1. Abdest Konusu İle İlgili Hüküm Ve Farklı Görüşler
2. Taharetsiz Namaz Kabul Olmaz
3. Abdestin Fazileti, Kıyamet Gününde Abdest İzinden
Dolayı Yüz, El Ve Ayakları Sekililer
4. Kişi Abdestini Bozduğundan Kesin Olarak Emin Olmadığı
Sürece (Yeniden)Abdest Almaz
7. Yüzü İki El İle Bir Avuç Su Dökerek Yıkamak
8. Her Durumda, Cinsel İlişki Sırasında Bile Besmele
Çekmek
9. Tuvalete Girmeden Önce Ne Söylenilir?
10. Tuvalet Yapılan Yere Su Koymak
11. Büyük Veya Küçük Tuvalet Yaparken Kıbleye Dönülmez,
Ancak Bina, Duvar Vb. Bir Şey Varsa Dönülür
12. İki Tuğla Üzerine Oturarak Tuvalet Yapmak
13. Kadınların Tuvalet İhtiyaçlarını Görmek İçin
Çıkmaları
14. Evlerdeki Tuvaletlerde Tuvalet Yapmak
15. Tuvalet Temizliğini, İstincayı Su İle Yapmak
16. Taharet Yapmak İçin Kişinin Yanına Su Alması
17. Tuvalet Temizliği İçin Su İle Birlikte Harbe/Asa
Taşımak
18. Sağ Elle Tuvalet Temizliği Yapmanın Yasak Olması
19. Küçük Abdestini Yaparken Sağ Eli İle Cinsel Organını
Tutmamak
20. Tuvalet Yaptıktan Sonra Taş İle Temizlik Yapmak
21. Tezek İle Tuvalet Temizliği (İstinca) Yapmamak
22. Abdest Organlarını Birer Kere Yıkayarak Abdest Almak
23. Abdest Organlarını İkişer Kere Yıkayarak Abdest Almak
24. Abdest Organlarını- Üçer Kere Yıkayarak Abdest Almak
26. İstinca Yaparken Tek Sayıda Taş Kullanmak
27. Ayakları Yıkamak Ve Çıplak Olarak Ayaklar Üzerine
Mesh Etmemek
28. Abdest Alırken Ağza Su Vermek (Mazmaza Yapmak)
31. Abdest Ve Gusülde Sağdan Başlamak
32. Namaz Vakti Geldiğinde Abdest İçin Su Aramak
33. Kişinin Saçını Yıkamak İçin Kullandığı Su
35. Kişinin Arkadaşına Abdest Aldırması
36. Abdestini Bozduktan Sonra Kuran Okumak Vb. Fiiller
37. Ancak Ağır Baygınlıktan Sonra Abdesti Gerekli Gören
Kimselerin Görüşü
39. Ayakları Topuklara Kadar Yıkamak
40. İnsanların Abdest Alırken Kullandıkları Sudan Artanı
Kullanmak
41. Bir Avuç Su İle Ağza Ve Burna Su Vermek
42. Kişinin Hanımı İle Birlikte Abdest Alması
Ehl-i Kitabın ve Müşriğin Suyu ile Abdest Almak
44. Hz. Peygamberin Abdest Aldığı Suyu Baygın Kişiye
Dökmesi
45. Leğen, Bardak, Tahta Ve Taştan Yapılmış Kaptaki Su
İle Gusletmek Ve Abdest Almak
47. Bir Müd Su İle Abdest Almak
49. Kişinin Ayakları Temiz İken Mestlerini Giymesi
50. Koyun Eti Ve Kavut
Yemekten Dolayi Abdest Almayan Kimse
51. Kavut Yiyen Kışının Abdest Almaksızın Ağzını
Çalkalaması
52. Süt (İçmek)Ten Dolayı Ağız Çalkalanır Mı?
53. Uyku Sebebiyle Abdest Almak, Uyuklama Ve Hafif
Uykudan Dolayı Abdesti Gerekli Görmemek
54. Abdest Üstüne Abdest Almak
55. Kişinin İdrarından Sakınmaması Büyük Günahlardandır
Kabirlerin Üzerine Bitki Dikmek
58. Mescitteki İdrarın Üzerine Su Boşaltmak
59. Erkek Çocukların İdrarları
60. Ayakta Ve Oturarak İdrar Yapmak
61. Arkadaşının Yanında Küçük Tuvaletini Yapmak, Duvar
İle Kendini Örtmek
62. Bir Çöplükte Küçük Tuvaleti Yapmak
Ayakta Su Dökmenin (Tuvalet Yapmanın) Hükmü
64. Meniyi Yıkamak Ve Ovalamak, Kadından Gelen Akıntıyı
Yıkamak
Meni Necis midir, Temiz inidir?
65. Elbiseden Cünüplük Veya Başka Bir Şeyi Yıkadığı Halde
İzinin Kaybolmaması
67. Katı Yağ Ve Suya Düşen Necasetler
68. Durgun Suya İdrarını Yapmak
69. Namaz Kılan Kişinin Sırtına Dışkı Veya Leş
Konulduğunda O Kişinin Namazı Bozulmaz
Kâfire ve Müslümana Beddua Etmek
70. Elbiseye Tükürmek, Sümkürmek
72. Kadının, Babasının Yüzünden Kanı Temizlemesi
74. Misvakı Büyük Olan Kişiye Vermek
75. Abdestli Yatmanın Fazileti
Yüce Allah şöyle buyurmuştur
"Namaz kılmaya kalktığınız zaman yüzlerinizi, dirseklerinize kadar ellerinizi, başlarınızı meshedip, topuklara kadar ayaklarınızı yıkayın.[1]
Ebû Abdullah (Buhârî) şöyle demiştir: Hz, Peygamber
abdestin farzının birer birer yıkamak olduğunu beyan etmiş, aynı zamanda İkişer defa ve üçer defa yıkayarak abdest almış, üçten fazla yıkamamışür. İlim ehli abdestte israfa kaçmayı ve Hz. Peygamber'in yaptığının ötesine geçmeyi mekruh görmüşlerdir.
Bu bölüm, abdestin hükümleri, şartlan, niteliği ve abdest öncesi yapılan
şeyler ile ilgiü konuları içermektedir.
Buhârî "Abdest Konusu ile İlgili Hüküm ve Farklı Görüşler" sözü ile selef âlimlerinin abdest âyeti konusundaki görüş farklılıklarına İşaret etmektedir. Çoğunluk bu âyeti "abdestsiz oiarak namaz kılmaya kalktığınız zaman" şeklinde tefsir etmiştir. Diğer bazılarına göre İse bu emir herhangi bir hazif söz konusu olmaksızın genel kapsamlı olmakla birlikte, abdestsiz kimse hakkında farz, diğerleri hakkında ise menduptur.
Bazı âlimler "Namaz klimaya kalktığınız zaman" İfadesinden abdestte niyetin farz olduğu sonucunu çıkarmışlardır.
Abdestte organları bir kere yıkamak farz, birden fazla yıkamak ise müstehaptır.
Hz. Peygamber'in nasıl abdest aldığını anlatan hadislerde abdest organlarını üçten fazla yıkadığına dair bir bilgi mevcut değildir. Aksine onun üçten fazla yıkayanları kınadığı sabittir. Ebû Dâvud ve diğer hadis imamlarının rivayet ettiğine göre Hz. Peygamber organlarını üçer defa yıkayarak abdest almış ve şöyle demiştir: 'Kim bundan fazla veya eksik yaparsa kötülük ve haksızlık yapmış olur.[2] Bu hadisin senedi İyidir (delil olmaya elverişlidir).
Buhârî "Hz. Peygamber'in. yaptığının ötesine geçmeyi kerih görmüşlerdir" sözü i!e İbn Ebî Şeybe'nin yine İbn Mesud'dan rivayet ettiği "Üçten sonra bir şey yoktur" sözüne işaret etmektedir.
Ahmed İbn Hanbel, İshak ve ikisi dışında diğer âiimler üçten fazla yıkamanın caiz olmadığını söylemişlerdir. İbnü'l-Mübârek şöyle demiştir: "Bu kişinin günaha girmeyeceğinden emin değilim." İmam Şafiî ise şöyle demiştir: "Abdest alan kişinin organlarını üçten fazİa yıkamasını hoş karşılamam. Ancak yıkama sırasında organlarının bazı bölümlerine su değmediğini biliyorsa bu durumda üçten fazla yıkaması istisna edilir, yalnızca su değmeyen yeri yıkar. Ancak abdesti bitirdikten sonra şüphelenirse yıkamaz. Ta ki onun durumu, yerilmiş olan vesve-seciliğe dönüşmesin."
135- Ebû Hureyre'nin rivayet ettiğine göre Resûlullah şöyle buyurmuştur:
"Abdestsiz olan kişi abdest almadıkça namazı kabul edilmez".
Bir adam Ebû Hureyre'ye: "Hades (abdestsizlik) nedir ey Ebû Hureyre?" diye sordu. Ebû Hureyre: "Sessiz veya sesli yel" diye cevap verdi.
Konu başlığında "taharet" ile kasdedilen abdest ve gusülden daha gene! bir anlamdır.
Bu hadisteki "kabul"den kasıt, sahihlik ve yeterliliktir. Kabulün gerçek anlamı, ibadetin kişinin borcunu kaldıracak yeterlilikte yerine gelmiş olmasının sonucudur. Namazın şartlarını yerine getirmek, kabul sonucunu doğuran yeterliliği barındırdığı için buna mecazen kabul denilmiştir. "Kahine giden kişinin namazı kabul edilmez" hadisinde İse kabul sözcüğü gerçek anlamı ile kullanılmıştır. Çünkü bazen amel sahih olduğu halde, bir engel sebebiyle amel kabul edümemiş olabilir. Bu sebeple bazı selef âlimleri şöyle demiştir: "Benim bir namazımın kabul edilmesi benim için bütün dünyadan daha sevimlidir". Bunu İbn Ömer söylemiştir. Çünkü Yüce Allah şöyle buyurmuştur: "Allah yalnız muttakilerden kabul eder.[3]
Bu hadis, abdestsizlik kişinin kendi isteği i!e olsa da zorunluluktan kaynaklansa da bu şekilde namazın batıl olduğunu gösterir.
Her namaz için abdest almak gerekli değildir. Çünkü namazın kabul edilmemesi, abdest alıncaya kadardır. Abdest aldıktan sonrası ise, öncesinden farklıdır. Bu da abdest aldıktan sonra namazın mutlak olarak kabul edilmesini gerektirir.
136- Nuaym el-Mücmir şöyle demiştir:
Ebû Hureyre ile birlikte mescidin üzerine çıktık. Ebû Hureyre abdest aldı ve şöyle dedi: Ben Hz. Peygamber'in şöyle buyurduğunu işittim:
Ümmetim kıyamet gününde bedenlerindeki abdest izlerinden dolayı yüzleri nurlu, elleri ve ayakları sekililer olarak çağrılacaklardır.
Ebû Hureyre şöyle dedi: "Km bu parlaklığı daha çok artırabilirse arttırsın."
Ümmetim" sözü ile ümmet-i davet değil, ümmet-i icabet yani Müslümanlar kastedilmiştir.
Seki" atın alnındaki (ve ayaklarındaki) beyazlıktır. Bu kelime güzellik, şöhret ve İyi nam bırakma için kullanılır. Burada Muhammed ümmetinin yüzündeki nur kasde dilmektedir. Yani onlar mahşer halkının gözü önünde bu nitelikle çağrılacaklardır.
Kim bu parlaklığı daha çok artırabilirse bunu yapsın Seleften bir grup, Şâ-fiîler ve Hanefîlerin çoğunluğu bunun müstehap olduğunu belirtmişlerdir. Karşı görüşte olanİar ise bu arttırmayı abdeste devam etme anlamında anlamışiarsa da buna şu cevap verilir: Hadisi rivayet eden kişi rivayet ettiği şeyi bilmektedir. Hatta bunu açık olarak Hz. Peygamber'e isnad etmiştir.
Hadiste, konu başlığında yer alan abdestin fazileti hususu yer almaktadır. Çünkü seki ile meydana gelen üstünlük, abdestte farz olanın ötesinde yıkama ile meydana gelir. Öyie ise ya farz olan ile nasıl bir üstünlük meydana gelir düşünelim! Bu konuda Müslim ve diğerlerinin rivayet ettiği sahih ve anlamı açık hadisler bulunmaktadır.
Bu hadis, mescide ve mescittekilere bir sıkıntı vermediği sürece mescidin üstünde abdest almanın caiz olduğunu göstermektedir.
137- Abbâd İbn Temîm'in amcasından rivayet ettiğine göre, namazda kendisine abdesti bozulmuş gibi gelen ancak bir şey bulamayan kişi Resûlullah'a bunu sormuş, Hz. Peygamber de şöyle buyurmuştur:
"Bîr ses veya koku duymadıkça namazım terk etmesin.[4]
"Ancak bir şey bulamayan": Yani kendisinden çıkan bir şey olmayan anlamına gelir. Hadis, abdestini bozduğunu kesin olarak bilmeyen kişinin namazının sahih olacağını göstermektedir. Bu hadis "aksi kesin olarak sabit oluncaya dek bir şeyin olduğu hal üzere bırakılması" konusundaki temel prensibi içermektedir. Sonradan meydana gelen şüphe, kesin olarak bilinen şeye zarar vermez. Âlimlerin çoğunluğu bu hadisi esas almışlardır.
138- İbn Abbas şunu rivayet etmiştir:
Hz. Peygamber horlayacak derecede uyudu, sonra kalkarak namaz kıldı.
Süfyan bu hadisi bize tekrar tekrar Amr, Küreyb, İbn Abbas yoluyla rivayet etmiştir. Bu rivayete göre İbn Abbas şöyle demiştir:
"Bir gece teyzem
Meymûne'nin yanında kaldım. Hz. Peygamber geceleyin kalktı. Gecenin bir kısmı
geçince duvara asılı bir tulumdaki sudan hafif bir abdest aldı, sonra da kalkıp
namaz kıldı. Ben de onun gibi abdest aldım ve onun sol tarafına durdum. O beni
sağına geçirdi. Sonra bir süre namaz
kıldı.
Daha sonra yatarak uyudu ve horladı. Ardından münadi/müezzin gelerek kendisine
namaz vaktinin girdiğini bildirdi. Hz. Peygamber de onun haberi üzerine namaza
kalkarak yeniden abdest almaksızın namaz kıldı."
(Süfyan dedi ki): Biz Amr'a "İnsanlar, Resûlullah'm gözü uyur ancak kalbi uyumaz" diyorlar, dedik. Amr şöyle cevap verdi: Ubeyd İbn Umeyr'İn şöyle dediğini duydum: "Peygamberlerin rüyası vahiydir". Daha sona şu âyeti okudu: Ben rüyamda seni boğazladığımı görüyorum, dedi.[5]
Bu bölüm hafif bir abdest almanın caiz olduğunu göstermektedir.
Hz. Peygamber'in uyuyup horladıktan sonra kalkınca abdest almaksızın namaz kılması, uykunun doğrudan abdesti bozmadığını ancak bozma ihtimali bulunduğunu göstermektedir. Çünkü Hz. Peygamber'in gözleri uyur, kalbi uyumazdı. Şayet abdestini bozmuş olsa bunu bilirdi. Bu sebeple bazen uykudan kalkınca abdest alır, bazen de almazdı.
Hattâbî şöyle demiştir: "Kalbinin uyumaması, uykuda iken kendisine gelen vahyi kavraması içindir."
"Peygamberlerin rüyası vahiydir" sözünü Müslim merfu oiarak rivayet etmiştir. Teuhid bölümünde Şüreyk'in Enes'ten rivayet ettiği hadiste bu konu gelecektir.[6]
Amr'ın bu âyeti delil getirme gerekçesi şudur: Şayet peygamberlerin rüyası vahiy olmasaydı, Hz. İbrahim'in oğlu İsmail'i rüyaya dayanarak boğazlamaya kalkışması caiz olmazdı.
İbn Ömer: "İsbâğ"ın tam olarak temizlemek anlamına geldiğini söylemiştir.
139- Üsâme İbn Zeyd şöyle demiştir: Resûlullah Arafat'tan dönerken dağdaki yolda inip su döktü. Sonra hafif bir abdest aldı.
Ben: "Namaz (mı) ey Allah'ın Resulü?" diye sordum.
Hz. Peygamber Namaz ileride kılınacak" dedi.
Sonra tekrar bineğine bindi. Müzdeîife'ye gelince bineğinden indi ve daha uzunca bir abdest aldı. Sonra namaz için kamet getirildi, akşam namazını kıldırdı. Sonra herkes devesini durduğu yere çökertti Sonra yatsı için kamet getirildi, Hz. Peygamber yatsıyı kıldırdı. Bu iki namaz arasında başka bir namaz kılmadı.[7]
Konu başlığında geçen "isbağ" abdesti tam olarak yapmak demektir.
İbn Ömer'in yukarıdaki sözünü Abdürrezzak Musannef adlı eserinde sahih bir senetle rivayet etmiştir. Onun bu sözü, bir şeyi lazımı ile tefsir etmektir. Çünkü abdesti tamamlamak genelde organları tam olarak temizlemeyi gerektirir.
"Namaz ilende kılınacak" sözü, temizliğe devam etmek için abdest almanın meşru olduğunu gösterir. Çünkü Hz. Peygamber bu abdesti üe bir namaz kılmadı.
Hz. Peygamber'İn o gece abdest aldığı su zemzem suyu idi. Bunu, Ahmed İbn Hanbel'in oğlu Abdullah, babasının Müsned adlı eserine eklediği hadisler arasında hasen bir senetle Hz. Ali'den rivayet etmiştir. Bu rivayet, zemzem suyunun yalnızca içmede kullanılabileceğini söyleyenlere karşı bir red oluşturmaktadır. Hac bölümünde bu hadisle İlgili diğer bilgiler gelecektir.[8]
140- Rivayet edildiğine göre İbn Abbas abdest alırken yüzünü yıkadı. Şöyle ki; bir avuç su alıp ağzını çalkaladı ve burnuna çekti. Sonra bir avuç su alıp bu avucu ile diğerini birleştirerek yüzünü yıkadı. Yine bir avuç su alıp sağ kolunu yıkadı, bir avuç su alıp sol kolunu yıkadı. Sonra başını mesnetti. Sonra bir avuç su alıp sağ ayağını iyice yıkayacak şekilde döktü. Yine bir avuç su alıp sol ayağını yıkadı. Sonra da: "Resûlullah'ı bu şekilde abdest alırken gördüm" dedi.
Hadisten İlk anda ağzı çalkalamak (mazmaza) ve burna su vermenin (İstin-şak) yüzü yıkamaya dahil olduğu anlaşılmaktadır. Ancak buradaki "yüz" ifadesi farz veya sünnet olarak yıkanması gereken yerlerden daha geneldir. Çünkü mazmaza ve istinşaktan sonra müstakil bir avuç su ile tekrar yüzü yıkamaktan bahsedilmiştir.
Bu hadis, ağız ve burnun bir avuç su ile çaikalanabileceğine delildir.
Yine tek bir avuç su kullanarak İki elle yüzün yıkanmasına da delildir. Çünkü bir el tüm yüzü yıkamaya yetmeyebilir.
Başın meshedilmesi sırasında bir avuç su alma zikredümemiştir. Abdestte kullanılan suyun temizleyici olduğunu kabul edenler bunu delil sayabilirler. Ancak Ebû Davud'un rivayetinde "Sonra bir avuç su aldı, sonra ellerini büktü ve başını mesnetti" diye ayrıca belirtilmektedir.
141- İbn Abbas, Hz. Peygamber'den şunu rivayet etmiştir:
"Sizden biri eşi île cinsel ilişkide bulunacağı zaman: Bismillah, Allahümme cennibne'ş-şeytâne ve cennibi'ş-şeytâne mâ razaktenâ (Bismillah, Allah'ım bizi şeytandan uzak tut, şeytanı da bize rızık olarak vereceğin (çocuktan) uzak tut) derse ve o İlişki sebebiyle bir çocuklarının olması takdir edilirse şeytan ona zarar veremez.[9]
142- Enes şöyle demiştir: Hz. Peygamber. helâye girmek istediğinde şöyle derdi:
"Allahümme innî eûzü bike minel-hubsi ve'l-habâis" (Allah'ım! Erkek ve dişi şeytanlardan sana sığınırım.)[10]
Hattabî ve İbn Hibbân buradaki "hubs" ve "habâis" kelimelerinin erkek ve dişi şeytanlar anlamına geldiğini söylemişlerdir.
İbnü'l-A'râbî şöyle demiştir: Bu, mekruh (çirkin şey) anlamına gelir. Şayet bu ifade söz hakkında kullanılırsa sövme, inanç ile ilgili olarak kullanılırsa inkar ve küfür, yemek hakkında kullanılırsa haram, içecek anlamında kullanılırsa zararlı anlamına gelir. Buna göre "habâis" kelimesi ile günahlar veya mutlak-olarak yerilmiş fiiller kasdedilmiştir. Böylelikle bu iki kelime arasında bir uyum olmaktadır. Hz. Peygamber saunan kulluğunu ortaya koymak maksadıyla bundan Allah'a sığınıyor, bunu öğretmek için de sesli olarak söylüyordu.
İbn Battal şöyle demiştir: Bu dua ne zaman söylenir? Böyle bir durumda Allah'ı zikretmeyi çirkin görenler şöyle bir ayırım yapmışlardır: Tuvalet yapmak için inşa edilmiş özel mekanlar var ise buraya girmeden önce söylenir. Bunun dışındaki yerlerde tuvalete başlamadan önce elbisesini kaldırırken vb. durumlarda söyler. Bu, çoğunluğun görüşüdür. "Bunu söylemeyi unutan kişinin İse dili ile değil kalbi ile Allah'a sığınması gerekir" demişlerdir.
143- İbn Abbas şöyle demiştir: Hz. Peygamber helaya girdi, ben de onun (abdest alması) için oraya su bıraktım.
Hz. Peygamber "Bu suyu kim buraya bıraktı?" diye sordu. Ona İbn Abbas'm bıraktığı haber verilince şöyle dua etti: "Allah'ım onu dinde fakîhjderin anlayış sahibi kü".
Teymî şöyle demiştir: Bu hadis, iyiliğe dua ederek karşılık vermenin müste-hap olduğunu göstermektedir.
İbnü'l-Müneyyir şöyle
demiştir: İbn Abbas'ın dinde fakîh/derin anlayış sahibi kılınması için yapılan
dua ile onun suyu koyması arasındaki uygunluk şuradadır: İbn Abbas'ın fiili
hakkında üç ihtimal söz konusu idi:
1. Su ile
birlikte helaya girebilirdi
2. Hz.
Peygamber suyu alabilsin diye helanın kapısına bırakabilirdi
3. Hiçbir şey yapmayabilirdi. İbn Abbas İkincisini en uygun görmüştür. Çünkü birincisinde avret yeri görme söz konusu olabilirdi. Üçüncüsü ise suyun elde edilmesi için Hz. Peygamber'in sebilim zorlukla karşılaşmasını gerektirebilirdi. İkincisi ise en kolayı İdi. İbn Abbas'm bunu yapması onun zekasını göstermektedir. Bundan bir faydanın hasıl olması bakımından onun dinde fakîh/derin anlayış sahibi olması için dua edilmesi uygun düşmüştür. Sonunda da böyle de olmuştur. Bu konudaki diğer açıklamalar İlim bölümünde geçmişti.[11]
144- Ebû Eyyûb el-Ensârî rad ahu f!nh şöyle demiştir; Hz. Peygamber aleyhi yo şöyle buyurdu:
"Biriniz tuvaletim yapacağı zaman kıbleye Önünü ve arkasını dönmesin. Doğuya veya batıya dönün.[12]
Aşağıda gelecek olan İbn Ömer'in rivayet ettiği hadis, binalarda tuvalet yaparken kıbleye arkayı dönmenin caiz olduğunu, Câbir hadisi de önü dönmenin caiz olduğunu göstermektedir. Câbir hadisi olmasaydı, Ebû Eyyûb'un genel ifadeli hadisi, İbn Ömer'in hadisi ile arkayı dönme konusunda tahsis edilirdi. Buna kıyas yaparak öne dönmeye de cevaz verilmezdi.
Tuvalet Yaparken Kıbleye Ön veya Arkayı Dönme Yasağı Konusunda Farklı Görüşler
1. {Binada olsun açık alanda olsun kıbleye arkayı dönmek caiz, önü dönmek haramdır)
Bir grup alim İbn Ömer hadisini esas alarak kıbleye önü değil arkayı dönmenin caiz olduğunu söylemişlerdir. Bu görüş, Ebû Hanife ve Ahmed b. Han-bel'den rivayet edilmiştir,
2. (Binalar ve açık alan arasında mutlak ayrım yapıp, binada kıbleye dönmeyi caiz, açık alanda haram görmek)
Alimlerin çoğunluğu ile birlikte Mâlik, Şafiî, ve İshak ise delillerin tümünü göz önüne alan en adil görüşü kabul etmişlerdir ki buna göre örfen binalarda önünü dönmek, kıbleye değil duvara izafe edilir. Tuvalet için yapılan mekanlar şeytanların sığındığı yerler olup, kıble olarak nitelenmeye elverişli değildir. Açık alan ise bundan farklıdır.
3. (Binada da açık alanda da önü dönmek de arkayı dönmek de haramdır)
Bir gruba göre ise bu mutlak olarak haramdır. Bu Ebû Hanife ve İmam Ahmed'den rivayet edilen meşhur görüştür. Şafiî'nin öğrencisi Ebû Sevr de bu görüştedir. Mâlikîlerden İbnü'l-Arabîj Zahirîlerden İbn Hazm da bu görüşü seçmiştir. Bunların delili, yasak ile mübahlık çeliştiği zaman yasağın esas alınması gerektiği konusundaki temel prensiptir.
4. (Binada da açık alanda da önü ve arkayı dönmek caizdir)
Bir gruba göre ise bu mutlak olarak caizdir. Bu, Hz. Âişe, Urve, Rebîa ve Davud'un görüşüdür. Onların delili bu konu ile ilgili hadislerin birbiri ile çelişki arz etmesidir. Bu durumda "aslolan mübahlıktır" ilkesi esas alınır.
Alimler arasında meşhur olan, bu dört görüştür.
145- Vâsi' İbn Hibban'ın rivayet ettiğine göre Abdullah İbn Ömer şöyle söylerdi:
İnsanlar "Tuvalet yapmak için oturduğunda kıbleye ve Beytü'l-Makdis'e önünü dönme" diyorlar. Oysa ben birgün evlerimizden birinin üzerine çıktım. Resûlullah'ı aleyhi ve tuvalet ihtiyacını görmek üzere iki tuğla üzerine oturmuş ve önünü Beytü'l-Makdis'e dönmüş olarak gördüm.
(İbn Ömer, Vâsi'a şöyle dedi): "Belki de sen de karnını dizlerine yapıştırarak namaz kılanlardansın."
Vâsi: "Vallahi bilmiyorum", dedi
Mâlik, İbn Ömer'in burada namaz kılarken yerden uzakta durmayan, yere yapışık olanları kasdettiğini söylemiştir.[13]
Buradaki tuğladan kasıt, bina yapımında kullanılan çamurdan yapılmış ve pişirilmemiş tuğladır.
İbn Ömer burada belirtilen davranışı yaparken Hz. Peygamber'i seyretmeyi kasdetmemiştir. Beyhakî'nin, Nâfi İbn Ömer yoluyla rivayetinde görüleceği üzere zorunlu bir şey için evlerinin damına çıktığında tevafuken görmüştür. Bu şekilde kasıt dışı tevafuken gördüğünde bunun da faydasız kalmamasını istemiş ve bununla ilgili şert hükmü bu sayede bellemiştir. Âdeta İbn Ömer Hz. Peygamberin sırt tarafını görmüş ve ne olduğunu anlamak için bakması da caiz olmuştur. Bu, sahabenin Hz. Peygamber'e uyma amacıyla onun davranışlarını araştırma konusunda ne derece istekli olduğunu göstermektedir. İbn Ömer de böyleydi.
Mâlik, İbn Ömer'in sözünü, "karnını dizlerine yapıştırarak namaz kılanlar" şeklinde yorumlamıştır. Bu, meşru olan secde şekline, yani karnın dizlerden uzak olması ve dirseklerin yere konulmaması şekline aykırıdır.
İbn Ömer'in bu sözünün bağlam ile alakasını Müslim'deki bir rivayet göstermektedir. Vâsi'den gelen bu rivayetin başında Vâsi' şöyle demektedir: "Ben mescitte namaz kılıyordum, bir de baktım Abdullah İbn Ömer oturuyor. Namazımı bitirdiğimde bir tarafımdan kalkarak onun yanına gittim. Abdullah şöyle dedi: İnsanlar "Tuvalet yapmak için oturduğunda kıbleye ve Beytü'l-Makdis'e önünü dönme" diyorlar...İbn Ömer sanki Vâsi'in secde yaparken tam hakkını vermediğini görmüş ve bu konuyu ona yukarıdaki şekilde sormuştur. Bu durumda Vâsi' önce ilk olayı anlatmıştır, çünkü bu kendisi açısından kesin olan merfu bir rivayettir. Bu sebeple bunu zanna dayalı hususa tercih etmiştir. İbn Ömer'in sözlerini naklettiği kişilerin, onun bu konuşmayı yaptığı zamana yakın bir dönemde bunu söylemiş olmaları uzak bir ihtimal değildir. O da bu tabiînin hükmü öğrenerek kendisinden nakletmesini istemiştir. Üstelik bu iki husus arasında bir münasebet bulunması da imkansız değildir. Şöyle ki: Muhtemeldir ki karnını dizlerine yapıştırarak secde eden kişi aynı zamanda, tuvalet yaparken hiçbir durumda kıbleye önünü dönmeyi caiz görmeyen bir kişiydi.
Namazdaki durumlar dörttür: Kıyam (ayakta durma), rükû (eğilme), sücûd (yere kapanma) ve kuûd (oturma). Bu hareketleri yapma sırasında, secdede karnı dizlerden uzak tutma durumu hariç, cinsel organ yayılmadan (toplu olarak) durur. İbn Ömer karnı dizlere yapıştırmanın cinsel organın yayılmaması amacıyla yapıldığını düşünerek bunu yapmayı bid'at ve aşırılık olarak gördü. Sünnet ise buna aykırıdır. Elbise ile örtmek bunun için yeterlidir. Nitekim kıbleye dönme ile ilgili yasağın neticesinin avret yerini çıplak olarak kıbleye döndürme olduğunu kabul ettiğimizde, avret yerinin kıbleye dönmüş sayılmaması için arada duvarın bulunması yeterlidir, İbn Ömer, tabiîye birinci hükmü anlatınca, onun kıldığı namazdan kendi anladığı duruma işaret etmek için de ikinci hükmü söylemiştir. Vâsi'in "bilmiyorum" sözü, İbn Ömer'in düşündüğü şeyin onun aklına gelmediğini göstermektedir. Bu sebeple İbn Ömer, engelleme konusunda ona ağır ifadeler kullanmamıştır. Doğrusunu Allah bilir.
146- Hz. Aişe'den rivayet edilmiştir:
Hz. Peygamber'in hanımları geceleyin tuvalet İhtiyaçlarını görmek üzere menâsı' denilen yere (ki burası geniş bir arazi idi) çıkardı. Ömer, Hz. Peygamber'e "Hanımlannı ört" diyordu. Resûlulîah ise bunu yapmıyordu. Nihayet bir gece Hz. Peygamber'in hanımlarından Şevde binti Zem'a yatsı namazı vaktinde çıktı. Şevde uzun bir kadındı. Hz. Ömer örtü konusunda âyetin gelmesini şiddetle arzuladığı için ona "Ey Şevde biz seni tanıdık" dedi. Bunun üzerine Allah hicab (örtü) âyetini indirdi.[14]
Menâsı', el-Baki' yakınlarında bir yerdir.
Hz. Ömer'in "Hanımlarını ört" sözü, evlerinden çıkmalarına engel ol, anlamına gelir. Çünkü, daha sonra geleceği üzere Hz. Ömer, hicap ayetinin indirilmesinden sonra Sevde'ye bu konuda bazı şeyler söylemiştir.
Ahzab suresinin tefsirinde geleceği üzere Hz. Ömer hicap ile ilgili âyetin indirilmesini, kendisinin vahiy inmeden önce vahye uygun görüş belirttiği konulardan sayardı.[15]
Buna göre Hz. Peygamber'in eşlerinin, tuvalet yapmak için çıktıkları zaman örtünmeleri konusunda farklı durumlar söz konusudur:
1. İlk başta karanlıkta çıkıyorlardı. Nitekim Hz. Âİşe bu hadiste "geceleyin çıkardı" diyerek Hz. Peygamber'in eşlerinin gündüz değil geceleyin çıktıklarını belirtmiştir.
2. Sonra örtünme (hicap) âyeti indirildi, onlar da gerekli elbiseler ile örtündüler. Ancak onların şahıslan bazen ayırt edilebiliyordu.
3. Sonra evlerde tuvalet yapıldı. Bu sayede dışarı çıkmaktan kurtuldular. Bu konu ileride Hz. Aişe'ye iftira atılması olayı ile ilgili olarak gelecektir. O hadiste Hz. Aişe "Bu olay evlerde tuvaletlerin yapılmasından önce idi" demiştir.
147- Hz. Aişe Hz. Peygamber'den şunu rivayet etmiştir: "ihtiyaçlarınız için çıkmanıza izin verildi".
Hişâm "yani tuvalet ihtiyacı için" demiştir.
İbn Battal şöyle demiştir: Bu hadisten çıkan fıkhî hükümler şunlardır:
Kadınların kendi yararlarına olan ve ihtiyaç duydukları tasarrufları yapmaları caizdir.
Alt derecede olan biri doğru gördüğü bir şey konusunda, zorluk çıkarma maksadı taşımaksızın, üst derecedekîne görüşünü bildirebilir.
Bu hadisten Hz. Ömer'in üstünlüğü de anlaşılmaktadır.
Hayır maksadıyla ağır söz söylemek caizdir.
Kişinin, dinen annesi konumunda olan kişiye vaaz vermesi caizdir, çünkü Şevde müminlerin annesidir.
Hz. Peygamber, dinî konularda vahyi beklerdi. Çünkü ortada açık bir ihtiyaç bulunmasına rağmen o vahiy gelinceye kadar hanımlarına örtünmelerini emretme mistir. Yine onun kadınlara (ihtiyaç İçin dışarı) çıkma konusunda izin vermesi de böyledir.
148- Abdullah İbn Ömer şöyle demiştir:
"Bir ihtiyacım için Hafsa'nın evinin damına çıktım. Orada Resûlullah'ın kıbleye arkasını, Şam tarafına önünü dönmüş bir şekilde tuvalet ihtiyacını giderdiğini gördüm."
Buhârî'nin önceki konunun hemen ardından bu konuyu getirmesinin sebebi, kadınların tuvalet için dışarı çıkmaları durumunun devam etmediğini belirtmek içindir. Bundan sonra evlerde tuvaletler yapılmış ve başka bir zorunluluk bulunmadıkça evden çıkmalarına ihtiyaçları kalmamıştır.
149- Abdullah İbn Ömer şöyle demiştir:
"Bir gün evimizin damına çıktım. Hz. Peygamberin Beytü'I-Makdise önünü dönmüş bir şekilde tuvalet ihtiyacını görmek için iki tuğla üzerinde oturduğunu gördüm."
150- Enes İbn Mâlik şöyle demiştir:
"Hz. Peygamber tuvalet ihtiyacını görmek üzere çıkınca ben ve benimle birlikte bir çocuk -tuvalet temizliği için- yanımızda bir su kırbası götürürdük.[16]
Buhârî bu başlığı koyarak, su ile tuvalet temizliği [17] yapmayı mekruh görenleri ve Hz. Peygamber'in satoiiâhu böyle bir şey yapmadığını söyleyenleri reddetmek istemiştir.
Ebû'd-Derdâ: "İçinizde terlikleri, temizlik için suyu ve yastığı bulunan yok mu?" demiştir.
151- Enes şöyle demiştir: "Resûluilah tuvalet ihtiyacını görmek için çıktığında ben ve bizden bir çocuk, yanımızda bir kırba su İle onu izledik."
152- Enes İbn Mâlik şöyle demiştir: "Resûiullah helaya girdiğinde benimle birlikte bir çocuk bir kırba su ile bir harbe götürürdük, Resûiullah su ile tuvalet temizliğini yapardı." Aneze, ucunda keskin demir bulunan bir asadır.
Aneze, mızraktan daha kısa bir sopa olup İki tane dişi vardır. Bunun küçük harbe olduğu da söylenmiştir. İbn Sad'm et-Tabakâtu'i-Kübrâ adlı eserinde yer aldığına göre bunu Necâşî, Hz. Peygamber'e M-uiAnu aW->: •--,? sdk- hediye etmişti. Bu, söz konusu asanın harbe şeklinde olduğunu gösterir. Çünkü Bayramlar bölümünde geleceği üzere bu, Habeşlilerin oyun aletlerindendir.[18]
Buhârî bu hadisi idrardan sonra yıkanarak temizlenmeye delil olarak zikretmiştir.
Bu hadis, hür kişilere -özellikle de buna istekli olduklarında alçak gönüllüğe alıştırılmak amacıyla hizmet ettirmenin caiz olduğunu göstermektedir.
Âlime hizmet etmek öğrenci İçin şereftir. Çünkü Ebu'd-Derdâ, bu özelliği sebebiyle İbn Mesud'u övmüştür.
Bu hadis, içmede kullanıldığı için su ile tuvalet temizliği yapılamayacağını söyleyen İbn Habîb aleyhine bir delildir. Zira Medine suyu tatlı olduğu halde Hz. Peygamber bunu kullanmıştır.
153- Ebû Katâde'nin oğlu Abdullah babasının şöyle söylediğini rivayet etmiştir:
Resûîullah ve senen şöyle buyurdu:
"Biriniz bir şey içeceği zaman nefesini su kabına vermesin. Tuvaletini yaptığında cinsel organını sağ eli ile tutmasın, (ön ve arkasını) sağ eli ile silmesin (istinca yapmasın).[19]
Buradaki yasağın haramlık mı yoksa tenzihen mekruhluk mu ifade ettiği belirtilmemiştir. Âlimlerin çoğunluğu bunun tenzihen mekruh olduğunu söylemişlerdir. Nevevî şöyle demiştir: "Sağ elle tuvalet temizliği yapmak caiz değildir, diyenlerin kastı; bu yapmak ya da yapmamak mubah olacak şekilde iki tarafı eşit değildir, mekruhtur, terk yönü ağır basar anlamındadır. Bunun haram olduğunu kabul edersek, böyle yapan kişi kötü bir iş yapmış olmakla birlikte yaptığı temizlik yeterli olur".
Kişinin kabı ağzından ayırarak kaptan ayrı nefes alması İçecekler bölümünde gelecek olan Enes'in rivayet ettiği hadise göre sünnetin kendisidir. Buradaki yasak, temizlikte aşırı titizlik kasdedildiğinden edeb ve âdaba uymak içindir.
154- Ebû Katâde, babasından naklen Hz. Peygamberin şöyle buyurduğunu söylemiştir:
"Biriniz küçük abdestini yaparken sağ eli ile cinsel organını tutmasın, sağ eli ile istinca yapmasın. Bir şey içtiğinde kaba nefesini vermesin.
Konu başlığı ile Buhârî, önceki konuda yer alan sağ elle cinsel organa dokunma konusundaki mutlak yasağın, küçük abdestini yapma zamanı ile sınırlı olduğuna, bunun dışındaki durumlarda cinsel organa sağ elle dokunmanın mubah olduğuna işaret etmektedir.
Bir şey içerken su kabına nefesini verme yasağı ise tuvalet yapma zamanı ile sınırlı olmayıp bu müstakil bir hükümdür. Bunun burada zikredilmesinin hikmeti şu olabilir: Müminlerin genel olarak ahlâkî özellikleri Hz. Peygamber'i örnek almalarıdır. O ise su döktükten sonra abdest alırdı. Yine onun abdestten artan suyu içtiği de sabittir. Mü'min de bunu yapma durumu ile karşı karşıyadır. Bu durumda Hz. Peygamber'in aklına geldiğinden bu vesileyle mümin kişiye su içmenin âdabını da öğretmiştir.
155- Ebû Hureyre şöyle demiştir: Hz. Peygamber tuvalet ihtiyacını görmek için çıktığında onun peşinden gittim. O, sağa sola bakmıyordu. Kendisine yaklaştım. Bana "Temizlik yapmak İçin bana taş ara. Ancak kemik ve tezek getirme" dedi. Ben elbisemin bir kenarında taşlar getirerek onun yan tarafına bıraktım, sonra geriye döndüm. Tuvalet İhtiyacını görünce o taşları kullandı.[20]
Buharı bu başlığı koymakla, tuvalet temizliğinin yalnızca su ite yapılacağını kabul edenleri reddetmek istemiştir.
Hz. Peygamber saiiaîiâhu aleyh: ye Ebû Hureyre'nin, tuvalet izini gideren ve temizleyen her şeyin kullanılabileceğini, bunun sırf taşa özgü olmadığını düşünmesinden çekinerek "kemik ve tezek getirme" demiştir. Bu ifade kemik ve tezek dışındakilerin temizlik için yeterli olacağını da göstermektedir. Buhârî'nin diğer rivayetine göre Ebû Hureyre "Kemik ve tezeğin nesi var?" diye sormuş, Hz. Peygamber de "O ikisi cinlerin y'ıyeceklerindendir" diye cevap vermiştir. Bu gerekçe, temizlikte kullanılamayacak şeylerin bu ikisi ile sınırlı olduğunu göstermektedir.
Üstün kişiler istememiş olsa bile onları İzlemek caizdir.
Devlet başkanı, idaresindeki kişilerden bazılarını kendi özel hizmetinde kullanabilir.
Tuvalet yapan kişiden yüz çevirilmesi (ona bakılmaması) gerekir.
Bu kişiye istinca yapabilecek şeyi getirme konusunda yardımcı olmak gerekir.
İstinca yapabilecek şeyi tuvalet bittikten sonra aramamak için -çünkü tuvalet pisliği bulaşabilir- önceden hazırlamak gerektiğini göstermektedir.
156- Abdurrahman İbn Esved, babasının Abdullah şu sözü söylerken duyduğunu rivayet etmiştir:
Hz. Peygamber tuvalet ihtiyacını görmek için geldi. Kendisine üç taş getirmemi emretti. Ben İki taş buldum, üçüncüye baktım bulamadım. Bir tezek bularak onu getirdim, Hz. Peygamber iki taşı aldı, tezeği fırlattı ve "Bu pistir" buyurdu.
Müslim'in Selman'dan rivayet ettiğine göre Hz. Peygamber Sizden biriniz üç taştan daha azı ile istinca yapmasın"
buyurmuştur. Yukarıdaki hadis Selman hadisinin gösterdiği husus ile amel etmeyi içermektedir. Şafiî, Ahmed İbn Hanbel ve hadisçiler bu hükmü esas alarak istinca için üç taşı şart koşmuşlar, ancak temizliğin sağlanmaması halinde temizleninceye kadar taş sayısının arttmlabüeceğini söylemişlerdir. Fazla taş kullanma durumunda da taş sayısını tek sayı olarak yapmak müstehapür. Çünkü Hz. Peygamber "(Taş ile) istinca eden, tek sayıda taş kullansın" buyurmuştur. Ancak bu mutlak bir gereklilik değildir. Çünkü Ebû Dâvud'da yer alan hasen bir fazlalıkta Hz. Peygamber "Taş sayısını tek yapmayan için bir günah söz konusu değildir" buyurmuştur. Böylece konu üe ilgili rivayetler birleştirilmiş olmaktadır.
157- İbn Abbas "Hz. Peygamber abdest organlannı birer kere yıkayarak abdest aldı" demiştir.
158- Abdullah İbn Zeyd'den rivayet edildiğine göre Hz. Peygamber abdest organlarını ikişer kere yıkayarak abdest almıştır.
159- İbn Şihab, Atâ İbn Yezidin kendisine Hz. Osman'ın azatlısı Humrân'in şunu rivayet ettiğini söylemiştir:
Hurman Osman İbn Affan'ın bir kap getirilmesini istediğini gördü. Osman üç kere avuçlarına su boşaltarak onları yıkadı. Sonra sağ elini kaba sokarak ağzını çalkaladı ve burnuna su çekti. Sonra yüzünü üç kere ve dirseklere kadar kollarını üç kere yıkadı. Sonra başını mesnetti. Sonra ayaklarını topuklara kadar üçer kere yıkadı. Sonra şöyle dedi; Resûlullah şöyle buyurdu;
'Benim aldığım gibi bu şekilde abdest alarak, hatırına bir vesvese getirmeksizin nefsinin, sesine kulak vermeden iki rekat namaz kıtan kişinin geçmiş günahları affolunur.[21]
Buharı ve Müslim'in Sahihlerinde Hz. Osman'ın kaç defa başını meshettiği ile ilgili bir şey yoktur. Alimlerin çoğunluğu da bu görüştedir. Şafiî "Yıkamada olduğu gibi meshi de üç kere yapmak müstehaptır" demiştir. Müslim'de geçen "Hz. Peygamber her bir organı üçer defa yıkayarak abdest aldı" hadisinin ilk anlamı Şafiî lehine delil olarak ileri sürülmüştür. Buna şu şekilde cevap verilmiştir: Müslim'deki hadis mücmeldir, diğer sahih rivayetler meshin tekrarlanmadığını açıklamaktadır. Dolayısıyla Müslim'deki rivayetin tağliben söylenmesi veya yıkanan organlara hamledilmiş olması mümkün görülmektedir. Ebû Dâvud Sünen'inde şöyle demiştir: "Hz. Osman'dan rivayet edilen sahih hadislerin tümü başın meshinin bir defa olduğunu göstermektedir". İbnü'l-Münzir de "Mesh konusunda Hz. Peygamber'den. sabit olan bunun bir defa olmasıdır" demiştir.
Bu hadis, abdestten sonra iki rekat namaz kılmanın müstehap olduğunu gösteriyor.
"içinden bir vesvese geçirmeksizin nefsinin sesine kulak vermeden" sözünün anlamı, nefsin verdiği vesveseye son vermek kişinin elindedir anlamına gelir. Çünkü hadisin Arapça aslındaki fiilin kalıbı, bu işin kişinin kendi fiili ile yapıldığını göstermektedir. Kişinin kendi isteği dışında aklına gelen ve def edilmesi imkansız olan hatıralar ve vesveler ise affedilmiştir.
Kadı lyaz bazılarından bu ifade ile kasdedilenin "hiçbir şekilde içinden bir şey geçirmemek" olduğunu nakletmiştir. İbnü'i-Mübârek'in ez-Zühd isimli eserindeki "Bu iki rekatta içinde bir şey gizlemez" şeklindeki rivayet de bunu desteklemektedir.
Nevevî bunu reddederek şöyle demiştir: "Doğru olan, gelip geçici arızî düşüncelerin kalbe gelmesi durumunda da hadiste belirtilen faziletin gerçekleşmesidir, Şüphesiz ki içinden hiçbir düşünce geçmeyen kişi en üstün dereceye sahiptir,"
Kalbe gelen düşüncelerin kimi dünya ile ilgilidir ki bunların mutlak olarak def edilmesi istenmiştir.
Hakîm et-Tİrmizî bu hadisi, 'İçinden dünyaya ilişkin bir şey geçirmeksizin" şeklinde rivayet etmiştir.
Bu düşüncelerin kimi de âhirete ilişkindir, şayet bunlar yabancı düşünce ise dünya hallerine benzer. Bu namaza ilişkin hususlar ise dünya işlerinden sayılmazlar. Bu konunun diğer ayrıntıları Namaz bölümünde gelecektir.
"Geçmiş günahları affolunur" ifadesi ilk bakışta büyük ve küçük günahları kapsamaktadır. Ancak âlimler, bu rivayet dışındaki rivayetlerde büyük günahlar istisna edildiği için buradaki ifadeyi küçük günahlara özgü kabul etmişlerdir.
Sadece büyük günahları olan kişiden ise, küçük günah sahibi kişiden ne kadar düşüyorsa o kadar günah hafifletilir. Küçük veya büyük günahı olmayan kişinin İyiliklerine bu miktar eklenir.
Fiilen öğretmek daha etkili ve daha Öğretici olduğundan hadiste bu şekilde öğretim vardır.
Abdest organlannı yıkarken tertibe riayet etmek gerekir. Çünkü her bir fiil "sonra" bağlacı ile bağlanmıştır.
Hadis ihlasa teşvik etmektedir.
Hadiste, namazda dünya ile ilgili şeyleri düşünen kimseleri, özellikle de günah işlemeyi kalbine koyanları, namazın kabul olmayacağını söyleyerek, sakındırma söz konusudur. Çünkü kişi ne ile meşgul İse, zihin namazda namaz dışm-dakinden daha çok onu düşünür.
Buhârî Kalp Yumuşaklığı bölümünde hadisin sonunda Hz. Peygamber'in "Aldanmayın" sözünün bulunduğunu belirtmiştir. Yani; namazın günahları sileceğine güvenerek kötü amelleri çok çok işlemeyin. Çünkü hataları silecek olan namaz Allah'ın kabul ettiği namazdır. Kul namazının kabul edilip edilmediğini nereden bilebilir ki?
160- İbrahim, Salih İbn Keysân'dan, O da İbn Şihab'tan rivayet etmiştir. Ancak Urve Humran'dan rivayet etmiştir:
Hz. Osman abdest alınca şöyle demiştir: Size bir hadis zikredeyim mi? Kur'an'da bir âyet olmasaydı size bunu zikretmezdim. Hz. Peygamber'in şöyle dediğini işittim:
"Bir kimse güzelce abdest alır ve (farz) namaz kılarsa, bu abdest ile namazı kılıncaya kadarki günahları affolunur."
Urve buradaki âyetin şu olduğunu söylemiştir: "İndirdiğimiz açık delilleri ve kitapta insanlara apaçık gösterdiğimiz hidayet yolunu gizleyenlere hem Allah hem de bütün lanet ediciler lanet eder. Ancak teube edip durumlarını düzeltenler ve gerçeği açıkça ortaya koyanlar bundan müstesna tutulmuştur. Zira ben onlann tevbeîerini kabul ederim. Ben tevbeyi çokça kabul eden ve çokça esirgeyenim.[22]
Hz. Osman'ın kasdettiği şudur: Bu âyet tebliği töşvik etmektedir. Âyet kitap (Yahudi ve Hıristiyanlar) hakkında indirilmiş olsa bile, dikkate alınacak olan husus ifadenin genel olmasıdır. Bunun benzeri İlim bölümünde Ebû Hureyre hakkında da söz konusu olmuştur. Yukarıdaki âyet olmasaydı Hz. Osman'ın bu hadisi tebîiğ etmeyeceğini söylemesi ise hadisi duyan insanların (onu doğru anlamamak suretiyle) aldanmalarıdır.
161- Ebû Hureyre, Hz. Peygamber'den unu rivayet et miştir:
Abdest alan kimse sümkürsün, taş ile istinca yapan kimse tek sayıda taş kullansın.[23]
Arapça konu başlığında yer alan peltek isünsâr" kelimesi, abdest alan kişinin burnuna çektiği suyu, içeriyi tam olarak temizlemek maksadıyla dışarıya atmasıdır. Bunun sol elle yapılması müstehaptır.
"Sümkürsüri' emrinden ilk anda bunun farz olduğu anlaşılmaktadır. Dolayısıyla burna su çekmeyi farz gören Ahmed İbn Hanbel, İshak, Ebû Ubeyde, Ebû Sevr ve İbnü'l-Münzir gibi âlimlerin sümkürmeyi de farz görmeleri gerekir, çünkü bu da su çekme gibi emredilmiştir. el-Muğnî yazarının sözlerinden ilk anda anlaşıldığına göre onlar bunu farz olarak kabul etmekte ve onlara göre buma su çekmenin meşruluğu sümkürme olmadan gerçekleşmemektedir. Çoğunluğun buradaki emrin mendupluk ifade ettiğine dair delilleri ise Tirmizî'nin hasen, Hâ-kim'in sahih gördüğü, Hz. Peygamberin bir bedeviye söylediği şu sözdür: "Allah'ın sana emrettiği gibi abdest Hz. Peygamber bedeviyi âyete yönlendirmiştir. Ayette ise burna su çekmekten bahsedilme mektedir.
Abdest alırken sümkürmekten maksat burnu temizlemektir. Çünkü burnun temiz olması kişinin (namazda sure ve duaları) rahat olarak okumasına yardımcı olmaktadır. Zira nefesin çıktığı yeri temizlemekle harfler doğru bir şekilde telaffuz edilebilmektedir. Ayrıca uykudan kalkan kimse için buna ek olarak şeytanı kovma durumu da söz konusudur.
162- Ebû Hureyre'nin rivayet ettiğine göre Resûluliah le buyurmuştur:
"Sizden biri abdest alırken burnuna su çeksin sonra da sümkür-sün. Taş ile tuvalet temizliği (istinca) yapan kişi de tek sayıda taş kullansın. Sizden biri uykusundan uyandığında elini abdest kabına sokmadan önce yıkasın. Çünkü hiçbiriniz (uyku esnasında) elinin nereye değdiğini bilmez".
Şafiî ve âlimlerin çoğunluğu bu hadisin genel ifadesini esas alarak her uyku sonrasında elin yıkanmasını müstehap görmüşlerdir. Ahmed İbn Hanbel ise hadisin sonunda "elinin nerede gecelediğim bileme [25] ifadesi yer aldığından bunu sadece gece uykusuna özgü kabul etmiştir.
Râfiî el-Müsned'm şerhinde şöyle demiştir: Şöyle demek de mümkündür: "Geceleyin uyuyan kişinin uykudan sonra elini yıkamadan kaba daldırması, gündüz uyuyandan daha çirkindir".
Alimlerin çoğunluğuna göre bu hadisteki emir mendupluk bildirirken, İmam Ahmed İbn Hanbel'e göre bu gündüz uykusu değil gece uykusundan sonra farzdır. [26] Onun gündüz uykusundan sonra el yıkamayı müstehap kabul ettiği de rivayet edilmiştir. Alimlerin çoğunluğu bu kişinin elini yıkamadan abdest kabına sokması durumunda bunun suyun temizliğine zarar vermeyeceği konusunda görüş birliği etmişlerdir. İshak, Dâvud ve Taberî ise bu durumda suyun necis olacağını söylemişlerdir.
Bu hadis, abdest kabı ile ilgili olmakla birlikte gusül için kullanılan kap da buna dahil edilir. Çünkü gusülde de abdest ve fazlası vardır. "Kab"m zikredilmesi ile, eller necis olsa bile eli daldırmakla pislenmeyen su birikintisi, havuzlar dışarıda bırakılmıştır, hadisteki yasak bunları kapsamaz.
Kesin olarak bilinen şey esas alınmalıdır.
İbadette ihtiyat ile amel edilir.
Utanılacak bir şey söyleneceğinde aynı anlamı veren kinaye sözler kullanılır.
Necaseti üç kere yıkamak müstehaptır. Çünkü necasetten şüphelendiğimizde üç kere yıkamamız emrolunduğuna göre, necisliğinden emin olduğumuz yi üç kere yıkamak haydi haydi gerekli olur. .
163- Abdullah İbn Amr şöyle demiştir:
Bir yolculukta Hz. Peygamber bizden arkada kalmışü. ikindi vakti girdiğinde bize yetişti. Biz abdest alırken ayaklarımıza mesh yapıyorduk. Hz. Peygamber en yüksek sesi ile iki veya üç kere şöyle bağırdı.
"Ateşte yanacak topukların vay haline!"
Hadisten ilk anda anlaşıldığına göre bu yolculukta Abdullah İbn Amr da vardı. Müslim'in bir rivayetinde yer aldığına göre bu yolculuk Mekke'den Medine'ye yapılıyordu. Bunun, kaza umresi sırasında meydana gelmiş olması da mümkündür. Çünkü Abdullah İbn Amr'm hicreti, o zaman veya ona yakın bir zamanda olmuştu.
Sahabenin abdestli olduğu için veya suya kavuşma umuduyla bu namazı geciktirmiş olması da mümkündür. Müslim'in şu rivayeti bunu göstermektedir: "Yolda suya rastladığımızda bir grup ikindide acele etti". Yani ikindinin vakti yaklaştı, onlar da acele ederek hemen abdest aldılar.
Ayaklarımıza mesh ediyorduk": Buharı bu ifadeden, Hz. Peygamber'İn onları yadırgama sebebinin ayakların bir kısmının yıkanması değil, meshedilmesi olduğu sonucunu çıkarmıştır. Bu sebeple konu başlığında "ayaklar üzerine mesh etmemek" şeklinde bir ibare kullanmıştır.
Hadisin Arapça aslında geçen "veyl" kelimesinin ne anlama geldiği konusunda farklı görüşler ileri sürülmektedir. Bu konudaki en güçlü görüş İbn Hibban'ın Sahih'inde Ebû Said'den merfu olarak rivayet ettiği "Veyl cehennemde bir vadidir" hadisidir.
Hz. Peygamber'İn abdest alma şeklini anlatan mütevatir hadisler onun ayaklarını yıkadığını ifade etmektedir. Hz. Peygamber bunu yaparken Allah'ın abdest İle ilgili ayetteki emrini açıklamaktadır.
Abdurrahman îbn Ebî Leyla şöyle demiştir: "Resûlullah'ın senem ashabı ayakların yıkanması konusunda icma etmiştir."
Topukların vay haline" sözünün anlamı, yıkama konusunda kusurlu davranan topukların sahiplerinin vay haline demektir.
Bilmeyen kişiye öğretilir.
Bir mesele anlaşılsın diye, yadırgama maksadıyla ses yükseltilebilir, mesele tekrarlanabilir.
İbn Abbas ve Abdullah İbn Zeyd bunu Hz. Peygamber'den rivayet etmişlerdir.
164- Hz. Osman'ın azadlısı Humran'dan rivayet edildiğine göre Hz. Osman abdest almak için su istedi. (Su gelince) kaptan ellerine su dökerek ellerini üç kere yıkadı. Sonra sağ elini kaba soktu ağzını çalkaladı, burnuna su verdi ve sümkürdü. Sonra üç kere yüzünü yıkadı. Sonra üç kere dirseklere kadar kollarını yıkadı. Sonra başını mesnetti. Sonra her bir ayağını üçer kere yıkadı. Sonra şöyle dedi: Hz. Peygamber'in benim aldığım gibi abdest aldığını gördüm. O şöyle buyurdu:
"Kim benim bu aldığım abdest gibi abdest alır, sonra içinden bir şey geçirmeksizin iki rekat namaz kılarsa Allah onun geçmiş günahlarını bağışlar".
Bazıları kişinin içinden bir şey geçirmemesi ile kasdedilenin ihlas veya kişinin kendini beğenmemesi oiduğunu söylemişlerdir. Kişi kendi nefsinde bir meziyet görerek kendini beğendiğinde durumunun değişerek kibirlenmesinden ve helak oimasından korkulur.
İbn Sîrin abdest aldığında yüzük yerini yıkardı
165- Muhammed İbn Ziyad şöyle demiştir: Biz abdest kabındaki sudan abdest alırken Ebû Hureyre bize uğrar ve şöyle derdi: Abdestinizi tam alın. Çünkü Ebû'l-Kâsım şöyle buyurdu:
Ateşten dolayı vay topukların haline".
İbn Sîrin abdest aldığında yüzüğünü oynatarak yüzük yerini yıkardı. Bundan yüzüğün geniş oiduğu ve hareket ettirildiğinde suyun yüzük yerine ulaştığı anlaşılır.
Ebû Hureyre abdest alanlarda kusurlu bir davranış gördüğünden ve onlar adına korktuğundan "abdestinizi tam alın" demiş olabilir.
Hz. Peygamber'den künyesi ile yani Ebu'î-Kâsim diye söz etmek güzel olmakla birlikte, onu peygamberlik vasfı ile nitelemek daha güzeldir.
Bu hadis, âlimin fetva verdiğinde, dinleyenlerin aklında daha iyi kalsın diye delili ile zikretmesi gerektiğini gösterir.
166- Ubeyd îbn Cüreyc, Abdullah İbn Ömer'e şöyle dedi:
"Ey Ebû Abdurrahman! Arkadaşlarından hiç kimsenin yapmadığı dört şeyi senin yaptığını görüyorum" dedi.
Abdullah İbn Ömer: "Bunlar nedir ey İbn Cüreyc?" dedi.
İbn Cüreyc: "Kâbenin rükünlerinden yalnızca Yemanî rükünlerine el sürdüğünü, deri sandalet giydiğini ve sarı boya kullandığını görüyorum. Görüyorum ki sen Mekke'de iken insanlar hilali gördüğünde telbiye getirdikleri halde sen terviye gününe kadar telbiye getirrniyorsun".
Abdullah İbn Ömer şöyle dedi:
"Ben Hz. Peygamber'in Yemanî rükünlerinden başkasına dokunduğunu görmedim.
Deri sandalet giymeme gelince; Ben Hz. Peygamber'in kılsız deriden sandalet giydiğini ve (ayakları) onların içindeyken abdest aldığını gördüm. Bu yüzden ben de onları giymeyi seviyorum.
Sarı boyaya gelince; Ben Resûlullah'm sarı boya ile boyadığını gördüm. Ben de onunla boyamayı seviyorum.
Telbiye getirmeye gelince; Ben Hz. Peygamberin bineği hareket için hazır olmadıkça telbiye getirdiğini görmedim.[27]
Mestlerde olduğunun aksine sandaletler (ayakkabılar) üzerine mesh yapmak yeterli olmaz. Tahavî, sandaletlere mesh yapmanın yeterli olmayacağına, kişinin iki ayağı görünecek şekilde mestin yırtılması halinde buna mesh yapılamayacağı konusundaki icmayı delil getirmiştir. Tahavî şöyle demiştir: "Sandaletler de böyledir. Çünkü onlar ayakları örtmez". Bu istidial sahih olmakla birlikte zikredilen İcma konusunda kendisine İtiraz edilebilir.
Kabe'nin dört rüknü vardır. İbn Cüreyc'in sözünden ilk anda sahabeden İbn Ömer dışındakilerin diğer rükünlerin tümüne el sürdüğü anlaşılmaktadır. Muaviye ve İbnü'z-Zübeyr'in bunu yaptığı sahih olarak nakledilmiştir. Bu mesele Hac bölümünde gelecektir.
Terviye günü Zilhicce'nin sekizinci günü (yani Arefe'den bir önceki gün)dür.
167- Ümmü Atıyye şöyle demiştir:
Hz. Peygamber (vefat eden) kızının yıkanması sırasında kadınlara şöyle buyurdu:
"Sağ tarafından ve abdest azalarından başlayın.[28]
168- Âİşe anh şöyle demiştir:
Hz. Peygamber ayakkabı giymede, saçını-sakahnı taramada, abdest almada, (hasılı) bütün İşlerde sağdan başlamayı severdi.[29]
Hz. Peygamber'in sağ taraftan başlamayı sevmesinin sebebi şu olabilir: Ashab-i yemin (amel defterini sağ taraftan alacak olanlar) cennetlik olduğu için, o da bununla tefeül ediyordu.
Tarama, yıkama ve tıraş olmada başın sağ yarısından başlamak müstehap-tır. "Tıraş olma vücuttan bir şeyi giderme olduğu İçin bunda soldan başlanır" denilemez. Aksine bu da ibadet ve süslenmedir. Başı tıraş ederken sağ yarısından başlama konusu yakında gelecektir.
Ayakkabı giyerken sağdan, çıkarırken soldan başlanır. Abdestte önce el ve ayak yıkanırken önce sağdan başlanır. Gusül yaparken de vücudun sağ yansından başlanır.
Bu hadis imamın sağında namaza durmaya, caminin sağ tarafında namaz kılmaya, yeme ve içmede sağdan başlamanın müstehap olduğuna delil getirilmiştir. Buharı hadisi, bu konularla ilgili bölümlerin tümünde nakletmiştir.
Nevevî şöyle der: Şereflendirme ve süslenme anlamı taşıyan durumların tümünde sağdan başlama, dinde yerleşik bir kuraldır. Şereflendirme ve süslenme anlamının zıddını barındıran durumlarda ise soldan başlama müstehaptır. Alimler abdestte sağ organları Önce yıkamanın sünnet olduğu konusunda icma etmişlerdir. Buna aykırı olarak abdest alan kişi fazileti kaçırmış olmakla birlikte abdesti tamdır.
Büyük ilim adamı Üstad Muvaffak (İbn Kudâme) el-Muğnîde "Bunun farz olmadığı konusunda bir görüş ayrılığı bilmiyoruz" demiştir.
Hz. Âişe şöyle demiştir: "Sabah namazı vakti girdi, su arandı ancak bulunamadı. Bunun üzerine teyemmüm (âyeti) indirildi."
169- Enes İbn Mâlik şöyle demiştir:
Resûlullah'ı bir ikindi vakti girdiğinde gördüm. İnsanlar su arıyorlardı ancak bulamadılar. Hz. Peygamber'e abdest suyu getirildi. Hz. Peygamber bu kabın içine elini koydu ve insanların bu kaptan abdest almalarını emretti. Suyun onun parmaklarının arasından kaynadığını gördüm. Bu su ile hiçbir kimse dışarıda kalmaksızın herkes abdest aldı.[30]
Hz. Aişe'nin yukarıdaki sözü, teyemmüm âyetinin inişi olayı ile ilgili hadisinin bir bölümüdür. Bunun tamamı Teyemmüm bölümünde gelecektir.[31]
Ibnü'l-Münzir şöyle demiştir: Buhârî bu başlığı seçmekle, namaz vakti girmeden önce abdest almak için su aramanın gerekli olmadığına delil getirmek istemiştir. Çünkü Hz. Peygamber sahabenin su aramayı geciktirmesini yadirgamamıştır, bu da aramanın geciktirilmesinin caiz olduğunu gösterir. Bu hadisle ilgili ayrıntılı açıklama Peygamberlik Mucizeleri bölümünde gelecektir.[32]
Hadis, zaruret durumunda abdest almasına yeterli olacak sudan fazlasına sahip olan kişinin bunu başkaları ile paylaşmasının meşru olduğuna delildir.
Abdest alan kişinin az olan suyu avucuna alması o suyu "kullanılmış su (mâ-İ müsta'mel) kılmaz.
Şafiî bu hadisi, elleri kaba sokmadan önce yıkama emrinin, farziyet değil mendupluk ifade ettiğine delil olarak getirmiştir.
Kadı lyaz şöyle demiştir: Bu olayı güvenilir ravilerden çok sayıda kişi, bir grup sahabeden rivayet etmiştir. Hatta sahabeden hiç kimsenin bu rivayetlere tepki gösterdiği de rivayet edilmemiştir. Bu durumda bu olay Hz. Peygamber'in kesin olarak sabit olmuş mucizelerinden kabul edilir.
Atâ, insan saçlarından İp ve urgan yapılmasında bir sakınca görmezdi. Yine o köpeğin artığında ve mescitte geçtiği yerde de bir sakınca görmezdi {bunların necis olduğunu düşünmezdi).
Zührî şöyle demiştir: "Köpek bir kaptaki sudan içtiğinde, şayet abdest alacak başka su yoksa bu su ile abdest alınır."
Süfyan-ı Sevrî şöyle demiştir: Bu fıkhın ta kendisidir. Yüce Allah şöyle buyurmuştur; "...su bulamazsanız teyemmüm ediniz".[33] Burada su vardır. Ancak kişi bunun temiz olup olmadığından şüphe etmektedir. Bu durumda hem bu su İle abdest alır, hem de teyemmüm yapar.
Bölüm başlığı "insanın başını yıkamak için kullandığı suyun hükmü" anlamına gelmektedir. Bunârî bunun hükmünün temizlik olduğuna işaret etmektedir. Çünkü gusül yapan kişinin gusülde kullandığı suya saçından kıllar düşebilir. Şayet bu kıllar necis olsaydı, suya düştüğünde suyu da necis yapardı. Hz. Peygamber'in gusül yaparken bundan sakındığı nakledilmemiştir. Aksine o, ileride geleceği üzere saç diplerini ovalardı. Bu, çoğunlukla bazı kılların kopmasına yol açar. Bu da içine insan saçı düşen suyun temiz olduğunu gösterir. Bu, alimlerin çoğunun görüşüdür.
Eti yenmeyen, boğazlanmış hayvanın kıllarına gelince bu konuda görüş ayrılığı bulunmaktadır. Görüş ayrılığının temelinde de şu husus vardır: Kıl şayet canlı ise hayvanın ölümüyle necis olur, canlı değilse necis olmaz. Şâfiîler'de daha sahih kabul edilen görüşe göre, kıl hayvanın ölmesi ile necis olur. Âlimlerin çoğunluğu buna muhalif görüş belirtmişlerdir.
Süfyan-ı Sevrî âyetin genel ifadesini esas almayı "fıkıh" olarak nitelemiştir. Bu da âyette yer alan "su bulamazsanız" ifadesidir. Çünkü bu olumsuz cümlede belirlilik takısı almamış bir kelime olduğundan tahsis edildiğine dair bir delil bu-İunmadıkça genellik ifade eder.
Köpeğin yalaması ile kaptaki suyun necis olması, ilim ehlinin ittifakla kabul ettiği bir husus değildir. Bu sebeple Süfyan kendi görüşü olarak ihtiyaten teyemmüm almayı da eklemiştir.
Bazı imamlar "böyle bir durumda kişinin bu suyu döktükten sonra teyemmüm alması daha evlâdır" demişlerdir.
Doğrusunu Allah bilir.
170- îbn Şîrîn şöyle demiştir: Abîde'ye şöyle dedim: "Elimizde Hz. Peygamber'in (saç veya sakal) kıllarından var. Biz Enes (veya Enes'in ailesi) aracılığı ile bunu elde ettik".
Abide şöyle dedi: "Benim elimde O'ndan şefe bir kılın bulunması benim için dünyadan ve dünyadakilerden daha sevimlidir.[34]
171- Enes'in bildirdiğine göre Resûlullah başını tıraş ettirince onun saçının kıllarından alan ilk kişi Ebû Talha oldu.
Buhârî bu eseri nakletmekle, Ebû Talha'nın elde ettiği saç kılının onun ailesinde kaldığını, sonra da onların azatlılarına geçtiğini belirtmek istemiştir. Çünkü Muhammed'in babası Şîrîn, Enes İbn Mâlik'in azatlısı idi. Enes ise Ebû Talha'nın üvey oğlu idi.
Bu hadisin konu aleyhi ve başlığı ile ilgisi şudur: Saç kılı temizdir. Şayet öyle olmasaydı Hz. Peygamber'in saç kılını saklamazlardı ve Abîde kendisinde onun bir saç kılı bulunmasını istemezdi. Saç kılı temiz olduğuna göre, bu saç kılını yıkamada kullanılan su da temizdir.
Ebû Talha el-Ensârî , Enes'in annesi olan Ümmü Süleym'in kocası idi.
Bu hadisi Müslim, İbn Sîrîn'den şu lafızla rivayet etmiştir: Hz. Peygamber nem. şeytan taşlayıp kurbanını kestikten sonra berber onun saçının sağ tarafını kesti. Sonra Hz. Peygamber Ebû Talha'yı çağırarak saç kıllarından ona verdi. Sonra berber saçın sol tarafını kesti. Hz. Peygamber sol tarafın kıllarından da Ebû Talha'ya vererek şöyle buyurdu: "Bunları insanlara dağıt.[35]
Nevevî şöyle demiştir: Bu hadis, başı tıraş etmede sağdan başlamanın müstehap olduğunu göstermektedir. Bu, Ebû Hanife hariç alimlerin çoğunluğunun görüşüdür.
İnsan kılı temizdir. Âlimlerin çoğunluğu bu görüştedir, mezhebimizde (Şâfiîlerde) sahih olan görüş de budur.
Hz. Peygamber'in saç kılı ile teberrük etmek ve bunu edinmek caizdir.
Atiyye ve hediye konusunda sahabe arasında paylaşım söz konusudur.
Ben (İbn Hacer) de derim ki: Paylaşım eşitliği gerektirmez.
Bir şeyi başkasına dağıtmayı üstlenen kişiye başkalarından daha fazla verilebilir.
172- Ebû Hureyre, Resûlullah'm şöyle buyurduğunu söylemiştir:
"Birinizin kabından köpek su içerse o kabı yedi kere yıkasın".
Muvatta'da da "içerse" diye rivayet edilmiştir. Ebû Hureyre'den hadisi rivayet eden çoğunluk ise "içerse" değil "yalarsa" şeklinde rivayet etmişlerdir.
Hadisten ilk anda bu hükmün bütün kaplar için geçerli olduğu anlaşılmaktadır. Ancak yıkamanın sebebinin köpeğin kabı necis kılması olduğunu söylersek, hüküm çok değil az su bulunduğunda geçerli olur.
Yıkasın" emri, yıkamanın derhal yapılmasını gerektirir. Ancak çoğunluk, kişinin o kabı kullanmak istemesi durumu hariç, derhal yıkamanın müstehap olduğunu söylemiştir.
Mâlik'in rivayetinde toprakla yıkamaktan bahsedilmemiştir. Ebû Hureyre'den yapılan rivayetlerde yalnızca İbn SMn'in rivayetinde toprakla yıkamadan bahsedilmektedir. İbn Sîrîn'den hadisi nakledenler toprakla yıkamanın ne zaman yapılacağı konusunda farklı görüşler ileri sürmüşlerdir. Müslim ve diğer bazı hadisçilere göre kabı yedi kere yıkamanın ilki toprakla yapılır. Bu, çoğunluğun İbn Sîrîn'den rivayetidir. Bu hem çoğunluk hem de daha iyi ezberlenmiş olması bakımından ayrıca da anlam bakımından tercihe şayandır. Çünkü sonuncu yıkama toprakla olsa kabın bir kez daha su İle yıkanması gerekli olur.
Necis olan şey sıvı olduğunda, necislik hükmü bu sıvının temas ettiği diğer şeylere de geçer.
Sıvıların bir bölümüne necaset düştüğü zaman sıvının tümü necis olur.
Sıvı necis olduğunda onun içinde bulunduğu kap da necis olur.
Az miktarda su, içine necasetin düşmesi ile değişmese bile necis olur. Çünkü köpeğin yalaması çoğunlukla kabın içindeki suyu değiştirmez.
Necasetin suya temas etmesi ile suyun necasete temas etmesinin hükmü farklıdır. Çünkü necasetin bulunduğu yere su dökmek (suyu temas ettirmek) emredilmiştir.
Bu hadisten ilk olarak anlaşılan anlam, Mâliki ve Hanefîler'in konu ile ilgili hükümlerine aykırıdır. Mâlikîler, kendilerinden nakledilen meşhur görüşe göre yedi kez su ile yıkamayı kabul ettikleri halde, toprakla yıkamayı gerekli görmemişlerdir. Çünkü toprakla yıkamak, Mâlik'in rivayetinde yoktur. Mâlikîler'den el-Karafî bu kondaki hadislerin sahih olduğunu söylemiştir. Mâliki imamlar bunu nasıl gerekli görmemiş hayret doğrusu! Hanefîler ise ne yedi kere yıkamayı ne de toprakla yıkamayı gerekli görmüşlerdir.
173- Ebû Hureyre, Hz. Peygamber'den şunu rivayet etmiştir:
"Bir adam, susuzluktan ıslak toprağı (çamuru) yalayan bir köpek gördü. Ayakkabısı ile (kuyudan) köpeğe su çıkarıp, susuzluğunu gide-rinceye kadar köpeğe su içirdi. Allah da onun bu yaptığını kabul ederek kendisini cennete koydu".
Buhârî bu hadisi, köpeğin artığının temiz olduğuna delil getirmiştir. Çünkü hadisten ilk anda anlaşıldığına göre söz konusu adam köpeğe ayakkabısı ile su vermiştir. Buhârî'nin bu delili getirmesinin "Bizden önceki dinlerin hükümleri (şer'u men kablena), bizim hakkımızda da geçerlidir" kabulüne dayandığı, oysa bunun ihtilaflı bir mesele olduğu, söylenerek Buhârî'ye itiraz edilmiştir. Şayet bizden önceki dinlerin hükümlerinin bizim hakkımızda da geçerli olduğunu kabul edersek, bunlar yalnızca neshedilmemiş {yürürlükten kaldırılmamış) hükümlerde söz konusu olur. Bu kabul edilse bile delil getirme gerçekleşmez. Çünkü adam ayakkabısı ile kuyudan aldığı suyu başka bir şeye boşaltarak köpeğe içirmiş veya köpeği suladıktan sonra ayakkabısını yıkamış yahut da bundan sonra o ayakkabıyı giymemiş olabilir.
Bu hadis ile ilgili ayrıntılı açıklama Su İçme bölümünde gelecektir.[36]
174- Hamza İbn Abdullah, babasının şöyle dediğini rivayet etmiştir:
"Resûlullah salkır zamanında köpekler işerdi, mescide girer çıkardı da bundan dolayı (mescidi yıkamak için) hiç su serpmezlerdi.
Münzirî şöyle demiştir: Bu şu anlama gelir; köpekler mescit dışında kendilerine ait yerlere işerdi, sonra da mescidin içine girer çıkardı. Çünkü o devirde mescidin kapısı yoktu. Köpeklerin mescidi işeme yeri olarak kullanmalarına ashabın müsaade etmiş olmaları düşünülemez.
Münzİrî'nin bu görüşüne şu şekilde itiraz edilmiştir: Köpeğin sidiğinin de tıpkı kedi gibi temiz olduğu kabul edilirse bunu yapmış olmaları uzak görülemez.
Bu konuda doğruya en yakın olan şudur: Bu, aslolanm mübahlık olduğu ilk devirlerdedir. Sonradan mescitleri şereflendirme ve temiz tutma emri söz konusu olmuş ve mescitlere kapı yapılmıştır.
175- Adiy İbn Hatim şöyle demiştir:
Hz. Peygamber'e soru sordum o da bana şöyle cevap verdi:
(Av için) eğitilmiş köpeğini ava gönderirsen ve köpek avı öldürürse o avı ye. Şayet köpek o avdan yerse sen yeme, çünkü (bu durumda) köpek, avı kendisi için tutmuştur".
Ben şöyle dedim: "Ben köpeğimi gönderdiğimde yanında başka bir köpek daha bulursam (ne yapayım)?"
Hz. Peygamber O avı yeme. Çünkü sen yalnızca kendi köpeğin için (onu gönderirken) besmele çektin, başka bir köpek için besmele çekmedin.[37]
Adiy, Hz. Peygamber'e av köpeklerinin hükmünü sormuştur.
Buhârî'nin bu hadise burada yer vermesinin sebebi, köpeğin artığının temiz olduğu şeklindeki kendi görüşünü delillendirmektir. Hadisin konu başlığına uyumu, konu başlığında "köpeğin artığından" bahsedilmiş olmasıdır.
Hz. Peygamber köpeğin avladığı hayvanı yemeye izin vermiş ve bunu köpeğin ağzının değdiği yeri yıkama şartı ile sınırlanmamıştır. Buhârî işte bunu delil olarak getirmektedir.
Yüce Allah "...yahut biriniz tuvaletten gelirse.[38] buyurmuştur.
Ata, makadmdan kurtçuk veya cinsel organından bit çıkan kimse hakkında "abdestini yenilemesi gerekir" demiştir.
Câbir İbn Abdullah şöyle demiştir: "Kişi namazda iken kahkaha ile gülerse abdestini tekrarlamaksızın namazını yeniden kılar."
Hasan-ı Basrî şöyle demiştir: "Kişi abdestli iken saçını koparır, tırnağını keser veya mestlerini çıkarırsa yeniden abdest alması gerekmez."
Ebû Hureyre şöyle demiştir: "Abdest ancak hadesten (abdestsizlikten) dolayı gerekir."
Câbir'den rivayet edildiğine göre "Hz. Peygamber saikam! Zâtü'r-rikâ gazvesinde idi. Birine namaza iken ok atıldı. Adamdan çokça kan geldiği halde adam rüku ve secde etti, namazına devam etti."
Hasan-ı Basrî şöyle demiştir: "Müslümanlar ötedenberi yaraları ile birlikte (yaralarından kan geldiği halde) namaz kılmaya devam ederler."
Tavus, Muhammed İbn Ali, Atâ ve Hicazlılar "Kandan dolayı abdest gerekmez" demişlerdir.
İbn Ömer sivilcesini sıktı, ondan kan çıktı ancak abdest almadı. İbn Ebî Evfâ kan tükürdüğü halde namazına devam etti.
İbn Ömer ve Hasan-ı Basrî kan aldıran (hacamat yaptıran) kimse hakkında "Kan aldırdığı yerleri yıkaması dışında başka bir şey yapmasına gerek yoktur" demişlerdir.
Bu bölüm başlığında, bedende ön ve arkadan başka yerlerden çıkan bir şey sebebi ile abdesti gerekli görmeyenlerin görüşlerine yer verilmiştir. Buharı bununla, bedenden ön ve arka dışında çıkan kusmuk, kan aldırma vb. şeylerden dolayı abdesti gerekli gören muhalif görüşe işaret etmiştir.
Şöyle denilebilir: (Ön
ve arkadan çıkan şeyler dışında) abdesti bozmada dikkate alman durumlar şu
ikisine indirgenebilir:
1. Uyku
(çünkü uyku kişiden yel çıkma ihtimalini barındırır),
2. Kadına dokunmak, kendi cinsel organını tutmak (çünkü bunlar erkekten mezi çıkma ihtimalini barındırır).
Zâtü'r-rikâ gazvesi hakkında ayrıntılı açıklama ileride gelecektir.[39]
Buhârî Zâtü'r-rikâ gazvesi ile ilgili hadisten sonra Hasan-ı Basrî'nİn "Müslümanlar ötedenberi yaralan ile birlikte (yaralarından kan geldiği halde) namaz kılmaya devam ederler" sözüne yer vermiştir. Buradan ilk anda Buhârî'nin namazda kan çıkmasının namazı bozmayacağı görüşünde olduğu anlaşılmaktadır. fitekim Hz. Ömer'in yarasından kan çıktığı halde namaz kıldığı sahih olarak vayet edilmiştir.
Leys'in şöyle dediği rivayet edilmiştir: "Kan aldıran kişinin kan aldırdığı yeri ilmesi yeterli olur, bu şekilde namaz kılabilir. Kan aldırma yerini yıkaması gerekmez."
176- Ebû Hureyre, Hz. Peygamber'in şöyle buyurduğunu öyle mistir:
"Kişi mescidde namazı beklediğinde, abdestini bozmadığı sürece amazdaymış gibi sevap alır. [40]
Yabancı bir adam: "Hades nedir ey Ebû Hureyre?" dîye sordu.
Ebû Hureyre de redıyaüâhuanh: "Sesli yellenmektir" dedi.
Burada kasdedilen, kişinin namazı beklediği sürece namaz sevabı almasıdır.
Yabancı bir adam ifadesi ile arap olsun ya da olmasın Arapçayı fasih olarak onuşamayan bir kimse kasdedilmektedir.
Ebû Hureyre bu hadiste abdestsizliği "sesli olarak yellenmek" şeklinde açık-ımıştır. Ebû Dâvud ve diğerlerinin rivayetindeki "Abdest ancak sesli veya sessiz ellenmekten dolayı gerekir" ifadesi de bunu desteklemektedir.
Abdestİ bozan daha şiddetli durumlar bulunduğu halde Ebû Hureyre'nin 'alnızca bu ikisini zikretmesinin sebebi, kişiden mescitte genellikle bu ikisi dışın-iakilerin çıkmamasıdır. İlk anda anlaşıldığına göre soru da zaten özel bir abdest-izlik, yani çoğunlukla namazda karşılaşılan abdestsizlik ile ilgili olarak sorul-nuştur. Nitekim Abdest bölümünün başında buna işaret edilmiştir.[41]
111- Abbâd İbn Temîm, amcasından o da Hz. Peygamber'den şunu rivayet etmiştir:
"Kişi bir ses veya koku duymadıkça namazını terk etmesin."
178- Muhammed İbnü'l-Hanefiyye, Hz. Ali'nin şöyle dediğini rivayet etmiştir:
Ben kendisinden çok mezi gelen bir kimseydim. Bunu Resûlullah'a sormaktan utandım. Mikdâd İbnü'l-Esved'e sormasını emrettim. O da Hz. Peygamber'e bunu sordu.
Hz. Peygamber saflaiiahu aleyhi vfe seiiem "Ondan (meziden) dolayı abdest gerekir"' buyurdu.
Bu konuda açıklama Gusül bölümünde gelecektir.[42]
İlim bölümünün başında bu hadisin başka bir yolla rivayeti geçmişti.
Buhâri hadisi burada, iki çıkış yolunun birinden (erkeğin cinsel organından) çıkan mezinin abdesti gerektirdiğine dair delil olarak getirmiştir.
179- Zeyd İbn Hâlid şöyle demiştir:
Osman İbn Affan'a: "Kişi eşiyle ilişkide bulunduğunda kendisinden meni gelmezse (ne olur)?" diye sordum.
Osman şöyle dedi: "Namaz abdesti gibi abdest alır, ayrıca cinsel organını yıkar". Hz. Osman "Bunu Resûlullah'tan duydum" dedi.
Bunu Ali, Zübeyr, Taiha ve Ubey İbn Kâ'b'a radonu a™ sordum onlar da böyle (aynı şeyi) söylediler.[43]
Bu hadisin hükmü ile ilgili açıklama Gusüî konusunun sonunda gelecek. Orada bu hükmün mensuh (yürürlükten kaldırılmış) olduğunu açıklayacağız.
180- Ebû Saîd el-Hudrî şöyle demiştir:
Resûlullah ensardan bir adamı çağırttı. Adam başından sular damlayarak geldi.
Hz. Peygamber: "Galiba seni aceleye getirdik" buyurdu.
Adam: "Evet" dedi.
Resûlullah İşin aceleye gelirse (yahut meni gelmezse) abdest alman gerekir (bu yeterlidir)' buyurdu.
"Galiba seni aceleye getirdik": Yani cinsel ilişki ihtiyacını tamamlamadan çağırdık. Bu hadis, karineleri esas almanın caiz olduğunu göstermektedir. Çünkü sahâbî, gusü! yaparak Hz. Peygamber'in emrine icabet etmekte gecikti..Bu sebeple normal olan duruma, yani Hz. Peygamber'in emrine derhal uymaya ters davranmış oldu. Hz. Peygamber adamın üzerinde yıkanma izlerini görünce, onun meşgul olduğunu anladı. Adam Hz. Peygamber'in çağrısına uymak İçin cinsel ilişkiyi yarıda kesmiş olabileceği gibi, boşalmış da olabilirdi.
Soru da bunun hakkında olmuştur.
Hz. Peygamber'in adamın geç kalmasını eleştirmemesi, taharete devam etmenin müstehap olduğunu göstermektedir. Bu durum, Hz. Peygamber'in emrine icabet etmenin gerekli kılınmasından önce olmuş gibidir. Çünkü farz olan bir şey müstehap bir şey, için geciktirilmez.
İtbân, evinde namazgah edinebilmek İçin Hz. Peygamber'den evine gelerek orada namaz kılmasını istemiş, Hz. Peygamber de bu isteğe olumlu karşılık vermiştir. Yukarıdaki hadis bu olayia ilgili olabilir. Itbân, Hz. Peygamberle sefeır birlikte namaza hazır olabilmek için guslü önce yapmış olmalıdır.
181- Üsâme İbn Zeyd'den rivayet edildiğine göre Resûlullah aleyhi ve
Arafattan dönerken dağdaki yolda inip tuvalet ihtiyacını gördü. Ben ona su döktüm o da abdest aldı.
Ben; "Namaz mı kılacaksın Ey Allah'ın Resulü?" diye sordum.
Hz. Peygamber satöhu aleyhi ve senem: "Namaz ileride kılınacak" dedi.
Burada kişinin başkasına abdest aldırmasının hükmü yer almaktadır. Buhârî bu hadisi, abdest alırken başkasından yardım İstemeye delil olarak getirmiştir. Ancak mekruhluğun abdest almada zorluk veya ihtiyaç bulunmaması durumuna özgü olduğunu kabul edenler hakkında bu Usame hadisi delil olmaz. Çünkü bu olayda Hz. Peygamber yolculukta idi (yani abdest almada bir zorluk bulunuyordu).
182- Muğîre İbn Şu'be'den rivayet edildiğine göre o bir yolculukta Resûlullah ile birlikteydi. Hz. Peygamber aifehu tuvalet ihtiyacını görmek için gitti. Muğîre Resulullah'ın ve seiiem eline su döküyor, o da abdest alıyordu. Hz. Peygamber yüzünü ve kollarını yıkadı, mestleri üzerine ise mesh etti.[44]
Bu hadisle ilgili geniş açıklama Mestler üzerine Mesh konusunda gelecektir. Bu hadisin burada getirilmesinin sebebi abdest alırken başkasından yardım isteme konusunu delillendirmektir.
İbn Battal şöyle demiştir: Bu, namazın aksine kişinin başkasından yardım alabileceği, Allah'a yaklaştırın fiillerdendir. Buhârî, abdest sırasında Hz. Peygam-ber'e su dökülmesinden, kişinin başkasına abdest aldırmasının caiz olduğu sonucunu çıkarmıştır. Her İki hadis de su dökme konusunda yardım almanın mekruh olmadığını göstermektedir. Yine suyu getirmekte ise mekruhluk hiç yoktur. Doğrudan abdest aldırmaya gelince bu hadisler buna delil olmaz. Evet, bu konuda hiç yardım almaması müstehaptır.
Mansûr, İbrahim en-Nahaî'den şunu rivayet etmiştir: Hamamda Kur'an okumakta bir sakınca yoktur. Kişi abdestsiz olarak mektup yazabilir.
Hammâd da İbrahim en-Nahaî'den şunu rivayet etmiştir: Şayet hamamda-kilerin üzerinde izar (peştamal) varsa onlara selam ver, yoksa selam verme.
Burada "hades" kelimesi ile küçük abdestsizlik kasdedilmektedir.
Mansûr şöyle demiştir: İbrahim'e hamamda Kur'an okumanın hükmünü sordum, o da "Hamamlar içinde Kur'an okumak için yapılmamıştır" dedi.
Ebû Hanife'nin bunu mekruh gördüğünü aktarmıştım.
Öğrencisi İmam Muhammed İbnü'l-Hasen ve Mâlik ise bunun mekruh olmadığını söylemişlerdir. Çünkü bu konuya öze! bîr delil yoktur.
Subkî (el-Kebîr) bunun mekruh olmadığı görüşünü tercih etmiş ve şunu delil getirmiştir: Kişinin Kur'an okuması ve Kur'an'ı çokça okumak dince istenen bir şeydir. Abdestsizlik ise kişinin çokça karşılaştığı bir durumdur. Şayet abdestsiz Kur'an okumak mekruh olsaydı, pek çok hayır kaçmış olurdu. Hamamda Kur'an okumaya gelince, şayet okuyan temiz bir yerde ise ve avret yerinin açılması gibi bir durum söz konusu değil ise mekruh olmaz, aksi takdirde mekruh olur.
Mektup yazmaya gelince; mektuplara genelde besmele ile başlandığından soru soran kişi, abdestsiz olan kişinin mektup yazmasını mekruh zannettiği için bu soruyu sormuştur.
183- Abdullah İbn Abbas'm azatlısı Küreyb'in rivayet ettiğine göre Abdullah Ibn Abbas bir gece Hz. Peygamberin eşi -kendisinin de teyzesi Meymûne'nin yanında kaldı. (İbn Abbas şöyle anlatmaktadır):
"Başımı yastığın enine koyarak uzandım. Resûlullah ile hanımı (Meymüne) ise yastığın boyuna koyarak uzandılar. Gece yarısı, yahut biraz önce veya biraz sonra uyandı. Uykuyu gidermek için eliyle yüzünü silmeye başladı. Sonra Âl-i İmran sûresinin son on ayetini okudu. Sonra kalkıp asılı duran küçük kırbaya uzandı. Ondaki sudan güzelce abdest aldı. Sonra namaza durdu."
(İbn Abbas diyor ki):
"Ben de kalktım, onun yaptığı gibi yaptım. Sonra gittim, sol yanına durdum. Sağ elini başımın üzerine koydu ve sağ kulağımı tutup büktü. Sonra iki rekat, sonra iki rekat, bir daha iki rekat, ardından iki rekat, iki rekat, iki rekat daha kıldı, sonra da tek rekat (vitir) kıldı. Ardından müezzin gelinceye kadar uzandı. Sonra yine kalktı, hafif iki rekat kıldıktan sonra çıkıp sabah namazını kıldırdı."
İbn Battal ve ona tabî olanlar şöyle demişlerdir: "Bu hadis, abdestsiz olarak Kur'an okumayı mekruh görenleri reddetmeye delildir. Çünkü Hz. Peygamber bu âyetleri uykudan uyandığında abdest almadan önce okumuştur."
İbnü'l-Müneyyir ve başkaları ise bunu eleştirerek şöyle demişlerdir: Bu, onun uyumasının abdesti bozduğunu kabul edersek geçerli olur. Oysa durum böyle değildir. Çünkü O Benim gözlerim uyur, kalbim uyumaz" buyurmuştur. Uyandıktan sonra abdest alması ise ya abdestini tazelemek içindir.
Ben (İbn Hacer) ise derim ki; Bu, İbn Battal'ın görüşünü reddetmektedir. Çünkü Hz. Peygamber'in uykuda abdestini bozduğu kesin değildir. Ancak Hz. Peygamber uyandıktan sonra abdest alınca, ilk anda onun abdestini bozduğu anlaşılmaktadır. Onun uyumasının abdestini bozmaması, uykuda iken kendisinden abdesti bozan bir durum meydana gelmeyeceği anlamına gelmez. Onun özelliği; böyle bir durum meydana gelirse, diğer insanlardan farklı olarak onun bunu biimesidir. Abdesti yenileme vb. zikredilenlere gelince bu aslolan duruma aykırıdır. Öyle görünüyor ki hadisin konu başlığı ile uyumu şuradan kaynaklanmaktadır: Kişinin yatakta hanımı ile yatması genellikle dokunma olmaksızın gerçekleşmez. (Hz. Peygamber de bunun için abdest almıştır)
Müslim, İbn Ömer'den abdesti bozduktan sonra Allah'ı zikretmeyi mekruh gördüğünü rivayet etmiştir. Ancak bu hadis Buhârî'nin şartlarına uygun değildir.
184- Hz. Ebû Bekir'in kızı Esma anh şöyle demiştir:
"Güneş tutulduğunda Hz. Peygamberin eşi Aişe'nin yanına geldim. Bir de baktım ki insanlar ayakta namaz kılıyorlar. Baktım ki Aişe de kalkmış namaz kılıyor."
Ona: "İnsanlara ne oluyor?" diye sordum. Eliyle gökyüzünü gösterdi. Âişe 'Sübhanallah" dedi.
Ben "Bu bir âyet (işaret) midir?"diye sordum, başıyla "Evet" diye işaret etti. Bunun üzerine ben de namaza durdum. Üzerime baygınlık çökünce (yanımdaki kırbadan) başıma su dökmeye başladım. namazı bitirince Allah'a hamd-ü sena edip
Hz. Peygamber ve şöyle buyurdu:
Daha önce bana gösterilmemiş her şey, hatta cennet ve cehennem bile bana burada gösterildi. Bana kabirlerinizde Mesih Deccal'in fitnesine benzer (veya yakın) bir şekilde imtihan edileceğiniz vahyedildi." Hadisi rivayet eden ravi, Hz. Esma'nın "benzer" kelimesini mi ."yakın" kelimesini mi kullandığında şüphe ederek ikisini de zikretmiş ve "Esma hangisini zikretti tam olarak hatırlamıyorum" demiştir.
Kabre giren kişiye sorulacak: - Bu adam (Hz. Muhammed) hakkında ne biliyorsun?
Mümin (veya kesin inançtı bir) [45] kişi: "O, Muhammeddir, Allah'ın resulüdür. Bizlere apaçık deliller ve hidayeti getirdi. Biz de onun davetine icabet ettik ve ona tabi olduk. O Muhammeddir (üç kere)" diyecek. O kişiye: "Rahat bir şekilde uyu. Senin ona kesin olarak inandığım anladık" denilecek.
Münafık (veya kalbinde şüphe bulunan) [46] kişi ise: "Bilmiyorum. İnsanların bir şeyler söylediğini duydum, ben de aynısını söyledim" diyecek.
Buhâri bu konu başlığını koyarak, mutlak olarak baygınlık durumunda abdesti gerekli görenleri reddetmek istemiştir.
Ibn Battal şöyle demiştir: Baygınlık insanın uzun süreli yorgunluk ve ayakta kalmasından sonra karşılaşılan bir hastalıktır. Bu da bir tür bayılmadır, ancak ondan daha hafiftir. Esma kendini korumak için başına su dökmüştür. Şayet bu baygınlık şiddetli olsaydı bayılma gibi olurdu ki bunun abdesti bozduğunda icma vardır.
Esma'nm kendi kendine başına su dökmesi o sırada duyularının çalışmakta olduğunu gösterir. Bu tür küçük baygınlık ise abdesti bozmaz.
Esma'nm fiilinin delil olan yönü şudur: O, Hz. Peygamber'in arkasında namaz kılıyordu. Hz. Peygamber İse önünde-kileri gördüğü gibi arkasında namaz kılanları da görürdü. Onun Esma'nın fiiline tepki gösterdiği nakledilmemiştir. Bu hadisle ilgili bazı açıklamalar İlim bölümünde geçmişti. [47] Diğer açıklamalar ise Güneş Tutulması Namazı bölümünde gelecektir.[48]
Çünkü Yüce Allah "Başınızı mesnedin [49] buyurmuştur. Ibnü'l-Müseyyeb şöyle demiştir: "Kadın da erkek gibi başını mesheder."
Mâlik'e "Kişinin başının bir kısmını meshetmesî yeterli olur mu?" diye soruldu, o Abdullah İbn Zeyd hadisini delil getirdi.
185- Amr İbn Yahya eî-Mâzim'nin babasından rivayet ettiğine göre bir adam Abdullah İbn Zeyd'e -yani Amr İbn Yahya'nın dedesine- "Bana Resûlullah'm nasıl abdest aldığını gösterebilir misin?" diye sordu. Abdullah İbn Zeyd "Evet" dedi ve (abdest aîmak İçin) su istedi. Eline su dökerek iki kere yıkadı. Sonra üç kere ağzını çalkaladı ve burnuna su verdi. Sonra yüzünü üç kere yıkadı, sonra kollarını dirseklere kadar ikişer ikişer yıkadı. Sonra başını iki eliyle mesnetti. Ellerini bir öne bir arkaya götürdü. Şöyle ki: Başının ön kısmından başlayarak ensesine kadar götürdü, sonra başladığı yere getirdi. Sonra ayaklarını yıkadı.[50]
Said İbnü'l-Müseyyeb'den rivayet edilen sözü, İbn Ebî Şeybe muttasıl bir senetle şu şekilde rivayet etmiştir: "Erkek ve kadın meshetmede eşittir". Ahmed İbn Hanbel'den "Kadının başının ön kısmını meshetmesi yeter" dediği rivayet edilmiştir.
Âyet ve hadisin delil getirilme yönü şudur: Ayetin lafzı mücmeldir. Çünkü bu ayetteki "bâ" harfi zaid kabul edilerek "başın tümünü mesnediniz" şeklinde anlaşılmaya müsait olduğu gibi, "bâ" harfi teb'iz (bir şeyin bir kısmını ifade etme/bölme) için kabul edilerek "başın bir bölümünü mesnediniz" şeklinde anlaşılmaya da müsaittir. Hz. Peygamber'in fiili ile âyetten ilk ihtimalin kasdediidiği ortaya çıkmıştır. Onun, saçının bir kısmını meshettiği yalnızca Muğire hadisindeki "perçemine ve sarığına mesnetti" İfadesinde sabit olmuştur. Bu, başın tümünü meshetmenin farz olmadığını göstermektedir.[51]
Resûlullah'ın nasıl abdest aldığını bana gösterebilir misin?" ifadesi öğrencinin hocasına karşı yumuşak ifade kullanmasına delildir. O, öğretimde daha etkili olması için fiilen göstermesini istemiştir.
Elini İki kere yıkadı": İmam Mâlik'in rivayetinde de bu şekilde "el" kelimesi tekil gelmiştir. Buhârî'de yer alan Vüheyb ve Süleyman İbn Bilal rivayetinde, Ebû Nuaym'daki Dâreverdî rivayetinde "iki elini üçer kere yıkadı" şeklindedir. Müslim'deki Hâlid İbn Abdullah rivayetinde de böyledir. Bu raviler hadis hafızı olup hepsi de aynı hususta bir araya gelmişlerdir. Onların fazla olarak rivayet ettikleri şey, tek bir hafızın rivayetine tercih edilir.
Bu hadis, uykudan kalkması söz konusu olmasa bile eli kaba sokmadan önce yıkamaya delildir. Nitekim bunun benzeri Hz. Osman hadisinde de geçmiştir. Burada "ellerden" kasıt yalnızca bilekten aşağı olan kısımdır.
Bu hadis, ağzı çalkalama ve burna su vermenin bir su ile yapılmasının müs~ tehap olduğuna deli! getirilmiştir. Aşağıda az sonra gelecek Haiid İbn Abdullah rivayetinde İse "tek bir avuç su ile ağzını çalkaladı ve burnuna su verdi. Bunu üç kere yaptı" deniimektedir. Bu, her defasında mazmaza ve istinşakı aynı su ile yapma konusunda açık bir ifadedir.
Alimler kolları yıkama hükmünün kapsamına dirseklerin girip girmediğinde ihtilaf etmişlerdir. Dirseklerin girdiğine, Hz. Peygamber'in saüaüâkı delil olarak getirilebilir.
Dârekutnî'de hasen bir senetle Hz. Osman'ın abdest alışı ile ilgili olarak şu rivayet yer almaktadır; "Kollarını dirseklere kadar, öyle kî pazularının kenarlarına kadar yıkadı". Yine Dârekutnî'de Câbir'den şu rivayet vardır: "Resûlullah abdest aldığında suyu dirseklerine götürürdü". Ancak bunun senedi, zayıftır.
Bezzâr ve Taberânî'de Vâil İbn Hucr'dan abdestin alınışı ile ilgili rivayette: "Kollarını, dirsekleri geçinceye kadar yıkadı" ifadesi yer almaktadır.
Şafiî el-Ümm'de şöyle demiştir: Abdestte dirseklerin de yıkamaya dahil olduğu konusunda muhalif bir görüş belirten bilmiyorum.
Başı meshederken ellerin öne ve arkaya götürülmesinin hikmeti başın iki kısmını da kaplama mesh yapmaktır.
Aşağıda gelecek Vüheyb rivayetinde "sonra ayaklarını topuklarına kadar yıkadı" denilmektedir. Meşhur görüşe göre burada "topuk" ile ayak bileğinin iki kenarındaki küçük çıkıntılar kasdedilmektedir.
Abdestin başında iki ele de su dökerek yıkamak
Aynı abdestte bazı organlar bir kere, bazıları iki kere, bazıları üç kere yıkanabilir.
Devlet başkanı, idaresindekilerden birinin evine gidebilir ve ev halkı onun ihtiyaç duyduğunu düşündükleri şeyi önceden getirebilir.
Su getirme konusunda başkasından yardım istemek mekruh değildir.
Fiil İle öğretme
Abdest almak için az miktardaki suya avucunu daldırmak suyu "kullanılmış su" hükmüne taşımaz. Çünkü Vüheyb ve diğerlerinin rivayetinde "Sonra elini kaba soktu ve yüzünü yıkadı denilmektedir.
186- Amr İbn Ebu Hasen'den rivayet edildiğine göre, Abdullah Ibn Zeyd'e Hz. Peygamber'in nasıl abdest aldığı sordu. Abdullah İbn Zeyd de bir kap su istedi. Sonra onlara Hz. Peygamber'in abdest aldığı gibi abdest aldı. Şöyle ki: Kaptan eline su alarak ellerini iki kere yıkadı. Sonra elini kaba soktu, üç avuç su ile ağzına su verdi, burnuna su çekti ve sümkürdü. Sonra elini kaba soktu ve yüzünü üç kere yıkadı. Sonra kollarını dirseklere kadar yıkadı. Sonra elini kaba soktu ve başını mesnetti. Ellerini bir kere öne ve arkaya götürdü. Sonra ayaklarını topuklara kadar yıkadı.
Cerîr İbn Abdullah ailesine dişlerini mîsvaklamasından artan suyu kullanmalarını emretti.
187- Ebû Cuhayfe şöyle demiştir:
Resûlullah öğlenin sıcak zamanında yanımıza çıkıp geldi. Kendisine abdest alması için su getirildi, o da abdest aldı. İnsanlar abdestinden artan suyu alıp, vücutlarına sürmeye başladılar. Hz. Peygamber öğleni de, ikindiyi de iki rekat kıldırdı. Onun önünde de (sütre olarak) bir harbe duruyordu.[52]
Burada fazlalıktan maksat, kişinin abdest almasından sonra kapta kalan sudur.
Cerîr ile ilgili bazı rivayetlerde şöyle denilmektedir: Cerîr dişlerini misvaklar-, ken misvağın baş kısmını suya sokar sonra da ailesine; "Bu suyun fazlası ile abdest alın" derdi. Bunda bir sakınca görmezdi. Bu rivayet, ne kasdedildiğini açıklamaktadır. İbnü't-Tîn ve bazı yorumcular yukarıdaki ifadeden, erak vb. ağaçlardan koparılan çubuğun yumuşaması için konulan suyu anlayarak "Bunun suyu değiştirmediğini gösterir," demişlerdir. Buhârî de Cerîr'in bu hareketinin suyun hükmünü değiştirmediğini kasdetmiştir. Aynı şekilde yalnızca kullanmak da suyu değiştirmez, dolayısıyla ondan abdest almak yasak olmaz.
Buhârî'nin bu hadisi bu konuda, kullanılmış suyun temiz olduğuna dair delil getirmesi problemli görülmüştür. Buna şu şekilde cevap verilmiştir: Misvak ağız temizleyicisidir. Misvağın karıştığı su ile abdest almak, temizleme için kullanılmış suyun abdestte kullanılması anlamına gelir.
188- Ebû Musa şöyle demiştir:
Hz. Peygamber su dolu bir kap getirilmesini istedi. Bu kapta ellerini ve yüzünü yıkadı ve kabın içine ağzından su püskürttü. Sonra kabı getirenlere (Ebû Musa ve Bilal'e) şöyle buyurdu:
"Bu sudan için ve yüzleriniz ite göğüslerinize sürün.[53]
Hz. Peygamber'in ağzına aldığı suyu kaba geri boşaltmasının amacı, mübarek tükürüğü ile suyun bereketlenmesini sağlamaktır.
189- İbn Şihab şöyle demiştir: Bana Mahmud İbnü'r-Rebî' -ki bu çocukluğunda, Resûlullah'ın bir kuyudan içtiği suyu yüzüne püskürttüğü sahâbîdir bildirdi;
Urve de Misver ve diğer bir kimseden rivayet etmiştir (ki bunların her biri diğerini doğrulamaktadır):
"Hz. Peygamber saüaüâhu aleyhi abdest aldığında onun abdestînden artan suyu almak İçin insanlar nerede İse birbiri ile kavgaya tutuşacaklardi."
Urve İbn Mesud es-Sekafî bu sözü, Kureyş kabilesine döndüğünde sahabenin Hz. Peygamber'e saiiaUshuaieyiMveseite.): ne kadar saygı duyduğunu anlatmak için söylemiştir. Onun bu sözde "kavgaya tutuşacaklardı" ifadesi mübalağa için olabilir.
190- Ca'd şöyle demiştir: Sâib İbn Yezîd'in şöyle dediğini duydum:
Teyzem beni Hz. Peygamber'e sainah-j aleyhi ve götürerek: "Ey Allah'ın Resulü! Kız kardeşimin oğlunun ayaklan ağrıyor" dedi. Hz. Peygamber aleyhi başımı okşayarak benim için bereket duası etti. Sonra abdest aldı, onun abdsst suyundan içtim. Sonra arkasında durdum. İki kürek kemiği arasında keklik yumurtası büyüklüğünde peygamberlik mührünü gördüm.[54]
Buhârî'nİn bu hadisleri rivayet etmesinin sebebi, kullanılmış suyun necis olduğunu kabul edenleri reddetmektir.
Ibnü'l-Münzİr şöyle demiştir: Abdest alan kimsenin organlarındaki ıslaklığın ve bu organlardan elbisesine damlayan suların temiz olduğu konusunda âlimlerin icma etmesi, kullanılan suyun (mâ-i müsta'melin) temiz olduğuna dair güçlü bir delildir. Bu suyun (temiz olmakla birlikte) temizleyici olmaması konusu ise Gusüi bölümünde gelecektir.
191- Rivayet edildiğine göre Abdullah İbn Zeyd su kabından ellerine su dökerek onları yıkadı. Sonra avucundaki su ile ağzına ve burnuna su verdi. Bunu üç kere tekrarladı. Sonra kollarını dirseklerine kadar ikişer kere yıkadı. Sonra başını mesnetti. Ellerini öne ve arkaya götürdü. Sonra topuklarına kadar ayaklarını yıkadı. Sonra "Resûlullah'ın abdesti işte böyledir" dedi.
192- Vüheyb, Amr İbn Yahya'dan o da babasından şunu rivayet etmiştir:
Amr İbn Ebu Hasan, Abdullah İbn Zeyd'e, Resûlullah'm nasıl abdest aldığını orarken gördüm. Abdullah bir kap su İstedi, sonra da onlar(a göstermek) için tbdest aldı. Şöyle ki:
Bir avuç su alarak ellerine döktü ve ellerini üç kere yıkadı. Sonra elini kaba oktu, üç avuç su ile ağzını çalkaladı, burnuna su verdi ve sümkürdü. Sonra elini taba soktu ve yüzünü üç kere yıkadı. Sonra elini kaba soktu ve ikişer kere kolla-mı dirseklere kadar yıkadı. Sonra elini kaba soktu ve başını mesnetti. Ellerini iaşının üzerinde bir öne bir arkaya götürdü. Sonra elini kaba soktu ve ayaklarını 'ikadı.
Bize Musa Vüheyb'den; Başını bir kere mesnetti, diye rivayet etti.
Yıkamanın aksine mesh, hafifletme temeli üzerine dayalı bir hükümdür. Sunda tekrar yapmak meşru olsaydı o zaman mesh, şekil açısından yıkamaya benzerdi. Başı yıkamak yeterli olsa bile, meshetme yerine yıkamanın mekruh olduğunda ittifak edilmiştir.
Meshin birden fazla olmadığının en güçlü delili İbn Huzeyme ve diğer hadis imamlarının sahih gördüğü, Abdullah İbn Amr İbnü'1-As yoluyla rivayet edilen abdestin şekli ile ilgili hadistir. Bu hadiste Hz. Peygamber abdest aldıktan sonra şöyle demiştir: "Kim bundan fazlasını yaparsa kötü bir iş ve zulüm yapmış otur". Saîd İbn Mansûr'un rivayetinde Hz. Peygamberin başını bir kere meshettiği açık olarak söylenmiştir. Bunlar başı meshederken birden fazla meshetmenin müstehap olmadığını göstermektedir.
Kadının abdest aldıktan sonra kapta artan suyu ile abdest almak. Hz. Ömer bir hıristiyan kadının evinde, kaynatılmış sudan abdest aldı.
193- Abdullah İbn Ömer şöyle demiştir:
"Resûlullah zamanında erkekler ve kadınlar birlikte abdest alırlardı."
Karı-Kocanın Birbirinin Kaptaki Artık Sularıyla Abdest Almaları
Hz. Ömer ile ilgili rivayetin konu başlığı ile alakası şudur: Çoğunlukla kişinin hanımı yaptığı işte kendisine tâbîdir. Buharı, erkeğin artığı ile kadının abdest almasını yasaklayanların görüşünü reddetmek gerektiğine işaret etmektedir. Çünkü Hz. Ömer'in hanımının onun artığından abdest alması veya birlikte abdest almaları kuvvetle muhtemeldir. Bu sebeple bu olay "kişinin hanımı ile bir-İikte (aynı kaptan) abdest alması" başlığına uymaktadır.
Kaynatılmış su ile abdest almanın caiz olduğu konusunda âlimler ittifak etmişlerdir, yalnızca Mücâhid'den bunun caiz olmadığı görüşü nakledilmiştir.
Bu hadis, ehl-i kitabın sularını, bunların nasıl olduğunu soruşturmaksızin kullanmanın caiz olduğunu gösterir. Şafiî el-Ümm'âe şöyle demiştir: Kişi İçine necaset düştüğünü kesin olarak bilmediği sürece, müşrik bir kimsenin suyundan veya kabındaki artan sudan abdest alabilir.
İbnü'l-Münzİr şöyle demiştir: Cünüp olan kadının kaptaki artık suyunu kullanmanın mekruh olduğunu yalnızca İbrahim en-Nehaî söylemiştir.
Hadis, az miktardaki suya avucunu daldırmanın suyu "kullanılmış su" hükmüne sokmadığını göstermektedir. Çünkü Şafiî'nin el-Ümm'de birkaç yerde belirttiği üzere sahabe döneminde kaplar küçüktü.
Hadis, ztmmî olan kadının temiz olduğunu, onun temizlik İçin kullandığı ve içtiği suyun kalan kısmının temiz olduğunu göstermektedir. Çünkü onlarla evlenmek caizdir, ayrıca hadiste müslüman olan kadın ile olmayan kadın arasında da ayrım yapılmamıştır.
Birlikte abdest alırlar" sözünden ilk anda suyu aynı anda aldıkları anlaşılmaktadır.
İbnü't-Tîn bir gruptan bunun anlamının şu olduğunu nakletmiştir: Erkekler ve kadınların tümü tek bir yerden abdest alıyorlardı. Erkekler ayrı olarak, kadınlar da ayrı olarak abdest alıyorlardı. "Tek bir kaptan" şeklindeki fazlalık reddedilir. Çünkü bunu söyleyen kişi erkekler ve yabancı kadınların bir yerde toplanmasını uzak bir ihtimal olarak görmüştür. İbnü't-Tîn buna Sahnûn'dan naklettiği şu görüşle cevap vermiştir: Bunun anlamı erkekler abdest alıp giderler, sonra kadınlar gelip abdest alırlardı. Bu "hep birlikte" sözünden ilk anda anlaşılan anlama aykırıdır. İbn Huzeyme'nin Sahihinde İbn Ömer'den yapılan şu rivayette tek bir kaptan abdest aldıkları açık olarak ifade edilmiştir: İbn Ömer Hz. Peygamber ve ashabını kadınlarla birlikte hep beraber bir kaptan abdest alırken gördüğünü söylemiştir.
Buna cevap olarak söylenebilecek en evla görüş şudur: Örtü âyetinin indirilmesinden önce erkekler ve kadınların abdest almak için bir araya gelmiş olmalarını engelleyecek bir durum yoktur. Örtü âyetinin indirilmesinden sonra ise kadınlar yalnızca kocaları ve mahremleri ile bir arada abdest almışlardır.
Nevevî de kadının, kocasının abdestinden artan su ile abdest alabileceği konusunda ittifak bulunduğunu, aksi konuda ise ittifak olmadığını nakletmiştir. Bu da tartışmalıdır. Tahavî bu konuda da ihtilaf bulunduğunu ortaya koymuştur. İbn Ömer, eş-Şatî ve Evzâî'nin, kadının adetli olması durumunda bunu caiz görmedikleri sabittir. Aksine gelince sahabî Abdullah İbn Sercis, Saîd İbnü'l-Müseyyeb, Hasan-ı Basrî'den kadının abdestinden artan su ile abdest almayı caiz görmedikleri sahih olarak nakledilmiştir. Ahmed İbn Hanbel ve İshak da bu görüştedir. Ancak bu iki âlim bu hükmü kadınların yalnız bulunması ile sınırlandırmışlardır. Çünkü konu ile İlgili hadisler erkekler ve kadınların bir arada bulunması halinde birbirinin artığı ile abdest alabileceğini açık olarak ifade etmektedir.
Kişinin abdestinden artan su ile abdest almayı yasaklayan hadisler, kişinin abdest organlarından damlayan suyla abdest almaya, caiz gören hadisler de kapta kalan su ile abdest almaya yorulur. Hattâbî de iki grup hadisi bu şekilde birleştirmiştir. Yahut da delilleri bir araya toplayabilmek için yasağın tenzih ifade ettiği söylenir.
194- Muhammed İbnü'l-Münkedir şöyie demiştir: Câbir'in şöyle dediğini duydum:
Ben hasta olduğum sırada, aklım başımda değil iken Hz. Peygamber beni ziyaret etti. Abdest alarak üzerime abdest suyundan döktü, derhal kendime geldim. Bunun üzerine şöyle dedim: "Ey Allah'ın Resulü! Ben ölürsem mirasım kime aittir? Bana yalnızca kelâle mirasçı olur". Bunun üzerine miras paylarını açıklayan (ferâiz) âyeti indirildi.[55]
Bu hadis Tıp bölümünde "Hz. Peygamber beni baygın buldu" şeklinde rivayet edilmiştir.
Burada Hz. Peygamber'in abdest aldığı suyun bir kısmı Câbir'in üzerine dökülmüş olabileceği gibi, abdestten kalan su da dökülmüş olabilir. Ancak burada ilki kasdedilmiştir.
Buradaki "miras paylarını açıklayan âyetten" kasıt şu âyettir: "Senden fetva isterler. De ki: "Allah, babası ve çocuğu olmayan kimsenin mirası hakkındaki hükmü şöyle açıklıyor.[56] Konu tefsir bölümünde ayrıntılı bir şekilde anlatılacaktır.
195- Enes şöyle demiştir:
(İkindi) Namaz(mın) vakti girdi. Evi yakın olanlar (abdest almak için) evine gittiler. Bir grup kaldı. Resûlullah'a içinde su bulunan taştan bir leğen getirdiler. Leğen İçine avuç daldırmak İçin küçüktü. Oradakilerin tümü bu sudan abdest aldı. (Enes'e sorduk): "Kaç kişiydiniz?. Enes: "Seksen küsur kişiydik" dedi.
Leğen o gün için içinde elbise yıkanan kab olup değişik maddelerden imal edilirdi. Bu küçük veya büyük olsa bile bu isimle anılırdı.
196- Ebû Musa'dan rivayet edilmiştir:
"Hz. Peygamber içinde su bulunan bir kap getirilmesini İstedi. Bu kabın içinde ellerini ve yüzünü yıkadı, ardından içine ağzından su boşalttı.
197- Amr İbn Yahya babasından o da Abdullah İbn Zeyd'den şunu rivayet etmişlerdir:
"Resûlullah geldi. Biz de ona tunç bir kap içinde su getirdik. O bununla abdest aldı. Yüzünü üç kere, kollarını ikişer kere yıkadı. Başını mesnetti. Ellerini başının üzerinde öne ve arkaya götürdü. Ayaklarını yıkadı.
198- Hz. Âişe şöyle demiştir:
"Hz. Peygamber'in hastalığı ağırlaşıp ağrısı şiddetlendiğinde benim evimde bakılması için diğer eşlerinden izin istedi, onlar da izin verdiler.
Hz. Peygamber bir tarafında Abbas diğer tarafında da başka bir adam [57] olduğu halde ayaklarını yerde sürüyerek çıktı.
Hz. Âişe'nin belirttiğine göre Hz. Peygamber evine girip ağrısı şiddetlendikten sonra "Üzerime bağları çözülmemiş yedi kırba su dökün. Belki biraz halka vasiyette bulunurum" dedi. Bunun üzerine Hz. Peygamber eşlerinden Hafsa'ya ait olan bir leğene oturtuldu. Üzerine kırbaların suyunu dökmeye başladık. Sonunda Tamam, yeter" diye işaret etti. Daha sonra da ashabının karşısına çıktı.[58]
Hz. Peygamber'in hastalığında kendisine Hz. Âişe'nin evinde bakılması için diğer hanımlarından izin istemesi, kasmîn [59] ona farz olduğunu gösterir. Yahut bunu eşlerinin gönlünü hoş tutmak için de yapmış olabilir.
Tîbî şöyle demiştir: Hz. Peygamber'in yedi kırba su istemesi bu sayı ile teberrükte bulunmak içindir. Çünkü bu sayının hem dinle ilgili işlerde hem de yaratılış konularında önemi bulunmaktadır.[60]
Taberânî bu hadisi "farklı kuyulardan" diye rivayet etmiştir. Bunun tedavi amacıyla yapılmış olduğu anlaşılmaktadır. Nitekim Sahih'teki diğer bir rivayette Hz. Peygamber Belki biraz rahatlarım da insanlara tavsiyede bulunabilirim" demiştir.
199- Amr İbn Yahya, babasının şöyle dediğini rivayet etmiştir:
Amcam çok abdest alırdı. 0, Abdullah İbn Zeyd'e: "Hz. Peygamber'in nasıl abdest aldığını bana anlat" dedi. Bunun üzerine Abdullah bir kap su istedi. İki avucu ile su alarak ellerini üç kere yıkadı. Sonra elini kaba soktu, tek bir avuçla ağzına ve burnuna su verdi. Bunu üç kere yaptı. Sonra eli ile bir avuç su alarak yüzünü üç kere yıkadı. Sonra kollarını dirseklere kadar ikişer kere yıkadı. Sonra eline su alarak başını mesnetti. Ellerini bir arkaya bir öne getirdi. Sonra ayaklarını yıkadı ve "Hz. Peygamber'in işte böyle abdest aldığını gördüm" dedi.
200- Enes'ten rivayet edilmiştir:
Hz. Peygamber bir kap su istedi. Kendisine içinde biraz su bulunan ağzı geniş, dibi dar bir kap getirildi. Parmaklarını kabın içine soktu. (Enes dedi ki): Ben parmaklarının arasından kaynayan suya bakmaya başladım. O sudan abdest alanlar tahminen yetmiş ile seksen kişi arasındaydı.
Hattâbî şöyle demiştir: Hz. Peygamber'e getirilen ağzı geniş, dibi dar bir kap fazla su almaz. Bu durum, onun mucizesinin büyüklüğünü daha iyi göstermektedir.
Ben (İbn Hacer) derim ki: Bu kabın niteliği, tasa uymaktadır. Böylece hadisin konu başlığına uygunluğu anlaşılmış olmaktadır.
201- İbn Cebr, Enes'ten şunu duyduğunu söylemiştir: "Hz. Peygamber bir sa1 ile beş müd miktarı arasındaki su ile gusleder, bir müd su ile abdest alırdı."
Sa', 5 tam 1/3 Bağdat ntlına denktir. Bazı Hanefîler bunun 8 Bağdat rıtlı olduğunu söylemişlerdir.[61]
Hz. Peygamber guslederken bazen dört müd [62] su ile yetinir, bazen dördü geçerek beşe varırdı. Enes Hz. Peygamberin guslederken bundan daha fazla su kullandığını görmemiştir.
Müslim, Hz. Âişe'den rivayetine göre o ve Hz. Peygamber bir farklık [63] bir kaptan yıkanırlardı. İbn Uyeyne, Şafiî ve diğer âlimler bunun üç sa1 olduğunu söylemişlerdir.
Yine Müslim Hz. Âişe'den Hz. Peygamber'in üç müdlük bir kaptan yıkandığını rivayet etmiştir. Bu, yıkamada kullanılacak su miktarının ihtiyaca göre değiştiğini gösterir.
Bu, Mâlikîler'den Şaban gibi bazılarının abdest ve gusülde kullanılacak su miktarını hadisteki ile sınırlandırmasını reddetmektedir. Yine Haneffler'den bazıları da müd ve sa' miktarında, ondan farklı olsalar bile, gusül ve abdestte kullanılacak su miktarını sınırlandırmışlardır.
Âlimlerin çoğunluğu ise bu miktarlarda su kullanmanın müstehap olduğunu söylemiştir. Çünkü sahabeden, Hz. Peygamber'in gusül ve abdestte kullandığı su miktarını belirtenler bu miktarları bildirmişlerdir.
Bu, daha fazla su
kullanımına ihtiyaç olmadığında geçerlidir. Yine ahlâkı mutedil olan kişi
hakkında geçerlidir. Buharı de Abdest bölümünün başında "İlim ehli israfı
ve Hz. Peygamber'in yaptığının ötesine geçmeyi mekruh görmüşlerdir" sözü
ile buna işaret etmiştir.
202- Sa'd İbn Ebî Vakkas Hz. Peygamber'in mestler üzerine meshettiğini rivayet etmiştir. Abdullah İbn Ömer'e bu konuyu (babası Hz. Ömer'e) sormuş o da "Evet öyledir. Sana Sa'd, Peygamber'den bir şey rivayet ettiğinde artık bunu başkasına sorma" demiştir.
İbnü'l-Münzir, İbnü'l-Mübârek'in "Mestler üzerine mesh konusunda sahabe arasında ihtilaf yoktur" sözünü rivayet etmiştir.
İbn Abdilber şöyle demiştir: Selef (ilk dönem) fakihlerinden İmam Mâlik dışında hiç kimsenin bunu inkar ettiğine dair bir şey rivayet edildiğini bilmiyorum. Oysa Mâlik'ten açık rivayetler onun bunu kabul ettiğini göstermektedir. İmam Şafiî el-Ümm'de Mâlikîler'in bu görüşünü reddetmektedir. Mâlikîier'de şu an bilinen ve yerleşik olan iki görüş vardır: Birincisi mestler üzerine meshin mutlak olarak caiz olduğu, İkincisi mukim olan için değil, yolcu İçin caiz olduğudur. Mâlik başkalarına meshin caiz olduğuna dair fetva verdiği halde bunu kendisi uygulamiyordu.
İbnü'l-Münzir şöyle demiştir: Âlimler mestler üzerine meshetmenin mi yoksa ayaklan yıkamanın mı daha faziletli olduğu konusunda ihtilaf etmişlerdir. Ben meshetmenin daha faziletli olduğu görüşünü tercih ediyorum. Çünkü Haricîler ve Râfızîler gibi ehli sünnet dışında bid'at mezhepleri buna saldırmaktadır. Muhaliflerin eleştirdiği sünnetleri ihya etmek onları terk etmekten daha faziletlidir.
Şeyh Muhyiddin şöyle demiştir: Mezhepteki bir grup âlim, sünnetten yüz çevirme maksadıyla terk etme söz konusu olmaması şartıyla, ayakları yıkamanın daha faziletli olduğunu söylemişlerdir. Bu, namazı kısaltmayı tamamlamaya üstün tutmak meselesindeki görüşlerine benzemektedir.
Hadis hafızlarından bir grup, mestler üzerine meshetmenin mütevatir olduğunu açık olarak ifade etmişlerdir. Bunlardan bazıları bu hadisin ravilerini toplamış, bunların sayısının sekseni geçtiğini, bu seksen kişi içinde cennetle müjdelenen on sahabinin (aşere-i mübeşşere'nin) de bulunduğunu belirtmişlerdir.
îbn Ebî Şeybe ve diğer hadis kitaplarında Hasan-ı Basrî'nin şu sözü yer almaktadır: "Bana yetmiş sahabe, mestler üzerine meshetmeyi anlattı".
Esbağ'm rivayetinde "Hz. Peygamber'den ve büyük sahabelerinden hazarda yani mukimken mestler üzerine mesh yapmaya dair rivayet, bizim için Mâlik'in bu konudaki muhalif görüşüne uymaktan daha sabit ve güçlüdür" denildiği için Buhârî bu rivayeti tercih etmiştir.
Sa'd'ın nakline güvenin güçlü olması sebebiyle Hz. Ömer oğluna: "Onu artık başkasına sorma" demiştir.
Bu, Hz. Ömer'in, bir kişinin verdiği haberi (haber-i vahid'i) kabul ettiğini göstermektedir.
Bu hadiste, Hz. Ömer'in Sa'd'ı üstün bir şekilde övmesi söz konusudur.
Uzun süre Hz. Peygamber'in sohbetinde bulunmuş bir sahâbîye, dinde başkasının bildiği önemli konular gizli kalmış olabilir. Çünkü İbn Ömer, sohbeti eski ve rivayetleri çok olan bir sahâbî olmasına rağmen mestler üzerine meshi inkar etmiştir.
203- Urve İbnü'l-Muğire babası el-Muğire İbn Şu'be'den o da Resûlullah'tan şunu rivayet etmiştir:
"Resûiullah tuvalet ihtiyacını gidermek için çıktı, Muğîre de su dolu bir kırba ile onu takip etti. Hz. Peygamber ihtiyacını görünce Muğîre bu sudan eline döktü, Hz. Peygamber abdest aldı, mestleri üzerine mesh etti."
Hadiste bahsedilen olay bir yolculuk sırasında yaşanmıştır.
İmam Ahmed İbn Hanbel'in bir rivayetine göre Muğîre bu suyu bir bedevî kadından satın almıştı. Kadın ölü hayvanın derisinden yapılmış bir kırbadan bu suyu boşaltmıştı. Hz. Peygamber Muğîre'ye "Kadına sor, şayet derisini tahaklamışsa su temizleyicidir" demiş, kadın da "Vallahi derisini tabakladım" demiştir.
Hadisten Çıkan Bazı Sonuçlar
Tuvalet ihtiyacını görecek olan kişinin bu sırada insanlardan uzaklaşması, gözlerden kaybolması gerekir.
Hz. Peygamber burada su ile istinca yapmadığı, tuvaletten döndükten sonra abdest aldığı halde Muğîre'ye su ile kendisini takip etmesini söylemiştir. Bu temizliğe devam etmenin müstehap olduğunu gösterir.
Abdest almak için başkasından yardım istemek caizdir.
İstinca yaparken ele bulaşabilecek pislikleri yıkamak gerekir, sudan başka bir şeyle giderilmesi yeterli olmaz.
Kokuyu, toprak vb. şeylerle gidermek gerekir.
Necasetin normal olarak çıktığı yerin dışına taşması durumunda temizlik ancak su İle yapılır.
Ölü hayvanın tabaklanmış olan derisinden yararlanmak caizdir.
Necis olduklar! kesin olarak sabit oluncaya kadar kâfirlerin elbiselerinden yararlanılabilir. Çünkü Hz. Peygamber «ibüahu aleyh; w. «anr Rum cübbesi giymiş, bunun temiz olup olmadığını sormamıştır.
Kurtubî bu hadisi, hayvanın ölümü ile yününün pis olmayacağına delil getirmiştir. Çünkü Hz. Peygamber'in Şam yapımı idi. Şam da o sırada küfür ülkesi olup, oranın halkı ölü hayvanları yerdi.
Bu hadis, mestler üzerine meshin el-Mâide suresinin altıncı âyeti ile neshe-dildiğini söyleyenleri reddetmektedir. Çünkü o âyet Müreysi' gazvesinde indirilmiştir. Bu hadiste bahsedilen olay ise Tebük gazvesinde gerçekleşmiştir. Tebük gazvesinin Müreysi'den sonra olduğu konusunda ittifak vardır. Bunun anlamı ile ilgili geniş açıklama Namaz bölümünde Cerîr el-Becelînin hadisinde gelecektir.
Yolculuk sırasında elbiseyi yere salmak ve dar elbise giymek caizdir. Çünkü bu yolculuğa daha çok yardımcı olur.
Yolculukta bile olsa abdestin sünnetlerine devam etmek gerekir.
Bütün toplumu ilgilendiren bir konu (umumu'l-belvâ) olsun ya da böyle olmasın hükümler ile ilgili olarak kadın bile olsa tek kişinin haberi kabui edilir. Çünkü Hz. Peygamber bir bedevî kadının sözünü kabul etmiştir.
Yıkanması farz kılınmış olan bir organın (tümünü değil de) büyük bir kısmını yıkamak yeterli değildir. Çünkü Hz. Peygamber cübbenin altından kollarını çıkarmış, kalan kısımda mesh yapmakla yetinmemiştir.
Başın tamamını meshetmenin gerekli olduğunu kabul edenler bu hadisi şu açıdan delil getirebilirler: Hz. Peygamber sarık üzerine yaptığı meshi tamamlamış, kollarından kalan kısma meshetmekle yetinmemiştir.
204- Cafer İbn Amr İbn Ümeyye ed-Damrî babasının Hz. Peygamber'i mestleri üzerine meshederken gördüğünü rivayet etmiştir.[64]
205- Cafer İbn Amr babasından şunu rivayet etmiştir:
Hz. Peygamber'in sarığına ve mestleri üzerine mesh yaptığını gördüm.
Sarık Üzerine Mesh
Selef (ilk dönem âlimleri) sarık üzerine meshetmenin anlamı konusunda farklı görüşler belirtmişlerdir.
Bîr görüşe göre Hz. Peygamber başının Ön kısmına meshettikten sonra sarığına da meshederek bunu tamamlamıştır. Daha önce İmam Müslim rivayetinde bunu gösteren hususlar geçmişti. Alimlerin çoğunluğu yalnızca sarık üzerine meshetmekle yetinilemeyeceği görüşünü benimsemiştir.
Hattâbî şöyle demiştir: "Allah başı meshetmeyi farz kılmıştır. Sarığa meshetme ile ilgili hadis İse farklı anlaşılmaya müsaittir. Buna göre kesin olarak bilinen bir şey, farklı anlaşılmaya müsaid bir durum sebebi ile terk edilemez. Sarığın meshini, mestler üzerine meshetmekle kıyaslamak yanlış bir kıyastır. Çünkü sarığın aksine mestin çıkarılmasında zorluk vardır."
Hattâbî'nin görüşü şu şekilde eleştirilmiştir:
a.Yalnızca sarığa meshetmeyi caiz görenler tıpkı mestlerde olduğu gibi bunun çıkarılmasında bir zorluğun bulunmasını şart koşmuşlardır. Bunun yolu da Arapların sarıklarında olduğu gibi dolamaktır.
b. Baş, teyemmümde meshedilme farziyeti düşen bir organdır. Dolayısıyla ayaklarda olduğu gibi başın üzerine konan şeye meshetmek de caizdir.
c. Âyet bunu reddetmemektedir. Özellikle de müşterek sözcüğü hem hakikat hem mecaz anlamı ile kabul edenler açısından hiç reddetmemektedir. Çünkü "falancanın başını öptüm" diyen kişinin sözü, öperken arada bir engel olsa bile doğru kabul edilir. Evzâî, bir rivayete göre Sevrî, Ahmed İbn Hanbel, İshak, Ebû Sevr, Taberî, İbn Huzeyme, İbn Münzir ve diğer bazıları bu görüşü kabul etmiştir. İbnü'l-Münzir şöyîe demiştir: Hz. Ebû Bekir ve Hz. Ömer'in bunu yaptığı sabittir. Hz. Peygamber'in şu sözü de sahihtir: "insanlar Ebû Bekir ve Ömer'e itaat ederlerse doğru yolu bulurlar".
206- Urve İbnü'l-Muğîre babasından şunu rivayet etmiştir:
Bir yolculukta Hz. Peygambe ile birlikteydim. Mestlerini çıkarmaya davrandım, ancak bana: "Onları bırak. Çünkü ben ayaklarım temiz olarak ben abdestli iken mestleri giydim" dedi ve mestleri üzerine mesnetti.
İbn Battal şöyle demiştir: Bu hadis, âlime hizmet etmenin ve hizmet eden kişinin hizmet ettiği kişi emretmeden onun âdeti olarak bildiği şeyi yapmaya davranmasının gerekliliğini göstermektedir.
Yine bu hadiste işaretten maksadı anlamak ve bu anlaşılan şeye cevap vermek vardır. Çünkü Hz. Peygamber Muğire'nin işaretinden mestleri çıkarmak istediğini anlamış ve buna uygun cevap vermiştir.
İbn Huzeyme, Safvân İbn Assâl'den şunu rivayet etmiştir: "Resûlullah ayaklarımızı yıkamış olarak mestleri giydiğimizde yolculukta üç gün, ikamet halinde bir gün ve bir gece mestler üzerine meshetmemizi emretmiştir."
İbn Huzeyme şöyle der: Bu hadisi Müzenî'ye söyledim o bana: "Bunu bizim alimlerimiz rivayet etmiştir. Bu hadis Şafiî'nin en güçlü delülerindendir" dedi.
Mestler üzerine meshetmek yalnızca abdestle ilgilidir. Gusülde bunun olmadığı konusunda icma vardır.
Kişi mestleri üzerine mesh yaptıktan sonra meshte zaman sının bulunduğunu kabui edenlerce henüz mesh müddeti dolmadan mestlerini çıkarırsa Ahmed İbn Hanbel, Ishak ve diğer bazı âlimlere göre yeniden abdest alması gerekir. Kûfeliler, Müzeni ve Ebû Sevr'e göre ise yalnızca ayaklarını yıkaması yeterlidir. Mâlik ve Leys de bu görüştedir. Ancak bunlara göre mesti çıkarma ile ayağı yıkama arasında uzun zaman bulunmamalıdır. Hasan-ı Basrî, İbn Ebî Leyla ve bir grup âlim ise bu kişinin ayaklarını yıkamasına gerek olmadığını söylemişlerdir. Onlar bu kişiyi başını mesh edip sonra saçlarını kazıyan kişiye kıyas etmişlerdir. Bu kişinin meshi tekrarlaması gerekli olmadığı gibi bu meselede de meshin tekrarlanmasına gerek yoktur. Ancak bu tartışılır bir konudur.[65]
Buharı meshin süresi ile ilgili herhangi bir hadis rivayet etmemiştir. Âlimlerin çoğunluğu bunun bir süre ile sınırlı olduğunu kabul etmektedir. Mâlik, kendisinden nakledilen meşhur görüşe göre buna muhalefet ederek şöyle demiştir: "Kişi mesti ayağından çıkarmadığı sürece üzerine mesh yapabilir." Benzer bir görüş Hz. Ömer'den de rivayet edilmiştir.
Müslim, meshin süresi ile ilgili hükme Hz. Ali'nin rivayet ettiği hadiste yer vermiştir.
Konu ile ilgili olarak Ebû Bekre'den de bir rivayet vardır. Şafiî ve diğer bazı âlimler bunu sahih kabul etmişlerdir.
Ebû Bekir, Ömer ve Osman (bunları) yemişler, ancak abdest almamışlardır.
207- Abdullah İbn Abbas'tan rivayet edildiğine göre, Resûlullah bir koyunun küreğinden yedi, sonra abdest almaksızın namaz kıldı.[67]
Buharı koyun etini bölüm başlığına koyarak onun benzeri ve daha düşük etlerin de bu kapsama gireceğini göstermek istemiştir. Koyun etinin üstündeki etlere gelince; o deve etlerini istisna etmiş olabilir. Çünkü genel cevaz hükmünün kapsamından deve etini çıkaranlar, onun etinin kötü kokmasını gerekçe göstermişlerdir. Bu sebeple pişmiş olmasını şart koşmamıştır.
Bu konuda Müslim'de iki hadis bulunmaktadır. İmam Ahmed İbn Hanbel ile Şafiî hadisçilerden İbn Huzeyme vb. âlimler de bu görüşü tercih etmişlerdir.
İbnü't-Tîn şöyle demiştir; Konu ile ilgili hadislerde kavut geçmemektedir. Buna kavutun öncelikle bu hükme dahil olduğu söylenerek cevap verilmiştir. Çünkü yağlı olduğu halde koyun etinden dolayı abdest gerekmeyince kavuttan dolayı hiç gerekmez. Buhârî bir sonraki konunun hadisinde buna işaret etmiş olmalıdır.
Küşmîhenî dışında Ebû Zer'in rivayetinden Ebû Bekir, Ömer ve Osman "et" yemişler ifadesindeki et kelimesi düşmüştür. Taberânî "Müsnedü'ş-Şâmiyyîn" bölümünde Süleym İbn Amir aracılığıyla hasen bir senetle bunu şu şekilde rivayet etmiştir: "Ebû Bekir, Ömer ve Osman'ın ateşte pişirilmiş (et) yediklerini gördüm, onlar abdest almadılar".
208- Cafer İbn Amr İbn Ümeyye babasından şunu rivayet etmiştir:
Amr, Resûlullah'm ve seiitn: koyun küreğinden et kesip yediğini görmüş, namaz için çağırıldığında bıçağı bırakıp namaz kıldığını, abdest almadığını söylemiştir. [68]
Beyhakî, Osman ed-Dârimî'nin şu sözünü nakletmiştir: "Konu ile ilgili bu bab altındaki hadislerin birbiri ile çeliştiği görüldüğü zaman hulefâ-i râşidîn'in uygulamasına bakarak görüşlerden birini tercih ettik." Nevevî el-Mühezzeb'm şerhinde bu görüşü beğenmiştir. Böylece Buhârî'nin konuya üç halifeden nakledilen bir eserle başlamasının hikmeti anlaşılmış olmaktadır. Nevevî şöyle demiştir; Bu konuda sahabe ve tabiîn arasındaki ihtilaf bilinmekteydi. Sonra, deve etleri konusundaki istisna dışında, ateşte pişen bir şeyden dolayı abdestin gerekli olmadığı konusunda icma gerçekleşmiştir. Buhârî Namaz bölümünde bu hadisi, akşam namazı vaktinde yemek hazır olduğunda yemeği önce yeme emrinin, düzenli olarak namaz kıldıran imamın dışındakilere mahsus olduğuna delil getirmiştir.
Bu hadis eti bıçakla kesmenin caiz olduğunu da göstermektedir. Bunun yasak olduğuna dair Ebû Dâvud'da zayıf bir hadis vardır.
209- Benî Hârise'nin azatlısı Büşeyr İbn Yesâr, Süveyd İbnü'-Nu'man'm kendisine şunu haber verdiğini söylemiştir:
Süveyd, Hayber yılında Resûlullah ile birlikte çıkmıştı, es-Sahbâ denilen Hayber'e yakın bir yere vardıklarında Hz. Peygamber ikindiyi kıldı, sonra azıkların getirilmesini istedi. Kavuttan başka bir şey getirilmedi. Bunun üzerine Hz. Peygamber »ıiuiiâhu aleyhi ve sei^n emretti de kavut su ile ıslatıldı. Resûlullah bundan yedi, biz de yedik. Sonra akşam namazını kılmak için kalktı. O ağzını çalkaladı, biz de çalkaladık. Sonra yeniden abdest almadan namaz kıldı.[69]
210- Meymûne'den rivayet edildiğine göre Hz. Peygamber ve onun yanında iken et yedi, sonra da abdest almaksızın namaz kıldı.
Bir bedevi kavutu şöyle nitelemiştir: Kavut misafirin azığı, acele işi olanın yiyeceği, hastanın da ihtiyacına yeterlidir.
Bu hadis, yolculukta yol arkadaşlarını -bazıları diğerlerinden daha çok yese bile- azığına davet etmeye delildir.
Yolculukta azık taşınır, bu tevekküle engel değildir.
Mühelleb bu hadisten şu sonucu çıkarmıştır: Devlet başkanı, yiyeceğin az olduğu durumlarda ihtikar yapan kimseyi, ihtiyaç sahiplerine bunları satmaya zorlayabilir. Devlet başkanı askerini koruyup-gözetir, azığı olmayanların azık elde etmeleri için mevcut yiyecekleri bir araya toplar.
Kavut yağsız olduğu halde kavut yedikten sonra ağzı çalkalamanın amacı, dişlerin arasında ve ağzın İçinde kalan parçaların namaz sırasında kişiyi meşgul etmemesi İçindir.
Hattâbî şöyle demiştir: Bu hadis ateşte pişen şeyden dolayı abdest almayı gerekli gören hadisin neshedilmiş olduğunu gösterir. Çünkü söz konusu hadis daha öncedir. Hayber'İn fethi İse hicretin 7. yılında gerçekleşmiştir.
Ben (ibn Hacer) derim ki: Hadiste bunu gösteren bir şey yoktur. Çünkü Ebû Hureyre Hayber'İn fethinden sonra geldiği halde, Müslim'de yer aldığı üzere abdest alma emrini rivayet etmiştir. Ebû Hureyre Hz. Peygamberin vefatından sonra da bu yönde fetva veriyordu.
Buhârî bu hadisi iki veya daha fazla namazın bir abdestle kılınabileceğine ve yemekten sonra ağzı çalkalamanın müstehap olduğuna deli! olarak getirmiştir.
211- İbn Abbas'tan rivayet edildiğine göre, Resûlullah süt içip ağzını çalkaladıktan sonra şöyle buyurdu: "Onun (sütün), yağı vardır.[70]
Onun yağı vardır" ifadesi sütten dolayı ağzı çalkalamanın gerekçesini açıklamaktadır. Bu da yağlı olan bir şey yedikten sonra ağzı çalkalamanın müstehap olduğunu gösterir. Ayrıca temizlemek maksadıyla elleri yıkamak da müstehaptır
Bu konudaki emrin müstehaplık bildirdiğini gösteren delil şudur: Şafiî, hadisin ravisi İbn Abbas'ın süt içip ağzını çalkaladıktan sonra "ağzımı çalkalamasam da olurdu" sözüdür.
Ebû Davud hasen bir senetle Enes'ten şunu rivayet etmiştir: "Hz. Peygamber süt içti. Ne ağzını çalkaladı, ne de abdest aldı."
212- Âişe Resûlullah'm şöyle dediğini söylemiştir:
"Sizden birinizin namaz kılarken uykusu gelirse, uykusu geçinceye kadar uyusun. Sizden biriniz uykulu olarak namaz kıldığında ne yaptığını bilmez, istiğfar ettiğini zannederken kendisine söver (de haberi olmaz)".
"Uyku abdesti doğrudan bozan bir durumdur" diyen ve uyku ile uyuklamayı eşit kabul edenler, uyuklamadan dolayı da abdesti gerekli görürler.
Müslim Sahih'inde îbn Abbas'ın Hz. Peygamber İle birlikte gece namazı kılması olayını anlatırken İbn Abbas'tan şunu rivayet etmiştir: "Uyukladığımda Hz. Peygamber (hafifçe) kulak yumuşağımdan tutuyordu". Bu, tamamen uykuya dalmayan kişinin abdest almasının gerekli olmadığını gösterir.
İbnü'l-Münzir, İbn Abbas'ın şöyle dediğini rivayet etmiştir: "Bir defa uyukla-yan hariç her uyuyan kişiye abdest gerekli olur.
Nesâî, Eyyûb ve Hişâm yoluyla "namazdan çıksın" şeklinde rivayet etmiştir. Bu, namazda selam vermek anlamına gelir. Mühelleb bu ifadeden ilk anda anlaşılan anlamı esas alarak "uykunun bastırması durumunda namazı yarıda kesmeyi" emretmiştir. Bu, bundan az olan uykunun bağışlandığını gösterir. Hafif uykunun abdesti bozmadığında âlimler icma etmiştir. Müzeni ise muhalif görüş belirterek uykunun hafifi de ağırı da abdesti bozar, demiştir.
İbnü'l-Münzir ve diğer bazı hadisçiler, sahabe ve tabiinin bir kısmından, uykunun azının ve çoğunun abdesti bozduğu görüşünü rivayet etmişlerdir. Bu; Ebû Ubeyd ve İshak îbn Râhuye'nin de görüşüdür. İbnü'l-Münzir şöyle demiştir: "Safvan İbn Assâl hadisinin -ki İbn Huzeyme ve başka hadisçiler bu hadisi sahih görmüştür genel ifadesi sebebiyle ben de bu görüşü kabul ediyorum. Bu hadis, "ancak dışkı, idrar veya uykudan dolayı..." ifadesi yer almaktadır. Hadiste ağır uyku ile hafif uykuyu hüküm bakımından birbirine eşit tutmuştur. Az ve çok uykudan kasıt, uyuma zamanının uzun ve kısa olmasıdır.
el-Mühezze de şöyle denilmiştir: Şayet kişinin abdest bozma yeri yani mak'adı yere yapışık olduğu halde otururken uyursa, abdestinin bozulmayacağı açık olarak belirtilmiştir. Buveytî ise "bozulur" demiştir. Buveytî'nin bu konudaki görüşünün açık olmadığı gerekçesi İle buna itiraz edilmiştir. Çünkü Buveytî şöyle demiştir: "Kişi oturarak veya ayakta uyur ve rüya görürse abdest alması gerekir." Nevevî "bu ifade tevile açıktır" demiştir.[71]
Hadisteki "kendisine söver" ifadesi kendisine beddua eder, anlamındadır. Yasağın gerekçesinin, bunun duaların kabul edildiği saate denk gelme korkusudur, İbn Ebû Cemre bu görüştedir. Bu, ihtiyatı esas almaktır. Çünkü o muhtemel bir şeyi gerekçe olarak belirlemiştir.
Hadiste ibadet için huşu ve kalp huzuru bulunması gerektiğine, Taatlerde mekruhlardan kaçınmaya.
Namazda, belirli bir dua ile sınırlı olmaksızın, dua etmenin caiz olduğuna delil vardır.
213- Enes Hz. Peygamber'in şöyle dediğini belirtmiştir: "Sizden birisi namazda uyuklarsa, ne okuduğunu bitinceye kadar uyusun."
Mühelleb bunun gece namazı için söz konusu olduğunu söylemiştir. Çünkü farz namazlar uyku vaktinde kılmmamaktadır. Ayrıca bunu gerektirecek şekilde uzun da değildir. Daha önce belirttiğimiz gibi bu hadis bir sebebe dayalı olarak söylenmiş olmakla birlikte, bakılması gereken lafzın genel olmasıdır. Bu durumda böyle bir şey farz namazlarında olursa, vaktin yeterli olduğundan emin olunursa hadiste belirtildiği gibi amel edilir.
214- Enes "Hz. Peygamber her namaz için abdest alırdı" dedi.
Enes'e: "Siz nasıl yapıyordunuz?" diye soruldu.
O şöyle dedi: "Bizden biri abdestini bozmadıkça abdesti ona yeterli olurdu."
Bu konuda kasdedilen abdesti tazelemektir.
Bölüm başında Ey iman edenler! Namaza kalktığınız zaman..." âyetindeki ihtilaflar konusunda alimlerin çoğunun şöyle söylediğini belirtmiştik: Bu âyetin anlamı "Ey iman edenler abdestsiz iken namaz için kalktığınızda ..." şeklindedir.
Şafiî, karşılaştığı ilim ehli kişilerden âyetin "uykudan kalktığınız vakit" anlamına geldiğini nakletmiştir.
Alimlerden kimi âyetin ilk anda anlaşılan anlamını esas alarak şöyle demiştir: "Her namaz için abdest almak farz idi." Sonra bu hüküm neshedilmiş midir, yoksa hükmü devam etmekte midir konusunda İse farklı görüşler ortaya koymuşlardır. Ebû Davud'un rivayet ettiği, İbn Huzeyme'nin de Abdullah İbn Hanzala'dan rivayet ederek sahih gördüğü hadise göre Hz. Peygamber her namaz için abdest almayı emretmiş, bu ashaba zor gelince onlara her namaz için dişleri misvaklamayı emretmiştir.
Tahavî'nİn kabul ettiği ve İbn Abdilber'in İkrime, İbn Sîrin ve diğerlerinden naklettiği gibi bazılarına göre her namaz İçin abdest almanın farziyeti devam etmektedir.
Nevevî bunu uzak görerek, şayet bu onlardan sabit olarak nakledilmişse tevil yoluna gidileceğini ve her namaz için abdestin farz olmadığı konusunda icmanın bulunduğunu belirtmiştir. Nesih söz konusu olmaksızın âyeti ilk anlaşılan anlama yormak da mümkündür. Bu durumda âyetteki emir, abdestsiz kimseler hakkında farz, diğerleri hakkında mendupluk ifade eder. Bölüm hadislerinde olduğu gibi bu husus sünnet ile beyan edilmiştir.
Hz. Peygamber her farz namaz için abdest alırdı. Tahavî şöyle der: Bunun yalnızca ona farz olması, sonra da Büreyde hadisi sebebiyle nesh edilmiş olması mümkündür. Müslim'de yer alan hadise göre Hz. Peygamber fetih günü bütün namazları bîr abdest ile kılmıştır. Hz. Ömer bunu ona sorunca "Kasten yaptım" demiştir. Hz. Peygamber'in müstehap olarak bunu yapmış olması, sonra da farz olduğunun zannedilmesinden korkarak, caiz olduğunu göstermek için bunu terk ettiği söylenebilir. Kanaatimce doğruya daha yakın olan görüş budur.
Hadisteki "siz nasıl yapardınız" sorusu Amr İbn Amir tarafından ashâb-ı ki-râm'a yöneltilmiş bir soru idi. İmam Nesâî'nin rivayetinde ise; Şu'be'den o da Amr'dan naklettiğine göre Amr, Enes'e şöyle sordu: "Hz. Peygamber her namaz için mutlaka abdest alır mıydı? "Enes" Evet dedi. İbn Mâce rivayetinde de Enes'in cevabı şöyle olmuştu: "Beş vakit namazı bir abdestle kıldığımız olurdu."
215- Süveyd İbn Nu'man şöyle demiştir: "Hayber fethi için Resûlullah ile birlikte yola çıktık. es-Sahbâ' denilen yere gelince Resûlullah bize ikindi namazını kıldırdı. Namazdan sonra yiyeceklerin getirilmesini emretti, ancak kavuttan başka bir şey getirilmedi. Biz de yedik ve içtik. Sonra Hz. Peygamber akşam namazı için kalktı, ağzını çalkaladıktan sonra abdest almaksızın bize akşam namazını kıldırdı."
216- İbn Abbas şöyle demiştir: Hz, Peygamber Medine'deki (veya Mekke'deki) bahçelerden birine uğradı. Kabirlerinde azap gören iki insanın sesini duydu. Bunun üzerine şöyle buyurdu:
"ikisi azap görüyorlar. (Kendilerince) büyük bir günah sebebiyle azap görmüyorlar. Oysa ki bu büyük bir günahtır. Birisi idrarından sakınmazdı. Diğeri ise insanlar arasında laf getirip götürürdü (koğuculuk yapardı)".
Sonra bir dal istedi. Dalı ikiye ayırarak her birinin kabrinin başına bir parçasını koydu.
Ona: "Ey Allah'ın Resulü bunu niçin yaptın" diye soruldu. şöyle buyurdu: "Umulur ki bu dallar kurumadıkça
onların azabı hafifletilir".[72]
Hadiste belirtilen günahlar, kabirdeküerin veya muhatapların inancına göre büyük günah olmadığı halde Allah katında büyük günahlardandı. Nitekim Yüce Allah Kur'an'da "Bunu basit bir şey olarak zannediyordunuz. Oysa ki bu Allah katında büyük (bir günah) idi [73] buyurmuştur.
Diğer bir görüşe göre bu iki günah, kaçınılmasında büyük zorluk bulunmayan günahlardır. Bağavî ve İbn Dakîk el-id ve bir grup ilim adarru bu görüşü tercih etmişlerdir. Bir başka görüşe göre bu günahlar kendi başlarına büyük günah olmadıkları halde, sürekli yapılması halinde büyük günaha dönüşür. Hadisin ifade tarzı da bunu göstermektedir. Çünkü Hz. Peygamber her iki kişinin de bu günahları tekrarladığını ve sürekli devam ettiğini gösterir şekilde ifade kullanmıştır.
Hadisteki İfade tarzı, idrarın kabir azabına nisbetle bir özelliğinin bulunduğunu göstermektedir. Buradaki "idrardan sakınmazdı" ibaresi İbn Asâkİr'e göre "İstibra yapmazdı" demektir. İbn Huzeyme'nin Ebû Hureyre'den merfu olarak rivayet ettiği ve sahih gördüğü şu hadis de buna işaret etmektedir: "Kabir azabının çoğu idrardandır", yani idrardan sakmmamaktan dolayıdır.
İbn Dakîku'l-'îd şöyle demiştir: Nemime (koğuculuk) insanların sözlerini başkalarına taşımaktır. Hadiste, zarar vermek amacıyla yapılan koğuculuk kas-dedilmiştir. Ancak bir iyiliği yapmak veya kötülüğü def etmek amacıyla laf taşımak dinde yapılması İstenen bir davranıştır.
Nevevî şöyle demiştir: Koğuculuk, zarar vermek amacıyla kişinin sözünü başkalarına nakletmektir. Bu kabahatlerin en büyüklerindendir. Bu konuda geniş açıklama Hadler bölümünün başında gelecektir.
Denildiğine göre Hz. Peygamber'in o söz konusu kabirler üzerine dikmek için özellikle hurma dalı istemesinin sebebi, bunun uzun süre kurumamasıdır.
el-Mâzirî şöyle demiştir: Dalın yaş kalacağı sürece onlara azabın hafifletileceği vahiy ile Hz. Peygamber'e bildirilmiş olabilir.
Hattâbî şöyle demiştir: Bu söz, Hz. Peygamber'in dal yaş kaldığı sürece onların azabının hafifletilmesi için dua etmesi anlamına gelir, hurma dalında bir özellik bulunduğu değil. Yine yaş dalda, kuruda olmayan bir özellik bulunduğu anlamına da gelmez. "Yaş dal, yaş kaldığı sürece Allah'ı teşbih ettiğinden bu teşbihin bereketiyle azap hafifler" denilmişse de bu durum ağaç vb. gibi yaş olan bütün bitkiler için söz konusudur. Ayrıca azap, zikir, Kur'an okumak gibi kendisinde bereket bulunan fiillerle haydi haydi hafifler.
Tîbî şöyle demiştir: Bu dal parçalan yaş olduğu sürece azabın hafifletilmesi, cehennem zebanilerinin sayısı gibi bizim için bilinmeyen bir durum olabilir.
Hattabî vb. âlimler bu hadise dayanarak kabirlerin içine yaş hurma dalı vb. şeyler koymayı yadırgamışlardır.
Tartûşî ise şöyle demiştir: Çünkü bu durum yalnızca Hz. Peygamber'in elinin bereketi ile olabilir.
Kadı Iyaz şöyle demiştir: Çünkü Hz. Peygamber bu dalları kabre dikmesinin gayptan bir emirle olduğunu bunlara azap ediliyor" sözü ile belirtmiştir.
Kanaatimce bizim bir kabirde yatan kişinin azap görüp görmediğini bilmememiz, azap görüyor diye kabul ederek bunu hafifletecek yollara başvurmamıza engel olmaz. Nitekim ölen kimsenin bağışlanıp bağışlanmayacağını bilmememiz, onun bağışlanması için dua etmemize engel değildir. Hadiste, Hz. Peygamber'in bu hurma dallarını kendi mübarek elleri ile kabirlere diktiğinden açık olarak bahse dilme mektedir. Bunu yapması için başkasına emretmiş olabilir, ileride Cenaze bölümünde geleceği üzere sahabî Büreyde İbnü'l-Hasîb bu hadise uyarak kabrine iki hurma dalı konulmasını vasiyet etmiştir. [74] O uyulmaya başkalarından daha layıktır.
Kabirde yatanların ismi bilinmemektedir. Bunu, onların durumlarını örtmek maksadıyla hadisi rivayet edenlerin kasten belirtmedikleri anlaşılmaktadır. Bu güzel bir davranıştır. Kınamayı gerektiren bir durumu söz konusu olan kişinin ismini araştırmada aşırı gitmek uygun değildir.
Kurtubî'nin et-Tezkire isimli eserinde bazı kimselerden nakledip zayıf gördüğü rivayete göre bunlardan biri Sa'd İbn Muaz'dır. Bu, batıl ve uyduruk bir Çiörüş olup, ancak bunun uydurulmuş bir laf olduğunu ifade etmek için söylenebilir.
Ibnü'l-Attar Şerhu'l-Vmde isimli eserde bunların kesin olarak Müslüman olduğunu belirterek şöyle demiştir: "Bunların kâfir olduğu söylenemez. Çünkü kâfir olsalardı, azaplarının hafifletilmesi için dua edilmez, bunun olması ümit edilmezdi. Şayet bu Hz. Peygamber'e öze! bir durum olsaydı o bunu açıklardı. Nitekim Ebû Talip ile ilgili özel durumu açıklamıştır". Kanaatimize göre bunun cevabı son olarak ifade edilen görüştür.
Kabir azabı vardır ve bu hadis onu göstermektedir.
İdrardan sakınma konusunda uyarı vardır. Beden ve elbisedeki diğer necasetler de idrar gibidir.
Necaseti gidermeyi sadece namaz kılmak için kalkıldığı vakitle sınırlayanların görüşlerinin aksine, necasetin her halükârda giderilmesi gerekir.
Hz. Peygamber kabir sahibi hakkında "İdrarından sakınmazdı" buyurmuş, insanların idrarından başkasını zikretme mistir.
217- Enes İbn Mâlik şöyle demiştir: "Hz. Peygamber tuvalet ihtiyacını görmek için uzaklaştığında ben ona su getirirdim, o da su ile temizliğini yapardı."
İbn Battal şöyle demiştir: Buhârî bu konudaki rivayette yer alan "idrarından sakınmazdı" sözünün anlamının diğer canlılar değil, insanların idrarı olduğunu anlatmak istemiştir. Dolayısıyla Hz. Peygamber'in hadisini, tüm canlıların idrarına hamledenler için bu hadis bir delil teşkil etmez.
İbn Battal bu sözü İle Hattâbî'yi reddetmek istemiş görünmektedir. Çünkü Hattâbî şöyle demiştir: Bu hadis, İdrarların tümünün necis olduğunu gösterir.
İbn Battal'ın Hattâbî'yİ reddi özetle şudur: Hz. Peygamber'in bir hadisindeki "idrar" şeklindeki genel ifadeden Özel bir şey kasdedilmiştir. Çünkü diğer bir hadiste "idrarından" denilmiştir. Ancak kişinin idrarına, hemcinsleri olan diğer İnsanların İdrarı da dahildir, çünkü arada fark yoktur. Etleri yenmeyen hayvanların idrarı da böyle necistir. Etleri yenen hayvanlara gelince, hadiste onun idrarının necis olduğuna dair bir delil yoktur. Bunların idrarının temiz olduğu görüşünü kabul edenlerin başka delilleri de vardır.
218- İbn Abbas şöyle demiştir:
Hz. Peygamber iki kabre uğrayarak şöyle buyurdu:
"Bu ikisine azap ediliyor. Büyük bir günahtan dolayı azap edilmiyor. Birisi idrardan sakınmazdı. Diğeri ise insanlar arasında laf getirip götürürdü".
Hz. Peygamber daha sonra yaş bir hurma dalı alarak ortasından kırdı ve her bir kabre bir parçasını dikti.
Hz. Peygamber'e Ey Allah'ın Resulü! Bunu niçin yaptın?" diye soruldu.
O, "Bunlar kurumadıkça umulur ki azapları hafifletilir" buyurdu.
Bu hadis, idrarın yıkanmasına açık olarak delildir. Ancak taş ile istinca yapan kişi hakkında ruhsat söz konusudur.
Bu hadis, necasetin çıkış yerinin dışına taşması durumunda yıkanması gerektiğine de delildir.
219- Enes İbn Mâlik rivayet etmiştir:
Hz. Peygamber Bem mescide idrarını yapan bir bedeviyi gördü. Bunun üzerine (diğer insanlara) "Onu bırakın" buyurdu. Bedevî tuvalet yapmayı bitirince Hz. Peygamber bir kova su istedi ve idrarın üzerine döktü.[75]
Bedevî, arap olsun olmasın çölde yaşayan insanlara denir.
Hz. Peygamber akvhi ve wikm ve ashabın, idrar yapan bedeviyi serbest sebebi şudur: Bedevi kötü olan bir işi yapmaya bir kere başlanıştı. Bu sırada ona engel olunsaydı, kötülük daha da artardı. Çünkü mescidin ıir bölümü zaten kirlenmişti. Tam tuvaletini yaparken buna engel olunsaydı şu d durumdan biri söz konusu olurdu:
1. Tuvalet
yapmayı keserdi ki bu durumda bir zarar görürdü,
2.Tuvalet yapmayı kesmezdi, bu durumda da onun edeni, elbisesi ve mescidin diğer yerlerinin kirlenmeyeceğinden emin oluna-nazdı. Buradaki mescit, Mescid-i nebevî'dir.
Hz. Peygamber'in "onu bırakın" emri, sahâbîler o bedeviyi engellemeye yelendikleri sırada söz konusu olmuştur.
Müslim bu hadisi şu fazlalıkla rivayet etmiştir:
Sonra Hz. Peygamber bedeviyi yanına çağırarak ona sunarı söyledi: "Bu mescitlerin bu şekilde idrar ve dışkı ile kirletilmesi uy-jun değildir. Buralar yalnızca Yüce Allah'ı zikretmek, namaz kılmak ve iur'an okumak için yapılmıştır".
Bu hadisle İlgili bazı hususları aşağıdaki konuda zikredeceğiz.
220- Ubeydullah İbn Abdullah İbn Utbe İbn Mesud, Ebû Hureyre'den şunu rivayet etmiştir:
Bir bedevi kalkıp mescide idrarını yaptı. Bunun üzerine insanlar söylenmeye başladılar.
Hz. Peygamber oradaküere şöyle buyurdu:
"Onu bırakın. İdrarının üzerine bir kova su dökün. Siz kolaylaştırıcılar olarak gönderüdiniz, zorlaştırıcılar olarak değil"
Tirmizî ve diğer hadis kitaplarında, İbn Uyeyne'den rivayet edilen hadiste şu fazlalık vardır: "Bedevi namaz kıldıktan sonra: "Allah'ım beni ve Muhammed'i bağışla, bizimle birlikte başka hiç kimseyi bağışlama" dedi. Bunun üzerine Hz. Peygamber ona şöyle dedi: "Geniş olan bir şeyi daralttın.
Çok geçmedi, adam kalkıp mescide idrarını yaptı.
Hz. Peygamber mecazen "gönderilme" fiilini ashaba izafe etmiştir. Çünkü Allah tarafından gönderilmiş olan Hz. Peygamber'in kendisidir. Ancak onlar, Hz. Peygamber'den tebliğde bulunma hususunda onun huzurunda veya yokluğunda onun yerini aldıklarından bu söz onlar İçin kullanılmıştır. Sahabe, Hz. Peygamber tarafından bu iş için gönderilmiş, yani görevlendirilmiştir.
Herhangi bir sebeple etrafa gönderdiği kişilere "Kolaylaştırın, zorlaştır-mayın" demek Hz. Peygamber'in huyu idi.
221- Enes İbn Mâlik şöyle demiştir: Bir bedevi gelerek mescidin bir bölümüne idrarını yaptı. İnsanlar onu engellemek istediklerinde Hz. Peygamber onların bunu yapmamasını istedi. Adam tuvaletini bitirdikten sonra Hz. Peygamber bir kova su istedi ve suyu idrarın üzerine boşalttı.
Necasetten kaçınma düşüncesi sahabenin içinde yer etmişti. Bu sebeple Hz. Peygamber'in bulunduğu bir yerde, ondan izin almadan mescide tuvaletini yapan kişiyi engellemek istediler. Bunu yapmalarının diğer bir sebebi de iyiliği emretme ve kötülükten sakındırma düşüncesinin onların içinde yer etmesidir.
Engel ortadan kalktığında kötülük derhal giderilir. Çünkü Hz. Peygamber sefe, adam tuvaletini bitirince hemen bir kova su getirilmesini emretmiştir.
Necaset su ile giderilir. Çünkü rüzgar veya güneşin vurması ile necasetin kuruması yeterli olsaydı, Hz. Peygamber aleyhi ve mi ashabı bir kova su getirme ile yükümlü tutmazdı.
Necasetin yıkanması sonucu yere bulaşan su temizdir.
Câhil kişiye -şayet cahilce davranışı inatla yapmamışsa- yumuşak davranmak, katı olmaksızın ona gerekli olan şeyi öğretmek gerekir. Özellikle de kalbini İslâm'a ısındırmak için bunu yapmak gerekir.
Bu hadis Hz. Peygamber'in ne kadar yumuşak huylu ve güzel ahlâklı olduğunu göstermektedir.
Mescide saygı göstermek ve onu necis şeylerden korumak gerekir.
222- Müminlerin annesi Hz. Âişe'nin şöyle dediği rivayet edilmiştir:
Resûlullah'a Mem bir erkek çocuk getirildi. Çocuk, onun aleyh; ve elbisesine idrarını yaptı. Bunun üzerine Hz. Peygamber su istedi, çocuğun idrarını yaptığı yere döktü.[76]
Bu bölüm erkek çocukların idrarının hükmünü konu edinmektedir. Erkek ve kız çocukların idrarlarının hükmünün farklı olduğu konusunda Buhârî'nin şartlarına uymayan bazı hadisler bulunmaktadır. Bunlardan biri Hz. Aii'nin rivayet ettiği süt emen çocuğun idrarı ile İlgili hadistir ki buna göre "erkek çocuğun idrarını yaptığı yere su serpilir, kız çocuğun idrarını yaptığı yer ise yıkanır". Katâde şöyle demiştir: Bu hüküm, çocuklar yemek yeme çağma gelmediği sürece geçerlidir. Bu hadisin senedi sahihtir.
Müslim'in rivayetinde şöyle denilmektedir: Hz. Peygamber çocuğun idrarını yaptığı yere su döktü, burayı yıkamadı.
223- Ümmü Kays binti Mıhsan'dan rivayet edildiğine göre o henüz yemek yeme çağma gelmemiş olan küçük çocuğunu Resûlullah'a getirdi. Resûlullah çocuğu kucağına oturttu. Çocuk, Hz. Peygamber'in elbisesine İdrarını yaptı. Bunun üzerine Hz. Pey su istedi, suyu çocuğun idrarını yaptığı yere döktü, gamber o. burayı yıkamadı.[77]
Burada "yemek yeme çağına gelmemiş" ifadesi, henüz süt emme döneminde olup emdiği sütten, damağına sürülen hurmadan ve tedavi için verilen baldan başka bir şey yemeyen çocuk anlamına gelmektedir. Bununla çocuğun süt dışında başka bir şeyle beslenmeye başlamadığı belirtilmiş olmaktadır.
Müslim'in rivayetinde ifâde "su serpmekten başka bir şey yapmadı" şeklindedir. Yine Müslim, İbn Uyeyne-Zührî yoluyla "suyu serpti" diye rivayet etmiştir.
İyi geçinme ve alçakgönüllü olmaya teşvik
Çocuklara yumuşak davranmak
Yeni doğan çocuğun çenesini tutup okşayarak onu sevmek
Erdemli kişilerle teberrükte bulunmak.[78]
Doğum sırasında ve sonrasında çocuğu erdemli kimselerin kucağına vermek
Yemek yeme çağma gelmemiş olan erkek ve kız çocuğun idrarlarının hükmü. Alimler bu konuda birbirinden farklı üç görüşe sahiptir:
1. Bunların en sahîhî şudur: Erkek çocuğun idrarında yalnızca su serpmekle yetinilir, kız çocuğunkinde ise böyle değildir. Bu; Hz. Ali, Ata, Hasan, Zührî, Ahmed, İshak, İbn Vehb vb. âlimlerin de görüşüdür.
2. Erkek ve kız çocuğun idrarının yapıldığı yere su serpmek yeterlidir. Bu, Evzâî'nin görüşüdür. Bu görüş İmam Mâlik ve Şafiî'den de rivayet edilmiştir. Ibnü'l-Arabî bu naklin yalnızca çocukların boğazından hiçbir şey geçmemiş olması durumuna özgü olduğunu belirtmiştir.
3. Her ikisinin de idrarlarının yıkanması gerekir. Bu, Hanefîlerin ve Mâlikîle-rin görüşüdür. İbn Dakîku'l-'îd şöyle demiştir: Onlar bu konuda kıyasa tabi olmuş ve "Hz. Peygamber elbisesini yıkamadı" sözünü, aşırı bir yıkama ile yıkamadı şeklinde yorumlamışlardır. Oysa bu İlk anda anlaşılan anlama aykırıdır.
224- Huzeyfe anh şöyle demiştir:
"Hz. Peygamber bir ailenin [79] çöplüğüne geldi, ayakta idrarım yaptı. Sonra su istedi. Ben de O'na su getirdim, o da abdest aldı.[80]
İbn Battal şöyle demiştir: Hadis, oturarak idrarını yapmanın daha uygun olduğunu göstermektedir. Çünkü ayakta idrar yapmak caiz olunca, oturarak yapmak haydi haydi caiz olur.
Çöplük, evlerin önünde ev sahiplerinin yararlanması için yapılır. Çoğunlukla alçak olup, orada tuvaiet yapan kişinin üzerine idrar sıçramaz.
Ahmed İbn Hanbel'in Yahya el-Kattân'dan rivayetinde şöyle denilmektedir: "Hz. Peygamber bir topluluğun çöplüğüne geldi, ben ondan uzağa çekildim. Beni yaklaştırdı, öyle ki ben onun arkasında durdum. O ayakta tuvaletini yaptı. Sonra su istedi. Su île abdest aldı, mestleri üzerine mesh yaptı".
Müslim ve diğerleri de fazladan "mestler üzerine mesh yaptığını" rivayet etmişlerdir.
Bu hadis, hazarda yolculuk dışında meshin caiz olduğunu göstermektedir.
225- Huzeyfe şöyle demiştir; "Hz. Peygamber ile birlikte yürüdük bir ailenin duvarın arkasında olan çöplüğüne doğru çekildi. Sizden birinizin ayakta durduğu gibi ayakta durarak tuvaletini yaptı. Ben ondan uzaklaştım. Bana işaret etti ben de yanma gittim. O işini görünceye kadar ben arkasında durdum."
Hz. Peygamber'in ve seifer.ı âdeti tuvalet yapma durumunda insanlardan uzaklaşarak gözden kaybolmaktı. O'nun ve sefan bu âdetine aykırı davranması hakkında şunlar söylenmiştir:
Müslümanların işleri ile meşguldü. Oturum öyle uzadı ki tuvaletini yapmaya muhtaç oldu. Uzağa gitseydi bundan zarar göreçekti. Huzeyfe'yi yanma çağırarak arkasında durdurdu ki arkadan geçen kimse kendisini görmesin. On tarafı zaten duvar ile örtülüydü.
Hz. Peygamber gieyhî bu davranışın caiz olduğunu göstermek için bunu yapmış olabilir.
Hz. Peygamber'in bu fiili büyük tuvalette değil ondan daha hafif olan küçük tuvalette söz konusu olmuştur. Çünkü büyük tuvalet kişinin daha çok açılmasını gerektirir. Ayrıca onda koku da vardır. Uzaklaşmaktan maksat Örtünmektir. Bu durum elbisenin eteğini sarkıtmak ve arka tarafta birinin bulunması ile sağlanmış olmaktadır.
Taberânî, İsmet İbn Mâlik aracılığı ile şunu rivayet etmiştir: "Resûlullah Medine sokaklarının birinde bizim karşımıza çıktı. Bir aile"nin çöplüğüne gitti ve "Huzeyfe, arkamda dur ki beni kimse görmesin" buyurdu.
Bu durumda Huzeyfe'yi yanına çağırmasının hikmeti de anlaşılmış olmaktadır. Huzeyfe Hz. Peygamber'in arkasında dikilirken O'na arkasını dönmüştü.
Bunun yolculukta değil
hazarda yani mukimken olduğu da anlaşılmaktadır.
Bu hadiste şu hususlar yer almaktadır:
İki zarar verici durumdan daha hafif olanı yapmak suretiyle zararı ağır olandan uzak kalmak.
İki maslahatı bir arada yapmak mümkün olmadığında daha üstün olanını yapmak. Hz. Peygamber ümmetin maslahatına olan işler için uzunca oturuyor, arkadaşlarını çokça ziyaret ediyor, hastaların yanma uğruyordu. Bu durumların birinde iken tuvaleti geldiğinde, her zamanki gibi insanlardan uzaklaşacak kadar erteleyemedi. Çünkü ertelemesi durumunda zarar söz konusu olacaktı. Bu durumda daha önemli olan şeye riayet etti. İki maslahatı bir araya getirmek mümkün olmadığı için, Huzeyfe'yi gelip geçenlerin kendisini görmemesi için yanma çağırma maslahatını, insanlardan uzakta durmaya tercih etti.
226- Ebû Vâil şöyle demiştir: Ebû Musa el-Eş'arî idrar yapma konusunda şiddetli davranır ve şöyle derdi: "İsrailoğulları'ndan birinin elbisesine idrar bu-laşsa bunu keserdi". Bunun üzerine Huzeyfe şöyle dedi: "Keşke Ebû Musa bu sözü söylemeseydi. Çünkü Resûîullah bir topluluğun süprüntülüğüne uğradı da ayakta su döktü."
İsmâilî'nin rivayetinde Huzeyfe'nin sözü şu şekildedir: "Keşke arkadaşınız bu kadar şiddetli davranmasaydı."
Huzeyfe'nin bu hadisi deiil getirmesinin sebebi şudur: Ayakta tuvalet yapan kişiye idrar serpintileri bulaşabilir. Hz. Peygamber bu ihtimale aldırış etmemiş ve şiddetli davranmanın sünnete aykırı olduğunu belirtmiştir.
Mâlik'in, iğne başı gibi idrar serpintisine ruhsat vermesine bu hadis delil getirilmiştir. Ancak bu tartışılabilir bir husustur. Çünkü Hz. Peygamber bu durumda tuvalet yaparken üzerine hiçbir şey bulaşmamıştır. İbn Hibban Hz. Peygamber'in ayakta tuvalet yapmasının sebebini açıklarken buna işaret ederek şöyle demiştir: Çünkü Hz. Peygamber oturmaya uygun bîr yer bulamamıştır."
Hz. Peygamber'in genelde yumuşak bir yer olduğundan üzerine idrar sıçramaz. bunu yapma sebebi şudur: Süprüntülük n burada tuvalet yapma durumunda kişinin
Diğer bir görüşe göre bunun sebebi Şafiî ve Ahmed'den rivayet edilen şu husustur: Araplar bel ağrısını bu şekilde tedavi ederlerdi, o sırada Hz. Peygamber'de de böyle bir bel ağrısının bulunmuş olması muhtemeldir.[81]
Hâkim ve Beyhakî Ebû Hureyre'den şunu rivayet etmişlerdir: "Hz. Peygamber diz kapağındaki ağrı sebebiyle (oturamadiğından) ayakta tuvaletini yapmıştır". Bu hadis sahih ise, önceki yorumların hiçbirine gerek kalmaz. Ancak Dârekutnî ve Beyhakî bu hadisi zayıf görmüşlerdir.
Bu konuda en doğru görüş, Hz. Peygamber'in ayakta tuvaletini yapmasının sebebi, bunun caiz olduğunu göstermektir. Çünkü O tuvaletini büyük çoğunlukla oturarak yapardı.
Ebû Avâne Sahih adlı eserinde ve İbn Şahin kitabında, ayakta su dökme hükmünün neshedildiğini (yürürlükten kaldırıldığını) söylemişlerdir. Onlar Hz. Aişe'nin Kur'an kendisine indirildiğinden bu yana ayakta su dökmedi" sözünü delil getirmişlerdir. Yine onun "Bir kimse size Hz, Peygamber'in ı vs sefa. ayakta su döktüğünü söylerse onun sözünü tasdik etmeyin. O yalnızca oturarak su dökerdi" sözünü delil getirmişlerdir.
Doğru olan, ayakta tuvalet yapmanın caiz olması hükmünün yürürlükten kaldırılmamış olmasıdır. Hz. Aişe'nin sözüne şu şekilde cevap verilir: Hz. Âişe bunu söylerken kendi bilgisine dayanmıştır. Bu söz, Hz. Peygamber'in evlerinde yaptığı su dökme fiillerine hamledilir. Evleri dışındakilere ise Hz. Âişe muttali olamamıştır. Sahabenin büyüklerinden olan Huzeyfe ise buna bizzat şahit olmuştur. Daha önce bu olayın Medine'de gerçekleştiğini söylemiştik. Bu husus, Kur'an'ın indirilmesinden sonra Hz. Peygamber'in ayakta su dökmediği görüşünü reddetmektedir.
Hz. Ömer, Ali, Zeyd İbn Sabit ve diğer sahâbîlerin ayakta su döktükleri sabittir. Bu, üzerine idrar damlamasından emin olma durumunda, ayakta su dökmenin mekruh değil, caiz olduğunu gösterir.
227- Esma şöyle demiştir: Bir kadın Hz. Peygamber'e gelerek: "Bizden birisinin elbisesi üzerine âdet kanı bulaşırsa ne yapsın?" diye sordu.
Hz. Peygamber şöyle buyurdu: "Elbisesinin kan bulaşan yerini eliyle ovalasın, su dökerek tırnaklarıyla kazısın ve sonra su ile yıkayıp o elbiseyle namazını kılsın.[82]
Hattâbî ve Kurtubî burada kasdedilenin su serpmek olduğunu söylemişlerdir.
Kanaatime göre temiz olup olmadığında şüphe edilen bir şey üzerine su serpmenin hiçbir yararı yoktur. Çünkü şayet temiz ise zaten buna gerek yoktur, şayet necis ise su serpmekle temizlenmez. Bu konuda en güzeli Hattâbî'nin şu sözüdür: "Bu hadis, necasetlerin yalnızca su ile temizlenebileceğim, başka sıvılarla temizlenemeyeceğini göstermektedir. Çünkü necasetlerin tümü kan hükmünde olup aralarında bir fark olmadığı konusunda icma vardır." Bu, yani necasetlerin yalnızca su ile temizlenebileceği hususu çoğunluğun görüşüdür. Bu konuda geniş açıklama Hayız bölümünde, "Kadın Âdet Gördüğü Elbise İçinde Namaz Kılabilir mi?" konusunda gelecektir.
228- Hişâm İbn Urve babasından o da Hz. Âişe'den şunu rivayet etmişlerdir:
Fâtıma binti Ebî Hubeyş Hz. Peygamber'e rüveadkm gelerek: "Ey Allah'ın Resulü! Ben istihazaya mübtela bir kadınım (kanım hiç durmaz), temizlenemem. Bu durumda namazı terk edeyim mi?" diye sordu.
Resûlullah şöyle buyurdu: "Hayır (namazı bırakma). Bu yalnızca damar kamdır, âdet kanı değildir. Âdet günlerine rastlayan günlerde namaz kılma, fakat o günler bitince kant yıka sonra namaz kıl. Ondan sonra o vakit (yani âdet dönemin) gelinceye kadar her namaz için abdest al.[83]
İstihâze, âdet dönemi bittiği halde kanın durmamasıdır. Böyle olan kadına "müstehâza" denir. Bu hadis, âdet gören kadının namaz kılmasını yasaklamaktadır. Bu âdet döneminde namaz kılmasının haram ve kılması halinde de namazının geçersiz olması anlamına gelir. Bu konuda icma vardır.
Bu hadiste yer alan "kanı yıka" ifadesi başka hadislerde "gusül et" şeklinde gelmiştir. Bu konuda geniş açıklama Hayız bölümünde gelecektir.[84]
229- Hz. Âişe şöyle demiştir: "Ben Resûlullah'ın sahildi. elbisesinden cünüplüğü yani meninin isabet ettiği yeri yıkardım, sonra elbisesinin yıkanan yerlerinde yıkama izi göründüğü halde namaza çıkardı.[85]
230- Süleyman İbn Yesâr şöyle demiştir: Hz. Âişe'ye elbiseye bulaşan meni hakkında sordum. Bana şöyle dedi:
"Ben onu (meniyi) Resûlullah'ın elbisesinden yıkardım. O, elbisesinin üzerinde yıkama izi, yani suyun ıslaklığı bulunduğu halde namaza çıkardı."
Buharı ovalama konusu ile ilgili hadis rivayet etmemiş, her zaman yaptığı gibi konu başlığında buna işaret etmekle yetinmiştir. Çünkü bununla ilgili Hz. Aişe'den daha sonra zikredeceğimiz bir hadis rivayet edilmiştir.
Birinci görüş: Meni necis değildir.
Meni izinin yıkanması ve ovalanması ile ilgili hadisler arasında bir çelişki yoktur. Çünkü meninin temiz olduğunu kabul ettiğimizde, "yıkama temizliği daha iyi sağladığından müstehaptır, ancak farz değildir" diyerek hadisleri ortak bir noktada birleştirebiliriz. Bu, Şafiî, Ahmed İbn Hanbel ve hadisçilerin kabul ettiği hükümdür.
İkinci görüş: Meni necistir.
Meninin necis olduğu görüşünü kabul ettiğimizde de hadisleri şu şekilde birleştirmek mümkündür: Yıkama yaş olan menide, ovalama kurumuş olan menide söz konusudur. Hanefîler de hadisleri bu şekilde birleştirmişlerdir.
İki görüş arasında tercih Ancak İlk görüş tercihe daha layıktır. Çünkü bu görüşte, hem haber hem de kıyasa göre hareket edilmektedir. Zira necis olsaydı, kıyasa göre kan vb. necasetlerde olduğu gibi ovalamak yeterli olmaz, yıkamak gerekli olurdu. Oysa meninin necis olduğunu kabul edenler kanın affedilmeyen miktarında ovalamayı yeterli görmemektedirler.
İkinci görüş şu şekilde de reddedilir: İbn Hüzeyme'nİn Hz. Aişe'den bir başka yolla rivayetinde şöyle denilmiştir: "Âişe, Hz. Peygamber'in elbisesindeki (yaş olan) meniyi ızhîr otunun kökü ile giderir sonra Hz. Peygamber onunla namaz kılardı. Meni kuru İken eli ile ovalardı, sonra Hz. Peygamber onunla namaz kılardı". Bu, her iki durumda da meninin yıkanmadığını göstermektedir.
İmam Mâlik ise ovalamayı kabul etmemiş ve şöyle demiştir: "Bizdeki uygulama, meninin diğer necasetler gibi yıkanmasıdır". Ancak ovalama ile iigili hadis, Mâlikîler aleyhine bir delildir.
Hz. Aişe'nin bu hadiste meniyi yıkadığını söylemesi, bunun farz olmasını gerektirmez.
Bu hadiste, hükümleri öğrenme maslahatı sebebiyle, kadınlara sorulmaktan utanılan sorular sorulmasının caiz olduğu görülmektedir.
Kadınlar kocalarına hizmet ederler.
Buhârî bu hadisi, necasetin kendisi gittikten sonra izi vb.nin kalmasının zarar vermeyeceğine delil olarak getirmiştir.
231- Amr İbn Meymûn şöyle demiştir: Süleyman İbn Yesar'ın, cünüplük bu-aşan bir elbise hakkında Hz. Aişe'den şunu rivayet ettiğini duydum:
"Ben Resûiullah'ın elbisesinden meniyi yıkardım. O da daha onra yıkama izi, yani suyun ıslaklığı elbisede olduğu halde namaza çıkardı".
232- Hz. Âişe Hz. Peygamber'in sa!i«ıifebu «kyru ve neniyi yıkardı sonra onda yıkamanın ıslaklığı görülürdü.
elbisesinden
Ebû Musa, yanında açık alan bulunduğu halde posta hayvanlarının ağılında ve hayvan pisliği bulunan yerde namaz kıldı ve "Burası ile şurası aynıdır" dedi.
233- Enes şöyle demiştir:
Ukl (veya Ureyne) kabilelerinden bazı kimseler Medine'ye geldiler. Medine'nin (havası onlara iyi gelmediğinden) karınları ağrıdı. Bunun üzerine Hz. Peygamber ssiiaüahu si-ybi w sefe^ onlara, yeni yavrulamış develerin süt ve İdrarlarından İçmelerini tavsiye etti. Onlar da (zekat) develerinin bulunduğu yere giderek Hz. Peygamber'in saibüâhu emrini aynen yaptılar, zamanla iyileştiler. İyileştikten sonra, Hz. Peygamber'in bu hayvanlara bakan görevli çobanını öldürerek ümmetin beytü'I-malına ait zekat develerini alıp kaçtılar. Hz. Peygamber suüaiahu bu haber gündüzün hemen ilk saatlerinde kendisine ulaşınca onları takip etmek üzere adam gönderdi. Bu kişiler güneş yükselince, adamları yakalayıp getirdiler. Hz. Peygamber el ve ayaklarının kesilmesini emretti. Bunların gözlerine mil çekildi. "Harre" denilen sıcak yere atıldılar, su istemelerine rağmen kendilerine su verilmedi.
Ebû Kılabe şöyle demiştir: Bunlar hırsızlık yaptılar, adam öldürdüler, iman ettikten sonra inkar ettiler, Allah ve Resûlü'ne karşı harp ilan ettiler.[86]
Burada binek hayvanından kasıt; at, katır ve merkeb gibi hayvanlardır.
Buhârî, ihtilaflı konularda âdeti olduğu üzere buradaki konu başlığında da hükmü açıklamamıştır. Ancak onun Uranîler ile ilgili hadisi rivayet etmesinden, ilk anda deve idrannm temiz olduğu görüşünü kabul ettiği anlaşılmaktadır. Şa'bî, İbn Uleyye, Dâvud ve diğer bazı âlimler de bu görüştedir.
Ebû Musa'nın namaz kıldığı belirtilen yer Kûfe'deydi. Halifelerden ordu komutanlarına mektup ve haber getiren elçiler ve posta görevlileri burada kalırdı. Ebû Musa, Hz. Ömer ve Hz. Osman zamanında Kûfe'de kalmıştı. Elçilerin kaldığı yer şehrin bir köşesinde bulunuyordu. Bu sebeple açık arazi de onun yan tarafmdaydı.
Ebû Musa'nın "Burası ile şurası aynıdır" sözü, namazın sıhhati açısından burada namaz kılmak ile orada namaz kılmak arasında fark yoktur, anlamına gelir.
Buhârî'ye, "Ebû Musa'nın bu sözünde deve dışkısının temiz olduğunu gösteren bir delil yoktur" denilerek itiraz edilmiştir. Çünkü Ebû Musa'nın bunlar üzerine bir yaygı sererek namaz kılmış olması mümkündür.
Bu itiraza şu şekilde cevap verilmiştir; Aslolan Ebû Musa'nın bunu yapmamış olmasıdır. İbn Huzeyme ve diğerlerinin sahih gördüğü Ebû Hureyre tarafından rivayet edilen "idrardan sakının. Çünkü kabir azabının çoğunluğu
ondandır" hadisinin genel ifadesini esas almak daha evladır.[87] Çünkü bu hadisten ilk anda bütün idrarların kasdedildiği anlaşılmaktadır. Bu tehdit sebebiyle deve İdrarından da sakınmak gereklidir.
Hadisin Arapça aslında.geçen "ictevev" fiili hakkında İbn Fâris şöyle demiştir: Bu kelime, nimet İçinde olsan bile bir yerde kalmaktan hoşlanmadığın zaman kullanılır. Hattabî bunun yalnızca kalmaktan dolayı zarar görüldüğünde kullanılacağını söylemiştir. Bu olaya uygun olan da bu anlamdır.
İlk anda anlaşıldığına göre, Uranîler Medine'ye hasta olarak gelmişler, iyileşince de Medine'nin havasını ağır bulduklarından orada kalmak istememişlerdir. Onlardaki hastalık ise aşırı zayıflık ve az yemek yeme idi.
Ebû Avane, Gaylan aracılığı ile Enes'ten şunu rivayet etmiştir: "Onlarda şiddetli zayıflık vardı". Yine o, Ebû Said aracılığıyla 'Yüzleri sararmıştı" diye rivayet etmiştir.
İyileştikten sonra Medine'nin havasını ağır bulmalarının sebebi, İmam Ahmed İbn Hanbel'in, Humeyd aracılığıyla Enes'ten rivayet ettiğine göre Medine humması idi.
Uranîlerin, zekat develerinin sütünden içmeleri, bu kimselerin yolda kalmış kimseler olmasındandır. Hz. Peygamberin ve seifer devesinin sütünden içmeleri de O'nun izni ile olmuştur.
Uranîlerin develerin idrarlarını içmelerine gelince; İdrarın temiz olduğunu kabul edenler bu hadisi delil getirmişlerdir. Deve idrarının temiz olduğu zaten.bu,, hadiste yer almaktadır. Eti yenen diğer hayvanların idrarları da buna kıyas edilir. Bu, İmam Mâlik, Ahmed İbn Hanbel ve seleften bir grubun görüşüdür. Şafiî ve âlimlerin çoğunluğu ise eti yensin yenmesin hayvanların idrar ve dışkılarının necis (pis) olduğu hükmünü kabul etmiştir.
Seleme İbnü'1-Ekva' hadisinde şöyle denilmektedir: "Hz. Peygamber Uranîlerİ yakalamak üzere Kürz İbn Câbir el-Fihrî komutasında Müslümanlardan bir grup atlı gönderdi".
Nesaî, Evzâî'den "Onları yakalamak için, İz sürenlerden bir grubu gönderdi" şeklinde rivayet etmiştir.
Müslim, Muaviye İbn Kurre yoluyla Enes'ten şunu rivayet etmiştir: "Bunlar ensardan sayısı yirmiye yakın gençlerdi. Hz. Peygamber onların yanında, iz sürmeyi bilen birini gönderdi."
Hz. Peygamber el ve ayaklarının kesilmesini emrettiği bu kişilere yerlerindeki kanın dinmesini sağlayan dağlamayı yaptırmamıştır.
Müslim'in Abdülaziz'den rivayetinde "Gözleri oyuldu" ifâdesi yer almıştır.
Harre denilen yer, Medine'de siyah taşlı bîr yerdir. Buraya atılmalarının sebebi, cinayeti işledikleri yere yakın olmasıdır.
Su istemelerine rağmen bu kişilere su verilmemesi konusuna gelince; İbnü'l-Cevzî'nin de dâhil olduğu bir grup âlim bunun yaptıklarına kısas olarak uygulandığını söylemiştir. Çünkü Müslim'de Süleyman et-Teymî'nin Enes'ten rivayetine göre "Uraniler çobanların gözlerine mil çektiği için Hz. Peygamber veseifcm de onlann gözlerine mil çektirmiştir."
Hadiste yukarıda belirtilenlerden ayrı olarak şu hususlar da yer almaktadır:
Devlet başkanına heyetlerin gelmesi ve devlet başkanının onların maslahatları İle İlgilenmesi
Develerin sütleri ve idrarları ile tedavinin meşru olması
Her bünyeye, alışık olduğu (kendisine uygun) tedavinin yapılması,
Şayet Uranîierin öldürülmesinin kısas yoluyla olduğunu kabul edersek bu hadisten şu sonuç da çıkar: Bir kişiyi öldüren topluluk, onu ister suikast yoluyla ister mücadele ederek öldürmüş olsun, onların tümü kısas yoluyla öldürülür.
Kısas cezası, katil nasıl öldürmüşse o şekilde uygulanır. Bu, yasaklanmış bulunan "müsle" kapsamına girmez.[88]
Yol kesme suçu, açık alanda gerçekleşebilir. Bunun şehirlerde gerçekleşip gerçekleşmeyeceğinde ise görüş ayrılığı bulunmaktadır.
Yolda kalan kimseler, devlet başkanının izni İle zekat develerinin üzerinde hak sahibi olmaları sebebiyle onların sütlerinden İçebilirler.
İz süren kişinin söylediğine göre hareket edilir. Araplar bu konuda tam anlamıyla bilgilidir.
234- Enes şöyle demiştir:
Mescit inşa edilmeden önce Hz. Peygamber koyun ağıllarında namaz kılardı.[89]
Koyunların idrar ve dışkılarının temiz olduğunu kabul edenler, Hz. Peygamberin ?rx-?*y,.-. a-.;-;, w s^m koyun ağıllarında namaz kıldığını ifade eden bu hadisi esas almışlardır. Çünkü koyun ağıllarında mutlaka koyun idrar ve dışkısı bulunur. Bu, sahabenin namaz kılarken bu idrar ve dışkıya temas ettiklerini, bunun necis olmadığını gösterir.
Bu görüş sahiplerine, namaz kılan kişi ile koyun idrar ve dışkısı arasında bir engelin bulunmuş olmasının mümkün olduğu söylenerek itiraz edilmiştir.
Bu itiraza da "Sahabe namaz kılarken yer ile kendileri arasına bir engel koymazlardı" denilerek cevap verilmiştir. Ancak bu, tartışmaya açık bir husustur. Çünkü bu, bir şeyin olmadığına dair şahitlik yapmaktır. Bunun yerine bu namazın bir asla (temel prensibe) dayandığı söylenebilir. Buna da şu şekilde cevap verüir: Sahihayn'da Enes'ten rivayet edildiğine göre Hz. Peygamber onların evindeki bir hasırın üzerinde namaz kılmıştır. Yine Hz. Aişe'den rivayet edildiğine göre o bir baş örtüsünün üzerinde namazını kılardı.
İbn Hazm şöyle demiştir: Bu hadis neshedilmiştir. Çünkü hadiste bu durumun mescidin inşa edilmesinden önce olduğu söylenmiştir. Öyleyse bu durum hicretin ilk yıllarında olmuş olabilir. Hz. Aişe'den sahih olarak nakledildiğine göre Hz. Peygamber ashabına arazilerde mescit yapılmasını ve buralara güzel koku sürülmesini ve buraların temiz tutulmasını emretmiştir. Bunu İmam Ahmed, Ebû Dâvud ve başkaları rivayet etmiştir. İbn Huzeyme ve diğer hadisçiler bu hadisi sahih kabul etmişlerdir. Ebû Dâvud ve diğer hadisçiler Semure'den şu fazlalıkla hadisi rivayet etmiştir: "...ve mescitleri temiz tutmamızı emretti."
Bu olay mescidin bina edilmesinden sonra olmuştur. İbn Hazm'ın nesh iddiasına gelince bu, önce bunun caiz olmasını sonra da yasaklanmasını gerektirir. Oysa bu tenkide açıktır. Çünkü Hz. Peygamber'in ve koyun ağılında namaz kılmaya izin verdiği, Müslim'in Câbir İbn Semure'den rivayet ettiği hadiste sabittir. Evet bu hadis koyun ağıllarının temiz olduğunu göstermez. Ancak bu hadiste deve ağıllarında namaz kılmanın yasaklanması da vardır. Şayet namaz kılmaya izin vermek temizliği gerektirseydi, deve ağılında namaz kılmanın yasaklanması deve idrarının necis olmasını gerektirirdi. Hiç kimse bu ikisi arasında bir fark olduğunu söylememiştir. İzin ve yasak, temizlik ve necasetle ilgili olmayan bir şeyden kaynaklanmaktadır ki bu da koyunun cennet bineklerinden olması, devenin ise şeytanlardan yaratılmasıdır.
Zührî şöyle demiştir: "Suyun tadı veya kokusu ya da rengi değişmedikçe içine necasetin düşmesi bir sakınca doğurmaz."
Hammâd şöyle demiştir: "Ölü hayvanın tüylerinin suya düşmesinin bir sakıncası yoktur."
Zührî -fil vb. eti yenmeyen- ölü hayvanların kemikleri hakkında şöyle demiştir: "Selef âlimlerinden bir gruba yetiştim ki onlar bununla saçlarını tarar, yağlanır ve bunda bir sakınca görmezlerdi."
Ibn Şîrîn ve ibrahim en-Nahaî şöyle demiştir: "Fil dişi ticaretinde bir sakınca yoktur."
Yağ veya suya düşen necasetler suyu necis mi kılar, yoksa su değişime uğramadıkça necis olmaz mı? Bu başlık altında bu konu ele alınmaktadır. Buhârî'nin bu konuda rivayet ettiği eser (sahabe ve tâbiun sözleri) ile hadislerin toplamından anlaşılan budur.
"Suda bir sakınca yoktur" yani her halükarda onu kullanmakta bir sakınca yoktur, içine düşen necaset suyun tadını, kokusunu veya rengini değiştirmedikçe suyun temiz olduğuna hükmedilir. Zührî'nin bu görüşünü âlimlerden bir grup kabul etmiştir.
Ölen hayvan, eti yenen bir hayvan olsun ya da olmasın, tüylerinin suya düşmesi suyu necis kılmaz.
Selef âlimlerinin eti yenmeyen hayvanların kemikleri ile yağlanmaları, onların bunu temiz kabul ettiğini gösterir.
Abdürrezzak İbn Sîrîn'in sözü senedi ile birlikte şu lafızla rivayet edilmiştir: "O, fildişi ticaretinde bir sakınca görmezdi". Bu, İbn Sîrîn'in fildişini temiz kabul ettiğini gösterir. Çünkü meşhur zeytinyağı İle ilgili kıssanın da gösterdiği gibi necis olan ve temizlenmesi mümkün olmayan bir şeyin satımı caiz değildir.
235- Meymûne'nin rivayet ettiğine göre, Resûlullah'a ve spiim katı yağ içine farenin düşmesi soruldu. Hz. Peygamber şöyle buyurdu:
"Fareyi ve etrafındaki yağı atın. (Geriye katan) yağınızı yiyin.[90]
Nesâî yukarıdaki hadise ek olarak, Abdurrahman İbn Mehdî'nin Mâlik aracılığı ile rivayet ettiği "katı yağa" ifadesini koymuştur.
Buhârî Kesilen Hayvanlar bölümünde bu hadisi, İbn Uyeyne'nin îbn Şihab'dan rivayet ettiği "(içine fare düşen ve farenin öldüğü) yağ hakkında soruldu11 ifadesi ile rivayet etmiştir.
236- Meymûne'nin rivayet ettiğine göre, Hz. Peygamber'e katı yağ içine düşen fare hakkında soruldu, O şöyle buyurdu: "Fareyi ve etrafındaki yağı alarak atın."
Âlimlerin çoğunluğu, katı yağ ile sıvı yağın birbirinden ayrıldığını gösteren Ma'mer rivayetini esas almışlardır. İbn Abdiiber, katı yağa ölü hayvan düştüğünde, hayvanın başka herhangi bir parçasının yağın diğer bölümlerine bulaşmadiği kesin oiarak bilindiğinde bu hayvanın ve etrafındaki yağın atılmasının yeterli olacağı konusunda âlimler arasında ittifak bulunduğunu nakletmiştir. Sıvı yağ konusunda ise ihtilaf edilmiştir. Çoğunluk necasetin yağa temas etmesiyle yağın tümünün necis olacağını kabul etmiştir. İçlerinde Zührî ve Evzâî'nin bulunduğu bir grup âlim ise buna muhalif görüş belirtmişlerdir. Bunun izahı Kesilecek Hayvanlar bölümünde gelecektir. Yine orada necis olan veya sonradan necis hale gelen yağdan yararlanma konusu da ele alınacaktır.
İbnü'l-Münzir şöyle demiştir: Yağ ile ilgili hadisin, konu başında verilen sahabe ve tabiin görüşleri İle ilgisi şudur: Buhârî, bir şeyin necis hale gelmesinde o şeyin niteliklerinin değişmesinin dikkate alınacağını kabul etmiştir. Ölen hayvanın tüyü, hayvanın ölümle değişmesi durumunda değişmemektedir, kemiği de böyledir. Ölü hayvanın düştüğü yerden uzaktaki katı yağın niteliği değişmediğinde de hüküm böyledir. Bundan şu sonuç çıkar: Suya necaset karışsa, bu necaset suyun niteliğini değiştirmediğinde su necis olmaz.
237- Ebû Hureyre Hz. Peygamber'in şu sözünü rivayet etmiştir:
"Müslümanm Allah yolunda aldığı her yara, kıyamet gününde yeni açıldığı andaki şekli üzere kan fışkırıyor gibi olur; rengi kan rengi, kokusu misk kokusudur.[91]
Allah yolunda aldığı her yara" ifadesi ile Müslümanın diğer yaralan dışarıda bırakılmıştır.
Cihad bölümünde eS-A'rec aracılığıyla Ebû Hureyre'den aktarılan rivayette şöyle denilmiştir: "Allah kimin kendi yolunda yaralandığını en iyi bilir".
Bu, söz konusu müjdenin ancak niyeti haiis olanlar için geçerli olacağını gösterir.
Kıyamet günü yaranın ilk şekli gibi olmasının hikmeti, yara sahibinin faziletine, ona zulmeden kişinin (kötü) fiiline şahitlik etmesidir. Yaranın güzel kokusunün mahşer halkı arasında yayılmasının hikmeti de yara sahibinin faziletini göstermek içindir. Bundan dolayı İslâmî ahkâma göre savaş alanında şehit olan kişinin yıkanması gerekmediği bilinmektedir.
Rivayet edildiğine göre Ebû Hureyre Hz. Peygamber'in şu sözünü duymuştur: "Biz (bu dünyada) son, (âhirette ise) öncüleriz.[92]
239- Hz. Peygamber sanan? aleyhi ssifen şöyle buyurmuştur: "Sizden bîri durgun suya idrarını yapıp sonra da orada yıkanmasın."
Bunun anlamı şudur: Kişi durgun suya idrarını yaptığında bu suya ihtiyaç duyabilir, oysa buraya idrarını boşalttıktan sonra o suyu kullanamaz.
Bunun bir benzeri de Hz. Peygamber'in s?.:iâlahu hkyh, ve şu sözüdür: "Sizden birisi karısını cariyeyi döver gibi dövüp de sonra onunla birlikte yatmasın."
Bazı Hanbelîlerin aksine, zikredilen hüküm açısından durgun suya bir insanın İşemesi ile bir hayvanın İşemesi arasında fark yoktur. Yine Zâhirîler'in aksine, kişinin doğrudan durgun suya işemesi ile bir kaba işeyerek bunu suya boşaltması arasında da fark yoktur. Bunların tümü ilim ehiince az miktarda suya hamledilmiştir. Bununla birlikte az miktar suyun ne kadar olduğu konusunda farklı görüşler vardır. Bu konuda yalnızca suyun niteliklerinin değişip değişmemesini dikkate alanların görüşü daha Önce geçti. Bu güçlü bir görüş olmakla birlikte, konu İle ilgili hadis sebebiyle az ve çoğun ayrımını İki külle suya göre yapmak bundan daha güçlü bir görüştür.
İbn Ömer namaz kılarken elbisesinde kan gördüğünde elbisesini çıkarıp namaza devam ederdi.
İbnü'l-Müseyyeb ve Şa'bî şöyle demiştir: "Kişi namaz kılarken elbisesinde kan veya meni olsa yahut kıbleden başka bir yöne yönelmiş olsa ya da teyemmüm ile namaz kıldıktan sonra vakit devam ederken su bulsa namazını tekrarlamaz."
Konu başlığında bozulmayacağı belirtilen namaz, kişinin haberi olmaksızın devam ettiği namazdır. Namazda necasetten kaçınmanın farz olmadığını yahut necasetten kaçınmanın namazın başında farz olduğunu kabul edenlere göre bu namaz mutlak olarak geçerli olur. Buhârî de bu görüşe meyletmiştir. Kendisine ok fırlatıldığında vücudundan kanlar aktığı halde namazına devam eden sahâbî-nin fiili de bu düşünceye dayanmaktadır. Bu konuda "abdest almayı yalnızca iki yerden/ön ve arkadan çıkan şeyden gerekli görenler" hadisi Câbir'den nakledilmişti. [93]
Şafiî ve Ahmed İbn Hanbel namazda elbisesine necaset bulaşan kişinin namazı tekrarlaması gerektiğini söylemişlerdir. Mâlik şayet bu, vakit içinde olursa iadeyi gerekli görmüş, vakit çıktıktan sonra İse kazayı gerekli görmemiştir. Bu konuda uzun bir tartışma vardır. Bu durumda namaza devam etme konusu ise ileride Namaz bölümünde gelecektir.
Teyemmümle namaz kılan kişinin vakit içinde su bulursa namazını yeniden kılmasının gerekli olmadığı görüşü dört imamın ve selefin çoğunluğunun görüşüdür. Atâ, İbn Şîrîn ve Mekhûl'ün de içlerinde yer aldığı bir grup tabiîn alimi ise mutlak olarak namazı iade etmenin gerekli olduğunu söylemişlerdir.
Namaz kılan kişinin
namazını kıldıktan sonra kıble yönüne dönmediğini anlaması durumunda üç imam
ve Şafiî'nin eski görüşüne göre kişi namazını tekrarlamaz. Bu, çoğunluğun da
görüşüdür. Şafiî'nin yeni görüşüne göre ise namazını tekrarlaması gerekir.
240- Amr İbn Meymûn, Abdullah İbn Mesud'un kendisine şunu anlattığını söylemiştir:
Hz. Peygamber Kabe'de namaz kılıyordu. Ebû Cehil ve arkadaşları Kabe'nin yakınında oturuyorlardı. Kendi aralarında "Hanginiz falan oğullarının deve kestikleri yerden bir işkembe getirip secdeye vardığı zaman Muhammed'in sırtına koyacak?" dediler. Bu konuşma üzerine içlerinden en şakı olan birisi (Ukbe İbn Ebî Muayt) kalkarak işkembeyi getirdi. Hz. Peygamber secdeye yattığında o işkembeyi sırtına, iki kürek kemiği arasına koydu. (İbn Mesud dedi ki): "Ben bunu gördüğüm halde bir şey yapamı-yordum. Ah ne olurdu o zaman bunu önleyecek gücüm olsaydı!" Onlar (katıla katıla) gülmeye başladılar, gülmekten birbirlerinin üzerine y ikiliyorlardı. Resûlullah secde edıyoı, başını kaldırmıyordu. Nihayet Fâtıma Resûlullah'ın yanına geldi ve işkembeyi onun sırtından attı. Hz. Peygamber başını kaldırdıktan sonra üç kere "Allah'ım Kureyşl sana havale ediyorum" dedi. Hz. Peygamberin beddua etmesi onlara ağır geldi. Çünkü onlar, bu beldede yapılan duanın kabul edileceğine inanırlardı. Daha sonra Hz. Peygamber birer birer isim sayarak şöyle dedi:
"Allah'ım! Ebû Cehil'i sana havale ediyorum. Utbe ibn Rebîdyı sana havale ediyorum. Şeyhe İbn Rebîa'yı sana havale ediyorum. Velîd ibn Utbe'yi sana havale ediyorum. Ümeyye İbn Halefi sana havale ediyorum. Ukbe ibn Ebî Muayt'ı sana havale ediyorum".
İbn Mesud diyor ki: Yedinci bir kişinin daha adını söyledi, ancak ben onun adını hatırlamıyorum. Canımı elinde tutan Allah'a yemin ederim ki Resûlullah'ın Kelen, ismini saydığı kişilerin (Bedir savaşında öldürülerek) Bedir çukuruna atılmış olduklarını gözlerimle gördüm.[94]
"Gülmekten birbirlerinin üzerine yıkılıyorlardı" diye tercüme ettiğimiz yer, "adamlarının yaptığı o kötü işi birbirlerine işaret ederek eğleniyor, gülmekten kırılıp birbirlerinin üstüne yığılıyorlardı" şeklinde de anlaşılmaya müsaittir.
İsrail'in rivayetinde "Fatıma oradaki topluluğa dönerek kötü sözler söyledi'1 şeklinde, el-Bezzâr'da da "Onlar ise buna karşılık vermediler" şeklinde bir fazlalık vardır.
"Kureyş'f sana havale ediyorum" ifadesi "Kureyş'i helak etme işini sana bırakıyorum" demektir.
Hz. Peygamber'İn kasdedilen; onların Resûlullah'ın gülmeyi keserek korkuya kapılmalarıdır. bu bedduası onlara ağır geldi derken bedduasını işitince birden Ebu Cehil ve arkadaşlarının, Mekke'de yapılan duanm reddolunmayacağına inanmaları, Hz. İbrahim'in (a.s.) şeriatından kalma bir inanç olabilir.
İsrail'in rivayetinde şöyle denilmektedir: "Ben, Bedir savaşı sonrasında onları ölü olarak gördüm. Sonra onlar sürüklenerek Bedir kuyusuna atıldılar". Sonra Resûlullah "Bedir kuyusundakiler peşlerinde lanet bıraktı" buyurdu. Hz. Peygamber'İn bu sözü, yukarıdaki bedduanın bir bölümü de olabilir. Şayet öyle ise bu söz, peygamberlik mucizelerinden biridir. Diğer bir ihtimale göre Hz. Peygamber bunu onlar kuyuya atıldıktan sonra da söylemiştir.
Hadiste, kafirlerin bile Mekke'de yapılan duaya önem verdikleri ifâde edilmektedir.
Kâfirler Hz. Peygamber'İn duasından korktuklarına göre onun sözünün doğruluğuna aslında inanıyorlar demektir. Ancak kıskançlık sebebiyle o'na uymamışlardır.
Hz. Peygamber kendisine eziyet edenlere karşı bile yumuşak davranmıştır. Tayalisî'nin, Şu'be aracılığıyla İbn Mesud'dan rivayet ettiği bu hadiste İbn Mesud'un şöyle dediği belirtilmektedir: "Hz. Peygamber'in onlara yalnızca o gün beddua ettiğini gördüm", Rabbi'ne ibadet ederken onu küçük düşürmeyi istedikleri için bedduayı hak etmişlerdi.
Duanın üç kere yapılması rnüstehaptir. İlim bölümünde selam vb. şeylerin üç kere yapılmasının da müstehap olduğu geçmişti.
Zalime beddua etmek caizdir. Ancak bazıları şöyle demiştir: Bu hüküm, zalim kişi kâfir olduğundadir. Müslüman zalime gelince, onun için af dilemek ve tevbe etmesi için dua etmek müstehaptır. "Hadiste kafire beddua edilebileceğini gösteren bir durum yoktur" görüşü de aslında uzak bir görüş değildir. Çünkü Hz. Peygamber (vahiy ile) onların iman etmeyeceklerini öğrendiğinden onlar için beddua etmiş olabilir. Evla olan hayatta olan herkesin doğru yolu bulması için dua etmektir.
Fâtımatü'z-Zehrâ'mn küçüklüğünden itibaren, kavmi içindeki şerefi ve özgüveni sebebiyle güçlü bir benliğe sahip olduğunu görüyoruz. Çünkü Kureyş'in reisleri olan kişilere açıktan kötü sözler söylediği halde onlar buna karşılık verememiştir.
Bir fiili doğrudan işlemek, ona sebep olmaktan daha öte bir durumdur. Nitekim İbn Mesud, içlerinde inkarcılığı ve Resûlullah'a eziyeti daha şiddetli olan Ebû Cehil bulunduğu halde Ukbe'den bahsederken "topluluğun en şakîsi" demiştir.
Urve, Misver ve Mervân'dan şunu nakletmiştir:
"Hz. Peygamber Hudeybiye seferi sırasında yola çıktı...
Peygamber'in (göğüs ve burnundan) ne çıktıysa bir kimsenin eline düşüyor, onlar da bunu yüzlerine ve derilerine
241- Enes'ten rivayet edildiğine göre Hz. Peygamber elbisesine tükürdü.[95]
Atâ şöyle demiştir: "Nebiz ve sütle abdest almaktansa, teyemmüm yapmak bana daha uygun geliyor."
242- Hz. Âişe Hz. Peygamber'in öyle buyurduğunu söylemiştir:
"Sarhoş eden her içecek haramdır.[96]
Ebû Hanife'den aktarılan meşhur görüşe göre o hurma nebizi ile abdesti caiz görmüştür. Bunun için suyun bulunmamasını, şehir veya köyün dışında bulunmayı şart koşmuştur. Ebû Yusuf ise çoğunluğun kabul ettiği şekilde hurma nebizi ile abdest alınamayacağı görüşünü tercih etmiştir. Tahavî de bu görüşü tercih etmiştir.
"Sarhoş eden her içecek', yani sarhoşluk ister kişinin sarhoş edici şeyi İçmesinden kaynaklansın İster böyle olmasın, yapısı itibarıyla sarhoş edici olan her içecek haramdır.
Hattabî şöyle demiştir: "Bu hadis, hangi türden olursa olsun sarhoş edici İçeceğin azmin da çoğunun da haram olduğunu gösterir."
Buharî'nin bu hadisi bu konuda delil getirme gerekçesi şudur: Sarhoş edici içeceğin içilmesi helal değildir. İçilmesi helal olmayan bir şey ile abdest alınamayacağı konusunda görüş birliği vardır. İçecekler bölümünde nebiz içmenin hükmü konusunda açıklamalar gelecektir.[97]
Ebu'l-Aliye şöyle demiştir: "Ayağımı meshedin, çünkü ayağım hasta."
243- Ebû Hazim, Sehl İbn Sa'd es-Sâidî'nin, İnsanlar kendisine Hz. Peygamber'in yarasının ne ile tedavi edildiğini sorduklarında, şöyle söylediğini duymuştur:
"Bunu benden İyi bilen kimse kalmadı. Ali, Uhud günü kalkanına su doldurarak getiriyordu. Fâtıma da Resûlullah'ın yüzünden kanı silîyordu. Bir hasır alınarak yakıldı ve yaraşma bastırıldı.[98]
Bu hadis tedavi olmanın meşru olduğunu, yaralara pansuman yapılmasını, harplerde kalkan kullanıldığını ve tüm bunları tevekkül edenlerin efendisi olan Hz. Peygamber yaptığı İçin bunların tevekküle engel olmadığını göstermektedir.
Bu hadis, kadının babasının ve diğer mahremlerinin tenine dokunabileceğini, hastalıklarını tedavi edebileceğini de göstermektedir.
İbn Abbas şöyle demiştir: "Hz. Peygamber'in yanında geceledim. O (gece kalkınca) dişlerini rnisvakladı."
244- Ebû Bürde babasından şunu aktarmıştır:
Hz. Peygamber'e geldim. "Elindeki bir misvak ile dişini temizlerken bir yandan da kusuyor gibi diye ses çıkardığını gördüm."
Sivak kelimesi hem misvak âletine hem de dişleri fırçalama fiiline denilmektedir.
Bu hadis, dil üzerinde uzunlamasına misvak kullanmanın meşruiyetini gösterir. Dişlere gelince, dişlerin enine misvaklanması daha iyidir.
245- Huzeyfe şöyle demiştir:
"Hz. Peygamber geceleyin kalkınca ağzını misvakla temizlerdi.[99]
Ibn Dakîku'l-'Id şöyle demiştir: Bu hadis uykudan kalkınca dişleri misvakla-manın müstehap olduğunu gösterir. Çünkü insan uyuduğunda midesinden yukarıya kötü kokular yükseldiği için uyku insanın kokusunu değiştirir. Misvak bunu temizleme âletidir. Bu sebeple gerekli olduğunda misvak kullanmak müs-tehaptır.
246- Ibn Ömer, Hz. Peygamber'in şöyle buyurduğunu söylemiştir:
"Rüyamda misvak kullandığımı gördüm. Biri diğerinden daha büyük bir adam geldi. Ben misvağt küçük olanına verdim. Bana "büyük olanına ver" denildi. Ben de büyük olanına verdim."
Hz. Peygamber'e "büyük olanına ver" diyen kişi Cebrail' dir (a.s).
Ibn Battal şöyle demiştir: Bu, misvak vermede yaşı büyük olana öncelik vermeyi gösterir. Yemek, İçmek, yürümek ve konuşmak da böyledir.
Mühelleb şöyle demiştir: "Bu, topluluk rütbelerine göre oturmadığında söz konusudur. Rütbelerine göre oturduklarında sünnet olan sağdakinden başlamaktır." Bu görüş doğrudur.
Bu hadis başkasının misvakını kullanmanın mekruh olmadığını gösterir. Ancak müstehap olan söz konusu misvakı yıkadıktan sonra kullanmaktır. Bu konuda Ebû Dâvud'da Hz. Âişe'den rivayet edilen şu hadis vardır: "Resûlullah yıkamam için misvakı bana verirdi. Ben de dişlerimi temizledikten sonra misvakı yıkayıp ona verirdim. Bu, Hz. Aişe'nin edebinin yüceliğini ve zekasının büyüklüğünü gösterir. Çünkü Hz. Âişe misvakı aldıktan sonra, Hz. Peygamber'in Salı mübarek tükürüğündeki şifa kaybolmasın diye
onu yıkamamış, kendisi kullandıktan sonra edep gereği ve Hz. Peygamber'in emrine uyarak yıkamıştır. Hz. Peygamber'in misvakı yıkama emri, kullanmadan önce ona güzel koku sürme ve su ile yumuşatma anlamına da gelebilir.
247- Berâ İbn Azib şöyle demiştir: Hz. Peygamber şöyle buyurdu:
"Yatmak istediğinde namaz abdesti gibi abdest al. Sonra sağ tarafına doğru yat ve şöyle de:
AHahümme eslemtü vechî ileyk, ve fevvadtü emrî iteyk, ve elce'tü zahrî ileyk, rağbeten ve rehbeten ileyk, lâ melcee velâ mencee minke illâ ileyk, Allahümme âmentü bi kitâbikellezî enzeite ve nebiyyikellezî erselte.
(Allahım yüzümü (kendimi) sana teslim ettim. İşimi sana havale ettim. Sırtımı sana dayadım. Ümidim de sendedir, korkum da. Senden ancak sana sığınılır. Allah'ım indirdiğin kitaba ve gönderdiğin peygambere İman ettim.) O gece ölürsen fıtrat üzere ölmüş olursun. Bunlar son söylediğin sözler olsun.
Berâ diyor ki: Ben bu sözleri Hz. Peygamber'e tekrarladım. "Allahümme âmentü bi kitâbikellezî enzeite" ifadesine ulaşınca ben "ve resûlike" dedim. Hz. Peygamber şöyle buyurdu: Hayır (öyle değil) ve ne-biyyikellezî erselte.[100]
Bu hadisten İlk anda, uyumak isteyen herkesin abdestli olsa bile abdestini tazelemesinin müstehap olduğu anlaşılmaktadır. Bu, abdestsiz olan kişiye özgü de olabilir. Bu hadise dair geniş açıklama Dualar bölümünde gelecektir.
"Bunlar son söylediğin sözler olsun" ifadesi ortaya koymaktadır ki, bu sözlerden sonra uyku sırasında yapılması meşru olan zikirlerin söylenmesi yasak değildir.
[1] el-Mâide, 5/6.
[2] Ebû Dâvud, Taharet, 51. (Çev.)
[3] el-Mâide, 5/20.
[4] Hadisin geçtiği diğer yerler: 177, 2056.
[5] Saffât, 37/102.
[6] 7517. hadis.
[7] Hadisin geçtiği diğer yerler: 181, 1667, 1669, 1672.
[8] 1669 nolu hadis.
[9] Hadisin geçtiği diğer yerler; 3271, 3233. 5165 6388, 7396. için bkz. Nikah bölümü. 5'65 nolu
[10] Hadisin geçtiği diğer yer: 6322.
[11] 75. hadis.
[12] Hadisin geçtiği diğer yer: 394.
[13] Hadisin geçtiği diğer yerler: 148, 149, 3102.
[14] Hadisin geçtiği diğer ysrler: 147, 4795, 5237, 6240.
[15] 4795 noiu hadis.
[16] Hadisin geçtiği diğer yerler: 151, 152, 217, 500.
[17] Burada "tuvalet temizliği" ifadesi ile
tuvalet yapılan mekan değil, kişinin vücudundaki idrar ve dışkının çıkış yerini
temizlemesi yani istinca kasdedilmektedir. (Çev.)
[18] 973 nolu hadis.
[19] Hadisin geçtiği diğer yerler: 154, 5630.
[20] Hadisin geçtiği diğer yer: 3860.
[21] Hadisin geçtiği diğer yerler: 160, 164, 1934, 3433.
[22] el-Bakara, 2/159-160
[23] Hadisin gsçtiği diğer yer: 162
[24] Bugün için artık taş söz konusu olmadığına göre
tuvalet kâğıdı kullanılmaktadır. Tek sayıdan maksat da, hijyenik uzmanlarının
açıklamalarına uygun olarak önce kağıt, sonra su, sonra tekrar kağıt
kullanmaktır. Bu da hadiste istenen tekli kullanımı karşılamaktadır.
[25] Biz bu ifadeyi daha anlaşılabilir olması amacıyla
yukarıdaki şekilde tercüme ettik.
[26] Teklifi hükümlerde farz-vâcip ayrımı dört mezhep
içinde yalnızca Hanefîler'de bulunduğundan, diğer mezheplerin vacip olarak
ifade ettiği hususlar Hanefîler'deki farz kategorisine girer. Bu sebeple
tercümemizde bunu dikkate alarak, vacibin farziyet ifade ettiği yerlerde farz
ifadesini kullandık. (Çev.)
[27] Hadisin geçtiği diğer yerler; 1514, 1552, 1609, 2865,
5851.
[28] Hadisin geçtiği diğer yerler: 1253, 1254, 1255, 1256,
1257, 1258, 1259, 1260, 1261. 1262, 1263.
[29] Hadisin geçtiği diğer yerler: 426, 5380, 5854, 5926.
[30] Hadisin geçtiği diğer yerler: 195, 200, 3573, 3574,
3575.
[31] 334 nolu hadis
[32] 3572 nolu hadis.
[33] el-Mâide, 5/6
[34] Hadisin geçtiği diğer yer: 171.
[35] Müsiim, Hac, 56. (Çev.)
[36] 2363 nolu hadis.
[37] Hadisin geçtiği diğer yerler: 2054, 5475, 5476, 5477,
5483, 5484, 5485, 5486, 5487, 7397.
[38] el-Mâide, 5/6
[39] 4125 nolu hadis.
[40] Hadisin geçtiği diğer yerler: 445, 477, 647, 648, 659,
2119, 3229, 4717.
[41] 137 nolu hadis.
[42] 269 nolu hadis.
[43] Hadisin geçtiği diğer yer: 292.
[44] Hadisin geçtiği diğer yerler: 203, 06, 363, 388, 2918,
4421, 5798, 5799.
[45] Hadîsi rivayet eden kişi, Hz. Esma'nın hangi kelimeyi
söylediğinde şüphe etmiştir.
[46] Hadisi rivayet eden kişi, Hz. Esma'nın hangi kelimeyi
söylediğinde şüphe etmiştir.
[47] 86 nolu hadis.
[48] 1053 nolu hadis.
[49] e!-Mâide, 5/6
[50] Hadisin geçtiği diğer yerler: 186, 191, 192, 197, 199.
[51] Zikredilen Muğire hadisi, kişinin başında sank
olmadığında başın tümünü meshetmenin farz olmadığına delil olmaz. Yalnızca
başta sarık bulunduğunda saçların görünen kısımlarını meshetmenin yeterli
olduğunu gösterir. Sarık bulunmadığında İse Abdullah îbn Zeyd hadisi esas
alınarak başın tümü meshedilir. Bundan anlaşılmaktadır ki iki hadis arasında
bir ihtilaf yoktur. Ayetteki "bâ" harfi ilsak / bitiştirme içindir.
Zâid olmadığı gibi teb'iz için de değildir. (AbdulazizİbnBâz).
[52] Hadisin geçtiği diğer yerler: 376, 495, 499, 501, 633,
634, 3553, 3566, 5786, 5859.
[53] Hadisin geçtiği diğer yerler: 196, 4328.
[54] Hadisin geçtiği diğer yerler: 354, 3541, 5670, 6352.
[55] Hadisin geçtiği diğer yerler; 4577, 5651, 5664, 5676,
6723, 6743, 7309.
[56] Nisa, 4/176. Ayetin tamamı şu şekildedir; Senden fetva
isterler. De ki: "Allah, babası ve çocuğu olmayan kimsenin mirası
hakkındaki hükmü şöyle açıklıyor: Eğer çocuğu olmayan bir kimse ölür de onun
bir kızkardeşi bulunursa, bıraktığının yansı bunundur. Kizkardeş ölüp çocuğu olmazsa
erkek kardeş de ona vâris olur. Kizkardeşler iki tane olursa (erkek
kardeşlerinin) bıraktığının üçte ikisi onlarındır. Eğer erkekli kadınlı daha
fazla kardeş mevcut İse erkeğin hakkı, iki kadın payı kadardır. Şaşırmamanız
için Allah size açıklama yapıyor. Allah her şeyi bilmektedir.
[57] Ubeydullah şöyle demiştir: Bu hadisi Abdullah İbn
Abbas'a bildirdim. O bana "Diğer adamın kim olduğunu biliyor musun?"
diye sordu. Ben "Hayır" dedim. Bunun üzerine "O, Ali'dir"
dedi.
[58] Hadisin geçtiği diğer yerler: 664, 665, 679, 683, 687,
712, 713, 716, 2588, 3099, 3384, 4445, 5714, 7303.
[59] Birden fazla hanımla evli olan erkeğin, yanlarında
kalma süresi ve sırası konusunda hanımları arasında eşitliği gözetmesi.
[60] Yedi sayısının din ile ilgili işlerdeki etkisine;
tavafın sayısı, şeytan taşlama, sa'y vb. ibadetlerin yedişer kere yapılması
örnek gösterilebilir.
Yaratılış ile ilgili işlerdeki etkisine; yer ve göklerin yedi kat
olması, haftanın yedi gün olması, cehennemin yedi tabaka olması vb. hususlar
örnek gösterilebilir. (Çev.)
[61] Bir sa' Hicaz fakihlerine ve Ebû Yusuf ile İmam
Muhammed'e göre 2175 gramdır. Ebû Hanife ve Irak fakihlerine göre ise 3800
gramdır. (Çev.)
[62] Bir müd, yaklaşık 675 gramdır. (Çev.)
[63] Bir fark, yaklaşık 10 kilogramdır. (Çev.
[64] Hadisin geçtiği diğer yer: 205.
[65] Bu meselenin tartışılma gerekçesi şudur: Baş, saç
olsun olmasın meshedilmesi gereken temel bir organdır. Mestler üzerine mesh İse
ayaklan yıkamanın bedelidir, dolayısıyla ikisi arasında fark vardır. Bunlardan,
mestin çıkarılması durumunda abdestin batıl olması görüşü ağırlık kazanmaktadır.
Mesti çıkarma ile ayaklan yıkama peşpeşe yapılmadığında ayakların yıkanması
yeterli değildir. (Abdulaziz İbn Bâz).
[66] Kavrulmuş arpa, buğday, nohut unu.
[67] Hadisin geçtiği diğer yerler: 5404, 5405.
[68] Hadisin geçtiği diğer yerler: 675, 2923, 5408, 5422,
5426.
[69] Hadisin geçtiği diğer yerler: 215, 2981, 4175, 4195,
5384, 5390, 5454, 5455.
[70] Hadisin geçtiği diğer yer: 5609.
[71] Bu meselede doğru şudur: Uyku abdesti bozma
ihtimalinin söz konusu olduğu bir durumdur. Uyuklama ve az uyuma ile abdest
bozulmaz. İnsanın bilincini tamamen kaldıracak şekilde uyuma durumunda abdest
bozulur. Böylece konu ile ilgili hadisler de birleştirilmiş olur. ( Ab-dülaziz
İbn Bâz)
[72] Hadisin geçtiği diğer yerler: 218, 1361, 1378, 6052,
6055.
[73] Nur 24/15
[74] 1361 nolu hadis.
[75] Hadisin geçtiği diğer yerler: 221, 6025.
[76] Hadisin geçtiği diğer yerler: 5468, 6002, 6355.
[77] Hadisin geçtiği diğer yer; 5693.
[78] Bu konu tartışmalıdır. Doğrusu, bunun sadece Hz.
Peygamber'e olduğudur. Başkası ona kıyas edilemez. Çünkü Yüce Allah ona özel
bir bereket vermiştir. Ayrıca sahabe, Hz. Peygamber'den başkası için bunu
yapmamıştır. Onlar dinî en iyi bilen insanlardır. Onları örnek almak gerekir.
Ayrıca böyle bir şeyin Hz. Peygamber dışında biri için caiz olması şirke
götürebilir- (Abdülaziz İbn Baz)
[79] Kavm kelimesi Arapça'da bir topluluğu, bir ırkı, etnik
grubu, geniş bir kitleyi anlatan bir sözcüktür. Ancak burada bir ailenin
çöplüğü kasdedilmektedir. (A.Ağırakça)
[80] Hadisin geçtiği diğer yerler: 225, 226, 2471.
[81] Büyük bir ihtimalle Hz. Peygamber salaliahu akyhi ve
sdiem ya acele İşi olduğundan veya beli ağrıdığı için oturamadığından, ayrıca
durduğu yerin zemininin yumuşak olmasından dolayı idrarı sıçratmayacağını
gördüğü İçin yahut da orası bir çöplük olduğundan yere oturduğunda elbisesinin
kirlenme durumu söz konusu olduğundan dolayı ayakta idrarını yapmıştır,
islam'da ayakta idrar yapılması külliyen haramdır demek mümkün değildir. Ancak
oturarak yapılmasının daha uygun olduğu ifade edilebilir. (A.Ağırakça).
[82] Hadisin geçtiği diğer yer: 307.
[83] Hadisin geçtiği diğer yerler: 306, 320, 325, 331.
[84] 320 nolu hadis.
[85] Hadisin geçtiği diğer yerler: 230, 231, 232.
[86] Hadisin geçtiği diğer yerler: 1501, 3018, 4192, 4193,
4610, 5685, 5686, 6727, 6802, 6803, 6805, 6899.
[87] Bu görüş sağlam değildir. Doğru olan deve idrarı ve
eti yenen hayvanların idrarının temiz olmasıdır. Hz. Peygamberin "İdrardan
sakının" sözünde kasdettiği idrar, Buhârî'nin de dediği gibi insan
idrarıdır. Kabirde azap görenlerle ilgili hadis ve yukarıda zikredilen Ebû
Musa'nın sözü de bunu göstermektedir. (Abdülaziz İbn Bâz)
[88] Müsle: Bir İnsanın canlı veya ölü iken organlarını koparmak,
işkence yapmak demektir.
[89] Hadisin geçtiği diğer yerler: 428, 429, 1868, 2106,
2771, 2774, 2779, 3932.
[90] Hadisin geçtiği diğer yerler: 236, 5538, 5539, 5540.
[91] Hadisin geçtiği diğer yerler; 2803, 5533.
[92] Hadisin geçtiği diğer yerler: 876, 896, 6926, 3486,
6634, 6887, 7Û36, 7495.
[93] 149 notu hadis.
[94] Hadisin geçtiği diğer yerler: 520, 2934, 3185, 3854,
3960.
[95] Hadisin geçtiği diğer yerler: 405, 412, 413, 417, 531,
532, 822, 1214.
[96] Hadisin geçtiği diğer yerler: 5585, 5586.
[97] 5591 nolu hadis.
[98] Hadisin geçtiği diğer yerler: 2903, 2911, 3037, 4075,
5248, 5722.
[99] Hadisin geçtiği diğer yerler: 889, 1136.
[100] Hadisin geçtiği diğer yerler; 6311, 6313, 6315, 7488.