(281) Yanında Peygamber (Sallaiîahü Aleyhi Ve Sellem) Anılıp Da Ona Salat Getirmeyen Kimse  11

(282) İnsanın, Kendine Zulmeden Kimse Aleyhine Duâ Etmesi 13

(283) Ömrün Uzamasına Duâ Eden Kimse. 14

(284) Acele Etmediği Müddet Kulun Duası Kabul Olunur 15

(285) Tembellikten Allah'a Sığınmak. 15

(286) Allah'dan Îstemiyene, Allah Gazab Eder 16

(287) Allah Yolunda Savaşta Saf Tutmuşken Dua Etmek. 17

(288) Peygamber (Sallallahü Aleyhi Ve Sellem)’İn Duaları 17

(289) Rahmet Ve Yağmur Zamanında Dua. 23

(290) Ölüme Dua Etmek. 24

(291) Peygamber (Sallallahü Aleyhi Ve Sellem)'in Duaları 24

(292) Musibet Zamanında Dua. 28

(293)  İstihare Vaktinde Dua. 28

(294) İdarecinin Zulmünden Korkunca Okunacak Dualar 30

(295) Duâ Edene Kazandırılan Mükâfat Ve Sevap. 31

(296) Duanın Fazileti 31

(217) Rüzgar Zamanında Dua. 32

(298) Rüzgara Sövmeyiniz. 33

(299) Yıldırımlar Anında Dua. 33

(301) Allah’tan Afiyet İsteyen Kimse. 34

(302) Bela İstemenin Hoş Görülmediği 35

(303) Bela Şiddetinden Allah'a Sığınmak. 36

(304) Adamın Sözünü Ayıplayarak Hikâye Etmek. 36

(305) Bir  Bölüm.. 36

(306) Gıybet Ve Allah Teâla'nın: -Bir Kısmınız, Bir Kısmınızı Gıybet Etmesin» Sözü. 38

(307) Ölüyü Gıybet Etmek. 39

(308) Babası Yanındaki Çocuğun Başını Okşayan Ve Ona Bereketle Dua Eden. 40

(309) Müslümanların Birbirlerine Sevgi Ve Bağlılığı 40

(310) Müsafire İkram Etmek Ve Bizzat Ona İnsanın Hizmet Etmesi 41

(311) Müsafire Bahşişte Bulunmak. 41

(312) Konuklama Üç Gündür 42

(313) Konuk Sahibine Zorluk Verecek Kadar Yanında Durulmaz. 42

(314) Bir Kimsenin Evi Civarına Müsafirin İnmiş Bulunması 42

(316) Adamın Bizzat Müsafire Hizmet Etmesi 43

(317) Müsafirine Yemek İkram Edip De Namaza Duban Kimse. 43

(308) İnsanın Ailesine (Çoluk - Çocuğuna) Para Harcaması 44

(319) İnsan Zevcesinin Ağzına Verdiği Lokmaya Varıncaya Kadar Her Şeyden Mükafat Kazanır 45

(320) Gecenin Üçte Biri Kalınca Dua Etmek. 45

(321) Gıybeti Değil De, Niteliği Murad Ederek Falan Kimse Kıvırcık Saçlıdır, Siyahdır Yâhud Uzundur, Kısadır Diye İnsanın Söz Söylemesi 46

(322) Haberi Anlatmakta Beis Görmeyen Kimse. 48

(323) Müslumanın Ayıbını Örten Kimse. 48

(324) Adamın: İnsanlar Helak Oldu, Demesi 48

(325) Münafık Olana Seyyid = (Efendi) Denmez. 49

(326) İnsan Övüldüğü Zaman Ne Söyler 49

(327) İnsan Bilmediği Bir Şey İçin: Allah Bilîr O Şöyledir, Dememelidir 50

(328) Gök Kuşağı 50

(329) Saman Yolu. 51

(330) Allah'ım! Beni Rahmetinin Bulunduğu Yere Koy, Denmesini Hoş Görmiyen Kimse. 51

(331) Zamana Sövmeyiniz. 51

(332) İnsan, Dönüp Gittiği Zaman Kardeşine Keskin Bakışla Bakmasın. 52

(333) İnsanın İnsana: Yazıklar Olsun Sana... Sözü. 52

(334) Evler 54

(335) İnsanın: Babana Rahmet Sözü. 54

(336) İnsan Dilediği Zaman Az Dilemeli Ve Dilekte Bulunduğu Kimseyi Övmemeli 55

(337) Adamın: Sana Dil Uzatan Yaşamasın, Sözü. 55

(338) İnsan: Allah Ve Falanca (Yaptı Şeklinde Söz) Söylemesin. 56

(339) İnsanın: Allah Dilerse, Sen De Dilersen Sözü. 56

(340) Şarkı Ve Eğlence. 57

(341) İyi Hal Ve Güzel Gidişat 58

(342) Zamanla Gelir Sana Beklemediğin Haberler 59

(343) Hoşlanılmayan Temenni 60

(344) Üzüme -Kerm- Demeyiniz. 60

(345) Adamın «Sana Yazık Olsun» Sözü. 60

(346) İnsanın : «Ey Kadıncağız» Sözü. 61

(347) İnsanın: «Ben De Üşengeçlik Var » Sözü. 62

(348) Tembellikten Sığınan Kimse. 62

(349) İnsanın: «Nefsim Sana Feda Olsun» Sözü. 62

(350) İnsanın: «Anam, Babam Sana Feda Olsun» Sözü. 63

(351) Babası İslam’a Ulaşmamış Kimseye, İnsanın «Yavrum!» Demesi 64

(352) İnsan:  «Habis Nefsim» Demesin. 64

(353) Ebû’l — Hakem Künyesi 65

(354) Güzel İsim, Peygamber (Sallalahü Aleyhi Ve Sellem)’İn Hoşuna Giderdi 66

(355) Yürümekte Sür'at 66

(356) Aziz Ve Yüce Allah'a İsimlerin En Sevimlisi 67

(357) İsmi İsimle Değiştirmek. 67

(358) Aziz Ve Yüce Allah Katında İsimlerin Hoşa Gitmeyeni 68

(359) Başkasının İsmini Küçülterek Onu Çağıran Kimse. 68

(360) İnsan Kendine İsimlerinin En Sevimli Olanı İle Çağrılır 68

(361) Asiye İsmini Değiştirmek. 69

(362) «Sabim» İsmini Almak. 69

(363) «Ğarrab» İsmi 70

(364) Şihab İsmi 70

(365) El-As İsmi 71

(366) Arkadaşının İsminden Bir Şey Noksan Bırakıp Kısaltarak Onu Çağıran Kimse. 71

(367) «Zahim» Adını Almak. 72

(368) Berre İsmi 72

(369) «Eflah» İsmi 73

(370) «Rebah» İsmi 73

(371) Peygamberlerin İsimleri 75

(372) «Hazin» İsmi 76

(373) Peygamber (Sallallahü Aleyhi Ve Sellem)’İn İsmi Ve Künyesi 77

(374) Müşrik Künyelenir Mi?. 78

(375) Çocuk İçin Künye. 79

(376) Bir Kimsenin Çocuğu Doğmadan Önce Ona Künye Vermek. 79

(377) Hanımların Künyesi 80

(378) Bir Adamı Kendisinde Olan Bir Şeyle Veya Herhangi Biriyle Künyelemek. 80

(379) Büyüklerle Ve Fazilet Sahipleriyle Yürümek Nasıl Olur?. 81

(380) Bölüm.. 81

(381) Şiirden Bir Kısmı Hikmetdir 82

(382) Güzel Söz Gibi, Sür De Güzeldir Vb Onun Çirkini De Vardir 84

(383) Şiir Okutan Kimse. 85

(384) «İçi Şürle Dolu Kimseyi Hoş Görmemek». 86

(384 M.) Aziz Ve Yüce Allah'ın «Şâirlere İse, Onlara Sapıklar Uyar- Sözü (Sûre: 26, Âyet: 224) 86

(385) «Beyândan Bir Kısmı Sihirdir». 86

(386) Şiirin Mekrûh Olanı 87

(387) Çok Söz Konuşmak. 87

(388) Temenni Etmek. 88

(389) Bir Adama, Bir Şeye, Bir Ata Bu Bahirdir = Denizdir Denilir 89

(390) Galat Sözden Dolayı Dövmek. 89

(391) Bir Şeyin Hak Olmadığım Murad Ederek İnsan, «Bir Şey Değildir» Der 89

(392) Tarizler 90

(393) Sırrı Yaymak. 91

(394) Maskaralık Aziz Ve Yüce Allah'ın: «Bir Toplum, Diğer Bir Toplumla Alay Etmesin» Âyet-i Kerimesi 92

(395) İşlerde Acele Etmemek. 92

(396) Bîr Sokak Yahut Bir Yol Gösteren. 93

(397) Âmâyı (Körü) Yoldan Saptıran Kimse. 94

(398) Azgınlık  (İsyan) 94

(399) Azgınlığın Cezası 96

(400) Soy Temizliği 96

(401) «Ruhlar Birlik Birlik Askerlerdir». 98

(402) İnsanîn Taaccüp Anında «Sübhanallah» Demesi 98

(403) Yeri El İle Sıvamak. 99

(404) Taş Atmak. 100

(405) «Rüzgâra Sövmeyiniz». 100

(406) Adamın:  «Şu Ve Bu Yîlöızîn Doğup Batması Sebebiyle Yaomuea Kavuştuk», Demesi 101

(407) İnsan Bulut Gördüğü Zaman Ne Söyler 101

(408) Uğursuzluğa Yorma. 102

(409) Kötüye Yormayanın Fazileti 102

(410) Cinlerden Uğursuzluk (Cin Çarpması) 104

(411) Fal 104

(412) «Güzel İsmi Bereket Saymak». 105

(413) Atta Uğursuzluk. 107

(414) Aksırmak. 107

(415) İnsan Aksırdığı Zaman Ne Söyler 108

(416) Aksırana Rahmet Dilemek. 108

(417) Aksırmayı İşiten Kimse: « Elhamdülillah» Der 110

(418) Aksırmayı İşitenin Teşmiti Nasıldır?. 110

(419) Aksıran Kimse Allah’a Hamd Etmezse Ona Teşmit Edilmez. 111

(420) Aksıran, Nasıl Söze Başlar 111

(421) Eğer Allah'a Hamd Etmişsen, Allah Sana Merhamet Etsin», Diyen Kimse. 112

(422) «Însan (Aksırınca) Ab Demesin. 112

(423) Birkaç Defa Aksırınca. 112

(424) Yahudi Aksırınca. 113

(425) Erkeğin Kadına Teşmît Etmesi 113

(427) Cevap Anında «Lebbeyk» Diyen Kimse. 114

(428) «İnsanın Kardeşi İçin Ayağa Kalkması». 114

(429) Oturan Adam İçin İnsanın Ayağa Kalkması 120

(420) İnsan Esneyince Elini Ağzına Koysun. 121

(431) Bir Kimse Başkasının Başını Tarayıp Temizler Mi?. 121

(432) Hayret Anında Başı Sallamak Ve Dudakları Isırmak. 123

(433) Hayret Veya Birşey Zamanında İnsanın Elini Oyluğuna Vurması 124

(434) İnsan Kardeşînîn Otluğuna Vurup Da Bununla Bir Kötülük Dilemezse. 124

(435) Kendisi Oturup Da İnsanların Kendisi İçin Ayağa Kalkmasını Hoş Görmiyen Kimse. 126

(436) Bir Bölüm.. 127

(437) İnsanın Atacı Uyuşunca Ne Söyler 128

(438) Bir Bölüm.. 128

(439) Çocuklara Musafaha Etmek. 129

(440) Musâfaha. 129

(441) Çocuğun Başını Kadının Okşaması 130

(442) Kucaklaşma. 130

(443) Adam Kızını Öper 131

(444) El Öpmek. 131

(445) Erkeği Öpmek. 132

(446) Tazim İçin İnsanın İnsana Karşı Ayağa Kalkması 133

(447) Selamın Başlangıcı 133

(448) Selamı Yaymak. 134

(449) Önce Selâm Veren. 134

(450) Selâmın Fazîletî 135

(451) Selâm, Aziz Ve Yüce Olan Allah'ın İsimlerinden Bir İsimdir 136

(452) Müslüman Müslümanla Karşılaştığı Zaman Ona Selam Vermesi, Üzerine Düşen Vazifedir 137

(453) «Yürüyen Oturana Selam Verir». 137

(454) «Süvarinin Oturana Selam Vermesi». 138

(455) Piyade Süvariye Selâm Verir Mi?. 138

(456) Azlık Çokluğa Selâm Verir 138

(457) Küçük Büyüğe Selâm Verir 139

(458) Selamın Hududu. 139

(459) İşaretle Selâm Veren Kimse. 139

(460)  Selam Verince İşittirilmelidir 140

(461) Selâm Vermek Ve Kendisine Selâm Verilmek Üzere Dışarı Çıkan Kimse. 140

(462) Meclise Gelince Selâm Vermek. 140

(463) Meclisten Kalkınca Selam Vermek. 141

(464) Meclisten Kalkınca Selam Verenin Hakkı 141

(465) Musafaha İçin Eline Hoş Koku Süren Kimse. 141

(465) «Tanıdığa Ve Tanımadığa Selâm Vermek». 142

(467) «Bir Bölüm». 142

(468) «Fasık Olana Selam Verilmez». 143

(469) Günahkârlara Ve Boya Sürünekleee Selâm Vermeyi Terkeden Kimse. 143

(470) Emire (Halifeye) Selam Vermek. 144

(471) Uyuyana Selâm Vermek. 147

(472) Hayyakellah == Allah Sana Ömürleh Versin. 148

(473) Merhaba. 148

(474) Selama Nasıl Mukabele Edilir?. 148

(475) «Selamı Almayan Kimse». 150

(476) «Selâmda Cimrilik Eden Kimse». 151

(477) Çocuklara Selam Vermek. 152

(478) «Hanımların Erkeklere Selam Vermesi». 152

(479) «Hanımlara Selam Vermek». 152

(480) Kişiye Özel Selâm Vermeyi Hoş Görmeyen Kimse. 153

(481) «Hîcab Âyeti Nasıl Nazil Oldu. 154

(482) «Üç Çıplak Vakit». 155

(483) «Erkeğin Hanımı İle Yemek Yemesi». 156

(484) Şenliği Olmayan Bir Eve Girince. 156

(485) «Sahip Olduğunuz Köleler Sîzden İzîn İstesin» (Nûr Sûresi: 58) 157

(486) «Çocuklarınız Bulûğa Erince» (Nür Sûresi, 59) 157

(487) İnsan Annesinden (Odasına Girmek İçin) İzin İster 157

(488) İnsan Babasının Yanına Varmak İçin İzin İster 158

(489) İnsan Babasının Ve Çocuğunun Yanına Girmek İçin İzin İster 158

(490) İnsan Kız Kardeşinin Yanına Girmek İçin İzin İster 158

(491) İnsan Erkek Kardeşinin Yanına Girmek İçin İzin İster 159

(492) Üç Defa İzin İstemek. 159

(493) İzin İstemek Selâmdan Başkadır 159

(494) İzinsiz Bakanın Gözü Oyulur 160

(495) İzin İstemek, Göz Harama Değmemek İçindir 160

(496) Bir Adam Bir Adama Evinde  Selâm  Verince. 161

(497) Adamı Çağırmak Ona  (İçeri Girmesi İçin)  İzindir 162

(498) Kapıda İnsan Nasıl Durur 162

(499) Bir Kîmse İzin İster De Ona, Ben Çıkıncaya Kadar Bekle Diye Ev Sahibi Söylerse Nerede Oturur?  163

(500) Kapıyı Çalmak. 163

(501) İzin Almadan İçeri Girince. 163

(502) «Gireyim Mi?» Deyip De Selâm Vermeyince. 164

(503) İzin İstemek Nasıldır?. 165

(504) Kim O? Diyene Karşı: Ben, Diyen. 165

(505) İzin İsteyip De, Karşılık Olarak «Selâmla Gir» Deyince. 166

(506) Evlere Bakmak. 166

(507) «Evine Selâmla Girenin Fazileti». 167

(508) Bir Kimse, Eve Girdiği Zaman Allah'ı Anmazsa, Orada Şeytan Geceler 168

(509)  İzin İstenmeyen Yer 168

(510) Çakşı Dükkânlarına Girmekte İzin İstemek. 169

(511) Yabancılara Karsı Nasıl İzin Alınır?. 169

(512) Gayri Müslim Mektup Yazıp Da, Selâm Verince Ona Mukabele Edîlir 169

(513) «Gayri Müslimlere Önce Selâm Verilmez». 170

(514) «Zîmmi'ye İşaretle Selâm Veren Kimse». 170

(515) «Zimmet Ehline Selâm Nasıl Çevrilir». 171

(516) Kâfir-Müslim Karışık Olan Bir Topluluğa Nasıl Selâm Verilir 171

(517) Kitap Ehline Nasıl Mektup Yazılır?. 171

(518) Ehli Kitap; «Essamü Aleyküm» Deyince. 175

(519) Ehl-i Kitap, Yolun En Dar Yerine Zorlanır 176

(520) İnsan Gayri Müslime Nasıl Dua Eder?. 176

(521) İnsan Tanımadığı Hıristiyana Selâm Verince. 176

(522) «Falanca Sana Selâm Söylüyor» Deyince. 177

(523) «Mektuba Cevap Vermek». 177

(524) Hanımlara Mektup Yazmak Ve Onların Cevap Vermesî 177

(525) Mektubun Başı Nasıl Yazılır?. 177

(526) Amma Ba'dü = Bundan Sonra (Sözü) 178

(527) Mektuplara «Bismillâhirrahmanirrahim» Île Başlamak. 178

(528) Mektuba Ne İle Başlanır 178

(529) Nasıl Sabahladın?. 180

(530) Mektubun Sonuna : «Esselamu Aleyküm Ve Rahmetullah» Yazan Ve Ayın Onuncu Gününde Falan Oğlu Falan Diye Kaydeden Kimse. 181

(531) Nasılsın?. 182

(532) Bir Kimseye: Nasıl Sabahladın? Denince Nasil Karşılık Verir?. 182

(533) Oturma Yerlerinin  En Hayırlısı En Geniş  (Ve Rahat) Olanıdır 183

(534) Kıbleye Yönelmek. 183

(533) İnsan Kajlkar Da Sonra Yerine Dönerse. 184

(536) Yol Üzerinde Oturmak. 184

(537) Mecliste Yer Genişliği 184

(538) İnsan Vardığı Yerde Oturur 185

(539) İki Kişi Arasına Girilmez. 185

(540) Meclis Sahibine Doğru Yürünür 185

(541) İnsana İnsanların Ziyade İkram Edeni, Yaninda Otuean Arkadaşıdır 186

(542) İnsan, Oturan Arkadaşının Önüne Ayağını Uzatır Mı?. 187

(543) İnsan Toplum İçinde Bulunur Da Tükürür 187

(544) «Çit Ve Duvarla Çevkîlmiş Olmayan» Avlularda Oturuş. 188

(545) Ayaklarını Kuyuya Sarkıtan Kimse  Oturup Da  Bacakalrından (Elbiseyi) Açınca. 188

(546) Bir Kimse İçin Adam Yerinden Kalktığı Zaman O Kimse O Yerde Oturmaz. 189

(547) Emanet 190

(548) Peygamberimiz (Sallallahü Âleyhi Ve Sellem) Döndüğü Zaman Bütün (Vücudu) İle Dönerdi 190

(549) Bir Kimse, Bir Adamı, Bir İş İçin, Bir Kimseye Gönderince, Adam Ona (Önceden) Haber Vermesin  190

(550) İnsan: Nereden Geldin? Der Mi?. 191

(551) İstemedikleri Halde Bîr Toplumun Sözünü Dinlemek Îsteyen Kimse. 192

(552) Taht Üzerine Oturmak. 192

(553) Bir Kimse Fısıldaşmakta Olan Bir Topluluğu Görünce Yanlarına Girmesin. 194

(554) Îki Kimse Üçüncüyü Bırakıp Aralarında Fısıldaşmasın. 195

(555) Arkadaşlar Dört Kişi Olunca. 195

(556) Bir Adam, Bir Adamın Yanına Gidip Oturunca, Yanına Oturulan Kimse Kalkıp Gitmek Hususunda Oturandan İzin İster 195

(557) Güneş Tarafında Oturulmaz. 196

(558) Elbise İçinde Kıç Üstü Oturup Dizleri Dikmek. 196

(559) Kendisine Yastık = Minder Bırakılan Kimse. 197

(560) Kurfusa Oturuş. 197

(561) Bağdaş Kurmak. 198

(562) İhtiba == Dizleri Dikip Oturmak. 198

(563) Dizleri Üzerine Çömelen Kimse. 199

(564) Sırt Üstü Yatmak. 200

(565) Yüzükoyun  Yatmak. 200

(566) İnsan Ancak Sağ Eliyle Alır Ve Verir 201

(567) İnsan Oturunca Ayakkabılarını Nereye Koyar?. 201

(568) Şeytan Ağaç Ve Bunun Gibî Bir Şey Getirip Onu Yatak Üzerine Atar 201

(569) Örtüsü Bulunmayan Bir Dam Üzerinde Uyuyan Kimse. 202

(570) İnsan Oturduğu Zaman, Ayaklarını Sarkıtır Mı?. 203

(571) İnsan İşi İçin (Evden) Çıkınca Ne Söyler?. 203

Bir Bölüm.. 203

(572) İnsan Arkadaşları Önünde Ayağın!  Öne Uzatır Mî? Ve Önlerinde Yaslanır Mı?. 203

(573) İnsan Sabahlayınca Ne Söyler 205

(574) İnsan Geceleyince Ne Söyler 206

(575) İnsan Yatağına Girdiği Zaman Ne Söyler 207

(576) Uyku Zamanında Duanın Fazileti 209

(577) İnsan Elîni Yanağının Altına Kor 210

(578) Bir Bölüm.. 210

(579) İnsan Yatağından Kalkıp Da, Sonra (Yatmak İçin) Dönünce,  Onu Silkeleyiversin. 211

(580) İnsan Gece Uyanınca Ne Söyler 212

(581) Eli Yağlı Olduğu Halde Uyuyan Kimse. 212

(582) Lâmbayı  Söndürmek. 213

(583) İnsanlar Uyuduğu Zaman Evde Ateş Bırakılmaz. 213

(584) Yağmuru Berekete  Yormak. 214

(585) Odaya Kamçı Asmak. 214

(586) Geceleyin Kapıyı Kilitlemek. 215

(587) Gece Karanlığında Çocukları Alıkoymak. 215

(588) Hayvanları Birbirine Saldırtmak. 215

(589) Köpeğin Havlaması Ve Eşeğin Anırması 215

(590) Horozların Ötüşü İşitilince. 216

(591) Pireye Sövmeyiniz. 216

(592) Gün Ortası 217

(593) Gündüzün Sonunda Uyku. 218

(594) Ziyafet 218

(595) Çocukların Sünneti 218

(596) Kadının Sünneti 219

(597) Sünnete Davet 219

(598) Sünnette Eğlence. 219

(599) Zimmet Ehlinin Öavet Etmesi 220

(600) Cariyelerin Sünneti 220

(601) Büyükler İçin Sünnet 220

(602) Doğumda Davet 221

(603) Çocuğun Damacına Mama Çalmak. 222

(604) Doğum Zamanında Dua. 222

(605) Çocuk Kusursuz Olunca,  Erkek Veya Kız  Olduğuna Bakılmaksızın Doğum Vaktinde Allah'a Hamd Eden Kimse. 223

(606) Kasıkları  Tıraş Etmek. 223

(607) Temizlenmekte Vakit 224

(608) Kumar 224

(609) Horoz Kumarı 225

(610) Arkadaşına: «Gel,  Seninle Kumar Oynayacağım» Diyen Kimse. 225

(611) Güvercin Kumarı 225

(612) Kadınlar İçin Yol Nağmesi 226

(613) Türkü. 226

(614) «Tavla Oynayanlara Selam Vermeyen». 226

(615) Tavla Oynayanın Günahı 227

(616) Terbiye Etmek  (Eli Altındakiler!)  Ve Tavla Oynayanlarla Bâtıl Ehlinin Dışarı Çıkarılması 227

(617) «Mümin, Bir Yuvadan İki Kere Isırılmaz». 228

(618) Gece Atış Yapan Kimse. 229

(619) Allah Bir Kulunun Ruhunu Bir Yerde Almak İstediği Zaman, 0 Kul İçin Orada Bir İhtiyaç Yaratır 229

(620) Mendiline Sümküren. 229

(621) Vesvese. 230

(622) Zan. 231

(623) Cariyenin Ve Zevcenin Kocasını Tıraş Etmesi 232

(624) Koltuğu Yolmak. 232

(625) Kadirşinaslık. 233

(626) Tanıma. 233

(627) Çocukların Cevizle Oynaması 233

(628) Güvercin Kesmek. 234

(629) Kime İhtiyaç Varsa Ona Gitmek Uygundur 235

(630) Bir Topluluk Beraberken Balgam Atan Kimse. 235

(631) İnsan Bir Topluma Söz Söyleyince Bir Kişiye Teveccüh Etmesin. 235

(632) Lüzumsuz Bakış. 235

(633) Boş Söz. 236

(634) İkî Yüzlü. 236

(635) İki Yüzlünün Günahı 237

(636) İnsanların Kötüsü Kötülüğünden Korkulandır 237

(637) Utanma. 237

(638) Cefa. 238

(639) Utanmayınca  Dilediğini  Yap. 238

(640) Öfke. 238

(641) İnsan Öfkelenince Ne Söyler 239

(642) İnsan Öfkelenince Susar 239

(643) Dostunu Orta Yollu Sev. 240

(644) Düşmanlığın Telef Olmasın. 240


(280) Peygamber (Sallallahü Aleyhi Ve Sellem) Üzerine Salat Getirmek

 

640— Ebû Saîd El-Hudrî, Peygamber (SaMlahü Aleyhi ve Sellem)'den rivayet ettiğine göre, Hz. Peygamber şöyle buyurmuştur:

«Hangi müslüman kişinin, yanında (verecek) bir sadaka yoksa, dua­sında şöyle desin:

— Allah'ım! Kulun ve Resulün Muhammed'e rahmet et. Mümin er­keklere, mümin kadınlara ve müslüman erkeklere, müslüman kadınlara da rahmet et. Zira bu dua, dua eden için bir zekâttır, (sadakadır).»[1]

 

Hak Sübhanehu ve Teolâ Hazretleri önce, Peygambeı (Salîallahü Aleyhi ve Sellem) evinde iken ona müminlerin nasıl hürmet edeceklerini şu âyet-i kerîme ile göstermiş, yaşayışta ve cemiyette uygulanacak olan gerekli ah­lâkı öğreterek Peygambere hürmetin vücubunu da beyan buyurmuştur:

«— Ey iman edenler! Yemek vaktini gözetmeksizin, size izin verilip de, davetli olduğunuz vakitten başka zamanlarda, Peygamberin evlerine girmeyin; fakat çağrıldığınız zaman girin. Yemeği yediğinizde de hemen (yanından) dağıhn. Söz söylemek ve sohbet etmek içiw de izinsiz girme­yin; çünkü bu, Peygambere eziyet vejriyor.,.» (Ahzab Sûresi, âyet: 53)

Daha'sonra Peygamberin şan ve şerefinin melekler yanında ve İnsan­lar arasında nasıl yüceltildiğini ve müminlere düşen görevin ne olduğunu yine Ahzab sûresinin şu 56. âyet-î kerîmesi ile bildirerek bizi mükellef tutuyor:

«— Gerçekten Allah ve melekleri, Peygambere salât ederler, (onun şan ve şerefini yüceltirler). Ey iman edenler! Siz de ona salât edin: (Al-lahümme Salli ala Muhammed) deyin; ve selâm söyleyin (ona : Esselâmu Aleyk, deyin ve gönülden emirlerine boyun eğip teslim olunuz).»

Evvelâ Salâtın mânasını öğrenelim : Salât; Dua, mağfiret, rahmet, be­reket, tesbîh, övme ve nihayet fıkıh anlamında da bildiğimiz İbadet şekil­lerinden biri olan namaz demektir.

Buna göre, Allah'ın Peygambere Salât etmesi, onun şan ve şerefini melekler yanında yüceltmesi ve onu övmesi anlamına gelir.

Meleklerle insanların salât getirmesi ise, Peygamber için Allah'dan mağ­firet dilemeleri ve ona dua edip kulların, onun emirlerine boyun eğmeleri mânasını taşır. O halde Allah Tealâ bize, Peygamber'e tam bir hürmet gös­termeyi, onun şan ve şerefini yüceltip ona dua etmesi, emirlerine boyun eğip de gereğini yapmayı bize emrediyor. Burada Peygamber'e Salât ve Selâm getirmekle emrolunduğumuza göre, mükellefiyetimiz nedir?

Söylenmesi vacİb olan Salât, «Allahümme Sallı Aİâ Muhammedİn» mik­tarı söylemektir. Bundan fazlasını söylemek sünnettir. İşte insanlar arasında ve cemiyet İçinde, daha doğrusu Peygamberin evinde kendisine gösteri­lecek edeb dışında müminlere âüşeh, en az bu miktardan İbaret sözleri söyleyerek Peygamber'e hürmet göstermek, onun şeref ve şanını açıklamak ve Allah'dan rahmet dilemektir.

Allah Tealâ'nın müminlere «Salât»ı emretmesi, farzı veya vacibi ifade ettiğinde âlimlerin birbirinden ayrı görüşleri vardır:

İmam Şafiî ve buna bağlı bir kısım âlimlere göre, her namazda teşehhüde oturup Salât getirmek farzdır. Salât getirmeksizin kılınan namazın iadesi farzdır. Bunun İçin son oturuşta muhakkak Salâvat okumak icab eder.

Hanefî âlimlerinin bir kısmına göre, ömürde bir defa Salât getirmek vaciptir. Bundan fazlasını getirmek sünnettir ve fazileti vardır. Namazlarda da son oturuşta Salâvatın okunması farz değil, sünnettir. Ayrıca Hz. Pey­gamber her anıldıkça ona salât getirmenin vacib olduğunu ilerî sürenler olduğu gibi, sünnet olduğunu da iddia edenler vardır. Bununla beraber bir meclisle birkaç defa anılınca, bir defa Salât getirmekle vücub eda edilmiş olur. İhtiyat olarak kabul edilen, Peygamber her anıldıkça ona Salât getir­menin vacîb bulunduğu görüşüdür.

Salât, Peygambere tahsis edilmiş bir kelâm olduğundan Peygamber­lerden başkası hakkında kullanılamaz. «Allahümme Salli Alâ falânin» şek­linde söylenemez. Ancak Peygamberin beraberinde olarak başkaları için de söylenebilir

«Allahümme Salli Alâ Muhammed'in ve Alihİ ve Sahbihi.» gibi...

Burada Peygamberin aile topluluğu ve ashab-ı kiram, Hz. Peygam­berin yanında anılarak üzerine Salât getirilmiş oluyor ki, bu şekilde söy­lemek caizdir.

Kamus sahibi Fîyruzabadî, «Es-Silâtü ve'l-Büşer Fi's-Salâti Alâ Hayri'l-Beşer» adlı eserinin 114. sayfasında diyor ki, Peygamber üze­rine getirilmesi gerek «Salât ü Selâm»'ı remiz ve İşaretle göstererek yazmak uygun değildir. Bunu ancak cahillerle tembeller yapar. Meselâ : (S.A.S.) şeklinde yazmak doğru değildir. Gereken yerde, (Saîîallahü Aleyhi ve Sellem) diye yazmalıdır. Biz de baştan itibaren bu şeklî tercih etmiş bulunuyoruz.

Yine Fiyrû za b a d î aynı kitapta. Peygamber (SoİIallahü Aleyhi ve Sellem) üzerine «Salât» getirmenin faziletine dair yüz yirmi üç adet ha­dîs-i şerîf göstermekte ve böylece Salât getirmenin önemini belirterek buna dair hükmü kuvvetlendirmektedir. Burada İmam Buharî, birkaç hadîs-i şerîf getirmek suretiyle maksadı beyan etmiş ve bununla yetinmiştir. Bunları arka arkaya aşağıda göreceğiz.

Şu yerlerde ve zamanlarda Peygamber üzerine Salât ve Selâm getirmek müstahab olup, diğer vakitlerde getirilen salâvatlardan fazileti daha çoktur:

1— Hadîs-i şerîf okunduğu zaman, Hz. Peygamber anıldığı veya ismi işitildiği zaman.

2— Namazların son oturuşunda ve vitirde Kunut dualarında.

3— Mescide ve eve girildiği zaman.

4— Müezzin ezan okurken ona icabet edildikten sonra.

5— Duaya başlarken, duanın ortasında ve sonunda, Allahdan bir di­lekte bulunacak olan kimse önce Salât ve Selâm getirmeli, sonra da dua­sını onunla bitirmelidir.

I b n i Ata şöyle demiştir : Dua için erkân var, kanatlar, sebepler ve vakitler var. Eğer duo erkâna uygun düşerse kuvvetlenir, kanatlarına uygun düşerse göğe uçar, yakıtlarına uygun düşerse kurtulur vo sebeplerine uygun düşerse muvaffak olur. Duanın rükünleri (erkânı) şunlar : Kalbin hu­zurlu olması, insanın hassas bulunması, vakarını koruması ve Allah'tan kor­kar olması. Kalbi Allah'a bağlayarak diğer sebeplerden ilgiyi kesmesi.

Duanın kanatları : Sadakattir, dosdoğru olmaktır. Duonm vakitleri de seher vakitleridir. Duanın vasıtaları ise,   Peygamber    (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) özerine Salât getirmektir.                                      

6— Hacda Safa ile Merve arasında.

7— Zikir ve virde oturulduğu zaman.

8— Haceri Esved'in karşısında durulduğu zaman.

9— Kur'an okuma zamanında.

10— Bİr meclisten kalkıldığı zaman.

11— Kulaklar çınladığı zaman.

12— Söylenecek söz unutulduğu zaman.

13— Sabahleyin ve akşamleyin.

14— Abdest arasında.

15— Aksırıldığı zaman.

16— Namaz için ikamet getirildiği zaman.

17— Çarşıya ve sefere çıkıldığı zaman, seferden dönüldüğü zaman.

18— Mümin kardeşle karşılaşıp musafaha yapıldığı zaman.

19— Gece uykudan kalkınca.

20— Mübarek gün ve gecelerde ve bilhassa cuma gecesi ve cuma gü­nünde çok çok salât getirmenin fazileti büyüktür.

Salâtın Keyfiyeti: Ashab-ı Kiram, Peygamber (SaUaİlahü Aleyhi ve Sellem) Efendimize sormuşlar : Ya Resûlallah! Biz sana nasıl Sa­lât getirelim? Bu sorunun cevabı olarak rivayet edilen ve lâfızları birbirin­den az çok farklı bulunan epeyce hadîsler vardır. Biz burada Hz. Ali (Radiyallahu cnh) 'dan nakledilen ve namazların son oturuşlarında okuna-gelmekte olan salâvatları yazmakla Hz. Peygamber üzerine Salât getirme­nin keyfiyetini bildirmiş oluyoruz. Bundan başka Ashab-ı Kiramdan ve daha sonraki sayılı âlimlerden bize kadar gelen çeşitli ve sayılamayacak kadar fazla Salâvat şekilleri vardır. Bunların da okunmasında sevab ve fazilet vardır. Bunlar müstakil kitablardan bulunup okunabilir. Hz. A I i 'nin Pey­gamber Efendimizden rivayet ettiği Salât şu :

«— Allahümme SalU Alâ Muhammedin ve Alâ Ali Muhammet!. Ke-ma Salleyte Alâ tbrahîme ve ala Ali Ibrahîmc. Inneke Hamîdün Mecîd.

Allahümme tarik ala Muhammedin ve alâ Ali Muhammed. Kemft ba-rekte alâ Îbrahîme ve alâ Ali İbrahim. Inneke Hamîdün Mecid. e= Allah'ım! ibrahim'in ve ATinin (ailesinin) şan ve şerefini yücelttiğin gibi, Muham-med'in ve Al'inin şan ve şerefini yücelt. Muhakkak ki sen, hamd edilmi-ye lâyıksın, yücesin.

Allah'ım! ibrahim'e ve onun Al'ine bereket verdiğin gibi, Muham-med'e ve onun Al'ine bereket ver. Muhakkak İd sen, hamd edilmiye lâ­yıksın, yücesin.»

Hak Tealâ ihlâsla salâvat getirip de Peygamber (SaliaUahü Aleytâvt Scltem)"\r\ sefa a tın a erenler topluluğuna bizleri de İlhak buyursun.[2]

 

641— Ebû Hüreyre, Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'fen ri­vayet ettiğine göre, Hz. Peygamber şöyle buyurmuştur: «— Kim derse ki;

  Allah'ım! ibrahim'in ve onun ATinin şan ve şerefini yücelttiğin gibi, Muhnmmed'in ve onun Al'inin de şan ve şerefini yücelt, ibrahim'e ve onun Al'ine verdiğin bereket gibi, Muhammed'e ve onun Al'ine de be­reket ver. ibrahim'e ve onun Al'ine ettiğin merhamet gibi, Muhammed'e ve onun Al'ine de merhamet et.

  Ben kıyamet günü onun şehitliğine şahit olurum ve ona şefaatçi kılınırım.»[3]

 

Bu duadaki teşbih, kıymette değil, salâhn aslındadır. Hz. I b r a h İ m 'e Allah tarafından ikram edilen «Salât» gibi, âhir zaman Peygamberi özerine de olsun dendiği zaman, bundan Hz. İbrahim (Ateyhissclâm) 'tn daha şerefli ve faziletli olması gerekmez. Nitekim Cenab-ı Hak Kur'an-ı Kerîm'de Peygamber Efendimize hitaben :

«Biz Nuh'a vahyettiğimiz gibi, sana da vahyettik.» Buyurmaktadır. Bu­rada da vahyin esasında bir benzetiş vardır; yoksa Hazret! Nuh (Aleyhisselâm) 'in fazilet ve şerefinde değil... Fazilete gelince, Hz. MuhammedYA leyhissâlatü vesselam) bütün peygamberlerin ve yaratıkların en fa-ziletlİsİ ve en şereflisidir.

Bir de Hz. İbrahim (Aleyhissalâtü diğer peygamberler içeri­sinde zikri en çok geçen ve müstesna bir mevkii olan, aynı zamanda âhir zaman Peygamberinin ceddi bulunan bîr peygamberdir. Bu bakımlardan diğer peygamberler içinden seçilerek buna teşbih yapılmış oluyor.

(Bu hadîs Kütüb-i Sitte'de mevcut değildir. Bunu Ibnİ Cerîr Et-Taberî,  Tehzîb'inde tahriç etmiştir. Fadlu'llah : C II, s. 99, dip not.)[4]

 

642— Enes'den ve Malik ibni Evs ibni'l-Hedesan'dan isitildiğine gö­re, Peygamber (Saltallahü Aleyhi ve Sellem) haceti için çıkıp (sahraya doğ­ru) açıldı. Kendisini izliyecek kimseyi bulamadı. Sonra Hazreti Ömer bir desti veya ibrik ile onu takip etti de, onu bir su havuzu yanında sec­deye kapanmış buldu. Bunun üzerine Hazreti Ömer geri çekilip arka ta­rafında oturdu. Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Selleml secdeden başım kaldırınca şöyle buyurdu:

«— Ey Ömer, güzel hareket ettin; beni secdede bulduğunda benden uzaklaştın. Gerçekten bana Cibril gelip şöyle dedi: Sana kim bir defa sa­lât getirirse, Allah ona on rahmet eder ve onun için on derece yükseltir.»

Bu hadîs-i şerifte de Hz. Peygambere «Salât» getirmenin fazileti ile «Salat» getirmenin kazanacağı sevab belirtilmekte ve Salât'a teşvik edil­mektedir.

(Bu hadîsi İmam Ahmed tahriç etmiştir. Fadlu'Ilah : C. II, s. 99, dip not.).[5]

 

643— Enes ibni Malik'den işitildiğine göre, Peygamber Aleyhi ve Sellem) şöyle buyurdu:

«— Benim üzerime kim bir "Salât" getirirse, Allah ona on rahmet eder ve ondan on günah düşürür.»

Bu hodîs-i şerif de, bundan önceki üç hadîs gibi, Kütüb-i Sitte'de mev­cut değildir. Bunu da İmam Ahmed ve Ebu Nuaym tah-riç etmişlerdir. (Fadlu'llah = C II, s. 100, dip not.).[6]

 

(281) Yanında Peygamber (Sallaiîahü Aleyhi Ve Sellem) Anılıp Da Ona Salat Getirmeyen Kimse

 

644— Cabir ibni Abdullah'dan rivayet edildiğine göre, Peygamber (Saîlallahü Aleyhi ve Sellem) minbere çıktı. Birinci basamağa çıktığı zaman «amin» dedi. Sonra İkinci basamağa çıkıp «amîn» dedi. Sonra üçüncü ba­samağa çıkıp «amîn» dedi. (Ashab) sordular :

  Ey Allah'ın resulü! Uç kerre amîn= dediğini işittik, (bunun hik­meti)? Peygamber şöyle buyurdu:

«— Birinci basamağa çıktığım zaman, Cibril (SaMIahü Aleyhi ve Uİİem) bana gelip, dedi ki:

— Ramazana yetişip de günahları bağışlanmamış olduğu halde, ondan sıyrılıp çıkan bir kul bedbaht olsun. Ben, amîn, dedin. Sonra dedi ki:

  Ana ve babasına yahut bunlardan bîrine kavuşan bir kulu, bun­lar cennet'e koymamışsa, o kul bedbaht olsun. Ben, amîn, dedim. Somra dedi ki:

  Yanında sen anılıp da, sana salât getirmiyen bir kul bedbaht ol­sun. Buna da beo -amîn- dedim.»[7]

 

Bu hadîs-i şerifte ûç hususa işaret edilmekte olup, bunlardan yalnız üçüncü husus bu bölümle ilgilidir.

1— Ramazan ayı mağfiret ve rahmet ayı olduğundan, bu aya ihlâsla girip Allah rızasına uygun olarak sonuna kadar oruç tutulursa, Allah geç­miş günahları bağışlar. Böyle mübarek bir aya kavuşup da mağfiret olun­mayan kimse, ramazanın hakkını yerine getirmemiş demektir. Büyük bir ziyana uğradığından, çok iyi bir fırsatı kaçırdığından bedbaht olmaya hak kazanmıştır.

2— Ana ile babanın her İkisine veya bunlardan birine yetişip de on­lara iyilik etmek, emirlerini dinlemek ve kendilerini hoşnud ve razı etmek, Allah'ın rızasını kazanmak olur. Allah'ın rızasını  kazanan da Cennetlik olur. İşte böyle fırsatı kaçırıp da ana ve babasının rızasını kazanamayana da yazıklar olsun, büyük bir nimeti kaçırmıştır.

3— Peygamber  (Sallallahü Aleyhi ve Sellemy\ anmayan ve ona doğru­dan doğruya Salât getirmeyen büyük bir fazileti kaçırmıştır. Bundan daha büyük bir mahrumiyete düşen kimse de, yanında Peygamber anıldığı halde, ona Salât ve Selâm getirmeyendir. Bu da büyük bir ziyan ve bedbahtlıktır. Büyük bir fazilete kavuşma imkânı varken onu yitirmek büyök zarar sayılır.

(Bu hadis Kütüb-i Sitte'de yoktur. Fadlu'llah : C. II, s. 100-101.).[8]

 

645— Ebû Hüreyre'den rivayet edildiğine göre, Resûlüllah (Satlallahü Aleyhi ve Stllem) şöyle buyurmuştur:

«— Kim bana bir defa salât getirirse, Allah ona on rahmet eder.»[9]

Bu hadîs-i şerif, 642 ve 643 sayılı hadîslerin ifade ettikleri mânanın bir kısmını ihtiva etmekte ve Salâtın faziletini bildirip bizi ona teşvik eylemek­tedir.[10]

 

646— Ebû Hüreyre'den rivayet edildiğine göre, Peygamber sSaliallâhü Aleyhi ve Selle m) minbere çıkıp:

«— Amin, âmîn, âmîn.» dedi. Kendisine dendi ki:

  Ya Resûlallah, bunu neden yaptın? Peygamber buyurdu ki:

— Cibril bana şöyle dedi: O kulun burnu yere sürünsün ki, ebevey­nine veya bunlardan birine kavuştu da bu, onu Cennet'e koymamıştır. Ben, âmîn, dedim. Sonra Cibril:

  O kulun burnu yere sürünsün ki, üzerine ramazan ayı girdi de bağışlanmadı, dedi. Ben:

  Amîn, dedim. Sonra şöyle dedi:

  O kulun burnu ye*e sürünsün ki, sen yanında anıldın da, sana Sa-lât getirmedi. Ben de :

  Amin, dedim.»[11]

 

Bundan önceki 644 sayılı hadîse bakılsın.[12]

 

647— İbnî Abbas, Peygamber (SaUslUshü Aleyhi ve SeUem)'\n zevcesi Cüveyriye binti'l-Haris ibni Ebî Dırar'dan rivayet ettiğine göre, Pey­gamber (Sallalkıhü Aleyhi ve Sellem). (sabah namazını kıldıktan sonra er­kenden Cüveyriye'nin) evinden çıktı. — Cüveyriye'nin adı Berre idi, Pey­gamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) onun ismini değiştirerek ona Cüvey­riye adını vermişti. Berre'nin evinden çıkmıştır, denmesinden hoşlanma­dığı için, (Hazreti Peygamber bu isim değişikliğini) yapmıştı—. Sonra, gün yükselince (kuşluk vakti olunca), Cüveyriye'nin yanma döndü. Cü-veyriye ise, aynı yerinde oturuyordu. Peygamber ona:

«— Yerinden ayrılmadın mı? dedi. Ben senden sonra üç defa dört söz söyledim ki, (bu zamana kadar söylediğin) senin sözlerinle onlar tarh­laydı, seninkilerine ağır basardı. Bunlar şu sözlerdir:

— Allah'a ha m d eder olduğum halde onu noksanlıklardan yaratıkla­rının sayısınca tenzih ve tashih ederim, zatının rızası miktarınca teşbih ederim. Arş'ınm ağırlığınca teşbih ederim, (tükenmez) kelimelerinin sa­yısınca yahut miktarınca tesbîh ederim...».[13]

Bu hodis-i şerifi, ravilerden Süfyan, ibni Abbas'a isnad ederek «Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) Cüveyriye 'nin evin­den çıktı» şeklinde birkaç defo rivayet etmiş, fakat Cüveyriye 'den bir defa nakletmiştir.[14]

 

Bu bölüm Peygamber e salât getirmekle ilgili hadîslere oit olduğu halde bu 647 ve bir sonraki hadîslerin bu konu ile İlgisi görülememektedir. Ancak büyük fazilet ve sevablan olduğu anlaşılan Allah'ı tesbîhe dair şu dört ke­lâmı Öğrenmiş bulunuyoruz :

1— Allah'a hamd ederek yaratıklarının adedince onu teşbih ederim,

2— Allah'ın zatını razı kılacak kadar onu tesbîh ederim,

3— Allah'ı, arş'ının ağırlığınca tesbîh ederim,

4— Allah'ı, tükenmez kelimeleri miktannca tesbîh ederim ve onu bü­tün noksanlıklardan tenzih ederim.[15]

 

648— Ebû Hüreyre'den rivayet edildiğine göre demiştir ki, Resûlül-lah şöyle buyurdu :

«— Cehennem'den Allah'a sığınınız, kabir azabından Allah'a sığınınız, uğursuz Deccal'm fitnesinden Allah'a sığınınız, hayatın ve ölümün fit­nesinden Allah'a sığınınız.»[16]

 

İnsanlar İçin dehşet İfade eden ve büyük geçitler olarak gösterilen şu beş şeyden Allah'a stğınıldığı takdirde, Allah'ın rahmetine kavuşularak hem dünya hayatı, hem kabir hali, hem de âhiretteki ahval garanti altına alın­mış olur, çünkü :

1— Cehennem azabı, en ağır ve en korkunç işkencelerden bîri o!up, insanın kabir hayatından sonra karşılaşılması muhtemel bir safhayı teşkil eder. Bu dehşetli azabdan Allah'a sığınarak kurtulmak, büyük geçitlerden birini selâmet üzere geçmiş olmaktır.

2— Kabir azabı, ölümden sonra karşılaşılması muhtemel olduğundan kabir azabı da dünya ile âhiret hayatı arasında bir safha teşkil eder. Bun­dan azab ve sıkıntı çekmeden kurtulmak için Allah'a sığınarak selâmete çıkmak yine bir geçitten kurtulmak olur.

3— Âhir zamanda yeryüzünü küfür ve fitnesi ile fesada verecek olan Oeccal'in devresinde yaşamak da özel bir safha teşkil eder. Onun küfür ve

fitnesinden kurtulmak için Allah'a sığınarak emin durumda olmak, büyük bir felâketten kurtulmak olur.

4— İnsan hayatta bulunduğu müddet çeşitli musibetlerle ve günahlarla karşılaşır. Yaşadığı zaman içerisinde bunlardan korunmak için Allah'a sı­ğınarak ondan medet ummak ve böylece dünya hayatını felâket s iz geçir­mek en büyük geçitlerden birini selâmet üzre geçmek olur. Bunun da kıy­meti büyüktür.

5— Ölümden itibaren gelen devir, geniş mânasiyle sonsuz bir zamanı kapladığından, bu devrin fitne ve imtihanlarının dehşetinden Allah'a sığı­narak emin duruma geçmek de âhiret hayatının selâmetine ermek olur ki, asıl kurtuluş budur. Böylece şu beş geçitten Allah'a sığınarak selâmete er­mek, insanın bütün hayat ve memat safhalarını garantilemek olur. İşte bun­ların şerrinden Allah'a sığınmak İçin dua etmemizi Peygamber Efendimiz bize emrediyor, tâ ki, kurtulmuş olalım.

Burada bir soru hatıra gelebilir : Acaba Deccal yeryüzüne gelmiş mi­dir, gelmemişse ne zaman geleceği belli midir, Deccal bir kimse veya çok kimseler midir? Bu sorulara kesinlikle cevap vermeğe imkân olmadığı gibi, bunun üzerinde durmak da bir önem taşımaz. Her devirde ve her zamanda fenalığa teşvik eden, zulüm ve küfür saçan şahsiyetler bulunmuştur ve bu­lunabilir de... İnsanlara düşen vazife, bunların fenalığına alet olmamak, hakdan ve adaletten aynlmayıp hak din yolunda bulunmaktır. Bu istikameti sağlamak için de Allah'dan yardım istemektir. Bunu şahsında ve çevresinde elinden geldiği kadar sağlamış olan kimse, görevini yapmış demektir. Dec-cal'in ne zaman geleceğini veya gelip gelmediğini bilmek mesele değildir. Yalnız yalancılık ve küfür yayıcıltğı İle dünyayı ifsad edecek bir Deccal'in gelmesi hak olduğuna inanmak kâfidir.[17]

 

(282) İnsanın, Kendine Zulmeden Kimse Aleyhine Duâ Etmesi

 

649— Cabir'den rivayet edildiğine göre demiştir   ki,   Resûlüllah (Sattattahti Aleyhi ve Stttemj şöyle buyururdu:

— Allah'ım! Benim işitme ve görme duygularımı düzelt ve onları bana varis kıl, (ölünceye kadar sahih ve sağlam olsunlar). Bana zulme­dene karşı, bana nusret ver ve ondan intikamımı bana göster.»[18]

 

Görmeyen ve işitmeyen kimse, dünya nimetlerinin en iyilerinden mah­rum bulunan ve bunlardan faydalanamayandır. Görme ve İşitme duygula­rının sağlam ve sahih olmatarİyle dünya hayatı ve yaşayışı hoş olur. Onun için Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Setlem) Efendimiz, bunların sahih ve sağlam olmasını Cenab-ı Hak'dan istemişlerdir.

Allah'ın hak dini olan İslâm dininin hakim olabilmesi ve yaşayabilmesi için, onu tebliğe memur Peygamber'in, düşmanlarına üstün gelmesi ve zafer kazanması şarttır. Bu gayenin tahakkuku için Peygamber Efendimiz, zalim­lere karşı Allah'dan nusret ve intikam talebinde bulunmuşlardır. Bu dua, nefsin arzusunu tatmin değil, asıl gayenin gerçekleşmesini istemedir.

(Bu hadîs Kütüb-i S itte'de yoktur,- bunu Taberanî, Mu'cemu's-Sağİr'inde tahrİç etmiştir. Fadlu'llah : C. I, s. 105, dip not.)[19]

 

650— Ebû Hüreyre'den rivayet edildiğine göre demiştir ki, Pey­gamber  (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) şöyle buyururdu:

«— Allah'ım! işitme ve görme duygularımla beni faydalandır ve on­ları bana varis kıl. Düşmanıma karşı bana nusret ver ve ondan intika­mımı bana göster.»[20]

 

Bundan önceki hadîs-İ şerife ve açıklamasına bakılsın. Zulme uğrayan kimse, tecavüz etmeyecek şekilde hakfâna sahip olabilir. Düşmanla karşı­laşmalarda savaşı kazanmak gaye olduğuna göre, bu başarıya ulaşabilmek için düşmanın yapmış olduğu İşkence ve eziyetler şeklini aynen onlara uy­gulamak bir haktır. Fazla ileri gidip taşkınlık yapmak caiz değildir.[21]

 

651— Sa'd'dan rivayet edildiğine göre, demiştir ki, babam Tank El-Eşce'î bana anlatıp şöyle dedi: Sabahleyin Peygamber (Sallallahu Aleyhi veSelkm/e giderdik de, (oraya) erkekler ve kadınlar gelirdi. Biri soru­yordu :

— Ey Allah'ın Resulü, namaz kıldığım zaman nasıl söyliyeyim?

Peygamber de (ona) şöyle buyuruyordu:

«— Söyle: Allah'ım! Benî bağışla, tona merhamet et, beni bak yola ilet ve bana rızık vetr. Gerçekten bu sözler senin dünya ve âhiretini top­larlar, (dünya ve âhirette saadete kavuşursun).»[22]

Bu hadîs-i şerif başka bîr yolla anlatılmış olup, orada «Namaz kıldığım zaman» sözü zikredilmemişîîr. (Ravİlerden Abdulvahid ve Ye-zîd    ibni    Harun    bu ifadeye uymuşlardır.)

Ravi Abdulvahid ile Yezîd İbni Harun'un Sa'd1-dan rivayetlerinde, Peygamber (Salîalîahü Aleyhi ve Sellem)'\n huzurlarında İslâm'ı kabul edenlere ilk öğrettikleri dua olarak bu hadîs-i şerif varid ol­muştur, şeklinde gösterilmekte hatta namazı öğrettikten sonra bu duayı okumasını, muhtediye tavsiye ederlerdi, kaydı da vardır.[23]

 

Bu hadîsin vürud sebebi hangisi olursa olsun, hadîsin bu bölümle ilgisi bulunmamaktadır. Çünkü zulüm ve intikam mânalarını taşımamaktadır. Sırf bir dua olma bakımından ilgi kurulabilir.

Soru ve ona verilen cevaptan anlaşıldığına göre, bu duanın, namaz edâ edildikten sonra okunması tavsiye edilmektedir. Namaz sözü ise, hem farz, hem de nafile için kullanılır. Mutlak olarak anıltşı kemal mânasına hcmledil-diğinden farzın kasdedilmiş olduğu neticesi doğar. Bununla beraber, hangi namaz olursa, akabinde bu duayı okumakta bir mahzur yoktur ve sevabı çoktur.[24]

 

(283) Ömrün Uzamasına Duâ Eden Kimse

 

652— Ummü Kays'dan rivayet edildiğine göre, Peygamber (SalUûtahü Aleyhi ve Sellem) kendisi için şöyle buyurdu:

«— (Hanım) ne dedi? Ömrü uzun olsun...» Biz, Ümraü Kays kadar yaşayan bir kadın bilmiyoruz.[25]

 

Bu hodîs-i şerifin mânasını daha iyi anlayabilmek için Neso'i 'nin tahriç ettiğini okuyalım : ümmü Kays demiştir kİ, «Oğlum vefat etti de buna sabrım taşıp üzüldüm. Onu yıkayana dedim ki, oğlumu soğuk su ile yıkama, onu öldürürsün.» Bu söz üzerine, Ükâşe İbni Muhsan, Resulü İlah (SalialLahü Aleyhi ve Scltem) 'e gidip ömmü Kays'in dediğini ona haber verdi. Peygamber tebessüm etti, sonra şöyle buyurdu :

«Ne dedi? Ömrü uzun olsun...»

Peygamberin Ummü Kays in ifadesine taaccüp edip, ona uzun ömürle dua etmesinden ötürü, râviler demişlerdir ki, biz ümmü Kays kadar uzun yasayan bir kadın bilmiyoruz.

Gerçekten, ölü sıcak su ile yıkanır. Çünkü sabun karışığı sıcak su, kirfert giderici ve daha iyi temizleyicidir. Yoksa soğuk suyun ölü İçin manevî bir zararı yoktur. Hatta İmam Ş â f i î ye göre soğuk su kullanmak daha faziletlidir. Bu İtibarla ümmü Kays'ın büyük endişe gösterip «oğlumu soğuk su İle helak edersin» demesine Peygamber Efendimiz tebessüm bu­yurmuşlar ve ona uzun ömürle dua etmişlerdir.

ümmü Kay s, hâdiseyi Peygamber (Sallaiiahü Aleyhi ve Sellem) e haber veren ükâşe ibni Muhsan'ın kız kardeşidir. Mekke'de ilk Müslüman olan hanımlardan biridir. Sonra Medine'ye hicret etmiştir.[26]

 

653— Enes (ibni Malik) bize anlatıp demiştir ki, Peygamber (Sallaiiahü Aleyhi ve Sellem) yanımıza —Ehl-i Beyte— gelirlerdi. Bir gün gelip bi­ze dua etti. (Annem) Uramü Süleym (beni kasdederek) dedi ki; bu küçük hizmetçin, ona dua eder misin? Hazreti Peygamber şöyle buyurdu:

«— Allah'ım! Malını ve çocuğunu çoğalt, ömrünü uzat ve onu mağ­firet et.»

Hz. Peygamber bana üç şeyle dua etti: öyle ki, evlad ve torunlarım çoğalıp (veba sonucu) onlardan yüz üç kişi gömdüm. Meyvalarım da se­nede iki defa mahsul veriyordu. Hayatım da o kadar uzadı ki, insanlardan utanmaya başladım. Artık âhiret için de, mağfiret umuyorum, (Böylece Hz. Peygamberin, hakkımdaki üç talebi gerçekleşmiş olacaktır.).[27]

 

149. hadîs münasebetiyle birinci ciltte,  ümmü  S ü I e y m 'İn hal tercemesİne doir bilgi verilmişti. Hz. En es ibni Malik'in annesi olup, bu künyesi İle şöhret bulmuştur. Ismİ üzerinde ihtilâf vardır.

Hadîs-i şeriften anlıyoruz ki, mal ve evlâd çokluğu İle uzun ömür iste­mekte bir beis yoktur. Hayırlı ve bereketli olmak şartı ile mal, evlâd çokluğu ve uzun ömür hem insanın şahsı hakkında, hem de cemiyet için faydalıdır. Sonunda mağfiret dileği de, bu bereketin husulünü İstemekten ibaret olup, ebedî saadete kavuşmanın yolu bulunuyor.

Rivayet edildiğine göre E n e s (Radiyallahu anh) şöyle demiştir: Pey­gamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) bana üç şeyi dua etti. Bunların İkisine dünyada kavuştum. Üçüncüsüne de âhirette kavuşacağımı umuyorum. Yâni dünyada mal ve evlât çokluğu ile uzun ömre kavuştum. Allah'ın mağfiretine de âhirette kavuşacağımı umuyorum. Yine rivayet edildiğine göre, E n e s 'in gümüş yüzüğünden başka sahip olduğu altın ve gümüşü' yoktu. Zenginliği malından ve malının bereketinden ileri geliyordu. Yaşının da yüz yedi se­neye ulaştığı İfade edilmektedir.[28]

 

 

(284) Acele Etmediği Müddet Kulun Duası Kabul Olunur

 

654— Ebû Hüreyre'den işitildiğine göre, Resûlüllah (Salfatlahü Alevhi ve Sellem) şöyle buyurdu :

— Her birinizin duası, acele etmediği müddet kabul olunur. (Acele etmesi şudur) : Der ki, dua ettim de, duam kabul edilmedi.»[29]

 

Birinci cildin 490 ve 604 sayılı hadîsleri münasebetiyle dua hakkında gerekli bilgi verilmiş ve duada ısrar etmenin, duaya devam etmenin lüzu­muna işaret edilmişti. İşte burada da, bir insan «dua ettim de kabul edil­medi» deyip de duayı terk ederse, onun duası makbul olmaz. Onun İçin acele etmeyip duaya devam etmelidir. Burada yeri gelmişken, Fa d I u ' I -lan   Cîlânî'nin dua üzerine verdiği bilgiyi de kaydedelim:

Dua, ibadetlerden bir ibadettir. Onun gerçekten müstecab olması da, onun kabul edilişi ve ondan ötürü sevab verilmesidir. Bazan da duanın sevabı, verilecek şeyden daha fazla olur. Dua eden kimsenin, Allah dua­sını kabul edip ihtiyacını verince, geri kalan dua sevabını da amel defte­rine sevab olarak yazar. Bazan bu verdiği şeyin kıymeti, onun için hazır­lamış olduğu sevabdan daha az olur. Bazan da verdiği şeyle dua arasında eşitlik olur ve manevî değerler aksine olarak değişir.

Bir de Allah Tealâ, dua edenin istemiş olduğu şeye hak kazanmadığını bildiği için onun dileğini yerine getirmez, ancak dua ve ibadeti miktarınca ona sevab verir; ayrıca duacı kul hakkında hangi şeyin daha faydalı oldu­ğunu bildiğinden, kula dilediğini vermeyip, onun hakkında daha uygununu verir. Meselâ; dünya menfaati isteyene, Allah'ın dinde sadakat vermesi gibi. Dînde salâha muhtaç İken, dünya menfaati istemek, akıbet bakımından fe­lâkettir. Cenab-ı Hak bu hikmetleri bildiğinden, herkese, durumlarına göre hikmeti İcabı hayırlısını verir. Bu, şuna benzer: Bir babanın sevgili çocuğu hasta iken babasından bir yiyecek ister de, baba o yiyeceğin hasta çocu­ğuna zararlı olduğunu bilerek ona faydalı olan başka bir şey verirse, ço­cuğa merhamet olur, ona faydalı iş yapmış olur. İşte Allah da kul için böyle faydalı olanı verir ve teselli eder. Nitekim Cenab-ı Hak :

«Kim benim hidayet yoluma uyarsa, böylelerine korku yoktur; ve onlar mahzun da olmıyacaklardır.» Buyurmaktadır. (Bakara : 38)

Böylece Allah dua edenin kalbinden hüzünle korkuyu giderir. Gerçek budur. Kabule hak kazanacak dua için şu şartlar vardır:

1— Duanın kalb huzuru ile olması. Çünkü dua bîr ibadet olduğundan niyete ihtiyacı vardır.

2— Ihlâsla Allah Tealâ'dan istenmiş olması.

3— Dua edenin kâfir veya müşrik olmaması.

4— Sünnete aykırı olmayacak şekilde dua edilmiş olması. Bağırıp ça­ğırmamak, vakit ve yer beklememek gibi.

5— Günah olmayan veya akrabalık bağlarının kesilmesini gerektir­meyen bir dua olması.

6— Dua ettim de kabul edilmedi, diyecek şekilde duadan usanmamak ve acele etmemek.

7— Adî sebeplere baş vurmuş olmak, insan önce bir işe kavuşmak veya onda muvaffak olabilmek için, meşru yollardan sebep ve imkânlara baş vuracak, memur bulunduğu görevleri yerine getirecek ve ondan sonra dua edecektir. Yoksa önünde su bulunurken, Allah'ım bana su içir, demek boşuna olur. Bir adam alacağına şahit tutmaz da, borçlu borcunu inkâr ederse, alacaklının duası abes olur; çünkü dinin kendisine emrettiği «ödünç para alıp verdiğiniz zaman şahit tutun» hükmünü uygu la mam ıştır, İşinde kusur etmiştir. İşte duadan önce, tedbirde ve vazifelerde kusur etmemiş ol­mak gerekir.[30]

 

655— Ebû Hüreyre, Peygamber (Sallaltâhü Aleyhi ve Sellem)'den riva­yet ettiğine göre, Hz. Peygamber şöyle buyurdu:

— Her biriniz günah olan şeyi, yahut akrabalık bağının kesilmesini dua etmedikçe, yahut dua ettim de benim İçin kabul edildiğini görme­dim, diyerek acele edip duayı terk etmedikçe, ondan kabul olunur.»[31]

 

Bundan önceki hadîs-i şerife ve açıklamasına bakılsın.[32]

 

(285) Tembellikten Allah'a Sığınmak

 

656— Amr ibni Şuayb babasından, o da dedesinden rivayet ettiğine göre demiştir ki, Peygamber [Sallallahü Aleyhi ve Sellemi'in şöyle dediği­ni işittim:

«— Allah'ım! Tenbellikten ve borçlu olmaktan sana sığınırım. Uğur­suz yalancı Deccal'ın fitnesinden sana sığınırım. Cehennem azabından da sana sığınırım.»[33]

 

Bundan önce 648 sayılı hadîs-i şerifte dört şeyden Peygamber Efendi­miz Allah'a sığınmıştı ki, bunlar arasında tenbellik ve borçlu olmak yoktu. Burada ise, tenbelliğİn ne kadar kötü ve zararlı bir şey olduğu beyan bu­yuru I maktadır. Çünkü tenbellik hem dünya, hem de âhiret vazifelerini ba­şarmaya engel bir hastalıktır. Tenbel insan, ne Allah'a karşı olan ibadet vazifelerini, ne de ailesine ve cemiyetine karşı olan vazifelerini başara­maz. İşleri sürüncemeye bırakır, sekteye ve zarara sebebiyet verip, başka­larına yük olur. Onun için bu hastalıktan Allah'a sığınmak gerekir.

Başkasına borçlu olmak, bir nevi ona köle olmaktır. Hürriyetin ve yaşayışın kısıtlanması demektir. Bu durumdaki insan, alacaklıya karşı mah­kûm ve mahzun olur. Bu ağır yük altına düşme halinden yine Allah'a sı-ğınmalıdır.[34]

 

657— Ebü Hüreyre'den rivayet edildiğine göre, şöyle demiştir:

«— Peygamber (Sailallahu Aleyhi ve Sellem) hayatın ve ölümün şerrin­den, kabir azabından, uğursuz yalancı Deccal'ın şerrinden Allah'a sığınırdı.»[35]

 

648 sayılı hadîs-İ şerife ve açıklamasına bakılsın.[36]

 

(286) Allah'dan Îstemiyene, Allah Gazab Eder

 

658— Ebû Hüreyre, Peygamber (Sallalkthü Aleyhi vt ft/ton/den riva­yet ettiğine göre, Hz. Peygamber şöyle buyurmuştur:

«— Allah'dan istemiyene, Allah gazab eder.»

Ebû Hüreyre 'den başka bir yolla edilen rivayette, Ebû Hüreyre 'nin şöyle dediği işitilmiştir : Resûlüllah (Saltallahü Akyhi v Sellem) şöyle buyurdu:

— O'ndan istemiyene, O, gazap eder.»[37]

 

Bu hadîs-i şerîf delâlet ediyor ki, kulun Allah'a dua etmesi, kul için vacib derecesinde Önemli bir vazife ve ibadettir. Çünkü bunu terk etmekte Allah'ın gazabını ve bugzunu kazanmak vardır. Böyle gazabı gerektiren şeylerden kaçınmak İse vaciptir.

I b n i M e s ' u d 'dan Hz. Peygamber'e kadar yükseltilerek riva­yet edilen bir hadîs-i şerifte şöyle buyuruluyor:

«Allah'ın fazlından ve ihsanından dua ederek isteyin, çünkü Allah, kendinden istenmesini sever. Kim Allah'dan istemezse, Allah ona buğ-zeder ve gazap eder.»

Allah Tealâ'nın kudret ve azametini bilip, ona her an muhtaç oldu­ğumuzu teslim ettikten sonra, ondan istememek nimeti inkâr ve acziyetimizi kabul etmemek olur. Bu duruma düşeni de Allah sevmez ve ona gasap eder. Allah'dan yalvarıp istemek kulluk vazifesidir.[38]

 

659— Enes'den rivayet edildiğine göre demiştir ki, Resûlüllah (SallalUthü Aleyhi ve Sellem) şöyîe buyurdu:

«— Allah'a dua ettiğiniz zaman, duada kesin bir kalb bağlantısı ya­pın. Hiç biriniz, dilersen bana ver (ya Rab!) demesin. Çünkü Allah'ı zor­layıcı bir kuvvet yoktur.»[39]

 

Allah Tealâ dilediğine, dilediği şeyi verir. İrade ve tasarrufunda ona tesir ve müdahale edecek bir kuvvet yoktur. Onun için dua ederken, kalbi Allah'a yönelterek ondan ihtiyaçları kesinlikle dilemek lâzımdır. Dilersen ver, dilersen verme şeklinde gevşek ve şüpheli dua etmemelidir. Doğrudan doğruya, ya Rab, şu dileğimi ver, diyerek onun tahakkuk edeceğine inanmalıdır.[40]

 

660— Ebân ibni Osman, Hazreti Osman ibni Affan'dan, o da Pey­gamber {Sa:iaHahü Aleyhi \e SeHemfden  şöyle dediğini işitmiştir :

— Kim her günün sabahında ve her günün aksanımda üçer defa: ismi İle beraber, yerde ve gökte hiç bir şey zarar vermiyen Allah adiyle (Allah'a sığınırım). O her şeyi işitir, her şeyi bilir, derse ona hiç bir şey zarar vermez.»[41]

 

Eb â n ibni Osman (bu hadîsi anlatırken), yarım felce tutulmuştu. Hadîsi dinleyen adam, ona (hayretle) bakmaya başladı. Ebân Ibnİ Os­man adamın maksadını anlayıp, şöyle dedi : Bu hadîs, sana anlattığım gibidir; fakat ben, bugün onu okumadım, Allah'ın kaderi gerçekleşsin diye.

Yapılan açıklamalara göre, bu hadîs-i şerifte geçen sabah vakti fecrin doğuşundan güneşin batışına kadar olan vakittir. Akşam vakti de, güneşin batışından fecre kadar olan zamandır. İşte bu iki vakit içinde kim üçer defa bu duayı okursa, bu kimseden Allah her türlü zararı kaldıracağına hadîs-i şerif delil bulunmaktadır. Ancak kul hakkında gerçekten faydalı veya za­rarlı olan şeyin ilmi Allah'a mahsustur. Kul, kendi hakkında faydalı gör­mediği şey, akıbet itibariyle hakkında hayır olabilir. Allah'a teslimiyet ve ihlâs ile bu gibi duaları okumak gerekir. Allah'ın takdiri yerini bulacağı zaman da, insan bu duayı okumayı unutur, daha doğrusu Allah onu unut­turur ve böylece mukadder olan iş tahakkuk eder.

Bu son iki hadîs-i şerifin delâlet ettikleri manâ bakımından bu bölümle ilgileri bulunmamaktadır.[42]

 

(287) Allah Yolunda Savaşta Saf Tutmuşken Dua Etmek

 

661— (160-s.) Sehl ibni Sa'd'dan rivayet edildiğine göre şöyle de­miştir :

«— iki vakit vardır ki, bu vakıtlar için gök (rahmet) kapıları açılar ve dua eden pek az kimsenin duası geri çevrilir, (makbul olmaz) :

1— Ezan okunuşunda hazır bulunurken,

2— Allah yolunda savaşta saf tutmuşken.»[43]

 

Bu haber, Hz. Peygamber'e kadar yökseltilmeyip ashabdan S e h i i b n i S a d 'a İsnad edilmektedir. S e h I, Medine'de en son Ölen sahabî-dir. Ölümü hicretin 91. yılına tesadüf eder.

Allah yolunda savaşmak ibadetlerin en faziletlisi olduğu için, böyle bir ibadete hazırlanmışken dua etmenin, Allah katında mevkii büyüktür ve kabule şayandır. Ezan, Cenab-ı Hakk'ın ismini ve İslâm'ın îevhid inancını bütün insanlığa ilân eden ve bildiren bir çağrıdır. Buna kalben İnanarak okunuşu sırasında dua etmenin fazileti muhakkak ki büyüktür. Onun için duaların makbuliyetinde özel bir yeri vardır.

(Bu haber için başka bir kaynak bulunamamıştır.)[44]

 

(288) Peygamber (Sallallahü Aleyhi Ve Sellem)’İn Duaları

 

662— Ebû Sırme'den rivayet edildiğine göre, Resûlüllah (Sallatlahü Aleyhi ve Selîem) şöyle buyururdu:

«— Allah'ım! Senden nefsimin zenginliğini, yakınımın da zenginliğini isterim.»[45]

 

Mevlâ1 kelimesinin birbirinden farklı ve birbirine zıd olacak kadar çok manâları vardır. Burada yakın, akraba, komşu, dost ve arkadaş manâsı uygun bulunmuştur. Zenginlik esasta muhtaç olmamak, ihtiyaç göstermemek demektir. Peygamber Efendimizin istediği de, nefsin zenginliğidir. Ya­ni; başkasına muhtaç olmamaktır. Bununla beraber mal zenginliğini istemiş olması da uzak değildir. Bu takdirde mat çokluğunun Allah yolunda ve hayır cihetlerinde harcanması bakımından istenmiş olmasında bir mahzuru yoktur.

Peygamber (Sallalîahü Aleyhi ve Seîlem) kendisi için istediği nefis zerv-ginüğini, yakınları ve dostları için de istemiş olmakla, ümmetine birbirle­rine karşı İyi duygularla dua etmenin örneğini vermişlerdir.

«... Bu hadîsi şerifin benzeri Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) den yine   E b û   S ı r m e   rivayeti ile ve başka senedlerle nakledilmiştir.»

(Bu hadîsi İmam Ahmed tahriç etmiştir. Fadlu'llah : C. II, s. 112.)[46]

 

663— Şuteyr, babası Şekl ibni Humeyd'den rivayet ettiğine göre, babası şöyle anlatmıştır:

Dedim ki, ey Allah'ın Resulü! Bana bir dua öğret ki, onunla fayda­lanayım. Peygamber buyurdu:

— De ki: Allah'ım! Kulağımın, gözümün, dilimin, kalbimin şerrin­den ve şehvetimin şerrinden bana afiyet ve korumış ver.»[47]

 

Ravİlerden Ve kî" demiştir ki, hadîste geçen «menî» zina ve fucür dernektir.

fnsanı günah işlemeye götüren başlıca aza ve duygular kulak, göz, dil, kalb ve şehvettir. Bunlar kötülüklerden korundukları zaman insan selâmete erer ve ebedî kurtuluşa kavuşur. Kulak, dedi-kodu, gıybet ve kötü sözleri dinlemekten uzak kalırsa, şerrinden emin bulunulur. Göz, haram şeylere bakmaktan beri olursa, tecavüz şerrinden kurtulur. Dİ!, hezeyan ve küfür ifadelerinden arınırsa insan edeb sahibi olur, günahtan kurtulur. Kalb, te­miz duygularla bezenîp zararlı tasavvur ve kuruntulardan boşanmış olursa, insan kemal bulur. Şehvetin sebep olduğu zinanın şerrinden selâmette ol­mak; en büyük haramdan kurtulmak olur. Böylece beş aza ve duygunun fenalığından kurtulmuş olan kimse, tüm olarak dünya ve âhiret saadetine nail olacağından bu duaya devam etmenin fazileti büyüktür.

Bu beş azanın şerrinden kurtulamayıp, onların kötülüğü altında bulu­nanlar da aksine olarak dünya ve âhiret felâketine uğramış olurlar.[48]

 

664— Abdullah ibni Abbas'dan rivayet edildiğine göre, şöyle de­miştir :

Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)  şöyle buyururdu:

«— Allah'ım, bana (her hayırlı şeyde) yardım et, aleyhime olan şey­de yardım etme. Bana zafer ver ve kimseyi üzerime musallat etme. Hi­dayete uymayı da tan» kolaylaştırıp, hayır sebeplerini bana hazırla.»[49]

 

Peygamber Efendimiz bu dualanyle bütün ibadet ve çalışmalarında, söz ve hareketlerinde Allah'dan yardım ve nusrat dilemişler, hak ve hida­yetin gerçekleşmesi sebeplerinin hazırlanmasında da kolaylık istemişlerdir. Çünkü Allah'ın yardım ve iradesi olmaksızın hiç bir şey meydana gelemez.

Tirmizî, bu hadîs-i şerifi yine dua bölümünde ziyadesiyle rivayet etmiştir.[50]

 

665— (Abdullah) Ibni Abbas'dan rivayet edildiğine göre demiştir ki, Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Seltem)'in şu sözlerle dua ettiğini işittim:

— Rabbim, (düşmanlarıma karşı) bana yardım et; ban» karşı (on­lara) yardım etme. (Düşmanlarıma karşı) bana nusrat ver; bana karşı (onlara) nusrat verme. (Düşmanlarımı) pusuya düşürmek için bana im­kan ver; beni pusuya düşürme imkânını (onlara) verme. Hidayet yolunu bana kola ylaştır ve bana isyan edenlere karşı, bana yardım et.

Rabbim, beni, sana çok çok şükreden, senden korkarak zikreden, sana boyun eğip itaat eden, çok çok yakarıp sana iltica eden yap. Benim tevbe-mi kabul et ve günahımı yıka. Duamı kabul et ve hak olan dâvamı sabit kıl ve dinî gerçekleri anlamakta kalbime hidayet ver, dilime doğruluk ver ve kalbimin karartısını sıyırıver.»[51]

 

Daha önceki 664 sayılı hadîsi şerife bakılsın.[52]

 

666— Muâviye ibni Ebî Süfyan minberde şöyle demiştir:

«— Gerçek şu ki, (Eabbim) senin verdiğine engel olacak hiç bir şey yoktur. Allah'ın vermediğini de verecek hiç "bir kuvvet yoktur. Kudret sahibine kudreti fayda vermez; kudret Alah'dandır. Allah İçimde hayır murad ederse, dinde onu anlayışlı kılar.» Bu kelimeleri, bu basamaklar üzerinde Peygamber (Saltalîahü Aleyhi ve Sellemj''den işittim.

... Yine M u a v İ y e'den başka bir tarikle bu hadîsin benzeri rivayet edilmiştir.

... Bu hadîsin bir benzeri daha üçüncü bîr tarikle rivayet edilmiştir.[53]

 

(Bu hadîs-i şerif için başka bir kaynak bulunamamıştır. Fadlu'llah Cîlânî'ye göre, İmam Malık bunu Muvatta'ında tahriç etmiştir. Fadlu'llah : C. II, s. 121, dip not.)[54]

 

667— Peygamber (Sallalîahü Aleyhi ve Sellem/in şöyle buyurduğu, Ebû Hüreyre'den rivayet edilmiştir:

«— Duaların en kuvvetlisi şöyle söylemendir: Allah'ım! Sen benim Rabbimsin ve ben, senin kulunum. Ben, nefsime zulmettim; ve günahımı itiraf ediyorum. Günahları ancak sen bağışlarsın; Rabbim beni bağışla.»[55]

 

Bu hadîs-i şerif, Hz. Ali'den rivayet edilen uzun bir hadîsin bir par­çasını teşkil etmektedir. İmam Müslim, Sahihinde bunu tahriç etmiştir. Kitabu Saiüti'l-Müsafirîn (6), Bab : 26, Hadîs : 201.[56]

 

668— Ebû Hüreyre ifade ettiğine göre, Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Seltem) şöyle dua ederdi:

«— Allah'ım! işimin ismeti olan dinimi bana salih kıl, yaşayışımın bulunduğu yer olan dünyamı da bana salih kıl; ve ölümü, her türlü fena­lıktan an olan bir rahmet kıl bana...» Yahud bunun benzerini söyledi.[57]

Bu hadîs-i şerif, din ve dünyanın salâhını kapsadığından kelimeleri az, fayda ve manâsı geniş olan bir ifadedir. Dinin dürüst ve kıvamı üzere bu­lunması, insanın gayesi ve asıl sermayesidir. Buna kavuşmak ebedî saadeti elde etmektir. Bir de insan dünyada yaşamak mecburiyetinde olduğundan, hayatı boyunca salah ve selâmet üzere bulunmasını isteyip ona kavuşması, dünya nimetini elde etmek olur.

Ölüm, her canlının tadacağı bir haldir. Burada ömrün bir an önce sona ermesini istemek diye bir manâ hatıra gelmemelidir. Nasıl olsa tadılacak olan ölümün, kederlerden arî olarak rahmetle neticelenmesini talep vardır. Ancak şöyle dua edilebilir: Ya Rab, eğer yaşamak benim için hayırlı ise, ömrümü uzat; eğer hakkımda ölüm hayırlı İse ruhumu al.

işte bu dua ile, dünya, ölüm ve âhiretten ibaret insanoğlunun üç saf­hası teminat altına alınmak istenmektedir. Cenab-ı Hak, bu dua ile İstenen gerçeklere hepimizi kavuştursun.[58]

 

669— Ebû Hüreyre'den rivayet edildiğine  göre demiştir ki, Pey­gamber (Salkflîahü Aleyhi ve Sellem)

«— Güç yetirilemiyecek belâdan, kötü akıbete kavuşmaktan,  (elem ve keder veren) fena kazalardan ve düşmanların sevinmesinden» Allah'a sığınırdı. Son ravi Süfyan demiştir ki, hadîste üç madde vardır; ben bir daha ilâve ettim, fakat üç tanesi hangisidir (kesin olarak) bilemiyorum.[59]

 

İmam Celâdeddin Suyutî, bu hadîs-i şerifin açıklanmasında demiştir ki, cehd-i belâ, büyük bir musibettir. Oyleki, buna ölüm tercih edilir. Bir de evlât ve iyal çokluğu olup, mal bulunmaması hali ile de izah edilmiştir.

Derek-i'ş-Şekâ, kötü sonuca düşmek, Allah korusun imansız gitmek manâsını taşır. Peygamberler masum olduğu için, bunlar Peygamber hak­kında düşünülemez. Peygamberimiz ümmetine dua şekillerini öğretmek İçin bunları buyurmuşlardır.

Sû'-i kaza, elem ve keder veren her çeşit kazalardır. Zelzele, yangın, sel ve trafik felâketleri gibi... Bunlardan korunmak İçin Allah'a sığınma­mızı yine bize Peygamber'imİz öğretiyor.

Şematet-i a'dâ, müslümanın kederli duruma düşüp de düşmanların se-vinçlİk ve ferah duymalarıdır. Bu hal düşmanların üstünlüğü demektir ki, bu duruma düşmekten de Allah'a sığınmak icab eder.[60]

 

670— Hazreti Ömer'den (Radiyaltithu anh) rivayet edildiğine göre de­miştir ki, Peygamber (Sallallahü A teyhi ve Seliem) ŞU beş şeyden Allah'a sığınırdı:

«— Tenbellikten, cimrilikten, yaşlılığın kötülüğünden, kalbin fitne­sinden (fena ahlâktan) ve kabir azabından.»[61]

 

Çalışmaya gücü yettiği halde iş yapmama hastalığına tenbellik denir. Tenbel olanlar hem şahsî işlerinde, hem de aile ve cemiyet hizmetlerinde üzerlerine düşen vazifeleri yerine getiremediklerinden daima mahrum ve mahcup durumda kalırlar ve başkalarına yük olurlar. Faydalı olacak yerde zarar verirler. Allah'a karşı İbadet vazifelerini, kendine ve ailesine karşı geçim vazifelerini, cemiyete karşı da gerekli hakları yerine getirememek­ten doğan maddî ve manevî büyük sorumluluk içinde kalırlar. Böylece dünya ve âh i ret sıkıntısından kurtaramazlar, selâmete eremezler. Onun için bu hastalıktan Allah'a sığınmak ümmete düşen kurtuluş vasıtalarındandır.

Cimrilik, daima mal ve para toplayıp lüzumlu yerlere harcamama has-tal'ğıdır ki, her zaman ihtiyaç ve mahrumiyeti gerektirir. Bu hastalığa müp­telâ olanlar, hem kendi nefislerine, hem de ailelerine zulmederler ve sıkıntı çeker ve çektirirler. Dinin emrettiği malî ibadetleri yerine getirmezler ve hayır yollarına harcama yapmazlar. Din, hem madde, hem de manâdan İbaret İki kuvvetle kaim olacağından bu iki rükünden biri kalkmış olur ki, bundan da dinin zevali doğar. İşte bu mühim hastalıktan da Allah'a sığın­mamız gerekir.

Kuvvet ve tokattan kesilecek şekilde ihtiyarlık çağına ermenin fena hal­leri vardır. Bu hale düşenin gözleri görmez, kulakları işitmez, eli-ayağı tut­maz olur, şuur ve hafızası kaybolur. Sürünme ve engel olma durumuna geçilip de işe yaramaz hal olunca; hem ızdırap çekilir, hem başkalarına külfet olur. işte ihtiyarlığın bu gibi kötü hallerine düşmekten yine Allah'a sığınmamızı, Peygamberimiz bize öğretmektedir.

Kalbe arız olan hased, kin ve kötü ahlâk, insanı günaha ve azaba sü­rükler. Azabı gerektiren her şeyden de Allah'a sığınmalıdır.

Kabir azabı, kâfirler için ve mü'minlerin günahkârlarından Allah'ın di­lediği kimseler için hak olduğuna göre, bu azabdan kurtulmak için Cenab-ı Hakk'a sığınmak ve ondan merhamet dilemek tek çıkar yoldur. Allah Tealâ bu gibi fitnelerden ve bunları doğuran sebeplerden mü'minleri korusun.[62]

 

671— Enes ibni Malik'den işitildiğine göre, demiştir ki, Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) şöyle buyururdu:

— Allah'ım! Acziyetten, tenbellikteo, korkaklıktan ve ihtiyarlıktan sana sığınırım. Yine hayatın ve ölümün fitnesinden sama sığınırım. Kabir azabından da sana sığınırım.»[63]

 

Bu hadîs-i şerifin benzerleri 615, 648, 656, 657 ve 670. sayılarda geçmiş olup, yerlerinde gerekli açıklama yapılmıştır. Ancak «Acziyetten» sığınma lâfzı, diğer hadîslerde geçmemiştir. Âciz olmak, bir şeyi yapamamak, iş becerememek veya güç yetİrmemek demektir. Bu duruma düşmek, muvaf-fakiyetsizlik ve başarısızlık olacağından büyük bîr mahrumiyettir. Onun için bundan da Allah'a, sığınmamızı, Peygamberimiz bize öğretiyor, hayatta başarıya ulaşmak için Allah'dan yardım dilememize de işaret etmiş oluyor.[64]

 

672— Enes'den rivayet edildiğine göre, demiştir ki, Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellemfvcı şöyle buyurduğunu işittim:

«— Allah'm! Gelmesi beklenen üzüntü verici şeyden ve başa gelen kederden, acizlikten ve tenbellikten, korkaklıktan ve cimrilikten, borcun ağırlığından ve cahil anarşistlerin üstün gelmesinden sana sığınırım.»[65]

 

Bu hadîs-i şerîf için bundan öncekilere ve açıklamalarına bakılsın. Di­ğerlerinde bulunmayan «Galebetü'r-Rical» sözü farklı olarak burada vardır. Camiu's-Sağîr sarihi Münavî bu hadîs-i şerifin açıklamasında diyor ki, «GalebetO'r-Rical», haksız yere insanların saldırıda bulunması ve üstün gel­meleridir. Bu takdirde hakkın mağlubiyetiyle haksızlığın hakimiyeti ortaya çıkar ki, İnsanlığın saadeti için bir felâket, olur. Adalet kökünden yıkılır, zulüm ve işkence ortalığı kavurur. Bu hale düşmekten Allah'a sığınıp ondan yardım ve selâmet istemek en büyük bir hikmet olur. Cenab-ı Hak' beşeriyete hak yolu gösterip, ona uymayı ve bu kötü duruma düşmekten uzak kalmayı nasib ve müyesser kılsın.[66]

 

673— Ebû Hüreyre'den rivayet edildiğine göre demiştir ki, Pey­gamber (Saliallahü Aleyhi ve Sellem)'in dualarından biri şu idi:

«Allah'ım! Bundan önce işlediğim ve geriye bıraktığım, gizlediğim ve aşikâr kıldığım ve senin, benden çıktığını bildiğin günahlarımı bağışla. Muhakkak ki sen, öne geçirip yükselten ve geri bırakıp düşürensin, sen­den başka bir ilâh yoktur.»[67]

 

Peygamberler nübüvvetten sonra, âlimlerin ittifakı üzere günah işle* m ekten korunmuş oldukları halde, Peygamber Efendimizin yine günahlar­dan korunmak için Allah'a dua edişlerinde hikmetler vardır:

1— Önce Allah'ın bir kulu olmaları itibariyle Cenab-ı Hakka karşı kulluk görevini hakkıyle yerine getirmek için ona karşı en büyük tevazu ve saygıyı göstermiş oluyorlar.

2— Nübüvvetten önce kendilerinden sadır olduğu düşünülebilen küçük hata ve zellelerden af dilemek için dua etmişlerdir.

3— Bu şekilde dua edişleri, ümmete yol göstermek ve onlara dua şe­killerini öğretmek için olmuştur.[68]

 

674— Abdullah'dan rivayet edildiğine göre, Peygamber (Sallaltahü Aleyhi ve SelUm) şöyle dua ederdi:

«— Allah'ım! Senden hidayet, dünya arzularından korunma ve nefis zenginliği isterim.»

Buharî demiştir ki, (ashabımız Amır'dan rivayetlerinde «Takva» ke­limesini de söylemiştir, yani Peygamber (SalUtllahü A leyhi ve Sellem) dua­larında, Allah'dan, takva da istemişlerdir.)[69]

 

Peygamber (Salîalhhü Aleyhi ve Setlem) bu dualarında Allahdan üç şey ve bir rivayete göre de dört şey İstemişlerdir:

1— Hidayet: Allah'ın kendilerine nimet verdiği ve  Peygamber'lerİn özerinde yürüdüğü dosdoğru yolda sabit ve devamlı olmak.

2— Afaf: Geçici ve muvakkat dünya zevk ve ihtiraslarından korun­muş otmak, her türlü yasaktan uzak kalmak.

3— Zenginlik : Burada zenginlik, mal zenginliği değil, nefis zenginli­ğidir. İnsanlara ihtiyaç göstermemek ve onlara muhtaç kalmamaktır. Aynı zamanda Allah'a ibadet ve itaattan alıkoymayacak  yeteri   kadar  nimete sahip olmak manâsını taşır.

4— Takva : Allah'ın emirlerini yerine getirmek ve yasaklarından sakın­maktır ki, kısaca Allah dan korkmak ve onun emirlerine saygılı olmak de­mektir. Takvası en üstün olan, Allah'ın en iyi kuludur. Bu özelliğine binaen Allahdan takva istemek en üstün bir dilek olur.[70]

 

675— (161-s.) Sümame ibni Hazen'den rivayet edildiğine göre şöyle demiştir:

«— Bİr ihtiyarın yüksek sesiyle şöyle yalvardığını işittim: — Allah'ım! Kendisine bir şey karışmıyan fenalıktan ben sana sığı­nırım. Sordum ki, bu ihtiyar kimdir?  (Cevab olarak), Ebu'd-Derdâ'dır dendi.»[71]

 

Ebû'd-Derda hazretlerinden rivayet edilen bu haber, Peygamber (Sallaîlahü Aleyhi ve Sellem) 'e kadar yükseltilmemiş olduğu halde, Hz. Pey­gamberin duaları arasında zikredilmiştir. £ b û ' d- De rd a , tam olarak sünnete uyan ashabdan biri olmakla, onun duasının Hz, Peygambere bir nispeti bulunduğu muhakkaktır. Onun için bu arada anılmasında münase­bet vardır.

Ebû'd-Derda, ilim ve fazilet ile şöhret bulan bir sahabî olup, Uhud savaşı gününde, Peygamber (Sallalhhü Aleyhi ve Sellem) onun hak­kında şöyle buyurmuştur:

«Uveymir ne güzel binicidir; o, ümmetimin hakimidir.»

Ebû'd-Derda'mn odı Uveymir olup, künyesi ile meşhur ol­muştur.

Katıksız fenalık, sırf kötülük en çirkin bir iştir ve Allah'ın gazabını ge­rektiren şeydir. Bu hallere düşmekten Allah'a sığınarak kurtuluş aramak, selâmet yoludur.

(Bu haber için başka kaynak bulunamamıştır.)[72]

 

676— Abdullah ibni Ebî Evfa'dan rivayet edildiğine göre, Peygamber (Sallaîlahü Aleyhi ve Sellem) şöyle buyururdu:

«— Allah'ım! Beni kar ile, dolu ile ve soğuk su ile temizle; kirli elbise, kirden temizlendiği gibi... Ey Babbimiz olan Allah'ım! Gökler dolusu, yer­ler dolusu ve bundan başka dilediğin herhangi bir şey dolusu hamd sana mahsustur.»[73]

 

Hatıra gelir ki, sıcak su, soğuk sudan daha İyi bir şekilde temizleyici olduğu halde, soğuk su ile günahların temizlenmesinin hikmeti nedir? Hafız ibni Teymiye, buna şu cevabı veriyor: Günahlar kalbe hararet ve zafiyet verir. Hararet ve zafiyeti yok etmekte soğuk su, sıcak sudan daha müessirdir. Soğukluk, harareti giderir ve vücuda kuvvet, canlılık verir. Bu bakımdan günahların temizlenmesi soğuk su kısımları ile istenmiştir.

Yer ve gök dolusu hamd'i Allah'a tahsis etmek, onun sonsuz derecede hamd'e lâyık bulunduğuna delâlet eder; ölçü ve tartı hesabına bağlı değildir.[74]

 

677— Enes'den rivayet edildiğine göre, Peygamber (Saltallahü Aleyhi ve Setten) şu duayı çok söylerdi:

— Allah'ım, bize dünyada güzellik ver, âhirette de güzellik ver ve bizi Cehennem azabından koru.»

Ravilerden Şu'be demiştir ki, ben bu hadîsi Katade'ye anlattım da o şöyle dedi: Enes böyle dua ederdi; bunu Peygambere kadar yükseltip ona nispet etmemiştir.[75]

 

Dünyada hasene, helâl yönden dünyada kula verilen nzık, geçim va­sıtaları, ilim, sıhhat ve ibadet gibi güzel şeylerin hepsidir.

Âhirette hasene, Allah'ın rahmetine kavuşmak ve Cennet nimetleriyle nimetlenmektir.

Cehennem'den korunmak, Cehennem azabını gerektiren her çeşit gü­nahtan beri bulunmak demektir. Bu duanın kısa, fakat çok geniş ve çok faydalı manâları İçine olmasındandır ki. Peygamber (SalîalUıhü Aleyhi ve SeÜemf'm en çok sevdiği bir dva olduğu rivayeti vardır.[76]

 

678— Ebû Hüreyre'den rivayet edildiğine göre, Peygamber (SaİlalUıhü Aleyhi ve Sellem) şöyle buyururdu :

— Allah'ım! Fakirlikten, kısırlıktan, zilletten sana sığınırım; ve yi­ne zulüm etmemden veya zulme uğramamdan sana sığınırım.»[77]

Arapça bir kelime olan «fakr» fakirlik dört çeşit manâda kullanılır:

1— Zarurî olan şeylere insanın ihtiyaç duyması : Bu türlü ihtiyaç her­kes için vardır. Çünkü  dünyada bulunan  bütün canlıların yaşamak İçin belli başlı maddelere ihtiyaçları vardır. Daha doğrusu bütün insanlar Allah'a muhtaçtır.

2— Kazançtan âciz kalıp da  ihtiyaç içinde bulunan  miskin kimse : Günlük yiyecek ve içeceğini sağlayamayan dilenci veya muhtaçlara veri­len isim olur.

3— Aç gözlülük : İnsanda çokça mal-mülk ve para bulunduğu halde, bunlara kanaat getirmeyip daha fazla isteyen hırs sahipleri de fakir sayılır. Bu türlü  fakirlik en   kötü  bir fakirliktir.   Peygamber    (Sallaüahü Aleyhi ve Sellemf'ın bu dualarında geçen fakirlik sözü, işte bu manâya delâlet et-mektedjr. İkinci kısım manâyı do almak mümkündür.

4— Allah'a ihtiyaç göstermek : Her iş için Allah'a iltica etmek ve on­dan istemek, başkasına müracaat etmemek suretiyle çalışıp.teslimiyet gös­termek en güzel bir fakirliktir.

Kısırlık diye terceme edilen hadîs-i şerifteki «Kıllet» sözü, hayrat ve İyilik azlığı manâsını taşımaktadır. Hayır ve hasenat azlığından Peygamber Efendimiz Allah'a sığınmışlardır.

«Zillet» insanların hakaretine uğrayacak şekilde bayağı duruma düş­mektir. Bu dualardan maksat, ümmete dua şeklini öğretmektir.[78]

 

679— Ebû Umame'den rivayet edildiğine göre, şöyle demiştir: Peygamber (Sailaliahü Aleyhi ve Sellemi'in yanında idik de, ezberliye-mediğimiz çok dualar etmişti. Biz dedik ki, öyle bir dua ettiniz ki, biz onu ezberliyemiyoruz. Bunun üzerine Hz. Peygamber şöyle buyurdu:

«— Size bir şeyi bildireceğim ki, bu dualarm hepsini size tophyacaktır: Ey Rabbimiz! Senin Peygamberin Muhammed, senden neyi istedi ise, biz de onu senden isteriz ve senin Peygamberin Muhammed (Sailaliahü Aleyhi vs Selkm) , hangi şeyden ki sana sığınmıştır, bu de ondan sana sı­ğınırız. Allah'ım! Sen yardım dilenÜensin, kifayet sanadır. (Korunma ve başarı için) kuvvet ve kudret ancak Allah iledir.» Yahud benzerini söy­ledi.[79]

 

Allah Tealâ Hazretlerine en güzel ve en uygun dua eden şüphesiz Peygamber (Sailaliahü Aleyhi ve Sellem) olduğuna göre, onun ettiği dua ile bizim dua edişimiz, onun İstediklerini istememiz ve istemediklerini de iste­mememiz en doğru bir dua olur. Bunun için, metindeki kısa dua, bütün hayır yollarına açık ve bütün şer yollarına kapalı olacak şekilde çok veciz bir duadır. Bundan daha uygunu düşünülemez.[80]

 

680— Amr, babası Şuayb'dan, o da dedesinden rivayet ettiğine göre demiştir ki, Peygamber (Sailaliahü Aleyhi ve SeUem)'in şöyle buyurduğunu işittim:

«— Allah'ım, Mesih Deccal'ın fitnesinden sana sığınırım; yine Ce­henneme götüren şeylerin fitnesinden sana sığınırım.»[81]

 

656 sayılı hadîs-i şerife ve açıklamasına bakılsın.[82]

 

681— (162-s.) tbni Abbas'm şöyle demiş olduğu rivayet edilmiştir:

— Allah'ım, bana rızık olarak verdiğin şeyde bana kanaat ver ve onda bana bereket ver. Benden her gaip olan şey yerine hayırlı olanı ver.»[83]

 

Hz. Peygambere kadar yükseltilmeyen bu haber için başka bir kaynak bulunamamış olup, Ibni Huzeyme ile Hakim'in bunu rivayet ettiklerini Fad-iu'llah Cîlânî kaydetmektedir. (Fadlu'llah : C II, s. 134, dip not.)[84]

 

682— Enes'den rivayet edildiğine göre, demiştir ki, Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellemfvn çok kere duası şu idi:

— Allah'ım, bize dünyada iyilik ver, âhirette de iyilik ver ve bizi Cehennem azabından koru.»[85]

 

677.sayılı hadîs-i şerife ve açıklamasına bakılsın.[86]

683— Enes'den rivayet edildiğine göre demiştir ki, Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Selle m) şunu çok söylerlerdi:

«— Ey kalbleri çeviren Allah'ım, benim kalbimi dinin Üzere sabit kıl.»[87]

 

Her şeyin tasarruf ve idaresi Allah'ın yüce kudretinde olduğu gibi, kalb-lerin de tasarrufu, hakka çevrilişi yine Allah'ın kudret elindedir. Bunun için kalblerin hakka çevrilişi, kurtuluş sebeplerinin başında gelir. Günahlardan korunmak da, yine kalblerin doğruya ve iyiye yönelmesi ile olur. O halde bu duanın sırrına mazhar olmak ebedî kurtuluşa kavuşmaktır.[88]

 

684— Ebû Evfâ, Peygamber (SaUallahü Aleyhi ve Seltemj'den rivayet ettiğine göre, Hz. Peygamber şöyle dua ederdi:

«— Allah'ım! Gökler dolusu, arz dolusu ve bundan öte dilediğin her­hangi bir şey dolusu honıd sanadır. Allah'ım! Beni dolu ile, kar ile ve so­ğuk su ile temizle. Allah'ım! Beni günahlardan temizle ve beni, beyaz el­bise kirden arındığı gibi arındır.»[89]

 

676 sayılı hadîs-i şerife ve açıklamasına bakılsın.[90]

 

685— Abdullah ibni Ömer demiştir ki, Resûlüllah   (Sallallahü Aleyhi ve Setlem)'in dualarından biri şu idi:

«— Allah'ım! Nimetinin yok olmasından, verdiğin afiyetin değişme­sinden, azabının ansızın gelmesinden ve rızana aykırı düşecek her şeyden sana sığınırım.»[91]

 

Peygamber (Saîlaliahü Aleyhi ve Sellem) bu dualarında dört şeyden Allah'a sığınmışlardır:

1— Nimetin zail olmasından : Burada nimet maddî varlıklarla manevî değerleri içine almak suretiyle geniş manâ taşımaktadır. Hem dünya, hem din nimetlerinin yok olmaması istenmiştir. Bu nimetler üzerine Allah'a şük­retmemek, bunları azımsamak ve küçük görmek, bu nimetlerdeki Allah'ın emirlerine riayet etmemek, şükürsüzlük olur ki, bu türlü hareket nimetlerin yok olmasına sebep teşkil eder. Onun İçin bu hale düşmekten Peygamber i-miz Allah'a sığınmışlar ve bize yol göstermişlerdir.

2— Afiyetin değişmesinden : Afiyet, selâmet ve saadet içinde bulun­maktır. Kime kî Allah afiyet vermiştir, o hayırlı bir kurtuluşla kurtulmuştur. İşte bu saadetin değişivermesinden Allah'a sığınılmıştır. Zira bu değişiklik, saadetin zıddı olan felâkettir.

3— Azabın ansızın gelmesinden : İnsanın başına belâ ve musibetin ansızın gelmesi çok tehlikeli bir durumdur. Çünkü ansızın azaba yakalanan insan, tevbe fırsatını bulamaz, belâya alışmadığından isyan eder ve ebedi hüsrana düşer. Yavaş yavaş gelen musibetlerden hem alışkanlık ve sabır olur, hem de tevbe fırsatı bulunur. Bu büyük farktan dolayıdır ki. Peygamber Eferidimiz ansızın gelen azabdan da Allah'a sığınmışlardır.

4— Allah'ın gazabını gerektirecek her şeyden -. Allah Tealâ bir kula gazap edince, o kul helak olmuştur. Bunun için Allah'ın rızasına aykırı düşüp, onun gazabını celb edecek olan her türlü iş ve hareketten Allah'a sığınmak İcab eder. Allah'ın gazabına uğrayan için kurtuluş çaresi yoktur.

Bu dört şeyden Allah'a sığınarak korunan kimse saadete ermiş olur.[92]

 

(289) Rahmet Ve Yağmur Zamanında Dua

 

686— Aişe(Radiyaltahüanha)'ûsn rivayet edildiğine göre, demiştir ki, Resûlüllah (Sallailahü Aleyhi ve Selîem), semâ ufuklarından bir ufukta bir bulut gördüğü zaman işini bırakırdı; bir namazda olsa bile... Sonra buluta dönerdi. Eğer Allah onu açıp dağıtmışsa, Allah'a hamd ederdi. Eğer yağ­mur yağsa, şöyle derdi:

«— Allah'ım, faydalı nimet olsun.»[93]

 

Bulut, çok kere do!u ve sel felâketlerine sebep olan yağmurları getirdiği için, dağılması halinde Peygamber Efendimiz Allah'a hamd ederler ve yağ­mur getirdiği zaman da, ürünlerle hayvanat için faydalı ve bereketli olma­sına dua ederlerdi. Böylece yağmurun faydalısını istemek ve zararlı olması halinde de, zar 'nn kalkmış olmasına hamd etmek gerekir.[94]

 

(290) Ölüme Dua Etmek

 

687— Kays anlattığına göre demiştir ki, Habbab'a gittim, —ateşle yakılmış yedi yarası vardı — şöyle söyledi: Eğer Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem):

« Ölümü istemeyi bize yasaklamayaydı, ölümü isterdim.»[95]

 

454 sayılı hadîs-i şerif ile açıklamasına ve Habbab'ın hal tercemesİ İçin 447 sayılı hadîs münasebetiyle verilen bilgiye müracaat edilsin. Bu hadîs-i şerifin kaynaklan 454 sayıda verilmiştir.

H a b b a b hazretleri yedi yanık yarasından çektikleri acının şiddetin­den ötürü ölümü istemeyi hatırından geçirmiş; fakat Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) 'in «ölümü istemeyiz» yolundaki yasaklamalarına uyarak bunu istemeye cesaret edemediğini ifade etmişlerdir. Böyle olmakla beraber ashabı kiramdan bazıları, kazanmış oldukları manevî sevablar azalmasın diye ölümü İstedikleri rivayet edilmektedir. Eğer yaşamakta manevî bakım­dan bir kazanç varsa ve umuluyorsa, Ölümü istemek caiz değildir. Fakat fitneye ve kötü duruma düşmek hallerinde ölümün istenebileceğine cevaz verilmektedir.[96]

 

(291) Peygamber (Sallallahü Aleyhi Ve Sellem)'in Duaları

 

688— Ebû Musa, Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellemfden rivayet ettiğine göre, Peygamber şu dua ile dua ederdi:

«— Rabbim! Benim günahımı ve bilgisizliğimden çıkan hatamı, bütün işlerimdeki israfımı ve benden daha iyi bildiğin bendeki kusurları bağışla.

Allah'ım! Bütün hatalarımı bağışla; kasden, bilmiyerek, lâtife yollu işlediklerimi de... Bütün bunlar bende vardır. Allah'ım! Bundan Önce işle­diğim ve geriye bıraktığım, gizlediğim ve aşikâr kıldığım günahlarımı "hağışla. Sen, Öne geçirip yükselten ve çeri bırakıp düşürensin ve sen her şeye kadirsin.»[97]

 

Peygamber (SallaItahü Aleyhi veSelltm)"\r\ geçmiş ve gelecek bütün gü­nahları bağışlanmış olduğu ve Peygamberlerden kebire günah sadır olma­dığı halde, bu şekilde dua etmeleri, Müslümanlara dua tarzını öğretme ve onlara örnek olmadır. Lâfızların delâlet ettiği manâ çok geniş olup, her türlü kusur ve hatadan arınmayı ihtiva ettiğinden bu duanın makbuliyetine kavuşmak, kurtuluştur ve gerçek saadettir.

Bu duanın bir kısmını ihtiva eden hadîs-i şerif 673 sayıda geçmişti.[98]

 

689— Ebû.Mûsa El-Eş'arî, Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'den rivayet ettiğine, göre, Peygamber şöyle dua ederdi :

«— Allah'ım! Benim günahımı ve bilmiyerek çıkan hatamı, isimdeki israfımı ve benden daha iyi bildiğin bendeki günahları mağfiret et. Al­lah'ım! Ciddî ve şaka yollu günahımı, hata ve kasıt suretiyle çıkan kusu­rumu bağışla; bütün bunlar bende mevcuttur.»[99]

 

Lâfızlarda çok az bir değişiklikle bundan önceki hadîs-i şerifi teyid eden bu dua için 688 sayılı açıklamaya bakılsın. Bunu da Buharı ve Müslim rivayet etmiş oluyorlar.[100]

 

690— Muaz ibni Cebel'den rivayet edildiğine göre, demiştir ki, Pey­gamber (Sallatkıhü Aleyhi ve Sellem)   elimden tutup:

«— Ey Mu âz!» dedi.

Ben, buyurun, dedim.

— Ben seni seviyorum.» dedi.

Ben: Vallahi ben de seni seviyorum, dedim.

— Her namazının sonunda söyliyeceğim bir takım sözleri sana öğ­reteyim?» dedi. Ben, evet (öğret), dedim. Peygamber şöyle buyurdu:

«De ki: "Allah'ım! Seni anmak (Kur'an'ım okuyup, onunla amel et­mek), nimetine şükretmek ve sana güzel ibadet etmek üzere bana yardım et»[101]

 

Farz namazların arkasında, sünnet namaza başlamazdan önce okunan dualar: Allahümme entesselâmü..., kelime-i tevhİd ve istiğfar ile bu dua­dır. Bunlardan herhangi biri okunabilir. Ancak birinci dua bizde örf haline geldiği için, ona devam edilmektedir.

Hadîs-i şerifte geçen «Zikir», teşbih ve Allah'ı anma manâsını taşıdığı gibi, Kur'an-ı Kerîmin isimlerinden de bir isimdir. Her iki manâyı alarak hem zikir, hem de Kur'an okuyup, onunla amel etmekte Allah dan yardım istemeyi, Peygamber'imİz bize öğretiyor.              

Allah Tealânın özerimizde sayamayacağımız kadar nimetleri vardır. Bunlar maddî ve manevî, dünya ve âhiret nimetleri olup, devamlarının sağ­lanması için Allah'a şükretmek ve bu hususta da ondan yardım istemek ge­rekir. Şükür, nimetlerin devamını sağlar; şükörsüzlük ise, onların zevaline sebep olur. Şükür, hem sözle, hem de Allah'ın emirlerini yerine getirmekle edâ edilir. Cenab-ı Hak, kuluna vermiş olduğu nimetlerin eserini onda gör­mek ister. Bu esasa binaen, her mükellef sahip bulunduğu maddî ve manevî nimetlerin varlığını hak yolunda harcamakla göstermek zorundadır. Bu yerine getirilmediği müddet, sırf dil ile çok şükür demenin bir manâsı kal­maz. Kalb, dil \^ bütün azalarla eldeki İmkânlar Allah için hareket edince, tam şükür vazifesi yerine getirilmiş olur.

İbadetlerin makbul olması için niyyet, ihlâs gİbİ bazı şartların bulun­ması iktiza eder. İşte güzel ibadet, gereği üz re ibadet, bütün kabul olunma şartlarını içine alan ibadetin tahakkuku demektir. Böyle bir İbadetin ger­çekleşebilmesi ise, ancak Allah'ın yardımı ile mümkün olur. Çünkü O iste­medikçe, imkân vermedikçe hiç bir şey olamaz.[102]

 

691— Ebû Eyyub El-En sari'den rivayet edildiğine göre demiştir ki, Peygamber (Sallallahii Aleyhi ve Sellem)'in yanında bir adam :

— Allah'a çok pâk ve aslında mübarek bulunan hamd olsun, diye söyledi. Peygamber (SatlalLûıü Aleyhi ve Setlem)  sordu:

«— Bu sözleri kim söyledi?»

Adam sustu; zannetti ki, bu soru, Peygamber (SalİaUahii Aleyhi ve S«Hem)'in hoşlanmadığı bir şeyden ortaya atılmadır. (Yine Peygamber) sordu:

«— Kim o? Gerçekten başka bir şey söylememiştir.» Adam:

Benim, dedi; bu sözle hayır umuyorum. Bunun üzerine Peygamber şöyle buyurdu:

«— Nefsim kudret elinde olana yemin ederim ki, on üç melek gördüm; bu sözü önce hangisi Allah (Azze ve Celle)'ye yükseltecek diye yarışıyor­lardı.»[103]

 

Bu hamd duasını getiren, ashabdan Rufa 'a ibniRafi 'dir. Böyle bir hamdİ.ı getirilişinden dolayı meleklerin sevabını yükseltmekte ya­rışmaları, sözün önemini tespit etmektedir. Allah'ın rızasına uygun bîr zikir ve İbadet olduğundan buna devama da bir teşvik vardır.

(Bu hadîs-i şerif için başka bir kaynak bulunamamıştır.)[104]

 

692— Enes demiştir ki, Peygamber (SaiUtllahü Aleyhi ve Selîem) helaya girmek istediği zaman şöyle buyururdu :

— Allah'ım! Erkek ve dişi şeytanlardan (ve günahlardan) ben sana sığınırım.»[105]

 

Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem), her halde Allah'a ihtiyaç oldu­ğunu bildiğinden ve en mükemmel İbadet eden kimse olduğundan, bunların ifadesi olarak Allah'a sığınırlardı ve ümmete de ibadeti öğretmiş olurlardı.[106]

 

693— Hazreti Aişe (Radiyallahü anha) 'dan rivayet edildiğine göre de­miştir ki, Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) heladan çıktığı zaman şöyle buyururdu:

— Senin mağfiret etmeni dilerim, (Allah'ım).»[107]

 

Heladan çıkış zamanında Peygamber   (Saüallahü Aleyhi ve birkaç çeşit dua rivayet edilmekte olup, en sıhhatlisi budur.

Kaza-i hacet müddetince dil ile zikir terk edildiğinden ve bu zaman içinde gaflet bulunacağından ve insana zarar veren şeytanlar da işe karışabileceğinden, düzülen bu halden ötürü Allah'ın mağfireti istenir. Böyle hareket etmemizi Peygamberimiz bize öğretiyor.[108]

 

694— Ibni Abbas anlatarak demiştir ki, Peygamber (SallalUıhü Aleyhi ve Setîem) bize Kur'an sûrelerini öğretti gibi, şu duayı bize öğretiyordu:

«— (Allah'ım) Cehennem azabından sana sığınırım. Kabir azabından sana sığınırım. Uğursuz Deccal'in fitnesinden sana sığınırım. Hayatın ve ölümün fitnesinden sana sığınırım. Kabrin fitnesinden de sana sığınırım.»[109]

 

648 sayılı hadîs-İ şerife ve açıklamasına bakılsın.[110]

 

695— îbni Ömer'den rivayet edildiğine göre, şöyle demiştir:

— (Annemin kız kardeşi olup, Peygamberin zevcesi bulunan) teyzem Meymune'nin evinde bir gece kaldım. Peygamber (Saltaîlahü Aleyhi ve Sellemi Valkıp hacetini gördü. Sonra ellerini ve yüzünü yıkadı. Sonra uyu­du. Sonra kalkıp su kabına (kırbaya) giderek onun bağını (su almak için) çSzdü. Sonra iki abdest arası mutavassıt bir abdest aldı, (çok çabuk veya çok yavaş değil, normal bir abdest aldı.) Suyu çok harcamadı, abdesti mükemmel aldı. Sonra namaza durdu. Kendisini gözetlediğimi (arketme-sinden hoşlan mı yarak gerneştim de kalktım. Ben de abdest aldım. Pey­gamber yine kalkıp namaza durdu. Ben de solunda durdum. O, benim elimden tutup beni sağ tarafına dolaştırdı. Peygamber namazı on üç re­kât olarak tamamladı. Sonra yaslanıp uyudu; öyle kî, solumaya başladı. Zaten uyuduğu zaman solurdu. Sonra (müezzin) Bilâl, onu namaza ça­ğırdı. Hz. Peygamber (bu defa) namaz kıldı da abdest almadı. Ettiği duada şu vardı»:

«Allah'ım, kalbime nur ver, kulağıma nur ver, sağıma nur ver, solu­ma nur ver, üstüme nur ver, altıma nur ver, önüme nur ver, arkama nur ver ve bana büyük nur ver.»[111]

 

Ravilerden K ü r e y b demiştir ki, yqdi sey daha ezberimde vardı, (on­ları unuttum). Sonra Abbas oğullarından bir adama rasladım da onları bana söyledi. Şöyle anlattı : Sinirime, etime, kanıma, saçıma ve derime nur ver. Bir de iki hasleti (iliği ve kemiği, yahut nefsi ve dili) ilâve etti.

Duanın genişletilerek ayrıntılı bir şekilde İfade edilmesinde mübalâğa vardır. Her aza ve cihet üzerinde durarak ayrı ayrı nur istemekle çok daha büyük hayır kazanılmış olur. Böylece her yönü ile beraber selâmet nuru, dünya ve âhiret nuru, en geniş ve en bol şekli ile istenmiş demektir.

İbni Abbas hazretleri hâdiseyi anlatırken, Peygamber (Sallaltahü Aleyhi veSellemfm, soluyacak kadar uyuduktan sonra kalkıp namaz kıldığını ve bu arada abdest almadığını anlatmıştır. Hatıra şu gelir: Yatarak uyuyan kimsenin abdestİ bozulacağından, uyanınca abdest alıp, namaz kılması ge­rekir. Halbuki Hz. Peygamber böyle yapmadı, nasıl olur? Peygamber'in özelliklerinden biri de uyurken kalp gözünün açık olmasıdır. Buna binaen kendisine abdestİ bozacak bir şeyin arız olup olmadığını biliyordu. Ümmet İçin durum böyle değildir. Yatarak veya bir yere dayanarak uyuyan kimse­nin abdestİ bozulmuş olur.. İmama uyan bir kişi, imamın sağında; İki kişi olursa arkasında durur. Bİr de abdest alırken fazla su harcamamak sünnettir.[112]

 

696— Abdullah ibni Abbas'dan rivayet edildiğine göre, demiştir ki, Peygamber (Sailaliahü A teyhi ve Seîlem) gece kalkarak namaz kılıp da na­mazını bitirince, Allah'a uygun düşecek şekilde ona hamd ve sena ederdi. Sonra son sözü şu olurdu:

«Allah'ım, benim kalbime nur ver, benim kulağıma nur ver, benim gözüme nur ver, sağ tarafıma nur ver, soluma da nur ver; benim önüme de nur ver, arkama da bir nur. Nurumu çoğalt, nurumu çoğalt, nurumu çoğalt.»[113]

 

Bu hadîs-i şerîfin ravî ve lâfızlarında değişiklik varsa da/ bundan Ön­ceki hadîs-i şeriften bir kısım olduğu söylenebilir. Zira Kütüb-i Sitte'de bu şekilde rivayet yoktur. Zaten manâ bakımından iki hadîs arasında fark yok­tur. Bununla beraber Peygamber (SallaîîahU Aleyhi ve Seîlem), değişik dua­lar ettikleri için, başka bir ibadet zamanında edilen duadır da denilebilir.[114]

 

697— Abdullah ibni Abbas'dan rivayet edilmiştir ki, Peygamber (Salhtlahü Aleyhi ve Sellem) gece yarısı namaza kalktığı zaman şöyle dua ederdi:

«— Allah'ım! Hamd sana mahsustur, sen göklerle yerin ve bunlarda bulunanların nurusun. Hamd sana mahsustur, sen göklerle yeri ayakta tutup idare edensin. Sen varsın, haksin. Va'dın da haktır, sana kavuşmak da haktır. Cennet haktır, Cehennem haktır, kıyamet haktır.

Allah'ım! Sana boyun eğdim, sana iman ettim, sana tevekkül ettim ve (işlerim için) sana döndüm. (Düşmanlara karşı husumeti) senin burha­nınla yaptım ve senin rican üzere hüküm verdim. Önceden yaptığım ve geriye bıraktığım, gizli ve aşikâr kıldığım günahlarımı bana bağışla. Sen Rabbimsin, senden başka hiç bir ilâh yoktur. Gerçek mabud sensin.»[115]

 

Hz. Peygamberin bu dualarında büyük hikmetler vardır:

1— Önce gökleri ve yeri yaratıp nurlandıran ve bunları, idare edip ayakta tutan Vacİb Tealâ Hazretlerinin kudret ve azametini ikrar edip, hamd ve övgüyü ona has kılmak.

2— Cennet, Cehennem, kıyamet, Allah'a kavuşma ile Allah'ın emirle­rinin vuku bulacağına ve bunların hak olduğuna iman etmek ve ikrarda bulunmak.

3— Bu İkrar ve imandan sonra Allah'ın hükümlerine teslim olmak ve onlara boyun eğmek.

4— Bütün bu ikrar ve ifadelerden sonra Allah'ın mağfiretini istemek ve onu tevhid lâfzı İle yüceltmek. Zaten insanoğlunun yaratılış hikmeti bu, dünyaya geNşinde üzerine düşen sorumluluk bu...[116]

 

698— (Abdullah) İbni Ömer'den rivayet edildiğine göre demiştir ki, Peygamber (Sallatkhü Aleyhi ve Sellem) şöyle dua ederdi:

«— Allah'ım! Ben, dünya ve âhirette senden afv ve afiyet isterim. Allah'ım! Ben, dinimde ve ehlimde senden afiyet isterim. Ayıplarımı ört, korkumu gider; ve önümden, arkamdan, sağımdan, solumdan, yukarımdan beni koru. Altımdan (yerin göçmesiyle) helak olmaktan da sana sığmırım.»[117]

 

Bundan önce, dua mahiyetinde bulunan hadîs-i şerîflerdeki anlam bu hadîste de mevcut bulunmaktadır. Burada da Peygamber Efendimiz ümme­tine dua şeklini Öğretmek ve Allah'a kulluk vazifesini yerine getirmek üzere ondan günahların bağışlanmasını, dünya ve âhirette afetlerden sakmdırmasını, ayıpları örtüp korkuyu gidermesini ve yere göçmek felâketinden rna-sun bulunmayı istemektedir. Aynı duada bulunmak, bizim için bir ibadettir.[118]

 

699— Ubeydullah Ez-Zerakt, babası Rufaa'dan anlattığına göre, şöyle demiştir:   Uhud   savaşı   günü   müşrikler   dönüp çekilince,   Peygamber şöyle buyurdu:

— Düzgün durun ki, azîr ve «etil olan Rabbime ıhamd edeceğim.» Bunun üzerine (ashab), Peygamberin arkasında saf saf oldular. Pey­gamber dua etti:

— Allah'ım! Bütün hamdler samı mahsustur. Allah'ım! Verdiğin ge­nişliği daraltacak hiç bir kuvvet yoktur, uzaklaştırdığını yaklaştıracak ve yaklaştırdığını da uzaklaştıracak yoktur. Senin engellediğini verecek yok, verdiğini de engelliyebilecek yok. Allah'ım! Bereketlerinden, rahmetin­den, fazlından ve rızkından bize genişlik ver. Allah'ım! Değişini yen ve kaybohmyan tükenmez cennet nimetlerini senden isterim. Allah'ım! ih­tiyaç gününde senden nimet ve korku gününde emniyet isterim. Allah'ım! Bize verdiğin şeyden (nimetlerden) ve vermediğinden ötürü kötülüğe (ve isyana) düşmekten sana sığınırım.

Allah'ım! Bize imanı sevdir ve onu kalbimizde süsle. Küfrü, fışkı ve isyanı da bize hoş gösterme, kerih göster. Bizi doğru yolda gidenlerden eyle. Allah'ım! Bizi müslümanlar olarak Öldür, müslümanlar olarak dirilt ve perişanlıkla fitneye düşmiyerek bizi salih kimselere kavuştur. Allah'ım! Senin yolundan yüz çeviren ve peygamberlerini inkâr eden kâfirleri öl­dür. Onlara musibet ve azabını ver.

Allah'ım! Kendilerine kitap verilen (ve Islâmı kabul etmiyen) kâfir­leri öldür, ey gerçek İlâh...»

Ravi AI i (ibni Medînî) elemiştir ki, ben bu hadîs-İ Muhammed i b n İ  B e ş i r 'den duydum, bunu isnad etmişti; ben bunu zaptedemiyorum.[119]

 

Uhud savaşında Müslümanlar zaferi kazanmış bîr halde İken, Hz. Pey-gamber'in emrettiği hareket usulünde sebat göstermemek hatasıyle bîr anda savaşın yönü değişmiş ve Müslümanlar çok müşkül durumda kalmışlardı. Hatta Peygamber in şehid düştüğü haberi de yayılmıştı. Cenab-ı Hak bu zor durumda Müslümanları kurtarıp selâmete erdirmiş ve düşmanda da savaşa­cak hal kalmayarak geri dönmüştü. İşte bu selâmete çıkış zamanında, Pey­gamber Efendimiz Allah'a hamd ve sena edecek veciz ve belîğ İfadeleriyle her zaman olduğu gibi, burada da ona ibadet vazifesini yerine getirmişlerdir.

(Diğer kaynaklarda bu hadîs-i şerife raslanmamıştır.)[120]

 

(292) Musibet Zamanında Dua

 

700— Ibni Abbas'dan rivayet edildiğine göre, demiştir ki, Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) musibet zamanında şöyle dua ederdi:

— İntikam almakta acele etmiyen yüce AUah'dan başka hiç bir ilâh yoktur; ancak büyük Arş'ın Rabbî ve göklerle yerin Rabbi Allah var­dır.[121]

 

Musibetten maksad büyük elem ve kederlerdir. Böyle şiddetli zaman­larda bu dua mahiyetindeki teşbihin sağladığı genişlik tecrübelerle sabit bulunduğuna dair rivayet ve misaller vardır. Müşriklerin Medine'yi kuşatmış oldukları Hendek savaşında, Peygamber Efendimizin bu duayı okudukları rivayet edilmektedir. Sonunda şiddetli soğuk ve rüzgârın tesiriyle müşrikler perişan bir durumda karargâhlarını terk edip kaçmak zorunda kalmışlardı.

Görünüşte bu hadîs-İ şerifin taşıdığı manâ teşbih ise de, dua anlamını da kapalı olarak taşımaktadır. Çünkü yüce Allah'ı öğmek ve ona tam bir imanla teslimiyet gösterip iltica etmek, onun merhametine sığınmak ve on­dan bîr şey istemektir. Ayrıca dualara hamd ve teşbih ile başlanır, sonra dileklerde bulunulur. Bu da duanın bir başlangıcı olabilir.[122]

 

701— Rivayet edildiğine göre Abdurrahman, babası Ebû Bekre'ye demiştir ki:

  Babacığım! Senden işitiyorum, her sabah şöyle dua ediyorsun:

«— Allah'ım, bedenime afiyet ver. Allah'ım, kulağıma afiyet ver. Al­lah'ım, gözüme afiyet ver; senden başka ilâh yoktur.» Bunu sabah ve ak­şam üçer defa tekrarlıyorsun. Yine şöyle diyorsun:

«— Allah'ım, küfürden ve fakirlikten şana sığınırım. Allah'ım, kabir azabından sana sığınırım; senden başka Hâh yoktur.» Bunu dâ akşam ve sabah vaktinde üçer defa tekrarlıyorsun. Ebû Bekre:

  Evet, dedi. Yavrum! Resûlüllah (SalUUIahü Aleyhi v*Sellem)'in bu kelimeleri söylediğini duydum. Ben de onun  sünneti  ile  amel etmeği seviyorum.

Ebû Bekre demiştir ki, Resûlüllah {SattallahÛ Aleyhi ve S*üem) şöyle buyurdu:

«— Kedere düşenin duaları şu: Allah'ım, senin rahmetini istiyorum. Beni bir lâhza nefsime terk etme ve frenim bütün halimi düzelt, senden ba^ka İlâh yoktur!»[123]

 

Hadîs-i şerifin son kısmını teşkil eden dua, bu bölümle ilgili bulunmak­tadır. Keder ve musibetler anında yapılması gereken duadır. Buna ihlâsla ve samimî bir kalb ile devam edilince Allah Tealâ musibeti giderir, arka­sından genişlik verir.[124]

 

702— İbni Abbas'ın şöyle dediği işitilmiştir:

— Musibet anında Peygamber (Saltallahü Aleyhi ve Setlem) şöyle dua ederdi:

«— intikam almakta acele etmiyen yüce Allah'dan başka hiç bir Hâli yoktur. Büyük Arş'ın Rabbi olan Allah'dan başka hiç bir Hah yoktur. Ke­rim Arş'ın Rabbi ile göklerin ve yerin Rabbi olan Allah'dan başka hiç bir ilâh yoktur. Allah'ım (bu musibetin) kötülüğünü gider.»[125]

 

Arşın lügat manâsı taht, kubbe ve çatıdır. Allah'ın Arş'ını tarif etmek ve keyfiyetini bilmek mümkün değildir. Allah'ın Arşı dendiği zaman, onun kudret ve azametinin enginliği anlaşılır. Allah'ın yüceliği ifade edilmiş olur Çok az bir farkla 700 sayıda bu hadîs-i şerif geçmiştir. Kaynak ve açıkla­ma için oraya müracaat edilsin.[126]

 

(293)  İstihare Vaktinde Dua

 

703— Cabir'den rivayet edildiğine göre, demiştir ki, Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem), Kur'an'dan sûre öğretir gibi, bize işlerde isti­hareyi Öğretir :

«(Sizden biriniz) bir iş tasarladığı zaman iki rekât na­maz kılsın; sonra şöyle desin: Allah'ım! Senin ilminden ötürü senden hayır istiyorum ve senin kudretine dayanarak (işimde) bana güç verme­ni diliyorum; ve senin büyük fazlından senden istiyorum. Zira sen takdir edersin» ben takdir edip güç yetiremem ve sen (her şeyi) bilirsin, ben bi­lemem. Sen bütün gaybi bilensin. Allah'ım! Eğer bu işin dinimde ve ya­şayışımda, işimin sonunda (yahut dedi ki, işimin Önünde) ve akıbetinde benim için hayır olduğunu biliyorsan, onu bana takdir et. Eğer bu işin di­nimde ve yaşayışımda, işimin sonunda (yahut dedi ki, işimin önünde) ve akibetinde kötü olduğunu biliyorsan, onu benden uzaklaştır, beni de ondan uzaklaştır ve hayır nerede ise bana onu takdir et; sonra beni (verdiğine) razı kıl. Sonra dileği ne ise onu söyler.»[127]

 

Istİhare'nin manâsı, hayır istemek ve gaybi bilen Allah'a niyazda bu­lunarak ona ulaşmaktır; yoksa gaybdan haber beklemek değildir. İstihare eden kimse, gaybi bileceğim diye bîr İnanç taşımamalıdır. Allah, hakkında hayırlı olanı takdir edecektir diye istiharenin bir dua vasıtası olacağına inanmalıdır.

Meselâ; bir insan, satın almayı tasarladığı bir ev için istihare edip Allah'dan hayırlı ise ona sahip olmayı, değilse olmamayı istese ona sahip olsa, hakkında hayırlı bulunduğuna inanç beslemelidir. Şayet o eve sahip olamamtşsa, yine hakkında hayırlı olduğuna inanç beslemelidir. Çünkü fri­san, geleceği ve gaybi bilmediği için, hayrın nerede olduğunu keşfedemez. Ancak Allah'dan hayırlı olanı ister ve Allah'ın takdir eylediğine rıza gös­terir. Istihare'nin gerçek manası budur.

Tabakat-ı Sübkî, Cild  5, sayfa : 285 de şu ifade var: Bir kimse iki rekât istihare namazını kılıp, duasını yaptıktan sonra önündeki işi hemen yapmaya başlasın; meşru olan iş ister nefsine ferahlık versin, ister verme­sin. Çünkü kalb ferahlığı olmasa bile onda hayır vardır.

İstihare farz ve vacib gibi işleri yerine getirmek için yapılmadığı gibi, haram ve mekruh olan işleri terk İçîn de yapılmaz. Hac gibi edası geniş zamana bağlı farz İbadetlerin tayininde hayırlı olan vakti istemek için is­tihare yapılabilir. İstihare daha çok önemli olan, fayda ve zararları büyük bilinen işler için yapılır. Daha doğrusu mubah olan bir işin yapılıp yapıl-mamasındaki tereddüdü gidermek için istihare yapılır ve böylece Allah -dan hayırlı olan taraf İstenir. Allah rızası için kılınan iki rekât namaz, ay­nen diğer namazlar gibi kılınır. İstenen her sûre okunabilir. Bazı rivayet­lerde «Kâfirûn» ve «Ihlas» sûrelerini okumak tavsiyesi vardır. Böyle iki re­kât namaz kıldıktan sonra metindeki dua edilir ve İsın hayırlı tarafı istenir. Bundan sonra hangi tarafa sahip olunursa, hayrın orada olduğuna kanaat getirilir.[128]

 

704— Cabir ibni Abdullah'dan şöyle dediği işitilmiştir:

— Resûlüllah (Saila'.lahü Aleyhi ve Selltm)  pazartesi, salı ve çarşam­ba günü bu mescidde — Fetih Mescidi'nde — dua etti de, çarşamba günü iki namaz vakti arasında duası kabul olundu. Cabir dedi ki:

— Şiddetli mühim bîr iş başıma düşmüş de bu vakti araştırıp o saatte çarşamba günü iki namaz arasında o iş için Allah'a dua ettimse, ancak kabul olunduğunu bilmişimdir.»[129]

 

Fetih mescidi, Medine'nin batısında bir tepe üzerinde olan mescidin adıdır. Buna Mescid-i Ahzab ve Mescid-İ A'lâ da denir. Medine'nin müş­rikler tarafından kuşatıldığı Hendek Savaşı sırasında Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) bu mescidde düşmanların helak ve perişan olmaları için Allah'a dua etmiş ve duası kabul olunarak gece şiddetli bir rüzgârın es-mesiyle çadırlar darmadağın olmuş, ateşleri sönmüş, toprak ve kum fırtınası üzerlerine çökmüş ve böylece perişan bir halde düşman o gece kaçarak geri dönmüştü. Anlaşıldığına göre, dua namaz kıldıktan sonra, ikinci nam az vakti girmeden yapılmış olması itibariyle «iştihar*» namazı ile ilgili bulunmuştur. Ayrıca duanın kabul edilmiş olması da, istiharenin önemine bir işaret teşkil etmektedir.

Pazartesi, salı ve çarşamba günleri bu mescide varıp üç gün öğle ile ikindi vakti arasında bu duanın yapılmış olduğu rivayeti de vardır. Bunu İmam Ahmed rivayet etmektedir.

(Bu hadîs-i şerîf Kütüb-i S itte'd e yoktur. Fadlu'llah : C. II, s. 167, 168).[130]

 

705— Enes'den rivayet edildiğine göre, demiştir ki, Peygamber (Sallaliahû Aleyhi ve Sellem) ile beraberdim. Bir adam dua edip, şöyle dedi:

— Ey gökleri yaratan, ey Hayy ve Kayyûm olan (Allah)! Ben sen­den istiyorum.» Peygamber buyurdu:

Nasıl dua ediyor, bitiyor musunuz? Nefsim kudret elinde olana yemin ederim ki, bu adam Allah'a öyle bir ismi ile dua etti ki, Allah'a bununla dua edilince onu kabul eder.»[131]

 

Hayy ve Kayyûm isimleri, Allah'ın kemal sıfatlarındandır. Hayy, hayat sahibi, ölümsüz demektir. Allah'ın ilim, kudret ve iradesi bu sıfatın varlığı İle ezeten ve ebeden kaimdir.

Kayyûm demek, yaratıkların rızık, iş ve ecellerini tedbîr ve idare eden varlık demektir. Bu mübarek isimlere iltica ederek ihlâsla edilen duaların makbul olacağını Hz. Pvygamber haber vermektedir.[132]

 

706— Abdullah ibni Amr'dan işitildiğine göre demiştir ki, Ebû Bekir (Radiyallahu anh) , Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'e şöyle söyledi:

— Bana bir dua öğret ki, onunla namazımda dua edeyim.

Peygamber buyurdu:

«— Şöyle söyle: Allah'ım, ben nefsime çok zulmettim; günahları ise ancak sen bağışlarsın. Yüce katından tana mağfiret buyur; çünkü sen günahları bağışhyan merhamet sahibisin.»[133]

 

Bu duanın, namazın hangi yerinde okunacağına dair hadîs-i şerifte bir tayin yoktur. Namaz içinde dua İçin en uygun yer, teşehhüd İle secdedir. Çünkü bu yerlerde dua edilmesi emrolunmuştur; ve bu yerlerde duanın makbul olduğu açıklanmıştır. Bu da selâm vermezden önce namaz İçinde ve belirtilen yerlerde okunacak bir duadır. Namaz İçinde duanın meşru olduğuna da bir delildir.

Duada tam bir teslimiyetle kusurları itiraf edip Allah'ın lütfunu isteme vardır. Kısa ve kesin dilekte Allah'ın azabından, Cehennem ateşinden uzak kalmak ve Cennetine girmek istenmektedir.[134]

 

(294) İdarecinin Zulmünden Korkunca Okunacak Dualar

 

707— (163-s.) Abdullah ibni Mes'ud şöyle demiştir:

«— Sizden birinizin başında, azametinden veya zulmünden korktuğu bir idareci olduğu zaman şöyle desin: Ey yedi göğün ve büyük Arş'ın Rabbi olan Allah'ım! Beni, falan oğlu falandan ve senin yaratıklarından olan onun taraftarlarından koru ki, onlardan hiç biri bana eziyet etmesin, yahut aşırı gidip zulmetmesin. Senin koruduğun galiptir, ^enin övgün yücedir ve senden başka (ibadet edilecek) ilâh yoktur.»[135]

 

Sultan, devlet reisi gibi idarecilerin zulmünden ve düşmanlıklarından korunmak için Allah'a yönelip bu şekilde dua ederek korunmak meşru bir davranıştır. Müslüman idarecilere karşı çıkmak, isyan etmek, fesad ve anarşi çıkarmak caiz değildir; fakat eziyetlerinden korunmak için Allah'a yalvar­mak da bir haktır.

Bu haberi Taberönî ve Bey ha kî tahrie etmişlerdir.[136]

 

708— (164-s.) İbni Abbas'dan rivayet edildiğine göre, şöyle demiştir:

«— Sana kahretmesinden korktuğun heybetli bir sultana gittiğin za­man şunu söyle: AHah, yaratıklarının hepsinden daha üstündür, daha büyüktür. Allah, korktuğum şeyden daha üstündür. Falanca kulun şer­rinden, insan ve cinlerden olan askerlerinin, etbaının ve taraftarlarının şerrinden öyle bir Allah'a sığınırım ki, ondan başka hiç bir ilâh yoktur; yedi kat gökleri ysre düşmekten o koruyup tutar; ancak izni olmakla dü­şebilirler... Allah'ım! Beni, bunların şerrinden koruyucu ol. Senin övgün yücedir, himayen üstündür ve şanın yücedir. Senden başka ilâh yoktur.» Uç defa söylenir.[137]

 

Bütün kalblerİn ve her şeyin tasarrufu Cenab-ı Hakk'ın kudret elinde olduğundan, bir kimsenin halisane yakarışı sebebiyle zulmedecek zalimle­rin katı kalplerine merhamet verir veya bazı hâdiseler İhdası İle engeller çıkararak o kimseyi eziyetten kurtarıp selâmete ulaştırır. 8u dua, zalimin huzurunda açık olarak söylenmeyip, daha önceden okunur ve üç defa tek­rarlanır. Maddî sebeplere ve hukukî yollara baş vurmak suretiyle zulmün önlenmesine çalışıldığı gibi, manevî bir yol olan böyle dualarla da zulüm ve eziyetlerden korunmak da meşrudur.

(Bu haberi Taberanî tahriç etmiştir. Fadlu'llah : C. I, s. 174)[138]

 

709— (165-s.) Ibni Abbas anlatıp şöyle demiştir:

«— Kime bir keder, bir elem veya bir musibet gelirse veya Sultan­dan korkarsa, şunlarla dua etsin; onun duası kabul olunur:

— Senden başka biç bir İlâh yoktur» sözü ile senden isterim, ey yedi göklerin Rabbi ve büyük Arş'ın Rabbi. «Senden başka hiç bir ilâh yok­tur» sözü ile senden isterim, ey yedi göklerin Rabbi ve kerîm olan Arş'm Rabbi. «Senden başka hiç bir ilâh yoktur» sözü ile senden isterim, ey yedi kat göklerin ve yedi kat yerlerle bunlarda bulunanların Rabbi! Sen her şeye kadirsin.» Sonra hacetini Allah'dan iste, (muradın ne ise, onu Allah'dan dile).[139]

 

8u haber İçin,başka bir kaynak bulunamamıştır. Bundan önceki aynı bölümle ilgili haberlere bakılsın.[140]

 

(295) Duâ Edene Kazandırılan Mükâfat Ve Sevap

 

710— Ebû Saîd El-Hudrî, Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)yden rivayet ederek şöyle demiştir:

«Hangi bir müslüman, dua eder de duasında günah ve akrabalık bağ­larını kesme hali yoksa, Allah ona muhakkak üç şeyden birini verir:

1— Ya duasını acele kabul eder,

2— Yü duası için âhirette sevap hazırlar,

3— Yâ da duası kadar ondan kötülük kaldırır.» Ravi, o halde insan çok dua eder (vş çok şeyler kazanır) dedi. Peygamber: »Allah'ın icabeti ve vermesi daha çoktur.» buyurdu.[141]

 

Duaların kabul edilmesi hakkında âlimlerin su görüşü var:

Bazan insana, dua ettiği ve istediği şeyin aynı verilir ve bazan da istediğine karşılık olmak üzere başka bir şey verilir. 1 b n u ' 1 - Ce vzî diyor kİ, mü'mİnin duası geri çevrilmez; ancak icabetin geciktirilmesi onun hak­kında daha hayırlı olur yahut duasına karşılık ona başka bir şey verilir de dünya veya âhireti için daha uygun olur. Bazen de insan az bir şey ister, fakat ona daha güzeli ve iyisi verilir. Bu durumda kul der ki, istediğim bana verilmedi. Halbuki gerçeği anlamamıştır.

Kula münasip olan, Rabbinden istemek ve dilemektir; çünkü dua İle Allah'a ibadet etmiş olur, acziyetîni itiraf ederek ona tevekkül eder. Dua­dan önce de kulluk vazifelerini yerine getirmek ve üzerine düşen teşebbüs ve gayretleri harcamak şarttır.[142]

 

711— Ebû Hüreyre, Peygamber (SatLallahü AUyhl ve SeUem)'den riva­yet ederek şöyle demiştir:

— Hangi bir mümin yüzünü Allah'a kaldırıp bir dilekte bulunursa, muhakkak onu ona verir: Ya dünyada dilediğini ona verir, ya âhirette dileğine karşılık ona sevap hazırlar; acele etmemesi şartı ile.»

Ashab sordular:

  Ey Allah'ın peygamberi, acele etmesi nedir? Peygamber şöyle buyurdu:

  Der ki, dua ettim, dua ettim; fakat duamın kabul edildiğini gör­medim.»[143]

 

Bundon önceki hadîs-i şerife ve açıklamasına bakılsın.[144]

 

(296) Duanın Fazileti

 

712— Ebu Hureyre, Peygamber rivayet ederek şöyle demiştir:

— Allah katında duadan daha iyi bir şey yoktur.[145]

 

Duanın gerçek manası, kulun ihtiyaç ve acziyetini  yaratınına izhar edip, onun kudretine iltica etmesi  demektir ki, kul burada tezellül  ve ubudiyetine  beyan eder.Bu davranış Allahın bve peygamberinin emirleriene uymayı niyet ederse, bbu Allah  katında en faziletli bir söz olur.Zaten hadis-i şerif te en iyi olacak gösterilen dua, söz ve ifade ile edilen  ibadetler araısnda üstünlük mura dedildiği şeklinde açıklama yapılmaktadır.Bedenen  ve malen yapılan dışında kalır.Bununla beraber niyetler esastır ve bu easa göre ameller fazilet ve mükafat kazanır.[146]

 

713— Ebu Hureyre, Peygamber’den rivayet ederek, şöyle demiştir:

—İbadetlerin en şerflisi duadır.[147]

 

Bundan önceki hadis-i  şerife ve açıklamasına bakılsın.Bu hadis için başka kaynak bulunamamıştır.[148]

 

714— Numan ibni Beşîr, Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sdtem/den rivayet ederek şöyle demiştir:

— Gerçekten dua ibadettir.» Sonra şu âyeti okudu: — Bana dua ediniz, duanızı kabul edeyim. ~ (Mümin Sûresi, âyeti 60)[149]

 

Dua hakkında geniş bilgi için 604 ve 712 sayılı hadîs-i şeriflerin açık­lamalarına müracaat edilsin.[150]

 

715— Hazreti  Âişe   (Radiyalîahü anfoaj'dan rivayet edildiğine  göre, demiştir ki, Peygamber (Salİallaha Aleyhi ve sellem) 'e soruldu:

— ibadetlerin hangisi daha faziletlidir? Şöyle buyurdu: «— İnsanın kendi nefsi için ettiği duadır.»[151]

 

Önce her şahıs kendi sorumluluğu ile baş başadır; ve Allah'a karşı vazifelerini yerine getirmekte nefsi muhatab olur. Kendi halini düzeltmeyen ve salih duruma geçmeyen kimsenin başkasına dua etmesi, başkasının iyi­liğine koşması onu sorumluluktan kurtaramaz ve örnek bir kimse olama­yacağı için de başkasına tesirli olamaz. Bunun için önce kendisi için dua edip de halini düzeltrnssi daha faziletlidir.

(Bu hadîs-i şerif Kütüb-İ Sitte'de yoktur. Bunu Hâkim tahrİç edip sahih göstermiştir)[152]

 

716— MaTal ibni Yesar'm şöyle anlattığı işitilmiştir:

  Ebû  Bekiri's-Sıddîk (Radiyallahu anh)   Üe  Peygamber   (Sallallahü Aleyhi veSellem)'e gittim. Peygamber buyurdu:

«— Yâ Ebû Bekir, şirk (riya) sizde karıncanın deprenişinden daha saklıdır.» Ebû Bekir dedi ki:

  Şirk, Allah ile başka bir ilâh tanıyanın hali değil midir? Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) buyurdu:

«— Nefsim kudret elinde olana yemin ederim ki, gerçekten şirk, karıncanın deprenişinden daha gizlidir. Sana bir şey göstereyim mi ki, onu söylediğin zaman, şirkin azmi ve çoğunu senden gidersin.»

«De ki: "Allah'ım, bildiğim halde sana şirk koşmaktan sana sığınırım ve bilmediğim şeyden de, senden mağfiret dilerim."»[153]

 

Metinde geçen «Şirk» kelimesi, burada riya, gösteriş ve kendini beğen­me gibi manaları taştyor. Bu nahoş hallerden kurtulmak ancak kendi nefis­lerini bilip tanıyanlara müyesser olur. Kendi nefsini gerçekten bilen, bütün övgülerin Allah'a mahsus olduğunu anlar, riya ve kibirden kurtulur. Sahip bulunduğu fazilet, kemal, cemal ve malın Allah'ın bir ifcsanı ve emaneti olduğunu idrak eder. Bu idrak onu tevazu ile harekete, kibir ve gösterişten kaçınmaya götürür, insanın türlü şartlar altında ahvali daima değişmeye mütemayil olduğu için, bazı hallerde kendini kontrol edemez. Ancak Allah Tealfi'nin koruması sayesinde, gösteriş ve kendini beğenme hollerinden kurtulabilir. Onun için Hz. Peygamberin öğretmiş oldukları bu duayı her sabah ve her akşam okumakla Allah'ın yardımı kazanılmış ve gizli şirkten korunulmuş olur. Bîr rivayette de bu duayı üç defa tekrarlamalıdır.

(Bu hadîs-i şerif Kütüb-i Sitte'de yoktur. Fadlu'llah C II, s. 179-180)[154]

 

(217) Rüzgar Zamanında Dua

 

717— Enes'den rivayet edildiğine göre, demiştir ki, şiddetli rüzgâr estiği zaman Peygamber (Salkıttahü Aleyhi veSellem)  şöyle dua ederdi:

«— Allah'ım! Rüzgârla gönderilen hayrı senden isterim ve rüzgârla gönderilen kötülükten sana sığınırım.»[155]

 

İnsanların yararına ofan şeylerde de bir ölçü vardır. Bu ölçü ve nispet taşırılınca faydalı şeylerin zararı olur. Helâl ve pâk olan gıda maddeleri, muayyen bir ölçüde yenirse yararlı olur; aksine tıka-basa yenirlerse zarar verirler. Yağmur ve rüzgârlar da böyledir. Şiddetli rüzgârlar ve yağmurlar felâket getirir; fakat mutedil olanlar bereket ve canlılık verir.

Bütün kâinat içerisinde cereyan eden hâdiselerin yaratıcısı ve idare edicisi Allah Tealâ olduğundan, rüzgârın da zararından korunmak için Allah'a sığınmak ve ondan hayır istemek kullara düşen bir vazifedir.

(Bu hadîs-i şerif Kütüb-i Sitte'de yoktur.)[156]

 

718— Seleme Hazretlerinden rivayet edildiğine göre, şöyle demiştir:

— Şiddetli rüzgâr olduğu zaman Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Seltemi şöyle buyururdu:

— Allah'ım, tohumlayıcı olsun, kısır olmasın.»[157]

 

Rüzgâr hakkında Peygamber Efendimizin bundan on dört asır önce kullanmış oldukları bu ifadede büyük bir hikmet ve mucize vardır. Daha nebatat (botanik) çalışmaları ortada yokken, rüzgârların bitki ve meyveleri döllemedeki büyük tesirini açıklamaları, ancak bugün anlaşılabilen bir mu­cizeleridir. Döllemede mahsûl ve bereket olduğundan, rüzgâr için bunu Allah'dan istemişler ve kısır, ürünsüz bırakacak esintiyi istememişlerdir.

Bununla beraber pozitif ve negatif olan bulutların birleşmesini, erkek-dişi birleşmesi kabul ederek bundan yağmur bereketinin doğduğunu ifade eden âlimler vardır. Gerçek şudur ki, hadis-i şerifin manası böyle dar bir anlayışa bağlı kalmayıp her çeşit tohumlama ve aşılama hallerini içine alır. Nimet ve bereket istemek, kötülükten korunmak dinimizin emirlerinden ol­duğu için, rüzgârlar hakkında bu istekte bulunmayı Peygamber'imiz bize öğretiyor ve diğer mucizeleri arasında bunu da bir mucize olarak anlıyoruz.

(Bu hadîsi Taberânî, ibni Hibban ve Nevevı tahriç etmişlerdir. Fadlu'l-lah : C ll{ s. 182, dip not.)[158]

 

(298) Rüzgara Sövmeyiniz

 

719— (166-s.) Ubeyy'den rivayet edildiğine göre, şöyle demiştir:

«— Rüzgâra sövmeyiniz. Ondan hoşlanmadığına bir şey gördüğünüz zaman şöyle deyiniz : Allah'ımız, biz, senden bu rüzgârın hayrını, onda olanın hayrını ve onunla gönderilen şeyin hayrını istiyoruz. Bu rüzgârın şerrinden, onda olanın şerrinden ve onunla gönderilen şeyin şerrinden de sana sığınırız.»[159]

 

717 sayılı hadîs-i şerife ve açıklamasına bakılsın. Rüzgârlar Allah'ın emri üzere hareket ettikleri için memurdurlar. Böyle hâdiselere sövmek ve lanet okumak yaraşmaz. Lanete hak kazanmadıkları için, lanet ve kötü söz, sahibine döner; yani sözü söyleyene ait olur.

Ashabdan Ubeyy ibni Kâb hakkında Hz, Ömer (Radiyailahu enh), «Müslümanların efendisi» buyurmuş olup, hal tercemesi C I, 476 sa­yılı hadîsin açıklamasında geçmişti. Bilgi için oraya müracaat edilsin.[160]

 

720— Ebû Hüreyre demiştir ki, Resülülîah (SaİtallaHü Aleyhi ve Seltemt şöyle buyurdu:

«— Rüzgâr, Allah'ın ihsanın dan dır; hem rahmetle, hem de gelir. O halde ona sövmeyiniz; fakat Allah'dan onun hayrını isteyiniz ve onun şerrinden Allah'a sığınınız.»[161]

 

Bu hadîs-İ şerîf, bundan önceki haberin değişik bir ifadesi olup, aynı manayı teyîd etmektedir.[162]

 

(299) Yıldırımlar Anında Dua

 

721— Salim, babası Abdullah'dan işittiğine göre, demiştir ki, Pey­gamber (Saîîallahü AleyhiveSeîlem),  şimşekleri ve gök gürültüsünü işittiği zaman şöyle buyururdu:

— Allah'ım, bizi şimşeğinle Öldürme, bizi azabınla helak etme ve bundan önce bize afiyet ver.»[163]

 

Bir fırtına ve kasırganın, bir yağmur ve sel tufanının başlangıcı, gök gürültüsü ve şimşek çakmalarla alâmetlendiğinden bunun büyük habercisi olan şimşek ve gök gürültüleri anında Peygamberimiz böyle dua etmeyi bize öğretmiş oluyor. Bu korkunç ve dehşet anlarında, insanı Allah'dan başka kim kurtarabilir? Her işte olduğu gibi, dehşet ve felâket anlarında yine Allah'a yönelip, ona dua etmek kulun vazifesidir.[164]

 

722— (167-s.) İbni Abbâs, gök gürültüsünü işittiği zaman şöyle derdi:

  Gök gürültüsü ile teşbih edilen Allah ne yücedir!.. İbni Abbâs demiştir ki:

  Çoban koyunlarını çağırdığı gibi, melek olan gök gürültüsü de yağmuru öyle çağırır.[165]

 

 (Bu haber için başka bir kaynak bulunamamıştır.)[166]

 

723— (168-s.) Rivayet edilmiştir ki, Abdullah ibni Zübeyr gök gü­rültüsünü işittiği zaman, sözünü bırakıp şöyle derdi:

«— o yüce Allah'ı teşbih ederim ki, [gök gürültüsü ona hamd üe teş­bih eder, melekler de ondan korkarak...] (Ra'd sûresi, âyet: 13) Sonra şöyle derdi: Gerçekten bu gök gürültüsü, yeryüzündekilere şiddetli bir korkutmadır.»[167]

 

Bugünkü fen ispat ediyor ki, bütün kâinat zerresiyle beraber hareket halindedir. Bu hareketlerin bir kısmı akıl ve irade tesiriyle meydana gelmek­te, bir kısmı da duygu ve iradenin dışında cereyan etmektedir. Hareket et­mekte olan canlı ve cansız varlıklar, kendilerine hâkim bir kuvvetin sevk ve idaresine bağlı olarak devirlerini tamamlarlar. Bu ilâhî kudretin tasarrufu altında bulunup teslimiyetten başka imkâna sahip olmayan varlıkların hare­ketleri hal lisanı ile Allah'ı teşbihtir, onu yüceltmedir ve onun sonsuz kud­retini İspat eden büyük delildir. Zaten âyet-i kerîmede şöyle buyuruluyor:

«Hiç bir şey yoktur kî, Allah'ı hamd ile teşbih etmesin.» (Isra sûresi, âyet: 44).

Şimşekler, yıldırımlar, gök gürültüleri hep bu umumî hükmün içine girmiş olduklarından Allah'ı yüceltmek ve onun yüce kudretiyle varlığını ispat etmektedirler. Hem bu vazifeyi fasılasız büyük bir intizamla devam ettir­mektedirler. Ancak canlılar iradeleriyle bu teşbihleri yaptıkları zaman, kar­şılığında mükâfat kazanirlor, İnkârları halinde de azab çekerler. İrade dışı teşbihler, doğrudan doğruya Allah'ın kudretiyle meydana gelip, kulun bun­lar üzerinde bir kesbi bulunmadığından insanlara fayda sağlamazlar. Al­lah'a boyun eğen zelil birer mahluk olduklarını izhar ederler. Düşünen ve araştıran akı! sahipleri için, bu âlemde Allah'ın azamet ve kudretine, onun üstün varlığına delâlet eden sayısız alâmetler vardır.

(Bu haberi İmam Malık tahriç etmiştir: Fadlu'llah : C. II, s. 186).[168]

 

(301) Allah’tan Afiyet İsteyen Kimse

 

724— Peygamber (Saîîaîlahü Aleyhi ve Sellemj'in vefatından sonra, Ebû Bekiri's-Sıddîk'dan işitildiğine göre demiştir ki, Peygamber (Sailallahii Aleyhi ve SeUeth). Medine'ye hicretin birinci yılında, bu bulunduğum yer­de kalkıp şöyle buyurdu:

«— Doğruluktan ayrılmayınız; çünkü doğruluk iyilikle beraberdir, ikisi de cennetliktir. Yalandan sakınınız; çünkü yalan kötülükle beraber­dir. Bunların ikisi de cehennemliktir. AUah'dan afiyet isteyiniz; çünkü gerçek imandan sonra, afiyetten daha hayırlı bir şey verilmemiştir. Bir­birinize dargınlık etmeyiniz, birbirinize arka çevirmeyiniz, birbirinizi kıskanmayınız, birbirinize kin beslemeyiniz; ey Allah'ın kullan, kardeşler olunuz.[169]

 

Afiyet, Allah Tecilâ mn kul üzerinden her türlü sıkıntı ve belâyı kaldır­masına denir. Bunun içindir ki, Peygamber  (Satlallahü Aleyhi ve Sellem) :

«Hiç kimse, sahih imandan sonra afiyetten daha hayırlı bir şeye sahip olmamıştır.» buyurmuştur.

Afiyetin böyle büyük nimet oluşundan dolayı Peygamber Efendimiz, dünya selâmeti İçin afiyeti istemeyi insanlara emretmiştir. Tirmizî'nin rivayetinde böyledir. Yine afiyet, başkasına eziyet etmemek ve başkasının eziyetinden de korunmuş olmak şeklinde tefsir edilmektedir.[170]

 

725— Muaz'dan rivayet edildiğine göre, Peygamber (Sallalle&Ü Aleyhi ve Sellem) şöyle dua eden bir adama tesadüf etti:

  Allah'ım, senden nimetin tamamını isterim. Peygamber sordu :

«— Nimetin tamamı nedir, bilir misin?» Sonra :

«— Nimetin tamamı cennete girmektir; ve cehennemden kurtulmak­tır.» buyurdu. Sonra : Allah'ım senden sabır isterim, diyen bir adama rasgeldi. Peygamber ona:

«— Sen Ralıbinden belâ istedin; ondan afiyet iste!» buyurdu. Bir de bir adama uğradı ki:

  Ey Celâl ve ikram sahibi Allah'ım! diyordu. Ona da «iste!» bu­yurdu.[171]

 

Sabır, mihnetlere karşı olur. Mihnetlerse çeşitli musibetlerdir. Bunlara tahammül zordur ve çok kere de insanı isyana sevkeder. Bunun için dünya ve âhİrette Allah dan afiyet ihsan buyurmasını dilemek en selâmeti i yoldur. Allah Tealâ Hazretlerine yüce sıfatlarından olan Celâl ve İkram keli­meleriyle hitap ederek dua eden kimseye, Peygamber (Saltatlahü Aleyhi ve Seliem): «İste» buyurmuşlar; çünkü uygun bir ifade ile duaya başlanmış­tır, iste, senin duan makbuldür, demektir.[172]

726— Abbas ibni Abdulmuttalip anlatmıştır:

— Dedim ki, ey Allah'ın resulü! Bana bir şey öğret ki, onunla Al-lah'daıı dileyeyim. Peygamber şöyle buyurdu:

«— Ya Abbas, Attah'dan afiyet iste.» Sonra az bekleyip arkasından geldim de dedim ki, bana bir şey öğret ki, onunla Allah'dan isteyeyim, ey Allah'ın Resulü! Bunun üzerine şöyle buyurdu:

— Ey Abbas, ey Allah'ın resulünün amcası! Allah'dan dünyada ve âhirette afiyet iste.»[173]

 

Bu hadîs-i şerîf de «afiyetin» ne kadar büyük bîr manâ taşıdığını, afi­yetin dünya ve âhiret için en büyük bir saadet olduğunu, diğer hadîslere uygun olarak teyid, etmektedir.

Hozreti  Abbas  kimdir?:

Peygamber (Satlaltohü Alevhive 5effemPn amcası olup, Abdulmuttalib'in oğludur. Künyesi E b u ' I - Fa d I dır. Hz. Peygamber'den iki yıl önce doğ­muştu. Annesinin adı Nesle veya Nüseyle'dir. Nesle'nİn oğlu Abbas, çocuk­ken kaybolmuştu. Annesi, eğer çocuğumu bulursam Kabe'ye örtü yapıp giy­direceğim diye adakta bulunmuş ve çocuğunu bulunca da Kabe'ye ipekten örtü yapmıştı. Kabe'ye İlk örtü, bu hanımın adağı İte başlamıştır.

Cahİtiyet devrinde Abbas, Kureyş kabilesinin ulusu olup, Kabe'nin onanmı İle su işleri onun elindeydi. Bedir Savaşına müşriklerin zoru ile ka­tılmış ve savaşta esir düşmüştü.

Savaş esnasında Abbas ile kim karşılaşırsa, onu öldürmesin; çünkü o istemiyerek savaşa itilmiştir.»

Diye Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Seiiem) buyurmuş olduğundan zorla savaşa götürüldüğü anlaşılmaktadır.

Amcalar arasında Ebû Talip'den sonra Hz. Peygambere en zi­yade yardımcı olan Abbas oimuştu. Bedir Savaşında esir düşünce, fidye vererek hem kendini, hem de kardeşi Ebû Talİb'in çocuklarını kurtar­mış ve bu olaydan az bir müddet sonra da İslâm'ı kabul etmişti. Bİr riva­yete göre de, çok daha önce İslâm'a girmiş, fakat halini gizleyerek Mekke haberlerini Peygambere ulaştırmak görevini üzerine almıştı. Medine'ye en son hicret edenlerden olup, arkasından da Mekke fethedilmişti. Mekke fet­hinde ve Huneyn savaşında bulunmuştur.

Gayet iyilik sever, cömert ve akrabayı gözetir yüksek ahlâk sahibi bir zat idf. Yine rivayet ediliyor kİ, Hz. Ömer ile Hz. Osman hayvan üzerinde bulunurlarken Abbas Hazretlerine tesadüf ettikleri zaman, he­men hayvandan inerler ve önlerinden geçinceye kadar beklerlerdi. Pey-gamber'in-amcasıdır diye ona böyle hürmet ederlerdi. Ayrıca Hz. Ömer kuraklık olduğu zaman, yağmur duasında Hz. Abbas'ı beraberinde bu­lundurur ve ona dua ettirirdi. Hz. Abbas uzun boylu, beyaz tenli bîr zat olup, kızlarından başka on erkek çocuğu vardı. Bunların içinde Ab­dullah (Abdullah ibni Abbas} ilim ve fazilette temayüz etmiş, bilhassa tefsirde öncülük etmiştir. Soyundan halifeler yetişmiştir.

Hicretin 32. yılında Medine'de 88 yaşında olduğu halde vefat etmiş ve namazını Hz. Osman kılmış; sonra Bakı* mezarlığına gömülmüştür. Al­lah hepsinden razı otsun.[174]

 

(302) Bela İstemenin Hoş Görülmediği

 

727— Enes'den   rivayet   edildiğine   göre,   bir   adam,   Peygamber 'in yanında dedi ki:

— Allah'ım, bana maı vermedin Ki, orıaan sadaka vereyim. Bana bir belâ ver de onda ecir olsun. Bunun üzerine Peygamber şöyle buyurdu:

— SübhanelİBh, buna gücün yetmez. Deseydin ya: Allah'ım, bize dünyada hasene ver, âhirette de hasene ver ve bizi Cehennem azabından koru.»[175]

 

Afİyet ve selâmet gibi güzel nimetler varken, bunların Ötesinde belâ ve musibet istemek doğru olmadığına bu hadîs-i şerif açık bir delildir. Onun için hem dünyada, hem de âhirette güzel ve iyi şeyleri istemek gerekir. Dünyada hasene : Halis bir iman ile ihtiyaç görmeksizin sıhhat üzere ya­şamak ve vazifeleri en güzel bir şekilde başarmaktır.

Âhirette hasene : Allah in rahmetine nail olarak Cenneti kazanmaktır. Bunlar dışında musibet aramak, fesad ve bozukluğu, düzensizliği ve huzur­suzluğu doğuracağından, uygun bir davranış olamaz.

(Bu hadîs, Kütüb-i Sitte'de yoktur. Fodlu'llah : C II, s. 190).[176]

 

728— Enes'den rivayet edildiğine göre, Peygamber (Sallaİlahü Aleyhi ve Sellem) hastalıktan biçare düşen bir adamın yanına vardı. Sanki adam, tüyleri yolunmuş bir kuş yavrusuydu. Peygamber buyurdu:

«— Allah'dan bir şey dua et, yahut ondan iste.» Adam şöyle demeğe başladı: Allah'ım, bana âhirette edeceğin azabı, dünyada bana hemen ver.

Peygamber buyurdu:

«— Sübhanellah, buna gücün yetmez —yahut gücünüz yetmez—. Allah'ım, bize dünyada iyilik ver, âhirette de iyilik ver ve bizi Cehennem azabından koru, diyeydin ya...» Adam bu duayı etti ve Allah   (Autve Celk) de ona şifa verdi.[177]

 

Azab ve musibet istemenin doğru olmadığını, bu hadîsi şerif de teyit etmekte olup, AllaR'dan hem dünyada iyilik, hem de âh i re tt e iyilik istemeyi bize öğüflüyor.[178]

 

(303) Bela Şiddetinden Allah'a Sığınmak

 

729— (169-s.) Abdullah ibni Amr'dan rivayet edildiğine göre, de­miştir ki, insan şöyle dua etmelidir:

— Allah'ım, şiddetli belâdan sana sığınırım. Sonra susmalıdır. Bu sözü söylediği zaman desin ki, ancak kendisinde yüksek derece olan belâ müstesnadır, (ondan Allah'a sığınmak yoktur).[179]

 

Manevî mükâfatı yüksek olacak ve insana âhirette yüksek derece sağ­layacak belâ ve musibetler, netice itibariyle saadet getirdiğinden bu gibi belâlardan Allah'a sığınmaya lüzum yoktur. Bu istisnaî bir hal olduğundan umumî kaideye aykırı düşmez. Böylece, daha önce gecen hadîslerle de manâ bakımından bir aykırılık ifade etmez.

(Bu haber için başka bîr kaynak bulunamamıştır.).[180]

 

730— Ebû Hüreyre'den rivayet edildiğine göre, Peygamber (Scülailahu Aleyhi ve Seilem) «Şiddetli 'belâdan, günaha düşmekten, düşmanların se­vinmesinden ve kötü akıbetten Allah'a sığınırdı.»[181]

 

Bu hadîs-i şerif, 441 ve 669 sayılarda geçmiştir. Bilgi için onlara mü­racaat edilsin.[182]

 

(304) Adamın Sözünü Ayıplayarak Hikâye Etmek

 

731— Ebû Nevfel'den rivayet edildiğine göre,babası Ebû Akreb Peygamber (SoltallaHti Aleyhi ve Sellcm) 'e   oruçtan   sordu.   Bunun   üzerine Peygamber şöyle buyurdu:

— Her aydan bir gün oruç tut.» Ben dedim ki:

  Anam-babam sana feda olsun; bana ilâve et. Peygamber:

«— Bana ilâve et, bana ilâve et! Her aydan iki gün oruç tut.» dedi. Ben dedim ki:

  Anam - babam sana feda olsun; bana ilâve et, çünkü ben, kendimi kuvvetli buluyorum. Bunun üzerine Peygamber buyurdu:

«— Ben kendimi kuvvetli buluyorum, ben kendimi kuvvetli bulu­yorum!» Sonra sükût etti. Ben de zannettim ki, artık bana ilâve etmiye-cek. Sonra şöyle buyurdu:

«— Her aydan üç gün oruç tut.»[183]

 

Aslen Mekke'I i olup, sonra Basra'ya yerleşen Ebû Akreb, ashabı kİramdandır. Her aydan bir gön oruç tutmayı azımsadığından, bu davra­nışını Hz. Peygamber hoş görmeyerek âdeta onu ayıplar mahiyette, söy­lediği sözü tekrarlamıştı. Çünkü bir sorunun cevabı alındığı zaman, aynı şey üzerinde iki veya üç defa durmak edebe münasib düşmez. Hz. Pey­gamber, Ebû Akreb'in hem isteğini yerine getirdiler, hem de ona ta­riz yolu ile ihtarda bulunmuş oldular.

Her aydan üç gönü oruç tutmak böylece sünnet olan bir ibadettir. Bu İbadet her ayın onüç, ondört ve onbeşİncî günlerini oruç tutmakla yerine getirilir. Ayın başından, sonundan ve ortasından birer gün tutarak da eda edilir. Oruçlarda kamerî aylara itibar edilir ve haram günlerde oruç tutul­maz. Ramazan bayram günü, şevval ayının birinci günü olduğu halde, bu­gün oruç tutu I mayı p ertesi gün tutulur. Sünnet olarak tutulan oruçların fa­zileti büyüktür. Şevval ayından altı gün oruç tutmak ayrıca bir sünnet olup, bunun faziletine dair hadîsler vardır.[184]

 

(305) Bir  Bölüm

 

732— Cabir ibni Abduüah'dan rivayet edildiğine göre demiştir ki, Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'te beraberdik de» pis koku saçan bir rüzgâr yükseldi. Bunun üzerine Peygamber şöyle buyurdu:

«— Bu nedir, biliyor musunuz? Bu, müminleri gıybet edenlerin rüz­gârıdır, (kokusudur).»[185]

 

Gıybet, bir Müslumanı, arkasında hoşlanmayacağı söz ve hareketle­riyle ayıplamaktır. Gıybet haram olduğundan çirkin bir istir. Şu âyet-i ke­rîme bu çirkinliği açık olarak ifade etmektedir:

«... Müslümanların ayıp ve kusurlarını araştırmayın. Bir kısmınız, bir kısmınızı (arkasında hoşlanmyacağı sözle) çekiştirmesin. Hiç sizden biriniz, ölü kardeşinin etini yemek ister mi? (Bunun gibi çirkin olan gıybete nasıl razı olursunuz!). Bundan tiksindiniz, (değil mi?) O halde (gıybet etmekten) Allah'dan korkun. Muhakkak ki Allah, tevbeîeri kabul eden merhamet sahibidir.»

Gıybete dair, Keşşafu Istılâhatı'l-Funün adlı eserde özetle şu bilgi mev­cuttur :

«Gıybet, Müslüman kardeşini, onda olan bir vasıfla, hoşlanmayacağı şekilde kötülemektir. Eğer onda olmayan bir vasıfla kötülenirse, bu gıybet değil, iftiradır, bühtandır. Diğer bir tarif de şöyle :

Söylediğin söz veya işlediğin hareket kardeşine ulaşmış olması halinde onun hoşuna gitmeyecekse bu gıybettir,- ister bedenindeki bir noksanlığı anmış ol, ister giyinişinde, ister ahlâkında, ister İşinde veya sözünde, ister din veya dünya işlerinde bir kusuru anmış ol, hüküm değişmez. Bunların her çeşidi gıybete girer.

Bir mü'mini gıybet yalnız sözle olmaz. Hareket ve İşaretlerle, tarizlerle de olur. Edilen bir gıybeti doğrulamak ve ona rıza göstermek de bir gıy­bettir. Gıybeti dinleyen kimse, dili ile onu inkâr etmeli veya buna gücü yetmiyorsa kalbi İle rıza göstermemelidir. Yoksa gıybet günahından kur­tulamaz. Sözü kesmeye gücü yeter de bunu yapmaz, yahut kalkıp meclis­ten ayrılabilirken meclisi terk etmezse üzerine günah lâzım gelir. Dili ile gıybeti susturmaya çalışır da, kalbi gıybetten hoşlanır ve isterse yine gü-nahdan kurtulamaz; ve bu nifak sayılır.

Bir kasaba veya şehir halkını, şahıs belirtmeksizin ayıplamak gıybet değildir. Gıybette asıl olan başkasına zarar vermek ve onun kötü durumu­na sevinip de, ondan hoşlanmaktır. Esef duyarak söylenen gıybet olmaz.

Açık olarak haram İşleyen ve bunda beis görmeyen fasıkların gıybeti de gıybet değildir. Peygamber (Sallallahü Aleyhi v# Sellem) şöyle buyur­muştur :

«Kim yüzünden haya Örtüsünü kaldırırsa, onun gıybeti yoktur.»

Yİne şöyle buyurmuştur:

«Facir (günahkâr) kimseyi, onda olan hallerle an ki, insanlar ondan sakınmış olsunlar. Günahı gizli olanın aybım açıklamayın; bu gıybet olur.»

Tanıtmak için söylenenler de gıybet sayılmaz.

Gıybet günahından kurtulmak için, pişman olmak ve tevbe etmek, Allah dan mağfiret dilemek gerekir. Gıybet edilen adamla karşılaşma müm­kün İse, onunla helâllaşılır. Ölüm ve uzak düşme gibi sebeplerle helâlla-şılamayanların vereseleri ile helâllaşmak gerekmez,- Allah'dan mağfiret dilenilir.

(Keşşaf-Ü Istıiahati'l-Funûn, C II, s. 1090-1091)

Şeyh Alâeddin Abidîn gıybet hakkında şu bilgiyi vermek­tedir :

İster ölü olsun, ister hayatta bulunsun bîr Müslümanı veya bir Zimmî'yi gıybet haramdır.

Gıybet; bunlardan birini, kendisinde olan bir hasletle — hoşuna gitme­yecek şekilde— arkasında ayıplamaktır. Eğer arkasında söylenenler, onda yoksa, buna bühtan denir ki, bu daha büyük bir günahtır.

Gıybet dil İle olduğu gibi, göz kırpmakla, el işareti ile, yazı yazmakla, hareket etmek suretiyle, tarizle de olur. Böylece muayyen bir şahsı ayıp­lama kasdı anlaşılan hareketlerin hepsi gıybet sayılır. Bir kimsenin yürüyüş ve konuşma taklitlerini yapmak ve onu ayıplar şekilde hikâye etmek yine gıybete girer.

Gıybet bazan da küfür olur: Gıybet etmekte olan bir adama, gıybet etme denir de, o : Bu gıybet değildir; çünkü ben doğru söylüyorum, ceva­bında bulunması gibi...

Gıybet bazan nifak olur: İsmini vermediği bir kimseyi, onu tanıyan yanında gıybet edip, kendini iyi durumda görmek gibi...

Gıybet bazan günah (masıyet) olur : Günah olduğunu bildiği halde muayyen bir şahsı gıybet etmek gibi...

Gıybet bazan mubah olur: Fışkı zahir olanı veya bid'at sahibini gıy­bet etmek gibi...

Bir fasıkın kötülüğünden insanları korumak ve sakındırmak İçin onu gıybet etmenin sevabı vardır. Çünkü bu, fenalıktan alıkomadır; günahı yok­tur. Bir de, bir köy halkını, muayyen bir kimseyi kasdetmeyerek ayıplamak gıybet değildir. Çünkü bu sözle murad edilen bütün insanlar değil, bir kısım şahıslardır. Bunlar ise bilinmiyor,- bilinmeyenin gıybeti mubahtır.

Nikâh, ortaklık, yolculuk ve idarecilik gibi işler için yapılan danışma­larda ve meşverelerdeki aleyhte sözler gıybet olmaz. Bu gibi hallerde öğüt kabilinden bilinen gerçekler söylenir ve ikazlarda bulunulur. Tanıtma im­kânı bulunamayan kimseleri, lâkablanyle söyleyip tanıtmak yine caizdir.

Gıybet etmek bazan da vacip olur: Hadîs-i şerîf uydurmacılarını, bo­zuk itikatlı ve maksatlı yazarları tanıtmak, hilekâr ve aldatıcı satıcılardan sakındırmak için gıybet edilmesi gibi...

Bir kimsenin ettiği gıybet, gıybet edilene ulaşmamış olursa, o kimseye pişman olmak, tevbe ve istiğfar etmek kâfi gelir. Eğer ulaşmış olursa, ondan üstelik afv ve helâllik dilemek icab eder. Gıybet olarak söylenen sözü açık­lamak eğer fitneye sebep olacaksa, bu açıklanmaz. Ancak Allah'a istiğfar edilir, dua edilir ve yapılan hareketten pişmanlık duyulur. Nitekim gıybet edilenin ölmesiyle vereseden helâllik almak gerekmez; tevbe, istiğfar ve nedamet icab eder.

Gıybeti dinleyen kimse, gıybet günahından kurtulmaz; ancak dili ile engelleyen, kabullenmeyen ve eğer karşı taraftan korkuyorsa, kalbi ile rıza göstermeyen bu günaha iştirak etmiş sayılmaz.

Bir de gıybet meclisinden kalkıp gitmeyen veya sözü kesip başka mev-zuya geçmek kudretinde olduğu halde bunu yapmayan kimse de gıybet günahı almış olur. Hadîs-i şerifte varid olmuştur ki :

«Dinleyici, gıybet edenlerden biridir.»

Ve yine :

«Kim kardeşinin gıyabında onun ıramı (şeref ve namusunu) korursa, Allah üzerine o kimseyi ateşten korumak hak olur.»

Diye varid olmuştur. (El-Hediyyetü'l-Alâiyye : s. 256-258, 1963 bsk.)

Gıybet etmek ve arkadan çekiştirmek, manevî havayı bozan, fitne ve fesad doğuran bir hal olup, cemiyetin huzur ve rahatını bozduğundan pis kokulu rüzgâra benzetilmiştir. Nahoş rayihalar da insanlara rahatsızlık ve sıkıntı verir, huzuru kaçırır. Onun için maddî ve manevî rahatsızlıkları do­ğuran işlerden kaçınmak, huzur ve selâmete yardımcı olmak, kullar üzerine yüklenmiş bir vazifedir. Bu vazifeleri yerine getirenler kurtulur, getirmeyen­ler de azabı çekerler.

(Bu hadîs-i şerif Kütüb-i Sitte'de yoktur. Bunu İmam Ahmed tahriç et­miştir. Fadtu'llah : C. M, s. 194-196).[186]

 

733— Cabir'den rivayet edildiğine göre demiştir ki, Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellemjin zamanında pis kokulu bir rüzgâr esti. Bu­nun üzerine Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Selle m)  şöyle buyurdu:

«— Münafıklardan bir kısım insanlar, müslümanlardan bir kısım in­sanları gıybet ettiler de, bu rüzgâr onun için gönderildi.»[187]

 

Bundan önceki hadîs-i şerife bakılsın. Bunu da İmam Ahmed ve Ebû Avane tahriç etmiştir. Fadlu'Hah : C II, s. 197.[188]

 

734— (170-s.) Ibnü Ommi Abd'in (Abdullah b. Mesud) şöyle dediği işitilmiştir:

«— Kimin yanında bir mümin gıybet edilir de ona yardım ederse, (gıybeti kaldırırsa), Allah o kimseye dünyada ve âhirette hayır mükâfatı verir. Kimin de yanında bir mümin gıybet edilir de, ona (gıybet edilene) yardım etmezse, bu hareketinden dolayı Allah o kimseye dünya ve âhiret­te kötülük cezası verir. Hiç kimse, bir mümini gıybet etmekten daha fe­na bir lokma yutmuş olamaz. Eğer müminin arkasmda bildiği bir gerçeği söylerse, o mümini gıybet etmiş olur. Eğer bilmiyerekten söylerse, mü­mine bühtan (iftira) etmiş olur.»[189]

 

732 sayılı hadîs-i serîf açıklamasına müracaat edilsin.[190]

 

(306) Gıybet Ve Allah Teâla'nın: -Bir Kısmınız, Bir Kısmınızı Gıybet Etmesin» Sözü

 

735— Cabir ibni Abdullah'dan rivayet edildiğine göre demiştir ki, Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Selİemfle beraberdik. Sonra sahipleri azap edilmekte olan iki kabir (mezar) başına gelip şöyle dedi:

«— Bunlar büyük ve meşakkatli bir işten dolayı azap edilmiyorlar. Bunlardan biri, (hayatında) insanları gıybet ederdi. Diğerine gelince, id­rardan sakınmazdı (sızıntı ve sıçrantılarından korunmazdı).»

Sonra Peygamber bir veya iki yaş çubuk istedi de, onları kırdı. Sonra emretti de, bunların her biri bir kabir üzerine dikildi. Bunun üzerine Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellemi şöyle buyurdu:

«— Bu iki çubuk yaş bulundukları müddet, yahut kurumadıkları müddet azabları hafifler.»[191]

 

Kabir hali, âh i ret ahvalinin bîr başlangıcıdır, öldükten sonra kabirde kâfirlerin ve mü'minlerden bazı günahkârların azap çekmesi haktır ve bun­lar vuku bulacaklardır. İslâm inancı budur. Ancak kabirde olan halleri bil­mek, kimlerin selâmette ve kimlerin azap içinde bulunduğuna muttali ol­mak, nişlerimizle idrak edilecek şeyler değildir. Allah Teâlâ'nın brldirme-siyle ve ilhamiyle bunlar bilinebilir. Özellikle peygamberlere, âhirete mü­teallik Cennet, Cehennem ve kabir ahvalinden haber verilmiş ve çeşitli sah­neler onlara gösterilmiştir. Peygamberlerin verdiği haberler gerçeği ifade ettiklerinden bu hadîs-i şeriften şu hükümler çıkmaktadır:

1— Allah'ın, dilediği  kimselere bİldİrmesiyle  kabir ahvaline muttali olmak haktır.

2— Kabir azabı, mü'minlerden bîr kısımları için vardır.

3— Gıybet ve taharetsizlik, kabir azabı sebeplerindendir.

4— Peygamberin ölülere şefaati haktır.

Kabir hayatı, âhiretin başlangıcıdır. Orada Allah'ın haklarından önce namaz muhakemesi kurulur. Namazın sıhhati ise, taharete bağlıdır. Taharet ibadetin başı ve esasıdır. Bu olmayınca namaz sahih olmaz. Onun için ne­casetten ve idrardan tamamen temizlenmek icab eder ki, namaz sahih ol­sun. Hele idrar sonunda hemen abdeste geçmek çok yanlıştır. Böyle hemen abdest almak, abdestsiz olarak namaz kılmaya götürür,- çünkü sıkıntı he­men kesilmez. Bir müddet beklemek, gezinmek ve hareket etmek icab eder. Herkesin durumuna göre bu vokit uzayıp kısalabiür. Kesin olarak sızıntı kesildikten sonra abdest alınırsa bu sahih olur. Yoksa kılınan namazlar ab­destsiz kılınmış olacağından, ibadetler makbul olmaz. Yani namaz kılınma­mış sayılır ve bundan da kabir azabı çekilir. Zira Allah'ın haklarından en büyüğü olan namaz ibadeti yerine getirilmemiştir.

Kul haklarından ifk muhakemesi görülen kan davalarıdır. Kan dök­meye sebep olan hallerin başında gıybet ve koğuculuk gelir. İnsanlar ara­sında çıkarılan fesad, bu feci akıbete götürür. İşte bunlara sebep teşkil eden gıybet günahından dolayı da kabirde azap çekilir.

Kabristanlarda ağaç ve çiçek yetiştirmek müstahab ise de, dal ve çubuk bırakmanın bir manası yoktur. Hz. Peygamberin İki mezar üzerine birer dal parçası diktirmesi, kendine ait bir özellik taşır ki, bu da azabın bir müddet hafiflemesiyle kayıtlıdır. Dalların kuruması anına kadar o ölülerden azap kalkmakla şefaat gerçekleşmiştir. Ümmetin böyle hareket etmesi ge­rekmez. Yani mezarlar üzerine dal parçaları dikmek icab etmez.[192]

 

736— (171-s.) Rivayet edildiğine göre, Amr ibnu'1-Âs, arkadaşların­dan bir toplulukla beraberdi de, Ölmüş bir katıra tesadüf etti. Bu hay­van şişmişti (çürümüştü). Bunun üzerine Amr şöyle dedi:

«— Allah'a yemin ederim! Sizden birinizin, karnını doyuruncaya ka­dar bundan yemesi, bir müslümanın etini yemesinden (gıybet etmesin­den) daha hayırlıdır.»[193]

 

Olü hayvan eti yemek, haramdır. Hele kokmuş olursa daha çirkindir. Bunun zararı yiyene aittir. Yiyeni maddeten ve manen zehirler ve yalnız kendini helak eder. Gıybet İse, başkalarına zarar veren ve cemiyeti altüst eden çok zararlı bir günahtır. Kan dökmelere kadar götüren ve cemiyetin huzurunu bozmaya sebep olan çok zararlı bir şeydir. Onun için A m r I b n u ' I - A s 'm teşbihi yerinde bir ifadedir.

Gıybet İçin 732 sayılı hadîs-i şerif açıklamasına müracaat edilsin. (Bu haber için başka bir kaynak bulunamamıştır.).[194]

 

(307) Ölüyü Gıybet Etmek

 

737— Ebü Hüreyre'den rivayet edildiğine göre demiştir ki, Mâiz ibni Malik El-Eslemî (işlediği zina günahını ikrar ederek) dördüncü defa gelince, Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) onu recmetmişti, (ona taşla Öldürülme cezasını uygulamıştı). Sonra Resûlüllah (Sallallahü AItyhi ve Sellem) beraberinde ashabdan bir toplulukla ona (kabrine) uğradı. Bun­lardan bir adam şöyle dedi:

«— Şu   ahmak   (adam),   defalarca   Peygamber   (Sallallahü Aleyhi v Seltemfe geldi. Peygamber her gelişini reddediyordu. Nihayet kelb öldü­rüldüğü gibi öldürüldü.» Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) bunların sözüne karşı sükût etti. Nihayet bir eşek İaşesine tesadüf etti ki, (İaşe­nin şişmesinden) ayağı yukarı kalkmıştı. Peygamber şöyle buyurdu:

«— Bundan yiyin!» Onlar dediler ki, himar İaşesinden? Ey Allah'ın Resulü! Hz. Peygamber buyurdu:

— Az önce kardeşinize hakaretten kazandığınız (günah) daha çok­tur. Muhammed'kı nefsi kudret elinde olana yemin ederim ki, o (Mâiz), Cennet nehirlerinden foir nehir e dalıp duruyor.»[195]

 

Rivayet edildiğine göre Mâiz İ b n i Malik, bir cariye ile zina etmiş ve bundan pişmanlık duymuştu. Dünyada cezasını çekmek ve Allah'ın mağfiretini dilemek üzere Peygamber (Sol'aUakü Aleyhi ve Sellem)"m huzu­runa varıp günahını itiraf ettikten sonra : Ey Allah'ın Resulü! Allah'ın hük­mü ne ise ,onu bana uygula, demişti ve Peygamber onu geri çevirmişti. Nihayet dördüncü defa gelip itirafını tekrarlayınca onun recmedilmesİne hüküm vererek öldürülmüştü. Cenaze namazının kılınıp kılınmadığı üzerin­de ihtilâf varsa da, kılınmış olduğu rivayeti daha kuvvetlidir.

Bu ve bundan başka recim olaylarının Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Seltem) tarafından bizzat uygulanması, zina cezasını tespit etmektedir. Evli dlanlar hakkında uygulanan zina suçu böylece idamı gerektirmektedir. An­cak suçun ya müteaddit zamanlarda müteaddit ikrarlarla veya dört erkek şahidin bizzat hâdiseyi aynı zamanda ve aynı halde görerek şahitlik etme­leriyle sabit görülmesi şarttır. Bu husustaki geniş manada tafsilât fıkıh ki­taplarında mevcuttur. Bekârlar hakkında sabit olan zina suçunun cezası da yüz kırbaçtır.

Hadîs-i şeriften anlıyoruz ki, ne kadar ağır suç işlemiş olursa olsun, bir mü'minin öldükten sonro da gıybetini yapmak helâl olmaz. Bunun için mü'minler, Ölmüş bulunan din kardeşleri aleyhinde kötü söylemez ve on­lara hakarette bulunmazlar. Hususiyle Mâiz gibi tevbe edenler aleyhin­de söz söylemenin büyük vebali vardır. Mâ iz'in tevbesi hakkında Pey­gamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)   şöyle buyurmuştur:

«Öyle bir tevbe etmiştir M, eğer ümmetimden bir taife böyle tevbe etse, ümmetime yeterdi.»

Ayrıca M â i z 'in Cennetlik olduğuna dair hadîs-i şerîf de rivayet edil­miştir. Çünkü gerçek bir tevbe etmiş ve cezasını dünyada çekmişti.[196]

 

(308) Babası Yanındaki Çocuğun Başını Okşayan Ve Ona Bereketle Dua Eden

 

738— Ubâde demiştir ki, babam Velîd ile çıktık. Ben genç bir ço­cuktum. Bir ihtiyara rasladık; üzerinde bir hırka ve bir Meafirî (Yemen dokuması kumaş) elbise vardı. Kölesinin de üzerinde (aynen) bir hırka ve bir Meafirî vardı. Dedim ki:

  Ey Amca! Neden kölene bu Meafirî'yi verip de, ondan hırkayı al­mıyorsun da, sen de (aynı cinsten) iki hırkaya sahip olmuyorsun, kölenin üzerinde de (iki) Meafîr olmuyor? Adam babama dönüp şöyle dedi:

  Bu, oğlun mu? Babam :

  Evet, dedi. Ubade dedi ki, adam sonra başımı okşadı ve:

  Allah sana beröket versin. Peygamber(Sallallahü Aleyhi ve SelUm) 'in şöyle buyurduğunu işittiğime şahitlik ederim:

«— Onlara (hizmetçi ve kölelere), yediğinizden yedirin ve giydiği­nizden giydiriniz.»

Ey kardeşimin oğlu! Dünya malının gitmesi, âhiret sevabından azal­masından bana daha sevgilidir. Dedim ki:

  Babacığım! Bu adam kimdir? Babam:

  Ebû'l-Yeser, Kâb ibni Amr'dır, dedi.[197]

 

Bu hadîs-i şerif iki konuya temas etmektedir :

1— Olgun kimselere yaraşan; küçükleri okşayıp onlara güze!  öğüt vermek ve onlara hayırla, bereketle dua etmektir.

2— Köle ve hizmetçilere hakaretle bakmayıp onlara sahip bulunan­ların yeme ve giymede adaleti gözetmeleri, üzerlerine düşen bir haktır. Hiz­metçiye efendisi yediğinden yedirir, giyindiği cins kumaştan giydirir. Hİç bir düzende olmayan bu adalet İslâm'da vardır.    Bunu uygulamayanlar muhakkak ki, dünya ve âhirette cezasını çekeceklerdir. Birinci cild 187 sa­yılı hadîs-i şerife ve açıklanmasına bakılsın.[198]

 

(309) Müslümanların Birbirlerine Sevgi Ve Bağlılığı

 

739— (172-s.) Bukayye, Muhammed ibni Ziyad'dan rivayet ettiğine göre, Muhammed şöyle demiştir:

«— Selefe, (ashab devrine) yetiştim. Onlar kendi aileleriyle bir evde imiş gibiydiler. Çok defa onlardan birinin evine müsafir konuklardı; ve onlardan birinin tenceresi de ateş üzerinde bulunurdu. Müsafir sahibi, komşusunun bu tenceresini müsafiri için alırdı. (Bundan haberi olmıyan) tencere sahibi, tenceresini arardı da derdi ki, tencereyi kim aldı? Müsafir sahibi (komşu): Onu biz misafirimiz için aldık, derdi. Tencere sahibi de: Allah   onun bereketini size versin,  (yahut buna benzer söz)  söylerdi.

Bukayye demiştir ki, Muhammed şöyle dedi : Ekmek pişirdikleri za­man da böyle yaparlardı; aralarında kamıştan örülmüş engelden başka duvar yoktu.

Bukayye demiştir ki, ben buna yetiştim: Muhammed ibni Zİyad'a ve arkadaşlarına...[199]

 

Gerçekten bu haberde rivayet edildiği gibi, ashabı kiram aralarındaki yakın sevgi ve bağlılığın bereketiyle bir aile ferdleri gibi yaşıyor, hatta bundan daha ileriye vararak din kardeşlerini kendilerine, öz çocuklarına tercih ediyorlardı. Mallarının yarısını muhtaç kardeşlerine vermişler, kendi­leri yemeyip misafirlerine ikram etmişler, kardeşlerini kurtarmak için Allah yolunda can vermişlerdi. Bunlara dair geniş ve uzun hâdiseler tarih ve siyer kitaplarında mevcuttur. Burada birkaç örneğini, merhum müfessir Muhammed   Hamdi   Yazır'dan kısaca dinleyelim :

«Peygamber   (Sallallahü Aleyhi ve Sellenu'e bir adam geldi ve :

  Ey Allah'ın Resulü, açlıktan dermansız kaldım, dedi.

Hz. Peygamber saadethanelerine haber gönderdi; fakat onların yanla­rında, bu aç'a verilebilecek bir şey bulunmadı. Bunun üzerine Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)

Bu adamı bu gece misafir edip, kamını doyuracak yok mudur ki, Allah ona rahmet buyursun.» dedi.

Hemen   Ebû   Ta Iha   kalkıp:

  Ben, ya Resûlallah diye cevap verdi. Derhal o adamı evine götürdü. Zevcesine de, Allah'ın Peygamberinin müsafirine ikram et, diye tenbİh etti. Zevcesi :

— Vallahi, çocuğuma verecek yemekten başka yanımda bir şey yoktur, dedi. Kocası dedi ki :

  O halde çocuk akşam yemeği istediği vakit, onu uyut ve lâmbayı da söndürüver. Peygamber in müsafiri için, biz bu geceyi ac geçiştirivere-lim. Nihayet böyle yaptılar ve kardeşlerini nefisleri üzerine tercih ettikle­rinden Allah Tealâ onlardan hoşnud olmuş ve haklarında şu âyet-i kerîme nazil olmuştur:

«Kendilerinde ihtiyaç olsa bile, (mümin.kardeşlerini) nefisleri üze­rine tercih ederler.» (Haşr sûresi, âyet: 9)

Yine ashabdan birine bir koyun başı hediye edildi. O da : Falan kimse bizden daha muhtaçtır, deyip ona gönderildi. O diğer birine, o da başka birine göndererek tam yedi ev dolaştı. Nihayet koyun başı evvelkine döndü. İşte bir rivayete göre de, yukarda ki âyet-i kerîme bu hâdise üzerine nazil olmuştur.

Yermûlc savaşında, şehidler içinde son nefesine gelmiş olan yaralıların, kendilerine verilen bir yudum suyu bjje içmeyİp, yanında İnleyen arkada­şına/ o arkadaş da diğer bir arkadaşa göndermek suretiyle din kardeşlerini nefisleri üzerine seçtikleri tarihte geçen vakıadır.» (Kuran Dili Hak Dİnİ : C. IV, s. 4843, 4844, 1. bsk.)

(Bu haber için başka bir kaynak bulunamamıştır.)[200]

 

(310) Müsafire İkram Etmek Ve Bizzat Ona İnsanın Hizmet Etmesi

 

740— Ebû Hüreyre'den rivayet edilmiştir :

  Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'* bir adam geldi,  (açlığın­dan şikâyet ediyordu).Peygamber hanımlarına haber gönderdi. Onlar dediler ki, bizde sudan başka (verilecek) bir şey yoktur. Bunun üzerine Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem):

«— Bu adamı kim alıkoyacak, yahut müsafir edecek?» buyurdu. Ensar'dan bir adam:

  Ben, dedi. Hemen onu evine götürüp hanımına dedi ki, Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'in müsaf irine ikram et. Hanım şöyle dedi:

  Çocuklar için olan azıktan başka yiyecek bir şeyimiz yoktur. Efendisi hanımına:

  (Mevcut) yemeğini hazırla, lâmbanı yak ve çocukların akşam ye­meği istedikleri zaman onları uyut, dedi.

Hanım yemeğini hazırladı, lâmbasını yaktı ve çocuklarını uyuttu. Sonra kadıncağız kalkıp lâmbasını düzeltir gibi yaparak onu söndürdü; ve karı-koca her ikisi, müsafire, yiyorlarmış gibi kendilerini göstermiye başladılar. Böylece her ikisi geceyi aç geçirdiler. Sabah olunca, konuk sa­hibi adam, Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)''e gitti. Peygamber şöyle buyurdu :

«— Sizin (hanımla senin) işinizden Allah memnun oldu, (yahut hoş­nut oldu) ve Allah şu âyeti indirdi:

"Kendilerinde ihtiyaç olsa bile, (kardeşlerini) nefisleri üzerine tercih ederler. Kim de nefsinin hırsından korunursa, işte bunlar (azabdan) kur­tulanlardır."-  (Haşr sûresi, âyet: 9)[201]

 

Açlığından Hz. Peygambere şikâyet edenin Ebû Hüreyre olduğu, hadîs âlimleri tarafından açıklanmaktadır. Zaten hâdiseyi anlatan da Ebû Hüreyre'dir. Gerçeği, kendi İsmini gizleyerek olduğu gibi ifade etmiş oluyor.

739 sayılı hadîsin açıklamasına bakılsın.[202]

 

(311) Müsafire Bahşişte Bulunmak

 

741— Ebû Şurayh El-Advî'den rivayet edildiğine göre, şöyle demiş­tir: Peygamber (Saltollahü Aleyhi ve Sellem) konuşup da şöyle dediği zaman kulaklarımla işittim ve gözlerimle gördüm:

«Kim Allah'a ve ahiret gününe iman ediyorsa, komşusuna ikram et­tin. Kim Allah'a ve âhiret gününe iman ediyorsa, müsafirine bahşişini vercin.* (Ashabdan biri) dedi ki:

— Onun bahşişi nedir, ey Allah'ın Resulü? Peygamber şöyle buyurdu:

«— Bir gün ve bir gecedir, (bu zaman içinde âdet üstü müsafire ik­ram edilir). Konukluk İse üç gündür, (bu zaman içinde müsafire, mev­cutlardan âdet üzere yedirilir, fazla iltifat ve ikram edilmez.) Bundan öte olan (ikram) müsafire sadakadır. Kim Allah'a ve âhiret gününe iman ediyorsa, hayırlı söz söylesin, yahut sussun.»[203]

 

Müsafire birinci gün, fazla ikram ve iltifatta bulunulur. İnsan kendi ço­luk çocuğuna yedirdiğinden daha fazla ve iyi bir şekilde müsafİrİni konuk­lar, ona güzel muamele eder. İkinci ve üçüncü günlerde farktı muamelede bulunulmaz, hazır bulunan şeyler İkram edilir ve "bir zorluğa katlanılmaz. Dç günden sonra yapılacak ikramlar sevab yerine geçen ziyadelikten ötürü bir fazilet olur ki, bir nevi sadaka sevabı kazandırır.

Müsafife ikram, durum İcabı farz-ı ayın, farz-ı kifaye ve müstahab olur. Şiddetli bir ihtiyaç içinde kıvranan kimseyi barındıracak başka kimse bulunmadığı takdirde, onu insanın barındırarak hayatını kurtarması üzerine farz olur. Bu durumda başkaları varsa, farz-ı kifaye olur. Zaruret ve şid­det hali olmadığı zaman mü safi re ikramda bulunmak müstahab olur.

Bir insan konuşacağı zaman önce düşünmeli : Eğer sözünde bir fenalık veya hoşnudsuzluk olmayacaksa, bir iyiliğe vesile olacaksa konuşmalıdır Aksi halde selâmet sükût etmektedir.[204]

 

(312) Konuklama Üç Gündür

 

742— Ebû Hüreyre'den rivayet edildiğine göre demiştir ki, Resûlüllah (Satlallahü Aleyhi ve Sellem) şöyle buyurdu:

— Konukluklama Üç gündür; bundan sonrası sadakadır.»[205]

 

Müsafir, umumî bir mana taşımaktadır. Zengİn-fakir, mümin-kâfir, bu İsim altında toplanır ve müsafir sayılırlar. Ev sahibi birinci gün, âdetinden $azla olarak müsafire ikramda bulunur, ikinci ve üçüncü günlerde hazır ola­nı yedİrîr. Bundan sonra ev sahibi üzerine bir mükellefiyet yoktur; ister İk­ram ederj ister etmez. İkram edilirse güzeldir, yapılmazsa ;bir beis yoktur. Bİr de şu mana vardır: Zenginler sadaka alamayacağı için, hane sahibini üç günden fazla meşgul etmemelidirler. Üç günü geçirirlerse, uygun olma­yan, şeyi işlemiş olurlar. Bu hal, şahıslara ve yakınlıklara, gönül rızalarına göre değişir.[206]

 

(313) Konuk Sahibine Zorluk Verecek Kadar Yanında Durulmaz

 

743— Ebû Şurayh El-Kâ'bî'den rivayet edildiğine göre, Resûlüllah (Sallalldıü Aleyhi ve Sellem) şöyle buyurdu:

«— Kim Allah'a ve âhiret gününe iman ediyorsa, hayırlı söz söyle* sin yahut sussun. Kim Allah'» ve âhiret gününe iman ediyorsa, müsafirine ikram etsin. (Ona âdetten fazla ikram olmak üzere) onun bahşişi, bir gün ve bir gecedir. Konukluk (müddeti) üç gündür. Bundan sonrası sada­kadır. Ev sahibine zorluk verinceye kadar müsafirin evde durması ona helâl olmaz.»[207]

Ev sahibini darda bırakmak ve ona eziyet vermek yoktur. Müsafİrİn anlayış göstererek ve fazla yük olmayacak şekilde hareket ederek ayrılması lâzımdır. Hane sahibinin rıza durumunu, içinde bulunduğu şartlan göz önüne alarak, mü safir onu incitmeyecek ve güçlüğe sokmayacak şekilde hareket etmelidir. Bundan önceki 741 ve 742 sayılı hadislerin açıklamasına bakılsın.[208]

 

(314) Bir Kimsenin Evi Civarına Müsafirin İnmiş Bulunması

 

744— Mikdam Ebû Kerime Es-Sami'den rivayet edildiğine göre, de­miştir ki, Peygamber (Sallaltahti Aleyhi ve Sillem)   şöyle buyurdu:

«— Müsafiri bir gece barındırmak, her müslüman üzerine düşen bir vacib haktır. Hangi müsafir, bir adamın evi civarında bulunursa, bu müsafiri konuklamak o ev sahibi üzerine borç olur. Müsafir (bu alacağını) isterse talep eder, isterse terk eder.»[209]

 

Müsafirin uğradığı bir beldede parası ile İkamet edecek yer ve yiyeceği gıda maddeleri bulamazsa veya ödeyecek para ve imkânı yoksa, böyle bir müsafirİn inmiş bulunduğu ev sahibi tarafından konuklanması, ev sahibi üzerine düşen bir borç olur. Ev sahibi borçlanınca, müsafir de alacaklı du­rumuna geçer. Müsafir bu bir gecelik konuklama alacağını dilerse ev sa­hibinden ister ve dilerse istemez. İstenen hakkı, ödemeye İmkânı olup da Ödemeyen ev sahibi günahkâr olur.[210]

 

745— Ukbe ibni Amir'den rivayet edildiğine göre, şöyle demiştir:

— Dedim ki, ey Allah'ın Resulü! Bizi sen gazaya gönderiyorsun. Biz de, bir kavme inmiş oluyoruz ki, onlar bizi konuklamıyorlar; bu hususta ne emredersin? Bunun üzerine bize şöyle buyurdu:

«— Siz bir kavme inip de, o kavim size, müsafire uygun olan şeyi emrederse kabul ediniz. Eğer (bunu)  yapmazlarsa, onlara uygun düşen müsafirlik hakkını kendilerinden alınız.[211]

 

Bu hadîs-i şerif, daha önce müsafİr hakkında geçen hadîs-i şeriflerin hükümlerini teyid etmekle beraber, bir hakkın zorla alınması manasım da taşımaktadır. Bu mana üzerinde durulunca, şu neticeye varılır: Genel kai­de olarak hiç bir mü'mİnİn, hiç bîr kardeşi malında hakkı yoktur, kardeşi­nin malı ona helâl olmaz. Buna göre müsafir zorla ev sahibinden bir şey alamaz. Fakat her kaidenin bir İstisna hali bulunur. Onun için bu umumî hükümden özel bîr istisna yapılmaktadır. Yiyecek maddeleri temin edile­meyen çöl ve dağlık arazilerde açlıktan muztar duruma düşen ve ölüm tehlikesi üzere bulunan bir müsafir zor kullanabilir. Bunun mahrumiyet ve çaresizliğini gidermek, hane sahibine borçtur. Bu borç ödenmediği takdir­de, münasip düşen şekilde bu borç alınır ve zaruret giderilir. Bunda da taşkınlık olamaz.[212]

 

(316) Adamın Bizzat Müsafire Hizmet Etmesi

 

746— Rivayet edildiğine göre, Ebû Useyd Sâ'idî, düğününde Pey­gamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellemfi davet etti. Useyd'in hanımı o gün gelin olduğu halde, onlara hizmet ediyordu. Gelin dedi ki, P.esûlüllah (SallalSahü Aleyhi ve Sellem) için nasıl bir şıra hazırladım, biliyor musu­nuz? Ona geceleyin bir çömlek içinde hurmalardan şıra yaptım.[213]

 

Bu hadîs-i şeriften şu Hükümler çıkmaktadır:

1— Evlenme ile ilgili düğün ve nikâh davetleri sünnettir ve bunlar için davet vaki olunca icabet gerekir. Ancak bu gibi davetlerin meşru âdetler çerçevesinde olması şarttır. Açıktan haram işlenen davet ve ziyafetler bu­nun dışında kalır.

2— Ev hanımı müsafirlere bizzat hizmet eder; yemek işleri ile uğraşır, ev İşlerini tanzim eder.

3— üzüm ve hurma gibi kuru meyvaların sabahleyin suya koyulup akşamleyin şıra yapılarak içilmesi, veya akşamleyin suya konarak sabah­leyin şıra olarak içilmesi mubahtır. Bunlar sertleşmoyen, yani sarhoşluk ver­meyen moyva sularıdır. İçilmelerinde bir sakınca yoktur.[214]

 

(317) Müsafirine Yemek İkram Edip De Namaza Duban Kimse

 

747— Nuaym ibni Ka'neb'den rivayet edildiğine göre şöyle demiştir:

  Ebû Zer'e gittim, fakat ona rasgelemedim. Hanımına dedim ki:

  Ebû Zer nerede? Ev işleriyle meşguldür, şimdi sana gelir; dedi. Ben onu beklemek için oturdum. Biraz sonra beraberindeki iki deve ol­duğu halde geldi. Birini diğerinin arkasına takmıştı; bu iki deveden her birinin boynunda da bir su kabı vardı.    Bunları yere indirdi.    Sonra (bana) geldi. Ben ona dedim ki:

  Ey Ebû Zer! Karşılaştığım bir adam yoktur ki, seninle karşılaş­madan bana daha sevgili olsun ve seninle karşılaşmadan da bana daha tiksindirici olsun. Ebû Zer şöyle dedi:

  Allah babana rahmet etsin, bu iki  (zıd şeyi) bir araya toplıyan nedir? Nuaym dedi ki:

  Cahiliyet zamanında bir kızcağızı diri olarak gömdüm.  Seninle karşılaştığım takdirde korkuyorum ki, sana tevbe yoktur, kurtuluş yok­tur dersin. Yine ümit etmekteyim ki, senin tevben makbuldür, sana kur­tuluş vardır, dersin. Ebü Zer sordu:

  Cahiliyet zamanında mı bu günahı işledin? Ben:

  Evet, dedim. Dedi ki:

  Allah, geçmiş  (cahiliyette)  günahları bağışlamıştır. Karışma da dedi ki, bize yemek getir. O, çekindi. Sonra ona yine emretti. Hanımı (yemek getirmekten) çekindi. Öyle ki, ikisinin de sesleri yükseldi. Adam ey...  (uzatma), dedi. Siz, Resûlüllah (Salla! tahu Aleyhi ve Sellem)'în buyur­duğunu öteye geçmezsiniz. Ben dedim ki:

  ResûlüllahfSaMlahü Aleyhi ve Sellcm) onlar hakkında ne buyurdu? Peygamber şöyle buyurdu:

— Kadın bir eğe kemiğidir. Eğer onu doğrultmak istersen, onu kı­rarsın. Eğer onu idare edersen, onda noksanlıkla beraber geçime medar olacak kıymet vardır.»

Jîonra hanım dönüp tirit yemeği getirdi ki, kumru'ya benziyordu. Ebû Zer dedi ki:

  Ye, ben seni korkutmuş olmıyayım; çünkü ben oruçluyum (yemiyeceğim).

Sonra namaza durdu, rüku'u çabuk yapmıya başladı. Sonra namaz­dan ayrıldı da yemek yedi. Ben:

— Inna Lülâh» bana yalan söylersin diye korkmamıştım, dedim.

O şöyle dedi: «Allah babana rahmet etsin, sen benimle karşılaşalı beri yalan söylemedim.» Dedim ki:

  Sen oruçlu olduğunu bana söylemedin mi? Dedi ki:

  Evet, ben bu aydan üç gün oruç tuttum da (bütün) bu ayın seva­bı bana yazıldı ve yemek bana helâl oldu, (zira hadîs-i şerifte, bir ayın üç gününü oruç tutan kimse, o ayın tamamını oruç tutmuş gibi sevab alır, Duyurulmaktadır).[215]

 

Müsafİre fazla ikram olsun diye, E b û Zer hazretleri arkadaşına ye­meğini verdikten sonra namaza durmuş ve sonradan yemeğe iştirak etmiştir. Oruçluyum sözünde de yalan söylemiş olmadığını açıklamıştır. Her ayın ilk, orta ve son günlerini, yahut onüç, ondört ve onbeşinci gönlerini oruç tut­mak ayın tamamını oruç tutmak gibidir. E b û Zer de, aydan üç gün oruç tutmuş olduğundan, İçinde bulunduğu ayı oruçlu saymıştır. Böylece hem doğru söylemiş, hem de müsafirîne fazla İkram etmiş oldu.

Hanımlarla ilgili hadîs-i şerifin açıklaması şöyle :

Hanımlar, yaratılışta bir takım kusurlara sahiptirler. Bu noksanlık ta­mamen giderilmek İstenirse, bu mümkün olmaz; boşanmayı ve ayrılmayı gerektirir. Halbuki hanımların aile ve geçim için lüzumlu ve faydalı taraf­ları vardır ki, insanlar buna muhtaçtır. O halde tabiî hallerine rıza göste­rip seviyeleri üzere onları idare etmek gerekir.

Buradaki hadîs-i şerifi E b ü Zer 'den nakleden N u a y m i b n i Ka'neb de ashab-i kiramdan şerefli ve iyiliksever bir zat idi. Cömertliği Peygamber (SaltallaîıüAleyhiv'eSeltem)'ıt) hoşuna gitmesinden ötürü onun yüzünü okşarrnştı.[216]

 

(308) İnsanın Ailesine (Çoluk - Çocuğuna) Para Harcaması

 

748— Sevban, Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve SeWem)*den rivayet et­tiğine göre, Hz. Peygamber şöyle buyurdu:

«— insanoğlunun harcadığı paranın en faziletlisi, ailesine harcadığı para, Allah yolundaki arkadaşlarına harcadığı para ve Allah yolunda (sa­vaşan) hayvanına harcadığı paradır.»

Kavilerden Ebû Kılâbe demiştir ki, (Hz. Peygamber önce) aile­ye para harcamaktan söze başladı; küçük çocukları Azîz ve Celîl olan Allah ihtiyaçtan kurtarıncaya kadar, onlara nafaka veren bir adamdan daha büyük bir mükâfat kazanan hangi adam olabilir![217]

 

lyâl, zevceye, evlâda ve yakın akrabaya şamil olan bir lâfızdır. Önce kocanın zevcesine infak etmesi, onun geçimini sağlaması özerine düşen bir borçtur. Sonra bulûğ çağına ermemiş küçük çocuklarla çalışma imkânına ve geçim vasıtasına sahip bulunmayan yakınlarının da geçimlerini sağla­mak yine bir vazifedir. Bundan sonra yakınlara harcamada bulunmak bîr fazilet ve büyük bir sevab olur. İster mükellefiyet olarak ve ister bağış ola­rak yapılacak harcamalarda Allah rızası gözetilir ve Allah'tan bir mükâfat umma niyyetinde bulunulursa, muhakkak bunların sevabı büyüktür. Allah yolunda birleşip sevişen arkadaşların birbirlerine harcamaları, Allah yo­lunda savaş için vasıta temininde ve yetiştirİlmesİndaki harcamalar hep niyyetlere göre sevaba vesile olurlar. Bunların başında da en büyük sevab aileye yapılan harcamadır; çünkü insan üzerine önce farz olan budur. An­cak harcamalar lüks ve israfa kaçmamalıdır.[218]

 

749— Ebû Mes'ud El-Bedrî'den, Peygamber {SallaÜahü Aleyhi ve S*Uem)'in şöyle buyurduğu rivayet edilmiştir:

— Kim sevabını umarak ailesine infak ederse (geçimi için harcarsa) bu harcama onun için bir sadaka olur, (yani sadaka sevabını kazanır).»[219]

 

748 sayılı hadîs-i şerîfe ve açıklamasına bakılsın.[220]

 

750— Cabir'den rivayet edildiğine göre, demiştir ki, bir adam söyledi:

  Ey Allah'ın Resulü, bende bir altın para var.

Peygamber: — Onu kendine harca.» buyurdu. Adam:

  Bende başka bir tane var, dedi. Peygamber:

«— Onu hizmetçine —yahut dedi ki, çocuğuna— harca. Adam:

  Bende başka bir tane daha var, dedi. Peygamber:

«— Onu Allah yolunda  (harcamaya) bırak, bu  (faziletçe) en düşü­ğüdür.»[221]

 

İnsanın, kendi geçimini ve nafakaları üzerine bağlı olanların geçimini karşılaması üzerine bir farzdır, bundan sıyrılma çaresi yoktur, Allah yolun­da harcama ise çok kere kifaye yolu İle farz olur; yani başka kimselerin bu farzı yerine getirmeleriyle diğerlerinden bu sorumluluk düşer. Bunun için Allah yolunda harcamanın fazileti, insanın zarurî ihtiyaçlarını karşıla­ma mükellefiyetinden sonra gelir.[222]

 

751— Ebü Hüreyre'den rivayet edildiğine göre, Peygamber (Salhllahü Aleyhi ve Seİlem) şöyle buyurdu:

«— (Harcadığın) dört (türlü) para vardır: Fakire verdiğin para, köle azad etme hususu*.da verdiğin para, Allah yolunda harcadığın para ve ailene harcadığın para. Bunların (sevapça) en faziletlisi ailene harca­dığındır.»[223]

 

748 sayılı hadîs-i şerifin açıklamasına bakılsın.[224]

 

(319) İnsan Zevcesinin Ağzına Verdiği Lokmaya Varıncaya Kadar Her Şeyden Mükafat Kazanır

 

752— Haber verildiğine göre, Peygamber (Saikülahü Aleyhi ve Sellem) Sa'd ibni Ebî Vakkas'a şöyle dedi:

«— Allah rızasını umarak harcadığın herhangi "bir nafakadan dolayı muhakkak mükâfatlandırılırsın, hatta hanımının ağzına koyduğun nafa­kadan da.»[225]

 

Bu hadîs-i şeriften anlaşılıyor ki, vacib olan amellerin sevabı niyyetle çoğalır. Çünkü zevcenin geçimini sağlamak, koca üzerine vacib olan bir vazifedir ve bunu yerine getirmekte sevab vardır. 8u vazife yerine getiri­lirken Allah rızası gözetil irse, bu n i yy et sebebiyle sevabı ziyadelesir. Bütün meşru harcamalarda mükâfat bulunduğu gibi, bir lokma yedirmeden İbaret küçük İkramların da ecri vardır. Bîr lokma için ecir takdir edildikten sonra, daha çok büyük harcamaların ne kadar mükâfat sebebi olacağını açıkla­maya lüzum yoktur.[226]

 

(320) Gecenin Üçte Biri Kalınca Dua Etmek

 

753— Ebû Hüreyre'den rivayet edildiğine göre, Resûlüllah (Saltaltahü Aleyhi ve Sellem) şöyle buyurdu:

«— Noksanlıklardan münezzeh ve yüce olan Rabbimiz (in rahmeti), her gece — gece sonunun üçte biri kalınca — aşağı (kat) göğe iner de şöyle buyurur:

— Bana dua eden yok mu, onun duasını kabul edeyim? Benden isti-yen yok mu, ona vereyim? Benden mağfiret dileyen yok mu, onu bağışlıyayım?»[227]

 

Hadîs-i şerif metninde i-Babbimiz her gece aşağı semaya iner.» buyu-ru(maktadır. Bu mânâ çeşitli surette açıklanmıştır. Allah Tealâ hazretlerinin şanına lâyık bir şekilde ve keyfiyetini bilmeye gücümüz yetmeyecek bir hal­de vukuuna inanmak selefin akİdesidir. İkinci ve muteber olan bir görüş de, Rabb'in inmesinden m ura d rahmetinin inmesidir, suretinde yapılan te­vildir. Bu her iki görüş, ehl-i sünnetin inancıdır. Bunlar dışında muteber olmayan değişik fikirler vardır.

Bu beyandan maksad, gecenin sonundan üçte birine ait olan vakit içerisinde edilecek duaların ve İbadetlerin daha faziletli ve mükemmel ol­duğunu, kabule daha şayan bulunduklarını bize bildirmektir. Bu vakit için­de ister namazdan Önce, ister namazdan sonra ve ister namaz (almaksızın olsun edilen dualar daha makbuldür. Sebebi şu

Bu vakit uykuya dalmanın ve uykudan lezzet almanın zamanıdır. Her tarafın sakın ve boş bulunduğu bir gaflet anıdır. En iyi bir istirahat halin­den, tatlı bir uykudan ayrılmak, soğuk gecelerde böyle bir ibadet İçin kalk­mak çok zor olduğundan fazileti de o derece büyüktür. Hele yorgun za­manlarda, kısa gecelerde kalkmak daha meşakkatlidir. İşte böyle anlarda Rabbİne yalvarmak, ona İbadet ve dua etmek için kalkan kimsenin ihlâsı tam ve niyyeti sağlam demektir; Rabbi katında olan nimetlere rağbeti var­dır. Bu vakıfta İnsanın dünyalık arzuları ayrılmış olur ve Rabbine tam bir ihlâsla yönelmiş bulunur. Şüphesiz böyle bir hal ile İbadette bulunanın da duası makbul olur.[228]

(321) Gıybeti Değil De, Niteliği Murad Ederek Falan Kimse Kıvırcık Saçlıdır, Siyahdır Yâhud Uzundur, Kısadır Diye İnsanın Söz Söylemesi

 

754— Ebû Rühm'den işitilmîştir; Ebû Rühm, ağaç altında Peygam­ber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'* bîat eden Resûlüllah'ın ashabından idi. Şöyle anlatıyordu:

Tebük savaşında Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) ile beraber­ce savaştım. (Ta i f'de) Ah dar dağında bir gece kalktım; Peygamber'e yaklaştım. Bizi uyku bastırdı. Kendimi ayık tutmaya başladım, devem de Peygamberin devesine yaklaşmıştı. Peygamberin ayağı üzengiye dokunur korkusundan, devenin yaklaşması beni ürpertiyordu. Bundan ötürü deve­mi geri bırakmıya koyuldum; öyle ki gecenin bir kısmında gözüm bana üstün geldi (uyudum). Böylece devem, Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'in devesini sıkıştırdı. —Peygamberin ayağı üzengideydi—. Ben ayağına çarptım da, ancak onun «Ay...» demesiyle uyandım. Ben dedim ki:

— Ey Allah'ın Resulü! Benim için (Allah'dan) mağfiret dile, (ben büyük kusur işledim). Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem):

«— Yürü!» dedi. Sonra Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) , Gifar Oğullarından savaşa katılmayıp, geri kalanlardan bana sormaya başladı. O bana sorarak şöyle dedi:

«— Kırmızı İnsanlar, uzun boylu köseler ne yaptı?»

Ebû Rühm dedi ki, onların savaştan geri kalmaları sebebini Peygam­ber'e anlattım. Peygamber sordu:

— (Hicaz'da) Şebeke'i Sedan mevkiinde davarları bulunan kıvırcık saçlı siyahlar, kısa boylular ne yaptı?» Ben, onları Gifar Oğulları kabile­sinde düşündüm, fakat onları hatırlayamadım. Nihayet hatırladım ki on­lar, Eşlem kabilesinden bir guruptur. Dedim ki, ey Allah'ın Resulü! On­lar Eşlem kabilesindendir. Peygamber şöyle buyurdu:

Onlardan biri savaştan geri kalınca, develerinden bir deveye, Al­lah yolunda (savaş için) bir kimseyi neş'eli olarak yükleyip gönderme­sinden kendini engelliyen nedir? Zira Kureyş muhacirlerinden, Ensar'dan, Gifar ve Eşlem kabilelerinden (bir özürle) benim savaşıma katıla-mayıp geri kalnnlar, benim aziz ehlimdirler.»[229]

 

Bu hadîs-i şerifi anlatan E b û R ü h m, ashabı kiramdan olup, Kinane beldesinde Gifar kabilesindendir. İsmi Gülsüm ibni Husayn olup, hem künyesi, hem de adı ile şöhret bulmuştur. Peygamber (Sallaltahii Aleyhi veŞeUem) Medine'ye hicret ettikten sonra m üs I uman oldu. Uhud savaşında bulunarak bu savaşta göğsünden yara aldı. Yaralt olarak Hz. Peygamberin huzuruna varmış ve bizzat Peygamber tarafından tedavi olmuştu. E b û R û h m hazretlerinin kabileleri içinde yüksek bir mevkii vardı. Hz. Peygam­ber de onu iki defa Medine'de istİhlâf etmiştir, (yerine bakmak üzere görev­lendirmiştir). Birinci defa görevlendirme, Ömre haccı yerine getirildiği za­man olmuştur. Hüdeybiye barışının şartlarından biri, müslümonların barış­tan bir sene sonra Kabe'yi ziyaret etmeleriydi. Bu anlaşmaya göre müslü-manlar silâhsız olarak, Hüdeybiye barışından bir sene sonra, Mekke'ye gir­diler ve Ömre tavafı yaptılar. Oç gün Mekke'de kaldıktan sonra geri dön­düler. İşte birinci istihlâf, Peygamberimizin Kabe'yi bu ziyaretleri sırasında olmuştu.

İkinci defa görevlendirme de, Mekke'nin müslümanlar tarafından fethi zamanında olmuştu.

E b 0 R ü h m Hudeybiyede ağaç altında Peygamber e biat edenler­den biridir. Bu bîata, Rıdvan Bîat'ı denir. Şöyle olmuştur :

Hac ibadetini yerine getirmek üzere Hüdeybiye mevkiine kadar giden müslümanları, müşrikler Mekke'ye sokmamak istemişlerdi. Müslümanların iş­gal gayesi ile hareket etmediklerini, sırf ibadet için hareket ettiklerini an­latmak üzere Hz. Osman, Peygamber tarafından Mekke müşriklerine elçi olarak gönderilmişti. Kureyş müşrikleri Hz. Osman'ı hapsetmişlerdi. Bu olay etrafa, Hz. Osman 'in öldürüldüğü şeklinde yayıldı. Peygamber (Sallailahü Aleyhi ve Seltem) 'e şehid edildiği haberi gelince, Kureyş'e had­lerini bildirmek üzere bütün müslümanlardan İslâmiyet uğruna canlarını fe­da edeceklerine dair söz almak istemişti. Bu bîat = söz alma İşi bir ağacın altında vuku buldu. Peygamberin erkek ve kadın bütün ashabı, ölünceye ködar Peygamberle birlikte sebat etmeye karar vermişlerdi. İslâm tarihinde çok önemli olan bu bîat hâdisesine «Rıdvan-Bİatı» denir Çünkü Allah bun­dan razı olmuştur. Cenab-ı Hale bu hâdise münasebetiyle Fetih sûresinde söyle buyurmuştur:

«— Müminler sana ağaç altında bîat ettikleri zaman, Allah onlardan razı olmuştu. Böylece kalblerinde olan sadakati bildi de, üzerlerine ma­nevî huzuru indirdi. Kendilerine de yakın bir zafer (Hayber'in fethini) verdi.» (Fetih Sûresi, âyet: 18)

Daha sonra Hz. Osman 'in öldürülmediği anlaşıldı ve Hudeybiye barışı yapıldı. İşte Ebû Rühm bu mutlu günde bulunmuş ve Allah'ın hoşnutluğunu kazananlardan biri olmuştu. Allah hepsinden razı olsun.

Hadîs-i şerifin mevzu ile ilgisi : Hicretin dokuzuncu yılında Bizans'ın Arabistan'ı İstilâya hazırlandığı haberleri etrafa yayıldı. Bizans'ın bu ha­zırlıklarına karşı müslümanlar endişeye kapılarak onlar do hazırlığa başla­dılar. Hz. Peygamber bütün kabilelere müracaat ederek ordunun takviye­sini ve yardım toplanmasını İstemişti. Hz. Osman üçyüz devesini vermiş, birçok kimseler de büyük yardımlarda bulunmuşlardı. Buna rağmen vasıtası bulunmayan, fakirliğinden savaşa katılamayan kimseler de çok olmuştu. Böyle savaştan geri kalmaya mecbur olanlar, acizliklerinden dolayı Pey-g a m berin huzurunda ağlamışlar ve üzüntülerini belirtmişlerdi. Bunlar ara­sında Eşlem ye Ğifar kabilelerinden epeyce zevat bulunuyordu. İşte Hz. Peygamber bunların savaştan geri kalış sebeplerini Ebû Rühm'e soru­yor ve ondan bilgi alıyordu. Çünkü Ebû Rühm Ğifar kabİtesindendİ ve Eşlem kabilesi de bunlara yakındı. Bu iki kabile mensuplarını tanıtmak için onları renk ve biçimleri İle vasıflıyordu. Böyle tanıtma için yapılan vasıfla-malarin gıybet sayılmadığı bize bildirilmiş oluyor.

Toplanan kırk bin kişilik bir ordu ile Medine ile Şam arasında ve yolun orta mesafesinde bulunan Tebûk'e varıldı. Burada, Bizans'ın istilâ hareke­tinin yalan olduğu öğrenildi. Tebük'de yirmi gün kalındıktan sonra ve Rum'­lar cizyeye bağlandıktan sonra geri dönüldü. Bu sefere Tebük Seferi denir. Bu savaştan haklı bir özürle geri kalan muhacirler, En sar, Gifar ve Eşlem kabileleri topluluğunu Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) burada öv­müş ve Cenab-ı Hak da haklarında şöyle buyurmuştur;    

«— O kimselere günah yoktur ki, kendilerini bindirip savaşa'sevk edesin diye sana geldikleri zaman, kendilerine: Sizi bindirecek bir hay­van bulamıyorum, demiştin (ey Resulüm). Bu uğurda harcıyacakları bir şey bulamadıklarından dolayı kederlerinden gözleri yaş döke döke geri döndüler,-  (Tevbe Sûresi, âyet: 92)

Böylece Tebük seferine İçten gönüllü olup, imkânsızlıklarından katıla­mayanlar hem Allah tarafından, hem de Peygamber tarafından teskin edil­mişler ve ilâhî hoşnudluğa kavuşmuşlardı. (Hadîs-i şerifin son cümlesi 1 b n i H i şa m   rivayetine göre terceme edilmiştir.)[230]

 

755— Hazreti Aişe (Rûdiyaîtahiİ anha) 'dan rivayet edildiğine göre, şöyle demiştir:

— Bir adam Peygamber (SalUülahü Aleyhi ve Selkrri'in yanma girmek için izin istedi. Bunun üzerine Peygamber:

«— Kavmin ne kötü kardeşidir.» dedi. Adam içeri girince, ona Pey­gamber yumuşak davrandı. Ben Peygamber'e dedim ki, (bu kötü dediğin adama neden böyle yumuşak söz söylüyorsun) ? O şöyle buyurdu:

«— Şüphe yok ki Allah, kötü söz kaçıranı, kasden kötü söylentiye yelteneni sevmez.»[231]

 

Bİr kimsenin kötülüklerinden insanları sakındırmak ve onları uyarmak maksadı İle gıyapta söylenen sözler günah olmaz; ve bunlar gıybet sayıl­maz. İzin İsteyen, U y e y n e i b n i H ı s n adında bir münafıktı. Müslü­manlar onu dış görünüşü İle mü'min tanıyorlardı. Peygamber (SaitaiSakü Aleyhi ve Sellem) bir mucize olarak onun halini bildirdi ve nitekim daha sonra İslâm dininden çıktığını açığa vurmuş oldu. Hz. E b û B e k i r in hi­lâfeti devrinde açığa çıkan irtidatında, halifenin huzuruna getirilirken Medîne sokaklarında çocuklar onunla alay etmişlerdi.

Bu hpdîs-i şerifin benzeri 338 sayıda geçtiği gibi, 1311 sayıda da ge­lecektir.[232]

 

756— Hazreti Aişe (Radiyaliahü tmha) 'dan rivayet edildiğine göre, şöyle demiştir: «(Arafat dönüşü akşam ve yatsı namazlarının Müzde-life'de) beraber kılındığı gecede, Şevde (Radiyaliahü anha), izdihamdan sakınmak için erkenden Mina'ya gitmek hususunda Resûlüllah (SaitallahU Aleyhi ve Seltem) 'den izin istedi. —Şevde büyük yapılı, ağır yürüyüştü bir hanımdı. — Peygamber de ona: (Mina'ya gitmek üzere) izin verdi.»[233]

 

Hz. Hatice'den sonra Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Stlkmj'm İlk evlendiği hanım Şevde 'dir. Allah onlardan razı olsun. Şevde, kocası ile birlikte Habeşistan'a hicret ettiği sırada kocası vefat etmişti. Mekke'de ilk müslüman olan hanımlardan bîri idî. Tirmİzî'nİn Ibni Abbas-dan tahriç ettiğine göre, Şevde, Peygamber (SaUaÜahü Aleyhi ve Sellem) kendisini boşar diye korktuğundan. Peygamber'e :

«— Beni boşama, kıyamet günü senin zevcin olarak Allah'ın, beni diriltmesini istiyorum ve benim günümü de Aişe'ye tahsis et, (çünkü ben yaşlandım) dedi.»

Nitekim böyle oldu. Hz. Ömer'in hilâfetinin son zamanlarında ve­fat etti.

Hac farizasını yerine getirmek üzere Arafat sahasına çıkıldığı gün, gü­neş batıncaya kadar orada beklenir, orada dua ve vakfe yapılır. Güneş bat­tıktan sonra akşam namazını kılmadan Müzdelife'ye dönülür. Müzdelife, Arafat ile Mİna yolu arasında bir yerdir. Aksam namazı, yatsı namazı ile birlikte burada kılını^ ve gün ağanncaya kadar burada kalınır. Mezhepler­de ihtilâf varsa da Hanefîler'e göre gün ağarıncaya kadar burada gecele­mek vaciptir. Böyle iken yaşlılık ve izdiham gibi sebeplerle kadın ve ihti­yarların geceyi Müzdelife'de geçirmeden Mina'ya gitmeleri ve güneş doğ­duktan sonra Akabe taşlarını atmaları, hadîs-İ şerifin ifadesine uyularak caizdir.

Bu münasebetle Şevde validemizi Hz. Aişe validemiz tanıtırken özürlü duruma İşaret etmiş ve onu büyük yapılı, ağır yürüyüşlü, yaşlıca gös­termekle özrünü belirtmiştir. Bu maksatla yapmış olduğu vasıflamanın bir gıybet olmadığını bu rivayetlerinden anlamış oluyoruz. Zaten bu maksatla hadîs-i şerif bu bölümde yer almıştır. Esasen hacla ilgİH bir hadîs olduğu için, muhaddisler bunu hac bölümünde göstermişlerdir. Burada ahlâkla ilgili kısmı esas teşkil etmektedir.[234]

 

(322) Haberi Anlatmakta Beis Görmeyen Kimse

 

757— Ibni Mes'ud'dan rivayet edildiğine göre, şöyle demiştir:

— Ci'rane mevkiinde Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Seltem) Huneyn savaşında elde edilen ganimetleri böldüğünde, savaşanlar (ganimet pay­larını almak için) Peygamberin üzerine varıp sıkışıklık verdiler. Bunun üzerine Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem):

«— Allah'ın kullarından bir kulunu Allah bir kavme peygamber ola­rak gönderdi de, onlar onu yalanladılar (yaraladılar) ve berelediler. O peygamber abımdan kanı silerek şöyle diyordu: Allah'ım! Kavmimin gü­nahlarım bağışla; çünkü onlar  (gerçeği)  bilmezler. buyurdu.

Abdullah ibni Mes'ud demiştir ki, sanki görüyorum, Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)\ alnından (teri) silerek o peygamberi hikâ­ye ediyor.[235]

 

Mekke'nin fethinden sonra İslâm'ı kabul etmeyen bazı müşrikler kal­mıştı. Bunların Mekke'yi müslümanlardan geri almak için hazırlıkta bulun­dukları öğrenilince, hicretin sekizinci yılında bunların hücumuna karşı Mekko ve Taif arasında Huneyn denilen yerde müslömanlar savaşa çıktı, önce müşrikler üstün durumda göründülerse de, nihayet mağlûp edilerek onlar­dan ganimetler alındı ve Mekke'ye yakın Taif yolu üzerindeki CiVane ve Ci'irrane denilen yerde bu ganimetleri Peygamber savaşanlara bölmüştü. İşte bu esnada Hz. Peygamberin sıkışık duruma düşmesi üzerine, daha ön­ceki peygamberlerin çektikleri eziyeti ve buna karşı onların müsamahasını hikâye olarak hatırlatmış ve ashab-ı kirama da nazikâne İkazda bulunmuştu. Anlaşılıyor ki, eskiden vuku bulmuş bir hâdiseyi bir maksat için anlat­makta bir beis yoktur.[236]

 

(323) Müslumanın Ayıbını Örten Kimse

 

758— Bir cemaat Ukbe ibni Amir'e gelip dediler ki, bizim komşularımız var; şarap içiyorlar ve kötü iş yapıyorlar. Onları idareciye (zabıta âmirine) şikâyet edelim mi? Ukbe, hayır, dedi. Peygamber 'in şöyle buyurduğunu işittim:

«— Kim bir müslümandan bir ayıp görür de, onu örterse, diri diri gömülmüş (bigünah) bir km mezarından dirilten gibi (sevab almış) olur.»[237]

 

Günah İşleyen bazı kimseler vardır ki, yaptıkları işlerin zararı açığa çıkmayıp başkasına sirayet etmez. Bu gibilerin günahını araş.tınp ortaya çıkarmak ve idare makamlarına şikâyette bulunmak doğru değildir. Hem günah işleyen İnsanlara teşhir ecfilrhiş ve fenalıkların işlenmekte olduğu bildirilmiş olur, hem de günah işleyen utandırılarak cemiyet İçinde mahcup duruma düşürülmüş olur. Bu gibi kimselere özel olarak tatlı dille nasihatte bu-lunulı ". Böyle mahcup ve perişan duruma bir müslümanı düşürmeden onun günahını örtmek ve açığa vurmamak, bir ölüyü diriltmek kadar mak­bul bir iştin Ancak başkalarına ve cemiyete zararı dokunacak şekilde açığa çıkan ve insanlara zulüm getiren günahlar böyle değildir. Bunlarr önlemek­te birbirine vardımct olmak ve kötülüâü birlikte vok etmek icab eder.[238]

 

(324) Adamın: İnsanlar Helak Oldu, Demesi

 

759— Ebû Hüreyre'den rivayet edildiğine göre, Resûlüllah (SallallahU Aleyhi ve Sellem) şöyle buyurdu:

— Adamın: İnsanlar helak oldu, dediğini işittiğin zaman, (bilmiş ol ki) o, onların en ziyade helak olanıdır.»[239]

 

Bütün insanları helake düşmüş görmek, bir bakıma kendinin iyi yolda olmasıyle gururlanmak ve kibirlenmek manasını ifade eder. Diğer taraftan Allah Tealâ Hazretlerinin geniş merhametini ve merhametin şümulünü inkâr olur. Aynı zamanda Allah'ın rahmetinden ümit kesmek gibi çok tehlikeli ne­tice doğurur. Bu itibarla insan önce kendi kusur ve ayıplarını görüp düzelt­meye çalışmalı, başkalarını kendinden üstün görmelidir. Maddî bakımdan ihtiyaç göstermemek, manevî bakımdan muhtaç durumda olmak selâmet yoludur.

Bir insan başta kendini Allah katında günahkâr kabul ederek ve iyi olmaya teşvik niyyetini de taşıyarak : «İnsanlar helak oldu» derse, bunda bir beis olmadığı ifade edilmektedir.[240]

 

(325) Münafık Olana Seyyid = (Efendi) Denmez

 

760— Abdullah, babası Büreyde'den rivayet ettiğine göre, şöyle de­miştir : Resûlüllah (Sallaİlahü. Aleyhi ve Sellem):

«— MUnafıka, seyyid = (efendi) demeyiniz; çünkü o, sizin efendiniz olursa, aziz ve cetil olan BaTabınm gadaplandırmış olursunuz.» buyur­du.[241]

 

Efendilik ve seyyİdlik iyi ve yüksek vasıfları kendinde toplayan kimseye mahsus isimlerdir. Münafık kimse, gerçek imandan mahrum olan büyük nok­sanlıkla nitelenendir. Münafık olana bu iyi ismi vermek, kelimeyi kullanıl­dığı yerin başkasında kullanmaktır. Münafık buna lâyık değildir. Bir kim­seye de lâyık olmadığı bîr vasıfla hitap etmek, Allah'ın rızasına uygun düş­mez. Üstelik bir münafık efendi olarak kabul edildiği takdirde, ona efendi diyenler, onun arkadaşları olurlar; çünkü onu başlarına geçirip efendi et­mişlerdir. Şayet kalbden inanarak değil de, sırf sözde bir hitab olarak söy­lenirse, o zaman yalancı olurlar; çünkü inanmadıkları ve bildikleri şeyin hilafını ifade etmişlerdir. Hangi halde düşünülürse düşünülsün, münafık oland üstünlük ifade eden sözlerle hitap etmek Allah'ın rızasına aykırıdır; onun gadabını gerektirir. Allah'ın bir kimseye gadap etmesi de onun he­lakine kâfidir.[242]

 

(326) İnsan Övüldüğü Zaman Ne Söyler

 

761— (173-s.) Adiyy ibni Ertât'dan rivayet edildiğine göre, şöyle de­miştir: Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'in ashabından olan adam Övüldüğü zaman :

— Allah'ım! Söyledikleriyle beni hesaba çekme ve bilmedikleri şey­leri (günahlarımı) bağışla.» derdi.[243]

 

Bir kimseyi yüzüne karşı övmenin ve bir kimse hakkında kesin hüküm vermenin doğru olmayacağına dair hadîs-İ şerifler birinci cildin 339-341 sayılarında geçmiş ve gerekli açıklama yapılmıştı. Ancak yalan olmamak, övülene kibir vermemek ve övülen fasık olmamak, övücü de alışkanlık ha­linde olmamak ve övüleni hayırlı işlere teşvik etmek şartlariyle medhe-pılabİlir. Bu şartlar dahilinde övülen kimse; «Allah'ım, beni temize çıkarıp övdükleri sözlerle beni hesaba çekme ve bilmedikleri günahlarımı mağfiret eti» diye dua eder. Böylece kibirden kurtulur ve hakkında edilen övgüler­den manevî bir zarar çekmez. (Bu haberi B e y h a k î îman bölümünde tah-riç etmiştir. Başka bir kaynak gösterilmemiştir. Fadlu'llah : C. II, s. 231).[244]

 

782— Ebû Kılâbe'den rivayet edildiğine göre, Ebû Abdullah, Ebû Mes'ud'a yahut Ebû Mes'ud, Ebû Abdullah'a demiştir ki: «Zu'metmek =zannetmek» sözü hakkında Peygamber-fSa/toiJa/m Aleyhi ve Sellem) 'den ne duydun. (Bu hususta Peygamber) :

«— insanın ne kötü bineğidir.» buyurdu.[245]

 

Ebû Abdullah'in Huzeyfe hazretleri olduğu söylenmekte ise de Huzeyfe 'den başkası olduğu, hakkında da görüş vardır. H u z e y -fe'nin mi Ebû Mes'ud'a, yahut EbûMes'ud'unmu Huzey­fe ye sorduğunu ravi kesinlikle ayırt edememiş ve burada tereddüt etmiş­tir. Hangisi sormuş olursa olsun, mesele «Zu'm — zan besleme» kelimesi üzerindedir. Bu kelime Arapçada «Za'm, Zu'm ve-Zi'm» telâffuzlartyla üç şekilde kullanılır ve birbirine zıd manaları vardır. Doğru ve" hak olan sözde kullanıldığı gibi, yalan ve batıl olan sözde de kullanılır*. Ekseriya gerçek olmayıp, şüphe ve zan yerinde kullanılır. Şüphe ve yalan yerinde kullanıl­dığı için «İnsanın kötü bineği» diye Peygamber (Sallaltahü Aleyhi ve Sellem) tarafından izah buyurulmuştur. Çünkü şüphe ve'tereddüt insanı yalana gö­türür. Yalpn, ise en kötü bir şeydir. İnsan gerçek olarak bilmediği bir haberi veya sözü anlatmamalı, zan' üzere hareket edip, kötü akıbetlere düşmemeli ve başkalarını da düşürmemelidir. Hadîs-i şerif rivayetlerinde ise asla kul­lanışı caiz değildir.[246]

 

763— Abdullah ibni Amir demiştir ki, ey Ebû Mes'ud! Resûlüllah (SallalUıhü Aleyhi ve Sellemfden  «Zulmettiler  =  zannettiler^   sözü hakkın­da ne buyurduklarını işittin? O, şöyle buyurduğunu işittim, dedi: «— Insanm ne kötü bineğidir.» Yine şöyle buyurduğunu işittim: «— Mü'mine lanet etmek, onu Öldürmek gibidir.[247]

 

Abdullah ibni Amir, bir rivayete göre Hz. Peygamber'in irti-hal zamanında onüç yaşında İdiyse de, doğru olan diğer rivayetlerde 2-3 yaşlarında bulunuyordu. Hz. Osman'ın dayısı oğlu olup, doğumundan sonra Peygamber (SallallahüAleyhiveSellemi'e getirildiğinde: «Bu bizim benzeri m izdir» buyurmuştu. Böylece ashab-ı kiramdan olduğu bilinmiştir. Çok cesurdu ve gayet cömert İdi. Hicretin 29. yılında Hz. Osman onu, Musa El-Eş'arî 'den sonra Basra valiliğine tayin etmiş ve orada ka­nallar açmış, nehirler akıtmıştı. Tedbir sahibi büyük bir kumandan, cesur bir binici ve siyaset adamı olmakla Irarr, Horasan, Sicistan, Kabil ve Afganistan beldelerini fethetmİşti. Ayrıca imar ve inşa işleriyle ziraat ve ağaç yetiştir­me hizmetleri de çok olmuştur. Arafat gibi kuru bîr arazide havuzlar yap­tırıp, hurmalıklar yetiştirmişti.

Basra valiliğinden ayrıldıktan sonra Medine'de ikamet etti ve 58-59 yıllarında orada vefat etti. Allah ondan razı olsun...

Rivayet ettiği buradaki hadîsin birinci kısmı «Zu'm = zan» kelimesi ila ilgüİ olup, bu hususta gerekli açıklama bir önceki hadîs-i şerîf münase­betiyle yapılmıştı. İkinci kısım, mü'mine lanet etmenin,, onu öldürmek gibi olduğu hususudur. Lanet, bir kimseyi Allah'ın rahmetinden uzak tutmak ve ona helaki reva görmektir. Bir kimseyi manen öldürmek, helak etmek çok defa onu maddeten yok etmekten daha ağır bir iştir. Bu bakımdan mü'­mine lanet etmek, onu öldürmek gibi günaha vesile olur.[248]

 

(327) İnsan Bilmediği Bir Şey İçin: Allah Bilîr O Şöyledir, Dememelidir

 

764— (174-s.) Ibni Abbas'dan rivayet edildiğine göre, şöyle demiştir: Sizden biriniz, bilmediği bir şey için, Allah o şeyin gayrini bildiği halde: Allah onu bilir, (şöyledir) demesin. Böyle yaparsa, sanki bilmediği bir şeyi, Allah'a öğretmeye kalkmış gibi olur ki, bu Allah katmda büyük bir suçtur.[249]

 

Bilhassa cehaletin yayıldığı ve manevî sorumluluğun idrak edilmediği zamanlarda insanların çoğuna bilmedikleri şeyler sorulduğu zaman, kibir­lerinden ve hafifliklerinden dolayı nefislerine mağlûp olarak «bilmiyorum» demezler. Bilmedikleri mesele hakkında : «Allah bilir, bu mesele böyledir» diyerek cevap verirler. Halbuki Allah'ın ilminde gerçek bu değildir. Böylece Allah'a yalan isnad ederler. Allah'a yalan isnad etmekten büyük suç olur mu?

İnsan şek ve şüpheden ârî olarak yakînen bildiği meseleler hakkında : «Bu iş Allah bilir şöyledir» söyleyebilir. Bunda bir mahzur yoktur.

O halde insan bilmediği bir şey için çekinmeden «bilmiyorum» demeli, onur etmemeli, kibir taslamamalıdır, manevî sorumluluktan korkmalıdır. Aksi halde insanın dinden çıkması gibi tehlikeli haller olur. Ancak kesin olarak bilinen işler hakkında «Allah bilir, böyledir» denebilir. Bunda bir sakınca yoktur.[250]

 

(328) Gök Kuşağı

 

765— (I75-s.) İbni Abbas'dan rivayet edildiğine göre, şöyle demiştin:

«— Saman yolu, gök kapılarından bir kapıdır. Gök kuşağına gelince, o Nuh Aleyhisselâmın kavminden sonra, boğulmaktan bir kurtuluş alâ­metidir.»[251]

 

Saman yolu, gökte geniş ve beyaz bir şerit halinde uzanan ve gözle ayırt edilemeyen sayısız yıldızlar kümesinden meydana gelen parlak bir yolun adıdır. Eskiden böyle bir clâmet görülünce çeşitli rivayetler ileri sü­rülür ve efsaneler uydurulurdu. Bu gibi asılsız haberleri yok etmek için İbni A b b a s hazretleri umumî bir ifade kullanarak gök kapılarından bir kapı şeklinde izahını yapmış ve böylece asılsız rivayetleri önlemiştir.

Gök kuşağı hakkında da aynı İfadeyi kullanmıştır. Gök kuşağı = Kavsi Kuzah, yağmurdan sonra gökte muhtelif renkler serisinden teşekkül eden bir çemberdir. Güneş ışınlarının havadaki su damlacıklarında kırıl­masından renk ayırımını doğuran fiziksel bir olaydır. Nuh tufanında büyük yağmur felâketi olmuş ve felâketin sona erdiğini gök kuşağı müjdelemiş bulunduğundan, boğulmadan kurtuluş alâmeti sayılmıştır. Böylece diğer asılsız rivayetlere yer verilmemiştir.[252]

 

 

(329) Saman Yolu

 

766— (176-s.) Hazreti Ali'ye Saman Yolu'ndan sorulmuş, şöyle ce­vap vermiştir: «O, göğün yoludur; akan yağmurla gök oradan açılmıştır.[253]

 

Hz. A I i 'nin tarifi ile Hz. I b n i A b b a s in tarifleri arasında lâfız bakımından fark vardır. Her ikisi de çeşitli yorumları ortadan kaldıran umumî ve fiziksel ifade kullanmışlardır. Bu alâmetleri bazı hikmet ve olay­lara yormamak gerektiğini açıklamış oluyorlar.

(Bu haber için başka bir kaynak bulunamamıştır.)[254]

 

767— (177-s.)   Ibni  A bb a s 'dan rivayet edilmiştir:

«— Gök kuşağı, yeryüzü halkı için boğulmaktan kurtuluş alâmetidir. Saman Yolu ise, göğün bir kapısıdır ki, gök oradan yarılır.»[255]

 

765, 766 ve 767 sayılı haberlere ve açıklamalarına bakılsın.[256]

 

(330) Allah'ım! Beni Rahmetinin Bulunduğu Yere Koy, Denmesini Hoş Görmiyen Kimse

 

768— (178-s.) Ebû Recâ'ya bir adam şöyle dedi: «Sana selâm ederim ve Allah'ın, seninle beni, rahmetinin bulunduğu yerde toplamasını kendisinden dilerim. Ebû Reca dedi ki:

— Buna kimsenin gücü yeter mi? O'nun rahmetinin bulunduğu yer neresidir? Adam:

  Cennet'tir, dedi. Ebû Recâ :

  İsabet edemedin, dedi. Adam:

  O halde, O'nun rahmetinin bulunduğu yer neresidir? dedi.

  Âlemlerin Rabbı'dır (diye Ebû Recâ) cevap verdi.»[257]

 

Hakİkai ve mecaz manası olmak üzere, rahmetin bulunduğu yer sözü iki manaya gelir. Rahmet Allah'ın bir sıfatı olduğundan onun zatı ite kaim bulunur. Ondan ayrı değildir. Onun İçin rahmetin gerçekten bulunduğu varlık âlemlerin Rabbı'dır.

Merhamet sıfatının eseri olarak Cennet nimetlerine kavuşulduğundan Allah'ın rahmetini Cennet'de göstermek mecaz olur. Gerçek manada Al­lah'ın rahmetinin bulunduğu yerde olmak mümkün ve caiz olamayacağı cihetle, bu manadan kaçınmak için haberdeki ifade şeklinin söylenmesi hoş görülmemiştir. Bununla beraber mecaz manasiyle kullanılmasında bir beis yoktur.

Ebû Recâ 'nın adı Imran ibni M ilhan olup, Peygamber (SallallahüAîeyhiveSellem) "m zamanına yetişmiş; fakat Hz, Peygamberi görmemiştir. Fetih senesinden sonra müslüman oldu. Kuran ilmine vakıf olup, ibadetsever bir zat İdî. 40 yıl kavmine imamlık etmiş ve 120 yaşını aşkın olarak hicretin 109. yılında vefat etmiştir..Allah ondan razı olsun...[258]

 

(331) Zamana Sövmeyiniz

 

760— Ebû Hüreyre'den rivayet edildiğine göre, Peygamber Aleyhi ve Sellem) şöyle buyurdu:

«Sizden biriniz:  Ey ziyankâr dehr, demesin; çünkü Allah dehrdir, (dehriır = zamanın sahibidir, yaratıcısıdır.)»[259]

 

Dehr, geniş zamana, uzun müddete ve zaman İçinde vukua gelen mu­sibetlere denir. Cahiliyet devrinde Araplar, kendilerine bir musibet, bir fe­lâket veya hoşa gitmeyecek ölüm gibi ağır bîr şey İsabet ettiği zaman, dehre söverler ve kötü yorumda bulunurlardı, zamanı Icınartardı. Halbuki felâketler kendi başlarına meydana gelmez, Allah'ın yaratmasiyle vücut bulurlar. Dehre ve hâdiseye sövmek, onlara sebep olana, yaratıcıya kadar gidebilecek bir mana taşıdığından Peygamber (Saltallahü Aleyhi ve Sellem) bu şekilde söz söylemekten bizi yasaklamıştır. Bir de zamanı kötü görmek, kabahati zamana İsnat etmek bir iş ve marifet değil, hali düzeltmek ve İslah çarelerini aramak vazifesini görmekle sorumlu olduğumuzu bize ha­tırlatmaktadır.[260]

770— Ebû Hüreyre'den, Peygamber (Sailaltahü Aleyhi ve Sellem)'İTL şöy­le buyurduğu rivayet edilmiştir:

«Sizden biriniz : Ey ziyankâr dehr, demesin. Allah (Aıze ve Celle) bu­yurmuştur ki, ben dehrim (onun sahibi ve yaratıcısıyım), geceyi ve gün­düzü gönderirim; dilediğim zaman ikisini de alırım. Bir de (sizden biriniz) üzüme KERM demesin; çünkü KERM, müslüman adamın ismidir.»[261]

 

Kerm kelimesi, iyilik ve fazilet manasını taşıyan KEREM sözünden alın­mış ve yaş üzüme bir isim olarak kullanılmıştır. Şarap yaş üzümden yapıl­dığı için, onu içenlere izafeten bu ismi aldığı hatıra gelmesin diye, üzümde KEREM sözünün kullanılmasını Peygamber'İmiz yasaklamışlardır. Asıl fazi­let ve kerem mü'mîndedir, onun nurlu kalbindedİr. O halde kerm ve kerim ismi mü'minin vasfıdır, mü'm inler hakkında kullanılmalıdır. Kerem lâfzın­dan türeyen kerîm isminde iman, hidayet, nur ve takva sıfatlan vardır. Bu sıfatlara da ancak mü'min hak kazanır.[262]

 

(332) İnsan, Dönüp Gittiği Zaman Kardeşine Keskin Bakışla Bakmasın

 

771— (179-s.) Mücahid'den rivayet edildiğine göre, şöyle demiştir:

«insanın, din kardeşine keskin bakışla bakması, yahut dönüp gittiği zaman gözü ile onu takip etmesi, yahut ona: Nereden geldin, nereye gi­diyorsun? diye sorması hoş olmaz,  (bu mekruhtur).[263]

 

Bir mümin kardeşi İle karşılaştığı zaman ona güler yüz gösterip gön­lünü hoş etmesi, dinimizin kendine yüklediği ahlâkî bir vazifedir. Başkasının halini araştırmamak, onda kusur aramamak yine bir ahlâk görevidir. Bu şekilde hareket etmeyip de, ona keskin bakışlarla bakmak, arkasından ne yapacağını takip etmek, nereden gelip nereye gideceğini inceleyip sormak tecessüs olur. Bu sorular ancak ihtiyaç ve zaruret hallerinde sorulur ve te­cessüs n i yy eti İle böyle hareketler yapılmaz. Bunlar hoş olmayan mekruh hallerdir.

(Bu haber için başka bîr kaynak bulunamamıştır.)[264]

 

(333) İnsanın İnsana: Yazıklar Olsun Sana... Sözü

 

772— Enes'den rivayet edildiğine göre, Peygamber (ŞattaÜahil Aleyhi vt5#/tem,Jkurbanlık bir deveyi sürmekte olan bir adam gördü de: Bin ona.» dedi. Adam:

  Bu kurbanlık devedir, dedi. Peygamber:

«Bin ona.» dedi. Adam; bu kurbanlık devedir, dedi. Peygamber: «Bin ona.» dedi. Adam yine:

  Kurbanlık devedir bu, dedi. Peygamber: «Bin ona, yatıklar olsun sana.» dedi.[265]

 

Cahiliyet devrinde muhtelif sebeplerle adak yapılan kurbanlık hayvan­lara binilmez ve sütleri sağılmazdı. Böyle bir zihniyet içinde bulunan ve ismi hadîste açıklanmayan şahıs sürmekte olduğu kurbanlık deveye binmek istememiştir. Adamın ısrarının yerinde olmadığını ve bu tutumundan vaz­geçmesinin gerekliliğini İfade yolunda «Yazıklar olsun sana» buyurülmuş-tur. Böyle hallerde bu sözü kullanmanın sakıncalı olmadığı hükmü ortaya çıkmış oluyor.[266]

 

773— (180-s.) tbni Abbâs'dan işitildiğine göre, bir adam ona sorup şöyle demişti:

  Ben ekmek ve et yedim (bunlardan dolayı abdest almam gerekir mi?) Ibni Abbas:

  Sana yazıklar olsun, pâk şeylerden dolayı abdest alınır mı? dedi.[267]

 

Et ve ekmek, pâk ve helâl olan gıdalardır. Bunları yemekle abdest bozulacağı şüphesine kapılan kimsenin haline şaşarak İbni Abbas hazretleri : Yazıklar olsun sana, böyle pâk şeylerden dolayı abdest alınır mı? buyurmuştur. Adama hem acıma, hem de haline şaşma manasını be­lirten bu ifadenin kullanılmasında bir beis görülmemiştir.

(Bu haber için başka bir kaynak bulunamamıştır.).[268]

 

774— Câbir'den rivayet edildiğine göre, şöyle demiştir: Huneyn (sa­vaşında dönüş) günü Resûlüllah (Sallaliahü Aleyhi ve Sellem) Ci'rane mev­kiinde idi. Altın külçeleri Hz. Bilâl'in kucağında idi, Peygamber de (bu ganimet mallarını askerlere) bölüyordu. Bir de Peygambere bir adam gelip:

  Adalet et, muhakkak ki sen adalet etmiyorsun, dedi. Bunun üzerine Peygamber şöyle buyurdu:

«Sana yazıklar olsun, ben adalet etmezsem, kim adalet eder?» Hz. Ömer:

  Beni bırak, ey Allah'ın Resulü, şu münafıkın boynunu vurayım, dedi. Peygamber şöyle buyurdu:

— Bu kimse kendi arkadaşlarıyla beraber (yahut kendi arkadaşları arasında) Kur'an okurlar; fakat Kur'an boğazlarından aşağı geçmez (kalb-lerine nüfuz etmez). Ok, avlanan hayvanı (kan lekesi almadan, hiç bulaş­madan) delip çıktığı gibi, bunlar dinden çıkarlar.»

Sonra ravi Süfyan anlatmıştır ki, Ebû Zübeyr, bu hadîsi ben C « b i r 'den işittim, dedi. Ben Süfyana sordum : Bu hadîsi Kurre, Amr'dan, o da Câbir'den rivayet etti mi? Süfyan dedi ki, ben bu hadîsi A m r tankından almadım; bize bunu Ebû Zübeyr, Câbir'den rivayet ederek anlattı.[269]

 

Beşeriyete gerçek ve İlâhî adaleti getiren ve onu her yönü ife uygu­layan Peygambere karsı «Sen adalet etmiyorsun, adalet et!» seklinde yer­siz bir hitap ve çirkin bir tecavüz karşısında Peygamber sabır ve sükûne­tini muhafaza edip, sadece ona :

«Sana yatıklar olsun.»

Şeklinde mukabelede bulunmuş ve öldürülmesine müsaade etmemiştir. Sadece bu ve bu zihneyete bağlı ahmakların İslâm'daki yerini tarif etmiştir. Bunlar İslâm'dan ve Kur'an'dan nasibini alamayan, onun nuru ile nurlanamayan zavallılardır. Kur'an okurlar; fakat onun manası kalblerine sınmaz ve emirlerine uymazlar. Kur'an'dan bir hisse almazlar. Onu yalnız dilleriyle okurlar, geçer giderler. Nitekim ok atılıp da hayvanı delip geçince kanla bulaşmaz, bir hisse almaz. Girer çıkar, farkında olmaz. Bunlar da ne yap­tıklarını bilmeyerek hemen dinden çıkarlar. Peygamberin adaletine inan­mamak ve onu tahkir etmek, dinden çıkmayı gerektirir. Ancak Peygamber'e bîr kasıd değil de, cehaletten ötürü bir terbiyesizlik eseri olarak bu hâdise meydana geldiğinden, Hz. Peygamber buna müsamaha göstermişler ve :

«Sona yazıklar olsun; ben adalet etmezsem, kim adalet eder.» Hitabiyle yetinmişlerdir. Zaten bu gibileri Peygamber (Sallalkthfi Aleyhi veSellem) kendilerine fitne isabet etmiş kör ve sağır cahiller diye vasıflandırmışhr.

İşte Kur'an'ın yüksek ahlâk ve ahkâmından hisse almaksızın sırf men­faat ve şöhret İçin okuyanlar, onu madde ve mevki teminine vasıta yapan­lar aynı akibete düşmüş kimselerdir. Ulvî ve mukaddes mefhumlar benim­senir ve yaşanır; hasis menfaatlere alet edilmez. Huneyn vakası hakkında fazla bilgi İçin 757 sayıtt hadîs-i şerife ve açıklamasına bakılsın.[270]

 

775— Beşîr ibni Ma'bed'den rivayet edilmiştir, (Beşîr'in önceden ismi Zahm ibni Ma'bed idi. Hicret edip Peygamber (Saltallahü Aleyhi ve Stllem)in huzuruna geldiği zaman, Peygamber ona: «ismin nedir?» diye sormuştu. O, Zahm demişti. Peygamber (SalteMâbü Aleyhi ve Sellem) :

«Hayır, sen Beşîr'sin.» buyurmuştu.) Beşîr şöyle anlattı:

Ben, Peygamber (Sattallahü A ley hi ve Seltem)'le beraber yürürken, bir de müşriklerin mezarlarına rasgeldi, şöyle buyurdu:

«Şunlar büyük hayır kaybettiler.» Bunu üç defa söylediler. Sonra müslümanlann mezarlarına uğrayıp şöyle buyurdular:

Bunlar çok büyük hayra kavuştular.» Bunu da üç defa söylediler. Sonra Peygamber (Saliaîlahü Aleyhi ve Seüem)'den bir göz atışı oldu da, mezarlıkta yürüyen bir adam gördü; adam ayakkabı giyinmişti. Peygam­ber ona:

«Ey deri (sahtiyan) ayakkabılar sahibi, (sana yazıklar olsun), ayak-kablarıni bırak.» buyurdu. Adam baktı; Peygamber (Saliaîlahü Aleyhi ve Sellemfi görünce ayakkablarım çıkardı ve onları attı.[271]

 

İmanla ölmek, âhiret saadetine kavuşmaktır, Cennet nimetleriyle ni-metlenmektir. İman etmeyip de şirk ve küfür hali üzere ölmek ise ebedî bir hüsrandır. Cehennem azabı çekmenin sebebidir. Bunun için müşrik olarak ölenler hakkında :

«Cennet gibi büyük hayrı kaybetmişler.»

Ve mü'mİnler için de :

«Büyük bir hayra kavuşmuşlardır.» Buyurulmuştur:

Mezarlıkta ayakkabılarla dolaşmanın yasaklanma sebebi hakkında şu görüşler ileri sürülmektedir:

1— Mezara hürmet olsun diye çıkartılmaları istenmiştir.

2— Ayakkabılarda pislik bulunmasından dolayı istenmiştir.

3— Yeni ve İyi cins ayakkabı ile kibirlenerek yürümekten dolayı ayak­kabıların çıkartılması istenmiştir. Çünkü adamın giydiği ayakkabılar, iyi ta­baklanmış, tüyleri giderilmiş iyi cins deriden yapılmışlardı. Hangi sebep olursa olsun, buradaki yasaklama özel bir mana taşımaktadır. Zira başka hadîslerle mezarlıkta ayakkabı ile gezmekte bir sakınca olmadığı, tabak­lanmış derilerden mamul ayakkabıların giyilebileceği beyan edilmiştir.

Hadîs-i şerifin bu bölümde getirilmesine sebep, Hz. Peygamberin adama :

«— Ey deri (sahtiyan) ayakkabılar sahibi, (sana yazıklar olsun).» şeklinde hitap etmesidir. Parantez içinde gösterilen «sana yazıklar olsun» sözü, Imam-ı B u h â rî tarafından bîr zühul eseri metne konmamıştır. An­cak Ebû Davud rivayetinde bu ifadeyi kullanmıştır. Esasen metinde bu ifade olmamış olsaydı, Buhârî tarafından bu bölüme alınmaması gerekirdi. Zİra bolüm, bu ifadeyi kullanmada bir sakınca olmadığı bölü­müdür. Aksi halde hadîsin bu bölümle ilgisi kalmamış olur.[272]

 

(334) Evler

 

778— Muhammed ibni Hilâl'den rivayet edildiğine göre, kendisi Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Seltem)'in zevcelerinin hücrelerini (evleri­ni) gördü ki, hurma dallarından yapılmış, kıl çullarla örtülmüştü. Ravi demiştir ki, ben Muhammed ibni Hilâl'a Hz. Âişe'nin evinden sordum. Kapısı Şam tarafındandı, cevabını verdi. Sordum bir kanat mıydı, yoksa iki kanat mıydı? Bir parçadan ibaret kapı idi, dedi. Sordum, (kapı) hangi şeyden yapılmıştı? Ardıç ağacından, yahut Abanos ağacındandı, dedi.[273]

 

Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Setlem)"ıft zevcelerinin ayrı ayrı evleri vardı. Bunlar birer oda mahiyetinde ikametgâhlar olduğundan bunlara «Hücre» denirdi. Bu hadîs-i şerifteki nitelemeden anlıyoruz ki, Peygamber Efendimizin scadethaneleri çok sade ve basit idî. Konfordan ve gösterişten uzak, zarurî ihtiyaca cevap verecek şekildeydi. Zaten gönderilmelerindeki hikmet, cemiyet içinde yüksek İslâm ahlâkını yaşamak, yaşatmak ve deva­mını sağlamaktı. Lüks ve konforlu hayat ise, böyle bir ahlâkın gerçekleş­mesine aykırı düşer. O zaman bütün gayretler madde uğruna olur, manevî değerler mahkûmiyetten kurtulamaz ve ulvî gayeye erişilemez. Bunun ör­neklerini bugünkü cemiyet anlayışında ve yaşayışında açık olarak görmek­teyiz. Lüks ve sefahatin sonu komünizm maddeciliğini doğurur. Madde ha­kimiyetinden kurtulmak İçin hırsı ve sefahati bırakıp manevî değerlerin ha­kimiyetine ve prensiplerine sığınmak gerekir. İslâm'da sadelik ve özlülük esastır. Her işte bunu gaye edinmelidir.

[Bu hadîs İçin başka bir kaynak bulunamamıştır.)[274]

 

777— Ebû Hüreyre'den rivayet edildiğine göre, demiştir ki, Peygam­ber (Sailallahü Aleyhi ve Selîem) şöyle buyurdu:

«insanlar elbise ve eşyayı allayıp pulladıkları gibi, inşa ettikleri ev­leri allayıp pullamndıkça (nakışlamadıkça) kıyamet kopmaz.»

Kavilerden ibrahim demiştir ki, Peygamber bu benzetmesiyle desenli elbiseleri kastetmiştir.[275]

 

Bu hadîs-i şerîfle on dört asır önce, bugünkü inşaatlara işaret edilmiş ve böylece, Peygamberin sayısız mucizelerine bir mucize daha eklenmiştir. İsraf, saltanat, tekebbür, gösteriş, kıskançlık gibi kötü huyların bir araya gelmesiyle doğan bu şekildeki İnşaat hastalığının getirdiği şey, manevî ölümdür, kıyamettir. Bu hastalık yayıldığı nispette felâket yaklaşır.

Bu bölümle ilgili hadîs-i şerifler daha önce 446-461 sayılarda geçmişti. Birbirleriyle İlgili olduklarından bir arada incelenmelerinde fayda vardır. (Ayrıca 459 sayılı hadîs-i şerife bakılsın. Buna da başka bir kaynak bulu­namamıştır.).[276]

 

(335) İnsanın: Babana Rahmet Sözü

 

778— Ebû Hüreyre'den rivayet edildiğine göre, bir adam Resûlüllah (SailailahU Aleyhi ve Selton)'e gelip :

— Ey Allah'ın Resulü! Mükâfat bakımından sadakanın hangisi daha faziletlidir? dedi. Peygamber şöyle buyurdu:

«Babana rahmet, bu sana bildirilecektir: ihtiyaçtan korkarak snğlftm ve hırslı olup, zenginlik arzusunda iken, senin sadaka vermen dir. Yoksa can boğaza gelinciye kadar geciktirme ki, şöyle dersin: Falana şu kadar, falana şu kadar (verilsin). Halbuki mal falan (verese) için gerçekleşmiş­tir, (artık bu ölüm halinde tasarruf hakkın kalmamıştır).»[277]

 

Yerinde bir soru sorulduğu zaman, soran kimseyi övme ve sorusunu beğenme karşılığında : «Babana rahmet» tâbirini Hz. Peygamber kullan­mıştır. Bu tâbir, Arapça d a «Lâ ve Ebîk» veya «Emâ ve Ebîk» lâfızlarının karşılığı olarak verilmiştir. Burada Arapça metindeki «ve»Ier, yemin ifade etmeyip yerine göre medih ve zem ifade ederler, «!â»nın da nehî manası yoktur, sözü teyid ve tespit içindir.

Mükâfatı en büyük olan sadaka için şu şartlar koşulmuştur:

1— İhtiyaçtan ve fakirlikten korku halinde sadaka vermek. Böyle bir durumda insanın sadaka vermesi zordur ve bunu başarmak da din kuvve­tine bağlıdır. Sıkıntı ve şiddet hulindeki ibadetlerin sevabı daha çok olur.

2— Vücut sıhhatte iken, ölüm döşeğine düşmeden ve hayattan ümidi kesmeden önce vermek. İnsan hasta olduğu zaman daha çok merhamete getir, öleceğim diye malını şuna buna verir. Böylece sadaka vermesi kolay­laşır. Sağlık durumu yerinde olan insan ise, mala daha çok rağbet eder, mer­hamet hisleri kısıntılı olur. Onun için sağlık halinde vermenin fazileti çoktur.

3— Bahil ve cimri iken vermek. Cimrilik halini yenerek sadaka vermek, nefsin büyük mücahedesidir. Bu mücahedeyi kazanmanın sevabı da ona göre fazilet taşır.

4— Zenginliği arzu eder bir halde iken sadaka vermek. Zenginleşmeyi arzu eden kimse, mal toplamaya ve harcamamaya gayret gösterir. Bu du­rumda olanın sadaka vermesi güçleşir ve ağır gelir. Bu tazyikten kurtulup mal vermenin de bu yönden fazileti çok olur. işte bu dört şart muvacehe­sinde hayır yollarına para ve mal harcamak, en büyük ve en faziletli ma­nevî mükâfatı, sevabı temin eder.

Yoksa nasıl olsa mal elden gidiyor düşüncesiyle can boğaza dayandığı zaman şuna buna vasi yy et bir önlem taşımaz. Bu anda zaten mal şunun bunundur. Ölüm halinde tasarruf hakkı kalmamıştır.[278]

 

(336) İnsan Dilediği Zaman Az Dilemeli Ve Dilekte Bulunduğu Kimseyi Övmemeli

 

779— (181-s.) Abdullah'dan rivayet edildiğine göre, şöyle demiştir:

«— Sizden biriniz ihtiyaç talebinde bulunduğu zaman, onu az (ve ha­fif) istesin. Muhakkak ki insan» takdir edilen ona gelir. Sizden biriniz arkadaşını överek yanına varmasın; yoksa belini kırar (onu mahveder).»[279]

 

Bu haberde iki hususa işaret edilmektedir :

Birincisi; insan herhangi bir ihtiyacını karşılamak üzere bir arkadaşına müracaat ettiği zaman, aşın hareket etmeyerek en kısa ve kolay yoldan talepte bulunmalıdır. Böyle hareket edilince, karşı taraf hem ürkütülmez, hem de müşkül bîr duruma sokulmuş olmaz. Sebebe baş vurarak gerekli müracaat yapılır. Ondan sonra mukadder ne ise, ona kavuşulur. Fazlaya kaçmak ve İsrarla hareket etmekte hududu tecavüz yar, kardeşlik bağlarını zedelemek var, vakarı terk edip zillete düşme var.

İkincisi, insan emeline ulaşmak için, bazı menfaatler elde etmek için arkadaşını överse, inanmadığı bir işi yapmış olur ki, bu sahtekârlıktır, ri­yakârlıktır, iki yüzlülük ve yalancılıktır. Bunlar haram şeylerdir. Bir de ciddî olarak doğruyu ifade suretiyle bir kimse övülür ve yüzüne karşı sena edi­lirse, ona ihanet edilmiş olur. Adam bundan kibirlenir ve kendini büyük görmeye başlar. Kibir ise, insanları helake götüren manevî bir hastalıktır, haram olan bir iştir.»

(Bu haber için başka bir kaynak bulunamamıştır.)[280]

 

780— Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'den rivayet edildiğine göre, şöyle buyurmuştur:

— Allah Tealâ bir kulun ruhunu bir yerde almak istediği zaman, O kula, o yerde bir ihtiyaç yaratır.»[281]

 

Hiç kimse ruhunu nerede teslim edeceğini bilemez. İnsanlar çeşitli mak­satlarla yer değiştirirler, yolculuğa çıkarlar, yer ve memleket değiştirirler. Bu arada ruhlarının alınması mukadder olan yerde de Ölürler. Bundan kurtulamazlar. Rızık da böyledir. İnsanın rızkı değişik yerlerden ve yön­lerden gelir. İnsan bunu ayarlayamaz; çalışır fakat, takdir olunandan baş­kasına nail olamaz. Onun için, zillete düşmeden ve vakarı bozmadan uy­gun bir şekilde talepte bulunmalıdır.[282]

 

(337) Adamın: Sana Dil Uzatan Yaşamasın, Sözü

 

781— (182 - s.) Ebû Abdülâziz haber verip şöyle anlatmıştır: «Ebû Hüreyre bizde geceledi de karşısında olan bir yıldıza bakıp şöyle dedi: Ebû Hüreyre'nin nefsi kudret elinde olana (Allah'a) yemin ederim ki dünyada, kumandanlıklara ve iş başlarına geçecek kimseler olacaktır; bunlar şu yıldıza asılı kalsalar da, bu kumandanlıklara ve bu iş başlarına geçmemiş olsalardı diye temennide bulunacaklardır. Sonra (Ebû Hüreyre) bana dönüp şöyle dedi:

  Sana dil uzatan (düşmanın) yaşamasın; bunu hepsi şarklılar için (Iraklılar için) şark yerlerinde caiz olmadı mı? Beri:

  Evet, vallahi dedim. O dedi ki:

  Allah onların akıbetini fena etsin ve hilelerini başlarına geçirsin. Ebû Hüreyre'nin nefsi kudret elinde olana  (Allah'a)  yemin ederim ki, onlar katmerîenmiş bir kalkan gibi yüzleri kızarıp hiddetlenmiş olarak sürüleceklerdir; öyle ki çiftçi bahçesine, sürü sahibi de sürüsüne kavuş­turulacaktır.»[283]

 

Ebü Hüreyre Hazretlerinden nakledilen bu haber şu gerçekleri dile getirmektedir: İlk nazarda idareci olmak, valilik ve devlet reisliği gibi büyük mevkileri işgal etmek, söz ve hüküm sahibi olmak, yaratılış icabı sevilen ve istenen şeylerdir. Makam büyüdükçe sorumluluk da o derece ar­tar. Büyük ve geniş yetkilerin maddî ve manevî kâr veya zararları yine ta­şıdıkları kıymet ölçüsüne bağlıdır. Mak ve adalet ölçülerine bağlı kalarak vazifelerini başaran İdareciler Allah katında büyük sevap kazanırlar; bunu yerine getiremeyenler de, Allah'ın emirlerine aykırı hareket ettiklerinden cezalarını görürler. Eğer idare edilenler, idareciye yardimcı olur, İdareciye hak ölçülerinde bağ I' kalırlarsa, idarecinin işi kolaylaşır ve başarıya ulaşır. Ancak idareci olanlar hak üzere bulundukları halde, idare edilenler çeşitli maksatlarla fitne ve fesad çıkararak İdarecilere engel olurlarsa, cemiyet İçinde huzur kalmaz, anarşi ve çekişmeler eksik olmaz. İşte bu gibi hallerde. idareci olanlar «Keşke şu yıldıza asıtı kalsaydık 6a idareci olmasaydık» diye temenni edecek kadar üzülürler ve izdi rap çekerler. Nitekim bu gibi durumlar, Ebû Hüreyre Hazretlerinin hayatında vuku bulmuştur. Ce-mel vak'ası, Sıffîn muharebesi ve Haricîlerin fitne ve fesadı buna örnek teşkil eder. Böyle fitne zamanlarında idareci olmanın ne kadar zor ve ağır olduğu aşikârdır.

Zaten böyle hâdiselerin cereyan ettiğini de, yaşadığı devirde Ebû Hüreyre belirtiyor ve fitne kaynağı olarak da doğuyu gösteriyor. Esa­sen o devirde meydana gelen bu korkunç hâdiseler hep doğudan veya kuzey doğu olan Irak dan çıkmıştır. Bugün yine doğuda bulunan Doğu ve Batı Pakistan'dan ibaret iki İslâm ülkesinin birbirine karşı girişmiş olduğu savaş da bunlardan biri sayılabilir.

İnsan, mümin kardeşine «Düşmanın yaşamasın» şeklinde duada bulu­nabilir. Mü'minin düşmanı kâfir olacağından, bunda bir mahzur yoktur.

Ziraatla ve hayvancılıkla uğraşanların zamanla şehirlere akın ettiğini ve edeceğini de kaydeden Ebû Hüreyre hazretleri, bunların yine eski yerlerine dönmek mecburiyetinde katacaklarını söylüyor. Harplerde en çok zarar gören yerler şehirler ve mamur yerlerdir. Böyle olağanüstü haller so­nu insanlar köylere ve kenar yerlere çekilirler, harp sırasında da şehirleri boşaltmaya mecbur bırakılırlar. Bunlara da işaret edilmektedir.

Ebû Hüreyre (Raâiyallahuanh), hicretin 57 ve 59. yılında 78 yaşında olduğu halde Medine'de vefat etmiştir.[284]

 

(338) İnsan: Allah Ve Falanca (Yaptı Şeklinde Söz) Söylemesin

 

782— (183-s.) İbni Cüreyc demiştir ki, Muğîs'den işittim; o zanne­diyordu ki, Ibni Ömer, kendisine azadlısından sormuş. Muğîs de : — Allah ve falanca (bilir) dedi. Ibni Ömer:

— Böyle söyleme, Allah ile hiç kimseyi birlik yapma; ancak Allah'-dan başka falan (bilir) söyle, dedi.[285]

 

Her şeyi yaratan ve her şeyi mahiyeti üzere eksiksiz bilen Allah Teafâ olduğundan, bir işte, insanlardan veya yaratıklardan birini ona ortakmış gibi bİrliktç göstermek tevhid inancına aykırıdır. Bu beraberlik gerçek ma­nada ifade edilmese bile edebe aykırıdır. Yüce Allah her işte yalnız bası­nadır, beraberlik ve ortaklıktan münezzehtir. Gerçekten bu işi Allah bilir, ondan sonra falanca bilir, şeklinde konuşmakta ise bir sakınca yoktur. Hem akideyi koruma, hem de edebe riayet bakımından böyle hareket etmelidir.[286]

 

(339) İnsanın: Allah Dilerse, Sen De Dilersen Sözü

 

783— Ibni Abbas'dan rivayet edildiğine göre, bir adam Peygamber (Sallalîahü Aleyhi ve Sellemfe :

— Allah dilerse, sen de dilersen (olur), dedi.

Peygamber şöyle buyurdu:

«— Allah'a eş koştum; Allah yalnız başına diler.»[287]

 

Burada do Allah'ın dilemesine hiç bir kimseyi ortak koşmamak için onun dilemesiyle beraber başkasının dilemesini ortak koşmamayı Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Selltm) bize tavsiye buyurmaktadır. Zira Allah'ın dilediği her şey, başkasının dilemesi olmaksızın meydana gelir. Bir şeyin olması için sadece «Ol» emri kâfidir. Başkasının dilemesine ihtiyaçtan be­ridir. Bunun için Allah'ın dilemesine başkasının dilemesini iştirak ettirmek şirk olur. Bu manaya ve inanca düşmemek İçin söylenen söze dikkat etme­lidir. Kul esbaba mübaşereti itibariyle böyle lâfız kullanılabİlİrse de, yine terk edilmesi evlâdır.[288]

 

(340) Şarkı Ve Eğlence

 

784— (J34-s.) Abdullah Ibni Dinar'dan rivayet edildiğine göre, şöy­le demiştir: Abdullah ibni Ömer ile çarşıya çıktım. Bir de türkü söyle­yen bir küçük cariyeye rasgeldi. Bunun üzerine şöyle dedi:

«— Gerçekten Şeytan bir kimseyi terk edecek olsa, bu kızcağızı terk «derdi.»[289]

 

Şarkı ve eğlenceler, mana ve maksad bakımından birbirinden farklı hükümlere girerler:

1— Fesada ve harama yol açan ve bunlara sebep olan her türlü eğ­lence ve şarkı haramdır. Şehevî ve müstehcen mana taşıyan, İslâm inancına uymayan türkülerle islâm ahlâk ve adabına aykırı düşen eğlenceler hep bu kabildendir.

2— Bir diiin edebî İnceliklerini belirtmek veya ahlâkî ölçüleri güzel bir şekilde dile getirerek, bunlara teşvik mahiyetinde şarkılar ve türküler söylemek mubah olur.

3— Sevinmek ve neşelenmek mubah olduğu bayram ve düğün gün­lerinde de, fenalığa vesile teşkil etmeyen türküleri ve def seslerini dinlemek yine caizdir. K â ş a n î sevinç günleri arasında, bir odamın gurbetten gelişini, bir çocuğun doğumunu, Kur'an ezberlemeyi, akîka kurbanı kes­meyi zikretmektedir.

Şarkı söylemekte olan bir kızcağız hakkında Abdullah ibni Ömer'in : «Şeytan bir kimseyi terk edecek olsaydı, bu kızcağızı terk ederdi» sözü, şarkıcının iyi bir yolda olmadığını ifade eder. Şeytan, insan­ları iyiliklerden alıkoymak için onlara musallat olur. Terk lâzım gelirse, bunu bırakması icab eder; çünkü Şeytanın dileği yerine gelmiştir. Kızca­ğızın söylemekte olduğu türkülerin mana ve maksadı, bir de hareket tarzı, ibni   Ömer'i böyle bir söz söylemeye sevketmlştir.[290]

 

785— Enes ibni Malik'den, Resûlüllah (SaUallahü A teyhi ve Settem) 'in şöyle buyurduğu işitilmiştir:

«— Ben eğlenceden beriyim, eğlence de benden bir şey değildir.»

Yani; bâtıl, benden bir şey itibar edilemez.[291]

 

Hadîs-i şerif bundan önceki haberi manaca teyid etmektedir. Eğlence hakkında bilgi için 784 sayılı haber açıklamasına bakılsın. Bu hadîs için başka bir kaynak bulunamamıştır.[292]

 

786— (185-s.) ibni Abbas'dan rivayet edildiğine göre:

«— insanların kimi de, bâtıl ve boş lâfa müşteri çıkar (buna kıymet verir).» âyet-i kerîmesini, türkü ve buna benzer şeylerle tefsir etmiştir. (Lokman Sûresi, ây«t: 6).[293]

 

Ayet-i kerimenin tamamı meâlen şöyle :

«insanların kimi de, vardır ki, (insanları) Allah yolandan bilmiyerek saptırmak ve o yolu eğlence yerine tutmak için bâtıl ve boş lâfa müşteri çıkar (buna kıymet verir), işte bu gibilere şiddetli bir azab vardır.»

Bir mana ifade etmeyen, insanları boşuna meşgul eden, bilâkis kötü­lüğe ve ahlâksızlığa sebep olan söz ve hareketler, eğlence ve türküler, daha önce işaret edildiği gibi, âyet-i kerîmenin ruhuna uygun olarak haramdır. I b n i A b b a s hazretleri de bu âyet-i kerimeyi tefsir ederken, bu hare­ketleri kasdetmiştir.

(Bu hadîsi Taberanî tahriç etmiştir. Fadlu'llah : Ş. II, s. 252, dip not.).[294]

 

787— Berâ ibni Âz i b'den rivayet edildiğine göre, demiştir ki, Resûlüllah (Saltallahü Aleyhi ve Sellem)şöy\e buyurdu: «Selâmı yayınız, selâ­met bulursunuz. Boş şey, kötüdür.» Ebû Muaviye demiştir ki, (metinde geçen) «eşer* kelimesinin manası, boş şey (eğlence) dir.[295]

 

Burada da eğlencenin genel manada iyi bir hareket olmadığı teyid edil­mektedir. 784 sayılı haberin açıklamasına bakılsın. (Bu hadîs-İ şerifi Ebû Ya Mâ  tahriç etmiştir. Fadlu'llah : C. II, s. 258, dip not.)[296]

 

788— (186 - s.) Fudale ibni Ubeyd'den rivayet edildiğine göre, ken­disi topluluklardan bir toplulukta idi. Ona, bir takım kimselerin tavla oy­nadıkları haberi ulaştı. Bunun üzerine Öfke ile kalkıp bu oyunu şiddetle yerdi ve yasakladı. Sonra şöyle dedi:

«Bu tavlanın kumarını (hasılatını) yemek için onu oynayan kimse, domuz etini yenvş ve kan ile abdest almış gibidir.»

Metinde geçen «Kûbe» kelimesinden murad tavla oyunudur.[297]

 

Tavla oyunu bir eğlencedir. Kumar şekline sokulmaksızın oynanması, doğuracağı fenalıklara veya zararsız durumlara göre hüküm taşır. Bİr men­faat karşılığında kumar için bir âlet olarak kullanılırsa haram olur. Domuz etini yemek, kan İle abdest almak haram olduğu gibi...

Bu rivayet 1267 sayıda aynen gelecektir.[298]

 

(341) İyi Hal Ve Güzel Gidişat

 

789— (187 - s.) îbni Mçs'ud'un şöyle dediği işitilmiştir:

«Siz bir zamandasınız ki, din âlimleri çok, hutbe okuyanları az (kısa hutbe okur, uzun namaz kılarlar), dilencileri az, (Allah yolunda) mal ve­renleri çoktur; bu zamanda işler nefis arzularını idare eder (onlara hakim olur). Fakat sizden sonra bir zaman gelecek ki, din bilginleri az, hutbe okuyanları çok (kısa namaz kılarlar, hutbeyi çok uzatırlar, fazla söz söy­lerler), dilencileri çok, vericileri azdır; bu zamanda nefis arzusu işleri kumanda eder. Biliniz ki, ahir zamanda, iyi hal (ye ahlâk) bir kısım iba­detten daha hayırlıdır.»[299]

 

Ashab-ı Kiramın büyüklerinden olan Abdullah İbni Mes'ud hazretleri, hem Peygamber devri olan asr-ı saadeti, hem de bundan sonra gelen ve İkinci derecede ümmetin hayırlısı olan Tabiîn devrini yaşamış, her iki devri mukayese ederek gelecek zamandaki ümmetlerin ahvaline dair bir netice çıkarmıştır. Daha doğrusu Peygamber (Salîallahü Aleyhi ve Mfem/in, istikbalde meydana gelecek ahvale dair vermiş oldukları gerçek haberlere dayanarak ve bunlardan ilham alarak söz söylemiştir. Zira bu mealde hadîs-i şerifler varid olmuştur.

En sağlam ve en sahih İmanı taşıyan ashab-ı kiram, şöhret ve gösteriş­ten uzak, ruha ve manaya, öze ve İçe; bağlı bir güçle sırf Allah ve Resu­lünün rızasını kazanmak niyyetiyle hareket ettiklerinden gerçek manada âlimleri çoktu. İlmi, menfaat için değil, Allah'ın bir emri olduğu için öğre­niyorlar ve onunla amel ediyorlardı. Fazla söz söyleyip insanlara gösteriş ve onları meşgul etme yerine, İlâhî emirleri bizzat kendilerinde uygulamakla meşguldüler. Bu bakımdan uzun söz ve hutbelere meyletmiyorlardı; daha çok kendi namaz ve ibadetlerini uzatıyor, çoğaltıyorlardı.

Dilenmenin vebalini bilerek Allah korkusundan ve iffetlerinden ötürü dilenenleri azdı; buna karşı fakirlere ve lüzumlu yerlere para ve mal har­cayanları Çoktu. Çünkü Allah yolunda para harcamamın ne derece büyük mükâfat taşıdığını gönülden inanarak biliyorlardı.

Bİr de şuur ve iradeleri hakimiyeti altında iş yaptıklarından nefis ar­zuları mahkûm durumda idi. Din emirlerine aykırı olan istekler sönüyor, akıl ve mantık ferman okuyordu; İşte bu ruhladır ki, islâm nuru kısa zaman­da büyük ve uzak ülkelere yayılmış ve o beldeler jçİn feyiz kaynağı olmuştur. Fakat bu sağlam inanç ve uygulamanın zamanla gevşeyip bozul­ması üzerine İşler tamamen aksine seyretmeye başlamış ve...I b_n | M e s ' u d Hazretlerinin buyurmuş olduğu neticeler doğmuştur; Gerçek âlimler azal­mış, söz söyleyen hatipler çoğalmış, dilenciler artmış, verenler azalmış, nefis arzuları işleri idareye koyulmuştur. Bunlardan kurtuluş, ancak ilk de­virdeki anlayış ve uygulamaya dönmekle mümkün olur.

fşte gerçeklerin taklitleştiği, özlerin kısırlaştığı devirlerde güzel hal ve ahlâk sahibi olmak, amellerin bir kısmından daha hayırlı olacağının buyurulmuş olması, amellerde riya olabileceğinden ötürüdür. Güzel ahlâk İse, yaşanan şeydir; onda riya olmaz.[300]

 

790— Cüreyrî demiştir ki, Ebu't-Tufeyl'e sordum; Peygamber (Sallaltahü Aleyhi veSellemfi gördün mü? O:

  Evet, dedi. Yeryüzünde benden başka onu görenlerden hayatta kimseyi bilmiyorum. Yine Ebu't-Tufeyl dedi ki:

  Peygamber beyazdı, tatlı yüzlü idi.

Diğer bir rivayette de Cüreyrî'nin şöyle dediği nakledilmiştir: Ben ve Ebu't-Tufeyl (Amir ibni Vasile El-Kinanî) birlikte Beytullah'ı tavaf  diyorduk. Ebû't-Tufeyl dedi ki:

  Benden başka Peygamber (Salîaiiahü Aleyhi ve Settem)'i gören kak madı. Ben: Sen de onu gördün mü? dedim. O:

  Evet, dedi. Ben:

  O nasıldı? diye sordum. Dedi ki:

  Beyazdı, tatlı yüzlü idi, her bakımdan ölçülü idi.[301]

 

Bu hadîslerle Hz. Peygamberin güzel hali ve güzel halini ifade eden görünüşü açıklanarak iyi ahlâka değer vermeye teşvik vardır. Peygamberi sevmek, onun ahlâkı ile ahlâktanmak ibadetin esasıdır. Güzel ve iyi ahlâk daima geçerlidir, Allah katında makbuldür ve sahibini selâmete erdirir.[302]

 

791— Ibnı Abbas'dan, Peygamber(Sailaiiahü Aleyhi ve Seltem)*in şöyle buyurduğu rivayet edilmiştir:

«Dürüst gidişat, güzel görünüş ve 'bütün işlerde ölçülü hareket, nü­büvvetin yirmibeş cüz'ünden bir cüzdür.»[303]

 

Hedy-i salİh : Dürüst ve dosdoğru gidişat ki, insanın güzel ahlâk ve iyi huylan demektir.

Semt-i salih : Görünüşte tatlı ve hoş bir tutumda olmaktır ki : insanın dış yapısı İle ilgili hallerdir. Her ikisi, yanı iç ve dış güzelliği insanın ahlâk yönünden olgunluğunu tamamlarlar.

Iktisad : Bir şeyi tam kararında ve ölçüsünde muhafaza edip, onu ge­rekli yerine koymaktır, işte sayılan bu vasıflar, tam bir olgunlukla peygam­berlerde bulunan halterdir. Bu vasıfların dışında daha pek çok kemal va­sıfları vardır. İnsanlardan her kim böyle güzel vasıflara sahip bulunursa, Allah ona takva elbisesini giydirmiş demektir, insanların hürmet ve ikra­mını kazanmıştır. Bir de bu hasletler, Peygamberlere mahsus olan güzel va­sıflardır, bunlara uymak ve bunları kazanmak gerekir. Bu güzel huylara insanları teşvîk vardır. Bu mealdeki bir hadîs-i şerîf 468 sayıda geçmiştir. Oraya bakılsın.

Başka bir rivayet yolu ile I b n i A b b a s 'dan nakledildiğine göre, yine Peygamber (Satlallahü Aleyhi ve Sellem)   şöyle buyurmuştur:

«Dürüst gidişat, güzel bir görünüş ve bütün işlerde ölçülü hareket, nübüvvetin yetmiş cüz'ünden bir cüzdür.»[304]

 

(342) Zamanla Gelir Sana Beklemediğin Haberler

 

792— îkrime'den rivayet edildiğine göre, demiştir ki, Hazreti ya sordum:

  Hiç Resûlvllah (Sallaltahü Aleyhi ve Sellemfm şiir okuduğunu işittin mi? Hz. Aişe şöyle buyurdu:

  Bazı zamanlarda evine girdiğinde: «Zamanla gelir suna, bekleme­diğin haberler.» derdi. (Ibni Revaha'mn beytini okurdu).[305]

 

Şiir, murad edilen manayı daha güzel ifade edip, güzelleştirdİği tak­dirde iyidir. Fakat hak ölçülerden taşarak ömür boyu insanı meşgul eden şiir, hiç bir zaman dinde makbul değildir. İşte bir gerçeği ifade eden ve Peygamber (SalUtilahü Aleyhi ve Sellem)"m hoşuna giden Ibni Ravaha'-nın şu beytini, bizzat Hz. Peygamber'in zaman zaman okuduğunu Hz. A i ş e (Radiyallahü anha)  nakletmİştir ;

Açıklar sana, bilmediğini, yakında günler; Zamcnla gelir sana, beklemediğin haberler.

Yine Abdullah ibni Revana, Peygamber (SallaHahÜ Aleyhi veSellemfin Ömre haccını kaza etmesi sırasında, Mekke'ye girdiklerinde düşmana karşı şiir okuduğu zaman, Hz.  Ömer ona :

— Ey ibni Reva ha, hem Peygamber'in yanında, hem d* Horem-i Şe­rifte şiir okunur mu? dedi. Bunun üzerine Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Selkm)  şöyle buyurdu :

«— Bırak okusun, ya Ömer! Onun söyledikleri, ok atışından daha tesirlidir.»

Bu hâdiseyi, Tirmizî ve  Nese'î  nakletmektedirler.[306]

 

793— İbni Abbas'dan rivayet edildiğine göre,  demiştir ki,   şu söz bir Peygamber sözüdür; «Zamanla gelir sana, beklemediğin haberler.»[307]

 

I b n i A b b a s Hazretleri, beytin bîr mısraını teşkil eden bu sözü Abdullah ibni R~e v a h 'â fya-değh\ Hz. Peygamber e veya daha ön­ceki peygamberlerden bir peygambere ait göstermektedir. Kime nispet edi­lirse edilsin, mana güzel oldukça bir mahzur teşkil etmez. Zaten şiire dair hadîsler, 869-871 sayılarda gelecektir. , Bundan önceki hadîs-İ şerife de bakılsın.[308]

 

(343) Hoşlanılmayan Temenni

 

794— Ebû Hüreyre'den rivayet edildiğine göre, Resülüllah (Sailaîtahü Aleyhi ve Selle m) şöyle buyurdu:

—bizden biriniz (bir şeyin elde edilmesini) temenni ettiği zaman hangi şeyi temenni ettiğine baksın; çünkü o, kendisine ne verileceğini bilemez.»[309]

 

Gelecek zamaıida bir şeyin husule gelmesini istemeğe temenni denir. 6u manaya göre, iyi ve kötü şeylerin meydana gelmesini istemek temenni olur. Ancak iyİ şeylerin meydana gelmesini istemek ve bunları arzu etmek dinen iyidir ye makbuldür. Bir kimseye haset ederek onda fena şeylerin vuku bulmasını istemek ise, haramdır, büyük günahtır. Onun için, bir kimse temennide bulunacağı zaman, neyi istediğini düşünmeli, hayır veya şer olup olmadığına bakmalıdır. Eğer temenni edeceği şeyde iyilik ve hayır varsa onu istem eti, aksi halde istememelidir. Zira insan körü körüne bir şeyi te-menin ederse, neticede kendisine iyilik veya kötülükten ne verileceğini bİl-memiş olur. Onun için temenninin hoşlanılan ve hoşlanılmayan tarafları vardır.

(Bu hadîs Kütüb-i Sitte'de yoktur.)[310]

 

(344) Üzüme -Kerm- Demeyiniz

 

795— Alkame,  babası Vail'den  rivayet  ettiğine göre,  Peygamber (Saîlalhhü Aleyhi ve Sellem) şöyle buyurmuştur:

«— Asla sizden biriniz (üzüme) kerm demesin. Siz, habele yani üzüm deyiniz.»[311]

 

Bu hususta yeterli bilgiyi özet olarak Kamus tercemesİnden alalım ;«Kerm =r^f» kâfin fethi ve rânın sükûnu ile yaş üzüme denir; ineb = manasına... Hadîste :  kerm demeyiniz; çünkü kerm = kerim müslim plan adamdır.»

Buyurulmuştur. Bilinmelidir ki, üzüme kerm söylenmesi, şırasından elde edilen şarap, iyilik ve cömertlik hasletine götürücü ve hareket ettirici oldu­ğuna mebnidir. Asılda kât" ve râ'nın fetheleriyle « r .5" = Kerem» diye isifrı verilmişti. Daha sonra hafifletilerek râ sakin kılındı (ve Kerm = öldü.)

Kaldı kİ keremi hakikî, hazreti kerim, Vehhab Celle şanuhu sıfatıdır. Sonra mü'min ve müslim sıfatıdır. Peygamber (Saltatlakii Aleyhi ve Sellem) Hazret­lerinin üzüme Kerm ismini vermekten yasaklamaları hakikate mahmul ol­mayıp belki şu hususa işarettir: Kerem maddesinden alınan isimle, bu üzüm nev'ini isimlendirmek uygun değildir. Doğrusu müslüman ve mü'min kısmı buna lâyıktır. Hele üzümden haram olan şarap elde edilmesinden ötürü ona bu güzel ismi vermek hiç de uygun değildir. Bunun için Habele ve Zere Cin gibi isimlen «kerm» yerine üzümde kullanınız.[312]

 

(345) Adamın «Sana Yazık Olsun» Sözü

 

796— Ebü Hüreyre'den rivayet edildiğine göre, Peygamber Aleyhi ve Seltem)   bir kurbanlık deve  (Harem'de kesmek üzere) sevket-mekte olan bir adama rasgeldi. Bunun üzerine (adama) :

«— Hayvana bin.» dedi. Adam:

Ey Allah'ın Resulü, bu bir kurbanlıktır, (ona nasıl binebilirim) diye cevap verdi. Yine Hazreti Peygamber:

«— Hayvana bin.» dedi. Adam:

Bu bir kurbanlıktır, dedi. Hz. Peygamber üçüncü yahut dördüncü defada :

«Sana yazıklar olsun! Deveye bin.» buyurdu.[313]

 

Hac farizasını edâ ötmek üzere giderken Haremde kurban edilmek için götürülen kurbanlık hayvana «Bedene veya Hedy» denir. Aslında Bedene, devenin erkeğine ve dişisine, bir de sığır cinsine denir. Fakat kurbanlık deve manasında kullanılışı meşhur olmuştur.

Cahiliyet devrinde müşrikler putlarına adamış oldukları kurbanlıklardan hiç bir suretle faydalanmazlardı. Hz. Peygamber kurbanlık bir deveyi sev-ketmekte olan adama : «Ona bin» diye emretmekle, kurbanlıklardan fay-dalcnı'abileceğini beyan buyurarak müşriklere muhalefet etmiştir. Ancak bu emrin mutiak olup olmadığı yolunda müctehidlerin birbirinden farklı görüşleri vardır. Yani bir kısmına göre ihtiyaç duyulsun veya duyulmasın, bu gibi hayvanlardan faydalanmak caizdir. Bir kısmına göre de ihtiyaç ve zaruret duyulduğu zaman bu caizdir. İmam Malik ve İmam A h m e d birinci görüşte, Ebû Hanife ve. Şafiî, ikinci görüştedirler. Bunlar de­lil olarak da, bizzat Hz. Peygamberin sevkettiği kurbanlık deveye kendi­lerinin binmediğini ve insanlara da ona binmeleri için emretmemiş olduğu hâdisesini gösteriyorlar. Netice olarak ihtiyaç halinde kurbanlık hayvan­lardan faydalanmakta bir sakınca yoktur.

Bu bölüm asıl itibariyle «Vehy ve Veyheke» sözü üzerine getirilmiştir. Bir kimseye acıyarak yahut İyi bir İş yapmadığın İşaret ederek onu uyarmak için kullanılan bir tâbirdir. Türkçemİzde «sana yazıklar olsun» İfadesi bunun karşılığıdır. İşte bir kimseyi uyarmak için bu sözü kullanmakta bir beis bu­lunmadığını öğrenmiş oluyoruz. Fakot Müslim, Ebu Davud ve B u -hârî'nin Camİ'indeki rivayetlerinde «Veyheke» yerine «Veyleke» diye kay­dedilmiştir. Bu takdirde mana, «helak olası, azab olası» demek olur ki, adam Peygamber'in birkaç defa ihtarına rağmen emri yerine getirmeyi-şinden buna hak kazanmış oluyor.

772 sayılı hadîs-i şerife bakılsın.[314]

 

(346) İnsanın : «Ey Kadıncağız» Sözü

 

797— Cahş kızı Hamne'den rivayet edildiğine göre, demiştir ki, (so­racak bir şeyim var, demem üzerine) Peygamber (SallalUıhü Aleyhi ve Selİem) şöyle buyurdu:

«Nedir o, (soracağın)? Ey kadıncağız = ya hentah!..»[315]

 

Cahş kızı Ha m ne, Hz. Peygamberin zevcesi Zeyneb'inkız kardeşi idi. Peygamber Efendimizin hem baldızı, hem de teyzesi kızı olu­yordu. Kadın hallerine ait âdetten temizlenme mevzuunda bir müşkülünü çözmek için H a m n e Peygamber'e gitmiş ve : «Ya Resûlallah, benîm sana soracak bir hacetim var!» demiştir. Bunun üzerine Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)  «Nedir o? Ey kadıncağız!» diye ona cevap vermiştir. Bundan sonra da, Ha m ne meselesini anlatmıştır. Mesele taharetle ilgili bir konu olduğu için, Buhârî Hazretleri yalnız hadîs-i şerifin edeble ilgili bir cümlesini buraya almış ve kadınlara :

«Ey kadıncağız = Ya Hentah» şeklinde hitap etmenin edebe aykırı bir ifade olmadığını göstermiştir. Hadîs-i şerîfin tamamını Ibni Mace, Ebû   Davud, Tirmizî  rivayet etmişlerdir.[316]

 

798— (188-s.) Hubeyb ibni Sehbân El-Esedî'den rivayet edildiğine göre, şöyle demiştir :

«Farz namazını kılmakta olan Ammar'ı gördüm. Sonra yanındaki bir adama:

Ya henah = Ey adam! dedi, sonra kalktı (gitti).»[317]

 

Arapça bir çağırma tâbiri olarak kadınlara «ya hentah» ve erkeklere «ya henah» diye hitap edilir. Biz Türkçe karşılık olarak «ey kadıncağız» ve «ey adam» ifadelerini uygun bulduk. Bunlar erkek ve kadınlara ait birer ünlem ve çağırma tâbirleridir ki, edebe aykırı sözler değillerdir.

(Bu haber için başka bir kaynak bulunamamıştır.)[318]

 

799— Şerîd'den rivayet edildiğine göre, şöyle demiştir: «Peygamber (Sallaltahü Aleyhi veSeltem) beni (bindiği devesinin) ter­kisine aldı da (bana) şöyle buyurdu:

«— Senin ezberinde, Ümeyye ilmi Ebi's-Salt'ın şiirinden var mı?»

Ben:

— Evet, dedim ve ona bir beyt okudum. Bunun üzerine Hz. Peygamber:

«— Hîhi = ona devam!» buyurdu; tâ ki ona yüz beyt okudum.[319]

 

Umeyye i b n i E b i' s - S a 11 cahiliyet devrinde Kureyş şairlerin­den biri olmakla beraber, tevhide uygun ve gerçek sözler ifade eden şiir­leri olduğu için bunları dinlemekte bir beis görülmemiştir. Hz. Peygamber'in bu hareketi gösteriyor ki, gerçek ifade eden ve edebî bir san'at numunesi olan şiirleri okumak ve dinlemekte dinî yönden bir sakınca yoktur. Öyle ki, «Hîhi — ona devam» buyurmak suretiyle Hz. Peygamber yüz beyit ka­dar şiir dinlemişlerdir. Kelimenin yerine göre «îhi, hîhi ve îhen» şeklinde kullanılışı vardır. Esasta hadîsin bu bölümle ilgisi yoktur; çünkü bölüm «Hentah ve Henah» tâbirlerine aitti. Her halde «Hîhi» de ayrı benzer bir tâbir olması münasebetiyle bu bölümde yer almıştır.[320]

 

(347) İnsanın: «Ben De Üşengeçlik Var » Sözü

 

800— Hazreti Âişe'nin şöyle dediği rivayet edilmiştir: «Gece kalkıp ibadet etmeyi bırakma;   çünkü Peygamber Aleyhi ve Setkm)   bunu terk etmezdi, hasta olduğu veya üzerinde ağırlık bulunduğu zaman namazı otururken kılardı  (ve böylece gece ibadetini terk etmezdi).»[321]

 

Hazreti A i ş e (Radtyallahü anha), Peygamber (Salhihhü Aleyhi ve Seîîem)\n gece yapmış olduğu ibadeti bildirirken, bazan hastalık veya vü­cuda arız olan halsizlik ve ağırlık halleri ile de onu vasıflamıştır. İşte Hz. A i ş e 'nin bu ifadesinden cesaret alarak bir kimsenin : «Bende üşengeçlik var» demesinde bir beis olmadığı neticesi çıkarılmaktadır. Zaten acziyet gibi bir özür bulunmaksızın farz olmayan namazların oturarak kılınmaları caizdir; ancak sevab yarıya inmiş olur. Aczi yet halinde ise, kolaya geldiği şekilde ima ile farz olan namazlar kılınır.[322]

 

(348) Tembellikten Sığınan Kimse

 

801— Enes ibni Malik'in şöyle dediği işitilmiştir :

Peygamber (Satialtahü Aleyhi ve Scltem) 'in şöyle dua etmesi çok olurdu:

«Allah'ım! Keder ve üzüntüden, acizlik ve tenbellikten, korkaklık ve cimrilikten, borcun ağırlığından ve cahil anarşistlerin üstün gelmesinden ben sana sığınırım.»[323]

 

Bu hadîs-i şerif, tenbellikten Allah'a sığınmanın yerinde bir dua oldu­ğunu bize öğretmektedir. Daha önce 672 sayıda geçtiği için oraya ve o babla ilgili diğer hadîs-i şeriflerin açıklamalarına bakılsın.[324]

 

(349) İnsanın: «Nefsim Sana Feda Olsun» Sözü

 

802— Enes ibni Malik’in şöyle dediği işitilmiştir:

«Ebû Talha, Resululah (sallalalhu aleyhi ve selem)’in önünde diz çökerdi ve torbasını atarak şöyle derdi:

Yüzüm yüzüne siperdir, canım da canına fedadır.[325]

 

Ebu Talha ensardan olup adı, Zeyddir.Ok atıcılığı ile şöhret  oklarına aşını  kaldırdıkça,   Ebû yükselmiş "ve onu korumuş ve : Bağrım, bağrının T a I h a   göğüs önündedir, deMistiyAkabe bîatında ve Uhud savaşı ile ondan sonraki sa­vaşlarda bulunrrtu^tu. Huneyn savaşında:

«Kim bir kâfir öldürürse, onun eşyası öldürene aittir.» Diye Peygamberin emri olunca, o gün   Ebû Ta I ha  yirmi kişi öl­dürerek   eşyalarını   almıştı.   Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)    onun hakkında :

Ordu içinde Ebû Talhtı'nın sesi, yüz kişiden daha hayırlıdır.» Buyurmuştur. Kendisinden 92 hadîs-i şerif rivayet edilmiştir. Hz. Pey-ga m berin fedaisi olduğunu fiil ve sözleriyle ispatlamış, cesur ve fedakâr bİrkah romandı. Bu hasletine binaen : Yüzüm yüzüne siperdir, canım da ^   canına fedadır, diye bir beyt de söylemiştir. Bu ifadelerini Peygamber hu­zurunda yaptıkları cihetle, onun bu hareketi tasvib gördüğünden söylen­mesi nd^\ beis yoktur.

EbûVfalha, Hz. Osman'ın hilâfetinin sonlarına doğru hicretin 31-34- yıllaVt arasında bir rivayette Medine'de, diğer bir rivayete göre de ihtiyarlığına nağmen çıktığı bir savaş yolculuğunda denizde yetmiş yaşında olduğu halde vçfat etmiştir. Gemide altı gün kaldıktan sonra rasgelinen bir adaya naklederek gömüldü. Bu altı gün içinde cenazesinin hiç değiş­mediği ve bir koku\ıkarmadığı da rivayet edilmektedir.[326]

 

803— Ebû Zer'den rivayet edildiğine göre, şöyle anlatmıştır: «Peygamber (Sallallahü A leyhi ve Sellem) (Medine'de bir semt olan ve halen de bir kabristan olarak korunan) Bakî tarafına gitti. Ben de gittim onu takip ediyordum. Bir de dönüp hemen beni görünce, şöyle buyurdu: — Ey Ebû Zer!» Ben de:

—Emrindeyim daima, ey Allah'ın Resulü, hizmetindeyim daima ve ben sana fedayım. Bunun üzerine Peygamber şöyle buyurdu:

«— Mal çoğaltanlar, kıyamet günü (sevab) azaltanlardır; ancak hak yolunda, şunn şu kadar, buna bu kadar deyip harcayanlar müstesnadır.» Ben dedim ki:

  Allah ve Resulü en iyi bilendir. Peygamber (eli ile işaret ederek söylediği) :

«Şuna şu kadar» sözünü üç defa söyledi. Sonra karşımıza Uhud Dağı (SalUülahü Aleyhi ve Seltemftikuıca Peygamber : «— Ey Ebû Zer!» dedi. Ben de:

  Emrindeyim daima, ey Allah'ın Resulü, hizmetindeyim daima ve ben sana fedayım, dedim. Peygamber şöyle buyurdu:

-— Uhud Dağı, Muhammed ailesi için altın olup da onların yanında bir gece — yahut dedi ki, bir miskal — kalması, beni sevindirmez.» Sonra Önümüze bir vadi geldi de, Peygamber ileri geçip açıldı. Onun bir haceti olduğunu sanmıştım. Ben bir kenarda oturdum. Bana dönmesi gecikti. (Ebû Zer dedi ki, Peygambere bir şey ölür diye bu gecikmeden korktum.) Sonra sanki bir adamla konuşuyormuş gibi, fısıltısını işittim. Sonra yal­nız başına bana geldi. Ben:

  Ey Allah'ın Resulü, o fısıldaştığm adam kimdi? diye sordum. Bana dedi ki:

«— Sen onu işittin mi?»

  Evet, dedim. Peygamber:

— O, Cibril'di. Bana geldi de, ümmetimden Allah'a hiç bir şeyi or­tak fcoşmaksızın ölen kimsenin Cennete gireceği müjdesini bana verdi.» buyurdu. Ben dedim ki, zina ederse ve hırsızlık yaparsa da ma (cennete girecek)? Peygamber:

«— Evet!» buyurdu.[327]

 

Bu hadîs-i şerîf «canım sana feda olsun» demenin cevazına bir delil olarak bu bölümde yer almış olmakla, bize şu gerçekleri de ifade etmektedir:

1— Mal biriktirmenin ve istifçilik etmenin kıyamet günü büyük zarara ve sevab azlığına sebep olacağı muhakkaktır. Dinimiz çalışmayı ve kazan­mayı emrediyor, hayır yollarına yatırım yapmak için. Yoksa ihtiyaçtan fazla mal biriktirip stop yapmak için değil. Bu tutum da insanları asla tembelliğe sevk etmez. Zira çatışıp da fazla kazandığı malı hayır yollarına harcayan kimse âhİrette çok büyük manevî menfaatlere kavuşacağına inanmıştır. Böylece asıl kârlı olan kendisi olmuştur. Böyle bir kazancı elde edebilmek için insanın çok çalışması icab eder. Onun için Peygamber (Sallaüahü Aleyhi ve Sellem) :

— Uhud dağı kadar ailemin altını bulunsa ve bundan bir altın evimde gecelese, buna sevinmem.»

Ancak Hz. Peygamberin hoşuna gidecek ve onu sevindirecek olar. tarafı, böyle bîr hazinenin ihtiyaçlılara ve hayır yollarına harcanmış olma­sıdır. Gaye, maddî ve manevî güçle meşru olan lüzumlu yerlere yatırım yaparak Allah'ın emanet ettiği dine hizmet etmektir.

2— Allah'a ortak koşmak, ona eş ve yardımcı edinmek günahı en büyük bir günahtır ve imansızlıktır. İmandan mahrum olan da ebedî olarak Cehennemde kalır. Böyte imansızlığa sebep teşkil etmeyecek şekilde diğer günahları İşlemek, hele zina ve hırsızlık gibi suçları işlemek iman çerçevesi içinde en büyük günahlardandır. Fakat bunların haram olduğuna inanarak bunları işleyen kimse günahkâr olur, dinden çıkmış olmaz. Bunun için mü­min vasfını taşır. Müminler de büyük günah işleseler bile, Cennet'e gire­ceklerdir. Allah dilediği mücrimlere dilediği kadar azap edecek, sonra da onları Cennet'e koyacaktır. Dilediği bir kısım günahkârları da bağışlayarak azab çektirmeden Cennet'e koyacaktır. Netice itibariyle mü'minlerm hepsi Cennete girmiş olacaklardır.[328]

 

(350) İnsanın: «Anam, Babam Sana Feda Olsun» Sözü

 

804— Hazreti Ali (Radiyaltahu arth)'tn şöyle dediği işitilmiştir: Peygamber (SaUaİlahü Aleyhi ve SeHemyin, Sa'd'dan sonra hiç bir ada­ma fidye verdiğini görmedim. Onun şöyle dediğini işittim:

— (Düşmana okunu) at, anam ve babam sana feda olsun.»[329]

 

Uhud savaşı devam ederken düşman saflarından bîr kişi, sürekli ok atışları ile müslüâmanlan baskı altında tutuyordu. Buna karşı ok atınalt üzere hazırlanan   Sa'd   İbni   Ebİ   Vakkas   hazretlerine:

«— At! Anam - babam sana feda olsun.-

Diye Peygamber buyurmuştu. Sa'd'in attığı ok, adama tam isabet ederek onu yere yuvarladı. Bu manzaradan Peygamber hoşlanarak güldö. Hadîsin tamamını  Buhârî ve Müslim  rivayet etmişlerdir.

«Anam ve babam sana feda olsun.» sözü, gerçekten yerine getirilecek bir iş olmadığı halde, bunun söylen meşindeki hikmet, birbirine karşı besle­nen sevginin kuvvetlenmesini temindir, kardeşlik bağlarını sağlamtaşhrmakıtr.[330]

805— Büreyde'den rivayet edildiğine göre, Peygamber (Sallallahü Aleyhi vtSeltem) Mescid'e çıktı; Ebû Musa (Abdullah ibni Kays El-Eş'arî) de Kur'an okuyordu. Peygamber (benim için):

«Bu kim » diye sordu. Ben Büreyde'yim, şana feda olmuşum, dedim. Peygamber (Ebû Musa'yı işaret ederek):

«Buna, Peygamber Davud'un güzel seslerinden bir ses verilmiştir.» buyurdu.[331]

 

Bu hadîs-i şerif, «anam, babam sana feda olsun» sözünün cevazı mü­nasebetiyle getirilmiş olduğu halde, burada anam ve babam lâfzı geçme­mektedir. Yalnız şahsın feda edilişi zikredilmekle arada bir münasebet kurulmuştur. Diğer taraftan Ebû Musa El-Eş'arî diye künyesi ile şöh­ret bulan Abdullah ibnİ Kays'ın sesinin güzel olduğuna ve dolo yısiyle Kur'an'ı güzel seda ve ahenkle, kıraat usullerine riayet ederek oke manın İyİ bir iş olduğuna işaret vardır. Ebû Musa El- Eş'arî 'nin hal tercemesi hakkında 1. ciltte 118 sayılı hadîs münasebetiyle gerekli bilgi verilmişti. Bitgi edinmek için adı geçen hadîsin açıklamasına bakılsın.[332]

 

(351) Babası İslam’a Ulaşmamış Kimseye, İnsanın «Yavrum!» Demesi

 

806— (18-S.) Hâkim, babasından (Şerik ibni Nemle'den) rivayet ettiğine göre şöyle demiştir: «Ömer ibni Hattab'a gittim, Allah ondan razı olsun. (Bana) Yeğenim! demeğe başladı. Sonra bana (kim olduğumu) sordu; ben de soyumu ona açıkladım. Bundan babamın İslâm'a yetişme­diğini anladı da şöyle demeğe başladı: Yavrum, yavrum!»[333]

 

Bu eserden anlaşılıyor ki, bir kimsenin babası müslüman olmasa bile ona «yavrum, evlâdım» diye hitap etmekte bir beis yoktur. Müslüman scyv ile değil, hali ile şeref kazanır. Bundan ötürü baba ve dede gibi yak:n kimseleri İslâm'ı kabul etmemiş olan müslümanlan küçümsemek veya onlara hor bakmak yoktur. Neseb ne olursa olsun, gerçekten İslâm'ı kabul etmiş olanlar hep din kardeşleridir. Neseb bakımından aralarında üstünlük gö­zetilmez. Üstünlük ve fazilet takva sahibi olanlardadır.

(Bu haber İçin başka bira kaynak bulunamamıştır.)[334]

 

807— Enes'in şöyle dediği işitilmiştir:

Peygamber (Soltaltehü Altyhi vt Sellem)'e hizmetçi idim; izin istemek­sizin (yanına) giriyordum. Bir gün geldim de, Peygamber şöyle buyurdu :

«Olduğun gibi (dur), yavrucuğum; çünkü senden sonra bir iş oldu. Artık asla izinsiz girme.»[335]

 

E n e s hazretlerinden rivayet edilen bu hadîs-i şerif de, bir rnüsîümana, babası müşrik dahi olsa, yavrucuğum, evlâdım diye hitap etmenin cevazına delil teşkil etmektedir.

Burada ayrıca izinle ilgİK bir husus vardır. Bir müslüman, din kardeşi­nin olsun, yabancı bir kimsenin olsun, evine veya özel odasına girmek iste­diği zaman ev sahibinden izin istemesi lâzımdır. Müsaade edildiği takdirde içeri girmelidir, öç defa izin istendikten sonra girme müsaadesi verilmezse, dönüp gitmelidir.[336]

 

808— (190-s.) Ebû Sa'saVdan rivayet edildiğine göre, Ebû Saîd El-Hudrî, kendisine «Yavrucuğum!» demiştir.[337]

 

Bu bölümle ilgili diğer hadîslere bakılsın. Ashab-ı kiramdan olan Ebû Saîd   El-Hudrî   hakkında birinci cild, 510 sayılı hadîs münasebetiyle gerekli bilgi verilmiştir.[338]

 

(352) İnsan:  «Habis Nefsim» Demesin

 

809— Hz. Aişe'den — (Radiyallahü anha) —, o da Peygamber (SallaltahU Aleyhi ve Sellem) den rivayet ettiğine göre, Peygamber şöyle buyurdu:

«Sizden hiç biriniz: Nefsim habisleşti, demesin; fakat nefsim daraldı, desin.»[339]

 

Habaset ve habislik, Şeytanın sıfatlarındandır. Şeytan için bilinen bu sıfatın insanlarda kullanılması doğru değildir Çünkü habaset, çirkinlik, pislik ve murdarlık gibi manalar taşır. Mu'minİ bu gibi fena vasıflardan arındırmak gerekir. Nefse tariz edilmek istendiği zaman, daralmak ve sı­kılmak manalarına gelen sözler kullanılmalıdır. Arapçada «Lekısat nefsi — Nefsim daraldı,» diye söylemelidir. Bu da bir edeb ifadesidir.[340]

 

810— Ebû Ümame, babası Sehl ibni Huneyfden rivayet ettiğine göre, Peygamber  (Saltaîlahü Aleyhi ve Sellem) şöyle buyurdu:

«— Sizden hiç biriniz, nefsim habisleşti demesin asla; nefsim sıkıldı, desin.» (Ravi Muhammed ibnu'1-alâ demiştir ki, bunu Ukayl de isnad etmiştir.)[341]

 

Bundan önceki hadîs-İ şerife bakılsın.[342]

 

(353) Ebû’l — Hakem Künyesi

 

811— Hâni ibni Yezîd anlattığına göre, kendisi kavmi ile beraber Peygamber (SdhltohB Aleyhi ve Stltem) vuo tuıab 'aranaS (^eiep %ate\\) a, «Ebû'l-Hakem» künyesi ile hitap etmekte olduklarını Peygamber (SaÜallahü Aleyhi ve Setlem)işitti. Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) ona dua ettikten sonra, şöyle buyurdu:

«Hakem Allah'dır (Allah'ın isimlerindendir). Netice itibariyle hüküm sahibi de O'dur. O halde sen, Ebû'l-Hakem künyesini neden aldın?»

İbni Yezîd dedi ki:

Hayır, (ben bu künyeyi edinmedim) fakat benim kavmim bir şey hakkında ihtilâfa düştükleri zaman, bana gelirler, ben de onlar arasında hüküm verirdim; her iki taraf da buna razı olurdu (işte bunun için bana bu künye takılmıştır). Peygamber şöyle buyurdu:

«Bu (anlattığın ve ettiğin adalet) ne kadar güzel... (Fakat sana ve­rilen künye hoş değil).» Sonra Peygamber sordu:

— Çocuktan neyin var?» Ben dedim ki:

  Hânî'nin oğulları olarak Şurayh, Abdullah ve Müslim vardır. Peygamber:

«— Bunların en büyüğü hangisidir?» diye sordu. Ben: «Şurayh!» dedim. Peygamber :

«O halde sen, Ebû Şorayh'sm!» (künyen budur!) dedi; hem kendisi­ne, hem de çocuğuna dua etti.

Yine Peygamber (Sattaltahü Aleyhi ve SelUm) o kavimden bir adama «Abdu'l-Hacer» diye isim verdiklerini işitti. Bunun üzerine Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) (o adama):

«Senin adın nedir?» diye sordu. O, Abdu'l-Hacer'dir, dedi. Peygamber: «Hayır, sen Abdullah'sın!» buyurdu. Ravi Şurayh demiştir ki:

(Babam) Hânı memleketine dönmek için hazırlandığı zaman, Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) 'e gelip, şöyle dedi:

  Hangi şeyin Cennet'i gerekli kılacağını bana bildir? Peygamber:

«— Güzel töz söylentiye ve (muhtaçlara) bolca yemek vermiye de­vamlı ol!» buyurdu.[343]

 

Evlâda yahut ana-babaya nispet edilerek isimtenmeye, bazı vasıflarla vasıflanmaya veya bir ilgi sebebiyle isimlenmeye «Künye» denir. Bu üç kısma sırcsiyle su örnekleri verelim :

1— Ebö   Bekir,    Ebû   Seleme,    Ibnt    Abbas,    Ömmü Mektum   — Bekir'in babası,   Seleme'nin babası,   Ab bas in oğlu, Mektum'un annesi...

2— Ebûl-Fezail,     Ebûl-Mekârim — Faziletler sahibi, iyi­likler sahibi..

3— Ebû  Türab,   Ebû   Höreyre   = Toprak sahibi, Kedi sahibi gibi. Hz.   AI i 'yi toprak ve kum üzerinde uyurken, Peygamber  (SaÜaÜahfk Aleyhi ve Sellem)   in onu görmesi üzerine kendisine verdiği bir künyedir kİ, toprakla İlgili bulunmasından dolayıdır. Kediyi kucağında taşımakta olan meşhur şahabı  Abdurrahman'a Hz. Peygamber bu hareketinden ötü­rü   Ebû   Höreyre   — Kedi sahibi künyesini verdiği gibi. Künye medih ve övgü yerinde kullanıldığı gibi, yermek ve köiülemek manasında da olur. Ebû   Cehil   = Cehalet sahibi gibi...

Hüküm, bir şeyi geçerli kılmak, kararlaştırmak ve neticeye bağlamak demektir. Önünde ve sonunda gerçek söz ve hüküm sahibi Allah Tealâ olup insanlar arasında adaleti ile hüküm verecektir. Bunun İçin Allah Tealâ'nın güzel isimlerinden (Esma-i Hüsnâ 'dan) biri de «Hakem» ismidir. O halde O'na mahsus isimlerle künyelenmek edebe aykırı olur. Bundan do­layı bu isimle künyelenmeyi hoş görmemişlerdir. Yine hacer, taşın ismidir. Taş ise Allah'ın bîr yaratığıdır. Ona kul olmak yaraşmaz. A b d ü ' I -Hacer ismi yerine Abdullah ismini almak uygun olur. Yontulmuş taşlara, cohiliyet devrinde ibadet edildiğinden böyle taşlara kul olmcmayı da bize Peygamber imiz hatırlatmaktadır.

Güzel ve tatlı söz söylemek, fakirlere ve hayır yerlerine mal harcaya­rak cömert olmak İslâm ahlâkının en iyi ikî vasfıdır. Bunlara sahip olmanın neticesi de Cennet'e girmektir.

iki tarafın veya iki kimsenin arasındaki ihtilâf ve davayı çözmek ve bir neticeye bağlamak üzere, tarafların seçmiş bulunduğu kimseye de «Ha­kem» denir. Böyle bir kimsenin hükmüne razı olmak üzere yapılan anlaş­maların İslâm hukukunda geçerli olduğuna dair bu hadîs-t şerif bir delil­dir. Zira Ebû Şûreyh'in hakemliğini Peygamber Efendimiz güzel bir hareket bularak övmüştür.[344]

 

(354) Güzel İsim, Peygamber (Sallalahü Aleyhi Ve Sellem)’İn Hoşuna Giderdi

 

812— Ebî Hadred'den rivayet edildiğine göre, demiştir ki: Peygam­ber  (Sallallahü Aleyhi ve Setlem) şöyle buyurdu:

«— Bu devemizi (hac esnasında kurban edilmek üzere Harem'e ka­dar) kim sürecek?» Yahut:

«Bu devemizi  (Harem'e) kim ulaştıracak?» buyurdu. Bir adam :

  Ben (ulaştırırım) dedi. Bunun üzerine Peygamber: «— Senin ismin nedir?» dedi. Adam :

  Falandır, dedi. Peygamber (ona) :

«— Otur!» dedi. Sonra başkası kalktı. Buna da :

«— İsmin nedir?» diye Peygamber sordu. Bu kimse de:

  Falandır, dedi. Peygamber (buna da) : «Otur!» dedi. Sonra başka bir adam kalktı. Peygamber (yine buna) :

«— İsmin nedir?» dedi. O adam:

  Naciyye'dir, dedi. Peygamber şöyle buyurdu :

«— Sen buna,  (deveyi Harem'e ulaştırmaya) ehilsin, bunu sür.»[345]

 

Hodîs-i şerifi rivayet eden Ebû Hadred, ashab-ı kiramdan olup, ismi Selâme'dir. Oğlu Abdullah kendisinden rivayet etmiştir. Hic­retin 71. yılında 81 yaşında olduğu halde vefat etmiştir.

Peygamber (Sallatlahü Aleyhi ve SeUemy\n kurbanlık devesini Harem'e kadar sürüp götüren Naciyye de ashabdandır. ismi Ze kva n'di. Ku-reyş müşriklerinden kurtulup İslâm'ı kabul ettiği zaman, Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) ona Naciyye ismini vermişti. Hz. Mua-viye'nin hilâfeti zamanında Medine'de vefat etti. Allah her ikisine de rahmet etsin.

Naciyye, kurbanlık deve hâdisesini şöyle anlatır: Hudeybiyy» vak'-asında hac için engel çıkınca ben Mz. Peygambere dedim ki :

  Yâ Resûlallah! Kurbanlık deveyi benimle gönder; onu Harem'de kurban edeyim.

Peygamber (SaUallahü Aleyhi ve Setiem) : Bunu nasıl yaparsın?» Buyurdu. Dedim ki :

  Düşmanların sezemeyeceği ve beni yakalayamayacağı bîr vadiden giderim.

Bunun üzerine Peygamber kurbanlık deveyi bana verdi; ben de onu Harem'de kurban ettim.

Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Seltem) evlâdlâra güzel isim vermeyi tavsiye buyurduklarından ve bunun gerçekleşmesini istediklerinden herhangi bir yere bir görevli gönderecekleri zaman, adamın ismini sorarlardı. Eğer hoşa gİaecek isim olursa, bunun memnuniyeti yüzlerinde belli olurdu. Hoşa gitmeyen bir isim olur ise, bundan da memnun olmadıkları yüzlerinden anlaşılırdı. Yoksa İslâm'da herhangi bir şeyi hayra veya şerre yorma diye b:r şey yoktur.[346]

 

(355) Yürümekte Sür'at

 

813— İbni Abbas'dan rivayet edildiğine göre, demiştir ki, biz otu­rurken, Allah'ın Peygamberi (Sallallahü Aleyhi ve Setlem) çabuk yürüyerek geldi, öyle ki, bize sür'atle gelişi, bizi korkuttu. Bizim yanımıza varınca, selâm verdi; sonra şöyle buyurdu:

«— Kadir Gecesini size haber vereyim diye sür'atle size geldim; fakat şu sizinle benim aramdaki zaman içinde onu unutturuldum (hangi gece­de olduğunu hatırlayamıyorum). Siz (ramazanın) son on günleri içinde onu arayınız.»[347]

 

Kibir ve aza mel hareketleri yapmaksızın vakarla ve tabi? hal üzere yü­rümek islâm'ın adabındandır. Ancak mühim ve fevkalâde hallerae koşma­nın ve sür'atle yürümenin de caiz olduğuna bu hadîs-i şerîf bîr delildir. Bin aydan daha hayırlı olan Kadir Gecesinin hangi gece olduğunu haber ver­mek, şüphesiz ki çok önemli bir istir. Böyle bir hal karşısında sür'atle yürü­mek, istisna! bîr durum demektir.

Kadir Gecesinin tesbiti hususunda âlimlerin değişik görüşleri vardır. Büyük ihtimal ramazan ayının son on günleri içinde ve bu günlerden tek düşen gönün gecesinde ve bu teklerden de yirmi yedinci gece olduğudur. Nitekim bu ihtimal esas kabul edilerek bu mübarek gece ibadetlerle ihyfi edilmektedir.

(Hadîs-i şerif Kütüb-i Sitte'de yoktur. Bunu İmam Ahm«d tahriç etmiş­tir  Fadlu'llah : C II, s. 227 dip not.)[348]

 

(356) Aziz Ve Yüce Allah'a İsimlerin En Sevimlisi

 

814— Sahabiliği sabit olan Ebû Vehb, Peygamberin şöyle buyurdu­ğunu anlatmıştır:

«Peygamberlerin isimleri ile isimleniniz. Aziz ve Yüce olan Allah'a isimlerin en sevimlisi Abdullah ve Abdurrahman'dır. İsimlerin en doğru­su da Haris ve Hümam'dır. En çirkini de Harb ve Mürre'dir.»[349]

 

Kâinatın yaratıcısına mahsus olup, başka hiç bir varlığa isim olarak verilemeyen lâfız «Allah» kelimesidir. Bundan başka Allah Tealâ'nın isimleri öten «Esma-i Hüsna»dan herhangi biri ile isimlenmenin cevazı varsa da, edeb olarak bu isimiere izafeten adlanılır. Abdullah, Abdurrahman, Abdul-kerİm, Abdurrezzak, Abdulhadî gibi... Allah a kul olmak ve ona zelil bir yaratık olarak nispet edilmek en şerefli bir şeydir.

Haris isminin manası, kâr sağlayan, mal toplayan ve âhiret sevabı elde edendir. Bilhassa âhiret sevabı kazanma manasiyle doğru ve güzel bir isimdir.

HüTîam isminin manası 6a, gayret ve azimeti büyük olan, cesur ve Cömert (-imsedir. Bu vasıflar ise, gerçek mü'minlerin vasıflarıdır.

Harb, şiddet ve düşmanlık manasını; Mürre de cimrilik ve acılık mana­sını, taşıdığından çirkin isimlerden sayılmışlardır.[350]

 

815— Cabir'den rivayet edildiğine göre, demiştir ki, bizden bir ada­mın bir erkek çocuğu doğdu da adam ona «Kasım» ismini verdi. Biz (ona) dedik ki, biz sana «Ebu'l-Kasım = 'Kasımın babası» künyesini vermeyiz; bunda keramet yoktur. Adam (durumu) Peygambere bildirdi. Bunun üzerine Peygamber (Sallallahü Aleyhi vt Selhtm) şöyle buyurdu:

— Oğluna Abdurrahman ismini ver.»[351]

 

M ö s I i m "in rivayet ettiği diğer bir hadîs-i şerifte : "Benim ismimle isimleniniz; fakat künyemle (Ebu'l-Kasım ile) ktin-yelenmeyiniz; çünkü ben Kasım'ini, aranızda (hak ve adaleti) bölüyorum.»

Buyurulmuştur. Bundan da anlaşılıyor ki, Kasım ismi Peygambere izafe edilen özel bir isimdir. Onun hayatında bu İsimle künyelenmek caiz değil­dir, edebe aykırıdır. Hayatından sonra da Ebu'l-Kâsım künyesini takınmak aynı şey ise de, sırf çocuklara Kasım adını vermekte bir mahzur yoktur.

Peygamber isimleriyle adlanmak ise güzel bir şeydir.[352]      

 

(357) İsmi İsimle Değiştirmek

 

816— Sehl'den rivayet edildiğine göre, demiştir ki, Ebû Üseyd'in oğlu Münzir doğduğu zaman Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) 'e gö­türüldü. Peygamber de onu oyluğu üzerine koydu. (Çocuğun babası) Ebû Üseyd de oturuyordu. Peygamber (önündeki çocuğu unutarak) başka bir şeyle meşgul oldu.   (Çocuk eziyet vermesin diye)  Ebû Üseyd, oğlunun alınmasını emretti. Bunun üzerine çocuk Peygamber (SallalUthü Aleyhi vt Sellem)in oyluğundan alınıp götürüldü. Sonra Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) meşguliyetinden kurtulup çocuğu hatırladı da: «— Çocuk nerede?» diye sordu. Ebû Üseyd: — Onu eve gönderdik. Allah'ın Resulü! Dedi. Peygamber: •— Onun ismi nedir?» diye sordu. Üseyd, falandır, dedi. Peygamber: «— Hayır, onun ismi artık Münzir'dir.» buyurdu. Babası da o gün (ismini değiştirip)  ona Münzir admı verdi.[353]

 

Bu hadîs-i şeriften de öğreniyoruz ki, hoşa gitmeyen ve İslâm edebine uymayan isimleri değiştirmek yerinde bir harekettir. Bugün bile böyle İsim değiştirmelerine şah id oluşumuz, İslâm edebine bağlanmaya bir azim bu­lunduğuna delil teşkil eder. Münzir, Allah'ın emirlerini yerine getirme­mek ve yasaklarından sakınmamak sonucu azabla korkutma manasını taşı­dığından güzel bir isimdir. Müjdeleyici manasında «Beşîr» ve yine korku­tucu manasında «Nazın» de böyle isimlerdendir.[354]

 

 

(358) Aziz Ve Yüce Allah Katında İsimlerin Hoşa Gitmeyeni

 

817— Ebû Hüreyre'den rivayet edildiğine göre, demiştir ki, Resûlüi-lah (Sallallûhü Aleyhi ve Sellem) şöyle buyurdu:

«— Allah  katında  isimlerin  en  çirkini,  adamın  Mülklerin  Meliki (Mülklerin Padişahı) diye isimlenmesidir.»[355]

 

Bütün mülkün ve kâinatın meliki ve sahibi Allah Tealâ'dır. Mütkiyet ve tasarrufunda ortağı yoktur, insanların mülk sahibi oluşu, gerçek manada de­ğil, mecaz manasına bİnaendir. Böyle olunca hiç kimsenin büyüklük tas­layarak Mülklerin Meliki olmaya hakkı yoktur. Böyle bir ismi kendine veren veya başkaları verip de ona razı olan Allah katında hoşa gitmeyen isim­lerin en çirkinini almış olur. Allah'ın buğzuna uğrayan kimse de ebedî saadete eremez.[356]

 

(359) Başkasının İsmini Küçülterek Onu Çağıran Kimse

 

818— Talk ibni Hubeyb'den rivayet edildiğine göre demiştir ki, şe­faati inkâr eden insanların en şiddetlisi idim. (Şefaatin sabit olup olma­dığını) Câbir'e sordum. O dedi ki, ey Tulayk = ey Talakcık! Peygamber (Sallalldhü Aleyhi ve Sellemfin şöyle buyurduğunu işittim:

— (Günahkârlar) Cehennem'e girdikten sonra (şefaat sayesinde) Cehennemden çıkarlar.» Biz de senin okuduğunu (Kuran)ı okuyoruz (ve şefaatin var olduğuna inanıyoruz).[357]

 

Bir sevgi ve merhamet ifadesi olarak küçültme lâfzı ile başkasına hitap etmek ve çağırmakta bir beis bulunmadığına ve İslâm adabına aykırı düşme­diğine, ashabı kiramdan Câbir hazretlerinin bu hadîs-i şerîf münasebe­tiyle arkadaşına vaki «Tulayk = Talakcık hitabı delil teşkil etmektedir. Türkçede isimlerin sonuna cik, cuk, cağız ekleri getirilerek bu küçültme ya­pılır. Mehmetçik, oğulcuk, yavrucağız gibi... Ancak hakaret maksadıyle başkasına böyle hitaplarda bulunulması caiz değildir. Başkasını incitecek ve gönlünü kıracak söz ve hareketlerden sakınmak edebdİr.

Şefaatin lügat manası başkasına yardım etmek, onun için dilekte bu­lunmaktır. Buradaki mevzu, âhİrete ait olan şefaat meselesidir. Ehl-i Sünnet dışında kalan Haricîlerle Mutezile mezhebine bağlı olanlar kıyamette şe­faatin vuku bulmayacağına inanırlar ve buna, kâfirler hakkında olan âyet-i kerîmelerin manasını genişleterek mü'minlerden cehennemlik olanları da âyetin şümulüne sokmak suretiyle bu âyetleri delil gösterirler.

Ehl-i Sünnet âlimleri ise, şefaatin kâfirler için mümkün olmayacağını, mü'minler için hak olduğunu gerek âyet-i kerîme, gerekse meşhur hadîs­lerle ispat etmektedirler. Buradaki had İs-i şerîf de bu İnancı teyid etmekte ve muhaliflere karşı bir delil sayılmaktadır.

Şefaat beş kısımdır:

1— Kıyametteki  dehşet korkusundan  rahata  kavuşturmak ve  hesabı çabuklaştırmak suretiyle başkasına yardımcı olmak.

2— Bir topluluğu Cennete koymak. Bu ikisi Peygamber (Salhllahü Aleyh veSellemye mahsustur.

3— Allah'a ortak koşmaksızın, küfre varmaksızın Cehenneme hak ka­zanan kimselere Peygamberin şefaat etmesi ve Allah'ın dilediği kimselere şefaat etmesi.

4— Günahkârlardan Cehenneme girenlere Peygamberlerin, Meleklerin ve müminlerin şefaat etmesi. Böylece Allah, Lâ Mâhe İllallah diyen her mü­mini Cehennemden çıkarır.

5— Dereceyi artırmak suretiyle şefaatin vuku bulması. Bu beş kısmın dışında da bazı şefaat şekillen ileri sürülmektedir.[358]

 

(360) İnsan Kendine İsimlerinin En Sevimli Olanı İle Çağrılır

 

819— Hanzele ibni Hizyein anlattığına göre, şöyle demiştir:

«— İnsana, isimlerinin ve künyelerinin en sevimlisi olanla hitap et­mek, Peygamber (Salhllahü Aleyhi ve SillemJ'in hoşuna giderdi.»[359]

 

Bir kimseye birden çok isim vermek ve birkaç künye takmak Arablarda âdet olduğundan bunlar içinde sevilen ve sevilmeyenler olurdu. Bir insana isimleri içinde en hoş olan isim hangisi ise onunla çağırmak terbiye ve nezaket ifadesidir. İsim sahibinin gönlünü hoşnud etmektir. Başkasının gön­lünü incitmeyip onu memnun etmek sevabtır, Allah katında mükâfatı vardır. Onun için muhatabın hoşuna giden İsmi neyse onunla onu çağırmak gerekir.

(Bu hadîs için başka bir kaynak bulunamamıştır.)[360]

 

(361) Asiye İsmini Değiştirmek

 

820— îbni Ömer'den rivayet edildiğine göre, Peygamber (Sallaİlahü Aleyhi ve Sellem) Asiye'nin ismini değiştirdi ve:

— Sen Cemîle'sin!» dedi.[361]

 

M ü s Iİ m 'İn I b n i Ömer 'den rivayet ettiği diğer bir hadîs-i şerifte kızı vardı. Resûlüllah (Sallallahü A kyhi ve Sellem) ona Cemile İsmini verdi. I b n i   Ömer şöyle anlatmıştır : Babam   Ömer'in  Âsiye   isminde bir

Asiye: Günahkâr hanım manasını taşıdığından bunun yerine hoşa giden ve güzel hanım manasına gelen Cemile ismini vermekle Peygam­ber (Sallallahti Aleyhi ve Sellem), hoşa giden güzel isimlerle ad verme yo­lunu bize göstermişlerdir.[362]

 

821— Muhammed ibni Amr ibni Atâ anlattığına göre, kendisi Ebû Seleme'nin kızı Zeyneb'in yanına vardı. Zeyneb, Muhammed ibni Amr ibni Atâ'nın evinde bulunan kız kardeşinin ismini ona sordu. Muhammed dedi ki, onun ismi «Berre-'dir, dedim. Zeyneb:

  Onun ismini değiştir, dedi. Çünkü; Peygamber (SallaRahü Aleyhi vtStlkm) Cahş'ın kızı Zeyneb'i nikahladığı zaman ismi «Berre»  idi de, onun ismini Zeyneb'e çevirdi. Bir de Peygamber (annem) Ümmü Seleme ile evlenip de yanına vardığı zaman, ben Berre ismini taşıyordum. Ümmü Seleme'nin beni Berre diye çağırdığını Peygamber işitti de şöyle dedi:

«—Sİ« kendinizi tezkiye etmeyin (Berre = iyi ve takva sahibi diye­rek kendinizi temize çıkarmayın); zira Allah sizden iyi ve kötü kadının kim olduğunu daha iyi bilir. Sen (Berre) kızına Zeyneb ismini ver, (ey Ümmü Seleme).» Ümmü Seleme de:

  Onun ismi Zeyneb'dir, dedi.  (Muhammed ibni Amr diyor ki): Bunun üzerine ben (Ümmü Seleme'nin kızı) Zeyneb'e dedim ki, (kız kar­deşime başka bir) isim vereyim mi? Zeyneb şöyle dedi:

Resûlüllah (Saltallahü Aleyhi ve Sellem) hangi isme çevirdi ise, ona çevir; ona Zeyneb ismini ver.»[363]

 

Müminlerin annesi Ommü Selme (Radtyallahü anha)'r\\r\ hal ter-cemesi 184 sayılı hadîs-i şerîf münasebetiyle geçmişti. Ummü Seleme, amcası oğlu Ebû Seleme ile evli idi. Ebû Seleme Uhud savaşında şehid olunca, zevcesi ü m m ü Seleme dul kaldı ve bundan sonra Poy-gambor (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) ile evlendi. İlk kocasından Seleme, Ömer, Dürre ve Zeyneb isminde dört çocuğu vardı. İşte Zey­neb hanım Hz. Peygamberin üvey kızı olup, önceden ismi Berre idi. Bu İsmi,  Zeyneb  olarak değiştirdi.

Yine müminlerin annesi ve Cah.ş'ın kızı Zeyneb'le Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) evlendiği zaman bunun da ismi Berre idi. O vakit ismini Zeyneb olarak değiştirdi. Böylece Berre diye isimle­nen iki hanımın da İsimlerini Zeyneb'e çevirmiş oldu. Zeyneb lerden biri Peygamberimizin üvey kızı, diğeri de müminlerin annesi bulunan zev­celeridir.

Ayrıca Ummü Seleme 'nin kızı Z e y n e b in delâleti İle, Muhammed b. Amr da, Berre ismindeki kız kardeşinin adını   Z e y n e b 'e çevirdi.

Berre; iyi ve takva sahibi kimseye denir. Peşin olarak Allah ka­tında bir kimseyi tezkiye etmek uygun değildir Herkes Allah'ın rahmetini ummak ve azabından korkmak inancını taşımakla yükümlüdür. Bundan do­layı selâmet bulmuş inancını verecek bir isimle isimlenmek yerinde olmaz. İşte bundan dolayı Peygamber (Saltaltahü Aleyhi ve Sellem) Berre İsimle­rini, güzel ve hoş kokulu bitki manasına gelen   Zeyneb'e çevirmiştir.[364]

 

(362) «Sabim» İsmini Almak

 

822— Abdurrahman'm oğlu Saîd El-Mahzûmi anlatmıştır ki; kendi adı Sârim'di de, Peygamber (SaüaUahÜ Aleyhi ve Selkm) ona Saîd ismini verdi.

tbni Abdurrahman demiştir ki, dedem bana şöyle anlattı:   Osman (Saltaltahü Aleyhi ve Sellem/ı Mescidde yaslanırken gördüm.[365]

Bir rivayete göre Abdurrahman ashabdandır ve asıl adı Sârim iken Peygamber (SalUUhhü Aleyhi ve Sellem) onun adını A b -durrahman'a çevirmişti.

Diğer bir rivayete göre de babasının adı Sârim idi. Onun adını Peygamber S a î d olarak değiştirdi. Bu söz, bu rivayete uygun düşmek­tedir. Bu görüşe göre   Abdurrahman   tabiîdir, sahabî değildir.

Sârim, bir şeyi kesmek, iki parçaya ayırmak manasına geldiğin­den güzel bir isim değildir. Bunun için mes'ud ve bahtiyar manasına gelen S a î d ismi İle değiştirilmesi uygun bulunmuştur. Hadîsin son kısmı H â -k İ m 'in tahricİnde yoktur.[366]

 

823— Ali (Radiydlahu anh) Hazretlerinden rivayet edildiğine göre, şöyle demiştir:

(Oğlum) Hasan —Allah ondan razı olsun— doğunca ona Harb ismini verdim. Sonra Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve SeÜem) gelip şöyle buyurdu:

«— Oğlumu bana gösteriniz, ona hangi ismi verdiniz?» Biz dedik ki: — Harb (ismini verdik). Peygamber:

«— Hayır, o Hasan'dir.» dedi.

  Sonra Hüseyin —Allah ondan razı olsun— doğunca ona  Harb ismini verdim. Yine Peygamber (SalUülahü Aleyhi ve Sellem) gelip :

— Oğlumu bana gösteriniz, ona hangi ismi verdiniz?» dedi. Biz dedik ki:

  Harb (ismini verdik)! Peygamber: «Hayır, o Hüseyin'idir.» buyurdu.

Üçüncü çocuk doğunca, ona da Harb ismini verdim. Bu defa da Pey­gamber (Sallallahü Aleyhi ve Selİem) gelip :

<— Oğlumu bana gösterin, ona hangi ismi verdiniz?» buyurdu. Biz:

  Harb! dedik. Peygamber;

«— Hayır, o Muhassin'dir!» dedi. Sonra şöyle buyurdu:

«— Ben onlara, Harun'un çocukları olan Şeber, Şubeyir ve Müseb-bir'üı isimleri ile ad verdim.»[367]

 

Harb, vurucu ve dövüşgen manalarına geldiğinden bundan daha güzel olan ve güzellik kökünden gelen Hasan, Hüseyin ve Muhassin adları bizzat Hz. Peygamber tarafından torunlarına İsim olarak verilmiş­tir. Bununla beraber Harb ismini kullanmanın caiz olmadığına hadîs-i şerif delil olamaz. Burada daha güzeli tercih vardır. Şayet yasaklık olmuş olaydı, Hz. Ali üç defa Harb ismi üzerinde ısrar etmezdi. Nİtekİm as-habdan, tabiînden ve hadîs âlimlerinden   Harb   ismini taşıyanlar vardır.

(Bu hadîs-i şerif Kütüb-i Sitte'de mevcut değildir.)[368]

 

(363) «Ğarrab» İsmi

 

824— Müslim'in kızı Râita'dan rivayet edildiğine göre, demiştir ki, babam şöyle anlattı:

— Ben Huneyn savaşında Peygamber (SaltalUthü AhyHi ve Selkm) ile bulundum. Peygamber bana sordu:

«— İsmin nedir?» Dedim ki:

— Garrab'dır. Peygamber:

— Hayır, doğrusu senin adın Müslim'dir!» buyurdu.[369]

 

Garrab, keskinlik ve siyahlık manasına gelen ve hoşa gitmeyen bir isim olduğundan değiştirilmiş ve M ü s I i m 'e çevrilmiştir. Müs­lim, selâmet üzere olan, Allah'ın emirlerine boyun eğen kimse demek­tir. Bu isim şüphe yok ki, önceki manadan çok daha güzeldir. Bu da, ismi daha güzele çevirmenin cevazına delil teşkil etmektedir.

(Buharı, Tarih-i Kebîrinde bu hadisi tahriç etmiştir. Fadlu'llah : C. II, s. 288, dip not.).[370]

 

(364) Şihab İsmi

 

825— Hz. Aişe iftediy&İİahii onha) 'dan rivayet edildiğine göre, ResÛlül-(SûİtallahSAkyHi vt$tltem)'in yanında bir adam anıldı ki, ona Şihab deniyordu. Bunun üzerine Resûlüllah (SalUülahü Aleyhi ve Sellem): «Hayır, sen Hişam'sınî» buyurdu.[371]

 

Şİhab, parlayan ve ışık saçan ateş şulesine dendiği gibi, akan yıldıza da denir. H i ş a m ise, cömerd ve iyi kimse demektir. Bu isim edebe daha uygun düştüğünden, Ş i h a b 'a tercih edilmiştir. Yoksa bu ismi kullanmak haram değildir.

(Bu hadîs-i şerîf için başka bir kaynak bulunamamıştır.).[372]

 

(365) El-As İsmi

 

826— Mutî'in şöyle dediği işitilmiştir:

Peygamber (Satlallahü Aleyhi ve Sellem)'den işittim, Mekke'nin fethi gününde diyordu ki:

— «Bugünden sonra kıyamete kadar hiç bir Kureyşli (dininden dön­mek suçu ile) öldürttlmiyecektir.» Kureyşli olup da, AS ismini taşıyan­lardan Mutî'den başka hiç kimse Fetihten önce müslüman olmuş değildir; onun ismi El-As idi de, Peygamber (Saltallahü Aleyhi ve Setlem) ona Muti ismini verdi.[373]

 

El-As ismi, değişik köklere nazaran isyan eden veya kılıca, değneğe dayanan mânâlarını taştr. Kelimenin sonundan «yâ» harfi düşmüştür. Mutî isminin manası ise, itaat eden, Allah'ın emirlerine boyun eğen demektir. İki isim arasında mana bakımından olan fark meydandadır. Rivayet edil­diğine göre, Kureyş kabilesinden olup da El-As ismini taşıyanlardan yalnız M u t î' fetihten önce İslâm'ı kabul etmiştir. İslâm'ı kabulünden son­ra da Peygamber (SaVaüahü Aleyhi ve Sellem) onun adını Mutî' diye de­ğiştirmiştir.

Mutî' yukarda ki hadîs-i şerifi Hz. Peygamberden rivayet etmiştir. Mekke'nin fethinden sonra İslâm dinini kabul eden Kureyşİ i terden hiç biri kıyamete kadar dininden dönme suçu ile öldürülmeyecektir. Zulüm ve kı­sas suretiyle öldürülebİlecekleri anlaşılmaktadır. Bu beyan, Kureyflİlerin azim ve sebat ehli olduklarını göstermektedir.

M u t î '    kimdir? :

Muti1 ibni'l-Esved, Mekke'nin fethi günü İslâm'ı kabul eden ashabdandır. Kureyş kabilesindendir ve M ü e I I e f e - i K u • I û b 'dandır — Kalbleri İslâm'a ısındırılmak için kendilerine yardım edi­lenlerdendir. İsmi cahiliyet devrinde E I - A s iken, İslâm'ı kabulden son­ra Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Seltem) ona Muti ismini vermiştir. Kureyş içinden E I - A s ismini taşıyanlardan yalnız M u t î ' fetihten önce müslüman olmuştur. Abdullah ve Süleyman isminde oğullan vardır. Metindeki hadîs-İ şerîfi de Abdullah babasından nakletmektedir. Hz. Osman 'in hilâfeti zamanında Mekke'de, diğer bir rivayete göre de Medine'de vefat etmiştir. Oğlu Abdullah, Hz. Peygamber hayatta iken doğmuştu. Allah hepsinden razı olsun.[374]

 

(366) Arkadaşının İsminden Bir Şey Noksan Bırakıp Kısaltarak Onu Çağıran Kimse

 

827— Hz. Aişe, Allah ondan razı olsun, şöyle demiştir: Resûlüllah (SattaUahü Aleyhi ve Seltem) buyurdu ki: — Ey Âiş! Bu Cibril'dir, sana selâm söylüyor. Âişe: — Selâm ve Allah'ın rahmeti onun üzerine olsun, dedi ve Peygam­ber benim görmediğimi (Cibril'i) görüyor, demişti.[375]

 

Sözü kolaylaştırmak için, çağrılan kimsenin isminden son harf kaldı­rılır ki, buna nahiv ilminde = Arap gramerinde «terhîm-İ Münadâ» denir. İşte Peygamber (Sallatlahü Aleyhi ve Sellem) Hz. A t ş e 'ye, «ya Aiş» diye hitap etmiş ve onu çağırmıştır. Malik ismindeki bir adamın «ya Mali» şeklinde çağrılması da bu kabildendir. Kelâmda kolaylık ve hafiflik ifade eder. Böyle çağırmalarda dinî bir sakınca olmadığına hadîs-İ şerif delildir.

Melekler lâtif cisimler olup güzel şekillere bürünme kabiliyetine sahip­tirler. Erkeklİk-dişilik vasıfları olmadığı gibi, beşerî ihtiyaçlardan da mü­nezzeh varlıklardır ve büyük İşler başarmaya güçleri vardır. Umumî olarak insanlara gözükmezlerse de Peygamberlere gözükürler ve güzel insan bi­çiminde bulunurlar. Vahy getirmeğe memur bulunan Cibril (Aîeyhisselâm) da güzel bir insan suretinde Hz. Peygambere vahy getirerek gözükürdü. Fakat ashab-ı kiram onu görmezlerdi. Hz. A i ş e bu gerçeği burada açıklamakta ve : «Onun gördüğünü (Cibril'i), ben göre m em» demektedir.[376]

 

828— Hacdan dönen Sümame kızı Ümmü Gülsüm anlatmıştır ki, kardeşi Sümame oğlu Muharık kendisine şöyle dedi:

Âişe'nin yanma git ve ona, Osman ibni Affan'dan sor; zira yanımızda insanlar onun hakkında çok söz ettiler. (Aleyhinde konuştular). Ümmü Gülsüm şöyle anlattı:

— Ben Âişe'nin yanma varıp dedim ki, evlâdlanndan biri sana selâm gönderiyor ve Osman ibni Affan'dan sana soruyor, (onun durumu nedir) ? Âişe:

  Selâm ve Allah'ın rahmeti onun üzerine olsun,   dedikten sonra şöyle buyurdu:

  Bana gelince, ben şahidlik ederim ki, çok sıcak bir gecede Os­man'ı bu evde gördüm; Allah'ın Peygamberi (Satlallahü Aleyhi ve Sellem) de vardı, Cibril ona vahy ediyordu: Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Settem) ibni Affan'ın (Osman'ın) eline veya omuzuna eliyle «yaz, ösme!» diye vuruyordu. Allah'ın peygamber'i (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'e bu derece yükselttiği kimse, ancak iyi bir adam olur. İbni Affan'a (Osman'a) kim söver, kötü söylerse Allah'ın laneti üzerine olsun.[377]

 

Burada.da Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Seüem) Hz. O s m a n 'a hitap ederken isminin sonundan kısaltarak «Ösme» diye hitap etmiş ve Cibril'in getirdiği vahyi yazmasını emretmiştir. Vahy, Allah Tealâ'dan gelen kelâm olduğu için bundan daha ciddî ve önemli bir İş olamaz. Böyle ilâhî kelâmı yazmaya memur edilen Hz. Osman 'in Peygamber yanın­daki şerefi de muhakkak ki büyüktür. Hazreti Osman zamanın­da çıkarılan ve sehid edilmesine kadar büyük fitnelere yol açan dediko­duların şahsından uzak tutulması gereken birer fesad olduğunu Hazreti A i ş e   bu beyanı ile ispatlamaktadır.[378]

 

(367) «Zahim» Adını Almak

 

829— Beşîr ibni Nehik anlattığına göre şöyle demiştir:

  Peygamber (SalUülahü Aleyhi ve Sillem) gelip şöyle buyurdu: — İsmin nedir?» Beşîr :

  Zahirn, dedi. Peygamber:

— Hayır, sen Beşir'sin!» buyurdu.

  Ben Peygamber (Salfollahü Aleyhi ve Selîem) 1e beraber yürüdüğüm sırada şöyle buyurdu:

«— Ey Hâsaşıyye oğlu! Allah'a razı olmuyor musun? Allah'ın Resulü He beraber yürüyorsun.» Dedim ki:

  Annem ve babam sana feda olsun; ben Allah'a hiç bir şeyle nza göstermemezlik etmiyorum; her hayırlı şeye  (Allah tarafından) kavuş* tum. Sonra (Peygamber) Müşriklerin kabirlerine gelip, şöyle buyurdu:

— Şunlar, çok büyük hayırdan mahrum olmuşlardır.» Sonra Müslümanların kabirlerine gelip, şöyle buyurdu: «— Şunlar, çok büyük hayra kavuştular.» Bir de (sahtiyan) ayak­kabı giyinmiş olan bir adam mezarlar arasında yürüyordu; Peygamber ona:

«— Ey sahtiyan ayakkabılar sahibi! Ayakkabılarını bırak,» dedi. O da ayakkabılarını çıkardı.[379]

 

Bu hadîs-i şerifi rivayet eden B e ş î r 'in eski adı «2 a h i m» olup büyük annesi «H a s a s ı y y e» lâkabını taşıyordu. Bunun oğlu olarak künyelendiğinden Peygamber (SalUtllahü Aleyhi ve SeUem) ona nispet ede­rek B e ş î r 'e hitap etmiştir. Z â h i m , sıkışmak ve sıkıştırmak mana­larından gelen bir isim olduğundan, böyle bir isimle isimlenmeyi Hz. Pey­gamber uygun görmeyip, ona müjdeleyici manasına gelen cBeşir» is­mini vermişti. Aynı hadîs-i şerif 775 sayıda geçmiştir. Daha geniş bilgi için oraya bakılsın.[380]

 

830— Beşîr'in karısı I>eylâ'nın Beşîr ibni'l-Hasasiyye'den şöyle nak­lettiği işitilmiştir; ona Beşîr ismini verdi.»

— (Beşîr'in)   ismi   Zâhim   idi   de,   Peygamber   (Sallallahü Aleyhi ve Seliem) ona Beşîr ismini verdi.»[381]

 

Bu hadîs, lâfız ve mana bakımından bir önceki hadîsin bîr parçası olarak alınmış olduğu anlaşılmaktadır. Önceki hadîse müracaat edilsin.[382]

 

(368) Berre İsmi

 

831— îbni Abbas'dan rivayet edildiğine göre, Cüveyriye'nin ismi Berre idi de, Peygamber (Saltallahü Aleyhi ve Settem) ona Cüveyriyye is­mini verdi.[383]

 

Berre ismi ile ilgili açıklama 821 sayılı hadîs-i şerîf münasebetiyle geçmiş ve bu hadîs-i şerifin tamamı da 647 sayıda zikredilmiştir.

Cüveyriyye (Radiyallahu anha), Peygamber (Saüalİahii Aleyhi ve StUem)'m zevcelerinden biridir. Benî M ustalık kabilesinin reisi Haris ibni Ebî Dırar'ın kızıdır. Hicretin beşinci yılında yapılan Mü rey si' gazasında esir edilenler arasında idi. Hz. Peygamber onu hürriyete kavuş­turarak kendisiyle evlendi. Hz. A işe, Cüveyriyye hakkında de­miştir ki :

— Toplumuna bereket bakımından Cüveyriyye'den daha büyük bir kadın bilmiyoruz. Nitekim ilk hürriyete kavuşup da Hz. Peygamberle nikâh-lanması üzerine kavminden yüz esir, ashab-ı kiram tarafından azad edilmişti.

Hicretin 56. yılında 65 yaşında olduğu halde Rebiulevvel ayında vefat etmiştir. Cenaze namazını Mervan ibni Hakem kıldırdı. Allah ondan razı olsun.[384]

 

832— Ebû Hüreyre'den rivayet edildiğine göre, şöyle demiştir:

— Meymûne'nin ismi Berre idi de, Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sclkm) ona Meymûne ismini verdi.[385]

 

Berre, güzel bir isim olduğu halde, nefsi temize çıkarma ve gü­nahlardan arınmış olma manasını taşıdığından tevazua aykırı bulunmuş ve daha önceki hadîs-i şerifte olduğu gibi, Hz. Peygamber tarafından değişti­rilmiştir.

Meymûne, müminlerin annelerinden biridir. Hicretin yedinci yılında Hudeybtye vakasından sonra Peygamber (SalUüîahü Aleyhi ve Sellem) onun­la evlenmişti. Meymûne dul bulunuyordu. Ömre tavafında Hazreti Peygamber ihramda iken nikâh akdinin yapılmış olduğu rivayet edilmek­tedir. Hz. A b b a s hanımın velisi olarak 500 dirhem mihir karşılığında nikâh akdini yapmıştı. Vefatı hakkında değişik rivayetler vardır. Hicretin 49, 51, 60 veya 61. yıllarında vefat ettiği söylenir. Allah ondan razı olsun. Kendisinden 76 hadîs rivayet edilmiştir.[386]

 

(369) «Eflah» İsmi

 

833— Câbir, Peygamber (Salbllahü Aleyhi ve Seltem)'den rivayet et­tiğine göre, Peygamber şöyle buyurmuştur:

— Eğer yaşarsam — İnşa Allah — Ümmetimi yasakhyacağım ki, on­lardan hiç biri Bereke, Nafi' ve Eflah ismi ile isimlenmesin. (Kavilerden A'meş demiştir ki, Rafi ismini de söyledi mi, yoksa söylemedi mi bilmi­yorum.) Bereke burada mıdır? diye sorulur da:

— Buraıfe değildir, cevabı verilir.» (Böylece orada bereketin ve iyili­ğin bulunmayışı ifade edilmiş olur. Böyle bir halden kaçınmak ve nimeti inkâra yol açmamak için bu ve buna benzer diğer isimleri almamalıdır.) Peygamber (Satlatlahü Aleyhi ve Settem) vefat etti ve bundan yasaklamadı.[387]

 

Ebû Davud bu hadîs-i şerifi çok az bir lâfız farkı ile tahriç et­miştir. Eflah, kurtuluş manasında, Nâfİ' ise fayda manasında bulundukla­rından Bereket ismi gibi birer hususiyet taşımaktadırlar. Bu İsimlerden bi­rini alan için şöyle br durum meydana gelebilir. Vaziyet icabı bir kimse arkadaşlarına sorar: Bereket {yahut Nafi', Eflah) burada mıdır? Hayır, burada değildir ve yoktur, diye cevap alabilir. Bu takdirde o mecliste be­reket, fayda ve kurtuluş gibi iyi hasletlerin bulunmadığı manası da ifade edilmiş otur. İşte bundan kaçınmak için, bu isimlerle İsimlenmemenin ede­be uygun olduğu manası çıkmaktadır. Her ne kadar Peygamber (Sallallahti Aleyhi ve Seltem)   irtihallerine kadar bu  isimleri almaktan  ümmeti yasaklamadılarsa da, bu manada başka rivayetleri   Ebû   Davud   tahriç etmiştir. Edebe en uygun olan İsmi seçmek şüphe yok ki, daha faziletlidir.[388]

 

834— Câbir ibni Abdullah'ın şöyle dediği işitilmiştir: «Peygamber (SdüaUahü Aleyhi ve Sellem)  Ya'lâ, Bereke, Nafi\ Yesar,

Eflah ve buna benzer isimlerle isimlenmeyi yasaklamak istedi; sonra bu ifade arkasında sükût etti de bir şey söylemedi.»[389]

 

Câbir, her ne kadar bu isimleri almayı, Hz. Peygamberin yasak­lamadığını rivayet ediyorsa da, M ü s I i m 'in S ö m r e 'den tahricine göre bunlardan yasaklama varid olmuştur. Bu yasaktan C â b i r 'in ha­beri olmayabilir.

ümmete güçlük ve zorluk olmasın diye Hz. Peygamberin bu yasakla­madan vazgeçtiği de düşünülebilir. Bundan önceki hadîs-i şerife bakılsın.[390]

 

(370) «Rebah» İsmi

 

835— Ömer ibni Hattab'dan —Allah ondan razı olsun— rivayet edildiğine göre, şöyle demiştir:

«— Peygamber (SaİIaİtahü Aleyhi ve Sellem) (aralarında geçen bir ha­dise üzerine) hanımlarından ayrılıp yalnız başına kalınca, ben, (Peygam­berin ziyaretine gidip kapıda hizmetçisi) Rebah ile karşılaştım. Ey Re-bah! Benim (ziyaretim) için Resûlüllah fSaHaWa/ıy Aleyhi ve Sillem) 'den izin iste, diye seslendim.»[391]

Bu hadîs-i şerif, Buhâ rî ve M ü s I i m 'in rivayet ettikleri uzun bir hadîs'in yalnız Rebah ismi ile ilgili kısa bir bölümüdür ve bu İsmi kullanmada bir kerahet olmadığına delil teşkil etmektedir. M ü s 1 i m "in rivayetine göre, hadîsin tamamı meâlen şöyledir:

«— Ömer Îbni'l-Hattab rivayet ederek şöyle demiştir:

  Allah'ın Peygamberi (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) hanımlarından ay­rılıp (hücresinde) kenara çekilince, Mescid'e vardım. Bir de (baktım ki) insanlar çakıl taşlarını   (kederlerinden)   yere vuruyorlar ve Resûlüllah (SMlaüahü Aleyhi ve Sellem) hanımlarım boşadı, diyorlar. Bu (hadise), hicab ile hanımların emrolunmalanndan Önce idi, (henüz hicab âyeti inmemişti).

Ben dedim ki, bunu muhakkak bugün öğrenirim. Bundan sonra Hz. Âişe'nin yanma varıp:

  Ey Ebû Bekir'in kızı! Senin halin Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)fe eziyet verecek dereceye ulaştı mı? dedim.

O, şöyle cevap verdi:

  Benim seninle işim ne, ey Hattab oğlu? Sen heybene bak, (kızın Hafsa'ya öğüt ver). Ben de (kızım) Hafsa'nın yanına varıp:

  Ey pafsa! Senin halin Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'e ezi­yet verecek dereceye ulaştı mı? Vallahi, bilesin ki, Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) seni sevmiyor.   Ben olmayaydım,   Resûlüllah (SatlallahÜ Aleyhi ve Sellem)   muhakkak seni boşardı. Bunun üzerine Hafsa şiddetle ağladı. Ben:

  Resûlüllah nerededir? dedim. O:

  Basamakla çıkılan yüksek yerdeki odasmdadır, dedi. Gittim, bir de Resûlüllah (Sallallahü A leyhi ve Sellem) 'in   Rebah   adındaki   hizmetçisi, odanın eşiği üstünde oturuyor. Ayaklarını ağaçtan yapılmış merdivenin basamağı üzerine sarkıtmış bulunuyor. O merdiven bir ağaç gövdesi olup Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) onun   üzerinden   yukarı   çıkar ve aşağı inerdi. Ben, Ey Rebah! Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) 'in hu­zuruna varmak için benden Ötürü izin iste, dedim. Rebah odaya baktı, sonra bana baktı ve bir şey söylemedi. Sonra:

  Ey Rebah! Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'in huzuruna var­mak için benden ötürü izin iste, dedim. Yine Rebah odaya baktı, sonra bana baktı ve bir şey söylemedi. Sonra ben sesimi yükseltip:

  JŞy Rebah! Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) 'in huzuruna var­mak için benden Ötürü izin iste. Ben sanıyorum ki, Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Seİlem)   Hafsa için geldiğimi zannediyor. Allah'a yemin ederim, eğer Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) onun boynunu vurmayı bana emrederse, muhakkak onun boynunu vururum, dedim ve sesimi yükselt-tim.    Hizmetçi,    yukarı çık diye bana işaret etti.    Ben de Resûlüllah

(Sallallahü Aleyhi ve Sellem)in huzuruna vardım. O, bir hasır üzerinde ya­tıyordu. Ben oturdum. îzajını üzerine topladı. Üzerinde izardan (belden aşağı giyilen elbiseden) başka bir şey yoktu. Hasır, Peygamberin yatmış olduğu yan tarafına iz bırakmıştı. Gözümle Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Selkm)in odasına baktım.- Bir de bir Ölçek (2-3 kg.) miktarınca arpa, bir o kadar (deri tabaklamak için) selem yaprağı odanın köşesinde bu­lunduğunu ve ayrıca henüz tabaklanışı tamam olmayan bir deriyi asılı gördüm. (Bu manzara karşısında) gözlerim boşandı. Bunun üzerine Pey­gamber :

«— Ey Hatteb oğlu! Seni ağlatan nedir?» buyurdu. Dedim ki:

  Ben neden ağlamayayım? Bu hasır böğründe iz yaptı. Şu odanda bu gördüklerimden başka bir şey görmüyorum. Şu Rum ve İran hüküm­darları bağlık ve bostanlarda bulunuyorlar. Sen ise Allah'ın Resulü ve en seçkin kulusun. Burası da senin odan. Peygamber şöyle cevap verdi:

«— Ey Hattab oğlu! Ahiret bizim ve dünya da onların olmasına nazı olmaz mısın?» Ben:

  Evet, razı olurum, dedim. Peygamberin huzuruna girdiğim zaman, onun yüzünde öfke eseri görüyordum. Dedim ki:

__Ey Allah'ın Resulü! Hanımların durumundan neden eziyet çeki­yorsun? Eğer sen onları boşamışsan, muhakkak ki Allah seninle beraber­dir, melekleri de, Cibrîl de, Mikâîl de, ben ile Ebû Bekir ve bütün mü­minler de seninledir. Allah'a hamd ederim, bazan konuşmuşum da söyle­diğim sözü, Allah'ın tasdîk etmesini ummuşumdur. Bu tahyîr (hanım­ları serbest bırakma) âyeti de böyle nazil olmuştur:

«(Ey Hafsa ve Âişe!) Eğer ikiniz de Allah'a fevbe ederseniz ne güzel! Çünkü (Peygamberi dinlemek hususunda) Sulpleriniz eğilmiştir. Yok eğer (kıskançlık ederek yine)   Peygamberin  aleyhinde  birbirinizle yaridımlaşırsanız, bilmiş olunuz ki, Allah onun yardımcısıdır, Cebrail de, mü­minlerin salih olanı da... Bunların arkasından bütün melekler de ona yar­dımcıdır. Olur ki, onun Rabbi, — eğer Peygamber sizi boşarsa — yerinize sizden daha hayırlı zevceler verir ona. Öyle ki, müslüman kadınlar, mü­min kadınlar, devamlı ibadet eden kadınlar, günahlarından tevbe eden kadınlar, Allah için ibadet eden kadınlar, oruç tutan kadınlar, dullar ve bakireler...» (Tanrım sûresi, âyet: 4-5)

E b û B e k i r İn kızı Aişe ile Hafsa, Peygamberin diğer hanımlarına karşı birbirine arka ve yardımcı olurlardı. Dedim ki :

  Ey Allah'ın Resulü! Hanımları boşadın mı? Peygamber: «— Hayır!»

dedi. Ben :

  Ey Allah'ın Resulü! Ben mescide girdim ki, müslumanlar çakıl taş­larını yere vurup «Resûlüllah (SalUtllahü Aleyhi ve Setlem)   hanımlarını boşa­dı» diyorlar. İnip de onları boşamadığını kendilerine haber vereyim mi? dedim. Peygamber:

  Evet, dilersen söyle,     buyurdu. Peygamberin yüzünden öfke açılın­caya kadar konuşmaya devam ettim. Nihayet dişleri gösterecek kadar te­bessüm etti, güldü. Diş bakımından da insanların en güzeli idi. Sonra Pey­gamber  (Saîlallahü Aleyhi vt SelUm)   (yüksekteki odasından) indi;   ben de indim. Ben ağaca tutunarak indim. Resûlüllah   (Sollallahü Aleyhi ve SelUm) ise, yerde yürüyormuş gibi indi, eliyle merdivene tutunmuyordu. Dedim ki :

  Ey Allah'ın Resûlüi Odada (yalnızca) 29 gün kaldın, {bir ay doldu mu?» Şöyle buyurdu :

  Ay, yirmi dokuz gün olur.

Ben Mescid'in kapısında durup en yüksek sesimle: «Resûlüllah (SaliaÜahü Aleyhi ve Stlkm) hanımlarını boşamadı» diye çağırdım. Şu âye^-V kerîme nazil oldu :

«Onlara eminlik veya korku haberi geldiği zaman, onu yayarlar (orta­lığı telâşa verirler). Halbuki o haberi Peygambere ve müminlerden ku­mandanlara iletseler, elbette onun yayılıp yayılmaması gerektiğini onlar-dan öğrenirlerdi, ûğer Allah'ın nimet ve rahmeti üzerinizde olmasaydı, pek azınız müstesna, muhakkak şeytana uymuş gitmiştiniz.» (Nisa sûresi, âyet: 83)

İşte ben, bu işi kendiliğimden çıkardım (da bizzat Peygamber e sordum, dedî-koduya karışmadım). Sonra Allah, Tahyîr — hanımları serbest bırakma âyetini indirdi.

Tahyîr âyeti şudur:

«Ey Peygamber! (Senden süs elbiseleri isteyen) hanımlarına de ki, eğer siz dünya hayatını ve onun süsünü arzu ediyorsanız, haydi gelin size boşanma bedellerini vereyim ve sizi güzel bir şekilde hoşayayıro. Yok, ejfcer Allah ile Resulünü ve âhiret yurdunu istiyorsanız, biliniz ki Allah, İçinizden salih amel işleyenlere büyük bir mükâfat hazırlamıştır.

(Bunun üzerine hanımlar da Peygamber i seçtiler ve dünya süsünü terk ettiler. Ahzab sûresi, âyet: 28-29).[392]

 

(371) Peygamberlerin İsimleri

 

836— Ebu Hüreyre, Peygamber (saallalhü aleyhi ve selem)’in şöyle buyurduğunu rivayet etmiştir:

— İsmimle   isimleniniz; fakat künyemle künyelemeyiniz.Çünkü Ebu’l-kasım benim.[393]

 

815 sayılı hadis-i şerifin açıklamasına bakılsın.[394]

 

837— Enes ibni Malik'den rivayet edildiğine göre, şöyle demiştir: Peygamber (Saltallahü Aleyhi y# SetUm)çarşıda idi de bir adam dedi ki: — Ya  Ebe'l-Kasım!  Bunun  üzerine  Peygamber (Satkltahü AUyhi v* Seltem) ona döndü. Adam dedi ki:  

— Ey Allah'ın Resulü! Ben (seni kasdetmedim), bu adamı çağırdım. Buna karşılık Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) şöyle buyurdu: «— İsmimle isimleniniz; fakat künyemle künyelenmeyiniz.»[395]

 

Bundan önceki hadîs-i şerifle 815 sayılı hadîs-i şerif açıklamasına ba­kılsın.[396]

 

838— Abdullah ibni Selâm'ın oğlu Yûsuf anlatmış ve demiştir ki, Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) bana Yûsuf ismini verdi ve beni kucağına oturttu ve başımı okşadı.[397]

 

Abdullah ibni Selâm, aslen Yahudi âlimlerinden olup Islâ-m i yeti seçerek ashab-ı kiram arasına giren bir şahabıdır Asıl adı H u s a y n iken, müstüman olduktan sonra Peygamberimiz tarafından ona Abdul-I a h  ismi verilmiştir. Siyer kitaplarında müslüman olusu şöyle anlatılır:

Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) Medine'ye hicret edip Hazretİ H a Iİ d "in evine şeref verdiği gön, i b n i , S e 1 â m Hz. Peygamberin huzuruna geldi, Peygamberin mübarek yüzüne baktıktan sonra: «Bu yüz, yalancı yüzü değildir» dedi; ye hemen iman etti. Sonra Hz. Peygambere şöyle ricada bulundu :

— Ey Allah'ın Resulü! Yahudi milleti, çok fazla iftira eden bir millettir Benîm müslüman olduğumu işitirlerse, çeşitli iftiralarda bulunurlar. Onun için, beni bir yerde gizleyip, onların ileri gelenlerine benim hal ve vazi­yetimi sorunuz.

İbni Selâm'ın bu ricası üzerine Yahudi ileri gelenleri çağrıldı. İbni Selâm hakkındaki görüşleri soruldu. Yahudi ileri gelenleri hep bir ağızdan :

«Hepimizin en âlimi ve en fazilettisidir. Babası dahi, babalarımızın en âlimi ve en faziletlisi idi.»

Yahudilerin bu sözleri üzerine. Peygamber Efendimz onlara :

  Ya çimdi müslüman olursa ne dersiniz? buyurdu. Onlar:

  Haşa o müslüman olmaz, dediler. O sırada   l.bni   Selâm,   Hz. Peygamberin işareti ile meydana çıkıp kelİme-i şehadet getirdi ve Yahu­dilere şöyle dedi :

  Ey Yahudî'ler topluluğu! Neden iman etmiyorsunuz? Biliyorsunuz ki, bu zat hak Peygamberdir. Yahudî'ler bu sözü İşitince :

  Yalan söylüyorsun, içimizde cahil oğlu cahil sensin, en  kötümüz sensin, diye   I b n i   Selâma mukabele ettiler. Bunun üzerine Yahudî'­ler huzurdan çıkarıldılar.   I b n i   Selâm   da :

  Ya Resûlallah! İşte iftira edici olduklarını size söylediğim Yahudî milleti bunlardır, dedi.

İşte bu hadîs-i şerifi rivayet eden Yûsuf, Ibni Selâm'in (Ab­dullah'ın) oğludur. Daha bilgi edinmek için 367 sayılı hadîsin açıklamasına müracaat edilsin. Bir peygamber adı olan Yûsuf isminin Hz. Peygamber tarafından bir çocuğa ad olarak verilmesi, Peygamberlerin isimleriyle ad­lanmaya teşvik mahiyetindedir.[398]

 

839— Cabir ibni Abdullah'dan rivayet edildiğine göre, şöyle demiştir: Bizim Ensar'dan bir adamın, bir erkek çocuğu doğdu ve ona Mu-hammtd ismini vermek istedi. Şu'be de, Mansûr'un hadîsinde:

Ensar'dan bir adam dedi ki, çocuğu omuzumda taşıyıp, onu Peygam­ber (Sallallahü Aleyhi ve Seltem) 'e götürdüm, diye nakletmiştir. Süleyman'ın hadîsinde :

Onun bir erkek çocuğu doğdu da, insanlar çocuğa Muhammed ismini vermesini istediler, şeklindedir.

Hz. Peygamber şöyle buyurdu:

— İsmimle isimleniniz; fakat künyemle küny elenmeyiniz. Çünkü ben adaletle bölen kılındım. Aranızda böyle (adaletle ganimetleri) bölerim.

— Husayn ise rivayetinde şöyle demiştir:

— Ben, adaletle bölücü olarak gönderildim, aranızda (böyle adalet­le ganimetleri) bölerim.»[399]                                          

 

Bu bölümle ilgili hadîs-i şeriflere ve açıklamalarına bakılsın.[400]

 

840— Ebû Musa'dan rivayet edildiğine göre, şöyle demiştir: Benim bir erkek çocuğum doğdu da, ben onu Peygamber (Sallaüahö Aleyhi ve Selîemye götürdüm.

Peygamber de ona İbrahim ismini verdi. Sonra bir hurmayı çiğnem halinde damağına koydu ve ona bereketle dua etti. Sonra çocuğu bana verdi. BU çocuk, Ebû Musa'nın.en büyük çocuğu idi.[401]

 

İbrahim ismi de bir Peygamber ismi olmakla bununla isimlenmiye bu hadîs-i şerif de delâlet etmektedir.[402]

 

(372) «Hazin» İsmi

 

841— Saîd, babası Müseyyeb'den, o da (Saîd'in) dedesinden (Hazin ibni Ebî Vehb'den) rivayet ettiğine göre, dedesi Peygamber (Saltallahâ Aleyhi ve Seîlem)'\n huzuruna vardı. Peygamber ona:

«— İsmin nedir?» dedi. O:

  Hâzin, dedi. Peygamber:

«— Sen SehTsin, buyurdu. O:

  Babamın bana vermiş olduğu bir ismi değiştirmem, dedi. (Müsey-yeb'in oğlu Saîd demiştir ki, bundan sonra, artık bizde meşakkat ve keder eksik olmadı.)

(...) ... Abdulhamîd ibni Cübeyr îbni Şeybe şöyle demiştir: Saîd ibnil-Müseyyeb'in yanına oturdum da, bana anlattı ki, dedesi Peygamber (Sallallahü A leyfû ve Seîlem) 'in huzuruna vardı. Peygamber ona: •— İsmin nedir?» dedi. O:

  İsmim Hazin'dir, cevabmı verdi. Peygamber: «— Hayır, sen Sehl'sin, buyurdu. O dedi ki:

  Babamın bana vermiş olduğu bir ismi ben değiştiren değilim. İbni Müseyyeb dedi ki:

Artık bizde (ailemizde) meşakkat ve keder eksik olmadı.[403]

 

Kolay, düz ve yumuşak olan şeye Sehl denir. Hâzin ise bu manaya zıd anlam taşır. Hz. Peygamberin isteğine uymayıp eski isminde İsrar eden Hâzin, nesebine intikal eden bir güçlük ve.tzorluk bırakmış oldu. Bu da hem Peygamber in isteğine uymamak, hem de güzel İsimle isimlenmemek hareketinden İleri gelmiştir.[404]

 

(373) Peygamber (Sallallahü Aleyhi Ve Sellem)’İn İsmi Ve Künyesi

 

842— Cabir'den rivayet edildiğine göre, şöyle demiştir:

  Bizden bir adamın bir erkek çocuğu doğdu da, ona Kasım ismini verdi. Ensar (Medine'li ashab) dediler ki:

  Biz sana Ebu'l-Kasım künyesini vermeyiz ve sana göz aydınlığı dilemeyiz. Adam, Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Selîem)'e varıp Ensar'ın söylediklerini Peygamber'e söyledi. Bunun üzerine Peygamber (Saİlallahü Aleyhi ve Sellem) şöyle buyurdu:

Ensar güzel söyledi; benim ismimle isimlenin, ancak künyemle ktinyelenmeyiniı. Zira Kasım benim.»[405]

 

Hz. Peygamberin devrinde, «Ebu'l-Kasım» künyesi ile künyelenmek yasaklanmış olup, «Muhammedi» ismi ile İsimlenmeye ruhsat verilmişti. Hz. Peygamber'in hayatından sonra hem ismi ile isimlenmek, hem de künyesi İle künyelenmek hususunu caiz görenler çoğunluk halindedir. Bununla beraber Hz. Peygamberin künyesi ile künyelenmemek ihtiyatlı bir hareket olur. 836, 837, 839 sayılı hadîs-i şeriflere bakılsın.[406]

 

843— (Hz. Ali'nin oğlu) İbnu'l-Hanefiyye'nin şöyle dediği işitilraiştir:

  (Şu husus, babam) Ali için bir müsaade olmuştur. (Babam, Hz. Peygamber'e) dedi ki:

  Yâ Resûlallah! Eğer senden sonra benim bir çocuğum doğarsa, se­nin adını ona vereyim mi ve senin künyenle de onu künyeleyeyim mi?

Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem); «— Evet!» dedi.[407]

 

( Hz. Hasan ve Hz. Hüseyin "den sonra, Hz. A I i 'nîn en büyök ve en faziletli oğlu Muhammed ibni'l-Hanefiyye 'dir ki, bo­radaki hadîs-i şerifi babasından rİvayeten anlatmaktadır. Nitekim kendi­sine Hz. Peygamberin ismi verilmiş ve ayrıca Ebu'l-Kasİm künyesi ile de künyelenmiştir. Hadîs metninden anlaşıldığına göre bu ruhsat yalnız Hz. AI i 'ye verilmiştir. Peygamber in hem ismini, hem de künyesini alma mü­saadesi, Hz. Ali 'ye has bir ruhsat olmuştur, yalnız onun oğluna verilme­sine izîn çıkmıştır. Başka hiç kimsenin Peygamber'e ait bulunan isim ve künyeyi bir arada kutlanmasına ruhsat yoktur. Bununla beraber İmam Malik ve âlimlerin çoğu, isim ve künyeyi bîr arada almanın yasaklığı, Hz. Peygamberin hayatı boyuncadır demişlerdir. Fakat İmam Şafiî Haz­retleri, isim ister Muhammed olsun, ister Ahmed olsun ve ister bunlardan başka olsun, hiç kimseye Ebu'l-Kasım künyesini almak helâl ol­maz. İhtiyat da buradadır.

Ibnu'İ-Kayyim   da diyor ki, Peygamberin ismi ile isimlenmek caizdir; künyesi ile künyelenmek yasaktır. Ancak Peygamber'in hayatında onun künyesi ile künyelenmek'daha şiddetli bir yasaktır, (simle künyeyi bir arada takınmak İse hiç bir zaman caiz değildir. Hz. Ali den rivayet edi­len hadîs sahîh kabul edildiği halde, ona verilen bu ruhsat özellik taşır. Başkaları bununla amel edemez.

Muhammed Ibni'l-Hanefiyye, hicretin 21. yılında dünya­ya geldi. Abdullah ibni Abbas ile İlim ve fıkıh tahsîl etmiştir. Babasının sevgi ve takdirine mazhar olmuş takva sahibi bir zat idi. Cemel vak'asında babasının sancağını taşımıştı. Kuvvet, atılganlık ve cesarette em­salsizdi. Hicret'in 71. yılında Medine'de vefat etmiş ve cenaze namazını Medine valisi bulunan Hz. Osman'ın oğlu E b â n kıldırmıştı. Mu­hammed Hanîf ve Muhammed Hanefî diye de yad edilir. Allah hepsinden razı olsun...[408]

 

844— Ebû Hüreyre'den rivayet edildiğine göre, şöyle demiştij: — Peygamber (SallalUthü Aleyhi ve Sellem) kendi ismi ile künyesini bir arada toplamamızı yasakladı ve şöyle buyurdu:

— Ebûl-Kasim benim. Allah (mal ve ganimet) verir; ben ise, (adaletle) bölerim.»[409]

 

839 ve 842 sayılı hadîslere müracaat edilsin. Bu hadîsi Tirmizî rivayet etmiştir. (Kitabu'l-Edeb, Bab : 68, Hadîs : 2843).[410]

 

845— Enes'den rivayet edildiğine göre, şöyle demiştir: Peygamber (Sallallahti Aleyhi ve Setiem) çarşıda idi. Bir adam (arka­daşına) :

  Ey Ebu'l-Kasım! dedi. Bunun üzerine Peygamber (Saltal&tü Aleyhi ve Selîem) dönüp (çağırana) baktı. Adam:

  Ben bunu (arkadaşımı) çağırdım, (sizi kasdetmedim) dedi. Peygamber de şöyle buyurdu:

— İsmimle isimleniniz; fakat künyemle ktinyelenmeyiniz.»[411]

 

837 sayılı hadîs-i şerife bakılsın.[412]

 

(374) Müşrik Künyelenir Mi?

 

846— Üsame ibni Zeyd haber verdiğine göre, Resûlüllah (SalUütahü Aleyhi ve Selîem) içinde Abdullah ibni Ubeyy îbni Selûl'ün bulunduğu bir meclise vardı. Bu hadise, Abdullah ibni Ubeyy'in İslâm'a girişinden imce idi. (Abdullah, Peygambere hitap ederek) dedi ki:

— Meclisimizde bizi rahatsız etme. Sonra Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Selkm) Sa'd ibni Ubade'nin yanma varıp şöyle buyurdu:

«— Ey Sa'd! Ebû Hubab'in dediğini işitmedin mi?» (Peygamber, Ebû Hubab künyesi ile) Abdullah ibni Ubeyy ibni Selûl'ü kasdediyordu.[413]

 

Bif kimseyi künyesi ile çağırmak veya künyesi ile söyleyip onu kasdet-mekte, şereflendirme ve ona kıymet verme İfadesi vardır. Henüz İslâm'ı kabul etmemiş bulunan Abdullah İbni Ubeyy'e böyle künyesi ite hitap edilişte bazt sebeplerin bulunduğu İleri sürülmektedir. Kendisinden bahsedilecek olan müşrik ya künyesi ile meşhur olur da ismi ile tarif edilemeyecek olursa, yahut fitneden korkutursa veya İslâm'a ısındırılmak ga­yesi bulunursa ve bir menfaat umulursa, künyesi kullanılır. Hadîs-i şerif bu cevaza delil teşkil etmektedir. Bu hadîs,  Buharı nin Sahihinde ve Müs­lim'in rivayetinde uzun olayın bu bölümle ilgili kısa bir kısmıdır. Müslim'in rivayeti meâlen şöyle :

[ü s a m e ibni Zey d] in haber verdiğine göre, Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) bir merkebe bindi; merkebin üzerinde eğer var­dı, eğerin altında da Fedek (beldesinin mamulü) palan bulunuyordu. Pey­gamber, Hazreç oğlu Harisin oğullan kabilesi İçinde hasta bulunan S a ' d ibni U bade yi ziyaret etmek üzere, ü sam e'yi terkisine almıştı. Bu hâdise, Bedir vakasından önce idi. Nihayet içinde müslümanlardan, müş­riklerden, putperestlerden ve Yahudi'lerden karışık bir meclise tesadüf etti. Aralarında Abdullah ibni Ubeyy de vardı. Mecliste (müslüman­lardan) Abdullah ibni Revaha bulunuyordu. Hayvanın ayak toz­lan meclisi sarınca, Abdullah ibni Ubeyy elbisesi ile burnunu kapadı; sonra dedi ki :

— Bizi  tozutmayınız.Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Seli*m) onlara selâm verdi; sonra durup (merkebinden) indi. Onları Allah'a ibadete çağır­dı ve onlara Kuran okudu. Bunun üzerine  Abdullah   ibni   Ubeyy şöyle dedi :

  Ey insani Bu söylediğinden daha güzel bir şey yoktur. Eğer dediğin gerçek ise, meclisimizde bize rahatsızlık verme; evine dön. Bizden sana gelen olursa ona anlat. Buna karşı   Abdullah   ibni   Revaha  şöyle dedi :

  {Ey Peygamber!) bizi meclisimizde (Kur'an ile) mest et; biz 'bunu seviyoruz. Böylece müslümanlarla müşrikler ve Yahudi'ler birbirlerine söv­meye başladılar. Dyle ki, birbirleri üzerine atılmaya yeltendiler. Peygamber (Sallallahü Aleyhi v€ Sellem)   ise onları teskine devam ediyordu. Sonra Pey­gamber hayvanına binip   Sa'd   ibni   Ubade 'nin yanına vardı  da şöyle buyurdu :

«— Ey Sa'd! Ebû Hubab'ın (Abdullah ibni Ubeyy'in) dediğini işit­medin mi? O, şunu ve şunu söyledi.»

Sa'd dedi ki :

  Onu bağışla, ey Allah'ın Resulü! Müsamaha et. Allah'a yemin ede­rim ki, Allah sana verecek olduğunu (Peygamberlik şerefini) verdi. Gerçek­ten bu belde halkı, onu başlarına Melîk edinmeye sözleşmişlerdi. Vakta ki Allah, onun bu mevkiini, sana verdiği Kak Peygamberlikle reddetti, adam buna kederlenip hased etti. İşte gördüğünü ona yaptıran budur.    Bunun üzerine Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)   de onu bağışladı.

Abdullah    ibni    Ubeyy    kimdir?

Hazrec kabilesinden olup    Ebu'l-Hubab   ve    fbni    S e I û I künyeleri ile meşhurdur. Medîn» lidİr ve İslâm'da münafıkların başı olarak tanınır. Hazraç kabilesinin cahiliyet devri sonlarında onların reisi idi. Bedir savaşından sonra, korkusu sebebiyle İslâm dinine girmiş ve müslümanlığını izhar etmişti. Görünüşünde müslümandı. Peygamber (Saltaltahü Aleyhi ve Sellepı) Uhud savaşına hazırlandığı zaman, i b n i S e I û 1 beraberinde 300 kişi jle ayrılıp Medine'ye dönmüş ve aynı hareketi Tebûk seferinde de tek-rartçmışh. Her ne zaman müslümanlara bir musibet gelirdİyse ona sevinir ve duymuş olduğu kötülüğü hemen yayardı. Ölünce, Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) öne geçip namazını kıldı. Hz. Ömer namazının kılın­masına muvafakat etmemişti, Bunun üzerine şu âyet-i kerîme nazil oldu : — (Ey Resulüm) münafıklardan ölen hiç bir kimse üzerine, hiç bir zaman namai kılma; kabri başında (gömülürken veya ziyaret için) dur­ma. Çünlci onlar, Allah'ı ve Resulünü tanımadılar ve kâfir olarak can verdiler.»[414]  (Tevbe sûresi, âyet: 84)

Sa'd    ibni    U bade :

Medine li ashabdan olup, künyesi E b û Sabit dir. Annesi Ömre de ashobdandır. Hz. Peygamberin zamanında vefat etmiştir. Hazreç ka­bilesinin ulularından olan Sa'd, Bedir savaşında bulunmuş mudur, yoksa bulunmamış mıdır mevzuu ihtilaflıdır. İmam Buhârî, Bedir savaşına iştirak ettiğini ispat eder.

Sa'd, güzel Arapça yazan, iyi yüzme bilen, ok atıcılığında mahir olan kâmil bir kimse idi. Kendisi cömertlikle şöhret bulmuştu. Baba, dede ve evlâtları dahi cömert İdi. Kendilerine ait bir köşk olup, her gün buradan yemeğe ihtiyacı olanlar çağrılır ve davet edilirlerdi. S a ' d 'in daima bü­yük bir tası, Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'\e beraber zevcelerinin evlerini dolaşırdı. Soffe fakirlerinden herkes bir ve iki kİşİ evine götürürken Sa'd seksen kişiyi birden evine götürüp onlara ikramda bulunurdu. En* sarın sancağı bunda idi. Hz. Ebû Bekir e bîat etmeyip Şam arazisinde Havran a gitti ve orada hicretin onbeşinci yılında vefat etti.

Mekke'nin fethinde de Resûlüllah in sancağını elinde taşıyordu. Mek­ke'ye girildikten sonra, sancağı oğlu K a y s 'a teslim etmesini Hz. Pey­gamber kendilerine emretmekle onu oğluna verdi. Abdullah ibni Ab bas ve iki oğlu kendisinden hadîs rivayet etmişlerdir. Şam'da vefa­tına kadar Medine'ye dönmedi ve Hz. Ömer'in hilâfeti zamanında ve­fat etti. Allah ondan razı olsun.

Abdullah    ibni    Revaha    kimdir?

Bu da Medine I i ashabdan olup, Hazreç kabilesi ulularındandır. Mek­ke'nin fethinden başka diğer bütün savaşlarda bulunmuştur. Mekke fet­hinden sonraki savaşlarda da bulunamamıştır; çünkü Mu'te savaşında ku­mandanlardan biri olduğu halde şehİd edilmişti. Şam arazisinde hicretin 8. yılında vefat etti. Güzel şiir söyleyen ve müsrikleVe karşı Hz. Peygamber'! koruyan şairlerden biriydi. Savaşlarda en öne geçen ve dönüşte de en sonra gelen olduğu rivayet edilir. Yine şehid edildiği Mu'te savaşına gider­ken, inşaallah sağ salim dönersin diye müslümanlar ona dua ettiği zaman, Allah'ın mağfiretine ve Cennetine kavuşurum, cevabını vererek şehid ol­masını temenni etmişti. Nitekim de öyle oldu.

H i ş a m ,    babası    U r y e den rivayet ederek diyor ki : — Abdullah    ibni    Revaha 'dan daha cesur ve daha çabuk şiir söyleyen görmedim.

İşte Abdullah ibni Ubeyy'e karşı da cesaretle Hz. Pey­gamber'i müdafaa etmiş ve gereken cevabı ona vermişti. Zaten bu müna­sebetle hal tercemesine geçilmiştir.

İbni Abbas, Osame ibni Zeyd ve Enes ibni Malik kendisinden hadîs rivayet etmişlerdir. Abdullah ibni Revaha, evinden her çıkışta ve evine her dönüşte muhakkak iki rekât namaz kılar olduğunu hanımı anlatmıştır.

Mû'tt savaşı esnasında Zeyd İbni Harise ile Cafer ibni Ebû Talİp'ten sonra müslümanların sancağını eline almış ve ilk atılışta yaralanıp akan kanını yüzüne bulaştırarak kahramanca hücumg geçmiş ve şehid oluncaya kadar çarpışmıştır. Allah hepsinden razı olsun.[415]

 

(375) Çocuk İçin Künye

 

847— Enes'den rivayet edildiğine göre, şöyle demiştir:

— Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Settem) bize gelirdi ve benim Ebû Umeyr künyesini taşıyan küçük bir kardeşim vardı. Onun oynayıp dur­duğu bir serçesi vardı da ölmüştü. (Bir gün) Peygamber (Salkdlahü Aleyhi ve Sellem) bize geldi de, bu küçük kardeşimi kederli gördü. Bunun üzerene Peygamber:

— Bunun hali ne böyle?» dedi. Serçesi öldü, diye Peygambere cevap verildi. Peygamber de şöyle buyurdu:

«— Ey Ebû Umeyr! Serçecik ne oldu?»[416]

 

Bu hadls-i şerif, çocukların künye ile çağrılmalarına ve çocuklara künye verilmenin cevazına delil teşkil eder. Bu hadîs-i şerîf çocuklarla şakalaşmak ve kafeste kuş beslemek mevzuları ile ilgili bölümlerde 269 ve 384 sayı­larda geçmiştir, kaynaklan da verilmiştir.[417]

 

(376) Bir Kimsenin Çocuğu Doğmadan Önce Ona Künye Vermek

 

848— (löl-s.) Rivayet edildiğine göre Abdullah, Alkame'ye —he­nüz çocuğu doğmamışken— Ebû Şibl = Şibl'in babası künyesini ver­miştir.[418]

 

Künye, çok kere yaşayan veya daha önce doğmuş olan bir çocuğa iza­feten verilir. Anlaşılıyor ki, çocuk daha doğmadan, tasavvur edilen bir ço­cuğa izafetle künye verilmiştir. Muhakkak çocuğun doğmuş olması künye için şart değildir.[419]

 

849— (192-s.) Alkame'den rivayet edildiğine göre, demiştir ki, ben doğmadan önce, (babam) Abdullah bana künye verdi.[420]

 

Bundan Önceki habere bakılsın. Her iki haber için başka bir kaynak bulunamamıştır.[421]

 

(377) Hanımların Künyesi

 

850— Hz. Âişe (Radiyallahü anha) 'dan rivayet edildiğine göre, şöyle anlatmıştır:

— Peygamber (Sallalkhü Aleyhi ve Sellem) 'e varıp dedim ki: — Ya Resûlallah! Hanımlarına künye verdin, (arkadaşlarımın künyesi var, benim çocuğum olmadığından künyem yok) bana da künye ver.

Bunun üzerine Hz. Peygamber:

— Kız kardeşin (Esma) oğlu Abdullah (ibni Zübeyr) ile künyelen.» buyurdu. (Ümmü Abdullah = Abdullah'ın annesi diye künyeler).[422]

 

Hanımların en faziletlisi olan Hz. Peygamber İn zevcesi A i ş e 'nin hiç çocuğu dünyaya gelmediği İçin, çocuğuna İzafeten künyetenememişti. Bun­dan müteessir olan Hz. A i ş e 'nin gönlünü hoş etmek için, ona en yakın bulunan yeğeni Abdullah ile onu künyelemiş ve Ommü A b d u I -I a h diye yad edilmiştir. Abdullah İbni Zübeyr hakkında bilgi için 244 sayılı hadîs-i şerîf açıklamasına müracaat edilsin.[423]

 

851— Rivayet edildiğine göre, Hz. Aişe (Radiyollahü tm&)  göyle de­miştir :

  Ey Allah'ın Peygamberi, bana künye vermez misin? Peygamber de:

«— Oğlunla kttnyelen!» buyurdu.

  (Peygamber bu sözle) Abdullah ibni Zübeyr'i kasdediyordu. Hz. Âişe de, Ümmü Abdullah = Abdullah'ın annesi diye künyelenmişti.[424]

 

Bundan önceki hadîs-i şerife bakılsın.[425]

 

(378) Bir Adamı Kendisinde Olan Bir Şeyle Veya Herhangi Biriyle Künyelemek

 

852— Sehl ibni Sa'd'dan şöyle rivayet edilmiştir: Hz. Ali'ye —Allah ondan razı olsun— isimlerinin en sevgilisi, ger­çekten Ebû Türab idi ve hakîkaten bu isimle çağrılmaktan sevinirdi. Ona bu ismi Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) (şu sebepten) vermişti:

Hz. Ali, bir gün Hz. Fatıma'ya —Allah her ikisinden razı olsun — kızdı. Bu kızgınlık üzerine (evden çıkıp) Mescid'de duvara yaslanarak uzandı. Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Settem) (evine) gelip (onu bulama­yınca) arkasını takibe koyuldu. Peygambere haber verildi ki, o burada duvara yaslanmış yatıyor. Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) onun ya­nına vardı. Hz. Ali'nin arkası toprak dolmuş haldeydi. Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem t onun arkasından toprakları silmeye başladı ve ona:

«— Otur, Ebû Türab!. Diyordu.[426]

 

Ebû Türab = Toprak babası, toprak sahibi manasını taşır. Hz. Âli topraklara bulaştığından/ Peygamber (Saliallahü Aleyhi ve Sellem) onu, ken­disinde bulunan bu vasıflarla isimlendirdi. Hz. Peygamberin vermiş bulun­duğu bu isimden şeref duyan Hz. Ali için Ebû Türab isimlerinin en iyisi ve sevgilisi olmuştu. Bununla çağrılmaktan da hoşlanır ve sevinirdi.

Buhârî hazretleri burada hadîs-i şerîfi kısaltmıştır. Hâdisenin tama­mını İmam  Müslim  şöyle tesbit etmiştir:

«Sehl ibni Sa'd hazretlerinden rivayet edilmiştir: Mervân ailesinden bir adam Medine'ye vali tayin edildi. Vati Sehl ibni Sa'd hazretlerini çağırıp Hz. Al i'ye sövmesini ona emretti. Sehl sövmek ten çekindi.

Vali dedi ki :

  Madem sövmüyorsun, Allah   Ebû   Türab'a  lanet etsin, söyle. Bunun üzerine Sehl:

  Hazreti  Ali  için,  Ebû Türab'dan daha sevimli bîr isim yoktu ve bununla çağrılmaktan hoşlanırdı. Bunun üzerine vali dedi kİ :

  O halde bunun hikâyesini bize anlat, niçin   Ebû   Türab   diye isimlendirildi?   Sehl   de anlattı :

Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) Fatıma'nın evine geldi de evde  AI i 'yî bulamadı.  F a 11 m a 'ya :

«Amcamın oğlu nerede?»

Diye sordu. O da :

  Aramızda bir hâdise oldu da benden kızıp çıktı ve kuşluk uykusunu evimde uyumadı, dedi. Peygamber (SaUoUaM Aleyhi ve Sellem)   bîr adama :

Bak, bu (adam) nerede?»

Buyurdu. Adam (aradıktan sonra) gelip dedi ki :

  Ey Allah'ın Resulü!   O (Hz. Ati)   Mescid'de   uyuyor.   Peygamber (SalUtllahü Aleyhi ve Setlem)   yanına vardı ki, o yaslanmış yatıyor; yan tara­fından hırkası düşmüş, üzerine de toprak isabet etmiş. Peygamber (SatlaüâhU Aleyhi ve Sellem)   de ondan topraktan silmeye başlayarak şöyle buyurdu :

«Kalk Ebû Tttrab, kalk Ebû Tttrab!..»[427]

 

Böylece Ebû Türab isminin Hz. AI i'ye verilme sebebi tafsilâtı ile bildirilmiş oluyor.[428]

 

(379) Büyüklerle Ve Fazilet Sahipleriyle Yürümek Nasıl Olur?

 

853— Enes'den rivayet edildiğine göre, şöyle demiştir:

Peygamber (Sallaltahii Aleyhi ve Sellem) bizim hurmalığımızda —Ebû Talha'nın hurmalığında— iken ihtiyacı için uzağa açıldı; Bilâl da arka­sında yürüyordu, yanında yürümekle Peygamber (Saltallahü Aleyhi ve ScUemfe ikram ediyordu. Sonra Peygamber (Sallatlahü Aleyhi ve Setlem) bir mezara uğrayıp durdu. Nihayet Bilâl ona yetişti. Peygamber şöyle bu­yurdu:

«— Canına rahmet, ey Bilâl! Benim işittiğimi ten işitiyor musun?»

Bilâl dedi ki:

— Ben bir şey işitmiyorum.

Hz. Peygamber:

«— Kabir sahibine azab ediliyor!» buyurdu. Sonra onun Yahudi kabri olduğu anlaşıldı.[429]

 

Bu hadîs-i şeriften anlaşıldığına göre, büyüklerin, ilim ve fazilet sahibi kimselerin arkasında yürünür ve onlara yardımda bulunmak için yanlarında hazır bulunulur. Bu gibi hareketler islâm'ın öğrettiği ahlâk ve edeb kaide-lerindendir. Ayrıca Hz.ŞeyşambvfŞaUallahüAleyhi veSeÜem)'m kabirlerinde bulunan ölülerin hafine vakıf oldukları gerçeğini de öğrenmiş bulunuyoruz. Mu, Allah'ın Peygamberlerine ihsan buyurduğu bir mucizesidİr ve Allah bu iktidarı dilediği mümin kullarına keramet olarak da ihsan buyurur.[430]

 

(380) Bölüm

 

854— (193-s.) Kays'dan rivayet edildiğine göre, demiştir ki; Muâ-viye'nin kendi küçük kardeşine şöyle dediğini işittim:

  Bu hizmetçiyi terkine al,  (bineceğin hayvan üzerinde senin ar­kanda olsun). Kardeşi ise bunu yapmaktan kaçındı. Bunun üzerine Mua-viye, otta:

  Ne fena terbiye edildin, dedi.

Kays demiştir ki, (Muâviye'nin babası) Ebû Süfyan'ın (Muâviye'ye) :

  Kardeşinin sana karşı tutumunu bağışla, dediğini işittim.[431]

 

Burada iki hususa işaret edilmektedir:

Birincisi: Hizmetçiyi terkiye almak suretiyle, efendi ve hizmetçinin birarada yürümelerinin edebe aykırı düşmediğidir. Aynı zamanda böyle hareket, bir tevazu manası taşımaktadır.

İkinci husus : Böyle hareket etmemenin büyük bir suç olmadığı, terbi­yesizlik derecesine ulaşmadığıdır. Bir fazilet farkı olarak mütalâa edilmesi gerektiğidir. (Bu eser için başka bir kaynak bulunamamıştır.)[432]

 

855— (194-s.) Amr ibni'l-As'dan rivayet edildiğine göre, şöyle de­miştir:

— Arkadaşlar çoğaldığı zaman, borçlar da çoğalır.» (Kavilerden Yahya demiştir ki...) Ben, (bana anlatan) Musa'ya: — Borçlar nedir? diye sordum. O; haklardır, dedi.[433]

 

Arkadaşlar çoğaldığı zaman, onların her birine karşı olan davranış ve hareketler birbirinden farklı olur. Herkesin durumuna göre idare edilmesi gereken ve gözetilmesi icab eden halleri vardır. Arkadaşın ihtiyacı varsa, elden gelen maddî yardımı yapmak, manen takviyede bulunmak, sözle ve bedenle yardımcı olmak, darıltmamak, muhabbeti devam ettirmek gibi hak­lan gözetmek lâzım gelir. İşte arkadaşlar çoğaldıkça bu hak ve vazifeler de çoğalır.

(Bu eser İçin yine başka bir kaynak bulunamamıştır.)[434]

 

(381) Şiirden Bir Kısmı Hikmetdir

 

856— (195-s.) Halid ibni Keysan'dan rivayet edildiğine göre, demiş­tir ki, ben (Abdullah) ibni Ömer'in yanında idim. îyas ibni Hayseme, onun karşısında durup, şöyle dedi:

  Ey Faruk'un oğlu (Abdullah), sana şiirimden okuyayım mı? (Abdullah) ibni Ömer:

  Evet, ancak bana güzel olanı oku, dedi. Bunun üzerine İyas ibni Hayseme, ona şiir okudu; nihayet ibni Ömer'in hoşlanmadığı şeye (söze) ulaştığı zaman, İbni Ömer ona:

«— Dur!» dedi.[435]

 

Şiir, anlamak ve bitmek, duymak mânâlarına gelen Arapça bir keli­medir. Edebiyat dilinde ise, ölçülü ve kafiyeli olan güzel sözler manzume­sine denir. Burada da bu manada olan şiir kosdedilmektedir. Böyle olunca, her şiir fuzuliyat olmaz ve taşkınlık sayılmaz. Çünkü şiir şeklinde ifade edi­len sözlerin bir kısmı hakkı belirtir ve ona teşvik eder. Hak ve adaleti açık­layan, güzele ve iyiye delâlet eden şiirler, kasd edilen manayı en tatlı ve en coşkun şekilde terennüm ettiklerinden ve dinleyiciyi büyü I ey ip heyecana getirdiklerinden hikmetle anılmaya hak kazanmışlardır.

Hikmet, sağlam ve kuvvetli bir görüşle gerçeği tespit etmek demektir. İşte şiirlerden bir kısmı gerçeği belirttiği ve bulduğu itibarla hikmettir, doğ­ruyu ifade eden hükümdür.  N e v e v î hikmeti şöyle tarif eder:

«Yüce Allah'ı tanımayı muhtevî hükümlerle nitelenmiş iltrn, hikmettir. Bu da, keskin görüşle gerçeği tespit etmek, nefsi terbiye etmek, hak olan şeyle amel etmek, boş şeylere gönül arzularından yüz çevirmek suretiyle otur. Bu vasıftan kendinde toplayana da Hakîm denilir.»

EbO Düreyd demiştir ki, sana Öğüt veren, yahut seni fenalıktan alıkoyan, yahut seni bir iyiliğe iletip çirkin şeyden meneden her söz hik­mettir ve hükümdür.

İşte bir şiir ki, onda öğüt ve hikmet var, Allah'ın nimetlerini ve iyi kimselerin halterini anma var, o güzeldir. Kötü şeyleri İfade eden ve şunu bunu yerip hicveden şiir dizmek haramdır.

Şiirle ilgili 342, 525, 792, 793 ve 869-871 sayılı hadts-i şeriflere müra­caat edilsin.[436]

 

857— (196-s.) Mutrif den işitüdiğine göre demiştir ki, İmran ibni Husayn'e, Kûfe'den Basra'ya kadar arkadaşlık ettim; hemen hemen her konakladığı yerde bana şiir okuyordu ve şöyle demişti:

— İşaret ve tarizle yapılan ifadelerde yalandan uzaklaşma vardır.[437]

 

Bir sözden hem gerçek mana, hem de bazı karinelerle mecaz manası alınabilecek olursa, bu gibi sözlerin tevili mümkündür. Meselâ bir kimsenin kolunun uzunluğunu bildirirken, onun hırsızlığına da işaret ederek «kolu uzun» denilebilir ve bir söz kaçamağı yapılabilir. Böylece bunu söyleyen adam maksadını gizleyerek yalan için bîr yol bulabilir. Akıllı ve ihtiyatlı davranan kimseler, çok kere konuşmalarını tariz suretiyle ifade ederler. Hakkı beyan etmekte tariz yolunu seçmenin sakınılacak tarafı yoktur. Bu da bir nevi hikmet sayılır.

(Bu ve bundan önceki haber için başka kaynak bulunamamıştır.).[438]

 

858— Ubeyy ibni Kâ'b haber verdiğine göre, Resûlüllah (SaUalbhü Aleyhi ve Sellem) şöyle buyurmuştur:

«— Şiirden bir kısmı hikmettir.»[439]

 

856 sayılı hadîs-i şerife ve açıklamasına bakılsın. Ubeyy ibni Kâb'ın hal tercemesi için 476 sayılı hadîs-i şerif açıklamasına müracaat edilsin.[440]

 

859— Esved ibni Serİ'den rivayet edildiğine göre, şöyle demiştir: — Dedim ki, ey Allah'ın Resulü! Azîz ve Yüce olan Rabbımı bir takım övgülerle methettim. Hz. Peygamber:

«— Senin Rabbın Övgüyü  (hamdi)   sevmez mi?» buyurdu ve öna bundan ziyade etmedi, (söylemedi).[441]

Esved ibni Sert' Temim kabilesinden ve ashabdan olup kün­yesi Ebû Abdullah 'dır. Meşhur şairlerdendir ve Peygamber(Sattallâha Aleyhi ve Sellem) ile beraber dört savaşa katılmıştır. Demiştir ki, bir sa­vaşta ashabdan bazıları düşman çocuklarını öldürdüler ve bunlar müşrik çocuğudur, (öldürülmelerinde bir beis yoktur) dediler ve böylece ResGlül-lah'a karşı suçsuzluklarını belirtmeye çalıştılar. Bunun üzerine Resûlüllah şöyle buyurdu :

«— Sizin seçkinlerini», müşriklerin çocukları değil midir? Hiç bir çocuk yoktur ki, İslâm'ı kabul edebilme kabiliyeti üzere doğmuş olmflsın. Nihayet dili ile ifadeye başlayınca, ana-babası onu Yahudileştirir, yahut Hıristiyanlaştırır, yahut onu ateşperest yaparlar.»

Esved, hicretin kırk ikinci yılında Hz. Muavİye zamanında ve­fat etmiştir. Bir rivayete göre de, Mz. Osman şehid edildiği zaman ev-tâd ve iyalînİ bir gemiye bindirerek onlarla Basra körfezinden ayrılmış ve bir daha da görülmemiştir.

Esved şair olduğundan, şiirlerinde yapmış olduğu övgüler ve güzel vasıflar, Peygamber tarafından tasvib görmüş ve takdir kazanmıştır. Bu da gösteriyor ki, hak kelâmın şiirle ifâde edilmesinde bir sakınca yoktur.[442]

 

860— Ebü Hüreyre'den rivayet edildiğin* göre, demiştir ki, ResüUil lahi$ĞlktUahü Aleyhi ve Seltem) şöyle buyurdu:

— Bir adamın karnının irinle dolup hasta olması, şiirle dolmasından daha hayırlıdır.»[443]

 

Şiir konusu ile ilgili bundan önceki hadîs-i şeriflerin açıklamalarında, mubah ve haram olan şiirler tafsilâtı ile bildirilmiş olduğundan tekrar üze­rinde durmakta fayda yoktur. İçinde hayır bulunmayan, sunu bunu kötü-leyen ve münasebetsiz sözleri ihtiva eden şiirleri ezberleyip de mütema­diyen onlarla uğraşan kimsenin durumu, hadîs-i şerifte beyan buyuruları mana kapsamına girer. İlim ve fazilet, ahlâk ve edeb dersi vermeyen boş ve lüzumsuz şiirlerle sözlerden kaçınmak gereklidir.[444]

 

861— Esved ibni Seri'den rivayet edildiğine göre, şöyle demiştir: Ben şair idim, Peygamber (Saltatkthii Aleyhi ve SeHem)'e gidip dedim

ki, Rabbimi Övdüğüm Övgülerimi sana okuyayım mı? Peygamber:

«— Gerçekten senin Rabbin övgüleri sever, (onlardan  razı  olur).»

buyurdu ve bunun üzerine bana ziyade (bir şey) söylemedi.[445]

 

859 sayılı hadîs-i şerif ve açıklamasına bakılsın.[446]

 

862— Hz. Aişe'den —Allah ondan razı olsun— rivayet edildiğine göre, şöyle demiştir:

  (Şair) Hassan ibni Sabit,  müşrikleri kötüleyip hicvetmek husu­sunda   Resûlüllah (Sailallâhti Aleyhi ve SeHem)'den   izin   istedi.   Resûlüllah

(SatlallâhU Aleyhi ve Sellem):

«— Benim (o Kureyş müşriklerine soyca) nispetim nasıl olacak, (be­ni onlardan nasıl temize çıkaracaksın)?» buyurdu. Hassan dedi ki:

  Kıl hamurdan çıkarıldığı gibi,  ben seni onlardan  (incitmeden) çıkarırım.[447]

 

Bu hadîs-i şeriften şu iki hüküm çıkmaktadır:

1— Müşriklerin düşük hallerini belirtmek için onları kötülemek ve hic­vetmek caizdir.

2— Kötüleme ve hiciv İfadelerini şiirle dile getirmek de caizdir.[448]

 

863— Hişam, babasından şöyle dediğini rivayet etmiştir:

  Hz. Ai|e'nin yanında (şair) Hassan'ı kötülemeğe gittim de, o bana dedi   kt,   Hassan'ı   kötüleme;   çünkü   o,   Resûlüllah   (SalUüîahü Aleyhi ve Sellemfı (düşmanlarına karşı şiirleriyle) savunurdu.[449]

 

M ü s I i m "in yine  H i s a m 'in babasından ettiği rivayet ise şöyledir: «Hassan İbni Sabit, Hz. Aişe aleyhinde fazla söz söyleyenlerden biri idi. Bunun için ben ona sövdüm, kötü söyledim. Hz. Âişe dedi ki :

  Ey kardeşim oğlu! Onu bırak; çünkü o. Resulü İlah   (SaltatlahO Aleyhi veSeUemy'ı (düşmanlarına karşı şiirleriyle) savunurdu.»

Her iki rivayetten de anlaşılıyor kt, şiirle düşmanları hicvetmek caizdir ve müslömanlann kusurlarını bağışlamak lâzımdır.

Hassan   ibni   Sabit   kimdir?:

Ashqb-ı kiramdan olup, Arap şairlerinin meşhurlarındandir. Ömrünün 60 yılı cahiliyef devrinde ve geri kalan 60 yılını da İslâm devrinde yaşayarak geçirmiş ve böylece yüz yirmi yıl yaşamıştır. Acayip bir tesadüf olarak babası ile dedesinin de bu kadar yaşadıkları nakledilir.

Künyesi E b u ' I - V e I î d 'dır. Kureyş kâfirlerinden Hz. Peygamber'e hicivde bulunan şairlere ve bilhassa Ebû Süfyan'a güzel beyitleri ile cevap verir ve Resûlüllah'ı savunurdu. Hatta Mescid'de, Hassan için Hz. Peygamberin özel bir minber yaptırdığı rivayet edilir.

Hz. Peygamberin cariyesi bulunan M â r i y e hanımın hemşiresi Şirin hanım Hassan'a nikahlanmış ve ondan Abdurrahman adında bir oğlu olmuştu. Böylece Hz. Peygamberin Mariye'den olan oğlu İbrahim İle teyze çocukları olmuşlardı. Bütün mücadelesini, şiir­lerle yapmış ve Resûlüllah'ın :

«— Hassan'ın beyitleri, düşmana olan ok darbelerinden daha tesir­lidir.»

Kelâmına mazhar olmuştur. Hassan hicivlerini yazacağı zaman, Kureyş kabilesinin soyca bütün hususiyetlerini bilen Hz. Ebû Bekir 'den bilgi alır ve ondan sonra şiirlerini hazırlardı. Zira Peygamber (Salîallafıü Aleyhi ve Sellem) ona şöyle demişti :

— Sen Ebû Bekir'e git; çünkü o, Kureyş kavminin soyunu senden daha iyi bilir.»

Hz. Ebû Bekir de : Şunları söyle, şunları «öyleme diye ona tali­mat verirdi. Kâ'b ibni Malık de bu şekilde Peygamber'in müdafaasını ya­pan şairlerdendi. Şair Abdullah ibni Revaha, daha ziyade Kü-reyı'in küfrünü ve batıl inançları ile kötü âdetlerini hedef edinerek şiir söy­lerdi. Bu bakımdan cahiliyet tarzı üzere olan Hassan ve Kâb'ın şiir­lerini okumayı Hz.   Dm er  kendi hilâfeti zamanında yasaklamıştı.

Hassan, Hz. Ali'nin hilâfeti zamanında vefat etti. Allah hepsin­den razı olsun.[450]

 

(382) Güzel Söz Gibi, Sür De Güzeldir Vb Onun Çirkini De Vardir

 

864— Ubey îbni Kâ'b'dan, Peygamber (Satlallahü Ateyhi ve Seltem) 'in şöyle buyurduğu rivayet edilmiştir: «— Şiirden bir kısmı hikmettir.»[451]

 

858 sayılı hadîs-i şerife bakılsın.[452]

 

865— Abdullah ibni Amr'dan rivayet edildiğine göre, şöyle demiştir: — Resûlüllah  (Satlallahü Aleyhi ve Sellem) şöyle buyurdu: «— Şiir, söz menzilesin dedir, (tabiî kelâm gibidir); onun güzeli ke­lâmın güzeli gibidir ve çirkini de kelâmın çirkini gibidir.»[453]

 

Anlaşılıyor ki, lâfızların kıymeti ve makbul oluşu, delâlet ettikleri ma­naya bağlıdır. Söz ne kadar kafiyeli ve fesahat-belâğat kaidelerine uygun olursa olsun, mânâ bakımından hakkı ifade etmiyorsa dînen makbul de­ğildir. Taşıdığı manevî sorumluluğa göre haram veya mekruh otur. İslâm dîninin gösterdiği üstün ahlâk kaidelerini dile getiren bir kelâm, dil kai­delerine uygun olmasa bile kötü sayılmaz, manevî bir suç teşkil etmez. An­cak fesahat-belâğat kaideleri ile süslenen şiir tarzındaki sözler gerçekleri veya ilmî yönleri yansıtıyorsa, bunlar kelâma daha ziyade güzellik verir ve nefislere daha tesirli olur. Bir sözün güzel ve çirkinliği şiir veya nesirle değil, ancak delâlet ettiği mânâ ile ölçülür. Mânâ güzelse, kelâm güzeldir; ister o kelâm şiir olsun, İster nesir olsun...

(Bu hadîs-i şerif Kütü b-i S itte d e mevcut değildir.).[454]

 

866— (197-s.) Hz. Âişe'den rivayet edildiğine göre, şöyle buyururdu:

— Şiirden bir kısmı güzeldir ve bir kısmı çirkindir. Sen güzeli al ve çirkini bırak. Gerçekten ben Kâ'b ibni Malik'in şiirinden bir takım şiirler rivayet ettim ki, o şiirlerin bir kasidesinde kırk ve bundan daha az beyit vardır.»[455]

 

Hz. Â i ş e 'den nakledilen bu haber, daha önceki hadîs-i şerifin mâ­nâsını teyid etmekte olup, şiirin dindeki yerini göstermektedir.

Ka’b İbni  Malik   kimdir? :

Ashabdan ve şairlerden olup, Akabe biatında bulunmuş ve Medine'ye hicret ettikten sonra Ta I ha hazretleri ile kardeşlik sözleşmesi yapmıştı. Bedir ve Tebuk savaşlarından başka diğer bütün savaşlara katılmıştı. Uhud savaşında kahramanca savaşmış ve onbir yara almıştı. Hassan ibni Sabit ve Abdullah ibni Revaha ile beraber Resûlüllah'ı şiirleriyle düşmana karşı savunan ve onları harp İle tehdit eden ünlü bir şairdi.

Tebuk savaşında geri kalan üç kişiden biri olup, ettikleri tevbe sonunda Allah tevbe I erin i kabul etmiş ve haklarında şu âyet-i kerime nâzİl olmuştur:

«- (Tebük savaşından) geri bırakılan üç kişiyi (Kâ'b ibni Mâlik, Hilâl ibni Ümeyye ve Mürare ibni Rebi'i) Allah bağışladı; çünkü d derece bunalmışlardı ki, yeryüzü bütün genişliği ile onlara dar gelmiş, vicdan­ları da kendilerini sıkmıştı ve Allah'dan kurtuluşun ancak Allah'a sığın­makta olduğunu anlamışlardı. Bundan sonra Allah onlun tevbekâr olmaya muvaffak kılıp tövbelerini kabul buyurdu. Şüphesiz İd Allah, tevbeleri kabul edendir, çok merhametlidir.» (Tevbe sûresi, âyet: 118)

Rivayet edildiğine göre Kâ'b,ibni  Malik,  Hz. Peygambere:

— Şiir hakkında ne buyurursunuz? diye sormuş. Peygamber (StUhltahü Aleyhi ve SeUem) de :

Mümin, kılıcı ve dili ile müc&hede eder.»

Cevabını vermiştir. Gerçekten Kâ b 'in savaşlara dair çok güzel şiirleri vardır. Bunlardan ötürü Allah'ın kendisinden razı olduğunu Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) ona müjdelemişti. Ömrünün sonlarına doğru gözleri görmez olmuş ve 77 yaşında olduğu halde hicretin 50. yılında vefat etmiştir. Allah ondan razı olsun...

Geniş bilgi için 944 sayılı hadîsin açıklamasına bakılsın.[456]

 

867— Hz. Âige'ye — Allah ondan razı olsun — soruldu ki:

  Eesûlüllah (Sallallâhii Aleyhi ye Sellem)    şiirden   herhangi   bir   |Hr okur muydu? Âişe:

  Abdullah ibni Revaha'nın şiirinden şunu okurdu, dedi: «Azıklayıp göndermediğin kimse, sana haberleri getirir.»[457]

 

Beytin tornamı şudur :

Bilmediğin şeyleri açıklar sana günler, Azıklamadığınla gelir sana haberler...

Bu beyit, Abdullah İbni R e v a h a 'ya nispet ediliyorsa da mecaz itibariyledir. Bunu Abdullah çokça tekrarladığından dolayı Hz. A İşe ona nispet etmiştir. Beyt Tarafa adlı şairin Muallâka'lında mevcuttur; nitekim diğer bir rivayette A İşe bu beyti Ta rafa'ya nis­pet etmiştir.

Beytin açıklamalı mânâsı şöyle :

Ey insan, sabırlı ol; gelecek günler ve geçecek zaman, sen bir hazırlık yapmaksızın, bir adam azıklayıp haber edinmek için sefere çıkarmaksmn bilmediğin haberleri sana getirir.

792 sayılı hadîs-İ şerife ve Abdullah ibni Revaha'nın hal tercemesî için de 846 sayılı hadîs-i şerifin açıklamasına müracaat edilsin.[458]

 

868— Esved ibni Serî' anlatarak şöyle demiştir:

  Ben şair idim de dedim ki, ey Allah'ın Resulü!  (Şiirimle) Rab-bimi övdüm. Peygamber buyurdu:

«— Senin Babbin Övgüyü (hamdi) sevmez mi?»

  Bundan fazla bana (bir şey) söylemedi.[459]

 

859 sayılı hadîs-i şerife ve açıklamasına bakılsın.[460]

 

(383) Şiir Okutan Kimse

 

869— Şerîd'den rivayet edildiğine göre, şöyle demiştir:

  Peygamber (Salkülahü Aleyhi ve SelUm) benden, tîmeyye ibni Ebî's-Salt'm şiirini okumayı istedi. Ben de ona okudum. Peygamber ise:

— Hîh, hîh =- devam, devam» demeğe başladı.

  Böylece ona yüz beyit kadar okudum. Bunun üzerine Peygamber: m— Ümeyye az kalsın nıüslüraan oluyordu,» buyurdu.[461]

 

Şerîd ibnİ Serî d, Salcîf kabilesinden olup, ashabdandır. Asıl adı Malik dir. Muğîre i b n i Ş u ' b e, bunun arkadaşlarını öldür­müş, bu ise; kaçıp kurtulmuş olduğundan kendisine Şerîd — Kaçak adı ve­rilmiştir. Taif de ikâmet etmiş ve kendisinden hadîs-i şerif rivayet edilmiştir. Buradaki hadîs-i şerifi, biraz değişik bir lâfızla İmam Müslim de rivayet etmiştir. Hz. Peygamberin İsteği üzerine, İslâm'ı kabul etmemiş bulunan P m ey ye ibni Eb İ' s- S a 11 in şiirlerinden yüz beyit kadar okumuş ve bunları Peygamber (Saltallahi* Aleyhi ve Setkm) dinlemiştir. Beyitlerin ta­şıdığı mânâ, İslâm inanana yakın bulunduğundan da, Hz. Peygamber:

Ümeyye, az kalsın nıüslüman oluyordu.»

Buyurmuştur. Şairin İnanç ve ahlâkına bir kıymet hükmü vermek içirt şiirlerini okuttuğu ve dinlediği söylenebilir.

0 m e yye ibni Ebi's-Salt da Şerîd gibi Sakîf kabilesin-dendir ve bu kabilenin en meşhur şairidir. Geçmiş asırlarda gelen mukad­des kitapları okuyup araştırmış ve geniş bilgi edinmiş olduğundan, ahir zaman Peygamberine ait vasıfları öğrenmişti. Bu peygamberin Hicaz'da zuhur edeceğini öğrenince, kendisi peygamber olmaya özenmiş ve niyyet-lenmişti. Nihayet Hz. Muhammed (Saltallahü Aleyhi ve Scllem) Peygamber olarak gönderilince, buna hased etmiş ve hasedi yüzünden İslâm'ı kabul etmemişti. Hicretin 9. yılında Taîfde Ölmüştür. Müslüman olduğu söylenirse de bu zayıftır. Çünkü bunun hakkında Peygamber (Saliaİlahti Aleyhi vt in şöyle buyurduğu da rivayet edilmektedir:

«Şiiri iman etti; fakat kalbi kâfir oldu.»

Şairin birçok kaside ve mersiyeleri vardır ve bunlar edebî bakımdan şöhret bulmuşlardır.[462]

 

(384) «İçi Şürle Dolu Kimseyi Hoş Görmemek»

 

870— İbni Ömer, Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Seliem) 'in şöyle bu­yurduğunu rivayet etmiştir:

«— Sizden birinizin karnı irinle dolmak, şiirle dolmaktan ona daha hayırlıdır.»[463]

 

Şiir mevzuunda diğer hadîs-i şerifler münasebetiyle gerekli açıklama­lar daha önce geçmiş ve sakıncalı tarafları bildirilmişti. Özet olarak bu bölümden su hüküm çıkar: Dinî ilimlerden alıkoyacak, Allah'ı anmaktan meşgul edecek şekilde bir düşkünlükle şiirle uğraşmak ve bunu bir meslek ve san'at edinmek mekruh bir İştir, din yönünden hoş bir şey değildir. Gü­zel bir şekilde manaları dile getirmek, nükte yapmak, lâtife ve teşbihlerde bulunmak, keder ve yalnızlığı gidermek kasdı ile şiir söylemekte bir beis yoktur. Ashab-ı Kiramın çoğu bu mânâda şür okumuşlardır.[464]

 

(384 M.) Aziz Ve Yüce Allah'ın «Şâirlere İse, Onlara Sapıklar Uyar- Sözü (Sûre: 26, Âyet: 224)

 

971— (198-s.) İbni Abbas'dan rivayet edildiğine göre:

Şairler ise, onlara sapıklar uyar. Görmez misin, o şairler her yö­ne meylederler ve boş şeylere dalarlar ve gerçekten onlar (şiirlerinde) yapnuyacakları şeyleri söylerler.» Ayet-i kerîmesinin genel manasından terk edilip istisna edilerek Allah söyle buyurmuştur:

— Ancak iman edip salih amel işliyenler, Allah'ı çok ananlar, ken­dilerine zulmedildikten sonra (şiirleriyle Peygamberi koruyarak kâfirlerden) öçlerini alanlar müstesnadır, (bunlar kınanmazlar). O zulmedenler, yakında hangi dönüş yerine döneceklerini bileceklerdir.» (Sûre: 26, Ayet: 224-227).[465]

 

Şuarâ sûresinin 227; âyeti kerîm esi nde, iman edip salİh amel işleyenler, Allah'a ibadet ederek onu çok onanlar ve müslumanlara edilen zulme kar­şılık kâfirlere hicivde bulunan şairler daha önceki âyet-i kerime ile kınanan şairlerden dışta bırakılmış ve bunların tutumu güzel gösterilmiştir. Azaba hak kazananlar ve sapık olanlar, İslâm düşmanı şairlerdir. Peygamberi hicveden kâfirlerdir, öteye beriye meyledip boşuna zaman geçiren dal­gınlardır.[466]

 

(385) «Beyândan Bir Kısmı Sihirdir»

 

872— îbni Abbas'dan rivayet edildiğine göre, bir adam yahut bir Bedevî, Peygamber (SallallahÜ A leyhi ve Sellemi'e gelip, açık bir ifade ile konuştu. Bunun üzerine Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) şöyle bu­yurdu:

— Beyândan bir kısmı sihirdir ve şiirden bir kısmı da hikmettir.»[467]

 

Beyan, bîr mânâ ve maksadı açıklamak, ifade etmektir. Sihir ise, büyü ve göz bağcılık demektir. Sihir insanları tesir altında bırakan ve hayrete düşüren, insanları İlgi ile sürükleyen ince bir san'at olduğu gibi, beyanın bir kısmı da tesirli ve çekici haller taşıdığından insanlara böyle tesir eder.

Şiirin bir kısmı hikmet olduğuna dair bilgi için 856 sayılı hadîs-i şerifin açıklamasına bakılsın. Netice olarak anlaşılıyor ki, beyan ve şiirden iyi olanı da var kötü olanı da var...[468]

 

873— (199-s.) Rivayet edildiğine göre, Abdülmelik ibni Mervan ço­cuklarım terbiye için Şa'bîye teslim edip, şöyle dedi:

— Bunlara şiir öğret ki, şeref kazansınlar ve yükselsinler. Bunlara et yedir ki, kalbleri kuvvetlensin. Saçlarını kes ki, boyunları güçlü olsun. Bunları yüksek adamların meclisinde bulundur ki, onlara karşı söz getirebilsinler.[469]

 

Abdülmetik İbni Mervan, Emevî meliklerinin besincisidtr. Hz. Osman'ın halife seçildiği yıl dünyaya gelmiş ve şehİd edildiği meş­hur vak'oda 11 yaşında bulunduğu halde babası ile. beraber hazır bulun­muştu. Hilâfete geçmeden önce zühd ve takvası, fıkıhtaki geniş malûmatı ile şöhret kazanmışsa da, devlet reisliğini ele geçirdikten sonra zulüm yo­lunu tutmuş ve Haccac gibi zdlim bir kumandanı insanlar üzerine musallat kılmıştı. Bununla beraber islâm ülkelerini Hindistan ve Endülüs'e kadar ge­nişletmişti. Hicretin 86. yılında 62 yaşında vefat etmişti. 17 oğlu olup, bun­lardan 4'u bulunan Velîd, Süleyman, Yezîd ve Hişam devlet idaresinde bulunmuşlardır. İşte bu çocukların terbiye ve yetişmelerini temin için onları   Şa'bî  hazretlerine teslim ettiği anlaşılmaktadır.

Ş a' b î hazretleri Tabİîn'den olup, ashabdan 500 zat İle görüşmüş olduğu rivayet edilir. Medîn«de Ibnü'l-Müseyyeb, Basra'da Hasan-ı Basri, Şam'da Mekhûl gibi en önemli âlimlerin Kûfo'de dördüncüsü idi. Hicretin 20. yılında doğup, 104 tarihinde Kûfo'de ansızın vefat etmiştir. Hâlife Abdülmelik, böyle değerli bir âlime çocuklarını yetiştirmek için teslim etmiş ve onlara şiir öğretmesini de istemişti. Şiir öğrenmenin ve öğretmenin mutlak olarak yasak olmadığı hususu da bu istek ve uygulamadan bir vakıa' olarak anlaşılmaktadır.[470]

 

(386) Şiirin Mekrûh Olanı

 

874— Hazreti Âişe (Radiyallahü anha) , Peygamber  (SallatUthti Aleyhi ve Sellemyin şöyle buyurduğunu rivayet etmiştir:

«— taşanların en büyük suç işleyeni o insandır ki, kabileyi bütünü ile hicveder (şiirleriyle kötüleyip yere batırır); bir de bir adamdır ki, babasını inkâr etmiştir.»[471]

 

Haksızlığa uğrayan kimse, taşkınlık yapmayarak hasmını hakkı kadar hicveder; ancak hasmının bağlı bulunduğu soy ve kabile mensuplarının tümünü kötülemek ve hicvetmek caiz değildir. Bu bir zulümdür ve tecavüz­dür. Böyle hareket etmenin günah olduğunu bu hadîs-İ şerif bize bildir­mektedir.

Bİr de insan, babasını inkâr eder ve başka birine intisabı uygun bu­lursa, bu da suç bakımından çok çirkin ve ağır bir istir. Anne ve çocuğu inkâr etmek de böyledir. Bu gibi günahlardan şiddette sakınmak gerekir.[472]

 

(387) Çok Söz Konuşmak

 

875— îbni Amrin'in şöyle dediği işitilmiştir:

— Peygamber (Sallaltehü Aleyhi ve Setlemyin devrinde (Medine'nin) doğu tarafından iki hatip adam gelip, ayakta durarak konuştular; sonra oturdular. Arkasından Hesûlüllah (Salîallahü Aleyhi veSellem) 'in hatibi Sa­bit ibni Kays kalkıp konuştu, öncekilerin konuşmasından insanlar hay­rete düştüler. Bunun üzerine Resulüllah (Saltaltahü Aleyhi ve Sellem) kalkıp hitabette bulunarak şöyle buyurdu:

«— Ey insanlar! (Maksadınızı ifade için tabiî olarak) sollerinin söy­leyin, zira sözü süslemek (ve onu tesirli hale getirmek) Şeytan'dandır.» Sonra Resul üllah (SalUUlahü Aleyhi ve Sellem):

— Beyandan bir kısmı sihirdir.» buyurdu.[473]

 

İnsan, herhangi bir ihtiyacını veya maksadını olduğu gibi ifade etme­lidir. Dinleyiciyi tesir altında bırakarak onu hisleriyle hareket etmeye mec­bur bırakmamalıdır. Her işte akıl ve mantık hakim bulunmalı ve her İşi asıl durumuna göne değerlendirmelidir. Güzel beyan ve ifadeler, dinleyi­ciyi büyüleyen bir sihir gibi olduğundan bunların tesiri altında yapılacak işler çok kere gerçeğe aykırı düşer ve insan aldatılmış olur. İşte bu duru­ma düşmemek için Peygamber Efendimiz bize söz söyleme tarzını göste­riyor ve bizi büyülü söz söylemekten kaçındırıyor.[474]

 

876— (200-s.) Enes Hazretlerinin şöyle buyurduğu işitilmiştir:

— Bir adam, Hz. Ömer'in yanında hitabette bulundu da, sözü uzattı (çok söyledi). Bunun üzerine Hz. Ömer:

— Hitabetlerde çok söz söylemek, Seylan'ın (ağzından çıkan şişiril­miş) balonlardan sayılır.» buyurdu.[475]

 

Şekaşık kelimesi, Şıkşıka'nın çoğuludur. Deve kızdığı zaman içinden çıkarıp ağzında avurtlarını onunla şişirdiği şeydir. Bununla boş şeyler mu-rad edildiğinden, biz bu kelimeyi şişirilmiş balon diye ifade ettik. Muhak­kak ki, çok ve uzun hitabelerde artık söz olur, yatan ve riya karışığı bu­lunur kî, bunlar Şeytan'ın dürtüşünden doğan şeylerdir. Hz. Ömer 'in bu beyanları, bundan önceki hadîs-i şerifin mânâsına tamamen uygun düş­mektedir.

(Bu haber için başka bir kaynak bulunamamıştır.).[476]

 

877— Ebû Yezîd'den yahut Mu'in ibni Yezîd'den rivayet edildiğine göre, Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) şöyle buyurdu:

«— Mescidlerinizde toplanınız; ve her ne zaman bir kavim toplanırsa bana haber versinler.» Sonra bize ilk gelen Peygamber oldu ve oturdu. Bizden bir hatip de konuştu. Sonra şöyle dedi:

  Hamd, Öyle bir Allah'a mahsustur ki, hamd için onun önünde bir maksat yok ve ötesinde de bir çıkış yok. Bunun üzerine Peygamber kızdı ve kalktı. Biz de aramızda birbirimizi (ettiğimiz kusurdan dolayı) ayıpladık. Dedik ki:

  Bize ilk gelen Peygamber oldu da, başka bir mescide gidip orada oturdu. Biz de ona gidip onunla konuştuk. Sonra bizimle gelip oturmuş olduğu yerde veya ona yakın bir yerde oturdu; sonra şöyle buyurdu:

«— Hamd o Allah'a mahsustur ki, dilediğini önüne koydu (yarattı), dilediğini de arkasına bıraktı (yaratmadı). Gerçekten beyandan bir kısmı sihirdir. Sonra Peygamber bize emretti ve bize öğretti.[477]

 

Hz. Peygamberin huzurunda konuşan hatibin ifadesinde yapmacık gayretler ve karışık beyanlar olması hasebiyle, bunun bu hareketine Pey­gamber  (Satlallahü Aleyhi ve Sellem) kızmış ve ifadeyi düzelterek:

«... beyandan bir ikisini sihirdir.»

Buyurdular. Gerçeği ifadeden uzak aldatıcı mahiyetteki beyanları büyü olarak vasıfladılar. Böylece maksadı, en tabiî ve kolay bir üslûp üzere ifa­denin lüzumuna işaret buyurdular.

Mu'in    ibni   Yezid    kimdir?:

Künyesi Ebû Zeyd olup, ashabelana"ir. Babası ve dedesi ile bera­ber Bedir savaşında bulunmuştur. Bedir savaşına baba ve dedesiyle katı­lan bundan başka bir kimse bilinmemektedir. Ayrıca Mu'in, Peygamber (Saltaltahü Aleyhi ve Seitem) e «Baba ve dedemle birlikte biat ettim» dediği rivayet ediliyor. Hz. Muaviye'nin savaşlarında Muaviye ile bera­ber olduğu rivayeti vardır. Mısır'a, Kûfe'ye gitmiş ve Şam'da ikamet etmiş­tir; ve Şam'ın fethinde de bulunmuştur. Hz. Ömer'in nezdİnde mevkii Vardı. 2 veya 5 hadîs-i şerif rivayet ettiği söylenir. Hicretin 54. yılında ve­fat etti. Allah ondan razı olsun.[478]

 

(388) Temenni Etmek

 

878— Hazreti Aişe şöyle demiştir:

  Bir gece, Vey$amher(Saİktllahü Altyhi ve Sellem) 'm uykusu kaçtı da:

«— Keski ashabımdan salih bir adam bana geleydi de, beni bu gece gözetleyip koruyaydı,» buyurdu. O esnada silih şakırtısı duyduk. Bunun üzerine Peygamber:

— Kimdir o?» dedi.

  Sa'd, cevabı varildi. (Sa'd dedi ki:) Ey Allah'ın Resulü! Ben seni

  Bundan sonra Peygamber  (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) uyudu; Öyle korumaya geldim ki, uyku teneffüsünü işittik.[479]

 

Allah Teatâ, Maide sûresinin 67. âyetinde : «Allah seni insanlardan koruyacaktır.»

Diye Peygambere hitap ettiği halde, yine Peygamber'in korunmak için bir kimsenin bulunmasını arzu etmesi iki şekilde yorumlanır:

1— Hadîs-i jerîfin varid olduğu hâdise, bu âyet-i kerîmenin inmesinden önce vaki olmuştur. Nitekim Bedir, Uhud, Hendek, Hayber, Hvneyn savaşlarındo Hz. Peygamber in muhafaza edilip korunduğuna dair haberler var­dır. Hatta Peygamber'in muhafızları olarak şu İsimler söylenir: S a' d ibni Muaz, Muhammed ibni M e s I e m e , Zübeyr, Ebû Eyyûb, Zekvân, M i h c e n , Abbas ve Ebû R e y h a n e...    Ayet nazil olunca bu görev terkedilmiştir.

2— Ayetin nüzulünden sonra da muhafızlık görevi devam etmiştir. Hz. Peygamber in korunması işini Cenab-ı Hak tekeffül etmişse de, kulluk gö­revini yerine getirmek ve Allah'a tevekkülü tam yapmak ve insanlara ted­bir alma bakımından yof göstermek için korunmayı İhmal etmemişlerdir. Bu arada hak ve mubah olan şeyleri temenni etmenin, keski şu olaydı diye, istek ve arzuda bulunmanın sakıncalı bir hareket olmadığını da öğrenmiş bulunuyoruz. Temenni, gelecek zamanda bir nimete ve bir İşe kavuşmayı arzu edip istemek demektir.[480]

 

(389) Bir Adama, Bir Şeye, Bir Ata Bu Bahirdir = Denizdir Denilir

 

879— Enes ibni Malik'in şöyle dediği işitilmiştir:

Medine'de (bir gece insanları dehşete düşüren) bîr korku oldu da Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) (korkuya sebep olan gürültünün düşman sesi olup olmadığını araştırmak üzere) Ebû Talha'nın atını ariyet olarak aldı. Bu ata Mendûb adı verilmişti. Peygamber buna bindi, (keşfi­ni yaptı). Dönünce şöyle buyurdu:

«— Hiç bir şey görmedik, (korkulacak bir tehlike yok). Gerçek ?u ki. bu atı bir bahir es deniz bulduk.»[481]

 

Bahir, derya ve deniz demektir. «Bu insan derya gibidir.» İlim ve fa­zileti fazla otan kimseye dendiği gibi, yorulması olmayan, uzun nefesli ve koşucu hayvana da denir. İnsan ve eşya hakkında bu kelimenin kullanıl­ması mubah olduğuna delil olarak bu hadîs-i şerif getirilmiştir. Aynı za­manda Peygamber (Sallaüahü Aleyhi ve Seltem)"\n, insanların en cesuru bu­lunduğuna delil olarak da bu hadîs-i şerif birinci cildin 303 sayısında geç­mişti. Oraya müracaat edilsin.[482]

 

(390) Galat Sözden Dolayı Dövmek

 

880— (201-s.) Nâfi'in şöyle dediği rivayet edilmiştir:

«İbni Ömer, çocuğunu galat konuşmasından ötürü döverdi.»[483]

 

Çocuk terbiyesi İçin en iyi öğretim sistemi tatlı sözle ona öğüt vermek­tir. Böyle bir tutum faydalı netice vermediği zaman, hududu ve ölçüyü taş-mamak şartı ile çocuğu dövmek suretiyle telkin çok kere başarılı olur. Düz­gün konuşmak ve maksadı tabii bir hal özere güzel bir şekilde ifade et­mek, en önemli işlerin başında gelir. Çocuğa bu terbiyeyi vermek İçin ge­rektiği takdirde onu dövmenin yerinde bir hareket olduğunu İbni D m e r Hazretlerinin bu uygulamasından anlıyoruz. Bu hareket doğru ve düzgün kounşmanın ne kadar büyük kıymet taşıdığını da bize gösteriyor.[484]

 

881— (202-s.) Abdurrahman ibni Aclân'dan rivayet edildiğine göre, şöyle demiştir:

«— Ömer ibni'l-Hattab, ok atan (nişan talimi yapan) iki adama ras-geldi. Bu adamlardan biri diğerine (esabtu = isabet ettim yerine telâffuz hatası sad harfini sin okuyarak) esebtü = isabet ettim, dedi. Bunun üze­rine Hz. Ömer şöyle buyurdu:

— Yanlış (galat) konuşmanın kötülüğü, kötü atıştan daha fenadır.[485]

 

Hz. Ömer'in buradaki tutumu da, düzgün konuşmanın kıymet ve önemini belirtmekte olup, müminlerin aynı titizlikle hareket etmelerini ten-bih etmektedir. Bundan önceki habere ve açıklamasına bakılsın.

(Bu haberi İbni Adiy, değişik bir lâfızla Hz. Ömer'den rivayet etmiş­tir. Fadlu'llah : C II, s. 330, dip not).[486]

 

(391) Bir Şeyin Hak Olmadığım Murad Ederek İnsan, «Bir Şey Değildir» Der

 

882— PeygambeifSalJallahü Aleyhi ve Seltem) 'in zevcesi Hz. Aişe şöyle demiştir:

— Bir takım insanlar, Peygamber (Sallatlahü A İey9U ve Sellem) 'e kâhin­lerden sordular da, Peygamber :

Onlar bir şey değildir!» buyurdu. Bunun üzerine onlar dediler ki:

  Ey Allah'ın Resulü! Onlar bir şeyler söylüyorlar ki, gerçek oluyor. Buna karşı Peygamber (Saltallahü Aleyhi ve Setlem)   şöyle buyurdu:

— O, bir sözdür ki, Şeytan onu kapar da, velisinin kulaklarına, tavuk Ötmesi gibi onu gıdaklar. Böylece o söze, yüz yalandan daha çoğunu karış­tırırlar.»[487]

 

İslâm'dan önce kâhinler vardı ki, olacak işlerden ve başa gelecek olaylardan, önceden haber verirlerdi. İnsanlar da önemli İşler için bunlara müracaat ederlerdi. Şeytan veya Cinler, edindikleri bazı haberleri, insan­lardan kâhin diye adlanan velilerin kulaklarına didikleyerek sö>'erler ve çoğu yalan karışığı olur. Onun için kâhinler yalancıdırlar. Zaten Hz. Pey-gamber'in gelmesiyle kâhinlik san'atı son bulmuştur. Bunların sözlerine inanmamak da iman esaslarındandır. Hz. Peygamber bunlara gitmeyi ya­saklamıştır. Onlara gitmek ve onları tasdik etmek helâl olmaz.

Netice olarak hak olmayan bir şey için : «Bu, bir şey değildir.»

Demek mubahtır ve onda bir sakınca yoktur.[488]

 

(392) Tarizler

 

883— Enes ibni Malik'den rivayet edildiğine göre, şöyle demiştir: Resûlüllah (Sallalfahü Aleyhi ve Sellem) seferlerinin birinde bulunuyor­du da, deve sürücüsü (hizmetçi Enceşe) nağmeleriyle (develeri) sürdü.

 (Develerin üzerinde hanımlar bulunuyordu). Bunun üzerine Peygamber (SaltoUahü Aleyhi ve Sellem)Ç

«— YavBf ol, ey Enceşe; şişeleri incitmekten salon.» buyurdu.[489]

 

= Ta'rîz, Mi'raz, Muarraz kelimelerinin ifa­de etmiş oldukları mânâlar birdir. Mi'ra\ ve Muarraz kelimelerinin cem i, metinde olduğu gibi Jai.j^*= Meâriz gelir. Öteden beri Osmanlıcada Ta'riz lâfzı kullanılır.

İnsan, maksadını muhatabına açıklamadan getirmiş olduğu söz içeri­sinde çaktırırsa veya ifade ettiği mânânın gayrini m ura d ederse buna tariz denir. Meselâ : Müslümanlara eziyet etmekte olan bir kimseyi kasdederek, «Müslümanlar o kimsedir ki, müslümanlar elinden ve dilinden selâmet için­de olurlar.» söylendiği zaman, zâlimin tariz yolu ile gerçek bir müslüman olmadığı bildirilmiş olur. Ta'rîz yolu ile maksadı ifade etmek daha mülayim ve daha müessir olur. Kelâm kısmının da mubah olan güzel taraflarından sayılır. Tarizler de bir ölçü içerisinde olmalıdır ki, makbul kısımdan sayıl­sın. Hakkı yok etmek ve gerçek dışı bir mânâya sürükleme suretiyle ta'rîz-ler yapmak helâl olmaz. Sözün yalan kısmına girerler.

Hz. Peygamber:

«Ey Enceşe î Yavaş ol, şişeleri kırarsın.

Buyurmakla, şişe gibi zarif olan hanımları incitirsin mânâsını kasd et­miş bulunuyorlardı. Böylece ta'rîz yolu ile hanımların nezaketine işaret etmİş oluyorlardı.

Bu hadts-i şerif şaka bölümünde 264. sayıda geçmişti. Oraya bakılsın.[490]

 

884— (203-s.) İbni Ömer, babası Ömer'den anlatarak demiştir ki, babam şöyle buyurdu :

Kişinin her duyduğunu anlatması, ona yalan olarak kâfidir.

Râvi demiştir ki, zannediyorsam Ömer'in ya da şöyle buyurduğu nakledilmiştir:

Ta'rîzler, müslümam yalandan kurtarmaya kâfi değil midir?

(Bu iki gıktan birini Hz. Ömer'den rivayet etmekte, ravinin şüp­hesi bulunmaktadır.)[491]

 

Rivayet edilen birinci mânâ esas alındığı takdirde şu gerçek ortaya çıkar: İnsan her duyduğunu anlatırsa/ çok şeyleri ezberlemek ve söylemek zorunda kalacağı için duyduklarına bilerek veya bilmeyerek İlâveler yapar. Çünkü her şey olduğu gibi ezberde kalmaz ve olduğu gibi kavranmaz. Bazı meseleler yanlış anlaşılır veya unutulur. Bunun neticesi anlatılan mev­zularda yanlış ve ziyade taraflar olacağından insan yalan söylemiş bulu­nur. İşte böyle yalanlardan kurtulmak için her duyulan ve İşitilen şeyi an­latmamak lâzımdır. Ancak ihtiyaç ve zaruretler gerektirdiği zaman anlat­malıdır.

İkinci mânânın İfade ettiği gerçek şu : Bazan insan, maksadını açık olarak belirtmek istemez, gizli kalmasını ister. Maksadı gizlemek İçin yalan söylemek de helâl olmaz. İşte yalandan kurtulmak için ta'rîz yolunu seçer. Böylece hem doğru konuşmuş olur, hem de maksadını gizlemiş bulunur. Meselâ . Bir adamın yemeğini yemek istemeyen kimse, o adam tarafından yemeğe davet edildiği zaman «niyyetliyim» diyerek kendini muaf tutar. Bu sözü duyanlar oruçlu olduğunu zannederler; halbuki onun kasdı, yemeğini yememeğe niyyetliyim, sözüdür, İşte bu gibi davranışlarla hem yalandan kaçınılmış, hem de gerçek söz söylenmiş olur. Bunun için ta'rîzler yalandan kurtulma çareleri sayılmıştır. Zaten bu bölüm de tarizlerle İlgili hadîs-i şeriflere aittir.

(Bu haber İçin başka bir kaynak bulunamamıştır.).[492]

 

885— (204-s.) Mutrif ibni Abdullah ibni'ş-Şihhir'den rivayet edildi­ğine göre, şöyle demiştir:

— (Kûfe'den) Basra'ya kadar İmrân ibni Husayn'e arkadaşlık ettin. Üzerimizden bir gün geçmedi ki, onda bize şiir okumasın. Bir de şöyle dedi:

— Ta'rîzli sözlerde yalandan çıkış vardır.[493]

 

Bu haber, bundan önceki haberin ikinci şıkkını tamamen teyid etmek­tedir. Oraya müracaat edilsin.

(Bu haber için de başka kaynak bulunamamıştır.).[494]

 

(393) Sırrı Yaymak

 

886— (205-s.) Amr ibni'l-As'dan rivayet edildiğine göre, şöyle de­miştir :

«— O kimseye hayret ediyorum ki, kaderin içine düştüğü halde ka­derden kaçar, kardeşinin gözündeki çöp kırıntısını görür de kendi gözün­deki merteği bırakır ve kardeşinin canından kini çıkarır da, kendi ca­nında kini bırakır.

Ben sırrımı hiç kimseye vermedim ki, yayılmasından ötürü onu ayıp­layayım. Ben onu nasıl ayıplayabilirim ki, sırrımı korumakta aciz kalmış daralmıştım. (Başkası sırrımı korumakta benden daha dar olmaz mı) ?»[495]

 

Amr   i b n i' I - A s,   bu haberleriyle şu 4 hususa İşaret etmektedir:

1— Kadere iman etmek ve teslim olmak İman şartlarından biridir. Kul,babına gelecek olan bir musibeti geri çeviremez ve kendisine verilecek bir ihsanı da engelleyemez. Ancak akıl ve iradesiyle görevli bulunduğu vazi­felere koşar, helâl olanları işler ve haramlardan sakınır. Bu aratia mukad­der olan ne ise başına gelir ki, kul bunu ne bilebilir ve ne de buna engel olabilir. İlâhî kudret ve iradenin her an tesiri ve hakimiyeti altında bulu­nan bir kimsenin kaderden kaçmak istemesine şaşılır.

2— Dnce herkes kendi ayıp ve kusurlarını düzeltmeye ve bunlardan kurtulmaya çalışmalıdır. Başkasının ayıplarını ve noksanlarını aramamalı­dır. Herkes noksan taraflarını düzeltirse, örnek olmaya hak kazanır ve ce­miyet içinde kendisine düşeni yapmış olur. Bu gibilere bakarak da herkes iyi olmaya çalışır ve cemiyet düzelir. Kötü örnek kötülüğe yol açar. İyi örnekler ise iyiliklere sev kederi er. İşte önce kendine düşen vazifeyi yap­mayıp da başkalarında kusurları araştıranların haline de hayret edilir.

3— İnsan, hiddetli bulunan kardeşini teskine çalışır ve içindeki kini dışarı çıkarıp onu kinli halden kurtarır da kendindeki kini saklarsa, böyle bir insanın da haline şaşılır Kendi tehlikeli durumda olduğunun farkında olmayarak başkasının imdadına koşar. Kendisi hasta iken, başkasını teda­viye kalkışır. Bu da normal bir hareket sayılmaz.

4— Gizli tutulması gereken ve sır mahiyyetinde olan şeylerin başka­sına söylenmemesi en İhtiyatlı bir yoldur. Bİr mümin kardeşe de İtimat edip sır verilince, onun ihanet etmemesi gerekir. Sır, bir emanettir. Onu koru­mak, İfşa etmemekle olur. Dargınlık ve birbirine güvensizlik çok kerre ar­kadaşın sırrım yaymaktan ileri gelir. Kardeşlik bağlarını koruma şartların­dan biri de arkadaşın sır ve mahrem olan hallerini yayma ma ktır. Bütün bunlara ihtiyaç bırakmayacak şekilde hareket,   Amr   ibni'l-Aş   haz­retlerinin ifade ettiği tutumlarıdır: Başkasına sır açıklamadım ki, ifşadan dolayı onu ayıplayayım. İşte en akıllı hareket, başkasına sır vermemektir. Muvaffakiyet sebeplerinin en kuvvetlisi ve huzur halinin devam sebeple­rinden birisi sırrı saklamaktır,  imam   Ma ver d T,   Edebü'd-Dünya ve'd-Din adlı kitabında şu hadîs-i şerifi nakletmektedir:

— İhtiyaçları karşılamakta gizlilikten yararlanınız; çünkü her nimet sahibine hased edilir.»

Hz.  Ali   de şöyle buyurmuştur:

— Senin sırrın esirindir. Eğ ar sırrını söylersen sen onun esiri olursun. İnsan dili ile sırrını yayar da bundan dolayı başkalarını ayıplarsa, bu kim­se ahmaktır. Asıl kendini ayıplaması gerekir. Zira kalbi kendi sırrını tuta­mayıp ona dar gelirse, başkalarının kalbi o sırrı tutmakta daha dar olur. Ne kendini, ne do başkasını ayıplamaya mahal bırakmamak için insan sırrını hiç kimseye açmamalıdır. Açıldığı takdirde de ihanet etmemelidir.

Amr   İ b n i ' I - A s    kimdir? :

Ebû Abdullah ve Ebû Muhammed diye künye ta­şıyan Amr, hicretin sekizinci yılında İslâm'ı kabul etmiştir ve Kureys kabİlesindendir. Rivayet edildiğine göre, Habeşistan'da Necaşî nin telkini ile İslâm'ı kabul etmiş ve müslüman olduğu halde hicretin sekizinci yılında Medine'ye gelmiş ve Resûlüllah in huzuruna çıkmıştır. Bu sırada Şam tara­fında bulunan akrabalarını İslâm'a davet için bir ordu emrine verilerek Peygamber tarafından oraya gönderilmişti. Daha sonra Umman valiliğine tayin edilmiş ve Resûlüllahın irtihallerine kadar bu görevde bulunmuştu.

Hz. Ebû B e k i r 'in devrinde Şam fethine, Hz. Ömer devrinde Mısır'ın fethine memur edilmiş ve Mısır'ı fethederek oranın valiliğine tayin edilmişti. Hz. Osman'ın hilâfeti zamanında Mısır valiliğinden azledilmiş ve Filistin'e çekilmişti. Daha sonra Muhammed İbnİ Ebu Bekir'in yerine Mısır'a vali olmuş ve ölünceye kadar bu görevde kalmıştır. Hicretin 43. yılında vefat etmiştir. Kısa boylu, cesur ve güzel hitabeti bulunan bîr şair ve çok zeki bir zat idi. Allah hepsinden razı olsun.[496]

 

(394) Maskaralık Aziz Ve Yüce Allah'ın: «Bir Toplum, Diğer Bir Toplumla Alay Etmesin» Âyet-i Kerimesi

 

887— (206-ş.) Hz. Âişe'den rivayet edildiğine göre, şöyle demiştir:

«— Felâkete uğramış bir adam, kadınlardan ibaret bir topluluğa rasgeldi de,  onlar  bununla istihza  ederek gülüştüler.  Bu hareketlerinden dolayı o kadınların bir kısmı felâkete uğradı.»[497]

 

Âyet-i Kerimenin tamamı :

Ey iman edenler! Bîr toplum diğer bir toplumla alay etmesin;  ki alay edilenler, kendilerinden daha hayırlı bulunurlar. Bir kısun kadınlar da, diğer kısım kadınlarla eğlenmesin; olur ki, eğlenceye alınan­lar, kendilerinden daha hayırlı olurlar. Hem birbirinizi ayıplamayın ve kötü lâkaplarla atışmayın. İmandan sonra basıklıkla adlanmak ne kötü isimdir!.. Kim de tevbe etmezse, işte onlar kendilerine zulmedenlerdir.» (Hücurat Sûresi, Âyet: 11)

Bir mümin kardeşi eğlenceye almak, onunla İstihza etmek, onu kusur­larından dolayı ayıplayıp aşağı görmek, Hak Tealâ hazretlerinin yasakla-mtş bulunduğu hareketlerdir. Çünkü bu davranışlarda mümin kardeşi in­citmek ve rahatsız etmek var, diğer taraftan da alay edenin gururlanıp kibirlenmesi vardır. Mümine eziyet haram olduğu gibi, kibirlenmek de ha­ramdır. Her İki kötülüğün neticesi olarak da kardeşlik bağları gevşer ve çözülür. Ferdler arasına düşmanlık ve nefret girer. Böylece bir bina halinde bulunması gereken İslâm toplumu öteye beriye dağılmış tuğla parçalan haline döner ve İslâm'ın ulvî gayesi söner. Bu kadar büyük zararlara gö­türecek olan istihza ve ayıplama hareketlerinden titizlikle sakınmak selâ­met yoludur. Müslümanları eğlenceye almak ve ayıplarını araştırmak yok, onları örnek söz ve hareketlerle tatlı bir şekilde İkaz ve irşad vardır. Bü­yüklük taslayanı Allah zelil eder ve süründürür, ayıpladığı kimsenin duru­muna düşürür. Nitekim   T i r m i z î   şu hadîs-i şerifi tahriç etmiştir:

— Kim bir (din) kardeşini, (tevbe etmiş olduğu) bir günah sebe­biyle ayıplarsa, o günahı işlemedikçe* o kimse Ölmea;. (Tirmlzî: Sıfatu'l-Kıyamet (38), Bab: 54, Hadîs: 2507)

Hakaret nazariyle başkasını ayıplayana, aynı musibetin gelmesi, dün­yada ceza olarak yeter. Tirmizî'nin rivayet etmiş olduğu bu hadîs-İ şe-TÎf de Hz.  Â İşe'den nakledilen mânâya uygun düşmektedir.[498]

 

(395) İşlerde Acele Etmemek

 

888— Belî kabilesinden bir adamdan rivayet edildiğine göre, şöyle r:

  Babamla birlikte B.esûlü\lah(SallaUahü Aleyhi ve Setkm) 'e geldim de Peygamber önümde babamla gizlice konuştu. Ben babama dedim İd:

  Sana ne söyledi? Şöyle cevap verdi:

e— Bir iş yapmak istediğin zaman, Ali ah sana o işten kurtuluş gös-terinceye kadar yahut Allah sana bir çıkış kapısı yaraiuıcn ya kadar yavaş ve temkinli davran.[499]

 

Tüede acele etmemek ve teennî İle hareket etmek, temkinli bulunmak mânâsına gelir. Dünya işlerinde başarıya ulaşmak ve yanlış yola sapmamak için araştırma yapmak icab eder. İşin mahzurlu taraflarını öğ­renmek, başarıya ulaşma çarelerini bulmak ve ehil kimselerden sormak su­retiyle işi neticeye bağlamak uzun zaman ister. Böyle araştırma yapmak-'sızın hemen işe koyulmak çok defa zarar getirir. Böyle zararlara ye piş­manlık verecek sonuçlara düşmemek için işlerde teennî ile hareket muvaf­fakiyetin anahtarıdır.

Ebu Davud'un rivayet ettiği şu hadîs-i şerif de bu mânâyı kuvvet­lendirmektedir :

«— Âhirete ait işlerden başka her şeyde acele etmemek

Dünyaya müteallik işlerin akibetinin iyi veya kötü olduğu acele bir hü­kümle belli olamayacağı için bu işlerde temkinli hareket etmek suretiyle doğruyu seçmek mümkün olur. Âhiret işleri ise, belli İbadetler olduğundan bunları kaçırmamak için koşmak ve yarışmak lâzımdır. Nitekim Cenab-ı Hak:

«— Hayır işlerinde yarışın ve Rabbinizin mağfiretine koşun.» bu­yurmaktadır. (Bakara Sûresi, Âyet: 148; Mâide Sûresi, Âyet: 48 ve Hadîd Süresi, Ayet:21).[500]

 

889— (207-s.) Muhammed   ibni'l-Hanefiyye'den   rivayet   edildiğine

— (Görülecek işine) yakınlarından bir çare bulamıyan kimse, —Al­lah ona bir genişlik veya bir çıkış yolu yaratıncaya kadar — o işle iyi bir şekilde ünsiyet etmezse, o kimse tedbir ve akıl sahibi değildir.[501]

 

Dünyaya müteallik herhangi bîr iş veya ihtiyaç karşısında kalan bir insan, bu ihtiyacını kendi akraba ve elde mevcut imkânlarla başaramaya­cağı takdirde acele etmeyip beklemeli ve Allah'dan bir kurtuluş kapısı açıl­masına kadar sabretmelidir. Böyle hareket etmeyen kimse, ince düşünceli değildir, işlerdeki hikmeti kavrayamamıştır. Burada da teennî İle hareketin hikmet olduğu belirtilmekte ve önceki hadîs-i şerîfİn mânâsına uygun düş­mektedir.

(Bu haber için başka bir kaynak bulunamamıştır.).[502]

 

(396) Bîr Sokak Yahut Bir Yol Gösteren

 

890— Berâ ibni Âzib, Peygamber (SalUıllahü Aleyhi ve Seltem)'den rivayet ettiğine göre, Peygamber şöyle buyurdu :

«— Kim, faydalanılsın «tiye ödünç bir mal ihsanda bulunursa, yahut bir sokak —veya Peygamber dedi ki bir yol— gösterip (başkasına) de­lâlet ederse, onun için bir köle azad etme karşılığı kadar sevab vardır.»[503]

 

Bir yol şaşırmışa, bir amaya, dil veya semt bilmeyen bir yabancıya .delâlet etmek ve ona yol göstermek sevabı, bir köle azad etme sevabına denk olacak kadar büyüktür. Bu da İslâm'da yardımlaşmanın, sevişmenin, düşküne el atmanın ve merhamet etmenin bir çeşididir. İnsanlık ve merha­met duygularından uzak olanlar, bu gibi delâletlerden kaçınır ve aldırış etmezler. Müslüman daima yardım ve iyilik etmek vazifesi ile yükümlü ol­duğundan yol gösterme işini de benimseyip bu güzel ahlâkla ahlâklanmak zorundadır. Bu  iyi  hareket karşılığında da büyük sevab onundur.

Bir kimseye faydalansın diye ariyet olarak verilen bir hayvana veya bîr mala «Menîha ~ 4*U*» denir. Sütünden istifade edilsin diye başka­sına ariyet olarak yerilen koyun, deve ve eşya gibi şeyler Menîha adını alır kİ, bu bir bağış ve hediye veya fakire sadaka yerine geçer.[504]

 

891— Ebü Zer'den (hadîsi Peygambere bağlayarak) şöyle dediği ri­vayet olunmuştur:

«— Kovandan din kardeşinin kovasına boşaltman bir sadakadır. İyi­likle emretmen ve kötülükten alıkoyman bir sadakaidır. Kardeşinin yüzü­ne karşı güler yüzlü olmam bir sadakadır. İnsanların yolundan taş, diken ve kemik gibi (engel teşkil eden) şeyleri gidermen senin için bir sada­kadır (sevabdır). Bir de yolu belli olmayan bir yerde insanlara yol gös­termen bir sadakadır.»[505]

 

1— Su kovasından  veya  içinde faydalanılabilecek   madde  bulunan herhangi bir kabdan komşuya, din kardeşine, düşkün bir muhiaca verilecek olan şeylerin hepsi iyiliktir, İyiliğin karşılığı da mükâfattır, sevabtır. Burada sevap, sadaka İle tâbir edilmiştir. Esasen sadaka fakirlere yapılan yardıma verilen İsimdir; sevap mânâsına da gelir.

2— Dinin gayesi cemiyete bütün  iyilikleri ve güzel ahlâkı getirmek ve hoş olmayan bütün kötü hal ve hareketlerden cemiyeti temizlemektir kİ, her mümin bu gaye ile çalışmak sorumluluğu altındadır. Herkesin güç ve imkânlarına göre bu görevi yerine getirmesi farzdır. Feriler bu vazifeyi elbirlikle yerine getirme yolunda bulunurlarsa fenalıklar önlenir, yerlerine güzel huylar gelir ve cemiyette huzurla sükûn hüküm sürer. Fakat bu vazi­feler yerine getirilmezse, herkes neme lâzım diye kenara çekilirse her tarafı musibet ve kötülükler kaplar. Beşeriyetin faydasına olan işlerin başarılması yolunda yapılan gayretlere karşı Allah Tealâ insanlara ayrıca manevî mü­kâfat da vermektedir ve böylece bizi daima hayırlı işlere teşvik etmektedir.

3— İnsan, din kardeşine yardım edebilecek bir güç veya imkâna sahip değilse, ona karşı tatlı ve güler yüzlü davranmalıdır. İyiliğin en küçüğü olan bu hareket karşılığında da sevab vardır, sadaka yerine geçer. Tatlı ve güler yüzlü bulunmak, karşı tarafın keder ve üzüntüsünü gidereceği için bu yön­den ona bir yardım edilmiş ve gönlü alınmış olur. Kardeşlik sevgisi çoğalır.

4— Yollar üzerine düşüp de insanlara, hayvanlara ve vasıtalara engel teşkil edecek, gidiş-gelişi güçleştirecek her şeyi kaldırmak ve gidermek bir iyiliktir. Her iyilikte sevap bulunduğundan bu İşleri yapmakta da sevap

5— Çöl ve sahra gibi yolu belli olmayan arazilerde veya sis sebebiyle yol tayin edilemeyen yerlerde insanlara rehberlik etmek ve onları diledikleri yerlere iletmek bir iyiliktir. Müşkül durumda kalan ve bir kurtuluş çaresi arayan kimselere bundan daha önemli bir yardım olamaz. Bu iyiliğin kar­şılığında da sevab vardır. Zaten bu bölüm de, bu mevzu ile ilgilidir. Bun­dan önceki hadîs-i şerife bakılsın.[506]

 

(397) Âmâyı (Körü) Yoldan Saptıran Kimse

 

892— îbni Abbas'dan rivayet edildiğine göre, Resûlüllab A leyhi ve Selfam) şöyle buyurdu ;

«— Âmâyı (körü) yoldan saptırana Allah lanet etsiö.»[507]

 

Her iyiliğin bir sevabı olduğu gibi, buna karşı olarak her kötülüğün de bir günahı vardır. Yolunu seçemeyen bir körü yoldan saptırmak, ona bir eziyettir ve kötülüktür. Böyle bir kötülüğü işleyenin cezası da lanettir, Allah Tealâ'nın rahmetinden uzak kalmaktır, azaba uğramaktır. Aksine olarak körün elinden tutup ona yol göstermek ve yardım etmek sevabdır, mükâfatı büyüktür.

(Bu hadîs-İ şerifi hudûd bölümünde İbni Hibban ve Hâkim tahriç et­mişlerdir. Fadlu'llah : C. II, s. 338, dip not).[508]

 

(398) Azgınlık  (İsyan)

 

893— îbni Abbas anlatarak şöyle demiştir: Peygamber Aleyhi ve Seltem)   Mekke'de evinin etrafında otururken, o sırada Osman ibni Maz'un ona uğrayıp dişleri gözükecek kadar Peygamber Aleyhi vt Seîlem) 'e tebessüm   etti,   Peygamber   (Sallailâhü Aleyhi ve ona şöyle buyurdu:

«— Oturmaz imsm?» Osman :

  Evet, dedi. Peygamber (Saîksîlahü Akyhi ve Seîîem) onun karşısında oturdu.   Peygamber   onunla   konuşurken   birden   Peygamber  OSaU&ltahü Aieyhi ve Selîem) gözünü göğe doğru dikip şöyle buyurdu:

— Az önce, sen otururken Allah'ın elçisi Melek bana geldi.» Osman dedi ki:

  Elçi Melek size ne söyledi? Peygamber (Salîalkthü A leyhî ve Selîem):

— (Şu Âyet-i Korîme'yi getirdi)* buyurdu :

— Muhakkak ki Allah adaleti, ihsanı ve akrabaya vermeyi evtıredi-yor. Zinadan, fenalıklardan ve isyan edin, insanlara zulüm etmekten de yasaklıyor. Sîze böylece öğüt  veriyor ki, benimseyip tu tasınız.-   (Nahlsüresi, Ayet:90)

Bu hâdise, iman kalbimde kararlaştığı ve Muhammed'i sevdiğim sırada olmuştur.[509]

 

Cenob-ı Hale bu âyet-i kerîmestyle insanlara üç şeyi emrediyor ve öç de onlara yasaklıyor ve sonunda da öğütlenmelerini en güzel bir şe-ifade buyuruyor. Yapılması istenen ve emredilen hususlar:

1— Allah Tealâ insanlara adaletle iş görmeyi emrediyor. Her şeyde ziyade ve noksan olmaksızın eşitlik kurmaya «Adalet» denir. Lügat yönün­den kelimenin mânâsı budur. Din terimi olarak, her şeyi dinin emirlerine uygun olarak yerine getirmek, her hak sahibine hakkını vermek ve zulmü terk etmektir. O halde adalet, dinin temeli olup, cemiyetin ayakta durma­sını sağlayan ana direğidir. Aile reisinden devlet reisine kadar herkes ada­letle hareket etmek sorumluluğu  altındadır.

2— İhsanı emrediyor. Yapılan iyiliğe ziyadesiyle mukabelede bulun­mak ve kötülük edeni affetmektir. Bir de Allah'ı görür gibi (ihlâsla ve haş­yetle) ona  ibadet edip, kendin  için  sevdiğini, insanlar için  de sevmendir diye tarif edilmektedir. Bu da ahlâkın en güzel hallerinden biridir.

3— Akrabaya, yakınlara vermeyi emrediyor. Akrabayı ziyaret etmek ve onlara  İyilikte bulunmak ve yardım etmek suretiyle sıla  haklarını ver­meyi Cenab-ı Hak bize emrediyor. Bu da akrabalık ve kardeşlik bağlarını kuvvetlendiren ve müslümanlar arasında sevgiye vesile olan İyi bir yardım­laşma ve sevişme hareketidir. Allah Tealâ üç şeyi de bize yasaklıyor:

1— Fuhşiyattan yasaklıyor. Söz ve işlerin çirkinine fuhşİyyat denir ki, zina, şarap, hırsızlık gibi çirkin işlerle her çeşit kötü sözler buna dahil olur. Bunlardan korunan insan, günah kirlerinden arınmış olur.

2— Münker olan şeyi işlemekten yasaklıyor. Akılların hoş görmediği şeylere Münker denir. İyi ve hoş karşılanmayan hareketlerden de sakınmayı Allgh Tealâ bize yasaklayarak kemal derecesine erme yolunu gösteriyor.

3— Azgınlık ve İsyanı yasaklıyor. Bağy, insanların haklarına tecavüz etmeye ve insanlara zulmetmeye denir. Düşmanlık ve zulüm hisleriyle ceb­ren insanlara hakim olmak ve üstünlük eîde-etmek hareketidir. İnsanların haklarına tecavüz etmek ve onlara zulmetmek, sorumluluğu çok büyük olan günahlardandır. İslâm dini, adaleti emrettiği için adalete aykırı düşen her çeşit zulüm ve tecavüz hareketlerini yasaklamıştır. Adaleti yerine getirmek için zulüm ve tecavüz yollarını kapamak sarftır. Cemiyetin selâmet ve hu­zuru ancak böyle temin edilebilir.

Allah'ın kitabında hayır ve şerri bir arada toplayan yegâne âyet-i ke­rîmenin bu âyet olduğunu Buhârî ve diğer muhaddisler rivayet etmiş­lerdir. Âyet-i kerîme muhtelif güzel emirleri, çeşitli yasaklan ve netice ola­rak bunlara uymayı gerektiren öğüt ve tavsiyeleri ihtiva etmekte olduğun­dan müfessir Beyzavî diyor ki, Kur'an-ı Kerîm'de bu âyetten başka bir âyet olmasaydı, bu âyet, Kur'ân'ın her şeyi beyan ettiğine ve âlemlere rahmet ve hidayet olduğuna delil olarak kifayet ederdi. Ahlâkın bütün gü­zelliklerini toplamış olduğundan, her hutbe sonunda bu âyet-i kerîme oku­nur ki, insanlara derli-toplu bir nasihat ve uyarıcı bir öğüt olsun.   '

Osman    îbnİ    Maz'un    kimdir?:

Kureyşli olup, 13 erkek müslüman olduktan sonra İslâm'ı kabul eden İslâm öncülerindendir. Künyesi; Eb û ' s- S â ' i b 'dir. Annesinin adı   Süh a y I e 'dir. Habeşistan'a oğlu Sâ'İb ile ilk hicret eden ashabdandır. Kureyş kabilesinden birçok zevatın İslâm'ı kabul etmiş oldukları haberini alınca Habeşistan'dan geri döndü ve Mekke'de müşrik Veli d ibni M u ğ î r e 'nin himayesi altına geçti. İbni H i ş a m , Siyer'İnde Osman İbni Maz'ûn'un müşrik V e I i d 'in himayesinden çıkışını şöyle anlatır: «Osman ibni Maz'ûn, Velid ibni Muğîre 'nin himayesinde iken Peygamber (SolhttâhM AteyM veSellem} "m ashabının çek­tikleri belâları görünce dedi ki :

  Ben sabah ve akşam emniyet içinde müşriklerden birinin himaye­sinde işime gidip dönerken, benim arkadaşlarım ve dindaşlarım, bana isa­bet etmeyen eziyet ve belâlarla karşılaşıyorlar; bu benim için çok büyük bir noksanlıktır. Sonra Velid ibni Muğîre'ye gidip ona şöyle dedi :

  Ey Velid! Sen ahdine vefa gösterdin (beni tecavüzlerden korudun). Şimdi ben himayeni geri çeviriyorum. Velid dedi ki :

  Bunun sebebi ne? Yoksa kavmimden bir kimse sana eziyet mi etti? Osman :

  Hayır, dedi, ben Allah'ın himayesine razı oluyorum; ondan başka­sının beni korumasını istemiyorum.

Velid :

  O halde Mescid-i Haram'a git de orada ben meydanda seni hi­mayeme aldığım gibi, sen de himayemi açık olarak bana reddet, dedi. Her ikisi Mescide gittiler. Velid şöyle dedi :

  Bu Osman, benim himayemi bana geri çevirmek üzere geldi. Osman da :

  Doğru söylüyor; onu güzel himaye eden vefakâr bir adam buldum, fakat ben AHah'dan başkasının himayesine girmeyi İstemiyorum;    bunun için onun himayesini kendine reddediyorum, dedi. Sonra Osman dönüp oradan ayrıldı. Müşrik şairlerden Lebîd de Kureyş'li bir topluluğa şiir oku­yordu. Osman da onlarla oturdu. Lebîd şu mealdeki şi'ri okuyordu :

Dikkat edin, Allah'dan başka her şey batıldır. Osman :

  Doğru söylüyorsun diye bu mısraı tasdik etti. Lebîd devamla :

Şüphesiz ki, her nimet zeval bulacaktır.

mısraını okuyunca, Osman : «Yalan söylüyorsun. Cennetin nimetleri zeval bulmaz,» dedi. Lebîd şöyle dedi :

  Ey Kureyş topluluğu! Sizin arkadaşınız bundan önce eziyet edilir değildi. Bu ne hal, ne zaman aranıza girdi? Topluluktan bir adam dedi ki :

  Bu adam, o peygamberle bulunan sefihlerden bîr sefİhdir (hafif akıl­lıdır), bizim dinimizi terk etmişlerdir. Onun sözünden ötürü duygulanma.

Osman ise, adamın sözünü geri çevirdi. Öyle kî, aralarında iş büyüdü. O adam, Osman'ın karşısına çıkıp gözüne vurarak gözünü çıkardı. Velid de yakından manzaraya şahİd bulunuyordu. Osman'a şöyle dedi :

  Ey kardeşim oğlu! Seni koruyacak bir teminat altında olsaydın da gözün kurtulmuş bulunsaydı ya? Osman cevap verdi :

  Hayır, bilâkis sağlam olan gözüm, Allah yolunda diğer gözümün uğradığı musibete muhtaç bulunmaktadır; ve ben, senden daha muktedir ve üstün olan varlığın (Allah'ın) himayesindeyim.»

Osman ibni Maz'ûn daha cahiüyet zamanında (İslâm'ı kabul etmeden önce) şarap İçmeyi kendisine yasaklamış ve şöyle demişti :

  «Aklımı gideren ve benden daha aşağı kimseleri bana güldüren ve mahremimi bana nîkâhlamaya kadar götürecek olan bir şeyi asla içmem.»

İslâm'ı kabul ettikten sonra şarabı haram kılan âyet-i kerîmenin nazil olduğu haberi kendisine verilince :

  «Helak olası, gözüm onu bekliyordu,» demiştir.

Ashabın ileri gelenlerinden ibadete düşkün gayretli bir zat İdi. Erkek­lerde hadım olmanın caiz olmadığına delil teşkil eden hâdise bununla il­gili olup, şöyle cereyan etmişti. Osman İbni Maz'un, Peygamber

— Ey Allah'ın Resulü! Siz savaşlarda bulunuyoruz, (ailemizden aylarca uzak katıyoruz); bekârlık bize zor geliyor. Hadım olmak için bana İzin verir misiniz, hadım olayım? dedi. Peygamber (Saüaîldhii Aleyhi ve SeÜem} şöyle buyurdu :

— Hayır, ey ibni Mas'un, ancak sen oruca devam et ki, oruç şehveti keser.»

Bundan anlaşılıyor ki, husyeleri çıkartmak suretiyle şehvete karşı tedbir olmak veya nesli kesmek coİz değildir.

Bedir savaşından döndükten sonra Medine'de vefat etmiş ve muhacir­lerden Medine'de İlk ölen olmuştu. Vefatı hicretin ikinci yılına tesadüf eder. Gasledilip kefenlendikten sonra, Peygamber (SaMttak® Aleyhi ve Selkm) İki gözleri arasından onu öpmüş ve gömüldükten sonra şöyle buyurmuştur :

— Bu Osman ilmi Masun bize ne güzel bir selefdir (bizden öne geçmiştir).»

Hz. Peygamberin oğlu İbrahim bunun arkasından vefat edince de, onun hakkında şöyle buyurdu :

«Hayırlı selefimiz Osman ibüi Maz'un'a kavuş (ey İbrahim)!

Osman'ın mezarı örtülünce de Hz. Peygamber baş ucuna bir taş koya

«— Bu, bizden öne geçen hayrm kabridir.» buyurdu.

İbn Âbbos Hazretlerinden rivayet edildiğine göre, şöyle buyurmuştur:

  Osman ibni Maz'un vefat edince karısı dedi kî :

  Cennet sana afiyet olsun, ey Osman İbni Maz'un!.. Peygamber (Sallatlahü Aleyhi ve Seîîem)    bu   sözden   dolayı   hanımına gazap bakışı île bakıp şöyle buyurdu :

«Bunu nereden biliyorsun?»

Osman'ın hanımı :

— Ey Allah'ın Resulü, senin arkadaşındır ve askerindir, dedi. Bunun üzerine Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)   şöyle buyurdu.

— Ben Allah'ın Resulüyüm ve bana ne yapılacağını bilmiyorum.» (Müminlerin hepsi hayırla yad edilir ve haklarında delil varid olan, Cen­netle müjdelenmiş on sahabî gibi, kimselerden başkası için kesin olarak cennetliktir hükmü verilemez, Cennetlik oldukları umulur. Bu kimse mu­hakkak cennetliktir diye inanç beslenmez.)

Osman'ın ölümüne insanlar çok acıdılar. Daha sonra Hz. Peygamber'İn kızı Zeyneb vefat edince, Resûlüllah (Saîîaîlahü Aleyhi ve Selltm) şöyle bu­yurdu :

«— Hayırlı selefimiz olan Osman ibni Maz'un'a kavuş.»

Bunun üzerine hanımlar ağladılar. Hz. Ömer hanımları susturmaya başladı. Peygamber (Saîiallakü Aleyhi ve Selîem)   ise:

«— Müsaade et, ya Ömer!» dedi ve sonra şöyle buyurdu :

«— Ey hanımlar! Şeytan feryadından sakınınız. Gözden gelen yaş (ağlamak), Allah Tealâ'dandır ve merhamettendir. Elle oW (çırpınma, döğünme) ve dil ile olan  (bağırıp çağırma) Şeytandandır.»

İbni Abbas'dan edilen rivayet burada sona eriyor.

Muhacirlerden Bakî' mezarlığına Hk gömülen de Osman ibni Maz'ûn'dur. (Rattiyaltahü ank).[510]                                                                     

 

(399) Azgınlığın Cezası

 

894— Enes'den, Peygamber (SalUsîlahü Aleyhi ve Sellem)'in şöyle  bu­yurduğu rivayet edilmiştir:

— Erginlik çağma kadar iki kızı barındırıp geçindiren (onlara zulüm etmiyerek iyi bakan) kimse var ya, ben ve o Cennette şu iki (par­mağın yakınlığı) gibiyiz.» Rayilerden Muhammed ibni Abdülâziz, işaret ve orta parmağı göstermiştir.[511]

 

Aslında bu hadîs-i şerîf kız çocuklara bakmak ve onlara güzel mua-melş ederek terbiyelerini sağlamak konusu İle ilgilidir. Ancak bu ahlâkî görev yerine getirilmez de çocuklara kötü muamele ve zulüm edilirse bağy = azgınlık kısmına gireceği için aksi yönden İlgili bulunmaktadır ki, bunun da cezası ve günahı büyüktür. Zulmün cezasını insan âhirete göçmezden önce dünyada çeker. Bundan sonraki. hadîs-i şerif de bu hükmü açıkla­maktadır.[512]

 

895— «İki günah kapısı vardır ki, bunları işliyenlerin cezası dünya­da peşin olarak verilir:

— Biri zulüm = bağy, diğeri ide akrabalık bağlarını kesmektir.»[513]

 

Akrabalık bağlarını kesmenin cezası hakkında birinci cildin 6Â-67 sayılı hadîs-i şerifleri açıklamalarında gereken bilgi verilmişti. Zulüm ve taşkınlık günahının da cezası bundan farklı bulunmadığından bir arada anılmışlardır. Zaten' akrabalık bağlarını kesmede de, haklara riayetsizlik ve zulüm mev­cuttur. Zulmün cezası ise, dünyadan göçmeden önce verilir, geciktirilmez.

(Bu hadîs-i şerif için başka bir kaynak bulunamamıştır.).[514]

 

(400) Soy Temizliği

 

896— Ebû Hüreyre'den, Peygamber (Salİallahü Akyhi ve Sellem) 'in şöy­le buyurduğu rivayet edilmiştir:

— Kerim oğlu kerîmin oğlu Kerim oğlu kerim, İbrahim «ğlu İshalftn oğlu Yakub oğlu Yûsuf'dur»[515]

 

Haseb, insanın baba tarafından gelen soyuna ait faziletlerle iyilik eser­leridir. Kerem ise, hayır, şeref ve faziletlerin hepsini toplayan isimdir. Pey­gamber (SallaVMil Aleyki ve Sellem) bu mânâları değiştirerek haseb mal­dır; kendine mal verilene hasîb denir, buyurmuştur. Kerîm = kerem sahibi de, Allah katında takva sahibi olandır buyurarak Hz. Yûsuf'un peygam­berler soyundan gelmesi itibariyle kerîm olduğuna İşaret etmişlerdir. Fazi­leti soydaki şereflerde değil, takvada aramak gerekir. Ebû Hüreyre'den ri­vayet edildiğine göre :

— Müminin keremi dindir, mürüvveti aklıdır, hasebi de ahlâkıdır, demiştir.[516]

 

897— Ebû Hüreyre'den rivayet edildiğine göre, Resûlüllah Aleyhi ve Sellem) şöyle buyurdu:

«— Soy temizliği bakımından nesebler birbirine yakın olsa hüe, kı­yamet günü benim velilerim takva sahibi olanlardır. İnsanlar bana amel­lerle gelmezler ve siz (çoğunluk olarak) dünyayı omuzlarınızda taşıyarak gelirsiniz de, ya Muhammedi dersiniz (imdat istersiniz). Ben de şöyle ve le: Hayır» derim.»  (Peygamber bunu  söylerken de)  her iki yanma çevirdi.[517]

 

Bu hodîs-i şeriften de anlaşılıyor ki, insan soyundan gelen şeref ve faziletlerle Allah katında derece alamaz. Allah'ın emirlerine sadakatla uyup, yasaklarından kaçınan ve korunan kimse takva sahibidir, Allah'ın velisİdİr. Allah katında İyi kimseler bunlardır, soyları iyi .olmasa bile...

Metni geçen hadîs İçin başka bir kaynak bulunamadığı gibi, şerhine de raslonamamıştır. Hadts-i şerif iki esasa işaret etmektedir : Birincisi, fa­zilet ve üstünlüğün takvada oluşu, diğeri de takva sahiplerinin az buluna­cağı ve çoğunluğun maddeye ve dünyaya bağlı kalacağı gerçeğidir. Bu­nun sonucu olarak da insanlar pişmanlık çekecekler ve kurtuluş çaresi ara­yacaklardır; fakat bu âhİretteki nedamet fayda vermeyecektir.[518]

 

898— (208-s.) İbni Abbas'dan rivayet, edildiğine göre, şöyle demiştir:

«— Şu âyet ile amel eden bir kimseyi göremiyorum:

  Ey insanlar! Sizi bir erkekle bir dişiden  (Âdem ile Havva'dan) yarattık. Hem ide sizi soylara ve kabilelere ayırdık ki, birbirinizi tanıya-sanız (bağlı olduğunuz kabileyi söyliyerek tanırlasınız). Biliniz ki, Allah k 3 kii d a en iyiniz, takvası en çoök olanınızdır,  (üstünlük ve fazilet, soy ve neseble değildir.)  (Hücurat, 13)          

  însan insana: Ben senden daha iyiyim, diyor. Halbuki insan Al-lah'dan korkmakla (takva sahibi olmakla) ancak başkasından daha iyi olur.[519]

 

Cenab-ı Hak bu âyet-i kerîmesinde, bütün İnsanların bir anadan ve bir babadan (Hz. Âdem ile Havva'dan} yaratılmış olduklarını ve bu iti­barla soy yönünden, mal ve mevki bakımından birbirlerinden üstün ola­mayacaklarını ve bu hasletlerle övünmenin yersiz bulunduğunu beyan bu­yurarak üstünlük ve faziletin ancak Allah'dan korkmada (takvada) oldu­ğunu bildirmektedir.

Soy ve kabilelere ayrılmak, yalnız insanların birbirlerine olan yakın­lıklarını bilmek ve birbirlerini tanımak imkânını elde etmek İçindir. Allah, bu hikmete binaen insanları soy ve kabilelere ayırarak yaratmıştır. Birbir­lerine karşı soyca öğünmek için değil...

Bu âyet-i kerîmeyi açıklayan Peygamber (Saltallahü Aleyhi veSeîlern) 'İn hadîs-i şeriflerini  Taberî   rivayet ederek şöyle anlatıyor:

Peygamber, kurban kesme günleri içinde Mina'da bir deve üzerinde hitabede bulunarak şöyle buyurmuştur:

«— Ey insanlar! Dikkat edin, sizin Rabbiniz birdir, babanız da birdir (Âdem'dir). Dikkat edin, hiç bir Arabm, hiç bir yabancı üzerine, hiç bir yabancının Arab üzerine, siyahın kırmızı (renkli) üzerine, kırmızının si­yah üzerine üstünlüğü yoktur. Fazilet ve üstünlük ancak takva iledir. Dikkat edin, tebliğ ettim mi?»

Ashab (Rıdvanullahi Aleyhim Ecmaîn) :

— Evet, dediler.

Peygamber  (Satlallahü Aleyhi ve Sellem) :

— O halde, burada bulunanlar, bulunmıyanlarn tebliğ etsin, buyurdu.

Ebû Malik El-Eş'arî 'den Peygamber (Sattallahü Aleyhi ve Sellem)"\n şöyle buyurduğu rivayet edilmiştir :

«— Allah Tealâ soyunuza ve nesebinize bakmaz; bedenlerinize ve mallarınıza da bakmaz; ancak kalblerinize bakar. Kimin salih (dürüst) bir kalbi varsa, Allah ona merhamet eder. Siz Âdem'in ancak evlâdları-sınız ve Allah katında en sevgiliniz, en ziyade takva sahibi olanımzdır.»

Artık bu deliller ortada varken hiç bir mümin, soyundaki şereflerle, mal ve mülk çokluğu ile kardeşine üstünlük davasında bulunamaz. Tevazu yo­lunu tutar ve takvayı kendine esas kabul eder. Soy ve neseble öğünmeler cahiliyet devrinin kötü âdetlerindendir ki, bunu İslâm dini kaldırmıştır. Maalesef medeniyet asrı diye övünülen bu asrımızda, halâ İslâm'ın getir­diği bu ulvî mertebeye ulaşamayıp, ırk ayırımını millî bir dava sayan güçlü milletler vardır ve 1400 yıl öncesi cahiliyet âdetini benimsemişlerdir. Sözde insanlık haklarını savunanlar, insanlığa en büyük İhaneti yapmaktadırlar. Aya çıkmak ve ayı fethetmek Allah katında bir fazilet değil; fazilet Allah'ı bilip emrettiği şekilde insanlara hak ve hürriyetlerini vermektir.[520]

 

889— (209-S.) İbni Abbas şöyle demiştir:

«— Kerîm kimi sayıyorsunuz? Allah kerîm olanı beyan edip:

"— Sîzin Allah katında en iyiniz (kerîminiz), takvası en ziyade danınızdır." buyurmuştur. Hasebi ne sayıyorsunuz? Haseb bakımından en üstününüz, ahlâkça en güzel olamnızdır.»[521]

 

Bilgi için bundan önceki hadîs-i şerife bakılsın. Bu haber için başka bir kaynak bulunamamıştır.[522]

 

(401) «Ruhlar Birlik Birlik Askerlerdir»

 

900— Hazreti Âişe (Radiyalîahü anha) 'dan rivayet edildiğine göre, demiştir ki, Peygamber (SallaltâkÜA leyhi ve Sellem) 'in. şöyle buyurduğunu işittim:

«— Ruhlar birlik birlik (ezelde yaratılmış) askerlerdir. Bunlardan sıfait ve ahlâkça birbirine uygun düşenler (dünyada) anlaşır ve birleşir­ler. Bunlardan birbirine uygun düşmeyenler ayrılır ve uzaklaşırlar.»

(...) Başka bir rivayet silsilesi ile yine Hz. Âişe'den bu hadîs-i şerifin aynı, Peygamber (SüiiotUihü A teyhi ve Sellem} 'e izafeten nakledilmiştir.[523]

 

Hadîs-i şeriften anlaşılıyor ki, ruhlar bedenlerden önce yaratılmışlar ve ilk yaratılışlarında iki kısım üzere yaratılmışlardır. Birbiriyle anlaşıp bir­leşenler ve birbirleriyle anlaşamayıp ayrılanlar. Bir safta bulunan ordu ile, karşı karşıya bulunanlar gibi... Ruhların İlk yaratılışında iyi ve kötüye me­yil hasletleri vardır. Bu ruhlar dünyada bedenlere girdiği zaman, aynı meyli taşıyan insanlar birbiriyle anlaşır ve değişik huylular da birbirinden kar­şılaşınca uzaklaşır. Bunun için hayırlı kimseler hayırlı olanları seçer; ve kö­tüler de kötülere meyledip onları severler. İşte insanlar bu kabiliyetleri öl­çüsünde İslâm ahlâkından gayret ve çalışmalariyle hisse alırlar; ve bun­dan sorumlu tutulurlar.[524]

 

901— Ebû Hüreyre'den rivayet edildiğine göre, demiştir ki, Resûlül-lah (SaİtallahM Aleyhi ve Seîlem) şöyle buyurdu:

«— Ruhlar birlik birlik askerlerdir. Bunlardan vasrf ve ahlâfeiarı bir­birine uygun düşenler birleşir ve anlaşırlar; bunlardan birbirine uygun düşmeyenler ayrılırlar.»[525]

 

Bundan önceki hadîs-i şeriflere ve açıklamaya bakılsın.[526]

 

(402) İnsanîn Taaccüp Anında «Sübhanallah» Demesi

 

902— Ebû   Hüreyre   demiştir   ki,   Peygamber Setlemyia şöyle buyurduğunu işittim:

«— Bir çoban koyunları başında iken, bir kurt koyunlara saldırıp on­lardan bir koyun aldı. Çoban (koyunu kurtarmak için) onun arkasına düştü. Nihsyct kurt çobana dönüp dedi kî, korku gününde bu koyunları kim kurtaracak? (Senin korkup kaçtığın o günde) Bunlar için benden başka bir çoban yoktur, (onlara ben hakimim).» İnsanlar (kortun konuş­masına taaccüp edip) :

SübhaneUah!.. dediler. Bunun üzerine Peygamber ($&IIğ$IM8 Akyhi ve Seltem) şöyle buyurdu :

— Bizzat ben buna inanırım, Ebû Bekir de, Ömer de...»[527]

 

Şaşılacak ve taaccüp edilecek bir işe karşı «SübhaneUah = Allah Tealâ Hazretlerini noksanlıklardan tenzih ederiz, onu yüceltiriz» teşbihinde bulunmanın caiz olduğunu bu hadîs-i şerîf münasebetiyle Buhârî Haz­retleri bize naklediyor, edeb derşî veriyor. Bu münasebetle de hayvanların konuşma meselesi ortaya çıkıyor. Cenab-ı Hak hikmeti icabı yaratmış ol­duğu çeşitli varlıklara ayrı ayrı imkânlar ve kabiliyetler vermiştir. Birinin başaracağı işi diğeri başaramaz. Her eşya, yaratıldığı iş ve gaye için kullanılır ve o yolda vazifesini görmüş olur. Meselâ, Ccnab-ı Hak insanlara konuşma imkânını vermiş, hayvanlara ve cansızlara bu imkânı vermemiş­tir. Bazı papağan gibi hayvanlarda ve gramofon gibi cansızlarda olan ko­nuşma, şuurla meydana gelen bir konuşma olmadığı için, bunlar konu dı-şında kalır. Allah Tealâ'nın kadîm bîr nizamı olarak böyle istidatlarla eş­yayı yaratması, istisnaî haller yaratmasına engel olmaz. Cenab-ı Hak dİ-lerse, insanı konuşturduğu gibi, hayvanatı ve cansızları da konuşturur. Çün­kü Of her şeye kadirdir. Hayvan, kendi kudret ve İradesiyle konuşmaz. Allah'ın kudretiyle ve dilemesiyle konuşur. Bu bakımdan taaccüp edilecek bir durum olmaz ve buna sağlam İmanı olanlar inanırlar.

Bir de bu konuşmaya temsilî mânâ verilebilir. Hayvanların maksatlarını İfade edecek dillen yoksa da, hal ve durum icabı dileklerini belirtecek alâ­metler mevcuttur. Herkesin hak ve hukukunu düşünüp karşılıklı vazifeler araştırılınca hatiften bir ses insana şöyle seslenir gibi olur: Ey çoban! Bu­gün senin elinde güç var, kurttan yiyeceğini aldın ve onu açlığa mahkûm bıraktın. Yarın onun eline bir kuvvet geçer de, sen kovalanırsan halin ne olur? Bu da lisan-ı hal ifadesi olur. Her iki yönden de düşünülürse, Allah Tealâ'nın kudret ve iradesiyle hayvanların ve cansızların konuşabileceğine iman edilir.[528]

 

903— Hasreti Ali (Radiyallahuanhy&an rivayet edildiğine göre, şöyle Peygamber (Siatktlfahü Aleyhi ve Şiltemi  bir cenazede idi de, eline bir şey (çomak veya çubuk) alıp, onunla yere vurmıya başladı ve şöyle buyurdu:

— Sîzden hiç bir kimse yoktur ki, Cehennem ve Cennetteki yeri tayin edilmiş olmasın.» Ashab dediler ki:

— Ey Allah'ın Resulü! (Takdir edilen) yazımıza tevekkül etmiyelim mi ye işi bırakmıyalım mı? Hazreti Peygamber:

— Çalışınız, herkes yaratılmış olduğu şeye kavuşturulur. Saadet ehlinden olan, saadet işine kavuşturulur. Şekavet ehlinden olan kimse ise, şekavet işine ve çalışmasına kavuşturulur. Sonra şu âyeti okudu: = Amma kim (Allah için) verir ve Allah'dan kor karsa, o en güzel kelimeyi (tevhidi) tasdik ederse; biz onu en kolay yola hazırlarız (da kurtulur). Fakat kim cimrilik eder, Allah'ına ihtiyaç göstermezse, bir de em güzel kelimeyi (tevhidi) inkâr ederse; biz onu en şiddetli yola (Cehennem'e) hazırlarız. = (Leyi sûresi, âyet: 5-10).[529]

 

Bu bölüm, hayret ve taaccüp anlarında «Sübhanallah» demekle ilgili hadîs-i şeriflere ait olduğu halde, görünüşte bu 903 sayılı hadîsin konul­duğu bölümle İlgili bulunmamaktadır. Tamamen kader ve çalışma ile ilgili bir hadîs-İ şeriftir. Şu kadar var ki, taaccübü ifade eder «Sübhanellah» sözü yoksa da, hal İtibariyle bu taaccüp vardır ve bunu ashabın sorusundan anlayabiliyoruz. Zira herkesin cennet ve cehennemideki yerinin tayin edil­miş olması, artık çalışmayıp kadere güvenmeyi gerektirir gibi bîr vehme götürdüğünden şaşılacak bir hal doğuyor ve «Sübhanellah» demeyi icab et­tiriyor. Nitekim ashab, «o halde çalışma meşakkatini bırakıp kaderimize güvenmeyelim mi?» diyerek zİmnen hayretlerini belirtmişlerdir. Evet, madem ki her İnsanın cennet ve cehennem'deki yeri tayin edilmiştir, çalışması ve mükellef olması niçin? Aliyyo'l-Karî der ki :

«Peygamber (SalMhhu Aleyhi ve, Seikm), saadet ve şekavetîn mukadder olduğunu haber verince, insanlar, ameli terk etmek hususunda bunu delil edinmek istediler. Böyle olunca, Peygamber onlara bildirdi ki, burada İkİ iş vardır ve bîri diğerini iptal etmez : Biri zahir olan, bizce bilinen görünüş­tür; diğeri de batın olan gayb âlemidir. İnsan bilemediği batın akıbetinden korkacak ve zahirde olan durum ve vazifeleri icabı ümifvâr olacaktır. Böy­lece kul korku ve umma halleri arasında bulunarak iman sıfatlarını topla­mış olacak, ihsan mertebelerine ulaşmış olacaktır. Ameller bizzat saadet ve şekavet sebepleri değildir. Nitekim insanların rızkı taksim edilmiş olduğu halde, insanlar çalışıp kazanmakla emredilmişlerdir. Ecel muayyen olmakta beraber, tedavi ile emrolunmuşuzdur.» İşte akıbetimizin şekavet veya saa­det olduğu Allah katında bilinmekle beraber, biz Allah'ın emirlerine uygun bir şekilde ihtiyarımızla ibadet etmek ve çalışmak mükellefiyeti altındayız. Çalışmamız takdire muhalif değildir. Çalışmak vazifemizdir.[530]

 

(403) Yeri El İle Sıvamak

 

904— Ebu Katade’ye denmiş ki:

— İnsanlar Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'fen hadîs rivayet ettikleri gibi, neden sen ondan hadîs söylemiyorsun? Ebû Katade de, Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Seltem)'in şöyle buyurduğunu işittim, demiştir:

«— Bana yalan îsnad eden, ateşten bir yatağa kendini hazırlasın.»

— Resûlüllah (Salkîlahü Aleytıi ve Sellem)  bunu söylerken, eliyle yeri (toprağı) sıvamaya başlamıştı.[531]

 

Yalan konuşmak, hele dini tebliğ eden ve yalandan münezzeh olan bir peygambere yalan isnad etmek ve uydurma hadîs söylemek günahların en büyüklerindendir ve bunun cezası da cehennem'dir. Yanlış bir hükme, bilerek veya bilmeyerek bir yalan habere sebebiyet vermemek için ashabın çoğu ürkerek gayet az hadîs-i şerîf nakletmişlerdir. Hafızasına ve yazı İle kaydettiklerine güvenip şüphe içinde olmayanlar ise, bildiklerini insanlara tebliğ mahiyetinde anlatmışlar ve tebliğ vazifelerini yapmışlardır.

Hz. Peygamber Efendimiz, hadîs uydurmanın cezasını bildirirken, top­rağı elleri ile sıvama ve silme hareketinde bulunuyorlardı, insan bîr çıplak arazide oturup arkadaşları ile konuştuğu zaman elleriyle bazı hareketlerde bulunur. Nitekim bundan önceki hadîs-i şerîfte Peygamber (Salİallcthü Aleyhi ve Stlkmfm, ellerindeki bir çubukla yere vurdukları, burada da elleriyle toprağı sıvadıkları anlatılmaktadır. Bu gibi hareketlerin edebe aykırı işler olmadığını, bir dalgınlık İfade etmediklerini ve düşük hareketlerden sayıl-madıklarını öğrenmiş bulunuyoruz.

Ebü    Katade    kimdir? :

İsmi   Haris   olup, Medîne'li ashabdandır ve Peygamber Aleyhi ve Sellem) 'İn süvarisidir. Uhud ve ondan sonraki savaşlarda bulun­muştur. Hz. Peygamber onun hakkında :

«Süvarilerimizin en hayırlısı Ebû Katade'ıdir.»

Buyurmuştur.   Ebû   Katade  şöyle anlatır:

— Resûlüllah'ın seferlerinden birinde onunla beraberdim. Bîr ara eğe­rinden meyletti, 'uyku sebebiyle düşecek oldu da) onu doğrulttum. Bunun üzerine uyanıp, bu hareketimden dolayı bana :

— Allah'ın Peygamberini koruduğun gibi, Allah da seni korusun.»

Oğullan Sabit ve Abdullah ile azadiısı Ebû Muham-med, Enes, Cabir gibi seçkin zevat kendisinden hadîs rivayet etmişlerdir. Hz. Ali'nin hilâfeti zamanında yapılan savaşların hepsine aynı safta katılmış olup, Küfede hicretin 38. yılında 70 yaşında olduğu halde vefat etmiş ve namazını Hz. Aİİ kılmıştır. Diğer bir rivayete göre, hicretin 54. yılında 72 yaşında Medine'de vefat etmiştir. Aüah ondan razı olsun.[532]

 

(404) Taş Atmak

 

905— Abdullah ibni Muğaffel'den rivayet edildiğine göre, demiştir Peygamber  (Sallallahü Aleyhi ve Settem) taş atmayı yasakladı ve şöyle

(Atılan) taş avı öldürmez ve düşmanı helak etmez; ancak ve diş kırar.»[533]

 

Taş, avlanacak hayvana veya düşmana atılır. Gaye, hayvanı avlamak ve düşmanı öldürmektir. El veya sapanla atılacak taş bu maksadı yerine getirmez; ancak hayvanı incitir ve insanın dişini kırar, gözünü çıkarır, in­citir. İstisnaî durumlar dışında hol böyle olunca, taş atmayı Peygamber (SatUütahü Aleyhi ve Setten) yasaklamışlardır. Fıkıh âlimleri taş atmak sure­tiyle avlanan hayvanların eti yenip yenmeyeceği hususunda ihtilâf etmiş­lerdir. Bir kısmı taşla avlanan hayvanın mutlak olarak eti yenmeyeceği görüşündedir. Diğer bîr kısım âlimler de şartlı olarak etinin yenebileceğini söylemektedirler. Eğer atılan taşın yaralaması atıcının kuvvetinden olur da hayvan bu sebepten ölürse eti yenir. Ancak taşın yuvarlanması veya yük­sekten düşmesi sonunda taş ağırlığından hayvan yaralanıp ölürse eti yen­mez. Hanefi mezhebinin görüşü de budur. Ayrıca avcının taş atarken bes­mele getirmesi ve hayvanı canlı bulduğu takdirde onu boğazlaması, avı takip etmesi şarttır.

Netice oîarak anlaşmıyor kî, taş atmak suretiyle avcılık etmek ve düş-_ manin gözünü çıkarıp dişini kırmak gibi sakat bırakıcı ister doğru değildir.[534]

 

(405) «Rüzgâra Sövmeyiniz»

 

906— Ebü Hüreyre şöyle demiştir:

— Mekke yolunda insanları rüzgâr tuttu: Hazreti Ömer de hacca niyet etmişti. Rüzgâr ise çok şiddetlenmişti. Hazreti Ömer çevresinde olanlara «Rüzgâr nedir?» diye sordu. Bir şey cevap veremediler. Ben hayr vamrm koşturup ona kavuştum. Dedim ki, rüzgârdan sorduğunu öğren­dim. Ben, Resüîüllah (Saîlallahü Aleyhi ve Sellem)'in şöyle buyurduğunu işittim:

«— Rüzgâr, Allah'ın rahmetindendir; hem rahmet getirir, İlem getirir. Siz ona sövmeyiniz.»[535]

 

Bu hadîs-ı şerif aynı bölüm altında 719 ve 720 sayılarda geçmiştir, için bunlara müracaat edilsin.[536]

 

(406) Adamın:  «Şu Ve Bu Yîlöızîn Doğup Batması Sebebiyle Yaomuea Kavuştuk», Demesi

 

907— Zeyd ibni Halid El-Cühenî'den rivayet edildiğine göre, şöyle demiştir:

  Hudeybiye'de gece yağan yağmur arkasından Resûlüllah (S&lktllahB Aleyhi ve SeiUm)    bize   sabah   namazını  kıldırdı.    Namazdan   Peygamber (Sallallahü A îeyki ve Selîem) ayrılınca insanlara dönüp şöyle buyurdu :

«— Rabbinizin ne buyurduğunu biliyor musunuz?» (Ashab) :

  Allah ve onun Resulü en iyi bilendir, dediler. Peygamber dedi ki: «— Allah şöyle buyurdu:

"Kullarımdan bana iman eden ve kâfir olan olmuştur. Allah'ın fazlı ve rahmeti sebebiyle bire yağmur verildi, diyen kimse var ya, işte bu, bana iman etmiştir; yıldızı inkâr etmiştir. Amma şu ve bu yıldızın doğup batması sebebiyle (bize yağmur verildi) diyen kimse, işte bu beni inkâr etmiştir; yıldıza iman etmiştir.[537]

 

Kâinatta olmuş ve olacak bütün hâdiselerin yaratıcısı ancak Allah Tea-lâ'dır. Onun irade ve tasarrufuna İştirak olamaz. Bunun için bazı hâdisele­rin oluşunu, Allah'a değil de, ondan başka varlıklara isnad etmek, Allah'a ortak koşmak olur. Bu ise küfürdür. İslâm'dan önce, bazı yıldızların doğup batma hâdisesinin yağmur yağdırma sebebi olduğuna inanç besleniyordu ve bu yüzden yağmur yağdığına inanılıyordu. Bu yanlış inancı yıkmak özere Cenab-ı Hak bu Kudsî hadîsle gerçeği beyan buyurarak yağmurun ancak Allah'ın bîr rahmet ve İhsanı olarak verildiğini, yıldızların hiç bir tesiri bulunmadığını bize bildirmiştir. Allah'a iman budur. Yağmurun yağ­masında yıldızları müessir kabul etmek ve buna iman beslemek İse küfür­dür. Güneş ve ay tutulmaları gibi hâdiseler de aynı şekilde müessir olaylar değillerdir. Bunların hepsi Allah'ın takdiriyle meydana gelir. Bu âlemde Allah'ın kurduğu nizamın belirtileridir. Hepsi onun kudret ve azametine delil teşkil ederler.[538]

 

(407) İnsan Bulut Gördüğü Zaman Ne Söyler

 

908— Hazreti Âişe'den. rivayet edildiğine göre, şöyle demiştir:

— Peygamber (SallalJahü Aleyhi ve Sellem) bir   bulut   gördüğü   zaman (içeri) girer ve çıkardı. Buluta karşı durur ve dönerdi; yüzü (rengi) de­ğişirdi. Yağmur yağdığı zaman da sevinirdi. Âişe, onun bü endişesini an« larâi Âişe endîşe  sebebini sorması üzerine; Peygamber (^a/fa/fa/ı w Aleyhi ve Sellem} şöyle buyurmuştur ;

— Bilmiyorum! Olur ki bu bulut, Astız ve Yüce Allah'ın buyurduğu gibi ©lur: = Vakta ki (inkarcılar), korkutuldukları azabı, (bulundukları) vadilerine üfoğru gelen bir bulut halinde gördüler, dediler İd: Bu, ufukta beliren bir buluttur; bize yağn»ur yağdıracak.» (Hûd Peygamber ise, o in­karcılara şöyle üfedi) :

— Hayır, o sizin acele edip istediğini! şeydir (azaptır). Bir ritegâr ki, onda çok acıklı bir azap vardır. Rabbisinin emri ile her şeyi helak ede­cektir. Nihayet o hale gerdiler ki, meskenlerinden başka bir şey görünmez oldu. İşte öyle mücrim (inkarcı) kavme biz böyle ceza veririz.» (Ahkâf Süresi, Âyet: 24-25).[539]

 

Burada şu soru hatıra gelir:   Cenab-ı Hak, Enfal süresinin 33. âyet-i kerimesinde Hz. Peygamber'e hitaben :

«Sen, o inkarcıların içindeyken Allah onlara azab edecek değildir.»

Buyurduğu halde, Peygamber'in azab endişesi neden ileri geliyor^ Çünkü bu âyet-i kerîme Üe, Peygamber inkarcıların arasında bulunduğu müddet onlara azab edilmeyeceğini Allah haber vermektedir. Böyle bir te­minattan sonra endişe duymamak gerekir, diye hatıra gelir. Buna şu cevap verilmektedir : Uzaktan gözüken yağmur veya kasırga alâmetinin bir fe­lâket olması halinde, meydana gelecek azap, Peygamber'den uzakta bu­lunanlara, aralarında Peygamber'in bulunmadığı bir topluma isabet eder. Peygamber'in geniş şefkat ve merhameti sebebiyle üzüntü duyması tabiî­dir. Azaba uğrayacak bu uzaktaki toplum, mümin kimselerse, bunlara acır ve elem duyar; mümin değillerse, İslâm'a girerler arzusundan ötürü üzülür. Çünkü Peygamber âlemlere rahmet olarak gönderilmiştir. Bir de Hz. Pey­gamber bu hareketi İle insanlara, Allah'ın azabından emin bulunmamala­rını, her an azab ve felâketin zuhur edebileceğini hatırlatmakta ve ona göre kâinatın yaratıcısına iltica edip, hak yoluna koyulmanm zaruri bulun­duğunu öğretmektedir. Bu arada mezkûr âyet-İ kerîme'yi okuyarak gaflet­ten uyanmaya bizi davet etmektedir.[540]

 

909— Abdullah ifoni Mes'ud'datî rivayet edildiğine göre, demiştir ki, Peygamber (SalMlahü Aleyhi ve Sellem)  şöyle buyurdu:

Uğursuzluğa yorma, şirktir; ve bizden hiç bir kimse yoktur ki, bu şirkten ona bir şey yaklaşmış olmasm. Ancak tevekkül ile Allah onu giderir.»[541]

 

Bu hadîs-İ şerif, bundan sonraki bölümle İlgili olduğu halde bir zühul eseri olarak burada zikredilmiş olsa gerektir. Zira bulut görüldüğü zaman söylenecek sözle bu fal mevzuu arasında bir münasebet kurulamamıştır. Mana bakımsndan tamamen gelecek olan bölümle ilgilidir. Tafsilât için bundan sonraki hadîs-r şerife bakılsın.[542]

 

(408) Uğursuzluğa Yorma

 

910— Ebu   Hüreyre   demiştir   ki,   Peygamber ı şöyle buyurduğunu işittim:

«— Uğursuzluğa yorma işinin hayırlısı faldır.» Ashab sordular:

— Fal nedir? Peygamber:

— Sizden birinizin işittiği iyi sözdür.»[543]

 

Bir şeyi uğursuzluğa yorma İşine «Tıyere» denir. Cahiliyet devrinde insanlar bir iş için evden çıktıktan zaman önlerine çıkacak kuşların uçuşla­rından İşlerinin hayırlı veya kötü çıkacağını tesbit ederlerdi ve buna ina­nırlardı. Eğer kuş sağ taraftan uçarsa bunu İyiliğe, sol taraftan uçarsa kö­tülüğe yorumlarlar ve bu ikinci takdirde yapmak istedikleri işi terk ederlerdi. Sağ taraftan uçuş halinde de niyyet ettikleri işi yaparlardı. Bu cahiliyet âdetlerinden olan «Tıyere» işi, hâdiseleri uğursuzluğa yorma mânâsında kullanılagelmiştir.

Bundan önceki hadîs-i şerifte *Tiyere = Uğursuzluğa yorma şirktir,» buyurulmuştur. Bunun İki mânâsı var:

1— Tıyere, cahiliyet devri insanlarının, yani müşriklerin işidir; İslâm'da bunun yeri yoktur.

2— Bir iş üzerinde şu veya bu hareketin müessir bir sebep olduğuna inanmak şirktir. Yaratıcılıkta ve tasarrufta Allah'dan başkasına hak tanı­mak, ona ortak koşmak olur.

Yapılması istenen bir iş, yasak olmayan hayırlı bir İşse, onu yerine getirmeli, zararlı ve yasaksa yapmamalıdır, işler, kuş uçması, kedi ve karga çıkması İle iyiliğe veya kötülüğe yorumlanmamalıdır.

Yine hadîs-i şerifin ikinci cümlesinde :

«Bizden hiç bir kimse yoktur ki. bu şirkten ona bir şey yaklaşmış olmasın; ancak Allah onu (şirki) tevekkül ile giderir,»

Buyurulmaktadır. Hadîs âlimleri bunun mânâsını şöyle açıklamaktadır­lar : Bu söz, ravi I b n i M e s ' u d 'un sözüdür, hadîs-i şerif İçine sokula­rak metinden gösterilmiştir. İ b n i Mes'ud hazretleri demiş oluyor ki, biz müminler ilk anda bazı hâdiseleri kötüye yorumlama halinden kurtu­lamayız da, düşünüp kendimize geldikten sonra Allah'a tevekkül ederek ondan kurtuluruz.

Bu ifade Hz. Peygamber'e isnad edildiği takdirde, bundan müminler ve ümmet kasdedilmiş olur. Nefis alışkanlığından insanın kalbine vehim ve kuruntu gelir. Müminler kesin olarak ilk anda bu illetten kurtulamazlar. Her şeyi Allah yaratmış olacağını, onun tasarrufuna ortakçı çıkamayacağını bilmekle bu kuruntu ve vehim giderilir. Hulâsa, kalbe gelen hatırata ve gafletten doğan hallere itibar edilmez, Allah'a güvenilir. Vesvese kabilin­den müminin kalbine gelen şey, İmanını zedelemez. Ancak gerçek oldu­ğuna inanarak «Tıyere»yi tasdik etmek gizli şirktir. Mümini de, bundan, Allah'a güven  kurtarır.

Bu bölümdeki hadîs-İ şerife gelince, Tıyere'den ayrı olarak «fal» keli­mesinin burada kullanıldığını ve bunun yasaklanmadığını görüyoruz. Fal, aslında sevinç ve hüzün vermeye sebep olan söz ve hareketler için kulla­nılır. Fakat hayra yorumlanan İşlerde kullanılagelmiştir. Tıyere'nin her çe-şitinde hayır.olmadığına göre, bunun içinden «fal»ı istisna etmek, yorum­lama bakımından aralarında olan münasebetten ileri gelmektedir. Fal İşİn-de Allah'a iyi zan besleme vardır. Meselâ, bir hastaya hitaben ey Salim! diye söylenirse, hasta bundan selâmet bulacağını ve kurtulacağını umarak güzel zan beslerse iyi bir yorma olur. Hadîs-i şerifte fal iyi sözdür, buyu-rulmasındakî maksat budur. Yapıcı ve olumlu söz söyleyerek Allah'a iyi bir zan besleme yolundaki ifadeler makbuldür. Bunun dışındaki iyi veya kötüye yormalar yersizdir.[544]

 

(409) Kötüye Yormayanın Fazileti

 

911— Abdullah ibni Mes'ûd'dan rivayet edildiğine göre, Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) şöyle buyurdu:

«— Hac mevsimi günlerinde ümmetler bana arz edildi de, benim üm­metimin çokluğu hoşuma gitti: Dağ ve ovayı doldurmuşlardı.»

(Melekler) dediler ki:

  Ya Muhammedi Razı oldun mu? Peygamber:

  Evet, ya Rab! dedi. Rab :

  Şunlarla beraber yetmiş bin daha vardır ki, sorgusuz olarak Cen-net'e gireceklerdir. Bunlar o kimselerdir ki, efsun yapmazlar, dağlanmalar, uğursuzluğa yormazlar ve Rablerine güvenip dayanırlar,» buyurdu.

Ükkâşe dedi ki:

  (Yâ Resülullah!) Allah'a dua et de, beni onlardan (soruşuz cen­nete girenlerden) etsin. Peygamber:

«— Al lanı m! Bunu, onlardan yap!» buyurdu. Başka bir adam da:

  Allah'a dua et, beni de onlardan etsin, dedi. Peygamber şöyle buyurdu :

— Bu meselede Ükkâşe seni geçti.»[545]

(......) Bu hadîs-i şerifi İmam  Buharı  bazı ravi değişiklikleri ile yine aynı şekilde tahriç etmiştir.[546]

 

Hodîs-i şeriften şu faydalar elde edilmektedir:

1— Diğer Peygamberlere bağlı kalan ümmetlerin sayılan, âhir zaman Peygamberine ait ümmetten çok azdır. Hesapsız olarak cennet'e girecek­lerin sayısı vadileri dolduracak kadar çoktur.

2— Efsunculuk yapmak günahtır ve bunu meslek edinenler soruşuz cennet'e gireceklerden olamazlar. Rukye = Efsun, Kur'an veya Allah Tealâ hazretlerinin isimleriyle hastaya şifa dilemeğe denir. Hastaya okuyup üf-lemek, bir kâğıda yazılıp üzerine takılmak veya bir tabağa yazılıp yıkan­dıktan sonra suyu içİrilmek suretiyle yapılır. Peygamber   (Sallallahü Aleyhi vt&ffemj önce Rukye = Efsun yapmayı yasaklamıştı. Çünkü islâm'dan ön­ce  insanlar,  putların, cin  ve şeytanların  İsimlerini  kullanarak ve  bunları vasıta yaparak şifa diledikleri için şirke varıyorlardı. Allah'dan başka var­lıkları müessir birer sebep kabul ederek böyle batıl bir inanç beslemekle Allah'a ortak koşuyorlardı. Tevhid dinine aykırı olan bu işi Peygamber'i-miz yasaklamışlardı. Müslümanlar bu batıl inanışla Rukye'de bulunmaya­cak bir seviyeye gelince de Rukye yapılmasına izin vermişlerdir. Zira müs-lüman, şifanın yalnız Allah Tealâ katından yaratıldığını ve okuduğu şeyin hasta hakkında bir hayır dua mahiyetinde olduğunu bilir.     Bu İnanışla Rukye yapılmasına cevaz teşkil eden şu hadîs-i şerifi   Müslim  ve  Ebû D a v u d   rivayet etmişlerdir:  Avf  ibni   Malik 'den rivayet edildiğine göre demiştir ki :

— Cahiliyet zamanında biz «Rukye = Efsun» yapıyorduk. Dedik ki, ey Allah'ın Resulü! Bu hususta ne buyurursunuz? Peygamber şöyle buyurdu:

— Rtikyelerinizi bana arz ediniz. Rukye'de şirk olmadıkça, onda bir beis yoktur.»

Yİne Müslim'in tahriç ettiği diğer bir hadîs-i şerifte :

— Sizden birinizin, kardeşine fayda vermiye gücü yeterse Rukye yapsın. buyurulmaktadır. (Et-Tacu'1-Cami'u'l-Usûl, C. III, s. 213)

Netice : Ticaret ve istismar vesilesi olmamak şartı ile Allah rızasını gö­zeterek ve şifayı bizzat Allah halkettiğine iman ederek Rukye = Efsun yapmak yasak değil, buna zıt niyyet ve imanla yapmak yasaktır ve şirke kadar götürme tehlikesini taşır ki, şirkin üstünde daha büyük günah yoktur.

3— Dağlanmak ve dağ yapmak yasaktır, günahtır. İnsan derisini kız­gın demir parçası île yakma işine ve cahiliyet devrinde olduğu gibi, bun­dan şifa bekleme tedavisine «Keyy — Dağ» yapma denir. Mutlak olarak bunu her hastalık İçin yapmak ve şifayı bundan beklemek yasaklanmıştır. Bazı hallerde buna başvurmak suretiyle tedavi ise mubahtır ve bizzat Pey­gamber (Sallallahü Aleyhi ve Sdtem)   bunu yapmışlardır. Şöyle ki:

Hendek savaşı sırasında Sa'd ibnî Muaz hazretleri kolundan yaralanmış ve bir kan damarı kesilmişti. Kanını durdurmak için Peygamber (Satlallakti AUtjrhi ve Selttm) ok demiri ile onu dağladı. Sonra S a ' d'in kolu şişmesi üzerine ikinci defa ona kendi eliyle dağ yaptı. (Et-Tacul-usûl : C.III, s. 201)

Anlaşılıyor ki, kan akıntısını kesmek gibi istisnaî hallerde ve bazı ya­raların tedavisinde dağ yapmanın bir mdhzuru yoktur. Bugün tıpta geniş bîr şekilde kullanılan elektriğin muhtelif şekil ve suretlerle yapılan tedavisi de bu «Key şeklinin bir nevidir. Mutlak olarak her çeşit yara ve hastalık için kullanılması ise, yasaktır.

4— Bazı hareketleri uğursuzluğa yormak, Tetayyur etmek günahtır, bu yasaklanmıştır. Bilgi için 910 sayılı hadîs-i şerîf açıklamasına bakılsın.

5— Her işte Allah'a güvenip tevekkül etmek gereklidir. Şirk veya gü­naha götürecek şekilde efsun, dağ ve tetayyur işlerini yapmayanlarla, mu­bah şekli İle bunları işleyenler, Allah'a güvenip ona tevekkül ederlerse se­lâmet ve hak yolu üzeredirler. Bunların âhirette yeri Cennet olur. Her işin mutlak hakimi ve yaratıcısı Allah olduğunu bilmek ve bu inançla meşru yollarda güç ve irademizi  kullanarak çalışmak, adi vasıta ve sebeplere baş vurmak tevekküldür, Allah'a güvendir.

Cennet ehlinden olması için Hz. Peygamberden dua isteyen ükkâ­şe   kimdir?

Ökkâşe (radiyallah üanh):

Ükkâşe veya ükâşe, ashab-ı kiramın ileri gelenlerinden ve fazilet er­babından olup, künyesi Ebû Mihsan 'dır. Medine'ye hicret ederek Bedir savaşına katılmış ve büyük zorluklara katlanmıştı. Savaşırken kılıcı kırılmıştı. Hz. Peygamberin ona verdiği bir hurma dalı kılıç vazifesini gör­müştü. Daha sonraki Uhud, Hendek gibi savaşların hepsine katılmıştı. EbO Hüreyre, Ibni Abbas kendisinden hadîs rivayet etmişlerdir. Ok kaşe, erkeklerin en güzeli diye tavsif edilir. Peygamber ($@U&llâhB Aleyhi ve Sellem) 'in irtihalinde Cl k k â ş e 44 yaşında bulunuyordu. Bir yıl sonra Hz. Ebü Bekir'in hilâfeti zamanında dinden çıkanlarla yapılan «Ehl-i Rİddet» savaşında peygamberlik taslıyan Tulayha tarafından şehit edildi. Zaten Cennet ehlinden olmasına Peygamber (SalUzllahü Aleyhi ve Sellem) dua etmişlerdi. Ayrıca öncelik hakkı İle bu mükâfata kavuşup da ondan sonra gelenin fırsatı kaçırması hâdisesi insanlar arasında bir ato sözü haline getirilmiş ve fırsatı kaçıran bir kimseye : «ükkâşe bu hususta seni geçti» diye söylenegelmiştîr.

Cennet ehlinden olmasını İsteyen İkinci şahıs için Hz. Peygamber'in dua etmeyişini, âlimler, bu adamın münafık olduğu engeline bağlamakta­dırlar. Bu İkinci adam münafık olduğundan Hz. Peygamber ona dua et­memiştir. İlâhî müsaade bir kişi için olduğu şeklînde de yorum yapilmaktadır.(Radiyalahü anh).[547]

   

(410) Cinlerden Uğursuzluk (Cin Çarpması)

 

912— Hazreti Âişe'den rivayet edildiğine göre, çocuklar doğduğu zaman kendisine getirilirdi de, onlara bereketli olmaları için dua ederdi. Böyle bir çocuk kendisine getirildi. Hazreti Âişe çocuğu yatağına koy­maya gitti. Bir de başının altında bir ustura gördü. Oradakilere ustura­dan sordu (Bu nedir) ? Onlar dediler ki, cinden korunmak için (cin çarp­masın diye) onu koyuyoruz. Hazreti Âişe usturayı alıp, pnu attı ve bun­dan onları yasaklıyarak dedi ki:

«—ResûlüHah (Sallallalıü Aleyhi ve Sellem)  uğursuzluğa   yormayı   hoş görmezler ve ona buğasederierdi.»

Hazreti Âişe bu uğursuzluğa yorma işini yasaklardı.[548]

 

Bugün çocuklara takılan boncuk ve boynuz gibi şeyler de, Hz. Âişe'nİn yasckladığı âdetin başka bir örneğidir. Bunlar da hurafe kabilinden olan ve cin çarpması ile göz isabetini engelleyici şeyler değillerdir. Bun-forrn. İslâm İnanç ve âdetleriyle bir İlgisi olmadığının en canlı misalini ve uygulamasını bu hadîs-i şerifte buluyoruz. Çocuklara yapılması gereken şey, duadır, haklarında bereket İstemektir ve onlara islâm terbiyesi vermektir.[549]

 

(411) Fal

 

913— Enes,   Peygamber (Saalldhü Aleyhi ve Selkm)'den   şöyle   anlat-

— (Hastalıkta bizatihi) sirayet yoktur, uğursuzluğa yorma yoktur. Dürüst yorum, güzel söz hoşuma gider.»[550]

 

Inson bazı tehlikelerden korunduğu ve tedbir aldığı gibi, hastalıklara karşı da korunmak ve tedbir almak zorundadır. Bununla beraber hastalığın isabet etmesi veya etmemesi, Allah'ın dilemesiyle olur. Bizatihi hastalık kendiliğinden müessir değildir. Hastalığı ve şifayı yaratan Allah Tealâ'dır. Onun için hastalığın kendinde bu kudreti aramamalıdır. Hastalık da Allah'ın bir yaratığıdır. Uğursuzluğa yorma ve fal hakkında bilgi için 910 sayılı hadîs-i şerîfe ve açıklamasına bakılsın.[551]

 

914— Habbetüt-Temîmî anlattığına göre, Peygamber (Sdlteflahü Ateyht) vej&toıj'in şöyle buyurduğunu babası işitti:

«— Baykuşlarda (uğursuzluk diye) bir şey yoktur. Yorum yapmanın sa doğrusu, bayıra yarmadır. Göz değmesi de bir gerçektir.»[552]

 

Islâmiyetten önce Araplar baykuşun ötüşünü uğursuzluğa yorarlar ve onun hareket ve ötüşünden bir lakım mânâlar çıkarırlardı. Peygamber Efendimiz ;

«Baykuşta bir şey yoktur.»

Buyurmakla bu batıl inana yok etmiştir. Fakat zaman zaman bu çeşit hurafeler canlanmıştır. Günümüzde bile baykuş ve karga ötüşlerini uğur­suzluğa yoranlar ve bunlardan bir takım mânâlar çıkaranlar vardır. İslâm dininin kaldırdığı bu yersiz âdetlerin canlanmasına sebep olan hal ceha­lettir. Yüce dinimizin ahlâkını bilmemek ve öğrenmemek bizi bu akıbete sürüklemektedir. Bu hurafelerden kurtulmak, Peygamber Efendimizin tavsi­yelerini öğrenmek ve onlara uymakla olur,

İslâm'da güzel sözle İfadede bulunmak suretiyle maneviyatı takviye şeklinde hayıra yorma vardır ki, bunun açıklaması daha önceki hadîs-i şe­rifler münasebetiyle geçmiştir.

Mal ve cana zarar vermek suretiyle neticelenen göz değmesi «isabet-i ayın», vaki olan bir gerçektir kİ, bunu Peygamber (Satîalîahü Aleyhi ve Seltem) haber vermektedir. Bİr mala veya cana,, hased karışmış olan hasret ve İmrenme bakışı İle kötü huyiu gözün zarar vermesidir. Böyle bir bakış­tan çok kere bakılan şeye zarar hasıl olur. Bu da gözün ruh ile olan sıkı irtibatından ileri gelen bir haldır; madde ile izah edilemeyen manevî bir olaydır. Bunun varlığını dinimiz ispat etmektedir. Bütün fenalıklardan ol­duğu gibi, göz değme fenalığından da Allah'a sığınmakla ancak kurtu-îabîlinir. Hoşa giden bir şey görüldüğü zaman «Mâ Şâ Allah'la Kuvvete İllâ Biflâh» denirse, göz değme zararı olmaz. Ibnİ Mace'nin tahrİç ettiği bir hadîs-i şerifte de şöyle buyurutmaktadır:

— Sizden biriniz, kardeşinde hoşlandığı bir şey gördüğü zaman, onun için bereket dua etsin r= Bareke'IIah, desin.»

Göz değmesi olduktan sonra da, gözü değenin aldığı abdest suyu, göz isabet eden üzerine dökülmekle de şifaya sebep olacağı rivayeti vardır.[553]

(412) «Güzel İsmi Bereket Saymak»

 

915— Abdullah ibr.iVSâib'den rivayet edilmiştir:

— Peygamber (SaHaİlahü Aleyhi ve Selleml Hudeybiye yılında Hudey-biye'de idi. Bu yıl (rnüslümanlar Mekke müşriklerine sataşmadan) geri dönmek ve gelecek yıl (Kabe'yi) üç gün için raüslümanlara boşaltmak şartı ile barış yapsın diye, müşrikler Süheyl'i elçi olarak Peygambere gön­derdiklerini Osman ibni Affan haber verdiği sıra, Süheyl gelince : Süheyl geldi, dendi. Bunun üzerine Peygamber -(SatlaU&hii'Aleyhi ve Selkm);

— Allah, işinizi kolöylaştırsm!» buyurdu. (Bu hadîsi rivayet edenj Abdullah îbni's-Sâib, Peygamber(SaMîâhü Aleyhi ve Sellenı) 'e yetişmişti.[554]

 

Hadîs-i şerifi daha iyi anlayabilmek İçin Hudeybıye Sulhu hakkında biraz bilgi vermek gerekiyor:

Hudeybiye, Mekke'den iki kilometre kadar mesafede bulunan bir ku­yunun adıdır. Bu kuyuya yakın olan köyün adı da aynı isimle anılır, Müs­lümanların Mekke'deki Kureyş müşrikleri ile yaptıkları barış sözleşmesi bu köyde karara bağlandığından, ona Hudeybiye Barışı denmiştir. Bu barışın Sslâm tarihindeki önemi'çok büyüktür. Müslümanların gelecekteki başarı ve zaferlerine kapı açmıştır. Müslümanların teslim olmalarını andırır bîr man­zara gösterirse de, gerçekte böyük bir zafer olmuştur.

Hz. îbrahîm tarafından inşa edilen Kabe, müminlerin mukaddes ziyaretgâhı ve merkezi olarak tanınagelmiştir. Zamanla Hz. İ b ra h i m 'in ümmeti putperestliğe sapmışsa da Kabe onun eseri olduğu İçin bütün Arab-lar tarafından hürmet görüyordu ve kıble olarak tanınıyordu. Böylece hem müslümonlar, hem de müslüman olmayan Arab kabilelerince bidayetten beri Mekke şehri, içinde barındığı mukaddes Kabe dolayısıyla hürmet edi­len ve arzulanan bir belde idi.

islâm dini, hac ibadetini rnüs!umanlara farz kıldıktan sonra, bunun önemi daha fazla büyümüş ve Mekke'deki Kabe'yi ziyaret bir vazife ol­muştu. Ayrıca Mekke'den Medine'ye hicret etmiş olan müslümanların Mek­ke'de kalan ve îsSâmı kabul eden yakın akrabaları bulunuyordu. Bunlarla görüşüp stlâ yapmak ve hallerini öğrenmek gerekiyor, aynı zamanda ana vatan hasretini gidermek arzusu da taşınıyordu.

İşte görünüşle bu gibi sebeplerle ve gerçekte Cenab-ı Hakkın diiemiş olduğu hikmetler üzere Peygamber Efendimiz, hicretin altıncı yılında ömre (nafile hac) ibadetinde bulunmak kasdİ ile Mekke'ye müteveccihen yola çıkmışlardı. Beraberinde bulunan ashabın sayısı 1500 kişi civarında idi. Sırf Kabe'yi ziyaret niyyeli ile Medine'den yola çıkıldığı için beraberlerin­de birer kılıçtan başka hcrp âleti yoktu.

Müslümanların Mekke'ye doğru harekete geçtikleri haberi müşriklere ulaşınca, Mekke müşrikleri telâşa kapıldılar ve kabilelerini toplayarak müs-Sümanlara karşı çıktılar ve müslümanları Mekke'ye koymamaya karar ver­diler. Hz. Peygamber her ne kadar elçiler göndererek, maksadının harp olmayıp sırf Kabe'yi ziyaret olduğunu bildirmişse de, müşrikler buna razı olmadılar. Mekke'ye gönderilen elçilerden biri de Osman ibni Af-fan idi. Müşrikler de, müslümanların nİyyetini yakînen anlamak için Hz. Peygamber'e elçiler yollamışlardı. Bu arada «Rıdvan Bîatı» oldu. Şöyle ki : Hz. Osman elçi olarak Mekke'ye gönderildiği zaman müşrikler ta­rafından hapsedilmiş ve arkasından öldürüldüğü haberi gelmişti. Buna son derece üzülen Hz. Peygamber ashab-ı kiramı toplamış ve İslâmiyet uğruna kanlarının son damlasına kadar çarpışmak üzere onlardan and istemişti. 8u şekilde Peygambere söz verme işi bir ağaç altında vaki oldu. Kadın -erkek bütün ashabın ayrı ayrı bîat etmeleri hâdisesi İslâm tarihinde çok mühim bir hâdisedir. Buna «Rıdvan Bîcfı» denir ki, Kur'an-ı Kerîm'de bahsi geçer.

Nihayet Hz. Osman'ın öldürülmediği anlaşılmış ve müşriklerin, Söheyî ibni Amr'ı elçi olarak gönderdikleri haberi gelmişti. Süheyl, BCureyş'in ileri gelenlerinden ve en iyi hatiplerinden biriydi. Müslümanlar bu yıl haccefmeyip geri dönmek ve gelecek yıl üç gün Mekke boşaltılarak musîüsmanların ziyaretine açtk bulundurulmak sarfı ile anlaşma yapılması yolunda    S ü h e y I "e kavmi yetki vermişti. Yapılan barış maddelerin biri bu olmuştu.

İşte S ü h e y I 'in elçi olarak geldiği haberi Peygamber'e verilince, bu ismin (Süheyl = Seht isminin} kolay mânâsını ifade etmesini Hz. Pey­gamber hayra yorarak :

»Allah işinizi Ikolaylaştırsın, (veya) kolaylaştırdı.» Buyurmuştur.

Böyİece ismi bereket vesilesi sayarak hadîs-i şerif, güzel isimleri hayra yormanın cevazı hususunda bize delil olmaktadır.

Nihayet uzun tartışmalar sonunda Kureyş murahhası Süheyl ile Hz. Peygamber arasında şu anlaşma imzalandı :

1— Müslümanlar bu yıl Mekke'yi ziyaret etmeksizin Medine'ye döne­cekler,

2— Gelecek yıl Mekke'yi ziyaretle müslümanlar orada üç günden zi­yade kalmayqcaklar,

3— Müslümanlar silâhsız olarak gelecekler, yanlarında yalnız  kınla­rında duran  kılıç bulunduracaklar ve bu  kanlı  kılıçlar, mahfazalar içinde olacaktır,

4— Müslümanlar, Mekke'de bulunan müslümanlardan hiç birini götür­meyecek, Medine'ye giden müslümanlar İçinde Mekke'de kalmak isteyen bulunursa onu bırakacaklar,

5— Müslümanlardan veya müşriklerden biri Medine'ye gidecek olursa, Kureyş e tesüm  olunacak; fakat müslümanlardan   biri  Mekke'ye gidecek olursa, Kureyş tarafından geri verilmeyecektir.

6— Arab kabileleri istedikleri tarafla birleşmekte serbest olacaklardır.

Bütün bu maddeler müslümanların aleyhinde görüldüğünden ashab-ı. kiram çok büyük imtihanlar geçirdiler, bu anlaşmayı başansızlık sanarak Medine'ye dönmeye bir türlü ayakları varmıyordu. Bİr de barış maddeleri yazılırken, Kureyş murahhası Süheyl'in oğlu olup, müslümanlığı kabul et-mesİ yüzünden Mekke'de çeşitli işkencelere uğrayan Ebû Cendel kaçarak ayaklarındaki zincirlerle burada müstümanlara sığınmıştı. Oğlunu gören Süheyl, Hz. Peygamber'e hitaben :

  işte barış maddelerine riayet edip ermediğini gösterecek bir hâdise! Ebû Genden bana teslim ediniz, dedi. Resul-i Ekrem bu teklif) kabul etmedi; çünkü barış henüz imza edilmemişti. Buna  karşı Süheyl :

  O halde barıştan vazgeçiyoruz, dedi.

Aralarında geçen çetin müzakere sonunda Ebû Cendel'in tesli­mine Hz. Peygamber razı oldu. E (5 û Cendel'İn işkence yaralarını gös­termesi ve tekrar bu acıklı ızdıraplara terk edilmesine müslümanların nasıl razı olacaklarını ifade etmesi üzerine, müslümanîar gaieyona gelmiş ve bir ara Hz. Ömer kendini tutamayarak Resûl-î Ekrem'e karşı bazı soru­larda bulunmuş ve direnmişti. Sonra Hz. Ebû B e k İ r 'e giderek ondan şu cevabı aldıktan sonra sükûnete kavuşmuştu : «Hz. Muhammed Allah'ın Peygamberidir. Ne yaparsa Allah'ın emrine uyarak yapar.»

Hz.   Dm er,   Ebû   Cendel'in yürekler acısı hali karşısında teessürünü yenemeyerek Peygambere karşı takındığı tavırdan dolayı çok piş­man olmuş ve yaşadığı müddet teessürünü ifade etmişti. Allah'ın affına ka­vuşmak için ibadet etmiş, oruç tutmuş ve köleler azad etmişti.

Sözleşme, Hz. A Iİ tarafından yazılmaya başlanırken Süheyl bes­mele ve «Allah'ın Resulü» cümlelerine itiraz etmiş ve bunların yazrlmama-sını istemiş olmakla zor bir durum ortaya çıkmıştı. Hz. Peygambere en bü­yük bağlılık ve İtaati gösterip yaşayan Hz. Aii, Peygamberin «sil» em­rine karşı «Muhammet! Resûlüllah» cümlesini çizmek istememiş, bizzat Hz. Peygamber kendi eliyle çizmişti.

Barış sözleşmesi İmzalandıktan sonra Resûl-i Ekrem ashabına kurban­larım kesmelerini ve traş olmalarını emretmiş, fakat müslümdnîar mağlûbi­yet zannettikleri bu barış şartları altında kendilerinden geçerek bu emri yerine getirmeye koşamodslor ve ağır aldılar. Nihayet Resül-i Ekrem'in kurban kesip traş olması özerine, onlar da kurbanlarını kestiler ve traş ol­dular. İşte bu kadar ağır ve çetin İmtihanlar içinde geçen ve büyük sarsıntı geçiren müslümanlar daha Medine'ye dönmeden yolda fetih âyeti nazil oldu ve barışın bir mağlûbiyet değil, bir zafer olduğunu müjdelemişti. Âyet şu :

Barış sözleşmesi üzerinden gün geçtikçe hâdiseler hep müslümanların Sehine olarak gelişmiş ve Mekke'nin fethine zemin hazırlanmış ve bu arada pek çok kabileler müslüman olmuş ve beldeler fethedilmiş ve vadedilen büyük zafer hicretin sekizinci yılında gerçekleşmişti.

— Ey Resulüm, muhakkak bix sa«a büyük ve aşikâr bîr zafer verdik.» (Fetih sûresi, âyet: t)

Süheyl îbni A m r da, Mekke'nin bu fethi gününde oğlu Ebû Cendel'in himayesinde bulunarak İslâm'ı kabul etmişti. Süheyl'in künyesi Ebü Zeyd olup, cahiîiyet devrinde Kureyş'İn ulularından ve eşrafından biri îdi. Bedir savaşında kâfir olarak esir edilmiş ve sonra fidye karşılığında geri verilmişti. Müslümanlara esir düşîüğü zaman, kuvvetli bir hatip olduğu içîn Haznetî    Ömer,    bunun hakkında Peygamber   (SaİtalkAÜ Aleyhi ve

«Ey Allah'ın Resulü! 6u adamın dişlerini sökeyim; bir daha senin aley­hime söz söyleyeninsin.» Hz. Peygamber ise :

«— Onu bırak; olur ki, gelecekte senin öveceğin bir makamdft bulunur, buyurdu.

Gerçekten Peygamber (Saltattahü Aleyhi ve Sellem) irtihal edince, mös-lûman!ar telâş İçinde çekişmeye düştükleri bir makamda Süheyl irad eîtîğî beliğ ve tesirîi sözlerle mGslGmanları yatıştırdı ve Hz.  Ömer'in de

Süheyl İslâm'ı kabul ettikten sonra çok namaz kılan, çok oruç tutan ve çok sadaka veren kimse olmuştu. Yolnız bîr k\z\ {Hind} müstesna, bötön aile efradını toplayarak cîhad etmek üzere Şam'a gitti ve hepsi orada ve­fat etti.   Süheyl'in vefatı, hicretin 18. yılına tesadüf eder, Oğtu   Ebü Cendel de yine Hz. Ömer'in hilâfeti zamanında 38 yaşında olduğu halde Şam'da vefat etti. Ebû Cendel, Hodeybİye barışı esnasında babası Süheyl'e teslim edilip Mekke'ye geri çevrildikten sonra bir yo­lunu bulup tekrar kaçmış ve kendisi gibi daha önce müşriklerden kaçarak sahilde Mekke-Şam yolu üzerindeki Ays mevkiini tutan Ebû Basîr'e İltihak etmişti. Bazı kabilelerin de iştiraki ile 300 kişiye baliğ olan bu mü-cahidler grubu, Kureyşülerin ticaret kervanlarını mütemadiyen vurarak on­ları çok müşkül duruma sokmuşlardı. Nihayet Kureyş müşrikleri, bunların tecavüzünden kurtulmak için, Medine'ye çağrılmalarını Peygamber'den is­temişler ve böylece Medine'ye dönmüşlerdi. Artık Mekke'ye iade mecburi­yeti kalkmış oluyordu. Ebû B a s î r ise, Ays mevkiinde iken, Hz. Peygam-ber'in Medine'ye davet mektubu geldiği zaman hasta idi. Mektubu yüzüne gözüne sürerek ruhunu teslim etmişti. Ebû Cendel onu gömdükten sonra arkadaşları ile Medine'ye dönmüştü. Allah hepsinden razı olsun...[555]

 

(413) Atta Uğursuzluk

 

916— Abdullah ibni Ömer'den rivayet edildiğine göre,, Resûlüllah (Sallallakü A leyhi ve Sellem) şöyle buyurdu:                      

«— Uğursuzluk evde. kadında ve attadır.»[556]

İslâm inancında uğursuzluk ve bereket; bazısını bildiğimiz hikmetlere bağlı olarak Allah'ın takdiri ile olur. Yaratıklar bizatihi bunlarda müessir değillerdir. Ancak Allah'ın takdirinin ne olduğu; ne akılla, ne hislerle, ne de başka delillerle bilinir. Biz hayırla seni, uğursuzlukla bereketi ayırmak ve birini diğerine seçmek için adî sebeplere ve dînî ölçülere baş vururuz. Meselâ bîr hanımda dindarlık, beden sağlığı, akıl, edeb, güzel idare ve yaratılış güzelliği gibi haller toplanrmşsa, buna denk olacak bir erkeğin ona talip Çıkarak onunla evlenmesinde uğur ve bereket vardır. Bu vasıf­lara aykırı haller bulunur da denge bozulursa uğursuzluk olur, yaşayışta bereket kalmaz.

Evde bereket veya uğursuzluk da böyledir. Oturulacak ev sağlık bakı­mından yeterli, mevki ve komşularıyle iyi, çarşı ve pazarı yakın, ihtiyaca kâfi ise bunu seçmekte uğur bulunduğu İnancı taşınır. Böyle olmayan ev­ler de huzur sağlayamadığından, uğursuz olur.

Atın da İyi sıfatları malûmdur. Bir at iyi vasıflarıyle helâlından satın alınır ve dhad gibi üstün bir gaye için beslenirse, onda hayır ve bereket vardır. Esasen bütün eşyada bu hayır ve şer durumları aynen vardır. İnsan hayatı boyunca devamlı olarak bu anılan üç şeyden müstağni kalmadığı için bu üç şey esas olarak alınmıştır. Her şeyde dinî ölçülerle âdete ba§lı kaideleri ele alarak eşyayı değerlendirmek gerekir. Yoksa bizatihi eşyada uğursuzluk veya bereket yoktur. Bunlar Allah'ın takdirî  ile olur.[557]

 

917— Sehl ibni Sa'd'dan rivayet edildiğine göre, Resûlüllah Aleyhi ve SelUsm) şöyle buyurdu:

 Bir şeyde uğursuzluk varsa, kadında, atta ve evdedir.»[558]

 

İnsanların devamlı olarak sahip bulundukları bu üç şeyde ekseriya uğursuzluk yorumu yapmışlardır. Bundan kurtulmak ve rahata kavuşmak için evinde rahat edemeyen ve daralan bir kimsenin uygun vasıflı başka bir eve geçmesi, hanımı İle geçinemeyen ve hayat şartları bağdaşamayan kimsenin hanımından ayrılması, binek vasıtasının huy vasfından sıkıntıya düşen kimsenin onu değiştirmesi suretiyle zihnindeki kuruntuyu gidermesi ona manevî bir huzur verir. Gayri meşru yollara sapmadan hak üzere ge­rekli tasarruf yetkisini İslâm dini insanlara vermiştir. Eşyanın kendinde uğursuzluk olmaz, belki onların vasiflanndaki bozuklukların kötülüğü uğur­suzluk sebebi olur. £ilgi için bundan önceki hadîs-i şerîf açıklamasına bakılsın.[559]

 

918— Enes ibni Malik'den rivayet edildiğine göre, bir adam dedi ki:

  Ey Allah'ın Resulü; biz bir yerde idik. Orada nüfusumuz (sayımız) çoğaldı ve orada mallarımız fazlalaştı. Sonra başka bir yere naklettik de orada sayımız azaldı ve orada  mallarımız   kıtlaştı.   Resûlüllah (Satlallahü Aleyhi ve Selîem) şöyle buyurdu:

— Onu geri ver, —yahut onu bırakınız— o (yer) fenadır.»

  Ebû Abdullah demiştir ki, bu hadîs'in isnadında zafiyet vardır.[560]

 

Hz. Peygambere gelip durumundan şikâyet eden adamın önceden sdi-hip bulunduğu bir uğursuzluk kuruntusu vardı. Bu zan ve evhamdan kur­tulması için Peygamber (SattetfûhU Alevhi ve SeUem) ona yerini değiştirmesini tavsiye ederek ruhî rahatsızlığını tedaviye gitmiştir, önceki hadîslere bakılsın.[561]

 

(414) Aksırmak

 

919— Ebû Hüreyre, Peygamber^&tföi^tö^ley/» veSettem) 'den rivayet ettiğine göre, Hazreti Peygamber şöyle buyurdu :

«— Muhakkak ki Allah (kullan hakkında) aksırmayı sever, esnemeyi ise hoş görmez. Bir kimse aksirip da, Allah'a hamd ederse, ona Yerhamu-kellah r= Allah sana merhamet etsin demek, onu işiten her müslümana gereklidir. Esnemeğe gelince, o gerçekten şeytandandır; insan gücü yet­tiği kadar onu geri çevirmelidir. İnsan esneyip de hâ...h dediği zaman, şeytan ona güle*  (sevinir).[562]

 

Aksırmak ve esnemek insanlara arız. olan tabiî hallerdendirler. Bunla­rın iyi veya kö'ü hal olarak vasıflanmaları, bunları doğuran sebeplere bağ­lıdır. Aksırmak, bedendeki canlılıktan ve beden hafifliği ile neşatından ileri gelir. Bunun için aksırmak iyi bir haldir. Nezle gibi hastalıktan ileri gelmesi tabiî hal dışında kalun özel bir durumdur ki, konu dışında kalır.

Esnemek ise, vücut ağırlığından, usanç ve tenbellikten, fazla yemekten meydana geldiği için iyi bir hal değildir. Elden geldiği kadar bunu engel­lemeğe çalışmak icab eder. Aksrrrnak insanı çalışmaya, ibadet ve hare­kete götürdüğü için iyidir. Esnemek tenbellik ve gevşeklik kazandırdığı için hoş değildir,  şeytanın  razı  olduğu  bir haldir.

Esnemeyi engellemek, ağzı tutmak ve kendine gelmek suretiyle olduğu gibi. Peygamber (SaltaUakü AUyhi ve Seltem) 'in hayatlarında hiç esnemedik­lerini  hatırlamakla da olur.

Aksırmakta uyarıcı bir şiddet hali bulunduğu için, aksırmak suretiyle selâmete çıkan insanın Allalt'a hamd etmesi gerekir. Elhamdü Lîllâh, der. Bu sözü duyan her müslüman da teşmît eder — Yerhamukellah = Allah sana merhamet etsin, der. Hanefîlerce bîr kişinin teşmîti kifayet eder. Teş-mît'e karşı aksıranın «Yehdina ve yehdİkümuilah — Allah bize de, sîze de hidayet etsin» demesi müstahabdır. Namazda iken aksıran kimse hafif ve gizli olarak hamd getirir; bu namazı bozmaz. Fakat namaz içinde bulu­nanın aks?ran başka kimseye teşmît etmesi, ona cevap olacağından nama­zını bozar.[563]

 

(415) İnsan Aksırdığı Zaman Ne Söyler

 

920— (210-s.) İbni Abbas'dan rivayet edildiğine göre, şöyle demiştir:

«— Sizden biriniz aksırıp da Elhamdü Lülah — hamd Allah'a mahsus­tur, deyince melek: Rabbilalemîn = Âlemlerin Rabbi olan Allah'a mah­sustur hamd, der. Aksıran insan  (Elhamdü Lillahi) Rabbilalemîn derse; melek (karşılık olarak) Allah sana merhamet etsin = Yerhamukellah, der.»[564]

 

İsnadı Hz. Peygambere kadar götürülmeyen bu habere bakılınca, ak­sıran kimsenin «Elhamdü Lillah» cümlesi ile yeHnmemesi ve buna «Rabbil­alemîn» sözünü eklemesi gerekir. Bu takdirde şöyle diyecektir : «Elhamdü üllâhi Rabbilalemîn.» Bunu söyledikten sonradır ki, melek tarafından ona rahmet okunur. Fakat bundan sonra gelen hadîs-İ şerîf sahîh bulunmckla onda böyle bir kayıt bulunmamaktadır. Gelecek hadîs-i şerife bakılsın.

(Bu haber için başka bir kaynak bulunamamıştır.).[565]

 

921— Ebû Hüreyre, Peygamber (Saltalkthü Ateyhi ve Sellem) 'den riva­yet ettiğine göre, Peygamber şöyle buyurdu;

— Bir kimse aksırdığı zaman Elhamdü Liliâh desin. Bunu söylediği zaman, kardeşi yahut arkadaşı ona : Yerhumukellah =r Allah sana merha­met etsin, desin. Kardeşi ona Yerhamukellah deyince de, o: Yehdikel-lahu — Allah sana hidayet etsin ve: Yuslihu bâieke = Halini düzeltsin, (diye) söylesin.»                               

— Ebû Abdullah demiştir ki, bu bölümde rivayet edilenlerin en sağ­lamı, Ebû Salih Es^Semman'dan rivayet edilen bu hadîs-i şeriftir.[566]

 

Bu aksırmakla ilgili hadîs-İ şeriflerin lâfızlarında birbirlerinden az farklı değişiklikler varsa da, en açık ve sahihi bu hadîs-i şerîf gösterilmektedir. Burada söylenilmesi gereken lâfızlar açık olarak belirtilmiştir. Biraz deği­şik lâfızlarla da tahmîd ve teşmît yapılmasında bir mahzur yoktur; yine sünnet yerine getirilmiş olur. 919 saydı hadîs-İ şerîfin açıklamasına müra­caat edilsin.[567]

 

(416) Aksırana Rahmet Dilemek

 

922— Afrikalı Abdurrahman ibni Ziyad'dan rivayet edildiğine göre, demiştir ki, babam (Ziyad) anlattı:

  Onlar, Muaviye zamanında denizde savaşa çıkmışlardı. Bizim ge­mimiz, Ebû Eyyûb  El-Ensarî'nin  gemisine katıldı.  Bizim sabah yemek vaktimiz gelince, Ebû Eyyûb'e   (yemeğe)  davetci gönderdik. O da bize gelip, dedi ki:

  Siz beni davet ettiniz; halbuki ben oruçluyum. Size. icabet etmek­ten (geri kalmıyaj   benim  için  bir   çare  bulunmadı;   çünkü  Resûlüllah (Şallallâkü Aleyhi ve SeHem)'in şöyle buyurduğunu işittim:

«— Müslümanın kardeşi üzerinde vecib olan 6 hasleti vardır; eğer bundan bir şey terkederse, üzerinde bulunan kardeşinin bir hakikini ter-ketmiş demektir:

1— "Kardeşiyle karşılaşınca ona selâm verir.

2— Kendisini davet ettiği zaman kardeşine icabet eidcr.

3— Aksırdığı zaman ona teşmît eder = rahmet okur.

4— Hastalanınca onu ziyaret eder.

5— Öldüğü zaman cenazesinde bulunur.

6— Kardeşi, kendisinden öğüt isteyince de ona Öğüt verir.» (Ziyad) anlattı: Beraberimizde şakacı bir adam vardı, yemeğimizde

bulunan bir adama şöyle diyordu:

  Allah sana iyilik ve hayır mükâfatı versin. Adama çok söyleyince, adam ona kızdı. Bunun üzerine şakacı olan, Ebû Eyyûb'e dedi ki, bir adama «Allah sana iyilik- ve hayır mükâfatı versin» dediğim zaman bana sövüp kızmişsa, onun hakkında fikrin nedir? Ebû Eyyûb: Biz derdik ki, hayır kimi ıslâh edip düzeltmezse, onu kötülük düzeltir, dedi de o ada­ma döndü. Sonra adam bu şakacıya geldiği zaman ona: Allah sana kötü­lüğü ¥e kusuru mükâfat versin, deyince adam güldü ve razı oldu ve: Şakanı bırakmıyorsun, dedi. Adara şöyle dedi: Allah, Ebû Eyyûb El-Ensarî'-ye hayır mükâfatı versin.[568]

 

Bir müslümanın müslüman kardeşi üzerinde olan haklarından biri de, aksırdığı zaman ona teşmît etmesi, yani aksırma arkasında «Elhamdü Lillâh» deyince, kardeşinin de ona «Yerhamukellah = Allah sana merhamet etsin» demesidir. Bu münasebetle hadîs-i şerifte diğer 5 haslet zikredilmiştir ki, bunlar İlgili bölümlerde geçmiştir.

(Bu hadîs için başka bir kaynak bulunamamıştır.).[569]    

 

923— îbni Mes'ud'dan rivayet edildiğine göre, Peygamber Aleyhi ve Sellem) şöyle buyurdu :

Müslümanın, müslüman üzerine 4 hakkı vardır:

1— Hastalandığı zaman onu ziyaret eder,

2— Öldüğü zaman cenazesinde bulunur.

3— Kendisini davet ettiği zaman, ona icabet eder.

4— Aksırdığı zaman (hamdinin sonunda) ona teşmît eder c= Allafa'-dan ona merhamet diler.»[570]

 

Bu bölümün başında geçen hadîs-İ şerifte müslümanın müslüman üze­rinde 6 hakkı bulunduğu rivayet edilmişti. Burada 2 noksan vazife İle 4 hak rivayeti vardır ki, bunlarda değişiklik yoktur. Yine teşmît'in müslüman kar­deşe karşı yerine getirilmesi gereken bir vazife olduğu bildiriliyor. Bu va­zifelerin yerine getirilmesi halinde büyük sevab ve manevî mükâfat vardır; ancak  yapılmadıkları  takdirde,  haram   işlenmiş  olmaz.  Sünnet ve fazilet terkeditdİğinden sevabdan mahrumiyet olur. Cenaze işi ayrı bir hususiyet taşır. Bir kısım müslümanların cenazede bulunup namazı kılmalariyle diğer bulunmayanlar üzerinden bu farziyyet düşer ve bunlar sorumlu olmazlar. Fakat bir müslümanın cenazesini müslümanlardan kimse kılmazsa, bütün müslümanlar farzı terkettiklerinden günahkâr olurlar ve bu terkten dolayı haram işlemiş bulunurlar. Burada zikredilmeyen İki hakdan biri müslümana selâm vermek, diğeri de ona güzel öğüt vermektir. 922 sayılı hadîs-i şerife bakılsın.[571]

 

924— Berâ ibni Âzib'den rivayet edildiğine göre, demiştir ki:

  Besûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve SelUm) bize 7 şeyi emretti ve bize 7 şeyi de yasakladı. Bize emrettiği şeyler:

1— Hastayı ziyaret etmek.

2— Cenazeyi takip etmek.

3— Aksıran a teşmit etmek.

4 — Yemin edenin yeminini bozdurmamak.

5— Mazluma yardım etmek.

6— Selâm verip yaymak.

7— Davet edene icabet etmek.

  Bize yasakladığı şeyler:

1— Altın yülükler.

2— Gümüş kablar,

3— İpekli eğer minderleri.

4— ipek karışımlı kumaş.

5— İbrişimli kaim kumaş.

6— îbrişîmü ince kumaş.

7— İpek elbise.[572]

 

Süs ve giyim eşyası olarak altın ile ipek, müslümanların erkeklerine haram kılınmışlardır. Buna dair başka hadîs-i şerifler mevcuttur. Kadınlara ise bunlar haram değildir; onlar altın ve ipekle süslenebilirler. Fakat ev eşyası kap-kacak olarak erkek ve kadınlar altın ve gümüşü kullanamazlar. Bir de bunlardan ipek ayarında olan ve lüks kısmına giren ibrişİmlİ ve iş­lemeli kumaşlarla İpek karışımlı kumaşların da erkekler-tarafından giyil­mesi yasaklanmıştır, israf ve gösteriş kısmına giren bu gibi aşırı harcama­ları fsSam dini yasaklamış, sade ve basit bir hayat anlayışı getirmiştir.[573]

 

925— Ebü Hüreyre'den rivayet edildiğine göre, Resûlüllah (SatUülahü Aleyhi v$ SeUem) şöyle buyurdu:

— Müslümanın müslüman üzerindeki hakkı altıdır.» Bunlar neler­dir, ya Resûlallah? denildi. Peygamber buyurdu ki:

— Kendisiyle karşılaştığın zaman ona selâm ver, seni (yemeğe - zi­yafete) davet ettiği zaman ona icabet et, senden öğüt isteyfevee ona öğüt ver, aksırip da Allah'a liamd edince ona teşmît et s= rahmet dile (Yerha-mukellah de), hasta (olunca onu ziyaret et, ölünce de cenazesini takip et.[574]

 

Bu bölümle İlgili önceki  badîs-i şeriflere ve açıklamalarına bakılsın. Zikredilen haklar, 4 ile 7 arasıında ifade edilmekte beraber, rivayetlerin hepsi birbirini teyid etmektedir.[575]

 

(417) Aksırmayı İşiten Kimse: « Elhamdülillah» Der

 

926— (211-s.) Hz.Ali —Allah ondan razı olsun— şöyle demiştir:

— Kim işitmiş olduğu bir aksırık anında: elhamdülillahi Rabbilalemin ala külli hal = Hamd, bulunulan bir hal üzere, alemlerin Rabbi olan Allah’a mahsusutur. Derse hiçbir zaman diş ağrısı ile kulak ağrısı duymaz.[576]

 

Hamd getirme kısmı ile ilgili mânâ, önceki hadîs-i şeriflerin mûnâlarına aykırı değildir.Hamd etmeyenin aksırışını duyan kardeşi, hamd getirecektir. Eğer aksıran hamd etmişse, o vakit bu hamdi duyan kimse kardeşine teşmif edecektir, = Allah sana merhamet efcsin, diyecektir).

ve kuiak ağrısı ile ilgiıs kısım İse, hamd getirmeye teşvik için olacağı gibi  gerçekten de Allah Teala’nın dilemesiyle de ağrıların kalkabileceği tabiidir. Ayrıca Hz. i'eygambsr'e kadar götörülemeyen bu haberin zayıf bulunduğu görüşü de vardır. FaçJlu'llah'ın kaydına göre bu haberi, biraz değişik lâfızla Taberânî fahrİç etmiştir. İmam Âhmed'in tahnct de farklıdır.Başka bir kaynak bulunamaıştır.(Fadlullh : C. I, s. 383-384.).[577]

 

(418) Aksırmayı İşitenin Teşmiti Nasıldır?

 

927— Ebü Hüreyre'den, Peygamber (Satlallahü Aleyhi ve Sıellıtmi'm şöy­le buyurduğu rivayet edilmiştir:

Sizden biriniz aksirdiğı zaman : Elhamdü Iillâh, desin. Elhamdü Lilîâh deyince de, ona kardeşi yahut arkadaşı: Ye r ha mu kolla h. desin. O aksıran da (YehdîkümuIIah vç Yuslıhu bâleküm k= Allah size hidayet etsin ve halinizi düzeltsin) desin.»[578]

 

921 sayılı hadis-i şerife bakılsın.[579]

 

928— Ebû Hüreyre, Peygamber (Sa&allahû Aleyhi ve SelUm) 'den nak­lettiğine göre, Peygamber şöyle buyurdu:

«— Allah (kulları hakkında) aksırmayı sever (ona razı olur); esneme­yi ise hoş g'Örmez. Sizden biriniz aksırıp da Allah'a hamdederse, onu işiten her müsliimana Yerhamukellah demek gerekli olur. Esnemeye gelince, o şeytandandır. Sizden biriniz esneyince, gücü yettiği kadar onu geri çe­virsin, çünkü sizden biriniz esnediği zaman şeytan ona güler.»[580]

 

919 sayılı hadîs-i şerife bakılsın.[581]

 

929— İbni Abbas'm şöyle dediği rivayet edilmiştir:

«— Teşmît edildiği zaman, Allah bize ve size ateşten kurtulma afi- verir, Allah sîze merhamet eder."[582]

Bir meclis içinde aksırma olduğu zaman, aksırma sebebiyle Allah'a hamd edilir ve bunu İşitenler de karşılık olarak teşmît ederler, Allah'tan rahmet dilerler ve böylece hazırda bulunanların hepsi duadan faydalanır­lar. Allah'ın rahmetine kavuşanlar da cehennem ateşinden kurtulur, afiyet kazanırlar. Bu haber için başka bir kaynak bulunamamıştır.[583]

 

930— Ebû Hüreyre'den rivayet edildiğine göre, demiştir ki; biz Re-sülüllah (fhlİaSSahM Aleyhi ve Sellem} 'in yanında oturuyorduk. Bir adam aksırıp Allah'a hamd etti. Resûlüllah (Saîlallahü Aleyhi ve Sellem) : «Yer­hamukellah = Allah sana merhamet etsin,» dedi. Sonra başka biri aksırdı; fakat (Peygamber) ona bir şey demedi. Bunun üzerine adam dedi ki:

— Ey Allah'ın Resulü!   Başkasına karşılık verdin,   (Yerhamukellah dedin); halbuki bana bir şey demedin? Buna Resûlüllah şöyle buyurdu:

O, Allah’a hamd etti; sen ise sustun.[584]

 

Bu hadîs-i şeriften anlaşılıyor ki, aksınp da Allah'a hamd getirmeye etmek  = yerhamukellah  demek suretiyle rahmet dilemek gerekli . Çünkü akstran, vazifesi olan hamd getirme işini terk etmiştir.

(Bu tu hîsdîs-i şerîf için başka bir kaynak bulunamamıştır.).[585]

 

(419) Aksıran Kimse Allah’a Hamd Etmezse Ona Teşmit Edilmez

 

931— Enes’in şöyle dediği işitilmiştir:Peygamber yanınıda iki adam aksırdı  da bunlardan birine Peygamber teşmit etti, diğerine teşmit etmedi./yehamukaellah demedi.)

Adam dedi ki, buna teşmil ettin de, bana teşmit etmedin?

Peygamber:

— Bu Allah’a hamd etti; sen ise Ona hamd etmedin.[586]

 

Her ne ködor rivayet yolunda ve lâfızlarda değişiklik varsa da, mânâ baktmtndan bu hodîs-î şerifle bir önceki hadîs-i şerif arasında fark yoktur. Netice itibariyle ük&mp dîa hamd etmeyene teşmît edilmesi gereken bîr hak olmaz.Bundan evvel geçen hadis-i şerife bakılsın.[587]

 

932— Ebû Hüreyre'den rivayet edildiğine göre, demiştir ki, iki adam Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem'/m yanınds oturdu; bunlardan biri diğerinden daha şerefli idi. Bunlardan şerefi yüksek olan aksırıp Allah'a hamd etmedi. Peygamber de ona teşmît etmedi. Sonra öteki aksırdı da Allah'a hamd etti. Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellern) de buna teşmît etti, (Yerhamu&ellah = Allah sana "merhamet etsin, dedi). Şerefi yüksek olan adam dedi ki:

— Ben yamnda aksırdım da, bana teşmît etmedin, bu beriki ise ak­sırdı da, ona teşmît etmedin? Peygamber :

«— Bu adam Allah'ı andı, ben de onu andım. Halbuki sen Allah*» unuttun, ben de seni unuttum.» buyurdu.[588]

 

Bundan Önceki hadîs-i şeriflere bakılsın.[589]

 

(420) Aksıran, Nasıl Söze Başlar

 

933— (213-s.) Abdullah ibni Ömer'den rivayet edildiğine göre, ken­disi aksınp da, ona «Yerhamukelîah» dendiği zaman: «Yerhamuna ve iyyaküm ve yağfiru lena ve leküm — Allah bize ve size merhamet etsin, bizi ve sizi bağışlasın» demiştir.[590]

 

Aksıran kimse hamd edip de muslüman kardeşi tarafından yapılan teşmît mükâfatını alınca, bunun da mukabelede bulunması ve kardeşine hayırlı duada bulunması güze! bir hareket olur. Nitekim Abdullah ibni Ömer bu mukabeleyi en iyi bir şekilde yaparak bize örnek olmuş­tur. Bu mukabele lâfızları aynı mânâlara yakın değişik lâfızlarla yapılabi­lir. Bunda bir noksanlık sayılmaz.

(Bu haber için başka bir kaynak bulunamamıştır.).[591]

934— Abdullah'dan rivayet edildiğine göre, demiştir ki, sizden bi­riniz aksirdiğı zaman «Elhamdü LiUâhi Babbilalemîn» desin. Karşılık ve­recek olan «Yerhamukellah» desin. Sonra aksıran «Yeğfirullahu M ve Leküm = Allah beni ve sizi bağışlasın» desin.[592]

 

933 sayılı hadîs-i şerife müracaat edilsin. Fadlu'llah'ın kaydına göre bu haberi Taberanî ile Hakim tahriç etmişlerdir. Fadlu'llah: C II, s. 389, dip not.[593]

 

935— İyas ibni  Seleme, babasından rivayet ettiğine  göre, babası mi   Seleme)   demiştir ki:   Bir   adam   Peygamber (SatlaUahü Aleyhi vt in yanında aksırdı (ve Elhamdü IiUâh dedi). Peygamber buna;

«Yerhamukellah — Allah sana merhamet etsin,»  buyurdu. Sonra adam başka bir defa aksirdı da, Peygamber: «— Bu adam nezlelidir,» buyurdu.[594]

 

Çoğunlukla üstüste aksırmalar nezle gibi hastalıklardan İieri ge!ir. Böy­le hallerde anlaşılıyor ki, ilk aksırmada teşmît getirilir ve sonrakilerde teş-mît etmemekte bir beis yoktur.[595]

 

(421) Eğer Allah'a Hamd Etmişsen, Allah Sana Merhamet Etsin», Diyen Kimse

 

936— (215-s.) Mekhûl El-Ezdî anlatmıştır:

«— îbni Ömer'in yanında idim. Mescidin Öte tararından bir âdâm aksirdı. îbni Ömer:

— Eğer Allah'a hamd etmişsen, Allah sana merhamet, etsin,» dedi.[596]

 

Abdullah ibni Ömer'in bu ifadesi gösteriyor ki, aksıran kim­se uzakta olduğundan Allah'a hamd ettiği bilinmemektedir. Aksıranın hamd edişi duyulmadığından ona teşmît etmek şartlı olmuştur. Eğer hamd etmişse, merhamet edilmeğe hak kazanmıştır; eğer etmemişse bu duaya hak kazan­mamıştır. Buna rağmen teşmît etmekte bir beis yoktur.

(Bu haber için başka bir kaynak bulunamamıştır.).[597]

 

(422) «Însan (Aksırınca) Ab Demesin

 

937— (216-s.) Mücahid'iri şöyie dediği rivayet edilmiştir:

«— Abdullah ibni Ömer'in oğlu —ya Ebû Bekir'in veya Ömer'in — aksırdı da, âb, dedi. Bunun üzerine (Abdullah) ibni Ömer dedi ki:

— Âb nedir? Âb, şeytanlardan bir şeytanın adıdır ki, onu aksırma ile hamd arasına koymuştur.»[598]

 

İnsan hapşırınca mânâsız sesler çıkarmamaya gayret etmeli ve arka­sından hemen Allah'a hamd etmelidir. İnsanı hamd ibadetinden alıkoyan ve araya başka sözler koyan ancak şeytanlar olur. Bunlardan kaçınıp hamd etme görevini yerine getirmelidir.

(Bu haber için başka bir kaynak bulunamamıştır.).[599]

 

(423) Birkaç Defa Aksırınca

 

338— îyas ibni Seleme'nin babası anlatıp, şöyle demiştir:

  Ben Peygamber (SaUallahü Aleyhi ve Selkm)'w. yanında idim de, bir adam aksardı. Buna Peygamber:

— Yehamukeallahr= Allah sana merhamet etsiu,» dedi.

  Sonra adam diğer bir defa aksırdı. Bunun üzerine Peygamber:

— Bu adam nezledir! buyurdu.[600]

 

925 sayılı hadis-i şerife bakılsın.[601]

 

939— (2I7-s.) Ebû Hüreyîre'den rivayet edildiğine göre, şöyle demiştir:

— Karedeşine)   bir defa, iki  defa  ve  üç defa teşmît et.  Bundan olan (aksırma) nezle icabıdır.»[602]

 

935 ve 938 sayılı hadîs-i şeriflerde bir defadan sonra yapılan aksırma­lara tfflşmît gerekmediği rivayet edildiği halde, burada üç defaya kadar freşmît edilmesi gerekli gösterilmektedir, önceki iki hadîs-İ şerif Peygamber {Solfattohü Aleyhi ve SeUem) 'e yükseltilmiş olmakla bu habere tercih edilme­leri mümkün olduğu gibi, aralarında şöyle bir uygunluk bulunabilir:

Âksırana teşmît etmek vazife olarak bir defa yapılmak esastır, öç de­faya kadar yapılacak aksırmalara teşmît edilmesi asm bir hareket olmaz, itidali bozmaz; ve bu kadar sayıda olan aksırmaların hepsi nezleden doğ­muş olmayabilir, üçten fazlaki aksırmalarda hastalık sebebiyeti kesînleşir.

Daha doğrusu, teşmîtleri az veya çok getirmekte herhangi bir yasaklık düşünülemez. Ancak İslâm'da her hareketin bir ölçüsü ve normal şekli var­dır. Buna riayet bakımından bu teşmît meselesi önem taşımaktadır. Yoksa üçten ziyade teşmîtlerde dahi bir sakınca yoktur.[603]

 

(424) Yahudi Aksırınca

 

940— Ebu Musa rivayet edildiğine göre, demiştir ki, Yahudiler, Peygamber kendilerine *YerhamukeIlah — Allah size merhamet1 etsin desin diye, Peygamber (Sallalkthü Aleyhi ve SelUm) 'in yanında kendilerini aksırmaya zorlarlardı. Peygamber de onlara, (aksırmalarına karşılık) :

Allah size hidayet versin ve halinizi düzeltsin.» derdi.[604]

 

İslâm'ı kabul etmemiş olanlara Allah'ın rahmeti istenmez; AHah'ın çağ­rışma uymayanlar ve onu kabul etmeyenler bu ilâhî merhamete hak ka­zanmamışlardır. İnkâr ettikleri bir gerçekten nasıl faydalanabilirler? Bun­lar hakkında, hidayete kavuşmak, İslâm dini ile şereflenmek ve hallerini düzeltmek dileklerinde bulunulur. Böylece haklarında yine iyi niyet beslen­miş olur. Nitekim Peygamber Efendimiz bu hadîs-i şerîfleriyle gayri müs-limlere yapılması gereken dua şeklini bize öğretiyor, ölü hakkında rahmet ve dua vesilesi olan cenaze namazı da, ancak müslümanlar içindir. Müs­lüman olmayanların namazı kılınmaz; ve rahmet dileği olan selâm verilmez.

... Ebû Berre, babasından bu hadîsin aynını anlatmıştır.[605]

 

(425) Erkeğin Kadına Teşmît Etmesi

 

941— Ebû Bürde'den rivayet edildiğine göre, şöyle demiştir:

  Ebû Musa'nın yanma vardım; o, Abbas'm oğlu Fazıl'ın annesinin evinde idi. Bir ara ben aksırdım da, o (Ebû Musa), bana teşmît etmedi (bana Yerhamukellah demedi). Fazıl'm annesi aksırdı da, ona teşmît etti. Ben (bu durumu) anneme haber verdim. Bunun üzerine annem, Fazıl'ın annesine gelince ona (Ebû Musa'ya) çıkışıp dedi ki:

  Benim oğlum aksırdı da, ona teşmît etmedin.  Halbuki Fazıl'ın annesi aksırmca ona teşmît ettin? Buna karşı Ebû Musa, ona dedi ki:

  Ben Peygamber (Salksltahü Aleyhi ve Sellem)'in şöyle  buyurduğunu

«— Sizden biriniz aksmp da, Allah'a hamd ederse, ona teşmît ediniz. Eğer Allah'a hamd etmezse, ona teşmît etmeyiniz, (Yerharoukellah = Allah sana merhamet etsin, demeyiniz).

«— Gerçekten oğlum aksırdı, fakat Allah'a hamd etmedi. Ben ise ona teşmît etmedim. Fazıl'ın annesi ise aksırıp, Allah'a hamd etti. Ben âş ona teşmit ettim.Annem:

— Güzel yaptın, cevabını verdi.[606]

 

Aksırıp da hamd etmeyene teşmît etmenin gerekli olmadığına dair hadîs-i şerif rivayet edilirken, bunun rivayetine sebep olan vak'a, erkeklerin hanımlara teşmît etmelerinin caiz olduğuna defİl olarak ortaya çıkmaktadır. Erkeklerin kadınlara, bilhassa yaşlılara ve kadınların da yaşlı erkeklere teşmît etmeleri, selâm mevzuunda olduğu gibi, iyi niyet taşındığı müddet İslâm adabına uygun düşer.[607]

 

942— Ebü Hüreyre, Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve S£lîem)*dm riva­yet ettiğine göre, Hz. Peygamber şöyle buyurdu :

— Sizden biriniz esneyeceği zaman, gücü yettiği kadar (kendini tutup esnememeğe gayret etsin).[608]

 

Esnemek usanç ve tenbellikten meydana gelen bir hal olduğundan şey lanın isteğine uygun bir harekettir; İslâm'ın canlılık ve hareket prensiple İrine aykırıdır. Bunun için bu halden kurtulmaya elden geldiği kadar gay cet harcamayı  Peygamber Efendimiz bize emretmektedir. Bu hususla ilgili oalrak 919 sayılı hadis-i şerife bakılsın.[609]

 

(427) Cevap Anında «Lebbeyk» Diyen Kimse

 

943— Muaz'dan rivayet edildiğine göre, demiştir ki:

— Ben Peygamber fStUbülakS Aleyhi, ve $€İkm) 'in terkisinde idim

— Lebbeyk ve Sa'deyk = Devamlı olarak sebatla emrindeyim, de­dim. Sonra üç defa aynım söyledi.

«— Allah'ın kullar üzerindeki hakkı nedir, bilir misin? Bu hak ona ibadet etmek ve ona hiç bir şeyi ortafk koşmamaktır.» Sonra bir müddet yürüyüp şöyle buyurdu :

Ey Muaz!»

Ben: «Lebbeyk ve Sa'deyk,» dedim. Peygamber:

«— Kullar Allah'ın bu hakkım yerine getirdikleri zaman, kulların, Azız ve Yüce olan. Allah üzerindeki hakkı nedir, bUir misin? (8u hak) Allah'ın onlara asab etmemesidir.» buyurdu.[610]

 

Lebbeyk ve Sa'deyk kelimeleri Arapça ifadelerde bir arada kullanılır­lar. Daha çok Lebbsyk kelimesi yalnız başına İstimal edilir. Labbeyk = daima sona İtaat üzereyim ve Sa'deyk = devamlı olarak emrindeyim, sana yardımcıyım mânâlarını ifade ederler. Bu İfadeler hac mevsiminde ihrama girildiği zaman Cenab-ı Hakka teslimiyet ve onun emirlerine icabet yerin­de çok çok tekrarlanıp söylenen kelimelerdir. Bunlar, Allah Tealâ Hazret­lerine kaYşı söylenmekle beraber, kullar için de kullanılmalarında bir beis bulunmadığına bu hadîs-i şerîf delil bulunmaktadır. Zira Mu az ibni Cebel, Hz. Peygamber'le yaptıkları bir yolculuk sırasında aynı hayvan üzerinde ve Muaz Peygamberin arkasında redifte, yani hayvanın terki­sinde giderlerken aralarında cereyan eden konuşmalarda bu ifadeleri Hz. Peygamber'e karşı kullanmışlardır. Peygamber Efendimiz de onu bu gibi ifadeleri kullanmaktan alıkoymamışlardır.

Allah Tealâ, kendisine İtaat ve ibadet etsinler diye insanları ve cinleri yaratmıştır. İbadetin başı ve esası Allah'a ortak koşmamak, onun üstünde başka bir varlık tanımamaktır. Yaratılışın hikmeti bu olduğu için, AHah'tn kulları üzerindeki hakkı budur. Bu hak ve vazife kullar tarafından yerine getirildiği zaman, onlara azab edilmesi gerekir ve buna kullar yine Allah'ın bir lütfü olarak hak kazanırlar, cennetlik olurlar.[611]

 

(428) «İnsanın Kardeşi İçin Ayağa Kalkması»

 

944— Ka'b ibni Malik, Tebük savaşından geri kalıp. Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellemyden ayrı kaldığı saman, Allah tevbesim kabtü ettiğine dair hâdiseyi şöyle anlattığı işitilmiştir:

Resûlüllah (Sallalhhü Aleyhi ve Seiiem) sabah namazını kıldığı vakit» Allah bizim (üç kişinin) tevbesini kabul ettiğini bildirdi. İnsanlar bölük bölük beni karşılayıp tevbenin kabulü ile beni tebrik ederek: Allah'ın senin tevbeni kabul etmesi, sana kutlu olsun, diyorlardı. Nihayet mescide girdim. Hemen orada Resûlüllah (SatUülâhB Aleyhi veSeİlem) etrafında in-samarla bulunuyordu. Talha ibni Ubeydullah bana doğru kalkıp koşarak benimle rousafaha etti ve beni tebrik etti. Allah'a yemin ederim ki, mu­hacirlerden ondan başka hiç bir kimse bana karşı kalkmadı.Talha’nın bu hareketini asla unutmuyorum.[612]

Bu hadîs-i şerif aşağıda zikredildiği üzere uzun bir hadîsin kısaltılmış bir parçasıdır. Hadîs-i şerîf, cİhad, iman, libas, îevhîd ve adab konuları ile ilgili olduğu İçiff hadîs âlimleri bunu çeşitli bölümlerde göstermişlerdir. Biz burada yine Buhârî hazretlerinin Sahîh'inde Tebük gazvesi münasebe­tiyle tahriç etmiş olduğu uzun hadîs-i şerifin mealini vererek gerekli izahı yapmış olacağız. Burada hadîs-i şerîfİn edeble ilgili olan, insanın kardeşi İçin ayağa kalkması hususudur. Kâ'b İbni Malik, Medine'ye hicret eden ashabdan Talha ile kardeşlik kurmuştu. Tebük savaşından özrü olmaksızın geri kalan Kâb, bu günahından dolayı çok çok tevbekâr olmuş ve büyük imtihanlar geçirmişti. Nihayet elli günlük uzun bir bekle­yişten sonra kendisi ve diğer iki arkadaşı hakkında âyet-İ kerîme nazil oldu ve levbeSerİnİn kabul edilmiş olduğu Allah tarafından açıklandı. Bu sevinçli haberi, işte önce mecliste oturan kardeşliği Talha oturduğu yer­den ayağa kalkarak ve koşarak kendisine müjdeledi. Burada bir kardeş için ayağa kalkmanın adaba aykırı olmadığı belirtilmektedir.

imam Buhârî'nin tahriç ettiği bu hadîs-i şerîfİn tamamı şöyledir: Kâ'b  ibni Maîİk 'den (R&diyaîlâhu mh)   rivayet edildiğine göre şöyledemiştir:

[Ben Tebük savaşından başka, Resûlullah (Saîlallahü Aleyhi ve Sellem) 'İn yapmış olduğu savaşlardan hiç birisinden geri kalmadım. Her ne kadar ben Bedir savaşında bulunmadımsa dat Resûtütlah, Bedir savaşına katılma­yıp geri kalanlardan hiç kimseyi azarfamadt. Esasen Resûlüllah (Sallallahüaleyhi ve sellem), Bedir seferine" Kureyş kervanını kasdederek çıkmıştı, (on­lara savaş İçin değil.) Nihayet Allah Tealâ, müslümanlarla düşmanlarını sözleşilmeyen;bir vakıfta birleştirdi. Üstelik ben, Akabe gecesi (Mina'da), biz (Medîne')iler) İslâm üzere (ölünceye kadar yardımlaşmaya söz verip) bîat ettiğimiz zaman, Resûlüllah ile beraber hazır bulunmuştum. Halâ be-nİm için Bedir1 savaşında bulunmak, Akabe'de bulunmak derecesinde se­vimli-değildir; her ne kadar Bedir savaşı, insanlar arasında Akabe bîatın-dan daha çok anılırsa da...

Benim Tebük seferinden geri kalışım hâdisesine gelince; gerçekten ben bu savaştan geri kaldığım zamandaki kadar, hiç bir zamaı bu savaş anın­daki kuvvet ve genişliğe sahip bulunmamıştım. Vallahi, Tebük seferinden önce hiç bir zaman yanımda iki deve.toplanmamıştı; ancak bu savaşta iki deveyi bir araya getirmiştim, (savaşa çıkmama engel  halim yoktu).

Bir de Resûlüllah (SaîkUİâhü Aleyhi ve Seiiem)/ akmak istediği bir savaşı muhakkak surette açık olarak bildirmezdi, İki ihtimalden uzak olanı kapalı olarak işaret ederdi. Fakat bu savaş için öyle yapmadı; zira Resûlüllah (Sallallâhü Aleyhi ve Seüem) şİddeili bir sıcakta sefere çıkıyordu. Uzak ve sı­kıntılı bir yolculuktan sonra büyük bir düşman kalabalığı ile karşılaşacaktı. Bunun İçin.Hz. Peygamber, savaş İhtiyaçlarını ona göre hazırlasınlar diye, müslümanlara maksadını açık olarak bildirdi ye gitmek istediği yönü açıkladı.

ResûSüîıaK (Sallallâhü Aİeyhi ve SelUtm) İle beraber savaşa çıkan müslümanların sayısı da çoktu; öyle ki, savaşçıların künyelerini  divan defterî

Kâb devamla anlatır: Hiç kimse (kaçamak yapıp) gizlenmek istemi­yordu; ancak Allah tarafından vahy nazil olmadıkça, iş Peygamber'e ka­palı kalır (farkına varamaz) sanan kimseler saklanmışlardı.

Resûlüllah bu savaşa, meyvaların olgunlaşıp gölgelerinde gölgelenecek bîr zamanda çıkmıştı. Ben bunlara hevesli îdim. ResGlüiîah (ŞalUUlâhü Atryhi veSelkm)ve onunla beraber müslümanlar savaş hazırlığına başladılar. Ben de onlarla beraber (savaşa) hazırlanmak İçin sabahleyin (evden) çıkmaya başladım; fakat (akşam) hiç bir şey yapmadan geri dönüyordum. Kendi kendime diyordum ki, ben istediğim zaman hazırlanabilirim. Bu hal:bende sürüp gitti. Nihayet insanlarda cidden hazırlık tamamlandı. Bir sabah vak­tinde de Resûlüllah (SaHallBhü Aleyhi ve Selkm) ile müslümanlar yola çık­tılar. Halbuki ben, sefer hazırlığından hiç bir şey hazırlamamiştım. Diyor­dum ki,, bir yahut iki gün sonra hazırlanırım, sonra savaşçılara kavuşurum. Gaziler (savaş için Medine'den) ayrıldıktan sonra yine ben hazırlık için sabahleyin (evden) çıktım; fakat bir şey yapmadan döndüm. Sonra sabah­leyin aktım ve bir şey yapmadan döndüm. Bu hal bende devam etti; ni­hayet savaşçılar sür'atte yol aldılar, savaş (fırsatı) da kaçtı. Bununla bera­ber, yine gideyim de orduya yetişeyim diye azmetmiştim. Ne olurdu, hiç olmazsa bunu yapaydım!.. Fakat bunu 6g yapmak bana nasip olmadı.

Resûlülbh (SaUalkkB Akyhi ve Settem)   savaşa gittikten sonra, insanlar arasında dolaştığım zaman beni üzen şey vardı ki, o da, üzerine nifak lekesi vurulmuş bir adam yahut biçare kimselerden olup da, Allah'ın ma­zur .saydığı kimse olarak görünmemdi.

Resûlüllah (Sdkikkâ AkyM veSdtemjlehüke varıncaya kadar beni ha­tırlamadı. Nihayet Tebük'de insanlarla otururken Peygamber şöyle buyurdu:  Kâ'b ne oldu?»

Selime oğullarından bir adam :

  Ey Allah'ın ReSûlü!  Kâ ' b *ı, kibir ve gururu ile iki yanına bakması, (kendini  beğenmesi) alıkoydu, (da savaşa  katılmadı}, dedi.     Buna  karşı Mu az ibnt Cebel:  Ne kötü söyledin! Valiahi ya Resûlollah, biz on­da hayırdan başka bîr şey bilmiyoruz, cevabını verdi. Resûlüllah (Sallallak'ü Aleyhi ve Seltemj ise sükût buyurmuştu.

Kâ'b ibni Malik devamla der: Ne zaman ki Peygamberin Te-bük'den- dönüşü haberi bana ulaştı» bütün keder ve üzüntüm beni kapladı. Artık yalan düşünmeğe başladım ve yarın Hz. Peygamber'in öfkesinden nasıl kurtulurum diye kendi kendime söylenmeğe durdum. Bu hususta do yakınlarımdan olan bütün fikir sahiplerinden yardım İstedim.

Nihayet Resûlüllah (SaUaUâhü Aleyhi ve Settem)*m (Medine'ye) gelişi yaklaştı denilince, benden böyle boş, ve uydurma düşünceler zail oldu; ve anladım ki, ben bu durumdan yalanla karışık bir özürle hiç bir zaman kurtulamam. Bunun için Peygamber'e doğruyu söylemeyi kararlas/hrdım. Resûlüllah (S&laltâhü Aleyhi ve Selkm) de bir sabah vakti (Medine'ye) gel­miş oldu, Hz. Peygamber bir seferden geldiği zaman iik olarak Mescid'e girmekle işe başlar ve orada ikî rekât namaz kılardı. Sonra insanların di­leklerini dinlemek İçin otururdu. Bu defa da öyle yapınca, savaştan geri kalanlar Hz. Peygamber'e geldiler ve ondan özür dilemeye başladılar, özürleri olduğunu yeminlerle İspata koyuldular. Bunlar seksen küsur kadar erkek kimselerdi. koiû\v\\ah(SaUaüâhUAhyhiye.Seîîem) onların görünüş hallerine göre özürlerini kabul etti ve biatlerini alıp onlara mağfiret düedi; içlerinde saklı olan hali de Allah Tealâ'ya bıraktı.

İşte ben de (bu sırada) Peygamber'in huzuruna vardım. Ben ona seİâm verdiğimde, Öfkeli bfr gülümseme İle tebessüm buyurdu. Sonra :

*— Yanıma gel!»  Buyurdu.

Ben de Peygamber'in önünde öturuncaya kadar yürüdüm. Bana dedi ki:

Seni savaştan hangi şey geri bıraktı? Sen (Akabe'de söz verdiğin) bîat ahdini sırtına tahmş değil mi idin?» Ben dedim. Biri:

  Evet (söz vermiştim) vallahi. Valiani eğer ben, dünya adamlarından senden başka bir kimse yanında otursaydım,   bir özürle onun öfkesinden kurtulabileceğime muhakkak surette İnanmaktayım; çünkü bana söz söyleme kudreti verilmiştir. Fakat ben Allah'a yemin ile biliyorum ki, eğer bu­gün sana, benden razı olacağın yalar bir söz söylersem muhakkak Allah bano karşı seni öfkelendirecektir. Eğer aleyhimde bulacağım doğru sözü sana söylersem, umarım ki, Allah bunda beni bağışlayacaktır.

Hayır, Allah'a yemin ederim ki, benim İçin (savaştan geri kalmaya) bir özür yoktu. Vallahi sizden geri kaldığım zamanki kadar daha güçlü ve daha zengin halim asla yoktu. Bunun üzerine Resûlullah:

«Bu adama gelince, gerçekten doğru söyledi. (Ey Kâ'b) sen kaîk git ve semn hakkında Allah hüküm verinceye kadar bekle!» buyurdu.

Ben de kalktım. (Evime giderken) Selime oğullarından bir takım adam­lar arkamdan koştular ve benimle yürüdüler. Bana dediler ki :

— Vallahi bundan önce senin bîr günah İşlediğini biz bilmiyoruz. Ger­çekten sen, diğer geri kalanların Resûlüllah'a özür dilemeleri gibi özür dilemekte acziyet gösterdin. Halbuki özür dİleseydin, Peygamberin sana mağfiret dilemesi günahına kâfi gelirdi. Vallahi Selime oğulları beni a ka­dar ozrlayıp ayıpladılar ki, dönüp Resûlüllah'a kendimi yalanlamaya niyetlendim. Sonra onlara sordum :

  Benim durumuma düşen, benimle beraber bîr kimse var mı? Onlar:

  Evet, iki   kişi  senin  söylediğin  gibi  (Peygamber'e)  söylediler; ve teûlüllah tarafından onlara da sana söylendiği gibi söylendi, cevabını verdiler.Ben:

Onlar kimdir? dedim. Dediler ki :

Bunlar: Mürare ibni'r-Rebî1 El-Amrı, Hilâl ibni Ümeyye El-Vakîfî'dir. lece bana Bedir savaşında bulunan örnek ahlâka sahip iki salih zatı anlattılar. Bu iki zatı bana söyledikleri zaman, ben de tereddütten vazgeçtim, (İlk sözümde sebat ettim).

Peygamber (Salhlİahü Aleyhi ve StîUm), kendisiyle savaşa katılmayıp geri kalanlardan biz üç kişi İle konuşmayı müslümanlara yusaklauı. İnsan­lar do bizden çekindiler ve bize olan tutumlarını değiştirdiler. O hale gel­dim ki, bu arz bana tanınmaz oldu; bildiğim yeryüzü değildi bu... Bu şe­kilde tam elli gün bekledik. Öteki iki arkadaşım insanlardan kaçtılar da evlerinde oturup ağlıyorlardı. Ben ise onlardan daha genç ve daha kuv­vetli îdîm. Evden çıkardım ve müslümanlarla namaza dururdum, çarşılarda dolaşırdım, fakat kimse benimle konuşmazdı. Namazdan sonra Resûlüllah meclisinde iken yanına varıp kendisine selâm verirdim de kendi kendime derdim kİ, acaba benim selâmımı aîıp almamakta dudaklarını kıpırdattı rm? Sonra ona yakın yerde namaz kılardım âa ona göz hırsızlaması bakardım. Namaza yöneldiğim zaman bana dönerdi. Fakat ben onun tarafına dön­düğüm zaman bana yüz çevirirdi. Nihayet insanların cefası böyle uzayın-ca, beni en çok seven ve amcamın oğİu olan Ebû Katâde'ye koşup duva­rının üstünden aştım ve ona selâm verdim. Vallahi selâmımı almadı. dedim ki, ey Ebö KatadeÜ Allah adına sana and vererek soruyorum :

ligimi bilir misin? O sustu. and verdim, sustu. Tekrar ono dönüp and verdim. Bunun üzerine Resulü daha İyi bilir, dedi. Bundan gözlerim boşandı, ağladım. Geri dönüp duvar üzerinden aştım.

Kâb yine anlatarak der kİ : Ben Medîne çarşısında yürüyorken, bîr de Şam halkından Enbgt'lı bir adam yiyecek satmak için Medine'ye gelmişti. Bana Kâ'b ibni Malik'î kim gösterecek? diyordu. İnsanlar da beni ona gös­termeye başladılar. Nihayet bana gelip Gassan melikinden bana bir mek­tup verdi. Orada şu yazılıydı :

«Amma bcfdu. Bana gelen habere göre, orkadaşm (Peygamber) sona eziyet ediyormuş. Allah seni hakaret yerinde ve hakkın çİğnenecele bir yerde sonî yaraîmarmştır. Bize gel, şano iyilik ve İhsanda bulunalım.»

Ben bunu okuyunca dedim ki, bu da yine İmtihanlardan biridir. Hemen bü mektubu ateşe atıp vakfım. Nihayet elli günden kırk gün geçince, Resulullah'ın elçisi bana gelip dedi ki;

 ve Selkm)   hanımından  aynfmanı  sancı

Ben dedim kİ, onu boşayacak mıyım, yoksa ne yapacağım? Elçî ; — Hayır, onu boşamcıyataîcstri, ondan ayni ve ona yaklaşma, dedi !Hz. Peygamber bcna gönderdiği gibi,'diğeriki arkadaşıma da aynen elçi

kanma dedim ki, ailene git ve Allah bu İş hakkında bir hüküm verinceye kadar ailen yanında ol.                              

Kâ'b anlatarak der ki : Hilâl ibnı Dmeyye'nin karısı Resûlüftah'a gelip

— Ya Resûlciiahi (Kocam) Hilâl îbni ümeyye İhtiyardır, güç ve kuvveti gitmiştir. Bîr hizmetçisi de yoktur;; ona hizmet etmemi -çirkin görür müsün?

— Hayır! Ancak sana yaklaşmasın.» Buyurdu.

Kadıncağız dedi ki, vallahi ondb hiç bir hareket yoktur. Vallahi onun bu işi olalı beri, bugüne kadar ağlaması dînmiş değildir."

Bu hâdise üzerine yakınlarımdan biri bano1 dedi ki :

— HÜâl îbnr ümeyye, karısı kendisine hizmet etsin diye Peygamber'den îztn  istediği  gibi, sen de karın  içîn  Resûlullah izin isteseydin.

Ben dedim ki, vallahi karım hakkında Resûlüllah Stlsmyden izin istemem. Buna dair Peygamberden izin istediğim zaman, Peygamber (SaVcılUüıOAleyhivaSe1Um)"m ne diyeceğini bilemem, kî... Hem ben genç bîr adamım!..

Bundan sonro 10 gün bekledim. Nihayet Peygamber {SafkûtöhM Aleyhi veSdkmf'm bizimle konuşmayı yasaklaması zamanından itibaren 50 gön tornam oldu. 50.ncî günün sabah nnmazım kıldığım vakit, evlerimizden bi-rînîn damj üzerinde rdîm. Allah Tealâ'nın (Tevbe süresi, 110. âyeîte) buyurduğu gibi, nefsim üzerime daralmış, yeryüzü bütün genişliği ile bcna dar geimiş halde otururken, Sel' dağı üzerinde" eni yüksek sesiyle:

«Ey Kâ'b ibni Malik, muide!..» diye olanca kuvvetiyle bağıran birisinin sesini işittim". Hemen secdeye kapandım ve anladım ki (darlıktan sonra) genişlik gelmiştir ve Resûiüİiah (SttltaUShÛ Aleyhi ve Sellem) sabah namazım kıldığı zaman, Allah'ın tevbemizi kabul edişini ilân etmiştir de halk bize müjdeye koşmuştur. Arkadaşlarım tarafına âa bir takım müjdeciler gitmişti. Bana da bir zat (müjde vermek üzere) atını mahmuzlamıştı. Eşlem kabile­sinden bir müjdeci de koşup Sel' dağı üzerine çıkmıştı ki, bunun sesi ottan daha sür'atli gelmişti.

Müjde sesini işittiğim adam bana gelince, iki (parça) elbisemi çıkarıp bunları ona müjdesinden ötürü giydirdim. Vallahi ö gün, bunlardan başka elbisem yoktu. Ariyet iki elbise alarak onları giydim ve ResGIüIlah (Satiallahü Aleyhi ve Setlem) e gittim. (Yoİda) insanlar beni bölük bölük karşılayıp tev-beden dolayı heni tebrik ediyorlar, «Tevbeni Allah'ın kabul etmesi sana mübarek olsun» diyorlardı.

Kâ'b anlatarak der ki : Nihayet mescide girdim ki, orada Resûlüİlah (SaltellâhU Aleyhi ve Setlem) oturuyor, etrafında insanlar bulunuyor. Talha ibni Ubeydullah kalkıp bana doğru koştu da beni kucakladı ve beni tebrik etti. Vallahi muhacir kardeşlerden Talha'dan başka kimse bana karşı ayağa kalkmadı. Talha'nın bu hareketini unutmam.

Kâ'b anlatarak der ki : Ne zaman kî Peygamber (StzîkllahUAtephtve $dkm)'e selâm verdim, sevinçten yüzü pörsldcrr bir halde şöyle buyurdu :

— Annen seni doğurduğumdan (beri üzerinden geçen günün en ha­yırlısı ile sana müjde olsun!..

dedim ki, (bu müjde) senin tarafından mı, yoksa Allah katından vt-Sellem)   sevindiği zaman, yüzü ayın bir — Hayır (benim tarafımdan değil), Allah tarafindandır.* buyurdu, parçası imiş gibi ışıldardı; biz bunu halinden anlardık. Peygamber'in önün­de oturduğum zaman dedim ki, ey Allah'ın Resûîü! Tevbernİn kabulünden dolayı malımın bütününden sıyrılarak Allah'a ye~Peygambex(SallallahU Aleyhi veSellemf® rızaen malım (fakirlere) sadakadır. Rasûlü'İah (Solfallâhü Aleyhi ve Setlem) i  bir kısmım 'kendine bırak; bu sana daha hayırlıdır.» buyurdu.

Hayber'deki hissemi saklarım. Sonra şöyle söyledim :

— Ey Allah'ın Resûîü! Allah benî doğrulukla kurtardı. Yaşadığım müd­det doğrudan başka bir şey konuşmayacağrrna tevbem olsun. Vallahi bunu ResGtöHah fSatkdlâ&iiAteyhtyeSelkmİ'e söylediğimden beri müslümanlar-dan hiç birînt bilmem kî, doğru söylemekte Allah beni imtihan ettiğinden daha güzel onu imtihan etmiş olsun. &esûtül!ah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) !e sözlerimi arz ettikten sonra bu günüme kadar yalan küsdetmedİni; ve umu­yorum ki, yaşadığım müddet,-Allah beni {yalandan) koruyacaktır. Aziz ve yüce olan Allah (üçümüzün tevbesinin kabulü hakkında), Peygamberine şu âyeti indirmişti :

«— And olsun ki Allah, o güçlük vaiktımda ona uyan Muhacirlerle Ensara lütfetti; öyle ki, içlerinden bir kısmının kalbleri az kalstn iğilecek gibi olmuş iken, sonra onların tevbelerini kabul buyurdu. Çünkü Allah çok esirgeyicidir, çok merhametlidir. (Tebük savaşından) geri kalan üç kişjyi (K£'b ibni Malik, Hilâl ibni Ümeyye, Mürare ibni Rebi'i) de bağış­ladı. Çünkü o derece bunalmışlardı iû, yeryüzü bütün genişliği ile onlara dar gelmiş, vicdanları da kendilerini sıfkmiştı ve Allah'dan kurtuluşun,, auck Allah'a sığınmakta olduğunu anlamışlardı. Bundan sonra Allah oa-Ian. tevbekâr olmaya muvaffak kılıp tevbelerini kabul buyurdu. Şüphesi» ki Âtyah, tevbeleri çok çok kabul edicidir, çok merhametlidir.

— Ey müminler! Allah'dan korkun, imanda ve sözünde doğru olan» lar^a beraber olun.» (Tevbe sûresi, 117-119)

Allah'a yemin ederim ki, Allah beni İslâm dinine hidayet ettikten sonra, Resûlüllah (SallallahüAle}'hiveSdlem)'e doğruyu söylemek nimetinden da­ha büyük bir nimet nefsim hakkında bana asla İhsan etmemiştir, öyle bü' yük nimet ki, Peygambere yalgn söylemeyip, de helak olmamam nimetidir. Nitekim yalan söyleyenler helak oldular. Çünkü Allah şu yalan söyleyenler hakkında vahyini indirdiği zaman, herhangi bîr kimse için buyurduğunun en ağırını söyledi. Onlar hakkında azîz ve yüce olan Allah şöyle buyurdu : «— Yanlarına döndüğünüz zaman kendilerinden yüz çeviresinîz (on­ları ayıplamıyasınız) dîye size karşı Allah'a yemin edecekler. Siz de on­lardan yüz çevirin (onları ayıplamayın). Çünkü onlar murdardır ve kazândıklannm cezası olarak varacakları yer de cehennemdir. Kendilerinden razı olasınız diye, size yemin edecekler. Fakat siz onlardan razı olsanız KÎa, Allah o ta sık hır topluluğumdan razı olmaz.» (Tevbe, 95-96)

Kâ'b der ki : Bİz üçümüz, Peygamber'e yemin ettikleri zaman Resûİüllah (Sallallahii Aleyhi ve Seîlent) 'in tevbelerini kabul edip kendilerinden bîaf al­dığı ve haklarında istiğfar ettiği kimselerin işinden (elli gün) geri bırakılmış­tık. Resûlüllah (Saüall&hü Aleyhi ve Sellem işimiz hakkında Allah hükmünü verinceye kadar İşimizi geciktirdi. Buna binaendir ki, Aziz ve Yüce Allah :

«— Şu tevbeleri (Allah'ın hükmüne kadar) geri bırakılan üç kişi .6 derece bunalmışlardı ki, yeryüzü bütün genişliği île onlara dar gelmişti.» Buyurmuştur. Yoksa bu âyette söz edilen (geri bırakılma işi), bizim savaştan geri kaldığımızı değil, bizim tevbemizin kabulü hakkında Allah'ın emri gelinceye kadar, —Peygamber'e yeminle özür dileyip de tevbeleri kabul olunanlardan— Peygamberin bizi geri bırakmasını bildirmektedir.] Bu hadîs-i şerif birçok dinî hikmetleri içinde teplayen, sabır ve imti­ örneklerim veren ve ashab-ı kiramın din uğruna katlandıkları fedakârlık levhalarından birini gösteren çok önemli bir vesikadır.

Burada her şey sof ve berrak bir şekilde anlatılmakta olduğundan mü­minlere çok büyük ders verilmekte, sadakatte ihmalkârlığın doğuracakları neticeler birer vakıa olarak bildirilmekte, yalancıların hüsranı gösterilmekte ve Allah'ın dinini yüceltme gayesiyle yapılan savaşı terk etmenin ne kadar

Kâ'b ibni Malik, Medîne'li cshabdan olup, büyük şairlerden biridir. Hal fercemesi (8Ö6) sayılı hadîs-t şerif münasebetiyle geçmişti. Bilgi içirt oraya bakılsın.

Talha bin Ubeydullah kimdir?

Ebu Muahmmec künyesi ile tanınan ve T a İ h a t ü ' S -H a y r, Talhatü'l-Feyyaz' lâkablarıyle anılan Hz. To I h o Kureyş'li otop, İlk Medine'ye hicret edenlerdendir. Medine'ye gelince Pey­gamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) bununla Kâ'b i b n i ' M a I i k 1 birbirine kardeşlik etmişti. Cennetle müjdelenen on kişiden bîri oîan Tat-elde edîten ganimetlerden Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) Ta Iha ha, Hz. Ebû Bekir'in eliyle İslâm'ı kabul eden beş kişiden bîri ve ilk Islâm't kabu! edenlerin de sekîzincisidir.

Bedir savaşında Şam. cihetinde görevli olduğundan bu savaşa katıla­mamış, fakofr bundan sonraki büfön savaşlarda bulunmuştu. Bedîr savaşında hacetlerine de hisse ayırmıştı. Hz. Ömer vefat ederken hilâfet işini isti­şare ©dip bir karara varmak özere tayin ettiği 6 kişiden biri de  Talha BHhüisü Uhud savaşındaki yararhğı ve fedakârlığı onun cesaret ve so-dakatını ispat büyükir vesikadır. 8u savaşta son derece sıkıntıya ve dehşete döşen müslümanların öteye beriye dağılışı sırasında Hz. Pey­gamberin yorsmdan ayrılmamış ve bizzat kendi vücudunu Hz. Peygamber önüne siper ederek onu korumuş ve düşman tarafından atılan bîr oku eliyle kurtararak İPeygamber'İ korumuştu; eli İse yaralandıktan sonra sakatlan-misti. Hz. Peygamber i efe düştüğü çukur bir yerden sırtıno! alarak taşımış ' ye selâmete çıkarmıştı.                                    

Kîvayer edildiğine göre Re&nlullah(Sallallahü Aleyhi ve Sellem) Tal-h a !nm yözöne bakıp şöyle buyurmuştur:

«— TeyyîkÖöde yürüyen feif şehide baJkmak isiiyen varsa, Talhösya

Gerçekten geçen günler onun sehid olduğuna şahitlik etmiştir: Cemsf -vck'asmdö önce Hz. Â î şc safında buîunarok Hu. Â Iİ "ye karşı çıkmış îse de, sonra Hz. Âli "nin bîr ihtarı üzerine geri çekilmiş ve savaştan oyrı katmışken, kendi taraftarlarından Mervan ibni Hake m [in attığı bîr ok dizme îsebet etmiş ve devamlı kanama neticesinde şehadet mertebesine ertşmtşth Bu hâdiseye Hz.  Âli çok üzülmüş ve ağlamış, cenaze namazını da bizzat kendisi (aldırmıştı. Vefatı hicretin 36. yılında 64 yaşında olduğu halde vuku bulmuştur. Allah ondan razı olsun.[613]

 

945— Ebû Said el-Hudri’den rivayet edildiğine göre; (Kurayza fcaoları)  insanlar   Sa’d ibni Muâz'ın   hükmüne razı oldular da amber tarafından) ona haber gönderildi Muâz da bir merkep üze­rinde geldi  (Peygamberin bulunduğu bir)  mescidin  yakınma varınca Peygamber:

Haydia faayırlınısa, yahut ulunuza karşı durun (ayağa telkin) buyurdu.

«— Ya Sa’d! Şunlar (Kurayza Oğullan Yahudiler kabilesi) seaisa hükmüne razı oldular, (ne dersin, onlar hakkında hükmün nedir?) Sa'd:

— Onlar hakkında hüküm veriyorum ki, harb edenlerini öldüresin, çocuklarını ve kadınlarını da esir edesin, cevabını verdi. Bunun üzerine Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve SeMern)   şöyle  buyurdu:

— Afiah'm hükmü île hüküm verdin.» Yahut «Melik'in e= Allah'ın hütoaü ile hüküm verdin.»[614]

 

Hadis-i şerif, ilim ve fazîlet sahibi şerefli kimselere hürmet için ayağa kalkmanın cevazına delil münasebetiyle bu bölümde zİkrodilmişse de, bu­radaki metinde ayağa, kalkma emri açık ofarak yoktur. S'a'd'a varın, karşı çıkın mânâsım, taşıyan  kelimesi mevcuttur. Fakat yine Buhârî   hazretlerinin Söfeîh'inde ve İmam   Müslim'in Tchric'inde ayağa kalkınız mânâsını taşıyana Kûmu» emri mevcuttur. Bu itibarla ha-dîs-i şerîfin bu bölümle olan ilgisi meydana  çıkmaktadır.

Hadîs-İ şerifte işaret edilen vak'aya gelince :

Medine civCnnda ikâmet etmekte olan Yahudi kabilelerinden biri de Kurayza oğulları idi. Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) Medine'ye hic­ret ettikten sonra onlarla bir sözleşme yaptı; ve böylece., mallarını ve can­larını teminat altına aldı. Uhud yenilgisinden sonra Yahudi'ler şımarmışlar ve bunlardan Nadîr oğulları sözleşmeyi yenilemediklerinden sürgün edil­mişler, Medine civarından çıkarılmışlardı. Kurayza oğulları, sözleşmeyi ye­nilemiş olduklarından yerlerinde bırakıldılar.

Hendek savaşında bütün müşriklerden ibaret Arap kabileleri ve Ya­hudi'ler müslümanlara karşı birleşip harbe çıktıklarından bunu fırsat sayan Kurayza oğullan da rahat durmadılar. Hz. Peygamber'e karşı kötü sözler söylemeğe ve çeşitli tahriklere başladılar. Evs kabilesi müslürnanlan ile Kurayza oğulları arasında daha önce mevcut sözleşmeye göre bu Yahudî'-ler Evs kabilesi tarafından korunmakta İdi. Bu şımarıklık ve tahrikleri do-layısiyle Evs kabilesinin reisi bulunan Sa'd ibni Muaz hazretleri Kurayza oğullarına bu çirkin tutumlarından vazgeçmeleri yolunda tavsiyede bulun­muşsa da onu dinlemediler, yine fenalıklarına devam ettiler.

Hendek savaşından döner dönmez İlâhî bir emirle Peygamber (Saîkdîûhü Aleyhi veSetkm) 3000 kişilik bir kuvvetle Kurayza Oğulianna karşı sefere çıktı. Nihayet Yahudi'ler çembere alındı. Muhasara 10 veya 25 gün devam etti. Sonunda Yahudiler, Evs kabilesi reisi bulunan Sa'd ibni Muaz'ın hak­larında vereceği hükme razı oldular. Sa'd İse, Hendek savaşında aldığı bîr yarayı Medine'deki bir çadırda tedavi ettirmekteydi. İşte Muaz hazretleri bu halde iken Peygamber (Saliallahü Aleyhi ve Sellem) onu yanına çağırtmış, So'd da bir merkep üzerinde ResûlüElahın kurmuş olduğu ordugâhtaki Mes­cidinde huzura  çıkmıştı.  Bu esnada Hz. Peygamber; yanındaki  ashaba :

«Büyüğünüze (kalkınız, onu bindiği merkepten indiriniz.»

Emrini verdi ve metinde geçtiği üzere, Kurayza oğulları hakkında ne hüküm vereceğini Sa'd hazretlerine sordu. O da savaşanların öldürülmele­rini, kadınîariyle çocuklarının esir edilmelerini hükme bağladı. Hz. Peygam­ber de bu hükmü Allah'ın emrine uygun buldu ve alınan karar yerine ge­tirildi. Bu kararın Tevrat'ın hükmüne de uygun olduğunu Yahudi Kurayza oğulları itiraf etmişlerdi, öldürülenlerin  sayısı  400-600 kişi idi.

So'd   ibnî    Muaz    kimdir? :

Medîne'li ashabdan olup, künyesi E b û A m r 'dır. M u s ' a b İbni U m e y r 'in delaletiyle Evs kabilesinin reisi olduğu halde İslâm'ı kabul etti ve kavmine :

— «Siz İslâm1! kabul etmedikçe, sîzin erkek ve kadınlarınızla konuş­mak bana haram olsyn,» dedi. Onlar da bunun üzerine İslâm'ı kabul et-' tiler. Bedir, Uhud ve Hendek savaşlarında bulundu. Hendek savaşında ot-dığı bir yaranın tesiriyle bir ay sonunda, Kurayza Oğulları hakkında yu­karda geçen hükmünü verdikten birkaç gün sonra vefat etti. Vefatında Peygamber   (Sallallahü A leyhi ve Settem):

«Sa'd ibni Muaz'ın ölümü ile Arş titredi.» Buyurmuştur.

Vefatı hicretin 5. yılına tesadüf eder. Kavmi ile topluca İslâm'a gir­diğinde bereket ve hizmeti büyük olmuştur. Allah hepsinden razı olsun.

(Ebû Saîd El-Hudrî = Sa'd ibni Malik'in hal tercemesİ 510 sayılı hadîs münasebetiyle geçmiştir, bakılsın.)[615]

 

946— Enes'den rivayet edildiğine göre, şöyle demiştir:

— Ashab-x kirama Peygamber (SaUaUâhü Aleyk ve Seltem) 'den daha sevgili bîr şahıs yoktu; böyle iken ona uyağa kalkmazlardı. Çünkü ayağa kalkmanın hoş olmajdığmı biliyorlardı.»[616]

 

Daha önceki hadîs-i şeriflerde faziletli bir kimseye iyilik ve İkram için ayağa kalkmanın caiz olduğunu görmüştük. Burada ise, ashabın Peygamber için bileıayağa kalkmadıkları rivayet edilmektedir. Birbirine aykırı gibi gö­rünen bu iki mânâ şöyle birleştirilerek uygunluk temin edilmiştir.

Kıyam = ayağo kalkma İşi üç kısma ayrılır :

1— Bir seferden, uzak bîr yolculuktan dönen bir insana karşı ayağa kalkmak, ona kalkıp yer göstermek veya bindiği vasıtadan yardım eds-rek indirmek. Böyle hareketlerde beis yoktur, bunlar iyilik yerine geçerler.

2— Evden, çarşıdan gelen kimse için ayağa kalkmanın caiz olup ol­madığı hususunda ihtilâf vardır. Bir âdet ve merasim haline getirilmek su­retiyle ayağa kalkmış olursa, yani bir âdet haline getirilirse, bu caiz de-ğildir. Hz. Peygamber de bunu yasaklamıştır. Zira Ebû Ümame'den rivayet edilen bîr hadîs-i şerifin mânâsı şöyle :

«Tabancı milletler, birbirine kargı ayağa kalktıkları gibi, siz kalkmayınız.

3— Bir kimseyi büyütmek ve yüceltmek niyyeti ile oyoğo kalkılırso bu caiz değildir. Eğilmeler, secdeye kapanmalar de böyledir.

ibni Rüşd diyor ki, kıyam — ayağa kalkma 4 şekildir:

1— Yasak olan şekil : Kendini büyük ve üstün görerek insanların kendisine karşı aya­ğa kalkmalarını istemektir. 2— Mekruh olan şekil : Kendinde büyüklük görmeyen ve kibirlenmeyen kimsenin oturanlara karşı çıkışıdır ki, kendi­sine ayağa kalkılma halinde kalbine yasak bir hal gelebilir.

3— Azamet-İenmesinden-emin olunan bir kimseye karşı iyilik ve ikram olsun diye kalk­mak ki, bu caizdir.

4— Seferden dönen kimseye yardım ve ikram İçin, ge­lişine sevinerek ona selâm vermek için, bir kimseyi tebrik veya taziye için ayağa kalkmak ise mendubdur, iyi bir harekettir.

Gazali diyor ki, bir kimseyi büyültmek ve yüceltmek mdksadtle ayağa kalkmak mekruhtur. İkram yoîu ile olursa mekruh değildir.

İ b n î Kesir  diyor ki, ayağa kalkma işi yabancıların yaptığı gibi, âdet haline getirilire bu yasaktır. Fakat seferden gelene karşı çıkmak için, tebrik etmek için, bir kimseye yardım için, yer göstermek için olan ayağa kalkışlar yaso' değildir. Böylece hadîs-i şeriflerden murad edilen mânâlar ortaya çıkan oluyor.[617]

 

947— Müminlerin   annesi   Hz.   Âişe'den (Radiyallahu anha) rivayet ediîdiime göre, söyle demiştir:

  Konuşmak,   söz   söylemek   ve   oturmak   bakımından   Peygamber (SeMkhü Aleyhi ve Selİemfe, Hazret! Fatıme'den daha çok benzer bir kim­se görmedim.     (Âişe devamla)  der ki:    Peygamber   ($@$taİkt&

Saikm) onun geldiğini gördüğü zaman ona merhaba derdi =f ho§ derdi. Sonra ona doğru kalkıp onu öperdi; sonra onun elinden tutarak onu götürüp kendi yerine oturturdu. Peygamber (SallallahÜ Aleyhi ve Seltem) ona gittiği zaman, Fatıme Peygamber'e merhaba derdi = hoş geldiniz derdi. Sonra Peygambere doğru kalkıp onu Öperdi. Peygamber (B&tl^îhhU Aleyhi ve Sellem) !in vefat ettiği hastalığı zamanında Fatıme. Peygamberin yanma geldi de, Peygamber ona: «Merhaba!» dedi. (Fatıme yatağına doğru eğilmesiyle) onu Öptü ve ona fısıldadı (gizlice onunla konuştu) da Fatıme ağladı. Sonra (ikinci defa) ona fısıldadı da arkasından güldü.

  Ben hanımlara : Ben zannediyordum ki, bu hanımın diğer hanım­lara üstünlüğü var, halbuki bu hanım da diğer hanımlardandır, ağladığı sırada bir de bakıyorsun gülüyor!., dedim. (Bu hayretimi gidermek için) ona sordum : Peygamber sana ne söyledi? Fatıme:

  (Söylediğim takdirde) sırrı yaymış olurum, dedi.    Nihayet Pey­gamber (Saltailahü Aleyhi ve Seltem) vefat edince Fatıme şöyle dedi:

  Peygamber  (bana gizlice dedi ki) : «Ben ölüyorum!»    Buna .ben ağladım. Sonra bana gizlice dedi ki: «Benim arkamdan bana ehlimden ilk kavuşacak olan sensin!» Ben de buna sevindim ve hoşuma gitti.[618]

 

Bu hadîs-i şeriften İde edilen faydalar:

1— Misafir olarak gelen bir kimseye karşı ayağa kalkılır ve ona İkram olarak yer gösterilir, oturtulur. Merhaba, hoş geldin, denir.

2— Baba, çocuğuna sevgi ve şefkat göstererek onu öper, çocuk da babasına hürmet olarak onu karşılar ve öper.

3— İnsan yakınlarından birine, başkaları yanında özel bir iş için gizli bir şey söyleyebilir; fakat bir arada bulunan arkadaşlardan iki kimsenin fisıldaşıp aralannda gizli konuşmaları doğru değildir.

4— Hz. Peygamberin vefatından sonra ehi-i beyit'den ilk ona kavu­şacak olan Fatıme, bu habere sevindiğinden, dünya hayatına âhireti tercih ettiği ve babasına olan büyük bağlılığını, takvasını ifade eder.

5— Gerçekten Resûfüllah   (SaUaüahü Aleyhi ve SeUe'm) "tn irtihallerİnden 6 ay sonra ehl-i  beyt'den  ilk vefat eden  Hz.  Fatıme     (Radiyallahu anha) olup, bu hadîs-i şerif Peygamberin mucizelerinden birini teşkil eder.[619]

 

(429) Oturan Adam İçin İnsanın Ayağa Kalkması

 

948— Cabir'den rivayet edildiğine göre, şöyle demiştir:

— Peygamber (Salldkûıü Aleyhi ve Sellem) hasta oldu da, biz arkasın­da namaz kıldık, o oturuyordu. Ebû Bekir de Peygamberin tekbirini in­sanlara (cemaata) işittiriyordu. Bir de Peygamber bize döndü ve bizi ayakta gördü. Bize (oturalım diye) işaret etti; biz de oturduk, onun na­mazı gibi oturarak namaz kıldık. Peygamber selâm verince şöyle buyurdu:

«— Nerede ise Faris ve Rumların işini yapacaksınız; onlar, melikleri otunu lavken ayakta dururlar. Siz böyle yapmayınız, imamlarınım uyunuz. Eğer imam a yak tu namaz kılarsa, siz de ayakta namaz kılını? ve eğer oturarak namaz kılarsa, siz de oturarak kılınız.»[620]

 

Hadîs-i şerif esas itibariyle namazla İlgili İse de, bu münasebetle Acem ve Rûm meliklerine karşı halkın takındığı tavrın taklit edilmemesine işaret edilmektedir.

Namaz meselesine gelince, burada mezheblerİn ihtilâfı vardır. İmamı Azam ve İmam Şafiî 'ye göre, ayakta namaza duramayıp da oturarak namaz kılan bir imama, ayakta durmaya güderi yetenlerin uyması caizdir; bunlar da hadîs-i şerifte belirtildiği gibi oturarak namazlarını imama uy­gun şekilde kılarlar. İmam Malik İse, buna cevaz vermemektedir. Ayak­ta durmaya gücü yetenler, oturan bir İmama uyamazlar. Bu hadîs-İ şerifte bîfdirilen şekil, Hz. Peygambere ait bir özelliktir, herkese şamil değildir.[621]

 

(420) İnsan Esneyince Elini Ağzına Koysun

 

949— Ebû Saîd, Peygamber (SaMldhü Aleyhi ve Seltem)''den anlattığı­na göre, Peygamber şöyle buyurdu:

«— Sizden biriniz esnediği Zaman elini ağzına koysun; çünkü şeytan i ağzma girer.»[622]

 

919 ve 942 sayılı hadîs-i şeriflerde esnemenin hoş bir hareket olmadığı ve elden geldiği kadar esnemeyi engellemek gerektiği görülmüştü. Burada esnemeyi geri çeviremeyen  kimsenin eliyle ağzını  kapaması veya eliyle ağzını kapamak suretiyle ona engel olunmaya çalışılması beyan edilmek­tedir. Bu iki halde de ağzı elle kapamak, iki şekilde olur. Ya sağ elin iç tarafı ile kapatılır, yahui sol elin dışı İle kapatılır. Ağız kapatılmadığı tak­dirde de Şeytanın ağızdan girebileceği  buyurulmaktadır. 

İnsana maddî vg manevî zararlar veren şeylerin hepsine şeytan ismi verildiğine göre, insanın ağzı alabildiğine açık olduğu takdirde buradan içeriye teneffüsle beraber rahatça mikroplar girebileceği gibi, küçük haşa­ratın da girmesi mümkündür. Aynı zamanda iyi olmayan bir hareket ve çirkin düşen bir manzara elle gizlenerek etraftaki insanların tiksinti duy­malarından sakinılmış olur, O halde esnememeğe çalışmak ve esneme ol­duğu zaman da ağzı tarif edildiği tarzda elle kapamak İslâm odabtndan-dır ve sünnettir.[623]

 

950— îbni Abbas'dan rivayet edildiğine göre, şöyle demiştir:

«— Bir kimse esneyince elini ağzına koysun; çünkü esnemek şey­tandandır.»[624]

 

Esnemek, hoş olmayan ve şeytanın rızasına uygun düşen tenbellİkle usanç belirtisi bulunan bir hareket olduğundan, şeytanın İşi sayılmıştır. Çünkü şeytanın benimsediği bir haldir.

(Bu rivayet için başka bir kaynak bulunamamıştır.).[625]

 

951— Ebü Sa'îd El-Hudrî'nm oğlundan babasının şöyle anlattığı ri­vayet edilmiştir;

— Allah'ın Bssûlü (SattaUahü Aleyhi ve SeUem) şöyle buyurdu:

«— Sizden birilik - -gediği zaman ağzını tutsun; çünkü şeytan oraya girer.»

Yine Ebû Saîd'den başka bir rivayet yolu ile aynen Peygamber şöyle buyurdu;

«— Sizden, biriniz esnediği zaman ağzını tutsun; çünkü şeytan oraya girer.[626]

 

(949 ve 951 sayılı hadîs-İ şeriflere bakılsın).[627]

 

(431) Bir Kimse Başkasının Başını Tarayıp Temizler Mi?

 

952— Enes ibni Malik'in şöyle dediği işitihniştir:

— Peygamber (Saltollahiî Aleyhi ve Sellem), Milhan'in feızı (ve kendi süt teyzesi) Üromü Haram'in yanma giderdi; o da Peygambere yemek ik­ram ederdi. Ubade ibni's-Samit'in nikâhında ikea (bir gün peygamber) onun evine gitti. Ümraü Haram, Peygambere yemek ikram etti de arka­sından başını temizleyip taramiya başladı. Sonra Peygamber uyudu. Daha sonra Peygamber gülümsİyerek uyandı.»[628]

 

Ümmü Haram, Enes hazretlerinin teyzesi ve Hz. Peygamberin de süt teyzesi oluyordu. Süt yolu ile meydana gelen mahremiyet aynen neseb yolu ile oları mahremiyet gibidir. İslâm dininde nasıl ki,L.bir adam neseben olan teyze, hala, kızkardeş gibi yakınlarıyle evlenemezse, süt ci-hetİyle olan teyze, hala, kızkardeşlerie de evlenem'ez. Bu haram ve yasaklık Kur'an-ı Kerîm ve hadîs-i şeriflerle .sabittir. Ümmü Haram'm, Peygamberin süt teyzesi olduğunda ittifak vardır, iste teyzelerini ziyaretleri sırasında ik­rama nail olmuşlar ve bizzat"teyze tarafından saçları temizlenip taranmıştır. Bu hâdise de başka bir kimsenin başını tarayıp temizlemede İslâm adabına aykırı bir hareket bulunmadığına delil teşkil etmektedir. Ancak İslâm'daki haram ve helâl esaslara riayet ederek yapılması şarttır. Aralarında mahre­miyet olbn kimseler arasında bu İş yapılabilir. Erkeklerin yabancı kadınları, yabana kadınların erkekleri tarayıp temizlemeleri İslâm'da caiz değildir, Bunların mahrem olmaları şarttır.

Hadîs-i şerîfin tamamı burada zikredilmemiştİr. Tamamı şöyle :

  Enes ibni Malik'den rivayet edilmiştir:

«— Resûlüllah (Saltallahü Aleyhi ve Sellem) (süt teyzesi) Milhan'in kizs Ümmü Haram'ın evine giderdi de o, peygambere yemek ikram ederdi. Ümmü Haram da TJbade ibni's-Samit'in nikâhında idi. Bir gün Resulü!» lah (Satlallahü Aleyhi ve Seîlem) ona gitti. Ümmü Haram da Peygambere yemek ikram etti; sonra oturup başını temizlemiye ye taramıya koyuldu. Bir ara Resûlüllah (SalîaUahü Aleyhi ve Sillem) uyudu. Sonra gülümsiyerek uyandı. Ümmü Haram der ki, ben sordum:

  Hangi şey seni güldürüyor, yâ Resûlüllah?. Peygamber şöyle buyurdu:

  Allah yolunda savaşa çıkan ümmetimden bir kısım insanlar bana gösterildi; tahtlara oturmuş padişahlar gibi, şu deniz üzerinde binitli gi­diyorlardı.

Ben dedim ki, ya Resûlallah, dua et de, Allah beni onlardan biri yapsın.

Peygamber de ona dua etti. Sonra Peygamber başım koyup uyudu.

Sonra yine gülümsiyerek uyandı. Ümmü Haram der ki, yine ben sordum:

  Ya Resûlallah, hangi şey seni güldürüyor? Peygamber buyurdu:

  Allah yolunda savaşa çıkan ümmetimden (başka) bir topluluk ba­na gösterildi. Ümmü Haram der ki:

  Ya Resûlallah, Allah'a dua et de, benî onlardan yapsın, dedim.

— Sen evvelkilerdensin  (deniz aşırt savaşa çıkanlardansın).» Nihayet Hz. Muavİye'nin Şam valiliği zamanında ve Hz. Osman'ın hi­lâfeti devrinde Mİİhan'ın kızı ümmü Haram, kocası Ubade İbnİ's-Samif ile birlikte Kıbrıs'ı fethetmek özere deniz aşın savaşa çıkan orduya katıldı. De­nizden Kıbrıs sahiline çıktıkları zaman, Ümmü Haram't bîr katıra, bindirdiler.

Kafir onu yere atarak başı üsfüjne düştü ve boynu kırılarak AHah yolunda Kıbrıs'ta şehit olan ilk hanım oldu. Türbesi Kıbrıs sahilinde larnoka (Tuzte) şehrindedir ve «Hala Sultan» diye ziyaret edilmektedir. (Radiyallahu anha) Böylece Hz. Peygamber'in mucizesi de tahakkuk etti.

Ubode    ibni's-Sâmît:

Medîne'li ashabdan (Ensardan) olup/ künyesi E b û ' I - V e ! 1 d 'dir» Akabe bîatlarında bulunduğu gibi, Bedir ve ondan sonraki bütün savaşlarda da bulunmuştur. Hz. Ömer, Ubade'yi Kur'an-ı Kerîm ve fıkıh Öğretmek üzere Şam cihetine göndermiş ve onu ilk Filistin kadısı yapmıştı. Hz. Muaviye ile aralarında vuku bulan geçimsizlik yüzünden bir ara Medine'ye dönmüş; fakat Hz. Ömer: «Sen ve senin emsalin bulunmayan bir yeri, Allah gül­dürmesin,» buyurarak Muavİye'ye bir mektup gönderdi ve bundan böyle Ubade ibni's-Samit üzerinde amirliğin ve hükmün olmayacaktır, dîye emir verdi; Ubade'yi de geri çevirdi,

Ashabdan Ebû Umame, Enes ve Cabîr gibi zevat tabiînden de Ebü Idrİs El-Havlanî, Ebû Müslim El-Havlanî, Abdurrahman ibni Useyle gibi büyük şahsiyetler kendisinden hadîs rivayet efmişlerdîr.

Hz. Peygamber'in zamanında Kur'ön-ı Kerîm'i bir araya toplayan Muaz ibni Cebel, Übey ibni Kâ'b, Ebû Eyyub ve Ebû Derda' arasında hizmeti geçer. Uzun boylu, güzel endamlı, cesur ve kahraman bir sahafci İdî.

Hicretin 34. yılında 72 yaşında olduğu halde Kudüs'te vefa! etmiştir.[629]

 

953— Kays ibni Asım Es-Sa'd"den rivayet edildiğine göre, şöyle demiştir:                                                            

  Resûlüllah (Saüallahü Aleyhi ve 5e/fem)'e gittim de, şöyle buyurdu:

«— Bu adam deve sahiplerinin ulusudur.»Bunun üzerine ben de dedim ki:

— Ya Resûlallah! Hangi maldır ki, onda misafirden ve isteyiciden yana benim üzerimde bir hak yoktur?

.Resûlüllah bur*a cevaben şöyle buyurdu:

«— Kırk tane (deve) ne güzeldir! Altmış tane çoktur. Yüzler sahi­bine azab vardır; ancak şu kimse müstesnadır: Malının kıymetlisini veren, bol sağılan* ariyet veren, semizini kesip 4e yiyen ve dilenci ile muhtaca yediren.»

Dedim ki, ya Resûlallah, bu ne güzel ahlâk!.. Bir vadiye inilmez ki, benim orada en ziyade davarım olmasın. Peygamber (bana) sordu:

«— Bağışı nasıl yaparsın?» Dedim ki:

  Genç deve ile yaşlı deveyi verirjim. Peygamber yine sordu;

«— Ariyet hayvan hususunda nasıî yaparsın?» Dedim ki:

  (Yününden,   sütünden ve yapağısından faydalansınlar diye)  yüz deve ariyet veririm. Peygamber yine sordu:

«— Yetişkin develer hakkında nasıl yaparsın?» Dedim ki;

  İnsanlar sabahleyin ipleriyle çıkarlar ve hiç bir adam yularlaya-cağı bir deveden alıkonrnaz da, önüne çıkan deveyi tutar ve onu kendisi geri verinceye kadar saklar, (böylece istiyen herkes develerimden fayda­lanır). Peygamber (SaHaİlâhü Aleyhi ve Seîtem) sordu:

«— Senin analın mı sana daha sevgilidir, yoksa mirasçılarının mah mı?»

  Benim malım, dedim. Peygamber buyurdu:

«— Mahmian sana ait olein, ancak yeyip de harcadığındır yahut verip de geçerh kıldığındır. Malsn diğeri ise mirasçılarının dır.»

  (Ben dedim ki:) Çare yok, eğer geri dönersem, muhakkak deve­lerimin saysıni azaltacağım, (insanlara çok miktarda dağıtacağım ve ken­dime azım bırakacağım).

Bu adamın ölüm vakti gelince, oğullarını toplayıp onlara şöyle dedi: Evlâdlarım! Benim öğüdümü tutun; çünkü size benden daha iyi öğüt veren bir kimse bulup, ondan öğüt alamazsınız. Ölünce arkamda bağıra çağıra ağlamayınız; çünkü Resûlülkh (SûIisUüM Akyhî veSelletn) üzerine bağıra çağıra ağlanmadı. Gerçekten Peygamber (SaîlalkthU Aîeyhi v« Seİlemyin ölü arkasından bağırarak ağlamayı yasakladığını işittim. Be­ni, namaz kılmış olduğum elbiselerle kefenleyin. Büyüklerinize hürmet edin, onları başınızda efendi tutun. Eğer siz büyüklerinizi şerefli tutarsanız, sizde babanızın halifesi devamlı olarak bulunur. Küçüklerinizi üzeri­nizde şerefli yaparsanız, büyükleriniz insanlara karşı hor ve bayağı dü­şerler ve simden yüz çevirirler. Yaşayışınızı düzeltin; çünkü düzgün yaşa­yışta, insanlardan istemekten kurtuluş vardır. Dilenmekten sakının; çün­kü bu, insan kazancının en bayağısıdır. Benî gömdüğünüz zaman, kabri­min üzerini dümdüz yapın, (belli olmasın); çünkü bu mahalleden Bekir ibni Vail ile aramda bir şey oluyordu da döğüşmeler çıkıyordu. Şimdi ha­fif akıllı biri çıkıp da sizin dininize br ayıp iş getirmesinden emin deği­lim, (bu hasımlarımdan biri gelir de mezarımı eşeler, siz de ona bir fe­nalık edersiniz. Böylece âhiretinizi kaybetmiş olabilirsiniz).»[630]

 

Bu bölümün başlığı, başkasının başmı tarayıp temizlemek konusu al-mökÎG, bu hadîs-i şerifin-adı geçen bölümle ilgisi anlaşılamamıştır. Hadîste kısaltma yapılarak bölümle ilgili sözler düşmüş olabilir. Burada rivayet edilen kısmı ile bize şu öğütler verilmektedir:

1— İhtiyaçtan fazla mal bîriktirmeyip mühtoçtaro ve hayırlı yerlere harcama olursa, insan kendi matını sevmiş ve ona sahip olmuş olur. Böyle hcrcayomadığı mallar veresenin malı sayılır. Çünkü harcanan malın sevabı âhîrerte sahibini bulur ve ona mevki kazandırır.

Büyük zenginler, mallarının iyisini ve kıymetlisini vermedikçe vebalden kurtulamayacaklarının bilinmesi de gerekir.

2— Büyüklerine ve yaşlılarına saygı gösteren mîlletler, millî şuurlarını geliştirir ve gelecek soylarına aynen aktarırlar. Ahlâk çöküntüsüne maruz kalmazlar. Millî benliklerine sahip olurlar. Çocuklar büyükler yerinde tutu­lursa, geçmişle ve gelenekle olan bağlar kopar, çöküntü başlar.

3— Ölü arka.smdq çığlıkla, bağırıp çağırarak, el-yüz çırparak ağlamak veya böyle aklayıcılar tutmak İslâm dininde yasaktır Sükûnetle ağlamakta bir beis yoktur.

4— İnsanın kefeni» hayatında giydiği elbiseler kumaşından daha kıymetli olmamalıdır. Kıymetli eşyalara bürünerek gömülmek israfa girer; İsraf

5— Geçim .ve yeşayışî temin etmek ve başkasına İhtiyaç göstermemek her mükellef için farzdır. Dilenci durumuna düşmek, kazancın en kötüsü ve adisidir.

6— İnsanların husumeti öldükten sonra da devam edebilir.Bu hususta bile tedbirli olmak ihitiyatlı bir harekettir.[631]

 

(432) Hayret Anında Başı Sallamak Ve Dudakları Isırmak

 

954— Abdullah ibm's-Samit demiştir M, dostum Ebû Zerrîe sordum da, şöyle (bir hadîs) anlattı,  

  Peygamber (Salbltahü Aleyhi ve SeUem)'e abdest suyu getirdim de, başını salladı ve dudaklarını ısırdı. Ben dedim ki:

  Annem ve babam sana feda olsun, sana eziyet mi ettim? Peygamber şöyle buyurdu:                  

«— Hayır, ancak bir takım idarecilere —'yahut imamlara— yetiğe-çeksin; bunlar namazı vaktinden geciktirecekler.» Dedim ki:

  Bana (bu bususta ne yapmamı) emredersiniz? Peygamber şöyîe buyurdu:

«— Sen nammt vaktinde kıl; eğer sonradan onlara yetişirse», m raa-yine kıl ve sakın ben namaz kıldım, nriık kılmıyacağım diye.»[632]

 

Taaccüp ve hayret anlarında baş sallamak ve dudak ısrrmak hareket­leri Hz. Peygamber'de de görüldüğünden yasak hareketler değillerdir. İter­de gelecek imamların namaz hakkındaki tutumlarına Allah tarafından Hz. Peygamber muttali olunca,  buna  hayret etmişler ve dudak  ısırmışlardır.

Nomozlan müsfohüb olan yakıtlarında kılmakta büyük fazilet vardtr ve voktında kılınan namazın sevabı çoktur. Bu İtibarla vakfında namazı kıl­malı ve ayne namazı müsfrahab vakfından sonra kîlan imama yetişildİği tak­dirde de ona uymalıdır. Bu ikinci defa kılınış nafile yerine geçer. Farzın dışında bir ibâdet olur ve sevab kazanılır» Ben namazı kıldım, artık kılmı­yorum dememelidir. Ancak sabah namazı ile ikindi namazını kıldıktan sonra İmama nafile olarak uyulmaz.[633]

 

(433) Hayret Veya Birşey Zamanında İnsanın Elini Oyluğuna Vurması

 

955— Hazreti Ali'de» rivayet edilmiştir ki, Resûİüllah (Salîaîlahü Aleyhi ve Seîlem) geceleyin Ali ile Fatune'nin  evine gitti ve şöyle bu­lut

—Namaz kılmaz mısınız? (Kalkın nanıaz kılın).

— Ben şöyle söyledim: Ey Allah'ın Resulü! Bizim nefislerimiz Al­lah'ın kudretindedir; bizi uyandırmak istediği zaman bizi uyandırır, (biz uykuda kendimize malik değiliz). Bunun üzerine Peygamber (Sallaltahü Aleyhi ve Setlem) döndü ve bana bir şey söylemedi. Sonra arkasını dönmüş olduğu halde oyluğuna vurarak şöyîe buyurduğunu işittim:

— İnsan münakaşa etmekte her şeyden ilerdedir.» (Kehf süresi, âyet: 54)[634]

 

Bu hdıs-İ şerîf, taaccüb ve hayret anında eü oyluklara vurmanın fena bir hareket olmadığını bildirmek maksadıyle burado zikredilmiştir. Bu ara­da şu faydalan elde etmiş oluyoruz :

Uykudan kalkıp geceleyin Allah'a ibadet etmekte çok sevab vardır. Kimsenin bilmediği -ve görmediği bir yerde ve zamanda edilen İbadetlere riya, gösteriş gibi, ibadetin ruhunu bozucu haller karışmaz. Dünya işlerin­den ve gürültüsünden uzak kalındığı için huzur ve sükûn gündüze nispetle fazla olur. Sırf Allah rızası için tam bir kalb huzuru ile yapılan ibadetler de Allah katında makbul olur.

İşte bu büyük sevabdan mahrum kalmamaları için Peygamber (SaUallahü Aleyhi ve Sellem) damadı İle kızını gece vaktında çok nazik ve kibor bir ifade ile namaz kılmaya davet etmiş ve ; «Namaz kılmaz mıssnız?» buyur­muştur.

Uyku hali, bir nevi ölüm halidir! İnsan uykuda iken, irade ve ihtiyarına sahip değildir ve mükeHef olma durumundan da çıkmıştır. Uykudan uyanır uyanmaz Hz. Ali'nin : «Bizim nefsimiz Allah'ın kudret elindedir; bizi uyan­dırmak islediği zaman uyandırır.» diye hemen cevap vermesi, uyku halinin kısa bir İfadesi olmaktadır. Bu hazır cevaba taaccüb eden Hz. Peygamber de elini oyluk kısmına vurarak şu Âyet-i Kerîme'yi okumuştur :

«İnsan söz mücadelesi etmekte her şeyden ilerdedir.» İnsanların yara­tılışında bu vardır. Her hâdise için bir sebep arar ve hakh taraf bulmaya çalışır. Hz. Ali de böyle yapmış ve kendini özürlü göstermiş, Peygamber de ona karşılık vermemiştir. Beşeriyet icabı Hz. Ali'den çıkan böyle bir cevabı yaratılıştaki mayaya hamletmiş ve okuduğu âyetle bunu beyan bu­yurmuştur. Bu izahla beraber niyyetlerinin gerçeğini ancak Allah Tealö bilir.[635]

 

956— Ebû Rezîn demiştir ki, Bbû Hüreyre'nin elini alnına vurarak şöyle dediğini gördüm:

— Zanneder misiniz ben. Resûlüllah. (SaUalhhü Aleyhi ve Selkm) fe ya­lan uydururum? Size afiyet ve bana günâh olur mu? (Ben böyle bir du­ruma düşer miyim? O halde şu gerçeği dinleyin;) Resûlüllah (Sallallahü-, Aleyhi ve Sellemfin şöyle buyurduğunu işittim, buna şahidlik ederim:

«— Sizden birinizin ayakkabı bağı koptuğu zaman, bunu düzeltme-difcçe, diğer ayakkabısıyle yürümesin,   (iki ayağı da giyili olsun).»[636]

 

Eskiden giyilen ayakkabılar, bugün sandal (terlik) denilen ve banyo­larda, denizlerde giyilen ayakkabılara benziyordu. Bunların bir kısmında, baş parmakla onu takip eden parmak arasına giren ve ayağı tespit eden bir bağ verdir ki, buna Arapçada «Sis'» denilir. Bu kopunca, nalın giyilmez; çünkü ayağı tutmaz, tşte böyle bir vaziyete düşen olursa, tek ayağında nalm bulunarak gezmesin. Ya düzeltsin de İkisiyle yürüsün veya diğer sağ­lamını da çıkarsın. Sebebi şu : İkİ sebeple giyim yapılır. Dış eziyetlerden korunmak ve güzelleşmek. Tek ayak giyili olarak yürümekte bu İkİ faydadan hiç biri bulunmaz. TopcNaya topallaya yürümenin zahmeti ve çıplak ayağa zararlı şeylerin batma korkusu daha fazladır. İnsanın vakârmı da giderdi­ğinden alay vesilesi de olur. Böylece edebe uygun bir hal bulunmadığından bundan sakınılması İstenmiştir.

Bu mevzuda îbni Mace'nin rivayet ettiği hodîs-İ şerîf şöyle :

«— Hiç biriniz tek nahnla  ve tek ayakkabı ile yürümesin; ikisini beraber çıkarsın  yahut ikisiyle beraber yürüsün.»[637]

 

(434) İnsan Kardeşînîn Otluğuna Vurup Da Bununla Bir Kötülük Dilemezse

 

957— (219-s.) Ebûl-Aliye El-Berâ'dan rivayet edildiğine göre, şöyle demiştir:

— Abdullah ibni's-Samit bana uğradı. Ben de ona bir iskemle ver­dim; ö da oturdu. Ben ona dedim ki;:

  îbni Ziyad namazı geciktirdi, ne buyurursun? Bunun üzerine o, oyluğuma bir vuruş vurdu.  (Ravi, Ebû'l-Bera'nm oyluğumda iz bıraktı, dediğini sanıyor.) Sonra Abdullah ibni's-Samit şöyle dedi:

  Sen bana sorduğun gibi, ben Ebû Zer'e sordum da, ben senin oy* luğuna vurduğum gibi, benim oyluğuma vurduktan sonra dedi ki:

  Namazı (müstehab) vaktinde kıl. Eğer cemaata (sonradan) yeti­şirsen, sen de  (onlarla)  kıl ve ben namaz kıldım, artık kılmıyacağım, deme.»[638]                                  .

 

954 sayılı hodîs-i şerife bakılsın. Burada, kötü'bir niyet taşımaksızın bir arkadaşın oyluğuna vurmada beis bulunmadığı ifade edilmektedir.[639]

 

958— Abdullah ibni Ömer haber verdiğine göre, Ömer İbni'î-Uattab Resûlüllah (Sallalkıhü Aleyhi ve Sellcm) ile beraber, ashabından beş-on kişi­lik bir topluluk arasında (Peygamberlik iddia eden Deccal) îbni Say-yad'a dcğru gittiler. Nihayet onu, Benî Meğale kalesinde delikanlılarla oynarken buldular. O gün, îbni Sayyad bulûğ çağına yaklaşmış bulunuyor­du. İbni Sayyad (Peygamberin gelişinden) haberdar olmadı; nihayet Peygamber   (Sallattâhü Aleyhi ve Sellem) eliyle arkasına vurduktan sonra:

«— Allak'm Kejûlıi olduğuma şahidflik eder misin?» buyurdu.

İbni Sayyad Peygamber'e bakıp, dedi ki:

  Arapların peygamberi olduğuna şahidlik ederim, (biz yahudilerin peygamberi olarak değil). İbni Sayyad sordu: Sen, benim Allah'ın Resulü olduğuma   şahidlik   eder misin?    Bunun   üzerine   Peygamber (Sattallahü Aleyhi ve Sellem) ona sormayı bıraktı, sonra:

«— Ben, Allah'a ve onun (gerçek) Peygamberine iman ettim.» bu­yurdu. Sonra İbni Sayyad'a şöyle dedi:

«— (Rüyada) Ne görüyorsun?» îbni Sayyad dedi ki:

  Bazan bana  (cin tarafından)  doğru haber gelir, bazan da yalan gelir. Hazreti Peygamber buna:

«— İş sana karıştırıldı   (hak ile batıl  birbirine  karıştı).» buyurdu. Peygamber (Saİüalkıh& Aleyhi ve SelUm) :

— Ben içimde senin için bir şey gizli tuttum, (bil bakalım).» bu­yurdu, îbni Sayyad dedi ki:

  O içinde tuttuğun DUHH'dur. (Duhan diyecek yerde, kelimenin bir kısmını söyleyebilmiştir.) Peygamber:

m— Defol git, haddini aşma!» buyurdu, Hazreti Ömer dedi ki:

  Ya Resûlallah! Bunun hakkında, boynunu vurmak üzere bana izin verir misin? Peygamber (Saîlallahü Aleyhi ve Sellem) şöyle buyurdu:

«— Eğer hu adam o Deccal ise, sen ona musallat olamazsın, (onu Öl­dürmeğe gücün yetmez). Eğer Deccal değilse omu öldürmekte senin için hir hayır yoktur, (çünkü mükellef çağma girmemiştir, hem de aramızda emniyet sözleşmesi vardır).»

Ravilerden Salim demiştir ki, Abdullah îbni Ömer'in şöyle dediğini işittim:

Bundan sonra Peygamber (Saîlallahü Aleyhi ve Sellem) Ubeyy ibni Kâ'b El-Ensarî ile bir gün İbni Sayyad'ın bulunduğu hurmalığa gitti. Pey­gamber (SallalbhU Aleyhi ve Selîem) hurmalığa girince, Peygamber hurma ağaçlarının gövdeleri arkasında saklanmıya koyuldu; Peygamberi görme­den önce ibni Sayyad'ın ne söyliyeceğini Peygamber işitmek istiyordu, îbni Sayyad da, kendisine ait hırkası üzerindeki yatağında uzanmış yatı­yordu da, orada mırıltı çıkıyordu. Bu esnada İbni Sayyad'ın annesi Pey­gamber (SdlaihhU Aieyh: ve Selkm) hurma gövdeleri arkasında saklanıyor gördü.. Hemen (oğlu) İbni Sayyad'a,  (ismi ile çağırarak) :

  Ey Safi! Bu Muhammed'dir, dedi. Bunun üzerine İbni Sayyad mı­rıltısını kesip sustu. Peygamber (Sailall&hü Aleyhi ve Sellem) şöyle buyurdu:

«— Eğer (bu kadın) ona bırakaydı, saçmalığım açığa vuracaktı.» Yine Salim der ki, Abdullah (îbni Ömer) şöyle1 demiştir:

  Peygamber (Saîlallahü Aleyhi ve Sellem) insanlar içinde ayağa kalktı da, Allah'ı lâyık olduğu üzere övdü, ona hamd etti. Sonra Deccal'i anlatıp şöyle buyurdu:

Ben sîzi kesin olarak Deccal'in kötülüğünden sakındırırım. Hiç bir Peygamber yoktur ki, kavmini Onunla korkutmuş olmasın. Gerçekten Nuh Peygamber kavmini korkuttu; fakat ben, Decçal hakkında size bir söz söyliyeceğim ki, hiç bir peygamber onu kavmine söylememiştir: Bi-Jîniz ki Deccal şaşıdır, (hak yoldan şaşırtıp saptırır). Allah ise şaşı değidir. (Hak yola götürür).»[640]

 

Bir kimsenin oyluğuna veya arkasına kötülük kaseli olmaksızın vurmada bir beîs olmadığı münasebetiyle getirilen bu hadîs-İ şerifte Deccal'a dair bilgi edinmekteyiz. Hadîste anılan Ibni Sayyad yahut İbni Söid'İn ismi Safi1-dir. Âlimler bunun meşhur Deccal olup olmadığında ihtilâf etmişlerdir. Dec-cal'lerden bir Deccal olduğunda şüphe yoktur. Ibni Sayyod'ın meşhur Dec­cal veya ondan başkası olduğu hakkında Peygamber'e bîr vahi gelmediği içindir ki, onu öldürmek isteyen Hz. Ömer'e müsaade etmemiş ve gerçek halini açıklamamıştır. Ancak Deccal'da bulunacak vasıfları söylemiştir. Asıl Deccal kâfir olacak, çocuğu doğmayacak, Mekke ve Medine'ye girmeye­cek. Halbuki Ibni Sayyad'ın sonradan İslâm'ı kabu! ettiği söylenir. Kendi­sinin oğulları olmuştur. Medine'de bulunmuş ve Mekke'ye gitmiştir. Bunun­la beraber ona doğru ve yanlış haberler geldiği davasında bulunması, gay-be dair bazı haberler vermesi, onun yalancı Deccal'lerden biri olduğunu gösterir. Bu tutumundan vazgeçerek tevbe ettiği ve Medîne'de vefat ettiği de söylenmektedir.

Şimdi şöyle bir soru sorulabilir: Peygamberin huzurunda İbni Soyyad nübüvvet İddiasında bulunduğu halde niçin onu Peygamber öldürtmemiştîr? Bune İki yönden cevap verilmektedir:                                                     '

1— Nübüvvet (peygamberlik) davasında bulunması çocukluk çağında iken olmuştu. Henüz mükellef çağı olan bulûğ çağına ermemişti. Bundan dolayı öldürülmesine Hz. Peygamber İzin vermemiştir.

2— Peygamber (Sallaîlahü Aleyhi ve Sellem)   Medine'ye hicret edince,

Yahudilerle bir barış İmzalamıştı. Yahudilere dokunulmayacak ve kendi iş­lerinde serbest kalacaklar. İşte İbni Sayyad'la Hz. Peygamber arasında ge­çen bu konuşma o barış günlerine tesadüf eder.

Şu muhakkak ki, İbni Sayyad'a Cin ve Şeytanlar vasıtasıyle bazı doğru ve   yanlış   haberler   geliyordu.   Nitekim Peygamber kalbinde Duhan Sûresini tutmuş iken, bunu tam olarak bilememiş ve ancak kelimenin bir kısmını aşıran Cin ve Şeytanın bildîrmesiyle sadece Duhh diye söyleyebilmiştir. Bu haliyle beraber hak yoldan sapmış bir Deccal'dır. Sonunda hak yolu seçip tevbe etmişse, hüküm değişmiş demektir.[641]

 

959— Cabir'den rivayet edildiğine göre, şöyle demiştir:

«— Peygamber (Sallallahü A leyhi ve Seîîem)   cünüb olduğu zaman, iki avuç dolusu sudan üç defa başına dökerdi.»                        

Hasan ibni Muhammed (Ebû Abdullah) dedi ki, benim saçlarım bu miktardan daha çoktur, (üç avuç dolusu ile yıkanmış olmaz), Ravi dedi ki, Cabir hazretleri eliyle beraber Hasan İbni Muhammed'in oyluğuna vurup şöyle söyledi:

«— Ey kardeşim oğlu, Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Seltempin saçları senin saçlarından daha çoktu ve daha da hoştu.»[642]

 

Cünub halden yıkanıp temizlenmenin keyfiyetini beyan eden hadîs-i şeriflerin bir kısmını ifade eden bû hadîs-i şerif, önce bize kötü bir maksat olmaksızın başkasının oyluğuna vurmayı ve bunda bir beis bulunmadığını göstermektedir.

Gusletmenin şekli, bu hususta varid olan hadîslerin bir arada göz önün­de bulundurulmaları şartı ile şöyle : Önce avret yerleri ile vücutta varsa necİs şeyler yıkanıp pislikler giderilir. Sonra bilindiği gibi abdest alınır. Abdesi alındıktan sonra, yukarıdaki hadîs-İ şerifte beyan edildiği gİbİ, üç defa başa su dökülür. İşte bu miktar, iki elin parmaklan birleştirilmek su­retiyle ikİ avuç dolusu kadar suyun üç defa ayrı ayrı başa dökülmesidîr. Bu miktar, böşı yıkamaya kâfidir. Bundan sonra yine üçer defo sağ omuza ve sol omuza dökülerek bütün vücut, kuru yer kalmamak suretiyle tama­men yıkanır. Böylece cünüblükten yıkanılıp ibadet edebilecek duruma ge­çilir. Bu arada ağız ve burun vücudun dış kısmından sayıldığı için bunların da mübalâğalı şekilde yıkanmaları gerekir.[643]

 

(435) Kendisi Oturup Da İnsanların Kendisi İçin Ayağa Kalkmasını Hoş Görmiyen Kimse

 

960— Cabir'den rivayet edildiğine göre, demiştir ki, Peygamber (Sallalfahü Aleyhi ve Sellem) Medine'de bir hurma ağacının gövdesi üzerine attan düştü de, ayağı (bileğinden) çıktı. Biz de onu Hazreti Âişe'nin (Radiyallahuanha) — sofasında ziyaret ederdik. Bir defa ona gittik ki, oturarak namaz kılıyordu; biz ise ayakta kıldık. Sonra diğer bir defa ona gittik ki, farz namazı oturarak kılıyordu; biz ise arkasında ayakta kıldık. Peygamber, oturun diye bize işaret etti. Peygamber namazı ta­mamlayınca şöyle buyurdu:

«— İmam oturarak namaz kıldığı zaman, siz de oturarak namaz kılın ve eğer ayakta kılarsa, siz de ayakta namaz kılın. Acemler büyüklerine yaptığı gibi, imam oturur halde iken, siz ayakta durmayınız.»[644]

 

948 sayılı hadîs-i şerife ve açıklamasına bakılsın.[645]

 

961— Cabir demiştir ki, Ensar'dan bir gencin bir oğlu doğdu da ona Muhammed adını verdi. Ensar (Medîne'li ashab) dediler ki:

  Biz Allah'ın Resulü ile seni künyelemeyiz, (sana Ebû Muhammed = Muhammedin babası, demeyiz). Nihayet yolda oturduk ki, Peygambere kıyamet vaktinden soralım. Peygamber şöyle buyurdu:

«— Bana kıyametten sorasınız diye mî bana geldiniz?» Biz :

  Evet, dedik. Peygamber:

— Hiç bir nefis sahibi canlı yoktur ki, üzerinden yüz yıl geçsin, (bu günde hayatta olanlar yüz sene yaşamış olsun).» buyurdu. Biz dedik ki:

  Ensar'dan bir gencin bir oğlu doğdu da, ona Muhammed ismini verdi. Bunun üzerine Ensar:

  Biz seni Allah'ın Resulü ile künyelemeyiz, (sana Ebû Muhammed demeyiz) dediler. Peygamber şöyle buyurdu :

«— Ensar güzel söyledi. Siz benim ismimle isimleniniz, fakat benim künyemle künyelenmeyiniz.»[646]

 

Bu hadîs-i şerifin konu ile münasebeti açık olarak bilinmemektedir. Şerhlerde de bu hususta bir kayda raslanmamıştır. Şu ihtimal hatıra gelebilir: Ashab yoJ kenarında otururlarken, Peygamber- (SaUallahü Aleyki ve Sellem) onlara karşı çıkagelmiş olduğundan tabiatiyle ayakta bulunuyordu.

Ayakta bulunana karşı oturanlarla da ayağa kalkması gerekir. Araların­daki konuşma, ya her iki tarafın ayakta, bulunması veya hepsinin oturmuş olması şeklinde cereyan etmiştir. Bu keyfiyeti bildirmek maksadı İte hadîsin bu bölümde getirilmiş olması gerektir.

Her canlının ölümü İle kendi kıyameti kopmuş ve hayatı son bulmuştur. Büyük kıyametin kopma zamanı bellî değildir, bunun küçük ve büyük alâ­metleri vardır. Burada bir mucize olarak o tarihte hayatta bulunanların 100 yıldan fazla yaşamış olmayacaklarını Hz. Peygamber açıklamıştır. Veya istisnalar hariç, 100 yıldan fazla ömür olmayacağına dikkati çekmek mâ­nâsına söylenmiş de olabilir.

Künye konusunda bilgi için 842-845 sayılı hadis-i şeriflere bakılsın.         [647]

 

(436) Bir Bölüm

 

962— Cabir İbni Abdullah'dan rivayet edildiğine göre, Resûlüllah (Sellcllahil Aleyhi ve Sellem) (Medine'nin) yüksek köylerinden birinden ge­lerek çarşıya uğradı, iki yanında da insanlar vardı. Sonra kulaksız ölü bir keçi yavrusuna tesadüf etti. Ona doğru uzanıp (küçücük) kulağından tuttu; sonra şöyle buyurdu:

«—Sizden hanginiz, bir dirhem para karşılığında bunun kendisine ait olmasını ister?»

Ashab dediler ki, hiç bir şey karşılığında bunun bize, ait olmasını is­temeyiz. Biz bununla ne yapabiliriz?

Peygamber şöyle buyurdu:

«— (Bedelsiz olarak) Bunun size ait olmasını ister misiniz?» Onlar:

  Hayır, dediler. Peygamber bu sözü onlara üç defa söyledi. Bunun üzerine ashab dediler ki:

  Hayır, vallahi eğer bu oğlak sağ olsaydı, onda ayıp (kusur) bulu­nacaktı; çünkü bu «Esekk»'dir. (Esekk, iki kulağı olmayan hayvana denir.) Nasıl olur, hem bu Ölüdür?

Peygamber şöyle buyurdu:

«— Allah'a yemin olsun ki, size bu kıymetsiz geldiğinden,, dünya ÂIkh'a daha kıymetsizdir.»[648]

 

Dünya nimetleri âhiret- nimetleri ile kıyas edilemeyecek kadar azdır ve kısmetsizdir. Çünkü dünya hayatı her insan için çok kısa bir: zamandır, nimetleriyle beraber geçicidir ve nimetlerini elde etmek, kullanmak da zor­dur. Bİr misafirin, ev sahibinden kısa bir zaman içinde faydalanmasına benzer. Âhiret hayatının sonsuzluğu içerisinde külfetsiz olarak elde edi­lecek bitmez-tükenmez cennet nimetleriyle her türlü meşakkatten uzak ola­rak faydalanmak hali, dünya varlığı ile kıyas edildiği zaman ölü bir oğlak değerini dahi taşımadığı anlaşılır. Bunun için dünya hayatı âhiret hayatına tercih edilerek yaşama yolunu tutmak büyük bir ziyandır. Ancak âhiret hayatını ve sonsuz saadeti kazanmak İçin dünya hayatındaki yaşayışı, Hz. Peygamberin getirdiği din esaslarına ve ahlâkına uygun olarak tanzim et­mek lâzımda. Aksi halde insan, ölü bir oğlağa dahi sahip olamayarak bu dünyadan göçer gider.

Bu hadîs-i şerifi Ebû Davud, taharetle ilgili bölümde zikretmiştir. Ölü bir hayvana veya etine dokunmakla abdestin bozulmadığına delil olarak gösterilmiştir. Şöyle ki :

Peygamber (Salktliahü Aleyhi ve Selleri), ölü-keçi yavrusuna eliyle do­kunduktan sonra ayrılmış ve abdest almadan namazını kılmıştır. Eğer do­kunmakla abdest bozulmuş olsaydı, Hz. Peygamber abdest aldıktan sonra namaz kılacaklardı. Namazla ilgili son kısım Buhârî'nin bu rivayetinde zikredilmemiştir.[649]                                                

 

963— Uteyy ibni Damre demiştir ki, babamın yanında cahiliyetdeki kavmiyyet iddiasında bulunan bir adam gördüm. Babam ona kapalı (kina­ye yollu) değil de, açık olarak sövdü. Bunun üzerine arkadaşları babama baktılar. Babam dedi ki, bu sözümden hoşlanmadınız. Sonra:

— Ben bu hususta asla kimseden korkmam, dedi. Ben Peygamber (Saliallahü Aleyhi ve Sellem/in şöyle buyurduğunu işittim:

«— Cahiliyetin kavmiyyet iddiasını yapana açıkça sövünüz, ona ka­palı söylemeyiniz (ona kinaye yapmayınız).»

(...) Yine Uteyy'den başka bir rivayet yolu ile bu hadîsin aynı nak­ledilmiştir.[650]

 

İslâm'dan önce Arabistan'daki kabileler birbirlerine karşı neseble, soy-sopla, evlâd ve mal çokluğu ile övünürlerdi. Her kabile haklı-haksız kendi mensuplarını korur ve tarafgirlik gayreti ile hem döğüşür, hem de sava­şırlardı. Her kabile kendine has vasıflarla üstünlük davasında bulunur ve bunu şairleri, edibleri vasıtasiyle panayırlarda ve toplantılarda dile getirir­lerdi. Böyle ırkçılık ve sırf neseb şerefi iddiasiyİe kabileler arasında çok kanlar dökülmüştür. Hak ve hukuk çiğnenmiş ve boş yere büyük zulümler işlenmiş olduğu tarİhen sabittir.

İslâm dini bu anlayışı kökünden reddetmiş ve böyle bir davada bulun­mayı affedilmez bir suç saymıştır. Zira insanlar tek bir soydan üremişlerdir. Başlangıç noktası ilk insan Hz. Âdem'dir ve bütün beşeriyet onun neslidir. İnsanlar şeref ve kıymetlerini soylarından değil, ahlâk ve yaşayışlarından, ulvî gaye ve imanlarından kazanırlar. Bütün müminler kardeş olduğuna göre, hiç bîr müminin diğer mümine soyca üstünlüğü olamaz. Allah katın­da üstünlük ve iyilik ancak takva iledir. Takvası, yani Allah'ın emirlerine ve yasaklarına riayeti en ziyade olan, Allah katında en iyi olan kimsedir. Allah katında makbul olan hak din islâm dinidir, bütün peygamberlere gelen tevhîd dinidir. Bu tek ve gerçek din şuuru içinde birleşmek ve yaşa­mak, millet bütünlüğünü, birlik ve beraberliğini, kardeşçe yaşama İmkânını sağlar, Halbuki kabile ve ırk ayırımları sayılmayacak kadar çok olduğun­dan ve kabilelere bağlı gerçek bir hayat nizamı bulunamayacağından soylora bağlı olarak tarafgirlik iddiasında bulunmak, İlim ve şuurdan uzak kalan boş bir davö olur ve arkasından da cemiyet bütünlüğü darmadağın hale gelir.

Peygamber (Sallaîlahü Aleyhi ve Setlem)'den Cabir İbni Abdullah'ın ri­vayet etmiş olduğu şu hadîs-i şerîf bu gerçeği en açık ve en güzel bir se-küde ortaya koymaktadır:

— Ey insan W! Sizin Rabbiniz birdir. Babanız da (Âdem) birdir. Biliniz ki, arap olan hiç bir kimsenin bir yabancı üzerine ye hiç bir ya­bancının arap olan kimse üzerine, hiç bir beyazın siyah (ırk) üzerine, hiç bir siyahın beyaz üzerine üstünlüğü yoktur. Ancak üstünlük ve fazilet takva iledir. Şüphesiz ki, Allah katında en iyiniz, takvası en çok olanınızdır...»

İşte tahribat ve zararı affedilemeyecek kadar büyük olan kavmiyet ve ırkçılık davasında bulunmak, kabile ve soylara bağlı kalarak hak ve ada­leti çiğnemek suçunu işleyenlere en ağır şekilde sövmeğe müsaade edil­mektedir. Bu hareketle kavmiyet davasında bulunanlar susturulmuş olurlar ve utandırılarak bir daha böyle yıkıcı bir iddiada bulunmaya cesaret ede­mezler.                                

İslâm'da yeri olmayan bu neseb davası hakkında fazla bilgi için Tecrİd-i Sarih mütercimi Ahmed Naim Efendinin İslâm'da Dava-İ Kavmiyyet odiı risalesine müracaat edilmesi tavsiye edilir.[651]

 

(437) İnsanın Atacı Uyuşunca Ne Söyler

 

964— (220-s.) Abdurrahman ibni Sa'd'dan rivayet edildiğine göre, demiştir ki, îbni Ömer'in ayağı uyuştu. Bunun üzerine bir adam ona; — taşanlardan en çok sevdiğin kimseyi hatırla, dedi. O da: «— Muhammedi» dedi.[652]

 

Kansn damarlarda donup hareket etmemesinden uyuşukluk meydana gelir ve a'zo çalışamaz olur. İnsan hayatında en çok sevdiği kimseyi ha­tırlayıp anarsa, kalpte bir heyecan ve şiddetli bir hareket meydana gelir ki, bu kan dolaşımını çabuklaştırır. Bunun neticesi olarak da azalarda mevcut uyuşukluk sür'atle ortadan kalkabilir. Uyuşmanın şekline ve heye­can durumuna bağlı olarak bîr tedavi şekli olması mümkündür.[653]

 

(438) Bir Bölüm

 

965— Ebû Musa'dan rivayet edildiğine'yöre, kendisi Meûmc bostan­larından birinde Peygamber (Saîkdîahü Aleyhi ve Seilem) üe beraberdi ve Peygamber (baHalİah'û1Aleyhi ve Seilem) 'in elinde de, su ile çamur arasına dikmekte olduğu bir sopa vardı. Bu esn.-ıda (bostan kapısından) içeri girmek istiyen fcir adam geldi. Bunun üzerine Peygamber- (SallaHahü. A Uyhi ve Selem):

a— Ona kapıyı aç ve onu cennetle müjdele» buyurdu. Ben de gittim, bir de Ebû Bekir'i (RadiyaUahû anh) gördüm; ona kapıyı açtım ve onu cennetle müjdeledim. Sonra başka bir adam içeri girmek istedi. Peygam­ber buna da:

«Kapıyı kendisine aç ve unu cennette müjdele» buyurdu, Ömer olduğunu gürdüm da oıvj. kapıyı açtım ve onu cennetle müjdeledim, Sonra başka bir adam içeri girmek İçin izin istedi. Peygam­ber yaslanmışken, oturup şöyle buyurdu:

«— Ona kapıyı aç ve kendisine isabet edecek veya olacak bîr bela (meşakkat) karşılığında, onu cennetle müjdele!»

  Gittim ki, Osman... Ona kapıyı açtım da, Peygamberin söyledik­lerini ona haber verdim. Osman (Radiyallahu anh)   dedi ki:

  Kendisinden (meşakkat zamanında) yardım istenen ancak Allah'dır.[654]

 

Hayatlarının her safhasında bize edeb ve ahlâk öncülüğü yapan ashab-i kiram, burada da bir bostana veya bahçeye nasıl girileceğini bize öğretmiş oluyorlar. Bir komşu veya bir arkadaşın, etrafı surla çevrili ve kapalı bir bostanına girmek istendiği zaman, kapıyı çalarak oradan İçeri girme iznini istemelidir. Müsaade edildiği takdirde de içeri girmelidir. Ev­lere girmek istendiğinde kapı çalındığı gibi, üç defa müsaade İstenir. İzin verilmezse, dönüp gidilir. Hadîs-i şerîf bu edebi vermek maksadıyle bu bö­lümde getirilmiş olsa gerektir. Bu arada, başka hadîslerle müjdelenen as-habdan 10 kişinin yalnız 3'ü burada zikredilmekle, cennetle müjdelenme haberi kuvvetlenmiş bulunmakta ve'Peygamberin btr mucizesi daha ortaya çıkmaktadır. Hz. Osman'ın şehİd edildiği acıklı vak'aya önceden işaret edilmesi mucize tarafıdır.[655]

 

(439) Çocuklara Musafaha Etmek

 

966— (221-s.) Seleme ibni Verdân'dan rivayet edildiğine göre, de­miştir ki:

  Enes ibni Malik'i-gördüm, insanlarla musafaha ediyordu da, bana sordu:

  Sen kimsin? Ben de dedim ki:

  Leys Oğullarının azadhsıyım.

Bunun üzerine üç defa başımı okşadı ve :

  Allah sana bereket versin, dedi.[656]

 

İki adamın karşı karşıya gelip el tutuşmalarına «Musafaha» denir. Karşılaşma halinde müslümanların musafaha etmeleri, üzerinde ittifak edi­len sünnetlerden biridir. Berâ Hazretlerinden rivayet edilen bir hadîs-i şe­rifin mânâsı şöyle :                   

«— Birbirleriyle karşılaşıp da musafaha eden iki müslüman yoktur ki, birbirlerinden ayrılmadan önce günahları bağışlanmış olmasın.»

Tek elle musafaha edilmesiyle sünnet tamamlanmış olur. İki elle yapıl­ması musafahanm kemâlinden sayılmıştır. Musafahadan önce selâm veril­mesi sortiyle bu sünnet tahakkuk eder. Yabancı kadınlarla, şehvet celbe-decek durumdaki çocuklarla musafaha edilmez.

Bâzı camilerde sabah veya ikindi vakıflarında namaz kılındıktan sonra cemaatın birbirleriyle musafaha etmesi mekruhtur, bid'at sayılmıştır. Çünkü musafaha ilk karşuaşmada meşru kılınmıştır. Bir arada bulunan kimselerin namazdan sonra müsafahada bulunmaları sonradan ortaya ç.kantan bir âdet olduğundan bu sünnet olamaz. Ancak daha önce cemaatle tanışma­mış olup, namaza iştirak eden kimsenin, namazdan sonra dilediği kimse­lerle selâm verdikten sonra musafaha etmesi meşru bir hareket olur.

Musgfctha ederken hamd ve istiğfarda bulunmak, salâvat getirmek müs-tühabdir. Karydaşma halinde musafaha yapılması, karşılaşanfar arasında emniyet ve selâmet telkini İçindir. Birbirlerine karşı güven ve sevgiyi doğurur.

Çocukların başını okşamak da, onlarla musafaha yerine geçer.

(Bu haber için başka bir kaynak bulunamamıştır. Fadlu'llah : C II, s. 430-43/).[657]

 

(440) Musâfaha

 

967— Enes ibni Malik'den rivayet edildiğine göre, demiştir ki, Ye-men'li halk gelince, Peygamber (Sallailahü Aleyhi ve. Seilem) şöyle buyurdu:

«— Yemenliler gelmiştir. Onların kalbi sizinkinden daha duygulu­dur.» İşte ilk musafahaya gelen onlardır.»[658]

 

Yemenlilerin ince duygulu, sağlam imanİı, hikmet'sahibi güvenilir kim­seler olduğuna dair hadîs-İ şerifler varid olmuştur. Tirmizî'nin «Menakıb» bölümünde rivayet ettiği bir hadîsin mânâsı şöyle :

«— Size Yeftıen halkı geldi. Onların yürekleri daha yumuşaktır, kalp­leri daha duyguludur. Gerçdk iman Yemen'c aittir, hikmet de Ycmen'e mahsustur.»

İşte Yemenlilerin ve Hicaz ehlinin Hz. Peygamberi ziyarete gelmele­rinde onunla musafaha ettiklerini Enes ibnİ Malik anlatarak bu vesile ile yüksek meziyetlerini de bize bildirmiş oluyor. Musafaha hakkında bilgi İçİn 966 sayılı hadîs-i şerîf açıklamasına bakılsın.[659]

 

968— (222-s.) Berâ ibni Azib'den rivayet"edildiğine göre, demiştir kit «Kardeşine musafaha etmek, selâm vermenin tamammdandır.»[660]

 

llk karşılaşmada selâmdan sonra musafaha yapıldığına göre, musafaha selâmı tamamlayıcı, birbirine emniyet ve güveni takviye edici bir hareket oluyor. Yalnız selâmla yetinmek, bu kemâl mertebesine erişmemek demek­tir. Musafaha hakkında bilgi için yine 966 sayılı hadîsin açıklamasına mü­racaat edilsin.[661]

(441) Çocuğun Başını Kadının Okşaması

 

969— (223-s.) İbrahim ibni Merzûk Es-Sakafî demiştir ki, babam (Merzûk Es-Sakafî) Abdullah ibni Zübeyr'in hizmetçisi idi de, onu Hac-cac kendisinden almıştı. Babam bana anlatarak şöyle dedi:

«— Abdullah ibni Zübeyr, beni Ebû Bekir'in kızı Esmâ'ya gönderdi ki, Haccac'm onlara ettiği muameleyi kendisine haber vereyim. Esnıâ ba­na dua ediyordu ve başımı okşuyordu; ben ise çocuk yaşta idim.[662]

 

Henüz bulûğ çağına ermemiş küçük yaştaki çocukların şefkat ve iyi niyet hisleriyle, gerek kadınlar ve gerekse erkekler tarafından okşanma­larında bir beis bulunmadığını, bilâkis fazilet ve merhamet ifadesi bulun­duğunu bu haber bize ispat etmektedir.

Abdullah İbni Zübeyr'in hal tercemesi ve Haccac'lo aralarındaki hâ­diseler hakkında bügi için I. cild, 244 sayılı hadîs-i şerif açıklamasına mü­racaat edilsin. (Bu haber için başka bir kaynak bulunamamıştır.).[663]

 

(442) Kucaklaşma

 

970— Cabir ibni Abdullah, İbhi Akil'e anlattığına göre, Peygamber (SüUaUahü Aleyhi ve SeUem)'ın ashabından bit adamdan kendisine bir hadis ulaştı. (Bunu tahkik için şöyle hareket ettiğini Cabir anlatmıştır:)

  Bir deve satın aldım da, yükümü bir aylık mesafe için ona bağla­dım; nihayet Şam'a vardım. Orada Abdullah ibni Enîs vardı. Cabir kapı­dadır diye, oha haber gönderdim. Haccac geri dönüp :

  Cabir ibni Abdullah mı? dedi.

  Evet, dedim. Bunun üzerine Abdullah ibni Enis evden dışarı çıkıp beni kucakladı. Dedim ki, bana bir hadîs ulaştı; onu duymamıştım. Ben ölürüm, yahut sen ölürsün (de bu hadîs gerçekleşmemiş olur) diye kork­tum {ve öğrenmek için sana geldim).

Abdullah ibni Snîs dedi ki:

Peygamber {Sallallahü Aleyhi ve Sellemyin şöyle buyurduğunu işittim: «— Allah kıyamet günü kullan — yahut insanları — çıplak olarak, sünnetsiz olarak ve  (bühmen)  eşyasız olarak Mrraya toplayacaktır.» Biz dedik ki:

  Bühm ne demektir? Peygamber şöyle buyurdu:

«— İnsanların beraberlerinde Jhiç bir şeyleri olmamaktır. Böylece uzakta olan kimsenin duyacağı bir sesle onlara şöyle çağıracaktır (zan­nedersem, o şöyle demişti:

  Yakında olan kimse onu duyduğu gibi, uzaktaki de onu duyacak­tır) :

  Gerçekten sahip, sultan benim; cennet ehlinden hiç kimseye, cehenncinliklerdeü birinin zulümden Ötürü ona davacı olması halinde, cen­nete girmek lâyık değildir. Cehennem ehlinden de hiç kimseye, cennetlik­lerden birinin zulümden ötürü ona davacı olması halinde, cehenneme gir­mek lâyık değildir. (Cennet veya CeKenneme girmeden önce, bunlara hak­ları verilir).» Dedim ki:

  Bu nasıl olur? Biz Allah'a çıplak olarak varlıksız şekilde gideceğiz, (haklan nereden ve nasıl verebiliriz) ? Peygamber :

«— Sevablarla ve günahlarla...» buyurdu. (Zulmedenin sevabı varsa, mazluma hakkı kadar sevabından verilir. Sevabı yoksa, mazlumun güna­hından alınarak ona verilir ve böylece mazlumun yükü hafifletilir).[664]

 

Karşılaşma hallerinde selâm verip musafaha etmek sünnet olduğu gibi, seferden ve gurbetten dönüşlerde, fevkalâde hallerde kucaklaşmak da sün­nettir. Zeyd ibni Harise, Benî Fezare savaşından döndüğü zaman Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Selîem) onu kucakladı. Yine İbni Ömer'den rivayet edil­diğine göre, Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem), Cafer ibni Ebû Talİb'i Habeşistan a gönderdi. Habeşistan'dan geri döndüğü zaman, Peygamber onu kucakladı ve gözlerinden öptü. İyi niyetler dışında olan kucaklaşmaları ise Peygamber yasaklamıştır. Bu münasebetle şu gerçeklen de öğrenmiş bulunuyoruz :

Bİr hadîs-i şerifin doğruluğunu tespit için, şüphe götürmeyen bir İlmi elde etmek için ashab-s kiram aylar mesafesindeki yerlere gitmişler, büyük meşakkatlere katlanarak araştırmalarını yapmışlardır.

Kıyamette insanlar hesap için Ailah'ın huzurunda toplanacakları za­man, anadan doğmuş oldukları halleri üzere çıplak bulunacaklar ve hiç bir şeye sahip olmayacaklardır. Söz ve hüküm, kâinatın sahibi ve yaratıcısı olan yalnız Allah'ın olacaktır ve mazlumun hakkı ödenmeden, ne ehli cen­net cennete, ne de ehli cehennem cehenneme girecektir. Haklar sevap ve günahlarla ödenmiş olacaktır. Hak davasında bulunan kimseye, zalimin sevabı varsa ondan verilecektir. Sevabı yoksa, mazlumun günahlarından hafifletilerek zalime yükletilir ve böylece ilâhî adalet yerini bulur.[665]

 

 

(443) Adam Kızını Öper

 

971— Müminlerin annesi Hazreti Aişe'den rivayet edildiğine göre, şöyle demiştir:

«— Konuşmak ve söz söylemek bakımından ResûltiHah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'e Fatıme'den daha çok benziyen bir kimse görmedim. (Peygamberin kızı Fatıme) babasının yanına girdiği zaman, Peygamber ona kalkıp kendisine merhaba eder, onu Öper ve oturduğu yere onu otur­turdu. Peygamber de onun evine girdiği zaman, o, Peygambere kalkıp elinden tutar, merhaba eder, onu Öper ve kendi oturduğu yere onu oturturdu. Peygamberin vefat etmiş olduğu hastalığı zamanında Fatıme, Pey­gamberin yanına vardı da, Peygamber ona merhaba etti ve onu öptü.[666]

 

Şefköt ve İkrama erkek çocuklardan daha ziyade muhtaç olan kızlara karşı takınılması gereken en müşfik ve en nazik hareketi, her şeyde olduğu gibi yine Hz. Peygamber'in yüksek ahlâkında buluyoruz. Büyük tarafından sevgi ve şefkat, küçük tarafından sonsuz hürmet ve bağlılık... İşte birlik ve beraberlik... Bu neticeyi İslâm ahlâkından başkası veremez.

(947 sayılı hadîs-i şerife bakılsın.).[667]

 

(444) El Öpmek

 

972— îbni Ömer'den rivayet edildiğine göre, şöyle demiştir: Biz bir savaşta idik de insanlar (harpten) bir dönüş döndüler. Biz, (birbirimize veya kendi kendimize)- dedik ki, savaştan kaçmışken biz Pey­gamber (SaîîaHahü Aleyhi ve Sellem)'\e nasıl karşılaşacağız? Bunun üzerine (Çnfa.1 Sûresinin şu onaitıncı âyeti olan) :

= Kim böyle (savaş) gününde kâfirlere aıfka çevirip kaçarsa —an­cak tekrar düşmana atılmak için kendini kaçar gibi göstererek aldatmak veya başka birliğe katılıp savaşmak için müstesna — muhakkak fcî o, Al­lah'ın gazabına uğramıştır. = âyeti nazil oldu. Biz demiştik ki, Medine'ye girmiyelim, bizi kimse görmesin. Sonra girelim (Peygamberin huzuruna) dedik. Bir de Peygamber (SahâllahÛ Aleyhi ve SelUm) sabah namazından çıktı. Dedik ki:

— Biz kaçaklarız, (savaşta firar edenleriz). Peygamber şöyle buyurdu :

«— Siz güç kazanmak için dönüp tekrar savaşacak kimselersiniz, (sa­vaştan kaçanlar değilsiniz).» Biz de Peygamberin elini öptük. O şöyle buyurdu:

«— Ben sizin birliğinizim, (benden yardım görmek için bana sığın­dınız. Bu hareketiniz de bir günah).»[668]

 

Doğrudan doğruya savaştan kaçmak haramdır ve büyük günahlardan sayılmıştır. Enfal sûresinin 16. âyet-i kerîmesi bunu beyan buyurmaktadır. Ayet-i kerîmede İstisna edildiği gibi, daha müsait şartlar altında savaşmak veya aldatmak için savaştan geri dönmek firar sayılmaz ve günah olmaz. Nitekim bu hâdise, Mu'te savaşında cereyan etmiştir. Bu savaşa gönderilen askerlerin sayısı, düşman-kuvvetlerine nispetle çok az bulunduğundan bir yenilgi olmasın ve takviye kuvvetle bunlara karşı çıkılsın diye askerler geri dönmüşlerdi. Bu hususta henüz âyet-t kerîme nâzİl olmamış bulunduğundan, ashab-ı kiram bu savaştan dönüşün sorumluluk derecesini bilmiyorlardı ve Hz. Peygamberin onlara ne söyleyeceğinden korku içindeydiler. Hz. Pey­gamber onları gönül rahatlığına kavuşturunca da, memnuniyetlerini ve bağlılıklarını izhar için Peygamberin elini öptüler.

Bu ve buna benzer hadîs-i şeriflere istinaden âlimlerle adalet sahibi kimselerin ellerinin öpüTmesine cevaz verilmiştir. El öpme İşi, İnsanın dinine ve takvasına hürmet için olur. Dünya menfaati İçin el öpmek caiz değildir. Bir insan başkasıyle karşılaştığı zaman kendi elini öperse bu mekruhtur. İmam Nevevî diyor ki, bir kimsenin zühd ve takvasından, ifİm ve şerefin­den, dürüst ve adaletli oluşundan dolayı dinî sebeplerle eli öpülürse mek­ruh değildir; bu müstahab bîr İş olur. Fakat zenginliği ve dünyalığı için, dünya ehlİnce olan rütbe ve saltanatı için olursa, bu çok şiddetli bir kera­het olur. Bu maksatlarla el öpmenin haram olduğu da söylenmektedir.[669]

 

973— Abdurrahman ibni Hezîn anlatarak şöyle demiştir:

— Biz Rebeze kasabasına uğradık. Bize dendi ki, Seleme ibni Ekva' buradadır. Ona gittim de kendisine selâm verdik. O, iki elini çıkarıp: Bunlarla Peygamber (Sallallahii Aleyhi ve Sellem) 'e bîat ettim, dedi. Öyle büyük bir elini çıkardı ki, sanki deve eli idi. Biz ona doğru kalktık da elini Öptük.[670]

Rebeze, Medine'ye 3 günlük mesafede bulunan ve hicrî 314 yılında harpler neticesi harab olan bir kasabanın adıdır.

Hz. Osman'ın şehid edilişinden sonra ashabdan olan Seleme ibni Ekva' bu kasabaya yerleşip, orada evlenmiş ve lyas, Hasan, Ibnu'l-Hanefiyye ad­larında çocukları olmuştu. Atları geçecek kadar bir koşucu olduğu ve as­habın en cesurlarından biri bulunduğu rivayet edilir. Vefatından birkaç gün önce Medine'ye İnip, orada hicretin 74 yılında 80 yaşında olduğu hal­de vefat etti. Hudeybİye vak'asında ağaç altında, ölünceye kadar sakakat göstermek üzere, Peygomber'e biat etmişti. İşte tabiînden olan Abdurrah­man ibni Rezîn'e bu hâdiseyi anlatması üzerine, Abdurrahman onun elini öpmüştür. Allah hepsinden razı olsun. (El öpme hakkında bilgi İçin, bun­dan önceki hadîs-i  şerife bakılsın.).[671]

 

974— Sabit, Enes'e demiştir ki:

— Elinle beraber Peygamber (SalU&UhÜ AUyhî ve Sellem) 'e dokundun mu? Enes:

Evet. dedi de :

Sabit; onun elini Öptü.[672]

 

(Bundan önceki 2 hadîs-i şerife bakılsın. Bu hadîs için başka bir kay­nak bulunamamıştır.).[673]

 

(445) Erkeği Öpmek

 

975— El-YâzP ibni Amir şöyle demiştir:        

— Biz (Medine'ye) vardık da, «Resûlüllah buradadır» dendi. Biz de; onun ellerini ve ayaklarını öpmiye başladık.[674]

 

Daha geniş bir mânâ ile bu hadîs-i şerifi yine El-Vazi'den, Ebû Dâvud Sünen'inde şöyle rivayet eder:

«Medine'ye vardığımız zaman, develerimizden ötürü acele etmeye ko­yulduk ve ResûlüNah (Sallallahü Aleyhi ve Stftem) 'in elini ve ayağını öpmeye başladık. İçimizden Münzir bekledi de çantasını getirip (İki parçadan İbaret} elbiseleri giydt; sonra Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Setiem)'ç geldi de Peygamber ona şöyle buyurdu :

«Sende yumuşak huy ve vakardan ibaret iki huy var ki, Allah bun­ları sever-.*

Münzir dedi ki:

  Ya Resûlallah! Ben mi bu iki huyla ahlâklanmışım, yoksa Allah mı benî bu İkİ haslet üzere yarattı. Peygamber:

«Bilâkis Allah seni bu iki huy üzere yarattı.» Buyurdu. Münzir dedi ki :

  Allah ve Resulünün razı olduğu iki haslet üzere beni yaratan Allah'a hamd olsun.

Kibir-ve gurur hisleri taşımaksızın güzel ve temiz giyinmenin iyi bir haslet olduğuna bu hadîs-i şerif açık bir delildir. İslâm'ın emrettiği vakar ve şeref üzere giyinip kuşanmak ve edebv üzere konuşup hareket etmek her müslümanın vazifesi ve hakkıdır.[675]

 

976— (224-s.) Suheyb'den rivayet edildiğine göre, şöyle demiştir:

— Ali'yi gördüm,  (amcası)  Abbas'm elini ve ayaklarım öpüyordu.[676]

 

Hz. Abbas'm azadltsı olan Suheyb'in anlattığına göre de, Hz. AIİ, amcası Abbas'm hem elini, hem de ayaklarını öpmüştür. Zühd ve takvası, hem de baba yerinde amcası bulunması sebebiyle, ona karşı yapılan bu hareket bir tevazu ve hürmet nişanesidir.

(Bu haber için başka bir kaynak bulunamamıştır.).[677]

 

(446) Tazim İçin İnsanın İnsana Karşı Ayağa Kalkması

 

977— Ebû Miclez'in şöyle dediği işitilmiştir:

— Muaviye (evden çarşıya) çıktı; Abdullah ibni Âmir ve Abdullah ibni Zübeyr oturuyorlardı. îbni Âmir hemen kalktı ve en oturaklıları bulunan îbni Zübeyr oturdu. Muaviye dedi ki, Peygamber ($t2İ!k$l$h§ AkvM ve Selîcm) göyle buyurdu:

«Kim, Allah'ın kullarının [kendisi için ayakta dikilmesine sevinirse»  bir eve hazırlansın.»[678]

Bir kimseye karşı ayağa kalkmak çeşitli mabatlarla olur ve duruma göre hüküm taşır. Bu hususta âlimlerin birbirinden farklı muhtelif görüşleri vardır. Bunları şu 4 kısımda özetleyebiliriz :   ,

1— Oturan kimseler üzerine büyüklük ve, kibir taslayarak oturanların kendisine kıyamını istemek ve bu maksatla ayağa kalkmak dinen yasaktır.

2— Büyüklük ve kibir taslamayan; fakat kendisi için ayağa kalkıldığı zaman nefsine gurur gibi kötü haller gelmesinden korkulana karşı ayağa kalkmak mekruhtur.

3— Bir kimseye iyilik ve ikramda bulunmak niyyeti ile ayağa kalk­mak caizdir.

4— Seferden veya bir geziden dönenin gelişine sevinerek onunla se­lâmlaşmak için, bir kimseye İsabet eden bir iyilikten dolayı cnu tebrik için,, bir musibete uğrayanı taziye için, yardıma ve korunmaya muhtaç olana muavenet için ayağa kalkmak mendubdur, iyi bir harekettir.

Gazâlî bu hususta şöyle der : Bir kimseyi yüceltmek niyyeti ile ayağa kalkmak mekruhtur, İyilik ve ikram niyyeti ile olursa mekruh değildir.[679]

 

(447) Selamın Başlangıcı

 

978— Ebû Hüreyre, Peygamber (SallalUthü A leyhi veSellem) 'den riva­yet ettiğine göre, Peygamber şöyle buyurdu:

— Allah, Adem(SaIlallahü Aleyhi veSellem) 'i boyu aîtmiş zira' = (dir­sekle parmak uçları boyu hesabiyle altmış arşın) olarak yarattı. Ona dedi ki, şu oturmakta olan melekler topluluğuna git de selâm ver; sonra sana ne cevap vereceklerini dinle. Çünkü bu selâm senin ve senin nesli­nin selamlaşma şeklidir. Âdem de:

  Esselâmu aleyküm, dedi. Melekler ise :

  Esselâmu Aleyke ve rahmetulîahi, diyerek ona ve rahmetullahi sözünü ziyade yaptılar. Cennete her girecek olan Âdem'in suretinde (en güzel şekilde) girecektir. Bu ana kadar da insanların yaratılışı noksan-laşagelmiştir, (Boy, güzellik ve bünye bakımından...).[680]

 

Selâm, kusurlardan ve noksanlıklardan, her türlü afet ve kederden beri bulunma mânâsına gelen bir İsimdir ve Allah Tealâ'nın 99 İsminden — Esma'i Hüsna'dan biridir. Geniş ve asıl mânâsı itibariyle ayıp ve afattan beri bulunmak mânâsındg olduğu için, müslumanlarin birbirleriyle karşıtaşmaları halinde karşılıklı dua yerinde kullanılır. «Selamet üzere olasın, her türlü afat ve kederden beri olasın, Allah'ın rahmeti üzerine olsun...» dileğini ifade için, «Esselâmu Aleyk» veya «Esselâmu Aleyküm» denir. Bu şekilde selamlaşmanın ilk olarak Hz. Âdem'den başladığını Peygamber Efendimiz bize haber vermektedir. Allah'ın selâmetini İstemekten daha gü­zel ne olabilir? Cenab-ı Hak, Kur'an-ı Kerîm'de müteaddit ayetlerle selam­laşmamızı bize emrediyor :

«— Ey iman edenler! Kendi evlerinizden başka evlere, sahipleriyle alışkanlık peyda etmeden, (izin almadan) ve selâm vermeden girmeyin; bu sîzin için daha hayırlıdır. Olur ki, iyi düşünürsünüz de hikmetini an­larsınız.» (Nûr Sûresi, âyet: 27)

«— Evlere girdiğiniz vakit, Allah tarafından mübarek ve hoş bir sağ­lık dileği olarak kendinize selam veri». îştc Allah âyetleri site böyle faeynn eder; tâ ki anhyasınu.» (Nur Süresi, âyet: 61)

«—t Bir selâmla selâmlanâığmız zaman, siz ondan daha güzeli ile ya­hut ayniyle selâmı alıp, karşılık verin. Şüplhe yok ki Allah, her şeyin he­sabını hakksyle görendir.» (Nisa Sûresi, âyet: 86)

Esselâmu Aleyküm deyip selâm verene, Aleyküm selâm ve Rahmetuflah şeklinde ziyadesiyle veya sadece Ateyküm Selâm karşılığını vererek ayniyle mukabele edilir.

Dünyada bulunan keder ve meşakkatlerin hiç biri Cennette bulunma­dığı, için Cennetin bir adı da Daru's-Selâm'dır. Orada da müminlerin bir­birlerine duası hep selâmet dileğidir. Yûnus sûresinin 10. âyetinde şöyle buyuruİmaktadır:

«— Müminlerin cennette duaları, Allah'ım! Seni teşbih ve tenzih ede­riz, sözüdür ve aralarındaki dilekleri de hep Selâm'dir. Dualarının son ise, bütün hamdler alemlerin Rabbine mahsustur, gerçeğidir.»

İbrahim Sûresinin 23. âyetinin sonunda da şöyle buyurulmaktadır :

— Cennette müminlerin birbirlerine sağlık temennileri Selâm'dur.

Anlaşılıyor ki, başlangıç ve son itibariyle müminlerin parolası ve saadet düsği Selâm sözüdür. Selâmı yaymanın ve bu sünneti yerine getirmenin faziletine dair pek çok hadîs-İ şerif gelecek ve kimlerin kimlere selâm ve­receği beyan edilecektir. Yerlerinde gerekli tafsilât verileceğinden, burada fazla açıklamaya lüzum görülmemiştir.

ille insan Hz. Âdem'de beşeriyet vasıfları en mütekâmil olduğu için, her mümin onun suret ve şeklînde cennete girecektir. Aza noksanlıkların­dan salim bulunacaklardır. Hz. Âdem'den bu yana zaman geçtikçe insan­oğlunun suretinde bazı noksanlaşmaların olagelmekte bulunduğunu da bu hadîs-i şeriften öğrenmiş bulunmaktayız. İnsanların bünye sağlamlığı, boy uzunluğu, yapt ve ömür bakımından noksanlaşrnakta bulundukları ilmî gerçeklerle de ispatı mümkün olsa gerektir.[681]

 

(448) Selamı Yaymak

 

979— Berâ'dan rivayet edildiğine göre, Peygamber (Saİlaltahü Aleyhi ve Sellem) şöyle buyurdu:

«— Selâmı (insanlar arasında) yayın; selâmet bulutsunu»[682]

 

Müslümanlar arasında muhabbet ve sevgiye vesile olan selamlaşma işini yaymakla, hem sevgi ve güven kazanılır, hem de sünnetin sevab ve faziletine kavuşulur. Birbirine karşı yabancı gibi duran, birbirinden ürker durumda olan kalpler de, selamlaşma sebebiyle yatışarak ünsîyet ve sami­miyete doğru yönelir. İslâm'da esas olan din kardeşliğidir; selâm da bu kardeşliğin en güzel bîr belirtisidir. Bu balamdan selâmı yaymanın fazilet ve sevabı çok büyüktür.[683]

 

980— Ebû Hüreyre'den rivayet edildiğine göre, Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) şöyle buyurdu:

«— İman etmedikçe cennetle giremezsiniz; sevişmedikçe de mümin olamazsınız. Kendisi ile sevişeceğiniz bir şeyi size göstereyim mi?» (Ashab) dediler ki: — Evet, ya Resûlaîlah! Peygamber: «— Aranızda selâmı yayınız.» buyurdu.[684]

 

Birbirini sevip saymayanlar gerçek mümin değillerdir. Müminler ara­sında muhabbet ve bağlılık bulunmayan bir toplum, İslâm toplumu olama­yacağından, orada İslâm düzeni bulunamaz ve İslâm yaşanamaz. İşte bu esasa varabilmek için içten gelen bir samimiyet ve sevgi ile selamlaşma tsîne başlayıp, gayeye doğru gitmelidir.[685]

 

981— Abdullah ibni Amr'dan rivayet edildiğine göre, demiştir ki, Resûlüîlah (SaUaltahii Aleyhi ve Sellem)  şöyle buyurdu:

«—Rahmim == Rahmeti boll olan Allah'a ibadet edin, yemek yedirin, selâmı yayın; cennetlere girersiniz.»[686]

 

Allah'a ibadet etmek, onun bütün emirlerini hak bilip, onları yerine getirmek ve yasaklarından sakınmaktır. Peygamberin İbadet anlayışını ve yaşayışını uygulamaktır. Farz olan ibadetler yanında muhtaçlara, komşu ve misafirlere yemek yedirip onlara ikramda bulunmak ve İnsanlar ara­sında selâmı yaymak işleri zikredildiğine göre, bunların taşıdığr manevî değerler büyüktür. Yemek yedirip ikramda bulunmak ve selâm vermek, İnsanlar arasında sevgi ve yakınlık doğurur, kardeşlik duygularını geliş­tirir. Kardeş olarak yaşayan müslümanlar da kemâle ermiş bulunacakla­rından cennetlik olurlar. Zira birbirlerine karşı kin, hased, nefret, kıskançlık duygularını taşımayip cömertlik, merhamet, sevgi ve saygı besleyenler en olgun müminlerdir. Elbette bunların yeri Cennet olur.[687]

 

(449) Önce Selâm Veren

 

982— (225-s.) Beşîr ifcmi Yesâr'dan rivayet edildiğine göre, şöyle demiştir;

«— İbni Ömer'den Önce selâma başhyan, yahut selâmda Öne geçen kimse olmamıştır.»[688]

 

Selâm vermeden önce konuşmaya başlomomaitdır. Selâm, Allah'ın isimlerinden biri olduğu için, ondan önce başka kelâma geçmek uygun düşmez ve selâmet dileği olan selamlaşma işi zamanında ve yerinde, ye­rine getirilmiş olmaz. Aynı zamanda önemli sünnetlerden biri olan selâm vermenin faziletini, önce selâma başlayan kazanmış olur.             

(Bu haber için başka bir kaynak bulunamamıştır.).[689]

 

 983— Câbir'in şöyie dediği işitilmiştîr:

«— Süvari piyadeye,   pivâcîe  (yaya yürüyen)  oturana selâm verir. Yürümekte olan iki kişiden hangisi önce selâm verirse, o daha fazilet­lidir.»[690]

Selâma ilk başlayansn Alloh katında daha faziletli olduğunu bu haber de teyid etmektedir. Bu fazilet hal itibariyle aynı durumda olanlara aittir. Karşılaşan iki süvari, iki piyade gibi...

(Bu haber için başka bîr kaynak bulunamamıştır.).[691]

 

984— İbni Ömer'den haber verildiğine göre : Müzeyne kabilesinden olan ve Peygamber (Sûltellâhü Aleyhi ve Sellem) ile sohbeti buiunan El~ Ağarr'ın, Am* ibni Avf Oğullarından bir adamda birkaç kilo hurma ala­cağı vardı da (bunu almak için) defalarca ona gidip gelmiştir. El-Ağarr

dedi ki:

«—Ben Peygamber (Sattalîahü Aleyhi ve Sellem)'e (şikâyet için) gittim de, benimle beraber (borçluya) Ebû Bekir'i gönderdi. (Yine El-Ağarr) anlattı:    Hf?r karşılaştığımız kimseler bize selâm verdiler. Ebü Bekir dedi ki:

— Görmüyor musun, insanlar senden önce sana selâm veriyorlar; böylece mükâfat onların oluyor?» İnsanlara önce selâm ver ki, mükâfat senin olsun. Bu son sözü İbni Ömer kendiliğinden söylemiştir.[692]

 

Bu hadts-i şerif de, önce selâm vermenin faziletini beyan efmekîedîr. (Buna Taberanî tahriç eylediğini, Fadlu'llah, şerhinin İt. cİld, 447. sayfosının dip notunda kaydetmiştir.).[693]

 

985— Ebû Eyyub'den rivayet edildiğine göre, Resûlüllah (Sallallahu A ieyhl ve Setlem) şöyle buyurdu :

«— Müslüman bir kişinin, üç günden çok kardeşine darılması (onun­la konuşmaması) helâl olmaz. O halde ki, karşılaşırlar da biri öteye, biri beriye döner. Bunların en hayırlısı, selâm ile söze başlayandır.»[694]

 

Bu hadîs-İ serîf, müslümanın müslümana dargınlığı bölümünde geçmişti. 399 sayılı hadîs-i şerife bakılsın. Hadisin kaynakları orada verilmiştir.[695]

 

(450) Selâmın Fazîletî

 

986— Ebû Hüreyre'den rivayet edildiğine göre, bir adam, bir mec­liste oturmakta olan Resûlüllah (SaUatlahüAleyhiveSellem)'e uğrayıp:

  ESSELÂMU ALEYKÜM dedi. Bunun üzerine Peygamber: «— (Bu selâm kargılığı olarak) On sevab vardır.» buyurdu. Sonra başka bir adam gelip:

  ESSELÂMU ALEYKÜM VE RAHMETÜLLAH, dedi. Peygamber buna : «Yirmi sevab vardır.» buyurdu. Daha sonra başka bir adam gelip:

— ESSELÂMU ALEYKÜM VE RAHMETULLAHİ VE BEREKATÜH, dedi. Buna da: «Otuz sevab vardır.» buyurdu. Sonra meclisten (ayrılmak üzere) bir adam kalkıp selâm vermedi. Bunun üzerine de Resûlüllah (SaiiaUahü Aleyhi ve Sellem) şöyle buyurdu:

«— Arkadaşınız unuttuğunu (selâmını) ne çabuk unuttu! Sizden bi­riniz meclise geldiği vakit selâm versin de, eğer oturmayı uygun görürse otursun. Meclisten de (ayrılmak üzere) kalktığı zaman (yine) selâm ver­sin. Evvelki selâm, son selâmdan daha lâyık değildir.»[696]

 

Karşılaşma halinde selâm vermek sünnet olup, buna karşılık vermek vacibdir. Yalnız «Etselâmu aleyküm» demekle bu sünnet yerine getirilmiş olur. Ancak bundan sonra ziyade edilen «Ve rahmetullahı ile ve berekâiüh sözlerinin her biri karşılığında ayrıca onar mükâfat vardır.» Selâm verenin bu ziyadelerine ayniyle mukabele edİlîr. Bu miktardan noksonıyle selâm verenlere ise, ziyadesiyle mukabelede bulunmak müstahabdır.

İşte karşılaşma halinde bu şekilde verilen selâm, bîr meclisten ayrılma halinde de aynen verilir. Bu da sünnettir ve alınması vacibdir. Böylece bir hasene karşılığında 10'dan 3Ö'a kadar mükâfat vardır.[697]

 

987— (226-s.) Razreti Ömer'den rivayet edildiğine göre, şöyle demiş­tir : (Bir hayvan üzerinde ettiğimiz yolculukta) ben, Ebû Bekir'in terki­sinde idim. Rasgeldiği insanlara ESSELÂMU ALEYKÜM deyince, onlar:

ESSELÂMU ALEYKÜM VE RAHMSTULLAH diyorlardı. (EbÛ Bekir) : ESSELÂMU ALEYKÜM VE RAHMETULLAH deyince, onlar: ESSELÂ-MU ALEYKÜM VE RAHMETULLAHİ VE BEREKÂTÜH diyorlardı. Ni­hayet Ebû Bekir şöyle dedi: Bugün insanlar, çok fazlasiyle, bizi faziletçe geçtiler.[698]

 

«Esselâmu Aleyküm» sözü üzerine ziyade edilen lâfızlardan Ötürü fazla sevcb elde edildiğini bu haber de, daha önceki hadîs-i şerife uygun olarak teyid etmektedir. Fazla fazilet elde etmek için bu ilâveler yapılmalıdır.

(Bu haber için başka bir kaynak bulunamamıştır.).[699]

 

988— RegûlüÜah (Satîalhhü Aieyhİve SeUem)'in şöyle buyurduğu Hz. Aişe'den rivayet edilmiştir;

«— Yahudiler, selâm vermek ve amîn deme'k sözleri üzerine size ha-sed ettikleri, kadar hiç bir şey üzerine size hased etmiş değillerdir.»[700]

 

Her namazda okunan Fatiha sûresinin sonunda «Âmîn s= Allah'ım kabul buyur» denir ki, bunun fazileti hakkında müteaddit hadîs-î şerifler vardır. Selâm vermenin de böyle fazilet ve sevabı çok olduğundan bu ni-matlere sahip olan müslümanlara Yahudilerin hesed edişi daha fazla ol­muştur. Burada hasedi belirtmekle, selâm ve amîn sözlerinin faziletlerinin ziyadelİğine işaret edilmektedir.[701]

 

(451) Selâm, Aziz Ve Yüce Olan Allah'ın İsimlerinden Bir İsimdir

 

989— Enes'den rivayet edildiğine  göre,   demiştir ki,   Peygamber (Sallaliahü Aleyhi ve Sellem) şöyle buyurdu:               

— Selâm, Allah Tealâ'nm isimlerinden bir isimdir İki, onu Allah (selâmlaşmak için) yeryüzüne koymuştur; o faalde aranızda selâmı yayı­nız.»[702]

 

978 sayılı hadîs-i şerifin açıklamasına bakılsın. Ayrıca selâmı yaymanın faziletine dair 979-981  sayılı hadîslerin tercemesine müracaat edilsin.[703]

 

990— îbni Mes'ud'dan nakledildiğine göre, şöyle demiştir:

— Ashab, Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'in arkasında namaz kılarlardı. Namaz kılanlardan biri ESSELÂMU ALELLAH = Selâm Al­lah üzerine olsun, dedi. Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)   namazını bitirince:

«— Kimdir o, E s sel â mu Alcüah diyen?» buyurdu. Selâm =s Noksan­lıklardan beri bulunan, Allah'dır. Anc»k siz şeyle deyiniz: Et-îtehıyyatü liilâhi ve's-Salâvatu ve'T-Tayyîbatü = Bütün tazimler, her çeşit ibadetler ve en pak övgüler Allah'a mahsustur. Es-Selâmu aİeyke eyytihennebiyyu ve rahmetuİlahi ve berekâtühü =: Sana selâm olsun, ey Peygamber! Al­lah'ın rahmeti de, bereketleri de... Es-Selâmu aleyna ve alâ ibadillâbi's-Salihîne — Selâm bise -olsun, Allah'ın salih kullarına da... Eşhedü en la ilahe illallah ve eşhedü enne Muhummeden abduhu resûiühu ;= Allah'dan başka bir ilâh olmadığına şahidlik ederim. Muhammed'in de onun kulu ve peygamberi olduğuna şahidlik ederim.» Sizden biriniz Kur'an'dan sûre öğrenir gibi, ashab bu duayı öğrenirlerdi.»[704]

 

Ibni Mes'ud'un rivayeti ile sabit olan bu .dua, namazların teşehhüdünde okunur. İbni Mes'ud hazretleri der ki, Resulü İlah bana Kur'an sûrelerini nasıl öğretti ise, elimden tutarak bu teşehhüd duasını da öyle öğretti. Na­mazların her oturuş halinde okunması vacibdİr.

Allah Tealâ bütün noksanlıklardan münezzeh ve bizatihi selâm olan ezelî ve ebedî bir varlık bulunduğundan, ona selâm verilmez; biz kendi­mize ondan selâmet ve rahmet dileriz. Nitekim rahmet Allah'a olsun, den­mez,- Allah'ın rahmeti bizim üzerimize olsun, denilir. Daha önce ifade edildİği gibi Selâm, güzel isimlerinden bir isimdir. Bu ismin delâlet ettiği mâ­nâlardan biz fayda ister ve umarız.[705]

 

(452) Müslüman Müslümanla Karşılaştığı Zaman Ona Selam Vermesi, Üzerine Düşen Vazifedir

 

991— Ebû Hüreyre'den, Peygamber(SallallahüA.îeyhiveSellemj'in şöy­le buyurduğu rivayet edilmiştir:

«— Müslümanın müslüman üzerine olan hakSu beştir.» (Ashab tara­fından) denildi ki, bunlar nelerdir? Peygamber buyurdu:

«— Müslümanla karşılaştığın zaman ona selâm ver. Seni davet ettiği zaman ona icabet et. Senden öğüt istediği zaman ona nasihat ver. Aksırıp da Allah'a hamd ettiği «aman ona teşmît et s= Yerhamukellah s= Allah sana merhamet etsin, de. Hastalandığı zaman onu ziyaret et. Vefat edince de onun cenazesinde bulun, (namazını kıl ve teşyi' et).»[706]

 

İslâm'da kardeşlik duygularının yerleştiğine ve gerçekleştiğine birer alâmet olan bu 5 şey, müslümanlar üzerine düşen birer vazife ve hak ol­muşlardır. Bunların ihmal edildiği veya yerine getirilmediği cemiyette İs­lâm kardeşliği zayıflamış veya yok olmuş demektir. Bu önemlerine _binaen, her mümin üzerine düşen bu kardeşlik görevini yapmakla, hem vazifesini yapmış olur, hem de büyük manevî sevablara kavuşmuş bulunur. 519 sayılı hadîs-i şerife bakılsın.[707]

 

(453) «Yürüyen Oturana Selam Verir»

 

992— Abdurrahman ibni Şibl demiştir ki. Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'m şöyle buyurduğunu işittim:

«— Süvari piyadeye selâm versin, piyade oturana selâm versin; az ftlan (topluluk) çok olana selâm versin. Böylece selâm, ona icabet edene

Bittir. İcabet etmiyene bir şey  (vebal) yoktur.»[708]

 

Süvari, piyadeye nazaran daha hareketli ve rahat durumda bulundu­ğundan ve piyadeden daha üstün bir mevkide olduğundan adalet ve em­niyeti sağlama bakımından önce selâma başlaması daha uygundur.

Yaya yürüyen hareket halindedir, oturmakta olan sükûnet halindedir ve oturana rasgelen yolcular çok olur. Yolcular içinde yabancılar da bulu­nabileceğinden, oturana güven telkini gerekir. Oturmakta olan bîr kişinin gelip geçenlere selâm vermesi daha güçtür. Bu gibi sebeplere binaen yü­rüyen adam oturana selâm verir.

Az olan topluluk çok olana selâm verir; çünkü düzen ve vakar bu şe­kilde daha güzel temin edilmiş olur. Bİr kişinin birden çok kimselerle kar­şılaşması halinde, onun bu topluluğa selâm vermesi ve bu topluluk içinden bir kişinin selâmı alması, karışıklığa ve külfete meydan verilmeksizin en kısa yoldan işin bitirilmesidir. Bunun İçin topluluk İçinden bîr kişinin selâmı alması kifayet eder, diğer selâma mukabele etmeyenlere bîr vebal gerekmez.

Abdurrahman    İbni    Şibl    kimdir? :

Medîne'li ashabdan olup, Evs kabilesîndendir. Ensar'ın ileri gelenle­rinden ve âlimlerinden biri idi. Humus veya Şama geçip, orada ikâmet ot-tİği ve orada ikâmeti sırasında Hz. Muaviye'nİn kendisine bir mektup gön­dererek insaniara ilim öğretmesini istediği rivayet edilir. Muaviye'nİn bu isteği üzerine, o da İnsanlara va'z etmiş ve Resûlüüah dan duyduğu bazı hodîs-i şerifleri nakletmiştİr. İşte burada selâmla ilgili olarak geçen hadîs-i şerîfi de Abdurrahman hazretleri bu esnoda rivayet etmiştir.[709]

 

993— Ebû Hüreyre'den rivayet edildiğine göre, Resûiüllah (SallaİlaMI Aleyhi ve Se Hem) şöyle buyurdu:

Siüvari piyadeye, piyade oturana ve azlık çokluğa selâm verir.»[710]

 

Bundan önceki hadîs-i şerife ve açıklamasına bakılsın.[711]

 

994— (299-s.) Cabir'in şöyle dediğini Ebû Zübeyr işitmiştir; — İki piyade karşılaştığı zaman, bunlardan hangisi önce selâm verir­se, o daha fazla fazilet sahibi olur.[712]

 

983 sayılı habere müracaat edilsin. (Bu haber İçin başka bir kaynak bulunamamıştı.).[713]

 

(454) «Süvarinin Oturana Selam Vermesi»

 

995— Ebû Hüreyre'den rivayet edildiğine göre, Peygamberşöyle buyurdu:

— Süvari piyadeye, piyade de oturana, aslık çokluğa selam verir.»[714]

 

Hal, vaziyet ve hareket itibariyle daha iyi durumda olan kimse ötekine selâm verir. 8u edeb bakımından gözetilmesi gereken bîr vazifedir. Bunun aksini yapmak günahı icab ettirir bir hareket değildir. Süvari, kendisinden az hareketli bir yaya adama selâm verince, bundan daha az hareketli bu-Junan oturucuya da önce selâm vermesi tabiîdir. Hadîs-i şerifin gelişinden bu mânâ çıkmaktadır. 993 sayılı hadîs-i şerife ve kaynaklarına bakılsın.[715]

 

996— Fudale hazretlerinden rivayet edildiğine göre,  Peygamber (Sallailahû Aleyhi yt Selîem)  şöyle buyurdu:

«— Süvari oturana ve azlık da çokluğu selâan verir.[716]

 

Süvarinin oturana selâm vermesi gerektiğine dair önceki  hadîs-i  şe­riften kapalı olarak çıkarılan mânâ, burada açık olarak ifade edilmiştir.[717]

 

(455) Piyade Süvariye Selâm Verir Mi?

 

997—  (230-s.) Şa'bî'den rivayet edildiğine göre, kendisi bir süvari ile karşılaştı da, ona selâm verdi, (süvariden önce selâm verdi. Ravi Hu-sayn demiştir ki), bunun üzerine ben: Önce selâm mı veriyorsun? dedim. O (Şâ'bî), şöyle cevap verdi: Şurayh'i yürürken gördüm, önce selâm veriyordu.[718]

 

Her ne kadar süvarinin piyadeye selâm vermesi gerekirse de, buna meydan bırakmadan yaya yürümekte olanın önceden selâm vermesinde bir beis bulunmamaktadır. Bu da bir tevazu ve fazilet sayılır. Bu haber için başka bîr kaynağa da raslanmamtştır.[719]

 

(456) Azlık Çokluğa Selâm Verir

 

998— Fudale ibni Ubeyd'den rivayet edildiğine göre,Peygamber (Sailalkhii Aleyhi ve Settem) şöyle buyurdu :

Süvari piyadeye, piyade oturana ve azlık çokluğa selâm verir.»[720]

 

Bir şahıs küçük topluluktan ibaret olan bir meclise girdiği zaman bir selâm İle beraber hepsini selâmlamış olur. Bu topluluktan muayyen kimse­lere selâmı tahsis etse, bunda da bir beis yoktur. Muhatab olanlardan yat-nız bir şahsın selâma icabet etmesi kifayet eder. Birkaç kışının selâma ica­bet etmelerinde de bir beis olmaz.

Eğer girilen meclis büyük bir kalabalıktan ibaret olup, bunların hep­tisine selâmı duyurmak mümkün değilse, o zaman, meclise ilk girişte kar­şılaşılan şahsa selâm verilir. Böylece selâmı duyanlardan birinin selâma icabet etmesiyle sünnet yerine getirilmiş olur. Selâmı duymayan diğer kim­selere ayrıca seiâm vermek gerekmez. Meclistekilerden bir kişinin veya birkaç kişinin selâmı almalarıyle diğer kimselerden farziyyet düşer.

Eğer büyük bir topluluk küçük bir topluluğun yanına girerse, yahut yaşlı bîr kimse küçüğün yanına girerse, bu takdirde meclise varanın önce selâm vermesi gerekir; ve yine bunlardan bir kişinin selâm vermesiyle sün­net edâ edilmiş olur Meclisten bir kişinin İcabet etmesiyle de diğerlerinden selâma icabet farziyyeti düşmüş olur. 996 sayılı hadîs-i şerife bakılsın.[721]

 

999— (Başka bir rivayet yolu ile yine) Fudale'den rivayet edildi­ğine göre, Resûlüllah (Sallalîahü Aleyhi ve Sellem) şöyle buyurdu :

«— Süvari piyadeye, piyade oturana ve azlık çokluğa selâm verir.»[722]

 

995-998 sayılı hadîs-i şeriflere bakılsın.[723]

 

(457) Küçük Büyüğe Selâm Verir

 

1000— Ebû Hüreyre'nin şöyle dediği işitilmiştir:

— Resûlüllah (SaÜattahü Aleyhi ve Setlem) buyurdu ki:

— Süvari piyadeye, piyade oturana ve azlık çokluğa selâm verir.»[724]

 

993 sayılı hadîs-i şerife bakılsın.[725]

1001— Ebû Hüreyre'den rivayet edildiğine göre, demiştir ki:

— Resûlüllah {SaÜattahü Aleyhi ve SeHem) şöyle buyurdu:

«— Küçük büyüğe, yürüyen oturana ve azlık çokluğa selâm verir.»[726]

 

Küçükten büyüğe hürmet gerektiği için, önce küçüğün büyüğe selâm vermesi meşru kılınmıştır. Burada küçüklükten maksat, yaş küçüklüğüdür. Aynı yaşta bulunan iki kimseden diyanetçe daha aşağı olan selâma önce başlamalıdır. Henüz bulûğa ermemiş bir çocuk, büyük bir adama selâm vermiş olursa, bu selâma icabet vacİb olur. Bİr cemaata selâm verilse de, içlerinden bir çocuk bu selâma icabet etse, kifayet eder; diğerlerinin ica­betine lüzum kalmaz.

Çarşt ve pazar gibi kalabalık yerlerde İş icabı dolaşan kimsenin bazı şahıslara selâm vermesiyle sünnet ifa edilmiş olur. Her karşılaşılana selâm vermek görevi yoktur.[727]

 

(458) Selamın Hududu

 

1001/M.— (231-s.) Ebû Zinad'dan rivayet edildiğine göre, şöyle detir:                                                                                                         

Zeyd ibhi Sabit'in oğlu Harice, babası Zeyd'in (Halife bulunan Mua-viye'ye yazdırdığı) mektubunda; selâm verince şöyle yazardı:

— Esselâmu aleyke. ya emîre'l-Müminin ve rahmetullahi ve berekâ-tühu ve mağfiretuhu ve tayyibu salâvatihi — Selâm üzerine olsun, ey mü­minlerin Enıîri! Allah'ın rahmeti de, bereketleri de, mağfireti de, pâk olan rahmetleri de...[728]

 

Bu haberden öğreniyoruz ki, selâm sözüne «ve rahmetullahi ve bere-kâtuhu ve mağfiretuhu ve tayyibu salâvatihi» sözleri ileve edilebilir. Fakat İbni Abbas hazretlerinden rivayet edilen bir habere göre, selâm «ve be*-rekâtüh» sözü ile biter. Buna daha fazla ilâve yapılmaz. İşlerin en hayırlısı orta hal üzere bulunan olduğundan, aşın hareketler pek makbul değildir. Her şeyin ölçülü olması, hal ve vaziyetin gereğine uygun düşmesi din ve ahlâkça makbul olan husustur. (Fadlu'llah : C. II, s. 462)

(İlerde gelecek olan 1131 sayılı habere bakılsın.).[729]

 

(459) İşaretle Selâm Veren Kimse

 

1002— (232-s.) (Basra'da görülen) EbûKurre El-Horasanî şöyle de­miştir: Enes'i gördüm, bize rastgelmişti de, eliyle bize işaret edip, selâm veriyordu! Kendisinde abraşlık (veya saç ağarması) vardı. Hz. Hasan'ı da gördüm saçlarını sarı renkle boyuyordu ve siyah sarık giyiyordu. (Ye-zid ibni Seken'in kızı) Esma da şöyle dedi :

«— Peygamber (Saltalfahü Aleyhi ve SelUm) elini eğerek hanımlara se­lâm verdi.»[730]

 

Nese'î, Cabir'den rivayet ettiği bir hadîs-i şerifte şöyle buyurulmaktadır: «Yahudi'lerin selâm verişi gibi selâm vermeyiniz. Onların selamı baş­larla ve ellerledir.» Yalnız ve veya baş İşareti yaparak, selâm sözünü İfade etmenin caiz olmadığı bu hadîs-i şeriften anlaşılmaktadır. Selâm telâffuz edilmekle beraber, elle işarette bulunulursa, bunda da bir mahzur bulun­madığı yukarda rivayet edilen haberden İstidlal edilmektedir. Işittiremeye-cek kadar uzakta veya mahzurlu bir halde bulunanın yine el işareti yapa­rak selâm vermesinde bir beis yoktur.

(Bu haber için başka bir kaynak bulunamamıştır.).[731]

 

1003— (233-s.) Müsa} babası Sa'd'dan rivayet ettiğine göre, babass, Abdullah ibıai Ömer ve Kasım ibni Muhammedi ile yola çıktı. Nihayet Şerif denilen yere indikleri zaman, Abdullah ibni Zübeyr'e tesadüf edildi. Abdullah ibni Zübeyr onlara işaretle selâm verdi. Bunlar da, ona selâmı iade ettiler.[732]

 

Bundan önceki habere ve açıklamasına bakılsın, 8u haber için de baş­ka bir kaynak bulunamamıştır.[733]

 

1004— (234-s.) Ats ibni Ebi Keban'dan rivayet edildiğine göre, şöyle demiştir:

— Ashab, elle selâm vermeyi boş görmezlerdi. Yahut dedi ki, (ashab) elle selâm vermeyi hoş görmezdi.[734]

1002 sayılı habere ve açıklamasına müracaat edilsin. Su haber için de başka bîr kaynak bulunamamıştır.[735]

 

(460)  Selam Verince İşittirilmelidir

 

1005— (235-s.) Sabit ibni Ubeyd'den rivayet edildiğine göre, şöyle ir: Abdullah ibni Ömer'in bulunduğu bir meclise gittim; o dedi ki:

— Selâm verdiğin zaman duyur; çünkü o, Allah katından bir sağlık dileğidir, mübarektir, hoştur.[736]

 

Engel bir hal olmadıkça, selâma muhatab olanlara selâmı doyurmak için İhtiyaç miktarı sesi yükseltmek lâzımdır. Uykuda uyuyanlarla bir arada bulunan uyanık kimselere selâm verilince de fazla ses yükseltilmez kî, uyu­yanlar uyanmasın. Selâmı iade edecek olanın dinî bir husustan ötürü selâmı gizlice almasında cevaz vardır. Nitekim rivayet edildiğine göre Sa'd ibni Ubade, Peygamberin üzerine selâmı çok olsun diye, Peygamberin selâmı­na mukabeleyi gizli yapmıştır. Bu haber için yine başka bir kaynak bulunamamıştır.[737]

 

(461) Selâm Vermek Ve Kendisine Selâm Verilmek Üzere Dışarı Çıkan Kimse

 

1006— (236-s.) Tufeyl ibni Übeyy ibni Kâ'b haber verdiğine göre, kendisi Abdullah ibni Ömer'e giderdi de, sabahleyin onunla çarşıya çı­kardı. Tufeyl dedi ki:

  Biz sabahleyin çarşıya çıktığımız zaman Abdullah ibni Ömer te­sadüf ettiği her eskiciye, her satıcıya, her miskine ve her şahsa muhak­kak selâm verirdi.

Tufeyl anlatmıştır :

  Bir gün Abdullah ibni Ömer'e gittim de, beni kendisi ile beraber çarşıya götürmek istedi. Ben dedim ki, çarşıda ne yapacaksın? Sen satış yapmazsın, mallardan bir şey istemezsin, onları satın almayı arzulamaz­sın, çarşı meclislerinde de oturmazsın. O halde bizimle beraber "burada otur da konuşalım. Buna karşı Abdullah bana şöyle dedi:

  Ey göbekli!(Tufeyl göbekli bir kimse idi.)Biz karşılaştığımız kimselere selâm vermek için çarşıya çıkıyoruz.[738]

 

Haram işleme korkusu olmayan hallerde sırf selâm vermek için çarşıya çıkılması, selâmın taşıdığı manevî değerin büyüklüğüne ve faziletine delil teşkil eder. Herkesin iş durumuna, meşguliyetine, niyyet ve kabiliyetine göre imkân dahiline giren böyle selâm verme işi özel bir durum arz eder. As-habdan bir kişinin böyle yapmasıyle her şahsın aynı hareketi yapması ge­rekmez. Daha ziyade bu hareket, selâmın büyük sevabı bulunduğunu ifade eder. Daha önceki hadîs-i şerîfler münasebetiyle açıklamalarında belirtil­diği gibi, çarşıda bazı kimselere selâm vermekle sünnet görevi yerine ge­tirilmiş sayılır. Her karşılaşılan kimseye muhakkak selâm vermek icab et­mez. (İmam Malik, Beyhakî ve İbnİ Sa'd bu haberi tahriç etmişlerdir. Fad-lu'llah : C II, s. 465, dipnot).[739]

 

(462) Meclise Gelince Selâm Vermek

 

1007— Ebû Hüreyre'den rivayet edildiğine göre, demiştir ki, Re-sûlüllah (Saltatlahü Aleyhi ve Sellem) şöyle buyurdu:

— Sizden biriniz meclîse geldiği zaman selâm versin. Dönünce de selâm versin; çünkü sonraki selâm öncekinden daha farklı değildir.»[740]

(...) Yine Ebû Hüreyre'den başka bir rivayet yolu ile bu. hadîsin aynı nakledilmiştir.[741]                                                                      

 

Bîr meclise varıldığı zaman, orada oturanlara selâm vermek iccfb ettiği gibi, o meclisten kalkıp ayrılırken de, yine selâm vererek ayrılmak gerekir. Selâm, geri dönme ihtimalini kaldırır ve geride kalanlara da yine güven sağlar ve onlara bir rahmet dileği olur. 986 sayılı hadîs-i şerife bakılsın.[742]

 

(463) Meclisten Kalkınca Selam Vermek

 

1008— Ebü Hüreyre'den rivayet edildiğine göre: — Peygamber (Sattallahü Aleyhi ve Ssllem)  şöyle buyurdu: «— İnsan meclise geldiği zaman selâm versin. Eğer oturmak isterse (otursun). Sonra eğer kalkmak isterse, mecliste^ ayrılmadan önce yine selâm versin; çünkü ilk selâm son selâmdan daha lâyık değildir.»[743]

 

986 ve 1007 sayılı hadîslere bakılsın.[744]

 

(464) Meclisten Kalkınca Selam Verenin Hakkı

 

1009— (237-s.) Muaviye ibni Kurre demiştir ki, babam (Kurre) bana şöyle dedi:

— Hayrını umduğun bir mecliste bulunursun da, herhangi bir ihtiyaç sleni acele ile ayrılmaya sevkederse:

«— Se.lâmun aleyküm diye söyle; çünkü sen, o mecliste onlara isabet edecek olan hayra iştirak etmiş olursun. Herhangi bir mecliste oturan insanlar, Allah anılmadan o meclisten dağılırlarsa bir merkep leşinden dağılmış gibi sayılırlar.[745]

 

Burada 2 önemli hususa işaret edilmektedir :

1— flim, zikir ve çeşitli ibadetler gibi hayırlı işlerle uğraşılan bir mec­listen iş icabı fcalkıp ayrılacak olan kimse, bu meclise selâm verip de ay-rılırsa, orada işlenilen sevaba ortak olur ve kendi hesabına yazılır. Hayır umulmayan bir meclise de oturmamak gerekir.

2— Meclisler bir hayır maksadı ile tertip edilmelidir. Allah'ın ismi anıl­mayan, hayır ve hasenata vesile olmayan meclisler günaha ve kötülüğe vesiledir. En azından gıybete sebep olurlar. Günah işlenen meclislerden ayrılmak da bîr hayvan İaşesinden ayrılmak gibi kerih bir manzara orze-der. Bu çirkin duruma düşmemek için meclisleri hayırlı işlerle tezyin et­melidir.

(Bu haber İçin başka bir kaynak bulunamamıştır).[746]

 

1010— 238-s.) Ebû Hüreyre'nin şöyle dediği işitilmiştir :

— Kim kardeşiyle karşılaşırsa, ona selâm versin. Eğer aralarına bir  yahut bir duvar engel olur da, sonra ona karşı çıkarsa, yine ona selâm versin.[747]

 

Birbiriyle karşılaşan iki kimse selâm taştıktan sonra iş ve vazife icabı birbirlerini göremeyecek şekilde ayrılır da, sonra yine kavuşurlarsa, tekrar selâm vermenin sünnet olduğunu bu haberden anlamaktayız. Selâmet ve rahmet dİİeği olan selâm her fırsatta verilmeli ve manevî mükâfatına ka­vuşmalıdır.[748]

 

1011— nes ibni Malik'den rivayet edildiğine göre, Peygamber m Aleyhi ve Sdlem/in ashabı toplu bulunurlardı da, onların (yü­rürlerken) karşılarına bir ağaç çıkardı. Bunlardan bir kısmı ağacın sağın­dan ve diğer bir kısmı ağacın solundan giderdi de, karşılaştıkları zaman birbirlerine selâm verirlerdi.[749]

 

Bu hadîs-i şerîf de bir önceki haberin mânâsını teyid etmekte olup, selâmın önemini beyan eylemektedir. Ashabın Birbirlerine karşı olan sevgi ve bağlılığını da göstermektedir.

(Bu hadîsi Taberanî tahriç etmiştir. Fadlu'llah : C II, s. 468, dip not).[750]

 

(465) Musafaha İçin Eline Hoş Koku Süren Kimse

 

1012— (39s.) Sabit El-Bünânî'den rivayet edildiğine göre, Enes hazretleri sabah olunca, kardeşleriyle musafaha etmek için hoş bir koku ile elini yağlardı.[751]

 

Selâmdan sonra musafaha etmek, tanışıp sevişmek ve görüşmek için yapılan bir sünnet olduğundan, buna teşvik yolunda tatlı bir hava ile neş'e-lendirmek için hoş kokulu esansların erkekler arasında kullanılmasında bir mahzur bulunmayıp, İyi bir iş olduğu anlaşılmaktadır. Zaten İslâm dini temizliği, iyiliği ve hoşluğu emreder.

(Bu haber için başka bir kaynak bulunamamıştır.).[752]

 

 

 

(465) «Tanıdığa Ve Tanımadığa Selâm Vermek»

 

1013— Abdullah ibni Amr'dan rivayet edildiğine göre, bir adam ci:

— Ya Resûlallah! İslâm'ın hangi işi daha hayırlıdır? Peygamber şöyle buyurdu:

«— Yemek yedirmen ve tanıdığına, tanımadığına selâm vermendir.[753]

 

İslâm'ın yapı bütünlüğü ve bünye sağlamlığı, müslümanların birbirlerine sevgi ve kardeşlik ruhu ile bağlanmalariyle husule gelir. Gerçek ve samimî duygularla birbirine kenetlenmişçesine bir araya gelen müslümanlardan ibaret bir toplum, yıkılmaz ve yenilmez bir vücut gibidir. İşte bu sağlam bünyeyi teşkil etmekte kullanılacak vasıtaların başında, muhtaçlara ve müs-lümanlara yemek yedirmekle, tanıdık veya tanımadık müslümanlara selâm vermek hasletleri gelir. Bu iki haslet müslümanları birbirine ısındırır, tanış­tırır ve sevdirir. Bu önemlerine binaen islâm'ın hayırlı hasletlerinden sa­yılmışlardır. Tanıdığa ve tanımadığa selâm vermek sözünden, müslüman olmayanlar hariçte tutulmalıdır. Çünkü müslüman olmayanlara selâm verilmez.[754]

 

(467) «Bir Bölüm»

 

1014— Ebû Hüreyre'den rivayet edilmiştir:

— Ev avlularında ve yollar üzerinde oturmaktan Resûlüllah (Salkdîahü Aleyhiv#Sfittem)   yasaklamıştı. Bunun üzerine müslümanlar dediler ki:

  Buna gücümüz yetmez, takatimiz yetişmez. Peygamber şöyle buyurdu:

«— Öyle ise, âdetinizi terk etmeyiniz; fakat bunların bo/Uuni verini».» Ashab dediler ki:

  Bunların (yol ve avluların) hakkı nedir? Peygamber buyurdu:

«— Gözü (haramdan) sakındırmak, yolcuya delillik etmek, aksınp da hamd edene tcşmît etmek = yerhamukellah demek, selâma 'karşılık vermektir.[755]

 

Avlularda ve yollar üzerinde oturmak, gelip geçenleri rahatsız ettiği ve sıkışıklığa, izdihama sebebiyet verdiği gibi, gözlerin haram islemesine de vesile olur. Bundan dolayı böyle yerlerde oturulması yasaklanmıştır; ancak ihtiyaç ve zaruretler dolayısiyle oturulduğu zaman da, bunların hak­kını vermek lâzımdır. Bu haklar da şunlardır : Bakılması mahzurlu veya haram olan yerlere bakmamak, şuna buna tecessüs nazarı ile göz atma­mak. Adres soran, yol ve yer öğrenmek isteyen yabancılara rehberlik et­mek. Gelip geçen yolcular, tanıdık olsun veya tanıdık olmasın, selâm ver­dikleri takdirde selâmlarını almak. Aksırıp da hamd edenler olursa, bun­lara teşmît etmek. Bu vazifeler yerine getirilince yol ve avluların hakkı ödenmiş olur ve yasaktık hükmü d» ortadan kalkmış bulunur.[756]

 

1015— (240-s.) Ebû Hüreyre'den şöyle dediği rivayet edilmiştir:

— İnsanların en cimrisi, selâmda cimrilik edendir. Aldanimş kimse de, selâma karşılık vermiyendir. Kardeşinle senin aranda bir ağaç engel olursa, o sana selâma başlamazdan önce imkânın varsa sen yap, önce ona selâm ver.»[757]

 

Bu haber de selâmın ve Önce selâma başlamanın faziletini ve manevî değerini göstermektadİr. Selâmı yaymak emredildiğine göre, bunu yerine getirmeyen cimrilik ve bahillik etmiş sayılır.

(Bu haber için başka bir kaynak bulunamamıştır.).[758]

 

1016— (241-s.) Abdullah ibni Amr'm azadlısı bulunan Salim'den şöyle dediği rivayet edilmiştir:

— (Abdullah) İbni Amr'a selâm verildiği zaman, selâmı alıp ziyade ederdi. (Bir gün) o otururken yanına geldim de «Esselâmu Aleyküm» dedim. Bana:

«— Esselâmu aleyküm ve rahmetullahi» dedi.

Sonra başka bir defa yanına gidip :

«— Esselâmu aleyküm ve rahmetullahi- dedim. Bana:

«— Esselâmu aleyküm ve rahmetullahi ve berekâtüh» dedi.

Sonra başka' bir defa yanına gidip :

«— Esselâmu aleyküm ve r a hm e tu ilahi ve berekâtüh» dedim. Buna da şöyle mukabele etti:

— Esselâmu aleyküm ve rahmetullalıi ve berekâtühu ve tayyibu salavâtih.[759]

Selâma ayniyle veya ziyadesiyle mukabele edildiğine dair izahat ön­ceki hadîs-i şerifler münasebetiyle geçmişti. 987 ve 1001 sayılı hadîs-i şe­riflere bakılsın. (Bu haber için başka bir kaynak bulunamamıştır.).[760]

 

(468) «Fasık Olana Selam Verilmez»

 

1017— (242-s.) Amr ibnil-As'ın oğlu Abdullah'ın şöyle dediği riva­yet edilmiştir;

«Şarap içene selâm vermeyiniz.»[761]

 

Dinin haram kıldığı şeyleri açıktan İşleyenlere fo&ık denir. Farz olan Vazifeleri, terk etmek de- haram sayıldığına göre, bu gibi halleri bulunan­lara selâm vermemek sünnettir. Bu hareket, onların, alışkın; bulundukları kötü hollerden vazgeçmeleri için bir ikaz mahiyetindedir. Kötü alışkcnisk-Sarını terk için onları kamçılamadır ve aynı zamanda diğer müslümanları/s bunlara meylini engellemedir.

İmam Nevevî der ki : Kötülük ve zararından korkulan fasık bir kim­seye selâm verilir ve selam verirken Allah'ın ona murakıb olduğu niyyetî taşınır. (Bu haberi İmam Buhârî Sahîh'inde tahriç etmiştir.).[762]

 

1018— (243-s.) İmam Hasan'dan şöyle dediği rivayet edilmiştir:

— Fâsıkla senin aranda bir hürmet yoktur.»[763]

 

Horam işlemekten çekinmeyen ve utanma hissini kaybeden fasıklara, hürmet gerekmediğine bu haber delil bulunmaktadır. Hürmet, şeref ve va-kânm koruyan dürüst İnsanlara yapıhr. Düşüklerle yüksek seviyede bulu­nanlar aynı seviyede tutulamaz, iyilere hürmet edilir,.kötülere mümkünse öğüt verilir ve tutumları hoş görülmez.[764]

 

1019— (244-s.) Satran. Oyunlarını kerih gören Ali ibni Abdullah’ın şöyle dediği işitilmîştîr;

«— Bu oyunları, oynıyanlara selâm vermeyiniz; çünkü bunlar kumar­dan sayılır.»[765]

 

Kumar sayılan Ker "çeşit oyun horam olduğu için, bunları oynayanlar 'fasıkfır. Fasıklara do selâm verilmemesine dair'~1017 sayılı hadî$-i şerife bakılsın. Ali ibni Abdullah, Hz. Peygamberin amcası Abbas'ın torunudur. Bu haber ondan sadtr olmuştor. Hz. Ali'nin şehid edildiği gece doğmuş ve çocuğa onun adı verilmişti. Yeryüzünde Kureys kabilesinin en güzeli İdi. Çok namaz kılmakla meşhur olduğundan/ kendisine «Seccad = Çok secde eden, namaz kılan» lâkabı verilmişti. Her gün bin rekât namaz kıldığı söy­lenir. Hicretin 117. yılında vefat etti. (Radtyajfaku taıh)- [Bu haber İçin baş­ka bir kaynak bulunamamıştır. Fadlu'llah : C Hf s- 472,473).[766]

 

(469) Günahkârlara Ve Boya Sürünekleee Selâm Vermeyi Terkeden Kimse

 

1020— Ebû Talib'in oğlu Ali'den, (Raâiyaîiahuanh)  şöyle demiştir: — Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)  bir topluluğa uğradı. Bun^ ların içinde san boya sürünen bir adam vardı. Peygamber topluluktakile-re bakıp, onlara selâm verdi ve bu adamdan yüz çevirdi. Bunun üzerine, adam dedi ki, benden yüz mü çevirdin? Peygamber: «— Senin iki sözün arasında ateş koru vardır.»[767]

 

Erkeklerin saç ve sakallarını siyahdan başka kına gibi boyalarla bo-yamaİarı caizdir. Fakat yüz vs azalarını tabiî renkleri dışında boyalarla boyamaları caiz olmayıp, günah bulunduğuna bu hadîs-i şerif delildir. Zira böyle renkli boya sürünene Peygamber (Sahallaht Aleyhi ve SelUm) selâm vermekten yüz çevirmiştir; ve bunu ateş azabı ile korkutmuştur.

(Bu haber için başka bir kaynak bulunamamıştır.).[768]

 

1021— Vâil oğlu Amr ibni'1-As Es-Sühemî'den şöyle nakledilmiştir : —Bir adam elinde altın yüzük olduğu halde, Peygamber <Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'e geldi de, Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) ondan yüz çevirdi, (ona selâmla mukabele etmedi). Adam, Peygamberin hoş-nudsuzluğunu görünce, gidip yüzüğü bıraktı ve demirden bir yüzük ta­kındı. Sonra Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) 'e geldi. Peygamber:

«— Bu daha kötüdür. Bu cehennem ehlinin süsüdür.» buyurdu. Adam dönüp onu attı ve gümüşten bir yüzük takındı. Sonra Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) buna sükût etti, (bir şey söylemedi).[769]

 

Erkeklerin altın ve İpekle süslenmeleri ve bunlan giymeleri, altın ve gümüş kaplarda müslümanların yemek yemeleri diğer hadîs-i şeriflerle açık olarak haram kılınmıştır. Burada altın yüzük takınmakla günah işleyene Hz. Peygamberin iltifat etmediği ve bu gibilere selâm verilmediği müna­sebetiyle bu hadîs-i şerif getirilmiştir.

Her ne kadar bu hadîs-i şerîfte demirden yüzüğün de yasaklandığı ifade edilmekte ise de, bundan sonra gelecek hadîs-İ şerif ve diğer riva­yetlere nazaran altından başka madenlerden yapılan yüzüklerin, (mühür yerine kaim olmak üzere) kullanılmalarında bir sakınca yoktur. Bu mev­zuda âlimlerin birbirinden farklı görüşleri vardır. Bîr kısmı gümüşten baş­kasını mubah görmez ve altından, başkasına mubah der. Bundan sonra gelen hadîs-i şerif daha kuvvetü kabul edilerek altından başka gümüş, pi­rinç, tunç, bakır ve demir gibi madenlerden yüzük takınmaya cevaz veril­miştir. Kadıhan, fetvasında bunlara mekruh der. (Bu haber için başka bir kaynak bulunamamıştır.) Amr ibni'l-As'ın hal tercemesİ için, 886 sayılı açık­lamaya bakılsın.[770]

 

1022— Ebû Saîd'den rivayet edildiğine göte, şöyle demiştir:

  Bahreyn'den bîr adam Peygamber (SaUallahü A îeyhi ve Seîlem) 'e ge-iip, ona selâm verdi de, adamın üzerinde ipekten bir cübbe ve elinde altından bir yüzük bulunduğundan,    Peygamber selâmı almadı.    Adam üzüntülü olarak gidip hanımına (halini) şikâyet etti. Bunun üzerine ha­nım dedi ki:

Senin selâmını Peygamberin almayışı, cübbenle yüzüğünden dola­yı olsa gerektir; bunları bırak da, sonra dön. Adam böyle yaptı; Pey­gamber de selâmına mukabele etti. Adam dedi ki:

  (Yâ Resûlallah) az önce sana geldim de, benden yüz çevirdin?

O sama» elinde ateşten bir kor vardı.» Adam: Ö halde ben (Bahreyn'den) çok. kor parçalan getirdim, dedi..

— Senin getirdiğin şeyler, hiç kimsenin müstağni kalmadığı taşlığın î&şîarmdandır. Bunlar ancak dünya hayatının malıdır (bunları herkes ticaretinde ve san'atında kullanılır; fakat onlarla süslenemez).» buyurdu. am:

ö halde ne île yüzük edineyim? dedi. gamber: Gümüşten yahut pirinçten yahut demirden halka iie. buyurdu.[771]

 

Bu hadîs-î şerifle bundan önceki arasında mânâ bakımından tearuz bulunmaktadır. Bir kısım âlimler bunu daha sıhhatli bularak yüzüklerin İs­timaline dair hüküm vermişlerdir ve İmam Nese'î bu hadîs-î şerifi -tahrîç etmiştir. Bir önceki, hadîs-î'.şerifin açıklamasına;.müracaat edilsin.[772]

 

(470) Emire (Halifeye) Selam Vermek

 

1023— (245-s.) Rivayet edildiğine göre, Ömer ibni Abdülaziz, Bekir ibni Süleyman'a sordu:

  Neden Ebü Bekir mektuplarında :

— ResûlüIIah'in halifesi Ebû Bekir'den (falafra)» diye yazardı. On­dan sonra Ömer ibni Hattab da «Ebû Bekir'in halifesi Ömer ibni Hattabdan (falana)» diye yazardı; böyle iken ilk önce (mektuplarında) «Eiai-nfl-mü'minîn = Müminlerin Emîri» diye kim yazdı?

  Süleyman'ın oğlu Ebü Bekir şöyle dedi:

  Büyük annem Şifâ bana anlattı. Büyük annem ilk hicret edenler­dendi ve Ömer ibni Hattab (Radiyatkıhutmh)    da çarşjya çıktığı zaman ona uğrardı. Şifâ şöyle dedi :

  Ömer ibni Hattab, Irak'dan ve halkından kendilerine soracağım akıllı ve güçlü iki adam bana gönder diye Irakeyn = Küfe ve Basra vali­sine mektup yazdı. Vali de iki yakın arkadaşı Lebîd ibni Rabia ile Adiyy ibnî Hatem'i gönderdi. Bunlar da Medine'ye gelip develerini Mescidin ci­varında çökerttiler. Sonra Mescide girdiler. Orada Amr ibni'1-As'ı bul­dular. Ona dediler ki:

  Ey Amr, bizim için «Emîrü'l-Mü'rmnîn r^ Müminlerin Em£ei Ömer'­den izin iste, (huzuruna girelim).

Hemen Amr atılıp Ömer'in yanına vardı ve şöyle dedi: — fcelâmu Ateyke, ya Emîrel-Müminîn = Selâm üzerine olsun, «y müminlerin Krnîri. Bunun üzerine Ömer ona:

  Bu isim sana nasıl peyda oldu, ey Îbni'1-As? Muhakkak surette dediğin sözün altından çıkmalısın, dedi. Îbni'1-As dedi ki:

  Evet, Lebîd ibni Rabia ile Adiyy ibni Hatem geldiler ve bana de­diler ki, Müminlerin Emîrinden bize izin iste. Ben de onlara dedim ki, vallahi onun  (Emîrü'1-Müminîn) isminde isabet ettiniz. O, Emîr'dir; biz de müminleriz.    îşte bu günden itibaren mektuplar böyle cereyan etti, (Emîrü'l-Müminîn diye yazıldı).[773]

 

Halifeye, müminleri idare eden mümin başkan ve kumandanlara selâm verildiğini ve verilmesi gerektiğini, ilk olarak Emlru'İ-Müminîn unvanının Hz. Ömer .zamanında kullanılmaya başlandığını bu haberden öğreniyoruz.

Seîâm, bir kimse üzerine Allah'ın selâmet ve rahmet İhsanını dilemek­ten ibaret güzel bir dua olması itibariyle en büyük mevkide bulunanların huzuruna çıkıldığı zaman selâm verilmesinden daha iyi bir mükâfat düşü­nülemez. Burada da selâm, yine emniyet, güven ve birbirine bağlılığın ilk karşılaşmada bir alâmetidir.

Vak'ayı büyük annesi Şİfa'dan nakleden Süleyman oğlu Ebû Bekir, küçük yaşta iken Medine'ye hicret etmiş ve sonra rnüsîümanlârın ileri ge­lenlerinden ve salihlerİnden olmuştu. Hz. Ömer onu bazı işlerde görevlen­dirmiş ve ramazanda müsiümanlara namaz kıldırma vazifesini Ubeyy ibnî Kâ'b ile buna vermişti.

Şifâ    H a n t m    kimdir? =

Şifa, yukarda cdı geçen Ebû B e k i r in büyük annesi ve S ü I e y m a n "in da annesîdir. Babasının adı Abdullah 'dır. Hic­retten Önce müslüman oldu. Hanımların en akıllılarından ve en faziletlile-rindendi. Peygamber (SaüallahU Aleyhi ve Sellem) onu bu büyük hasletlerin­den dolayı ziyaret ederdi. Medine'de Peygamber ona bir arazi verdi; o da oğlu Süleyman İle orada ikâmet etti. Hz. Ömer bunun fikirlerine danışır ve onun faziletini takdir ederdi. Hatta çarşı idaresi işlerinde onu görevlendirdiği rivayet edilmektedir. Torunları E b ü Bekir ile Os­man ve oğlu Süleyman, Hz. Hafsa, Ebû Seleme gibi zevat kendisinden hadîs rivayet etmişlerdir, (Raâiyallahü anh3)

Lebîd   ibni   Rabıa   kimdir?:

Meşhur muallâka şairlerinden bîri olup, uzun müddet cahiliyyet dev­rinde şair olarak yaşadıktan sonra müslüman oldu. İslâm'ı kabul ettikten sonra, Kur'an-ı Kerîm'in belagatı karşısında artık bir daha şiir yazmamıştır. İyi bir binici, cesur ve cömert bir kimse idi. Müslüman olduktan sonra Kûfe-ye geçip orada ikâmet etti ve cahiliyeî devrinde 90 yıl, İslâm'da da 55 yi! yaşadıktan sonra 145 yaşında olduğu halde, hicretin 41. yılında orada1 vefat etti.

İslâm'ı kabul edince, her sabah yemek yedirmek üzere adak yaptığı ve ölünceye kadar buna devam ettiği nakledilmektedir. Henüz islâm'ı ka­bul etmeden önce Mekke'de şiir söylerken ashabdan Osman i b n i M e z ' u n 'la aralarında geçen vak'a için bilgi almak üzere 893 sayılı hadîsin açıklamasına bakılsın. Allah her ikisinden de razı olsun...

Adiyy   İbni    Hâtem    kimdir? :

Aslen Hıristiyan olan Adiyy, hicretin 9. yılında müslüman oldu. Kavmi içerisinde hitabeti kuvvetli ve hazır cevap olan şerefli bir önder idi. Fazilet ve keremi İle şöhret bulmuştu. Kendisi der ki, Peygamber {Sallallahü Aleyhi ve Sellem) 'İn her huzuruna girdiğimde bana yer açar ve yanına otur­turdu. Müslüman olduktan sonra da, namaz vakti gelip de abdestsiz bu­lunduğum olmamıştır

Irak fethinde bulunmuş ve Kûfe'de ikâmet etmiştir. Hz. Ömer, ara­larında vaki bir hâdise üzerine onun vasıflarını kendisine şöyle sirular: «Senin bu Tay kabilesi küfürde iken sen iman etmiştin. Onlar hakkı inkâr ederlerken sen onu bilmiştin. Onlar gadrederken sen vefa göstermiştin. On­lar arka çevirdikleri zaman sen teveccüh etmiştin. Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) 'in ilk yüzünü güldüren zekât malı da Toy kabilesinin olmuştur ki, onu sen Peygamber'e getirmiştin. İşte seni böyle tartıyorum.»

Sıffîn ve Cemel vak'alarmda Hz. Ali 'nin safmda bulunmuş ve Cemel vak'asında gözü çıkmıştı. Hz. Peygamber'in irtihaiinde kavmi ile beraber İslâm'da sebat edip, kavminin zekâtını Hz. Ebû Bekir'e getirmişti.

Yüz yirmi yıl yaşadıktan sonra, hicretin 68. yılında Küfe'de vefat ettî.[774]

 

1024— (246-s.) Abdullah ibni Abdullah şöyle demiştir:

  Muaviye halife iken ilk hacczm yapmak üzere (Medine'ye) geldi, Ensar'dan Osman ibni Huneyf onun yanına girip;

  Allah'ın selâmı ve Allah'ın rahmeti üzerine olsun, ey Emîr! dedi. Şamlılar bu ifadeyi *Emîr sözünü» çirkin görüp, dediler ki:

  Kimdir bu «Müminlerin Emîri» selâm sözünü kısaltan münafık? Bunun üzerine Osman dizini büküp üzerine oturdu, sonra şöyle dedi:

  Ey Müminlerin Emîri! Şunlar benim işimi çirkin gördüler; halbuki sen, bu işi onlardan daha iyi bilirsin. Allah'a yemin ederim, ben bu ifade ile Ebü Bekir'e, Ömer'e ve Osman'a selâm verdim de onlardan hiç biri bu ifademi  (Ey Emîr sözümü)  çirkin görmedi.    Buna karşı Muaviye, Şam halkından konuşmuş olan kimseye dedi ki:

  Sakin olun; çünkü bunun dediğinden bir kısmı olmuştur. Fakat ŞanVMarda bu fitneler zuhura gelince dediler ki:

«— Halifemizin selâmında, yanımızda kısaltma yapma, (Ey Emîr deme, ey müminlerin Emîri de). Zannediyorum ki, siz ey Medîne'Iüer, Zekât toplayıcısına da «Ey Emîr» dersiniz.[775]

 

Burada yine halifeye, müslüman devlet başkanlarına sefam verildiğine bir delil olarak bu haber getirilmekle beraber Hz. M û a v İ y e "nin bir münakaşayı nossl idare edip fallıya bağladığını ve her iki tarafı yatıştırdığı hususu âo öğrenilmektedir Emîr sözünün daha önceki halîfeler zamanında da kullanıldığı âa anlaşılmaktadır.

smonjbnr   Huneyf   kimdir?

Medîne'li ashabdan ve Evs kabilesinden olup, künyesi E b û A m r 'dır. Bedir savasında bulunduğu söylenmekte ise de, âlimlerin çoğu ilk. olarak Uhud savaşında bulunduğunu kaydetmektedirler; ve sağlam görüşü İle ehliyeti hakkında şöyle diyorlar: İrak fethedildikten sonra, buranın arazî­sini ölçmek ve âdil bir vergiye bağlamak üzere ehil bir adam hakkında istişare İçin ashabı topladı. Bunların hepsi Osman ibnt Huneyf üzerinde İttifak ettiler; ve dediler kİ, bunu daha önemli bir işe göndersen de uygundur. Çünkü onun sağlam görüşü, aklı ve tecrübesi, bilgisi vardır. Halife Hz. Ömer de hemen onu bu vazifeyi görmek üzere Irak'a gön­derdi. Kısa bir zcman içinde Osman, büyük başarı sağlayarak devlete geİir sağladı. Sonra Muaviye zamanına kadar Küfede ikâmet etti; ve orada vefat etti.[776]

 

1025— Cabîr'den rivayet edildiğine göre, şöyle demiştir: Haecacın yanma vardım da, ona selâm vermedim.[777]

 

Hoccöc, müslümanlara zulüm ve eziyeti ile tanınan Emevî kuman­danlarından biridir. Hİcrelin 41. yılında Taîf'de doğmuş ve Emevî hüküm-darı Âbdülmelik îbni Mervan'ın himayesi altında ordusu başına geçerek yüz yirmi bin kişiyi katlettiği ve vefatında elli bin kişinin hapisha­nelerde bulunduğu tarih kitaplannda yazılıdır. Abdullah ibni Zü-beyr gibi ashabın en faziletlilerinden olan bir şahsı da Mekke'yi kuşata­rak şehid etmiş ve basını Şam'a göndermişti. 244 sayılı hadîs-i şerîf açık­lamasına bakılsın.

İşte zulüm ve hunharlığı son dereceye varan ve böylece günahkâr bir halde olon kumandana selâm vermek gerekli olmadığını 1017-1021 sayılı haberlere teyîden bunu da ilâve edebiliriz. (Bu haber için başka bir kaynak bulunamamıştır, Haccac için bak : Karnusu'f-A'lâm, C. II, s. 1928).[778]

 

1026— (248-s.) Temim ibni Hazlem'den rivayet edildiğine göre, şöyle demiştir:

  îlk önce Emirlik unvanı ile Kûfe'de kime selâm verildiğini ben hatırlıyorum. (Küfe valisi) Mugîre ibni Şu'be, avlu kapısından çıktı da, arkasından Kinde kabilesinden bir adam — zannedildiğine göre Ebû Kurre EI-Kindî— ona gelip selâm verdi ve şöyle dedi:

  Esselâmu   Aleyke   eyyühe'l-Emîru  ve Rahmetullahi,   Esselâmu Aleyküm = Allah'ın selâmeti üzerine olsun ey Emir ve Allah'ın rahmeti de, selâmeti de üzerinize olsun. (Vali Muğîre) bu ifadeyi hoş görmedi de (aynen) :

— Esselâmu Aleyküm eyyühe'l-Emîru ve Rahmetullahi, Esselâmu Aleyküm. Ben o Emirlerden biri miyim, yoksa değil miyim? dedi.

  (Ravilerden) Semmâk demiştir ki, sonra bununla (Emirlik ünva-myla) kararlaştı artık.[779]

 

1023 ve 1024 sayılı haberlere bakılsın.

Temîm ibni Hazlem tabiînden olup, Hz. Ebû Bekir'le Hz. Ömer devirlerine yetişmiş ve Abdullah İbni Mes'ud'un sohbe­tinde bulunmuştur.

Muğîre    ibni    Şu'be    kimdir?:

Ebû Abdullah künyesi ile meşhur olan Muğîre, büyük yapılı, uzun boylu, geniş omuzlu olup, Arabm sayılı dört dahilerinden biridir. Bu dahiler şunlardır ;

1— Muavîye ibnİ  Ebi Süfyan,

2— Amr  i b n i' I - A s,

3— MuğîreİbniŞu'be,

4— Zİya d.

Muğîre, Hudeybiye barışından önce müslüman oldu ve Rıdvan bîa-tırida bulundu. Yemame vak'asmda, Şam ve Irak fetihlerinde bulundu. Hak­kında denmiştir ki, eğer Medine'nin sekiz kapısı olsa da, bunlardan yalnız bir kapıdan hile İle çıkmak mümkün olsa, Muğîre bu kapıların hepsin­den çıkmayı başarabilecek kimsedir. Hz. Ömer önce onu Basra valilİğİ-ne, sonra Küfe valiliğine tayin etti. Bir müddet Hz. Osman da onu Küfe valiliğinde bıraktı ise de, sonra onu azletti. Hz. Osman'ın şehid edili­şinden sonraki hâdiselere karışmamış; fakat Hz. Muaviye'nin halifeli­ğini tanıması üzerine tekrar Muaviye tarafından Küfe valiliğine tayin edildi ve ölünceye kadar bu görevde kaldı. İşte bu görevi sırasında kendİ-sİne «Emîr» unvanı île hitap edilmiştir.

Basra'da ilk olarak nüfus kütüklerini tanzim eden Muğ ı re olmuştur. Kendisi şu hâdiseyi anlatarak İslâm'da İlk rüşvet veren olduğunu söyler :

«— Hz. Dmer'İn kapıcısı Yerfe'nin yanına gittim ve onunla oturmaya başladım. Ona dedim ki, bu sarığı al ve giy; benim bundan bir tane daha sarığım var. Adam böylece benimle yakınlık peyda etti ve kapının İç tara­fında oturmama izin verdi. Artık ben gider gelir iç tarafta otururdum. Gelip geçen insanlar da derlerdi ki, bu adamın halife katında bîr mevkii var da hiç kimsenin içeri giremediği bir zamanda içeri giriyor.»

Kendİ huyunu şöyle ifade eder:

«— Düşmanlık beslediğime düşmanlığım çok şiddetli, kardeşlik hisleri beslediğime de kardeşliğim çek kuvvetli olan bir adamdım.»

Yermûk vak'asında bir gözünü kaybeden Mûğîre hicretin 50. yı­lında Kûfe'de vefat etti. (RadiyalUshu anh)

Ebû    Kurre    İbnİ    Muaviye    ibni    Vehb    kimdir? :

Kinde kabilesinden olan Ebû Kurre EI-Kİndî, kavminin şereflisi bulunduğundan bir heyetle Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'e gelip müslüman oldu. Oğlu Amr da, kadı Şüreyh'den sonra Küfe kadılığı yapmıştır. Hal tercemesi hakkında fazla bilgi bulunmayan Ebû Kurre'nin vefat tarihi de bilinmemektedir. (Radiyalhhuanh).[780]

 

1027— (249-s.) Ziyad ibni Ubeyd El-Ruaynî anlatarak şöyle demi (Euayns Himyer beldesinde bir vadi adıdır):

— Biz, Antabulus Emîri bulunan Ruveyfi'in yanına gittik. Bir gelip ona selâm verdi.

— Esselâmu Ale'l-Emîri* dedi. Ravi Abede'den nakledildiğine göre, «Esselârnu Aleyke Eyyühel-Emîru» dedi. Bunun üzerine Ruveyfi' ona şöyle dedi:

  Eğer bize selâm vermiş olsaydın, senin selâmına mukabele ederdik. Sen ancak Mısır Valisi Mesleme ibni Muhalled'e selâm verdin. Ona git de selâmı sana iade etsin,

  Ziyad dedi ki, biz gidip de, o Ruveyfi' mecliste iken selâm verdi­ğimiz zaman «Esselâmu Aleyküzn» derdik.[781]

 

Mesleme ibni Muhalled, Peygamber Medine'ye hicret ettiği zaman doğdu. Mısır'ın fethinde bulundu ve orada ikâmet etti, sonra Medine'ye döndü. Daha sonra hicretin 50. yılında Hz. M u a v İ y e tarafından Mısır valiliğine tayin edildi ve Mısır'la Mağrib İdaresi eline verildi. 16 yıl valilikte bulundu. Cami ve mescidlerde İlk minare ihdas eden Mesleme 'dir. Hicretin 62. yılında, 60 ypştnda olduğu halde vefat etti. işte Mesleme 'nİn İdaresi ve velayeti altında İskenderiye i!e 8 er ika beldeleri arasında Anîabulus'da istihdam edilen Röveyfi1, ken­disini emir mevkiinde görmemiş ve bu unvanla verilen selâmı kendisine mal etmemiş olup, valisi M e s 1 e m e 'ye ait bulunduğunu söyleyerek tevozu göstermiştir. Hâdiseye şahit olanlar da, bu olaydan sonra Rüveyft'e yalnız «Esselâmü Al ey küm» demek suretiyle selâm vermişlerdir.

Ruveyfi'i de Hz.   Muâvtye   Mtsır'tn  Berika beldesinde ikâmet etmek üzere oranın idarî İşleriyle görevlendirdi. Afrika savaşını yaptıktan sonra hicretin 56, yılında Berika'da vefat etti. Allah her ikisinden de razı olsun.[782]

 

(471) Uyuyana Selâm Vermek

 

1028— Mikdad ibni'î-Esved'den şöyle dediği rivayet edilmiştir:

— Peygamber (Saikdlahü Aleyhi ve Sdkm) geceleyin gelirdi de, selâm verirdi; uyuyanı uyandırmazdı da, uyanıklara duyururdu.»[783]

 

Uyumakta olan insanlara selâm verilmez; fakat uyuyanlarla beraber uyanık kimseler varsa,, onların İşiteceği kadar bir sesle kendilerine selâm verÜİr ve böylece hem sünnet yerine getirilir, hem de uyuyanların istirahatı bozulmamış olur.

(Bu hadîs için başka bir kaynak bulunamamıştır.).[784]    

 

(472) Hayyakellah == Allah Sana Ömürleh Versin

 

1029— (2&0-s.) Şa'bî'den rivayet edildiğine göre, Hz. Ömer, Adiyy ibni Hatezn'e: «Bilgiden ötürü Allah sana ömürler versin = Hayyakellah» dedi.[785]

 

Bu tâbir, bîr kimsenin bekasına, ömrünün devamına, mülkünün zeval bulmamasına dua mânâsını taşır. Böyle güzel duada bulunmanın İslâm'ın yüksek ahlâkına uygunluğu aşikârdır. A d İ y y ibni H a t e m 'in hal ter-cemesi için 1023 sayılı haber açıklamasına bakılsın.

(Bu hcfber İçin başka bir kaynak bulunamadı.).[786]

 

(473) Merhaba

 

1030— Hazreti Âişe (Radiyallaltuattfıa)'dan rivayet edildiğine göre, şöyle demiştir:                                        

— Fatıme, Peygamber (SalUsilahü Aleyhi ve Scllemj'm yürüyüşü gibi yürüyerek geldi de, Peygamber ona :

«— Merhaba kızım!» dedi. Sonra onu sağına yahut soluna oturttu.[787]

 

El-Merhab, genişliğe ve geniş yere denir ki, Arabiar gelen misafire selamlaşmadan sonra «Merhaberi ve sehlen» derler, Türkçemizde «merha­ba» olarak kullanılır. Bu takdirde mânâsı : «Şen ve rahat yere geldiniz, geniş olunuz ve güven içinde bulununuz» demek olur. Merhabalaşmanın da sünnet olduğu bu hadîs-i şerîften anlaşılmaktadır.[788]

 

1031— Ammar (görüşmek üzere) Peygamber fSaUaUahiiAleyhi den izin istedi de, Peygamber sesini tanıyıp, şöyie buyurdu:

«— Merhahen bi't-Tayyibi'1-Mutayyebi.»[789]

 

Ashab-ı kiram arasında Ammar ibni Yasir'in üstün bulunduğundan Peygamberin ona karşı muhabbeti fazSa idi. Bu iti­barla Peygamberle görüşmek için gelip izin istediği zaman. Peygamber İçerden sesini duymuş ve tanımış olduğundan :

«Ona izin verin, kötülüklerden beri bulunan tertemize merhabalar ol­sun»

Ammor'ın hal tercemesi hakkında bilgi için 181 sayılı hadıs-i şerif açıklamasına müracaat edilsin.[790]

 

(474) Selama Nasıl Mukabele Edilir?

 

1032— Abdullah ibni Amr'dan rivayet edildiğine- göre, şöyle demiştir:

— Biz, Mekke ile Medine arasında bir ağaç gölgesinde Peygamber Al&ybi ve Seütm)'m  yanında  otururken,  o  sırada  insanların  en budalası ve eşeddinden olan bir Bedevi gelip:

Essalmu aleyküm, dedi.ashab da:

Ve aleyküm, dedi.[791]

 

Selam vermenin en faziletlisi «EsselSmu Aleyküm ve Rahmete i Sah i ve Berekâtüh» demektir. Çoğul zamiri İle getirilir ki, mânâsı : Allah'ın selâ­meti, Allah'ın rahmeti ve bereketleri üzerinize olsun,» olur. Selâm verilen adam bir kişi dahi olsa, böyle çoğul zamiri ile getirilmesi daha faziletlidir. Çünkü herkesin yanında melekler vardır, yalnız değildir. Bu selâma cevab veren de :; «Ve Aleykömü's-Salâmü ve rahmeîullahî ve berekâiüh» dîye söyler. Yani, Allah'ın selâmeti, Allah'ın rahmeti ve bereketleri sîzin de üzerinize olsun.

Selâmın kâfi miktarı ise ; «Esselâmü Aleyküm» sözüdür. Esselâmu aleyke veya selâmün aleyke dense, bu da sünneti işlqme bakımından kifayet eder. Bu kifayet miktarının cevabında : «Ve aleykümü's-Selâmü veya Aleyke's-Selâmü» denir. Vavsız (ve demeksizin) sadece : «Aieyküm» cevab yerine söylense, bunun kifâyeTetmeHiği üzerinde âlimler ittifak etmişlerdir. Amma metinde olduğu gibi, vav İle «Ve aieyküm» şeklinde selâma mukabele edi­lirse, bu' Kifayef eder. Selâmı'iade etmenin enrkısası da budur. Fadlü'l C. II,-s- 483) (Bu hadîs-i şerif için başka bir kaynak bulunamamıştır.).[792]

 

1033— (251-s.) Ebû Hamza'dan rivayet edildiğine göre, demiştir ki, ti Abbas'a selâm verildiği zanıan, onun:

«aleyke ve rahmetullahi — Senin de üzerine oîsun. Allah'ı» rahmeti de...» dediğini işittim.[793]

 

Bu haberde de, yalnız demek suretiyle selama karşılık verrildİği hususu, bir önceki hadîs-i şerîfi teyid etmektedir. Tafsilât için oraya müracaat edilsin. {Bu haber için başka bir kaynak bulunamamıştır.).[794]

 

1034— Bir adam dedi ki:

Esselâmu aleyke ya Resûlallah! Peygamber de (ona cevaben) » Ye Aleyke's-Selâmu ve rahmetuHafci! buyurdu.[795]

 

1032 sayılı hadîs-i şerîfe ve açıklamasına bakılsın.Bu hadîsi Tirmizî tahriç etmiştir.(509 Bab, Hadis: 2815.[796]

 

1035— Ebû Zer'aen rivayet edildiğine göre, şöyle demiştir:

— Peygamber (SaUllahü Aleyhi ve Sellsm)   namazım   bitirdiği   saman ona gittim de, İslâm selâmı ile ona ilk selâm yeren ben oldum.Bunun üzerine Peygamber:

«— Ve aleyke ye rahmetullahi =  (Selâm) Senin de üzerine olsun Allah'ın rahmeti de. Sen kimlerdensin?» buyurdu. Dedim ki, Gifar kabilesindesin.[797]

 

E b û  Z e r r 'in ilk selâm verme işinin nasıl olduğunu bilmek için, onun İslâm'ı kabul edişi hâdisesini anlatmak gerekiyor. Şöyle ki :

I b n i   A b b a s   (Radiyaîleshuanhümaj'dan rivayet edildiğine göre, E b û    Zer   şöyle demiştir :

«— Ben Gıfar kabilesinden bir kimse idim. Mekke'de bir adamın peygamber olduğunu söylediği haberi bize geldi. Kardeşime dedim ki :

— Bu adama git de, onunla konuş ve ona dair bana haber getir.

Kardeşim gsdip onunla görüştü ve-döndü* Kardeşime dedim ki, ne ha-srin vor? O :

— Vallahi ben, iyiliği emreden ve kötülükten alıkoyan bir odam gör-

— Bu haberin beni. açmadı, dedim. Sonra bir değnekle bir dağarcık' aldım ve Mekke'ye doğru yöneldim. Nihayet (Mekke'ye gidip Mescîd'de) onu aramaya koyuldum; fakat kendisini tanımıyordum ve ondan sormayı âo hoş görmüyordum. Zemzem suyundan içiyor ve Mescid'de bulunuyor-ı. Bu arada  A ! İ   bana tesqdüf etti ve :

- Bu adam yabancıya benziyor, dedi. Ben de :

— öyle ise eve gidelim, dedi. Ben de onunla beraber (evine) gittim. Bana hiç bîr şeyden sormuyordu, ben de ona herhangi bir haber vermiium.

Sabah olunca, Peygamber'! sormak için erkenden Mescide gittim. Fa-ondan bana haber verecek kimse yoktu. Yine  A I i   bana tesadüf edip

- Bu adam henüz yerini bulamadı mı? Dedim ki ;

benimle yürü, dedi; ve sordu : Senin İşin ne ve hangi şey seni bu beldeye getirdi? Ben dedim kİ :

  Eğer söyleyeceğimi gizlersen, sana  haber veririm. Ali:

  Pek iyi (İstediğini) yaparım, dedi. Ben de ona anlattım :

Bana gelen habere göre, bu beldede bir adam çıktı, peygamber oldu­ğunu söylüyor. Ondan haber almak İçin kardeşimi göndermiştim de geri dönmüştü. Fakat getirdiği haber beni tatmin etmemişti. Bunun üzerine onunla ben görüşmek istedim.   A I i   dedi kİ :

  Gerçekten sen hidayete kavuştun, ben şimdi oraya yöneldim gidi­yorum. Sen beni takip et de, benim girdiğim yere gir. Eğer ben, sana kötü­lük edeceğinden korktuğtum birini görürsem, bir duvara dayanıp ayakka­bım! düzeltir gibi yapa/ım; sen de. geçip gidersin.

Böylece o yürüdü,.be,n de onunla yürüdüm. Nihayet,o .içeri girdi, ben de onunla Peygamber (Smî&tlûhü Akyhlvs Sellsm) 'in. huzuruna girdim. (İşte M üs\ im 'in riyaye.tinde : Bu sırada Peygamber (Satİaîlahü Aleyhi ve Sellem) Namazını bitirince,   Ebû   Zer,   Peygambere ilk İslâm

t ya Resûlallah, dedi. Peygamberde: «Ye aleykesseîâm, sen kimler defisin?»

Buyordu).  Ebû  Zerr devam ederek anlatır: Hemen Peygambe'r'e dedîm kî :

Sana  İslâm'ı arzeî; o da  islâm'ı üreetti. Ben de olduğum yede Müslüman oldum.Peygamber bana şöyle buyurdu:

«— Ey Ebû Zerr! Bu işi gizli tut ve meittîeketine dön. Bizim ser­bestçe ortaya çıkış haberimiz sana ulaşınca gelirsin.»

Ben dedim  kî, seni  hok olarak gönderen Allah'a yemin ederim, O müşriklerin orlasınc çıhp bağırarak İmanımı ilân edeceğim.

Sonra   Ebü   Zerr   Mescid'e gitti, Kureyş müşrikleri de orada idi.

— Ey Kureyş. topluluğu! Ben sahîdlîk ediyorum ki; Âflah'doû başka lacak hiç bir ilâh yoktur. Ve yine şahidlik ediyorum ki, Mufmmmed de Allah'ın kuludur ve onun peygamberidir. Onlar dediler ki :

Yİne  Ebû   Zerr anlatır: OldOrüleşiye dövüldüm, tişîp üzerime abondf; sonra onlara dönöp :

halbuki ticaret yeriniz ve uğrağınız Gıfor kabilesidîr, dedi. Bunun üzerine benden çekilip gittiler.

— Ertesi gün sabah olunco tekrar döndüm de, bir güû önce söyle­diğim gibi söyledim. Onlar yine, kalkın bu dönmeye vurun, dedîfer ve bönü bir gün Önce yapılanı yaptılar. Tekrar Hz. Ab bas yetişip, üzerime abandı ve bîr gün önce onlara söylediğini aynen söyledi.

E bu Zerr'in İslâm'a giriş hâdisesini ravi Âb bos böyle anlatır.» (RadiyaÜahu ctnhüma) Tecrİd-î sarîh metni : C. I, cüz : 2, s. 49-50}

E b û  Zerr'in hal tercemesi için birinci cİldde 113 sayılı hadss-i ş açıklamasına müracaat edilsin.[798]

 

1036— Aişe   (Radiyallahuanha)  demiştir ki, Resûlüllah le buyurdu ;                           

«— Ya Âişe(ey Âişe); Bu Cebrail'dir, saha selâm ediyor.»

— ÖnuE da  üzerine selâm olsun,  Allah'ın  rahmeti  de, bereketleri o dedim. Aişe, Peygamberi kasdederek:

Benim görmediğimi (Cebrail'i) görüyorsun, demiştir.[799]

 

Bu hadis-i şerif, başkasına selam göndermenin meşruyyetine delil teşkil etmektedir.Bir kimse aracılığı ile başkasına selam gönderildiği zaman aracının bu selamı tebliğ etmesi vacibdir; çünkü bu bir emanettir.

yerine getirilmesi îcab eder. Selâmı tebliğ etmeyi üzerine alan adamın da, Ifoamen selâma karşılık vermesi gerekir. Kendisine selâm gönderilen adam selamı alınca hem aracıya hem de gönderene mukabele eder. sesim de üzerine, o gönderenin de üzerine olsun mânâsında «Ve aleyke ve VSeİârn» der. 827 sayılı hadjs-j şerîfe bakılsın.[800]

 

 

1037— (252-s.) Muaviye ibni Kurre'nin şöyle dediği işitilmîştir; bana dedi ki, yavrum! Bir adam sana tesadüf edip de «Ks-Aleyküm» dediği Zaman, sen «Ve aleyke» deme ki, selâmı yalnsü ona ait kılmış gibi olursun; çünkü o yalnız değildir» (beraberinde melekler vardır). Ancak sen şöyle söyle: «Esselâmu Aieyküm.»[801] 

 

1032  sayılı hcsdîs-i şerîf münasebetiyle seîâm verip almanın keyfiyeti özerinde aerekîi izahat verilmişti. Bu haber de oradaki mânâyı kuvvetlen-dinmekledir. Bir kişiye dahi selâm verilirken veya bir kişinin selâmına mu­kabele ederken çoğul zamirini kullanmak daha faziletlidir. «Afeyke» yerine «ÂSeyküm» demelidir. Sersin üzerine, demek yerine sîzin üzerinize mânâsı tercih edİSmeSidir. Çünkü her insanın yanında hafeze ve ketebe melekleri vardır; bu bakımdan insanlar tek başına dahi olsalar yalnız değillerdir.[802]

 

(475) «Selamı Almayan Kimse»

 

1038— (253-s.) Abdullah   ibni's-Samit'den   rivayet edildiğine göre, şöyle demiştir:

— Ebû Zerr'e dedim ki, ben Abdurrahman ibni Ümroi'l-Hakem'e te­sadüf ettim de selâm''Verdim; o ise bana hiç bir şeyle mukabele etmedi,

«— Ey kardeşim oğîu! Bundan senin aleyhine ne olur? Senin selâ­mını, ondan daha hayırlı olan (melek) aldı. O, sağındaki melekdir,» dedi.[803]

 

Selâm, mGsIümanın möslüman üzerinde olan haklarından biridir ve en faziletli sünnetlerdendir. Her karşılaşmada yerine getirilmesi ve selâmın yayılması üzerinde hadîs-i şerifler geçmiş ve bunun sevabt görülmüştü. Onun için müslümanlara selâm verilir ve bu alınmadığı takdirde de endişe edilmez. Zira selâm rnukabeîesiz kalmaz, selâm verilen adamın sağında hasenatını yazan melek tarafından alınır. Melek'in selâma mukabele edip, dua etmesi, selâm veren İçİn daha hayırlı olur. Kendisine selâm verilen adam da, bu selâmı almamak suretiyle farzı terk ettiğinden günahkârdır, azaba hak kazanmıştır.

Ebû   Zerr'in hal tercemesİ için î. cild, 113 s istna müracaat ediîsin.

(Bu haber için başka bir kaynak bulunamamıştır.).[804]

 

1039— (254-s.) Abdullah'dan rivayet edildiğine göre, demiştir ki: — Selâm Allah'ın isimlerinden bir isimdir. Onu yeryüzüne (insanlar diye)  koymuştur Allah. O hâlde selâmı aranızda yayınız. Bir 'insan, bir topluma selâm verip de, ona selâmı iade ederlerse, onlar üze­rine derece fazileti olur. Çünkü o insan, bu topluma selâmı hatırlatmıştır.

Eğer selam kendisine iade edilmezse daha temizi (olan melek) ona selâmı iade eder.[805]

 

İlk selama başlayan hayır ve sevaba sebep olduğu için onun alacağı sevab, sonrakilerin ziyadedir.Bu bakımdan da selamı yaymalıdır.selam.Sesiz kalmaz, melekler tarafından ona mukabele edilir. Bundan önceki habere bakılsın. (Bu haberi Beyhakt, Bezzâr ve Taberani tahriç etmişlerdir.Fadlullah : C. II, s. 487.).[806]

 

1040— (255-s.) Hasan'm,şöyle dediği Hişamdan nakledilmiştir:

«— Selâm vermek, nafilelerden bir sünnettir. Selâmı almak ise farzdır.[807]

 

Selam vermeyen kimse günahkâr olmaz; ancak sefamın manevî mükâfatından mahrum olur. Kendisine selâm, veriten adam ise setorao mukabele edip, onu almadığt takdirde fam terk fettnİşttir. Unun bu nareketınaen, selom verene bir veböf yoktur; mim melekler îode ederler de onların istiğfarına mazhar olur. (Bu-haber İçin başka bir koynak bulunamadı.).[808]

 

(476) «Selâmda Cimrilik Eden Kimse»

 

1041— (255-s.) Abdullah ibni Amr ibni'l-As^an rivayet edildiğine göre, şöyle demiştir:

— Asıl yalancı, yemininde yalan söyliyendir. Cimri, seîâm vermekte cimrilik edendir, (selâm vermeyi esirgeyendir). Hırsız da, namazı çalan­dır, (hakkım vermeyen, tadili "erkânı veya namazı terkedendir).[809]

 

Cimrilik, malını ve gücünü başkasından esirgemek ve harcamamak hastalığıdır. Hafta cimri adam kendi nefsi için, yaşayışs içirt bile malını har­cayamaz. Daima İhtiyaç ve zaruret halinde bulunur. Malı ne kendine, ne de cemiyete fayda sağlar. Maddî değerlerde cimrilik olduğu gibi, manevî değerlerde de cimrilik olur. Manevi değerler, maddî değerlere nispetle çok doha zararlı olur. Onun için asıf cimrilik, manevî kıymetlerden faydalan­mayacak şekilde hareket etmektir. Selâm, müminlere Allah'ın bir lütfü ve nimetidir. Bunu insan yerinde harcarsa, hem kendisi, hem de başkaları on­dan faydalanırlar, sevab kazanırlar. Bu istifadeyi kıskanıp da ona engel olan kimse, cimrilerin en büyüğü demektir; çünkü en büyük manevi fay­dalanma İşine karşı durmuştur, bunu yapmamıştır.

Yalan, horam olan bir iştir. Bunu yeminle kuvvetlendirmek, günahı bu-yötmek ve insanları aldatma yoîu ı\& inanmaya sevketmefc İse çqk daha yolun sözdür ve bunun keffâreti de yoktur. Eğer böyle bir yolanla başka­sının hakkına tecavüz veya onu incitmeye sebebiyet verilmişse, hak sahibi ife hetâüaşmak ve halis bir tevbe ile AHah'dan mağfiret dilemekle bu gü-nahdan kurtuluş olur. Eğer başkasının hakkı ile ilgili değilse, yalnız tevbe ve istiğfar edilir ve Allah'dan afv istenir.

Hırsızlık, mal sahibinin rızası ve haberi olmadan, onun malın! gizlice çalmaya denir. Maddenin hırsızlığı olduğu gibi, mânânın ve manevî de­ğerlerin de hırsızlığı vardır ve asıl büyük hırsızlık da budur; çünkü manevî değerler, maddî kıymetlere nazaran mukayese edilemeyecek şekilde yük­sektir ve üstündür. Namaz, kulun Allah'a karşı yapmakla mükellef olduğu farzların başında gelen bir ibadettir ve Allah'ın hakkıdır. Bu hakkı çalmak, onu yerine getirmemek olduğundan hırsızlığın büyüğü sayılmıştır.

(Bu haber İçin başka bir kaynak bulunamamıştır.).[810]       

                       

1042— (257-s.)  Ebû Hüreyre'den rivayet edildiğine göre, şöyle demiştir:

— İnsanların en cimrisi, selâmda cimrilik edendir ve insanların ©n acizi de, dua etmekten aciz kalandır.[811]

 

İbadetlerin en kolayı ve en hafifi dua etmektir. Bunu da başarmaktan aciz kalan kimseden daha zavallı kim olabilir? Dua hakkında bilgi için 623-627 sayılı hadîs-i şeriflere ve selâmda cimrilik için bir önceki habere müracaat edilsin.

(Bu haber için başka bir kaynak bulunamamıştır.).[812]

 

(477) Çocuklara Selam Vermek

 

1043— Enes ibni Malik'den rivayet edildiğine göre, Enes, çocuklara rastgeîip, onlara selâm verdi ve şöyle dedi :

«— Peygamber (Salhüahû Aleyhi ve SeUem) çocuklara   bunu   (selâm vermeyi) yapardı.[813]

 

Bir kısım âlimler çocuklara selâm vermeyi uygun görmemişlerse de, onlara selâm verilmesini güzel görenlerin fikri daha makbul sayılmaktadır. Çünkü çocuklara selâm vermekle onlara islâm âdabı Öğretilmiş olur ve buna alışkanlık kazanırlar. Çocuklara selâm verilince, çocuklara bu selâma mu­kabele etmek vacib olmaz; zira bulûğ çağına ermemiş çocuklar mükellef değillerdir. Fakat bir çocuk, mükellef olan bir adama selâm verdiği takdir­de, buna mukabele etmek vacibdir.

Bir cemaata selâm verilse de, içlerinden bir çocuk bu selâmı reddetse,cemaat adına bu mukabele kifayet eder.[814]

 

1044— (258-s.) Anbese'den rivayet edildiğine göre, demiştir ki, Ömer'i gördüm, mektepte çocuklara selâm veriyordu.[815]

 

Bu haber de çocuklara selâm vermenin örnek bir hareket olduğuna delildir. Bundan önceki hadîs-i şerife ve açıklamasına bakıİısn. Bu haber için.başka bir kaynak bulunamamıştır.[816]

 

(478) «Hanımların Erkeklere Selam Vermesi»

 

1045— (Ebû Talib'in kızı) Ümmü Hânî'nin şöyle dediği işitîlmigtir:

«— Peygamber (Sotlallühü Aleyhi ye Sellem) 'e gittim ki, o yıkanıyordu. Ben ona selâm verdim de, o:

«— Bu Ücadın kimdir?» dedi. Ben : — Ümmü Hâni' dedim. Peygamber:

— Merhaba?» dedi.[817]

 

Ümmü Hânî, Ebû Taİib'İn kızı olup, Peygamber (SallallahU Aleyhi ve Selle m) in amcası kızıdır ve Hz. Alî'nin de kız kardeşidir. İsmi Fahıte'dİr. Hübeyre'nin nikâhında iken Mekke'nin fethinde kocası Necran'c kaçmış, kendisi müsfüman olmuştu. Böylece muhacirler dışında kalmıştı. Meşhur 6 hadîs kitabında Ümmü Hânı 'den rivayet edilmiş hadîs-i şerifler vardır. Oğlu, torunu ve amcası oğlu Abdullah ibni Ab bas   kendisinden  rivayet etmişlerdir. Hz.   Alî'den sonra vefat ettiği nakledilmektedir.

İşte Ümmü Hânî'nin rivayetinden anlaşıldığına göre, hanımların erkeklere selâm vermesinde bir beis yoktur. Zira bu hanımın selâmı bizzat Hz. Peygamber tarafından alınmış ve kendisine «Merhaba» i!e mukabele edilmiştir.[818]

 

1046— (259-s.) Mübarek anlatıp demiştir ki, Hasan'in şöyle dediğini işittim:

«— Hanımlar erkeklere selâm verirlerdi.»[819]

 

Bu haber, önceki hadîs-i şerifin ifade ettiği mânâyı kuvvetlendirmekte olup, hanımların erkeklere selam vermelerinde sakınca olmadığı hükmüne uygun düşmektedir. Amellerde iyi niyei ve terntz kalblilik bulunması şar-tiyle işlerin meşruiyet kazandığı tabiîdir.

(Bu haber için başka bir kaynak bulunamamıştır.).[820]

 

(479) «Hanımlara Selam Vermek»

 

1047— Esma hanımdan şöyle dediği işitilmiştir:

— Peygamber (Saîlaîlahü Aleyhi ve Seltem) Mescid'e uğradı. Hanımlar­dan bir topluluk da oturmakta idi. Peygamber onlara eliyle selâm söyle­yip, şöyle buyurdu:

«— Nimete erenlerin küfründen sakının. Nimete erenlerin küfründen sakının.

— Hanımlardan biri dedi ki, ey Allah'ın Peygamberi! Allah'ın ni­metlerine küfretmekten Allah'a sığınırız. Peygamber buyurdu:

«— Evet, sizden birinizin bekârlığı uzar. Sonra (Allah ona bir eş ih­san eder de, bu hanım) şiddetli kızgınhk gösterip der ki, vallahi l>en o adamdan bir anlık olsun, asla bir hayır görmedim. İşte Allah'ın nimetini inkâr etmek budur, nimete kavuşanların inkârı budur.»[821]

 

Bir fitneye düşme korkusundan dolayı genç hanımlara teşmîf edilmediği (aksırmalariyte elhamdü liilâh demelerine karşılık Yerhamukellâh denme­diği) gibi, selâm da verilmez ve selâmlan da açık bir ifade ile alınmaz. Yaşlı hanımlara selâm vermek ve onların selâmını almakta bir beis yoktur. Hanımlar do erkeklere karşı aynı şekilde davranmalıdırlar.

Erkeklere .nispetle hanımlar daha sabırsız ve ani çıkışlarla isyankâr bir ruh'hdli içinde bulunduklarından, Allah'ın kendilerine ihsan buyurmuş olduğu büyük nimetleri, şiddetli bir kızgınlıkla inkâra kalkışırlar ve kocalarına:

«Sonden asla bir hayır ve menfaat görmedim» derler veya bunu diye­bilecek haldedirler. İşte Peygamber Efendimiz onlara itidali ve Allah'ın ni­metlerine karşı saygılı olmalarını burada tavsiye buyurmaktadır.

Esma Medîne'li ashabdan olan bu hanımın babası Yezîd ibnİ Seken'-dir. M u a z i b n i C e b e l'in de halası kızı olup, Hz. Peygamber e bîct eden hanımlardan biridir; ve künyesi ümmü Seleme'dir. Dindar ve akıllı bir hanımdı. Kendisinden nakledilen şu hâdise, buna güzel bir delildir:

«Esma» bir gün Peygamber (SalktîahU Aleyhi ve SelUunye gelip dedi ki:

  Ben, arkamda bulunan müslüman hanımlar topluluğunun bir elçi-sİyİm. Onların hepsi benim söylediğimi söylüyorlar ve aynen benim fikrim­de bulunuyorlar ; Gerçekten Allah Tealâ seni erkeklere ve kadınlara pey­gamber olarak gönderdi. Biz, sana iman ettik ve sana tâbi olduk. Biz ka­dınlar topluluğu evlerde oturan, dışarı  ile ilgisi olmayan kimseleriz. Er­keklerin zatî ihtiyaçlarım görüyoruz, anların çocuklarını taşıyıp koruyoruz. Erkekler ise, cihada çıktıklarından, cenazelerde bulunduklarından ve ce­maat olduklarından onların faziletleri vardır. Onlar cihada çıktıkları zaman, biz  onların  mallarını  koruruz ve  çocuklarını  da  terbiye  edip  yetiştiririz. Böylece biz onlara sevab kazanma bakımından ortak olur muyuz, ey Al­lah'ın  Resölg?  Bunun  üzerine  Peygamber    (SûHaİlahü Aleyhi ve Selkm)* yü­zünü ashaba çevirip, şöyle buyurdu :

«— Dini hususunda bu kadından daha güzel bir soru soran bir kadın som işittiniz mi?» Ashab :

  Evet, işitmedik, dediler. Sonra Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve SeÜem) bu hanıma hitaben :

«— Ey Esma! Dön git de, arkandaki hanımlar topluluğuna şu haberi ver: Sizden birinizin kocasına güzel itaat etmesi, onun rızasını istemesi ve ona muvafakat etmesi, bütün bu erkekler için saydığın faziletlere denk gelir.»

Esma da, Peygamber (Saltetkshie Aleyhi ve SeHem)'\n bu buyurdukla­rından duyduğu memnuniyet ve sevinç içinde tehlîl ve tekbîr getirerek geri döndü ve arkadaşlarını müjdeledi.

Yerimik savaşına katılıp, o gün çadırının kazığı İle 9 Rum askerini öl­dürdüğü ve ondan sonra da uzun bir müddet yaşadığı rivayet edilmektedir. (Radiyallahüanhü).[822]

 

1048— Yezîd'in kızı Esma El-Ensariyye'den :

  Ben   kızlardan   ibaret   yaşıtlarımla   bir   arada   iken,   Peygamber (SalkAlahü Âfayhi ve Setkm) bana tesadüf etti de, bize selâm verdi ve şöyle buyurdu:

«Nimete kavuşanların inkârından sakının.» Ben arkadaşlarımın Pey­gambere soru sormak bakımından en cesaretlisi idim de, dedim ki:

  Ya Resûlallah, nimete  kavuşanların inkârı nedir? Peygamber:

«— Sizden birinizin, ebeveyni yanında  bekârlığı uzayabilir.Sonra AHah ona bir zevç rızık olarak verir, ondan kendisine bir çocuk da ihsan eder. Sonra bu kimse şiddetle kızıp nimeti inkâr ederek şöyle der: Ben senden asla bir hayır görmedim.» buyurdu.[823]

 

Bundan önceki 1047 sayılı hodîs-i şerife ve açıklamasına bakılsın.[824]

 

(480) Kişiye Özel Selâm Vermeyi Hoş Görmeyen Kimse

 

1049— Tarık'dan rivayet edildiğine göre, şöyle demiştir:

  Biz, Abdullah'ın yanında oturuyorduk. Bir de onun kapıcısı gelip:

  Namaz vakti geldi, dedi. O kalktı; biz de onunla kalktık ve Mes-cid'e girdik. Abdullah, Mescid'in ön tarafında insanları rükû halinde gör­dü de, hemen tekbir alıp rükû yaptı. Biz de yürüdük ve onun yaptığı gibi yaptık, Sür'atle bir adam gelip:

  Selâm üzerinize olsun, ey Ebû Abdurrahman, dedi. O da:

  Allah doğru söyledi, Resulü de tebliğ,etti, cevabında bulundu. Vak-ta ki biz namazı kıldık, o evine girdi, biz de yerimizde oturup onun biz çıkagelmesini bekledik. Birbirimize dedik ki, hanginiz (bu selâm işinden) Ebû Abdurrahman'a soracak? Tarık dedi ki:

  Ben ona sorarım. Nihayet ona sordu. O da dedi ki, Peygamber §}öyle buyurdu:

«— Kıyametin kopmasına yaîkıgn şu işler olacaktır: Kişiye Özel selâm verilmesi. Ticarette kadın kocasına yardım edecek kadar ticaretin yayıl­ması. Akrabalarla ilginin kesilmesi. İlmin dağılmadı. Yalan yere şahitliğin ortay» çıkması. Hak şahitliğin gizlenmesi.»[825]

 

Müslümanlardan ibaret bir topluluklp karşılaşıldığı zaman, bu topluluk İçinden bir kimsenin şahsını kosdederek veya ismini açıklayarak ona mahsus şekilde selam vermek mekruhtur; çünkü selâmın meşru1 olmasmdon maksad ülfeti temin etmektir, yabancılığı gidermektir. Halbuki selâmı hususîleştir-mekte, başkasını yabancı tutma mânâsı vardır. Ancak önceden umuma mahsus selâm verildikten sonra, tahsis yapmakta beis yoktur. Kişiye özel selâm verilince de, bu selâmın yine kişiye özel olarak karşılanması caizdir.

Kıyamete yakın zamanda müslümanlar arasındaki sıkı münasebet ve kardeşlik bağlan gevşemiş olacağından ve birbirlerini tanıyanlar arasında selâm geçerli bulunacağından, selâm herkese değil de, tanıdık muayyen kimseye özel şekilde verilecektir.

Kıyamete yakın zamanda maneviyat zayıflayacağından herkes maddî kazanç peşine koşacak ve ticaret yollarına koyularak sefahat ve israf ha­yatını gaye edinecektir. Böylece kadın da kocasına yardım etmeye mecbur kalacaktır.

İnsanların gayesi madde temininden ibaret olacağından akrabalara ve yakınlara iyilik etmek duyguları kaybolacak ve onlarla ilgi kesilecektir. Dİn, insanların nefis arzularını ve başıboşluklarını engelleyen ve onlara in-tizamîı bir hayat gösteren ve hayatın her dalı ile ilgilenen bir kanun mec­muası olduğundan onu öğrenmeğe lüzum hissedilmeyecek ve böylece da­ğılıp gidecektir. Yine kıyamete takaddüm eden zamanda âhİret hesabı dü­şünülmeyeceğinden menfaat için yalan yere şahitlik edilecek ve haklı me­seleler gizlenip saklanacaktır. Bütün bu hususlar, Hz. Peygamber'in birer mucizesi olarak haber verilmektedir. (Müsned - Hadîs : 3870).[826]

 

1050— Abdullah ibni Amr'dan rivayet edildiğine göre, bir adam Rosûlüllah (Saİlallahü A leyhi ve Sellem) 'e sordu : — İslâm'ın hangi hasletleri daha hayırlıdır? Peygamber şöyle buyurdu :

«— Yemek ye d i rir sin, tanıdığına ve tanımadığına selam verirsin.»[827]

 

Bilhassa molı az olan ve kendisi muhtaç durumda bulunan kimsenin daha muhtaç olanlara yedirmesinde çok büyük fazilet vardır. Çünkü bu, fazla cömertlikten, Allah'a güvenden ve takvadan ileri gelir. Buradaki har­cama umumî mânâ taşır. Çoluk-çocuğa, misafirlere ve bütün hayır yollarına yapılan masraflar hep bu fazilet içine girer. Dar durumda olanların har­camalarındaki mükâfat da hâli vakti geniş olanlarınkinden daha fazladır, insanoğlu takvasını kaybedince, böyle sevabı büyük işleri yerine getiremi­yor, mal edinme hırsı içinde islâm'ın bu en büyük hasletini yok ediyor ve bunun yerine mala dokunmayan sırf teşbih çekme işini en büyük fazilet kabul ediyor; bunu da takva sayıyor. Halbuki takva, Hz. Peygamber'in uyguladığı yaşayışa uymaktır ve onun bütün hareketlerini benimseyerek tatbik yoluna girmektir.

Tanıdık veya tanımadık, büyük veya küçük, yüksek rütbeli veya rüt­besiz her müslümana selâm vermenin de büyük fazileti vardır. Bu, İslâm kardeşliğini ve müslümanların birbirlerine yakınlaşmalarını temin eden ve insanları mütevazı yapan çok "güzel bir iştir. Onun için islâm'ın en hayırlı hasletlerinden biri sayılmıştır. Diğer taraftan şahısları ayırıp, kişiye özel se­lâm vermekte samimiyetsizlik olduğundan, bu hareket makbul sayılmamıştır. Çünkü bunda insanlara hakaret mânâsı vardır ve insanların düşmanlığına, kin duygularını kamçılamaya sebep olma vardır.[828]

 

(481) «Hîcab Âyeti Nasıl Nazil Oldu

 

1051— İbni Şihab demiştir ki, Enes bana haber vermiştir. Enest Re-sûlüllah (satiallrJıü Altyhi rr S*tlfm)'h\ Medine'ye gelişi zamanında on ya­şındaydı.

(O, şöyle anlatmıştır): «Annelerim (Peygamberin zevceleri^ Pey­gambere hizmet için beni devamlı olarak vazifelendiriyorlardı. Böylece on yıl ona hizmet ettim. O vefat ettiği zaman, ben yirmi yaşımda idim. Bunun için Örtü (hicab) hâdisesini en jyi bilen insandım. Âyetin ilk nazil oluşu, Resûlüllah (Saitallahü Altyhi veSetkm}*in Cahş kızı Zeyneb ile ev­lendiği zamandı. Ona güvey olarak sabahlayınca, insanları davet etti de» onlar yemek yediler. Sonra çıkıp gittiler. Ancak birkaç kişi Peygamber (Ssllaikhü Aleyhi v$8etkm} in yanında kalıp beklemeyi uzattılar, (çıkıp gitmediler). Onlar çıksın diye Peygamber lfalktı ve çıktı. Ben de çıktım. Peygamber yürüdü; ben de onunla yürüdüm. Nihayet Hz. Aişe'nin hüc­resi eşiğine kadar geldi. Sonra o insanların çıkıp gittiğini zannetti de geri döndü. Ben de döndüm. Zeyneb'in yanına varınca, bir de gördü ki onlar oturuyor. Hemen Peygamber geri döndü; ben de döndüm. Tâ Hz. Aişe'nin hücresi (evi) eşiğine ulaştı ve onlar çıkmışlardır zannederek geri döndü. Ben de onunla geri döndüm. Bir de gördü ki, onlar çıkmış­lardır, îşte bu esnada Peygamber fStâfaMahü Akyhi w $$ltem$ benimle ken­di arasına örtü (perde) koydu ve hicab âyeti indirilmiş olötu.[829]

 

Hadîs-i şerifte beyan edildiği şekilde, ashab-ı kiramın Peygamber ($allaltehûAleyhlve$etkrn)'e eziyet verecek bezi tutum ve hareketleri üze­rine Vacib Tealâ Hazretleri, kullarına edeb kaidelerini öğretiyor ve şöyle hareket etmelerini emrediyor:

Ey iman edenler! Yemek vaktini gözetmeksizin, size izin verilip de davetli olduğunuz vakitten başka zamanlarda, Feygamber'in evlerine girmeyin; fakat çağrıldığınız zaman girin. Yemeği yediğinizde ide hemen (yanından) dağıUn. Söz söylemek, sohbet etmek için de izinsiz girmeyin; çünkü bu Feygamber'e eziyet veriyor, (sonra çıkın veya girmeyin deme­ğe) sizden utanıyor. Ancak Allah gerçeği açıklamayı terk etmez. Bir de Peygamberin zevcelerinden bir şey istediğiniz vakit (sizinle onlar arasın­da mevcut) perde arkasından sorun. Böyle yapmanız, hem sizin kalbleri-niz, hem de onların kalbleri için daha temizdir. Allah'ın Resulüne ezi­yet etmeniz doğru olmaz; arkasından (irtihalinden sonra) zevcelerini ni­kahlamanız ıda hiç bir zaman caiz olmaz. Bu, Allah katında çok büyük bir günahtır.»  (Ahzab Sûresi, Âyet: 53)

Rivayet edildiğine göre, bir takım kimseler zaman zaman Hz. Peygam-ber'in evine geliyordu ve onlara yemek yediriliyordu. Bunlar bazan yemek­ten önce gelip yemek hazırlanıncaya kadar bekliyorlar ve yemek yedikten sonra da çıkıp gitmiyorlardı. Aleyhissalâtu vesselam sıkılıyor .ve bunlara çıkın demeye utanıyordu. Aynı hal Hz. Zeyneb'le evlendikleri günkü düğün yemeğinden sonra meydana gelmesi üzerine bu «Hicab = Örtünme» âyeti nazil oldu ve Peygamberin hanımlarına, görünmelerine engel bir perde arkasından sokmak veya bir şey İstemek farz kılındı. Bu zamana kadar Arablarda hicab âdet değildi. İslâm'dan önce kadınlarda örtünme bakı­mından da bir edeb yoktu. Bunun için türlü hakaret ve eziyetlere maruz kalıyorlardı ve cemiyet içinde şerefli mevkileri yoktu. İslâm dini ise onları her türlü tasalluttan ve eziyet hareketlerinden kurtararak onlara en şerefli yeri tayin etmiştir.[830]

 

(482) «Üç Çıplak Vakit»

 

1052— (260-s.) Salebe ibni Ebî Malik El-Kurazî'den rivayet edildi­ğine göre kendisi, Benî Harise ibnil-Haris'in kardeşi Abdullah ibni Sü-veyd'e üç çıplak vakitten sormak üzere yola koyuldu. Abdullah bu üç vakti gözetip uygulardı. Abdullah sordu:

  Ne istiyorsun? Ben dedim ki:

  Bu üç vakitle amel etmek istiyorum. Bunun üzerine şöyle dedi:

  (1) Öğle sıcağında (uyumak için) elbisemi çıkardığım vakit, ev halkımdan bulûğa ermiş hiç kimse yanıma girmez; ancak iznimle girer yahut onu çağırırsam girer ki, bu onun iznidir.    (2) Fecir vakti doğup da insanla?* tanınıncaya ve namaz kıhnıncaya kadar, (bu vakit de gece elbi­sesini   değiştirip  giyinme   zamanıdır   ki,  yine   kimse   yanıma   giremez). Bit de yatsı namazını kıldığım ve elbisemi uyumak için çıkardığımda ^(yassıma kimse giremez.).[831]

 

İnsanların evlerinde istirahat için soyunup, boş kaldıkları üç vakit var­dır ki, bunlara «Üç Averâb denir. Vacİb Tealâ Hazretleri bu üç vakti Kur*an-ı Kerîm'de beyan buyurarak, onlara riayet etmeyi bize şöyle tavsiye ediyor:

«— Ey iman edenler! Sahib olduğunuz köleler (hizmetçiler) ve sizden olup da henüz bulûğ çağına ermemiş gençler (odalarınıza girecek olurlar­sa) şu üç vakitte sizden izin istesinler: Sabah namazından evvel, (çünkü bu vakit elbise değişme vaktidir; gecelikler çıkarılır, gündüz elbiseleri giyilir). Öğle sıcağında (yatmak için) elbiseni» çıkardığınız zaman. Bîr de yatsı namazından sonra (uyku için soyunduğunuz zaman). Bu üç vakit sİscîn için yalnız kalma vaktidir. Bu vakitlerin dışında ne sîze, ne onlara bir günah yofctur; hiatmet için yanınızda dolaşırlar ve sise ide birbirinize {(odalarınıza) girip çıkabilirsiniz. İşte Allah âyetlerini size böyle açıklıyor. Allah Alîm'dir, Hafctm'dir.» (Nür Sûresi, Âyet; 58).

Âyet-i Kerîmenin nüzul sebebi :

Rivayet edildiğine göre, Peygamber (Satlaiîahii Ateyhi veSeltem) gündü­zün en sıcak bir vaktinde, Ensar'dan M ü d I i c adlı köleyi Hz. Ömer'e gönderdi. Hz. Ömer uyuyordu. Köle kapıyı çalıp içeri girdi. Hz. Ömer uyanıp oturdu ve bu arada bir kısım avret yeri açıldı. Bunun üzerine söyle dedi :

«Çocuklarımızın ve hizmetçilerimizin izinsiz olarak, bu vakitte yanımıza girmelerini Cenab-ı Hakk'ın yasaklamasını istiyorum, keşkİ yasak olaydı.»

Sonra Hz. Ömer bu hizmetçi ile gitti ve orada bu âyetin nazil ol­duğunu gördü; hemen secdeye kapandı.

Bu üç vakit, yalnız başına kalmak, istirahat etmek ve elbise değişmek zamanları olduğundan hizmetçilerin ve henüz bulûğ çağına ermemiş bu­lunan çocukların ve akrabanın izin almaksızın büyüklerin odalarına girme­leri yasaklanmıştır. Bu üç vakit dışında hizmetçiler ve küçük çocuklar, izinsiz babalarının, annelerinin ve akrabalarınm odalarına girip çıkabilirler; çünkü hizmet etmekle görevlidirler. Fakat köle hizmetçi olmayıp da bulûğ çağına erişmiş bulunan büyükler hiç bir zaman izinsiz olarak başkalarının odalarına giremezler. Bunlar muhakkak ev. veya oda sahibinden izin almalıdırlar.[832]

 

(483) «Erkeğin Hanımı İle Yemek Yemesi»

 

1053— Hz. Aişe'deıi rivayet edildiğine göre, şöyle demiştir: — Peygamber (SülUtltehü Aleyhi ve Settem)  ile Ukt (— hurma ve yo-kurusundan yapılmış bir yemek)  yiyordum da, Ömer geldi. Pey­gamber onu (yemeğe) davet etti; o da yedi. Yerken eli parmağıma do­kundu. Bunun üzerine şöyle dedi :

«— Ay!.. Sizin hakkınızda bana yetki verilmiş olsaydı, sizi hiç bir gön göremezdi.» îşte hicab âyeti bunun üzerine nazil oldu.[833]

Hz. Enes'den rivayet edilen 1051 sayılı hadîs-İ şerif münasebetiyle anlatılan hâdise üzerine hicab == örtünme âyetinin nazil olduğu bildiril­mişti. Burada İse, âyetin nüzulüne Hz. Â i ş e 'nin naklettiği bu yemek hâdi­sesi sebep gösterilmekte ve Hz. Ömer'in arzusuna uygun olarak âyetin nazil olduğu belirtilmektedir. Her iki hâdisenin birbirine yakın zamanda vuku bulmasiyle. ikisinin de nüzul sebebi olması mümkündür.

Anlaşıldığına göre, hicab âyeti nazil olmadan önce ashab-ı kiram, Peygamber (Sallaîlahü Aleyhi ve 5cltem;'in hanelerinde müminlerin annele­riyle bir sofrada yemek yedikleri oluyordu. Müminlerin annelerine mqhsus: olmak üzere hicab âyeti nazil olunca, artık ihtiyaçlar ve sualler perde qr-. kasından arzedilmeye başlandı ve böylece aşhablö bir arada bulunmalga-yasaklandı.                 

Hz. Peygamber'in kendi zevcesîyle bir arada yemek yemesi ise edebe, en uygun bîr harekettir ve müminledir de buna uyması gerekli-' bir sünnettir»

(Bu hadîs-İ şerif için başka.,kaynak bulunamamıştır.).[834]

 

1054— Kays km Ümmü Habibe'nin şöyle dediği işitilmiştir. — Üm-mü Habîbe, Hâris'in oğlu Harice'nin büyük annesi olan Havle'dir —:

«— Benim elimle Eesûlüllah (Salîaİîahü Aleyhi ve Sellem)'in eli bir kap içine girip çıkmıştı, (böylece bir kaptan abdest almıştık).»[835]

 

Ebu Davud ve İbnİ  Mace 'nin rivayetleri :

«— Bİr kaptan abdest alış sırasında, benim elimle ResûlüIIah (Salfaltekü Aleyhi ve Helkm) 'in e!i kap içine girip çıkmış idi.» şeklindedir. Lâfızlar biraz değişikse de mânâ bakımından aralarında fark yoktur. Yine bu hanımlarla bir kabdan abdest alma işinin hicab âyetinin inişinden önce cereyan etti­ğini hadîs âlimleri İfade etmektedirler. Bu itibarla bundan Önceki hadîs-i şerîfîn açıklamasına bakılsın.[836]

 

(484) Şenliği Olmayan Bir Eve Girince

 

1055— (261-s.) Rivayet edildiğine göre, Abdullah İbnİ Ömer şöyle demiştir:

«— Bir kimse meskûn olmayan (şenliği bulunmayan) eve girdiği za­man : Esselâmu Aleyna ve Alâ ibadülâhi's-Salihîn = Allah'ın selâmeti hem biiiîii üicrimire, hem de AJlalı'm salih kulları üzerine olsun,, desin.»[837]

 

Meskûn olmayan evler İkt kısımdır. Bunlardan biri, içinde şefliği bu­lunmayan, fakat bizzat sahibi tarafından içine girilen evdir. Diğeri de, depa ve anbar mahiyetinde olup da, başkasına ait bulunan,- fakat İçinde bir mal ve menfaati olan kimsenin girdiği yerdir. Böyle bir yere, sahibinin izni alınmaksızın girilebilir ve bu iki türlü yere girildiği zaman da «Esseîâmu Aleyna ve Alâ IbadiltâhiVSaİitun» şeklinde selâm verilir. Başkasına ait bu­lunan meskûn veya gayri meskûn evlere giri$ adabını, bundan sonra gelen haberde, Allah Tealâ'nın emri olarak göreceğiz.

(Bu haber için başka bîr kaynak bulunamamıştır).[838]

 

1056— îbni Abbas'dan rivayet edildiğine göre, şöyle demiştir:—Kendi ev ve odalarınızdan başka evlere,   sahipleriyle alışkanlık tensin edip izin almadan ve selâm vermeden girmeyinir.» (Nûr Süresi» Âyot: 27)

— Cenab-ı Hak, bundan istisna ederek buyurmuştur:

«— İçinde oturulmayan ve içinde faydalanma hakkınız bulunan (de­po, ahır gibi) evlere (izinsiz) girmenizde bir günah yoktur. Allah açıkla­dığınızı da bilir, gizlediğinizi de...» (Nûr Sûresi, Âyet: 29).[839]

 

Cenab-ı Hak buradaki âyet-i kertmelerle, meskûn olan evlere ve mes­kûn olmayıp da içinde bir menfaatimiz bulunan yerlere girme adabını bize beyan buyuruyor:

1— Başkasına ait bir eve gireceğimiz zaman selâm verip de izin alma­dıkça içeri girmemizi yasaklıyor. Evin mahremiyetini koruma ve ev sahibine sıkıntı vermemek hallerine binaen izin aldıktan sonra İçeri girmek, terbiye ve nezaketin en güzel ifadesidir.

2— İçinde durulmayan ve içinde bir mal veya menfaatimiz bulunan: han ve depo gibi yerlere, sahibinden izin almaksızın içeri girmemizde bir; beis bulunmadiğını, böyle izinsiz girmenin edebe aykırı düşmediğini de yine-Cenab-ı Hak bizlere öğretiyor. Ancak böyle yerlere girildiği zaman da :

«— Esselâmu Aİeynâ ve Ala İbadîllahi's-Salihîn» şeklinde selâm ver­memiz gerektiğini de bir önceki haberden öğrenmiş bulunuyoruz.[840]

 

(485) «Sahip Olduğunuz Köleler Sîzden İzîn İstesin» (Nûr Sûresi: 58)

 

1057— (263-s.) İbni Ömer'den rivayet edilmiştir:

— Sahip olduğunuz köleler, (üç vakitte odalarınıza girmek için) sizden izin istesin.» İbni Ömer demiştir ki:

— Bu emir erkek köleler içindir, kadın olanlar için değil...[841]

 

Burada âyetin bir kısmı naklediliyor. Âyet-i Kerîmenin tamamı 1052 sa­yılı hadîs-i şerîf münasebetiyle açıklamasında geçmiş ve hizmet İçin kulla­nılan kölelerle henüz bulûğ çağma girmemiş çocukların belirtilen üç vakitte odalara İzinsiz girmemeleri hususu anlatılmıştı. Orada erkek ve kadın kö­leler arasında bir ayırım yapılmamıştı. İbni Çmer'in görüşünde bu izin, kölelerden erkek olanlar için bahis, konusudur, kadın olanlar için değil... 1052 sayılı hadîs-i şerife ve açıklamasına bakılsın.[842]

 

(486) «Çocuklarınız Bulûğa Erince» (Nür Sûresi, 59)

 

1058— (264-s.) İbni Ömer'den nakledildiğine göre, çocuklarından biri bulûğ çağına girince onu odasından ayırırdı ve izinsiz olarak da oda­sına sokmazdı.[843]

 

Çocuklar bulûğ çağına erince odaları ayrılır ve bunlar büyükler safına girerler. Onun için hangi vakitte olursa olsun, ana-babalarımn odalarına girmek istedikleri zaman muhakkak izin alıp içeri girmeleri gerekir. Nûr sûresinin 58. âyetinde bu izinsiz girme yasağı küçük çocuklar için üç vakite inhisar ettirilmişti. Köleler de aynen küçük çocuklar hükmüne sokulmuştu.

Burada büyük çocukların durumu anlatılmakta ve her zaman için İzin alarak içeri girmeleri lüzumuna işaret edilmektedir. Âyet-i kerîmenin tamamı şöyle:

«— Sizde» olan çocuklar bulûğa erdiklerinde, kendilerinden Önceki­lerin (ağabeylerinin) izin isteyişleri gibi, (odanıza girmek için her vakit­te) izin istesinler, tşte Allah âyetlerini (emir ve yasaklarını) böyle açık­lıyor. Allah Alîm'dir, Hakîm'dir.»  (Nûr Sûresi* Âyet: 59)   

İnsanın yetişkin çocuğu izinsiz olarak kendi odasına giremezse, yaban­cıların hiç giremeyeceği tabiîdir.[844]               

 

(487) İnsan Annesinden (Odasına Girmek İçin) İzin İster

 

1059— (265-s.) Alkame'den rivayet edildiğine göre, bir adara Abdullah'a  (ibni Mes'ûd hazretlerine) gelip dedi ki:

  Annemin odasına girmek için izin istemeli miyim? Buna (Abdullah) şu cevabı verdi:

  Anneni görmekten hoşlanacağın (muaşerete uygun) bütün zaman­larında (izin alman) gerekli değildir.[845]

 

Yabancı bîr kimsenin özel İkametgâhına girmek için izin istenmesi ter­biye ve nezaket icabı olduğu gibi, kötü ve edeb dışı bir manzara ile karşı­laşmamak için, cnne, baba, kardeş ve evlâd emsali yakınların yanlarına varılırken öksürerek, seslenerek önceden haber verilmesi de yine bir edeb kaidesidir. Hoşlanılmayacak bir manzara tasavvur edilmediği zamanlarda İse, herhangi bir işarete ve izin elmaya lüzum kalmaksızın anne, baba, kar­deş ve çocuğun yanına gidilebilir. Ansızın birbirinin, odasına girmek, bazı nahoş hal ve hareketlerle karşılaşmaya sebep olabileceğinden, buna mey­dan vermemek için bir takım ses Ve belirtilerle içeri girilmek istendiğini du­yurmak ve içerdekine derlenip toparlanmaya imkân vermek gerekir.

(Bu haber için başka bir kaynak bulunamamıştır.).[846]    

 

1060— (266-3.) Müslim ibni Nazîr'in şöyle dediği işitilmiştir:

  Bir adam Hüzeyfe'ye sorup, dedi ki:

  Annemin yanma (odasına) varmak için izin isteyeyim mi? O, şöyle cevap verdi:

  Eğer annenin yanma ondan izin almaksızın gidersen, hoşlanma­dığın şeyi görürsün.[847]

 

Bu haber de, bundan önceki haberin mânâsını teyid etmektedir. Hoş­lanılmayacak bir manzara İle karşılaşmamak için izin almanın yerinde ve 'edebe uygun İş olduğuna İşaret edilmektedir. Böyle bir görünüş bahis ko­nusu olmadığı anlarda İse, izin almaya lüzum yoktur. 1059 sayılı haberin açıklamasına bakılsın. (Bu haberi, Abdürrezzak'ın Musannef'inde zikretti­ğini Fadlu'llah haşiyesinde nakletmektedir. Fadİu'llah : C. II, s. 501).[848]

 

(488) İnsan Babasının Yanına Varmak İçin İzin İster

 

1061— (267-s.) Musa ibni Talha'dan. rivayet edildiğine göre, şöyle' demiştir:

— Babamla birlikte annemin yanma vardık da, babam içeri girdi.

Ben de babamı takip ettim. Babam ise, bana dönüp göğsümü itti; o kadar ki, kıçım üzerine beni oturttu. Sonra:

— İzinsiz mi giriyorsun? dedi.[849]

 

Bu haberde, babası ile beraber annesinin odasına girmek isteyenin hiç olmazsa yanındaki babasından müsaade alarak içeri girmesinin gerekli ol­duğuna, bîr nezaket ve edeb hareketi bulunduğuna İşaret edilmektedir. Bu konu ile ilgili,önceki haberlere müracaat edilsin.

(Bu haber için başka bir kaynak bulunamamıştır.).[850]

 

(489) İnsan Babasının Ve Çocuğunun Yanına Girmek İçin İzin İster

 

1062— (268-s.) Cabir'den rivayet edildiğine göre, şöyle demiştir:

— însan, çocuğunun ve kocalmiş olsa bile annesinin, erkek kardeşi­nin, kız kardeşinin, babasının yanma girmek için izin ister.[851]

 

Insanın en yakını bulunan ana, baba ve kardeşler gibi mahremlerinin özel yer ve odalarına ansızın, hiç bir belirti göstermeksizin girmemesi gerekli olduğuna ve bunun sebebine 1059 sayılı haberin açıklamasında temas edil­mişti. Oraya bakılsın. (Bu haber için de başka bir kaynak bulunamamıştır.).[852]

 

(490) İnsan Kız Kardeşinin Yanına Girmek İçin İzin İster

 

1063— (269-s.) Atâ'dan rivayet edildiğine göre, şöyle demiştir:

  İbni Abbas'a sordum da, dedim ki:

  Kız kardeşimin yanma girmek için izin isteyeyim mi? O:

  Evet, dedi. Ben tekrar edip dedim ki:

  Benim himayemde iki kız kardeşlerdir; onları geçindiriyorum ve onlara yedirip, harcıyorum, onların yanına girmek için izin istemeli mi­yim?

  Evet, dedi. Onları çıplak olarak görmek ister misin? Sonra (Nûr Sûresi'nin 58. âyetini) okudu:

Ey iman edenler! Sahip olduğunuz köleler ve henüz bulûğa er» memiş küçük çocuklarınız (odalarınıza girecek olurlarsa) şu üç vakitte sizden izin istesinler: Sabah namazından önce, öğle sıcağında (yatmak için) elbisenizi çıkardığınız sırada, bir de yatsı namazından sonra... Bu üf vakit sizin için yalnız kalma vaktidir.»

— Şu köleler ve küçük çocuklar ancak üç vakit için izin 'almakla em­redildiler. (Bunlar dışında büyükler daima izin alarak içeri girmekle em­redildiler hükmünü kasdederek yine Nûr Sûresi'nin 59. âyetini ifade edip şöyle) dedi:                                               

«— Sizin çocuklarınız bulûğa erdiklerinde, kendilerinden önceki ağabeylerinin izin isteyişler gibi, (odalarınıza girmek için her vakitte) izin istesisoler.»

îbni Abbas dedi ki, izin almak vaciptir. İbni Güreye de, bütün in­sanlar üzerine vaciptir ilâvesini yaptı.[853]

 

Bilgi için 1052 ve 1059 sayılı haberlerin açıklamalarına bakıl&ın. (Bu haber için başka bir kaynak bulunamamıştır.).[854]

 

(491) İnsan Erkek Kardeşinin Yanına Girmek İçin İzin İster

 

1064— (270-S.) Abdullah'dan rivayet edildiğine göre, şöyle demiştir:

— însan babasının, anasının, erkek kardeşinin ve kız kardeşinin ya­nına (odasına) girmek için izin ister.[855]

 

1059 sayılı haberle ondan sonrakilere bakılsın.[856]

 

(492) Üç Defa İzin İstemek

 

1065— Ubeyd ibni Umeyr'den rivayet edildiğine göre, Ebû Musa El-Eş'ari, Ömer ibni Hattab'ın huzuruna çıkmak için izin istedi. Hazret) Ömer'in meşguliyete benzer hali olduğundan, Ebû Musa'ya izin verilmedi. Bunun üzerine Ebû Musa geri döndü. Ömer işini bitirince:

  Ben Abdullah ibni Kays'ın (Ebû Musa'nın) sesini işitmedim mi? Ona müsaade edin,  (gelsin).    Ebû Musa geri dönüp gitti diye Hazreti Ömer'e söylendi. Hz. Ömer onu çağırttı (ve geri dönüş sebebini sordu). Bunun üzerine Ebû Musa dedi ki:

  Biz bununla emredilmiştik, (üç defa izin isteyin, size izin veril­mezse geri dönün diye Hz. Peygamber bize buyurmuştu). Buna karşı Hz. Ömer:

  Bana, buna dair delil getirirsin, (yoksa canını acıtırım). Ebû Musa da Ensar'ın meclisine gidip, onlara sordu:

  (İçinizde izin istemenin üç defa olduğuna dair hadîs-i şerifi bilen ve Hz. Ömer'e karşı şahitlik edecek var mıdır?) Onlar da dediler ki:

— Bu hususta sana en küçüğümüz Ebû Sa'îd El-Hudrî ancak şahitlik edebilir. Adam, Ebû Sa'îd ile beraber (Hz. Ömer'e) gitti. Hz. Ömer de şöyle buyurdu:

— Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Seİlem) 'in işinden bana gizli ka­lan mı oldu? (şaşılacak şey!..) Çarşılarda alış-veriş beni meşgul etti. Bu sözden, ticarete çıkışı kasdediyor.[857]

 

Ebü Davüd, Tirmİzî ve İbnİ Mace 'nin rivayet ettik­lerine göre de, Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)   şöyle buyurdu:

«Sizden biriniz üç defa izin ister de, ona izin verilmezse, geri dön.sÜn.»

Anlaşılıyor ki, üç defaya kadar kapıyı çalmak veya selâm vermek sure­tiyle içeri girmek için izin çıkmasını beklemek ve izin çıkmadığı takdirde de geri dönmek sünnettir. Anlayış göstererek başkasını rahatsız etmemek aynı zamanda nezaket ve edeb kaidesidir. Böyle olduğu halde, fazilet ve şerefi çok üstün olan Hz. Ömer'in hafızasından bu Hadîs-İ Şerif silinmiş veya ona kapalı kalmış olup, ondan mertebece daha aşağı kimselerin hatırlat-masiyle İşin farkına varmış ve buna taaccüp etmiştir. Buna da sebep, insan­lara muhtaç olmamak için bizzat çoluk-çocuğunun geçimini temin maksa­dıyla çarşıya çıkıp çalışmasını ve meşgul olmasını göstermektedir. Hazretf Ömer, yalnız E b û M Cı s a 'nm şahitliği ile izin istemenin üç defa oldu­ğuna dair Hadîs-i Şerifin sıhhatini kabul etmemiş, başka bir şahit getiril­mesini istemişti. Çünkü bir kişinin İfadesi kesinlik taşımaz. Ebû S a î d'in de aynı Hadîs-İ Şerife şahitlik etmesi üzerine de, hüküm iki kişinin şahülîğİ ile kesinlik kazanarak Hz.  Ömer tarafından kabule şayan oldu.[858]

 

(493) İzin İstemek Selâmdan Başkadır

 

1068— (271-s.) Ebû Hüreyre'den rivayet edildiğine göre, selâm ver­meden önce izin istiyen hakkında kendisine soruldu. Ebû Hüreyre dedi ki:

— Selâm ile söze başlamadıkça ona (izin istiyen kimseye) müsaade edilmez.[859]

 

Bir kimsenin evine girmek için, yalnız kapıyı çalmak veya seslenmek gibi hareketlerle izin istemek başka şeydir, ayrıca selâm vermek de başka şeydir. Buradaki haberden anlaşıldığına göre, ev sahibi ile İlk karşılaşmada selâm verilir ve içeri girmek için müsaade İstenir. Selâm vermedikçe de içeri girmeye müsaade edilmez.

(Bu haber için başka bir kaynak bulunamadı.).[860]

 

1067— (272-s.) Ebü Hüreyre'nin şöyle dediği işitümiştir:

— Bir kimse, bir yere girmek isteyip de «Esselâmu Aleyküm» deme­di ise, selâm anahtarını getirmedikçe cna «hayır!» (İçeri girmek yok!) de.[861]

 

Bu haber de, bir öncekini" teyid etmekte ve selâm vermeden içeri gir­menin yerinde bir hareket olmadığınrbelirtmektedir. Böylece izin istemekle selâm vermenin ayrı ayrı şeyler olduğu da anlaşılmaktadır,

(Bu haber için yine başka bir kaynak bulunamarmşhr.).[862]

(494) İzinsiz Bakanın Gözü Oyulur

 

1068— Ebû Hüreyre, Peygamber (Sallaltahü Aleyhi ve Sellem/den ri­vayet ettiğine göre, Peygamber şöyle buyurdu:

«— Eğer bir adam (izinsiz olarak) yukardan aşağı evine bakar da, ren ona Mr taş atıp gözünü çıkarırsan, sana bir günah yoktur.»[863]

 

Haber vermeksizin ve müsaade almaksızın kasıtlı olarak başkasının kapı aralığından veya evinin penceresinden içeriye bakmak, hisar ve duvar gibi yerler üzerinden ev içlerine bakmak haramdır. Bunda hem ev masuni­yetini ihlâl vardır, hem de tecessüs, yani başkasının özel hayatını araştırma vardır. Bundan son derece kaçınmak lâzımdır. Yoldan geçerken, araştırma ve kasıt niyyetini taşımaksızın bir göz değmesi, suretiyle bakılmasında bîr beis yoktur ve bu bir suç sayılmaz.

Şafiî mezhebine göre, kasıtlı olarak ve işlediğinde sebat göstererek kapı veya pencere aralığından İçeri bakanın gözü oyulduğu takdirde, oyan kimseye ne kısas yapılır, ne de diyet ödetilir.

İmamı Azam Hazretlerine göre, böyle kötü bir İş yapar kimseye, yaptığı İşin haram olduğu ve bundan sakınılması gerektiği ihrar edilir, ha­lini düzeltmesi İstenir. Buna rağmen halini düzeltmeyerek aynı kötü işe de­vam ettiği sabit olursa, gözünü çıkarmak caizdir.[864]

 

1069— Enes'den rivayet edildiğine göre, şöyle demiştir:

«— Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)   namaz kılıyordu da,   bir adam uzanıp evine (kapı aralığından) baktı. Bunun üzerine Peygamber ok torbasından bir ok alıp» o adamın gözlerine doğru çevirdi.»[865]

 

Haber vermeksizin Peygamberin evi -içine gözü İle tecavüz edenin bir Bedevi olduğu rivayeti vardır. -Bunun yaptığı hareketin fenalığını kendisine bildirmek ve bir daha böyle bîr işe teşebbüs etmemek İçin Hz. Peygamber Bedevinin gözlerine doğru oku doğrultnıuş, adam da sakınıp gitmiştir. Bu Hadîs-i Şerifi biraz değişik lâfızla Tirmizİ de rivayet etmiştir. Bundan önceki Hadîs-i Şerife ve açıklamasına, bakılsın.[866]

 

(495) İzin İstemek, Göz Harama Değmemek İçindir

 

1070— Sehi ibni Sa'd haber verdiğine göre, bir adam Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) 'in kapısındaki bir delikten içeriye baktı. Pey­gamberde kendisiyle başını kaşıdığı bir çalı vardı.

  Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) o adamı görünce, şöyle bu­yurdu :

  «Eğer maksatlı olarak bana baktığını hileydim, bunu gözüne so­kardım.»[867]

 

Göz harama değmesin, evin mahremiyetine vakıf olunmasın ve böylece haram işlenmesin diye, yabancı- evlere-girmekte izin almak meşru kılınmış­tır. Bunun için hiç kimseye, kapı deliğinden veya aralığından içeri bakmak delâl değildir. Israrla bu haramı işleyenlerin cezası da, göz oyulması ka­dar ağırdır. 1086 sayılı Hadîs-i Şerîf açıklamasına bakılsın.[868]

 

1071— Peygamber (Sallalhhü Aleyhi ve Sellem) şöyle buyurdu:

«— Göz  (harama değmesin) için izin almak meşru kılındı.»[869]

 

1070 sayılı Hadîs-İ Şerife bakılsın.[870]

 

1072— Enes'den rivayet edildiğine göre, şöyle demiştir:

«— Bir adam, Peygamber (Saîlallahü Aleyhi ve Sellem) 'in -hücresindeki (evindeki) aralıktan içeriye baktı da. ResülüUah (Saîlallahü Aleyhi ve SeUem) bir okla ona karşı durdu. Adam da başını çıkardı; (savuşup uzaklaştı).»[871]

 

1069 ve 1070 sayılı Hadîs-İ Şeriflere bakılsın.[872]

 

(496) Bir Adam Bir Adama Evinde  Selâm  Verince

 

1073— Ebû Musa'dan haber verildiğine göre, şöyle demiştir:

  Ömer'in yanma varmak için (kapıda) izin istedim —üç kerre — de bana izin verilmedi. Ben de geri döndüm. (Arkamdan Ömer adam gön­derip) beni çağırttı ve dedi ki:

—" Ey Abdullah! Kapımda beklemek sana zor geldi. Şunu bilmiş ol ki, insanların senin kapında beklemeleri aynı şekilde onlara zor geliyor. Ben de:

  Hayır, ben senin yanma girmek için üç defa izin istedim, bana izin verilmedi. Ben de geri döndüm. «Biz böyle hareket etmekle emrolunuyor-duk, (Peygamberin bize emri bu idi).» dedim. Bunun üzerine Ömer:

— Bunu kimden işittin? dedi de ;

  Bunu Peygamber (SaîiaUahü A teyhi ve Selknı) 'den işittim, dedim. Buna karşı Ömer şöyle dedi:

  Bizim   işitmediğimizi,   Peygamber  (SaîiaUahü Aleyhi ve Selîem) 'den sen mi işittin? Bu hususta bana bir delil getirmezsen, seni azaba soka­cağım.

  Ben de çıktım, Mescid'de oturmakta olan Ensar'dan ibaret birkaç kişinin yanına kadar gittim. Onlara (izin İstemeye dair Hadîs-i Şerifi işi­ten olup olmadığını) sordum. Onlar dediler ki:

  Bundan şüphe eden mi var?

Ben de Ömer'in söylediklerini onlara haber verdim. Onlar:

  Sen?ale ancak en küçüğümüz kalkıp gidebilir, dediler. Bunun üze­rine Ebû Saîd El-Hudrî —yahut Ebû Mes'ûd— Ömer'e gitmek üzere be­nimle kalktı. (Ebû Saîd, Ömer'in huzurunda şu Hadîs-i Şerifi) anlattı:

— Sa'd ibni Ubade'yi ziyaret etmek isteyen Peygamber (Sallat ahu AhyhtYeSeltehOiH (yola) çıktık. Nihayet Peygamber onun yanma var­dı da selâm verdi, fakat içeri girmeye kendisine izin verilmedi. Sonra ikin­ci defa selâm verdi, sonra üçüncü defa verdi. Yine kendisine izin verilme­di. Bunun üzerine Peygamber:

«— Biz, üzerimizdeki borcu ödedik» buyurdu. Sonra geri döndü. Ar­kasından Sa'd, Peygambere yetişip, dedi ki:

. — Ey Allah'ın Resulü! Seni hak olarak gönderen Allah'a yemin ede­rim ki, sen selâm verdiğin her defa, ben işitiyordum ve selâmına karşılık veriyordum, (ve aleyküm selâm ve rahmetullah diyordum). Ancak isti­yordum ki, bana ve ehlime çok selâm veresin, (bunun için sizi bekletmiş oldum). Bundan sonra Ebû Musa, (Hazreti Ömer'e hitaben) :

  Vallahi,     benim  Resûlüllah (SaUaîlahü Aleyhi ve Sellem)'in  Hadîs-i Şerifine güvenim vardı, (bunu kesin olarak biliyordum), dedi.

Hazreti Ömer de:

  Evet, doğrusun. Ancak ben işi gerçekleştirmek (ve şüpheden kur­tarmak) istedim, buyurdu.[873]

 

Daha önce 1066 sayılı haberde İzin almak, selâmdan başka şey olduğu bildirilmişti. Bununla beraber izîn isteme, kapı çalınması, öksürme ve ses­lenme gibi-hareketlerle yapıldıktan sonra, içeri girerken selâm vermek de şart kılınmıştı. Şimdi buradaki Hadîs-i Şeriften öğreniyoruz-kı/yalnız selâm vârm-ek :suneiİyle içeri girme müsaadesi alınabilir. Sesin, ve selâmın duyu-labildiği yerlerde yalnız selâm vererek içeri girme izni alınabilir. 1065 sayılı Hadîs-i Şerife bakılsın.

(Sa'd ibni Ubade'nin hal tercemesi İçin 846 sayılı hadîse bakılsın.).[874]

 

(497) Adamı Çağırmak Ona  (İçeri Girmesi İçin)  İzindir

 

1074— (273-s.) Abdullah'dan rivayet edildiğine göre, şöyle demiştir:

— İnsan çağrıldığı zaman ona (içeri girmesi için.)  izin verilmiş de­mektir.[875]

 

Çağıran kimse ile çağrılan arasında mesafe az olur veya kısa zaman aradan geçerse, çağrılan kimse izin almaksızın içeri girebilir. Onun çağ­rılması kendisi İçin İçeri girmesine müsaade mânâsını taşır. Fakat mesafe uzak olur veya aradan uzun zaman geçerse, yeniden bir İzin istemek su­retiyle içeri girilmesi icab eder. Bu hal durum ve şartlara göre de değişebilir.

(Bu haber için başka bir kaynak bulunamamıştır.).[876]

 

1075— Ebû Hüreyre, Peygamber (SallaUahüAleyhiveSellem)'den ri­vayet ettiğine göre, Peygamber şöyle buyurdu :

«— Sizden-biriniz çağrılır da, e^çi ile beraber gelirse, bu ona (içeri girmesi için) izi&ıdir.»[877]

 

1074 sayılı habere ve açıklamasına bakılsın. Bir haberci veya elçi va-sıtasiyle çağrılanlar, elçi veya haberciden önce gelirlerse, bu takdirde izin almaları gerekir. Nitekim Ashabdan bazı kimselerin- çağrılmış elmalarına binâen Hz. Peygamber'den izin istedikleri rivayeti vardır. Aksi haJde izne hacet yoktur.[878]

 

1076— Ebû Hüreyre, Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) 'den ri­vayet ettiğine göre, Peygamber şöyle buyurdu;

«— Adamın adama elçi göndermesi, ona (içeri girmesi için) izin­dir.»[879]

 

Bu bölümle İlgili diğer hadîs ve haberlere bakılsın.[880]

 

1077— (274-s.) Ebû'l-Alâniyye'den rivayet edildiğine göre, şöyle de­miştir :

 Ebû Saîd El-Hudrî'ye vardım da, selâm verdim.  (İçeri girmeye) bana izin verilmedi. Sonra selâm verdim, yine izin verilmedi. Sonra üçün­cü defa selâm verdim de sesimi yükselttim ve dedim ki:

  Esselâmu Aleyküm, ey ev halkı!.. Yine bana izin verilmedi. Ben de bir kenara çekilip oturdum. Bir de bir erkek çocuk çıkıp, gir, dedi. Ben de (içeri) girdim. Ebû Saîd bana dedi ki:

  Dikkat et, sen (üç kerrederi) ziyade edeydin sana izin verilmeye­cekti, (çünkü sünnete aykırı hareket etmiş sayılacaktın). Ben, ona (için­de şarap yapılan) kaplardan sordum, muayyen bir kaptan sormadım; an­cak haramdır, dedi. Nihayet ona deriden yapılmış kaplardan sordum; bu­na da haram, dedi. Ravilerden Muhamrned (ibni Sirîn) dedi ki:

  Bu (içinde şarap yapılan) bir kaptır ki, baş tarafına deri yapılır da bağlanır.[881]

 

Sarhoşluk veren içkiler ve her türlü şarap, İlk haram kılındığı zaman, bu içkilerin içinde bulunduğu kaplan da kullanmak yasak edilmişti. Bu İçkİ .kaplarının hepsi kırılmış ve yok edilmişti. İçki imalâtı son bulduktan sonra, bu içki kaplarına benzer kapların yapılıp satılmasına ve kullanılmalarına müsaade edildi.

Bu haberden de anlaşıldığına göre, üç defa selâm vermek suretiyle İzin istemek sünnettir. Bundan ziyade olarak izin istemede İsrar etmek sünnete aykırıdır. Bunu yapmamalı ve müslüman. kardeşi rahatsız-etmemelidir.

(Bu haber İçin başka bir kaynak bulunamamıştır.).[882]

 

(498) Kapıda İnsan Nasıl Durur

 

1078— Peygamber (Saîlalİahü Aleyhi ve Sellem) 'in arkadaşı olan Abdul­lah ibni Büsr'ün anlattığına göre, Peygamber (Sallatlahü Aleyhi ve Sellem) bir (kimseye ait) kapıya gelip de (içeri girmek için) izin istediği zaman kapıya karşı durmazdı. Sağa ve sola gelirdi. Eğer kendisine izin verilir ise  (içeri girerdi). Değilse dönerdi.[883]

 

Bir kimsenin evine veya odasına girmek için tam kapı karşısında durmak edebe aykırıdır. Kapı açılır açılmaz içeriyi gözetlemek ve görmek halleri taşınıldığî fikrini verir. 6u da nezaketsizlik clur. Onun için Hz. Peygamber bize öğrettiği şekilde kapının yan taraflarına çekilmek suretiyle içeri girme izni istenmelidir, üç defa istendikten sonra da, İzin verilmezse dönüp gitmelidir.

Abdullah    ibni    B ü s r   kimdir? :

Eb Û B ü s r künyesini taşıyan A b d u I I a h 'in Medîne'Ii ashab* dan ve Mazin kabilesinden olduğu söylenir. Ebeveyni ile iki kardeşi de as-habdandır. Daha genç yaşta iken Peygamber (Sattalkthü Aleyhi ve Sellem) eüni. bunun başına koyup :

«— Bu oğlan bir asır yaşayacaktır.» buyurmuş ve rivayet edildiğine göre de 96 veya 100 yaşında Şam'da vefat etmiştir. Şam'da en son vefat eden şahabı budur. Abdest alırken ansızın vefat etmiştir. Allah ondan razı olsun.[884]

 

 

 

(499) Bir Kîmse İzin İster De Ona, Ben Çıkıncaya Kadar Bekle Diye Ev Sahibi Söylerse Nerede Oturur?

 

1079— (275-s.)  Abdurrahman ibni Muaviye ibni Hadic babasından rivayet ettiğine göre, babası şöyle demiştir:

  Ömer ibni Hattab'a gittim — Allah ondan razı olsun — de, huzu­runa çıkmak için izin istedim. Bana dediler ki:

  O sana çıkıncaya kadar yerinde bekle. Ben de kapısına yakın bir yerde oturdum. (Babam anlatıp) dedi ki, nihayet Ömer bana gelip su is­tedi. Sonra abdest aldı ve mestlerini mesnetti, (ıslak elleriyle sildi). Ben :

  Ey müminlerin Emîri! Böyle abdest alman beviîden midir? dedim. Şöyle dedi ;

  Beviîden yahut başkasından...[885]

 

Herhangi bîr yere gidip içeri girmek için müsaade istenir de, biraz bek­lenmesi şeklinde cevap verilirse, hemen kapı önünde beklenmemelidir. Ke­nara çekilip yakın bir yerde oturarak beklemelidir. Fazla uzaklaşmak âo doğru değildir; çünkü aratmaya sebep teşkil eder. Hem hürmetsizlik olur, hem de eziyet verilmiş olur

Bu haber aynı zamanda, ashab-ı kiramın mestler üzerine mesih yap­tıklarına ve bevil gibi hallerden abdest bozulduğu takdirde de mesih ya­pılabileceğine delil teşki! etmektedir.

(Bu haber için başka bir kaynak bulunamamıştır.).[886]

 

(500) Kapıyı Çalmak

 

Enes ibni Malik'den rivayet edildiğine göre, Peygamber (SatlaHahü Aleyhi ve Sellem)"m kapıları (ashab tarafından) tırnaklarla çalınırdı.[887]

 

Ashab-ı Kiramın edebe son derece riayetlerinden dolayı Peygamberin huzuruna çıkmak İstedikleri zaman duyulacak kadar hafif bir sesle parmak uçların! ve tırnaklarını kullanarak kapıyı çalarlardı. Işitilemeyecek bir du­rum olduğu zaman, daha fazla, ihtiyaç miktarı bîr sesle kapıyı çalmak gere­kir. Pat pat şeklinde veya kapılardaki zillere devamlı basarak kapı çalmak edebe aykırıdır. Hem kaba bir harekettir, hem de ev sahibine rahatsızlık vermektir.

(Bu Hadîs-İ Şerif için başka bir kaynak bulunamamıştır.).[888]

 

(501) İzin Almadan İçeri Girince

 

1081— Kelde ibni Hanbel haber verdiğine göre, Safvan ibni Ümey-ye kendisini Mekke'nin fethi'zamanında Peygamber (Salialtahü Aleyhi ve Sel'cm)'e bir oğlak, süt ve sebze yemeği getirmek üzere gönderdi. (Ka­vilerden Ebû Asım demiştir ki, «Dağabîs» bir nevi yeşil sebzelerdir). Pey­gamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) de vadinin üst tarafında idi. (Kelde ibni Hanbel anlatıp)  dedi ki:

  Ben selâm vermedim ve içeri girmek için de izin istemedim. Pey­gamber, şöyle buyurdu :  

«— Geri dön de Esselâmu Aleyküm, gireyim mi? diye söyle.» Bu vak'a, Safvan müslüman olduktan sonra vuku buldu. Ravüerden Amr demiştir ki:

  Ümeyye bu şekilde bana Kelde'den nakletti; fakat bunu Kelde'den işittim demedi.[889]

 

Hz. Peygamber hiç kimseyi ayıplamamış ve yüzüne karşı kırmamış ol­duğu halde, böyle selâm vermeksizin ve izin de almaksızın içeri giren kİm-seyİ geri çevirmesi iki mânâ taşımaktadır:

Birincisi, selâm verip izin istemenin çok önemli, gözetilmesi gereken bir vazife olduğunu ve bunun asla terkedilmemesi gerektiğini bildirmektir. ikincisi de, henüz islâm hayatına alışmamış kimselere bilfiil edebi öğretmek hususudur. Bundan anlaşılıyor ki, izinsiz ve habersiz olarak bir kimsenin evine girmek caiz değildir.[890]

 

1082— Ebû Hüreyre'den rivayet edildiğine göre: — Peygamber (SaİUttlahü Aleyhi ve Sellem) şöyle buyurmuştur;

«— Bir kimse gözü içeriye sokarsa, «na izin yoktur.» (Yâni; izin iste­mek, gözü korumak içindir. İsinden Önce göz içeriye dalarsa, ona izin verilmez).[891]

 

Gözler hoşa gitmeyen şeyler görmesin diye izin alarak içeri girmek meşru kılınmıştır. Gözlerin kapıdan içeriye dalması, insanın izin almadan içeri girmesi hükmünü taşır. Bu itibarla izinsiz içeri giren, nasıl ki seîâm verip izîn almak üzere geri çevriliyorsa, gözlen içeri girene de müsaade edilmemesi gerekir. .Onun da özür dileyip sünnete uygun olarak izin iste­mesi lâzımdır. Zaten kapıya karşı durulmayıp sağa veya sola çekilmekle emredîliş, yine gözleri korumak içindir.[892]

 

(502) «Gireyim Mi?» Deyip De Selâm Vermeyince

 

1083— Ebû Hüreyre'nin şöyle dediği işitilmiştir:

  Bir kimse, içeri gireyim mi? deyip de, selâm vermemişse,_ anahtarı getirmedikçe izin yok, diye söyle. (Ravi der ki) ben sordum:

  (O anahtar) selâm mıdır? Ebû Hüreyre:

  Evet! dedi.[893]

 

Bu haberden de anlaşılıyor kİ, içeri girmek için yalnız İzin İstemek kâfi değildir. İçeri girmekte kullanılan anahtar yerine kaim olan selâm sözünü de getirmek gerekir. 1067 sayılı habere bakılsın.[894]

 

1084— Amir oğullarından bir adam anlattığına göre, kendisi Pey­gamber (Saliallah'd Aleyhi ve Seltem) 'e gelip: — (İçeri) gireyim mi? dedi. Peygamber (Satiallahü Aleyhi ve Sellem) cariyesine:

— Çık, ona rle ki: Esselâmu Aleyküm, gireyim mi? diye söyle. Zira; bu adam hsipı istemeyi beceremiyor.»

  Adam demiştir ki, cariye bana çıkıp gelmeden Önce ben bu sözü işittim de:

  Esselâmu Aleykürri, gireyim mi? dedim. Peygamber şöyle buyurdu:

— Senin de üzerine selâm olsun, gir.»

Adam demiştir ki, ben de içeri girip : (Bir Peygamber olarak) ne ile geldin? dedim.

Peygamber şöyle buyurdu :

— Ben sîze hayırdan başka bir şeyle gelmedim: Ortağı olmayan tek Allah'a ibadet edesiniz, Lât ve Uzza pullarına tapınmayı terkedesiıniz, gece ve gündüz beş vakit namaz kıla siniz, senede bir ay oruç tutasımz, bu Beyt'i (Kabe'yi) haccedesiniz ve zenginlerimizin mahndnn alıp, onu fa­kirlere veresiniz diye size geldim,  (gönderildim).

  Adam dedi ki, ben Peygambere sordum:

 İlimden bilmediğin birşey var mı? Peygamber .şöyle buyurdu : .

«— Gerçekten en hayırlısını Allah bilir. İlimden bîr kısmı vardır ki, onu ancak Allalh bilir. Beş şeyi Allah'dars başkası bilmez: = Kıyametin il­mi (kopacağı vakti bilmek) Allah ika tındadır. Yağmuru (dilediği yere, di­lediği kadar) -o yağdırır. Ralhimlerde (erkek-dişi, sağlam-sakat, iyi-kötü) ne varsa o bilir. Hiç kimse yarın ne kazanacağını (başına ne geleceğini) bilemez. Hiç kimse de hangi yerde öleceğini bilemez.» (Lokman Sûresi, Ayet: 34).[895]

 

Bu Hadîs-i Şeriften de öğreniyoruz ki, bir kimsenin evine girmek için yalmz izin istemek kâfi değildir. Ayrıca olarak selâm verilecektir. Bİr de Hz, Peygamberin beşeriyete gönderilmesİndeki hikmet, sırf insanları hayra ve1 en iyiye çağırmak ve onları dünya ile âhiret saadetine kavuşturmaktır. Ge-* tirdiği hayırlı şeylerin ilki ve başı da Allah'a hiç birşeyi ortak koşmakstzın ona iman edip, İbâdette bulunmaktır. Bu imanın esasını teşkil eder. Bun­dan sonra sırasiyle zikredilen ibâdetler de günde beş vakit namaz kılmak, senede bir ay oruç tutmak, haccetmelcve zekât vermektir. Bunlar ana ibâ­detlerdir.

Herş^yin aslını ve künhünü olduğu gibi, tam olarak bilen Genab-ı Hak dır. İnsanlar da bir kısım şeyleri bilirler ve bilebilirler. Beş temel şey vardır ki, bunların esasını Allah'tan başkası bilemez. Bunları Lokman Sûresi'nin 34. Âyet-İ Kerîme'sinde şöyle beyan buyuruyor :

1— Kıyametin ne zaman kopacağını ve âhİret hallerini ancak Allah bifir. Zaten âhirete ait haller dünya yaratılah beri insanlar tarafından mü-şahade edilmediğinden, hiç kimse kendi ihtiyar ve İradesiyle bunları bile­meyeceği mpnakaşa götürmez.

2— Bİr ölçü nispetinde dilediği yerlere yağmur yağdıran ve bunun za­manı ile miktarını bÜen ancak Allah'tır. Bazı aiâmetîer belirdikten sonra, basınç ve bului emareleri ve rüzgârlar çıktıktan sonra tahminlerde bulunup bir kısım isabet kaydetmek, asıl kastedilen ilmi bilmek sayılmaz ve bu ger­çek ilim olmaz. Bir işin tahakkukuna sebep olacak emare ve belirtilerin bu­lunması, o işin vuku bulacağına delildir. Bu esbabı yaratan ise Allah'tır. Afları bu yağmur sebeplerini yaratmazdan önce, nereye ne kadar yağmur yağdıracağını bilir. Fakat bunu ondan başkası bilemez. Biz ancak sebepler ve alâmetler ortaya çıktığı zaman bazj şeyleri bilebiliriz.

3— Ana rahminde ceninin daha azaları teşekkül etmeden, onun nasıl bir yaratık olacağını  ancak Allah  bİIir.  Bedenen  sağlam-sakat,  İyi-kötü, erkek veya dişi olduğunu ancak Allah bilir. El-ayak ve kemik gibi bazı aza-İar teşekkül ettikten sonra röntgen benzeri âletlerle keşfetmeler bu konu dışında kalır. Çünkü; göz görüldükten sonra kör denmez. Göz bahis konusu olmadan, gözün var olup olmayacağını bilmek hususundaki ilim ancak Allah katında mevcut bir gerçektir. Beşeriyet bunu bilmekten acizdir.

4— İnsanın sevinçli ve kederli, sağlam ve hasta, kâr ve zarar halleri vardır. Başına bir kaza gelip gelmeyeceğini önceden kesin olarak bilemez. Fakat Allah Teâlâ önceden bütün kulların bu hallerini bilir.

5— Hiç bir canlı da nerede öleceğini bilemez. Ölüm İnsanın elinde değildir. Ne zaman ve nerede insanı yakalayacağı belli olmaz. İnsan de­vamlı olarak ömrünün sonuna kadar muayyen bîr yerde kalmaya kararlı olsa bile, bazı mecburî sebepler onu başka yere iletir ve ölümü orada mey­dana gelir. Bugün yollardaki kazalarda, hastahane ve muhtelif yerlerde vukua gelen ölümler açıkça bu gerçeği ortaya koymaktadır. Allah Teâlâ ise, ezelî ilmî ile her canlının nerede ve nasıl öleceğini bilir. Ondan başkası bunu bilemez.[896]

 

(503) İzin İstemek Nasıldır?

 

1085— İbni Abbas'dan rivayet edildiğine göre, şöyle demiştir: Ömer, Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Scllemyin huzuruna çıkmak için izin istedi de, şöyle dedi: Selâm Allah'ın Resulüne olsun, Esselâmü Aleyküm. Ömer, (içeri) girebilir mi?[897]

 

Hazreti Ö m e r 'in izin isteme şekli en kısa ve en güzel istizandır. Önce selâm verilir. Sonra isim beliriilerek içeri girme müsaadesi alınır.

B(u hadîs için başka bir kaynak bulunamamıştır.).[898]

 

(504) Kim O? Diyene Karşı: Ben, Diyen

 

1086— Cabir'in şöyle dediği işitilmiştir:

— Babam üzerinde olan bir borç için Peygamber  (Sallallahü Aleyhi veSelleın)'e gittim. Kapıyı çaldım da, Peygamber:

«— Kim o?» dedi. Ben de :

— Ben, dedim. Peygamber buna hoşlanmamış gibi:

«— Ben, ben.» dedi.[899]

 

Kapı çalınıp da, İçerden «Kim o?» dendiği zaman, «Ben!» diye cevap vermek, tanıtma bakımından yeterli değildir. Sesten tanıtmaya çalışmak çok defa yanlışlığa sebep olur. Onun için -Hz. Ömer'in kendi ismini yererek şahsını tanıtması gibi tanıtmak gerekir. Nitekim; ben demek suretiyle tanıt­madan HzvPeygamber'in hoşlanmadıkları bu Hadîs-i Şerifte görülmektedir.[900]

 

1087— Abdullah ibni Büreyde, babasından rivayet ettiğine göre, ba­bası şöyle demiştir:

  Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Selîem) Mescid'e çıktı.    Ebû Musa da (Mescidde) Kur'ân okuyordu. Peygamber (beni kasdederek) :

«— Bu kimdir?» dedi. Dedim ki:

  Ben (Abdullah'ın babası) Büreyde'yim, sana 'i'eda kılındım. Bunun üzerine o, şöyle buyurdu;

Buna (Ebû Musa'ya), Davud'un güzel sesinden bir ses verildi.»[901]

 

Hem ben kelimesini, hem de ismi vererek «Ben Büreyde, ben Ahmed* tarzında «Bu kim, kim o?» sorularına cevap vermekte bir beis olmadığına bu Hadts-i Şerîf bir delildir. Çünkü bu cevaba karşı Hz. Peygamber hiç bir hoşnutsuzluk alâmeti göstermemiştir. Güzel sesle Kur'ân okumayı da tahsin bu­yurmuşlardır. Şu tabiî ki, mânâya ve İhlâsa nüfuz etmeden sırf madde ve gösteriş için okunan Kur'ân-t Kerîm'İn vebali çok büyüktür.

Mizmar, bir çalgı âletinin adıdır kİ4 bununla güzel ses murad edilmiştir. Â I - İ D a v u d sözü, Peygamber Hazretİ D a v u d run şahsına dalâlet eden ve şeref İfade eden sözdür. Hazreti D a v u d 'un sesinin güzelliğine E b û Musa 'nın sesi benzetilmiştir. Bu Hadîs-i Şerîf 805. sayıda geçmiş­tir. Oraya müracaat edilsin.[902]

 

 

(505) İzin İsteyip De, Karşılık Olarak «Selâmla Gir» Deyince

 

1088— (277--s.) Abdurrahman ibni Cud'dan rivayet edildiğine göre, demiştir ki:                                                             

— Abdullah ibni Ömer'le beraberdim de, bir ev halkından (içeri gir­mek için) izin istedi. (Karşılık olarak ona) selâmla gir, dendi. Abdullah ise, onların huzuruna girmekten sakındı.[903]                                 

 

Bir eve girmek İçin sünnet üzere izin istendiği zaman, karşılık olarak ev sahibinden «Selâmla içeri gir» diye söylenmesi, İçeri girmemeye sebep'teş-kil edecek söz değildir. Abdullah ibni Ömer 'in içeri girme­mesine bu ifade sebep olmayıp, din yönünden başka bîr sakıncanın bulun­ması sebep olsa gerektir. Bunu da açıklamaya lüzum görmemiş olabilir. Şerhlerde de bir açıklamaya rasilanamamıştır.[904]

 

(506) Evlere Bakmak

 

1089— Ebü Hüreyre'den rivayet edildiğine göre, demiştir ki; Pey­gamber (SaHallahü Aleyhi ve Selîem)   şöyle buyurdu:

«— GÖz, (evden) içeri girdiği zaman, izin yoktur.»[905]

 

1082 sayılı Hadîs-i Şerîf'e ve açıklamasına bakılsın.[906]

 

1090— (278-s.j Müslim İbni Nezîr'den rivayet edildiğine göre, de­miştir ki, bir adam Hüzeyfe'nin yanına girmek için izin istedi de (izin çıkmadan önce)  içeriye baktı ve:

«— Gireyim mi?» dedi. Huzeyf e:

«— Gözüne gelince içeri girdi; kıçın ise girmedi.» dedi.[907]

 

Bu haber de gösteriyor ki, izin istemek gözü korumak içindir. İzin al­madan önee gözün içeri girmesi halinde, İzin istemeye mahal kalmamış olur. Tafsilât. İçin 1082 sayılı Hadîs-İ Şerîf açıklamasına bakılsın.[908]

 

1090— (M.) Bir adam sordu ki:

  Annemin yanma (odasına) girmek için izin isteyeyim mi? (Adam ona şöyle) dedi:

  Eğer İzin istemezsen (haber vermeden ansızın odasına girersen), hoşuna gitmeyen şeyi görürsün.[909]

 

1059 ve 1060 sayılı haberlere bakılsın.[910]

 

1091— Enes ibni Malik'den rivayet edildiğine göre, bir Bedevi Pey­gamber (SallaUahü Aleyhi ve kellem) 'in evine gelip, gözünü kapı aralığına dikti, (içeri baktı). Bunun üzerine Peygamber bir ok yahut sivri bir odun alıp, Bedevinin gözünü oymak için onu kasdetti de, Bedevi gitti. Sonra Peygamber şöyle buyurdu:

«— Dikkat et, eğer yerinde duraydın gözünü oyardım.»[911]

 

1069 sayılı Hadîs-i Şerife bakılsın.[912]

 

1092— (280-s.) Rivayet edildiğine göre, Ömer ibni Hattab (Radiyallahuanh) şöyle demiştir:

«— Kendisine izin verilmeden önce kim bir evin köşe bucağı ile göz­lerini doldurursa, gerçekten fasık olmuştur.»[913]

 

İrısanlardari çekinmeden açık olarak günah İşleyenlere, haramdan sa­kınmayanlara fâsfk denir. Henüz İzin almadan kapı ve pencere aralarından evin  içini  gözetlemek yasak  iş olduğundan, bunu yapanlara fasık denir. Bu da İşİn haram olduğuna delâlet eder.

(Bu haber için başka bir kaynak bulunamamıştır.).[914]

 

1093— Resûlüllah (Sallallahii Aleyhi ve Selleınj'in azadlısı Sevban an­lattığına göre, Pygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) şöyle buyurdu :

«— İzin almadi!kça hiç bir müslümana, bir evin içine bakmak helâl olmaz. Hiç tkimse, namazdan ayrılmadıkça, imam olduğu cemâati bırakıp, duayı kendine tahsis etmesin, (cemâati da duasına ortak etsin). Hiç kimse de boşanıp lıafiflemedikçe, idrar sıkışıklığı ile namaz kılmasın.»[915]

 

Hadîs-İ Şerifte üç yasak hüküm bulunmaktadır :

1— İzin almadıkça, hiç bir müslüman bir evin iç kısımlarına bakma-malıdır. izinsiz bakılırsa, izinsiz o eve girilmiş olur kİ, böyle izinsiz bir eve girmek günahtır; hiç kimseye helâl olmaz.

2— Cemaatla kılınan namaz toplu bir ibâdettir. Topluca yapılan İbâ­detlerde hiç kimse ettiği duayı kendine has kılmamalıdır. İmam kıraat mev­kiinde olduğundan, kunut ve tahİyyat gibi dua yerlerinde bilhassa bu hal­den sorumlu olur. Duadaki lâfız müfred olsa bile, kaibi ile cemaatı nİyyet etmesi gerekir. Meselâ : «Allah'ım, beni bağışla ve bana hidayet ver» yerine «Allah'ım, bizi bağışla ve bize hidayet ver» mânâsında sünnet üzere dua etmeli veya birinci şeklide dua ediliyorsa, kalben cemaat da nİyyet edil­me! id ir.

3— İnsan abdestten sıkışık halde iken namaza durmamalıdır. Bu halde iken namaz kılmak mekruhtur. Çünkü kılınan namazda huzur ve huşu ol­maz. Acele olarak namazın bitirilmesi istenir. İbadet mânâsı kalmaz. Büyük ve küçük abdestlerden sıkışıklık aynı yasak hükmü taşır.[916]

 

(507) «Evine Selâmla Girenin Fazileti»

 

1094— Ebû Ümarae'nin şöyle dediği işitilmiştir: — Peygamber (Saîtallahü Aleyhi ve Seliem)  buyurdu:   

«— Üç kimse vardır ki, bunların her biri Allah'a karşı korunmuştur; eğer yaşarsa ihtiyaçtan toeri olur ve eğer ölürse cennete girer: Kim evine selâmla girerse, Azız ve Yüce olan Allah'la karşı korunmîî^ur. Kim mesci­de (namaza) giderse, Allah'a karşı korunmuştur. Kim de Allah yolunda cihada çıkarsa, Allah'a karşı korunmuştur.»[917]

 

Hadîs-i Şerifte üç güzel amelden birini İmleyen üç kimsenin kazana­cakları mükâfat beyan buyurulmaktadır:                             

1— Her mümin evine girdiği zaman muhakkak evdekilere selâm ver­melidir. Evde kimse bulunmadığı zaman yine «Esseİâmu Aleynâ» demek suretiyle selâfn vermek gerekir. Zira;. Cenab-ı Hak, Kur'ân-ı Kerîmde Nur Sûresİ'nin 61. Ayet-i Kerîme'sinde :

«— Evlere girdiğiniz zaman, Allah katından meşru olan mübarek ve hoş sağlık dileyişiyle kendinizden «planlara (müminlere veya bizzat ken­dinize) selâm verin.» buyuruyor.

İşte bu ilâhî emri yerine getirmenin karşılığında dünyada başkalarına ihtiyaçtan kurtuluş ve ölünce de Cennet sevabı vardır.

2— Allah'a ibâdet niyyetİ île evinden çıkıp camiye giden kimse de Allah'ın muhafazası altındadır. Eğer yaşarsa, ona nimet ihsan eder,- eğer ölürse oni" Cennet'e koyar.

3— Allah'ın dinîni yüceltmek ve üstün kılmak için cihada çıkan kimse, yine Allah'ın  muhafazası  altındadır.  Eğer ölürse  şehidlİk  rütbesiyle Cen­net'e girer. Cihaddan sağ olarak dönerse, ganimet ve sevaba nail olur.[918]

 

1095— (281-s.) Cabir'in şöyle dediği işitilmiştir:

«— Evine girdiğin zaman, Allah katından meşru olan mübarek ve hoş sağlık dileyişiyle ev halkına selâm ver.»

— Eavi der ki, ben bunu, Allah'ın şu âyeti karşılığı gördüm:

«Siz bir selâmla selâmladığınız zaman, ondan dalha güzeli ile kar­şılık verin veya aynı ile mukabele edin. (Nisa Sûresi, Âyet: 86).[919]

 

Yukarda mânâsı verilen Nûr Sûresİ'nin 61. Âyeti ile buradaki Nİsâ Sû­resİ'nin 86. Âyeti arasını toplayarak selâm verme şeklini müfessirler açık­lamaktadırlar :

Allah Teâlâ Hazretlerinin İsimlerinden bir isim olan ve noksanlıklardan salim, olma mânâsım taşıyan «Selâm» sözü, kullar İçin kullanıldığı zaman Allah'ın selâmeti ve rahmeti mânâsını ifade eder. Onun için Allah katında mübarek ve hoş bîr kelimedir. Bu sözle selamlaşmayı Allah ve.Resulü bize emrediyorlar. Bir mümin, diğer bir mümine : «Esselâmu Aleyküm» diye se­lâm verdiği zaman, buna : «Ve Aleykümü's-Selâm ve Rahmetullah» ile ce­vap' verilir. Rahmetullah sözünü ilâve etmekle daha güzeli ile mukabele edilmiş olur.

Eğer: «Esselâmu Aleyküm ve Rahmetullah» diye seiâm vermİşse, buna: «Ve Aleykümüsselâm ve Rahmetuliahi ve Berekâîüh» ile mukabele edilerek daha güzeli İle selâm verilmiş olur.

Eğer : «Esselâmu Aleyküm ve Rahmetuliahi ve Berekâtüh» diye selâm vermişse, buna aynı sözle mukabele edilir. Ziyade yapılmaz. Yani : «Ve Aleykümüsselâm ve Rahmeîullahi ve Berekâtüh» denir. Hem evlere girildiği zaman, hem de dışarda müminler karşılaştığı zaman, bu şekilde selâmla-şırlar. Her iki âyet bu hükümîeri, beyan etmektedir.[920]

 

(508) Bir Kimse, Eve Girdiği Zaman Allah'ı Anmazsa, Orada Şeytan Geceler

 

1096— Cabir'den   rivayet   edildiğine   göre,   kendisini   Peygamber (Sailalîahü Aleyhi ve Sellem)'in şöyle buyurduğunu işitmiştir :

«— İnsan evine girdiği zaman, eve girişinde ve yemek yeyişinde AI-Iaîı'i anarsa, Şeytan  (kendi arkadaşlarına ve yardımcılarına) :

— Size (burada) gecelemek de yok, yemek de yolk, der. Eve girip de, girişi anında Allah'ı anmazsa, Şeytan: Siz, geceleme yerime kavuştunuz, der. Eğer yemek yeyişinde de Allah'ı anmazsa, Şeytan : Sia hem gecele­yecek yere, hem de yemeğe kavuştunuz, der.»[921]

 

Besmelenin faziletiyle İlgili Hadîs-i Şeriflerde her yararlı İşe Allah'ın adı ile başlanılırsa, o işin bereketli olacağı, aksine Allah'ın adı anılmayınca hayırsız ve güdük olacağı sabit bulunmaktadır. Eve girmek ve yemek ye­mek yararlı işlerden oldukları cihetle, bunlara mübaşeret zamanında bes­mele getirmek gerekir. Besmele Allah'ın rahmetini davet eder, rahmet me­leklerinin bulunmasını celbeder. Meleklerin bulunduğu yerden de Şeytanlar ve keder veren şeyler kaçarlar. Onun İçin evlere girerken besmele çekmeli ve ayrıca selâm da verilmelidir. Böylece Allah'ın rızası kazanılır. Şeytan­ların ümitleri kırılır.[922]

 

(509)  İzin İstenmeyen Yer

 

1097— (282-s.) A'yen El-Harzimî anlatarak, şöyle demiştir: — Enes ibni Malik, evin kapısı ile bahçe kapısı arasındaki yol üze­rinde otururken, ona gittik; yanında kimse yoktu. Arkadaşım ona selâm Verip :

«— Gireyim mi?» dedi. Buna karşı Enes şöyle dedi:

«— Gir, burası bir yerdir ki, burada kimseden izin alınmaz. Sonra bize yemek getirdi; biz de yedik. Sonra bir sürahi tatlı şıra getirdi de içti ve bize de içirdi.»[923]

 

Evib dışında bahçe' hükmünde olan ve dehliz İsmi verilen kısımlara girmek için İzin istemeye mahal olmadığına bu haber delil olmaktadır. Se­lâm her karşılaşmada meşru ise de, İzin ancak evlere ve odalara, özel yer­lere girerken istenir. Bunlar dışındaki yerlerde ve karşılaşmalarda izin al­maya, lüzum yoktur. (Bu haber için başka bir kaynak bulunamamıştır.).[924]

 

(510) Çakşı Dükkânlarına Girmekte İzin İstemek

 

1098— (283-s.) Mücahid'den rivayet edildiğine göre, şöyle demiştir:

«— İbni Ömer, çarşı dükkânlarına girmek için izin istemezdi.»[925]

 

ÇarşıIardakİ mağaza ve dükkânlarla her çeşit ticaret evleri, insanların menfaatine açık yerler olduğu için, bu gibi yerlere girerken izin istemeye lüzum yoktur. Zaten herkese karşı açılmış iş yerleridir. Bunun için İbni Ömer dükkân sahiplerinden izin almaksızın içeri, giriyordu. Fakat se­lâmı terketmek diye bİrşey yoktur. Selâm verilmeyen haller müstesna, mü­minler her karşılaştıkça selâmlaşırlar. Selâm bölümüne bakılsın.

(Bu haber için başka bir kasnak bulunamamıştır.).[926]

 

1099— (284-s.) Atâ'dan rivayet edildiğine göre, şöyle demiştir :

«— İbni Ömer, kumaş satıcılarının gölgeliğinde, tentesinde oturmak için izin isterdi.»[927]

 

Mağaza sahiplerinin dükkân önlerinde yapmış oldukları gölgelikler, kendi mallarını ve bedenlerini güneş ışığından korumak içindir. Müşteriler de alışveriş esnasında bunlardan faydalanırlar. Ayrıca istirahat ve serinle mek için oturmak istenirse, dükkân sahibinden  müsaade almak gerekir. Çünkü mai sahibini ticaret işi dışında meşgul etmek ve yerini kaplamak hiç kimsenin hakkı değildir. Hak bulunmayan yer de İzinsiz İşgal edilmez. (Bu haber İçin başka bir kaynak bulunamamıştır.).[928]

 

(511) Yabancılara Karsı Nasıl İzin Alınır?

 

1100— (285-s.) Ümmü Miskîn'in (Hz. Ömer ibni'l-Hattab'm oğlu Asım'ın oğlu Ömer'in kızının) azadlısı Ebû Abdülmelik'den rivayet edil­diğine göre, şöyle demiştir:                                      

«— Benim hanımefendim, beni Ebû Hüreyre'ye gönderdi, (onu ça­ğırayım diye). Ebû Hüreyre benimle geldi. Kapıda durunca (Farsça ola­rak) dedi ki:                                 

«— Gireyim mi?» Ümmü. Miskin :

« Gir!» dedi. Bunun üzerine Ümmü Miskin şöyle dedi:

«— Ya Ebû Hüreyre! Yatsı namazından sonra bana (hanım) ziyaret­çiler geliyor; ben konuşayım mı?» Ebû Hüreyre dedi ki:    

— Vitir namazını kılmadığın müddet konuş; vitir namazını kılınca, artık vitirden sonra söz yoktur.»[929]                                      

 

İlk görünüşte bu haberin konu ile ilgisi uzqk ise de, münasebeti yok değildir, ümmü Miskin hem Arab, hem de Müslüman olduğu halde, Ebû Hüreyre Hazretlerinin ondan Farsça İzin istemesi iki mânâ taşımaktadır:

1— Müslümanlar yabancı dil kullanmak suretiyle bir-bİrleriyle anlaşa­bilirler ve içeri girmek için de İzin İsteyebilirler.

2— Bir yabancının evine gidildiği zaman, ona anlayacağı, kendi dili ile hitap edip izin almak gerekir

Yatsı namazından sonra vitir namazı kılınır ve bu namazın geç kılın­masında fazilet vardır, insanın en son ameli hayır ve faziiet olursa, onun iyiliğine ve hak üzere olduğuna delâlet eder. Uyku bir nevi hayattan ilgiyi kesmektir ve hayatın sonudur. İşte bu hale ibâdet ederek ve arkasından herhangi bir günah İşlemeyerek geçmek en makbul olan tutumdur. Bunun İçin   Ebû   Hüreyre   Hazretleri :              

«— Vİtir namazını kılıncaya kadar konuş, namazdan sonra artık söz yoktur.» buyurmuştur. Çünkü insanlar konuştukları zaman, çok şeyler söy­lerler, yanılırlar, hezeyan yaparlar, gıybet ederler ve boşuna konuşurlar. Hiç olmazsa namazdan sonra başka hayırsız bir iş yapmaksızın uyumak en selâmetlİ bir yoldur. Bundan önce de, insanların toplanıp konuşmala­rında ve ihtiyaçlarını karşılamalarında, ibâdet yerine geçecek çalışmalarda bulunmalarında bir beis olmadığı da anlaşılmaktadır.

(Bu hber için başka bir kaynak bulunamamıştır.).[930]

 

(512) Gayri Müslim Mektup Yazıp Da, Selâm Verince Ona Mukabele Edîlir

 

1101— (286-s.)  Ebû Osman El-Nehdî'den rivayet edildiğine göre, şöyle demiştir:

«— Ebû Musa, bir Ruhban'a yazdığı mektupta ona selâm ediyordu.»

Kendisine:

«— O kâfir olduğu halde, ona selâm mı veriyorsun?» denildi.

Şu cevabı verdi:

— O, bana "mektup yazdı da, baria selâm verdi. Ben de ona karşılık verdim.»[931]                   

 

Gayri müslimlere önceden selâm vermemek gereklidir. Fakat onlar önce selâm verirlerse : «Ve Aleyküm» demek suretiyle onlara karşılık verilir. Bu­radaki yazışmadan da bu. mâaâ anlaşılmaktadrr.

E b û Musa 'nın mektûb yazdığı şahsın adı, bazı nüshalarda «Dih-kan» yâni; ağa mânâsında ve. bazı nüshalarda da «Ruhban», rahip mânâ­sında olarak geçmektedir. Her iki halde de müslüman olmayan bir yabancı kastedildiği muhakkaktır.

(Bu haber için başka bir kaynak bulunamamıştır.).[932]

 

(513) «Gayri Müslimlere Önce Selâm Verilmez»

 

1102— Ebû Basra El-Gıfarî, Peygamber   (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) den şöyle buyurduğunu rivayet etmiştir:

«— Ben yarın binitli olarak yahudîlere gideceğim. SLz, onlara önce­den selâm vermeyiniz. Onlar size selâm verdikleri zaman : — Ve Aleyküm e= Sizin de üzerinize olsun, deyiniz.»[933]

(...) Hadîs-i Şerîf başka bir tarikle aynen rivayet edilmiştir; değişik olarak : «Peygamber  (Saîksllahil Aleyhi ve Sellem)'den işittim» sözünü ravi İlâve etmiştir.[934]

 

Daha önceki haber münasebetiyle anlatıldığı gibi, gayri müslİmlerle karşıfaşma halinde onlara önceden Müslümanlar selâm vermezler. Kendileri selâm verdiği takdirde de «Ve Aleyküm» demekle yerinilir. Çünkü Müslü­man olmayanlar çok defa ölüm mânâsına gelen ve telâffuzu pek fark edi­lemeyen «Essamü Aleyküm = Olum üzerinize olsun» sözünü müminlere karşı kullanıyorlar idi. Buna da «Sizin üzerinize clsun» şeklinde kısa olarak «Ve A (ey küm» demek en uygun bir cevaptır.[935]

 

1103— Ebû Hüreyr-e'den,   Peygamber (SalUtlkıhü Aleyhi ve Sellem) 'in, Şöyle buyurduğu rivayet edilmiştir:

«— Kitap ehli (Yahudi ve Hıristiyanlar) var ya, onlara selâmla (söze) başlamayın; ve onları yolun en dar yerine mecbur ediniz.»[936]

 

Dar bîr yolda yürürken bir gayri müslirhle karşı karşıya gelindiği za­man, yol hakkı müminindir. Onun kenara ve yana çekilmesi icab eder. Aksi halde ona.yol verilirse, bu hürmet ve tazim ifade eder. Müminler ise iman ve takva sahiplerine hürmet ederler ve yüce dinin şerefini korurlar. Gayri müslimlere önce selâm verİlmeyîşİ de, bu şerefi korumak içindir. İslâm'ı kabul etmeyenler dosdoğru hak yoldan yüz çevirdiklerinden, sokakta da yoldan çıkmaya, yan ve kenara çekilmeye hak kazanmışlardır.[937]

 

(514) «Zîmmi'ye İşaretle Selâm Veren Kimse»

 

1104— (287-s.) Alkame'den rivayet edildiğine göre, şöyle demiştir:

«— Abdullah (ibni Mes'ud), gayri müslimlerin çiftçi ağalarına işaret ederek selâm vermiştir.»[938]

 

Müslüman olmayan bir kavmin ileri gelenlerine el ve kol işareti ile selâm verilmesinde bir beis bulunmadığı, bu haberden öğrenilmektedir. İs­lâm İdaresi altında, anlaşmaya göre vergi vererek, yaşamayı kabul eden ehl-i kitaba (Yahudi ve Hıristiyanlara) Zımmî ve Zimmet ehli denilir. Bunlar İslâm'a karşı çıkmadıkları müddet, mal ve canları İslâm İdaresinin teminatı altında bulunur ve İslâm'ı kabule zorlanmazlar.

(Bu haber için başka bir kaynak bulunamamıştır.).[939]

 

1105— Enes'den rivayet edildiğine göre, şöyle demiştir: — Bir Yahudi, Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'e gidip: «— Essâmu Aleyküm = Ölüm üzerinize olsun.» dedi. Peygamberin ashabı da selâmı aldılar. Bunun üzerine Peygamber: «— (Bu adam), Essâmu Aleyküm, dedi.» diye buyurdu da, bunun üzerine Yahudi yakalandı. O da itiraf etti. Peygamber şöyle buyurdu: Dediği sözü Ibu adama çevirin ve Aleykümüssûm, deyin.»[940]

 

0u Hadîs-i Şerîf, geçen haberlerin mânâsını doğrulamakta ve «fissamu Aİeyküm — ölüm üzerinize oîsun» diye müminlere selâm veren kitap eh­line kısaca «Ve Aleyküm — Sizin üzerinize olsun» şeklinde cevap verilmesi gerektiğini ifade etmektedir. Aynı manayı ifade eden değişik lâfızlarla bu hadîs-i şerifi, Müslim, Ebû Davud ve Nese'î rivayet etmişlerdir.[941]

 

(515) «Zimmet Ehline Selâm Nasıl Çevrilir»

 

1106— Abdullah ibni Ömer'den rivayet edildiğine göre, demiştir ki:

— Resûiüllah (Saliallahü Aleyhi ve Sellem) şöyle buyurdu :

«— Gerçekten Yahudi'lerden -biri size selâm verdiği zaman, muhak­kak: Essâmu Aleyk, der. Siz de : Ve Aleyk» deyiniz.»[942]

 

Bundan önceki hadîs-i şerifle diğer haberlere ve açıklamalarına bakılsın.[943]

   (288-s.)   İbni Abbas'dan rivayet  edildiğine  göre, şöyle  de­miştir : 

— Size selâm veren" yahudî, hıristiyan yahut- mecûsîn=ateşperest kim olursa selâmına mukabele edin, (Ve Aleyküm, deyin). Sebebi şu ki, Allah:

«— Siz bir selâmla selâmlandığmu zaman, ondan daha güzeli ile kar­şılık verin veya aynîyle mukabele edin,» buyuruyor. (Nisa Sûresi: 86).[944]

 

Bundan önceki  hadîs-î  şeriflerle  1095  sayılı  habere ve açıklamasına bakılsın. (Bu haber için başka bir kaynak bulunamamıştır.).[945]

 

(516) Kâfir-Müslim Karışık Olan Bir Topluluğa Nasıl Selâm Verilir

 

1108— Üsame ibni Zeyd haber verdiğine göre :

— Peygamber (SaîiallahüA'eyhi veSelîem) bir eşeğe bindi ki, üzerin­de bir palan vardı; palanın üzerinde de Fedek kadifesi vardı. Üsame ibni Zeyd'i de arkasına terkiye almıştı. Hasta olan .Sa'd ibni* Ubade'yi ziyarete gidiyordu. Nihayet bir topluluğa tesadüf etti ki, o toplulukta Abdullah ib­ni Übeyy ibni Selûl vardı —Bu hâdise, Allah'ın düşmanı Müslüman olma­dan Önceydi —; bir de o mecliste Müslümanlardan, müşriklerden ve put­perestlerden karışık kimseler vardı. Peygamber onlara selâm verdi.»[946]

 

Müslümanlardan başka gayri müşlimlerin de İçinde bulunduğu bir meclise veya topluluğa gidildiği zaman, kalben müslümanlar niyyet edi­lerek umuma selâm verilir. Sünnet olan budur.

Fedek, Medine'ye 60-70 km. mesafede olan bir yerin adıdır kİ, bugün buranın izi kalmamıştır. Burada imal edilen kadife kasdedilmektedir. İmam Müslim bu hadîsi uzunca bir ifade ile rivayet etmiştir. Tirmizî ise daha kısalîmıştır.[947]

 

(517) Kitap Ehline Nasıl Mektup Yazılır?

 

1109— Abdullah ibni Abbas haber verdiğine göre, (bir ticaret ka-liîesiyle Şam'a giden) Ebû Süfyan ibni Harb'i, Rûm Melik'i Hirakl (Herakliyus) adam göndererek çağırtmış, .(daha önce Hazreti Peygamber'den aldığı mektup dçîayısiyle bundan bilgi edinmek istiyordu). Sonra Pey­gamber (SaUaîlahü Aleyhi ve Seltem) 'in Dihyetü'I-Kelbî (Radiyalîahu anh) ile Busrâ Emîrine gönderdiği mektubu istedi. Busrâ Emîri de, o mektubu Hirakl'e (Herakliyus'a) verdi. Hirakl da mektubu okudu. İçinde şu ya­zılı idi:

«— Bismillâhirrahmanirrahİm = Rahman ve Rahîm olan Allah'ın adıyla.::                                 

  Allah'ın kulu ve onun Peygamberi Muhammed'den, Rûm Melik'i Hirakl'e!

  Selâm, hidayete uyanlara olsun... Bundan sonra: Ben, seni İslâm davetine çağırıyorum. Müslüman ol, selâmet bulursun. Allah sana mükâ­fatını iki kat verir. Eğer yüz çevirirsen; muhakkak iki, bütün halikın güna­hı işenin üzerinedir. Ve Ey Ehl-i Kitap! Bizimle sizin aranızda müsavi bir kelimeye gelin. Şöyle ki: AllahMan  başkasına tapmiyalım, ona hiç bir şeyi ortak koşmıyalım, Allalh'ı 'bırakıp ıda birbirimizi Rabler edirnni-yelim. Eğer ehlri kitap fou kelimeden yüz çevirirlerse, deyin ki: Şalhid olun! Biz gerçek Müslümanlarız.» (Âl-i İmran Sûresi, Âyet: 64).[948]

 

Mevzu İtibariyle bu Hadîs-i Şerif", Yahudî-ve Hıristiyan gibi kitap ehli olanlara, doîayısiyle müslüman olmayanlara mektup yazma ve yazışma edebiyle ilgilidir. Bu husus, Hadîs-i Şerîf in taşıdığı geniş mânâ ve büyük hikmetler dışında inceleyeceğiz ve ondan sonra, burada bir kısmı zikre­dilen Hadîs-i Şerifin tamamını meal olarak verip, hikmetleri üzerinde dura­cağız. Mektup hicretin 6. yılı sonlarında Hudeybiye barışından sonra'ehl-i kitabı İslâm'a davet maksadıyla Rûm Kayseri Hirakliyus'a Hz. Peygamber (SallallaM Aleyhi ve Sellem) tarafından Arapça olarak yazılmış ve Medine ile Şam arasında Busrâ — Havran Emîri aracı olarak, ashabın en güze! ve en yakışıklısı Dihyetü'l-Kelbî ile gönderilmişti. Mektuptaki şekil ve edeb şu :

1— Bir maksat ve gaye için yabancılara mektup yazılır ve elçi gön­derilir.   

2— Her şerefli işte olduğu gibi, mektuplara besmele ile başlanır.

3— Kimden kime mektup yazıldığı mektupta belirtilir.

4— Mektup yazılan şahsın içinde bulunduğu toplumdaki mevkiine göre edeb dahilinde ona hitap edilir, tahkir edilmez.

5— Maksad ve gaye, kısa ve özlü olarak anlatılır, uzun söz yapılmaz. 6—Selâm (verilirken,  hidayete  uyanlar kasdedilir ve nasibi  olanlar

bundan hissesini alır.

Şimdi Hadîs-i Şerifin tam metninin tercemesini kaydetmeden, önce de­lâlet ettiği geniş mânâ ve hikmetler üzerinde duralım :

Cenab-ı Hak ilk insanı yarattığı tarihten İtibaren sayısı bilinemeyen pek çok peygamberler göndermiştir. Bunların hepsi, Allah'a ortak koşmaksızın yalnız ona ibadet etmeyi, iman şartlarını kabullenmeyi zamana göre dün; yadakİ Hak ve vazifeleri kendi kavim ve cemiyetlerine teblîğ etmişlerdir. Ahİr zaman Peygamberi olarak gönderilen en son Peygamber Hz. Muham-med (SallaUahüAleyhiveSellem)"\n Risaleti, diğer Peygamberlerden ayrı olarak iki büjf&k mânâ taşımaktadır :

1— Yalnız bir kavme, ve cemiyete değil, bütün İnsanlığa hak Peygam­ber olarak gönderilmiştir,

2— Her asırda   uygulanabilecek  hukuk ve ahlâk  kaideleri  getirerek, beşeriyete dünya ve âhiret hayatlarının saadetini .göstermiş ve bunu ken-; dişine İman edenlerSe uygulamıştır. Risalet .görevi ile Allah'ın görevlendir-diği Peygambere düşen vazife, .elçiük yaparak ilâhî emri tebliğ etmek ve onu ümmetçe yaşarrrakrır.

İşte Hudeybİye barışı ile içteki güveni ve İslâm beraberliğini femin et-1 tikten sonra komşu devlet büyüklerine ve bazı kabile, reislerine birçok mek­tuplar yazarak Hz. Peygamber risale! görevini .geniş mânâdg yerine getir­miş ve bütün âleme, bütün insanlığa bir'Peygamber olarak gönderildiğini İlân etmiştir. Gerek âyet-i kerîmeler, gerekse bu çeşit mektuplar Hz. Pey-ga m berin cihana gönderilmiş bir Peygamber olduğunu ispatlamaktadır. Bazı gayretkeş misyonerlerin ve İslâm'ın ruhundan habersiz aydınların da­yanaksız ve gerçek dışı iddiaları gibi, yalnız Araplarla gönderilmiş bir Pey­gamber değildir. Bu hususta Cenab-ı Hak şöyle buyuruyor :

«_ (Ey Resulüm), biz seni, Cennet'le müjdeleyici ve Cehennem'le korkutucu bir Peygamber olarak bütün insanlara gönderdik.» (Sebe Sû­resi, Âyet: 28) Ve yine :

«— (Ey Resulüm) De ki: Ey insanlar! Muhakkak surette ben sizin hepinize Allah'ım Peygamberiyim.» buyuruyor. (A'raf Sûresi, Âyet: 158)

İşte bu âyet-i kerîmelerin verdiği sorumlulukla Hz. Peygamber çeşitli ırk ve dinlere bağlı milletlerin ulularına mektuplar yazmış ve onları hak dine davet ederek tebliğ vazifesini yerine getirmiştir. Bugün bu mektupların bir kısmının asılları müzelerde ve kaynak eserlerde görülmektedir. Bunların en meşhurları, burada zikri geçen Doğu Roma İmparatoru H i r a k I i y u s 'a yazılan mektupla Habeşistan hükümdarı Necaşîye—ki, bu zat İslâm'ı kabul etti —, Iran Kisra'sına, Mısır Hükümdarı Mukavkıs'a ve Yemame Melik'İne yazılan mektuplardır. İslâm dini, İnsanlarla savaşmak için gelme­miştir; fakat Allah'ın emir ve tebliğlerini kabul etmeyip, ona karşı çıkan­larla savaşı emretmiştir, Allah'ın yüce dinini üstün ve hakim kilmak, ina­nanlar üzerine yüklenmiş bir farzdır ve borçtur. Bu gayenin gerçekleşmesi için, önce teblîğ ve davet yapılır, karşı çıkanlarla savaşılır. Savaş, esaretten ve mahkûmiyetten kurtulmak ve böylece bîr varlık olmak için meşru kılın­mıştır. Buna katlanmayanlar veya katlanmak istemeyenler, daima esaret ve zillete mahkûm olurlar. Bütün bu uygulama örneklerini ?eygambet(SalIalUîhü Aleyhi ve SetUan)    bize vermiştir.

Mânâ itibariyle mektuptaki çeşitli hikmetleri daha iyi anlayabilmek için hadîs-i şerîfİn Sahîh'dekİ tarh "metnine ait tercemesini alalım :

«İbnİ Abbas (Radiyallahuatthüma)'dan rivayet edildiğine göre, şöyle demjşfir : Ebû SüfyarTibhi H'arb' bana haber verdi ki, ResûEüllah (Sailallahü Aleyhi ve Selkm) , Kureyş kâfirleri ile: Ebû Süfyanarasrnda imzaladığı' Hu-deybiye Barışı müddeti içinde ticaret İçin-Şam'a-giden Kureyş kafilesi için­de kendisi de bulunuyordu, {Ebû Süfyan henüz Istâm'ı kabul etmemişti), işte bu esnada Rûm Kayseri Heraklİyus tarafından Ebû Süfyan (Kudüs'e) çağrıl­mış. Bunun üzerine Ebû' Süfyan i-le arkadaşları- Herakliyus'un yanma git­mişler. O zaman Heraklİyus ve erkânı îlyiya (Kudüs) şehrİndeydi. HeFakli-yus'un etrafında Rûm::- büyükleri, vatken,.bu davetlileri (Ebû Süfyan ve ar­kadaşlarını) çağırmış. Sonra huzuruna getirterek tercümanm-gelmesini em­retmiş. Tercüman bunlara sormuş :

«Peygamberim diyen bu zata soyca en yakınınız kimdir?»

Ebû Süfyan der ki :

«Soyca bunların ona en yakını benîm,» dedim.

Bunun üzerine HerakÜyus şöyJe dedi :

«Onu bana yakın getiriniz; arkadaşlarını da yakına getiriniz. Arka­daşları arkasında dursunlar.» O.ndan sonra tercümana dönüp dedi ki :

«Bunlara söyle, ben bir zat (Peygamber) hakkında bu adamdan {Ebû Süfyan'dan bazı şeyler) soracağım. Bu adam bana yalan söylerse, arka­daşları doğrulasınlar.» Ebû Süfyan anlatır :

«Vallahi, arkadaşlarım ötede beride yalanımı söylerler diye utanma-saydım, Peygamber hakkında yalan uydururdum.». Ondan sonra bana ilk sorduğu şu oldu :

  İçinizde nesebi nasıldır?

  İçimizde onun nesebi çok büyüktür, dedim.

  Daha evvel sizden bu peygamberlik sözünü eden olmuş mudur? dedi.

  Yok, dedim.

  Baba ve dedeleri içinde hiç bir Melik gelmiş midir? dedi. —Hayır, dedim.                                                       

  Ona uyanlar halkın ileri gelenleri midir, yoksa zayıfları mı? dedi.

  Zayıflarıdır, dedim.

  Ona bağlı olanlar çoğalıyor mu, azalıyor mu? dedi.

  Çoğalıyorlar, dedim.

  İçlerinde  onun   dinine  girdikten   sonra   beğenmemezlîkten  dolayı dînden çıkan var mıdır? dedi.

  Yoktur, dedim.

  Şu dediğinden (Peygamberlik davasından) evvel hiç onu yalan İle suçlandırdığınız oldu mu? dedi.

  Hayır, dedim.

  Hiç verdiği sözü bozar mt? dedi.

  Hayır, gadretmez. Fakat şimdi onunla bir müddete kadar barış ha­lindeyiz. Bu müddet içinde ne yapacağını bilmiyoruz, dedim. Böylece bu sözlerimden başka, sözüme bir kelime katacak imkân bulamadım. Herakl :

  Onunla hiç savaştınız mı? dedi.

  Evet, ettik, dedim.                                                                   

  Onunla savaşmanız nasıl oldu? dedi.                          

— Harp aramızda nöbetleşedir. Bazan o bize musibet verir, bazan biz ona musibet veririz, dedim.                                

  Peki, size ne emrediyor? dedi.

  Bize, yalnız Allah'a İbadet ediniz, hiç bir şeyi ona ortak koşmayınız, babalarınızın ibadet ettiği şeyleri (putları) terkediniz, diyor. Bize namazı, zekâtı, doğruluğu, İffeti ve sılâ-i rahmi emrediyor, dedim.

Bunun üzerine tercümana dedi kİ:

«Ona söyle : Ben, sana onun nesebinden sordum da sen onun nese­binin içinizde şerefli olduğunu söyledin. Peygamberler de böyle kavimle­rinin nesebi içinden gönderilirler.

İçinizden bu peygamberlik iddiasını ondan önce söylemiş kimse var mıydı? diye sordum. Hayır, dedin. Bunun üzerine düşündüm ki, eğer bun­dan önce bu sözü söyleyen biri olaydı, kendisinden önce söylenmiş bir söze uydu derdim. (Şimdi bunu söyleyemiyorum.)

Ecdadı içerisinde bir melik var mıydı? diye sordum. Hayır, dedin. Ec­dadı içerisinde bir melik olaydı, bu adam babasının mülkünü geri almaya çalışan bir kimsedir, diyecektim.

Bu dediğini çJemeden Önce (Peygamberlik iddiasından önce) hiç onu yolanla suçlandırdınız mı? diye sordum. Hayır, dedin. Ben gerçekten bili­yorum ki, halka karşı yalan söylememişken, sonradan Allah'a karşı yalan söylemeğe cesaret edemezdi.

Ona bağlı olanlar, halkın ileri gelenleri mi, yoksa zayıflara mıdır? diye sordum. Ona uyanların zayıf kimseler olduğunu söyledin. Peygamberlere bağlı olanlar onlardır.

Ona bağhlar çoğalıyor mu, azalıyor mu? diye sordum. Çoğalıyorlar dedin. İman işi kemal buluncaya kadar (din kemale erinceye kadar) böyle gîder.

Onun dînine girdikten sonra, kızgınlıktan dolayı dininden dönen hiç kimse var mtdır? dîye sordum. Hayır, dedin. İmanın neş'esi kalplere karı­şınca böyledir, (bir daha kalpten çıkmaz).

Hiç gadreder mi {ahdini bozar mı)? diye sordum. Hayır, dedin. Pey­gamberler böyledir, gadretmezler.

Size neyi emrediyor? diye sordum. «Yalnız Allah'a ibadet etmeyi ve ona hiç bîr şeyi ortak taşmamayı size emrettiğini, putlara tapmayı size yasakladığını, namaz kılmayı, zekât vermeyi, doğruluğa, iffeti ve*s,ılâ-i rahmi emrettiğini söyledin. Eğer bu söylediklerin doğru isfe,,şu ayaklarımı bastı­ğım yerlere yakında (o zat) sahip, olacaktır. Zaten onun çıkacağını (bir peygamber geleceğini) bilirdim. Fakat sîzden olacağını ummazdım. Onun huzuruna varabileceğimi bilsem, ona kavuşmak için büyük güçlüklere kat­lanırdım. Yanında olsaydım ayaklarını yıkardım. (Itactta kusur etmezdim).» Ondan sonra Dihyetü'l-Kelbi (Radiyaiiahuanh) elçiliği İle Busrâ (Hav­ran) Emîrİne gönderilen Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Seîlem) in mektubu­nu İstedi, (bu mektup, Busrâ Emîrinin aracılığı ile Rûm imparatoru Herakli-

yus'a gitmiş ve bizzat Dihyetü'i-Kelbî tarafrndan imparatora tevdi edilmişti}. «— Bisnıillâhirrahmanirralilim —  Rahman  ve  Rahim   olan   Allah'ın adiyle...

  Allah'ın kulu ve onun Peygamberi Muhammed (Salialiahü Aleyhi ve Sellem) 'den, Rûm büyüğü Hinakl'e! Hidayete uyanlara selâm olsun... Bundan sonra: Seni İslâm daveti ile  (İslâm'a)  çağırırım. Müslüman ol, selâmet bulursun. Allah da mükâfatını sana iki !kat verir. Eğer yüz çevi­rirsen fakir halkın günaîhı senin boynunadır. Ey Ehl-i Kitap   (Hıristiyan­larla Yahudiler)! Gelin, hem bizce, hem de sizce müsavi olan bir hak söz üzerinde birleşelim: Gelin, AUah'dan başkasına ibâdet etmeyelim, ona hiç birşeyi ortak koşmayalım, Allalh'ı bırakıp da, birbirimizi Rabler edinme­yelim. Eğer yüz çevirirlerse,   (ey müminler)  deyin ki;  şaftıid olun, biz müslümanlarız.»

Getiren adam mektubu HerakÜyus'a verdi, O da okudu : Ebû Süfyan der kİ :

  Herakliyus diyeceğini dedikten ve mektubu okuyup bitirdikten sonra, yanında gürültü çoğaldı ve sesler yükseldi. Biz de yanından dışarı çıkarıl­dık. Arkadaşlarımla yalnız kalınca onlara dedim kİ :

  Ibni Ebî Kebşe'nİn (müşrikler bu künye ile Hz. Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) "\ kasdederlerdi. Çünkü Ebû Kebşe namındaki adam, put­lara tapmak hususunda Kureyş kavmine muhalefet ederdi; ve yıldıza ta­pardı. Hz. Peygamber de putlara tapmayı yasakladığından, onu bu adama nispet ediyorlardı) İşi büyüdü. Baksanıza Benî Asfer Meliki {Rum impara­toru) ondan korkuyor. Artık Allah bana İslâm'ı verinceye kadar, Peygam-ber'İn üstün geleceğine daîr sağlam inancım bende devam etti.

Kudüs'ün sahibi ve Herakliyus'un dostu olup, Şam Hıristiyanlarma pis­kopos tayin edilen İbni Natûr da Heraklİyus'dan bahsederek şöyle der:

«Herakliyus Kudüs'e geldiği zaman bir gün çok fazla kederli göründü. Patriklerden (ileri gelenlerden) bazıları ona dediler ki, senin halini başka türlü görüyoruz. İbni Natûr der ki :

  Herakliyus yıldızlara bakar kâhin bir kimse idi. Bu soru ile karşı­laşınca onlara :

«Bu gece yıldızlara baktığımda Sünnet Melîk'ini ortaya çıkmış gördüm.

Bu ümmet içinde sünnet olanlar kimlerdir?» diye sordu. Yahudi'lerden baş­ka sünnet olan yoktur. Onlardan da sakın endişe etme. Saltanatın dahilin­deki memleketlere yaz, oradaki Yahudi'leri öldürsünler, dediler. Onlar bu konuşmada iken. Peygamberin halinden haber vermek üzere Gassan Me­likinin gönderdiği bir adam Herakliyus'e getirildi. Herakliyus bu adamdan gerekli bilgiyi alınca ;

«Gidin de bu adam sünnetli midir, değil midir? bakın» dedi. Onlar baktılar ve sünnetli olduğunu söylediler. Sonra Herakliyus bu adama :

«Arap kavmi sünnetli midir, değil midir?» diye sordu. Sünnet olurlar, cevabını aldı. Bunun üzerine Herakliyus:

«İşte bu ümmetin MelikÜ zuhur etmiştir,» dedi.

Ondan sonra Herakliyus, ilim bakımından kendisine eş bulunan Ro-ma'daki bir dostuna mektup yazıp Humus'a gitti. Humus'dan ayrılmadan, o dostundan Peygamber (SaLlalİahü Aleyhi ve>. Selütm) 'in zuhur ettiği ve onun Peygamber olduğu fikrîne uygun mektup geldi. Sonra Herakliyus Humus'ta bulunan sarayına Rûm erkânını davet etti ve kapıların kapanmasını em­retti. Sonra yüksek bir yere çıkıp şöyle konuştu :

«Ey Rûm cemaatı! Bu zata (Peygamber'e) teslim olup da, karşılığında kurtuluşu ve doğru yola erip, mülkünüzün devamını İstemez misiniz?»

Bunun üzerine oradakiler yaban eşeklerinin kaçışı gibi kapılara kadar kaçıştılar da, onları kilitlenmiş buldular. Herakliyus bu kadar nefretlerini görüp, iman etmelerinden ümidini kesince :

«Bunları geri çevirin!» diye emretti ve onlara şöyle söyledi :

«Az önceki sözümü size imtihan İçin söyledim. Sizin dîninize olan bağ­lılık kuvvetini ölçtüm. Ben de kuvveti (sizde) gördüm.» Hazır bulunan erkân bu sözlerden razı olarak Herakliyus'a secde ettiler. İşte Herakliyus'un ima­na davet olunmasına dair haberin sonu budur.»

Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) 'in kıyamete kadar bütün insan­lığa gönderilmiş bir Peygamber olduğunu ispatlayan bu mektupta ayrıca şu hikmetler mevcuttur :

1— Mektup devletler arası siyasî bir mânâ taşımakta ve İslâm'daki gayenin mülk ile saltanat edînme değil, sırf Allah'ın hak dinini teblîğ ve ona davet olduğu anlaşılmaktadır. Zaten böyle bir davete karşı çıkılmadıkça savaşmak yoktur. Savaşın gayesi  mal edinmek, arazî sahibi olmak değü, ulvî gayeyi tanıtmak ve ona davet ederek Allah'ın dinini üstün çıkarmaktır. Bu uğurda yapılan harcama ve fedakârlıklar cihad olur ve bu yolda kaza­nılan mallar helâl olur.

2— Bîr devletin idaresini üzerine alan en yetkili şahıs, o devletin baş­kanıdır. En büyük sorumluluğu da o taşır, idare etmekte olduğu milleti hak yola götürür ve buna sebep olursa, ikî kat mükâfat kazanır. Kötüye götü­rür ve buna sebep olursa, milletin de günahlarına sebebiyet verme bakı­mından ona iştirak eder.  Böylece onların da günahlarını yüklenmiş bulunur. Bazctn da devlet başkanı buna cjüç yetiremeyebilir. Nitekim burada öyle olmuştur. Herakliyus'a etrafındaki yetkili şahıslar muvafakat etmemiş­lerdir. Bu takdirde Herakliyus imanını değiştirmeyip içinde gizlemİşse, yine şahsını kurtarmıştır. Diğerleri bütün sorumluluğu yüklenmişlerdir. Hem kendi sorumlulukları, hen> de halkın sorumluluğu...

3— Tebliğin en önemü tarafı, tebliğ eden ve tebliğ edilen millet ara­sında hiç bir ayrılığın bulunmayışıdır. Her iki taraf Allah'a ibadette, ona ortak  koşmamakta,  hak ve vazifelerde  eşit hakka  ve  sorumluluğa  sahip kılınmaktadır.  İmanın, esası  olan tevhid  kelimesi  altında  her çeşit din ve millet mensubu  birleştirilip Allah'ın dinini  hakim  kılma  gayesi  vardır.

4— İslâm'a davet İçin yabancı bir devlet başkanına elçi olarak gön­derilen zatın en güzel ve yakışıklı bir şahıs olarak seçilmesinde, islâm'ın nezahet ve nezakete verdiği önemle İslâm adına sevgi ve ilgi kazanma, nefret ettirmeme gayesi vardır.                               

5— Allah'ın dinine böyle sade bir ifade ile davet yapılmasına, rağmen, ondan yüz çevirenlere müminler tarafından söylenecek son söz şudur :

«Şahid olun, biz gerçek müslümanlarız, (biz Allah katında makbul olan islâm dinine bağlılarız).» Buna da karşı çıkıp islâm'ı ve müslümanları tehdit eden milletlerle duruma göre topyekûn veya kısmen savaşılır.

Dihyetü'l-Kelbî    kimdir? :

Babasının adı Halîfe olduğundan Dihye b. Halîfe E I -K e I b î diye de anılır. Hazreç kabilesinden olup, ashabın İleri gelenle-nndendîr. Bedir savaşında bulunamamış, fakat Uhud ve ondan sonraki sa­vaşlarda bulunmuştur. Çok güzel bir insan olduğu için, Hz. Peygamber (Salîallahü Aleyhi ve Sellem) e vahy getiren melek Cebrail bazan onun şek­lîne bürünerek İnerdi. Bunu müminlerin anneleri ümmü Seleme ile Hz. Âişe ve Enes ibni Malik, İbni Ömer, ibni A b b a s gibi ashab-ı kiramın meşhurları haber vermişlerdir. Hz. Peygam-ber'e bir çift mest hediye ettiği ve Peygamberin de onları giydiği rivayet edilir.

Hicretin 6. yılı sonunda Hudeybiye Barışından sonra ve 7. yılın başla­rında Peygamber (Salîallahü Aleyhi ve Sellem) onu elçi olarak Rûm Kayseri Herakliyus'a göndermişti. Bunun cereyan tarzı yukarda uzun boylu hadîs-i şerifte geçmiştir. Kurtubî'nin nakline göre de Rûm Kayseri (He­rakliyus) iman etmiş; fakat patrikleri imandan yüz çevirmişlerdi. Dihye, Hz. Muaviye'nin hilâfeti zamanına kadar yaşamıştır. Allah ondan razı olsun.

E b û    S ü f yan    ibni    Harb    kimdir? :

Hem Ebö Söfyan künyesi İle, hem de S a h r adıyla meşhur olup, Kureyş kabilesinden ve Emevî'lerdendİr. Ayrıca Ebû Hanzele künyesi de vardır. Annesinin adı S a f i y y e 'dir ve Peygamber (JkllalkhU Aleyhi ve Sellem) "m zevcesi   M e y m û n e "nİn de halasıdır.   Ebû   S ü f yan, Hz. Peygamberden 10 yaş kadar büyüktü. Muaviye 'nin ba­basıdır. Mekke'nin fethi yılında İslâm'ı kabul etti. Sonra Huneyn ve Taif seferlerinde bulundu. Müelleferi Kulûb'dandtr = Kaibleri İslâm'a ısındırıl­mak için kendilerine yardım edilenlerdendir. İslâm'ı kabulünden önce Uhud ve Hendek savaşlarında müşriklerin reisi idi. Kureyş'in de eşrafındandı. Tacir olduğu için Şam'a ve deniz aşırı beldelere ticaret için giderdi. Riva­yete göre cahiliyet devrinde Kureyş'İn fazilet sahibi üç büyüğü vardı: Utbe, Ebû Cehil ve Ebû Süfyan. Yine cahiliyet zamanında Hz. Abbas'ın arkadaşı ve nedimi idi. islâm'ı iyi bir şekilde kabul edip etme­diği üzerinde ihtilâf var jse de, kuvvetli olan görüş iyi bir müslüman olu­şudur. Zira Yermûk savaşında oğlu Yezîd'in sancağı altında Rumlarla sa­vaşırken, seslerin kesildiği dehşet arîînda şöyle yaİvardığı rivayet edilmek­tedir :

«Ey Allah'ın zaferi, yetiş!»

önce bir gözünü Taif seferinde, sonra da bu Yermûk savaşında ikinci gözünü kaybederek âmâ olmuştu. Mekke'nin fethi gününde Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)  onun hakkında şöyle buyurmuştu :

«— Ebû Süfyan'm evine giren kimse güven içindedir, canı emniyet­tedir.» İlk gözünü kaybettiği Taif seferinde Hz. Peygamber'e:

«— Şu gözümü Allah yolunda kaybettim,» dedi.

Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)  ona:

— Dilersem dua edeyim de, gözün geri gelsin, gözünün yokluğunu dilersen Cennet vardır.» O, Cennet'i dilerim, demişti.

Hz. Osman (Radiyallahuanhj'm hilâfeti zamanında hicretin 33. yı­lında Medine'de vefat etti; namazını oğlu Muaviye, bir rivayette de Hz.   Osman   kıldı ve Bakî' mezarlığına gömüldü. (Radiyallahuanhüm).[949]

 

(518) Ehli Kitap; «Essamü Aleyküm» Deyince

 

1110— Cabir   (Radiyallahu anh)'in şöyle dediği işitilmiştir: Yahudi'lerden ibaret bir gurup  insan, Peygamber  (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) 'e selâm, verip :

  Essâmü Aleyküm, (ölüm üzerinize olsun) dediler. Peygamber  (onlara cevap olarak) :

«— Siızin üzerinize...» buyurdu. Hazreti Âişe kızgın halde dedi ki:

  Söylediklerini işitmedin mi? Peyamber buyurdun

«—Evet, (duydum). Ben onlara geri çevirdim. Bizini onlar aleyhin-ddki duamız kabul edilir. Onların ise bizim ihakkımızdaki duası kabul edilmez.»[950]

 

Birinci cild 311 sayılı Hadîs-i Şerifle 1106 sayılı Hadîs-i Şeriflere bakılsın.[951]

 

(519) Ehl-i Kitap, Yolun En Dar Yerine Zorlanır

 

1111— Ebû Hüreyre'den, Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) 'in şöyle buyurduğu rivayet edilmiştir:

«— Yolda müşriklerle karşılaştığınız zaman, onlara önce selâm ver­meyiniz ve onları yolun en dar yerine mecbur bırakınız.»[952]

 

1103 sayılı Hadîs-İ Şerife ve açıklamasına bakılsın.[953]

 

(520) İnsan Gayri Müslime Nasıl Dua Eder?

 

1112— (289-s.) Ukbe ibni Âmir Eî-Cühenî'den rivayet edildiğine gö­re, kendisi; kılığı müslüman kılığında olan bir adama rastgeldi de adam selâm verdi. Ukbe ona şöyle, karşılık verdi:

«— Selâm senin de üzerine olsun, Allah'ın rahmeti de bereketleri de...» Bunun üzerine bir genç Ukbe'ye dedi ki:

— O adam Hıristiyandır. Ukbe hemen kalkıp adamı takip etti; niha­yet ona kavuştu da, şöyle dedi:

«— Allah'ın rahmeti  ve bereketleri müminler üzerine olsun. Lâkin Allah senin hayatını uzatsın, malını ve çocuğunu çoğaltsın.»  (Bu haber için başka bir kaynak bulunamamıştır.).[954]

 

Müslüman olmayanların hidayete ermelerine, mal ve çocuklarının ço­ğalmasına, Ömürlerinin uzun olmasına dua edilir; fakat Allah'ın selâmeti ve rahmeti on'ar için istenmez. Cenaze namazı da ölü hakkında bîr'düa ve Allah'dan rahmet dileme mânâsını taşıdığından, müslüman olmayanların cenaze namazları kılınmaz. Bu âyet-i kerîme ile sabittir; zira Cenab-ı Hak şöyle buyuruyor:                                                                      

«— (Ey Resulüm), imansızlardan ölen hiç kimse üzerine asla namaz kılma; kabri başında da (gömülürken veya ziyaret için) durma. Çünkü onlar, Allah'ı ve Resulünü tanımayıp inkâr ettiler ve kâfir olarak can verdiler.» (Tevbe Sûresi, Âyet: 84)

İşfe âyet-i kerîmede beyan buyurulduğu gibi, onların inkâr ve küfür cinayetlerine karşılık olarak amellerine uygun düşen ceza, haklarında rah­met düemeyîştir. Ancak taziye İçin, geri kalanlara baş sağlığı dilenir, öm­rünüz uzun olsun, denir. Merasimlerine iştirak edilmez';" ev veya iş yerlerin­de ölüleri İçin taziyelerde bulunulur.[955]

 

1113— (290-s.) İbni Abbas'dan rivayet edildiğine göre, şöyle demiştir:

«— Eğer Firavun bana : Allah sana bereket versin., demiş olsaydı, ben: Sana da, derdim. Firavun ise ölmüştür.»[956]

 

Buradp da İmansızlığı Firavun kadar şiddetli olan kimseye, berekef sözünü kaldırarak ayniyle karşılık vermenin cazip olup, doğrudan doğruya bereket ve rahmet dilememek gerektiğine işaret edilmektedir. Firavun ölmüş olduğuna göre, böyle bir karşılık vermeye de mahal kalmamıştır.

(Bu haber için başka bir kaynak bulunamamıştır.).[957]

 

1114— Ebû Musa'dan rivayet edildiğine göre, şöyle demiştir: — Yahudiler, Peygamber (Salîallahü Aleyhi ve Sellem) kendilerine Yer-hamukellah  Allah sana merhamet etsin, desin diye Peygamberin ya­nında aksırırlardı. Peygamber de şöyle buyururdu: «— Allah sise hidayet etsin ve halinizi düzeltsin.»[958]

 

Hadîs-İ şerifin açık beyanına göre, yine-kitap'ehline rahmet dileme olmayıp, hidayete ermelerine duG edilir, hallerini düzeltmeleri istenir. Böy­lece gerek haberler, gerekse hadîs-i şerifler aynı hükümleri ifade etmiş olu­yorlar. Bu hadîs-İ şerîf 940 sayıda geçmiştir.[959]

 

(521) İnsan Tanımadığı Hıristiyana Selâm Verince

 

1115— (291-s.) Abdurrahman'dan rivayet edildiğine göre, demiştir ki, İbnİ Ömer bir hıristiyana tesadüf etti de,' ona selâm verdi; o da selâmı­na, mukabele etti. Sonra îbni Ömer'e, o adamın hıristiyan olduğu haberi verildi. İbni Ömer bunu öğrenince, adama dönüp, şöyle dedi:

«— Benim selâmımı bana geri çevir.»[960]

 

Haksız ve yersiz bir İş yapıldığı zaman ondan dönülür ve.telâfi edil­mesine gidilir, ibni Ömer (Radiyallahu anh) de Hıristiyan olduğunu bilme­diği ve Müslüman sandığj bir adama selâm verdikten sonra, gerçeği öğ­renince işlediğinin hata olduğunu kabullendi. Hatta zayi ettiği selâmı geri almak için Hıristfyana müracaat ederek onu geri istemesiyle de kusurunu itiraf etti.' Bundan da, önceden Hıristiyanlara selâm verilmemesi gerektiği anlaşılmaktadır.

(Bu haber için başka bir kaynak bulunamamıştır.).[961]

 

(522) «Falanca Sana Selâm Söylüyor» Deyince

 

1116— Hazreti Âişe (Radiydlla.hu antta)   anlattığına göre, demiştir ki.

Peygamber (SaUatfahU Aleyhi ve Sellem) kendisine şöyle buyurdu:

«— (Ya Âişe!) Cİbrü sana se'âm söylüyor.» Âişe de : — Selâm ve Allah'ın rahmeti (= Ve Aleyhisselâmu ve

onun üzerine olsun, dedi.[962]

Benden falancaya selâm götür veya selâm söyte şeklînde selamlaşma­nın meşruiyetine ve selâm götürülen kimsenin de bunu alması gerektiğine bu Hadîs-İ Şerîf delildir. Bir kimseye tevdi edilen söz veya iş emanet hük­münde olduğundan, onu zayi etmeden yerine getirmek bir vazifedir, ema­nete riayettir. Emaneti gözetmeyenler ise hıyanet etmiş olurlar- Emanetin kıymet ve önemine göre de vebali büyür ve küçülür.

(827 sayılı Hadîs-İ Şerife müracaat edilsin.).[963]

 

(523) «Mektuba Cevap Vermek»

 

1117— (292-s.)  İbni. Abbas'dan rivayet edildiğine göre, şöyle de­miştir :

«— Ben selâma karşılık vermek gibij mektuba cevap vermeyi hak görürüm.»[964] 

                                      

Selâmı almak/1 yâni; ona mukabelede bulunmak vâcib olduğuna göre, mektuplaşmalarda da mektuplara cevap vermek vâcib derecesinde bir va­zifedir ve aynı zamanda bir edeb işidir. Mektupla karşılıklı ihtiyaçlar gö­rülür, müslüman kardeşler arasında ilgi kurulur ve bunun devamı sağlanır, sevgi bağlan kuvvetlendirilir. Onun için mektuba cevap vermek önemli va­zifelerden sayılmıştır.

(Bu haberi İbni Ebî Şeybe, İbni Sa'd ve Bey­it a k İ   tahrİç etmişlerdir.).[965]

 

(524) Hanımlara Mektup Yazmak Ve Onların Cevap Vermesî

 

1118— (293-s.) Talha'nm kızı Âişe anlatarak şöyle demiştir:

«— Ben Hazreti Âişe'nin (Ratfiyalkthü onto) himayesinde idim. Her şehirden insanlar ona gelirlerdi. Onun yanında benim mevkiim bulundu­ğundan yaşlılar da sıra ile bana gelirlerdi. Gençler de beni kardeş edinir­lerdi ve bana hediye verirlerdi; ve şehirlerden bana mektup yazarlardı. Hazreti Âişe'ye derdim ki:

  Teyzeciğim! Bu falanın mektubu ve hediyesidir. Hazreti Âişe de bana şöyle derdi:

  Kızcağızım! Ona cevap ver ve ona mukabelede bulun, eğer ss verecek mükâfat (hediye) yoksa, ben sana veririm. Talha kızı demiştir ki, Hz. Âişe bana (hediyelik) verirdi.[966]

 

Bu rivayet bize şu vazifeleri öğretmektedir:

a) Dinî meseleleri öğrenmek ve bazı İhtiyaçları karşılamak üzere ha­nımlara mektup yazılır,

b) Alınan mektuplar cevapsız bırakılmaz, onlara gerekli cevaplar verilir.

c) Hediyeleşmek sünnettir, sevgi bağlan kuvvetlendirilir. Hediye tek taraflı olmamalı, alınan hediyeye karşı bir şey vermelidir.

(Bu haber için başka bir kaynak bulunamamıştır.).[967]

 

(525) Mektubun Başı Nasıl Yazılır?

 

1119— (294-s.) Abdullah ibni Dinar'dan rivayet edildiğine göre, Ab­dullah ibni Ömer, Abdülmelik ibni Mervan'a bîat ettiğine dair mektup yazdı. Ona şöyle yazdı:                                                       .

«— BismilIMıirrahmanirrahîm == Allah'ın adiyle...

— Abdullah ibni Ömer'den müminlerin Emîr'i Abdülmelik'e!.. Selâ-mün Aleyke == Allah'ın. selâmeti üzerine olsun. Senden dolayı öyle bir Allah'a şükrederim ki, ondan başka hiç bir İlâh yoktur. Gücümün yettiği yerde de, Allah'ın sünneti ve Resulünün sünneti üzere itaati ve boyun eğmeği sana ikrar ederim.»[968]

 

Sünnet özere mektuba başlama şekli şöyle :

a) Besmeleyi önce yazmak.

b) Mektubun kimden kime yazıldığını bildirmek.

c) Kısa olarak maksadı yazmak.

Fazla medihlerle uzun ve çapraşık ifadeler kullanmak, -hem riyakârlık olur, hem İsrafa ve hem de' karşı tarafı yormağa sebep teşkil eder. Bu gibi yazışmalardan kaçınmalıdır. (Bu haberi, Buhârî, Sahîh'İnde ve İmam Malik de Muvatta'ında tahriç etmişlerdir. Fadlu'llah : C. II, s. 542, dip not).[969]

 

(526) Amma Ba'dü = Bundan Sonra (Sözü)

 

1120— (295-s.) Z-eyd ibni Eslem'den rivayet edildiğine göre demiştir ki, babam beü îbni Ömer'e gönderdi. Onun şöyle mektup yazdığını gör­düm:

— RismiUâMrrahmanirrahîm = Rahman ve Rahîm olan Allah'ın adiyle... Amma Ba'dü = Bundan sonra:»[970]

 

Bundan önceki haberde, mektuba nasıl başlandığt ve yazılış şekli be­yan edilmişti. Burada Arapça yazışma ve ifadelerde kullanılan bir usûle işaret edilmektedir. Yazışmalarda besmele getirilip Allah'a hamd edildikten

sonra maksada geçilirken (-i«ıL1 = Bundan sonra, imdi konuya gelince) tâbiri ile söze başlanır ki, bu âdettir. İşte burada böyle bir ifade ile konuya başlamanın ötedenberi âdet olduğuna dikkat çekilmektedir.

(Bunu Buhârî, Sahîh'İnde ve İmam Malik de Muvatta'ında tahriç etmiş­lerdir. Fadlu'llah : C. II, s. 542, dip not).[971]

 

1121— Hişam ibni Urve'den rivayet edildiğine göre, demiştir ki, Peygamber {Sattatlahü Aleyhi ve Sellem) 'in mektuplarından bazı mektuplar gördüm. Her konu bittikçe:

«— Amma Ba'dü = Bundan sonra» buyurmuştur.[972]

 

1120 sayılı habere ve açıklamasına bakılsın.[973]

 

(527) Mektuplara «Bismillâhirrahmanirrahim» Île Başlamak

 

1122— (296-s.) Zeyd ibni Sabit ailesinin büyüklerinden rivayet edil­diğine göre, Zeyd ibni Sabit şu mektubu yazmıştır :

« Bismillahirraîhmanirraihim = Rahman ve Rahim olan Allah'ın adiyle... Zeyd ibni Sabit'den, Müminlerin Emîri, Allah'ın kulu Muaviye'-ye: Selâm ve Allah'ın rahmeti üzerine olsun, müminlerin Emîri. Senden dolayı öyle bir Allah'a şükrederim ki, ondan başka hiç bir İlâh yoktur. Amma ba'dü = Bundan sonra...»[974]

 

1119 ve 1120 sayılı haberlere bakılsın.[975]

 

1123— (297-s.) Ebû Mes'ûd El-Cerîrî anlatarak demiştir ki, bir adam Hasan'a (El-Basrî'ye) Bismillâhirrahmanirrahîm'i okuyuştan sordu. O da:

«— Bu bütün mektup ve yazıların başıdır.» dedi.[976]

 

Bundan önceki haberlere bakılsın.[977]

 

(528) Mektuba Ne İle Başlanır

 

1124— (298-s.) Nafİ'den rivayet edildiğine göre, şöyle demiştir:

«— İbni Ömer'in Muaviyç'de görülecek bir işi vardı da, ona mektup yazmak istedi. Ona dediler ki, yazmaya kaşla. Böylece ona ısrar ettiler, nihayet yazdı:.

— Bismillâhirrahmanirrahîm. Muaviye'ye...»[978]

 

Burada da mektuba besmele ile başlanmakta ve ondan sonra kime mektup yazıldığı ifade edilmektedir. Zamanımızdaki mektuplaşmalarda önce mektup yazılanın İsmi veya unvanı kaydedilmekte olup, mektubun sonuna da yazanın ismi konmaktadır. Besmele ve selâma riayet edilince, böyle bir yolu takip etmenin bir mahzuru yoktur. Aşırı medih ve tazim ifadeleri kul­lanılmaz, maksat dışı söz söylenmez ve tahkir durumuna düşülmez.[979]

 

1125— (299-s.) Enes ibni Sîrîn'den rivayet edildiğine göre, demiştir ki, İbni Ömer'e (kâtip olarak) mektup yazdım da bana:

«— Bismillahirrahmanirrahîm, Amma Ba'dü = Bundan sonra: Fa­lancaya...» diye yaz, dedi.[980]                                                       

 

Bu haberde de Besmele ile mektuba başlanması gerektiğine ve maksa­da geçerken «Amma Ba'dü» İfadesinin kullanıldığına İşaret edilmektedir. (Her iki haber için başka bir kaynak bulunamamıştır.).[981]

1127— (300-s.) Yine İbni Sirin’den rivayet edildiğine göre, şöyle demiştir:Bir adam önünde İbni Ömer (katiplik ederek):

Bismillahirrahmanirrahim, falancaya.. diye mektup yazdı da İbni Ömer onu yasaklayıp şöyle dedi:

Bismillah de , bu onun yerini tutar.[982]

 

Cenab-ı Hakk’ın zatına mahsus olan ve bütün kemal sıfatlarını içinde toplayan isim Allah lafzı  Celilidir.Yalnız bu zikredilerek Besmele çekmek, Rahman ve rahim sıfatlarını anarak Besmele getirmeye kifayet eder.daha kısa bir ifade ile maksat elde edilir.Hayvan boğazlarken dahi  yalnız Bismillah  demek kafi gelir, hayvanın eti helal olur.Bununla beraber Rahman ve Rahim sıfatlarını  kullanarak Besmele getirmek iyidir.

(bu haber için yine başka bir kaynak bulunamamıştır.).[983]

 

1127— (301-s.) Zeyd (İbni Sabit) ailesinin büyüklerinden rivayet edildiğine göre, Zeyd şu mektubu yazdı:

«— Zeyd ibni Sabit'den mü'minlenn Emîri, Allah'ın kulu Muaviye'ye! Selâm ve Allah'ın rahmeti üzerine olsun, Müminlerin Emîri, Ben, sen­den dolayı öyle bir Allah'a şükrederim ki, ondan başka hiç bir İlâh yok­tur. Bundan sonra, (hamd ve selâmı getirdikten sonra)...[984]

 

Bu haber 1122 sayıda geçmişti. Ancak orada mektubun basında Bes­melenin yazılı olduğu rivayet edilmekte olduğu halde burada düşmüştür. Bİr unutma eseri olabilir. Zaten bu bölümdeki diğer haberlerde mektuplara

Besrneîe ile başlandığı görülmektedir.[985]

 

1128— Ebû HüreyreMin şöyle dediği işitilmiştir:

  Peygamber (SaUnlUÛıli Aleyhi-ve Setkm) buyurdu.:

«— İsrta Çoğullarından  bir. adam —(diyerek)   hadîsi  anlattı—  (ala­caklı)  arkadaşıma mektup yazdı:

  Falancadan falancaya, (diye mektuba başladı).»[986]

 

Mektuba başlanırken kimden kime yazıldığının betirtİlmesiyîe ilgili ola­rak getirilen bu Hadîs-i Şerif uzun bir Hadîs-i Şeriften çok kısa bir kısımdır. Bu kısa şekliyle anlaşılması mümkün olmadığından ve tamamını öğrenmekte de büyük fayda umulduğundan Hadîs-İ Şerifin bütününü yine Buhârî hazretlerinin Sahîh'İnden nakledelim :

  Ebû  Hüreyre'den rivayet edildiğine  göre, Peygamber (Saîhltahü  şöyle anlatmıştır:

  îsraîloğullari'ndan bir adam, İsraîîoğulîarı'Hcfcan  birinden bin  dî- Ödünç para istedi. O kimse de dedi ki, kendilerini şahit tutacağım,

sabitler getir bana. Ödünç isteyen adam:

  AElah şahit olarak yeter, dedi.

  Öyle ise hana kefil gelir, dedi. Adam:

  Kefil" olarak Allah yeter, dedi. Bunun üzerine ödünç pata istenen adam:

  Doğru söylüyorsun, dedi ve parayı belli bîr va'de için odama ver­di. Adam deniz aşırı gidip İhtiyacını gördü. Sonra borcunu va'desinde öde­mek için alacaklıya gitmek üzere foir taşıt aradı, fakat bir türlü bunu bu-lamodı. Sonra bir kütük alıp onu oydu ve bin dmar ile beraber kendisin­den arkadaşına (falancadan falancaya diye) yazdığı mektubu (oyuk) içine koydu. Sonra oyuğu tıkadı ve kütüğü denire getirip şöyle dedi:

  Allah'ım! Sen biliyorsun ki, ben falancadan bin dinar ödünç para aldım. O da benden kefil istedi. Ben dedim ki, Kefil Allah yeter; adam da razı oldu. Benden şahit istedi. Ben dedim ki, Allaih şahit için yeter. Bunda da sana raxî oldu, Ben ise, ona parayı göndermek üzere taşıt ara­makta gayret ısarfettira; buna gücüm yetmedi. Şimdi bu parayı'sana ema­net edip bırakıyorum.

Böylece adamcağız kütüğü denize attı, tâ denizin içine girdi. Sonra döndü yine bu iş içim o alacaklının memleketine gitmek üzere vasıta ara­mağa koyuldu.

Diğer taraftan alacaklı, olur kî, parasını getiren bir vasıta [bulunur diye bakımp araştırmaya çıktı. Bir de o içine para konmuş kütüğü (deniz­de) gördü. Onu odun diye evine getirdi. Kütüğü yarınca hem parayı hem de mektubu buldu. Aradan geçen bir müddet sonra borçlu bin dinarı ge­tirip şöyle dedi:

  Vallaihi, malını  (paranı) sana getirmek için devamlı olaraik vasıta aradım, şu sana geldiğimden Önce bir taşıt bulamadım. Alacaklı:

  Sen bana bir şey gönderdin mi? dedi. Borçlu:

  Ben sana haber veriyorum, sana geldiğim ibu vakitten  önce bir vasıta bulamadım,  (sana_bir şey nasıl gönderebilirdim?), dedi. Alacaklı:

  Gerçekten Aliah, bir kütük içinde gönderdiğini senin adına Öde­di. Sen bin dinarınla güle güle dön, dedi.»

işte bu uzun Hodîs-i Şerif içinde geçen falancadan falancaya İfadesiyle mektup yazışmalarında kimden kime yazıldığının belirtilmesine temas edi­lerek sırf bu kısım konuyla İlgili bulunduğundan metinde gösterilmiştir. Edeb-le, daha doğrusu mektuplaşma edebiyle ilgili kısmın dışında bu Hadîs-i 5e-rîf'te çok büyük hikmetler vardır :

1— Borçlanma işlemlerinde usûlüne göre senet tanzim edildikten sonra bunu şahitlerle kuvvetlendirmek veya daha sağlama bağlamak İçin kefil istemek meşru olan haklardandır. Bu vazifeyi de Cenab-ı Hak şu Âyet-i Kerime ile bize tavsiye buyurmaktadır:

«— Ey iman edenler! Muayyen bir va'de ile birbirinize borçlandığı­ma: zaman onu yazın, (senet yapm). Aranızda bir yazıcı da onu doğrulukla yazsm. Üzerinde  (başkasına ait) hak alan kimse, borcunu ikrar ederek

49Û

yazdırsın ve Rabbî olan Allah'd&n korksun; o hak dan hiç ibir şeyi eksik etmesin. Eğer borçlu akılsız, bunanuş olursa yahut kendisi söyleyip yazdı-ramıyacaksa, velîsi dosdoğru söyleyip yazdırsın. Erkeklerinizden îkî kişi­yi de şahit tutun. Eğer iki erkek lîjulunnıazsa o hâlde, doğruluğuna güven­diğinim şahitlerden bir erkekle iki kadın gerekir. Böylece kadınlardan bi­ri unutursa, ikisinden biri diğerine şaihitliği hatırlatsın. Şahitler, şahitlik etmek için çağrıldıkları zaman kaçınmasınlar. Az olsun çok olsun, hakkı va'desiyle yazmaktan usanmayın. Bu hareket Allah katında, adalete daUıa uygun, şahitlik için daha sağlam ve şüpheye düşmememle daha da ya­kındır. Meğer ki aranızda hemen devredeceğiniz bir alış-veriş olsun. O za­man bunu yazmamanızda size bir beis yoktur. Alış-veriş yaptığınız vakit yine şahit tutun. Yazana da, şahitlik edene de bir zarar yerilmesin. Eğer zarar verirseniz, o mutlaka kendinize dokunacak bir günah olur. AUah'-dan korkun; Allah size ilim öğretiyor. Allah her şeyi kemâliyle ibilendir.» (Bakara Sûresi, Âyet: 282)

2— Bütün esbaba müracaat ederek vazifesini yerine getirmek isteyene ve Allah'a tam bir ihlâsla sığınana Allah yardım eder.

3— İnsan muayyen bir zaman için değil, bütün ömrü boyunca üze­rinde olan hakkı ödemek zorundadır ve bunu yerine getirmek için gayret harcamakla mükelleftir. Nitekim Hadîs-i Şerifte adı geçen borçlu, üzerin­deki bin dînar borcu Allah'ı  şahit tutarak denize atmasiyle  kendisini  bu borçtan  kurtulmuş saymamış, daha sonra edindiği  imkânlarla bin dinar borcunu ödemeye gitmiştir.

4— Borçlu İle alacaklının tam bir sadakat ve ihlâsla aralarında cere­yan eden ödünç alış-verişdeki fevkalâde hali Allah Teâlâ yaratmış, kullar bu üstün hale işin sonunda vakıf olmuşlardır. Demek oluyor ki, kullardan kim olursa olsun, böyle üstün bir ihlâs ve doğrulukla hareket ederse, Allah ona yardımcı olur, ona bilmediği yollardan büyük ihsanlarda bulunur. Fa­kat cahil olanlar, bu üstün halleri ve başarıları Allah'a değil de, kullara mal ederek onların kerameti sayarlar. Allah bu kabil kerametleri dilediği iyi kullarda her zaman yaratır.[987]

 

(529) Nasıl Sabahladın?

 

1129— Mahmud ibni Lebîd'den rivayet edildiğine göre, şöyle demiştir: — Hendek Savaşı gününde Sa'd kolundaki atardamardan yaralanıp da ağırlaşınca, onu Rufeyde adındaki (hasta bakıcı) hanımın yanma götürdü­ler. Bu hanım yaralıları tedavi ediyordu. Peygamber (Sûlkİkkü Akyhi ve de ona uğradığı zaman (akşamları) şöyle buyururdu:

«— Nasıl akşama geçtin?» Sabah olunca da:

«— Nasıl sabaihladın?» Sa'd da Peygambere bilgi verirdi.[988]

 

Bir kimsenin halini sormak için nastl geceledin, nasıl sabahladın diye akşam ve sabah vakitlerinde ifadede bulunmak, bilhassa hasta olanlara karşı sünnettir. Hasta ziyareti bahsinde 515-522 sayılı Hadîs-i Şeriflerde hasta ziyaretinin fazilet ve adabı geçmişti. Burada önemli bir husus da, savaş hallerinde hanımların hastalarla, yaralılarla uğraşıp, onları tedavi etmeleridir. Refîde, Ensar'dan olup, Hendek savaşında bizzap Sa'd ibni Muaz'ın tedavisi İle meşgul olmuştur. Allah dan sevabını umarak müslümanlardan darlığa düşenleri gönüllü olarak tedavi eden bir hanımdı. Hastaları tedavi için özel bir çadırı vardı. Peygamber (Saîlaİlaîıü Aleyhi ve Seikm) sık sık Sa'd İbni Muaz'ı ziyaret edebilmesi için onu Mescid'-deki bu çadıra naklettirmişti. Nihayet atar kandamarından aldığı yara ile Sa'd vefat etmişti. Hal tercemesi için 945 sayılı Hadîs-i Şerîf açıklamasına bakılsın.[989]

 

1130— İbni Abbâs haber verdiğine göre, Ali ibni Ebî Tâlib (Radiyaliahü anh) Resu'üllah {S&lîaİfahiü Aleyhi ve Sellem) 'in vefatına sebep olan hastalığı zamanını- yanından çıktı. İnsanlar (ona)  dediler ki:

  Ey Ebûl-Hasan   (Ali), Resûlüllah (Sallaltahü Aleyhi ve Sillem) nasıl sabahladı? Ali:

«— Allah'a hamd olsun iyi geçti, dedi. Abdülmuttalib'in oğlu Abbas Hz. Ali'nin elini tutup, şöyle dedi:

  Bana görüşünü bildir. Sen, vallahi üç günden sonra emir kulusun. Vallahi ben  zannediyorum ki,  Resûlüllah (SıîibtLsJm Aleyhi ve Seltem)   bu hastalığından   yakında  vefat  edecekti. Ben  Abdülmuttalib Oğulları'nın ölüm zamanındaki "yüzlerini tanıyorum, (yüzlerinin halinden öleceklerini anlarım). Öyle ise bizi Resûlüllah (Saltaltahti Aleyhi ve S&ltem) 'e götür de, bu işin  (hilâfetin)  kimde olacağını ona soralım. Eğer hilâfet bizde ola­caksa, bunu bilmiş oluruz. Eğer bizden başkasında ise, onu konuşalım da bizi ona vasıyyet etsin. Bunun üzerine Ali (R.A.) dedi ki:

  Vallahi, biz bunu sorar da Peygamber hilâfeti bizden menederse, ondan sonra hiç bir zaman insanlar bize onu  (hilâfeti)  vermezler. Ben vallahi, onu asla Resûlüllah (SatkİUthü Aleyhi ve Seltem) 'e sormam.»[990]

 

Nasıl sabahladınız, nasıl sabahladı? şeklinde hatır sormanın bir edeb ifadesi olduğu beyan maksadiyle Peygamber (SaltaUahü Aleyhi vt SelUmyin vefatiyle İlgili olan bu Hadîs-i Şerîf, bu bölümde yer almış bulunmaktadır.

Burada geçen olay, Hz. Peygamberin İrtihal günlerine yakın, bir rivayette de aynı günde yanı pazartesi gününde vuku bulmuştur, intihalden sonraki durum siyer ve tarih kitaplarında geniş oforak geçer.

Burada nazar-ı dikkati çeken bir husus, Hz. A I i 'nin hilâfete ne İrîi-halden önce, ne de İrtihalden sonra tâlîp akmayışıdır.^.Hz. Ab bas'in, Peygamberin irtİhalinden sonra Hz.  A I i 'ye hitaben :

«— Elini uzat sana bîat edeyim, {ki insanlar da sana bîat etsinler).» demesine karşılık bunu Hz. Alî'nin kabul etmediği sahîh rİvcyeti vardır. Bu itibarla Şiî'lerin İddia etmekte oldukları hilâfet Hz. Ali'ye mahsustur, sözüne mahal kalmamaktadır. Hz. AIİ 'ye hilâfet tahsisli bulunmuş olsaydı, her iki halde de, ona sahip çıkması icap ederdi ve bunu aleniyete çıkarırdı.[991]

 

(530) Mektubun Sonuna : «Esselamu Aleyküm Ve Rahmetullah» Yazan Ve Ayın Onuncu Gününde Falan Oğlu Falan Diye Kaydeden Kimse

 

1131— (302-s.) Harice ibni Zeyd'den ve Zeyd ailesinin büyüklerinden şu mektubun alındığı rivayet edilmiştir:

BİSMİLLAHİİRAHMANÎRRAHİM

Zeyd ibni Sabit'den Allah'ın "kulu, müminlerin Emîri Mnaviye'ye.

Selâmun Aleyke s= Selâm üzerine olsun, müminlerin Emîrİ, Allah'ın raJhmeti de... Senden dolayı Öyle bir Allah'a ham d ederim ki, ondan Ifraşka hiç bir İlâh yoktur. Bundan sonra: Sen bana dede ve kardeşlerin mirasın­dan soruyorsun, (diyerek râvi mektubu anlattı. Sonra mektubu şöyle bi­tirdi :) Biz AUah'dan hidayet ve her işimizde sebat ile muhafaza isteriz. Bir de sapıtmaktan yahut cahil kalmaktan yahut bilmediğimiz şeyden so­rumlu tutulmamızdan Allah'a sığınırız. Selâm üzerine olsun müminlerin Euûri, Allah'ın rahmeti ve bereketleri ve mağfireti de... Bu mektubu Vüheyb yazdı, (ihicrî) 42, 12/Ramazan, perşembe günü.[992]

 

Daha önceki 1119 ve 1122 sayılı haberlerde mektup yazmada takip edi­len usûl belirtilmişti. Burada farklı olarak mektubun sonunda da, başlangı­cında olduğu gibi, selâm getirmenin ve tarih yazmanın ve mektubu kaleme alanın adım kaydetmenin ayrıca bir usûl olduğu görülmektedir. Bugünkü yazışmalar da bu şekilde yapılmakta, bazan tarih başa ve bazan da sona koyulmaktadsr.

(Bu haberi Beyhakî, Sunen-i Kübrâ'sında, feraİz bölümünde tah-riç etmiştir, Fadlu'llah : C II, s. 549, dip not).[993]

 

(531) Nasılsın?

 

1132— (303-s.) Enes ibni Malik'den rivayet edildiğine göre, kendisi Ömer ibni'I-Hattab (Radiyaihhu anft)'dan işitti ki, bir adam Ömer'e selâaa verdi. O da selâmı aldı. Sonra Ömer adama sordu:

— Nasılsın? Adam da:

  Senden dolayı Allah'a hamd ederim, dedi. Bunun üzerine Ömer:

  Senden istediğim şey budur, dedi.[994]

 

Selamlaşmadan sonra hatır sormanın, nasılsın? iyi misin? dîye sorma­nın ve buna karşı hamd etmenin nezaket ve edeb kaidesi olduğunu bura­daki karşılaşmada cereyan eden konuşma bize öğretmektedir. Ayrıca İmam Ahmed'in Enes hazretlerinden rivayet ettiği Hadîs-i Şerifte Peygam­ber  (Saöolbhil Aleyhi ve SeUem) 'in ashabla karşılaşmalarında onlara:

«— Ey falanca kimse, nasılsın?»

Diye hatır sorduğu ve : «Elhamdü Lillâh, hayır üzereyim!» cevabını aldığı kaydedilmektedir.[995]

 

(532) Bir Kimseye: Nasıl Sabahladın? Denince Nasil Karşılık Verir?

 

1133— Cabir ilmî Abdullah'dan rivayet edildiğine göre, Peygamber ,$MtelkhU Aleyhi ve Selkm)'e soruldu:

— Nasıl sabahladınız? Peygamber şöyle buyurdu:

«— Bir cenazede bulunmayan ve bir hastayı ziyaret etmeyen kimse­lerden daha Jıayırh olarak (sabahladım).»[996]

 

Nasıl sabahladın veya geceyi nasıl geçirdin? diye bir insanın hali so­rulunca, ona verilecek olan en güzel karşılık şüphesiz ki, Peygamber (Sallaltahü Aleyhi ve $€llem)'\n verdiği karşılıktır.

Bir müminin, rnümİn kardeşine karşı olan vazifelen sayılırken, bunlar arasında hasta ziyareti, cenazede bulunma, seiâm verme, davete icabet et­me vardır. Bunlardan hiç olmazsa bir kısmının yerine getirilmiş olması, hiç yerine getirilmeme halinden çok daha iyi olduğu meydana çıkmaktadır. Onun için bu haklar gözetilerek günlük vazifeler arasına alınmalıdır.[997]

 

1134— (304-s.) Muhacir'den (bu adam kuyumcudur) rivayet edildi­ğine göre, demiştir ki, Peygamber (S&lhlkhü Aleyhi ve SeUcm)'in ashabın­dan olan Hadrarnût'lu kaba bir adamla oturuyordum. Ona:

  Nasıl sabahladın? dendiği zaman şöyle derdi;

  Allah'a ortak koşmuyoruz,  (Elhamdü Lillâh).[998]

 

En kötü durum hiç şüphe yok ki, Allah'a ortak koşmak ve küfür üzere bulunmaktır. Bunun dışında iman sahibi olduktan sonra her haide hamd ve şükretmek elbette bir vazifedir. Bazı dünyevî kederler ve çekilen musî-better geçici olduğundan ve bunlara katlanmanın sevabı bulunduğundan bunlara sabrederek hamd ve şükrü eksik etmemelidir.

(Bu haber için başka bir kaynak bulunamamıştır.).[999]

 

1135— (305-s.) Seyf ibni Vehb anlatıp demiştir ki, Ebu't-Tufeyl bana:

  Kaç Yaşındasın? diye sordu. Ben:

  Otuz üç yaşındayım, dedim. O şöyle dedi:

  Huzeyfe ibıü'l-Yeman'dan işittiğim bir hadîsi sana anlatayım, ol­maz mı? Kendisine Amr ibni Suley' denen Muharib Hasafe Oğullarından bir adam — bu adam sahabî idi ve benim bugünkü yaşımda idi. Ben de bugünkü senin yaşında idim —,  (onunla beraber)  Mescid'de Huzeyfe'ye gittik. Ben insanların en.-arka tarafında oturdum. Amr îse yürüdü, Hu-zeyfe'nin önüne kadar gidip durdu. Dedi kî;

  Ey Abdullah (Huzeyfe)! Nasıl sabahladın? Yahut: Nasıl geceledin? Huzeyfe:             

  Allah'a hamd ederim, dedi, Arnr;

— Senden bize gelen bu hadîsler nedir? dedi. Huzeyfe:

— Benden sana ulaşan nedir? Ey AmrS dedi. Amr:

  İşitmediğim hadîsler, dedi. Huzeyfe :

  Ben Allah'a yemin ederim ki, eğer işittiğim her şeyi size anlatsay-dım, beni bu geçenin bir kısmında beklemezdiniz, (benden daha işitece­ğiniz şeyler var). Ancak ey Amr îbni Suley' (şunu biî) : «Kays (arab) ka­bilesini, Şam'ı istilâ etmiş gördüğün zaman, büsbütün  sakın,   (ihtiyatlı ol). Allah'a yemin ölsün Kays kabilesi, korkutmadık mümin bir Allah ku­lu bırakmıyacaktır, yahut  onu öldürecektir. Yine Allah'a yemin olsun, müminler üzerine Öyle bir zaman gelecek ki, o vakit en küçük bir şeyi engeli ey emiye çeklerdir.» dedi. Amr:

  Allah sana merhamet etsin (ey Huzeyfe), senin -kavmine yardımın nedir? (Ne tavsiye edersin?) diye sordu. Huzeyfe dedi ki:

  Bu bana aittir, sonra da oturdu.[1000]

 

Nasıl sabahladın? Veya geceyi nasıl geçirdin? ifadesiyle hatır sorma­nın edebe uygun bir hareket olduğunu belirtmek için bir delil mahiyetinde getirilen buradaki haberin, diğer muhaddisler tarafından Hz. Peygamber (SalldllahüAleyhiveSellemye kadar yükseltildiği görülmektedir.

Müslüman Arablann Şam beldesini istilâ etmeleri zamanında birçok mümin kanlarının döküleceği, KerbeJâ vak'ası gibi korkunç ve üzücü olay­ların cereyan edeceği önceden haber verilmiş bulunmaktadır. Bu da Hz. Peygamberin birçok mucizeleri gibi, ayrı bîr mucizesi demektir. Bu Hadîs-i Şerifi biraz değişik lâfızla H â k i m 'in rivayet ettiğini Fa d I u ' 1 I a h ha-şİyesİnde kaydetmektedir. Fadlu'llah : C. II, s. 552.

Huzeyfe'nin hal tercemesi için 233 sayılı Hadîs-i Şerife müracaat edilsin. Amr ibni Suley'in sahabî olup olmadığı ihtilaflıdır. Bu haber için başka bir kaynak bulunamamıştır.[1001]

 

(533) Oturma Yerlerinin  En Hayırlısı En Geniş  (Ve Rahat) Olanıdır

 

1136— Abdurrahman itani Ebî Ömer haber vererek şöyle demiştir: Ebû Saîd El-Hudrî bir cenaze için. çağrıldı. Râvi der ki:

— Ebû Saîd sanki gecikir oldu da, insanlar nihayet yerlerini alıp oturdular. Sonra arkasından hemen geldi. İnsanlar onu görünce, (ona yer vermek için) koğuştular ve onlardan bir kısmı, kendi yerinde otursun diye onun için ayağa kalktı. Bunun üzerine Ebû Saîd şöyle dedi:

— Hayır,   (kalkmayın)!  Ben Resûlüllah (Sallaîhhü AleyhiveSelkm) İn şöyle buyurduğunu işittim:

«Oturma yerlerinin en hayırlısı, en geniş olanıdır.»

Sonra Ebû Saîd kenara çekilip geniş bir yerde oturdu.[1002]

 

Herhangi bir toplantıya veya meclîse sonradan gidildiği zaman, eğer makam ve isimlere göre yer ayrılmamışsâ, boş bulunan en uygun yere otu­rulur. Birbirine yer vermek ve böylece karışıklığa sebep olmak yoktur. Hu­zur ve sükûn böyle, temin edilir ve kimseye.de eziyet edilmemiş olur. işlerin e.n kolay ve rahat planını seçmek esas olduğundan, burada da aynı şeyi yapmak gerekir. Camİ âdabında bile, ön safların fazileti çok olmasına rağ­men, camiye geç gelenlerin'öndeki cemaatı rahatsız edecek şekilde öne geçmeleri doğru değildir. Hele insanların yanlarına ve üzerlerine basarak geçmek asla İhtiyar edilmemelidir, ön saf faziletini almak isteyenlerin ön­ceden camiye koşmaları gerekir. Ancak ön saflarda bulunanların da, safları boş bırakmayıp doldurmaları ve saf sıkışıklığını temin ederek vazifelerini yapmaları lâzımdır.

Ebû Saîd El-Hudrî/nfri,;hal tercemesi için 945 sayılı Hadîs-i Şe­rif açıklamasına bakılsın.[1003]

 

(534) Kıbleye Yönelmek

 

1107— (306-s.) Süfyan ibni Münkiz babasından rivayet ettiğine gö­re, babası şöyle demiştir:

— Abdullah sbnî Ömer'in oturuşlarının çoğu, kıbleye dönmüş halde idi. Yezîd ibni Abdullah ibni Kuseyt. güneş doğduktan sonra secde âye­tini okudu da. kendisi secde etti ve (yanında işitenler) secde ettiler; yalnız Abdullah ibni Ömer secde etmedi. Ne zaman ki, güneş doğup yükseldi, Abdullah dizlerini birbirine bağlamış bulunan ellerini çözdü, sonra secde etti ve şöyle dedi:

«Arkadaşlarının secdesini görmedin mi? Onlar namaz vakti dışında secde ettiler.»[1004]

 

Allah Tealâ Hazretleri Kabe'yi mübarek bir yer kıldı ve onu ziyaret et-meyİ zengin roüsiümanlara farz kıldı. Namaz sorumluluğunu taşıyan her müminin de ibadetinde oraya yönelmesini de hürmet olarak şart kıldı. Bu itibarla ibadet zamanlan dışında da oraya doğru yönelmek ve arka ver­memek edebe uygun bir harekettir. Zarurî haller dışında kıbleye yönelmiş bulunarak oturmak en güzel bir oturuştur. Büyük ve küçük abdestlerde İse hürmetsizlik olmasın dîye ön ve arkayı kıbleye çevirmemelidir. Bunda ke-rahef vardır.

Kerahet vakîi diye anılan üç vakitte namaz kılmak, tilâvet secdesi yap­mak, cenaze namazı kılmak mekruhtur. Bu üç vakit, güneşin doğuşundan itibaren güneş yükselinceye kadar (kırk beş dakikalık bir müddet), güneşin istiva halinden alçalmaya geçiş vaktinde (az bir müddet) ve güneş batar­ken olan zamanlardır. İşte AbduIJah ibni Ömer bu kerahet vakit­lerinden biri olan güneş doğrno zamanında secde yapılmaması gerektiğini bildirmiş ve kendisi de güneş yükseldikten sonra, tifâvet secdesini yaparak hazırda bulunanları ikaz etmiştir ve güneş doğma vaktinin namaz ile secde vakfı olmadığım bildirmiştir.

(Bu haber için başka bir kaynak bulunamamıştır.).[1005]

 

(533) İnsan Kajlkar Da Sonra Yerine Dönerse

 

1138— Ebü Hüreyre (RadiyaUakuanh), Peygamber  (Salfaltohû Ateyht eiten:)'den şöyle rivayet etmiştir;

«Sizden (biriniz, oturduğu yerden kalktığı, zaman sonra oraya döner­se, kendisi o yere  (oturmaya)  daha lâyıktır.»[1006]

 

Bîr mecliste otururken herhangi bir iş İçin yerinden kalkıp ayrılan kİm-se, meclise dönünce eski yerine oturma hakkına sahiptir. Böyle muvakkat ayrılışlar için, boşalan yer doldurulmamalı ve sahibinin işgaline terk edil­melidir. Arkadaş hakkını koruma ve birbirine eziyet vermemek bakımından edebe en uygun tutum budur. Cömİ ve Mescid gibi umumî yerlerde de bayie hareket etmelidir. Fakat hiç kimse, devamlı olarak bir yeri işgoi etmek hak­kına sahip değildir. Ancak ders okutmak ve va'z etmek için muayyen yer sahibi tarafından daima işgal edilir. Sunun dışında camiye ilk gid^n ön saha istediği yere oturur ve o ibâdet müddeti için işgal etmiş olduğu yere hak kazanır. Başkasının buna müdahalesi olamaz. Rütbe ve mevkilere göre ayrılmış olan îoplantî yerlerinde herkes kendine ait olan yerde oturur. Baş-kosının mokam ve yerini işgal etmek, edebe aykırı düşer.[1007]

 

(536) Yol Üzerinde Oturmak

 

1139— Knes ibni Mâlik'den:

«Resûlüllah (Saüallahü Aleyhi ve Sellent) bize geldi; biz çocuk idik de bize selâm verdi. Beni bir işe gönderdi. Ben ona dönünceye kadar, beni beklemek üzere kendisi de yolda oturdu. Enes demiştir ki:

  Ben   (annem)   Ünımü Süleym'e geciktim.   (Bundan dolayı- bana) dedi ki. seni alıkoyan (geciktiren) nedir? Ben. de:

  Peygamber (SalUâlahü Aleyhi ve Sellem) beni bir işe  gönderdi, de­dim. (Anneni) :

  Nedir o iş? dedi. Ben:

  O gizlidir (sırdır), dedim. Annem:

  Resûlüllah (Sailısllahü Aleyhi ve 8ellem)'m sırrını muhafaza et, dedi.»[1008]

 

İnsan ve vasıtaların gelip geçtiği işlek yollar üzerinde oturulmasını Peygamber (Saîkllohü Âteytiî ve Sellem) başka Hadîs-i Şeriflerde hoş gör­memişler ve yollar üzerinde oturulrnamasır.ı istemişlerdir. Oturmak mecbu­riyetinde bulununca da, selamlaşmayı terketmeyerek, gelip-geçişi daralt­mayacak, başkasına enge! vermeyecek ve harama düşmeyecek şekilde otu­rulmasına müsaade etmişlerdir Burada kendilerinin bizzat oturuşu, ya yo­lun trafiği olmayışından, ya da E n e s'in başka yerde Peygamberi arama­sına mahal bırakmak istemeyişinden olsa gerektir. Tirmizî'nin rivayet ettiği bir Hadîs-i Şerif de de şöyle buyurulmaktadır :

«Resûlüllah (SatlatlahH Aleyhi ve Selîem) , yolda oturmakta olan Ensar'dan bir takım insanlara tesadüf etti de onlara şöyle buyurdu :

«— Muhakkak (bunu) yapmak zorunda iseniz, selâma mukabele edin, mazluma yardım edin ve yol gösterin.»

Bundan da anlaşılıyor ki, yolun hakkı olan bu hizmetler görülmek şar­tı ile yollarda oturulabilir. Bir sebep yokken de, yol üzerinde oturulması doğru olmaz.[1009]

 

(537) Mecliste Yer Genişliği

 

1140— İbni Ömer (Radiyaltahu anhümay'den rivayet edildiğine göre, demiştir ki:

— Peygamber iŞdlallahü Aleyhi ve Sclîsm) şöyle buyurdu: «Sizden biriniz, (arkadaşının) yerine otursun diye, asla o adamı otur­duğu yerinden kaldırmasın. Ancak sıkışınız ve yer açınız.»[1010]

 

İlim, sohbet, ziyafet benzeri topluca oturmalarda gözetilecek edeb üzere hareket, hiç kimseyi rahatsız etmemektir. Dışardan gelenin bir arka­daşını kaldırıp, onun yerine oturması uygun bir hareket değildir. Oturmakta olanların düzgün ve sıkışık olarak oturmak suretiyle gelenlere yer bırak­ması gerekir. Bu da toplulukta gözetilecek bîr vazifedir.[1011]

 

(538) İnsan Vardığı Yerde Oturur

 

1141— Cabir ibni Semure'den rivayet edildiğine göre; şöyle demiştir:

«Peygamber (SaitallahüA leyhi veSeltem) 'e  vardığımız  zaman, her  bi­rimiz ulaştığı (boş) yere otururdu.»[1012]

 

Bir toplantı yerine veya bir camiye .gidildiği..zarnan, en ilerdeki boş yeri doldurmak üzere İlerlemek lâzımdır ki, arkadan gelenler de rahatça yer bulabilsinler. Böyle hareket edilmediği takdirde, ön taraflarda boş yer­ler kalır ve sonradan yer arayanlar bu boş yerleri doldurmak için ileri ge­çerlerken orada bulunanları rahatsız etmiş olurlar. Buna meydan vermemek için herkes zamamodo Öndeki yerin» almalı ve boşlukları doidurmalıdır.[1013]

 

 

 

(539) İki Kişi Arasına Girilmez

 

1142— Abdullah ibni  Arnr'dan rivayet edildiğine göre, Peygamber şöyle buyurdu; «İki kişi arasını ayırmak (aralarına oturmak) kimseye helâl olmaz;müsadeleriyle almak müstesnadır.[1014]

 

Yan yana oturmakta olan iki khî orasını açıp da, orolarında oturmak iyİ bir hareket değildir. Bir aroda oturan'form birbirleriyle görüşecekleri.mo-sele olabilir; gizli konuşulacak işleri, birbirlerine özel sevgileri bulunabilir. Bunları bozmamak için aralarına girmek doğru değildir. Ancok kendileri oafıp oturmaya müsaade ederlerse, bunda beis yoktur. Bu takdirde aralanna oturulabilir.[1015]

 

(540) Meclis Sahibine Doğru Yürünür

 

1343— (307-s.) İbni Abbas'dan rivayet edildiğine göre, şöyle demiştir;

  Ömer (RûÂiysIkhu ©nh)   (sabah namazına   giderken   Mecüsî   köle Ebû Lü'Iüe tarafından) hançerlendiği zaman, onu eve koyuneaya kadar kendisini taşıyanlardan idim. Ömer (Raâİyaüahu anh)   bana dedi ki;

  Ey kardeşim oğlu! Git bak, beni kim vurdu ve benimle beraber Ben de gittim de, ona haber vermek için geldim.Bir de gördüm ki, ev (insanlarla) dolmuş. İnsanların omuzlarında yürümemi hoş görmedim — ben genç yaşta idim— de oturdum. Hz. Ömer bir kimseyi işe gönder­diği zaman, o kimsenin işten kendisine haber vermesini emrederdi. O es­nada Hz. Ömer örtü ile örtülmüş bulunuyordu. Kâ'b gelip şöyle dedi:

  Vallahi, eğer mü'minlerin Emîri  (sıhhat ve afiyet bulması' için) dua, ederse, Allah onu geri bırakacaktır ve bu ümmet için onu yükselte­cektir muhakkak; öyle ki, bu ümmet hakkında şunu ve şunu yapacaktır. Sonunda (Kâ'b) münafıkları sayıp, isimlerini söyledi ve künyelerini oku­du. Ben dedim ki:

  Söylediklerini Hz. Ömer'e ulaştırayım mı? Kâ'b:

  Ben, ona ulaştırmanı istediğimden bunları söyledim, başka şey için değil, dedi. Bunun üzerine ben de cesaretlenip kalktım ve insanların üze­rinden yürümeğe başladım. Nihayet baş ucunda oturdum. Dedim ki:

  Sen beni şu iş için gönderdin. Seninle beraber (Ebû Lülüe) şun­ları vurdu —on üç kişi—, Bir de su havuzundan abdest alırken kasap Küleyb'i vurdu. Kâ'b da Allah'a yemin ederek şunu bunu söylüyor.

Bunun üzerine Ömer (Radiyaîkthu anh)  dedi ki:

  Kâ'b'ı çağırınız. Kâ'b çağrıldı. Ömer (Radiyallahû anh):

  Ne diyorsun? diye sordu. Kâ'b da, şunu ve şunu söylüyorum, dedi. Hz. Ömer şöyle dedi:

«— Hayır, vallahi (beka ve sıhhatim için) dua etmem. Ancak Ömer bedbaht olmuştur, eğer Allah onu bağışlamazsa...»[1016]

 

Hİç bir zaman kalabalık yerlerde ve toplantılarda başkasının üzerine basacak ve onu rahatsız edip incitecek şekilde yürümek doğru değildir. Baş­kasına verilen .eziyet ağırlığına göre günahın da şiddeti olur. Bunu daha önceki Hadîs-i' Şeriflerden öğrenmiş bulunuyoruz. Burada farklı olan taraf, mühim ve fevkalâde hallerde, görev icabı ve zaruret dolayısiyle müslüman-lara yük olup, onlara böyle üzerlerinde yürüyecek şekilde eziyet vermenin caiz olmasıdır. Bir cemaatin başkanı veya o cemaatin toplanmış olduğu ev sahibi İle iş icabı görüşmelerde, imkân bulunamayınca yapılacak böyle davranışlar edebe aykırı sayılmaz.

Hz. ö m e r (Radİyattahuanh) on buçuk yıl hilâfet görevinde bulu­narak adaletin kemâl üzere tatbİkçİsi olmuş ve kıyamete kadar gelip ge­çecek nesillere ölmez ahlâk örnekleri vermiş olduğu halde, sabah namazına giderken Mecûsî köle Ebû Lü'lüe (Feyruz) tarafından karnına hançer vurularak şehitlik rütbesini de kazanmıştı. Feyruz, Küfe Valisi Mu-ğîre ibni Şu'be'nin kölesi bulunuyordu. Efendisinin kendisine yük­lediği vergiden şikâyetçi olarak bu şenî cinayeti irtikâp etmiş ve Hazreti Ömer'le beraber on üç kişiyi hançerlemiş ve bunlardan yedi kişi aldık­ları yara tesiriyle şehit olmuş, diğerleri kurtulmuştu.

Olay hicretin 23. yılında Zilhicce ayı içinde meydana gelmişti. Hz. Ömer (Radiydiahumh) sıhhatinin devamı için dua etmeyişi, kadere ve şehitlik rütbesine rıza göstermiş olması düşüncesinden ve bunca takvasına rağmen nefsini tezkiye etmeyip Allah Teâlâ'nın mağfiretine sığınmayı en salim yol bulmasından ileri gelse gerektir.  (Radiyalîahu anh)

(Bu haber için başka bir kaynak bulunamamıştır.).[1017]

 

1144— Şa'bî'den rivayet edildiğine göre, bir adam Abdullah ibni Amr'a geldi. Abdullah'ın yanında insanlar oturuyordu. Adara, Abdullah'a doğru adım atmaya durdu da, insanlar onu engellediler. Bunun üzerine Abdullah;

  Adamı bırakın, dedi.

Nihayet gelip (Abdullah'ın yanma) oturdu da, dedi ki:

  Resû.lüllah(Salfaliahü Aleyhi ve Selkm)'dexı   işittiğin bir   şeyi   bana bildir. Abdullah dedi ki:

  Resûlüllah (Saltell&kü Ahtyhi v$ $ktkm)}in şöyle buyurduğunu işittim: «Müslüman o kimsedir ki, müslümanlar onun dilinden ve elinden se­lâmet Ibulmuştur. Muhacir de o kimsedir ki, Allafh'ın yasakladığı şeyden uzaklaşıp ayrılmıştır.»[1018]

 

Kalabalık İçinde İnsanları rahatsız ederek yürümenin hangi şartlar al­tında edebe aykırı düşmeyeceği, bir önceki Hadîs-i Şerif münasebetiyle bildirilmişti. Buradaki olay da aynı mânâyı taşımakta olduğundan ayrı bir yoruma lüzum kalmamıştır. Ancak bu münasebetle varîd olan Hadîs-İ Şerîf büyük önem taşımaktadır.

Gerçek müslüman, en güzel ahlâka ve edebe sahip bulunan kimsedir. Bunun elinden ve dilinden fenalık çıkmaz, başkasına zarar dokunmaz; bi-lâkİs fayda ve menfaai kazandırır. İnsan saz ve hareketleriyle benliğini ve gerçek varlığını ortaya koyar. Saz ve hareketleri birbirine uygun düşerek iyilik örnekleri verenler, başkalarına zarar değil de, fayda sağlayanlar ve­ya hiç olmazsa başkalarına kötülükleri olmayanlar en iyi müslümanlardır. Bunun aksini alacak olursak, başkalarına dil ve elleriyle zarar verenler, eziyet verici davranışlarda bulunanlar da, müsİümaniarın en kötüleridir. Müslümanların birbirlerine karşı olan muamelelerinde bu ikî esasa vere­cekleri önem derecesine göre olgunluk ve kemâl kazanılır. Birbirlerine za­rar ve ziyan vermeyenler orasında sevgi ve muhabbet bağları kuvvetlenir. Bunlar birbirlerine destek ve yardıma olurlar, bir vücut gibi çalışırlar. Düş­man tehlikesini de aynı ruh ve beraberlik içinde karşılayıp yek ederler. Bu  bakımdan  Peygamber   (Sallallahü Aleyhi ve Selletn):

«Müslüman o kimsedir fci., snüslümanîar onun ne elinden ve ne de di­linden Karar çekmezler, selâmet üzere bulunurlar.» buyurmuştur.

Allah rızasını kazanmak ve İslâm ahlâkı üzere yaşamak gayesi ile ikâ­met etmekte olduğu vatanını terkedip başka memlekete gidene muhacir denir. Böyle bir fedakârlığa ve zahmete katlanmak şüphesiz ki, büyük bir gayret eseridir Fokot bundan daha önemlisi, Allah Teâlâ'nin yasak ve ha­ram ettiği şeyleri terketmek ve onları bir daha işlememektir. Bunlar yerine getirilmediği, yâni; Allah'ın yasaklarından sakımlmadığı takdirde yapılacak hicretin bir kıymeti kalmaz. Onun İçin ası! hicret, haram ve yasak olan şey­leri terk etmektir, buyurufmuşiur.[1019]

 

(541) İnsana İnsanların Ziyade İkram Edeni, Yaninda Otuean Arkadaşıdır

 

1145— (308-s.) İbni Afabas   (Hadiyalleûıuanhüma)  şöyle demiştir:

«Bana insanların en ziyade ikram edeni, yanımda oturan arkadaşım­dır.»[1020]

 

İnsan sevdiği kimsenin, hürmet ettiği şahsın'yanına sokulur ve oturur. Müminin diğer mümin kardeşine kötü bîr niyet beslemesi mümkün olama­yacağına göre bu bir gerçektir, işte İnsana böyle bir yakınlık göstererek yanında oturan büyük bir manevî İkramda bulunur. Bunun manevi hazzını, ancak ince duygulu gerçek müminler tadabilir. Maddî İkram ve hediyeler geçicidir, fakat manevî olanlar ebedîdir. Onun için bunlar ayarında ikram olamaz.

(Bu haber için başka bir kaynak bulunamamıştır.).[1021]

 

1146— îbni Abbas (Radiyallafta anhümoyfan rivayet edildiğine göre, şöyle demiştir :

«İnsanların bana en ziyade ikram edeni, yanımda oturuneaya kadar insanların üzerinden yürüyüp gelendir.»[1022]

 

Bu haber, öncekinin mânâsını kuvvetlendirmekte olup, daha fazla bir teşvik taşımaktadır. Burada insanların omuzlarına ve arkalarına basarak topluluk içinde yürümeğe teşvik yok, sevgi ve arzunun şiddetini belirtmeye işaret vardır. Böyle bir heyecan ve istekle hareket edip, insanın yanına ge­len arkadaşın İkramındaki değer belirtilmektedir.

(Bu haberi Ibnİ Hibban tahriç etmiştir. Fadlu'llah : C. II, s. 561 dip not.).[1023]

 

(542) İnsan, Oturan Arkadaşının Önüne Ayağını Uzatır Mı?

 

1147— (310-s.) Küseyr ibnİ Mürre anlatarak demiştir ki, cuma günü Mescid'e girdim de, Avf ibni Malik El-Eşçâ'î'yi bir çemberde oturuyor buldum. Ayaklarını önüne doğru uzatmıştı. Beni görünce ayaklarım to­parladı. Sonra bana şöyle dedi:

«Biliyor musun, neden ayağımı uzattım? İyi bir adam gelsin de otursun diye (yaptım).»[1024]                                                                                

İnsanlar arasında otururken ayakları başkasının önüne doğru uzatmak edebe aykırı bir harekettir. Müminler karşılıklı olarak birbirlerine saygı gös­terirler. Bir mümin ayaklarını uzatmış halde yerde otururken, yanma çıka­gelen arkadaşını görünce, ayaklarını toparlayıp kendine çekidüzen vermesi, arkadaşına hem hürmet ifadesidir, hem de bu bir edeb hareketidir. Ancak bazı istisnaî düşünce ve maksatlarla yapılması, genel kaideyi bozmaz. Bu haberden de bunu anlamaktayız.

(Bu haber için başka bir kaynak bulunamamıştır.).[1025]

 

(543) İnsan Toplum İçinde Bulunur Da Tükürür

 

1148— El-Haris ibnİ Amr Es-Sühemî anlatarak şöyle demiştir:

  Peygamber (SailaUahü Aleyhi ve Selfemj'e vardım; o Minâ'da yahut Arafat'da bulunuyordu. İnsanlar onu çevrelemişti. Bedeviler de (onu gör­meye) geliyprdu. Yüzünü gördüklerinde de:

«Bu mübarek bir yüz!» diyorlardı. Ben dedim ki: .— Ya Resûlallah! Benim için Allah'dan mağfiret dile. Peygamber: «Allah'ım! Bizi mağfiret buyur!» dedi. Ben dolaşıp : — Ya Resülallah, benim için Allah'dan mağfiret dile, dedim. Peygamber: «Allah'ım! Bize mağfiret et!» buyurdu. Ben yine dolaşıp :

  Benim için mağfiret dile, dedim. Peygamber:

«Allah'ım! Bize mağfiret et!» buyurdu. Sonra eliyle tükürüğünü gi­derip, onu ayakkabısına sildi; etrafında bulunanlardan birine değmesini hoş görmedi.[1026]

                                                                      

Hâdise Mina veya Arafat'da geçtiğine göre hac mevsiminde ve sefer halinde olduğu anlaşılmaktadır. İnsanların Hz. Peygamber (Salktifahü Aleyhi veSmlkm) etrafını çevrelemiş bulunmaları serbestçe tükürebilme imkânını kendilerine vermemiş ve yanlarında İhram halinde iken mendil gibi her­hangi bir bez bulunmadığından onunla sİlînememîş; ancak etrafında bulu­nanlara isabet etmesin diye bu hareketi yapmak zorunda kalmıştır. Baş­kasına eziyet vermemeyi ve rahatsız etmemeyi tercih buyurmuşlardır. Böyle muztar ve istisnaî durumda olmayanların tükürüklerini mendille silmeleri veya tenha yerlerde toprağa tükürülünce onu gömmeleri gerekir. Başkasına sıçratacak veya tiksinti verecek şekilde tükürmek hem edebe aykırıdır, hem de açığa tükürmeler mikropların taşınması bakımından tehlikelidir ve bu, temizlik kaidelerine uymaz.

Hadîs-î Şerifte önemli husus, ravi E I - H â r i s'İn İsrarla şahsı için dua istemesi ve bunu üç defa îekrorlamasıdır. Her defasında Peygamber  (Saltallahü Aleyhi ve Sellem) mağfiret dilemişler; fakat şahsa değil, umuma dua etmişlerdir. Onun için dua muayyen şahıslara değil, bütün müminlere yapılmalı ve müşterek olmalıdır, islâm'da birlik ve beraberlik var, imtiyaz yoktur. Bu böyle olmakla beraber fertlere mahsus dua edilmesinde, yalnız­lık hallerinde bir beis yoktur. Müslümanlar bir arada toplu iken bunlar için­den bazılarını seçerek dua etrnek doğru olmaz. Hele günümüzde menfaat ve şöhret temini için camilerde veya toplantı yerlerinde İsim üsteleri okuya­rak edilen duaların Allah katında makbul olamayacağı aşikârdır. Dua bahsinde, duanın şekil ve adabı belirtilmiştir, oraya müracaat edilsin. Nese'î'nİn rivayetine göre olay Veda' haccında Peygamber devesi üzerinde iken vuku bulmuştur.[1027]

 

(544) «Çit Ve Duvarla Çevkîlmiş Olmayan» Avlularda Oturuş

 

1149— Ebû Hüreyre’den rivayet edildiğine göre, Peyg Aleyhi veSsltem) avlularda oturmayı yasaklamıştır da, (ashab) ;

  Ya Resûlallah! Evlerimiz içinde oturmak bize zahmetli geliyor, dediler. Peygamber şöyle buyurdu:

«Eğer oturursanız, oturma yerlerine hakkını veriniz.» Ashab dediler ki:

  Oturma yerlerinin hakkı nedir, ey Allah'ın resulü? Peygamber: «Adres sorana yol göstermek, selâma kargılık vermek, gözleri (hara­ma) kapamak, iyilikle emretmek ve f eti atıktan sakmdırmaktır» buyurdu.[1028]

 

Evlerin avlularında ve bilhassa İnsanların gelip geçîİği yerler üzerinde oturarak bir nevi insanları gözetleyip, durumlarını takıp etmek edebe ya­kışmayan çirkin hareketlerdendir. İnsan serinlenmek veya istirahat etmek maksadı İle evin dışına çıkıp oturacaksa, bu oturduğu yerin hakkını ver­melidir. Bu haklardan bir kısmı 1014 sayılı Hadîs-İ Şerifte geçmiş ve gerekli açıklama yapılmıştı. Oraya da bakılsın.[1029]

 

1150— Ebû Saîd El-Hudrî'den rivayet edildiğine göre, Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) şöyle buyurmuştur :        

«Yollar üzerinde oturmaktan, sakınınız.»           

(Ashab) dediler ki:

—"Ya Resûlallah! Bu oturma yerlerimizden kurtuluş çaremiz yoktur; tiz buralarda (meselelerimizi) konuşuyoruz.

Bunun üzerine Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem):

«Amma ısakmamazsanız, yola hakkjni veriniz.» buyurdu.

Ashab dediler ki:                                 

— Yolun hakkı nedir, ya Resûlallah?

Peygamber şöyle buyurdu:

«Gözü (haramdan) saklamak, eziyet veren şeyleri gidermek, iyilikle emretmek ve kötülükten alıkoymaktır.»[1030]

 

1014 ve 1149 sayılı Hadîs-İ Şeriflere bakılsın.[1031]

 

(545) Ayaklarını Kuyuya Sarkıtan Kimse  Oturup Da  Bacakalrından (Elbiseyi) Açınca

                

1151— Ebû Musa El-Eş'arî'den rivayet edildiğine göre, şöyle demiştir:

  Bir gün-Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) haceti için Medine'­nin bostanlarından-bir bostana çıkıp gitti. Ben, de arkasından çıktım. Pey­gamber bostana girince, ben bostanın kapısında oturdum; ve (kendi ken­dime) dedim ki, bugün Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) 'in gerçekten kapıcısı olacağım, bana emretmemiş olduğu halde... Peygamber gidip ha­cetini gördü ye şu kuyusunun tümseği üzerinde oturdu.    Bacaklarından biraz açarak onları kuyuya sarkıttı. Arkasından Ebû Bekir  (Radiyalîahu anh) içeri girmek için Peygamber'in iznini almak üzere geldi. Ben de­dim ki:

  Olduğun gibi kal. tâ ki senin için izin isteyeyim.  O  da durdu. Ben de Peygamber (Satidîahü A ieyhi ve Sellem) 'e varıp dedim ki:

— Ey Allah'ın Resulü! Ebû Bekir yanına gelmek için izin istiyor. Peygamber:   

«Ona izin ver ve onu cennetle müjdele!» buyurdu.

Ebû Bekir içeri girip, Peygamber (Sallallahü Aleyhi vv Sellem) 'in sağın­dan gelerek bacaklarından bir miktar açtı ve onları kuyuya sarkıttı. Sonra Ömer geldi. Dedim ki:

  Olduğun gibi dür, tâ ki, şenin için izin isteyeyim. Peygamber (Salhllahü Aleyhi ve Sellem):

«Ona izin ver ve onu cennetle müjdele!» buyurdu.

Ömer de Peygamber (Sallallahü A leyhi ve Sellem) 'in solundan gelip ba­caklarından bir miktar (elbisesini) açtı ve onları kuyuya sarkıttı. Böylece kuyunun tümseği doldu, orada oturacak yer kalmadı. Daha sonra Osman (Radîyaltahu anh) geldi. Dedim ki:

  Olduğun gibi kal, tâ ki senin için izin isteyeyim. Peygamber (Sallalkhü AteytU ve Sellem)

«Ona izin ver ve onu cennetle müjdece!» buyurdu.             

lamadı. Onların karşısında kuyunun kenarına gelinceye kadar (kuyuyu) dolaştı da bacaklarından bir miktar açtı, sonra onları kuyuya sarkıttı. Ben de kardeşimin gelmesini ve Allah'ın onu getirmesini dua etmeye baş­ladım. Fakat onlar kalkıncaya kadar  (kardeşim)  gelmedi.

Osman (Radiyalîahu anh)  da girdi, fakat onlarla oturacak bir yer bu-(Râvilerrien ve Tabiîn'den) İbnü'l-Müseyyeb dedi ki:

  Ben bunu (oturuş hallerini) kabirlerin durumu olarak tevil ettim.

Üçünün mezarı burada (Mescid'de) toplandı. Osman ise tek başına kaldı (Bakı' mezarlığına gömüldü).[1032]

 

Peygamber (Saüaüakü Ateyhi ve Sellem) 'in ashabı ile üzerinde oturmuş oldukları kuyunun Erîs kuyusu olduğu ve Hz. Osman 'in hilâfeti zamanın­da Peygamber (Saltallahü Aleyhi veSetlem)"\r\ yüzüğünün parmağından içine düşmüş kuyu olduğu rivayet edilmektedir. Fitneler de bundan sonra başla­mış ve nihayet Hz. Peygamberin bir mucizesi olarak önceden haber verilen belâ Hz. Osman *ın basma konarak şehid edilmiş ve cennetlik olmuştur. (Radiyailahu anhüm)

Hadîs-İ Şerifin konu ile ilgüi tarafı, serinlenmek ve istirahat etmek için kuyu kenarında oturup, ayakları içe doğru sarkıtmanın ve bacaklardan eteği yukarı çekip, bir miktar açmanın edebe aykırı bir hareket olmayışıdır. Erkekler İçin diz kapakları altından aşağı kısımların açık olması dinen ya­sak değildir. Onun için bacaklardan bir kısım elbiseyi toparlayarak bacak­ları açmakta bir beis yoktur. 965 sayılı Hadîs-i Şerife bakılsın.[1033]

 

1152— Ebû Hüreyre'den rivayet edildiğine göre, Peygamber(Sallallahü. ûveSeltem) gündüzün bir vaktinde (çarşıya) çıktı, benimle konuş­muyordu ve ben de ona (bir gey) söylemiyordum. Nihayet Benî Kaynuka çarşısına gelip (oraya yakın bulunan) Fatıme'nin evi avlusunda oturup (torunu Hasan'ı kasdederek) :               

«Küçük orada mı, küçük orada mı?» diye seslendi. Fatime çocuğu bir miktar geciktirdi. Ben, çocuğa önlüğünü giydiriyor yahut (annesi)  önü temizleyip yıkıyor sandım.  Sonra   (çocuk)  koşarak geldi. Nihayet Pey­gamber onu kucakladı ve onu Öptü ve şöyle buyurdu: «Allah'ım! Bunu sev ve bunu seveni de sev.»[1034]

 

Hadîs-İ Şerifin bu bölümdeki konu ile İlgisi açık olarak anlaşılama­maktadır. Ancak Peygamber (Sailallahü Aleyhi ve Selîem) 'in kızı Fatıma'ya aİî evin avlusunda oturuşları esnasında bacak kısımlarından biraz açarak oturmuş olmaları ihtİmafi vardır ve bu sebeple Hadîs-i Şerîf burada zikre­dilmiş olabilir.

Hz. Peygamber'in yolda giderken Ebû Hüreyre İle konuşmaması ya Cenab-ı Hakka karşı teslimiyet ve huzurda bulunuşundan, ya da müs-iümanların işleriyle zihnen meşgul olmasından ileri gelse gerektir. Ebû Hüreyre Hazretleri de edebe nayeten onunla konuşmayıp sükûnetini koruyordu.

Çocukları sevmek ve onları okşayıp Öpmek bir merhamet ve şefkat ese­ridir. Onları sevmeyende merhamet yok demektir. Merhameti olmayana da Allah rahmet sıfatı ile tecelli etmez. Hz. Peygamber'in sevdiklerini bizim de sevmemiz bir ibâdettir, Allah'ın merhametini kazanmaktır. Nitekim baş­ka bir rivayette :                           

«Allah'ım! Ben Hasan'i seviyorum, sen de onu sev ve onu sevenleri ide sev.» buyurulmuştur. Demek ki, Ehl-i Beyt'i sevmekte Alîaih sevgisini ve rızasını kazanmak vardır.[1035]

 

(546) Bir Kimse İçin Adam Yerinden Kalktığı Zaman O Kimse O Yerde Oturmaz

 

1153— İbni Ömer (Radiyaliahu anhüma)'den rivayet edildiğine göre, şöyle demiştir:

«Peygamber (SaUcJkhü Aleyhi ve Sellem) bir kimseyi oturduğu yerden kaldırıp da, sonra orada oturmayı yasakladı.»

(311-s.) — İbni Ömer (Radiyallahu anhüma) kendisi için bir adam ye­rinden kalktığı zaman, orada oturmazdı.[1036]

 

Bİr toplantı yerine gidildiği zaman oturmakta olanlardan biri yerinden kaldırılıp onun yerine oturulmaz. Bu hem edebe aykırıdır, hem de müslü-man kardeşe bir eziyet ve tahkirdir. Bir kimse kendiliğinden istekle kalka­rak başkasına yer verse, burada oturulabilirse de, İbni Ömer'in üstün takvası buna da müsaade etmemiştir ve böyle yere oturmamıştır. İnsan boş bulduğu en münasip yere oturmalıdır. Oturanlar da sıkışarak gelenlere yer açmalıdırlar.[1037]

 

(547) Emanet

 

1154— Enes (Rcdiyallatın anh)'den rivayet edilmiştir.

  Bir gün Resûlü\lah(8tûlallah& Aleyhi ve Sellem) 'e hizmet ettim. Ni­hayet ona hizmeti başardığımı gördüğüm zaman dedim ki:

  Peygamber (MUallahîk Aleyhi ve Sellem)   kuşluk   uykusu   uyuyacak. Bunun üzerine yanındakiler çıktı. Bir de baktım, oğlan çocuklar oynu­yorlar. Ben de kalktım, onların oyunlarına bakmaya başladın!. Sonra Pey­gamber  (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) gelip, onların yanma kadar ilerledi de, onlara selâm verdi.  Sonra beni çağırıp, beni bir işe gönderdi.   Ben ona. dönüp gelinceye kadar (Peygamber) bir gölgede bulundu. (Böylece ben) anneme (eve) gitmekte geciktim. Bundan ötürü annem:

  Seni hangi şey eğledi, dedi. Dedim ki:

—- Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)   beni bir işe gönderdi. Annem:

  Nedir o iş? dedi. Ben dedim ki:

  O Peygamber (SaHaUchü Aleyhi ve Sellem) 'e ait bir sırdır. Bunun üzerine (Annem) :

— Resûlüllah (Sallallahü A leyhi ve Sellem) 'e karşı sırrını muhafaza et, dedi. Ben de o işi, insanlardan hiç kimseye anlatmadım. Eğer anlatacak olsam, (ey Sabit) onu sana anlatırdım.[1038]

 

Peygamberler Allch'dan getirdikleri dinin bütün hükümlerini insanlara veya gönderildikleri kavimlere tebliğ etmekle görevli olduklarından bun­ları olduğu gibi açıklarlar ve bildirirler. Tebliğ vazifesi almamış olanlar bundan müstesnadır. Peygamberler birer insan olduklarından herkes gîbi özel hayatları vardır. Yemek-içmek ve geçim sağlamak gibi beşerî ihtiyaç­larını karşılamak. İşte böyle özel hallerine ait bazı işlerin saklanması ve İnsanlara bildirilmemesi, hiç bir zaman dinî işlerin saklanması mânâsına alınmamalıdır. Çünkü bu; tebliğ vazifesini yapmamak olur ki, Peygamberlik şanına aykırıdır, küfrü gerektirir. Peygamber'in şahsını rencide etmemek, ona olan son derece hürmeti zedelememek için, özel hayatlarına ait bazı şeylerin İnsanlara anlatılmaması nezaket ve terbiye icabıdır. Enes haz­retleri bu hususu gözetmişlerdir. Bir devlet idaresinde ve dinî hizmetlerde müslüman yetkililer tarafmdan verilan vazifeler ve korunması istenen mal­lar b;rer emanettir. Her mükellef bunlara ait hak ve vazifeleri gücü yettiği kadar yerine getirmekle emanete riayet ettiğini ispatlar. Bu hak ve vazi­feleri yerine getirmeyenler, emanetlere hainlik etmiş olurlar.

Söz ve İşler de böyledir : Bir arkadaşa, açıklanmamak şartı ile söyle­nen bir söz veya ona bildirilen bir İs emanet hükmündedir. Emaneti koru­mak gerekir. Bu emanetin korunması da onu başkasına söylememektir. Söy­lenince emanete hainlik edilmiş olur. Emanete hainlik ise, nifak alâmetle­rinden biridir.

(1139 sayılı Hadîs-i Şerife bakılsın.).[1039]

 

(548) Peygamberimiz (Sallallahü Âleyhi Ve Sellem) Döndüğü Zaman Bütün (Vücudu) İle Dönerdi

 

1155— Ebû Hüreyre'nin, ResûIüllah (Aleyhi ve Seliem) 'i şöyle valıfladığı îşitümiştir:                                      

«(Peygamber) Orta boylu idi; o, uzuna daha yakındı. Çok beyazdı. Sakal kılları siyahtı. Ön dişleri güzeldi. Gözlerinin kirpikleri sık ve uzun­du. İki omuz arası genişti. Yanakları ne şişkin, ne de çöküktü. Ayağının (bütünü ile yere basardı, ayağında boşluk olmazdı (parmakları veya ök­çeleri üzerine basmazdı, ayaklarını düz basardı). Bütün vücudu ile öne döner ve bütün vücudu île geri dönerdi. Ne ondan Önce, ne de ondan son­ra onun gibisini (güzellikte) görmedim.»[1040]

 

Şüphe yok ki, Hz. Peygamberin ahlâkı gibi, vücut yapısı da en güzel bir şekilde idi. Hem hal ve harekât ile, hem de vücutlarındaki tevazunla beşeriyete mahsus kemâl vasıfları kendilerinde toplanmıştı. Ashab-t kiram aynı mânâyı çeşitli rivayetlerle nakletmektedirler. Bunda ihtilâf yoktur.

Bir kimseye yalnız başı çevirerek veya yan dönerek ona bakmak veya onunla konuşmak beğenmeme ye önemsememe mânâsını taşır. Bu kibir ve azamet hareketi sayılır. İşte en yüksek ahlâka sahip olan Peygamber Efen­dimiz bir kimseye karşı dönecekleri zaman bütün vücutları ile dönerler ve arkaya dönecekleri zaman da yine bütün vücutları ile dönerlerdi. Hiç bir zaman yarım dönüş veya sade baş dönüşü İle insanlara hitap etmezlerdi. Müminler birbirlerine böyle davranmalı ve saygılı olmalıdır.[1041]

 

(549) Bir Kimse, Bir Adamı, Bir İş İçin, Bir Kimseye Gönderince, Adam Ona (Önceden) Haber Vermesin

 

1156— (312-s.) Eslem'den rivayet edildiğine göre, demiştir ki, Ömer (RadiyallahM anh) bana şöyle söyledi:

«Seni bir adama (iş için) gönderdiğim zaman, ne için seni kendisine gönderdiğimi (önceden) ona haber verme; çünkü Şeytan' bu takdirde ona yalan hazırlar.»[1042]

 

Herhangi bir İşi başarmak veya karşılamak üzere bir adam başkasına gitmek görevi ile görevlendirilirse, karşı tarafa önceden tedbir almck fırsa­tını bırakmamak için görevli kimse maksadını evvelden muhatabına bildir-memelİdir. Eğer vaktinden önce haberdar edHİrse, geniş zaman içinde Şey­tanın dürtüklemesİ ile bazı kuruntular ve kaçamak yollar düzenlenmesine meydan bırakılmış olur ve maksat da çok kere elde edilmiş olmaz. İnsan ilk düşünüşte hile ve kaçamak dışı hareket eder. Bunun İçin meşru İşlerin askıda ve sürüncemede kalmaması önceden haber vermeyişie mümkün olur. Başarı sağlamakta kısa ve kestirme yol budur.

(Bu haber İçin başka bir kaynak bulunamamıştır.).[1043]

 

(550) İnsan: Nereden Geldin? Der Mi?

 

1157— (313-s.) Leys, Mücahid'den rivayet ettiğine göre:

«Mücahid insanın kardeşine keskin bakışla bakışını yahut yanından kalktığı zaman, gözü ile onu takip etmesini, yahut ona : Nereden geldi» ve nereye gidiyorsun? diye sormasını hoş görmezdi.»[1044]

 

İnsanların: içlerinde gizledikleri niyyet ve duyguları, onların yüzlerin­den ve göz bakışlarından belli olur. Yüzdeki kızarıntı ve sararmaların arızî olcrak meydana gelmesi, utanma veya öfkeden, korku veya sevinçten olur. Gözlerin sert ve keskin bakışı da ya kinden, veya ihtiras ve kıskançlıktan­dır. Tatlı ve yumuşak bakışlar ise sevgi ifadesidir.

İnsan ayrılıp giderken onu gözle takip etmek ve süzmek bir tecessüs ve maksat belirtisi olacağjndan, bu yapılmamalıdır. Sert ve keskin bakışlar gİbİ, terk edilmelidir.

Bir kimseye : Nereden geldin ve nereye gidiyorsun? diye sormak bazı durumlarda ve bazı kimseler için mahzurlu değilse de, bazan bunları sor­maktan kaçınmak gerekir. Nerden gelip nereye-gideceğini saklamak iste­yen bir kimseye böyle sorular sormamaitdır. İnsanların hallerini araştırmak niyyeti ile de sorulması tecessüstür. Bu da yasak olan harekettir. Bunlar dı­şında iş ve hizmet icabı İyİ niyyetlerle sormalarda bir sakınca yoktur. Bu hususları birbirinden ayırmak gerekir. Nitekim bundan sonra gelen haber­de, bu gibi soruların sorulduğu ve bunda bir beis bulunmadığı belirtilmek­tedir.

(Bu haber için başka bir kaynak bulunamamıştır.).[1045]

 

1158— (314-s.) Malik ibni Zebîd'den rivayet edildiğine göre, şöyle demiştir:

  (Medine  civarında)   Rebeze  semtinde  Ebû  Zerr'e  tesadüf  ettik. Bunun üzerine dedi ki:    

  Nereden geliyorsunuz? Biz :           

  Mekke'den yahut Beyt-i Atîk'den (Kabe'den), dedik. Ebû Zer:

  İşiniz bu (hac ibâdeti) mi? Biz:

  Evet! dedik.

  Bu işinizle ticaret ve alış-veriş yok mu? dedi. Biz:

  Hayır! dedik.

  O halde yeni bir işe başlayın, dedi.[1046]

 

Bu haberde iki hususa işaret edilmektedir :

1— Bİr kimseye nereden geliyorsun ve nereye gidiyorsun? diye soru sormada bir beis bulunmadığıdır ki, buna dair açıklama bir Önceki haber münasebetiyle geçmiştir. Oraya bakılsın.

2— Hac, mal ve beden ile yerine getirilen bir ibâdet olduğu İçin, bu ibâdet yerine getirilirken, meşru ve hela! yollardan ticaret de yapılabilir, kâr sağlanabilir. Ancak sırf ibâdet maksadıyle ve Allah rızası İçin yerine getirilirse bu daha faziletli olur. İşte   Ebû   Zerr (Radiy&ilaku anh)     haz­retleri Mekke'den dönmekte olanlara, bu inceliği öğrenmek veya öğretmek İçin ziyaretlerinin maksadını sormuştur. Ticaret maksadını taşımaksızın yal­nız ibadet niyyeti ile ziycret ettiklerini öğrenince de :

«— Artık bu ziyaretiniz sebebiyle bütün günahlarınız Allah katında bağışlanmıştır. Yeniden hayata gelmiş gibi, ihlâs ve takva üzere, yâni; ibâ­det ve çalışmalara başlayınız» öğüdünü onlara vermiştir.

Bu haberi değişik bir mânâ ve lâfızla İmam Mâ Iİ k Muvatta'ında ri­vayet etmiştir: Kitabu'l-Hac, Cüz : I, s. 371, 372, 1303/Mısır bsk.[1047]

 

(551) İstemedikleri Halde Bîr Toplumun Sözünü Dinlemek Îsteyen Kimse

 

1159— îbnî Abbas (Radiyaîîahuanhiima), Peygamber (Saltellahü ÂUyfâ veSellemyden rivayet ettiğine göre, Peygamber şöyle buyurdu:

«Kim (canUya ait) bir resim şekillensürirse, ona ruh vermeye mecbur tutulur ve (kendisine) azafo edilir; elbette ona ruh veremeyecektir. Kim yalan rüya uydurursa, iki arpa tanesini ftûrbirine bağlamaya mecbur tu­tulur ve ona azab edilir; elbette ikisini birbirine bağlayamayacaktır. Bir ide kendisinden kaçtıkları 'halde kim bir toplumun konuştukları sözü din­lemek isterse, o kimsenin kulaklarına sivj kurşun dökülür.»[1048]

 

Bu Hadîs-i Şerifle üç şeyi işlemenin cezası belirtilerek bunların günah ve haram olduğu ortaya çıkmaktadır. Şİmdİ bunları ayn ayrı İnceleyelim :

1— Suret, şekil ve heykel, resim ve fotoğraf anlamlarına kadar geniş­letilen bir kelimedir. Burada kayıtsız olarak resimlerin ve şekillerin yasak­lanmadığını diğer Hadîs-İ Şeriflerden anladığımız gİbİ, burada da ruh ver­mekle resim yapıcısının zorlandığının ifade edilmesi de ruh sahibi olan canlılara ait suretlerin yasaklandığı anlaşılmaktadır. İnsanlarla hayvanların suretlerini yapmanın azab vesilesi olduğu mânâsı çıkmaktadır. Resim ve şe­killer, yâni; suretler bir tasnife tâbi tutulacak olursa, şu kısımlarda toplan­maları  mümkündür:

a) Taş, ağaç, toprak ve madenlerden yontularak yapılan canlılara ait suretler.

b) Yüzeyler üzerinde işlemeli ve çizim yolu ile boyama şeklinde ya­pılan canlılara ait suretler.

c) Işınlardan faydalanılarak çekilen canlılara ait fotoğrafların ve fiimlerin çeşitlen.

Maksat ve niyetlere göre bu suretlerin yapılışını da şu tasnife sokabiliriz:

a) İbâdet ve Allah'a yakınlık maksadıyla yapılan ve saygı beslenen suretler.

b) Allah'ın yarattığı yaratıklar gibi varlıklar ve şekiller meydana ge­tirmek özentisi ile yapılan suretler.            

c) Şehevî ve gayr-i ahlâkî duygularla yapılan müstehcen suretler.

d) Tıbbî ve ilmî araştırmalarla kimliklerin tesbiti için ve zaruret hal­lerinde yapılan suretler.

Bu ikinci tasnifin a, b, c paragraflarında zikredilen suretlerin, birinci tasnifteki sıraya göre günahları şiddetlenerek hepsi yasak kısmına girerler. Yâni; yontularak yapılanların, yüzeyler üzerine çizilenlerden ve yüzeyler üzerine çizilenlerin fotoğraflardan günahları daha çoktur.

(d) paragrafındaki maksatlarla çizilen ve çekilen resimlerin insanlığa müspet yönden hizmetleri devam ettikçe yapılmalarında sakınca görülme­mektedir. Ameller daima niyyet ve maksatlara göre kıymet kazanırlar.

2— Rüya uydurmak. Çeşitli maksatlarla görmediği bir rüyayı, görmüş gibi yalan söylemek. Doğrudan doğruya yalan söylemekle yalan yere rüya uydurmak arasında günah bakımından fark vardır; çünkü mü'minin rüyası vahiyden bir cüzdür. Vahy ise AHah'dandır. Böyle olunca, yalan rüya an­latmak Allah'a yalan isnad etmek olur. ki,' bu İftiranın büyüklüğü kendili­ğinden ortaya çıkar. Bu şekilde yajan uyduranlar İki arpa tanesini bir ara­ya getirip bağlamakla mükellef tutulurlar. Başaramadıkları müddet azaba uğratılırlar. Hiç bîr zaman başaramayacaklarından da azabları devamlı olur demektir.             

3— Bİr insan, kendisinden sakınılıp kaçınılarak gizilce konuşmakta olan birkaç kişinin konuşmalarını dinlemek maksadiyle kulak verir veya bazı ka­çamak imkânlardan faydalanarak onİan dinlerse, bunun günahı büyük olur ve edebe aykırı düşen çirkin bir davranış sayılır. Hal ve vaziyetlere göre bu insan dinleme günahının şiddeti değişir. Meselâ; evine kapanarak gizli ko­nuşmakta olanları dışardan ve aralıklardan dinlemeye çalışmakla,   açıkta gizli konuşanların konuşmalarına kulak verme arasında fork vardır. Şüphe yok ki, birinci suçun cezası ikincisinden çok daha büyüktür ve aşikâre ola* rak konuşmakta olan iki kişinin sözlerini duyamayacak kadar uzakta olanın yaklaşarak bunların sözlerini dinlemek istemesinde de bunlardan daha az bir yasaklık vardır. Üste bu yasakların en ağırını İşleyenin kulağına eritilmiş kurşun dökülerek tazib edilir ve buna hak kazamr. Kıyamette cezası bu ka dar ağırdır.[1049]

 

(552) Taht Üzerine Oturmak

 

1160— (315-s.)  El-Uryan ibni'l-Haysem'den rivayet edildiğine göre, şöyle demiştir ;

«Babam (Haysem ibni'l-Esved) elçi olarak Muaviye'ye gitti, ben ço­cuktum. Babam Muaviye'nin huzuruna girince, Muaviye:

— Merhaba, merhaba dedi.  Bir adam da  yanında koltuk üzerinde oturuyordu, dedi ki:

Ey müminlerin Emîri! Kendisine merhaba ettiğin bu Httîsp kimdir?

Muaviye:

  Bu, doğuluların efendisidir, bu Haysem ibni'l-Esved'dir, dedi. Ben sordum:

  Bu kimdir?                                                                  

Dediler ki:                    

  Bu Abdullah ibni Amr ibni'l-As'dır.Ona sordum:

  Ey falancanın babası, Deccal nereden çıkacaktır? O şöyle cevap verdi:

— Senin bulunduğun memleket halkından daha çok uzak şeyden so­ran ve yakım en çok terkeden hiç bir memleket halkı görmedim. Sonra şöyle dedi:

— Ağaçlı ve hurmalıkh olan Irak arazisinden çıkacaktır.[1050]

 

Bu haberden öğreniyoruz ki, kürsü, koltuk, kanape, sandalye, divan ve taht gibi şeyler üzerinde oturmakta bir sakınca yoktur. Bundan sonra ge­lecek haberlerle Hadîs-i Şerifler aynı mânâyı kuvvetlendirmektedirler. Bun­ların süslü, işlemeli, altın veya gümüş gibi kıymetli madenlerle donatılmış bulunmaları halinde, bunlar yasak kısmına girerler. Bu gibiler konu dışında kalırlar.

Deccal, ahir zamanda çıkacak bir yalancıdır ki, yeryüzünü küfür ve azgınlıkla kaplayacaktır. Bunun Irak arazisinde ağaçlıklı ve hurmalıkh bir yerden çıkacağı haber verilmektedir.

(Bu haber için başka bir kaynak bulunamamıştır.).[1051]

 

1161— (316-s.) Ebu'I-Âliye'den rivayet edildiğine göre, şöyle de­miştir :

«İbni Abbas'la bir divan üzerinde oturdum.»                     

(...) — (317-s.) Ebû Cemre'den rivayet edildiğine göre, şöyle de­miştir :

  îbni Abbas'la beraber otururdum. O, beni koltuğuna oturturdu. Bana demişti ki;

  Sana malımdan bir hisse ayırıncaya kadar yerimde otur. Ben de onun yerinde iki ay oturdum.»[1052]

M ü s I i m 'in rivayetinden anlaşıldığına göre, Ebû Cemre hazret­leri Ibnİ Ab bas (Radiyallahu anhüma) 'ya tercümanlık etmekteydi. İb-nİ Ab bas hazretlerinden heyetler halinde gelip ilim öğrenmek isteyen­lere, Ebû Cemre açıklamalar yaparak ve icabında yabancı dillerden tercemelerde bulunarak İbni Abbas adına nakillerde bulunuyordu. Bir nevi ona tercümanlık görevinde yardımcı oluyordu. İşte Ibni Abbas hazretleri, insanlara İlim öğretmek İçin Ebû C em re ;yi İki ay kadar bir zaman kendi kürsüsüne oturtmuştur. Bundan edinilen bilgi, yüksek bir yer­de oturup ders okutmak, insanlara bilgi vermek ve sorularını cevaplandır­mak edebe uygun bir harekettir. Bugünkü kürsüler, sandalye ve koltuklar bu gibi vasıtalardır. Bu gibi makamlar ilmin şerefini yükseltirler. İlim, şerefli kimselerin şerefini çoğaltacağı için, onlara böyle yerlerin tahsis edilmesi uygundur.[1053]

 

1162— Basra Emîr'i olup, kürsü üzerinde oturmakta olan Hakem'in beraberinde Enes ibni Mâlik'in şöyle dediği işitilmiştir:

«Şiddetli sıcak olduğu zaman Peygamber (Saîîaîhhü AÎeyhi ve Sellem) (öğlede) namazını geciktirirdi. Sıcak ölmediği zaman da namazı geciktirmezdi.»[1054]

 

Burada da kürsü ve taht gibi şeyler üzerinde oturmada bir beîs olma­dığına işaret edilmektedir. Ayrıca yazın sıcak günlerinde öğle namazını, güneş meyledinceye kadar geciktirmenin ve soğuk günlerde İse erken va­kitte kılmanın sünnet olduğu da öğrenilmektedir.[1055]

 

1163— Enes ibni Malik anlatarak şöyle demiştir:

«Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Seltem)'in  yanma vardım; o, hurma .liflerinden örülü bir sedir üzerindeydi Başı altında da, içi hurma lifi dolu bulunan deriden bir yastık vardı. Peygamberin teni ile sedir arasında bir elbise vardı. Bir de Öroer (Radiyallahu anh)   onun yanına girdi de ağladı.

Bunun üzerine Peygamber (Saîlalîahü Aleyhi ve Sellem) ona:

«— Hangi şey sem ağlatıyor, ey Ömer?» dedi. Ömer şöyle dedi: — Allah'a yemin ederim ki, benim ağlayışım, Allah katında senin Kisrâ ve Kayser'den daha iyi olduğunu bümemdendir : Bunlar dünya ha­yatında yaşadıkları  saltanatı yaşamaktadırlar.  Halbuki  sen ey Allah'ın Resulü, gördüğüm bu yerdesin, (çok sade ve basit bir hayat yaşıyorsun).

Buna karşılık Peygamber (Sallallahii Aleyhi ve Sellem) şöyle buyurdu:

«— Ey Ömer! Dünyanın «niar için ve âhiretin bizim için olmasına sen raası olmaa: mısın?»            

Dedim kî: Evet (razı olurum) ya Resûîallah! Peygamber:        

«— İşte bu böyledir.» buyurdu.[1056]

 

Bundan önceki haber ve hadîslere ve 835 sayılı Hodîs-İ Şerife bakılsın.[1057]

 

1164— Ebû Rifâa El-Advi'den rivayet edildiğine göre, şöyle demiştir: Peygamber (Salîallahü Aleyhi ve Selîem) 'e gittim ki, insanlara hitap ediyor­du. Ben:

— Ya Resûlallah! Garip bir adam geldi, dininden soruyor, dininin ne olduğunu bilmiyor, dedim. Peygamber hitabını bırakıp bana döndü. Sonr-a bir kürsü getirildi, ayaklan demirden zannetmiştim. (Râvi Hu-meyd demiştir ki, ben kürsünün ayaklarım siyah ağaç sanıyorum. Ebû Rifâa onu demir zannetmiştir.) Peygamber o kürsünün üzerine oturdu. Sonra Allah'ın ona öğrettiğini bana öğretmeye başladı. Sonra (eski hita­betine dönüp) hutbesinin sonunu tamamladı.[1058]

 

Ebû Rifâa hazretleri kendisini, dinini bilmez garip kimse yerine koyarak tevazu göstermiş ve dînî bilgileri öğrenmek için Peygamber (Salîallahü Aleyhi ve Sellem) 'e bizzat müracaat etmiştir. Hz. Peygamber de, işi önemseyerek hitabetini kesip bir kürsü üzerinden Ebû Rifâa'ya ge­rekli bilgileri vermişlerdir. Hz. Peygamber'in kürsü üzerine oturarak ashab'a muhtaç oldukları bilgileri vermiş oldukları burada görülmektedir.[1059]

 

1165— (318-s.) Musa ibni Dihkan'dan rivayet edildiğine göre, şöyle demiştir:

.«İbhi Ömer (Raâiyatlahuanhüma)'yı gördüm, bir gelin kürsüsü üze­rinde oturuyordu. (Kürsü) üzerinde kırmızı Örtü vardı.»[1060]

 

Burada da, gelinlere özel yapılan kürsü ve taht gibi koltuklarda otu­rulmasında ve bunların renkli örtülerle kaplanmalarında bir mahzur bulun­madığı ifade edilmektedir.                             

(Bu haber için başka bir kaynak bulunamamıştır.).[1061]   

 

1165 (M.)— İmran ibni Müslim'den rivayet edildiğine göre, şöyle demiştir:

«Enes'i, bir kürsü üzerinde oturur gördüm; ayaklarından birini di­ğeri üzerine koymuş haldeydi.»[1062]

 

Otururken ayaklan birbiri üzerine koymanın edebe aykırılığı yoktur; ancak sırt üstü yatarak bu hareketi yapmak mekruhtur.

(Bu haber için yine başka bir kaynak bulunamamıştır.).[1063]

 

(553) Bir Kimse Fısıldaşmakta Olan Bir Topluluğu Görünce Yanlarına Girmesin

 

1166— (319-s.) Saîd El-Makberî'nin şöyle dediği işitilmiştir:

«İbni Ömer (Radiyallahu anhüma) 'ya tesadüf ettim; yanında konuştuğu bir adam vardı. Ben de (kendilerini dinlemek üzere) onlara doğru git­tim. Bunun üzerine tbni Ömer göğsüme vurup dedi ki, iki kişiyi konu­şurlarken bulduğun .zaman onların yanına sokulma ve kendilerinden izin almadıkça da, onlarla oturma. Ben:

— Allah seni ıslâh etsin, ey Ebû Abdurrahman (ibni Ömer). «Ben sizden ancak hayır (faydalı bilgi) dinlemek istedim, (başka bir maksa­dım yoktu) dedim.»[1064]    

     

Gizlİ konuşmakta.olan veya aralarında fısıldaşan kimselerin yanma so­kulmak ve onları dinlemek İstemek caiz olan bir hareket değildir. Kentlerinden izin isteyip müsaode alındıktan sonra yanlarına girmekte ve onlarla oturmakta bir beis yoktur. İnsanların birbirleriyle özel durumları olur ve başkalarının bunu bilmemeleri istenebilir. Bunlara eziyet vermemek ve gö­nüllerine aykırı hareket etmemek için fısıldaşırlarken yanlarına sokulma­malıdır. İzin İstemek suretiyle ancak yanlarına gitmeli ve oturmalıdır.

(Bu haberi   İmam   Ahmed   rnerfû olarak nakletmİştfr.Fadlu'llah : C II, s. 580, dip not.).[1065]

 

1167— (320-s.) îbni Abbas'dan rivayet edildiğine göre, şöyle de­miştir:

«Kim bir topluluğun konuşmasını işitmeye gayret eder de, onlar bun­dan hoşlanmazlarsa, o kimsenin kulağına erimiş kurşun dökülür. Kim de bir rüya uydurursa, bir arpa tanesi bağlamaya mecbur tutulur.»[1066]

 

1159 sayılı Hadîs-i Şerife ve açıklamasına bakılsın.[1067]

 

(554) Îki Kimse Üçüncüyü Bırakıp Aralarında Fısıldaşmasın

 

1168— AbduIIah'dan rivayet edildiğine göre,   Resûîüllah  (Sallallahü aleyhi ve selem):

«İnsanlar üç kişi oldukları zaman, iki ikisi aralarında gizli konuşup üçüncüyü ayrı bırakmasınlar.»[1068]

 

Üç arkadaştan ikisinin aralarında gizli konuşmaya başlayarak üçüncü-, yü dışta bırakmaları,\bİr ayrılık ve nefret belirtisi olur. Bu hareket üçüncüyü hem üzer, hem de ürkütür. Üçüncü şahsın bilmediği bîr dille de aralarında konuşmaları aynryasak içine girer, üçüncü şahıstan izin ve rıza almadıkça böyle davranışlarda bulunmamalıdır. Kalabalık bîr halde, üçten ziyade kim­selerin teşkil ettiği gruplar içinde İkİ kişinin gizlice aralarında konuşma­sında mahzur yoktur. Bundan sonra gelecek Hadîs-Î Şerifte bu husus be­lirtilmiş olacaktır.[1069]                                                                

 

(555) Arkadaşlar Dört Kişi Olunca

 

1169— Abdullah'dan rivayet edildiğine göre, demiştir ki, Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) şöyle buyurdu:

«Üç kişi olduğunuz zaman, üçüncüyü bırakıp iki kişi liralarında gizli konuşmasın; çünkü böyle hareket onu üzer.»[1070]

 

Bundan önceki Hadîs-i Şerife ve açıklamasına bakılsın.[1071]

 

1170— îbni Ömer, Peygamber (SaîîallahüÂleykiveSeltemj'dçn (ön­ceki hadîsin) aynını rivayet etti. Biz dedik ki:

  Arkadaşlar dört ki§i olunca (da mı, iki kişinin fısıldaşması yasak­tır)? İbni Ömer:

  Bu ona zarar vermez, dedi.[1072]

 

1168 sayılı Hadîs-i Şerîf açıklamasına bakılsın.[1073]

 

1171— Abdullah'dan rivayet edildiğine göre, Peygamber (Saİlailahü Aleyhi ve Sellem) şöyle buyurdu:

«Kalabalığa karışmadıkça, iki kişi üçüncü arkadaşı bırakıp araların­da gizli konuşmasın; çünkü bu, onu üzer.»[1074]

 

Bu Hadîs-i Şeriften de anlaşılıyor ki, kalabalık İnsanlar içinde İken, iki kişinin kendi aralarında fısıldaşarak konuşmalarında yasaklık yoktur.[1075]

 

1172— (321-s.) îbni Ömer'den rivayet edildiğine göre, şöyle demiştir: «Arkadaşlar dört kişi oldukları zaman, (iki kişinin gizlice konuşma­larında) beis yoktur.»[1076]

 

1170 sayılı Hadîs-i Şerife bakılsın. Dört arkadaş içinden iki kişinin ara­larında gizli konuşmalarında kerahet yoktur.[1077]

 

(556) Bir Adam, Bir Adamın Yanına Gidip Oturunca, Yanına Oturulan Kimse Kalkıp Gitmek Hususunda Oturandan İzin İster

 

1173— (322-s.) Ebû Bürde ibni Ebû Musa'dan rivayet edildiğine gö­re, şöyle demiştir:

«Abdullah ibni Selâm'ın yanında oturdum. O, dedi ki:

— Sen bizimle gelip oturdun amma, bizim de kalkıp gitmemiz yak­laştı. Ben de, dilediğin zaman (gidersin)... dedim. Bunun üzerine o kalk­tı; ben de kapıya ulaşıncaya kadar onu takip ettim.»[1078]

 

Bir arkadaşın yanına gidildiği zaman, yanına gidilen kimsenin hemen ayrılıp gitmesi edeb ve nezakete uygun değildir. Sebepsiz yere olursa, zi­yaretçiden nefret duyulduğunu ve ondan hoşlanılmadığını ihdas eden bir davranış olacağından, bundan sakınmak gerektir, önemli bir iş için veya verilen bir sözü yerine getirmek için kalkmak icab ettiği vakit, gelen misa­firden izin istemek suretiyle onun gönlünü almak gerekir. Muvafakat ve anlayış havası içinde bu hareket yapılırsa, kardeşlik sevgisine halel veril­memiş olur.                                                            

Diğer taraftan ayrılıp giden arkadaşı en az kapıya kadar uğurlamak, nezaket ve terbiye icabı olduğu da anlaşılmaktadır.

(8u haber için başka bir kaynak bulunamamıştır.).[1079]

 

(557) Güneş Tarafında Oturulmaz

 

1174— Kays, babasından anlattığına göre, babası, Resûlülla.hfSaîlallahü Aleyhi ve SeHern) hutbe okurken geldi de, güneşe karşı durdu. Peygamber (Gölgeye gir!) diye ona işaret etti O da gölgeye-geçti.[1080]

 

Bilhassa sıcak aylarda ve stcak memleketlerde güneş altında kalmak çok tehlikelidir, Güneş çarpması denen ve ölüme de sebep olabilen tehli­keli hastalığa sebep olur. Ayrıca insan güneş altında sıkıntı çeker ve rahat­sız olur. Bunun için gölgeli yerleri seçip oralarda oturmak hem sağlık ba­kımından, hem de iç huzuru bakimsndan faydalıdır.[1081]

(558) Elbise İçinde Kıç Üstü Oturup Dizleri Dikmek

 

1175— Ebu -Saıd EJ-Hudn demiştir ki:

— Besûiüllah (SallaUahü Aleyhi ve Sdlem) iki giyinişi ve iki âhş-verişi yasakladı: «Ahş-verişte Mülâmese ve jYîthıaîbeze'yi yasakladı.

MÜlamese: İçine bakmaksızın eşyanın dışına insanın el dokundur­ması ve yoklamasıdır.

Mtinabeze: Bîrinin başkasına ait raali üzerine elbise, mendil atması ve O mala bakmaksızın ona sahip olmasıdır.

Bu şekildeki alış-ver işler (eşyaya) bakmaksızın olur. Yasaklanan iki giyinişten biri yarım giyiniştir ki., yan taraftan bir kısmım açık bıraka­rak diğer vücudu örtmeye denir. Diğeri ise, oturarak dizleri dikmek ve elbisesiyle onları birbirine bağlamak ve ayrıca avret sayılan yerlerinde örtü bulunmamaktır.»[1082]

 

(Bu Hadis-i Şerifi Ibnî Huzeyme, Hâkim, fbnr Hİbban ve fmom Âhmed nakletmişlerdir. Fadlu'lİah : C. II, s. 584, dip not)

Bu Hadîs-Î Şerîf ofurma ve örtünme edebiyle ilgili olarak bu bölümde yer almıştır. Aynı zamanda alış-veriş münasebetlerinde cahiliyef devrinde uygulanmakta olan İkİ turlu satışın yasak durumunu do içine almaktadır. Şimdi bunları ayrı ayrı ele alıp inceleyelim :

Elbise giyinmede İki asıl gaye vardır. Bunlardan biri, vücudu sıcak ve soğuk gibi zararlı tesirlerden korumaktır. Diğeri de, görünmesi haram olan yerleri örtmektir. Bu iki gayeye bağlı olarak giyinme tarzları, iklim şartla­rına ve memleketlerin geleneklerine göre değişir. Bazı oturuşlar, giyilmekte olan elbise şekilleriyle haram yerlerin görünmesine sebep olur İşte bu bi­çimdeki iki oturuş, müslümanlarm ilk devirde giydikleri elbiseler bakımın­dan yasaklanmıştır. Bugün de, haram yerlerin açılmasını temin eden giyim modaları veyo çeşitleri aynen yasak hükmüne girerler.

Hadîs-i Şerifte giyim ve kuşanma ile ilgili iki yasaktan biri, «Ihtibâ» halinde oturuş esnasında belden aşağı giyilmekte olan elbisenin belden dolaştırılıp, iki dizi birbirine bitiştirerek karın kısmına bağlamaktır. «Ihtibâ» kıç üzerine oturup iki dizi dikmek şeklindeki oturuşa denir. O zamanki gi­yim tarzına göre bu oturuşla haram yerler gözlerden korunamadığı İçin yasaklanmıştı. Haram yerlerin görünmesi bahis konusu olabilecek her devir ve her çeşit giyimde aynı yasaklık var demektir.

Giyimle İlgili ikinci yasak, metinde «İştimalü's-Sammâ» diye isimlen­dirilen giyinme tarzıdır. Bu da şu şekilde izah edilmektedir: Yukardan aşağı giyilen bir elbisenin bir tarafında yırtmaç bırakarak yan tarafın açılmasına sebebiyet vermek veya elbisenin bir kısmını yandan omuza atarok yine ba­kılması haram olan yerlerin açılmasına imkân bırakmaktır. Bu tarzdaki gi­yimlerde dinin emrettiği şekilde örtünme olmadığından bunlar yasaklan­mıştır. Haram yerlerin örtünmesini sağlamayan her türlü elbise böyle yasak kısmına girer.

Alış-verişle ilgili iki yasağa gelince, bunlardan bîrine «Mülâmese» de­nir. Dışardan elle yoklamak suretiyle bir eşyayı kabullenmek veya satıl­makta olan bir mala el değdirmek suretiyle onu satın almış kabul etmek adedi üzere yapılan alış-verİşin adıdır ki, bunda aldanma veya aldatma halleri bulunduğundan yasaklanmıştır.

Diğerine «Münabeze» denir. Yine bir malı inceleyip bakmadan onun üzerine mendil, bez ve elbise gibi bir şey bırakmak suretiyle ona sahip olmaktır, yâni; onu satın almış sayılmaktır. Bu da İhtilâfa ve çekişmeye yol açan bir alış-verİş şekli olduğundan yasaklanmıştır. Alış-verİşte mal va­sıfları bildirilir, görülür ve kıymeti konuşulur. Kıymet üzerinde anlaştıktan sonra da rızaları üzere söz kesilir. Bu hususta fazla bilgi için «İslâm Fıkhı ve Hukuku» adlı kitabın 151-157. sayfalarına bakılsın.[1083]

 

(559) Kendisine Yastık = Minder Bırakılan Kimse

 

1176— Ebû Kılâbe demiştir ki:

  Ebû Melîh bana haber vererek şöyle anlatmıştır:

  Baban Zeyd'le beraber Abdullah ibni Arar'm yanına gittik de, o bize söyledi:

Benim (devamlı) oruç tutmam Peygamber (Salkülahü A îeyhi ve Sellem)e anlatıldı. Bunun üzerine Peygamber benim yanıma geldi. Beri de ona (üzerine oturması veya yaslanması için) içi hurma lifi doldurulmuş deri­den bir yastık bıraktım. Peygamber yer üzerine oturdu, yastık benimle onun arasında kaldı. Sonra Peygamber bana şöyle buyurdu:

«Sana her aydan üç gün oruç tutmak kâfi gelmez mi?» Dedim ki:

  Ya Resûlallâh!.. (Bu yetmez).           

«Beş gün (yetmez mi)?» buyurdu. .Dedim ki:

  Ya Kesûlallah!.. (Yetmez).

«Yedi gün (yetmez mi)?» buyurdu. Dedim ki:

  Ya Resûlallah!.. (Yetmez).

«Dokuz gün (yetmez mi)?» buyurdu. Dedim ki:

  Ya Resûlallah!.. (Yetmez).

«On bir gün (yetmez mi) ?» buyurdu. Dedim -ki:

  Ya Resûlallah!.. (Yetmez). Peygamber şöyle buyurdu: «Davud Peygamber   (Aleyhissetâm)'nı orucu üstünde <bir oruç yoktur:

Bir gün oruç tutmak ve Bnr gün iftar etmek suretiyle senenin yarısını oruç tutmaktır.»[1084]                            

 

Hadîs-i Şerifin ilci yönü vardır. Biri edeble ilgili, diğeri de ibadetle ilgilidir. Edeble ilgili kısım şü :

İnsan misafirine çeşitli ikramlarda bulunur. İlk ziyarette misafirin ra­hatça oturmasın) sağlamak maksadı ile ona minder, yastık gibi şeyler tah­sis edilir. 8u bir nezaket ve terbiye ifadesidir. Misafirin bunlardan herhangi biri üzerine oturmaması veya yaslanmaması da bîr tevazu eseridir Pey­gamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) "\t\ burada minder üzerine oturmaytşı, minder üzerinde oturmanın caiz olmadığı İnancından değil, sadeliği tercih etmelerinden ve yüksek tevazu ahlâkına sahip bulunmalanndandı.

İslâm'da her şey bir ölçüye bağlıdır, ibâdetler dahi bir ölçü ve itidal üzere yapıldığı zaman onların kıymetleri çoğalır. Devamlı surette her--gün oruç tutmak veya gece gündüz namaz kılmak tarzında edilen ibâdet mak­bul olmaz. İnsanın cemiyet içinde çeşitli vazifeleri vardır; Nefsine karşı, ailesine karsı ve çevresine karşı... Dinin emrettiği şekilde bu vazifeleri ye­rine getirmek de bir ibâdet sayılır. Üstelik bir İbâdetin fasılasız devamlılığı halinde onun halâvett de kalmaz. Onun İçin devamlı surette oruç tutmakta olan Abdullah îbnî Amr'ın durumu Peygamber ftt'yilAleyhi: vtSettemh haber verilince, Peygamber bizzat onun yanına gitmiş ve niha­yet yılın yansından çok oruç tutmanın caiz olmadığını ona bildirmişti. Her aydan üç, beş, yedi, dokuz, on bir ve on beş gün tutmak veya bir gün oruç tutup, bir gün iftar etmek suretiyle oruca devam etmek ve bundan ziyade etmemek gerektiğini açıklamışlardı. Amellerin hayırlısı, az dahî ol­sa, devamlı olarak yapılanıdır.[1085]

 

1177— Abdullah ibni Biter'den rivayet edildiğine göre,, Peygamber (Saîlalîahü Aleyhi ve Sellem) babasına (Büsr'e) gitti de, Peygambere bir ka­dife minder bıraktı. Peygamber de onun üzerine oturdu.[1086]

 

Bundan önceki Hadîs-i Şerife ve açıklamasına bakılsın.[1087]

 

(560) Kurfusa Oturuş

 

1178— Kayle binti Mahreme (Radiyallahu anha) haber vererek şöyle iştir:

«Peygamber (Saliallahü Aleyhi ve Sellem)'i Kurfusâ otururken gördüm. Peygamber (Saliallahü Aleyhi ve Sellem)'i bu oturuş şeklinde huşu* içinde gördüğüm zaman korkudan ürperdim.»[1088]

 

Kalçalar üzerine oturarak dizleri dikilip, koİlarr bacaklar üzerinde ke­netlemek suretindeki oturuşa «Kurfusâ» denir. Kollan bacaklar üzerinde bağlamaksızın böyle oturulursa, buna «Ihtibâ» denir ki, bundan sonra ge­lecek ikinci bölümde görülecektir. Peygamber (Saliallahü Aleyhi ve Sellem) "İn bu iki oturuş vaziyetinden başka bağdaş kurarak ve sırt üstü yatarak isti­rahat ettiklerine dair Hadîs-i Şerîf'ler gelecektir. Yerinde ve zamanında ya­pılmak şartı ile bu gibi hareketler hiç bir zaman edebe aykırı düşmez. Bîr de özel hayatla umumî ve resmî hayat birbirine karıştırılmamalıdır. Genel­likte bu oturuşlar özel yaşama tarzı ile ilgilidir. Resmiyetle karıştırılmama­lıdır.[1089]

 

(561) Bağdaş Kurmak

 

1179— Hanzele ibni Hizyem anlatarak şöyle demiştir:

«Peygamber (Salîailahü Aleyhi ve Sellem)'e gittim de, onu, bağdaş kur­muş oturuyor gördüm.»[1090]

 

Ebû Davud, Sünen'inde Edeb bölümünde rivayet ettiği başka bir Radîs-i Şerifte Peygamber (Salîailahü Aleyhi ve Sellem) "m sabah namazını kıldıktan sonra güneş doğuncaya kadar yerinde bağdaş kurarak oturduğu­nu nakletmektedir. Bu, tabiî bir oturuş olarak vasıflandırılabİlir. Bundan önceki Hadîs-i Şerife bakılsın.[1091]

1180— (323-s.) Ebû Ruzeyk, Abbas'ın oğlu Abdullah'ın oğlu Ali'yi ayaklarından birini diğeri üzerine (sağı, sol üzerine) koyarak bağdaş oturduğunu gördüğünü anlatmıştır.[1092]

 

Yerde oturup ayakları toplayarak ayaklardan birini diğeri üzerine koy­mak şeklindeki oturuşa bağdaş kurmak, bağdaş oturuş denir. Böyle oturuş­ların edebe aykırı bir tarafı bulunmadığı daha önceki Hadîs-i Şerifler mü­nasebetiyle bildirilmişti. 1178 ve 1179 sayılı Hadîs-i Şeriflere bakılsın.

(Bu haber için başka bir kaynak bulunamamıştır.).[1093]

 

1181— (324-s.) îmran ibni Müslim'den rivayet edildiğine göre, şöyle demiştir:

«Etıes ibni Malik'i böyle —bağdaş kurmuş— oturur gördüm; ayak­larından birini diğeri üzerine koyuyordu.»[1094]

 

1179 ve 1180 sayılı hadîslere bakılsın. Bu haberi Tahavî,  «Maanî'L Ascm adlı eserinde nakletmiştir. (Fadlu'llah : C. II, s. 589, dip not).[1095]

 

(562) İhtiba == Dizleri Dikip Oturmak

 

1182— Süleym ibni Cabir El-Hüceymî!deıı rivayet edildiğine göre, şöyle demiştir:

  Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Seltem)'e gittim; o bir hırka içinde ihtiba etmişti: dizlerini dikerek oturmuştu. Hırkanın saçakları ayak­ları üzerindeydi. Ben dedim ki ;

  Ey Allah'ın Resulü bana öğüt ver. Peygamber buyurdu:

«Allah'dan korkup tafevaya sarıl; ve iyilikten hiç bir şeyi küçümse­me, kuyudan su çekmek isteyene kendi kovandan onun kabına su boşalt­mış olsan bile... Yahut yüzün güler olduğu halde kardeşinle konuşmuş ol­san bile... Elbiseni yere sarkıtıp sürtmekten salan; çünkü bu kibirdendir ve Allah Sbunu sevmez. Eğer bîr kimse sende bildiği bir kusurla seni ayıp­larsa, sen ona bildiğin bir şeyle onu ayıplama, ona kötü söyleme. Seni kötüleyeni bırak, (söylediğinin) günahı onundur, mükâfatı ise senindir. Asla hiç bir şeye de (insan olsun, hayvan olsun veya başka bir şey olsun.) sövme,»

demiştir ki; Bundan sonra ne bir insana sövdüm, ne de bir hayvana.[1096]

 

Oturmakla ilgili hallere dair bilgi için 1175 ve 1178 sayılı Hadîs-i Şe­riflere müracaat edilsin. Burada oynca öğüt alınması gereken tavsiyeler vardır. Başta Allah korkusu gelmektedir. Zaten diğer bir Hadîs-i Şerifte :

«Hikmetin başı Allah, korkusudur.»

Buyurulmaktadır. İnanarak içten gelen Allah korkusu bütün fenalıkla­rın kapısını kapar ve herkese iyilik kapılarını açar. Yeter ki, bu haşyet sa­mimî olarak duyulmuş ve yaşanmış'olsun. İyiliğin küçüğü olmaz, mutlak surette iyilik etmeyi dinimiz emretmektedir. Bir kardeşin kovasına su boşalt­mak, yüzüne karşı gülümser oirnak birer iyilik sayılır. Buniar dahi küçüm­senmemelidir.                                

Entari ve etek gibi giyilen elbiseleri uzatıp yerde sürüterek dolaşmak büyüklük ve kibir alâmetidir. Ululuk ancak Allah'a mahsustur, Allah Tealâ kibirlenip böbürlenenleri sevmez ve onları sonunda hor ve hakîr durumda bırakır. Tevazu gösterenlerin de şanını yüceltir.

İnsan başkasının kusur ve ayıplarını araştırmamalı, .kendi noksanlarını düzeltmeye çalışmalıdır. Kendisini ayıplayana karşı da aynen mukabele etmeyip, onun kusurlarını açığa vurmarnalıdır. Böyle hareket eden sevap kazanır, ayıplayıcıya da vebal kalır.

Kötü söz söylemeyi Hz. Peygamber Efendimiz yasaklamışlardır. Hay­van, İnsarr ve eşya dahil hiç bir varlığa sövmek caiz değildir Sövmek ye kötü söylemek İsİâm edebi İle bağdaşmaz.[1097]

 

1183— Ebû Hüreyre'den rivayet edildiğine göre, şöyle demiştir: — Hasan'ı her gördükçe gözlerim yaş akıtmıştır. Bunun sebebi şu : Bir gün Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) (evinden) çıktı. Beni Mes-cid'de buldu. Elimden tuttu. Ben de onunla beraber yürüdüm. Biz Benî Kaynuka çarşısına gidinceye kadar benimle konuşmadı. Bu çarşıda do­laştı ve baktı. Sonra ben beraberinde olduğum halde geri döndü. Nihayet Mescid'e geldik de oturduk, iki dizini birleştirip 'karnına dayadı. Sonra şöyle buyurdu:

«Küçük (Hasan) nerede? Bana küçüğü çağır!,.» Bunun üzerine Hasan koşarak gelip, Peygamber'in kucağına atıldı. Sonra elini Peygamber (Sallûlîohü Aleyhi ve Sellem) 'in sakalına soktu. Sonra Peygamber (Sttlkılî&hM Aleyhi ve Sellem) ağzını açıp. kendi ağzını onun ağzı üzerine koymaya başladı. Sonra şöyle buyurdu:

«Allah'ım, ben bunu seviyorum. Sen ide bunu sev ve famı Seveni 5e sev, (ondan razı ol).»[1098]

1152 ve 1182 sayılı Hadîs-i Şeriflere bakılsın.[1099]

 

(563) Dizleri Üzerine Çömelen Kimse

 

1184— Enes ibni Malik anlatmıştır;

  Peygamber (SaUallahü Aleyhi ve Sellem) ashaba  öğle  namazını  kıl­dırdı. Selâm verince minbere çıkıp ayakta durdu; kıyameti anlattı. Bir de orada büyük şeyler olacağım anlattı. Sonra şöyle buyurdu:

«Kim bir şey ısormak isterse, orni sorsun. Vallahi, bu yerimde durdu­ğum müddetçe bana hangi şeyi sorarsanız, sîze lıabcr vereceğim.» En es demiştir ki, insanlar bu sözü (gazap içinde) Resülüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)1'den işittikleri sftman. çokça ağladılar.- Resülüllah (Sallalhhü Aleyhi veStlkm) de: «Sorunuz!» demeyi çok tekrarlıyordu. Bunun üzerine Ömer (Radiyallahu anh) iki dizi üzerine çöküp :

  (Ey Allah'ın Resulü!  Üzülme,)   biz Allah'ı Rab,  İslâm'ı  din ve Muhammed'İ Peygamber olarak kabul edip, buna razı olduk, dedi. Ömer  (Rodİyallahu'anh)   bunu   söyleyince,   Resul üll'ah   (SaHaUahü Aleyhi ve Selhm) sükût etti; sonra Resûlülhıh (SaUaİîahii Aleyhi ve Sellem)  şöyle buyurdu:

«{Münafıklara azap) yakındır... Şimdi ist;, Mulhâmmed'in canı kudret elinde «lan Allah'a yemin ederim ki. ben (az önce) namaz kılarken şu duvarın yüzünde Cennet île Cehennem bana arzediUp gösterildi. Hayır ve şer hususunda frugütv gibisini! görmedim.»[1100]

 

Bu Hodîs-i Şerifin bize öğüt v&ren birçok yönleri vardır, önce bu bö­lümde getirilmesindeki sebep, oturuşlarda edebe uygun olan şekilleri gös­termektir. İlim ve takvası yönünden hürmete lâyık bîr kimse huzurunda diz ustu oturarak konuşmanın tevazu ve teslimiyete en uygun bir oturuş şekli olduğunu Hz. Ömer (JRadiyaîiahuanh)"in bu hareketinden öğrenmiş olu­yoruz. Diğer taraftan Hz. Peygamberin buradaki beyanlarında mevcut hik­metlerin bîr kısmını Tecrîd mütercimi Ahmed Nairn Efendiden dinle­yelim :

«Münafıklardan bazı kimselerin, ResûlüIİah (Sallaliahü Aleyhi ve Sellem)\ı güya .cevabından aciz bırakacak sorular hazırladıkları Peygam­ber'in kulağına gelince, haklı olarak gaz_aplanmışlar ve gazap eseri de mübarek yüzlerinde belirmiş oMuğu halde «İstediğinizi sorunuz!» diye ısrar buyuruîmuşfu.

Hazırda bulunanların bayie ağlayıp lığlanmalarına, o günkü hutbede kıyamet gününün büyük ahvaline dair duydukları haberler kadar, Peygam­berin öfkelenmesi yüzünden, üzerlerine Allah tarafından azabın inmesin­den korkmaları da sebep olmuştur. Nitekim geçen ümmetlerin Peygamber­lere karşı muhalefetlerinden dolayı nice nice azaplara tutuldukları, Kur'ân-ı Kerîmin İbret veren kıssaları ve belâğatlı ifadeleriyle malûmları olmuştu.

Bu Hadİs-i Şerifte Cennet iie Çehennem'in bugün yaratılmış bulunduk­larına delâlet vardır. Âhiret âleminin varlığı ve İnsanoğlunun karargâhı olan nimet yeri Cennet ile azab yeri olan Çehennem'in o hayret veren ge­nişlikleri, karşıda duran bir duvar boyunca ibret gözüne görünmesinde ise, aklımızın çözemeyeceği birçok esrar olsa bile, vukuunu uzak sayacak bir şey yoktur.

Âdetimiz olan görme isi, bundan daha az garip midir? Huduf ve ge­nişliğini aklımıza sığdıramadığımız bu madde âlemi, göz bebeğimizin ar­kasındaki sarı tabakanın o daracık yüzeyinde şekillenip de idrakimizin çer­çevesine girmiyor mu? O dar sahaya şu görülen âlemin nasıl sığdığına da aklımız ermiyor. Fakat bu âlemi, arzı İle, semavatı ile, boşluğu ile, yıldız ve gezegenleri ile bilfiil görüp durduğumuz için tecrübemizi inkâr etmeye mecalimiz kalmıyor. Öteki .(âh i ret) âlemini de görmeyi mümkün kılan bîr görme duygusunun insan cinsinden bazı seçkin kimselerde yaratılmış ol­duğunu inkâr için elde tecrübeye dayanan hiç bir delil ve aklımız yoktur; olamaz da...» (Tecrid-i Sarîh Tercemesİ; C II, s. 397, dip not, 1. baskı. Da­ha geniş bilgi için yine aynı eserin II. Cildindeki 323 sayılı Hadîs-i Şerife ve açıklamasına müracaat edilsin.).[1101]

 

(564) Sırt Üstü Yatmak

 

1185— Abdullah ibni Zeyd ibni Asım El-Mazinî'den rivayet edildi­ğine göre. söyle demiştir;

«Onu gördüm, (râvi demiştir ki, hadîsi anlatan İbni Uyeyne'ye de­dim, Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) 'i mi gördü? Of evet, dedi), ayaklarından birini diğeri üzerine koyarak sırt üstü yatıyordu.»[1102]

 

Erkekler İçin göbekten diz kapakları altına kadar olan vücut kısmı av­rettir. Zaruret olmaksızın bu kısımların açılması ve bunlara bakılması ha­ramdır. İnsanın sırt üstü yattığı zaman bu haram sayılan yerler açılmamak ve gözükmemek şartı ile böyle Özel istirahat için yatışında edebe aykırılık yoktur. Dİğer bir Hadîs-i Şerifte ise, sırt üstü yatarak ayakların birini diğeri üzerine koymak yasaklanmıştır. Ancak bu yasak, avret yerlerinin açılma tehlikesi olduğu zaman İçin kayıtlanmaktadır. Bir görüşe göre de bu yasaklık   hükmü   sonradan   kaldırılmıştır.    Nitekim bu hareketi   Ebû   Bekir, Ömer, Osman     (Radiyallahu anhüm) 'ün yaptıkları rivayet edilmektedir.[1103]

 

1186— (325-s.) .El-Müsevvir  (ibni Mahreme) 'den rivayet edildiğine göre, şöyle demiştir:                                

«(Dayım) Abdurrahman ilmi Avf'ı gördüm, ayaklarından, birini di­ğeri üzerine kaldırmış sırt üstü yatıyordu.»[1104]

 

Bundan önceki Hadîs-İ Şerife ve açıklamasına bakılsın. El-Müsevvir   kimdir?

Babasının adı Mahreme olup Kureyş'dendİr. Annesinin adı A t i -ke 'dir ve Abdurrahman İbni Avf'ın kız kardeşidir. Yâni; Ab-durrahman ile- At i k e, Avf'ın çocuklarıdır. Annesi At i ke mus-lüman olduktan sonra hicret edenlerdendir. Müsevvir fetihden sonra Zilhicce ayında sekiz yaşında iken Medine'ye gelmişti. Ebû* Abdur­rahman künyesi olup, Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Settem}'den hadîs ezberlemişti. Hz. Ömer 'den, Abdurrahman ibni Avf 'dan ve A m r İbni Avf dan hadîs anlatmıştır. Hem fıkıh âlimi, hem de din ve fezilet ehli idi. Hz. Osman şehid edilinceye kadar Medine'de kalmıştı. Sonra Mekke'ye döndü ve Hz. Mu av i ye vefat edinceye kadar orada: ikâmet etti. Sonra Yezid ibni Muaviye 'nİn İbni Zübeyr ile savaşmak üzere göndermiş olduğu ordunun Mekke'yi kuşatması sırasında mancınıkla atılan bir taş Müsevvir e namaz kılarken isabet etmiş ve onun tesiri île hicretin 64. yılında şehit olmuştur. Vefatında 62 yaşındaydı.

Kendisinden Urve ibni Zübeyr, Ali ibni Hüse­yin, Ubeydullah ibni Abdullah hadîs rivayet etmişler­dir, (Radiyallahu anhüm).[1105]

 

(565) Yüzükoyun  Yatmak

 

1187— Tıhfe El-Gıfarî'nin oğlundan rivayet edildiğine göre, Suffe ashabından olan babası Tıhfe kendisine naklederek şöyle demiştir:

— Gecenin son kısmında ben Mescid'de uyurken bana bir kimse gel­di; ben yüzükoyun uyuyordum. Adam beni dürtüp;

«— Kalk! Bu bir yatıştır ki, Allah ona buğzeder!» dedi. Başımı kal­dırdım, bir de Peygamber (Saltallahü Aleyhi ve Sellem) başım ucunda duruyor!..[1106]

 

PeygambeHerin yasaklamış oldukları şeylerde şüphesiz maddî ve ma­nevî zararlar ve bilemeyeceğimiz hikmetler vardır. Sağlık ve beden İstira­hatı bakımından yüzükoyun yatışta zarar bulunduğu muhakkaktır. Yara ve sancı gibi engel bulunmadıkça, mecburiyete düşmedikçe böyle yatış tercih edilmemelidir. Uyku ve istirahat için en uygun yatışlar, sağ yan veya sol yan üzerine ve sırt üstü uzanmalardır. Ebû Davud'un rivayetine göre, Hadts-i Şerifi aniatan Tıhfe El-Gıfarr 'nin ciğeri rahatsız olduğu İçin böyle yüzükoyun yatıyordu. Hz. Peygamber de onun bu özrünü bilmiyordu.[1107]

 

1188— Ebû Ümame'den rivayet edildiğine göre, ResûlüllahfSatlallahü Aleyhi ve StUem) Mescid'de yüzükoyun, yatmakta olan bir adama tesadüf etti de, onu ayağı ile dürttü ve şöyie buyurdu:

«Kalk! Bu cehennemliğin tiykusudur.»[1108]

 

Yüzükoyun yatış, Allah'ın razı olmadığı1 bîr iş olduğundan, ondan sa­kındırmak İçin tehdîden «Cehennemliklerin uykusu» diye vasıflandırılmıştır. Bir de Cehennemde kalanların bu biçimde uzanmaları şekline benzeme­mek için böyle yasaklanmıştır, denilebilir.[1109]

 

(566) İnsan Ancak Sağ Eliyle Alır Ve Verir

 

1189— Salim babasından rivayet ettiğine göre, demiştir ki, Peygam­ber   (Sallallahü A leyhi ve Sellem) şöyle buyurdu:

«Hiç kimse sol eliyle yemesin ve asla sol eliyle içmesin; çünkü şey­tan sşol eliyle yer ve sol eliyle içer.»

Râvi demiştir ki, Nafî1 bu Hadîs-i Şerife şunu da ilâve ederdi: «Sol eliyle de almasın, sol eliyle de vermesin.»[1110]

İnsan, işlerini iki el ve iki ayağı ile görür ve başarır. Bunlar, insanın hareketlerini temin eden başlıca uzuvlardır. İnsan, yaratılışı icabı hem şeref ve kıymeti olan işleri, hem de bunun zıddı olan bazı işleri yapmak mec­buriyetindedir. Yemek ve içmek, iyi ve kıymetli işlerdir. Buna karşılık süm-kürmek ve taharet almak bayağı işlerdir. Onun için sağ ele şerefli ve kıy­metli işleri, sol ele de bayağı işleri görmek vazifesi verilmiştir. Buna uygun olarak da eve ve ibâdet yerlerine sağ ayakla girmek, abdesthane ve ha­mam gibi yerlere sol ayakla girmek meşru kılınmış ve edebe uygun bu­lunmuştur. Zâten sağ elin şerefli işlerde, sol elin de kötü İşlerde kullanıla­cağını Cenab-ı Hak şu Âyet-I Celîlesinde ifade buyurmaktadır:'

«(Kıyamette) amel defteri sağ eline verilen kimse, hemen kolay bir hesap île hesabı görülecek ve sevinçli olarak (Gennet'deki ailesine) ehli­ne dönecektir. Fakat kitabı arka tarafından (sol eline) verilen, artık: He­lak!., ıdiye bağırır, (ölümünü ister); ve Cehennem'e girer.» (İnşikak Sû­resi : 84/7-12)

işte insan yemesini ve içmesini, alışını ve verişini sağ eliyle yapacak, sümkürmesinde ve taharetinde sol elini kullanacaktır. Şerefli yerlere girer­ken de sağ ayağı ile girecek ve bu gibi yerlerden çıkışta sol ayağını ileri atacaktır. Tuvalet gibi yerlere girip çıkarken de bunun aksini yapacaktır. Şeytanlar, umumî mânâda hak dinden uzak olanlar sol elle yeyip içtikle­rinden onlara muhalefet olarak İslâm'da sağ tercih edilmiştir. Hadîs-İ Şerif bunu göstermektedir.[1111]

 

(567) İnsan Oturunca Ayakkabılarını Nereye Koyar?

 

1190— İbni Abbas (Radiyallahuanhüma)'dan rivayet edildiğine göre, şöyle demiştir:

«İnsanın oturduğu aşaman ayakkabılarını çıkarıp yan tarafına koy­ması Sünnet'dendir.»[1112]                                                       

 

Kır ve açık yerlerde İstirahat için veya cami ve mescid gibi yerlerde ibâdet etmek İçin oturmak isteyince, ayakkabılar çıkarıldığı zaman yan taraflarda münasip mahallere konmalıdır. Ön tarafa konmaları edebe ay­kırı düşer. Çünkü bu güzel ve iyi manzara arzetmez. Arka tarafta olmaları halinde, bulunulan yere göre çalınma tehlikesi vardır. Bazı şart ve zaru; retler bahis konusu olmadıkça, ayakkabıların yan taraflarda bulunmaları en uygun olan vaziyettir ve buna riayet etmek de bir sünnettir.

(Bu Hadîs-i Şerîf için başka bir kaynak bulunamamıştır.).[1113]

 

(568) Şeytan Ağaç Ve Bunun Gibî Bir Şey Getirip Onu Yatak Üzerine Atar

 

1191— (326-s.) Ezher ibnî Saîd'den rivayet edildiğine göre. demiştir kis Ebû Ümame'nin şöyle söylediğini işittim:

«Sizden birinizin yatağını ailesi döşeyip hazırladıktan sonra Şeytan o yatağa gelip, onun üzerine ağaç, taş veya bir şey bırakır; ailesine karşı adamı kızdırmak için... Sizden biriniz bunu (yatağında) bulduğu zaman ailesine kızmasın. Ebû Ümame demiştir ki, çünkü bu (yatak üzerine bir şey bırakış) Şeytan işinden bir iştir.»[1114]

 

Cennet den kovulan ve ateşten yaratılmış bulunan İblis'e Şeytan denildiği gibi, insan ve cinlerden zararlı olan yaratıklara da geniş mânâda Şeytan adı verilir. Bu zararlı varlıklar çeşitli yollarla insanların kalple­rine şüphe ve vesvese verebilirler. Vesveseye kapılan kimse ruhî bir hasta­lık içine düşer ve sebepsiz yere büyük haksızlıklar, hatta cinayetler işleye­bilir. Bu şekilde zaman zaman faciaların olageldiği görülen ve bilinen açık olaylardır, islâm dini ise gerçeğe kıymet biçer, şüphe ve vesveseyi bilgi say­maz. Bunlara hiç itibar etmez; ancak bu gibi hallere düşmekten sakındırır.

İşte aile arasında geçimsizlik ve şüphecilik olmasın diye, yatağın içinde herhangi bir sebeple bulunacak ağaç, taş ve benzeri maddelere önem ve­rilmemesini ve bunların zararlı yaratıklar tarafından konulmuş olabileceğini Ebû ümame (Radiyaİlahuanh) Hazretleri beyan buyurmaktadır. (Bu haberi, aynı senedle Ebû Davud hazretlerinin tahriç eylediğini Fad-lu'llah : C II, s, 599 dip notunda kaydetmektedir.).[1115]

 

(569) Örtüsü Bulunmayan Bir Dam Üzerinde Uyuyan Kimse

 

1192— Abdurrahman ibni Ali babasından, o da Peygamber Aleyhi ve Seîlemyden rivayet ettiğine göre, Hz. Peygamber şöyle buyurdu;

«Üzerinde (çatı gibi) bir Örtü olmaksızın bir evin damında uyuyan kimseden, hiç kimse sorumlu tutulmaz; (çünkü açık olarak kendisini teh­likeye koymuştur).»

Ebû Abdullah demiştir ki, bunun isnadında zafiyet vardır.[1116]

 

Çatı altına alıp duvarla çevirmek gibi emniyet tedbîrleri alınmaksızın bilhassa geceleyin damlarda yatıp uyumanın tehlikesi çok büyüktür, İnsan uyurken öteye beriye yuvarlanabilir, kalkıp gezinebilir. Uyku sersemliği ve karanlık tesirleriyle damdan aşağı düşmek mümkündür. Güven ve emniyet tedbirleri alınmaksızın meydana gelecek kazadan dolayı kimse sorumlu olamaz. Buna tedbirsizlik sebep olacağından, ölen kimse için şehitlik sevabı da düşünülemez. Beşer olarak gerekli tedbirler alındıktan sonra, meydana gelecek kaza sonucu ölümlerde ise şehitlik sevabı vardır. Çünkü adi sebep­lere riayet etmiş, Allah'ı anarak ona sığınmış ve öylece uyumuştur. Onun için Allah'ın emniyet ve zimmeti altında bulunur. Dünyası değişse bile, ebedî hayatta saadete kavuşturulur. Teslimiyet ve tevekkül, adî ve zahirî sebepleri yerine getirdikten sonra olmalıdır. Hiç bir tedbir almayan, duruma göre nefsine kasd etmiş sayılabilir. Onun kanından hiç kimseye hesap sorulamaz.[1117]

 

1193— (327-s.)   Ali  İbni Ümare'den rivayet edildiğine göre, şöyle demiştir:

Ebû Eyyub El-Ensârî geldi de, onunla (çatısız) çıplak bir dama çık­tım. Sonra indi ve şöyle dedi:

«Az kalsın bu geceyi  (bu damda)  uyuyacaktım da, benim hiç bir dayanağım olmayacaktı.»[1118]

 

Bundan önceki Hadîs-i Serîfe ve açıklamasına bakılsın.[1119]

 

1194— Peygamber (SaUaüahü Aleyhi ve Seîlem) 'in ashabından bir adam, Peygamber (Sallat İahü Aleyhi ve• Sellcm)'in şöyle buyurduğunu anlatmıştır:

«Çevrelenmemiş çıplak bir dam üzerinde uyuyarak -ondan düşüp de ölen kimseye karşı sorumluluk yoktur, (suç yalnız kendisine aittir). Kim de deniz dalgalandığı bir anda deniz taşıtlarına binerse ve bu yüzden helak olursa, ondan da kimse sorumlu olmaz.»[1120]

 

Denizde şiddetli dalga ve çalkalanma olduğu zaman, deniz vasıtaları­na binmek görünür tehlikeye atılmak demektir. Takdir ne ise o olur, diye hemen denize açılmak tevekkül sayılmaz, üstelik tehlikenin büyüklüğüne göre bu bîr nevi İntihar sayılır. Yüce dinimiz bize tehlikelere atılmamayı ve her şeyde tedbirli bulunmayı bize emrediyor. Bütün işlerde tehlike ve za­rarlara karşı gereken tedbirlere baş vurmak ve ihtiyatlı olmak bir vazife­dir. 1192 sayılı Hadîs-i Şerîf'e ve açıklamasına bakılsın.

(Bu Hadîs-i Şerifi İmam A h m e d 'in tahriç eylediğini F a d I u ' 11 a h şerhinin dip notunda kaydetmektedir. C. II, s. 602).[1121]

 

(570) İnsan Oturduğu Zaman, Ayaklarını Sarkıtır Mı?

 

1195— Ebû Musa El-Eş'ari haber verdiğine göre: «Peygamber (Sallallakü Aleyhi ve Seîlem)   su   kuyusunun   çevresindeki duvar üzerinde ayaklarını kuyuya sarkıtarak otururdu.»[1122]

 

Bu Hadîs-İ Şerif, 1151 sayıda geçen uzun Hadîs-i Şeriften bir parça olarak bu bölümde yer almıştır. Serinlemek ve İstirahat etmek için böyle kuyu kenarında oturup ayak sarkıtmanın edebe aykırı tarafı yoktur. Ancak $uyu içilir kuyularda, kuyunun temizliği esas olduğundan içine toz toprak düşürmemek için böyle hareket doğru olmaz. Bostan kuyuları İçin bahis konusu olduğu daha önce geçen hadîsten zaten anlaşılmaktadır.

Hadîsin tamamı için bilgi edinmek üzere 1151 sayılı Hadîs-i Şerife ve kaynaklarına müracaat edilsin.[1123]

 

 

(571) İnsan İşi İçin (Evden) Çıkınca Ne Söyler?

 

1196— (328-s.) Müslim ibni Ebî Meryem şöyle anlatmıştır :

— İbni Ömer (Radiyalialıu anhüma)   evinden çıktığı zaman şöyle derdi: «Allah'ım!  Bana selâmet ver ve  benden  de   (başkalarına)   selâmet ver.»[1124]

 

Herhangi bîr iş için İnsan evinden çıktığı zaman "dışarda başına ne gibi haller geleceğini bilemez. İyi ve kötü durumlarla karşılaşabilir, mu­sibet ve felâketlere düşebilir. Kendisine zarar verildiği gibi, başkasına za­rarı da dokunabilir. Onun için Allaha' dua ederek; ona güvenip sığınarak yola çıkmak, işe gitmek gerekir. Hz. İbni ö m e r 'in ettiği dua bu mâ­nâyı taşımaktadır. Bundan sonra gelecek Hadîs-i Şerifte de Peygamber Efendimizin ifâdeleri bu hususu daha açık olarak aydınlatmaktadır. Allah'ın adı anılarak ona sığınılır ve her türlü kederden selâmete eriş niyaz edilir. Mutlak kudret ve kuvvet sahibi yegâne varlık Allah Teâlâ Hazretleridir. Ona güvenilir ve yalnız andan yardım İstenir. Başkalarına da zarar ver­memek hususunda yine ona iltica olunur.

(Bu haber için başka bir kaynak bulunamamıştır.).[1125]

 

1197— Ebû Hüreyre, Peygamber (SaüalîakÜ A leyhi ve Seilem) 'den riva­yet ettiğine gore( Peygamber evinden çıktığı zaman şöyle derdi :

«Bismillah, güven Allah'adır. Kudret ve kuvvet ancak Aüahsa mah­sustur.»[1126]

 

Her saboh evden çıkışta bu duayı okumak sünnettir. Metinde olduğu gibi, ezberleyerek söyienroesi daha makbuldür, Bundan önceki habere ve açıklamasına bakılsın.[1127]

 

Bir Bölüm

(572) İnsan Arkadaşları Önünde Ayağın!  Öne Uzatır Mî? Ve Önlerinde Yaslanır Mı?

 

1198— Şihab ibni Ubad El-Asarî anlattığına göre, (İslâm'ı kabul edip, dinlerini öğrenmek üzere Hz. Peygamberin huzuruna gelen) Abdülkays kabilesi heyetinden birinin anlatıp, şöyle dediğini ondan işitti:

— Biz, Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Seîîem) 'e heyet halinde gidişi­miz için hazırlanınca yürüdük; nihayet huzura varmaya yaklaştığımız za­man karşımıza bir adam çıktı ki, kendi yanında oturmaya acele ile işaret ediyordu. Sonra selâm verdi, biz de ona iade ettik. Sonra durup: Bu (yirmi kişilik) topluluk kimdendir? dedi. Biz; Abdülkays'm heyeti, dedik. Adam dedi ki:

Merhaba, hoş geldiniz siz, ben sizi aradım. Size müjde vermek için geldim. Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) dün bize söyledi. O, doğu tarafına bakıp şöyle buyurdu:

«Muhakkak yarın bu taraftan (yâni; doğudan) şarabın en hayırlı he­yeti gelecektir.»

Ben merakla geceledim. Nihayet sabahladığım zaman hayvanımı bağ­layıp sefere hazırladım. Gün yükselinceye kadar yürümeğe gayret harca­dım. Bir de geri dönmeye niyetlendim. Sonra hayvanlarınızın başları yükseldi (gözüktü).

Adam, sonra başlangıçta olduğu gibi, geri dönmeye acele ederek hayvahini yulanyle çekti. Nihayet Peygamhet(SaltaUahü Aleyhi ve Sellem) 'e var­dı^— etrafında Muhacirlerden ve Ensar'dan olan. ashabı vardı— şöyle dedi:

  Anam ve babam, sana feda olsun, Abdülkays heyetini sana müj­delemeye geldim. Bunun üzerine Peygamber şöyle buyurdu:

«Ey Ömer, bunlar sana nereden (ne zaman geldi)?» Ömer (Radiyalkıhuanfı);

  Bunlar, şu arkamdakilerdir, yaklaşmışlardır, dedi. Adam böylece anlattı. Bunun üzerine Peygamber:

«Allah şana hayır müjdesi versin!» buyurdu. (Hz. Peygamber etra­fındaki) topluluk oturdukları yerde hazırlanmaya başladılar. Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) de oturuyordu. Sonra hırkasının eteğini elinin altına bırakıp, onun üzerine yaslandı ve ayaklarını uzattı. Sonra heyet geldi; Muhacirlerle Ensar buna sevindi. Onlar, Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) i ve ashabını görünce, bunlara sevinçlerinden ötürü hay­vanlarını salıverdiler ve koşarak geldiler. Topluluk onlara yer açtı: Pey­gamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) bulunduğu hal üzere yaslanıyordu. (Heyet başkanı) Eşecc geri kaldı. —Bu adam, Münzir ibni Âiz ibni Mün-zir ibnil-aris îbni'n-Numan ibni Ziyad ibni Asar'dır. — (Arkadaşlarının) hayvanlarını bir araya toplayıp onları çökertti ve yüklerini indirdi, mal­larını da bir yere topladı. Sonra kendisine ait bir heybe, çıkardı ve üze­rinden yolculuk elbisesini çıkarıp iyi elbise giydi. Sonra dönüp ağır ağır yürümeye başladı. Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) sordu : «Sizin büyüğünüz, başınız ve söz sahibini?, kimdir?» (Yirmi kişilik heyetin) Hepsi onu (fîşecc'i) gösterdiler. Peygamber: «Büyükîerinizisra oğlu bu mu?» buyurdu. Heyet (olarak) dediler ki:

  Bunun ecdadı cahiliyet devrinde bizim büyüklerimizdi. Bu, İslâm dinine girmeye bize Öncüdür. Nihayet Eşecc yaklaşınca bir kenarda otur­mak istedi. Peygamber (Sallallahü A leyhi ve Sellem) de oturur vaziyette doğ­rulup, şöyle buyurdu:

«Buraya, ya Eşecc!» Onun Eşecc olarak ilk isimlenişi bugün olmuştu, O, henüz sütten kesilmişken bir merkep ayağı ile ona vurmuştu da, yü­zünde ay biçiminde iz olmuştu. Böylece Peygamber onu yanma oturttu, ona iltifat etti ve faziletini ashaba bildirdi. (Heyet olarak gelen) topluluk da Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) 'e teveccüh edip (dinlerini öğ­renmek için) ona sormaya durdular. Peygamber de onlara bildiriyordu. Nihayet sözün arkası gelince Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem):

«Beraberinizde azığınız var mı?» buyurdu. Onlar:

EVet, deyip sür'atle kalktılar; onlardan her biri kendi eşyasına gitti. Arkasından avuçları ile bir hurma yığını getirdiler. Bu hurmalar Peygamberin önünde deriden bir yaygı üzerine kondu. Peygamberin Önünde de iki arşından az ve bir arşından çok (yaprakları soyulmuş) bir hurma çubuğu vardı: Peygamber ona dayanırdı. Onu yanından pek nadir ayırır­dı. Peygamber bu çubukla o hurma yığınına işaret edip, şöyle buyurdu:

«Buna Ta'dûd İsmini veriyorsunuz?» Onlar;

— Evet, dediler. Peygamber :

«Buna Sarefân diyorsunuz?» Onlar :

  Evet, dediler. Peygamber; «Buna Berna diyorsunuz?» Onlar:

— Evet, dediler. Peygamber şöyle buyurdu: «Bu, 'hurmanızın en hayjrhsıdir ve sizin için en fay dalışıdır.» Cemaatin büyüklerinden biri; Bereket yönünden en büyüğüdür, (şek­linde Hadîs-i Şerifi nakledip) söylemiştir.

  Gerçekten bizde adi hurma vardı ki, biz onu develerimize ve mer­keplerimize yedirirdik   Ne zaman ki, biz bu seferimizden  döndük,  bu hurmaya rağbetimiz büyüdü ve onu dikip ektik. Öyle ki, meyvalarımız hep ondan oldu ve bereketi de biz bunda gördük.[1128]

 

Abdü'1-Kays kabilesi hakkında Prof. Mubammed Hamİdullah bize şu bilgiyi vermektedir :

«Abdülkays kabilesi Bahreyn'in güneyinde ikâmet ederdi ve Temîm'Iİlerle birlikte bu bölge halkını paylaşırdı. İbnİ H a n b e l'İn bildirdiğine göre Peygamber (Salîallahü Aleyhi ve Selîem), Abdülkays'iann memleketle­rine Basra Körfezi üzerinde seyahatler yapmıştı. Muhtemelen ticaret ker­vanları ile yaptığı bu yolculukların canlı hatıralarını her zaman muhafaza etmiştir.

M a k r î z î 'den öğrendiğimize göre, hicretin üçüncü yılında Uhud mey­dan muharebesi sırasında Abdülkays'iann bir kısmı Medine'ye geldi. Belki de bu bir yiyecek kervanı İdi. Aynı yazarın İşaret ettiğine göre, Hz. Pey-gamber'in Müstalik Oğullarına karşı seferi esnasında Abdülkays landan bir kişi yolda Peygamber'e rastladı ve müslüman oldu. Bundan sonra Islâ-miyetin bu kabile içinde inkişafı oldukça önemli olsa gerektir. Çünkü I b n i S a ' d 'dan öğrendiğimize göre, Peygamber (Salîallahü Aleyhi ve Selîem) Bah­reyn halkf vasitasiyle bu kabilenin Medine'ye yirmi kişilik bir heyet gön­dermesini istedi. Kaynak bütün delegelerin gayr-i müslİm olduğunu, hatta aralarında bir hıristiyan bulunduğunu açıklıyor.

Medine'den sonra cuma namazının kılındığı ilk cami Abdülkoys'Iarın ülkesindeki Cüvâsâ şehri camiidir. Abdülkaysİar Peygamber (ŞeâktÜ&hü âkyfoiveSeltem)''İn huzuruna gelince Resûlüllah onlara şöyle buyurdu:

«Hoş'geldiniz, ey cemâat. İtibarınızı kaybefcmiyeccğinia: gibi, pişman da olmayacaksınız.»

Onlar cevap verdiler:

— Ey Allah'ın Resulü! Bizi senden ayıran ve alıkoyan Mudar kabilesi müşriklerinin arazisidir. Allah'ın sulh ayları dışında istediğimiz zaman sana gelemiyoruz. Bİze Cennef'e girmemiz İçin yetecek olan İslâm'ın hükümlerini öğref. Biz de onları, bölgemizde müslüman olmayanlara öğüt olarak bildi­relim. Resûlüilah onlara şöyle buyurdu :

«Size dört şeyi emrediyorum ve size dört şeyi yasaklıyorum: Eşi ve ortağı olmayan yalnız bir Allah'a ima» edip, her gün beş vaıkit namazla­rınızı kılmanız gerekir.: Zekât vermcnia farzdır. Ramazan ayı boyunca oruç tutmanız şarttır. Ganimetin beşte birini hazineye vermeniz lâzımdır ve ben size sarhoşluk veren içkileri yasak ediyorum...»

Peygomber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)"in Abdülkays'lara yazdığı bir mektubun metnine sahip bulunmaktayız

«Bî smil Iâhirrafonanirrah im,

Bu, Allalh'ın Resulü lYluhammed'in Abdülkays ve Bahreyn'deki arazi­lerinin halkı ve İha valisi lehine yazısıdır: (Tesbit ettim) ki, siz bana tslâ-miyete teslim olarak, Allah'a ve.Kesûlüne inanarak; geldiniz ve onun dinî­nin hizmetine girdiniz. Şu halde sevdiğinizde ve sevmediğinizde Allah'a ve Resulüne itaat etmenizi, namazları kılmanızı, zekâtı ödemenizi ve Bey-tulla'hı hac etmenizi ve oruç tutmanızı fcn<nil ediyorum. Kendi aleyhinizde (tatbik etmek) zorunda kalsanız bile adaleti gözetmekte pebbt ediniz. Si-Kîn aranızdaki zenginlerin mallarının fazlasından vergiler alıp, sizin ara­nızdaki fakirler arasında taksim etmeyi taahhüt ediyorum. Mülkleriniz­den senede hır idefaya mahsus olmak üzere zekât alınacak. Bu da Allah ve Resulünün müsîüman mülkleri mevzuundaki nizamlarına göre aranız­daki fakirlere verilecektir.»

Bu kabile ile İlgili diğer bir vesika daha var; fakat hangisinin daha eski olduğunu tayin etmek zordur... (İslâm Peygamberi, Citd : I, s. 265 ve 266, Prof. M. Hamidullah, 1967)

Bu Abdülkays heyeti hakkında İ b n i S a ' d t Tobakat'ında şu bilgiyi vermekte olduğunu  Fadl'ullah  Ceylânı  kaydetmektedir:

«Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Seliem) Bahreyn halkına, kendisine yir­mi kişilik bîr heyet gönderdiler diye mektup yazdı. Onlar da başlarında reis olarak Eş ece bulunan bir heyetle geldiler. Eşecc'inadı Abdul­lah ibni Avf'dır. Beraberinde kız kardeşinin oğlu Münkız ibni H a y y a n da vardı. Abdülkays heyeti, Haris kızı Remle "nin evin­de konakladı ve onlara ziyafet verildi. Böylece on gün kadar Medine'de kaldılar. Abdullah ibni Avf (Ef-Eşecc), Peygamber (SaüaBahBAteyhi veSeflemfe fıkıhdan ve Kur'ân'dan soruyor ve öğreniyorlardı. Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Seliem) onlara hediyefer verilmesini emretti ve Ab­la h 'ı bunlar üstünde tutarak ona on İki Ukıyye verdi ve M ü n k ı z 'in yü­zünü okşadı.»

Önemli bir iş hususunda görüşmek için büyük şahsiyetlere gönderilmek üzere bir millet arasından seçilen seçkin kimseler grubuna Arap dilinde Vefd = Heybet, delege denir. Seçilen bir kişî olursa buna Vâfİd denir. N e-vevî'nin beyanına göre, bu Vefd = Heyet ondört binİtliden ibaretti ve reisleri E I - E ş e c c idî. Gelişlerinin sebebi şu olmuştu : E ş e c c 'in yeğeni bulunan Münkız İbni Hoyyan, cahiliyet devrinde Yesrib'e (Medi­ne'ye} ticaret maksadıyla giderdi. Hicretin 9. yılında Mekke fethine çıkma­dan önce ve haccın farz kılınmasından birkaç ay evvel M ü n k ı 2 ticaret malları ile Yesrib'e (Medine'ye) gitmişti. Münkız bir yerde otururken Peygamber (Sallaliahü Aleyhi ve Sellem) ona tesadüf etti. M ü n k i z, Pey-gamberi görünce ayağa kalktı. Peygamber (Sallaliahü Aleyhi ve Sellem) ona sordu :

«— Ey Münkız ibni Hayyan, kavmin ve cemaatin nasıl?»

Sonra onların eşrafını teker teker isimleriyle sayarak onlardan sordu.

Münkız  de islâm'ı kabul etti ve Fatiha Sûresi ile İlk nazil olanSûresini öğrendi. Sonra memleketine dönerken    Peygamber (Sallaliahü Aleyhi ve Sellem)    onunla birlikte Abdülkays kabilesine bir mek­tup gönderdi. (Yukarda metni verilen mektubun olması muhtemeldir.) Mün­kız bu mektubu götürdü, fakat bir müddet bunu sakladı. Sonra karısı bunun. hareketlerinin farkına vardı. Karısı,   Eş ece'in kızı idi. Babasına dedi ki :

— Kocam Mü n kız, Medine'den döneli onda acaİfcr haller görüyo­rum : Yüzünü, el ve ayaklarını yıkıyor. Bu tarafa dönüyor ve eğilip kalkı­yor. Geleli beri bu onun bir âdedi olmuştur.

Nihayet Eşecc, Münkız ile karşılaştı ve bu meseleyi konuştular. Bu­nun üzerine Eşecc'în kalbine islâm'a meyil düştü. Sonra Eşecc, Peygamber (Sallaliahü Aleyhi ve Sellem) 'in mektubunu kavmine götürüp onlara okudu. Böylece onların kalbine de İslâm sevgisi düştü. Nihayet Hz. Peygamberle görüşmek üzere sefere çıkmaya karar verdiler ve yola girdiler. Medine'ye yaklaştıkları zaman Peygamber (Sallaîlahü Aleyhi ve Sellem) yanında oturan ashabına :

«Doğu halkının hayırlısı olan Abdülkays kabilesinin (heyeti size geİjdî.» buyurdu;    

Münkız   İle   Peygamber   (Sallaliahü Aleyhi ve Sellem) 'İn konuşmasın-'.darr-.da anlaşıldığıma-göre, Hz. Peygamber daha önce Bahreyn'i gezmiş ve Abdülkays kabilesi İleri gelenleriyle tanışmıştı. Bu tanşma Bi'setten önce ticaret kervanlarına katıldığı yıllarda olsa gerektir.

Asıl Hadîs-i Şerifin edeb ve ahlâkla ilgili kısmına gelince : Inscn ar­kadaşlar) İle bir arada otururken ayaklarını uzatabilir ve yanı üstü eline dayanarak yatabilir. Ciddî hallerde ve hatırı sayılır kişilerin gelişlerinde İse oturup doğrulmak gerekir. Peygamber Efendimizin buradaki hareketlerinEş ece'in hal tercemesî için 587 sayılı Hadîs-i Şerîf açıklamasına ba­kılsın. Orada İsmİ Münzir İbni Âiz olarak geçer. İsmi üzerinde ihti­lâf vardır. (Hadîs-i Şerifi İmam A h m e d tahriç.etmiştir.. Fadi'ullah : C. II, s. 604-609).[1129]                

 

(573) İnsan Sabahlayınca Ne Söyler

 

1199— Ebû Hüreyre'den rivayet edildiğine göre, elemişti ki:

— Peygamber (SaUallahü Aleyhi ve Sellem)   sabahlayınca   şöyle   buyum, ancak senin kudretinle sabahladık ve senin kudretinle ge­celedik- Yine senin kudretinle yaşarız ve fsenin kudretinle ölürüz. Dönüş itle ya'nız sanadır.» Gecelediği zaman da şöyle buyururdu:

«Allah'ım, ancak senin kudretinle geceledik ve ancak senin kudretinle safralılarîık. Yine senin kudretinle yaşarız ve senin kudretinle ölürüm Dö­nüş de yalnız sanadır.»[1130]

 

Hayata intîka! eden her canlının İki safhası vardır. Bunlardan bîri canlt olarak dünyada yaşadığı müddet, diğeri de ölümü ile meydana gelen hal­dir. İnsan dünyada yaşarken de normal hayatında İki hal üzere yaşar. Uya­nık bulunur, uykuya dalar. Bu durumlara geçiş ve neticeye varış, hep mut­lak kudretin emir ve iradesiyle vücut bulur. Sabahın aydın ve uyanık duru­muna geçen insan, o gün başına ne işler geleceğini bilemez ve günlük ka­derini çizemez. Akşam olup, gece karanlığına dalan kimse de şuursuz ve her şeyden habersiz olarak uykuya yalınca sağlam olarak sabahlayacağını kestiremez. Yaşadıkça da dert ve musibetlerden sıyrılamaz ve akİbet ölü­mün pençesinden de kurtulamaz. Bütün bu haller karşısında mü'min kula düşen vazife, hayatında İlâhî emirlere uygun görevlerini bilerek yapmak ve tam bir teslimiyet içinde akşam ve sabah Allah'a iltica edip, Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) 'in okumuş oldukları bu metindeki duayı söyle­mektir. Bu ifadeler Vacib Tealâ hazretlerine karşı kulun acziyetini itiraf et-mesİ, ona tevekkül ve teslimiyet olur. Bu ve buna benzer daha sonra gele­cek Peygamber Efendimizin dualarını ezberleyip vird edinmek önemli bîr ibadet olduğundan buna gayret harcamalıdır.[1131]

 

1200— İbni Ömer (Radiyallahu anhüma)''in şöyle dediği işitilmiştir: — Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)   sabahladığı   zaman,   ve   ak­şamladığı zaman şu kelimeleri söylemeyi bırakmazdı:

«Allah'ım, dünyada ve âhirette senden afiyet isterim. Allah'ım! Di­nimde ve dünyamda, ehlimde ve malımda senden afv ve afiyet isterim. Allah'ım! Benim ayıplarımı ört ve korkularımdan emin kıl. Allah'ım! Önümden ve arkamdan, sağımdan ve solumdan ve üstümden (gelecek fe­lâketlerden) beni koru. Altımdan (yerin dibinden bir musibetle) kelâk edilmemden senin azametine sığınırım.»[1132]

 

Afv, günahların bağışlanması, afiyet de hastalıkla musibetlerden selâ­met dileğidir.

Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) sabah, akşam ve hayatları boyunca çeşitli dualarda bulunmuşlar ve birbirinden farklı olarak ashab-ı ki­rama tavsiyelerde bulunmuşlardır. Bunların hepsini ayrı ayrı ezberleyip de devamlı okumak hern hafıza bakımından, hem de zaman bakımından ko­lay bir şey değildir. Aynı mânâyı taşıyanlar arasından birer tane seçip de onları devamlı okumak kifayet eder. Kolaya gelen ve ezberlenmesi müm­kün olanlar seçilmelidir. Bundan önceki Hadîs-i Şerif açıklamasına bakılsın.[1133]

 

1201— Peygamber’in zevcesi bulunan Meymune’nin azadlısı Müslim ibin ziyad demiştir ki:

Enes ibni Malik şöyle dediğini işittim:

Resûlüllah  buyurdu:

Sabahlayınca şu sözleri söyleyenin o günde (ölürse) Allah dörtte birini (ateşten) azad eder. Bunları iki defa söyleyeni Allah yarısını ateşeten azad eder.Allahım! Seni şahid kılarak, arş’ını taşıyanları, meleklerini ve bütün yarattıkların şahid kılarak sabahladık ki, sen kendinden başka İlah olmayan ancak bir Allahsın!birliğine şahidlik ederiz.Gerçekten de Muhammed de senin kulundur ve elçindir (Peygamberindir).[1134]

 

1199-1200 sayılı hadis-i şeriflerle açıklamalarına bakılsın.[1135]

 

(574) İnsan Geceleyince Ne Söyler

 

1202— Ebû. Hüreyre’nin şöyle söylediği işitilmiştir: Ebû Beltir dedi ki:

— Ey Allah'ın Resulü! Sabahladığım ve gecelediğim zaman söyleye­ceğim bir şeyi ban-a öğret. Peygamber dedi ki:          

«Söyle: Ey gökleri ve yeri yaratan, hazır ve gaybı bilen Allah'ım! Her şey Senin (kudret) ellerinledir. Senden başka hiç bir ilâh olmadığına şaîsidlik ederim. Nefsimin şerrinden, Şeytanın şerrinden ve şirkinden sanla sığınırım. Bunu sabahladığın ve {gecelediğin zaman, yatağına girdiğin za­man söyle.»[1136]

 

1199 ve 1200 sayılı Hadîs-i Şerîf açıklamalarına bakılsın.[1137]

 

1203— Ebû Hüreyre'den, geçen hadîsin aynısı rivayet edildi. Peygamber (Sallaîlahü A leyhi ve Sellem): «Her şeyin Rabbi ve sahibi.» buyurdu ve : «Şeytanın şerrinden ve onun şirkinden.» dedi.[1138]

 

Bir önceki Hadîs-i Şerife bakılsın.[1139]

 

1204— Raşid El-Hubranî'den rivayet edildiğine göre, demiştir ki: Abdullah ibni Amr'a gidip: Resulullah ah(Sallaîlahü Aleyhi ve Sellem) 'den işit­tiğini bana anlat, dedim. O da, bana bir sahife (yazı) verip dedi kis bu, Peygamber (Sallaîlahü Aleyhi ve Sellem) 'in bana yazdığı şeydir. Ben de ona baktım, onda şu yazılıydı: Ebû Bekir Es-Sıddîk (Hadiyalîahu anh) \ Pey­gamber (SallaîlahüAfeyhi Me Sellem)'e sorup, dedi ki:

— Ey Allah'ın Resulü! Sabahladığım zaman ve gecelediğim zaman söyleyeceğim şeyi bana öğret. Bunun üzerine Peygamber şöyle buyurdu:

«Ya Ebû Bekîr, söyle: Ey gökleri ve yeri yaratan, gaybı ve hazırı bi­len, her şeyin sahibi ve Rabbi olan AUaîh'ım! Nefsimin şerrinden, Şey­tan'm şeîrrmden ve şirkinden, nefsime IkÖtüliik kaaanmaiktan veya o kö­tülüğü bîr müslümana çekip götürmemden sana Sığınırım.»[1140]

 

1202 sayılı Hadîs-i Şerife bakılsın.[1141]

 

(575) İnsan Yatağına Girdiği Zaman Ne Söyler

 

1205— Huzeyfe (Radiyaliahu anh) 'den rivayet edildiğine göre, demiş­tir ki, Peygamber (Satlallahü Aleyhi ve Sellem) uyumak istediği zaman şöyle derdi:

«Senin adınla Allah'ım Ölürüm ve dirilirim.»

Uykusundan uyandığı zaman da:

«Bizi (uyku gibi bir ölümle) Öldürdükten sonra dirilten Allah'a hamd olsun. Dönüş de ancak onadır.» derdi.[1142]

«Ey Allah'ım, senin ismini devamlı oîarak anarak ölürüm ve yaşarım, kalbim seni anmaktan hiç bir zaman gafil değildir.» demektir.[1143]

 

1199 sayılı Hadîs-i Şerife ve açıklamasına bakılsın. Büroda farklı ola­rak, senin kudretinle yerine, senin adınla tâbiri vardır ki :

Kurtubî ise, Allah'ım senin MUMÎT isminle ölürüm ve MUHYÎ is-mİnle dirilirim şeklinde açıklama yapmaktadır. Cenab-ı Hakk'ın sıfatların­dan olan MUHYÎ ismi, dirilten ve MUMÎT ismi de öldüren mânâsını taşır. Hadîs-İ Şerifte uyku, ölümle isimlendirilmiştir. Çünkü hayat, ilim, irade, kud­ret. İşitme, görme ve konuşma sıfatlan ölüm hali ile kesinlikle kaybolduk­ları gİbİ, uyku halinde bunlar yok hükmünde kalırlar ve varlıklarını göste­remezler. Hayat sıfatından başka, diğer sıfatlar uykudan uyanıncaya ka­dar atıl duruma geçerler. İnsanda hayat eseri olduğu halele, insan hayatta olduğunu da uykuda bilemez. Bu bakımdan uykuda olan insan için, ölüler safına geçmiştir denilebilir.    İnsan bu sıfatlarla Allah'ın rızasını arar, ona İbâdet eder, yasaklarından kaçınır ve azabından korkar. Uyuyan kimseden bu sıfatlarla faydalanmak zail olur da sanki ölülere kavuşur. Uykudan uyanmakla tekrar bu nimetlere kavuşulduğundan Allah'a hamd edilir. İşte uykudan uyanınca edilen hamd, bu büyük nimete kavuşmaktan ötürüdür.[1144]

 

1206— Enes (Radiyaîlahu anh) 'den rivayet edildiğine göre; demiştir ki, Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) yatağına girdiği zaman şöyle derdî:

«Bize yediren, bize içiren, bizim ihtiyacımızı gideren ve bizi barındı» rnn Allah'a hamd olsun. Çok kimse vardır ki, onun ihtiyacını karşılayan yok ve barındım ısı da yok...»[1145]

 

İnsanın hayatı yemek, ve İçmekle kâimdir. Hayat devam ettikçe de in­sanın ihtiyaçları bulunur ve sonunda istirahat etmeye muhtaç olur. Bütün bunları veren Allah Tealâ hazretlerine hamd etmek de, kulun yaratıcısına karşı vazifelerinden biri olduğunu ve bunun yerine getirilmesi gerektiğini Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) bu Hadîs-İ Şerîf'leriyle bize, diğer­lerinden farklı bir dua olarak öğretiyor.[1146]

 

1207— Cabir (Radiyallahuanh)'den rivayet edildiğine göre, demiştir ki, Peygamber (Saîlallahü Aleyhi ve Sellem) Elif, Lâm, Mîm, Tenzil ve Tebareke Sûrelerini okumadıkça uyumazdı.

Kavilerden Ebû Zübeyr demiştir ki:

— Bu iki sûre, Kur*ân'da bulunan her sûreye yetmiş sevafrla üstün­dürler. Bunları kim okursa, ona yetmiş sevab yazılır ve bunlar sebebiyle ona yetmiş derece yükseltilir ve ondan da bunlar sebebiyle yetmiş günah düşürülür.[1147]

 

114 sûreden ibaret olan Kur'ân-i Kerîmin her sûresi bütün kelimeleri ve harfleriyle Allah kelâmı olmak itibariyle aralarında fark yoktur. Ancak içlerinde bazı sûreler vardır ki, okunuşlarında ve vird edinişlerînde diğer­lerine nazaran okuyucuya daha fazla sevap kazanmaya vesile olurlar. Bu bakımdan faziletleri farklı oluyor. Secde Sûresi ismini taşıyan «Elif, Lâm, Mîm, Tenzil Sûresi ile Tebareke Sûresi bu çeşit sûrelerdendir. Devamlı olarak her gece okunuşlan karşılığında kazanılan sevap Ebû Zübeyr'İn dediği gîbi büyük olur. Okuyuu için 70 sevap yazılır, ona 70 derece yük­seltilir ve ondan 70 günah düşürülür. Zaten Peygamber (SalîalUhü Aleyhi veSdhmJm her gece yatmazdan önce bunları okumaları, bize bu önemi göstermekte ve bunlon aynı şekilde okumaya bizi teşvik etmektedir.

Bu sûrelerin mânâldrint öğrenip anlayarak onları okumak ve huşu' içinde olmak sevabı kat kat artırır.[1148]

 

1208— (329-s.) Abdullah şöyle demiştir:

— Zikir anında uyku Şeytandandır; dilerseniz deneyiniz. Sizden bi­riniz yatağına girip de uyumak istediği zaman Azız ve Celîî olan Allah'ı zikretsin.[1149]

 

Allah Tealâ Hazretlerinin azamet ve kudretini hatırlayarak onu zikret­mek ve teşbihte bulunmak en büyük bir ibadettir. Böyle hayırlı bir işte bu­lunurken İnsana uyku gelmesi, ancak Şeytanın müdahalesi İle olur. Onun için ibâdetler nefsin yorgun ve neş'esiz bulunduğu anlarda yapılmamalı, şayet imkân varsa ibâdetlere istek duyulan zamanlar tercih edilmelidir. Farz ibâdetler gibi, muayyen zamanlarda yapılması gerekenler için kendi hu­dutları dahilinde en uygun anlar aranır ve edâ edilirler. Bunların başka zamanlara bırakılması caiz değildir.

İşte İnsan uymak maksadıyle yatağına girdiği zaman Allah'ı anar ve onu zikrederse, Şeytanın tasallutundan kurtulmuş olur. (Bu haber için başka bir kaynak bulunamamıştır.).[1150]

 

1209— Câbir'den rivayet edildiğine göre, demiştir ki: «Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) Tebareke ve Elif, Lam. Ten-zîl (Es-Secde) Sûresini okumadıkça uyumazdı.»[1151]

 

1207 sayılı Hadîs-i Şerife ve açıklamasına bakılsın.[1152]

 

1210— Ebû Hüreyre (Radiyallahu arth) 'den rivayet edildiğine göre, demiştir ki:

— Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) şöyle buyurdu:

«Sizden (biriniz yatağına sığındığı zaman, izannın içini (bağını) çözüp onun Isı. yatağım çırpsm; çünkü o, (yatağından çıkıp gittikten sonra) arkasında yatağına ne bıraktığını bilmez. Sonra sağ yanı üzere yatsın ve şöy­le desin: (Allah'ım), senin isminle yanımı koydum. Eğer nefsimi alırsan ona merhamet et ve eğer cnu salıverirsen (hayata kavuşturursan), salih kimseleri koruduğun gibi, onu da koru.» Yahut: «Salih kullarını koru­duğun gibi...» buyurdu.[1153]

 

İnsan sabahleyin yatağından çıktıktan sonra, tekrar yatağına girinceye kadar aradan uzun zarnan geçer. Bu müddet içerisinde akreb ve buna ben­zer zararlı haşarat yatağa girebilir ve insanı bunlar zehirleyebilir. Kulağa ve ağıza girebilen böcekler bulunabilir. Hatta büyü malzemesi de konula­bilir. Uykulu ve yorgun olarak yatağına dönen kimse için en kısa yoldan korunma çaresi, elbisesinin eteği ile yatağını çırpması ve böylece yatağını emin hale sokmasıdır. Yatağı çırpmanın görünüşteki hikmeti bu ise de, ger­çek hikmetini Allah ve Resulü büir.[1154]

 

1211— Berâ ibni Âzib'den rivayet edildiğine göre, demiştir ki: — Peygamber (Saltylkthü Aleyhi ve Sellem)  yatağına girdiği vakit sağ yanı üzere uykuya yatardı, sonra şöyle buyururdu:

«Allah'ım! Yüzümü (zatımı) sana çevirdim, nefsimi sana teslim ettim, sırtımı sana yasladım (sana güvendim); sevab umarak işimi sanla bırak­tım, musibetlerden korkarak da sana güvendim. Senden başka sığınacak ve kurtulacak bir yer yoktur; kurtuluş ancak sanadır. İndirdiğin Kitaba ve gönderdiğin Peygambere iman ettim.»

Peygamber (yine) buyurdu:

«Bir gecede bunları söyleyip de sonra ölen kimse, islâm üzere ölür.»[1155]

 

Bu Hadîs-i Şerifin yine B u h â r i Hazretlerinin Sahîh'indeki rivayet­lerinde :

«Yatağına girmek istediğin zaman, namaz için abdest aldığın gibi abdest al, sonra sağ yanın üzere yat. Sonra şu duayı oku: şeklin­dedir. Buna göre Hadîs-i Şerifte üç önemli sünnet vardır :

1— Uykuya yatılacağı zaman abdest almak. Bundaki kasıd abdestlî olarak uyumaktır. Bu da ancak yeme ve içmesini uygun bir ölçü üzere ya­panlarda mümkün olur.

2— Sağ yan üzere uyumak. Bu Peygamberlerin uyku şeklidir. Çünkü bütün iyi işlerde sağ ile başlamak şeriatın âdetlerindendir. Bİr de sağ omuz üzerine yatınca kalb asılı kalır da, derinliğine uykuya dalınmaz ve insana gaflet gelmez. İslâm tıp âlimlerine göre sol omuz üzerine yatmak sindirim bakımından daha kolay ve daha faydalıdır. Peygamberler için âhirej önemli olduğundan, onlar manevî faydayı tercih etmişlerdir. Beden sağlığı İle uğ­raşan tabipler ise, bedene faydalı olanı seçmişlerdir.

3— Allah'ı anarak son sözü söylemek ve Allah'a teslim olmak. Hadîs-i Şerif iman edilmesi gereken her şeyi kısa bir İfade İle ihtiva etmekte ve her şeyin Allah'a dayandığını göstermektedir.[1156]

 

1212— Ebû Hüreyre'den rivayet edildiğine göre, demiştir ki:

— Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) yatağına girdiği zaman şöy­le buyururdu:

«Göklerin ve yerin Kabbî ve her şeyin tttıbbi olan, tohumu ve çekir­deği çatlatıp çimlendiren, Tevrat ile İncil'i ve Kur'ân'i indiren ey Al-laih'ım! Her kötülük sahibinin kötülüğünden sana sığınırım; zira sen onu perçeminden yakalayansın. Sen evvelsin, senden önce hiç bir şey yoiktur. Sen ahirsin, senden sonra hiç bir şey yok. Sen zahirsin, senin üstünde ihiç !bir şey (kuvvet) yok, (sıfatlarının eserleri hep meydanda). Sen ba­tınsın (zatın görünmez), senden başka hiç bir şey yok. Benim borcumu öde ve beni ihtiyaçtan müstağni kıl.»[1157]                                            

 

Hal ve vaziyete göne, İnsanların ahlâk ve ruh yapılarına göre Peygam­ber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) "\n değişik ve birbirinden farklı mânâlarla dua ettikleri ve tavsiyelerde bulundukları, bu rivayetlerden de anlaşılmak­tadır. Duaların her biri ayrı meziyet ve hfkrrief taşımaktadır. Burada daha ziyade Allah'ın sıfatlan anılmakta ve fenalıkların şerrinden Allah'a sığı­nılmaktadır. Allah'dan başka koruyucu kim olabilir? Allah, Rab'dir. Yok­tan var eden, kemâle erdirip terbiye edendir. Çekirdek ve tohumdan bitler yaratır, canlı hayvan yaratır. Canlıları olgunluğa eriştirecek ve terbiye ede­cek olan mukaddes kitaptar indirir. Allah evveldir. Çünkü kâinat yokken O varidi, O'ndan başka hiç bir şey yoktu. Allah âhirdir. Çünkü her şey yok olacak, yalnız o baki kalacaktır. Allah yarattığı eserleriyle Zahir'dir/ onun kudret ve İradesi üstünde hiç bir kuvvet yoktur. Allah Zâtı itibariyle Bâtınadır, onun varlığından bajka gerçek varlık yok. Zâtı saklıdır.

insanlara muhtaç olmak ve borçlu  durumda olmak en  ağır işlerden olduğu için, bu halden beri bulunmayı da dualarına eklemişlerdir.[1158]

 

(576) Uyku Zamanında Duanın Fazileti

 

1213— Berâ ibni Âzib'den rivayet edildiğine göre, demiştir ki:

  Resûlüllah (Salialîahü Aleyhi ve Sellem)   yatağına girdiği zaman sağ yanı üzerine uykuya yatardı, sonra şöyle buyururdu:

«Allah'ım! Nefsimi sana teslim ettim. Yüzümü (zatımı) . sana çevir--«fim. İşimi sana bıraktım. Sırtımı sana yasladım (sana güvendim) : Sevab umarak işimi sana bıraktım ve musibetlerden korkarak sana güvendim. Senden başka sığınacak ve kurtulacak bir yer yoktur; kurtuluş ancak sa­nadır. İndirdiğin kitaba ve gönderdiğin Peygambere iman ettim.»

  Peygamber (Salialîahü Aleyhi ve Sellem)   buyurdu ki:

«Kim'bu sözleri söyler de, o gecesi ardında Ölürse, İslâm üzere Ölür.»[1159]

 

1211 sayılı Hadîs-i Şerife ve. açıklamasına bakılsın. El-Berâ   İbnİ  Âzib   kimdir?

Medine'I i ashabdan (Ensar'dan) olup, Hazreç.kabİİesİndendİr. Künyesi Ebû Umare'dir. Diğer bir rivayete göre de Evs kabilesindendir. Bedir Savaşı'nda Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) kendisini küçük gördü­ğünden savaşa katılamadı. O gün yaşlan küçük olduğundan savaşa katıla­mayanların adlan şöyle rivayet edilmektedir : El-Bera ibni Azib, Abdullah ibni Ömer, Rafi1 îbni Hadîc, Üsey-yid ibni Zahîr, Zeyd ibni Sabit, Ümeyr ibni Ebİ Vakkas. Sonra Ümeyr'e savaşa katılma müsaadesi verildi ve savaşta şehid edildi. Başka bir rivayette de Zeyd ibni Erkam, Ebû Saîd El-Hudrî ve So'd ibni U t be bu yaşları küçük görülenler arasında sayılmaktadır.

Bedir Savaşından sonra 14 veya 15 savaşta Peygamber (Satkdlaîıü Aleyhi ve Sellem) ile beraber bulunmuştur. Ayrıca Hz. Ali ile Cemel ve Siffîn vak'alarında bulundu ve Haricîlere karşı savaştı. Sonra Küfe şehrin geçip orada bir ev edindi. Hicretin 72. yılında da Mus'ab ibni Z ü -beyr'İn  Emirliği zamanında orada vefat etti.[1160]

 

1214— (330-s.) Câbir'den rivayet edildiğine göre, şöyle demiştir: İnsan evine yahut yatağına girdiği zaman bir Melek ve bir Şeytan ona karşı çıkagelir. Melek şöyle der:

(Gününü) hayırla kapa. Şeytan da :

(Gününü) fenalıkla kapa, der. însan eğer Allah'a hamd eder ve onu zikrederse, Şeytanı uzaklaştırır ve Melek onu koruyarak geceler. İnsan  (uykusundan) uyandığı zaman yine bir Melek ve bir Şeytan ona karşı çıkıp, aynı sözü söylerler. Eğer Allah'ı hatırlar da, o insan şöyle derse, öldüğü takdirde şehid olarak ölür ve eğer kalkıp namaz kılarsa, pek çok faziletler içinde namaz kılar:

«(Ölüme benzeyen uyku sebebiyle) nefsim öldükten ısonra nefsimi bana geri veren (beni tekrar hayata kavuşturan) ve uykusunda onu öl­dürmeyen Allah'a ham d olsun. Gökleri ve yeri, yerlerinden kopmaksızın kudretiyle tutan Allah'a hamd olsun; ve eğer onlar yerlerinden kopacak olursa, O'mlan başka onları tutacak hiç kimse yofktur. O, HaÜîm'dir (azab için acele etmez), Gafûr'dur (çok bağışlayandır). Kıyamette ancak Al­lah'ın izniyle düşecek semayı, yeryüzüne düşmekten tutup koruyapı Al­lah'a hamd olsun. Gerçekten Allalh insanlara çok şefkatlidir, çok merha­metlidir.»[1161]

 

Daha önceki Hadîs-İ Şeriflerle sabah ve akşam devam edilmesi gere­ken dualar ve kötülüklerden Allah'a sığınmalar beyan edilmişti. Burada özel olarak ayrı bir hamd şekli getirilip, sonunda elde edilecek manevî mü­kâfat gösterilmektedir. O do, edilen dualar gkabinde ölüm vuku bulursa şehİd sevabına kavuşmak ve tekrar hayata geçme halinde de ibâdete de­vam edilirse, sayısız faziletlere nail olma-ktır. Her dua şeklînde ayrı bir fa­zilet ve hikmet vardır.

Metindeki- Allah'a hamd getirilişler;1 Hac Sûresinin 65. ve Fdhr Sûresi­nin, de 41. Âyet-i  Kerîmeleri lâfzına, uygun olarak İfade edilmektedir.

(Bu haber için başka  bir kaynak bulunamamıştır.).[1162]

 

(577) İnsan Elîni Yanağının Altına Kor

 

1215— Berâ'dan rivayet edildiğine göre, demiştir ki:              

— Peygamber (Salfaüahü Aleyhi ve Seliem)  uyumak istediği zaman eli­ni sağ yanağı altına kordu ve şöyle buyururdu :

«Allah'ım!  (Kıyamette hesap için) kullarını toplayacağın günde aza­bından beni koru.»[1163]

(...) Yine Berö'dan başka bir senedle aynı anlamdaki Hadîs-i Şerîf, Pey­gamber   (SaîtaUahü Aleyhi ve Settem) 'e isnad edilmiştir.[1164]

 

Diğer bazı rivayet şekillerinde görüldüğü gibi, Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Seliem) uyumak için yattığı zaman, sağ yanı üzere yatar ve sağ elini de sağ yanağı altına koyardı. Uyku şekli hususunda bilgi için 1211 sayılı Hadîs-i Şerifin açıklamasına bakılsın.[1165]

                                

(578) Bir Bölüm

 

1216— Abdullah ibni Amr'dan rivayet edildiğine göre, Peygamber şöyle buyurmuştur:

«îki hasletvardır ki, onlara devam eden her müslünıan a Şartı muhak­kak Ccnnet'e girer. Bu iki şey kolaydır, fakat bunları işleyip yapan azdır.»»

Soruldu:       

— Ya Resûlallah, bu iki şey nedir? Peygamber buyurdu :

«Sizden her biriniz her (beş vakit farz) namaz arkasında on defa tek­bîr getirir (ihlâs ve anlayışla Allahu Ekber = Aİlah iher şeyden yücedir, söyler). On defa hamd eder (Elhamdü lillâh = Her çeşit Övgü bütünü ile Âllalh'a mahsustur, der). On defa da Teşbih eder (Sübhanellah — AllaSı bütün noksanlıklardan münezzehtir, der). Bu söyleyişler dilde yüz elli­dir; tartıda ise (sevab itibariyle on misli olarak) bin foeşyüzdür.»

Râvi demiştir ki':

— Peygamber (Salla!iahü Aleyhi ve Seltem)'m  eliyle  bunları  saydığını gördüm.

«{İkinci haslet) : (Sizden biriniz) yatağına girdiği jt&vnof) (otuz üç ke­re) ıtesbîh eder, (otuz üç kere) hamd eder ve (otuz dört kere) tekbîr ge­tirir. Bunlar dilde yüz adettir. (Amel defterinde ve) tartıda ise bin adet ihüsenedir. Sizden îhanginiz bir gündüz ve bir gecede iki bin beşyüz günalı işler? (Bu kadar sevaba her gün kavuşan kimse, elbette cennet'e girer).

Soruldu:

— Ey Allah'ın Resulü, nasıl olur da insan bunlara devam etmez, (bu teşbihleri her gün getirmez) ? Peygamber buyurdu:

«Sizden birinize namazında Şeytan gelip on» şu ve bu işi hatırlatır da bunu ıona hatırlatmaz.»[1166]

 

Her gün kılınmakta olan 5 vakit farz namazların arkasında 33'er defa teşbih, hamd ve tekbîr getirilmesine ve ayrıca tekbirin 34 defa olmak şar-tiyle zikir sayısının 100 adet olmasına dair sahih Hadîs-i Şerifler vardır. Öteden beri de namazlarımızda bu şekilde ezkâra devam edilmektedir. Burada farklı olarak zikîr sayılan onar adede İndirilmiştir ki, bu miktar, zikrin yapılması gereken en az sayısıdır. Devamlı olarak bu-şeküde teşbih­lere devam etmek de sünnettir. Bir namaz sonunda onar adetten üç zikir sayısı otuz eder. Bu sayı günde kılınan beş vakit namaz sayısı ile çarpı­lırsa, günde yüz eilİ adet sevab eder. Cenab-ı Hak her haseneye (sevaba) on kat mükâfat verdiğine göre, yüz elli sayısı onla çarpılınca bin beşyüz sevab olur. Âhirette insanların amelleri tartıldığı zaman bu miktar hesaba geçer.

Her gece yatarken bu zikirleri metinde gösterildiği gibi, yüz defa ge­tiren kimsenin yüz sevabına karşılık on misli mükâfat kİ, bin sevab verilir. Böylece namazlardan bin beşyüz ve gece teşbihinden de bin olmak üzere her gün İki bin beşyüz hasene kazanılmış olur. işte biri namazların sonun­da ve diğeri yatarken edilen bu iki hasletten ibaret teşbihlere devamlı bu­lunan kimsenin her gün iki bin beş yüz seyyİesi (günahı) bulunamayacağı cihetle Cennet'e girer. Çünkü iyilikleri kötülüklerinden fazladır. Tabiî ki, hak ve hukukla ilgili günahlarla büyük günahlar bu hükmün dışında kalır. Zaten gereği gibi, Alİah'dan korkarak 5 vakit namazını kılan ve her gün bunlara devam eden Allah'ın emirlerine aykırı büyük günahlar işleyemez, başkasının hak ve hukukuna tecavüz edemez, kimseye zulüm yapamaz. Ya­pan varsa, ibâdetlerini ihlâs ve takva üzere yerine getirmemiş, gösterişte bulunmuş ve sırf şekilden ibaret namaz kılmış demektir. Böyle ibâdetler de makbul olmaz.

Abdullah    ibni    Amr    kimdir? :

Amr İbnİ'l-As'ın oğlu olan Abdullah,, Kureyş kabilesinden-dir ve künyesi Ebû Muhammed 'dir. Babası İle aralarında 12 yaş farkı vardır. Babasından önce islâm'ı kabul ettiği söylenir. Okuma yazma bilen âlim, fâzıl ve hafız kimse idi. Peygamber (Saüallahü Aleyhi ve Seilem) den hadîslerini yazmak için izin istemiş, Peygamber de ona İzin vermişti. De­mişti ki :

  Ya Resûlallah!  Rıza ve gazap halinde senden her İşittiğimi yaza­yım mı?

Peygamber de :

«Evet, yaz! Çünkü ben hakdan başka bir şey söylemem.»

Buyurmuştu.   Ebû   Hüreyre (Radiyaliahu anh) anlatır :

  Abdullah   ibni   Amr 'dan  başka,  benden  daha ziyade  Pey­gamber   (Sallaliahü Aleyhi ve Sellemy\x\  Kadîsini ezberleyen olmamıştır. Zira o, hem kalbi İle ezberliyordu ve hem de yazıyordu. Ben ise, yalnız kalbimle ezberliyordum. Hadîsleri yazmak için Peygamberden izin istemiş, Peygam­ber (Sallallahü Aleyhi ye Sellefn) de ona izin vermişti.

Abdullah, devamlı oruç tutar ve gecelen ibâdet ederek uyumazdı. Bu ahlâkından dolayı babası onu Peygamber'e şikâyet etmiş ve bunun üzerine Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Seliem), Abdullah'a şöyle bu' yurmuştu :

«Gözlerinin sende (uyku) hakkı var, ailenin sende thakkı var, zevcetfîit sende hakkı var. Gece namaz için kalk ve uyu. Oruç tut ve iftar et. Her aydan üç gün oruç tut; bu şekilde oruç seneyi oruç tutmak gibidir.»

Hicretin 65. yılında 72 yaşında  vefat etmiştir.  Şam, Tâif ve Mısır'da vefat ettiği görüşleri vardır.   (Radiyaiiahuanh)[1167]

 

(579) İnsan Yatağından Kalkıp Da, Sonra (Yatmak İçin) Dönünce,  Onu Silkeleyiversin

 

1217— Ebû Hüreyre'den rivayet edildiğine göre, demiştir ki: Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Seliem) şöyle buyurdu: «Sizden   biriniz  yatağına girdiği  zaman  eteğinin   bir tarafını tutup onunla yatağını çırpsın ve Allah'ın ismini söylesin (Besmele çeksin); çün­kü ayrıldıktan sonra arkasmda yatağı üzerinde ne kaldığını bilmez. Uzan­mak istediği zaman da sağ yanı üzerine uzansın ve şöyle desin : Seni nok­sanlıklardan  tenzih  ederim,  Kabbim.  Senin  kudretinle  vücudumu  yere koydum ve senin kudretinle ancak onu kaldırırım. Eğer canımı tutarsan (onu alırsan), ona mağfiret buyur ve eğer onu ısahverirsen (öldürmezsen), salih kullarım koruduğun gibi, onu koru.»[1168]

 

Fadlu'llah açıklamasında diyor ki, Hadîs-i Şerifin varid olduğu devirde evler karanlıktı. Zİra ışık ve lâmba noksanlığı vardı, ev ve giyim eşyası yok denecek kadar azdı. Yatağa girmesi muhtemel olan böcek ve haşarat gibi zararlı şeylerden korunmak İçin yatağı elbise ile çırpmak ge­rekiyordu.

Kpynaklar hakkında bilgi için 1210 sayılı Hadîs-i Şerif açıklamasına bakılsın.[1169]            

                          

(580) İnsan Gece Uyanınca Ne Söyler

 

1218— Rabîa ibni Kâ'b anlatıp, şöyle demiştir :

  Peygamber (SalfaHahü Aleyhi ve Sellem) 'in  kapısında   (hizmet  için) yatardım da, ona (gece namazı için) abdeşt suyunu verirdim. Yine Rabîa demiştir ki:                          

  Gecenin derin  bir zamanında Peygamberin  şöyle  buyurduğunu işitirdim:

«Allah, kendisine hamd edenin hamdini işitip kabul eder.»

Ve yine gecenin derin' vaktinde şöyle buyurduğunu işitirdim :

«Hamd, alemlerin Rabbi olan Allah'a mahsustur.»[1170]

 

Hadîsi rivayet eden Rabî'a, Eşlem kabilesindendir ve Medîne'liler arasında sayılır. Künyesi Ebû Firas'dır. Soffe ehlinden olup, bidayetten beri hazarda ve seferde Hz. Peygamber'den ayrılmazdı ye hizmetinde bulunurdu. Hz. Peygamberden sonra hicretin 63. yılına kadar yaşamıştı. Gece hizmet için Peygamberin kapısında yatardı. Bu esnada gecenin geç vakit­lerinde Peygamber Efendimizden duyduklarını anlatmış bulunuyor. yallahu anh.).[1171]

 

(581) Eli Yağlı Olduğu Halde Uyuyan Kimse

 

1219— İbni Abbas (RadiyaHahuanhüına), Peygamber (Sallaliahü Aleyhi ve Sellemyâ&n rivayet ettiğine göre, Peygamber şöyle buyurdu :

«Kim elinde (et ve yemekten kalma) yağ olduğu ihalde onu yıkamadan yatıp uyursa ve Şöylece ona bir zarar dokunursa, kendinden başka­sına dil uzatmasın,(ancak kendini- ayıplasın).»[1172]

 

İslâm dini her şeyden önce ve ibâdetlerin başında İç ve dış temizliğini, maddî ve manevî temizliği emreder. Bu temizlik olmadıkça Allah katında ibâdetler makbul olmaz. Bu temizliğe her zaman riayet gerektiği gibi, bil­hassa yatağa girip yatarken çok dikkat etmek gerekir. Elleri yağlı ve kirli olarak yatağa girmenin çeşitli yönden zararları çoktur. Bu İtibarla temiz­liğe riayet etmeyen kimsenin başına gelecek hastalık ve zarardan dolayı başkasını kınaması veya hastalığı için başka sebep araması gerekmez. An­cak kendi nefsini suçlamak hakkı vardır. O halde bu çirkin hale düşmemek için her çeşit temizliğe önem vererek temizlemeyi Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Seİlem) bize tavsiye ettikleri gibi  hareket gerekir.[1173]

 

1220— Ebû Hüreyre (Radiyaüâhuanh), Peygamber (Salkillahü Aleyhi ve 5eÜem)'tn şöyle buyurduğunu anlatmıştır :

«Kim elinde yağ kiri (kokusu) olduğu halde yatıp uyur da, ona bir şey (zarar) isabet ederse, nefsinden başkasına dil uzatmasın, (ancak ken­dini ayıplasın).»[1174]

 

Bundan önceki Hadîs-i Şerife ve açıklamasına bakılsın. Kaynaklar için de aynı  hadîse  müracaat edilsin.[1175]

 

(582) Lâmbayı  Söndürmek

 

1221— Câbir ibni Abdullah'dan rivayet edildiğine göre, Resûlüllah (Scdhııahü Aleyhi ve Sellem) şöyle buyurmuştur;

«Kapıları kilitleyin, su kırbasını bağlayın, kaplan ka paklayın iz, kap­ları örtünüz ve lâmbaları söndürünüz. Çünkü Şeytan kilitli kapıyı açmaz, bağ çözmez ve ka'b açmaız. Bir de fare, insanların evlerini yakıp yıkar.»[1176]

 

Geceleyin evlerde alınması gereken emniyet tedbirleri bu Hadîs-i Şe-rîf'le bize tavsiye edilmektedir. Uyku hali, bir nevî hayatla ilgiyi kesmek olduğundan uyku esnasında olup bitenlerden insan haberdar değildir. Ted­birsizlik yüzünden başına kaza ve felâket gelebilir. Güvenlik tedbirlerini aldıktan sonra Allah'a tevekkül edilerek yatılır. İşte kapıların kapatılıp ki­litlenmesi, çeşitlerine göre su kaplarının bağlanması veya kapaklarının ta­kılması, ateşle yanan lâmbaların veya ocakların söndürülmesi birer güven­lik tedbiridir. Bugün bu tedbirlerde şu faydalar sıralanabilir :

1— İnsanlara zarar veren her şeye geniş mânâda Şeytan ismi verildi­ğine göre, kapalı olan yerlere bulaşıcı hastalık taşıyan haşarat ve hayvan giremez, kaplar içine mikrop düşemez.

2— Örtülü ve kapalı olan kaplar toz ve pislikten korunmuş olur.

3— Kilitlenmiş kapılardan hırsızın girmesi kolay olmaz, kedi ve köpek gibi  hayvanlar  ise  hiç giremez.

4— Binalardaki yangınların çoğu, gece söndürülmeyen soba ve ocaklardaki ateşten İleri gelmektedir. Bilhassa geceleri evlerde dolaşan fareler, taşıdıkları maddelerle de yangına sebep olmaktadırlar. Hangİ şekille olur­sa olsun yanmakta olan ateş daima yangına hazır durumdadır: Bunun İçin gece yatarken  tamamen  söndürülmesi, en  sağlam  bir güvenlik tedbiridir. Zaten bugün yangın talimatları arasına girmiş bulunmaktadır.[1177]

 

1222— İbni Abbas (Radiyailahu anhüma) 'dan rivayet edildiğine göre, şöyle anlatmıştır:

— Bir fare gelip lâmba fitilini çekmeye başladı. Hizmetçi cariye de onu engellemeye koyuldu. Bunun üzerine Peygamber (Saüdkıhü Aleyhi ve Sellem):    .

«Bırak onu!» buyurdu. Sonra o fare ateşli fitili getirip Hz. Peygam­berin üzerinde oturmuş olduğu seccadenin üstüne bıraktı. Böylece sec­cadeden bir para yeri kadar yandı. Bu olay üzerine Peygamber,SallaUaJıü Aleyhi ve Sellem) göyle buyurdu:

«Uyuyacağınız zaman lâmbalarınızı söndürünüz; çünkü Şeytan "bunun gibi hareket eder de, sizi yakar.»[1178]

 

Bu Hadîs-i Şerîf'i aynı senedlerle   Ebû   Davud   rivayet etmiştir. Kita-bu'l-Edeb, hadis ; 5247.  Bundan önceki  hadîse ve açıklamasına  bakılsın.[1179]

 

1223— Ebû Saîd'den rivayet edildiğine göre, şöyle anlatmıştır : — Bir gece Peygamber (Sallallahü. Aleyhi ve Sellem)   uykudan uyandı. Birden bir fare lâmba fitilini alıp, onların üzerine evi yakmak için, onu dama çıkardı. Bunun üzerine Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) o fare­ye lanet etti ve hac için ihrama girenin, onu öldürmesini helâl kıldı.[1180]

 

Farelerin  sayılamayacak  kadar  zararları  vardır.Ocakları  söndüren veba  hastalığını  taşımalarından  tutun  da,  çarşı  ve  mahalle  yangınlarına kadar sebebiyet Verdikleri felaketleri hatırlamak kâfi gelir. Hac için ihrama, girildiği zaman ay-.,hayvanlarını öldürmek yasaklanmıştır. Bunlar arasında yılan, akrep, kuduz köpek gibi hayvanlar istisna edilmiştir. Bunlar öldürü-lebilir ve öldürülmelerinden dolayı da; ödenmesi gereken sadaka cezası yoktur. Fare de bu zararlı hayvanlar arasında sayıldığından, onun da öl­dürülmesi yasaklanmamıştır.[1181]

 

(583) İnsanlar Uyuduğu Zaman Evde Ateş Bırakılmaz

 

1224— Salim'in babasından rivayet edildiğine göre, Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Setiem) şöyle buyurmuştur:

«Uyuduğunuz  zaman evlerinizde ateş bırakmayınız.»[1182]

 

Yangına .ye'zarara sebebiyet vermesi muhtemel olan ateş, soba, [âmba ve ışıkların söndürülerek yatılması bir tedbirdir ve iktisattır. Buna riayet eden fertlerin içinde yaşadıkları cemiyet selâmet,ve refah yollarından birini

kazanmış bulunur.[1183]

                                                                                    . . .

1225— (331-s.) İbni Ömer (Radiyallahuanhüma) 'dan rivayet edildiği­ne göre, demiştir ki, (babam)  Ömer (Radiyallahuanh)  şöyle buyurdu:

«Ateş bir düşmandır; ondan sakınınız.» İbni Ömer (Abdullah) da yatmazdan önce aile efradının (yaktığı) ateşleri takip eder ve onları söndürürdü.[1184]

 

Ateş, insanların İdare ve kontrolü altında bulundukça şüphesiz ki, men­faati çok büyüktür. Bu takdirde ateş nimetinin kıymeti biçilemez. İster ısıtma vasıtası olsun, ister aydınlatma ve sanayi vasıtası bulunsun, sağladığı fay­dalar hudutsuzdur. Fakat burada düşman sayılması, kontrol dışı kalan ateş­ler itibariyledir. Böyle ateşlere karşı tedbir alınması için zararlarından ötürü düşman sözü ile ateş vasıflanmış bulunmaktadır. En sağlam tedbir de ateşin söndürölmesidir. Bu haber için başka bir kaynak bulunmamıştır.[1185]

 

1226— Rivayet  edildiğine  göre,  İbni  Ömer,  Peygamber (Sallaüahti Aleyhi ve Şellemj'in şöyle buyurduğunu işitmiştir :

«(Gece. yatarken)   Evlerinizde  ateş  bırakmayınız;   çünlkü  o  düşman­dır.»[1186]

 

1124 ve  1125  sayıiı  Hadîs-i  Şeriflere ve açıklamalarına  bakılsın.[1187]

 

1227— Ebû Musa'dan rivayet edildiğine göre, şöyle demiştir : Medi­ne'de bir ev ahalisi ile geceleyin yandı. Bu hâdise Peygamber (Sallallahii hı ve Selimi)'g anlatıldıkta şöyle buyurdu :

«Ateş tsize bir düşmandır.  Yatıp  uyuyacağımız zaman   onu  söndürüp üzerinizden   (zararım)  kaldırınız.»[1188]

 

Daha önce geçen  Hadîs-i Şeriflere ve açıklamalarına bakılsın.[1189]

 

(584) Yağmuru Berekete  Yormak

 

1228— (332-s.)  İbni Abbâs   (Radiyallahu anhüma) 'dan rivayet edildi­ğine göre, yağmur yağdığı zaman kendisi şöyle derdi :

«Ey cariye! Eğerimi çıkar, elbisemi çıkar, hazırla.» Sonra;

«Biz, gökten  mübarek bir su indirdik.» Âyet-i  Kerîmesini okurdu. (Kaf Sûresi, âyet: 9).[1190]

 

Bu haber için başka bir kaynak bulunamadığı gibi, açıklamasına da rastlanamamıştır. Konu, yağmuru hayır ve berekete yormak olduğunu itibar ederek ibni Abbas'ın sözlerinden maksadın şu olduğu söylenebilir': Bitkilerle hayvanların yaşayıp gelişmesine sebep olan yağmur gibi çok. önemli bir nîmet Hicaz Yarımadasına senenin sayılı birkaç gününde düşer. Bu bakımdan yağmura hasret fazladır^, her an özlenir. İşte yağmur belirtisi olduğu zaman İbni Abbas hazretlerinin sevindiği ve çıkıp dolaşmak üzere hizmetçisinden etinin eğeritıİ-ve- elbisesini hazırlamasını istediği ve belki de, bahçesiyle ilgilenmek için çıkmak arzusunu duyduğu sezilmektedir. Bu bereketli anı da, bizzat Allah  kelâmı olan Kâf Sûresinin 9. Âyet-i Kerîmesini okuyarak dile getiriyordu:

«Biz, gökten mübarek bir yağmur indirdik.»[1191]

 

(585) Odaya Kamçı Asmak

 

1229— İbni Abbas (Radiyallahu anh) 'dan rivayet edildiğine göre, Peygamber (SaUüUahü Aleyhi ve Sellem)   odaya kamçı asmayı  emretmiştir.[1192]

 

Aİle Feisine karşı saygılı olmak, aile hayatının düzenini ve huzurunu teş­kil eden esastır. İnsanların yaratılışı icabı bü saygı yalnız iç duygu ile ke­mâle gelmez. Hareketlerin ceza İle ayarlanması ve saygının bu ceza usûlü ile takviyesi gerekir. Güzel ve iyî tavsiyeler yanında, bunlara aykırı davranıldığı zaman ceza usûlünün konması hep ahlâkın korunması içindir. Bunun. için aile fertleri tarafından suç işlendiği zaman bu suçun kırbaçla cezalan dırılacağını bildirir mahiyette aile reisinin odanın bir yerine kırbacını as­ması koruyucu bir tedbirdir.[1193]

 

(586) Geceleyin Kapıyı Kilitlemek

 

1230— Cabir ibni Abdullah'dan rivayet edildiğine göre, demiştir ki: — Peygamber- (SûüaUahü Aleyhi ve Seilem) şöyle buyurdu:

«Gece sükûneti bastırdıktan sonra toplantıdan sakınınız. Çünkü Al­lah Teâlâ, malhlûkatından no dağıtıp yayacağını, sizden hiç biriniz bilemez. Kapıları kilitleyiniz, su kablarını kapayıp bağlayınız, kab-kacağı tersyüz edip örtünüz ve lâmbaları söndürünüz.»[1194]

 

Mühim ve zarurî işler dışında geceleyin bilhassa çocukların evden dışarı çıkıp toplanmalarında ve dolaşmalarında çeşitli zararlar sayılabilir. Hırsız­lık, soygun,' kurt ve kbpek saldırısı gibi haller daha ziyade geceleyin olur. İnsanlar geceleyin etrafı karanlıktan dolayı göremez, fakct bazı hayvanlar gece karanlığında çevreyi gördükleri için dolaşmaya başlarlar. Bunların ne olduğunu İnsanlar bilemez. Bu bakımdan da korunmak lâzım, kapıları kilitleyip evdeki tedbirleri- almak gerekir. Bu hususta bilgi İçin 1221 sayılı Hadîs-'i Şerifin açıklamasına bakılsın.[1195]

 

(587) Gece Karanlığında Çocukları Alıkoymak

 

1231— Cabir'den, Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'in şöyle bu­yurduğu rivayet edilmiştir :

«Gecenin karanlığı, yahut şiddeti geçinceye kadar çocuklarımızı (ev­den çıkmaktan) menediniz. Bu bir zamandır ki, (bu vakitte) şeytanlar dağılıp harekete geçer.»[1196]                                   

 

Bildiğimiz ve bilemediğimiz bazı maddî ve manevî zararlar sebebiyle, bundan önceki Hadîs İ Şerifin mânâsına uygun olarak Özellikle çocukların gece karanlığında dışarı bırakılmamdan tavsiye buyurulmaktadır.[1197]

 

(588) Hayvanları Birbirine Saldırtmak

 

1232— (333-s.) İbni Ömer (Radiyallahu anhüma)}dan rivayet edildiği­ne göre, kendisi hayvanları birbirine saldırtmayı hoş görmezdi.[1198]

 

Hayvanlar da Allah'ın birer yaratığıdır. Bunların zararlıları öldürülür ve insanlara faydalı olanları da merhametle kullanılarak onlardan istifade edilir. Bunun dışında onlara eziyet olacak hareketlerden sakınılır. Hayvan­ları birbirine saldırlıp döğüştürmek, lüzumsuz kovalcyıp incitmek ve hiç bir fayda sağlanamayacak işleri onlara yapmak hoş olan hareketler değildir. Bunlardan kaçınmak ve onları acıtmayıp merhametli davranmak gerekir. Kesilecek hayvanlar bile incitilmeden en kolay şekilde kesilirler. Zaten bir Hadîs-i Şerifte :

«Yeryüzündekilere merhamet ediniz ki, göklere gahib olan Allah da gize merihamet etsin.» buyurulmaktadır.

Zomanımızdaki horoz dövüştürmeleri, deve ve boğa güreşleri hep bu yasak hareketlerdendir. Burada Peygamber (SaUallahii Aleyhi ve Sellem^e ka­dar yükseltilmemiş olan bu haber, Tirmizî ve Ebû Davud tarafın­dan  merfu' olarak tahriç edilmiştir. Aşağıdaki  kaynaklara bakılsın.[1199]

 

(589) Köpeğin Havlaması Ve Eşeğin Anırması

 

1233— Cabir. ibni Abdullah'dan rivayet edildiğine göre, Peygamber (Sallatiahü Aleyh1 ve Selle m) şöyle buyurmuştur:

«Gece sükûnetinden sonra, (evden dışarı) çıkmayı azaltınız. Çünlkü Allah'ın Mr takım yaratıkları vardır ki, onları (bu vakitte) öteye beriye yayar. Kim de köpek havlamasını yahut eşek anırmasını işitirse, koğulmuş bulunan Şeytan'dan Allah'a sığınsın. Zira bu hayvanlar sizin gör­mediğinizi görürler,  hissederler.»[1200]                    

 

Gece lüzumsuz yere dışarı çıkmamak ve bilhassa çocukları dışarı bı­rakmamakla ilgili Hadîs-r Şerifler 1230, 1231 sayılarda geçmişti. Burada ziyade olarak köpek havlaması ile eşek anırmasına karşı takınılacak tavır beyan edilmektedir. Hayvanlarda bazı duygular vardır ki, insanlarda bu ince duygu mevcut değildir, Görme, koku alma, işitme ve hissetme gibi...' İnsanlardan önce bazı tehlikeleri sezebilirler ve bu tehlikelere karşı ses ve hareketleri İle mukabele ederler. Bu bakımdan bir nevi alarm mahiyetinde olan köpek havlaması ile eşek anırması halinde Şeytan şerrinden ve za­rarlı hallerden Allah'a sığınmak gerekir. Bir rivayette de Allah'a siğınma-lar, geceleyin olan havlama ve anırışlar içindir.[1201]

 

1234— Câbir ibni Abdullah'dan rivayet edildiğine göre, Peygamber (ScUclİahü Aleyhi ve Sellem) şöyle buyurmuştur:                 

«Geceleyin köpeklerin havlamalarını yahut eşeklerin anırmalarını İşittiğiniz zaman Allah'a sığınırız. Çünkü onlar, sizin görmediklerinizi gö­rürler. Kapıları kapayınız., kaparken Allah'ın adını anınız, (Besmele getiriniz). Çünkü Şeytan, Besmele getirilerek kapatılan bir kapıyı aç­maz. Çanakları örtünüz, su kablarını bağlayınız (kapaklayınız), (boş) kablarc tersyüz ediniz.»[1202]

 

1233 ve 1221, 1222 sayılı Hadîs-İ. Şeriflere müracaat edilsin.[1203]

 

1235— Ömer ibni Ali ibni Hüseyin, Peygamber (SallaîUkhü Aleyhi ve Sellem)'den rivayet ettiği, gibi, Câbir  de,  Resûlüllah (Salkttâhü Aleyhi  Selîtrn)'in şöyle buyurduğunu işitmiştir :

«Gece, lıashrdiktan (el'ayak çekildikten) sonra sokağa çıkışı azaltınız; çünkü Allah'ın etrafa yaydığı yaratıkları (zararlı mahlûkatı) vardır. Bir de köpeklerin havlamasını yahut eşeklerin anırmasını  (geceleyin)  işitti­ğiniz zaman Şeytan'dan AHah'a. sığınınız.»[1204]

 

1233 sayılı  Hadîs-i Şerife bakılsın.[1205]

 

(590) Horozların Ötüşü İşitilince

 

1236— Ebû Hüreyre'den rivayet edildiğine göre, Resûlüllah (Salİallahü Aleyhi ve Setfem) şöyle buyurdu:

«Geceleyin horozların ötüşünü işittiğiniz zaman, Allah'ın ihsanından (dua ederek) isteyiniz; çünkü bunlar bir melek görmüşlerdir. Geceleyin eşeklerin anırışım işittiğiniz zaman da, Şeytan'm kötülüğünden Allah'a sığınınız;  çünkü onlar bir Şeytan görmüşlerdir.»[1206]

 

Cenab-ı' Hak horozlarda bir özellik yaratmıştır. Gecenin muayyen saa­tinde ve gündüzün belirli vaktinde öterler. Bunu 6a gecelerin uzamasına ve kısalmasına göre ayarlarlar. Hele bazı horozların ölüşü hiç şaşmaz. Bu ötüşler manevî bir tesirin, bir Melek'in gözükmesiyle meydana geldiği için bu anda edilecek dualara melek de âmîn der ve böylece onun âmîn demeşine uygun düşecek dualar da makbul clur. Onun İçin horoz Ötüşü İşi-tüdİği zaman Allah Tealâ'nın geniş hazinelerinden ve bol rahmetinden iste­meyi Peygamber'İmiz bize tavsiye buyurmaktadır. Eşekler de geceleyin za­rarlı varlıklar görmeleri sebebiyle anırdıklarından, onların kötülüğünden Allah'a sığınmak gerekir.

Ayrıca horozlarda şu vasıflar vardır kİ, bunlar insanlarda mevcuttur : Güzel ses, cömertlik; öyle ki, kendisi yemeyip etrafındaki tavuklara yedi­recek kadar... Eşini kıskanmak, erken kalkıp davranmak ve idareci durum­da olmak gibi.[1207]

 

(591) Pireye Sövmeyiniz

 

1237— Enes ibni Malik'den rivayet edildiğine göre, bir adam Pey­gamber (Sattaliahü Aleyhi ve Sellem)'\n yanında pireye lanet etti. Bunun üzerine Peygamber şöyle buyurdu :

«Ona lanet etme; çünkü o, Peygamberlerden bir Peygamberi namaz için uykudan uyandırdı.»[1208]

 

Bu Hadîs-i Şerif Kütüb-İ Sitîe'de yoktur. Ceylânı nin kaydına göre bunu, Bezzar, Taberânî ve Ebû Ya'lâ tahriç etmişlerdir. Esasen hayvanların htç birine lanet edilmemesi, onlara sövülmemesi gerekir. Bil­hassa ibâdetlerin en önemlisi olan namaz İçin insanı uyandırmaya sebep olan ve hayırlı bir işe delâlet eden pireye kötü söylemek edebe aykırı dü­şer. Bu şekilde hareket etmek, hiç bir zoman onlarla mücadele etmemeyi gerektirmez. Diğer zararlı haşarat gibi öldürülür ve yok edilirler. Fakat lüzumsuz ve edeb dışı söz harcamanın bir mânası yoktur.[1209]

 

(592) Gün Ortası

 

1238— (334-s.) Ömer (Radiyatiahu anh) 'dan rivayet edildiğine göre, şöyle demiştir:

«Çok defa İbni Mes'ud Hazretlerinin kapısı Önünde Kureyş kabilesin­den erkekler otururdu. Gölge döndüğü zaman (zeval vaktinde) derdi ki:

  Kalkın (kuşluk uykusuna yatın); geri kalan Şeytan içindir, (onun için geri kalmış demektir). Sonra her karşılaştığı kimseyi kaldırırdı. Hz. Ömer devamla dedi ki: Biz bu şekilde iken, o esnada şöyle dendi:

  Bu (adam), Hashas Oğullarının azadlısıdır, şiir söylüyor. Bunun üzerine İbni Mes'ud onu çağırıp :

«Nasıl söyledin?» dedi.

Buna karşı (Sühayra adındaki o adam şu şiiri) okudu :

Erkenden hazırlanıp  yola çıkacaksan, veda et Süleymâ'ya. Saç aklığı ve İslâm dini, kötüjüğe engel yeter insancı... İbni Mes'ud : «Yeter! Doğru söyledin, doğru söyledin.» dedi.[1210]

 

Güneşin yükselip de gölgenin yön değişeceği gün ortasına Arab dilinde «Kaile = denir. Buna zeval vakti de denir. Günün en sıcak zamanı bu vakit civarında olur. Daha ziyade yaz mevsimlerinde ve sıcak bölge-Jerde güneşin zararından korunmak için hareket etmemek ve yatıp uyumak en güzel bir korunma ve dinlenme çaresİdir. Gündüz yorgunluğunu giderip uykusunu alan ;kimse, gece usanmadan ibâdet edebilir. Dinçlikle ve istekle gece ibâdetinde bulunmanın manevî değeri de daha büyük olur. Böylece bedenin hem sağlığı korunmuş, hem de manevî gıdası alınmış sayılır. Ya­zın sıcak günlerinde öğle namazını geciktirmek müstahab olduğundan, öğle namazından önce veya vakit girdikten sonra, uyku uyumada beis yoktur. Bu uyku, namaz vakti gözetilerek mevsimlere göre, öğleden önce veya öğ­leden sonra iş durumları ve zamanlan müsait olanlar tarafından yerine getirilir. Buna Türkçemizde Kuşluk uykusu denilir.[1211]

 

1239— (335-s.) Sâib ibni Yezîd anlatmıştır. Ömer gün ortasında, yahut ona.'yakın bize uğradı da, şöyle buyururdu:

«Kalkınız da, kuşluk uykusuna yatın. Artık geri kalan Şeytan için (geri)  kalmıştır.»[1212]

 

Bundan önceki  habere ve açıklamasına bakılsın.[1213]

 

1240— (336-s.) Enes (Radiyallahu anh) 'den rivayet ettiğine göre, şöyle demiştir:

«(Ashab) toplanırlardı, sonra kuşluk uykusu uyurlardı.»[1214]

 

1238 ve 1239 sayılara müracaat edilsin.[1215]

 

1241— Enea  (Radiyatlohuanh) demiştir:

— Şarap haram kılmdığr zamanda, Medine halkı için, kuru hurma ile koruk hurmadan yapılmış içkiden daha hcşu yoktu. Ben de, Resûlüllah (Sallaliahü Aleyhi ve Seltem) 'in ashabından bazıları, Ebü Talha'nın evinde bulunurlarken onlara şarap sunuyordum. Bir adam uğrayıp, dedi ki:

  Şarap haram kılındı, Ashab :

  Ne zaman? Yahut: Dur bakaiım (araştıralım), demediler.

  Ya Enes! Şarabı dök, dediler. Sonra ashab, serinleninceye ve yi-kanmeaya kadar Ümmü Süleym'in evinde kuşluk uykusuna yattılar. Son­ra Ümmü Süleym onlara koku sürdü. Ondan sonra da onlar Peygamber (Sallaliahü Aleyhi ve Sellem)'e gittiler ki, haber adamın dediği gibidir. Enes demiştir ki:

  Artık bundan sonra ashab bir daha şarabı tatmadılar.[1216]

 

Kuşluk uykusu münasebetiyle getirilen bu Hadîs-İ Şerif, aynı zamanda Ashabti Kiram'ın hakka tereddütsüz olarak testim oluşlarına ve birbirlerine oten güven ve bağlılığın yüksek derecesine açık bir örnektir. ŞÖyie ki :

1— Öteden beri alışkın oldukları ve en hoş gördükleri bir içkiyi kulla­nırken yasak emrinin gelmesi .üzerine onu hemen kabul edip, içkiyi bir daha kullanmamak suretiyle terk etmeleri, hakka bağlanışın en sağlam örneğidir.

2— Ortada herhangi bir yasaktık belirtisi olmaksızın tek bir arkadaşın haber vermesi üzerine, o haberin doğruluğunu araştırmaya ve beklemeye lüzum göstermeksizin hemen içilmekte olan içkinin dökülmesinde, ashabın arkadaşlarına ne kadar büyük güven ve sadakat taşıdıkları yaşantısı vardır.

3— Ashab, önce içmekte oldukları içkiyi hemen terketmekle Allah'a ve Peygambere karşı vazifelerini yerine getirmişler, sonra Peygamber (SaHallahü Aleyhi ve Sellem) m huzuruna çıkmışlardır. Bu da, onların üzerlerine düşen vazifeyi ne derece ciddî bir şekilde yerine getirmiş bulunduklarını göster­mektedir.

ümmü Süieym,- Enes Hazretlerinin annesidir ve Ebû Talha da, E n e s 'in babalığıdır. Enesin asıl babası Malık olup, İslâm'ı ka­bul etmeden önce ölmüştü. Ümmü Süieym daha sonra Ebû Talha ile nikahlandı, ümmü Süieym ve Ebû Talha'nın hal tercemele-rine dair bilgi için 149 ve 164 sayılı Hadîs-i Şeriflerin açıklamalarına mü­racaat edilsin.

Bu Hadîs-i Şerif münasebetiyle de Ashab-ı Kiramın kuşluk uykusuna yatmış oldukları öğrenilmektedir.[1217]

 

(593) Gündüzün Sonunda Uyku

 

1242— (337-s.) Havvât ibni Cübeyr'den rivayet edildiğine göre, şöy­le demiştir:

— Gündüzün evvelinde uyumak dalgınlıktır, ortasında (uyumak) edebdir, sonunda ise ahmaklıktır.[1218]

 

Beden sağlığı bakımından ve İş görme imkânları bakımından uyku için en uygun zaman, Hadîs-i Şeriflerde varid olduğu gibi, kuşluk uykusudur. Bu vaktin dışına giren gündüzün başında veya akşama yakın bir zamanda uyku uyumak faydalı değildir. Bu haber İçin başka bir kaynak bulunama­mıştır.[1219]

 

(594) Ziyafet

 

1243— (338-s.) Meymûn'dan (İbni Mihran kasdediliyor) İşitÜdiğine göre, demiştir ki, Nafi' hazretlerine sordum:

İbni Ömer ziyafet için davette bulunur muydu? Nafi' dedi ki:

  Ancak bir defa onun bir devesinin bacağı kırıldı da, onu biz bo­ğazladık. Sonra (İbni Ömer) şöyle dedi:

Medîne halkını bana topla. Nafi' demiştir ki :

  Ben: Ey Ebû Abdurrahman  (İbni Ömer), hangi şeye  (çağırıyor­sun)? Bizde ekmek yoktur, dedim. Bunun üzerine şöyle dedi :

«Allah'ım, sanadır hamd... Bu kemikli et. Bu da çorba —yahut bu çorba, bu da et—. İsteyen yer, isteyen de gider.»[1220]

 

Nikâh ve sünnet düğünleri gibi maksatlar dışında verilen ziyafetlere Arapçada «Me'dübe» denilir. Sırf dostlar ve fakirler yemek yesin diye zi­yafet çekilmesinde dinî bîr beîs bulunmadığına bu haber delildir, islâm adabından olcn güzel bir âdettir. Ancak ziyafetlerde israfa meydan veril­memeli, yasak olan şeyler işlenmemelidir. Ziyafetlerde açın karnını doyur­mak ve kardeşler arasında sevgi bağlarını, kuvvetlendirmek gibi güzel has­letler vardtr. Bu haber İçin başka bir kaynak bulunamamıştır.[1221]

 

(595) Çocukların Sünneti

 

1244— Ebû Hüreyre (Radiyatkshıtanh} 'dan rivayet edildiğine göre, Peygamber (SallalUıhü Aleyhi ve Selicm) şöyle buyurdu:

«İbrahim f'Sulıollahü Aleyhi ve Sellem) seksen yıldan sonra sünnet oJdu ve Kadûm'da   kendini 'sünnet etti.»

(Ebû Abdullah demiştir ki, «Kadûm» sözü ile bir yer kasdediliyor.)[1222]

 

Çocukların sünnet ediime işine Arapçada «Hitan» denilir. Erkeklerin avretlerinde doğuşta görülen sarkık deri fazlalığıdır ki, bunu kesip giderme ameliyesine verüen addır. Hem temizlik, hem de cinsiyet bakımından sün­netin faydalı cihetleri vardır. Hz. İbrahim Peygambevf Aleyhimüsselâm) dan itibaren uygulanan peygamberler sünnetidir. Bunun sünnet'den daha kuvvetLi vacib bir iş olduğuna kâi! olan âlimler vardır. Hıristiyanlar bida­yette bu sünnete riayef etmişlerse de, sonraki tahrifler yüzünden bunu terketmişlerdİr.

Çocuğun doğum gününden yedi gün sonra sünnet etmek müstehabdır. Bu günden sonraya bırakılırsa, kırkıncı günde yapılır. Bir kısım âlimler de çocuğun temyiz çağı olan yedi yaşında sünnet edilmesini müstehab görmüş­lerdir. En doğrusu, çocuğun anlamadığı küçük bir yaşta onu sünnet etmek­tir. Deri ince ve gelişme durumunda olduğu için kolay olur ve yara çabuk İyileşir. Çocuk da bu ameliyeden bir korku çekmiş olmaz. Geciktirilen bir sünnet, artık bulûğ çağında vacİb olur.

Hz. İbrahim (Aleyhisse\âm) 80 yaşında sünnet olması, İlâhî bir vahyin bu yıla kadar gecikmiş olması hikmetine bağlanabilir.. Hadîs-İ Şe­rifte  geçen «Kadûm»  kelimesine  hadîs  âlimleri   iki   mânâ  vermektedirler.

Bunlardan biri, metinde tercüme edildiği gibi, «.Kadûm» bir yerin ve mahal­lîn adıdır. O yerde sünnet olmuştur. Diğeri de «Kadûm» balta veya kesere benzer bir âletin İsmidir. O takdirde, bu âletle sünnet olmuştur, demektir.[1223]

 

(596) Kadının Sünneti

 

1245— (339-s.) Ümmü'l-Muhacir anlatarak şöyle demiştir :

— Rûm cariyeleri arasında esir edildim de, Hz. Osman   (FLadiyallahu anh)   İslâm'ı bize arz "tti. İçimizden benden ve diğer bir hanımdan baş­kası müslüman olmadı. Bunun üzerine Hz. Osman şöyle buyurdu : «Götürünüz de bu ikisini sünneti ediniz ve bunları temizleyiniz.»[1224]

 

Rivayet edilen bir Hadîs-i Şerifte :

«Erkeklerin sünnet edilişi bir sünnettir. Kadınlar İçin ise bir iyilik sebebidir.»

"Buyurulduğuna göre, sünnetin kadınlarda uygulanması erkekler gibi önemli değildir. Bazı bölgeler ve bazı bünyeler İçin uygulanması, İyİlİk se­bebi olur. Her yere ve her bünyeye tatbiki gerekmez. Ancak kadınlar için de sünnetin bahis konusu olduğuna bu^haber delil olmaktadır. Bu haber İçin başka bir kaynak bulunamamıştır. Haberi anlatan Ümmü'l-Mu­hacir künyesindeki hanım Rûm asdlı olup, adı Ukayle'dİr, Savaşta esir alındıktan sonra müslüman olmuş ve Hz. Osman'ın hizmetinde bu­lunmuştur.[1225]

 

(597) Sünnete Davet

 

1246— (340-s.)  Salim haber verip, şöyle demiştir: — (Abdullah) îbni Ömer beni ve Nuaym'ı sünnet etti de bizim üze­rimize (düğün ziyafeti için)  bir koç kesti. Bizden dolayı hayvan kesildi­ğinden, bunun  için çocuklara  karşı neş'elendiğimizi gerçekten  kendimiz de hissediyorduk.[1226]

 

Sünnet düğünleri yaparak ziyafet vermenin islâm âdet ve edeblerinden biri olduğuna bu haber örnek teşkil etmektedir. Her işte olduğu gibi, bureda da İsraftan ve diğer haram İşlerden kaçınmış olmak şarttır. Bu haber İçİn başka bir kaynak bulunamamıştır.[1227]

 

(598) Sünnette Eğlence

 

1247— (341-s.) Ümmü Alkame haber vermiştir ki, Hz. Âişe'nin erkek kardeşinin kızları sünnet edildiler de, Hz. Âişe'ye şöyle söylendi :

  Bu çocukları eğlendirecek bir kimseyi çağırsak? Hz. Âişe :

  Evet, dedi de Adiyy'e haber gönderdi. Adiyy de çocuklara gitti. Sonra Âişe   (Radiyalİahuanha) eve uğradı da, adamı şarkı söyleyip, neş'e-den başını sallıyor gördü. — Adam çok şiir biliyordu. — Bunun üzerine Âişe :

  Öf, bu bir Şeytan! Çıkarın onu, çıkarın onu, dedi.[1228]

 

Tİrmizî, ibni Mace ve Ebû Davud hazretlerinin Cihad bahsinde tahriç ettikleri Hadîs-İ Şerifin son kısmında şöyle buyurulmaktadır:

«Müslüman kişinin her eğlendiği gev bâtıldır; ajıcak şunlar bundan müstesnadır: Oltu ile atış yapması (silâh kullanma taliminde bulunması), atına (veya harp vasıtalarına) hareket ve çeviklik öğretmesi, hanımı ile eğlenip oynaşması. Çünkü bunlar, hak olan şeylerdendirler.»

Bu Hadîs-İ Şerifin açıklamasında deniliyor ki, dinî ve ilmî bir fayda kazandırmayan, üstelik insanı önemli görevlerinden alıkoyan ve boşuna zaman harcanmasına sebep olan eğlence ve oyunların hepsi bâtıldır. Bu oyunlar zararlarına göre de haram veya mekruh olurlar. Hz. Âişe 'nin de tutumu gösteriyor ki, çocukları eğlendirmek için eğlence tertip etmekte esa­sen sakınca yoksa da, bu eğlencenin yapılış şeklinde aşırılık ve münasebet­sizlik görülmesi halinde bunda hayır yoktur. Nitekim gördüğü manzaraya hoşlanmadığından bu eğlenceye son vermiştir. (Tîrmizî : Kitabu'l-Cihad, Ha­dîs : 1637 ye; İbni Mace: Kitabuİ-Cihad, Hadîs: 2811 ve; Ebû Davud: Kitabu'l-Cihad, Hadîs : 2513)

Metindeki haber için başka bir kaynak .bulunamamıştır.[1229]

 

(599) Zimmet Ehlinin Öavet Etmesi

 

1248— (342-s.) Hazreti Ömer (Radîyaltohu anhi'in azadlısı Eslem'den rivayet edildiğine göre. şöyle demiştir :  

  Biz,  Ömer  ibni'l-Hattab  ile  Şam'a  vardığımız  zaman   köy  ağası (Zımmî)  ona, gelip dedi ki :

  Ey Mü'minierin Emîri! Ben sana yemek hazırladım; istiyorum ki, seninle beraber olan seçkin kimseler bana gelsin. Çünkü bu, işim hak­kında benim için daha kuvvetlidir ve benim için daha şereflidir.

Hz, Ömer şöyle buyurdu.:

«Bjz, içinde suretler  (putlar)  bulunan şu kiliselerinize giremeyiz.»[1230]

 

İslâm idaresi altında kalıp yaşamağa razı olan gayr-i müslİmlere «Zım­mî — Zimmet ehli» denir. İslâm devletine bir vergi Ödemek mecburiyetine girip, bu zimmete katlandıklarından onlara bu ad verilmiştir..

Şam, orta şarkta ve daha ziyade Suriye bölgesinde geniş bir sahanın adı ise de, bugün hükümet merkezi olan şehrin adı olarak kullanılmaktadır. Dihkan da köy reislerine verilen bir addır kİ, burada köy ağası diye ter-ceme edilmiştir. Hz. Ömer zamanında bütün Şam ve Filistin bölgeleri fethedilip, islâm idaresi altına girdikten sonra, halifenin karşısına çıkan bir zimmet ehlinin daveti burada bahis konusu olmuştur. Esasta gayr-i müslimlerin yemekleri yenir. Zira; Cenab-ı Hqk,onların yemeklerini yemek hak­kında şöyle buyuruyor :

«Kendilerine kitap verilenlerin (Yahudi Ve Hıristiyanların) yemeği size helâldir ve sizin yemeğiniz de onlara helâldir.» (Mâide Sûresi, âyet: 5)

Bu hüküm karşısında Hz. Ömer'in tutumu şundan ileri gelmektedir: Görülüyor ki, yemek reddedilmemekte olup, içinde putlar ve şekiller bulu­nan kiliseye girmek mahzurlu bulunmaktadır. Bundan da ziyafetin kilisede tertip edilmiş olduğu anlaşılmaktadır. Yoksa İslâm'ın haram kıldığı yiye­cek maddeleri dışında olan yemeklerini yemek caizdir. Bu haber için baş­ka bir kaynak bulunamamıştır.[1231]

 

(600) Cariyelerin Sünneti

 

1249— (343-s.)  Ümmü'l-Muhacir anlatarak şöyle demişti)' :

Rûm'lardan ibaret cariyelerle ben de esir edildim de, Hazreti Osman (RadİyaUahu anh) bize İslâm'ı arzetti. İçimizden benden ve diğer bir ha­nımdan başkası müslüman olmadı. Bunun üzerine Hazreti Osman şöyle buyurdu:

«Bu ikisini sünnet ediniz ve bunları temizleyiniz.»

Ben de, Hazreti Osman'a hizmet eder oldum.[1232]

 

Cariye, köle olan hanımlara deniür. Sünnet hususunda hür ve köle olan hanımlar arasında bir fark olmadığına İşaret edilmektedir. Zira mutlak ola­rak bu Hadîs-i Şerifin zikri 1245 sayıda geçmiştir. Oraya müracaat edilsin.[1233]

 

(601) Büyükler İçin Sünnet

 

1250— (343-s.) Ebû Hüreyre'den. rivayet edildiğine göre, şöyle de­miştir :

«Hazreti İbrahim (Aİeyhteseîâm) yüz yirmi yaşında iken sünnet oldu. Bundan sonra da seksen yû yaşadı.»

Sa'îd (ibni Müseyyeb) demiştir ki; Hazreti İbrahim ilk sünnet olan­dır, ilk müsafir konuklayandır, ilk bıyık kısaltandır, ilk tırnak kesendir ve ilk saçı ağarandır. Bu saç ağarması üzerine de :

«Ey Uabbim, bu nedir?» dedi. (Allah) buyurdu ki:

«Bu vakardır  (olgunluktur).» Hazreti İbrahim de :

«Ey Rabbim, bana vakar ziyâde et» dedi.[1234]

 

Ihtilâm haline ulaşan erkeğe baliğ denir. Böyle bulûğ çağına yetişen­lere de, çocukluk devresini aştıklarından «büyük» denir. İşte sünnet olmak yajniz çocuklara mahsus değildir. Çocukluk çağını geçirmiş olsalar bile, erkeklerin yetişkin hallerinde sünnet olmaları gereklidir, hatta vacib merte­besinde olduğunu söyleyen âlimler vardır. Hadîs-i Şerîf bize bu görevi öğ­retmekte ve bu arada da Hz. İ b r a h i m 'İn faziletlerinden bir kısmını ifa­de etmektedir. Ihtİlâm suretiyle bulûğ çağına ermeyenler için 15 yaş hük-meye engel olurlar, çirkin ve iğrenç manzara arzederler. Bu zararları gi-yılırlar. Kadınlar İçin de hüküm böyledir. Yâni; âdet ve ihtilâm görmeyen 15 yaşındakiler büyük hükmündedirler

(Bu haber için de başka bir kaynak bulunamamıştır.).[1235]

 

1251— (345-s.) Hazreti Hasan'm şöyle dediği işitilmiştir:

— Bu adamın (yâni; Malik ibni'l-Miinzir'in) işine şaşmaz mısınız? İslâm'ı kabul eden Kesker halkından ihtiyarlan kasdedip onları teftiş etti de onlara emretti; onlar da sünnet oldular. Bu kış mevsiminde... Ha­ber aldığıma göre, bunlardan ;.bir kısmı öldü. Halbuki Resulü İlah ( Aleyhi ve SeHem) ile Rûm ve Habeş asıllı olanlar müslüman oldular da bunlar, hiç bir şey için teftiş edilmediler.[1236]

 

İslâm'ı kcbu! eden yaşlıların sağlık durumları müsait olmadığı takdirde onları sünnet edilmeye zorlama olmaması gerektiğini bu haber beyan et­mektedir.. Mevsim ve sağlık, durumları göz önüne alınarak ihtiyarlar İçin emin yolu tercih etmek gerekir. Ayrıca insanların hallerini araştırıp onları zorlamak doğru değildir. Kesker, Basra ile Küfe arasında bîr kasabadır. İs­lâm'ı kabul eden buradaki yaşlı halka, Malik i b n i ' I - M ü n z i r 'İn uy­guladığı iş. anlalrlmakfcdır.

(Bu haber için yine başka bir kaynak-bulunamamıştır.).[1237]

 

1252— (346-s.) İbni Şihab'dan rivayet'edildiğine göre, şöyle demiştir: Bir erkek İslâm'ı kabul ettiği zaman, büyük olsa bile, sünnet olmakla emrolunurdu.[1238]   

 

1244, 1250 ve 1251  sayılı Hadîs-i Şeriflere bakılsın.[1239]

 

(602) Doğumda Davet

 

1253— (347-s.) Akkâ'h Bilâl ibni Kâ'b'dan rivayet edildiğine göre, şöyle anlatmıştır:

— Biz, Yahya ibni Hassan'ı (El-Bekrî El-Filistinî'yi) köyünde ziyaret ettik. Ben, îbrahîm ibni Edhem, Abdülâziz ibni Kureyr ve Musa ibni Ye-sar beraberdik, (Yahya) bize yemek getirdi de, Musa oruçlu olduğu için yemedi. Bunun üzerine (kendisini ziyarete gittiğimiz) Yahya şöyle dedi :

«Peygamber (Sallallahü. Aleyhi ve Selîeın)'in ashabından ve Kinâne Oğul­larından Ebû Kursafe künyeli bir adam bize bu mescidde kırk yıl imam­lık yaptı ki, o bir gün oruç tutuyordu, bir gün iftar ediyordu. Babamın bir erkek çocuğu doğdu da, onu (Ebu Kursafe'yi) oruç tutmuş olduğu günde davet etti. O da iftar etti.» Bunun üzerine İbrahim kalkıp cüb-besi ile Musa'yı sürttü. Musa da oruçlu iken iftar etti.

(Ebû Abdullah demiştir ki, Ebû Kursafe'ııin ismi Cendere İbni Hayşene'dir.).[1240]

 

Ashab ve-Tabiînden ibaret çoğunluğun görüşüne göre, icabet edilmesi gerekli olan ziyafetler 8 kısımdır :

1— Sünnet düğünleri için verilen ziyafetler : Böyle bir iş için davet vaki' oİduğu zaman, davete gitmek (İcabet etmek) gerekir. Bundan sonra sayılacak olan ziyafet çeşitleri de aynı hükmü taşırlar.

2— Çocuk doğduğu zaman, Akîka kurbanı kesmek ve etini ziyafet suretiyle müsafirlere ikram etmek veya çiğ olarak dağıtmak.

3— Selâmetle doğumdan kurtulan kadın için verilen ziyafet.

4— Müscfİr ge:işinden dolayı verilen zjyafet.

5— Yeni bir eve sahip olmaktan dolayı verilen ziyafeh

6— Keder ve musibet İçin verilen ziyafet.

7— Sebepsiz olarak verilen ziyafet.

8— Evlenme ve düğün sebebiyle verilen ziyafet.

İşte Filistinli Yahya'nın anlattiğı hâdisede doğum dölayısiyle ziya­fet verildiği anlaşılmakta ve böyle bir ziyafete nafile oruç tutmakta olan kimse İcabet ettiği zaman, orucunu bozabileceği de İfade edilmektedir. Ancak bozulan orucun kaza edilmesi vacib olur.

Yahya ibni Hassan, Kudüs halkından yaşlı bir âlim olup, İsa­betli ve İyi görüşlü bir kimse idi.

İbrahim ibni E d h e m de, Belh'de doğan, zühd ve takvası ile şöhret bulan ve İnsanlara öğüt veren söz ve hareketlerin sahibidir. 261 yı­lında Şam'da vefat ettiği söylenir. Allah'ın rahmeti  üzerlerine olsun...

Ebû   Kursa (e   kimdir? :

Ashab-ı Kiramdan olup, adı Cendere İbni Hayşene veya H ab e ş i yy e 'dir. Kî nane kabilesine bağlıdır, Filistin yahut Tihame'de İkâ­met etmiştir. Müslüman oluşunu şöyle anlatır :

«— Ben annemle teyzem arasında büyüyen bîr yetim İdim. Teyzeme daha çok meylim vardı. Koyun-kuzu çobanlığı ederdim. Çok kerre teyzem bana derdi ki :                                                               .

— Bu adama Peygamber (Sallailahü Aleyhi ve Sellem) *& uğrama, seni yoldan çıkarır ve azdırır. Ben de çıkar meraya giderdim ve koyunlarımı bırakıp, sonra Peygamber (Sallaüahü Aleyhi ve Sellem)'e giderdim ve yanın­da dururdum. Sözlerini dinlerdim. Sonra akşama doğru koyunların meme­leri kuru ve boş olduğu halde onlarla eve dönerdim. Teyzem derdi ki :

—Senîn bu koyunlarına ne oldu, memeleri kuru? Ben de : Bilmiyorum, derdim.

Bir gün Peygamber   (Saüaüâhü Aleyhi ve Selem)m   şöyle   buyurduğunu

işittim :

«Hicret ediniz ve İslâm'a sanlıma. Çünkü cihad devanı ettikçe hicret kesilmez."

Böylece müslüman olup, Peygamberle musafaha edinceye kadar ya­nına giderek kendisinden dinledim. Nihayet teyzemin bana olan emrini ve koyunlarımın halini Hz. Peygamber'e: şikâyet ettim. Bunun üzerine Peygam­ber   (Sallattahü A ieyhi ve Sellem):

«Bana koyunları getir.» dedi.

Ben de onları Peygambere getirdim. P&ygamber de koyunların sırtla­rını ve memelerini sıvadı ve bereketli olmalarına dua etti. Bundan sonra koyunlar süt ve yağb doiduLar, Koyunlaria teyzeme döndüğüm zaman, tey­zem bana :

— Yavrum, işte koyunları  böyle otar, dedi.  Ben dedim  ki :

  Teyzecİğim, ben  her gün  otardığım  şekilde  otardım.  Ancak sana haber   vereyim :   Ben   Peygamber   (Salialiahü Aleyhi ve Sellem) e   gittim   ve m üs I uman oldum. Böylece Peygamberin ahlakını ve sözlerini teyzeme an­lattım. Sonunda annem ve teyzem dediler ki :

  Bizi Peygambere götür. Hemen ben, annem ve teyzem gittik. Onlar müslüman oldular ve Peygamber   (Salialiahü Aleyhi ve Sellem) 'e bîat ettiler.

Yaşı ve ölüm tarihi hakkında bilgiye rasrnamamıştır.[1241]

 

(603) Çocuğun Damacına Mama Çalmak

 

1254— Enes (Radiyalhhuanh)'den rivayet edildiğine göre; şöyle an­latmıştır :

— (Babalığım) Ebû Talha'mn oğlu (ve benim anadan kardeşim) Ab­dullah'ı doğduğu gün, Peygamber (Salialiahü Aleyhi ve Sellem)''e götürdüm. Peygamber bir abâ (elbisesi) içinde kendisine ait bir deveyi katranlıyor­du. Peygamber (bana) sordu :

«Yanında hurma vür mı?» Ben :

Evet, dedim ve ona birkaç hurma verdim. Peygamber de onları çiğ­nedi, sonra çocuğun ağzını açtı ve onları ağzına çaldı. Çocuk da diliyle ta-danmaya başladı. Bunun üzerine Peygamber (Salialiahü Aleyhi ve Sellem) :

«Hurma, Ensar'm sevdiği şeydir.» buyurdu ve çocuğa Abdullah İsmini verdi.[1242]

 

Yeni doğan çocuğun damağına,, sağlık ve bereket dileği ile hurma ve ona benzer tatlı şey çiğneyip çalmaya «Tahnîfc =» denir. Bunun ya* pilışındaki maksat, çocuğa gıda vermek değildir. Maddî olmaktan ziyade manevî bir hikmeti vardır. Bu arada da çocuğa ad verilir. Bu hususta daha değişik  Hadîs-i  Şerifler varid olmuştur.[1243]

 

(604) Doğum Zamanında Dua

 

1255— (348-s.) Muaviye ibni Kurre'nin şöyle dediği işitilmiştir:

   Benim   (çocuğum)   İyas doğunca, Peygamber   (Salialîahü Aleyhi ve Sellein)"m ashabından birkaç kişiyi davet ettim de, onlara yemek ikram ettim. Onlar da dua ettiler. Ben dedim ki:

  Siz dua ettiniz, Allah sizin duanıza bereket versin. Şimdi ben bir dua edeceğim, siz amîn deyiniz. Yine Muaviye anlattı:

  Pen çocuğa aklı ve dini hususunda ve bu gibi çok dua ettim. Yine dedi ki:

  Ben, o günün duasını çocuk hakkında arayıp bilmeye bakıyorum.[1244]

 

Yeni doğan çocuklar için ziyafet verildiği gibi, bu ziyafet münasebetiyle de çocuk hakkında hayır duada bulunmak yine İslâm edebine uygun bir harekettir. Gerek baba ve gerekse müsafirler çocuğa duada bulunurlar. Bu haber için başka bir kaynak bulunamamıştır.[1245]

 

(605) Çocuk Kusursuz Olunca,  Erkek Veya Kız  Olduğuna Bakılmaksızın Doğum Vaktinde Allah'a Hamd Eden Kimse

 

1256— (34Ö-s.) Kesir ibni Ubeyd'in şöyle dediği işitil mistir : Hazreti Âige (EtâdiyetUahü tmha) kendilerinde (yâni: akrabaları içinde) bir çocuk doğduğu zaman, erkek mi, kız rm? sormazdı. Kusursuz yaratıldı mı? der­di. Kendisine :

— Evet, dendiği zaman, ELHAMDÜ LİLLÂHİ KABBİLÂLEMİN = Hamd alemlerin Rabbine mahsustur, derdi.[1246]

 

Doğan çocuk hakkında önemliolan noksansız ve kusursuz olarak dün-1 yayo( gelişidir. Sırf erkeklik veya dişilik istenilmesi gereken bir husus değil­dir, frkeklerde de hayır umulur, kadınlarda da hayır umulur. Erkekler için­de kötü de çıkabilir, kadınlar içinde de kötü çıkabilir. Mutlak erkeklik veya mutlak dişilik iyilik sebebi veya hayır alâmeti olamaz. Mühim oian çocuğun kusursuz olarak dünyaya gelmesidir. Böyle noksansız ve ayıpsız olarck ço­cuğu yaratan Allah'a do, verdiği bu büyük nimete karşılık hamd etmek in­sanın kulluk vazifesidir. Bu hcber için yine başka bir kaynak bulunamadı.[1247]

(606) Kasıkları  Tıraş Etmek

 

1257— Ebû  Hürcyre (Radiyaîtahu anh) 'den  rivayet  edildiğine  göre. demiştir ki, Resûlüllah {Sallallahü Aleyhi ve Seilem) şöyle buyurdu; «Beş şey. Peygamberlerin seçtiği eski sünnettendir :

1— Bıyık kısaltmak,

2— Tırnaklan kesmek,

3— Kasıkları  tıraş etmek,

4— Koltuk altlarını  yolmak,

5— Misvak kullanmak.»[1248]

 

Fıtratın mânâsı, yaratılış, hal, heyettir. İnsanın yaratılışında mevcut bu­lunan selim bir akıl, Had.fs-i Şerifle geçen 5 şeyin lüzumunu kabul eder ve onları benimser diye bu «Fıtrat» kelimesi geruş mânâ İle açıklanmaktadır. Daha önceden beri geçmiş peygamberlerin bunlar birer sünneti olarak da İzah ediliyor. Bu 5 şeyi ayrı ayrı ele alalım :

Bıyıktan kssaEtmak : Bıyıklar üst dudakta büyüyüp ağızo doğru sarktığı İçin ağzı kaparlar, yemeğe ve İçmeğe engel olurlar. İçilecek suyun veya yenecek yemeğin içine sarkmaları, hem temizliğe aykırıdır, hem de iğrenç ve tiksindiricidir. İslâm'da temizlik ve karşılıklı sevgi esas olduğurra~göre, bunu zedeleyecek her hareketten kaçınmak şarttır. Onun için bıyıklar kısal­tılır ve dudak kırmızılığına taşmayacak şekilde terbiye edilirler. Bunu da yapamayanların bıyıklarını traş etmeleri daha doğrudur. Çünkü Imam-ı Azam Ebû Hanife mezhebinde bıyıklan traş etmek de sünnetten sayı­lır. Asıl sünnet sakalların uzatılmasıdır. Zira; Peygamber (Salhliafıü Aleyhi ve Seilem) müteaddit Hodîs-i Şeriflerinde:

«Bıyıkları kısaltınız, sakalları bırakınız   (uzatınız).»

Buyurmuştur. Sakal ancak sünnet miktarı olan bir kabza miktarını ge­çerse, o zaman kısaltılır. Traş edilmesi bahis konusu değildir. Sakal traşını bir kısım âlimler Karam ve bir kısmı da tahrİmen mekruh saymışlardır. Buna da delil, Hz. Peygamber'irj :

«Sakalian uzatınız» emridir. Bir de ashab içinde sakal traş edenin bulunmayışıdır. Sal<al  traş ettiklerine dair bir rivayete  rastlanmamaktadır.

Tırnaklan Kesmek : E! ve ayak tırnakları uzadığı zaman parmak uç­ları arasına yabancı ve pîs maddelerin girmesine zemin hazırlarlar, İş gör­meye engel olurlar, çirkin ve iğrenç manzara arzeedrler. Bu zararları gi­dermek İçİn haftada veya onbeş günde bir kesilip tırnakların-temizlenmesi gerekir. Peygamber (Saltailahü Aleyhi ve SeHem)f\r\ cuma günleri namaza çıkmadan önce bıyıklarını kısalttıkları ve tırnaklarını kestikleri rivayet edi­lir, insan saçlarını kısalttığı ve tırnaklarını kestiği zaman toplanan kırpın­tıları gömer veya bir süpürüntü yerine atar.

Kasıkları Traş etmek : Avret yerlerinde, ön ve arka taraflarda olan kılların temizlenmesi de, sünnettir. Tuvaletteki temİzük İçİn, terlemelerden doğan kirlilik ve pis kokuların giderilmesi İçin bu temizliğin yapılması hem aklen, hem de dinen güzel kabul edilen işlerdendir.

Bu temizlikleri yapma müddeti bünyelere göre değişirse de, haftada, onbeş günde veya ayda bîr yapılmalıdır. Kırk günü de geçirmemelidir.

Koltuk Altlarını yolmak, traş etmek : Bu da Jşasık temizliği yapılırken olur. Sık sık bu temizlik yapılmakla koltuk altlarındaki fena koku ve kirler giderilir.

Misvak Kullanmck : Sivâk adındaki yumuşak bir ağacın dallarından yapılan diş fırçasına «Misvak» denir. Bu yumuşak ağacın gayet sık ve ince lifleri bulunduğundan özel surette hazırlanınca yumuşak bir fırça bu dal­lardan hazırlanır. Ağaçtaki koku ağza hoş bir rayiha verir ve ağacın usa­resi de diş etleriyle bazı diş hastalıklarına fayda sağlar. Her fakirin temin edebileceği en mütevazi bir diş fırçasıdır. Peygamber Efendimiz diş temiz­liğine o kadar büyük önem vermiştir ki, bîr Hadîs-İ Şeriflerinde :

«Eğer ümmete meşakkat olmasaydı, onlara misvak kullanmayı farz kılardım.»

Buyurmuştur. Bİr iş veya seferden saadethanelerine döndükleri zaman da ilk iş olarak Hz. Peygamber'İn Misvak kullandıkları Hz. Âİşe tara­fından rivayet edilmektedir. Artık diş temizliğinin önemini bugünkü tıp âle-» mi müştereken kabul ettiği için, çeşitli fırça ve macunlar İmâl edilmiş ve doktorlarca tavsiye edilmiştir. Akşam-sabah ve her namaz için abdest alır­ken ve yemeklerden sonra bu temizliğe riayet etmek sünnettir ve bunda insanların sağlığı İçin büyük fayda vardır.[1249]

 

(607) Temizlenmekte Vakit

 

1258— (350-s.) Nafi'den haber verildiğine göre, îbni Ömer (Radıyaliahu cmhüma) her onbeş günde tırnaklarını keserdi ve her ay (koltuk ve kasık temizliği için)  ustura kullanırdı.[1250]

 

Bundan önceki Hadîs-İ Serîf'e ve açıklamasına bakılsın.[1251]

 

(608) Kumar

 

1259— (351-s.)  İbni Abbas   (Radiyallahu cmhüma) 'nm anlattığına gö­re, eskiden şöyle denilirdi:

— Deve kumarcıları nerede? Sonra on kişi toplanıp henüz sütten kesilmiş on deve yavrusu ve daha ziyade yavrularla bir (büyük) deve satın alırlardı. Sonra kumar oklarım (bir torba İçinde) karıştırırlardı. Bir kişiye (boş) kalıncaya kadar sen imler dokuz kişinin olurdu. Böylece tüm yavru miktarını dolduruncaya kadar bu sehimlere kalanlar yavrulardan birer birer alacaklı olurlardı. İşte bu Meysir'dir .- kumardır.[1252]

 

Meysir diye adlandırılan kumar oyunu bu. metinde kısa bir ifade ile anlatılmakta olduğundan, oynanış şeklini buradan kavramak zordur. Bu hususta gerekli bügiyi edinmek için Hâzin ismi ile şöhret bulan A I â e d -dİn Alî'nin «Üibabu't-IeVîl ft Maani't-Tenzî!» adlı tefsİrindeki açıkla­maya müracaat edelim :

«Meysir» kumardır ve Yüsür = Kolaylık kelimesinden doğmuş bir isim­dir. Çünkü zahmet çekmeksizin kolaylıkla mal edinmek işidir. Cahİliyet dev­rinde insanlar bir deve satın alıp, onu boğazlarlar ve etini 28 parça yapar­lardı. Sonro ezicim ve aklâm adını verdikleri kumar okları ile bu parçalar üzerine sehim çekerlerdi. Okların sayısı on adet olup, isimleri : Fezz, Tev'em, Rakîb, Hales, Nüfis, Müsbil, Mualîâ, Menîh; Sefîh ve Veğed idi. Bunlardan sehim çektikleri işaretli 7 okun hisseleri vardı. Geri kalan 3 okun da hissesi yoktu. Fezz'in bir, Tev'em'in iki, Rakîb'm üç, Hales'in dört, Nafis'in beş, Müsbİf'in ahi ve Muailâ'nın yedi hissesi vardı. Diğer üç okun : Menîh, Se­fîh ve Veğed'in hisseleri yoktu. Sonra bu okları, Zübabe adını verdikleri bir torbaya koyarlar ve kendilerince adaletii saydıkları bir adamın eline teslim ederlerdi. Adam bu torbo içindeki okları karıştırıp salladıktan sonro hazırda bulunan oyunculardan bîrinin adına bir ok çekip torbadan çıka­rırdı. Çıkan okun kıymetine göre adam etlerden hissesini alırdı. Meselâ; iki hisseli olan TeVem okunu çekmİşse, adına ok çekilen adam İki hisse etînİ alırdı. Böylece adamlara göre ok çekişine devam edilirdi. Hissesi bu­lunmayan bir ok kime çıkarsa, o deve bedelini borçlanırdı ve eli boş çı­kardı. Dİğer hisselere kavuşanlar da aldıkları hisseleri yemezler, onları fa­kirlere dağıtırlardı. Bununla da öğünürlerdi. Bu oyunu oynamayanları da cimr kimseler sayarlardı.» Bakara Sûresİ'nin 219 ve Mâide Sûresi'nİn 90. öyetleYiyle bu ve bunun gibi bütün kumar çeşitleri yasaklanmış, haram kılınmıştır.

Bir emek ve iş karşılığı olmaksızın, zahmer ve yorgunluk çekmeksizİn, sırf tesadüflere bağlı kalarak başkalarının tamamen zararı karşılığında ko­laylıkla mal kazanmaya kumar denir. Bir de müsabako ve yarışma vardır ki, bu yasak değildir. Btlgi ve sen'at yarışmaları, insan koşulan (atLetlzm) gibi...   Kumar kısmına  girmeyen  bu  yarışmaların  yapılış  şeklî  şudur:   Bir şahıs veya bir müessese bilgi veya koşu yarışması açar ve der ki, birinciye 1000, ikinciye 500 ve üçüncüye 250 lira vereceğim. Böyle bir yarışmadan para almak ve vermek helâldir. İki yarışmacıdan biri diğerine : Ben kaza­nırsam bir şey almam, fakat sen kazanırsan sana şu kadar veririm, derse bu da haram olmaz. Bir de karşılıklı olarak iddiada bulunan meselâ; iki koşucu arasına üçüncü bîr şahıs girer de : Yarışmayı kazanırsam, İkinizden mükâfatımı alırım ye kaybedersem size bir şey ödemem şartını koşarsa, bu üçüncü şahıs müsabakayı kaybettiği takdirde diğer iki kişiden yarışmayı kazanan Öbür arkadaşından mükâfatı alabilir. Bu şekil yarışma da helâldir. Bu  üçüncü şahsa muhallil denir.

Kazanırsam  alırım,  kaybedersem  veririm  şeklindeki  bütün   müsabaka ,ve oyunlar caiz değildir.[1253]

 

1260— (352-s.) İbni Ömer    (Radiyallahu anhütnaj'dan rivayet edildiği­ne göre, demiştir ki, Meysir kumardır.[1254]

 

1259 sayılı habere ve açıklamasına bakılsın.[1255]

 

(609) Horoz Kumarı

 

1261— (353-s.) Rabia ibni Abdullah'dan rivayet edildiğine göre :

Ez, Ömer (Rcuîiyallahıı anh) 'in. hilâfeti zamanında iki adam iki horoz; üzerine kumara tutuştular, fîtitnufc üzerine Hz. Ömer horozların öldürül­mesini emretti. Bu emre karşılık Ensar'dan bir adam Hz. Ömer'e dedi ki:

— Teşbih, eden bir nesli nasıl öldürürsün? Hazreti Ömer de, onları terketti, öldürtmedi.»[1256]

 

Karşılıklı bir iddia olmaksızın sırf seyirci kalmak maksadj ile de olsa, horozları ve buna benzer hayvanları döğüştürmek günahtır. Çünkü; bunda hayvanlara eziyet ve zarar verme vardır. Halbuki dinimiz hayvanlara acı­mayı ve onlara işkence vermemeyi bize emretmektedir. Kesilecek hayvanlar dahî en kolay ve eh rahat bîr şekilde boğazlanır.  Bir Hadîs-i Şerifte :

«Merhamet  etmeyene  merihamet olunmaz.»

Buyurutmaktadir. Bu döğüşfer taraflarca iddialı bir şekilde olursa, ku­mar kısmına girerler. Hz. Ömer, İşin kökünü kazıma bakımından hay-vaniarın da boğazlanmasını emretmişken, horozlardaki muayyen vakitlerde Ötüş.hasletine ve böylece tesbîhde bulunmaları Özelliklerine binaen vermiş olduğu  emirdet]  vazgeçmiş olduğu anlaşılmaktadır.

Rabia ibni Abdullah: Tcbiîn seçkinlerinden ve büyüklerinden olup, Peygamber (SaiiaiıoM Aleyhi ve Seliem) 'in zamanında doğmuştur. Muhammed İbnİ'l-Münkedir 'in. amcasıdır ve hadîs rivayeti az­dır.  Hicretin 93. yılında  vefat etmiştir. Allch'ın  rahmeh'  üzerine olsun...[1257]

 

(610) Arkadaşına: «Gel,  Seninle Kumar Oynayacağım» Diyen Kimse

 

1262— Ebû   Hüreyre   demiştir-   ki.   Resûiüllah   (Sattallâhü Aleyhivi Selİem) şöyle buyurdu:

«Sizden biriniz yemin edip yemininde : Lât ve Uzza (putları) adına demişse, LÂ İLAHE İLALLAH desin. Arkadaşına da :

Gel seninle kumar oynayayım, diyen kimıge de (kumar oynayacaği-mahnı) sadaka versin.»[1258]

 

Yemin büyük varlığa dayanılarak yapılır. Bir İnsan hiç bir şey ifade et­meyen Lât ve Uzza adlı putlarla yemin ederse, kâfirlerin bunlara vermiş olduğu kıymeti vermiş ve onlcrı yüceltmiş bulunacağından, kâfirlere benze-' mis sayılır. Bir kimsenin imanını yenilemesi gerekir ve bu yenileme için : Lâ İlahe İllallah der.

Gel kumar oynayalım, diyerek bu haram İşe girişmek isteyenler, daha kumara başlamazdan önce ortaya koymayı tasarladıkları mallarını sadaka olarak verirlerse, bu hareketleri kötü teşebbüslerini Örten bir hareket olur. Kumardan kazanılan malın sadaka verilmesi caiz olmaz. Çünkü; haramdan sadakayı Allah kabu! etmez. Kumardan elde edilen şey sahibine verilir. S.ahİbi hayatta değilse, veresesine verilir. Veresesi de bulunamıyorsa» o mal sahibi adına fakirlere sadaka olarak verilir.[1259]

 

(611) Güvercin Kumarı

 

1263— Bir adam Ebû Hürey.re (RadiyaltahH anb}'a şöyle dedi :

 — Biz iki güvercinle  bahisleşiyorıız,   (onları karşılıklı  doğüştürüyoruz). Muhalîil bunlardan birini ahr götürür korkvısundan dolayı, aralarına bir muhallil koymayı hoş görmüyoruz. Buna karşı Ebû Hüreyre :

«Bu. çocukların  işinden  bir iştir; onu terkctmeniz yakındır.»  buyur­muştur.[1260]

 

Tarafların bahisieşerek horoz döğüştürmeieri nasıl ki  kumarsa, güver­cinlerin de böyle döğüştürülmeleri aynen kumardır. Arayo üçüncü bir şah­sın girmesiyle iş kumardan çıkar ve bu  helâl  olur.  Bu üçüncü  şahsa  mu-haMil denir. Sözleşme şeklini öğrenmek için  1259 sayılı  hadîsin açıklamasına müracaat edilsin.   E b û   H üt e y r e   Hazretleri, bu oyun için:

«Bu çocukların işidir, aklı başında olanların işi değildir...» demek su-.retiyle yumuşak bir ifade kullanıp, işin caiz olmadığına işaret etmiş ve bu­nun terkedilmesî gerektiğini de söylemiştir...Esasen yenen yenilenden bir şey almak şartı İle bahisleşilen oyunların hepsi kumar hükmündedir.

Bu haber için başka bir kaynak- bulunamamıştır.[1261]

 

(612) Kadınlar İçin Yol Nağmesi

 

1264— Enes (Radiycliahu anh)'den rivayet edildiğine göre, Berâ ibni Malik erkeklere yol nağmesi yapardı. Enceşe de hanımlara yoî nağmesin­de buiunurdu ve güzel sesli idi. Bunun için Peygamber  (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) şöyle buyurdu:

«Ey Enceşe! Şişeleri yürütmende yavaş ol.»[1262]

 

Develerin nağme ile yürütülmesine «Huda ve Hıdâ = » de­nilir. Develere bimtlİ olarak yol alan hanımların kervanını sürdürmekte bu­lunan hizmetçi Enceşe'nin güzel sesiyle nağmeleyişİnİ Hz. Peygamber (Salkliahü Aleyhi ve Sellem) yasaklamamışlardır. Üstelik hanımlara tarizen şaka etmişlerdir; Bu Hâdîs-i Şerîf «Şaka» bahsinde 264 ve 883 sayıda geç-mis' olduğundan fazla bilgi için oraya müracaat edilsin.[1263]

 

(613) Türkü

 

1265— (355-s.) İbni Abbas'dan rivayet edildiğine göre, Azız ve Celil olan Allah Teâİâ'nın:            

«İnsanlardan kimi de vardır ki, boş lala müşteri çıkar.» sözünde demiş­tir, ki, bu boş lâf türkü ve ona benzer şeylerdir. (Lokman Sûresi, âyet: 6).[1264]

 

İnsanı İbâdetten ve yararlı jşler yapmaktan alıkoyan, şehevî ve nefsanî arzular peşjride sürükleyen, her çeşit söz ve eğlenceler zararları nispetinde makbul o}mayan İşlerdir. İbni A b b a s Hazretleri de, türkü ve ona ben­zer eğlentileri, kıymet ifade etmeyen boş ve bâtıl sözlerden saymıştır. F a d ! u ' 11 a h.'ın kaydına nazaran bu haber Taberî tarafından tahriç edil­miştir. Bunun İçin başka bir kaynak bulunamamıştır. Bu haber 786. sayıda geçmiştir.[1265]                       

 

1266— Berâ  ibni A2ib'den rivayet edildiğine göreResûlüllah. (Sctlialİahü Aleyhi ve Sstlem) şöyle buyurdu:

«Selâmı yayın, selâmet bulursunuz. Esere 5= fuzuîiyyat kötülüktür.»

(Râvilerden Ebû Muâviye demiştir ki, «Esere = (boş şeydir.).[1266]

 

Bu  Hadîs-i Şerif 787 sayıda geçmiştir.  Bak : Müsnedi  imam Ahmed, C. IV, s. 286, ük baskı.[1267]

 

1267— (356-s.) Fudala ibni Ubeyd'den rivayet edildiğine göre, ken­disi insanların biriktiği bir toplantı yerinde idi de, bir takım kimselerin tavla oynadıkları haberi ona ulaştı. Bunun üzerine kızgın bir halde kalkıp şiddetle o oyunu yasakladı. Sonra şöyle dedi:

«Pikkat edilsin, bu oyunu oynayan kimse onun gelirini yer, hınzır etini yemiş ve kanla abdest almış gibi,..>>

Kübe sözü ile tavlayı kasdediyor.[1268]

 

Bu haber 788 sayıda aynen geçmiştir. Bilgi için açıklamasına müracaat edilsin.[1269]

 

(614) «Tavla Oynayanlara Selam Vermeyen»

 

1268— (357-s.) - Fudayl, babası Müslim'den rivayet ettiğine göre, ba­bası şöyle dedi:

Hazreti AH (Radiyflllahu anhi köşk kapısından çıkınca tavla oynayan­ları gördüğü zaman onları götürürdü de, sabahtan akşama kadar onları hapsederdi. Onlardan bir kısmı gün ortasına kadar hapsedilirdi. (Râvi devam edip) demiştir ki, geceye kadar hapsedilenler para ile muamele edenlerdi. Gün ortasına kadar hapsedilenler de, bu oyunla eğlenenlerdi. Bir de Hz. AH, onlara selâm vermemeyi emrederdi.[1270]

 

Büyük günahları açıktan işleyen müslümanlara fâsık denir. Böyle fâsık olanlara selâm verilmemesine dair Hadis-i Şerifler 468 sayılı «Fasıka selâm verilmez» bölümünde 1017-1019 sayılarda geçmişti. Kumar oynamak da bu haram olan yasaklardan sayıldığı için kumar mahiyetindeki oyunları oynayanlara selâm verilmez, özel bahsine müracaat edilsin. Bu haber İçin başka bir kaynak bulunamamıştır.[1271]

 

(615) Tavla Oynayanın Günahı

 

1269— Ebû Musa El-Eş'arî'den rivayet edildiğine göre, Resulüllah (Saltallahü Aleyhi ve Sellem) şöyle buyurmuştur:

«Tavla oynayan gerçekten Allaih'a  ve Resulüne isyan etmiştir.»[1272]

 

İşlenmesi yasak olan şeylerin yapılmasında Allah'ın nzası yoktur, Pey­gamberin de yoktur. Kumar .mahiyetinde olan tavlayı oynamak bu yasak­lardan sayıldığı İçİn bunu oynayanlar Allah ve Resulünün rızası dışına çık­mış olacaklarından Allah'a ve Resulüne isyan etmiş bulunurlar. Allah a karşı olanların günahı da büyüktür.[1273]

 

1270— (368-s.) Abdullah ibni Mes'ud'dan rivayet edildiğine göre, şöyle demiştir:           

— İşaretlenmiş olan, ibâdetten şiddetle engelleyen şu iki tavla za­rından sakininiz; günkü bunlar kumardandır.[1274]

 

Zar  atmak  ve  tavla  oynamak  aynı   cinsten  oyun   oldukları   İcİn   her ikisinin kullanılış! hüküm bakımından birdir. Kumar kısmından sayıldıkları itibarla bunlardan uzaklaşmayı İ ti n i M es' u d (Radiyaliahu anh) .tavsi­ye etmiştir. F a d i u ' ! I a h 'in kaydına-göre bu haberi İmam Ahmed tahriç etmiştir. Bundan başka bir kaynak gösterilmemiştir.[1275]

 

1271— Büreyde'nJn, Peygamber (Salküiahü Aleyhi, veSellem)'den rnra-yetlne göre. Hz. Peygamber şöyle buyurmuştur :

«Tavla oynayan elini domuz etine  ve kanına  bulamış gibidir.»[1276]

 

Haram ve pis olma, bakımından etlerin en ağırı, hınzır etidir, kanidir. Müslümanlar şiddetle, bundan kaçındıkları, gibi,, kumar mahiyetinde olan tavla oyunundan da kaçınmaları gerektiğini ?eygamher(Sallallahü Aleyhi ve Seilem) misal vermek suretiyle beyan, buyurmuştur.[1277]

 

1272— Ebû   Musa,   Peygamber (Sallailahü Aleyhi ye Sellemj'in   şöyle buyurduğunu rivayet etmiştir :

«Tavla oynayan gerçekten AUaih'a ve Resulüne asî olmuştuı.»[1278]

 

1269 sayılı  Hadîs-i Şerife bakılsın.[1279]

 

(616) Terbiye Etmek  (Eli Altındakiler!)  Ve Tavla Oynayanlarla Bâtıl Ehlinin Dışarı Çıkarılması

 

1273— (359-s.) Nafi'den rivayet edildiğine göre, Abdullah ibni Öraef (RadiyuUühu anhüma) ailesinden birini tavla oynuyor bulunca, onu döverdi ye tavlasını kırardı.[1280]

 

İnsan çoluk-çocuğunu terbiye için gerektiği zaman döver ve azarlar. Onları kötü alışkanlıklardan alıkoymaya çalışır. Tcvİa da kötü bir iş oldu­ğundan, ondan uzak bulundurmak için Abdullah ibni Ömer aile efradından birini tavla oynuyor görünce> onu döver ve oyun âletini kırardı.[1281]

 

1274— (360-s.) Hazreti Âi.şe (Radiy^Uahuanhaydan rivayet edildiği­ne göre, kendi arazisinde oturmakta 0İan aile halkından bazı kişilerin yanında tavla olduğu haberi kendisine ulaştı. Bunun üzerine Hz. Âişe onlara şu haberi gönderdi:

«Eğer o tavlayı çıkarıp atmazsanız, muhakkak surette sizi yerimden çıkaracağım.» Böylece Hz. Âişe tavlayı onlara çirkin gördü.[1282]

 

Hz. Âİşe (Rüdiyailahuanha) da, diğer haber ve Hadîs-i Şeriflere uygun olarak îavla hakkında gerekli sözü söylemiş ve onu çirkin bulmuştur.[1283]

 

1275— (361-s.) Rivayet edildiğine göre, îbni Zübeyr hutbe okuyup şöyle dedi:

«Ey Mekke'liler! Kureyş kabilesinden bazı erkeklere ait haber bana ulaştı ki, onlar bir oyun oynuyorlar. Buna tavla deniyor, —îbni Zübeyr solak idi—. Allah (Mâide Sûresi, 90. âyetinde) Şöyle buyuruyor:

(Şarap, kumar, ibâdet için dikilen putlar ve fal okları hep şeytan işinden pis birer şeydir.) Ben Allah'a yemim ediyorum İd, bu oyunu oy­nayan bir kimse bana getiriliipe, onu derisinde ve tüyünde cezalandıracağım ve eşyasını, onu oajıa getirene vereceğim.»[1284]

 

Abdullah ibni Zübeyr hicretten sonra Medine'de ilk dünya­ya gelen sahabîdir ve Hz. E b û Beki r in kızı Esm"â 'nın da oğludur. Hz. M u a v i y e 'nin vefatından sonra oğlu Y e z İ d 'e bîat etmemiş, Mek­ke'de kendini halife İlân etmişti. Yezîd'in ölümünden sonra birçok ül­keler kendisine bağlanarak 9 yıl kadar hilâfet makamında bulunmuştu. İşte bu hilâfeti esnasında hutbe okurken tavla hakkındaki yasaklayıcı sözleri söylemiş ve oynayanları şiddetle cezalandıracağını bildirmiş olduğu anla­şılmaktadır. Ha! tercemesİ hakkında gerekli bilgi için 244 sayılı Hadîs-i Şerif açıklamasına bakılsın. Bu haber için bcşka bir kaynak bulunamamıştır.[1285]

 

1276— (362-s.) Ya'lâ b. Mürre anlatarak demiştir ki, tavla.ile ku­mar oynayan hakkında Ebû Hüreyre (Radîyallahu anh) 'in şöyle dediğini işittim:

«(Tavla ile kumar oynayan) hınzır eti yiyen gibidir. Kumar olmak­sızın onu oynayan da, elini hınzır kanına bulayan gibidir. Tavla oyunu yanında oturup da, ona bakan, hınzır etine bakan gibidir.»[1286]

 

Ebû Hüreyre (Radİydllahuanh) Hazretlerinden açık bir ifade ile. nakledilen fciu haberde tavla oyununda günahları birbirinden farklı üç du­rum bulunduğu ifade edilmektedir : '

1— Tavla oynayanlar, karşılıklı olarak bahisleşir ve yenilen kimse ye­nene para ve mal gibi bir menfaat sağlamayı taahhüt ederse, bu doğru­dan doğruya bir kumardır. Kumar ise haramdır. Hınzır etini yemek de ha­ramdır. O halde haram bakımından tavla kumarı, hınzır etini yemek gibidir.

2— Tavlayı bahisleşerek değil de, sırf boşuna bir eğlence diye oyna­mak kumar değilse de, İbâdetten ve hayırlı İşlerden alıkoyan, boşuna za­man Öldüren bir iş olduğundan çirkin bir şeydir, hınzır kanına el bulaştır­mak gibi, kötü harekettir.

3— Imrenme.ve, hoşlanma tavırlarıyle tavla oyunları  başında oturup seyretmek de hınzır etine bakıp onu gözetlemek gibidir. Günah ağırlıkları birbirinden farklı olan bu. üç türlü davranıştan  da sakınmak en "selâmetli yoldur. Bu haber için başka bir kaynak bulunamamıştır.[1287]

 

1277— (363-s.)  Abdullah ibni Amr ibni'l-As'dan rivayet edildiğine göre, şöyle demiştir:

«İki zarla (tavlayı) kumar oynayan, hınzır eti yiyen gibidir. Kumar olmaksızın bunları oynayan da, elini hınzır kanma bulayan gibidir.»[1288]

 

Bir önceki habere ve açıklamasına bakılsın. Bu haber için yine başka bir kaynak bulunamamıştır.[1289]

 

(617) «Mümin, Bir Yuvadan İki Kere Isırılmaz»

 

1278— Ebû Hüreyre fRüdiyaltâhu anh) haber verdiğine göre, Resûiül-lah (SaHaLUıhü Aleyhi ve Sellem)  şöyle buyurmuştur: .. «Mümin, bir yuvadan iki kerre ısırılmaz.»[1290]

 

Akıliı ve anlayışlı bir mümin zarar ve musibet gördüğü bir işten dolayı: ikinci  bîr defa aldanıp, o musibete düşmez; çünkü ilk  İşten  ibret alır-ve-böylece  o  şeye  karşı  tedbirli  davranır,     ahmaklık  yapmaz.     Peygamber (Saliailahü Aleyhi ve Sellem)    bu Ha'dîs-i  Şerîflerfyle   müminlere anlayışlı ve tedbirli  olmayı,   gafletten ve ahmaklıktan   uzak  bulunmayı   emrediyorlar.

«Ledeğ = » zehirli yılan ısırmasına ye «Leşe1 =  » akrebin iğne­lemesine denir. Akıllı ve anlayışlı insan, bir kerre acı dtfyy^-zehirlendiği1 yılan deliğinden (yuvasından) ikinci bir defa ısırılmaz; çünkü o anlayışlıdır, artık tedbirini almıştır. Bunun için dünyada karşılaşılan hâdiselerden tecrü­be edinerek bunların zararlı olanlarından sakınmayı, İkinci defa zarar gör­memeyi mümin gaye edinmelidir.[1291]

 

(618) Gece Atış Yapan Kimse

 

1279— Ebû Hüreyre (Radiyatlâhu anh) 'dan rivayet edildiğine göre, Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)  şöyle buyurmuştur:

«Gece bize (silâhla) atış yapan, bizden değildir.» (Ebû Abdullah de­miştir ki, bu hadîsin isnadı sağlam değildir.).[1292]

 

Bir müslümana okla veya herhangi bir silâhla haksız yere yapılan atış büyük günahtır. Bu isin gece İşlenmesi, tehlike bakımından daha büyük olacağı için, bilhassa geceleyin bunu irtikâp eden islâm ahlâkı ve gidişatı üzere değildir. İslâm'ın hak yolundan ayrılıştır ve bu bir isyandır. Bu ba­kımdan Peygamber   (SalMiahU Aleyhi ve Sellem);

«Bize atış yapan, bizden, değildir.» buyurmuştur.

Eğer bu haram İşİ helâl itikat ederek İşleyen olursa, zaten imandan ayrılmış ve küfür içine düşmüştür. Böyle bir kimse de müslümanİardan dc-ğİldir, iman vasfını kaybetmiştir. Bu Hadîs-i Şerifi İmam Ahmed'in tah-riç ettiğini   F a d I u ' I I a h   dip notunda kaydetmektedir.[1293]

 

1280— Ebû Hüreyre'dea rivayet edildiğine  göre,  demiştir ki, Re-sûlüllah (SallaHahii Aleyhi ve Seltem) şöyle buyurdu: «Bize karş» $İlâh taşıyan, bizden değildir.»[1294]

 

Bİr önceki Hadîs-i Şerîf'e ve açıklamasına bakılsın.[1295]

 

1281— Ebû Musa'dan rivayet edildiğine göre, demiştir ki, Resûlüİ-lah   (Süllallahü Aleyhi ve Selle m) şöyle buyurdu:

«Bize karşı silâh taşıyan kimse, bizden değildir.»[1296]

 

Bundan önce geçen iki Hadîs-i Şerife müracaat edilsin.[1297]

 

(619) Allah Bir Kulunun Ruhunu Bir Yerde Almak İstediği Zaman, 0 Kul İçin Orada Bir İhtiyaç Yaratır

 

1282— Ebû'l-Melîh, kendi kavminden şahabı olan bir adamdan riva­yet ettiğine göre, demiştir ki, Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) şöyle buyurdu :

«Allah bir kulunun canını 'bir yerde almak istediği zaman, o yerde o kul için bir ihtiyaç yaratır.»[1298]

 

Bu Hadîs-İ Şerif 780 sayıda geçmiştir. Bilgi için oraya müracaat edilebilir.[1299]

 

(620) Mendiline Sümküren

 

1283— (364-s.) Muhammed ibrii Şirin, Ebü Hüreyre  (Radıyatlahu anh) dan anlattığına göre, Ebû Hüreyre mendiline sümkürdü, sonra :

«Peh peh, Ebû Hüreyre keten bir beze sümkürüyor, (büyük hayret)!.. Kendimi biliyorum, Hz. Âişe'nin evi ile minber arasında baygın düşü­yordum. İnsanlar diyordu ki, bu adam delirmiş. Halbuki bende açlıktan başka bir şey yoktu.»[1300]                                        

 

Ashab-ı Kiramdan bazılarının öyle anları olmuştur kî, ne yiyecek bir lokma, ne de giyecek bir parça elbise bulamamışlardı. Ebû Hüreyre (Radîyalkshu anhy hazretleri de bu halleri yaşayanlardan biri idi. Daha sonra İslâm'ın gelişmesi ve civar beldelere hâkimiyeti İle bu sıkıntılar kalk-, mış, yeme ve giyme bakımından da sıkıntılı devirler geçmişti, işte Ebû Hüreyre hazretleri İlk devirdeki şiddetli açlık halini, öteye beriye ba­yılıp düşen bir mecnûn şeklinde ifadelendiren insanların anlayışıyle diİe getirmektedir, önceleri sümkürecek bir yama bulamazken, sonradan ka­vuşmuş ^olduğu keten beze sümkürme imkânına kavuşmasına hayret ederek geçirmiş olduğu iki devreyi kısa.ve öz bir dille kıyasiamıştır. Bu haberi bi­raz daha değişik lâfızlarla imam T İ r m İ z î" Hazretleri yine Muham­med   ibni   Şîrîn   kanalı üe şöyle tahriç etmektedir :

«Biz Ebû Hüreyre'nİn yanında idik. üzerinde ketenden boyan­mış iki parça kumaş vardı. Bunlardan (mendil yerinde kullandığı) bir par­çasına sümkürdü, sonra : Peh peh,   Ebü   Hüreyre   keten kumaşa sünv

(1), kuruyor!.. Kendimi biliyorum, Resûlüllah (SaHallahü Aleyhi ve Selîem) 'in (Mes-cid'deki) minberi ile Hz. Â i s e'nin evi arasında açlıktan baygın olarak yere düşüyordum da gelen adam ayağını boynuma koyuyordu ve zanne­diyordu kİ, bende delilik var. Halbuki bende delilik yoktu, bendeki, o hal açlıktan başka bir şey değildi,»

Bİr şeyi büyük görmek ve taacüp etmek mânâsında Araplar «Bah bah tj t veva Bahın bahın =  » derler. Türkçede «Peh peh = Amma da hayret edilecek şey» diye İfadeiendirilebİlir.

Her insan malî gücüne göre keten ve kumaş benzeri mendil kullanarak bunlara sümkürebilir ve bu hareket edeb dışı sayılmaz. Ebû Hüreyre'nİn hal tercemesi hakkında bilgi edinmek için 5 sayılı'hadîsin açıklamasına bakılsın.[1301]                                      

 

(621) Vesvese

 

1284— Ebû Hüreyre'deny (Ashab)  dediler ki:

— Ya Resûlallah! Biz nefislerimizde bir şey hissediyoruz ki, onu konuşmayı istemiyoruz ve bizde üzerine güneş doğmamış (kimsenin bil­mediği) şeyler var. Peygamber şöyle buyurdu :  

«Salı i d en siz bunu hissediyor musunuz?» Onlar:

Evet, dediler. Peygamber :

«Bu, imanın en açığıdır.» buyurdu.[1302]

 

Bîr İnsanın içine doğup da İşleyip işlememekte karar veremediği ve mütemadiyen tereddüt ettiği hale vesvese denilir. Bu gibi kararsız kurun­tular ve hatırdan geçen kötü şeylerden dolayı insana günah yazılmaz. An­cak böyle kuruntular söz veya iş haline geçirilmek kasıt ve azim derecesine yükselirse, o zaman günah olur. Çünkü insan söz ve fül durumuna geç­mekle kötülük doğuracak işleri örtmeğe memurdur. Bunları, söylemek ve yapmak açıktan onları irtikâp etmektir. Nefis kuruntularıyle uğraşmak in­sanı hataya ve unutkanlığa sevk eder. Bundan kurtulmak için kuruntu yapı­lan işi terk edip, başka şeye geçmelidir.

İnsanın  içinde taşıdığı  kasıt ve niyeti, âlimler 5 mertebeye ayırırlar :

1— Hatır : Kalbden geçip de içerde kararlaşmayan şeye denir.

2— Hâcis : Kalbden geçen ve içerde kararlaşan şeye denir.

3— Hadîsü'n-Nefs :  İçte  kararlaşıp da dışarı  çıkmayan ve İşlenip  iş­lenmemesi hususunda bir tercih edilmeyen şeye denir.

4— Eğer tercih  yapılıyor,  fakat  nefis onda  tereddüt  ediyorsa,  buna Kemm denir.

5— Eğer tercih edilen kalp kuruntusunu işlemeye nefis de karar ver-mişse, buna Azim denir. Baştan itibaren üç halde meydana gelen iç duy­gularından dolayı, kuruntular ister iyi ve İster kötü olsun, bir şey gerekmez. Bunlardan ne. sevab yazılır, ne de günah...  Hemm mertebesine çıkan bir kuruntudan dolayı günah yine yazılmaz, fakat iyi kuruntu ise, ondan dolayı bir İyilik sevabı yazılır. Azim haline gelince, bu  iki yönden de geçerlidir. Kuruntusunu azim mertebesine çıkaran kimse, azmettiği kötülüğe karşı ceza ve azmettiği iyiliğe karşı sevab kazanır. Fakat bunlar işi başarmak derecesi altında olurlar.  Eğer İşe azmediş ve teşebbüs işi  başarma durumuna ge­çerse, yapılan îş ibâdetse on sevab ve günahsa bir ceza elde edilmiş olur. Eğer teşebbüs ve azim haliyle kuruntu neticelenir de iş başarılmazsa, iyİ-lİkten dolayı bir mükâfat, kötülükten dolayı da azim günahı kazanılır. Eğer başarısızlık Allah korkusundan ve insanın  kendi  ihtiyarından  ileri gelmiş, dış tesir buİunmamışsa, böyle kimseden azim günahı da kalkar ve yerine bir İyilik sevabı yazılır. Çünkü; azmedilen bir kötülük insanın kendi ihtiyar ve İradesiyle kaldırılmıştır,                                    :

Biride kalbde yaşayan fenalıklar vardır ki, bunlara azmetmekten İnsa­na günah yazılır. Bir kimseye kin besleme ve kıskançlık duygularını kalpte benimseyip onları kabullenmek azim olduğundan, bu ve buna benzer kötü ahlâkların hepsi azim mertebesinde olunctı bunların günahı vardır. Fena­lıklara çıkaracak olan iç ve dışa ait azimlerden sakınanlar, tertemiz İslâm ahlâkını yaşayanlardır. Manevî olan iç ve dış temizliği budur. Buna maddî pisliklerden arınış katıldığı zamcn kemâl mertebesi yaşanmış olur. Cenab-ı Hak bu yaşayışa erme imkânlarım bütün müminlere ilham edip, kemâle ulaştırsın, insanın İçindeki kötü vesveseleri bilmesi ve onlardan sakınması, onlardan nefret duyması açık ve sağlam bir imanın varİığmo delildir.[1303]

 

1285— Şehr ibni Havşeb'den rivayet edildiğine göre, demiştir ki, ben ve dayım Hz. Âişe'nin yanma vardık da, dayım sordu :

— Bizden birimizin içine öyle bir şey doğuyor ki, eğer onu söylerse âhireti gider ve eğer iş meydana çıkarsa, ondan dolayı öldürülür (bu hali­mize ne* dersin)? Râvi dedi ki,. Hz. Âişe üç defa tekbir getirdi, sonra dedi ki, Resûrüllah (SallaUahü Aleyhi ve Seltem)'e bundan soruldu da, şu ce­vabı verdi :

«Sizden birinizde bu hal olduğu zaman üç defa tekbîr getirsin, (Allah-ü Ekber desin). Zira bu hassasiyeti ancak mü'min duyar.»[1304]

Gerçek mümin her an kendini ve iç duygularını murakabe ettiği için daima Allah korkusunu taşır ve sorumluluktan kurtulma çarelerini arar. Ma­nevî sorumluluğu mü'minden başkası anlayamaz. Onun için müminlere arız olan bu hal karşısında tekbîr getirilerek kulluk görevi yerine getirilir. İç duygu sorumluluğu hakkında bilgi İçin daha önceki Hadîs-i Şerife bakıl­sın. Bu Hadîs-i Şerif için başka bir kaynak bulunamadı.[1305]

 

1286— Enes ibni Malik'in şöyle dediği İşitilmiştir.;

—. Resûlüllah (SallaUahü Aleyhi ve Sellem) buyurdu:

«Muhakkak surette insanlar «olmayan şeylerden soracaklardır. Niha­yet diyecekler ki, Allah her şeyin yaratıcısıdır; q halde Allah'ı kim ya­rattı?»[1306]

 

Zamanla insanların hâdiseleri irdeleyip lüzumsuz, enine boyuna çeşitli  sorular sorup duracaklarını Peygamber  (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)   çok önceden bildirmiştir. Filozofların birbirine benzemeyen ve birbirine aykırı dü-! şen ve hiç bir zaman bir gerçek üzerinde kararlaşmayan soru ve teorileri umumiyetle bu  kabil  çalışmalardır.  Ufak tefek çeşitli  soruları  soracakları  şöyle dursun, en  büyük mesele olan ve inkârın en  büyüğünü teşkil eden Allah ı kim yarattı?» sorusunu da soracaklardır. İslâm inancında Allah'ın varlığı kendiliğindendir. O, ne doğmuştur, ne de doğurulmuştur. Ezelî ve ebedî varlık olup, her şey ona muhtaçtır. Eşi ve benzeri olmayan tek bir varlıktır. Bu inancın dışına çıkıp ona bir yaratıcı aramak, onun ulûhiyetini inkârdır, ve küfrün en, büyüğüdür. Bu sual ve böyle vesvese karşısında Allah'a sığınmak ve İhlâs Sûresini okumak gerekir.[1307]   

    

(622) Zan

 

1287— Ebû Hüreyre'den rivayet edildiğine göre, Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) şöyle buyurmuştur:

«(Kötü) sandan sakınınız; çünkü zanla hüküm vermek sözün en ya­lanıdır. Tecessüs etmeyiniz, (insanların ayıplarını ve hallerini araştırma­yınız). Birbirinizi çekememezlik etmeyiniz, birbirinize arka çevirmeyiniz, birbirinize hased etmeyiniz, birbirinize kin beslemeyiniz; ey Allah'ın kulları kardeşler olunuz.»[1308]

 

Bu Hadîs-i Şerif, I. Cild, 192. bplümde 410 sayı ile geçmiştir. Bilgi için açıklamasına müracaat edilsin.[1309]

 

1288— Enes  (Radiyallahu anh)'dan rivayet edildiğine göre, şöyle an­latmıştır :

  Peygamber (SoliaHahü Aleyhi ve SeUem)   hanımlarından biri ile be­raber bulunduğu sırada, bir adam Peygambere tesadüf etti. Bunun üze­rine Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) o adamı çağırıp:

«Ey falanca, bu  (gördüğün hanım)  benim falanca zevcenidir.» dedi. Adam dedi ki:

  Ben kimseye kötü zan etmedim ki, size kötü zan beslemiş olayım. Peygamber şöyle buyurdu:                                                              «Gerçekten Şeytan insanoğlunun kan dolaşımı yerinde dolaşır.»[1310]

 

Şeytan her vesile İle İnsanların kalbine vesvese vermeye ve kötü zanna sürüklemeye imkân araştırır. Ona bu imkânı vermemek İçin kötü zannı do­ğuracak vaziyetlerden korunmak gerekir. Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) hanımı ile konuşmakta iken tesadüf eden adama, yabancı kadınla tek başına konuşuluyor diye kötü zan gelmemesi için, konuştuğu kimsenin zevcesi bulunduğunu bildirmiştir. Bu vesile ile Şeytanın en hassas olan in­sanın kalbine vesvese1 bifakıp, kan damarları arasında dolaşacak kadar sirayet!! bulunduğunu da açıklamıştır.[1311]

 

1289— (365-s.) Abdullah (İbni Osman)'dan rivayet edildiğine göre, şöyle demiştir:

— Kendisinden çalınan adam o kadar zanda oulunur ki. hırsızdan daha büyük (günahkâr) olur.[1312]

 

Habersiz ve gizli olarak başkasının malını rızası dışında alana hırsız denir. Hırsızlık haramdır ve büyük günahlardandır. Bİr malı çalmak, bir haramı işlemekten İbarettir. Malı çalınan kimse eğer birçok kimselere kötü zan besleyerek suçu bunlara yüklemeye kalkışırsa ve işin gerçeğini bilmek­sizin buna kalkışırsa, onlara iftira etmiş olur. iftira da haramdır ve çok kimselere iftira suçu da, bir hırsızlık suçundan daha büyük olur. Onun İçin İşi araştırıp sağlam deliller elde etmeksizin hiç kimseye suç isnad et­memelidir. Rastgele isnadların zararı ve günahı işlenen suçtan daha ağır hale geçer. Bu haber İçin başka bir kaynak bulunamamıştır.[1313]

1290— (366~s.) Bilâl ibni Sa'd El-Eş'arî'den rivayet edildiğine göre, Muaviye, Dimaşk fasıklarının adlarını bana bildir diye, Ebû'd-Derdâ Haz­retlerine mektup yazdı. Buna karşılık Ebû'd-Derdâ dedi ki, benim Dimaşk fasıkları ile işim ne; ve ben onları nerden bileceğim? Bunun üzerine oğlu Bilâl w Ben onları yazarım, dedi de onları yazdı. Babasj Ebû'd-Derdâ şöyle dedi:

«{Oğlum) Sen nereden bildin? Sen onların fâsık olduğunu bildinse sen. de onlardansın, önce kendinden (yazmaya) başla.» Böylece isimlerini (Muaviye'ye)   göndermedi.[1314]

 

Sağlam ve kesin delile dayanmaksızın hiç kimse hakkında kötü zan beslenmemelİdir. Şayet kötü zan beslenirse, o fenalık zan sahibi tarafın­dan kazanılmış sayılır. Bunun için Ebû'd-Derda hazretleri, elinde kesîn delil bulunmayan oğlunu fasıklar arasına girmiş durumda saymıştır ve teşebbüsüne engel olmuştur. Şimdiki Şam şehrinin eski adı Di mask'd ir.

Ebû    D. erda'nın  oğlu    Bilal,   Y e z î d   zamanında  ve ondan  sonra D i m aşk kadılığında bulunmuştur.

(Bu haber için  başka  bir kaynak bulunamamıştır.).[1315]

 

(623) Cariyenin Ve Zevcenin Kocasını Tıraş Etmesi

 

1291— (367-s.) Sükeyn  ibni  Abdülaziz ibni  Kays babasından rivayet ettiğine göre :

Babası (Abdülaziz) şöyle dedi:

   Abdullah ibni Ömer   (Radiyallahu anhüma)5nm yanma girdim ki, bir. cariye saçlarım traş ediyordu. Abdullah, dedi ki:          

— Nûre (Hamam otu) cildi yumuşatır.[1316]     

 

Bu haberden anlaşıldığına göre, bir .kocanın hanımına başını traş et­tirmesinde edebe aykırılık yoktur. Türkçede hamam otu diye İsimlendirilen maddenin Arapçası. Nûre'dİr ki, bununla saç ve kıllar giderilir.   F a d I u ' I -I a h rın dip notundakİ kaydına göre bu haberi  Taberânî  tahriç etmiş tir. C. .11, s. 678.[1317]

             

(624) Koltuğu Yolmak

 

1292— Ebû Hüreyre'den, Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) 'in şöyle buyurduğunu rivayet edilmiştir:

«Peygamberlerin seçtiği Kadîm sünnetler beştir: Küçükleri sünnet etmek, kasıkları faraş etmek, koltuğu yıolmak, bıyık kısaltmak, tırnaklan kesmek.»[1318]

 

1257 sayılı Hadîs-i Şerife ve açıklamasına bakılsın.[1319]

 

1293— Ebû Hüreyre'den, Peygamber (Salluiiahü A leyhi ve Sellem) 'in, şöyle buyurduğu rivayet edilmiştir :

«Beş şey Peygamberlerin seçtiği eski sünnettendir: Küçüklerin sün­neti, kasıkların traş edilmesi, tırnakların kesilmesi, feoltuk altlarının yoftuîttiası ve bıyıkların kısaltılması.»[1320]

 

1257 sayılı Hadîs-İ Şerife ve açıklamasına bakılsın.[1321]

 

1294— (368-s.)  Ebû Hüreyre'den rivayet edilmiştir :

«Beş şey Peygamberlerin uyguladığı eski işlerdendir: Tırnaklan kes­mek, bıyık kısaltmak, koltuk altı yolmak, kasık traşı yapmak ve küçük­leri sünnet etmek.»[1322]

 

Bundan önceki  Hadîs-i Şeriflere bakılsın.[1323]

 

(625) Kadirşinaslık

 

1295— Ebu't-Tufeyl anlatıp, şöyle .demiştir:

— Ci'râne mevkiinde Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Selietnj'i gördüm ki, et taksim ediyordu. Ben de o gün çocuktum, devenin kesilen et par­çasını taşıyordum. Bu sırada Peygamber'e bir hanım geldi de, ,ona Pey­gamber hırkasını döşedi,  (onun Ü2erine oturttu). Ben 'sordum:

Bu hanım kimdir? Denildi ki, bu, Peygamberi emziren süt annesiçlir.[1324]

 

Ci'rane veya Ci'irrâne, Mekke-Tâif yolu üzerinde.bir yerin adıdır. Hu-neyn savaşından dönüşte Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) bu yerde ganimetleri bölerken süt annesi Halime hanım huzura gelmişler ve me-tİnde anlatıldığı gibi, Hz. Peygamber tarafından güzel bîr şekilde iltifatla karşılanmışlardı. Kendilerinden iyilik görülen kimselere İyilik etmek ve on^ lara iltifatta bulunmak Hz. Peygamberin güzel ahlâklarından biri olduğu­nu burada görmüş olmakla öylece hareket etmeyi vazife bilmeliyiz.

«Ahd»'ın buradaki mânâsı, bir şeyin kıymetini bilip, onu gözetmek, bir şeyi benimseyip korumaktır. Bu kelimenin lügat bakımından Zaman, ye­min, mekân, zimmet, vasiyyet, nasihat, sözleşme, sıhhat ve iman gibi birçok mânâları vardır. Ahd sözünün ilk mânâda kullanıldığına Beyhakî'nin tahriç ettiği ve Hz.   Â İ ş e'den  rivayet ettiği şu  hadîs delil teşkil  eder:

Hz. Â işe'den (Radiyaîlahu anha) demiştir ki : İhtiyar bir kadın Pey­gamber   (Sallallahü Aleyhi ve Selleın)'e geldi de, Peygamber ona:

«Nasılsınız, haliniz nasıl, bizden  sonra durumunuz nasıl oldu?»

Diye sordu. Hanımcağız cevap verdi :

— Hayır üzereyiz, anam babam sana feda olsun ey Allah'ın Resulü... Hanımcağız evden çıkınca dedim ki, ya Resûlallah, bu ihtiyar kadına, bu gü­zel karşılama ve iltifatı yapıyorsun? Cevaben  Peygamber şöyle buyurdu :

«Yâ Âi$e! Bu kadın Hatice'nin zamanında bize gelirdi. Muhakkak ki, kıymet gözetmek (kadirşinaslık) imandandır.»

Bu mânâda bir Hadîs-İ Şerif de 1. C. 232 sayıda geçmiştir.[1325]

 

(626) Tanıma

 

1296— (369-s.) Muğîre ibni Şu'be'den rivayet edildiğine göre, bir adam (kendisine) :                                                         

Allah Emîrin (Valinin) halini düzeltsin, senin kapıcın bazı insanları tanıyor da, onları izin. bakımından seçiyor, (içeri girmelerine müsaade ediyor). Muğîre şöyle dedi:

— Allah onu (kapıcıyı) bağışlasın; çünkü tanıma kuduz köpek ya­nında da, saldırıcı deve yanında da fayda verir.[1326]

 

Tanımanın ve bir şeyin gerçeğini bilmenin önemi büyüktür. Hataların çoğu iyi bilememekten ve tanıyamamaktan ileri gelir. İşin kıymetine ve bü­yüklüğüne göre zararlar doğar. Gerçek hüviyetleri bilinen kimselere karşı yapılan muamele ve öncelik hakkı tanıma emniyet bakımından iltimas sa­yılmaz. Yerine göre tedbir ve işleri ayarlama olur. Hayvanlar bile tanıdık­lara saldırıp zarar vermezler, insan saldırgan hayvanı tanıyınca ondan ko-runtflv Mûğtre Hazretleri sözleriyle bunu kasdetmektedir. Muğîre'-nin bal tercemesi hakktnda bilgi edinmek İçin 1026 sayılı Hadîs-i Şerif açık­lamasına müracaat edilsin. Bu haber için başka bîr kaynak bulunamamıştır.[1327]

 

(627) Çocukların Cevizle Oynaması

 

1297— (370-s.) İbrahim'den rivayet edildiğine göre, demiştir ki :   

  Bizim ashabımız, oyunların hepsinde bize müsaade ederlerdi; .an­cak köpeklerle değil, (bunlarla oyuna müsaade etmezlerdi).

Ebû Abdullah demiştir ki.:                               

  (Bize sözü ile)  çocuklar kasdediliyor.[1328]

 

Çocuklar için oyun ve eğİence bir ihtiyaçtır. Onların sağlığına ve ah­lâkına zarar vermeyecek şekilde her çeşit oyunla eğlenmelerine müsaade vardır. Ashab-ı kiram çocukların oyunlarına engel olmamışlardır. Hazreti Yakup (Aleyhisselâm) da oğullarının isteği üzerine oynamalarına mü­saade etmişti. Bu haber için başka bîr kaynak bulunamamıştır.[1329]

 

1298— (371-s.) Ebû Ukbe'den rivayet edildiğine göre, şöyle demiştin — Bir defa İbni Ömer'le yolda yürüdüm de, İbni Ömer Habcş'li ço­cuklara tesadüf edip, onları oynuyorlar gördü. İki dirhem para çıkarıp onlara verdi.[1330]

 

Çocukları oynar vaziyette gören İbni Ömer {RadiyalUîhuanhüma) onlara çıkışmamış ve oyunlarına engei olmamış, üstelik gönüllerini hoş tut­mak için onlara para vermiştir. Onun bu hareketi de çocukların oynamala­rına izin vermek sayılır, Bu haber İçin yine başka kaynak bulunamamıştır.[1331]

 

1299— Hazreti Âişe   (Radiyallahuanha)'dan rivayet edilmiştir: «Peygamber  (Sallalîahü Aleyhi ve Sellem) kız çocuklardan ibaret arka­daşlarımı bana gönderdi. Onlar oyuncakla oynarlardı: Küçük bebekler­le...»[1332]                                                                                          

 

Bilhassa kız çocukların oyuncak bebeklerle oynamaları onların yaratılışlarındaki Özelliğe en uygun bîr eğlencedir. Çocukluk çağında olan Hz. Âişe'nin kız arkadaşlarıyla bebek eğlentisinde bulunmasına Peygamber (Sallalîahü Aleyhi ve Sellem) müsaade etmişler ve çocukları eğlenmeye teşvik buyurmuşlardı. Bu Hadîs-i Şerîf daha geniş bir mânâ ile 368. sayıda geç­mişti. Oraya müracaat edilsin.[1333]

 

(628) Güvercin Kesmek

 

1300— Ebû Hüreyre'den rivayet edildiğine göre, demiştir ki : Resûlül-lah (Sallalîahü Aleyhi ve Sellem) bir adam gördü, bir güvercini kovalıyor. Şöyle buyurdu: «geytan, şeytanı kovalıyor.»[1334]

 

Haclîs-İ Şerîf, güvercin emsali kuşlarla oynamanın, onları yakalayıp öldürmenin İyi bir iş olmadığını göstermektedir. Onun için bunu yapan in­san ile İnsanı bu bos işe cazibesiyle sürükleyen hayvan birer şeytan olarak vasıflandırılarak, buna benzer hareketlerden sakınmamıza işaret buyurulu-yor. Kuş uçurtup damlar üzerinde kovalayarak, evlerin camlarını kırmaya ve insanları rahatsız etmeye sebep olmak hep hoş olmayan hareketlerdir.[1335]

 

1301— (372-s.) Hz. Hasan'dan rivayet edildiğine göre, şöyle demiştir.[1336]

 

Başıboş dolaşan köpekler umumiyetle insanlara ve hâyvaniara zarar verirler. Çok kere de İçlerinde kuduz köpek eksik olmaz. Her zarar veren şeyden korunmak gerektiğine göre, hiç bir İşe yaramayıp mütemadiyen ses ve saldırmaları ile cemiyeti mutazarrır eden böyie hayvanların öldürül­mesini Hz. Osman   (RadiyaÜahu anh)    emretmişlerdir.

Güvercinler de bir oyun vasıtası olarak kullanıldıklarından ve insanları rahatsız ettiklerinden, bunların da kesilmesini istemişlerdi. Güvercin etinin yenilmesinde bir mahzur yoktur. F a d I u ' I I a h 'in beyanına göre bu ha­beri Abdurrezzak Musannefinde tahriç etmiştir. Bunun için başka bir kaynak bulunamamıştır.

«(Halife) Hazreti Osman hutbe okuduğu her cuma günü köpeklerin öldürülmesini ve güvercinlerin kesilmesini emrederdi.»[1337]

 

(373-s.) — Yine Kasan'dan başka bir kanalla rivayet edildiğine göre, şöyle demiştir:

«Hazreti Osman'ı hutbesinde dinledim, köpeklerin öldürülmesini ve güvercinlerin  kesilmesini  emrediyordu.»[1338]

 

Bundan önceki  habere bakılsın.  Bu  habere ait başka  bîr kaynak bu­lunamamıştır.[1339]

 

(629) Kime İhtiyaç Varsa Ona Gitmek Uygundur

 

1302— (374-s.) Zeyd ibni Sabit (RadiyalUthu arttı)'den rivayet edildi­ğine göre, bir gün. Ömer ibni Hattab (RadiytıUâhûanb) kendisine geldi de, (içeri girmek için) izm istedi. Zeyd ona izin verdi, Zeyd'in başı, onu taramakta olan kendisine ait bir cariyenin elinde bulunuyordu. O es­nada Zeyd başını (cariyenin elinden) yıkardı. Bunun üzerine Hz. Ömer ona :

«Cariyeyi bırak, .tarasın seni.» dedi. Zeyd cevaben dedi ki:

— Ey mü'minlerin Emîri! Bana haber gönderseydin de sana gelsey­dim ya? Hz. Ömer şöyle buyurdu :

«Benim (sana) ihtiyacım var.»[1340]

 

Hz. Ömer (Radiyallahu onh) bîr devİet reisi olduğu halde şahsî bir işi için başkasını yanına çağırmayı İslâm edebine uygun bulmamış, bizzat kendisi gitmiştir. Bu, İslâm ahlâkının en nazik edeblerİnden biridir. Zeyd ibnİ Sabİt bilhassa feraiz ilminde emsali bulunmayan bir âlim olduğu İçin halife Hz. Ömer, dede mirası ile ilgili bir meseleyi öğrenmek İçin yanına gitmiş ve böylece büyük bir nezaket göstermişti. Bu haberi Bey-ha kî, Süneni Kübrâ adlı eserinin C. VI, 247. sayfasında ve Feraiz bölü­münde tahrİç etmiştir. Zeyd ibni Sabit'İn hal tercemesi hakkında bifgi için 458 sayılı Hadîs-i Şerîf açıklamasına müracaat edilsin.[1341]

 

(630) Bir Topluluk Beraberken Balgam Atan Kimse

 

1303— (375-s.) Ebû Hüreyre'den rivayet edildiğine göre, şöyle de­miştir :

«Bir topluluğun önünde insan (öksürüp de) balgam atacağı zaman onu avuçlarıyle (avucundaki mendille) gizleyerek, yere gömünceye kadar gös­termesin. Bir kim.Se (Allah rızası için) oruç tuttuğu zaman yağ sürünsün (yıkanıp taransın, miskinleşmesin)  de oruç eseri onda görülmesin.»[1342]

 

Soğuk almış veyc^iaconşİt hastalığına yakalanmış kimselerin elinde ol­mayarak meydana gelen öksürmeleri sonunda balgam gelir. İnsanlar ara­sında iken bunu gösterip ortaya atmak çok ayıp ve çirkin bir harekettir. İğrenç manzarayı iki avuçla ve mendille gizleyerek, sesi de mümkün oldu­ğu kadar kısarak balgamı yok etmeli ve gömmek gerekiyorsa gösterme­melidir. Hem sağlığı koruma bakımından, hem de edeb bakımından göze­tilmesi gereken bir husustur bu...

İbâdetler Allah rızası için yapılır ve sevab ancak ondan istenir. Allah rıazsı için oruç tufan kimsenin İbâdetine gösteriş ve gurur ha'leri karışma­sını önlemek için, bu ibâdetini açığa vurmaması gerekir. İnsan yıkanmış ve taranmış, koku ve yağ sürünmüş, zinde ve neş'efi bir halde bulunursa, onda oruçlu hali hissedilmez. Çünkü onda açlık belirtisi görülmez. Allah katında makbul olan İbâdetler böyle ihlâsiı olanlardır. Farz olan ibâdet­lerde gizlilik bahis konusu değildir. Zamanında ve yerinde AHah rızası için yerine getirilirler.

Bu haber için başka bir kaynak bulunamamıştır.[1343]

 

(631) İnsan Bir Topluma Söz Söyleyince Bir Kişiye Teveccüh Etmesin

 

1304— (376-s.) Ebû Sabit'in oğlu Hubeyb'den rivayet edildiğine gö­re, şöyle demiştir :

«Bir insan konuştuğu zaman bir kimseye teveccüh etmesini ashab sevmezlerdi, umuma teveccühünü isterlerdi.»[1344]

 

Bir topluma karşı konuşurken bunlar arasından herhangi bir şahsı mu-hatab edinip, ona dönerek söz s&ylemek edebe aykırıdır. Dİğer İnsanlara kıymet vermemek veya onları hiçe saymak hissini uyandırır. İtimad ve sevgi bağlarını zedeler, nezaket kaidelerine aykırı düşer.[1345]

 

(632) Lüzumsuz Bakış

 

1305— (377-s.)  Ebu'l-Hüzeyl'in   oğlundan  rivayet edildiğine göre îöyle anlatmıştır :

Abdullah (ibni Mes'ud) bir hastayı ziyaret etti ve yanında arkadaş­larından bir adam vardı. Abdullah eve girince, arkadaşı (lüzumsuz olarak öteye beriye)  bakmaya başladı. Bunun üzerine Abdullah ona :

«Vallahi, iki gözün oyulaydı, senin için daha hayırlı olurdu.» dedi.[1346]

 

Her evin bir özellik ve mahremiyeti vardır. Lüzumsuz yere (punlara göz atmak ve tecessüste bulunmak İslâm edebine yakışmaz. Bu hususta bilgi İçin 531 sayılı habere müracaat edilsin.[1347]

 

1306— (378-s.) Nafi'den rivayet edilmiştir :

«Irak halkından bir takım kimseler İbni Ömer (Radiyallahu anhüma) nın yanma girdiler de, onların, hizmetçisi- üzerinde altın bir gerdanlık gördüler. Bundan dolayı birbirine baktılar. Bunun üzerine İbni Ömer :

— Amma da kötülük anlayışınız var!..»[1348]

 

Burada da lüzumsuz bakışın ve birbiriyle işaretleşmenin çirkinliği be­lirtilmekte, ağırbaşlılık ve ciddiyetle hareket etmenin lüzumuna işaret edil­mektedir.  Bu  haber için  başka  bir kaynak  bulunamamıştır.[1349]

(633) Boş Söz

 

1307— (379-s.) Ebû Hüreyre {Radiyallahu anh)'den rivayet edildiğine göre, şöyle demiştir:

«Boş sözde hayır yoktur.»[1350]

 

Söz, insanın İçinde saklı duygulcrin ve gizli kuruntuların tercümanıdır. Ağıidcn çıkan söz yakalanmaz, geriye çevrilmesi de mümkün olmaz.'Onun İçin akıllı kimseye yaraşan, diünİ tutmakla söz sürçmelerinden sakınmak, zarar doğuracak düşüşlerden korunmaktır. İnsan konuşmadığı zaman du­rum daima lehinedir. Fakat konusunca ya lehine olur yahut aleyhine olur. Peygamber (Sahaifahü Aleyhi ve Seliem)"\n Hz. Muaz'o şöyle buyurduğu rivayet edilir:

«Ey Muaz! Seri sustuğun müddet selâmettesin. Konuştuğun zaman aleyhine olur Veya lehine olur.->

Bu itibarla bir faydo sağlamayan, ilim ve edeble ilgili bulunmayan boş sözlerde hayır yoktur. Bunlar zarar getirtr. Konuşmalarda noksanlık ve hatalardan kurtulmak için gözetilmesi gereken bazı  şartlar vardır ;

1— Söz., ya bir fayda temin etmek, ya da bir zararı  kaldırmak maksadıyla söylenmelidir.

2— Söz yerinde  söylenmeli ve fırsatı  kaçırmaktan  sakınmalıdır.

3— Söz  ihtiyaç  miktarı  olmalı, ziyade  yapmamalıdır.

4— Konuşulan açık ve sade bir dille söz söylemelidir.

Bir sebebe ve maksada bağlanmayıp rastgele konuşulan sözler heze­yan kabilinden olacağı için, bunlarda hayır yoktur. Hayır olmayan şeyden de kaçınmak  gerektir.[1351]

 

1308— Ebû Hüreyrc'den rivayet edildiğine göre, Peyg&mber(SatlaUahü Aleyhi ve Sellsm) «öyle  buyurmuştur;

«ÜmmeÜmin kötüleri, gevezelerdir, enine boyuna söz uzatanlardır, sözlerinde büyüklük tıslayanlardır. Ümmetimin hayırlıları da ahlâk ba­kımından en güzel  olanlarıdır.»[1352]

 

Saçma sapan, gelişi-güzel söz söyleyip gevezelik etmenin, konuşurken böbürlenip büyüklük taslamanın ve uzun uzadıya konuşup zaman öldür­menin ne kadar zararlı bulunduğunu bu Hadîs-İ Şerîf açık olarak beyan etmektedir, Bu hallere düşmemek için daha önceki haber dolayısİyle ya­pılan, açıklama şartlarına uygun söz söylemeyi âdet edinmelidir.[1353]

 

(634) İkî Yüzlü

 

1309— Ebû Hüreyre (Rcc/fyatlûhuanh) 'den rivayet edildiğine göre, Resûlüllah (Sallailahü Aleyhi ve Sellem)  şöyle buyurmuştur:

«Şunlara bir yüzle ve bunlara da (başka) bir yüzle geien iki yüzlü kimse, insanların en kötülerinden biridir.»[1354]

 

Gerçekte hiç kimse için iki yüz yaratılmamıştır. Fakat bir grup İnsanla veya bir kişi İle karşılaşıp bunların hoşuna gidecek ve uygun düşecek söz söyleyen, sonra onların düşmanlarına gidip başka türlüsünü söyleyen kim­seye iki yüzlü denir. İnanca bağlı hükümlerde böyle iki yüzlülük yapana münafık denir. Münafığın yeri cehennemin en alt tabakasıdır. Diğer iki yüz­lü de insanları aldattığından, birbirine düşürdüğünden, her devirde ve her zaman çıkarı için çalıştığından bundan daha kötüsü düşünülebilir mİ? Dar­gın olanların arasını düzeltmek ve barıştırmak İçin her iki tarafa iyi yön­leri göstererek hareket etmekte sakınca yoktur. 8u konu ile İlgili olarak 313 ve 409 sayılı Hadîs-i Şeriflere müracaat edilsin.[1355]

 

(635) İki Yüzlünün Günahı

 

1310— Ammar ibni- Yasir'den rivayet edildiğine göre, demiştir ki :

— Peygamber (SaüalUchü Aleyhi ve Sellem) 'in  şöyle  buyurduğunu işit­tim :

«Dünya iki yüzlü olanın kıyamette ateşten iki dili olur.»

Sonra kaba bir adam geçti ele, Peygamber:

«Bu adam onlardandır.» buyurdu.[1356]

İman esaslarında tek yönü olmayıp iman edenlere bir yüzle ve İman etmeyen kâfirlere başka bir yüzle hareket edenler, küfür hali içinde bulu­nurlar. Tevbe etmeksizin bu hal üzere ölenler İse, cehennemliktirler ve ce­hennemde kendilerine ateşten İki dil yaratılarak azaba uğratılırlar, cehen­nemde de ebedî olarak kalırlar. Kâfir olmayacak şekilde iki yüzlülük eden­lerden de Allah dilediği kimseleri muvakkat bir zaman için Gehennem'de böyle azaba yine sokar. Tevbe edip, hallerini düzeltenler ve helâllik alan­lar kurtulurlar.

Ammar İbni Ya si r 'in hal tercemesi İçin 181 sayılı Hadîs-i Şe-rîfin açıklamasına bakılsın.[1357]                         

 

(636) İnsanların Kötüsü Kötülüğünden Korkulandır

 

1311— Hz. Âişe (Radiyallahuanha) haber verdiğine göre, bir adam Peygamber (SailaltahÜ Aleyhi ve Seltem) "in huzuruna girmek için izin istedi de, Peygamber (onun hakkında) :

«Ne kötü aşiret çocuğudur!..» buyurdu. Adam içeri girince Peygam­ber ona yumuşak söz söyledi. Ben dedim ki:                   

— Yâ Resûlallah! (O adam için) söylediğini "Söyledin, sonra sözü yu-.muşattm? Peygamber:

«Ey Âişe! insanların kötüsü, fenalığından korkularak insanların ter-kettiği  (yahut insanların yakasını bıraktığı) kimsedir.» buyurdu.[1358]

 

Bir kimsenin kötülüğünden ve elinden çıkacak zararlardan körkuîarak ona yumuşak söz söylemek ve İyi muamele etmek siyaset icabıdır ve bu hareketin İki yüzlülükle hiç bir ilgisi yoktur. Çünkü kötü insana karşı iyi ve yumuşak davranmakla ondan gelecek fenalık önlenir ve İslâm'a muhab­beti kazanılır. Bir de kötülüğü bildirilen insandan da diğer kimselerin sa­kınma İmkânı hasıl olur. İnsanların ahlâkı bilinince aldanma olmaz. Bu mânâda daha geniş olarak Hadîş-i Şerifler 338 ve 755 sayılarda geçmiştir. Onlara da bakılsın.[1359]

 

(637) Utanma

 

1312— îmran ibni Husayn demiştir ki, Peygamber   (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) şöyle buyurdu :

«Utanma ancak hayır getirir.

Bunun üzerine Bügeyr ibni Kâ'b şöyle dedi :

  Hikmetli sözlerde, hayanın bir kısmı, vakardandır ve bir kısmı da kararlılıktandır, îmran da ona şu cevabı verdi :

  Ben Peygamberden, sana hadîs anlatıyorum,  sen ise bana kendi sayfandan anlatıyorsun!..[1360]

 

Bir konuşma esnasında imron hazretlerine bazı kitaplardan hik­metli söz seçerek Büşeyr'in karşılık vermesine haklı olarak İmran kızmış ve Hz. Peygamberin sözüne hiç bir sözün mukabÜ tutulamayacağını ifade etmiştir. Utanma (Haya) konusu 271 sayılı bölümde 597-603 sayılı Hadîs-İ Şeriflerle geçmirrir, Bilgi için oraya müracaat edilsin.[1361]

 

1313— (380-s.) İbni Ömer. (Radiyctllahuanhümaj'dan rivayet edildi­ğine göre, şöyle demiştir:

«Gerçekten. haya ile iman bütün olarak her ikisi birbirine bağlıdır. Bunlardan biri kaldırılınca, diğeri de kalkar.»[1362]

 

Birinci cild 271 sayılı «Haya  Utanmak» bölümüne bakılsın. Bu ha­ber!   Hakim   tahrİç etmiştir, FadiuP!lah : C. M, s. 693, dip not.[1363]

 

(638) Cefa

 

1314— Ebû Bekir ıRadiyaUMhü arih)'ddn. Peygamber (Saliallahü Aleyhi ve SHlem)'ixı şöyle buyurduğu rivayet edilmişti):

«Haya imandandır; iman ise cennettedir. Arsızlık (yüzsüzlük) cefa­dandır, cefa ise Cehennemdedir,»[1364]            

 

Utanmak İmandan bir bölüm olduğu itibarla, iman nimeti sahibini cen­nete götürdüğü gibi, utanma hasîeîi de insanı  cennete ulaştırır.

Katı yürekliliğe, kabalık ve arsızlığa «Cefö» denir. Arsızlık ve haya-sızlığa do «Bezâ» denir. Allah'dan ve insanlardan utanmayanlar kaba ve haşin kimselerdir ki, bunlar kötülükleri dolayısiyle cehennemlik olurlar. Ha-yasızlik bunların ayrılmaz bir vasfı bulunduğundan, hayasızlar da onlarla beraber cehenneme airerler.[1365]

 

1315— Muhammed ibni. AH (İbnil-Hanefiyye) babasından rivayet ettiğine göre, şöyle demiştir :

«Peygamber (Saîlallohü Aleyhi ve Seîlem) 'in. başı büyükçe idi, gözleri iri idi. Yürüdüğü zaman ayaklarım yüksek yerden iner gibi kaldırarak yürürdü. (Bir kimseye karşı) döndüğü zaman bütün vücudu ile döner­di.»[1366]

 

Görünüşte bu Hadîs-i Şerifin «Cefa» ile ilgisi yoksa da, gerçekte bağ-lanhsı vardır. Peygamber (Sdlallahü Aleyhi ve Selîem) vakar ve heybetle yü­rürlerdi. Bir kimseye- teveccüh buyuracakları zaman da yolnız başı çevir­mekle değil, butun vücudu çevirerek teveccüh eder ve iltifatta bulunurlardı. Her iki hareket, kendilerinde cefa bulunmayan, kibir ve azamet dışı güzei davranışlardır ve bunlar hayanın gereğidir. Bu bakımdan .hayayı gerekti­ren hal ve gidişat örnek alınmalıdır. Hayasızlık sayılan hallerden uzaklaş­malıdır.[1367]

 

(639) Utanmayınca  Dilediğini  Yap

 

1316— Ebû Mes'ud'dan rivayet edüdiğifre göre, demiştir ki :

— Peygamber (SaUallahü Aleyhi ve Seliem) şöyle buyurdu:

«İlk Peygamberlik kelâmından   (zamanımıza kadar gelip)  insanların ulaştığı söz, utanmadığın zaman dilediğini yap, sözüdür.»[1368]

 

Bu Hadîs-i Şerif J. Cild, 597 sayıda aynen geçmiştir. Oradaki açıkla­masına bakılsın. Kaynaklan da orada gösterilmiştir.[1369]

 

(640) Öfke

 

1317— Ebû Hüreyre'den rivayet edildiğine göre; ResûlüUah(SWto/fafttt Aleyhi ve Sellem) şöyle buyürnıuştur:

«Güdü olmak. insanî arı yenmelkle değildir. Gerçekte güçlü, öfke zar mam»da nefsme- sahip olandır.»[1370]

 

Nefsin hoşuna gitmeyen kırıcı ve tahkir edici' ağır söz ve,..hareketler .karşısında nefsin kabarıp1 taşkınlık ve hırçınlık göstermesi haline gazap' denîr. Bu hal, hiddetin ve taşkınlığın aerecesine göre zarariar doğurur, hatta büyük cinayetlere de "sebep .olur. Böyle bir halde iken nefse bekim olup, onun taşkınlığına meydan vermemek en büyük başarı ve pehlivan­lıktır. Bunun İçîn  Peygamber  (Sallalk-hü Aleyhi ve Sellem);

«Gücü ve kuvveti ile insanları yenen kimse pehlivan değil, asıl peh-Hvan. gazap zaman arıda nefsine saihip olan ve onun taşkınlığına meydan vermeyendir.» buyurmuştur.                                                           

Gerçekten nefsi yenmek ve onun fenalıklarına engel olmak pehlivan­lıktan daha zordur ve çok daha faydalıdır. Buna muvaffak olan kimse, fenalıklardan ve musibetlerden kurtulmuş olur.

Metinde geçen «Sura'a = *£_rA'1» kelimesi ismi fail sığası olup, müba­lâğa mânâsı taşır. Kuvvet ve gücü İle çok insanları yenen kimseye denir. İşte asıl güçlü, bu adam değil, nefsine sahîp olan ve onu yenendir. Bu İtibarla Cenob-ı Hak, Kur'ân-ı Kerîm'de cennete girecek olan takva sahip­lerini şöyle vasıfiıyor:

«(Cennete girecek takva sahipleri), bollukta ve darlıkta harcayıp ye­direnler, öfkelerini yutanlar ve insanların kusurlarını bağışlayanlardır.» (Âl-i îmran Sûresi. Âyet: 134).

Nefse hakim olup, öfkeyi yutmanın mükâfatı cennet olduğundan bun­dan daha büyük pehlivanlık düşünülemez.

İnsan öfkelendiği zaman bu halini- gidermek için ya susmalı, ya da meclisi değiştirip başka bir işle uğraşmalı, abdest alıp bir ibâdete koyul­malıdır. Şeytanın şerrinden Allah'a sığınmohdır.[1371]

 

1318— (381-s.) İbni Ömer (Rao'iyaUahu anhüma) 'dan rivayet edildiği­ne göre, şöyle demiştir":

«Allah rızasını dileyerek öfke yudumunu yutan bir kulun yudumun­dan sevabca daha büyük (ve daha. faziletli) bir yudum Allah katında yoktur.»[1372]

Bundan önceki Hadîs-ı Şerif münasebetiyle öfkesini yutanların mükâ­fatı cennet olduğu Allah kelâmı deîi! gösterilerek kaydedilmişti. Karşılığı cennet olan bîr İşin ne kadar önemli olduğu meydandadır. .Bu .fazilete eri­şebilmek için öfkeli anlarda çok uyanık ve tedbirli olmakla cenner fırsatını

8u haberi  İmam   A h m e d   merfü'  hadîs olarak tahrİç etmiştir.  Fad-lu'llah: C. II, s. 696, dip not.[1373]

 

(641) İnsan Öfkelenince Ne Söyler

 

1319— Süleyman ibra Surcd (R.adiyaltâhuanh)"d&n rivayet edildiği­ne göre, şöyle anlatmıştır :                         

  İki adam Peygamber (SetHülİahü Aleyhi ve SeUetn) 'in yanında sövüş­tü. Bunlardan, biri Öfkelenip yüzü kızarmaya başladı. Peygamber (SaUallâhü Aleyhi ve Sellenı.) ona bakıp, şöyle b ay urdu :

«Ben bîr fiöz biliyorum kî, eğer bu adam onu söylerse, ondan bu öf­ke gider. (Bu söz) : Euzû Billahi MmeŞŞeytanirracîm! = Kovulmuş Şey­tandan Allah'a sığınırım, sözüdür,» Bunun üzerine bir adam kalkarak o Öfkeliye gidip, dedi ki:.

  Biliyor musun, Peygamber ne dedi? Eûzü Billahi Mineşşeytanir-racîm, söyle dedi. Buna karşı Öfkeli adam :

  Beni deli mi görüyorsun? dedi.[1374]

 

Bu ve bundan sonra mükerrer olarak gelecek oİan Hadîs-i Şerîf I. Ciid, 444. sayîaâo 434 sayı ile geçmiştir. Hern oraya, hem de bundan önce öfke ile ilgili bulunan Hadîs-i Şerîf açıklamasına bakılsın. 434 sayılı hadîsin münasebetiyle  kaynaklar gösterilmiştir.[1375]

 

1319— (M.) Süleyman îbıa." ÎSured'den rivayet edildiğine göre, şöyle demiştir :

— Ben Peygamber (Sallatlahii Aleyhiiye Seüem)'\e beraber oturuyor­dum, iki adam da sövüşüyorlardı. Bunlardan birinin yüzü kızardı ve gah damarları şişti. Bunun üzerinu Peygamber (Sallaliahü Aleyhi ve Sallan) şöy­le buyurdu:

«Ben bir söz biliyorum IU, eğer bunu süyJeyeydi, duyduğu şey (hid­det) ondan giderdi.» (Mecliste bulunanlar) ona dediler İçi, Peygamber (SallüUahü Aleyhi ve Sellem)  (senin için) şöyle buyurdu;

«Kovulmuş Şeytan'dan Allah'a sığın.» Adam :

— Bende delilik ini var? dedi.[1376]

 

Bir önceki Hadîs-i Şerife müracaat edilsin.[1377]

 

(642) İnsan Öfkelenince Susar

 

1320— İbni Abbâs (RadiyaUahuanhüma)'dan rivayet edildiğine göre, demiştir ki, Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)  şöyle buyurdu:

«Öğretinin ve kolaylaştırıma:, öğretiniz ve kolaylaştırınız.» (Bu sözü) üç defa söyledi.

«Bir de öfkelendiğin zaman sus.» (Bunu da) iki defa söyledi.[1378]

 

Bu Hadîs-i Şerif I. Cild, 260. sayfada 245 sayı ile geçmiştir. Bilgi için oraya ve 1317 sgyıh Hadîs-i Şerifin açıklamasına bakılsın.[1379]

 

(643) Dostunu Orta Yollu Sev

 

1321— (382-s.) Hazreti Ali   Radiyai^fai anh) 'nin ibni Kevvâ'ya §öyle dediği igitilmigtir;

— Öncekilerin ne dediğini biliyor musun?

Arkadaşını.orta;yollu sev (aşırı sevme), ki bir gün düşmanın olabilir. Düşmanına da orta yollır bir düşmanlık yap ki, bir gün dostun olabilir.[1380]

 

Bir kimseye sevgi beslemekte de, düşmanlık etmekte de ileri gidip taş­kınlık etmemelidir. Her işte oîduğu gibi, bunlarda da itidali kaybetmemeli, orta ve ölçülü bir yal tutmalıdır. İnsan aşırı derecede sevdiği bir kimseye her türlü esrarını açabilir ye ona bütün zayıf taraflarını da bildirebilir. Böy­le bir dostla ara açılır da, düşmanlık meydana gelirse, ono silâh verilmiş olur, büyük manşyî kırıklık meydana gelir. Onun İçin : «Düşmanından bîr defa sakın, dostundan  bin defa.,.» denmiştir.

Bir kimseye düşmanlık etmekte de aşırı gitmemeli. Bİr gün dostluk ku­rulursa, insan önceden yaptıklarına mahcup olur ve -utanır, pişmanlık du­yar. Netice olarak hem sevmekte, hem de düşmanlık etmekte itidali bırak­mamalı, orta derecede bir yo! tutmalıdır.

Bu haberi İmam T i r m i z î Sünen'inde Ebû Hüreyre Hazretle­rinden merfû' hadîs olarak rivayet etmiştir.[1381]

 

(644) Düşmanlığın Telef Olmasın

 

1322— (383-s.) Ömer ibııi. Hattab (Aacllyal$!w anh)'dm rivayet edil­diğine göre, şöyle demiştir:

«Sevgin taşkınlık derecesinde bir yük olmasın. Düşmanlığın da (yok etme derecesinde) telef olmasın. (Kavilerden Eşlem dedi kî) : Sordum. Bu nasıldır? O şöyle dedi : «Sevdiğin zaman, çocuğun düşkünlükle sevmesi gibi külfetle seversin ve düşmanlık ettiğin zaman da, arkadaşının yok olmasını istersin.»[1382]

 

Hz. Ömer (Radiyaliahü anh) ' Hazretlerinden rivayet edilen bu ho-berİn lâfzı, bundan öncekinden değişik1 ise de, mânâ bakımından araların­da fork yoktur. Her iki haber de, gerek dostluk kurmakta ve gerekse düş­manlık etmekte itidali tavsiye etmekte ve taşkınlıktan sakındırmaktadır. Ne çocukların bazı şeylere karşı olan aşın sevgileri gibi sevmeli, ne de bir kimsenin telef oiması derecesinde kin ve düşmanlık beslemelidir. Her ikî hal, İsİâm edeb ve ahlâkının benimsemediği ve hoş görmediği tutum ve hareketlerdir.

Bu haberi Abdürrezz-ak «Musannef» adlı eserinde, yine ravüer-den Hz. Eşlem yolu iie Ömer (Radiyallahuanh) Hazretlerinden ri­vayet etmektedir. Bunlardan başka bîr kaynak bu haber için bulunomamış-îır. İmam Buhârî Hazretlerinin de «El-Edebü'l-Müfred» odı altında der-lemîş olduğu Hadîs-i Şerîfier mecmuası da bu son haberler sona eriyor ve ünsanin her yaşayış anında sahip bulunduğu sevmek ve sevmemek haslet­lerinde ölçüyü iaşırmamak bize tavsiye ediliyor ve İki zıd kutup arasında İslâm edeb ve ahlâkının güzelliklerini yaşamak öğretilmiş bulunuyor. Kur'-ân-ı Kerim ve Hadîs-İ Şeriflerle bütünleşen islâm dininin bu İki rüknünden 'bİrî bulunan hadîsler kısmım en sağlam ve en îlmî bîr şekilde ötmez usul­lere dayanarak bize miras bırakan imam Buhârî Hazretlerine her hiz­metinde olduğu gibi, bu eserinden dolayı da Yüce Allah'dan bol bol rah­met diier, kusur ve hatalarımın bağışlanmasını ve ehl-i sünnet yolundan ay-rılmayarak iman selâmeti île göçmemizi yine Cenab-ı Hak'dan niyaz ederim.[1383]

 

 

 

 

 



[1] Feytsu'l-Kadİr: C. III. s. 140, Hadis: 2950. Es-Sılâtü ve'l-Büser Ft's-Saldti alâ Hayrİ'î-Beser: s.  65-119. Fİyrus-abadl Kitabu's-Şifa: Kadı lyaz, s. 55-61, C. II, tat. Bsk. 1290. Hazin tefsiri: Ahzab sûresi, âyet: 56. Beyzapİ tefsiri: Ahzab sûresi, âyet: 56. Ruhu'l-Beyan tefsiri: Ahzab suresi, âyet:  56. Meraği tefsiri: Ahzab sûresi, âyet: 56. İbni-Kesîr tefsiri:. Ahzab suresi, âyet: 56.

A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/3.

[2] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/4-6.

[3] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/7.

[4] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/7.

[5] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/8.

[6] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/8-9.

[7] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/9-10.

[8] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/10.

[9] Ebu Davud: (8) Kitabu'1-Vitr, (26.) Bab : Hadis : 1530.

A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/10.

[10] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/10.

[11] Müslim:   (45)  Kitabu'l-Bİrri, Hadis :  9-10. Tirmizİ:  (49) Kitabu'd-Daavat.  (110.) Bab, Hadis: 3539.

A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/11.

[12] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/11.

[13] Müslim: (48) Kitabu'z-2ikri, Hadis: 79. Ebû Davud: Kitabu's-Saîât. Teşbih babı, C. I, s. 345, 1952/Mısır bsk. Faâlu'tiah : C. II, s. 102-104.

[14] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/11-12.

[15] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/13.

[16] Tirmi&:  (45) Kitabu'd-Dua, (144.) Bab, Sayı: 3601. Nesa'î: (50) Kitabu'l-Istiaze, Bab: 47, 53. Taâlu'llah: C. II, s. 104.

A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/13.

[17] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/13-14.

[18] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/14-15.

[19] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/15.

[20] Fadlu'llah: C. II, s. 105, 106. Tirmisa: Cüz: IX, Bab: 148, Hadis: 3606.

A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/15.

[21] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/15.

[22] Müslim: (48) Kitabu'z-Zikri, Hadis: 34-36. Fadlu'lîah: C. II, s. 106.

[23] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/16.

[24] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/16-17.

[25] Nesa'î: Kltabu'l-Cenaiz, Cüz: 4, Sayfa: 24, 1Ö64/Mısır bsk. Fadtu'llah: C. II, s. 107.

A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/17.

[26] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/17-18.

[27] Müslim: (5) Kitabu'l-Mesacid, Hadîs: 268. Fddlu'ltah: C. II, s. 107-108.

A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/18.

[28] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/18-19.

[29] Buharlı (80) Kitabu'd-Daavat, (22.) Bab. Muzlim :  (48) KitattU'z-Zikri, Hadîs : 90-91. f&dîu'îlah: C. II, s. 109-111.

A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/19.

[30] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/20-21.

[31] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/21.

[32] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/21.

[33] Nesa'İ:  (50)  Kİtabu'l-Istiaze,  (33.) Bab :  Cüz:  8, s. 237,  1964/Mısır. Fadlu'liah: C. II, s. 112.

A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/21-22.

[34] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/22.

[35] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/22.

[36] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/22.

[37] Tirmizî: (49) Kitabu'd-Daavat, (3.) Bab, Hadîs: 3370. îbnt Mace:  (34) Kitabu'd-Dua, (1.) Bab, Hadîs : 3827. Fadlu'llah: C, II, s. 113-114.

A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/22-23.

[38] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/23.

[39] BuhâTi: (97) Kitabu't-Tevhid, (31.) Bab. Müslim:  (48) Kİtabu'z-Zikri, Hadîs ; 7. Fadlu'ilah: C. II, s. 114.

A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/24.

[40] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/24.

[41] Ebû Davud: (40) KItabu'1-Edeb, (101.) Bab, Hadis: 5088. Ttrmizi:  (45) Kltabu'd-Daavat, (13.) Bab, Hadis: 3385. Fadlu'llah: C. II, s. 115-116.

A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/24-25.

[42] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/25.

[43] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/25-26.

[44] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/26.

[45] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/26.

[46] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/26-27.

[47] Ebû Davud:   (8)  Kitabu'l-Vitri,  (32.) Bab. fiesa'i:  5Q)  KHabu'l-İsüaze,  (4.) Bab. Tlrmizi:  (49) KItabu'd-Daavat,  (76.) Bab, Hadîs :  3487. Fadlu'lîah: C. II, s. 117-118.

A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/27.

[48] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/27-28.

[49] İbni Mace:  (34) Kitabu'd-Dua,  (2.) Bab, Hadis: 3830. Tirmizi: (45) Kitabu'd-Daavat, (114.) Bab: Hadîs: 3546. Fadlu'llah: C. II, s. 118-119.

A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/28.

[50] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/28.

[51] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/28-29.

[52] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/29.

[53] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/29-30.

[54] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/30.

[55] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/30.

[56] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/30.

[57] Müslim: (48) Kitabu'z-Zikri, Hadis: 71. Taberânî: Sağlr, s. 186. Fadlu'llah: C. II, s. 122-123.

A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/30-31.

[58] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/31.

[59] Buharı:  (82) Kitabu'l-Kader, (13.) Bab. Müslim:  (48) Kitabu'z-Zikri, Hadis : 53. Nesa'İ: Cüz : 8, s. 237, 1964/Mısır bsk. Fadlu'llah: C. II, s. 133-134.

A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/31-32.

[60] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/32.

[61] Ebû Davud: Kttabu'l-Istlaze, C. I, s. 353, 1952/Mısır bsk. timi Mace: Kİtabu'd-Dua, (3.) Bab. Hadis : 3844. Nesa'İ: El-Istiaze, Cüz : 8, s. 225. Fadlu'llah: C. n, s. 124.

A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/32.

[62] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/32-33.

[63] BuhÛTî:  (80) Kitabu'd-Daavat,  (38.) Bab. Müslim;  (48) Kitabu'z-Zikri, Hadîs :  50. EM Davud: Kİtabu'l-Istiaze, C. I, s. 353, 1952/Mısır bsk. Nesâ't: Kitabu'l-Istiaze, Cüz : 8, s. 225. Fadlu'llah: C. II, s. 125.

A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/33-34.

[64] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/34.

[65] Buhârİ;.(56) Kitabü'l-CIhad, (74.) Bab. Ebû Davud: KitabÜ'l-Istiaze. C. I, s. 353, 1952/Mısu- bsk. Fadlu'llah; C. II, s, 126-127.

A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/34.

[66] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/34-35.

[67] Buhârl:  (19) Kitabu't-Teheccüd, (1.) Bab. Müslim: (6) Kttabu Salâti'l-Müsafirin. Hadis: 199, 201. Feyzu'l-Kadlr: C. II, s. 154, Hadis :  1559. Fadlu'llah: C. II, s. 127-128.

A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/35.

[68] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/35.

[69] Müslim: (48) Kitabu'z-Zikri, Hadîs: 72. Feyzu'l-Kadlr: C. H, s. 137, Hadis : 1515. Tirmia:  (49) Kitabu'd-Daavat, Cüz: 9, Hadis: 3484. İbni Mace:  (34) Kltabu'd-Dua, Hadis: 3832. Fadlu'llah: O. II, s. 128.

A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/35-36.

[70] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/36.

[71] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/36.

[72] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/37.

[73] Müslim: (4) Kİtabu's-Salât, Hadis: 204. Fadlu'llah: C. II, s. 129-130.

A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/37.

[74] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/37-38.

[75] Buhârl: Kitabu'd-Daavat (80),  (55.) Bab. Müslim : (48) Kİtabu'z-Zikri. Hadis : 26-27. EbÛ Davut: Kitabu's-Salât, Bab : istiğfar, C. I, s. 348, 1952/Mısır bsfc. Fadlu'llah: C. I, s. 130.

A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/38.

[76] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/38.

[77] Ebû Davud; C. I, s. 354, 1952/Mısır bsk. Nesa'i: (50) Kitabu'l-Istiaze, Babu'l-Istiaze (14). İbni Mace: Kitabu'd-Dua, (3.) Bab, Hadîs : 3842. Fadîu'îlah: C. I, s. 131.

A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/38-39.

[78] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/39.

[79] Tirmizi; (45) Kit&bu'd-Daavat. (88.) Bab. Fadîu'llah: C. II, s. 132.

A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/39-40.

[80] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/40.

[81] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/40.

[82] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/40.

[83] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/41.

[84] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/41.

[85] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/41.

[86] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/41.

[87] Tirmizt: (30) Kitabu'l-Kader, (7.) Bab. Fadlu'llah: C. II, s. 134.

A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/41.

[88] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/42.

[89] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/42.

[90] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/42.

[91] Ebû Davud:  (8) Kitabu'l-Vitri,  (32.) Bab. Fadlu'llah: C. II, s. 136-137.

A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/42-43.

[92] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/43.

[93] Buhdri:  (15) Kitabu'l-Istiska,  (23.) Bab. Ebû Davud: C. II, s. 620, 1952/Mısır bsk. İbni Mace: (34) Kitabu'd-Dua, Hadîs : 3889, 3890, (21.) Bab. Fadlu'llah: C. II, s. 137-138.

A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/43-44.

[94] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/44.

[95] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/44.

[96] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/45.

[97] Buhârİ:  (80) Kİtabu'd-Dua,  (60.) Bab. Müslim:  (48) Kitabu'z-Zİkri, Hadis : 70. Fadlu'llah: C. II, s. 139.

A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/45-46.

[98] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/46.

[99] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/46.

[100] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/46.

[101] Ebû Davud: (8) Kitabu'l-Vitri, (26.) Bab, Hadis : 1522. Nesa'i; (13) Kitabu's-Sehvi, (60.) Bab. Fadlu'llah: C. II, s. 141-142.

A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/46-47.

[102] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/47-48.

[103] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/48.

[104] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/49.

[105] Buhûrt: (4) Kİtabu'l-Vudu\ (9.) Bab. Müslim:  (3) Kitabu'1-Hayz. Hadis :  122. Fadîu'llah : C. U, s. 144-145.

A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/49.

[106] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/49.

[107] Tirmizl: (D Kitabu't-TahareV (5.) Bab, Hadis: 7. Fadlv'llah: C. H, s. 145-146.

A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/49.

[108] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/50.

[109] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/50.

[110] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/50.

[111] Müslim: (6) Kitabu Salâtl'l-MUsatirln. Hadis: 181.. Buhârl:  (4) Kitabu'1-Vudu,  (S.) Bab. İbni Mace: (l) Kitabü't-Tahaiet, (48.) Bab, Hadîs: 423. Fadlu'llah: C. II, s. 147-150.

A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/50-51.

[112] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/51-52.

[113] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/52.

[114] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/53.

[115] Buhâri: (19) Kitabu't-Teheccüd, (1.) Bab. Müslim:  (6) Kitabu Salâti'l-Müsafirin, Hadis :  199. Fadlu'llah: C. II, s. 151-153. Nesû'î: Cüz ; 3, s. 170, 1964/Mısır bsfc.

A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/53.

[116] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/54.

[117] Kbû Davud; (40) KItabu'1-Edeb, <I01.) Bab, Hadis : 5074. îbni Maca: (34) Kttabu'd-Dua, (14.) Bab, Hadis: 3871. Fadlu'ttah: C. II, s. 153-154.

A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/54.

[118] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/54-55.

[119] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/55-56.

[120] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/56.

[121] Buhdrt: (80) Kitabu'd-Dua, (27.) Bab. Müslim : (48) K i ta bu'z-Zikri, Hadîs : 83. Ttrmizl;  (49) Kitabu'd-Dua, (40.) Bab : Hadis : 3431. İbnt Mace: (34) Kitabu'd-Dua, (18.) Bab. Hadis: 3883. Fadlu'llah: C. II, s. 157-158.

A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/56-57.

[122] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/57.

[123] Ebû Davud:  (40) Kİtabu'1-Edeb, (101.) Bab, Hadis: 5090. FaĞlu'llah: C. II. s. 159-160.

A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/57-58.

[124] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/58.

[125] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/58-59.

[126] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/59.

[127] Buhârî: (19) Kitabu't-Teheccüd, (26.) Bab. Timizi: Kitabu's-Salât, (349.) Bab, Hadîs: 480. îbni Mace: (5) Kitabu Ikamett's-Salât, (188.) Bab, Hadis: 1383. Ebû Davud: Kitabu's-Salat, C*. I, s. 352, 1952/Mısır bsk. Fadlu'lîah: C. II, s. 161-167.

A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/59-60.

[128] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/60-61.

[129] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/61.

[130] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/61-62.

[131] EbÛ Davud: (40) Kitabu'l-Vltri, (İZ.) Bab, Hadis :  1495. Tirmizl: Cüz : IX, s. 196. (109.) Bab, Hadis: 3538. Fadlu'llah: C. II. s. 168-169.

A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/62.         

[132] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/62.

[133] Buhârl:  (80) Kİtabu'd-Dua,  (17.) Bab. Müslim: (48) Kitabu'z-Zikri, Hadis : 48. Tirmizİ;  (49) Kitabu'd-Dua,  (98.) Bab, Hadis :  3521. Fadlu'llah; C. II, s. 170.

A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/62-63.

[134] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/63.

[135] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/63-64.

[136] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/64.

[137] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/64-65.

[138] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/65.

[139] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/65-66.

[140] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/66.

[141] TirmiH:" Kİtabu'd-Düa, (126.) Bab, Hadis: 3668. Fadlu'llah; C. U, 8, :75-176.

A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/66.

[142] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/66-67.

[143] BuhÛrî: Kitabu'd-Dua,  (22.)  Bab. Müslim :  (48)  K i tabu'z-Zikri, Hadis : 90-91. Fadlu'llah: C. II, s. 176.

A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/67.

[144] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/67.

[145] Tirmizi: Kitabu’d-dua. (1).Bab Hadis:3367. İbni Mace: kitabu-d-dua .(I). Bab, Hadis:3827. Fadlu’llah :C.II, s. 176-177.

A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/68.

[146] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/68.

[147] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/68.

[148] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/68.

[149] Ebû Davud: Kitabu'l-Vitri,  (23.) Bab, Hadis : 1479. Tirmizl; Kitabu't-Tefsîr, Hadis : 2973.

A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/69.

[150] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/69.

[151] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/69.

[152] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/69.

[153] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/70.

[154] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/70.

[155] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/71.

[156] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/71.

[157] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/71-72.

[158] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/72.

[159] Tirmîzt: Kitabu'l-Piten, (65.) Bab, Hadis : 2253. Fadlu'llah: C. II, s. 182-183.

A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/72-73.

[160] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/73.

[161] Ebû Davud: (40) Kİtabu'1-Edeb, (104.) Bab. İbni Mace: (33) Kitabu'1-Edeb. (29.) Bab. Hadîs : 3727.

A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/73.

[162] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/73.

[163] TtrmtZt: Kltabu d-Dua, (Sİ.) Bab. Hadis : 3446. Tadlu'llah: C. II, s. 184.

A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/74.

[164] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/74.

[165] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/74-75.

[166] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/75.

[167] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/75.

[168] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/75-76.

[169] Tirmizi: Kitabu'd-Dua, (89.) Bab, Hadis, 3507, 3509. 3510. Fadîu'Ilah: C. II, s. 186.

A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/76-77.

[170] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/76.

[171] Tirmizi: Kitabu'd-Dua, (99.) Bab, Hadîs : 3524. Fadlu'llah: C. I, s. 187-188.

A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/77.

[172] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/77-78.

[173] Tirmizî: Kitabu'd-Dua,  (89.) Bab, Hadis; 3507. Fadlu'llah: C. II, s. 188-189. El-İsabe: G. II, s. 263, sayı: 4507. El-Istiab: C. III, s. 94-100. Kamum't-A'îâm: C. IV, s. 3059.

A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/78.

[174] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/78-79.

[175] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/79-80.

[176] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/80.

[177] Müslim:  (48) Kttabu'z-Zikri.  (7.) Bab, Hadis:  23. Tirmlzi: (45) Kitabu'4-Dua, (72.) Bab, Hadis : 3483. Fadlu'llah; C. II, s. 191.

A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/80-81.

[178] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/81.

[179] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/81.

[180] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/81.

[181] BuMrt: (80) Kltabu'd-Dua, (28.) Bab. Müslim:  (48) Kltabu'z-Zİkri, Hadîs: 53. Nesaî: Kltabu'l-tstiaüe, cüz : 8. s. 237/Mısır bsk. 1964.

A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/82.

[182] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/82.

[183] Nesaİ:  (22) Kİtabu's-Sıyam, (85.) Bab (son bab). Fadlu'llah: C. H, s. 193.

A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/82-83.

[184] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/83.    

[185] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/83-84.

[186] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/84-86.

[187] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/86-87.

[188] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/87.

[189] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/87.

[190] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/87.

[191] Fadlu'llah: C. II, 8. 198-202.

A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/87-88.

[192] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/88-89.

[193] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/89.

[194] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/90.

[195] Ebû Davud: Kitabu'l-Hudud, C. II, s. 459, 1952/Mısir bsk. Fadlu'llah: C. U, s. 202-203. El-İsdbe: C. III, s. 317, sayı: 7589. El-İstidb: C. II, s. 418.

A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/90-91.

[196] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/91.

[197] Müslim: (53) Kitabu'z-Zühd, Hadîs: 74. Fadlu'llah: C. I, s. 204.

A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/92-93.

[198] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/93.

[199] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/93-94.

[200] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/94-95.

[201] Buharİ:  Kitabu't-Tefsir, Haşir sûresi,   (6.)  Bab. Müslim:  (36) Kltatra'l-Eşribe, Hadis:  172. fadlu'llah: C. n, s. 306-307.

A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/95-96.

[202] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/96.

[203] Buhdri: (78) Kitabu'1-Bdeb. (31.) Bab. Müslim: (l) Kitabu'l-îraan, Hadis: 77. radlu'llah: C. II, s. 207-208.

A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/97.

[204] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/97-98.

[205] EbÛ Ddvuâ: (26) Kİtabu'l-Et'İme, (5.) Bab, Hadîs : 3749.  C. IV, s. 260-261. Hadîs : 5236-5241.

A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/98.

[206] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/98.

[207] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/99.

[208] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/99.

[209] Ebû Davud: (26) Kitabu'l-Et'ime, (5.) Bab, Hadîs: 3750. tbni Mace: (23) Kitabu'1-Edeb, (5.) Bab, Hadis: 3677. Fadlu'Uah: C. II, s. 209-210.

A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/100.

[210] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/100.

[211] Buhârî: (46) Kitabu'I-Mezallm, (18.) Bab. Müslim: (31) Kİtabu'l-Luicata, Hadîs: 17. EM Davud: Kitabu'1-Etfime, C. II, s. 308, 1952/Mısır bsk. TirmiH: Kİtabu's-Siyer, (32.) Bab, Hadis : 1589. Fadlu'llah: C. Zl, s. 210-211.

A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/101.

[212] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/101.

[213] Buhâri: (83) Kitabu'l-Eyman, (21.) Bab. Müslim: (38) Kftabu'l-Eşribe, Hadis : 66. Fadlu'llah: C. II, s. 211.

A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/102.

[214] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/102.

[215] Tirmizt: Kİtabu't-Talâk, (12.) Bab, Hadîs: 1888. Müslim: Kitabu'r-Rıda, (18.) Bab, Hadis: 65. Fadlu'llah: C. I, s. 212-215. El-îsabe; C. IH, s. 538, sayı: 8780. Müsned-i İmam Ahmed: C. V, s. 150-151, I. baskı.

A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/103-105.

[216] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/105.

[217] Müslim:  (12) Kitabu'z-Zekât, Hadis: 38. Tirmizl:  (28) Kitabu'l-Birri, Hadis:  1967. îbni Mace: (24) Kitabu'I-Cİhad, Hadis : 2760. Fadîu'llah: C. II, s. 215-216.

A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/105-106.

[218] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/106.

[219] Buhdri: (2) Kitabu'I-Iman, (41.) Bab. Müslim : (12) Kitabu'z-Zekât, Hadis : 48. Nesai:  (12) Kitabu'z-Zekât, C. V. s. 52, 1964/MıSır bsk. Tirmizî: Kitabu'l-Birri, (42.) Bab, Hadîs : 1965.

A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/107.

[220] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/107.

[221] Pfcsai: Kitabu'z-Zekât, Cüz: 5, s. 47, 1964/Mısır bsk. Müslim: Kitabu'z-Zekât, (12.) Bab, Hadîs: 39.

Ebû Davud: Kitabu'z-Zekât, Sıla-i Rahim, C. I, s. 393, 1952/Mısır bsk.

A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/107.

[222] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/108.

[223] Müslim:   (12)  Kltabu'z-Zekât. Hadis:  39. Fadlu'llah: C. II, s. 217.

A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/108.

[224] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/108.

[225] Buhûri: (2) Kitabu'l-Iman, (41.) Bab. Müslim: (25) Kitabu'l-Vasıyyeti, Hadis: 5. FaĞlu'llah: C. II, s. 218.

A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/108-109.

[226] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/109.

[227] Buhâri: (19) Kitabu't-Teheccüd, (14.) Bab. Müslim: (6) Kitabu Salâti'l-MÜsafirİn, Hadis:  168-172. Fadlu'llah: C. II, s, 219-221.

A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/109-110.

[228] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/110.

[229] Mümed-i İmam Ahmed: C. IV, s. 349 İlk bsk. Siyeri İbni Hİgam: Cüz : IV, 628-529. El-tsdbe: C. IV, s. 71, sayı: 416. El-îstiab; C. IV, s. 71.Asn Saadet, Ömer Rıza trc.: C. I. s. 461, 500, 501. îslâm Peygamberi, M. Hamidullah: C. I, s. 228, 303-305.

A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/111-113.

[230] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/113-114.

[231] Buh&Tİ: (78) KHabu'1-Edeb, (35.) Bab. Müslim: (45) Kitabu'l-Blrri, Hadis : 73. Fadlu'llah: C. II, s. 225-226.

A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/115.

[232] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/115.

[233] Buhûrt:  (25) Kitabu'l-Hacci, (98.) Bab. Müslim: (IS) Kitabu'l-Hacci, Hadîs: 293. El-lsâbe: Ç. IV, s. 330-331, sayı: 606. El-îstiab: C. IV, s. 317. Fadlü'liah: C. IV, s. 226.

A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/115-116.

[234] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/116.

[235] Müsned-i İmam Ahmed; C. I, s. 427 ilk bsk. Fadlu'llah: C. II, s. 227. Kamusu'l-ATtlm : C. III, s. 1993.

A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/117.

[236] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/117-118.

[237] EbÛ Davud:  (40) Kİtabu'1-Edeb, <38.) Bab, Hadis: 4391. Fadlu'llah: C. II, s. 227-228.

A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/118.

[238] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/118-119.

[239] jf««Hm; (45) Kitabu'l-Birri, Hadîs: 139. Fadlu'llah: C. n, s. 229.

A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/119.       

[240] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/119.

[241] Ebû Davud:  (40) Kitabu'1-Edeb,  (75.) Bab, Hadis: 4977. Fadlu'lîah: C. II, s. 230.

A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/120.

[242] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/120.

[243] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/121.

[244] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/121.

[245] Ebû Davud: (40) Kitabu'1-Edeb, (72.) Bab. Fadlu'llah: C. n, s. 231-232.

A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/121-122.

[246] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/122.

[247] El-îsabe: C. IV, s. 61, sayı : 6181. Fadlu'llah; C. II, s. 233-234.

A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/122.

[248] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/123.

[249] Fadlu'llah: C. II, s. 234-235.

A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/123.

[250] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/124.

[251] Fadlu'îlah: C. H, s. 235-236.

A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/124.

[252] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/124-125.

[253] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/125.

[254] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/125.

[255] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/125.

[256] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/125.

[257] Fadlu'llah: C. II, s. 226-227.

A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/126.

[258] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/126-127.

[259] Buhârt: (78) Kİtabupl-Edeb, (101.) Bab. Müslim: (40) Kitabu'I-Elfazı mine'1-Edeb, Hadis : 4. Ebû Davud: C. II, s. 658, 1952/Mısır bsk. Fadlu'llah: C. II, s. 237-238.

A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/127.

[260] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/127.

[261] Buhâri:  (78) Kİtabu'1-Bdeb,  (10).) Bab. Müslim: (40) Kitabu'l-Elfazi mine'1-Bdeb, Hadis : 4, 6-9. Fadlu'İlah: C. II, 8- 238-239.

A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/127-128.

[262] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/128.

[263] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/128-129.

[264] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/129.

[265] Buhârİ: (25) Kitabu'1-Hacc. (103.) Bab. Müslim: (15) Kltabu'1-Hacc, Hadîs: 371-376. Fadlu'llah: C. H, s. 240.

A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/129.

[266] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/130.

[267] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/130.

[268] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/130.

[269] Buhâri: (57) Kitabu fara'l-Humus. (15.) Bab. Müslim: (12) Kitabu'z-Zekat. Hadis: 142. Fadİu'llah: C. II, s. 241-244.

A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/130-131.

[270] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/131-132.

[271] Ebû Davud: (20) Kitabu'l-Cenaiz, (74.) Bab, Hadis : 3230. Nesa't:  (21) Kitabu'l-Cenaiz,  (107.) Bab. îbni Mace: (6) Kitabu'l-Cenaiz, (46.) Bab, Hadis : 1568. Fadlu'llah: C. II, s. 244-245.

A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/132-133.

[272] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/133.

[273] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/134.

[274] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/134.

[275] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/135.

[276] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/135.

[277] Buhârİ: (24) Kitabu'z-Zekât, (11.) Bab. Müslim: (12) Kitabu'z-Zekât, Hadis: 93. tbni Mace; (22) KİtabıTl-Vesaya, (4.) Bab, Hadis : 270S. Fadîu'llah: C. II, s. 246-248.

A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/135-136.

[278] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/136-137.

[279] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/137.

[280] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/137.

[281] Tirmittt: (30) Kitabu'l-Kader, (11.) Bab, Hadis: 2148. Fodlu'llah: C. II, s. 249.

A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/138.

[282] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/138.

[283] Terfftb: Kitabu'1-Kaza, C. III, s. 161, Hadis:   17. Fadlu'îlah; C. II, s. 250-252.

A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/138-139.

[284] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/139-140.

[285] Mü&ned-i İmam Ahmed: C. I, s. 283, 314, 332, 347. Müsned-i İmam Ahmed: C. V, s. 72. Fadlu'llah: C. II, s. 252, dip not.

A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/140-141.

[286] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/1414.

[287] İbni Mace:   (11) Kitabu'l-Keffarat,  (13.) Bab, Hadis: 2117-2119. Nese'î: Kitabu'l-Eyman, Cüz: 7, s. 7, 1952/Mısır bsk. Fadlu'llah: C. II, 3. 253.

A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/141.

[288] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/141-142.

[289] Fadtu'llaH: C. II. s. 254-256.

A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/142.

[290] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/142-143.

[291] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/143.

[292] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/143.

[293] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/143.

[294] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/144.

[295] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/144.

[296] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/144.

[297] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/144-145.

[298] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/145.

[299] El-Muvatta': Kitabu's-Salât, Bab ; Camiu's-Sal&t, Cüz: 1. Fadlu'llah; C. II. s. 258-259.

A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/145-146.

[300] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/146.

[301] Müslim: (43) Kİtabu'l-Fezaİl, (28.) Bab, Hadis: 98-99. EbÛ Davud : Kitabu'1-Edeb, Bab : Hedyu'r-Recül, C. II, s. 56S. 1952/Mısır. Fadlu'llah: C. II, s. 258-259.

A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/147.

[302] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/147.

[303] EbÛ Davud: (40) Kİtabu'1-Edeb, (2.) Bab, Hadîs: 4776. Fadlu'ilah: C. II, s. 260-261.

A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/148.

[304] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/148.

[305] Tirmizî:  (40) Kltabu'1-Edeb. (3.) Bab, Hadis:  2851-2852. Nese'i: Kitabu'1-Hacc, Bab : Inşadü'ş-Şiir fİ'1-Harem, Cüz: 5, 5. 159-İ60. 1964/Mısır bsk. Fadlu'llah: C. II, s. 261.

A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/149.

[306] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/149-150.

[307] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/150.

[308] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/150.

[309] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/150-151.

[310] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/151.

[311] Müslim:  (40) KitabuM-Elfazi fi'I-Edeb, Hadis:  11, 12. Fadlu'llah: C. II, s. 262-263. Kamus Tercemesi; C. VI, s. 466.

A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/151.

[312] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/151-152.

[313] Buhârl: (25) Kitabu'I-Hac,  (103.) Bab. Müslim: (15) Kitabu'1-Hac, Hadis : 371, 372. Ebû Davud: (15) Kİtabu'1-Hac, Bab : Fi Rükûbn-Budnl. Fethu'l-MüMÎ: C. II, s. 116.

A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/152-153.

[314] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/153.

[315] Tbni Mace: (1) Kİtabu't-Taharet, (115.) Bab, Hadis: 622. Tirmtzi: (1) Kİtabu't-Taharet, (95.) Bab, Hadis : 128. Ebû Davud: C. I, s. 67, 1952/Mısır bsk. Fadlu'llah: C. II, s. 264-265.

A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/154.

[316] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/154.

[317] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/155.

[318] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/155.

[319] Müslim: (41) Kitabu'ş-Şİlr, Hadis: 1. Fadîu'tlah: C. II, s. 265-266.

A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/155.

[320] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/156.

[321] EbÛ Davud : Kİtabu's-Salat, Bab : Kıyamu'1-Leyl, C. I, s. 301, Fadlu'lîah: C. II, s. 266.

A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/156.

[322] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/156-157.

[323] BuhâTl: (56) Kitabu'l-Cİhad, (74.) Bab. Ebû Davud: Kitabu'l-Istiaze, C. I, s. 353, 1952/Mısır bsk. Tirmizt: Kİtabu'd-Dua, (71.) Bab, Hadîs: 3480. Nese'İ: Kitabu'l-îstfaze, Bab : El-Istlazetü Min Dala'i-Deyn. Fadlu'llah: C. II, s. 126-127 ve 266, 267.

A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/157.

[324] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/157.

[325] Müsned-i Ahmed: C. IH, s. 261, İlk bsk. El-İstiab: C. IV, s. 113-115. Kamusu'}-A'lûm: C. I, s. 731. Fadlu'llah: C. II, s. 267-268.

A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/158.

[326] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/158-159.

[327] Buhârl:  (81) Kitabu'r-Rikak.  (13,) Bab. Müslim: (12) Kltabu'z-Zekat. Hadis : 32. 33. Fadlu'llah: C. II, s. 268-269.

A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/159-160.

[328] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/160-161.

[329] Buhâri: (56) Kİtabu'l-Cİhad. (80.) Bab. Müslim: (4i) Kitabu Fezaüi's-Sahabe, Hadis : 41. Fadlu'llah: C. n. s. 269-270.

A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/161-162.

[330] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/162.

[331] Müslim; (6) Kitabu Sal&ti'l-MÜsaÜrİn, (34.) Bab, Hadis : 235-236. Fadlu'llah: C. Tl, s. 270.

A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/162.

[332] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/162-163.

[333] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/163.

[334] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/163.

[335] Tirmizİ: (44) Kitabu'1-Edeb, (62.) Bab, Hadis: 2833. Müslim: (38) Kİtabu'1-Adab, (6.) Bab, Hadîs : 31. Ebû Davud: C. II, s. 588, 1952/Mısır bsk. Fadlu'llah: C. H, s. 271-272.

A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/164.

[336] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/164.

[337] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/164.

[338] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/164-165.

[339] Buhârİ:  (78) Kitabu'1-Edeb, (100.) Bab. Müslim:  (40) Kltabu'l-Elfazİ Mİne'1-Edeb, Hadis : 16. Fadlu'llah: C. II, s. 272-273.

A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/165.

[340] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/165.

[341] Buhârt: (78) Kitabu'1-Bdeb, (100.) Bab.Müslim: (40) Kltabu'l-Elfazi mine'1-Edeb, Hadis: 17. Ebû Davud: Kltabu'1-Kdeb, C. n, s. 591, 1952/Mısir bak.

A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/165-166.

[342] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/166.

[343] Ebû Davud: (40) Kitabu'I-Edeb, (62.) Bab, Hadîs : 4955. Ncsâ'İ; (49) Kitabu Adabi'l-Kuzat, (7.) Bab. Fadlv'llah: C. n, s. 274.

A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/166-168.

[344] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/168.

[345] El-îsabe: C. III, s. 512, sayı: 8644 ve C. IV, s. 42. sayı : 259. El-İstiab: C. III, s. 541 ve C. IV, s. 40. Fadlu'llah: C. II, s. 275-276.

A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/169.

[346] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/170.

[347] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/170-171.

[348] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/171.

[349] Milsned-i İmam Ahmed :  C. IV. s. 345, ilk baskı. Fad'u'llah :  C. II, s. 277-278.

A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/171-172.

[350] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/172.

[351] Bvjıârî:   (78)  Kitabu'1-Edeb,  (105.) Bab. Müslim:  (38) KItabu'1-Adab. Hadîs: 7. 3. Fadlu'llah :  C. II, s. 278.

A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/172.

[352] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/172-173.

[353] BuhdTİ: (78) Kitabu'1-Edeb, (108.) Bab. Müslim: (38) Kitabu'1-Adab, Hadis: 29. Fadlu'llah: C. II, s. 279.

A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/173.

[354] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/174.

[355] Buhârl: (78) Kltabü'1-Edeb, (114.) Bab. Müslim: (38) Kltabü'1-Adab, Hadis: 20. Fadlu'llah: C. II, s. 280.

A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/174.

[356] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/174.

[357] Müslim: (1) Kitabu'1-lman, Hadis: 320. Fadlu'llah: C. II, s. 280-283.

A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/175.

[358] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/175-176.

[359] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/176.

[360] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/176-177.

[361] Müslim: (38) Kitabu'1-Adab, Hadis : 14. 15. EbÛ Davud: C. II, s. 585. 1952/Mısır bslc. İbni Mace: (33) Kİtabu'1-Edeb. Hadis : 3733. Tirmizî:  (44) Kitabu'1-Edeb, Hadis: 2840. Fadlu'llah: C. II, s. 284-285.

A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/177.

[362] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/177.

[363] Müslim: (38) Kitabu'1-Adab, Hadis : 18, 19. Fadlu'llah: C. II, s. 286-286.

A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/178.

[364] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/179.

[365] El-İsabe: C. III, s. 150, sayı: 6693. Fadlu'llah: C. I, s. 287.

A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/179-180.

[366] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/180.

[367] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/180-181.

[368] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/181.

[369] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/181-182.

[370] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/182.

[371] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/182.

[372] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/182.

[373] El-İsabe: C. m, s. 405, sayı: 8033. El-îstiab: C. 2H, 8. 461. Fadlu'llah : C. II, s. 289-292.

A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/183.

[374] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/183-184.

[375] Buhârî: (59) Kltahu Bed'İ'l-Halkı, Bab : Zikru'l-Mel&lke. Müslim : (44) Kitabu Fezailfs-Sahabe, Hadis : 91.

A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/184.

[376] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/185. 

[377] Fadlu'llah: C. I, s. 292-293. El-tsabe; C. n, s. 458, sayı; 5463.

A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/185-186.

[378] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/186.

[379] Ebü Davud: (20) Kİtabu'l-Cenaiz,  (74.) Bab, Hadis : 3230. Nese'î:  (21)  Kitabu'l-Cenaiz,  (107.)  Bab. tbni Mace: (6) Kitabu'l-Cenaiz. (46.) Bab, Hadis: 1568.

A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/186-187.

[380] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/187.

[381] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/188.

[382] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/188.

[383] Müslim : (38) KItabu'1-Adab, Hadîs : El-İ&tiab: C. IV, s. 251. El'İsdbe: C. IV, s. 257, sayı : 251. Komusu'l-A'ldm: C. III, s. 1854. Fadlu'llah: C. II, s. 103.

A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/188.

[384] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/188-189.

[385] Müslim;  (38) Kltabu'1-Adab, Hadîs:  17. El-İstidb: C. IV, s. 391. El-İsabe: C. IV, s. 397, sayı: 1026. Kamûsu'l-A'lâm: C. VI, s. 4525.

A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/189.

[386] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/189.

[387] Ebû Davud: (40) Kltabu'1-Edeb, (62.) Bab, Hadis: 4960. Fadîu'lîah: C. II, s. 295.

A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/190.

[388] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/190-191.

[389] EbÛ Davud: Kitabu'l-Edefc C. II, s. 586. 1962/Mısır bsk. Fadlu'llah: C. II, s. 296.

A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/191.

[390] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/191.

[391] Buhârî: (46) Kltabu'l-Mezalim, (25.) Bab. Buhârî:  (65) KItabu't-Tefsfr. Buhârî: (67) Kitabu'n-Nikah. Müslim : (18) Kİtabu't-Talak, Hadis : 30.

A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/191-192.

[392] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/192-195.

[393] Buhâri: Oi) Kitabu'1-Eâeb, (106.) Bab. Hüsİtrtı: (387 KItabU'1-Adab, Hadis: 8.  C. U. s. 297.

A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/195.

[394] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/195.

[395] Buharı: (34) Kttabu'1-Buyu', (49.) Bab. Müslim: (38) Kltabu'1-Adab, Hadis : 1.

A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/195-196.

[396] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/196.

[397] El-İsabe: C. II, s. 312, sayı: 4725. El-tstiab: C. II. s. 374.

A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/196.

[398] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/196-197.

[399] Buhûri: (57) KItabu Farzfl-Humus. (7.) Bab. Müslim; (38) KitabU'1-Adab, Hadis : 3.

A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/197-198.

[400] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/198.

[401] Buhârt:  (78) Kitabu'1-Edeb,  (109.) Bab. Müslim:  (38) Kİtabu'1-Adab, Hadis: 24.

A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/198.

[402] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/198.

[403] Buhârl:  (78) Kitabu'l fdeb, Hadîs:  107. Fadlu'llah: C. II, s. 300.

A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/198-199.

[404] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/199-200.

[405] BuhûH: (78) KItabupl-Edeb, (105.) Bab. Müslim: (38) Kitabu'1-Adab, Hadîs : 7. Fadlu'llah: C. n, s. 301-302.

A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/200.

[406] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/200-201.

[407] TiTmizi: (41) Kİtabu'I-Edeb, (68.) Bab, Hadis: 2846. Tuhîetü'î-Ahvesü: C. VIH, s. 124. Ebû Davud: (40) Kİtabu'1-Edeb, (68.) Bab, Hadis : 4987. Kamusu'l-A'lâm: C. VI, s. 4190. Fadlu'lîah: C. n, s. 302.

A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/201.

[408] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/201-202.

[409] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/202.

[410] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/202.

[411] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/202-203.

[412] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/203.

[413] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/203.

[414] Buhârî: (78) Kitabu'1-Edeb, (115.) Bab. Müslim:  (32) Kitabu'l-Cihad ve Siyer. Hadis:  116. El-İsdbe; C. n, s. 27. 298, sayı: 3173 ve 4676. El-lstiab: G. II, s. 32, 284. El-A'ldm : C. IV, s. 188. Fadlu'llah; C. II, 8. 304.

[415] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/203-206.

[416] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/206-207.

[417] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/207.

[418] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/207.

[419] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/207.

[420] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/207-208.

[421] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/208.

[422] EbÛ Davud:  (40) Kitabul-Edeb, (70.) Bab. fatllu'llah; C. II, s. 805-906.

A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/208.

[423] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/208.

[424] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/209.

[425] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/209.

[426] BuhArİ: (78) Kltabü'1-Edeb. (113.) Bab.Müslim: (44) Kitabü Fezalll's-Sahabe, Hadis : 38. Fadlu'llah: C. U, a. 306-307.

A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/209-210.

[427] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/210-211.

[428] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/211.

[429] Fadlu'llah: C. II, s. 308.

A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/211-212.

[430] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/212.

[431] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/212.

[432] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/212-213.

[433] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/213.

[434] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/213.

[435] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/213-214.

[436] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/214.

[437] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/214-215.

[438] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/215.

[439] Buhûrl: (78) Kitabu'1-Eâeb, (90.) Bab. Fadîu'llah: C. H, s. 310.

A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/215.

[440] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/215.

[441] Eî-İsâbe: C. I, s. 59, sayı: 161. El-tstiab; C. I, s. 72. Fadlu'llah: C. II, s. 311-312.

A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/215-216.

[442] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/216.

[443] Buhâri:  (78) Kitabin-Edeb, (92.) Bab. Müslim:  (41) Kitabtt'ş-Şİ'r, Hadîs: 7. Fadlu'llah: C. II, s. 312-313.

A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/216-217.

[444] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/217.

[445] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/217.

[446] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/217.

[447] Buhârt:  (61) Kİtabu'l-Menakıb, (16.) Bab. Müslim: (44) Kitabu Fezaili's-Sahabe, Hadis : 156. Fadlu'üah: C. n, s. 313.

A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/217-218.

[448] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/218.

[449] El-tsabe: C. I, s. 325, sayı: 1704. El-İstiab: C. II, s. 334. Kamusu'l-A'lâm: C. m, s. 1940-1941. Buhârl: (61) Kitabu'l'-Menakıb. (16.) Bab. Müslim: (44) Kitabu Fezaili's-Sahabe, Hadis: 154.

A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/218.

[450] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/218-219.

[451] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/219-220.

[452] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/220.

[453] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/220.

[454] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/220.

[455] El-tsabe; C. III, s. 285, sayı: 7435. Eî-tstiab: C. m, s. 270. Kanusü-l-A'î&m: C. V. s. 3867.

A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/220-221.

[456] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/221-222.

[457] Tirmizi:  (41) Kitabu'1-Edeb,  (70.) Bab. El-Ahvezî; C. VIII, s. 140-141, Hadis : 3006. Fadîu'îlah: C. II, s. 315-316.

A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/222.

[458] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/222.

[459] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/223.

[460] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/223.

[461] Müslim: (41) Kltabu'ş-Şiir. Hadis: 1. El-lsabe: C. II, s. 146, sayı: 3892. Eî-tstiab: C. II, s. 159. Fadlıt'llah: C. II, s, 317-318.

A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/223.

[462] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/224.

[463] Buhari: (78) Kitabu'1-Edeb, (92.) Bab. Fatlu'lİah: C. IJ. s. 31Ş-320. Ebû Davut: C. II, s. 59», 1852/atışır bık.

A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/224-225.

[464] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/225.

[465] Ebû Davud: C. II. s. 599, 1952/Mısır bsk. Fadîu'llah: C. U, s. 320. KuT'an-t Kerîm ve Meâl-i Âlisi: s. 377, âyet: 224-227.

A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/225-226.

[466] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/226.

[467] EbÛ Davud: (40) Kitabü'1-Edeb, (87.) Bab, Hadîs : 50U. Îbni Mace: (33) Kitabü'1-Edeb, (41.) Bab, Hadis : 3756. Fadîu'llah: C. II, s. 321.

A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/226.

[468] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/226-227.

[469] Fadlu'llah: C. II, s. 322-323. Kamusu-l-A'lâm: C. IV, s. 2860, 3111.

A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/227.

[470] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/227-228.

[471] İbni Mace: (33) Kitabu'1-Edeb, (42.) Bab, Hadis: 3761. Fadlu'llah: C. H, s. 324.

A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/228.

[472] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/228.

[473] Buhdrî: (67) Kitabu'n-Nİkâh, (47.) Bab. Tirmizl: (38) Kİtabu'l-Birri. (81.) Bab, Hadis : 2029, Fadlu'llah: C. II, s. 324-325.

A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/229.

[474] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/229-230.

[475] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/230.

[476] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/230.

[477] Müsned-İ îmam Ahmed; C. HI, s. 470, ilk baskı. El-İstiab: C. IH, s. 427. Eî-tsdbe: C. III, s. 429, sayı: 8163. Fadlu'llah: C. II, s. 326-327.

A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/230-231.

[478] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/231.

[479] Buhâri: (94) Kitabu't-Temenni. (4.)Müslim: (44) Kitabu Fezaili's-Sahâbe, Hadts : 39-40. Tirmizi:  (30) Kltftbu'l-Menakıb. Hfcdis : 3757. todlu'llah; C. I. s. 327-328.

A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/232.

[480] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/232-233.

[481] Buhdrî; (51) Kİtabıı'1-Hibe, (33.) Bab. Müslim : <43) KItabu'l-Fezall, Hadis : 48. Fadlu'llah: C. II, s. 228-229.

A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/233.

[482] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/234.

[483] Fadlu'lîah: C. II, s. 329.

A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/234.

[484] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/234.

[485] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/234-235.

[486] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/235.

[487] Buhârl:  (78) Kitabu'1-Edeb, (117.) Bab. Müslim:  (39) Kitabu's-Selâm, Hadîs: 122-123. Fadlu'liah: C. II, s. 330-332.

A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/235-236.

[488] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/236.

[489] Buhdri: (78) Kitabu'1-Edeb, (116.) Bab. Müslim: (43) Kitabu'l-FezaU, Hadis: 70-73. Fadlu'llah: C. II, s. 332-333.

A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/236-237.

[490] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/237.

[491] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/237-238.

[492] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/238.

[493] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/238-239.

[494] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/239.

[495] El-İstİab: C. II, s. 501. El-tsdbe: C. m, s. 2, sayı: 5884. Kamusu'l-A'lâm: C. V. s. 3220.

A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/239.

[496] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/239-241.

[497] Fadht'Uah: C. I, s, 335.

A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/241-242.

[498] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/242.

[499] Ebu Davud : C.II, s. 555, 1952/Mısır bsk. Feyzu’l-Kadir: C.III, s. 277, Hadis:3388.

A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/243.

[500] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/243-244.

[501] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/244.

[502] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/244.

[503] Tirmizî:  (25) Kitabu'l-Birri Ve's-Sılâ, (37.) Bab, Hadîs :  1958. El-Ahvezî: C. VI, s. 90. Fadlu'llah: C. II, s. 336-337.

A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/244-245.

[504] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/245.

[505] Tirmîzî:  (25) Kitabu'l-Bİrrİ,  (36.) Bab, Hadîs : 1957. : C, II, s. 337.

A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/245-246.

[506] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/246.

[507] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/247.

[508] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/247.

[509] Tefsîr-i İbni Kesir: C. IV, s. 220, 1966/Beyrut bsk. Müsned-i İmam Âhmed: Hadis sayısı : 2922. El-îsabe: C. II, s. 457, sayı: El-htiab: C. III, s. 85. Fadlu'llah; C. II, s. 338-340.

A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/247-248.

[510] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/248-252.

[511] Müslim:   (45) KItabu'l-Birri, Hadîs :  149. Tirmtâ: (45) Kitabu'l-Birri, Hadîs: 1915.

A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/252-253.

[512] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/253.

[513] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/253.

[514] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/253.

[515] Buhârî: (60) Kitabu'l-Enbiya, (19.) Bab. Müslim: (43) Kitabu'l-Fezail, Hadîs : 168. Fadlu'llah: C. II. s. 342.

A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/253-254.

[516] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/254.

[517] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/254-255.

[518] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/255.

[519] Tefsîr-i Merağî: Cüz : 26, s. 142-144.

A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/255.

[520] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/256.

[521] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/257.

[522] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/257.

[523] Buhârî:  (60) Kitabü'l-Enbiya,  (2.) Bab. Müslim: (45) Kitabü'l-Birri, Hadîs : 159-160. Ebû Davud : Kltabü'1-Edeb, C. II, S. 559, 1952/Mısir bsk. Fadlu'llah: C. II, s. 344.

A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/257-258.

[524] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/258.

[525] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/258.

[526] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/258.

[527] Buhârî:  (60) Kitabupl-Enbiy£,  (54.) bab. MüsUm: (44) Kitabu Fezailfs-Sahabe. HadîsFadlulah:C.II, s. 345-346.

A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/259.

[528] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/259-260.

[529] Buhârî:  (78) Kitabu'1-Edeb, (120.) Bab. Müslim:  (49) Kitabu'l-Kader, Hadis : 6, 7. İbni Mace: C. I. Haclls : 78. Ebû Davud: Kitabu's-Sünne, babu'I-Kader, Hadîs : Tirmtzi: Kitabu'l-Kader, Hadis: 2Î37. Fadîu'llah: C. II. s. 347-350.

A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/260-261.

[530] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/261-262.

[531] el-İsabe: C. IV, s. İ57, sayı: Eİ-Utiab: C. IV, s. 191. Kamuzu'l-A'lâm: C. I, s. 754. Fadlu'Unh: C. II, s. 351.

A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/262.

[532] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/262-263.

[533] Butıârl: (78) Kİtabu'1-Bdeb, (122.) Bab. Feihu'l-Mübdl: C. III. s. 278, Kitabu's-Sayd. Müslim:  (34) Kitabu's-Sayd, Hadis : 54, Fa&tu'llah: C. n, s, 352. Ebü Davud: Kîtabu'1-Bdeb, C. II, s. 657, Î952/Mîsır bsk.

A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/263-264.

[534] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/264.

[535] Eaû Davud:  (4C) Kitabu'l-Edefa, (104.) Bab, Hadîs: 5097. İbni Mace:  (33) Kitabu'l-JSdcb, (29.) Bab, Hadis : 3727.

A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/264-265.

[536] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/265.

[537] Buhârî:  (10) Kitabu'I-Ezan, (156.) Bab. Müslim: (1) Kitabu'1-îman, Hadis: 125. Ebû Davud: C. II, s. 342, 1952/Mısit bsk. (Kitabu't-Tıb). Fadlu'llah: C. II, s. 354.

A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/265-266.

[538] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/266.

[539] Buhdrt: (59) Kitabu Bedi'1-Halk, (5.) Bab. Müslim:   (9)  Kitabu Salat'il-îstiska, Hadîs :   14-16. Tirmizî: Kitabu't-Tefsîr, Ahkaf sûresi, Hadis : 3254., Fadlu'llah: C. II, a. 355.

A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/267.

[540] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/267-268.

[541] Ebû Davud:  (27) Kitabu't-Tıb, (24.) Bab, Hadîs : 3910. Tirmizî: (19) Kİtabu's-Siyer, (47.) Bab, Hadîs: 1614.-ttni Mace; (31) Kitabu't-Tıb, (43.) Bab, Hadîs : 3538. Sindî; C. II, s. 189.

A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/268.

[542] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/268.

[543] Buhârİ:  (76) Kitabuvt-Tıb, (44.) Bab. Müslim ; (39) Kltabu's-Selâm, Hadîs : 113-114. Faâlu'llah: C. II, s. 357-358.

A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/269.

[544] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/269-270.

[545] Müsned-i İmam Ahmed : C. I, s. 401, 403, 420/ilk baskı, sayı:  3806, 3819,  3987. Fadlu'llah: C. II, s. 358-364. El-tsabe: C. II, s. 487, sayı: 5634. Eî-îstiab :  C. III, s.  155. Kamusu'l-A'lâm: C. IV, s.3166.

[546] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/270-271.

[547] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/271-273.

[548] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/274.

[549] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/274.

[550] Buhârİ;  (76) Kitabu't-Tıb,  (44.) Bat. Müslim:  (59) Kitabu's-Selâm, Hadîs:  111, 112. Ebû Davud : Kitabu't-Tıb, C. II, s. 343, 1952/Mısır bsk. Tirmizt:  (47) Kitabu's-Siyeı\ Hadîs:  1615. İbni Mace: (31) Kitabu't-Tıb, (43.) Bab, C. IIP s. 365-366.

A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/275.

[551] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/275.

[552] Tirmizî: Kitabu't-Tıb, Hadîs: 2062. Sl-Ahvezî; Kitabu't-Tıb, C. VI, Hadîs:  2140. îbni Mace : Kitabu't-Tıb, Hadîs : 3506-3509. Ebû Davud: Kitabu't-Tıb, C. II, s. 336, 1952/Misır bsk. Fadlu'ÜGh; O. II, s. 367-388.

A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/275-276.

[553] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/276.

[554] âst-î Saadet: C. I, s. 420-430. Kısas-ı Enbiya: C. i, s. 165-175/Cevdet Paşa, Bedir Yayınları. El-İsabe : C. II, s. 92-93, sayı : 3573 ve C. IV, s. 34, sayı: 203. El-İstiab: C. II, s. 107-108 ve C. IV, s. 33, 34.

A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/277.

[555] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/277-281.

[556] Bnhârî:  (56)  Kitabu'l-Cihad,  (47.) Bab. Müslim:  (39) KItabu's-Selâm, Hadîs :  115-116. Tirmizî:  (46) Kitabu'I-Edeb, (58.) Bab, Hadis : 2825. Ehû Davud : Kitabu't-Tıb, C. II. s. 344, 1952/Mısir bsk, Fadlu'îlah : C. II, S. 369-372. İbni Mace:  (9) Kitabu'n-Nikâh, Hadis :  1995.

A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/281.

[557] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/281-282.

[558] Buhâri: (67) Kİtabu'n-Nikâh, (17.) Bab. Müslim:  (39) Kitabu's-Selâm, Hadîs : 119. Tirmizi: Cüz : 8, s. 47, 1967/Humus bsk. İbni Mace:  (9) Kitabu'n-Niir&h, Hadîs :  1994. Fadlu'llah: C. II, s. 372-373.

A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/282.

[559] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/282.

[560] Ebû Davud:  (28) Kitabu't-Tıb, (24.) Bab, Hadîs : 3924. Fadİu'lîah: C. II, s. 373-374.       

A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/283.

[561] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/283.

[562] Buhârî:   (78)  Kitabu'I-Edeb,  (128.)  Bab. Tirrnizî: (44) Kitabu'I-Sdeb, (7.) Bab, Hadts : 2748. Ebû Davud : C. II, s. 602. esneme babı, 1952/Mısır bsk. Fadlu'llah: C. II, s. 374-376.

A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/283-284.

[563] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/284.

[564] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/285.

[565] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/285.

[566] Buharı:  (78) Kitabu'1-Edeb, (126.) Bab. Ebû Davud; Kitabu'1-Edeb, C. II, s. 603, 1952/Mısır bsk. Fadlu'llah: C. II, s. 376-378.

A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/285-286.

[567] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/286.

[568] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/286-288.

[569] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/288.

[570] İbni Mace: (6) Kitabu'l-Cenaiz, (1.) Bab. Hadis: 1434. Fadlu'lîah: C. II, 8. 281.

A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/288.

[571] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/288-289.

[572] Buhârî;   (23)  Kitafaü'l-Cenaiz,   (2.)  Bab. Müslim :   (37)  Kitabü'İ-Litaas, Hadîs :  3. Tirmizî:   (25) Kitabü'l-Libas, Hadîs :  1760. İbn Mace: (11) Kitabu'l-Keffarat, Hadîs: 2115. Faâîu'lîah: C. II, s. 281-282.

A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/289-290.

[573] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/290.

[574] Buhârî:  (23) Kitabu'l-Cenaiz,  (2.) Bata. Müslim:  (39) Kitâbu's-Selâmr Hadîs : 5.

A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/290.

[575] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/291.

[576] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/291.

[577] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/291.

[578] Buhârî:   (78) Kitabu'1-Edeb,  (126.) Bab. EH Davuâ; C. IIf s. 603, Kitabul-Edeb, 1952/Mnsır bsk.

A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/292.

[579] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/292.

[580] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/292-293.

[581] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/293.

[582] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/293.

[583] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/293.

[584] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/293-294.

[585] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/294.

[586] Buhari L78) Kitabuledep (123) Bab.Müslim L53) kitabuz- Zühd, Hadis:53.Ebû Davud: Kitabu'İ-Edeb. C. II, s. 604, 1952/Mısîr bsk.İbni Mace L33) kitabul-Edeb, (20) Bab, Hadis 3713. Tirmizi: (44) Kitabul-Edeb (4) Bab, Hadis:2743.

A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/294.

[587] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/294.

[588] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/295.

[589] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/295.

[590] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/295-296.

[591] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/296.

[592] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/296.

[593] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/296.

[594] Ebû Davud: (40) Kîtabu'1-Edeb, (92.) Bab, Hadîs; 037. Tirmizi:  (44) Kitabu'I-Edeb, (5.) Bab, Hadis : 2744. Ebû Davud: Kİtabu'1-Edeb, C. II, s. 603, 1952/Mssır bsk. İbnt Uace:  (33) Kitabu'1-Edeb,  (20.) Bab, Hadîs : 3714.

A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/296-297.

[595] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/297.

[596] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/297.

[597] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/297.

[598] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/298.

[599] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/298.

[600] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/298-299.

[601] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/299.

[602] Ebü Davud: C. II, s. 603,1952/Mısır bsk.Fadlullah: C. II, s. 392.

A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/299.

[603] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/299.

[604] Ebü Davud : (40) Kltabu'1-Edeb, (93.) Bab, Hadîs : 5Ö28. Tirmizî: (44) Kitabu'l-Edeb, (3.) Bab, Hadîs : 2740.

A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/300.

[605] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/300.

[606] Müslim:  (53) Kitabu'z-Zühd, Hadis : 54. Fadlu'llah: C. II, s. 393.

A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/301-302.

[607] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/302.

[608] Buhârî:   (59)  Kitabu Bedi'l-Halkı,   (11.)  Bab. Müslim: (53) Kitabu'K-Zühd, Hadîs : 58.

A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/302.

[609] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/302.

[610] Buhûrî: (77) Kİtabu'l-Libas, (101.) Bab. Müslim:  (1) Kİtabu'l-îman, Hadîs: 48. Tirmizt:  (41) Kitabu'1-îman, (18.) Bab, Hadîs : 2Ö4S. C. II,  394-395.

A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/303.

[611] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/303-304.

[612] Buhârî:  (64) Kitaba'I-Megfizi, (79.) Bab. Müslim:   (49) Kitabu't-Tevbe, Hadîs :  53. Tirmizî: (48) Kitabu't-Tefsîr, Hadis: 3101. Faûlu'llah: C. II, s. 395-396. Eî-tstiab: C. II, s. 210-216. El-îsabe: C. II, s. 220-222. Kamuşu'l-A'lâm: C. IV, s. 3015.

A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/304-305.

[613] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/305-313.

[614] Buhârî: (56) Kitabul-Cihad,  (188.) Bab. Müslim: (32) Kitabu'l-Cihad, Hadîs.: 64. m-tsüab: C. II, s. -25-30. El-tsabe: C. II, s. 35, sayı: 3204. Davud: C. I, s. 645, Kitabu'l-Bdeb, 1952/Mısır bsk.  C. I, s. 396-398.

A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/313.

[615] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/313-315.

[616] Fadlu'llah: C. II, s. 398-401.

A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/315.

[617] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/315-316.

[618] Buhâri:  (61) Kitabu'l-Menakıb, (25.) Bab. Müslim,:  (44) Kitabu Fezaili's-Sahabe, Hadîs : 97-99. Tirmizî: (50) Kitabu'I-Menakıb, Hadîs : 3871.  pavuâ: C. II, s. 645, 1952/Mısır bsk. (Kıyam babı).  C. H,  s. 401-403.

A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/316-317.

[619] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/317-318.

[620] Müslim:, ti) Kitabu's-Salât, Hadîs: 84. Faâlu'llah: C. II, s. 404-406.                            

A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/318-319.

[621] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/319.

[622] Müslim: (53) Kitabu'z-Zühd, Hadîs : 57-59. Ebû Davud: Kitabu'1-Edeb, C. II,-s. 601, 1952/Mısır bsk. Feyzu'l-Kaâır: C. Is a. 3H, sayı: 516, 518.

A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/319.

[623] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/319-320.

[624] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/320.

[625] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/320.

[626] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/320-321.

[627] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/321.

[628] Buharı:  (56) Kitabu'l-Cihad,  (3.) Bab. Müslim: (33) Kitabu'I-İmare, Hadis: 160-162. C. II, s. 260, sayı: 4497.

C, II, s. 442. Kamum'l'A'lâm: C. IV, s. 3058.Fadlullah : C. II, s. 407-408.

A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/321.

[629] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/322-323.

[630] Fadlullah: C. II, s. 408-412.

A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/323-326.

[631] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/326.

[632] Kitabu'î-Mesacid, Hadîs : 238, 239-244.Fadlullah: C. II, s. 413.

A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/327.

[633] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/327-328.

[634] Buharı:  (19)  Kitabu't-Teheecüd, (5.) Bab. Müslim:  (6) Kitabu SalâtH-Müsafirîn, Hadîs ; 206. C. II, s. 413-416.

A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/328-329.

[635] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/329.

[636] Müslim: (37) Kltabu'1-Ubas, Hadis : 69. tbni Mûce: (32) Kitabu'l-Libas, Hadis: 3617. O. U, s. 417.

A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/329-330.

[637] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/330.

[638] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/330-331.

[639] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/331.

[640] Buhârî: (23) Kitabu'I-Cenaiz, (80.) Bab. Müslim: (52) Kitabu'l-Fiten, Hadîs : 95. Ebû Davud: Kİtabu'l-Felahim, C. II, s. 434, 1952/fcîısır bsk. Tirmizî: (34) Kitabu'l-Fiten, Hadîs : 2250. El-Âhvesî: C. VI, s. 515-520. 'ilah: C, llt s. 418-423.         

A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/331-334.

[641] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/334-335.

[642] Buharı: (5) Kit&bü'l-Gusl, (3.) Bab. (3) Kitabü'l-Hayz, Hadîs : 57.fadlullah : C. II, s. 423-424.

A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/335.

[643] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/335-336.

[644] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/336.

[645] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/336.

[646] Buhârî:  (78) Kitabul-Edeb, (105.) Müslim: (38) Kitabu'I-Adab, Hadîs : 3-7. Fadlu'Uah: C. II, s, 425-426.

A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/337.

[647] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/337-338.

[648] Müslim: (33) Kitabu'z-Zühd, Hadîs: 2. Ebû Davud; C. I, s. 42, Kitabu't-Taharet, 1352/Mısir bsfc. Fadlu'üah: C. H, s. 427.

A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/338-339.

[649] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/339.

[650] Fadlu'ltah : C. H, s. 427-428.

A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/339-340.

[651] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/340-341.

[652] Fadlu'lîah: C. II, s, 429.

A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/341.

[653] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/341-342.

[654] Buhâri;  (62) Kltabu Fezaiî-i Ashato, (6.) Bab (Meaa&ito-i Ömer). Müslim:  (44) KİttbU Femili's-Sahabe, Hadîs : 2S. . Tirmisd: Kitabu'l-Menaîab. C. IX, s. 298, Hadîs : 3711.

A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/342-343.

[655] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/343.

[656] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/343-344.

[657] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/344.

[658] Tirmizi:  (50) Kitabu'l-Mfcnakıb, HadîB :  3931.  Davud; Kitabu'1-Edeb, C. II, s. 644, 1952/Mısır bsk.

A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/345.

[659] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/345.

[660] Tirmizî;  (43) Kitabu'l-İstizan, Hadîs : 2731, 2732. Fadîu'llah: C. II, s. 432-433.

A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/345-346.

[661] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/346.

[662] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/346.

[663] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/346-347.

[664] Müsned-i t mam Ahmed: C. III, s. 395/ilk bsk. Faûlu'llah: C. II, s. 433-436.

A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/347-348.

[665] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/348-349.

[666] EbÛ Davud : K4tabu'l-Edeb, Ç., I, s. 645, 1952/Mısır bsk. Buhârî:   (61)  Kitabu'l-Menajcıb,  (25.)  Bab. Müslim: (44) Kitabu FezaiU's-Sahabe, Hadis : 97-9Ş. Tirmisî: (50) Kltabu'l-Menakıb, Hadis : 3871.   

A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/349-350.

[667] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/350.

[668] Tirmizi: Kitabu'l-Cihad, Hadis:  1716. İbni Mace: Kitabu'UEdeb, Hadîs : 3704. Ebû Davud: C. II, s. 646, 1952/Mısır bsk. Fadlu'llah: C. II, s. 437-438.

A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/350-351.

[669] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/351.

[670] El-lsabe: C. II, s. 65, sayı: 3389. El-İstiab: C. II, s. 85-87. Fadlu'llah ; C. II, S. 438-439.

A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/352.

[671] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/352.

[672] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/352-353.

[673] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/353.

[674] Ebû Davud: C. II, s, 647, 1952/Mısır bsk. Fadiu'llGh: C. II, s. 439-440.

A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/353.

[675] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/353-354.

[676] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/354.

[677] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/354.

[678] Ebû Davud: (40) Kitabu'1-Edeb, (153;> Bab, Hadis: 5229. TiTmlzİ: (41) Kitabu'1-Edeb, (13.) B»b, Hadîs : 2756. El-Âhvezî: C. VIII, s. 30, Hadîs: 2903.' C. II, s. 441-442.

A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/354-355.

[679] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/355.

[680] Buhârî:  (79) Kitabu'l-İstizan, (1.) Bab. Müslim: İ51) Kitabu'l-Cennet, Hadis :  2B. Fadlu'llah: C. I, s. 443-444.

A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/356.

[681] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/356-357.

[682] Mtimeâi İmam Ahmed: C. ÎV, s. 286/iîk bsfc. C. II, s. 444-445.

A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/358.

[683] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/358.

[684] Müslim: (1) Kitabu'1-İman, Hadis: 93. Fadlu'llah : C. II, s. 445.

A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/358-359.

[685] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/359.

[686] Tirmizl: (26) Kİtabu'l-Et'üne, (45.) Bab, Hadis: 18E6. Fadlu'llah : C. II, s. 445.

A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/359.

[687] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/359.

[688] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/360.

[689] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/360.

[690] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/360.

[691] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/360.

[692] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/361.

[693] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/361.

[694] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/361-362.

[695] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/362.

[696] Tirmizi: (40) Kitabu'l-İstizan, (15.) Bab, Hadis : 2707. Ebü Davud: Kitabu'1-Edeb, C. II, s. 643, 1952/Mısır bsk. Fadlu'îlah; C. II, s. 448.

A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/362-363.

[697] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/363.

[698] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/363-364.

[699] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/364.

[700] İbni Mace:  (5) Ki tabu İkameti' s-Salât,  (14.) Bab, Hadîs: 856, 857.

A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/364.

[701] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/364.

[702] Feyzu'l-Kadîr: C. II, s. 346, Hadis: 2011. FaCîu'llah: C. II, s. 449-450.

A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/364-365.

[703] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/365.

[704] Buharı: (10) Kitabu'1-Ezan, (148.) Eab. Müslim: (4) Kitabu's-Salât, Hadîs : 55. İbni Mace: (5) Kitabu's-Salât, (24.) Bab, Hadis : 899. Tirmizi: (5) Kİtabu's-Saiât, (215.) Bab, Hadîs : 289. EbÛ Davud : (5) Kitabu's-Salât, C. I, s. 221, 1952/Mtsır bsk. Nese'i: (5) Kitabu's-Salât, Bab : Teşehhüd, Cüz : 2, s. 1Ş9, lfiM/Mıaır.    Fadlu'lîah: C. II- s. 450-455. 

A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/365-366.

[705] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/366.

[706] Buhârî;  (23) Kitabu'I-Cenaiz,  (2.)  Bab. Müslim; (39) Kitabu's-S&âm, Hadis: 4-5.

A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/366-367.

[707] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/367.

[708] Fadlu'llah: C. II, s. 356-357. El-tsabe; C. II, s. 395, sayı: 5141. El-htiab : C. IIf s. 411.

A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/367-368.

[709] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/368.

[710] Buhârt: (79) Kitabu'l-îstizan, (4-7.) Bab. Müslim:  (39) Kltabu's-Sel&m, Hadis :  1.

A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/368-369.

[711] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/369.

[712] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/369.

[713] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/369.

[714] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/369.

[715] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/370.

[716] Tirmizî:  (43) Kitabu'l-İstizan, (14.) Bab, Hadîs: 2706.. : C. II, s. 459.

A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/370.

[717] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/370.

[718] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/370-371.

[719] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/371.

[720] TirmiZî: (43) Kitatou'l-İstizan, (14.) Bab( Hadis: 2706. ; C. II, s. 459-460.

A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/371.

[721] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/371-372.

[722] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/372.

[723] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/372.

[724] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/372-373.

[725] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/373.

[726] Buhâri:  (79) Kitabu'l-İstizan, (7.) Bab. Tirmizî: (43) Kitabu'l-îstizan, (14.) Bab, Hadîs : 2705. Fadlu'llah: C. XI, s. 461-462.

A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/373.

[727] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/373.

[728] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/374.

[729] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/374.

[730] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/375.

[731] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/375.

[732] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/375-376.

[733] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/376.

[734] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/376.

[735] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/376.

[736] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/376-377.

[737] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/377.

[738] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/377-378.

[739] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/378.

[740] Tirmizi:  (43) Kİtabu'l-İsttzan, (15.) Bab, Hadis: 2707. Fadlu'llah: C. II, s. 466.

[741] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/378-379.

[742] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/379.

[743] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/379.

[744] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/379.

[745] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/380.

[746] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/380.

[747] Ebu Davud: C. II, s, 642, Kitabu'1-Edeb, lS52/Mısır bsfc.

A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/381.

[748] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/381.

[749] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/381.

[750] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/381.

[751] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/382.

[752] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/382.

[753] Buhâri:  (2) Kitabü'1-İman, (6.) Bab. Müslim: (1) Kitabü'1-îman, Hadis : 63. İbni Mace: Kitabü'l-St'lme, (45.) Bab, Hadia : 1855, 1856. Nese'i: Kitabü'1-İman, C. IV, Cüz : 8, s. 94, 1964/Mısır bsk. C. II, a. 469-470.

A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/382-383.

[754] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/383.

[755] Ebû Davud: Kitabu'l-E^eb, C. n, s. 555, 1952/Mısır bsk. Fadlu'llah: C. II, s. 470-471.

A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/383-384.

[756] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/384.

[757] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/384.

[758] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/385.

[759] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/385.

[760] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/385.

[761] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/386.

[762] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/386.

[763] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/386.

[764] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/386.

[765] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/387.

[766] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/387.

[767] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/387-388.

[768] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/388.

[769] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/388.

[770] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/388-389.

[771] Nese'î: Kitabu'z-Zİnet, C. IV, Cüz : 8, s. 153, C. II, s. 474-475.

A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/389-390.

[772] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/390.

[773] Fadlu'lîah: C. II, s. 476-478.Sl-İsabe; C. II, s. 460-461. sayı: 5477 ve C. III, s. 307-309, sayı: 754S ve C. IV, s. 333, sayı: 622.

A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/390-392.

[774] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/392-393.

[775] Ehîsabe: C. II, s. 452, say).:  5437, El-îstiaö; C. XII, s. 90. C. I, s. 479-480.

A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/393-394.

[776] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/394-395.

[777] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/395.

[778] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/395.

[779] El-İstiab : C. III, s. 368-371. El-fsabe: C. m, s. 432, sayı: 8181 ve C. IV, s, 159, sayı: 931. Fadlu'tlah: C. II, s. 480. Kamusu'l-A'lâm: C. VI, s. 4358.

A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/395-396.

[780] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/396-397.

[781] Fadluulah : C. II, s. 481.

A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/397-398.

[782] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/398-399.

[783] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/399.

[784] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/399.

[785] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/399-400.

[786] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/400.

[787] Buhârî:  (64) Kitabu'l-Meğazî, (83.) Bab. Müslim : (44) Kitabu Fezaili's-Sahabe, Hadîs : 98.  Fadlu'îlah: C. II, s. 482.

A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/400.

[788] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/400.

[789] Tirmteî:/(50) Kitahul-Menakib, Hadis: 3799. tbniMace: Kitabu'I-Mukaddlme, (11.) Bab, Hadis: 146. C. II, s. 483.

A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/401.

[790] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/401.

[791] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/401-402.

[792] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/402.

[793] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/402.

[794] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/402-403.

[795] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/403.

[796] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/403.

[797] Müslim: (44) Kitabu Pezaîli'S-Sahabe, Hadîs:  132.  C. H, s. 484-485.

A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/403.

[798] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/403-405.

[799] Buhârî: (59) Kitabu Bedi'1-Halk, (6.) Bab, Hadis : İ519. Müslim :  (44) Kîtabu Fezaiirs-Sahabe, Hadîs : 90-91. Titmizl: (50) Kitabu'l-Menakıb, (3,) Bab, Hadîs: 3876. îftnl Müce: (33) Kîtabu'I-Edeb, Ü2.) Bab, Hadîs: 3696. Nese'l: Kitabu işreti'n-Nioa, CÜs : 7, s. 65, İ904/Mısır bsk. C. II, s. 485.

A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/405-406.

[800] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/406.

[801] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/406.

[802] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/406.

[803] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/407.

[804] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/407.

[805] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/408.

[806] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/408.

[807] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/408.

[808] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/408-409

[809] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/409.

[810] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/409-410.

[811] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/410.

[812] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/410.

[813] Buharı: (79) Kitabul-İstizan, (15.) Bab, Hadîs: 2373. Müslim: (39) Kitabu's-Sel&m, Hadîs: 14-15. Ebü Davud : Kitabul-Edeb, C. II, s. 642, 1852/Misır bsk, îbni Mace: Kitabu'1-Edeb, (14.) Bab, Hadîs:  3700. Tirmizl:  (43) Kitabu'l-İstizan, Hadîs : 2697.  C. II, s. 488.

A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/410-411.

[814] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/411.

[815] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/411.

[816] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/411.

[817] Buhârî:   (73)   Kitabu'1-Edeb,   (94.)  Bab. Müslim:  (6) Kitabu Salâti'l-Müsaftrin, Hadîs : 82. El-îsâbe ; C. IV, s. 479,  sayı ;   1533, El-İstiab: C. IV, s. 479.

A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/411-412.

[818] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/412.

[819] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/412.

[820] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/412-413.

[821] Ebû Davud:  (40) Kitabu'I-Edeb, Bab: Kadınlara selâm (137). Tirmizî:  (40) Kitabu'l-İstizan, Bab : Kadınlara selâm (9), îbni Mace: Kitabu'1-Edeb, (14.) Bab, Hadîs: 3701. ie ; C. IV, s. 229, sayı: 58.el-istiab: C. IV, s. 223.

A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/413.

[822] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/414-415.

[823] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/415.

[824] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/415.

[825] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/415-416.

[826] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/416-417.

[827] Buhârî: (2) KUabu'l-İnıan, (6.) Baîi. Müslim: (1) Kitabu'1-İman, Hadîs: W. Feyzu'l-Kadtr: C. III, 8. 295-296, Hadîs: 3441.

A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/417.

[828] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/418.

[829] Buharı; (65) Kitabu't-Tefsîr : Bab: Sûretü'l-Ahzab. Müslim: (16) Kitabu'n-Nikâh, Hadîs : 87, 89. Kur'an Dili: C. V, s. 3927f 3919. C. II, s.  493, 495.

A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/418-419.

[830] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/419-420.

[831] Fadlu'llah: C. II, s. 495-496. Tejsîr-i Meragî: Cüz : 18, s. 130-131. m-İsabe: O. II. s. 315, sayı: 4738. M-îstiab : C. II, s. 375.

A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/420-421.

[832] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/421-422.

[833] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/422.

[834] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/423.

[835] Ebü Davud: C. I, Hadîs : 78-79. İbni Mace: C. I, Hadîs : 382. İbni Mace haşiyesi Es-Sindî; Ç, X, s. 78-79, ilk baskı. Fadlu'llah: C. II, s. 497.

A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/423.

[836] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/423.

[837] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/424.

[838] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/424.

[839] Kur'an-ı Kerim: Nûr sûresi, âyej : 27, 29. FGdlu'lîch: C. II, s. 498.

A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/424-425.

[840] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/425.

[841] Kuran~t Kerim: Nûr sûresi, âyet: 58. Fadlu'llah: C. II, s. 499.

A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/425-426.

[842] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/426.

[843] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/426.

[844] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/426-427.

[845] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/427.

[846] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/427.

[847] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/428.

[848] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/428.

[849] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/428-429.

[850] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/429.

[851] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/429.

[852] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/429.

[853] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/430-431.

[854] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/431.

[855] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/431.

[856] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/431.

[857] Tirmizî. Kitabu'l-İstizan, Hadîs : 2691. Buharı: Kitabu'l-İstizan, (13.) Bab. Müslim:  (3fi) Kitabu'1-Adab, Hadîs : 33-37. İbnt Mace: Kitabu'1-Edeb, Hadîs : 3706. Ebû Davud; Kitabu'l-E63b, .Hadîs : 5181, 5132. Fadlu'llah; C. II. s. 503-506.

A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/432-433.

[858] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/433.

[859] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/433-434.

[860] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/434.

[861] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/434.

[862] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/434.

[863] Buhârî:  (87) Kitabut-Diyat,  (15.) Bab, Hadis: 2526. Müslim;  (38) Kitabu'1-Adâb, Hadîs : 44.Ebû Davud : Kitabu'1-Edeb, Hadîs : 5172. Nese'î: Cüz : 8, s. 54, Babu'l-Kaved. Fadlu'lîah: C. II, s. 505-506.

A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/434-435.

[864] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/435.

[865] Buhârî: Kitabu'd-Diyat,  (15.) Bab, Hadis: 2371. Müslim :   (38) KItabu'1-Adab, Hadîs : 42. Tirmizi: Kitabu'l-îstizan, Hadis : 2709. Nese'î: Babu'l-Kaved, Cüz : 8, s. 54.

A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/435.

[866] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/436.

[867] Buharı: (19) Kitabu'l-îstizan, (11.) Bab, Hadis: 2300. Müslim: (38) Kitabu'I-Adab, Hadîs : 41. Nese'î; Babu'l-Kaved, Cüs : 8. s. 54, 55. Titmizî: Kttabu'l-İstizan, Hadîs : 2710. Ebû Davud : Kitabu'1-Edeb, Hadîs : 5174. Fadlu'llah: C. II, s. 507.

A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/436.

[868] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/436.

[869] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/437.

[870] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/437.

[871] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/437.

[872] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/437.

[873] Buhârİ;  Kitabu'KBuyu',  (9.)  Bab. Müslim: Kitabu'I-Adab, Hadîs : 36.

A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/437-439.

[874] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/439.

[875] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/440.

[876] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/440.

[877] Ebû Davud:   (40)  Kitabu'1-Edeb, Hadîs:  5190. Fadlu'llah: C. II, s. 510-511.                             

A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/440.

[878] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/440-441.

[879] Ebû Davud:   (40)  Kltabu'1-Edeb,   (129.)  Bab, Hadîs:   5189.

A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/441.

[880] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/441.

[881] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/441-442.

[882] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/442.

[883] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/442.

[884] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/443.

[885] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/443-444.

[886] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/444.

[887] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/444.

[888] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/444.

[889] Ebû Davud : Kitabu'1-Edeb, Hadîs : 5176. Tirmizî: Kitabu'l-îstizan, Hadîs : 2711. Fadlu'llah: C. II. s. 516-517.

A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/445.

[890] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/445-446.

[891] Ebû Davud: Kitabu'1-Edeb, Hadîs: 5173.

A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/446.

[892] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/446.

[893] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/446-447.

[894] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/447.

[895] Ebû Davud ; Kitabu'1-Edeb, Hadîs : 5177. Fadîu'üah: C. II, s. 518-S20.

A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/447-448.

[896] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/448-449.

[897] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/450.

[898] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/450.

[899] Buharı: Kitabu'l-Istizan, (17.) Bab. Müslim: Kitabu'1-Adab, Hadîs : 38, 39. Fadlu'llah: C. II, s. 522.

A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/450-451.

[900] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/451.

[901] Müslim : Kitabu's-Salât, Hadîs : 235. Fadlu'llah: C. II, s. 270.

A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/451.

[902] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/451-452.

[903] Fadlu'llah; C. I, s. 523.

A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/452.

[904] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/452.

[905] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/453.

[906] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/453.

[907] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/453.

[908] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/453.

[909] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/453-454.

[910] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/454.

[911] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/454.

[912] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/454.

[913] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/454.

[914] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/454-455.

[915] Tirmizî: Kitabu's-Salât, Hadîs:  357. Ebû Davud: Kitabu't-Taharet, Hadis : 90. İbni Mace: Kitabu's-Salât, Hadîs : 923. El-Ahvezl: C. II, s. 340-344. Fadlu'llah; C. II, s. 524-525.

A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/455.

[916] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/455-456.

[917] Ebû Davud: Kitabu'l-Cihad, .Hadîs : 2494. Feyzu'l-Kadir : C. III, ş. 319, sayı:   3504. Fadlu'îlah; C. II, s. 526.

A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/456.

[918] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/456-457.

[919] Nisa Sûresi, Âyet: 86. Nûr Sûresi, Âyet: 61.

A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/457.

[920] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/457-458.

[921] Müslim:  (36) Kitabu'l-Eşribe, Hadîs:  103.

A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/458-459.

[922] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/459.

[923] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/459.

[924] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/459-460.

[925] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/460.

[926] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/460.

[927] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/460.  

[928] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/460-461.

[929] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/461.

[930] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/461-462.

[931] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/462-463.

[932] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/463.

[933] İbni Mace: Kitabu'1-Edeb, Hadîs: 3699, Fadlu'llah: C. I, s. 530-531.

A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/463.

[934] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/463-464.

[935] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/464.

[936] Müslim:  (39) Kitabu's-Selâm, Hadîs: 13. Tirmizî: Kitabu'l-İstizan, Hadîs: 2701. Ebû Davud : Kitabu'1-Edeb, Hadîs : 5205. Fadlu'llah: C. II, s. 531.

A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/464.

[937] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/464.

[938] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/465.

[939] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/465.

[940] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/465.

[941] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/465-466.

[942] Buhârî: (79) Kitabu'l-İstizan, (22.) Bab. Müslim: (39) Kitabu's-Selâm: Hadîs : 8. Ebû Davud: Kitabu'1-Edeb, Hadîs: 52G6.

A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/466.

[943] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/466.

[944] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/466-467.

[945] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/467.

[946] Buharı:   (79)  Kitabu'l-îstizan,   (20.)  Bab. Müslim;  (32)' Kitabu'l-Cihad, Hadîs: 116. Tirmizî; (43) Kitabu'I-İstizan, Hadîs : 2703. .Fadlu'lîah:  C. II, s. 534.

A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/467.

[947] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/468.

[948] Buhârî:  (1) Kitabu Bedi'l-Vahyi, (6.) Bab. Müslim: (32) Kitabu'l-Cihad, Hadîs: 74. Fethü'l-Mübdi: C. I, s. 29-42. Tecrid Tercetnesi: C. I, s. 17-27, Hadîs : 7.El-İsabe: C. I, s. 463, sayı: 2390 ve C. II, s. 172-173, sayı : 4046. El-İstiab: C. I, s. 463 ve C. IV, s. 85-88.

A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/468-469.

[949] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/469-476.

[950] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/476-477.

[951] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/477.

[952] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/477.

[953] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/477.

[954] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/477-478.

[955] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/478.

[956] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/479.

[957] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/479.

[958] Ebû Davud;   (40)  Kitabu'L-Esteb, Hadis:  5038. Tirmizî: (44) 'Kitaüu'1-Edeb, Hadîs : 2740.

A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/479.

[959] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/479.

[960] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/480.

[961] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/480.

[962] Buhârî:  (79) Kitabu'l-İstizan, Bab :  19. Müslim:  (44) Kittfbu Fezaili's-Sahabe. Hadîs : 91. Fadlu'Uah: C. I, s. 540.

A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/480-481.

[963] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/481.

[964] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/481-482.

[965] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/482.

[966] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/482-483.

[967] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/483.

[968] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/483.

[969] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/483-484.

[970] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/484.

[971] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/484.

[972] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/484-485.

[973] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/485.

[974] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/485.

[975] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/485.

[976] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/485-486.

[977] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/486.

[978] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/486.

[979] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/486.

[980] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/486-487.

[981] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/487.

[982] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/487.

[983] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/487.

[984] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/487-488.

[985] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/488.

[986] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/488.

[987] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/488-490.

[988] El-îsabe: C. IV, s. 295, ; C. IV, s. 304. C. H, s. 546.

A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/490-491.

[989] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/491.

[990] Buhârî:  (64) Kitabu'l-Meğazî, Bab : Peygamberin hastalığı (83). Fadlu'llah : C. II, e. 547-548.

A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/491-492.

[991] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/492-493.

[992] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/493-494.

[993] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/494.

[994] Fadlu'îlah: C. II, s. 549.

A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/494-495.

[995] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/495.

[996] İbni Mace:  (33) Kitabu'1-Edeb, (18.) Bab, Hadis : 3710. Fadlu'llah; C. n, s. 550.

A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/495.

[997] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/495-496.

[998] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/496.

[999] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/496.

[1000] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/496-497.

[1001] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/498.

[1002] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/498-499.

[1003] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/499.

[1004] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/499-500.

[1005] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/500.

[1006] Müslim:  (39)  Kitabu's-Selâm, Hadîs:  31. ibni Maa (33)   Kİtabu'1-Edeb, Hadiü ;   3717. Ebü Davud .   (33) Kitabu'l-Edeb, Hadis : Fadlıt'Uak: a II   s. 554.

A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/500-501.

[1007] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/501.

[1008] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/501-502.

[1009] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/502.

[1010] Buharı: (79) Kitabu'l-İstizan,  (31.) Batt. Müslim,:  (39) Kitabu's-Selâm, Hadîs : 27, Fadlu'lldh.': C. II, s. 555, 556.

A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/502-503.

[1011] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/503.

[1012] Ebû Davud: Kitabu'1-Edeb, Hadîs : 4825. Tirmizî:  (43) Kitabu'l-İstizan, Hadîs : 2726. Fadlu'llah: C. II, s. 556.

A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/503.

[1013] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/504.

[1014] Ebu Davud : KltabıH-Edeb, Hadis : 484.1 Tirmizî: Kitubu'l-Edeto. Hadis: 2.75S.  C. H. 5, 557.

A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/504.

[1015] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/504.

[1016] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/505-506.

[1017] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/506-507.

[1018] Buharı: (2)  Kitabu'1-İman,  (4.)  Bab. Müslim:  (1) Kitabu'1-İman, Hadîs: 64. Ebû Davud: Kitabu'l-Cihâd, Hadîs : 2481. Nese'İ: Kitabu'1-İman, C. IV, Cüz : 8, s. 93 Sıfatü'l-Müslim, İ 964/Mısır. Fadlu'Uah: C. n, s. 559, 560.

A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/507.

[1019] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/507-508.

[1020] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/508-509.

[1021] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/509.

[1022] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/509.

[1023] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/509.

[1024] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/509-510.

[1025] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/510.

[1026] Nese'î: C. I, Cüz : 7, Sayfa :  148, 149. El-îsabe: C. I, s. 285, sayı : 1457. Fadlu'llah: C. H, s. 562. Ebû Davud: Kitabu'l-Menasife, Hadîs: 1742.

A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/510-511.

[1027] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/511-512.

[1028] Ebû Davud ; Kitabu'1-Edeb, Hadîs : 4815. C. II, s. 563.

A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/512.

[1029] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/513.

[1030] Buhârî:  (46) Kitabu'l-Mezalim,  (22.) Bab. Müslim:  (37) Kitabu'I-Libas, Hadîs : 114. Fadlu'llah: C. IX s. 584.

A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/513.

[1031] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/513.

[1032] Buharı: (62) Kitabu Ashabi'n-Nebiyyi, (5.) Bab. Müslim:  (44) Kitabu Fezaili's-Sahabe, Hadîs :'29. Tirmlzî: (50) Kitabu'1-Menakıb, Hadîs : 371Î. Fadlu'Uah: C. II, s. 565, 566.         

A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/514-516.          

[1033] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/516.

[1034] Buharı;  (34) Kitabu'1-Buyu1, (49.) Bab. Müslim: (44) Kitabu Fezaili's-Salıabe, Hadîs : 57. Fadlu'lîah: C. U, s. 567, 568.

A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/516-517.

[1035] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/517.

[1036] Buharı:  (79) Kitatu'l-İstizan,  (32.) Bab. Müslim;   (39)  Kitabu's-Selâm, Hadîs :  29. Ebû Davud: Kitabu'1-Edeb, Hadîs : 4827. Tirmi&î:  (44)  Kitabu'l.Edeb, Hadîs ; 2751, Fadlu'lluh: C, II, s. 568, 569.

A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/517-518.

[1037] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/518.

[1038] Müslim: (44) Kitabu Fesaili's-Sahabe, Hadîs : 145. Fadlu'llah: C. II, s. 569, 570.

A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/518-519.

[1039] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/519-520.

[1040] Feyzü'l-Kadîr : C. V, Hadîs : 6470-6473, 6478, 6493. C. II, s. 570.

A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/520.

[1041] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/521.

[1042] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/521.

[1043] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/521-522.

[1044] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/522.

[1045] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/522.

[1046] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/523.

[1047] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/523.

[1048] BuhâTÎ:  (91) Kitabu't-Tabir, (45.) Bab. Müslim: (37) Kitabul-Libas, Hadîs : 100. Nese'î: Kitabu'z-Zinet, Cüz : 8, Sayfa :  150, 1964/Misir bsk. Fadlu'llah: C. II, s. 572, 573.

A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/524.

[1049] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/524-526.

[1050] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/526-527.

[1051] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/527.

[1052] Müslim: (1) Kitabu'1-îman, (6.) Bab, Hadîs : 24. Fadlu'llah: C. -II, s. 575, 576.

A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/527.

[1053] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/528.

[1054] Tecrid-i Sarih: Kitabu'1-Cuma, s. 72, H. 1323/Misır bsk. Nese'î: Kitabu'l-Mevakıt, C. I, Cüz ; I, s. 199, 1964/Mısır bsk. C. IX, s. 576.

A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/528.

[1055] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/528.

[1056] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/528-529.

[1057] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/529.

[1058] Müslim:  (7) Kitabu'1-Cuma, Hadîs : 60. Nese't: Kitabu'z-Zînet, C, İV, Cüz : 8, s, 195, 1964/Migır bsfc. Fadlu'llah: C. II, s. 578, 579.

A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/529-530.

[1059] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/530.

[1060] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/530.

[1061] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/530.

[1062] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/530-531.

[1063] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/531.

[1064] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/531.

[1065] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/531-532.

[1066] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/532.

[1067]A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/532.

[1068] Buharı:  (79) Kitabu'I-îstîzan, (45.) Bab.Müslim: (39) Kitabu's-Selâm, Hadîs : 36. Ebû Davud ; Kitabu'l-ISdeb, Hadîs : 4851. İbni Mace: Kîtabu'1-Edeb, (33.) Bab. Hadis: 3776. Fadlu'lîah: a II, s. 581.

A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/532-533.

[1069] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/533.

[1070] Buharı:  (79) Kitabu'l-îstizan, (47.) Bab. Müslim: (39) Kitabu's-Selâm, Hadis : 38. Ebû Davud : Kitabu'1-Edeb, Hadîs : 4851. tbni Mace: Kitabu'1-Bdeb, Hadîs: 3775.

A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/533.

[1071] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/533.

[1072] EbÛ Davud: Kitabu'1-Edeb, Hadîs : 4852.

A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/534.

[1073] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/534.

[1074] Müslim: (39) Kitabu's-Selâm, Hadîs : 37.

A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/534.

[1075] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/534.

[1076] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/534.

[1077] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/535.

[1078] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/535.

[1079] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/535.

[1080] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/536.

[1081] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/536.

[1082] Buharı: ili) Kİtabu'I-üb&s, (20.) Bab. Müslim: m) Kitatro'1-Buyu', Hadis : 3. Nese'î: C. IV, Cüa : 8, Sayfa: 185. 1964/Mısır bsk. h: C. 11, s. 564, 585.

A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/536-537.

[1083] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/537-538.

[1084] Buhârî: (30) Kitabu's-Siyam, (59.) Bab. Müslim: (13) Kitabu's-Sıyam, Hadîs: 191. Faâlu'lîak: C. Et, s. 585-587.

A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/538-539.

[1085] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/540.

[1086] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/540.

[1087] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/540.

[1088] EbÛ Davud: Kitabu'1-Edeb, Hadîs: 4847. TiTmis&: Kitabu'1-Edeb, Hadîs: 2815.

A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/540-541.

[1089] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/541.

[1090] Etû Davud; Kitabu'1-Edeb, Hadîs : 4850. Fcdlu'llah ; C. II, s. 588, 589.

A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/541-542.

[1091] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/542.

[1092] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/542.

[1093] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/542.

[1094] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/542-543.

[1095] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/543.

[1096] Ebu Davuâ: Kitabul-Libas, Hadîs : 4075, 4084. C. İL s. 589-591.

A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/543-544.

[1097] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/544.

[1098] Buhârî; Kitabu'l-Buyu\  (49.) Bab. Müslim: Kİtabu Fesaii's-Sahabe, Hadîs : 57.

A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/545.

[1099] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/545.

[1100] Buhârî:  f96) Kitabu'l-îtisam,  (3.) Bab. Müslim:  (43). Kitabu'L-Fezall, Hadîs ;  136. Fadlu'llah: C. II, s. 592-595.

A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/546-547.

[1101] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/547-548.

[1102] Buhârl:  (8) Kitabu's-Salât, (85.) Bab. Müslim: (37) Kitabul-Libas, Hadîs : 75. Tirmisî: Kitabu'1-Edeb, Hadîs :  2766. Ebü Davud : Kitabu'kEdeb, Hadîs : 4865, 4866, 4867. Faûlu'ltah: G. II, s. 595, 596.

A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/548.

[1103] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/548-549.

[1104] El-îstiab. C. IH, s. 396-397; El-İsabe, C. III, s. 399; Fadlullah : C. II, s, 596.

A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/549.

[1105] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/549.

[1106] Ehü Davud: Kltabu'1-Edeb. Hadis : 5040. îhni Mace: Kltabu'1-Edeb, Hadis: 3723. Tirmizi: Kitabul-Edeb, Hadîs : 2769. Fadlu'Ilah: C. II, s. 595; 596.

A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/550.

[1107] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/550.

[1108] îbni Mace: Kitabu'1-Edeb, Hadîs : 3725.

A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/551.

[1109] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/551.

[1110] MüslUn: Kitabu'l-Eşribe, Hadîs:  105, 106. Tirmîzî: Kitabu'l-Et'ime, Hadîs : 1800. Ebû Davud : Kitabu'l-Et'ime, KacUs : 3776. Fadlu'iîah: C, II, s. 598, 599.

A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/551-552.

[1111] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/552.

[1112] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/552-553.

[1113] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/553.

[1114]A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/553.

[1115] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/553-554.

[1116] Ebû Davud ; (40) Kitabu'1-Edeb, Hadîs : 5041. C. II, s. 600, 601.

A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/554.

[1117] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/555.

[1118] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/555.

[1119] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/555.

[1120] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/555-556.

[1121] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/556.

[1122] Buhârî:  (62) Kltabu Ashabi'n-Nebi, (5.) Bab. Müslim :  (44) Katabu Fezaüi's-Sahabe, Hadîs : 29. Timizi: (50) Kitabu'l-Menakıb, Hadis: 3711.

A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/556.

[1123] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/557.

[1124] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/557.

[1125] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/557.

[1126] İbni Mace:  (34) Kitabu'd-Düa, Hadis : 3885. Tirmizî   (49) Kİtabu'd-Daavat, Hadis : 3422.

A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/558.

[1127] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/558.

[1128] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/558-562.

[1129] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/562-565.

[1130] Ebû Davud: Kitabu'1-Edeb, Hadîs: 5068. Tİrmîzî: Kitabu'd-Daavât, Hadîs: 3388.

A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/565.

[1131] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/565-566.

[1132] Ebû Davud: Kitabu'1-Edeb, Hadîs : 5074. İlmî Mace: Kitabu'd-Dua, Hadîs: 3871. Fadlu'llah; C. II, s. 610.

A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/566.

[1133] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/566-567.

[1134] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/567.

[1135] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/567.

[1136] Ebû Davud; Kitabul-Eöeb, Hadis : 5067. Tirmizî: Kitabu'd-Daavat, Hadîs : 3389. Fadlu'llah: C. II, s. 611, 612.

A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/568.

[1137] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/568.

[1138] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/568-569.

[1139] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/569.

[1140] Tirmizî: KitabÜ'd-Daavat, Hadis : 3526.

A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/569.

[1141] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/569.

[1142] Buharı; (97) Kitabu't-Tevhid, (13.) Bab. Fadlu'llah: C. İL s. 613.

[1143] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/570.

[1144] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/570-571.

[1145] Müslim:  (48) Kitabu'z-Zikri, Hadîs: 64. Fadlu'llah: C. II, s. 614.

A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/571.

[1146] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/571.

[1147] Tirmizî; Kitatau Sevabı'l-Kur'an, Hadîs : 2894, Fadlu'lîah: C. H, s. 615.

A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/571-572.

[1148] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/572.

[1149] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/572.

[1150] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/573.

[1151] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/573.

[1152] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/573.

[1153] Buhârî: Kitabu'd-Daavat, (13.) Bab. Müslim : Kitabu'z-Zikri, Hadîs : 64, Ebû Davud: Kitabu'I-Edeb, Hadis : 5050. Fadlu'llah: C. II, s. 616.

A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/573-574.

[1154] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/574.

[1155] Buhârî: K. Vudu1, (75.) Bab ve Teerjd şerhi Fethu'l-Mubdî, C. I, 9. 157. Müslim: Kitabu'z-Eikri, Hadîs :  Ö6-İÎEJ. Ebû Davud; Kitabu'I-Edeb, Hadis : 5046. Tirmizî: Kitabu'd-Daavât, Hadîs : 3392. Faâlu'lîah; C. II, s. 617-619.

A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/574-575.

[1156] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/575.

[1157] Müslim: Kitabu'z-Zikri, Hadîs: 61. Tirmizî: Kitabu'd-Daavât, Hadîs : 3397. Kbv Davud: Kitabu'1-Edeb, Hadîs: 5051.

A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/575-576.

[1158] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/576.

[1159] El-İstiab: C. I, s. 143, 144... Ei-İsdbe: C. I, s. 146, 147; Sayı: 618.

A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/577.

[1160] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/577-578.

[1161] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/578-579.

[1162] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/579.

[1163] Tirmizî: Kitabu'd-Daavat, Hadîs: 3395, 3396. İbni Aface: Kitabu;d-Dua, Hadîs : 3877.

[1164] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/579-580.

[1165] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/580.

[1166] El-İstiab:  C. II, s. 338-341.El-İsabe: C. II, s. 343, 344;  Sayı :  4847. Ebû Davud : Kitabu'1-Edeb, Hadîs :  5065. Tirmizî: Kitabu'd-Daavat, Hadîs :  3407, . İbni Mace: Kitabu Îkameti's-Salât, Hadis :  926. Nese'î: Kitabu's-Salât, Bab : Adedu't-Tesbih bade teslim, Cüz : 3, s. 93, 1952/Mısır bsk.Fadlu'îîafı: C. II, s. 662,.663.   

A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/580-581.

[1167] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/581-583.

[1168] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/583.

[1169] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/584.

[1170] Tirmizî: Kitabu'd-Daavat, Hadîs: 3412. El-lstîab; C. I, s. 494. El~İsabe: C. I, s. 498, sayı: 2623. Ebû Davud: Kitabu's-Salât, Hadîs ; 1320. Fadlu'llah: C. II, s. 625, 626.

A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/584.

[1171] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/584-585.

[1172] Tirmizî: Kitabu'l-Et'ime, Hadîs :   1360,  1861. Ebû Davud : Kitabu'l-Et'İme, Hadîs : 3852. İbni Macc: Kİtabu'l-Et'ime, Hadîs:  3296,  3297. Fadlu'llah:   C.  II,  s.  626,  627.

A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/585.

[1173] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/585.

[1174] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/586.

[1175] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/586.

[1176] Buharı:   (29)  Kitabu Bedi'1-Halk,   (16.)  Bab. Müslim :  Kitabu'l-Eşribe,  Hadîs :   96,  97. Tirmizî:  Kitabu'1-Ef ime.     Hadîs :   1813   ve   Tirmizî  şerhi  El-Ahvezi: C. V,  s.  531-533,  Hadîs :   1872. İbni Macc : KHabu'l-Eşribe, Hadîs:  3410, 3411. Ebû Davud ; Kitabu'l-Eşribe. Hadîs :  3732. Fadlu'llah : C. II, s. 627. 628.

A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/586-587.

[1177] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/587.

[1178] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/587-588.

[1179] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/588.

[1180] İbni Mace :  Kitabu'l-Menakıb, Hadîs:   3089.

A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/588.

[1181] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/588-589.

[1182] Biıhâri:  Kitabu'I-İstizan,   (49.)   Bab. Müslim : Kitabu'l-Sşribe, Hadîs ;  100.

A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/589.

[1183] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/589.

[1184] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/589-590.

[1185] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/590.

[1186] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/590.

[1187] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/590.

[1188] Buhârl:  ICitabü'l-İstİ'zan,   (49.)   Bab. Müslim: Kitabü'i-Eşribe, Hadîs:  101. İbni Mace; Kltabü'I-Edeb, Hadîs :  3770.

A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/590-591.

[1189] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/591.

[1190] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/591.

[1191] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/591-592.

[1192] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/592.

[1193] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/592.

[1194] Fadlu'llah:  C. II, s. 633.

A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/592-593.

[1195] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/593.

[1196] Müslim : Kitabu'l-Eşribe, Hadis : 98. Fadlu'llah: Ç\ II, s. 634.

A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/593.

[1197] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/594.

[1198] Tirmizî: Kitabu'.l-Cihad, Hadis:   1708.  1709. Ebû Davud : Kitabu'l-Cihad, Hadis :  2562. Fadlu'llah : C. II, s. 634.

A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/594.

[1199] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/594.(589)

[1200] Ebû Davud:  Kitabu'1-Edeb,  Hadis;   5103.  5104. Fadlu'llah ; C. II. s. 635.

A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/595.

[1201] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/595.

[1202] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/596.

[1203] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/596.

[1204] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/596-597.

[1205] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/597.

[1206] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/597.

[1207] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/597-598.

[1208] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/598.

[1209] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/598.

[1210] İbni Hişam:  Muğnî;  Harfu'1-Eâ. El-İsabe : C. II, s.  108, Sayı:  3664. Fadlu'llah : C. II. s. 638, 040.

A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/599.

[1211] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/600.

[1212] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/600.

[1213] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/600.

[1214] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/600.

[1215] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/600.

[1216] Buhâri:   (46)   Kitabu'l-Mezalim,   (21.)  Bab. Müslim: (36) Kitabu'l-Eşribe, Hadîs: 3-7. Fadlu'llah : C. I, s. 641.

A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/601.

[1217] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/601-602.

[1218] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/602.

[1219] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/602.

[1220] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/603.

[1221] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/603.

[1222] Buhârt : Kitabu'l-Enbiya,  (8.)  Bab. Müslim: (43)  Kitabu'l-Fezail, Hadîs:  151, Fadlu'llah : C. II, s. 643, 644.

A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/604.

[1223] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/604-605.

[1224] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/605.

[1225] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/605.

[1226] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/606.

[1227] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/606.

[1228] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/606-607.

[1229] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/607.

[1230] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/607-608.

[1231] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/608.

[1232] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/609.

[1233] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/609.

[1234] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/609-610.

[1235] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/610.

[1236] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/610-611.

[1237] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/611.

[1238] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/611.

[1239] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/611.

[1240] El-tstiab : C. IV, s. 163.Fadlu'llah; C, II. s. 650-652.

A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/611-612.

[1241] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/612-614.

[1242] Buharı; Kitabu'l-Akîka, (I.) Bab. Müslim:  (38) Kitabu'1-Adâb, Hadîs : 22. Ebû Davud: Kitabu'l-Cihad, 2563. Fadlu'llah: C. II, s. 652.

A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/614.

[1243] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/615.

[1244] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/615.

[1245] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/615.

[1246] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/616.

[1247] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/616.

[1248] Buharı: Kitabu'l-Libas. Müslim : Kitabu't-Taharet. Ebû Davud: Kitabu'l-Tereccül. Hadis:  4193. İbni Mace : Kitabu't-Taharet, Hadi;: :  2S1 Nese'î: Kitabu't-Tahareti, Cüz: 1, s. 17. 1952/Mısır bsk, Tirmisî: 'Kitabul-Sdeb, Hadis:  2757, Fadlu'Uah:  C. II. s,  654-658.

A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/616-617.

[1249] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/617-618.

[1250] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/619.

[1251] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/619.

[1252] MeartuatÜ'Tefasir :  C. I. s.  32G,  327, Fadıy'Uah: C. II. s. 059.

A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/619-620.

[1253] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/620-621.

[1254] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/621.

[1255] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/621.

[1256] Fadîu'llah ; C. II, s. 660.

A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/621-622.

[1257] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/622.

[1258] Buharı; Kitabu'I-Eyman, (5.) Bab. Müslim:  (27) Kitabu'I-Eyman, Hadis : 5, Ebû Davud : Kitabu'I-Eyman, Hadîs :  3247. Tirmizı: Kitabu'I-Eyman, Hadîs :   1545. Nese'î: Kitabu'I-Eyman, Cüz: 7, s. 7, 8, 1952/Mısır'bsk. İbni Mace : Kitabu'l-Keffarat, Haöîs :  209G. Fadlu'llah ; C, II, s. 660, 661.

A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/622-623.

[1259] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/623.

[1260] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/623-624.

[1261] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/624.

[1262] Buharı:  Kitabu'1-Edeb,   (90.)   Bab. Müslim,:  Kİtabu'l-Fezaİ,  Hadîs :   70.

A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/624.

[1263] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/625.

[1264] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/625.

[1265] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/625.

[1266] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/625-626.

[1267] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/626.

[1268] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/626.

[1269] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/626.

[1270] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/627.

[1271] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/627.

[1272] Ebû Davud : Kitabu'-Edeb, Hadîs: 4938. Malik : Kitabu'1-Cami, Bab : Mâ câe Fin-Nerd. tbni Mace : Kilabu'1-Edeb, Hadîs :  3762.

A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/628.

[1273] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/628.

[1274] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/628.

[1275] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/628-629.

[1276] Müslim: Kitabu'ş-Şür, Hadîs :   10. İbni Mace:  Kitabu'1-Edeb, Hadîs;   3763. Ebû Davud; Kitabu'l-Edeb, Hadîs :  4939.

A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/629.

[1277] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/629.

[1278] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/629.

[1279] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/629.

[1280] İmam Malik;. Kitabu'1-Cami, Bab : Mâ Câe Fi'n-Nerdî.

A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/630.

[1281] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/630.

[1282] İmam Malik; Kltabu'1-Câmi, Bab : Mâ Câe Fi'n-Nerdi.

A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/630.

[1283] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/630.

[1284] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/631.

[1285] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/631.

[1286] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/631-632.

[1287] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/632.

[1288] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/632.

[1289] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/632.

[1290] Buharı: Kitabu'1-Edeb,  (83.) Bab. Müslim: Kitabu'z-Zühd, Hadîs : 63. İbni Mace : Kîtabu'l-Fiten, Hadis :  3982, 3983. Fadlu'llah : C, II, s. 668, 669.

A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/633.

[1291] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/633.

[1292] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/634.

[1293] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/634.

[1294] Müslim: Kİtabu'1-İman, Hadis:  164.

A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/634.

[1295] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/634.

[1296] Bühârî: Kitabu'l-Fiten, (7.) Bab. Müslim ; Kitabu'1-İman, Hadîs :   163.

A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/635.

[1297] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/635.

[1298] Tirmizî; Kitabu'l-Kader, Hadis :  2147. 2148.

A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/635.

[1299] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/635.

[1300] Tirmisî; Kİtabu'z-Zühd, Hadîs: 2368. El-Ahvezî: C. VII, s. 33, Hadîs : 2472. Fadlu'llah ; C, II, s, 670, 671.

A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/636.

[1301] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/636-637.

[1302] Müslim: Kitabu'i-İman, Hadis: 209. Ebû Davuâ : Kitabu'1-Edeb, Hadîs; 5111. Fadlu'llah; C. II, s. 671-673.

A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/637.

[1303] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/638.

[1304] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/639.

[1305] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/639.

[1306] Buhârî; Kitabu'l-İ'tisam,  (3.) Bab. Müslim : Kitabu'İ-îman, Hadîs ;  217. Faûlu'llah : C. ir, s. 674.

A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/639.

[1307] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/640.

[1308] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/640.

[1309] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/640.

[1310] Ebû Davud: Kitabu's-Sünnet, Hadîs: 4719. Fadlu'llah: C. II, s. 676.

A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/641.

[1311] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/641.

[1312] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/641-642.

[1313] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/642.

[1314] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/642.

[1315] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/642-643.

[1316] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/643.

[1317] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/643.

[1318] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/643-644.

[1319] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/644.

[1320] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/644.

[1321] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/644.

[1322] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/644.

[1323] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/644.

[1324] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/645.

[1325] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/645-646.

[1326] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/646.

[1327] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/646.

[1328] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/647.

[1329] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/647.

[1330] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/647.

[1331] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/647.

[1332] Buharı: Kitabu'1-Edeb,  (81.)  Bab. Müslim: Kitabu Fezaili's-Sahbe, Hadîs:  81. Fadlu'llah: C. II, s. ,683.

A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/648.

[1333] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/648.

[1334] EM Davud: Kitabu'1-Edeb, Hadîs : 4940. İbni Mace: Kitabu'1-Edeb, Hadis : 3756. Fadlu'îlah; C. II, s. 683, 684.

A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/648.

[1335] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/649.

[1336] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/649.

[1337] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/649.

[1338] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/649.

[1339] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/650.

[1340] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/650.

[1341] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/650.

[1342] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/651.

[1343] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/651.

[1344] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/652.

[1345] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/652.

[1346] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/652-653.

[1347] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/653.

[1348] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/653.

[1349] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/653.

[1350] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/653.

[1351] Edebü'd-Dünya :  s.  275, 276,  1911/Mısır bsk.

A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/654.

[1352] Tirmizı: Kitabü'l-BIrri, Hadîs :   2019. Faâlu'llah : C. II, s. 887.

A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/654.

[1353] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/654.

[1354] Buharı: Kitabu'l-Ahkâm,  (27.)  Bab. Müslim :  Kitabu'l-Birri, Hadîs :  98. Fadlu-llah; C. II, s. 688. Ebû Davud : Kitabu'1-Edeb, Hadîs :  48T2.

A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/655.

[1355] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/655.

[1356] Ebû Davud: Kitabu'1-Edeb, Hadîs: 4873.

A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/656.

[1357] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/656.

[1358] Buhâfp: Kitabü'1-Edeb, (38.) Bab. Müslim: Kitabü'l-Birri, Hadîs : 73. Fadlu'llah: C. II, s. 689, 690.

A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/657.

[1359] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/657.

[1360] Buhâri: KitabÜ'I-Edeb, (77.) Bab. Müslim : Kitabü'1-İman, Hadîs : 61. Fadlu'llah: C. İL s. 690-692.

A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/658.

[1361] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/658.

[1362] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/658-659.

[1363] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/659.

[1364] Tirmizl: Kitabti'l-Birri, Hadîs :  1314. İbni Mace: Kitabü'z-Zülıd, Hadîs : 4184. FaâU'llah: C. ÎI, s0 693, 694.

A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/659.

[1365] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/659.

[1366] Tîrmizî: Kitabü'l-Menakıb, Hadis :  3641. Cllah: C. H, s. 694.

A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/659-660.

[1367] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/660.

[1368] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/660.

[1369] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/660.

[1370] Buharı: Kİtabü'1-Edeb,  C76.J Bab. Müslim: Kitabü'l-Birri, Hadîs :  107. Ebû Davud: Kitabü'1-Edeb, Hatfîs.; 4779. Fadlu'îlah ; C, II, s. 695.

A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/661.

[1371] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/661-662.

[1372] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/662.

[1373] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/662.

[1374] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/662-663.

[1375] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/663.

[1376] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/663-664.

[1377] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/664.

[1378] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/664.

[1379] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/664.

[1380] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/664-665.

[1381] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/665.

[1382] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/665-666.

[1383] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/666.