(281)
Yanında Peygamber (Sallaiîahü Aleyhi Ve Sellem) Anılıp Da Ona Salat Getirmeyen
Kimse
(282)
İnsanın, Kendine Zulmeden Kimse Aleyhine Duâ Etmesi
(283)
Ömrün Uzamasına Duâ Eden Kimse
(284)
Acele Etmediği Müddet Kulun Duası Kabul Olunur
(285)
Tembellikten Allah'a Sığınmak
(286)
Allah'dan Îstemiyene, Allah Gazab Eder
(287)
Allah Yolunda Savaşta Saf Tutmuşken Dua Etmek
(288)
Peygamber (Sallallahü Aleyhi Ve Sellem)’İn Duaları
(289)
Rahmet Ve Yağmur Zamanında Dua
(291)
Peygamber (Sallallahü Aleyhi Ve Sellem)'in Duaları
(294)
İdarecinin Zulmünden Korkunca Okunacak Dualar
(295)
Duâ Edene Kazandırılan Mükâfat Ve Sevap
(301)
Allah’tan Afiyet İsteyen Kimse
(302)
Bela İstemenin Hoş Görülmediği
(303)
Bela Şiddetinden Allah'a Sığınmak
(304)
Adamın Sözünü Ayıplayarak Hikâye Etmek
(306)
Gıybet Ve Allah Teâla'nın: -Bir Kısmınız, Bir Kısmınızı Gıybet Etmesin» Sözü
(308)
Babası Yanındaki Çocuğun Başını Okşayan Ve Ona Bereketle Dua Eden
(309)
Müslümanların Birbirlerine Sevgi Ve Bağlılığı
(310)
Müsafire İkram Etmek Ve Bizzat Ona İnsanın Hizmet Etmesi
(311)
Müsafire Bahşişte Bulunmak
(313)
Konuk Sahibine Zorluk Verecek Kadar Yanında Durulmaz
(314)
Bir Kimsenin Evi Civarına Müsafirin İnmiş Bulunması
(316)
Adamın Bizzat Müsafire Hizmet Etmesi
(317)
Müsafirine Yemek İkram Edip De Namaza Duban Kimse
(308)
İnsanın Ailesine (Çoluk - Çocuğuna) Para Harcaması
(319)
İnsan Zevcesinin Ağzına Verdiği Lokmaya Varıncaya Kadar Her Şeyden Mükafat
Kazanır
(320)
Gecenin Üçte Biri Kalınca Dua Etmek
(322)
Haberi Anlatmakta Beis Görmeyen Kimse
(323)
Müslumanın Ayıbını Örten Kimse
(324)
Adamın: İnsanlar Helak Oldu, Demesi
(325)
Münafık Olana Seyyid = (Efendi) Denmez
(326)
İnsan Övüldüğü Zaman Ne Söyler
(327)
İnsan Bilmediği Bir Şey İçin: Allah Bilîr O Şöyledir, Dememelidir
(330)
Allah'ım! Beni Rahmetinin Bulunduğu Yere Koy, Denmesini Hoş Görmiyen Kimse
(332)
İnsan, Dönüp Gittiği Zaman Kardeşine Keskin Bakışla Bakmasın
(333)
İnsanın İnsana: Yazıklar Olsun Sana... Sözü
(335)
İnsanın: Babana Rahmet Sözü
(336)
İnsan Dilediği Zaman Az Dilemeli Ve Dilekte Bulunduğu Kimseyi Övmemeli
(337)
Adamın: Sana Dil Uzatan Yaşamasın, Sözü
(338)
İnsan: Allah Ve Falanca (Yaptı Şeklinde Söz) Söylemesin
(339)
İnsanın: Allah Dilerse, Sen De Dilersen Sözü
(341)
İyi Hal Ve Güzel Gidişat
(342)
Zamanla Gelir Sana Beklemediğin Haberler
(345)
Adamın «Sana Yazık Olsun» Sözü
(346)
İnsanın : «Ey Kadıncağız» Sözü
(347)
İnsanın: «Ben De Üşengeçlik Var » Sözü
(348)
Tembellikten Sığınan Kimse
(349)
İnsanın: «Nefsim Sana Feda Olsun» Sözü
(350)
İnsanın: «Anam, Babam Sana Feda Olsun» Sözü
(351)
Babası İslam’a Ulaşmamış Kimseye, İnsanın «Yavrum!» Demesi
(352)
İnsan: «Habis Nefsim» Demesin
(354)
Güzel İsim, Peygamber (Sallalahü Aleyhi Ve Sellem)’İn Hoşuna Giderdi
(356)
Aziz Ve Yüce Allah'a İsimlerin En Sevimlisi
(358)
Aziz Ve Yüce Allah Katında İsimlerin Hoşa Gitmeyeni
(359)
Başkasının İsmini Küçülterek Onu Çağıran Kimse
(360)
İnsan Kendine İsimlerinin En Sevimli Olanı İle Çağrılır
(361)
Asiye İsmini Değiştirmek
(366)
Arkadaşının İsminden Bir Şey Noksan Bırakıp Kısaltarak Onu Çağıran Kimse
(373)
Peygamber (Sallallahü Aleyhi Ve Sellem)’İn İsmi Ve Künyesi
(376)
Bir Kimsenin Çocuğu Doğmadan Önce Ona Künye Vermek
(378)
Bir Adamı Kendisinde Olan Bir Şeyle Veya Herhangi Biriyle Künyelemek
(379)
Büyüklerle Ve Fazilet Sahipleriyle Yürümek Nasıl Olur?
(381)
Şiirden Bir Kısmı Hikmetdir
(382)
Güzel Söz Gibi, Sür De Güzeldir Vb Onun Çirkini De Vardir
(384)
«İçi Şürle Dolu Kimseyi Hoş Görmemek»
(384
M.) Aziz Ve Yüce Allah'ın «Şâirlere İse, Onlara Sapıklar Uyar- Sözü (Sûre: 26,
Âyet: 224)
(385)
«Beyândan Bir Kısmı Sihirdir»
(389)
Bir Adama, Bir Şeye, Bir Ata Bu Bahirdir = Denizdir Denilir
(390)
Galat Sözden Dolayı Dövmek
(391)
Bir Şeyin Hak Olmadığım Murad Ederek İnsan, «Bir Şey Değildir» Der
(396)
Bîr Sokak Yahut Bir Yol Gösteren
(397)
Âmâyı (Körü) Yoldan Saptıran Kimse
(401)
«Ruhlar Birlik Birlik Askerlerdir»
(402)
İnsanîn Taaccüp Anında «Sübhanallah» Demesi
(406)
Adamın: «Şu Ve Bu Yîlöızîn Doğup Batması
Sebebiyle Yaomuea Kavuştuk», Demesi
(407)
İnsan Bulut Gördüğü Zaman Ne Söyler
(409)
Kötüye Yormayanın Fazileti
(410)
Cinlerden Uğursuzluk (Cin Çarpması)
(412)
«Güzel İsmi Bereket Saymak»
(415)
İnsan Aksırdığı Zaman Ne Söyler
(417)
Aksırmayı İşiten Kimse: « Elhamdülillah» Der
(418)
Aksırmayı İşitenin Teşmiti Nasıldır?
(419)
Aksıran Kimse Allah’a Hamd Etmezse Ona Teşmit Edilmez
(420)
Aksıran, Nasıl Söze Başlar
(421)
Eğer Allah'a Hamd Etmişsen, Allah Sana Merhamet Etsin», Diyen Kimse
(422)
«Însan (Aksırınca) Ab Demesin
(425)
Erkeğin Kadına Teşmît Etmesi
(427)
Cevap Anında «Lebbeyk» Diyen Kimse
(428)
«İnsanın Kardeşi İçin Ayağa Kalkması»
(429)
Oturan Adam İçin İnsanın Ayağa Kalkması
(420)
İnsan Esneyince Elini Ağzına Koysun
(431)
Bir Kimse Başkasının Başını Tarayıp Temizler Mi?
(432)
Hayret Anında Başı Sallamak Ve Dudakları Isırmak
(433)
Hayret Veya Birşey Zamanında İnsanın Elini Oyluğuna Vurması
(434)
İnsan Kardeşînîn Otluğuna Vurup Da Bununla Bir Kötülük Dilemezse
(435)
Kendisi Oturup Da İnsanların Kendisi İçin Ayağa Kalkmasını Hoş Görmiyen Kimse
(437)
İnsanın Atacı Uyuşunca Ne Söyler
(439)
Çocuklara Musafaha Etmek
(441)
Çocuğun Başını Kadının Okşaması
(446)
Tazim İçin İnsanın İnsana Karşı Ayağa Kalkması
(451)
Selâm, Aziz Ve Yüce Olan Allah'ın İsimlerinden Bir İsimdir
(452)
Müslüman Müslümanla Karşılaştığı Zaman Ona Selam Vermesi, Üzerine Düşen
Vazifedir
(453)
«Yürüyen Oturana Selam Verir»
(454)
«Süvarinin Oturana Selam Vermesi»
(455)
Piyade Süvariye Selâm Verir Mi?
(456)
Azlık Çokluğa Selâm Verir
(457)
Küçük Büyüğe Selâm Verir
(459)
İşaretle Selâm Veren Kimse
(460) Selam Verince İşittirilmelidir
(461)
Selâm Vermek Ve Kendisine Selâm Verilmek Üzere Dışarı Çıkan Kimse
(462)
Meclise Gelince Selâm Vermek
(463)
Meclisten Kalkınca Selam Vermek
(464)
Meclisten Kalkınca Selam Verenin Hakkı
(465)
Musafaha İçin Eline Hoş Koku Süren Kimse
(465)
«Tanıdığa Ve Tanımadığa Selâm Vermek»
(468)
«Fasık Olana Selam Verilmez»
(469)
Günahkârlara Ve Boya Sürünekleee Selâm Vermeyi Terkeden Kimse
(470)
Emire (Halifeye) Selam Vermek
(472)
Hayyakellah == Allah Sana Ömürleh Versin
(474)
Selama Nasıl Mukabele Edilir?
(476)
«Selâmda Cimrilik Eden Kimse»
(478)
«Hanımların Erkeklere Selam Vermesi»
(479)
«Hanımlara Selam Vermek»
(480)
Kişiye Özel Selâm Vermeyi Hoş Görmeyen Kimse
(481)
«Hîcab Âyeti Nasıl Nazil Oldu
(483)
«Erkeğin Hanımı İle Yemek Yemesi»
(484)
Şenliği Olmayan Bir Eve Girince
(485)
«Sahip Olduğunuz Köleler Sîzden İzîn İstesin» (Nûr Sûresi: 58)
(486)
«Çocuklarınız Bulûğa Erince» (Nür Sûresi, 59)
(487)
İnsan Annesinden (Odasına Girmek İçin) İzin İster
(488)
İnsan Babasının Yanına Varmak İçin İzin İster
(489)
İnsan Babasının Ve Çocuğunun Yanına Girmek İçin İzin İster
(490)
İnsan Kız Kardeşinin Yanına Girmek İçin İzin İster
(491)
İnsan Erkek Kardeşinin Yanına Girmek İçin İzin İster
(493)
İzin İstemek Selâmdan Başkadır
(494)
İzinsiz Bakanın Gözü Oyulur
(495)
İzin İstemek, Göz Harama Değmemek İçindir
(496)
Bir Adam Bir Adama Evinde Selâm Verince
(497)
Adamı Çağırmak Ona (İçeri Girmesi
İçin) İzindir
(498)
Kapıda İnsan Nasıl Durur
(499)
Bir Kîmse İzin İster De Ona, Ben Çıkıncaya Kadar Bekle Diye Ev Sahibi Söylerse
Nerede Oturur?
(501)
İzin Almadan İçeri Girince
(502)
«Gireyim Mi?» Deyip De Selâm Vermeyince
(504)
Kim O? Diyene Karşı: Ben, Diyen
(505)
İzin İsteyip De, Karşılık Olarak «Selâmla Gir» Deyince
(507)
«Evine Selâmla Girenin Fazileti»
(508)
Bir Kimse, Eve Girdiği Zaman Allah'ı Anmazsa, Orada Şeytan Geceler
(510)
Çakşı Dükkânlarına Girmekte İzin İstemek
(511)
Yabancılara Karsı Nasıl İzin Alınır?
(512)
Gayri Müslim Mektup Yazıp Da, Selâm Verince Ona Mukabele Edîlir
(513)
«Gayri Müslimlere Önce Selâm Verilmez»
(514)
«Zîmmi'ye İşaretle Selâm Veren Kimse»
(515)
«Zimmet Ehline Selâm Nasıl Çevrilir»
(516)
Kâfir-Müslim Karışık Olan Bir Topluluğa Nasıl Selâm Verilir
(517)
Kitap Ehline Nasıl Mektup Yazılır?
(518)
Ehli Kitap; «Essamü Aleyküm» Deyince
(519)
Ehl-i Kitap, Yolun En Dar Yerine Zorlanır
(520)
İnsan Gayri Müslime Nasıl Dua Eder?
(521)
İnsan Tanımadığı Hıristiyana Selâm Verince
(522)
«Falanca Sana Selâm Söylüyor» Deyince
(524)
Hanımlara Mektup Yazmak Ve Onların Cevap Vermesî
(525)
Mektubun Başı Nasıl Yazılır?
(526)
Amma Ba'dü = Bundan Sonra (Sözü)
(527)
Mektuplara «Bismillâhirrahmanirrahim» Île Başlamak
(532)
Bir Kimseye: Nasıl Sabahladın? Denince Nasil Karşılık Verir?
(533)
Oturma Yerlerinin En Hayırlısı En
Geniş (Ve Rahat) Olanıdır
(533)
İnsan Kajlkar Da Sonra Yerine Dönerse
(538)
İnsan Vardığı Yerde Oturur
(539)
İki Kişi Arasına Girilmez
(540)
Meclis Sahibine Doğru Yürünür
(541)
İnsana İnsanların Ziyade İkram Edeni, Yaninda Otuean Arkadaşıdır
(542)
İnsan, Oturan Arkadaşının Önüne Ayağını Uzatır Mı?
(543)
İnsan Toplum İçinde Bulunur Da Tükürür
(544)
«Çit Ve Duvarla Çevkîlmiş Olmayan» Avlularda Oturuş
(545)
Ayaklarını Kuyuya Sarkıtan Kimse Oturup
Da Bacakalrından (Elbiseyi) Açınca
(546)
Bir Kimse İçin Adam Yerinden Kalktığı Zaman O Kimse O Yerde Oturmaz
(548)
Peygamberimiz (Sallallahü Âleyhi Ve Sellem) Döndüğü Zaman Bütün (Vücudu) İle
Dönerdi
(549)
Bir Kimse, Bir Adamı, Bir İş İçin, Bir Kimseye Gönderince, Adam Ona (Önceden)
Haber Vermesin
(550)
İnsan: Nereden Geldin? Der Mi?
(551)
İstemedikleri Halde Bîr Toplumun Sözünü Dinlemek Îsteyen Kimse
(553)
Bir Kimse Fısıldaşmakta Olan Bir Topluluğu Görünce Yanlarına Girmesin
(554)
Îki Kimse Üçüncüyü Bırakıp Aralarında Fısıldaşmasın
(555)
Arkadaşlar Dört Kişi Olunca
(557)
Güneş Tarafında Oturulmaz
(558)
Elbise İçinde Kıç Üstü Oturup Dizleri Dikmek
(559)
Kendisine Yastık = Minder Bırakılan Kimse
(562)
İhtiba == Dizleri Dikip Oturmak
(563)
Dizleri Üzerine Çömelen Kimse
(566)
İnsan Ancak Sağ Eliyle Alır Ve Verir
(567)
İnsan Oturunca Ayakkabılarını Nereye Koyar?
(568)
Şeytan Ağaç Ve Bunun Gibî Bir Şey Getirip Onu Yatak Üzerine Atar
(569)
Örtüsü Bulunmayan Bir Dam Üzerinde Uyuyan Kimse
(570)
İnsan Oturduğu Zaman, Ayaklarını Sarkıtır Mı?
(571)
İnsan İşi İçin (Evden) Çıkınca Ne Söyler?
(572)
İnsan Arkadaşları Önünde Ayağın! Öne
Uzatır Mî? Ve Önlerinde Yaslanır Mı?
(573)
İnsan Sabahlayınca Ne Söyler
(574)
İnsan Geceleyince Ne Söyler
(575)
İnsan Yatağına Girdiği Zaman Ne Söyler
(576)
Uyku Zamanında Duanın Fazileti
(577)
İnsan Elîni Yanağının Altına Kor
(579)
İnsan Yatağından Kalkıp Da, Sonra (Yatmak İçin) Dönünce, Onu Silkeleyiversin
(580)
İnsan Gece Uyanınca Ne Söyler
(581)
Eli Yağlı Olduğu Halde Uyuyan Kimse
(583)
İnsanlar Uyuduğu Zaman Evde Ateş Bırakılmaz
(586)
Geceleyin Kapıyı Kilitlemek
(587)
Gece Karanlığında Çocukları Alıkoymak
(588)
Hayvanları Birbirine Saldırtmak
(589)
Köpeğin Havlaması Ve Eşeğin Anırması
(590)
Horozların Ötüşü İşitilince
(599)
Zimmet Ehlinin Öavet Etmesi
(603)
Çocuğun Damacına Mama Çalmak
(610)
Arkadaşına: «Gel, Seninle Kumar
Oynayacağım» Diyen Kimse
(612)
Kadınlar İçin Yol Nağmesi
(614)
«Tavla Oynayanlara Selam Vermeyen»
(616)
Terbiye Etmek (Eli Altındakiler!) Ve Tavla Oynayanlarla Bâtıl Ehlinin Dışarı
Çıkarılması
(617)
«Mümin, Bir Yuvadan İki Kere Isırılmaz»
(619)
Allah Bir Kulunun Ruhunu Bir Yerde Almak İstediği Zaman, 0 Kul İçin Orada Bir
İhtiyaç Yaratır
(623)
Cariyenin Ve Zevcenin Kocasını Tıraş Etmesi
(627)
Çocukların Cevizle Oynaması
(629)
Kime İhtiyaç Varsa Ona Gitmek Uygundur
(630)
Bir Topluluk Beraberken Balgam Atan Kimse
(631)
İnsan Bir Topluma Söz Söyleyince Bir Kişiye Teveccüh Etmesin
(636)
İnsanların Kötüsü Kötülüğünden Korkulandır
(639)
Utanmayınca Dilediğini Yap
(641)
İnsan Öfkelenince Ne Söyler
(644)
Düşmanlığın Telef Olmasın
640— Ebû
Saîd El-Hudrî, Peygamber (SaMlahü Aleyhi ve Sellem)'den rivayet ettiğine göre,
Hz. Peygamber şöyle buyurmuştur:
«Hangi müslüman kişinin,
yanında (verecek) bir sadaka yoksa, duasında şöyle desin:
— Allah'ım! Kulun ve
Resulün Muhammed'e rahmet et. Mümin erkeklere, mümin kadınlara ve müslüman
erkeklere, müslüman kadınlara da rahmet et. Zira bu dua, dua eden için bir
zekâttır, (sadakadır).»[1]
Hak Sübhanehu ve Teolâ
Hazretleri önce, Peygambeı (Salîallahü Aleyhi ve Sellem) evinde iken ona
müminlerin nasıl hürmet edeceklerini şu âyet-i kerîme ile göstermiş, yaşayışta
ve cemiyette uygulanacak olan gerekli ahlâkı öğreterek Peygambere hürmetin
vücubunu da beyan buyurmuştur:
«— Ey iman edenler!
Yemek vaktini gözetmeksizin, size izin verilip de, davetli olduğunuz vakitten
başka zamanlarda, Peygamberin evlerine girmeyin; fakat çağrıldığınız zaman
girin. Yemeği yediğinizde de hemen (yanından) dağıhn. Söz söylemek ve sohbet
etmek içiw de izinsiz girmeyin; çünkü bu, Peygambere eziyet vejriyor.,.»
(Ahzab Sûresi, âyet: 53)
Daha'sonra Peygamberin
şan ve şerefinin melekler yanında ve İnsanlar arasında nasıl yüceltildiğini ve
müminlere düşen görevin ne olduğunu yine Ahzab sûresinin şu 56. âyet-î kerîmesi
ile bildirerek bizi mükellef tutuyor:
«— Gerçekten Allah ve
melekleri, Peygambere salât ederler, (onun şan ve şerefini yüceltirler). Ey
iman edenler! Siz de ona salât edin: (Al-lahümme Salli ala Muhammed) deyin; ve
selâm söyleyin (ona : Esselâmu Aleyk, deyin ve gönülden emirlerine boyun eğip
teslim olunuz).»
Evvelâ Salâtın
mânasını öğrenelim : Salât; Dua, mağfiret, rahmet, bereket, tesbîh, övme ve
nihayet fıkıh anlamında da bildiğimiz İbadet şekillerinden biri olan namaz
demektir.
Buna göre, Allah'ın
Peygambere Salât etmesi, onun şan ve şerefini melekler yanında yüceltmesi ve
onu övmesi anlamına gelir.
Meleklerle insanların
salât getirmesi ise, Peygamber için Allah'dan mağfiret dilemeleri ve ona dua
edip kulların, onun emirlerine boyun eğmeleri mânasını taşır. O halde Allah
Tealâ bize, Peygamber'e tam bir hürmet göstermeyi, onun şan ve şerefini
yüceltip ona dua etmesi, emirlerine boyun eğip de gereğini yapmayı bize
emrediyor. Burada Peygamber'e Salât ve Selâm getirmekle emrolunduğumuza göre,
mükellefiyetimiz nedir?
Söylenmesi vacİb olan
Salât, «Allahümme Sallı Aİâ Muhammedİn» miktarı söylemektir. Bundan fazlasını
söylemek sünnettir. İşte insanlar arasında ve cemiyet İçinde, daha doğrusu
Peygamberin evinde kendisine gösterilecek edeb dışında müminlere âüşeh, en az
bu miktardan İbaret sözleri söyleyerek Peygamber'e hürmet göstermek, onun şeref
ve şanını açıklamak ve Allah'dan rahmet dilemektir.
Allah Tealâ'nın
müminlere «Salât»ı emretmesi, farzı veya vacibi ifade ettiğinde âlimlerin
birbirinden ayrı görüşleri vardır:
İmam Şafiî ve buna
bağlı bir kısım âlimlere göre, her namazda teşehhüde oturup Salât getirmek
farzdır. Salât getirmeksizin kılınan namazın iadesi farzdır. Bunun İçin son
oturuşta muhakkak Salâvat okumak icab eder.
Hanefî âlimlerinin bir
kısmına göre, ömürde bir defa Salât getirmek vaciptir. Bundan fazlasını
getirmek sünnettir ve fazileti vardır. Namazlarda da son oturuşta Salâvatın
okunması farz değil, sünnettir. Ayrıca Hz. Peygamber her anıldıkça ona salât
getirmenin vacib olduğunu ilerî sürenler olduğu gibi, sünnet olduğunu da iddia
edenler vardır. Bununla beraber bir meclisle birkaç defa anılınca, bir defa
Salât getirmekle vücub eda edilmiş olur. İhtiyat olarak kabul edilen, Peygamber
her anıldıkça ona Salât getirmenin vacîb bulunduğu görüşüdür.
Salât, Peygambere
tahsis edilmiş bir kelâm olduğundan Peygamberlerden başkası hakkında
kullanılamaz. «Allahümme Salli Alâ falânin» şeklinde söylenemez. Ancak
Peygamberin beraberinde olarak başkaları için de söylenebilir
«Allahümme Salli Alâ
Muhammed'in ve Alihİ ve Sahbihi.» gibi...
Burada Peygamberin
aile topluluğu ve ashab-ı kiram, Hz. Peygamberin yanında anılarak üzerine
Salât getirilmiş oluyor ki, bu şekilde söylemek caizdir.
Kamus sahibi Fîyruzabadî,
«Es-Silâtü ve'l-Büşer Fi's-Salâti Alâ Hayri'l-Beşer» adlı eserinin 114.
sayfasında diyor ki, Peygamber üzerine getirilmesi gerek «Salât ü Selâm»'ı
remiz ve İşaretle göstererek yazmak uygun değildir. Bunu ancak cahillerle
tembeller yapar. Meselâ : (S.A.S.) şeklinde yazmak doğru değildir. Gereken
yerde, (Saîîallahü Aleyhi ve Sellem) diye yazmalıdır. Biz de baştan itibaren bu
şeklî tercih etmiş bulunuyoruz.
Yine Fiyrû za b a d î
aynı kitapta. Peygamber (SoİIallahü Aleyhi ve Sellem) üzerine «Salât» getirmenin
faziletine dair yüz yirmi üç adet hadîs-i şerîf göstermekte ve böylece Salât
getirmenin önemini belirterek buna dair hükmü kuvvetlendirmektedir. Burada İmam
Buharî, birkaç hadîs-i şerîf getirmek suretiyle maksadı beyan etmiş ve bununla
yetinmiştir. Bunları arka arkaya aşağıda göreceğiz.
Şu yerlerde ve
zamanlarda Peygamber üzerine Salât ve Selâm getirmek müstahab olup, diğer
vakitlerde getirilen salâvatlardan fazileti daha çoktur:
1— Hadîs-i
şerîf okunduğu zaman, Hz. Peygamber anıldığı veya ismi işitildiği zaman.
2— Namazların
son oturuşunda ve vitirde Kunut dualarında.
3— Mescide
ve eve girildiği zaman.
4— Müezzin
ezan okurken ona icabet edildikten sonra.
5— Duaya
başlarken, duanın ortasında ve sonunda, Allahdan bir dilekte bulunacak olan
kimse önce Salât ve Selâm getirmeli, sonra da duasını onunla bitirmelidir.
I b n i Ata şöyle
demiştir : Dua için erkân var, kanatlar, sebepler ve vakitler var. Eğer duo
erkâna uygun düşerse kuvvetlenir, kanatlarına uygun düşerse göğe uçar,
yakıtlarına uygun düşerse kurtulur vo sebeplerine uygun düşerse muvaffak olur.
Duanın rükünleri (erkânı) şunlar : Kalbin huzurlu olması, insanın hassas
bulunması, vakarını koruması ve Allah'tan korkar olması. Kalbi Allah'a
bağlayarak diğer sebeplerden ilgiyi kesmesi.
Duanın kanatları :
Sadakattir, dosdoğru olmaktır. Duonm vakitleri de seher vakitleridir. Duanın
vasıtaları ise, Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) özerine Salât
getirmektir.
6— Hacda
Safa ile Merve arasında.
7— Zikir ve
virde oturulduğu zaman.
8— Haceri
Esved'in karşısında durulduğu zaman.
9— Kur'an
okuma zamanında.
10— Bİr
meclisten kalkıldığı zaman.
11— Kulaklar
çınladığı zaman.
12— Söylenecek
söz unutulduğu zaman.
13— Sabahleyin
ve akşamleyin.
14— Abdest
arasında.
15— Aksırıldığı
zaman.
16— Namaz
için ikamet getirildiği zaman.
17— Çarşıya
ve sefere çıkıldığı zaman, seferden dönüldüğü zaman.
18— Mümin
kardeşle karşılaşıp musafaha yapıldığı zaman.
19— Gece
uykudan kalkınca.
20— Mübarek
gün ve gecelerde ve bilhassa cuma gecesi ve cuma gününde çok çok salât
getirmenin fazileti büyüktür.
Salâtın Keyfiyeti:
Ashab-ı Kiram, Peygamber (SaUaİlahü Aleyhi ve Sellem) Efendimize sormuşlar : Ya
Resûlallah! Biz sana nasıl Salât getirelim? Bu sorunun cevabı olarak rivayet
edilen ve lâfızları birbirinden az çok farklı bulunan epeyce hadîsler vardır.
Biz burada Hz. Ali (Radiyallahu cnh) 'dan nakledilen ve namazların son
oturuşlarında okuna-gelmekte olan salâvatları yazmakla Hz. Peygamber üzerine
Salât getirmenin keyfiyetini bildirmiş oluyoruz. Bundan başka Ashab-ı Kiramdan
ve daha sonraki sayılı âlimlerden bize kadar gelen çeşitli ve sayılamayacak
kadar fazla Salâvat şekilleri vardır. Bunların da okunmasında sevab ve fazilet
vardır. Bunlar müstakil kitablardan bulunup okunabilir. Hz. A I i 'nin Peygamber
Efendimizden rivayet ettiği Salât şu :
«— Allahümme SalU Alâ
Muhammedin ve Alâ Ali Muhammet!. Ke-ma Salleyte Alâ tbrahîme ve ala Ali
Ibrahîmc. Inneke Hamîdün Mecîd.
Allahümme tarik ala
Muhammedin ve alâ Ali Muhammed. Kemft ba-rekte alâ Îbrahîme ve alâ Ali İbrahim.
Inneke Hamîdün Mecid. e= Allah'ım! ibrahim'in ve ATinin (ailesinin) şan ve
şerefini yücelttiğin gibi, Muham-med'in ve Al'inin şan ve şerefini yücelt.
Muhakkak ki sen, hamd edilmi-ye lâyıksın, yücesin.
Allah'ım! ibrahim'e ve
onun Al'ine bereket verdiğin gibi, Muham-med'e ve onun Al'ine bereket ver.
Muhakkak İd sen, hamd edilmiye lâyıksın, yücesin.»
Hak Tealâ ihlâsla
salâvat getirip de Peygamber (SaliaUahü Aleytâvt Scltem)"\r\ sefa a tın a
erenler topluluğuna bizleri de İlhak buyursun.[2]
641— Ebû
Hüreyre, Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'fen rivayet ettiğine göre,
Hz. Peygamber şöyle buyurmuştur: «— Kim derse ki;
— Allah'ım! ibrahim'in ve onun ATinin şan ve
şerefini yücelttiğin gibi, Muhnmmed'in ve onun Al'inin de şan ve şerefini
yücelt, ibrahim'e ve onun Al'ine verdiğin bereket gibi, Muhammed'e ve onun
Al'ine de bereket ver. ibrahim'e ve onun Al'ine ettiğin merhamet gibi,
Muhammed'e ve onun Al'ine de merhamet et.
— Ben kıyamet günü onun şehitliğine şahit
olurum ve ona şefaatçi kılınırım.»[3]
Bu duadaki teşbih,
kıymette değil, salâhn aslındadır. Hz. I b r a h İ m 'e Allah tarafından ikram
edilen «Salât» gibi, âhir zaman Peygamberi özerine de olsun dendiği zaman,
bundan Hz. İbrahim (Ateyhissclâm) 'tn daha şerefli ve faziletli olması
gerekmez. Nitekim Cenab-ı Hak Kur'an-ı Kerîm'de Peygamber Efendimize hitaben :
«Biz Nuh'a
vahyettiğimiz gibi, sana da vahyettik.» Buyurmaktadır. Burada da vahyin
esasında bir benzetiş vardır; yoksa Hazret! Nuh (Aleyhisselâm) 'in fazilet ve
şerefinde değil... Fazilete gelince, Hz. MuhammedYA leyhissâlatü vesselam)
bütün peygamberlerin ve yaratıkların en fa-ziletlİsİ ve en şereflisidir.
Bir de Hz. İbrahim
(Aleyhissalâtü diğer peygamberler içerisinde zikri en çok geçen ve müstesna
bir mevkii olan, aynı zamanda âhir zaman Peygamberinin ceddi bulunan bîr
peygamberdir. Bu bakımlardan diğer peygamberler içinden seçilerek buna teşbih
yapılmış oluyor.
(Bu hadîs Kütüb-i
Sitte'de mevcut değildir. Bunu Ibnİ Cerîr Et-Taberî, Tehzîb'inde tahriç etmiştir. Fadlu'llah : C
II, s. 99, dip not.)[4]
642— Enes'den
ve Malik ibni Evs ibni'l-Hedesan'dan isitildiğine göre, Peygamber (Saltallahü
Aleyhi ve Sellem) haceti için çıkıp (sahraya doğru) açıldı. Kendisini
izliyecek kimseyi bulamadı. Sonra Hazreti Ömer bir desti veya ibrik ile onu
takip etti de, onu bir su havuzu yanında secdeye kapanmış buldu. Bunun üzerine
Hazreti Ömer geri çekilip arka tarafında oturdu. Peygamber (Sallallahü Aleyhi
ve Selleml secdeden başım kaldırınca şöyle buyurdu:
«— Ey Ömer, güzel
hareket ettin; beni secdede bulduğunda benden uzaklaştın. Gerçekten bana Cibril
gelip şöyle dedi: Sana kim bir defa salât getirirse, Allah ona on rahmet eder
ve onun için on derece yükseltir.»
Bu hadîs-i şerifte de
Hz. Peygambere «Salât» getirmenin fazileti ile «Salat» getirmenin kazanacağı
sevab belirtilmekte ve Salât'a teşvik edilmektedir.
(Bu hadîsi İmam Ahmed
tahriç etmiştir. Fadlu'Ilah : C. II, s. 99, dip
not.).[5]
643— Enes
ibni Malik'den işitildiğine göre, Peygamber Aleyhi ve Sellem) şöyle buyurdu:
«— Benim üzerime kim
bir "Salât" getirirse, Allah ona on rahmet eder ve ondan on günah
düşürür.»
Bu hodîs-i şerif de,
bundan önceki üç hadîs gibi, Kütüb-i Sitte'de mevcut değildir. Bunu da İmam
Ahmed ve Ebu Nuaym tah-riç etmişlerdir. (Fadlu'llah = C II, s. 100, dip not.).[6]
644— Cabir
ibni Abdullah'dan rivayet edildiğine göre, Peygamber (Saîlallahü Aleyhi ve
Sellem) minbere çıktı. Birinci basamağa çıktığı zaman «amin» dedi. Sonra İkinci
basamağa çıkıp «amîn» dedi. Sonra üçüncü basamağa çıkıp «amîn» dedi. (Ashab)
sordular :
— Ey Allah'ın resulü! Uç kerre amîn= dediğini
işittik, (bunun hikmeti)? Peygamber şöyle buyurdu:
«— Birinci basamağa
çıktığım zaman, Cibril (SaMIahü Aleyhi ve Uİİem) bana gelip, dedi ki:
— Ramazana yetişip de
günahları bağışlanmamış olduğu halde, ondan sıyrılıp çıkan bir kul bedbaht
olsun. Ben, amîn, dedin. Sonra dedi ki:
— Ana ve babasına yahut bunlardan bîrine
kavuşan bir kulu, bunlar cennet'e koymamışsa, o kul bedbaht olsun. Ben, amîn,
dedim. Somra dedi ki:
— Yanında sen anılıp da, sana salât getirmiyen
bir kul bedbaht olsun. Buna da beo -amîn- dedim.»[7]
Bu hadîs-i şerifte ûç
hususa işaret edilmekte olup, bunlardan yalnız üçüncü husus bu bölümle ilgilidir.
1— Ramazan
ayı mağfiret ve rahmet ayı olduğundan, bu aya ihlâsla girip Allah rızasına
uygun olarak sonuna kadar oruç tutulursa, Allah geçmiş günahları bağışlar.
Böyle mübarek bir aya kavuşup da mağfiret olunmayan kimse, ramazanın hakkını
yerine getirmemiş demektir. Büyük bir ziyana uğradığından, çok iyi bir fırsatı
kaçırdığından bedbaht olmaya hak kazanmıştır.
2— Ana ile
babanın her İkisine veya bunlardan birine yetişip de onlara iyilik etmek,
emirlerini dinlemek ve kendilerini hoşnud ve razı etmek, Allah'ın rızasını
kazanmak olur. Allah'ın rızasını kazanan
da Cennetlik olur. İşte böyle fırsatı kaçırıp da ana ve babasının rızasını
kazanamayana da yazıklar olsun, büyük bir nimeti kaçırmıştır.
3— Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellemy\ anmayan ve ona
doğrudan doğruya Salât getirmeyen büyük bir fazileti kaçırmıştır. Bundan daha
büyük bir mahrumiyete düşen kimse de, yanında Peygamber anıldığı halde, ona
Salât ve Selâm getirmeyendir. Bu da büyük bir ziyan ve bedbahtlıktır. Büyük bir
fazilete kavuşma imkânı varken onu yitirmek büyök zarar sayılır.
(Bu hadis Kütüb-i
Sitte'de yoktur. Fadlu'llah : C. II, s. 100-101.).[8]
645— Ebû
Hüreyre'den rivayet edildiğine göre, Resûlüllah (Satlallahü Aleyhi ve Stllem)
şöyle buyurmuştur:
«— Kim bana bir defa
salât getirirse, Allah ona on rahmet eder.»[9]
Bu hadîs-i şerif, 642
ve 643 sayılı hadîslerin ifade ettikleri mânanın bir kısmını ihtiva etmekte ve
Salâtın faziletini bildirip bizi ona teşvik eylemektedir.[10]
646— Ebû
Hüreyre'den rivayet edildiğine göre, Peygamber sSaliallâhü Aleyhi ve Selle m)
minbere çıkıp:
«— Amin, âmîn, âmîn.»
dedi. Kendisine dendi ki:
— Ya Resûlallah, bunu neden yaptın? Peygamber
buyurdu ki:
— Cibril bana şöyle
dedi: O kulun burnu yere sürünsün ki, ebeveynine veya bunlardan birine kavuştu
da bu, onu Cennet'e koymamıştır. Ben, âmîn, dedim. Sonra Cibril:
— O kulun burnu yere sürünsün ki, üzerine
ramazan ayı girdi de bağışlanmadı, dedi. Ben:
— Amîn, dedim. Sonra şöyle dedi:
— O kulun burnu ye*e sürünsün ki, sen yanında
anıldın da, sana Sa-lât getirmedi. Ben de :
— Amin, dedim.»[11]
Bundan önceki 644
sayılı hadîse bakılsın.[12]
647— İbnî
Abbas, Peygamber (SaUslUshü Aleyhi ve SeUem)'\n zevcesi Cüveyriye binti'l-Haris
ibni Ebî Dırar'dan rivayet ettiğine göre, Peygamber (Sallalkıhü Aleyhi ve
Sellem). (sabah namazını kıldıktan sonra erkenden Cüveyriye'nin) evinden
çıktı. — Cüveyriye'nin adı Berre idi, Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)
onun ismini değiştirerek ona Cüveyriye adını vermişti. Berre'nin evinden
çıkmıştır, denmesinden hoşlanmadığı için, (Hazreti Peygamber bu isim
değişikliğini) yapmıştı—. Sonra, gün yükselince (kuşluk vakti olunca),
Cüveyriye'nin yanma döndü. Cü-veyriye ise, aynı yerinde oturuyordu. Peygamber
ona:
«— Yerinden ayrılmadın
mı? dedi. Ben senden sonra üç defa dört söz söyledim ki, (bu zamana kadar
söylediğin) senin sözlerinle onlar tarhlaydı, seninkilerine ağır basardı.
Bunlar şu sözlerdir:
— Allah'a ha m d eder
olduğum halde onu noksanlıklardan yaratıklarının sayısınca tenzih ve tashih
ederim, zatının rızası miktarınca teşbih ederim. Arş'ınm ağırlığınca teşbih
ederim, (tükenmez) kelimelerinin sayısınca yahut miktarınca tesbîh ederim...».[13]
Bu hodis-i şerifi,
ravilerden Süfyan, ibni Abbas'a isnad ederek «Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve
Sellem) Cüveyriye 'nin evinden çıktı» şeklinde birkaç defo rivayet etmiş,
fakat Cüveyriye 'den bir defa nakletmiştir.[14]
Bu bölüm Peygamber e
salât getirmekle ilgili hadîslere oit olduğu halde bu 647 ve bir sonraki
hadîslerin bu konu ile İlgisi görülememektedir. Ancak büyük fazilet ve sevablan
olduğu anlaşılan Allah'ı tesbîhe dair şu dört kelâmı Öğrenmiş bulunuyoruz :
1— Allah'a
hamd ederek yaratıklarının adedince onu teşbih ederim,
2— Allah'ın
zatını razı kılacak kadar onu tesbîh ederim,
3— Allah'ı,
arş'ının ağırlığınca tesbîh ederim,
4— Allah'ı,
tükenmez kelimeleri miktannca tesbîh ederim ve onu bütün noksanlıklardan
tenzih ederim.[15]
648— Ebû
Hüreyre'den rivayet edildiğine göre demiştir ki, Resûlül-lah şöyle buyurdu :
«— Cehennem'den
Allah'a sığınınız, kabir azabından Allah'a sığınınız, uğursuz Deccal'm
fitnesinden Allah'a sığınınız, hayatın ve ölümün fitnesinden Allah'a
sığınınız.»[16]
İnsanlar İçin dehşet
İfade eden ve büyük geçitler olarak gösterilen şu beş şeyden Allah'a
stğınıldığı takdirde, Allah'ın rahmetine kavuşularak hem dünya hayatı, hem
kabir hali, hem de âhiretteki ahval garanti altına alınmış olur, çünkü :
1— Cehennem
azabı, en ağır ve en korkunç işkencelerden bîri o!up, insanın kabir hayatından
sonra karşılaşılması muhtemel bir safhayı teşkil eder. Bu dehşetli azabdan
Allah'a sığınarak kurtulmak, büyük geçitlerden birini selâmet üzere geçmiş
olmaktır.
2— Kabir
azabı, ölümden sonra karşılaşılması muhtemel olduğundan kabir azabı da dünya
ile âhiret hayatı arasında bir safha teşkil eder. Bundan azab ve sıkıntı
çekmeden kurtulmak için Allah'a sığınarak selâmete çıkmak yine bir geçitten
kurtulmak olur.
3— Âhir
zamanda yeryüzünü küfür ve fitnesi ile fesada verecek olan Oeccal'in devresinde
yaşamak da özel bir safha teşkil eder. Onun küfür ve
fitnesinden kurtulmak
için Allah'a sığınarak emin durumda olmak, büyük bir felâketten kurtulmak olur.
4— İnsan
hayatta bulunduğu müddet çeşitli musibetlerle ve günahlarla karşılaşır.
Yaşadığı zaman içerisinde bunlardan korunmak için Allah'a sığınarak ondan
medet ummak ve böylece dünya hayatını felâket s iz geçirmek en büyük
geçitlerden birini selâmet üzre geçmek olur. Bunun da kıymeti büyüktür.
5— Ölümden
itibaren gelen devir, geniş mânasiyle sonsuz bir zamanı kapladığından, bu
devrin fitne ve imtihanlarının dehşetinden Allah'a sığınarak emin duruma
geçmek de âhiret hayatının selâmetine ermek olur ki, asıl kurtuluş budur.
Böylece şu beş geçitten Allah'a sığınarak selâmete ermek, insanın bütün hayat
ve memat safhalarını garantilemek olur. İşte bunların şerrinden Allah'a
sığınmak İçin dua etmemizi Peygamber Efendimiz bize emrediyor, tâ ki, kurtulmuş
olalım.
Burada bir soru hatıra
gelebilir : Acaba Deccal yeryüzüne gelmiş midir, gelmemişse ne zaman geleceği
belli midir, Deccal bir kimse veya çok kimseler midir? Bu sorulara kesinlikle
cevap vermeğe imkân olmadığı gibi, bunun üzerinde durmak da bir önem taşımaz.
Her devirde ve her zamanda fenalığa teşvik eden, zulüm ve küfür saçan
şahsiyetler bulunmuştur ve bulunabilir de... İnsanlara düşen vazife, bunların
fenalığına alet olmamak, hakdan ve adaletten aynlmayıp hak din yolunda
bulunmaktır. Bu istikameti sağlamak için de Allah'dan yardım istemektir. Bunu
şahsında ve çevresinde elinden geldiği kadar sağlamış olan kimse, görevini
yapmış demektir. Dec-cal'in ne zaman geleceğini veya gelip gelmediğini bilmek
mesele değildir. Yalnız yalancılık ve küfür yayıcıltğı İle dünyayı ifsad edecek
bir Deccal'in gelmesi hak olduğuna inanmak kâfidir.[17]
649— Cabir'den
rivayet edildiğine göre demiştir
ki, Resûlüllah (Sattattahti
Aleyhi ve Stttemj şöyle buyururdu:
— Allah'ım! Benim
işitme ve görme duygularımı düzelt ve onları bana varis kıl, (ölünceye kadar
sahih ve sağlam olsunlar). Bana zulmedene karşı, bana nusret ver ve ondan
intikamımı bana göster.»[18]
Görmeyen ve işitmeyen
kimse, dünya nimetlerinin en iyilerinden mahrum bulunan ve bunlardan
faydalanamayandır. Görme ve İşitme duygularının sağlam ve sahih olmatarİyle
dünya hayatı ve yaşayışı hoş olur. Onun için Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve
Setlem) Efendimiz, bunların sahih ve sağlam olmasını Cenab-ı Hak'dan
istemişlerdir.
Allah'ın hak dini olan
İslâm dininin hakim olabilmesi ve yaşayabilmesi için, onu tebliğe memur
Peygamber'in, düşmanlarına üstün gelmesi ve zafer kazanması şarttır. Bu gayenin
tahakkuku için Peygamber Efendimiz, zalimlere karşı Allah'dan nusret ve
intikam talebinde bulunmuşlardır. Bu dua, nefsin arzusunu tatmin değil, asıl
gayenin gerçekleşmesini istemedir.
(Bu hadîs Kütüb-i S
itte'de yoktur,- bunu Taberanî, Mu'cemu's-Sağİr'inde tahrİç etmiştir.
Fadlu'llah : C. I, s. 105, dip not.)[19]
650— Ebû
Hüreyre'den rivayet edildiğine göre demiştir ki, Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) şöyle
buyururdu:
«— Allah'ım! işitme ve
görme duygularımla beni faydalandır ve onları bana varis kıl. Düşmanıma karşı
bana nusret ver ve ondan intikamımı bana göster.»[20]
Bundan önceki hadîs-İ
şerife ve açıklamasına bakılsın. Zulme uğrayan kimse, tecavüz etmeyecek şekilde
hakfâna sahip olabilir. Düşmanla karşılaşmalarda savaşı kazanmak gaye olduğuna
göre, bu başarıya ulaşabilmek için düşmanın yapmış olduğu İşkence ve eziyetler
şeklini aynen onlara uygulamak bir haktır. Fazla ileri gidip taşkınlık yapmak
caiz değildir.[21]
651— Sa'd'dan
rivayet edildiğine göre, demiştir ki, babam Tank El-Eşce'î bana anlatıp şöyle
dedi: Sabahleyin Peygamber (Sallallahu Aleyhi veSelkm/e giderdik de, (oraya)
erkekler ve kadınlar gelirdi. Biri soruyordu :
— Ey Allah'ın Resulü,
namaz kıldığım zaman nasıl söyliyeyim?
Peygamber de (ona)
şöyle buyuruyordu:
«— Söyle: Allah'ım!
Benî bağışla, tona merhamet et, beni bak yola ilet ve bana rızık vetr.
Gerçekten bu sözler senin dünya ve âhiretini toplarlar, (dünya ve âhirette
saadete kavuşursun).»[22]
Bu hadîs-i şerif başka
bîr yolla anlatılmış olup, orada «Namaz kıldığım zaman» sözü zikredilmemişîîr.
(Ravİlerden Abdulvahid ve Ye-zîd
ibni Harun bu ifadeye uymuşlardır.)
Ravi Abdulvahid ile
Yezîd İbni Harun'un Sa'd1-dan rivayetlerinde, Peygamber (Salîalîahü Aleyhi ve
Sellem)'\n huzurlarında İslâm'ı kabul edenlere ilk öğrettikleri dua olarak bu
hadîs-i şerif varid olmuştur, şeklinde gösterilmekte hatta namazı öğrettikten
sonra bu duayı okumasını, muhtediye tavsiye ederlerdi, kaydı da vardır.[23]
Bu hadîsin vürud
sebebi hangisi olursa olsun, hadîsin bu bölümle ilgisi bulunmamaktadır. Çünkü
zulüm ve intikam mânalarını taşımamaktadır. Sırf bir dua olma bakımından ilgi
kurulabilir.
Soru ve ona verilen
cevaptan anlaşıldığına göre, bu duanın, namaz edâ edildikten sonra okunması
tavsiye edilmektedir. Namaz sözü ise, hem farz, hem de nafile için kullanılır.
Mutlak olarak anıltşı kemal mânasına hcmledil-diğinden farzın kasdedilmiş
olduğu neticesi doğar. Bununla beraber, hangi namaz olursa, akabinde bu duayı
okumakta bir mahzur yoktur ve sevabı çoktur.[24]
652— Ummü
Kays'dan rivayet edildiğine göre, Peygamber (SalUûtahü Aleyhi ve Sellem)
kendisi için şöyle buyurdu:
«— (Hanım) ne dedi?
Ömrü uzun olsun...» Biz, Ümraü Kays kadar yaşayan bir kadın bilmiyoruz.[25]
Bu hodîs-i şerifin
mânasını daha iyi anlayabilmek için Neso'i 'nin tahriç ettiğini okuyalım : ümmü
Kays demiştir kİ, «Oğlum vefat etti de buna sabrım taşıp üzüldüm. Onu yıkayana
dedim ki, oğlumu soğuk su ile yıkama, onu öldürürsün.» Bu söz üzerine, Ükâşe
İbni Muhsan, Resulü İlah (SalialLahü Aleyhi ve Scltem) 'e gidip ömmü Kays'in
dediğini ona haber verdi. Peygamber tebessüm etti, sonra şöyle buyurdu :
«Ne dedi? Ömrü uzun
olsun...»
Peygamberin Ummü Kays
in ifadesine taaccüp edip, ona uzun ömürle dua etmesinden ötürü, râviler
demişlerdir ki, biz ümmü Kays kadar uzun yasayan bir kadın bilmiyoruz.
Gerçekten, ölü sıcak
su ile yıkanır. Çünkü sabun karışığı sıcak su, kirfert giderici ve daha iyi
temizleyicidir. Yoksa soğuk suyun ölü İçin manevî bir zararı yoktur. Hatta İmam
Ş â f i î ye göre soğuk su kullanmak daha faziletlidir. Bu İtibarla ümmü
Kays'ın büyük endişe gösterip «oğlumu soğuk su İle helak edersin» demesine
Peygamber Efendimiz tebessüm buyurmuşlar ve ona uzun ömürle dua etmişlerdir.
ümmü Kay s, hâdiseyi
Peygamber (Sallaiiahü Aleyhi ve Sellem) e haber veren ükâşe ibni Muhsan'ın kız
kardeşidir. Mekke'de ilk Müslüman olan hanımlardan biridir. Sonra Medine'ye
hicret etmiştir.[26]
653— Enes
(ibni Malik) bize anlatıp demiştir ki, Peygamber (Sallaiiahü Aleyhi ve Sellem)
yanımıza —Ehl-i Beyte— gelirlerdi. Bir gün gelip bize dua etti. (Annem) Uramü
Süleym (beni kasdederek) dedi ki; bu küçük hizmetçin, ona dua eder misin?
Hazreti Peygamber şöyle buyurdu:
«— Allah'ım! Malını ve
çocuğunu çoğalt, ömrünü uzat ve onu mağfiret et.»
Hz. Peygamber bana üç
şeyle dua etti: öyle ki, evlad ve torunlarım çoğalıp (veba sonucu) onlardan yüz
üç kişi gömdüm. Meyvalarım da senede iki defa mahsul veriyordu. Hayatım da o
kadar uzadı ki, insanlardan utanmaya başladım. Artık âhiret için de, mağfiret
umuyorum, (Böylece Hz. Peygamberin, hakkımdaki üç talebi gerçekleşmiş
olacaktır.).[27]
149. hadîs
münasebetiyle birinci ciltte, ümmü S ü I e y m 'İn hal tercemesİne doir bilgi
verilmişti. Hz. En es ibni Malik'in annesi olup, bu künyesi İle şöhret
bulmuştur. Ismİ üzerinde ihtilâf vardır.
Hadîs-i şeriften anlıyoruz
ki, mal ve evlâd çokluğu İle uzun ömür istemekte bir beis yoktur. Hayırlı ve
bereketli olmak şartı ile mal, evlâd çokluğu ve uzun ömür hem insanın şahsı
hakkında, hem de cemiyet için faydalıdır. Sonunda mağfiret dileği de, bu
bereketin husulünü İstemekten ibaret olup, ebedî saadete kavuşmanın yolu
bulunuyor.
Rivayet edildiğine
göre E n e s (Radiyallahu anh) şöyle demiştir: Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve
Sellem) bana üç şeyi dua etti. Bunların İkisine dünyada kavuştum. Üçüncüsüne de
âhirette kavuşacağımı umuyorum. Yâni dünyada mal ve evlât çokluğu ile uzun ömre
kavuştum. Allah'ın mağfiretine de âhirette kavuşacağımı umuyorum. Yine rivayet
edildiğine göre, E n e s 'in gümüş yüzüğünden başka sahip olduğu altın ve
gümüşü' yoktu. Zenginliği malından ve malının bereketinden ileri geliyordu.
Yaşının da yüz yedi seneye ulaştığı İfade edilmektedir.[28]
654— Ebû
Hüreyre'den işitildiğine göre, Resûlüllah (Salfatlahü Alevhi ve Sellem) şöyle
buyurdu :
— Her birinizin duası,
acele etmediği müddet kabul olunur. (Acele etmesi şudur) : Der ki, dua ettim
de, duam kabul edilmedi.»[29]
Birinci cildin 490 ve
604 sayılı hadîsleri münasebetiyle dua hakkında gerekli bilgi verilmiş ve duada
ısrar etmenin, duaya devam etmenin lüzumuna işaret edilmişti. İşte burada da,
bir insan «dua ettim de kabul edilmedi» deyip de duayı terk ederse, onun duası
makbul olmaz. Onun İçin acele etmeyip duaya devam etmelidir. Burada yeri
gelmişken, Fa d I u ' I -lan Cîlânî'nin
dua üzerine verdiği bilgiyi de kaydedelim:
Dua, ibadetlerden bir
ibadettir. Onun gerçekten müstecab olması da, onun kabul edilişi ve ondan ötürü
sevab verilmesidir. Bazan da duanın sevabı, verilecek şeyden daha fazla olur.
Dua eden kimsenin, Allah duasını kabul edip ihtiyacını verince, geri kalan dua
sevabını da amel defterine sevab olarak yazar. Bazan bu verdiği şeyin kıymeti,
onun için hazırlamış olduğu sevabdan daha az olur. Bazan da verdiği şeyle dua
arasında eşitlik olur ve manevî değerler aksine olarak değişir.
Bir de Allah Tealâ,
dua edenin istemiş olduğu şeye hak kazanmadığını bildiği için onun dileğini
yerine getirmez, ancak dua ve ibadeti miktarınca ona sevab verir; ayrıca duacı
kul hakkında hangi şeyin daha faydalı olduğunu bildiğinden, kula dilediğini vermeyip,
onun hakkında daha uygununu verir. Meselâ; dünya menfaati isteyene, Allah'ın
dinde sadakat vermesi gibi. Dînde salâha muhtaç İken, dünya menfaati istemek,
akıbet bakımından felâkettir. Cenab-ı Hak bu hikmetleri bildiğinden, herkese,
durumlarına göre hikmeti İcabı hayırlısını verir. Bu, şuna benzer: Bir babanın
sevgili çocuğu hasta iken babasından bir yiyecek ister de, baba o yiyeceğin
hasta çocuğuna zararlı olduğunu bilerek ona faydalı olan başka bir şey
verirse, çocuğa merhamet olur, ona faydalı iş yapmış olur. İşte Allah da kul
için böyle faydalı olanı verir ve teselli eder. Nitekim Cenab-ı Hak :
«Kim benim hidayet
yoluma uyarsa, böylelerine korku yoktur; ve onlar mahzun da olmıyacaklardır.»
Buyurmaktadır. (Bakara : 38)
Böylece Allah dua
edenin kalbinden hüzünle korkuyu giderir. Gerçek budur. Kabule hak kazanacak
dua için şu şartlar vardır:
1— Duanın
kalb huzuru ile olması. Çünkü dua bîr ibadet olduğundan niyete ihtiyacı vardır.
2— Ihlâsla
Allah Tealâ'dan istenmiş olması.
3— Dua
edenin kâfir veya müşrik olmaması.
4— Sünnete
aykırı olmayacak şekilde dua edilmiş olması. Bağırıp çağırmamak, vakit ve yer
beklememek gibi.
5— Günah
olmayan veya akrabalık bağlarının kesilmesini gerektirmeyen bir dua olması.
6— Dua ettim
de kabul edilmedi, diyecek şekilde duadan usanmamak ve acele etmemek.
7— Adî
sebeplere baş vurmuş olmak, insan önce bir işe kavuşmak veya onda muvaffak
olabilmek için, meşru yollardan sebep ve imkânlara baş vuracak, memur bulunduğu
görevleri yerine getirecek ve ondan sonra dua edecektir. Yoksa önünde su
bulunurken, Allah'ım bana su içir, demek boşuna olur. Bir adam alacağına şahit
tutmaz da, borçlu borcunu inkâr ederse, alacaklının duası abes olur; çünkü
dinin kendisine emrettiği «ödünç para alıp verdiğiniz zaman şahit tutun»
hükmünü uygu la mam ıştır, İşinde kusur etmiştir. İşte duadan önce, tedbirde ve
vazifelerde kusur etmemiş olmak gerekir.[30]
655— Ebû
Hüreyre, Peygamber (Sallaltâhü Aleyhi ve Sellem)'den rivayet ettiğine göre,
Hz. Peygamber şöyle buyurdu:
— Her biriniz günah
olan şeyi, yahut akrabalık bağının kesilmesini dua etmedikçe, yahut dua ettim
de benim İçin kabul edildiğini görmedim, diyerek acele edip duayı terk
etmedikçe, ondan kabul olunur.»[31]
Bundan önceki hadîs-i
şerife ve açıklamasına bakılsın.[32]
656— Amr
ibni Şuayb babasından, o da dedesinden rivayet ettiğine göre demiştir ki,
Peygamber [Sallallahü Aleyhi ve Sellemi'in şöyle dediğini işittim:
«— Allah'ım!
Tenbellikten ve borçlu olmaktan sana sığınırım. Uğursuz yalancı Deccal'ın fitnesinden
sana sığınırım. Cehennem azabından da sana sığınırım.»[33]
Bundan önce 648 sayılı
hadîs-i şerifte dört şeyden Peygamber Efendimiz Allah'a sığınmıştı ki, bunlar
arasında tenbellik ve borçlu olmak yoktu. Burada ise, tenbelliğİn ne kadar kötü
ve zararlı bir şey olduğu beyan buyuru I maktadır. Çünkü tenbellik hem dünya,
hem de âhiret vazifelerini başarmaya engel bir hastalıktır. Tenbel insan, ne
Allah'a karşı olan ibadet vazifelerini, ne de ailesine ve cemiyetine karşı olan
vazifelerini başaramaz. İşleri sürüncemeye bırakır, sekteye ve zarara
sebebiyet verip, başkalarına yük olur. Onun için bu hastalıktan Allah'a
sığınmak gerekir.
Başkasına borçlu
olmak, bir nevi ona köle olmaktır. Hürriyetin ve yaşayışın kısıtlanması
demektir. Bu durumdaki insan, alacaklıya karşı mahkûm ve mahzun olur. Bu ağır
yük altına düşme halinden yine Allah'a sı-ğınmalıdır.[34]
657— Ebü
Hüreyre'den rivayet edildiğine göre, şöyle demiştir:
«— Peygamber
(Sailallahu Aleyhi ve Sellem) hayatın ve ölümün şerrinden, kabir azabından, uğursuz
yalancı Deccal'ın şerrinden Allah'a sığınırdı.»[35]
648 sayılı hadîs-İ
şerife ve açıklamasına bakılsın.[36]
658— Ebû
Hüreyre, Peygamber (Sallalkthü Aleyhi vt ft/ton/den rivayet ettiğine göre, Hz.
Peygamber şöyle buyurmuştur:
«— Allah'dan
istemiyene, Allah gazab eder.»
Ebû Hüreyre 'den başka
bir yolla edilen rivayette, Ebû Hüreyre 'nin şöyle dediği işitilmiştir :
Resûlüllah (Saltallahü Akyhi v Sellem) şöyle buyurdu:
— O'ndan istemiyene,
O, gazap eder.»[37]
Bu hadîs-i şerîf
delâlet ediyor ki, kulun Allah'a dua etmesi, kul için vacib derecesinde Önemli
bir vazife ve ibadettir. Çünkü bunu terk etmekte Allah'ın gazabını ve bugzunu
kazanmak vardır. Böyle gazabı gerektiren şeylerden kaçınmak İse vaciptir.
I b n i M e s ' u d
'dan Hz. Peygamber'e kadar yükseltilerek rivayet edilen bir hadîs-i şerifte
şöyle buyuruluyor:
«Allah'ın fazlından ve
ihsanından dua ederek isteyin, çünkü Allah, kendinden istenmesini sever. Kim
Allah'dan istemezse, Allah ona buğ-zeder ve gazap eder.»
Allah Tealâ'nın kudret
ve azametini bilip, ona her an muhtaç olduğumuzu teslim ettikten sonra, ondan
istememek nimeti inkâr ve acziyetimizi kabul etmemek olur. Bu duruma düşeni de
Allah sevmez ve ona gasap eder. Allah'dan yalvarıp istemek kulluk vazifesidir.[38]
659— Enes'den
rivayet edildiğine göre demiştir ki, Resûlüllah (SallalUthü Aleyhi ve Sellem)
şöyîe buyurdu:
«— Allah'a dua
ettiğiniz zaman, duada kesin bir kalb bağlantısı yapın. Hiç biriniz, dilersen
bana ver (ya Rab!) demesin. Çünkü Allah'ı zorlayıcı bir kuvvet yoktur.»[39]
Allah Tealâ
dilediğine, dilediği şeyi verir. İrade ve tasarrufunda ona tesir ve müdahale
edecek bir kuvvet yoktur. Onun için dua ederken, kalbi Allah'a yönelterek ondan
ihtiyaçları kesinlikle dilemek lâzımdır. Dilersen ver, dilersen verme şeklinde
gevşek ve şüpheli dua etmemelidir. Doğrudan doğruya, ya Rab, şu dileğimi ver,
diyerek onun tahakkuk edeceğine inanmalıdır.[40]
660— Ebân
ibni Osman, Hazreti Osman ibni Affan'dan, o da Peygamber {Sa:iaHahü Aleyhi \e
SeHemfden şöyle dediğini işitmiştir :
— Kim her günün
sabahında ve her günün aksanımda üçer defa: ismi İle beraber, yerde ve gökte
hiç bir şey zarar vermiyen Allah adiyle (Allah'a sığınırım). O her şeyi işitir,
her şeyi bilir, derse ona hiç bir şey zarar vermez.»[41]
Eb â n ibni Osman (bu
hadîsi anlatırken), yarım felce tutulmuştu. Hadîsi dinleyen adam, ona
(hayretle) bakmaya başladı. Ebân Ibnİ Osman adamın maksadını anlayıp, şöyle
dedi : Bu hadîs, sana anlattığım gibidir; fakat ben, bugün onu okumadım,
Allah'ın kaderi gerçekleşsin diye.
Yapılan açıklamalara
göre, bu hadîs-i şerifte geçen sabah vakti fecrin doğuşundan güneşin batışına
kadar olan vakittir. Akşam vakti de, güneşin batışından fecre kadar olan
zamandır. İşte bu iki vakit içinde kim üçer defa bu duayı okursa, bu kimseden
Allah her türlü zararı kaldıracağına hadîs-i şerif delil bulunmaktadır. Ancak
kul hakkında gerçekten faydalı veya zararlı olan şeyin ilmi Allah'a mahsustur.
Kul, kendi hakkında faydalı görmediği şey, akıbet itibariyle hakkında hayır
olabilir. Allah'a teslimiyet ve ihlâs ile bu gibi duaları okumak gerekir.
Allah'ın takdiri yerini bulacağı zaman da, insan bu duayı okumayı unutur, daha
doğrusu Allah onu unutturur ve böylece mukadder olan iş tahakkuk eder.
Bu son iki hadîs-i
şerifin delâlet ettikleri manâ bakımından bu bölümle ilgileri bulunmamaktadır.[42]
661— (160-s.)
Sehl ibni Sa'd'dan rivayet edildiğine göre şöyle demiştir :
«— iki vakit vardır
ki, bu vakıtlar için gök (rahmet) kapıları açılar ve dua eden pek az kimsenin
duası geri çevrilir, (makbul olmaz) :
1— Ezan
okunuşunda hazır bulunurken,
2— Allah
yolunda savaşta saf tutmuşken.»[43]
Bu haber, Hz.
Peygamber'e kadar yökseltilmeyip ashabdan S e h i i b n i S a d 'a İsnad
edilmektedir. S e h I, Medine'de en son Ölen sahabî-dir. Ölümü hicretin 91.
yılına tesadüf eder.
Allah yolunda savaşmak
ibadetlerin en faziletlisi olduğu için, böyle bir ibadete hazırlanmışken dua
etmenin, Allah katında mevkii büyüktür ve kabule şayandır. Ezan, Cenab-ı
Hakk'ın ismini ve İslâm'ın îevhid inancını bütün insanlığa ilân eden ve
bildiren bir çağrıdır. Buna kalben İnanarak okunuşu sırasında dua etmenin
fazileti muhakkak ki büyüktür. Onun için duaların makbuliyetinde özel bir yeri
vardır.
(Bu haber için başka
bir kaynak bulunamamıştır.)[44]
662— Ebû
Sırme'den rivayet edildiğine göre, Resûlüllah (Sallatlahü Aleyhi ve Selîem)
şöyle buyururdu:
«— Allah'ım! Senden
nefsimin zenginliğini, yakınımın da zenginliğini isterim.»[45]
Mevlâ1 kelimesinin
birbirinden farklı ve birbirine zıd olacak kadar çok manâları vardır. Burada
yakın, akraba, komşu, dost ve arkadaş manâsı uygun bulunmuştur. Zenginlik
esasta muhtaç olmamak, ihtiyaç göstermemek demektir. Peygamber Efendimizin
istediği de, nefsin zenginliğidir. Yani; başkasına muhtaç olmamaktır. Bununla
beraber mal zenginliğini istemiş olması da uzak değildir. Bu takdirde mat
çokluğunun Allah yolunda ve hayır cihetlerinde harcanması bakımından istenmiş
olmasında bir mahzuru yoktur.
Peygamber (Sallalîahü
Aleyhi ve Seîlem) kendisi için istediği nefis zerv-ginüğini, yakınları ve
dostları için de istemiş olmakla, ümmetine birbirlerine karşı İyi duygularla
dua etmenin örneğini vermişlerdir.
«... Bu hadîsi şerifin
benzeri Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) den yine E b û
S ı r m e rivayeti ile ve başka
senedlerle nakledilmiştir.»
(Bu hadîsi İmam Ahmed
tahriç etmiştir. Fadlu'llah : C. II, s. 112.)[46]
663— Şuteyr,
babası Şekl ibni Humeyd'den rivayet ettiğine göre, babası şöyle anlatmıştır:
Dedim ki, ey Allah'ın
Resulü! Bana bir dua öğret ki, onunla faydalanayım. Peygamber buyurdu:
— De ki: Allah'ım!
Kulağımın, gözümün, dilimin, kalbimin şerrinden ve şehvetimin şerrinden bana
afiyet ve korumış ver.»[47]
Ravİlerden Ve kî"
demiştir ki, hadîste geçen «menî» zina ve fucür dernektir.
fnsanı günah işlemeye
götüren başlıca aza ve duygular kulak, göz, dil, kalb ve şehvettir. Bunlar
kötülüklerden korundukları zaman insan selâmete erer ve ebedî kurtuluşa
kavuşur. Kulak, dedi-kodu, gıybet ve kötü sözleri dinlemekten uzak kalırsa,
şerrinden emin bulunulur. Göz, haram şeylere bakmaktan beri olursa, tecavüz
şerrinden kurtulur. Dİ!, hezeyan ve küfür ifadelerinden arınırsa insan edeb
sahibi olur, günahtan kurtulur. Kalb, temiz duygularla bezenîp zararlı tasavvur
ve kuruntulardan boşanmış olursa, insan kemal bulur. Şehvetin sebep olduğu
zinanın şerrinden selâmette olmak; en büyük haramdan kurtulmak olur. Böylece
beş aza ve duygunun fenalığından kurtulmuş olan kimse, tüm olarak dünya ve
âhiret saadetine nail olacağından bu duaya devam etmenin fazileti büyüktür.
Bu beş azanın
şerrinden kurtulamayıp, onların kötülüğü altında bulunanlar da aksine olarak
dünya ve âhiret felâketine uğramış olurlar.[48]
664— Abdullah
ibni Abbas'dan rivayet edildiğine göre, şöyle demiştir :
Peygamber (Sallallahü
Aleyhi ve Sellem) şöyle buyururdu:
«— Allah'ım, bana (her
hayırlı şeyde) yardım et, aleyhime olan şeyde yardım etme. Bana zafer ver ve
kimseyi üzerime musallat etme. Hidayete uymayı da tan» kolaylaştırıp, hayır
sebeplerini bana hazırla.»[49]
Peygamber Efendimiz bu
dualanyle bütün ibadet ve çalışmalarında, söz ve hareketlerinde Allah'dan
yardım ve nusrat dilemişler, hak ve hidayetin gerçekleşmesi sebeplerinin
hazırlanmasında da kolaylık istemişlerdir. Çünkü Allah'ın yardım ve iradesi
olmaksızın hiç bir şey meydana gelemez.
Tirmizî, bu hadîs-i
şerifi yine dua bölümünde ziyadesiyle rivayet etmiştir.[50]
665— (Abdullah)
Ibni Abbas'dan rivayet edildiğine göre demiştir ki, Peygamber (Sallallahü
Aleyhi ve Seltem)'in şu sözlerle dua ettiğini işittim:
— Rabbim,
(düşmanlarıma karşı) bana yardım et; ban» karşı (onlara) yardım etme.
(Düşmanlarıma karşı) bana nusrat ver; bana karşı (onlara) nusrat verme.
(Düşmanlarımı) pusuya düşürmek için bana imkan ver; beni pusuya düşürme
imkânını (onlara) verme. Hidayet yolunu bana kola ylaştır ve bana isyan
edenlere karşı, bana yardım et.
Rabbim, beni, sana çok
çok şükreden, senden korkarak zikreden, sana boyun eğip itaat eden, çok çok
yakarıp sana iltica eden yap. Benim tevbe-mi kabul et ve günahımı yıka. Duamı
kabul et ve hak olan dâvamı sabit kıl ve dinî gerçekleri anlamakta kalbime
hidayet ver, dilime doğruluk ver ve kalbimin karartısını sıyırıver.»[51]
Daha önceki 664 sayılı
hadîsi şerife bakılsın.[52]
666— Muâviye
ibni Ebî Süfyan minberde şöyle demiştir:
«— Gerçek şu ki,
(Eabbim) senin verdiğine engel olacak hiç bir şey yoktur. Allah'ın vermediğini
de verecek hiç "bir kuvvet yoktur. Kudret sahibine kudreti fayda vermez;
kudret Alah'dandır. Allah İçimde hayır murad ederse, dinde onu anlayışlı
kılar.» Bu kelimeleri, bu basamaklar üzerinde Peygamber (Saltalîahü Aleyhi ve
Sellemj''den işittim.
... Yine M u a v İ y
e'den başka bir tarikle bu hadîsin benzeri rivayet edilmiştir.
... Bu hadîsin bir
benzeri daha üçüncü bîr tarikle rivayet edilmiştir.[53]
(Bu hadîs-i şerif için
başka bir kaynak bulunamamıştır. Fadlu'llah Cîlânî'ye göre, İmam Malık bunu
Muvatta'ında tahriç etmiştir. Fadlu'llah : C. II, s. 121, dip not.)[54]
667— Peygamber
(Sallalîahü Aleyhi ve Sellem/in şöyle buyurduğu, Ebû Hüreyre'den rivayet edilmiştir:
«— Duaların en
kuvvetlisi şöyle söylemendir: Allah'ım! Sen benim Rabbimsin ve ben, senin
kulunum. Ben, nefsime zulmettim; ve günahımı itiraf ediyorum. Günahları ancak
sen bağışlarsın; Rabbim beni bağışla.»[55]
Bu hadîs-i şerif, Hz.
Ali'den rivayet edilen uzun bir hadîsin bir parçasını teşkil etmektedir. İmam
Müslim, Sahihinde bunu tahriç etmiştir. Kitabu Saiüti'l-Müsafirîn (6), Bab :
26, Hadîs : 201.[56]
668— Ebû
Hüreyre ifade ettiğine göre, Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Seltem) şöyle dua
ederdi:
«— Allah'ım! işimin
ismeti olan dinimi bana salih kıl, yaşayışımın bulunduğu yer olan dünyamı da
bana salih kıl; ve ölümü, her türlü fenalıktan an olan bir rahmet kıl bana...»
Yahud bunun benzerini söyledi.[57]
Bu hadîs-i şerif, din
ve dünyanın salâhını kapsadığından kelimeleri az, fayda ve manâsı geniş olan
bir ifadedir. Dinin dürüst ve kıvamı üzere bulunması, insanın gayesi ve asıl
sermayesidir. Buna kavuşmak ebedî saadeti elde etmektir. Bir de insan dünyada
yaşamak mecburiyetinde olduğundan, hayatı boyunca salah ve selâmet üzere
bulunmasını isteyip ona kavuşması, dünya nimetini elde etmek olur.
Ölüm, her canlının
tadacağı bir haldir. Burada ömrün bir an önce sona ermesini istemek diye bir
manâ hatıra gelmemelidir. Nasıl olsa tadılacak olan ölümün, kederlerden arî
olarak rahmetle neticelenmesini talep vardır. Ancak şöyle dua edilebilir: Ya
Rab, eğer yaşamak benim için hayırlı ise, ömrümü uzat; eğer hakkımda ölüm
hayırlı İse ruhumu al.
işte bu dua ile,
dünya, ölüm ve âhiretten ibaret insanoğlunun üç safhası teminat altına alınmak
istenmektedir. Cenab-ı Hak, bu dua ile İstenen gerçeklere hepimizi kavuştursun.[58]
669— Ebû
Hüreyre'den rivayet edildiğine göre
demiştir ki, Peygamber (Salkflîahü Aleyhi ve Sellem)
«— Güç yetirilemiyecek
belâdan, kötü akıbete kavuşmaktan, (elem
ve keder veren) fena kazalardan ve düşmanların sevinmesinden» Allah'a sığınırdı.
Son ravi Süfyan demiştir ki, hadîste üç madde vardır; ben bir daha ilâve ettim,
fakat üç tanesi hangisidir (kesin olarak) bilemiyorum.[59]
İmam Celâdeddin
Suyutî, bu hadîs-i şerifin açıklanmasında demiştir ki, cehd-i belâ, büyük bir
musibettir. Oyleki, buna ölüm tercih edilir. Bir de evlât ve iyal çokluğu olup,
mal bulunmaması hali ile de izah edilmiştir.
Derek-i'ş-Şekâ, kötü
sonuca düşmek, Allah korusun imansız gitmek manâsını taşır. Peygamberler masum
olduğu için, bunlar Peygamber hakkında düşünülemez. Peygamberimiz ümmetine dua
şekillerini öğretmek İçin bunları buyurmuşlardır.
Sû'-i kaza, elem ve
keder veren her çeşit kazalardır. Zelzele, yangın, sel ve trafik felâketleri
gibi... Bunlardan korunmak İçin Allah'a sığınmamızı yine bize Peygamber'imİz
öğretiyor.
Şematet-i a'dâ,
müslümanın kederli duruma düşüp de düşmanların se-vinçlİk ve ferah
duymalarıdır. Bu hal düşmanların üstünlüğü demektir ki, bu duruma düşmekten de Allah'a
sığınmak icab eder.[60]
670— Hazreti
Ömer'den (Radiyaltithu anh) rivayet edildiğine göre demiştir ki, Peygamber
(Sallallahü A teyhi ve Seliem) ŞU beş şeyden Allah'a sığınırdı:
«— Tenbellikten,
cimrilikten, yaşlılığın kötülüğünden, kalbin fitnesinden (fena ahlâktan) ve
kabir azabından.»[61]
Çalışmaya gücü yettiği
halde iş yapmama hastalığına tenbellik denir. Tenbel olanlar hem şahsî
işlerinde, hem de aile ve cemiyet hizmetlerinde üzerlerine düşen vazifeleri
yerine getiremediklerinden daima mahrum ve mahcup durumda kalırlar ve
başkalarına yük olurlar. Faydalı olacak yerde zarar verirler. Allah'a karşı
İbadet vazifelerini, kendine ve ailesine karşı geçim vazifelerini, cemiyete
karşı da gerekli hakları yerine getirememekten doğan maddî ve manevî büyük sorumluluk
içinde kalırlar. Böylece dünya ve âh i ret sıkıntısından kurtaramazlar,
selâmete eremezler. Onun için bu hastalıktan Allah'a sığınmak ümmete düşen
kurtuluş vasıtalarındandır.
Cimrilik, daima mal ve
para toplayıp lüzumlu yerlere harcamama has-tal'ğıdır ki, her zaman ihtiyaç ve
mahrumiyeti gerektirir. Bu hastalığa müptelâ olanlar, hem kendi nefislerine,
hem de ailelerine zulmederler ve sıkıntı çeker ve çektirirler. Dinin emrettiği
malî ibadetleri yerine getirmezler ve hayır yollarına harcama yapmazlar. Din,
hem madde, hem de manâdan İbaret İki kuvvetle kaim olacağından bu iki rükünden
biri kalkmış olur ki, bundan da dinin zevali doğar. İşte bu mühim hastalıktan
da Allah'a sığınmamız gerekir.
Kuvvet ve tokattan
kesilecek şekilde ihtiyarlık çağına ermenin fena halleri vardır. Bu hale
düşenin gözleri görmez, kulakları işitmez, eli-ayağı tutmaz olur, şuur ve
hafızası kaybolur. Sürünme ve engel olma durumuna geçilip de işe yaramaz hal
olunca; hem ızdırap çekilir, hem başkalarına külfet olur. işte ihtiyarlığın bu
gibi kötü hallerine düşmekten yine Allah'a sığınmamızı, Peygamberimiz bize
öğretmektedir.
Kalbe arız olan hased,
kin ve kötü ahlâk, insanı günaha ve azaba sürükler. Azabı gerektiren her
şeyden de Allah'a sığınmalıdır.
Kabir azabı, kâfirler
için ve mü'minlerin günahkârlarından Allah'ın dilediği kimseler için hak
olduğuna göre, bu azabdan kurtulmak için Cenab-ı Hakk'a sığınmak ve ondan
merhamet dilemek tek çıkar yoldur. Allah Tealâ bu gibi fitnelerden ve bunları
doğuran sebeplerden mü'minleri korusun.[62]
671— Enes
ibni Malik'den işitildiğine göre, demiştir ki, Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve
Sellem) şöyle buyururdu:
— Allah'ım!
Acziyetten, tenbellikteo, korkaklıktan ve ihtiyarlıktan sana sığınırım. Yine
hayatın ve ölümün fitnesinden sama sığınırım. Kabir azabından da sana
sığınırım.»[63]
Bu hadîs-i şerifin
benzerleri 615, 648, 656, 657 ve 670. sayılarda geçmiş olup, yerlerinde gerekli
açıklama yapılmıştır. Ancak «Acziyetten» sığınma lâfzı, diğer hadîslerde
geçmemiştir. Âciz olmak, bir şeyi yapamamak, iş becerememek veya güç yetİrmemek
demektir. Bu duruma düşmek, muvaf-fakiyetsizlik ve başarısızlık olacağından
büyük bîr mahrumiyettir. Onun için bundan da Allah'a, sığınmamızı,
Peygamberimiz bize öğretiyor, hayatta başarıya ulaşmak için Allah'dan yardım dilememize
de işaret etmiş oluyor.[64]
672— Enes'den
rivayet edildiğine göre, demiştir ki, Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve
Sellemfvcı şöyle buyurduğunu işittim:
«— Allah'm! Gelmesi
beklenen üzüntü verici şeyden ve başa gelen kederden, acizlikten ve tenbellikten,
korkaklıktan ve cimrilikten, borcun ağırlığından ve cahil anarşistlerin üstün gelmesinden
sana sığınırım.»[65]
Bu hadîs-i şerîf için
bundan öncekilere ve açıklamalarına bakılsın. Diğerlerinde bulunmayan
«Galebetü'r-Rical» sözü farklı olarak burada vardır. Camiu's-Sağîr sarihi
Münavî bu hadîs-i şerifin açıklamasında diyor ki, «GalebetO'r-Rical», haksız
yere insanların saldırıda bulunması ve üstün gelmeleridir. Bu takdirde hakkın
mağlubiyetiyle haksızlığın hakimiyeti ortaya çıkar ki, İnsanlığın saadeti için
bir felâket, olur. Adalet kökünden yıkılır, zulüm ve işkence ortalığı kavurur.
Bu hale düşmekten Allah'a sığınıp ondan yardım ve selâmet istemek en büyük bir
hikmet olur. Cenab-ı Hak' beşeriyete hak yolu gösterip, ona uymayı ve bu kötü
duruma düşmekten uzak kalmayı nasib ve müyesser kılsın.[66]
673— Ebû
Hüreyre'den rivayet edildiğine göre demiştir ki, Peygamber (Saliallahü Aleyhi
ve Sellem)'in dualarından biri şu idi:
«Allah'ım! Bundan önce
işlediğim ve geriye bıraktığım, gizlediğim ve aşikâr kıldığım ve senin, benden
çıktığını bildiğin günahlarımı bağışla. Muhakkak ki sen, öne geçirip yükselten
ve geri bırakıp düşürensin, senden başka bir ilâh yoktur.»[67]
Peygamberler
nübüvvetten sonra, âlimlerin ittifakı üzere günah işle* m ekten korunmuş
oldukları halde, Peygamber Efendimizin yine günahlardan korunmak için Allah'a
dua edişlerinde hikmetler vardır:
1— Önce
Allah'ın bir kulu olmaları itibariyle Cenab-ı Hakka karşı kulluk görevini
hakkıyle yerine getirmek için ona karşı en büyük tevazu ve saygıyı göstermiş oluyorlar.
2— Nübüvvetten
önce kendilerinden sadır olduğu düşünülebilen küçük hata ve zellelerden af
dilemek için dua etmişlerdir.
3— Bu
şekilde dua edişleri, ümmete yol göstermek ve onlara dua şekillerini öğretmek
için olmuştur.[68]
674— Abdullah'dan
rivayet edildiğine göre, Peygamber (Sallaltahü Aleyhi ve SelUm) şöyle dua
ederdi:
«— Allah'ım! Senden
hidayet, dünya arzularından korunma ve nefis zenginliği isterim.»
Buharî demiştir ki,
(ashabımız Amır'dan rivayetlerinde «Takva» kelimesini de söylemiştir, yani
Peygamber (SalUtllahü A leyhi ve Sellem) dualarında, Allah'dan, takva da
istemişlerdir.)[69]
Peygamber (Salîalhhü
Aleyhi ve Setlem) bu dualarında Allahdan üç şey ve bir rivayete göre de dört
şey İstemişlerdir:
1— Hidayet:
Allah'ın kendilerine nimet verdiği ve
Peygamber'lerİn özerinde yürüdüğü dosdoğru yolda sabit ve devamlı olmak.
2— Afaf:
Geçici ve muvakkat dünya zevk ve ihtiraslarından korunmuş otmak, her türlü
yasaktan uzak kalmak.
3— Zenginlik
: Burada zenginlik, mal zenginliği değil, nefis zenginliğidir. İnsanlara
ihtiyaç göstermemek ve onlara muhtaç kalmamaktır. Aynı zamanda Allah'a ibadet
ve itaattan alıkoymayacak yeteri kadar
nimete sahip olmak manâsını taşır.
4— Takva :
Allah'ın emirlerini yerine getirmek ve yasaklarından sakınmaktır ki, kısaca
Allah dan korkmak ve onun emirlerine saygılı olmak demektir. Takvası en üstün
olan, Allah'ın en iyi kuludur. Bu özelliğine binaen Allahdan takva istemek en
üstün bir dilek olur.[70]
675— (161-s.)
Sümame ibni Hazen'den rivayet edildiğine göre şöyle demiştir:
«— Bİr ihtiyarın
yüksek sesiyle şöyle yalvardığını işittim: — Allah'ım! Kendisine bir şey
karışmıyan fenalıktan ben sana sığınırım. Sordum ki, bu ihtiyar kimdir? (Cevab olarak), Ebu'd-Derdâ'dır dendi.»[71]
Ebû'd-Derda
hazretlerinden rivayet edilen bu haber, Peygamber (Sallaîlahü Aleyhi ve Sellem)
'e kadar yükseltilmemiş olduğu halde, Hz. Peygamberin duaları arasında
zikredilmiştir. £ b û ' d- De rd a , tam olarak sünnete uyan ashabdan biri
olmakla, onun duasının Hz, Peygambere bir nispeti bulunduğu muhakkaktır. Onun
için bu arada anılmasında münasebet vardır.
Ebû'd-Derda, ilim ve
fazilet ile şöhret bulan bir sahabî olup, Uhud savaşı gününde, Peygamber
(Sallalhhü Aleyhi ve Sellem) onun hakkında şöyle buyurmuştur:
«Uveymir ne güzel
binicidir; o, ümmetimin hakimidir.»
Ebû'd-Derda'mn odı
Uveymir olup, künyesi ile meşhur olmuştur.
Katıksız fenalık, sırf
kötülük en çirkin bir iştir ve Allah'ın gazabını gerektiren şeydir. Bu hallere
düşmekten Allah'a sığınarak kurtuluş aramak, selâmet yoludur.
(Bu haber için başka
kaynak bulunamamıştır.)[72]
676— Abdullah
ibni Ebî Evfa'dan rivayet edildiğine göre, Peygamber (Sallaîlahü Aleyhi ve
Sellem) şöyle buyururdu:
«— Allah'ım! Beni kar
ile, dolu ile ve soğuk su ile temizle; kirli elbise, kirden temizlendiği
gibi... Ey Babbimiz olan Allah'ım! Gökler dolusu, yerler dolusu ve bundan
başka dilediğin herhangi bir şey dolusu hamd sana mahsustur.»[73]
Hatıra gelir ki, sıcak
su, soğuk sudan daha İyi bir şekilde temizleyici olduğu halde, soğuk su ile
günahların temizlenmesinin hikmeti nedir? Hafız ibni Teymiye, buna şu cevabı
veriyor: Günahlar kalbe hararet ve zafiyet verir. Hararet ve zafiyeti yok
etmekte soğuk su, sıcak sudan daha müessirdir. Soğukluk, harareti giderir ve
vücuda kuvvet, canlılık verir. Bu bakımdan günahların temizlenmesi soğuk su
kısımları ile istenmiştir.
Yer ve gök dolusu
hamd'i Allah'a tahsis etmek, onun sonsuz derecede hamd'e lâyık bulunduğuna
delâlet eder; ölçü ve tartı hesabına bağlı değildir.[74]
677— Enes'den
rivayet edildiğine göre, Peygamber (Saltallahü Aleyhi ve Setten) şu duayı çok
söylerdi:
— Allah'ım, bize
dünyada güzellik ver, âhirette de güzellik ver ve bizi Cehennem azabından
koru.»
Ravilerden Şu'be
demiştir ki, ben bu hadîsi Katade'ye anlattım da o şöyle dedi: Enes böyle dua
ederdi; bunu Peygambere kadar yükseltip ona nispet etmemiştir.[75]
Dünyada hasene, helâl
yönden dünyada kula verilen nzık, geçim vasıtaları, ilim, sıhhat ve ibadet
gibi güzel şeylerin hepsidir.
Âhirette hasene,
Allah'ın rahmetine kavuşmak ve Cennet nimetleriyle nimetlenmektir.
Cehennem'den korunmak,
Cehennem azabını gerektiren her çeşit günahtan beri bulunmak demektir. Bu
duanın kısa, fakat çok geniş ve çok faydalı manâları İçine olmasındandır ki.
Peygamber (SalîalUıhü Aleyhi ve SeÜemf'm en çok sevdiği bir dva olduğu rivayeti
vardır.[76]
678— Ebû
Hüreyre'den rivayet edildiğine göre, Peygamber (SaİlalUıhü Aleyhi ve Sellem)
şöyle buyururdu :
— Allah'ım!
Fakirlikten, kısırlıktan, zilletten sana sığınırım; ve yine zulüm etmemden
veya zulme uğramamdan sana sığınırım.»[77]
Arapça bir kelime olan
«fakr» fakirlik dört çeşit manâda kullanılır:
1— Zarurî
olan şeylere insanın ihtiyaç duyması : Bu türlü ihtiyaç herkes için vardır.
Çünkü dünyada bulunan bütün canlıların yaşamak İçin belli başlı
maddelere ihtiyaçları vardır. Daha doğrusu bütün insanlar Allah'a muhtaçtır.
2— Kazançtan
âciz kalıp da ihtiyaç içinde
bulunan miskin kimse : Günlük yiyecek ve
içeceğini sağlayamayan dilenci veya muhtaçlara verilen isim olur.
3— Aç
gözlülük : İnsanda çokça mal-mülk ve para bulunduğu halde, bunlara kanaat
getirmeyip daha fazla isteyen hırs sahipleri de fakir sayılır. Bu türlü fakirlik en
kötü bir fakirliktir. Peygamber
(Sallaüahü Aleyhi ve Sellemf'ın bu dualarında geçen fakirlik sözü, işte
bu manâya delâlet et-mektedjr. İkinci kısım manâyı do almak mümkündür.
4— Allah'a
ihtiyaç göstermek : Her iş için Allah'a iltica etmek ve ondan istemek,
başkasına müracaat etmemek suretiyle çalışıp.teslimiyet göstermek en güzel bir
fakirliktir.
Kısırlık diye terceme
edilen hadîs-i şerifteki «Kıllet» sözü, hayrat ve İyilik azlığı manâsını
taşımaktadır. Hayır ve hasenat azlığından Peygamber Efendimiz Allah'a
sığınmışlardır.
«Zillet» insanların
hakaretine uğrayacak şekilde bayağı duruma düşmektir. Bu dualardan maksat,
ümmete dua şeklini öğretmektir.[78]
679— Ebû Umame'den
rivayet edildiğine göre, şöyle demiştir: Peygamber (Sailaliahü Aleyhi ve
Sellemi'in yanında idik de, ezberliye-mediğimiz çok dualar etmişti. Biz dedik
ki, öyle bir dua ettiniz ki, biz onu ezberliyemiyoruz. Bunun üzerine Hz.
Peygamber şöyle buyurdu:
«— Size bir şeyi
bildireceğim ki, bu dualarm hepsini size tophyacaktır: Ey Rabbimiz! Senin
Peygamberin Muhammed, senden neyi istedi ise, biz de onu senden isteriz ve
senin Peygamberin Muhammed (Sailaliahü Aleyhi vs Selkm) , hangi şeyden ki sana
sığınmıştır, bu de ondan sana sığınırız. Allah'ım! Sen yardım dilenÜensin,
kifayet sanadır. (Korunma ve başarı için) kuvvet ve kudret ancak Allah iledir.»
Yahud benzerini söyledi.[79]
Allah Tealâ
Hazretlerine en güzel ve en uygun dua eden şüphesiz Peygamber (Sailaliahü
Aleyhi ve Sellem) olduğuna göre, onun ettiği dua ile bizim dua edişimiz, onun
İstediklerini istememiz ve istemediklerini de istemememiz en doğru bir dua
olur. Bunun için, metindeki kısa dua, bütün hayır yollarına açık ve bütün şer
yollarına kapalı olacak şekilde çok veciz bir duadır. Bundan daha uygunu
düşünülemez.[80]
680— Amr,
babası Şuayb'dan, o da dedesinden rivayet ettiğine göre demiştir ki, Peygamber
(Sailaliahü Aleyhi ve SeUem)'in şöyle buyurduğunu işittim:
«— Allah'ım, Mesih
Deccal'ın fitnesinden sana sığınırım; yine Cehenneme götüren şeylerin
fitnesinden sana sığınırım.»[81]
656 sayılı hadîs-i
şerife ve açıklamasına bakılsın.[82]
681— (162-s.)
tbni Abbas'm şöyle demiş olduğu rivayet edilmiştir:
— Allah'ım, bana rızık
olarak verdiğin şeyde bana kanaat ver ve onda bana bereket ver. Benden her gaip
olan şey yerine hayırlı olanı ver.»[83]
Hz. Peygambere kadar
yükseltilmeyen bu haber için başka bir kaynak bulunamamış olup, Ibni Huzeyme
ile Hakim'in bunu rivayet ettiklerini Fad-iu'llah Cîlânî kaydetmektedir.
(Fadlu'llah : C II, s. 134, dip not.)[84]
682— Enes'den
rivayet edildiğine göre, demiştir ki, Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellemfvn
çok kere duası şu idi:
— Allah'ım, bize
dünyada iyilik ver, âhirette de iyilik ver ve bizi Cehennem azabından koru.»[85]
677.sayılı hadîs-i
şerife ve açıklamasına bakılsın.[86]
683— Enes'den
rivayet edildiğine göre demiştir ki, Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Selle m)
şunu çok söylerlerdi:
«— Ey kalbleri çeviren
Allah'ım, benim kalbimi dinin Üzere sabit kıl.»[87]
Her şeyin tasarruf ve
idaresi Allah'ın yüce kudretinde olduğu gibi, kalb-lerin de tasarrufu, hakka
çevrilişi yine Allah'ın kudret elindedir. Bunun için kalblerin hakka çevrilişi,
kurtuluş sebeplerinin başında gelir. Günahlardan korunmak da, yine kalblerin
doğruya ve iyiye yönelmesi ile olur. O halde bu duanın sırrına mazhar olmak
ebedî kurtuluşa kavuşmaktır.[88]
684— Ebû
Evfâ, Peygamber (SaUallahü Aleyhi ve Seltemj'den rivayet ettiğine göre, Hz.
Peygamber şöyle dua ederdi:
«— Allah'ım! Gökler
dolusu, arz dolusu ve bundan öte dilediğin herhangi bir şey dolusu honıd
sanadır. Allah'ım! Beni dolu ile, kar ile ve soğuk su ile temizle. Allah'ım!
Beni günahlardan temizle ve beni, beyaz elbise kirden arındığı gibi arındır.»[89]
676 sayılı hadîs-i
şerife ve açıklamasına bakılsın.[90]
685— Abdullah
ibni Ömer demiştir ki, Resûlüllah
(Sallallahü Aleyhi ve Setlem)'in dualarından biri şu idi:
«— Allah'ım! Nimetinin
yok olmasından, verdiğin afiyetin değişmesinden, azabının ansızın gelmesinden
ve rızana aykırı düşecek her şeyden sana sığınırım.»[91]
Peygamber (Saîlaliahü
Aleyhi ve Sellem) bu dualarında dört şeyden Allah'a sığınmışlardır:
1— Nimetin
zail olmasından : Burada nimet maddî varlıklarla manevî değerleri içine almak
suretiyle geniş manâ taşımaktadır. Hem dünya, hem din nimetlerinin yok olmaması
istenmiştir. Bu nimetler üzerine Allah'a şükretmemek, bunları azımsamak ve
küçük görmek, bu nimetlerdeki Allah'ın emirlerine riayet etmemek, şükürsüzlük
olur ki, bu türlü hareket nimetlerin yok olmasına sebep teşkil eder. Onun İçin
bu hale düşmekten Peygamber i-miz Allah'a sığınmışlar ve bize yol
göstermişlerdir.
2— Afiyetin
değişmesinden : Afiyet, selâmet ve saadet içinde bulunmaktır. Kime kî Allah
afiyet vermiştir, o hayırlı bir kurtuluşla kurtulmuştur. İşte bu saadetin
değişivermesinden Allah'a sığınılmıştır. Zira bu değişiklik, saadetin zıddı
olan felâkettir.
3— Azabın
ansızın gelmesinden : İnsanın başına belâ ve musibetin ansızın gelmesi çok
tehlikeli bir durumdur. Çünkü ansızın azaba yakalanan insan, tevbe fırsatını
bulamaz, belâya alışmadığından isyan eder ve ebedi hüsrana düşer. Yavaş yavaş
gelen musibetlerden hem alışkanlık ve sabır olur, hem de tevbe fırsatı bulunur.
Bu büyük farktan dolayıdır ki. Peygamber Eferidimiz ansızın gelen azabdan da
Allah'a sığınmışlardır.
4— Allah'ın
gazabını gerektirecek her şeyden -. Allah Tealâ bir kula gazap edince, o kul
helak olmuştur. Bunun için Allah'ın rızasına aykırı düşüp, onun gazabını celb
edecek olan her türlü iş ve hareketten Allah'a sığınmak İcab eder. Allah'ın
gazabına uğrayan için kurtuluş çaresi yoktur.
Bu dört şeyden Allah'a
sığınarak korunan kimse saadete ermiş olur.[92]
686— Aişe(Radiyaltahüanha)'ûsn
rivayet edildiğine göre, demiştir ki, Resûlüllah (Sallailahü Aleyhi ve Selîem),
semâ ufuklarından bir ufukta bir bulut gördüğü zaman işini bırakırdı; bir
namazda olsa bile... Sonra buluta dönerdi. Eğer Allah onu açıp dağıtmışsa,
Allah'a hamd ederdi. Eğer yağmur yağsa, şöyle derdi:
«— Allah'ım, faydalı
nimet olsun.»[93]
Bulut, çok kere do!u
ve sel felâketlerine sebep olan yağmurları getirdiği için, dağılması halinde
Peygamber Efendimiz Allah'a hamd ederler ve yağmur getirdiği zaman da,
ürünlerle hayvanat için faydalı ve bereketli olmasına dua ederlerdi. Böylece
yağmurun faydalısını istemek ve zararlı olması halinde de, zar 'nn kalkmış
olmasına hamd etmek gerekir.[94]
687— Kays
anlattığına göre demiştir ki, Habbab'a gittim, —ateşle yakılmış yedi yarası
vardı — şöyle söyledi: Eğer Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem):
« Ölümü istemeyi bize
yasaklamayaydı, ölümü isterdim.»[95]
454 sayılı hadîs-i
şerif ile açıklamasına ve Habbab'ın hal tercemesİ İçin 447 sayılı hadîs
münasebetiyle verilen bilgiye müracaat edilsin. Bu hadîs-i şerifin kaynaklan
454 sayıda verilmiştir.
H a b b a b hazretleri
yedi yanık yarasından çektikleri acının şiddetinden ötürü ölümü istemeyi
hatırından geçirmiş; fakat Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) 'in «ölümü
istemeyiz» yolundaki yasaklamalarına uyarak bunu istemeye cesaret edemediğini
ifade etmişlerdir. Böyle olmakla beraber ashabı kiramdan bazıları, kazanmış
oldukları manevî sevablar azalmasın diye ölümü İstedikleri rivayet
edilmektedir. Eğer yaşamakta manevî bakımdan bir kazanç varsa ve umuluyorsa,
Ölümü istemek caiz değildir. Fakat fitneye ve kötü duruma düşmek hallerinde
ölümün istenebileceğine cevaz verilmektedir.[96]
688— Ebû
Musa, Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellemfden rivayet ettiğine göre,
Peygamber şu dua ile dua ederdi:
«— Rabbim! Benim
günahımı ve bilgisizliğimden çıkan hatamı, bütün işlerimdeki israfımı ve benden
daha iyi bildiğin bendeki kusurları bağışla.
Allah'ım! Bütün
hatalarımı bağışla; kasden, bilmiyerek, lâtife yollu işlediklerimi de... Bütün
bunlar bende vardır. Allah'ım! Bundan Önce işlediğim ve geriye bıraktığım,
gizlediğim ve aşikâr kıldığım günahlarımı "hağışla. Sen, Öne geçirip
yükselten ve çeri bırakıp düşürensin ve sen her şeye kadirsin.»[97]
Peygamber (SallaItahü
Aleyhi veSelltm)"\r\ geçmiş ve gelecek bütün günahları bağışlanmış olduğu
ve Peygamberlerden kebire günah sadır olmadığı halde, bu şekilde dua etmeleri,
Müslümanlara dua tarzını öğretme ve onlara örnek olmadır. Lâfızların delâlet
ettiği manâ çok geniş olup, her türlü kusur ve hatadan arınmayı ihtiva
ettiğinden bu duanın makbuliyetine kavuşmak, kurtuluştur ve gerçek saadettir.
Bu duanın bir kısmını
ihtiva eden hadîs-i şerif 673 sayıda geçmişti.[98]
689— Ebû.Mûsa
El-Eş'arî, Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'den rivayet ettiğine, göre,
Peygamber şöyle dua ederdi :
«— Allah'ım! Benim
günahımı ve bilmiyerek çıkan hatamı, isimdeki israfımı ve benden daha iyi
bildiğin bendeki günahları mağfiret et. Allah'ım! Ciddî ve şaka yollu
günahımı, hata ve kasıt suretiyle çıkan kusurumu bağışla; bütün bunlar bende
mevcuttur.»[99]
Lâfızlarda çok az bir
değişiklikle bundan önceki hadîs-i şerifi teyid eden bu dua için 688 sayılı
açıklamaya bakılsın. Bunu da Buharı ve Müslim rivayet etmiş oluyorlar.[100]
690— Muaz
ibni Cebel'den rivayet edildiğine göre, demiştir ki, Peygamber (Sallatkıhü
Aleyhi ve Sellem) elimden tutup:
«— Ey Mu âz!» dedi.
Ben, buyurun, dedim.
— Ben seni seviyorum.»
dedi.
Ben: Vallahi ben de
seni seviyorum, dedim.
— Her namazının
sonunda söyliyeceğim bir takım sözleri sana öğreteyim?» dedi. Ben, evet
(öğret), dedim. Peygamber şöyle buyurdu:
«De ki:
"Allah'ım! Seni anmak (Kur'an'ım okuyup, onunla amel etmek), nimetine
şükretmek ve sana güzel ibadet etmek üzere bana yardım et»[101]
Farz namazların
arkasında, sünnet namaza başlamazdan önce okunan dualar: Allahümme
entesselâmü..., kelime-i tevhİd ve istiğfar ile bu duadır. Bunlardan herhangi
biri okunabilir. Ancak birinci dua bizde örf haline geldiği için, ona devam
edilmektedir.
Hadîs-i şerifte geçen
«Zikir», teşbih ve Allah'ı anma manâsını taşıdığı gibi, Kur'an-ı Kerîmin
isimlerinden de bir isimdir. Her iki manâyı alarak hem zikir, hem de Kur'an
okuyup, onunla amel etmekte Allah dan yardım istemeyi, Peygamber'imİz bize
öğretiyor.
Allah Tealânın
özerimizde sayamayacağımız kadar nimetleri vardır. Bunlar maddî ve manevî,
dünya ve âhiret nimetleri olup, devamlarının sağlanması için Allah'a şükretmek
ve bu hususta da ondan yardım istemek gerekir. Şükür, nimetlerin devamını
sağlar; şükörsüzlük ise, onların zevaline sebep olur. Şükür, hem sözle, hem de
Allah'ın emirlerini yerine getirmekle edâ edilir. Cenab-ı Hak, kuluna vermiş
olduğu nimetlerin eserini onda görmek ister. Bu esasa binaen, her mükellef
sahip bulunduğu maddî ve manevî nimetlerin varlığını hak yolunda harcamakla
göstermek zorundadır. Bu yerine getirilmediği müddet, sırf dil ile çok şükür
demenin bir manâsı kalmaz. Kalb, dil \^ bütün azalarla eldeki İmkânlar Allah
için hareket edince, tam şükür vazifesi yerine getirilmiş olur.
İbadetlerin makbul
olması için niyyet, ihlâs gİbİ bazı şartların bulunması iktiza eder. İşte
güzel ibadet, gereği üz re ibadet, bütün kabul olunma şartlarını içine alan
ibadetin tahakkuku demektir. Böyle bir İbadetin gerçekleşebilmesi ise, ancak
Allah'ın yardımı ile mümkün olur. Çünkü O istemedikçe, imkân vermedikçe hiç
bir şey olamaz.[102]
691— Ebû
Eyyub El-En sari'den rivayet edildiğine göre demiştir ki, Peygamber
(Sallallahii Aleyhi ve Sellem)'in yanında bir adam :
— Allah'a çok pâk ve
aslında mübarek bulunan hamd olsun, diye söyledi. Peygamber (SatlalLûıü Aleyhi
ve Setlem) sordu:
«— Bu sözleri kim
söyledi?»
Adam sustu; zannetti
ki, bu soru, Peygamber (SalİaUahii Aleyhi ve S«Hem)'in hoşlanmadığı bir şeyden
ortaya atılmadır. (Yine Peygamber) sordu:
«— Kim o? Gerçekten
başka bir şey söylememiştir.» Adam:
Benim, dedi; bu sözle
hayır umuyorum. Bunun üzerine Peygamber şöyle buyurdu:
«— Nefsim kudret
elinde olana yemin ederim ki, on üç melek gördüm; bu sözü önce hangisi Allah
(Azze ve Celle)'ye yükseltecek diye yarışıyorlardı.»[103]
Bu hamd duasını
getiren, ashabdan Rufa 'a ibniRafi 'dir. Böyle bir hamdİ.ı getirilişinden
dolayı meleklerin sevabını yükseltmekte yarışmaları, sözün önemini tespit
etmektedir. Allah'ın rızasına uygun bîr zikir ve İbadet olduğundan buna devama
da bir teşvik vardır.
(Bu hadîs-i şerif için
başka bir kaynak bulunamamıştır.)[104]
692— Enes
demiştir ki, Peygamber (SaiUtllahü Aleyhi ve Selîem) helaya girmek istediği
zaman şöyle buyururdu :
— Allah'ım! Erkek ve
dişi şeytanlardan (ve günahlardan) ben sana sığınırım.»[105]
Peygamber (Sallallahü
Aleyhi ve Sellem), her halde Allah'a ihtiyaç olduğunu bildiğinden ve en
mükemmel İbadet eden kimse olduğundan, bunların ifadesi olarak Allah'a
sığınırlardı ve ümmete de ibadeti öğretmiş olurlardı.[106]
693— Hazreti
Aişe (Radiyallahü anha) 'dan rivayet edildiğine göre demiştir ki, Peygamber
(Sallallahü Aleyhi ve Sellem) heladan çıktığı zaman şöyle buyururdu:
— Senin mağfiret
etmeni dilerim, (Allah'ım).»[107]
Heladan çıkış
zamanında Peygamber (Saüallahü Aleyhi
ve birkaç çeşit dua rivayet edilmekte olup, en sıhhatlisi budur.
Kaza-i hacet
müddetince dil ile zikir terk edildiğinden ve bu zaman içinde gaflet
bulunacağından ve insana zarar veren şeytanlar da işe karışabileceğinden,
düzülen bu halden ötürü Allah'ın mağfireti istenir. Böyle hareket etmemizi
Peygamberimiz bize öğretiyor.[108]
694— Ibni
Abbas anlatarak demiştir ki, Peygamber (SallalUıhü Aleyhi ve Setîem) bize
Kur'an sûrelerini öğretti gibi, şu duayı bize öğretiyordu:
«— (Allah'ım) Cehennem
azabından sana sığınırım. Kabir azabından sana sığınırım. Uğursuz Deccal'in
fitnesinden sana sığınırım. Hayatın ve ölümün fitnesinden sana sığınırım.
Kabrin fitnesinden de sana sığınırım.»[109]
648 sayılı hadîs-İ
şerife ve açıklamasına bakılsın.[110]
695— îbni
Ömer'den rivayet edildiğine göre, şöyle demiştir:
— (Annemin kız kardeşi
olup, Peygamberin zevcesi bulunan) teyzem Meymune'nin evinde bir gece kaldım.
Peygamber (Saltaîlahü Aleyhi ve Sellemi Valkıp hacetini gördü. Sonra ellerini
ve yüzünü yıkadı. Sonra uyudu. Sonra kalkıp su kabına (kırbaya) giderek onun
bağını (su almak için) çSzdü. Sonra iki abdest arası mutavassıt bir abdest
aldı, (çok çabuk veya çok yavaş değil, normal bir abdest aldı.) Suyu çok
harcamadı, abdesti mükemmel aldı. Sonra namaza durdu. Kendisini gözetlediğimi
(arketme-sinden hoşlan mı yarak gerneştim de kalktım. Ben de abdest aldım. Peygamber
yine kalkıp namaza durdu. Ben de solunda durdum. O, benim elimden tutup beni
sağ tarafına dolaştırdı. Peygamber namazı on üç rekât olarak tamamladı. Sonra
yaslanıp uyudu; öyle kî, solumaya başladı. Zaten uyuduğu zaman solurdu. Sonra
(müezzin) Bilâl, onu namaza çağırdı. Hz. Peygamber (bu defa) namaz kıldı da
abdest almadı. Ettiği duada şu vardı»:
«Allah'ım, kalbime nur
ver, kulağıma nur ver, sağıma nur ver, soluma nur ver, üstüme nur ver, altıma
nur ver, önüme nur ver, arkama nur ver ve bana büyük nur ver.»[111]
Ravilerden K ü r e y b
demiştir ki, yqdi sey daha ezberimde vardı, (onları unuttum). Sonra Abbas
oğullarından bir adama rasladım da onları bana söyledi. Şöyle anlattı :
Sinirime, etime, kanıma, saçıma ve derime nur ver. Bir de iki hasleti (iliği ve
kemiği, yahut nefsi ve dili) ilâve etti.
Duanın genişletilerek
ayrıntılı bir şekilde İfade edilmesinde mübalâğa vardır. Her aza ve cihet
üzerinde durarak ayrı ayrı nur istemekle çok daha büyük hayır kazanılmış olur.
Böylece her yönü ile beraber selâmet nuru, dünya ve âhiret nuru, en geniş ve en
bol şekli ile istenmiş demektir.
İbni Abbas hazretleri
hâdiseyi anlatırken, Peygamber (Sallaltahü Aleyhi veSellemfm, soluyacak kadar
uyuduktan sonra kalkıp namaz kıldığını ve bu arada abdest almadığını
anlatmıştır. Hatıra şu gelir: Yatarak uyuyan kimsenin abdestİ bozulacağından,
uyanınca abdest alıp, namaz kılması gerekir. Halbuki Hz. Peygamber böyle
yapmadı, nasıl olur? Peygamber'in özelliklerinden biri de uyurken kalp gözünün
açık olmasıdır. Buna binaen kendisine abdestİ bozacak bir şeyin arız olup
olmadığını biliyordu. Ümmet İçin durum böyle değildir. Yatarak veya bir yere
dayanarak uyuyan kimsenin abdestİ bozulmuş olur.. İmama uyan bir kişi, imamın
sağında; İki kişi olursa arkasında durur. Bİr de abdest alırken fazla su
harcamamak sünnettir.[112]
696— Abdullah
ibni Abbas'dan rivayet edildiğine göre, demiştir ki, Peygamber (Sailaliahü A
teyhi ve Seîlem) gece kalkarak namaz kılıp da namazını bitirince, Allah'a
uygun düşecek şekilde ona hamd ve sena ederdi. Sonra son sözü şu olurdu:
«Allah'ım, benim
kalbime nur ver, benim kulağıma nur ver, benim gözüme nur ver, sağ tarafıma nur
ver, soluma da nur ver; benim önüme de nur ver, arkama da bir nur. Nurumu
çoğalt, nurumu çoğalt, nurumu çoğalt.»[113]
Bu hadîs-i şerîfin
ravî ve lâfızlarında değişiklik varsa da/ bundan Önceki hadîs-i şeriften bir
kısım olduğu söylenebilir. Zira Kütüb-i Sitte'de bu şekilde rivayet yoktur.
Zaten manâ bakımından iki hadîs arasında fark yoktur. Bununla beraber
Peygamber (SallaîîahU Aleyhi ve Seîlem), değişik dualar ettikleri için, başka
bir ibadet zamanında edilen duadır da denilebilir.[114]
697— Abdullah
ibni Abbas'dan rivayet edilmiştir ki, Peygamber (Salhtlahü Aleyhi ve Sellem)
gece yarısı namaza kalktığı zaman şöyle dua ederdi:
«— Allah'ım! Hamd sana
mahsustur, sen göklerle yerin ve bunlarda bulunanların nurusun. Hamd sana
mahsustur, sen göklerle yeri ayakta tutup idare edensin. Sen varsın, haksin.
Va'dın da haktır, sana kavuşmak da haktır. Cennet haktır, Cehennem haktır,
kıyamet haktır.
Allah'ım! Sana boyun
eğdim, sana iman ettim, sana tevekkül ettim ve (işlerim için) sana döndüm.
(Düşmanlara karşı husumeti) senin burhanınla yaptım ve senin rican üzere hüküm
verdim. Önceden yaptığım ve geriye bıraktığım, gizli ve aşikâr kıldığım
günahlarımı bana bağışla. Sen Rabbimsin, senden başka hiç bir ilâh yoktur.
Gerçek mabud sensin.»[115]
Hz. Peygamberin bu
dualarında büyük hikmetler vardır:
1— Önce
gökleri ve yeri yaratıp nurlandıran ve bunları, idare edip ayakta tutan Vacİb
Tealâ Hazretlerinin kudret ve azametini ikrar edip, hamd ve övgüyü ona has
kılmak.
2— Cennet,
Cehennem, kıyamet, Allah'a kavuşma ile Allah'ın emirlerinin vuku bulacağına ve
bunların hak olduğuna iman etmek ve ikrarda bulunmak.
3— Bu İkrar
ve imandan sonra Allah'ın hükümlerine teslim olmak ve onlara boyun eğmek.
4— Bütün bu
ikrar ve ifadelerden sonra Allah'ın mağfiretini istemek ve onu tevhid lâfzı İle
yüceltmek. Zaten insanoğlunun yaratılış hikmeti bu, dünyaya geNşinde üzerine
düşen sorumluluk bu...[116]
698— (Abdullah)
İbni Ömer'den rivayet edildiğine göre demiştir ki, Peygamber (Sallatkhü Aleyhi
ve Sellem) şöyle dua ederdi:
«— Allah'ım! Ben,
dünya ve âhirette senden afv ve afiyet isterim. Allah'ım! Ben, dinimde ve
ehlimde senden afiyet isterim. Ayıplarımı ört, korkumu gider; ve önümden,
arkamdan, sağımdan, solumdan, yukarımdan beni koru. Altımdan (yerin göçmesiyle)
helak olmaktan da sana sığmırım.»[117]
Bundan önce, dua
mahiyetinde bulunan hadîs-i şerîflerdeki anlam bu hadîste de mevcut
bulunmaktadır. Burada da Peygamber Efendimiz ümmetine dua şeklini Öğretmek ve
Allah'a kulluk vazifesini yerine getirmek üzere ondan günahların
bağışlanmasını, dünya ve âhirette afetlerden sakmdırmasını, ayıpları örtüp
korkuyu gidermesini ve yere göçmek felâketinden rna-sun bulunmayı istemektedir.
Aynı duada bulunmak, bizim için bir ibadettir.[118]
699— Ubeydullah
Ez-Zerakt, babası Rufaa'dan anlattığına göre, şöyle demiştir: Uhud
savaşı günü müşrikler
dönüp çekilince, Peygamber şöyle
buyurdu:
— Düzgün durun ki,
azîr ve «etil olan Rabbime ıhamd edeceğim.» Bunun üzerine (ashab), Peygamberin
arkasında saf saf oldular. Peygamber dua etti:
— Allah'ım! Bütün
hamdler samı mahsustur. Allah'ım! Verdiğin genişliği daraltacak hiç bir kuvvet
yoktur, uzaklaştırdığını yaklaştıracak ve yaklaştırdığını da uzaklaştıracak
yoktur. Senin engellediğini verecek yok, verdiğini de engelliyebilecek yok.
Allah'ım! Bereketlerinden, rahmetinden, fazlından ve rızkından bize genişlik
ver. Allah'ım! Değişini yen ve kaybohmyan tükenmez cennet nimetlerini senden
isterim. Allah'ım! ihtiyaç gününde senden nimet ve korku gününde emniyet
isterim. Allah'ım! Bize verdiğin şeyden (nimetlerden) ve vermediğinden ötürü
kötülüğe (ve isyana) düşmekten sana sığınırım.
Allah'ım! Bize imanı
sevdir ve onu kalbimizde süsle. Küfrü, fışkı ve isyanı da bize hoş gösterme,
kerih göster. Bizi doğru yolda gidenlerden eyle. Allah'ım! Bizi müslümanlar
olarak Öldür, müslümanlar olarak dirilt ve perişanlıkla fitneye düşmiyerek bizi
salih kimselere kavuştur. Allah'ım! Senin yolundan yüz çeviren ve
peygamberlerini inkâr eden kâfirleri öldür. Onlara musibet ve azabını ver.
Allah'ım! Kendilerine
kitap verilen (ve Islâmı kabul etmiyen) kâfirleri öldür, ey gerçek İlâh...»
Ravi AI i (ibni
Medînî) elemiştir ki, ben bu hadîs-İ Muhammed i b n İ B e ş i r 'den duydum, bunu isnad etmişti;
ben bunu zaptedemiyorum.[119]
Uhud savaşında
Müslümanlar zaferi kazanmış bîr halde İken, Hz. Pey-gamber'in emrettiği hareket
usulünde sebat göstermemek hatasıyle bîr anda savaşın yönü değişmiş ve
Müslümanlar çok müşkül durumda kalmışlardı. Hatta Peygamber in şehid düştüğü
haberi de yayılmıştı. Cenab-ı Hak bu zor durumda Müslümanları kurtarıp selâmete
erdirmiş ve düşmanda da savaşacak hal kalmayarak geri dönmüştü. İşte bu
selâmete çıkış zamanında, Peygamber Efendimiz Allah'a hamd ve sena edecek
veciz ve belîğ İfadeleriyle her zaman olduğu gibi, burada da ona ibadet
vazifesini yerine getirmişlerdir.
(Diğer kaynaklarda bu
hadîs-i şerife raslanmamıştır.)[120]
700— Ibni
Abbas'dan rivayet edildiğine göre, demiştir ki, Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve
Sellem) musibet zamanında şöyle dua ederdi:
— İntikam almakta
acele etmiyen yüce AUah'dan başka hiç bir ilâh yoktur; ancak büyük Arş'ın Rabbî
ve göklerle yerin Rabbi Allah vardır.[121]
Musibetten maksad
büyük elem ve kederlerdir. Böyle şiddetli zamanlarda bu dua mahiyetindeki
teşbihin sağladığı genişlik tecrübelerle sabit bulunduğuna dair rivayet ve
misaller vardır. Müşriklerin Medine'yi kuşatmış oldukları Hendek savaşında,
Peygamber Efendimizin bu duayı okudukları rivayet edilmektedir. Sonunda
şiddetli soğuk ve rüzgârın tesiriyle müşrikler perişan bir durumda
karargâhlarını terk edip kaçmak zorunda kalmışlardı.
Görünüşte bu hadîs-İ
şerifin taşıdığı manâ teşbih ise de, dua anlamını da kapalı olarak
taşımaktadır. Çünkü yüce Allah'ı öğmek ve ona tam bir imanla teslimiyet
gösterip iltica etmek, onun merhametine sığınmak ve ondan bîr şey istemektir.
Ayrıca dualara hamd ve teşbih ile başlanır, sonra dileklerde bulunulur. Bu da
duanın bir başlangıcı olabilir.[122]
701— Rivayet
edildiğine göre Abdurrahman, babası Ebû Bekre'ye demiştir ki:
— Babacığım! Senden işitiyorum, her sabah şöyle
dua ediyorsun:
«— Allah'ım, bedenime
afiyet ver. Allah'ım, kulağıma afiyet ver. Allah'ım, gözüme afiyet ver; senden
başka ilâh yoktur.» Bunu sabah ve akşam üçer defa tekrarlıyorsun. Yine şöyle
diyorsun:
«— Allah'ım, küfürden
ve fakirlikten şana sığınırım. Allah'ım, kabir azabından sana sığınırım; senden
başka Hâh yoktur.» Bunu dâ akşam ve sabah vaktinde üçer defa tekrarlıyorsun.
Ebû Bekre:
— Evet, dedi. Yavrum! Resûlüllah (SalUUIahü
Aleyhi v*Sellem)'in bu kelimeleri söylediğini duydum. Ben de onun sünneti
ile amel etmeği seviyorum.
Ebû Bekre demiştir ki,
Resûlüllah {SattallahÛ Aleyhi ve S*üem) şöyle buyurdu:
«— Kedere düşenin
duaları şu: Allah'ım, senin rahmetini istiyorum. Beni bir lâhza nefsime terk
etme ve frenim bütün halimi düzelt, senden ba^ka İlâh yoktur!»[123]
Hadîs-i şerifin son
kısmını teşkil eden dua, bu bölümle ilgili bulunmaktadır. Keder ve musibetler
anında yapılması gereken duadır. Buna ihlâsla ve samimî bir kalb ile devam
edilince Allah Tealâ musibeti giderir, arkasından genişlik verir.[124]
702— İbni
Abbas'ın şöyle dediği işitilmiştir:
— Musibet anında
Peygamber (Saltallahü Aleyhi ve Setlem) şöyle dua ederdi:
«— intikam almakta
acele etmiyen yüce Allah'dan başka hiç bir Hâli yoktur. Büyük Arş'ın Rabbi olan
Allah'dan başka hiç bir Hah yoktur. Kerim Arş'ın Rabbi ile göklerin ve yerin
Rabbi olan Allah'dan başka hiç bir ilâh yoktur. Allah'ım (bu musibetin)
kötülüğünü gider.»[125]
Arşın lügat manâsı
taht, kubbe ve çatıdır. Allah'ın Arş'ını tarif etmek ve keyfiyetini bilmek
mümkün değildir. Allah'ın Arşı dendiği zaman, onun kudret ve azametinin
enginliği anlaşılır. Allah'ın yüceliği ifade edilmiş olur Çok az bir farkla 700
sayıda bu hadîs-i şerif geçmiştir. Kaynak ve açıklama için oraya müracaat
edilsin.[126]
703— Cabir'den
rivayet edildiğine göre, demiştir ki, Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem),
Kur'an'dan sûre öğretir gibi, bize işlerde istihareyi Öğretir :
«(Sizden biriniz) bir
iş tasarladığı zaman iki rekât namaz kılsın; sonra şöyle desin: Allah'ım!
Senin ilminden ötürü senden hayır istiyorum ve senin kudretine dayanarak
(işimde) bana güç vermeni diliyorum; ve senin büyük fazlından senden
istiyorum. Zira sen takdir edersin» ben takdir edip güç yetiremem ve sen (her
şeyi) bilirsin, ben bilemem. Sen bütün gaybi bilensin. Allah'ım! Eğer bu işin
dinimde ve yaşayışımda, işimin sonunda (yahut dedi ki, işimin Önünde) ve
akıbetinde benim için hayır olduğunu biliyorsan, onu bana takdir et. Eğer bu
işin dinimde ve yaşayışımda, işimin sonunda (yahut dedi ki, işimin önünde) ve
akibetinde kötü olduğunu biliyorsan, onu benden uzaklaştır, beni de ondan
uzaklaştır ve hayır nerede ise bana onu takdir et; sonra beni (verdiğine) razı
kıl. Sonra dileği ne ise onu söyler.»[127]
Istİhare'nin manâsı,
hayır istemek ve gaybi bilen Allah'a niyazda bulunarak ona ulaşmaktır; yoksa
gaybdan haber beklemek değildir. İstihare eden kimse, gaybi bileceğim diye bîr
İnanç taşımamalıdır. Allah, hakkında hayırlı olanı takdir edecektir diye
istiharenin bir dua vasıtası olacağına inanmalıdır.
Meselâ; bir insan,
satın almayı tasarladığı bir ev için istihare edip Allah'dan hayırlı ise ona
sahip olmayı, değilse olmamayı istese ona sahip olsa, hakkında hayırlı
bulunduğuna inanç beslemelidir. Şayet o eve sahip olamamtşsa, yine hakkında
hayırlı olduğuna inanç beslemelidir. Çünkü frisan, geleceği ve gaybi bilmediği
için, hayrın nerede olduğunu keşfedemez. Ancak Allah'dan hayırlı olanı ister ve
Allah'ın takdir eylediğine rıza gösterir. Istihare'nin gerçek manası budur.
Tabakat-ı Sübkî, Cild 5, sayfa : 285 de şu ifade var: Bir kimse iki
rekât istihare namazını kılıp, duasını yaptıktan sonra önündeki işi hemen
yapmaya başlasın; meşru olan iş ister nefsine ferahlık versin, ister vermesin.
Çünkü kalb ferahlığı olmasa bile onda hayır vardır.
İstihare farz ve vacib
gibi işleri yerine getirmek için yapılmadığı gibi, haram ve mekruh olan işleri
terk İçîn de yapılmaz. Hac gibi edası geniş zamana bağlı farz İbadetlerin
tayininde hayırlı olan vakti istemek için istihare yapılabilir. İstihare daha
çok önemli olan, fayda ve zararları büyük bilinen işler için yapılır. Daha
doğrusu mubah olan bir işin yapılıp yapıl-mamasındaki tereddüdü gidermek için
istihare yapılır ve böylece Allah -dan hayırlı olan taraf İstenir. Allah rızası
için kılınan iki rekât namaz, aynen diğer namazlar gibi kılınır. İstenen her
sûre okunabilir. Bazı rivayetlerde «Kâfirûn» ve «Ihlas» sûrelerini okumak
tavsiyesi vardır. Böyle iki rekât namaz kıldıktan sonra metindeki dua edilir
ve İsın hayırlı tarafı istenir. Bundan sonra hangi tarafa sahip olunursa,
hayrın orada olduğuna kanaat getirilir.[128]
704— Cabir
ibni Abdullah'dan şöyle dediği işitilmiştir:
— Resûlüllah
(Saila'.lahü Aleyhi ve Selltm)
pazartesi, salı ve çarşamba günü bu mescidde — Fetih Mescidi'nde — dua
etti de, çarşamba günü iki namaz vakti arasında duası kabul olundu. Cabir dedi
ki:
— Şiddetli mühim bîr
iş başıma düşmüş de bu vakti araştırıp o saatte çarşamba günü iki namaz
arasında o iş için Allah'a dua ettimse, ancak kabul olunduğunu bilmişimdir.»[129]
Fetih mescidi,
Medine'nin batısında bir tepe üzerinde olan mescidin adıdır. Buna Mescid-i
Ahzab ve Mescid-İ A'lâ da denir. Medine'nin müşrikler tarafından kuşatıldığı
Hendek Savaşı sırasında Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) bu mescidde
düşmanların helak ve perişan olmaları için Allah'a dua etmiş ve duası kabul
olunarak gece şiddetli bir rüzgârın es-mesiyle çadırlar darmadağın olmuş,
ateşleri sönmüş, toprak ve kum fırtınası üzerlerine çökmüş ve böylece perişan
bir halde düşman o gece kaçarak geri dönmüştü. Anlaşıldığına göre, dua namaz
kıldıktan sonra, ikinci nam az vakti girmeden yapılmış olması itibariyle
«iştihar*» namazı ile ilgili bulunmuştur. Ayrıca duanın kabul edilmiş olması
da, istiharenin önemine bir işaret teşkil etmektedir.
Pazartesi, salı ve
çarşamba günleri bu mescide varıp üç gün öğle ile ikindi vakti arasında bu
duanın yapılmış olduğu rivayeti de vardır. Bunu İmam Ahmed rivayet etmektedir.
(Bu hadîs-i şerîf
Kütüb-i S itte'd e yoktur. Fadlu'llah : C. II, s. 167, 168).[130]
705— Enes'den
rivayet edildiğine göre, demiştir ki, Peygamber (Sallaliahû Aleyhi ve Sellem)
ile beraberdim. Bir adam dua edip, şöyle dedi:
— Ey gökleri yaratan,
ey Hayy ve Kayyûm olan (Allah)! Ben senden istiyorum.» Peygamber buyurdu:
Nasıl dua ediyor,
bitiyor musunuz? Nefsim kudret elinde olana yemin ederim ki, bu adam Allah'a
öyle bir ismi ile dua etti ki, Allah'a bununla dua edilince onu kabul eder.»[131]
Hayy ve Kayyûm
isimleri, Allah'ın kemal sıfatlarındandır. Hayy, hayat sahibi, ölümsüz
demektir. Allah'ın ilim, kudret ve iradesi bu sıfatın varlığı İle ezeten ve
ebeden kaimdir.
Kayyûm demek,
yaratıkların rızık, iş ve ecellerini tedbîr ve idare eden varlık demektir. Bu
mübarek isimlere iltica ederek ihlâsla edilen duaların makbul olacağını Hz.
Pvygamber haber vermektedir.[132]
706— Abdullah
ibni Amr'dan işitildiğine göre demiştir ki, Ebû Bekir (Radiyallahu anh) ,
Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'e şöyle söyledi:
— Bana bir dua öğret
ki, onunla namazımda dua edeyim.
Peygamber buyurdu:
«— Şöyle söyle:
Allah'ım, ben nefsime çok zulmettim; günahları ise ancak sen bağışlarsın. Yüce
katından tana mağfiret buyur; çünkü sen günahları bağışhyan merhamet
sahibisin.»[133]
Bu duanın, namazın
hangi yerinde okunacağına dair hadîs-i şerifte bir tayin yoktur. Namaz içinde
dua İçin en uygun yer, teşehhüd İle secdedir. Çünkü bu yerlerde dua edilmesi
emrolunmuştur; ve bu yerlerde duanın makbul olduğu açıklanmıştır. Bu da selâm
vermezden önce namaz İçinde ve belirtilen yerlerde okunacak bir duadır. Namaz
İçinde duanın meşru olduğuna da bir delildir.
Duada tam bir
teslimiyetle kusurları itiraf edip Allah'ın lütfunu isteme vardır. Kısa ve
kesin dilekte Allah'ın azabından, Cehennem ateşinden uzak kalmak ve Cennetine
girmek istenmektedir.[134]
707— (163-s.)
Abdullah ibni Mes'ud şöyle demiştir:
«— Sizden birinizin
başında, azametinden veya zulmünden korktuğu bir idareci olduğu zaman şöyle
desin: Ey yedi göğün ve büyük Arş'ın Rabbi olan Allah'ım! Beni, falan oğlu
falandan ve senin yaratıklarından olan onun taraftarlarından koru ki, onlardan
hiç biri bana eziyet etmesin, yahut aşırı gidip zulmetmesin. Senin koruduğun
galiptir, ^enin övgün yücedir ve senden başka (ibadet edilecek) ilâh yoktur.»[135]
Sultan, devlet reisi
gibi idarecilerin zulmünden ve düşmanlıklarından korunmak için Allah'a yönelip
bu şekilde dua ederek korunmak meşru bir davranıştır. Müslüman idarecilere
karşı çıkmak, isyan etmek, fesad ve anarşi çıkarmak caiz değildir; fakat
eziyetlerinden korunmak için Allah'a yalvarmak da bir haktır.
Bu haberi Taberönî ve
Bey ha kî tahrie etmişlerdir.[136]
708— (164-s.)
İbni Abbas'dan rivayet edildiğine göre, şöyle demiştir:
«— Sana kahretmesinden
korktuğun heybetli bir sultana gittiğin zaman şunu söyle: AHah, yaratıklarının
hepsinden daha üstündür, daha büyüktür. Allah, korktuğum şeyden daha üstündür.
Falanca kulun şerrinden, insan ve cinlerden olan askerlerinin, etbaının ve
taraftarlarının şerrinden öyle bir Allah'a sığınırım ki, ondan başka hiç bir
ilâh yoktur; yedi kat gökleri ysre düşmekten o koruyup tutar; ancak izni
olmakla düşebilirler... Allah'ım! Beni, bunların şerrinden koruyucu ol. Senin
övgün yücedir, himayen üstündür ve şanın yücedir. Senden başka ilâh yoktur.» Uç
defa söylenir.[137]
Bütün kalblerİn ve her
şeyin tasarrufu Cenab-ı Hakk'ın kudret elinde olduğundan, bir kimsenin halisane
yakarışı sebebiyle zulmedecek zalimlerin katı kalplerine merhamet verir veya
bazı hâdiseler İhdası İle engeller çıkararak o kimseyi eziyetten kurtarıp
selâmete ulaştırır. 8u dua, zalimin huzurunda açık olarak söylenmeyip, daha
önceden okunur ve üç defa tekrarlanır. Maddî sebeplere ve hukukî yollara baş
vurmak suretiyle zulmün önlenmesine çalışıldığı gibi, manevî bir yol olan böyle
dualarla da zulüm ve eziyetlerden korunmak da meşrudur.
(Bu haberi Taberanî
tahriç etmiştir. Fadlu'llah : C. I, s. 174)[138]
709— (165-s.)
Ibni Abbas anlatıp şöyle demiştir:
«— Kime bir keder, bir
elem veya bir musibet gelirse veya Sultandan korkarsa, şunlarla dua etsin;
onun duası kabul olunur:
— Senden başka biç bir
İlâh yoktur» sözü ile senden isterim, ey yedi göklerin Rabbi ve büyük Arş'ın
Rabbi. «Senden başka hiç bir ilâh yoktur» sözü ile senden isterim, ey yedi
göklerin Rabbi ve kerîm olan Arş'm Rabbi. «Senden başka hiç bir ilâh yoktur» sözü
ile senden isterim, ey yedi kat göklerin ve yedi kat yerlerle bunlarda
bulunanların Rabbi! Sen her şeye kadirsin.» Sonra hacetini Allah'dan iste,
(muradın ne ise, onu Allah'dan dile).[139]
8u haber İçin,başka
bir kaynak bulunamamıştır. Bundan önceki aynı bölümle ilgili haberlere
bakılsın.[140]
710— Ebû
Saîd El-Hudrî, Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)yden rivayet ederek şöyle
demiştir:
«Hangi bir müslüman,
dua eder de duasında günah ve akrabalık bağlarını kesme hali yoksa, Allah ona
muhakkak üç şeyden birini verir:
1— Ya
duasını acele kabul eder,
2— Yü duası
için âhirette sevap hazırlar,
3— Yâ da
duası kadar ondan kötülük kaldırır.» Ravi, o halde insan çok dua eder (vş çok
şeyler kazanır) dedi. Peygamber: »Allah'ın icabeti ve vermesi daha çoktur.»
buyurdu.[141]
Duaların kabul
edilmesi hakkında âlimlerin su görüşü var:
Bazan insana, dua
ettiği ve istediği şeyin aynı verilir ve bazan da istediğine karşılık olmak
üzere başka bir şey verilir. 1 b n u ' 1 - Ce vzî diyor kİ, mü'mİnin duası geri
çevrilmez; ancak icabetin geciktirilmesi onun hakkında daha hayırlı olur yahut
duasına karşılık ona başka bir şey verilir de dünya veya âhireti için daha
uygun olur. Bazen de insan az bir şey ister, fakat ona daha güzeli ve iyisi
verilir. Bu durumda kul der ki, istediğim bana verilmedi. Halbuki gerçeği
anlamamıştır.
Kula münasip olan,
Rabbinden istemek ve dilemektir; çünkü dua İle Allah'a ibadet etmiş olur,
acziyetîni itiraf ederek ona tevekkül eder. Duadan önce de kulluk vazifelerini
yerine getirmek ve üzerine düşen teşebbüs ve gayretleri harcamak şarttır.[142]
711— Ebû
Hüreyre, Peygamber (SatLallahü AUyhl ve SeUem)'den rivayet ederek şöyle
demiştir:
— Hangi bir mümin
yüzünü Allah'a kaldırıp bir dilekte bulunursa, muhakkak onu ona verir: Ya
dünyada dilediğini ona verir, ya âhirette dileğine karşılık ona sevap hazırlar;
acele etmemesi şartı ile.»
Ashab sordular:
— Ey Allah'ın peygamberi, acele etmesi nedir?
Peygamber şöyle buyurdu:
— Der ki, dua ettim, dua ettim; fakat duamın kabul
edildiğini görmedim.»[143]
Bundon önceki hadîs-i
şerife ve açıklamasına bakılsın.[144]
712— Ebu
Hureyre, Peygamber rivayet ederek şöyle demiştir:
— Allah katında duadan
daha iyi bir şey yoktur.[145]
Duanın gerçek manası,
kulun ihtiyaç ve acziyetini yaratınına
izhar edip, onun kudretine iltica etmesi
demektir ki, kul burada tezellül
ve ubudiyetine beyan eder.Bu
davranış Allahın bve peygamberinin emirleriene uymayı niyet ederse, bbu
Allah katında en faziletli bir söz
olur.Zaten hadis-i şerif te en iyi olacak gösterilen dua, söz ve ifade ile
edilen ibadetler araısnda üstünlük mura
dedildiği şeklinde açıklama yapılmaktadır.Bedenen ve malen yapılan dışında kalır.Bununla
beraber niyetler esastır ve bu easa göre ameller fazilet ve mükafat kazanır.[146]
713— Ebu
Hureyre, Peygamber’den rivayet ederek, şöyle demiştir:
—İbadetlerin en
şerflisi duadır.[147]
Bundan önceki
hadis-i şerife ve açıklamasına
bakılsın.Bu hadis için başka kaynak bulunamamıştır.[148]
714— Numan
ibni Beşîr, Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sdtem/den rivayet ederek şöyle
demiştir:
— Gerçekten dua
ibadettir.» Sonra şu âyeti okudu: — Bana dua ediniz, duanızı kabul edeyim. ~
(Mümin Sûresi, âyeti 60)[149]
Dua hakkında geniş
bilgi için 604 ve 712 sayılı hadîs-i şeriflerin açıklamalarına müracaat
edilsin.[150]
715— Hazreti Âişe
(Radiyalîahü anfoaj'dan rivayet edildiğine göre, demiştir ki, Peygamber (Salİallaha
Aleyhi ve sellem) 'e soruldu:
— ibadetlerin hangisi
daha faziletlidir? Şöyle buyurdu: «— İnsanın kendi nefsi için ettiği duadır.»[151]
Önce her şahıs kendi
sorumluluğu ile baş başadır; ve Allah'a karşı vazifelerini yerine getirmekte
nefsi muhatab olur. Kendi halini düzeltmeyen ve salih duruma geçmeyen kimsenin
başkasına dua etmesi, başkasının iyiliğine koşması onu sorumluluktan
kurtaramaz ve örnek bir kimse olamayacağı için de başkasına tesirli olamaz.
Bunun için önce kendisi için dua edip de halini düzeltrnssi daha faziletlidir.
(Bu hadîs-i şerif
Kütüb-İ Sitte'de yoktur. Bunu Hâkim tahrİç edip sahih göstermiştir)[152]
716— MaTal
ibni Yesar'm şöyle anlattığı işitilmiştir:
— Ebû
Bekiri's-Sıddîk (Radiyallahu anh)
Üe Peygamber (Sallallahü Aleyhi veSellem)'e gittim.
Peygamber buyurdu:
«— Yâ Ebû Bekir, şirk
(riya) sizde karıncanın deprenişinden daha saklıdır.» Ebû Bekir dedi ki:
— Şirk, Allah ile başka bir ilâh tanıyanın hali
değil midir? Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) buyurdu:
«— Nefsim kudret
elinde olana yemin ederim ki, gerçekten şirk, karıncanın deprenişinden daha
gizlidir. Sana bir şey göstereyim mi ki, onu söylediğin zaman, şirkin azmi ve
çoğunu senden gidersin.»
«De ki:
"Allah'ım, bildiğim halde sana şirk koşmaktan sana sığınırım ve bilmediğim
şeyden de, senden mağfiret dilerim."»[153]
Metinde geçen «Şirk»
kelimesi, burada riya, gösteriş ve kendini beğenme gibi manaları taştyor. Bu
nahoş hallerden kurtulmak ancak kendi nefislerini bilip tanıyanlara müyesser
olur. Kendi nefsini gerçekten bilen, bütün övgülerin Allah'a mahsus olduğunu
anlar, riya ve kibirden kurtulur. Sahip bulunduğu fazilet, kemal, cemal ve
malın Allah'ın bir ifcsanı ve emaneti olduğunu idrak eder. Bu idrak onu tevazu
ile harekete, kibir ve gösterişten kaçınmaya götürür, insanın türlü şartlar
altında ahvali daima değişmeye mütemayil olduğu için, bazı hallerde kendini
kontrol edemez. Ancak Allah Tealfi'nin koruması sayesinde, gösteriş ve kendini
beğenme hollerinden kurtulabilir. Onun için Hz. Peygamberin öğretmiş oldukları
bu duayı her sabah ve her akşam okumakla Allah'ın yardımı kazanılmış ve gizli
şirkten korunulmuş olur. Bîr rivayette de bu duayı üç defa tekrarlamalıdır.
(Bu hadîs-i şerif
Kütüb-i Sitte'de yoktur. Fadlu'llah C II, s. 179-180)[154]
717— Enes'den
rivayet edildiğine göre, demiştir ki, şiddetli rüzgâr estiği zaman Peygamber
(Salkıttahü Aleyhi veSellem) şöyle dua
ederdi:
«— Allah'ım! Rüzgârla
gönderilen hayrı senden isterim ve rüzgârla gönderilen kötülükten sana
sığınırım.»[155]
İnsanların yararına
ofan şeylerde de bir ölçü vardır. Bu ölçü ve nispet taşırılınca faydalı
şeylerin zararı olur. Helâl ve pâk olan gıda maddeleri, muayyen bir ölçüde
yenirse yararlı olur; aksine tıka-basa yenirlerse zarar verirler. Yağmur ve
rüzgârlar da böyledir. Şiddetli rüzgârlar ve yağmurlar felâket getirir; fakat
mutedil olanlar bereket ve canlılık verir.
Bütün kâinat
içerisinde cereyan eden hâdiselerin yaratıcısı ve idare edicisi Allah Tealâ
olduğundan, rüzgârın da zararından korunmak için Allah'a sığınmak ve ondan
hayır istemek kullara düşen bir vazifedir.
(Bu hadîs-i şerif
Kütüb-i Sitte'de yoktur.)[156]
718— Seleme
Hazretlerinden rivayet edildiğine göre, şöyle demiştir:
— Şiddetli rüzgâr
olduğu zaman Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Seltemi şöyle buyururdu:
— Allah'ım,
tohumlayıcı olsun, kısır olmasın.»[157]
Rüzgâr hakkında
Peygamber Efendimizin bundan on dört asır önce kullanmış oldukları bu ifadede
büyük bir hikmet ve mucize vardır. Daha nebatat (botanik) çalışmaları ortada
yokken, rüzgârların bitki ve meyveleri döllemedeki büyük tesirini açıklamaları,
ancak bugün anlaşılabilen bir mucizeleridir. Döllemede mahsûl ve bereket
olduğundan, rüzgâr için bunu Allah'dan istemişler ve kısır, ürünsüz bırakacak
esintiyi istememişlerdir.
Bununla beraber
pozitif ve negatif olan bulutların birleşmesini, erkek-dişi birleşmesi kabul
ederek bundan yağmur bereketinin doğduğunu ifade eden âlimler vardır. Gerçek
şudur ki, hadis-i şerifin manası böyle dar bir anlayışa bağlı kalmayıp her
çeşit tohumlama ve aşılama hallerini içine alır. Nimet ve bereket istemek,
kötülükten korunmak dinimizin emirlerinden olduğu için, rüzgârlar hakkında bu
istekte bulunmayı Peygamber'imiz bize öğretiyor ve diğer mucizeleri arasında
bunu da bir mucize olarak anlıyoruz.
(Bu hadîsi Taberânî,
ibni Hibban ve Nevevı tahriç etmişlerdir. Fadlu'l-lah : C ll{ s. 182, dip not.)[158]
719— (166-s.)
Ubeyy'den rivayet edildiğine göre, şöyle demiştir:
«— Rüzgâra sövmeyiniz.
Ondan hoşlanmadığına bir şey gördüğünüz zaman şöyle deyiniz : Allah'ımız, biz,
senden bu rüzgârın hayrını, onda olanın hayrını ve onunla gönderilen şeyin
hayrını istiyoruz. Bu rüzgârın şerrinden, onda olanın şerrinden ve onunla
gönderilen şeyin şerrinden de sana sığınırız.»[159]
717 sayılı hadîs-i
şerife ve açıklamasına bakılsın. Rüzgârlar Allah'ın emri üzere hareket
ettikleri için memurdurlar. Böyle hâdiselere sövmek ve lanet okumak yaraşmaz.
Lanete hak kazanmadıkları için, lanet ve kötü söz, sahibine döner; yani sözü
söyleyene ait olur.
Ashabdan Ubeyy ibni
Kâb hakkında Hz, Ömer (Radiyailahu enh), «Müslümanların efendisi» buyurmuş
olup, hal tercemesi C I, 476 sayılı hadîsin açıklamasında geçmişti. Bilgi için
oraya müracaat edilsin.[160]
720— Ebû
Hüreyre demiştir ki, Resülülîah (SaİtallaHü Aleyhi ve Seltemt şöyle buyurdu:
«— Rüzgâr, Allah'ın
ihsanın dan dır; hem rahmetle, hem de gelir. O halde ona sövmeyiniz; fakat
Allah'dan onun hayrını isteyiniz ve onun şerrinden Allah'a sığınınız.»[161]
Bu hadîs-İ şerîf,
bundan önceki haberin değişik bir ifadesi olup, aynı manayı teyîd etmektedir.[162]
721— Salim,
babası Abdullah'dan işittiğine göre, demiştir ki, Peygamber (Saîîallahü
AleyhiveSeîlem), şimşekleri ve gök
gürültüsünü işittiği zaman şöyle buyururdu:
— Allah'ım, bizi
şimşeğinle Öldürme, bizi azabınla helak etme ve bundan önce bize afiyet ver.»[163]
Bir fırtına ve
kasırganın, bir yağmur ve sel tufanının başlangıcı, gök gürültüsü ve şimşek
çakmalarla alâmetlendiğinden bunun büyük habercisi olan şimşek ve gök
gürültüleri anında Peygamberimiz böyle dua etmeyi bize öğretmiş oluyor. Bu
korkunç ve dehşet anlarında, insanı Allah'dan başka kim kurtarabilir? Her işte
olduğu gibi, dehşet ve felâket anlarında yine Allah'a yönelip, ona dua etmek
kulun vazifesidir.[164]
722— (167-s.)
İbni Abbâs, gök gürültüsünü işittiği zaman şöyle derdi:
— Gök gürültüsü ile teşbih edilen Allah ne
yücedir!.. İbni Abbâs demiştir ki:
— Çoban koyunlarını çağırdığı gibi, melek olan
gök gürültüsü de yağmuru öyle çağırır.[165]
(Bu haber için başka bir kaynak
bulunamamıştır.)[166]
723— (168-s.)
Rivayet edilmiştir ki, Abdullah ibni Zübeyr gök gürültüsünü işittiği zaman,
sözünü bırakıp şöyle derdi:
«— o yüce Allah'ı
teşbih ederim ki, [gök gürültüsü ona hamd üe teşbih eder, melekler de ondan
korkarak...] (Ra'd sûresi, âyet: 13) Sonra şöyle derdi: Gerçekten bu gök
gürültüsü, yeryüzündekilere şiddetli bir korkutmadır.»[167]
Bugünkü fen ispat
ediyor ki, bütün kâinat zerresiyle beraber hareket halindedir. Bu hareketlerin
bir kısmı akıl ve irade tesiriyle meydana gelmekte, bir kısmı da duygu ve
iradenin dışında cereyan etmektedir. Hareket etmekte olan canlı ve cansız
varlıklar, kendilerine hâkim bir kuvvetin sevk ve idaresine bağlı olarak
devirlerini tamamlarlar. Bu ilâhî kudretin tasarrufu altında bulunup
teslimiyetten başka imkâna sahip olmayan varlıkların hareketleri hal lisanı
ile Allah'ı teşbihtir, onu yüceltmedir ve onun sonsuz kudretini İspat eden
büyük delildir. Zaten âyet-i kerîmede şöyle buyuruluyor:
«Hiç bir şey yoktur
kî, Allah'ı hamd ile teşbih etmesin.» (Isra sûresi, âyet: 44).
Şimşekler,
yıldırımlar, gök gürültüleri hep bu umumî hükmün içine girmiş olduklarından
Allah'ı yüceltmek ve onun yüce kudretiyle varlığını ispat etmektedirler. Hem bu
vazifeyi fasılasız büyük bir intizamla devam ettirmektedirler. Ancak canlılar
iradeleriyle bu teşbihleri yaptıkları zaman, karşılığında mükâfat kazanirlor,
İnkârları halinde de azab çekerler. İrade dışı teşbihler, doğrudan doğruya
Allah'ın kudretiyle meydana gelip, kulun bunlar üzerinde bir kesbi
bulunmadığından insanlara fayda sağlamazlar. Allah'a boyun eğen zelil birer
mahluk olduklarını izhar ederler. Düşünen ve araştıran akı! sahipleri için, bu
âlemde Allah'ın azamet ve kudretine, onun üstün varlığına delâlet eden sayısız
alâmetler vardır.
(Bu haberi İmam Malık
tahriç etmiştir: Fadlu'llah : C. II, s. 186).[168]
724— Peygamber
(Saîîaîlahü Aleyhi ve Sellemj'in vefatından sonra, Ebû Bekiri's-Sıddîk'dan
işitildiğine göre demiştir ki, Peygamber (Sailallahii Aleyhi ve SeUeth).
Medine'ye hicretin birinci yılında, bu bulunduğum yerde kalkıp şöyle buyurdu:
«— Doğruluktan
ayrılmayınız; çünkü doğruluk iyilikle beraberdir, ikisi de cennetliktir.
Yalandan sakınınız; çünkü yalan kötülükle beraberdir. Bunların ikisi de
cehennemliktir. AUah'dan afiyet isteyiniz; çünkü gerçek imandan sonra,
afiyetten daha hayırlı bir şey verilmemiştir. Birbirinize dargınlık etmeyiniz,
birbirinize arka çevirmeyiniz, birbirinizi kıskanmayınız, birbirinize kin
beslemeyiniz; ey Allah'ın kullan, kardeşler olunuz.[169]
Afiyet, Allah Tecilâ
mn kul üzerinden her türlü sıkıntı ve belâyı kaldırmasına denir. Bunun içindir
ki, Peygamber (Satlallahü Aleyhi ve
Sellem) :
«Hiç kimse, sahih
imandan sonra afiyetten daha hayırlı bir şeye sahip olmamıştır.» buyurmuştur.
Afiyetin böyle büyük
nimet oluşundan dolayı Peygamber Efendimiz, dünya selâmeti İçin afiyeti
istemeyi insanlara emretmiştir. Tirmizî'nin rivayetinde böyledir. Yine afiyet,
başkasına eziyet etmemek ve başkasının eziyetinden de korunmuş olmak şeklinde
tefsir edilmektedir.[170]
725— Muaz'dan
rivayet edildiğine göre, Peygamber (Sallalle&Ü Aleyhi ve Sellem) şöyle dua
eden bir adama tesadüf etti:
— Allah'ım, senden nimetin tamamını isterim.
Peygamber sordu :
«— Nimetin tamamı
nedir, bilir misin?» Sonra :
«— Nimetin tamamı
cennete girmektir; ve cehennemden kurtulmaktır.» buyurdu. Sonra : Allah'ım
senden sabır isterim, diyen bir adama rasgeldi. Peygamber ona:
«— Sen Ralıbinden belâ
istedin; ondan afiyet iste!» buyurdu. Bir de bir adama uğradı ki:
— Ey Celâl ve ikram sahibi Allah'ım! diyordu.
Ona da «iste!» buyurdu.[171]
Sabır, mihnetlere
karşı olur. Mihnetlerse çeşitli musibetlerdir. Bunlara tahammül zordur ve çok
kere de insanı isyana sevkeder. Bunun için dünya ve âhİrette Allah dan afiyet
ihsan buyurmasını dilemek en selâmeti i yoldur. Allah Tealâ Hazretlerine yüce
sıfatlarından olan Celâl ve İkram kelimeleriyle hitap ederek dua eden kimseye,
Peygamber (Saltatlahü Aleyhi ve Seliem): «İste» buyurmuşlar; çünkü uygun bir
ifade ile duaya başlanmıştır, iste, senin duan makbuldür, demektir.[172]
726— Abbas
ibni Abdulmuttalip anlatmıştır:
— Dedim ki, ey
Allah'ın resulü! Bana bir şey öğret ki, onunla Al-lah'daıı dileyeyim. Peygamber
şöyle buyurdu:
«— Ya Abbas, Attah'dan
afiyet iste.» Sonra az bekleyip arkasından geldim de dedim ki, bana bir şey
öğret ki, onunla Allah'dan isteyeyim, ey Allah'ın Resulü! Bunun üzerine şöyle
buyurdu:
— Ey Abbas, ey
Allah'ın resulünün amcası! Allah'dan dünyada ve âhirette afiyet iste.»[173]
Bu hadîs-i şerîf de «afiyetin»
ne kadar büyük bîr manâ taşıdığını, afiyetin dünya ve âhiret için en büyük bir
saadet olduğunu, diğer hadîslere uygun olarak teyid, etmektedir.
Hozreti Abbas
kimdir?:
Peygamber (Satlaltohü
Alevhive 5effemPn amcası olup, Abdulmuttalib'in oğludur. Künyesi E b u ' I - Fa
d I dır. Hz. Peygamber'den iki yıl önce doğmuştu. Annesinin adı Nesle veya
Nüseyle'dir. Nesle'nİn oğlu Abbas, çocukken kaybolmuştu. Annesi, eğer çocuğumu
bulursam Kabe'ye örtü yapıp giydireceğim diye adakta bulunmuş ve çocuğunu
bulunca da Kabe'ye ipekten örtü yapmıştı. Kabe'ye İlk örtü, bu hanımın adağı
İte başlamıştır.
Cahİtiyet devrinde
Abbas, Kureyş kabilesinin ulusu olup, Kabe'nin onanmı İle su işleri onun
elindeydi. Bedir Savaşına müşriklerin zoru ile katılmış ve savaşta esir
düşmüştü.
Savaş esnasında Abbas
ile kim karşılaşırsa, onu öldürmesin; çünkü o istemiyerek savaşa itilmiştir.»
Diye Peygamber
(Sallallahü Aleyhi ve Seiiem) buyurmuş olduğundan zorla savaşa götürüldüğü
anlaşılmaktadır.
Amcalar arasında Ebû
Talip'den sonra Hz. Peygambere en ziyade yardımcı olan Abbas oimuştu. Bedir
Savaşında esir düşünce, fidye vererek hem kendini, hem de kardeşi Ebû Talİb'in
çocuklarını kurtarmış ve bu olaydan az bir müddet sonra da İslâm'ı kabul
etmişti. Bİr rivayete göre de, çok daha önce İslâm'a girmiş, fakat halini
gizleyerek Mekke haberlerini Peygambere ulaştırmak görevini üzerine almıştı.
Medine'ye en son hicret edenlerden olup, arkasından da Mekke fethedilmişti.
Mekke fethinde ve Huneyn savaşında bulunmuştur.
Gayet iyilik sever,
cömert ve akrabayı gözetir yüksek ahlâk sahibi bir zat idf. Yine rivayet
ediliyor kİ, Hz. Ömer ile Hz. Osman hayvan üzerinde bulunurlarken Abbas
Hazretlerine tesadüf ettikleri zaman, hemen hayvandan inerler ve önlerinden
geçinceye kadar beklerlerdi. Pey-gamber'in-amcasıdır diye ona böyle hürmet
ederlerdi. Ayrıca Hz. Ömer kuraklık olduğu zaman, yağmur duasında Hz. Abbas'ı
beraberinde bulundurur ve ona dua ettirirdi. Hz. Abbas uzun boylu, beyaz tenli
bîr zat olup, kızlarından başka on erkek çocuğu vardı. Bunların içinde Abdullah
(Abdullah ibni Abbas} ilim ve fazilette temayüz etmiş, bilhassa tefsirde
öncülük etmiştir. Soyundan halifeler yetişmiştir.
Hicretin 32. yılında
Medine'de 88 yaşında olduğu halde vefat etmiş ve namazını Hz. Osman kılmış;
sonra Bakı* mezarlığına gömülmüştür. Allah hepsinden razı otsun.[174]
727— Enes'den rivayet
edildiğine göre, bir
adam, Peygamber 'in yanında dedi
ki:
— Allah'ım, bana maı
vermedin Ki, orıaan sadaka vereyim. Bana bir belâ ver de onda ecir olsun. Bunun
üzerine Peygamber şöyle buyurdu:
— SübhanelİBh, buna
gücün yetmez. Deseydin ya: Allah'ım, bize dünyada hasene ver, âhirette de
hasene ver ve bizi Cehennem azabından koru.»[175]
Afİyet ve selâmet gibi
güzel nimetler varken, bunların Ötesinde belâ ve musibet istemek doğru
olmadığına bu hadîs-i şerif açık bir delildir. Onun için hem dünyada, hem de
âhirette güzel ve iyi şeyleri istemek gerekir. Dünyada hasene : Halis bir iman
ile ihtiyaç görmeksizin sıhhat üzere yaşamak ve vazifeleri en güzel bir
şekilde başarmaktır.
Âhirette hasene :
Allah in rahmetine nail olarak Cenneti kazanmaktır. Bunlar dışında musibet
aramak, fesad ve bozukluğu, düzensizliği ve huzursuzluğu doğuracağından, uygun
bir davranış olamaz.
(Bu hadîs, Kütüb-i
Sitte'de yoktur. Fodlu'llah : C II, s. 190).[176]
728— Enes'den
rivayet edildiğine göre, Peygamber (Sallaİlahü Aleyhi ve Sellem) hastalıktan
biçare düşen bir adamın yanına vardı. Sanki adam, tüyleri yolunmuş bir kuş
yavrusuydu. Peygamber buyurdu:
«— Allah'dan bir şey
dua et, yahut ondan iste.» Adam şöyle demeğe başladı: Allah'ım, bana âhirette
edeceğin azabı, dünyada bana hemen ver.
Peygamber buyurdu:
«— Sübhanellah, buna
gücün yetmez —yahut gücünüz yetmez—. Allah'ım, bize dünyada iyilik ver,
âhirette de iyilik ver ve bizi Cehennem azabından koru, diyeydin ya...» Adam bu
duayı etti ve Allah (Autve Celk) de ona
şifa verdi.[177]
Azab ve musibet
istemenin doğru olmadığını, bu hadîsi şerif de teyit etmekte olup, AllaR'dan
hem dünyada iyilik, hem de âh i re tt e iyilik istemeyi bize öğüflüyor.[178]
729— (169-s.)
Abdullah ibni Amr'dan rivayet edildiğine göre, demiştir ki, insan şöyle dua
etmelidir:
— Allah'ım, şiddetli
belâdan sana sığınırım. Sonra susmalıdır. Bu sözü söylediği zaman desin ki,
ancak kendisinde yüksek derece olan belâ müstesnadır, (ondan Allah'a sığınmak
yoktur).[179]
Manevî mükâfatı yüksek
olacak ve insana âhirette yüksek derece sağlayacak belâ ve musibetler, netice
itibariyle saadet getirdiğinden bu gibi belâlardan Allah'a sığınmaya lüzum
yoktur. Bu istisnaî bir hal olduğundan umumî kaideye aykırı düşmez. Böylece,
daha önce gecen hadîslerle de manâ bakımından bir aykırılık ifade etmez.
(Bu haber için başka
bîr kaynak bulunamamıştır.).[180]
730— Ebû
Hüreyre'den rivayet edildiğine göre, Peygamber (Scülailahu Aleyhi ve Seilem)
«Şiddetli 'belâdan, günaha düşmekten, düşmanların sevinmesinden ve kötü akıbetten
Allah'a sığınırdı.»[181]
Bu hadîs-i şerif, 441
ve 669 sayılarda geçmiştir. Bilgi için onlara müracaat edilsin.[182]
731— Ebû
Nevfel'den rivayet edildiğine göre,babası Ebû Akreb Peygamber (SoltallaHti
Aleyhi ve Sellcm) 'e oruçtan sordu.
Bunun üzerine Peygamber şöyle
buyurdu:
— Her aydan bir gün
oruç tut.» Ben dedim ki:
— Anam-babam sana feda olsun; bana ilâve et.
Peygamber:
«— Bana ilâve et, bana
ilâve et! Her aydan iki gün oruç tut.» dedi. Ben dedim ki:
— Anam - babam sana feda olsun; bana ilâve et,
çünkü ben, kendimi kuvvetli buluyorum. Bunun üzerine Peygamber buyurdu:
«— Ben kendimi
kuvvetli buluyorum, ben kendimi kuvvetli buluyorum!» Sonra sükût etti. Ben de
zannettim ki, artık bana ilâve etmiye-cek. Sonra şöyle buyurdu:
«— Her aydan üç gün
oruç tut.»[183]
Aslen Mekke'I i olup,
sonra Basra'ya yerleşen Ebû Akreb, ashabı kİramdandır. Her aydan bir gön oruç
tutmayı azımsadığından, bu davranışını Hz. Peygamber hoş görmeyerek âdeta onu
ayıplar mahiyette, söylediği sözü tekrarlamıştı. Çünkü bir sorunun cevabı
alındığı zaman, aynı şey üzerinde iki veya üç defa durmak edebe münasib düşmez.
Hz. Peygamber, Ebû Akreb'in hem isteğini yerine getirdiler, hem de ona tariz
yolu ile ihtarda bulunmuş oldular.
Her aydan üç gönü oruç
tutmak böylece sünnet olan bir ibadettir. Bu İbadet her ayın onüç, ondört ve
onbeşİncî günlerini oruç tutmakla yerine getirilir. Ayın başından, sonundan ve
ortasından birer gün tutarak da eda edilir. Oruçlarda kamerî aylara itibar
edilir ve haram günlerde oruç tutulmaz. Ramazan bayram günü, şevval ayının
birinci günü olduğu halde, bugün oruç tutu I mayı p ertesi gün tutulur. Sünnet
olarak tutulan oruçların fazileti büyüktür. Şevval ayından altı gün oruç
tutmak ayrıca bir sünnet olup, bunun faziletine dair hadîsler vardır.[184]
732— Cabir
ibni Abduüah'dan rivayet edildiğine göre demiştir ki, Resûlüllah (Sallallahü
Aleyhi ve Sellem)'te beraberdik de» pis koku saçan bir rüzgâr yükseldi. Bunun
üzerine Peygamber şöyle buyurdu:
«— Bu nedir, biliyor
musunuz? Bu, müminleri gıybet edenlerin rüzgârıdır, (kokusudur).»[185]
Gıybet, bir Müslumanı,
arkasında hoşlanmayacağı söz ve hareketleriyle ayıplamaktır. Gıybet haram
olduğundan çirkin bir istir. Şu âyet-i kerîme bu çirkinliği açık olarak ifade
etmektedir:
«... Müslümanların
ayıp ve kusurlarını araştırmayın. Bir kısmınız, bir kısmınızı (arkasında
hoşlanmyacağı sözle) çekiştirmesin. Hiç sizden biriniz, ölü kardeşinin etini
yemek ister mi? (Bunun gibi çirkin olan gıybete nasıl razı olursunuz!). Bundan
tiksindiniz, (değil mi?) O halde (gıybet etmekten) Allah'dan korkun. Muhakkak
ki Allah, tevbeîeri kabul eden merhamet sahibidir.»
Gıybete dair, Keşşafu
Istılâhatı'l-Funün adlı eserde özetle şu bilgi mevcuttur :
«Gıybet, Müslüman
kardeşini, onda olan bir vasıfla, hoşlanmayacağı şekilde kötülemektir. Eğer
onda olmayan bir vasıfla kötülenirse, bu gıybet değil, iftiradır, bühtandır.
Diğer bir tarif de şöyle :
Söylediğin söz veya
işlediğin hareket kardeşine ulaşmış olması halinde onun hoşuna gitmeyecekse bu
gıybettir,- ister bedenindeki bir noksanlığı anmış ol, ister giyinişinde, ister
ahlâkında, ister İşinde veya sözünde, ister din veya dünya işlerinde bir kusuru
anmış ol, hüküm değişmez. Bunların her çeşidi gıybete girer.
Bir mü'mini gıybet
yalnız sözle olmaz. Hareket ve İşaretlerle, tarizlerle de olur. Edilen bir
gıybeti doğrulamak ve ona rıza göstermek de bir gıybettir. Gıybeti dinleyen
kimse, dili ile onu inkâr etmeli veya buna gücü yetmiyorsa kalbi İle rıza
göstermemelidir. Yoksa gıybet günahından kurtulamaz. Sözü kesmeye gücü yeter
de bunu yapmaz, yahut kalkıp meclisten ayrılabilirken meclisi terk etmezse
üzerine günah lâzım gelir. Dili ile gıybeti susturmaya çalışır da, kalbi
gıybetten hoşlanır ve isterse yine gü-nahdan kurtulamaz; ve bu nifak sayılır.
Bir kasaba veya şehir
halkını, şahıs belirtmeksizin ayıplamak gıybet değildir. Gıybette asıl olan
başkasına zarar vermek ve onun kötü durumuna sevinip de, ondan hoşlanmaktır.
Esef duyarak söylenen gıybet olmaz.
Açık olarak haram
İşleyen ve bunda beis görmeyen fasıkların gıybeti de gıybet değildir. Peygamber
(Sallallahü Aleyhi v# Sellem) şöyle buyurmuştur :
«Kim yüzünden haya
Örtüsünü kaldırırsa, onun gıybeti yoktur.»
Yİne şöyle
buyurmuştur:
«Facir (günahkâr)
kimseyi, onda olan hallerle an ki, insanlar ondan sakınmış olsunlar. Günahı
gizli olanın aybım açıklamayın; bu gıybet olur.»
Tanıtmak için
söylenenler de gıybet sayılmaz.
Gıybet günahından
kurtulmak için, pişman olmak ve tevbe etmek, Allah dan mağfiret dilemek
gerekir. Gıybet edilen adamla karşılaşma mümkün İse, onunla helâllaşılır. Ölüm
ve uzak düşme gibi sebeplerle helâlla-şılamayanların vereseleri ile helâllaşmak
gerekmez,- Allah'dan mağfiret dilenilir.
(Keşşaf-Ü
Istıiahati'l-Funûn, C II, s. 1090-1091)
Şeyh Alâeddin Abidîn
gıybet hakkında şu bilgiyi vermektedir :
İster ölü olsun, ister
hayatta bulunsun bîr Müslümanı veya bir Zimmî'yi gıybet haramdır.
Gıybet; bunlardan
birini, kendisinde olan bir hasletle — hoşuna gitmeyecek şekilde— arkasında
ayıplamaktır. Eğer arkasında söylenenler, onda yoksa, buna bühtan denir ki, bu
daha büyük bir günahtır.
Gıybet dil İle olduğu
gibi, göz kırpmakla, el işareti ile, yazı yazmakla, hareket etmek suretiyle,
tarizle de olur. Böylece muayyen bir şahsı ayıplama kasdı anlaşılan
hareketlerin hepsi gıybet sayılır. Bir kimsenin yürüyüş ve konuşma taklitlerini
yapmak ve onu ayıplar şekilde hikâye etmek yine gıybete girer.
Gıybet bazan da küfür
olur: Gıybet etmekte olan bir adama, gıybet etme denir de, o : Bu gıybet
değildir; çünkü ben doğru söylüyorum, cevabında bulunması gibi...
Gıybet bazan nifak
olur: İsmini vermediği bir kimseyi, onu tanıyan yanında gıybet edip, kendini
iyi durumda görmek gibi...
Gıybet bazan günah
(masıyet) olur : Günah olduğunu bildiği halde muayyen bir şahsı gıybet etmek
gibi...
Gıybet bazan mubah
olur: Fışkı zahir olanı veya bid'at sahibini gıybet etmek gibi...
Bir fasıkın
kötülüğünden insanları korumak ve sakındırmak İçin onu gıybet etmenin sevabı
vardır. Çünkü bu, fenalıktan alıkomadır; günahı yoktur. Bir de, bir köy
halkını, muayyen bir kimseyi kasdetmeyerek ayıplamak gıybet değildir. Çünkü bu
sözle murad edilen bütün insanlar değil, bir kısım şahıslardır. Bunlar ise
bilinmiyor,- bilinmeyenin gıybeti mubahtır.
Nikâh, ortaklık,
yolculuk ve idarecilik gibi işler için yapılan danışmalarda ve meşverelerdeki
aleyhte sözler gıybet olmaz. Bu gibi hallerde öğüt kabilinden bilinen gerçekler
söylenir ve ikazlarda bulunulur. Tanıtma imkânı bulunamayan kimseleri,
lâkablanyle söyleyip tanıtmak yine caizdir.
Gıybet etmek bazan da
vacip olur: Hadîs-i şerîf uydurmacılarını, bozuk itikatlı ve maksatlı
yazarları tanıtmak, hilekâr ve aldatıcı satıcılardan sakındırmak için gıybet
edilmesi gibi...
Bir kimsenin ettiği
gıybet, gıybet edilene ulaşmamış olursa, o kimseye pişman olmak, tevbe ve
istiğfar etmek kâfi gelir. Eğer ulaşmış olursa, ondan üstelik afv ve helâllik
dilemek icab eder. Gıybet olarak söylenen sözü açıklamak eğer fitneye sebep
olacaksa, bu açıklanmaz. Ancak Allah'a istiğfar edilir, dua edilir ve yapılan
hareketten pişmanlık duyulur. Nitekim gıybet edilenin ölmesiyle vereseden
helâllik almak gerekmez; tevbe, istiğfar ve nedamet icab eder.
Gıybeti dinleyen
kimse, gıybet günahından kurtulmaz; ancak dili ile engelleyen, kabullenmeyen ve
eğer karşı taraftan korkuyorsa, kalbi ile rıza göstermeyen bu günaha iştirak
etmiş sayılmaz.
Bir de gıybet
meclisinden kalkıp gitmeyen veya sözü kesip başka mev-zuya geçmek kudretinde
olduğu halde bunu yapmayan kimse de gıybet günahı almış olur. Hadîs-i şerifte
varid olmuştur ki :
«Dinleyici, gıybet
edenlerden biridir.»
Ve yine :
«Kim kardeşinin
gıyabında onun ıramı (şeref ve namusunu) korursa, Allah üzerine o kimseyi
ateşten korumak hak olur.»
Diye varid olmuştur.
(El-Hediyyetü'l-Alâiyye : s. 256-258, 1963 bsk.)
Gıybet etmek ve
arkadan çekiştirmek, manevî havayı bozan, fitne ve fesad doğuran bir hal olup,
cemiyetin huzur ve rahatını bozduğundan pis kokulu rüzgâra benzetilmiştir.
Nahoş rayihalar da insanlara rahatsızlık ve sıkıntı verir, huzuru kaçırır. Onun
için maddî ve manevî rahatsızlıkları doğuran işlerden kaçınmak, huzur ve
selâmete yardımcı olmak, kullar üzerine yüklenmiş bir vazifedir. Bu vazifeleri
yerine getirenler kurtulur, getirmeyenler de azabı çekerler.
(Bu hadîs-i şerif
Kütüb-i Sitte'de yoktur. Bunu İmam Ahmed tahriç etmiştir. Fadtu'llah : C. M,
s. 194-196).[186]
733— Cabir'den
rivayet edildiğine göre demiştir ki, Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellemjin
zamanında pis kokulu bir rüzgâr esti. Bunun üzerine Resûlüllah (Sallallahü
Aleyhi ve Selle m) şöyle buyurdu:
«— Münafıklardan bir
kısım insanlar, müslümanlardan bir kısım insanları gıybet ettiler de, bu
rüzgâr onun için gönderildi.»[187]
Bundan önceki hadîs-i
şerife bakılsın. Bunu da İmam Ahmed ve Ebû Avane tahriç etmiştir. Fadlu'Hah : C
II, s. 197.[188]
734— (170-s.)
Ibnü Ommi Abd'in (Abdullah b. Mesud) şöyle dediği işitilmiştir:
«— Kimin yanında bir
mümin gıybet edilir de ona yardım ederse, (gıybeti kaldırırsa), Allah o kimseye
dünyada ve âhirette hayır mükâfatı verir. Kimin de yanında bir mümin gıybet
edilir de, ona (gıybet edilene) yardım etmezse, bu hareketinden dolayı Allah o
kimseye dünya ve âhirette kötülük cezası verir. Hiç kimse, bir mümini gıybet
etmekten daha fena bir lokma yutmuş olamaz. Eğer müminin arkasmda bildiği bir
gerçeği söylerse, o mümini gıybet etmiş olur. Eğer bilmiyerekten söylerse, mümine
bühtan (iftira) etmiş olur.»[189]
732 sayılı hadîs-i
serîf açıklamasına müracaat edilsin.[190]
735— Cabir
ibni Abdullah'dan rivayet edildiğine göre demiştir ki, Peygamber (Sallallahü
Aleyhi ve Selİemfle beraberdik. Sonra sahipleri azap edilmekte olan iki kabir
(mezar) başına gelip şöyle dedi:
«— Bunlar büyük ve
meşakkatli bir işten dolayı azap edilmiyorlar. Bunlardan biri, (hayatında)
insanları gıybet ederdi. Diğerine gelince, idrardan sakınmazdı (sızıntı ve
sıçrantılarından korunmazdı).»
Sonra Peygamber bir
veya iki yaş çubuk istedi de, onları kırdı. Sonra emretti de, bunların her biri
bir kabir üzerine dikildi. Bunun üzerine Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve
Sellemi şöyle buyurdu:
«— Bu iki çubuk yaş
bulundukları müddet, yahut kurumadıkları müddet azabları hafifler.»[191]
Kabir hali, âh i ret
ahvalinin bîr başlangıcıdır, öldükten sonra kabirde kâfirlerin ve mü'minlerden
bazı günahkârların azap çekmesi haktır ve bunlar vuku bulacaklardır. İslâm
inancı budur. Ancak kabirde olan halleri bilmek, kimlerin selâmette ve
kimlerin azap içinde bulunduğuna muttali olmak, nişlerimizle idrak edilecek şeyler
değildir. Allah Teâlâ'nın brldirme-siyle ve ilhamiyle bunlar bilinebilir.
Özellikle peygamberlere, âhirete müteallik Cennet, Cehennem ve kabir
ahvalinden haber verilmiş ve çeşitli sahneler onlara gösterilmiştir.
Peygamberlerin verdiği haberler gerçeği ifade ettiklerinden bu hadîs-i şeriften
şu hükümler çıkmaktadır:
1— Allah'ın,
dilediği kimselere bİldİrmesiyle kabir ahvaline muttali olmak haktır.
2— Kabir
azabı, mü'minlerden bîr kısımları için vardır.
3— Gıybet ve
taharetsizlik, kabir azabı sebeplerindendir.
4— Peygamberin
ölülere şefaati haktır.
Kabir hayatı, âhiretin
başlangıcıdır. Orada Allah'ın haklarından önce namaz muhakemesi kurulur.
Namazın sıhhati ise, taharete bağlıdır. Taharet ibadetin başı ve esasıdır. Bu
olmayınca namaz sahih olmaz. Onun için necasetten ve idrardan tamamen
temizlenmek icab eder ki, namaz sahih olsun. Hele idrar sonunda hemen abdeste
geçmek çok yanlıştır. Böyle hemen abdest almak, abdestsiz olarak namaz kılmaya
götürür,- çünkü sıkıntı hemen kesilmez. Bir müddet beklemek, gezinmek ve
hareket etmek icab eder. Herkesin durumuna göre bu vokit uzayıp kısalabiür.
Kesin olarak sızıntı kesildikten sonra abdest alınırsa bu sahih olur. Yoksa
kılınan namazlar abdestsiz kılınmış olacağından, ibadetler makbul olmaz. Yani
namaz kılınmamış sayılır ve bundan da kabir azabı çekilir. Zira Allah'ın
haklarından en büyüğü olan namaz ibadeti yerine getirilmemiştir.
Kul haklarından ifk
muhakemesi görülen kan davalarıdır. Kan dökmeye sebep olan hallerin başında
gıybet ve koğuculuk gelir. İnsanlar arasında çıkarılan fesad, bu feci akıbete
götürür. İşte bunlara sebep teşkil eden gıybet günahından dolayı da kabirde
azap çekilir.
Kabristanlarda ağaç ve
çiçek yetiştirmek müstahab ise de, dal ve çubuk bırakmanın bir manası yoktur.
Hz. Peygamberin İki mezar üzerine birer dal parçası diktirmesi, kendine ait bir
özellik taşır ki, bu da azabın bir müddet hafiflemesiyle kayıtlıdır. Dalların
kuruması anına kadar o ölülerden azap kalkmakla şefaat gerçekleşmiştir. Ümmetin
böyle hareket etmesi gerekmez. Yani mezarlar üzerine dal parçaları dikmek icab
etmez.[192]
736— (171-s.)
Rivayet edildiğine göre, Amr ibnu'1-Âs, arkadaşlarından bir toplulukla
beraberdi de, Ölmüş bir katıra tesadüf etti. Bu hayvan şişmişti (çürümüştü).
Bunun üzerine Amr şöyle dedi:
«— Allah'a yemin
ederim! Sizden birinizin, karnını doyuruncaya kadar bundan yemesi, bir
müslümanın etini yemesinden (gıybet etmesinden) daha hayırlıdır.»[193]
Olü hayvan eti yemek,
haramdır. Hele kokmuş olursa daha çirkindir. Bunun zararı yiyene aittir. Yiyeni
maddeten ve manen zehirler ve yalnız kendini helak eder. Gıybet İse,
başkalarına zarar veren ve cemiyeti altüst eden çok zararlı bir günahtır. Kan
dökmelere kadar götüren ve cemiyetin huzurunu bozmaya sebep olan çok zararlı
bir şeydir. Onun için A m r I b n u ' I - A s 'm teşbihi yerinde bir ifadedir.
Gıybet İçin 732 sayılı
hadîs-i şerif açıklamasına müracaat edilsin. (Bu haber için başka bir kaynak
bulunamamıştır.).[194]
737— Ebü
Hüreyre'den rivayet edildiğine göre demiştir ki, Mâiz ibni Malik El-Eslemî
(işlediği zina günahını ikrar ederek) dördüncü defa gelince, Peygamber
(Sallallahü Aleyhi ve Sellem) onu recmetmişti, (ona taşla Öldürülme cezasını
uygulamıştı). Sonra Resûlüllah (Sallallahü AItyhi ve Sellem) beraberinde
ashabdan bir toplulukla ona (kabrine) uğradı. Bunlardan bir adam şöyle dedi:
«— Şu ahmak
(adam), defalarca Peygamber
(Sallallahü Aleyhi v Seltemfe geldi. Peygamber her gelişini
reddediyordu. Nihayet kelb öldürüldüğü gibi öldürüldü.» Peygamber (Sallallahü
Aleyhi ve Sellem) bunların sözüne karşı sükût etti. Nihayet bir eşek İaşesine
tesadüf etti ki, (İaşenin şişmesinden) ayağı yukarı kalkmıştı. Peygamber şöyle
buyurdu:
«— Bundan yiyin!»
Onlar dediler ki, himar İaşesinden? Ey Allah'ın Resulü! Hz. Peygamber buyurdu:
— Az önce kardeşinize
hakaretten kazandığınız (günah) daha çoktur. Muhammed'kı nefsi kudret elinde
olana yemin ederim ki, o (Mâiz), Cennet nehirlerinden foir nehir e dalıp
duruyor.»[195]
Rivayet edildiğine
göre Mâiz İ b n i Malik, bir cariye ile zina etmiş ve bundan pişmanlık
duymuştu. Dünyada cezasını çekmek ve Allah'ın mağfiretini dilemek üzere
Peygamber (Sol'aUakü Aleyhi ve Sellem)"m huzuruna varıp günahını itiraf
ettikten sonra : Ey Allah'ın Resulü! Allah'ın hükmü ne ise ,onu bana uygula,
demişti ve Peygamber onu geri çevirmişti. Nihayet dördüncü defa gelip itirafını
tekrarlayınca onun recmedilmesİne hüküm vererek öldürülmüştü. Cenaze namazının
kılınıp kılınmadığı üzerinde ihtilâf varsa da, kılınmış olduğu rivayeti daha
kuvvetlidir.
Bu ve bundan başka
recim olaylarının Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Seltem) tarafından bizzat
uygulanması, zina cezasını tespit etmektedir. Evli dlanlar hakkında uygulanan
zina suçu böylece idamı gerektirmektedir. Ancak suçun ya müteaddit zamanlarda
müteaddit ikrarlarla veya dört erkek şahidin bizzat hâdiseyi aynı zamanda ve
aynı halde görerek şahitlik etmeleriyle sabit görülmesi şarttır. Bu husustaki
geniş manada tafsilât fıkıh kitaplarında mevcuttur. Bekârlar hakkında sabit
olan zina suçunun cezası da yüz kırbaçtır.
Hadîs-i şeriften
anlıyoruz ki, ne kadar ağır suç işlemiş olursa olsun, bir mü'minin öldükten
sonro da gıybetini yapmak helâl olmaz. Bunun için mü'minler, Ölmüş bulunan din
kardeşleri aleyhinde kötü söylemez ve onlara hakarette bulunmazlar. Hususiyle
Mâiz gibi tevbe edenler aleyhinde söz söylemenin büyük vebali vardır. Mâ iz'in
tevbesi hakkında Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) şöyle buyurmuştur:
«Öyle bir tevbe
etmiştir M, eğer ümmetimden bir taife böyle tevbe etse, ümmetime yeterdi.»
Ayrıca M â i z 'in
Cennetlik olduğuna dair hadîs-i şerîf de rivayet edilmiştir. Çünkü gerçek bir
tevbe etmiş ve cezasını dünyada çekmişti.[196]
738— Ubâde
demiştir ki, babam Velîd ile çıktık. Ben genç bir çocuktum. Bir ihtiyara
rasladık; üzerinde bir hırka ve bir Meafirî (Yemen dokuması kumaş) elbise
vardı. Kölesinin de üzerinde (aynen) bir hırka ve bir Meafirî vardı. Dedim ki:
— Ey Amca! Neden kölene bu Meafirî'yi verip de,
ondan hırkayı almıyorsun da, sen de (aynı cinsten) iki hırkaya sahip
olmuyorsun, kölenin üzerinde de (iki) Meafîr olmuyor? Adam babama dönüp şöyle
dedi:
— Bu, oğlun mu? Babam :
— Evet, dedi. Ubade dedi ki, adam sonra başımı
okşadı ve:
— Allah sana beröket versin. Peygamber(Sallallahü
Aleyhi ve SelUm) 'in şöyle buyurduğunu işittiğime şahitlik ederim:
«— Onlara (hizmetçi ve
kölelere), yediğinizden yedirin ve giydiğinizden giydiriniz.»
Ey kardeşimin oğlu!
Dünya malının gitmesi, âhiret sevabından azalmasından bana daha sevgilidir.
Dedim ki:
— Babacığım! Bu adam kimdir? Babam:
— Ebû'l-Yeser, Kâb ibni Amr'dır, dedi.[197]
Bu hadîs-i şerif iki
konuya temas etmektedir :
1— Olgun
kimselere yaraşan; küçükleri okşayıp onlara güze! öğüt vermek ve onlara hayırla, bereketle dua
etmektir.
2— Köle ve
hizmetçilere hakaretle bakmayıp onlara sahip bulunanların yeme ve giymede
adaleti gözetmeleri, üzerlerine düşen bir haktır. Hizmetçiye efendisi
yediğinden yedirir, giyindiği cins kumaştan giydirir. Hİç bir düzende olmayan
bu adalet İslâm'da vardır. Bunu
uygulamayanlar muhakkak ki, dünya ve âhirette cezasını çekeceklerdir. Birinci
cild 187 sayılı hadîs-i şerife ve açıklanmasına bakılsın.[198]
739— (172-s.)
Bukayye, Muhammed ibni Ziyad'dan rivayet ettiğine göre, Muhammed şöyle
demiştir:
«— Selefe, (ashab
devrine) yetiştim. Onlar kendi aileleriyle bir evde imiş gibiydiler. Çok defa
onlardan birinin evine müsafir konuklardı; ve onlardan birinin tenceresi de
ateş üzerinde bulunurdu. Müsafir sahibi, komşusunun bu tenceresini müsafiri
için alırdı. (Bundan haberi olmıyan) tencere sahibi, tenceresini arardı da
derdi ki, tencereyi kim aldı? Müsafir sahibi (komşu): Onu biz misafirimiz için
aldık, derdi. Tencere sahibi de: Allah
onun bereketini size versin,
(yahut buna benzer söz) söylerdi.
Bukayye demiştir ki,
Muhammed şöyle dedi : Ekmek pişirdikleri zaman da böyle yaparlardı; aralarında
kamıştan örülmüş engelden başka duvar yoktu.
Bukayye demiştir ki,
ben buna yetiştim: Muhammed ibni Zİyad'a ve arkadaşlarına...[199]
Gerçekten bu haberde
rivayet edildiği gibi, ashabı kiram aralarındaki yakın sevgi ve bağlılığın
bereketiyle bir aile ferdleri gibi yaşıyor, hatta bundan daha ileriye vararak
din kardeşlerini kendilerine, öz çocuklarına tercih ediyorlardı. Mallarının
yarısını muhtaç kardeşlerine vermişler, kendileri yemeyip misafirlerine ikram
etmişler, kardeşlerini kurtarmak için Allah yolunda can vermişlerdi. Bunlara
dair geniş ve uzun hâdiseler tarih ve siyer kitaplarında mevcuttur. Burada
birkaç örneğini, merhum müfessir Muhammed
Hamdi Yazır'dan kısaca
dinleyelim :
«Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellenu'e bir adam
geldi ve :
— Ey Allah'ın Resulü, açlıktan dermansız
kaldım, dedi.
Hz. Peygamber
saadethanelerine haber gönderdi; fakat onların yanlarında, bu aç'a
verilebilecek bir şey bulunmadı. Bunun üzerine Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve
Sellem)
Bu adamı bu gece
misafir edip, kamını doyuracak yok mudur ki, Allah ona rahmet buyursun.» dedi.
Hemen Ebû
Ta Iha kalkıp:
— Ben, ya Resûlallah diye cevap verdi. Derhal o
adamı evine götürdü. Zevcesine de, Allah'ın Peygamberinin müsafirine ikram et,
diye tenbİh etti. Zevcesi :
— Vallahi, çocuğuma
verecek yemekten başka yanımda bir şey yoktur, dedi. Kocası dedi ki :
— O halde çocuk akşam yemeği istediği vakit,
onu uyut ve lâmbayı da söndürüver. Peygamber in müsafiri için, biz bu geceyi ac
geçiştirivere-lim. Nihayet böyle yaptılar ve kardeşlerini nefisleri üzerine
tercih ettiklerinden Allah Tealâ onlardan hoşnud olmuş ve haklarında şu âyet-i
kerîme nazil olmuştur:
«Kendilerinde ihtiyaç
olsa bile, (mümin.kardeşlerini) nefisleri üzerine tercih ederler.» (Haşr
sûresi, âyet: 9)
Yine ashabdan birine
bir koyun başı hediye edildi. O da : Falan kimse bizden daha muhtaçtır, deyip
ona gönderildi. O diğer birine, o da başka birine göndererek tam yedi ev
dolaştı. Nihayet koyun başı evvelkine döndü. İşte bir rivayete göre de, yukarda
ki âyet-i kerîme bu hâdise üzerine nazil olmuştur.
Yermûlc savaşında,
şehidler içinde son nefesine gelmiş olan yaralıların, kendilerine verilen bir
yudum suyu bjje içmeyİp, yanında İnleyen arkadaşına/ o arkadaş da diğer bir
arkadaşa göndermek suretiyle din kardeşlerini nefisleri üzerine seçtikleri
tarihte geçen vakıadır.» (Kuran Dili Hak Dİnİ : C. IV, s. 4843, 4844, 1. bsk.)
(Bu haber için başka
bir kaynak bulunamamıştır.)[200]
740— Ebû
Hüreyre'den rivayet edilmiştir :
— Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'* bir
adam geldi, (açlığından şikâyet
ediyordu).Peygamber hanımlarına haber gönderdi. Onlar dediler ki, bizde sudan
başka (verilecek) bir şey yoktur. Bunun üzerine Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve
Sellem):
«— Bu adamı kim
alıkoyacak, yahut müsafir edecek?» buyurdu. Ensar'dan bir adam:
— Ben, dedi. Hemen onu evine götürüp hanımına
dedi ki, Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'in müsaf irine ikram et. Hanım
şöyle dedi:
— Çocuklar için olan azıktan başka yiyecek bir
şeyimiz yoktur. Efendisi hanımına:
— (Mevcut) yemeğini hazırla, lâmbanı yak ve
çocukların akşam yemeği istedikleri zaman onları uyut, dedi.
Hanım yemeğini
hazırladı, lâmbasını yaktı ve çocuklarını uyuttu. Sonra kadıncağız kalkıp
lâmbasını düzeltir gibi yaparak onu söndürdü; ve karı-koca her ikisi, müsafire,
yiyorlarmış gibi kendilerini göstermiye başladılar. Böylece her ikisi geceyi aç
geçirdiler. Sabah olunca, konuk sahibi adam, Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve
Sellem)''e gitti. Peygamber şöyle buyurdu :
«— Sizin (hanımla
senin) işinizden Allah memnun oldu, (yahut hoşnut oldu) ve Allah şu âyeti
indirdi:
"Kendilerinde
ihtiyaç olsa bile, (kardeşlerini) nefisleri üzerine tercih ederler. Kim de
nefsinin hırsından korunursa, işte bunlar (azabdan) kurtulanlardır."- (Haşr sûresi, âyet: 9)[201]
Açlığından Hz.
Peygambere şikâyet edenin Ebû Hüreyre olduğu, hadîs âlimleri tarafından
açıklanmaktadır. Zaten hâdiseyi anlatan da Ebû Hüreyre'dir. Gerçeği, kendi
İsmini gizleyerek olduğu gibi ifade etmiş oluyor.
739 sayılı hadîsin
açıklamasına bakılsın.[202]
741— Ebû
Şurayh El-Advî'den rivayet edildiğine göre, şöyle demiştir: Peygamber
(Saltollahü Aleyhi ve Sellem) konuşup da şöyle dediği zaman kulaklarımla
işittim ve gözlerimle gördüm:
«Kim Allah'a ve ahiret
gününe iman ediyorsa, komşusuna ikram ettin. Kim Allah'a ve âhiret gününe iman
ediyorsa, müsafirine bahşişini vercin.* (Ashabdan biri) dedi ki:
— Onun bahşişi nedir,
ey Allah'ın Resulü? Peygamber şöyle buyurdu:
«— Bir gün ve bir
gecedir, (bu zaman içinde âdet üstü müsafire ikram edilir). Konukluk İse üç
gündür, (bu zaman içinde müsafire, mevcutlardan âdet üzere yedirilir, fazla
iltifat ve ikram edilmez.) Bundan öte olan (ikram) müsafire sadakadır. Kim
Allah'a ve âhiret gününe iman ediyorsa, hayırlı söz söylesin, yahut sussun.»[203]
Müsafire birinci gün,
fazla ikram ve iltifatta bulunulur. İnsan kendi çoluk çocuğuna yedirdiğinden
daha fazla ve iyi bir şekilde müsafİrİni konuklar, ona güzel muamele eder.
İkinci ve üçüncü günlerde farktı muamelede bulunulmaz, hazır bulunan şeyler
İkram edilir ve "bir zorluğa katlanılmaz. Dç günden sonra yapılacak
ikramlar sevab yerine geçen ziyadelikten ötürü bir fazilet olur ki, bir nevi
sadaka sevabı kazandırır.
Müsafife ikram, durum
İcabı farz-ı ayın, farz-ı kifaye ve müstahab olur. Şiddetli bir ihtiyaç içinde
kıvranan kimseyi barındıracak başka kimse bulunmadığı takdirde, onu insanın
barındırarak hayatını kurtarması üzerine farz olur. Bu durumda başkaları varsa,
farz-ı kifaye olur. Zaruret ve şiddet hali olmadığı zaman mü safi re ikramda
bulunmak müstahab olur.
Bir insan konuşacağı
zaman önce düşünmeli : Eğer sözünde bir fenalık veya hoşnudsuzluk olmayacaksa,
bir iyiliğe vesile olacaksa konuşmalıdır Aksi halde selâmet sükût etmektedir.[204]
742— Ebû
Hüreyre'den rivayet edildiğine göre demiştir ki, Resûlüllah (Satlallahü Aleyhi
ve Sellem) şöyle buyurdu:
— Konukluklama Üç
gündür; bundan sonrası sadakadır.»[205]
Müsafir, umumî bir
mana taşımaktadır. Zengİn-fakir, mümin-kâfir, bu İsim altında toplanır ve
müsafir sayılırlar. Ev sahibi birinci gün, âdetinden $azla olarak müsafire
ikramda bulunur, ikinci ve üçüncü günlerde hazır olanı yedİrîr. Bundan sonra
ev sahibi üzerine bir mükellefiyet yoktur; ister İkram ederj ister etmez.
İkram edilirse güzeldir, yapılmazsa ;bir beis yoktur. Bİr de şu mana vardır:
Zenginler sadaka alamayacağı için, hane sahibini üç günden fazla meşgul
etmemelidirler. Üç günü geçirirlerse, uygun olmayan, şeyi işlemiş olurlar. Bu
hal, şahıslara ve yakınlıklara, gönül rızalarına göre değişir.[206]
743— Ebû
Şurayh El-Kâ'bî'den rivayet edildiğine göre, Resûlüllah (Sallalldıü Aleyhi ve
Sellem) şöyle buyurdu:
«— Kim Allah'a ve
âhiret gününe iman ediyorsa, hayırlı söz söyle* sin yahut sussun. Kim Allah'»
ve âhiret gününe iman ediyorsa, müsafirine ikram etsin. (Ona âdetten fazla
ikram olmak üzere) onun bahşişi, bir gün ve bir gecedir. Konukluk (müddeti) üç
gündür. Bundan sonrası sadakadır. Ev sahibine zorluk verinceye kadar müsafirin
evde durması ona helâl olmaz.»[207]
Ev sahibini darda
bırakmak ve ona eziyet vermek yoktur. Müsafİrİn anlayış göstererek ve fazla yük
olmayacak şekilde hareket ederek ayrılması lâzımdır. Hane sahibinin rıza
durumunu, içinde bulunduğu şartlan göz önüne alarak, mü safir onu incitmeyecek
ve güçlüğe sokmayacak şekilde hareket etmelidir. Bundan önceki 741 ve 742
sayılı hadislerin açıklamasına bakılsın.[208]
744— Mikdam
Ebû Kerime Es-Sami'den rivayet edildiğine göre, demiştir ki, Peygamber
(Sallaltahti Aleyhi ve Sillem) şöyle
buyurdu:
«— Müsafiri bir gece
barındırmak, her müslüman üzerine düşen bir vacib haktır. Hangi müsafir, bir
adamın evi civarında bulunursa, bu müsafiri konuklamak o ev sahibi üzerine borç
olur. Müsafir (bu alacağını) isterse talep eder, isterse terk eder.»[209]
Müsafirin uğradığı bir
beldede parası ile İkamet edecek yer ve yiyeceği gıda maddeleri bulamazsa veya
ödeyecek para ve imkânı yoksa, böyle bir müsafirİn inmiş bulunduğu ev sahibi
tarafından konuklanması, ev sahibi üzerine düşen bir borç olur. Ev sahibi
borçlanınca, müsafir de alacaklı durumuna geçer. Müsafir bu bir gecelik
konuklama alacağını dilerse ev sahibinden ister ve dilerse istemez. İstenen
hakkı, ödemeye İmkânı olup da Ödemeyen ev sahibi günahkâr olur.[210]
745— Ukbe
ibni Amir'den rivayet edildiğine göre, şöyle demiştir:
— Dedim ki, ey
Allah'ın Resulü! Bizi sen gazaya gönderiyorsun. Biz de, bir kavme inmiş
oluyoruz ki, onlar bizi konuklamıyorlar; bu hususta ne emredersin? Bunun
üzerine bize şöyle buyurdu:
«— Siz bir kavme inip
de, o kavim size, müsafire uygun olan şeyi emrederse kabul ediniz. Eğer
(bunu) yapmazlarsa, onlara uygun düşen müsafirlik
hakkını kendilerinden alınız.[211]
Bu hadîs-i şerif, daha
önce müsafİr hakkında geçen hadîs-i şeriflerin hükümlerini teyid etmekle
beraber, bir hakkın zorla alınması manasım da taşımaktadır. Bu mana üzerinde
durulunca, şu neticeye varılır: Genel kaide olarak hiç bir mü'mİnİn, hiç bîr
kardeşi malında hakkı yoktur, kardeşinin malı ona helâl olmaz. Buna göre
müsafir zorla ev sahibinden bir şey alamaz. Fakat her kaidenin bir İstisna hali
bulunur. Onun için bu umumî hükümden özel bîr istisna yapılmaktadır. Yiyecek
maddeleri temin edilemeyen çöl ve dağlık arazilerde açlıktan muztar duruma
düşen ve ölüm tehlikesi üzere bulunan bir müsafir zor kullanabilir. Bunun
mahrumiyet ve çaresizliğini gidermek, hane sahibine borçtur. Bu borç ödenmediği
takdirde, münasip düşen şekilde bu borç alınır ve zaruret giderilir. Bunda da
taşkınlık olamaz.[212]
746— Rivayet
edildiğine göre, Ebû Useyd Sâ'idî, düğününde Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve
Sellemfi davet etti. Useyd'in hanımı o gün gelin olduğu halde, onlara hizmet
ediyordu. Gelin dedi ki, P.esûlüllah (SallalSahü Aleyhi ve Sellem) için nasıl
bir şıra hazırladım, biliyor musunuz? Ona geceleyin bir çömlek içinde hurmalardan
şıra yaptım.[213]
Bu hadîs-i şeriften şu
Hükümler çıkmaktadır:
1— Evlenme
ile ilgili düğün ve nikâh davetleri sünnettir ve bunlar için davet vaki olunca
icabet gerekir. Ancak bu gibi davetlerin meşru âdetler çerçevesinde olması
şarttır. Açıktan haram işlenen davet ve ziyafetler bunun dışında kalır.
2— Ev hanımı
müsafirlere bizzat hizmet eder; yemek işleri ile uğraşır, ev İşlerini tanzim
eder.
3— üzüm ve
hurma gibi kuru meyvaların sabahleyin suya koyulup akşamleyin şıra yapılarak
içilmesi, veya akşamleyin suya konarak sabahleyin şıra olarak içilmesi
mubahtır. Bunlar sertleşmoyen, yani sarhoşluk vermeyen moyva sularıdır.
İçilmelerinde bir sakınca yoktur.[214]
747— Nuaym
ibni Ka'neb'den rivayet edildiğine göre şöyle demiştir:
— Ebû Zer'e gittim, fakat ona rasgelemedim.
Hanımına dedim ki:
— Ebû Zer nerede? Ev işleriyle meşguldür, şimdi
sana gelir; dedi. Ben onu beklemek için oturdum. Biraz sonra beraberindeki iki
deve olduğu halde geldi. Birini diğerinin arkasına takmıştı; bu iki deveden
her birinin boynunda da bir su kabı vardı.
Bunları yere indirdi. Sonra
(bana) geldi. Ben ona dedim ki:
— Ey Ebû Zer! Karşılaştığım bir adam yoktur ki,
seninle karşılaşmadan bana daha sevgili olsun ve seninle karşılaşmadan da bana
daha tiksindirici olsun. Ebû Zer şöyle dedi:
— Allah babana rahmet etsin, bu iki (zıd şeyi) bir araya toplıyan nedir? Nuaym
dedi ki:
— Cahiliyet zamanında bir kızcağızı diri olarak
gömdüm. Seninle karşılaştığım takdirde
korkuyorum ki, sana tevbe yoktur, kurtuluş yoktur dersin. Yine ümit etmekteyim
ki, senin tevben makbuldür, sana kurtuluş vardır, dersin. Ebü Zer sordu:
— Cahiliyet zamanında mı bu günahı işledin?
Ben:
— Evet, dedim. Dedi ki:
— Allah, geçmiş
(cahiliyette) günahları
bağışlamıştır. Karışma da dedi ki, bize yemek getir. O, çekindi. Sonra ona yine
emretti. Hanımı (yemek getirmekten) çekindi. Öyle ki, ikisinin de sesleri
yükseldi. Adam ey... (uzatma), dedi.
Siz, Resûlüllah (Salla! tahu Aleyhi ve Sellem)'în buyurduğunu öteye
geçmezsiniz. Ben dedim ki:
— ResûlüllahfSaMlahü Aleyhi ve Sellcm) onlar
hakkında ne buyurdu? Peygamber şöyle buyurdu:
— Kadın bir eğe
kemiğidir. Eğer onu doğrultmak istersen, onu kırarsın. Eğer onu idare edersen,
onda noksanlıkla beraber geçime medar olacak kıymet vardır.»
Jîonra hanım dönüp
tirit yemeği getirdi ki, kumru'ya benziyordu. Ebû Zer dedi ki:
— Ye, ben seni korkutmuş olmıyayım; çünkü ben
oruçluyum (yemiyeceğim).
Sonra namaza durdu,
rüku'u çabuk yapmıya başladı. Sonra namazdan ayrıldı da yemek yedi. Ben:
— Inna Lülâh» bana
yalan söylersin diye korkmamıştım, dedim.
O şöyle dedi: «Allah
babana rahmet etsin, sen benimle karşılaşalı beri yalan söylemedim.» Dedim ki:
— Sen oruçlu olduğunu bana söylemedin mi? Dedi
ki:
— Evet, ben bu aydan üç gün oruç tuttum da
(bütün) bu ayın sevabı bana yazıldı ve yemek bana helâl oldu, (zira hadîs-i
şerifte, bir ayın üç gününü oruç tutan kimse, o ayın tamamını oruç tutmuş gibi
sevab alır, Duyurulmaktadır).[215]
Müsafİre fazla ikram
olsun diye, E b û Zer hazretleri arkadaşına yemeğini verdikten sonra namaza
durmuş ve sonradan yemeğe iştirak etmiştir. Oruçluyum sözünde de yalan söylemiş
olmadığını açıklamıştır. Her ayın ilk, orta ve son günlerini, yahut onüç,
ondört ve onbeşinci gönlerini oruç tutmak ayın tamamını oruç tutmak gibidir. E
b û Zer de, aydan üç gün oruç tutmuş olduğundan, İçinde bulunduğu ayı oruçlu
saymıştır. Böylece hem doğru söylemiş, hem de müsafirîne fazla İkram etmiş
oldu.
Hanımlarla ilgili
hadîs-i şerifin açıklaması şöyle :
Hanımlar, yaratılışta
bir takım kusurlara sahiptirler. Bu noksanlık tamamen giderilmek İstenirse, bu
mümkün olmaz; boşanmayı ve ayrılmayı gerektirir. Halbuki hanımların aile ve
geçim için lüzumlu ve faydalı tarafları vardır ki, insanlar buna muhtaçtır. O
halde tabiî hallerine rıza gösterip seviyeleri üzere onları idare etmek
gerekir.
Buradaki hadîs-i
şerifi E b ü Zer 'den nakleden N u a y m i b n i Ka'neb de ashab-i kiramdan
şerefli ve iyiliksever bir zat idi. Cömertliği Peygamber
(SaltallaîıüAleyhiv'eSeltem)'ıt) hoşuna gitmesinden ötürü onun yüzünü
okşarrnştı.[216]
748— Sevban,
Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve SeWem)*den rivayet ettiğine göre, Hz.
Peygamber şöyle buyurdu:
«— insanoğlunun
harcadığı paranın en faziletlisi, ailesine harcadığı para, Allah yolundaki
arkadaşlarına harcadığı para ve Allah yolunda (savaşan) hayvanına harcadığı
paradır.»
Kavilerden Ebû Kılâbe
demiştir ki, (Hz. Peygamber önce) aileye para harcamaktan söze başladı; küçük
çocukları Azîz ve Celîl olan Allah ihtiyaçtan kurtarıncaya kadar, onlara nafaka
veren bir adamdan daha büyük bir mükâfat kazanan hangi adam olabilir![217]
lyâl, zevceye, evlâda
ve yakın akrabaya şamil olan bir lâfızdır. Önce kocanın zevcesine infak etmesi,
onun geçimini sağlaması özerine düşen bir borçtur. Sonra bulûğ çağına ermemiş
küçük çocuklarla çalışma imkânına ve geçim vasıtasına sahip bulunmayan
yakınlarının da geçimlerini sağlamak yine bir vazifedir. Bundan sonra
yakınlara harcamada bulunmak bîr fazilet ve büyük bir sevab olur. İster
mükellefiyet olarak ve ister bağış olarak yapılacak harcamalarda Allah rızası
gözetilir ve Allah'tan bir mükâfat umma niyyetinde bulunulursa, muhakkak
bunların sevabı büyüktür. Allah yolunda birleşip sevişen arkadaşların
birbirlerine harcamaları, Allah yolunda savaş için vasıta temininde ve
yetiştirİlmesİndaki harcamalar hep niyyetlere göre sevaba vesile olurlar.
Bunların başında da en büyük sevab aileye yapılan harcamadır; çünkü insan
üzerine önce farz olan budur. Ancak harcamalar lüks ve israfa kaçmamalıdır.[218]
749— Ebû
Mes'ud El-Bedrî'den, Peygamber {SallaÜahü Aleyhi ve S*Uem)'in şöyle buyurduğu
rivayet edilmiştir:
— Kim sevabını umarak
ailesine infak ederse (geçimi için harcarsa) bu harcama onun için bir sadaka
olur, (yani sadaka sevabını kazanır).»[219]
748 sayılı hadîs-i
şerîfe ve açıklamasına bakılsın.[220]
750— Cabir'den
rivayet edildiğine göre, demiştir ki, bir adam söyledi:
— Ey Allah'ın Resulü, bende bir altın para var.
Peygamber: — Onu
kendine harca.» buyurdu. Adam:
— Bende başka bir tane var, dedi. Peygamber:
«— Onu hizmetçine —yahut
dedi ki, çocuğuna— harca. Adam:
— Bende başka bir tane daha var, dedi.
Peygamber:
«— Onu Allah
yolunda (harcamaya) bırak, bu (faziletçe) en düşüğüdür.»[221]
İnsanın, kendi
geçimini ve nafakaları üzerine bağlı olanların geçimini karşılaması üzerine bir
farzdır, bundan sıyrılma çaresi yoktur, Allah yolunda harcama ise çok kere
kifaye yolu İle farz olur; yani başka kimselerin bu farzı yerine getirmeleriyle
diğerlerinden bu sorumluluk düşer. Bunun için Allah yolunda harcamanın
fazileti, insanın zarurî ihtiyaçlarını karşılama mükellefiyetinden sonra
gelir.[222]
751— Ebü
Hüreyre'den rivayet edildiğine göre, Peygamber (Salhllahü Aleyhi ve Seİlem)
şöyle buyurdu:
«— (Harcadığın) dört
(türlü) para vardır: Fakire verdiğin para, köle azad etme hususu*.da verdiğin
para, Allah yolunda harcadığın para ve ailene harcadığın para. Bunların
(sevapça) en faziletlisi ailene harcadığındır.»[223]
748 sayılı hadîs-i
şerifin açıklamasına bakılsın.[224]
752— Haber
verildiğine göre, Peygamber (Saikülahü Aleyhi ve Sellem) Sa'd ibni Ebî Vakkas'a
şöyle dedi:
«— Allah rızasını
umarak harcadığın herhangi "bir nafakadan dolayı muhakkak mükâfatlandırılırsın,
hatta hanımının ağzına koyduğun nafakadan da.»[225]
Bu hadîs-i şeriften
anlaşılıyor ki, vacib olan amellerin sevabı niyyetle çoğalır. Çünkü zevcenin
geçimini sağlamak, koca üzerine vacib olan bir vazifedir ve bunu yerine
getirmekte sevab vardır. 8u vazife yerine getirilirken Allah rızası gözetil
irse, bu n i yy et sebebiyle sevabı ziyadelesir. Bütün meşru harcamalarda
mükâfat bulunduğu gibi, bir lokma yedirmeden İbaret küçük İkramların da ecri
vardır. Bîr lokma için ecir takdir edildikten sonra, daha çok büyük
harcamaların ne kadar mükâfat sebebi olacağını açıklamaya lüzum yoktur.[226]
753— Ebû
Hüreyre'den rivayet edildiğine göre, Resûlüllah (Saltaltahü Aleyhi ve Sellem)
şöyle buyurdu:
«— Noksanlıklardan
münezzeh ve yüce olan Rabbimiz (in rahmeti), her gece — gece sonunun üçte biri
kalınca — aşağı (kat) göğe iner de şöyle buyurur:
— Bana dua eden yok
mu, onun duasını kabul edeyim? Benden isti-yen yok mu, ona vereyim? Benden
mağfiret dileyen yok mu, onu bağışlıyayım?»[227]
Hadîs-i şerif metninde
i-Babbimiz her gece aşağı semaya iner.» buyu-ru(maktadır. Bu mânâ çeşitli
surette açıklanmıştır. Allah Tealâ hazretlerinin şanına lâyık bir şekilde ve
keyfiyetini bilmeye gücümüz yetmeyecek bir halde vukuuna inanmak selefin akİdesidir.
İkinci ve muteber olan bir görüş de, Rabb'in inmesinden m ura d rahmetinin
inmesidir, suretinde yapılan tevildir. Bu her iki görüş, ehl-i sünnetin
inancıdır. Bunlar dışında muteber olmayan değişik fikirler vardır.
Bu beyandan maksad,
gecenin sonundan üçte birine ait olan vakit içerisinde edilecek duaların ve
İbadetlerin daha faziletli ve mükemmel olduğunu, kabule daha şayan
bulunduklarını bize bildirmektir. Bu vakit içinde ister namazdan Önce, ister
namazdan sonra ve ister namaz (almaksızın olsun edilen dualar daha makbuldür.
Sebebi şu
Bu vakit uykuya
dalmanın ve uykudan lezzet almanın zamanıdır. Her tarafın sakın ve boş
bulunduğu bir gaflet anıdır. En iyi bir istirahat halinden, tatlı bir uykudan
ayrılmak, soğuk gecelerde böyle bir ibadet İçin kalkmak çok zor olduğundan
fazileti de o derece büyüktür. Hele yorgun zamanlarda, kısa gecelerde kalkmak
daha meşakkatlidir. İşte böyle anlarda Rabbİne yalvarmak, ona İbadet ve dua
etmek için kalkan kimsenin ihlâsı tam ve niyyeti sağlam demektir; Rabbi katında
olan nimetlere rağbeti vardır. Bu vakıfta İnsanın dünyalık arzuları ayrılmış
olur ve Rabbine tam bir ihlâsla yönelmiş bulunur. Şüphesiz böyle bir hal ile
İbadette bulunanın da duası makbul olur.[228]
754— Ebû
Rühm'den işitilmîştir; Ebû Rühm, ağaç altında Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve
Sellem)'* bîat eden Resûlüllah'ın ashabından idi. Şöyle anlatıyordu:
Tebük savaşında
Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) ile beraberce savaştım. (Ta i f'de)
Ah dar dağında bir gece kalktım; Peygamber'e yaklaştım. Bizi uyku bastırdı.
Kendimi ayık tutmaya başladım, devem de Peygamberin devesine yaklaşmıştı.
Peygamberin ayağı üzengiye dokunur korkusundan, devenin yaklaşması beni
ürpertiyordu. Bundan ötürü devemi geri bırakmıya koyuldum; öyle ki gecenin bir
kısmında gözüm bana üstün geldi (uyudum). Böylece devem, Resûlüllah (Sallallahü
Aleyhi ve Sellem)'in devesini sıkıştırdı. —Peygamberin ayağı üzengideydi—. Ben
ayağına çarptım da, ancak onun «Ay...» demesiyle uyandım. Ben dedim ki:
— Ey Allah'ın Resulü!
Benim için (Allah'dan) mağfiret dile, (ben büyük kusur işledim). Resûlüllah
(Sallallahü Aleyhi ve Sellem):
«— Yürü!» dedi. Sonra
Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) , Gifar Oğullarından savaşa
katılmayıp, geri kalanlardan bana sormaya başladı. O bana sorarak şöyle dedi:
«— Kırmızı İnsanlar,
uzun boylu köseler ne yaptı?»
Ebû Rühm dedi ki,
onların savaştan geri kalmaları sebebini Peygamber'e anlattım. Peygamber
sordu:
— (Hicaz'da) Şebeke'i
Sedan mevkiinde davarları bulunan kıvırcık saçlı siyahlar, kısa boylular ne
yaptı?» Ben, onları Gifar Oğulları kabilesinde düşündüm, fakat onları
hatırlayamadım. Nihayet hatırladım ki onlar, Eşlem kabilesinden bir guruptur.
Dedim ki, ey Allah'ın Resulü! Onlar Eşlem kabilesindendir. Peygamber şöyle
buyurdu:
Onlardan biri savaştan
geri kalınca, develerinden bir deveye, Allah yolunda (savaş için) bir kimseyi
neş'eli olarak yükleyip göndermesinden kendini engelliyen nedir? Zira Kureyş
muhacirlerinden, Ensar'dan, Gifar ve Eşlem kabilelerinden (bir özürle) benim
savaşıma katıla-mayıp geri kalnnlar, benim aziz ehlimdirler.»[229]
Bu hadîs-i şerifi
anlatan E b û R ü h m, ashabı kiramdan olup, Kinane beldesinde Gifar
kabilesindendir. İsmi Gülsüm ibni Husayn olup, hem künyesi, hem de adı ile
şöhret bulmuştur. Peygamber (Sallaltahii Aleyhi veŞeUem) Medine'ye hicret
ettikten sonra m üs I uman oldu. Uhud savaşında bulunarak bu savaşta göğsünden
yara aldı. Yaralt olarak Hz. Peygamberin huzuruna varmış ve bizzat Peygamber
tarafından tedavi olmuştu. E b û R û h m hazretlerinin kabileleri içinde yüksek
bir mevkii vardı. Hz. Peygamber de onu iki defa Medine'de istİhlâf etmiştir,
(yerine bakmak üzere görevlendirmiştir). Birinci defa görevlendirme, Ömre
haccı yerine getirildiği zaman olmuştur. Hüdeybiye barışının şartlarından
biri, müslümonların barıştan bir sene sonra Kabe'yi ziyaret etmeleriydi. Bu
anlaşmaya göre müslü-manlar silâhsız olarak, Hüdeybiye barışından bir sene
sonra, Mekke'ye girdiler ve Ömre tavafı yaptılar. Oç gün Mekke'de kaldıktan
sonra geri döndüler. İşte birinci istihlâf, Peygamberimizin Kabe'yi bu
ziyaretleri sırasında olmuştu.
İkinci defa
görevlendirme de, Mekke'nin müslümanlar tarafından fethi zamanında olmuştu.
E b 0 R ü h m
Hudeybiyede ağaç altında Peygamber e biat edenlerden biridir. Bu bîata, Rıdvan
Bîat'ı denir. Şöyle olmuştur :
Hac ibadetini yerine
getirmek üzere Hüdeybiye mevkiine kadar giden müslümanları, müşrikler Mekke'ye
sokmamak istemişlerdi. Müslümanların işgal gayesi ile hareket etmediklerini,
sırf ibadet için hareket ettiklerini anlatmak üzere Hz. Osman, Peygamber
tarafından Mekke müşriklerine elçi olarak gönderilmişti. Kureyş müşrikleri Hz.
Osman'ı hapsetmişlerdi. Bu olay etrafa, Hz. Osman 'in öldürüldüğü şeklinde
yayıldı. Peygamber (Sallailahü Aleyhi ve Seltem) 'e şehid edildiği haberi
gelince, Kureyş'e hadlerini bildirmek üzere bütün müslümanlardan İslâmiyet
uğruna canlarını feda edeceklerine dair söz almak istemişti. Bu bîat = söz
alma İşi bir ağacın altında vuku buldu. Peygamberin erkek ve kadın bütün
ashabı, ölünceye ködar Peygamberle birlikte sebat etmeye karar vermişlerdi.
İslâm tarihinde çok önemli olan bu bîat hâdisesine «Rıdvan-Bİatı» denir Çünkü
Allah bundan razı olmuştur. Cenab-ı Hale bu hâdise münasebetiyle Fetih
sûresinde söyle buyurmuştur:
«— Müminler sana ağaç
altında bîat ettikleri zaman, Allah onlardan razı olmuştu. Böylece kalblerinde
olan sadakati bildi de, üzerlerine manevî huzuru indirdi. Kendilerine de yakın
bir zafer (Hayber'in fethini) verdi.» (Fetih Sûresi, âyet: 18)
Daha sonra Hz. Osman
'in öldürülmediği anlaşıldı ve Hudeybiye barışı yapıldı. İşte Ebû Rühm bu mutlu
günde bulunmuş ve Allah'ın hoşnutluğunu kazananlardan biri olmuştu. Allah
hepsinden razı olsun.
Hadîs-i şerifin mevzu
ile ilgisi : Hicretin dokuzuncu yılında Bizans'ın Arabistan'ı İstilâya
hazırlandığı haberleri etrafa yayıldı. Bizans'ın bu hazırlıklarına karşı
müslümanlar endişeye kapılarak onlar do hazırlığa başladılar. Hz. Peygamber bütün
kabilelere müracaat ederek ordunun takviyesini ve yardım toplanmasını
İstemişti. Hz. Osman üçyüz devesini vermiş, birçok kimseler de büyük
yardımlarda bulunmuşlardı. Buna rağmen vasıtası bulunmayan, fakirliğinden
savaşa katılamayan kimseler de çok olmuştu. Böyle savaştan geri kalmaya mecbur
olanlar, acizliklerinden dolayı Pey-g a m berin huzurunda ağlamışlar ve
üzüntülerini belirtmişlerdi. Bunlar arasında Eşlem ye Ğifar kabilelerinden
epeyce zevat bulunuyordu. İşte Hz. Peygamber bunların savaştan geri kalış
sebeplerini Ebû Rühm'e soruyor ve ondan bilgi alıyordu. Çünkü Ebû Rühm Ğifar
kabİtesindendİ ve Eşlem kabilesi de bunlara yakındı. Bu iki kabile mensuplarını
tanıtmak için onları renk ve biçimleri İle vasıflıyordu. Böyle tanıtma için
yapılan vasıfla-malarin gıybet sayılmadığı bize bildirilmiş oluyor.
Toplanan kırk bin
kişilik bir ordu ile Medine ile Şam arasında ve yolun orta mesafesinde bulunan
Tebûk'e varıldı. Burada, Bizans'ın istilâ hareketinin yalan olduğu öğrenildi.
Tebük'de yirmi gün kalındıktan sonra ve Rum'lar cizyeye bağlandıktan sonra
geri dönüldü. Bu sefere Tebük Seferi denir. Bu savaştan haklı bir özürle geri
kalan muhacirler, En sar, Gifar ve Eşlem kabileleri topluluğunu Peygamber
(Sallallahü Aleyhi ve Sellem) burada övmüş ve Cenab-ı Hak da haklarında şöyle
buyurmuştur;
«— O kimselere günah
yoktur ki, kendilerini bindirip savaşa'sevk edesin diye sana geldikleri zaman,
kendilerine: Sizi bindirecek bir hayvan bulamıyorum, demiştin (ey Resulüm). Bu
uğurda harcıyacakları bir şey bulamadıklarından dolayı kederlerinden gözleri
yaş döke döke geri döndüler,- (Tevbe
Sûresi, âyet: 92)
Böylece Tebük seferine
İçten gönüllü olup, imkânsızlıklarından katılamayanlar hem Allah tarafından,
hem de Peygamber tarafından teskin edilmişler ve ilâhî hoşnudluğa
kavuşmuşlardı. (Hadîs-i şerifin son cümlesi 1 b n i H i şa m rivayetine göre terceme edilmiştir.)[230]
755— Hazreti
Aişe (Rûdiyaîtahiİ anha) 'dan rivayet edildiğine göre, şöyle demiştir:
— Bir adam Peygamber
(SalUülahü Aleyhi ve Selkrri'in yanma girmek için izin istedi. Bunun üzerine
Peygamber:
«— Kavmin ne kötü
kardeşidir.» dedi. Adam içeri girince, ona Peygamber yumuşak davrandı. Ben
Peygamber'e dedim ki, (bu kötü dediğin adama neden böyle yumuşak söz
söylüyorsun) ? O şöyle buyurdu:
«— Şüphe yok ki Allah,
kötü söz kaçıranı, kasden kötü söylentiye yelteneni sevmez.»[231]
Bİr kimsenin
kötülüklerinden insanları sakındırmak ve onları uyarmak maksadı İle gıyapta
söylenen sözler günah olmaz; ve bunlar gıybet sayılmaz. İzin İsteyen, U y e y
n e i b n i H ı s n adında bir münafıktı. Müslümanlar onu dış görünüşü İle
mü'min tanıyorlardı. Peygamber (SaitaiSakü Aleyhi ve Sellem) bir mucize olarak
onun halini bildirdi ve nitekim daha sonra İslâm dininden çıktığını açığa
vurmuş oldu. Hz. E b û B e k i r in hilâfeti devrinde açığa çıkan irtidatında,
halifenin huzuruna getirilirken Medîne sokaklarında çocuklar onunla alay
etmişlerdi.
Bu hpdîs-i şerifin
benzeri 338 sayıda geçtiği gibi, 1311 sayıda da gelecektir.[232]
756— Hazreti
Aişe (Radiyaliahü tmha) 'dan rivayet edildiğine göre, şöyle demiştir: «(Arafat
dönüşü akşam ve yatsı namazlarının Müzde-life'de) beraber kılındığı gecede,
Şevde (Radiyaliahü anha), izdihamdan sakınmak için erkenden Mina'ya gitmek
hususunda Resûlüllah (SaitallahU Aleyhi ve Seltem) 'den izin istedi. —Şevde
büyük yapılı, ağır yürüyüştü bir hanımdı. — Peygamber de ona: (Mina'ya gitmek
üzere) izin verdi.»[233]
Hz. Hatice'den sonra
Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Stlkmj'm İlk evlendiği hanım Şevde 'dir. Allah
onlardan razı olsun. Şevde, kocası ile birlikte Habeşistan'a hicret ettiği
sırada kocası vefat etmişti. Mekke'de ilk müslüman olan hanımlardan bîri idî.
Tirmİzî'nİn Ibni Abbas-dan tahriç ettiğine göre, Şevde, Peygamber (SaUaÜahü
Aleyhi ve Sellem) kendisini boşar diye korktuğundan. Peygamber'e :
«— Beni boşama,
kıyamet günü senin zevcin olarak Allah'ın, beni diriltmesini istiyorum ve benim
günümü de Aişe'ye tahsis et, (çünkü ben yaşlandım) dedi.»
Nitekim böyle oldu.
Hz. Ömer'in hilâfetinin son zamanlarında vefat etti.
Hac farizasını yerine
getirmek üzere Arafat sahasına çıkıldığı gün, güneş batıncaya kadar orada
beklenir, orada dua ve vakfe yapılır. Güneş battıktan sonra akşam namazını
kılmadan Müzdelife'ye dönülür. Müzdelife, Arafat ile Mİna yolu arasında bir
yerdir. Aksam namazı, yatsı namazı ile birlikte burada kılını^ ve gün ağanncaya
kadar burada kalınır. Mezheplerde ihtilâf varsa da Hanefîler'e göre gün
ağarıncaya kadar burada gecelemek vaciptir. Böyle iken yaşlılık ve izdiham
gibi sebeplerle kadın ve ihtiyarların geceyi Müzdelife'de geçirmeden Mina'ya
gitmeleri ve güneş doğduktan sonra Akabe taşlarını atmaları, hadîs-İ şerifin
ifadesine uyularak caizdir.
Bu münasebetle Şevde
validemizi Hz. Aişe validemiz tanıtırken özürlü duruma İşaret etmiş ve onu
büyük yapılı, ağır yürüyüşlü, yaşlıca göstermekle özrünü belirtmiştir. Bu
maksatla yapmış olduğu vasıflamanın bir gıybet olmadığını bu rivayetlerinden
anlamış oluyoruz. Zaten bu maksatla hadîs-i şerif bu bölümde yer almıştır.
Esasen hacla ilgİH bir hadîs olduğu için, muhaddisler bunu hac bölümünde
göstermişlerdir. Burada ahlâkla ilgili kısmı esas teşkil etmektedir.[234]
757— Ibni
Mes'ud'dan rivayet edildiğine göre, şöyle demiştir:
— Ci'rane mevkiinde
Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Seltem) Huneyn savaşında elde edilen
ganimetleri böldüğünde, savaşanlar (ganimet paylarını almak için) Peygamberin
üzerine varıp sıkışıklık verdiler. Bunun üzerine Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi
ve Sellem):
«— Allah'ın
kullarından bir kulunu Allah bir kavme peygamber olarak gönderdi de, onlar onu
yalanladılar (yaraladılar) ve berelediler. O peygamber abımdan kanı silerek
şöyle diyordu: Allah'ım! Kavmimin günahlarım bağışla; çünkü onlar (gerçeği)
bilmezler. buyurdu.
Abdullah ibni Mes'ud
demiştir ki, sanki görüyorum, Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)\
alnından (teri) silerek o peygamberi hikâye ediyor.[235]
Mekke'nin fethinden
sonra İslâm'ı kabul etmeyen bazı müşrikler kalmıştı. Bunların Mekke'yi
müslümanlardan geri almak için hazırlıkta bulundukları öğrenilince, hicretin
sekizinci yılında bunların hücumuna karşı Mekko ve Taif arasında Huneyn denilen
yerde müslömanlar savaşa çıktı, önce müşrikler üstün durumda göründülerse de,
nihayet mağlûp edilerek onlardan ganimetler alındı ve Mekke'ye yakın Taif yolu
üzerindeki CiVane ve Ci'irrane denilen yerde bu ganimetleri Peygamber
savaşanlara bölmüştü. İşte bu esnada Hz. Peygamberin sıkışık duruma düşmesi
üzerine, daha önceki peygamberlerin çektikleri eziyeti ve buna karşı onların
müsamahasını hikâye olarak hatırlatmış ve ashab-ı kirama da nazikâne İkazda
bulunmuştu. Anlaşılıyor ki, eskiden vuku bulmuş bir hâdiseyi bir maksat için
anlatmakta bir beis yoktur.[236]
758— Bir
cemaat Ukbe ibni Amir'e gelip dediler ki, bizim komşularımız var; şarap
içiyorlar ve kötü iş yapıyorlar. Onları idareciye (zabıta âmirine) şikâyet
edelim mi? Ukbe, hayır, dedi. Peygamber 'in şöyle buyurduğunu işittim:
«— Kim bir müslümandan
bir ayıp görür de, onu örterse, diri diri gömülmüş (bigünah) bir km mezarından
dirilten gibi (sevab almış) olur.»[237]
Günah İşleyen bazı
kimseler vardır ki, yaptıkları işlerin zararı açığa çıkmayıp başkasına sirayet
etmez. Bu gibilerin günahını araş.tınp ortaya çıkarmak ve idare makamlarına
şikâyette bulunmak doğru değildir. Hem günah işleyen İnsanlara teşhir ecfilrhiş
ve fenalıkların işlenmekte olduğu bildirilmiş olur, hem de günah işleyen
utandırılarak cemiyet İçinde mahcup duruma düşürülmüş olur. Bu gibi kimselere
özel olarak tatlı dille nasihatte bu-lunulı ". Böyle mahcup ve perişan
duruma bir müslümanı düşürmeden onun günahını örtmek ve açığa vurmamak, bir
ölüyü diriltmek kadar makbul bir iştin Ancak başkalarına ve cemiyete zararı
dokunacak şekilde açığa çıkan ve insanlara zulüm getiren günahlar böyle
değildir. Bunlarr önlemekte birbirine vardımct olmak ve kötülüâü birlikte vok
etmek icab eder.[238]
759— Ebû
Hüreyre'den rivayet edildiğine göre, Resûlüllah (SallallahU Aleyhi ve Sellem)
şöyle buyurdu:
— Adamın: İnsanlar
helak oldu, dediğini işittiğin zaman, (bilmiş ol ki) o, onların en ziyade helak
olanıdır.»[239]
Bütün insanları helake
düşmüş görmek, bir bakıma kendinin iyi yolda olmasıyle gururlanmak ve
kibirlenmek manasını ifade eder. Diğer taraftan Allah Tealâ Hazretlerinin geniş
merhametini ve merhametin şümulünü inkâr olur. Aynı zamanda Allah'ın
rahmetinden ümit kesmek gibi çok tehlikeli netice doğurur. Bu itibarla insan
önce kendi kusur ve ayıplarını görüp düzeltmeye çalışmalı, başkalarını
kendinden üstün görmelidir. Maddî bakımdan ihtiyaç göstermemek, manevî bakımdan
muhtaç durumda olmak selâmet yoludur.
Bir insan başta
kendini Allah katında günahkâr kabul ederek ve iyi olmaya teşvik niyyetini de
taşıyarak : «İnsanlar helak oldu» derse, bunda bir beis olmadığı ifade
edilmektedir.[240]
760— Abdullah,
babası Büreyde'den rivayet ettiğine göre, şöyle demiştir : Resûlüllah
(Sallaİlahü. Aleyhi ve Sellem):
«— MUnafıka, seyyid =
(efendi) demeyiniz; çünkü o, sizin efendiniz olursa, aziz ve cetil olan
BaTabınm gadaplandırmış olursunuz.» buyurdu.[241]
Efendilik ve seyyİdlik
iyi ve yüksek vasıfları kendinde toplayan kimseye mahsus isimlerdir. Münafık
kimse, gerçek imandan mahrum olan büyük noksanlıkla nitelenendir. Münafık
olana bu iyi ismi vermek, kelimeyi kullanıldığı yerin başkasında kullanmaktır.
Münafık buna lâyık değildir. Bir kimseye de lâyık olmadığı bîr vasıfla hitap
etmek, Allah'ın rızasına uygun düşmez. Üstelik bir münafık efendi olarak kabul
edildiği takdirde, ona efendi diyenler, onun arkadaşları olurlar; çünkü onu
başlarına geçirip efendi etmişlerdir. Şayet kalbden inanarak değil de, sırf
sözde bir hitab olarak söylenirse, o zaman yalancı olurlar; çünkü
inanmadıkları ve bildikleri şeyin hilafını ifade etmişlerdir. Hangi halde
düşünülürse düşünülsün, münafık oland üstünlük ifade eden sözlerle hitap etmek
Allah'ın rızasına aykırıdır; onun gadabını gerektirir. Allah'ın bir kimseye
gadap etmesi de onun helakine kâfidir.[242]
761— (173-s.)
Adiyy ibni Ertât'dan rivayet edildiğine göre, şöyle demiştir: Peygamber
(Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'in ashabından olan adam Övüldüğü zaman :
— Allah'ım!
Söyledikleriyle beni hesaba çekme ve bilmedikleri şeyleri (günahlarımı)
bağışla.» derdi.[243]
Bir kimseyi yüzüne
karşı övmenin ve bir kimse hakkında kesin hüküm vermenin doğru olmayacağına
dair hadîs-İ şerifler birinci cildin 339-341 sayılarında geçmiş ve gerekli
açıklama yapılmıştı. Ancak yalan olmamak, övülene kibir vermemek ve övülen
fasık olmamak, övücü de alışkanlık halinde olmamak ve övüleni hayırlı işlere
teşvik etmek şartlariyle medhe-pılabİlir. Bu şartlar dahilinde övülen kimse;
«Allah'ım, beni temize çıkarıp övdükleri sözlerle beni hesaba çekme ve
bilmedikleri günahlarımı mağfiret eti» diye dua eder. Böylece kibirden kurtulur
ve hakkında edilen övgülerden manevî bir zarar çekmez. (Bu haberi B e y h a k
î îman bölümünde tah-riç etmiştir. Başka bir kaynak gösterilmemiştir.
Fadlu'llah : C. II, s. 231).[244]
782— Ebû
Kılâbe'den rivayet edildiğine göre, Ebû Abdullah, Ebû Mes'ud'a yahut Ebû
Mes'ud, Ebû Abdullah'a demiştir ki: «Zu'metmek =zannetmek» sözü hakkında
Peygamber-fSa/toiJa/m Aleyhi ve Sellem) 'den ne duydun. (Bu hususta Peygamber)
:
«— insanın ne kötü
bineğidir.» buyurdu.[245]
Ebû Abdullah'in
Huzeyfe hazretleri olduğu söylenmekte ise de Huzeyfe 'den başkası olduğu,
hakkında da görüş vardır. H u z e y -fe'nin mi Ebû Mes'ud'a, yahut
EbûMes'ud'unmu Huzeyfe ye sorduğunu ravi kesinlikle ayırt edememiş ve burada
tereddüt etmiştir. Hangisi sormuş olursa olsun, mesele «Zu'm — zan besleme» kelimesi
üzerindedir. Bu kelime Arapçada «Za'm, Zu'm ve-Zi'm» telâffuzlartyla üç şekilde
kullanılır ve birbirine zıd manaları vardır. Doğru ve" hak olan sözde
kullanıldığı gibi, yalan ve batıl olan sözde de kullanılır*. Ekseriya gerçek
olmayıp, şüphe ve zan yerinde kullanılır. Şüphe ve yalan yerinde kullanıldığı
için «İnsanın kötü bineği» diye Peygamber (Sallaltahü Aleyhi ve Sellem)
tarafından izah buyurulmuştur. Çünkü şüphe ve'tereddüt insanı yalana götürür.
Yalpn, ise en kötü bir şeydir. İnsan gerçek olarak bilmediği bir haberi veya
sözü anlatmamalı, zan' üzere hareket edip, kötü akıbetlere düşmemeli ve
başkalarını da düşürmemelidir. Hadîs-i şerif rivayetlerinde ise asla kullanışı
caiz değildir.[246]
763— Abdullah
ibni Amir demiştir ki, ey Ebû Mes'ud! Resûlüllah (SallalUıhü Aleyhi ve
Sellemfden «Zulmettiler =
zannettiler^ sözü hakkında ne
buyurduklarını işittin? O, şöyle buyurduğunu işittim, dedi: «— Insanm ne kötü
bineğidir.» Yine şöyle buyurduğunu işittim: «— Mü'mine lanet etmek, onu
Öldürmek gibidir.[247]
Abdullah ibni Amir,
bir rivayete göre Hz. Peygamber'in irti-hal zamanında onüç yaşında İdiyse de,
doğru olan diğer rivayetlerde 2-3 yaşlarında bulunuyordu. Hz. Osman'ın dayısı
oğlu olup, doğumundan sonra Peygamber (SallallahüAleyhiveSellemi'e getirildiğinde:
«Bu bizim benzeri m izdir» buyurmuştu. Böylece ashab-ı kiramdan olduğu
bilinmiştir. Çok cesurdu ve gayet cömert İdi. Hicretin 29. yılında Hz. Osman
onu, Musa El-Eş'arî 'den sonra Basra valiliğine tayin etmiş ve orada kanallar
açmış, nehirler akıtmıştı. Tedbir sahibi büyük bir kumandan, cesur bir binici
ve siyaset adamı olmakla Irarr, Horasan, Sicistan, Kabil ve Afganistan
beldelerini fethetmİşti. Ayrıca imar ve inşa işleriyle ziraat ve ağaç yetiştirme
hizmetleri de çok olmuştur. Arafat gibi kuru bîr arazide havuzlar yaptırıp,
hurmalıklar yetiştirmişti.
Basra valiliğinden
ayrıldıktan sonra Medine'de ikamet etti ve 58-59 yıllarında orada vefat etti.
Allah ondan razı olsun...
Rivayet ettiği
buradaki hadîsin birinci kısmı «Zu'm = zan» kelimesi ila ilgüİ olup, bu hususta
gerekli açıklama bir önceki hadîs-i şerîf münasebetiyle yapılmıştı. İkinci
kısım, mü'mine lanet etmenin,, onu öldürmek gibi olduğu hususudur. Lanet, bir
kimseyi Allah'ın rahmetinden uzak tutmak ve ona helaki reva görmektir. Bir
kimseyi manen öldürmek, helak etmek çok defa onu maddeten yok etmekten daha
ağır bir iştir. Bu bakımdan mü'mine lanet etmek, onu öldürmek gibi günaha
vesile olur.[248]
764— (174-s.)
Ibni Abbas'dan rivayet edildiğine göre, şöyle demiştir: Sizden biriniz,
bilmediği bir şey için, Allah o şeyin gayrini bildiği halde: Allah onu bilir,
(şöyledir) demesin. Böyle yaparsa, sanki bilmediği bir şeyi, Allah'a öğretmeye
kalkmış gibi olur ki, bu Allah katmda büyük bir suçtur.[249]
Bilhassa cehaletin
yayıldığı ve manevî sorumluluğun idrak edilmediği zamanlarda insanların çoğuna
bilmedikleri şeyler sorulduğu zaman, kibirlerinden ve hafifliklerinden dolayı
nefislerine mağlûp olarak «bilmiyorum» demezler. Bilmedikleri mesele hakkında :
«Allah bilir, bu mesele böyledir» diyerek cevap verirler. Halbuki Allah'ın
ilminde gerçek bu değildir. Böylece Allah'a yalan isnad ederler. Allah'a yalan
isnad etmekten büyük suç olur mu?
İnsan şek ve şüpheden
ârî olarak yakînen bildiği meseleler hakkında : «Bu iş Allah bilir şöyledir»
söyleyebilir. Bunda bir mahzur yoktur.
O halde insan
bilmediği bir şey için çekinmeden «bilmiyorum» demeli, onur etmemeli, kibir
taslamamalıdır, manevî sorumluluktan korkmalıdır. Aksi halde insanın dinden
çıkması gibi tehlikeli haller olur. Ancak kesin olarak bilinen işler hakkında
«Allah bilir, böyledir» denebilir. Bunda bir sakınca yoktur.[250]
765— (I75-s.)
İbni Abbas'dan rivayet edildiğine göre, şöyle demiştin:
«— Saman yolu, gök
kapılarından bir kapıdır. Gök kuşağına gelince, o Nuh Aleyhisselâmın kavminden
sonra, boğulmaktan bir kurtuluş alâmetidir.»[251]
Saman yolu, gökte
geniş ve beyaz bir şerit halinde uzanan ve gözle ayırt edilemeyen sayısız
yıldızlar kümesinden meydana gelen parlak bir yolun adıdır. Eskiden böyle bir
clâmet görülünce çeşitli rivayetler ileri sürülür ve efsaneler uydurulurdu. Bu
gibi asılsız haberleri yok etmek için İbni A b b a s hazretleri umumî bir ifade
kullanarak gök kapılarından bir kapı şeklinde izahını yapmış ve böylece asılsız
rivayetleri önlemiştir.
Gök kuşağı hakkında da
aynı İfadeyi kullanmıştır. Gök kuşağı = Kavsi Kuzah, yağmurdan sonra gökte
muhtelif renkler serisinden teşekkül eden bir çemberdir. Güneş ışınlarının
havadaki su damlacıklarında kırılmasından renk ayırımını doğuran fiziksel bir
olaydır. Nuh tufanında büyük yağmur felâketi olmuş ve felâketin sona erdiğini
gök kuşağı müjdelemiş bulunduğundan, boğulmadan kurtuluş alâmeti sayılmıştır.
Böylece diğer asılsız rivayetlere yer verilmemiştir.[252]
766— (176-s.)
Hazreti Ali'ye Saman Yolu'ndan sorulmuş, şöyle cevap vermiştir: «O, göğün
yoludur; akan yağmurla gök oradan açılmıştır.[253]
Hz. A I i 'nin tarifi
ile Hz. I b n i A b b a s in tarifleri arasında lâfız bakımından fark vardır.
Her ikisi de çeşitli yorumları ortadan kaldıran umumî ve fiziksel ifade
kullanmışlardır. Bu alâmetleri bazı hikmet ve olaylara yormamak gerektiğini
açıklamış oluyorlar.
(Bu haber için başka
bir kaynak bulunamamıştır.)[254]
767— (177-s.) Ibni
A bb a s 'dan rivayet edilmiştir:
«— Gök kuşağı, yeryüzü
halkı için boğulmaktan kurtuluş alâmetidir. Saman Yolu ise, göğün bir kapısıdır
ki, gök oradan yarılır.»[255]
765, 766 ve 767 sayılı
haberlere ve açıklamalarına bakılsın.[256]
768— (178-s.)
Ebû Recâ'ya bir adam şöyle dedi: «Sana selâm ederim ve Allah'ın, seninle beni,
rahmetinin bulunduğu yerde toplamasını kendisinden dilerim. Ebû Reca dedi ki:
— Buna kimsenin gücü
yeter mi? O'nun rahmetinin bulunduğu yer neresidir? Adam:
— Cennet'tir, dedi. Ebû Recâ :
— İsabet edemedin, dedi. Adam:
— O halde, O'nun rahmetinin bulunduğu yer
neresidir? dedi.
— Âlemlerin Rabbı'dır (diye Ebû Recâ) cevap
verdi.»[257]
Hakİkai ve mecaz
manası olmak üzere, rahmetin bulunduğu yer sözü iki manaya gelir. Rahmet
Allah'ın bir sıfatı olduğundan onun zatı ite kaim bulunur. Ondan ayrı değildir.
Onun İçin rahmetin gerçekten bulunduğu varlık âlemlerin Rabbı'dır.
Merhamet sıfatının
eseri olarak Cennet nimetlerine kavuşulduğundan Allah'ın rahmetini Cennet'de
göstermek mecaz olur. Gerçek manada Allah'ın rahmetinin bulunduğu yerde olmak
mümkün ve caiz olamayacağı cihetle, bu manadan kaçınmak için haberdeki ifade
şeklinin söylenmesi hoş görülmemiştir. Bununla beraber mecaz manasiyle kullanılmasında
bir beis yoktur.
Ebû Recâ 'nın adı
Imran ibni M ilhan olup, Peygamber (SallallahüAîeyhiveSellem) "m zamanına
yetişmiş; fakat Hz, Peygamberi görmemiştir. Fetih senesinden sonra müslüman
oldu. Kuran ilmine vakıf olup, ibadetsever bir zat İdî. 40 yıl kavmine imamlık
etmiş ve 120 yaşını aşkın olarak hicretin 109. yılında vefat etmiştir..Allah
ondan razı olsun...[258]
760— Ebû
Hüreyre'den rivayet edildiğine göre, Peygamber Aleyhi ve Sellem) şöyle buyurdu:
«Sizden biriniz: Ey ziyankâr dehr, demesin; çünkü Allah
dehrdir, (dehriır = zamanın sahibidir, yaratıcısıdır.)»[259]
Dehr, geniş zamana,
uzun müddete ve zaman İçinde vukua gelen musibetlere denir. Cahiliyet devrinde
Araplar, kendilerine bir musibet, bir felâket veya hoşa gitmeyecek ölüm gibi
ağır bîr şey İsabet ettiği zaman, dehre söverler ve kötü yorumda bulunurlardı,
zamanı Icınartardı. Halbuki felâketler kendi başlarına meydana gelmez, Allah'ın
yaratmasiyle vücut bulurlar. Dehre ve hâdiseye sövmek, onlara sebep olana, yaratıcıya
kadar gidebilecek bir mana taşıdığından Peygamber (Saltallahü Aleyhi ve Sellem)
bu şekilde söz söylemekten bizi yasaklamıştır. Bir de zamanı kötü görmek,
kabahati zamana İsnat etmek bir iş ve marifet değil, hali düzeltmek ve İslah
çarelerini aramak vazifesini görmekle sorumlu olduğumuzu bize hatırlatmaktadır.[260]
770— Ebû
Hüreyre'den, Peygamber (Sailaltahü Aleyhi ve Sellem)'İTL şöyle buyurduğu
rivayet edilmiştir:
«Sizden biriniz : Ey
ziyankâr dehr, demesin. Allah (Aıze ve Celle) buyurmuştur ki, ben dehrim (onun
sahibi ve yaratıcısıyım), geceyi ve gündüzü gönderirim; dilediğim zaman
ikisini de alırım. Bir de (sizden biriniz) üzüme KERM demesin; çünkü KERM,
müslüman adamın ismidir.»[261]
Kerm kelimesi, iyilik
ve fazilet manasını taşıyan KEREM sözünden alınmış ve yaş üzüme bir isim
olarak kullanılmıştır. Şarap yaş üzümden yapıldığı için, onu içenlere izafeten
bu ismi aldığı hatıra gelmesin diye, üzümde KEREM sözünün kullanılmasını
Peygamber'İmiz yasaklamışlardır. Asıl fazilet ve kerem mü'mîndedir, onun nurlu
kalbindedİr. O halde kerm ve kerim ismi mü'minin vasfıdır, mü'm inler hakkında
kullanılmalıdır. Kerem lâfzından türeyen kerîm isminde iman, hidayet, nur ve
takva sıfatlan vardır. Bu sıfatlara da ancak mü'min hak kazanır.[262]
771— (179-s.)
Mücahid'den rivayet edildiğine göre, şöyle demiştir:
«insanın, din
kardeşine keskin bakışla bakması, yahut dönüp gittiği zaman gözü ile onu takip
etmesi, yahut ona: Nereden geldin, nereye gidiyorsun? diye sorması hoş olmaz, (bu mekruhtur).[263]
Bir mümin kardeşi İle
karşılaştığı zaman ona güler yüz gösterip gönlünü hoş etmesi, dinimizin
kendine yüklediği ahlâkî bir vazifedir. Başkasının halini araştırmamak, onda
kusur aramamak yine bir ahlâk görevidir. Bu şekilde hareket etmeyip de, ona
keskin bakışlarla bakmak, arkasından ne yapacağını takip etmek, nereden gelip
nereye gideceğini inceleyip sormak tecessüs olur. Bu sorular ancak ihtiyaç ve
zaruret hallerinde sorulur ve tecessüs n i yy eti İle böyle hareketler
yapılmaz. Bunlar hoş olmayan mekruh hallerdir.
(Bu haber için başka
bîr kaynak bulunamamıştır.)[264]
772— Enes'den
rivayet edildiğine göre, Peygamber (ŞattaÜahil Aleyhi vt5#/tem,Jkurbanlık bir
deveyi sürmekte olan bir adam gördü de: Bin ona.» dedi. Adam:
— Bu kurbanlık devedir, dedi. Peygamber:
«Bin ona.» dedi. Adam;
bu kurbanlık devedir, dedi. Peygamber: «Bin ona.» dedi. Adam yine:
— Kurbanlık devedir bu, dedi. Peygamber: «Bin
ona, yatıklar olsun sana.» dedi.[265]
Cahiliyet devrinde
muhtelif sebeplerle adak yapılan kurbanlık hayvanlara binilmez ve sütleri
sağılmazdı. Böyle bir zihniyet içinde bulunan ve ismi hadîste açıklanmayan
şahıs sürmekte olduğu kurbanlık deveye binmek istememiştir. Adamın ısrarının
yerinde olmadığını ve bu tutumundan vazgeçmesinin gerekliliğini İfade yolunda
«Yazıklar olsun sana» buyurülmuş-tur. Böyle hallerde bu sözü kullanmanın
sakıncalı olmadığı hükmü ortaya çıkmış oluyor.[266]
773— (180-s.)
tbni Abbâs'dan işitildiğine göre, bir adam ona sorup şöyle demişti:
— Ben ekmek ve et yedim (bunlardan dolayı
abdest almam gerekir mi?) Ibni Abbas:
— Sana yazıklar olsun, pâk şeylerden dolayı
abdest alınır mı? dedi.[267]
Et ve ekmek, pâk ve
helâl olan gıdalardır. Bunları yemekle abdest bozulacağı şüphesine kapılan
kimsenin haline şaşarak İbni Abbas hazretleri : Yazıklar olsun sana, böyle pâk
şeylerden dolayı abdest alınır mı? buyurmuştur. Adama hem acıma, hem de haline
şaşma manasını belirten bu ifadenin kullanılmasında bir beis görülmemiştir.
(Bu haber için başka
bir kaynak bulunamamıştır.).[268]
774— Câbir'den
rivayet edildiğine göre, şöyle demiştir: Huneyn (savaşında dönüş) günü
Resûlüllah (Sallaliahü Aleyhi ve Sellem) Ci'rane mevkiinde idi. Altın
külçeleri Hz. Bilâl'in kucağında idi, Peygamber de (bu ganimet mallarını
askerlere) bölüyordu. Bir de Peygambere bir adam gelip:
— Adalet et, muhakkak ki sen adalet etmiyorsun,
dedi. Bunun üzerine Peygamber şöyle buyurdu:
«Sana yazıklar olsun,
ben adalet etmezsem, kim adalet eder?» Hz. Ömer:
— Beni bırak, ey Allah'ın Resulü, şu münafıkın
boynunu vurayım, dedi. Peygamber şöyle buyurdu:
— Bu kimse kendi
arkadaşlarıyla beraber (yahut kendi arkadaşları arasında) Kur'an okurlar; fakat
Kur'an boğazlarından aşağı geçmez (kalb-lerine nüfuz etmez). Ok, avlanan
hayvanı (kan lekesi almadan, hiç bulaşmadan) delip çıktığı gibi, bunlar dinden
çıkarlar.»
Sonra ravi Süfyan
anlatmıştır ki, Ebû Zübeyr, bu hadîsi ben C « b i r 'den işittim, dedi. Ben
Süfyana sordum : Bu hadîsi Kurre, Amr'dan, o da Câbir'den rivayet etti mi?
Süfyan dedi ki, ben bu hadîsi A m r tankından almadım; bize bunu Ebû Zübeyr,
Câbir'den rivayet ederek anlattı.[269]
Beşeriyete gerçek ve
İlâhî adaleti getiren ve onu her yönü ife uygulayan Peygambere karsı «Sen
adalet etmiyorsun, adalet et!» seklinde yersiz bir hitap ve çirkin bir tecavüz
karşısında Peygamber sabır ve sükûnetini muhafaza edip, sadece ona :
«Sana yatıklar olsun.»
Şeklinde mukabelede
bulunmuş ve öldürülmesine müsaade etmemiştir. Sadece bu ve bu zihneyete bağlı
ahmakların İslâm'daki yerini tarif etmiştir. Bunlar İslâm'dan ve Kur'an'dan
nasibini alamayan, onun nuru ile nurlanamayan zavallılardır. Kur'an okurlar;
fakat onun manası kalblerine sınmaz ve emirlerine uymazlar. Kur'an'dan bir
hisse almazlar. Onu yalnız dilleriyle okurlar, geçer giderler. Nitekim ok
atılıp da hayvanı delip geçince kanla bulaşmaz, bir hisse almaz. Girer çıkar,
farkında olmaz. Bunlar da ne yaptıklarını bilmeyerek hemen dinden çıkarlar.
Peygamberin adaletine inanmamak ve onu tahkir etmek, dinden çıkmayı
gerektirir. Ancak Peygamber'e bîr kasıd değil de, cehaletten ötürü bir
terbiyesizlik eseri olarak bu hâdise meydana geldiğinden, Hz. Peygamber buna
müsamaha göstermişler ve :
«Sona yazıklar olsun;
ben adalet etmezsem, kim adalet eder.» Hitabiyle yetinmişlerdir. Zaten bu
gibileri Peygamber (Sallalkthfi Aleyhi veSellem) kendilerine fitne isabet etmiş
kör ve sağır cahiller diye vasıflandırmışhr.
İşte Kur'an'ın yüksek
ahlâk ve ahkâmından hisse almaksızın sırf menfaat ve şöhret İçin okuyanlar,
onu madde ve mevki teminine vasıta yapanlar aynı akibete düşmüş kimselerdir.
Ulvî ve mukaddes mefhumlar benimsenir ve yaşanır; hasis menfaatlere alet
edilmez. Huneyn vakası hakkında fazla bilgi İçin 757 sayıtt hadîs-i şerife ve
açıklamasına bakılsın.[270]
775— Beşîr
ibni Ma'bed'den rivayet edilmiştir, (Beşîr'in önceden ismi Zahm ibni Ma'bed
idi. Hicret edip Peygamber (Saltallahü Aleyhi ve Stllem)in huzuruna geldiği
zaman, Peygamber ona: «ismin nedir?» diye sormuştu. O, Zahm demişti. Peygamber
(SalteMâbü Aleyhi ve Sellem) :
«Hayır, sen Beşîr'sin.»
buyurmuştu.) Beşîr şöyle anlattı:
Ben, Peygamber
(Sattallahü A ley hi ve Seltem)'le beraber yürürken, bir de müşriklerin
mezarlarına rasgeldi, şöyle buyurdu:
«Şunlar büyük hayır
kaybettiler.» Bunu üç defa söylediler. Sonra müslümanlann mezarlarına uğrayıp
şöyle buyurdular:
Bunlar çok büyük hayra
kavuştular.» Bunu da üç defa söylediler. Sonra Peygamber (Saliaîlahü Aleyhi ve
Seüem)'den bir göz atışı oldu da, mezarlıkta yürüyen bir adam gördü; adam
ayakkabı giyinmişti. Peygamber ona:
«Ey deri (sahtiyan)
ayakkabılar sahibi, (sana yazıklar olsun), ayak-kablarıni bırak.» buyurdu. Adam
baktı; Peygamber (Saliaîlahü Aleyhi ve Sellemfi görünce ayakkablarım çıkardı ve
onları attı.[271]
İmanla ölmek, âhiret
saadetine kavuşmaktır, Cennet nimetleriyle ni-metlenmektir. İman etmeyip de
şirk ve küfür hali üzere ölmek ise ebedî bir hüsrandır. Cehennem azabı çekmenin
sebebidir. Bunun için müşrik olarak ölenler hakkında :
«Cennet gibi büyük
hayrı kaybetmişler.»
Ve mü'mİnler için de :
«Büyük bir hayra
kavuşmuşlardır.» Buyurulmuştur:
Mezarlıkta
ayakkabılarla dolaşmanın yasaklanma sebebi hakkında şu görüşler ileri
sürülmektedir:
1— Mezara
hürmet olsun diye çıkartılmaları istenmiştir.
2— Ayakkabılarda
pislik bulunmasından dolayı istenmiştir.
3— Yeni ve
İyi cins ayakkabı ile kibirlenerek yürümekten dolayı ayakkabıların
çıkartılması istenmiştir. Çünkü adamın giydiği ayakkabılar, iyi tabaklanmış,
tüyleri giderilmiş iyi cins deriden yapılmışlardı. Hangi sebep olursa olsun,
buradaki yasaklama özel bir mana taşımaktadır. Zira başka hadîslerle mezarlıkta
ayakkabı ile gezmekte bir sakınca olmadığı, tabaklanmış derilerden mamul
ayakkabıların giyilebileceği beyan edilmiştir.
Hadîs-i şerifin bu
bölümde getirilmesine sebep, Hz. Peygamberin adama :
«— Ey deri (sahtiyan)
ayakkabılar sahibi, (sana yazıklar olsun).» şeklinde hitap etmesidir. Parantez
içinde gösterilen «sana yazıklar olsun» sözü, Imam-ı B u h â rî tarafından bîr
zühul eseri metne konmamıştır. Ancak Ebû Davud rivayetinde bu ifadeyi
kullanmıştır. Esasen metinde bu ifade olmamış olsaydı, Buhârî tarafından bu
bölüme alınmaması gerekirdi. Zİra bolüm, bu ifadeyi kullanmada bir sakınca
olmadığı bölümüdür. Aksi halde hadîsin bu bölümle ilgisi kalmamış olur.[272]
778— Muhammed
ibni Hilâl'den rivayet edildiğine göre, kendisi Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve
Seltem)'in zevcelerinin hücrelerini (evlerini) gördü ki, hurma dallarından
yapılmış, kıl çullarla örtülmüştü. Ravi demiştir ki, ben Muhammed ibni Hilâl'a
Hz. Âişe'nin evinden sordum. Kapısı Şam tarafındandı, cevabını verdi. Sordum
bir kanat mıydı, yoksa iki kanat mıydı? Bir parçadan ibaret kapı idi, dedi.
Sordum, (kapı) hangi şeyden yapılmıştı? Ardıç ağacından, yahut Abanos
ağacındandı, dedi.[273]
Peygamber (Sallallahü
Aleyhi ve Setlem)"ıft zevcelerinin ayrı ayrı evleri vardı. Bunlar birer
oda mahiyetinde ikametgâhlar olduğundan bunlara «Hücre» denirdi. Bu hadîs-i
şerifteki nitelemeden anlıyoruz ki, Peygamber Efendimizin scadethaneleri çok
sade ve basit idî. Konfordan ve gösterişten uzak, zarurî ihtiyaca cevap verecek
şekildeydi. Zaten gönderilmelerindeki hikmet, cemiyet içinde yüksek İslâm
ahlâkını yaşamak, yaşatmak ve devamını sağlamaktı. Lüks ve konforlu hayat ise,
böyle bir ahlâkın gerçekleşmesine aykırı düşer. O zaman bütün gayretler madde
uğruna olur, manevî değerler mahkûmiyetten kurtulamaz ve ulvî gayeye
erişilemez. Bunun örneklerini bugünkü cemiyet anlayışında ve yaşayışında açık
olarak görmekteyiz. Lüks ve sefahatin sonu komünizm maddeciliğini doğurur.
Madde hakimiyetinden kurtulmak İçin hırsı ve sefahati bırakıp manevî
değerlerin hakimiyetine ve prensiplerine sığınmak gerekir. İslâm'da sadelik ve
özlülük esastır. Her işte bunu gaye edinmelidir.
[Bu hadîs İçin başka
bir kaynak bulunamamıştır.)[274]
777— Ebû
Hüreyre'den rivayet edildiğine göre, demiştir ki, Peygamber (Sailallahü Aleyhi
ve Selîem) şöyle buyurdu:
«insanlar elbise ve
eşyayı allayıp pulladıkları gibi, inşa ettikleri evleri allayıp pullamndıkça
(nakışlamadıkça) kıyamet kopmaz.»
Kavilerden ibrahim
demiştir ki, Peygamber bu benzetmesiyle desenli elbiseleri kastetmiştir.[275]
Bu hadîs-i şerîfle on
dört asır önce, bugünkü inşaatlara işaret edilmiş ve böylece, Peygamberin
sayısız mucizelerine bir mucize daha eklenmiştir. İsraf, saltanat, tekebbür,
gösteriş, kıskançlık gibi kötü huyların bir araya gelmesiyle doğan bu şekildeki
İnşaat hastalığının getirdiği şey, manevî ölümdür, kıyamettir. Bu hastalık
yayıldığı nispette felâket yaklaşır.
Bu bölümle ilgili
hadîs-i şerifler daha önce 446-461 sayılarda geçmişti. Birbirleriyle İlgili
olduklarından bir arada incelenmelerinde fayda vardır. (Ayrıca 459 sayılı
hadîs-i şerife bakılsın. Buna da başka bir kaynak bulunamamıştır.).[276]
778— Ebû
Hüreyre'den rivayet edildiğine göre, bir adam Resûlüllah (SailailahU Aleyhi ve
Selton)'e gelip :
— Ey Allah'ın Resulü!
Mükâfat bakımından sadakanın hangisi daha faziletlidir? dedi. Peygamber şöyle
buyurdu:
«Babana rahmet, bu
sana bildirilecektir: ihtiyaçtan korkarak snğlftm ve hırslı olup, zenginlik
arzusunda iken, senin sadaka vermen dir. Yoksa can boğaza gelinciye kadar
geciktirme ki, şöyle dersin: Falana şu kadar, falana şu kadar (verilsin).
Halbuki mal falan (verese) için gerçekleşmiştir, (artık bu ölüm halinde tasarruf
hakkın kalmamıştır).»[277]
Yerinde bir soru
sorulduğu zaman, soran kimseyi övme ve sorusunu beğenme karşılığında : «Babana
rahmet» tâbirini Hz. Peygamber kullanmıştır. Bu tâbir, Arapça d a «Lâ ve Ebîk»
veya «Emâ ve Ebîk» lâfızlarının karşılığı olarak verilmiştir. Burada Arapça
metindeki «ve»Ier, yemin ifade etmeyip yerine göre medih ve zem ifade ederler,
«!â»nın da nehî manası yoktur, sözü teyid ve tespit içindir.
Mükâfatı en büyük olan
sadaka için şu şartlar koşulmuştur:
1— İhtiyaçtan
ve fakirlikten korku halinde sadaka vermek. Böyle bir durumda insanın sadaka
vermesi zordur ve bunu başarmak da din kuvvetine bağlıdır. Sıkıntı ve şiddet
hulindeki ibadetlerin sevabı daha çok olur.
2— Vücut
sıhhatte iken, ölüm döşeğine düşmeden ve hayattan ümidi kesmeden önce vermek.
İnsan hasta olduğu zaman daha çok merhamete getir, öleceğim diye malını şuna buna
verir. Böylece sadaka vermesi kolaylaşır. Sağlık durumu yerinde olan insan
ise, mala daha çok rağbet eder, merhamet hisleri kısıntılı olur. Onun için
sağlık halinde vermenin fazileti çoktur.
3— Bahil ve
cimri iken vermek. Cimrilik halini yenerek sadaka vermek, nefsin büyük
mücahedesidir. Bu mücahedeyi kazanmanın sevabı da ona göre fazilet taşır.
4— Zenginliği
arzu eder bir halde iken sadaka vermek. Zenginleşmeyi arzu eden kimse, mal
toplamaya ve harcamamaya gayret gösterir. Bu durumda olanın sadaka vermesi
güçleşir ve ağır gelir. Bu tazyikten kurtulup mal vermenin de bu yönden
fazileti çok olur. işte bu dört şart muvacehesinde hayır yollarına para ve mal
harcamak, en büyük ve en faziletli manevî mükâfatı, sevabı temin eder.
Yoksa nasıl olsa mal
elden gidiyor düşüncesiyle can boğaza dayandığı zaman şuna buna vasi yy et bir
önlem taşımaz. Bu anda zaten mal şunun bunundur. Ölüm halinde tasarruf hakkı
kalmamıştır.[278]
779— (181-s.)
Abdullah'dan rivayet edildiğine göre, şöyle demiştir:
«— Sizden biriniz
ihtiyaç talebinde bulunduğu zaman, onu az (ve hafif) istesin. Muhakkak ki
insan» takdir edilen ona gelir. Sizden biriniz arkadaşını överek yanına
varmasın; yoksa belini kırar (onu mahveder).»[279]
Bu haberde iki hususa
işaret edilmektedir :
Birincisi; insan
herhangi bir ihtiyacını karşılamak üzere bir arkadaşına müracaat ettiği zaman,
aşın hareket etmeyerek en kısa ve kolay yoldan talepte bulunmalıdır. Böyle
hareket edilince, karşı taraf hem ürkütülmez, hem de müşkül bîr duruma sokulmuş
olmaz. Sebebe baş vurarak gerekli müracaat yapılır. Ondan sonra mukadder ne
ise, ona kavuşulur. Fazlaya kaçmak ve İsrarla hareket etmekte hududu tecavüz
yar, kardeşlik bağlarını zedelemek var, vakarı terk edip zillete düşme var.
İkincisi, insan
emeline ulaşmak için, bazı menfaatler elde etmek için arkadaşını överse,
inanmadığı bir işi yapmış olur ki, bu sahtekârlıktır, riyakârlıktır, iki
yüzlülük ve yalancılıktır. Bunlar haram şeylerdir. Bir de ciddî olarak doğruyu
ifade suretiyle bir kimse övülür ve yüzüne karşı sena edilirse, ona ihanet
edilmiş olur. Adam bundan kibirlenir ve kendini büyük görmeye başlar. Kibir
ise, insanları helake götüren manevî bir hastalıktır, haram olan bir iştir.»
(Bu haber için başka
bir kaynak bulunamamıştır.)[280]
780— Peygamber
(Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'den rivayet edildiğine göre, şöyle buyurmuştur:
— Allah Tealâ bir
kulun ruhunu bir yerde almak istediği zaman, O kula, o yerde bir ihtiyaç
yaratır.»[281]
Hiç kimse ruhunu
nerede teslim edeceğini bilemez. İnsanlar çeşitli maksatlarla yer
değiştirirler, yolculuğa çıkarlar, yer ve memleket değiştirirler. Bu arada
ruhlarının alınması mukadder olan yerde de Ölürler. Bundan kurtulamazlar. Rızık
da böyledir. İnsanın rızkı değişik yerlerden ve yönlerden gelir. İnsan bunu
ayarlayamaz; çalışır fakat, takdir olunandan başkasına nail olamaz. Onun için,
zillete düşmeden ve vakarı bozmadan uygun bir şekilde talepte bulunmalıdır.[282]
781— (182 -
s.) Ebû Abdülâziz haber verip şöyle anlatmıştır: «Ebû Hüreyre bizde geceledi de
karşısında olan bir yıldıza bakıp şöyle dedi: Ebû Hüreyre'nin nefsi kudret
elinde olana (Allah'a) yemin ederim ki dünyada, kumandanlıklara ve iş başlarına
geçecek kimseler olacaktır; bunlar şu yıldıza asılı kalsalar da, bu
kumandanlıklara ve bu iş başlarına geçmemiş olsalardı diye temennide
bulunacaklardır. Sonra (Ebû Hüreyre) bana dönüp şöyle dedi:
— Sana dil uzatan (düşmanın) yaşamasın; bunu
hepsi şarklılar için (Iraklılar için) şark yerlerinde caiz olmadı mı? Beri:
— Evet, vallahi dedim. O dedi ki:
— Allah onların akıbetini fena etsin ve
hilelerini başlarına geçirsin. Ebû Hüreyre'nin nefsi kudret elinde olana (Allah'a)
yemin ederim ki, onlar katmerîenmiş bir kalkan gibi yüzleri kızarıp
hiddetlenmiş olarak sürüleceklerdir; öyle ki çiftçi bahçesine, sürü sahibi de sürüsüne
kavuşturulacaktır.»[283]
Ebü Hüreyre
Hazretlerinden nakledilen bu haber şu gerçekleri dile getirmektedir: İlk
nazarda idareci olmak, valilik ve devlet reisliği gibi büyük mevkileri işgal
etmek, söz ve hüküm sahibi olmak, yaratılış icabı sevilen ve istenen şeylerdir.
Makam büyüdükçe sorumluluk da o derece artar. Büyük ve geniş yetkilerin maddî
ve manevî kâr veya zararları yine taşıdıkları kıymet ölçüsüne bağlıdır. Mak ve
adalet ölçülerine bağlı kalarak vazifelerini başaran İdareciler Allah katında
büyük sevap kazanırlar; bunu yerine getiremeyenler de, Allah'ın emirlerine
aykırı hareket ettiklerinden cezalarını görürler. Eğer idare edilenler,
idareciye yardimcı olur, İdareciye hak ölçülerinde bağ I' kalırlarsa,
idarecinin işi kolaylaşır ve başarıya ulaşır. Ancak idareci olanlar hak üzere
bulundukları halde, idare edilenler çeşitli maksatlarla fitne ve fesad
çıkararak İdarecilere engel olurlarsa, cemiyet İçinde huzur kalmaz, anarşi ve
çekişmeler eksik olmaz. İşte bu gibi hallerde. idareci olanlar «Keşke şu
yıldıza asıtı kalsaydık 6a idareci olmasaydık» diye temenni edecek kadar
üzülürler ve izdi rap çekerler. Nitekim bu gibi durumlar, Ebû Hüreyre
Hazretlerinin hayatında vuku bulmuştur. Ce-mel vak'ası, Sıffîn muharebesi ve
Haricîlerin fitne ve fesadı buna örnek teşkil eder. Böyle fitne zamanlarında
idareci olmanın ne kadar zor ve ağır olduğu aşikârdır.
Zaten böyle
hâdiselerin cereyan ettiğini de, yaşadığı devirde Ebû Hüreyre belirtiyor ve
fitne kaynağı olarak da doğuyu gösteriyor. Esasen o devirde meydana gelen bu
korkunç hâdiseler hep doğudan veya kuzey doğu olan Irak dan çıkmıştır. Bugün
yine doğuda bulunan Doğu ve Batı Pakistan'dan ibaret iki İslâm ülkesinin birbirine
karşı girişmiş olduğu savaş da bunlardan biri sayılabilir.
İnsan, mümin kardeşine
«Düşmanın yaşamasın» şeklinde duada bulunabilir. Mü'minin düşmanı kâfir
olacağından, bunda bir mahzur yoktur.
Ziraatla ve
hayvancılıkla uğraşanların zamanla şehirlere akın ettiğini ve edeceğini de
kaydeden Ebû Hüreyre hazretleri, bunların yine eski yerlerine dönmek
mecburiyetinde katacaklarını söylüyor. Harplerde en çok zarar gören yerler
şehirler ve mamur yerlerdir. Böyle olağanüstü haller sonu insanlar köylere ve
kenar yerlere çekilirler, harp sırasında da şehirleri boşaltmaya mecbur
bırakılırlar. Bunlara da işaret edilmektedir.
Ebû Hüreyre
(Raâiyallahuanh), hicretin 57 ve 59. yılında 78 yaşında olduğu halde Medine'de
vefat etmiştir.[284]
782— (183-s.)
İbni Cüreyc demiştir ki, Muğîs'den işittim; o zannediyordu ki, Ibni Ömer,
kendisine azadlısından sormuş. Muğîs de : — Allah ve falanca (bilir) dedi. Ibni
Ömer:
— Böyle söyleme, Allah
ile hiç kimseyi birlik yapma; ancak Allah'-dan başka falan (bilir) söyle, dedi.[285]
Her şeyi yaratan ve
her şeyi mahiyeti üzere eksiksiz bilen Allah Teafâ olduğundan, bir işte,
insanlardan veya yaratıklardan birini ona ortakmış gibi bİrliktç göstermek
tevhid inancına aykırıdır. Bu beraberlik gerçek manada ifade edilmese bile
edebe aykırıdır. Yüce Allah her işte yalnız basınadır, beraberlik ve
ortaklıktan münezzehtir. Gerçekten bu işi Allah bilir, ondan sonra falanca
bilir, şeklinde konuşmakta ise bir sakınca yoktur. Hem akideyi koruma, hem de
edebe riayet bakımından böyle hareket etmelidir.[286]
783— Ibni
Abbas'dan rivayet edildiğine göre, bir adam Peygamber (Sallalîahü Aleyhi ve
Sellemfe :
— Allah dilerse, sen
de dilersen (olur), dedi.
Peygamber şöyle
buyurdu:
«— Allah'a eş koştum;
Allah yalnız başına diler.»[287]
Burada do Allah'ın
dilemesine hiç bir kimseyi ortak koşmamak için onun dilemesiyle beraber
başkasının dilemesini ortak koşmamayı Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Selltm)
bize tavsiye buyurmaktadır. Zira Allah'ın dilediği her şey, başkasının dilemesi
olmaksızın meydana gelir. Bir şeyin olması için sadece «Ol» emri kâfidir.
Başkasının dilemesine ihtiyaçtan beridir. Bunun için Allah'ın dilemesine
başkasının dilemesini iştirak ettirmek şirk olur. Bu manaya ve inanca düşmemek
İçin söylenen söze dikkat etmelidir. Kul esbaba mübaşereti itibariyle böyle
lâfız kullanılabİlİrse de, yine terk edilmesi evlâdır.[288]
784— (J34-s.)
Abdullah Ibni Dinar'dan rivayet edildiğine göre, şöyle demiştir: Abdullah ibni
Ömer ile çarşıya çıktım. Bir de türkü söyleyen bir küçük cariyeye rasgeldi.
Bunun üzerine şöyle dedi:
«— Gerçekten Şeytan
bir kimseyi terk edecek olsa, bu kızcağızı terk «derdi.»[289]
Şarkı ve eğlenceler,
mana ve maksad bakımından birbirinden farklı hükümlere girerler:
1— Fesada ve
harama yol açan ve bunlara sebep olan her türlü eğlence ve şarkı haramdır.
Şehevî ve müstehcen mana taşıyan, İslâm inancına uymayan türkülerle islâm ahlâk
ve adabına aykırı düşen eğlenceler hep bu kabildendir.
2— Bir diiin
edebî İnceliklerini belirtmek veya ahlâkî ölçüleri güzel bir şekilde dile
getirerek, bunlara teşvik mahiyetinde şarkılar ve türküler söylemek mubah olur.
3— Sevinmek
ve neşelenmek mubah olduğu bayram ve düğün günlerinde de, fenalığa vesile
teşkil etmeyen türküleri ve def seslerini dinlemek yine caizdir. K â ş a n î
sevinç günleri arasında, bir odamın gurbetten gelişini, bir çocuğun doğumunu,
Kur'an ezberlemeyi, akîka kurbanı kesmeyi zikretmektedir.
Şarkı söylemekte olan
bir kızcağız hakkında Abdullah ibni Ömer'in : «Şeytan bir kimseyi terk edecek
olsaydı, bu kızcağızı terk ederdi» sözü, şarkıcının iyi bir yolda olmadığını
ifade eder. Şeytan, insanları iyiliklerden alıkoymak için onlara musallat
olur. Terk lâzım gelirse, bunu bırakması icab eder; çünkü Şeytanın dileği
yerine gelmiştir. Kızcağızın söylemekte olduğu türkülerin mana ve maksadı, bir
de hareket tarzı, ibni Ömer'i böyle bir
söz söylemeye sevketmlştir.[290]
785— Enes
ibni Malik'den, Resûlüllah (SaUallahü A teyhi ve Settem) 'in şöyle buyurduğu
işitilmiştir:
«— Ben eğlenceden
beriyim, eğlence de benden bir şey değildir.»
Yani; bâtıl, benden
bir şey itibar edilemez.[291]
Hadîs-i şerif bundan
önceki haberi manaca teyid etmektedir. Eğlence hakkında bilgi için 784 sayılı
haber açıklamasına bakılsın. Bu hadîs için başka bir kaynak bulunamamıştır.[292]
786— (185-s.)
ibni Abbas'dan rivayet edildiğine göre:
«— insanların kimi de,
bâtıl ve boş lâfa müşteri çıkar (buna kıymet verir).» âyet-i kerîmesini, türkü
ve buna benzer şeylerle tefsir etmiştir. (Lokman Sûresi, ây«t: 6).[293]
Ayet-i kerimenin
tamamı meâlen şöyle :
«insanların kimi de,
vardır ki, (insanları) Allah yolandan bilmiyerek saptırmak ve o yolu eğlence
yerine tutmak için bâtıl ve boş lâfa müşteri çıkar (buna kıymet verir), işte bu
gibilere şiddetli bir azab vardır.»
Bir mana ifade
etmeyen, insanları boşuna meşgul eden, bilâkis kötülüğe ve ahlâksızlığa sebep
olan söz ve hareketler, eğlence ve türküler, daha önce işaret edildiği gibi,
âyet-i kerîmenin ruhuna uygun olarak haramdır. I b n i A b b a s hazretleri de
bu âyet-i kerimeyi tefsir ederken, bu hareketleri kasdetmiştir.
(Bu hadîsi Taberanî
tahriç etmiştir. Fadlu'llah : Ş. II, s. 252, dip
not.).[294]
787— Berâ
ibni Âz i b'den rivayet edildiğine göre, demiştir ki, Resûlüllah (Saltallahü
Aleyhi ve Sellem)şöy\e buyurdu: «Selâmı yayınız, selâmet bulursunuz. Boş şey,
kötüdür.» Ebû Muaviye demiştir ki, (metinde geçen) «eşer* kelimesinin manası,
boş şey (eğlence) dir.[295]
Burada da eğlencenin
genel manada iyi bir hareket olmadığı teyid edilmektedir. 784 sayılı haberin
açıklamasına bakılsın. (Bu hadîs-İ şerifi Ebû Ya Mâ tahriç etmiştir. Fadlu'llah : C. II, s. 258,
dip not.)[296]
788— (186 -
s.) Fudale ibni Ubeyd'den rivayet edildiğine göre, kendisi topluluklardan bir
toplulukta idi. Ona, bir takım kimselerin tavla oynadıkları haberi ulaştı.
Bunun üzerine Öfke ile kalkıp bu oyunu şiddetle yerdi ve yasakladı. Sonra şöyle
dedi:
«Bu tavlanın kumarını
(hasılatını) yemek için onu oynayan kimse, domuz etini yenvş ve kan ile abdest
almış gibidir.»
Metinde geçen «Kûbe»
kelimesinden murad tavla oyunudur.[297]
Tavla oyunu bir
eğlencedir. Kumar şekline sokulmaksızın oynanması, doğuracağı fenalıklara veya
zararsız durumlara göre hüküm taşır. Bİr menfaat karşılığında kumar için bir
âlet olarak kullanılırsa haram olur. Domuz etini yemek, kan İle abdest almak
haram olduğu gibi...
Bu rivayet 1267 sayıda
aynen gelecektir.[298]
789— (187 -
s.) îbni Mçs'ud'un şöyle dediği işitilmiştir:
«Siz bir zamandasınız
ki, din âlimleri çok, hutbe okuyanları az (kısa hutbe okur, uzun namaz
kılarlar), dilencileri az, (Allah yolunda) mal verenleri çoktur; bu zamanda
işler nefis arzularını idare eder (onlara hakim olur). Fakat sizden sonra bir
zaman gelecek ki, din bilginleri az, hutbe okuyanları çok (kısa namaz kılarlar,
hutbeyi çok uzatırlar, fazla söz söylerler), dilencileri çok, vericileri
azdır; bu zamanda nefis arzusu işleri kumanda eder. Biliniz ki, ahir zamanda,
iyi hal (ye ahlâk) bir kısım ibadetten daha hayırlıdır.»[299]
Ashab-ı Kiramın
büyüklerinden olan Abdullah İbni Mes'ud hazretleri, hem Peygamber devri olan
asr-ı saadeti, hem de bundan sonra gelen ve İkinci derecede ümmetin hayırlısı
olan Tabiîn devrini yaşamış, her iki devri mukayese ederek gelecek zamandaki
ümmetlerin ahvaline dair bir netice çıkarmıştır. Daha doğrusu Peygamber
(Salîallahü Aleyhi ve Mfem/in, istikbalde meydana gelecek ahvale dair vermiş
oldukları gerçek haberlere dayanarak ve bunlardan ilham alarak söz söylemiştir.
Zira bu mealde hadîs-i şerifler varid olmuştur.
En sağlam ve en sahih
İmanı taşıyan ashab-ı kiram, şöhret ve gösterişten uzak, ruha ve manaya, öze
ve İçe; bağlı bir güçle sırf Allah ve Resulünün rızasını kazanmak niyyetiyle
hareket ettiklerinden gerçek manada âlimleri çoktu. İlmi, menfaat için değil,
Allah'ın bir emri olduğu için öğreniyorlar ve onunla amel ediyorlardı. Fazla
söz söyleyip insanlara gösteriş ve onları meşgul etme yerine, İlâhî emirleri
bizzat kendilerinde uygulamakla meşguldüler. Bu bakımdan uzun söz ve hutbelere
meyletmiyorlardı; daha çok kendi namaz ve ibadetlerini uzatıyor,
çoğaltıyorlardı.
Dilenmenin vebalini
bilerek Allah korkusundan ve iffetlerinden ötürü dilenenleri azdı; buna karşı
fakirlere ve lüzumlu yerlere para ve mal harcayanları Çoktu. Çünkü Allah
yolunda para harcamamın ne derece büyük mükâfat taşıdığını gönülden inanarak
biliyorlardı.
Bİr de şuur ve
iradeleri hakimiyeti altında iş yaptıklarından nefis arzuları mahkûm durumda
idi. Din emirlerine aykırı olan istekler sönüyor, akıl ve mantık ferman
okuyordu; İşte bu ruhladır ki, islâm nuru kısa zamanda büyük ve uzak ülkelere
yayılmış ve o beldeler jçİn feyiz kaynağı olmuştur. Fakat bu sağlam inanç ve
uygulamanın zamanla gevşeyip bozulması üzerine İşler tamamen aksine seyretmeye
başlamış ve...I b_n | M e s ' u d Hazretlerinin buyurmuş olduğu neticeler
doğmuştur; Gerçek âlimler azalmış, söz söyleyen hatipler çoğalmış, dilenciler
artmış, verenler azalmış, nefis arzuları işleri idareye koyulmuştur. Bunlardan
kurtuluş, ancak ilk devirdeki anlayış ve uygulamaya dönmekle mümkün olur.
fşte gerçeklerin
taklitleştiği, özlerin kısırlaştığı devirlerde güzel hal ve ahlâk sahibi olmak,
amellerin bir kısmından daha hayırlı olacağının buyurulmuş olması, amellerde
riya olabileceğinden ötürüdür. Güzel ahlâk İse, yaşanan şeydir; onda riya
olmaz.[300]
790— Cüreyrî
demiştir ki, Ebu't-Tufeyl'e sordum; Peygamber (Sallaltahü Aleyhi veSellemfi
gördün mü? O:
— Evet, dedi. Yeryüzünde benden başka onu
görenlerden hayatta kimseyi bilmiyorum. Yine Ebu't-Tufeyl dedi ki:
— Peygamber beyazdı, tatlı yüzlü idi.
Diğer bir rivayette de
Cüreyrî'nin şöyle dediği nakledilmiştir: Ben ve Ebu't-Tufeyl (Amir ibni Vasile
El-Kinanî) birlikte Beytullah'ı tavaf diyorduk.
Ebû't-Tufeyl dedi ki:
— Benden başka Peygamber (Salîaiiahü Aleyhi ve
Settem)'i gören kak madı. Ben: Sen de onu gördün mü? dedim. O:
— Evet, dedi. Ben:
— O nasıldı? diye sordum. Dedi ki:
— Beyazdı, tatlı yüzlü idi, her bakımdan ölçülü
idi.[301]
Bu hadîslerle Hz.
Peygamberin güzel hali ve güzel halini ifade eden görünüşü açıklanarak iyi
ahlâka değer vermeye teşvik vardır. Peygamberi sevmek, onun ahlâkı ile
ahlâktanmak ibadetin esasıdır. Güzel ve iyi ahlâk daima geçerlidir, Allah
katında makbuldür ve sahibini selâmete erdirir.[302]
791— Ibnı
Abbas'dan, Peygamber(Sailaiiahü Aleyhi ve Seltem)*in şöyle buyurduğu rivayet
edilmiştir:
«Dürüst gidişat, güzel
görünüş ve 'bütün işlerde ölçülü hareket, nübüvvetin yirmibeş cüz'ünden bir
cüzdür.»[303]
Hedy-i salİh : Dürüst
ve dosdoğru gidişat ki, insanın güzel ahlâk ve iyi huylan demektir.
Semt-i salih :
Görünüşte tatlı ve hoş bir tutumda olmaktır ki : insanın dış yapısı İle ilgili
hallerdir. Her ikisi, yanı iç ve dış güzelliği insanın ahlâk yönünden
olgunluğunu tamamlarlar.
Iktisad : Bir şeyi tam
kararında ve ölçüsünde muhafaza edip, onu gerekli yerine koymaktır, işte
sayılan bu vasıflar, tam bir olgunlukla peygamberlerde bulunan halterdir. Bu
vasıfların dışında daha pek çok kemal vasıfları vardır. İnsanlardan her kim
böyle güzel vasıflara sahip bulunursa, Allah ona takva elbisesini giydirmiş
demektir, insanların hürmet ve ikramını kazanmıştır. Bir de bu hasletler,
Peygamberlere mahsus olan güzel vasıflardır, bunlara uymak ve bunları kazanmak
gerekir. Bu güzel huylara insanları teşvîk vardır. Bu mealdeki bir hadîs-i
şerîf 468 sayıda geçmiştir. Oraya bakılsın.
Başka bir rivayet yolu
ile I b n i A b b a s 'dan nakledildiğine göre, yine Peygamber (Satlallahü
Aleyhi ve Sellem) şöyle buyurmuştur:
«Dürüst gidişat, güzel
bir görünüş ve bütün işlerde ölçülü hareket, nübüvvetin yetmiş cüz'ünden bir
cüzdür.»[304]
792— îkrime'den
rivayet edildiğine göre, demiştir ki, Hazreti ya sordum:
— Hiç Resûlvllah (Sallaltahü Aleyhi ve Sellemfm
şiir okuduğunu işittin mi? Hz. Aişe şöyle buyurdu:
— Bazı zamanlarda evine girdiğinde: «Zamanla
gelir suna, beklemediğin haberler.» derdi. (Ibni Revaha'mn beytini okurdu).[305]
Şiir, murad edilen
manayı daha güzel ifade edip, güzelleştirdİği takdirde iyidir. Fakat hak
ölçülerden taşarak ömür boyu insanı meşgul eden şiir, hiç bir zaman dinde
makbul değildir. İşte bir gerçeği ifade eden ve Peygamber (SalUtilahü Aleyhi ve
Sellem)"m hoşuna giden Ibni Ravaha'-nın şu beytini, bizzat Hz.
Peygamber'in zaman zaman okuduğunu Hz. A i ş e (Radiyallahü anha) nakletmİştir ;
Açıklar sana,
bilmediğini, yakında günler; Zamcnla gelir sana, beklemediğin haberler.
Yine Abdullah ibni
Revana, Peygamber (SallaHahÜ Aleyhi veSellemfin Ömre haccını kaza etmesi
sırasında, Mekke'ye girdiklerinde düşmana karşı şiir okuduğu zaman, Hz. Ömer ona :
— Ey ibni Reva ha, hem
Peygamber'in yanında, hem d* Horem-i Şerifte şiir okunur mu? dedi. Bunun
üzerine Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Selkm)
şöyle buyurdu :
«— Bırak okusun, ya
Ömer! Onun söyledikleri, ok atışından daha tesirlidir.»
Bu hâdiseyi, Tirmizî
ve Nese'î nakletmektedirler.[306]
793— İbni
Abbas'dan rivayet edildiğine göre,
demiştir ki, şu söz bir
Peygamber sözüdür; «Zamanla gelir sana, beklemediğin haberler.»[307]
I b n i A b b a s
Hazretleri, beytin bîr mısraını teşkil eden bu sözü Abdullah ibni R~e v a h 'â
fya-değh\ Hz. Peygamber e veya daha önceki peygamberlerden bir peygambere ait
göstermektedir. Kime nispet edilirse edilsin, mana güzel oldukça bir mahzur
teşkil etmez. Zaten şiire dair hadîsler, 869-871 sayılarda gelecektir. , Bundan
önceki hadîs-İ şerife de bakılsın.[308]
794— Ebû
Hüreyre'den rivayet edildiğine göre, Resülüllah (Sailaîtahü Aleyhi ve Selle m)
şöyle buyurdu:
—bizden biriniz (bir
şeyin elde edilmesini) temenni ettiği zaman hangi şeyi temenni ettiğine baksın;
çünkü o, kendisine ne verileceğini bilemez.»[309]
Gelecek zamaıida bir
şeyin husule gelmesini istemeğe temenni denir. 6u manaya göre, iyi ve kötü
şeylerin meydana gelmesini istemek temenni olur. Ancak iyİ şeylerin meydana
gelmesini istemek ve bunları arzu etmek dinen iyidir ye makbuldür. Bir kimseye
haset ederek onda fena şeylerin vuku bulmasını istemek ise, haramdır, büyük
günahtır. Onun için, bir kimse temennide bulunacağı zaman, neyi istediğini
düşünmeli, hayır veya şer olup olmadığına bakmalıdır. Eğer temenni edeceği
şeyde iyilik ve hayır varsa onu istem eti, aksi halde istememelidir. Zira insan
körü körüne bir şeyi te-menin ederse, neticede kendisine iyilik veya kötülükten
ne verileceğini bİl-memiş olur. Onun için temenninin hoşlanılan ve
hoşlanılmayan tarafları vardır.
(Bu hadîs Kütüb-i
Sitte'de yoktur.)[310]
795— Alkame, babası Vail'den rivayet
ettiğine göre, Peygamber
(Saîlalhhü Aleyhi ve Sellem) şöyle buyurmuştur:
«— Asla sizden biriniz
(üzüme) kerm demesin. Siz, habele yani üzüm deyiniz.»[311]
Bu hususta yeterli
bilgiyi özet olarak Kamus tercemesİnden alalım ;«Kerm =r^f» kâfin fethi ve
rânın sükûnu ile yaş üzüme denir; ineb = manasına... Hadîste : kerm demeyiniz; çünkü kerm = kerim müslim plan
adamdır.»
Buyurulmuştur.
Bilinmelidir ki, üzüme kerm söylenmesi, şırasından elde edilen şarap, iyilik ve
cömertlik hasletine götürücü ve hareket ettirici olduğuna mebnidir. Asılda
kât" ve râ'nın fetheleriyle « r .5" = Kerem» diye isifrı verilmişti.
Daha sonra hafifletilerek râ sakin kılındı (ve Kerm = öldü.)
Kaldı kİ keremi hakikî,
hazreti kerim, Vehhab Celle şanuhu sıfatıdır. Sonra mü'min ve müslim sıfatıdır.
Peygamber (Saltatlakii Aleyhi ve Sellem) Hazretlerinin üzüme Kerm ismini
vermekten yasaklamaları hakikate mahmul olmayıp belki şu hususa işarettir:
Kerem maddesinden alınan isimle, bu üzüm nev'ini isimlendirmek uygun değildir.
Doğrusu müslüman ve mü'min kısmı buna lâyıktır. Hele üzümden haram olan şarap
elde edilmesinden ötürü ona bu güzel ismi vermek hiç de uygun değildir. Bunun
için Habele ve Zere Cin gibi isimlen «kerm» yerine üzümde kullanınız.[312]
796— Ebü
Hüreyre'den rivayet edildiğine göre, Peygamber Aleyhi ve Seltem) bir kurbanlık deve (Harem'de kesmek üzere) sevket-mekte olan bir
adama rasgeldi. Bunun üzerine (adama) :
«— Hayvana bin.» dedi.
Adam:
Ey Allah'ın Resulü, bu
bir kurbanlıktır, (ona nasıl binebilirim) diye cevap verdi. Yine Hazreti
Peygamber:
«— Hayvana bin.» dedi.
Adam:
Bu bir kurbanlıktır,
dedi. Hz. Peygamber üçüncü yahut dördüncü defada :
«Sana yazıklar olsun!
Deveye bin.» buyurdu.[313]
Hac farizasını edâ
ötmek üzere giderken Haremde kurban edilmek için götürülen kurbanlık hayvana
«Bedene veya Hedy» denir. Aslında Bedene, devenin erkeğine ve dişisine, bir de
sığır cinsine denir. Fakat kurbanlık deve manasında kullanılışı meşhur
olmuştur.
Cahiliyet devrinde
müşrikler putlarına adamış oldukları kurbanlıklardan hiç bir suretle
faydalanmazlardı. Hz. Peygamber kurbanlık bir deveyi sev-ketmekte olan adama :
«Ona bin» diye emretmekle, kurbanlıklardan fay-dalcnı'abileceğini beyan
buyurarak müşriklere muhalefet etmiştir. Ancak bu emrin mutiak olup olmadığı
yolunda müctehidlerin birbirinden farklı görüşleri vardır. Yani bir kısmına
göre ihtiyaç duyulsun veya duyulmasın, bu gibi hayvanlardan faydalanmak
caizdir. Bir kısmına göre de ihtiyaç ve zaruret duyulduğu zaman bu caizdir.
İmam Malik ve İmam A h m e d birinci görüşte, Ebû Hanife ve. Şafiî, ikinci
görüştedirler. Bunlar delil olarak da, bizzat Hz. Peygamberin sevkettiği
kurbanlık deveye kendilerinin binmediğini ve insanlara da ona binmeleri için
emretmemiş olduğu hâdisesini gösteriyorlar. Netice olarak ihtiyaç halinde
kurbanlık hayvanlardan faydalanmakta bir sakınca yoktur.
Bu bölüm asıl
itibariyle «Vehy ve Veyheke» sözü üzerine getirilmiştir. Bir kimseye acıyarak
yahut İyi bir İş yapmadığın İşaret ederek onu uyarmak için kullanılan bir
tâbirdir. Türkçemİzde «sana yazıklar olsun» İfadesi bunun karşılığıdır. İşte
bir kimseyi uyarmak için bu sözü kullanmakta bir beis bulunmadığını öğrenmiş
oluyoruz. Fakot Müslim, Ebu Davud ve B u -hârî'nin Camİ'indeki rivayetlerinde
«Veyheke» yerine «Veyleke» diye kaydedilmiştir. Bu takdirde mana, «helak
olası, azab olası» demek olur ki, adam Peygamber'in birkaç defa ihtarına rağmen
emri yerine getirmeyi-şinden buna hak kazanmış oluyor.
772 sayılı hadîs-i
şerife bakılsın.[314]
797— Cahş
kızı Hamne'den rivayet edildiğine göre, demiştir ki, (soracak bir şeyim var,
demem üzerine) Peygamber (SallalUıhü Aleyhi ve Selİem) şöyle buyurdu:
«Nedir o, (soracağın)?
Ey kadıncağız = ya hentah!..»[315]
Cahş kızı Ha m ne, Hz.
Peygamberin zevcesi Zeyneb'inkız kardeşi idi. Peygamber Efendimizin hem
baldızı, hem de teyzesi kızı oluyordu. Kadın hallerine ait âdetten temizlenme
mevzuunda bir müşkülünü çözmek için H a m n e Peygamber'e gitmiş ve : «Ya
Resûlallah, benîm sana soracak bir hacetim var!» demiştir. Bunun üzerine
Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)
«Nedir o? Ey kadıncağız!» diye ona cevap vermiştir. Bundan sonra da, Ha
m ne meselesini anlatmıştır. Mesele taharetle ilgili bir konu olduğu için,
Buhârî Hazretleri yalnız hadîs-i şerifin edeble ilgili bir cümlesini buraya
almış ve kadınlara :
«Ey kadıncağız = Ya
Hentah» şeklinde hitap etmenin edebe aykırı bir ifade olmadığını göstermiştir.
Hadîs-i şerîfin tamamını Ibni Mace, Ebû Davud, Tirmizî
rivayet etmişlerdir.[316]
798— (188-s.)
Hubeyb ibni Sehbân El-Esedî'den rivayet edildiğine göre, şöyle demiştir :
«Farz namazını
kılmakta olan Ammar'ı gördüm. Sonra yanındaki bir adama:
Ya henah = Ey adam!
dedi, sonra kalktı (gitti).»[317]
Arapça bir çağırma
tâbiri olarak kadınlara «ya hentah» ve erkeklere «ya henah» diye hitap edilir.
Biz Türkçe karşılık olarak «ey kadıncağız» ve «ey adam» ifadelerini uygun
bulduk. Bunlar erkek ve kadınlara ait birer ünlem ve çağırma tâbirleridir ki,
edebe aykırı sözler değillerdir.
(Bu haber için başka
bir kaynak bulunamamıştır.)[318]
799— Şerîd'den
rivayet edildiğine göre, şöyle demiştir: «Peygamber (Sallaltahü Aleyhi
veSeltem) beni (bindiği devesinin) terkisine aldı da (bana) şöyle buyurdu:
«— Senin ezberinde, Ümeyye
ilmi Ebi's-Salt'ın şiirinden var mı?»
Ben:
— Evet, dedim ve ona
bir beyt okudum. Bunun üzerine Hz. Peygamber:
«— Hîhi = ona devam!»
buyurdu; tâ ki ona yüz beyt okudum.[319]
Umeyye i b n i E b i'
s - S a 11 cahiliyet devrinde Kureyş şairlerinden biri olmakla beraber,
tevhide uygun ve gerçek sözler ifade eden şiirleri olduğu için bunları
dinlemekte bir beis görülmemiştir. Hz. Peygamber'in bu hareketi gösteriyor ki,
gerçek ifade eden ve edebî bir san'at numunesi olan şiirleri okumak ve
dinlemekte dinî yönden bir sakınca yoktur. Öyle ki, «Hîhi — ona devam» buyurmak
suretiyle Hz. Peygamber yüz beyit kadar şiir dinlemişlerdir. Kelimenin yerine
göre «îhi, hîhi ve îhen» şeklinde kullanılışı vardır. Esasta hadîsin bu bölümle
ilgisi yoktur; çünkü bölüm «Hentah ve Henah» tâbirlerine aitti. Her halde
«Hîhi» de ayrı benzer bir tâbir olması münasebetiyle bu bölümde yer almıştır.[320]
800— Hazreti
Âişe'nin şöyle dediği rivayet edilmiştir: «Gece kalkıp ibadet etmeyi bırakma; çünkü Peygamber Aleyhi ve Setkm) bunu terk etmezdi, hasta olduğu veya
üzerinde ağırlık bulunduğu zaman namazı otururken kılardı (ve böylece gece ibadetini terk etmezdi).»[321]
Hazreti A i ş e
(Radtyallahü anha), Peygamber (Salhihhü Aleyhi ve Seîîem)\n gece yapmış olduğu
ibadeti bildirirken, bazan hastalık veya vücuda arız olan halsizlik ve ağırlık
halleri ile de onu vasıflamıştır. İşte Hz. A i ş e 'nin bu ifadesinden cesaret
alarak bir kimsenin : «Bende üşengeçlik var» demesinde bir beis olmadığı
neticesi çıkarılmaktadır. Zaten acziyet gibi bir özür bulunmaksızın farz
olmayan namazların oturarak kılınmaları caizdir; ancak sevab yarıya inmiş olur.
Aczi yet halinde ise, kolaya geldiği şekilde ima ile farz olan namazlar
kılınır.[322]
801— Enes
ibni Malik'in şöyle dediği işitilmiştir :
Peygamber (Satialtahü
Aleyhi ve Scltem) 'in şöyle dua etmesi çok olurdu:
«Allah'ım! Keder ve
üzüntüden, acizlik ve tenbellikten, korkaklık ve cimrilikten, borcun
ağırlığından ve cahil anarşistlerin üstün gelmesinden ben sana sığınırım.»[323]
Bu hadîs-i şerif,
tenbellikten Allah'a sığınmanın yerinde bir dua olduğunu bize öğretmektedir.
Daha önce 672 sayıda geçtiği için oraya ve o babla ilgili diğer hadîs-i
şeriflerin açıklamalarına bakılsın.[324]
802— Enes
ibni Malik’in şöyle dediği işitilmiştir:
«Ebû Talha, Resululah
(sallalalhu aleyhi ve selem)’in önünde diz çökerdi ve torbasını atarak şöyle
derdi:
Yüzüm yüzüne siperdir,
canım da canına fedadır.[325]
Ebu Talha ensardan
olup adı, Zeyddir.Ok atıcılığı ile şöhret
oklarına aşını kaldırdıkça, Ebû yükselmiş "ve onu korumuş ve :
Bağrım, bağrının T a I h a göğüs önündedir,
deMistiyAkabe bîatında ve Uhud savaşı ile ondan sonraki savaşlarda
bulunrrtu^tu. Huneyn savaşında:
«Kim bir kâfir
öldürürse, onun eşyası öldürene aittir.» Diye Peygamberin emri olunca, o
gün Ebû Ta I ha yirmi kişi öldürerek eşyalarını
almıştı. Peygamber (Sallallahü
Aleyhi ve Sellem) onun hakkında :
Ordu içinde Ebû
Talhtı'nın sesi, yüz kişiden daha hayırlıdır.» Buyurmuştur. Kendisinden 92
hadîs-i şerif rivayet edilmiştir. Hz. Pey-ga m berin fedaisi olduğunu fiil ve
sözleriyle ispatlamış, cesur ve fedakâr bİrkah romandı. Bu hasletine binaen :
Yüzüm yüzüne siperdir, canım da ^
canına fedadır, diye bir beyt de söylemiştir. Bu ifadelerini Peygamber
huzurunda yaptıkları cihetle, onun bu hareketi tasvib gördüğünden söylenmesi
nd^\ beis yoktur.
EbûVfalha, Hz.
Osman'ın hilâfetinin sonlarına doğru hicretin 31-34- yıllaVt arasında bir
rivayette Medine'de, diğer bir rivayete göre de ihtiyarlığına nağmen çıktığı
bir savaş yolculuğunda denizde yetmiş yaşında olduğu halde vçfat etmiştir.
Gemide altı gün kaldıktan sonra rasgelinen bir adaya naklederek gömüldü. Bu
altı gün içinde cenazesinin hiç değişmediği ve bir koku\ıkarmadığı da rivayet
edilmektedir.[326]
803— Ebû
Zer'den rivayet edildiğine göre, şöyle anlatmıştır: «Peygamber (Sallallahü A
leyhi ve Sellem) (Medine'de bir semt olan ve halen de bir kabristan olarak
korunan) Bakî tarafına gitti. Ben de gittim onu takip ediyordum. Bir de dönüp
hemen beni görünce, şöyle buyurdu: — Ey Ebû Zer!» Ben de:
—Emrindeyim daima, ey
Allah'ın Resulü, hizmetindeyim daima ve ben sana fedayım. Bunun üzerine
Peygamber şöyle buyurdu:
«— Mal çoğaltanlar,
kıyamet günü (sevab) azaltanlardır; ancak hak yolunda, şunn şu kadar, buna bu
kadar deyip harcayanlar müstesnadır.» Ben dedim ki:
— Allah ve Resulü en iyi bilendir. Peygamber
(eli ile işaret ederek söylediği) :
«Şuna şu kadar» sözünü
üç defa söyledi. Sonra karşımıza Uhud Dağı (SalUülahü Aleyhi ve Seltemftikuıca
Peygamber : «— Ey Ebû Zer!» dedi. Ben de:
— Emrindeyim daima, ey Allah'ın Resulü,
hizmetindeyim daima ve ben sana fedayım, dedim. Peygamber şöyle buyurdu:
-— Uhud Dağı, Muhammed
ailesi için altın olup da onların yanında bir gece — yahut dedi ki, bir miskal
— kalması, beni sevindirmez.» Sonra Önümüze bir vadi geldi de, Peygamber ileri
geçip açıldı. Onun bir haceti olduğunu sanmıştım. Ben bir kenarda oturdum. Bana
dönmesi gecikti. (Ebû Zer dedi ki, Peygambere bir şey ölür diye bu gecikmeden
korktum.) Sonra sanki bir adamla konuşuyormuş gibi, fısıltısını işittim. Sonra
yalnız başına bana geldi. Ben:
— Ey Allah'ın Resulü, o fısıldaştığm adam
kimdi? diye sordum. Bana dedi ki:
«— Sen onu işittin
mi?»
— Evet, dedim. Peygamber:
— O, Cibril'di. Bana
geldi de, ümmetimden Allah'a hiç bir şeyi ortak fcoşmaksızın ölen kimsenin
Cennete gireceği müjdesini bana verdi.» buyurdu. Ben dedim ki, zina ederse ve
hırsızlık yaparsa da ma (cennete girecek)? Peygamber:
«— Evet!» buyurdu.[327]
Bu hadîs-i şerîf
«canım sana feda olsun» demenin cevazına bir delil olarak bu bölümde yer almış
olmakla, bize şu gerçekleri de ifade etmektedir:
1— Mal
biriktirmenin ve istifçilik etmenin kıyamet günü büyük zarara ve sevab azlığına
sebep olacağı muhakkaktır. Dinimiz çalışmayı ve kazanmayı emrediyor, hayır
yollarına yatırım yapmak için. Yoksa ihtiyaçtan fazla mal biriktirip stop
yapmak için değil. Bu tutum da insanları asla tembelliğe sevk etmez. Zira
çatışıp da fazla kazandığı malı hayır yollarına harcayan kimse âhİrette çok
büyük manevî menfaatlere kavuşacağına inanmıştır. Böylece asıl kârlı olan
kendisi olmuştur. Böyle bir kazancı elde edebilmek için insanın çok çalışması
icab eder. Onun için Peygamber (Sallaüahü Aleyhi ve Sellem) :
— Uhud dağı kadar ailemin
altını bulunsa ve bundan bir altın evimde gecelese, buna sevinmem.»
Ancak Hz. Peygamberin
hoşuna gidecek ve onu sevindirecek olar. tarafı, böyle bîr hazinenin
ihtiyaçlılara ve hayır yollarına harcanmış olmasıdır. Gaye, maddî ve manevî
güçle meşru olan lüzumlu yerlere yatırım yaparak Allah'ın emanet ettiği dine
hizmet etmektir.
2— Allah'a
ortak koşmak, ona eş ve yardımcı edinmek günahı en büyük bir günahtır ve
imansızlıktır. İmandan mahrum olan da ebedî olarak Cehennemde kalır. Böyte
imansızlığa sebep teşkil etmeyecek şekilde diğer günahları İşlemek, hele zina
ve hırsızlık gibi suçları işlemek iman çerçevesi içinde en büyük
günahlardandır. Fakat bunların haram olduğuna inanarak bunları işleyen kimse
günahkâr olur, dinden çıkmış olmaz. Bunun için mümin vasfını taşır. Müminler
de büyük günah işleseler bile, Cennet'e gireceklerdir. Allah dilediği
mücrimlere dilediği kadar azap edecek, sonra da onları Cennet'e koyacaktır.
Dilediği bir kısım günahkârları da bağışlayarak azab çektirmeden Cennet'e
koyacaktır. Netice itibariyle mü'minlerm hepsi Cennete girmiş olacaklardır.[328]
804— Hazreti
Ali (Radiyaltahu arth)'tn şöyle dediği işitilmiştir: Peygamber (SaUaİlahü
Aleyhi ve SeHemyin, Sa'd'dan sonra hiç bir adama fidye verdiğini görmedim.
Onun şöyle dediğini işittim:
— (Düşmana okunu) at,
anam ve babam sana feda olsun.»[329]
Uhud savaşı devam
ederken düşman saflarından bîr kişi, sürekli ok atışları ile müslüâmanlan baskı
altında tutuyordu. Buna karşı ok atınalt üzere hazırlanan Sa'd
İbni Ebİ Vakkas
hazretlerine:
«— At! Anam - babam
sana feda olsun.-
Diye Peygamber
buyurmuştu. Sa'd'in attığı ok, adama tam isabet ederek onu yere yuvarladı. Bu
manzaradan Peygamber hoşlanarak güldö. Hadîsin tamamını Buhârî ve Müslim rivayet etmişlerdir.
«Anam ve babam sana
feda olsun.» sözü, gerçekten yerine getirilecek bir iş olmadığı halde, bunun
söylen meşindeki hikmet, birbirine karşı beslenen sevginin kuvvetlenmesini
temindir, kardeşlik bağlarını sağlamtaşhrmakıtr.[330]
805— Büreyde'den
rivayet edildiğine göre, Peygamber (Sallallahü Aleyhi vtSeltem) Mescid'e çıktı;
Ebû Musa (Abdullah ibni Kays El-Eş'arî) de Kur'an okuyordu. Peygamber (benim
için):
«Bu kim » diye sordu.
Ben Büreyde'yim, şana feda olmuşum, dedim. Peygamber (Ebû Musa'yı işaret
ederek):
«Buna, Peygamber
Davud'un güzel seslerinden bir ses verilmiştir.» buyurdu.[331]
Bu hadîs-i şerif,
«anam, babam sana feda olsun» sözünün cevazı münasebetiyle getirilmiş olduğu
halde, burada anam ve babam lâfzı geçmemektedir. Yalnız şahsın feda edilişi
zikredilmekle arada bir münasebet kurulmuştur. Diğer taraftan Ebû Musa
El-Eş'arî diye künyesi ile şöhret bulan Abdullah ibnİ Kays'ın sesinin güzel
olduğuna ve dolo yısiyle Kur'an'ı güzel seda ve ahenkle, kıraat usullerine
riayet ederek oke manın İyİ bir iş olduğuna işaret vardır. Ebû Musa El- Eş'arî
'nin hal tercemesi hakkında 1. ciltte 118 sayılı hadîs münasebetiyle gerekli
bilgi verilmişti. Bitgi edinmek için adı geçen hadîsin açıklamasına bakılsın.[332]
806— (18-S.)
Hâkim, babasından (Şerik ibni Nemle'den) rivayet ettiğine göre şöyle demiştir:
«Ömer ibni Hattab'a gittim, Allah ondan razı olsun. (Bana) Yeğenim! demeğe
başladı. Sonra bana (kim olduğumu) sordu; ben de soyumu ona açıkladım. Bundan
babamın İslâm'a yetişmediğini anladı da şöyle demeğe başladı: Yavrum, yavrum!»[333]
Bu eserden anlaşılıyor
ki, bir kimsenin babası müslüman olmasa bile ona «yavrum, evlâdım» diye hitap
etmekte bir beis yoktur. Müslüman scyv ile değil, hali ile şeref kazanır.
Bundan ötürü baba ve dede gibi yak:n kimseleri İslâm'ı kabul etmemiş olan
müslümanlan küçümsemek veya onlara hor bakmak yoktur. Neseb ne olursa olsun,
gerçekten İslâm'ı kabul etmiş olanlar hep din kardeşleridir. Neseb bakımından
aralarında üstünlük gözetilmez. Üstünlük ve fazilet takva sahibi olanlardadır.
(Bu haber İçin başka
bira kaynak bulunamamıştır.)[334]
807— Enes'in
şöyle dediği işitilmiştir:
Peygamber (Soltaltehü
Altyhi vt Sellem)'e hizmetçi idim; izin istemeksizin (yanına) giriyordum. Bir
gün geldim de, Peygamber şöyle buyurdu :
«Olduğun gibi (dur),
yavrucuğum; çünkü senden sonra bir iş oldu. Artık asla izinsiz girme.»[335]
E n e s hazretlerinden
rivayet edilen bu hadîs-i şerif de, bir rnüsîümana, babası müşrik dahi olsa,
yavrucuğum, evlâdım diye hitap etmenin cevazına delil teşkil etmektedir.
Burada ayrıca izinle
ilgİK bir husus vardır. Bir müslüman, din kardeşinin olsun, yabancı bir
kimsenin olsun, evine veya özel odasına girmek istediği zaman ev sahibinden
izin istemesi lâzımdır. Müsaade edildiği takdirde içeri girmelidir, öç defa
izin istendikten sonra girme müsaadesi verilmezse, dönüp gitmelidir.[336]
808— (190-s.)
Ebû Sa'saVdan rivayet edildiğine göre, Ebû Saîd El-Hudrî, kendisine
«Yavrucuğum!» demiştir.[337]
Bu bölümle ilgili
diğer hadîslere bakılsın. Ashab-ı kiramdan olan Ebû Saîd El-Hudrî
hakkında birinci cild, 510 sayılı hadîs münasebetiyle gerekli bilgi
verilmiştir.[338]
809— Hz.
Aişe'den — (Radiyallahü anha) —, o da Peygamber (SallaltahU Aleyhi ve Sellem)
den rivayet ettiğine göre, Peygamber şöyle buyurdu:
«Sizden hiç biriniz:
Nefsim habisleşti, demesin; fakat nefsim daraldı, desin.»[339]
Habaset ve habislik,
Şeytanın sıfatlarındandır. Şeytan için bilinen bu sıfatın insanlarda
kullanılması doğru değildir Çünkü habaset, çirkinlik, pislik ve murdarlık gibi
manalar taşır. Mu'minİ bu gibi fena vasıflardan arındırmak gerekir. Nefse tariz
edilmek istendiği zaman, daralmak ve sıkılmak manalarına gelen sözler
kullanılmalıdır. Arapçada «Lekısat nefsi — Nefsim daraldı,» diye söylemelidir.
Bu da bir edeb ifadesidir.[340]
810— Ebû
Ümame, babası Sehl ibni Huneyfden rivayet ettiğine göre, Peygamber (Saltaîlahü Aleyhi ve Sellem) şöyle buyurdu:
«— Sizden hiç biriniz,
nefsim habisleşti demesin asla; nefsim sıkıldı, desin.» (Ravi Muhammed
ibnu'1-alâ demiştir ki, bunu Ukayl de isnad etmiştir.)[341]
Bundan önceki hadîs-İ
şerife bakılsın.[342]
811— Hâni
ibni Yezîd anlattığına göre, kendisi kavmi ile beraber Peygamber (SdhltohB
Aleyhi ve Stltem) vuo tuıab 'aranaS (^eiep %ate\\) a, «Ebû'l-Hakem» künyesi ile
hitap etmekte olduklarını Peygamber (SaÜallahü Aleyhi ve Setlem)işitti.
Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) ona dua ettikten sonra, şöyle buyurdu:
«Hakem Allah'dır
(Allah'ın isimlerindendir). Netice itibariyle hüküm sahibi de O'dur. O halde
sen, Ebû'l-Hakem künyesini neden aldın?»
İbni Yezîd dedi ki:
Hayır, (ben bu künyeyi
edinmedim) fakat benim kavmim bir şey hakkında ihtilâfa düştükleri zaman, bana
gelirler, ben de onlar arasında hüküm verirdim; her iki taraf da buna razı
olurdu (işte bunun için bana bu künye takılmıştır). Peygamber şöyle buyurdu:
«Bu (anlattığın ve
ettiğin adalet) ne kadar güzel... (Fakat sana verilen künye hoş değil).» Sonra
Peygamber sordu:
— Çocuktan neyin var?»
Ben dedim ki:
— Hânî'nin oğulları olarak Şurayh, Abdullah ve
Müslim vardır. Peygamber:
«— Bunların en büyüğü
hangisidir?» diye sordu. Ben: «Şurayh!» dedim. Peygamber :
«O halde sen, Ebû
Şorayh'sm!» (künyen budur!) dedi; hem kendisine, hem de çocuğuna dua etti.
Yine Peygamber
(Sattaltahü Aleyhi ve SelUm) o kavimden bir adama «Abdu'l-Hacer» diye isim
verdiklerini işitti. Bunun üzerine Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) (o
adama):
«Senin adın nedir?»
diye sordu. O, Abdu'l-Hacer'dir, dedi. Peygamber: «Hayır, sen Abdullah'sın!»
buyurdu. Ravi Şurayh demiştir ki:
(Babam) Hânı
memleketine dönmek için hazırlandığı zaman, Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve
Sellem) 'e gelip, şöyle dedi:
— Hangi şeyin Cennet'i gerekli kılacağını bana
bildir? Peygamber:
«— Güzel töz söylentiye
ve (muhtaçlara) bolca yemek vermiye devamlı ol!» buyurdu.[343]
Evlâda yahut
ana-babaya nispet edilerek isimtenmeye, bazı vasıflarla vasıflanmaya veya bir
ilgi sebebiyle isimlenmeye «Künye» denir. Bu üç kısma sırcsiyle su örnekleri
verelim :
1— Ebö Bekir,
Ebû Seleme, Ibnt
Abbas, Ömmü Mektum — Bekir'in babası, Seleme'nin babası, Ab bas in oğlu, Mektum'un annesi...
2— Ebûl-Fezail, Ebûl-Mekârim — Faziletler sahibi, iyilikler
sahibi..
3— Ebû Türab,
Ebû Höreyre = Toprak sahibi, Kedi sahibi gibi. Hz. AI i 'yi toprak ve kum üzerinde uyurken,
Peygamber (SaÜaÜahfk Aleyhi ve
Sellem) in onu görmesi üzerine
kendisine verdiği bir künyedir kİ, toprakla İlgili bulunmasından dolayıdır.
Kediyi kucağında taşımakta olan meşhur şahabı
Abdurrahman'a Hz. Peygamber bu hareketinden ötürü Ebû
Höreyre — Kedi sahibi künyesini
verdiği gibi. Künye medih ve övgü yerinde kullanıldığı gibi, yermek ve
köiülemek manasında da olur. Ebû
Cehil = Cehalet sahibi gibi...
Hüküm, bir şeyi
geçerli kılmak, kararlaştırmak ve neticeye bağlamak demektir. Önünde ve sonunda
gerçek söz ve hüküm sahibi Allah Tealâ olup insanlar arasında adaleti ile hüküm
verecektir. Bunun İçin Allah Tealâ'nın güzel isimlerinden (Esma-i Hüsnâ 'dan)
biri de «Hakem» ismidir. O halde O'na mahsus isimlerle künyelenmek edebe aykırı
olur. Bundan dolayı bu isimle künyelenmeyi hoş görmemişlerdir. Yine hacer,
taşın ismidir. Taş ise Allah'ın bîr yaratığıdır. Ona kul olmak yaraşmaz. A b d
ü ' I -Hacer ismi yerine Abdullah ismini almak uygun olur. Yontulmuş taşlara,
cohiliyet devrinde ibadet edildiğinden böyle taşlara kul olmcmayı da bize
Peygamber imiz hatırlatmaktadır.
Güzel ve tatlı söz
söylemek, fakirlere ve hayır yerlerine mal harcayarak cömert olmak İslâm
ahlâkının en iyi ikî vasfıdır. Bunlara sahip olmanın neticesi de Cennet'e
girmektir.
iki tarafın veya iki
kimsenin arasındaki ihtilâf ve davayı çözmek ve bir neticeye bağlamak üzere,
tarafların seçmiş bulunduğu kimseye de «Hakem» denir. Böyle bir kimsenin
hükmüne razı olmak üzere yapılan anlaşmaların İslâm hukukunda geçerli olduğuna
dair bu hadîs-t şerif bir delildir. Zira Ebû Şûreyh'in hakemliğini Peygamber
Efendimiz güzel bir hareket bularak övmüştür.[344]
812— Ebî
Hadred'den rivayet edildiğine göre, demiştir ki: Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Setlem) şöyle buyurdu:
«— Bu devemizi (hac
esnasında kurban edilmek üzere Harem'e kadar) kim sürecek?» Yahut:
«Bu devemizi (Harem'e) kim ulaştıracak?» buyurdu. Bir adam
:
— Ben (ulaştırırım) dedi. Bunun üzerine
Peygamber: «— Senin ismin nedir?» dedi. Adam :
— Falandır, dedi. Peygamber (ona) :
«— Otur!» dedi. Sonra
başkası kalktı. Buna da :
«— İsmin nedir?» diye
Peygamber sordu. Bu kimse de:
— Falandır, dedi. Peygamber (buna da) : «Otur!»
dedi. Sonra başka bir adam kalktı. Peygamber (yine buna) :
«— İsmin nedir?» dedi.
O adam:
— Naciyye'dir, dedi. Peygamber şöyle buyurdu :
«— Sen buna, (deveyi Harem'e ulaştırmaya) ehilsin, bunu
sür.»[345]
Hodîs-i şerifi rivayet
eden Ebû Hadred, ashab-ı kiramdan olup, ismi Selâme'dir. Oğlu Abdullah
kendisinden rivayet etmiştir. Hicretin 71. yılında 81 yaşında olduğu halde
vefat etmiştir.
Peygamber (Sallatlahü
Aleyhi ve SeUemy\n kurbanlık devesini Harem'e kadar sürüp götüren Naciyye de
ashabdandır. ismi Ze kva n'di. Ku-reyş müşriklerinden kurtulup İslâm'ı kabul
ettiği zaman, Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) ona Naciyye ismini
vermişti. Hz. Mua-viye'nin hilâfeti zamanında Medine'de vefat etti. Allah her
ikisine de rahmet etsin.
Naciyye, kurbanlık
deve hâdisesini şöyle anlatır: Hudeybiyy» vak'-asında hac için engel çıkınca
ben Mz. Peygambere dedim ki :
— Yâ Resûlallah! Kurbanlık deveyi benimle
gönder; onu Harem'de kurban edeyim.
Peygamber (SaUallahü
Aleyhi ve Setiem) : Bunu nasıl yaparsın?» Buyurdu. Dedim ki :
— Düşmanların sezemeyeceği ve beni
yakalayamayacağı bîr vadiden giderim.
Bunun üzerine
Peygamber kurbanlık deveyi bana verdi; ben de onu Harem'de kurban ettim.
Peygamber (Sallallahü
Aleyhi ve Seltem) evlâdlâra güzel isim vermeyi tavsiye buyurduklarından ve
bunun gerçekleşmesini istediklerinden herhangi bir yere bir görevli
gönderecekleri zaman, adamın ismini sorarlardı. Eğer hoşa gİaecek isim olursa,
bunun memnuniyeti yüzlerinde belli olurdu. Hoşa gitmeyen bir isim olur ise,
bundan da memnun olmadıkları yüzlerinden anlaşılırdı. Yoksa İslâm'da herhangi
bir şeyi hayra veya şerre yorma diye b:r şey yoktur.[346]
813— İbni
Abbas'dan rivayet edildiğine göre, demiştir ki, biz otururken, Allah'ın
Peygamberi (Sallallahü Aleyhi ve Setlem) çabuk yürüyerek geldi, öyle ki, bize
sür'atle gelişi, bizi korkuttu. Bizim yanımıza varınca, selâm verdi; sonra
şöyle buyurdu:
«— Kadir Gecesini size
haber vereyim diye sür'atle size geldim; fakat şu sizinle benim aramdaki zaman
içinde onu unutturuldum (hangi gecede olduğunu hatırlayamıyorum). Siz
(ramazanın) son on günleri içinde onu arayınız.»[347]
Kibir ve aza mel
hareketleri yapmaksızın vakarla ve tabi? hal üzere yürümek islâm'ın
adabındandır. Ancak mühim ve fevkalâde hallerae koşmanın ve sür'atle yürümenin
de caiz olduğuna bu hadîs-i şerîf bîr delildir. Bin aydan daha hayırlı olan
Kadir Gecesinin hangi gece olduğunu haber vermek, şüphesiz ki çok önemli bir
istir. Böyle bir hal karşısında sür'atle yürümek, istisna! bîr durum demektir.
Kadir Gecesinin
tesbiti hususunda âlimlerin değişik görüşleri vardır. Büyük ihtimal ramazan
ayının son on günleri içinde ve bu günlerden tek düşen gönün gecesinde ve bu
teklerden de yirmi yedinci gece olduğudur. Nitekim bu ihtimal esas kabul edilerek
bu mübarek gece ibadetlerle ihyfi edilmektedir.
(Hadîs-i şerif Kütüb-i
Sitte'de yoktur. Bunu İmam Ahm«d tahriç etmiştir Fadlu'llah : C II, s. 227 dip not.)[348]
814— Sahabiliği
sabit olan Ebû Vehb, Peygamberin şöyle buyurduğunu anlatmıştır:
«Peygamberlerin
isimleri ile isimleniniz. Aziz ve Yüce olan Allah'a isimlerin en sevimlisi
Abdullah ve Abdurrahman'dır. İsimlerin en doğrusu da Haris ve Hümam'dır. En
çirkini de Harb ve Mürre'dir.»[349]
Kâinatın yaratıcısına
mahsus olup, başka hiç bir varlığa isim olarak verilemeyen lâfız «Allah»
kelimesidir. Bundan başka Allah Tealâ'nın isimleri öten «Esma-i Hüsna»dan
herhangi biri ile isimlenmenin cevazı varsa da, edeb olarak bu isimiere
izafeten adlanılır. Abdullah, Abdurrahman, Abdul-kerİm, Abdurrezzak, Abdulhadî
gibi... Allah a kul olmak ve ona zelil bir yaratık olarak nispet edilmek en
şerefli bir şeydir.
Haris isminin manası,
kâr sağlayan, mal toplayan ve âhiret sevabı elde edendir. Bilhassa âhiret
sevabı kazanma manasiyle doğru ve güzel bir isimdir.
HüTîam isminin manası
6a, gayret ve azimeti büyük olan, cesur ve Cömert (-imsedir. Bu vasıflar ise,
gerçek mü'minlerin vasıflarıdır.
Harb, şiddet ve
düşmanlık manasını; Mürre de cimrilik ve acılık manasını, taşıdığından çirkin
isimlerden sayılmışlardır.[350]
815— Cabir'den
rivayet edildiğine göre, demiştir ki, bizden bir adamın bir erkek çocuğu doğdu
da adam ona «Kasım» ismini verdi. Biz (ona) dedik ki, biz sana «Ebu'l-Kasım =
'Kasımın babası» künyesini vermeyiz; bunda keramet yoktur. Adam (durumu)
Peygambere bildirdi. Bunun üzerine Peygamber (Sallallahü Aleyhi vt Selhtm)
şöyle buyurdu:
— Oğluna Abdurrahman
ismini ver.»[351]
M ö s I i m "in
rivayet ettiği diğer bir hadîs-i şerifte : "Benim ismimle isimleniniz;
fakat künyemle (Ebu'l-Kasım ile) ktin-yelenmeyiniz; çünkü ben Kasım'ini,
aranızda (hak ve adaleti) bölüyorum.»
Buyurulmuştur. Bundan
da anlaşılıyor ki, Kasım ismi Peygambere izafe edilen özel bir isimdir. Onun
hayatında bu İsimle künyelenmek caiz değildir, edebe aykırıdır. Hayatından
sonra da Ebu'l-Kâsım künyesini takınmak aynı şey ise de, sırf çocuklara Kasım
adını vermekte bir mahzur yoktur.
Peygamber isimleriyle adlanmak ise güzel bir şeydir.[352]
816— Sehl'den
rivayet edildiğine göre, demiştir ki, Ebû Üseyd'in oğlu Münzir doğduğu zaman
Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) 'e götürüldü. Peygamber de onu oyluğu
üzerine koydu. (Çocuğun babası) Ebû Üseyd de oturuyordu. Peygamber (önündeki
çocuğu unutarak) başka bir şeyle meşgul oldu.
(Çocuk eziyet vermesin diye) Ebû
Üseyd, oğlunun alınmasını emretti. Bunun üzerine çocuk Peygamber (SallalUthü
Aleyhi vt Sellem)in oyluğundan alınıp götürüldü. Sonra Peygamber (Sallallahü
Aleyhi ve Sellem) meşguliyetinden kurtulup çocuğu hatırladı da: «— Çocuk
nerede?» diye sordu. Ebû Üseyd: — Onu eve gönderdik. Allah'ın Resulü! Dedi.
Peygamber: •— Onun ismi nedir?» diye sordu. Üseyd, falandır, dedi. Peygamber:
«— Hayır, onun ismi artık Münzir'dir.» buyurdu. Babası da o gün (ismini değiştirip) ona Münzir admı verdi.[353]
Bu hadîs-i şeriften de
öğreniyoruz ki, hoşa gitmeyen ve İslâm edebine uymayan isimleri değiştirmek
yerinde bir harekettir. Bugün bile böyle İsim değiştirmelerine şah id oluşumuz,
İslâm edebine bağlanmaya bir azim bulunduğuna delil teşkil eder. Münzir,
Allah'ın emirlerini yerine getirmemek ve yasaklarından sakınmamak sonucu
azabla korkutma manasını taşıdığından güzel bir isimdir. Müjdeleyici manasında
«Beşîr» ve yine korkutucu manasında «Nazın» de böyle isimlerdendir.[354]
817— Ebû
Hüreyre'den rivayet edildiğine göre, demiştir ki, Resûlüi-lah (Sallallûhü
Aleyhi ve Sellem) şöyle buyurdu:
«— Allah katında
isimlerin en çirkini,
adamın Mülklerin Meliki (Mülklerin Padişahı) diye isimlenmesidir.»[355]
Bütün mülkün ve
kâinatın meliki ve sahibi Allah Tealâ'dır. Mütkiyet ve tasarrufunda ortağı
yoktur, insanların mülk sahibi oluşu, gerçek manada değil, mecaz manasına
bİnaendir. Böyle olunca hiç kimsenin büyüklük taslayarak Mülklerin Meliki olmaya
hakkı yoktur. Böyle bir ismi kendine veren veya başkaları verip de ona razı
olan Allah katında hoşa gitmeyen isimlerin en çirkinini almış olur. Allah'ın
buğzuna uğrayan kimse de ebedî saadete eremez.[356]
818— Talk
ibni Hubeyb'den rivayet edildiğine göre demiştir ki, şefaati inkâr eden
insanların en şiddetlisi idim. (Şefaatin sabit olup olmadığını) Câbir'e
sordum. O dedi ki, ey Tulayk = ey Talakcık! Peygamber (Sallalldhü Aleyhi ve
Sellemfin şöyle buyurduğunu işittim:
— (Günahkârlar)
Cehennem'e girdikten sonra (şefaat sayesinde) Cehennemden çıkarlar.» Biz de
senin okuduğunu (Kuran)ı okuyoruz (ve şefaatin var olduğuna inanıyoruz).[357]
Bir sevgi ve merhamet
ifadesi olarak küçültme lâfzı ile başkasına hitap etmek ve çağırmakta bir beis
bulunmadığına ve İslâm adabına aykırı düşmediğine, ashabı kiramdan Câbir
hazretlerinin bu hadîs-i şerîf münasebetiyle arkadaşına vaki «Tulayk =
Talakcık hitabı delil teşkil etmektedir. Türkçede isimlerin sonuna cik, cuk,
cağız ekleri getirilerek bu küçültme yapılır. Mehmetçik, oğulcuk, yavrucağız
gibi... Ancak hakaret maksadıyle başkasına böyle hitaplarda bulunulması caiz
değildir. Başkasını incitecek ve gönlünü kıracak söz ve hareketlerden sakınmak
edebdİr.
Şefaatin lügat manası
başkasına yardım etmek, onun için dilekte bulunmaktır. Buradaki mevzu, âhİrete
ait olan şefaat meselesidir. Ehl-i Sünnet dışında kalan Haricîlerle Mutezile
mezhebine bağlı olanlar kıyamette şefaatin vuku bulmayacağına inanırlar ve
buna, kâfirler hakkında olan âyet-i kerîmelerin manasını genişleterek
mü'minlerden cehennemlik olanları da âyetin şümulüne sokmak suretiyle bu
âyetleri delil gösterirler.
Ehl-i Sünnet âlimleri
ise, şefaatin kâfirler için mümkün olmayacağını, mü'minler için hak olduğunu
gerek âyet-i kerîme, gerekse meşhur hadîslerle ispat etmektedirler. Buradaki
had İs-i şerîf de bu İnancı teyid etmekte ve muhaliflere karşı bir delil
sayılmaktadır.
Şefaat beş kısımdır:
1— Kıyametteki dehşet korkusundan rahata
kavuşturmak ve hesabı çabuklaştırmak
suretiyle başkasına yardımcı olmak.
2— Bir
topluluğu Cennete koymak. Bu ikisi Peygamber (Salhllahü Aleyh veSellemye
mahsustur.
3— Allah'a
ortak koşmaksızın, küfre varmaksızın Cehenneme hak kazanan kimselere
Peygamberin şefaat etmesi ve Allah'ın dilediği kimselere şefaat etmesi.
4— Günahkârlardan
Cehenneme girenlere Peygamberlerin, Meleklerin ve müminlerin şefaat etmesi.
Böylece Allah, Lâ Mâhe İllallah diyen her mümini Cehennemden çıkarır.
5— Dereceyi
artırmak suretiyle şefaatin vuku bulması. Bu beş kısmın dışında da bazı şefaat
şekillen ileri sürülmektedir.[358]
819— Hanzele
ibni Hizyein anlattığına göre, şöyle demiştir:
«— İnsana, isimlerinin
ve künyelerinin en sevimlisi olanla hitap etmek, Peygamber (Salhllahü Aleyhi
ve SillemJ'in hoşuna giderdi.»[359]
Bir kimseye birden çok
isim vermek ve birkaç künye takmak Arablarda âdet olduğundan bunlar içinde
sevilen ve sevilmeyenler olurdu. Bir insana isimleri içinde en hoş olan isim
hangisi ise onunla çağırmak terbiye ve nezaket ifadesidir. İsim sahibinin
gönlünü hoşnud etmektir. Başkasının gönlünü incitmeyip onu memnun etmek
sevabtır, Allah katında mükâfatı vardır. Onun için muhatabın hoşuna giden İsmi
neyse onunla onu çağırmak gerekir.
(Bu hadîs için başka
bir kaynak bulunamamıştır.)[360]
820— îbni
Ömer'den rivayet edildiğine göre, Peygamber (Sallaİlahü Aleyhi ve Sellem)
Asiye'nin ismini değiştirdi ve:
— Sen Cemîle'sin!»
dedi.[361]
M ü s Iİ m 'İn I b n i
Ömer 'den rivayet ettiği diğer bir hadîs-i şerifte kızı vardı. Resûlüllah
(Sallallahü A kyhi ve Sellem) ona Cemile İsmini verdi. I b n i Ömer şöyle anlatmıştır : Babam Ömer'in
Âsiye isminde bir
Asiye: Günahkâr hanım
manasını taşıdığından bunun yerine hoşa giden ve güzel hanım manasına gelen
Cemile ismini vermekle Peygamber (Sallallahti Aleyhi ve Sellem), hoşa giden
güzel isimlerle ad verme yolunu bize göstermişlerdir.[362]
821— Muhammed
ibni Amr ibni Atâ anlattığına göre, kendisi Ebû Seleme'nin kızı Zeyneb'in
yanına vardı. Zeyneb, Muhammed ibni Amr ibni Atâ'nın evinde bulunan kız
kardeşinin ismini ona sordu. Muhammed dedi ki, onun ismi «Berre-'dir, dedim.
Zeyneb:
— Onun ismini değiştir, dedi. Çünkü; Peygamber
(SallaRahü Aleyhi vtStlkm) Cahş'ın kızı Zeyneb'i nikahladığı zaman ismi
«Berre» idi de, onun ismini Zeyneb'e
çevirdi. Bir de Peygamber (annem) Ümmü Seleme ile evlenip de yanına vardığı
zaman, ben Berre ismini taşıyordum. Ümmü Seleme'nin beni Berre diye çağırdığını
Peygamber işitti de şöyle dedi:
«—Sİ« kendinizi
tezkiye etmeyin (Berre = iyi ve takva sahibi diyerek kendinizi temize
çıkarmayın); zira Allah sizden iyi ve kötü kadının kim olduğunu daha iyi bilir.
Sen (Berre) kızına Zeyneb ismini ver, (ey Ümmü Seleme).» Ümmü Seleme de:
— Onun ismi Zeyneb'dir, dedi. (Muhammed ibni Amr diyor ki): Bunun üzerine
ben (Ümmü Seleme'nin kızı) Zeyneb'e dedim ki, (kız kardeşime başka bir) isim
vereyim mi? Zeyneb şöyle dedi:
Resûlüllah (Saltallahü
Aleyhi ve Sellem) hangi isme çevirdi ise, ona çevir; ona Zeyneb ismini ver.»[363]
Müminlerin annesi Ommü
Selme (Radtyallahü anha)'r\\r\ hal ter-cemesi 184 sayılı hadîs-i şerîf
münasebetiyle geçmişti. Ummü Seleme, amcası oğlu Ebû Seleme ile evli idi. Ebû
Seleme Uhud savaşında şehid olunca, zevcesi ü m m ü Seleme dul kaldı ve bundan
sonra Poy-gambor (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) ile evlendi. İlk kocasından
Seleme, Ömer, Dürre ve Zeyneb isminde dört çocuğu vardı. İşte Zeyneb hanım Hz.
Peygamberin üvey kızı olup, önceden ismi Berre idi. Bu İsmi, Zeyneb
olarak değiştirdi.
Yine müminlerin annesi
ve Cah.ş'ın kızı Zeyneb'le Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) evlendiği
zaman bunun da ismi Berre idi. O vakit ismini Zeyneb olarak değiştirdi. Böylece
Berre diye isimlenen iki hanımın da İsimlerini Zeyneb'e çevirmiş oldu. Zeyneb
lerden biri Peygamberimizin üvey kızı, diğeri de müminlerin annesi bulunan zevceleridir.
Ayrıca Ummü Seleme
'nin kızı Z e y n e b in delâleti İle, Muhammed b. Amr da, Berre ismindeki kız
kardeşinin adını Z e y n e b 'e
çevirdi.
Berre; iyi ve takva
sahibi kimseye denir. Peşin olarak Allah katında bir kimseyi tezkiye etmek
uygun değildir Herkes Allah'ın rahmetini ummak ve azabından korkmak inancını
taşımakla yükümlüdür. Bundan dolayı selâmet bulmuş inancını verecek bir isimle
isimlenmek yerinde olmaz. İşte bundan dolayı Peygamber (Saltaltahü Aleyhi ve
Sellem) Berre İsimlerini, güzel ve hoş kokulu bitki manasına gelen Zeyneb'e çevirmiştir.[364]
822— Abdurrahman'm
oğlu Saîd El-Mahzûmi anlatmıştır ki; kendi adı Sârim'di de, Peygamber (SaüaUahÜ
Aleyhi ve Selkm) ona Saîd ismini verdi.
tbni Abdurrahman
demiştir ki, dedem bana şöyle anlattı:
Osman (Saltaltahü Aleyhi ve Sellem/ı Mescidde yaslanırken gördüm.[365]
Bir rivayete göre
Abdurrahman ashabdandır ve asıl adı Sârim iken Peygamber (SalUUhhü Aleyhi ve
Sellem) onun adını A b -durrahman'a çevirmişti.
Diğer bir rivayete
göre de babasının adı Sârim idi. Onun adını Peygamber S a î d olarak
değiştirdi. Bu söz, bu rivayete uygun düşmektedir. Bu görüşe göre Abdurrahman
tabiîdir, sahabî değildir.
Sârim, bir şeyi
kesmek, iki parçaya ayırmak manasına geldiğinden güzel bir isim değildir.
Bunun için mes'ud ve bahtiyar manasına gelen S a î d ismi İle değiştirilmesi
uygun bulunmuştur. Hadîsin son kısmı H â -k İ m 'in tahricİnde yoktur.[366]
823— Ali
(Radiydlahu anh) Hazretlerinden rivayet edildiğine göre, şöyle demiştir:
(Oğlum) Hasan —Allah
ondan razı olsun— doğunca ona Harb ismini verdim. Sonra Peygamber (Sallallahü
Aleyhi ve SeÜem) gelip şöyle buyurdu:
«— Oğlumu bana
gösteriniz, ona hangi ismi verdiniz?» Biz dedik ki: — Harb (ismini verdik).
Peygamber:
«— Hayır, o
Hasan'dir.» dedi.
— Sonra Hüseyin —Allah ondan razı olsun—
doğunca ona Harb ismini verdim. Yine
Peygamber (SalUülahü Aleyhi ve Sellem) gelip :
— Oğlumu bana
gösteriniz, ona hangi ismi verdiniz?» dedi. Biz dedik ki:
— Harb (ismini verdik)! Peygamber: «Hayır, o
Hüseyin'idir.» buyurdu.
Üçüncü çocuk doğunca,
ona da Harb ismini verdim. Bu defa da Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Selİem)
gelip :
<— Oğlumu bana
gösterin, ona hangi ismi verdiniz?» buyurdu. Biz:
— Harb! dedik. Peygamber;
«— Hayır, o
Muhassin'dir!» dedi. Sonra şöyle buyurdu:
«— Ben onlara,
Harun'un çocukları olan Şeber, Şubeyir ve Müseb-bir'üı isimleri ile ad verdim.»[367]
Harb, vurucu ve
dövüşgen manalarına geldiğinden bundan daha güzel olan ve güzellik kökünden
gelen Hasan, Hüseyin ve Muhassin adları bizzat Hz. Peygamber tarafından
torunlarına İsim olarak verilmiştir. Bununla beraber Harb ismini kullanmanın
caiz olmadığına hadîs-i şerif delil olamaz. Burada daha güzeli tercih vardır.
Şayet yasaklık olmuş olaydı, Hz. Ali üç defa Harb ismi üzerinde ısrar etmezdi.
Nİtekİm as-habdan, tabiînden ve hadîs âlimlerinden Harb
ismini taşıyanlar vardır.
(Bu hadîs-i şerif
Kütüb-i Sitte'de mevcut değildir.)[368]
824— Müslim'in
kızı Râita'dan rivayet edildiğine göre, demiştir ki, babam şöyle anlattı:
— Ben Huneyn savaşında
Peygamber (SaltalUthü AhyHi ve Selkm) ile bulundum. Peygamber bana sordu:
«— İsmin nedir?» Dedim
ki:
— Garrab'dır.
Peygamber:
— Hayır, doğrusu senin
adın Müslim'dir!» buyurdu.[369]
Garrab, keskinlik ve
siyahlık manasına gelen ve hoşa gitmeyen bir isim olduğundan değiştirilmiş ve M
ü s I i m 'e çevrilmiştir. Müslim, selâmet üzere olan, Allah'ın emirlerine
boyun eğen kimse demektir. Bu isim şüphe yok ki, önceki manadan çok daha
güzeldir. Bu da, ismi daha güzele çevirmenin cevazına delil teşkil etmektedir.
(Buharı, Tarih-i
Kebîrinde bu hadisi tahriç etmiştir. Fadlu'llah : C. II, s. 288, dip not.).[370]
825— Hz.
Aişe iftediy&İİahii onha) 'dan rivayet edildiğine göre,
ResÛlül-(SûİtallahSAkyHi vt$tltem)'in yanında bir adam anıldı ki, ona Şihab
deniyordu. Bunun üzerine Resûlüllah (SalUülahü Aleyhi ve Sellem): «Hayır, sen
Hişam'sınî» buyurdu.[371]
Şİhab, parlayan ve
ışık saçan ateş şulesine dendiği gibi, akan yıldıza da denir. H i ş a m ise,
cömerd ve iyi kimse demektir. Bu isim edebe daha uygun düştüğünden, Ş i h a b
'a tercih edilmiştir. Yoksa bu ismi kullanmak haram değildir.
(Bu hadîs-i şerîf için
başka bir kaynak bulunamamıştır.).[372]
826— Mutî'in
şöyle dediği işitilmiştir:
Peygamber (Satlallahü
Aleyhi ve Sellem)'den işittim, Mekke'nin fethi gününde diyordu ki:
— «Bugünden sonra
kıyamete kadar hiç bir Kureyşli (dininden dönmek suçu ile)
öldürttlmiyecektir.» Kureyşli olup da, AS ismini taşıyanlardan Mutî'den başka
hiç kimse Fetihten önce müslüman olmuş değildir; onun ismi El-As idi de,
Peygamber (Saltallahü Aleyhi ve Setlem) ona Muti ismini verdi.[373]
El-As ismi, değişik
köklere nazaran isyan eden veya kılıca, değneğe dayanan mânâlarını taştr.
Kelimenin sonundan «yâ» harfi düşmüştür. Mutî isminin manası ise, itaat eden,
Allah'ın emirlerine boyun eğen demektir. İki isim arasında mana bakımından olan
fark meydandadır. Rivayet edildiğine göre, Kureyş kabilesinden olup da El-As
ismini taşıyanlardan yalnız M u t î' fetihten önce İslâm'ı kabul etmiştir.
İslâm'ı kabulünden sonra da Peygamber (SaVaüahü Aleyhi ve Sellem) onun adını
Mutî' diye değiştirmiştir.
Mutî' yukarda ki
hadîs-i şerifi Hz. Peygamberden rivayet etmiştir. Mekke'nin fethinden sonra
İslâm dinini kabul eden Kureyşİ i terden hiç biri kıyamete kadar dininden dönme
suçu ile öldürülmeyecektir. Zulüm ve kısas suretiyle öldürülebİlecekleri
anlaşılmaktadır. Bu beyan, Kureyflİlerin azim ve sebat ehli olduklarını
göstermektedir.
M u t î ' kimdir? :
Muti1 ibni'l-Esved,
Mekke'nin fethi günü İslâm'ı kabul eden ashabdandır. Kureyş kabilesindendir ve
M ü e I I e f e - i K u • I û b 'dandır — Kalbleri İslâm'a ısındırılmak için
kendilerine yardım edilenlerdendir. İsmi cahiliyet devrinde E I - A s iken,
İslâm'ı kabulden sonra Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Seltem) ona Muti ismini
vermiştir. Kureyş içinden E I - A s ismini taşıyanlardan yalnız M u t î '
fetihten önce müslüman olmuştur. Abdullah ve Süleyman isminde oğullan vardır.
Metindeki hadîs-İ şerîfi de Abdullah babasından nakletmektedir. Hz. Osman 'in
hilâfeti zamanında Mekke'de, diğer bir rivayete göre de Medine'de vefat
etmiştir. Oğlu Abdullah, Hz. Peygamber hayatta iken doğmuştu. Allah hepsinden
razı olsun.[374]
827— Hz.
Aişe, Allah ondan razı olsun, şöyle demiştir: Resûlüllah (SattaUahü Aleyhi ve
Seltem) buyurdu ki: — Ey Âiş! Bu Cibril'dir, sana selâm söylüyor. Âişe: — Selâm
ve Allah'ın rahmeti onun üzerine olsun, dedi ve Peygamber benim görmediğimi (Cibril'i)
görüyor, demişti.[375]
Sözü kolaylaştırmak
için, çağrılan kimsenin isminden son harf kaldırılır ki, buna nahiv ilminde =
Arap gramerinde «terhîm-İ Münadâ» denir. İşte Peygamber (Sallatlahü Aleyhi ve
Sellem) Hz. A t ş e 'ye, «ya Aiş» diye hitap etmiş ve onu çağırmıştır. Malik
ismindeki bir adamın «ya Mali» şeklinde çağrılması da bu kabildendir. Kelâmda
kolaylık ve hafiflik ifade eder. Böyle çağırmalarda dinî bir sakınca olmadığına
hadîs-İ şerif delildir.
Melekler lâtif cisimler
olup güzel şekillere bürünme kabiliyetine sahiptirler. Erkeklİk-dişilik
vasıfları olmadığı gibi, beşerî ihtiyaçlardan da münezzeh varlıklardır ve
büyük İşler başarmaya güçleri vardır. Umumî olarak insanlara gözükmezlerse de
Peygamberlere gözükürler ve güzel insan biçiminde bulunurlar. Vahy getirmeğe
memur bulunan Cibril (Aîeyhisselâm) da güzel bir insan suretinde Hz. Peygambere
vahy getirerek gözükürdü. Fakat ashab-ı kiram onu görmezlerdi. Hz. A i ş e bu
gerçeği burada açıklamakta ve : «Onun gördüğünü (Cibril'i), ben göre m em»
demektedir.[376]
828— Hacdan
dönen Sümame kızı Ümmü Gülsüm anlatmıştır ki, kardeşi Sümame oğlu Muharık
kendisine şöyle dedi:
Âişe'nin yanma git ve
ona, Osman ibni Affan'dan sor; zira yanımızda insanlar onun hakkında çok söz
ettiler. (Aleyhinde konuştular). Ümmü Gülsüm şöyle anlattı:
— Ben Âişe'nin yanma
varıp dedim ki, evlâdlanndan biri sana selâm gönderiyor ve Osman ibni Affan'dan
sana soruyor, (onun durumu nedir) ? Âişe:
— Selâm ve Allah'ın rahmeti onun üzerine
olsun, dedikten sonra şöyle buyurdu:
— Bana gelince, ben şahidlik ederim ki, çok
sıcak bir gecede Osman'ı bu evde gördüm; Allah'ın Peygamberi (Satlallahü
Aleyhi ve Sellem) de vardı, Cibril ona vahy ediyordu: Peygamber (Sallallahü
Aleyhi ve Settem) ibni Affan'ın (Osman'ın) eline veya omuzuna eliyle «yaz,
ösme!» diye vuruyordu. Allah'ın peygamber'i (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'e bu
derece yükselttiği kimse, ancak iyi bir adam olur. İbni Affan'a (Osman'a) kim
söver, kötü söylerse Allah'ın laneti üzerine olsun.[377]
Burada.da Peygamber
(Sallallahü Aleyhi ve Seüem) Hz. O s m a n 'a hitap ederken isminin sonundan
kısaltarak «Ösme» diye hitap etmiş ve Cibril'in getirdiği vahyi yazmasını
emretmiştir. Vahy, Allah Tealâ'dan gelen kelâm olduğu için bundan daha ciddî ve
önemli bir İş olamaz. Böyle ilâhî kelâmı yazmaya memur edilen Hz. Osman 'in
Peygamber yanındaki şerefi de muhakkak ki büyüktür. Hazreti Osman zamanında
çıkarılan ve sehid edilmesine kadar büyük fitnelere yol açan dedikoduların
şahsından uzak tutulması gereken birer fesad olduğunu Hazreti A i ş e bu beyanı ile ispatlamaktadır.[378]
829— Beşîr
ibni Nehik anlattığına göre şöyle demiştir:
— Peygamber (SalUülahü Aleyhi ve Sillem) gelip
şöyle buyurdu: — İsmin nedir?» Beşîr :
— Zahirn, dedi. Peygamber:
— Hayır, sen
Beşir'sin!» buyurdu.
— Ben Peygamber (Salfollahü Aleyhi ve Selîem)
1e beraber yürüdüğüm sırada şöyle buyurdu:
«— Ey Hâsaşıyye oğlu!
Allah'a razı olmuyor musun? Allah'ın Resulü He beraber yürüyorsun.» Dedim ki:
— Annem ve babam sana feda olsun; ben Allah'a
hiç bir şeyle nza göstermemezlik etmiyorum; her hayırlı şeye (Allah tarafından) kavuş* tum. Sonra
(Peygamber) Müşriklerin kabirlerine gelip, şöyle buyurdu:
— Şunlar, çok büyük
hayırdan mahrum olmuşlardır.» Sonra Müslümanların kabirlerine gelip, şöyle
buyurdu: «— Şunlar, çok büyük hayra kavuştular.» Bir de (sahtiyan) ayakkabı
giyinmiş olan bir adam mezarlar arasında yürüyordu; Peygamber ona:
«— Ey sahtiyan
ayakkabılar sahibi! Ayakkabılarını bırak,» dedi. O da ayakkabılarını çıkardı.[379]
Bu hadîs-i şerifi
rivayet eden B e ş î r 'in eski adı «2 a h i m» olup büyük annesi «H a s a s ı
y y e» lâkabını taşıyordu. Bunun oğlu olarak künyelendiğinden Peygamber
(SalUtllahü Aleyhi ve SeUem) ona nispet ederek B e ş î r 'e hitap etmiştir. Z
â h i m , sıkışmak ve sıkıştırmak manalarından gelen bir isim olduğundan,
böyle bir isimle isimlenmeyi Hz. Peygamber uygun görmeyip, ona müjdeleyici
manasına gelen cBeşir» ismini vermişti. Aynı hadîs-i şerif 775 sayıda
geçmiştir. Daha geniş bilgi için oraya bakılsın.[380]
830— Beşîr'in
karısı I>eylâ'nın Beşîr ibni'l-Hasasiyye'den şöyle naklettiği işitilmiştir;
ona Beşîr ismini verdi.»
— (Beşîr'in) ismi
Zâhim idi de,
Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve
Seliem) ona Beşîr ismini verdi.»[381]
Bu hadîs, lâfız ve mana
bakımından bir önceki hadîsin bîr parçası olarak alınmış olduğu
anlaşılmaktadır. Önceki hadîse müracaat edilsin.[382]
831— îbni
Abbas'dan rivayet edildiğine göre, Cüveyriye'nin ismi Berre idi de, Peygamber
(Saltallahü Aleyhi ve Settem) ona Cüveyriyye ismini verdi.[383]
Berre ismi ile ilgili
açıklama 821 sayılı hadîs-i şerîf münasebetiyle geçmiş ve bu hadîs-i şerifin
tamamı da 647 sayıda zikredilmiştir.
Cüveyriyye
(Radiyallahu anha), Peygamber (Saüalİahii Aleyhi ve StUem)'m zevcelerinden biridir.
Benî M ustalık kabilesinin reisi Haris ibni Ebî Dırar'ın kızıdır. Hicretin
beşinci yılında yapılan Mü rey si' gazasında esir edilenler arasında idi. Hz.
Peygamber onu hürriyete kavuşturarak kendisiyle evlendi. Hz. A işe, Cüveyriyye
hakkında demiştir ki :
— Toplumuna bereket
bakımından Cüveyriyye'den daha büyük bir kadın bilmiyoruz. Nitekim ilk
hürriyete kavuşup da Hz. Peygamberle nikâh-lanması üzerine kavminden yüz esir,
ashab-ı kiram tarafından azad edilmişti.
Hicretin 56. yılında
65 yaşında olduğu halde Rebiulevvel ayında vefat etmiştir. Cenaze namazını
Mervan ibni Hakem kıldırdı. Allah ondan razı olsun.[384]
832— Ebû
Hüreyre'den rivayet edildiğine göre, şöyle demiştir:
— Meymûne'nin ismi
Berre idi de, Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sclkm) ona Meymûne ismini verdi.[385]
Berre, güzel bir isim
olduğu halde, nefsi temize çıkarma ve günahlardan arınmış olma manasını
taşıdığından tevazua aykırı bulunmuş ve daha önceki hadîs-i şerifte olduğu
gibi, Hz. Peygamber tarafından değiştirilmiştir.
Meymûne, müminlerin
annelerinden biridir. Hicretin yedinci yılında Hudeybtye vakasından sonra
Peygamber (SalUüîahü Aleyhi ve Sellem) onunla evlenmişti. Meymûne dul
bulunuyordu. Ömre tavafında Hazreti Peygamber ihramda iken nikâh akdinin
yapılmış olduğu rivayet edilmektedir. Hz. A b b a s hanımın velisi olarak 500
dirhem mihir karşılığında nikâh akdini yapmıştı. Vefatı hakkında değişik
rivayetler vardır. Hicretin 49, 51, 60 veya 61. yıllarında vefat ettiği
söylenir. Allah ondan razı olsun. Kendisinden 76 hadîs rivayet edilmiştir.[386]
833— Câbir,
Peygamber (Salbllahü Aleyhi ve Seltem)'den rivayet ettiğine göre, Peygamber
şöyle buyurmuştur:
— Eğer yaşarsam — İnşa
Allah — Ümmetimi yasakhyacağım ki, onlardan hiç biri Bereke, Nafi' ve Eflah
ismi ile isimlenmesin. (Kavilerden A'meş demiştir ki, Rafi ismini de söyledi
mi, yoksa söylemedi mi bilmiyorum.) Bereke burada mıdır? diye sorulur da:
— Buraıfe değildir,
cevabı verilir.» (Böylece orada bereketin ve iyiliğin bulunmayışı ifade
edilmiş olur. Böyle bir halden kaçınmak ve nimeti inkâra yol açmamak için bu ve
buna benzer diğer isimleri almamalıdır.) Peygamber (Satlatlahü Aleyhi ve
Settem) vefat etti ve bundan yasaklamadı.[387]
Ebû Davud bu hadîs-i
şerifi çok az bir lâfız farkı ile tahriç etmiştir. Eflah, kurtuluş manasında,
Nâfİ' ise fayda manasında bulunduklarından Bereket ismi gibi birer hususiyet
taşımaktadırlar. Bu İsimlerden birini alan için şöyle br durum meydana
gelebilir. Vaziyet icabı bir kimse arkadaşlarına sorar: Bereket {yahut Nafi',
Eflah) burada mıdır? Hayır, burada değildir ve yoktur, diye cevap alabilir. Bu
takdirde o mecliste bereket, fayda ve kurtuluş gibi iyi hasletlerin
bulunmadığı manası da ifade edilmiş otur. İşte bundan kaçınmak için, bu
isimlerle İsimlenmemenin edebe uygun olduğu manası çıkmaktadır. Her ne kadar
Peygamber (Sallallahti Aleyhi ve Seltem)
irtihallerine kadar bu isimleri
almaktan ümmeti yasaklamadılarsa da, bu
manada başka rivayetleri Ebû Davud
tahriç etmiştir. Edebe en uygun olan İsmi seçmek şüphe yok ki, daha faziletlidir.[388]
834— Câbir
ibni Abdullah'ın şöyle dediği işitilmiştir: «Peygamber (SdüaUahü Aleyhi ve
Sellem) Ya'lâ, Bereke, Nafi\ Yesar,
Eflah ve buna benzer
isimlerle isimlenmeyi yasaklamak istedi; sonra bu ifade arkasında sükût etti de
bir şey söylemedi.»[389]
Câbir, her ne kadar bu
isimleri almayı, Hz. Peygamberin yasaklamadığını rivayet ediyorsa da, M ü s I
i m 'in S ö m r e 'den tahricine göre bunlardan yasaklama varid olmuştur. Bu
yasaktan C â b i r 'in haberi olmayabilir.
ümmete güçlük ve
zorluk olmasın diye Hz. Peygamberin bu yasaklamadan vazgeçtiği de
düşünülebilir. Bundan önceki hadîs-i şerife bakılsın.[390]
835— Ömer
ibni Hattab'dan —Allah ondan razı olsun— rivayet edildiğine göre, şöyle
demiştir:
«— Peygamber
(SaİIaİtahü Aleyhi ve Sellem) (aralarında geçen bir hadise üzerine)
hanımlarından ayrılıp yalnız başına kalınca, ben, (Peygamberin ziyaretine
gidip kapıda hizmetçisi) Rebah ile karşılaştım. Ey Re-bah! Benim (ziyaretim)
için Resûlüllah fSaHaWa/ıy Aleyhi ve Sillem) 'den izin iste, diye seslendim.»[391]
Bu hadîs-i şerif, Buhâ
rî ve M ü s I i m 'in rivayet ettikleri uzun bir hadîs'in yalnız Rebah ismi ile
ilgili kısa bir bölümüdür ve bu İsmi kullanmada bir kerahet olmadığına delil
teşkil etmektedir. M ü s 1 i m "in rivayetine göre, hadîsin tamamı meâlen
şöyledir:
«— Ömer Îbni'l-Hattab
rivayet ederek şöyle demiştir:
— Allah'ın Peygamberi (Sallallahü Aleyhi ve
Sellem) hanımlarından ayrılıp (hücresinde) kenara çekilince, Mescid'e vardım.
Bir de (baktım ki) insanlar çakıl taşlarını
(kederlerinden) yere vuruyorlar
ve Resûlüllah (SMlaüahü Aleyhi ve Sellem) hanımlarım boşadı, diyorlar. Bu
(hadise), hicab ile hanımların emrolunmalanndan Önce idi, (henüz hicab âyeti
inmemişti).
Ben dedim ki, bunu
muhakkak bugün öğrenirim. Bundan sonra Hz. Âişe'nin yanma varıp:
— Ey Ebû Bekir'in kızı! Senin halin Resûlüllah
(Sallallahü Aleyhi ve Sellem)fe eziyet verecek dereceye ulaştı mı? dedim.
O, şöyle cevap verdi:
— Benim seninle işim ne, ey Hattab oğlu? Sen
heybene bak, (kızın Hafsa'ya öğüt ver). Ben de (kızım) Hafsa'nın yanına varıp:
— Ey pafsa! Senin halin Resûlüllah (Sallallahü
Aleyhi ve Sellem)'e eziyet verecek dereceye ulaştı mı? Vallahi, bilesin ki,
Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) seni sevmiyor. Ben olmayaydım, Resûlüllah (SatlallahÜ Aleyhi ve
Sellem) muhakkak seni boşardı. Bunun
üzerine Hafsa şiddetle ağladı. Ben:
— Resûlüllah nerededir? dedim. O:
— Basamakla çıkılan yüksek yerdeki odasmdadır,
dedi. Gittim, bir de Resûlüllah (Sallallahü A leyhi ve Sellem) 'in Rebah
adındaki hizmetçisi, odanın
eşiği üstünde oturuyor. Ayaklarını ağaçtan yapılmış merdivenin basamağı üzerine
sarkıtmış bulunuyor. O merdiven bir ağaç gövdesi olup Peygamber (Sallallahü
Aleyhi ve Sellem) onun üzerinden yukarı
çıkar ve aşağı inerdi. Ben, Ey Rebah! Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve
Sellem) 'in huzuruna varmak için benden Ötürü izin iste, dedim. Rebah odaya
baktı, sonra bana baktı ve bir şey söylemedi. Sonra:
— Ey Rebah! Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve
Sellem)'in huzuruna varmak için benden ötürü izin iste, dedim. Yine Rebah
odaya baktı, sonra bana baktı ve bir şey söylemedi. Sonra ben sesimi yükseltip:
— JŞy Rebah! Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve
Sellem) 'in huzuruna varmak için benden Ötürü izin iste. Ben sanıyorum ki,
Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Seİlem)
Hafsa için geldiğimi zannediyor. Allah'a yemin ederim, eğer Resûlüllah
(Sallallahü Aleyhi ve Sellem) onun boynunu vurmayı bana emrederse, muhakkak
onun boynunu vururum, dedim ve sesimi yükselt-tim. Hizmetçi,
yukarı çık diye bana işaret etti.
Ben de Resûlüllah
(Sallallahü Aleyhi ve
Sellem)in huzuruna vardım. O, bir hasır üzerinde yatıyordu. Ben oturdum.
îzajını üzerine topladı. Üzerinde izardan (belden aşağı giyilen elbiseden)
başka bir şey yoktu. Hasır, Peygamberin yatmış olduğu yan tarafına iz
bırakmıştı. Gözümle Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Selkm)in odasına baktım.-
Bir de bir Ölçek (2-3 kg.) miktarınca arpa, bir o kadar (deri tabaklamak için)
selem yaprağı odanın köşesinde bulunduğunu ve ayrıca henüz tabaklanışı tamam
olmayan bir deriyi asılı gördüm. (Bu manzara karşısında) gözlerim boşandı.
Bunun üzerine Peygamber :
«— Ey Hatteb oğlu!
Seni ağlatan nedir?» buyurdu. Dedim ki:
— Ben neden ağlamayayım? Bu hasır böğründe iz
yaptı. Şu odanda bu gördüklerimden başka bir şey görmüyorum. Şu Rum ve İran
hükümdarları bağlık ve bostanlarda bulunuyorlar. Sen ise Allah'ın Resulü ve en
seçkin kulusun. Burası da senin odan. Peygamber şöyle cevap verdi:
«— Ey Hattab oğlu!
Ahiret bizim ve dünya da onların olmasına nazı olmaz mısın?» Ben:
— Evet, razı olurum, dedim. Peygamberin
huzuruna girdiğim zaman, onun yüzünde öfke eseri görüyordum. Dedim ki:
__Ey Allah'ın Resulü!
Hanımların durumundan neden eziyet çekiyorsun? Eğer sen onları boşamışsan,
muhakkak ki Allah seninle beraberdir, melekleri de, Cibrîl de, Mikâîl de, ben
ile Ebû Bekir ve bütün müminler de seninledir. Allah'a hamd ederim, bazan
konuşmuşum da söylediğim sözü, Allah'ın tasdîk etmesini ummuşumdur. Bu tahyîr
(hanımları serbest bırakma) âyeti de böyle nazil olmuştur:
«(Ey Hafsa ve Âişe!)
Eğer ikiniz de Allah'a fevbe ederseniz ne güzel! Çünkü (Peygamberi dinlemek
hususunda) Sulpleriniz eğilmiştir. Yok eğer (kıskançlık ederek yine) Peygamberin
aleyhinde birbirinizle
yaridımlaşırsanız, bilmiş olunuz ki, Allah onun yardımcısıdır, Cebrail de, müminlerin
salih olanı da... Bunların arkasından bütün melekler de ona yardımcıdır. Olur
ki, onun Rabbi, — eğer Peygamber sizi boşarsa — yerinize sizden daha hayırlı
zevceler verir ona. Öyle ki, müslüman kadınlar, mümin kadınlar, devamlı ibadet
eden kadınlar, günahlarından tevbe eden kadınlar, Allah için ibadet eden
kadınlar, oruç tutan kadınlar, dullar ve bakireler...» (Tanrım sûresi, âyet:
4-5)
E b û B e k i r İn
kızı Aişe ile Hafsa, Peygamberin diğer hanımlarına karşı birbirine arka ve
yardımcı olurlardı. Dedim ki :
— Ey Allah'ın Resulü! Hanımları boşadın mı?
Peygamber: «— Hayır!»
dedi. Ben :
— Ey Allah'ın Resulü! Ben mescide girdim ki,
müslumanlar çakıl taşlarını yere vurup «Resûlüllah (SalUtllahü Aleyhi ve
Setlem) hanımlarını boşadı» diyorlar.
İnip de onları boşamadığını kendilerine haber vereyim mi? dedim. Peygamber:
— Evet, dilersen söyle, buyurdu. Peygamberin yüzünden öfke açılıncaya
kadar konuşmaya devam ettim. Nihayet dişleri gösterecek kadar tebessüm etti,
güldü. Diş bakımından da insanların en güzeli idi. Sonra Peygamber (Saîlallahü Aleyhi vt SelUm) (yüksekteki odasından) indi; ben de indim. Ben ağaca tutunarak indim.
Resûlüllah (Sollallahü Aleyhi ve SelUm)
ise, yerde yürüyormuş gibi indi, eliyle merdivene tutunmuyordu. Dedim ki :
— Ey Allah'ın Resûlüi Odada (yalnızca) 29 gün
kaldın, {bir ay doldu mu?» Şöyle buyurdu :
— Ay, yirmi dokuz gün olur.
Ben Mescid'in
kapısında durup en yüksek sesimle: «Resûlüllah (SaliaÜahü Aleyhi ve Stlkm)
hanımlarını boşamadı» diye çağırdım. Şu âye^-V kerîme nazil oldu :
«Onlara eminlik veya
korku haberi geldiği zaman, onu yayarlar (ortalığı telâşa verirler). Halbuki o
haberi Peygambere ve müminlerden kumandanlara iletseler, elbette onun yayılıp
yayılmaması gerektiğini onlar-dan öğrenirlerdi, ûğer Allah'ın nimet ve rahmeti
üzerinizde olmasaydı, pek azınız müstesna, muhakkak şeytana uymuş gitmiştiniz.»
(Nisa sûresi, âyet: 83)
İşte ben, bu işi
kendiliğimden çıkardım (da bizzat Peygamber e sordum, dedî-koduya karışmadım).
Sonra Allah, Tahyîr — hanımları serbest bırakma âyetini indirdi.
Tahyîr âyeti şudur:
«Ey Peygamber! (Senden
süs elbiseleri isteyen) hanımlarına de ki, eğer siz dünya hayatını ve onun
süsünü arzu ediyorsanız, haydi gelin size boşanma bedellerini vereyim ve sizi güzel
bir şekilde hoşayayıro. Yok, ejfcer Allah ile Resulünü ve âhiret yurdunu
istiyorsanız, biliniz ki Allah, İçinizden salih amel işleyenlere büyük bir
mükâfat hazırlamıştır.
(Bunun üzerine
hanımlar da Peygamber i seçtiler ve dünya süsünü terk ettiler. Ahzab sûresi,
âyet: 28-29).[392]
836— Ebu
Hüreyre, Peygamber (saallalhü aleyhi ve selem)’in şöyle buyurduğunu rivayet
etmiştir:
— İsmimle isimleniniz; fakat künyemle
künyelemeyiniz.Çünkü Ebu’l-kasım benim.[393]
815 sayılı hadis-i şerifin
açıklamasına bakılsın.[394]
837— Enes
ibni Malik'den rivayet edildiğine göre, şöyle demiştir: Peygamber (Saltallahü
Aleyhi y# SetUm)çarşıda idi de bir adam dedi ki: — Ya Ebe'l-Kasım!
Bunun üzerine Peygamber (Satkltahü AUyhi v* Seltem) ona
döndü. Adam dedi ki:
— Ey Allah'ın Resulü!
Ben (seni kasdetmedim), bu adamı çağırdım. Buna karşılık Peygamber (Sallallahü
Aleyhi ve Sellem) şöyle buyurdu: «— İsmimle isimleniniz; fakat künyemle
künyelenmeyiniz.»[395]
Bundan önceki hadîs-i
şerifle 815 sayılı hadîs-i şerif açıklamasına bakılsın.[396]
838— Abdullah
ibni Selâm'ın oğlu Yûsuf anlatmış ve demiştir ki, Peygamber (Sallallahü Aleyhi
ve Sellem) bana Yûsuf ismini verdi ve beni kucağına oturttu ve başımı okşadı.[397]
Abdullah ibni Selâm,
aslen Yahudi âlimlerinden olup Islâ-m i yeti seçerek ashab-ı kiram arasına
giren bir şahabıdır Asıl adı H u s a y n iken, müstüman olduktan sonra
Peygamberimiz tarafından ona Abdul-I a h
ismi verilmiştir. Siyer kitaplarında müslüman olusu şöyle anlatılır:
Peygamber (Sallallahü
Aleyhi ve Sellem) Medine'ye hicret edip Hazretİ H a Iİ d "in evine şeref
verdiği gön, i b n i , S e 1 â m Hz. Peygamberin huzuruna geldi, Peygamberin
mübarek yüzüne baktıktan sonra: «Bu yüz, yalancı yüzü değildir» dedi; ye hemen
iman etti. Sonra Hz. Peygambere şöyle ricada bulundu :
— Ey Allah'ın Resulü!
Yahudi milleti, çok fazla iftira eden bir millettir Benîm müslüman olduğumu
işitirlerse, çeşitli iftiralarda bulunurlar. Onun için, beni bir yerde
gizleyip, onların ileri gelenlerine benim hal ve vaziyetimi sorunuz.
İbni Selâm'ın bu
ricası üzerine Yahudi ileri gelenleri çağrıldı. İbni Selâm hakkındaki görüşleri
soruldu. Yahudi ileri gelenleri hep bir ağızdan :
«Hepimizin en âlimi ve
en fazilettisidir. Babası dahi, babalarımızın en âlimi ve en faziletlisi idi.»
Yahudilerin bu sözleri
üzerine. Peygamber Efendimz onlara :
— Ya çimdi müslüman olursa ne dersiniz?
buyurdu. Onlar:
— Haşa o müslüman olmaz, dediler. O sırada l.bni
Selâm, Hz. Peygamberin işareti
ile meydana çıkıp kelİme-i şehadet getirdi ve Yahudilere şöyle dedi :
— Ey Yahudî'ler topluluğu! Neden iman
etmiyorsunuz? Biliyorsunuz ki, bu zat hak Peygamberdir. Yahudî'ler bu sözü
İşitince :
— Yalan söylüyorsun, içimizde cahil oğlu cahil
sensin, en kötümüz sensin, diye I b n i
Selâma mukabele ettiler. Bunun üzerine Yahudî'ler huzurdan
çıkarıldılar. I b n i Selâm
da :
— Ya Resûlallah! İşte iftira edici olduklarını
size söylediğim Yahudî milleti bunlardır, dedi.
İşte bu hadîs-i şerifi
rivayet eden Yûsuf, Ibni Selâm'in (Abdullah'ın) oğludur. Daha bilgi edinmek
için 367 sayılı hadîsin açıklamasına müracaat edilsin. Bir peygamber adı olan
Yûsuf isminin Hz. Peygamber tarafından bir çocuğa ad olarak verilmesi,
Peygamberlerin isimleriyle adlanmaya teşvik mahiyetindedir.[398]
839— Cabir
ibni Abdullah'dan rivayet edildiğine göre, şöyle demiştir: Bizim Ensar'dan bir
adamın, bir erkek çocuğu doğdu ve ona Mu-hammtd ismini vermek istedi. Şu'be de,
Mansûr'un hadîsinde:
Ensar'dan bir adam
dedi ki, çocuğu omuzumda taşıyıp, onu Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Seltem)
'e götürdüm, diye nakletmiştir. Süleyman'ın hadîsinde :
Onun bir erkek çocuğu
doğdu da, insanlar çocuğa Muhammed ismini vermesini istediler, şeklindedir.
Hz. Peygamber şöyle
buyurdu:
— İsmimle isimleniniz;
fakat künyemle küny elenmeyiniz. Çünkü ben adaletle bölen kılındım. Aranızda
böyle (adaletle ganimetleri) bölerim.
— Husayn ise
rivayetinde şöyle demiştir:
— Ben, adaletle bölücü
olarak gönderildim, aranızda (böyle adaletle ganimetleri) bölerim.»[399]
Bu bölümle ilgili
hadîs-i şeriflere ve açıklamalarına bakılsın.[400]
840— Ebû
Musa'dan rivayet edildiğine göre, şöyle demiştir: Benim bir erkek çocuğum doğdu
da, ben onu Peygamber (Sallaüahö Aleyhi ve Selîemye götürdüm.
Peygamber de ona
İbrahim ismini verdi. Sonra bir hurmayı çiğnem halinde damağına koydu ve ona
bereketle dua etti. Sonra çocuğu bana verdi. BU çocuk, Ebû Musa'nın.en büyük
çocuğu idi.[401]
İbrahim ismi de bir
Peygamber ismi olmakla bununla isimlenmiye bu hadîs-i şerif de delâlet
etmektedir.[402]
841— Saîd,
babası Müseyyeb'den, o da (Saîd'in) dedesinden (Hazin ibni Ebî Vehb'den)
rivayet ettiğine göre, dedesi Peygamber (Saltallahâ Aleyhi ve Seîlem)'\n
huzuruna vardı. Peygamber ona:
«— İsmin nedir?» dedi.
O:
— Hâzin, dedi. Peygamber:
«— Sen SehTsin,
buyurdu. O:
— Babamın bana vermiş olduğu bir ismi
değiştirmem, dedi. (Müsey-yeb'in oğlu Saîd demiştir ki, bundan sonra, artık
bizde meşakkat ve keder eksik olmadı.)
(...) ... Abdulhamîd
ibni Cübeyr îbni Şeybe şöyle demiştir: Saîd ibnil-Müseyyeb'in yanına oturdum
da, bana anlattı ki, dedesi Peygamber (Sallallahü A leyfû ve Seîlem) 'in
huzuruna vardı. Peygamber ona: •— İsmin nedir?» dedi. O:
— İsmim Hazin'dir, cevabmı verdi. Peygamber: «—
Hayır, sen Sehl'sin, buyurdu. O dedi ki:
— Babamın bana vermiş olduğu bir ismi ben
değiştiren değilim. İbni Müseyyeb dedi ki:
Artık bizde
(ailemizde) meşakkat ve keder eksik olmadı.[403]
Kolay, düz ve yumuşak
olan şeye Sehl denir. Hâzin ise bu manaya zıd anlam taşır. Hz. Peygamberin
isteğine uymayıp eski isminde İsrar eden Hâzin, nesebine intikal eden bir
güçlük ve.tzorluk bırakmış oldu. Bu da hem Peygamber in isteğine uymamak, hem
de güzel İsimle isimlenmemek hareketinden İleri gelmiştir.[404]
842— Cabir'den
rivayet edildiğine göre, şöyle demiştir:
— Bizden bir adamın bir erkek çocuğu doğdu da,
ona Kasım ismini verdi. Ensar (Medine'li ashab) dediler ki:
— Biz sana Ebu'l-Kasım künyesini vermeyiz ve
sana göz aydınlığı dilemeyiz. Adam, Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Selîem)'e
varıp Ensar'ın söylediklerini Peygamber'e söyledi. Bunun üzerine Peygamber
(Saİlallahü Aleyhi ve Sellem) şöyle buyurdu:
Ensar güzel söyledi;
benim ismimle isimlenin, ancak künyemle ktinyelenmeyiniı. Zira Kasım benim.»[405]
Hz. Peygamberin
devrinde, «Ebu'l-Kasım» künyesi ile künyelenmek yasaklanmış olup, «Muhammedi»
ismi ile İsimlenmeye ruhsat verilmişti. Hz. Peygamber'in hayatından sonra hem
ismi ile isimlenmek, hem de künyesi İle künyelenmek hususunu caiz görenler
çoğunluk halindedir. Bununla beraber Hz. Peygamberin künyesi ile künyelenmemek
ihtiyatlı bir hareket olur. 836, 837, 839 sayılı hadîs-i şeriflere bakılsın.[406]
843— (Hz.
Ali'nin oğlu) İbnu'l-Hanefiyye'nin şöyle dediği işitilraiştir:
— (Şu husus, babam) Ali için bir müsaade olmuştur.
(Babam, Hz. Peygamber'e) dedi ki:
— Yâ Resûlallah! Eğer senden sonra benim bir
çocuğum doğarsa, senin adını ona vereyim mi ve senin künyenle de onu
künyeleyeyim mi?
Peygamber (Sallallahü
Aleyhi ve Sellem); «— Evet!» dedi.[407]
( Hz. Hasan ve Hz.
Hüseyin "den sonra, Hz. A I i 'nîn en büyök ve en faziletli oğlu Muhammed
ibni'l-Hanefiyye 'dir ki, boradaki hadîs-i şerifi babasından rİvayeten
anlatmaktadır. Nitekim kendisine Hz. Peygamberin ismi verilmiş ve ayrıca
Ebu'l-Kasİm künyesi ile de künyelenmiştir. Hadîs metninden anlaşıldığına göre
bu ruhsat yalnız Hz. AI i 'ye verilmiştir. Peygamber in hem ismini, hem de
künyesini alma müsaadesi, Hz. Ali 'ye has bir ruhsat olmuştur, yalnız onun
oğluna verilmesine izîn çıkmıştır. Başka hiç kimsenin Peygamber'e ait bulunan
isim ve künyeyi bir arada kutlanmasına ruhsat yoktur. Bununla beraber İmam
Malik ve âlimlerin çoğu, isim ve künyeyi bîr arada almanın yasaklığı, Hz.
Peygamberin hayatı boyuncadır demişlerdir. Fakat İmam Şafiî Hazretleri, isim
ister Muhammed olsun, ister Ahmed olsun ve ister bunlardan başka olsun, hiç
kimseye Ebu'l-Kasım künyesini almak helâl olmaz. İhtiyat da buradadır.
Ibnu'İ-Kayyim da diyor ki, Peygamberin ismi ile isimlenmek
caizdir; künyesi ile künyelenmek yasaktır. Ancak Peygamber'in hayatında onun
künyesi ile künyelenmek'daha şiddetli bir yasaktır, (simle künyeyi bir arada
takınmak İse hiç bir zaman caiz değildir. Hz. Ali den rivayet edilen hadîs
sahîh kabul edildiği halde, ona verilen bu ruhsat özellik taşır. Başkaları
bununla amel edemez.
Muhammed
Ibni'l-Hanefiyye, hicretin 21. yılında dünyaya geldi. Abdullah ibni Abbas ile
İlim ve fıkıh tahsîl etmiştir. Babasının sevgi ve takdirine mazhar olmuş takva
sahibi bir zat idi. Cemel vak'asında babasının sancağını taşımıştı. Kuvvet,
atılganlık ve cesarette emsalsizdi. Hicret'in 71. yılında Medine'de vefat
etmiş ve cenaze namazını Medine valisi bulunan Hz. Osman'ın oğlu E b â n
kıldırmıştı. Muhammed Hanîf ve Muhammed Hanefî diye de yad edilir. Allah
hepsinden razı olsun...[408]
844— Ebû
Hüreyre'den rivayet edildiğine göre, şöyle demiştij: — Peygamber (SallalUthü
Aleyhi ve Sellem) kendi ismi ile künyesini bir arada toplamamızı yasakladı ve
şöyle buyurdu:
— Ebûl-Kasim benim.
Allah (mal ve ganimet) verir; ben ise, (adaletle) bölerim.»[409]
839 ve 842 sayılı
hadîslere müracaat edilsin. Bu hadîsi Tirmizî rivayet etmiştir. (Kitabu'l-Edeb,
Bab : 68, Hadîs : 2843).[410]
845— Enes'den
rivayet edildiğine göre, şöyle demiştir: Peygamber (Sallallahti Aleyhi ve
Setiem) çarşıda idi. Bir adam (arkadaşına) :
— Ey Ebu'l-Kasım! dedi. Bunun üzerine Peygamber
(Saltal&tü Aleyhi ve Selîem) dönüp (çağırana) baktı. Adam:
— Ben bunu (arkadaşımı) çağırdım, (sizi
kasdetmedim) dedi. Peygamber de şöyle buyurdu:
— İsmimle isimleniniz;
fakat künyemle ktinyelenmeyiniz.»[411]
837 sayılı hadîs-i
şerife bakılsın.[412]
846— Üsame
ibni Zeyd haber verdiğine göre, Resûlüllah (SalUütahü Aleyhi ve Selîem) içinde
Abdullah ibni Ubeyy îbni Selûl'ün bulunduğu bir meclise vardı. Bu hadise,
Abdullah ibni Ubeyy'in İslâm'a girişinden imce idi. (Abdullah, Peygambere hitap
ederek) dedi ki:
— Meclisimizde bizi
rahatsız etme. Sonra Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Selkm) Sa'd ibni Ubade'nin
yanma varıp şöyle buyurdu:
«— Ey Sa'd! Ebû
Hubab'in dediğini işitmedin mi?» (Peygamber, Ebû Hubab künyesi ile) Abdullah
ibni Ubeyy ibni Selûl'ü kasdediyordu.[413]
Bif kimseyi künyesi
ile çağırmak veya künyesi ile söyleyip onu kasdet-mekte, şereflendirme ve ona
kıymet verme İfadesi vardır. Henüz İslâm'ı kabul etmemiş bulunan Abdullah İbni
Ubeyy'e böyle künyesi ite hitap edilişte bazt sebeplerin bulunduğu İleri
sürülmektedir. Kendisinden bahsedilecek olan müşrik ya künyesi ile meşhur olur
da ismi ile tarif edilemeyecek olursa, yahut fitneden korkutursa veya İslâm'a
ısındırılmak gayesi bulunursa ve bir menfaat umulursa, künyesi kullanılır.
Hadîs-i şerif bu cevaza delil teşkil etmektedir. Bu hadîs, Buharı nin Sahihinde ve Müslim'in
rivayetinde uzun olayın bu bölümle ilgili kısa bir kısmıdır. Müslim'in rivayeti
meâlen şöyle :
[ü s a m e ibni Zey d]
in haber verdiğine göre, Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) bir merkebe
bindi; merkebin üzerinde eğer vardı, eğerin altında da Fedek (beldesinin
mamulü) palan bulunuyordu. Peygamber, Hazreç oğlu Harisin oğullan kabilesi
İçinde hasta bulunan S a ' d ibni U bade yi ziyaret etmek üzere, ü sam e'yi
terkisine almıştı. Bu hâdise, Bedir vakasından önce idi. Nihayet içinde
müslümanlardan, müşriklerden, putperestlerden ve Yahudi'lerden karışık bir
meclise tesadüf etti. Aralarında Abdullah ibni Ubeyy de vardı. Mecliste
(müslümanlardan) Abdullah ibni Revaha bulunuyordu. Hayvanın ayak tozlan
meclisi sarınca, Abdullah ibni Ubeyy elbisesi ile burnunu kapadı; sonra dedi ki
:
— Bizi tozutmayınız.Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve
Seli*m) onlara selâm verdi; sonra durup (merkebinden) indi. Onları Allah'a
ibadete çağırdı ve onlara Kuran okudu. Bunun üzerine Abdullah
ibni Ubeyy şöyle dedi :
— Ey insani Bu söylediğinden daha güzel bir şey
yoktur. Eğer dediğin gerçek ise, meclisimizde bize rahatsızlık verme; evine
dön. Bizden sana gelen olursa ona anlat. Buna karşı Abdullah
ibni Revaha şöyle dedi :
— {Ey Peygamber!) bizi meclisimizde (Kur'an
ile) mest et; biz 'bunu seviyoruz. Böylece müslümanlarla müşrikler ve
Yahudi'ler birbirlerine sövmeye başladılar. Dyle ki, birbirleri üzerine
atılmaya yeltendiler. Peygamber (Sallallahü Aleyhi v€ Sellem) ise onları teskine devam ediyordu. Sonra Peygamber
hayvanına binip Sa'd ibni
Ubade 'nin yanına vardı da şöyle
buyurdu :
«— Ey Sa'd! Ebû
Hubab'ın (Abdullah ibni Ubeyy'in) dediğini işitmedin mi? O, şunu ve şunu
söyledi.»
Sa'd dedi ki :
— Onu bağışla, ey Allah'ın Resulü! Müsamaha et.
Allah'a yemin ederim ki, Allah sana verecek olduğunu (Peygamberlik şerefini)
verdi. Gerçekten bu belde halkı, onu başlarına Melîk edinmeye sözleşmişlerdi.
Vakta ki Allah, onun bu mevkiini, sana verdiği Kak Peygamberlikle reddetti,
adam buna kederlenip hased etti. İşte gördüğünü ona yaptıran budur. Bunun üzerine Peygamber (Sallallahü Aleyhi
ve Sellem) de onu bağışladı.
Abdullah ibni
Ubeyy kimdir?
Hazrec kabilesinden
olup Ebu'l-Hubab ve
fbni S e I û I künyeleri ile
meşhurdur. Medîn» lidİr ve İslâm'da münafıkların başı olarak tanınır. Hazraç
kabilesinin cahiliyet devri sonlarında onların reisi idi. Bedir savaşından sonra,
korkusu sebebiyle İslâm dinine girmiş ve müslümanlığını izhar etmişti.
Görünüşünde müslümandı. Peygamber (Saltaltahü Aleyhi ve Sellepı) Uhud savaşına
hazırlandığı zaman, i b n i S e I û 1 beraberinde 300 kişi jle ayrılıp
Medine'ye dönmüş ve aynı hareketi Tebûk seferinde de tek-rartçmışh. Her ne
zaman müslümanlara bir musibet gelirdİyse ona sevinir ve duymuş olduğu kötülüğü
hemen yayardı. Ölünce, Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) öne geçip
namazını kıldı. Hz. Ömer namazının kılınmasına muvafakat etmemişti, Bunun
üzerine şu âyet-i kerîme nazil oldu : — (Ey Resulüm) münafıklardan ölen hiç bir
kimse üzerine, hiç bir zaman namai kılma; kabri başında (gömülürken veya
ziyaret için) durma. Çünlci onlar, Allah'ı ve Resulünü tanımadılar ve kâfir
olarak can verdiler.»[414] (Tevbe sûresi, âyet: 84)
Sa'd ibni
U bade :
Medine li ashabdan
olup, künyesi E b û Sabit dir. Annesi Ömre de ashobdandır. Hz. Peygamberin
zamanında vefat etmiştir. Hazreç kabilesinin ulularından olan Sa'd, Bedir
savaşında bulunmuş mudur, yoksa bulunmamış mıdır mevzuu ihtilaflıdır. İmam
Buhârî, Bedir savaşına iştirak ettiğini ispat eder.
Sa'd, güzel Arapça
yazan, iyi yüzme bilen, ok atıcılığında mahir olan kâmil bir kimse idi. Kendisi
cömertlikle şöhret bulmuştu. Baba, dede ve evlâtları dahi cömert İdi.
Kendilerine ait bir köşk olup, her gün buradan yemeğe ihtiyacı olanlar çağrılır
ve davet edilirlerdi. S a ' d 'in daima büyük bir tası, Peygamber (Sallallahü
Aleyhi ve Sellem)'\e beraber zevcelerinin evlerini dolaşırdı. Soffe fakirlerinden
herkes bir ve iki kİşİ evine götürürken Sa'd seksen kişiyi birden evine götürüp
onlara ikramda bulunurdu. En* sarın sancağı bunda idi. Hz. Ebû Bekir e bîat
etmeyip Şam arazisinde Havran a gitti ve orada hicretin onbeşinci yılında vefat
etti.
Mekke'nin fethinde de
Resûlüllah in sancağını elinde taşıyordu. Mekke'ye girildikten sonra, sancağı
oğlu K a y s 'a teslim etmesini Hz. Peygamber kendilerine emretmekle onu
oğluna verdi. Abdullah ibni Ab bas ve iki oğlu kendisinden hadîs rivayet
etmişlerdir. Şam'da vefatına kadar Medine'ye dönmedi ve Hz. Ömer'in hilâfeti
zamanında vefat etti. Allah ondan razı olsun.
Abdullah ibni
Revaha kimdir?
Bu da Medine I i
ashabdan olup, Hazreç kabilesi ulularındandır. Mekke'nin fethinden başka diğer
bütün savaşlarda bulunmuştur. Mekke fethinden sonraki savaşlarda da
bulunamamıştır; çünkü Mu'te savaşında kumandanlardan biri olduğu halde şehİd
edilmişti. Şam arazisinde hicretin 8. yılında vefat etti. Güzel şiir söyleyen
ve müsrikleVe karşı Hz. Peygamber'! koruyan şairlerden biriydi. Savaşlarda en
öne geçen ve dönüşte de en sonra gelen olduğu rivayet edilir. Yine şehid
edildiği Mu'te savaşına giderken, inşaallah sağ salim dönersin diye
müslümanlar ona dua ettiği zaman, Allah'ın mağfiretine ve Cennetine kavuşurum,
cevabını vererek şehid olmasını temenni etmişti. Nitekim de öyle oldu.
H i ş a m , babası
U r y e den rivayet ederek diyor ki : — Abdullah ibni
Revaha 'dan daha cesur ve daha çabuk şiir söyleyen görmedim.
İşte Abdullah ibni
Ubeyy'e karşı da cesaretle Hz. Peygamber'i müdafaa etmiş ve gereken cevabı ona
vermişti. Zaten bu münasebetle hal tercemesine geçilmiştir.
İbni Abbas, Osame ibni
Zeyd ve Enes ibni Malik kendisinden hadîs rivayet etmişlerdir. Abdullah ibni
Revaha, evinden her çıkışta ve evine her dönüşte muhakkak iki rekât namaz kılar
olduğunu hanımı anlatmıştır.
Mû'tt savaşı esnasında
Zeyd İbni Harise ile Cafer ibni Ebû Talİp'ten sonra müslümanların sancağını
eline almış ve ilk atılışta yaralanıp akan kanını yüzüne bulaştırarak
kahramanca hücumg geçmiş ve şehid oluncaya kadar çarpışmıştır. Allah hepsinden
razı olsun.[415]
847— Enes'den
rivayet edildiğine göre, şöyle demiştir:
— Peygamber
(Sallallahü Aleyhi ve Settem) bize gelirdi ve benim Ebû Umeyr künyesini taşıyan
küçük bir kardeşim vardı. Onun oynayıp durduğu bir serçesi vardı da ölmüştü.
(Bir gün) Peygamber (Salkdlahü Aleyhi ve Sellem) bize geldi de, bu küçük
kardeşimi kederli gördü. Bunun üzerene Peygamber:
— Bunun hali ne
böyle?» dedi. Serçesi öldü, diye Peygambere cevap verildi. Peygamber de şöyle
buyurdu:
«— Ey Ebû Umeyr!
Serçecik ne oldu?»[416]
Bu hadls-i şerif,
çocukların künye ile çağrılmalarına ve çocuklara künye verilmenin cevazına
delil teşkil eder. Bu hadîs-i şerîf çocuklarla şakalaşmak ve kafeste kuş
beslemek mevzuları ile ilgili bölümlerde 269 ve 384 sayılarda geçmiştir,
kaynaklan da verilmiştir.[417]
848— (löl-s.)
Rivayet edildiğine göre Abdullah, Alkame'ye —henüz çocuğu doğmamışken— Ebû
Şibl = Şibl'in babası künyesini vermiştir.[418]
Künye, çok kere
yaşayan veya daha önce doğmuş olan bir çocuğa izafeten verilir. Anlaşılıyor
ki, çocuk daha doğmadan, tasavvur edilen bir çocuğa izafetle künye
verilmiştir. Muhakkak çocuğun doğmuş olması künye için şart değildir.[419]
849— (192-s.)
Alkame'den rivayet edildiğine göre, demiştir ki, ben doğmadan önce, (babam)
Abdullah bana künye verdi.[420]
Bundan Önceki habere
bakılsın. Her iki haber için başka bir kaynak bulunamamıştır.[421]
850— Hz.
Âişe (Radiyallahü anha) 'dan rivayet edildiğine göre, şöyle anlatmıştır:
— Peygamber (Sallalkhü
Aleyhi ve Sellem) 'e varıp dedim ki: — Ya Resûlallah! Hanımlarına künye verdin,
(arkadaşlarımın künyesi var, benim çocuğum olmadığından künyem yok) bana da
künye ver.
Bunun üzerine Hz.
Peygamber:
— Kız kardeşin (Esma)
oğlu Abdullah (ibni Zübeyr) ile künyelen.» buyurdu. (Ümmü Abdullah = Abdullah'ın
annesi diye künyeler).[422]
Hanımların en
faziletlisi olan Hz. Peygamber İn zevcesi A i ş e 'nin hiç çocuğu dünyaya
gelmediği İçin, çocuğuna İzafeten künyetenememişti. Bundan müteessir olan Hz.
A i ş e 'nin gönlünü hoş etmek için, ona en yakın bulunan yeğeni Abdullah ile
onu künyelemiş ve Ommü A b d u I -I a h diye yad edilmiştir. Abdullah İbni
Zübeyr hakkında bilgi için 244 sayılı hadîs-i şerîf açıklamasına müracaat
edilsin.[423]
851— Rivayet
edildiğine göre, Hz. Aişe (Radiyollahü tm&)
göyle demiştir :
— Ey Allah'ın Peygamberi, bana künye vermez
misin? Peygamber de:
«— Oğlunla kttnyelen!»
buyurdu.
— (Peygamber bu sözle) Abdullah ibni Zübeyr'i
kasdediyordu. Hz. Âişe de, Ümmü Abdullah = Abdullah'ın annesi diye
künyelenmişti.[424]
Bundan önceki hadîs-i
şerife bakılsın.[425]
852— Sehl
ibni Sa'd'dan şöyle rivayet edilmiştir: Hz. Ali'ye —Allah ondan razı olsun—
isimlerinin en sevgilisi, gerçekten Ebû Türab idi ve hakîkaten bu isimle
çağrılmaktan sevinirdi. Ona bu ismi Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) (şu
sebepten) vermişti:
Hz. Ali, bir gün Hz.
Fatıma'ya —Allah her ikisinden razı olsun — kızdı. Bu kızgınlık üzerine (evden
çıkıp) Mescid'de duvara yaslanarak uzandı. Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve
Settem) (evine) gelip (onu bulamayınca) arkasını takibe koyuldu. Peygambere
haber verildi ki, o burada duvara yaslanmış yatıyor. Peygamber (Sallallahü
Aleyhi ve Sellem) onun yanına vardı. Hz. Ali'nin arkası toprak dolmuş
haldeydi. Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem t onun arkasından toprakları
silmeye başladı ve ona:
«— Otur, Ebû Türab!.
Diyordu.[426]
Ebû Türab = Toprak babası,
toprak sahibi manasını taşır. Hz. Âli topraklara bulaştığından/ Peygamber
(Saliallahü Aleyhi ve Sellem) onu, kendisinde bulunan bu vasıflarla
isimlendirdi. Hz. Peygamberin vermiş bulunduğu bu isimden şeref duyan Hz. Ali
için Ebû Türab isimlerinin en iyisi ve sevgilisi olmuştu. Bununla çağrılmaktan
da hoşlanır ve sevinirdi.
Buhârî hazretleri
burada hadîs-i şerîfi kısaltmıştır. Hâdisenin tamamını İmam Müslim
şöyle tesbit etmiştir:
«Sehl ibni Sa'd
hazretlerinden rivayet edilmiştir: Mervân ailesinden bir adam Medine'ye vali
tayin edildi. Vati Sehl ibni Sa'd hazretlerini çağırıp Hz. Al i'ye sövmesini
ona emretti. Sehl sövmek ten çekindi.
Vali dedi ki :
— Madem sövmüyorsun, Allah Ebû
Türab'a lanet etsin, söyle. Bunun
üzerine Sehl:
— Hazreti
Ali için, Ebû Türab'dan daha sevimli bîr isim yoktu ve
bununla çağrılmaktan hoşlanırdı. Bunun üzerine vali dedi kİ :
— O halde bunun hikâyesini bize anlat,
niçin Ebû Türab
diye isimlendirildi? Sehl de anlattı :
Peygamber (Sallallahü
Aleyhi ve Sellem) Fatıma'nın evine geldi de evde AI i 'yî bulamadı. F a 11 m a 'ya :
«Amcamın oğlu nerede?»
Diye sordu. O da :
— Aramızda bir hâdise oldu da benden kızıp
çıktı ve kuşluk uykusunu evimde uyumadı, dedi. Peygamber (SaUoUaM Aleyhi ve
Sellem) bîr adama :
Bak, bu (adam)
nerede?»
Buyurdu. Adam
(aradıktan sonra) gelip dedi ki :
— Ey Allah'ın Resulü! O (Hz. Ati)
Mescid'de uyuyor. Peygamber (SalUtllahü Aleyhi ve Setlem) yanına vardı ki, o yaslanmış yatıyor; yan
tarafından hırkası düşmüş, üzerine de toprak isabet etmiş. Peygamber
(SatlaüâhU Aleyhi ve Sellem) de ondan
topraktan silmeye başlayarak şöyle buyurdu :
«Kalk Ebû Tttrab, kalk
Ebû Tttrab!..»[427]
Böylece Ebû Türab
isminin Hz. AI i'ye verilme sebebi tafsilâtı ile bildirilmiş oluyor.[428]
853— Enes'den
rivayet edildiğine göre, şöyle demiştir:
Peygamber (Sallaltahii
Aleyhi ve Sellem) bizim hurmalığımızda —Ebû Talha'nın hurmalığında— iken
ihtiyacı için uzağa açıldı; Bilâl da arkasında yürüyordu, yanında yürümekle
Peygamber (Saltallahü Aleyhi ve ScUemfe ikram ediyordu. Sonra Peygamber
(Sallatlahü Aleyhi ve Setlem) bir mezara uğrayıp durdu. Nihayet Bilâl ona
yetişti. Peygamber şöyle buyurdu:
«— Canına rahmet, ey
Bilâl! Benim işittiğimi ten işitiyor musun?»
Bilâl dedi ki:
— Ben bir şey
işitmiyorum.
Hz. Peygamber:
«— Kabir sahibine azab
ediliyor!» buyurdu. Sonra onun Yahudi kabri olduğu anlaşıldı.[429]
Bu hadîs-i şeriften
anlaşıldığına göre, büyüklerin, ilim ve fazilet sahibi kimselerin arkasında yürünür
ve onlara yardımda bulunmak için yanlarında hazır bulunulur. Bu gibi hareketler
islâm'ın öğrettiği ahlâk ve edeb kaide-lerindendir. Ayrıca
Hz.ŞeyşambvfŞaUallahüAleyhi veSeÜem)'m kabirlerinde bulunan ölülerin hafine
vakıf oldukları gerçeğini de öğrenmiş bulunuyoruz. Mu, Allah'ın Peygamberlerine
ihsan buyurduğu bir mucizesidİr ve Allah bu iktidarı dilediği mümin kullarına
keramet olarak da ihsan buyurur.[430]
854— (193-s.)
Kays'dan rivayet edildiğine göre, demiştir ki; Muâ-viye'nin kendi küçük
kardeşine şöyle dediğini işittim:
— Bu hizmetçiyi terkine al, (bineceğin hayvan üzerinde senin arkanda
olsun). Kardeşi ise bunu yapmaktan kaçındı. Bunun üzerine Mua-viye, otta:
— Ne fena terbiye edildin, dedi.
Kays demiştir ki,
(Muâviye'nin babası) Ebû Süfyan'ın (Muâviye'ye) :
— Kardeşinin sana karşı tutumunu bağışla,
dediğini işittim.[431]
Burada iki hususa
işaret edilmektedir:
Birincisi: Hizmetçiyi
terkiye almak suretiyle, efendi ve hizmetçinin birarada yürümelerinin edebe
aykırı düşmediğidir. Aynı zamanda böyle hareket, bir tevazu manası
taşımaktadır.
İkinci husus : Böyle
hareket etmemenin büyük bir suç olmadığı, terbiyesizlik derecesine
ulaşmadığıdır. Bir fazilet farkı olarak mütalâa edilmesi gerektiğidir. (Bu eser
için başka bir kaynak bulunamamıştır.)[432]
855— (194-s.)
Amr ibni'l-As'dan rivayet edildiğine göre, şöyle demiştir:
— Arkadaşlar çoğaldığı
zaman, borçlar da çoğalır.» (Kavilerden Yahya demiştir ki...) Ben, (bana
anlatan) Musa'ya: — Borçlar nedir? diye sordum. O; haklardır, dedi.[433]
Arkadaşlar çoğaldığı
zaman, onların her birine karşı olan davranış ve hareketler birbirinden farklı
olur. Herkesin durumuna göre idare edilmesi gereken ve gözetilmesi icab eden
halleri vardır. Arkadaşın ihtiyacı varsa, elden gelen maddî yardımı yapmak,
manen takviyede bulunmak, sözle ve bedenle yardımcı olmak, darıltmamak,
muhabbeti devam ettirmek gibi haklan gözetmek lâzım gelir. İşte arkadaşlar
çoğaldıkça bu hak ve vazifeler de çoğalır.
(Bu eser İçin yine
başka bir kaynak bulunamamıştır.)[434]
856— (195-s.)
Halid ibni Keysan'dan rivayet edildiğine göre, demiştir ki, ben (Abdullah)
ibni Ömer'in yanında idim. îyas ibni Hayseme, onun karşısında durup, şöyle
dedi:
— Ey Faruk'un oğlu (Abdullah), sana şiirimden
okuyayım mı? (Abdullah) ibni Ömer:
— Evet, ancak bana güzel olanı oku, dedi. Bunun
üzerine İyas ibni Hayseme, ona şiir okudu; nihayet ibni Ömer'in hoşlanmadığı
şeye (söze) ulaştığı zaman, İbni Ömer ona:
«— Dur!» dedi.[435]
Şiir, anlamak ve
bitmek, duymak mânâlarına gelen Arapça bir kelimedir. Edebiyat dilinde ise,
ölçülü ve kafiyeli olan güzel sözler manzumesine denir. Burada da bu manada
olan şiir kosdedilmektedir. Böyle olunca, her şiir fuzuliyat olmaz ve taşkınlık
sayılmaz. Çünkü şiir şeklinde ifade edilen sözlerin bir kısmı hakkı belirtir
ve ona teşvik eder. Hak ve adaleti açıklayan, güzele ve iyiye delâlet eden
şiirler, kasd edilen manayı en tatlı ve en coşkun şekilde terennüm
ettiklerinden ve dinleyiciyi büyü I ey ip heyecana getirdiklerinden hikmetle
anılmaya hak kazanmışlardır.
Hikmet, sağlam ve
kuvvetli bir görüşle gerçeği tespit etmek demektir. İşte şiirlerden bir kısmı
gerçeği belirttiği ve bulduğu itibarla hikmettir, doğruyu ifade eden
hükümdür. N e v e v î hikmeti şöyle
tarif eder:
«Yüce Allah'ı tanımayı
muhtevî hükümlerle nitelenmiş iltrn, hikmettir. Bu da, keskin görüşle gerçeği
tespit etmek, nefsi terbiye etmek, hak olan şeyle amel etmek, boş şeylere gönül
arzularından yüz çevirmek suretiyle otur. Bu vasıftan kendinde toplayana da
Hakîm denilir.»
EbO Düreyd demiştir
ki, sana Öğüt veren, yahut seni fenalıktan alıkoyan, yahut seni bir iyiliğe
iletip çirkin şeyden meneden her söz hikmettir ve hükümdür.
İşte bir şiir ki, onda
öğüt ve hikmet var, Allah'ın nimetlerini ve iyi kimselerin halterini anma var,
o güzeldir. Kötü şeyleri İfade eden ve şunu bunu yerip hicveden şiir dizmek
haramdır.
Şiirle ilgili 342,
525, 792, 793 ve 869-871 sayılı hadts-i şeriflere müracaat edilsin.[436]
857— (196-s.)
Mutrif den işitüdiğine göre demiştir ki, İmran ibni Husayn'e, Kûfe'den Basra'ya
kadar arkadaşlık ettim; hemen hemen her konakladığı yerde bana şiir okuyordu ve
şöyle demişti:
— İşaret ve tarizle
yapılan ifadelerde yalandan uzaklaşma vardır.[437]
Bir sözden hem gerçek
mana, hem de bazı karinelerle mecaz manası alınabilecek olursa, bu gibi
sözlerin tevili mümkündür. Meselâ bir kimsenin kolunun uzunluğunu bildirirken,
onun hırsızlığına da işaret ederek «kolu uzun» denilebilir ve bir söz kaçamağı
yapılabilir. Böylece bunu söyleyen adam maksadını gizleyerek yalan için bîr yol
bulabilir. Akıllı ve ihtiyatlı davranan kimseler, çok kere konuşmalarını tariz
suretiyle ifade ederler. Hakkı beyan etmekte tariz yolunu seçmenin sakınılacak
tarafı yoktur. Bu da bir nevi hikmet sayılır.
(Bu ve bundan önceki
haber için başka kaynak bulunamamıştır.).[438]
858— Ubeyy
ibni Kâ'b haber verdiğine göre, Resûlüllah (SaUalbhü Aleyhi ve Sellem) şöyle
buyurmuştur:
«— Şiirden bir kısmı
hikmettir.»[439]
856 sayılı hadîs-i
şerife ve açıklamasına bakılsın. Ubeyy ibni Kâb'ın hal tercemesi için 476
sayılı hadîs-i şerif açıklamasına müracaat edilsin.[440]
859— Esved
ibni Serİ'den rivayet edildiğine göre, şöyle demiştir: — Dedim ki, ey Allah'ın
Resulü! Azîz ve Yüce olan Rabbımı bir takım övgülerle methettim. Hz. Peygamber:
«— Senin Rabbın
Övgüyü (hamdi) sevmez mi?» buyurdu ve öna bundan ziyade
etmedi, (söylemedi).[441]
Esved ibni Sert' Temim
kabilesinden ve ashabdan olup künyesi Ebû Abdullah 'dır. Meşhur şairlerdendir
ve Peygamber(Sattallâha Aleyhi ve Sellem) ile beraber dört savaşa katılmıştır.
Demiştir ki, bir savaşta ashabdan bazıları düşman çocuklarını öldürdüler ve
bunlar müşrik çocuğudur, (öldürülmelerinde bir beis yoktur) dediler ve böylece
ResGlül-lah'a karşı suçsuzluklarını belirtmeye çalıştılar. Bunun üzerine
Resûlüllah şöyle buyurdu :
«— Sizin
seçkinlerini», müşriklerin çocukları değil midir? Hiç bir çocuk yoktur ki,
İslâm'ı kabul edebilme kabiliyeti üzere doğmuş olmflsın. Nihayet dili ile
ifadeye başlayınca, ana-babası onu Yahudileştirir, yahut Hıristiyanlaştırır,
yahut onu ateşperest yaparlar.»
Esved, hicretin kırk
ikinci yılında Hz. Muavİye zamanında vefat etmiştir. Bir rivayete göre de, Mz.
Osman şehid edildiği zaman ev-tâd ve iyalînİ bir gemiye bindirerek onlarla
Basra körfezinden ayrılmış ve bir daha da görülmemiştir.
Esved şair olduğundan,
şiirlerinde yapmış olduğu övgüler ve güzel vasıflar, Peygamber tarafından
tasvib görmüş ve takdir kazanmıştır. Bu da gösteriyor ki, hak kelâmın şiirle
ifâde edilmesinde bir sakınca yoktur.[442]
860— Ebü
Hüreyre'den rivayet edildiğin* göre, demiştir ki, ResüUil lahi$ĞlktUahü Aleyhi
ve Seltem) şöyle buyurdu:
— Bir adamın karnının
irinle dolup hasta olması, şiirle dolmasından daha hayırlıdır.»[443]
Şiir konusu ile ilgili
bundan önceki hadîs-i şeriflerin açıklamalarında, mubah ve haram olan şiirler
tafsilâtı ile bildirilmiş olduğundan tekrar üzerinde durmakta fayda yoktur.
İçinde hayır bulunmayan, sunu bunu kötü-leyen ve münasebetsiz sözleri ihtiva
eden şiirleri ezberleyip de mütemadiyen onlarla uğraşan kimsenin durumu,
hadîs-i şerifte beyan buyuruları mana kapsamına girer. İlim ve fazilet, ahlâk
ve edeb dersi vermeyen boş ve lüzumsuz şiirlerle sözlerden kaçınmak gereklidir.[444]
861— Esved
ibni Seri'den rivayet edildiğine göre, şöyle demiştir: Ben şair idim, Peygamber
(Saltatkthii Aleyhi ve SeHem)'e gidip dedim
ki, Rabbimi Övdüğüm
Övgülerimi sana okuyayım mı? Peygamber:
«— Gerçekten senin
Rabbin övgüleri sever, (onlardan razı olur).»
buyurdu ve bunun
üzerine bana ziyade (bir şey) söylemedi.[445]
859 sayılı hadîs-i
şerif ve açıklamasına bakılsın.[446]
862— Hz.
Aişe'den —Allah ondan razı olsun— rivayet edildiğine göre, şöyle demiştir:
— (Şair) Hassan ibni Sabit, müşrikleri kötüleyip hicvetmek hususunda Resûlüllah (Sailallâhti Aleyhi ve
SeHem)'den izin istedi.
Resûlüllah
(SatlallâhU Aleyhi ve
Sellem):
«— Benim (o Kureyş
müşriklerine soyca) nispetim nasıl olacak, (beni onlardan nasıl temize
çıkaracaksın)?» buyurdu. Hassan dedi ki:
— Kıl hamurdan çıkarıldığı gibi, ben seni onlardan (incitmeden) çıkarırım.[447]
Bu hadîs-i şeriften şu
iki hüküm çıkmaktadır:
1— Müşriklerin
düşük hallerini belirtmek için onları kötülemek ve hicvetmek caizdir.
2— Kötüleme
ve hiciv İfadelerini şiirle dile getirmek de caizdir.[448]
863— Hişam,
babasından şöyle dediğini rivayet etmiştir:
— Hz. Ai|e'nin yanında (şair) Hassan'ı
kötülemeğe gittim de, o bana dedi
kt, Hassan'ı kötüleme;
çünkü o, Resûlüllah
(SalUüîahü Aleyhi ve Sellemfı (düşmanlarına karşı şiirleriyle)
savunurdu.[449]
M ü s I i m "in
yine H i s a m 'in babasından ettiği
rivayet ise şöyledir: «Hassan İbni Sabit, Hz. Aişe aleyhinde fazla söz
söyleyenlerden biri idi. Bunun için ben ona sövdüm, kötü söyledim. Hz. Âişe
dedi ki :
— Ey kardeşim oğlu! Onu bırak; çünkü o. Resulü
İlah (SaltatlahO Aleyhi veSeUemy'ı
(düşmanlarına karşı şiirleriyle) savunurdu.»
Her iki rivayetten de
anlaşılıyor kt, şiirle düşmanları hicvetmek caizdir ve müslömanlann kusurlarını
bağışlamak lâzımdır.
Hassan ibni
Sabit kimdir?:
Ashqb-ı kiramdan olup,
Arap şairlerinin meşhurlarındandir. Ömrünün 60 yılı cahiliyef devrinde ve geri
kalan 60 yılını da İslâm devrinde yaşayarak geçirmiş ve böylece yüz yirmi yıl
yaşamıştır. Acayip bir tesadüf olarak babası ile dedesinin de bu kadar
yaşadıkları nakledilir.
Künyesi E b u ' I - V e I î d 'dır. Kureyş kâfirlerinden Hz. Peygamber'e
hicivde bulunan şairlere ve bilhassa Ebû Süfyan'a güzel beyitleri ile cevap
verir ve Resûlüllah'ı savunurdu. Hatta Mescid'de, Hassan için Hz. Peygamberin
özel bir minber yaptırdığı rivayet edilir.
Hz. Peygamberin
cariyesi bulunan M â r i y e hanımın hemşiresi Şirin hanım Hassan'a nikahlanmış
ve ondan Abdurrahman adında bir oğlu olmuştu. Böylece Hz. Peygamberin
Mariye'den olan oğlu İbrahim İle teyze çocukları olmuşlardı. Bütün
mücadelesini, şiirlerle yapmış ve Resûlüllah'ın :
«— Hassan'ın
beyitleri, düşmana olan ok darbelerinden daha tesirlidir.»
Kelâmına mazhar olmuştur.
Hassan hicivlerini yazacağı zaman, Kureyş kabilesinin soyca bütün
hususiyetlerini bilen Hz. Ebû Bekir 'den bilgi alır ve ondan sonra şiirlerini
hazırlardı. Zira Peygamber (Salîallafıü Aleyhi ve Sellem) ona şöyle demişti :
— Sen Ebû Bekir'e git;
çünkü o, Kureyş kavminin soyunu senden daha iyi bilir.»
Hz. Ebû Bekir de :
Şunları söyle, şunları «öyleme diye ona talimat verirdi. Kâ'b ibni Malık de bu
şekilde Peygamber'in müdafaasını yapan şairlerdendi. Şair Abdullah ibni
Revaha, daha ziyade Kü-reyı'in küfrünü ve batıl inançları ile kötü âdetlerini
hedef edinerek şiir söylerdi. Bu bakımdan cahiliyet tarzı üzere olan Hassan ve
Kâb'ın şiirlerini okumayı Hz. Dm
er kendi hilâfeti zamanında
yasaklamıştı.
Hassan, Hz. Ali'nin
hilâfeti zamanında vefat etti. Allah hepsinden razı olsun.[450]
864— Ubey
îbni Kâ'b'dan, Peygamber (Satlallahü Ateyhi ve Seltem) 'in şöyle buyurduğu
rivayet edilmiştir: «— Şiirden bir kısmı hikmettir.»[451]
858 sayılı hadîs-i şerife
bakılsın.[452]
865— Abdullah
ibni Amr'dan rivayet edildiğine göre, şöyle demiştir: — Resûlüllah (Satlallahü Aleyhi ve Sellem) şöyle buyurdu:
«— Şiir, söz menzilesin dedir, (tabiî kelâm gibidir); onun güzeli kelâmın
güzeli gibidir ve çirkini de kelâmın çirkini gibidir.»[453]
Anlaşılıyor ki,
lâfızların kıymeti ve makbul oluşu, delâlet ettikleri manaya bağlıdır. Söz ne
kadar kafiyeli ve fesahat-belâğat kaidelerine uygun olursa olsun, mânâ
bakımından hakkı ifade etmiyorsa dînen makbul değildir. Taşıdığı manevî
sorumluluğa göre haram veya mekruh otur. İslâm dîninin gösterdiği üstün ahlâk
kaidelerini dile getiren bir kelâm, dil kaidelerine uygun olmasa bile kötü
sayılmaz, manevî bir suç teşkil etmez. Ancak fesahat-belâğat kaideleri ile
süslenen şiir tarzındaki sözler gerçekleri veya ilmî yönleri yansıtıyorsa,
bunlar kelâma daha ziyade güzellik verir ve nefislere daha tesirli olur. Bir
sözün güzel ve çirkinliği şiir veya nesirle değil, ancak delâlet ettiği mânâ
ile ölçülür. Mânâ güzelse, kelâm güzeldir; ister o kelâm şiir olsun, İster
nesir olsun...
(Bu hadîs-i şerif Kütü
b-i S itte d e mevcut değildir.).[454]
866— (197-s.)
Hz. Âişe'den rivayet edildiğine göre, şöyle buyururdu:
— Şiirden bir kısmı
güzeldir ve bir kısmı çirkindir. Sen güzeli al ve çirkini bırak. Gerçekten ben
Kâ'b ibni Malik'in şiirinden bir takım şiirler rivayet ettim ki, o şiirlerin
bir kasidesinde kırk ve bundan daha az beyit vardır.»[455]
Hz. Â i ş e 'den
nakledilen bu haber, daha önceki hadîs-i şerifin mânâsını teyid etmekte olup,
şiirin dindeki yerini göstermektedir.
Ka’b İbni Malik
kimdir? :
Ashabdan ve şairlerden
olup, Akabe biatında bulunmuş ve Medine'ye hicret ettikten sonra Ta I ha
hazretleri ile kardeşlik sözleşmesi yapmıştı. Bedir ve Tebuk savaşlarından
başka diğer bütün savaşlara katılmıştı. Uhud savaşında kahramanca savaşmış ve
onbir yara almıştı. Hassan ibni Sabit ve Abdullah ibni Revaha ile beraber
Resûlüllah'ı şiirleriyle düşmana karşı savunan ve onları harp İle tehdit eden
ünlü bir şairdi.
Tebuk savaşında geri
kalan üç kişiden biri olup, ettikleri tevbe sonunda Allah tevbe I erin i kabul
etmiş ve haklarında şu âyet-i kerime nâzİl olmuştur:
«- (Tebük savaşından)
geri bırakılan üç kişiyi (Kâ'b ibni Mâlik, Hilâl ibni Ümeyye ve Mürare ibni
Rebi'i) Allah bağışladı; çünkü d derece bunalmışlardı ki, yeryüzü bütün
genişliği ile onlara dar gelmiş, vicdanları da kendilerini sıkmıştı ve
Allah'dan kurtuluşun ancak Allah'a sığınmakta olduğunu anlamışlardı. Bundan
sonra Allah onlun tevbekâr olmaya muvaffak kılıp tövbelerini kabul buyurdu.
Şüphesiz İd Allah, tevbeleri kabul edendir, çok merhametlidir.» (Tevbe sûresi,
âyet: 118)
Rivayet edildiğine
göre Kâ'b,ibni Malik, Hz. Peygambere:
— Şiir hakkında ne
buyurursunuz? diye sormuş. Peygamber (StUhltahü Aleyhi ve SeUem) de :
Mümin, kılıcı ve dili
ile müc&hede eder.»
Cevabını vermiştir.
Gerçekten Kâ b 'in savaşlara dair çok güzel şiirleri vardır. Bunlardan ötürü
Allah'ın kendisinden razı olduğunu Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) ona
müjdelemişti. Ömrünün sonlarına doğru gözleri görmez olmuş ve 77 yaşında olduğu
halde hicretin 50. yılında vefat etmiştir. Allah ondan razı olsun...
Geniş bilgi için 944
sayılı hadîsin açıklamasına bakılsın.[456]
867— Hz.
Âige'ye — Allah ondan razı olsun — soruldu ki:
— Eesûlüllah (Sallallâhii Aleyhi ye
Sellem) şiirden herhangi
bir |Hr okur muydu? Âişe:
— Abdullah ibni Revaha'nın şiirinden şunu
okurdu, dedi: «Azıklayıp göndermediğin kimse, sana haberleri getirir.»[457]
Beytin tornamı şudur :
Bilmediğin şeyleri
açıklar sana günler, Azıklamadığınla gelir sana haberler...
Bu beyit, Abdullah
İbni R e v a h a 'ya nispet ediliyorsa da mecaz itibariyledir. Bunu Abdullah
çokça tekrarladığından dolayı Hz. A İşe ona nispet etmiştir. Beyt Tarafa adlı
şairin Muallâka'lında mevcuttur; nitekim diğer bir rivayette A İşe bu beyti Ta
rafa'ya nispet etmiştir.
Beytin açıklamalı
mânâsı şöyle :
Ey insan, sabırlı ol;
gelecek günler ve geçecek zaman, sen bir hazırlık yapmaksızın, bir adam
azıklayıp haber edinmek için sefere çıkarmaksmn bilmediğin haberleri sana
getirir.
792 sayılı hadîs-İ
şerife ve Abdullah ibni Revaha'nın hal tercemesî için de 846 sayılı hadîs-i
şerifin açıklamasına müracaat edilsin.[458]
868— Esved
ibni Serî' anlatarak şöyle demiştir:
— Ben şair idim de dedim ki, ey Allah'ın
Resulü! (Şiirimle) Rab-bimi övdüm.
Peygamber buyurdu:
«— Senin Babbin Övgüyü
(hamdi) sevmez mi?»
— Bundan fazla bana (bir şey) söylemedi.[459]
859 sayılı hadîs-i
şerife ve açıklamasına bakılsın.[460]
869— Şerîd'den
rivayet edildiğine göre, şöyle demiştir:
— Peygamber (Salkülahü Aleyhi ve SelUm) benden,
tîmeyye ibni Ebî's-Salt'm şiirini okumayı istedi. Ben de ona okudum. Peygamber
ise:
— Hîh, hîh =- devam,
devam» demeğe başladı.
— Böylece ona yüz beyit kadar okudum. Bunun
üzerine Peygamber: m— Ümeyye az kalsın nıüslüraan oluyordu,» buyurdu.[461]
Şerîd ibnİ Serî d,
Salcîf kabilesinden olup, ashabdandır. Asıl adı Malik dir. Muğîre i b n i Ş u '
b e, bunun arkadaşlarını öldürmüş, bu ise; kaçıp kurtulmuş olduğundan
kendisine Şerîd — Kaçak adı verilmiştir. Taif de ikâmet etmiş ve kendisinden
hadîs-i şerif rivayet edilmiştir. Buradaki hadîs-i şerifi, biraz değişik bir
lâfızla İmam Müslim de rivayet etmiştir. Hz. Peygamberin İsteği üzerine,
İslâm'ı kabul etmemiş bulunan P m ey ye ibni Eb İ' s- S a 11 in şiirlerinden
yüz beyit kadar okumuş ve bunları Peygamber (Saltallahi* Aleyhi ve Setkm)
dinlemiştir. Beyitlerin taşıdığı mânâ, İslâm inanana yakın bulunduğundan da,
Hz. Peygamber:
Ümeyye, az kalsın
nıüslüman oluyordu.»
Buyurmuştur. Şairin
İnanç ve ahlâkına bir kıymet hükmü vermek içirt şiirlerini okuttuğu ve
dinlediği söylenebilir.
0 m e yye ibni
Ebi's-Salt da Şerîd gibi Sakîf kabilesin-dendir ve bu kabilenin en meşhur
şairidir. Geçmiş asırlarda gelen mukaddes kitapları okuyup araştırmış ve geniş
bilgi edinmiş olduğundan, ahir zaman Peygamberine ait vasıfları öğrenmişti. Bu
peygamberin Hicaz'da zuhur edeceğini öğrenince, kendisi peygamber olmaya
özenmiş ve niyyet-lenmişti. Nihayet Hz. Muhammed (Saltallahü Aleyhi ve Scllem)
Peygamber olarak gönderilince, buna hased etmiş ve hasedi yüzünden İslâm'ı
kabul etmemişti. Hicretin 9. yılında Taîfde Ölmüştür. Müslüman olduğu
söylenirse de bu zayıftır. Çünkü bunun hakkında Peygamber (Saliaİlahti Aleyhi
vt in şöyle buyurduğu da rivayet edilmektedir:
«Şiiri iman etti;
fakat kalbi kâfir oldu.»
Şairin birçok kaside
ve mersiyeleri vardır ve bunlar edebî bakımdan şöhret bulmuşlardır.[462]
870— İbni
Ömer, Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Seliem) 'in şöyle buyurduğunu rivayet
etmiştir:
«— Sizden birinizin
karnı irinle dolmak, şiirle dolmaktan ona daha hayırlıdır.»[463]
Şiir mevzuunda diğer
hadîs-i şerifler münasebetiyle gerekli açıklamalar daha önce geçmiş ve
sakıncalı tarafları bildirilmişti. Özet olarak bu bölümden su hüküm çıkar: Dinî
ilimlerden alıkoyacak, Allah'ı anmaktan meşgul edecek şekilde bir düşkünlükle
şiirle uğraşmak ve bunu bir meslek ve san'at edinmek mekruh bir İştir, din
yönünden hoş bir şey değildir. Güzel bir şekilde manaları dile getirmek, nükte
yapmak, lâtife ve teşbihlerde bulunmak, keder ve yalnızlığı gidermek kasdı ile
şiir söylemekte bir beis yoktur. Ashab-ı Kiramın çoğu bu mânâda şür
okumuşlardır.[464]
971— (198-s.)
İbni Abbas'dan rivayet edildiğine göre:
Şairler ise, onlara
sapıklar uyar. Görmez misin, o şairler her yöne meylederler ve boş şeylere
dalarlar ve gerçekten onlar (şiirlerinde) yapnuyacakları şeyleri söylerler.»
Ayet-i kerîmesinin genel manasından terk edilip istisna edilerek Allah söyle
buyurmuştur:
— Ancak iman edip
salih amel işliyenler, Allah'ı çok ananlar, kendilerine zulmedildikten sonra
(şiirleriyle Peygamberi koruyarak kâfirlerden) öçlerini alanlar müstesnadır,
(bunlar kınanmazlar). O zulmedenler, yakında hangi dönüş yerine döneceklerini
bileceklerdir.» (Sûre: 26, Ayet: 224-227).[465]
Şuarâ sûresinin 227;
âyeti kerîm esi nde, iman edip salİh amel işleyenler, Allah'a ibadet ederek onu
çok onanlar ve müslumanlara edilen zulme karşılık kâfirlere hicivde bulunan
şairler daha önceki âyet-i kerime ile kınanan şairlerden dışta bırakılmış ve
bunların tutumu güzel gösterilmiştir. Azaba hak kazananlar ve sapık olanlar,
İslâm düşmanı şairlerdir. Peygamberi hicveden kâfirlerdir, öteye beriye
meyledip boşuna zaman geçiren dalgınlardır.[466]
872— îbni
Abbas'dan rivayet edildiğine göre, bir adam yahut bir Bedevî, Peygamber
(SallallahÜ A leyhi ve Sellemi'e gelip, açık bir ifade ile konuştu. Bunun
üzerine Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) şöyle buyurdu:
— Beyândan bir kısmı
sihirdir ve şiirden bir kısmı da hikmettir.»[467]
Beyan, bîr mânâ ve
maksadı açıklamak, ifade etmektir. Sihir ise, büyü ve göz bağcılık demektir.
Sihir insanları tesir altında bırakan ve hayrete düşüren, insanları İlgi ile
sürükleyen ince bir san'at olduğu gibi, beyanın bir kısmı da tesirli ve çekici
haller taşıdığından insanlara böyle tesir eder.
Şiirin bir kısmı
hikmet olduğuna dair bilgi için 856 sayılı hadîs-i şerifin açıklamasına
bakılsın. Netice olarak anlaşılıyor ki, beyan ve şiirden iyi olanı da var kötü
olanı da var...[468]
873— (199-s.)
Rivayet edildiğine göre, Abdülmelik ibni Mervan çocuklarım terbiye için
Şa'bîye teslim edip, şöyle dedi:
— Bunlara şiir öğret
ki, şeref kazansınlar ve yükselsinler. Bunlara et yedir ki, kalbleri
kuvvetlensin. Saçlarını kes ki, boyunları güçlü olsun. Bunları yüksek adamların
meclisinde bulundur ki, onlara karşı söz getirebilsinler.[469]
Abdülmetik İbni
Mervan, Emevî meliklerinin besincisidtr. Hz. Osman'ın halife seçildiği yıl
dünyaya gelmiş ve şehİd edildiği meşhur vak'oda 11 yaşında bulunduğu halde
babası ile. beraber hazır bulunmuştu. Hilâfete geçmeden önce zühd ve takvası,
fıkıhtaki geniş malûmatı ile şöhret kazanmışsa da, devlet reisliğini ele
geçirdikten sonra zulüm yolunu tutmuş ve Haccac gibi zdlim bir kumandanı insanlar
üzerine musallat kılmıştı. Bununla beraber islâm ülkelerini Hindistan ve
Endülüs'e kadar genişletmişti. Hicretin 86. yılında 62 yaşında vefat etmişti.
17 oğlu olup, bunlardan 4'u bulunan Velîd, Süleyman, Yezîd ve Hişam devlet
idaresinde bulunmuşlardır. İşte bu çocukların terbiye ve yetişmelerini temin
için onları Şa'bî hazretlerine teslim ettiği anlaşılmaktadır.
Ş a' b î hazretleri
Tabİîn'den olup, ashabdan 500 zat İle görüşmüş olduğu rivayet edilir. Medîn«de
Ibnü'l-Müseyyeb, Basra'da Hasan-ı Basri, Şam'da Mekhûl gibi en önemli âlimlerin
Kûfo'de dördüncüsü idi. Hicretin 20. yılında doğup, 104 tarihinde Kûfo'de
ansızın vefat etmiştir. Hâlife Abdülmelik, böyle değerli bir âlime çocuklarını
yetiştirmek için teslim etmiş ve onlara şiir öğretmesini de istemişti. Şiir öğrenmenin
ve öğretmenin mutlak olarak yasak olmadığı hususu da bu istek ve uygulamadan
bir vakıa' olarak anlaşılmaktadır.[470]
874— Hazreti
Âişe (Radiyallahü anha) , Peygamber
(SallatUthti Aleyhi ve Sellemyin şöyle buyurduğunu rivayet etmiştir:
«— taşanların en büyük
suç işleyeni o insandır ki, kabileyi bütünü ile hicveder (şiirleriyle kötüleyip
yere batırır); bir de bir adamdır ki, babasını inkâr etmiştir.»[471]
Haksızlığa uğrayan
kimse, taşkınlık yapmayarak hasmını hakkı kadar hicveder; ancak hasmının bağlı
bulunduğu soy ve kabile mensuplarının tümünü kötülemek ve hicvetmek caiz
değildir. Bu bir zulümdür ve tecavüzdür. Böyle hareket etmenin günah olduğunu
bu hadîs-İ şerif bize bildirmektedir.
Bİr de insan, babasını
inkâr eder ve başka birine intisabı uygun bulursa, bu da suç bakımından çok
çirkin ve ağır bir istir. Anne ve çocuğu inkâr etmek de böyledir. Bu gibi
günahlardan şiddette sakınmak gerekir.[472]
875— îbni
Amrin'in şöyle dediği işitilmiştir:
— Peygamber
(Sallaltehü Aleyhi ve Setlemyin devrinde (Medine'nin) doğu tarafından iki hatip
adam gelip, ayakta durarak konuştular; sonra oturdular. Arkasından Hesûlüllah
(Salîallahü Aleyhi veSellem) 'in hatibi Sabit ibni Kays kalkıp konuştu, öncekilerin
konuşmasından insanlar hayrete düştüler. Bunun üzerine Resulüllah (Saltaltahü
Aleyhi ve Sellem) kalkıp hitabette bulunarak şöyle buyurdu:
«— Ey insanlar!
(Maksadınızı ifade için tabiî olarak) sollerinin söyleyin, zira sözü süslemek
(ve onu tesirli hale getirmek) Şeytan'dandır.» Sonra Resul üllah (SalUUlahü
Aleyhi ve Sellem):
— Beyandan bir kısmı
sihirdir.» buyurdu.[473]
İnsan, herhangi bir
ihtiyacını veya maksadını olduğu gibi ifade etmelidir. Dinleyiciyi tesir
altında bırakarak onu hisleriyle hareket etmeye mecbur bırakmamalıdır. Her
işte akıl ve mantık hakim bulunmalı ve her İşi asıl durumuna göne
değerlendirmelidir. Güzel beyan ve ifadeler, dinleyiciyi büyüleyen bir sihir
gibi olduğundan bunların tesiri altında yapılacak işler çok kere gerçeğe aykırı
düşer ve insan aldatılmış olur. İşte bu duruma düşmemek için Peygamber
Efendimiz bize söz söyleme tarzını gösteriyor ve bizi büyülü söz söylemekten
kaçındırıyor.[474]
876— (200-s.)
Enes Hazretlerinin şöyle buyurduğu işitilmiştir:
— Bir adam, Hz. Ömer'in
yanında hitabette bulundu da, sözü uzattı (çok söyledi). Bunun üzerine Hz.
Ömer:
— Hitabetlerde çok söz
söylemek, Seylan'ın (ağzından çıkan şişirilmiş) balonlardan sayılır.» buyurdu.[475]
Şekaşık kelimesi,
Şıkşıka'nın çoğuludur. Deve kızdığı zaman içinden çıkarıp ağzında avurtlarını
onunla şişirdiği şeydir. Bununla boş şeyler mu-rad edildiğinden, biz bu
kelimeyi şişirilmiş balon diye ifade ettik. Muhakkak ki, çok ve uzun
hitabelerde artık söz olur, yatan ve riya karışığı bulunur kî, bunlar
Şeytan'ın dürtüşünden doğan şeylerdir. Hz. Ömer 'in bu beyanları, bundan önceki
hadîs-i şerifin mânâsına tamamen uygun düşmektedir.
(Bu haber için başka
bir kaynak bulunamamıştır.).[476]
877— Ebû
Yezîd'den yahut Mu'in ibni Yezîd'den rivayet edildiğine göre, Peygamber (Sallallahü
Aleyhi ve Sellem) şöyle buyurdu:
«— Mescidlerinizde
toplanınız; ve her ne zaman bir kavim toplanırsa bana haber versinler.» Sonra
bize ilk gelen Peygamber oldu ve oturdu. Bizden bir hatip de konuştu. Sonra
şöyle dedi:
— Hamd, Öyle bir Allah'a mahsustur ki, hamd
için onun önünde bir maksat yok ve ötesinde de bir çıkış yok. Bunun üzerine
Peygamber kızdı ve kalktı. Biz de aramızda birbirimizi (ettiğimiz kusurdan
dolayı) ayıpladık. Dedik ki:
— Bize ilk gelen Peygamber oldu da, başka bir
mescide gidip orada oturdu. Biz de ona gidip onunla konuştuk. Sonra bizimle
gelip oturmuş olduğu yerde veya ona yakın bir yerde oturdu; sonra şöyle
buyurdu:
«— Hamd o Allah'a
mahsustur ki, dilediğini önüne koydu (yarattı), dilediğini de arkasına bıraktı
(yaratmadı). Gerçekten beyandan bir kısmı sihirdir. Sonra Peygamber bize
emretti ve bize öğretti.[477]
Hz. Peygamberin
huzurunda konuşan hatibin ifadesinde yapmacık gayretler ve karışık beyanlar
olması hasebiyle, bunun bu hareketine Peygamber (Satlallahü Aleyhi ve Sellem) kızmış ve
ifadeyi düzelterek:
«... beyandan bir
ikisini sihirdir.»
Buyurdular. Gerçeği
ifadeden uzak aldatıcı mahiyetteki beyanları büyü olarak vasıfladılar. Böylece
maksadı, en tabiî ve kolay bir üslûp üzere ifadenin lüzumuna işaret
buyurdular.
Mu'in ibni
Yezid kimdir?:
Künyesi Ebû Zeyd olup,
ashabelana"ir. Babası ve dedesi ile beraber Bedir savaşında bulunmuştur.
Bedir savaşına baba ve dedesiyle katılan bundan başka bir kimse
bilinmemektedir. Ayrıca Mu'in, Peygamber (Saltaltahü Aleyhi ve Seitem) e «Baba
ve dedemle birlikte biat ettim» dediği rivayet ediliyor. Hz. Muaviye'nin
savaşlarında Muaviye ile beraber olduğu rivayeti vardır. Mısır'a, Kûfe'ye
gitmiş ve Şam'da ikamet etmiştir; ve Şam'ın fethinde de bulunmuştur. Hz.
Ömer'in nezdİnde mevkii Vardı. 2 veya 5 hadîs-i şerif rivayet ettiği söylenir.
Hicretin 54. yılında vefat etti. Allah ondan razı olsun.[478]
878— Hazreti
Aişe şöyle demiştir:
— Bir gece, Vey$amher(Saİktllahü Altyhi ve
Sellem) 'm uykusu kaçtı da:
«— Keski ashabımdan
salih bir adam bana geleydi de, beni bu gece gözetleyip koruyaydı,» buyurdu. O
esnada silih şakırtısı duyduk. Bunun üzerine Peygamber:
— Kimdir o?» dedi.
— Sa'd, cevabı varildi. (Sa'd dedi ki:) Ey
Allah'ın Resulü! Ben seni
— Bundan sonra Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) uyudu; Öyle
korumaya geldim ki, uyku teneffüsünü işittik.[479]
Allah Teatâ, Maide
sûresinin 67. âyetinde : «Allah seni insanlardan koruyacaktır.»
Diye Peygambere hitap
ettiği halde, yine Peygamber'in korunmak için bir kimsenin bulunmasını arzu
etmesi iki şekilde yorumlanır:
1— Hadîs-i
jerîfin varid olduğu hâdise, bu âyet-i kerîmenin inmesinden önce vaki olmuştur.
Nitekim Bedir, Uhud, Hendek, Hayber, Hvneyn savaşlarındo Hz. Peygamber in
muhafaza edilip korunduğuna dair haberler vardır. Hatta Peygamber'in
muhafızları olarak şu İsimler söylenir: S a' d ibni Muaz, Muhammed ibni M e s I
e m e , Zübeyr, Ebû Eyyûb, Zekvân, M i h c e n , Abbas ve Ebû R e y h a n
e... Ayet nazil olunca bu görev terkedilmiştir.
2— Ayetin
nüzulünden sonra da muhafızlık görevi devam etmiştir. Hz. Peygamber in
korunması işini Cenab-ı Hak tekeffül etmişse de, kulluk görevini yerine
getirmek ve Allah'a tevekkülü tam yapmak ve insanlara tedbir alma bakımından
yof göstermek için korunmayı İhmal etmemişlerdir. Bu arada hak ve mubah olan
şeyleri temenni etmenin, keski şu olaydı diye, istek ve arzuda bulunmanın
sakıncalı bir hareket olmadığını da öğrenmiş bulunuyoruz. Temenni, gelecek
zamanda bir nimete ve bir İşe kavuşmayı arzu edip istemek demektir.[480]
879— Enes
ibni Malik'in şöyle dediği işitilmiştir:
Medine'de (bir gece
insanları dehşete düşüren) bîr korku oldu da Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve
Sellem) (korkuya sebep olan gürültünün düşman sesi olup olmadığını araştırmak
üzere) Ebû Talha'nın atını ariyet olarak aldı. Bu ata Mendûb adı verilmişti.
Peygamber buna bindi, (keşfini yaptı). Dönünce şöyle buyurdu:
«— Hiç bir şey
görmedik, (korkulacak bir tehlike yok). Gerçek ?u ki. bu atı bir bahir es deniz
bulduk.»[481]
Bahir, derya ve deniz
demektir. «Bu insan derya gibidir.» İlim ve fazileti fazla otan kimseye
dendiği gibi, yorulması olmayan, uzun nefesli ve koşucu hayvana da denir. İnsan
ve eşya hakkında bu kelimenin kullanılması mubah olduğuna delil olarak bu
hadîs-i şerif getirilmiştir. Aynı zamanda Peygamber (Sallaüahü Aleyhi ve
Seltem)"\n, insanların en cesuru bulunduğuna delil olarak da bu hadîs-i
şerif birinci cildin 303 sayısında geçmişti. Oraya müracaat edilsin.[482]
880— (201-s.)
Nâfi'in şöyle dediği rivayet edilmiştir:
«İbni Ömer, çocuğunu
galat konuşmasından ötürü döverdi.»[483]
Çocuk terbiyesi İçin
en iyi öğretim sistemi tatlı sözle ona öğüt vermektir. Böyle bir tutum faydalı
netice vermediği zaman, hududu ve ölçüyü taş-mamak şartı ile çocuğu dövmek
suretiyle telkin çok kere başarılı olur. Düzgün konuşmak ve maksadı tabii bir
hal özere güzel bir şekilde ifade etmek, en önemli işlerin başında gelir.
Çocuğa bu terbiyeyi vermek İçin gerektiği takdirde onu dövmenin yerinde bir
hareket olduğunu İbni D m e r Hazretlerinin bu uygulamasından anlıyoruz. Bu
hareket doğru ve düzgün kounşmanın ne kadar büyük kıymet taşıdığını da bize
gösteriyor.[484]
881— (202-s.)
Abdurrahman ibni Aclân'dan rivayet edildiğine göre, şöyle demiştir:
«— Ömer ibni'l-Hattab,
ok atan (nişan talimi yapan) iki adama ras-geldi. Bu adamlardan biri diğerine
(esabtu = isabet ettim yerine telâffuz hatası sad harfini sin okuyarak) esebtü
= isabet ettim, dedi. Bunun üzerine Hz. Ömer şöyle buyurdu:
— Yanlış (galat)
konuşmanın kötülüğü, kötü atıştan daha fenadır.[485]
Hz. Ömer'in buradaki
tutumu da, düzgün konuşmanın kıymet ve önemini belirtmekte olup, müminlerin
aynı titizlikle hareket etmelerini ten-bih etmektedir. Bundan önceki habere ve
açıklamasına bakılsın.
(Bu haberi İbni Adiy,
değişik bir lâfızla Hz. Ömer'den rivayet etmiştir. Fadlu'llah : C II, s. 330,
dip not).[486]
882— PeygambeifSalJallahü
Aleyhi ve Seltem) 'in zevcesi Hz. Aişe şöyle demiştir:
— Bir takım insanlar,
Peygamber (Sallatlahü A İey9U ve Sellem) 'e kâhinlerden sordular da, Peygamber
:
Onlar bir şey
değildir!» buyurdu. Bunun üzerine onlar dediler ki:
— Ey Allah'ın Resulü! Onlar bir şeyler
söylüyorlar ki, gerçek oluyor. Buna karşı Peygamber (Saltallahü Aleyhi ve
Setlem) şöyle buyurdu:
— O, bir sözdür ki,
Şeytan onu kapar da, velisinin kulaklarına, tavuk Ötmesi gibi onu gıdaklar.
Böylece o söze, yüz yalandan daha çoğunu karıştırırlar.»[487]
İslâm'dan önce
kâhinler vardı ki, olacak işlerden ve başa gelecek olaylardan, önceden haber
verirlerdi. İnsanlar da önemli İşler için bunlara müracaat ederlerdi. Şeytan
veya Cinler, edindikleri bazı haberleri, insanlardan kâhin diye adlanan
velilerin kulaklarına didikleyerek sö>'erler ve çoğu yalan karışığı olur.
Onun için kâhinler yalancıdırlar. Zaten Hz. Pey-gamber'in gelmesiyle kâhinlik
san'atı son bulmuştur. Bunların sözlerine inanmamak da iman esaslarındandır.
Hz. Peygamber bunlara gitmeyi yasaklamıştır. Onlara gitmek ve onları tasdik
etmek helâl olmaz.
Netice olarak hak
olmayan bir şey için : «Bu, bir şey değildir.»
Demek mubahtır ve onda
bir sakınca yoktur.[488]
883— Enes
ibni Malik'den rivayet edildiğine göre, şöyle demiştir: Resûlüllah (Sallalfahü
Aleyhi ve Sellem) seferlerinin birinde bulunuyordu da, deve sürücüsü (hizmetçi
Enceşe) nağmeleriyle (develeri) sürdü.
(Develerin üzerinde hanımlar bulunuyordu).
Bunun üzerine Peygamber (SaltoUahü Aleyhi ve Sellem)Ç
«— YavBf ol, ey
Enceşe; şişeleri incitmekten salon.» buyurdu.[489]
= Ta'rîz, Mi'raz,
Muarraz kelimelerinin ifade etmiş oldukları mânâlar birdir. Mi'ra\ ve Muarraz
kelimelerinin cem i, metinde olduğu gibi Jai.j^*= Meâriz gelir. Öteden beri
Osmanlıcada Ta'riz lâfzı kullanılır.
İnsan, maksadını
muhatabına açıklamadan getirmiş olduğu söz içerisinde çaktırırsa veya ifade
ettiği mânânın gayrini m ura d ederse buna tariz denir. Meselâ : Müslümanlara
eziyet etmekte olan bir kimseyi kasdederek, «Müslümanlar o kimsedir ki,
müslümanlar elinden ve dilinden selâmet içinde olurlar.» söylendiği zaman,
zâlimin tariz yolu ile gerçek bir müslüman olmadığı bildirilmiş olur. Ta'rîz
yolu ile maksadı ifade etmek daha mülayim ve daha müessir olur. Kelâm kısmının
da mubah olan güzel taraflarından sayılır. Tarizler de bir ölçü içerisinde
olmalıdır ki, makbul kısımdan sayılsın. Hakkı yok etmek ve gerçek dışı bir
mânâya sürükleme suretiyle ta'rîz-ler yapmak helâl olmaz. Sözün yalan kısmına
girerler.
Hz. Peygamber:
«Ey Enceşe î Yavaş ol,
şişeleri kırarsın.
Buyurmakla, şişe gibi
zarif olan hanımları incitirsin mânâsını kasd etmiş bulunuyorlardı. Böylece
ta'rîz yolu ile hanımların nezaketine işaret etmİş oluyorlardı.
Bu hadts-i şerif şaka
bölümünde 264. sayıda geçmişti. Oraya bakılsın.[490]
884— (203-s.)
İbni Ömer, babası Ömer'den anlatarak demiştir ki, babam şöyle buyurdu :
Kişinin her duyduğunu
anlatması, ona yalan olarak kâfidir.
Râvi demiştir ki,
zannediyorsam Ömer'in ya da şöyle buyurduğu nakledilmiştir:
Ta'rîzler, müslümam
yalandan kurtarmaya kâfi değil midir?
(Bu iki gıktan birini
Hz. Ömer'den rivayet etmekte, ravinin şüphesi bulunmaktadır.)[491]
Rivayet edilen birinci
mânâ esas alındığı takdirde şu gerçek ortaya çıkar: İnsan her duyduğunu
anlatırsa/ çok şeyleri ezberlemek ve söylemek zorunda kalacağı için
duyduklarına bilerek veya bilmeyerek İlâveler yapar. Çünkü her şey olduğu gibi
ezberde kalmaz ve olduğu gibi kavranmaz. Bazı meseleler yanlış anlaşılır veya
unutulur. Bunun neticesi anlatılan mevzularda yanlış ve ziyade taraflar
olacağından insan yalan söylemiş bulunur. İşte böyle yalanlardan kurtulmak
için her duyulan ve İşitilen şeyi anlatmamak lâzımdır. Ancak ihtiyaç ve
zaruretler gerektirdiği zaman anlatmalıdır.
İkinci mânânın İfade
ettiği gerçek şu : Bazan insan, maksadını açık olarak belirtmek istemez, gizli
kalmasını ister. Maksadı gizlemek İçin yalan söylemek de helâl olmaz. İşte
yalandan kurtulmak için ta'rîz yolunu seçer. Böylece hem doğru konuşmuş olur,
hem de maksadını gizlemiş bulunur. Meselâ . Bir adamın yemeğini yemek istemeyen
kimse, o adam tarafından yemeğe davet edildiği zaman «niyyetliyim» diyerek
kendini muaf tutar. Bu sözü duyanlar oruçlu olduğunu zannederler; halbuki onun
kasdı, yemeğini yememeğe niyyetliyim, sözüdür, İşte bu gibi davranışlarla hem
yalandan kaçınılmış, hem de gerçek söz söylenmiş olur. Bunun için ta'rîzler
yalandan kurtulma çareleri sayılmıştır. Zaten bu bölüm de tarizlerle İlgili
hadîs-i şeriflere aittir.
(Bu haber İçin başka
bir kaynak bulunamamıştır.).[492]
885— (204-s.)
Mutrif ibni Abdullah ibni'ş-Şihhir'den rivayet edildiğine göre, şöyle
demiştir:
— (Kûfe'den) Basra'ya
kadar İmrân ibni Husayn'e arkadaşlık ettin. Üzerimizden bir gün geçmedi ki,
onda bize şiir okumasın. Bir de şöyle dedi:
— Ta'rîzli sözlerde
yalandan çıkış vardır.[493]
Bu haber, bundan
önceki haberin ikinci şıkkını tamamen teyid etmektedir. Oraya müracaat
edilsin.
(Bu haber için de
başka kaynak bulunamamıştır.).[494]
886— (205-s.)
Amr ibni'l-As'dan rivayet edildiğine göre, şöyle demiştir :
«— O kimseye hayret
ediyorum ki, kaderin içine düştüğü halde kaderden kaçar, kardeşinin gözündeki
çöp kırıntısını görür de kendi gözündeki merteği bırakır ve kardeşinin
canından kini çıkarır da, kendi canında kini bırakır.
Ben sırrımı hiç
kimseye vermedim ki, yayılmasından ötürü onu ayıplayayım. Ben onu nasıl
ayıplayabilirim ki, sırrımı korumakta aciz kalmış daralmıştım. (Başkası sırrımı
korumakta benden daha dar olmaz mı) ?»[495]
Amr i b n i' I - A s, bu haberleriyle şu 4 hususa İşaret
etmektedir:
1— Kadere
iman etmek ve teslim olmak İman şartlarından biridir. Kul,babına gelecek olan
bir musibeti geri çeviremez ve kendisine verilecek bir ihsanı da engelleyemez.
Ancak akıl ve iradesiyle görevli bulunduğu vazifelere koşar, helâl olanları
işler ve haramlardan sakınır. Bu aratia mukadder olan ne ise başına gelir ki,
kul bunu ne bilebilir ve ne de buna engel olabilir. İlâhî kudret ve iradenin
her an tesiri ve hakimiyeti altında bulunan bir kimsenin kaderden kaçmak
istemesine şaşılır.
2— Dnce
herkes kendi ayıp ve kusurlarını düzeltmeye ve bunlardan kurtulmaya
çalışmalıdır. Başkasının ayıplarını ve noksanlarını aramamalıdır. Herkes
noksan taraflarını düzeltirse, örnek olmaya hak kazanır ve cemiyet içinde
kendisine düşeni yapmış olur. Bu gibilere bakarak da herkes iyi olmaya çalışır
ve cemiyet düzelir. Kötü örnek kötülüğe yol açar. İyi örnekler ise iyiliklere
sev kederi er. İşte önce kendine düşen vazifeyi yapmayıp da başkalarında
kusurları araştıranların haline de hayret edilir.
3— İnsan,
hiddetli bulunan kardeşini teskine çalışır ve içindeki kini dışarı çıkarıp onu
kinli halden kurtarır da kendindeki kini saklarsa, böyle bir insanın da haline
şaşılır Kendi tehlikeli durumda olduğunun farkında olmayarak başkasının
imdadına koşar. Kendisi hasta iken, başkasını tedaviye kalkışır. Bu da normal
bir hareket sayılmaz.
4— Gizli
tutulması gereken ve sır mahiyyetinde olan şeylerin başkasına söylenmemesi en
İhtiyatlı bir yoldur. Bİr mümin kardeşe de İtimat edip sır verilince, onun
ihanet etmemesi gerekir. Sır, bir emanettir. Onu korumak, İfşa etmemekle olur.
Dargınlık ve birbirine güvensizlik çok kerre arkadaşın sırrım yaymaktan ileri
gelir. Kardeşlik bağlarını koruma şartlarından biri de arkadaşın sır ve mahrem
olan hallerini yayma ma ktır. Bütün bunlara ihtiyaç bırakmayacak şekilde
hareket, Amr ibni'l-Aş
hazretlerinin ifade ettiği tutumlarıdır: Başkasına sır açıklamadım ki,
ifşadan dolayı onu ayıplayayım. İşte en akıllı hareket, başkasına sır
vermemektir. Muvaffakiyet sebeplerinin en kuvvetlisi ve huzur halinin devam
sebeplerinden birisi sırrı saklamaktır,
imam Ma ver d T, Edebü'd-Dünya ve'd-Din adlı kitabında şu
hadîs-i şerifi nakletmektedir:
— İhtiyaçları
karşılamakta gizlilikten yararlanınız; çünkü her nimet sahibine hased edilir.»
Hz. Ali
de şöyle buyurmuştur:
— Senin sırrın
esirindir. Eğ ar sırrını söylersen sen onun esiri olursun. İnsan dili ile
sırrını yayar da bundan dolayı başkalarını ayıplarsa, bu kimse ahmaktır. Asıl
kendini ayıplaması gerekir. Zira kalbi kendi sırrını tutamayıp ona dar
gelirse, başkalarının kalbi o sırrı tutmakta daha dar olur. Ne kendini, ne do başkasını
ayıplamaya mahal bırakmamak için insan sırrını hiç kimseye açmamalıdır.
Açıldığı takdirde de ihanet etmemelidir.
Amr İ b n i ' I - A s kimdir? :
Ebû Abdullah ve Ebû
Muhammed diye künye taşıyan Amr, hicretin sekizinci yılında İslâm'ı kabul etmiştir
ve Kureys kabİlesindendir. Rivayet edildiğine göre, Habeşistan'da Necaşî nin
telkini ile İslâm'ı kabul etmiş ve müslüman olduğu halde hicretin sekizinci
yılında Medine'ye gelmiş ve Resûlüllah in huzuruna çıkmıştır. Bu sırada Şam
tarafında bulunan akrabalarını İslâm'a davet için bir ordu emrine verilerek
Peygamber tarafından oraya gönderilmişti. Daha sonra Umman valiliğine tayin
edilmiş ve Resûlüllahın irtihallerine kadar bu görevde bulunmuştu.
Hz. Ebû B e k i r 'in
devrinde Şam fethine, Hz. Ömer devrinde Mısır'ın fethine memur edilmiş ve
Mısır'ı fethederek oranın valiliğine tayin edilmişti. Hz. Osman'ın hilâfeti
zamanında Mısır valiliğinden azledilmiş ve Filistin'e çekilmişti. Daha sonra
Muhammed İbnİ Ebu Bekir'in yerine Mısır'a vali olmuş ve ölünceye kadar bu
görevde kalmıştır. Hicretin 43. yılında vefat etmiştir. Kısa boylu, cesur ve
güzel hitabeti bulunan bîr şair ve çok zeki bir zat idi. Allah hepsinden razı
olsun.[496]
887— (206-ş.)
Hz. Âişe'den rivayet edildiğine göre, şöyle demiştir:
«— Felâkete uğramış
bir adam, kadınlardan ibaret bir topluluğa rasgeldi de, onlar
bununla istihza ederek
gülüştüler. Bu hareketlerinden dolayı o
kadınların bir kısmı felâkete uğradı.»[497]
Âyet-i Kerimenin
tamamı :
Ey iman edenler! Bîr
toplum diğer bir toplumla alay etmesin;
ki alay edilenler, kendilerinden daha hayırlı bulunurlar. Bir kısun
kadınlar da, diğer kısım kadınlarla eğlenmesin; olur ki, eğlenceye alınanlar,
kendilerinden daha hayırlı olurlar. Hem birbirinizi ayıplamayın ve kötü
lâkaplarla atışmayın. İmandan sonra basıklıkla adlanmak ne kötü isimdir!.. Kim
de tevbe etmezse, işte onlar kendilerine zulmedenlerdir.» (Hücurat Sûresi,
Âyet: 11)
Bir mümin kardeşi
eğlenceye almak, onunla İstihza etmek, onu kusurlarından dolayı ayıplayıp
aşağı görmek, Hak Tealâ hazretlerinin yasakla-mtş bulunduğu hareketlerdir.
Çünkü bu davranışlarda mümin kardeşi incitmek ve rahatsız etmek var, diğer
taraftan da alay edenin gururlanıp kibirlenmesi vardır. Mümine eziyet haram
olduğu gibi, kibirlenmek de haramdır. Her İki kötülüğün neticesi olarak da
kardeşlik bağları gevşer ve çözülür. Ferdler arasına düşmanlık ve nefret girer.
Böylece bir bina halinde bulunması gereken İslâm toplumu öteye beriye dağılmış
tuğla parçalan haline döner ve İslâm'ın ulvî gayesi söner. Bu kadar büyük
zararlara götürecek olan istihza ve ayıplama hareketlerinden titizlikle
sakınmak selâmet yoludur. Müslümanları eğlenceye almak ve ayıplarını
araştırmak yok, onları örnek söz ve hareketlerle tatlı bir şekilde İkaz ve
irşad vardır. Büyüklük taslayanı Allah zelil eder ve süründürür, ayıpladığı
kimsenin durumuna düşürür. Nitekim T i
r m i z î şu hadîs-i şerifi tahriç
etmiştir:
— Kim bir (din)
kardeşini, (tevbe etmiş olduğu) bir günah sebebiyle ayıplarsa, o günahı
işlemedikçe* o kimse Ölmea;. (Tirmlzî: Sıfatu'l-Kıyamet (38), Bab: 54, Hadîs:
2507)
Hakaret nazariyle
başkasını ayıplayana, aynı musibetin gelmesi, dünyada ceza olarak yeter.
Tirmizî'nin rivayet etmiş olduğu bu hadîs-İ şe-TÎf de Hz. Â İşe'den nakledilen mânâya uygun
düşmektedir.[498]
888— Belî
kabilesinden bir adamdan rivayet edildiğine göre, şöyle r:
— Babamla birlikte B.esûlü\lah(SallaUahü Aleyhi
ve Setkm) 'e geldim de Peygamber önümde babamla gizlice konuştu. Ben babama
dedim İd:
— Sana ne söyledi? Şöyle cevap verdi:
e— Bir iş yapmak
istediğin zaman, Ali ah sana o işten kurtuluş gös-terinceye kadar yahut Allah
sana bir çıkış kapısı yaraiuıcn ya kadar yavaş ve temkinli davran.[499]
Tüede acele etmemek ve
teennî İle hareket etmek, temkinli bulunmak mânâsına gelir. Dünya işlerinde
başarıya ulaşmak ve yanlış yola sapmamak için araştırma yapmak icab eder. İşin
mahzurlu taraflarını öğrenmek, başarıya ulaşma çarelerini bulmak ve ehil
kimselerden sormak suretiyle işi neticeye bağlamak uzun zaman ister. Böyle
araştırma yapmak-'sızın hemen işe koyulmak çok defa zarar getirir. Böyle
zararlara ye pişmanlık verecek sonuçlara düşmemek için işlerde teennî ile
hareket muvaffakiyetin anahtarıdır.
Ebu Davud'un rivayet
ettiği şu hadîs-i şerif de bu mânâyı kuvvetlendirmektedir :
«— Âhirete ait
işlerden başka her şeyde acele etmemek
Dünyaya müteallik
işlerin akibetinin iyi veya kötü olduğu acele bir hükümle belli olamayacağı
için bu işlerde temkinli hareket etmek suretiyle doğruyu seçmek mümkün olur.
Âhiret işleri ise, belli İbadetler olduğundan bunları kaçırmamak için koşmak ve
yarışmak lâzımdır. Nitekim Cenab-ı Hak:
«— Hayır işlerinde
yarışın ve Rabbinizin mağfiretine koşun.» buyurmaktadır. (Bakara Sûresi, Âyet:
148; Mâide Sûresi, Âyet: 48 ve Hadîd Süresi, Ayet:21).[500]
889— (207-s.)
Muhammed ibni'l-Hanefiyye'den rivayet
edildiğine
— (Görülecek işine)
yakınlarından bir çare bulamıyan kimse, —Allah ona bir genişlik veya bir çıkış
yolu yaratıncaya kadar — o işle iyi bir şekilde ünsiyet etmezse, o kimse tedbir
ve akıl sahibi değildir.[501]
Dünyaya müteallik
herhangi bîr iş veya ihtiyaç karşısında kalan bir insan, bu ihtiyacını kendi
akraba ve elde mevcut imkânlarla başaramayacağı takdirde acele etmeyip
beklemeli ve Allah'dan bir kurtuluş kapısı açılmasına kadar sabretmelidir.
Böyle hareket etmeyen kimse, ince düşünceli değildir, işlerdeki hikmeti
kavrayamamıştır. Burada da teennî İle hareketin hikmet olduğu belirtilmekte ve
önceki hadîs-i şerîfİn mânâsına uygun düşmektedir.
(Bu haber için başka
bir kaynak bulunamamıştır.).[502]
890— Berâ
ibni Âzib, Peygamber (SalUıllahü Aleyhi ve Seltem)'den rivayet ettiğine göre,
Peygamber şöyle buyurdu :
«— Kim, faydalanılsın
«tiye ödünç bir mal ihsanda bulunursa, yahut bir sokak —veya Peygamber dedi ki
bir yol— gösterip (başkasına) delâlet ederse, onun için bir köle azad etme
karşılığı kadar sevab vardır.»[503]
Bir yol şaşırmışa, bir
amaya, dil veya semt bilmeyen bir yabancıya .delâlet etmek ve ona yol göstermek
sevabı, bir köle azad etme sevabına denk olacak kadar büyüktür. Bu da İslâm'da
yardımlaşmanın, sevişmenin, düşküne el atmanın ve merhamet etmenin bir
çeşididir. İnsanlık ve merhamet duygularından uzak olanlar, bu gibi
delâletlerden kaçınır ve aldırış etmezler. Müslüman daima yardım ve iyilik
etmek vazifesi ile yükümlü olduğundan yol gösterme işini de benimseyip bu
güzel ahlâkla ahlâklanmak zorundadır. Bu
iyi hareket karşılığında da büyük
sevab onundur.
Bir kimseye
faydalansın diye ariyet olarak verilen bir hayvana veya bîr mala «Menîha ~
4*U*» denir. Sütünden istifade edilsin diye başkasına ariyet olarak yerilen
koyun, deve ve eşya gibi şeyler Menîha adını alır kİ, bu bir bağış ve hediye
veya fakire sadaka yerine geçer.[504]
891— Ebü
Zer'den (hadîsi Peygambere bağlayarak) şöyle dediği rivayet olunmuştur:
«— Kovandan din
kardeşinin kovasına boşaltman bir sadakadır. İyilikle emretmen ve kötülükten
alıkoyman bir sadakaidır. Kardeşinin yüzüne karşı güler yüzlü olmam bir
sadakadır. İnsanların yolundan taş, diken ve kemik gibi (engel teşkil eden)
şeyleri gidermen senin için bir sadakadır (sevabdır). Bir de yolu belli
olmayan bir yerde insanlara yol göstermen bir sadakadır.»[505]
1— Su kovasından veya
içinde faydalanılabilecek
madde bulunan herhangi bir kabdan
komşuya, din kardeşine, düşkün bir muhiaca verilecek olan şeylerin hepsi
iyiliktir, İyiliğin karşılığı da mükâfattır, sevabtır. Burada sevap, sadaka İle
tâbir edilmiştir. Esasen sadaka fakirlere yapılan yardıma verilen İsimdir;
sevap mânâsına da gelir.
2— Dinin
gayesi cemiyete bütün iyilikleri ve
güzel ahlâkı getirmek ve hoş olmayan bütün kötü hal ve hareketlerden cemiyeti
temizlemektir kİ, her mümin bu gaye ile çalışmak sorumluluğu altındadır.
Herkesin güç ve imkânlarına göre bu görevi yerine getirmesi farzdır. Feriler bu
vazifeyi elbirlikle yerine getirme yolunda bulunurlarsa fenalıklar önlenir,
yerlerine güzel huylar gelir ve cemiyette huzurla sükûn hüküm sürer. Fakat bu
vazifeler yerine getirilmezse, herkes neme lâzım diye kenara çekilirse her
tarafı musibet ve kötülükler kaplar. Beşeriyetin faydasına olan işlerin
başarılması yolunda yapılan gayretlere karşı Allah Tealâ insanlara ayrıca
manevî mükâfat da vermektedir ve böylece bizi daima hayırlı işlere teşvik
etmektedir.
3— İnsan,
din kardeşine yardım edebilecek bir güç veya imkâna sahip değilse, ona karşı
tatlı ve güler yüzlü davranmalıdır. İyiliğin en küçüğü olan bu hareket
karşılığında da sevab vardır, sadaka yerine geçer. Tatlı ve güler yüzlü bulunmak,
karşı tarafın keder ve üzüntüsünü gidereceği için bu yönden ona bir yardım
edilmiş ve gönlü alınmış olur. Kardeşlik sevgisi çoğalır.
4— Yollar
üzerine düşüp de insanlara, hayvanlara ve vasıtalara engel teşkil edecek,
gidiş-gelişi güçleştirecek her şeyi kaldırmak ve gidermek bir iyiliktir. Her
iyilikte sevap bulunduğundan bu İşleri yapmakta da sevap
5— Çöl ve
sahra gibi yolu belli olmayan arazilerde veya sis sebebiyle yol tayin
edilemeyen yerlerde insanlara rehberlik etmek ve onları diledikleri yerlere
iletmek bir iyiliktir. Müşkül durumda kalan ve bir kurtuluş çaresi arayan
kimselere bundan daha önemli bir yardım olamaz. Bu iyiliğin karşılığında da
sevab vardır. Zaten bu bölüm de, bu mevzu ile ilgilidir. Bundan önceki hadîs-i
şerife bakılsın.[506]
892— îbni
Abbas'dan rivayet edildiğine göre, Resûlüllab A leyhi ve Selfam) şöyle buyurdu
;
«— Âmâyı (körü) yoldan
saptırana Allah lanet etsiö.»[507]
Her iyiliğin bir
sevabı olduğu gibi, buna karşı olarak her kötülüğün de bir günahı vardır.
Yolunu seçemeyen bir körü yoldan saptırmak, ona bir eziyettir ve kötülüktür.
Böyle bir kötülüğü işleyenin cezası da lanettir, Allah Tealâ'nın rahmetinden
uzak kalmaktır, azaba uğramaktır. Aksine olarak körün elinden tutup ona yol
göstermek ve yardım etmek sevabdır, mükâfatı büyüktür.
(Bu hadîs-İ şerifi
hudûd bölümünde İbni Hibban ve Hâkim tahriç etmişlerdir. Fadlu'llah : C. II, s.
338, dip not).[508]
893— îbni
Abbas anlatarak şöyle demiştir: Peygamber Aleyhi ve Seltem) Mekke'de evinin etrafında otururken, o
sırada Osman ibni Maz'un ona uğrayıp dişleri gözükecek kadar Peygamber Aleyhi
vt Seîlem) 'e tebessüm etti, Peygamber
(Sallailâhü Aleyhi ve ona şöyle buyurdu:
«— Oturmaz imsm?»
Osman :
— Evet, dedi. Peygamber (Saîksîlahü Akyhi ve
Seîîem) onun karşısında oturdu.
Peygamber onunla konuşurken
birden Peygamber OSaU<ahü Aieyhi ve Selîem) gözünü göğe
doğru dikip şöyle buyurdu:
— Az önce, sen
otururken Allah'ın elçisi Melek bana geldi.» Osman dedi ki:
— Elçi Melek size ne söyledi? Peygamber
(Salîalkthü A leyhî ve Selîem):
— (Şu Âyet-i Korîme'yi
getirdi)* buyurdu :
— Muhakkak ki Allah
adaleti, ihsanı ve akrabaya vermeyi evtıredi-yor. Zinadan, fenalıklardan ve
isyan edin, insanlara zulüm etmekten de yasaklıyor. Sîze böylece öğüt veriyor ki, benimseyip tu tasınız.- (Nahlsüresi, Ayet:90)
Bu hâdise, iman
kalbimde kararlaştığı ve Muhammed'i sevdiğim sırada olmuştur.[509]
Cenob-ı Hale bu âyet-i
kerîmestyle insanlara üç şeyi emrediyor ve öç de onlara yasaklıyor ve sonunda
da öğütlenmelerini en güzel bir şe-ifade buyuruyor. Yapılması istenen ve
emredilen hususlar:
1— Allah Tealâ
insanlara adaletle iş görmeyi emrediyor. Her şeyde ziyade ve noksan olmaksızın
eşitlik kurmaya «Adalet» denir. Lügat yönünden kelimenin mânâsı budur. Din
terimi olarak, her şeyi dinin emirlerine uygun olarak yerine getirmek, her hak
sahibine hakkını vermek ve zulmü terk etmektir. O halde adalet, dinin temeli
olup, cemiyetin ayakta durmasını sağlayan ana direğidir. Aile reisinden devlet
reisine kadar herkes adaletle hareket etmek sorumluluğu altındadır.
2— İhsanı
emrediyor. Yapılan iyiliğe ziyadesiyle mukabelede bulunmak ve kötülük edeni
affetmektir. Bir de Allah'ı görür gibi (ihlâsla ve haşyetle) ona ibadet edip, kendin için
sevdiğini, insanlar için de
sevmendir diye tarif edilmektedir. Bu da ahlâkın en güzel hallerinden biridir.
3— Akrabaya,
yakınlara vermeyi emrediyor. Akrabayı ziyaret etmek ve onlara İyilikte bulunmak ve yardım etmek suretiyle
sıla haklarını vermeyi Cenab-ı Hak bize
emrediyor. Bu da akrabalık ve kardeşlik bağlarını kuvvetlendiren ve müslümanlar
arasında sevgiye vesile olan İyi bir yardımlaşma ve sevişme hareketidir. Allah
Tealâ üç şeyi de bize yasaklıyor:
1— Fuhşiyattan
yasaklıyor. Söz ve işlerin çirkinine fuhşİyyat denir ki, zina, şarap, hırsızlık
gibi çirkin işlerle her çeşit kötü sözler buna dahil olur. Bunlardan korunan
insan, günah kirlerinden arınmış olur.
2— Münker
olan şeyi işlemekten yasaklıyor. Akılların hoş görmediği şeylere Münker denir.
İyi ve hoş karşılanmayan hareketlerden de sakınmayı Allgh Tealâ bize
yasaklayarak kemal derecesine erme yolunu gösteriyor.
3— Azgınlık
ve İsyanı yasaklıyor. Bağy, insanların haklarına tecavüz etmeye ve insanlara
zulmetmeye denir. Düşmanlık ve zulüm hisleriyle cebren insanlara hakim olmak
ve üstünlük eîde-etmek hareketidir. İnsanların haklarına tecavüz etmek ve
onlara zulmetmek, sorumluluğu çok büyük olan günahlardandır. İslâm dini,
adaleti emrettiği için adalete aykırı düşen her çeşit zulüm ve tecavüz
hareketlerini yasaklamıştır. Adaleti yerine getirmek için zulüm ve tecavüz
yollarını kapamak sarftır. Cemiyetin selâmet ve huzuru ancak böyle temin
edilebilir.
Allah'ın kitabında
hayır ve şerri bir arada toplayan yegâne âyet-i kerîmenin bu âyet olduğunu
Buhârî ve diğer muhaddisler rivayet etmişlerdir. Âyet-i kerîme muhtelif güzel
emirleri, çeşitli yasaklan ve netice olarak bunlara uymayı gerektiren öğüt ve
tavsiyeleri ihtiva etmekte olduğundan müfessir Beyzavî diyor ki, Kur'an-ı
Kerîm'de bu âyetten başka bir âyet olmasaydı, bu âyet, Kur'ân'ın her şeyi beyan
ettiğine ve âlemlere rahmet ve hidayet olduğuna delil olarak kifayet ederdi.
Ahlâkın bütün güzelliklerini toplamış olduğundan, her hutbe sonunda bu âyet-i
kerîme okunur ki, insanlara derli-toplu bir nasihat ve uyarıcı bir öğüt
olsun. '
Osman îbnİ
Maz'un kimdir?:
Kureyşli olup, 13
erkek müslüman olduktan sonra İslâm'ı kabul eden İslâm öncülerindendir.
Künyesi; Eb û ' s- S â ' i b 'dir. Annesinin adı Süh a y I e 'dir. Habeşistan'a oğlu Sâ'İb
ile ilk hicret eden ashabdandır. Kureyş kabilesinden birçok zevatın İslâm'ı
kabul etmiş oldukları haberini alınca Habeşistan'dan geri döndü ve Mekke'de
müşrik Veli d ibni M u ğ î r e 'nin himayesi altına geçti. İbni H i ş a m ,
Siyer'İnde Osman İbni Maz'ûn'un müşrik V e I i d 'in himayesinden çıkışını
şöyle anlatır: «Osman ibni Maz'ûn, Velid ibni Muğîre 'nin himayesinde iken
Peygamber (SolhttâhM AteyM veSellem} "m ashabının çektikleri belâları
görünce dedi ki :
— Ben sabah ve akşam emniyet içinde
müşriklerden birinin himayesinde işime gidip dönerken, benim arkadaşlarım ve
dindaşlarım, bana isabet etmeyen eziyet ve belâlarla karşılaşıyorlar; bu benim
için çok büyük bir noksanlıktır. Sonra Velid ibni Muğîre'ye gidip ona şöyle
dedi :
— Ey Velid! Sen ahdine vefa gösterdin (beni
tecavüzlerden korudun). Şimdi ben himayeni geri çeviriyorum. Velid dedi ki :
— Bunun sebebi ne? Yoksa kavmimden bir kimse
sana eziyet mi etti? Osman :
— Hayır, dedi, ben Allah'ın himayesine razı
oluyorum; ondan başkasının beni korumasını istemiyorum.
Velid :
— O halde Mescid-i Haram'a git de orada ben
meydanda seni himayeme aldığım gibi, sen de himayemi açık olarak bana reddet,
dedi. Her ikisi Mescide gittiler. Velid şöyle dedi :
— Bu Osman, benim himayemi bana geri çevirmek
üzere geldi. Osman da :
— Doğru söylüyor; onu güzel himaye eden vefakâr
bir adam buldum, fakat ben AHah'dan başkasının himayesine girmeyi
İstemiyorum; bunun için onun
himayesini kendine reddediyorum, dedi. Sonra Osman dönüp oradan ayrıldı. Müşrik
şairlerden Lebîd de Kureyş'li bir topluluğa şiir okuyordu. Osman da onlarla
oturdu. Lebîd şu mealdeki şi'ri okuyordu :
Dikkat edin, Allah'dan
başka her şey batıldır. Osman :
— Doğru söylüyorsun diye bu mısraı tasdik etti.
Lebîd devamla :
Şüphesiz ki, her nimet
zeval bulacaktır.
mısraını okuyunca,
Osman : «Yalan söylüyorsun. Cennetin nimetleri zeval bulmaz,» dedi. Lebîd şöyle
dedi :
— Ey Kureyş topluluğu! Sizin arkadaşınız bundan
önce eziyet edilir değildi. Bu ne hal, ne zaman aranıza girdi? Topluluktan bir
adam dedi ki :
— Bu adam, o peygamberle bulunan sefihlerden
bîr sefİhdir (hafif akıllıdır), bizim dinimizi terk etmişlerdir. Onun sözünden
ötürü duygulanma.
Osman ise, adamın
sözünü geri çevirdi. Öyle kî, aralarında iş büyüdü. O adam, Osman'ın karşısına
çıkıp gözüne vurarak gözünü çıkardı. Velid de yakından manzaraya şahİd
bulunuyordu. Osman'a şöyle dedi :
— Ey kardeşim oğlu! Seni koruyacak bir teminat
altında olsaydın da gözün kurtulmuş bulunsaydı ya? Osman cevap verdi :
— Hayır, bilâkis sağlam olan gözüm, Allah yolunda
diğer gözümün uğradığı musibete muhtaç bulunmaktadır; ve ben, senden daha
muktedir ve üstün olan varlığın (Allah'ın) himayesindeyim.»
Osman ibni Maz'ûn daha
cahiüyet zamanında (İslâm'ı kabul etmeden önce) şarap İçmeyi kendisine
yasaklamış ve şöyle demişti :
— «Aklımı gideren ve benden daha aşağı
kimseleri bana güldüren ve mahremimi bana nîkâhlamaya kadar götürecek olan bir
şeyi asla içmem.»
İslâm'ı kabul ettikten
sonra şarabı haram kılan âyet-i kerîmenin nazil olduğu haberi kendisine
verilince :
— «Helak olası, gözüm onu bekliyordu,»
demiştir.
Ashabın ileri
gelenlerinden ibadete düşkün gayretli bir zat İdi. Erkeklerde hadım olmanın
caiz olmadığına delil teşkil eden hâdise bununla ilgili olup, şöyle cereyan
etmişti. Osman İbni Maz'un, Peygamber
— Ey Allah'ın Resulü!
Siz savaşlarda bulunuyoruz, (ailemizden aylarca uzak katıyoruz); bekârlık bize
zor geliyor. Hadım olmak için bana İzin verir misiniz, hadım olayım? dedi.
Peygamber (Saüaîldhii Aleyhi ve SeÜem} şöyle buyurdu :
— Hayır, ey ibni
Mas'un, ancak sen oruca devam et ki, oruç şehveti keser.»
Bundan anlaşılıyor ki,
husyeleri çıkartmak suretiyle şehvete karşı tedbir olmak veya nesli kesmek coİz
değildir.
Bedir savaşından
döndükten sonra Medine'de vefat etmiş ve muhacirlerden Medine'de İlk ölen
olmuştu. Vefatı hicretin ikinci yılına tesadüf eder. Gasledilip kefenlendikten
sonra, Peygamber (SaMttak® Aleyhi ve Selkm) İki gözleri arasından onu öpmüş ve
gömüldükten sonra şöyle buyurmuştur :
— Bu Osman ilmi Masun
bize ne güzel bir selefdir (bizden öne geçmiştir).»
Hz. Peygamberin oğlu
İbrahim bunun arkasından vefat edince de, onun hakkında şöyle buyurdu :
«Hayırlı selefimiz
Osman ibüi Maz'un'a kavuş (ey İbrahim)!
Osman'ın mezarı
örtülünce de Hz. Peygamber baş ucuna bir taş koya
«— Bu, bizden öne
geçen hayrm kabridir.» buyurdu.
İbn Âbbos
Hazretlerinden rivayet edildiğine göre, şöyle buyurmuştur:
— Osman ibni Maz'un vefat edince karısı dedi kî
:
— Cennet sana afiyet olsun, ey Osman İbni
Maz'un!.. Peygamber (Sallatlahü Aleyhi ve Seîîem) bu
sözden dolayı hanımına gazap bakışı île bakıp şöyle buyurdu
:
«Bunu nereden
biliyorsun?»
Osman'ın hanımı :
— Ey Allah'ın Resulü,
senin arkadaşındır ve askerindir, dedi. Bunun üzerine Peygamber (Sallallahü
Aleyhi ve Sellem) şöyle buyurdu.
— Ben Allah'ın
Resulüyüm ve bana ne yapılacağını bilmiyorum.» (Müminlerin hepsi hayırla yad
edilir ve haklarında delil varid olan, Cennetle müjdelenmiş on sahabî gibi,
kimselerden başkası için kesin olarak cennetliktir hükmü verilemez, Cennetlik
oldukları umulur. Bu kimse muhakkak cennetliktir diye inanç beslenmez.)
Osman'ın ölümüne
insanlar çok acıdılar. Daha sonra Hz. Peygamber'İn kızı Zeyneb vefat edince,
Resûlüllah (Saîîaîlahü Aleyhi ve Selltm) şöyle buyurdu :
«— Hayırlı selefimiz
olan Osman ibni Maz'un'a kavuş.»
Bunun üzerine hanımlar
ağladılar. Hz. Ömer hanımları susturmaya başladı. Peygamber (Saîiallakü Aleyhi
ve Selîem) ise:
«— Müsaade et, ya
Ömer!» dedi ve sonra şöyle buyurdu :
«— Ey hanımlar! Şeytan
feryadından sakınınız. Gözden gelen yaş (ağlamak), Allah Tealâ'dandır ve
merhamettendir. Elle oW (çırpınma, döğünme) ve dil ile olan (bağırıp çağırma) Şeytandandır.»
İbni Abbas'dan edilen
rivayet burada sona eriyor.
Muhacirlerden Bakî'
mezarlığına Hk gömülen de Osman ibni Maz'ûn'dur. (Rattiyaltahü ank).[510]
894— Enes'den,
Peygamber (SalUsîlahü Aleyhi ve Sellem)'in şöyle buyurduğu rivayet edilmiştir:
— Erginlik çağma kadar
iki kızı barındırıp geçindiren (onlara zulüm etmiyerek iyi bakan) kimse var ya,
ben ve o Cennette şu iki (parmağın yakınlığı) gibiyiz.» Rayilerden Muhammed
ibni Abdülâziz, işaret ve orta parmağı göstermiştir.[511]
Aslında bu hadîs-i
şerîf kız çocuklara bakmak ve onlara güzel mua-melş ederek terbiyelerini
sağlamak konusu İle ilgilidir. Ancak bu ahlâkî görev yerine getirilmez de
çocuklara kötü muamele ve zulüm edilirse bağy = azgınlık kısmına gireceği için
aksi yönden İlgili bulunmaktadır ki, bunun da cezası ve günahı büyüktür. Zulmün
cezasını insan âhirete göçmezden önce dünyada çeker. Bundan sonraki. hadîs-i
şerif de bu hükmü açıklamaktadır.[512]
895— «İki
günah kapısı vardır ki, bunları işliyenlerin cezası dünyada peşin olarak
verilir:
— Biri zulüm = bağy,
diğeri ide akrabalık bağlarını kesmektir.»[513]
Akrabalık bağlarını kesmenin
cezası hakkında birinci cildin 6Â-67 sayılı hadîs-i şerifleri açıklamalarında
gereken bilgi verilmişti. Zulüm ve taşkınlık günahının da cezası bundan farklı
bulunmadığından bir arada anılmışlardır. Zaten' akrabalık bağlarını kesmede de,
haklara riayetsizlik ve zulüm mevcuttur. Zulmün cezası ise, dünyadan göçmeden
önce verilir, geciktirilmez.
(Bu hadîs-i şerif için
başka bir kaynak bulunamamıştır.).[514]
896— Ebû
Hüreyre'den, Peygamber (Salİallahü Akyhi ve Sellem) 'in şöyle buyurduğu
rivayet edilmiştir:
— Kerim oğlu kerîmin
oğlu Kerim oğlu kerim, İbrahim «ğlu İshalftn oğlu Yakub oğlu Yûsuf'dur»[515]
Haseb, insanın baba
tarafından gelen soyuna ait faziletlerle iyilik eserleridir. Kerem ise, hayır,
şeref ve faziletlerin hepsini toplayan isimdir. Peygamber (SallaVMil Aleyki ve
Sellem) bu mânâları değiştirerek haseb maldır; kendine mal verilene hasîb
denir, buyurmuştur. Kerîm = kerem sahibi de, Allah katında takva sahibi olandır
buyurarak Hz. Yûsuf'un peygamberler soyundan gelmesi itibariyle kerîm olduğuna
İşaret etmişlerdir. Fazileti soydaki şereflerde değil, takvada aramak gerekir.
Ebû Hüreyre'den rivayet edildiğine göre :
— Müminin keremi
dindir, mürüvveti aklıdır, hasebi de ahlâkıdır, demiştir.[516]
897— Ebû
Hüreyre'den rivayet edildiğine göre, Resûlüllah Aleyhi ve Sellem) şöyle
buyurdu:
«— Soy temizliği
bakımından nesebler birbirine yakın olsa hüe, kıyamet günü benim velilerim
takva sahibi olanlardır. İnsanlar bana amellerle gelmezler ve siz (çoğunluk
olarak) dünyayı omuzlarınızda taşıyarak gelirsiniz de, ya Muhammedi dersiniz
(imdat istersiniz). Ben de şöyle ve le: Hayır» derim.» (Peygamber bunu söylerken de)
her iki yanma çevirdi.[517]
Bu hodîs-i şeriften de
anlaşılıyor ki, insan soyundan gelen şeref ve faziletlerle Allah katında derece
alamaz. Allah'ın emirlerine sadakatla uyup, yasaklarından kaçınan ve korunan
kimse takva sahibidir, Allah'ın velisİdİr. Allah katında İyi kimseler
bunlardır, soyları iyi .olmasa bile...
Metni geçen hadîs İçin
başka bir kaynak bulunamadığı gibi, şerhine de raslonamamıştır. Hadts-i şerif
iki esasa işaret etmektedir : Birincisi, fazilet ve üstünlüğün takvada oluşu,
diğeri de takva sahiplerinin az bulunacağı ve çoğunluğun maddeye ve dünyaya
bağlı kalacağı gerçeğidir. Bunun sonucu olarak da insanlar pişmanlık
çekecekler ve kurtuluş çaresi arayacaklardır; fakat bu âhİretteki nedamet
fayda vermeyecektir.[518]
898— (208-s.)
İbni Abbas'dan rivayet, edildiğine göre, şöyle demiştir:
«— Şu âyet ile amel
eden bir kimseyi göremiyorum:
— Ey insanlar! Sizi bir erkekle bir
dişiden (Âdem ile Havva'dan) yarattık.
Hem ide sizi soylara ve kabilelere ayırdık ki, birbirinizi tanıya-sanız (bağlı
olduğunuz kabileyi söyliyerek tanırlasınız). Biliniz ki, Allah k 3 kii d a en
iyiniz, takvası en çoök olanınızdır,
(üstünlük ve fazilet, soy ve neseble değildir.) (Hücurat, 13)
— însan insana: Ben senden daha iyiyim, diyor.
Halbuki insan Al-lah'dan korkmakla (takva sahibi olmakla) ancak başkasından
daha iyi olur.[519]
Cenab-ı Hak bu âyet-i
kerîmesinde, bütün İnsanların bir anadan ve bir babadan (Hz. Âdem ile
Havva'dan} yaratılmış olduklarını ve bu itibarla soy yönünden, mal ve mevki
bakımından birbirlerinden üstün olamayacaklarını ve bu hasletlerle övünmenin
yersiz bulunduğunu beyan buyurarak üstünlük ve faziletin ancak Allah'dan
korkmada (takvada) olduğunu bildirmektedir.
Soy ve kabilelere
ayrılmak, yalnız insanların birbirlerine olan yakınlıklarını bilmek ve
birbirlerini tanımak imkânını elde etmek İçindir. Allah, bu hikmete binaen
insanları soy ve kabilelere ayırarak yaratmıştır. Birbirlerine karşı soyca
öğünmek için değil...
Bu âyet-i kerîmeyi
açıklayan Peygamber (Saltallahü Aleyhi veSeîlern) 'İn hadîs-i şeriflerini Taberî
rivayet ederek şöyle anlatıyor:
Peygamber, kurban
kesme günleri içinde Mina'da bir deve üzerinde hitabede bulunarak şöyle
buyurmuştur:
«— Ey insanlar! Dikkat
edin, sizin Rabbiniz birdir, babanız da birdir (Âdem'dir). Dikkat edin, hiç bir
Arabm, hiç bir yabancı üzerine, hiç bir yabancının Arab üzerine, siyahın
kırmızı (renkli) üzerine, kırmızının siyah üzerine üstünlüğü yoktur. Fazilet
ve üstünlük ancak takva iledir. Dikkat edin, tebliğ ettim mi?»
Ashab (Rıdvanullahi
Aleyhim Ecmaîn) :
— Evet, dediler.
Peygamber (Satlallahü Aleyhi ve Sellem) :
— O halde, burada
bulunanlar, bulunmıyanlarn tebliğ etsin, buyurdu.
Ebû Malik El-Eş'arî
'den Peygamber (Sattallahü Aleyhi ve Sellem)"\n şöyle buyurduğu rivayet
edilmiştir :
«— Allah Tealâ
soyunuza ve nesebinize bakmaz; bedenlerinize ve mallarınıza da bakmaz; ancak
kalblerinize bakar. Kimin salih (dürüst) bir kalbi varsa, Allah ona merhamet
eder. Siz Âdem'in ancak evlâdları-sınız ve Allah katında en sevgiliniz, en
ziyade takva sahibi olanımzdır.»
Artık bu deliller
ortada varken hiç bir mümin, soyundaki şereflerle, mal ve mülk çokluğu ile
kardeşine üstünlük davasında bulunamaz. Tevazu yolunu tutar ve takvayı kendine
esas kabul eder. Soy ve neseble öğünmeler cahiliyet devrinin kötü
âdetlerindendir ki, bunu İslâm dini kaldırmıştır. Maalesef medeniyet asrı diye
övünülen bu asrımızda, halâ İslâm'ın getirdiği bu ulvî mertebeye ulaşamayıp,
ırk ayırımını millî bir dava sayan güçlü milletler vardır ve 1400 yıl öncesi
cahiliyet âdetini benimsemişlerdir. Sözde insanlık haklarını savunanlar,
insanlığa en büyük İhaneti yapmaktadırlar. Aya çıkmak ve ayı fethetmek Allah katında
bir fazilet değil; fazilet Allah'ı bilip emrettiği şekilde insanlara hak ve
hürriyetlerini vermektir.[520]
889— (209-S.)
İbni Abbas şöyle demiştir:
«— Kerîm kimi
sayıyorsunuz? Allah kerîm olanı beyan edip:
"— Sîzin Allah
katında en iyiniz (kerîminiz), takvası en ziyade danınızdır." buyurmuştur.
Hasebi ne sayıyorsunuz? Haseb bakımından en üstününüz, ahlâkça en güzel
olamnızdır.»[521]
Bilgi için bundan
önceki hadîs-i şerife bakılsın. Bu haber için başka bir kaynak bulunamamıştır.[522]
900— Hazreti
Âişe (Radiyalîahü anha) 'dan rivayet edildiğine göre, demiştir ki, Peygamber
(SallaltâkÜA leyhi ve Sellem) 'in. şöyle buyurduğunu işittim:
«— Ruhlar birlik
birlik (ezelde yaratılmış) askerlerdir. Bunlardan sıfait ve ahlâkça birbirine
uygun düşenler (dünyada) anlaşır ve birleşirler. Bunlardan birbirine uygun
düşmeyenler ayrılır ve uzaklaşırlar.»
(...) Başka bir
rivayet silsilesi ile yine Hz. Âişe'den bu hadîs-i şerifin aynı, Peygamber
(SüiiotUihü A teyhi ve Sellem} 'e izafeten nakledilmiştir.[523]
Hadîs-i şeriften
anlaşılıyor ki, ruhlar bedenlerden önce yaratılmışlar ve ilk yaratılışlarında
iki kısım üzere yaratılmışlardır. Birbiriyle anlaşıp birleşenler ve
birbirleriyle anlaşamayıp ayrılanlar. Bir safta bulunan ordu ile, karşı karşıya
bulunanlar gibi... Ruhların İlk yaratılışında iyi ve kötüye meyil hasletleri
vardır. Bu ruhlar dünyada bedenlere girdiği zaman, aynı meyli taşıyan insanlar
birbiriyle anlaşır ve değişik huylular da birbirinden karşılaşınca uzaklaşır.
Bunun için hayırlı kimseler hayırlı olanları seçer; ve kötüler de kötülere
meyledip onları severler. İşte insanlar bu kabiliyetleri ölçüsünde İslâm
ahlâkından gayret ve çalışmalariyle hisse alırlar; ve bundan sorumlu
tutulurlar.[524]
901— Ebû
Hüreyre'den rivayet edildiğine göre, demiştir ki, Resûlül-lah (SaİtallahM
Aleyhi ve Seîlem) şöyle buyurdu:
«— Ruhlar birlik
birlik askerlerdir. Bunlardan vasrf ve ahlâfeiarı birbirine uygun düşenler
birleşir ve anlaşırlar; bunlardan birbirine uygun düşmeyenler ayrılırlar.»[525]
Bundan önceki hadîs-i
şeriflere ve açıklamaya bakılsın.[526]
902— Ebû Hüreyre
demiştir ki, Peygamber Setlemyia şöyle buyurduğunu
işittim:
«— Bir çoban koyunları
başında iken, bir kurt koyunlara saldırıp onlardan bir koyun aldı. Çoban
(koyunu kurtarmak için) onun arkasına düştü. Nihsyct kurt çobana dönüp dedi kî,
korku gününde bu koyunları kim kurtaracak? (Senin korkup kaçtığın o günde)
Bunlar için benden başka bir çoban yoktur, (onlara ben hakimim).» İnsanlar
(kortun konuşmasına taaccüp edip) :
SübhaneUah!.. dediler.
Bunun üzerine Peygamber ($&IIğ$IM8 Akyhi ve Seltem) şöyle buyurdu :
— Bizzat ben buna
inanırım, Ebû Bekir de, Ömer de...»[527]
Şaşılacak ve taaccüp
edilecek bir işe karşı «SübhaneUah = Allah Tealâ Hazretlerini noksanlıklardan
tenzih ederiz, onu yüceltiriz» teşbihinde bulunmanın caiz olduğunu bu hadîs-i
şerîf münasebetiyle Buhârî Hazretleri bize naklediyor, edeb derşî veriyor. Bu
münasebetle de hayvanların konuşma meselesi ortaya çıkıyor. Cenab-ı Hak hikmeti
icabı yaratmış olduğu çeşitli varlıklara ayrı ayrı imkânlar ve kabiliyetler
vermiştir. Birinin başaracağı işi diğeri başaramaz. Her eşya, yaratıldığı iş ve
gaye için kullanılır ve o yolda vazifesini görmüş olur. Meselâ, Ccnab-ı Hak
insanlara konuşma imkânını vermiş, hayvanlara ve cansızlara bu imkânı vermemiştir.
Bazı papağan gibi hayvanlarda ve gramofon gibi cansızlarda olan konuşma,
şuurla meydana gelen bir konuşma olmadığı için, bunlar konu dı-şında kalır.
Allah Tealâ'nın kadîm bîr nizamı olarak böyle istidatlarla eşyayı yaratması,
istisnaî haller yaratmasına engel olmaz. Cenab-ı Hak dİ-lerse, insanı
konuşturduğu gibi, hayvanatı ve cansızları da konuşturur. Çünkü Of her şeye
kadirdir. Hayvan, kendi kudret ve İradesiyle konuşmaz. Allah'ın kudretiyle ve
dilemesiyle konuşur. Bu bakımdan taaccüp edilecek bir durum olmaz ve buna
sağlam İmanı olanlar inanırlar.
Bir de bu konuşmaya
temsilî mânâ verilebilir. Hayvanların maksatlarını İfade edecek dillen yoksa
da, hal ve durum icabı dileklerini belirtecek alâmetler mevcuttur. Herkesin
hak ve hukukunu düşünüp karşılıklı vazifeler araştırılınca hatiften bir ses
insana şöyle seslenir gibi olur: Ey çoban! Bugün senin elinde güç var, kurttan
yiyeceğini aldın ve onu açlığa mahkûm bıraktın. Yarın onun eline bir kuvvet
geçer de, sen kovalanırsan halin ne olur? Bu da lisan-ı hal ifadesi olur. Her
iki yönden de düşünülürse, Allah Tealâ'nın kudret ve iradesiyle hayvanların ve
cansızların konuşabileceğine iman edilir.[528]
903— Hasreti
Ali (Radiyallahuanhy&an rivayet edildiğine göre, şöyle Peygamber
(Siatktlfahü Aleyhi ve Şiltemi bir
cenazede idi de, eline bir şey (çomak veya çubuk) alıp, onunla yere vurmıya
başladı ve şöyle buyurdu:
— Sîzden hiç bir kimse
yoktur ki, Cehennem ve Cennetteki yeri tayin edilmiş olmasın.» Ashab dediler
ki:
— Ey Allah'ın Resulü!
(Takdir edilen) yazımıza tevekkül etmiyelim mi ye işi bırakmıyalım mı? Hazreti
Peygamber:
— Çalışınız, herkes
yaratılmış olduğu şeye kavuşturulur. Saadet ehlinden olan, saadet işine
kavuşturulur. Şekavet ehlinden olan kimse ise, şekavet işine ve çalışmasına
kavuşturulur. Sonra şu âyeti okudu: = Amma kim (Allah için) verir ve Allah'dan
kor karsa, o en güzel kelimeyi (tevhidi) tasdik ederse; biz onu en kolay yola
hazırlarız (da kurtulur). Fakat kim cimrilik eder, Allah'ına ihtiyaç
göstermezse, bir de em güzel kelimeyi (tevhidi) inkâr ederse; biz onu en
şiddetli yola (Cehennem'e) hazırlarız. = (Leyi sûresi, âyet: 5-10).[529]
Bu bölüm, hayret ve
taaccüp anlarında «Sübhanallah» demekle ilgili hadîs-i şeriflere ait olduğu halde,
görünüşte bu 903 sayılı hadîsin konulduğu bölümle İlgili bulunmamaktadır.
Tamamen kader ve çalışma ile ilgili bir hadîs-İ şeriftir. Şu kadar var ki,
taaccübü ifade eder «Sübhanellah» sözü yoksa da, hal İtibariyle bu taaccüp
vardır ve bunu ashabın sorusundan anlayabiliyoruz. Zira herkesin cennet ve
cehennemideki yerinin tayin edilmiş olması, artık çalışmayıp kadere güvenmeyi
gerektirir gibi bîr vehme götürdüğünden şaşılacak bir hal doğuyor ve
«Sübhanellah» demeyi icab ettiriyor. Nitekim ashab, «o halde çalışma
meşakkatini bırakıp kaderimize güvenmeyelim mi?» diyerek zİmnen hayretlerini
belirtmişlerdir. Evet, madem ki her İnsanın cennet ve cehennem'deki yeri tayin
edilmiştir, çalışması ve mükellef olması niçin? Aliyyo'l-Karî der ki :
«Peygamber (SalMhhu
Aleyhi ve, Seikm), saadet ve şekavetîn mukadder olduğunu haber verince,
insanlar, ameli terk etmek hususunda bunu delil edinmek istediler. Böyle
olunca, Peygamber onlara bildirdi ki, burada İkİ iş vardır ve bîri diğerini
iptal etmez : Biri zahir olan, bizce bilinen görünüştür; diğeri de batın olan
gayb âlemidir. İnsan bilemediği batın akıbetinden korkacak ve zahirde olan
durum ve vazifeleri icabı ümifvâr olacaktır. Böylece kul korku ve umma halleri
arasında bulunarak iman sıfatlarını toplamış olacak, ihsan mertebelerine
ulaşmış olacaktır. Ameller bizzat saadet ve şekavet sebepleri değildir. Nitekim
insanların rızkı taksim edilmiş olduğu halde, insanlar çalışıp kazanmakla
emredilmişlerdir. Ecel muayyen olmakta beraber, tedavi ile emrolunmuşuzdur.»
İşte akıbetimizin şekavet veya saadet olduğu Allah katında bilinmekle beraber,
biz Allah'ın emirlerine uygun bir şekilde ihtiyarımızla ibadet etmek ve
çalışmak mükellefiyeti altındayız. Çalışmamız takdire muhalif değildir.
Çalışmak vazifemizdir.[530]
904— Ebu
Katade’ye denmiş ki:
— İnsanlar Resûlüllah
(Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'fen hadîs rivayet ettikleri gibi, neden sen ondan
hadîs söylemiyorsun? Ebû Katade de, Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Seltem)'in
şöyle buyurduğunu işittim, demiştir:
«— Bana yalan îsnad
eden, ateşten bir yatağa kendini hazırlasın.»
— Resûlüllah
(Salkîlahü Aleytıi ve Sellem) bunu
söylerken, eliyle yeri (toprağı) sıvamaya başlamıştı.[531]
Yalan konuşmak, hele
dini tebliğ eden ve yalandan münezzeh olan bir peygambere yalan isnad etmek ve
uydurma hadîs söylemek günahların en büyüklerindendir ve bunun cezası da
cehennem'dir. Yanlış bir hükme, bilerek veya bilmeyerek bir yalan habere
sebebiyet vermemek için ashabın çoğu ürkerek gayet az hadîs-i şerîf
nakletmişlerdir. Hafızasına ve yazı İle kaydettiklerine güvenip şüphe içinde
olmayanlar ise, bildiklerini insanlara tebliğ mahiyetinde anlatmışlar ve tebliğ
vazifelerini yapmışlardır.
Hz. Peygamber
Efendimiz, hadîs uydurmanın cezasını bildirirken, toprağı elleri ile sıvama ve
silme hareketinde bulunuyorlardı, insan bîr çıplak arazide oturup arkadaşları
ile konuştuğu zaman elleriyle bazı hareketlerde bulunur. Nitekim bundan önceki
hadîs-i şerîfte Peygamber (Salİallcthü Aleyhi ve Stlkmfm, ellerindeki bir
çubukla yere vurdukları, burada da elleriyle toprağı sıvadıkları
anlatılmaktadır. Bu gibi hareketlerin edebe aykırı işler olmadığını, bir
dalgınlık İfade etmediklerini ve düşük hareketlerden sayıl-madıklarını öğrenmiş
bulunuyoruz.
Ebü Katade
kimdir? :
İsmi Haris
olup, Medîne'li ashabdandır ve Peygamber Aleyhi ve Sellem) 'İn
süvarisidir. Uhud ve ondan sonraki savaşlarda bulunmuştur. Hz. Peygamber onun
hakkında :
«Süvarilerimizin en
hayırlısı Ebû Katade'ıdir.»
Buyurmuştur. Ebû
Katade şöyle anlatır:
— Resûlüllah'ın seferlerinden
birinde onunla beraberdim. Bîr ara eğerinden meyletti, 'uyku sebebiyle düşecek
oldu da) onu doğrulttum. Bunun üzerine uyanıp, bu hareketimden dolayı bana :
— Allah'ın
Peygamberini koruduğun gibi, Allah da seni korusun.»
Oğullan Sabit ve Abdullah
ile azadiısı Ebû Muham-med, Enes, Cabir gibi seçkin zevat kendisinden hadîs
rivayet etmişlerdir. Hz. Ali'nin hilâfeti zamanında yapılan savaşların hepsine
aynı safta katılmış olup, Küfede hicretin 38. yılında 70 yaşında olduğu halde
vefat etmiş ve namazını Hz. Aİİ kılmıştır. Diğer bir rivayete göre, hicretin
54. yılında 72 yaşında Medine'de vefat etmiştir. Aüah ondan razı olsun.[532]
905—
Abdullah ibni Muğaffel'den rivayet edildiğine göre, demiştir Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Settem) taş atmayı
yasakladı ve şöyle
(Atılan) taş avı
öldürmez ve düşmanı helak etmez; ancak ve diş kırar.»[533]
Taş, avlanacak hayvana
veya düşmana atılır. Gaye, hayvanı avlamak ve düşmanı öldürmektir. El veya
sapanla atılacak taş bu maksadı yerine getirmez; ancak hayvanı incitir ve
insanın dişini kırar, gözünü çıkarır, incitir. İstisnaî durumlar dışında hol
böyle olunca, taş atmayı Peygamber (SatUütahü Aleyhi ve Setten)
yasaklamışlardır. Fıkıh âlimleri taş atmak suretiyle avlanan hayvanların eti
yenip yenmeyeceği hususunda ihtilâf etmişlerdir. Bir kısmı taşla avlanan
hayvanın mutlak olarak eti yenmeyeceği görüşündedir. Diğer bîr kısım âlimler de
şartlı olarak etinin yenebileceğini söylemektedirler. Eğer atılan taşın
yaralaması atıcının kuvvetinden olur da hayvan bu sebepten ölürse eti yenir.
Ancak taşın yuvarlanması veya yüksekten düşmesi sonunda taş ağırlığından
hayvan yaralanıp ölürse eti yenmez. Hanefi mezhebinin görüşü de budur. Ayrıca
avcının taş atarken besmele getirmesi ve hayvanı canlı bulduğu takdirde onu
boğazlaması, avı takip etmesi şarttır.
Netice oîarak
anlaşmıyor kî, taş atmak suretiyle avcılık etmek ve düş-_ manin gözünü çıkarıp
dişini kırmak gibi sakat bırakıcı ister doğru değildir.[534]
906— Ebü
Hüreyre şöyle demiştir:
— Mekke yolunda
insanları rüzgâr tuttu: Hazreti Ömer de hacca niyet etmişti. Rüzgâr ise çok
şiddetlenmişti. Hazreti Ömer çevresinde olanlara «Rüzgâr nedir?» diye sordu.
Bir şey cevap veremediler. Ben hayr vamrm koşturup ona kavuştum. Dedim ki,
rüzgârdan sorduğunu öğrendim. Ben, Resüîüllah (Saîlallahü Aleyhi ve Sellem)'in
şöyle buyurduğunu işittim:
«— Rüzgâr, Allah'ın
rahmetindendir; hem rahmet getirir, İlem getirir. Siz ona sövmeyiniz.»[535]
Bu hadîs-ı şerif aynı
bölüm altında 719 ve 720 sayılarda geçmiştir, için bunlara müracaat edilsin.[536]
907— Zeyd
ibni Halid El-Cühenî'den rivayet edildiğine göre, şöyle demiştir:
— Hudeybiye'de gece yağan yağmur arkasından
Resûlüllah (S&lktllahB Aleyhi ve SeiUm)
bize sabah namazını
kıldırdı. Namazdan Peygamber (Sallallahü A îeyki ve Selîem)
ayrılınca insanlara dönüp şöyle buyurdu :
«— Rabbinizin ne
buyurduğunu biliyor musunuz?» (Ashab) :
— Allah ve onun Resulü en iyi bilendir, dediler.
Peygamber dedi ki: «— Allah şöyle buyurdu:
"Kullarımdan bana
iman eden ve kâfir olan olmuştur. Allah'ın fazlı ve rahmeti sebebiyle bire
yağmur verildi, diyen kimse var ya, işte bu, bana iman etmiştir; yıldızı inkâr
etmiştir. Amma şu ve bu yıldızın doğup batması sebebiyle (bize yağmur verildi)
diyen kimse, işte bu beni inkâr etmiştir; yıldıza iman etmiştir.[537]
Kâinatta olmuş ve
olacak bütün hâdiselerin yaratıcısı ancak Allah Tea-lâ'dır. Onun irade ve
tasarrufuna İştirak olamaz. Bunun için bazı hâdiselerin oluşunu, Allah'a değil
de, ondan başka varlıklara isnad etmek, Allah'a ortak koşmak olur. Bu ise
küfürdür. İslâm'dan önce, bazı yıldızların doğup batma hâdisesinin yağmur
yağdırma sebebi olduğuna inanç besleniyordu ve bu yüzden yağmur yağdığına inanılıyordu.
Bu yanlış inancı yıkmak özere Cenab-ı Hak bu Kudsî hadîsle gerçeği beyan
buyurarak yağmurun ancak Allah'ın bîr rahmet ve İhsanı olarak verildiğini,
yıldızların hiç bir tesiri bulunmadığını bize bildirmiştir. Allah'a iman budur.
Yağmurun yağmasında yıldızları müessir kabul etmek ve buna iman beslemek İse
küfürdür. Güneş ve ay tutulmaları gibi hâdiseler de aynı şekilde müessir
olaylar değillerdir. Bunların hepsi Allah'ın takdiriyle meydana gelir. Bu
âlemde Allah'ın kurduğu nizamın belirtileridir. Hepsi onun kudret ve azametine
delil teşkil ederler.[538]
908— Hazreti
Âişe'den. rivayet edildiğine göre, şöyle demiştir:
— Peygamber
(SallalJahü Aleyhi ve Sellem) bir
bulut gördüğü zaman (içeri) girer ve çıkardı. Buluta karşı
durur ve dönerdi; yüzü (rengi) değişirdi. Yağmur yağdığı zaman da sevinirdi.
Âişe, onun bü endişesini an« larâi Âişe endîşe
sebebini sorması üzerine; Peygamber (^a/fa/fa/ı w Aleyhi ve Sellem}
şöyle buyurmuştur ;
— Bilmiyorum! Olur ki
bu bulut, Astız ve Yüce Allah'ın buyurduğu gibi ©lur: = Vakta ki (inkarcılar),
korkutuldukları azabı, (bulundukları) vadilerine üfoğru gelen bir bulut halinde
gördüler, dediler İd: Bu, ufukta beliren bir buluttur; bize yağn»ur
yağdıracak.» (Hûd Peygamber ise, o inkarcılara şöyle üfedi) :
— Hayır, o sizin acele
edip istediğini! şeydir (azaptır). Bir ritegâr ki, onda çok acıklı bir azap
vardır. Rabbisinin emri ile her şeyi helak edecektir. Nihayet o hale gerdiler
ki, meskenlerinden başka bir şey görünmez oldu. İşte öyle mücrim (inkarcı)
kavme biz böyle ceza veririz.» (Ahkâf Süresi, Âyet: 24-25).[539]
Burada şu soru hatıra
gelir: Cenab-ı Hak, Enfal süresinin 33.
âyet-i kerimesinde Hz. Peygamber'e hitaben :
«Sen, o inkarcıların
içindeyken Allah onlara azab edecek değildir.»
Buyurduğu halde,
Peygamber'in azab endişesi neden ileri geliyor^ Çünkü bu âyet-i kerîme Üe,
Peygamber inkarcıların arasında bulunduğu müddet onlara azab edilmeyeceğini
Allah haber vermektedir. Böyle bir teminattan sonra endişe duymamak gerekir, diye
hatıra gelir. Buna şu cevap verilmektedir : Uzaktan gözüken yağmur veya kasırga
alâmetinin bir felâket olması halinde, meydana gelecek azap, Peygamber'den
uzakta bulunanlara, aralarında Peygamber'in bulunmadığı bir topluma isabet
eder. Peygamber'in geniş şefkat ve merhameti sebebiyle üzüntü duyması tabiîdir.
Azaba uğrayacak bu uzaktaki toplum, mümin kimselerse, bunlara acır ve elem
duyar; mümin değillerse, İslâm'a girerler arzusundan ötürü üzülür. Çünkü
Peygamber âlemlere rahmet olarak gönderilmiştir. Bir de Hz. Peygamber bu
hareketi İle insanlara, Allah'ın azabından emin bulunmamalarını, her an azab
ve felâketin zuhur edebileceğini hatırlatmakta ve ona göre kâinatın
yaratıcısına iltica edip, hak yoluna koyulmanm zaruri bulunduğunu
öğretmektedir. Bu arada mezkûr âyet-İ kerîme'yi okuyarak gafletten uyanmaya
bizi davet etmektedir.[540]
909— Abdullah
ifoni Mes'ud'datî rivayet edildiğine göre, demiştir ki, Peygamber (SalMlahü
Aleyhi ve Sellem) şöyle buyurdu:
Uğursuzluğa yorma,
şirktir; ve bizden hiç bir kimse yoktur ki, bu şirkten ona bir şey yaklaşmış
olmasm. Ancak tevekkül ile Allah onu giderir.»[541]
Bu hadîs-İ şerif,
bundan sonraki bölümle İlgili olduğu halde bir zühul eseri olarak burada
zikredilmiş olsa gerektir. Zira bulut görüldüğü zaman söylenecek sözle bu fal
mevzuu arasında bir münasebet kurulamamıştır. Mana bakımsndan tamamen gelecek
olan bölümle ilgilidir. Tafsilât için bundan sonraki hadîs-r şerife bakılsın.[542]
910— Ebu Hüreyre
demiştir ki, Peygamber ı şöyle buyurduğunu işittim:
«— Uğursuzluğa yorma
işinin hayırlısı faldır.» Ashab sordular:
— Fal nedir?
Peygamber:
— Sizden birinizin
işittiği iyi sözdür.»[543]
Bir şeyi uğursuzluğa
yorma İşine «Tıyere» denir. Cahiliyet devrinde insanlar bir iş için evden
çıktıktan zaman önlerine çıkacak kuşların uçuşlarından İşlerinin hayırlı veya
kötü çıkacağını tesbit ederlerdi ve buna inanırlardı. Eğer kuş sağ taraftan
uçarsa bunu İyiliğe, sol taraftan uçarsa kötülüğe yorumlarlar ve bu ikinci
takdirde yapmak istedikleri işi terk ederlerdi. Sağ taraftan uçuş halinde de
niyyet ettikleri işi yaparlardı. Bu cahiliyet âdetlerinden olan «Tıyere» işi,
hâdiseleri uğursuzluğa yorma mânâsında kullanılagelmiştir.
Bundan önceki hadîs-i
şerifte *Tiyere = Uğursuzluğa yorma şirktir,» buyurulmuştur. Bunun İki mânâsı
var:
1— Tıyere,
cahiliyet devri insanlarının, yani müşriklerin işidir; İslâm'da bunun yeri
yoktur.
2— Bir iş
üzerinde şu veya bu hareketin müessir bir sebep olduğuna inanmak şirktir.
Yaratıcılıkta ve tasarrufta Allah'dan başkasına hak tanımak, ona ortak koşmak
olur.
Yapılması istenen bir
iş, yasak olmayan hayırlı bir İşse, onu yerine getirmeli, zararlı ve yasaksa
yapmamalıdır, işler, kuş uçması, kedi ve karga çıkması İle iyiliğe veya
kötülüğe yorumlanmamalıdır.
Yine hadîs-i şerifin ikinci
cümlesinde :
«Bizden hiç bir kimse
yoktur ki. bu şirkten ona bir şey yaklaşmış olmasın; ancak Allah onu (şirki)
tevekkül ile giderir,»
Buyurulmaktadır. Hadîs
âlimleri bunun mânâsını şöyle açıklamaktadırlar : Bu söz, ravi I b n i M e s '
u d 'un sözüdür, hadîs-i şerif İçine sokularak metinden gösterilmiştir. İ b n
i Mes'ud hazretleri demiş oluyor ki, biz müminler ilk anda bazı hâdiseleri
kötüye yorumlama halinden kurtulamayız da, düşünüp kendimize geldikten sonra
Allah'a tevekkül ederek ondan kurtuluruz.
Bu ifade Hz.
Peygamber'e isnad edildiği takdirde, bundan müminler ve ümmet kasdedilmiş olur.
Nefis alışkanlığından insanın kalbine vehim ve kuruntu gelir. Müminler kesin
olarak ilk anda bu illetten kurtulamazlar. Her şeyi Allah yaratmış olacağını,
onun tasarrufuna ortakçı çıkamayacağını bilmekle bu kuruntu ve vehim giderilir.
Hulâsa, kalbe gelen hatırata ve gafletten doğan hallere itibar edilmez, Allah'a
güvenilir. Vesvese kabilinden müminin kalbine gelen şey, İmanını zedelemez.
Ancak gerçek olduğuna inanarak «Tıyere»yi tasdik etmek gizli şirktir. Mümini
de, bundan, Allah'a güven kurtarır.
Bu bölümdeki hadîs-İ
şerife gelince, Tıyere'den ayrı olarak «fal» kelimesinin burada kullanıldığını
ve bunun yasaklanmadığını görüyoruz. Fal, aslında sevinç ve hüzün vermeye sebep
olan söz ve hareketler için kullanılır. Fakat hayra yorumlanan İşlerde
kullanılagelmiştir. Tıyere'nin her çe-şitinde hayır.olmadığına göre, bunun
içinden «fal»ı istisna etmek, yorumlama bakımından aralarında olan
münasebetten ileri gelmektedir. Fal İşİn-de Allah'a iyi zan besleme vardır.
Meselâ, bir hastaya hitaben ey Salim! diye söylenirse, hasta bundan selâmet
bulacağını ve kurtulacağını umarak güzel zan beslerse iyi bir yorma olur.
Hadîs-i şerifte fal iyi sözdür, buyu-rulmasındakî maksat budur. Yapıcı ve
olumlu söz söyleyerek Allah'a iyi bir zan besleme yolundaki ifadeler makbuldür.
Bunun dışındaki iyi veya kötüye yormalar yersizdir.[544]
911— Abdullah
ibni Mes'ûd'dan rivayet edildiğine göre, Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve
Sellem) şöyle buyurdu:
«— Hac mevsimi
günlerinde ümmetler bana arz edildi de, benim ümmetimin çokluğu hoşuma gitti:
Dağ ve ovayı doldurmuşlardı.»
(Melekler) dediler ki:
— Ya Muhammedi Razı oldun mu? Peygamber:
— Evet, ya Rab! dedi. Rab :
— Şunlarla beraber yetmiş bin daha vardır ki,
sorgusuz olarak Cen-net'e gireceklerdir. Bunlar o kimselerdir ki, efsun
yapmazlar, dağlanmalar, uğursuzluğa yormazlar ve Rablerine güvenip dayanırlar,»
buyurdu.
Ükkâşe dedi ki:
— (Yâ Resülullah!) Allah'a dua et de, beni
onlardan (soruşuz cennete girenlerden) etsin. Peygamber:
«— Al lanı m! Bunu,
onlardan yap!» buyurdu. Başka bir adam da:
— Allah'a dua et, beni de onlardan etsin, dedi.
Peygamber şöyle buyurdu :
— Bu meselede Ükkâşe
seni geçti.»[545]
(......) Bu hadîs-i
şerifi İmam Buharı bazı ravi değişiklikleri ile yine aynı
şekilde tahriç etmiştir.[546]
Hodîs-i şeriften şu
faydalar elde edilmektedir:
1— Diğer Peygamberlere bağlı kalan ümmetlerin sayılan, âhir zaman Peygamberine ait ümmetten çok azdır. Hesapsız olarak cennet'e gireceklerin sayısı vadileri dolduracak kadar çoktur.
2— Efsunculuk yapmak günahtır ve bunu meslek edinenler soruşuz cennet'e gireceklerden olamazlar. Rukye = Efsun, Kur'an veya Allah Tealâ hazretlerinin isimleriyle hastaya şifa dilemeğe denir. Hastaya okuyup üf-lemek, bir kâğıda yazılıp üzerine takılmak veya bir tabağa yazılıp yıkandıktan sonra suyu içİrilmek suretiyle yapılır. Peygamber (Sallallahü Aleyhi vt&ffemj önce Rukye = Efsun yapmayı yasaklamıştı. Çünkü islâm'dan önce insanlar, putların, cin ve şeytanların İsimlerini kullanarak ve bunları vasıta yaparak şifa diledikleri için şirke varıyorlardı. Allah'dan başka varlıkları müessir birer sebep kabul ederek böyle batıl bir inanç beslemekle Allah'a ortak koşuyorlardı. Tevhid dinine aykırı olan bu işi Peygamber'i-miz yasaklamışlardı. Müslümanlar bu batıl inanışla Rukye'de bulunmayacak bir seviyeye gelince de Rukye yapılmasına izin vermişlerdir. Zira müs-lüman, şifanın yalnız Allah Tealâ katından yaratıldığını ve okuduğu şeyin hasta hakkında bir hayır dua mahiyetinde olduğunu bilir. Bu İnanışla Rukye yapılmasına cevaz teşkil eden şu hadîs-i şerifi Müslim ve Ebû D a v u d rivayet etmişlerdir: Avf ibni Malik 'den rivayet edildiğine göre demiştir ki :
— Cahiliyet zamanında biz «Rukye = Efsun» yapıyorduk. Dedik ki, ey Allah'ın Resulü! Bu hususta ne buyurursunuz? Peygamber şöyle buyurdu:
— Rtikyelerinizi bana arz ediniz. Rukye'de şirk olmadıkça, onda bir beis yoktur.»
Yİne Müslim'in tahriç ettiği diğer bir hadîs-i şerifte :
— Sizden birinizin, kardeşine fayda vermiye gücü yeterse Rukye yapsın. buyurulmaktadır. (Et-Tacu'1-Cami'u'l-Usûl, C. III, s. 213)
Netice : Ticaret ve istismar vesilesi olmamak şartı ile Allah rızasını gözeterek ve şifayı bizzat Allah halkettiğine iman ederek Rukye = Efsun yapmak yasak değil, buna zıt niyyet ve imanla yapmak yasaktır ve şirke kadar götürme tehlikesini taşır ki, şirkin üstünde daha büyük günah yoktur.
3— Dağlanmak ve dağ yapmak yasaktır, günahtır. İnsan derisini kızgın demir parçası île yakma işine ve cahiliyet devrinde olduğu gibi, bundan şifa bekleme tedavisine «Keyy — Dağ» yapma denir. Mutlak olarak bunu her hastalık İçin yapmak ve şifayı bundan beklemek yasaklanmıştır. Bazı hallerde buna başvurmak suretiyle tedavi ise mubahtır ve bizzat Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sdtem) bunu yapmışlardır. Şöyle ki:
Hendek savaşı sırasında Sa'd ibnî Muaz hazretleri kolundan yaralanmış ve bir kan damarı kesilmişti. Kanını durdurmak için Peygamber (Satlallakti AUtjrhi ve Selttm) ok demiri ile onu dağladı. Sonra S a ' d'in kolu şişmesi üzerine ikinci defa ona kendi eliyle dağ yaptı. (Et-Tacul-usûl : C.III, s. 201)
Anlaşılıyor ki, kan akıntısını kesmek gibi istisnaî hallerde ve bazı yaraların tedavisinde dağ yapmanın bir mdhzuru yoktur. Bugün tıpta geniş bîr şekilde kullanılan elektriğin muhtelif şekil ve suretlerle yapılan tedavisi de bu «Key şeklinin bir nevidir. Mutlak olarak her çeşit yara ve hastalık için kullanılması ise, yasaktır.
4— Bazı hareketleri uğursuzluğa yormak, Tetayyur etmek günahtır, bu yasaklanmıştır. Bilgi için 910 sayılı hadîs-i şerîf açıklamasına bakılsın.
5— Her işte Allah'a güvenip tevekkül etmek gereklidir. Şirk veya günaha götürecek şekilde efsun, dağ ve tetayyur işlerini yapmayanlarla, mubah şekli İle bunları işleyenler, Allah'a güvenip ona tevekkül ederlerse selâmet ve hak yolu üzeredirler. Bunların âhirette yeri Cennet olur. Her işin mutlak hakimi ve yaratıcısı Allah olduğunu bilmek ve bu inançla meşru yollarda güç ve irademizi kullanarak çalışmak, adi vasıta ve sebeplere baş vurmak tevekküldür, Allah'a güvendir.
Cennet ehlinden olması için Hz. Peygamberden dua isteyen ükkâşe kimdir?
Ökkâşe (radiyallah üanh):
Ükkâşe veya ükâşe, ashab-ı kiramın ileri gelenlerinden ve fazilet erbabından olup, künyesi Ebû Mihsan 'dır. Medine'ye hicret ederek Bedir savaşına katılmış ve büyük zorluklara katlanmıştı. Savaşırken kılıcı kırılmıştı. Hz. Peygamberin ona verdiği bir hurma dalı kılıç vazifesini görmüştü. Daha sonraki Uhud, Hendek gibi savaşların hepsine katılmıştı. EbO Hüreyre, Ibni Abbas kendisinden hadîs rivayet etmişlerdir. Ok kaşe, erkeklerin en güzeli diye tavsif edilir. Peygamber ($@U&llâhB Aleyhi ve Sellem) 'in irtihalinde Cl k k â ş e 44 yaşında bulunuyordu. Bir yıl sonra Hz. Ebü Bekir'in hilâfeti zamanında dinden çıkanlarla yapılan «Ehl-i Rİddet» savaşında peygamberlik taslıyan Tulayha tarafından şehit edildi. Zaten Cennet ehlinden olmasına Peygamber (SalUzllahü Aleyhi ve Sellem) dua etmişlerdi. Ayrıca öncelik hakkı İle bu mükâfata kavuşup da ondan sonra gelenin fırsatı kaçırması hâdisesi insanlar arasında bir ato sözü haline getirilmiş ve fırsatı kaçıran bir kimseye : «ükkâşe bu hususta seni geçti» diye söylenegelmiştîr.
Cennet ehlinden olmasını İsteyen İkinci şahıs için Hz. Peygamber'in dua etmeyişini, âlimler, bu adamın münafık olduğu engeline bağlamaktadırlar. Bu İkinci adam münafık olduğundan Hz. Peygamber ona dua etmemiştir. İlâhî müsaade bir kişi için olduğu şeklînde de yorum yapilmaktadır.(Radiyalahü anh).[547]
912— Hazreti
Âişe'den rivayet edildiğine göre, çocuklar doğduğu zaman kendisine getirilirdi
de, onlara bereketli olmaları için dua ederdi. Böyle bir çocuk kendisine
getirildi. Hazreti Âişe çocuğu yatağına koymaya gitti. Bir de başının altında
bir ustura gördü. Oradakilere usturadan sordu (Bu nedir) ? Onlar dediler ki,
cinden korunmak için (cin çarpmasın diye) onu koyuyoruz. Hazreti Âişe usturayı
alıp, pnu attı ve bundan onları yasaklıyarak dedi ki:
«—ResûlüHah
(Sallallalıü Aleyhi ve Sellem)
uğursuzluğa yormayı hoş görmezler ve ona buğasederierdi.»
Hazreti Âişe bu
uğursuzluğa yorma işini yasaklardı.[548]
Bugün çocuklara
takılan boncuk ve boynuz gibi şeyler de, Hz. Âişe'nİn yasckladığı âdetin başka
bir örneğidir. Bunlar da hurafe kabilinden olan ve cin çarpması ile göz
isabetini engelleyici şeyler değillerdir. Bun-forrn. İslâm İnanç ve âdetleriyle
bir İlgisi olmadığının en canlı misalini ve uygulamasını bu hadîs-i şerifte
buluyoruz. Çocuklara yapılması gereken şey, duadır, haklarında bereket
İstemektir ve onlara islâm terbiyesi vermektir.[549]
913—
Enes, Peygamber (Saalldhü Aleyhi ve
Selkm)'den şöyle anlat-
— (Hastalıkta
bizatihi) sirayet yoktur, uğursuzluğa yorma yoktur. Dürüst yorum, güzel söz
hoşuma gider.»[550]
Inson bazı
tehlikelerden korunduğu ve tedbir aldığı gibi, hastalıklara karşı da korunmak
ve tedbir almak zorundadır. Bununla beraber hastalığın isabet etmesi veya
etmemesi, Allah'ın dilemesiyle olur. Bizatihi hastalık kendiliğinden müessir
değildir. Hastalığı ve şifayı yaratan Allah Tealâ'dır. Onun için hastalığın
kendinde bu kudreti aramamalıdır. Hastalık da Allah'ın bir yaratığıdır.
Uğursuzluğa yorma ve fal hakkında bilgi için 910 sayılı hadîs-i şerîfe ve
açıklamasına bakılsın.[551]
914— Habbetüt-Temîmî
anlattığına göre, Peygamber (Sdlteflahü Ateyht) vej&toıj'in şöyle
buyurduğunu babası işitti:
«— Baykuşlarda
(uğursuzluk diye) bir şey yoktur. Yorum yapmanın sa doğrusu, bayıra yarmadır.
Göz değmesi de bir gerçektir.»[552]
Islâmiyetten önce
Araplar baykuşun ötüşünü uğursuzluğa yorarlar ve onun hareket ve ötüşünden bir
lakım mânâlar çıkarırlardı. Peygamber Efendimiz ;
«Baykuşta bir şey
yoktur.»
Buyurmakla bu batıl
inana yok etmiştir. Fakat zaman zaman bu çeşit hurafeler canlanmıştır.
Günümüzde bile baykuş ve karga ötüşlerini uğursuzluğa yoranlar ve bunlardan
bir takım mânâlar çıkaranlar vardır. İslâm dininin kaldırdığı bu yersiz
âdetlerin canlanmasına sebep olan hal cehalettir. Yüce dinimizin ahlâkını
bilmemek ve öğrenmemek bizi bu akıbete sürüklemektedir. Bu hurafelerden
kurtulmak, Peygamber Efendimizin tavsiyelerini öğrenmek ve onlara uymakla
olur,
İslâm'da güzel sözle
İfadede bulunmak suretiyle maneviyatı takviye şeklinde hayıra yorma vardır ki,
bunun açıklaması daha önceki hadîs-i şerifler münasebetiyle geçmiştir.
Mal ve cana zarar
vermek suretiyle neticelenen göz değmesi «isabet-i ayın», vaki olan bir
gerçektir kİ, bunu Peygamber (Satîalîahü Aleyhi ve Seltem) haber vermektedir.
Bİr mala veya cana,, hased karışmış olan hasret ve İmrenme bakışı İle kötü
huyiu gözün zarar vermesidir. Böyle bir bakıştan çok kere bakılan şeye zarar
hasıl olur. Bu da gözün ruh ile olan sıkı irtibatından ileri gelen bir haldır;
madde ile izah edilemeyen manevî bir olaydır. Bunun varlığını dinimiz ispat
etmektedir. Bütün fenalıklardan olduğu gibi, göz değme fenalığından da Allah'a
sığınmakla ancak kurtu-îabîlinir. Hoşa giden bir şey görüldüğü zaman «Mâ Şâ
Allah'la Kuvvete İllâ Biflâh» denirse, göz değme zararı olmaz. Ibnİ Mace'nin
tahrİç ettiği bir hadîs-i şerifte de şöyle buyurutmaktadır:
— Sizden biriniz,
kardeşinde hoşlandığı bir şey gördüğü zaman, onun için bereket dua etsin r=
Bareke'IIah, desin.»
Göz değmesi olduktan
sonra da, gözü değenin aldığı abdest suyu, göz isabet eden üzerine dökülmekle
de şifaya sebep olacağı rivayeti vardır.[553]
915— Abdullah
ibr.iVSâib'den rivayet edilmiştir:
— Peygamber (SaHaİlahü
Aleyhi ve Selleml Hudeybiye yılında Hudey-biye'de idi. Bu yıl (rnüslümanlar
Mekke müşriklerine sataşmadan) geri dönmek ve gelecek yıl (Kabe'yi) üç gün için
raüslümanlara boşaltmak şartı ile barış yapsın diye, müşrikler Süheyl'i elçi
olarak Peygambere gönderdiklerini Osman ibni Affan haber verdiği sıra, Süheyl
gelince : Süheyl geldi, dendi. Bunun üzerine Peygamber -(SatlaU&hii'Aleyhi
ve Selkm);
— Allah, işinizi
kolöylaştırsm!» buyurdu. (Bu hadîsi rivayet edenj Abdullah îbni's-Sâib,
Peygamber(SaMîâhü Aleyhi ve Sellenı) 'e yetişmişti.[554]
Hadîs-i şerifi daha
iyi anlayabilmek İçin Hudeybıye Sulhu hakkında biraz bilgi vermek gerekiyor:
Hudeybiye, Mekke'den
iki kilometre kadar mesafede bulunan bir kuyunun adıdır. Bu kuyuya yakın olan
köyün adı da aynı isimle anılır, Müslümanların Mekke'deki Kureyş müşrikleri
ile yaptıkları barış sözleşmesi bu köyde karara bağlandığından, ona Hudeybiye
Barışı denmiştir. Bu barışın Sslâm tarihindeki önemi'çok büyüktür.
Müslümanların gelecekteki başarı ve zaferlerine kapı açmıştır. Müslümanların
teslim olmalarını andırır bîr manzara gösterirse de, gerçekte böyük bir zafer
olmuştur.
Hz. îbrahîm tarafından
inşa edilen Kabe, müminlerin mukaddes ziyaretgâhı ve merkezi olarak
tanınagelmiştir. Zamanla Hz. İ b ra h i m 'in ümmeti putperestliğe sapmışsa da
Kabe onun eseri olduğu İçin bütün Arab-lar tarafından hürmet görüyordu ve kıble
olarak tanınıyordu. Böylece hem müslümonlar, hem de müslüman olmayan Arab kabilelerince
bidayetten beri Mekke şehri, içinde barındığı mukaddes Kabe dolayısıyla hürmet
edilen ve arzulanan bir belde idi.
islâm dini, hac
ibadetini rnüs!umanlara farz kıldıktan sonra, bunun önemi daha fazla büyümüş ve
Mekke'deki Kabe'yi ziyaret bir vazife olmuştu. Ayrıca Mekke'den Medine'ye
hicret etmiş olan müslümanların Mekke'de kalan ve îsSâmı kabul eden yakın
akrabaları bulunuyordu. Bunlarla görüşüp stlâ yapmak ve hallerini öğrenmek
gerekiyor, aynı zamanda ana vatan hasretini gidermek arzusu da taşınıyordu.
İşte görünüşle bu gibi
sebeplerle ve gerçekte Cenab-ı Hakkın diiemiş olduğu hikmetler üzere Peygamber
Efendimiz, hicretin altıncı yılında ömre (nafile hac) ibadetinde bulunmak kasdİ
ile Mekke'ye müteveccihen yola çıkmışlardı. Beraberinde bulunan ashabın sayısı
1500 kişi civarında idi. Sırf Kabe'yi ziyaret niyyeli ile Medine'den yola
çıkıldığı için beraberlerinde birer kılıçtan başka hcrp âleti yoktu.
Müslümanların Mekke'ye
doğru harekete geçtikleri haberi müşriklere ulaşınca, Mekke müşrikleri telâşa
kapıldılar ve kabilelerini toplayarak müs-Sümanlara karşı çıktılar ve
müslümanları Mekke'ye koymamaya karar verdiler. Hz. Peygamber her ne kadar
elçiler göndererek, maksadının harp olmayıp sırf Kabe'yi ziyaret olduğunu
bildirmişse de, müşrikler buna razı olmadılar. Mekke'ye gönderilen elçilerden
biri de Osman ibni Af-fan idi. Müşrikler de, müslümanların nİyyetini yakînen
anlamak için Hz. Peygamber'e elçiler yollamışlardı. Bu arada «Rıdvan Bîatı»
oldu. Şöyle ki : Hz. Osman elçi olarak Mekke'ye gönderildiği zaman müşrikler tarafından
hapsedilmiş ve arkasından öldürüldüğü haberi gelmişti. Buna son derece üzülen
Hz. Peygamber ashab-ı kiramı toplamış ve İslâmiyet uğruna kanlarının son
damlasına kadar çarpışmak üzere onlardan and istemişti. 8u şekilde Peygambere
söz verme işi bir ağaç altında vaki oldu. Kadın -erkek bütün ashabın ayrı ayrı
bîat etmeleri hâdisesi İslâm tarihinde çok mühim bir hâdisedir. Buna «Rıdvan
Bîcfı» denir ki, Kur'an-ı Kerîm'de bahsi geçer.
Nihayet Hz. Osman'ın
öldürülmediği anlaşılmış ve müşriklerin, Söheyî ibni Amr'ı elçi olarak
gönderdikleri haberi gelmişti. Süheyl, BCureyş'in ileri gelenlerinden ve en iyi
hatiplerinden biriydi. Müslümanlar bu yıl haccefmeyip geri dönmek ve gelecek
yıl üç gün Mekke boşaltılarak musîüsmanların ziyaretine açtk bulundurulmak
sarfı ile anlaşma yapılması yolunda S
ü h e y I "e kavmi yetki vermişti. Yapılan barış maddelerin biri bu
olmuştu.
İşte S ü h e y I 'in
elçi olarak geldiği haberi Peygamber'e verilince, bu ismin (Süheyl = Seht
isminin} kolay mânâsını ifade etmesini Hz. Peygamber hayra yorarak :
»Allah işinizi
Ikolaylaştırsın, (veya) kolaylaştırdı.» Buyurmuştur.
Böyİece ismi bereket
vesilesi sayarak hadîs-i şerif, güzel isimleri hayra yormanın cevazı hususunda
bize delil olmaktadır.
Nihayet uzun tartışmalar
sonunda Kureyş murahhası Süheyl ile Hz. Peygamber arasında şu anlaşma imzalandı
:
1— Müslümanlar
bu yıl Mekke'yi ziyaret etmeksizin Medine'ye dönecekler,
2— Gelecek
yıl Mekke'yi ziyaretle müslümanlar orada üç günden ziyade kalmayqcaklar,
3— Müslümanlar
silâhsız olarak gelecekler, yanlarında yalnız
kınlarında duran kılıç
bulunduracaklar ve bu kanlı kılıçlar, mahfazalar içinde olacaktır,
4— Müslümanlar,
Mekke'de bulunan müslümanlardan hiç birini götürmeyecek, Medine'ye giden
müslümanlar İçinde Mekke'de kalmak isteyen bulunursa onu bırakacaklar,
5— Müslümanlardan
veya müşriklerden biri Medine'ye gidecek olursa, Kureyş e tesüm olunacak; fakat müslümanlardan biri
Mekke'ye gidecek olursa, Kureyş tarafından geri verilmeyecektir.
6— Arab
kabileleri istedikleri tarafla birleşmekte serbest olacaklardır.
Bütün bu maddeler
müslümanların aleyhinde görüldüğünden ashab-ı. kiram çok büyük imtihanlar
geçirdiler, bu anlaşmayı başansızlık sanarak Medine'ye dönmeye bir türlü
ayakları varmıyordu. Bİr de barış maddeleri yazılırken, Kureyş murahhası
Süheyl'in oğlu olup, müslümanlığı kabul et-mesİ yüzünden Mekke'de çeşitli
işkencelere uğrayan Ebû Cendel kaçarak ayaklarındaki zincirlerle burada
müstümanlara sığınmıştı. Oğlunu gören Süheyl, Hz. Peygamber'e hitaben :
— işte barış maddelerine riayet edip ermediğini
gösterecek bir hâdise! Ebû Genden bana teslim ediniz, dedi. Resul-i Ekrem bu
teklif) kabul etmedi; çünkü barış henüz imza edilmemişti. Buna karşı Süheyl :
— O halde barıştan vazgeçiyoruz, dedi.
Aralarında geçen çetin
müzakere sonunda Ebû Cendel'in teslimine Hz. Peygamber razı oldu. E (5 û
Cendel'İn işkence yaralarını göstermesi ve tekrar bu acıklı ızdıraplara terk
edilmesine müslümanların nasıl razı olacaklarını ifade etmesi üzerine,
müslümanîar gaieyona gelmiş ve bir ara Hz. Ömer kendini tutamayarak Resûl-î
Ekrem'e karşı bazı sorularda bulunmuş ve direnmişti. Sonra Hz. Ebû B e k İ r
'e giderek ondan şu cevabı aldıktan sonra sükûnete kavuşmuştu : «Hz. Muhammed
Allah'ın Peygamberidir. Ne yaparsa Allah'ın emrine uyarak yapar.»
Hz. Dm er,
Ebû Cendel'in yürekler acısı
hali karşısında teessürünü yenemeyerek Peygambere karşı takındığı tavırdan
dolayı çok pişman olmuş ve yaşadığı müddet teessürünü ifade etmişti. Allah'ın
affına kavuşmak için ibadet etmiş, oruç tutmuş ve köleler azad etmişti.
Sözleşme, Hz. A Iİ
tarafından yazılmaya başlanırken Süheyl besmele ve «Allah'ın Resulü»
cümlelerine itiraz etmiş ve bunların yazrlmama-sını istemiş olmakla zor bir
durum ortaya çıkmıştı. Hz. Peygambere en büyük bağlılık ve İtaati gösterip
yaşayan Hz. Aii, Peygamberin «sil» emrine karşı «Muhammet! Resûlüllah»
cümlesini çizmek istememiş, bizzat Hz. Peygamber kendi eliyle çizmişti.
Barış sözleşmesi
İmzalandıktan sonra Resûl-i Ekrem ashabına kurbanlarım kesmelerini ve traş
olmalarını emretmiş, fakat müslümdnîar mağlûbiyet zannettikleri bu barış
şartları altında kendilerinden geçerek bu emri yerine getirmeye koşamodslor ve
ağır aldılar. Nihayet Resül-i Ekrem'in kurban kesip traş olması özerine, onlar
da kurbanlarını kestiler ve traş oldular. İşte bu kadar ağır ve çetin
İmtihanlar içinde geçen ve büyük sarsıntı geçiren müslümanlar daha Medine'ye
dönmeden yolda fetih âyeti nazil oldu ve barışın bir mağlûbiyet değil, bir
zafer olduğunu müjdelemişti. Âyet şu :
Barış sözleşmesi
üzerinden gün geçtikçe hâdiseler hep müslümanların Sehine olarak gelişmiş ve
Mekke'nin fethine zemin hazırlanmış ve bu arada pek çok kabileler müslüman
olmuş ve beldeler fethedilmiş ve vadedilen büyük zafer hicretin sekizinci
yılında gerçekleşmişti.
— Ey Resulüm, muhakkak
bix sa«a büyük ve aşikâr bîr zafer verdik.» (Fetih sûresi, âyet: t)
Süheyl îbni A m r da,
Mekke'nin bu fethi gününde oğlu Ebû Cendel'in himayesinde bulunarak İslâm'ı
kabul etmişti. Süheyl'in künyesi Ebü Zeyd olup, cahiîiyet devrinde Kureyş'İn
ulularından ve eşrafından biri îdi. Bedir savaşında kâfir olarak esir edilmiş
ve sonra fidye karşılığında geri verilmişti. Müslümanlara esir düşîüğü zaman,
kuvvetli bir hatip olduğu içîn Haznetî
Ömer, bunun hakkında
Peygamber (SaİtalkAÜ Aleyhi ve
«Ey Allah'ın Resulü!
6u adamın dişlerini sökeyim; bir daha senin aleyhime söz söyleyeninsin.» Hz.
Peygamber ise :
«— Onu bırak; olur ki,
gelecekte senin öveceğin bir makamdft bulunur, buyurdu.
Gerçekten Peygamber
(Saltattahü Aleyhi ve Sellem) irtihal edince, mös-lûman!ar telâş İçinde
çekişmeye düştükleri bir makamda Süheyl irad eîtîğî beliğ ve tesirîi sözlerle
mGslGmanları yatıştırdı ve Hz. Ömer'in
de
Süheyl İslâm'ı kabul
ettikten sonra çok namaz kılan, çok oruç tutan ve çok sadaka veren kimse olmuştu.
Yolnız bîr k\z\ {Hind} müstesna, bötön aile efradını toplayarak cîhad etmek
üzere Şam'a gitti ve hepsi orada vefat etti.
Süheyl'in vefatı, hicretin 18. yılına tesadüf eder, Oğtu Ebü Cendel de yine Hz. Ömer'in hilâfeti
zamanında 38 yaşında olduğu halde Şam'da vefat etti. Ebû Cendel, Hodeybİye
barışı esnasında babası Süheyl'e teslim edilip Mekke'ye geri çevrildikten sonra
bir yolunu bulup tekrar kaçmış ve kendisi gibi daha önce müşriklerden kaçarak
sahilde Mekke-Şam yolu üzerindeki Ays mevkiini tutan Ebû Basîr'e İltihak
etmişti. Bazı kabilelerin de iştiraki ile 300 kişiye baliğ olan bu mü-cahidler
grubu, Kureyşülerin ticaret kervanlarını mütemadiyen vurarak onları çok müşkül
duruma sokmuşlardı. Nihayet Kureyş müşrikleri, bunların tecavüzünden kurtulmak
için, Medine'ye çağrılmalarını Peygamber'den istemişler ve böylece Medine'ye
dönmüşlerdi. Artık Mekke'ye iade mecburiyeti kalkmış oluyordu. Ebû B a s î r
ise, Ays mevkiinde iken, Hz. Peygam-ber'in Medine'ye davet mektubu geldiği
zaman hasta idi. Mektubu yüzüne gözüne sürerek ruhunu teslim etmişti. Ebû
Cendel onu gömdükten sonra arkadaşları ile Medine'ye dönmüştü. Allah hepsinden
razı olsun...[555]
916— Abdullah
ibni Ömer'den rivayet edildiğine göre,, Resûlüllah (Sallallakü A leyhi ve
Sellem) şöyle buyurdu:
«— Uğursuzluk evde.
kadında ve attadır.»[556]
İslâm inancında
uğursuzluk ve bereket; bazısını bildiğimiz hikmetlere bağlı olarak Allah'ın
takdiri ile olur. Yaratıklar bizatihi bunlarda müessir değillerdir. Ancak
Allah'ın takdirinin ne olduğu; ne akılla, ne hislerle, ne de başka delillerle
bilinir. Biz hayırla seni, uğursuzlukla bereketi ayırmak ve birini diğerine
seçmek için adî sebeplere ve dînî ölçülere baş vururuz. Meselâ bîr hanımda
dindarlık, beden sağlığı, akıl, edeb, güzel idare ve yaratılış güzelliği gibi
haller toplanrmşsa, buna denk olacak bir erkeğin ona talip Çıkarak onunla
evlenmesinde uğur ve bereket vardır. Bu vasıflara aykırı haller bulunur da
denge bozulursa uğursuzluk olur, yaşayışta bereket kalmaz.
Evde bereket veya
uğursuzluk da böyledir. Oturulacak ev sağlık bakımından yeterli, mevki ve
komşularıyle iyi, çarşı ve pazarı yakın, ihtiyaca kâfi ise bunu seçmekte uğur
bulunduğu İnancı taşınır. Böyle olmayan evler de huzur sağlayamadığından,
uğursuz olur.
Atın da İyi sıfatları
malûmdur. Bir at iyi vasıflarıyle helâlından satın alınır ve dhad gibi üstün
bir gaye için beslenirse, onda hayır ve bereket vardır. Esasen bütün eşyada bu
hayır ve şer durumları aynen vardır. İnsan hayatı boyunca devamlı olarak bu
anılan üç şeyden müstağni kalmadığı için bu üç şey esas olarak alınmıştır. Her
şeyde dinî ölçülerle âdete ba§lı kaideleri ele alarak eşyayı değerlendirmek
gerekir. Yoksa bizatihi eşyada uğursuzluk veya bereket yoktur. Bunlar Allah'ın
takdirî ile olur.[557]
917— Sehl
ibni Sa'd'dan rivayet edildiğine göre, Resûlüllah Aleyhi ve SelUsm) şöyle
buyurdu:
Bir şeyde uğursuzluk varsa, kadında, atta ve
evdedir.»[558]
İnsanların devamlı
olarak sahip bulundukları bu üç şeyde ekseriya uğursuzluk yorumu yapmışlardır.
Bundan kurtulmak ve rahata kavuşmak için evinde rahat edemeyen ve daralan bir
kimsenin uygun vasıflı başka bir eve geçmesi, hanımı İle geçinemeyen ve hayat
şartları bağdaşamayan kimsenin hanımından ayrılması, binek vasıtasının huy
vasfından sıkıntıya düşen kimsenin onu değiştirmesi suretiyle zihnindeki
kuruntuyu gidermesi ona manevî bir huzur verir. Gayri meşru yollara sapmadan
hak üzere gerekli tasarruf yetkisini İslâm dini insanlara vermiştir. Eşyanın
kendinde uğursuzluk olmaz, belki onların vasiflanndaki bozuklukların kötülüğü
uğursuzluk sebebi olur. £ilgi için bundan önceki hadîs-i şerîf açıklamasına
bakılsın.[559]
918— Enes
ibni Malik'den rivayet edildiğine göre, bir adam dedi ki:
— Ey Allah'ın Resulü; biz bir yerde idik. Orada
nüfusumuz (sayımız) çoğaldı ve orada mallarımız fazlalaştı. Sonra başka bir
yere naklettik de orada sayımız azaldı ve orada
mallarımız kıtlaştı. Resûlüllah (Satlallahü Aleyhi ve Selîem)
şöyle buyurdu:
— Onu geri ver, —yahut
onu bırakınız— o (yer) fenadır.»
— Ebû Abdullah demiştir ki, bu hadîs'in isnadında
zafiyet vardır.[560]
Hz. Peygambere gelip
durumundan şikâyet eden adamın önceden sdi-hip bulunduğu bir uğursuzluk
kuruntusu vardı. Bu zan ve evhamdan kurtulması için Peygamber (SattetfûhU
Alevhi ve SeUem) ona yerini değiştirmesini tavsiye ederek ruhî rahatsızlığını
tedaviye gitmiştir, önceki hadîslere bakılsın.[561]
919— Ebû
Hüreyre, Peygamber^&tföi^tö^ley/» veSettem) 'den rivayet ettiğine göre,
Hazreti Peygamber şöyle buyurdu :
«— Muhakkak ki Allah
(kullan hakkında) aksırmayı sever, esnemeyi ise hoş görmez. Bir kimse aksirip
da, Allah'a hamd ederse, ona Yerhamu-kellah r= Allah sana merhamet etsin demek,
onu işiten her müslümana gereklidir. Esnemeğe gelince, o gerçekten
şeytandandır; insan gücü yettiği kadar onu geri çevirmelidir. İnsan esneyip de
hâ...h dediği zaman, şeytan ona güle*
(sevinir).[562]
Aksırmak ve esnemek
insanlara arız. olan tabiî hallerdendirler. Bunların iyi veya kö'ü hal olarak
vasıflanmaları, bunları doğuran sebeplere bağlıdır. Aksırmak, bedendeki
canlılıktan ve beden hafifliği ile neşatından ileri gelir. Bunun için aksırmak
iyi bir haldir. Nezle gibi hastalıktan ileri gelmesi tabiî hal dışında kalun
özel bir durumdur ki, konu dışında kalır.
Esnemek ise, vücut
ağırlığından, usanç ve tenbellikten, fazla yemekten meydana geldiği için iyi
bir hal değildir. Elden geldiği kadar bunu engellemeğe çalışmak icab eder.
Aksrrrnak insanı çalışmaya, ibadet ve harekete götürdüğü için iyidir. Esnemek
tenbellik ve gevşeklik kazandırdığı için hoş değildir, şeytanın
razı olduğu bir haldir.
Esnemeyi engellemek,
ağzı tutmak ve kendine gelmek suretiyle olduğu gibi. Peygamber (SaltaUakü AUyhi
ve Seltem) 'in hayatlarında hiç esnemediklerini hatırlamakla da olur.
Aksırmakta uyarıcı bir
şiddet hali bulunduğu için, aksırmak suretiyle selâmete çıkan insanın Allalt'a
hamd etmesi gerekir. Elhamdü Lîllâh, der. Bu sözü duyan her müslüman da teşmît
eder — Yerhamukellah = Allah sana merhamet etsin, der. Hanefîlerce bîr kişinin
teşmîti kifayet eder. Teş-mît'e karşı aksıranın «Yehdina ve yehdİkümuilah —
Allah bize de, sîze de hidayet etsin» demesi müstahabdır. Namazda iken aksıran
kimse hafif ve gizli olarak hamd getirir; bu namazı bozmaz. Fakat namaz içinde
bulunanın aks?ran başka kimseye teşmît etmesi, ona cevap olacağından namazını
bozar.[563]
920— (210-s.)
İbni Abbas'dan rivayet edildiğine göre, şöyle demiştir:
«— Sizden biriniz
aksırıp da Elhamdü Lülah — hamd Allah'a mahsustur, deyince melek: Rabbilalemîn
= Âlemlerin Rabbi olan Allah'a mahsustur hamd, der. Aksıran insan (Elhamdü Lillahi) Rabbilalemîn derse; melek
(karşılık olarak) Allah sana merhamet etsin = Yerhamukellah, der.»[564]
İsnadı Hz. Peygambere
kadar götürülmeyen bu habere bakılınca, aksıran kimsenin «Elhamdü Lillah»
cümlesi ile yeHnmemesi ve buna «Rabbilalemîn» sözünü eklemesi gerekir. Bu
takdirde şöyle diyecektir : «Elhamdü üllâhi Rabbilalemîn.» Bunu söyledikten
sonradır ki, melek tarafından ona rahmet okunur. Fakat bundan sonra gelen
hadîs-İ şerîf sahîh bulunmckla onda böyle bir kayıt bulunmamaktadır. Gelecek
hadîs-i şerife bakılsın.
(Bu haber için başka
bir kaynak bulunamamıştır.).[565]
921— Ebû
Hüreyre, Peygamber (Saltalkthü Ateyhi ve Sellem) 'den rivayet ettiğine göre,
Peygamber şöyle buyurdu;
— Bir kimse aksırdığı
zaman Elhamdü Liliâh desin. Bunu söylediği zaman, kardeşi yahut arkadaşı ona :
Yerhumukellah =r Allah sana merhamet etsin, desin. Kardeşi ona Yerhamukellah
deyince de, o: Yehdikel-lahu — Allah sana hidayet etsin ve: Yuslihu bâieke =
Halini düzeltsin, (diye) söylesin.»
— Ebû Abdullah
demiştir ki, bu bölümde rivayet edilenlerin en sağlamı, Ebû Salih
Es^Semman'dan rivayet edilen bu hadîs-i şeriftir.[566]
Bu aksırmakla ilgili
hadîs-İ şeriflerin lâfızlarında birbirlerinden az farklı değişiklikler varsa
da, en açık ve sahihi bu hadîs-i şerîf gösterilmektedir. Burada söylenilmesi
gereken lâfızlar açık olarak belirtilmiştir. Biraz değişik lâfızlarla da
tahmîd ve teşmît yapılmasında bir mahzur yoktur; yine sünnet yerine getirilmiş
olur. 919 saydı hadîs-İ şerîfin açıklamasına müracaat edilsin.[567]
922— Afrikalı
Abdurrahman ibni Ziyad'dan rivayet edildiğine göre, demiştir ki, babam (Ziyad)
anlattı:
— Onlar, Muaviye zamanında denizde savaşa
çıkmışlardı. Bizim gemimiz, Ebû Eyyûb
El-Ensarî'nin gemisine
katıldı. Bizim sabah yemek vaktimiz
gelince, Ebû Eyyûb'e (yemeğe) davetci gönderdik. O da bize gelip, dedi ki:
— Siz beni davet ettiniz; halbuki ben
oruçluyum. Size. icabet etmekten (geri kalmıyaj benim
için bir çare
bulunmadı; çünkü Resûlüllah (Şallallâkü Aleyhi ve SeHem)'in
şöyle buyurduğunu işittim:
«— Müslümanın kardeşi
üzerinde vecib olan 6 hasleti vardır; eğer bundan bir şey terkederse, üzerinde
bulunan kardeşinin bir hakikini ter-ketmiş demektir:
1— "Kardeşiyle
karşılaşınca ona selâm verir.
2— Kendisini
davet ettiği zaman kardeşine icabet eidcr.
3— Aksırdığı
zaman ona teşmît eder = rahmet okur.
4— Hastalanınca
onu ziyaret eder.
5— Öldüğü
zaman cenazesinde bulunur.
6— Kardeşi,
kendisinden öğüt isteyince de ona Öğüt verir.» (Ziyad) anlattı: Beraberimizde
şakacı bir adam vardı, yemeğimizde
bulunan bir adama
şöyle diyordu:
— Allah sana iyilik ve hayır mükâfatı versin.
Adama çok söyleyince, adam ona kızdı. Bunun üzerine şakacı olan, Ebû Eyyûb'e
dedi ki, bir adama «Allah sana iyilik- ve hayır mükâfatı versin» dediğim zaman
bana sövüp kızmişsa, onun hakkında fikrin nedir? Ebû Eyyûb: Biz derdik ki,
hayır kimi ıslâh edip düzeltmezse, onu kötülük düzeltir, dedi de o adama
döndü. Sonra adam bu şakacıya geldiği zaman ona: Allah sana kötülüğü ¥e kusuru
mükâfat versin, deyince adam güldü ve razı oldu ve: Şakanı bırakmıyorsun, dedi.
Adara şöyle dedi: Allah, Ebû Eyyûb El-Ensarî'-ye hayır mükâfatı versin.[568]
Bir müslümanın
müslüman kardeşi üzerinde olan haklarından biri de, aksırdığı zaman ona teşmît
etmesi, yani aksırma arkasında «Elhamdü Lillâh» deyince, kardeşinin de ona
«Yerhamukellah = Allah sana merhamet etsin» demesidir. Bu münasebetle hadîs-i
şerifte diğer 5 haslet zikredilmiştir ki, bunlar İlgili bölümlerde geçmiştir.
(Bu hadîs için başka bir kaynak bulunamamıştır.).[569]
923— îbni
Mes'ud'dan rivayet edildiğine göre, Peygamber Aleyhi ve Sellem) şöyle buyurdu :
Müslümanın, müslüman
üzerine 4 hakkı vardır:
1— Hastalandığı
zaman onu ziyaret eder,
2— Öldüğü
zaman cenazesinde bulunur.
3— Kendisini
davet ettiği zaman, ona icabet eder.
4— Aksırdığı
zaman (hamdinin sonunda) ona teşmît eder c= Allafa'-dan ona merhamet diler.»[570]
Bu bölümün başında
geçen hadîs-İ şerifte müslümanın müslüman üzerinde 6 hakkı bulunduğu rivayet
edilmişti. Burada 2 noksan vazife İle 4 hak rivayeti vardır ki, bunlarda
değişiklik yoktur. Yine teşmît'in müslüman kardeşe karşı yerine getirilmesi
gereken bir vazife olduğu bildiriliyor. Bu vazifelerin yerine getirilmesi
halinde büyük sevab ve manevî mükâfat vardır; ancak yapılmadıkları takdirde,
haram işlenmiş olmaz.
Sünnet ve fazilet terkeditdİğinden sevabdan mahrumiyet olur. Cenaze işi
ayrı bir hususiyet taşır. Bir kısım müslümanların cenazede bulunup namazı
kılmalariyle diğer bulunmayanlar üzerinden bu farziyyet düşer ve bunlar sorumlu
olmazlar. Fakat bir müslümanın cenazesini müslümanlardan kimse kılmazsa, bütün
müslümanlar farzı terkettiklerinden günahkâr olurlar ve bu terkten dolayı haram
işlemiş bulunurlar. Burada zikredilmeyen İki hakdan biri müslümana selâm
vermek, diğeri de ona güzel öğüt vermektir. 922 sayılı hadîs-i şerife bakılsın.[571]
924— Berâ
ibni Âzib'den rivayet edildiğine göre, demiştir ki:
— Besûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve SelUm) bize
7 şeyi emretti ve bize 7 şeyi de yasakladı. Bize emrettiği şeyler:
1— Hastayı
ziyaret etmek.
2— Cenazeyi
takip etmek.
3— Aksıran a
teşmit etmek.
4 — Yemin
edenin yeminini bozdurmamak.
5— Mazluma
yardım etmek.
6— Selâm
verip yaymak.
7— Davet
edene icabet etmek.
— Bize yasakladığı şeyler:
1— Altın
yülükler.
2— Gümüş
kablar,
3— İpekli
eğer minderleri.
4— ipek
karışımlı kumaş.
5— İbrişimli
kaim kumaş.
6— îbrişîmü
ince kumaş.
7— İpek
elbise.[572]
Süs ve giyim eşyası
olarak altın ile ipek, müslümanların erkeklerine haram kılınmışlardır. Buna
dair başka hadîs-i şerifler mevcuttur. Kadınlara ise bunlar haram değildir;
onlar altın ve ipekle süslenebilirler. Fakat ev eşyası kap-kacak olarak erkek
ve kadınlar altın ve gümüşü kullanamazlar. Bir de bunlardan ipek ayarında olan
ve lüks kısmına giren ibrişİmlİ ve işlemeli kumaşlarla İpek karışımlı
kumaşların da erkekler-tarafından giyilmesi yasaklanmıştır, israf ve gösteriş
kısmına giren bu gibi aşırı harcamaları fsSam dini yasaklamış, sade ve basit
bir hayat anlayışı getirmiştir.[573]
925— Ebü
Hüreyre'den rivayet edildiğine göre, Resûlüllah (SatUülahü Aleyhi v$ SeUem)
şöyle buyurdu:
— Müslümanın müslüman
üzerindeki hakkı altıdır.» Bunlar nelerdir, ya Resûlallah? denildi. Peygamber
buyurdu ki:
— Kendisiyle
karşılaştığın zaman ona selâm ver, seni (yemeğe - ziyafete) davet ettiği zaman
ona icabet et, senden öğüt isteyfevee ona öğüt ver, aksırip da Allah'a liamd
edince ona teşmît et s= rahmet dile (Yerha-mukellah de), hasta (olunca onu
ziyaret et, ölünce de cenazesini takip et.[574]
Bu bölümle İlgili
önceki badîs-i şeriflere ve
açıklamalarına bakılsın. Zikredilen haklar, 4 ile 7 arasıında ifade edilmekte
beraber, rivayetlerin hepsi birbirini teyid etmektedir.[575]
926—
(211-s.) Hz.Ali —Allah ondan razı olsun— şöyle demiştir:
— Kim işitmiş olduğu
bir aksırık anında: elhamdülillahi Rabbilalemin ala külli hal = Hamd, bulunulan
bir hal üzere, alemlerin Rabbi olan Allah’a mahsusutur. Derse hiçbir zaman diş
ağrısı ile kulak ağrısı duymaz.[576]
Hamd getirme kısmı ile
ilgili mânâ, önceki hadîs-i şeriflerin mûnâlarına aykırı değildir.Hamd
etmeyenin aksırışını duyan kardeşi, hamd getirecektir. Eğer aksıran hamd
etmişse, o vakit bu hamdi duyan kimse kardeşine teşmif edecektir, = Allah sana
merhamet efcsin, diyecektir).
ve kuiak ağrısı ile
ilgiıs kısım İse, hamd getirmeye teşvik için olacağı gibi gerçekten de Allah Teala’nın dilemesiyle de
ağrıların kalkabileceği tabiidir. Ayrıca Hz. i'eygambsr'e kadar götörülemeyen
bu haberin zayıf bulunduğu görüşü de vardır. FaçJlu'llah'ın kaydına göre bu
haberi, biraz değişik lâfızla Taberânî fahrİç etmiştir. İmam Âhmed'in tahnct de
farklıdır.Başka bir kaynak bulunamaıştır.(Fadlullh : C. I, s. 383-384.).[577]
927— Ebü
Hüreyre'den, Peygamber (Satlallahü Aleyhi ve Sıellıtmi'm şöyle buyurduğu
rivayet edilmiştir:
Sizden biriniz
aksirdiğı zaman : Elhamdü Iillâh, desin. Elhamdü Lilîâh deyince de, ona kardeşi
yahut arkadaşı: Ye r ha mu kolla h. desin. O aksıran da (YehdîkümuIIah vç
Yuslıhu bâleküm k= Allah size hidayet etsin ve halinizi düzeltsin) desin.»[578]
921 sayılı hadis-i
şerife bakılsın.[579]
928— Ebû
Hüreyre, Peygamber (Sa&allahû Aleyhi ve SelUm) 'den naklettiğine göre,
Peygamber şöyle buyurdu:
«— Allah (kulları
hakkında) aksırmayı sever (ona razı olur); esnemeyi ise hoş g'Örmez. Sizden
biriniz aksırıp da Allah'a hamdederse, onu işiten her müsliimana Yerhamukellah
demek gerekli olur. Esnemeye gelince, o şeytandandır. Sizden biriniz esneyince,
gücü yettiği kadar onu geri çevirsin, çünkü sizden biriniz esnediği zaman
şeytan ona güler.»[580]
919 sayılı hadîs-i
şerife bakılsın.[581]
929— İbni
Abbas'm şöyle dediği rivayet edilmiştir:
«— Teşmît edildiği
zaman, Allah bize ve size ateşten kurtulma afi- verir, Allah sîze merhamet
eder."[582]
Bir meclis içinde
aksırma olduğu zaman, aksırma sebebiyle Allah'a hamd edilir ve bunu İşitenler
de karşılık olarak teşmît ederler, Allah'tan rahmet dilerler ve böylece hazırda
bulunanların hepsi duadan faydalanırlar. Allah'ın rahmetine kavuşanlar da
cehennem ateşinden kurtulur, afiyet kazanırlar. Bu haber için başka bir kaynak
bulunamamıştır.[583]
930— Ebû
Hüreyre'den rivayet edildiğine göre, demiştir ki; biz Re-sülüllah (fhlİaSSahM
Aleyhi ve Sellem} 'in yanında oturuyorduk. Bir adam aksırıp Allah'a hamd etti.
Resûlüllah (Saîlallahü Aleyhi ve Sellem) : «Yerhamukellah = Allah sana
merhamet etsin,» dedi. Sonra başka biri aksırdı; fakat (Peygamber) ona bir şey
demedi. Bunun üzerine adam dedi ki:
— Ey Allah'ın
Resulü! Başkasına karşılık verdin, (Yerhamukellah dedin); halbuki bana bir şey
demedin? Buna Resûlüllah şöyle buyurdu:
O, Allah’a hamd etti;
sen ise sustun.[584]
Bu hadîs-i şeriften
anlaşılıyor ki, aksınp da Allah'a hamd getirmeye etmek = yerhamukellah demek suretiyle rahmet dilemek gerekli .
Çünkü akstran, vazifesi olan hamd getirme işini terk etmiştir.
(Bu tu hîsdîs-i şerîf
için başka bir kaynak bulunamamıştır.).[585]
931— Enes’in
şöyle dediği işitilmiştir:Peygamber yanınıda iki adam aksırdı da bunlardan birine Peygamber teşmit etti, diğerine
teşmit etmedi./yehamukaellah demedi.)
Adam dedi ki, buna
teşmil ettin de, bana teşmit etmedin?
Peygamber:
— Bu Allah’a hamd
etti; sen ise Ona hamd etmedin.[586]
Her ne ködor rivayet
yolunda ve lâfızlarda değişiklik varsa da, mânâ baktmtndan bu hodîs-î şerifle
bir önceki hadîs-i şerif arasında fark yoktur. Netice itibariyle ük&mp dîa
hamd etmeyene teşmît edilmesi gereken bîr hak olmaz.Bundan evvel geçen hadis-i
şerife bakılsın.[587]
932— Ebû
Hüreyre'den rivayet edildiğine göre, demiştir ki, iki adam Peygamber
(Sallallahü Aleyhi ve Sellem'/m yanınds oturdu; bunlardan biri diğerinden daha
şerefli idi. Bunlardan şerefi yüksek olan aksırıp Allah'a hamd etmedi.
Peygamber de ona teşmît etmedi. Sonra öteki aksırdı da Allah'a hamd etti.
Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellern) de buna teşmît etti,
(Yerhamu&ellah = Allah sana "merhamet etsin, dedi). Şerefi yüksek olan
adam dedi ki:
— Ben yamnda aksırdım
da, bana teşmît etmedin, bu beriki ise aksırdı da, ona teşmît etmedin?
Peygamber :
«— Bu adam Allah'ı
andı, ben de onu andım. Halbuki sen Allah*» unuttun, ben de seni unuttum.»
buyurdu.[588]
Bundan Önceki hadîs-i
şeriflere bakılsın.[589]
933— (213-s.)
Abdullah ibni Ömer'den rivayet edildiğine göre, kendisi aksınp da, ona
«Yerhamukelîah» dendiği zaman: «Yerhamuna ve iyyaküm ve yağfiru lena ve leküm —
Allah bize ve size merhamet etsin, bizi ve sizi bağışlasın» demiştir.[590]
Aksıran kimse hamd
edip de muslüman kardeşi tarafından yapılan teşmît mükâfatını alınca, bunun da
mukabelede bulunması ve kardeşine hayırlı duada bulunması güze! bir hareket
olur. Nitekim Abdullah ibni Ömer bu mukabeleyi en iyi bir şekilde yaparak bize
örnek olmuştur. Bu mukabele lâfızları aynı mânâlara yakın değişik lâfızlarla
yapılabilir. Bunda bir noksanlık sayılmaz.
(Bu haber için başka
bir kaynak bulunamamıştır.).[591]
934— Abdullah'dan
rivayet edildiğine göre, demiştir ki, sizden biriniz aksirdiğı zaman «Elhamdü
LiUâhi Babbilalemîn» desin. Karşılık verecek olan «Yerhamukellah» desin. Sonra
aksıran «Yeğfirullahu M ve Leküm = Allah beni ve sizi bağışlasın» desin.[592]
933 sayılı hadîs-i
şerife müracaat edilsin. Fadlu'llah'ın kaydına göre bu haberi Taberanî ile
Hakim tahriç etmişlerdir. Fadlu'llah: C II, s. 389, dip not.[593]
935— İyas
ibni Seleme, babasından rivayet
ettiğine göre, babası mi Seleme)
demiştir ki: Bir adam
Peygamber (SatlaUahü Aleyhi vt in yanında aksırdı (ve Elhamdü IiUâh
dedi). Peygamber buna;
«Yerhamukellah — Allah
sana merhamet etsin,» buyurdu. Sonra
adam başka bir defa aksirdı da, Peygamber: «— Bu adam nezlelidir,» buyurdu.[594]
Çoğunlukla üstüste
aksırmalar nezle gibi hastalıklardan İieri ge!ir. Böyle hallerde anlaşılıyor
ki, ilk aksırmada teşmît getirilir ve sonrakilerde teş-mît etmemekte bir beis
yoktur.[595]
936— (215-s.)
Mekhûl El-Ezdî anlatmıştır:
«— îbni Ömer'in
yanında idim. Mescidin Öte tararından bir âdâm aksirdı. îbni Ömer:
— Eğer Allah'a hamd
etmişsen, Allah sana merhamet, etsin,» dedi.[596]
Abdullah ibni Ömer'in
bu ifadesi gösteriyor ki, aksıran kimse uzakta olduğundan Allah'a hamd ettiği
bilinmemektedir. Aksıranın hamd edişi duyulmadığından ona teşmît etmek şartlı
olmuştur. Eğer hamd etmişse, merhamet edilmeğe hak kazanmıştır; eğer etmemişse
bu duaya hak kazanmamıştır. Buna rağmen teşmît etmekte bir beis yoktur.
(Bu haber için başka
bir kaynak bulunamamıştır.).[597]
937— (216-s.)
Mücahid'iri şöyie dediği rivayet edilmiştir:
«— Abdullah ibni
Ömer'in oğlu —ya Ebû Bekir'in veya Ömer'in — aksırdı da, âb, dedi. Bunun
üzerine (Abdullah) ibni Ömer dedi ki:
— Âb nedir? Âb,
şeytanlardan bir şeytanın adıdır ki, onu aksırma ile hamd arasına koymuştur.»[598]
İnsan hapşırınca
mânâsız sesler çıkarmamaya gayret etmeli ve arkasından hemen Allah'a hamd
etmelidir. İnsanı hamd ibadetinden alıkoyan ve araya başka sözler koyan ancak
şeytanlar olur. Bunlardan kaçınıp hamd etme görevini yerine getirmelidir.
(Bu haber için başka
bir kaynak bulunamamıştır.).[599]
338— îyas
ibni Seleme'nin babası anlatıp, şöyle demiştir:
— Ben Peygamber (SaUallahü Aleyhi ve Selkm)'w.
yanında idim de, bir adam aksardı. Buna Peygamber:
— Yehamukeallahr=
Allah sana merhamet etsiu,» dedi.
— Sonra adam diğer bir defa aksırdı. Bunun
üzerine Peygamber:
— Bu adam nezledir!
buyurdu.[600]
925 sayılı hadis-i
şerife bakılsın.[601]
939— (2I7-s.)
Ebû Hüreyîre'den rivayet edildiğine göre, şöyle demiştir:
— Karedeşine) bir defa, iki defa
ve üç defa teşmît et. Bundan olan (aksırma) nezle icabıdır.»[602]
935 ve 938 sayılı
hadîs-i şeriflerde bir defadan sonra yapılan aksırmalara tfflşmît gerekmediği
rivayet edildiği halde, burada üç defaya kadar freşmît edilmesi gerekli
gösterilmektedir, önceki iki hadîs-İ şerif Peygamber {Solfattohü Aleyhi ve
SeUem) 'e yükseltilmiş olmakla bu habere tercih edilmeleri mümkün olduğu gibi,
aralarında şöyle bir uygunluk bulunabilir:
Âksırana teşmît etmek
vazife olarak bir defa yapılmak esastır, öç defaya kadar yapılacak aksırmalara
teşmît edilmesi asm bir hareket olmaz, itidali bozmaz; ve bu kadar sayıda olan
aksırmaların hepsi nezleden doğmuş olmayabilir, üçten fazlaki aksırmalarda
hastalık sebebiyeti kesînleşir.
Daha doğrusu,
teşmîtleri az veya çok getirmekte herhangi bir yasaklık düşünülemez. Ancak
İslâm'da her hareketin bir ölçüsü ve normal şekli vardır. Buna riayet
bakımından bu teşmît meselesi önem taşımaktadır. Yoksa üçten ziyade teşmîtlerde
dahi bir sakınca yoktur.[603]
940— Ebu Musa
rivayet edildiğine göre, demiştir ki, Yahudiler, Peygamber kendilerine
*YerhamukeIlah — Allah size merhamet1 etsin desin diye, Peygamber (Sallalkthü
Aleyhi ve SelUm) 'in yanında kendilerini aksırmaya zorlarlardı. Peygamber de
onlara, (aksırmalarına karşılık) :
Allah size hidayet
versin ve halinizi düzeltsin.» derdi.[604]
İslâm'ı kabul etmemiş
olanlara Allah'ın rahmeti istenmez; AHah'ın çağrışma uymayanlar ve onu kabul
etmeyenler bu ilâhî merhamete hak kazanmamışlardır. İnkâr ettikleri bir
gerçekten nasıl faydalanabilirler? Bunlar hakkında, hidayete kavuşmak, İslâm
dini ile şereflenmek ve hallerini düzeltmek dileklerinde bulunulur. Böylece
haklarında yine iyi niyet beslenmiş olur. Nitekim Peygamber Efendimiz bu
hadîs-i şerîfleriyle gayri müs-limlere yapılması gereken dua şeklini bize
öğretiyor, ölü hakkında rahmet ve dua vesilesi olan cenaze namazı da, ancak
müslümanlar içindir. Müslüman olmayanların namazı kılınmaz; ve rahmet dileği
olan selâm verilmez.
... Ebû Berre,
babasından bu hadîsin aynını anlatmıştır.[605]
941— Ebû
Bürde'den rivayet edildiğine göre, şöyle demiştir:
— Ebû Musa'nın yanma vardım; o, Abbas'm oğlu
Fazıl'ın annesinin evinde idi. Bir ara ben aksırdım da, o (Ebû Musa), bana
teşmît etmedi (bana Yerhamukellah demedi). Fazıl'm annesi aksırdı da, ona
teşmît etti. Ben (bu durumu) anneme haber verdim. Bunun üzerine annem, Fazıl'ın
annesine gelince ona (Ebû Musa'ya) çıkışıp dedi ki:
— Benim oğlum aksırdı da, ona teşmît
etmedin. Halbuki Fazıl'ın annesi
aksırmca ona teşmît ettin? Buna karşı Ebû Musa, ona dedi ki:
— Ben Peygamber (Salksltahü Aleyhi ve Sellem)'in
şöyle buyurduğunu
«— Sizden biriniz
aksmp da, Allah'a hamd ederse, ona teşmît ediniz. Eğer Allah'a hamd etmezse,
ona teşmît etmeyiniz, (Yerharoukellah = Allah sana merhamet etsin, demeyiniz).
«— Gerçekten oğlum
aksırdı, fakat Allah'a hamd etmedi. Ben ise ona teşmît etmedim. Fazıl'ın annesi
ise aksırıp, Allah'a hamd etti. Ben âş ona teşmit ettim.Annem:
— Güzel yaptın,
cevabını verdi.[606]
Aksırıp da hamd
etmeyene teşmît etmenin gerekli olmadığına dair hadîs-i şerif rivayet
edilirken, bunun rivayetine sebep olan vak'a, erkeklerin hanımlara teşmît
etmelerinin caiz olduğuna defİl olarak ortaya çıkmaktadır. Erkeklerin
kadınlara, bilhassa yaşlılara ve kadınların da yaşlı erkeklere teşmît etmeleri,
selâm mevzuunda olduğu gibi, iyi niyet taşındığı müddet İslâm adabına uygun
düşer.[607]
942— Ebü
Hüreyre, Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve S£lîem)*dm rivayet ettiğine göre, Hz.
Peygamber şöyle buyurdu :
— Sizden biriniz
esneyeceği zaman, gücü yettiği kadar (kendini tutup esnememeğe gayret etsin).[608]
Esnemek usanç ve tenbellikten
meydana gelen bir hal olduğundan şey lanın isteğine uygun bir harekettir;
İslâm'ın canlılık ve hareket prensiple İrine aykırıdır. Bunun için bu halden
kurtulmaya elden geldiği kadar gay cet harcamayı Peygamber Efendimiz bize emretmektedir. Bu hususla
ilgili oalrak 919 sayılı hadis-i şerife bakılsın.[609]
943— Muaz'dan
rivayet edildiğine göre, demiştir ki:
— Ben Peygamber
fStUbülakS Aleyhi, ve $€İkm) 'in terkisinde idim
— Lebbeyk ve Sa'deyk =
Devamlı olarak sebatla emrindeyim, dedim. Sonra üç defa aynım söyledi.
«— Allah'ın kullar
üzerindeki hakkı nedir, bilir misin? Bu hak ona ibadet etmek ve ona hiç bir
şeyi ortafk koşmamaktır.» Sonra bir müddet yürüyüp şöyle buyurdu :
Ey Muaz!»
Ben: «Lebbeyk ve
Sa'deyk,» dedim. Peygamber:
«— Kullar Allah'ın bu
hakkım yerine getirdikleri zaman, kulların, Azız ve Yüce olan. Allah üzerindeki
hakkı nedir, bUir misin? (8u hak) Allah'ın onlara asab etmemesidir.» buyurdu.[610]
Lebbeyk ve Sa'deyk
kelimeleri Arapça ifadelerde bir arada kullanılırlar. Daha çok Lebbsyk
kelimesi yalnız başına İstimal edilir. Labbeyk = daima sona İtaat üzereyim ve
Sa'deyk = devamlı olarak emrindeyim, sana yardımcıyım mânâlarını ifade ederler.
Bu İfadeler hac mevsiminde ihrama girildiği zaman Cenab-ı Hakka teslimiyet ve
onun emirlerine icabet yerinde çok çok tekrarlanıp söylenen kelimelerdir.
Bunlar, Allah Tealâ Hazretlerine kaYşı söylenmekle beraber, kullar için de
kullanılmalarında bir beis bulunmadığına bu hadîs-i şerîf delil bulunmaktadır.
Zira Mu az ibni Cebel, Hz. Peygamber'le yaptıkları bir yolculuk sırasında aynı
hayvan üzerinde ve Muaz Peygamberin arkasında redifte, yani hayvanın terkisinde
giderlerken aralarında cereyan eden konuşmalarda bu ifadeleri Hz. Peygamber'e
karşı kullanmışlardır. Peygamber Efendimiz de onu bu gibi ifadeleri
kullanmaktan alıkoymamışlardır.
Allah Tealâ, kendisine
İtaat ve ibadet etsinler diye insanları ve cinleri yaratmıştır. İbadetin başı
ve esası Allah'a ortak koşmamak, onun üstünde başka bir varlık tanımamaktır.
Yaratılışın hikmeti bu olduğu için, AHah'tn kulları üzerindeki hakkı budur. Bu
hak ve vazife kullar tarafından yerine getirildiği zaman, onlara azab edilmesi
gerekir ve buna kullar yine Allah'ın bir lütfü olarak hak kazanırlar, cennetlik
olurlar.[611]
944— Ka'b
ibni Malik, Tebük savaşından geri kalıp. Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve
Sellemyden ayrı kaldığı saman, Allah tevbesim kabtü ettiğine dair hâdiseyi
şöyle anlattığı işitilmiştir:
Resûlüllah (Sallalhhü
Aleyhi ve Seiiem) sabah namazını kıldığı vakit» Allah bizim (üç kişinin)
tevbesini kabul ettiğini bildirdi. İnsanlar bölük bölük beni karşılayıp
tevbenin kabulü ile beni tebrik ederek: Allah'ın senin tevbeni kabul etmesi,
sana kutlu olsun, diyorlardı. Nihayet mescide girdim. Hemen orada Resûlüllah
(SatUülâhB Aleyhi veSeİlem) etrafında in-samarla bulunuyordu. Talha ibni
Ubeydullah bana doğru kalkıp koşarak benimle rousafaha etti ve beni tebrik
etti. Allah'a yemin ederim ki, muhacirlerden ondan başka hiç bir kimse bana karşı
kalkmadı.Talha’nın bu hareketini asla unutmuyorum.[612]
Bu hadîs-i şerif
aşağıda zikredildiği üzere uzun bir hadîsin kısaltılmış bir parçasıdır. Hadîs-i
şerîf, cİhad, iman, libas, îevhîd ve adab konuları ile ilgili olduğu İçiff
hadîs âlimleri bunu çeşitli bölümlerde göstermişlerdir. Biz burada yine Buhârî
hazretlerinin Sahîh'inde Tebük gazvesi münasebetiyle tahriç etmiş olduğu uzun
hadîs-i şerifin mealini vererek gerekli izahı yapmış olacağız. Burada hadîs-i
şerîfİn edeble ilgili olan, insanın kardeşi İçin ayağa kalkması hususudur. Kâ'b
İbni Malik, Medine'ye hicret eden ashabdan Talha ile kardeşlik kurmuştu. Tebük
savaşından özrü olmaksızın geri kalan Kâb, bu günahından dolayı çok çok
tevbekâr olmuş ve büyük imtihanlar geçirmişti. Nihayet elli günlük uzun bir
bekleyişten sonra kendisi ve diğer iki arkadaşı hakkında âyet-İ kerîme nazil
oldu ve levbeSerİnİn kabul edilmiş olduğu Allah tarafından açıklandı. Bu
sevinçli haberi, işte önce mecliste oturan kardeşliği Talha oturduğu yerden
ayağa kalkarak ve koşarak kendisine müjdeledi. Burada bir kardeş için ayağa
kalkmanın adaba aykırı olmadığı belirtilmektedir.
imam Buhârî'nin tahriç
ettiği bu hadîs-i şerîfİn tamamı şöyledir: Kâ'b
ibni Maîİk 'den (R&diyaîlâhu mh)
rivayet edildiğine göre şöyledemiştir:
[Ben Tebük savaşından
başka, Resûlullah (Saîlallahü Aleyhi ve Sellem) 'İn yapmış olduğu savaşlardan
hiç birisinden geri kalmadım. Her ne kadar ben Bedir savaşında bulunmadımsa dat
Resûtütlah, Bedir savaşına katılmayıp geri kalanlardan hiç kimseyi azarfamadt.
Esasen Resûlüllah (Sallallahüaleyhi ve sellem), Bedir seferine" Kureyş
kervanını kasdederek çıkmıştı, (onlara savaş İçin değil.) Nihayet Allah Tealâ,
müslümanlarla düşmanlarını sözleşilmeyen;bir vakıfta birleştirdi. Üstelik ben,
Akabe gecesi (Mina'da), biz (Medîne')iler) İslâm üzere (ölünceye kadar
yardımlaşmaya söz verip) bîat ettiğimiz zaman, Resûlüllah ile beraber hazır
bulunmuştum. Halâ be-nİm için Bedir1 savaşında bulunmak, Akabe'de bulunmak
derecesinde sevimli-değildir; her ne kadar Bedir savaşı, insanlar arasında
Akabe bîatın-dan daha çok anılırsa da...
Benim Tebük seferinden
geri kalışım hâdisesine gelince; gerçekten ben bu savaştan geri kaldığım
zamandaki kadar, hiç bir zamaı bu savaş anındaki kuvvet ve genişliğe sahip
bulunmamıştım. Vallahi, Tebük seferinden önce hiç bir zaman yanımda iki
deve.toplanmamıştı; ancak bu savaşta iki deveyi bir araya getirmiştim, (savaşa
çıkmama engel halim yoktu).
Bir de Resûlüllah
(SaîkUİâhü Aleyhi ve Seiiem)/ akmak istediği bir savaşı muhakkak surette açık
olarak bildirmezdi, İki ihtimalden uzak olanı kapalı olarak işaret ederdi.
Fakat bu savaş için öyle yapmadı; zira Resûlüllah (Sallallâhü Aleyhi ve Seüem)
şİddeili bir sıcakta sefere çıkıyordu. Uzak ve sıkıntılı bir yolculuktan sonra
büyük bir düşman kalabalığı ile karşılaşacaktı. Bunun İçin.Hz. Peygamber, savaş
İhtiyaçlarını ona göre hazırlasınlar diye, müslümanlara maksadını açık olarak
bildirdi ye gitmek istediği yönü açıkladı.
ResûSüîıaK (Sallallâhü
Aİeyhi ve SelUtm) İle beraber savaşa çıkan müslümanların sayısı da çoktu; öyle
ki, savaşçıların künyelerini divan
defterî
Kâb devamla anlatır:
Hiç kimse (kaçamak yapıp) gizlenmek istemiyordu; ancak Allah tarafından vahy
nazil olmadıkça, iş Peygamber'e kapalı kalır (farkına varamaz) sanan kimseler
saklanmışlardı.
Resûlüllah bu savaşa,
meyvaların olgunlaşıp gölgelerinde gölgelenecek bîr zamanda çıkmıştı. Ben
bunlara hevesli îdim. ResGlüiîah (ŞalUUlâhü Atryhi veSelkm)ve onunla beraber
müslümanlar savaş hazırlığına başladılar. Ben de onlarla beraber (savaşa)
hazırlanmak İçin sabahleyin (evden) çıkmaya başladım; fakat (akşam) hiç bir şey
yapmadan geri dönüyordum. Kendi kendime diyordum ki, ben istediğim zaman
hazırlanabilirim. Bu hal:bende sürüp gitti. Nihayet insanlarda cidden hazırlık
tamamlandı. Bir sabah vaktinde de Resûlüllah (SaHallBhü Aleyhi ve Selkm) ile
müslümanlar yola çıktılar. Halbuki ben, sefer hazırlığından hiç bir şey
hazırlamamiştım. Diyordum ki,, bir yahut iki gün sonra hazırlanırım, sonra
savaşçılara kavuşurum. Gaziler (savaş için Medine'den) ayrıldıktan sonra yine
ben hazırlık için sabahleyin (evden) çıktım; fakat bir şey yapmadan döndüm.
Sonra sabahleyin aktım ve bir şey yapmadan döndüm. Bu hal bende devam etti; nihayet
savaşçılar sür'atte yol aldılar, savaş (fırsatı) da kaçtı. Bununla beraber,
yine gideyim de orduya yetişeyim diye azmetmiştim. Ne olurdu, hiç olmazsa bunu
yapaydım!.. Fakat bunu 6g yapmak bana nasip olmadı.
Resûlülbh (SaUalkkB
Akyhi ve Settem) savaşa gittikten
sonra, insanlar arasında dolaştığım zaman beni üzen şey vardı ki, o da, üzerine
nifak lekesi vurulmuş bir adam yahut biçare kimselerden olup da, Allah'ın mazur
.saydığı kimse olarak görünmemdi.
Resûlüllah (Sdkikkâ
AkyM veSdtemjlehüke varıncaya kadar beni hatırlamadı. Nihayet Tebük'de
insanlarla otururken Peygamber şöyle buyurdu:
Kâ'b ne oldu?»
Selime oğullarından
bir adam :
— Ey Allah'ın ReSûlü! Kâ ' b *ı, kibir ve gururu ile iki yanına
bakması, (kendini beğenmesi) alıkoydu,
(da savaşa katılmadı}, dedi. Buna
karşı Mu az ibnt Cebel: Ne kötü
söyledin! Valiahi ya Resûlollah, biz onda hayırdan başka bîr şey bilmiyoruz,
cevabını verdi. Resûlüllah (Sallallak'ü Aleyhi ve Seltemj ise sükût buyurmuştu.
Kâ'b ibni Malik
devamla der: Ne zaman ki Peygamberin Te-bük'den- dönüşü haberi bana ulaştı»
bütün keder ve üzüntüm beni kapladı. Artık yalan düşünmeğe başladım ve yarın
Hz. Peygamber'in öfkesinden nasıl kurtulurum diye kendi kendime söylenmeğe
durdum. Bu hususta do yakınlarımdan olan bütün fikir sahiplerinden yardım
İstedim.
Nihayet Resûlüllah
(SaUaUâhü Aleyhi ve Settem)*m (Medine'ye) gelişi yaklaştı denilince, benden
böyle boş, ve uydurma düşünceler zail oldu; ve anladım ki, ben bu durumdan
yalanla karışık bir özürle hiç bir zaman kurtulamam. Bunun için Peygamber'e
doğruyu söylemeyi kararlas/hrdım. Resûlüllah (S&laltâhü Aleyhi ve Selkm) de
bir sabah vakti (Medine'ye) gelmiş oldu, Hz. Peygamber bir seferden geldiği
zaman iik olarak Mescid'e girmekle işe başlar ve orada ikî rekât namaz kılardı.
Sonra insanların dileklerini dinlemek İçin otururdu. Bu defa da öyle yapınca,
savaştan geri kalanlar Hz. Peygamber'e geldiler ve ondan özür dilemeye
başladılar, özürleri olduğunu yeminlerle İspata koyuldular. Bunlar seksen küsur
kadar erkek kimselerdi. koiû\v\\ah(SaUaüâhUAhyhiye.Seîîem) onların görünüş
hallerine göre özürlerini kabul etti ve biatlerini alıp onlara mağfiret düedi;
içlerinde saklı olan hali de Allah Tealâ'ya bıraktı.
İşte ben de (bu
sırada) Peygamber'in huzuruna vardım. Ben ona seİâm verdiğimde, Öfkeli bfr
gülümseme İle tebessüm buyurdu. Sonra :
*— Yanıma gel!» Buyurdu.
Ben de Peygamber'in
önünde öturuncaya kadar yürüdüm. Bana dedi ki:
Seni savaştan hangi
şey geri bıraktı? Sen (Akabe'de söz verdiğin) bîat ahdini sırtına tahmş değil
mi idin?» Ben dedim. Biri:
— Evet (söz vermiştim) vallahi. Valiani eğer
ben, dünya adamlarından senden başka bir kimse yanında otursaydım, bir özürle onun öfkesinden kurtulabileceğime
muhakkak surette İnanmaktayım; çünkü bana söz söyleme kudreti verilmiştir.
Fakat ben Allah'a yemin ile biliyorum ki, eğer bugün sana, benden razı
olacağın yalar bir söz söylersem muhakkak Allah bano karşı seni
öfkelendirecektir. Eğer aleyhimde bulacağım doğru sözü sana söylersem, umarım
ki, Allah bunda beni bağışlayacaktır.
Hayır, Allah'a yemin
ederim ki, benim İçin (savaştan geri kalmaya) bir özür yoktu. Vallahi sizden
geri kaldığım zamanki kadar daha güçlü ve daha zengin halim asla yoktu. Bunun
üzerine Resûlullah:
«Bu adama gelince,
gerçekten doğru söyledi. (Ey Kâ'b) sen kaîk git ve semn hakkında Allah hüküm
verinceye kadar bekle!» buyurdu.
Ben de kalktım. (Evime
giderken) Selime oğullarından bir takım adamlar arkamdan koştular ve benimle
yürüdüler. Bana dediler ki :
— Vallahi bundan önce
senin bîr günah İşlediğini biz bilmiyoruz. Gerçekten sen, diğer geri
kalanların Resûlüllah'a özür dilemeleri gibi özür dilemekte acziyet gösterdin.
Halbuki özür dİleseydin, Peygamberin sana mağfiret dilemesi günahına kâfi
gelirdi. Vallahi Selime oğulları beni a kadar ozrlayıp ayıpladılar ki, dönüp
Resûlüllah'a kendimi yalanlamaya niyetlendim. Sonra onlara sordum :
— Benim durumuma düşen, benimle beraber bîr
kimse var mı? Onlar:
— Evet, iki
kişi senin söylediğin
gibi (Peygamber'e) söylediler; ve teûlüllah tarafından onlara da
sana söylendiği gibi söylendi, cevabını verdiler.Ben:
Onlar kimdir? dedim.
Dediler ki :
Bunlar: Mürare
ibni'r-Rebî1 El-Amrı, Hilâl ibni Ümeyye El-Vakîfî'dir. lece bana Bedir
savaşında bulunan örnek ahlâka sahip iki salih zatı anlattılar. Bu iki zatı
bana söyledikleri zaman, ben de tereddütten vazgeçtim, (İlk sözümde sebat
ettim).
Peygamber (Salhlİahü
Aleyhi ve StîUm), kendisiyle savaşa katılmayıp geri kalanlardan biz üç kişi İle
konuşmayı müslümanlara yusaklauı. İnsanlar do bizden çekindiler ve bize olan
tutumlarını değiştirdiler. O hale geldim ki, bu arz bana tanınmaz oldu;
bildiğim yeryüzü değildi bu... Bu şekilde tam elli gün bekledik. Öteki iki
arkadaşım insanlardan kaçtılar da evlerinde oturup ağlıyorlardı. Ben ise
onlardan daha genç ve daha kuvvetli îdîm. Evden çıkardım ve müslümanlarla
namaza dururdum, çarşılarda dolaşırdım, fakat kimse benimle konuşmazdı.
Namazdan sonra Resûlüllah meclisinde iken yanına varıp kendisine selâm verirdim
de kendi kendime derdim kİ, acaba benim selâmımı aîıp almamakta dudaklarını
kıpırdattı rm? Sonra ona yakın yerde namaz kılardım âa ona göz hırsızlaması
bakardım. Namaza yöneldiğim zaman bana dönerdi. Fakat ben onun tarafına döndüğüm
zaman bana yüz çevirirdi. Nihayet insanların cefası böyle uzayın-ca, beni en
çok seven ve amcamın oğİu olan Ebû Katâde'ye koşup duvarının üstünden aştım ve
ona selâm verdim. Vallahi selâmımı almadı. dedim ki, ey Ebö KatadeÜ Allah adına
sana and vererek soruyorum :
ligimi bilir misin? O
sustu. and verdim, sustu. Tekrar ono dönüp and verdim. Bunun üzerine Resulü
daha İyi bilir, dedi. Bundan gözlerim boşandı, ağladım. Geri dönüp duvar üzerinden
aştım.
Kâb yine anlatarak der
kİ : Ben Medîne çarşısında yürüyorken, bîr de Şam halkından Enbgt'lı bir adam
yiyecek satmak için Medine'ye gelmişti. Bana Kâ'b ibni Malik'î kim gösterecek?
diyordu. İnsanlar da beni ona göstermeye başladılar. Nihayet bana gelip Gassan
melikinden bana bir mektup verdi. Orada şu yazılıydı :
«Amma bcfdu. Bana
gelen habere göre, orkadaşm (Peygamber) sona eziyet ediyormuş. Allah seni
hakaret yerinde ve hakkın çİğnenecele bir yerde sonî yaraîmarmştır. Bize gel,
şano iyilik ve İhsanda bulunalım.»
Ben bunu okuyunca
dedim ki, bu da yine İmtihanlardan biridir. Hemen bü mektubu ateşe atıp vakfım.
Nihayet elli günden kırk gün geçince, Resulullah'ın elçisi bana gelip dedi ki;
ve Selkm)
hanımından aynfmanı sancı
Ben dedim kİ, onu
boşayacak mıyım, yoksa ne yapacağım? Elçî ; — Hayır, onu boşamcıyataîcstri,
ondan ayni ve ona yaklaşma, dedi !Hz. Peygamber bcna gönderdiği gibi,'diğeriki
arkadaşıma da aynen elçi
kanma dedim ki, ailene
git ve Allah bu İş hakkında bir hüküm verinceye kadar ailen yanında ol.
Kâ'b anlatarak der ki
: Hilâl ibnı Dmeyye'nin karısı Resûlüftah'a gelip
— Ya Resûlciiahi
(Kocam) Hilâl îbni ümeyye İhtiyardır, güç ve kuvveti gitmiştir. Bîr hizmetçisi
de yoktur;; ona hizmet etmemi -çirkin görür müsün?
— Hayır! Ancak sana
yaklaşmasın.» Buyurdu.
Kadıncağız dedi ki,
vallahi ondb hiç bir hareket yoktur. Vallahi onun bu işi olalı beri, bugüne
kadar ağlaması dînmiş değildir."
Bu hâdise üzerine
yakınlarımdan biri bano1 dedi ki :
— HÜâl îbnr ümeyye,
karısı kendisine hizmet etsin diye Peygamber'den îztn istediği
gibi, sen de karın içîn Resûlullah izin isteseydin.
Ben dedim ki, vallahi
karım hakkında Resûlüllah Stlsmyden izin istemem. Buna dair Peygamberden izin
istediğim zaman, Peygamber (SaVcılUüıOAleyhivaSe1Um)"m ne diyeceğini
bilemem, kî... Hem ben genç bîr adamım!..
Bundan sonro 10 gün
bekledim. Nihayet Peygamber {SafkûtöhM Aleyhi veSdkmf'm bizimle konuşmayı
yasaklaması zamanından itibaren 50 gön tornam oldu. 50.ncî günün sabah nnmazım
kıldığım vakit, evlerimizden bi-rînîn damj üzerinde rdîm. Allah Tealâ'nın (Tevbe
süresi, 110. âyeîte) buyurduğu gibi, nefsim üzerime daralmış, yeryüzü bütün
genişliği ile bcna dar geimiş halde otururken, Sel' dağı üzerinde" eni
yüksek sesiyle:
«Ey Kâ'b ibni Malik,
muide!..» diye olanca kuvvetiyle bağıran birisinin sesini işittim". Hemen
secdeye kapandım ve anladım ki (darlıktan sonra) genişlik gelmiştir ve
Resûiüİiah (SttltaUShÛ Aleyhi ve Sellem) sabah namazım kıldığı zaman, Allah'ın
tevbemizi kabul edişini ilân etmiştir de halk bize müjdeye koşmuştur.
Arkadaşlarım tarafına âa bir takım müjdeciler gitmişti. Bana da bir zat (müjde
vermek üzere) atını mahmuzlamıştı. Eşlem kabilesinden bir müjdeci de koşup
Sel' dağı üzerine çıkmıştı ki, bunun sesi ottan daha sür'atli gelmişti.
Müjde sesini işittiğim
adam bana gelince, iki (parça) elbisemi çıkarıp bunları ona müjdesinden ötürü
giydirdim. Vallahi ö gün, bunlardan başka elbisem yoktu. Ariyet iki elbise
alarak onları giydim ve ResGIüIlah (Satiallahü Aleyhi ve Setlem) e gittim.
(Yoİda) insanlar beni bölük bölük karşılayıp tev-beden dolayı heni tebrik
ediyorlar, «Tevbeni Allah'ın kabul etmesi sana mübarek olsun» diyorlardı.
Kâ'b anlatarak der ki
: Nihayet mescide girdim ki, orada Resûlüİlah (SaltellâhU Aleyhi ve Setlem) oturuyor,
etrafında insanlar bulunuyor. Talha ibni Ubeydullah kalkıp bana doğru koştu da
beni kucakladı ve beni tebrik etti. Vallahi muhacir kardeşlerden Talha'dan
başka kimse bana karşı ayağa kalkmadı. Talha'nın bu hareketini unutmam.
Kâ'b anlatarak der ki
: Ne zaman kî Peygamber (StzîkllahUAtephtve $dkm)'e selâm verdim, sevinçten
yüzü pörsldcrr bir halde şöyle buyurdu :
— Annen seni
doğurduğumdan (beri üzerinden geçen günün en hayırlısı ile sana müjde olsun!..
dedim ki, (bu müjde)
senin tarafından mı, yoksa Allah katından vt-Sellem) sevindiği zaman, yüzü ayın bir — Hayır
(benim tarafımdan değil), Allah tarafindandır.* buyurdu, parçası imiş gibi
ışıldardı; biz bunu halinden anlardık. Peygamber'in önünde oturduğum zaman
dedim ki, ey Allah'ın Resûîü! Tevbernİn kabulünden dolayı malımın bütününden
sıyrılarak Allah'a ye~Peygambex(SallallahU Aleyhi veSellemf® rızaen malım
(fakirlere) sadakadır. Rasûlü'İah (Solfallâhü Aleyhi ve Setlem) i bir kısmım 'kendine bırak; bu sana daha
hayırlıdır.» buyurdu.
Hayber'deki hissemi
saklarım. Sonra şöyle söyledim :
— Ey Allah'ın Resûîü!
Allah benî doğrulukla kurtardı. Yaşadığım müddet doğrudan başka bir şey
konuşmayacağrrna tevbem olsun. Vallahi bunu ResGtöHah
fSatkdlâ&iiAteyhtyeSelkmİ'e söylediğimden beri müslümanlar-dan hiç birînt
bilmem kî, doğru söylemekte Allah beni imtihan ettiğinden daha güzel onu
imtihan etmiş olsun. &esûtül!ah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) !e sözlerimi
arz ettikten sonra bu günüme kadar yalan küsdetmedİni; ve umuyorum ki,
yaşadığım müddet,-Allah beni {yalandan) koruyacaktır. Aziz ve yüce olan Allah
(üçümüzün tevbesinin kabulü hakkında), Peygamberine şu âyeti indirmişti :
«— And olsun ki Allah,
o güçlük vaiktımda ona uyan Muhacirlerle Ensara lütfetti; öyle ki, içlerinden
bir kısmının kalbleri az kalstn iğilecek gibi olmuş iken, sonra onların
tevbelerini kabul buyurdu. Çünkü Allah çok esirgeyicidir, çok merhametlidir.
(Tebük savaşından) geri kalan üç kişjyi (K£'b ibni Malik, Hilâl ibni Ümeyye,
Mürare ibni Rebi'i) de bağışladı. Çünkü o derece bunalmışlardı iû, yeryüzü
bütün genişliği ile onlara dar gelmiş, vicdanları da kendilerini sıfkmiştı ve
Allah'dan kurtuluşun,, auck Allah'a sığınmakta olduğunu anlamışlardı. Bundan
sonra Allah oa-Ian. tevbekâr olmaya muvaffak kılıp tevbelerini kabul buyurdu.
Şüphesi» ki Âtyah, tevbeleri çok çok kabul edicidir, çok merhametlidir.
— Ey müminler!
Allah'dan korkun, imanda ve sözünde doğru olan» lar^a beraber olun.» (Tevbe
sûresi, 117-119)
Allah'a yemin ederim
ki, Allah beni İslâm dinine hidayet ettikten sonra, Resûlüllah (SallallahüAle}'hiveSdlem)'e
doğruyu söylemek nimetinden daha büyük bir nimet nefsim hakkında bana asla
İhsan etmemiştir, öyle bü' yük nimet ki, Peygambere yalgn söylemeyip, de helak
olmamam nimetidir. Nitekim yalan söyleyenler helak oldular. Çünkü Allah şu
yalan söyleyenler hakkında vahyini indirdiği zaman, herhangi bîr kimse için
buyurduğunun en ağırını söyledi. Onlar hakkında azîz ve yüce olan Allah şöyle
buyurdu : «— Yanlarına döndüğünüz zaman kendilerinden yüz çeviresinîz (onları
ayıplamıyasınız) dîye size karşı Allah'a yemin edecekler. Siz de onlardan yüz
çevirin (onları ayıplamayın). Çünkü onlar murdardır ve kazândıklannm cezası
olarak varacakları yer de cehennemdir. Kendilerinden razı olasınız diye, size
yemin edecekler. Fakat siz onlardan razı olsanız KÎa, Allah o ta sık hır
topluluğumdan razı olmaz.» (Tevbe, 95-96)
Kâ'b der ki : Bİz
üçümüz, Peygamber'e yemin ettikleri zaman Resûİüllah (Sallallahii Aleyhi ve
Seîlent) 'in tevbelerini kabul edip kendilerinden bîaf aldığı ve haklarında
istiğfar ettiği kimselerin işinden (elli gün) geri bırakılmıştık. Resûlüllah
(Saüall&hü Aleyhi ve Sellem işimiz hakkında Allah hükmünü verinceye kadar
İşimizi geciktirdi. Buna binaendir ki, Aziz ve Yüce Allah :
«— Şu tevbeleri
(Allah'ın hükmüne kadar) geri bırakılan üç kişi .6 derece bunalmışlardı ki,
yeryüzü bütün genişliği île onlara dar gelmişti.» Buyurmuştur. Yoksa bu âyette
söz edilen (geri bırakılma işi), bizim savaştan geri kaldığımızı değil, bizim
tevbemizin kabulü hakkında Allah'ın emri gelinceye kadar, —Peygamber'e yeminle
özür dileyip de tevbeleri kabul olunanlardan— Peygamberin bizi geri bırakmasını
bildirmektedir.] Bu hadîs-i şerif birçok dinî hikmetleri içinde teplayen, sabır
ve imti örneklerim veren ve ashab-ı kiramın din uğruna katlandıkları fedakârlık
levhalarından birini gösteren çok önemli bir vesikadır.
Burada her şey sof ve
berrak bir şekilde anlatılmakta olduğundan müminlere çok büyük ders
verilmekte, sadakatte ihmalkârlığın doğuracakları neticeler birer vakıa olarak
bildirilmekte, yalancıların hüsranı gösterilmekte ve Allah'ın dinini yüceltme
gayesiyle yapılan savaşı terk etmenin ne kadar
Kâ'b ibni Malik,
Medîne'li cshabdan olup, büyük şairlerden biridir. Hal fercemesi (8Ö6) sayılı
hadîs-t şerif münasebetiyle geçmişti. Bilgi içirt oraya bakılsın.
Talha bin Ubeydullah
kimdir?
Ebu Muahmmec künyesi
ile tanınan ve T a İ h a t ü ' S -H a y r, Talhatü'l-Feyyaz' lâkablarıyle
anılan Hz. To I h o Kureyş'li otop, İlk Medine'ye hicret edenlerdendir.
Medine'ye gelince Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) bununla Kâ'b i b n i
' M a I i k 1 birbirine kardeşlik etmişti. Cennetle müjdelenen on kişiden bîri
oîan Tat-elde edîten ganimetlerden Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) Ta
Iha ha, Hz. Ebû Bekir'in eliyle İslâm'ı kabul eden beş kişiden bîri ve ilk Islâm't
kabu! edenlerin de sekîzincisidir.
Bedir savaşında Şam.
cihetinde görevli olduğundan bu savaşa katılamamış, fakofr bundan sonraki
büfön savaşlarda bulunmuştu. Bedîr savaşında hacetlerine de hisse ayırmıştı.
Hz. Ömer vefat ederken hilâfet işini istişare ©dip bir karara varmak özere tayin
ettiği 6 kişiden biri de Talha BHhüisü
Uhud savaşındaki yararhğı ve fedakârlığı onun cesaret ve so-dakatını ispat
büyükir vesikadır. 8u savaşta son derece sıkıntıya ve dehşete döşen
müslümanların öteye beriye dağılışı sırasında Hz. Peygamberin yorsmdan
ayrılmamış ve bizzat kendi vücudunu Hz. Peygamber önüne siper ederek onu
korumuş ve düşman tarafından atılan bîr oku eliyle kurtararak İPeygamber'İ
korumuştu; eli İse yaralandıktan sonra sakatlan-misti. Hz. Peygamber i efe
düştüğü çukur bir yerden sırtıno! alarak taşımış ' ye selâmete çıkarmıştı.
Kîvayer edildiğine
göre Re&nlullah(Sallallahü Aleyhi ve Sellem) Tal-h a !nm yözöne bakıp şöyle
buyurmuştur:
«— TeyyîkÖöde yürüyen
feif şehide baJkmak isiiyen varsa, Talhösya
Gerçekten geçen günler
onun sehid olduğuna şahitlik etmiştir: Cemsf -vck'asmdö önce Hz. Â î şc safında
buîunarok Hu. Â Iİ "ye karşı çıkmış îse de, sonra Hz. Âli "nin bîr
ihtarı üzerine geri çekilmiş ve savaştan oyrı katmışken, kendi taraftarlarından
Mervan ibni Hake m [in attığı bîr ok dizme îsebet etmiş ve devamlı kanama
neticesinde şehadet mertebesine ertşmtşth Bu hâdiseye Hz. Âli çok üzülmüş ve ağlamış, cenaze namazını da
bizzat kendisi (aldırmıştı. Vefatı hicretin 36. yılında 64 yaşında olduğu halde
vuku bulmuştur. Allah ondan razı olsun.[613]
945— Ebû
Said el-Hudri’den rivayet edildiğine göre; (Kurayza fcaoları) insanlar
Sa’d ibni Muâz'ın hükmüne razı
oldular da amber tarafından) ona haber gönderildi Muâz da bir merkep üzerinde
geldi (Peygamberin bulunduğu bir) mescidin
yakınma varınca Peygamber:
Haydia faayırlınısa,
yahut ulunuza karşı durun (ayağa telkin) buyurdu.
«— Ya Sa’d! Şunlar
(Kurayza Oğullan Yahudiler kabilesi) seaisa hükmüne razı oldular, (ne dersin, onlar
hakkında hükmün nedir?) Sa'd:
— Onlar hakkında hüküm
veriyorum ki, harb edenlerini öldüresin, çocuklarını ve kadınlarını da esir
edesin, cevabını verdi. Bunun üzerine Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve
SeMern) şöyle buyurdu:
— Afiah'm hükmü île
hüküm verdin.» Yahut «Melik'in e= Allah'ın hütoaü ile hüküm verdin.»[614]
Hadis-i şerif, ilim ve
fazîlet sahibi şerefli kimselere hürmet için ayağa kalkmanın cevazına delil
münasebetiyle bu bölümde zİkrodilmişse de, buradaki metinde ayağa, kalkma emri
açık ofarak yoktur. S'a'd'a varın, karşı çıkın mânâsım, taşıyan kelimesi mevcuttur. Fakat yine Buhârî hazretlerinin Söfeîh'inde ve İmam Müslim'in Tchric'inde ayağa kalkınız
mânâsını taşıyana Kûmu» emri mevcuttur. Bu itibarla ha-dîs-i şerîfin bu bölümle
olan ilgisi meydana çıkmaktadır.
Hadîs-İ şerifte işaret
edilen vak'aya gelince :
Medine civCnnda ikâmet
etmekte olan Yahudi kabilelerinden biri de Kurayza oğulları idi. Peygamber
(Sallallahü Aleyhi ve Sellem) Medine'ye hicret ettikten sonra onlarla bir
sözleşme yaptı; ve böylece., mallarını ve canlarını teminat altına aldı. Uhud
yenilgisinden sonra Yahudi'ler şımarmışlar ve bunlardan Nadîr oğulları
sözleşmeyi yenilemediklerinden sürgün edilmişler, Medine civarından
çıkarılmışlardı. Kurayza oğulları, sözleşmeyi yenilemiş olduklarından
yerlerinde bırakıldılar.
Hendek savaşında bütün
müşriklerden ibaret Arap kabileleri ve Yahudi'ler müslümanlara karşı birleşip
harbe çıktıklarından bunu fırsat sayan Kurayza oğullan da rahat durmadılar. Hz.
Peygamber'e karşı kötü sözler söylemeğe ve çeşitli tahriklere başladılar. Evs
kabilesi müslürnanlan ile Kurayza oğulları arasında daha önce mevcut sözleşmeye
göre bu Yahudî'-ler Evs kabilesi tarafından korunmakta İdi. Bu şımarıklık ve
tahrikleri do-layısiyle Evs kabilesinin reisi bulunan Sa'd ibni Muaz hazretleri
Kurayza oğullarına bu çirkin tutumlarından vazgeçmeleri yolunda tavsiyede bulunmuşsa
da onu dinlemediler, yine fenalıklarına devam ettiler.
Hendek savaşından
döner dönmez İlâhî bir emirle Peygamber (Saîkdîûhü Aleyhi veSetkm) 3000 kişilik
bir kuvvetle Kurayza Oğulianna karşı sefere çıktı. Nihayet Yahudi'ler çembere
alındı. Muhasara 10 veya 25 gün devam etti. Sonunda Yahudiler, Evs kabilesi
reisi bulunan Sa'd ibni Muaz'ın haklarında vereceği hükme razı oldular. Sa'd
İse, Hendek savaşında aldığı bîr yarayı Medine'deki bir çadırda tedavi
ettirmekteydi. İşte Muaz hazretleri bu halde iken Peygamber (Saliallahü Aleyhi
ve Sellem) onu yanına çağırtmış, So'd da bir merkep üzerinde ResûlüElahın
kurmuş olduğu ordugâhtaki Mescidinde huzura
çıkmıştı. Bu esnada Hz.
Peygamber; yanındaki ashaba :
«Büyüğünüze (kalkınız,
onu bindiği merkepten indiriniz.»
Emrini verdi ve
metinde geçtiği üzere, Kurayza oğulları hakkında ne hüküm vereceğini Sa'd
hazretlerine sordu. O da savaşanların öldürülmelerini, kadınîariyle
çocuklarının esir edilmelerini hükme bağladı. Hz. Peygamber de bu hükmü
Allah'ın emrine uygun buldu ve alınan karar yerine getirildi. Bu kararın
Tevrat'ın hükmüne de uygun olduğunu Yahudi Kurayza oğulları itiraf etmişlerdi,
öldürülenlerin sayısı 400-600 kişi idi.
So'd ibnî
Muaz kimdir? :
Medîne'li ashabdan
olup, künyesi E b û A m r 'dır. M u s ' a b İbni U m e y r 'in delaletiyle Evs
kabilesinin reisi olduğu halde İslâm'ı kabul etti ve kavmine :
— «Siz İslâm1! kabul
etmedikçe, sîzin erkek ve kadınlarınızla konuşmak bana haram olsyn,» dedi.
Onlar da bunun üzerine İslâm'ı kabul et-' tiler. Bedir, Uhud ve Hendek
savaşlarında bulundu. Hendek savaşında ot-dığı bir yaranın tesiriyle bir ay
sonunda, Kurayza Oğulları hakkında yukarda geçen hükmünü verdikten birkaç gün
sonra vefat etti. Vefatında Peygamber
(Sallallahü A leyhi ve Settem):
«Sa'd ibni Muaz'ın
ölümü ile Arş titredi.» Buyurmuştur.
Vefatı hicretin 5.
yılına tesadüf eder. Kavmi ile topluca İslâm'a girdiğinde bereket ve hizmeti
büyük olmuştur. Allah hepsinden razı olsun.
(Ebû Saîd El-Hudrî =
Sa'd ibni Malik'in hal tercemesİ 510 sayılı hadîs münasebetiyle geçmiştir,
bakılsın.)[615]
946— Enes'den
rivayet edildiğine göre, şöyle demiştir:
— Ashab-x kirama
Peygamber (SaUaUâhü Aleyk ve Seltem) 'den daha sevgili bîr şahıs yoktu; böyle
iken ona uyağa kalkmazlardı. Çünkü ayağa kalkmanın hoş olmajdığmı
biliyorlardı.»[616]
Daha önceki hadîs-i
şeriflerde faziletli bir kimseye iyilik ve İkram için ayağa kalkmanın caiz
olduğunu görmüştük. Burada ise, ashabın Peygamber için bileıayağa kalkmadıkları
rivayet edilmektedir. Birbirine aykırı gibi görünen bu iki mânâ şöyle
birleştirilerek uygunluk temin edilmiştir.
Kıyam = ayağo kalkma
İşi üç kısma ayrılır :
1— Bir
seferden, uzak bîr yolculuktan dönen bir insana karşı ayağa kalkmak, ona kalkıp
yer göstermek veya bindiği vasıtadan yardım eds-rek indirmek. Böyle
hareketlerde beis yoktur, bunlar iyilik yerine geçerler.
2— Evden,
çarşıdan gelen kimse için ayağa kalkmanın caiz olup olmadığı hususunda ihtilâf
vardır. Bir âdet ve merasim haline getirilmek suretiyle ayağa kalkmış olursa,
yani bir âdet haline getirilirse, bu caiz de-ğildir. Hz. Peygamber de bunu
yasaklamıştır. Zira Ebû Ümame'den rivayet edilen bîr hadîs-i şerifin mânâsı
şöyle :
«Tabancı milletler,
birbirine kargı ayağa kalktıkları gibi, siz kalkmayınız.
3— Bir
kimseyi büyütmek ve yüceltmek niyyeti ile oyoğo kalkılırso bu caiz değildir. Eğilmeler,
secdeye kapanmalar de böyledir.
ibni Rüşd diyor ki,
kıyam — ayağa kalkma 4 şekildir:
1— Yasak olan
şekil : Kendini büyük ve üstün görerek insanların kendisine karşı ayağa
kalkmalarını istemektir. 2— Mekruh
olan şekil : Kendinde büyüklük görmeyen ve kibirlenmeyen kimsenin oturanlara
karşı çıkışıdır ki, kendisine ayağa kalkılma halinde kalbine yasak bir hal
gelebilir.
3— Azamet-İenmesinden-emin
olunan bir kimseye karşı iyilik ve ikram olsun diye kalkmak ki, bu caizdir.
4— Seferden
dönen kimseye yardım ve ikram İçin, gelişine sevinerek ona selâm vermek için,
bir kimseyi tebrik veya taziye için ayağa kalkmak ise mendubdur, iyi bir
harekettir.
Gazali diyor ki, bir
kimseyi büyültmek ve yüceltmek mdksadtle ayağa kalkmak mekruhtur. İkram yoîu
ile olursa mekruh değildir.
İ b n î Kesir diyor ki, ayağa kalkma işi yabancıların
yaptığı gibi, âdet haline getirilire bu yasaktır. Fakat seferden gelene karşı
çıkmak için, tebrik etmek için, bir kimseye yardım için, yer göstermek için
olan ayağa kalkışlar yaso' değildir. Böylece hadîs-i şeriflerden murad edilen
mânâlar ortaya çıkan oluyor.[617]
947— Müminlerin annesi
Hz. Âişe'den (Radiyallahu anha) rivayet ediîdiime
göre, söyle demiştir:
— Konuşmak,
söz söylemek ve
oturmak bakımından Peygamber (SeMkhü Aleyhi ve Selİemfe,
Hazret! Fatıme'den daha çok benzer bir kimse görmedim. (Âişe devamla) der ki:
Peygamber ($@$taİkt&
Saikm) onun geldiğini
gördüğü zaman ona merhaba derdi =f ho§ derdi. Sonra ona doğru kalkıp onu
öperdi; sonra onun elinden tutarak onu götürüp kendi yerine oturturdu.
Peygamber (SallallahÜ Aleyhi ve Seltem) ona gittiği zaman, Fatıme Peygamber'e
merhaba derdi = hoş geldiniz derdi. Sonra Peygambere doğru kalkıp onu Öperdi.
Peygamber (B&tl^îhhU Aleyhi ve Sellem) !in vefat ettiği hastalığı zamanında
Fatıme. Peygamberin yanma geldi de, Peygamber ona: «Merhaba!» dedi. (Fatıme yatağına
doğru eğilmesiyle) onu Öptü ve ona fısıldadı (gizlice onunla konuştu) da Fatıme
ağladı. Sonra (ikinci defa) ona fısıldadı da arkasından güldü.
— Ben hanımlara : Ben zannediyordum ki, bu
hanımın diğer hanımlara üstünlüğü var, halbuki bu hanım da diğer hanımlardandır,
ağladığı sırada bir de bakıyorsun gülüyor!., dedim. (Bu hayretimi gidermek
için) ona sordum : Peygamber sana ne söyledi? Fatıme:
— (Söylediğim takdirde) sırrı yaymış olurum,
dedi. Nihayet Peygamber (Saltailahü
Aleyhi ve Seltem) vefat edince Fatıme şöyle dedi:
— Peygamber
(bana gizlice dedi ki) : «Ben ölüyorum!» Buna .ben ağladım. Sonra bana gizlice dedi
ki: «Benim arkamdan bana ehlimden ilk kavuşacak olan sensin!» Ben de buna
sevindim ve hoşuma gitti.[618]
Bu hadîs-i şeriften İde
edilen faydalar:
1— Misafir
olarak gelen bir kimseye karşı ayağa kalkılır ve ona İkram olarak yer
gösterilir, oturtulur. Merhaba, hoş geldin, denir.
2— Baba,
çocuğuna sevgi ve şefkat göstererek onu öper, çocuk da babasına hürmet olarak
onu karşılar ve öper.
3— İnsan
yakınlarından birine, başkaları yanında özel bir iş için gizli bir şey
söyleyebilir; fakat bir arada bulunan arkadaşlardan iki kimsenin fisıldaşıp
aralannda gizli konuşmaları doğru değildir.
4— Hz.
Peygamberin vefatından sonra ehi-i beyit'den ilk ona kavuşacak olan Fatıme, bu
habere sevindiğinden, dünya hayatına âhireti tercih ettiği ve babasına olan
büyük bağlılığını, takvasını ifade eder.
5— Gerçekten
Resûfüllah (SaUaüahü Aleyhi ve SeUe'm)
"tn irtihallerİnden 6 ay sonra ehl-i
beyt'den ilk vefat eden Hz.
Fatıme (Radiyallahu anha)
olup, bu hadîs-i şerif Peygamberin mucizelerinden birini teşkil eder.[619]
948— Cabir'den
rivayet edildiğine göre, şöyle demiştir:
— Peygamber (Salldkûıü
Aleyhi ve Sellem) hasta oldu da, biz arkasında namaz kıldık, o oturuyordu. Ebû
Bekir de Peygamberin tekbirini insanlara (cemaata) işittiriyordu. Bir de
Peygamber bize döndü ve bizi ayakta gördü. Bize (oturalım diye) işaret etti;
biz de oturduk, onun namazı gibi oturarak namaz kıldık. Peygamber selâm
verince şöyle buyurdu:
«— Nerede ise Faris ve
Rumların işini yapacaksınız; onlar, melikleri otunu lavken ayakta dururlar. Siz
böyle yapmayınız, imamlarınım uyunuz. Eğer imam a yak tu namaz kılarsa, siz de
ayakta namaz kılını? ve eğer oturarak namaz kılarsa, siz de oturarak kılınız.»[620]
Hadîs-i şerif esas
itibariyle namazla İlgili İse de, bu münasebetle Acem ve Rûm meliklerine karşı
halkın takındığı tavrın taklit edilmemesine işaret edilmektedir.
Namaz meselesine
gelince, burada mezheblerİn ihtilâfı vardır. İmamı Azam ve İmam Şafiî 'ye göre,
ayakta namaza duramayıp da oturarak namaz kılan bir imama, ayakta durmaya
güderi yetenlerin uyması caizdir; bunlar da hadîs-i şerifte belirtildiği gibi
oturarak namazlarını imama uygun şekilde kılarlar. İmam Malik İse, buna cevaz
vermemektedir. Ayakta durmaya gücü yetenler, oturan bir İmama uyamazlar. Bu
hadîs-İ şerifte bîfdirilen şekil, Hz. Peygambere ait bir özelliktir, herkese
şamil değildir.[621]
949— Ebû
Saîd, Peygamber (SaMldhü Aleyhi ve Seltem)''den anlattığına göre, Peygamber
şöyle buyurdu:
«— Sizden biriniz
esnediği Zaman elini ağzına koysun; çünkü şeytan i ağzma girer.»[622]
919 ve 942 sayılı
hadîs-i şeriflerde esnemenin hoş bir hareket olmadığı ve elden geldiği kadar
esnemeyi engellemek gerektiği görülmüştü. Burada esnemeyi geri çeviremeyen kimsenin eliyle ağzını kapaması veya eliyle ağzını kapamak suretiyle
ona engel olunmaya çalışılması beyan edilmektedir. Bu iki halde de ağzı elle
kapamak, iki şekilde olur. Ya sağ elin iç tarafı ile kapatılır, yahui sol elin
dışı İle kapatılır. Ağız kapatılmadığı takdirde de Şeytanın ağızdan girebileceği buyurulmaktadır.
İnsana maddî vg manevî
zararlar veren şeylerin hepsine şeytan ismi verildiğine göre, insanın ağzı
alabildiğine açık olduğu takdirde buradan içeriye teneffüsle beraber rahatça
mikroplar girebileceği gibi, küçük haşaratın da girmesi mümkündür. Aynı
zamanda iyi olmayan bir hareket ve çirkin düşen bir manzara elle gizlenerek
etraftaki insanların tiksinti duymalarından sakinılmış olur, O halde
esnememeğe çalışmak ve esneme olduğu zaman da ağzı tarif edildiği tarzda elle
kapamak İslâm odabtndan-dır ve sünnettir.[623]
950— îbni
Abbas'dan rivayet edildiğine göre, şöyle demiştir:
«— Bir kimse esneyince
elini ağzına koysun; çünkü esnemek şeytandandır.»[624]
Esnemek, hoş olmayan
ve şeytanın rızasına uygun düşen tenbellİkle usanç belirtisi bulunan bir
hareket olduğundan, şeytanın İşi sayılmıştır. Çünkü şeytanın benimsediği bir
haldir.
(Bu rivayet için başka
bir kaynak bulunamamıştır.).[625]
951— Ebü
Sa'îd El-Hudrî'nm oğlundan babasının şöyle anlattığı rivayet edilmiştir;
— Allah'ın Bssûlü
(SattaUahü Aleyhi ve SeUem) şöyle buyurdu:
«— Sizden birilik -
-gediği zaman ağzını tutsun; çünkü şeytan oraya girer.»
Yine Ebû Saîd'den
başka bir rivayet yolu ile aynen Peygamber şöyle buyurdu;
«— Sizden, biriniz
esnediği zaman ağzını tutsun; çünkü şeytan oraya girer.[626]
(949 ve 951 sayılı
hadîs-İ şeriflere bakılsın).[627]
952— Enes
ibni Malik'in şöyle dediği işitihniştir:
— Peygamber
(Saltollahiî Aleyhi ve Sellem), Milhan'in feızı (ve kendi süt teyzesi) Üromü
Haram'in yanma giderdi; o da Peygambere yemek ikram ederdi. Ubade
ibni's-Samit'in nikâhında ikea (bir gün peygamber) onun evine gitti. Ümraü
Haram, Peygambere yemek ikram etti de arkasından başını temizleyip taramiya
başladı. Sonra Peygamber uyudu. Daha sonra Peygamber gülümsİyerek uyandı.»[628]
Ümmü Haram, Enes
hazretlerinin teyzesi ve Hz. Peygamberin de süt teyzesi oluyordu. Süt yolu ile
meydana gelen mahremiyet aynen neseb yolu ile oları mahremiyet gibidir. İslâm
dininde nasıl ki,L.bir adam neseben olan teyze, hala, kızkardeş gibi
yakınlarıyle evlenemezse, süt ci-hetİyle olan teyze, hala, kızkardeşlerie de
evlenem'ez. Bu haram ve yasaklık Kur'an-ı Kerîm ve hadîs-i şeriflerle
.sabittir. Ümmü Haram'm, Peygamberin süt teyzesi olduğunda ittifak vardır, iste
teyzelerini ziyaretleri sırasında ikrama nail olmuşlar ve bizzat"teyze
tarafından saçları temizlenip taranmıştır. Bu hâdise de başka bir kimsenin
başını tarayıp temizlemede İslâm adabına aykırı bir hareket bulunmadığına delil
teşkil etmektedir. Ancak İslâm'daki haram ve helâl esaslara riayet ederek
yapılması şarttır. Aralarında mahremiyet olbn kimseler arasında bu İş
yapılabilir. Erkeklerin yabancı kadınları, yabana kadınların erkekleri tarayıp
temizlemeleri İslâm'da caiz değildir, Bunların mahrem olmaları şarttır.
Hadîs-i şerîfin tamamı
burada zikredilmemiştİr. Tamamı şöyle :
— Enes ibni Malik'den rivayet edilmiştir:
«— Resûlüllah
(Saltallahü Aleyhi ve Sellem) (süt teyzesi) Milhan'in kizs Ümmü Haram'ın evine
giderdi de o, peygambere yemek ikram ederdi. Ümmü Haram da TJbade
ibni's-Samit'in nikâhında idi. Bir gün Resulü!» lah (Satlallahü Aleyhi ve
Seîlem) ona gitti. Ümmü Haram da Peygambere yemek ikram etti; sonra oturup
başını temizlemiye ye taramıya koyuldu. Bir ara Resûlüllah (SalîaUahü Aleyhi ve
Sillem) uyudu. Sonra gülümsiyerek uyandı. Ümmü Haram der ki, ben sordum:
— Hangi şey seni güldürüyor, yâ Resûlüllah?. Peygamber
şöyle buyurdu:
— Allah yolunda savaşa çıkan ümmetimden bir
kısım insanlar bana gösterildi; tahtlara oturmuş padişahlar gibi, şu deniz
üzerinde binitli gidiyorlardı.
Ben dedim ki, ya
Resûlallah, dua et de, Allah beni onlardan biri yapsın.
Peygamber de ona dua
etti. Sonra Peygamber başım koyup uyudu.
Sonra yine
gülümsiyerek uyandı. Ümmü Haram der ki, yine ben sordum:
— Ya Resûlallah, hangi şey seni güldürüyor?
Peygamber buyurdu:
— Allah yolunda savaşa çıkan ümmetimden (başka)
bir topluluk bana gösterildi. Ümmü Haram der ki:
— Ya Resûlallah, Allah'a dua et de, benî
onlardan yapsın, dedim.
— Sen
evvelkilerdensin (deniz aşırt savaşa
çıkanlardansın).» Nihayet Hz. Muavİye'nin Şam valiliği zamanında ve Hz.
Osman'ın hilâfeti devrinde Mİİhan'ın kızı ümmü Haram, kocası Ubade
İbnİ's-Samif ile birlikte Kıbrıs'ı fethetmek özere deniz aşın savaşa çıkan
orduya katıldı. Denizden Kıbrıs sahiline çıktıkları zaman, Ümmü Haram't bîr
katıra, bindirdiler.
Kafir onu yere atarak
başı üsfüjne düştü ve boynu kırılarak AHah yolunda Kıbrıs'ta şehit olan ilk
hanım oldu. Türbesi Kıbrıs sahilinde larnoka (Tuzte) şehrindedir ve «Hala
Sultan» diye ziyaret edilmektedir. (Radiyallahu anha) Böylece Hz. Peygamber'in
mucizesi de tahakkuk etti.
Ubode ibni's-Sâmît:
Medîne'li ashabdan
(Ensardan) olup/ künyesi E b û ' I - V e ! 1 d 'dir» Akabe bîatlarında
bulunduğu gibi, Bedir ve ondan sonraki bütün savaşlarda da bulunmuştur. Hz.
Ömer, Ubade'yi Kur'an-ı Kerîm ve fıkıh Öğretmek üzere Şam cihetine göndermiş ve
onu ilk Filistin kadısı yapmıştı. Hz. Muaviye ile aralarında vuku bulan
geçimsizlik yüzünden bir ara Medine'ye dönmüş; fakat Hz. Ömer: «Sen ve senin
emsalin bulunmayan bir yeri, Allah güldürmesin,» buyurarak Muavİye'ye bir
mektup gönderdi ve bundan böyle Ubade ibni's-Samit üzerinde amirliğin ve hükmün
olmayacaktır, dîye emir verdi; Ubade'yi de geri çevirdi,
Ashabdan Ebû Umame,
Enes ve Cabîr gibi zevat tabiînden de Ebü Idrİs El-Havlanî, Ebû Müslim
El-Havlanî, Abdurrahman ibni Useyle gibi büyük şahsiyetler kendisinden hadîs
rivayet efmişlerdîr.
Hz. Peygamber'in
zamanında Kur'ön-ı Kerîm'i bir araya toplayan Muaz ibni Cebel, Übey ibni Kâ'b,
Ebû Eyyub ve Ebû Derda' arasında hizmeti geçer. Uzun boylu, güzel endamlı,
cesur ve kahraman bir sahafci İdî.
Hicretin 34. yılında
72 yaşında olduğu halde Kudüs'te vefa! etmiştir.[629]
953— Kays
ibni Asım Es-Sa'd"den rivayet edildiğine göre, şöyle demiştir:
— Resûlüllah (Saüallahü Aleyhi ve 5e/fem)'e
gittim de, şöyle buyurdu:
«— Bu adam deve
sahiplerinin ulusudur.»Bunun üzerine ben de dedim ki:
— Ya Resûlallah! Hangi
maldır ki, onda misafirden ve isteyiciden yana benim üzerimde bir hak yoktur?
.Resûlüllah bur*a
cevaben şöyle buyurdu:
«— Kırk tane (deve) ne
güzeldir! Altmış tane çoktur. Yüzler sahibine azab vardır; ancak şu kimse
müstesnadır: Malının kıymetlisini veren, bol sağılan* ariyet veren, semizini
kesip 4e yiyen ve dilenci ile muhtaca yediren.»
Dedim ki, ya
Resûlallah, bu ne güzel ahlâk!.. Bir vadiye inilmez ki, benim orada en ziyade davarım
olmasın. Peygamber (bana) sordu:
«— Bağışı nasıl
yaparsın?» Dedim ki:
— Genç deve ile yaşlı deveyi verirjim.
Peygamber yine sordu;
«— Ariyet hayvan
hususunda nasıî yaparsın?» Dedim ki:
— (Yününden,
sütünden ve yapağısından faydalansınlar diye) yüz deve ariyet veririm. Peygamber yine
sordu:
«— Yetişkin develer
hakkında nasıl yaparsın?» Dedim ki;
— İnsanlar sabahleyin ipleriyle çıkarlar ve hiç
bir adam yularlaya-cağı bir deveden alıkonrnaz da, önüne çıkan deveyi tutar ve
onu kendisi geri verinceye kadar saklar, (böylece istiyen herkes develerimden
faydalanır). Peygamber (SaHaİlâhü Aleyhi ve Seîtem) sordu:
«— Senin analın mı
sana daha sevgilidir, yoksa mirasçılarının mah mı?»
— Benim malım, dedim. Peygamber buyurdu:
«— Mahmian sana ait
olein, ancak yeyip de harcadığındır yahut verip de geçerh kıldığındır. Malsn
diğeri ise mirasçılarının dır.»
— (Ben dedim ki:) Çare yok, eğer geri dönersem,
muhakkak develerimin saysıni azaltacağım, (insanlara çok miktarda dağıtacağım
ve kendime azım bırakacağım).
Bu adamın ölüm vakti
gelince, oğullarını toplayıp onlara şöyle dedi: Evlâdlarım! Benim öğüdümü
tutun; çünkü size benden daha iyi öğüt veren bir kimse bulup, ondan öğüt
alamazsınız. Ölünce arkamda bağıra çağıra ağlamayınız; çünkü Resûlülkh
(SûIisUüM Akyhî veSelletn) üzerine bağıra çağıra ağlanmadı. Gerçekten Peygamber
(SaîlalkthU Aîeyhi v« Seİlemyin ölü arkasından bağırarak ağlamayı yasakladığını
işittim. Beni, namaz kılmış olduğum elbiselerle kefenleyin. Büyüklerinize
hürmet edin, onları başınızda efendi tutun. Eğer siz büyüklerinizi şerefli
tutarsanız, sizde babanızın halifesi devamlı olarak bulunur. Küçüklerinizi
üzerinizde şerefli yaparsanız, büyükleriniz insanlara karşı hor ve bayağı düşerler
ve simden yüz çevirirler. Yaşayışınızı düzeltin; çünkü düzgün yaşayışta,
insanlardan istemekten kurtuluş vardır. Dilenmekten sakının; çünkü bu, insan
kazancının en bayağısıdır. Benî gömdüğünüz zaman, kabrimin üzerini dümdüz
yapın, (belli olmasın); çünkü bu mahalleden Bekir ibni Vail ile aramda bir şey
oluyordu da döğüşmeler çıkıyordu. Şimdi hafif akıllı biri çıkıp da sizin
dininize br ayıp iş getirmesinden emin değilim, (bu hasımlarımdan biri gelir
de mezarımı eşeler, siz de ona bir fenalık edersiniz. Böylece âhiretinizi
kaybetmiş olabilirsiniz).»[630]
Bu bölümün başlığı,
başkasının başmı tarayıp temizlemek konusu al-mökÎG, bu hadîs-i şerifin-adı
geçen bölümle ilgisi anlaşılamamıştır. Hadîste kısaltma yapılarak bölümle
ilgili sözler düşmüş olabilir. Burada rivayet edilen kısmı ile bize şu öğütler
verilmektedir:
1— İhtiyaçtan
fazla mal bîriktirmeyip mühtoçtaro ve hayırlı yerlere harcama olursa, insan
kendi matını sevmiş ve ona sahip olmuş olur. Böyle hcrcayomadığı mallar
veresenin malı sayılır. Çünkü harcanan malın sevabı âhîrerte sahibini bulur ve
ona mevki kazandırır.
Büyük zenginler,
mallarının iyisini ve kıymetlisini vermedikçe vebalden kurtulamayacaklarının
bilinmesi de gerekir.
2— Büyüklerine
ve yaşlılarına saygı gösteren mîlletler, millî şuurlarını geliştirir ve gelecek
soylarına aynen aktarırlar. Ahlâk çöküntüsüne maruz kalmazlar. Millî
benliklerine sahip olurlar. Çocuklar büyükler yerinde tutulursa, geçmişle ve
gelenekle olan bağlar kopar, çöküntü başlar.
3— Ölü
arka.smdq çığlıkla, bağırıp çağırarak, el-yüz çırparak ağlamak veya böyle
aklayıcılar tutmak İslâm dininde yasaktır Sükûnetle ağlamakta bir beis yoktur.
4— İnsanın
kefeni» hayatında giydiği elbiseler kumaşından daha kıymetli olmamalıdır.
Kıymetli eşyalara bürünerek gömülmek israfa girer; İsraf
5— Geçim .ve
yeşayışî temin etmek ve başkasına İhtiyaç göstermemek her mükellef için
farzdır. Dilenci durumuna düşmek, kazancın en kötüsü ve adisidir.
6— İnsanların
husumeti öldükten sonra da devam edebilir.Bu hususta bile tedbirli olmak
ihitiyatlı bir harekettir.[631]
954— Abdullah
ibm's-Samit demiştir M, dostum Ebû Zerrîe sordum da, şöyle (bir hadîs)
anlattı,
— Peygamber (Salbltahü Aleyhi ve SeUem)'e
abdest suyu getirdim de, başını salladı ve dudaklarını ısırdı. Ben dedim ki:
— Annem ve babam sana feda olsun, sana eziyet
mi ettim? Peygamber şöyle buyurdu:
«— Hayır, ancak bir
takım idarecilere —'yahut imamlara— yetiğe-çeksin; bunlar namazı vaktinden
geciktirecekler.» Dedim ki:
— Bana (bu bususta ne yapmamı) emredersiniz?
Peygamber şöyîe buyurdu:
«— Sen nammt vaktinde
kıl; eğer sonradan onlara yetişirse», m raa-yine kıl ve sakın ben namaz kıldım,
nriık kılmıyacağım diye.»[632]
Taaccüp ve hayret
anlarında baş sallamak ve dudak ısrrmak hareketleri Hz. Peygamber'de de
görüldüğünden yasak hareketler değillerdir. İterde gelecek imamların namaz
hakkındaki tutumlarına Allah tarafından Hz. Peygamber muttali olunca, buna
hayret etmişler ve dudak
ısırmışlardır.
Nomozlan müsfohüb olan
yakıtlarında kılmakta büyük fazilet vardtr ve voktında kılınan namazın sevabı
çoktur. Bu İtibarla vakfında namazı kılmalı ve ayne namazı müsfrahab vakfından
sonra kîlan imama yetişildİği takdirde de ona uymalıdır. Bu ikinci defa
kılınış nafile yerine geçer. Farzın dışında bir ibâdet olur ve sevab kazanılır»
Ben namazı kıldım, artık kılmıyorum dememelidir. Ancak sabah namazı ile ikindi
namazını kıldıktan sonra İmama nafile olarak uyulmaz.[633]
955— Hazreti
Ali'de» rivayet edilmiştir ki, Resûİüllah (Salîaîlahü Aleyhi ve Seîlem)
geceleyin Ali ile Fatune'nin evine gitti
ve şöyle bulut
—Namaz kılmaz mısınız?
(Kalkın nanıaz kılın).
— Ben şöyle söyledim:
Ey Allah'ın Resulü! Bizim nefislerimiz Allah'ın kudretindedir; bizi uyandırmak
istediği zaman bizi uyandırır, (biz uykuda kendimize malik değiliz). Bunun
üzerine Peygamber (Sallaltahü Aleyhi ve Setlem) döndü ve bana bir şey
söylemedi. Sonra arkasını dönmüş olduğu halde oyluğuna vurarak şöyîe
buyurduğunu işittim:
— İnsan münakaşa
etmekte her şeyden ilerdedir.» (Kehf süresi, âyet: 54)[634]
Bu hdıs-İ şerîf,
taaccüb ve hayret anında eü oyluklara vurmanın fena bir hareket olmadığını
bildirmek maksadıyle burado zikredilmiştir. Bu arada şu faydalan elde etmiş
oluyoruz :
Uykudan kalkıp
geceleyin Allah'a ibadet etmekte çok sevab vardır. Kimsenin bilmediği -ve
görmediği bir yerde ve zamanda edilen İbadetlere riya, gösteriş gibi, ibadetin
ruhunu bozucu haller karışmaz. Dünya işlerinden ve gürültüsünden uzak
kalındığı için huzur ve sükûn gündüze nispetle fazla olur. Sırf Allah rızası
için tam bir kalb huzuru ile yapılan ibadetler de Allah katında makbul olur.
İşte bu büyük sevabdan
mahrum kalmamaları için Peygamber (SaUallahü Aleyhi ve Sellem) damadı İle
kızını gece vaktında çok nazik ve kibor bir ifade ile namaz kılmaya davet etmiş
ve ; «Namaz kılmaz mıssnız?» buyurmuştur.
Uyku hali, bir nevi
ölüm halidir! İnsan uykuda iken, irade ve ihtiyarına sahip değildir ve mükeHef
olma durumundan da çıkmıştır. Uykudan uyanır uyanmaz Hz. Ali'nin : «Bizim
nefsimiz Allah'ın kudret elindedir; bizi uyandırmak islediği zaman uyandırır.»
diye hemen cevap vermesi, uyku halinin kısa bir İfadesi olmaktadır. Bu hazır
cevaba taaccüb eden Hz. Peygamber de elini oyluk kısmına vurarak şu Âyet-i
Kerîme'yi okumuştur :
«İnsan söz mücadelesi
etmekte her şeyden ilerdedir.» İnsanların yaratılışında bu vardır. Her hâdise
için bir sebep arar ve hakh taraf bulmaya çalışır. Hz. Ali de böyle yapmış ve
kendini özürlü göstermiş, Peygamber de ona karşılık vermemiştir. Beşeriyet
icabı Hz. Ali'den çıkan böyle bir cevabı yaratılıştaki mayaya hamletmiş ve
okuduğu âyetle bunu beyan buyurmuştur. Bu izahla beraber niyyetlerinin
gerçeğini ancak Allah Tealö bilir.[635]
956— Ebû
Rezîn demiştir ki, Bbû Hüreyre'nin elini alnına vurarak şöyle dediğini gördüm:
— Zanneder misiniz
ben. Resûlüllah. (SaUalhhü Aleyhi ve Selkm) fe yalan uydururum? Size afiyet ve
bana günâh olur mu? (Ben böyle bir duruma düşer miyim? O halde şu gerçeği
dinleyin;) Resûlüllah (Sallallahü-, Aleyhi ve Sellemfin şöyle buyurduğunu
işittim, buna şahidlik ederim:
«— Sizden birinizin
ayakkabı bağı koptuğu zaman, bunu düzeltme-difcçe, diğer ayakkabısıyle
yürümesin, (iki ayağı da giyili
olsun).»[636]
Eskiden giyilen
ayakkabılar, bugün sandal (terlik) denilen ve banyolarda, denizlerde giyilen
ayakkabılara benziyordu. Bunların bir kısmında, baş parmakla onu takip eden
parmak arasına giren ve ayağı tespit eden bir bağ verdir ki, buna Arapçada
«Sis'» denilir. Bu kopunca, nalın giyilmez; çünkü ayağı tutmaz, tşte böyle bir
vaziyete düşen olursa, tek ayağında nalm bulunarak gezmesin. Ya düzeltsin de
İkisiyle yürüsün veya diğer sağlamını da çıkarsın. Sebebi şu : İkİ sebeple
giyim yapılır. Dış eziyetlerden korunmak ve güzelleşmek. Tek ayak giyili olarak
yürümekte bu İkİ faydadan hiç biri bulunmaz. TopcNaya topallaya yürümenin
zahmeti ve çıplak ayağa zararlı şeylerin batma korkusu daha fazladır. İnsanın
vakârmı da giderdiğinden alay vesilesi de olur. Böylece edebe uygun bir hal
bulunmadığından bundan sakınılması İstenmiştir.
Bu mevzuda îbni
Mace'nin rivayet ettiği hodîs-İ şerîf şöyle :
«— Hiç biriniz tek
nahnla ve tek ayakkabı ile yürümesin;
ikisini beraber çıkarsın yahut ikisiyle
beraber yürüsün.»[637]
957— (219-s.)
Ebûl-Aliye El-Berâ'dan rivayet edildiğine göre, şöyle demiştir:
— Abdullah
ibni's-Samit bana uğradı. Ben de ona bir iskemle verdim; ö da oturdu. Ben ona
dedim ki;:
— îbni Ziyad namazı geciktirdi, ne buyurursun?
Bunun üzerine o, oyluğuma bir vuruş vurdu.
(Ravi, Ebû'l-Bera'nm oyluğumda iz bıraktı, dediğini sanıyor.) Sonra
Abdullah ibni's-Samit şöyle dedi:
— Sen bana sorduğun gibi, ben Ebû Zer'e sordum
da, ben senin oy* luğuna vurduğum gibi, benim oyluğuma vurduktan sonra dedi ki:
— Namazı (müstehab) vaktinde kıl. Eğer cemaata
(sonradan) yetişirsen, sen de
(onlarla) kıl ve ben namaz
kıldım, artık kılmıyacağım, deme.»[638] .
954 sayılı hodîs-i
şerife bakılsın. Burada, kötü'bir niyet taşımaksızın bir arkadaşın oyluğuna
vurmada beis bulunmadığı ifade edilmektedir.[639]
958— Abdullah
ibni Ömer haber verdiğine göre, Ömer İbni'î-Uattab Resûlüllah (Sallalkıhü
Aleyhi ve Sellcm) ile beraber, ashabından beş-on kişilik bir topluluk arasında
(Peygamberlik iddia eden Deccal) îbni Say-yad'a dcğru gittiler. Nihayet onu,
Benî Meğale kalesinde delikanlılarla oynarken buldular. O gün, îbni Sayyad
bulûğ çağına yaklaşmış bulunuyordu. İbni Sayyad (Peygamberin gelişinden)
haberdar olmadı; nihayet Peygamber
(Sallattâhü Aleyhi ve Sellem) eliyle arkasına vurduktan sonra:
«— Allak'm Kejûlıi
olduğuma şahidflik eder misin?» buyurdu.
İbni Sayyad
Peygamber'e bakıp, dedi ki:
— Arapların peygamberi olduğuna şahidlik
ederim, (biz yahudilerin peygamberi olarak değil). İbni Sayyad sordu: Sen,
benim Allah'ın Resulü olduğuma şahidlik eder misin? Bunun
üzerine Peygamber (Sattallahü
Aleyhi ve Sellem) ona sormayı bıraktı, sonra:
«— Ben, Allah'a ve
onun (gerçek) Peygamberine iman ettim.» buyurdu. Sonra İbni Sayyad'a şöyle
dedi:
«— (Rüyada) Ne
görüyorsun?» îbni Sayyad dedi ki:
— Bazan bana
(cin tarafından) doğru haber
gelir, bazan da yalan gelir. Hazreti Peygamber buna:
«— İş sana
karıştırıldı (hak ile batıl birbirine
karıştı).» buyurdu. Peygamber (Saİüalkıh& Aleyhi ve SelUm) :
— Ben içimde senin
için bir şey gizli tuttum, (bil bakalım).» buyurdu, îbni Sayyad dedi ki:
— O içinde tuttuğun DUHH'dur. (Duhan diyecek
yerde, kelimenin bir kısmını söyleyebilmiştir.) Peygamber:
m— Defol git, haddini
aşma!» buyurdu, Hazreti Ömer dedi ki:
— Ya Resûlallah! Bunun hakkında, boynunu vurmak
üzere bana izin verir misin? Peygamber (Saîlallahü Aleyhi ve Sellem) şöyle
buyurdu:
«— Eğer hu adam o
Deccal ise, sen ona musallat olamazsın, (onu Öldürmeğe gücün yetmez). Eğer
Deccal değilse omu öldürmekte senin için hir hayır yoktur, (çünkü mükellef
çağma girmemiştir, hem de aramızda emniyet sözleşmesi vardır).»
Ravilerden Salim
demiştir ki, Abdullah îbni Ömer'in şöyle dediğini işittim:
Bundan sonra Peygamber
(Saîlallahü Aleyhi ve Sellem) Ubeyy ibni Kâ'b El-Ensarî ile bir gün İbni
Sayyad'ın bulunduğu hurmalığa gitti. Peygamber (SallalbhU Aleyhi ve Selîem)
hurmalığa girince, Peygamber hurma ağaçlarının gövdeleri arkasında saklanmıya
koyuldu; Peygamberi görmeden önce ibni Sayyad'ın ne söyliyeceğini Peygamber
işitmek istiyordu, îbni Sayyad da, kendisine ait hırkası üzerindeki yatağında
uzanmış yatıyordu da, orada mırıltı çıkıyordu. Bu esnada İbni Sayyad'ın annesi
Peygamber (SdlaihhU Aieyh: ve Selkm) hurma gövdeleri arkasında saklanıyor
gördü.. Hemen (oğlu) İbni Sayyad'a,
(ismi ile çağırarak) :
— Ey Safi! Bu Muhammed'dir, dedi. Bunun üzerine
İbni Sayyad mırıltısını kesip sustu. Peygamber (Sailall&hü Aleyhi ve
Sellem) şöyle buyurdu:
«— Eğer (bu kadın) ona
bırakaydı, saçmalığım açığa vuracaktı.» Yine Salim der ki, Abdullah (îbni Ömer)
şöyle1 demiştir:
— Peygamber (Saîlallahü Aleyhi ve Sellem)
insanlar içinde ayağa kalktı da, Allah'ı lâyık olduğu üzere övdü, ona hamd
etti. Sonra Deccal'i anlatıp şöyle buyurdu:
Ben sîzi kesin olarak
Deccal'in kötülüğünden sakındırırım. Hiç bir Peygamber yoktur ki, kavmini
Onunla korkutmuş olmasın. Gerçekten Nuh Peygamber kavmini korkuttu; fakat ben,
Decçal hakkında size bir söz söyliyeceğim ki, hiç bir peygamber onu kavmine
söylememiştir: Bi-Jîniz ki Deccal şaşıdır, (hak yoldan şaşırtıp saptırır).
Allah ise şaşı değidir. (Hak yola götürür).»[640]
Bir kimsenin oyluğuna
veya arkasına kötülük kaseli olmaksızın vurmada bir beîs olmadığı münasebetiyle
getirilen bu hadîs-İ şerifte Deccal'a dair bilgi edinmekteyiz. Hadîste anılan
Ibni Sayyad yahut İbni Söid'İn ismi Safi1-dir. Âlimler bunun meşhur Deccal olup
olmadığında ihtilâf etmişlerdir. Dec-cal'lerden bir Deccal olduğunda şüphe
yoktur. Ibni Sayyod'ın meşhur Deccal veya ondan başkası olduğu hakkında
Peygamber'e bîr vahi gelmediği içindir ki, onu öldürmek isteyen Hz. Ömer'e
müsaade etmemiş ve gerçek halini açıklamamıştır. Ancak Deccal'da bulunacak
vasıfları söylemiştir. Asıl Deccal kâfir olacak, çocuğu doğmayacak, Mekke ve
Medine'ye girmeyecek. Halbuki Ibni Sayyad'ın sonradan İslâm'ı kabu! ettiği
söylenir. Kendisinin oğulları olmuştur. Medine'de bulunmuş ve Mekke'ye
gitmiştir. Bununla beraber ona doğru ve yanlış haberler geldiği davasında
bulunması, gay-be dair bazı haberler vermesi, onun yalancı Deccal'lerden biri
olduğunu gösterir. Bu tutumundan vazgeçerek tevbe ettiği ve Medîne'de vefat
ettiği de söylenmektedir.
Şimdi şöyle bir soru
sorulabilir: Peygamberin huzurunda İbni Soyyad nübüvvet İddiasında bulunduğu
halde niçin onu Peygamber öldürtmemiştîr? Bune İki yönden cevap
verilmektedir:
'
1— Nübüvvet
(peygamberlik) davasında bulunması çocukluk çağında iken olmuştu. Henüz
mükellef çağı olan bulûğ çağına ermemişti. Bundan dolayı öldürülmesine Hz.
Peygamber İzin vermemiştir.
2— Peygamber
(Sallaîlahü Aleyhi ve Sellem) Medine'ye
hicret edince,
Yahudilerle bir barış
İmzalamıştı. Yahudilere dokunulmayacak ve kendi işlerinde serbest kalacaklar.
İşte İbni Sayyad'la Hz. Peygamber arasında geçen bu konuşma o barış günlerine
tesadüf eder.
Şu muhakkak ki, İbni
Sayyad'a Cin ve Şeytanlar vasıtasıyle bazı doğru ve yanlış
haberler geliyordu. Nitekim Peygamber kalbinde Duhan Sûresini
tutmuş iken, bunu tam olarak bilememiş ve ancak kelimenin bir kısmını aşıran
Cin ve Şeytanın bildîrmesiyle sadece Duhh diye söyleyebilmiştir. Bu haliyle
beraber hak yoldan sapmış bir Deccal'dır. Sonunda hak yolu seçip tevbe etmişse,
hüküm değişmiş demektir.[641]
959— Cabir'den
rivayet edildiğine göre, şöyle demiştir:
«— Peygamber
(Sallallahü A leyhi ve Seîîem) cünüb
olduğu zaman, iki avuç dolusu sudan üç defa başına dökerdi.»
Hasan ibni Muhammed
(Ebû Abdullah) dedi ki, benim saçlarım bu miktardan daha çoktur, (üç avuç
dolusu ile yıkanmış olmaz), Ravi dedi ki, Cabir hazretleri eliyle beraber Hasan
İbni Muhammed'in oyluğuna vurup şöyle söyledi:
«— Ey kardeşim oğlu,
Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Seltempin saçları senin saçlarından daha çoktu
ve daha da hoştu.»[642]
Cünub halden yıkanıp
temizlenmenin keyfiyetini beyan eden hadîs-i şeriflerin bir kısmını ifade eden
bû hadîs-i şerif, önce bize kötü bir maksat olmaksızın başkasının oyluğuna
vurmayı ve bunda bir beis bulunmadığını göstermektedir.
Gusletmenin şekli, bu
hususta varid olan hadîslerin bir arada göz önünde bulundurulmaları şartı ile
şöyle : Önce avret yerleri ile vücutta varsa necİs şeyler yıkanıp pislikler
giderilir. Sonra bilindiği gibi abdest alınır. Abdesi alındıktan sonra,
yukarıdaki hadîs-İ şerifte beyan edildiği gİbİ, üç defa başa su dökülür. İşte
bu miktar, iki elin parmaklan birleştirilmek suretiyle ikİ avuç dolusu kadar
suyun üç defa ayrı ayrı başa dökülmesidîr. Bu miktar, böşı yıkamaya kâfidir.
Bundan sonra yine üçer defo sağ omuza ve sol omuza dökülerek bütün vücut, kuru
yer kalmamak suretiyle tamamen yıkanır. Böylece cünüblükten yıkanılıp ibadet
edebilecek duruma geçilir. Bu arada ağız ve burun vücudun dış kısmından
sayıldığı için bunların da mübalâğalı şekilde yıkanmaları gerekir.[643]
960— Cabir'den
rivayet edildiğine göre, demiştir ki, Peygamber (Sallalfahü Aleyhi ve Sellem)
Medine'de bir hurma ağacının gövdesi üzerine attan düştü de, ayağı (bileğinden)
çıktı. Biz de onu Hazreti Âişe'nin (Radiyallahuanha) — sofasında ziyaret
ederdik. Bir defa ona gittik ki, oturarak namaz kılıyordu; biz ise ayakta
kıldık. Sonra diğer bir defa ona gittik ki, farz namazı oturarak kılıyordu; biz
ise arkasında ayakta kıldık. Peygamber, oturun diye bize işaret etti. Peygamber
namazı tamamlayınca şöyle buyurdu:
«— İmam oturarak namaz
kıldığı zaman, siz de oturarak namaz kılın ve eğer ayakta kılarsa, siz de
ayakta namaz kılın. Acemler büyüklerine yaptığı gibi, imam oturur halde iken,
siz ayakta durmayınız.»[644]
948 sayılı hadîs-i
şerife ve açıklamasına bakılsın.[645]
961— Cabir
demiştir ki, Ensar'dan bir gencin bir oğlu doğdu da ona Muhammed adını verdi.
Ensar (Medîne'li ashab) dediler ki:
— Biz Allah'ın Resulü ile seni künyelemeyiz,
(sana Ebû Muhammed = Muhammedin babası, demeyiz). Nihayet yolda oturduk ki,
Peygambere kıyamet vaktinden soralım. Peygamber şöyle buyurdu:
«— Bana kıyametten
sorasınız diye mî bana geldiniz?» Biz :
— Evet, dedik. Peygamber:
— Hiç bir nefis sahibi
canlı yoktur ki, üzerinden yüz yıl geçsin, (bu günde hayatta olanlar yüz sene
yaşamış olsun).» buyurdu. Biz dedik ki:
— Ensar'dan bir gencin bir oğlu doğdu da, ona
Muhammed ismini verdi. Bunun üzerine Ensar:
— Biz seni Allah'ın Resulü ile künyelemeyiz,
(sana Ebû Muhammed demeyiz) dediler. Peygamber şöyle buyurdu :
«— Ensar güzel
söyledi. Siz benim ismimle isimleniniz, fakat benim künyemle künyelenmeyiniz.»[646]
Bu hadîs-i şerifin
konu ile münasebeti açık olarak bilinmemektedir. Şerhlerde de bu hususta bir
kayda raslanmamıştır. Şu ihtimal hatıra gelebilir: Ashab yoJ kenarında
otururlarken, Peygamber- (SaUallahü Aleyki ve Sellem) onlara karşı çıkagelmiş
olduğundan tabiatiyle ayakta bulunuyordu.
Ayakta bulunana karşı
oturanlarla da ayağa kalkması gerekir. Aralarındaki konuşma, ya her iki
tarafın ayakta, bulunması veya hepsinin oturmuş olması şeklinde cereyan
etmiştir. Bu keyfiyeti bildirmek maksadı İte hadîsin bu bölümde getirilmiş
olması gerektir.
Her canlının ölümü İle
kendi kıyameti kopmuş ve hayatı son bulmuştur. Büyük kıyametin kopma zamanı
bellî değildir, bunun küçük ve büyük alâmetleri vardır. Burada bir mucize
olarak o tarihte hayatta bulunanların 100 yıldan fazla yaşamış olmayacaklarını
Hz. Peygamber açıklamıştır. Veya istisnalar hariç, 100 yıldan fazla ömür
olmayacağına dikkati çekmek mânâsına söylenmiş de olabilir.
Künye konusunda bilgi için 842-845 sayılı hadis-i
şeriflere bakılsın. [647]
962— Cabir
İbni Abdullah'dan rivayet edildiğine göre, Resûlüllah (Sellcllahil Aleyhi ve
Sellem) (Medine'nin) yüksek köylerinden birinden gelerek çarşıya uğradı, iki
yanında da insanlar vardı. Sonra kulaksız ölü bir keçi yavrusuna tesadüf etti.
Ona doğru uzanıp (küçücük) kulağından tuttu; sonra şöyle buyurdu:
«—Sizden hanginiz, bir
dirhem para karşılığında bunun kendisine ait olmasını ister?»
Ashab dediler ki, hiç
bir şey karşılığında bunun bize, ait olmasını istemeyiz. Biz bununla ne
yapabiliriz?
Peygamber şöyle
buyurdu:
«— (Bedelsiz olarak)
Bunun size ait olmasını ister misiniz?» Onlar:
— Hayır, dediler. Peygamber bu sözü onlara üç
defa söyledi. Bunun üzerine ashab dediler ki:
— Hayır, vallahi eğer bu oğlak sağ olsaydı,
onda ayıp (kusur) bulunacaktı; çünkü bu «Esekk»'dir. (Esekk, iki kulağı
olmayan hayvana denir.) Nasıl olur, hem bu Ölüdür?
Peygamber şöyle
buyurdu:
«— Allah'a yemin olsun
ki, size bu kıymetsiz geldiğinden,, dünya ÂIkh'a daha kıymetsizdir.»[648]
Dünya nimetleri
âhiret- nimetleri ile kıyas edilemeyecek kadar azdır ve kısmetsizdir. Çünkü
dünya hayatı her insan için çok kısa bir: zamandır, nimetleriyle beraber
geçicidir ve nimetlerini elde etmek, kullanmak da zordur. Bİr misafirin, ev
sahibinden kısa bir zaman içinde faydalanmasına benzer. Âhiret hayatının
sonsuzluğu içerisinde külfetsiz olarak elde edilecek bitmez-tükenmez cennet
nimetleriyle her türlü meşakkatten uzak olarak faydalanmak hali, dünya varlığı
ile kıyas edildiği zaman ölü bir oğlak değerini dahi taşımadığı anlaşılır.
Bunun için dünya hayatı âhiret hayatına tercih edilerek yaşama yolunu tutmak
büyük bir ziyandır. Ancak âhiret hayatını ve sonsuz saadeti kazanmak İçin dünya
hayatındaki yaşayışı, Hz. Peygamberin getirdiği din esaslarına ve ahlâkına
uygun olarak tanzim etmek lâzımda. Aksi halde insan, ölü bir oğlağa dahi sahip
olamayarak bu dünyadan göçer gider.
Bu hadîs-i şerifi Ebû
Davud, taharetle ilgili bölümde zikretmiştir. Ölü bir hayvana veya etine
dokunmakla abdestin bozulmadığına delil olarak gösterilmiştir. Şöyle ki :
Peygamber (Salktliahü
Aleyhi ve Selleri), ölü-keçi yavrusuna eliyle dokunduktan sonra ayrılmış ve
abdest almadan namazını kılmıştır. Eğer dokunmakla abdest bozulmuş olsaydı,
Hz. Peygamber abdest aldıktan sonra namaz kılacaklardı. Namazla ilgili son
kısım Buhârî'nin bu rivayetinde zikredilmemiştir.[649]
963— Uteyy
ibni Damre demiştir ki, babamın yanında cahiliyetdeki kavmiyyet iddiasında
bulunan bir adam gördüm. Babam ona kapalı (kinaye yollu) değil de, açık olarak
sövdü. Bunun üzerine arkadaşları babama baktılar. Babam dedi ki, bu sözümden
hoşlanmadınız. Sonra:
— Ben bu hususta asla
kimseden korkmam, dedi. Ben Peygamber (Saliallahü Aleyhi ve Sellem/in şöyle
buyurduğunu işittim:
«— Cahiliyetin
kavmiyyet iddiasını yapana açıkça sövünüz, ona kapalı söylemeyiniz (ona kinaye
yapmayınız).»
(...) Yine Uteyy'den
başka bir rivayet yolu ile bu hadîsin aynı nakledilmiştir.[650]
İslâm'dan önce
Arabistan'daki kabileler birbirlerine karşı neseble, soy-sopla, evlâd ve mal
çokluğu ile övünürlerdi. Her kabile haklı-haksız kendi mensuplarını korur ve
tarafgirlik gayreti ile hem döğüşür, hem de savaşırlardı. Her kabile kendine
has vasıflarla üstünlük davasında bulunur ve bunu şairleri, edibleri
vasıtasiyle panayırlarda ve toplantılarda dile getirirlerdi. Böyle ırkçılık ve
sırf neseb şerefi iddiasiyİe kabileler arasında çok kanlar dökülmüştür. Hak ve
hukuk çiğnenmiş ve boş yere büyük zulümler işlenmiş olduğu tarİhen sabittir.
İslâm dini bu anlayışı
kökünden reddetmiş ve böyle bir davada bulunmayı affedilmez bir suç saymıştır.
Zira insanlar tek bir soydan üremişlerdir. Başlangıç noktası ilk insan Hz.
Âdem'dir ve bütün beşeriyet onun neslidir. İnsanlar şeref ve kıymetlerini
soylarından değil, ahlâk ve yaşayışlarından, ulvî gaye ve imanlarından
kazanırlar. Bütün müminler kardeş olduğuna göre, hiç bîr müminin diğer mümine
soyca üstünlüğü olamaz. Allah katında üstünlük ve iyilik ancak takva iledir.
Takvası, yani Allah'ın emirlerine ve yasaklarına riayeti en ziyade olan, Allah
katında en iyi olan kimsedir. Allah katında makbul olan hak din islâm dinidir,
bütün peygamberlere gelen tevhîd dinidir. Bu tek ve gerçek din şuuru içinde
birleşmek ve yaşamak, millet bütünlüğünü, birlik ve beraberliğini, kardeşçe
yaşama İmkânını sağlar, Halbuki kabile ve ırk ayırımları sayılmayacak kadar çok
olduğundan ve kabilelere bağlı gerçek bir hayat nizamı bulunamayacağından soylora
bağlı olarak tarafgirlik iddiasında bulunmak, İlim ve şuurdan uzak kalan boş
bir davö olur ve arkasından da cemiyet bütünlüğü darmadağın hale gelir.
Peygamber (Sallaîlahü
Aleyhi ve Setlem)'den Cabir İbni Abdullah'ın rivayet etmiş olduğu şu hadîs-i
şerîf bu gerçeği en açık ve en güzel bir se-küde ortaya koymaktadır:
— Ey insan W! Sizin
Rabbiniz birdir. Babanız da (Âdem) birdir. Biliniz ki, arap olan hiç bir
kimsenin bir yabancı üzerine ye hiç bir yabancının arap olan kimse üzerine,
hiç bir beyazın siyah (ırk) üzerine, hiç bir siyahın beyaz üzerine üstünlüğü
yoktur. Ancak üstünlük ve fazilet takva iledir. Şüphesiz ki, Allah katında en
iyiniz, takvası en çok olanınızdır...»
İşte tahribat ve
zararı affedilemeyecek kadar büyük olan kavmiyet ve ırkçılık davasında
bulunmak, kabile ve soylara bağlı kalarak hak ve adaleti çiğnemek suçunu
işleyenlere en ağır şekilde sövmeğe müsaade edilmektedir. Bu hareketle
kavmiyet davasında bulunanlar susturulmuş olurlar ve utandırılarak bir daha
böyle yıkıcı bir iddiada bulunmaya cesaret edemezler.
İslâm'da yeri olmayan
bu neseb davası hakkında fazla bilgi için Tecrİd-i Sarih mütercimi Ahmed Naim
Efendinin İslâm'da Dava-İ Kavmiyyet odiı risalesine müracaat edilmesi tavsiye
edilir.[651]
964— (220-s.)
Abdurrahman ibni Sa'd'dan rivayet edildiğine göre, demiştir ki, îbni Ömer'in
ayağı uyuştu. Bunun üzerine bir adam ona; — taşanlardan en çok sevdiğin kimseyi
hatırla, dedi. O da: «— Muhammedi» dedi.[652]
Kansn damarlarda donup
hareket etmemesinden uyuşukluk meydana gelir ve a'zo çalışamaz olur. İnsan
hayatında en çok sevdiği kimseyi hatırlayıp anarsa, kalpte bir heyecan ve
şiddetli bir hareket meydana gelir ki, bu kan dolaşımını çabuklaştırır. Bunun
neticesi olarak da azalarda mevcut uyuşukluk sür'atle ortadan kalkabilir.
Uyuşmanın şekline ve heyecan durumuna bağlı olarak bîr tedavi şekli olması
mümkündür.[653]
965— Ebû
Musa'dan rivayet edildiğine'yöre, kendisi Meûmc bostanlarından birinde
Peygamber (Saîkdîahü Aleyhi ve Seilem) üe beraberdi ve Peygamber
(baHalİah'û1Aleyhi ve Seilem) 'in elinde de, su ile çamur arasına dikmekte olduğu
bir sopa vardı. Bu esn.-ıda (bostan kapısından) içeri girmek istiyen fcir adam
geldi. Bunun üzerine Peygamber- (SallaHahü. A Uyhi ve Selem):
a— Ona kapıyı aç ve
onu cennetle müjdele» buyurdu. Ben de gittim, bir de Ebû Bekir'i (RadiyaUahû
anh) gördüm; ona kapıyı açtım ve onu cennetle müjdeledim. Sonra başka bir adam
içeri girmek istedi. Peygamber buna da:
«Kapıyı kendisine aç
ve unu cennette müjdele» buyurdu, Ömer olduğunu gürdüm da oıvj. kapıyı açtım ve
onu cennetle müjdeledim, Sonra başka bir adam içeri girmek İçin izin istedi.
Peygamber yaslanmışken, oturup şöyle buyurdu:
«— Ona kapıyı aç ve
kendisine isabet edecek veya olacak bîr bela (meşakkat) karşılığında, onu
cennetle müjdele!»
— Gittim ki, Osman... Ona kapıyı açtım da,
Peygamberin söylediklerini ona haber verdim. Osman (Radiyallahu anh) dedi ki:
— Kendisinden (meşakkat zamanında) yardım
istenen ancak Allah'dır.[654]
Hayatlarının her
safhasında bize edeb ve ahlâk öncülüğü yapan ashab-i kiram, burada da bir
bostana veya bahçeye nasıl girileceğini bize öğretmiş oluyorlar. Bir komşu veya
bir arkadaşın, etrafı surla çevrili ve kapalı bir bostanına girmek istendiği
zaman, kapıyı çalarak oradan İçeri girme iznini istemelidir. Müsaade edildiği
takdirde de içeri girmelidir. Evlere girmek istendiğinde kapı çalındığı gibi,
üç defa müsaade İstenir. İzin verilmezse, dönüp gidilir. Hadîs-i şerîf bu edebi
vermek maksadıyle bu bölümde getirilmiş olsa gerektir. Bu arada, başka
hadîslerle müjdelenen as-habdan 10 kişinin yalnız 3'ü burada zikredilmekle,
cennetle müjdelenme haberi kuvvetlenmiş bulunmakta ve'Peygamberin btr mucizesi
daha ortaya çıkmaktadır. Hz. Osman'ın şehİd edildiği acıklı vak'aya önceden
işaret edilmesi mucize tarafıdır.[655]
966— (221-s.)
Seleme ibni Verdân'dan rivayet edildiğine göre, demiştir ki:
— Enes ibni Malik'i-gördüm, insanlarla musafaha
ediyordu da, bana sordu:
— Sen kimsin? Ben de dedim ki:
— Leys Oğullarının azadhsıyım.
Bunun üzerine üç defa
başımı okşadı ve :
— Allah sana bereket versin, dedi.[656]
İki adamın karşı
karşıya gelip el tutuşmalarına «Musafaha» denir. Karşılaşma halinde
müslümanların musafaha etmeleri, üzerinde ittifak edilen sünnetlerden biridir.
Berâ Hazretlerinden rivayet edilen bir hadîs-i şerifin mânâsı şöyle :
«— Birbirleriyle
karşılaşıp da musafaha eden iki müslüman yoktur ki, birbirlerinden ayrılmadan
önce günahları bağışlanmış olmasın.»
Tek elle musafaha
edilmesiyle sünnet tamamlanmış olur. İki elle yapılması musafahanm kemâlinden
sayılmıştır. Musafahadan önce selâm verilmesi sortiyle bu sünnet tahakkuk
eder. Yabancı kadınlarla, şehvet celbe-decek durumdaki çocuklarla musafaha
edilmez.
Bâzı camilerde sabah
veya ikindi vakıflarında namaz kılındıktan sonra cemaatın birbirleriyle
musafaha etmesi mekruhtur, bid'at sayılmıştır. Çünkü musafaha ilk karşuaşmada
meşru kılınmıştır. Bir arada bulunan kimselerin namazdan sonra müsafahada
bulunmaları sonradan ortaya ç.kantan bir âdet olduğundan bu sünnet olamaz.
Ancak daha önce cemaatle tanışmamış olup, namaza iştirak eden kimsenin,
namazdan sonra dilediği kimselerle selâm verdikten sonra musafaha etmesi meşru
bir hareket olur.
Musgfctha ederken hamd
ve istiğfarda bulunmak, salâvat getirmek müs-tühabdir. Karydaşma halinde
musafaha yapılması, karşılaşanfar arasında emniyet ve selâmet telkini İçindir.
Birbirlerine karşı güven ve sevgiyi doğurur.
Çocukların başını
okşamak da, onlarla musafaha yerine geçer.
(Bu haber için başka
bir kaynak bulunamamıştır. Fadlu'llah : C II, s. 430-43/).[657]
967— Enes
ibni Malik'den rivayet edildiğine göre, demiştir ki, Ye-men'li halk gelince,
Peygamber (Sallailahü Aleyhi ve. Seilem) şöyle buyurdu:
«— Yemenliler
gelmiştir. Onların kalbi sizinkinden daha duyguludur.» İşte ilk musafahaya
gelen onlardır.»[658]
Yemenlilerin ince
duygulu, sağlam imanİı, hikmet'sahibi güvenilir kimseler olduğuna dair hadîs-İ
şerifler varid olmuştur. Tirmizî'nin «Menakıb» bölümünde rivayet ettiği bir
hadîsin mânâsı şöyle :
«— Size Yeftıen halkı
geldi. Onların yürekleri daha yumuşaktır, kalpleri daha duyguludur. Gerçdk
iman Yemen'c aittir, hikmet de Ycmen'e mahsustur.»
İşte Yemenlilerin ve
Hicaz ehlinin Hz. Peygamberi ziyarete gelmelerinde onunla musafaha ettiklerini
Enes ibnİ Malik anlatarak bu vesile ile yüksek meziyetlerini de bize bildirmiş
oluyor. Musafaha hakkında bilgi İçİn 966 sayılı hadîs-i şerîf açıklamasına
bakılsın.[659]
968— (222-s.)
Berâ ibni Azib'den rivayet"edildiğine göre, demiştir kit «Kardeşine
musafaha etmek, selâm vermenin tamammdandır.»[660]
llk karşılaşmada
selâmdan sonra musafaha yapıldığına göre, musafaha selâmı tamamlayıcı,
birbirine emniyet ve güveni takviye edici bir hareket oluyor. Yalnız selâmla
yetinmek, bu kemâl mertebesine erişmemek demektir. Musafaha hakkında bilgi
için yine 966 sayılı hadîsin açıklamasına müracaat edilsin.[661]
969— (223-s.)
İbrahim ibni Merzûk Es-Sakafî demiştir ki, babam (Merzûk Es-Sakafî) Abdullah
ibni Zübeyr'in hizmetçisi idi de, onu Hac-cac kendisinden almıştı. Babam bana
anlatarak şöyle dedi:
«— Abdullah ibni
Zübeyr, beni Ebû Bekir'in kızı Esmâ'ya gönderdi ki, Haccac'm onlara ettiği
muameleyi kendisine haber vereyim. Esnıâ bana dua ediyordu ve başımı
okşuyordu; ben ise çocuk yaşta idim.[662]
Henüz bulûğ çağına
ermemiş küçük yaştaki çocukların şefkat ve iyi niyet hisleriyle, gerek kadınlar
ve gerekse erkekler tarafından okşanmalarında bir beis bulunmadığını, bilâkis
fazilet ve merhamet ifadesi bulunduğunu bu haber bize ispat etmektedir.
Abdullah İbni
Zübeyr'in hal tercemesi ve Haccac'lo aralarındaki hâdiseler hakkında bügi için
I. cild, 244 sayılı hadîs-i şerif açıklamasına müracaat edilsin. (Bu haber
için başka bir kaynak bulunamamıştır.).[663]
970— Cabir
ibni Abdullah, İbhi Akil'e anlattığına göre, Peygamber (SüUaUahü Aleyhi ve
SeUem)'ın ashabından bit adamdan kendisine bir hadis ulaştı. (Bunu tahkik için
şöyle hareket ettiğini Cabir anlatmıştır:)
— Bir deve satın aldım da, yükümü bir aylık
mesafe için ona bağladım; nihayet Şam'a vardım. Orada Abdullah ibni Enîs
vardı. Cabir kapıdadır diye, oha haber gönderdim. Haccac geri dönüp :
— Cabir ibni Abdullah mı? dedi.
— Evet, dedim. Bunun üzerine Abdullah ibni Enis
evden dışarı çıkıp beni kucakladı. Dedim ki, bana bir hadîs ulaştı; onu
duymamıştım. Ben ölürüm, yahut sen ölürsün (de bu hadîs gerçekleşmemiş olur)
diye korktum {ve öğrenmek için sana geldim).
Abdullah ibni Snîs
dedi ki:
Peygamber {Sallallahü
Aleyhi ve Sellemyin şöyle buyurduğunu işittim: «— Allah kıyamet günü kullan —
yahut insanları — çıplak olarak, sünnetsiz olarak ve (bühmen)
eşyasız olarak Mrraya toplayacaktır.» Biz dedik ki:
— Bühm ne demektir? Peygamber şöyle buyurdu:
«— İnsanların
beraberlerinde Jhiç bir şeyleri olmamaktır. Böylece uzakta olan kimsenin
duyacağı bir sesle onlara şöyle çağıracaktır (zannedersem, o şöyle demişti:
— Yakında olan kimse onu duyduğu gibi, uzaktaki
de onu duyacaktır) :
— Gerçekten sahip, sultan benim; cennet
ehlinden hiç kimseye, cehenncinliklerdeü birinin zulümden Ötürü ona davacı
olması halinde, cennete girmek lâyık değildir. Cehennem ehlinden de hiç
kimseye, cennetliklerden birinin zulümden ötürü ona davacı olması halinde,
cehenneme girmek lâyık değildir. (Cennet veya CeKenneme girmeden önce, bunlara
hakları verilir).» Dedim ki:
— Bu nasıl olur? Biz Allah'a çıplak olarak
varlıksız şekilde gideceğiz, (haklan nereden ve nasıl verebiliriz) ? Peygamber
:
«— Sevablarla ve
günahlarla...» buyurdu. (Zulmedenin sevabı varsa, mazluma hakkı kadar
sevabından verilir. Sevabı yoksa, mazlumun günahından alınarak ona verilir ve
böylece mazlumun yükü hafifletilir).[664]
Karşılaşma hallerinde
selâm verip musafaha etmek sünnet olduğu gibi, seferden ve gurbetten
dönüşlerde, fevkalâde hallerde kucaklaşmak da sünnettir. Zeyd ibni Harise,
Benî Fezare savaşından döndüğü zaman Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Selîem)
onu kucakladı. Yine İbni Ömer'den rivayet edildiğine göre, Peygamber
(Sallallahü Aleyhi ve Sellem), Cafer ibni Ebû Talİb'i Habeşistan a gönderdi.
Habeşistan'dan geri döndüğü zaman, Peygamber onu kucakladı ve gözlerinden öptü.
İyi niyetler dışında olan kucaklaşmaları ise Peygamber yasaklamıştır. Bu
münasebetle şu gerçeklen de öğrenmiş bulunuyoruz :
Bİr hadîs-i şerifin
doğruluğunu tespit için, şüphe götürmeyen bir İlmi elde etmek için ashab-s
kiram aylar mesafesindeki yerlere gitmişler, büyük meşakkatlere katlanarak
araştırmalarını yapmışlardır.
Kıyamette insanlar
hesap için Ailah'ın huzurunda toplanacakları zaman, anadan doğmuş oldukları
halleri üzere çıplak bulunacaklar ve hiç bir şeye sahip olmayacaklardır. Söz ve
hüküm, kâinatın sahibi ve yaratıcısı olan yalnız Allah'ın olacaktır ve mazlumun
hakkı ödenmeden, ne ehli cennet cennete, ne de ehli cehennem cehenneme
girecektir. Haklar sevap ve günahlarla ödenmiş olacaktır. Hak davasında bulunan
kimseye, zalimin sevabı varsa ondan verilecektir. Sevabı yoksa, mazlumun
günahlarından hafifletilerek zalime yükletilir ve böylece ilâhî adalet yerini
bulur.[665]
971— Müminlerin
annesi Hazreti Aişe'den rivayet edildiğine göre, şöyle demiştir:
«— Konuşmak ve söz
söylemek bakımından ResûltiHah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'e Fatıme'den daha
çok benziyen bir kimse görmedim. (Peygamberin kızı Fatıme) babasının yanına
girdiği zaman, Peygamber ona kalkıp kendisine merhaba eder, onu Öper ve
oturduğu yere onu oturturdu. Peygamber de onun evine girdiği zaman, o,
Peygambere kalkıp elinden tutar, merhaba eder, onu Öper ve kendi oturduğu yere
onu oturturdu. Peygamberin vefat etmiş olduğu hastalığı zamanında Fatıme, Peygamberin
yanına vardı da, Peygamber ona merhaba etti ve onu öptü.[666]
Şefköt ve İkrama erkek
çocuklardan daha ziyade muhtaç olan kızlara karşı takınılması gereken en müşfik
ve en nazik hareketi, her şeyde olduğu gibi yine Hz. Peygamber'in yüksek
ahlâkında buluyoruz. Büyük tarafından sevgi ve şefkat, küçük tarafından sonsuz
hürmet ve bağlılık... İşte birlik ve beraberlik... Bu neticeyi İslâm ahlâkından
başkası veremez.
(947 sayılı hadîs-i
şerife bakılsın.).[667]
972— îbni
Ömer'den rivayet edildiğine göre, şöyle demiştir: Biz bir savaşta idik de
insanlar (harpten) bir dönüş döndüler. Biz, (birbirimize veya kendi kendimize)-
dedik ki, savaştan kaçmışken biz Peygamber (SaîîaHahü Aleyhi ve Sellem)'\e
nasıl karşılaşacağız? Bunun üzerine (Çnfa.1 Sûresinin şu onaitıncı âyeti olan)
:
= Kim böyle (savaş)
gününde kâfirlere aıfka çevirip kaçarsa —ancak tekrar düşmana atılmak için
kendini kaçar gibi göstererek aldatmak veya başka birliğe katılıp savaşmak için
müstesna — muhakkak fcî o, Allah'ın gazabına uğramıştır. = âyeti nazil oldu.
Biz demiştik ki, Medine'ye girmiyelim, bizi kimse görmesin. Sonra girelim
(Peygamberin huzuruna) dedik. Bir de Peygamber (SahâllahÛ Aleyhi ve SelUm)
sabah namazından çıktı. Dedik ki:
— Biz kaçaklarız,
(savaşta firar edenleriz). Peygamber şöyle buyurdu :
«— Siz güç kazanmak
için dönüp tekrar savaşacak kimselersiniz, (savaştan kaçanlar değilsiniz).»
Biz de Peygamberin elini öptük. O şöyle buyurdu:
«— Ben sizin
birliğinizim, (benden yardım görmek için bana sığındınız. Bu hareketiniz de
bir günah).»[668]
Doğrudan doğruya
savaştan kaçmak haramdır ve büyük günahlardan sayılmıştır. Enfal sûresinin 16.
âyet-i kerîmesi bunu beyan buyurmaktadır. Ayet-i kerîmede İstisna edildiği
gibi, daha müsait şartlar altında savaşmak veya aldatmak için savaştan geri
dönmek firar sayılmaz ve günah olmaz. Nitekim bu hâdise, Mu'te savaşında
cereyan etmiştir. Bu savaşa gönderilen askerlerin sayısı, düşman-kuvvetlerine
nispetle çok az bulunduğundan bir yenilgi olmasın ve takviye kuvvetle bunlara
karşı çıkılsın diye askerler geri dönmüşlerdi. Bu hususta henüz âyet-t kerîme
nâzİl olmamış bulunduğundan, ashab-ı kiram bu savaştan dönüşün sorumluluk
derecesini bilmiyorlardı ve Hz. Peygamberin onlara ne söyleyeceğinden korku
içindeydiler. Hz. Peygamber onları gönül rahatlığına kavuşturunca da,
memnuniyetlerini ve bağlılıklarını izhar için Peygamberin elini öptüler.
Bu ve buna benzer
hadîs-i şeriflere istinaden âlimlerle adalet sahibi kimselerin ellerinin
öpüTmesine cevaz verilmiştir. El öpme İşi, İnsanın dinine ve takvasına hürmet
için olur. Dünya menfaati İçin el öpmek caiz değildir. Bir insan başkasıyle
karşılaştığı zaman kendi elini öperse bu mekruhtur. İmam Nevevî diyor ki, bir
kimsenin zühd ve takvasından, ifİm ve şerefinden, dürüst ve adaletli oluşundan
dolayı dinî sebeplerle eli öpülürse mekruh değildir; bu müstahab bîr İş olur.
Fakat zenginliği ve dünyalığı için, dünya ehlİnce olan rütbe ve saltanatı için
olursa, bu çok şiddetli bir kerahet olur. Bu maksatlarla el öpmenin haram
olduğu da söylenmektedir.[669]
973— Abdurrahman
ibni Hezîn anlatarak şöyle demiştir:
— Biz Rebeze
kasabasına uğradık. Bize dendi ki, Seleme ibni Ekva' buradadır. Ona gittim de
kendisine selâm verdik. O, iki elini çıkarıp: Bunlarla Peygamber (Sallallahii
Aleyhi ve Sellem) 'e bîat ettim, dedi. Öyle büyük bir elini çıkardı ki, sanki
deve eli idi. Biz ona doğru kalktık da elini Öptük.[670]
Rebeze, Medine'ye 3
günlük mesafede bulunan ve hicrî 314 yılında harpler neticesi harab olan bir
kasabanın adıdır.
Hz. Osman'ın şehid
edilişinden sonra ashabdan olan Seleme ibni Ekva' bu kasabaya yerleşip, orada
evlenmiş ve lyas, Hasan, Ibnu'l-Hanefiyye adlarında çocukları olmuştu. Atları
geçecek kadar bir koşucu olduğu ve ashabın en cesurlarından biri bulunduğu
rivayet edilir. Vefatından birkaç gün önce Medine'ye İnip, orada hicretin 74
yılında 80 yaşında olduğu halde vefat etti. Hudeybİye vak'asında ağaç altında,
ölünceye kadar sakakat göstermek üzere, Peygomber'e biat etmişti. İşte
tabiînden olan Abdurrahman ibni Rezîn'e bu hâdiseyi anlatması üzerine,
Abdurrahman onun elini öpmüştür. Allah hepsinden razı olsun. (El öpme hakkında
bilgi İçin, bundan önceki hadîs-i şerife
bakılsın.).[671]
974— Sabit,
Enes'e demiştir ki:
— Elinle beraber
Peygamber (SalU&UhÜ AUyhî ve Sellem) 'e dokundun mu? Enes:
Evet. dedi de :
Sabit; onun elini
Öptü.[672]
(Bundan önceki 2
hadîs-i şerife bakılsın. Bu hadîs için başka bir kaynak bulunamamıştır.).[673]
975— El-YâzP
ibni Amir şöyle demiştir:
— Biz (Medine'ye)
vardık da, «Resûlüllah buradadır» dendi. Biz de; onun ellerini ve ayaklarını
öpmiye başladık.[674]
Daha geniş bir mânâ
ile bu hadîs-i şerifi yine El-Vazi'den, Ebû Dâvud Sünen'inde şöyle rivayet
eder:
«Medine'ye vardığımız
zaman, develerimizden ötürü acele etmeye koyulduk ve ResûlüNah (Sallallahü
Aleyhi ve Stftem) 'in elini ve ayağını öpmeye başladık. İçimizden Münzir
bekledi de çantasını getirip (İki parçadan İbaret} elbiseleri giydt; sonra
Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Setiem)'ç geldi de Peygamber ona şöyle buyurdu
:
«Sende yumuşak huy ve
vakardan ibaret iki huy var ki, Allah bunları sever-.*
Münzir dedi ki:
— Ya Resûlallah! Ben mi bu iki huyla
ahlâklanmışım, yoksa Allah mı benî bu İkİ haslet üzere yarattı. Peygamber:
«Bilâkis Allah seni bu
iki huy üzere yarattı.» Buyurdu. Münzir dedi ki :
— Allah ve Resulünün razı olduğu iki haslet
üzere beni yaratan Allah'a hamd olsun.
Kibir-ve gurur hisleri
taşımaksızın güzel ve temiz giyinmenin iyi bir haslet olduğuna bu hadîs-i şerif
açık bir delildir. İslâm'ın emrettiği vakar ve şeref üzere giyinip kuşanmak ve
edebv üzere konuşup hareket etmek her müslümanın vazifesi ve hakkıdır.[675]
976— (224-s.)
Suheyb'den rivayet edildiğine göre, şöyle demiştir:
— Ali'yi gördüm, (amcası)
Abbas'm elini ve ayaklarım öpüyordu.[676]
Hz. Abbas'm azadltsı
olan Suheyb'in anlattığına göre de, Hz. AIİ, amcası Abbas'm hem elini, hem de
ayaklarını öpmüştür. Zühd ve takvası, hem de baba yerinde amcası bulunması
sebebiyle, ona karşı yapılan bu hareket bir tevazu ve hürmet nişanesidir.
(Bu haber için başka
bir kaynak bulunamamıştır.).[677]
977— Ebû
Miclez'in şöyle dediği işitilmiştir:
— Muaviye (evden çarşıya)
çıktı; Abdullah ibni Âmir ve Abdullah ibni Zübeyr oturuyorlardı. îbni Âmir
hemen kalktı ve en oturaklıları bulunan îbni Zübeyr oturdu. Muaviye dedi ki,
Peygamber ($t2İ!k$l$h§ AkvM ve Selîcm) göyle buyurdu:
«Kim, Allah'ın
kullarının [kendisi için ayakta dikilmesine sevinirse» bir eve hazırlansın.»[678]
Bir kimseye karşı
ayağa kalkmak çeşitli mabatlarla olur ve duruma göre hüküm taşır. Bu hususta
âlimlerin birbirinden farklı muhtelif görüşleri vardır. Bunları şu 4 kısımda
özetleyebiliriz : ,
1— Oturan
kimseler üzerine büyüklük ve, kibir taslayarak oturanların kendisine kıyamını
istemek ve bu maksatla ayağa kalkmak dinen yasaktır.
2— Büyüklük
ve kibir taslamayan; fakat kendisi için ayağa kalkıldığı zaman nefsine gurur
gibi kötü haller gelmesinden korkulana karşı ayağa kalkmak mekruhtur.
3— Bir
kimseye iyilik ve ikramda bulunmak niyyeti ile ayağa kalkmak caizdir.
4— Seferden
veya bir geziden dönenin gelişine sevinerek onunla selâmlaşmak için, bir
kimseye İsabet eden bir iyilikten dolayı cnu tebrik için,, bir musibete
uğrayanı taziye için, yardıma ve korunmaya muhtaç olana muavenet için ayağa
kalkmak mendubdur, iyi bir harekettir.
Gazâlî bu hususta
şöyle der : Bir kimseyi yüceltmek niyyeti ile ayağa kalkmak mekruhtur, İyilik
ve ikram niyyeti ile olursa mekruh değildir.[679]
978— Ebû
Hüreyre, Peygamber (SallalUthü A leyhi veSellem) 'den rivayet ettiğine göre,
Peygamber şöyle buyurdu:
— Allah,
Adem(SaIlallahü Aleyhi veSellem) 'i boyu aîtmiş zira' = (dirsekle parmak
uçları boyu hesabiyle altmış arşın) olarak yarattı. Ona dedi ki, şu oturmakta
olan melekler topluluğuna git de selâm ver; sonra sana ne cevap vereceklerini
dinle. Çünkü bu selâm senin ve senin neslinin selamlaşma şeklidir. Âdem de:
— Esselâmu aleyküm, dedi. Melekler ise :
— Esselâmu Aleyke ve rahmetulîahi, diyerek ona
ve rahmetullahi sözünü ziyade yaptılar. Cennete her girecek olan Âdem'in
suretinde (en güzel şekilde) girecektir. Bu ana kadar da insanların yaratılışı
noksan-laşagelmiştir, (Boy, güzellik ve bünye bakımından...).[680]
Selâm, kusurlardan ve
noksanlıklardan, her türlü afet ve kederden beri bulunma mânâsına gelen bir
İsimdir ve Allah Tealâ'nın 99 İsminden — Esma'i Hüsna'dan biridir. Geniş ve
asıl mânâsı itibariyle ayıp ve afattan beri bulunmak mânâsındg olduğu için, müslumanlarin
birbirleriyle karşıtaşmaları halinde karşılıklı dua yerinde kullanılır.
«Selamet üzere olasın, her türlü afat ve kederden beri olasın, Allah'ın rahmeti
üzerine olsun...» dileğini ifade için, «Esselâmu Aleyk» veya «Esselâmu Aleyküm»
denir. Bu şekilde selamlaşmanın ilk olarak Hz. Âdem'den başladığını Peygamber
Efendimiz bize haber vermektedir. Allah'ın selâmetini İstemekten daha güzel ne
olabilir? Cenab-ı Hak, Kur'an-ı Kerîm'de müteaddit ayetlerle selamlaşmamızı
bize emrediyor :
«— Ey iman edenler!
Kendi evlerinizden başka evlere, sahipleriyle alışkanlık peyda etmeden, (izin
almadan) ve selâm vermeden girmeyin; bu sîzin için daha hayırlıdır. Olur ki,
iyi düşünürsünüz de hikmetini anlarsınız.» (Nûr Sûresi, âyet: 27)
«— Evlere girdiğiniz
vakit, Allah tarafından mübarek ve hoş bir sağlık dileği olarak kendinize
selam veri». îştc Allah âyetleri site böyle faeynn eder; tâ ki anhyasınu.» (Nur
Süresi, âyet: 61)
«—t Bir selâmla
selâmlanâığmız zaman, siz ondan daha güzeli ile yahut ayniyle selâmı alıp,
karşılık verin. Şüplhe yok ki Allah, her şeyin hesabını hakksyle görendir.»
(Nisa Sûresi, âyet: 86)
Esselâmu Aleyküm deyip
selâm verene, Aleyküm selâm ve Rahmetuflah şeklinde ziyadesiyle veya sadece
Ateyküm Selâm karşılığını vererek ayniyle mukabele edilir.
Dünyada bulunan keder
ve meşakkatlerin hiç biri Cennette bulunmadığı, için Cennetin bir adı da
Daru's-Selâm'dır. Orada da müminlerin birbirlerine duası hep selâmet
dileğidir. Yûnus sûresinin 10. âyetinde şöyle buyuruİmaktadır:
«— Müminlerin cennette
duaları, Allah'ım! Seni teşbih ve tenzih ederiz, sözüdür ve aralarındaki
dilekleri de hep Selâm'dir. Dualarının son ise, bütün hamdler alemlerin Rabbine
mahsustur, gerçeğidir.»
İbrahim Sûresinin 23.
âyetinin sonunda da şöyle buyurulmaktadır :
— Cennette müminlerin
birbirlerine sağlık temennileri Selâm'dur.
Anlaşılıyor ki,
başlangıç ve son itibariyle müminlerin parolası ve saadet düsği Selâm sözüdür.
Selâmı yaymanın ve bu sünneti yerine getirmenin faziletine dair pek çok hadîs-İ
şerif gelecek ve kimlerin kimlere selâm vereceği beyan edilecektir. Yerlerinde
gerekli tafsilât verileceğinden, burada fazla açıklamaya lüzum görülmemiştir.
ille insan Hz. Âdem'de
beşeriyet vasıfları en mütekâmil olduğu için, her mümin onun suret ve şeklînde
cennete girecektir. Aza noksanlıklarından salim bulunacaklardır. Hz. Âdem'den
bu yana zaman geçtikçe insanoğlunun suretinde bazı noksanlaşmaların
olagelmekte bulunduğunu da bu hadîs-i şeriften öğrenmiş bulunmaktayız.
İnsanların bünye sağlamlığı, boy uzunluğu, yapt ve ömür bakımından
noksanlaşrnakta bulundukları ilmî gerçeklerle de ispatı mümkün olsa gerektir.[681]
979— Berâ'dan
rivayet edildiğine göre, Peygamber (Saİlaltahü Aleyhi ve Sellem) şöyle buyurdu:
«— Selâmı (insanlar
arasında) yayın; selâmet bulutsunu»[682]
Müslümanlar arasında
muhabbet ve sevgiye vesile olan selamlaşma işini yaymakla, hem sevgi ve güven
kazanılır, hem de sünnetin sevab ve faziletine kavuşulur. Birbirine karşı
yabancı gibi duran, birbirinden ürker durumda olan kalpler de, selamlaşma
sebebiyle yatışarak ünsîyet ve samimiyete doğru yönelir. İslâm'da esas olan
din kardeşliğidir; selâm da bu kardeşliğin en güzel bîr belirtisidir. Bu
balamdan selâmı yaymanın fazilet ve sevabı çok büyüktür.[683]
980— Ebû
Hüreyre'den rivayet edildiğine göre, Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)
şöyle buyurdu:
«— İman etmedikçe
cennetle giremezsiniz; sevişmedikçe de mümin olamazsınız. Kendisi ile
sevişeceğiniz bir şeyi size göstereyim mi?» (Ashab) dediler ki: — Evet, ya
Resûlaîlah! Peygamber: «— Aranızda selâmı yayınız.» buyurdu.[684]
Birbirini sevip
saymayanlar gerçek mümin değillerdir. Müminler arasında muhabbet ve bağlılık
bulunmayan bir toplum, İslâm toplumu olamayacağından, orada İslâm düzeni
bulunamaz ve İslâm yaşanamaz. İşte bu esasa varabilmek için içten gelen bir
samimiyet ve sevgi ile selamlaşma tsîne başlayıp, gayeye doğru gitmelidir.[685]
981— Abdullah
ibni Amr'dan rivayet edildiğine göre, demiştir ki, Resûlüîlah (SaUaltahii
Aleyhi ve Sellem) şöyle buyurdu:
«—Rahmim == Rahmeti
boll olan Allah'a ibadet edin, yemek yedirin, selâmı yayın; cennetlere
girersiniz.»[686]
Allah'a ibadet etmek,
onun bütün emirlerini hak bilip, onları yerine getirmek ve yasaklarından
sakınmaktır. Peygamberin İbadet anlayışını ve yaşayışını uygulamaktır. Farz
olan ibadetler yanında muhtaçlara, komşu ve misafirlere yemek yedirip onlara
ikramda bulunmak ve İnsanlar arasında selâmı yaymak işleri zikredildiğine
göre, bunların taşıdığr manevî değerler büyüktür. Yemek yedirip ikramda
bulunmak ve selâm vermek, İnsanlar arasında sevgi ve yakınlık doğurur,
kardeşlik duygularını geliştirir. Kardeş olarak yaşayan müslümanlar da kemâle
ermiş bulunacaklarından cennetlik olurlar. Zira birbirlerine karşı kin, hased,
nefret, kıskançlık duygularını taşımayip cömertlik, merhamet, sevgi ve saygı
besleyenler en olgun müminlerdir. Elbette bunların yeri Cennet olur.[687]
982— (225-s.)
Beşîr ifcmi Yesâr'dan rivayet edildiğine göre, şöyle demiştir;
«— İbni Ömer'den Önce
selâma başhyan, yahut selâmda Öne geçen kimse olmamıştır.»[688]
Selâm vermeden önce
konuşmaya başlomomaitdır. Selâm, Allah'ın isimlerinden biri olduğu için, ondan
önce başka kelâma geçmek uygun düşmez ve selâmet dileği olan selamlaşma işi
zamanında ve yerinde, yerine getirilmiş olmaz. Aynı zamanda önemli
sünnetlerden biri olan selâm vermenin faziletini, önce selâma başlayan kazanmış
olur.
(Bu haber için başka
bir kaynak bulunamamıştır.).[689]
983—
Câbir'in şöyie dediği işitilmiştîr:
«— Süvari
piyadeye, pivâcîe (yaya yürüyen) oturana selâm verir. Yürümekte olan iki kişiden
hangisi önce selâm verirse, o daha faziletlidir.»[690]
Selâma ilk başlayansn
Alloh katında daha faziletli olduğunu bu haber de teyid etmektedir. Bu fazilet
hal itibariyle aynı durumda olanlara aittir. Karşılaşan iki süvari, iki piyade
gibi...
(Bu haber için başka
bîr kaynak bulunamamıştır.).[691]
984— İbni
Ömer'den haber verildiğine göre : Müzeyne kabilesinden olan ve Peygamber
(Sûltellâhü Aleyhi ve Sellem) ile sohbeti buiunan El~ Ağarr'ın, Am* ibni Avf
Oğullarından bir adamda birkaç kilo hurma alacağı vardı da (bunu almak için)
defalarca ona gidip gelmiştir. El-Ağarr
dedi ki:
«—Ben Peygamber
(Sattalîahü Aleyhi ve Sellem)'e (şikâyet için) gittim de, benimle beraber
(borçluya) Ebû Bekir'i gönderdi. (Yine El-Ağarr) anlattı: Hf?r karşılaştığımız kimseler bize selâm
verdiler. Ebü Bekir dedi ki:
— Görmüyor musun,
insanlar senden önce sana selâm veriyorlar; böylece mükâfat onların oluyor?»
İnsanlara önce selâm ver ki, mükâfat senin olsun. Bu son sözü İbni Ömer
kendiliğinden söylemiştir.[692]
Bu hadts-i şerif de,
önce selâm vermenin faziletini beyan efmekîedîr. (Buna Taberanî tahriç
eylediğini, Fadlu'llah, şerhinin İt. cİld, 447. sayfosının dip notunda
kaydetmiştir.).[693]
985— Ebû
Eyyub'den rivayet edildiğine göre, Resûlüllah (Sallallahu A ieyhl ve Setlem)
şöyle buyurdu :
«— Müslüman bir
kişinin, üç günden çok kardeşine darılması (onunla konuşmaması) helâl olmaz. O
halde ki, karşılaşırlar da biri öteye, biri beriye döner. Bunların en
hayırlısı, selâm ile söze başlayandır.»[694]
Bu hadîs-İ serîf,
müslümanın müslümana dargınlığı bölümünde geçmişti. 399 sayılı hadîs-i şerife
bakılsın. Hadisin kaynakları orada verilmiştir.[695]
986— Ebû
Hüreyre'den rivayet edildiğine göre, bir adam, bir mecliste oturmakta olan
Resûlüllah (SaUatlahüAleyhiveSellem)'e uğrayıp:
— ESSELÂMU ALEYKÜM dedi. Bunun üzerine
Peygamber: «— (Bu selâm kargılığı olarak) On sevab vardır.» buyurdu. Sonra
başka bir adam gelip:
— ESSELÂMU ALEYKÜM VE RAHMETÜLLAH, dedi.
Peygamber buna : «Yirmi sevab vardır.» buyurdu. Daha sonra başka bir adam
gelip:
— ESSELÂMU ALEYKÜM VE
RAHMETULLAHİ VE BEREKATÜH, dedi. Buna da: «Otuz sevab vardır.» buyurdu. Sonra
meclisten (ayrılmak üzere) bir adam kalkıp selâm vermedi. Bunun üzerine de
Resûlüllah (SaiiaUahü Aleyhi ve Sellem) şöyle buyurdu:
«— Arkadaşınız unuttuğunu
(selâmını) ne çabuk unuttu! Sizden biriniz meclise geldiği vakit selâm versin
de, eğer oturmayı uygun görürse otursun. Meclisten de (ayrılmak üzere) kalktığı
zaman (yine) selâm versin. Evvelki selâm, son selâmdan daha lâyık değildir.»[696]
Karşılaşma halinde
selâm vermek sünnet olup, buna karşılık vermek vacibdir. Yalnız «Etselâmu
aleyküm» demekle bu sünnet yerine getirilmiş olur. Ancak bundan sonra ziyade
edilen «Ve rahmetullahı ile ve berekâiüh sözlerinin her biri karşılığında
ayrıca onar mükâfat vardır.» Selâm verenin bu ziyadelerine ayniyle mukabele
edİlîr. Bu miktardan noksonıyle selâm verenlere ise, ziyadesiyle mukabelede
bulunmak müstahabdır.
İşte karşılaşma
halinde bu şekilde verilen selâm, bîr meclisten ayrılma halinde de aynen
verilir. Bu da sünnettir ve alınması vacibdir. Böylece bir hasene karşılığında
10'dan 3Ö'a kadar mükâfat vardır.[697]
987— (226-s.)
Razreti Ömer'den rivayet edildiğine göre, şöyle demiştir : (Bir hayvan
üzerinde ettiğimiz yolculukta) ben, Ebû Bekir'in terkisinde idim. Rasgeldiği
insanlara ESSELÂMU ALEYKÜM deyince, onlar:
ESSELÂMU ALEYKÜM VE
RAHMSTULLAH diyorlardı. (EbÛ Bekir) : ESSELÂMU ALEYKÜM VE RAHMETULLAH deyince,
onlar: ESSELÂ-MU ALEYKÜM VE RAHMETULLAHİ VE BEREKÂTÜH diyorlardı. Nihayet Ebû
Bekir şöyle dedi: Bugün insanlar, çok fazlasiyle, bizi faziletçe geçtiler.[698]
«Esselâmu Aleyküm»
sözü üzerine ziyade edilen lâfızlardan Ötürü fazla sevcb elde edildiğini bu
haber de, daha önceki hadîs-i şerife uygun olarak teyid etmektedir. Fazla
fazilet elde etmek için bu ilâveler yapılmalıdır.
(Bu haber için başka
bir kaynak bulunamamıştır.).[699]
988— RegûlüÜah
(Satîalhhü Aieyhİve SeUem)'in şöyle buyurduğu Hz. Aişe'den rivayet edilmiştir;
«— Yahudiler, selâm
vermek ve amîn deme'k sözleri üzerine size ha-sed ettikleri, kadar hiç bir şey
üzerine size hased etmiş değillerdir.»[700]
Her namazda okunan
Fatiha sûresinin sonunda «Âmîn s= Allah'ım kabul buyur» denir ki, bunun
fazileti hakkında müteaddit hadîs-î şerifler vardır. Selâm vermenin de böyle
fazilet ve sevabı çok olduğundan bu ni-matlere sahip olan müslümanlara
Yahudilerin hesed edişi daha fazla olmuştur. Burada hasedi belirtmekle, selâm
ve amîn sözlerinin faziletlerinin ziyadelİğine işaret edilmektedir.[701]
989— Enes'den
rivayet edildiğine göre, demiştir ki, Peygamber (Sallaliahü Aleyhi ve Sellem)
şöyle buyurdu:
— Selâm, Allah
Tealâ'nm isimlerinden bir isimdir İki, onu Allah (selâmlaşmak için) yeryüzüne
koymuştur; o faalde aranızda selâmı yayınız.»[702]
978 sayılı hadîs-i
şerifin açıklamasına bakılsın. Ayrıca selâmı yaymanın faziletine dair
979-981 sayılı hadîslerin tercemesine
müracaat edilsin.[703]
990— îbni
Mes'ud'dan nakledildiğine göre, şöyle demiştir:
— Ashab, Peygamber
(Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'in arkasında namaz kılarlardı. Namaz kılanlardan
biri ESSELÂMU ALELLAH = Selâm Allah üzerine olsun, dedi. Peygamber (Sallallahü
Aleyhi ve Sellem) namazını bitirince:
«— Kimdir o, E s sel â
mu Alcüah diyen?» buyurdu. Selâm =s Noksanlıklardan beri bulunan, Allah'dır.
Anc»k siz şeyle deyiniz: Et-îtehıyyatü liilâhi ve's-Salâvatu ve'T-Tayyîbatü =
Bütün tazimler, her çeşit ibadetler ve en pak övgüler Allah'a mahsustur.
Es-Selâmu aİeyke eyytihennebiyyu ve rahmetuİlahi ve berekâtühü =: Sana selâm
olsun, ey Peygamber! Allah'ın rahmeti de, bereketleri de... Es-Selâmu aleyna
ve alâ ibadillâbi's-Salihîne — Selâm bise -olsun, Allah'ın salih kullarına
da... Eşhedü en la ilahe illallah ve eşhedü enne Muhummeden abduhu resûiühu ;=
Allah'dan başka bir ilâh olmadığına şahidlik ederim. Muhammed'in de onun kulu
ve peygamberi olduğuna şahidlik ederim.» Sizden biriniz Kur'an'dan sûre öğrenir
gibi, ashab bu duayı öğrenirlerdi.»[704]
Ibni Mes'ud'un
rivayeti ile sabit olan bu .dua, namazların teşehhüdünde okunur. İbni Mes'ud
hazretleri der ki, Resulü İlah bana Kur'an sûrelerini nasıl öğretti ise,
elimden tutarak bu teşehhüd duasını da öyle öğretti. Namazların her oturuş
halinde okunması vacibdİr.
Allah Tealâ bütün
noksanlıklardan münezzeh ve bizatihi selâm olan ezelî ve ebedî bir varlık
bulunduğundan, ona selâm verilmez; biz kendimize ondan selâmet ve rahmet
dileriz. Nitekim rahmet Allah'a olsun, denmez,- Allah'ın rahmeti bizim
üzerimize olsun, denilir. Daha önce ifade edildİği gibi Selâm, güzel
isimlerinden bir isimdir. Bu ismin delâlet ettiği mânâlardan biz fayda ister
ve umarız.[705]
991— Ebû
Hüreyre'den, Peygamber(SallallahüA.îeyhiveSellemj'in şöyle buyurduğu rivayet
edilmiştir:
«— Müslümanın müslüman
üzerine olan hakSu beştir.» (Ashab tarafından) denildi ki, bunlar nelerdir?
Peygamber buyurdu:
«— Müslümanla
karşılaştığın zaman ona selâm ver. Seni davet ettiği zaman ona icabet et.
Senden öğüt istediği zaman ona nasihat ver. Aksırıp da Allah'a hamd ettiği
«aman ona teşmît et s= Yerhamukellah s= Allah sana merhamet etsin, de.
Hastalandığı zaman onu ziyaret et. Vefat edince de onun cenazesinde bulun, (namazını
kıl ve teşyi' et).»[706]
İslâm'da kardeşlik
duygularının yerleştiğine ve gerçekleştiğine birer alâmet olan bu 5 şey,
müslümanlar üzerine düşen birer vazife ve hak olmuşlardır. Bunların ihmal
edildiği veya yerine getirilmediği cemiyette İslâm kardeşliği zayıflamış veya
yok olmuş demektir. Bu önemlerine _binaen, her mümin üzerine düşen bu kardeşlik
görevini yapmakla, hem vazifesini yapmış olur, hem de büyük manevî sevablara
kavuşmuş bulunur. 519 sayılı hadîs-i şerife bakılsın.[707]
992— Abdurrahman
ibni Şibl demiştir ki. Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'m şöyle
buyurduğunu işittim:
«— Süvari piyadeye
selâm versin, piyade oturana selâm versin; az ftlan (topluluk) çok olana selâm
versin. Böylece selâm, ona icabet edene
Bittir. İcabet etmiyene
bir şey (vebal) yoktur.»[708]
Süvari, piyadeye
nazaran daha hareketli ve rahat durumda bulunduğundan ve piyadeden daha üstün
bir mevkide olduğundan adalet ve emniyeti sağlama bakımından önce selâma
başlaması daha uygundur.
Yaya yürüyen hareket
halindedir, oturmakta olan sükûnet halindedir ve oturana rasgelen yolcular çok
olur. Yolcular içinde yabancılar da bulunabileceğinden, oturana güven telkini
gerekir. Oturmakta olan bîr kişinin gelip geçenlere selâm vermesi daha güçtür.
Bu gibi sebeplere binaen yürüyen adam oturana selâm verir.
Az olan topluluk çok
olana selâm verir; çünkü düzen ve vakar bu şekilde daha güzel temin edilmiş
olur. Bİr kişinin birden çok kimselerle karşılaşması halinde, onun bu
topluluğa selâm vermesi ve bu topluluk içinden bir kişinin selâmı alması,
karışıklığa ve külfete meydan verilmeksizin en kısa yoldan işin bitirilmesidir.
Bunun İçin topluluk İçinden bîr kişinin selâmı alması kifayet eder, diğer
selâma mukabele etmeyenlere bîr vebal gerekmez.
Abdurrahman İbni
Şibl kimdir? :
Medîne'li ashabdan
olup, Evs kabilesîndendir. Ensar'ın ileri gelenlerinden ve âlimlerinden biri
idi. Humus veya Şama geçip, orada ikâmet ot-tİği ve orada ikâmeti sırasında Hz.
Muaviye'nİn kendisine bir mektup göndererek insaniara ilim öğretmesini
istediği rivayet edilir. Muaviye'nİn bu isteği üzerine, o da İnsanlara va'z
etmiş ve Resûlüüah dan duyduğu bazı hodîs-i şerifleri nakletmiştİr. İşte burada
selâmla ilgili olarak geçen hadîs-i şerîfi de Abdurrahman hazretleri bu esnoda
rivayet etmiştir.[709]
993— Ebû
Hüreyre'den rivayet edildiğine göre, Resûiüllah (SallaİlaMI Aleyhi ve Se Hem)
şöyle buyurdu:
Siüvari piyadeye,
piyade oturana ve azlık çokluğa selâm verir.»[710]
Bundan önceki hadîs-i
şerife ve açıklamasına bakılsın.[711]
994— (299-s.)
Cabir'in şöyle dediğini Ebû Zübeyr işitmiştir; — İki piyade karşılaştığı zaman,
bunlardan hangisi önce selâm verirse, o daha fazla fazilet sahibi olur.[712]
983 sayılı habere
müracaat edilsin. (Bu haber İçin başka bir kaynak bulunamamıştı.).[713]
995— Ebû
Hüreyre'den rivayet edildiğine göre, Peygamberşöyle buyurdu:
— Süvari piyadeye,
piyade de oturana, aslık çokluğa selam verir.»[714]
Hal, vaziyet ve
hareket itibariyle daha iyi durumda olan kimse ötekine selâm verir. 8u edeb
bakımından gözetilmesi gereken bîr vazifedir. Bunun aksini yapmak günahı icab
ettirir bir hareket değildir. Süvari, kendisinden az hareketli bir yaya adama
selâm verince, bundan daha az hareketli bu-Junan oturucuya da önce selâm
vermesi tabiîdir. Hadîs-i şerifin gelişinden bu mânâ çıkmaktadır. 993 sayılı
hadîs-i şerife ve kaynaklarına bakılsın.[715]
996— Fudale
hazretlerinden rivayet edildiğine göre,
Peygamber (Sallailahû Aleyhi yt Selîem)
şöyle buyurdu:
«— Süvari oturana ve
azlık da çokluğu selâan verir.[716]
Süvarinin oturana
selâm vermesi gerektiğine dair önceki
hadîs-i şeriften kapalı olarak
çıkarılan mânâ, burada açık olarak ifade edilmiştir.[717]
997— (230-s.) Şa'bî'den rivayet edildiğine göre,
kendisi bir süvari ile karşılaştı da, ona selâm verdi, (süvariden önce selâm
verdi. Ravi Hu-sayn demiştir ki), bunun üzerine ben: Önce selâm mı veriyorsun?
dedim. O (Şâ'bî), şöyle cevap verdi: Şurayh'i yürürken gördüm, önce selâm
veriyordu.[718]
Her ne kadar süvarinin
piyadeye selâm vermesi gerekirse de, buna meydan bırakmadan yaya yürümekte
olanın önceden selâm vermesinde bir beis bulunmamaktadır. Bu da bir tevazu ve
fazilet sayılır. Bu haber için başka bîr kaynağa da raslanmamtştır.[719]
998— Fudale
ibni Ubeyd'den rivayet edildiğine göre,Peygamber (Sailalkhii Aleyhi ve Settem)
şöyle buyurdu :
Süvari piyadeye,
piyade oturana ve azlık çokluğa selâm verir.»[720]
Bir şahıs küçük
topluluktan ibaret olan bir meclise girdiği zaman bir selâm İle beraber hepsini
selâmlamış olur. Bu topluluktan muayyen kimselere selâmı tahsis etse, bunda da
bir beis yoktur. Muhatab olanlardan yat-nız bir şahsın selâma icabet etmesi
kifayet eder. Birkaç kışının selâma icabet etmelerinde de bir beis olmaz.
Eğer girilen meclis
büyük bir kalabalıktan ibaret olup, bunların heptisine selâmı duyurmak mümkün
değilse, o zaman, meclise ilk girişte karşılaşılan şahsa selâm verilir.
Böylece selâmı duyanlardan birinin selâma icabet etmesiyle sünnet yerine
getirilmiş olur. Selâmı duymayan diğer kimselere ayrıca seiâm vermek gerekmez.
Meclistekilerden bir kişinin veya birkaç kişinin selâmı almalarıyle diğer
kimselerden farziyyet düşer.
Eğer büyük bir
topluluk küçük bir topluluğun yanına girerse, yahut yaşlı bîr kimse küçüğün
yanına girerse, bu takdirde meclise varanın önce selâm vermesi gerekir; ve yine
bunlardan bir kişinin selâm vermesiyle sünnet edâ edilmiş olur Meclisten bir
kişinin İcabet etmesiyle de diğerlerinden selâma icabet farziyyeti düşmüş olur.
996 sayılı hadîs-i şerife bakılsın.[721]
999— (Başka
bir rivayet yolu ile yine) Fudale'den rivayet edildiğine göre, Resûlüllah
(Sallalîahü Aleyhi ve Sellem) şöyle buyurdu :
«— Süvari piyadeye,
piyade oturana ve azlık çokluğa selâm verir.»[722]
995-998 sayılı hadîs-i
şeriflere bakılsın.[723]
1000— Ebû
Hüreyre'nin şöyle dediği işitilmiştir:
— Resûlüllah
(SaÜattahü Aleyhi ve Setlem) buyurdu ki:
— Süvari piyadeye,
piyade oturana ve azlık çokluğa selâm verir.»[724]
993 sayılı hadîs-i
şerife bakılsın.[725]
1001— Ebû
Hüreyre'den rivayet edildiğine göre, demiştir ki:
— Resûlüllah
{SaÜattahü Aleyhi ve SeHem) şöyle buyurdu:
«— Küçük büyüğe,
yürüyen oturana ve azlık çokluğa selâm verir.»[726]
Küçükten büyüğe hürmet
gerektiği için, önce küçüğün büyüğe selâm vermesi meşru kılınmıştır. Burada
küçüklükten maksat, yaş küçüklüğüdür. Aynı yaşta bulunan iki kimseden diyanetçe
daha aşağı olan selâma önce başlamalıdır. Henüz bulûğa ermemiş bir çocuk, büyük
bir adama selâm vermiş olursa, bu selâma icabet vacİb olur. Bİr cemaata selâm
verilse de, içlerinden bir çocuk bu selâma icabet etse, kifayet eder;
diğerlerinin icabetine lüzum kalmaz.
Çarşt ve pazar gibi
kalabalık yerlerde İş icabı dolaşan kimsenin bazı şahıslara selâm vermesiyle
sünnet ifa edilmiş olur. Her karşılaşılana selâm vermek görevi yoktur.[727]
1001/M.— (231-s.)
Ebû Zinad'dan rivayet edildiğine göre, şöyle detir:
Zeyd ibhi Sabit'in
oğlu Harice, babası Zeyd'in (Halife bulunan Mua-viye'ye yazdırdığı) mektubunda;
selâm verince şöyle yazardı:
— Esselâmu aleyke. ya
emîre'l-Müminin ve rahmetullahi ve berekâ-tühu ve mağfiretuhu ve tayyibu
salâvatihi — Selâm üzerine olsun, ey müminlerin Enıîri! Allah'ın rahmeti de,
bereketleri de, mağfireti de, pâk olan rahmetleri de...[728]
Bu haberden
öğreniyoruz ki, selâm sözüne «ve rahmetullahi ve bere-kâtuhu ve mağfiretuhu ve
tayyibu salâvatihi» sözleri ileve edilebilir. Fakat İbni Abbas hazretlerinden
rivayet edilen bir habere göre, selâm «ve be*-rekâtüh» sözü ile biter. Buna
daha fazla ilâve yapılmaz. İşlerin en hayırlısı orta hal üzere bulunan
olduğundan, aşın hareketler pek makbul değildir. Her şeyin ölçülü olması, hal
ve vaziyetin gereğine uygun düşmesi din ve ahlâkça makbul olan husustur.
(Fadlu'llah : C. II, s. 462)
(İlerde gelecek olan
1131 sayılı habere bakılsın.).[729]
1002— (232-s.)
(Basra'da görülen) EbûKurre El-Horasanî şöyle demiştir: Enes'i gördüm, bize
rastgelmişti de, eliyle bize işaret edip, selâm veriyordu! Kendisinde abraşlık
(veya saç ağarması) vardı. Hz. Hasan'ı da gördüm saçlarını sarı renkle
boyuyordu ve siyah sarık giyiyordu. (Ye-zid ibni Seken'in kızı) Esma da şöyle
dedi :
«— Peygamber
(Saltalfahü Aleyhi ve SelUm) elini eğerek hanımlara selâm verdi.»[730]
Nese'î, Cabir'den
rivayet ettiği bir hadîs-i şerifte şöyle buyurulmaktadır: «Yahudi'lerin selâm
verişi gibi selâm vermeyiniz. Onların selamı başlarla ve ellerledir.» Yalnız
ve veya baş İşareti yaparak, selâm sözünü İfade etmenin caiz olmadığı bu
hadîs-i şeriften anlaşılmaktadır. Selâm telâffuz edilmekle beraber, elle işarette
bulunulursa, bunda da bir mahzur bulunmadığı yukarda rivayet edilen haberden
İstidlal edilmektedir. Işittiremeye-cek kadar uzakta veya mahzurlu bir halde
bulunanın yine el işareti yaparak selâm vermesinde bir beis yoktur.
(Bu haber için başka
bir kaynak bulunamamıştır.).[731]
1003— (233-s.)
Müsa} babası Sa'd'dan rivayet ettiğine göre, babass, Abdullah ibıai Ömer ve
Kasım ibni Muhammedi ile yola çıktı. Nihayet Şerif denilen yere indikleri
zaman, Abdullah ibni Zübeyr'e tesadüf edildi. Abdullah ibni Zübeyr onlara
işaretle selâm verdi. Bunlar da, ona selâmı iade ettiler.[732]
Bundan önceki habere
ve açıklamasına bakılsın, 8u haber için de başka bir kaynak bulunamamıştır.[733]
1004— (234-s.)
Ats ibni Ebi Keban'dan rivayet edildiğine göre, şöyle demiştir:
— Ashab, elle selâm
vermeyi boş görmezlerdi. Yahut dedi ki, (ashab) elle selâm vermeyi hoş
görmezdi.[734]
1002 sayılı habere ve
açıklamasına müracaat edilsin. Su haber için de başka bîr kaynak
bulunamamıştır.[735]
1005— (235-s.)
Sabit ibni Ubeyd'den rivayet edildiğine göre, şöyle ir: Abdullah ibni Ömer'in
bulunduğu bir meclise gittim; o dedi ki:
— Selâm verdiğin zaman
duyur; çünkü o, Allah katından bir sağlık dileğidir, mübarektir, hoştur.[736]
Engel bir hal
olmadıkça, selâma muhatab olanlara selâmı doyurmak için İhtiyaç miktarı sesi
yükseltmek lâzımdır. Uykuda uyuyanlarla bir arada bulunan uyanık kimselere
selâm verilince de fazla ses yükseltilmez kî, uyuyanlar uyanmasın. Selâmı iade
edecek olanın dinî bir husustan ötürü selâmı gizlice almasında cevaz vardır.
Nitekim rivayet edildiğine göre Sa'd ibni Ubade, Peygamberin üzerine selâmı çok
olsun diye, Peygamberin selâmına mukabeleyi gizli yapmıştır. Bu haber için
yine başka bir kaynak bulunamamıştır.[737]
1006— (236-s.)
Tufeyl ibni Übeyy ibni Kâ'b haber verdiğine göre, kendisi Abdullah ibni Ömer'e
giderdi de, sabahleyin onunla çarşıya çıkardı. Tufeyl dedi ki:
— Biz sabahleyin çarşıya çıktığımız zaman
Abdullah ibni Ömer tesadüf ettiği her eskiciye, her satıcıya, her miskine ve
her şahsa muhakkak selâm verirdi.
Tufeyl anlatmıştır :
— Bir gün Abdullah ibni Ömer'e gittim de, beni
kendisi ile beraber çarşıya götürmek istedi. Ben dedim ki, çarşıda ne
yapacaksın? Sen satış yapmazsın, mallardan bir şey istemezsin, onları satın
almayı arzulamazsın, çarşı meclislerinde de oturmazsın. O halde bizimle
beraber "burada otur da konuşalım. Buna karşı Abdullah bana şöyle dedi:
— Ey göbekli!(Tufeyl göbekli bir kimse idi.)Biz
karşılaştığımız kimselere selâm vermek için çarşıya çıkıyoruz.[738]
Haram işleme korkusu
olmayan hallerde sırf selâm vermek için çarşıya çıkılması, selâmın taşıdığı
manevî değerin büyüklüğüne ve faziletine delil teşkil eder. Herkesin iş
durumuna, meşguliyetine, niyyet ve kabiliyetine göre imkân dahiline giren böyle
selâm verme işi özel bir durum arz eder. As-habdan bir kişinin böyle yapmasıyle
her şahsın aynı hareketi yapması gerekmez. Daha ziyade bu hareket, selâmın
büyük sevabı bulunduğunu ifade eder. Daha önceki hadîs-i şerîfler münasebetiyle
açıklamalarında belirtildiği gibi, çarşıda bazı kimselere selâm vermekle
sünnet görevi yerine getirilmiş sayılır. Her karşılaşılan kimseye muhakkak
selâm vermek icab etmez. (İmam Malik, Beyhakî ve İbnİ Sa'd bu haberi tahriç
etmişlerdir. Fad-lu'llah : C II, s. 465, dipnot).[739]
1007— Ebû
Hüreyre'den rivayet edildiğine göre, demiştir ki, Re-sûlüllah (Saltatlahü
Aleyhi ve Sellem) şöyle buyurdu:
— Sizden biriniz
meclîse geldiği zaman selâm versin. Dönünce de selâm versin; çünkü sonraki
selâm öncekinden daha farklı değildir.»[740]
(...) Yine Ebû
Hüreyre'den başka bir rivayet yolu ile bu. hadîsin aynı nakledilmiştir.[741]
Bîr meclise varıldığı
zaman, orada oturanlara selâm vermek iccfb ettiği gibi, o meclisten kalkıp
ayrılırken de, yine selâm vererek ayrılmak gerekir. Selâm, geri dönme
ihtimalini kaldırır ve geride kalanlara da yine güven sağlar ve onlara bir
rahmet dileği olur. 986 sayılı hadîs-i şerife bakılsın.[742]
1008— Ebü
Hüreyre'den rivayet edildiğine göre: — Peygamber (Sattallahü Aleyhi ve
Ssllem) şöyle buyurdu: «— İnsan meclise
geldiği zaman selâm versin. Eğer oturmak isterse (otursun). Sonra eğer kalkmak
isterse, mecliste^ ayrılmadan önce yine selâm versin; çünkü ilk selâm son
selâmdan daha lâyık değildir.»[743]
986 ve 1007 sayılı
hadîslere bakılsın.[744]
1009— (237-s.)
Muaviye ibni Kurre demiştir ki, babam (Kurre) bana şöyle dedi:
— Hayrını umduğun bir
mecliste bulunursun da, herhangi bir ihtiyaç sleni acele ile ayrılmaya
sevkederse:
«— Se.lâmun aleyküm
diye söyle; çünkü sen, o mecliste onlara isabet edecek olan hayra iştirak etmiş
olursun. Herhangi bir mecliste oturan insanlar, Allah anılmadan o meclisten
dağılırlarsa bir merkep leşinden dağılmış gibi sayılırlar.[745]
Burada 2 önemli hususa
işaret edilmektedir :
1— flim,
zikir ve çeşitli ibadetler gibi hayırlı işlerle uğraşılan bir meclisten iş
icabı fcalkıp ayrılacak olan kimse, bu meclise selâm verip de ay-rılırsa, orada
işlenilen sevaba ortak olur ve kendi hesabına yazılır. Hayır umulmayan bir
meclise de oturmamak gerekir.
2— Meclisler
bir hayır maksadı ile tertip edilmelidir. Allah'ın ismi anılmayan, hayır ve
hasenata vesile olmayan meclisler günaha ve kötülüğe vesiledir. En azından
gıybete sebep olurlar. Günah işlenen meclislerden ayrılmak da bîr hayvan
İaşesinden ayrılmak gibi kerih bir manzara orze-der. Bu çirkin duruma düşmemek
için meclisleri hayırlı işlerle tezyin etmelidir.
(Bu haber İçin başka
bir kaynak bulunamamıştır).[746]
1010— 238-s.)
Ebû Hüreyre'nin şöyle dediği işitilmiştir :
— Kim kardeşiyle
karşılaşırsa, ona selâm versin. Eğer aralarına bir yahut bir duvar engel olur da, sonra ona karşı
çıkarsa, yine ona selâm versin.[747]
Birbiriyle karşılaşan
iki kimse selâm taştıktan sonra iş ve vazife icabı birbirlerini göremeyecek
şekilde ayrılır da, sonra yine kavuşurlarsa, tekrar selâm vermenin sünnet
olduğunu bu haberden anlamaktayız. Selâmet ve rahmet dİİeği olan selâm her
fırsatta verilmeli ve manevî mükâfatına kavuşmalıdır.[748]
1011— nes
ibni Malik'den rivayet edildiğine göre, Peygamber m Aleyhi ve Sdlem/in ashabı
toplu bulunurlardı da, onların (yürürlerken) karşılarına bir ağaç çıkardı.
Bunlardan bir kısmı ağacın sağından ve diğer bir kısmı ağacın solundan giderdi
de, karşılaştıkları zaman birbirlerine selâm verirlerdi.[749]
Bu hadîs-i şerîf de
bir önceki haberin mânâsını teyid etmekte olup, selâmın önemini beyan
eylemektedir. Ashabın Birbirlerine karşı olan sevgi ve bağlılığını da
göstermektedir.
(Bu hadîsi Taberanî
tahriç etmiştir. Fadlu'llah : C II, s. 468, dip
not).[750]
1012— (39s.)
Sabit El-Bünânî'den rivayet edildiğine göre, Enes hazretleri sabah olunca,
kardeşleriyle musafaha etmek için hoş bir koku ile elini yağlardı.[751]
Selâmdan sonra
musafaha etmek, tanışıp sevişmek ve görüşmek için yapılan bir sünnet
olduğundan, buna teşvik yolunda tatlı bir hava ile neş'e-lendirmek için hoş
kokulu esansların erkekler arasında kullanılmasında bir mahzur bulunmayıp, İyi
bir iş olduğu anlaşılmaktadır. Zaten İslâm dini temizliği, iyiliği ve hoşluğu
emreder.
(Bu haber için başka bir kaynak bulunamamıştır.).[752]
1013— Abdullah
ibni Amr'dan rivayet edildiğine göre, bir adam ci:
— Ya Resûlallah!
İslâm'ın hangi işi daha hayırlıdır? Peygamber şöyle buyurdu:
«— Yemek yedirmen ve
tanıdığına, tanımadığına selâm vermendir.[753]
İslâm'ın yapı
bütünlüğü ve bünye sağlamlığı, müslümanların birbirlerine sevgi ve kardeşlik
ruhu ile bağlanmalariyle husule gelir. Gerçek ve samimî duygularla birbirine
kenetlenmişçesine bir araya gelen müslümanlardan ibaret bir toplum, yıkılmaz ve
yenilmez bir vücut gibidir. İşte bu sağlam bünyeyi teşkil etmekte kullanılacak
vasıtaların başında, muhtaçlara ve müs-lümanlara yemek yedirmekle, tanıdık veya
tanımadık müslümanlara selâm vermek hasletleri gelir. Bu iki haslet
müslümanları birbirine ısındırır, tanıştırır ve sevdirir. Bu önemlerine binaen
islâm'ın hayırlı hasletlerinden sayılmışlardır. Tanıdığa ve tanımadığa selâm
vermek sözünden, müslüman olmayanlar hariçte tutulmalıdır. Çünkü müslüman
olmayanlara selâm verilmez.[754]
1014— Ebû
Hüreyre'den rivayet edilmiştir:
— Ev avlularında ve
yollar üzerinde oturmaktan Resûlüllah (Salkdîahü Aleyhiv#Sfittem) yasaklamıştı. Bunun üzerine müslümanlar
dediler ki:
— Buna gücümüz yetmez, takatimiz yetişmez.
Peygamber şöyle buyurdu:
«— Öyle ise, âdetinizi
terk etmeyiniz; fakat bunların bo/Uuni verini».» Ashab dediler ki:
— Bunların (yol ve avluların) hakkı nedir?
Peygamber buyurdu:
«— Gözü (haramdan)
sakındırmak, yolcuya delillik etmek, aksınp da hamd edene tcşmît etmek =
yerhamukellah demek, selâma 'karşılık vermektir.[755]
Avlularda ve yollar
üzerinde oturmak, gelip geçenleri rahatsız ettiği ve sıkışıklığa, izdihama
sebebiyet verdiği gibi, gözlerin haram islemesine de vesile olur. Bundan dolayı
böyle yerlerde oturulması yasaklanmıştır; ancak ihtiyaç ve zaruretler
dolayısiyle oturulduğu zaman da, bunların hakkını vermek lâzımdır. Bu haklar
da şunlardır : Bakılması mahzurlu veya haram olan yerlere bakmamak, şuna buna
tecessüs nazarı ile göz atmamak. Adres soran, yol ve yer öğrenmek isteyen
yabancılara rehberlik etmek. Gelip geçen yolcular, tanıdık olsun veya tanıdık
olmasın, selâm verdikleri takdirde selâmlarını almak. Aksırıp da hamd edenler
olursa, bunlara teşmît etmek. Bu vazifeler yerine getirilince yol ve avluların
hakkı ödenmiş olur ve yasaktık hükmü d» ortadan kalkmış bulunur.[756]
1015— (240-s.)
Ebû Hüreyre'den şöyle dediği rivayet edilmiştir:
— İnsanların en
cimrisi, selâmda cimrilik edendir. Aldanimş kimse de, selâma karşılık
vermiyendir. Kardeşinle senin aranda bir ağaç engel olursa, o sana selâma başlamazdan
önce imkânın varsa sen yap, önce ona selâm ver.»[757]
Bu haber de selâmın ve
Önce selâma başlamanın faziletini ve manevî değerini göstermektadİr. Selâmı
yaymak emredildiğine göre, bunu yerine getirmeyen cimrilik ve bahillik etmiş
sayılır.
(Bu haber için başka
bir kaynak bulunamamıştır.).[758]
1016— (241-s.)
Abdullah ibni Amr'm azadlısı bulunan Salim'den şöyle dediği rivayet edilmiştir:
— (Abdullah) İbni
Amr'a selâm verildiği zaman, selâmı alıp ziyade ederdi. (Bir gün) o otururken
yanına geldim de «Esselâmu Aleyküm» dedim. Bana:
«— Esselâmu aleyküm ve
rahmetullahi» dedi.
Sonra başka bir defa
yanına gidip :
«— Esselâmu aleyküm ve
rahmetullahi- dedim. Bana:
«— Esselâmu aleyküm ve
rahmetullahi ve berekâtüh» dedi.
Sonra başka' bir defa
yanına gidip :
«— Esselâmu aleyküm ve
r a hm e tu ilahi ve berekâtüh» dedim. Buna da şöyle mukabele etti:
— Esselâmu aleyküm ve
rahmetullalıi ve berekâtühu ve tayyibu salavâtih.[759]
Selâma ayniyle veya
ziyadesiyle mukabele edildiğine dair izahat önceki hadîs-i şerifler
münasebetiyle geçmişti. 987 ve 1001 sayılı hadîs-i şeriflere bakılsın. (Bu
haber için başka bir kaynak bulunamamıştır.).[760]
1017— (242-s.)
Amr ibnil-As'ın oğlu Abdullah'ın şöyle dediği rivayet edilmiştir;
«Şarap içene selâm
vermeyiniz.»[761]
Dinin haram kıldığı
şeyleri açıktan İşleyenlere fo&ık denir. Farz olan Vazifeleri, terk etmek
de- haram sayıldığına göre, bu gibi halleri bulunanlara selâm vermemek
sünnettir. Bu hareket, onların, alışkın; bulundukları kötü hollerden
vazgeçmeleri için bir ikaz mahiyetindedir. Kötü alışkcnisk-Sarını terk için
onları kamçılamadır ve aynı zamanda diğer müslümanları/s bunlara meylini
engellemedir.
İmam Nevevî der ki :
Kötülük ve zararından korkulan fasık bir kimseye selâm verilir ve selam
verirken Allah'ın ona murakıb olduğu niyyetî taşınır. (Bu haberi İmam Buhârî
Sahîh'inde tahriç etmiştir.).[762]
1018— (243-s.)
İmam Hasan'dan şöyle dediği rivayet edilmiştir:
— Fâsıkla senin aranda
bir hürmet yoktur.»[763]
Horam işlemekten
çekinmeyen ve utanma hissini kaybeden fasıklara, hürmet gerekmediğine bu haber
delil bulunmaktadır. Hürmet, şeref ve va-kânm koruyan dürüst İnsanlara yapıhr.
Düşüklerle yüksek seviyede bulunanlar aynı seviyede tutulamaz, iyilere hürmet
edilir,.kötülere mümkünse öğüt verilir ve tutumları hoş görülmez.[764]
1019— (244-s.)
Satran. Oyunlarını kerih gören Ali ibni Abdullah’ın şöyle dediği işitilmîştîr;
«— Bu oyunları,
oynıyanlara selâm vermeyiniz; çünkü bunlar kumardan sayılır.»[765]
Kumar sayılan Ker
"çeşit oyun horam olduğu için, bunları oynayanlar 'fasıkfır. Fasıklara do
selâm verilmemesine dair'~1017 sayılı hadî$-i şerife bakılsın. Ali ibni
Abdullah, Hz. Peygamberin amcası Abbas'ın torunudur. Bu haber ondan sadtr
olmuştor. Hz. Ali'nin şehid edildiği gece doğmuş ve çocuğa onun adı verilmişti.
Yeryüzünde Kureys kabilesinin en güzeli İdi. Çok namaz kılmakla meşhur
olduğundan/ kendisine «Seccad = Çok secde eden, namaz kılan» lâkabı verilmişti.
Her gün bin rekât namaz kıldığı söylenir. Hicretin 117. yılında vefat etti.
(Radtyajfaku taıh)- [Bu haber İçin başka bir kaynak bulunamamıştır. Fadlu'llah
: C Hf s- 472,473).[766]
1020— Ebû
Talib'in oğlu Ali'den, (Raâiyaîiahuanh)
şöyle demiştir: — Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) bir topluluğa uğradı. Bun^ ların içinde san
boya sürünen bir adam vardı. Peygamber topluluktakile-re bakıp, onlara selâm
verdi ve bu adamdan yüz çevirdi. Bunun üzerine, adam dedi ki, benden yüz mü
çevirdin? Peygamber: «— Senin iki sözün arasında ateş koru vardır.»[767]
Erkeklerin saç ve
sakallarını siyahdan başka kına gibi boyalarla bo-yamaİarı caizdir. Fakat yüz
vs azalarını tabiî renkleri dışında boyalarla boyamaları caiz olmayıp, günah
bulunduğuna bu hadîs-i şerif delildir. Zira böyle renkli boya sürünene Peygamber
(Sahallaht Aleyhi ve SelUm) selâm vermekten yüz çevirmiştir; ve bunu ateş azabı
ile korkutmuştur.
(Bu haber için başka
bir kaynak bulunamamıştır.).[768]
1021— Vâil
oğlu Amr ibni'1-As Es-Sühemî'den şöyle nakledilmiştir : —Bir adam elinde altın
yüzük olduğu halde, Peygamber <Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'e geldi de,
Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) ondan yüz çevirdi, (ona selâmla
mukabele etmedi). Adam, Peygamberin hoş-nudsuzluğunu görünce, gidip yüzüğü
bıraktı ve demirden bir yüzük takındı. Sonra Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve
Sellem) 'e geldi. Peygamber:
«— Bu daha kötüdür. Bu
cehennem ehlinin süsüdür.» buyurdu. Adam dönüp onu attı ve gümüşten bir yüzük
takındı. Sonra Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) buna sükût etti, (bir
şey söylemedi).[769]
Erkeklerin altın ve
İpekle süslenmeleri ve bunlan giymeleri, altın ve gümüş kaplarda müslümanların
yemek yemeleri diğer hadîs-i şeriflerle açık olarak haram kılınmıştır. Burada
altın yüzük takınmakla günah işleyene Hz. Peygamberin iltifat etmediği ve bu
gibilere selâm verilmediği münasebetiyle bu hadîs-i şerif getirilmiştir.
Her ne kadar bu
hadîs-i şerîfte demirden yüzüğün de yasaklandığı ifade edilmekte ise de, bundan
sonra gelecek hadîs-İ şerif ve diğer rivayetlere nazaran altından başka
madenlerden yapılan yüzüklerin, (mühür yerine kaim olmak üzere)
kullanılmalarında bir sakınca yoktur. Bu mevzuda âlimlerin birbirinden farklı
görüşleri vardır. Bîr kısmı gümüşten başkasını mubah görmez ve altından,
başkasına mubah der. Bundan sonra gelen hadîs-i şerif daha kuvvetü kabul
edilerek altından başka gümüş, pirinç, tunç, bakır ve demir gibi madenlerden
yüzük takınmaya cevaz verilmiştir. Kadıhan, fetvasında bunlara mekruh der. (Bu
haber için başka bir kaynak bulunamamıştır.) Amr ibni'l-As'ın hal tercemesİ
için, 886 sayılı açıklamaya bakılsın.[770]
1022— Ebû
Saîd'den rivayet edildiğine göte, şöyle demiştir:
— Bahreyn'den bîr adam Peygamber (SaUallahü A
îeyhi ve Seîlem) 'e ge-iip, ona selâm verdi de, adamın üzerinde ipekten bir
cübbe ve elinde altından bir yüzük bulunduğundan, Peygamber selâmı almadı. Adam üzüntülü olarak gidip hanımına
(halini) şikâyet etti. Bunun üzerine hanım dedi ki:
Senin selâmını
Peygamberin almayışı, cübbenle yüzüğünden dolayı olsa gerektir; bunları bırak
da, sonra dön. Adam böyle yaptı; Peygamber de selâmına mukabele etti. Adam
dedi ki:
— (Yâ Resûlallah) az önce sana geldim de,
benden yüz çevirdin?
O sama» elinde ateşten
bir kor vardı.» Adam: Ö halde ben (Bahreyn'den) çok. kor parçalan getirdim,
dedi..
— Senin getirdiğin
şeyler, hiç kimsenin müstağni kalmadığı taşlığın î&şîarmdandır. Bunlar
ancak dünya hayatının malıdır (bunları herkes ticaretinde ve san'atında
kullanılır; fakat onlarla süslenemez).» buyurdu. am:
ö halde ne île yüzük
edineyim? dedi. gamber: Gümüşten yahut pirinçten yahut demirden halka iie.
buyurdu.[771]
Bu hadîs-î şerifle
bundan önceki arasında mânâ bakımından tearuz bulunmaktadır. Bir kısım âlimler
bunu daha sıhhatli bularak yüzüklerin İstimaline dair hüküm vermişlerdir ve
İmam Nese'î bu hadîs-î şerifi -tahrîç etmiştir. Bir önceki, hadîs-î'.şerifin
açıklamasına;.müracaat edilsin.[772]
1023— (245-s.)
Rivayet edildiğine göre, Ömer ibni Abdülaziz, Bekir ibni Süleyman'a sordu:
— Neden Ebü Bekir mektuplarında :
— ResûlüIIah'in
halifesi Ebû Bekir'den (falafra)» diye yazardı. Ondan sonra Ömer ibni Hattab
da «Ebû Bekir'in halifesi Ömer ibni Hattabdan (falana)» diye yazardı; böyle
iken ilk önce (mektuplarında) «Eiai-nfl-mü'minîn = Müminlerin Emîri» diye kim
yazdı?
— Süleyman'ın oğlu Ebü Bekir şöyle dedi:
— Büyük annem Şifâ bana anlattı. Büyük annem
ilk hicret edenlerdendi ve Ömer ibni Hattab (Radiyatkıhutmh) da çarşjya çıktığı zaman ona uğrardı. Şifâ
şöyle dedi :
— Ömer ibni Hattab, Irak'dan ve halkından
kendilerine soracağım akıllı ve güçlü iki adam bana gönder diye Irakeyn = Küfe
ve Basra valisine mektup yazdı. Vali de iki yakın arkadaşı Lebîd ibni Rabia
ile Adiyy ibnî Hatem'i gönderdi. Bunlar da Medine'ye gelip develerini Mescidin
civarında çökerttiler. Sonra Mescide girdiler. Orada Amr ibni'1-As'ı buldular.
Ona dediler ki:
— Ey Amr, bizim için «Emîrü'l-Mü'rmnîn r^
Müminlerin Em£ei Ömer'den izin iste, (huzuruna girelim).
Hemen Amr atılıp Ömer'in
yanına vardı ve şöyle dedi: — fcelâmu Ateyke, ya Emîrel-Müminîn = Selâm üzerine
olsun, «y müminlerin Krnîri. Bunun üzerine Ömer ona:
— Bu isim sana nasıl peyda oldu, ey Îbni'1-As?
Muhakkak surette dediğin sözün altından çıkmalısın, dedi. Îbni'1-As dedi ki:
— Evet, Lebîd ibni Rabia ile Adiyy ibni Hatem
geldiler ve bana dediler ki, Müminlerin Emîrinden bize izin iste. Ben de
onlara dedim ki, vallahi onun
(Emîrü'1-Müminîn) isminde isabet ettiniz. O, Emîr'dir; biz de
müminleriz. îşte bu günden itibaren
mektuplar böyle cereyan etti, (Emîrü'l-Müminîn diye yazıldı).[773]
Halifeye, müminleri
idare eden mümin başkan ve kumandanlara selâm verildiğini ve verilmesi
gerektiğini, ilk olarak Emlru'İ-Müminîn unvanının Hz. Ömer .zamanında
kullanılmaya başlandığını bu haberden öğreniyoruz.
Seîâm, bir kimse
üzerine Allah'ın selâmet ve rahmet İhsanını dilemekten ibaret güzel bir dua
olması itibariyle en büyük mevkide bulunanların huzuruna çıkıldığı zaman selâm
verilmesinden daha iyi bir mükâfat düşünülemez. Burada da selâm, yine emniyet,
güven ve birbirine bağlılığın ilk karşılaşmada bir alâmetidir.
Vak'ayı büyük annesi
Şİfa'dan nakleden Süleyman oğlu Ebû Bekir, küçük yaşta iken Medine'ye hicret
etmiş ve sonra rnüsîümanlârın ileri gelenlerinden ve salihlerİnden olmuştu.
Hz. Ömer onu bazı işlerde görevlendirmiş ve ramazanda müsiümanlara namaz
kıldırma vazifesini Ubeyy ibnî Kâ'b ile buna vermişti.
Şifâ H a n t m
kimdir? =
Şifa, yukarda cdı
geçen Ebû B e k i r in büyük annesi ve S ü I e y m a n "in da annesîdir.
Babasının adı Abdullah 'dır. Hicretten Önce müslüman oldu. Hanımların en
akıllılarından ve en faziletlile-rindendi. Peygamber (SaüallahU Aleyhi ve
Sellem) onu bu büyük hasletlerinden dolayı ziyaret ederdi. Medine'de Peygamber
ona bir arazi verdi; o da oğlu Süleyman İle orada ikâmet etti. Hz. Ömer bunun
fikirlerine danışır ve onun faziletini takdir ederdi. Hatta çarşı idaresi
işlerinde onu görevlendirdiği rivayet edilmektedir. Torunları E b ü Bekir ile
Osman ve oğlu Süleyman, Hz. Hafsa, Ebû Seleme gibi zevat kendisinden hadîs
rivayet etmişlerdir, (Raâiyallahü anh3)
Lebîd ibni
Rabıa kimdir?:
Meşhur muallâka
şairlerinden bîri olup, uzun müddet cahiliyyet devrinde şair olarak yaşadıktan
sonra müslüman oldu. İslâm'ı kabul ettikten sonra, Kur'an-ı Kerîm'in belagatı
karşısında artık bir daha şiir yazmamıştır. İyi bir binici, cesur ve cömert bir
kimse idi. Müslüman olduktan sonra Kûfe-ye geçip orada ikâmet etti ve cahiliyeî
devrinde 90 yıl, İslâm'da da 55 yi! yaşadıktan sonra 145 yaşında olduğu halde,
hicretin 41. yılında orada1 vefat etti.
İslâm'ı kabul edince,
her sabah yemek yedirmek üzere adak yaptığı ve ölünceye kadar buna devam ettiği
nakledilmektedir. Henüz islâm'ı kabul etmeden önce Mekke'de şiir söylerken
ashabdan Osman i b n i M e z ' u n 'la aralarında geçen vak'a için bilgi almak
üzere 893 sayılı hadîsin açıklamasına bakılsın. Allah her ikisinden de razı
olsun...
Adiyy İbni
Hâtem kimdir? :
Aslen Hıristiyan olan
Adiyy, hicretin 9. yılında müslüman oldu. Kavmi içerisinde hitabeti kuvvetli ve
hazır cevap olan şerefli bir önder idi. Fazilet ve keremi İle şöhret bulmuştu.
Kendisi der ki, Peygamber {Sallallahü Aleyhi ve Sellem) 'İn her huzuruna
girdiğimde bana yer açar ve yanına oturturdu. Müslüman olduktan sonra da,
namaz vakti gelip de abdestsiz bulunduğum olmamıştır
Irak fethinde bulunmuş
ve Kûfe'de ikâmet etmiştir. Hz. Ömer, aralarında vaki bir hâdise üzerine onun
vasıflarını kendisine şöyle sirular: «Senin bu Tay kabilesi küfürde iken sen
iman etmiştin. Onlar hakkı inkâr ederlerken sen onu bilmiştin. Onlar
gadrederken sen vefa göstermiştin. Onlar arka çevirdikleri zaman sen teveccüh
etmiştin. Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) 'in ilk yüzünü güldüren
zekât malı da Toy kabilesinin olmuştur ki, onu sen Peygamber'e getirmiştin.
İşte seni böyle tartıyorum.»
Sıffîn ve Cemel
vak'alarmda Hz. Ali 'nin safmda bulunmuş ve Cemel vak'asında gözü çıkmıştı. Hz.
Peygamber'in irtihaiinde kavmi ile beraber İslâm'da sebat edip, kavminin
zekâtını Hz. Ebû Bekir'e getirmişti.
Yüz yirmi yıl
yaşadıktan sonra, hicretin 68. yılında Küfe'de vefat ettî.[774]
1024— (246-s.)
Abdullah ibni Abdullah şöyle demiştir:
— Muaviye halife iken ilk hacczm yapmak üzere
(Medine'ye) geldi, Ensar'dan Osman ibni Huneyf onun yanına girip;
— Allah'ın selâmı ve Allah'ın rahmeti üzerine
olsun, ey Emîr! dedi. Şamlılar bu ifadeyi *Emîr sözünü» çirkin görüp, dediler
ki:
— Kimdir bu «Müminlerin Emîri» selâm sözünü
kısaltan münafık? Bunun üzerine Osman dizini büküp üzerine oturdu, sonra şöyle
dedi:
— Ey Müminlerin Emîri! Şunlar benim işimi
çirkin gördüler; halbuki sen, bu işi onlardan daha iyi bilirsin. Allah'a yemin
ederim, ben bu ifade ile Ebü Bekir'e, Ömer'e ve Osman'a selâm verdim de
onlardan hiç biri bu ifademi (Ey Emîr
sözümü) çirkin görmedi. Buna karşı Muaviye, Şam halkından konuşmuş
olan kimseye dedi ki:
— Sakin olun; çünkü bunun dediğinden bir kısmı
olmuştur. Fakat ŞanVMarda bu fitneler zuhura gelince dediler ki:
«— Halifemizin
selâmında, yanımızda kısaltma yapma, (Ey Emîr deme, ey müminlerin Emîri de).
Zannediyorum ki, siz ey Medîne'Iüer, Zekât toplayıcısına da «Ey Emîr» dersiniz.[775]
Burada yine halifeye,
müslüman devlet başkanlarına sefam verildiğine bir delil olarak bu haber
getirilmekle beraber Hz. M û a v İ y e "nin bir münakaşayı nossl idare
edip fallıya bağladığını ve her iki tarafı yatıştırdığı hususu âo
öğrenilmektedir Emîr sözünün daha önceki halîfeler zamanında da kullanıldığı âa
anlaşılmaktadır.
smonjbnr Huneyf
kimdir?
Medîne'li ashabdan ve
Evs kabilesinden olup, künyesi E b û A m r 'dır. Bedir savasında bulunduğu
söylenmekte ise de, âlimlerin çoğu ilk. olarak Uhud savaşında bulunduğunu
kaydetmektedirler; ve sağlam görüşü İle ehliyeti hakkında şöyle diyorlar: İrak
fethedildikten sonra, buranın arazîsini ölçmek ve âdil bir vergiye bağlamak
üzere ehil bir adam hakkında istişare İçin ashabı topladı. Bunların hepsi Osman
ibnt Huneyf üzerinde İttifak ettiler; ve dediler kİ, bunu daha önemli bir işe
göndersen de uygundur. Çünkü onun sağlam görüşü, aklı ve tecrübesi, bilgisi
vardır. Halife Hz. Ömer de hemen onu bu vazifeyi görmek üzere Irak'a gönderdi.
Kısa bir zcman içinde Osman, büyük başarı sağlayarak devlete geİir sağladı.
Sonra Muaviye zamanına kadar Küfede ikâmet etti; ve orada vefat etti.[776]
1025— Cabîr'den
rivayet edildiğine göre, şöyle demiştir: Haecacın yanma vardım da, ona selâm
vermedim.[777]
Hoccöc, müslümanlara
zulüm ve eziyeti ile tanınan Emevî kumandanlarından biridir. Hİcrelin 41.
yılında Taîf'de doğmuş ve Emevî hüküm-darı Âbdülmelik îbni Mervan'ın himayesi
altında ordusu başına geçerek yüz yirmi bin kişiyi katlettiği ve vefatında elli
bin kişinin hapishanelerde bulunduğu tarih kitaplannda yazılıdır. Abdullah
ibni Zü-beyr gibi ashabın en faziletlilerinden olan bir şahsı da Mekke'yi
kuşatarak şehid etmiş ve basını Şam'a göndermişti. 244 sayılı hadîs-i şerîf
açıklamasına bakılsın.
İşte zulüm ve
hunharlığı son dereceye varan ve böylece günahkâr bir halde olon kumandana
selâm vermek gerekli olmadığını 1017-1021 sayılı haberlere teyîden bunu da
ilâve edebiliriz. (Bu haber için başka bir kaynak bulunamamıştır, Haccac için
bak : Karnusu'f-A'lâm, C. II, s. 1928).[778]
1026— (248-s.)
Temim ibni Hazlem'den rivayet edildiğine göre, şöyle demiştir:
— îlk önce Emirlik unvanı ile Kûfe'de kime
selâm verildiğini ben hatırlıyorum. (Küfe valisi) Mugîre ibni Şu'be, avlu
kapısından çıktı da, arkasından Kinde kabilesinden bir adam — zannedildiğine
göre Ebû Kurre EI-Kindî— ona gelip selâm verdi ve şöyle dedi:
— Esselâmu
Aleyke eyyühe'l-Emîru ve Rahmetullahi, Esselâmu Aleyküm = Allah'ın selâmeti üzerine
olsun ey Emir ve Allah'ın rahmeti de, selâmeti de üzerinize olsun. (Vali
Muğîre) bu ifadeyi hoş görmedi de (aynen) :
— Esselâmu Aleyküm
eyyühe'l-Emîru ve Rahmetullahi, Esselâmu Aleyküm. Ben o Emirlerden biri miyim,
yoksa değil miyim? dedi.
— (Ravilerden) Semmâk demiştir ki, sonra
bununla (Emirlik ünva-myla) kararlaştı artık.[779]
1023 ve 1024 sayılı
haberlere bakılsın.
Temîm ibni Hazlem
tabiînden olup, Hz. Ebû Bekir'le Hz. Ömer devirlerine yetişmiş ve Abdullah İbni
Mes'ud'un sohbetinde bulunmuştur.
Muğîre ibni
Şu'be kimdir?:
Ebû Abdullah künyesi
ile meşhur olan Muğîre, büyük yapılı, uzun boylu, geniş omuzlu olup, Arabm
sayılı dört dahilerinden biridir. Bu dahiler şunlardır ;
1— Muavîye
ibnİ Ebi Süfyan,
2— Amr i b n i' I - A s,
3— MuğîreİbniŞu'be,
4— Zİya d.
Muğîre, Hudeybiye
barışından önce müslüman oldu ve Rıdvan bîa-tırida bulundu. Yemame vak'asmda,
Şam ve Irak fetihlerinde bulundu. Hakkında denmiştir ki, eğer Medine'nin sekiz
kapısı olsa da, bunlardan yalnız bir kapıdan hile İle çıkmak mümkün olsa,
Muğîre bu kapıların hepsinden çıkmayı başarabilecek kimsedir. Hz. Ömer önce
onu Basra valilİğİ-ne, sonra Küfe valiliğine tayin etti. Bir müddet Hz. Osman
da onu Küfe valiliğinde bıraktı ise de, sonra onu azletti. Hz. Osman'ın şehid
edilişinden sonraki hâdiselere karışmamış; fakat Hz. Muaviye'nin halifeliğini
tanıması üzerine tekrar Muaviye tarafından Küfe valiliğine tayin edildi ve
ölünceye kadar bu görevde kaldı. İşte bu görevi sırasında kendİ-sİne «Emîr»
unvanı île hitap edilmiştir.
Basra'da ilk olarak
nüfus kütüklerini tanzim eden Muğ ı re olmuştur. Kendisi şu hâdiseyi anlatarak
İslâm'da İlk rüşvet veren olduğunu söyler :
«— Hz. Dmer'İn
kapıcısı Yerfe'nin yanına gittim ve onunla oturmaya başladım. Ona dedim ki, bu
sarığı al ve giy; benim bundan bir tane daha sarığım var. Adam böylece benimle
yakınlık peyda etti ve kapının İç tarafında oturmama izin verdi. Artık ben
gider gelir iç tarafta otururdum. Gelip geçen insanlar da derlerdi ki, bu
adamın halife katında bîr mevkii var da hiç kimsenin içeri giremediği bir
zamanda içeri giriyor.»
Kendİ huyunu şöyle
ifade eder:
«— Düşmanlık
beslediğime düşmanlığım çok şiddetli, kardeşlik hisleri beslediğime de
kardeşliğim çek kuvvetli olan bir adamdım.»
Yermûk vak'asında bir
gözünü kaybeden Mûğîre hicretin 50. yılında Kûfe'de vefat etti. (RadiyalUshu
anh)
Ebû Kurre
İbnİ Muaviye ibni
Vehb kimdir? :
Kinde kabilesinden
olan Ebû Kurre EI-Kİndî, kavminin şereflisi bulunduğundan bir heyetle Peygamber
(Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'e gelip müslüman oldu. Oğlu Amr da, kadı
Şüreyh'den sonra Küfe kadılığı yapmıştır. Hal tercemesi hakkında fazla bilgi
bulunmayan Ebû Kurre'nin vefat tarihi de bilinmemektedir. (Radiyalhhuanh).[780]
1027— (249-s.)
Ziyad ibni Ubeyd El-Ruaynî anlatarak şöyle demi (Euayns Himyer beldesinde bir
vadi adıdır):
— Biz, Antabulus Emîri
bulunan Ruveyfi'in yanına gittik. Bir gelip ona selâm verdi.
— Esselâmu
Ale'l-Emîri* dedi. Ravi Abede'den nakledildiğine göre, «Esselârnu Aleyke
Eyyühel-Emîru» dedi. Bunun üzerine Ruveyfi' ona şöyle dedi:
— Eğer bize selâm vermiş olsaydın, senin
selâmına mukabele ederdik. Sen ancak Mısır Valisi Mesleme ibni Muhalled'e selâm
verdin. Ona git de selâmı sana iade etsin,
— Ziyad dedi ki, biz gidip de, o Ruveyfi'
mecliste iken selâm verdiğimiz zaman «Esselâmu Aleyküzn» derdik.[781]
Mesleme ibni Muhalled,
Peygamber Medine'ye hicret ettiği zaman doğdu. Mısır'ın fethinde bulundu ve
orada ikâmet etti, sonra Medine'ye döndü. Daha sonra hicretin 50. yılında Hz. M
u a v İ y e tarafından Mısır valiliğine tayin edildi ve Mısır'la Mağrib İdaresi
eline verildi. 16 yıl valilikte bulundu. Cami ve mescidlerde İlk minare ihdas
eden Mesleme 'dir. Hicretin 62. yılında, 60 ypştnda olduğu halde vefat etti.
işte Mesleme 'nİn İdaresi ve velayeti altında İskenderiye i!e 8 er ika
beldeleri arasında Anîabulus'da istihdam edilen Röveyfi1, kendisini emir
mevkiinde görmemiş ve bu unvanla verilen selâmı kendisine mal etmemiş olup,
valisi M e s 1 e m e 'ye ait bulunduğunu söyleyerek tevozu göstermiştir.
Hâdiseye şahit olanlar da, bu olaydan sonra Rüveyft'e yalnız «Esselâmü Al ey
küm» demek suretiyle selâm vermişlerdir.
Ruveyfi'i de Hz. Muâvtye
Mtsır'tn Berika beldesinde ikâmet
etmek üzere oranın idarî İşleriyle görevlendirdi. Afrika savaşını yaptıktan sonra
hicretin 56, yılında Berika'da vefat etti. Allah her ikisinden de razı olsun.[782]
1028— Mikdad
ibni'î-Esved'den şöyle dediği rivayet edilmiştir:
— Peygamber (Saikdlahü
Aleyhi ve Sdkm) geceleyin gelirdi de, selâm verirdi; uyuyanı uyandırmazdı da,
uyanıklara duyururdu.»[783]
Uyumakta olan
insanlara selâm verilmez; fakat uyuyanlarla beraber uyanık kimseler varsa,,
onların İşiteceği kadar bir sesle kendilerine selâm verÜİr ve böylece hem
sünnet yerine getirilir, hem de uyuyanların istirahatı bozulmamış olur.
(Bu hadîs için başka
bir kaynak bulunamamıştır.).[784]
1029— (2&0-s.)
Şa'bî'den rivayet edildiğine göre, Hz. Ömer, Adiyy ibni Hatezn'e: «Bilgiden
ötürü Allah sana ömürler versin = Hayyakellah» dedi.[785]
Bu tâbir, bîr kimsenin
bekasına, ömrünün devamına, mülkünün zeval bulmamasına dua mânâsını taşır.
Böyle güzel duada bulunmanın İslâm'ın yüksek ahlâkına uygunluğu aşikârdır. A d
İ y y ibni H a t e m 'in hal ter-cemesi için 1023 sayılı haber açıklamasına
bakılsın.
(Bu hcfber İçin başka
bir kaynak bulunamadı.).[786]
1030— Hazreti
Âişe (Radiyallaltuattfıa)'dan rivayet edildiğine göre, şöyle demiştir:
— Fatıme, Peygamber
(SalUsilahü Aleyhi ve Scllemj'm yürüyüşü gibi yürüyerek geldi de, Peygamber ona
:
«— Merhaba kızım!»
dedi. Sonra onu sağına yahut soluna oturttu.[787]
El-Merhab, genişliğe
ve geniş yere denir ki, Arabiar gelen misafire selamlaşmadan sonra «Merhaberi
ve sehlen» derler, Türkçemizde «merhaba» olarak kullanılır. Bu takdirde mânâsı
: «Şen ve rahat yere geldiniz, geniş olunuz ve güven içinde bulununuz» demek
olur. Merhabalaşmanın da sünnet olduğu bu hadîs-i şerîften anlaşılmaktadır.[788]
1031— Ammar
(görüşmek üzere) Peygamber fSaUaUahiiAleyhi den izin istedi de, Peygamber
sesini tanıyıp, şöyie buyurdu:
«— Merhahen
bi't-Tayyibi'1-Mutayyebi.»[789]
Ashab-ı kiram arasında
Ammar ibni Yasir'in üstün bulunduğundan Peygamberin ona karşı muhabbeti fazSa
idi. Bu itibarla Peygamberle görüşmek için gelip izin istediği zaman.
Peygamber İçerden sesini duymuş ve tanımış olduğundan :
«Ona izin verin,
kötülüklerden beri bulunan tertemize merhabalar olsun»
Ammor'ın hal tercemesi
hakkında bilgi için 181 sayılı hadıs-i şerif açıklamasına müracaat edilsin.[790]
1032— Abdullah
ibni Amr'dan rivayet edildiğine- göre, şöyle demiştir:
— Biz, Mekke ile
Medine arasında bir ağaç gölgesinde Peygamber Al&ybi ve Seütm)'m yanında
otururken, o sırada
insanların en budalası ve
eşeddinden olan bir Bedevi gelip:
Essalmu aleyküm,
dedi.ashab da:
Ve aleyküm, dedi.[791]
Selam vermenin en
faziletlisi «EsselSmu Aleyküm ve Rahmete i Sah i ve Berekâtüh» demektir. Çoğul
zamiri İle getirilir ki, mânâsı : Allah'ın selâmeti, Allah'ın rahmeti ve
bereketleri üzerinize olsun,» olur. Selâm verilen adam bir kişi dahi olsa,
böyle çoğul zamiri ile getirilmesi daha faziletlidir. Çünkü herkesin yanında
melekler vardır, yalnız değildir. Bu selâma cevab veren de :; «Ve
Aleykömü's-Salâmü ve rahmeîullahî ve berekâiüh» dîye söyler. Yani, Allah'ın
selâmeti, Allah'ın rahmeti ve bereketleri sîzin de üzerinize olsun.
Selâmın kâfi miktarı
ise ; «Esselâmü Aleyküm» sözüdür. Esselâmu aleyke veya selâmün aleyke dense, bu
da sünneti işlqme bakımından kifayet eder. Bu kifayet miktarının cevabında :
«Ve aleykümü's-Selâmü veya Aleyke's-Selâmü» denir. Vavsız (ve demeksizin)
sadece : «Aieyküm» cevab yerine söylense, bunun kifâyeTetmeHiği üzerinde
âlimler ittifak etmişlerdir. Amma metinde olduğu gibi, vav İle «Ve aieyküm»
şeklinde selâma mukabele edilirse, bu' Kifayef eder. Selâmı'iade etmenin
enrkısası da budur. Fadlü'l C. II,-s- 483) (Bu hadîs-i şerif için başka bir
kaynak bulunamamıştır.).[792]
1033— (251-s.)
Ebû Hamza'dan rivayet edildiğine göre, demiştir ki, ti Abbas'a selâm verildiği
zanıan, onun:
«aleyke ve
rahmetullahi — Senin de üzerine oîsun. Allah'ı» rahmeti de...» dediğini
işittim.[793]
Bu haberde de, yalnız
demek suretiyle selama karşılık verrildİği hususu, bir önceki hadîs-i şerîfi
teyid etmektedir. Tafsilât için oraya müracaat edilsin. {Bu haber için başka
bir kaynak bulunamamıştır.).[794]
1034— Bir
adam dedi ki:
Esselâmu aleyke ya
Resûlallah! Peygamber de (ona cevaben) » Ye Aleyke's-Selâmu ve rahmetuHafci!
buyurdu.[795]
1032 sayılı hadîs-i şerîfe
ve açıklamasına bakılsın.Bu hadîsi Tirmizî tahriç etmiştir.(509 Bab, Hadis:
2815.[796]
1035— Ebû
Zer'aen rivayet edildiğine göre, şöyle demiştir:
— Peygamber (SaUllahü
Aleyhi ve Sellsm) namazım bitirdiği
saman ona gittim de, İslâm selâmı ile ona ilk selâm yeren ben oldum.Bunun
üzerine Peygamber:
«— Ve aleyke ye
rahmetullahi = (Selâm) Senin de üzerine
olsun Allah'ın rahmeti de. Sen kimlerdensin?» buyurdu. Dedim ki, Gifar
kabilesindesin.[797]
E b û Z e r r 'in ilk selâm verme işinin nasıl
olduğunu bilmek için, onun İslâm'ı kabul edişi hâdisesini anlatmak gerekiyor.
Şöyle ki :
I b n i A b b a s
(Radiyaîleshuanhümaj'dan rivayet edildiğine göre, E b û Zer
şöyle demiştir :
«— Ben Gıfar kabilesinden
bir kimse idim. Mekke'de bir adamın peygamber olduğunu söylediği haberi bize
geldi. Kardeşime dedim ki :
— Bu adama git de,
onunla konuş ve ona dair bana haber getir.
Kardeşim gsdip onunla
görüştü ve-döndü* Kardeşime dedim ki, ne ha-srin vor? O :
— Vallahi ben, iyiliği
emreden ve kötülükten alıkoyan bir odam gör-
— Bu haberin beni.
açmadı, dedim. Sonra bir değnekle bir dağarcık' aldım ve Mekke'ye doğru
yöneldim. Nihayet (Mekke'ye gidip Mescîd'de) onu aramaya koyuldum; fakat
kendisini tanımıyordum ve ondan sormayı âo hoş görmüyordum. Zemzem suyundan
içiyor ve Mescid'de bulunuyor-ı. Bu arada
A ! İ bana tesqdüf etti ve :
- Bu adam yabancıya
benziyor, dedi. Ben de :
— öyle ise eve
gidelim, dedi. Ben de onunla beraber (evine) gittim. Bana hiç bîr şeyden
sormuyordu, ben de ona herhangi bir haber vermiium.
Sabah olunca,
Peygamber'! sormak için erkenden Mescide gittim. Fa-ondan bana haber verecek
kimse yoktu. Yine A I i bana tesadüf edip
- Bu adam henüz yerini
bulamadı mı? Dedim ki ;
benimle yürü, dedi; ve
sordu : Senin İşin ne ve hangi şey seni bu beldeye getirdi? Ben dedim kİ :
— Eğer söyleyeceğimi gizlersen, sana haber veririm. Ali:
— Pek iyi (İstediğini) yaparım, dedi. Ben de
ona anlattım :
Bana gelen habere
göre, bu beldede bir adam çıktı, peygamber olduğunu söylüyor. Ondan haber
almak İçin kardeşimi göndermiştim de geri dönmüştü. Fakat getirdiği haber beni
tatmin etmemişti. Bunun üzerine onunla ben görüşmek istedim. A I i
dedi kİ :
— Gerçekten sen hidayete kavuştun, ben şimdi
oraya yöneldim gidiyorum. Sen beni takip et de, benim girdiğim yere gir. Eğer
ben, sana kötülük edeceğinden korktuğtum birini görürsem, bir duvara dayanıp
ayakkabım! düzeltir gibi yapa/ım; sen de. geçip gidersin.
Böylece o yürüdü,.be,n
de onunla yürüdüm. Nihayet,o .içeri girdi, ben de onunla Peygamber
(Smî&tlûhü Akyhlvs Sellsm) 'in. huzuruna girdim. (İşte M üs\ im 'in
riyaye.tinde : Bu sırada Peygamber (Satİaîlahü Aleyhi ve Sellem) Namazını
bitirince, Ebû Zer,
Peygambere ilk İslâm
t ya Resûlallah, dedi.
Peygamberde: «Ye aleykesseîâm, sen kimler defisin?»
Buyordu). Ebû
Zerr devam ederek anlatır: Hemen Peygambe'r'e dedîm kî :
Sana İslâm'ı arzeî; o da islâm'ı üreetti. Ben de olduğum yede Müslüman
oldum.Peygamber bana şöyle buyurdu:
«— Ey Ebû Zerr! Bu işi
gizli tut ve meittîeketine dön. Bizim serbestçe ortaya çıkış haberimiz sana
ulaşınca gelirsin.»
Ben dedim kî, seni
hok olarak gönderen Allah'a yemin ederim, O müşriklerin orlasınc çıhp
bağırarak İmanımı ilân edeceğim.
Sonra Ebü
Zerr Mescid'e gitti, Kureyş
müşrikleri de orada idi.
— Ey Kureyş. topluluğu!
Ben sahîdlîk ediyorum ki; Âflah'doû başka lacak hiç bir ilâh yoktur. Ve yine
şahidlik ediyorum ki, Mufmmmed de Allah'ın kuludur ve onun peygamberidir. Onlar
dediler ki :
Yİne Ebû
Zerr anlatır: OldOrüleşiye dövüldüm, tişîp üzerime abondf; sonra onlara
dönöp :
halbuki ticaret
yeriniz ve uğrağınız Gıfor kabilesidîr, dedi. Bunun üzerine benden çekilip
gittiler.
— Ertesi gün sabah
olunco tekrar döndüm de, bir güû önce söylediğim gibi söyledim. Onlar yine,
kalkın bu dönmeye vurun, dedîfer ve bönü bir gün Önce yapılanı yaptılar. Tekrar
Hz. Ab bas yetişip, üzerime abandı ve bîr gün önce onlara söylediğini aynen
söyledi.
E bu Zerr'in İslâm'a
giriş hâdisesini ravi Âb bos böyle anlatır.» (RadiyaÜahu ctnhüma) Tecrİd-î
sarîh metni : C. I, cüz : 2, s. 49-50}
E b û Zerr'in hal tercemesi için birinci cİldde 113
sayılı hadss-i ş açıklamasına müracaat edilsin.[798]
1036—
Aişe (Radiyallahuanha) demiştir ki, Resûlüllah le buyurdu ;
«— Ya Âişe(ey Âişe);
Bu Cebrail'dir, saha selâm ediyor.»
— ÖnuE da üzerine selâm olsun, Allah'ın
rahmeti de, bereketleri o dedim.
Aişe, Peygamberi kasdederek:
Benim görmediğimi
(Cebrail'i) görüyorsun, demiştir.[799]
Bu hadis-i şerif,
başkasına selam göndermenin meşruyyetine delil teşkil etmektedir.Bir kimse
aracılığı ile başkasına selam gönderildiği zaman aracının bu selamı tebliğ
etmesi vacibdir; çünkü bu bir emanettir.
yerine getirilmesi
îcab eder. Selâmı tebliğ etmeyi üzerine alan adamın da, Ifoamen selâma karşılık
vermesi gerekir. Kendisine selâm gönderilen adam selamı alınca hem aracıya hem
de gönderene mukabele eder. sesim de üzerine, o gönderenin de üzerine olsun
mânâsında «Ve aleyke ve VSeİârn» der. 827 sayılı hadjs-j şerîfe bakılsın.[800]
1037— (252-s.)
Muaviye ibni Kurre'nin şöyle dediği işitilmîştir; bana dedi ki, yavrum! Bir
adam sana tesadüf edip de «Ks-Aleyküm» dediği Zaman, sen «Ve aleyke» deme ki,
selâmı yalnsü ona ait kılmış gibi olursun; çünkü o yalnız değildir»
(beraberinde melekler vardır). Ancak sen şöyle söyle: «Esselâmu Aieyküm.»[801]
1032 sayılı hcsdîs-i şerîf münasebetiyle seîâm
verip almanın keyfiyeti özerinde aerekîi izahat verilmişti. Bu haber de oradaki
mânâyı kuvvetlen-dinmekledir. Bir kişiye dahi selâm verilirken veya bir kişinin
selâmına mukabele ederken çoğul zamirini kullanmak daha faziletlidir. «Afeyke»
yerine «ÂSeyküm» demelidir. Sersin üzerine, demek yerine sîzin üzerinize mânâsı
tercih edİSmeSidir. Çünkü her insanın yanında hafeze ve ketebe melekleri
vardır; bu bakımdan insanlar tek başına dahi olsalar yalnız değillerdir.[802]
1038— (253-s.)
Abdullah ibni's-Samit'den rivayet edildiğine göre, şöyle demiştir:
— Ebû Zerr'e dedim ki,
ben Abdurrahman ibni Ümroi'l-Hakem'e tesadüf ettim de selâm''Verdim; o ise
bana hiç bir şeyle mukabele etmedi,
«— Ey kardeşim oğîu!
Bundan senin aleyhine ne olur? Senin selâmını, ondan daha hayırlı olan (melek)
aldı. O, sağındaki melekdir,» dedi.[803]
Selâm, mGsIümanın
möslüman üzerinde olan haklarından biridir ve en faziletli sünnetlerdendir. Her
karşılaşmada yerine getirilmesi ve selâmın yayılması üzerinde hadîs-i şerifler
geçmiş ve bunun sevabt görülmüştü. Onun için müslümanlara selâm verilir ve bu
alınmadığı takdirde de endişe edilmez. Zira selâm rnukabeîesiz kalmaz, selâm verilen
adamın sağında hasenatını yazan melek tarafından alınır. Melek'in selâma
mukabele edip, dua etmesi, selâm veren İçİn daha hayırlı olur. Kendisine selâm
verilen adam da, bu selâmı almamak suretiyle farzı terk ettiğinden günahkârdır,
azaba hak kazanmıştır.
Ebû Zerr'in hal tercemesİ için î. cild, 113 s
istna müracaat ediîsin.
(Bu haber için başka
bir kaynak bulunamamıştır.).[804]
1039— (254-s.)
Abdullah'dan rivayet edildiğine göre, demiştir ki: — Selâm Allah'ın
isimlerinden bir isimdir. Onu yeryüzüne (insanlar diye) koymuştur Allah. O hâlde selâmı aranızda
yayınız. Bir 'insan, bir topluma selâm verip de, ona selâmı iade ederlerse,
onlar üzerine derece fazileti olur. Çünkü o insan, bu topluma selâmı
hatırlatmıştır.
Eğer selam kendisine
iade edilmezse daha temizi (olan melek) ona selâmı iade eder.[805]
İlk selama başlayan
hayır ve sevaba sebep olduğu için onun alacağı sevab, sonrakilerin ziyadedir.Bu
bakımdan da selamı yaymalıdır.selam.Sesiz kalmaz, melekler tarafından ona
mukabele edilir. Bundan önceki habere bakılsın. (Bu haberi Beyhakt, Bezzâr ve
Taberani tahriç etmişlerdir.Fadlullah : C. II, s. 487.).[806]
1040— (255-s.)
Hasan'm,şöyle dediği Hişamdan nakledilmiştir:
«— Selâm vermek,
nafilelerden bir sünnettir. Selâmı almak ise farzdır.[807]
Selam vermeyen kimse günahkâr
olmaz; ancak sefamın manevî mükâfatından mahrum olur. Kendisine selâm, veriten
adam ise setorao mukabele edip, onu almadığt takdirde fam terk fettnİşttir.
Unun bu nareketınaen, selom verene bir veböf yoktur; mim melekler îode ederler
de onların istiğfarına mazhar olur. (Bu-haber İçin başka bir koynak
bulunamadı.).[808]
1041— (255-s.)
Abdullah ibni Amr ibni'l-As^an rivayet edildiğine göre, şöyle demiştir:
— Asıl yalancı,
yemininde yalan söyliyendir. Cimri, seîâm vermekte cimrilik edendir, (selâm
vermeyi esirgeyendir). Hırsız da, namazı çalandır, (hakkım vermeyen, tadili
"erkânı veya namazı terkedendir).[809]
Cimrilik, malını ve
gücünü başkasından esirgemek ve harcamamak hastalığıdır. Hafta cimri adam kendi
nefsi için, yaşayışs içirt bile malını harcayamaz. Daima İhtiyaç ve zaruret
halinde bulunur. Malı ne kendine, ne de cemiyete fayda sağlar. Maddî değerlerde
cimrilik olduğu gibi, manevî değerlerde de cimrilik olur. Manevi değerler,
maddî değerlere nispetle çok doha zararlı olur. Onun için asıf cimrilik, manevî
kıymetlerden faydalanmayacak şekilde hareket etmektir. Selâm, müminlere
Allah'ın bir lütfü ve nimetidir. Bunu insan yerinde harcarsa, hem kendisi, hem
de başkaları ondan faydalanırlar, sevab kazanırlar. Bu istifadeyi kıskanıp da
ona engel olan kimse, cimrilerin en büyüğü demektir; çünkü en büyük manevi faydalanma
İşine karşı durmuştur, bunu yapmamıştır.
Yalan, horam olan bir
iştir. Bunu yeminle kuvvetlendirmek, günahı bu-yötmek ve insanları aldatma yoîu
ı\& inanmaya sevketmefc İse çqk daha yolun sözdür ve bunun keffâreti de
yoktur. Eğer böyle bir yolanla başkasının hakkına tecavüz veya onu incitmeye
sebebiyet verilmişse, hak sahibi ife hetâüaşmak ve halis bir tevbe ile AHah'dan
mağfiret dilemekle bu gü-nahdan kurtuluş olur. Eğer başkasının hakkı ile ilgili
değilse, yalnız tevbe ve istiğfar edilir ve Allah'dan afv istenir.
Hırsızlık, mal
sahibinin rızası ve haberi olmadan, onun malın! gizlice çalmaya denir. Maddenin
hırsızlığı olduğu gibi, mânânın ve manevî değerlerin de hırsızlığı vardır ve
asıl büyük hırsızlık da budur; çünkü manevî değerler, maddî kıymetlere nazaran
mukayese edilemeyecek şekilde yüksektir ve üstündür. Namaz, kulun Allah'a
karşı yapmakla mükellef olduğu farzların başında gelen bir ibadettir ve Allah'ın
hakkıdır. Bu hakkı çalmak, onu yerine getirmemek olduğundan hırsızlığın büyüğü
sayılmıştır.
(Bu haber İçin başka
bir kaynak bulunamamıştır.).[810]
1042— (257-s.) Ebû Hüreyre'den rivayet edildiğine göre,
şöyle demiştir:
— İnsanların en
cimrisi, selâmda cimrilik edendir ve insanların ©n acizi de, dua etmekten aciz
kalandır.[811]
İbadetlerin en kolayı
ve en hafifi dua etmektir. Bunu da başarmaktan aciz kalan kimseden daha zavallı
kim olabilir? Dua hakkında bilgi için 623-627 sayılı hadîs-i şeriflere ve
selâmda cimrilik için bir önceki habere müracaat edilsin.
(Bu haber için başka
bir kaynak bulunamamıştır.).[812]
1043— Enes
ibni Malik'den rivayet edildiğine göre, Enes, çocuklara rastgeîip, onlara selâm
verdi ve şöyle dedi :
«— Peygamber (Salhüahû
Aleyhi ve SeUem) çocuklara bunu (selâm vermeyi) yapardı.[813]
Bir kısım âlimler
çocuklara selâm vermeyi uygun görmemişlerse de, onlara selâm verilmesini güzel
görenlerin fikri daha makbul sayılmaktadır. Çünkü çocuklara selâm vermekle
onlara islâm âdabı Öğretilmiş olur ve buna alışkanlık kazanırlar. Çocuklara
selâm verilince, çocuklara bu selâma mukabele etmek vacib olmaz; zira bulûğ
çağına ermemiş çocuklar mükellef değillerdir. Fakat bir çocuk, mükellef olan
bir adama selâm verdiği takdirde, buna mukabele etmek vacibdir.
Bir cemaata selâm
verilse de, içlerinden bir çocuk bu selâmı reddetse,cemaat adına bu mukabele
kifayet eder.[814]
1044— (258-s.)
Anbese'den rivayet edildiğine göre, demiştir ki, Ömer'i gördüm, mektepte
çocuklara selâm veriyordu.[815]
Bu haber de çocuklara
selâm vermenin örnek bir hareket olduğuna delildir. Bundan önceki hadîs-i
şerife ve açıklamasına bakıİısn. Bu haber için.başka bir kaynak bulunamamıştır.[816]
1045— (Ebû
Talib'in kızı) Ümmü Hânî'nin şöyle dediği işitîlmigtir:
«— Peygamber
(Sotlallühü Aleyhi ye Sellem) 'e gittim ki, o yıkanıyordu. Ben ona selâm verdim
de, o:
«— Bu Ücadın kimdir?»
dedi. Ben : — Ümmü Hâni' dedim. Peygamber:
— Merhaba?» dedi.[817]
Ümmü Hânî, Ebû
Taİib'İn kızı olup, Peygamber (SallallahU Aleyhi ve Selle m) in amcası kızıdır
ve Hz. Alî'nin de kız kardeşidir. İsmi Fahıte'dİr. Hübeyre'nin nikâhında iken
Mekke'nin fethinde kocası Necran'c kaçmış, kendisi müsfüman olmuştu. Böylece
muhacirler dışında kalmıştı. Meşhur 6 hadîs kitabında Ümmü Hânı 'den rivayet
edilmiş hadîs-i şerifler vardır. Oğlu, torunu ve amcası oğlu Abdullah ibni Ab
bas kendisinden rivayet etmişlerdir. Hz. Alî'den sonra vefat ettiği nakledilmektedir.
İşte Ümmü Hânî'nin
rivayetinden anlaşıldığına göre, hanımların erkeklere selâm vermesinde bir beis
yoktur. Zira bu hanımın selâmı bizzat Hz. Peygamber tarafından alınmış ve
kendisine «Merhaba» i!e mukabele edilmiştir.[818]
1046— (259-s.)
Mübarek anlatıp demiştir ki, Hasan'in şöyle dediğini işittim:
«— Hanımlar erkeklere
selâm verirlerdi.»[819]
Bu haber, önceki
hadîs-i şerifin ifade ettiği mânâyı kuvvetlendirmekte olup, hanımların
erkeklere selam vermelerinde sakınca olmadığı hükmüne uygun düşmektedir.
Amellerde iyi niyei ve terntz kalblilik bulunması şar-tiyle işlerin meşruiyet
kazandığı tabiîdir.
(Bu haber için başka
bir kaynak bulunamamıştır.).[820]
1047— Esma
hanımdan şöyle dediği işitilmiştir:
— Peygamber
(Saîlaîlahü Aleyhi ve Seltem) Mescid'e uğradı. Hanımlardan bir topluluk da
oturmakta idi. Peygamber onlara eliyle selâm söyleyip, şöyle buyurdu:
«— Nimete erenlerin
küfründen sakının. Nimete erenlerin küfründen sakının.
— Hanımlardan biri
dedi ki, ey Allah'ın Peygamberi! Allah'ın nimetlerine küfretmekten Allah'a
sığınırız. Peygamber buyurdu:
«— Evet, sizden
birinizin bekârlığı uzar. Sonra (Allah ona bir eş ihsan eder de, bu hanım)
şiddetli kızgınhk gösterip der ki, vallahi l>en o adamdan bir anlık olsun,
asla bir hayır görmedim. İşte Allah'ın nimetini inkâr etmek budur, nimete kavuşanların
inkârı budur.»[821]
Bir fitneye düşme
korkusundan dolayı genç hanımlara teşmîf edilmediği (aksırmalariyte elhamdü
liilâh demelerine karşılık Yerhamukellâh denmediği) gibi, selâm da verilmez ve
selâmlan da açık bir ifade ile alınmaz. Yaşlı hanımlara selâm vermek ve onların
selâmını almakta bir beis yoktur. Hanımlar do erkeklere karşı aynı şekilde
davranmalıdırlar.
Erkeklere .nispetle
hanımlar daha sabırsız ve ani çıkışlarla isyankâr bir ruh'hdli içinde
bulunduklarından, Allah'ın kendilerine ihsan buyurmuş olduğu büyük nimetleri,
şiddetli bir kızgınlıkla inkâra kalkışırlar ve kocalarına:
«Sonden asla bir hayır
ve menfaat görmedim» derler veya bunu diyebilecek haldedirler. İşte Peygamber
Efendimiz onlara itidali ve Allah'ın nimetlerine karşı saygılı olmalarını
burada tavsiye buyurmaktadır.
Esma Medîne'li
ashabdan olan bu hanımın babası Yezîd ibnİ Seken'-dir. M u a z i b n i C e b e
l'in de halası kızı olup, Hz. Peygamber e bîct eden hanımlardan biridir; ve
künyesi ümmü Seleme'dir. Dindar ve akıllı bir hanımdı. Kendisinden nakledilen
şu hâdise, buna güzel bir delildir:
«Esma» bir gün
Peygamber (SalktîahU Aleyhi ve SelUunye gelip dedi ki:
— Ben, arkamda bulunan müslüman hanımlar
topluluğunun bir elçi-sİyİm. Onların hepsi benim söylediğimi söylüyorlar ve
aynen benim fikrimde bulunuyorlar ; Gerçekten Allah Tealâ seni erkeklere ve
kadınlara peygamber olarak gönderdi. Biz, sana iman ettik ve sana tâbi olduk.
Biz kadınlar topluluğu evlerde oturan, dışarı
ile ilgisi olmayan kimseleriz. Erkeklerin zatî ihtiyaçlarım görüyoruz,
anların çocuklarını taşıyıp koruyoruz. Erkekler ise, cihada çıktıklarından,
cenazelerde bulunduklarından ve cemaat olduklarından onların faziletleri
vardır. Onlar cihada çıktıkları zaman, biz
onların mallarını koruruz ve
çocuklarını da terbiye
edip yetiştiririz. Böylece biz
onlara sevab kazanma bakımından ortak olur muyuz, ey Allah'ın Resölg?
Bunun üzerine Peygamber
(SûHaİlahü Aleyhi ve Selkm)* yüzünü ashaba çevirip, şöyle buyurdu :
«— Dini hususunda bu
kadından daha güzel bir soru soran bir kadın som işittiniz mi?» Ashab :
— Evet, işitmedik, dediler. Sonra Peygamber
(Sallallahü Aleyhi ve SeÜem) bu hanıma hitaben :
«— Ey Esma! Dön git
de, arkandaki hanımlar topluluğuna şu haberi ver: Sizden birinizin kocasına
güzel itaat etmesi, onun rızasını istemesi ve ona muvafakat etmesi, bütün bu
erkekler için saydığın faziletlere denk gelir.»
Esma da, Peygamber
(Saltetkshie Aleyhi ve SeHem)'\n bu buyurduklarından duyduğu memnuniyet ve
sevinç içinde tehlîl ve tekbîr getirerek geri döndü ve arkadaşlarını müjdeledi.
Yerimik savaşına
katılıp, o gün çadırının kazığı İle 9 Rum askerini öldürdüğü ve ondan sonra da
uzun bir müddet yaşadığı rivayet edilmektedir. (Radiyallahüanhü).[822]
1048— Yezîd'in
kızı Esma El-Ensariyye'den :
— Ben
kızlardan ibaret yaşıtlarımla bir
arada iken, Peygamber (SalkAlahü Âfayhi ve Setkm) bana
tesadüf etti de, bize selâm verdi ve şöyle buyurdu:
«Nimete kavuşanların
inkârından sakının.» Ben arkadaşlarımın Peygambere soru sormak bakımından en
cesaretlisi idim de, dedim ki:
— Ya Resûlallah, nimete kavuşanların inkârı nedir? Peygamber:
«— Sizden birinizin,
ebeveyni yanında bekârlığı uzayabilir.Sonra
AHah ona bir zevç rızık olarak verir, ondan kendisine bir çocuk da ihsan eder.
Sonra bu kimse şiddetle kızıp nimeti inkâr ederek şöyle der: Ben senden asla
bir hayır görmedim.» buyurdu.[823]
Bundan önceki 1047
sayılı hodîs-i şerife ve açıklamasına bakılsın.[824]
1049— Tarık'dan
rivayet edildiğine göre, şöyle demiştir:
— Biz, Abdullah'ın yanında oturuyorduk. Bir de
onun kapıcısı gelip:
— Namaz vakti geldi, dedi. O kalktı; biz de
onunla kalktık ve Mes-cid'e girdik. Abdullah, Mescid'in ön tarafında insanları
rükû halinde gördü de, hemen tekbir alıp rükû yaptı. Biz de yürüdük ve onun
yaptığı gibi yaptık, Sür'atle bir adam gelip:
— Selâm üzerinize olsun, ey Ebû Abdurrahman,
dedi. O da:
— Allah doğru söyledi, Resulü de tebliğ,etti,
cevabında bulundu. Vak-ta ki biz namazı kıldık, o evine girdi, biz de yerimizde
oturup onun biz çıkagelmesini bekledik. Birbirimize dedik ki, hanginiz (bu
selâm işinden) Ebû Abdurrahman'a soracak? Tarık dedi ki:
— Ben ona sorarım. Nihayet ona sordu. O da dedi
ki, Peygamber §}öyle buyurdu:
«— Kıyametin kopmasına
yaîkıgn şu işler olacaktır: Kişiye Özel selâm verilmesi. Ticarette kadın
kocasına yardım edecek kadar ticaretin yayılması. Akrabalarla ilginin
kesilmesi. İlmin dağılmadı. Yalan yere şahitliğin ortay» çıkması. Hak
şahitliğin gizlenmesi.»[825]
Müslümanlardan ibaret
bir topluluklp karşılaşıldığı zaman, bu topluluk İçinden bir kimsenin şahsını
kosdederek veya ismini açıklayarak ona mahsus şekilde selam vermek mekruhtur;
çünkü selâmın meşru1 olmasmdon maksad ülfeti temin etmektir, yabancılığı
gidermektir. Halbuki selâmı hususîleştir-mekte, başkasını yabancı tutma mânâsı
vardır. Ancak önceden umuma mahsus selâm verildikten sonra, tahsis yapmakta
beis yoktur. Kişiye özel selâm verilince de, bu selâmın yine kişiye özel olarak
karşılanması caizdir.
Kıyamete yakın zamanda
müslümanlar arasındaki sıkı münasebet ve kardeşlik bağlan gevşemiş olacağından
ve birbirlerini tanıyanlar arasında selâm geçerli bulunacağından, selâm herkese
değil de, tanıdık muayyen kimseye özel şekilde verilecektir.
Kıyamete yakın zamanda
maneviyat zayıflayacağından herkes maddî kazanç peşine koşacak ve ticaret
yollarına koyularak sefahat ve israf hayatını gaye edinecektir. Böylece kadın
da kocasına yardım etmeye mecbur kalacaktır.
İnsanların gayesi
madde temininden ibaret olacağından akrabalara ve yakınlara iyilik etmek
duyguları kaybolacak ve onlarla ilgi kesilecektir. Dİn, insanların nefis
arzularını ve başıboşluklarını engelleyen ve onlara in-tizamîı bir hayat
gösteren ve hayatın her dalı ile ilgilenen bir kanun mecmuası olduğundan onu
öğrenmeğe lüzum hissedilmeyecek ve böylece dağılıp gidecektir. Yine kıyamete
takaddüm eden zamanda âhİret hesabı düşünülmeyeceğinden menfaat için yalan
yere şahitlik edilecek ve haklı meseleler gizlenip saklanacaktır. Bütün bu
hususlar, Hz. Peygamber'in birer mucizesi olarak haber verilmektedir. (Müsned -
Hadîs : 3870).[826]
1050— Abdullah
ibni Amr'dan rivayet edildiğine göre, bir adam Rosûlüllah (Saİlallahü A leyhi
ve Sellem) 'e sordu : — İslâm'ın hangi hasletleri daha hayırlıdır? Peygamber
şöyle buyurdu :
«— Yemek ye d i rir
sin, tanıdığına ve tanımadığına selam verirsin.»[827]
Bilhassa molı az olan
ve kendisi muhtaç durumda bulunan kimsenin daha muhtaç olanlara yedirmesinde
çok büyük fazilet vardır. Çünkü bu, fazla cömertlikten, Allah'a güvenden ve
takvadan ileri gelir. Buradaki harcama umumî mânâ taşır. Çoluk-çocuğa,
misafirlere ve bütün hayır yollarına yapılan masraflar hep bu fazilet içine
girer. Dar durumda olanların harcamalarındaki mükâfat da hâli vakti geniş
olanlarınkinden daha fazladır, insanoğlu takvasını kaybedince, böyle sevabı
büyük işleri yerine getiremiyor, mal edinme hırsı içinde islâm'ın bu en büyük
hasletini yok ediyor ve bunun yerine mala dokunmayan sırf teşbih çekme işini en
büyük fazilet kabul ediyor; bunu da takva sayıyor. Halbuki takva, Hz.
Peygamber'in uyguladığı yaşayışa uymaktır ve onun bütün hareketlerini
benimseyerek tatbik yoluna girmektir.
Tanıdık veya
tanımadık, büyük veya küçük, yüksek rütbeli veya rütbesiz her müslümana selâm
vermenin de büyük fazileti vardır. Bu, İslâm kardeşliğini ve müslümanların
birbirlerine yakınlaşmalarını temin eden ve insanları mütevazı yapan çok
"güzel bir iştir. Onun için islâm'ın en hayırlı hasletlerinden biri
sayılmıştır. Diğer taraftan şahısları ayırıp, kişiye özel selâm vermekte
samimiyetsizlik olduğundan, bu hareket makbul sayılmamıştır. Çünkü bunda
insanlara hakaret mânâsı vardır ve insanların düşmanlığına, kin duygularını
kamçılamaya sebep olma vardır.[828]
1051— İbni
Şihab demiştir ki, Enes bana haber vermiştir. Enest Re-sûlüllah (satiallrJıü
Altyhi rr S*tlfm)'h\ Medine'ye gelişi zamanında on yaşındaydı.
(O, şöyle
anlatmıştır): «Annelerim (Peygamberin zevceleri^ Peygambere hizmet için beni
devamlı olarak vazifelendiriyorlardı. Böylece on yıl ona hizmet ettim. O vefat
ettiği zaman, ben yirmi yaşımda idim. Bunun için Örtü (hicab) hâdisesini en jyi
bilen insandım. Âyetin ilk nazil oluşu, Resûlüllah (Saitallahü Altyhi
veSetkm}*in Cahş kızı Zeyneb ile evlendiği zamandı. Ona güvey olarak
sabahlayınca, insanları davet etti de» onlar yemek yediler. Sonra çıkıp
gittiler. Ancak birkaç kişi Peygamber (Ssllaikhü Aleyhi v$8etkm} in yanında
kalıp beklemeyi uzattılar, (çıkıp gitmediler). Onlar çıksın diye Peygamber
lfalktı ve çıktı. Ben de çıktım. Peygamber yürüdü; ben de onunla yürüdüm.
Nihayet Hz. Aişe'nin hücresi eşiğine kadar geldi. Sonra o insanların çıkıp
gittiğini zannetti de geri döndü. Ben de döndüm. Zeyneb'in yanına varınca, bir
de gördü ki onlar oturuyor. Hemen Peygamber geri döndü; ben de döndüm. Tâ Hz.
Aişe'nin hücresi (evi) eşiğine ulaştı ve onlar çıkmışlardır zannederek geri
döndü. Ben de onunla geri döndüm. Bir de gördü ki, onlar çıkmışlardır, îşte bu
esnada Peygamber fStâfaMahü Akyhi w $$ltem$ benimle kendi arasına örtü (perde)
koydu ve hicab âyeti indirilmiş olötu.[829]
Hadîs-i şerifte beyan
edildiği şekilde, ashab-ı kiramın Peygamber ($allaltehûAleyhlve$etkrn)'e eziyet
verecek bezi tutum ve hareketleri üzerine Vacib Tealâ Hazretleri, kullarına
edeb kaidelerini öğretiyor ve şöyle hareket etmelerini emrediyor:
Ey iman edenler! Yemek
vaktini gözetmeksizin, size izin verilip de davetli olduğunuz vakitten başka
zamanlarda, Feygamber'in evlerine girmeyin; fakat çağrıldığınız zaman girin.
Yemeği yediğinizde ide hemen (yanından) dağıUn. Söz söylemek, sohbet etmek için
de izinsiz girmeyin; çünkü bu Feygamber'e eziyet veriyor, (sonra çıkın veya
girmeyin demeğe) sizden utanıyor. Ancak Allah gerçeği açıklamayı terk etmez.
Bir de Peygamberin zevcelerinden bir şey istediğiniz vakit (sizinle onlar
arasında mevcut) perde arkasından sorun. Böyle yapmanız, hem sizin
kalbleri-niz, hem de onların kalbleri için daha temizdir. Allah'ın Resulüne eziyet
etmeniz doğru olmaz; arkasından (irtihalinden sonra) zevcelerini nikahlamanız
ıda hiç bir zaman caiz olmaz. Bu, Allah katında çok büyük bir günahtır.» (Ahzab Sûresi, Âyet: 53)
Rivayet edildiğine
göre, bir takım kimseler zaman zaman Hz. Peygam-ber'in evine geliyordu ve
onlara yemek yediriliyordu. Bunlar bazan yemekten önce gelip yemek
hazırlanıncaya kadar bekliyorlar ve yemek yedikten sonra da çıkıp
gitmiyorlardı. Aleyhissalâtu vesselam sıkılıyor .ve bunlara çıkın demeye
utanıyordu. Aynı hal Hz. Zeyneb'le evlendikleri günkü düğün yemeğinden sonra
meydana gelmesi üzerine bu «Hicab = Örtünme» âyeti nazil oldu ve Peygamberin hanımlarına,
görünmelerine engel bir perde arkasından sokmak veya bir şey İstemek farz
kılındı. Bu zamana kadar Arablarda hicab âdet değildi. İslâm'dan önce
kadınlarda örtünme bakımından da bir edeb yoktu. Bunun için türlü hakaret ve
eziyetlere maruz kalıyorlardı ve cemiyet içinde şerefli mevkileri yoktu. İslâm
dini ise onları her türlü tasalluttan ve eziyet hareketlerinden kurtararak
onlara en şerefli yeri tayin etmiştir.[830]
1052— (260-s.)
Salebe ibni Ebî Malik El-Kurazî'den rivayet edildiğine göre kendisi, Benî
Harise ibnil-Haris'in kardeşi Abdullah ibni Sü-veyd'e üç çıplak vakitten sormak
üzere yola koyuldu. Abdullah bu üç vakti gözetip uygulardı. Abdullah sordu:
— Ne istiyorsun? Ben dedim ki:
— Bu üç vakitle amel etmek istiyorum. Bunun
üzerine şöyle dedi:
— (1) Öğle sıcağında (uyumak için) elbisemi
çıkardığım vakit, ev halkımdan bulûğa ermiş hiç kimse yanıma girmez; ancak
iznimle girer yahut onu çağırırsam girer ki, bu onun iznidir. (2) Fecir vakti doğup da insanla?*
tanınıncaya ve namaz kıhnıncaya kadar, (bu vakit de gece elbisesini değiştirip
giyinme zamanıdır ki,
yine kimse yanıma
giremez). Bit de yatsı namazını kıldığım ve elbisemi uyumak için
çıkardığımda ^(yassıma kimse giremez.).[831]
İnsanların evlerinde
istirahat için soyunup, boş kaldıkları üç vakit vardır ki, bunlara «Üç Averâb
denir. Vacİb Tealâ Hazretleri bu üç vakti Kur*an-ı Kerîm'de beyan buyurarak,
onlara riayet etmeyi bize şöyle tavsiye ediyor:
«— Ey iman edenler!
Sahib olduğunuz köleler (hizmetçiler) ve sizden olup da henüz bulûğ çağına
ermemiş gençler (odalarınıza girecek olurlarsa) şu üç vakitte sizden izin
istesinler: Sabah namazından evvel, (çünkü bu vakit elbise değişme vaktidir;
gecelikler çıkarılır, gündüz elbiseleri giyilir). Öğle sıcağında (yatmak için)
elbiseni» çıkardığınız zaman. Bîr de yatsı namazından sonra (uyku için
soyunduğunuz zaman). Bu üç vakit sİscîn için yalnız kalma vaktidir. Bu
vakitlerin dışında ne sîze, ne onlara bir günah yofctur; hiatmet için yanınızda
dolaşırlar ve sise ide birbirinize {(odalarınıza) girip çıkabilirsiniz. İşte
Allah âyetlerini size böyle açıklıyor. Allah Alîm'dir, Hafctm'dir.» (Nür
Sûresi, Âyet; 58).
Âyet-i Kerîmenin nüzul
sebebi :
Rivayet edildiğine
göre, Peygamber (Satlaiîahii Ateyhi veSeltem) gündüzün en sıcak bir vaktinde,
Ensar'dan M ü d I i c adlı köleyi Hz. Ömer'e gönderdi. Hz. Ömer uyuyordu. Köle
kapıyı çalıp içeri girdi. Hz. Ömer uyanıp oturdu ve bu arada bir kısım avret
yeri açıldı. Bunun üzerine söyle dedi :
«Çocuklarımızın ve
hizmetçilerimizin izinsiz olarak, bu vakitte yanımıza girmelerini Cenab-ı
Hakk'ın yasaklamasını istiyorum, keşkİ yasak olaydı.»
Sonra Hz. Ömer bu
hizmetçi ile gitti ve orada bu âyetin nazil olduğunu gördü; hemen secdeye
kapandı.
Bu üç vakit, yalnız
başına kalmak, istirahat etmek ve elbise değişmek zamanları olduğundan
hizmetçilerin ve henüz bulûğ çağına ermemiş bulunan çocukların ve akrabanın
izin almaksızın büyüklerin odalarına girmeleri yasaklanmıştır. Bu üç vakit
dışında hizmetçiler ve küçük çocuklar, izinsiz babalarının, annelerinin ve
akrabalarınm odalarına girip çıkabilirler; çünkü hizmet etmekle görevlidirler.
Fakat köle hizmetçi olmayıp da bulûğ çağına erişmiş bulunan büyükler hiç bir
zaman izinsiz olarak başkalarının odalarına giremezler. Bunlar muhakkak ev. veya
oda sahibinden izin almalıdırlar.[832]
1053— Hz.
Aişe'deıi rivayet edildiğine göre, şöyle demiştir: — Peygamber (SülUtltehü
Aleyhi ve Settem) ile Ukt (— hurma ve
yo-kurusundan yapılmış bir yemek)
yiyordum da, Ömer geldi. Peygamber onu (yemeğe) davet etti; o da yedi.
Yerken eli parmağıma dokundu. Bunun üzerine şöyle dedi :
«— Ay!.. Sizin
hakkınızda bana yetki verilmiş olsaydı, sizi hiç bir gön göremezdi.» îşte hicab
âyeti bunun üzerine nazil oldu.[833]
Hz. Enes'den rivayet
edilen 1051 sayılı hadîs-İ şerif münasebetiyle anlatılan hâdise üzerine hicab
== örtünme âyetinin nazil olduğu bildirilmişti. Burada İse, âyetin nüzulüne
Hz. Â i ş e 'nin naklettiği bu yemek hâdisesi sebep gösterilmekte ve Hz.
Ömer'in arzusuna uygun olarak âyetin nazil olduğu belirtilmektedir. Her iki
hâdisenin birbirine yakın zamanda vuku bulmasiyle. ikisinin de nüzul sebebi
olması mümkündür.
Anlaşıldığına göre,
hicab âyeti nazil olmadan önce ashab-ı kiram, Peygamber (Sallaîlahü Aleyhi ve
5cltem;'in hanelerinde müminlerin anneleriyle bir sofrada yemek yedikleri
oluyordu. Müminlerin annelerine mqhsus: olmak üzere hicab âyeti nazil olunca,
artık ihtiyaçlar ve sualler perde qr-. kasından arzedilmeye başlandı ve böylece
aşhablö bir arada bulunmalga-yasaklandı.
Hz. Peygamber'in kendi
zevcesîyle bir arada yemek yemesi ise edebe, en uygun bîr harekettir ve
müminledir de buna uyması gerekli-' bir sünnettir»
(Bu hadîs-İ şerif için
başka.,kaynak bulunamamıştır.).[834]
1054— Kays
km Ümmü Habibe'nin şöyle dediği işitilmiştir. — Üm-mü Habîbe, Hâris'in oğlu
Harice'nin büyük annesi olan Havle'dir —:
«— Benim elimle
Eesûlüllah (Salîaİîahü Aleyhi ve Sellem)'in eli bir kap içine girip çıkmıştı,
(böylece bir kaptan abdest almıştık).»[835]
Ebu Davud ve İbnİ Mace 'nin rivayetleri :
«— Bİr kaptan abdest
alış sırasında, benim elimle ResûlüIIah (Salfaltekü Aleyhi ve Helkm) 'in e!i
kap içine girip çıkmış idi.» şeklindedir. Lâfızlar biraz değişikse de mânâ
bakımından aralarında fark yoktur. Yine bu hanımlarla bir kabdan abdest alma
işinin hicab âyetinin inişinden önce cereyan ettiğini hadîs âlimleri İfade
etmektedirler. Bu itibarla bundan Önceki hadîs-i şerîfîn açıklamasına bakılsın.[836]
1055— (261-s.)
Rivayet edildiğine göre, Abdullah İbnİ Ömer şöyle demiştir:
«— Bir kimse meskûn
olmayan (şenliği bulunmayan) eve girdiği zaman : Esselâmu Aleyna ve Alâ
ibadülâhi's-Salihîn = Allah'ın selâmeti hem biiiîii üicrimire, hem de AJlalı'm
salih kulları üzerine olsun,, desin.»[837]
Meskûn olmayan evler
İkt kısımdır. Bunlardan biri, içinde şefliği bulunmayan, fakat bizzat sahibi
tarafından içine girilen evdir. Diğeri de, depa ve anbar mahiyetinde olup da,
başkasına ait bulunan,- fakat İçinde bir mal ve menfaati olan kimsenin girdiği
yerdir. Böyle bir yere, sahibinin izni alınmaksızın girilebilir ve bu iki türlü
yere girildiği zaman da «Esseîâmu Aleyna ve Alâ IbadiltâhiVSaİitun» şeklinde
selâm verilir. Başkasına ait bulunan meskûn veya gayri meskûn evlere giri$
adabını, bundan sonra gelen haberde, Allah Tealâ'nın emri olarak göreceğiz.
(Bu haber için başka
bîr kaynak bulunamamıştır).[838]
1056— îbni
Abbas'dan rivayet edildiğine göre, şöyle demiştir:—Kendi ev ve odalarınızdan
başka evlere, sahipleriyle alışkanlık
tensin edip izin almadan ve selâm vermeden girmeyinir.» (Nûr Süresi» Âyot: 27)
— Cenab-ı Hak, bundan
istisna ederek buyurmuştur:
«— İçinde oturulmayan
ve içinde faydalanma hakkınız bulunan (depo, ahır gibi) evlere (izinsiz)
girmenizde bir günah yoktur. Allah açıkladığınızı da bilir, gizlediğinizi de...»
(Nûr Sûresi, Âyet: 29).[839]
Cenab-ı Hak buradaki
âyet-i kertmelerle, meskûn olan evlere ve meskûn olmayıp da içinde bir
menfaatimiz bulunan yerlere girme adabını bize beyan buyuruyor:
1— Başkasına
ait bir eve gireceğimiz zaman selâm verip de izin almadıkça içeri girmemizi
yasaklıyor. Evin mahremiyetini koruma ve ev sahibine sıkıntı vermemek hallerine
binaen izin aldıktan sonra İçeri girmek, terbiye ve nezaketin en güzel
ifadesidir.
2— İçinde
durulmayan ve içinde bir mal veya menfaatimiz bulunan: han ve depo gibi
yerlere, sahibinden izin almaksızın içeri girmemizde bir; beis bulunmadiğını,
böyle izinsiz girmenin edebe aykırı düşmediğini de yine-Cenab-ı Hak bizlere
öğretiyor. Ancak böyle yerlere girildiği zaman da :
«— Esselâmu Aİeynâ ve
Ala İbadîllahi's-Salihîn» şeklinde selâm vermemiz gerektiğini de bir önceki
haberden öğrenmiş bulunuyoruz.[840]
1057— (263-s.)
İbni Ömer'den rivayet edilmiştir:
— Sahip olduğunuz
köleler, (üç vakitte odalarınıza girmek için) sizden izin istesin.» İbni Ömer
demiştir ki:
— Bu emir erkek
köleler içindir, kadın olanlar için değil...[841]
Burada âyetin bir
kısmı naklediliyor. Âyet-i Kerîmenin tamamı 1052 sayılı hadîs-i şerîf
münasebetiyle açıklamasında geçmiş ve hizmet İçin kullanılan kölelerle henüz
bulûğ çağma girmemiş çocukların belirtilen üç vakitte odalara İzinsiz
girmemeleri hususu anlatılmıştı. Orada erkek ve kadın köleler arasında bir
ayırım yapılmamıştı. İbni Çmer'in görüşünde bu izin, kölelerden erkek olanlar
için bahis, konusudur, kadın olanlar için değil... 1052 sayılı hadîs-i şerife
ve açıklamasına bakılsın.[842]
1058— (264-s.)
İbni Ömer'den nakledildiğine göre, çocuklarından biri bulûğ çağına girince onu
odasından ayırırdı ve izinsiz olarak da odasına sokmazdı.[843]
Çocuklar bulûğ çağına
erince odaları ayrılır ve bunlar büyükler safına girerler. Onun için hangi
vakitte olursa olsun, ana-babalarımn odalarına girmek istedikleri zaman
muhakkak izin alıp içeri girmeleri gerekir. Nûr sûresinin 58. âyetinde bu
izinsiz girme yasağı küçük çocuklar için üç vakite inhisar ettirilmişti.
Köleler de aynen küçük çocuklar hükmüne sokulmuştu.
Burada büyük
çocukların durumu anlatılmakta ve her zaman için İzin alarak içeri girmeleri
lüzumuna işaret edilmektedir. Âyet-i kerîmenin tamamı şöyle:
«— Sizde» olan
çocuklar bulûğa erdiklerinde, kendilerinden Öncekilerin (ağabeylerinin) izin
isteyişleri gibi, (odanıza girmek için her vakitte) izin istesinler, tşte Allah
âyetlerini (emir ve yasaklarını) böyle açıklıyor. Allah Alîm'dir, Hakîm'dir.» (Nûr Sûresi* Âyet: 59)
İnsanın yetişkin
çocuğu izinsiz olarak kendi odasına giremezse, yabancıların hiç giremeyeceği
tabiîdir.[844]
1059— (265-s.)
Alkame'den rivayet edildiğine göre, bir adara Abdullah'a (ibni Mes'ûd hazretlerine) gelip dedi ki:
— Annemin odasına girmek için izin istemeli
miyim? Buna (Abdullah) şu cevabı verdi:
— Anneni görmekten hoşlanacağın (muaşerete
uygun) bütün zamanlarında (izin alman) gerekli değildir.[845]
Yabancı bîr kimsenin
özel İkametgâhına girmek için izin istenmesi terbiye ve nezaket icabı olduğu
gibi, kötü ve edeb dışı bir manzara ile karşılaşmamak için, cnne, baba, kardeş
ve evlâd emsali yakınların yanlarına varılırken öksürerek, seslenerek önceden
haber verilmesi de yine bir edeb kaidesidir. Hoşlanılmayacak bir manzara
tasavvur edilmediği zamanlarda İse, herhangi bir işarete ve izin elmaya lüzum
kalmaksızın anne, baba, kardeş ve çocuğun yanına gidilebilir. Ansızın
birbirinin, odasına girmek, bazı nahoş hal ve hareketlerle karşılaşmaya sebep
olabileceğinden, buna meydan vermemek için bir takım ses Ve belirtilerle içeri
girilmek istendiğini duyurmak ve içerdekine derlenip toparlanmaya imkân vermek
gerekir.
(Bu haber için başka bir kaynak bulunamamıştır.).[846]
1060— (266-3.)
Müslim ibni Nazîr'in şöyle dediği işitilmiştir:
— Bir adam Hüzeyfe'ye sorup, dedi ki:
— Annemin yanma (odasına) varmak için izin
isteyeyim mi? O, şöyle cevap verdi:
— Eğer annenin yanma ondan izin almaksızın
gidersen, hoşlanmadığın şeyi görürsün.[847]
Bu haber de, bundan
önceki haberin mânâsını teyid etmektedir. Hoşlanılmayacak bir manzara İle
karşılaşmamak için izin almanın yerinde ve 'edebe uygun İş olduğuna İşaret
edilmektedir. Böyle bir görünüş bahis konusu olmadığı anlarda İse, izin almaya
lüzum yoktur. 1059 sayılı haberin açıklamasına bakılsın. (Bu haberi,
Abdürrezzak'ın Musannef'inde zikrettiğini Fadlu'llah haşiyesinde
nakletmektedir. Fadİu'llah : C. II, s. 501).[848]
1061— (267-s.)
Musa ibni Talha'dan. rivayet edildiğine göre, şöyle' demiştir:
— Babamla birlikte
annemin yanma vardık da, babam içeri girdi.
Ben de babamı takip
ettim. Babam ise, bana dönüp göğsümü itti; o kadar ki, kıçım üzerine beni
oturttu. Sonra:
— İzinsiz mi
giriyorsun? dedi.[849]
Bu haberde, babası ile
beraber annesinin odasına girmek isteyenin hiç olmazsa yanındaki babasından
müsaade alarak içeri girmesinin gerekli olduğuna, bîr nezaket ve edeb hareketi
bulunduğuna İşaret edilmektedir. Bu konu ile ilgili,önceki haberlere müracaat
edilsin.
(Bu haber için başka
bir kaynak bulunamamıştır.).[850]
1062— (268-s.)
Cabir'den rivayet edildiğine göre, şöyle demiştir:
— însan, çocuğunun ve
kocalmiş olsa bile annesinin, erkek kardeşinin, kız kardeşinin, babasının
yanma girmek için izin ister.[851]
Insanın en yakını
bulunan ana, baba ve kardeşler gibi mahremlerinin özel yer ve odalarına
ansızın, hiç bir belirti göstermeksizin girmemesi gerekli olduğuna ve bunun
sebebine 1059 sayılı haberin açıklamasında temas edilmişti. Oraya bakılsın.
(Bu haber için de başka bir kaynak bulunamamıştır.).[852]
1063— (269-s.)
Atâ'dan rivayet edildiğine göre, şöyle demiştir:
— İbni Abbas'a sordum da, dedim ki:
— Kız kardeşimin yanma girmek için izin
isteyeyim mi? O:
— Evet, dedi. Ben tekrar edip dedim ki:
— Benim himayemde iki kız kardeşlerdir; onları
geçindiriyorum ve onlara yedirip, harcıyorum, onların yanına girmek için izin
istemeli miyim?
— Evet, dedi. Onları çıplak olarak görmek ister
misin? Sonra (Nûr Sûresi'nin 58. âyetini) okudu:
Ey iman edenler! Sahip
olduğunuz köleler ve henüz bulûğa er» memiş küçük çocuklarınız (odalarınıza
girecek olurlarsa) şu üç vakitte sizden izin istesinler: Sabah namazından önce,
öğle sıcağında (yatmak için) elbisenizi çıkardığınız sırada, bir de yatsı
namazından sonra... Bu üf vakit sizin için yalnız kalma vaktidir.»
— Şu köleler ve küçük
çocuklar ancak üç vakit için izin 'almakla emredildiler. (Bunlar dışında
büyükler daima izin alarak içeri girmekle emredildiler hükmünü kasdederek yine
Nûr Sûresi'nin 59. âyetini ifade edip şöyle) dedi:
«— Sizin çocuklarınız
bulûğa erdiklerinde, kendilerinden önceki ağabeylerinin izin isteyişler gibi,
(odalarınıza girmek için her vakitte) izin istesisoler.»
îbni Abbas dedi ki,
izin almak vaciptir. İbni Güreye de, bütün insanlar üzerine vaciptir ilâvesini
yaptı.[853]
Bilgi için 1052 ve
1059 sayılı haberlerin açıklamalarına bakıl&ın. (Bu haber için başka bir
kaynak bulunamamıştır.).[854]
1064— (270-S.)
Abdullah'dan rivayet edildiğine göre, şöyle demiştir:
— însan babasının,
anasının, erkek kardeşinin ve kız kardeşinin yanına (odasına) girmek için izin
ister.[855]
1059 sayılı haberle
ondan sonrakilere bakılsın.[856]
1065— Ubeyd
ibni Umeyr'den rivayet edildiğine göre, Ebû Musa El-Eş'ari, Ömer ibni Hattab'ın
huzuruna çıkmak için izin istedi. Hazret) Ömer'in meşguliyete benzer hali
olduğundan, Ebû Musa'ya izin verilmedi. Bunun üzerine Ebû Musa geri döndü. Ömer
işini bitirince:
— Ben Abdullah ibni Kays'ın (Ebû Musa'nın)
sesini işitmedim mi? Ona müsaade edin,
(gelsin). Ebû Musa geri dönüp
gitti diye Hazreti Ömer'e söylendi. Hz. Ömer onu çağırttı (ve geri dönüş
sebebini sordu). Bunun üzerine Ebû Musa dedi ki:
— Biz bununla emredilmiştik, (üç defa izin
isteyin, size izin verilmezse geri dönün diye Hz. Peygamber bize buyurmuştu).
Buna karşı Hz. Ömer:
— Bana, buna dair delil getirirsin, (yoksa
canını acıtırım). Ebû Musa da Ensar'ın meclisine gidip, onlara sordu:
— (İçinizde izin istemenin üç defa olduğuna
dair hadîs-i şerifi bilen ve Hz. Ömer'e karşı şahitlik edecek var mıdır?) Onlar
da dediler ki:
— Bu hususta sana en
küçüğümüz Ebû Sa'îd El-Hudrî ancak şahitlik edebilir. Adam, Ebû Sa'îd ile
beraber (Hz. Ömer'e) gitti. Hz. Ömer de şöyle buyurdu:
— Resûlüllah (Sallallahü
Aleyhi ve Seİlem) 'in işinden bana gizli kalan mı oldu? (şaşılacak şey!..)
Çarşılarda alış-veriş beni meşgul etti. Bu sözden, ticarete çıkışı kasdediyor.[857]
Ebü Davüd, Tirmİzî ve
İbnİ Mace 'nin rivayet ettiklerine göre de, Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve
Sellem) şöyle buyurdu:
«Sizden biriniz üç
defa izin ister de, ona izin verilmezse, geri dön.sÜn.»
Anlaşılıyor ki, üç
defaya kadar kapıyı çalmak veya selâm vermek suretiyle içeri girmek için izin
çıkmasını beklemek ve izin çıkmadığı takdirde de geri dönmek sünnettir. Anlayış
göstererek başkasını rahatsız etmemek aynı zamanda nezaket ve edeb kaidesidir.
Böyle olduğu halde, fazilet ve şerefi çok üstün olan Hz. Ömer'in hafızasından
bu Hadîs-İ Şerif silinmiş veya ona kapalı kalmış olup, ondan mertebece daha
aşağı kimselerin hatırlat-masiyle İşin farkına varmış ve buna taaccüp etmiştir.
Buna da sebep, insanlara muhtaç olmamak için bizzat çoluk-çocuğunun geçimini
temin maksadıyla çarşıya çıkıp çalışmasını ve meşgul olmasını göstermektedir.
Hazretf Ömer, yalnız E b û M Cı s a 'nm şahitliği ile izin istemenin üç defa
olduğuna dair Hadîs-i Şerifin sıhhatini kabul etmemiş, başka bir şahit getirilmesini
istemişti. Çünkü bir kişinin İfadesi kesinlik taşımaz. Ebû S a î d'in de aynı
Hadîs-İ Şerife şahitlik etmesi üzerine de, hüküm iki kişinin şahülîğİ ile
kesinlik kazanarak Hz. Ömer tarafından
kabule şayan oldu.[858]
1068— (271-s.)
Ebû Hüreyre'den rivayet edildiğine göre, selâm vermeden önce izin istiyen
hakkında kendisine soruldu. Ebû Hüreyre dedi ki:
— Selâm ile söze
başlamadıkça ona (izin istiyen kimseye) müsaade edilmez.[859]
Bir kimsenin evine
girmek için, yalnız kapıyı çalmak veya seslenmek gibi hareketlerle izin istemek
başka şeydir, ayrıca selâm vermek de başka şeydir. Buradaki haberden
anlaşıldığına göre, ev sahibi ile İlk karşılaşmada selâm verilir ve içeri
girmek için müsaade İstenir. Selâm vermedikçe de içeri girmeye müsaade edilmez.
(Bu haber için başka
bir kaynak bulunamadı.).[860]
1067— (272-s.)
Ebü Hüreyre'nin şöyle dediği işitümiştir:
— Bir kimse, bir yere
girmek isteyip de «Esselâmu Aleyküm» demedi ise, selâm anahtarını getirmedikçe
cna «hayır!» (İçeri girmek yok!) de.[861]
Bu haber de, bir
öncekini" teyid etmekte ve selâm vermeden içeri girmenin yerinde bir
hareket olmadığınrbelirtmektedir. Böylece izin istemekle selâm vermenin ayrı
ayrı şeyler olduğu da anlaşılmaktadır,
(Bu haber için yine
başka bir kaynak bulunamarmşhr.).[862]
1068— Ebû
Hüreyre, Peygamber (Sallaltahü Aleyhi ve Sellem/den rivayet ettiğine göre,
Peygamber şöyle buyurdu:
«— Eğer bir adam
(izinsiz olarak) yukardan aşağı evine bakar da, ren ona Mr taş atıp gözünü
çıkarırsan, sana bir günah yoktur.»[863]
Haber vermeksizin ve
müsaade almaksızın kasıtlı olarak başkasının kapı aralığından veya evinin
penceresinden içeriye bakmak, hisar ve duvar gibi yerler üzerinden ev içlerine
bakmak haramdır. Bunda hem ev masuniyetini ihlâl vardır, hem de tecessüs, yani
başkasının özel hayatını araştırma vardır. Bundan son derece kaçınmak lâzımdır.
Yoldan geçerken, araştırma ve kasıt niyyetini taşımaksızın bir göz değmesi,
suretiyle bakılmasında bîr beis yoktur ve bu bir suç sayılmaz.
Şafiî mezhebine göre,
kasıtlı olarak ve işlediğinde sebat göstererek kapı veya pencere aralığından
İçeri bakanın gözü oyulduğu takdirde, oyan kimseye ne kısas yapılır, ne de
diyet ödetilir.
İmamı Azam
Hazretlerine göre, böyle kötü bir İş yapar kimseye, yaptığı İşin haram olduğu
ve bundan sakınılması gerektiği ihrar edilir, halini düzeltmesi İstenir. Buna
rağmen halini düzeltmeyerek aynı kötü işe devam ettiği sabit olursa, gözünü
çıkarmak caizdir.[864]
1069— Enes'den
rivayet edildiğine göre, şöyle demiştir:
«— Peygamber
(Sallallahü Aleyhi ve Sellem) namaz
kılıyordu da, bir adam uzanıp evine
(kapı aralığından) baktı. Bunun üzerine Peygamber ok torbasından bir ok alıp» o
adamın gözlerine doğru çevirdi.»[865]
Haber vermeksizin
Peygamberin evi -içine gözü İle tecavüz edenin bir Bedevi olduğu rivayeti
vardır. -Bunun yaptığı hareketin fenalığını kendisine bildirmek ve bir daha
böyle bîr işe teşebbüs etmemek İçin Hz. Peygamber Bedevinin gözlerine doğru oku
doğrultnıuş, adam da sakınıp gitmiştir. Bu Hadîs-i Şerifi biraz değişik lâfızla
Tirmizİ de rivayet etmiştir. Bundan önceki Hadîs-i Şerife ve açıklamasına,
bakılsın.[866]
1070— Sehi
ibni Sa'd haber verdiğine göre, bir adam Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve
Sellem) 'in kapısındaki bir delikten içeriye baktı. Peygamberde kendisiyle
başını kaşıdığı bir çalı vardı.
— Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) o
adamı görünce, şöyle buyurdu :
— «Eğer maksatlı olarak bana baktığını hileydim,
bunu gözüne sokardım.»[867]
Göz harama değmesin,
evin mahremiyetine vakıf olunmasın ve böylece haram işlenmesin diye, yabancı-
evlere-girmekte izin almak meşru kılınmıştır. Bunun için hiç kimseye, kapı
deliğinden veya aralığından içeri bakmak delâl değildir. Israrla bu haramı
işleyenlerin cezası da, göz oyulması kadar ağırdır. 1086 sayılı Hadîs-i Şerîf
açıklamasına bakılsın.[868]
1071— Peygamber
(Sallalhhü Aleyhi ve Sellem) şöyle buyurdu:
«— Göz (harama değmesin) için izin almak meşru
kılındı.»[869]
1070 sayılı Hadîs-İ
Şerife bakılsın.[870]
1072— Enes'den
rivayet edildiğine göre, şöyle demiştir:
«— Bir adam, Peygamber
(Saîlallahü Aleyhi ve Sellem) 'in -hücresindeki (evindeki) aralıktan içeriye
baktı da. ResülüUah (Saîlallahü Aleyhi ve SeUem) bir okla ona karşı durdu. Adam
da başını çıkardı; (savuşup uzaklaştı).»[871]
1069 ve 1070 sayılı
Hadîs-İ Şeriflere bakılsın.[872]
1073— Ebû
Musa'dan haber verildiğine göre, şöyle demiştir:
— Ömer'in yanma varmak için (kapıda) izin
istedim —üç kerre — de bana izin verilmedi. Ben de geri döndüm. (Arkamdan Ömer
adam gönderip) beni çağırttı ve dedi ki:
—" Ey Abdullah!
Kapımda beklemek sana zor geldi. Şunu bilmiş ol ki, insanların senin kapında
beklemeleri aynı şekilde onlara zor geliyor. Ben de:
— Hayır, ben senin yanma girmek için üç defa
izin istedim, bana izin verilmedi. Ben de geri döndüm. «Biz böyle hareket
etmekle emrolunuyor-duk, (Peygamberin bize emri bu idi).» dedim. Bunun üzerine
Ömer:
— Bunu kimden işittin?
dedi de ;
— Bunu Peygamber (SaîiaUahü A teyhi ve Selknı)
'den işittim, dedim. Buna karşı Ömer şöyle dedi:
— Bizim
işitmediğimizi, Peygamber (SaîiaUahü Aleyhi ve Selîem) 'den sen mi
işittin? Bu hususta bana bir delil getirmezsen, seni azaba sokacağım.
— Ben de çıktım, Mescid'de oturmakta olan
Ensar'dan ibaret birkaç kişinin yanına kadar gittim. Onlara (izin İstemeye dair
Hadîs-i Şerifi işiten olup olmadığını) sordum. Onlar dediler ki:
— Bundan şüphe eden mi var?
Ben de Ömer'in
söylediklerini onlara haber verdim. Onlar:
— Sen?ale ancak en küçüğümüz kalkıp gidebilir,
dediler. Bunun üzerine Ebû Saîd El-Hudrî —yahut Ebû Mes'ûd— Ömer'e gitmek
üzere benimle kalktı. (Ebû Saîd, Ömer'in huzurunda şu Hadîs-i Şerifi) anlattı:
— Sa'd ibni Ubade'yi
ziyaret etmek isteyen Peygamber (Sallat ahu AhyhtYeSeltehOiH (yola) çıktık.
Nihayet Peygamber onun yanma vardı da selâm verdi, fakat içeri girmeye
kendisine izin verilmedi. Sonra ikinci defa selâm verdi, sonra üçüncü defa
verdi. Yine kendisine izin verilmedi. Bunun üzerine Peygamber:
«— Biz, üzerimizdeki
borcu ödedik» buyurdu. Sonra geri döndü. Arkasından Sa'd, Peygambere yetişip,
dedi ki:
. — Ey Allah'ın
Resulü! Seni hak olarak gönderen Allah'a yemin ederim ki, sen selâm verdiğin
her defa, ben işitiyordum ve selâmına karşılık veriyordum, (ve aleyküm selâm ve
rahmetullah diyordum). Ancak istiyordum ki, bana ve ehlime çok selâm veresin,
(bunun için sizi bekletmiş oldum). Bundan sonra Ebû Musa, (Hazreti Ömer'e
hitaben) :
— Vallahi,
benim Resûlüllah (SaUaîlahü
Aleyhi ve Sellem)'in Hadîs-i Şerifine
güvenim vardı, (bunu kesin olarak biliyordum), dedi.
Hazreti Ömer de:
— Evet, doğrusun. Ancak ben işi gerçekleştirmek
(ve şüpheden kurtarmak) istedim, buyurdu.[873]
Daha önce 1066 sayılı
haberde İzin almak, selâmdan başka şey olduğu bildirilmişti. Bununla beraber
izîn isteme, kapı çalınması, öksürme ve seslenme gibi-hareketlerle yapıldıktan
sonra, içeri girerken selâm vermek de şart kılınmıştı. Şimdi buradaki Hadîs-i
Şeriften öğreniyoruz-kı/yalnız selâm vârm-ek :suneiİyle içeri girme müsaadesi
alınabilir. Sesin, ve selâmın duyu-labildiği yerlerde yalnız selâm vererek
içeri girme izni alınabilir. 1065 sayılı Hadîs-i Şerife bakılsın.
(Sa'd ibni Ubade'nin
hal tercemesi İçin 846 sayılı hadîse bakılsın.).[874]
1074— (273-s.)
Abdullah'dan rivayet edildiğine göre, şöyle demiştir:
— İnsan çağrıldığı
zaman ona (içeri girmesi için.) izin
verilmiş demektir.[875]
Çağıran kimse ile
çağrılan arasında mesafe az olur veya kısa zaman aradan geçerse, çağrılan kimse
izin almaksızın içeri girebilir. Onun çağrılması kendisi İçin İçeri girmesine
müsaade mânâsını taşır. Fakat mesafe uzak olur veya aradan uzun zaman geçerse,
yeniden bir İzin istemek suretiyle içeri girilmesi icab eder. Bu hal durum ve
şartlara göre de değişebilir.
(Bu haber için başka
bir kaynak bulunamamıştır.).[876]
1075— Ebû
Hüreyre, Peygamber (SallaUahüAleyhiveSellem)'den rivayet ettiğine göre,
Peygamber şöyle buyurdu :
«— Sizden-biriniz
çağrılır da, e^çi ile beraber gelirse, bu ona (içeri girmesi için)
izi&ıdir.»[877]
1074 sayılı habere ve
açıklamasına bakılsın. Bir haberci veya elçi va-sıtasiyle çağrılanlar, elçi
veya haberciden önce gelirlerse, bu takdirde izin almaları gerekir. Nitekim
Ashabdan bazı kimselerin- çağrılmış elmalarına binâen Hz. Peygamber'den izin
istedikleri rivayeti vardır. Aksi haJde izne hacet yoktur.[878]
1076— Ebû
Hüreyre, Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) 'den rivayet ettiğine göre,
Peygamber şöyle buyurdu;
«— Adamın adama elçi
göndermesi, ona (içeri girmesi için) izindir.»[879]
Bu bölümle İlgili
diğer hadîs ve haberlere bakılsın.[880]
1077— (274-s.)
Ebû'l-Alâniyye'den rivayet edildiğine göre, şöyle demiştir :
— Ebû Saîd El-Hudrî'ye vardım da, selâm
verdim. (İçeri girmeye) bana izin
verilmedi. Sonra selâm verdim, yine izin verilmedi. Sonra üçüncü defa selâm
verdim de sesimi yükselttim ve dedim ki:
— Esselâmu Aleyküm, ey ev halkı!.. Yine bana
izin verilmedi. Ben de bir kenara çekilip oturdum. Bir de bir erkek çocuk
çıkıp, gir, dedi. Ben de (içeri) girdim. Ebû Saîd bana dedi ki:
— Dikkat et, sen (üç kerrederi) ziyade edeydin
sana izin verilmeyecekti, (çünkü sünnete aykırı hareket etmiş sayılacaktın).
Ben, ona (içinde şarap yapılan) kaplardan sordum, muayyen bir kaptan sormadım;
ancak haramdır, dedi. Nihayet ona deriden yapılmış kaplardan sordum; buna da
haram, dedi. Ravilerden Muhamrned (ibni Sirîn) dedi ki:
— Bu (içinde şarap yapılan) bir kaptır ki, baş
tarafına deri yapılır da bağlanır.[881]
Sarhoşluk veren
içkiler ve her türlü şarap, İlk haram kılındığı zaman, bu içkilerin içinde
bulunduğu kaplan da kullanmak yasak edilmişti. Bu İçkİ .kaplarının hepsi
kırılmış ve yok edilmişti. İçki imalâtı son bulduktan sonra, bu içki kaplarına
benzer kapların yapılıp satılmasına ve kullanılmalarına müsaade edildi.
Bu haberden de
anlaşıldığına göre, üç defa selâm vermek suretiyle İzin istemek sünnettir.
Bundan ziyade olarak izin istemede İsrar etmek sünnete aykırıdır. Bunu yapmamalı
ve müslüman. kardeşi rahatsız-etmemelidir.
(Bu haber İçin başka
bir kaynak bulunamamıştır.).[882]
1078— Peygamber
(Saîlalİahü Aleyhi ve Sellem) 'in arkadaşı olan Abdullah ibni Büsr'ün
anlattığına göre, Peygamber (Sallatlahü Aleyhi ve Sellem) bir (kimseye ait)
kapıya gelip de (içeri girmek için) izin istediği zaman kapıya karşı durmazdı.
Sağa ve sola gelirdi. Eğer kendisine izin verilir ise (içeri girerdi). Değilse dönerdi.[883]
Bir kimsenin evine
veya odasına girmek için tam kapı karşısında durmak edebe aykırıdır. Kapı
açılır açılmaz içeriyi gözetlemek ve görmek halleri taşınıldığî fikrini verir.
6u da nezaketsizlik clur. Onun için Hz. Peygamber bize öğrettiği şekilde
kapının yan taraflarına çekilmek suretiyle içeri girme izni istenmelidir, üç
defa istendikten sonra da, İzin verilmezse dönüp gitmelidir.
Abdullah ibni
B ü s r kimdir? :
Eb Û B ü s r künyesini
taşıyan A b d u I I a h 'in Medîne'Ii ashab* dan ve Mazin kabilesinden olduğu
söylenir. Ebeveyni ile iki kardeşi de as-habdandır. Daha genç yaşta iken
Peygamber (Sattalkthü Aleyhi ve Sellem) eüni. bunun başına koyup :
«— Bu oğlan bir asır
yaşayacaktır.» buyurmuş ve rivayet edildiğine göre de 96 veya 100 yaşında
Şam'da vefat etmiştir. Şam'da en son vefat eden şahabı budur. Abdest alırken
ansızın vefat etmiştir. Allah ondan razı olsun.[884]
1079— (275-s.) Abdurrahman ibni Muaviye ibni Hadic
babasından rivayet ettiğine göre, babası şöyle demiştir:
— Ömer ibni Hattab'a gittim — Allah ondan razı
olsun — de, huzuruna çıkmak için izin istedim. Bana dediler ki:
— O sana çıkıncaya kadar yerinde bekle. Ben de
kapısına yakın bir yerde oturdum. (Babam anlatıp) dedi ki, nihayet Ömer bana
gelip su istedi. Sonra abdest aldı ve mestlerini mesnetti, (ıslak elleriyle
sildi). Ben :
— Ey müminlerin Emîri! Böyle abdest alman
beviîden midir? dedim. Şöyle dedi ;
— Beviîden yahut başkasından...[885]
Herhangi bîr yere
gidip içeri girmek için müsaade istenir de, biraz beklenmesi şeklinde cevap
verilirse, hemen kapı önünde beklenmemelidir. Kenara çekilip yakın bir yerde
oturarak beklemelidir. Fazla uzaklaşmak âo doğru değildir; çünkü aratmaya sebep
teşkil eder. Hem hürmetsizlik olur, hem de eziyet verilmiş olur
Bu haber aynı zamanda,
ashab-ı kiramın mestler üzerine mesih yaptıklarına ve bevil gibi hallerden
abdest bozulduğu takdirde de mesih yapılabileceğine delil teşki! etmektedir.
(Bu haber için başka
bir kaynak bulunamamıştır.).[886]
Enes ibni Malik'den
rivayet edildiğine göre, Peygamber (SatlaHahü Aleyhi ve Sellem)"m kapıları
(ashab tarafından) tırnaklarla çalınırdı.[887]
Ashab-ı Kiramın edebe
son derece riayetlerinden dolayı Peygamberin huzuruna çıkmak İstedikleri zaman duyulacak
kadar hafif bir sesle parmak uçların! ve tırnaklarını kullanarak kapıyı
çalarlardı. Işitilemeyecek bir durum olduğu zaman, daha fazla, ihtiyaç miktarı
bîr sesle kapıyı çalmak gerekir. Pat pat şeklinde veya kapılardaki zillere
devamlı basarak kapı çalmak edebe aykırıdır. Hem kaba bir harekettir, hem de ev
sahibine rahatsızlık vermektir.
(Bu Hadîs-İ Şerif için
başka bir kaynak bulunamamıştır.).[888]
1081— Kelde
ibni Hanbel haber verdiğine göre, Safvan ibni Ümey-ye kendisini Mekke'nin
fethi'zamanında Peygamber (Salialtahü Aleyhi ve Sel'cm)'e bir oğlak, süt ve
sebze yemeği getirmek üzere gönderdi. (Kavilerden Ebû Asım demiştir ki,
«Dağabîs» bir nevi yeşil sebzelerdir). Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)
de vadinin üst tarafında idi. (Kelde ibni Hanbel anlatıp) dedi ki:
— Ben selâm vermedim ve içeri girmek için de
izin istemedim. Peygamber, şöyle buyurdu :
«— Geri dön de
Esselâmu Aleyküm, gireyim mi? diye söyle.» Bu vak'a, Safvan müslüman olduktan
sonra vuku buldu. Ravüerden Amr demiştir ki:
— Ümeyye bu şekilde bana Kelde'den nakletti;
fakat bunu Kelde'den işittim demedi.[889]
Hz. Peygamber hiç
kimseyi ayıplamamış ve yüzüne karşı kırmamış olduğu halde, böyle selâm
vermeksizin ve izin de almaksızın içeri giren kİm-seyİ geri çevirmesi iki mânâ
taşımaktadır:
Birincisi, selâm verip
izin istemenin çok önemli, gözetilmesi gereken bir vazife olduğunu ve bunun
asla terkedilmemesi gerektiğini bildirmektir. ikincisi de, henüz islâm hayatına
alışmamış kimselere bilfiil edebi öğretmek hususudur. Bundan anlaşılıyor ki,
izinsiz ve habersiz olarak bir kimsenin evine girmek caiz değildir.[890]
1082— Ebû
Hüreyre'den rivayet edildiğine göre: — Peygamber (SaİUttlahü Aleyhi ve Sellem)
şöyle buyurmuştur;
«— Bir kimse gözü
içeriye sokarsa, «na izin yoktur.» (Yâni; izin istemek, gözü korumak içindir.
İsinden Önce göz içeriye dalarsa, ona izin verilmez).[891]
Gözler hoşa gitmeyen
şeyler görmesin diye izin alarak içeri girmek meşru kılınmıştır. Gözlerin
kapıdan içeriye dalması, insanın izin almadan içeri girmesi hükmünü taşır. Bu
itibarla izinsiz içeri giren, nasıl ki seîâm verip izîn almak üzere geri
çevriliyorsa, gözlen içeri girene de müsaade edilmemesi gerekir. .Onun da özür
dileyip sünnete uygun olarak izin istemesi lâzımdır. Zaten kapıya karşı
durulmayıp sağa veya sola çekilmekle emredîliş, yine gözleri korumak içindir.[892]
1083— Ebû
Hüreyre'nin şöyle dediği işitilmiştir:
— Bir kimse, içeri gireyim mi? deyip de, selâm
vermemişse,_ anahtarı getirmedikçe izin yok, diye söyle. (Ravi der ki) ben
sordum:
— (O anahtar) selâm mıdır? Ebû Hüreyre:
— Evet! dedi.[893]
Bu haberden de
anlaşılıyor kİ, içeri girmek için yalnız İzin İstemek kâfi değildir. İçeri
girmekte kullanılan anahtar yerine kaim olan selâm sözünü de getirmek gerekir.
1067 sayılı habere bakılsın.[894]
1084— Amir
oğullarından bir adam anlattığına göre, kendisi Peygamber (Saliallah'd Aleyhi
ve Seltem) 'e gelip: — (İçeri) gireyim mi? dedi. Peygamber (Satiallahü Aleyhi
ve Sellem) cariyesine:
— Çık, ona rle ki:
Esselâmu Aleyküm, gireyim mi? diye söyle. Zira; bu adam hsipı istemeyi
beceremiyor.»
— Adam demiştir ki, cariye bana çıkıp gelmeden
Önce ben bu sözü işittim de:
— Esselâmu Aleykürri, gireyim mi? dedim.
Peygamber şöyle buyurdu:
— Senin de üzerine
selâm olsun, gir.»
Adam demiştir ki, ben
de içeri girip : (Bir Peygamber olarak) ne ile geldin? dedim.
Peygamber şöyle
buyurdu :
— Ben sîze hayırdan
başka bir şeyle gelmedim: Ortağı olmayan tek Allah'a ibadet edesiniz, Lât ve
Uzza pullarına tapınmayı terkedesiıniz, gece ve gündüz beş vakit namaz kıla
siniz, senede bir ay oruç tutasımz, bu Beyt'i (Kabe'yi) haccedesiniz ve
zenginlerimizin mahndnn alıp, onu fakirlere veresiniz diye size geldim, (gönderildim).
— Adam dedi ki, ben Peygambere sordum:
— İlimden bilmediğin birşey var mı? Peygamber
.şöyle buyurdu : .
«— Gerçekten en
hayırlısını Allah bilir. İlimden bîr kısmı vardır ki, onu ancak Allalh bilir.
Beş şeyi Allah'dars başkası bilmez: = Kıyametin ilmi (kopacağı vakti bilmek)
Allah ika tındadır. Yağmuru (dilediği yere, dilediği kadar) -o yağdırır.
Ralhimlerde (erkek-dişi, sağlam-sakat, iyi-kötü) ne varsa o bilir. Hiç kimse
yarın ne kazanacağını (başına ne geleceğini) bilemez. Hiç kimse de hangi yerde
öleceğini bilemez.» (Lokman Sûresi, Ayet: 34).[895]
Bu Hadîs-i Şeriften de
öğreniyoruz ki, bir kimsenin evine girmek için yalmz izin istemek kâfi
değildir. Ayrıca olarak selâm verilecektir. Bİr de Hz, Peygamberin beşeriyete
gönderilmesİndeki hikmet, sırf insanları hayra ve1 en iyiye çağırmak ve onları
dünya ile âhiret saadetine kavuşturmaktır. Ge-* tirdiği hayırlı şeylerin ilki
ve başı da Allah'a hiç birşeyi ortak koşmakstzın ona iman edip, İbâdette
bulunmaktır. Bu imanın esasını teşkil eder. Bundan sonra sırasiyle zikredilen
ibâdetler de günde beş vakit namaz kılmak, senede bir ay oruç tutmak,
haccetmelcve zekât vermektir. Bunlar ana ibâdetlerdir.
Herş^yin aslını ve
künhünü olduğu gibi, tam olarak bilen Genab-ı Hak dır. İnsanlar da bir kısım
şeyleri bilirler ve bilebilirler. Beş temel şey vardır ki, bunların esasını
Allah'tan başkası bilemez. Bunları Lokman Sûresi'nin 34. Âyet-İ Kerîme'sinde
şöyle beyan buyuruyor :
1— Kıyametin
ne zaman kopacağını ve âhİret hallerini ancak Allah bifir. Zaten âhirete ait
haller dünya yaratılah beri insanlar tarafından mü-şahade edilmediğinden, hiç
kimse kendi ihtiyar ve İradesiyle bunları bilemeyeceği mpnakaşa götürmez.
2— Bİr ölçü
nispetinde dilediği yerlere yağmur yağdıran ve bunun zamanı ile miktarını bÜen
ancak Allah'tır. Bazı aiâmetîer belirdikten sonra, basınç ve bului emareleri ve
rüzgârlar çıktıktan sonra tahminlerde bulunup bir kısım isabet kaydetmek, asıl
kastedilen ilmi bilmek sayılmaz ve bu gerçek ilim olmaz. Bir işin tahakkukuna
sebep olacak emare ve belirtilerin bulunması, o işin vuku bulacağına delildir.
Bu esbabı yaratan ise Allah'tır. Afları bu yağmur sebeplerini yaratmazdan önce,
nereye ne kadar yağmur yağdıracağını bilir. Fakat bunu ondan başkası bilemez.
Biz ancak sebepler ve alâmetler ortaya çıktığı zaman bazj şeyleri bilebiliriz.
3— Ana
rahminde ceninin daha azaları teşekkül etmeden, onun nasıl bir yaratık
olacağını ancak Allah bİIir.
Bedenen sağlam-sakat, İyi-kötü, erkek veya dişi olduğunu ancak
Allah bilir. El-ayak ve kemik gibi bazı aza-İar teşekkül ettikten sonra röntgen
benzeri âletlerle keşfetmeler bu konu dışında kalır. Çünkü; göz görüldükten
sonra kör denmez. Göz bahis konusu olmadan, gözün var olup olmayacağını bilmek
hususundaki ilim ancak Allah katında mevcut bir gerçektir. Beşeriyet bunu
bilmekten acizdir.
4— İnsanın
sevinçli ve kederli, sağlam ve hasta, kâr ve zarar halleri vardır. Başına bir
kaza gelip gelmeyeceğini önceden kesin olarak bilemez. Fakat Allah Teâlâ
önceden bütün kulların bu hallerini bilir.
5— Hiç bir
canlı da nerede öleceğini bilemez. Ölüm İnsanın elinde değildir. Ne zaman ve
nerede insanı yakalayacağı belli olmaz. İnsan devamlı olarak ömrünün sonuna
kadar muayyen bîr yerde kalmaya kararlı olsa bile, bazı mecburî sebepler onu
başka yere iletir ve ölümü orada meydana gelir. Bugün yollardaki kazalarda,
hastahane ve muhtelif yerlerde vukua gelen ölümler açıkça bu gerçeği ortaya
koymaktadır. Allah Teâlâ ise, ezelî ilmî ile her canlının nerede ve nasıl
öleceğini bilir. Ondan başkası bunu bilemez.[896]
1085— İbni
Abbas'dan rivayet edildiğine göre, şöyle demiştir: Ömer, Peygamber (Sallallahü
Aleyhi ve Scllemyin huzuruna çıkmak için izin istedi de, şöyle dedi: Selâm
Allah'ın Resulüne olsun, Esselâmü Aleyküm. Ömer, (içeri) girebilir mi?[897]
Hazreti Ö m e r 'in
izin isteme şekli en kısa ve en güzel istizandır. Önce selâm verilir. Sonra
isim beliriilerek içeri girme müsaadesi alınır.
B(u hadîs için başka
bir kaynak bulunamamıştır.).[898]
1086— Cabir'in
şöyle dediği işitilmiştir:
— Babam üzerinde olan
bir borç için Peygamber (Sallallahü
Aleyhi veSelleın)'e gittim. Kapıyı çaldım da, Peygamber:
«— Kim o?» dedi. Ben
de :
— Ben, dedim.
Peygamber buna hoşlanmamış gibi:
«— Ben, ben.» dedi.[899]
Kapı çalınıp da,
İçerden «Kim o?» dendiği zaman, «Ben!» diye cevap vermek, tanıtma bakımından
yeterli değildir. Sesten tanıtmaya çalışmak çok defa yanlışlığa sebep olur.
Onun için -Hz. Ömer'in kendi ismini yererek şahsını tanıtması gibi tanıtmak
gerekir. Nitekim; ben demek suretiyle tanıtmadan HzvPeygamber'in
hoşlanmadıkları bu Hadîs-i Şerifte görülmektedir.[900]
1087— Abdullah
ibni Büreyde, babasından rivayet ettiğine göre, babası şöyle demiştir:
— Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Selîem)
Mescid'e çıktı. Ebû Musa da (Mescidde)
Kur'ân okuyordu. Peygamber (beni kasdederek) :
«— Bu kimdir?» dedi.
Dedim ki:
— Ben (Abdullah'ın babası) Büreyde'yim, sana
'i'eda kılındım. Bunun üzerine o, şöyle buyurdu;
Buna (Ebû Musa'ya),
Davud'un güzel sesinden bir ses verildi.»[901]
Hem ben kelimesini,
hem de ismi vererek «Ben Büreyde, ben Ahmed* tarzında «Bu kim, kim o?»
sorularına cevap vermekte bir beis olmadığına bu Hadts-i Şerîf bir delildir.
Çünkü bu cevaba karşı Hz. Peygamber hiç bir hoşnutsuzluk alâmeti
göstermemiştir. Güzel sesle Kur'ân okumayı da tahsin buyurmuşlardır. Şu tabiî
ki, mânâya ve İhlâsa nüfuz etmeden sırf madde ve gösteriş için okunan Kur'ân-t
Kerîm'İn vebali çok büyüktür.
Mizmar, bir çalgı
âletinin adıdır kİ4 bununla güzel ses murad edilmiştir. Â I - İ D a v u d sözü,
Peygamber Hazretİ D a v u d run şahsına dalâlet eden ve şeref İfade eden sözdür.
Hazreti D a v u d 'un sesinin güzelliğine E b û Musa 'nın sesi benzetilmiştir.
Bu Hadîs-i Şerîf 805. sayıda geçmiştir. Oraya müracaat edilsin.[902]
1088— (277--s.)
Abdurrahman ibni Cud'dan rivayet edildiğine göre, demiştir ki:
— Abdullah ibni
Ömer'le beraberdim de, bir ev halkından (içeri girmek için) izin istedi.
(Karşılık olarak ona) selâmla gir, dendi. Abdullah ise, onların huzuruna
girmekten sakındı.[903]
Bir eve girmek İçin
sünnet üzere izin istendiği zaman, karşılık olarak ev sahibinden «Selâmla içeri
gir» diye söylenmesi, İçeri girmemeye sebep'teş-kil edecek söz değildir.
Abdullah ibni Ömer 'in içeri girmemesine bu ifade sebep olmayıp, din yönünden
başka bîr sakıncanın bulunması sebep olsa gerektir. Bunu da açıklamaya lüzum
görmemiş olabilir. Şerhlerde de bir açıklamaya rasilanamamıştır.[904]
1089— Ebü
Hüreyre'den rivayet edildiğine göre, demiştir ki; Peygamber (SaHallahü Aleyhi
ve Selîem) şöyle buyurdu:
«— GÖz, (evden) içeri
girdiği zaman, izin yoktur.»[905]
1082 sayılı Hadîs-i
Şerîf'e ve açıklamasına bakılsın.[906]
1090— (278-s.j
Müslim İbni Nezîr'den rivayet edildiğine göre, demiştir ki, bir adam
Hüzeyfe'nin yanına girmek için izin istedi de (izin çıkmadan önce) içeriye baktı ve:
«— Gireyim mi?» dedi.
Huzeyf e:
«— Gözüne gelince
içeri girdi; kıçın ise girmedi.» dedi.[907]
Bu haber de gösteriyor
ki, izin istemek gözü korumak içindir. İzin almadan önee gözün içeri girmesi
halinde, İzin istemeye mahal kalmamış olur. Tafsilât. İçin 1082 sayılı Hadîs-İ
Şerîf açıklamasına bakılsın.[908]
1090— (M.)
Bir adam sordu ki:
— Annemin yanma (odasına) girmek için izin
isteyeyim mi? (Adam ona şöyle) dedi:
— Eğer İzin istemezsen (haber vermeden ansızın
odasına girersen), hoşuna gitmeyen şeyi görürsün.[909]
1059 ve 1060 sayılı
haberlere bakılsın.[910]
1091— Enes
ibni Malik'den rivayet edildiğine göre, bir Bedevi Peygamber (SallaUahü Aleyhi
ve kellem) 'in evine gelip, gözünü kapı aralığına dikti, (içeri baktı). Bunun
üzerine Peygamber bir ok yahut sivri bir odun alıp, Bedevinin gözünü oymak için
onu kasdetti de, Bedevi gitti. Sonra Peygamber şöyle buyurdu:
«— Dikkat et, eğer
yerinde duraydın gözünü oyardım.»[911]
1069 sayılı Hadîs-i
Şerife bakılsın.[912]
1092— (280-s.)
Rivayet edildiğine göre, Ömer ibni Hattab (Radiyallahuanh) şöyle demiştir:
«— Kendisine izin
verilmeden önce kim bir evin köşe bucağı ile gözlerini doldurursa, gerçekten
fasık olmuştur.»[913]
İrısanlardari
çekinmeden açık olarak günah İşleyenlere, haramdan sakınmayanlara fâsfk denir.
Henüz İzin almadan kapı ve pencere aralarından evin içini
gözetlemek yasak iş olduğundan,
bunu yapanlara fasık denir. Bu da İşİn haram olduğuna delâlet eder.
(Bu haber için başka
bir kaynak bulunamamıştır.).[914]
1093— Resûlüllah
(Sallallahii Aleyhi ve Selleınj'in azadlısı Sevban anlattığına göre, Pygamber
(Sallallahü Aleyhi ve Sellem) şöyle buyurdu :
«— İzin almadi!kça hiç
bir müslümana, bir evin içine bakmak helâl olmaz. Hiç tkimse, namazdan
ayrılmadıkça, imam olduğu cemâati bırakıp, duayı kendine tahsis etmesin,
(cemâati da duasına ortak etsin). Hiç kimse de boşanıp lıafiflemedikçe, idrar
sıkışıklığı ile namaz kılmasın.»[915]
Hadîs-İ Şerifte üç
yasak hüküm bulunmaktadır :
1— İzin
almadıkça, hiç bir müslüman bir evin iç kısımlarına bakma-malıdır. izinsiz
bakılırsa, izinsiz o eve girilmiş olur kİ, böyle izinsiz bir eve girmek
günahtır; hiç kimseye helâl olmaz.
2— Cemaatla
kılınan namaz toplu bir ibâdettir. Topluca yapılan İbâdetlerde hiç kimse
ettiği duayı kendine has kılmamalıdır. İmam kıraat mevkiinde olduğundan, kunut
ve tahİyyat gibi dua yerlerinde bilhassa bu halden sorumlu olur. Duadaki lâfız
müfred olsa bile, kaibi ile cemaatı nİyyet etmesi gerekir. Meselâ : «Allah'ım,
beni bağışla ve bana hidayet ver» yerine «Allah'ım, bizi bağışla ve bize
hidayet ver» mânâsında sünnet üzere dua etmeli veya birinci şeklide dua
ediliyorsa, kalben cemaat da nİyyet edilme! id ir.
3— İnsan
abdestten sıkışık halde iken namaza durmamalıdır. Bu halde iken namaz kılmak
mekruhtur. Çünkü kılınan namazda huzur ve huşu olmaz. Acele olarak namazın
bitirilmesi istenir. İbadet mânâsı kalmaz. Büyük ve küçük abdestlerden
sıkışıklık aynı yasak hükmü taşır.[916]
1094— Ebû
Ümarae'nin şöyle dediği işitilmiştir: — Peygamber (Saîtallahü Aleyhi ve
Seliem) buyurdu:
«— Üç kimse vardır ki,
bunların her biri Allah'a karşı korunmuştur; eğer yaşarsa ihtiyaçtan toeri olur
ve eğer ölürse cennete girer: Kim evine selâmla girerse, Azız ve Yüce olan
Allah'la karşı korunmîî^ur. Kim mescide (namaza) giderse, Allah'a karşı
korunmuştur. Kim de Allah yolunda cihada çıkarsa, Allah'a karşı korunmuştur.»[917]
Hadîs-i Şerifte üç
güzel amelden birini İmleyen üç kimsenin kazanacakları mükâfat beyan
buyurulmaktadır:
1— Her mümin
evine girdiği zaman muhakkak evdekilere selâm vermelidir. Evde kimse
bulunmadığı zaman yine «Esseİâmu Aleynâ» demek suretiyle selâfn vermek gerekir.
Zira;. Cenab-ı Hak, Kur'ân-ı Kerîmde Nur Sûresİ'nin 61. Ayet-i Kerîme'sinde :
«— Evlere girdiğiniz
zaman, Allah katından meşru olan mübarek ve hoş sağlık dileyişiyle kendinizden
«planlara (müminlere veya bizzat kendinize) selâm verin.» buyuruyor.
İşte bu ilâhî emri
yerine getirmenin karşılığında dünyada başkalarına ihtiyaçtan kurtuluş ve
ölünce de Cennet sevabı vardır.
2— Allah'a
ibâdet niyyetİ île evinden çıkıp camiye giden kimse de Allah'ın muhafazası
altındadır. Eğer yaşarsa, ona nimet ihsan eder,- eğer ölürse oni" Cennet'e
koyar.
3— Allah'ın
dinîni yüceltmek ve üstün kılmak için cihada çıkan kimse, yine Allah'ın muhafazası
altındadır. Eğer ölürse şehidlİk
rütbesiyle Cennet'e girer. Cihaddan sağ olarak dönerse, ganimet ve
sevaba nail olur.[918]
1095— (281-s.)
Cabir'in şöyle dediği işitilmiştir:
«— Evine girdiğin
zaman, Allah katından meşru olan mübarek ve hoş sağlık dileyişiyle ev halkına
selâm ver.»
— Eavi der ki, ben
bunu, Allah'ın şu âyeti karşılığı gördüm:
«Siz bir selâmla
selâmladığınız zaman, ondan dalha güzeli ile karşılık verin veya aynı ile
mukabele edin. (Nisa Sûresi, Âyet: 86).[919]
Yukarda mânâsı verilen
Nûr Sûresİ'nin 61. Âyeti ile buradaki Nİsâ Sûresİ'nin 86. Âyeti arasını
toplayarak selâm verme şeklini müfessirler açıklamaktadırlar :
Allah Teâlâ
Hazretlerinin İsimlerinden bir isim olan ve noksanlıklardan salim, olma mânâsım
taşıyan «Selâm» sözü, kullar İçin kullanıldığı zaman Allah'ın selâmeti ve
rahmeti mânâsını ifade eder. Onun için Allah katında mübarek ve hoş bîr
kelimedir. Bu sözle selamlaşmayı Allah ve.Resulü bize emrediyorlar. Bir mümin,
diğer bir mümine : «Esselâmu Aleyküm» diye selâm verdiği zaman, buna : «Ve
Aleykümü's-Selâm ve Rahmetullah» ile cevap' verilir. Rahmetullah sözünü ilâve
etmekle daha güzeli ile mukabele edilmiş olur.
Eğer: «Esselâmu
Aleyküm ve Rahmetullah» diye seiâm vermİşse, buna: «Ve Aleykümüsselâm ve
Rahmetuliahi ve Berekâîüh» ile mukabele edilerek daha güzeli İle selâm verilmiş
olur.
Eğer : «Esselâmu
Aleyküm ve Rahmetuliahi ve Berekâtüh» diye selâm vermişse, buna aynı sözle
mukabele edilir. Ziyade yapılmaz. Yani : «Ve Aleykümüsselâm ve Rahmeîullahi ve
Berekâtüh» denir. Hem evlere girildiği zaman, hem de dışarda müminler
karşılaştığı zaman, bu şekilde selâmla-şırlar. Her iki âyet bu hükümîeri, beyan
etmektedir.[920]
1096— Cabir'den rivayet
edildiğine göre, kendisini
Peygamber (Sailalîahü Aleyhi ve Sellem)'in şöyle buyurduğunu işitmiştir
:
«— İnsan evine girdiği
zaman, eve girişinde ve yemek yeyişinde AI-Iaîı'i anarsa, Şeytan (kendi arkadaşlarına ve yardımcılarına) :
— Size (burada)
gecelemek de yok, yemek de yolk, der. Eve girip de, girişi anında Allah'ı
anmazsa, Şeytan: Siz, geceleme yerime kavuştunuz, der. Eğer yemek yeyişinde de
Allah'ı anmazsa, Şeytan : Sia hem geceleyecek yere, hem de yemeğe kavuştunuz, der.»[921]
Besmelenin faziletiyle
İlgili Hadîs-i Şeriflerde her yararlı İşe Allah'ın adı ile başlanılırsa, o işin
bereketli olacağı, aksine Allah'ın adı anılmayınca hayırsız ve güdük olacağı
sabit bulunmaktadır. Eve girmek ve yemek yemek yararlı işlerden oldukları
cihetle, bunlara mübaşeret zamanında besmele getirmek gerekir. Besmele
Allah'ın rahmetini davet eder, rahmet meleklerinin bulunmasını celbeder.
Meleklerin bulunduğu yerden de Şeytanlar ve keder veren şeyler kaçarlar. Onun
İçin evlere girerken besmele çekmeli ve ayrıca selâm da verilmelidir. Böylece
Allah'ın rızası kazanılır. Şeytanların ümitleri kırılır.[922]
1097— (282-s.)
A'yen El-Harzimî anlatarak, şöyle demiştir: — Enes ibni Malik, evin kapısı ile
bahçe kapısı arasındaki yol üzerinde otururken, ona gittik; yanında kimse
yoktu. Arkadaşım ona selâm Verip :
«— Gireyim mi?» dedi.
Buna karşı Enes şöyle dedi:
«— Gir, burası bir
yerdir ki, burada kimseden izin alınmaz. Sonra bize yemek getirdi; biz de
yedik. Sonra bir sürahi tatlı şıra getirdi de içti ve bize de içirdi.»[923]
Evib dışında bahçe'
hükmünde olan ve dehliz İsmi verilen kısımlara girmek için İzin istemeye mahal
olmadığına bu haber delil olmaktadır. Selâm her karşılaşmada meşru ise de,
İzin ancak evlere ve odalara, özel yerlere girerken istenir. Bunlar dışındaki
yerlerde ve karşılaşmalarda izin almaya, lüzum yoktur. (Bu haber için başka
bir kaynak bulunamamıştır.).[924]
1098— (283-s.)
Mücahid'den rivayet edildiğine göre, şöyle demiştir:
«— İbni Ömer, çarşı
dükkânlarına girmek için izin istemezdi.»[925]
ÇarşıIardakİ mağaza ve
dükkânlarla her çeşit ticaret evleri, insanların menfaatine açık yerler olduğu
için, bu gibi yerlere girerken izin istemeye lüzum yoktur. Zaten herkese karşı
açılmış iş yerleridir. Bunun için İbni Ömer dükkân sahiplerinden izin
almaksızın içeri, giriyordu. Fakat selâmı terketmek diye bİrşey yoktur. Selâm
verilmeyen haller müstesna, müminler her karşılaştıkça selâmlaşırlar. Selâm
bölümüne bakılsın.
(Bu haber için başka
bir kasnak bulunamamıştır.).[926]
1099— (284-s.)
Atâ'dan rivayet edildiğine göre, şöyle demiştir :
«— İbni Ömer, kumaş
satıcılarının gölgeliğinde, tentesinde oturmak için izin isterdi.»[927]
Mağaza sahiplerinin
dükkân önlerinde yapmış oldukları gölgelikler, kendi mallarını ve bedenlerini
güneş ışığından korumak içindir. Müşteriler de alışveriş esnasında bunlardan
faydalanırlar. Ayrıca istirahat ve serinle mek için oturmak istenirse, dükkân
sahibinden müsaade almak gerekir. Çünkü
mai sahibini ticaret işi dışında meşgul etmek ve yerini kaplamak hiç kimsenin
hakkı değildir. Hak bulunmayan yer de İzinsiz İşgal edilmez. (Bu haber İçin
başka bir kaynak bulunamamıştır.).[928]
1100— (285-s.)
Ümmü Miskîn'in (Hz. Ömer ibni'l-Hattab'm oğlu Asım'ın oğlu Ömer'in kızının)
azadlısı Ebû Abdülmelik'den rivayet edildiğine göre, şöyle demiştir:
«— Benim hanımefendim,
beni Ebû Hüreyre'ye gönderdi, (onu çağırayım diye). Ebû Hüreyre benimle geldi.
Kapıda durunca (Farsça olarak) dedi ki:
«— Gireyim mi?» Ümmü.
Miskin :
« Gir!» dedi. Bunun
üzerine Ümmü Miskin şöyle dedi:
«— Ya Ebû Hüreyre!
Yatsı namazından sonra bana (hanım) ziyaretçiler geliyor; ben konuşayım mı?» Ebû
Hüreyre dedi ki:
— Vitir namazını
kılmadığın müddet konuş; vitir namazını kılınca, artık vitirden sonra söz yoktur.»[929]
İlk görünüşte bu
haberin konu ile ilgisi uzqk ise de, münasebeti yok değildir, ümmü Miskin hem
Arab, hem de Müslüman olduğu halde, Ebû Hüreyre Hazretlerinin ondan Farsça İzin
istemesi iki mânâ taşımaktadır:
1— Müslümanlar
yabancı dil kullanmak suretiyle bir-bİrleriyle anlaşabilirler ve içeri girmek
için de İzin İsteyebilirler.
2— Bir
yabancının evine gidildiği zaman, ona anlayacağı, kendi dili ile hitap edip
izin almak gerekir
Yatsı namazından sonra
vitir namazı kılınır ve bu namazın geç kılınmasında fazilet vardır, insanın en
son ameli hayır ve faziiet olursa, onun iyiliğine ve hak üzere olduğuna delâlet
eder. Uyku bir nevi hayattan ilgiyi kesmektir ve hayatın sonudur. İşte bu hale
ibâdet ederek ve arkasından herhangi bir günah İşlemeyerek geçmek en makbul
olan tutumdur. Bunun İçin Ebû Hüreyre
Hazretleri :
«— Vİtir namazını
kılıncaya kadar konuş, namazdan sonra artık söz yoktur.» buyurmuştur. Çünkü
insanlar konuştukları zaman, çok şeyler söylerler, yanılırlar, hezeyan
yaparlar, gıybet ederler ve boşuna konuşurlar. Hiç olmazsa namazdan sonra başka
hayırsız bir iş yapmaksızın uyumak en selâmetlİ bir yoldur. Bundan önce de,
insanların toplanıp konuşmalarında ve ihtiyaçlarını karşılamalarında, ibâdet
yerine geçecek çalışmalarda bulunmalarında bir beis olmadığı da anlaşılmaktadır.
(Bu hber için başka
bir kaynak bulunamamıştır.).[930]
1101— (286-s.) Ebû Osman El-Nehdî'den rivayet edildiğine
göre, şöyle demiştir:
«— Ebû Musa, bir
Ruhban'a yazdığı mektupta ona selâm ediyordu.»
Kendisine:
«— O kâfir olduğu
halde, ona selâm mı veriyorsun?» denildi.
Şu cevabı verdi:
— O, bana "mektup
yazdı da, baria selâm verdi. Ben de ona karşılık verdim.»[931]
Gayri müslimlere
önceden selâm vermemek gereklidir. Fakat onlar önce selâm verirlerse : «Ve
Aleyküm» demek suretiyle onlara karşılık verilir. Buradaki yazışmadan da bu.
mâaâ anlaşılmaktadrr.
E b û Musa 'nın mektûb
yazdığı şahsın adı, bazı nüshalarda «Dih-kan» yâni; ağa mânâsında ve. bazı
nüshalarda da «Ruhban», rahip mânâsında olarak geçmektedir. Her iki halde de
müslüman olmayan bir yabancı kastedildiği muhakkaktır.
(Bu haber için başka
bir kaynak bulunamamıştır.).[932]
1102— Ebû
Basra El-Gıfarî, Peygamber (Sallallahü
Aleyhi ve Sellem) den şöyle buyurduğunu rivayet etmiştir:
«— Ben yarın binitli
olarak yahudîlere gideceğim. SLz, onlara önceden selâm vermeyiniz. Onlar size
selâm verdikleri zaman : — Ve Aleyküm e= Sizin de üzerinize olsun, deyiniz.»[933]
(...) Hadîs-i Şerîf
başka bir tarikle aynen rivayet edilmiştir; değişik olarak : «Peygamber (Saîksllahil Aleyhi ve Sellem)'den işittim»
sözünü ravi İlâve etmiştir.[934]
Daha önceki haber
münasebetiyle anlatıldığı gibi, gayri müslİmlerle karşıfaşma halinde onlara
önceden Müslümanlar selâm vermezler. Kendileri selâm verdiği takdirde de «Ve
Aleyküm» demekle yerinilir. Çünkü Müslüman olmayanlar çok defa ölüm mânâsına
gelen ve telâffuzu pek fark edilemeyen «Essamü Aleyküm = Olum üzerinize olsun»
sözünü müminlere karşı kullanıyorlar idi. Buna da «Sizin üzerinize clsun»
şeklinde kısa olarak «Ve A (ey küm» demek en uygun bir cevaptır.[935]
1103— Ebû
Hüreyr-e'den, Peygamber (SalUtlkıhü
Aleyhi ve Sellem) 'in, Şöyle buyurduğu rivayet edilmiştir:
«— Kitap ehli (Yahudi
ve Hıristiyanlar) var ya, onlara selâmla (söze) başlamayın; ve onları yolun en
dar yerine mecbur ediniz.»[936]
Dar bîr yolda yürürken
bir gayri müslirhle karşı karşıya gelindiği zaman, yol hakkı müminindir. Onun
kenara ve yana çekilmesi icab eder. Aksi halde ona.yol verilirse, bu hürmet ve
tazim ifade eder. Müminler ise iman ve takva sahiplerine hürmet ederler ve yüce
dinin şerefini korurlar. Gayri müslimlere önce selâm verİlmeyîşİ de, bu şerefi
korumak içindir. İslâm'ı kabul etmeyenler dosdoğru hak yoldan yüz çevirdiklerinden,
sokakta da yoldan çıkmaya, yan ve kenara çekilmeye hak kazanmışlardır.[937]
1104— (287-s.)
Alkame'den rivayet edildiğine göre, şöyle demiştir:
«— Abdullah (ibni
Mes'ud), gayri müslimlerin çiftçi ağalarına işaret ederek selâm vermiştir.»[938]
Müslüman olmayan bir
kavmin ileri gelenlerine el ve kol işareti ile selâm verilmesinde bir beis
bulunmadığı, bu haberden öğrenilmektedir. İslâm İdaresi altında, anlaşmaya
göre vergi vererek, yaşamayı kabul eden ehl-i kitaba (Yahudi ve Hıristiyanlara)
Zımmî ve Zimmet ehli denilir. Bunlar İslâm'a karşı çıkmadıkları müddet, mal ve
canları İslâm İdaresinin teminatı altında bulunur ve İslâm'ı kabule
zorlanmazlar.
(Bu haber için başka
bir kaynak bulunamamıştır.).[939]
1105— Enes'den
rivayet edildiğine göre, şöyle demiştir: — Bir Yahudi, Peygamber (Sallallahü
Aleyhi ve Sellem)'e gidip: «— Essâmu Aleyküm = Ölüm üzerinize olsun.» dedi.
Peygamberin ashabı da selâmı aldılar. Bunun üzerine Peygamber: «— (Bu adam),
Essâmu Aleyküm, dedi.» diye buyurdu da, bunun üzerine Yahudi yakalandı. O da
itiraf etti. Peygamber şöyle buyurdu: Dediği sözü Ibu adama çevirin ve
Aleykümüssûm, deyin.»[940]
0u Hadîs-i Şerîf,
geçen haberlerin mânâsını doğrulamakta ve «fissamu Aİeyküm — ölüm üzerinize
oîsun» diye müminlere selâm veren kitap ehline kısaca «Ve Aleyküm — Sizin
üzerinize olsun» şeklinde cevap verilmesi gerektiğini ifade etmektedir. Aynı
manayı ifade eden değişik lâfızlarla bu hadîs-i şerifi, Müslim, Ebû Davud ve
Nese'î rivayet etmişlerdir.[941]
1106— Abdullah
ibni Ömer'den rivayet edildiğine göre, demiştir ki:
— Resûiüllah
(Saliallahü Aleyhi ve Sellem) şöyle buyurdu :
«— Gerçekten
Yahudi'lerden -biri size selâm verdiği zaman, muhakkak: Essâmu Aleyk, der. Siz
de : Ve Aleyk» deyiniz.»[942]
Bundan önceki hadîs-i
şerifle diğer haberlere ve açıklamalarına bakılsın.[943]
— (288-s.)
İbni Abbas'dan rivayet edildiğine
göre, şöyle demiştir :
— Size selâm
veren" yahudî, hıristiyan yahut- mecûsîn=ateşperest kim olursa selâmına
mukabele edin, (Ve Aleyküm, deyin). Sebebi şu ki, Allah:
«— Siz bir selâmla
selâmlandığmu zaman, ondan daha güzeli ile karşılık verin veya aynîyle
mukabele edin,» buyuruyor. (Nisa Sûresi: 86).[944]
Bundan önceki hadîs-î
şeriflerle 1095 sayılı
habere ve açıklamasına bakılsın. (Bu haber için başka bir kaynak
bulunamamıştır.).[945]
1108— Üsame
ibni Zeyd haber verdiğine göre :
— Peygamber
(SaîiallahüA'eyhi veSelîem) bir eşeğe bindi ki, üzerinde bir palan vardı;
palanın üzerinde de Fedek kadifesi vardı. Üsame ibni Zeyd'i de arkasına terkiye
almıştı. Hasta olan .Sa'd ibni* Ubade'yi ziyarete gidiyordu. Nihayet bir
topluluğa tesadüf etti ki, o toplulukta Abdullah ibni Übeyy ibni Selûl vardı
—Bu hâdise, Allah'ın düşmanı Müslüman olmadan Önceydi —; bir de o mecliste
Müslümanlardan, müşriklerden ve putperestlerden karışık kimseler vardı. Peygamber
onlara selâm verdi.»[946]
Müslümanlardan başka
gayri müşlimlerin de İçinde bulunduğu bir meclise veya topluluğa gidildiği
zaman, kalben müslümanlar niyyet edilerek umuma selâm verilir. Sünnet olan
budur.
Fedek, Medine'ye 60-70
km. mesafede olan bir yerin adıdır kİ, bugün buranın izi kalmamıştır. Burada
imal edilen kadife kasdedilmektedir. İmam Müslim bu hadîsi uzunca bir ifade ile
rivayet etmiştir. Tirmizî ise daha kısalîmıştır.[947]
1109— Abdullah
ibni Abbas haber verdiğine göre, (bir ticaret ka-liîesiyle Şam'a giden) Ebû
Süfyan ibni Harb'i, Rûm Melik'i Hirakl (Herakliyus) adam göndererek çağırtmış,
.(daha önce Hazreti Peygamber'den aldığı mektup dçîayısiyle bundan bilgi
edinmek istiyordu). Sonra Peygamber (SaUaîlahü Aleyhi ve Seltem) 'in
Dihyetü'I-Kelbî (Radiyalîahu anh) ile Busrâ Emîrine gönderdiği mektubu istedi.
Busrâ Emîri de, o mektubu Hirakl'e (Herakliyus'a) verdi. Hirakl da mektubu
okudu. İçinde şu yazılı idi:
«—
Bismillâhirrahmanirrahİm = Rahman ve Rahîm olan Allah'ın adıyla.::
— Allah'ın kulu ve onun Peygamberi
Muhammed'den, Rûm Melik'i Hirakl'e!
— Selâm, hidayete uyanlara olsun... Bundan
sonra: Ben, seni İslâm davetine çağırıyorum. Müslüman ol, selâmet bulursun.
Allah sana mükâfatını iki kat verir. Eğer yüz çevirirsen; muhakkak iki, bütün
halikın günahı işenin üzerinedir. Ve Ey Ehl-i Kitap! Bizimle sizin aranızda
müsavi bir kelimeye gelin. Şöyle ki: AllahMan
başkasına tapmiyalım, ona hiç bir şeyi ortak koşmıyalım, Allalh'ı
'bırakıp ıda birbirimizi Rabler edirnni-yelim. Eğer ehlri kitap fou kelimeden
yüz çevirirlerse, deyin ki: Şalhid olun! Biz gerçek Müslümanlarız.» (Âl-i İmran
Sûresi, Âyet: 64).[948]
Mevzu İtibariyle bu
Hadîs-i Şerif", Yahudî-ve Hıristiyan gibi kitap ehli olanlara, doîayısiyle
müslüman olmayanlara mektup yazma ve yazışma edebiyle ilgilidir. Bu husus,
Hadîs-i Şerîf in taşıdığı geniş mânâ ve büyük hikmetler dışında inceleyeceğiz
ve ondan sonra, burada bir kısmı zikredilen Hadîs-i Şerifin tamamını meal
olarak verip, hikmetleri üzerinde duracağız. Mektup hicretin 6. yılı
sonlarında Hudeybiye barışından sonra'ehl-i kitabı İslâm'a davet maksadıyla Rûm
Kayseri Hirakliyus'a Hz. Peygamber (SallallaM Aleyhi ve Sellem) tarafından
Arapça olarak yazılmış ve Medine ile Şam arasında Busrâ — Havran Emîri aracı
olarak, ashabın en güze! ve en yakışıklısı Dihyetü'l-Kelbî ile gönderilmişti.
Mektuptaki şekil ve edeb şu :
1— Bir
maksat ve gaye için yabancılara mektup yazılır ve elçi gönderilir.
2— Her
şerefli işte olduğu gibi, mektuplara besmele ile başlanır.
3— Kimden
kime mektup yazıldığı mektupta belirtilir.
4— Mektup
yazılan şahsın içinde bulunduğu toplumdaki mevkiine göre edeb dahilinde ona
hitap edilir, tahkir edilmez.
5— Maksad ve
gaye, kısa ve özlü olarak anlatılır, uzun söz yapılmaz. 6—Selâm
(verilirken, hidayete uyanlar kasdedilir ve nasibi olanlar
bundan hissesini alır.
Şimdi Hadîs-i Şerifin
tam metninin tercemesini kaydetmeden, önce delâlet ettiği geniş mânâ ve
hikmetler üzerinde duralım :
Cenab-ı Hak ilk insanı
yarattığı tarihten İtibaren sayısı bilinemeyen pek çok peygamberler
göndermiştir. Bunların hepsi, Allah'a ortak koşmaksızın yalnız ona ibadet
etmeyi, iman şartlarını kabullenmeyi zamana göre dün; yadakİ Hak ve vazifeleri
kendi kavim ve cemiyetlerine teblîğ etmişlerdir. Ahİr zaman Peygamberi olarak
gönderilen en son Peygamber Hz. Muham-med (SallaUahüAleyhiveSellem)"\n
Risaleti, diğer Peygamberlerden ayrı olarak iki büjf&k mânâ taşımaktadır :
1— Yalnız
bir kavme, ve cemiyete değil, bütün İnsanlığa hak Peygamber olarak
gönderilmiştir,
2— Her
asırda uygulanabilecek hukuk ve ahlâk kaideleri
getirerek, beşeriyete dünya ve âhiret hayatlarının saadetini .göstermiş
ve bunu ken-; dişine İman edenlerSe uygulamıştır. Risalet .görevi ile Allah'ın
görevlendir-diği Peygambere düşen vazife, .elçiük yaparak ilâhî emri tebliğ
etmek ve onu ümmetçe yaşarrrakrır.
İşte Hudeybİye barışı
ile içteki güveni ve İslâm beraberliğini femin et-1 tikten sonra komşu devlet
büyüklerine ve bazı kabile, reislerine birçok mektuplar yazarak Hz. Peygamber
risale! görevini .geniş mânâdg yerine getirmiş ve bütün âleme, bütün insanlığa
bir'Peygamber olarak gönderildiğini İlân etmiştir. Gerek âyet-i kerîmeler,
gerekse bu çeşit mektuplar Hz. Pey-ga m berin cihana gönderilmiş bir Peygamber
olduğunu ispatlamaktadır. Bazı gayretkeş misyonerlerin ve İslâm'ın ruhundan
habersiz aydınların dayanaksız ve gerçek dışı iddiaları gibi, yalnız Araplarla
gönderilmiş bir Peygamber değildir. Bu hususta Cenab-ı Hak şöyle buyuruyor :
«_ (Ey Resulüm), biz
seni, Cennet'le müjdeleyici ve Cehennem'le korkutucu bir Peygamber olarak bütün
insanlara gönderdik.» (Sebe Sûresi, Âyet: 28) Ve yine :
«— (Ey Resulüm) De ki:
Ey insanlar! Muhakkak surette ben sizin hepinize Allah'ım Peygamberiyim.»
buyuruyor. (A'raf Sûresi, Âyet: 158)
İşte bu âyet-i
kerîmelerin verdiği sorumlulukla Hz. Peygamber çeşitli ırk ve dinlere bağlı
milletlerin ulularına mektuplar yazmış ve onları hak dine davet ederek tebliğ
vazifesini yerine getirmiştir. Bugün bu mektupların bir kısmının asılları
müzelerde ve kaynak eserlerde görülmektedir. Bunların en meşhurları, burada
zikri geçen Doğu Roma İmparatoru H i r a k I i y u s 'a yazılan mektupla
Habeşistan hükümdarı Necaşîye—ki, bu zat İslâm'ı kabul etti —, Iran Kisra'sına,
Mısır Hükümdarı Mukavkıs'a ve Yemame Melik'İne yazılan mektuplardır. İslâm
dini, İnsanlarla savaşmak için gelmemiştir; fakat Allah'ın emir ve
tebliğlerini kabul etmeyip, ona karşı çıkanlarla savaşı emretmiştir, Allah'ın
yüce dinini üstün ve hakim kilmak, inananlar üzerine yüklenmiş bir farzdır ve
borçtur. Bu gayenin gerçekleşmesi için, önce teblîğ ve davet yapılır, karşı
çıkanlarla savaşılır. Savaş, esaretten ve mahkûmiyetten kurtulmak ve böylece
bîr varlık olmak için meşru kılınmıştır. Buna katlanmayanlar veya katlanmak
istemeyenler, daima esaret ve zillete mahkûm olurlar. Bütün bu uygulama
örneklerini ?eygambet(SalIalUîhü Aleyhi ve SetUan) bize vermiştir.
Mânâ itibariyle
mektuptaki çeşitli hikmetleri daha iyi anlayabilmek için hadîs-i şerîfİn
Sahîh'dekİ tarh "metnine ait tercemesini alalım :
«İbnİ Abbas
(Radiyallahuatthüma)'dan rivayet edildiğine göre, şöyle demjşfir : Ebû
SüfyarTibhi H'arb' bana haber verdi ki, ResûEüllah (Sailallahü Aleyhi ve Selkm)
, Kureyş kâfirleri ile: Ebû Süfyanarasrnda imzaladığı' Hu-deybiye Barışı
müddeti içinde ticaret İçin-Şam'a-giden Kureyş kafilesi içinde kendisi de
bulunuyordu, {Ebû Süfyan henüz Istâm'ı kabul etmemişti), işte bu esnada Rûm
Kayseri Heraklİyus tarafından Ebû Süfyan (Kudüs'e) çağrılmış. Bunun üzerine
Ebû' Süfyan i-le arkadaşları- Herakliyus'un yanma gitmişler. O zaman
Heraklİyus ve erkânı îlyiya (Kudüs) şehrİndeydi. HeFakli-yus'un etrafında
Rûm::- büyükleri, vatken,.bu davetlileri (Ebû Süfyan ve arkadaşlarını)
çağırmış. Sonra huzuruna getirterek tercümanm-gelmesini emretmiş. Tercüman
bunlara sormuş :
«Peygamberim diyen bu
zata soyca en yakınınız kimdir?»
Ebû Süfyan der ki :
«Soyca bunların ona en
yakını benîm,» dedim.
Bunun üzerine
HerakÜyus şöyJe dedi :
«Onu bana yakın
getiriniz; arkadaşlarını da yakına getiriniz. Arkadaşları arkasında
dursunlar.» O.ndan sonra tercümana dönüp dedi ki :
«Bunlara söyle, ben
bir zat (Peygamber) hakkında bu adamdan {Ebû Süfyan'dan bazı şeyler) soracağım.
Bu adam bana yalan söylerse, arkadaşları doğrulasınlar.» Ebû Süfyan anlatır :
«Vallahi, arkadaşlarım
ötede beride yalanımı söylerler diye utanma-saydım, Peygamber hakkında yalan
uydururdum.». Ondan sonra bana ilk sorduğu şu oldu :
— İçinizde nesebi nasıldır?
— İçimizde onun nesebi çok büyüktür, dedim.
— Daha evvel sizden bu peygamberlik sözünü eden
olmuş mudur? dedi.
— Yok, dedim.
— Baba ve dedeleri içinde hiç bir Melik gelmiş
midir? dedi. —Hayır, dedim.
— Ona uyanlar halkın ileri gelenleri midir,
yoksa zayıfları mı? dedi.
— Zayıflarıdır, dedim.
— Ona bağlı olanlar çoğalıyor mu, azalıyor mu?
dedi.
— Çoğalıyorlar, dedim.
— İçlerinde
onun dinine girdikten
sonra beğenmemezlîkten dolayı dînden çıkan var mıdır? dedi.
— Yoktur, dedim.
— Şu dediğinden (Peygamberlik davasından) evvel
hiç onu yalan İle suçlandırdığınız oldu mu? dedi.
— Hayır, dedim.
— Hiç verdiği sözü bozar mt? dedi.
— Hayır, gadretmez. Fakat şimdi onunla bir
müddete kadar barış halindeyiz. Bu müddet içinde ne yapacağını bilmiyoruz,
dedim. Böylece bu sözlerimden başka, sözüme bir kelime katacak imkân bulamadım.
Herakl :
— Onunla hiç savaştınız mı? dedi.
— Evet, ettik, dedim.
— Onunla savaşmanız nasıl oldu? dedi.
— Harp aramızda
nöbetleşedir. Bazan o bize musibet verir, bazan biz ona musibet veririz,
dedim.
— Peki, size ne emrediyor? dedi.
— Bize, yalnız Allah'a İbadet ediniz, hiç bir
şeyi ona ortak koşmayınız, babalarınızın ibadet ettiği şeyleri (putları)
terkediniz, diyor. Bize namazı, zekâtı, doğruluğu, İffeti ve sılâ-i rahmi
emrediyor, dedim.
Bunun üzerine
tercümana dedi kİ:
«Ona söyle : Ben, sana
onun nesebinden sordum da sen onun nesebinin içinizde şerefli olduğunu
söyledin. Peygamberler de böyle kavimlerinin nesebi içinden gönderilirler.
İçinizden bu
peygamberlik iddiasını ondan önce söylemiş kimse var mıydı? diye sordum. Hayır,
dedin. Bunun üzerine düşündüm ki, eğer bundan önce bu sözü söyleyen biri
olaydı, kendisinden önce söylenmiş bir söze uydu derdim. (Şimdi bunu
söyleyemiyorum.)
Ecdadı içerisinde bir
melik var mıydı? diye sordum. Hayır, dedin. Ecdadı içerisinde bir melik
olaydı, bu adam babasının mülkünü geri almaya çalışan bir kimsedir, diyecektim.
Bu dediğini çJemeden
Önce (Peygamberlik iddiasından önce) hiç onu yolanla suçlandırdınız mı? diye
sordum. Hayır, dedin. Ben gerçekten biliyorum ki, halka karşı yalan
söylememişken, sonradan Allah'a karşı yalan söylemeğe cesaret edemezdi.
Ona bağlı olanlar,
halkın ileri gelenleri mi, yoksa zayıflara mıdır? diye sordum. Ona uyanların
zayıf kimseler olduğunu söyledin. Peygamberlere bağlı olanlar onlardır.
Ona bağhlar çoğalıyor
mu, azalıyor mu? diye sordum. Çoğalıyorlar dedin. İman işi kemal buluncaya
kadar (din kemale erinceye kadar) böyle gîder.
Onun dînine girdikten
sonra, kızgınlıktan dolayı dininden dönen hiç kimse var mtdır? dîye sordum.
Hayır, dedin. İmanın neş'esi kalplere karışınca böyledir, (bir daha kalpten
çıkmaz).
Hiç gadreder mi
{ahdini bozar mı)? diye sordum. Hayır, dedin. Peygamberler böyledir,
gadretmezler.
Size neyi emrediyor?
diye sordum. «Yalnız Allah'a ibadet etmeyi ve ona hiç bîr şeyi ortak taşmamayı
size emrettiğini, putlara tapmayı size yasakladığını, namaz kılmayı, zekât
vermeyi, doğruluğa, iffeti ve*s,ılâ-i rahmi emrettiğini söyledin. Eğer bu
söylediklerin doğru isfe,,şu ayaklarımı bastığım yerlere yakında (o zat) sahip,
olacaktır. Zaten onun çıkacağını (bir peygamber geleceğini) bilirdim. Fakat
sîzden olacağını ummazdım. Onun huzuruna varabileceğimi bilsem, ona kavuşmak
için büyük güçlüklere katlanırdım. Yanında olsaydım ayaklarını yıkardım.
(Itactta kusur etmezdim).» Ondan sonra Dihyetü'l-Kelbi (Radiyaiiahuanh)
elçiliği İle Busrâ (Havran) Emîrİne gönderilen Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi
ve Seîlem) in mektubunu İstedi, (bu mektup, Busrâ Emîrinin aracılığı ile Rûm
imparatoru Herakli-
yus'a gitmiş ve bizzat
Dihyetü'i-Kelbî tarafrndan imparatora tevdi edilmişti}. «—
Bisnıillâhirrahmanirralilim —
Rahman ve Rahim
olan Allah'ın adiyle...
— Allah'ın kulu ve onun Peygamberi Muhammed
(Salialiahü Aleyhi ve Sellem) 'den, Rûm büyüğü Hinakl'e! Hidayete uyanlara
selâm olsun... Bundan sonra: Seni İslâm daveti ile (İslâm'a)
çağırırım. Müslüman ol, selâmet bulursun. Allah da mükâfatını sana iki
!kat verir. Eğer yüz çevirirsen fakir halkın günaîhı senin boynunadır. Ey
Ehl-i Kitap (Hıristiyanlarla
Yahudiler)! Gelin, hem bizce, hem de sizce müsavi olan bir hak söz üzerinde
birleşelim: Gelin, AUah'dan başkasına ibâdet etmeyelim, ona hiç birşeyi ortak
koşmayalım, Allalh'ı bırakıp da, birbirimizi Rabler edinmeyelim. Eğer yüz
çevirirlerse, (ey müminler) deyin ki;
şaftıid olun, biz müslümanlarız.»
Getiren adam mektubu
HerakÜyus'a verdi, O da okudu : Ebû Süfyan der kİ :
— Herakliyus diyeceğini dedikten ve mektubu
okuyup bitirdikten sonra, yanında gürültü çoğaldı ve sesler yükseldi. Biz de
yanından dışarı çıkarıldık. Arkadaşlarımla yalnız kalınca onlara dedim kİ :
— Ibni Ebî Kebşe'nİn (müşrikler bu künye ile
Hz. Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) "\ kasdederlerdi. Çünkü Ebû
Kebşe namındaki adam, putlara tapmak hususunda Kureyş kavmine muhalefet
ederdi; ve yıldıza tapardı. Hz. Peygamber de putlara tapmayı yasakladığından,
onu bu adama nispet ediyorlardı) İşi büyüdü. Baksanıza Benî Asfer Meliki {Rum
imparatoru) ondan korkuyor. Artık Allah bana İslâm'ı verinceye kadar,
Peygam-ber'İn üstün geleceğine daîr sağlam inancım bende devam etti.
Kudüs'ün sahibi ve
Herakliyus'un dostu olup, Şam Hıristiyanlarma piskopos tayin edilen İbni Natûr
da Heraklİyus'dan bahsederek şöyle der:
«Herakliyus Kudüs'e
geldiği zaman bir gün çok fazla kederli göründü. Patriklerden (ileri
gelenlerden) bazıları ona dediler ki, senin halini başka türlü görüyoruz. İbni
Natûr der ki :
— Herakliyus yıldızlara bakar kâhin bir kimse
idi. Bu soru ile karşılaşınca onlara :
«Bu gece yıldızlara
baktığımda Sünnet Melîk'ini ortaya çıkmış gördüm.
Bu ümmet içinde sünnet
olanlar kimlerdir?» diye sordu. Yahudi'lerden başka sünnet olan yoktur.
Onlardan da sakın endişe etme. Saltanatın dahilindeki memleketlere yaz,
oradaki Yahudi'leri öldürsünler, dediler. Onlar bu konuşmada iken. Peygamberin
halinden haber vermek üzere Gassan Melikinin gönderdiği bir adam Herakliyus'e
getirildi. Herakliyus bu adamdan gerekli bilgiyi alınca ;
«Gidin de bu adam
sünnetli midir, değil midir? bakın» dedi. Onlar baktılar ve sünnetli olduğunu
söylediler. Sonra Herakliyus bu adama :
«Arap kavmi sünnetli
midir, değil midir?» diye sordu. Sünnet olurlar, cevabını aldı. Bunun üzerine
Herakliyus:
«İşte bu ümmetin
MelikÜ zuhur etmiştir,» dedi.
Ondan sonra
Herakliyus, ilim bakımından kendisine eş bulunan Ro-ma'daki bir dostuna mektup
yazıp Humus'a gitti. Humus'dan ayrılmadan, o dostundan Peygamber (SaLlalİahü
Aleyhi ve>. Selütm) 'in zuhur ettiği ve onun Peygamber olduğu fikrîne uygun
mektup geldi. Sonra Herakliyus Humus'ta bulunan sarayına Rûm erkânını davet
etti ve kapıların kapanmasını emretti. Sonra yüksek bir yere çıkıp şöyle
konuştu :
«Ey Rûm cemaatı! Bu
zata (Peygamber'e) teslim olup da, karşılığında kurtuluşu ve doğru yola erip,
mülkünüzün devamını İstemez misiniz?»
Bunun üzerine
oradakiler yaban eşeklerinin kaçışı gibi kapılara kadar kaçıştılar da, onları
kilitlenmiş buldular. Herakliyus bu kadar nefretlerini görüp, iman etmelerinden
ümidini kesince :
«Bunları geri
çevirin!» diye emretti ve onlara şöyle söyledi :
«Az önceki sözümü size
imtihan İçin söyledim. Sizin dîninize olan bağlılık kuvvetini ölçtüm. Ben de
kuvveti (sizde) gördüm.» Hazır bulunan erkân bu sözlerden razı olarak
Herakliyus'a secde ettiler. İşte Herakliyus'un imana davet olunmasına dair
haberin sonu budur.»
Peygamber (Sallallahü
Aleyhi ve Sellem) 'in kıyamete kadar bütün insanlığa gönderilmiş bir Peygamber
olduğunu ispatlayan bu mektupta ayrıca şu hikmetler mevcuttur :
1— Mektup
devletler arası siyasî bir mânâ taşımakta ve İslâm'daki gayenin mülk ile
saltanat edînme değil, sırf Allah'ın hak dinini teblîğ ve ona davet olduğu anlaşılmaktadır.
Zaten böyle bir davete karşı çıkılmadıkça savaşmak yoktur. Savaşın gayesi mal edinmek, arazî sahibi olmak değü, ulvî
gayeyi tanıtmak ve ona davet ederek Allah'ın dinini üstün çıkarmaktır. Bu
uğurda yapılan harcama ve fedakârlıklar cihad olur ve bu yolda kazanılan
mallar helâl olur.
2— Bîr
devletin idaresini üzerine alan en yetkili şahıs, o devletin başkanıdır. En
büyük sorumluluğu da o taşır, idare etmekte olduğu milleti hak yola götürür ve
buna sebep olursa, ikî kat mükâfat kazanır. Kötüye götürür ve buna sebep
olursa, milletin de günahlarına sebebiyet verme bakımından ona iştirak
eder. Böylece onların da günahlarını
yüklenmiş bulunur. Bazctn da devlet başkanı buna cjüç yetiremeyebilir. Nitekim
burada öyle olmuştur. Herakliyus'a etrafındaki yetkili şahıslar muvafakat
etmemişlerdir. Bu takdirde Herakliyus imanını değiştirmeyip içinde gizlemİşse,
yine şahsını kurtarmıştır. Diğerleri bütün sorumluluğu yüklenmişlerdir. Hem
kendi sorumlulukları, hen> de halkın sorumluluğu...
3— Tebliğin
en önemü tarafı, tebliğ eden ve tebliğ edilen millet arasında hiç bir
ayrılığın bulunmayışıdır. Her iki taraf Allah'a ibadette, ona ortak koşmamakta,
hak ve vazifelerde eşit hakka ve
sorumluluğa sahip
kılınmaktadır. İmanın, esası olan tevhid
kelimesi altında her çeşit din ve millet mensubu birleştirilip Allah'ın dinini hakim
kılma gayesi vardır.
4— İslâm'a
davet İçin yabancı bir devlet başkanına elçi olarak gönderilen zatın en güzel
ve yakışıklı bir şahıs olarak seçilmesinde, islâm'ın nezahet ve nezakete
verdiği önemle İslâm adına sevgi ve ilgi kazanma, nefret ettirmeme gayesi
vardır.
5— Allah'ın
dinine böyle sade bir ifade ile davet yapılmasına, rağmen, ondan yüz
çevirenlere müminler tarafından söylenecek son söz şudur :
«Şahid olun, biz
gerçek müslümanlarız, (biz Allah katında makbul olan islâm dinine bağlılarız).»
Buna da karşı çıkıp islâm'ı ve müslümanları tehdit eden milletlerle duruma göre
topyekûn veya kısmen savaşılır.
Dihyetü'l-Kelbî kimdir? :
Babasının adı Halîfe
olduğundan Dihye b. Halîfe E I -K e I b î diye de anılır. Hazreç kabilesinden
olup, ashabın İleri gelenle-nndendîr. Bedir savaşında bulunamamış, fakat Uhud
ve ondan sonraki savaşlarda bulunmuştur. Çok güzel bir insan olduğu için, Hz.
Peygamber (Salîallahü Aleyhi ve Sellem) e vahy getiren melek Cebrail bazan onun
şeklîne bürünerek İnerdi. Bunu müminlerin anneleri ümmü Seleme ile Hz. Âişe ve
Enes ibni Malik, İbni Ömer, ibni A b b a s gibi ashab-ı kiramın meşhurları
haber vermişlerdir. Hz. Peygam-ber'e bir çift mest hediye ettiği ve Peygamberin
de onları giydiği rivayet edilir.
Hicretin 6. yılı
sonunda Hudeybiye Barışından sonra ve 7. yılın başlarında Peygamber
(Salîallahü Aleyhi ve Sellem) onu elçi olarak Rûm Kayseri Herakliyus'a
göndermişti. Bunun cereyan tarzı yukarda uzun boylu hadîs-i şerifte geçmiştir.
Kurtubî'nin nakline göre de Rûm Kayseri (Herakliyus) iman etmiş; fakat
patrikleri imandan yüz çevirmişlerdi. Dihye, Hz. Muaviye'nin hilâfeti zamanına
kadar yaşamıştır. Allah ondan razı olsun.
E b û S ü f yan
ibni Harb kimdir? :
Hem Ebö Söfyan künyesi
İle, hem de S a h r adıyla meşhur olup, Kureyş kabilesinden ve Emevî'lerdendİr.
Ayrıca Ebû Hanzele künyesi de vardır. Annesinin adı S a f i y y e 'dir ve
Peygamber (JkllalkhU Aleyhi ve Sellem) "m zevcesi M e y m û n e "nİn de halasıdır. Ebû
S ü f yan, Hz. Peygamberden 10 yaş kadar büyüktü. Muaviye 'nin babasıdır.
Mekke'nin fethi yılında İslâm'ı kabul etti. Sonra Huneyn ve Taif seferlerinde
bulundu. Müelleferi Kulûb'dandtr = Kaibleri İslâm'a ısındırılmak için
kendilerine yardım edilenlerdendir. İslâm'ı kabulünden önce Uhud ve Hendek
savaşlarında müşriklerin reisi idi. Kureyş'in de eşrafındandı. Tacir olduğu
için Şam'a ve deniz aşırı beldelere ticaret için giderdi. Rivayete göre
cahiliyet devrinde Kureyş'İn fazilet sahibi üç büyüğü vardı: Utbe, Ebû Cehil ve
Ebû Süfyan. Yine cahiliyet zamanında Hz. Abbas'ın arkadaşı ve nedimi idi.
islâm'ı iyi bir şekilde kabul edip etmediği üzerinde ihtilâf var jse de,
kuvvetli olan görüş iyi bir müslüman oluşudur. Zira Yermûk savaşında oğlu
Yezîd'in sancağı altında Rumlarla savaşırken, seslerin kesildiği dehşet
arîînda şöyle yaİvardığı rivayet edilmektedir :
«Ey Allah'ın zaferi,
yetiş!»
önce bir gözünü Taif
seferinde, sonra da bu Yermûk savaşında ikinci gözünü kaybederek âmâ olmuştu.
Mekke'nin fethi gününde Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) onun hakkında şöyle buyurmuştu :
«— Ebû Süfyan'm evine
giren kimse güven içindedir, canı emniyettedir.» İlk gözünü kaybettiği Taif
seferinde Hz. Peygamber'e:
«— Şu gözümü Allah
yolunda kaybettim,» dedi.
Peygamber (Sallallahü
Aleyhi ve Sellem) ona:
— Dilersem dua edeyim
de, gözün geri gelsin, gözünün yokluğunu dilersen Cennet vardır.» O, Cennet'i
dilerim, demişti.
Hz. Osman
(Radiyallahuanhj'm hilâfeti zamanında hicretin 33. yılında Medine'de vefat
etti; namazını oğlu Muaviye, bir rivayette de Hz. Osman
kıldı ve Bakî' mezarlığına gömüldü. (Radiyallahuanhüm).[949]
1110— Cabir (Radiyallahu anh)'in şöyle dediği
işitilmiştir: Yahudi'lerden ibaret bir gurup
insan, Peygamber (Sallallahü
Aleyhi ve Sellem) 'e selâm, verip :
— Essâmü Aleyküm, (ölüm üzerinize olsun)
dediler. Peygamber (onlara cevap olarak)
:
«— Siızin
üzerinize...» buyurdu. Hazreti Âişe kızgın halde dedi ki:
— Söylediklerini işitmedin mi? Peyamber
buyurdun
«—Evet, (duydum). Ben
onlara geri çevirdim. Bizini onlar aleyhin-ddki duamız kabul edilir. Onların
ise bizim ihakkımızdaki duası kabul edilmez.»[950]
Birinci cild 311
sayılı Hadîs-i Şerifle 1106 sayılı Hadîs-i Şeriflere bakılsın.[951]
1111— Ebû
Hüreyre'den, Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) 'in şöyle buyurduğu
rivayet edilmiştir:
«— Yolda müşriklerle
karşılaştığınız zaman, onlara önce selâm vermeyiniz ve onları yolun en dar
yerine mecbur bırakınız.»[952]
1103 sayılı Hadîs-İ
Şerife ve açıklamasına bakılsın.[953]
1112— (289-s.)
Ukbe ibni Âmir Eî-Cühenî'den rivayet edildiğine göre, kendisi; kılığı müslüman
kılığında olan bir adama rastgeldi de adam selâm verdi. Ukbe ona şöyle,
karşılık verdi:
«— Selâm senin de
üzerine olsun, Allah'ın rahmeti de bereketleri de...» Bunun üzerine bir genç
Ukbe'ye dedi ki:
— O adam
Hıristiyandır. Ukbe hemen kalkıp adamı takip etti; nihayet ona kavuştu da,
şöyle dedi:
«— Allah'ın
rahmeti ve bereketleri müminler üzerine
olsun. Lâkin Allah senin hayatını uzatsın, malını ve çocuğunu çoğaltsın.» (Bu haber için başka bir kaynak
bulunamamıştır.).[954]
Müslüman olmayanların
hidayete ermelerine, mal ve çocuklarının çoğalmasına, Ömürlerinin uzun
olmasına dua edilir; fakat Allah'ın selâmeti ve rahmeti on'ar için istenmez.
Cenaze namazı da ölü hakkında bîr'düa ve Allah'dan rahmet dileme mânâsını
taşıdığından, müslüman olmayanların cenaze namazları kılınmaz. Bu âyet-i kerîme
ile sabittir; zira Cenab-ı Hak şöyle buyuruyor:
«— (Ey Resulüm),
imansızlardan ölen hiç kimse üzerine asla namaz kılma; kabri başında da
(gömülürken veya ziyaret için) durma. Çünkü onlar, Allah'ı ve Resulünü
tanımayıp inkâr ettiler ve kâfir olarak can verdiler.» (Tevbe Sûresi, Âyet: 84)
İşfe âyet-i kerîmede
beyan buyurulduğu gibi, onların inkâr ve küfür cinayetlerine karşılık olarak
amellerine uygun düşen ceza, haklarında rahmet düemeyîştir. Ancak taziye İçin,
geri kalanlara baş sağlığı dilenir, ömrünüz uzun olsun, denir. Merasimlerine
iştirak edilmez';" ev veya iş yerlerinde ölüleri İçin taziyelerde
bulunulur.[955]
1113— (290-s.)
İbni Abbas'dan rivayet edildiğine göre, şöyle demiştir:
«— Eğer Firavun bana :
Allah sana bereket versin., demiş olsaydı, ben: Sana da, derdim. Firavun ise
ölmüştür.»[956]
Buradp da İmansızlığı
Firavun kadar şiddetli olan kimseye, berekef sözünü kaldırarak ayniyle karşılık
vermenin cazip olup, doğrudan doğruya bereket ve rahmet dilememek gerektiğine
işaret edilmektedir. Firavun ölmüş olduğuna göre, böyle bir karşılık vermeye de
mahal kalmamıştır.
(Bu haber için başka
bir kaynak bulunamamıştır.).[957]
1114— Ebû
Musa'dan rivayet edildiğine göre, şöyle demiştir: — Yahudiler, Peygamber
(Salîallahü Aleyhi ve Sellem) kendilerine Yer-hamukellah Allah sana merhamet etsin, desin diye
Peygamberin yanında aksırırlardı. Peygamber de şöyle buyururdu: «— Allah sise
hidayet etsin ve halinizi düzeltsin.»[958]
Hadîs-İ şerifin açık
beyanına göre, yine-kitap'ehline rahmet dileme olmayıp, hidayete ermelerine duG
edilir, hallerini düzeltmeleri istenir. Böylece gerek haberler, gerekse
hadîs-i şerifler aynı hükümleri ifade etmiş oluyorlar. Bu hadîs-İ şerîf 940
sayıda geçmiştir.[959]
1115— (291-s.)
Abdurrahman'dan rivayet edildiğine göre, demiştir ki, İbnİ Ömer bir hıristiyana
tesadüf etti de,' ona selâm verdi; o da selâmına, mukabele etti. Sonra îbni
Ömer'e, o adamın hıristiyan olduğu haberi verildi. İbni Ömer bunu öğrenince,
adama dönüp, şöyle dedi:
«— Benim selâmımı bana
geri çevir.»[960]
Haksız ve yersiz bir
İş yapıldığı zaman ondan dönülür ve.telâfi edilmesine gidilir, ibni Ömer
(Radiyallahu anh) de Hıristiyan olduğunu bilmediği ve Müslüman sandığj bir
adama selâm verdikten sonra, gerçeği öğrenince işlediğinin hata olduğunu
kabullendi. Hatta zayi ettiği selâmı geri almak için Hıristfyana müracaat
ederek onu geri istemesiyle de kusurunu itiraf etti.' Bundan da, önceden
Hıristiyanlara selâm verilmemesi gerektiği anlaşılmaktadır.
(Bu haber için başka
bir kaynak bulunamamıştır.).[961]
1116— Hazreti
Âişe (Radiydlla.hu antta) anlattığına
göre, demiştir ki.
Peygamber (SaUatfahU
Aleyhi ve Sellem) kendisine şöyle buyurdu:
«— (Ya Âişe!) Cİbrü
sana se'âm söylüyor.» Âişe de : — Selâm ve Allah'ın rahmeti (= Ve Aleyhisselâmu
ve
onun üzerine olsun, dedi.[962]
Benden falancaya selâm
götür veya selâm söyte şeklînde selamlaşmanın meşruiyetine ve selâm götürülen
kimsenin de bunu alması gerektiğine bu Hadîs-İ Şerîf delildir. Bir kimseye
tevdi edilen söz veya iş emanet hükmünde olduğundan, onu zayi etmeden yerine
getirmek bir vazifedir, emanete riayettir. Emaneti gözetmeyenler ise hıyanet
etmiş olurlar- Emanetin kıymet ve önemine göre de vebali büyür ve küçülür.
(827 sayılı Hadîs-İ
Şerife müracaat edilsin.).[963]
1117— (292-s.) İbni. Abbas'dan rivayet edildiğine göre,
şöyle demiştir :
«— Ben selâma karşılık
vermek gibij mektuba cevap vermeyi hak görürüm.»[964]
Selâmı almak/1 yâni;
ona mukabelede bulunmak vâcib olduğuna göre, mektuplaşmalarda da mektuplara
cevap vermek vâcib derecesinde bir vazifedir ve aynı zamanda bir edeb işidir.
Mektupla karşılıklı ihtiyaçlar görülür, müslüman kardeşler arasında ilgi
kurulur ve bunun devamı sağlanır, sevgi bağlan kuvvetlendirilir. Onun için
mektuba cevap vermek önemli vazifelerden sayılmıştır.
(Bu haberi İbni Ebî
Şeybe, İbni Sa'd ve Beyit a k İ tahrİç etmişlerdir.).[965]
1118— (293-s.)
Talha'nm kızı Âişe anlatarak şöyle demiştir:
«— Ben Hazreti
Âişe'nin (Ratfiyalkthü onto) himayesinde idim. Her şehirden insanlar ona
gelirlerdi. Onun yanında benim mevkiim bulunduğundan yaşlılar da sıra ile bana
gelirlerdi. Gençler de beni kardeş edinirlerdi ve bana hediye verirlerdi; ve
şehirlerden bana mektup yazarlardı. Hazreti Âişe'ye derdim ki:
— Teyzeciğim! Bu falanın mektubu ve
hediyesidir. Hazreti Âişe de bana şöyle derdi:
— Kızcağızım! Ona cevap ver ve ona mukabelede
bulun, eğer ss verecek mükâfat (hediye) yoksa, ben sana veririm. Talha kızı
demiştir ki, Hz. Âişe bana (hediyelik) verirdi.[966]
Bu rivayet bize şu
vazifeleri öğretmektedir:
a) Dinî
meseleleri öğrenmek ve bazı İhtiyaçları karşılamak üzere hanımlara mektup
yazılır,
b) Alınan
mektuplar cevapsız bırakılmaz, onlara gerekli cevaplar verilir.
c) Hediyeleşmek
sünnettir, sevgi bağlan kuvvetlendirilir. Hediye tek taraflı olmamalı, alınan
hediyeye karşı bir şey vermelidir.
(Bu haber için başka
bir kaynak bulunamamıştır.).[967]
1119— (294-s.)
Abdullah ibni Dinar'dan rivayet edildiğine göre, Abdullah ibni Ömer,
Abdülmelik ibni Mervan'a bîat ettiğine dair mektup yazdı. Ona şöyle yazdı:
.
«—
BismilIMıirrahmanirrahîm == Allah'ın adiyle...
— Abdullah ibni
Ömer'den müminlerin Emîr'i Abdülmelik'e!.. Selâ-mün Aleyke == Allah'ın.
selâmeti üzerine olsun. Senden dolayı öyle bir Allah'a şükrederim ki, ondan
başka hiç bir İlâh yoktur. Gücümün yettiği yerde de, Allah'ın sünneti ve
Resulünün sünneti üzere itaati ve boyun eğmeği sana ikrar ederim.»[968]
Sünnet özere mektuba
başlama şekli şöyle :
a) Besmeleyi
önce yazmak.
b) Mektubun
kimden kime yazıldığını bildirmek.
c) Kısa
olarak maksadı yazmak.
Fazla medihlerle uzun
ve çapraşık ifadeler kullanmak, -hem riyakârlık olur, hem İsrafa ve hem de'
karşı tarafı yormağa sebep teşkil eder. Bu gibi yazışmalardan kaçınmalıdır. (Bu
haberi, Buhârî, Sahîh'İnde ve İmam Malik de Muvatta'ında tahriç etmişlerdir.
Fadlu'llah : C. II, s. 542, dip not).[969]
1120— (295-s.)
Z-eyd ibni Eslem'den rivayet edildiğine göre demiştir ki, babam beü îbni Ömer'e
gönderdi. Onun şöyle mektup yazdığını gördüm:
—
RismiUâMrrahmanirrahîm = Rahman ve Rahîm olan Allah'ın adiyle... Amma Ba'dü =
Bundan sonra:»[970]
Bundan önceki haberde,
mektuba nasıl başlandığt ve yazılış şekli beyan edilmişti. Burada Arapça
yazışma ve ifadelerde kullanılan bir usûle işaret edilmektedir. Yazışmalarda
besmele getirilip Allah'a hamd edildikten
sonra maksada
geçilirken (-i«ıL1 = Bundan sonra, imdi konuya gelince) tâbiri ile söze
başlanır ki, bu âdettir. İşte burada böyle bir ifade ile konuya başlamanın
ötedenberi âdet olduğuna dikkat çekilmektedir.
(Bunu Buhârî,
Sahîh'İnde ve İmam Malik de Muvatta'ında tahriç etmişlerdir. Fadlu'llah : C.
II, s. 542, dip not).[971]
1121— Hişam
ibni Urve'den rivayet edildiğine göre, demiştir ki, Peygamber {Sattatlahü
Aleyhi ve Sellem) 'in mektuplarından bazı mektuplar gördüm. Her konu bittikçe:
«— Amma Ba'dü = Bundan
sonra» buyurmuştur.[972]
1120 sayılı habere ve
açıklamasına bakılsın.[973]
1122— (296-s.)
Zeyd ibni Sabit ailesinin büyüklerinden rivayet edildiğine göre, Zeyd ibni
Sabit şu mektubu yazmıştır :
«
Bismillahirraîhmanirraihim = Rahman ve Rahim olan Allah'ın adiyle... Zeyd ibni
Sabit'den, Müminlerin Emîri, Allah'ın kulu Muaviye'-ye: Selâm ve Allah'ın
rahmeti üzerine olsun, müminlerin Emîri. Senden dolayı öyle bir Allah'a
şükrederim ki, ondan başka hiç bir İlâh yoktur. Amma ba'dü = Bundan sonra...»[974]
1119 ve 1120 sayılı
haberlere bakılsın.[975]
1123— (297-s.)
Ebû Mes'ûd El-Cerîrî anlatarak demiştir ki, bir adam Hasan'a (El-Basrî'ye)
Bismillâhirrahmanirrahîm'i okuyuştan sordu. O da:
«— Bu bütün mektup ve
yazıların başıdır.» dedi.[976]
Bundan önceki
haberlere bakılsın.[977]
1124— (298-s.)
Nafİ'den rivayet edildiğine göre, şöyle demiştir:
«— İbni Ömer'in Muaviyç'de
görülecek bir işi vardı da, ona mektup yazmak istedi. Ona dediler ki, yazmaya
kaşla. Böylece ona ısrar ettiler, nihayet yazdı:.
—
Bismillâhirrahmanirrahîm. Muaviye'ye...»[978]
Burada da mektuba
besmele ile başlanmakta ve ondan sonra kime mektup yazıldığı ifade
edilmektedir. Zamanımızdaki mektuplaşmalarda önce mektup yazılanın İsmi veya
unvanı kaydedilmekte olup, mektubun sonuna da yazanın ismi konmaktadır. Besmele
ve selâma riayet edilince, böyle bir yolu takip etmenin bir mahzuru yoktur.
Aşırı medih ve tazim ifadeleri kullanılmaz, maksat dışı söz söylenmez ve
tahkir durumuna düşülmez.[979]
1125— (299-s.)
Enes ibni Sîrîn'den rivayet edildiğine göre, demiştir ki, İbni Ömer'e (kâtip
olarak) mektup yazdım da bana:
«—
Bismillahirrahmanirrahîm, Amma Ba'dü = Bundan sonra: Falancaya...» diye yaz,
dedi.[980]
Bu haberde de Besmele
ile mektuba başlanması gerektiğine ve maksada geçerken «Amma Ba'dü» İfadesinin
kullanıldığına İşaret edilmektedir. (Her iki haber için başka bir kaynak
bulunamamıştır.).[981]
1127—
(300-s.) Yine İbni Sirin’den rivayet edildiğine göre, şöyle demiştir:Bir adam
önünde İbni Ömer (katiplik ederek):
Bismillahirrahmanirrahim,
falancaya.. diye mektup yazdı da İbni Ömer onu yasaklayıp şöyle dedi:
Bismillah de , bu onun
yerini tutar.[982]
Cenab-ı Hakk’ın zatına
mahsus olan ve bütün kemal sıfatlarını içinde toplayan isim Allah lafzı Celilidir.Yalnız bu zikredilerek Besmele
çekmek, Rahman ve rahim sıfatlarını anarak Besmele getirmeye kifayet eder.daha kısa
bir ifade ile maksat elde edilir.Hayvan boğazlarken dahi yalnız Bismillah demek kafi gelir, hayvanın eti helal
olur.Bununla beraber Rahman ve Rahim sıfatlarını kullanarak Besmele getirmek iyidir.
(bu haber için yine
başka bir kaynak bulunamamıştır.).[983]
1127— (301-s.)
Zeyd (İbni Sabit) ailesinin büyüklerinden rivayet edildiğine göre, Zeyd şu
mektubu yazdı:
«— Zeyd ibni Sabit'den
mü'minlenn Emîri, Allah'ın kulu Muaviye'ye! Selâm ve Allah'ın rahmeti üzerine
olsun, Müminlerin Emîri, Ben, senden dolayı öyle bir Allah'a şükrederim ki,
ondan başka hiç bir İlâh yoktur. Bundan sonra, (hamd ve selâmı getirdikten sonra)...[984]
Bu haber 1122 sayıda
geçmişti. Ancak orada mektubun basında Besmelenin yazılı olduğu rivayet
edilmekte olduğu halde burada düşmüştür. Bİr unutma eseri olabilir. Zaten bu
bölümdeki diğer haberlerde mektuplara
Besrneîe ile
başlandığı görülmektedir.[985]
1128— Ebû
HüreyreMin şöyle dediği işitilmiştir:
— Peygamber (SaUnlUÛıli Aleyhi-ve Setkm)
buyurdu.:
«— İsrta
Çoğullarından bir. adam —(diyerek) hadîsi
anlattı— (alacaklı) arkadaşıma mektup yazdı:
— Falancadan falancaya, (diye mektuba
başladı).»[986]
Mektuba başlanırken
kimden kime yazıldığının betirtİlmesiyîe ilgili olarak getirilen bu Hadîs-i
Şerif uzun bir Hadîs-i Şeriften çok kısa bir kısımdır. Bu kısa şekliyle
anlaşılması mümkün olmadığından ve tamamını öğrenmekte de büyük fayda
umulduğundan Hadîs-İ Şerifin bütününü yine Buhârî hazretlerinin Sahîh'İnden
nakledelim :
— Ebû
Hüreyre'den rivayet edildiğine
göre, Peygamber (Saîhltahü şöyle anlatmıştır:
— îsraîloğullari'ndan bir adam,
İsraîîoğulîarı'Hcfcan birinden bin dî- Ödünç para istedi. O kimse de dedi ki,
kendilerini şahit tutacağım,
sabitler getir bana.
Ödünç isteyen adam:
— AElah şahit olarak yeter, dedi.
— Öyle ise hana kefil gelir, dedi. Adam:
— Kefil" olarak Allah yeter, dedi. Bunun
üzerine ödünç pata istenen adam:
— Doğru söylüyorsun, dedi ve parayı belli bîr
va'de için odama verdi. Adam deniz aşırı gidip İhtiyacını gördü. Sonra borcunu
va'desinde ödemek için alacaklıya gitmek üzere foir taşıt aradı, fakat bir
türlü bunu bu-lamodı. Sonra bir kütük alıp onu oydu ve bin dmar ile beraber
kendisinden arkadaşına (falancadan falancaya diye) yazdığı mektubu (oyuk)
içine koydu. Sonra oyuğu tıkadı ve kütüğü denire getirip şöyle dedi:
— Allah'ım! Sen biliyorsun ki, ben falancadan
bin dinar ödünç para aldım. O da benden kefil istedi. Ben dedim ki, Kefil Allah
yeter; adam da razı oldu. Benden şahit istedi. Ben dedim ki, Allaih şahit için
yeter. Bunda da sana raxî oldu, Ben ise, ona parayı göndermek üzere taşıt aramakta
gayret ısarfettira; buna gücüm yetmedi. Şimdi bu parayı'sana emanet edip
bırakıyorum.
Böylece adamcağız
kütüğü denize attı, tâ denizin içine girdi. Sonra döndü yine bu iş içim o
alacaklının memleketine gitmek üzere vasıta aramağa koyuldu.
Diğer taraftan
alacaklı, olur kî, parasını getiren bir vasıta [bulunur diye bakımp araştırmaya
çıktı. Bir de o içine para konmuş kütüğü (denizde) gördü. Onu odun diye evine
getirdi. Kütüğü yarınca hem parayı hem de mektubu buldu. Aradan geçen bir
müddet sonra borçlu bin dinarı getirip şöyle dedi:
— Vallaihi, malını (paranı) sana getirmek için devamlı olaraik
vasıta aradım, şu sana geldiğimden Önce bir taşıt bulamadım. Alacaklı:
— Sen bana bir şey gönderdin mi? dedi. Borçlu:
— Ben sana haber veriyorum, sana geldiğim ibu
vakitten önce bir vasıta bulamadım, (sana_bir şey nasıl gönderebilirdim?), dedi.
Alacaklı:
— Gerçekten Aliah, bir kütük içinde
gönderdiğini senin adına Ödedi. Sen bin dinarınla güle güle dön, dedi.»
işte bu uzun Hodîs-i
Şerif içinde geçen falancadan falancaya İfadesiyle mektup yazışmalarında kimden
kime yazıldığının belirtilmesine temas edilerek sırf bu kısım konuyla İlgili
bulunduğundan metinde gösterilmiştir. Edeb-le, daha doğrusu mektuplaşma
edebiyle ilgili kısmın dışında bu Hadîs-i 5e-rîf'te çok büyük hikmetler vardır
:
1— Borçlanma
işlemlerinde usûlüne göre senet tanzim edildikten sonra bunu şahitlerle
kuvvetlendirmek veya daha sağlama bağlamak İçin kefil istemek meşru olan
haklardandır. Bu vazifeyi de Cenab-ı Hak şu Âyet-i Kerime ile bize tavsiye
buyurmaktadır:
«— Ey iman edenler!
Muayyen bir va'de ile birbirinize borçlandığıma: zaman onu yazın, (senet
yapm). Aranızda bir yazıcı da onu doğrulukla yazsm. Üzerinde (başkasına ait) hak alan kimse, borcunu ikrar
ederek
49Û
yazdırsın ve Rabbî
olan Allah'd&n korksun; o hak dan hiç ibir şeyi eksik etmesin. Eğer borçlu
akılsız, bunanuş olursa yahut kendisi söyleyip yazdı-ramıyacaksa, velîsi
dosdoğru söyleyip yazdırsın. Erkeklerinizden îkî kişiyi de şahit tutun. Eğer
iki erkek lîjulunnıazsa o hâlde, doğruluğuna güvendiğinim şahitlerden bir
erkekle iki kadın gerekir. Böylece kadınlardan biri unutursa, ikisinden biri
diğerine şaihitliği hatırlatsın. Şahitler, şahitlik etmek için çağrıldıkları
zaman kaçınmasınlar. Az olsun çok olsun, hakkı va'desiyle yazmaktan usanmayın.
Bu hareket Allah katında, adalete daUıa uygun, şahitlik için daha sağlam ve
şüpheye düşmememle daha da yakındır. Meğer ki aranızda hemen devredeceğiniz
bir alış-veriş olsun. O zaman bunu yazmamanızda size bir beis yoktur.
Alış-veriş yaptığınız vakit yine şahit tutun. Yazana da, şahitlik edene de bir
zarar yerilmesin. Eğer zarar verirseniz, o mutlaka kendinize dokunacak bir
günah olur. AUah'-dan korkun; Allah size ilim öğretiyor. Allah her şeyi kemâliyle
ibilendir.» (Bakara Sûresi, Âyet: 282)
2— Bütün
esbaba müracaat ederek vazifesini yerine getirmek isteyene ve Allah'a tam bir
ihlâsla sığınana Allah yardım eder.
3— İnsan
muayyen bir zaman için değil, bütün ömrü boyunca üzerinde olan hakkı ödemek
zorundadır ve bunu yerine getirmek için gayret harcamakla mükelleftir. Nitekim
Hadîs-i Şerifte adı geçen borçlu, üzerindeki bin dînar borcu Allah'ı şahit tutarak denize atmasiyle kendisini
bu borçtan kurtulmuş saymamış,
daha sonra edindiği imkânlarla bin dinar
borcunu ödemeye gitmiştir.
4— Borçlu
İle alacaklının tam bir sadakat ve ihlâsla aralarında cereyan eden ödünç
alış-verişdeki fevkalâde hali Allah Teâlâ yaratmış, kullar bu üstün hale işin
sonunda vakıf olmuşlardır. Demek oluyor ki, kullardan kim olursa olsun, böyle
üstün bir ihlâs ve doğrulukla hareket ederse, Allah ona yardımcı olur, ona
bilmediği yollardan büyük ihsanlarda bulunur. Fakat cahil olanlar, bu üstün
halleri ve başarıları Allah'a değil de, kullara mal ederek onların kerameti
sayarlar. Allah bu kabil kerametleri dilediği iyi kullarda her zaman yaratır.[987]
1129— Mahmud
ibni Lebîd'den rivayet edildiğine göre, şöyle demiştir: — Hendek Savaşı gününde
Sa'd kolundaki atardamardan yaralanıp da ağırlaşınca, onu Rufeyde adındaki
(hasta bakıcı) hanımın yanma götürdüler. Bu hanım yaralıları tedavi ediyordu.
Peygamber (Sûlkİkkü Akyhi ve de ona uğradığı zaman (akşamları) şöyle buyururdu:
«— Nasıl akşama
geçtin?» Sabah olunca da:
«— Nasıl sabaihladın?»
Sa'd da Peygambere bilgi verirdi.[988]
Bir kimsenin halini
sormak için nastl geceledin, nasıl sabahladın diye akşam ve sabah vakitlerinde
ifadede bulunmak, bilhassa hasta olanlara karşı sünnettir. Hasta ziyareti
bahsinde 515-522 sayılı Hadîs-i Şeriflerde hasta ziyaretinin fazilet ve adabı
geçmişti. Burada önemli bir husus da, savaş hallerinde hanımların hastalarla,
yaralılarla uğraşıp, onları tedavi etmeleridir. Refîde, Ensar'dan olup, Hendek
savaşında bizzap Sa'd ibni Muaz'ın tedavisi İle meşgul olmuştur. Allah dan
sevabını umarak müslümanlardan darlığa düşenleri gönüllü olarak tedavi eden bir
hanımdı. Hastaları tedavi için özel bir çadırı vardı. Peygamber (Saîlaİlaîıü
Aleyhi ve Seikm) sık sık Sa'd İbni Muaz'ı ziyaret edebilmesi için onu
Mescid'-deki bu çadıra naklettirmişti. Nihayet atar kandamarından aldığı yara
ile Sa'd vefat etmişti. Hal tercemesi için 945 sayılı Hadîs-i Şerîf
açıklamasına bakılsın.[989]
1130— İbni
Abbâs haber verdiğine göre, Ali ibni Ebî Tâlib (Radiyaliahü anh) Resu'üllah
{S&lîaİfahiü Aleyhi ve Sellem) 'in vefatına sebep olan hastalığı zamanını- yanından
çıktı. İnsanlar (ona) dediler ki:
— Ey Ebûl-Hasan (Ali), Resûlüllah (Sallaltahü Aleyhi ve
Sillem) nasıl sabahladı? Ali:
«— Allah'a hamd olsun
iyi geçti, dedi. Abdülmuttalib'in oğlu Abbas Hz. Ali'nin elini tutup, şöyle
dedi:
— Bana görüşünü bildir. Sen, vallahi üç günden
sonra emir kulusun. Vallahi ben
zannediyorum ki, Resûlüllah
(SıîibtLsJm Aleyhi ve Seltem) bu
hastalığından yakında vefat
edecekti. Ben Abdülmuttalib
Oğulları'nın ölüm zamanındaki "yüzlerini tanıyorum, (yüzlerinin halinden
öleceklerini anlarım). Öyle ise bizi Resûlüllah (Saltaltahti Aleyhi ve
S<em) 'e götür de, bu işin
(hilâfetin) kimde olacağını ona
soralım. Eğer hilâfet bizde olacaksa, bunu bilmiş oluruz. Eğer bizden
başkasında ise, onu konuşalım da bizi ona vasıyyet etsin. Bunun üzerine Ali
(R.A.) dedi ki:
— Vallahi, biz bunu sorar da Peygamber hilâfeti
bizden menederse, ondan sonra hiç bir zaman insanlar bize onu (hilâfeti)
vermezler. Ben vallahi, onu asla Resûlüllah (SatkİUthü Aleyhi ve Seltem)
'e sormam.»[990]
Nasıl sabahladınız,
nasıl sabahladı? şeklinde hatır sormanın bir edeb ifadesi olduğu beyan
maksadiyle Peygamber (SaltaUahü Aleyhi vt SelUmyin vefatiyle İlgili olan bu
Hadîs-i Şerîf, bu bölümde yer almış bulunmaktadır.
Burada geçen olay, Hz.
Peygamberin İrtihal günlerine yakın, bir rivayette de aynı günde yanı pazartesi
gününde vuku bulmuştur, intihalden sonraki durum siyer ve tarih kitaplarında
geniş oforak geçer.
Burada nazar-ı dikkati
çeken bir husus, Hz. A I i 'nin hilâfete ne İrîi-halden önce, ne de İrtihalden
sonra tâlîp akmayışıdır.^.Hz. Ab bas'in, Peygamberin irtİhalinden sonra
Hz. A I i 'ye hitaben :
«— Elini uzat sana
bîat edeyim, {ki insanlar da sana bîat etsinler).» demesine karşılık bunu Hz.
Alî'nin kabul etmediği sahîh rİvcyeti vardır. Bu itibarla Şiî'lerin İddia
etmekte oldukları hilâfet Hz. Ali'ye mahsustur, sözüne mahal kalmamaktadır. Hz.
AIİ 'ye hilâfet tahsisli bulunmuş olsaydı, her iki halde de, ona sahip çıkması
icap ederdi ve bunu aleniyete çıkarırdı.[991]
1131— (302-s.)
Harice ibni Zeyd'den ve Zeyd ailesinin büyüklerinden şu mektubun alındığı
rivayet edilmiştir:
BİSMİLLAHİİRAHMANÎRRAHİM
Zeyd ibni Sabit'den
Allah'ın "kulu, müminlerin Emîri Mnaviye'ye.
Selâmun Aleyke s=
Selâm üzerine olsun, müminlerin Emîrİ, Allah'ın raJhmeti de... Senden dolayı
Öyle bir Allah'a ham d ederim ki, ondan Ifraşka hiç bir İlâh yoktur. Bundan
sonra: Sen bana dede ve kardeşlerin mirasından soruyorsun, (diyerek râvi
mektubu anlattı. Sonra mektubu şöyle bitirdi :) Biz AUah'dan hidayet ve her
işimizde sebat ile muhafaza isteriz. Bir de sapıtmaktan yahut cahil kalmaktan
yahut bilmediğimiz şeyden sorumlu tutulmamızdan Allah'a sığınırız. Selâm
üzerine olsun müminlerin Euûri, Allah'ın rahmeti ve bereketleri ve mağfireti
de... Bu mektubu Vüheyb yazdı, (ihicrî) 42, 12/Ramazan, perşembe günü.[992]
Daha önceki 1119 ve
1122 sayılı haberlerde mektup yazmada takip edilen usûl belirtilmişti. Burada
farklı olarak mektubun sonunda da, başlangıcında olduğu gibi, selâm getirmenin
ve tarih yazmanın ve mektubu kaleme alanın adım kaydetmenin ayrıca bir usûl
olduğu görülmektedir. Bugünkü yazışmalar da bu şekilde yapılmakta, bazan tarih
başa ve bazan da sona koyulmaktadsr.
(Bu haberi Beyhakî,
Sunen-i Kübrâ'sında, feraİz bölümünde tah-riç etmiştir, Fadlu'llah : C II, s.
549, dip not).[993]
1132— (303-s.)
Enes ibni Malik'den rivayet edildiğine göre, kendisi Ömer ibni'I-Hattab (Radiyaihhu
anft)'dan işitti ki, bir adam Ömer'e selâaa verdi. O da selâmı aldı. Sonra Ömer
adama sordu:
— Nasılsın? Adam da:
— Senden dolayı Allah'a hamd ederim, dedi.
Bunun üzerine Ömer:
— Senden istediğim şey budur, dedi.[994]
Selamlaşmadan sonra
hatır sormanın, nasılsın? iyi misin? dîye sormanın ve buna karşı hamd etmenin
nezaket ve edeb kaidesi olduğunu buradaki karşılaşmada cereyan eden konuşma
bize öğretmektedir. Ayrıca İmam Ahmed'in Enes hazretlerinden rivayet ettiği
Hadîs-i Şerifte Peygamber (Saöolbhil
Aleyhi ve SeUem) 'in ashabla karşılaşmalarında onlara:
«— Ey falanca kimse,
nasılsın?»
Diye hatır sorduğu ve
: «Elhamdü Lillâh, hayır üzereyim!» cevabını aldığı kaydedilmektedir.[995]
1133— Cabir
ilmî Abdullah'dan rivayet edildiğine göre, Peygamber ,$MtelkhU Aleyhi ve
Selkm)'e soruldu:
— Nasıl sabahladınız?
Peygamber şöyle buyurdu:
«— Bir cenazede
bulunmayan ve bir hastayı ziyaret etmeyen kimselerden daha Jıayırh olarak
(sabahladım).»[996]
Nasıl sabahladın veya
geceyi nasıl geçirdin? diye bir insanın hali sorulunca, ona verilecek olan en
güzel karşılık şüphesiz ki, Peygamber (Sallaltahü Aleyhi ve $€llem)'\n verdiği
karşılıktır.
Bir müminin, rnümİn
kardeşine karşı olan vazifelen sayılırken, bunlar arasında hasta ziyareti,
cenazede bulunma, seiâm verme, davete icabet etme vardır. Bunlardan hiç
olmazsa bir kısmının yerine getirilmiş olması, hiç yerine getirilmeme halinden
çok daha iyi olduğu meydana çıkmaktadır. Onun için bu haklar gözetilerek günlük
vazifeler arasına alınmalıdır.[997]
1134— (304-s.)
Muhacir'den (bu adam kuyumcudur) rivayet edildiğine göre, demiştir ki,
Peygamber (S&lhlkhü Aleyhi ve SeUcm)'in ashabından olan Hadrarnût'lu kaba
bir adamla oturuyordum. Ona:
— Nasıl sabahladın? dendiği zaman şöyle derdi;
— Allah'a ortak koşmuyoruz, (Elhamdü Lillâh).[998]
En kötü durum hiç
şüphe yok ki, Allah'a ortak koşmak ve küfür üzere bulunmaktır. Bunun dışında
iman sahibi olduktan sonra her haide hamd ve şükretmek elbette bir vazifedir.
Bazı dünyevî kederler ve çekilen musî-better geçici olduğundan ve bunlara
katlanmanın sevabı bulunduğundan bunlara sabrederek hamd ve şükrü eksik
etmemelidir.
(Bu haber için başka
bir kaynak bulunamamıştır.).[999]
1135— (305-s.)
Seyf ibni Vehb anlatıp demiştir ki, Ebu't-Tufeyl bana:
— Kaç Yaşındasın? diye sordu. Ben:
— Otuz üç yaşındayım, dedim. O şöyle dedi:
— Huzeyfe ibıü'l-Yeman'dan işittiğim bir hadîsi
sana anlatayım, olmaz mı? Kendisine Amr ibni Suley' denen Muharib Hasafe
Oğullarından bir adam — bu adam sahabî idi ve benim bugünkü yaşımda idi. Ben de
bugünkü senin yaşında idim —, (onunla
beraber) Mescid'de Huzeyfe'ye gittik.
Ben insanların en.-arka tarafında oturdum. Amr îse yürüdü, Hu-zeyfe'nin önüne
kadar gidip durdu. Dedi kî;
— Ey Abdullah (Huzeyfe)! Nasıl sabahladın?
Yahut: Nasıl geceledin? Huzeyfe:
— Allah'a hamd ederim, dedi, Arnr;
— Senden bize gelen bu
hadîsler nedir? dedi. Huzeyfe:
— Benden sana ulaşan
nedir? Ey AmrS dedi. Amr:
— İşitmediğim hadîsler, dedi. Huzeyfe :
— Ben Allah'a yemin ederim ki, eğer işittiğim
her şeyi size anlatsay-dım, beni bu geçenin bir kısmında beklemezdiniz, (benden
daha işiteceğiniz şeyler var). Ancak ey Amr îbni Suley' (şunu biî) : «Kays
(arab) kabilesini, Şam'ı istilâ etmiş gördüğün zaman, büsbütün sakın,
(ihtiyatlı ol). Allah'a yemin ölsün Kays kabilesi, korkutmadık mümin bir
Allah kulu bırakmıyacaktır, yahut onu
öldürecektir. Yine Allah'a yemin olsun, müminler üzerine Öyle bir zaman gelecek
ki, o vakit en küçük bir şeyi engeli ey emiye çeklerdir.» dedi. Amr:
— Allah sana merhamet etsin (ey Huzeyfe), senin
-kavmine yardımın nedir? (Ne tavsiye edersin?) diye sordu. Huzeyfe dedi ki:
— Bu bana aittir, sonra da oturdu.[1000]
Nasıl sabahladın? Veya
geceyi nasıl geçirdin? ifadesiyle hatır sormanın edebe uygun bir hareket
olduğunu belirtmek için bir delil mahiyetinde getirilen buradaki haberin, diğer
muhaddisler tarafından Hz. Peygamber (SalldllahüAleyhiveSellemye kadar
yükseltildiği görülmektedir.
Müslüman Arablann Şam
beldesini istilâ etmeleri zamanında birçok mümin kanlarının döküleceği, KerbeJâ
vak'ası gibi korkunç ve üzücü olayların cereyan edeceği önceden haber verilmiş
bulunmaktadır. Bu da Hz. Peygamberin birçok mucizeleri gibi, ayrı bîr mucizesi
demektir. Bu Hadîs-i Şerifi biraz değişik lâfızla H â k i m 'in rivayet
ettiğini Fa d I u ' 1 I a h ha-şİyesİnde kaydetmektedir. Fadlu'llah : C. II, s.
552.
Huzeyfe'nin hal
tercemesi için 233 sayılı Hadîs-i Şerife müracaat edilsin. Amr ibni Suley'in
sahabî olup olmadığı ihtilaflıdır. Bu haber için başka bir kaynak
bulunamamıştır.[1001]
1136— Abdurrahman
itani Ebî Ömer haber vererek şöyle demiştir: Ebû Saîd El-Hudrî bir cenaze için.
çağrıldı. Râvi der ki:
— Ebû Saîd sanki
gecikir oldu da, insanlar nihayet yerlerini alıp oturdular. Sonra arkasından
hemen geldi. İnsanlar onu görünce, (ona yer vermek için) koğuştular ve onlardan
bir kısmı, kendi yerinde otursun diye onun için ayağa kalktı. Bunun üzerine Ebû
Saîd şöyle dedi:
— Hayır, (kalkmayın)!
Ben Resûlüllah (Sallaîhhü AleyhiveSelkm) İn şöyle buyurduğunu işittim:
«Oturma yerlerinin en
hayırlısı, en geniş olanıdır.»
Sonra Ebû Saîd kenara
çekilip geniş bir yerde oturdu.[1002]
Herhangi bir
toplantıya veya meclîse sonradan gidildiği zaman, eğer makam ve isimlere göre
yer ayrılmamışsâ, boş bulunan en uygun yere oturulur. Birbirine yer vermek ve
böylece karışıklığa sebep olmak yoktur. Huzur ve sükûn böyle, temin edilir ve
kimseye.de eziyet edilmemiş olur. işlerin e.n kolay ve rahat planını seçmek
esas olduğundan, burada da aynı şeyi yapmak gerekir. Camİ âdabında bile, ön
safların fazileti çok olmasına rağmen, camiye geç gelenlerin'öndeki cemaatı
rahatsız edecek şekilde öne geçmeleri doğru değildir. Hele insanların yanlarına
ve üzerlerine basarak geçmek asla İhtiyar edilmemelidir, ön saf faziletini
almak isteyenlerin önceden camiye koşmaları gerekir. Ancak ön saflarda
bulunanların da, safları boş bırakmayıp doldurmaları ve saf sıkışıklığını temin
ederek vazifelerini yapmaları lâzımdır.
Ebû Saîd El-Hudrî/nfri,;hal
tercemesi için 945 sayılı Hadîs-i Şerif açıklamasına bakılsın.[1003]
1107— (306-s.)
Süfyan ibni Münkiz babasından rivayet ettiğine göre, babası şöyle demiştir:
— Abdullah sbnî
Ömer'in oturuşlarının çoğu, kıbleye dönmüş halde idi. Yezîd ibni Abdullah ibni
Kuseyt. güneş doğduktan sonra secde âyetini okudu da. kendisi secde etti ve
(yanında işitenler) secde ettiler; yalnız Abdullah ibni Ömer secde etmedi. Ne
zaman ki, güneş doğup yükseldi, Abdullah dizlerini birbirine bağlamış bulunan
ellerini çözdü, sonra secde etti ve şöyle dedi:
«Arkadaşlarının
secdesini görmedin mi? Onlar namaz vakti dışında secde ettiler.»[1004]
Allah Tealâ Hazretleri
Kabe'yi mübarek bir yer kıldı ve onu ziyaret et-meyİ zengin roüsiümanlara farz
kıldı. Namaz sorumluluğunu taşıyan her müminin de ibadetinde oraya yönelmesini
de hürmet olarak şart kıldı. Bu itibarla ibadet zamanlan dışında da oraya doğru
yönelmek ve arka vermemek edebe uygun bir harekettir. Zarurî haller dışında
kıbleye yönelmiş bulunarak oturmak en güzel bir oturuştur. Büyük ve küçük
abdestlerde İse hürmetsizlik olmasın dîye ön ve arkayı kıbleye çevirmemelidir.
Bunda ke-rahef vardır.
Kerahet vakîi diye
anılan üç vakitte namaz kılmak, tilâvet secdesi yapmak, cenaze namazı kılmak
mekruhtur. Bu üç vakit, güneşin doğuşundan itibaren güneş yükselinceye kadar
(kırk beş dakikalık bir müddet), güneşin istiva halinden alçalmaya geçiş
vaktinde (az bir müddet) ve güneş batarken olan zamanlardır. İşte AbduIJah
ibni Ömer bu kerahet vakitlerinden biri olan güneş doğrno zamanında secde
yapılmaması gerektiğini bildirmiş ve kendisi de güneş yükseldikten sonra,
tifâvet secdesini yaparak hazırda bulunanları ikaz etmiştir ve güneş doğma
vaktinin namaz ile secde vakfı olmadığım bildirmiştir.
(Bu haber için başka
bir kaynak bulunamamıştır.).[1005]
1138— Ebü
Hüreyre (RadiyaUakuanh), Peygamber
(Salfaltohû Ateyht eiten:)'den şöyle rivayet etmiştir;
«Sizden (biriniz,
oturduğu yerden kalktığı, zaman sonra oraya dönerse, kendisi o yere (oturmaya)
daha lâyıktır.»[1006]
Bîr mecliste otururken
herhangi bir iş İçin yerinden kalkıp ayrılan kİm-se, meclise dönünce eski
yerine oturma hakkına sahiptir. Böyle muvakkat ayrılışlar için, boşalan yer
doldurulmamalı ve sahibinin işgaline terk edilmelidir. Arkadaş hakkını koruma
ve birbirine eziyet vermemek bakımından edebe en uygun tutum budur. Cömİ ve
Mescid gibi umumî yerlerde de bayie hareket etmelidir. Fakat hiç kimse, devamlı
olarak bir yeri işgoi etmek hakkına sahip değildir. Ancak ders okutmak ve va'z
etmek için muayyen yer sahibi tarafından daima işgal edilir. Sunun dışında
camiye ilk gid^n ön saha istediği yere oturur ve o ibâdet müddeti için işgal
etmiş olduğu yere hak kazanır. Başkasının buna müdahalesi olamaz. Rütbe ve
mevkilere göre ayrılmış olan îoplantî yerlerinde herkes kendine ait olan yerde
oturur. Baş-kosının mokam ve yerini işgal etmek, edebe aykırı düşer.[1007]
1139— Knes
ibni Mâlik'den:
«Resûlüllah (Saüallahü
Aleyhi ve Sellent) bize geldi; biz çocuk idik de bize selâm verdi. Beni bir işe
gönderdi. Ben ona dönünceye kadar, beni beklemek üzere kendisi de yolda oturdu.
Enes demiştir ki:
— Ben
(annem) Ünımü Süleym'e
geciktim. (Bundan dolayı- bana) dedi
ki. seni alıkoyan (geciktiren) nedir? Ben. de:
— Peygamber (SalUâlahü Aleyhi ve Sellem) beni
bir işe gönderdi, dedim. (Anneni) :
— Nedir o iş? dedi. Ben:
— O gizlidir (sırdır), dedim. Annem:
— Resûlüllah (Sailısllahü Aleyhi ve 8ellem)'m
sırrını muhafaza et, dedi.»[1008]
İnsan ve vasıtaların
gelip geçtiği işlek yollar üzerinde oturulmasını Peygamber (Saîkllohü Âteytiî
ve Sellem) başka Hadîs-i Şeriflerde hoş görmemişler ve yollar üzerinde
oturulrnamasır.ı istemişlerdir. Oturmak mecburiyetinde bulununca da,
selamlaşmayı terketmeyerek, gelip-geçişi daraltmayacak, başkasına enge!
vermeyecek ve harama düşmeyecek şekilde oturulmasına müsaade etmişlerdir
Burada kendilerinin bizzat oturuşu, ya yolun trafiği olmayışından, ya da E n e
s'in başka yerde Peygamberi aramasına mahal bırakmak istemeyişinden olsa gerektir.
Tirmizî'nin rivayet ettiği bir Hadîs-i Şerif de de şöyle buyurulmaktadır :
«Resûlüllah
(SatlatlahH Aleyhi ve Selîem) , yolda oturmakta olan Ensar'dan bir takım
insanlara tesadüf etti de onlara şöyle buyurdu :
«— Muhakkak (bunu)
yapmak zorunda iseniz, selâma mukabele edin, mazluma yardım edin ve yol
gösterin.»
Bundan da anlaşılıyor
ki, yolun hakkı olan bu hizmetler görülmek şartı ile yollarda oturulabilir.
Bir sebep yokken de, yol üzerinde oturulması doğru olmaz.[1009]
1140— İbni
Ömer (Radiyaltahu anhümay'den rivayet edildiğine göre, demiştir ki:
— Peygamber iŞdlallahü
Aleyhi ve Sclîsm) şöyle buyurdu: «Sizden biriniz, (arkadaşının) yerine otursun
diye, asla o adamı oturduğu yerinden kaldırmasın. Ancak sıkışınız ve yer
açınız.»[1010]
İlim, sohbet, ziyafet
benzeri topluca oturmalarda gözetilecek edeb üzere hareket, hiç kimseyi
rahatsız etmemektir. Dışardan gelenin bir arkadaşını kaldırıp, onun yerine
oturması uygun bir hareket değildir. Oturmakta olanların düzgün ve sıkışık
olarak oturmak suretiyle gelenlere yer bırakması gerekir. Bu da toplulukta
gözetilecek bîr vazifedir.[1011]
1141— Cabir
ibni Semure'den rivayet edildiğine göre; şöyle demiştir:
«Peygamber
(SaitallahüA leyhi veSeltem) 'e
vardığımız zaman, her birimiz ulaştığı (boş) yere otururdu.»[1012]
Bir toplantı yerine
veya bir camiye .gidildiği..zarnan, en ilerdeki boş yeri doldurmak üzere
İlerlemek lâzımdır ki, arkadan gelenler de rahatça yer bulabilsinler. Böyle
hareket edilmediği takdirde, ön taraflarda boş yerler kalır ve sonradan yer
arayanlar bu boş yerleri doldurmak için ileri geçerlerken orada bulunanları
rahatsız etmiş olurlar. Buna meydan vermemek için herkes zamamodo Öndeki yerin»
almalı ve boşlukları doidurmalıdır.[1013]
1142— Abdullah
ibni Arnr'dan rivayet edildiğine göre,
Peygamber şöyle buyurdu; «İki kişi arasını ayırmak (aralarına oturmak) kimseye
helâl olmaz;müsadeleriyle almak müstesnadır.[1014]
Yan yana oturmakta
olan iki khî orasını açıp da, orolarında oturmak iyİ bir hareket değildir. Bir
aroda oturan'form birbirleriyle görüşecekleri.mo-sele olabilir; gizli
konuşulacak işleri, birbirlerine özel sevgileri bulunabilir. Bunları bozmamak
için aralarına girmek doğru değildir. Ancok kendileri oafıp oturmaya müsaade
ederlerse, bunda beis yoktur. Bu takdirde aralanna oturulabilir.[1015]
1343— (307-s.)
İbni Abbas'dan rivayet edildiğine göre, şöyle demiştir;
— Ömer (RûÂiysIkhu ©nh) (sabah namazına giderken
Mecüsî köle Ebû Lü'Iüe
tarafından) hançerlendiği zaman, onu eve koyuneaya kadar kendisini
taşıyanlardan idim. Ömer (Raâİyaüahu anh)
bana dedi ki;
— Ey kardeşim oğlu! Git bak, beni kim vurdu ve
benimle beraber Ben de gittim de, ona haber vermek için geldim.Bir de gördüm
ki, ev (insanlarla) dolmuş. İnsanların omuzlarında yürümemi hoş görmedim — ben
genç yaşta idim— de oturdum. Hz. Ömer bir kimseyi işe gönderdiği zaman, o
kimsenin işten kendisine haber vermesini emrederdi. O esnada Hz. Ömer örtü ile
örtülmüş bulunuyordu. Kâ'b gelip şöyle dedi:
— Vallahi, eğer mü'minlerin Emîri (sıhhat ve afiyet bulması' için) dua, ederse,
Allah onu geri bırakacaktır ve bu ümmet için onu yükseltecektir muhakkak; öyle
ki, bu ümmet hakkında şunu ve şunu yapacaktır. Sonunda (Kâ'b) münafıkları
sayıp, isimlerini söyledi ve künyelerini okudu. Ben dedim ki:
— Söylediklerini Hz. Ömer'e ulaştırayım mı?
Kâ'b:
— Ben, ona ulaştırmanı istediğimden bunları
söyledim, başka şey için değil, dedi. Bunun üzerine ben de cesaretlenip kalktım
ve insanların üzerinden yürümeğe başladım. Nihayet baş ucunda oturdum. Dedim
ki:
— Sen beni şu iş için gönderdin. Seninle
beraber (Ebû Lülüe) şunları vurdu —on üç kişi—, Bir de su havuzundan abdest
alırken kasap Küleyb'i vurdu. Kâ'b da Allah'a yemin ederek şunu bunu söylüyor.
Bunun üzerine Ömer
(Radiyaîkthu anh) dedi ki:
— Kâ'b'ı çağırınız. Kâ'b çağrıldı. Ömer
(Radiyallahû anh):
— Ne diyorsun? diye sordu. Kâ'b da, şunu ve
şunu söylüyorum, dedi. Hz. Ömer şöyle dedi:
«— Hayır, vallahi
(beka ve sıhhatim için) dua etmem. Ancak Ömer bedbaht olmuştur, eğer Allah onu
bağışlamazsa...»[1016]
Hİç bir zaman
kalabalık yerlerde ve toplantılarda başkasının üzerine basacak ve onu rahatsız
edip incitecek şekilde yürümek doğru değildir. Başkasına verilen .eziyet
ağırlığına göre günahın da şiddeti olur. Bunu daha önceki Hadîs-i' Şeriflerden
öğrenmiş bulunuyoruz. Burada farklı olan taraf, mühim ve fevkalâde hallerde,
görev icabı ve zaruret dolayısiyle müslüman-lara yük olup, onlara böyle
üzerlerinde yürüyecek şekilde eziyet vermenin caiz olmasıdır. Bir cemaatin
başkanı veya o cemaatin toplanmış olduğu ev sahibi İle iş icabı görüşmelerde,
imkân bulunamayınca yapılacak böyle davranışlar edebe aykırı sayılmaz.
Hz. ö m e r
(Radİyattahuanh) on buçuk yıl hilâfet görevinde bulunarak adaletin kemâl üzere
tatbİkçİsi olmuş ve kıyamete kadar gelip geçecek nesillere ölmez ahlâk
örnekleri vermiş olduğu halde, sabah namazına giderken Mecûsî köle Ebû Lü'lüe
(Feyruz) tarafından karnına hançer vurularak şehitlik rütbesini de kazanmıştı.
Feyruz, Küfe Valisi Mu-ğîre ibni Şu'be'nin kölesi bulunuyordu. Efendisinin
kendisine yüklediği vergiden şikâyetçi olarak bu şenî cinayeti irtikâp etmiş
ve Hazreti Ömer'le beraber on üç kişiyi hançerlemiş ve bunlardan yedi kişi
aldıkları yara tesiriyle şehit olmuş, diğerleri kurtulmuştu.
Olay hicretin 23.
yılında Zilhicce ayı içinde meydana gelmişti. Hz. Ömer (Radiydiahumh)
sıhhatinin devamı için dua etmeyişi, kadere ve şehitlik rütbesine rıza
göstermiş olması düşüncesinden ve bunca takvasına rağmen nefsini tezkiye etmeyip
Allah Teâlâ'nın mağfiretine sığınmayı en salim yol bulmasından ileri gelse
gerektir. (Radiyalîahu anh)
(Bu haber için başka
bir kaynak bulunamamıştır.).[1017]
1144— Şa'bî'den
rivayet edildiğine göre, bir adam Abdullah ibni Amr'a geldi. Abdullah'ın yanında
insanlar oturuyordu. Adara, Abdullah'a doğru adım atmaya durdu da, insanlar onu
engellediler. Bunun üzerine Abdullah;
— Adamı bırakın, dedi.
Nihayet gelip
(Abdullah'ın yanma) oturdu da, dedi ki:
— Resû.lüllah(Salfaliahü Aleyhi ve
Selkm)'dexı işittiğin bir şeyi
bana bildir. Abdullah dedi ki:
— Resûlüllah (Saltell&kü Ahtyhi v$
$ktkm)}in şöyle buyurduğunu işittim: «Müslüman o kimsedir ki, müslümanlar onun
dilinden ve elinden selâmet Ibulmuştur. Muhacir de o kimsedir ki, Allafh'ın
yasakladığı şeyden uzaklaşıp ayrılmıştır.»[1018]
Kalabalık İçinde
İnsanları rahatsız ederek yürümenin hangi şartlar altında edebe aykırı
düşmeyeceği, bir önceki Hadîs-i Şerif münasebetiyle bildirilmişti. Buradaki
olay da aynı mânâyı taşımakta olduğundan ayrı bir yoruma lüzum kalmamıştır.
Ancak bu münasebetle varîd olan Hadîs-İ Şerîf büyük önem taşımaktadır.
Gerçek müslüman, en
güzel ahlâka ve edebe sahip bulunan kimsedir. Bunun elinden ve dilinden fenalık
çıkmaz, başkasına zarar dokunmaz; bi-lâkİs fayda ve menfaai kazandırır. İnsan
saz ve hareketleriyle benliğini ve gerçek varlığını ortaya koyar. Saz ve
hareketleri birbirine uygun düşerek iyilik örnekleri verenler, başkalarına
zarar değil de, fayda sağlayanlar veya hiç olmazsa başkalarına kötülükleri
olmayanlar en iyi müslümanlardır. Bunun aksini alacak olursak, başkalarına dil
ve elleriyle zarar verenler, eziyet verici davranışlarda bulunanlar da,
müsİümaniarın en kötüleridir. Müslümanların birbirlerine karşı olan
muamelelerinde bu ikî esasa verecekleri önem derecesine göre olgunluk ve kemâl
kazanılır. Birbirlerine zarar ve ziyan vermeyenler orasında sevgi ve muhabbet
bağları kuvvetlenir. Bunlar birbirlerine destek ve yardıma olurlar, bir vücut
gibi çalışırlar. Düşman tehlikesini de aynı ruh ve beraberlik içinde
karşılayıp yek ederler. Bu bakımdan Peygamber
(Sallallahü Aleyhi ve Selletn):
«Müslüman o kimsedir
fci., snüslümanîar onun ne elinden ve ne de dilinden Karar çekmezler, selâmet
üzere bulunurlar.» buyurmuştur.
Allah rızasını
kazanmak ve İslâm ahlâkı üzere yaşamak gayesi ile ikâmet etmekte olduğu
vatanını terkedip başka memlekete gidene muhacir denir. Böyle bir fedakârlığa
ve zahmete katlanmak şüphesiz ki, büyük bir gayret eseridir Fokot bundan daha
önemlisi, Allah Teâlâ'nin yasak ve haram ettiği şeyleri terketmek ve onları
bir daha işlememektir. Bunlar yerine getirilmediği, yâni; Allah'ın
yasaklarından sakımlmadığı takdirde yapılacak hicretin bir kıymeti kalmaz. Onun
İçin ası! hicret, haram ve yasak olan şeyleri terk etmektir, buyurufmuşiur.[1019]
1145—
(308-s.) İbni Afabas
(Hadiyalleûıuanhüma) şöyle
demiştir:
«Bana insanların en
ziyade ikram edeni, yanımda oturan arkadaşımdır.»[1020]
İnsan sevdiği
kimsenin, hürmet ettiği şahsın'yanına sokulur ve oturur. Müminin diğer mümin
kardeşine kötü bîr niyet beslemesi mümkün olamayacağına göre bu bir gerçektir,
işte İnsana böyle bir yakınlık göstererek yanında oturan büyük bir manevî
İkramda bulunur. Bunun manevi hazzını, ancak ince duygulu gerçek müminler tadabilir.
Maddî İkram ve hediyeler geçicidir, fakat manevî olanlar ebedîdir. Onun için
bunlar ayarında ikram olamaz.
(Bu haber için başka
bir kaynak bulunamamıştır.).[1021]
1146— îbni
Abbas (Radiyallafta anhümoyfan rivayet edildiğine göre, şöyle demiştir :
«İnsanların bana en
ziyade ikram edeni, yanımda oturuneaya kadar insanların üzerinden yürüyüp
gelendir.»[1022]
Bu haber, öncekinin
mânâsını kuvvetlendirmekte olup, daha fazla bir teşvik taşımaktadır. Burada
insanların omuzlarına ve arkalarına basarak topluluk içinde yürümeğe teşvik
yok, sevgi ve arzunun şiddetini belirtmeye işaret vardır. Böyle bir heyecan ve
istekle hareket edip, insanın yanına gelen arkadaşın İkramındaki değer
belirtilmektedir.
(Bu haberi Ibnİ Hibban
tahriç etmiştir. Fadlu'llah : C. II, s. 561 dip
not.).[1023]
1147— (310-s.)
Küseyr ibnİ Mürre anlatarak demiştir ki, cuma günü Mescid'e girdim de, Avf ibni
Malik El-Eşçâ'î'yi bir çemberde oturuyor buldum. Ayaklarını önüne doğru
uzatmıştı. Beni görünce ayaklarım toparladı. Sonra bana şöyle dedi:
«Biliyor musun, neden
ayağımı uzattım? İyi bir adam gelsin de otursun diye (yaptım).»[1024]
İnsanlar arasında
otururken ayakları başkasının önüne doğru uzatmak edebe aykırı bir harekettir.
Müminler karşılıklı olarak birbirlerine saygı gösterirler. Bir mümin
ayaklarını uzatmış halde yerde otururken, yanma çıkagelen arkadaşını görünce,
ayaklarını toparlayıp kendine çekidüzen vermesi, arkadaşına hem hürmet
ifadesidir, hem de bu bir edeb hareketidir. Ancak bazı istisnaî düşünce ve
maksatlarla yapılması, genel kaideyi bozmaz. Bu haberden de bunu anlamaktayız.
(Bu haber için başka
bir kaynak bulunamamıştır.).[1025]
1148— El-Haris
ibnİ Amr Es-Sühemî anlatarak şöyle demiştir:
— Peygamber (SailaUahü Aleyhi ve Selfemj'e
vardım; o Minâ'da yahut Arafat'da bulunuyordu. İnsanlar onu çevrelemişti.
Bedeviler de (onu görmeye) geliyprdu. Yüzünü gördüklerinde de:
«Bu mübarek bir yüz!»
diyorlardı. Ben dedim ki: .— Ya Resûlallah! Benim için Allah'dan mağfiret dile.
Peygamber: «Allah'ım! Bizi mağfiret buyur!» dedi. Ben dolaşıp : — Ya
Resülallah, benim için Allah'dan mağfiret dile, dedim. Peygamber: «Allah'ım! Bize
mağfiret et!» buyurdu. Ben yine dolaşıp :
— Benim için mağfiret dile, dedim. Peygamber:
«Allah'ım! Bize
mağfiret et!» buyurdu. Sonra eliyle tükürüğünü giderip, onu ayakkabısına
sildi; etrafında bulunanlardan birine değmesini hoş görmedi.[1026]
Hâdise Mina veya
Arafat'da geçtiğine göre hac mevsiminde ve sefer halinde olduğu
anlaşılmaktadır. İnsanların Hz. Peygamber (Salktifahü Aleyhi veSmlkm) etrafını
çevrelemiş bulunmaları serbestçe tükürebilme imkânını kendilerine vermemiş ve
yanlarında İhram halinde iken mendil gibi herhangi bir bez bulunmadığından
onunla sİlînememîş; ancak etrafında bulunanlara isabet etmesin diye bu
hareketi yapmak zorunda kalmıştır. Başkasına eziyet vermemeyi ve rahatsız
etmemeyi tercih buyurmuşlardır. Böyle muztar ve istisnaî durumda olmayanların
tükürüklerini mendille silmeleri veya tenha yerlerde toprağa tükürülünce onu
gömmeleri gerekir. Başkasına sıçratacak veya tiksinti verecek şekilde tükürmek
hem edebe aykırıdır, hem de açığa tükürmeler mikropların taşınması bakımından
tehlikelidir ve bu, temizlik kaidelerine uymaz.
Hadîs-î Şerifte önemli
husus, ravi E I - H â r i s'İn İsrarla şahsı için dua istemesi ve bunu üç defa
îekrorlamasıdır. Her defasında Peygamber (Saltallahü Aleyhi ve Sellem) mağfiret
dilemişler; fakat şahsa değil, umuma dua etmişlerdir. Onun için dua muayyen
şahıslara değil, bütün müminlere yapılmalı ve müşterek olmalıdır, islâm'da
birlik ve beraberlik var, imtiyaz yoktur. Bu böyle olmakla beraber fertlere
mahsus dua edilmesinde, yalnızlık hallerinde bir beis yoktur. Müslümanlar bir
arada toplu iken bunlar içinden bazılarını seçerek dua etrnek doğru olmaz.
Hele günümüzde menfaat ve şöhret temini için camilerde veya toplantı yerlerinde
İsim üsteleri okuyarak edilen duaların Allah katında makbul olamayacağı
aşikârdır. Dua bahsinde, duanın şekil ve adabı belirtilmiştir, oraya müracaat
edilsin. Nese'î'nİn rivayetine göre olay Veda' haccında Peygamber devesi
üzerinde iken vuku bulmuştur.[1027]
1149— Ebû
Hüreyre’den rivayet edildiğine göre, Peyg Aleyhi veSsltem) avlularda oturmayı
yasaklamıştır da, (ashab) ;
— Ya Resûlallah! Evlerimiz içinde oturmak bize
zahmetli geliyor, dediler. Peygamber şöyle buyurdu:
«Eğer oturursanız,
oturma yerlerine hakkını veriniz.» Ashab dediler ki:
— Oturma yerlerinin hakkı nedir, ey Allah'ın
resulü? Peygamber: «Adres sorana yol göstermek, selâma kargılık vermek, gözleri
(harama) kapamak, iyilikle emretmek ve f eti atıktan sakmdırmaktır» buyurdu.[1028]
Evlerin avlularında ve
bilhassa İnsanların gelip geçîİği yerler üzerinde oturarak bir nevi insanları
gözetleyip, durumlarını takıp etmek edebe yakışmayan çirkin hareketlerdendir.
İnsan serinlenmek veya istirahat etmek maksadı İle evin dışına çıkıp
oturacaksa, bu oturduğu yerin hakkını vermelidir. Bu haklardan bir kısmı 1014
sayılı Hadîs-İ Şerifte geçmiş ve gerekli açıklama yapılmıştı. Oraya da
bakılsın.[1029]
1150— Ebû
Saîd El-Hudrî'den rivayet edildiğine göre, Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve
Sellem) şöyle buyurmuştur :
«Yollar üzerinde
oturmaktan, sakınınız.»
(Ashab) dediler ki:
—"Ya Resûlallah!
Bu oturma yerlerimizden kurtuluş çaremiz yoktur; tiz buralarda (meselelerimizi)
konuşuyoruz.
Bunun üzerine Resûlüllah
(Sallallahü Aleyhi ve Sellem):
«Amma ısakmamazsanız,
yola hakkjni veriniz.» buyurdu.
Ashab dediler ki:
— Yolun hakkı nedir,
ya Resûlallah?
Peygamber şöyle
buyurdu:
«Gözü (haramdan)
saklamak, eziyet veren şeyleri gidermek, iyilikle emretmek ve kötülükten
alıkoymaktır.»[1030]
1014 ve 1149 sayılı
Hadîs-İ Şeriflere bakılsın.[1031]
1151— Ebû
Musa El-Eş'arî'den rivayet edildiğine göre, şöyle demiştir:
— Bir gün-Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve
Sellem) haceti için Medine'nin bostanlarından-bir bostana çıkıp gitti. Ben, de
arkasından çıktım. Peygamber bostana girince, ben bostanın kapısında oturdum;
ve (kendi kendime) dedim ki, bugün Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) 'in
gerçekten kapıcısı olacağım, bana emretmemiş olduğu halde... Peygamber gidip hacetini
gördü ye şu kuyusunun tümseği üzerinde oturdu. Bacaklarından biraz açarak onları kuyuya
sarkıttı. Arkasından Ebû Bekir (Radiyalîahu
anh) içeri girmek için Peygamber'in iznini almak üzere geldi. Ben dedim ki:
— Olduğun gibi kal. tâ ki senin için izin
isteyeyim. O da durdu. Ben de Peygamber (Satidîahü A ieyhi
ve Sellem) 'e varıp dedim ki:
— Ey Allah'ın Resulü!
Ebû Bekir yanına gelmek için izin istiyor. Peygamber:
«Ona izin ver ve onu
cennetle müjdele!» buyurdu.
Ebû Bekir içeri girip,
Peygamber (Sallallahü Aleyhi vv Sellem) 'in sağından gelerek bacaklarından bir
miktar açtı ve onları kuyuya sarkıttı. Sonra Ömer geldi. Dedim ki:
— Olduğun gibi dür, tâ ki, şenin için izin
isteyeyim. Peygamber (Salhllahü Aleyhi ve Sellem):
«Ona izin ver ve onu
cennetle müjdele!» buyurdu.
Ömer de Peygamber
(Sallallahü A leyhi ve Sellem) 'in solundan gelip bacaklarından bir miktar
(elbisesini) açtı ve onları kuyuya sarkıttı. Böylece kuyunun tümseği doldu,
orada oturacak yer kalmadı. Daha sonra Osman (Radîyaltahu anh) geldi. Dedim ki:
— Olduğun gibi kal, tâ ki senin için izin
isteyeyim. Peygamber (Sallalkhü AteytU ve Sellem)
«Ona izin ver ve onu
cennetle müjdece!» buyurdu.
lamadı. Onların
karşısında kuyunun kenarına gelinceye kadar (kuyuyu) dolaştı da bacaklarından
bir miktar açtı, sonra onları kuyuya sarkıttı. Ben de kardeşimin gelmesini ve
Allah'ın onu getirmesini dua etmeye başladım. Fakat onlar kalkıncaya
kadar (kardeşim) gelmedi.
Osman (Radiyalîahu
anh) da girdi, fakat onlarla oturacak
bir yer bu-(Râvilerrien ve Tabiîn'den) İbnü'l-Müseyyeb dedi ki:
— Ben bunu (oturuş hallerini) kabirlerin durumu
olarak tevil ettim.
Üçünün mezarı burada
(Mescid'de) toplandı. Osman ise tek başına kaldı (Bakı' mezarlığına gömüldü).[1032]
Peygamber (Saüaüakü
Ateyhi ve Sellem) 'in ashabı ile üzerinde oturmuş oldukları kuyunun Erîs kuyusu
olduğu ve Hz. Osman 'in hilâfeti zamanında Peygamber (Saltallahü Aleyhi
veSetlem)"\r\ yüzüğünün parmağından içine düşmüş kuyu olduğu rivayet
edilmektedir. Fitneler de bundan sonra başlamış ve nihayet Hz. Peygamberin bir
mucizesi olarak önceden haber verilen belâ Hz. Osman *ın basma konarak şehid
edilmiş ve cennetlik olmuştur. (Radiyailahu anhüm)
Hadîs-İ Şerifin konu
ile ilgüi tarafı, serinlenmek ve istirahat etmek için kuyu kenarında oturup,
ayakları içe doğru sarkıtmanın ve bacaklardan eteği yukarı çekip, bir miktar
açmanın edebe aykırı bir hareket olmayışıdır. Erkekler İçin diz kapakları
altından aşağı kısımların açık olması dinen yasak değildir. Onun için
bacaklardan bir kısım elbiseyi toparlayarak bacakları açmakta bir beis yoktur.
965 sayılı Hadîs-i Şerife bakılsın.[1033]
1152— Ebû
Hüreyre'den rivayet edildiğine göre, Peygamber(Sallallahü. ûveSeltem) gündüzün
bir vaktinde (çarşıya) çıktı, benimle konuşmuyordu ve ben de ona (bir gey)
söylemiyordum. Nihayet Benî Kaynuka çarşısına gelip (oraya yakın bulunan)
Fatıme'nin evi avlusunda oturup (torunu Hasan'ı kasdederek) :
«Küçük orada mı, küçük
orada mı?» diye seslendi. Fatime çocuğu bir miktar geciktirdi. Ben, çocuğa
önlüğünü giydiriyor yahut (annesi) önü temizleyip
yıkıyor sandım. Sonra (çocuk)
koşarak geldi. Nihayet Peygamber onu kucakladı ve onu Öptü ve şöyle
buyurdu: «Allah'ım! Bunu sev ve bunu seveni de sev.»[1034]
Hadîs-İ Şerifin bu
bölümdeki konu ile İlgisi açık olarak anlaşılamamaktadır. Ancak Peygamber
(Sailallahü Aleyhi ve Selîem) 'in kızı Fatıma'ya aİî evin avlusunda oturuşları
esnasında bacak kısımlarından biraz açarak oturmuş olmaları ihtİmafi vardır ve
bu sebeple Hadîs-i Şerîf burada zikredilmiş olabilir.
Hz. Peygamber'in yolda
giderken Ebû Hüreyre İle konuşmaması ya Cenab-ı Hakka karşı teslimiyet ve
huzurda bulunuşundan, ya da müs-iümanların işleriyle zihnen meşgul olmasından
ileri gelse gerektir. Ebû Hüreyre Hazretleri de edebe nayeten onunla konuşmayıp
sükûnetini koruyordu.
Çocukları sevmek ve
onları okşayıp Öpmek bir merhamet ve şefkat eseridir. Onları sevmeyende
merhamet yok demektir. Merhameti olmayana da Allah rahmet sıfatı ile tecelli
etmez. Hz. Peygamber'in sevdiklerini bizim de sevmemiz bir ibâdettir, Allah'ın
merhametini kazanmaktır. Nitekim başka bir rivayette :
«Allah'ım! Ben Hasan'i
seviyorum, sen de onu sev ve onu sevenleri ide sev.» buyurulmuştur. Demek ki,
Ehl-i Beyt'i sevmekte Alîaih sevgisini ve rızasını kazanmak vardır.[1035]
1153— İbni
Ömer (Radiyaliahu anhüma)'den rivayet edildiğine göre, şöyle demiştir:
«Peygamber (SaUcJkhü
Aleyhi ve Sellem) bir kimseyi oturduğu yerden kaldırıp da, sonra orada oturmayı
yasakladı.»
(311-s.) — İbni Ömer
(Radiyallahu anhüma) kendisi için bir adam yerinden kalktığı zaman, orada
oturmazdı.[1036]
Bİr toplantı yerine
gidildiği zaman oturmakta olanlardan biri yerinden kaldırılıp onun yerine
oturulmaz. Bu hem edebe aykırıdır, hem de müslü-man kardeşe bir eziyet ve
tahkirdir. Bir kimse kendiliğinden istekle kalkarak başkasına yer verse,
burada oturulabilirse de, İbni Ömer'in üstün takvası buna da müsaade etmemiştir
ve böyle yere oturmamıştır. İnsan boş bulduğu en münasip yere oturmalıdır.
Oturanlar da sıkışarak gelenlere yer açmalıdırlar.[1037]
1154— Enes
(Rcdiyallatın anh)'den rivayet edilmiştir.
— Bir gün Resûlü\lah(8tûlallah& Aleyhi ve
Sellem) 'e hizmet ettim. Nihayet ona hizmeti başardığımı gördüğüm zaman dedim
ki:
— Peygamber (MUallahîk Aleyhi ve Sellem) kuşluk
uykusu uyuyacak. Bunun üzerine
yanındakiler çıktı. Bir de baktım, oğlan çocuklar oynuyorlar. Ben de kalktım,
onların oyunlarına bakmaya başladın!. Sonra Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) gelip, onların
yanma kadar ilerledi de, onlara selâm verdi.
Sonra beni çağırıp, beni bir işe gönderdi. Ben ona. dönüp gelinceye kadar (Peygamber)
bir gölgede bulundu. (Böylece ben) anneme (eve) gitmekte geciktim. Bundan ötürü
annem:
— Seni hangi şey eğledi, dedi. Dedim ki:
—- Peygamber
(Sallallahü Aleyhi ve Sellem) beni bir
işe gönderdi. Annem:
— Nedir o iş? dedi. Ben dedim ki:
— O Peygamber (SaHaUchü Aleyhi ve Sellem) 'e
ait bir sırdır. Bunun üzerine (Annem) :
— Resûlüllah
(Sallallahü A leyhi ve Sellem) 'e karşı sırrını muhafaza et, dedi. Ben de o
işi, insanlardan hiç kimseye anlatmadım. Eğer anlatacak olsam, (ey Sabit) onu sana
anlatırdım.[1038]
Peygamberler Allch'dan
getirdikleri dinin bütün hükümlerini insanlara veya gönderildikleri kavimlere
tebliğ etmekle görevli olduklarından bunları olduğu gibi açıklarlar ve
bildirirler. Tebliğ vazifesi almamış olanlar bundan müstesnadır. Peygamberler
birer insan olduklarından herkes gîbi özel hayatları vardır. Yemek-içmek ve
geçim sağlamak gibi beşerî ihtiyaçlarını karşılamak. İşte böyle özel hallerine
ait bazı işlerin saklanması ve İnsanlara bildirilmemesi, hiç bir zaman dinî
işlerin saklanması mânâsına alınmamalıdır. Çünkü bu; tebliğ vazifesini yapmamak
olur ki, Peygamberlik şanına aykırıdır, küfrü gerektirir. Peygamber'in şahsını
rencide etmemek, ona olan son derece hürmeti zedelememek için, özel hayatlarına
ait bazı şeylerin İnsanlara anlatılmaması nezaket ve terbiye icabıdır. Enes hazretleri
bu hususu gözetmişlerdir. Bir devlet idaresinde ve dinî hizmetlerde müslüman
yetkililer tarafmdan verilan vazifeler ve korunması istenen mallar b;rer
emanettir. Her mükellef bunlara ait hak ve vazifeleri gücü yettiği kadar yerine
getirmekle emanete riayet ettiğini ispatlar. Bu hak ve vazifeleri yerine
getirmeyenler, emanetlere hainlik etmiş olurlar.
Söz ve İşler de
böyledir : Bir arkadaşa, açıklanmamak şartı ile söylenen bir söz veya ona bildirilen
bir İs emanet hükmündedir. Emaneti korumak gerekir. Bu emanetin korunması da
onu başkasına söylememektir. Söylenince emanete hainlik edilmiş olur. Emanete
hainlik ise, nifak alâmetlerinden biridir.
(1139 sayılı Hadîs-i
Şerife bakılsın.).[1039]
1155— Ebû
Hüreyre'nin, ResûIüllah (Aleyhi ve Seliem) 'i şöyle valıfladığı
îşitümiştir:
«(Peygamber) Orta
boylu idi; o, uzuna daha yakındı. Çok beyazdı. Sakal kılları siyahtı. Ön
dişleri güzeldi. Gözlerinin kirpikleri sık ve uzundu. İki omuz arası genişti.
Yanakları ne şişkin, ne de çöküktü. Ayağının (bütünü ile yere basardı, ayağında
boşluk olmazdı (parmakları veya ökçeleri üzerine basmazdı, ayaklarını düz
basardı). Bütün vücudu ile öne döner ve bütün vücudu île geri dönerdi. Ne ondan
Önce, ne de ondan sonra onun gibisini (güzellikte) görmedim.»[1040]
Şüphe yok ki, Hz.
Peygamberin ahlâkı gibi, vücut yapısı da en güzel bir şekilde idi. Hem hal ve
harekât ile, hem de vücutlarındaki tevazunla beşeriyete mahsus kemâl vasıfları
kendilerinde toplanmıştı. Ashab-t kiram aynı mânâyı çeşitli rivayetlerle
nakletmektedirler. Bunda ihtilâf yoktur.
Bir kimseye yalnız
başı çevirerek veya yan dönerek ona bakmak veya onunla konuşmak beğenmeme ye
önemsememe mânâsını taşır. Bu kibir ve azamet hareketi sayılır. İşte en yüksek
ahlâka sahip olan Peygamber Efendimiz bir kimseye karşı dönecekleri zaman
bütün vücutları ile dönerler ve arkaya dönecekleri zaman da yine bütün
vücutları ile dönerlerdi. Hiç bir zaman yarım dönüş veya sade baş dönüşü İle
insanlara hitap etmezlerdi. Müminler birbirlerine böyle davranmalı ve saygılı
olmalıdır.[1041]
1156— (312-s.)
Eslem'den rivayet edildiğine göre, demiştir ki, Ömer (RadiyallahM anh) bana
şöyle söyledi:
«Seni bir adama (iş
için) gönderdiğim zaman, ne için seni kendisine gönderdiğimi (önceden) ona
haber verme; çünkü Şeytan' bu takdirde ona yalan hazırlar.»[1042]
Herhangi bir İşi
başarmak veya karşılamak üzere bir adam başkasına gitmek görevi ile
görevlendirilirse, karşı tarafa önceden tedbir almck fırsatını bırakmamak için
görevli kimse maksadını evvelden muhatabına bildir-memelİdir. Eğer vaktinden
önce haberdar edHİrse, geniş zaman içinde Şeytanın dürtüklemesİ ile bazı
kuruntular ve kaçamak yollar düzenlenmesine meydan bırakılmış olur ve maksat da
çok kere elde edilmiş olmaz. İnsan ilk düşünüşte hile ve kaçamak dışı hareket
eder. Bunun İçin meşru İşlerin askıda ve sürüncemede kalmaması önceden haber
vermeyişie mümkün olur. Başarı sağlamakta kısa ve kestirme yol budur.
(Bu haber İçin başka
bir kaynak bulunamamıştır.).[1043]
1157— (313-s.)
Leys, Mücahid'den rivayet ettiğine göre:
«Mücahid insanın
kardeşine keskin bakışla bakışını yahut yanından kalktığı zaman, gözü ile onu
takip etmesini, yahut ona : Nereden geldi» ve nereye gidiyorsun? diye sormasını
hoş görmezdi.»[1044]
İnsanların: içlerinde
gizledikleri niyyet ve duyguları, onların yüzlerinden ve göz bakışlarından
belli olur. Yüzdeki kızarıntı ve sararmaların arızî olcrak meydana gelmesi,
utanma veya öfkeden, korku veya sevinçten olur. Gözlerin sert ve keskin bakışı
da ya kinden, veya ihtiras ve kıskançlıktandır. Tatlı ve yumuşak bakışlar ise
sevgi ifadesidir.
İnsan ayrılıp giderken
onu gözle takip etmek ve süzmek bir tecessüs ve maksat belirtisi olacağjndan,
bu yapılmamalıdır. Sert ve keskin bakışlar gİbİ, terk edilmelidir.
Bir kimseye : Nereden
geldin ve nereye gidiyorsun? diye sormak bazı durumlarda ve bazı kimseler için
mahzurlu değilse de, bazan bunları sormaktan kaçınmak gerekir. Nerden gelip
nereye-gideceğini saklamak isteyen bir kimseye böyle sorular sormamaitdır.
İnsanların hallerini araştırmak niyyeti ile de sorulması tecessüstür. Bu da
yasak olan harekettir. Bunlar dışında iş ve hizmet icabı İyİ niyyetlerle
sormalarda bir sakınca yoktur. Bu hususları birbirinden ayırmak gerekir.
Nitekim bundan sonra gelen haberde, bu gibi soruların sorulduğu ve bunda bir
beis bulunmadığı belirtilmektedir.
(Bu haber için başka
bir kaynak bulunamamıştır.).[1045]
1158— (314-s.)
Malik ibni Zebîd'den rivayet edildiğine göre, şöyle demiştir:
— (Medine
civarında) Rebeze semtinde
Ebû Zerr'e tesadüf
ettik. Bunun üzerine dedi ki:
— Nereden geliyorsunuz? Biz :
— Mekke'den yahut Beyt-i Atîk'den (Kabe'den),
dedik. Ebû Zer:
— İşiniz bu (hac ibâdeti) mi? Biz:
— Evet! dedik.
— Bu işinizle ticaret ve alış-veriş yok mu?
dedi. Biz:
— Hayır! dedik.
— O halde yeni bir işe başlayın, dedi.[1046]
Bu haberde iki hususa
işaret edilmektedir :
1— Bİr
kimseye nereden geliyorsun ve nereye gidiyorsun? diye soru sormada bir beis
bulunmadığıdır ki, buna dair açıklama bir Önceki haber münasebetiyle geçmiştir.
Oraya bakılsın.
2— Hac, mal
ve beden ile yerine getirilen bir ibâdet olduğu İçin, bu ibâdet yerine
getirilirken, meşru ve hela! yollardan ticaret de yapılabilir, kâr
sağlanabilir. Ancak sırf ibâdet maksadıyle ve Allah rızası İçin yerine
getirilirse bu daha faziletli olur. İşte
Ebû Zerr (Radiy&ilaku
anh) hazretleri Mekke'den dönmekte
olanlara, bu inceliği öğrenmek veya öğretmek İçin ziyaretlerinin maksadını
sormuştur. Ticaret maksadını taşımaksızın yalnız ibadet niyyeti ile ziycret
ettiklerini öğrenince de :
«— Artık bu
ziyaretiniz sebebiyle bütün günahlarınız Allah katında bağışlanmıştır. Yeniden
hayata gelmiş gibi, ihlâs ve takva üzere, yâni; ibâdet ve çalışmalara
başlayınız» öğüdünü onlara vermiştir.
Bu haberi değişik bir
mânâ ve lâfızla İmam Mâ Iİ k Muvatta'ında rivayet etmiştir: Kitabu'l-Hac, Cüz
: I, s. 371, 372, 1303/Mısır bsk.[1047]
1159— îbnî
Abbas (Radiyaîîahuanhiima), Peygamber (Saltellahü ÂUyfâ veSellemyden rivayet
ettiğine göre, Peygamber şöyle buyurdu:
«Kim (canUya ait) bir
resim şekillensürirse, ona ruh vermeye mecbur tutulur ve (kendisine) azafo
edilir; elbette ona ruh veremeyecektir. Kim yalan rüya uydurursa, iki arpa
tanesini ftûrbirine bağlamaya mecbur tutulur ve ona azab edilir; elbette
ikisini birbirine bağlayamayacaktır. Bir ide kendisinden kaçtıkları 'halde kim
bir toplumun konuştukları sözü dinlemek isterse, o kimsenin kulaklarına sivj
kurşun dökülür.»[1048]
Bu Hadîs-i Şerifle üç
şeyi işlemenin cezası belirtilerek bunların günah ve haram olduğu ortaya
çıkmaktadır. Şİmdİ bunları ayn ayrı İnceleyelim :
1— Suret,
şekil ve heykel, resim ve fotoğraf anlamlarına kadar genişletilen bir
kelimedir. Burada kayıtsız olarak resimlerin ve şekillerin yasaklanmadığını
diğer Hadîs-İ Şeriflerden anladığımız gİbİ, burada da ruh vermekle resim
yapıcısının zorlandığının ifade edilmesi de ruh sahibi olan canlılara ait
suretlerin yasaklandığı anlaşılmaktadır. İnsanlarla hayvanların suretlerini
yapmanın azab vesilesi olduğu mânâsı çıkmaktadır. Resim ve şekiller, yâni;
suretler bir tasnife tâbi tutulacak olursa, şu kısımlarda toplanmaları mümkündür:
a) Taş,
ağaç, toprak ve madenlerden yontularak yapılan canlılara ait suretler.
b) Yüzeyler
üzerinde işlemeli ve çizim yolu ile boyama şeklinde yapılan canlılara ait
suretler.
c) Işınlardan
faydalanılarak çekilen canlılara ait fotoğrafların ve fiimlerin çeşitlen.
Maksat ve niyetlere
göre bu suretlerin yapılışını da şu tasnife sokabiliriz:
a) İbâdet ve
Allah'a yakınlık maksadıyla yapılan ve saygı beslenen suretler.
b) Allah'ın
yarattığı yaratıklar gibi varlıklar ve şekiller meydana getirmek özentisi ile
yapılan suretler.
c) Şehevî ve
gayr-i ahlâkî duygularla yapılan müstehcen suretler.
d) Tıbbî ve
ilmî araştırmalarla kimliklerin tesbiti için ve zaruret hallerinde yapılan
suretler.
Bu ikinci tasnifin a,
b, c paragraflarında zikredilen suretlerin, birinci tasnifteki sıraya göre
günahları şiddetlenerek hepsi yasak kısmına girerler. Yâni; yontularak
yapılanların, yüzeyler üzerine çizilenlerden ve yüzeyler üzerine çizilenlerin
fotoğraflardan günahları daha çoktur.
(d) paragrafındaki
maksatlarla çizilen ve çekilen resimlerin insanlığa müspet yönden hizmetleri
devam ettikçe yapılmalarında sakınca görülmemektedir. Ameller daima niyyet ve
maksatlara göre kıymet kazanırlar.
2— Rüya
uydurmak. Çeşitli maksatlarla görmediği bir rüyayı, görmüş gibi yalan söylemek.
Doğrudan doğruya yalan söylemekle yalan yere rüya uydurmak arasında günah
bakımından fark vardır; çünkü mü'minin rüyası vahiyden bir cüzdür. Vahy ise
AHah'dandır. Böyle olunca, yalan rüya anlatmak Allah'a yalan isnad etmek olur.
ki,' bu İftiranın büyüklüğü kendiliğinden ortaya çıkar. Bu şekilde yajan
uyduranlar İki arpa tanesini bir araya getirip bağlamakla mükellef tutulurlar.
Başaramadıkları müddet azaba uğratılırlar. Hiç bîr zaman başaramayacaklarından
da azabları devamlı olur demektir.
3— Bİr
insan, kendisinden sakınılıp kaçınılarak gizilce konuşmakta olan birkaç kişinin
konuşmalarını dinlemek maksadiyle kulak verir veya bazı kaçamak imkânlardan
faydalanarak onİan dinlerse, bunun günahı büyük olur ve edebe aykırı düşen
çirkin bir davranış sayılır. Hal ve vaziyetlere göre bu insan dinleme günahının
şiddeti değişir. Meselâ; evine kapanarak gizli konuşmakta olanları dışardan ve
aralıklardan dinlemeye çalışmakla,
açıkta gizli konuşanların konuşmalarına kulak verme arasında fork
vardır. Şüphe yok ki, birinci suçun cezası ikincisinden çok daha büyüktür ve
aşikâre ola* rak konuşmakta olan iki kişinin sözlerini duyamayacak kadar uzakta
olanın yaklaşarak bunların sözlerini dinlemek istemesinde de bunlardan daha az
bir yasaklık vardır. Üste bu yasakların en ağırını İşleyenin kulağına eritilmiş
kurşun dökülerek tazib edilir ve buna hak kazamr. Kıyamette cezası bu ka dar
ağırdır.[1049]
1160— (315-s.) El-Uryan ibni'l-Haysem'den rivayet edildiğine
göre, şöyle demiştir ;
«Babam (Haysem
ibni'l-Esved) elçi olarak Muaviye'ye gitti, ben çocuktum. Babam Muaviye'nin
huzuruna girince, Muaviye:
— Merhaba, merhaba
dedi. Bir adam da yanında koltuk üzerinde oturuyordu, dedi ki:
Ey müminlerin Emîri!
Kendisine merhaba ettiğin bu Httîsp kimdir?
Muaviye:
— Bu, doğuluların efendisidir, bu Haysem
ibni'l-Esved'dir, dedi. Ben sordum:
— Bu kimdir?
Dediler ki:
— Bu Abdullah ibni Amr ibni'l-As'dır.Ona
sordum:
— Ey falancanın babası, Deccal nereden
çıkacaktır? O şöyle cevap verdi:
— Senin bulunduğun
memleket halkından daha çok uzak şeyden soran ve yakım en çok terkeden hiç bir
memleket halkı görmedim. Sonra şöyle dedi:
— Ağaçlı ve hurmalıkh
olan Irak arazisinden çıkacaktır.[1050]
Bu haberden
öğreniyoruz ki, kürsü, koltuk, kanape, sandalye, divan ve taht gibi şeyler
üzerinde oturmakta bir sakınca yoktur. Bundan sonra gelecek haberlerle Hadîs-i
Şerifler aynı mânâyı kuvvetlendirmektedirler. Bunların süslü, işlemeli, altın
veya gümüş gibi kıymetli madenlerle donatılmış bulunmaları halinde, bunlar
yasak kısmına girerler. Bu gibiler konu dışında kalırlar.
Deccal, ahir zamanda
çıkacak bir yalancıdır ki, yeryüzünü küfür ve azgınlıkla kaplayacaktır. Bunun
Irak arazisinde ağaçlıklı ve hurmalıkh bir yerden çıkacağı haber verilmektedir.
(Bu haber için başka
bir kaynak bulunamamıştır.).[1051]
1161— (316-s.)
Ebu'I-Âliye'den rivayet edildiğine göre, şöyle demiştir :
«İbni Abbas'la bir
divan üzerinde oturdum.»
(...) — (317-s.) Ebû
Cemre'den rivayet edildiğine göre, şöyle demiştir :
— îbni Abbas'la beraber otururdum. O, beni
koltuğuna oturturdu. Bana demişti ki;
— Sana malımdan bir hisse ayırıncaya kadar
yerimde otur. Ben de onun yerinde iki ay oturdum.»[1052]
M ü s I i m 'in
rivayetinden anlaşıldığına göre, Ebû Cemre hazretleri Ibnİ Ab bas (Radiyallahu
anhüma) 'ya tercümanlık etmekteydi. İb-nİ Ab bas hazretlerinden heyetler
halinde gelip ilim öğrenmek isteyenlere, Ebû Cemre açıklamalar yaparak ve
icabında yabancı dillerden tercemelerde bulunarak İbni Abbas adına nakillerde
bulunuyordu. Bir nevi ona tercümanlık görevinde yardımcı oluyordu. İşte Ibni Abbas
hazretleri, insanlara İlim öğretmek İçin Ebû C em re ;yi İki ay kadar bir zaman
kendi kürsüsüne oturtmuştur. Bundan edinilen bilgi, yüksek bir yerde oturup
ders okutmak, insanlara bilgi vermek ve sorularını cevaplandırmak edebe uygun
bir harekettir. Bugünkü kürsüler, sandalye ve koltuklar bu gibi vasıtalardır.
Bu gibi makamlar ilmin şerefini yükseltirler. İlim, şerefli kimselerin şerefini
çoğaltacağı için, onlara böyle yerlerin tahsis edilmesi uygundur.[1053]
1162— Basra
Emîr'i olup, kürsü üzerinde oturmakta olan Hakem'in beraberinde Enes ibni
Mâlik'in şöyle dediği işitilmiştir:
«Şiddetli sıcak olduğu
zaman Peygamber (Saîîaîhhü AÎeyhi ve Sellem) (öğlede) namazını geciktirirdi.
Sıcak ölmediği zaman da namazı geciktirmezdi.»[1054]
Burada da kürsü ve
taht gibi şeyler üzerinde oturmada bir beîs olmadığına işaret edilmektedir.
Ayrıca yazın sıcak günlerinde öğle namazını, güneş meyledinceye kadar
geciktirmenin ve soğuk günlerde İse erken vakitte kılmanın sünnet olduğu da
öğrenilmektedir.[1055]
1163— Enes
ibni Malik anlatarak şöyle demiştir:
«Peygamber (Sallallahü
Aleyhi ve Seltem)'in yanma vardım; o,
hurma .liflerinden örülü bir sedir üzerindeydi Başı altında da, içi hurma lifi
dolu bulunan deriden bir yastık vardı. Peygamberin teni ile sedir arasında bir elbise
vardı. Bir de Öroer (Radiyallahu anh)
onun yanına girdi de ağladı.
Bunun üzerine
Peygamber (Saîlalîahü Aleyhi ve Sellem) ona:
«— Hangi şey sem
ağlatıyor, ey Ömer?» dedi. Ömer şöyle dedi: — Allah'a yemin ederim ki, benim
ağlayışım, Allah katında senin Kisrâ ve Kayser'den daha iyi olduğunu
bümemdendir : Bunlar dünya hayatında yaşadıkları saltanatı yaşamaktadırlar. Halbuki
sen ey Allah'ın Resulü, gördüğüm bu yerdesin, (çok sade ve basit bir
hayat yaşıyorsun).
Buna karşılık
Peygamber (Sallallahii Aleyhi ve Sellem) şöyle buyurdu:
«— Ey Ömer! Dünyanın
«niar için ve âhiretin bizim için olmasına sen raası olmaa: mısın?»
Dedim kî: Evet (razı
olurum) ya Resûîallah! Peygamber:
«— İşte bu böyledir.»
buyurdu.[1056]
Bundan önceki haber ve
hadîslere ve 835 sayılı Hodîs-İ Şerife bakılsın.[1057]
1164— Ebû
Rifâa El-Advi'den rivayet edildiğine göre, şöyle demiştir: Peygamber
(Salîallahü Aleyhi ve Selîem) 'e gittim ki, insanlara hitap ediyordu. Ben:
— Ya Resûlallah! Garip
bir adam geldi, dininden soruyor, dininin ne olduğunu bilmiyor, dedim.
Peygamber hitabını bırakıp bana döndü. Sonr-a bir kürsü getirildi, ayaklan
demirden zannetmiştim. (Râvi Hu-meyd demiştir ki, ben kürsünün ayaklarım siyah
ağaç sanıyorum. Ebû Rifâa onu demir zannetmiştir.) Peygamber o kürsünün üzerine
oturdu. Sonra Allah'ın ona öğrettiğini bana öğretmeye başladı. Sonra (eski hitabetine
dönüp) hutbesinin sonunu tamamladı.[1058]
Ebû Rifâa hazretleri
kendisini, dinini bilmez garip kimse yerine koyarak tevazu göstermiş ve dînî
bilgileri öğrenmek için Peygamber (Salîallahü Aleyhi ve Sellem) 'e bizzat
müracaat etmiştir. Hz. Peygamber de, işi önemseyerek hitabetini kesip bir kürsü
üzerinden Ebû Rifâa'ya gerekli bilgileri vermişlerdir. Hz. Peygamber'in kürsü
üzerine oturarak ashab'a muhtaç oldukları bilgileri vermiş oldukları burada
görülmektedir.[1059]
1165— (318-s.)
Musa ibni Dihkan'dan rivayet edildiğine göre, şöyle demiştir:
.«İbhi Ömer
(Raâiyatlahuanhüma)'yı gördüm, bir gelin kürsüsü üzerinde oturuyordu. (Kürsü)
üzerinde kırmızı Örtü vardı.»[1060]
Burada da, gelinlere
özel yapılan kürsü ve taht gibi koltuklarda oturulmasında ve bunların renkli
örtülerle kaplanmalarında bir mahzur bulunmadığı ifade edilmektedir.
(Bu haber için başka bir kaynak bulunamamıştır.).[1061]
1165 (M.)— İmran
ibni Müslim'den rivayet edildiğine göre, şöyle demiştir:
«Enes'i, bir kürsü
üzerinde oturur gördüm; ayaklarından birini diğeri üzerine koymuş haldeydi.»[1062]
Otururken ayaklan
birbiri üzerine koymanın edebe aykırılığı yoktur; ancak sırt üstü yatarak bu hareketi
yapmak mekruhtur.
(Bu haber için yine
başka bir kaynak bulunamamıştır.).[1063]
1166— (319-s.)
Saîd El-Makberî'nin şöyle dediği işitilmiştir:
«İbni Ömer
(Radiyallahu anhüma) 'ya tesadüf ettim; yanında konuştuğu bir adam vardı. Ben
de (kendilerini dinlemek üzere) onlara doğru gittim. Bunun üzerine tbni Ömer
göğsüme vurup dedi ki, iki kişiyi konuşurlarken bulduğun .zaman onların yanına
sokulma ve kendilerinden izin almadıkça da, onlarla oturma. Ben:
— Allah seni ıslâh
etsin, ey Ebû Abdurrahman (ibni Ömer). «Ben sizden ancak hayır (faydalı bilgi)
dinlemek istedim, (başka bir maksadım yoktu) dedim.»[1064]
Gizlİ konuşmakta.olan
veya aralarında fısıldaşan kimselerin yanma sokulmak ve onları dinlemek
İstemek caiz olan bir hareket değildir. Kentlerinden izin isteyip müsaode
alındıktan sonra yanlarına girmekte ve onlarla oturmakta bir beis yoktur.
İnsanların birbirleriyle özel durumları olur ve başkalarının bunu bilmemeleri
istenebilir. Bunlara eziyet vermemek ve gönüllerine aykırı hareket etmemek
için fısıldaşırlarken yanlarına sokulmamalıdır. İzin İstemek suretiyle ancak
yanlarına gitmeli ve oturmalıdır.
(Bu haberi İmam
Ahmed rnerfû olarak
nakletmİştfr.Fadlu'llah : C II, s. 580, dip not.).[1065]
1167— (320-s.)
îbni Abbas'dan rivayet edildiğine göre, şöyle demiştir:
«Kim bir topluluğun
konuşmasını işitmeye gayret eder de, onlar bundan hoşlanmazlarsa, o kimsenin
kulağına erimiş kurşun dökülür. Kim de bir rüya uydurursa, bir arpa tanesi
bağlamaya mecbur tutulur.»[1066]
1159 sayılı Hadîs-i
Şerife ve açıklamasına bakılsın.[1067]
1168— AbduIIah'dan
rivayet edildiğine göre, Resûîüllah (Sallallahü aleyhi ve selem):
«İnsanlar üç kişi
oldukları zaman, iki ikisi aralarında gizli konuşup üçüncüyü ayrı
bırakmasınlar.»[1068]
Üç arkadaştan ikisinin
aralarında gizli konuşmaya başlayarak üçüncü-, yü dışta bırakmaları,\bİr
ayrılık ve nefret belirtisi olur. Bu hareket üçüncüyü hem üzer, hem de ürkütür.
Üçüncü şahsın bilmediği bîr dille de aralarında konuşmaları aynryasak içine
girer, üçüncü şahıstan izin ve rıza almadıkça böyle davranışlarda
bulunmamalıdır. Kalabalık bîr halde, üçten ziyade kimselerin teşkil ettiği
gruplar içinde İkİ kişinin gizlice aralarında konuşmasında mahzur yoktur.
Bundan sonra gelecek Hadîs-Î Şerifte bu husus belirtilmiş olacaktır.[1069]
1169— Abdullah'dan
rivayet edildiğine göre, demiştir ki, Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)
şöyle buyurdu:
«Üç kişi olduğunuz
zaman, üçüncüyü bırakıp iki kişi liralarında gizli konuşmasın; çünkü böyle
hareket onu üzer.»[1070]
Bundan önceki Hadîs-i
Şerife ve açıklamasına bakılsın.[1071]
1170— îbni
Ömer, Peygamber (SaîîallahüÂleykiveSeltemj'dçn (önceki hadîsin) aynını rivayet
etti. Biz dedik ki:
— Arkadaşlar dört ki§i olunca (da mı, iki
kişinin fısıldaşması yasaktır)? İbni Ömer:
— Bu ona zarar vermez, dedi.[1072]
1168 sayılı Hadîs-i
Şerîf açıklamasına bakılsın.[1073]
1171— Abdullah'dan
rivayet edildiğine göre, Peygamber (Saİlailahü Aleyhi ve Sellem) şöyle buyurdu:
«Kalabalığa
karışmadıkça, iki kişi üçüncü arkadaşı bırakıp aralarında gizli konuşmasın;
çünkü bu, onu üzer.»[1074]
Bu Hadîs-i Şeriften de
anlaşılıyor ki, kalabalık İnsanlar içinde İken, iki kişinin kendi aralarında
fısıldaşarak konuşmalarında yasaklık yoktur.[1075]
1172— (321-s.)
îbni Ömer'den rivayet edildiğine göre, şöyle demiştir: «Arkadaşlar dört kişi
oldukları zaman, (iki kişinin gizlice konuşmalarında) beis yoktur.»[1076]
1170 sayılı Hadîs-i
Şerife bakılsın. Dört arkadaş içinden iki kişinin aralarında gizli
konuşmalarında kerahet yoktur.[1077]
1173— (322-s.)
Ebû Bürde ibni Ebû Musa'dan rivayet edildiğine göre, şöyle demiştir:
«Abdullah ibni
Selâm'ın yanında oturdum. O, dedi ki:
— Sen bizimle gelip
oturdun amma, bizim de kalkıp gitmemiz yaklaştı. Ben de, dilediğin zaman
(gidersin)... dedim. Bunun üzerine o kalktı; ben de kapıya ulaşıncaya kadar
onu takip ettim.»[1078]
Bir arkadaşın yanına
gidildiği zaman, yanına gidilen kimsenin hemen ayrılıp gitmesi edeb ve nezakete
uygun değildir. Sebepsiz yere olursa, ziyaretçiden nefret duyulduğunu ve ondan
hoşlanılmadığını ihdas eden bir davranış olacağından, bundan sakınmak gerektir,
önemli bir iş için veya verilen bir sözü yerine getirmek için kalkmak icab
ettiği vakit, gelen misafirden izin istemek suretiyle onun gönlünü almak
gerekir. Muvafakat ve anlayış havası içinde bu hareket yapılırsa, kardeşlik
sevgisine halel verilmemiş olur.
Diğer taraftan ayrılıp
giden arkadaşı en az kapıya kadar uğurlamak, nezaket ve terbiye icabı olduğu da
anlaşılmaktadır.
(8u haber için başka
bir kaynak bulunamamıştır.).[1079]
1174— Kays,
babasından anlattığına göre, babası, Resûlülla.hfSaîlallahü Aleyhi ve SeHern)
hutbe okurken geldi de, güneşe karşı durdu. Peygamber (Gölgeye gir!) diye ona
işaret etti O da gölgeye-geçti.[1080]
Bilhassa sıcak aylarda
ve stcak memleketlerde güneş altında kalmak çok tehlikelidir, Güneş çarpması
denen ve ölüme de sebep olabilen tehlikeli hastalığa sebep olur. Ayrıca insan
güneş altında sıkıntı çeker ve rahatsız olur. Bunun için gölgeli yerleri seçip
oralarda oturmak hem sağlık bakımından, hem de iç huzuru bakimsndan
faydalıdır.[1081]
1175— Ebu
-Saıd EJ-Hudn demiştir ki:
— Besûiüllah
(SallaUahü Aleyhi ve Sdlem) iki giyinişi ve iki âhş-verişi yasakladı:
«Ahş-verişte Mülâmese ve jYîthıaîbeze'yi yasakladı.
MÜlamese: İçine
bakmaksızın eşyanın dışına insanın el dokundurması ve yoklamasıdır.
Mtinabeze: Bîrinin
başkasına ait raali üzerine elbise, mendil atması ve O mala bakmaksızın ona
sahip olmasıdır.
Bu şekildeki alış-ver
işler (eşyaya) bakmaksızın olur. Yasaklanan iki giyinişten biri yarım
giyiniştir ki., yan taraftan bir kısmım açık bırakarak diğer vücudu örtmeye
denir. Diğeri ise, oturarak dizleri dikmek ve elbisesiyle onları birbirine
bağlamak ve ayrıca avret sayılan yerlerinde örtü bulunmamaktır.»[1082]
(Bu Hadis-i Şerifi
Ibnî Huzeyme, Hâkim, fbnr Hİbban ve fmom Âhmed nakletmişlerdir. Fadlu'lİah : C.
II, s. 584, dip not)
Bu Hadîs-Î Şerîf
ofurma ve örtünme edebiyle ilgili olarak bu bölümde yer almıştır. Aynı zamanda
alış-veriş münasebetlerinde cahiliyef devrinde uygulanmakta olan İkİ turlu
satışın yasak durumunu do içine almaktadır. Şimdi bunları ayrı ayrı ele alıp
inceleyelim :
Elbise giyinmede İki
asıl gaye vardır. Bunlardan biri, vücudu sıcak ve soğuk gibi zararlı
tesirlerden korumaktır. Diğeri de, görünmesi haram olan yerleri örtmektir. Bu
iki gayeye bağlı olarak giyinme tarzları, iklim şartlarına ve memleketlerin
geleneklerine göre değişir. Bazı oturuşlar, giyilmekte olan elbise şekilleriyle
haram yerlerin görünmesine sebep olur İşte bu biçimdeki iki oturuş,
müslümanlarm ilk devirde giydikleri elbiseler bakımından yasaklanmıştır. Bugün
de, haram yerlerin açılmasını temin eden giyim modaları veyo çeşitleri aynen
yasak hükmüne girerler.
Hadîs-i Şerifte giyim
ve kuşanma ile ilgili iki yasaktan biri, «Ihtibâ» halinde oturuş esnasında
belden aşağı giyilmekte olan elbisenin belden dolaştırılıp, iki dizi birbirine
bitiştirerek karın kısmına bağlamaktır. «Ihtibâ» kıç üzerine oturup iki dizi
dikmek şeklindeki oturuşa denir. O zamanki giyim tarzına göre bu oturuşla
haram yerler gözlerden korunamadığı İçin yasaklanmıştı. Haram yerlerin
görünmesi bahis konusu olabilecek her devir ve her çeşit giyimde aynı yasaklık
var demektir.
Giyimle İlgili ikinci
yasak, metinde «İştimalü's-Sammâ» diye isimlendirilen giyinme tarzıdır. Bu da
şu şekilde izah edilmektedir: Yukardan aşağı giyilen bir elbisenin bir
tarafında yırtmaç bırakarak yan tarafın açılmasına sebebiyet vermek veya elbisenin
bir kısmını yandan omuza atarok yine bakılması haram olan yerlerin açılmasına
imkân bırakmaktır. Bu tarzdaki giyimlerde dinin emrettiği şekilde örtünme
olmadığından bunlar yasaklanmıştır. Haram yerlerin örtünmesini sağlamayan her
türlü elbise böyle yasak kısmına girer.
Alış-verişle ilgili
iki yasağa gelince, bunlardan bîrine «Mülâmese» denir. Dışardan elle yoklamak
suretiyle bir eşyayı kabullenmek veya satılmakta olan bir mala el değdirmek
suretiyle onu satın almış kabul etmek adedi üzere yapılan alış-verİşin adıdır
ki, bunda aldanma veya aldatma halleri bulunduğundan yasaklanmıştır.
Diğerine «Münabeze»
denir. Yine bir malı inceleyip bakmadan onun üzerine mendil, bez ve elbise gibi
bir şey bırakmak suretiyle ona sahip olmaktır, yâni; onu satın almış
sayılmaktır. Bu da İhtilâfa ve çekişmeye yol açan bir alış-verİş şekli
olduğundan yasaklanmıştır. Alış-verİşte mal vasıfları bildirilir, görülür ve
kıymeti konuşulur. Kıymet üzerinde anlaştıktan sonra da rızaları üzere söz
kesilir. Bu hususta fazla bilgi için «İslâm Fıkhı ve Hukuku» adlı kitabın
151-157. sayfalarına bakılsın.[1083]
1176— Ebû
Kılâbe demiştir ki:
— Ebû Melîh bana haber vererek şöyle
anlatmıştır:
— Baban Zeyd'le beraber Abdullah ibni Arar'm yanına
gittik de, o bize söyledi:
Benim (devamlı) oruç
tutmam Peygamber (Salkülahü A îeyhi ve Sellem)e anlatıldı. Bunun üzerine
Peygamber benim yanıma geldi. Beri de ona (üzerine oturması veya yaslanması
için) içi hurma lifi doldurulmuş deriden bir yastık bıraktım. Peygamber yer
üzerine oturdu, yastık benimle onun arasında kaldı. Sonra Peygamber bana şöyle
buyurdu:
«Sana her aydan üç gün
oruç tutmak kâfi gelmez mi?» Dedim ki:
— Ya Resûlallâh!.. (Bu yetmez).
«Beş gün (yetmez mi)?»
buyurdu. .Dedim ki:
— Ya Kesûlallah!.. (Yetmez).
«Yedi gün (yetmez
mi)?» buyurdu. Dedim ki:
— Ya Resûlallah!.. (Yetmez).
«Dokuz gün (yetmez
mi)?» buyurdu. Dedim ki:
— Ya Resûlallah!.. (Yetmez).
«On bir gün (yetmez
mi) ?» buyurdu. Dedim -ki:
— Ya Resûlallah!.. (Yetmez). Peygamber şöyle
buyurdu: «Davud Peygamber
(Aleyhissetâm)'nı orucu üstünde <bir oruç yoktur:
Bir gün oruç tutmak ve
Bnr gün iftar etmek suretiyle senenin yarısını oruç tutmaktır.»[1084]
Hadîs-i Şerifin ilci
yönü vardır. Biri edeble ilgili, diğeri de ibadetle ilgilidir. Edeble ilgili
kısım şü :
İnsan misafirine
çeşitli ikramlarda bulunur. İlk ziyarette misafirin rahatça oturmasın)
sağlamak maksadı ile ona minder, yastık gibi şeyler tahsis edilir. 8u bir
nezaket ve terbiye ifadesidir. Misafirin bunlardan herhangi biri üzerine
oturmaması veya yaslanmaması da bîr tevazu eseridir Peygamber (Sallallahü
Aleyhi ve Sellem) "\t\ burada minder üzerine oturmaytşı, minder üzerinde
oturmanın caiz olmadığı İnancından değil, sadeliği tercih etmelerinden ve
yüksek tevazu ahlâkına sahip bulunmalanndandı.
İslâm'da her şey bir
ölçüye bağlıdır, ibâdetler dahi bir ölçü ve itidal üzere yapıldığı zaman
onların kıymetleri çoğalır. Devamlı surette her--gün oruç tutmak veya gece
gündüz namaz kılmak tarzında edilen ibâdet makbul olmaz. İnsanın cemiyet
içinde çeşitli vazifeleri vardır; Nefsine karşı, ailesine karsı ve çevresine
karşı... Dinin emrettiği şekilde bu vazifeleri yerine getirmek de bir ibâdet
sayılır. Üstelik bir İbâdetin fasılasız devamlılığı halinde onun halâvett de
kalmaz. Onun İçin devamlı surette oruç tutmakta olan Abdullah îbnî Amr'ın
durumu Peygamber ftt'yilAleyhi: vtSettemh haber verilince, Peygamber bizzat
onun yanına gitmiş ve nihayet yılın yansından çok oruç tutmanın caiz
olmadığını ona bildirmişti. Her aydan üç, beş, yedi, dokuz, on bir ve on beş
gün tutmak veya bir gün oruç tutup, bir gün iftar etmek suretiyle oruca devam
etmek ve bundan ziyade etmemek gerektiğini açıklamışlardı. Amellerin hayırlısı,
az dahî olsa, devamlı olarak yapılanıdır.[1085]
1177— Abdullah
ibni Biter'den rivayet edildiğine göre,, Peygamber (Saîlalîahü Aleyhi ve
Sellem) babasına (Büsr'e) gitti de, Peygambere bir kadife minder bıraktı.
Peygamber de onun üzerine oturdu.[1086]
Bundan önceki Hadîs-i
Şerife ve açıklamasına bakılsın.[1087]
1178— Kayle
binti Mahreme (Radiyallahu anha) haber vererek şöyle iştir:
«Peygamber (Saliallahü
Aleyhi ve Sellem)'i Kurfusâ otururken gördüm. Peygamber (Saliallahü Aleyhi ve
Sellem)'i bu oturuş şeklinde huşu* içinde gördüğüm zaman korkudan ürperdim.»[1088]
Kalçalar üzerine
oturarak dizleri dikilip, koİlarr bacaklar üzerinde kenetlemek suretindeki
oturuşa «Kurfusâ» denir. Kollan bacaklar üzerinde bağlamaksızın böyle
oturulursa, buna «Ihtibâ» denir ki, bundan sonra gelecek ikinci bölümde
görülecektir. Peygamber (Saliallahü Aleyhi ve Sellem) "İn bu iki oturuş
vaziyetinden başka bağdaş kurarak ve sırt üstü yatarak istirahat ettiklerine
dair Hadîs-i Şerîf'ler gelecektir. Yerinde ve zamanında yapılmak şartı ile bu
gibi hareketler hiç bir zaman edebe aykırı düşmez. Bîr de özel hayatla umumî ve
resmî hayat birbirine karıştırılmamalıdır. Genellikte bu oturuşlar özel yaşama
tarzı ile ilgilidir. Resmiyetle karıştırılmamalıdır.[1089]
1179— Hanzele
ibni Hizyem anlatarak şöyle demiştir:
«Peygamber (Salîailahü
Aleyhi ve Sellem)'e gittim de, onu, bağdaş kurmuş oturuyor gördüm.»[1090]
Ebû Davud, Sünen'inde
Edeb bölümünde rivayet ettiği başka bir Radîs-i Şerifte Peygamber (Salîailahü
Aleyhi ve Sellem) "m sabah namazını kıldıktan sonra güneş doğuncaya kadar
yerinde bağdaş kurarak oturduğunu nakletmektedir. Bu, tabiî bir oturuş olarak
vasıflandırılabİlir. Bundan önceki Hadîs-i Şerife bakılsın.[1091]
1180— (323-s.)
Ebû Ruzeyk, Abbas'ın oğlu Abdullah'ın oğlu Ali'yi ayaklarından birini diğeri
üzerine (sağı, sol üzerine) koyarak bağdaş oturduğunu gördüğünü anlatmıştır.[1092]
Yerde oturup ayakları
toplayarak ayaklardan birini diğeri üzerine koymak şeklindeki oturuşa bağdaş
kurmak, bağdaş oturuş denir. Böyle oturuşların edebe aykırı bir tarafı bulunmadığı
daha önceki Hadîs-i Şerifler münasebetiyle bildirilmişti. 1178 ve 1179 sayılı
Hadîs-i Şeriflere bakılsın.
(Bu haber için başka
bir kaynak bulunamamıştır.).[1093]
1181— (324-s.)
îmran ibni Müslim'den rivayet edildiğine göre, şöyle demiştir:
«Etıes ibni Malik'i
böyle —bağdaş kurmuş— oturur gördüm; ayaklarından birini diğeri üzerine
koyuyordu.»[1094]
1179 ve 1180 sayılı
hadîslere bakılsın. Bu haberi Tahavî, «Maanî'L Ascm adlı eserinde nakletmiştir.
(Fadlu'llah : C. II, s. 589, dip not).[1095]
1182— Süleym
ibni Cabir El-Hüceymî!deıı rivayet edildiğine göre, şöyle demiştir:
— Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Seltem)'e
gittim; o bir hırka içinde ihtiba etmişti: dizlerini dikerek oturmuştu.
Hırkanın saçakları ayakları üzerindeydi. Ben dedim ki ;
— Ey Allah'ın Resulü bana öğüt ver. Peygamber
buyurdu:
«Allah'dan korkup
tafevaya sarıl; ve iyilikten hiç bir şeyi küçümseme, kuyudan su çekmek
isteyene kendi kovandan onun kabına su boşaltmış olsan bile... Yahut yüzün
güler olduğu halde kardeşinle konuşmuş olsan bile... Elbiseni yere sarkıtıp
sürtmekten salan; çünkü bu kibirdendir ve Allah Sbunu sevmez. Eğer bîr kimse
sende bildiği bir kusurla seni ayıplarsa, sen ona bildiğin bir şeyle onu
ayıplama, ona kötü söyleme. Seni kötüleyeni bırak, (söylediğinin) günahı
onundur, mükâfatı ise senindir. Asla hiç bir şeye de (insan olsun, hayvan olsun
veya başka bir şey olsun.) sövme,»
demiştir ki; Bundan
sonra ne bir insana sövdüm, ne de bir hayvana.[1096]
Oturmakla ilgili
hallere dair bilgi için 1175 ve 1178 sayılı Hadîs-i Şeriflere müracaat
edilsin. Burada oynca öğüt alınması gereken tavsiyeler vardır. Başta Allah
korkusu gelmektedir. Zaten diğer bir Hadîs-i Şerifte :
«Hikmetin başı Allah,
korkusudur.»
Buyurulmaktadır.
İnanarak içten gelen Allah korkusu bütün fenalıkların kapısını kapar ve
herkese iyilik kapılarını açar. Yeter ki, bu haşyet samimî olarak duyulmuş ve
yaşanmış'olsun. İyiliğin küçüğü olmaz, mutlak surette iyilik etmeyi dinimiz
emretmektedir. Bir kardeşin kovasına su boşaltmak, yüzüne karşı gülümser
oirnak birer iyilik sayılır. Buniar dahi küçümsenmemelidir.
Entari ve etek gibi
giyilen elbiseleri uzatıp yerde sürüterek dolaşmak büyüklük ve kibir
alâmetidir. Ululuk ancak Allah'a mahsustur, Allah Tealâ kibirlenip
böbürlenenleri sevmez ve onları sonunda hor ve hakîr durumda bırakır. Tevazu
gösterenlerin de şanını yüceltir.
İnsan başkasının kusur
ve ayıplarını araştırmamalı, .kendi noksanlarını düzeltmeye çalışmalıdır.
Kendisini ayıplayana karşı da aynen mukabele etmeyip, onun kusurlarını açığa
vurmarnalıdır. Böyle hareket eden sevap kazanır, ayıplayıcıya da vebal kalır.
Kötü söz söylemeyi Hz.
Peygamber Efendimiz yasaklamışlardır. Hayvan, İnsarr ve eşya dahil hiç bir
varlığa sövmek caiz değildir Sövmek ye kötü söylemek İsİâm edebi İle bağdaşmaz.[1097]
1183— Ebû
Hüreyre'den rivayet edildiğine göre, şöyle demiştir: — Hasan'ı her gördükçe
gözlerim yaş akıtmıştır. Bunun sebebi şu : Bir gün Peygamber (Sallallahü Aleyhi
ve Sellem) (evinden) çıktı. Beni Mes-cid'de buldu. Elimden tuttu. Ben de onunla
beraber yürüdüm. Biz Benî Kaynuka çarşısına gidinceye kadar benimle konuşmadı.
Bu çarşıda dolaştı ve baktı. Sonra ben beraberinde olduğum halde geri döndü.
Nihayet Mescid'e geldik de oturduk, iki dizini birleştirip 'karnına dayadı.
Sonra şöyle buyurdu:
«Küçük (Hasan) nerede?
Bana küçüğü çağır!,.» Bunun üzerine Hasan koşarak gelip, Peygamber'in kucağına
atıldı. Sonra elini Peygamber (Sallûlîohü Aleyhi ve Sellem) 'in sakalına soktu.
Sonra Peygamber (Sttlkılî&hM Aleyhi ve Sellem) ağzını açıp. kendi ağzını
onun ağzı üzerine koymaya başladı. Sonra şöyle buyurdu:
«Allah'ım, ben bunu
seviyorum. Sen ide bunu sev ve famı Seveni 5e sev, (ondan razı ol).»[1098]
1152 ve 1182 sayılı
Hadîs-i Şeriflere bakılsın.[1099]
1184— Enes
ibni Malik anlatmıştır;
— Peygamber (SaUallahü Aleyhi ve Sellem)
ashaba öğle namazını
kıldırdı. Selâm verince minbere çıkıp ayakta durdu; kıyameti anlattı.
Bir de orada büyük şeyler olacağım anlattı. Sonra şöyle buyurdu:
«Kim bir şey ısormak
isterse, orni sorsun. Vallahi, bu yerimde durduğum müddetçe bana hangi şeyi
sorarsanız, sîze lıabcr vereceğim.» En es demiştir ki, insanlar bu sözü (gazap
içinde) Resülüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)1'den işittikleri sftman. çokça
ağladılar.- Resülüllah (Sallalhhü Aleyhi veStlkm) de: «Sorunuz!» demeyi çok
tekrarlıyordu. Bunun üzerine Ömer (Radiyallahu anh) iki dizi üzerine çöküp :
— (Ey Allah'ın Resulü! Üzülme,)
biz Allah'ı Rab, İslâm'ı din ve Muhammed'İ Peygamber olarak kabul edip,
buna razı olduk, dedi. Ömer (Rodİyallahu'anh) bunu
söyleyince, Resul üll'ah (SaHaUahü Aleyhi ve Selhm) sükût etti; sonra
Resûlülhıh (SaUaİîahii Aleyhi ve Sellem)
şöyle buyurdu:
«{Münafıklara azap)
yakındır... Şimdi ist;, Mulhâmmed'in canı kudret elinde «lan Allah'a yemin
ederim ki. ben (az önce) namaz kılarken şu duvarın yüzünde Cennet île Cehennem
bana arzediUp gösterildi. Hayır ve şer hususunda frugütv gibisini! görmedim.»[1100]
Bu Hodîs-i Şerifin
bize öğüt v&ren birçok yönleri vardır, önce bu bölümde getirilmesindeki
sebep, oturuşlarda edebe uygun olan şekilleri göstermektir. İlim ve takvası
yönünden hürmete lâyık bîr kimse huzurunda diz ustu oturarak konuşmanın tevazu
ve teslimiyete en uygun bir oturuş şekli olduğunu Hz. Ömer
(JRadiyaîiahuanh)"in bu hareketinden öğrenmiş oluyoruz. Diğer taraftan
Hz. Peygamberin buradaki beyanlarında mevcut hikmetlerin bîr kısmını Tecrîd
mütercimi Ahmed Nairn Efendiden dinleyelim :
«Münafıklardan bazı
kimselerin, ResûlüIİah (Sallaliahü Aleyhi ve Sellem)\ı güya .cevabından aciz
bırakacak sorular hazırladıkları Peygamber'in kulağına gelince, haklı olarak
gaz_aplanmışlar ve gazap eseri de mübarek yüzlerinde belirmiş oMuğu halde
«İstediğinizi sorunuz!» diye ısrar buyuruîmuşfu.
Hazırda bulunanların
bayie ağlayıp lığlanmalarına, o günkü hutbede kıyamet gününün büyük ahvaline
dair duydukları haberler kadar, Peygamberin öfkelenmesi yüzünden, üzerlerine
Allah tarafından azabın inmesinden korkmaları da sebep olmuştur. Nitekim geçen
ümmetlerin Peygamberlere karşı muhalefetlerinden dolayı nice nice azaplara
tutuldukları, Kur'ân-ı Kerîmin İbret veren kıssaları ve belâğatlı ifadeleriyle
malûmları olmuştu.
Bu Hadİs-i Şerifte
Cennet iie Çehennem'in bugün yaratılmış bulunduklarına delâlet vardır. Âhiret
âleminin varlığı ve İnsanoğlunun karargâhı olan nimet yeri Cennet ile azab yeri
olan Çehennem'in o hayret veren genişlikleri, karşıda duran bir duvar boyunca
ibret gözüne görünmesinde ise, aklımızın çözemeyeceği birçok esrar olsa bile,
vukuunu uzak sayacak bir şey yoktur.
Âdetimiz olan görme
isi, bundan daha az garip midir? Huduf ve genişliğini aklımıza
sığdıramadığımız bu madde âlemi, göz bebeğimizin arkasındaki sarı tabakanın o
daracık yüzeyinde şekillenip de idrakimizin çerçevesine girmiyor mu? O dar
sahaya şu görülen âlemin nasıl sığdığına da aklımız ermiyor. Fakat bu âlemi,
arzı İle, semavatı ile, boşluğu ile, yıldız ve gezegenleri ile bilfiil görüp
durduğumuz için tecrübemizi inkâr etmeye mecalimiz kalmıyor. Öteki .(âh i ret)
âlemini de görmeyi mümkün kılan bîr görme duygusunun insan cinsinden bazı
seçkin kimselerde yaratılmış olduğunu inkâr için elde tecrübeye dayanan hiç
bir delil ve aklımız yoktur; olamaz da...» (Tecrid-i Sarîh Tercemesİ; C II, s. 397, dip not, 1. baskı. Daha geniş bilgi için yine
aynı eserin II. Cildindeki 323 sayılı Hadîs-i Şerife ve açıklamasına müracaat
edilsin.).[1101]
1185— Abdullah
ibni Zeyd ibni Asım El-Mazinî'den rivayet edildiğine göre. söyle demiştir;
«Onu gördüm, (râvi
demiştir ki, hadîsi anlatan İbni Uyeyne'ye dedim, Peygamber (Sallallahü Aleyhi
ve Sellem) 'i mi gördü? Of evet, dedi), ayaklarından birini diğeri üzerine
koyarak sırt üstü yatıyordu.»[1102]
Erkekler İçin göbekten
diz kapakları altına kadar olan vücut kısmı avrettir. Zaruret olmaksızın bu
kısımların açılması ve bunlara bakılması haramdır. İnsanın sırt üstü yattığı
zaman bu haram sayılan yerler açılmamak ve gözükmemek şartı ile böyle Özel
istirahat için yatışında edebe aykırılık yoktur. Dİğer bir Hadîs-i Şerifte ise,
sırt üstü yatarak ayakların birini diğeri üzerine koymak yasaklanmıştır. Ancak
bu yasak, avret yerlerinin açılma tehlikesi olduğu zaman İçin kayıtlanmaktadır.
Bir görüşe göre de bu yasaklık
hükmü sonradan kaldırılmıştır. Nitekim bu hareketi Ebû
Bekir, Ömer, Osman
(Radiyallahu anhüm) 'ün yaptıkları rivayet edilmektedir.[1103]
1186— (325-s.)
.El-Müsevvir (ibni Mahreme) 'den rivayet
edildiğine göre, şöyle demiştir:
«(Dayım) Abdurrahman
ilmi Avf'ı gördüm, ayaklarından, birini diğeri üzerine kaldırmış sırt üstü
yatıyordu.»[1104]
Bundan önceki Hadîs-İ
Şerife ve açıklamasına bakılsın. El-Müsevvir
kimdir?
Babasının adı Mahreme
olup Kureyş'dendİr. Annesinin adı A t i -ke 'dir ve Abdurrahman İbni Avf'ın kız
kardeşidir. Yâni; Ab-durrahman ile- At i k e, Avf'ın çocuklarıdır. Annesi At i
ke mus-lüman olduktan sonra hicret edenlerdendir. Müsevvir fetihden sonra
Zilhicce ayında sekiz yaşında iken Medine'ye gelmişti. Ebû* Abdurrahman
künyesi olup, Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Settem}'den hadîs ezberlemişti.
Hz. Ömer 'den, Abdurrahman ibni Avf 'dan ve A m r İbni Avf dan hadîs
anlatmıştır. Hem fıkıh âlimi, hem de din ve fezilet ehli idi. Hz. Osman şehid
edilinceye kadar Medine'de kalmıştı. Sonra Mekke'ye döndü ve Hz. Mu av i ye
vefat edinceye kadar orada: ikâmet etti. Sonra Yezid ibni Muaviye 'nİn İbni
Zübeyr ile savaşmak üzere göndermiş olduğu ordunun Mekke'yi kuşatması sırasında
mancınıkla atılan bir taş Müsevvir e namaz kılarken isabet etmiş ve onun tesiri
île hicretin 64. yılında şehit olmuştur. Vefatında 62 yaşındaydı.
Kendisinden Urve ibni
Zübeyr, Ali ibni Hüseyin, Ubeydullah ibni Abdullah hadîs rivayet etmişlerdir,
(Radiyallahu anhüm).[1105]
1187— Tıhfe
El-Gıfarî'nin oğlundan rivayet edildiğine göre, Suffe ashabından olan babası
Tıhfe kendisine naklederek şöyle demiştir:
— Gecenin son kısmında
ben Mescid'de uyurken bana bir kimse geldi; ben yüzükoyun uyuyordum. Adam beni
dürtüp;
«— Kalk! Bu bir
yatıştır ki, Allah ona buğzeder!» dedi. Başımı kaldırdım, bir de Peygamber
(Saltallahü Aleyhi ve Sellem) başım ucunda duruyor!..[1106]
PeygambeHerin
yasaklamış oldukları şeylerde şüphesiz maddî ve manevî zararlar ve
bilemeyeceğimiz hikmetler vardır. Sağlık ve beden İstirahatı bakımından
yüzükoyun yatışta zarar bulunduğu muhakkaktır. Yara ve sancı gibi engel
bulunmadıkça, mecburiyete düşmedikçe böyle yatış tercih edilmemelidir. Uyku ve
istirahat için en uygun yatışlar, sağ yan veya sol yan üzerine ve sırt üstü
uzanmalardır. Ebû Davud'un rivayetine göre, Hadts-i Şerifi aniatan Tıhfe
El-Gıfarr 'nin ciğeri rahatsız olduğu İçin böyle yüzükoyun yatıyordu. Hz.
Peygamber de onun bu özrünü bilmiyordu.[1107]
1188— Ebû
Ümame'den rivayet edildiğine göre, ResûlüllahfSatlallahü Aleyhi ve StUem)
Mescid'de yüzükoyun, yatmakta olan bir adama tesadüf etti de, onu ayağı ile dürttü
ve şöyie buyurdu:
«Kalk! Bu
cehennemliğin tiykusudur.»[1108]
Yüzükoyun yatış,
Allah'ın razı olmadığı1 bîr iş olduğundan, ondan sakındırmak İçin tehdîden
«Cehennemliklerin uykusu» diye vasıflandırılmıştır. Bir de Cehennemde
kalanların bu biçimde uzanmaları şekline benzememek için böyle yasaklanmıştır,
denilebilir.[1109]
1189— Salim
babasından rivayet ettiğine göre, demiştir ki, Peygamber (Sallallahü A leyhi ve Sellem) şöyle
buyurdu:
«Hiç kimse sol eliyle
yemesin ve asla sol eliyle içmesin; çünkü şeytan sşol eliyle yer ve sol eliyle
içer.»
Râvi demiştir ki,
Nafî1 bu Hadîs-i Şerife şunu da ilâve ederdi: «Sol eliyle de almasın, sol
eliyle de vermesin.»[1110]
İnsan, işlerini iki el
ve iki ayağı ile görür ve başarır. Bunlar, insanın hareketlerini temin eden
başlıca uzuvlardır. İnsan, yaratılışı icabı hem şeref ve kıymeti olan işleri,
hem de bunun zıddı olan bazı işleri yapmak mecburiyetindedir. Yemek ve içmek,
iyi ve kıymetli işlerdir. Buna karşılık süm-kürmek ve taharet almak bayağı
işlerdir. Onun için sağ ele şerefli ve kıymetli işleri, sol ele de bayağı
işleri görmek vazifesi verilmiştir. Buna uygun olarak da eve ve ibâdet
yerlerine sağ ayakla girmek, abdesthane ve hamam gibi yerlere sol ayakla
girmek meşru kılınmış ve edebe uygun bulunmuştur. Zâten sağ elin şerefli
işlerde, sol elin de kötü İşlerde kullanılacağını Cenab-ı Hak şu Âyet-I
Celîlesinde ifade buyurmaktadır:'
«(Kıyamette) amel
defteri sağ eline verilen kimse, hemen kolay bir hesap île hesabı görülecek ve
sevinçli olarak (Gennet'deki ailesine) ehline dönecektir. Fakat kitabı arka
tarafından (sol eline) verilen, artık: Helak!., ıdiye bağırır, (ölümünü
ister); ve Cehennem'e girer.» (İnşikak Sûresi : 84/7-12)
işte insan yemesini ve
içmesini, alışını ve verişini sağ eliyle yapacak, sümkürmesinde ve taharetinde
sol elini kullanacaktır. Şerefli yerlere girerken de sağ ayağı ile girecek ve
bu gibi yerlerden çıkışta sol ayağını ileri atacaktır. Tuvalet gibi yerlere
girip çıkarken de bunun aksini yapacaktır. Şeytanlar, umumî mânâda hak dinden
uzak olanlar sol elle yeyip içtiklerinden onlara muhalefet olarak İslâm'da sağ
tercih edilmiştir. Hadîs-İ Şerif bunu göstermektedir.[1111]
1190— İbni
Abbas (Radiyallahuanhüma)'dan rivayet edildiğine göre, şöyle demiştir:
«İnsanın oturduğu
aşaman ayakkabılarını çıkarıp yan tarafına koyması Sünnet'dendir.»[1112]
Kır ve açık yerlerde
İstirahat için veya cami ve mescid gibi yerlerde ibâdet etmek İçin oturmak
isteyince, ayakkabılar çıkarıldığı zaman yan taraflarda münasip mahallere
konmalıdır. Ön tarafa konmaları edebe aykırı düşer. Çünkü bu güzel ve iyi
manzara arzetmez. Arka tarafta olmaları halinde, bulunulan yere göre çalınma
tehlikesi vardır. Bazı şart ve zaru; retler bahis konusu olmadıkça,
ayakkabıların yan taraflarda bulunmaları en uygun olan vaziyettir ve buna
riayet etmek de bir sünnettir.
(Bu Hadîs-i Şerîf için
başka bir kaynak bulunamamıştır.).[1113]
1191— (326-s.)
Ezher ibnî Saîd'den rivayet edildiğine göre. demiştir kis Ebû Ümame'nin şöyle
söylediğini işittim:
«Sizden birinizin
yatağını ailesi döşeyip hazırladıktan sonra Şeytan o yatağa gelip, onun üzerine
ağaç, taş veya bir şey bırakır; ailesine karşı adamı kızdırmak için... Sizden
biriniz bunu (yatağında) bulduğu zaman ailesine kızmasın. Ebû Ümame demiştir
ki, çünkü bu (yatak üzerine bir şey bırakış) Şeytan işinden bir iştir.»[1114]
Cennet den kovulan ve ateşten yaratılmış bulunan İblis'e Şeytan denildiği gibi, insan ve cinlerden zararlı olan yaratıklara da geniş mânâda Şeytan adı verilir. Bu zararlı varlıklar çeşitli yollarla insanların kalplerine şüphe ve vesvese verebilirler. Vesveseye kapılan kimse ruhî bir hastalık içine düşer ve sebepsiz yere büyük haksızlıklar, hatta cinayetler işleyebilir. Bu şekilde zaman zaman faciaların olageldiği görülen ve bilinen açık olaylardır, islâm dini ise gerçeğe kıymet biçer, şüphe ve vesveseyi bilgi saymaz. Bunlara hiç itibar etmez; ancak bu gibi hallere düşmekten sakındırır.
İşte aile arasında geçimsizlik ve şüphecilik olmasın diye, yatağın içinde herhangi bir sebeple bulunacak ağaç, taş ve benzeri maddelere önem verilmemesini ve bunların zararlı yaratıklar tarafından konulmuş olabileceğini Ebû ümame (Radiyaİlahuanh) Hazretleri beyan buyurmaktadır. (Bu haberi, aynı senedle Ebû Davud hazretlerinin tahriç eylediğini Fad-lu'llah : C II, s, 599 dip notunda kaydetmektedir.).[1115]
1192— Abdurrahman
ibni Ali babasından, o da Peygamber Aleyhi ve Seîlemyden rivayet ettiğine göre,
Hz. Peygamber şöyle buyurdu;
«Üzerinde (çatı gibi)
bir Örtü olmaksızın bir evin damında uyuyan kimseden, hiç kimse sorumlu
tutulmaz; (çünkü açık olarak kendisini tehlikeye koymuştur).»
Ebû Abdullah demiştir
ki, bunun isnadında zafiyet vardır.[1116]
Çatı altına alıp
duvarla çevirmek gibi emniyet tedbîrleri alınmaksızın bilhassa geceleyin
damlarda yatıp uyumanın tehlikesi çok büyüktür, İnsan uyurken öteye beriye
yuvarlanabilir, kalkıp gezinebilir. Uyku sersemliği ve karanlık tesirleriyle
damdan aşağı düşmek mümkündür. Güven ve emniyet tedbirleri alınmaksızın meydana
gelecek kazadan dolayı kimse sorumlu olamaz. Buna tedbirsizlik sebep
olacağından, ölen kimse için şehitlik sevabı da düşünülemez. Beşer olarak
gerekli tedbirler alındıktan sonra, meydana gelecek kaza sonucu ölümlerde ise
şehitlik sevabı vardır. Çünkü adi sebeplere riayet etmiş, Allah'ı anarak ona
sığınmış ve öylece uyumuştur. Onun için Allah'ın emniyet ve zimmeti altında
bulunur. Dünyası değişse bile, ebedî hayatta saadete kavuşturulur. Teslimiyet
ve tevekkül, adî ve zahirî sebepleri yerine getirdikten sonra olmalıdır. Hiç
bir tedbir almayan, duruma göre nefsine kasd etmiş sayılabilir. Onun kanından
hiç kimseye hesap sorulamaz.[1117]
1193— (327-s.) Ali
İbni Ümare'den rivayet edildiğine göre, şöyle demiştir:
Ebû Eyyub El-Ensârî
geldi de, onunla (çatısız) çıplak bir dama çıktım. Sonra indi ve şöyle dedi:
«Az kalsın bu
geceyi (bu damda) uyuyacaktım da, benim hiç bir dayanağım
olmayacaktı.»[1118]
Bundan önceki Hadîs-i
Serîfe ve açıklamasına bakılsın.[1119]
1194— Peygamber
(SaUaüahü Aleyhi ve Seîlem) 'in ashabından bir adam, Peygamber (Sallat İahü
Aleyhi ve• Sellcm)'in şöyle buyurduğunu anlatmıştır:
«Çevrelenmemiş çıplak
bir dam üzerinde uyuyarak -ondan düşüp de ölen kimseye karşı sorumluluk yoktur,
(suç yalnız kendisine aittir). Kim de deniz dalgalandığı bir anda deniz
taşıtlarına binerse ve bu yüzden helak olursa, ondan da kimse sorumlu olmaz.»[1120]
Denizde şiddetli dalga
ve çalkalanma olduğu zaman, deniz vasıtalarına binmek görünür tehlikeye
atılmak demektir. Takdir ne ise o olur, diye hemen denize açılmak tevekkül
sayılmaz, üstelik tehlikenin büyüklüğüne göre bu bîr nevi İntihar sayılır. Yüce
dinimiz bize tehlikelere atılmamayı ve her şeyde tedbirli bulunmayı bize
emrediyor. Bütün işlerde tehlike ve zararlara karşı gereken tedbirlere baş
vurmak ve ihtiyatlı olmak bir vazifedir. 1192 sayılı Hadîs-i Şerîf'e ve
açıklamasına bakılsın.
(Bu Hadîs-i Şerifi
İmam A h m e d 'in tahriç eylediğini F a d I u ' 11 a h şerhinin dip notunda
kaydetmektedir. C. II, s. 602).[1121]
1195— Ebû
Musa El-Eş'ari haber verdiğine göre: «Peygamber (Sallallakü Aleyhi ve
Seîlem) su kuyusunun
çevresindeki duvar üzerinde ayaklarını kuyuya sarkıtarak otururdu.»[1122]
Bu Hadîs-İ Şerif, 1151
sayıda geçen uzun Hadîs-i Şeriften bir parça olarak bu bölümde yer almıştır.
Serinlemek ve İstirahat etmek için böyle kuyu kenarında oturup ayak sarkıtmanın
edebe aykırı tarafı yoktur. Ancak $uyu içilir kuyularda, kuyunun temizliği esas
olduğundan içine toz toprak düşürmemek için böyle hareket doğru olmaz. Bostan
kuyuları İçin bahis konusu olduğu daha önce geçen hadîsten zaten
anlaşılmaktadır.
Hadîsin tamamı için
bilgi edinmek üzere 1151 sayılı Hadîs-i Şerife ve kaynaklarına müracaat
edilsin.[1123]
1196— (328-s.)
Müslim ibni Ebî Meryem şöyle anlatmıştır :
— İbni Ömer
(Radiyalialıu anhüma) evinden çıktığı
zaman şöyle derdi: «Allah'ım! Bana
selâmet ver ve benden de
(başkalarına) selâmet ver.»[1124]
Herhangi bîr iş için
İnsan evinden çıktığı zaman "dışarda başına ne gibi haller geleceğini
bilemez. İyi ve kötü durumlarla karşılaşabilir, musibet ve felâketlere düşebilir.
Kendisine zarar verildiği gibi, başkasına zararı da dokunabilir. Onun için
Allaha' dua ederek; ona güvenip sığınarak yola çıkmak, işe gitmek gerekir. Hz.
İbni ö m e r 'in ettiği dua bu mânâyı taşımaktadır. Bundan sonra gelecek
Hadîs-i Şerifte de Peygamber Efendimizin ifâdeleri bu hususu daha açık olarak
aydınlatmaktadır. Allah'ın adı anılarak ona sığınılır ve her türlü kederden
selâmete eriş niyaz edilir. Mutlak kudret ve kuvvet sahibi yegâne varlık Allah
Teâlâ Hazretleridir. Ona güvenilir ve yalnız andan yardım İstenir. Başkalarına
da zarar vermemek hususunda yine ona iltica olunur.
(Bu haber için başka
bir kaynak bulunamamıştır.).[1125]
1197— Ebû
Hüreyre, Peygamber (SaüalîakÜ A leyhi ve Seilem) 'den rivayet ettiğine gore(
Peygamber evinden çıktığı zaman şöyle derdi :
«Bismillah, güven
Allah'adır. Kudret ve kuvvet ancak Aüahsa mahsustur.»[1126]
Her saboh evden
çıkışta bu duayı okumak sünnettir. Metinde olduğu gibi, ezberleyerek
söyienroesi daha makbuldür, Bundan önceki habere ve açıklamasına bakılsın.[1127]
1198— Şihab
ibni Ubad El-Asarî anlattığına göre, (İslâm'ı kabul edip, dinlerini öğrenmek
üzere Hz. Peygamberin huzuruna gelen) Abdülkays kabilesi heyetinden birinin
anlatıp, şöyle dediğini ondan işitti:
— Biz, Peygamber
(Sallallahü Aleyhi ve Seîîem) 'e heyet halinde gidişimiz için hazırlanınca
yürüdük; nihayet huzura varmaya yaklaştığımız zaman karşımıza bir adam çıktı
ki, kendi yanında oturmaya acele ile işaret ediyordu. Sonra selâm verdi, biz de
ona iade ettik. Sonra durup: Bu (yirmi kişilik) topluluk kimdendir? dedi. Biz;
Abdülkays'm heyeti, dedik. Adam dedi ki:
Merhaba, hoş geldiniz
siz, ben sizi aradım. Size müjde vermek için geldim. Peygamber (Sallallahü Aleyhi
ve Sellem) dün bize söyledi. O, doğu tarafına bakıp şöyle buyurdu:
«Muhakkak yarın bu
taraftan (yâni; doğudan) şarabın en hayırlı heyeti gelecektir.»
Ben merakla geceledim.
Nihayet sabahladığım zaman hayvanımı bağlayıp sefere hazırladım. Gün yükselinceye
kadar yürümeğe gayret harcadım. Bir de geri dönmeye niyetlendim. Sonra
hayvanlarınızın başları yükseldi (gözüktü).
Adam, sonra
başlangıçta olduğu gibi, geri dönmeye acele ederek hayvahini yulanyle çekti.
Nihayet Peygamhet(SaltaUahü Aleyhi ve Sellem) 'e vardı^— etrafında
Muhacirlerden ve Ensar'dan olan. ashabı vardı— şöyle dedi:
— Anam ve babam, sana feda olsun, Abdülkays
heyetini sana müjdelemeye geldim. Bunun üzerine Peygamber şöyle buyurdu:
«Ey Ömer, bunlar sana
nereden (ne zaman geldi)?» Ömer (Radiyalkıhuanfı);
— Bunlar, şu arkamdakilerdir, yaklaşmışlardır,
dedi. Adam böylece anlattı. Bunun üzerine Peygamber:
«Allah şana hayır
müjdesi versin!» buyurdu. (Hz. Peygamber etrafındaki) topluluk oturdukları
yerde hazırlanmaya başladılar. Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) de
oturuyordu. Sonra hırkasının eteğini elinin altına bırakıp, onun üzerine
yaslandı ve ayaklarını uzattı. Sonra heyet geldi; Muhacirlerle Ensar buna
sevindi. Onlar, Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) i ve ashabını görünce,
bunlara sevinçlerinden ötürü hayvanlarını salıverdiler ve koşarak geldiler.
Topluluk onlara yer açtı: Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) bulunduğu
hal üzere yaslanıyordu. (Heyet başkanı) Eşecc geri kaldı. —Bu adam, Münzir ibni
Âiz ibni Mün-zir ibnil-aris îbni'n-Numan ibni Ziyad ibni Asar'dır. —
(Arkadaşlarının) hayvanlarını bir araya toplayıp onları çökertti ve yüklerini
indirdi, mallarını da bir yere topladı. Sonra kendisine ait bir heybe, çıkardı
ve üzerinden yolculuk elbisesini çıkarıp iyi elbise giydi. Sonra dönüp ağır
ağır yürümeye başladı. Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) sordu : «Sizin
büyüğünüz, başınız ve söz sahibini?, kimdir?» (Yirmi kişilik heyetin) Hepsi onu
(fîşecc'i) gösterdiler. Peygamber: «Büyükîerinizisra oğlu bu mu?» buyurdu.
Heyet (olarak) dediler ki:
— Bunun ecdadı cahiliyet devrinde bizim
büyüklerimizdi. Bu, İslâm dinine girmeye bize Öncüdür. Nihayet Eşecc yaklaşınca
bir kenarda oturmak istedi. Peygamber (Sallallahü A leyhi ve Sellem) de oturur
vaziyette doğrulup, şöyle buyurdu:
«Buraya, ya Eşecc!»
Onun Eşecc olarak ilk isimlenişi bugün olmuştu, O, henüz sütten kesilmişken bir
merkep ayağı ile ona vurmuştu da, yüzünde ay biçiminde iz olmuştu. Böylece
Peygamber onu yanma oturttu, ona iltifat etti ve faziletini ashaba bildirdi.
(Heyet olarak gelen) topluluk da Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) 'e
teveccüh edip (dinlerini öğrenmek için) ona sormaya durdular. Peygamber de
onlara bildiriyordu. Nihayet sözün arkası gelince Peygamber (Sallallahü Aleyhi
ve Sellem):
«Beraberinizde
azığınız var mı?» buyurdu. Onlar:
EVet, deyip sür'atle
kalktılar; onlardan her biri kendi eşyasına gitti. Arkasından avuçları ile bir
hurma yığını getirdiler. Bu hurmalar Peygamberin önünde deriden bir yaygı
üzerine kondu. Peygamberin Önünde de iki arşından az ve bir arşından çok
(yaprakları soyulmuş) bir hurma çubuğu vardı: Peygamber ona dayanırdı. Onu
yanından pek nadir ayırırdı. Peygamber bu çubukla o hurma yığınına işaret
edip, şöyle buyurdu:
«Buna Ta'dûd İsmini
veriyorsunuz?» Onlar;
— Evet, dediler.
Peygamber :
«Buna Sarefân
diyorsunuz?» Onlar :
— Evet, dediler. Peygamber; «Buna Berna
diyorsunuz?» Onlar:
— Evet, dediler.
Peygamber şöyle buyurdu: «Bu, 'hurmanızın en hayjrhsıdir ve sizin için en fay
dalışıdır.» Cemaatin büyüklerinden biri; Bereket yönünden en büyüğüdür, (şeklinde
Hadîs-i Şerifi nakledip) söylemiştir.
— Gerçekten bizde adi hurma vardı ki, biz onu
develerimize ve merkeplerimize yedirirdik
Ne zaman ki, biz bu seferimizden
döndük, bu hurmaya rağbetimiz
büyüdü ve onu dikip ektik. Öyle ki, meyvalarımız hep ondan oldu ve bereketi de
biz bunda gördük.[1128]
Abdü'1-Kays kabilesi
hakkında Prof. Mubammed Hamİdullah bize şu bilgiyi vermektedir :
«Abdülkays kabilesi
Bahreyn'in güneyinde ikâmet ederdi ve Temîm'Iİlerle birlikte bu bölge halkını
paylaşırdı. İbnİ H a n b e l'İn bildirdiğine göre Peygamber (Salîallahü Aleyhi
ve Selîem), Abdülkays'iann memleketlerine Basra Körfezi üzerinde seyahatler
yapmıştı. Muhtemelen ticaret kervanları ile yaptığı bu yolculukların canlı
hatıralarını her zaman muhafaza etmiştir.
M a k r î z î 'den
öğrendiğimize göre, hicretin üçüncü yılında Uhud meydan muharebesi sırasında
Abdülkays'iann bir kısmı Medine'ye geldi. Belki de bu bir yiyecek kervanı İdi.
Aynı yazarın İşaret ettiğine göre, Hz. Pey-gamber'in Müstalik Oğullarına karşı
seferi esnasında Abdülkays landan bir kişi yolda Peygamber'e rastladı ve
müslüman oldu. Bundan sonra Islâ-miyetin bu kabile içinde inkişafı oldukça
önemli olsa gerektir. Çünkü I b n i S a ' d 'dan öğrendiğimize göre, Peygamber
(Salîallahü Aleyhi ve Selîem) Bahreyn halkf vasitasiyle bu kabilenin Medine'ye
yirmi kişilik bir heyet göndermesini istedi. Kaynak bütün delegelerin gayr-i
müslİm olduğunu, hatta aralarında bir hıristiyan bulunduğunu açıklıyor.
Medine'den sonra cuma
namazının kılındığı ilk cami Abdülkoys'Iarın ülkesindeki Cüvâsâ şehri camiidir.
Abdülkaysİar Peygamber (ŞeâktÜ&hü âkyfoiveSeltem)''İn huzuruna gelince
Resûlüllah onlara şöyle buyurdu:
«Hoş'geldiniz, ey
cemâat. İtibarınızı kaybefcmiyeccğinia: gibi, pişman da olmayacaksınız.»
Onlar cevap verdiler:
— Ey Allah'ın Resulü!
Bizi senden ayıran ve alıkoyan Mudar kabilesi müşriklerinin arazisidir.
Allah'ın sulh ayları dışında istediğimiz zaman sana gelemiyoruz. Bİze Cennef'e
girmemiz İçin yetecek olan İslâm'ın hükümlerini öğref. Biz de onları,
bölgemizde müslüman olmayanlara öğüt olarak bildirelim. Resûlüilah onlara
şöyle buyurdu :
«Size dört şeyi
emrediyorum ve size dört şeyi yasaklıyorum: Eşi ve ortağı olmayan yalnız bir
Allah'a ima» edip, her gün beş vaıkit namazlarınızı kılmanız gerekir.: Zekât
vermcnia farzdır. Ramazan ayı boyunca oruç tutmanız şarttır. Ganimetin beşte
birini hazineye vermeniz lâzımdır ve ben size sarhoşluk veren içkileri yasak
ediyorum...»
Peygomber (Sallallahü
Aleyhi ve Sellem)"in Abdülkays'lara yazdığı bir mektubun metnine sahip
bulunmaktayız
«Bî smil
Iâhirrafonanirrah im,
Bu, Allalh'ın Resulü
lYluhammed'in Abdülkays ve Bahreyn'deki arazilerinin halkı ve İha valisi
lehine yazısıdır: (Tesbit ettim) ki, siz bana tslâ-miyete teslim olarak,
Allah'a ve.Kesûlüne inanarak; geldiniz ve onun dinînin hizmetine girdiniz. Şu
halde sevdiğinizde ve sevmediğinizde Allah'a ve Resulüne itaat etmenizi,
namazları kılmanızı, zekâtı ödemenizi ve Bey-tulla'hı hac etmenizi ve oruç
tutmanızı fcn<nil ediyorum. Kendi aleyhinizde (tatbik etmek) zorunda
kalsanız bile adaleti gözetmekte pebbt ediniz. Si-Kîn aranızdaki zenginlerin
mallarının fazlasından vergiler alıp, sizin aranızdaki fakirler arasında
taksim etmeyi taahhüt ediyorum. Mülklerinizden senede hır idefaya mahsus olmak
üzere zekât alınacak. Bu da Allah ve Resulünün müsîüman mülkleri mevzuundaki
nizamlarına göre aranızdaki fakirlere verilecektir.»
Bu kabile ile İlgili
diğer bir vesika daha var; fakat hangisinin daha eski olduğunu tayin etmek
zordur... (İslâm Peygamberi, Citd : I, s. 265 ve 266, Prof. M. Hamidullah,
1967)
Bu Abdülkays heyeti
hakkında İ b n i S a ' d t Tobakat'ında şu bilgiyi vermekte olduğunu Fadl'ullah
Ceylânı kaydetmektedir:
«Peygamber (Sallallahü
Aleyhi ve Seliem) Bahreyn halkına, kendisine yirmi kişilik bîr heyet
gönderdiler diye mektup yazdı. Onlar da başlarında reis olarak Eş ece bulunan
bir heyetle geldiler. Eşecc'inadı Abdullah ibni Avf'dır. Beraberinde kız
kardeşinin oğlu Münkız ibni H a y y a n da vardı. Abdülkays heyeti, Haris kızı
Remle "nin evinde konakladı ve onlara ziyafet verildi. Böylece on gün
kadar Medine'de kaldılar. Abdullah ibni Avf (Ef-Eşecc), Peygamber
(SaüaBahBAteyhi veSeflemfe fıkıhdan ve Kur'ân'dan soruyor ve öğreniyorlardı.
Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Seliem) onlara hediyefer verilmesini emretti ve
Abla h 'ı bunlar üstünde tutarak ona on İki Ukıyye verdi ve M ü n k ı z 'in yüzünü
okşadı.»
Önemli bir iş
hususunda görüşmek için büyük şahsiyetlere gönderilmek üzere bir millet
arasından seçilen seçkin kimseler grubuna Arap dilinde Vefd = Heybet, delege
denir. Seçilen bir kişî olursa buna Vâfİd denir. N e-vevî'nin beyanına göre, bu
Vefd = Heyet ondört binİtliden ibaretti ve reisleri E I - E ş e c c idî.
Gelişlerinin sebebi şu olmuştu : E ş e c c 'in yeğeni bulunan Münkız İbni Hoyyan,
cahiliyet devrinde Yesrib'e (Medine'ye} ticaret maksadıyla giderdi. Hicretin
9. yılında Mekke fethine çıkmadan önce ve haccın farz kılınmasından birkaç ay
evvel M ü n k ı 2 ticaret malları ile Yesrib'e (Medine'ye) gitmişti. Münkız bir
yerde otururken Peygamber (Sallaliahü Aleyhi ve Sellem) ona tesadüf etti. M ü n
k i z, Pey-gamberi görünce ayağa kalktı. Peygamber (Sallaliahü Aleyhi ve
Sellem) ona sordu :
«— Ey Münkız ibni
Hayyan, kavmin ve cemaatin nasıl?»
Sonra onların eşrafını
teker teker isimleriyle sayarak onlardan sordu.
Münkız de islâm'ı kabul etti ve Fatiha Sûresi ile
İlk nazil olanSûresini öğrendi. Sonra memleketine dönerken Peygamber (Sallaliahü Aleyhi ve
Sellem) onunla birlikte Abdülkays
kabilesine bir mektup gönderdi. (Yukarda metni verilen mektubun olması
muhtemeldir.) Münkız bu mektubu götürdü, fakat bir müddet bunu sakladı. Sonra
karısı bunun. hareketlerinin farkına vardı. Karısı, Eş ece'in kızı idi. Babasına dedi ki :
— Kocam Mü n kız,
Medine'den döneli onda acaİfcr haller görüyorum : Yüzünü, el ve ayaklarını
yıkıyor. Bu tarafa dönüyor ve eğilip kalkıyor. Geleli beri bu onun bir âdedi
olmuştur.
Nihayet Eşecc, Münkız
ile karşılaştı ve bu meseleyi konuştular. Bunun üzerine Eşecc'în kalbine
islâm'a meyil düştü. Sonra Eşecc, Peygamber (Sallaliahü Aleyhi ve Sellem) 'in
mektubunu kavmine götürüp onlara okudu. Böylece onların kalbine de İslâm
sevgisi düştü. Nihayet Hz. Peygamberle görüşmek üzere sefere çıkmaya karar
verdiler ve yola girdiler. Medine'ye yaklaştıkları zaman Peygamber (Sallaîlahü
Aleyhi ve Sellem) yanında oturan ashabına :
«Doğu halkının
hayırlısı olan Abdülkays kabilesinin (heyeti size geİjdî.» buyurdu;
Münkız İle
Peygamber (Sallaliahü Aleyhi ve
Sellem) 'İn konuşmasın-'.darr-.da anlaşıldığıma-göre, Hz. Peygamber daha önce
Bahreyn'i gezmiş ve Abdülkays kabilesi İleri gelenleriyle tanışmıştı. Bu tanşma
Bi'setten önce ticaret kervanlarına katıldığı yıllarda olsa gerektir.
Asıl Hadîs-i Şerifin
edeb ve ahlâkla ilgili kısmına gelince : Inscn arkadaşlar) İle bir arada
otururken ayaklarını uzatabilir ve yanı üstü eline dayanarak yatabilir. Ciddî
hallerde ve hatırı sayılır kişilerin gelişlerinde İse oturup doğrulmak gerekir.
Peygamber Efendimizin buradaki hareketlerinEş ece'in hal tercemesî için 587
sayılı Hadîs-i Şerîf açıklamasına bakılsın. Orada İsmİ Münzir İbni Âiz olarak
geçer. İsmi üzerinde ihtilâf vardır. (Hadîs-i Şerifi İmam A h m e d
tahriç.etmiştir.. Fadi'ullah : C. II, s. 604-609).[1129]
1199— Ebû
Hüreyre'den rivayet edildiğine göre, elemişti ki:
— Peygamber (SaUallahü
Aleyhi ve Sellem) sabahlayınca şöyle
buyum, ancak senin kudretinle sabahladık ve senin kudretinle geceledik-
Yine senin kudretinle yaşarız ve fsenin kudretinle ölürüz. Dönüş itle ya'nız
sanadır.» Gecelediği zaman da şöyle buyururdu:
«Allah'ım, ancak senin
kudretinle geceledik ve ancak senin kudretinle safralılarîık. Yine senin
kudretinle yaşarız ve senin kudretinle ölürüm Dönüş de yalnız sanadır.»[1130]
Hayata intîka! eden
her canlının İki safhası vardır. Bunlardan bîri canlt olarak dünyada yaşadığı
müddet, diğeri de ölümü ile meydana gelen haldir. İnsan dünyada yaşarken de
normal hayatında İki hal üzere yaşar. Uyanık bulunur, uykuya dalar. Bu
durumlara geçiş ve neticeye varış, hep mutlak kudretin emir ve iradesiyle
vücut bulur. Sabahın aydın ve uyanık durumuna geçen insan, o gün başına ne
işler geleceğini bilemez ve günlük kaderini çizemez. Akşam olup, gece
karanlığına dalan kimse de şuursuz ve her şeyden habersiz olarak uykuya yalınca
sağlam olarak sabahlayacağını kestiremez. Yaşadıkça da dert ve musibetlerden
sıyrılamaz ve akİbet ölümün pençesinden de kurtulamaz. Bütün bu haller
karşısında mü'min kula düşen vazife, hayatında İlâhî emirlere uygun görevlerini
bilerek yapmak ve tam bir teslimiyet içinde akşam ve sabah Allah'a iltica edip,
Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) 'in okumuş oldukları bu metindeki duayı
söylemektir. Bu ifadeler Vacib Tealâ hazretlerine karşı kulun acziyetini
itiraf et-mesİ, ona tevekkül ve teslimiyet olur. Bu ve buna benzer daha sonra
gelecek Peygamber Efendimizin dualarını ezberleyip vird edinmek önemli bîr
ibadet olduğundan buna gayret harcamalıdır.[1131]
1200— İbni
Ömer (Radiyallahu anhüma)''in şöyle dediği işitilmiştir: — Resûlüllah
(Sallallahü Aleyhi ve Sellem)
sabahladığı zaman, ve
akşamladığı zaman şu kelimeleri söylemeyi bırakmazdı:
«Allah'ım, dünyada ve
âhirette senden afiyet isterim. Allah'ım! Dinimde ve dünyamda, ehlimde ve
malımda senden afv ve afiyet isterim. Allah'ım! Benim ayıplarımı ört ve
korkularımdan emin kıl. Allah'ım! Önümden ve arkamdan, sağımdan ve solumdan ve
üstümden (gelecek felâketlerden) beni koru. Altımdan (yerin dibinden bir
musibetle) kelâk edilmemden senin azametine sığınırım.»[1132]
Afv, günahların
bağışlanması, afiyet de hastalıkla musibetlerden selâmet dileğidir.
Peygamber (Sallallahü
Aleyhi ve Sellem) sabah, akşam ve hayatları boyunca çeşitli dualarda
bulunmuşlar ve birbirinden farklı olarak ashab-ı kirama tavsiyelerde
bulunmuşlardır. Bunların hepsini ayrı ayrı ezberleyip de devamlı okumak hern
hafıza bakımından, hem de zaman bakımından kolay bir şey değildir. Aynı mânâyı
taşıyanlar arasından birer tane seçip de onları devamlı okumak kifayet eder.
Kolaya gelen ve ezberlenmesi mümkün olanlar seçilmelidir. Bundan önceki
Hadîs-i Şerif açıklamasına bakılsın.[1133]
1201— Peygamber’in
zevcesi bulunan Meymune’nin azadlısı Müslim ibin ziyad demiştir ki:
Enes ibni Malik şöyle
dediğini işittim:
Resûlüllah buyurdu:
Sabahlayınca şu
sözleri söyleyenin o günde (ölürse) Allah dörtte birini (ateşten) azad eder.
Bunları iki defa söyleyeni Allah yarısını ateşeten azad eder.Allahım! Seni
şahid kılarak, arş’ını taşıyanları, meleklerini ve bütün yarattıkların şahid
kılarak sabahladık ki, sen kendinden başka İlah olmayan ancak bir Allahsın!birliğine
şahidlik ederiz.Gerçekten de Muhammed de senin kulundur ve elçindir
(Peygamberindir).[1134]
1199-1200 sayılı
hadis-i şeriflerle açıklamalarına bakılsın.[1135]
1202— Ebû.
Hüreyre’nin şöyle söylediği işitilmiştir: Ebû Beltir dedi ki:
— Ey Allah'ın Resulü!
Sabahladığım ve gecelediğim zaman söyleyeceğim bir şeyi ban-a öğret. Peygamber
dedi ki:
«Söyle: Ey gökleri ve
yeri yaratan, hazır ve gaybı bilen Allah'ım! Her şey Senin (kudret)
ellerinledir. Senden başka hiç bir ilâh olmadığına şaîsidlik ederim. Nefsimin
şerrinden, Şeytanın şerrinden ve şirkinden sanla sığınırım. Bunu sabahladığın
ve {gecelediğin zaman, yatağına girdiğin zaman söyle.»[1136]
1199 ve 1200 sayılı
Hadîs-i Şerîf açıklamalarına bakılsın.[1137]
1203— Ebû
Hüreyre'den, geçen hadîsin aynısı rivayet edildi. Peygamber (Sallaîlahü A leyhi
ve Sellem): «Her şeyin Rabbi ve sahibi.» buyurdu ve : «Şeytanın şerrinden ve
onun şirkinden.» dedi.[1138]
Bir önceki Hadîs-i
Şerife bakılsın.[1139]
1204— Raşid
El-Hubranî'den rivayet edildiğine göre, demiştir ki: Abdullah ibni Amr'a gidip:
Resulullah ah(Sallaîlahü Aleyhi ve Sellem) 'den işittiğini bana anlat, dedim.
O da, bana bir sahife (yazı) verip dedi kis bu, Peygamber (Sallaîlahü Aleyhi ve
Sellem) 'in bana yazdığı şeydir. Ben de ona baktım, onda şu yazılıydı: Ebû
Bekir Es-Sıddîk (Hadiyalîahu anh) \ Peygamber (SallaîlahüAfeyhi Me Sellem)'e
sorup, dedi ki:
— Ey Allah'ın Resulü!
Sabahladığım zaman ve gecelediğim zaman söyleyeceğim şeyi bana öğret. Bunun
üzerine Peygamber şöyle buyurdu:
«Ya Ebû Bekîr, söyle:
Ey gökleri ve yeri yaratan, gaybı ve hazırı bilen, her şeyin sahibi ve Rabbi
olan AUaîh'ım! Nefsimin şerrinden, Şeytan'm şeîrrmden ve şirkinden, nefsime
IkÖtüliik kaaanmaiktan veya o kötülüğü bîr müslümana çekip götürmemden sana Sığınırım.»[1140]
1202 sayılı Hadîs-i
Şerife bakılsın.[1141]
1205— Huzeyfe
(Radiyaliahu anh) 'den rivayet edildiğine göre, demiştir ki, Peygamber
(Satlallahü Aleyhi ve Sellem) uyumak istediği zaman şöyle derdi:
«Senin adınla Allah'ım
Ölürüm ve dirilirim.»
Uykusundan uyandığı
zaman da:
«Bizi (uyku gibi bir
ölümle) Öldürdükten sonra dirilten Allah'a hamd olsun. Dönüş de ancak onadır.»
derdi.[1142]
«Ey Allah'ım, senin
ismini devamlı oîarak anarak ölürüm ve yaşarım, kalbim seni anmaktan hiç bir
zaman gafil değildir.» demektir.[1143]
1199 sayılı Hadîs-i
Şerife ve açıklamasına bakılsın. Büroda farklı olarak, senin kudretinle
yerine, senin adınla tâbiri vardır ki :
Kurtubî ise, Allah'ım
senin MUMÎT isminle ölürüm ve MUHYÎ is-mİnle dirilirim şeklinde açıklama
yapmaktadır. Cenab-ı Hakk'ın sıfatlarından olan MUHYÎ ismi, dirilten ve MUMÎT
ismi de öldüren mânâsını taşır. Hadîs-İ Şerifte uyku, ölümle
isimlendirilmiştir. Çünkü hayat, ilim, irade, kudret. İşitme, görme ve konuşma
sıfatlan ölüm hali ile kesinlikle kayboldukları gİbİ, uyku halinde bunlar yok
hükmünde kalırlar ve varlıklarını gösteremezler. Hayat sıfatından başka, diğer
sıfatlar uykudan uyanıncaya kadar atıl duruma geçerler. İnsanda hayat eseri
olduğu halele, insan hayatta olduğunu da uykuda bilemez. Bu bakımdan uykuda
olan insan için, ölüler safına geçmiştir denilebilir. İnsan bu sıfatlarla Allah'ın rızasını arar,
ona İbâdet eder, yasaklarından kaçınır ve azabından korkar. Uyuyan kimseden bu
sıfatlarla faydalanmak zail olur da sanki ölülere kavuşur. Uykudan uyanmakla
tekrar bu nimetlere kavuşulduğundan Allah'a hamd edilir. İşte uykudan uyanınca
edilen hamd, bu büyük nimete kavuşmaktan ötürüdür.[1144]
1206— Enes
(Radiyaîlahu anh) 'den rivayet edildiğine göre; demiştir ki, Peygamber (Sallallahü
Aleyhi ve Sellem) yatağına girdiği zaman şöyle derdî:
«Bize yediren, bize
içiren, bizim ihtiyacımızı gideren ve bizi barındı» rnn Allah'a hamd olsun. Çok
kimse vardır ki, onun ihtiyacını karşılayan yok ve barındım ısı da yok...»[1145]
İnsanın hayatı yemek,
ve İçmekle kâimdir. Hayat devam ettikçe de insanın ihtiyaçları bulunur ve
sonunda istirahat etmeye muhtaç olur. Bütün bunları veren Allah Tealâ
hazretlerine hamd etmek de, kulun yaratıcısına karşı vazifelerinden biri
olduğunu ve bunun yerine getirilmesi gerektiğini Peygamber (Sallallahü Aleyhi
ve Sellem) bu Hadîs-İ Şerîf'leriyle bize, diğerlerinden farklı bir dua olarak
öğretiyor.[1146]
1207— Cabir
(Radiyallahuanh)'den rivayet edildiğine göre, demiştir ki, Peygamber
(Saîlallahü Aleyhi ve Sellem) Elif, Lâm, Mîm, Tenzil ve Tebareke Sûrelerini
okumadıkça uyumazdı.
Kavilerden Ebû Zübeyr
demiştir ki:
— Bu iki sûre,
Kur*ân'da bulunan her sûreye yetmiş sevafrla üstündürler. Bunları kim okursa,
ona yetmiş sevab yazılır ve bunlar sebebiyle ona yetmiş derece yükseltilir ve
ondan da bunlar sebebiyle yetmiş günah düşürülür.[1147]
114 sûreden ibaret
olan Kur'ân-i Kerîmin her sûresi bütün kelimeleri ve harfleriyle Allah kelâmı
olmak itibariyle aralarında fark yoktur. Ancak içlerinde bazı sûreler vardır
ki, okunuşlarında ve vird edinişlerînde diğerlerine nazaran okuyucuya daha
fazla sevap kazanmaya vesile olurlar. Bu bakımdan faziletleri farklı oluyor.
Secde Sûresi ismini taşıyan «Elif, Lâm, Mîm, Tenzil Sûresi ile Tebareke Sûresi
bu çeşit sûrelerdendir. Devamlı olarak her gece okunuşlan karşılığında
kazanılan sevap Ebû Zübeyr'İn dediği gîbi büyük olur. Okuyuu için 70 sevap
yazılır, ona 70 derece yükseltilir ve ondan 70 günah düşürülür. Zaten
Peygamber (SalîalUhü Aleyhi veSdhmJm her gece yatmazdan önce bunları okumaları,
bize bu önemi göstermekte ve bunlon aynı şekilde okumaya bizi teşvik
etmektedir.
Bu sûrelerin
mânâldrint öğrenip anlayarak onları okumak ve huşu' içinde olmak sevabı kat kat
artırır.[1148]
1208— (329-s.)
Abdullah şöyle demiştir:
— Zikir anında uyku
Şeytandandır; dilerseniz deneyiniz. Sizden biriniz yatağına girip de uyumak
istediği zaman Azız ve Celîî olan Allah'ı zikretsin.[1149]
Allah Tealâ
Hazretlerinin azamet ve kudretini hatırlayarak onu zikretmek ve teşbihte
bulunmak en büyük bir ibadettir. Böyle hayırlı bir işte bulunurken İnsana uyku
gelmesi, ancak Şeytanın müdahalesi İle olur. Onun için ibâdetler nefsin yorgun
ve neş'esiz bulunduğu anlarda yapılmamalı, şayet imkân varsa ibâdetlere istek
duyulan zamanlar tercih edilmelidir. Farz ibâdetler gibi, muayyen zamanlarda
yapılması gerekenler için kendi hudutları dahilinde en uygun anlar aranır ve
edâ edilirler. Bunların başka zamanlara bırakılması caiz değildir.
İşte İnsan uymak
maksadıyle yatağına girdiği zaman Allah'ı anar ve onu zikrederse, Şeytanın
tasallutundan kurtulmuş olur. (Bu haber için başka bir kaynak bulunamamıştır.).[1150]
1209— Câbir'den
rivayet edildiğine göre, demiştir ki: «Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)
Tebareke ve Elif, Lam. Ten-zîl (Es-Secde) Sûresini okumadıkça uyumazdı.»[1151]
1207 sayılı Hadîs-i
Şerife ve açıklamasına bakılsın.[1152]
1210— Ebû
Hüreyre (Radiyallahu arth) 'den rivayet edildiğine göre, demiştir ki:
— Resûlüllah
(Sallallahü Aleyhi ve Sellem) şöyle buyurdu:
«Sizden (biriniz
yatağına sığındığı zaman, izannın içini (bağını) çözüp onun Isı. yatağım
çırpsm; çünkü o, (yatağından çıkıp gittikten sonra) arkasında yatağına ne
bıraktığını bilmez. Sonra sağ yanı üzere yatsın ve şöyle desin: (Allah'ım),
senin isminle yanımı koydum. Eğer nefsimi alırsan ona merhamet et ve eğer cnu
salıverirsen (hayata kavuşturursan), salih kimseleri koruduğun gibi, onu da
koru.» Yahut: «Salih kullarını koruduğun gibi...» buyurdu.[1153]
İnsan sabahleyin
yatağından çıktıktan sonra, tekrar yatağına girinceye kadar aradan uzun zarnan
geçer. Bu müddet içerisinde akreb ve buna benzer zararlı haşarat yatağa
girebilir ve insanı bunlar zehirleyebilir. Kulağa ve ağıza girebilen böcekler
bulunabilir. Hatta büyü malzemesi de konulabilir. Uykulu ve yorgun olarak
yatağına dönen kimse için en kısa yoldan korunma çaresi, elbisesinin eteği ile
yatağını çırpması ve böylece yatağını emin hale sokmasıdır. Yatağı çırpmanın
görünüşteki hikmeti bu ise de, gerçek hikmetini Allah ve Resulü büir.[1154]
1211— Berâ
ibni Âzib'den rivayet edildiğine göre, demiştir ki: — Peygamber (Saltylkthü
Aleyhi ve Sellem) yatağına girdiği vakit
sağ yanı üzere uykuya yatardı, sonra şöyle buyururdu:
«Allah'ım! Yüzümü
(zatımı) sana çevirdim, nefsimi sana teslim ettim, sırtımı sana yasladım (sana
güvendim); sevab umarak işimi sanla bıraktım, musibetlerden korkarak da sana
güvendim. Senden başka sığınacak ve kurtulacak bir yer yoktur; kurtuluş ancak
sanadır. İndirdiğin Kitaba ve gönderdiğin Peygambere iman ettim.»
Peygamber (yine)
buyurdu:
«Bir gecede bunları
söyleyip de sonra ölen kimse, islâm üzere ölür.»[1155]
Bu Hadîs-i Şerifin
yine B u h â r i Hazretlerinin Sahîh'indeki rivayetlerinde :
«Yatağına girmek
istediğin zaman, namaz için abdest aldığın gibi abdest al, sonra sağ yanın üzere
yat. Sonra şu duayı oku: şeklindedir. Buna göre Hadîs-i Şerifte üç önemli
sünnet vardır :
1— Uykuya
yatılacağı zaman abdest almak. Bundaki kasıd abdestlî olarak uyumaktır. Bu da
ancak yeme ve içmesini uygun bir ölçü üzere yapanlarda mümkün olur.
2— Sağ yan
üzere uyumak. Bu Peygamberlerin uyku şeklidir. Çünkü bütün iyi işlerde sağ ile başlamak
şeriatın âdetlerindendir. Bİr de sağ omuz üzerine yatınca kalb asılı kalır da,
derinliğine uykuya dalınmaz ve insana gaflet gelmez. İslâm tıp âlimlerine göre
sol omuz üzerine yatmak sindirim bakımından daha kolay ve daha faydalıdır.
Peygamberler için âhirej önemli olduğundan, onlar manevî faydayı tercih
etmişlerdir. Beden sağlığı İle uğraşan tabipler ise, bedene faydalı olanı
seçmişlerdir.
3— Allah'ı
anarak son sözü söylemek ve Allah'a teslim olmak. Hadîs-i Şerif iman edilmesi
gereken her şeyi kısa bir İfade İle ihtiva etmekte ve her şeyin Allah'a
dayandığını göstermektedir.[1156]
1212— Ebû
Hüreyre'den rivayet edildiğine göre, demiştir ki:
— Resûlüllah
(Sallallahü Aleyhi ve Sellem) yatağına girdiği zaman şöyle buyururdu:
«Göklerin ve yerin
Kabbî ve her şeyin tttıbbi olan, tohumu ve çekirdeği çatlatıp çimlendiren,
Tevrat ile İncil'i ve Kur'ân'i indiren ey Al-laih'ım! Her kötülük sahibinin
kötülüğünden sana sığınırım; zira sen onu perçeminden yakalayansın. Sen
evvelsin, senden önce hiç bir şey yoiktur. Sen ahirsin, senden sonra hiç bir
şey yok. Sen zahirsin, senin üstünde ihiç !bir şey (kuvvet) yok, (sıfatlarının
eserleri hep meydanda). Sen batınsın (zatın görünmez), senden başka hiç bir
şey yok. Benim borcumu öde ve beni ihtiyaçtan müstağni kıl.»[1157]
Hal ve vaziyete göne,
İnsanların ahlâk ve ruh yapılarına göre Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve
Sellem) "\n değişik ve birbirinden farklı mânâlarla dua ettikleri ve
tavsiyelerde bulundukları, bu rivayetlerden de anlaşılmaktadır. Duaların her
biri ayrı meziyet ve hfkrrief taşımaktadır. Burada daha ziyade Allah'ın
sıfatlan anılmakta ve fenalıkların şerrinden Allah'a sığınılmaktadır.
Allah'dan başka koruyucu kim olabilir? Allah, Rab'dir. Yoktan var eden, kemâle
erdirip terbiye edendir. Çekirdek ve tohumdan bitler yaratır, canlı hayvan
yaratır. Canlıları olgunluğa eriştirecek ve terbiye edecek olan mukaddes
kitaptar indirir. Allah evveldir. Çünkü kâinat yokken O varidi, O'ndan başka
hiç bir şey yoktu. Allah âhirdir. Çünkü her şey yok olacak, yalnız o baki
kalacaktır. Allah yarattığı eserleriyle Zahir'dir/ onun kudret ve İradesi
üstünde hiç bir kuvvet yoktur. Allah Zâtı itibariyle Bâtınadır, onun
varlığından bajka gerçek varlık yok. Zâtı saklıdır.
insanlara muhtaç olmak
ve borçlu durumda olmak en ağır işlerden olduğu için, bu halden beri
bulunmayı da dualarına eklemişlerdir.[1158]
1213— Berâ
ibni Âzib'den rivayet edildiğine göre, demiştir ki:
— Resûlüllah (Salialîahü Aleyhi ve Sellem) yatağına girdiği zaman sağ yanı üzerine
uykuya yatardı, sonra şöyle buyururdu:
«Allah'ım! Nefsimi
sana teslim ettim. Yüzümü (zatımı) . sana çevir--«fim. İşimi sana bıraktım.
Sırtımı sana yasladım (sana güvendim) : Sevab umarak işimi sana bıraktım ve
musibetlerden korkarak sana güvendim. Senden başka sığınacak ve kurtulacak bir
yer yoktur; kurtuluş ancak sanadır. İndirdiğin kitaba ve gönderdiğin
Peygambere iman ettim.»
— Peygamber (Salialîahü Aleyhi ve Sellem) buyurdu ki:
«Kim'bu sözleri söyler
de, o gecesi ardında Ölürse, İslâm üzere Ölür.»[1159]
1211 sayılı Hadîs-i
Şerife ve. açıklamasına bakılsın. El-Berâ
İbnİ Âzib kimdir?
Medine'I i ashabdan
(Ensar'dan) olup, Hazreç.kabİİesİndendİr. Künyesi Ebû Umare'dir. Diğer bir
rivayete göre de Evs kabilesindendir. Bedir Savaşı'nda Peygamber (Sallallahü
Aleyhi ve Sellem) kendisini küçük gördüğünden savaşa katılamadı. O gün yaşlan
küçük olduğundan savaşa katılamayanların adlan şöyle rivayet edilmektedir :
El-Bera ibni Azib, Abdullah ibni Ömer, Rafi1 îbni Hadîc, Üsey-yid ibni Zahîr,
Zeyd ibni Sabit, Ümeyr ibni Ebİ Vakkas. Sonra Ümeyr'e savaşa katılma müsaadesi
verildi ve savaşta şehid edildi. Başka bir rivayette de Zeyd ibni Erkam, Ebû
Saîd El-Hudrî ve So'd ibni U t be bu yaşları küçük görülenler arasında sayılmaktadır.
Bedir Savaşından sonra
14 veya 15 savaşta Peygamber (Satkdlaîıü Aleyhi ve Sellem) ile beraber
bulunmuştur. Ayrıca Hz. Ali ile Cemel ve Siffîn vak'alarında bulundu ve
Haricîlere karşı savaştı. Sonra Küfe şehrin geçip orada bir ev edindi. Hicretin
72. yılında da Mus'ab ibni Z ü -beyr'İn
Emirliği zamanında orada vefat etti.[1160]
1214— (330-s.)
Câbir'den rivayet edildiğine göre, şöyle demiştir: İnsan evine yahut yatağına
girdiği zaman bir Melek ve bir Şeytan ona karşı çıkagelir. Melek şöyle der:
(Gününü) hayırla kapa.
Şeytan da :
(Gününü) fenalıkla
kapa, der. însan eğer Allah'a hamd eder ve onu zikrederse, Şeytanı uzaklaştırır
ve Melek onu koruyarak geceler. İnsan (uykusundan) uyandığı zaman yine bir Melek ve
bir Şeytan ona karşı çıkıp, aynı sözü söylerler. Eğer Allah'ı hatırlar da, o
insan şöyle derse, öldüğü takdirde şehid olarak ölür ve eğer kalkıp namaz
kılarsa, pek çok faziletler içinde namaz kılar:
«(Ölüme benzeyen uyku
sebebiyle) nefsim öldükten ısonra nefsimi bana geri veren (beni tekrar hayata
kavuşturan) ve uykusunda onu öldürmeyen Allah'a ham d olsun. Gökleri ve yeri,
yerlerinden kopmaksızın kudretiyle tutan Allah'a hamd olsun; ve eğer onlar
yerlerinden kopacak olursa, O'mlan başka onları tutacak hiç kimse yofktur. O,
HaÜîm'dir (azab için acele etmez), Gafûr'dur (çok bağışlayandır). Kıyamette
ancak Allah'ın izniyle düşecek semayı, yeryüzüne düşmekten tutup koruyapı Allah'a
hamd olsun. Gerçekten Allalh insanlara çok şefkatlidir, çok merhametlidir.»[1161]
Daha önceki Hadîs-İ
Şeriflerle sabah ve akşam devam edilmesi gereken dualar ve kötülüklerden
Allah'a sığınmalar beyan edilmişti. Burada özel olarak ayrı bir hamd şekli
getirilip, sonunda elde edilecek manevî mükâfat gösterilmektedir. O do, edilen
dualar gkabinde ölüm vuku bulursa şehİd sevabına kavuşmak ve tekrar hayata
geçme halinde de ibâdete devam edilirse, sayısız faziletlere nail olma-ktır.
Her dua şeklînde ayrı bir fazilet ve hikmet vardır.
Metindeki- Allah'a
hamd getirilişler;1 Hac Sûresinin 65. ve Fdhr Sûresinin, de 41. Âyet-i Kerîmeleri lâfzına, uygun olarak İfade
edilmektedir.
(Bu haber için
başka bir kaynak bulunamamıştır.).[1162]
1215— Berâ'dan
rivayet edildiğine göre, demiştir ki:
— Peygamber (Salfaüahü
Aleyhi ve Seliem) uyumak istediği zaman
elini sağ yanağı altına kordu ve şöyle buyururdu :
«Allah'ım! (Kıyamette hesap için) kullarını toplayacağın
günde azabından beni koru.»[1163]
(...) Yine Berö'dan
başka bir senedle aynı anlamdaki Hadîs-i Şerîf, Peygamber (SaîtaUahü Aleyhi ve Settem) 'e isnad
edilmiştir.[1164]
Diğer bazı rivayet
şekillerinde görüldüğü gibi, Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Seliem) uyumak
için yattığı zaman, sağ yanı üzere yatar ve sağ elini de sağ yanağı altına
koyardı. Uyku şekli hususunda bilgi için 1211 sayılı Hadîs-i Şerifin
açıklamasına bakılsın.[1165]
1216— Abdullah
ibni Amr'dan rivayet edildiğine göre, Peygamber şöyle buyurmuştur:
«îki hasletvardır ki,
onlara devam eden her müslünıan a Şartı muhakkak Ccnnet'e girer. Bu iki şey
kolaydır, fakat bunları işleyip yapan azdır.»»
Soruldu:
— Ya Resûlallah, bu
iki şey nedir? Peygamber buyurdu :
«Sizden her biriniz
her (beş vakit farz) namaz arkasında on defa tekbîr getirir (ihlâs ve
anlayışla Allahu Ekber = Aİlah iher şeyden yücedir, söyler). On defa hamd eder
(Elhamdü lillâh = Her çeşit Övgü bütünü ile Âllalh'a mahsustur, der). On defa
da Teşbih eder (Sübhanellah — AllaSı bütün noksanlıklardan münezzehtir, der).
Bu söyleyişler dilde yüz ellidir; tartıda ise (sevab itibariyle on misli
olarak) bin foeşyüzdür.»
Râvi demiştir ki':
— Peygamber
(Salla!iahü Aleyhi ve Seltem)'m
eliyle bunları saydığını gördüm.
«{İkinci haslet) :
(Sizden biriniz) yatağına girdiği jt&vnof) (otuz üç kere) ıtesbîh eder,
(otuz üç kere) hamd eder ve (otuz dört kere) tekbîr getirir. Bunlar dilde yüz
adettir. (Amel defterinde ve) tartıda ise bin adet ihüsenedir. Sizden îhanginiz
bir gündüz ve bir gecede iki bin beşyüz günalı işler? (Bu kadar sevaba her gün
kavuşan kimse, elbette cennet'e girer).
Soruldu:
— Ey Allah'ın Resulü,
nasıl olur da insan bunlara devam etmez, (bu teşbihleri her gün getirmez) ?
Peygamber buyurdu:
«Sizden birinize
namazında Şeytan gelip on» şu ve bu işi hatırlatır da bunu ıona hatırlatmaz.»[1166]
Her gün kılınmakta
olan 5 vakit farz namazların arkasında 33'er defa teşbih, hamd ve tekbîr
getirilmesine ve ayrıca tekbirin 34 defa olmak şar-tiyle zikir sayısının 100
adet olmasına dair sahih Hadîs-i Şerifler vardır. Öteden beri de namazlarımızda
bu şekilde ezkâra devam edilmektedir. Burada farklı olarak zikîr sayılan onar
adede İndirilmiştir ki, bu miktar, zikrin yapılması gereken en az sayısıdır.
Devamlı olarak bu-şeküde teşbihlere devam etmek de sünnettir. Bir namaz
sonunda onar adetten üç zikir sayısı otuz eder. Bu sayı günde kılınan beş vakit
namaz sayısı ile çarpılırsa, günde yüz eilİ adet sevab eder. Cenab-ı Hak her
haseneye (sevaba) on kat mükâfat verdiğine göre, yüz elli sayısı onla
çarpılınca bin beşyüz sevab olur. Âhirette insanların amelleri tartıldığı zaman
bu miktar hesaba geçer.
Her gece yatarken bu
zikirleri metinde gösterildiği gibi, yüz defa getiren kimsenin yüz sevabına
karşılık on misli mükâfat kİ, bin sevab verilir. Böylece namazlardan bin beşyüz
ve gece teşbihinden de bin olmak üzere her gün İki bin beşyüz hasene kazanılmış
olur. işte biri namazların sonunda ve diğeri yatarken edilen bu iki hasletten
ibaret teşbihlere devamlı bulunan kimsenin her gün iki bin beş yüz seyyİesi
(günahı) bulunamayacağı cihetle Cennet'e girer. Çünkü iyilikleri
kötülüklerinden fazladır. Tabiî ki, hak ve hukukla ilgili günahlarla büyük
günahlar bu hükmün dışında kalır. Zaten gereği gibi, Alİah'dan korkarak 5 vakit
namazını kılan ve her gün bunlara devam eden Allah'ın emirlerine aykırı büyük
günahlar işleyemez, başkasının hak ve hukukuna tecavüz edemez, kimseye zulüm
yapamaz. Yapan varsa, ibâdetlerini ihlâs ve takva üzere yerine getirmemiş,
gösterişte bulunmuş ve sırf şekilden ibaret namaz kılmış demektir. Böyle
ibâdetler de makbul olmaz.
Abdullah ibni
Amr kimdir? :
Amr İbnİ'l-As'ın oğlu
olan Abdullah,, Kureyş kabilesinden-dir ve künyesi Ebû Muhammed 'dir. Babası
İle aralarında 12 yaş farkı vardır. Babasından önce islâm'ı kabul ettiği
söylenir. Okuma yazma bilen âlim, fâzıl ve hafız kimse idi. Peygamber
(Saüallahü Aleyhi ve Seilem) den hadîslerini yazmak için izin istemiş,
Peygamber de ona İzin vermişti. Demişti ki :
— Ya Resûlallah! Rıza ve gazap halinde senden her İşittiğimi
yazayım mı?
Peygamber de :
«Evet, yaz! Çünkü ben
hakdan başka bir şey söylemem.»
Buyurmuştu. Ebû
Hüreyre (Radiyaliahu anh) anlatır :
— Abdullah
ibni Amr 'dan başka,
benden daha ziyade Peygamber
(Sallaliahü Aleyhi ve Sellemy\x\
Kadîsini ezberleyen olmamıştır. Zira o, hem kalbi İle ezberliyordu ve
hem de yazıyordu. Ben ise, yalnız kalbimle ezberliyordum. Hadîsleri yazmak için
Peygamberden izin istemiş, Peygamber (Sallallahü Aleyhi ye Sellefn) de ona
izin vermişti.
Abdullah, devamlı oruç
tutar ve gecelen ibâdet ederek uyumazdı. Bu ahlâkından dolayı babası onu
Peygamber'e şikâyet etmiş ve bunun üzerine Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve
Seliem), Abdullah'a şöyle bu' yurmuştu :
«Gözlerinin sende
(uyku) hakkı var, ailenin sende thakkı var, zevcetfîit sende hakkı var. Gece
namaz için kalk ve uyu. Oruç tut ve iftar et. Her aydan üç gün oruç tut; bu şekilde
oruç seneyi oruç tutmak gibidir.»
Hicretin 65. yılında
72 yaşında vefat etmiştir. Şam, Tâif ve Mısır'da vefat ettiği görüşleri
vardır. (Radiyaiiahuanh)[1167]
1217— Ebû
Hüreyre'den rivayet edildiğine göre, demiştir ki: Peygamber (Sallallahü Aleyhi
ve Seliem) şöyle buyurdu: «Sizden
biriniz yatağına girdiği zaman
eteğinin bir tarafını tutup
onunla yatağını çırpsın ve Allah'ın ismini söylesin (Besmele çeksin); çünkü
ayrıldıktan sonra arkasmda yatağı üzerinde ne kaldığını bilmez. Uzanmak
istediği zaman da sağ yanı üzerine uzansın ve şöyle desin : Seni noksanlıklardan tenzih
ederim, Kabbim. Senin
kudretinle vücudumu yere koydum ve senin kudretinle ancak onu kaldırırım.
Eğer canımı tutarsan (onu alırsan), ona mağfiret buyur ve eğer onu ısahverirsen
(öldürmezsen), salih kullarım koruduğun gibi, onu koru.»[1168]
Fadlu'llah
açıklamasında diyor ki, Hadîs-i Şerifin varid olduğu devirde evler karanlıktı.
Zİra ışık ve lâmba noksanlığı vardı, ev ve giyim eşyası yok denecek kadar azdı.
Yatağa girmesi muhtemel olan böcek ve haşarat gibi zararlı şeylerden korunmak
İçin yatağı elbise ile çırpmak gerekiyordu.
Kpynaklar hakkında
bilgi için 1210 sayılı Hadîs-i Şerif açıklamasına bakılsın.[1169]
1218— Rabîa
ibni Kâ'b anlatıp, şöyle demiştir :
— Peygamber (SalfaHahü Aleyhi ve Sellem)
'in kapısında (hizmet
için) yatardım da, ona (gece namazı için) abdeşt suyunu verirdim. Yine
Rabîa demiştir ki:
— Gecenin derin
bir zamanında Peygamberin
şöyle buyurduğunu işitirdim:
«Allah, kendisine hamd
edenin hamdini işitip kabul eder.»
Ve yine gecenin derin'
vaktinde şöyle buyurduğunu işitirdim :
«Hamd, alemlerin Rabbi
olan Allah'a mahsustur.»[1170]
Hadîsi rivayet eden
Rabî'a, Eşlem kabilesindendir ve Medîne'liler arasında sayılır. Künyesi Ebû
Firas'dır. Soffe ehlinden olup, bidayetten beri hazarda ve seferde Hz.
Peygamber'den ayrılmazdı ye hizmetinde bulunurdu. Hz. Peygamberden sonra
hicretin 63. yılına kadar yaşamıştı. Gece hizmet için Peygamberin kapısında
yatardı. Bu esnada gecenin geç vakitlerinde Peygamber Efendimizden
duyduklarını anlatmış bulunuyor. yallahu anh.).[1171]
1219— İbni
Abbas (RadiyaHahuanhüına), Peygamber (Sallaliahü Aleyhi ve Sellemyâ&n
rivayet ettiğine göre, Peygamber şöyle buyurdu :
«Kim elinde (et ve
yemekten kalma) yağ olduğu ihalde onu yıkamadan yatıp uyursa ve Şöylece ona bir
zarar dokunursa, kendinden başkasına dil uzatmasın,(ancak kendini-
ayıplasın).»[1172]
İslâm dini her şeyden
önce ve ibâdetlerin başında İç ve dış temizliğini, maddî ve manevî temizliği
emreder. Bu temizlik olmadıkça Allah katında ibâdetler makbul olmaz. Bu
temizliğe her zaman riayet gerektiği gibi, bilhassa yatağa girip yatarken çok
dikkat etmek gerekir. Elleri yağlı ve kirli olarak yatağa girmenin çeşitli
yönden zararları çoktur. Bu İtibarla temizliğe riayet etmeyen kimsenin başına
gelecek hastalık ve zarardan dolayı başkasını kınaması veya hastalığı için
başka sebep araması gerekmez. Ancak kendi nefsini suçlamak hakkı vardır. O
halde bu çirkin hale düşmemek için her çeşit temizliğe önem vererek temizlemeyi
Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Seİlem) bize tavsiye ettikleri gibi hareket gerekir.[1173]
1220— Ebû
Hüreyre (Radiyaüâhuanh), Peygamber (Salkillahü Aleyhi ve 5eÜem)'tn şöyle
buyurduğunu anlatmıştır :
«Kim elinde yağ kiri
(kokusu) olduğu halde yatıp uyur da, ona bir şey (zarar) isabet ederse,
nefsinden başkasına dil uzatmasın, (ancak kendini ayıplasın).»[1174]
Bundan önceki Hadîs-i
Şerife ve açıklamasına bakılsın. Kaynaklar için de aynı hadîse
müracaat edilsin.[1175]
1221— Câbir
ibni Abdullah'dan rivayet edildiğine göre, Resûlüllah (Scdhııahü Aleyhi ve
Sellem) şöyle buyurmuştur;
«Kapıları kilitleyin,
su kırbasını bağlayın, kaplan ka paklayın iz, kapları örtünüz ve lâmbaları
söndürünüz. Çünkü Şeytan kilitli kapıyı açmaz, bağ çözmez ve ka'b açmaız. Bir
de fare, insanların evlerini yakıp yıkar.»[1176]
Geceleyin evlerde
alınması gereken emniyet tedbirleri bu Hadîs-i Şe-rîf'le bize tavsiye
edilmektedir. Uyku hali, bir nevî hayatla ilgiyi kesmek olduğundan uyku
esnasında olup bitenlerden insan haberdar değildir. Tedbirsizlik yüzünden
başına kaza ve felâket gelebilir. Güvenlik tedbirlerini aldıktan sonra Allah'a
tevekkül edilerek yatılır. İşte kapıların kapatılıp kilitlenmesi, çeşitlerine
göre su kaplarının bağlanması veya kapaklarının takılması, ateşle yanan
lâmbaların veya ocakların söndürülmesi birer güvenlik tedbiridir. Bugün bu
tedbirlerde şu faydalar sıralanabilir :
1— İnsanlara
zarar veren her şeye geniş mânâda Şeytan ismi verildiğine göre, kapalı olan
yerlere bulaşıcı hastalık taşıyan haşarat ve hayvan giremez, kaplar içine
mikrop düşemez.
2— Örtülü ve
kapalı olan kaplar toz ve pislikten korunmuş olur.
3— Kilitlenmiş
kapılardan hırsızın girmesi kolay olmaz, kedi ve köpek gibi hayvanlar
ise hiç giremez.
4— Binalardaki
yangınların çoğu, gece söndürülmeyen soba ve ocaklardaki ateşten İleri gelmektedir.
Bilhassa geceleri evlerde dolaşan fareler, taşıdıkları maddelerle de yangına
sebep olmaktadırlar. Hangİ şekille olursa olsun yanmakta olan ateş daima
yangına hazır durumdadır: Bunun İçin gece yatarken tamamen
söndürülmesi, en sağlam bir güvenlik tedbiridir. Zaten bugün yangın
talimatları arasına girmiş bulunmaktadır.[1177]
1222— İbni
Abbas (Radiyailahu anhüma) 'dan rivayet edildiğine göre, şöyle anlatmıştır:
— Bir fare gelip lâmba
fitilini çekmeye başladı. Hizmetçi cariye de onu engellemeye koyuldu. Bunun
üzerine Peygamber (Saüdkıhü Aleyhi ve Sellem): .
«Bırak onu!» buyurdu.
Sonra o fare ateşli fitili getirip Hz. Peygamberin üzerinde oturmuş olduğu
seccadenin üstüne bıraktı. Böylece seccadeden bir para yeri kadar yandı. Bu
olay üzerine Peygamber,SallaUaJıü Aleyhi ve Sellem) göyle buyurdu:
«Uyuyacağınız zaman
lâmbalarınızı söndürünüz; çünkü Şeytan "bunun gibi hareket eder de, sizi
yakar.»[1178]
Bu Hadîs-i Şerîf'i
aynı senedlerle Ebû Davud
rivayet etmiştir. Kita-bu'l-Edeb, hadis ; 5247. Bundan önceki
hadîse ve açıklamasına bakılsın.[1179]
1223— Ebû
Saîd'den rivayet edildiğine göre, şöyle anlatmıştır : — Bir gece Peygamber
(Sallallahü. Aleyhi ve Sellem) uykudan
uyandı. Birden bir fare lâmba fitilini alıp, onların üzerine evi yakmak için,
onu dama çıkardı. Bunun üzerine Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) o fareye
lanet etti ve hac için ihrama girenin, onu öldürmesini helâl kıldı.[1180]
Farelerin sayılamayacak
kadar zararları vardır.Ocakları söndüren veba
hastalığını taşımalarından tutun
da, çarşı ve
mahalle yangınlarına kadar
sebebiyet Verdikleri felaketleri hatırlamak kâfi gelir. Hac için ihrama,
girildiği zaman ay-.,hayvanlarını öldürmek yasaklanmıştır. Bunlar arasında
yılan, akrep, kuduz köpek gibi hayvanlar istisna edilmiştir. Bunlar
öldürü-lebilir ve öldürülmelerinden dolayı da; ödenmesi gereken sadaka cezası
yoktur. Fare de bu zararlı hayvanlar arasında sayıldığından, onun da öldürülmesi
yasaklanmamıştır.[1181]
1224— Salim'in
babasından rivayet edildiğine göre, Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Setiem)
şöyle buyurmuştur:
«Uyuduğunuz zaman evlerinizde ateş bırakmayınız.»[1182]
Yangına .ye'zarara
sebebiyet vermesi muhtemel olan ateş, soba, [âmba ve ışıkların söndürülerek
yatılması bir tedbirdir ve iktisattır. Buna riayet eden fertlerin içinde
yaşadıkları cemiyet selâmet,ve refah yollarından birini
kazanmış bulunur.[1183]
. . .
1225— (331-s.)
İbni Ömer (Radiyallahuanhüma) 'dan rivayet edildiğine göre, demiştir ki,
(babam) Ömer (Radiyallahuanh) şöyle buyurdu:
«Ateş bir düşmandır;
ondan sakınınız.» İbni Ömer (Abdullah) da yatmazdan önce aile efradının
(yaktığı) ateşleri takip eder ve onları söndürürdü.[1184]
Ateş, insanların İdare
ve kontrolü altında bulundukça şüphesiz ki, menfaati çok büyüktür. Bu takdirde
ateş nimetinin kıymeti biçilemez. İster ısıtma vasıtası olsun, ister aydınlatma
ve sanayi vasıtası bulunsun, sağladığı faydalar hudutsuzdur. Fakat burada
düşman sayılması, kontrol dışı kalan ateşler itibariyledir. Böyle ateşlere
karşı tedbir alınması için zararlarından ötürü düşman sözü ile ateş vasıflanmış
bulunmaktadır. En sağlam tedbir de ateşin söndürölmesidir. Bu haber için başka
bir kaynak bulunmamıştır.[1185]
1226— Rivayet edildiğine
göre, İbni Ömer,
Peygamber (Sallaüahti Aleyhi ve Şellemj'in şöyle buyurduğunu işitmiştir
:
«(Gece. yatarken) Evlerinizde
ateş bırakmayınız; çünlkü
o düşmandır.»[1186]
1124 ve 1125
sayıiı Hadîs-i Şeriflere ve açıklamalarına bakılsın.[1187]
1227— Ebû
Musa'dan rivayet edildiğine göre, şöyle demiştir : Medine'de bir ev ahalisi
ile geceleyin yandı. Bu hâdise Peygamber (Sallallahii hı ve Selimi)'g
anlatıldıkta şöyle buyurdu :
«Ateş tsize bir
düşmandır. Yatıp uyuyacağımız zaman onu
söndürüp üzerinizden
(zararım) kaldırınız.»[1188]
Daha önce geçen Hadîs-i Şeriflere ve açıklamalarına bakılsın.[1189]
1228— (332-s.) İbni Abbâs
(Radiyallahu anhüma) 'dan rivayet edildiğine göre, yağmur yağdığı zaman
kendisi şöyle derdi :
«Ey cariye! Eğerimi
çıkar, elbisemi çıkar, hazırla.» Sonra;
«Biz, gökten mübarek bir su indirdik.» Âyet-i Kerîmesini okurdu. (Kaf Sûresi, âyet: 9).[1190]
Bu haber için başka
bir kaynak bulunamadığı gibi, açıklamasına da rastlanamamıştır. Konu, yağmuru
hayır ve berekete yormak olduğunu itibar ederek ibni Abbas'ın sözlerinden
maksadın şu olduğu söylenebilir': Bitkilerle hayvanların yaşayıp gelişmesine
sebep olan yağmur gibi çok. önemli bir nîmet Hicaz Yarımadasına senenin sayılı
birkaç gününde düşer. Bu bakımdan yağmura hasret fazladır^, her an özlenir.
İşte yağmur belirtisi olduğu zaman İbni Abbas hazretlerinin sevindiği ve çıkıp
dolaşmak üzere hizmetçisinden etinin eğeritıİ-ve- elbisesini hazırlamasını
istediği ve belki de, bahçesiyle ilgilenmek için çıkmak arzusunu duyduğu
sezilmektedir. Bu bereketli anı da, bizzat Allah kelâmı olan Kâf Sûresinin 9. Âyet-i
Kerîmesini okuyarak dile getiriyordu:
«Biz, gökten mübarek
bir yağmur indirdik.»[1191]
1229— İbni
Abbas (Radiyallahu anh) 'dan rivayet edildiğine göre, Peygamber (SaUüUahü
Aleyhi ve Sellem) odaya kamçı
asmayı emretmiştir.[1192]
Aİle Feisine karşı
saygılı olmak, aile hayatının düzenini ve huzurunu teşkil eden esastır.
İnsanların yaratılışı icabı bü saygı yalnız iç duygu ile kemâle gelmez.
Hareketlerin ceza İle ayarlanması ve saygının bu ceza usûlü ile takviyesi
gerekir. Güzel ve iyî tavsiyeler yanında, bunlara aykırı davranıldığı zaman
ceza usûlünün konması hep ahlâkın korunması içindir. Bunun. için aile fertleri
tarafından suç işlendiği zaman bu suçun kırbaçla cezalan dırılacağını bildirir
mahiyette aile reisinin odanın bir yerine kırbacını asması koruyucu bir
tedbirdir.[1193]
1230— Cabir
ibni Abdullah'dan rivayet edildiğine göre, demiştir ki: — Peygamber- (SûüaUahü
Aleyhi ve Seilem) şöyle buyurdu:
«Gece sükûneti
bastırdıktan sonra toplantıdan sakınınız. Çünkü Allah Teâlâ, malhlûkatından no
dağıtıp yayacağını, sizden hiç biriniz bilemez. Kapıları kilitleyiniz, su
kablarını kapayıp bağlayınız, kab-kacağı tersyüz edip örtünüz ve lâmbaları
söndürünüz.»[1194]
Mühim ve zarurî işler
dışında geceleyin bilhassa çocukların evden dışarı çıkıp toplanmalarında ve
dolaşmalarında çeşitli zararlar sayılabilir. Hırsızlık, soygun,' kurt ve kbpek
saldırısı gibi haller daha ziyade geceleyin olur. İnsanlar geceleyin etrafı
karanlıktan dolayı göremez, fakct bazı hayvanlar gece karanlığında çevreyi
gördükleri için dolaşmaya başlarlar. Bunların ne olduğunu İnsanlar bilemez. Bu
bakımdan da korunmak lâzım, kapıları kilitleyip evdeki tedbirleri- almak
gerekir. Bu hususta bilgi İçin 1221 sayılı Hadîs-'i Şerifin açıklamasına
bakılsın.[1195]
1231— Cabir'den,
Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'in şöyle buyurduğu rivayet edilmiştir
:
«Gecenin karanlığı,
yahut şiddeti geçinceye kadar çocuklarımızı (evden çıkmaktan) menediniz. Bu
bir zamandır ki, (bu vakitte) şeytanlar dağılıp harekete geçer.»[1196]
Bildiğimiz ve
bilemediğimiz bazı maddî ve manevî zararlar sebebiyle, bundan önceki Hadîs İ
Şerifin mânâsına uygun olarak Özellikle çocukların gece karanlığında dışarı
bırakılmamdan tavsiye buyurulmaktadır.[1197]
1232—
(333-s.) İbni Ömer (Radiyallahu anhüma)}dan rivayet edildiğine göre, kendisi
hayvanları birbirine saldırtmayı hoş görmezdi.[1198]
Hayvanlar da Allah'ın
birer yaratığıdır. Bunların zararlıları öldürülür ve insanlara faydalı olanları
da merhametle kullanılarak onlardan istifade edilir. Bunun dışında onlara eziyet
olacak hareketlerden sakınılır. Hayvanları birbirine saldırlıp döğüştürmek,
lüzumsuz kovalcyıp incitmek ve hiç bir fayda sağlanamayacak işleri onlara
yapmak hoş olan hareketler değildir. Bunlardan kaçınmak ve onları acıtmayıp
merhametli davranmak gerekir. Kesilecek hayvanlar bile incitilmeden en kolay
şekilde kesilirler. Zaten bir Hadîs-i Şerifte :
«Yeryüzündekilere
merhamet ediniz ki, göklere gahib olan Allah da gize merihamet etsin.»
buyurulmaktadır.
Zomanımızdaki horoz
dövüştürmeleri, deve ve boğa güreşleri hep bu yasak hareketlerdendir. Burada
Peygamber (SaUallahii Aleyhi ve Sellem^e kadar yükseltilmemiş olan bu haber,
Tirmizî ve Ebû Davud tarafından merfu'
olarak tahriç edilmiştir. Aşağıdaki
kaynaklara bakılsın.[1199]
1233— Cabir.
ibni Abdullah'dan rivayet edildiğine göre, Peygamber (Sallatiahü Aleyh1 ve
Selle m) şöyle buyurmuştur:
«Gece sükûnetinden
sonra, (evden dışarı) çıkmayı azaltınız. Çünlkü Allah'ın Mr takım yaratıkları
vardır ki, onları (bu vakitte) öteye beriye yayar. Kim de köpek havlamasını
yahut eşek anırmasını işitirse, koğulmuş bulunan Şeytan'dan Allah'a sığınsın.
Zira bu hayvanlar sizin görmediğinizi görürler, hissederler.»[1200]
Gece lüzumsuz yere
dışarı çıkmamak ve bilhassa çocukları dışarı bırakmamakla ilgili Hadîs-r
Şerifler 1230, 1231 sayılarda geçmişti. Burada ziyade olarak köpek havlaması
ile eşek anırmasına karşı takınılacak tavır beyan edilmektedir. Hayvanlarda
bazı duygular vardır ki, insanlarda bu ince duygu mevcut değildir, Görme, koku
alma, işitme ve hissetme gibi...' İnsanlardan önce bazı tehlikeleri
sezebilirler ve bu tehlikelere karşı ses ve hareketleri İle mukabele ederler.
Bu bakımdan bir nevi alarm mahiyetinde olan köpek havlaması ile eşek anırması
halinde Şeytan şerrinden ve zararlı hallerden Allah'a sığınmak gerekir. Bir
rivayette de Allah'a siğınma-lar, geceleyin olan havlama ve anırışlar içindir.[1201]
1234— Câbir
ibni Abdullah'dan rivayet edildiğine göre, Peygamber (ScUclİahü Aleyhi ve
Sellem) şöyle buyurmuştur:
«Geceleyin köpeklerin
havlamalarını yahut eşeklerin anırmalarını İşittiğiniz zaman Allah'a sığınırız.
Çünkü onlar, sizin görmediklerinizi görürler. Kapıları kapayınız., kaparken
Allah'ın adını anınız, (Besmele getiriniz). Çünkü Şeytan, Besmele getirilerek
kapatılan bir kapıyı açmaz. Çanakları örtünüz, su kablarını bağlayınız
(kapaklayınız), (boş) kablarc tersyüz ediniz.»[1202]
1233 ve 1221, 1222
sayılı Hadîs-İ. Şeriflere müracaat edilsin.[1203]
1235— Ömer
ibni Ali ibni Hüseyin, Peygamber (SallaîUkhü Aleyhi ve Sellem)'den rivayet
ettiği, gibi, Câbir de, Resûlüllah (Salkttâhü Aleyhi Selîtrn)'in şöyle buyurduğunu işitmiştir :
«Gece, lıashrdiktan
(el'ayak çekildikten) sonra sokağa çıkışı azaltınız; çünkü Allah'ın etrafa
yaydığı yaratıkları (zararlı mahlûkatı) vardır. Bir de köpeklerin havlamasını
yahut eşeklerin anırmasını
(geceleyin) işittiğiniz zaman
Şeytan'dan AHah'a. sığınınız.»[1204]
1233 sayılı Hadîs-i Şerife bakılsın.[1205]
1236— Ebû
Hüreyre'den rivayet edildiğine göre, Resûlüllah (Salİallahü Aleyhi ve Setfem)
şöyle buyurdu:
«Geceleyin horozların
ötüşünü işittiğiniz zaman, Allah'ın ihsanından (dua ederek) isteyiniz; çünkü
bunlar bir melek görmüşlerdir. Geceleyin eşeklerin anırışım işittiğiniz zaman
da, Şeytan'm kötülüğünden Allah'a sığınınız;
çünkü onlar bir Şeytan görmüşlerdir.»[1206]
Cenab-ı' Hak
horozlarda bir özellik yaratmıştır. Gecenin muayyen saatinde ve gündüzün
belirli vaktinde öterler. Bunu 6a gecelerin uzamasına ve kısalmasına göre
ayarlarlar. Hele bazı horozların ölüşü hiç şaşmaz. Bu ötüşler manevî bir
tesirin, bir Melek'in gözükmesiyle meydana geldiği için bu anda edilecek
dualara melek de âmîn der ve böylece onun âmîn demeşine uygun düşecek dualar da
makbul clur. Onun İçin horoz Ötüşü İşi-tüdİği zaman Allah Tealâ'nın geniş
hazinelerinden ve bol rahmetinden istemeyi Peygamber'İmiz bize tavsiye
buyurmaktadır. Eşekler de geceleyin zararlı varlıklar görmeleri sebebiyle
anırdıklarından, onların kötülüğünden Allah'a sığınmak gerekir.
Ayrıca horozlarda şu
vasıflar vardır kİ, bunlar insanlarda mevcuttur : Güzel ses, cömertlik; öyle
ki, kendisi yemeyip etrafındaki tavuklara yedirecek kadar... Eşini kıskanmak,
erken kalkıp davranmak ve idareci durumda olmak gibi.[1207]
1237— Enes ibni
Malik'den rivayet edildiğine göre, bir adam Peygamber (Sattaliahü Aleyhi ve
Sellem)'\n yanında pireye lanet etti. Bunun üzerine Peygamber şöyle buyurdu :
«Ona lanet etme; çünkü
o, Peygamberlerden bir Peygamberi namaz için uykudan uyandırdı.»[1208]
Bu Hadîs-i Şerif
Kütüb-İ Sitîe'de yoktur. Ceylânı nin kaydına göre bunu, Bezzar, Taberânî ve Ebû
Ya'lâ tahriç etmişlerdir. Esasen hayvanların htç birine lanet edilmemesi,
onlara sövülmemesi gerekir. Bilhassa ibâdetlerin en önemlisi olan namaz İçin
insanı uyandırmaya sebep olan ve hayırlı bir işe delâlet eden pireye kötü
söylemek edebe aykırı düşer. Bu şekilde hareket etmek, hiç bir zoman onlarla
mücadele etmemeyi gerektirmez. Diğer zararlı haşarat gibi öldürülür ve yok
edilirler. Fakat lüzumsuz ve edeb dışı söz harcamanın bir mânası yoktur.[1209]
1238— (334-s.)
Ömer (Radiyatiahu anh) 'dan rivayet edildiğine göre, şöyle demiştir:
«Çok defa İbni Mes'ud
Hazretlerinin kapısı Önünde Kureyş kabilesinden erkekler otururdu. Gölge
döndüğü zaman (zeval vaktinde) derdi ki:
— Kalkın (kuşluk uykusuna yatın); geri kalan
Şeytan içindir, (onun için geri kalmış demektir). Sonra her karşılaştığı
kimseyi kaldırırdı. Hz. Ömer devamla dedi ki: Biz bu şekilde iken, o esnada
şöyle dendi:
— Bu (adam), Hashas Oğullarının azadlısıdır,
şiir söylüyor. Bunun üzerine İbni Mes'ud onu çağırıp :
«Nasıl söyledin?»
dedi.
Buna karşı (Sühayra
adındaki o adam şu şiiri) okudu :
Erkenden
hazırlanıp yola çıkacaksan, veda et
Süleymâ'ya. Saç aklığı ve İslâm dini, kötüjüğe engel yeter insancı... İbni
Mes'ud : «Yeter! Doğru söyledin, doğru söyledin.» dedi.[1210]
Güneşin yükselip de
gölgenin yön değişeceği gün ortasına Arab dilinde «Kaile = denir. Buna zeval
vakti de denir. Günün en sıcak zamanı bu vakit civarında olur. Daha ziyade yaz
mevsimlerinde ve sıcak bölge-Jerde güneşin zararından korunmak için hareket
etmemek ve yatıp uyumak en güzel bir korunma ve dinlenme çaresİdir. Gündüz
yorgunluğunu giderip uykusunu alan ;kimse, gece usanmadan ibâdet edebilir.
Dinçlikle ve istekle gece ibâdetinde bulunmanın manevî değeri de daha büyük
olur. Böylece bedenin hem sağlığı korunmuş, hem de manevî gıdası alınmış
sayılır. Yazın sıcak günlerinde öğle namazını geciktirmek müstahab olduğundan,
öğle namazından önce veya vakit girdikten sonra, uyku uyumada beis yoktur. Bu
uyku, namaz vakti gözetilerek mevsimlere göre, öğleden önce veya öğleden sonra
iş durumları ve zamanlan müsait olanlar tarafından yerine getirilir. Buna
Türkçemizde Kuşluk uykusu denilir.[1211]
1239—
(335-s.) Sâib ibni Yezîd anlatmıştır. Ömer gün ortasında, yahut ona.'yakın bize
uğradı da, şöyle buyururdu:
«Kalkınız da, kuşluk
uykusuna yatın. Artık geri kalan Şeytan için (geri) kalmıştır.»[1212]
Bundan önceki habere ve açıklamasına bakılsın.[1213]
1240— (336-s.)
Enes (Radiyallahu anh) 'den rivayet ettiğine göre, şöyle demiştir:
«(Ashab)
toplanırlardı, sonra kuşluk uykusu uyurlardı.»[1214]
1238 ve 1239 sayılara
müracaat edilsin.[1215]
1241— Enea (Radiyatlohuanh) demiştir:
— Şarap haram kılmdığr
zamanda, Medine halkı için, kuru hurma ile koruk hurmadan yapılmış içkiden daha
hcşu yoktu. Ben de, Resûlüllah (Sallaliahü Aleyhi ve Seltem) 'in ashabından
bazıları, Ebü Talha'nın evinde bulunurlarken onlara şarap sunuyordum. Bir adam
uğrayıp, dedi ki:
— Şarap haram kılındı, Ashab :
— Ne zaman? Yahut: Dur bakaiım (araştıralım),
demediler.
— Ya Enes! Şarabı dök, dediler. Sonra ashab,
serinleninceye ve yi-kanmeaya kadar Ümmü Süleym'in evinde kuşluk uykusuna
yattılar. Sonra Ümmü Süleym onlara koku sürdü. Ondan sonra da onlar Peygamber
(Sallaliahü Aleyhi ve Sellem)'e gittiler ki, haber adamın dediği gibidir. Enes
demiştir ki:
— Artık bundan sonra ashab bir daha şarabı
tatmadılar.[1216]
Kuşluk uykusu
münasebetiyle getirilen bu Hadîs-İ Şerif, aynı zamanda Ashabti Kiram'ın hakka
tereddütsüz olarak testim oluşlarına ve birbirlerine oten güven ve bağlılığın
yüksek derecesine açık bir örnektir. ŞÖyie ki :
1— Öteden
beri alışkın oldukları ve en hoş gördükleri bir içkiyi kullanırken yasak
emrinin gelmesi .üzerine onu hemen kabul edip, içkiyi bir daha kullanmamak
suretiyle terk etmeleri, hakka bağlanışın en sağlam örneğidir.
2— Ortada
herhangi bir yasaktık belirtisi olmaksızın tek bir arkadaşın haber vermesi
üzerine, o haberin doğruluğunu araştırmaya ve beklemeye lüzum göstermeksizin
hemen içilmekte olan içkinin dökülmesinde, ashabın arkadaşlarına ne kadar büyük
güven ve sadakat taşıdıkları yaşantısı vardır.
3— Ashab,
önce içmekte oldukları içkiyi hemen terketmekle Allah'a ve Peygambere karşı
vazifelerini yerine getirmişler, sonra Peygamber (SaHallahü Aleyhi ve Sellem) m
huzuruna çıkmışlardır. Bu da, onların üzerlerine düşen vazifeyi ne derece ciddî
bir şekilde yerine getirmiş bulunduklarını göstermektedir.
ümmü Süieym,- Enes
Hazretlerinin annesidir ve Ebû Talha da, E n e s 'in babalığıdır. Enesin asıl
babası Malık olup, İslâm'ı kabul etmeden önce ölmüştü. Ümmü Süieym daha sonra
Ebû Talha ile nikahlandı, ümmü Süieym ve Ebû Talha'nın hal tercemele-rine dair
bilgi için 149 ve 164 sayılı Hadîs-i Şeriflerin açıklamalarına müracaat
edilsin.
Bu Hadîs-i Şerif
münasebetiyle de Ashab-ı Kiramın kuşluk uykusuna yatmış oldukları
öğrenilmektedir.[1217]
1242— (337-s.)
Havvât ibni Cübeyr'den rivayet edildiğine göre, şöyle demiştir:
— Gündüzün evvelinde
uyumak dalgınlıktır, ortasında (uyumak) edebdir, sonunda ise ahmaklıktır.[1218]
Beden sağlığı
bakımından ve İş görme imkânları bakımından uyku için en uygun zaman, Hadîs-i
Şeriflerde varid olduğu gibi, kuşluk uykusudur. Bu vaktin dışına giren gündüzün
başında veya akşama yakın bir zamanda uyku uyumak faydalı değildir. Bu haber
İçin başka bir kaynak bulunamamıştır.[1219]
1243—
(338-s.) Meymûn'dan (İbni Mihran kasdediliyor) İşitÜdiğine göre, demiştir ki,
Nafi' hazretlerine sordum:
İbni Ömer ziyafet için
davette bulunur muydu? Nafi' dedi ki:
— Ancak bir defa onun bir devesinin bacağı
kırıldı da, onu biz boğazladık. Sonra (İbni Ömer) şöyle dedi:
Medîne halkını bana
topla. Nafi' demiştir ki :
— Ben: Ey Ebû Abdurrahman (İbni Ömer), hangi şeye (çağırıyorsun)? Bizde ekmek yoktur, dedim.
Bunun üzerine şöyle dedi :
«Allah'ım, sanadır
hamd... Bu kemikli et. Bu da çorba —yahut bu çorba, bu da et—. İsteyen yer,
isteyen de gider.»[1220]
Nikâh ve sünnet
düğünleri gibi maksatlar dışında verilen ziyafetlere Arapçada «Me'dübe»
denilir. Sırf dostlar ve fakirler yemek yesin diye ziyafet çekilmesinde dinî
bîr beîs bulunmadığına bu haber delildir, islâm adabından olcn güzel bir
âdettir. Ancak ziyafetlerde israfa meydan verilmemeli, yasak olan şeyler
işlenmemelidir. Ziyafetlerde açın karnını doyurmak ve kardeşler arasında sevgi
bağlarını, kuvvetlendirmek gibi güzel hasletler vardtr. Bu haber İçin başka
bir kaynak bulunamamıştır.[1221]
1244— Ebû
Hüreyre (Radiyatkshıtanh} 'dan rivayet edildiğine göre, Peygamber (SallalUıhü
Aleyhi ve Selicm) şöyle buyurdu:
«İbrahim f'Sulıollahü
Aleyhi ve Sellem) seksen yıldan sonra sünnet oJdu ve Kadûm'da kendini 'sünnet etti.»
(Ebû Abdullah demiştir
ki, «Kadûm» sözü ile bir yer kasdediliyor.)[1222]
Çocukların sünnet
ediime işine Arapçada «Hitan» denilir. Erkeklerin avretlerinde doğuşta görülen
sarkık deri fazlalığıdır ki, bunu kesip giderme ameliyesine verüen addır. Hem
temizlik, hem de cinsiyet bakımından sünnetin faydalı cihetleri vardır. Hz.
İbrahim Peygambevf Aleyhimüsselâm) dan itibaren uygulanan peygamberler
sünnetidir. Bunun sünnet'den daha kuvvetLi vacib bir iş olduğuna kâi! olan
âlimler vardır. Hıristiyanlar bidayette bu sünnete riayef etmişlerse de, sonraki
tahrifler yüzünden bunu terketmişlerdİr.
Çocuğun doğum gününden
yedi gün sonra sünnet etmek müstehabdır. Bu günden sonraya bırakılırsa,
kırkıncı günde yapılır. Bir kısım âlimler de çocuğun temyiz çağı olan yedi
yaşında sünnet edilmesini müstehab görmüşlerdir. En doğrusu, çocuğun
anlamadığı küçük bir yaşta onu sünnet etmektir. Deri ince ve gelişme durumunda
olduğu için kolay olur ve yara çabuk İyileşir. Çocuk da bu ameliyeden bir korku
çekmiş olmaz. Geciktirilen bir sünnet, artık bulûğ çağında vacİb olur.
Hz. İbrahim
(Aleyhisse\âm) 80 yaşında sünnet olması, İlâhî bir vahyin bu yıla kadar
gecikmiş olması hikmetine bağlanabilir.. Hadîs-İ Şerifte geçen «Kadûm»
kelimesine hadîs âlimleri
iki mânâ vermektedirler.
Bunlardan biri,
metinde tercüme edildiği gibi, «.Kadûm» bir yerin ve mahallîn adıdır. O yerde
sünnet olmuştur. Diğeri de «Kadûm» balta veya kesere benzer bir âletin İsmidir.
O takdirde, bu âletle sünnet olmuştur, demektir.[1223]
1245— (339-s.)
Ümmü'l-Muhacir anlatarak şöyle demiştir :
— Rûm cariyeleri
arasında esir edildim de, Hz. Osman
(FLadiyallahu anh) İslâm'ı bize
arz "tti. İçimizden benden ve diğer bir hanımdan başkası müslüman olmadı.
Bunun üzerine Hz. Osman şöyle buyurdu : «Götürünüz de bu ikisini sünneti ediniz
ve bunları temizleyiniz.»[1224]
Rivayet edilen bir
Hadîs-i Şerifte :
«Erkeklerin sünnet
edilişi bir sünnettir. Kadınlar İçin ise bir iyilik sebebidir.»
"Buyurulduğuna
göre, sünnetin kadınlarda uygulanması erkekler gibi önemli değildir. Bazı
bölgeler ve bazı bünyeler İçin uygulanması, İyİlİk sebebi olur. Her yere ve
her bünyeye tatbiki gerekmez. Ancak kadınlar için de sünnetin bahis konusu
olduğuna bu^haber delil olmaktadır. Bu haber İçin başka bir kaynak
bulunamamıştır. Haberi anlatan Ümmü'l-Muhacir künyesindeki hanım Rûm asdlı
olup, adı Ukayle'dİr, Savaşta esir alındıktan sonra müslüman olmuş ve Hz.
Osman'ın hizmetinde bulunmuştur.[1225]
1246— (340-s.) Salim haber verip, şöyle demiştir: —
(Abdullah) îbni Ömer beni ve Nuaym'ı sünnet etti de bizim üzerimize (düğün
ziyafeti için) bir koç kesti. Bizden
dolayı hayvan kesildiğinden, bunun için
çocuklara karşı neş'elendiğimizi
gerçekten kendimiz de hissediyorduk.[1226]
Sünnet düğünleri
yaparak ziyafet vermenin islâm âdet ve edeblerinden biri olduğuna bu haber
örnek teşkil etmektedir. Her işte olduğu gibi, bureda da İsraftan ve diğer
haram İşlerden kaçınmış olmak şarttır. Bu haber İçİn başka bir kaynak
bulunamamıştır.[1227]
1247— (341-s.)
Ümmü Alkame haber vermiştir ki, Hz. Âişe'nin erkek kardeşinin kızları sünnet
edildiler de, Hz. Âişe'ye şöyle söylendi :
— Bu çocukları eğlendirecek bir kimseyi
çağırsak? Hz. Âişe :
— Evet, dedi de Adiyy'e haber gönderdi. Adiyy
de çocuklara gitti. Sonra Âişe
(Radiyalİahuanha) eve uğradı da, adamı şarkı söyleyip, neş'e-den başını
sallıyor gördü. — Adam çok şiir biliyordu. — Bunun üzerine Âişe :
— Öf, bu bir Şeytan! Çıkarın onu, çıkarın onu,
dedi.[1228]
Tİrmizî, ibni Mace ve
Ebû Davud hazretlerinin Cihad bahsinde tahriç ettikleri Hadîs-İ Şerifin son
kısmında şöyle buyurulmaktadır:
«Müslüman kişinin her
eğlendiği gev bâtıldır; ajıcak şunlar bundan müstesnadır: Oltu ile atış yapması
(silâh kullanma taliminde bulunması), atına (veya harp vasıtalarına) hareket ve
çeviklik öğretmesi, hanımı ile eğlenip oynaşması. Çünkü bunlar, hak olan
şeylerdendirler.»
Bu Hadîs-İ Şerifin
açıklamasında deniliyor ki, dinî ve ilmî bir fayda kazandırmayan, üstelik
insanı önemli görevlerinden alıkoyan ve boşuna zaman harcanmasına sebep olan
eğlence ve oyunların hepsi bâtıldır. Bu oyunlar zararlarına göre de haram veya
mekruh olurlar. Hz. Âişe 'nin de tutumu gösteriyor ki, çocukları eğlendirmek
için eğlence tertip etmekte esasen sakınca yoksa da, bu eğlencenin yapılış
şeklinde aşırılık ve münasebetsizlik görülmesi halinde bunda hayır yoktur.
Nitekim gördüğü manzaraya hoşlanmadığından bu eğlenceye son vermiştir. (Tîrmizî
: Kitabu'l-Cihad, Hadîs : 1637 ye; İbni Mace: Kitabuİ-Cihad, Hadîs: 2811 ve;
Ebû Davud: Kitabu'l-Cihad, Hadîs : 2513)
Metindeki haber için
başka bir kaynak .bulunamamıştır.[1229]
1248— (342-s.)
Hazreti Ömer (Radîyaltohu anhi'in azadlısı Eslem'den rivayet edildiğine göre.
şöyle demiştir :
— Biz,
Ömer ibni'l-Hattab ile
Şam'a vardığımız zaman
köy ağası (Zımmî) ona, gelip dedi ki :
— Ey Mü'minierin Emîri! Ben sana yemek
hazırladım; istiyorum ki, seninle beraber olan seçkin kimseler bana gelsin. Çünkü
bu, işim hakkında benim için daha kuvvetlidir ve benim için daha şereflidir.
Hz, Ömer şöyle
buyurdu.:
«Bjz, içinde
suretler (putlar) bulunan şu kiliselerinize giremeyiz.»[1230]
İslâm idaresi altında
kalıp yaşamağa razı olan gayr-i müslİmlere «Zımmî — Zimmet ehli» denir. İslâm
devletine bir vergi Ödemek mecburiyetine girip, bu zimmete katlandıklarından
onlara bu ad verilmiştir..
Şam, orta şarkta ve
daha ziyade Suriye bölgesinde geniş bir sahanın adı ise de, bugün hükümet
merkezi olan şehrin adı olarak kullanılmaktadır. Dihkan da köy reislerine
verilen bir addır kİ, burada köy ağası diye ter-ceme edilmiştir. Hz. Ömer
zamanında bütün Şam ve Filistin bölgeleri fethedilip, islâm idaresi altına
girdikten sonra, halifenin karşısına çıkan bir zimmet ehlinin daveti burada
bahis konusu olmuştur. Esasta gayr-i müslimlerin yemekleri yenir. Zira; Cenab-ı
Hqk,onların yemeklerini yemek hakkında şöyle buyuruyor :
«Kendilerine kitap
verilenlerin (Yahudi Ve Hıristiyanların) yemeği size helâldir ve sizin
yemeğiniz de onlara helâldir.» (Mâide Sûresi, âyet: 5)
Bu hüküm karşısında
Hz. Ömer'in tutumu şundan ileri gelmektedir: Görülüyor ki, yemek
reddedilmemekte olup, içinde putlar ve şekiller bulunan kiliseye girmek
mahzurlu bulunmaktadır. Bundan da ziyafetin kilisede tertip edilmiş olduğu
anlaşılmaktadır. Yoksa İslâm'ın haram kıldığı yiyecek maddeleri dışında olan
yemeklerini yemek caizdir. Bu haber için başka bir kaynak bulunamamıştır.[1231]
1249— (343-s.) Ümmü'l-Muhacir anlatarak şöyle demişti)' :
Rûm'lardan ibaret
cariyelerle ben de esir edildim de, Hazreti Osman (RadİyaUahu anh) bize İslâm'ı
arzetti. İçimizden benden ve diğer bir hanımdan başkası müslüman olmadı. Bunun
üzerine Hazreti Osman şöyle buyurdu:
«Bu ikisini sünnet
ediniz ve bunları temizleyiniz.»
Ben de, Hazreti
Osman'a hizmet eder oldum.[1232]
Cariye, köle olan
hanımlara deniür. Sünnet hususunda hür ve köle olan hanımlar arasında bir fark
olmadığına İşaret edilmektedir. Zira mutlak olarak bu Hadîs-i Şerifin zikri
1245 sayıda geçmiştir. Oraya müracaat edilsin.[1233]
1250— (343-s.)
Ebû Hüreyre'den. rivayet edildiğine göre, şöyle demiştir :
«Hazreti İbrahim
(Aİeyhteseîâm) yüz yirmi yaşında iken sünnet oldu. Bundan sonra da seksen yû
yaşadı.»
Sa'îd (ibni Müseyyeb)
demiştir ki; Hazreti İbrahim ilk sünnet olandır, ilk müsafir konuklayandır,
ilk bıyık kısaltandır, ilk tırnak kesendir ve ilk saçı ağarandır. Bu saç
ağarması üzerine de :
«Ey Uabbim, bu nedir?»
dedi. (Allah) buyurdu ki:
«Bu vakardır (olgunluktur).» Hazreti İbrahim de :
«Ey Rabbim, bana vakar
ziyâde et» dedi.[1234]
Ihtilâm haline ulaşan
erkeğe baliğ denir. Böyle bulûğ çağına yetişenlere de, çocukluk devresini
aştıklarından «büyük» denir. İşte sünnet olmak yajniz çocuklara mahsus
değildir. Çocukluk çağını geçirmiş olsalar bile, erkeklerin yetişkin hallerinde
sünnet olmaları gereklidir, hatta vacib mertebesinde olduğunu söyleyen âlimler
vardır. Hadîs-i Şerîf bize bu görevi öğretmekte ve bu arada da Hz. İ b r a h i
m 'İn faziletlerinden bir kısmını ifade etmektedir. Ihtİlâm suretiyle bulûğ
çağına ermeyenler için 15 yaş hük-meye engel olurlar, çirkin ve iğrenç manzara
arzederler. Bu zararları gi-yılırlar. Kadınlar İçin de hüküm böyledir. Yâni;
âdet ve ihtilâm görmeyen 15 yaşındakiler büyük hükmündedirler
(Bu haber için de
başka bir kaynak bulunamamıştır.).[1235]
1251— (345-s.)
Hazreti Hasan'm şöyle dediği işitilmiştir:
— Bu adamın (yâni;
Malik ibni'l-Miinzir'in) işine şaşmaz mısınız? İslâm'ı kabul eden Kesker
halkından ihtiyarlan kasdedip onları teftiş etti de onlara emretti; onlar da
sünnet oldular. Bu kış mevsiminde... Haber aldığıma göre, bunlardan ;.bir
kısmı öldü. Halbuki Resulü İlah ( Aleyhi ve SeHem) ile Rûm ve Habeş asıllı
olanlar müslüman oldular da bunlar, hiç bir şey için teftiş edilmediler.[1236]
İslâm'ı kcbu! eden yaşlıların
sağlık durumları müsait olmadığı takdirde onları sünnet edilmeye zorlama
olmaması gerektiğini bu haber beyan etmektedir.. Mevsim ve sağlık, durumları
göz önüne alınarak ihtiyarlar İçin emin yolu tercih etmek gerekir. Ayrıca
insanların hallerini araştırıp onları zorlamak doğru değildir. Kesker, Basra
ile Küfe arasında bîr kasabadır. İslâm'ı kabul eden buradaki yaşlı halka,
Malik i b n i ' I - M ü n z i r 'İn uyguladığı iş. anlalrlmakfcdır.
(Bu haber için yine
başka bir kaynak-bulunamamıştır.).[1237]
1252— (346-s.)
İbni Şihab'dan rivayet'edildiğine göre, şöyle demiştir: Bir erkek İslâm'ı kabul
ettiği zaman, büyük olsa bile, sünnet olmakla emrolunurdu.[1238]
1244, 1250 ve
1251 sayılı Hadîs-i Şeriflere bakılsın.[1239]
1253— (347-s.)
Akkâ'h Bilâl ibni Kâ'b'dan rivayet edildiğine göre, şöyle anlatmıştır:
— Biz, Yahya ibni
Hassan'ı (El-Bekrî El-Filistinî'yi) köyünde ziyaret ettik. Ben, îbrahîm ibni
Edhem, Abdülâziz ibni Kureyr ve Musa ibni Ye-sar beraberdik, (Yahya) bize yemek
getirdi de, Musa oruçlu olduğu için yemedi. Bunun üzerine (kendisini ziyarete
gittiğimiz) Yahya şöyle dedi :
«Peygamber
(Sallallahü. Aleyhi ve Selîeın)'in ashabından ve Kinâne Oğullarından Ebû
Kursafe künyeli bir adam bize bu mescidde kırk yıl imamlık yaptı ki, o bir gün
oruç tutuyordu, bir gün iftar ediyordu. Babamın bir erkek çocuğu doğdu da, onu
(Ebu Kursafe'yi) oruç tutmuş olduğu günde davet etti. O da iftar etti.» Bunun
üzerine İbrahim kalkıp cüb-besi ile Musa'yı sürttü. Musa da oruçlu iken iftar
etti.
(Ebû Abdullah demiştir
ki, Ebû Kursafe'ııin ismi Cendere İbni Hayşene'dir.).[1240]
Ashab ve-Tabiînden
ibaret çoğunluğun görüşüne göre, icabet edilmesi gerekli olan ziyafetler 8
kısımdır :
1— Sünnet
düğünleri için verilen ziyafetler : Böyle bir iş için davet vaki' oİduğu zaman,
davete gitmek (İcabet etmek) gerekir. Bundan sonra sayılacak olan ziyafet
çeşitleri de aynı hükmü taşırlar.
2— Çocuk
doğduğu zaman, Akîka kurbanı kesmek ve etini ziyafet suretiyle müsafirlere
ikram etmek veya çiğ olarak dağıtmak.
3— Selâmetle
doğumdan kurtulan kadın için verilen ziyafet.
4— Müscfİr
ge:işinden dolayı verilen zjyafet.
5— Yeni bir
eve sahip olmaktan dolayı verilen ziyafeh
6— Keder ve
musibet İçin verilen ziyafet.
7— Sebepsiz
olarak verilen ziyafet.
8— Evlenme
ve düğün sebebiyle verilen ziyafet.
İşte Filistinli
Yahya'nın anlattiğı hâdisede doğum dölayısiyle ziyafet verildiği anlaşılmakta
ve böyle bir ziyafete nafile oruç tutmakta olan kimse İcabet ettiği zaman,
orucunu bozabileceği de İfade edilmektedir. Ancak bozulan orucun kaza edilmesi
vacib olur.
Yahya ibni Hassan,
Kudüs halkından yaşlı bir âlim olup, İsabetli ve İyi görüşlü bir kimse idi.
İbrahim ibni E d h e m
de, Belh'de doğan, zühd ve takvası ile şöhret bulan ve İnsanlara öğüt veren söz
ve hareketlerin sahibidir. 261 yılında Şam'da vefat ettiği söylenir. Allah'ın
rahmeti üzerlerine olsun...
Ebû Kursa (e
kimdir? :
Ashab-ı Kiramdan olup,
adı Cendere İbni Hayşene veya H ab e ş i yy e 'dir. Kî nane kabilesine
bağlıdır, Filistin yahut Tihame'de İkâmet etmiştir. Müslüman oluşunu şöyle
anlatır :
«— Ben annemle teyzem
arasında büyüyen bîr yetim İdim. Teyzeme daha çok meylim vardı. Koyun-kuzu
çobanlığı ederdim. Çok kerre teyzem bana derdi ki :
.
— Bu adama Peygamber
(Sallailahü Aleyhi ve Sellem) *& uğrama, seni yoldan çıkarır ve azdırır.
Ben de çıkar meraya giderdim ve koyunlarımı bırakıp, sonra Peygamber (Sallaüahü
Aleyhi ve Sellem)'e giderdim ve yanında dururdum. Sözlerini dinlerdim. Sonra
akşama doğru koyunların memeleri kuru ve boş olduğu halde onlarla eve
dönerdim. Teyzem derdi ki :
—Senîn bu koyunlarına
ne oldu, memeleri kuru? Ben de : Bilmiyorum, derdim.
Bir gün Peygamber (Saüaüâhü Aleyhi ve Selem)m şöyle
buyurduğunu
işittim :
«Hicret ediniz ve
İslâm'a sanlıma. Çünkü cihad devanı ettikçe hicret kesilmez."
Böylece müslüman olup,
Peygamberle musafaha edinceye kadar yanına giderek kendisinden dinledim.
Nihayet teyzemin bana olan emrini ve koyunlarımın halini Hz. Peygamber'e:
şikâyet ettim. Bunun üzerine Peygamber
(Sallattahü A ieyhi ve Sellem):
«Bana koyunları
getir.» dedi.
Ben de onları
Peygambere getirdim. P&ygamber de koyunların sırtlarını ve memelerini
sıvadı ve bereketli olmalarına dua etti. Bundan sonra koyunlar süt ve yağb
doiduLar, Koyunlaria teyzeme döndüğüm zaman, teyzem bana :
— Yavrum, işte
koyunları böyle otar, dedi. Ben dedim
ki :
— Teyzecİğim, ben her gün
otardığım şekilde otardım.
Ancak sana haber vereyim : Ben
Peygamber (Salialiahü Aleyhi ve
Sellem) e gittim ve m üs I uman oldum. Böylece Peygamberin
ahlakını ve sözlerini teyzeme anlattım. Sonunda annem ve teyzem dediler ki :
— Bizi Peygambere götür. Hemen ben, annem ve
teyzem gittik. Onlar müslüman oldular ve Peygamber (Salialiahü Aleyhi ve Sellem) 'e bîat
ettiler.
Yaşı ve ölüm tarihi
hakkında bilgiye rasrnamamıştır.[1241]
1254— Enes
(Radiyalhhuanh)'den rivayet edildiğine göre; şöyle anlatmıştır :
— (Babalığım) Ebû
Talha'mn oğlu (ve benim anadan kardeşim) Abdullah'ı doğduğu gün, Peygamber
(Salialiahü Aleyhi ve Sellem)''e götürdüm. Peygamber bir abâ (elbisesi) içinde
kendisine ait bir deveyi katranlıyordu. Peygamber (bana) sordu :
«Yanında hurma vür
mı?» Ben :
Evet, dedim ve ona
birkaç hurma verdim. Peygamber de onları çiğnedi, sonra çocuğun ağzını açtı ve
onları ağzına çaldı. Çocuk da diliyle ta-danmaya başladı. Bunun üzerine
Peygamber (Salialiahü Aleyhi ve Sellem) :
«Hurma, Ensar'm
sevdiği şeydir.» buyurdu ve çocuğa Abdullah İsmini verdi.[1242]
Yeni doğan çocuğun
damağına,, sağlık ve bereket dileği ile hurma ve ona benzer tatlı şey çiğneyip
çalmaya «Tahnîfc =» denir. Bunun ya* pilışındaki maksat, çocuğa gıda vermek
değildir. Maddî olmaktan ziyade manevî bir hikmeti vardır. Bu arada da çocuğa
ad verilir. Bu hususta daha değişik
Hadîs-i Şerifler varid olmuştur.[1243]
1255— (348-s.)
Muaviye ibni Kurre'nin şöyle dediği işitilmiştir:
— Benim
(çocuğum) İyas doğunca,
Peygamber (Salialîahü Aleyhi ve
Sellein)"m ashabından birkaç kişiyi davet ettim de, onlara yemek ikram
ettim. Onlar da dua ettiler. Ben dedim ki:
— Siz dua ettiniz, Allah sizin duanıza bereket
versin. Şimdi ben bir dua edeceğim, siz amîn deyiniz. Yine Muaviye anlattı:
— Pen çocuğa aklı ve dini hususunda ve bu gibi
çok dua ettim. Yine dedi ki:
— Ben, o günün duasını çocuk hakkında arayıp
bilmeye bakıyorum.[1244]
Yeni doğan çocuklar
için ziyafet verildiği gibi, bu ziyafet münasebetiyle de çocuk hakkında hayır
duada bulunmak yine İslâm edebine uygun bir harekettir. Gerek baba ve gerekse
müsafirler çocuğa duada bulunurlar. Bu haber için başka bir kaynak
bulunamamıştır.[1245]
1256— (34Ö-s.)
Kesir ibni Ubeyd'in şöyle dediği işitil mistir : Hazreti Âige (EtâdiyetUahü
tmha) kendilerinde (yâni: akrabaları içinde) bir çocuk doğduğu zaman, erkek mi,
kız rm? sormazdı. Kusursuz yaratıldı mı? derdi. Kendisine :
— Evet, dendiği zaman,
ELHAMDÜ LİLLÂHİ KABBİLÂLEMİN = Hamd alemlerin Rabbine mahsustur, derdi.[1246]
Doğan çocuk hakkında
önemliolan noksansız ve kusursuz olarak dün-1 yayo( gelişidir. Sırf erkeklik
veya dişilik istenilmesi gereken bir husus değildir, frkeklerde de hayır
umulur, kadınlarda da hayır umulur. Erkekler içinde kötü de çıkabilir,
kadınlar içinde de kötü çıkabilir. Mutlak erkeklik veya mutlak dişilik iyilik
sebebi veya hayır alâmeti olamaz. Mühim oian çocuğun kusursuz olarak dünyaya
gelmesidir. Böyle noksansız ve ayıpsız olarck çocuğu yaratan Allah'a do,
verdiği bu büyük nimete karşılık hamd etmek insanın kulluk vazifesidir. Bu
hcber için yine başka bir kaynak bulunamadı.[1247]
1257— Ebû Hürcyre (Radiyaîtahu anh) 'den rivayet
edildiğine göre. demiştir ki,
Resûlüllah {Sallallahü Aleyhi ve Seilem) şöyle buyurdu; «Beş şey. Peygamberlerin
seçtiği eski sünnettendir :
1— Bıyık
kısaltmak,
2— Tırnaklan
kesmek,
3— Kasıkları tıraş etmek,
4— Koltuk
altlarını yolmak,
5— Misvak
kullanmak.»[1248]
Fıtratın mânâsı,
yaratılış, hal, heyettir. İnsanın yaratılışında mevcut bulunan selim bir akıl,
Had.fs-i Şerifle geçen 5 şeyin lüzumunu kabul eder ve onları benimser diye bu
«Fıtrat» kelimesi geruş mânâ İle açıklanmaktadır. Daha önceden beri geçmiş
peygamberlerin bunlar birer sünneti olarak da İzah ediliyor. Bu 5 şeyi ayrı
ayrı ele alalım :
Bıyıktan kssaEtmak :
Bıyıklar üst dudakta büyüyüp ağızo doğru sarktığı İçin ağzı kaparlar, yemeğe ve
İçmeğe engel olurlar. İçilecek suyun veya yenecek yemeğin içine sarkmaları, hem
temizliğe aykırıdır, hem de iğrenç ve tiksindiricidir. İslâm'da temizlik ve karşılıklı
sevgi esas olduğurra~göre, bunu zedeleyecek her hareketten kaçınmak şarttır.
Onun için bıyıklar kısaltılır ve dudak kırmızılığına taşmayacak şekilde
terbiye edilirler. Bunu da yapamayanların bıyıklarını traş etmeleri daha
doğrudur. Çünkü Imam-ı Azam Ebû Hanife mezhebinde bıyıklan traş etmek de
sünnetten sayılır. Asıl sünnet sakalların uzatılmasıdır. Zira; Peygamber
(Salhliafıü Aleyhi ve Seilem) müteaddit Hodîs-i Şeriflerinde:
«Bıyıkları kısaltınız,
sakalları bırakınız (uzatınız).»
Buyurmuştur. Sakal
ancak sünnet miktarı olan bir kabza miktarını geçerse, o zaman kısaltılır.
Traş edilmesi bahis konusu değildir. Sakal traşını bir kısım âlimler Karam ve
bir kısmı da tahrİmen mekruh saymışlardır. Buna da delil, Hz. Peygamber'irj :
«Sakalian uzatınız»
emridir. Bir de ashab içinde sakal traş edenin bulunmayışıdır. Sal<al traş ettiklerine dair bir rivayete rastlanmamaktadır.
Tırnaklan Kesmek : E!
ve ayak tırnakları uzadığı zaman parmak uçları arasına yabancı ve pîs
maddelerin girmesine zemin hazırlarlar, İş görmeye engel olurlar, çirkin ve
iğrenç manzara arzeedrler. Bu zararları gidermek İçİn haftada veya onbeş günde
bir kesilip tırnakların-temizlenmesi gerekir. Peygamber (Saltailahü Aleyhi ve
SeHem)f\r\ cuma günleri namaza çıkmadan önce bıyıklarını kısalttıkları ve
tırnaklarını kestikleri rivayet edilir, insan saçlarını kısalttığı ve
tırnaklarını kestiği zaman toplanan kırpıntıları gömer veya bir süpürüntü
yerine atar.
Kasıkları Traş etmek :
Avret yerlerinde, ön ve arka taraflarda olan kılların temizlenmesi de,
sünnettir. Tuvaletteki temİzük İçİn, terlemelerden doğan kirlilik ve pis
kokuların giderilmesi İçin bu temizliğin yapılması hem aklen, hem de dinen
güzel kabul edilen işlerdendir.
Bu temizlikleri yapma
müddeti bünyelere göre değişirse de, haftada, onbeş günde veya ayda bîr
yapılmalıdır. Kırk günü de geçirmemelidir.
Koltuk Altlarını
yolmak, traş etmek : Bu da Jşasık temizliği yapılırken olur. Sık sık bu
temizlik yapılmakla koltuk altlarındaki fena koku ve kirler giderilir.
Misvak Kullanmck : Sivâk
adındaki yumuşak bir ağacın dallarından yapılan diş fırçasına «Misvak» denir.
Bu yumuşak ağacın gayet sık ve ince lifleri bulunduğundan özel surette
hazırlanınca yumuşak bir fırça bu dallardan hazırlanır. Ağaçtaki koku ağza hoş
bir rayiha verir ve ağacın usaresi de diş etleriyle bazı diş hastalıklarına
fayda sağlar. Her fakirin temin edebileceği en mütevazi bir diş fırçasıdır.
Peygamber Efendimiz diş temizliğine o kadar büyük önem vermiştir ki, bîr
Hadîs-İ Şeriflerinde :
«Eğer ümmete meşakkat
olmasaydı, onlara misvak kullanmayı farz kılardım.»
Buyurmuştur. Bİr iş
veya seferden saadethanelerine döndükleri zaman da ilk iş olarak Hz.
Peygamber'İn Misvak kullandıkları Hz. Âİşe tarafından rivayet edilmektedir.
Artık diş temizliğinin önemini bugünkü tıp âle-» mi müştereken kabul ettiği
için, çeşitli fırça ve macunlar İmâl edilmiş ve doktorlarca tavsiye edilmiştir.
Akşam-sabah ve her namaz için abdest alırken ve yemeklerden sonra bu temizliğe
riayet etmek sünnettir ve bunda insanların sağlığı İçin büyük fayda vardır.[1249]
1258— (350-s.)
Nafi'den haber verildiğine göre, îbni Ömer (Radıyaliahu cmhüma) her onbeş günde
tırnaklarını keserdi ve her ay (koltuk ve kasık temizliği için) ustura kullanırdı.[1250]
Bundan önceki Hadîs-İ
Serîf'e ve açıklamasına bakılsın.[1251]
1259— (351-s.) İbni Abbas
(Radiyallahu cmhüma) 'nm anlattığına göre, eskiden şöyle denilirdi:
— Deve kumarcıları
nerede? Sonra on kişi toplanıp henüz sütten kesilmiş on deve yavrusu ve daha
ziyade yavrularla bir (büyük) deve satın alırlardı. Sonra kumar oklarım (bir
torba İçinde) karıştırırlardı. Bir kişiye (boş) kalıncaya kadar sen imler dokuz
kişinin olurdu. Böylece tüm yavru miktarını dolduruncaya kadar bu sehimlere
kalanlar yavrulardan birer birer alacaklı olurlardı. İşte bu Meysir'dir .-
kumardır.[1252]
Meysir diye
adlandırılan kumar oyunu bu. metinde kısa bir ifade ile anlatılmakta
olduğundan, oynanış şeklini buradan kavramak zordur. Bu hususta gerekli bügiyi
edinmek için Hâzin ismi ile şöhret bulan A I â e d -dİn Alî'nin «Üibabu't-IeVîl
ft Maani't-Tenzî!» adlı tefsİrindeki açıklamaya müracaat edelim :
«Meysir» kumardır ve
Yüsür = Kolaylık kelimesinden doğmuş bir isimdir. Çünkü zahmet çekmeksizin
kolaylıkla mal edinmek işidir. Cahİliyet devrinde insanlar bir deve satın
alıp, onu boğazlarlar ve etini 28 parça yaparlardı. Sonro ezicim ve aklâm
adını verdikleri kumar okları ile bu parçalar üzerine sehim çekerlerdi. Okların
sayısı on adet olup, isimleri : Fezz, Tev'em, Rakîb, Hales, Nüfis, Müsbil,
Mualîâ, Menîh; Sefîh ve Veğed idi. Bunlardan sehim çektikleri işaretli 7 okun
hisseleri vardı. Geri kalan 3 okun da hissesi yoktu. Fezz'in bir, Tev'em'in
iki, Rakîb'm üç, Hales'in dört, Nafis'in beş, Müsbİf'in ahi ve Muailâ'nın yedi
hissesi vardı. Diğer üç okun : Menîh, Sefîh ve Veğed'in hisseleri yoktu. Sonra
bu okları, Zübabe adını verdikleri bir torbaya koyarlar ve kendilerince
adaletii saydıkları bir adamın eline teslim ederlerdi. Adam bu torbo içindeki
okları karıştırıp salladıktan sonro hazırda bulunan oyunculardan bîrinin adına
bir ok çekip torbadan çıkarırdı. Çıkan okun kıymetine göre adam etlerden
hissesini alırdı. Meselâ; iki hisseli olan TeVem okunu çekmİşse, adına ok
çekilen adam İki hisse etînİ alırdı. Böylece adamlara göre ok çekişine devam
edilirdi. Hissesi bulunmayan bir ok kime çıkarsa, o deve bedelini borçlanırdı
ve eli boş çıkardı. Dİğer hisselere kavuşanlar da aldıkları hisseleri
yemezler, onları fakirlere dağıtırlardı. Bununla da öğünürlerdi. Bu oyunu
oynamayanları da cimr kimseler sayarlardı.» Bakara Sûresİ'nin 219 ve Mâide
Sûresi'nİn 90. öyetleYiyle bu ve bunun gibi bütün kumar çeşitleri yasaklanmış,
haram kılınmıştır.
Bir emek ve iş
karşılığı olmaksızın, zahmer ve yorgunluk çekmeksizİn, sırf tesadüflere bağlı
kalarak başkalarının tamamen zararı karşılığında kolaylıkla mal kazanmaya
kumar denir. Bir de müsabako ve yarışma vardır ki, bu yasak değildir. Btlgi ve
sen'at yarışmaları, insan koşulan (atLetlzm) gibi... Kumar kısmına girmeyen
bu yarışmaların yapılış
şeklî şudur: Bir şahıs veya bir müessese bilgi veya koşu
yarışması açar ve der ki, birinciye 1000, ikinciye 500 ve üçüncüye 250 lira
vereceğim. Böyle bir yarışmadan para almak ve vermek helâldir. İki yarışmacıdan
biri diğerine : Ben kazanırsam bir şey almam, fakat sen kazanırsan sana şu kadar
veririm, derse bu da haram olmaz. Bir de karşılıklı olarak iddiada bulunan
meselâ; iki koşucu arasına üçüncü bîr şahıs girer de : Yarışmayı kazanırsam,
İkinizden mükâfatımı alırım ye kaybedersem size bir şey ödemem şartını koşarsa,
bu üçüncü şahıs müsabakayı kaybettiği takdirde diğer iki kişiden yarışmayı
kazanan Öbür arkadaşından mükâfatı alabilir. Bu şekil yarışma da helâldir.
Bu üçüncü şahsa muhallil denir.
Kazanırsam alırım,
kaybedersem veririm şeklindeki
bütün müsabaka ,ve oyunlar caiz
değildir.[1253]
1260— (352-s.)
İbni Ömer (Radiyallahu anhütnaj'dan
rivayet edildiğine göre, demiştir ki, Meysir kumardır.[1254]
1259 sayılı habere ve
açıklamasına bakılsın.[1255]
1261— (353-s.)
Rabia ibni Abdullah'dan rivayet edildiğine göre :
Ez, Ömer
(Rcuîiyallahıı anh) 'in. hilâfeti zamanında iki adam iki horoz; üzerine kumara
tutuştular, fîtitnufc üzerine Hz. Ömer horozların öldürülmesini emretti. Bu
emre karşılık Ensar'dan bir adam Hz. Ömer'e dedi ki:
— Teşbih, eden bir
nesli nasıl öldürürsün? Hazreti Ömer de, onları terketti, öldürtmedi.»[1256]
Karşılıklı bir iddia
olmaksızın sırf seyirci kalmak maksadj ile de olsa, horozları ve buna benzer
hayvanları döğüştürmek günahtır. Çünkü; bunda hayvanlara eziyet ve zarar verme
vardır. Halbuki dinimiz hayvanlara acımayı ve onlara işkence vermemeyi bize
emretmektedir. Kesilecek hayvanlar dahî en kolay ve eh rahat bîr şekilde
boğazlanır. Bir Hadîs-i Şerifte :
«Merhamet etmeyene
merihamet olunmaz.»
Buyurutmaktadir. Bu
döğüşfer taraflarca iddialı bir şekilde olursa, kumar kısmına girerler. Hz.
Ömer, İşin kökünü kazıma bakımından hay-vaniarın da boğazlanmasını emretmişken,
horozlardaki muayyen vakitlerde Ötüş.hasletine ve böylece tesbîhde bulunmaları
Özelliklerine binaen vermiş olduğu
emirdet] vazgeçmiş olduğu
anlaşılmaktadır.
Rabia ibni Abdullah:
Tcbiîn seçkinlerinden ve büyüklerinden olup, Peygamber (SaiiaiıoM Aleyhi ve
Seliem) 'in zamanında doğmuştur. Muhammed İbnİ'l-Münkedir 'in. amcasıdır ve
hadîs rivayeti azdır. Hicretin 93.
yılında vefat etmiştir. Allch'ın rahmeh'
üzerine olsun...[1257]
1262— Ebû Hüreyre
demiştir- ki. Resûiüllah
(Sattallâhü Aleyhivi Selİem) şöyle buyurdu:
«Sizden biriniz yemin
edip yemininde : Lât ve Uzza (putları) adına demişse, LÂ İLAHE İLALLAH desin.
Arkadaşına da :
Gel seninle kumar
oynayayım, diyen kimıge de (kumar oynayacaği-mahnı) sadaka versin.»[1258]
Yemin büyük varlığa
dayanılarak yapılır. Bir İnsan hiç bir şey ifade etmeyen Lât ve Uzza adlı
putlarla yemin ederse, kâfirlerin bunlara vermiş olduğu kıymeti vermiş ve
onlcrı yüceltmiş bulunacağından, kâfirlere benze-' mis sayılır. Bir kimsenin
imanını yenilemesi gerekir ve bu yenileme için : Lâ İlahe İllallah der.
Gel kumar oynayalım,
diyerek bu haram İşe girişmek isteyenler, daha kumara başlamazdan önce ortaya
koymayı tasarladıkları mallarını sadaka olarak verirlerse, bu hareketleri kötü
teşebbüslerini Örten bir hareket olur. Kumardan kazanılan malın sadaka
verilmesi caiz olmaz. Çünkü; haramdan sadakayı Allah kabu! etmez. Kumardan elde
edilen şey sahibine verilir. S.ahİbi hayatta değilse, veresesine verilir.
Veresesi de bulunamıyorsa» o mal sahibi adına fakirlere sadaka olarak verilir.[1259]
1263— Bir
adam Ebû Hürey.re (RadiyaltahH anb}'a şöyle dedi :
— Biz iki güvercinle bahisleşiyorıız, (onları karşılıklı doğüştürüyoruz). Muhalîil bunlardan birini
ahr götürür korkvısundan dolayı, aralarına bir muhallil koymayı hoş görmüyoruz.
Buna karşı Ebû Hüreyre :
«Bu. çocukların işinden
bir iştir; onu terkctmeniz yakındır.»
buyurmuştur.[1260]
Tarafların
bahisieşerek horoz döğüştürmeieri nasıl ki
kumarsa, güvercinlerin de böyle döğüştürülmeleri aynen kumardır. Arayo
üçüncü bir şahsın girmesiyle iş kumardan çıkar ve bu helâl
olur. Bu üçüncü şahsa
mu-haMil denir. Sözleşme şeklini öğrenmek için 1259 sayılı
hadîsin açıklamasına müracaat edilsin.
E b û H üt e y r e Hazretleri, bu oyun için:
«Bu çocukların işidir,
aklı başında olanların işi değildir...» demek su-.retiyle yumuşak bir ifade kullanıp,
işin caiz olmadığına işaret etmiş ve bunun terkedilmesî gerektiğini de
söylemiştir...Esasen yenen yenilenden bir şey almak şartı İle bahisleşilen oyunların
hepsi kumar hükmündedir.
Bu haber için başka
bir kaynak- bulunamamıştır.[1261]
1264— Enes
(Radiycliahu anh)'den rivayet edildiğine göre, Berâ ibni Malik erkeklere yol
nağmesi yapardı. Enceşe de hanımlara yoî nağmesinde buiunurdu ve güzel sesli
idi. Bunun için Peygamber (Sallallahü
Aleyhi ve Sellem) şöyle buyurdu:
«Ey Enceşe! Şişeleri
yürütmende yavaş ol.»[1262]
Develerin nağme ile yürütülmesine
«Huda ve Hıdâ = » denilir. Develere bimtlİ olarak yol alan hanımların
kervanını sürdürmekte bulunan hizmetçi Enceşe'nin güzel sesiyle nağmeleyişİnİ
Hz. Peygamber (Salkliahü Aleyhi ve Sellem) yasaklamamışlardır. Üstelik
hanımlara tarizen şaka etmişlerdir; Bu Hâdîs-i Şerîf «Şaka» bahsinde 264 ve 883
sayıda geç-mis' olduğundan fazla bilgi için oraya müracaat edilsin.[1263]
1265— (355-s.)
İbni Abbas'dan rivayet edildiğine göre, Azız ve Celil olan Allah
Teâİâ'nın:
«İnsanlardan kimi de
vardır ki, boş lala müşteri çıkar.» sözünde demiştir, ki, bu boş lâf türkü ve
ona benzer şeylerdir. (Lokman Sûresi, âyet: 6).[1264]
İnsanı İbâdetten ve
yararlı jşler yapmaktan alıkoyan, şehevî ve nefsanî arzular peşjride
sürükleyen, her çeşit söz ve eğlenceler zararları nispetinde makbul o}mayan
İşlerdir. İbni A b b a s Hazretleri de, türkü ve ona benzer eğlentileri,
kıymet ifade etmeyen boş ve bâtıl sözlerden saymıştır. F a d ! u ' 11 a h.'ın
kaydına nazaran bu haber Taberî tarafından tahriç edilmiştir. Bunun İçin başka
bir kaynak bulunamamıştır. Bu haber 786. sayıda geçmiştir.[1265]
1266—
Berâ ibni A2ib'den rivayet edildiğine
göreResûlüllah. (Sctlialİahü Aleyhi ve Sstlem) şöyle buyurdu:
«Selâmı yayın, selâmet
bulursunuz. Esere 5= fuzuîiyyat kötülüktür.»
(Râvilerden Ebû Muâviye
demiştir ki, «Esere = (boş şeydir.).[1266]
Bu Hadîs-i Şerif 787 sayıda geçmiştir. Bak : Müsnedi
imam Ahmed, C. IV, s. 286, ük baskı.[1267]
1267— (356-s.)
Fudala ibni Ubeyd'den rivayet edildiğine göre, kendisi insanların biriktiği
bir toplantı yerinde idi de, bir takım kimselerin tavla oynadıkları haberi ona
ulaştı. Bunun üzerine kızgın bir halde kalkıp şiddetle o oyunu yasakladı. Sonra
şöyle dedi:
«Pikkat edilsin, bu
oyunu oynayan kimse onun gelirini yer, hınzır etini yemiş ve kanla abdest almış
gibi,..>>
Kübe sözü ile tavlayı
kasdediyor.[1268]
Bu haber 788 sayıda
aynen geçmiştir. Bilgi için açıklamasına müracaat edilsin.[1269]
1268— (357-s.)
- Fudayl, babası Müslim'den rivayet ettiğine göre, babası şöyle dedi:
Hazreti AH
(Radiyflllahu anhi köşk kapısından çıkınca tavla oynayanları gördüğü zaman
onları götürürdü de, sabahtan akşama kadar onları hapsederdi. Onlardan bir
kısmı gün ortasına kadar hapsedilirdi. (Râvi devam edip) demiştir ki, geceye
kadar hapsedilenler para ile muamele edenlerdi. Gün ortasına kadar
hapsedilenler de, bu oyunla eğlenenlerdi. Bir de Hz. AH, onlara selâm vermemeyi
emrederdi.[1270]
Büyük günahları
açıktan işleyen müslümanlara fâsık denir. Böyle fâsık olanlara selâm
verilmemesine dair Hadis-i Şerifler 468 sayılı «Fasıka selâm verilmez»
bölümünde 1017-1019 sayılarda geçmişti. Kumar oynamak da bu haram olan
yasaklardan sayıldığı için kumar mahiyetindeki oyunları oynayanlara selâm
verilmez, özel bahsine müracaat edilsin. Bu haber İçin başka bir kaynak
bulunamamıştır.[1271]
1269— Ebû Musa
El-Eş'arî'den rivayet edildiğine göre, Resulüllah (Saltallahü Aleyhi ve Sellem)
şöyle buyurmuştur:
«Tavla oynayan
gerçekten Allaih'a ve Resulüne isyan
etmiştir.»[1272]
İşlenmesi yasak olan
şeylerin yapılmasında Allah'ın nzası yoktur, Peygamberin de yoktur. Kumar
.mahiyetinde olan tavlayı oynamak bu yasaklardan sayıldığı İçİn bunu
oynayanlar Allah ve Resulünün rızası dışına çıkmış olacaklarından Allah'a ve
Resulüne isyan etmiş bulunurlar. Allah a karşı olanların günahı da büyüktür.[1273]
1270— (368-s.)
Abdullah ibni Mes'ud'dan rivayet edildiğine göre, şöyle demiştir:
— İşaretlenmiş olan,
ibâdetten şiddetle engelleyen şu iki tavla zarından sakininiz; günkü bunlar
kumardandır.[1274]
Zar atmak
ve tavla oynamak
aynı cinsten oyun
oldukları İcİn her ikisinin kullanılış! hüküm bakımından
birdir. Kumar kısmından sayıldıkları itibarla bunlardan uzaklaşmayı İ ti n i M
es' u d (Radiyaliahu anh) .tavsiye etmiştir. F a d i u ' ! I a h 'in
kaydına-göre bu haberi İmam Ahmed tahriç etmiştir. Bundan başka bir kaynak
gösterilmemiştir.[1275]
1271— Büreyde'nJn,
Peygamber (Salküiahü Aleyhi, veSellem)'den rnra-yetlne göre. Hz. Peygamber
şöyle buyurmuştur :
«Tavla oynayan elini
domuz etine ve kanına bulamış gibidir.»[1276]
Haram ve pis olma,
bakımından etlerin en ağırı, hınzır etidir, kanidir. Müslümanlar şiddetle,
bundan kaçındıkları, gibi,, kumar mahiyetinde olan tavla oyunundan da
kaçınmaları gerektiğini ?eygamher(Sallallahü Aleyhi ve Seilem) misal vermek
suretiyle beyan, buyurmuştur.[1277]
1272— Ebû Musa,
Peygamber (Sallailahü Aleyhi ye Sellemj'in şöyle buyurduğunu rivayet etmiştir :
«Tavla oynayan gerçekten
AUaih'a ve Resulüne asî olmuştuı.»[1278]
1269 sayılı Hadîs-i Şerife bakılsın.[1279]
1273— (359-s.)
Nafi'den rivayet edildiğine göre, Abdullah ibni Öraef (RadiyuUühu anhüma)
ailesinden birini tavla oynuyor bulunca, onu döverdi ye tavlasını kırardı.[1280]
İnsan çoluk-çocuğunu
terbiye için gerektiği zaman döver ve azarlar. Onları kötü alışkanlıklardan
alıkoymaya çalışır. Tcvİa da kötü bir iş olduğundan, ondan uzak bulundurmak
için Abdullah ibni Ömer aile efradından birini tavla oynuyor görünce> onu
döver ve oyun âletini kırardı.[1281]
1274— (360-s.)
Hazreti Âi.şe (Radiy^Uahuanhaydan rivayet edildiğine göre, kendi arazisinde
oturmakta 0İan aile halkından bazı kişilerin yanında tavla olduğu haberi
kendisine ulaştı. Bunun üzerine Hz. Âişe onlara şu haberi gönderdi:
«Eğer o tavlayı
çıkarıp atmazsanız, muhakkak surette sizi yerimden çıkaracağım.» Böylece Hz.
Âişe tavlayı onlara çirkin gördü.[1282]
Hz. Âİşe
(Rüdiyailahuanha) da, diğer haber ve Hadîs-i Şeriflere uygun olarak îavla
hakkında gerekli sözü söylemiş ve onu çirkin bulmuştur.[1283]
1275— (361-s.)
Rivayet edildiğine göre, îbni Zübeyr hutbe okuyup şöyle dedi:
«Ey Mekke'liler!
Kureyş kabilesinden bazı erkeklere ait haber bana ulaştı ki, onlar bir oyun
oynuyorlar. Buna tavla deniyor, —îbni Zübeyr solak idi—. Allah (Mâide Sûresi,
90. âyetinde) Şöyle buyuruyor:
(Şarap, kumar, ibâdet
için dikilen putlar ve fal okları hep şeytan işinden pis birer şeydir.) Ben
Allah'a yemim ediyorum İd, bu oyunu oynayan bir kimse bana getiriliipe, onu derisinde
ve tüyünde cezalandıracağım ve eşyasını, onu oajıa getirene vereceğim.»[1284]
Abdullah ibni Zübeyr
hicretten sonra Medine'de ilk dünyaya gelen sahabîdir ve Hz. E b û Beki r in
kızı Esm"â 'nın da oğludur. Hz. M u a v i y e 'nin vefatından sonra oğlu Y
e z İ d 'e bîat etmemiş, Mekke'de kendini halife İlân etmişti. Yezîd'in
ölümünden sonra birçok ülkeler kendisine bağlanarak 9 yıl kadar hilâfet
makamında bulunmuştu. İşte bu hilâfeti esnasında hutbe okurken tavla hakkındaki
yasaklayıcı sözleri söylemiş ve oynayanları şiddetle cezalandıracağını
bildirmiş olduğu anlaşılmaktadır. Ha! tercemesİ hakkında gerekli bilgi için
244 sayılı Hadîs-i Şerif açıklamasına bakılsın. Bu haber için bcşka bir kaynak
bulunamamıştır.[1285]
1276— (362-s.)
Ya'lâ b. Mürre anlatarak demiştir ki, tavla.ile kumar oynayan hakkında Ebû
Hüreyre (Radîyallahu anh) 'in şöyle dediğini işittim:
«(Tavla ile kumar
oynayan) hınzır eti yiyen gibidir. Kumar olmaksızın onu oynayan da, elini
hınzır kanına bulayan gibidir. Tavla oyunu yanında oturup da, ona bakan, hınzır
etine bakan gibidir.»[1286]
Ebû Hüreyre
(Radİydllahuanh) Hazretlerinden açık bir ifade ile. nakledilen fciu haberde
tavla oyununda günahları birbirinden farklı üç durum bulunduğu ifade edilmektedir
: '
1— Tavla
oynayanlar, karşılıklı olarak bahisleşir ve yenilen kimse yenene para ve mal
gibi bir menfaat sağlamayı taahhüt ederse, bu doğrudan doğruya bir kumardır.
Kumar ise haramdır. Hınzır etini yemek de haramdır. O halde haram bakımından
tavla kumarı, hınzır etini yemek gibidir.
2— Tavlayı
bahisleşerek değil de, sırf boşuna bir eğlence diye oynamak kumar değilse de,
İbâdetten ve hayırlı İşlerden alıkoyan, boşuna zaman Öldüren bir iş olduğundan
çirkin bir şeydir, hınzır kanına el bulaştırmak gibi, kötü harekettir.
3— Imrenme.ve,
hoşlanma tavırlarıyle tavla oyunları
başında oturup seyretmek de hınzır etine bakıp onu gözetlemek gibidir.
Günah ağırlıkları birbirinden farklı olan bu. üç türlü davranıştan da sakınmak en "selâmetli yoldur. Bu
haber için başka bir kaynak bulunamamıştır.[1287]
1277— (363-s.) Abdullah ibni Amr ibni'l-As'dan rivayet
edildiğine göre, şöyle demiştir:
«İki zarla (tavlayı)
kumar oynayan, hınzır eti yiyen gibidir. Kumar olmaksızın bunları oynayan da,
elini hınzır kanma bulayan gibidir.»[1288]
Bir önceki habere ve
açıklamasına bakılsın. Bu haber için yine başka bir kaynak bulunamamıştır.[1289]
1278— Ebû
Hüreyre fRüdiyaltâhu anh) haber verdiğine göre, Resûiül-lah (SaHaLUıhü Aleyhi ve
Sellem) şöyle buyurmuştur: .. «Mümin,
bir yuvadan iki kerre ısırılmaz.»[1290]
Akıliı ve anlayışlı
bir mümin zarar ve musibet gördüğü bir işten dolayı: ikinci bîr defa aldanıp, o musibete düşmez; çünkü
ilk İşten ibret alır-ve-böylece o
şeye karşı tedbirli
davranır, ahmaklık yapmaz.
Peygamber (Saliailahü Aleyhi ve Sellem) bu Ha'dîs-i
Şerîflerfyle müminlere anlayışlı
ve tedbirli olmayı, gafletten ve ahmaklıktan uzak
bulunmayı emrediyorlar.
«Ledeğ = » zehirli
yılan ısırmasına ye «Leşe1 = » akrebin
iğnelemesine denir. Akıllı ve anlayışlı insan, bir kerre acı
dtfyy^-zehirlendiği1 yılan deliğinden (yuvasından) ikinci bir defa ısırılmaz;
çünkü o anlayışlıdır, artık tedbirini almıştır. Bunun için dünyada karşılaşılan
hâdiselerden tecrübe edinerek bunların zararlı olanlarından sakınmayı, İkinci
defa zarar görmemeyi mümin gaye edinmelidir.[1291]
1279— Ebû
Hüreyre (Radiyatlâhu anh) 'dan rivayet edildiğine göre, Peygamber (Sallallahü
Aleyhi ve Sellem) şöyle buyurmuştur:
«Gece bize (silâhla)
atış yapan, bizden değildir.» (Ebû Abdullah demiştir ki, bu hadîsin isnadı
sağlam değildir.).[1292]
Bir müslümana okla
veya herhangi bir silâhla haksız yere yapılan atış büyük günahtır. Bu isin gece
İşlenmesi, tehlike bakımından daha büyük olacağı için, bilhassa geceleyin bunu
irtikâp eden islâm ahlâkı ve gidişatı üzere değildir. İslâm'ın hak yolundan
ayrılıştır ve bu bir isyandır. Bu bakımdan Peygamber (SalMiahU Aleyhi ve Sellem);
«Bize atış yapan,
bizden, değildir.» buyurmuştur.
Eğer bu haram İşİ
helâl itikat ederek İşleyen olursa, zaten imandan ayrılmış ve küfür içine
düşmüştür. Böyle bir kimse de müslümanİardan dc-ğİldir, iman vasfını
kaybetmiştir. Bu Hadîs-i Şerifi İmam Ahmed'in tah-riç ettiğini F a d I u ' I I a h dip notunda kaydetmektedir.[1293]
1280— Ebû
Hüreyre'dea rivayet edildiğine
göre, demiştir ki, Re-sûlüllah
(SallaHahii Aleyhi ve Seltem) şöyle buyurdu: «Bize karş» $İlâh taşıyan, bizden
değildir.»[1294]
Bİr önceki Hadîs-i
Şerîf'e ve açıklamasına bakılsın.[1295]
1281— Ebû
Musa'dan rivayet edildiğine göre, demiştir ki, Resûlüİ-lah (Süllallahü Aleyhi ve Selle m) şöyle
buyurdu:
«Bize karşı silâh taşıyan
kimse, bizden değildir.»[1296]
Bundan önce geçen iki
Hadîs-i Şerife müracaat edilsin.[1297]
1282— Ebû'l-Melîh,
kendi kavminden şahabı olan bir adamdan rivayet ettiğine göre, demiştir ki,
Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) şöyle buyurdu :
«Allah bir kulunun
canını 'bir yerde almak istediği zaman, o yerde o kul için bir ihtiyaç
yaratır.»[1298]
Bu Hadîs-İ Şerif 780
sayıda geçmiştir. Bilgi için oraya müracaat edilebilir.[1299]
1283— (364-s.)
Muhammed ibrii Şirin, Ebü Hüreyre
(Radıyatlahu anh) dan anlattığına göre, Ebû Hüreyre mendiline sümkürdü,
sonra :
«Peh peh, Ebû Hüreyre
keten bir beze sümkürüyor, (büyük hayret)!.. Kendimi biliyorum, Hz. Âişe'nin
evi ile minber arasında baygın düşüyordum. İnsanlar diyordu ki, bu adam
delirmiş. Halbuki bende açlıktan başka bir şey yoktu.»[1300]
Ashab-ı Kiramdan
bazılarının öyle anları olmuştur kî, ne yiyecek bir lokma, ne de giyecek bir
parça elbise bulamamışlardı. Ebû Hüreyre (Radîyalkshu anhy hazretleri de bu
halleri yaşayanlardan biri idi. Daha sonra İslâm'ın gelişmesi ve civar
beldelere hâkimiyeti İle bu sıkıntılar kalk-, mış, yeme ve giyme bakımından da
sıkıntılı devirler geçmişti, işte Ebû Hüreyre hazretleri İlk devirdeki şiddetli
açlık halini, öteye beriye bayılıp düşen bir mecnûn şeklinde ifadelendiren
insanların anlayışıyle diİe getirmektedir, önceleri sümkürecek bir yama
bulamazken, sonradan kavuşmuş ^olduğu keten beze sümkürme imkânına kavuşmasına
hayret ederek geçirmiş olduğu iki devreyi kısa.ve öz bir dille kıyasiamıştır.
Bu haberi biraz daha değişik lâfızlarla imam T İ r m İ z î" Hazretleri
yine Muhammed ibni Şîrîn
kanalı üe şöyle tahriç etmektedir :
«Biz Ebû Hüreyre'nİn
yanında idik. üzerinde ketenden boyanmış iki parça kumaş vardı. Bunlardan
(mendil yerinde kullandığı) bir parçasına sümkürdü, sonra : Peh peh, Ebü
Hüreyre keten kumaşa sünv
(1), kuruyor!..
Kendimi biliyorum, Resûlüllah (SaHallahü Aleyhi ve Selîem) 'in (Mes-cid'deki)
minberi ile Hz. Â i s e'nin evi arasında açlıktan baygın olarak yere düşüyordum
da gelen adam ayağını boynuma koyuyordu ve zannediyordu kİ, bende delilik var.
Halbuki bende delilik yoktu, bendeki, o hal açlıktan başka bir şey değildi,»
Bİr şeyi büyük görmek
ve taacüp etmek mânâsında Araplar «Bah bah tj t veva Bahın bahın = » derler. Türkçede «Peh peh = Amma da hayret
edilecek şey» diye İfadeiendirilebİlir.
Her insan malî gücüne
göre keten ve kumaş benzeri mendil kullanarak bunlara sümkürebilir ve bu
hareket edeb dışı sayılmaz. Ebû Hüreyre'nİn hal tercemesi hakkında bilgi
edinmek için 5 sayılı'hadîsin açıklamasına bakılsın.[1301]
1284— Ebû
Hüreyre'deny (Ashab) dediler ki:
— Ya Resûlallah! Biz
nefislerimizde bir şey hissediyoruz ki, onu konuşmayı istemiyoruz ve bizde
üzerine güneş doğmamış (kimsenin bilmediği) şeyler var. Peygamber şöyle
buyurdu :
«Salı i d en siz bunu
hissediyor musunuz?» Onlar:
Evet, dediler.
Peygamber :
«Bu, imanın en
açığıdır.» buyurdu.[1302]
Bîr İnsanın içine
doğup da İşleyip işlememekte karar veremediği ve mütemadiyen tereddüt ettiği
hale vesvese denilir. Bu gibi kararsız kuruntular ve hatırdan geçen kötü
şeylerden dolayı insana günah yazılmaz. Ancak böyle kuruntular söz veya iş
haline geçirilmek kasıt ve azim derecesine yükselirse, o zaman günah olur.
Çünkü insan söz ve fül durumuna geçmekle kötülük doğuracak işleri örtmeğe
memurdur. Bunları, söylemek ve yapmak açıktan onları irtikâp etmektir. Nefis
kuruntularıyle uğraşmak insanı hataya ve unutkanlığa sevk eder. Bundan
kurtulmak için kuruntu yapılan işi terk edip, başka şeye geçmelidir.
İnsanın içinde taşıdığı kasıt ve niyeti, âlimler 5 mertebeye
ayırırlar :
1— Hatır :
Kalbden geçip de içerde kararlaşmayan şeye denir.
2— Hâcis :
Kalbden geçen ve içerde kararlaşan şeye denir.
3— Hadîsü'n-Nefs
: İçte
kararlaşıp da dışarı çıkmayan ve
İşlenip işlenmemesi hususunda bir
tercih edilmeyen şeye denir.
4— Eğer
tercih yapılıyor, fakat
nefis onda tereddüt ediyorsa,
buna Kemm denir.
5— Eğer
tercih edilen kalp kuruntusunu işlemeye nefis de karar ver-mişse, buna Azim denir.
Baştan itibaren üç halde meydana gelen iç duygularından dolayı, kuruntular
ister iyi ve İster kötü olsun, bir şey gerekmez. Bunlardan ne. sevab yazılır,
ne de günah... Hemm mertebesine çıkan
bir kuruntudan dolayı günah yine yazılmaz, fakat iyi kuruntu ise, ondan dolayı
bir İyilik sevabı yazılır. Azim haline gelince, bu iki yönden de geçerlidir. Kuruntusunu azim
mertebesine çıkaran kimse, azmettiği kötülüğe karşı ceza ve azmettiği iyiliğe
karşı sevab kazanır. Fakat bunlar işi başarmak derecesi altında olurlar. Eğer İşe azmediş ve teşebbüs işi başarma durumuna geçerse, yapılan îş
ibâdetse on sevab ve günahsa bir ceza elde edilmiş olur. Eğer teşebbüs ve azim
haliyle kuruntu neticelenir de iş başarılmazsa, iyİ-lİkten dolayı bir mükâfat,
kötülükten dolayı da azim günahı kazanılır. Eğer başarısızlık Allah korkusundan
ve insanın kendi ihtiyarından
ileri gelmiş, dış tesir buİunmamışsa, böyle kimseden azim günahı da
kalkar ve yerine bir İyilik sevabı yazılır. Çünkü; azmedilen bir kötülük
insanın kendi ihtiyar ve İradesiyle kaldırılmıştır, :
Biride kalbde yaşayan
fenalıklar vardır ki, bunlara azmetmekten İnsana günah yazılır. Bir kimseye
kin besleme ve kıskançlık duygularını kalpte benimseyip onları kabullenmek azim
olduğundan, bu ve buna benzer kötü ahlâkların hepsi azim mertebesinde olunctı
bunların günahı vardır. Fenalıklara çıkaracak olan iç ve dışa ait azimlerden
sakınanlar, tertemiz İslâm ahlâkını yaşayanlardır. Manevî olan iç ve dış
temizliği budur. Buna maddî pisliklerden arınış katıldığı zamcn kemâl mertebesi
yaşanmış olur. Cenab-ı Hak bu yaşayışa erme imkânlarım bütün müminlere ilham
edip, kemâle ulaştırsın, insanın İçindeki kötü vesveseleri bilmesi ve onlardan
sakınması, onlardan nefret duyması açık ve sağlam bir imanın varİığmo delildir.[1303]
1285— Şehr
ibni Havşeb'den rivayet edildiğine göre, demiştir ki, ben ve dayım Hz. Âişe'nin
yanma vardık da, dayım sordu :
— Bizden birimizin
içine öyle bir şey doğuyor ki, eğer onu söylerse âhireti gider ve eğer iş
meydana çıkarsa, ondan dolayı öldürülür (bu halimize ne* dersin)? Râvi dedi
ki,. Hz. Âişe üç defa tekbir getirdi, sonra dedi ki, Resûrüllah (SallaUahü
Aleyhi ve Seltem)'e bundan soruldu da, şu cevabı verdi :
«Sizden birinizde bu
hal olduğu zaman üç defa tekbîr getirsin, (Allah-ü Ekber desin). Zira bu
hassasiyeti ancak mü'min duyar.»[1304]
Gerçek mümin her an
kendini ve iç duygularını murakabe ettiği için daima Allah korkusunu taşır ve
sorumluluktan kurtulma çarelerini arar. Manevî sorumluluğu mü'minden başkası
anlayamaz. Onun için müminlere arız olan bu hal karşısında tekbîr getirilerek
kulluk görevi yerine getirilir. İç duygu sorumluluğu hakkında bilgi İçin daha
önceki Hadîs-i Şerife bakılsın. Bu Hadîs-i Şerif için başka bir kaynak
bulunamadı.[1305]
1286— Enes
ibni Malik'in şöyle dediği İşitilmiştir.;
—. Resûlüllah
(SallaUahü Aleyhi ve Sellem) buyurdu:
«Muhakkak surette
insanlar «olmayan şeylerden soracaklardır. Nihayet diyecekler ki, Allah her
şeyin yaratıcısıdır; q halde Allah'ı kim yarattı?»[1306]
Zamanla insanların
hâdiseleri irdeleyip lüzumsuz, enine boyuna çeşitli sorular sorup duracaklarını Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) çok önceden bildirmiştir. Filozofların
birbirine benzemeyen ve birbirine aykırı dü-! şen ve hiç bir zaman bir gerçek
üzerinde kararlaşmayan soru ve teorileri umumiyetle bu kabil
çalışmalardır. Ufak tefek çeşitli soruları
soracakları şöyle dursun, en büyük mesele olan ve inkârın en büyüğünü teşkil eden Allah ı kim yarattı?»
sorusunu da soracaklardır. İslâm inancında Allah'ın varlığı kendiliğindendir.
O, ne doğmuştur, ne de doğurulmuştur. Ezelî ve ebedî varlık olup, her şey ona
muhtaçtır. Eşi ve benzeri olmayan tek bir varlıktır. Bu inancın dışına çıkıp
ona bir yaratıcı aramak, onun ulûhiyetini inkârdır, ve küfrün en, büyüğüdür. Bu
sual ve böyle vesvese karşısında Allah'a sığınmak ve İhlâs Sûresini okumak
gerekir.[1307]
1287— Ebû
Hüreyre'den rivayet edildiğine göre, Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)
şöyle buyurmuştur:
«(Kötü) sandan
sakınınız; çünkü zanla hüküm vermek sözün en yalanıdır. Tecessüs etmeyiniz,
(insanların ayıplarını ve hallerini araştırmayınız). Birbirinizi çekememezlik
etmeyiniz, birbirinize arka çevirmeyiniz, birbirinize hased etmeyiniz,
birbirinize kin beslemeyiniz; ey Allah'ın kulları kardeşler olunuz.»[1308]
Bu Hadîs-i Şerif, I.
Cild, 192. bplümde 410 sayı ile geçmiştir. Bilgi için açıklamasına müracaat
edilsin.[1309]
1288— Enes (Radiyallahu anh)'dan rivayet edildiğine
göre, şöyle anlatmıştır :
— Peygamber (SoliaHahü Aleyhi ve SeUem) hanımlarından biri ile beraber bulunduğu
sırada, bir adam Peygambere tesadüf etti. Bunun üzerine Peygamber (Sallallahü
Aleyhi ve Sellem) o adamı çağırıp:
«Ey falanca, bu (gördüğün hanım) benim falanca zevcenidir.» dedi. Adam dedi
ki:
— Ben kimseye kötü zan etmedim ki, size kötü
zan beslemiş olayım. Peygamber şöyle buyurdu:
«Gerçekten Şeytan insanoğlunun kan dolaşımı yerinde dolaşır.»[1310]
Şeytan her vesile İle
İnsanların kalbine vesvese vermeye ve kötü zanna sürüklemeye imkân araştırır.
Ona bu imkânı vermemek İçin kötü zannı doğuracak vaziyetlerden korunmak
gerekir. Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) hanımı ile konuşmakta iken
tesadüf eden adama, yabancı kadınla tek başına konuşuluyor diye kötü zan gelmemesi
için, konuştuğu kimsenin zevcesi bulunduğunu bildirmiştir. Bu vesile ile
Şeytanın en hassas olan insanın kalbine vesvese1 bifakıp, kan damarları
arasında dolaşacak kadar sirayet!! bulunduğunu da açıklamıştır.[1311]
1289— (365-s.)
Abdullah (İbni Osman)'dan rivayet edildiğine göre, şöyle demiştir:
— Kendisinden çalınan
adam o kadar zanda oulunur ki. hırsızdan daha büyük (günahkâr) olur.[1312]
Habersiz ve gizli
olarak başkasının malını rızası dışında alana hırsız denir. Hırsızlık haramdır
ve büyük günahlardandır. Bİr malı çalmak, bir haramı işlemekten İbarettir. Malı
çalınan kimse eğer birçok kimselere kötü zan besleyerek suçu bunlara yüklemeye
kalkışırsa ve işin gerçeğini bilmeksizin buna kalkışırsa, onlara iftira etmiş
olur. iftira da haramdır ve çok kimselere iftira suçu da, bir hırsızlık
suçundan daha büyük olur. Onun İçin İşi araştırıp sağlam deliller elde
etmeksizin hiç kimseye suç isnad etmemelidir. Rastgele isnadların zararı ve
günahı işlenen suçtan daha ağır hale geçer. Bu haber İçin başka bir kaynak bulunamamıştır.[1313]
1290— (366~s.)
Bilâl ibni Sa'd El-Eş'arî'den rivayet edildiğine göre, Muaviye, Dimaşk
fasıklarının adlarını bana bildir diye, Ebû'd-Derdâ Hazretlerine mektup yazdı.
Buna karşılık Ebû'd-Derdâ dedi ki, benim Dimaşk fasıkları ile işim ne; ve ben
onları nerden bileceğim? Bunun üzerine oğlu Bilâl w Ben onları yazarım, dedi de
onları yazdı. Babasj Ebû'd-Derdâ şöyle dedi:
«{Oğlum) Sen nereden
bildin? Sen onların fâsık olduğunu bildinse sen. de onlardansın, önce kendinden
(yazmaya) başla.» Böylece isimlerini (Muaviye'ye) göndermedi.[1314]
Sağlam ve kesin delile
dayanmaksızın hiç kimse hakkında kötü zan beslenmemelİdir. Şayet kötü zan
beslenirse, o fenalık zan sahibi tarafından kazanılmış sayılır. Bunun için
Ebû'd-Derda hazretleri, elinde kesîn delil bulunmayan oğlunu fasıklar arasına
girmiş durumda saymıştır ve teşebbüsüne engel olmuştur. Şimdiki Şam şehrinin
eski adı Di mask'd ir.
Ebû D. erda'nın
oğlu Bilal, Y e z î d
zamanında ve ondan sonra D i m aşk kadılığında bulunmuştur.
(Bu haber için başka
bir kaynak bulunamamıştır.).[1315]
1291— (367-s.)
Sükeyn ibni Abdülaziz ibni Kays babasından rivayet ettiğine göre :
Babası (Abdülaziz)
şöyle dedi:
— Abdullah ibni Ömer (Radiyallahu anhüma)5nm yanma girdim ki,
bir. cariye saçlarım traş ediyordu. Abdullah, dedi ki:
— Nûre (Hamam otu)
cildi yumuşatır.[1316]
Bu haberden
anlaşıldığına göre, bir .kocanın hanımına başını traş ettirmesinde edebe
aykırılık yoktur. Türkçede hamam otu diye İsimlendirilen maddenin Arapçası.
Nûre'dİr ki, bununla saç ve kıllar giderilir.
F a d I u ' I -I a h rın dip notundakİ kaydına göre bu haberi Taberânî
tahriç etmiş tir. C. .11, s. 678.[1317]
1292— Ebû
Hüreyre'den, Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) 'in şöyle buyurduğunu
rivayet edilmiştir:
«Peygamberlerin
seçtiği Kadîm sünnetler beştir: Küçükleri sünnet etmek, kasıkları faraş etmek,
koltuğu yıolmak, bıyık kısaltmak, tırnaklan kesmek.»[1318]
1257 sayılı Hadîs-i
Şerife ve açıklamasına bakılsın.[1319]
1293— Ebû
Hüreyre'den, Peygamber (Salluiiahü A leyhi ve Sellem) 'in, şöyle buyurduğu
rivayet edilmiştir :
«Beş şey
Peygamberlerin seçtiği eski sünnettendir: Küçüklerin sünneti, kasıkların traş
edilmesi, tırnakların kesilmesi, feoltuk altlarının yoftuîttiası ve bıyıkların
kısaltılması.»[1320]
1257 sayılı Hadîs-İ
Şerife ve açıklamasına bakılsın.[1321]
1294— (368-s.) Ebû Hüreyre'den rivayet edilmiştir :
«Beş şey
Peygamberlerin uyguladığı eski işlerdendir: Tırnaklan kesmek, bıyık kısaltmak,
koltuk altı yolmak, kasık traşı yapmak ve küçükleri sünnet etmek.»[1322]
Bundan önceki Hadîs-i Şeriflere bakılsın.[1323]
1295— Ebu't-Tufeyl
anlatıp, şöyle .demiştir:
— Ci'râne mevkiinde
Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Selietnj'i gördüm ki, et taksim ediyordu. Ben
de o gün çocuktum, devenin kesilen et parçasını taşıyordum. Bu sırada
Peygamber'e bir hanım geldi de, ,ona Peygamber hırkasını döşedi, (onun Ü2erine oturttu). Ben 'sordum:
Bu hanım kimdir?
Denildi ki, bu, Peygamberi emziren süt annesiçlir.[1324]
Ci'rane veya
Ci'irrâne, Mekke-Tâif yolu üzerinde.bir yerin adıdır. Hu-neyn savaşından
dönüşte Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) bu yerde ganimetleri bölerken
süt annesi Halime hanım huzura gelmişler ve me-tİnde anlatıldığı gibi, Hz. Peygamber
tarafından güzel bîr şekilde iltifatla karşılanmışlardı. Kendilerinden iyilik
görülen kimselere İyilik etmek ve on^ lara iltifatta bulunmak Hz. Peygamberin
güzel ahlâklarından biri olduğunu burada görmüş olmakla öylece hareket etmeyi
vazife bilmeliyiz.
«Ahd»'ın buradaki
mânâsı, bir şeyin kıymetini bilip, onu gözetmek, bir şeyi benimseyip korumaktır.
Bu kelimenin lügat bakımından Zaman, yemin, mekân, zimmet, vasiyyet, nasihat,
sözleşme, sıhhat ve iman gibi birçok mânâları vardır. Ahd sözünün ilk mânâda
kullanıldığına Beyhakî'nin tahriç ettiği ve Hz. Â İ ş e'den
rivayet ettiği şu hadîs delil
teşkil eder:
Hz. Â işe'den
(Radiyaîlahu anha) demiştir ki : İhtiyar bir kadın Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Selleın)'e geldi de,
Peygamber ona:
«Nasılsınız, haliniz
nasıl, bizden sonra durumunuz nasıl
oldu?»
Diye sordu. Hanımcağız
cevap verdi :
— Hayır üzereyiz, anam
babam sana feda olsun ey Allah'ın Resulü... Hanımcağız evden çıkınca dedim ki,
ya Resûlallah, bu ihtiyar kadına, bu güzel karşılama ve iltifatı yapıyorsun?
Cevaben Peygamber şöyle buyurdu :
«Yâ Âi$e! Bu kadın
Hatice'nin zamanında bize gelirdi. Muhakkak ki, kıymet gözetmek (kadirşinaslık)
imandandır.»
Bu mânâda bir Hadîs-İ
Şerif de 1. C. 232 sayıda geçmiştir.[1325]
1296— (369-s.)
Muğîre ibni Şu'be'den rivayet edildiğine göre, bir adam (kendisine) :
Allah Emîrin (Valinin)
halini düzeltsin, senin kapıcın bazı insanları tanıyor da, onları izin.
bakımından seçiyor, (içeri girmelerine müsaade ediyor). Muğîre şöyle dedi:
— Allah onu (kapıcıyı)
bağışlasın; çünkü tanıma kuduz köpek yanında da, saldırıcı deve yanında da
fayda verir.[1326]
Tanımanın ve bir şeyin
gerçeğini bilmenin önemi büyüktür. Hataların çoğu iyi bilememekten ve tanıyamamaktan
ileri gelir. İşin kıymetine ve büyüklüğüne göre zararlar doğar. Gerçek
hüviyetleri bilinen kimselere karşı yapılan muamele ve öncelik hakkı tanıma
emniyet bakımından iltimas sayılmaz. Yerine göre tedbir ve işleri ayarlama
olur. Hayvanlar bile tanıdıklara saldırıp zarar vermezler, insan saldırgan
hayvanı tanıyınca ondan ko-runtflv Mûğtre Hazretleri sözleriyle bunu
kasdetmektedir. Muğîre'-nin bal tercemesi hakktnda bilgi edinmek İçin 1026
sayılı Hadîs-i Şerif açıklamasına müracaat edilsin. Bu haber için başka bîr
kaynak bulunamamıştır.[1327]
1297— (370-s.)
İbrahim'den rivayet edildiğine göre, demiştir ki :
— Bizim ashabımız, oyunların hepsinde bize
müsaade ederlerdi; .ancak köpeklerle değil, (bunlarla oyuna müsaade
etmezlerdi).
Ebû Abdullah demiştir
ki.:
— (Bize sözü ile) çocuklar kasdediliyor.[1328]
Çocuklar için oyun ve
eğİence bir ihtiyaçtır. Onların sağlığına ve ahlâkına zarar vermeyecek şekilde
her çeşit oyunla eğlenmelerine müsaade vardır. Ashab-ı kiram çocukların
oyunlarına engel olmamışlardır. Hazreti Yakup (Aleyhisselâm) da oğullarının
isteği üzerine oynamalarına müsaade etmişti. Bu haber için başka bîr kaynak
bulunamamıştır.[1329]
1298— (371-s.)
Ebû Ukbe'den rivayet edildiğine göre, şöyle demiştin — Bir defa İbni Ömer'le
yolda yürüdüm de, İbni Ömer Habcş'li çocuklara tesadüf edip, onları oynuyorlar
gördü. İki dirhem para çıkarıp onlara verdi.[1330]
Çocukları oynar
vaziyette gören İbni Ömer {RadiyalUîhuanhüma) onlara çıkışmamış ve oyunlarına
engei olmamış, üstelik gönüllerini hoş tutmak için onlara para vermiştir. Onun
bu hareketi de çocukların oynamalarına izin vermek sayılır, Bu haber İçin yine
başka kaynak bulunamamıştır.[1331]
1299— Hazreti
Âişe (Radiyallahuanha)'dan rivayet edilmiştir:
«Peygamber (Sallalîahü Aleyhi ve Sellem)
kız çocuklardan ibaret arkadaşlarımı bana gönderdi. Onlar oyuncakla oynarlardı:
Küçük bebeklerle...»[1332]
Bilhassa kız
çocukların oyuncak bebeklerle oynamaları onların yaratılışlarındaki Özelliğe en
uygun bîr eğlencedir. Çocukluk çağında olan Hz. Âişe'nin kız arkadaşlarıyla
bebek eğlentisinde bulunmasına Peygamber (Sallalîahü Aleyhi ve Sellem) müsaade
etmişler ve çocukları eğlenmeye teşvik buyurmuşlardı. Bu Hadîs-i Şerîf daha
geniş bir mânâ ile 368. sayıda geçmişti. Oraya müracaat edilsin.[1333]
1300— Ebû
Hüreyre'den rivayet edildiğine göre, demiştir ki : Resûlül-lah (Sallalîahü
Aleyhi ve Sellem) bir adam gördü, bir güvercini kovalıyor. Şöyle buyurdu:
«geytan, şeytanı kovalıyor.»[1334]
Haclîs-İ Şerîf,
güvercin emsali kuşlarla oynamanın, onları yakalayıp öldürmenin İyi bir iş
olmadığını göstermektedir. Onun için bunu yapan insan ile İnsanı bu bos işe
cazibesiyle sürükleyen hayvan birer şeytan olarak vasıflandırılarak, buna
benzer hareketlerden sakınmamıza işaret buyurulu-yor. Kuş uçurtup damlar
üzerinde kovalayarak, evlerin camlarını kırmaya ve insanları rahatsız etmeye
sebep olmak hep hoş olmayan hareketlerdir.[1335]
1301— (372-s.)
Hz. Hasan'dan rivayet edildiğine göre, şöyle demiştir.[1336]
Başıboş dolaşan
köpekler umumiyetle insanlara ve hâyvaniara zarar verirler. Çok kere de
İçlerinde kuduz köpek eksik olmaz. Her zarar veren şeyden korunmak gerektiğine
göre, hiç bir İşe yaramayıp mütemadiyen ses ve saldırmaları ile cemiyeti
mutazarrır eden böyie hayvanların öldürülmesini Hz. Osman (RadiyaÜahu anh) emretmişlerdir.
Güvercinler de bir
oyun vasıtası olarak kullanıldıklarından ve insanları rahatsız ettiklerinden,
bunların da kesilmesini istemişlerdi. Güvercin etinin yenilmesinde bir mahzur
yoktur. F a d I u ' I I a h 'in beyanına göre bu haberi Abdurrezzak
Musannefinde tahriç etmiştir. Bunun için başka bir kaynak bulunamamıştır.
«(Halife) Hazreti
Osman hutbe okuduğu her cuma günü köpeklerin öldürülmesini ve güvercinlerin
kesilmesini emrederdi.»[1337]
(373-s.) — Yine
Kasan'dan başka bir kanalla rivayet edildiğine göre, şöyle demiştir:
«Hazreti Osman'ı
hutbesinde dinledim, köpeklerin öldürülmesini ve güvercinlerin kesilmesini
emrediyordu.»[1338]
Bundan önceki habere bakılsın. Bu
habere ait başka bîr kaynak bulunamamıştır.[1339]
1302— (374-s.)
Zeyd ibni Sabit (RadiyalUthu arttı)'den rivayet edildiğine göre, bir gün. Ömer
ibni Hattab (RadiytıUâhûanb) kendisine geldi de, (içeri girmek için) izm
istedi. Zeyd ona izin verdi, Zeyd'in başı, onu taramakta olan kendisine ait bir
cariyenin elinde bulunuyordu. O esnada Zeyd başını (cariyenin elinden)
yıkardı. Bunun üzerine Hz. Ömer ona :
«Cariyeyi bırak,
.tarasın seni.» dedi. Zeyd cevaben dedi ki:
— Ey mü'minlerin
Emîri! Bana haber gönderseydin de sana gelseydim ya? Hz. Ömer şöyle buyurdu :
«Benim (sana)
ihtiyacım var.»[1340]
Hz. Ömer (Radiyallahu
onh) bîr devİet reisi olduğu halde şahsî bir işi için başkasını yanına
çağırmayı İslâm edebine uygun bulmamış, bizzat kendisi gitmiştir. Bu, İslâm
ahlâkının en nazik edeblerİnden biridir. Zeyd ibnİ Sabİt bilhassa feraiz
ilminde emsali bulunmayan bir âlim olduğu İçin halife Hz. Ömer, dede mirası ile
ilgili bir meseleyi öğrenmek İçin yanına gitmiş ve böylece büyük bir nezaket
göstermişti. Bu haberi Bey-ha kî, Süneni Kübrâ adlı eserinin C. VI, 247.
sayfasında ve Feraiz bölümünde tahrİç etmiştir. Zeyd ibni Sabit'İn hal
tercemesi hakkında bifgi için 458 sayılı Hadîs-i Şerîf açıklamasına müracaat
edilsin.[1341]
1303— (375-s.)
Ebû Hüreyre'den rivayet edildiğine göre, şöyle demiştir :
«Bir topluluğun önünde
insan (öksürüp de) balgam atacağı zaman onu avuçlarıyle (avucundaki mendille)
gizleyerek, yere gömünceye kadar göstermesin. Bir kim.Se (Allah rızası için)
oruç tuttuğu zaman yağ sürünsün (yıkanıp taransın, miskinleşmesin) de oruç eseri onda görülmesin.»[1342]
Soğuk almış
veyc^iaconşİt hastalığına yakalanmış kimselerin elinde olmayarak meydana gelen
öksürmeleri sonunda balgam gelir. İnsanlar arasında iken bunu gösterip ortaya
atmak çok ayıp ve çirkin bir harekettir. İğrenç manzarayı iki avuçla ve
mendille gizleyerek, sesi de mümkün olduğu kadar kısarak balgamı yok etmeli ve
gömmek gerekiyorsa göstermemelidir. Hem sağlığı koruma bakımından, hem de edeb
bakımından gözetilmesi gereken bir husustur bu...
İbâdetler Allah rızası
için yapılır ve sevab ancak ondan istenir. Allah rıazsı için oruç tufan
kimsenin İbâdetine gösteriş ve gurur ha'leri karışmasını önlemek için, bu
ibâdetini açığa vurmaması gerekir. İnsan yıkanmış ve taranmış, koku ve yağ
sürünmüş, zinde ve neş'efi bir halde bulunursa, onda oruçlu hali hissedilmez.
Çünkü onda açlık belirtisi görülmez. Allah katında makbul olan İbâdetler böyle
ihlâsiı olanlardır. Farz olan ibâdetlerde gizlilik bahis konusu değildir.
Zamanında ve yerinde AHah rızası için yerine getirilirler.
Bu haber için başka
bir kaynak bulunamamıştır.[1343]
1304— (376-s.)
Ebû Sabit'in oğlu Hubeyb'den rivayet edildiğine göre, şöyle demiştir :
«Bir insan konuştuğu
zaman bir kimseye teveccüh etmesini ashab sevmezlerdi, umuma teveccühünü
isterlerdi.»[1344]
Bir topluma karşı
konuşurken bunlar arasından herhangi bir şahsı mu-hatab edinip, ona dönerek söz
s&ylemek edebe aykırıdır. Dİğer İnsanlara kıymet vermemek veya onları hiçe
saymak hissini uyandırır. İtimad ve sevgi bağlarını zedeler, nezaket
kaidelerine aykırı düşer.[1345]
1305— (377-s.) Ebu'l-Hüzeyl'in oğlundan rivayet edildiğine göre îöyle anlatmıştır :
Abdullah (ibni Mes'ud)
bir hastayı ziyaret etti ve yanında arkadaşlarından bir adam vardı. Abdullah
eve girince, arkadaşı (lüzumsuz olarak öteye beriye) bakmaya başladı. Bunun üzerine Abdullah ona :
«Vallahi, iki gözün
oyulaydı, senin için daha hayırlı olurdu.» dedi.[1346]
Her evin bir özellik
ve mahremiyeti vardır. Lüzumsuz yere (punlara göz atmak ve tecessüste bulunmak
İslâm edebine yakışmaz. Bu hususta bilgi İçin 531 sayılı habere müracaat
edilsin.[1347]
1306— (378-s.)
Nafi'den rivayet edilmiştir :
«Irak halkından bir
takım kimseler İbni Ömer (Radiyallahu anhüma) nın yanma girdiler de, onların,
hizmetçisi- üzerinde altın bir gerdanlık gördüler. Bundan dolayı birbirine
baktılar. Bunun üzerine İbni Ömer :
— Amma da kötülük
anlayışınız var!..»[1348]
Burada da lüzumsuz
bakışın ve birbiriyle işaretleşmenin çirkinliği belirtilmekte, ağırbaşlılık ve
ciddiyetle hareket etmenin lüzumuna işaret edilmektedir. Bu
haber için başka bir kaynak
bulunamamıştır.[1349]
1307— (379-s.)
Ebû Hüreyre {Radiyallahu anh)'den rivayet edildiğine göre, şöyle demiştir:
«Boş sözde hayır
yoktur.»[1350]
Söz, insanın İçinde
saklı duygulcrin ve gizli kuruntuların tercümanıdır. Ağıidcn çıkan söz yakalanmaz,
geriye çevrilmesi de mümkün olmaz.'Onun İçin akıllı kimseye yaraşan, diünİ
tutmakla söz sürçmelerinden sakınmak, zarar doğuracak düşüşlerden korunmaktır.
İnsan konuşmadığı zaman durum daima lehinedir. Fakat konusunca ya lehine olur
yahut aleyhine olur. Peygamber (Sahaifahü Aleyhi ve Seliem)"\n Hz. Muaz'o
şöyle buyurduğu rivayet edilir:
«Ey Muaz! Seri
sustuğun müddet selâmettesin. Konuştuğun zaman aleyhine olur Veya lehine
olur.->
Bu itibarla bir faydo
sağlamayan, ilim ve edeble ilgili bulunmayan boş sözlerde hayır yoktur. Bunlar
zarar getirtr. Konuşmalarda noksanlık ve hatalardan kurtulmak için gözetilmesi
gereken bazı şartlar vardır ;
1— Söz., ya
bir fayda temin etmek, ya da bir zararı
kaldırmak maksadıyla söylenmelidir.
2— Söz
yerinde söylenmeli ve fırsatı kaçırmaktan
sakınmalıdır.
3— Söz ihtiyaç
miktarı olmalı, ziyade yapmamalıdır.
4— Konuşulan
açık ve sade bir dille söz söylemelidir.
Bir sebebe ve maksada
bağlanmayıp rastgele konuşulan sözler hezeyan kabilinden olacağı için, bunlarda
hayır yoktur. Hayır olmayan şeyden de kaçınmak
gerektir.[1351]
1308— Ebû
Hüreyrc'den rivayet edildiğine göre, Peyg&mber(SatlaUahü Aleyhi ve Sellsm)
«öyle buyurmuştur;
«ÜmmeÜmin kötüleri,
gevezelerdir, enine boyuna söz uzatanlardır, sözlerinde büyüklük tıslayanlardır.
Ümmetimin hayırlıları da ahlâk bakımından en güzel olanlarıdır.»[1352]
Saçma sapan,
gelişi-güzel söz söyleyip gevezelik etmenin, konuşurken böbürlenip büyüklük
taslamanın ve uzun uzadıya konuşup zaman öldürmenin ne kadar zararlı
bulunduğunu bu Hadîs-İ Şerîf açık olarak beyan etmektedir, Bu hallere düşmemek
için daha önceki haber dolayısİyle yapılan, açıklama şartlarına uygun söz
söylemeyi âdet edinmelidir.[1353]
1309— Ebû
Hüreyre (Rcc/fyatlûhuanh) 'den rivayet edildiğine göre, Resûlüllah (Sallailahü
Aleyhi ve Sellem) şöyle buyurmuştur:
«Şunlara bir yüzle ve
bunlara da (başka) bir yüzle geien iki yüzlü kimse, insanların en kötülerinden
biridir.»[1354]
Gerçekte hiç kimse
için iki yüz yaratılmamıştır. Fakat bir grup İnsanla veya bir kişi İle
karşılaşıp bunların hoşuna gidecek ve uygun düşecek söz söyleyen, sonra onların
düşmanlarına gidip başka türlüsünü söyleyen kimseye iki yüzlü denir. İnanca
bağlı hükümlerde böyle iki yüzlülük yapana münafık denir. Münafığın yeri
cehennemin en alt tabakasıdır. Diğer iki yüzlü de insanları aldattığından,
birbirine düşürdüğünden, her devirde ve her zaman çıkarı için çalıştığından
bundan daha kötüsü düşünülebilir mİ? Dargın olanların arasını düzeltmek ve
barıştırmak İçin her iki tarafa iyi yönleri göstererek hareket etmekte sakınca
yoktur. 8u konu ile İlgili olarak 313 ve 409 sayılı Hadîs-i Şeriflere müracaat
edilsin.[1355]
1310— Ammar
ibni- Yasir'den rivayet edildiğine göre, demiştir ki :
— Peygamber (SaüalUchü
Aleyhi ve Sellem) 'in şöyle buyurduğunu işittim :
«Dünya iki yüzlü
olanın kıyamette ateşten iki dili olur.»
Sonra kaba bir adam
geçti ele, Peygamber:
«Bu adam onlardandır.»
buyurdu.[1356]
İman esaslarında tek
yönü olmayıp iman edenlere bir yüzle ve İman etmeyen kâfirlere başka bir yüzle
hareket edenler, küfür hali içinde bulunurlar. Tevbe etmeksizin bu hal üzere
ölenler İse, cehennemliktirler ve cehennemde kendilerine ateşten İki dil
yaratılarak azaba uğratılırlar, cehennemde de ebedî olarak kalırlar. Kâfir
olmayacak şekilde iki yüzlülük edenlerden de Allah dilediği kimseleri muvakkat
bir zaman için Gehennem'de böyle azaba yine sokar. Tevbe edip, hallerini
düzeltenler ve helâllik alanlar kurtulurlar.
Ammar İbni Ya si r 'in
hal tercemesi İçin 181 sayılı Hadîs-i Şe-rîfin açıklamasına bakılsın.[1357]
1311— Hz.
Âişe (Radiyallahuanha) haber verdiğine göre, bir adam Peygamber (SailaltahÜ
Aleyhi ve Seltem) "in huzuruna girmek için izin istedi de, Peygamber (onun
hakkında) :
«Ne kötü aşiret
çocuğudur!..» buyurdu. Adam içeri girince Peygamber ona yumuşak söz söyledi.
Ben dedim ki:
— Yâ Resûlallah! (O
adam için) söylediğini "Söyledin, sonra sözü yu-.muşattm? Peygamber:
«Ey Âişe! insanların
kötüsü, fenalığından korkularak insanların ter-kettiği (yahut insanların yakasını bıraktığı)
kimsedir.» buyurdu.[1358]
Bir kimsenin
kötülüğünden ve elinden çıkacak zararlardan körkuîarak ona yumuşak söz söylemek
ve İyi muamele etmek siyaset icabıdır ve bu hareketin İki yüzlülükle hiç bir
ilgisi yoktur. Çünkü kötü insana karşı iyi ve yumuşak davranmakla ondan gelecek
fenalık önlenir ve İslâm'a muhabbeti kazanılır. Bir de kötülüğü bildirilen
insandan da diğer kimselerin sakınma İmkânı hasıl olur. İnsanların ahlâkı
bilinince aldanma olmaz. Bu mânâda daha geniş olarak Hadîş-i Şerifler 338 ve
755 sayılarda geçmiştir. Onlara da bakılsın.[1359]
1312— îmran
ibni Husayn demiştir ki, Peygamber
(Sallallahü Aleyhi ve Sellem) şöyle buyurdu :
«Utanma ancak hayır getirir.
Bunun üzerine Bügeyr
ibni Kâ'b şöyle dedi :
— Hikmetli sözlerde, hayanın bir kısmı,
vakardandır ve bir kısmı da kararlılıktandır, îmran da ona şu cevabı verdi :
— Ben Peygamberden, sana hadîs
anlatıyorum, sen ise bana kendi
sayfandan anlatıyorsun!..[1360]
Bir konuşma esnasında
imron hazretlerine bazı kitaplardan hikmetli söz seçerek Büşeyr'in karşılık
vermesine haklı olarak İmran kızmış ve Hz. Peygamberin sözüne hiç bir sözün
mukabÜ tutulamayacağını ifade etmiştir. Utanma (Haya) konusu 271 sayılı bölümde
597-603 sayılı Hadîs-İ Şeriflerle geçmirrir, Bilgi için oraya müracaat edilsin.[1361]
1313— (380-s.)
İbni Ömer. (Radiyctllahuanhümaj'dan rivayet edildiğine göre, şöyle demiştir:
«Gerçekten. haya ile
iman bütün olarak her ikisi birbirine bağlıdır. Bunlardan biri kaldırılınca,
diğeri de kalkar.»[1362]
Birinci cild 271
sayılı «Haya Utanmak» bölümüne bakılsın.
Bu haber! Hakim tahrİç etmiştir, FadiuP!lah : C. M, s. 693,
dip not.[1363]
1314— Ebû
Bekir ıRadiyaUMhü arih)'ddn. Peygamber (Saliallahü Aleyhi ve SHlem)'ixı şöyle
buyurduğu rivayet edilmişti):
«Haya imandandır; iman
ise cennettedir. Arsızlık (yüzsüzlük) cefadandır, cefa ise Cehennemdedir,»[1364]
Utanmak İmandan bir
bölüm olduğu itibarla, iman nimeti sahibini cennete götürdüğü gibi, utanma
hasîeîi de insanı cennete ulaştırır.
Katı yürekliliğe,
kabalık ve arsızlığa «Cefö» denir. Arsızlık ve haya-sızlığa do «Bezâ» denir.
Allah'dan ve insanlardan utanmayanlar kaba ve haşin kimselerdir ki, bunlar
kötülükleri dolayısiyle cehennemlik olurlar. Ha-yasızlik bunların ayrılmaz bir
vasfı bulunduğundan, hayasızlar da onlarla beraber cehenneme airerler.[1365]
1315— Muhammed
ibni. AH (İbnil-Hanefiyye) babasından rivayet ettiğine göre, şöyle demiştir :
«Peygamber (Saîlallohü
Aleyhi ve Seîlem) 'in. başı büyükçe idi, gözleri iri idi. Yürüdüğü zaman
ayaklarım yüksek yerden iner gibi kaldırarak yürürdü. (Bir kimseye karşı)
döndüğü zaman bütün vücudu ile dönerdi.»[1366]
Görünüşte bu Hadîs-i
Şerifin «Cefa» ile ilgisi yoksa da, gerçekte bağ-lanhsı vardır. Peygamber (Sdlallahü
Aleyhi ve Selîem) vakar ve heybetle yürürlerdi. Bir kimseye- teveccüh
buyuracakları zaman da yolnız başı çevirmekle değil, butun vücudu çevirerek
teveccüh eder ve iltifatta bulunurlardı. Her iki hareket, kendilerinde cefa
bulunmayan, kibir ve azamet dışı güzei davranışlardır ve bunlar hayanın
gereğidir. Bu bakımdan .hayayı gerektiren hal ve gidişat örnek alınmalıdır.
Hayasızlık sayılan hallerden uzaklaşmalıdır.[1367]
1316— Ebû
Mes'ud'dan rivayet edüdiğifre göre, demiştir ki :
— Peygamber (SaUallahü
Aleyhi ve Seliem) şöyle buyurdu:
«İlk Peygamberlik
kelâmından (zamanımıza kadar
gelip) insanların ulaştığı söz,
utanmadığın zaman dilediğini yap, sözüdür.»[1368]
Bu Hadîs-i Şerif J.
Cild, 597 sayıda aynen geçmiştir. Oradaki açıklamasına bakılsın. Kaynaklan da
orada gösterilmiştir.[1369]
1317— Ebû
Hüreyre'den rivayet edildiğine göre; ResûlüUah(SWto/fafttt Aleyhi ve Sellem)
şöyle buyürnıuştur:
«Güdü olmak. insanî
arı yenmelkle değildir. Gerçekte güçlü, öfke zar mam»da nefsme- sahip olandır.»[1370]
Nefsin hoşuna gitmeyen
kırıcı ve tahkir edici' ağır söz ve,..hareketler .karşısında nefsin kabarıp1
taşkınlık ve hırçınlık göstermesi haline gazap' denîr. Bu hal, hiddetin ve
taşkınlığın aerecesine göre zarariar doğurur, hatta büyük cinayetlere de
"sebep .olur. Böyle bir halde iken nefse bekim olup, onun taşkınlığına
meydan vermemek en büyük başarı ve pehlivanlıktır. Bunun İçîn Peygamber
(Sallalk-hü Aleyhi ve Sellem);
«Gücü ve kuvveti ile
insanları yenen kimse pehlivan değil, asıl peh-Hvan. gazap zaman arıda nefsine
saihip olan ve onun taşkınlığına meydan vermeyendir.» buyurmuştur.
Gerçekten nefsi yenmek
ve onun fenalıklarına engel olmak pehlivanlıktan daha zordur ve çok daha
faydalıdır. Buna muvaffak olan kimse, fenalıklardan ve musibetlerden kurtulmuş
olur.
Metinde geçen «Sura'a
= *£_rA'1» kelimesi ismi fail sığası olup, mübalâğa mânâsı taşır. Kuvvet ve
gücü İle çok insanları yenen kimseye denir. İşte asıl güçlü, bu adam değil,
nefsine sahîp olan ve onu yenendir. Bu İtibarla Cenob-ı Hak, Kur'ân-ı Kerîm'de
cennete girecek olan takva sahiplerini şöyle vasıfiıyor:
«(Cennete girecek
takva sahipleri), bollukta ve darlıkta harcayıp yedirenler, öfkelerini
yutanlar ve insanların kusurlarını bağışlayanlardır.» (Âl-i îmran Sûresi. Âyet:
134).
Nefse hakim olup,
öfkeyi yutmanın mükâfatı cennet olduğundan bundan daha büyük pehlivanlık
düşünülemez.
İnsan öfkelendiği
zaman bu halini- gidermek için ya susmalı, ya da meclisi değiştirip başka bir
işle uğraşmalı, abdest alıp bir ibâdete koyulmalıdır. Şeytanın şerrinden
Allah'a sığınmohdır.[1371]
1318— (381-s.)
İbni Ömer (Rao'iyaUahu anhüma) 'dan rivayet edildiğine göre, şöyle
demiştir":
«Allah rızasını
dileyerek öfke yudumunu yutan bir kulun yudumundan sevabca daha büyük (ve
daha. faziletli) bir yudum Allah katında yoktur.»[1372]
Bundan önceki Hadîs-ı
Şerif münasebetiyle öfkesini yutanların mükâfatı cennet olduğu Allah kelâmı
deîi! gösterilerek kaydedilmişti. Karşılığı cennet olan bîr İşin ne kadar
önemli olduğu meydandadır. .Bu .fazilete erişebilmek için öfkeli anlarda çok
uyanık ve tedbirli olmakla cenner fırsatını
8u haberi İmam
A h m e d merfü' hadîs olarak tahrİç etmiştir. Fad-lu'llah: C. II, s. 696, dip not.[1373]
1319— Süleyman
ibra Surcd (R.adiyaltâhuanh)"d&n rivayet edildiğine göre, şöyle
anlatmıştır :
— İki adam Peygamber (SetHülİahü Aleyhi ve
SeUetn) 'in yanında sövüştü. Bunlardan, biri Öfkelenip yüzü kızarmaya başladı.
Peygamber (SaUallâhü Aleyhi ve Sellenı.) ona bakıp, şöyle b ay urdu :
«Ben bîr fiöz
biliyorum kî, eğer bu adam onu söylerse, ondan bu öfke gider. (Bu söz) : Euzû
Billahi MmeŞŞeytanirracîm! = Kovulmuş Şeytandan Allah'a sığınırım, sözüdür,»
Bunun üzerine bir adam kalkarak o Öfkeliye gidip, dedi ki:.
— Biliyor musun, Peygamber ne dedi? Eûzü
Billahi Mineşşeytanir-racîm, söyle dedi. Buna karşı Öfkeli adam :
— Beni deli mi görüyorsun? dedi.[1374]
Bu ve bundan sonra
mükerrer olarak gelecek oİan Hadîs-i Şerîf I. Ciid, 444. sayîaâo 434 sayı ile
geçmiştir. Hern oraya, hem de bundan önce öfke ile ilgili bulunan Hadîs-i Şerîf
açıklamasına bakılsın. 434 sayılı hadîsin münasebetiyle kaynaklar gösterilmiştir.[1375]
1319— (M.)
Süleyman îbıa." ÎSured'den rivayet edildiğine göre, şöyle demiştir :
— Ben Peygamber
(Sallatlahii Aleyhiiye Seüem)'\e beraber oturuyordum, iki adam da
sövüşüyorlardı. Bunlardan birinin yüzü kızardı ve gah damarları şişti. Bunun
üzerinu Peygamber (Sallaliahü Aleyhi ve Sallan) şöyle buyurdu:
«Ben bir söz biliyorum
IU, eğer bunu süyJeyeydi, duyduğu şey (hiddet) ondan giderdi.» (Mecliste
bulunanlar) ona dediler İçi, Peygamber (SallüUahü Aleyhi ve Sellem) (senin için) şöyle buyurdu;
«Kovulmuş Şeytan'dan
Allah'a sığın.» Adam :
— Bende delilik ini var?
dedi.[1376]
Bir önceki Hadîs-i
Şerife müracaat edilsin.[1377]
1320— İbni
Abbâs (RadiyaUahuanhüma)'dan rivayet edildiğine göre, demiştir ki, Resûlüllah
(Sallallahü Aleyhi ve Sellem) şöyle
buyurdu:
«Öğretinin ve
kolaylaştırıma:, öğretiniz ve kolaylaştırınız.» (Bu sözü) üç defa söyledi.
«Bir de öfkelendiğin
zaman sus.» (Bunu da) iki defa söyledi.[1378]
Bu Hadîs-i Şerif I. Cild, 260. sayfada 245 sayı ile geçmiştir. Bilgi için
oraya ve 1317 sgyıh Hadîs-i Şerifin açıklamasına bakılsın.[1379]
1321— (382-s.)
Hazreti Ali Radiyai^fai anh) 'nin ibni
Kevvâ'ya §öyle dediği igitilmigtir;
— Öncekilerin ne
dediğini biliyor musun?
Arkadaşını.orta;yollu
sev (aşırı sevme), ki bir gün düşmanın olabilir. Düşmanına da orta yollır bir
düşmanlık yap ki, bir gün dostun olabilir.[1380]
Bir kimseye sevgi
beslemekte de, düşmanlık etmekte de ileri gidip taşkınlık etmemelidir. Her
işte oîduğu gibi, bunlarda da itidali kaybetmemeli, orta ve ölçülü bir yal
tutmalıdır. İnsan aşırı derecede sevdiği bir kimseye her türlü esrarını
açabilir ye ona bütün zayıf taraflarını da bildirebilir. Böyle bir dostla ara
açılır da, düşmanlık meydana gelirse, ono silâh verilmiş olur, büyük manşyî
kırıklık meydana gelir. Onun İçin : «Düşmanından bîr defa sakın, dostundan bin defa.,.» denmiştir.
Bir kimseye düşmanlık
etmekte de aşırı gitmemeli. Bİr gün dostluk kurulursa, insan önceden
yaptıklarına mahcup olur ve -utanır, pişmanlık duyar. Netice olarak hem
sevmekte, hem de düşmanlık etmekte itidali bırakmamalı, orta derecede bir yo!
tutmalıdır.
Bu haberi İmam T i r m
i z î Sünen'inde Ebû Hüreyre Hazretlerinden merfû' hadîs olarak rivayet
etmiştir.[1381]
1322— (383-s.)
Ömer ibııi. Hattab (Aacllyal$!w anh)'dm rivayet edildiğine göre, şöyle
demiştir:
«Sevgin taşkınlık
derecesinde bir yük olmasın. Düşmanlığın da (yok etme derecesinde) telef
olmasın. (Kavilerden Eşlem dedi kî) : Sordum. Bu nasıldır? O şöyle dedi :
«Sevdiğin zaman, çocuğun düşkünlükle sevmesi gibi külfetle seversin ve düşmanlık
ettiğin zaman da, arkadaşının yok olmasını istersin.»[1382]
Hz. Ömer (Radiyaliahü
anh) ' Hazretlerinden rivayet edilen bu ho-berİn lâfzı, bundan öncekinden
değişik1 ise de, mânâ bakımından aralarında fork yoktur. Her iki haber de,
gerek dostluk kurmakta ve gerekse düşmanlık etmekte itidali tavsiye etmekte ve
taşkınlıktan sakındırmaktadır. Ne çocukların bazı şeylere karşı olan aşın
sevgileri gibi sevmeli, ne de bir kimsenin telef oiması derecesinde kin ve
düşmanlık beslemelidir. Her ikî hal, İsİâm edeb ve ahlâkının benimsemediği ve
hoş görmediği tutum ve hareketlerdir.
Bu haberi Abdürrezz-ak
«Musannef» adlı eserinde, yine ravüer-den Hz. Eşlem yolu iie Ömer
(Radiyallahuanh) Hazretlerinden rivayet etmektedir. Bunlardan başka bîr kaynak
bu haber için bulunomamış-îır. İmam Buhârî Hazretlerinin de «El-Edebü'l-Müfred»
odı altında der-lemîş olduğu Hadîs-i Şerîfier mecmuası da bu son haberler sona
eriyor ve ünsanin her yaşayış anında sahip bulunduğu sevmek ve sevmemek hasletlerinde
ölçüyü iaşırmamak bize tavsiye ediliyor ve İki zıd kutup arasında İslâm edeb ve
ahlâkının güzelliklerini yaşamak öğretilmiş bulunuyor. Kur'-ân-ı Kerim ve
Hadîs-İ Şeriflerle bütünleşen islâm dininin bu İki rüknünden 'bİrî bulunan
hadîsler kısmım en sağlam ve en îlmî bîr şekilde ötmez usullere dayanarak bize
miras bırakan imam Buhârî Hazretlerine her hizmetinde olduğu gibi, bu
eserinden dolayı da Yüce Allah'dan bol bol rahmet diier, kusur ve hatalarımın
bağışlanmasını ve ehl-i sünnet yolundan ay-rılmayarak iman selâmeti île
göçmemizi yine Cenab-ı Hak'dan niyaz ederim.[1383]
[1] Feytsu'l-Kadİr: C. III. s. 140, Hadis: 2950. Es-Sılâtü
ve'l-Büser Ft's-Saldti alâ Hayrİ'î-Beser: s.
65-119. Fİyrus-abadl Kitabu's-Şifa: Kadı lyaz, s. 55-61, C. II, tat.
Bsk. 1290. Hazin tefsiri: Ahzab sûresi, âyet: 56. Beyzapİ tefsiri: Ahzab
sûresi, âyet: 56. Ruhu'l-Beyan tefsiri: Ahzab suresi, âyet: 56. Meraği tefsiri: Ahzab sûresi, âyet: 56.
İbni-Kesîr tefsiri:. Ahzab suresi, âyet: 56.
A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül
Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/3.
[2] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak
Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/4-6.
[3] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak
Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/7.
[4] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak
Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/7.
[5] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak
Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/8.
[6] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak
Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/8-9.
[7] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak
Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/9-10.
[8] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak
Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/10.
[9] Ebu Davud: (8) Kitabu'1-Vitr, (26.) Bab : Hadis :
1530.
A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül
Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/10.
[10] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak
Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/10.
[11] Müslim:
(45) Kitabu'l-Bİrri, Hadis : 9-10. Tirmizİ: (49) Kitabu'd-Daavat. (110.) Bab, Hadis: 3539.
A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül
Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/11.
[12] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak
Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/11.
[13] Müslim: (48) Kitabu'z-2ikri, Hadis: 79. Ebû Davud:
Kitabu's-Saîât. Teşbih babı, C. I, s. 345, 1952/Mısır bsk. Faâlu'tiah : C. II,
s. 102-104.
[14] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak
Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/11-12.
[15] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak
Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/13.
[16] Tirmi&:
(45) Kitabu'd-Dua, (144.) Bab, Sayı: 3601. Nesa'î: (50)
Kitabu'l-Istiaze, Bab: 47, 53. Taâlu'llah: C. II, s. 104.
A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül
Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/13.
[17] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak
Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/13-14.
[18] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak
Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/14-15.
[19] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak
Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/15.
[20] Fadlu'llah: C. II, s. 105, 106. Tirmisa: Cüz: IX, Bab:
148, Hadis: 3606.
A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül
Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/15.
[21] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak
Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/15.
[22] Müslim: (48) Kitabu'z-Zikri, Hadis: 34-36. Fadlu'lîah:
C. II, s. 106.
[23] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak
Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/16.
[24] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak
Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/16-17.
[25] Nesa'î: Kltabu'l-Cenaiz, Cüz: 4, Sayfa: 24, 1Ö64/Mısır
bsk. Fadtu'llah: C. II, s. 107.
A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül
Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/17.
[26] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak
Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/17-18.
[27] Müslim: (5) Kitabu'l-Mesacid, Hadîs: 268. Fddlu'ltah:
C. II, s. 107-108.
A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül
Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/18.
[28] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak
Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/18-19.
[29] Buharlı (80) Kitabu'd-Daavat, (22.) Bab. Muzlim : (48) KitattU'z-Zikri, Hadîs : 90-91.
f&dîu'îlah: C. II, s. 109-111.
A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül
Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/19.
[30] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak
Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/20-21.
[31] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak
Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/21.
[32] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak
Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/21.
[33] Nesa'İ: (50) Kİtabu'l-Istiaze, (33.) Bab :
Cüz: 8, s. 237, 1964/Mısır. Fadlu'liah: C. II, s. 112.
A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/21-22.
[34] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak
Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/22.
[35] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak
Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/22.
[36] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak
Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/22.
[37] Tirmizî: (49) Kitabu'd-Daavat, (3.) Bab, Hadîs: 3370.
îbnt Mace: (34) Kitabu'd-Dua, (1.) Bab,
Hadîs : 3827. Fadlu'llah: C, II, s. 113-114.
A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül
Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/22-23.
[38] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak
Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/23.
[39] BuhâTi: (97) Kitabu't-Tevhid, (31.) Bab. Müslim: (48) Kİtabu'z-Zikri, Hadîs ; 7. Fadlu'ilah:
C. II, s. 114.
A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred),
Sönmez Neşriyat: 2/24.
[40] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak
Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/24.
[41] Ebû Davud: (40) KItabu'1-Edeb, (101.) Bab, Hadis:
5088. Ttrmizi: (45) Kltabu'd-Daavat,
(13.) Bab, Hadis: 3385. Fadlu'llah: C. II, s. 115-116.
A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/24-25.
[42] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak
Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/25.
[43] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak
Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/25-26.
[44] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak
Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/26.
[45] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak
Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/26.
[46] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak
Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/26-27.
[47] Ebû Davud:
(8) Kitabu'l-Vitri, (32.) Bab. fiesa'i: 5Q) KHabu'l-İsüaze, (4.) Bab. Tlrmizi: (49) KItabu'd-Daavat, (76.) Bab, Hadîs : 3487. Fadlu'lîah: C. II, s. 117-118.
A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül
Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/27.
[48] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak
Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/27-28.
[49] İbni Mace: (34)
Kitabu'd-Dua, (2.) Bab, Hadis: 3830.
Tirmizi: (45) Kitabu'd-Daavat, (114.) Bab: Hadîs: 3546. Fadlu'llah: C. II, s.
118-119.
A. Fikri YAVUZ, İmam
Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/28.
[50] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak
Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/28.
[51] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak
Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/28-29.
[52] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak
Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/29.
[53] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak
Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/29-30.
[54] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak
Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/30.
[55] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak
Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/30.
[56] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak
Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/30.
[57] Müslim: (48) Kitabu'z-Zikri, Hadis: 71. Taberânî:
Sağlr, s. 186. Fadlu'llah: C. II, s. 122-123.
A. Fikri YAVUZ, İmam
Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat:
2/30-31.
[58] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak
Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/31.
[59] Buharı: (82)
Kitabu'l-Kader, (13.) Bab. Müslim: (48)
Kitabu'z-Zikri, Hadis : 53. Nesa'İ: Cüz : 8, s. 237, 1964/Mısır bsk.
Fadlu'llah: C. II, s. 133-134.
A. Fikri YAVUZ, İmam
Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat:
2/31-32.
[60] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak
Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/32.
[61] Ebû Davud: Kttabu'l-Istlaze, C. I, s. 353, 1952/Mısır
bsk. timi Mace: Kİtabu'd-Dua, (3.) Bab. Hadis : 3844. Nesa'İ: El-Istiaze, Cüz :
8, s. 225. Fadlu'llah: C. n, s. 124.
A. Fikri YAVUZ, İmam
Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/32.
[62] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak
Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/32-33.
[63] BuhÛTî: (80)
Kitabu'd-Daavat, (38.) Bab. Müslim; (48) Kitabu'z-Zikri, Hadîs : 50. EM Davud: Kİtabu'l-Istiaze, C. I, s. 353,
1952/Mısır bsk. Nesâ't: Kitabu'l-Istiaze, Cüz : 8, s. 225. Fadlu'llah: C. II,
s. 125.
A. Fikri YAVUZ, İmam
Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat:
2/33-34.
[64] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak
Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/34.
[65] Buhârİ;.(56) Kitabü'l-CIhad, (74.) Bab. Ebû Davud:
KitabÜ'l-Istiaze. C. I, s. 353, 1952/Mısu- bsk. Fadlu'llah; C. II, s, 126-127.
A. Fikri YAVUZ, İmam
Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/34.
[66] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak
Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/34-35.
[67] Buhârl: (19)
Kitabu't-Teheccüd, (1.) Bab. Müslim: (6) Kttabu Salâti'l-Müsafirin. Hadis: 199,
201. Feyzu'l-Kadlr: C. II, s. 154, Hadis
: 1559. Fadlu'llah: C. II, s. 127-128.
A. Fikri YAVUZ, İmam
Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/35.
[68] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak
Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/35.
[69] Müslim: (48) Kitabu'z-Zikri, Hadîs: 72. Feyzu'l-Kadlr:
C. H, s. 137, Hadis : 1515. Tirmia: (49)
Kitabu'd-Daavat, Cüz: 9, Hadis: 3484. İbni Mace: (34) Kltabu'd-Dua, Hadis: 3832. Fadlu'llah:
O. II, s. 128.
A. Fikri YAVUZ, İmam
Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat:
2/35-36.
[70] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak
Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/36.
[71] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak
Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/36.
[72] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak
Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/37.
[73] Müslim: (4) Kİtabu's-Salât, Hadis: 204. Fadlu'llah: C.
II, s. 129-130.
A. Fikri YAVUZ, İmam
Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/37.
[74] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak
Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/37-38.
[75] Buhârl: Kitabu'd-Daavat (80), (55.) Bab. Müslim : (48) Kİtabu'z-Zikri.
Hadis : 26-27. EbÛ Davut: Kitabu's-Salât, Bab : istiğfar, C. I, s. 348,
1952/Mısır bsfc. Fadlu'llah: C. I, s. 130.
A. Fikri YAVUZ, İmam
Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/38.
[76] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak
Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/38.
[77] Ebû Davud; C. I, s. 354, 1952/Mısır bsk. Nesa'i: (50)
Kitabu'l-Istiaze, Babu'l-Istiaze (14). İbni Mace: Kitabu'd-Dua, (3.) Bab, Hadîs
: 3842. Fadîu'îlah: C. I, s. 131.
A. Fikri YAVUZ, İmam
Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat:
2/38-39.
[78] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak
Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/39.
[79] Tirmizi; (45) Kit&bu'd-Daavat. (88.) Bab.
Fadîu'llah: C. II, s. 132.
A. Fikri YAVUZ, İmam
Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat:
2/39-40.
[80] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak
Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/40.
[81] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak
Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/40.
[82] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak
Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/40.
[83] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak
Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/41.
[84] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak
Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/41.
[85] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak
Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/41.
[86] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak
Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat:
2/41.
[87] Tirmizt: (30) Kitabu'l-Kader, (7.) Bab. Fadlu'llah: C.
II, s. 134.
A. Fikri YAVUZ, İmam
Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/41.
[88] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak
Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/42.
[89] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak
Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/42.
[90] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak
Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/42.
[91] Ebû Davud: (8)
Kitabu'l-Vitri, (32.) Bab. Fadlu'llah:
C. II, s. 136-137.
A. Fikri YAVUZ, İmam
Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat:
2/42-43.
[92] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak
Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/43.
[93] Buhdri: (15)
Kitabu'l-Istiska, (23.) Bab. Ebû Davud:
C. II, s. 620, 1952/Mısır bsk. İbni Mace: (34) Kitabu'd-Dua, Hadîs : 3889,
3890, (21.) Bab. Fadlu'llah: C. II, s. 137-138.
A. Fikri YAVUZ, İmam
Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat:
2/43-44.
[94] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak
Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/44.
[95] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak
Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/44.
[96] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak
Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/45.
[97] Buhârİ: (80)
Kİtabu'd-Dua, (60.) Bab. Müslim: (48) Kitabu'z-Zİkri, Hadis : 70. Fadlu'llah:
C. II, s. 139.
A. Fikri YAVUZ, İmam
Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat:
2/45-46.
[98] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak
Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/46.
[99] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak
Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/46.
[100] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak
Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/46.
[101] Ebû Davud: (8) Kitabu'l-Vitri, (26.) Bab, Hadis :
1522. Nesa'i; (13) Kitabu's-Sehvi, (60.) Bab. Fadlu'llah: C. II, s. 141-142.
A. Fikri YAVUZ, İmam
Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat:
2/46-47.
[102] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak
Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/47-48.
[103] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak
Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/48.
[104] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak
Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/49.
[105] Buhûrt: (4) Kİtabu'l-Vudu\ (9.) Bab. Müslim: (3) Kitabu'1-Hayz. Hadis : 122. Fadîu'llah : C. U, s. 144-145.
A. Fikri YAVUZ, İmam
Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/49.
[106] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak
Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/49.
[107] Tirmizl: (D Kitabu't-TahareV (5.) Bab, Hadis: 7.
Fadlv'llah: C. H, s. 145-146.
A. Fikri YAVUZ, İmam
Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/49.
[108] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak
Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/50.
[109] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak
Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/50.
[110] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak
Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/50.
[111] Müslim: (6) Kitabu Salâtl'l-MUsatirln. Hadis: 181..
Buhârl: (4) Kitabu'1-Vudu, (S.) Bab. İbni Mace: (l) Kitabü't-Tahaiet,
(48.) Bab, Hadîs: 423. Fadlu'llah: C. II, s. 147-150.
A. Fikri YAVUZ, İmam
Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat:
2/50-51.
[112] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak
Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/51-52.
[113] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak
Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/52.
[114] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak
Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/53.
[115] Buhâri: (19) Kitabu't-Teheccüd, (1.) Bab. Müslim: (6) Kitabu Salâti'l-Müsafirin, Hadis : 199. Fadlu'llah: C. II, s. 151-153. Nesû'î:
Cüz ; 3, s. 170, 1964/Mısır bsfc.
A. Fikri YAVUZ, İmam
Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/53.
[116] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak
Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/54.
[117] Kbû Davud; (40) KItabu'1-Edeb, <I01.) Bab, Hadis :
5074. îbni Maca: (34) Kttabu'd-Dua, (14.) Bab, Hadis: 3871. Fadlu'ttah: C. II,
s. 153-154.
A. Fikri YAVUZ, İmam
Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/54.
[118] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak
Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/54-55.
[119] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak
Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/55-56.
[120] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak
Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/56.
[121] Buhdrt: (80) Kitabu'd-Dua, (27.) Bab. Müslim : (48) K
i ta bu'z-Zikri, Hadîs : 83. Ttrmizl;
(49) Kitabu'd-Dua, (40.) Bab : Hadis : 3431. İbnt Mace: (34)
Kitabu'd-Dua, (18.) Bab. Hadis: 3883. Fadlu'llah: C. II, s. 157-158.
A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül
Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/56-57.
[122] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak
Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/57.
[123] Ebû Davud: (40)
Kİtabu'1-Edeb, (101.) Bab, Hadis: 5090. FaĞlu'llah: C. II. s. 159-160.
A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül
Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/57-58.
[124] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak
Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/58.
[125] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak
Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/58-59.
[126] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak
Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/59.
[127] Buhârî: (19) Kitabu't-Teheccüd, (26.) Bab. Timizi:
Kitabu's-Salât, (349.) Bab, Hadîs: 480. îbni Mace: (5) Kitabu Ikamett's-Salât,
(188.) Bab, Hadis: 1383. Ebû Davud: Kitabu's-Salat, C*. I, s. 352, 1952/Mısır
bsk. Fadlu'lîah: C. II, s. 161-167.
A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül
Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/59-60.
[128] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak
Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/60-61.
[129] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri
(Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/61.
[130] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak
Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/61-62.
[131] EbÛ Davud: (40) Kitabu'l-Vltri, (İZ.) Bab, Hadis
: 1495. Tirmizl: Cüz : IX, s. 196.
(109.) Bab, Hadis: 3538. Fadlu'llah: C. II. s. 168-169.
A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak
Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/62.
[132] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak
Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/62.
[133] Buhârl: (80)
Kİtabu'd-Dua, (17.) Bab. Müslim: (48)
Kitabu'z-Zikri, Hadis : 48. Tirmizİ;
(49) Kitabu'd-Dua, (98.) Bab,
Hadis : 3521. Fadlu'llah; C. II, s. 170.
A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül
Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/62-63.
[134] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak
Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/63.
[135] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak
Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/63-64.
[136] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak
Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/64.
[137] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak
Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/64-65.
[138] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak
Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/65.
[139] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak
Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/65-66.
[140] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak
Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/66.
[141] TirmiH:" Kİtabu'd-Düa, (126.) Bab, Hadis: 3668.
Fadlu'llah; C. U, 8, :75-176.
A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül
Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/66.
[142] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak
Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/66-67.
[143] BuhÛrî: Kitabu'd-Dua,
(22.) Bab. Müslim : (48) K
i tabu'z-Zikri, Hadis : 90-91. Fadlu'llah: C. II, s. 176.
A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül
Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/67.
[144] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak
Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/67.
[145] Tirmizi: Kitabu’d-dua. (1).Bab Hadis:3367. İbni Mace:
kitabu-d-dua .(I). Bab, Hadis:3827. Fadlu’llah :C.II, s. 176-177.
A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül
Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/68.
[146] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak
Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/68.
[147] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak
Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/68.
[148] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak
Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/68.
[149] Ebû Davud: Kitabu'l-Vitri, (23.) Bab, Hadis : 1479. Tirmizl;
Kitabu't-Tefsîr, Hadis : 2973.
A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül
Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/69.
[150] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak
Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/69.
[151] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak
Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/69.
[152] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak
Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/69.
[153] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak
Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/70.
[154] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak
Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/70.
[155] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak
Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/71.
[156] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak
Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/71.
[157] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak
Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/71-72.
[158] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak
Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/72.
[159] Tirmîzt: Kitabu'l-Piten, (65.) Bab, Hadis : 2253.
Fadlu'llah: C. II, s. 182-183.
A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül
Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/72-73.
[160] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak
Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/73.
[161] Ebû Davud: (40) Kİtabu'1-Edeb, (104.) Bab. İbni Mace:
(33) Kitabu'1-Edeb. (29.) Bab. Hadîs : 3727.
A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül
Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/73.
[162] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak
Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/73.
[163] TtrmtZt: Kltabu d-Dua, (Sİ.) Bab. Hadis : 3446.
Tadlu'llah: C. II, s. 184.
A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül
Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/74.
[164] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak
Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/74.
[165] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak
Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/74-75.
[166] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak
Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/75.
[167] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak
Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/75.
[168] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak
Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/75-76.
[169] Tirmizi: Kitabu'd-Dua, (89.) Bab, Hadis, 3507, 3509.
3510. Fadîu'Ilah: C. II, s. 186.
A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül
Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/76-77.
[170] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak
Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/76.
[171] Tirmizi: Kitabu'd-Dua, (99.) Bab, Hadîs : 3524.
Fadlu'llah: C. I, s. 187-188.
A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül
Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/77.
[172] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/77-78.
[173] Tirmizî: Kitabu'd-Dua,
(89.) Bab, Hadis; 3507. Fadlu'llah: C. II, s. 188-189. El-İsabe: G. II, s. 263, sayı: 4507. El-Istiab: C. III, s. 94-100. Kamum't-A'îâm: C. IV, s. 3059.
A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül
Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/78.
[174] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak
Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/78-79.
[175] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak
Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/79-80.
[176] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak
Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/80.
[177] Müslim: (48)
Kttabu'z-Zikri. (7.) Bab, Hadis: 23. Tirmlzi: (45) Kitabu'4-Dua, (72.) Bab,
Hadis : 3483. Fadlu'llah; C. II, s. 191.
A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül
Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/80-81.
[178] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak
Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/81.
[179] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak
Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/81.
[180] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak
Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/81.
[181] BuMrt: (80) Kltabu'd-Dua, (28.) Bab. Müslim: (48) Kltabu'z-Zİkri, Hadîs: 53. Nesaî:
Kltabu'l-tstiaüe, cüz : 8. s. 237/Mısır bsk. 1964.
A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül
Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/82.
[182] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak
Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/82.
[183] Nesaİ: (22)
Kİtabu's-Sıyam, (85.) Bab (son bab). Fadlu'llah: C. H, s. 193.
A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül
Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/82-83.
[184] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/83.
[185] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak
Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/83-84.
[186] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak
Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/84-86.
[187] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak
Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/86-87.
[188] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak
Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/87.
[189] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak
Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/87.
[190] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak
Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/87.
[191] Fadlu'llah: C. II, 8. 198-202.
A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül
Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/87-88.
[192] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak
Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/88-89.
[193] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak
Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/89.
[194] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak
Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/90.
[195] Ebû Davud: Kitabu'l-Hudud, C. II, s. 459, 1952/Mısir
bsk. Fadlu'llah: C. U, s. 202-203. El-İsdbe: C. III, s. 317, sayı: 7589. El-İstidb: C. II, s. 418.
A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül
Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/90-91.
[196] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak
Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/91.
[197] Müslim: (53) Kitabu'z-Zühd, Hadîs: 74. Fadlu'llah: C.
I, s. 204.
A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül
Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/92-93.
[198] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak
Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/93.
[199] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak
Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/93-94.
[200] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak
Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/94-95.
[201] Buharİ:
Kitabu't-Tefsir, Haşir sûresi,
(6.) Bab. Müslim: (36) Kltatra'l-Eşribe, Hadis: 172. fadlu'llah: C. n, s. 306-307.
A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül
Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/95-96.
[202] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri
(Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/96.
[203] Buhdri: (78) Kitabu'1-Bdeb. (31.) Bab. Müslim: (l)
Kitabu'l-îraan, Hadis: 77. radlu'llah: C. II, s. 207-208.
A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül
Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/97.
[204] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak
Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/97-98.
[205] EbÛ Ddvuâ: (26) Kİtabu'l-Et'İme, (5.) Bab, Hadîs :
3749. C. IV, s. 260-261. Hadîs :
5236-5241.
A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül
Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/98.
[206] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak
Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/98.
[207] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak
Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/99.
[208] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak
Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/99.
[209] Ebû Davud: (26) Kitabu'l-Et'ime, (5.) Bab, Hadîs:
3750. tbni Mace: (23) Kitabu'1-Edeb, (5.) Bab, Hadis: 3677. Fadlu'Uah: C. II,
s. 209-210.
A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül
Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/100.
[210] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak
Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/100.
[211] Buhârî: (46) Kitabu'I-Mezallm, (18.) Bab. Müslim: (31)
Kİtabu'l-Luicata, Hadîs: 17. EM Davud: Kitabu'1-Etfime, C. II, s. 308,
1952/Mısır bsk. TirmiH: Kİtabu's-Siyer, (32.) Bab, Hadis : 1589. Fadlu'llah: C.
Zl, s. 210-211.
A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül
Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/101.
[212] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak
Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/101.
[213] Buhâri: (83) Kitabu'l-Eyman, (21.) Bab. Müslim: (38)
Kftabu'l-Eşribe, Hadis : 66. Fadlu'llah: C. II, s. 211.
A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül
Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/102.
[214] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak
Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/102.
[215] Tirmizt: Kİtabu't-Talâk, (12.) Bab, Hadîs: 1888.
Müslim: Kitabu'r-Rıda, (18.) Bab, Hadis: 65. Fadlu'llah: C. I, s. 212-215.
El-îsabe; C. IH, s. 538, sayı: 8780. Müsned-i İmam Ahmed: C. V, s. 150-151, I.
baskı.
A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül
Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/103-105.
[216] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak
Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/105.
[217] Müslim: (12)
Kitabu'z-Zekât, Hadis: 38. Tirmizl: (28)
Kitabu'l-Birri, Hadis: 1967. îbni Mace:
(24) Kitabu'I-Cİhad, Hadis : 2760. Fadîu'llah: C. II, s. 215-216.
A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül
Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/105-106.
[218] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak
Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/106.
[219] Buhdri: (2) Kitabu'I-Iman, (41.) Bab. Müslim : (12)
Kitabu'z-Zekât, Hadis : 48. Nesai: (12)
Kitabu'z-Zekât, C. V. s. 52, 1964/MıSır bsk. Tirmizî: Kitabu'l-Birri, (42.)
Bab, Hadîs : 1965.
A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül
Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/107.
[220] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak
Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/107.
[221] Pfcsai: Kitabu'z-Zekât, Cüz: 5, s. 47, 1964/Mısır bsk.
Müslim: Kitabu'z-Zekât, (12.) Bab, Hadîs: 39.
Ebû Davud: Kitabu'z-Zekât, Sıla-i Rahim, C. I, s. 393, 1952/Mısır bsk.
A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül
Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/107.
[222] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak
Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/108.
[223] Müslim:
(12) Kltabu'z-Zekât. Hadis: 39. Fadlu'llah: C. II, s. 217.
A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül
Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/108.
[224] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak
Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/108.
[225] Buhûri: (2) Kitabu'l-Iman, (41.) Bab. Müslim: (25)
Kitabu'l-Vasıyyeti, Hadis: 5. FaĞlu'llah: C. II, s. 218.
A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül
Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/108-109.
[226] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak
Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/109.
[227] Buhâri: (19) Kitabu't-Teheccüd, (14.) Bab. Müslim: (6)
Kitabu Salâti'l-MÜsafirİn, Hadis:
168-172. Fadlu'llah: C. II, s, 219-221.
A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül
Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/109-110.
[228] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/110.
[229] Mümed-i İmam Ahmed: C. IV, s. 349 İlk bsk. Siyeri İbni Hİgam: Cüz : IV, 628-529.
El-tsdbe: C. IV, s. 71, sayı: 416. El-îstiab; C. IV, s. 71.Asn Saadet, Ömer
Rıza trc.: C. I. s. 461, 500, 501. îslâm Peygamberi, M. Hamidullah: C. I, s.
228, 303-305.
A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül
Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/111-113.
[230] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak
Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/113-114.
[231] Buh&Tİ: (78) KHabu'1-Edeb, (35.) Bab. Müslim: (45)
Kitabu'l-Blrri, Hadis : 73. Fadlu'llah: C. II, s. 225-226.
A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül
Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/115.
[232] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak
Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/115.
[233] Buhûrt: (25)
Kitabu'l-Hacci, (98.) Bab. Müslim: (IS) Kitabu'l-Hacci, Hadîs: 293. El-lsâbe:
Ç. IV, s. 330-331, sayı: 606. El-îstiab: C. IV, s. 317. Fadlü'liah: C. IV, s. 226.
A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak
Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/115-116.
[234] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak
Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/116.
[235] Müsned-i İmam Ahmed; C. I, s. 427 ilk bsk. Fadlu'llah:
C. II, s. 227. Kamusu'l-ATtlm : C. III, s. 1993.
A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül
Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/117.
[236] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak
Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/117-118.
[237] EbÛ Davud: (40)
Kİtabu'1-Edeb, <38.) Bab, Hadis: 4391. Fadlu'llah: C. II, s. 227-228.
A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül
Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/118.
[238] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri
(Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/118-119.
[239] jf««Hm; (45) Kitabu'l-Birri, Hadîs: 139. Fadlu'llah:
C. n, s. 229.
A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak
Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/119.
[240] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak
Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/119.
[241] Ebû Davud: (40)
Kitabu'1-Edeb, (75.) Bab, Hadis: 4977.
Fadlu'lîah: C. II, s. 230.
A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül
Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/120.
[242] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak
Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/120.
[243] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak
Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/121.
[244] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak
Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/121.
[245] Ebû Davud: (40) Kitabu'1-Edeb, (72.) Bab. Fadlu'llah:
C. n, s. 231-232.
A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül
Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/121-122.
[246] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak
Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/122.
[247] El-îsabe: C. IV, s. 61,
sayı : 6181. Fadlu'llah; C. II, s. 233-234.
A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül
Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/122.
[248] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak
Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/123.
[249] Fadlu'llah: C. II, s. 234-235.
A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül
Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/123.
[250] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak
Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/124.
[251] Fadlu'îlah: C. H, s. 235-236.
A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül
Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/124.
[252] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri
(Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/124-125.
[253] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak
Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/125.
[254] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak
Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/125.
[255] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak
Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/125.
[256] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak
Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/125.
[257] Fadlu'llah: C. II, s. 226-227.
A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül
Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/126.
[258] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak
Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/126-127.
[259] Buhârt: (78) Kİtabupl-Edeb, (101.) Bab. Müslim: (40)
Kitabu'I-Elfazı mine'1-Edeb, Hadis : 4. Ebû Davud: C. II, s. 658, 1952/Mısır
bsk. Fadlu'llah: C. II, s. 237-238.
A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül
Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/127.
[260] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/127.
[261] Buhâri: (78)
Kİtabu'1-Bdeb, (10).) Bab. Müslim: (40)
Kitabu'l-Elfazi mine'1-Bdeb, Hadis : 4, 6-9. Fadlu'İlah: C. II, 8- 238-239.
A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül
Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/127-128.
[262] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak
Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/128.
[263] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak
Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/128-129.
[264] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak
Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/129.
[265] Buhârİ: (25) Kitabu'1-Hacc. (103.) Bab. Müslim: (15)
Kltabu'1-Hacc, Hadîs: 371-376. Fadlu'llah: C. H, s. 240.
A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül
Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/129.
[266] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak
Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/130.
[267] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak
Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/130.
[268] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak
Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/130.
[269] Buhâri: (57) Kitabu fara'l-Humus. (15.) Bab. Müslim:
(12) Kitabu'z-Zekat. Hadis: 142. Fadİu'llah: C. II, s. 241-244.
A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül
Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/130-131.
[270] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak
Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/131-132.
[271] Ebû Davud: (20) Kitabu'l-Cenaiz, (74.) Bab, Hadis :
3230. Nesa't: (21) Kitabu'l-Cenaiz, (107.) Bab. îbni Mace: (6) Kitabu'l-Cenaiz,
(46.) Bab, Hadis : 1568. Fadlu'llah: C. II, s. 244-245.
A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül
Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/132-133.
[272] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri
(Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/133.
[273] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak
Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/134.
[274] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak
Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/134.
[275] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak
Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/135.
[276] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak
Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/135.
[277] Buhârİ: (24) Kitabu'z-Zekât, (11.) Bab. Müslim: (12)
Kitabu'z-Zekât, Hadis: 93. tbni Mace; (22) KİtabıTl-Vesaya, (4.) Bab, Hadis :
270S. Fadîu'llah: C. II, s. 246-248.
A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/135-136.
[278] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak
Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/136-137.
[279] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak
Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/137.
[280] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak
Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/137.
[281] Tirmittt: (30) Kitabu'l-Kader, (11.) Bab, Hadis: 2148.
Fodlu'llah: C. II, s. 249.
A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül
Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/138.
[282] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak
Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/138.
[283] Terfftb: Kitabu'1-Kaza, C. III, s. 161, Hadis: 17. Fadlu'îlah; C. II, s. 250-252.
A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül
Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/138-139.
[284] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak
Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/139-140.
[285] Mü&ned-i İmam Ahmed: C. I, s. 283, 314, 332, 347.
Müsned-i İmam Ahmed: C. V, s. 72.
Fadlu'llah: C. II, s. 252, dip not.
A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül
Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/140-141.
[286] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak
Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/1414.
[287] İbni Mace:
(11) Kitabu'l-Keffarat, (13.)
Bab, Hadis: 2117-2119. Nese'î: Kitabu'l-Eyman, Cüz: 7, s. 7, 1952/Mısır bsk.
Fadlu'llah: C. II, 3. 253.
A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül
Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/141.
[288] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak
Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/141-142.
[289] Fadtu'llaH: C. II. s. 254-256.
A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül
Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/142.
[290] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak
Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/142-143.
[291] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak
Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/143.
[292] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak
Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/143.
[293] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak
Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/143.
[294] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak
Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/144.
[295] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak
Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/144.
[296] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak
Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/144.
[297] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak
Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/144-145.
[298] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak
Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/145.
[299] El-Muvatta': Kitabu's-Salât, Bab ; Camiu's-Sal&t,
Cüz: 1. Fadlu'llah; C. II. s. 258-259.
A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül
Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/145-146.
[300] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak
Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/146.
[301] Müslim: (43) Kİtabu'l-Fezaİl, (28.) Bab, Hadis: 98-99.
EbÛ Davud : Kitabu'1-Edeb, Bab : Hedyu'r-Recül, C. II, s. 56S. 1952/Mısır.
Fadlu'llah: C. II, s. 258-259.
A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül
Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/147.
[302] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak
Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/147.
[303] EbÛ Davud: (40) Kİtabu'1-Edeb, (2.) Bab, Hadîs: 4776.
Fadlu'ilah: C. II, s. 260-261.
A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül
Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/148.
[304] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak
Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/148.
[305] Tirmizî: (40)
Kltabu'1-Edeb. (3.) Bab, Hadis:
2851-2852. Nese'i: Kitabu'1-Hacc, Bab : Inşadü'ş-Şiir fİ'1-Harem, Cüz:
5, 5. 159-İ60. 1964/Mısır bsk. Fadlu'llah: C. II, s. 261.
A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül
Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/149.
[306] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak
Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/149-150.
[307] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak
Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/150.
[308] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak
Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/150.
[309] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak
Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/150-151.
[310] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak
Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/151.
[311] Müslim: (40)
KitabuM-Elfazi fi'I-Edeb, Hadis: 11, 12.
Fadlu'llah: C. II, s. 262-263. Kamus Tercemesi; C. VI, s. 466.
A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül
Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/151.
[312] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak
Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/151-152.
[313] Buhârl: (25) Kitabu'I-Hac, (103.) Bab. Müslim: (15) Kitabu'1-Hac, Hadis
: 371, 372. Ebû Davud: (15) Kİtabu'1-Hac, Bab : Fi Rükûbn-Budnl. Fethu'l-MüMÎ:
C. II, s. 116.
A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül
Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/152-153.
[314] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak
Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/153.
[315] Tbni Mace: (1) Kİtabu't-Taharet, (115.) Bab, Hadis:
622. Tirmtzi: (1) Kİtabu't-Taharet, (95.) Bab, Hadis : 128. Ebû Davud: C. I, s.
67, 1952/Mısır bsk. Fadlu'llah: C. II, s. 264-265.
A. Fikri YAVUZ, İmam
Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/154.
[316] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak
Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/154.
[317] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak
Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/155.
[318] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak
Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/155.
[319] Müslim: (41) Kitabu'ş-Şİlr, Hadis: 1. Fadîu'tlah: C.
II, s. 265-266.
A. Fikri YAVUZ, İmam
Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/155.
[320] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak
Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/156.
[321] EbÛ Davud : Kİtabu's-Salat, Bab : Kıyamu'1-Leyl, C. I,
s. 301, Fadlu'lîah: C. II, s. 266.
A. Fikri YAVUZ, İmam
Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/156.
[322] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak
Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/156-157.
[323] BuhâTl: (56) Kitabu'l-Cİhad, (74.) Bab. Ebû Davud:
Kitabu'l-Istiaze, C. I, s. 353, 1952/Mısır bsk. Tirmizt: Kİtabu'd-Dua, (71.)
Bab, Hadîs: 3480. Nese'İ: Kitabu'l-îstfaze, Bab : El-Istlazetü Min Dala'i-Deyn.
Fadlu'llah: C. II, s. 126-127 ve 266, 267.
A. Fikri YAVUZ, İmam
Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/157.
[324] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak
Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/157.
[325] Müsned-i Ahmed: C. IH, s. 261, İlk bsk. El-İstiab: C. IV, s. 113-115. Kamusu'}-A'lûm: C. I, s. 731. Fadlu'llah:
C. II, s. 267-268.
A. Fikri YAVUZ, İmam
Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/158.
[326] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak
Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/158-159.
[327] Buhârl: (81)
Kitabu'r-Rikak. (13,) Bab. Müslim: (12)
Kltabu'z-Zekat. Hadis : 32. 33. Fadlu'llah: C. II, s. 268-269.
A. Fikri YAVUZ, İmam
Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat:
2/159-160.
[328] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak
Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/160-161.
[329] Buhâri: (56) Kİtabu'l-Cİhad. (80.) Bab. Müslim: (4i)
Kitabu Fezaüi's-Sahabe, Hadis : 41. Fadlu'llah: C. n. s. 269-270.
A. Fikri YAVUZ, İmam
Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat:
2/161-162.
[330] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak
Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat:
2/162.
[331] Müslim; (6) Kitabu Sal&ti'l-MÜsaÜrİn, (34.) Bab,
Hadis : 235-236. Fadlu'llah: C. Tl, s. 270.
A. Fikri YAVUZ, İmam
Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/162.
[332] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak
Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/162-163.
[333] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak
Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/163.
[334] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak
Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/163.
[335] Tirmizİ: (44) Kitabu'1-Edeb, (62.) Bab, Hadis: 2833.
Müslim: (38) Kİtabu'1-Adab, (6.) Bab, Hadîs : 31. Ebû Davud: C. II, s. 588,
1952/Mısır bsk. Fadlu'llah: C. H, s. 271-272.
A. Fikri YAVUZ, İmam
Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/164.
[336] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak
Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/164.
[337] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak
Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/164.
[338] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak
Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/164-165.
[339] Buhârİ: (78)
Kitabu'1-Edeb, (100.) Bab. Müslim: (40)
Kltabu'l-Elfazİ Mİne'1-Edeb, Hadis : 16. Fadlu'llah: C. II, s. 272-273.
A. Fikri YAVUZ, İmam
Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/165.
[340] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak
Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/165.
[341] Buhârt: (78) Kitabu'1-Bdeb, (100.) Bab.Müslim: (40)
Kltabu'l-Elfazi mine'1-Edeb, Hadis: 17. Ebû Davud: Kltabu'1-Kdeb, C. n, s. 591,
1952/Mısir bak.
A. Fikri YAVUZ, İmam
Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat:
2/165-166.
[342] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak
Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/166.
[343] Ebû Davud: (40) Kitabu'I-Edeb, (62.) Bab, Hadîs :
4955. Ncsâ'İ; (49) Kitabu Adabi'l-Kuzat, (7.) Bab. Fadlv'llah: C. n, s. 274.
A. Fikri YAVUZ, İmam
Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat:
2/166-168.
[344] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri
(Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/168.
[345] El-îsabe: C. III, s.
512, sayı: 8644 ve C. IV, s. 42. sayı :
259. El-İstiab: C. III, s. 541 ve C. IV, s. 40. Fadlu'llah: C. II, s. 275-276.
A. Fikri YAVUZ, İmam
Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/169.
[346] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak
Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/170.
[347] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak
Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/170-171.
[348] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak
Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/171.
[349] Milsned-i İmam Ahmed :
C. IV. s. 345, ilk baskı. Fad'u'llah
: C. II, s. 277-278.
A. Fikri YAVUZ, İmam
Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat:
2/171-172.
[350] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak
Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/172.
[351] Bvjıârî:
(78) Kitabu'1-Edeb, (105.) Bab. Müslim: (38) KItabu'1-Adab. Hadîs: 7. 3. Fadlu'llah : C. II, s. 278.
A. Fikri YAVUZ, İmam
Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/172.
[352] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak
Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/172-173.
[353] BuhdTİ: (78) Kitabu'1-Edeb, (108.) Bab. Müslim: (38)
Kitabu'1-Adab, Hadis: 29. Fadlu'llah: C. II, s. 279.
A. Fikri YAVUZ, İmam
Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/173.
[354] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak
Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/174.
[355] Buhârl: (78) Kltabü'1-Edeb, (114.) Bab. Müslim: (38)
Kltabü'1-Adab, Hadis: 20. Fadlu'llah: C. II, s. 280.
A. Fikri YAVUZ, İmam
Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/174.
[356] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak
Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/174.
[357] Müslim: (1) Kitabu'1-lman, Hadis: 320. Fadlu'llah: C. II, s. 280-283.
A. Fikri YAVUZ, İmam
Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/175.
[358] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak
Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/175-176.
[359] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak
Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/176.
[360] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak
Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/176-177.
[361] Müslim: (38) Kitabu'1-Adab, Hadis : 14. 15. EbÛ Davud:
C. II, s. 585. 1952/Mısır bslc. İbni Mace: (33) Kİtabu'1-Edeb. Hadis : 3733.
Tirmizî: (44) Kitabu'1-Edeb, Hadis:
2840. Fadlu'llah: C. II, s. 284-285.
A. Fikri YAVUZ, İmam
Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/177.
[362] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak
Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/177.
[363] Müslim: (38) Kitabu'1-Adab, Hadis : 18, 19.
Fadlu'llah: C. II, s. 286-286.
A. Fikri YAVUZ, İmam
Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/178.
[364] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak
Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/179.
[365] El-İsabe: C. III, s.
150, sayı: 6693. Fadlu'llah: C. I, s. 287.
A. Fikri YAVUZ, İmam
Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/179-180.
[366] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak
Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/180.
[367] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak
Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/180-181.
[368] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak
Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/181.
[369] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak
Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/181-182.
[370] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak
Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/182.
[371] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak
Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/182.
[372] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak
Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat:
2/182.
[373] El-İsabe: C. m, s. 405, sayı: 8033. El-îstiab: C. 2H,
8. 461. Fadlu'llah : C. II, s. 289-292.
A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül
Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/183.
[374] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak
Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/183-184.
[375] Buhârî: (59) Kltahu Bed'İ'l-Halkı, Bab :
Zikru'l-Mel&lke. Müslim : (44) Kitabu Fezailfs-Sahabe, Hadis : 91.
A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül
Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/184.
[376] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak
Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/185.
[377] Fadlu'llah: C. I, s. 292-293. El-tsabe; C. n, s. 458,
sayı; 5463.
A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül
Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/185-186.
[378] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak
Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/186.
[379] Ebü Davud: (20) Kİtabu'l-Cenaiz, (74.) Bab, Hadis : 3230. Nese'î: (21)
Kitabu'l-Cenaiz, (107.) Bab. tbni Mace: (6) Kitabu'l-Cenaiz. (46.)
Bab, Hadis: 1568.
A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül
Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/186-187.
[380] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak
Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/187.
[381] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak
Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/188.
[382] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak
Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/188.
[383] Müslim : (38) KItabu'1-Adab, Hadîs : El-İ&tiab: C.
IV, s. 251. El'İsdbe: C. IV, s. 257, sayı : 251. Komusu'l-A'ldm: C. III, s.
1854. Fadlu'llah: C. II, s. 103.
A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül
Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/188.
[384] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak
Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/188-189.
[385] Müslim; (38)
Kltabu'1-Adab, Hadîs: 17. El-İstidb: C.
IV, s. 391. El-İsabe: C. IV, s. 397, sayı: 1026. Kamûsu'l-A'lâm: C. VI, s.
4525.
A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül
Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/189.
[386] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak
Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/189.
[387] Ebû Davud: (40) Kltabu'1-Edeb, (62.) Bab, Hadis: 4960.
Fadîu'lîah: C. II, s. 295.
A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül
Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/190.
[388] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak
Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/190-191.
[389] EbÛ Davud: Kitabu'l-Edefc C. II, s. 586. 1962/Mısır
bsk. Fadlu'llah: C. II, s. 296.
A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül
Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/191.
[390] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak
Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/191.
[391] Buhârî: (46) Kltabu'l-Mezalim, (25.) Bab. Buhârî: (65) KItabu't-Tefsfr. Buhârî: (67)
Kitabu'n-Nikah. Müslim : (18) Kİtabu't-Talak, Hadis : 30.
A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/191-192.
[392] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak
Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/192-195.
[393] Buhâri: Oi) Kitabu'1-Eâeb, (106.) Bab. Hüsİtrtı: (387
KItabU'1-Adab, Hadis: 8. C. U. s. 297.
A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred),
Sönmez Neşriyat: 2/195.
[394] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak
Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/195.
[395] Buharı: (34) Kttabu'1-Buyu', (49.) Bab. Müslim: (38)
Kltabu'1-Adab, Hadis : 1.
A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül
Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/195-196.
[396] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak
Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/196.
[397] El-İsabe: C. II, s. 312,
sayı: 4725. El-tstiab: C. II. s. 374.
A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül
Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/196.
[398] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak
Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/196-197.
[399] Buhûri: (57) KItabu Farzfl-Humus. (7.) Bab. Müslim;
(38) KitabU'1-Adab, Hadis : 3.
A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül
Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/197-198.
[400] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak
Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/198.
[401] Buhârt: (78)
Kitabu'1-Edeb, (109.) Bab. Müslim: (38) Kİtabu'1-Adab, Hadis: 24.
A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül
Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/198.
[402] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak
Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/198.
[403] Buhârl: (78)
Kitabu'l fdeb, Hadîs: 107. Fadlu'llah:
C. II, s. 300.
A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül
Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/198-199.
[404] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak
Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/199-200.
[405] BuhûH: (78) KItabupl-Edeb, (105.) Bab. Müslim: (38)
Kitabu'1-Adab, Hadîs : 7. Fadlu'llah: C. n, s. 301-302.
A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül
Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/200.
[406] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak
Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/200-201.
[407] TiTmizi: (41) Kİtabu'I-Edeb, (68.) Bab, Hadis: 2846.
Tuhîetü'î-Ahvesü: C. VIH, s. 124. Ebû Davud: (40) Kİtabu'1-Edeb, (68.) Bab,
Hadis : 4987. Kamusu'l-A'lâm: C. VI, s. 4190. Fadlu'lîah: C. n, s. 302.
A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül
Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/201.
[408] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak
Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/201-202.
[409] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak
Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/202.
[410] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak
Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/202.
[411] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak
Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/202-203.
[412] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak
Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/203.
[413] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak
Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/203.
[414] Buhârî: (78) Kitabu'1-Edeb, (115.) Bab. Müslim: (32) Kitabu'l-Cihad ve Siyer. Hadis: 116. El-İsdbe; C. n, s. 27. 298, sayı: 3173
ve 4676. El-lstiab: G. II, s. 32, 284. El-A'ldm : C. IV, s. 188. Fadlu'llah; C.
II, 8. 304.
[415] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak
Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/203-206.
[416] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak
Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/206-207.
[417] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak
Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/207.
[418] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak
Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/207.
[419] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak
Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/207.
[420] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri
(Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/207-208.
[421] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak
Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/208.
[422] EbÛ Davud: (40)
Kitabul-Edeb, (70.) Bab. fatllu'llah; C. II, s. 805-906.
A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül
Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/208.
[423] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak
Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/208.
[424] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak
Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/209.
[425] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak
Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/209.
[426] BuhArİ: (78) Kltabü'1-Edeb. (113.) Bab.Müslim: (44)
Kitabü Fezalll's-Sahabe, Hadis : 38. Fadlu'llah: C. U, a. 306-307.
A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül
Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/209-210.
[427] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak
Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/210-211.
[428] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri
(Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/211.
[429] Fadlu'llah: C. II, s. 308.
A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül
Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/211-212.
[430] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak
Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/212.
[431] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak
Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/212.
[432] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak
Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/212-213.
[433] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak
Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/213.
[434] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak
Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/213.
[435] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak
Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/213-214.
[436] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak
Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/214.
[437] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak
Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/214-215.
[438] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak
Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/215.
[439] Buhûrl: (78) Kitabu'1-Eâeb, (90.) Bab. Fadîu'llah: C.
H, s. 310.
A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül
Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/215.
[440] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak
Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/215.
[441] Eî-İsâbe: C. I, s. 59, sayı: 161. El-tstiab; C. I, s.
72. Fadlu'llah: C. II, s. 311-312.
A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/215-216.
[442] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak
Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/216.
[443] Buhâri: (78)
Kitabin-Edeb, (92.) Bab. Müslim: (41)
Kitabtt'ş-Şİ'r, Hadîs: 7. Fadlu'llah: C. II, s. 312-313.
A. Fikri YAVUZ, İmam
Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat:
2/216-217.
[444] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak
Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/217.
[445] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri
(Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/217.
[446] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak
Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/217.
[447] Buhârt: (61)
Kİtabu'l-Menakıb, (16.) Bab. Müslim: (44) Kitabu Fezaili's-Sahabe, Hadis : 156.
Fadlu'üah: C. n, s. 313.
A. Fikri YAVUZ, İmam
Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat:
2/217-218.
[448] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak
Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/218.
[449] El-tsabe: C. I, s. 325, sayı: 1704. El-İstiab: C. II,
s. 334. Kamusu'l-A'lâm: C. m, s. 1940-1941. Buhârl: (61) Kitabu'l'-Menakıb.
(16.) Bab. Müslim: (44) Kitabu Fezaili's-Sahabe, Hadis: 154.
A. Fikri YAVUZ, İmam
Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/218.
[450] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak
Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/218-219.
[451] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak
Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/219-220.
[452] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak
Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/220.
[453] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak
Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/220.
[454] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak
Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/220.
[455] El-tsabe; C. III, s.
285, sayı: 7435. Eî-tstiab: C. m, s. 270. Kanusü-l-A'î&m: C. V. s. 3867.
A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül
Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/220-221.
[456] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak
Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/221-222.
[457] Tirmizi: (41)
Kitabu'1-Edeb, (70.) Bab. El-Ahvezî; C.
VIII, s. 140-141, Hadis : 3006. Fadîu'îlah: C. II, s. 315-316.
A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül
Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/222.
[458] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak
Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/222.
[459] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak
Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/223.
[460] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak
Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/223.
[461] Müslim: (41) Kltabu'ş-Şiir. Hadis: 1. El-lsabe: C. II,
s. 146, sayı: 3892. Eî-tstiab: C. II, s. 159. Fadlıt'llah: C. II, s, 317-318.
A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül
Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/223.
[462] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak
Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/224.
[463] Buhari: (78) Kitabu'1-Edeb, (92.) Bab. Fatlu'lİah: C.
IJ. s. 31Ş-320. Ebû Davut: C. II, s. 59», 1852/atışır bık.
A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül
Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/224-225.
[464] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak
Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/225.
[465] Ebû Davud: C. II. s. 599, 1952/Mısır bsk. Fadîu'llah:
C. U, s. 320. KuT'an-t Kerîm ve Meâl-i Âlisi: s. 377, âyet: 224-227.
A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül
Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/225-226.
[466] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak
Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/226.
[467] EbÛ Davud: (40) Kitabü'1-Edeb, (87.) Bab, Hadîs : 50U.
Îbni Mace: (33) Kitabü'1-Edeb, (41.) Bab, Hadis : 3756. Fadîu'llah: C. II, s.
321.
A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül
Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/226.
[468] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak
Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/226-227.
[469] Fadlu'llah: C. II, s. 322-323. Kamusu-l-A'lâm: C. IV,
s. 2860, 3111.
A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül
Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/227.
[470] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak
Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/227-228.
[471] İbni Mace: (33) Kitabu'1-Edeb, (42.) Bab, Hadis: 3761.
Fadlu'llah: C. H, s. 324.
A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül
Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/228.
[472] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak
Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/228.
[473] Buhdrî: (67) Kitabu'n-Nİkâh, (47.) Bab. Tirmizl: (38)
Kİtabu'l-Birri. (81.) Bab, Hadis : 2029, Fadlu'llah: C. II, s. 324-325.
A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül
Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/229.
[474] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak
Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/229-230.
[475] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak
Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/230.
[476] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak
Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/230.
[477] Müsned-İ îmam Ahmed; C. HI, s. 470, ilk baskı. El-İstiab:
C. IH, s. 427. Eî-tsdbe: C. III, s. 429,
sayı: 8163. Fadlu'llah: C. II, s. 326-327.
A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül
Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/230-231.
[478] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak
Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/231.
[479] Buhâri: (94) Kitabu't-Temenni. (4.)Müslim: (44) Kitabu
Fezaili's-Sahâbe, Hadts : 39-40. Tirmizi:
(30) Kltftbu'l-Menakıb. Hfcdis : 3757. todlu'llah; C. I. s. 327-328.
A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül
Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/232.
[480] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak
Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/232-233.
[481] Buhdrî; (51) Kİtabıı'1-Hibe, (33.) Bab. Müslim :
<43) KItabu'l-Fezall, Hadis : 48. Fadlu'llah: C. II, s. 228-229.
A. Fikri YAVUZ, İmam
Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/233.
[482] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak
Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/234.
[483] Fadlu'lîah: C. II, s. 329.
A. Fikri YAVUZ, İmam
Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/234.
[484] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak
Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/234.
[485] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak
Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/234-235.
[486] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak
Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/235.
[487] Buhârl: (78)
Kitabu'1-Edeb, (117.) Bab. Müslim: (39)
Kitabu's-Selâm, Hadîs: 122-123. Fadlu'liah: C. II, s. 330-332.
A. Fikri YAVUZ, İmam
Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat:
2/235-236.
[488] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak
Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/236.
[489] Buhdri: (78) Kitabu'1-Edeb, (116.) Bab. Müslim: (43)
Kitabu'l-FezaU, Hadis: 70-73. Fadlu'llah: C. II, s. 332-333.
A. Fikri YAVUZ, İmam
Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat:
2/236-237.
[490] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak
Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/237.
[491] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak
Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/237-238.
[492] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak
Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/238.
[493] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak
Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/238-239.
[494] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak
Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/239.
[495] El-İstİab: C. II, s. 501. El-tsdbe: C. m, s. 2, sayı:
5884. Kamusu'l-A'lâm: C. V. s. 3220.
A. Fikri YAVUZ, İmam
Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/239.
[496] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak
Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/239-241.
[497] Fadht'Uah: C. I, s, 335.
A. Fikri YAVUZ, İmam
Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat:
2/241-242.
[498] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak
Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/242.
[499] Ebu Davud : C.II, s. 555, 1952/Mısır bsk. Feyzu’l-Kadir:
C.III, s. 277, Hadis:3388.
A. Fikri YAVUZ, İmam
Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/243.
[500] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak
Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/243-244.
[501] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak
Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/244.
[502] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak
Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/244.
[503] Tirmizî: (25)
Kitabu'l-Birri Ve's-Sılâ, (37.) Bab, Hadîs :
1958. El-Ahvezî: C. VI, s. 90. Fadlu'llah: C. II, s. 336-337.
A. Fikri YAVUZ, İmam
Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat:
2/244-245.
[504] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak
Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/245.
[505] Tirmîzî: (25)
Kitabu'l-Bİrrİ, (36.) Bab, Hadîs : 1957.
: C, II, s. 337.
A. Fikri YAVUZ, İmam
Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat:
2/245-246.
[506] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak
Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/246.
[507] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak
Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/247.
[508] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak
Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/247.
[509] Tefsîr-i İbni Kesir: C. IV, s. 220, 1966/Beyrut bsk. Müsned-i İmam Âhmed: Hadis
sayısı : 2922. El-îsabe: C. II, s. 457, sayı: El-htiab: C. III, s. 85.
Fadlu'llah; C. II, s. 338-340.
A. Fikri YAVUZ, İmam
Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat:
2/247-248.
[510] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak
Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/248-252.
[511] Müslim: (45)
KItabu'l-Birri, Hadîs : 149. Tirmtâ:
(45) Kitabu'l-Birri, Hadîs: 1915.
A. Fikri YAVUZ, İmam
Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat:
2/252-253.
[512] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak
Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/253.
[513] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak
Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/253.
[514] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak
Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/253.
[515] Buhârî: (60) Kitabu'l-Enbiya, (19.) Bab. Müslim: (43)
Kitabu'l-Fezail, Hadîs : 168. Fadlu'llah: C. II. s. 342.
A. Fikri YAVUZ, İmam
Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat:
2/253-254.
[516] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak
Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/254.
[517] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak
Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/254-255.
[518] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak
Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/255.
[519] Tefsîr-i Merağî: Cüz : 26, s. 142-144.
A. Fikri YAVUZ, İmam
Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/255.
[520] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak
Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/256.
[521] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak
Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/257.
[522] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak
Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/257.
[523] Buhârî: (60)
Kitabü'l-Enbiya, (2.) Bab. Müslim: (45)
Kitabü'l-Birri, Hadîs : 159-160. Ebû Davud : Kltabü'1-Edeb, C. II, S. 559,
1952/Mısir bsk. Fadlu'llah: C. II, s. 344.
A. Fikri YAVUZ, İmam
Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat:
2/257-258.
[524] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak
Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/258.
[525] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak
Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/258.
[526] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak
Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/258.
[527] Buhârî: (60)
Kitabupl-Enbiy£, (54.) bab. MüsUm: (44)
Kitabu Fezailfs-Sahabe. HadîsFadlulah:C.II, s. 345-346.
A. Fikri YAVUZ, İmam
Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/259.
[528] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak
Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/259-260.
[529] Buhârî: (78)
Kitabu'1-Edeb, (120.) Bab. Müslim: (49) Kitabu'l-Kader,
Hadis : 6, 7. İbni Mace: C. I. Haclls : 78. Ebû Davud: Kitabu's-Sünne,
babu'I-Kader, Hadîs : Tirmtzi: Kitabu'l-Kader, Hadis: 2Î37. Fadîu'llah: C. II.
s. 347-350.
A. Fikri YAVUZ, İmam
Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat:
2/260-261.
[530] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak
Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/261-262.
[531] el-İsabe: C. IV, s. İ57, sayı: Eİ-Utiab: C. IV, s.
191. Kamuzu'l-A'lâm: C. I, s. 754. Fadlu'Unh: C. II, s. 351.
A. Fikri YAVUZ, İmam
Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/262.
[532] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak
Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/262-263.
[533] Butıârl: (78) Kİtabu'1-Bdeb, (122.) Bab.
Feihu'l-Mübdl: C. III. s. 278, Kitabu's-Sayd. Müslim: (34) Kitabu's-Sayd, Hadis : 54,
Fa&tu'llah: C. n, s, 352. Ebü Davud: Kîtabu'1-Bdeb, C. II, s. 657,
Î952/Mîsır bsk.
A. Fikri YAVUZ, İmam
Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat:
2/263-264.
[534] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak
Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/264.
[535] Eaû Davud: (4C)
Kitabu'l-Edefa, (104.) Bab, Hadîs: 5097. İbni Mace: (33) Kitabu'l-JSdcb, (29.) Bab, Hadis : 3727.
A. Fikri YAVUZ, İmam
Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat:
2/264-265.
[536] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak
Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/265.
[537] Buhârî: (10)
Kitabu'I-Ezan, (156.) Bab. Müslim: (1) Kitabu'1-îman, Hadis: 125. Ebû Davud: C.
II, s. 342, 1952/Mısit bsk. (Kitabu't-Tıb). Fadlu'llah: C. II, s. 354.
A. Fikri YAVUZ, İmam
Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat:
2/265-266.
[538] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak
Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/266.
[539] Buhdrt: (59) Kitabu Bedi'1-Halk, (5.) Bab.
Müslim: (9) Kitabu Salat'il-îstiska, Hadîs : 14-16. Tirmizî: Kitabu't-Tefsîr, Ahkaf
sûresi, Hadis : 3254., Fadlu'llah: C. II, a. 355.
A. Fikri YAVUZ, İmam
Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/267.
[540] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak
Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/267-268.
[541] Ebû Davud: (27)
Kitabu't-Tıb, (24.) Bab, Hadîs : 3910. Tirmizî: (19) Kİtabu's-Siyer, (47.) Bab,
Hadîs: 1614.-ttni Mace; (31) Kitabu't-Tıb, (43.) Bab, Hadîs : 3538. Sindî; C.
II, s. 189.
A. Fikri YAVUZ, İmam
Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/268.
[542] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak
Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/268.
[543] Buhârİ: (76)
Kitabuvt-Tıb, (44.) Bab. Müslim ; (39) Kltabu's-Selâm, Hadîs : 113-114.
Faâlu'llah: C. II, s. 357-358.
A. Fikri YAVUZ, İmam
Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/269.
[544] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak
Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/269-270.
[545] Müsned-i İmam Ahmed : C. I, s. 401, 403, 420/ilk
baskı, sayı: 3806, 3819, 3987. Fadlu'llah: C. II, s. 358-364. El-tsabe: C. II, s. 487, sayı: 5634. Eî-îstiab : C. III, s.
155. Kamusu'l-A'lâm: C. IV, s.3166.
[546] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak
Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/270-271.
[547] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak
Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/271-273.
[548] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak
Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/274.
[549] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak
Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/274.
[550] Buhârİ; (76)
Kitabu't-Tıb, (44.) Bat. Müslim: (59) Kitabu's-Selâm, Hadîs: 111, 112. Ebû Davud : Kitabu't-Tıb, C. II, s.
343, 1952/Mısır bsk. Tirmizt: (47)
Kitabu's-Siyeı\ Hadîs: 1615. İbni Mace:
(31) Kitabu't-Tıb, (43.) Bab, C. IIP s. 365-366.
A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül
Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/275.
[551] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak
Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/275.
[552] Tirmizî: Kitabu't-Tıb, Hadîs: 2062. Sl-Ahvezî;
Kitabu't-Tıb, C. VI, Hadîs: 2140. îbni
Mace : Kitabu't-Tıb, Hadîs : 3506-3509. Ebû Davud: Kitabu't-Tıb, C. II, s. 336,
1952/Misır bsk. Fadlu'ÜGh; O. II, s. 367-388.
A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül
Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/275-276.
[553] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak
Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/276.
[554] âst-î Saadet: C. I, s. 420-430. Kısas-ı Enbiya: C. i,
s. 165-175/Cevdet Paşa, Bedir Yayınları. El-İsabe : C. II, s. 92-93, sayı : 3573 ve C. IV, s. 34, sayı: 203. El-İstiab: C. II, s. 107-108 ve C.
IV, s. 33, 34.
A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül
Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/277.
[555] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak
Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/277-281.
[556] Bnhârî:
(56) Kitabu'l-Cihad, (47.) Bab. Müslim: (39) KItabu's-Selâm, Hadîs : 115-116. Tirmizî: (46) Kitabu'I-Edeb, (58.) Bab, Hadis : 2825.
Ehû Davud : Kitabu't-Tıb, C. II. s. 344, 1952/Mısir bsk, Fadlu'îlah : C. II, S.
369-372. İbni Mace: (9) Kitabu'n-Nikâh,
Hadis : 1995.
A. Fikri YAVUZ, İmam
Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/281.
[557] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak
Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/281-282.
[558] Buhâri: (67) Kİtabu'n-Nikâh, (17.) Bab. Müslim: (39) Kitabu's-Selâm, Hadîs : 119. Tirmizi:
Cüz : 8, s. 47, 1967/Humus bsk. İbni Mace:
(9) Kitabu'n-Niir&h, Hadîs :
1994. Fadlu'llah: C. II, s. 372-373.
A. Fikri YAVUZ, İmam
Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/282.
[559] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak
Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/282.
[560] Ebû Davud: (28)
Kitabu't-Tıb, (24.) Bab, Hadîs : 3924. Fadİu'lîah: C. II, s. 373-374.
A. Fikri YAVUZ, İmam
Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/283.
[561] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak
Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/283.
[562] Buhârî:
(78) Kitabu'I-Edeb, (128.)
Bab. Tirrnizî: (44) Kitabu'I-Sdeb, (7.) Bab, Hadts : 2748. Ebû Davud :
C. II, s. 602. esneme babı, 1952/Mısır bsk. Fadlu'llah: C. II, s. 374-376.
A. Fikri YAVUZ, İmam
Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat:
2/283-284.
[563] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak
Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/284.
[564] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak
Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/285.
[565] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak
Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/285.
[566] Buharı: (78)
Kitabu'1-Edeb, (126.) Bab. Ebû Davud; Kitabu'1-Edeb, C. II, s. 603, 1952/Mısır
bsk. Fadlu'llah: C. II, s. 376-378.
A. Fikri YAVUZ, İmam
Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat:
2/285-286.
[567] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak
Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/286.
[568] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak
Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/286-288.
[569] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak
Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/288.
[570] İbni Mace: (6) Kitabu'l-Cenaiz, (1.) Bab. Hadis: 1434.
Fadlu'lîah: C. II, 8. 281.
A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül
Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/288.
[571] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak
Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/288-289.
[572] Buhârî;
(23) Kitafaü'l-Cenaiz, (2.)
Bab. Müslim : (37) Kitabü'İ-Litaas, Hadîs : 3. Tirmizî:
(25) Kitabü'l-Libas, Hadîs :
1760. İbn Mace: (11) Kitabu'l-Keffarat, Hadîs: 2115. Faâîu'lîah: C. II,
s. 281-282.
A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül
Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/289-290.
[573] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak
Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/290.
[574] Buhârî: (23)
Kitabu'l-Cenaiz, (2.) Bata. Müslim: (39) Kitâbu's-Selâmr Hadîs : 5.
A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül
Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/290.
[575] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak
Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/291.
[576] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak
Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/291.
[577] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak
Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/291.
[578] Buhârî: (78)
Kitabu'1-Edeb, (126.) Bab. EH Davuâ; C.
IIf s. 603, Kitabul-Edeb, 1952/Mnsır bsk.
A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül
Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/292.
[579] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak
Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/292.
[580] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak
Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/292-293.
[581] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak
Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/293.
[582] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak
Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/293.
[583] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak
Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/293.
[584] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak
Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/293-294.
[585] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak
Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/294.
[586] Buhari
L78) Kitabuledep (123) Bab.Müslim
L53) kitabuz- Zühd, Hadis:53.Ebû Davud: Kitabu'İ-Edeb.
C. II, s. 604, 1952/Mısîr bsk.İbni Mace
L33) kitabul-Edeb, (20) Bab, Hadis 3713. Tirmizi: (44)
Kitabul-Edeb (4) Bab, Hadis:2743.
A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül
Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/294.
[587] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak
Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/294.
[588] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak
Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/295.
[589] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak
Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/295.
[590] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak
Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/295-296.
[591] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak
Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/296.
[592] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak
Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/296.
[593] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak
Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/296.
[594] Ebû Davud: (40) Kîtabu'1-Edeb, (92.) Bab, Hadîs; 037.
Tirmizi: (44) Kitabu'I-Edeb, (5.) Bab,
Hadis : 2744. Ebû Davud: Kİtabu'1-Edeb, C. II, s. 603, 1952/Mssır bsk. İbnt
Uace: (33) Kitabu'1-Edeb, (20.) Bab, Hadîs : 3714.
A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül
Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/296-297.
[595] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri
(Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/297.
[596] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak
Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/297.
[597] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak
Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/297.
[598] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak
Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/298.
[599] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak
Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/298.
[600] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri
(Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/298-299.
[601] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak
Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/299.
[602] Ebü Davud: C. II, s. 603,1952/Mısır bsk.Fadlullah: C.
II, s. 392.
A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül
Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/299.
[603] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak
Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/299.
[604] Ebü Davud : (40) Kltabu'1-Edeb, (93.) Bab, Hadîs :
5Ö28. Tirmizî: (44) Kitabu'l-Edeb, (3.) Bab, Hadîs : 2740.
A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül
Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/300.
[605] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak
Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/300.
[606] Müslim: (53)
Kitabu'z-Zühd, Hadis : 54. Fadlu'llah: C. II, s. 393.
A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül
Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/301-302.
[607] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/302.
[608] Buhârî: (59) Kitabu Bedi'l-Halkı, (11.)
Bab. Müslim: (53) Kitabu'K-Zühd, Hadîs : 58.
A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül
Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/302.
[609] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak
Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/302.
[610] Buhûrî: (77) Kİtabu'l-Libas, (101.) Bab. Müslim: (1) Kİtabu'l-îman, Hadîs: 48. Tirmizt: (41) Kitabu'1-îman, (18.) Bab, Hadîs : 2Ö4S.
C. II, 394-395.
A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül
Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/303.
[611] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak
Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/303-304.
[612] Buhârî: (64)
Kitaba'I-Megfizi, (79.) Bab. Müslim:
(49) Kitabu't-Tevbe, Hadîs : 53.
Tirmizî: (48) Kitabu't-Tefsîr, Hadis: 3101. Faûlu'llah: C. II, s. 395-396.
Eî-tstiab: C. II, s. 210-216. El-îsabe: C. II, s. 220-222. Kamuşu'l-A'lâm: C.
IV, s. 3015.
A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred),
Sönmez Neşriyat: 2/304-305.
[613] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak
Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/305-313.
[614] Buhârî: (56) Kitabul-Cihad, (188.) Bab. Müslim: (32) Kitabu'l-Cihad,
Hadîs.: 64. m-tsüab: C. II, s. -25-30. El-tsabe: C. II, s. 35, sayı: 3204. Davud: C. I, s. 645, Kitabu'l-Bdeb,
1952/Mısır bsk. C. I, s. 396-398.
A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül
Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/313.
[615] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak
Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/313-315.
[616] Fadlu'llah: C. II, s. 398-401.
A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül
Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/315.
[617] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak
Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/315-316.
[618] Buhâri: (61)
Kitabu'l-Menakıb, (25.) Bab. Müslim,:
(44) Kitabu Fezaili's-Sahabe, Hadîs : 97-99. Tirmizî: (50)
Kitabu'I-Menakıb, Hadîs : 3871. pavuâ:
C. II, s. 645, 1952/Mısır bsk. (Kıyam babı).
C. H, s. 401-403.
A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül
Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/316-317.
[619] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak
Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/317-318.
[620] Müslim:, ti) Kitabu's-Salât, Hadîs: 84. Faâlu'llah: C.
II, s. 404-406.
A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül
Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/318-319.
[621] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak
Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/319.
[622] Müslim: (53) Kitabu'z-Zühd, Hadîs : 57-59. Ebû Davud:
Kitabu'1-Edeb, C. II,-s. 601, 1952/Mısır bsk. Feyzu'l-Kaâır: C. Is a. 3H, sayı:
516, 518.
A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül
Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/319.
[623] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak
Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/319-320.
[624] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak
Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/320.
[625] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak
Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/320.
[626] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak
Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/320-321.
[627] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak
Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/321.
[628] Buharı: (56)
Kitabu'l-Cihad, (3.) Bab. Müslim: (33)
Kitabu'I-İmare, Hadis: 160-162. C. II, s. 260, sayı: 4497.
C, II, s. 442.
Kamum'l'A'lâm: C. IV, s. 3058.Fadlullah : C. II, s. 407-408.
A. Fikri YAVUZ, İmam
Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/321.
[629] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak
Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/322-323.
[630] Fadlullah: C. II, s. 408-412.
A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül
Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/323-326.
[631] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak
Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/326.
[632] Kitabu'î-Mesacid, Hadîs : 238, 239-244.Fadlullah: C.
II, s. 413.
A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül
Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/327.
[633] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri
(Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/327-328.
[634] Buharı:
(19) Kitabu't-Teheecüd, (5.) Bab.
Müslim: (6) Kitabu SalâtH-Müsafirîn,
Hadîs ; 206. C. II, s. 413-416.
A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül
Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/328-329.
[635] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak
Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/329.
[636] Müslim: (37) Kltabu'1-Ubas, Hadis : 69. tbni Mûce:
(32) Kitabu'l-Libas, Hadis: 3617. O. U, s. 417.
A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül
Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/329-330.
[637] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak
Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/330.
[638] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak
Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/330-331.
[639] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak
Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/331.
[640] Buhârî: (23) Kitabu'I-Cenaiz, (80.) Bab. Müslim: (52)
Kitabu'l-Fiten, Hadîs : 95. Ebû Davud: Kİtabu'l-Felahim, C. II, s. 434, 1952/fcîısır
bsk. Tirmizî: (34) Kitabu'l-Fiten, Hadîs : 2250. El-Âhvesî: C. VI, s. 515-520.
'ilah: C, llt s. 418-423.
A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül
Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/331-334.
[641] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak
Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/334-335.
[642] Buharı: (5) Kit&bü'l-Gusl, (3.) Bab. (3)
Kitabü'l-Hayz, Hadîs : 57.fadlullah : C. II, s. 423-424.
A. Fikri YAVUZ, İmam
Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/335.
[643] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak
Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/335-336.
[644] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak
Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/336.
[645] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak
Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/336.
[646] Buhârî: (78)
Kitabul-Edeb, (105.) Müslim: (38) Kitabu'I-Adab, Hadîs : 3-7. Fadlu'Uah: C. II,
s, 425-426.
A. Fikri YAVUZ, İmam
Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/337.
[647] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak
Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/337-338.
[648] Müslim: (33) Kitabu'z-Zühd, Hadîs: 2. Ebû Davud; C. I,
s. 42, Kitabu't-Taharet, 1352/Mısir bsfc. Fadlu'üah: C. H, s. 427.
A. Fikri YAVUZ, İmam
Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat:
2/338-339.
[649] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak
Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/339.
[650] Fadlu'ltah : C. H, s. 427-428.
A. Fikri YAVUZ, İmam
Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat:
2/339-340.
[651] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak
Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/340-341.
[652] Fadlu'lîah: C. II, s, 429.
A. Fikri YAVUZ, İmam
Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/341.
[653] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak
Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/341-342.
[654] Buhâri; (62)
Kltabu Fezaiî-i Ashato, (6.) Bab (Meaa&ito-i Ömer). Müslim: (44) KİttbU Femili's-Sahabe, Hadîs : 2S. .
Tirmisd: Kitabu'l-Menaîab. C. IX, s. 298, Hadîs : 3711.
A. Fikri YAVUZ, İmam
Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat:
2/342-343.
[655] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak
Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/343.
[656] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak
Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/343-344.
[657] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak
Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/344.
[658] Tirmizi: (50)
Kitabu'l-Mfcnakıb, HadîB : 3931. Davud; Kitabu'1-Edeb, C. II, s. 644,
1952/Mısır bsk.
A. Fikri YAVUZ, İmam
Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/345.
[659] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri
(Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/345.
[660] Tirmizî; (43)
Kitabu'l-İstizan, Hadîs : 2731, 2732. Fadîu'llah: C. II, s. 432-433.
A. Fikri YAVUZ, İmam
Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat:
2/345-346.
[661] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak
Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat:
2/346.
[662] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak
Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/346.
[663] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak
Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/346-347.
[664] Müsned-i t mam Ahmed: C. III, s. 395/ilk bsk. Faûlu'llah: C. II, s. 433-436.
A. Fikri YAVUZ, İmam
Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat:
2/347-348.
[665] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak
Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/348-349.
[666] EbÛ Davud : K4tabu'l-Edeb, Ç., I, s. 645, 1952/Mısır
bsk. Buhârî: (61) Kitabu'l-Menajcıb, (25.) Bab.
Müslim: (44) Kitabu FezaiU's-Sahabe, Hadis : 97-9Ş. Tirmisî: (50) Kltabu'l-Menakıb,
Hadis : 3871.
A. Fikri YAVUZ, İmam
Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat:
2/349-350.
[667] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak
Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/350.
[668] Tirmizi: Kitabu'l-Cihad, Hadis: 1716. İbni Mace: Kitabu'UEdeb, Hadîs : 3704.
Ebû Davud: C. II, s. 646, 1952/Mısır bsk. Fadlu'llah: C. II, s. 437-438.
A. Fikri YAVUZ, İmam
Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat:
2/350-351.
[669] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak
Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/351.
[670] El-lsabe: C. II, s. 65,
sayı: 3389. El-İstiab: C. II, s. 85-87.
Fadlu'llah ; C. II, S. 438-439.
A. Fikri YAVUZ, İmam
Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/352.
[671] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak
Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/352.
[672] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak
Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/352-353.
[673] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak
Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/353.
[674] Ebû Davud: C. II, s, 647, 1952/Mısır bsk. Fadiu'llGh: C. II, s. 439-440.
A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül
Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/353.
[675] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak
Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/353-354.
[676] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak
Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/354.
[677] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak
Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/354.
[678] Ebû Davud: (40) Kitabu'1-Edeb, (153;> Bab, Hadis:
5229. TiTmlzİ: (41) Kitabu'1-Edeb, (13.) B»b, Hadîs : 2756. El-Âhvezî:
C. VIII, s. 30, Hadîs: 2903.' C. II, s. 441-442.
A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül
Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/354-355.
[679] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak
Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/355.
[680] Buhârî: (79)
Kitabu'l-İstizan, (1.) Bab. Müslim: İ51) Kitabu'l-Cennet, Hadis : 2B. Fadlu'llah: C. I, s. 443-444.
A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül
Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/356.
[681] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak
Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/356-357.
[682] Mtimeâi İmam Ahmed: C. ÎV, s. 286/iîk bsfc. C. II, s.
444-445.
A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül
Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/358.
[683] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak
Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/358.
[684] Müslim: (1) Kitabu'1-İman, Hadis: 93. Fadlu'llah : C.
II, s. 445.
A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül
Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/358-359.
[685] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak
Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/359.
[686] Tirmizl: (26) Kİtabu'l-Et'üne, (45.) Bab, Hadis: 18E6.
Fadlu'llah : C. II, s. 445.
A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül
Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/359.
[687] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak
Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/359.
[688] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak
Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/360.
[689] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak
Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/360.
[690] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/360.
[691] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak
Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/360.
[692] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak
Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/361.
[693] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak
Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/361.
[694] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak
Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/361-362.
[695] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak
Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/362.
[696] Tirmizi: (40) Kitabu'l-İstizan, (15.) Bab, Hadis :
2707. Ebü Davud: Kitabu'1-Edeb, C. II, s. 643, 1952/Mısır bsk. Fadlu'îlah; C.
II, s. 448.
A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül
Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/362-363.
[697] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak
Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/363.
[698] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak
Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/363-364.
[699] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak
Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/364.
[700] İbni Mace: (5)
Ki tabu İkameti' s-Salât, (14.) Bab,
Hadîs: 856, 857.
A. Fikri YAVUZ, İmam
Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/364.
[701] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak
Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/364.
[702] Feyzu'l-Kadîr: C. II, s. 346, Hadis: 2011. FaCîu'llah:
C. II, s. 449-450.
A. Fikri YAVUZ, İmam
Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat:
2/364-365.
[703] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak
Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/365.
[704] Buharı: (10) Kitabu'1-Ezan, (148.) Eab. Müslim: (4)
Kitabu's-Salât, Hadîs : 55. İbni Mace: (5) Kitabu's-Salât, (24.) Bab, Hadis :
899. Tirmizi: (5) Kİtabu's-Saiât, (215.) Bab, Hadîs : 289. EbÛ Davud : (5)
Kitabu's-Salât, C. I, s. 221, 1952/Mtsır bsk. Nese'i: (5) Kitabu's-Salât, Bab :
Teşehhüd, Cüz : 2, s. 1Ş9, lfiM/Mıaır.
Fadlu'lîah: C. II- s. 450-455.
A. Fikri YAVUZ, İmam
Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat:
2/365-366.
[705] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak
Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/366.
[706] Buhârî; (23)
Kitabu'I-Cenaiz, (2.) Bab. Müslim; (39) Kitabu's-S&âm, Hadis:
4-5.
A. Fikri YAVUZ, İmam
Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat:
2/366-367.
[707] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak
Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/367.
[708] Fadlu'llah: C. II, s. 356-357. El-tsabe; C. II, s. 395, sayı: 5141. El-htiab : C. IIf s. 411.
A. Fikri YAVUZ, İmam
Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat:
2/367-368.
[709] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak
Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/368.
[710] Buhârt: (79) Kitabu'l-îstizan, (4-7.) Bab.
Müslim: (39) Kltabu's-Sel&m, Hadis
: 1.
A. Fikri YAVUZ, İmam
Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat:
2/368-369.
[711] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak
Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/369.
[712] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak
Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/369.
[713] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri
(Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/369.
[714] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak
Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/369.
[715] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak
Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/370.
[716] Tirmizî: (43)
Kitabu'l-İstizan, (14.) Bab, Hadîs: 2706.. : C. II, s. 459.
A. Fikri YAVUZ, İmam
Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/370.
[717] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak
Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/370.
[718] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak
Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/370-371.
[719] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak
Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/371.
[720] TirmiZî: (43) Kitatou'l-İstizan, (14.) Bab( Hadis:
2706. ; C. II, s. 459-460.
A. Fikri YAVUZ, İmam
Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/371.
[721] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak
Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/371-372.
[722] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak
Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/372.
[723] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak
Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/372.
[724] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri
(Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/372-373.
[725] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak
Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/373.
[726] Buhâri: (79)
Kitabu'l-İstizan, (7.) Bab. Tirmizî: (43) Kitabu'l-îstizan, (14.) Bab, Hadîs :
2705. Fadlu'llah: C. XI, s. 461-462.
A. Fikri YAVUZ, İmam
Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/373.
[727] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak
Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/373.
[728] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak
Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/374.
[729] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak
Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/374.
[730] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak
Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/375.
[731] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak
Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/375.
[732] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak
Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/375-376.
[733] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak
Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/376.
[734] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak
Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat:
2/376.
[735] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak
Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/376.
[736] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak
Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/376-377.
[737] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak
Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/377.
[738] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak
Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/377-378.
[739] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak
Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/378.
[740] Tirmizi: (43)
Kİtabu'l-İsttzan, (15.) Bab, Hadis: 2707. Fadlu'llah: C. II, s. 466.
[741] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak
Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/378-379.
[742] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak
Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/379.
[743] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak
Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/379.
[744] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak
Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/379.
[745] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak
Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/380.
[746] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak
Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/380.
[747] Ebu Davud: C. II, s, 642, Kitabu'1-Edeb, lS52/Mısır bsfc.
A. Fikri YAVUZ, İmam
Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/381.
[748] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak
Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/381.
[749] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak
Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/381.
[750] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak
Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/381.
[751] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak
Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/382.
[752] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak
Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat:
2/382.
[753] Buhâri: (2)
Kitabü'1-İman, (6.) Bab. Müslim: (1) Kitabü'1-îman, Hadis : 63. İbni Mace:
Kitabü'l-St'lme, (45.) Bab, Hadia : 1855, 1856. Nese'i: Kitabü'1-İman, C. IV,
Cüz : 8, s. 94, 1964/Mısır bsk. C. II, a. 469-470.
A. Fikri YAVUZ, İmam
Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat:
2/382-383.
[754] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak
Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/383.
[755] Ebû Davud: Kitabu'l-E^eb, C. n, s. 555, 1952/Mısır
bsk. Fadlu'llah: C. II, s. 470-471.
A. Fikri YAVUZ, İmam
Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat:
2/383-384.
[756] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak
Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/384.
[757] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak
Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/384.
[758] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak
Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/385.
[759] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak
Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/385.
[760] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak
Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/385.
[761] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak
Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/386.
[762] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak
Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/386.
[763] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak
Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/386.
[764] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak
Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/386.
[765] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak
Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/387.
[766] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak
Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/387.
[767] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak
Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/387-388.
[768] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak
Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/388.
[769] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak
Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/388.
[770] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak
Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/388-389.
[771] Nese'î: Kitabu'z-Zİnet, C. IV, Cüz : 8, s. 153, C. II,
s. 474-475.
A. Fikri YAVUZ, İmam
Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat:
2/389-390.
[772] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak
Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/390.
[773] Fadlu'lîah: C. II, s. 476-478.Sl-İsabe; C. II, s.
460-461. sayı: 5477 ve C. III, s. 307-309, sayı: 754S ve C. IV, s. 333, sayı:
622.
A. Fikri YAVUZ, İmam
Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat:
2/390-392.
[774] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak
Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/392-393.
[775] Ehîsabe: C. II, s. 452,
say).: 5437, El-îstiaö; C. XII, s. 90. C. I, s. 479-480.
A. Fikri YAVUZ, İmam
Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat:
2/393-394.
[776] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak
Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/394-395.
[777] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak
Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/395.
[778] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak
Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/395.
[779] El-İstiab : C. III, s. 368-371. El-fsabe: C. m, s.
432, sayı: 8181 ve C. IV, s, 159, sayı: 931. Fadlu'tlah: C. II, s. 480.
Kamusu'l-A'lâm: C. VI, s. 4358.
A. Fikri YAVUZ, İmam
Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat:
2/395-396.
[780] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak
Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/396-397.
[781] Fadluulah : C. II, s. 481.
A. Fikri YAVUZ, İmam
Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat:
2/397-398.
[782] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak
Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/398-399.
[783] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak
Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/399.
[784] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak
Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/399.
[785] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak
Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/399-400.
[786] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak
Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/400.
[787] Buhârî: (64)
Kitabu'l-Meğazî, (83.) Bab. Müslim : (44) Kitabu Fezaili's-Sahabe, Hadîs :
98. Fadlu'îlah: C. II, s. 482.
A. Fikri YAVUZ, İmam
Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/400.
[788] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak
Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/400.
[789] Tirmteî:/(50) Kitahul-Menakib, Hadis: 3799. tbniMace:
Kitabu'I-Mukaddlme, (11.) Bab, Hadis: 146. C. II, s. 483.
A. Fikri YAVUZ, İmam
Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/401.
[790] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak
Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/401.
[791] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak
Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/401-402.
[792] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri
(Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/402.
[793] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak
Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/402.
[794] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak
Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/402-403.
[795] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak
Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/403.
[796] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak
Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat:
2/403.
[797] Müslim: (44) Kitabu Pezaîli'S-Sahabe, Hadîs: 132. C. H, s. 484-485.
A. Fikri YAVUZ, İmam
Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/403.
[798] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak
Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/403-405.
[799] Buhârî: (59) Kitabu Bedi'1-Halk, (6.) Bab, Hadis :
İ519. Müslim : (44) Kîtabu
Fezaiirs-Sahabe, Hadîs : 90-91. Titmizl: (50) Kitabu'l-Menakıb, (3,) Bab,
Hadîs: 3876. îftnl Müce: (33) Kîtabu'I-Edeb, Ü2.) Bab, Hadîs: 3696. Nese'l:
Kitabu işreti'n-Nioa, CÜs : 7, s. 65, İ904/Mısır bsk. C. II, s. 485.
A. Fikri YAVUZ, İmam
Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat:
2/405-406.
[800] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak
Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/406.
[801] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak
Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/406.
[802] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak
Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/406.
[803] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak
Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/407.
[804] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak
Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/407.
[805] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak
Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/408.
[806] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak
Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/408.
[807] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak
Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat:
2/408.
[808] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak
Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/408-409
[809] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak
Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/409.
[810] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak
Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/409-410.
[811] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak
Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/410.
[812] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak
Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/410.
[813] Buharı: (79) Kitabul-İstizan, (15.) Bab, Hadîs: 2373.
Müslim: (39) Kitabu's-Sel&m, Hadîs: 14-15. Ebü Davud : Kitabul-Edeb, C. II,
s. 642, 1852/Misır bsk, îbni Mace: Kitabu'1-Edeb, (14.) Bab, Hadîs: 3700. Tirmizl: (43) Kitabu'l-İstizan, Hadîs : 2697. C. II, s. 488.
A. Fikri YAVUZ, İmam
Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat:
2/410-411.
[814] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak
Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/411.
[815] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak
Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/411.
[816] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak
Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/411.
[817] Buhârî:
(73) Kitabu'1-Edeb, (94.)
Bab. Müslim: (6) Kitabu
Salâti'l-Müsaftrin, Hadîs : 82. El-îsâbe ; C. IV, s. 479, sayı ;
1533, El-İstiab: C. IV, s. 479.
A. Fikri YAVUZ, İmam
Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat:
2/411-412.
[818] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak
Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/412.
[819] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri
(Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/412.
[820] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak
Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/412-413.
[821] Ebû Davud: (40)
Kitabu'I-Edeb, Bab: Kadınlara selâm (137). Tirmizî: (40) Kitabu'l-İstizan, Bab : Kadınlara selâm
(9), îbni Mace: Kitabu'1-Edeb, (14.) Bab, Hadîs: 3701. ie ; C. IV, s. 229,
sayı: 58.el-istiab: C. IV, s. 223.
A. Fikri YAVUZ, İmam
Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/413.
[822] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak
Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/414-415.
[823] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak
Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/415.
[824] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak
Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/415.
[825] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak
Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/415-416.
[826] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak
Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/416-417.
[827] Buhârî: (2) KUabu'l-İnıan, (6.) Baîi. Müslim: (1)
Kitabu'1-İman, Hadîs: W. Feyzu'l-Kadtr: C. III, 8. 295-296, Hadîs: 3441.
A. Fikri YAVUZ, İmam
Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/417.
[828] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri
(Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/418.
[829] Buharı; (65) Kitabu't-Tefsîr : Bab: Sûretü'l-Ahzab.
Müslim: (16) Kitabu'n-Nikâh, Hadîs : 87, 89. Kur'an Dili: C. V, s. 3927f 3919.
C. II, s. 493, 495.
A. Fikri YAVUZ, İmam
Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat:
2/418-419.
[830] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak
Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/419-420.
[831] Fadlu'llah: C. II, s. 495-496. Tejsîr-i Meragî: Cüz :
18, s. 130-131. m-İsabe: O. II. s. 315, sayı: 4738. M-îstiab : C. II, s. 375.
A. Fikri YAVUZ, İmam
Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat:
2/420-421.
[832] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak
Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/421-422.
[833] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak
Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/422.
[834] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak
Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/423.
[835] Ebü Davud: C. I, Hadîs : 78-79. İbni Mace: C. I, Hadîs
: 382. İbni Mace haşiyesi Es-Sindî; Ç, X, s. 78-79, ilk baskı. Fadlu'llah: C.
II, s. 497.
A. Fikri YAVUZ, İmam
Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/423.
[836] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak
Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/423.
[837] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak
Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/424.
[838] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak
Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/424.
[839] Kur'an-ı Kerim: Nûr sûresi, âyej : 27, 29. FGdlu'lîch:
C. II, s. 498.
A. Fikri YAVUZ, İmam
Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat:
2/424-425.
[840] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak
Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/425.
[841] Kuran~t Kerim: Nûr sûresi, âyet: 58. Fadlu'llah: C.
II, s. 499.
A. Fikri YAVUZ, İmam
Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat:
2/425-426.
[842] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak
Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/426.
[843] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak
Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/426.
[844] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak
Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/426-427.
[845] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak
Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/427.
[846] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak
Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/427.
[847] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak
Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/428.
[848] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak
Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/428.
[849] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak
Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/428-429.
[850] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak
Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/429.
[851] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak
Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/429.
[852] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak
Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/429.
[853] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak
Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/430-431.
[854] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak
Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/431.
[855] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak
Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/431.
[856] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak
Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/431.
[857] Tirmizî. Kitabu'l-İstizan, Hadîs : 2691. Buharı:
Kitabu'l-İstizan, (13.) Bab. Müslim:
(3fi) Kitabu'1-Adab, Hadîs : 33-37. İbnt Mace: Kitabu'1-Edeb, Hadîs :
3706. Ebû Davud; Kitabu'l-E63b, .Hadîs : 5181, 5132. Fadlu'llah; C. II. s.
503-506.
A. Fikri YAVUZ, İmam
Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/432-433.
[858] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak
Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/433.
[859] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak
Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/433-434.
[860] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak
Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/434.
[861] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak
Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/434.
[862] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak
Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat:
2/434.
[863] Buhârî: (87)
Kitabut-Diyat, (15.) Bab, Hadis: 2526.
Müslim; (38) Kitabu'1-Adâb, Hadîs :
44.Ebû Davud : Kitabu'1-Edeb, Hadîs : 5172. Nese'î: Cüz : 8, s. 54,
Babu'l-Kaved. Fadlu'lîah: C. II, s. 505-506.
A. Fikri YAVUZ, İmam
Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat:
2/434-435.
[864] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak
Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/435.
[865] Buhârî: Kitabu'd-Diyat, (15.) Bab, Hadis: 2371. Müslim : (38) KItabu'1-Adab, Hadîs : 42. Tirmizi:
Kitabu'l-îstizan, Hadis : 2709. Nese'î: Babu'l-Kaved, Cüz : 8, s. 54.
A. Fikri YAVUZ, İmam
Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/435.
[866] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak
Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/436.
[867] Buharı: (19) Kitabu'l-îstizan, (11.) Bab, Hadis: 2300.
Müslim: (38) Kitabu'I-Adab, Hadîs : 41. Nese'î; Babu'l-Kaved, Cüs : 8. s. 54,
55. Titmizî: Kttabu'l-İstizan, Hadîs : 2710. Ebû Davud : Kitabu'1-Edeb, Hadîs :
5174. Fadlu'llah: C. II, s. 507.
A. Fikri YAVUZ, İmam
Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/436.
[868] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak
Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/436.
[869] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak
Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/437.
[870] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak
Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/437.
[871] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak
Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/437.
[872] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak
Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/437.
[873] Buhârİ;
Kitabu'KBuyu', (9.) Bab. Müslim: Kitabu'I-Adab, Hadîs : 36.
A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül
Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/437-439.
[874] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak
Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/439.
[875] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak
Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/440.
[876] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak
Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/440.
[877] Ebû Davud:
(40) Kitabu'1-Edeb, Hadîs: 5190. Fadlu'llah: C. II, s. 510-511.
A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül
Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/440.
[878] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak
Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/440-441.
[879] Ebû Davud:
(40) Kltabu'1-Edeb, (129.)
Bab, Hadîs: 5189.
A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül
Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/441.
[880] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak
Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/441.
[881] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak
Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/441-442.
[882] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak
Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/442.
[883] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak
Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/442.
[884] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak
Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/443.
[885] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak
Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/443-444.
[886] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak
Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/444.
[887] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak
Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/444.
[888] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak
Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/444.
[889] Ebû Davud : Kitabu'1-Edeb, Hadîs : 5176. Tirmizî:
Kitabu'l-îstizan, Hadîs : 2711. Fadlu'llah: C. II. s. 516-517.
A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül
Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/445.
[890] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak
Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/445-446.
[891] Ebû Davud: Kitabu'1-Edeb, Hadîs: 5173.
A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül
Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/446.
[892] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak
Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/446.
[893] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak
Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/446-447.
[894] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak
Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/447.
[895] Ebû Davud ; Kitabu'1-Edeb, Hadîs : 5177. Fadîu'üah: C.
II, s. 518-S20.
A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül
Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/447-448.
[896] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak
Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/448-449.
[897] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak
Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/450.
[898] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak
Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/450.
[899] Buharı: Kitabu'l-Istizan, (17.) Bab. Müslim:
Kitabu'1-Adab, Hadîs : 38, 39. Fadlu'llah: C. II, s. 522.
A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül
Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/450-451.
[900] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak
Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/451.
[901] Müslim : Kitabu's-Salât, Hadîs : 235. Fadlu'llah: C.
II, s. 270.
A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül
Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/451.
[902] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak
Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/451-452.
[903] Fadlu'llah; C. I, s. 523.
A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül
Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/452.
[904] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak
Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/452.
[905] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak
Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/453.
[906] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak
Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/453.
[907] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak
Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/453.
[908] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak
Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/453.
[909] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak
Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/453-454.
[910] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak
Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/454.
[911] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak
Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/454.
[912] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak
Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/454.
[913] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak
Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/454.
[914] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak
Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/454-455.
[915] Tirmizî: Kitabu's-Salât, Hadîs: 357. Ebû Davud: Kitabu't-Taharet, Hadis : 90.
İbni Mace: Kitabu's-Salât, Hadîs : 923. El-Ahvezl: C. II, s. 340-344.
Fadlu'llah; C. II, s. 524-525.
A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül
Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/455.
[916] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak
Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/455-456.
[917] Ebû Davud: Kitabu'l-Cihad, .Hadîs : 2494.
Feyzu'l-Kadir : C. III, ş. 319, sayı:
3504. Fadlu'îlah; C. II, s. 526.
A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül
Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/456.
[918] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak
Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/456-457.
[919] Nisa Sûresi, Âyet: 86. Nûr Sûresi, Âyet: 61.
A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül
Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/457.
[920] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak
Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/457-458.
[921] Müslim: (36)
Kitabu'l-Eşribe, Hadîs: 103.
A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül
Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/458-459.
[922] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak
Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/459.
[923] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak
Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/459.
[924] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak
Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/459-460.
[925] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak
Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/460.
[926] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak
Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/460.
[927] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak
Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/460.
[928] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak
Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/460-461.
[929] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak
Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/461.
[930] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak
Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/461-462.
[931] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak
Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/462-463.
[932] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak
Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/463.
[933] İbni Mace: Kitabu'1-Edeb, Hadîs: 3699, Fadlu'llah: C.
I, s. 530-531.
A. Fikri YAVUZ, İmam
Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/463.
[934] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak
Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/463-464.
[935] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak
Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/464.
[936] Müslim: (39)
Kitabu's-Selâm, Hadîs: 13. Tirmizî: Kitabu'l-İstizan, Hadîs: 2701. Ebû Davud :
Kitabu'1-Edeb, Hadîs : 5205. Fadlu'llah: C. II, s. 531.
A. Fikri YAVUZ, İmam
Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/464.
[937] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak
Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/464.
[938] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak
Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/465.
[939] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak
Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/465.
[940] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak
Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/465.
[941] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak
Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/465-466.
[942] Buhârî: (79) Kitabu'l-İstizan, (22.) Bab. Müslim: (39)
Kitabu's-Selâm: Hadîs : 8. Ebû Davud: Kitabu'1-Edeb, Hadîs: 52G6.
A. Fikri YAVUZ, İmam
Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/466.
[943] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak
Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/466.
[944] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak
Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/466-467.
[945] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak
Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/467.
[946] Buharı:
(79) Kitabu'l-îstizan, (20.)
Bab. Müslim; (32)' Kitabu'l-Cihad,
Hadîs: 116. Tirmizî; (43) Kitabu'I-İstizan, Hadîs : 2703. .Fadlu'lîah: C. II, s. 534.
A. Fikri YAVUZ, İmam
Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/467.
[947] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak
Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/468.
[948] Buhârî: (1)
Kitabu Bedi'l-Vahyi, (6.) Bab. Müslim: (32) Kitabu'l-Cihad, Hadîs: 74. Fethü'l-Mübdi:
C. I, s. 29-42. Tecrid Tercetnesi: C. I, s. 17-27, Hadîs : 7.El-İsabe: C. I, s.
463, sayı: 2390 ve C. II, s. 172-173,
sayı : 4046. El-İstiab: C. I, s. 463 ve C. IV, s. 85-88.
A. Fikri YAVUZ, İmam
Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat:
2/468-469.
[949] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak
Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/469-476.
[950] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak
Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/476-477.
[951] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak
Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/477.
[952] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak
Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/477.
[953] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak
Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/477.
[954] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak
Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/477-478.
[955] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak
Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/478.
[956] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak
Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/479.
[957] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak
Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/479.
[958] Ebû Davud;
(40) Kitabu'L-Esteb, Hadis: 5038. Tirmizî: (44) 'Kitaüu'1-Edeb, Hadîs :
2740.
A. Fikri YAVUZ, İmam
Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/479.
[959] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak
Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/479.
[960] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak
Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/480.
[961] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak
Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/480.
[962] Buhârî: (79)
Kitabu'l-İstizan, Bab : 19. Müslim: (44) Kittfbu Fezaili's-Sahabe. Hadîs : 91.
Fadlu'Uah: C. I, s. 540.
A. Fikri YAVUZ, İmam
Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/480-481.
[963] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak
Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/481.
[964] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak
Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/481-482.
[965] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak
Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/482.
[966] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak
Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/482-483.
[967] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak
Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/483.
[968] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak
Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/483.
[969] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak
Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/483-484.
[970] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak
Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/484.
[971] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak
Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/484.
[972] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak
Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/484-485.
[973] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak
Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/485.
[974] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak
Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/485.
[975] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak
Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/485.
[976] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak
Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/485-486.
[977] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak
Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/486.
[978] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak
Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/486.
[979] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak
Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/486.
[980] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak
Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/486-487.
[981] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak
Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/487.
[982] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak
Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/487.
[983] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak
Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/487.
[984] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak
Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/487-488.
[985] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak
Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/488.
[986] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak
Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/488.
[987] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak
Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/488-490.
[988] El-îsabe: C. IV, s. 295, ;
C. IV, s. 304. C. H, s. 546.
A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül
Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/490-491.
[989] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak
Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/491.
[990] Buhârî: (64)
Kitabu'l-Meğazî, Bab : Peygamberin hastalığı (83). Fadlu'llah : C. II, e.
547-548.
A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül
Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/491-492.
[991] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak
Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/492-493.
[992] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak
Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/493-494.
[993] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak
Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/494.
[994] Fadlu'îlah: C. II, s. 549.
A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül
Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/494-495.
[995] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak
Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/495.
[996] İbni Mace: (33)
Kitabu'1-Edeb, (18.) Bab, Hadis : 3710. Fadlu'llah; C. n, s. 550.
A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül
Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/495.
[997] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak
Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/495-496.
[998] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak
Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/496.
[999] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak
Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/496.
[1000] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak
Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/496-497.
[1001] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak
Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/498.
[1002] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak
Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/498-499.
[1003] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak
Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/499.
[1004] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak
Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/499-500.
[1005] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak
Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/500.
[1006] Müslim:
(39) Kitabu's-Selâm, Hadîs: 31. ibni Maa (33) Kİtabu'1-Edeb, Hadiü ; 3717. Ebü Davud . (33) Kitabu'l-Edeb, Hadis : Fadlıt'Uak: a
II s. 554.
A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül
Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/500-501.
[1007] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak
Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/501.
[1008] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak
Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/501-502.
[1009] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak
Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/502.
[1010] Buharı: (79) Kitabu'l-İstizan, (31.) Batt. Müslim,: (39) Kitabu's-Selâm, Hadîs : 27,
Fadlu'lldh.': C. II, s. 555, 556.
A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül
Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/502-503.
[1011] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak
Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/503.
[1012] Ebû Davud: Kitabu'1-Edeb, Hadîs : 4825. Tirmizî: (43) Kitabu'l-İstizan, Hadîs : 2726.
Fadlu'llah: C. II, s. 556.
A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül
Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/503.
[1013] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak
Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/504.
[1014] Ebu Davud : KltabıH-Edeb, Hadis : 484.1 Tirmizî:
Kitubu'l-Edeto. Hadis: 2.75S. C. H. 5,
557.
A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül
Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/504.
[1015] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak
Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/504.
[1016] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak
Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/505-506.
[1017] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak
Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/506-507.
[1018] Buharı: (2)
Kitabu'1-İman, (4.) Bab. Müslim:
(1) Kitabu'1-İman, Hadîs: 64. Ebû Davud: Kitabu'l-Cihâd, Hadîs : 2481.
Nese'İ: Kitabu'1-İman, C. IV, Cüz : 8, s. 93 Sıfatü'l-Müslim, İ 964/Mısır.
Fadlu'Uah: C. n, s. 559, 560.
A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül
Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/507.
[1019] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak
Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/507-508.
[1020] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak
Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/508-509.
[1021] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak
Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/509.
[1022] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak
Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/509.
[1023] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak
Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/509.
[1024] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak
Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/509-510.
[1025] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak
Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/510.
[1026] Nese'î: C. I, Cüz : 7, Sayfa : 148, 149. El-îsabe: C. I, s. 285, sayı :
1457. Fadlu'llah: C. H, s. 562. Ebû Davud: Kitabu'l-Menasife, Hadîs: 1742.
A. Fikri YAVUZ, İmam
Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat:
2/510-511.
[1027] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak
Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/511-512.
[1028] Ebû Davud ; Kitabu'1-Edeb, Hadîs : 4815. C. II, s.
563.
A. Fikri YAVUZ, İmam
Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/512.
[1029] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak
Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/513.
[1030] Buhârî: (46)
Kitabu'l-Mezalim, (22.) Bab.
Müslim: (37) Kitabu'I-Libas, Hadîs :
114. Fadlu'llah: C. IX s. 584.
A. Fikri YAVUZ, İmam
Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/513.
[1031] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak
Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/513.
[1032] Buharı: (62) Kitabu Ashabi'n-Nebiyyi, (5.) Bab.
Müslim: (44) Kitabu Fezaili's-Sahabe,
Hadîs :'29. Tirmlzî: (50) Kitabu'1-Menakıb, Hadîs : 371Î. Fadlu'Uah: C. II, s.
565, 566.
A. Fikri YAVUZ, İmam
Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat:
2/514-516.
[1033] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak
Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat:
2/516.
[1034] Buharı; (34)
Kitabu'1-Buyu1, (49.) Bab. Müslim: (44) Kitabu Fezaili's-Salıabe, Hadîs : 57.
Fadlu'lîah: C. U, s. 567, 568.
A. Fikri YAVUZ, İmam
Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat:
2/516-517.
[1035] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak
Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/517.
[1036] Buharı: (79)
Kitatu'l-İstizan, (32.) Bab.
Müslim; (39) Kitabu's-Selâm, Hadîs : 29. Ebû Davud: Kitabu'1-Edeb, Hadîs : 4827.
Tirmi&î: (44) Kitabu'l.Edeb, Hadîs ; 2751, Fadlu'lluh: C,
II, s. 568, 569.
A. Fikri YAVUZ, İmam
Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat:
2/517-518.
[1037] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak
Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/518.
[1038] Müslim: (44) Kitabu Fesaili's-Sahabe, Hadîs : 145.
Fadlu'llah: C. II, s. 569, 570.
A. Fikri YAVUZ, İmam
Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat:
2/518-519.
[1039] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak
Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/519-520.
[1040] Feyzü'l-Kadîr : C. V, Hadîs : 6470-6473, 6478, 6493.
C. II, s. 570.
A. Fikri YAVUZ, İmam
Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/520.
[1041] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak
Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/521.
[1042] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak
Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/521.
[1043] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak
Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/521-522.
[1044] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak
Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/522.
[1045] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak
Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/522.
[1046] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak
Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/523.
[1047] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak
Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/523.
[1048] BuhâTÎ: (91)
Kitabu't-Tabir, (45.) Bab. Müslim: (37) Kitabul-Libas, Hadîs : 100. Nese'î:
Kitabu'z-Zinet, Cüz : 8, Sayfa : 150,
1964/Misir bsk. Fadlu'llah: C. II, s. 572, 573.
A. Fikri YAVUZ, İmam
Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/524.
[1049] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri
(Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/524-526.
[1050] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak
Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/526-527.
[1051] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak
Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/527.
[1052] Müslim: (1) Kitabu'1-îman, (6.) Bab, Hadîs : 24.
Fadlu'llah: C. -II, s. 575, 576.
A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül
Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/527.
[1053] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak
Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/528.
[1054] Tecrid-i Sarih: Kitabu'1-Cuma, s. 72, H. 1323/Misır
bsk. Nese'î: Kitabu'l-Mevakıt, C. I, Cüz ; I, s. 199, 1964/Mısır bsk. C. IX, s.
576.
A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül
Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/528.
[1055] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak
Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/528.
[1056] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak
Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/528-529.
[1057] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak
Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/529.
[1058] Müslim: (7)
Kitabu'1-Cuma, Hadîs : 60. Nese't: Kitabu'z-Zînet, C, İV, Cüz : 8, s, 195,
1964/Migır bsfc. Fadlu'llah: C. II, s. 578, 579.
A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül
Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/529-530.
[1059] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak
Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/530.
[1060] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak
Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/530.
[1061] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak
Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/530.
[1062] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak
Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/530-531.
[1063] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak
Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/531.
[1064] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak
Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/531.
[1065] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak
Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/531-532.
[1066] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak
Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/532.
[1067]A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak
Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/532.
[1068] Buharı: (79)
Kitabu'I-îstîzan, (45.) Bab.Müslim: (39) Kitabu's-Selâm, Hadîs : 36. Ebû Davud
; Kitabu'l-ISdeb, Hadîs : 4851. İbni Mace: Kîtabu'1-Edeb, (33.) Bab. Hadis:
3776. Fadlu'lîah: a II, s. 581.
A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül
Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/532-533.
[1069] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak
Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/533.
[1070] Buharı: (79)
Kitabu'l-îstizan, (47.) Bab. Müslim: (39) Kitabu's-Selâm, Hadis : 38. Ebû Davud
: Kitabu'1-Edeb, Hadîs : 4851. tbni Mace: Kitabu'1-Bdeb, Hadîs: 3775.
A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül
Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/533.
[1071] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak
Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/533.
[1072] EbÛ Davud: Kitabu'1-Edeb, Hadîs : 4852.
A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül
Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/534.
[1073] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak
Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/534.
[1074] Müslim: (39) Kitabu's-Selâm, Hadîs : 37.
A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül
Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/534.
[1075] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak
Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/534.
[1076] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri
(Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/534.
[1077] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak
Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/535.
[1078] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak
Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/535.
[1079] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak
Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/535.
[1080] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak
Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/536.
[1081] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak
Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/536.
[1082] Buharı: ili) Kİtabu'I-üb&s, (20.) Bab. Müslim: m)
Kitatro'1-Buyu', Hadis : 3. Nese'î: C. IV, Cüa : 8, Sayfa: 185. 1964/Mısır bsk.
h: C. 11, s. 564, 585.
A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül
Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/536-537.
[1083] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak
Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/537-538.
[1084] Buhârî: (30) Kitabu's-Siyam, (59.) Bab. Müslim: (13)
Kitabu's-Sıyam, Hadîs: 191. Faâlu'lîak: C. Et, s. 585-587.
A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül
Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/538-539.
[1085] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak
Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/540.
[1086] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak
Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/540.
[1087] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak
Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/540.
[1088] EbÛ Davud: Kitabu'1-Edeb, Hadîs: 4847. TiTmis&:
Kitabu'1-Edeb, Hadîs: 2815.
A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül
Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/540-541.
[1089] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak
Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/541.
[1090] Etû Davud; Kitabu'1-Edeb, Hadîs : 4850. Fcdlu'llah ;
C. II, s. 588, 589.
A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül
Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/541-542.
[1091] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/542.
[1092] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak
Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/542.
[1093] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak
Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/542.
[1094] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak
Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/542-543.
[1095] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak
Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/543.
[1096] Ebu Davuâ: Kitabul-Libas, Hadîs : 4075, 4084. C. İL s.
589-591.
A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred),
Sönmez Neşriyat: 2/543-544.
[1097] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak
Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/544.
[1098] Buhârî; Kitabu'l-Buyu\
(49.) Bab. Müslim: Kİtabu Fesaii's-Sahabe, Hadîs : 57.
A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül
Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/545.
[1099] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak
Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/545.
[1100] Buhârî: f96)
Kitabu'l-îtisam, (3.) Bab. Müslim: (43). Kitabu'L-Fezall, Hadîs ; 136. Fadlu'llah: C. II, s. 592-595.
A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül
Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/546-547.
[1101] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak
Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/547-548.
[1102] Buhârl: (8)
Kitabu's-Salât, (85.) Bab. Müslim: (37) Kitabul-Libas, Hadîs : 75. Tirmisî:
Kitabu'1-Edeb, Hadîs : 2766. Ebü Davud :
Kitabu'kEdeb, Hadîs : 4865, 4866, 4867. Faûlu'ltah: G. II, s. 595, 596.
A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred),
Sönmez Neşriyat: 2/548.
[1103] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak
Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/548-549.
[1104] El-îstiab. C. IH, s. 396-397; El-İsabe, C. III, s. 399; Fadlullah : C. II, s, 596.
A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül
Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/549.
[1105] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak
Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/549.
[1106] Ehü Davud: Kltabu'1-Edeb. Hadis : 5040. îhni Mace:
Kltabu'1-Edeb, Hadis: 3723. Tirmizi: Kitabul-Edeb, Hadîs : 2769. Fadlu'Ilah: C.
II, s. 595; 596.
A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül
Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/550.
[1107] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak
Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/550.
[1108] îbni Mace: Kitabu'1-Edeb, Hadîs : 3725.
A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül
Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/551.
[1109] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak
Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/551.
[1110] MüslUn: Kitabu'l-Eşribe, Hadîs: 105, 106. Tirmîzî: Kitabu'l-Et'ime, Hadîs :
1800. Ebû Davud : Kitabu'l-Et'ime, KacUs : 3776. Fadlu'iîah: C, II, s. 598,
599.
A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül
Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/551-552.
[1111] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak
Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/552.
[1112] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak
Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/552-553.
[1113] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak
Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/553.
[1114]A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak
Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/553.
[1115] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak
Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/553-554.
[1116] Ebû Davud ; (40) Kitabu'1-Edeb, Hadîs : 5041. C. II,
s. 600, 601.
A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül
Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/554.
[1117] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak
Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/555.
[1118] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak
Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/555.
[1119] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak
Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/555.
[1120] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak
Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/555-556.
[1121] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak
Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/556.
[1122] Buhârî: (62)
Kltabu Ashabi'n-Nebi, (5.) Bab. Müslim :
(44) Katabu Fezaüi's-Sahabe, Hadîs : 29. Timizi: (50) Kitabu'l-Menakıb,
Hadis: 3711.
A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül
Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/556.
[1123] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak
Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/557.
[1124] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak
Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/557.
[1125] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak
Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/557.
[1126] İbni Mace: (34)
Kitabu'd-Düa, Hadis : 3885. Tirmizî
(49) Kİtabu'd-Daavat, Hadis : 3422.
A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül
Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/558.
[1127] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak
Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/558.
[1128] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak
Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/558-562.
[1129] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak
Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/562-565.
[1130] Ebû Davud: Kitabu'1-Edeb, Hadîs: 5068. Tİrmîzî:
Kitabu'd-Daavât, Hadîs: 3388.
A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül
Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/565.
[1131] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak
Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/565-566.
[1132] Ebû Davud: Kitabu'1-Edeb, Hadîs : 5074. İlmî Mace:
Kitabu'd-Dua, Hadîs: 3871. Fadlu'llah; C. II, s. 610.
A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül
Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/566.
[1133] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak
Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/566-567.
[1134] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak
Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/567.
[1135] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak
Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/567.
[1136] Ebû Davud; Kitabul-Eöeb, Hadis : 5067. Tirmizî:
Kitabu'd-Daavat, Hadîs : 3389. Fadlu'llah: C. II, s. 611, 612.
A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül
Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/568.
[1137] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri
(Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/568.
[1138] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak
Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/568-569.
[1139] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak
Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/569.
[1140] Tirmizî: KitabÜ'd-Daavat, Hadis : 3526.
A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül
Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/569.
[1141] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak
Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/569.
[1142] Buharı; (97) Kitabu't-Tevhid, (13.) Bab. Fadlu'llah:
C. İL s. 613.
[1143] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak
Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/570.
[1144] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak
Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/570-571.
[1145] Müslim: (48)
Kitabu'z-Zikri, Hadîs: 64. Fadlu'llah: C. II, s. 614.
A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül
Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/571.
[1146] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak
Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/571.
[1147] Tirmizî; Kitatau Sevabı'l-Kur'an, Hadîs : 2894,
Fadlu'lîah: C. H, s. 615.
A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül
Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/571-572.
[1148] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri
(Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/572.
[1149] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak
Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/572.
[1150] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak
Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/573.
[1151] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak
Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/573.
[1152] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak
Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/573.
[1153] Buhârî: Kitabu'd-Daavat, (13.) Bab. Müslim : Kitabu'z-Zikri,
Hadîs : 64, Ebû Davud: Kitabu'I-Edeb, Hadis : 5050. Fadlu'llah: C. II, s. 616.
A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül
Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/573-574.
[1154] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak
Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/574.
[1155] Buhârî: K. Vudu1, (75.) Bab ve Teerjd şerhi
Fethu'l-Mubdî, C. I, 9. 157. Müslim: Kitabu'z-Eikri, Hadîs : Ö6-İÎEJ. Ebû Davud; Kitabu'I-Edeb, Hadis :
5046. Tirmizî: Kitabu'd-Daavât, Hadîs : 3392. Faâlu'lîah; C. II, s. 617-619.
A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül
Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/574-575.
[1156] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak
Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/575.
[1157] Müslim: Kitabu'z-Zikri, Hadîs: 61. Tirmizî:
Kitabu'd-Daavât, Hadîs : 3397. Kbv Davud: Kitabu'1-Edeb, Hadîs: 5051.
A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül
Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/575-576.
[1158] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak
Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/576.
[1159] El-İstiab: C. I, s. 143, 144... Ei-İsdbe: C. I, s.
146, 147; Sayı: 618.
A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül
Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/577.
[1160] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri
(Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/577-578.
[1161] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak
Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/578-579.
[1162] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak
Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/579.
[1163] Tirmizî: Kitabu'd-Daavat, Hadîs: 3395, 3396. İbni
Aface: Kitabu;d-Dua, Hadîs : 3877.
[1164] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak
Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/579-580.
[1165] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak
Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/580.
[1166] El-İstiab: C. II, s. 338-341.El-İsabe: C. II, s. 343, 344;
Sayı : 4847. Ebû Davud :
Kitabu'1-Edeb, Hadîs : 5065. Tirmizî:
Kitabu'd-Daavat, Hadîs : 3407, . İbni
Mace: Kitabu Îkameti's-Salât, Hadis :
926. Nese'î: Kitabu's-Salât, Bab : Adedu't-Tesbih bade teslim, Cüz : 3,
s. 93, 1952/Mısır bsk.Fadlu'îîafı: C. II, s. 662,.663.
A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül
Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/580-581.
[1167] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak
Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/581-583.
[1168] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak
Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/583.
[1169] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak
Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/584.
[1170] Tirmizî: Kitabu'd-Daavat, Hadîs: 3412. El-lstîab; C.
I, s. 494. El~İsabe: C. I, s. 498, sayı: 2623. Ebû Davud: Kitabu's-Salât, Hadîs
; 1320. Fadlu'llah: C. II, s. 625, 626.
A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül
Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/584.
[1171] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak
Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/584-585.
[1172] Tirmizî: Kitabu'l-Et'ime, Hadîs : 1360,
1861. Ebû Davud : Kitabu'l-Et'İme, Hadîs : 3852. İbni Macc: Kİtabu'l-Et'ime,
Hadîs: 3296, 3297. Fadlu'llah: C.
II, s. 626,
627.
A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül
Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/585.
[1173] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak
Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/585.
[1174] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak
Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/586.
[1175] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak
Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/586.
[1176] Buharı:
(29) Kitabu Bedi'1-Halk, (16.)
Bab. Müslim :
Kitabu'l-Eşribe, Hadîs : 96,
97. Tirmizî: Kitabu'1-Ef
ime. Hadîs : 1813
ve Tirmizî şerhi
El-Ahvezi: C. V, s. 531-533,
Hadîs : 1872. İbni Macc :
KHabu'l-Eşribe, Hadîs: 3410, 3411. Ebû
Davud ; Kitabu'l-Eşribe. Hadîs : 3732.
Fadlu'llah : C. II, s. 627. 628.
A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül
Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/586-587.
[1177] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak
Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/587.
[1178] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak
Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/587-588.
[1179] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak
Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/588.
[1180] İbni Mace :
Kitabu'l-Menakıb, Hadîs: 3089.
A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül
Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/588.
[1181] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak
Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/588-589.
[1182] Biıhâri:
Kitabu'I-İstizan, (49.) Bab. Müslim : Kitabu'l-Sşribe, Hadîs ; 100.
A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül
Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/589.
[1183] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak
Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/589.
[1184] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak
Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/589-590.
[1185] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak
Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/590.
[1186] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak
Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/590.
[1187] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak
Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/590.
[1188] Buhârl:
ICitabü'l-İstİ'zan, (49.) Bab. Müslim: Kitabü'i-Eşribe, Hadîs: 101. İbni Mace; Kltabü'I-Edeb, Hadîs : 3770.
A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül
Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/590-591.
[1189] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak
Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/591.
[1190] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak
Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/591.
[1191] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak
Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/591-592.
[1192] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak
Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/592.
[1193] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak
Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/592.
[1194] Fadlu'llah: C.
II, s. 633.
A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül
Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/592-593.
[1195] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak
Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/593.
[1196] Müslim : Kitabu'l-Eşribe, Hadis : 98. Fadlu'llah: Ç\
II, s. 634.
A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül
Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/593.
[1197] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak
Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/594.
[1198] Tirmizî: Kitabu'.l-Cihad, Hadis: 1708.
1709. Ebû Davud : Kitabu'l-Cihad, Hadis : 2562. Fadlu'llah : C. II, s. 634.
A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül
Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/594.
[1199] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak
Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/594.(589)
[1200] Ebû Davud:
Kitabu'1-Edeb, Hadis; 5103.
5104. Fadlu'llah ; C. II. s. 635.
A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül
Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/595.
[1201] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak
Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/595.
[1202] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak
Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/596.
[1203] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak
Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/596.
[1204] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak
Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/596-597.
[1205] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak
Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/597.
[1206] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak
Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/597.
[1207] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak
Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/597-598.
[1208] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak
Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/598.
[1209] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak
Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/598.
[1210] İbni Hişam:
Muğnî; Harfu'1-Eâ. El-İsabe : C.
II, s. 108, Sayı: 3664. Fadlu'llah : C. II. s. 638, 040.
A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül
Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/599.
[1211] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak
Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/600.
[1212] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak
Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/600.
[1213] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak
Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/600.
[1214] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak
Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/600.
[1215] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak
Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/600.
[1216] Buhâri:
(46) Kitabu'l-Mezalim, (21.)
Bab. Müslim: (36) Kitabu'l-Eşribe, Hadîs: 3-7. Fadlu'llah : C. I, s.
641.
A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül
Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/601.
[1217] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak
Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/601-602.
[1218] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak
Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/602.
[1219] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak
Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/602.
[1220] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak
Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/603.
[1221] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak
Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/603.
[1222] Buhârt : Kitabu'l-Enbiya, (8.)
Bab. Müslim: (43)
Kitabu'l-Fezail, Hadîs: 151,
Fadlu'llah : C. II, s. 643, 644.
A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül
Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/604.
[1223] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak
Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/604-605.
[1224] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak
Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/605.
[1225] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak
Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/605.
[1226] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak
Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/606.
[1227] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak
Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/606.
[1228] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak
Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/606-607.
[1229] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak
Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/607.
[1230] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak
Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/607-608.
[1231] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri
(Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/608.
[1232] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak
Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/609.
[1233] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak
Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/609.
[1234] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak
Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/609-610.
[1235] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak
Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/610.
[1236] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri
(Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/610-611.
[1237] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak
Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/611.
[1238] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak
Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/611.
[1239] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak
Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/611.
[1240] El-tstiab : C. IV, s. 163.Fadlu'llah; C, II. s. 650-652.
A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül
Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/611-612.
[1241] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak
Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/612-614.
[1242] Buharı; Kitabu'l-Akîka, (I.) Bab. Müslim: (38) Kitabu'1-Adâb, Hadîs : 22. Ebû Davud:
Kitabu'l-Cihad, 2563. Fadlu'llah: C. II, s. 652.
A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül
Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/614.
[1243] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak
Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/615.
[1244] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri
(Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/615.
[1245] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak
Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/615.
[1246] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak
Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/616.
[1247] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak
Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/616.
[1248] Buharı: Kitabu'l-Libas. Müslim : Kitabu't-Taharet. Ebû
Davud: Kitabu'l-Tereccül. Hadis: 4193.
İbni Mace : Kitabu't-Taharet, Hadi;: :
2S1 Nese'î: Kitabu't-Tahareti, Cüz: 1, s. 17. 1952/Mısır bsk, Tirmisî:
'Kitabul-Sdeb, Hadis: 2757,
Fadlu'Uah: C. II. s, 654-658.
A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül
Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/616-617.
[1249] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak
Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/617-618.
[1250] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak
Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/619.
[1251] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak
Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/619.
[1252] MeartuatÜ'Tefasir :
C. I. s. 32G, 327, Fadıy'Uah: C. II. s. 059.
A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül
Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/619-620.
[1253] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak
Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/620-621.
[1254] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak
Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/621.
[1255] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak
Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/621.
[1256] Fadîu'llah ; C. II, s. 660.
A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül
Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/621-622.
[1257] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak
Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/622.
[1258] Buharı; Kitabu'I-Eyman, (5.) Bab. Müslim: (27) Kitabu'I-Eyman, Hadis : 5, Ebû Davud :
Kitabu'I-Eyman, Hadîs : 3247. Tirmizı:
Kitabu'I-Eyman, Hadîs : 1545. Nese'î:
Kitabu'I-Eyman, Cüz: 7, s. 7, 8, 1952/Mısır'bsk. İbni Mace : Kitabu'l-Keffarat,
Haöîs : 209G. Fadlu'llah ; C, II, s.
660, 661.
A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül
Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/622-623.
[1259] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak
Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/623.
[1260] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak
Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/623-624.
[1261] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak
Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/624.
[1262] Buharı:
Kitabu'1-Edeb, (90.) Bab. Müslim,: Kİtabu'l-Fezaİ, Hadîs :
70.
A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/624.
[1263] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak
Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/625.
[1264] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak
Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/625.
[1265] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak
Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/625.
[1266] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak
Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/625-626.
[1267] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak
Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/626.
[1268] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak
Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/626.
[1269] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak
Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/626.
[1270] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak
Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/627.
[1271] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak
Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/627.
[1272] Ebû Davud : Kitabu'-Edeb, Hadîs: 4938. Malik :
Kitabu'1-Cami, Bab : Mâ câe Fin-Nerd. tbni Mace : Kilabu'1-Edeb, Hadîs : 3762.
A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/628.
[1273] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak
Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/628.
[1274] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak
Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/628.
[1275] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak
Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/628-629.
[1276] Müslim: Kitabu'ş-Şür, Hadîs : 10. İbni Mace: Kitabu'1-Edeb, Hadîs; 3763. Ebû Davud; Kitabu'l-Edeb, Hadîs : 4939.
A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül
Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/629.
[1277] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak
Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/629.
[1278] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak
Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/629.
[1279] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak
Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/629.
[1280] İmam Malik;. Kitabu'1-Cami, Bab : Mâ Câe Fi'n-Nerdî.
A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül
Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/630.
[1281] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak
Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/630.
[1282] İmam Malik; Kltabu'1-Câmi, Bab : Mâ Câe Fi'n-Nerdi.
A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül
Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/630.
[1283] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak
Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/630.
[1284] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak
Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/631.
[1285] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak
Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/631.
[1286] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak
Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/631-632.
[1287] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak
Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/632.
[1288] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak
Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/632.
[1289] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak
Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/632.
[1290] Buharı: Kitabu'1-Edeb,
(83.) Bab. Müslim: Kitabu'z-Zühd, Hadîs : 63. İbni Mace :
Kîtabu'l-Fiten, Hadis : 3982, 3983. Fadlu'llah
: C, II, s. 668, 669.
A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül
Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/633.
[1291] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak
Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/633.
[1292] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak
Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/634.
[1293] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak
Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/634.
[1294] Müslim: Kİtabu'1-İman, Hadis: 164.
A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül
Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/634.
[1295] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak
Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/634.
[1296] Bühârî: Kitabu'l-Fiten, (7.) Bab. Müslim ;
Kitabu'1-İman, Hadîs : 163.
A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül
Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/635.
[1297] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak
Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/635.
[1298] Tirmizî; Kitabu'l-Kader, Hadis : 2147. 2148.
A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül
Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/635.
[1299] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak
Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/635.
[1300] Tirmisî; Kİtabu'z-Zühd, Hadîs: 2368. El-Ahvezî: C.
VII, s. 33, Hadîs : 2472. Fadlu'llah ; C, II, s, 670, 671.
A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül
Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/636.
[1301] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak
Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/636-637.
[1302] Müslim: Kitabu'i-İman, Hadis: 209. Ebû Davuâ :
Kitabu'1-Edeb, Hadîs; 5111. Fadlu'llah; C. II, s. 671-673.
A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül
Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/637.
[1303] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak
Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/638.
[1304] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak
Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/639.
[1305] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak
Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/639.
[1306] Buhârî; Kitabu'l-İ'tisam, (3.) Bab. Müslim : Kitabu'İ-îman, Hadîs
; 217. Faûlu'llah : C. ir, s. 674.
A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül
Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/639.
[1307] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak
Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/640.
[1308] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak
Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/640.
[1309] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak
Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/640.
[1310] Ebû Davud: Kitabu's-Sünnet, Hadîs: 4719. Fadlu'llah:
C. II, s. 676.
A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül
Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/641.
[1311] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak
Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/641.
[1312] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak
Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/641-642.
[1313] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/642.
[1314] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak
Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/642.
[1315] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak
Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/642-643.
[1316] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak
Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/643.
[1317] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak
Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/643.
[1318] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak
Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/643-644.
[1319] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak
Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/644.
[1320] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak
Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/644.
[1321] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak
Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/644.
[1322] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak
Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/644.
[1323] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak
Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/644.
[1324] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak
Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/645.
[1325] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak
Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/645-646.
[1326] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak
Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/646.
[1327] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak
Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/646.
[1328] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak
Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/647.
[1329] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak
Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/647.
[1330] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak
Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/647.
[1331] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak
Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/647.
[1332] Buharı: Kitabu'1-Edeb,
(81.) Bab. Müslim: Kitabu
Fezaili's-Sahbe, Hadîs: 81. Fadlu'llah:
C. II, s. ,683.
A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül
Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/648.
[1333] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak
Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/648.
[1334] EM Davud: Kitabu'1-Edeb, Hadîs : 4940. İbni Mace:
Kitabu'1-Edeb, Hadis : 3756. Fadlu'îlah; C. II, s. 683, 684.
A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül
Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/648.
[1335] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak
Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/649.
[1336] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak
Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/649.
[1337] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak
Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/649.
[1338] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak
Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/649.
[1339] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak
Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/650.
[1340] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak
Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/650.
[1341] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak
Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/650.
[1342] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak
Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/651.
[1343] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak
Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/651.
[1344] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak
Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/652.
[1345] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak
Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/652.
[1346] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak
Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/652-653.
[1347] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak
Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/653.
[1348] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak
Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/653.
[1349] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak
Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/653.
[1350] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak
Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/653.
[1351] Edebü'd-Dünya :
s. 275, 276, 1911/Mısır bsk.
A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül
Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/654.
[1352] Tirmizı: Kitabü'l-BIrri, Hadîs : 2019. Faâlu'llah : C. II, s. 887.
A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül
Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/654.
[1353] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak
Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/654.
[1354] Buharı: Kitabu'l-Ahkâm, (27.)
Bab. Müslim : Kitabu'l-Birri,
Hadîs : 98. Fadlu-llah; C. II, s. 688.
Ebû Davud : Kitabu'1-Edeb, Hadîs : 48T2.
A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred),
Sönmez Neşriyat: 2/655.
[1355] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak
Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/655.
[1356] Ebû Davud: Kitabu'1-Edeb, Hadîs: 4873.
A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül
Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/656.
[1357] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak
Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/656.
[1358] Buhâfp: Kitabü'1-Edeb, (38.) Bab. Müslim:
Kitabü'l-Birri, Hadîs : 73. Fadlu'llah: C. II, s. 689, 690.
A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül
Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/657.
[1359] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak
Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/657.
[1360] Buhâri: KitabÜ'I-Edeb, (77.) Bab. Müslim :
Kitabü'1-İman, Hadîs : 61. Fadlu'llah: C. İL s. 690-692.
A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül
Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/658.
[1361] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak
Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/658.
[1362] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak
Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/658-659.
[1363] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak
Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/659.
[1364] Tirmizl: Kitabti'l-Birri, Hadîs : 1314. İbni Mace: Kitabü'z-Zülıd, Hadîs :
4184. FaâU'llah: C. ÎI, s0 693, 694.
A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül
Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/659.
[1365] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak
Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/659.
[1366] Tîrmizî: Kitabü'l-Menakıb, Hadis : 3641. Cllah: C. H, s. 694.
A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül
Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/659-660.
[1367] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak
Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/660.
[1368] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak
Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/660.
[1369] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak
Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/660.
[1370] Buharı: Kİtabü'1-Edeb,
C76.J Bab. Müslim: Kitabü'l-Birri, Hadîs : 107. Ebû Davud: Kitabü'1-Edeb, Hatfîs.; 4779.
Fadlu'îlah ; C, II, s. 695.
A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül
Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/661.
[1371] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak
Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/661-662.
[1372] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/662.
[1373] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak
Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/662.
[1374] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak
Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/662-663.
[1375] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak
Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/663.
[1376] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak
Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/663-664.
[1377] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak
Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/664.
[1378] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak
Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/664.
[1379] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak
Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/664.
[1380] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak
Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/664-665.
[1381] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak
Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/665.
[1382] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak
Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/665-666.
[1383] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak
Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 2/666.