40. Yağmur Ve Hastalık Hallerinde Namazın Mescide Gitmeden Bulunulan Mekanda Kılınabileceğine Dair Ruhsat Vardır 6

41. Cemaate Katılmayı Engelleyecek Haklı Bir Mazeret Bulunması Durumunda İmam Gelen Cemaate Namaz Kıldırır Mı Ve Hava Yağmurlu İse Cuma Hutbesini Okur Mu?. 6

42. Namaz İçin Kamet Getirildiği Zaman Yemek Hazır İşe Ne Yapılır? Abdullah İbn Ömer Böyle Bir Durumda Akşam Yemeğini Yerdi 6

43. Elinde Yemek Üzere Olduğu Bir Lokma Bulunan İmamın Namaza Çağırılması 7

44. Ailenin İhtiyaçlarını Gidermek İçin Çalışmak Ve Namaz İçin Kamet Getirildiğinde Çıkıp Cemaate Katılmak. 8

45. Sadece Resûlullah İn Namazını Ve Sünnetini Öğretmek Amacıyla İnsanlara Namaz Kıldırmak. 8

46. İlim Ve Fazilet Sahibi İnsanlar İmamlık Yapmaya Daha Layıktır 8

47. Mazeret Sebebiyle İmamın Yanıbaşında Namaz Kılmak. 9

48. Cemaate Namaz Kıldırmak Üzere İmamlığa Geçen Bir Kimse Asıl İmam Geldikten Sonra Geriye Çekilse De Çekilmese De Namazıgeçerli (Caiz) Olur 9

49. Namaz Kılacak Kimselerin Kuran I Kerim Bilgileri Eşitse Yaşça Büyük Olan İmamlık Yapar 11

50. Bir Topluluğu Ziyarete Gelen İmamın Onlara Namaz Kıldırması 12

51. İmam Kendisine Uyulması İçin Vardır 12

52. İmamın Arkasında Namaz Kılan Cemaat Ne Zaman Secdeye Varır? Enes İbn Mâlik Şöyle Demiştir: İmam Secde Ettiğinde Siz De Secde Edin! 14

53. Başını İmamdan Önce Kaldıran Kimse Günahkârdır 15

54. Kölenin Namaz Kıldırması 15

    Kölenin Namaz Kıldırması 16

    Namaz Kılarken Açık Olan Kur'an'dan Okumak. 16

    Gayri Meşru Olarak Doğan Bir Kimsenin İmamlık Yapması 16

    Ergenlik Çağına Yaklaşmış Mümeyyiz Küçüklerin Namaz Kıldırması 16

55. İmamın Eksik Kıldığı Namazı Cemaatin Tam Olarak Kılması 16

56. Fitneye Karışan Kimselerin Ve Bidatçilerin İmamlık Yapması 17

57. Cemaat Tek Kışı Olduğunda İmamın Sağ Tarafına Durur Ve Yanyana Namaz Kılarlar 18

58. Cemaat Tek Kişi Olup İmamın Sol Tarafında Namaza Dursa Ve İmam Onu Tutup Sağ Tarafına Geçirse İkisinin De Namazı Bozulmaz  18

59. Bir Kimse İmamlık Yapmaya Niyet Etmeksizin Namaz Kılarken Birilerinin Gelip Ona Uyması Ve Onun İmamlık Yapması 19

60. İmam Namazı Çok Uzattığı İçin Cemaatin Namazdan Çıkıp Tek Başına Kılması 19

61. İmam Kıyamı Kısa Ve Hafif Tutmalı Ancak Rükû Ve Secdeleri Tam Olarak Yerine Getirmelidir 20

62. Bir Kimse Tek Başına Kıldığında Namazını İstediği Kadar Uzatabilir 20

63. Namazı Çok Uzatan İmamın Şikayet Edilmesi Ebû Üseyd Namazı Uzatan Oğluna Şöyle Demişti: Yavrucuğum Namazımızı Çok Uzattın! 21

64. Namazın Kısa Kılınmakla Birlikte Rükünlerinin Tam Olarak Yerine Getirilmesi 21

65. Çocuğun Ağladığını Duyan Kimselerin Namazı Kısa Tutması 21

66. Namazı Kılan Bir Kimsenin Daha Sonra Aynı Namazı Başkalarına Kıldırması 22

67. Bir Kimsenin İmamın Tekbirlerini Yüksek Sesle Tekrar Edip Cemaatin Duymasını Sağlaması 22

68. Cemaatin İmama Tabî Olan Bir Kimseye Uyması 22

69. İmam Kıldığı Namaz Konusunda Şüpheye Düşerse Cemaatin Sözüne İtibar Edebilir Mi?. 23

70. İmamın Namaz Kıldırırken Ağlaması 23

71. Namaz İçin Kamet Getirildiğinde Ve Kamet Getirildikten Sonra Safların Düzeltilmesi 24

72. İmamın Safları Düzeltirken Yüzünü Cemaate Dönmesi 24

73. Namazda İlk Safa Durmanın Fazileti 24

74. Safların Düzgün Tutulması Namazın Düzgün Kılındığını Gösteren Temel Bir Unsurdur 25

75. Safları Düzgün Tutmamak Bir Günahtır 25

76. Safta Omuz Omuza Vermek Ve Ayakları Birbirine Değdirmek. 25

77. Bir Kimse İmamın Sol Tarafında Namaza Durduktan Sonra İmam Onu Tutup Arkasından Sağ Tarafına Geçirirse Namazı Bozulmaz  25

78. Kadın Tek Başına Saf Olabilir 25

79. Cemaat Mescidin Ve İmamın Sağında Durur 26

80. İmam İle Cemaat Arasında Duvar Veya Sütre Bulunması 26

81. Gece Namazı 27

82. Namaza Tekbir Getirerek Başlamanın Gerekliliği 27

83. Namaza Başlamak Üzere Tekbir Getirirken Aynı Anda Ellerin De Kaldırılması 28

84. Namaza Başlarken, Rükûya Giderken Ve Rükûdan Doğrulurken Tekbir Getirilince Elleri Kaldırmak. 29

85. Eller Nereye Kadar Kaldırılır?. 30

86. İlk İki Rekatı Kılıp Teşehhüdden Kalkarken Elleri Kaldırmak. 30

87. Kıyamda Sağ Eli Sol Elin Üstüne Koymak. 31

88. Namazda Huşu. 31

89. Namaza Başlama Tekbirinden Sonra Ne Okunur 32

90. (Güneş Tutulması Namazı) 32

91. Cemaatin Namazda İmama Bakması 33

92. Namazda İken Göğe Bakmak. 33

93. Namazda Başı Sağa Sola Çevirmek. 34

94. Namaz Kılan Bir Kimse Başına Gelen Bir Hadise Dolayısıyla Veya Bir Şey Ya Da Kıble Tarafında Balgam Vs. Görünce Başını Sağa Sola Çevirebilir Mi?. 34

95. İmamın Ve Cemaatin Bütün Namazlarda -Yolculukta Ve Mukim İken Kılınan Namazlar İle Gizli Ve Açık Okunan Namazların Hepsinde (Kuran) Okumasının Gerekliliği 34

96. Öğle Namazında Kıraat (Kuran Okumak) 37

97. İkindi Namazında Kıraat (Kuran Okumak) 37

98. Akşam Namazında Kıraat (Kuran Okumak) 38

99. Akşam Namazında Kıraatin Açıktan Oluşu. 38

100. Yatsı Namazında Kıraatin Açıktan Oluşu. 38

101. Yatsı Namazında Secde Gerektiren Bir Âyetin Okunması 39

102. Yatsı Namazında Kıraat 39

103. Namazın İlk İki Rekatını Uzun Son İki Rekatını İse Kısa Tutmak. 39

104. Sabah Namazında Kıraat 39

105. Sabah Namazında Kıraatin Açıktan Olması 40

106. Bir Rekatta İki Sûreyi Birlikte Okumak, Sûrelerin Sonunu Okumak, Okuduğu Sûreden Önceki Sûreyi Okumak, Sûrenin Baş Kısmını Okumak. 40

Açıklama. 41

107. Son İki Rekatta Fatiha Sûresini Okumak. 41

108. Öğle Ve İkindi Namazlarında Gizli Okumak. 42

109. İmamın Okuduğu Ayeti Cemaate Duyurması 42

110. İlk Rekatı Daha Uzun Tutmak. 42

111. İmamın Açıktan Âmîn Demesi 42

112. Âmîn Demenin Fazileti 44

113. Cemaatin Açıktan Âmîn Demesi 44

114. Safa Varmadan Rükûya Gitmek. 44

115. Tekbirin Rükûda Tamamlanması 45

116. Tekbirin Secdede Tamamlanması 45

117. Secdeden Doğrulurken Tekbir Getirmek. 46

118. Rükûda Avuçların Dizlere Konması 46

119. Rükûnun Tam Olarak Yapılmaması 47

120. Rükû Ederken Sırtın Dümdüz Tutulması 47

121. Rükûnun Tam Olarak Yapılmasının Ölçüsü Ve Rükûda Vücûdun İyice Sükûnet/ Dinginlik Bulması 47

122. Resûlullah Rükûunu Tam Olarak Yapmayan Birisine Namazını İade Etmesini Emir Buyurmuştur 48

123. Rükûda İken Dua Etmek. 48

124. Rükûdan Doğrulurken İmam Ve Cemaat Ne Der?. 49

125. (Allahım, Rabbimiz Hamd Sana Mahsustur) Demenin Fazileti 49

126- Allah Kendisine Hamd Edenleri İşitir - Dedikten Sonra Kunût Okumak) 49

127. Rükûdan Doğrulunca Vücûdun Tam Anlamıyla Dingin Olacak Şekilde Düz Tutulması 50

128. Tekbir Getirerek Secdeye Gitmek. 51

129. Secdenin Fazileti 52

130. Secdede Koltuk Altlarının / Pazüların Görünmesi Ve Karnı Dizlere Değdirmeyecek Şekilde Uzanmak. 53

131. Secdede Ayakların Üst Kısımlarını Kıbleye Yöneltmek. 54

132. Secdenin Tam Olarak Yapılmaması 54

133. Secde Yedi Âzâ Üzerinde Yapılır 54

134. Secdede Burnu Yere Değdirmek. 55

135. Secdede Burnu Yere Değdirmek Ve Çamura Secde Etmek. 55

136. Namazda İken Elbiseyi Bağlayıp Düzeltmek Ve Avret Yerinin Açılmasını Önlemek Amacıyla Elbiseyi Toplamak  55

137. Namazda Saçlarla Oynamamak. 55

138. Namazda Elbise İle Uğraşmamak. 55

139. Secdede İken Teşbih Ve Dua Etmek. 56

140. İki Secde Arasında Beklemek. 56

141. Secdede İken Dirsekleri Yere Yapıştırmamak. 56

142. Namazın Birinci Ve Üçüncü Rekatlarında Bir Süre Oturup Sonra İkinci Ve Dördüncü Rekatlara Kalkmak. 56

 

 


40. Yağmur Ve Hastalık Hallerinde Namazın Mescide Gitmeden Bulunulan Mekanda Kılınabileceğine Dair Ruhsat Vardır

 

666- Nâfi'in naklettiğine göre Abdullah İbn Ömer (r.anhüma) soğuk ve fırtı­nalı bir gecede ezan okudu ve sonra: "Haberiniz olsun, namazlarınızı olduğunuz yerde [1] kılacaksınız" dedi. O bunu söyledikten sonra şu rivayeti nakletti: "Soğuk ve yağmurlu gecelerde Resûlullah müezzine "Namazlarınızı olduğunuz perde kılın!" diye nida etmesini emrederdi.

667- Mahmûd İbnü'r-Rebî' el-Ensârî'nin naklettiğine göre kör olan Itbân İbn Mâlik kendi akraba ve aşiretine imamlık yapardı. Bir gün Itbân, Resûlullah'a şöyle dedi: "Ey Allah'ın Resulü bazı geceler aşırı yağmurdan dolayı sel oluyor, ben de gözleri görmeyen bir âmâyım. Evimde bir köşede bir namaz kusanız da ben de orayı bir musallâ/nama2gâh edinsem!" Resûlullah onun talebini kırmadı ve evine gitti. Itbân'a: "Na­mazı nerede kılmamı istersin?" diye sordu. itbân, Hz. Peygambere evinde bir yer gösterdi ve Resûl-i Ekrem namazı orada kıldı.

 

41. Cemaate Katılmayı Engelleyecek Haklı Bir Mazeret Bulunması Durumunda İmam Gelen Cemaate Namaz Kıldırır Mı Ve Hava Yağmurlu İse Cuma Hutbesini Okur Mu?

 

668- Abdullah İbn Haris, Abdullah İbn Abbâs'ın bir uygulamasını şöyle nakletmiştir; "Yağmurlu ve çamurlu bir günde Abdullah İbn Abbâs bize hutbe irad etti ve ezan okunacağı zaman müezzine, (Haydi, herkes namaza) kısmına gelince (Namaz olduğunuz yerde kılınacak} diye nida etmesini emretmişti. Cemaatin bir kısmı bu durumu garipseyip birbirine bakışın­ca İbn Abâs şöyle demişti: "Galiba bu söylediklerimi beğenmediniz. Fakat bunun aynısını - Resûlullah'ı kastederek - benden daha hayırlı olan bir zat yapmıştı. Bugün Cuma'dır ve ben sîzi sıkıntıya sokmak istemedim."

Abdullah İbn Abbas'ın kendisinden nakledilen başka bir rivayette şöyle de­diği kayıtlıdır: "Sizi günaha sokmak istemedim. Namaza gelmenizi isteseydim gelecektiniz ve dizlerinize kadar çamura batacaktınız."

669- Ebû Seleme, Ebû Saîd el-Hudrî'ye Resûlullah'm  mescidde yağmur dolayısıyla meydana gelen çamurda secde ettiği ve kadir ge­cesiyle ilgili olan günü sordu. Ebû Saîd şu cevabı verdi: "Bir bulut gökyüzünü kapladı ve sağanak bir yağmur başladı. Yağmur yüzünden hurma dallarıyla yapılmış olan mescid tavanından sular akıyordu. Namaz için kamet getirildi. Ben Resûlullah'm su ve çamurla kaplanmış mescid zeminine secde ettiğini gördüm; hatta alnında çamurun İzleri kalmıştı. [2]

670- Enes İbn Şîrîn naklediyor; Enes İbn Mâlik'in şöyle dediğini duydum:

"Ensâr'dan çok iriyarı olan bir zat: '(Ey Allah'ın Resulü!) Ben mescide gelip sizinle birlikte namaz kılamıyorum' diyerek mazeret beyan etmişti. Bir gün Resûlullah için yemek hazırlayıp evine davet etti. Resûlullah için bir hasır sermişti. Resûluliah bir kenarını ıslatıp üzerinde iki rekat namaz kıldı."

Cârud oğullarından birisi Enes İbn Mâlik'e: "Resûlullah kuşluk namazı kılar mıydı" diye sorunca Enes İbn Mâlik şu cevabı verdi: "Ben Resûlullah'm kuşluk nama2i kıldığını ilk defa o zaman gör­düm.[3]

 

Açıklama

 

Cemaate katılmayı engelleyecek haklı bir mazeret bulunması durumunda imam zorlanarak da olsa gelen cemaate namaz kıldırabilir; bu mekruh değildir. Böyle bir mazeret bulunması durumunda herkesin namazı olduğu yerde kılma­sına yönelik emir, söz konusu eylemin mubah serbest olduğunu anlatır, nama­zın bulunulan mekanda kılınmasının mendub olduğunu göstermez.

(İriyarı şeklinde tercüme ettiğimiz) kelimesi şişman, etli ve cüsseli gibi anlamlara gelir.

 

42. Namaz İçin Kamet Getirildiği Zaman Yemek Hazır İşe Ne Yapılır? Abdullah İbn Ömer Böyle Bir Durumda Akşam Yemeğini Yerdi

 

Ebü'd-Derdâ şöyle demiştir: "Bir kimsenin önce ihtiyaçlarını giderip ardın­dan tam bir iç huzuru İle namaza durması onun din konusunda ne kadar ince anlayışlı (fakîh) bir insan olduğunu gösterir."

671- Hişâm İbn Urve, babası Urve İbnü'z-Zübeyr'in şöyle dediğini nakletmiştir:

"Hz. Aişe'den duydum, bize Resûlullah'm şöyle buyurdu­ğunu nakletti; Afcşam yemedi hazır olduğunda namaz için kamet getiril­miş olsa bile önce yemeğinizi yeyin.[4]

672- Enes İbn Mâlik, Resûlullah'm şöyle buyurduğunu nakletmiştir:

"Akşam yemeğiniz hazırlanıp size takdim edildiği zaman akşam na mazım kılmadan önce yemeğinizi yeyin. Yemeğinizi aceleye getirip ih tiyacınızı gidermeden kalkmayın.[5]

673- Nâfi'in Abdullah İbn Ömer'den naklettiğine göre Resûlullah şöyle buyurmuştur:

"Sizden birinfn akşam yemeği hazırlanıp önüne konduğu zaman namaz için kamet getirilmiş olsa bile önce yemeğini yesin. Yemeğini bitirinceye kadar da acele etmesin."

Zaten Abdullah İbn Ömer de yemeği önüne konduğu zaman, namaz için kamet getirilmiş olsa bile önce yemeğini yerdi. Yemeğini bitirinceye kadar -ce­maate namaz kıldıran imamın okuduğu sûreleri duysa da- namaza başlamaz­dı.[6]

674- Nâfi'in Abdullah İbn Ömer'den naklettiğine göre Resûlullah  şöyle buyurmuştur:

"Sizden biriniz yemek yiyorsa namaz için kamet getirilmiş olsa bile ihtiyacım/ açtığını tam olarak gidersin, yemeğim aceleye getirmesin."

 

Açıklama

 

Alimlerin çoğuna göre namazdan önce yemeğin yenmesiyle ilgili emir nedb İfade eder, (yani mendubtur). Ancak bu görüşün ayrıntılarında farklı yorumlar vardır:

Şâfiîler'de meşhur olan görüşe göre, bu emir gerçekten aç olup yemeğe İh­tiyacı olan kimselerle ilgilidir.

Süfyân es-Sevrî, Ahmed İbn Hanbel ve İshâk'a göre bu emir yemeğe ih'tiyacı olanlarla kayıtlı değildir, bu bakımdan bir kimsenin ihtiyacı olsa da olmasa da namazdan önce (hazır olmuş yemeği) yemeği yemek menduptur. Abdullah İbn Ömer'in uygulaması da buna işaret etmektedir.

Zahirî mezhebinin önde gelen isimlerinden İbn Hazm ise bu konudaki em­rin vücûba işaret ettiğini, dolayısıyla yemek hazırken kılman namazın geçersiz (batıl) olduğunu söylemiştir. Ancak onun bu görüşü çok aşın ve abartılıdır.

 

Faydalı Bir Not

 

İbnü'l-Cevzî şöyle demiştir:

"Bazıları Resûlullah'ın bu emrine bakarak kul hakkının (hukûku'1-ibâd), Allah'ın hakkından daha öncelikli ve önemli olduğunu düşün­müşlerdir, Ancak bu konudaki hüküm düşündükleri gibi değildir. Burada amaç­lanan hedef Cenâb-ı Hakk'ın hakkını korumaktır. Nitekim kul yemek yeyip ihti­yacını giderdikten sonra namaza büyük bir iç huzuru ile girecek, zihninde ve gönlünde farklı düşünceler kalmayacaktır. Böylece Allah'ın insanlar üzerindeki hakkı olan kulluk daha güzel ifa edilmiş olacaktır.

Burada ayrıca ifade edilmesi gereken önemli bir nokta da ashâb-ı kiramın yemek konusunda aşırıya gitmemesi ve çok sade bir yol takip etmesidir. Zaten bu alışkanlıkları sebebiyle yemeğin onları cemaate iştirak etmekten alıkoyduğu nadirdir."

 

43. Elinde Yemek Üzere Olduğu Bir Lokma Bulunan İmamın Namaza Çağırılması

 

675- Cafer İbn Amr İbn Ümeyye babasının şöyle dediğini nakletmiştir:

"Bir gün Resûlullah'ı bir koyun budu yerken gördüm. O sı­rada kendisini namaza çağırdılar. Bunun üzerine Resûlullah elindeki bıçağı bıra­kıp namaza durdu. Hatta daha abdest almamıştı."

 

Açıklama

 

Bazı alimlere göre, İmam Buhârî'nin 42. bâb dan sonra, "yemek üzere elin­de bir lokması bulunan imamın namaza çağırılması" başlığı altında bu rivayete yer vermesi, yemeğin namazdan Önce yenmesiyle ilgili emrin vücûb İfade etme­yip mendub olduğuna işaret etmektedir ve bu bakımdan 43. babın burada ele alınması bilinçli bir tercihtir. Ayrıca İmam Buhârî'nin bâb başlığında imamın namaza çağırılması şeklinde bir kayıt koyması, buradaki hükmün (yemeği bıra­kıp namaza gitmesi) sadece imamla ilgili olduğunu gösterir. Cemaate yöneük emir ise mutlaktır. Nitekim Resûlullah'ın Sizden birinin akşam yemeği hazırlanıp önüne konduğu zaman..." şeklindeki ifadesi de bu görüşü desteklemektedir.

Bu hadisten çıkarılan dersleri ve diğer aynntiları abdest genel başlığı altında "Koyun eti yemenin abdest almayı gerektirip gerektirmediğini [7] anlatırken açık­lamıştık.

Ibnü'l-Müneyyir şöyle demiştir:

"Belki de Resûlullah ümmetine kolaylık olsun diye ruhsat yolunu gösterdiği halde kendi özel hayatında azimete göre amel etmiş ve bu yüzden önce namaz kılıp sonra yemeğini yemiştir. Çünkü O'nun kadar nefsine ve isteklerine hakim olabilecek birisi asla yoktur. Hangimiz İstek ve arzularımızı gibi kontrol edebiliyoruz ki..."

 

44. Ailenin İhtiyaçlarını Gidermek İçin Çalışmak Ve Namaz İçin Kamet Getirildiğinde Çıkıp Cemaate Katılmak

 

676- el-Esved şöyle anlatır: Hz. Aişe'ye Resûlullah'ın evinde ne işle meşgul olduğunu sordum. O da şu cevabı verdi: "Ailesinin hiz­metinde bulunur ve onlara ev işlerinde yardımcı olurdu. Namaz vakti gelince de namaza çıkardı.[8]

 

Açıklama

 

İmam Buhârî bu rivayetle ilgili bâb başlığını ailenin ihtiyaçlarını gidermek Idncahşmak ue namaz için kamet getirildiğinde çıkıp cemaate katılmak şeklinde koyarak şuna işaret etmiştir: İnsanın ihtiyaç duyduğu veya meşgul olduğu her şey yemekle aynı kategoride değerlendirilmemelidir. Zira bütün meşguliyetler yemek gibi değerlendirilecek olursa namaz kılmak için zaman kalmayacaktır. Yemeğin hükmü diğer işlerden tamamen farklıdır. Çünkü yemek hazır oldu­ğunda yemeyip geciktirmek açlığı ve ona duyulan isteği daha da artıracaktır. Halbuki diğer işler böyle değildir.

Bu hadis ayrıca kibirden uzak durup tevazu sahibi olmayı ve başta kişinin eşi olmak üzere aile bireylerine hizmet edip yardımcı olmayı teşvik etmektedir.

 

45. Sadece Resûlullah İn Namazını Ve Sünne­tini Öğretmek Amacıyla İnsanlara Namaz Kıldırmak

 

677- Ebû Kılâbe şöyle demiştir:

"Mâlik Ibn Hüveyris bir gün İçinde bulunduğumuz şu mescide gelip; 'Asıl maksadım ve isteğim namaz kılmak olmadığı halde size namaz kıldıracağım. Resûlullah'ı nasıl namaz kılar gördümse öyle kıldıracağım' dedi. Bu rivayeti nakleden (Eyyûb es-Sıhtiyânî), Ebû Kılâbe'ye Mâlik'in nasıl namaz kıldırdığını sormuş, Ebu Kılâbe de  Amr İbn Seleme'yi kastederek -"Hocamız gibi" cevabını vermiş ve şunları söylemiştir: "O, başını ikinci secdeden kaldırıp birinci rekatı bitirdikten sonra ikinci rekata kalkarken çok kısa bir süre otururdu.[9]

 

Açıklama

 

Rivayette geçen ası maksadım ve isteğim namaz kılmak olmadığı halde size namaz kıldıracağım ifadesi ilk bakışta Allah'a ibadet edip yakınlaşma (kurbet) kası ve niyeti olmaksızın namaz kılındığını çağrıştırmaktadır. Aslında ibadet niyetiyle olmayan bir namaz geçersizdir. Ancak burada sahâbînin asıl maska-dının namaz olmadığına dair sözünden, Allah'a ibadet kastı taşımadığı anlaşıl­maz. O bu sözüyle farz bir namazın vakti olmadığı halde niçin cemaate namaz kıldıracağını açıklamak istemiştir. Bu bakımdan o adeta şöyle demiştir: "Ben bu şekilde size namaz kıldırırken amacım farz olan vaktin namazını kılmak, namazı iade veya kaza etmek değildir. Maksadım size namazın nasıl kılınacağını öğret­mektir." Mâlik İbn Hüveyris o sırada bir olay görüp insanlara namazın nasıl kılı­nacağını öğretmesi gerektiğini düşünmüş olabilir. Çünkü o da Resûlullah'ın "Benim nasıl namaz kıldığımı gördüyseniz öyle namaz kılın" şeklindeki emrinin muhataplanndandır. İnsanİara sözle öğretmektense uygula­malı olarak öğretmenin daha etkili olduğunu bildiği için de bu metoda başvur­muştur. Mâlik İbn Hüveyris'in bu uygulaması aynı metodu takip etmenin caiz olduğunu göstermektedir.

 

46. İlim Ve Fazilet Sahibi İnsanlar İmamlık Yapmaya Daha Layıktır

 

678- Ebû Mûsâ el-Eş'arî şöyle demiştir:

"Resûlullah hastalanmıştı. Hastalığı ilerleyip izdırabı ar­tınca 'Ebû Bekir'e söyleyin cemaate namazı kıldırsın' buyurdu. Hz. Aişe 'O pek yufka yürekli bir insandır, senin yerine geçerse halka namaz kıldıramaz1 deyince Resûlullah aynı emrini tekrarladı; 'Söyleyin Ebû Bekir'e na­mazı kıldırsın.' Hz. Aişe de aynı şekilde mukabelede bulununca Resûlullah  emrini bizzat ona yönelterek şöyle dedi: 'Ebû Bekir'e söyle cemaate namazı kıldırsın. Yusufun başını derde sokan siz kadınlar değil misiniz zaten!?' Bunun üzerine Hz. Ebû Bekir'e haberci geldi ve o da Resûlullah hayatta iken halka namaz kıldırdı.[10]

679- Müminlerin annesi Hz. Aişe şöyle demiştir:

"Resûlullah  vefatına sebep olan hastalığı çekerken 'Ebû Bekir'e söyleyin insanlara namazı kıldırsın' diye emir vermişti. Ben 'Ebû Bekir senin yerine geçtiği zaman hıçkıra hıçkıra ağlamaktan sesini cemaate ulaştıramaz. Ömer'e söyle namazı o kıldırsın' dedim ve hatta Hafsa'dan Resûîullah'a gidip aynı şeyleri söylemesini istedim. O da gidip 'Ebû Bekir senin yerine geçtiği zaman hıçkıra hıçkıra ağlamaktan sesini cemaate ulaştıramaz. Ömer'e söyle namazı o kıldırsın' dedi. Bunun üzerine Resûlullah Durun bakalım, Daha fazla üstüme gelmeyin, Yusufun başını derde sokan siz kadınlar değil misiniz zaten!? Söyleyin Ebû Bekir'e namazı kıldırsın' diyerek emrini tekrarladı."

Hz. Hafsa bu olay üzerine Hz. Aişe'ye şöyle demiştir: "Senden bana bir fay­da geleceğini zaten hiç düşünmüyordum."

680- Uzun yıllar Resûlullah'ın hizmetinde bulunan saha­benin önde gelenlerinden Enes İbn Mâlik'in şöyle dediği nakledilmiştir:

"Resûlullah'ın vefatı ile sonuçlanan hastalığı çektiği gün­lerde namazları Hz. Ebû Bekir kıldırıyordu. Bir Pazartesi günü hepimiz saf saf olmuş namaz kılıyorduk. O sırada Resûlullah savımı odasının perde­sini kaldırıp bizi seyretmeye başladı. Ayakta bizi seyreden Nebiyy-i Ekrem'in mübarek yüzü adeta bir Mushaf yaprağı gibi parlıyordu. Bizi bu halde gördüğü için tebessüm etti ve gülümsedi. O'nu hastalığının etkisinden kurtulmuş görmek bizi öylesine sevindirdi ki, sevincimizden neredeyse namazımızı bozuyorduk. Hz. Ebû Bekir, Resûluliah'm namaz kılmak üzere odasından çıkıp geleceğini düşünmüş olmalı ki ilk safa girmek için geri geri gelmeye başladı. Bunun üzerine Resûlullah namazınızı tamamlayınız, diye işaret buyurdu ve perdeyi Örttü. Resûlullah işte o gün vefat et­mişti.[11]

681- Enes İbn Mâlik'in şöyle dediği nakledilmiştir:

"Resûlullah hastalığı döneminde üç gün cemaate katıla­mamıştı. Bu dönemlerde namazları Hz. Ebû Bekir öne geçip kıldırıyordu. Bir gün Resûlullah  odasının örtüsünü kaldırıp bize baktı. cemâli perdenin aralığından görünüyordu. Gördüğümüz güzellik bizi mest etmişti; hayatımızda Resûlullah'm gül cemâli gibi bir güzellik asla görmüş değiliz. Nebiyy-i Muhterem Efendimiz, Hz. Ebû Bekir'e eliyle işaret ederek öne geçip namaz kıldırmasını emir buyurdu ve perdeyi indirdi. Ebedî âleme göç edinceye kadar bir daha böyle kalkıp bizi seyretmesi zât-ı âlilerine müyesser olmadı.[12]

682- İbn Şihab'tan gelen bilgiye göre: Hamza İbn Abdullah'ın babasının şöyle dediği nakledilmiştir:

"Resûl-i Ekrem'in hastalığının ilerlediği günlerin birinde namaza çıkması için ashabın hatırlatması üzerine Hz. Peygamber  Ebû Bekir'e söyleyin insanlara namazı kıldırsın' buyurdu. Hz. Aişe; 'Ebû Bekir pek yufka yürekli, hisli bir insandır, namaz kıldırırken Kur'an okumaya başladığında gözyaşlarına hakim olamayıp ağlar' deyince Resûlullah emrini tekrar etti. Hz. Aişe aynı şekilde mukabelede bulununca Nebtyy-i Muhterem şöyle buyurdu; 'Söyleyin Ebû Bekir'e namazı kıldırsın, "Yusuf un ba­şını derde sokan siz kadınlar değil misiniz zaten!?'

 

Açıklama

 

"İlim ve fazilet sahibi insanlar imamlık yapmaya daha layıktır" şeklinde ve­rilen başlık, İlim ve fazilet sahibi insanların bu özellikleri taşımayan İnsanlara göre imamlığa daha layık olduklarını göstermektedir. Bunun bir gereği olarak ilim ve fazilet sahipleri arasında da bu özellikleri daha ağır basan kimseler imam­lığa daha layık olur.

 

47. Mazeret Sebebiyle İmamın Yanıbaşında Namaz Kılmak

 

683- Hz. Aişe'nin şöyle dediği nakledilmiştir:

"Resûlullah hastalandığı zaman namazları Ebû Bekir'in kıldırmasını emretmişti. Bu emir üzerine Ebû Bekir de cemaate namaz kıldırı­yordu."

Urve İbn Zübeyr şöyle demiştir: "Bir gün Resûlullah ken­disini daha iyi hissettiği için odasından çıkıp cemaate katıldı. Ebû Bekir o sırada namazı kıldırıyordu. Ancak Resûlullah'ı görünce geriye çekilmek istedi. Bunun üzerine Hz. Peygamber Ebû Bekir'e, yerinde kal, diye işaret buyurdu ve onun hemen yanıbaşında hizasına oturdu. Bu esnada Ebû Bekir'e cemaat ise Hz. Ebû Bekir uymuştu."

 

48. Cemaate Namaz Kıldırmak Üzere İmamlığa Geçen Bir Kimse Asıl İmam Geldikten Sonra Geriye Çekilse De Çekilmese De Namazıgeçerli (Caiz) Olur

 

684- Sehl İbn Sa'd es-Sâidî'den nakledilmiştir:

"Bir gün Resûlullah Amr İbn Avf oğullarını [13] barıştırmak, aralarını bulmak üzere onların mahallesini teşrif buyurmuşlardı.[14] Namaz vakti yaklaşınca müezzin, Hz. Ebû Bekir'e gelerek; 'Sen insanlara namazı kıldırır mısın, namaz için kamet getireyim mi?' diye sordu. Ebû Bekir bu teklifi kabul edip na­mazı kıldırmaya başladı. Cemaat bu şekilde namaz kılarken Resûlullah çıkageldi ve safları yararak ilk safa kadar ulaştı. Bunun üzerine ce­maat ellerini çırpmaya başladı. Ancak Hz. Ebû Bekir bu duruma hiç aldırış etmiyor dönüp bakmıyordu bile. Cemaat daha şiddetli bir şekilde ellerini çırpmaya ?vam edince dönüp baktı ve Resûlullah'ı  gördü. Resûlullah ona, yerinde kal ve namazı kıldırmaya devam et, anlamında ıret buyurdu.  Bunun üzerine Hz.  Ebû Bekir ellerini kaldırıp Resûlullah'ın kendisine olan bu emrinden dolayı Allah'a hamd etti ve ilk ifa girinceye kadar geri çekildi. Hz. Ebû Bekir ilk safa girince Resûlullah öne ;çip namazı kıldırdı.

Resûlullah namazı bitirdikten sonra Ebû Bekir'e "Sana ide kalıp namaza devam etmeni işaret ettiğim halde niçin geri çekildin?" diye rdu. Ebû Bekir şu cevabı verdi: "Resûlullah'ın önünde namaz kıldırmak Ebû Kuhâfe'nin oğlunun haddi değildir..."

Daha sonra Resûl-İ Ekrem cemaate dönüp şöyle buyurdu: ize ne olduğunu anlayamadım, bu el çırpma işini ne kadar çok tarttınız... Namazla ilgili olarak herhangi bir kuşkuya düşüp imamı ;armak istediğinizde teşbih getirin. Eğer teşbih getirirseniz, imamın kkatini çekmiş olursunuz ve böylece hata düzeltilir, imamı uyarmak in el çırpmayı kadınlar yapsın .[15]

 

Açıklama

 

Resûlullah'ın Amr İbn Avf oğullarının mahallesine gitme­lin sebebi Süfyan'ın yukarıda geçen rivayetinde görüldüğü gibi, Ensârdan iki up arasında sözlü bir sataşma yaşanmış olmasıdır. Kitâbu's-Sulh'ta Muham-d İbn Cafer'in Ebû Hâzİm'den naklettiği rivayet şöyledir: "Kubâ bölgesi halkı vgaya tutuşmuştu. Hatta birbirlerine taşlarla saldırmışlardı. Bu durum haber verilince, 'Kalkın gidelim ve onları hemen rıştıralım1 buyurdu."

Bu rivayette Hz. Ebû Bekir'in kıldırmakta olduğu namaz ikindi namazıdır.

Hz. Ebû Bekir'in namazda iken cemaatin el çırpmalarına aldırış etmemesi ve masına hiç bakmaması, Resûlullah'ın   bu hususla ilgili  yasa dayanmaktadır. Nitekim Resûlullah'tan nakledilen sahih rivayete göre, bir kimsenin namazda iken sağa sola veya arkasına bakması inin namazından bir kısmını şeytanın kapıp aşırması anlamına gelmektedir. Resûlullah'ın  Size ne olduğunu anlayamadım, bu el çırp-işini ne kadar çok abarttınız" şeklindeki sözünün zahirî anlamı namazda mutlak olarak reddedildiğini göstermez. Burada Resûlullah'ın yadırgadığı durum, ellerin çok fazla çırpılmasıdır. Konuyla ilgili ayrıntılı açıklama yeri geldiğinde yapılacaktır.

 

Bu Hadisten Çıkarılan Sonuçlar

 

1. Birbiriyle kavga eden insanları barıştırmak, onları bir araya getirmek ve küskünlüğü / dargınlığı sona erdirmek çok faziletli, sevabı bol bir davranıştır.

2. Bu tür bir kavga ve küskünlük durumunda devlet başkanı sorunu çözmek maksadıyla bizzat müdahelede bulunabilir ve yanma güvendiği kimseleri alarak yönetimi altındaki İnsanların problemlerini halletmek üzere harekete geçebilir.

3. Böyle bir olayı çözmek üzere derhal harekete geçmek, devlet başkanının cemaate namaz kıldırma görevinden daha önceliklidir.

4. Hâkim tarafları mahkemeye veya huzuruna getirmek yerine bizzat dinle­mek üzere onların yanma gidebilir. Burada önemli olan hâkimin bunu uygun görmesidir.

5. Bir namaz, biri yekdiğerinin arkasında bulunan iki imamla kilınabilir.

6. Düzenli olarak namazları kıldıran asıl İmam, görev mahallinde bulunama-yacaksa başka birisini yerine görevlendirebilir.

7. Vekil olarak görevlendirilen imam namaza başladıktan sonra asıl imam gelirse vekil imama uyabileceği gibi kendisi öne geçerek imamlık da yapabilir. Bu durumda vekil imam, namazını bozmadan cemaat arasına katılır. Vekil ima­mın arkasında namaza başlayan cemaatten hiç kimsenin namazına da bir zarar gelmez.

İbn Abdilberr bu uygulamanın Hz. Peygamber'e has ol­duğunu dolayısıyla başkaları hakkında geçerli olmayacağını iddia etmiştir. Hatta ona göre Resûlullah dışında bir kimsenin bu şekildeki bir uy­gulamasının geçersiz olduğuna dair icma bulunmaktadır. Ancak konuyla ilgili farklı görüşlerin bulunduğunu göz önüne aldığımızda bu icmâ' iddiasının yanlış olduğu görülecektir.

Şâfiîlerde meşhur olan görüşe göre böyle bir uygulama caizdir.

Mâlikîler'den İbn Kasım "Namaz kıldırırken abdesti bozulan ve yerine birisini geçirdikten sonra henüz namaz bitmeden geri dönen bir imam, vekil geriye çe­kildiği için namazı kıldırmaya devam ederse bu namazın geçerli olacağını" söy­lemiştir.

8. Cemaatin, (ikinci imamın daha sonra geldiğini göz önüne aldığımızda) imamdan önce namaza başlaması mümkündür.

9.  Bir kimse kılmakta olduğu namazın bir bölümünde imam, kalan kısmında cemaat olabilir.

10. Bir kimse tek başına namaza başladıktan sonra namaz için kamet geti­rilse namazını hiç bozmadan cemaate iştirak edebilir.

11. Ashâb-ı kiram içinde en faziletli ve üstün olan kişi Hz. Ebû Bekir'dir. Pek Çok Buhârî şârîhİ ve fakih, ashâb-ı kiramın Hz. Ebû Bekir'i seçmiş olmalarını dikkate alarak onun en faziletli ve üstün sahâbî olduğunu söylemiştir.

12. Müezzin veya bir başkası namaz kıldırması için imamlığı, fazileti ve ilmi ile bilinen bir kimseye teklif edebilir. İmamlık teklifi alan kişi cemaatin de onay ve rızasının olduğunu öğrendikten sonra namazı kıldırır.[16]

13. Namazda hamdetmek ve teşbihte bulunmak caizdir. Çünkü bunlar Al­lah'ı zikretmek kapsamındadır.  İmamı uyarmak maksadıyla cemaatin teşbih getirmesi konusu yeri geldiğinde açıklanacaktır.

14. Namazda dua etmek için elleri kaldırmak ve Allah'a şükretmek (sena) caizdir. Bu konu da yeri geldiğinde açıklanacaktır.

15. Yeni bir nimete eren bir kimsenin namazda olsa bile Allah'a hamd et­mesi müstehaptır, güzel bir davranıştır.

16. Gerekli olduğu zaman namaz kılmakta olan bir kimse sağma, soluna veya arkasına bakabilir.

17. Namaz kılmakta olan birisine bir şey anlatılacaksa sözlü ifadeye baş­vurmaktansa işaretle anlatmak yolunu seçmek daha uygundur. Zira işaretle an­latmak da sözlü ifade gibidir. Nitekim Resûlullah Hz. Ebû Bekir'e "Sana önde kalıp namaza devam etmeni işaret ettiğim halde niçin geri çekildin ki?" diye ikazda bulunmuştur.

18. Gerekli durumlarda İlk safa ulaşmak için arkadaki safları yararak ilerle­mek ve namaz kılmakta olan cemaatin önünden geçmek caizdir.

19. Namazda el çırpmak mekruhtur. Bu konuyla ilgili ayrıntılı açıklamalar yeri geldiğinde yapılacaktır.

20. Dînî konularda yaşanan güzelliklerden dolayı Allah'a hamd ve şükür etmek çok güzel bir davranıştır.

21. Faziletli bir insan kendisinden daha üstün ve faziletli olan kimselere na­maz kıldırabilir.

22. Namaz içinde namazın tabiatına aykırı olan bazı küçük eylemler namazı bozmaz. Nitekim Hz. Ebû Bekir namazda iken bulunduğu yerden geri çekilip ilk safa girmiştir. Böyle bir durumla karşı karşıya kalan bir insan kıbleye arkasını dönmeden ve asla kıbleden şaşmadan geri geri çekilebilir.

23. İbn Abdilberr, teşbih ile imamı uyarmanın caiz olmasından hareketle namaz kıldırırken okuduğu yeri şaşıran imama hatırlatmak amacıyla yardımcı olunabileceğini ve bu maksatla âyetin devamının okunabileceğini söylemiştir. Zira teşbih caizse bunun evleviyetle caiz olması gerekir.

Her şeyin en doğrusunu sadece Allah (c.c) bilir.

 

49. Namaz Kılacak Kimselerin Kuran I Kerim Bilgileri Eşitse Yaşça Büyük Olan İmamlık Yapar

 

685- Mâlik İbn Hüveyris'in şöyle dediği nakledilmiştir:

"Biz gençken Resûlullah'ın yanına gelmiştik. Onun yanın­da yaklaşık olarak yirmi gece kaldık. Resûlullah çok merha­metliydi. Bizim (ailelerimizi özlediğimizi düşünerek) halimize acıdı ve şöyle bu­yurdu; 'Memleketinize dönseniz ve    oradaki insanları bilgilendirseniz ne kadar güzel olur; onlara namazların nasıl ve hangi vakitlerde kılı­nacağım öğretip namaz kılmalarını emredin. Namaz vakti girince içi­nizden birisi ezan okusun ve yaşça en büyük olanınız da imamlığa ge­çip namazı kıldırsın"

 

Açıklama

 

İmam Buhârî'nİn "Namaz kıldıracak kimselerin Kur'ân'i Kerim bilgileri eşitse yaşça büyük olan imamlık yapar" şeklinde isim verdiği bu bâb başlığı imam Müslim'in Ebû Mes'ud'tan merfu olarak rivayet ettiği şu hadisten çıkarılmıştır [17] "Bir cemaate Allah'ın kitabını en iyi bilen kişi imamlık yapar. Eğer Kur'an okuma bilgileri eşitse en önce hicret eden kimse imamlığa geçer. Bu cemaatte bulunan herkes aynı dönemde hicret etmişse yaşça en büyük olan kişi namazı kıldırır."

(Müslim'in rivayetinde geçen ve Allah'ın kitabını en iyi bilen kişi şeklinde ter­cüme ettiğimiz) kelimesinin anlamıyla ilgili olarak iki farklı görüş bulun­maktadır. Bazı Âlimlere göre bu ifade (tercümeye de yansıttığımız gibi) Kur'An'ı en iyi bilen ve Kİtab'ın inceliklerine diğerlerine göre daha fazla vakıf olan kimse­leri anlatır. Bazı Âlimler ise hadiste geçen ifadenin zahirî anlamını esas alarak" Burada Kur'ân'ı en iyi okuyanlar kastedilmektedir" demiştir.

İmam Nevevî bu konuyla İlgili olarak şunları kaydeder: "Bağlı bulunduğu­muz Şafiî mezhebi âlimlerine göre, Kur'ân'ı en iyi bilen ve Kitab'm inceliklerine daha fazla vakıf olan kimseler, Kur'ân'ı iyi okuyanlara nazaran daha önceliklidir ve imamlığa daha layıklardır." İmam Nevevî sözlerine devamla şöyle der: "Ebû Mes'ud'tan nakledilen rivayette geçen 'Kur'an okuma bilgileri eşitse sünneti en iyi bilen imamlık yapar, sünnetle ilgili bilgileri de eşitse bu durumda önce hicret etmiş olan kişi namazı kıldırır' şeklindeki ifadeye baktığımızda Kur'ân'ı en iyi okuyanın mutlak olarak diğerlerine takdim edildiğini görürüz."

Ancak İmam Nevevî'nin bu sözleri arasında açık bir çelişki bulunmaktadır.

İbn Uleyye ve Abdülvehhab'tan nakledilen rivayetlerde bu hadis şu şekilde geçmektedir: "Resûlullah çok merhametli ve şefkatli biriydi.

Bizim ailelerimizi özlediğimizi düşünüyordu. Bu yüzden bizlere geride kimleri bırakarak buralara geldiğimizi sordu. Biz de durumumuzu anlattık. Bunun üze-linebize şöyle buyurdu: Haydi ailelerinizin yanına dönüp onlarla birlikte yaşa-m}ndevam edin ve onları bilgilendirin."

Bu hadisin farklı rivayetleri arasındaki bağlantıyı şu şekilde kurabiliriz:

Resûlullah onlara ailelerinin yanma dönmelerini söylerken (fanız ne güzel olur diye tercüme edilen ve aslında keşke dönseniz anlamına gelen) demiştir. Resûlullah  bu gençlere doğrudan ailelerinizin yanına dönün deseydi onları rencide edebilir, kırılmalarına sebep olabilirdi. Ayrıca rivayetlerde geçmese bile Resûlullah'in onlara ailelerinin yanma dönmek isteyip istemediklerini sorup, onlardan 'dön­meli isteriz' cevabını aldıktan 'Haydi ailelerinizin yanına dönün' diye emretmiş olması da ihtimal dahilindedir. Olayı nakleden sahâbî, Resûluîlah'ın           

kendilerine haydi ailelerinizin yanma dönün şeklinde verdiği emrin sebe­binin aile özlemi olduğuna işaret etmekle yetinmiş ve bu emir ile bağlı bulun-âıldarı kavmin dînî konularda bilgilendirilmesi arasında bir ilişki kurmamıştır. Çünkü asıl amacın insanları bilgilendirme olduğunu Resûlullah  ite yaşadıkları diyalogun bağlamından sezmiştir. Bu amacı daha sonra anlamış olması da mümkündür. Çünkü Resûlullah daha sonra bunu açıkça dile getirmiştir.

Aslında insanları bilgilendirmek ve irşad etmek onlar açısından daha hayırlı ve üstün bir görev olmasına rağmen Mâlik İbn Hüveyris sadece mevcut durumu ve arkadaşlarıyla birlikte yaşadıklarını anlatmıştır. Bu yüzden (yani insanları bindirmek için memlekete dönme arzusu içinde olmadıklarından) aslında aşamadıkları bir duyguyu ve düşünmedikleri bir amacı yaşamış ve düşünmüş Çibiaktarmamıştır. Fakat Resûluîlah'ın yanına gelirken niyetleri çok samimi olduğu için Allah Teâlâ onlara aile özlemi çekmeleri karşılığında iha üstün bir vazife lütfetmiştir. Bu büyük lütuf da, dînî bilgileri insanlara onları bilgilendirmek için Resûlullah'tan alınan ehliyet ve yetkidir. Ahmed İbn Hanbel'in ifadesiyle Resûluîlah'ın   hadislerini öğrenme uğruna gösterilen bu çaba büyük bir mükafata dönüşmüş­tür.

 

50. Bir Topluluğu Ziyarete Gelen İmamın Onlara Namaz Kıldırması

 

686- Itbân İbn Mâlik'in şöyle dediği nakledilmiştir:

"Resûiullah davetime icabet edip evimi şereflendirdiğinde

içeri girmek için müsaade istedi. Ben zâtı âlilerini İçeriye aldım. Bana; 'Nerede namaz kılmamı istersin?' diye sorunca evimde uygun olan ve namaz kılmasını istediğim yeri gösterdim. Resûiuİlah kalktı ve biz de arkasında saf olup namaza durduk. Sonra selâm verdi ve biz de selâm verip namazdan çıktık."

 

Açıklama

 

İmam Buhârî'nin bu bölüme "Bir Topluluğu Ziyarete Gelen İmamın Onlara Namaz Kıldırması" başlığını vermesinin sebebiyle ilgili olarak şunlar söylenmiştir: İmam Buhârî burada, Ebû Dâvûd ve Tirmizî'nin [18] Mâlik İbn Hüveyris'ten merfû olarak naklettikleri "Bir kimse bir topluluğu ziyarete gittiği zaman onlara imamlık yapmasın. Namazı bu topluluktan birisi kıldırsın" şeklindeki hadisin büyük imam (Mü'minlerin Emiri/Halife) dışındaki imamlarla ilgili olduğuna işaret et­mektedir.

Zeyn İbnü'l-Müneyyir ise konuyla ilgili olarak özetle şunları söylemiştir: "Baş İmam [19] veya onun konumunda olan bir kimse, birisinin mülkiyetinde bulunan bir mekana gelirse o mülkün kendisine (ayn) veya kullanım hakkına (menfaat) sahip olan kişi bunlann önüne geçerek imamlık yapmamalıdır. Böyle bir du­rumda mülk sahibi, gelen baş imama namaz kıldırması için İzin vermelidir. Böylece her iki tarafın da hakkı korunmuş olur; baş imamın öne geçip namazı kıl­dırma hakkı ve mülk sahibinin izni olmayan durumlarda mülkü üzerinde tasar­rufta bulunulmasını önleme hakkı."

 

51. İmam Kendisine Uyulması İçin Vardır

 

Resûluîlah vefatına yo! açan hastalığı sırasında ashâb-ı ki­rama oturduğu yerden namaz kıldrrmıştı. İbn Mes'ud şöyle demiştir: "Bir kimse cemaatle namaz kılarken namazın herhangi bîr rüknünde imamdan önce hare­ket ederse geri dönüp o rüknü İade eder; söz konusu rüknü iade ederken bek­lemesi gereken süre ise imama muhalif olduğu süre kadar olmalıdır. Daha sonra imama tabî olur ve namazına devam eder."

Hasan-ı Basrî 'imamla birlikte iki rekatlık bir namaza başlayıp secdeleri yapmaya gücü yetmeyen bir kimsenin son rekat için iki defa secde etmesi ve ilk rekatı da secdeleriyle kaza etmesi gerektiğini" söylemiştir. Ona göre secde etmeyi unutup kalkan bir kimse de dönüp secdesini yapar.

687- Ubeydullah İbn Abdullah İbn Utbe'nin şöyle dediği nakledilmiştir:

"Bir gün Hz. Aişe'nin yanına vardım ve Resûlullah'm vefatına sebep olan hastalığı çektiği günler hakkında bana bilgi vermesini istedim. Bana şunları anlattı:

Resûlullah'm hastalığı ve ızdirabı İyice artmıştı. Bize ce­maatin namazı kılıp kılmadıklarını sordu. Biz kılmadıklarını, zât-i âlilerini bekle­diklerini söyleyince, 'Öyleyse bana biraz su hazırlayın' buyurdu. Hazırladığımız su ile boy abdesti aldıktan sonra yerinden zorlukla doğrulup kalkmaya çalıştı, fakat bayıldı. Ayıldıktan sonra bize yine cemaatin namazı kılıp kılmadıklarını sordu. Biz; 'Kılmadılar ey Allah'ın Resulü sizi bekliyorlar' deyince bizden yine su hazırlamamızı istedi. Oturup getirdiğimiz su ile boy abdesti aldı. Sonra yerinden zorlukla doğrulup kalkmaya çalıştı fakat bayıldı. Ayıldıktan sonra bize tekrar cemaatin namazı kılıp kılmadıklarını sordu. Biz; 'Kılmadılar ey Allah'ın Resulü sizi bekliyorlar' dedik. Bunun üzerine bizden yine su hazırlamamızı istedi. Biz kendi­sine su hazırladık. Oturup boy abdesti aldı ve yerinden zorlukla kalkıp doğrul­maya çalıştı ancak yine bayıldı. Ayıldıktan sonra bize cemaatin namazı kılıp kılmadıklarını sordu. Biz; 'Kılmadılar ey Allah'ın Resulü sizi bekliyorlar' dedik. Bu sırada ashâb-ı kiram mescidde toplanmış yatsı namazını kılmak üzere Resûlullah bekliyordu.

Resûlullah kalkamayacağını anlayınca Hz. Ebû Bekir'e namazı kıldırması için haberci gönderdi. Haberci gelip Hz. Ebû Bekir'e; 'Resûlullah'm emri var, senin cemaate namazı kıldırmanı istiyor' dedi. Bunun üzerine pek yufka yürekli ve duygulu bir insan olan Hz. Ebû Bekir, Hz. Ömer'e; 'Haydi namazı sen kıldır1 dedi. Ancak Hz. Ömer; 'Sen bu göreve daha layıksın' diyerek onun teklifini kabul etmedi. İşte o günlerde ashaba namazları Hz. Ebû Bekir kıldırmıştı.

Bir gün Resûl-i Ekrem Efendimiz «Halis kendisini iyi hissettiği için İki kişinin kolları arasında odasından çıkıp öğle namazını kılmak üzere mes­cide gitti. Resûlullah'ı taşıyanlardan biri Hz. Abbas idi. Ashâb o sırada namaza başlamıştı ve Hz. Ebû Bekir namazı kıldırıyordu. Resûl-i Ekrem'in  teşrif buyurduğunu fark eden Ebû Bekir geri geri çekiimeye başladı. Ancak Resûlullah ona işaret ederek yerinde kalmasını istedi ve kolla­rına girdiği kimselere; 'Beni Ebû Bekir'in yanına oturtun' buyurdu. Onlar da Resûlullah'ın emrini yerine getirip zât-ı âlîlerini istediği yere oturttular."

Ubeydullah İbn Abdullah şöyle demiştir; "O zaman Hz. Ebû Bekir, oturarak namaz kılmakta olan Resûlullah'a .            uymuştu. Cemaat ise Hz. Ebû Bekir'e tabî olmuştu."

Ubeydullah bir gün Abdullah İbn Abbas ile karşılaşmış ve ona; "Resûlul­lah'ın hastalığı ile ilgili olarak Hz. Aişe'nin bana anlattıklarını sana aktarayım mı?" diye bir teklifte bulunmuştu. İbn Abbas; "Elbette, seni dinli­yorum" demiş ve Ubeydullah'ın naklettiklerine hiç itiraz etmemiştir. Sadece Ubeydullah'a; "Peki sen, Hz. Aişe'nin adını vermediği Hz. Abbas'm yanındaki ikinci şahsın kim olduğunu biliyor musun?" diye sormuş, o bilmediğini söyle­yince "O zat Ali İbn Ebi Talib idi" demiştir.

688- Müminlerin annesi Hz. Aişe'nin şöyle dediği nakledilmiştir:

"Resûlullah hasta olduğu günlerden birinde evinde otur­duğu yerde namaz kıldırıyordu. Arkasında bulunan cemaat ise ayakta namaza durmuştu. Bunun üzerine Resûl-i Ekrem onlara eliyle işaret ederek oturmalarını istedi. Namazı bitirdikten sonra onlara şöyle buyurdu: İmam kendisine uyulması için vardır; o rükûya vardığında siz de rükû edin, o kalktığında siz de kalkın, o oturarak namaz kılıyorsa siz de oturarak namazlarınızı kılın.[20]

689- Enes İbn Mâlik'in şöyle dediği nakledilmiştir:

"Resûlullah bir defasında bindiği attan düşmüş ve sağ ya­nını incitmişti. Bu yüzden namazlardan birisini oturarak kıldırmıştı. Biz de O'nun arkasında namazlarımızı oturarak kılmıştık. Resûl-i Ekrem Efendimiz namaz bitince şöyle buyurmuştu: imam kendisine uyulması için var­dır, o ayakta namaz kılıyorsa siz de namazlarınızı ayakta kılın, o rükûya vardığında siz de rükû edin, o kalktığında siz de kalkm, (Allah kendisine hamd edenleri işitir) dediği zaman siz (Rabbimiz, ve hamd sana mahsustur) deyin. Hâsılı o ayakta kılıyorsa siz de ayakta kılın, oturarak kılıyorsa sîz de oturarak kılın."

Ebû Abdullah (İmam Buharı) Humeydî'nin şöyle dediğini kaydetmektedir: "Resûiullah'ın oturarak namaz kılıyorsa siz de oturarak namazlarınızı kılın şeklindeki emri daha önce yaşamış olduğu hastalıkla ilgilidir. Fakat daha sonra Resûl-i Ekrem vefatına yol açan hastalığı çektiği günlerde otu­rarak namaz kıldırırken cemaat arkasında ayakta namazlarını kılmıştır. Resûlullah'ın fiilleri arasında tercihte bulunulurken tarih itiba­riyle sonra gerçekleşen esas alınır."

 

Açıklama

 

Hasan-ı Basrî'den nakledilen rivayette iki görüş arz edilmektedir:

a.  İbnü'l-Münzir bu rivayeti Saîd İbn Mansûr - Hüşeym - Yûnus - Hasan senediyle mevsûl olarak nakletmiştir. Bu rivayete göre Hasan-ı Basrî, Cuma namazına başlayıp aşırı kalabalık sebebiyle secde edemeyen kimselerle ilgili olarak şöyle demiştir: "Cuma cemaati namazlarını bitirdikîeri zaman secde ede­meyen kimseler ilk rekat için iki defa secde ederler. Daha sonra da kalkıp bir rekat ve iki secde ile namazı tamamlarlar." Bu ifadeden çıkan sonuç şudur: İmamın namazı, cemaatin terk ettiği namaz rükünlerinin yerine geçmez; buna göre bir kimse cemaatle namaz kılarken imamla birlikte secdeleri yapma imkanı bulamazsa o rekatı kılmamış sayılır.

Hasan-ı Basrî'nin sözünün bu başlık altında zikredilmesinin sebebi şudur: Bir kimse imamla birlikte namaza başladıktan sonra imamdan ayrılıp tek başına namaz kılması doğru olsaydı bazı rükünlerini ihlal ettiği namazda imama uy­maya devam etmesine gerek kalmazdı. Halbuki imama uymaya devam edip namaz bittikten sonra ihlal ettiği kısımları tamamlaması istenmiştir.

b. ikinci görüşü İbn Ebu Şeybe mevsûl olarak ve daha geniş bir şekilde ri­vayet etmiştir. Buna göre Hasan-ı Basrî, namazın iik rekatında secdelerden birini yapmayı unutup son rekata kadar bunu hatırlamayan bir kimseyle ilgili olarak şöyle demiştir: "Böyle bir kimse son rekatta üç secde yapar. Unuttuğu secdeyi selâm vermeden önce hatırlarsa bir defa secde eder. Selâm verip namazı tama­men bitirdikten sonra unuttuğu secdeyi hatırlarsa artık telafi imkanı kalmaz; na­mazı baştan yeniden kılması gerekir."

Yukarıda nakledilen rivayetlerde Resûiullah'ın bayıldığın­dan bahsedilmektedir. Bu durum peygamberlerin insan olmaları hasebiyle bay­gınlık geçirebileceklerini göstermektedir. Bu yönüyle baygınlık uyku gibidir. İmam Nevevî şöyle demiştir: "Peygamberler baygınlık geçirebilir. Çünkü bayıl­mak da bir tür hastalıktır. Buna karşılık onların cinnet geçirmeleri, akıl hastası olmaları mümkün değildir. Çünkü bu bir eksikliktir." Bu bakımdan diğer insanla­rın başına gelebilecek hastalık, kaza gibi şeyler peygamberlerin de başına gelebi­lir. Bu durum onların değerlerini asla düşürmez. Aksine makamlarını ve değerle­rini artırır.

Hz. Aişe'nin naklettiği rivayete göre Resûluîlah oturduğu yerde namaz kıldırmıştı. Hz, Ebû Bekir ise namazları ayakta kıldırıyordu. İşte bu rivayetleri esas alan âlimler, düzenli olarak namazları kıldıran asıl imamın has­talandığı zaman oturarak namaz kıldırmaktansa yerine sağlıklı birisini görevlen­dirmesinin daha uygun olacağını söylemişlerdir. Çünkü Resûlullah hastalandığı zaman namazları kıldırması için Hz. Ebû Bekir'i görevlendirmiş kendisi sadece bir defa ashâb-ı kirama oturarak namaz kıldırmıştır.

Yine bu rivayetlere göre hasta olan imamın, mazereti oiduğu için kendisi gibi oturarak namaz kılan kimselere ve ayakta namaz kılan sağlıklı kimselere namaz kıldırması caizdir. Ancak kendisinden nakledilen meşhur görüşe göre İmam Mâlik ve Tahâvî'nin naklettiğine göre İmam Muhammed İbn Hasen eş-Şeybânî bu görüşe katılmamıştır.

Hadiste geçen imam kendisine uyulması için vardır ifadesiyle ilgili olarak Beyzâvî başta olmak üzere bazı âlimler şöyle demişlerdir: "Tabî olan cemaat 'ile kendisine uyulan imam arasındaki ilişki; cemaatin imamdan önce başlamaması­nı, imamla aynı hizada bulunmamasını ve konum itibariyle ondan öne geçme­mesini gerektirir. Bu bakımdan cemaat imamı takip etmeli ve onun yaptıklarını yapmalıdır."

 

52. İmamın Arkasında Namaz Kılan Cemaat Ne Zaman Secdeye Varır? Enes İbn Mâlik Şöyle Demiştir: İmam Secde Ettiğinde Siz De Secde Edin!

 

690- Abdullah İbn Yezîd şöyle demiştir: Bana Berâ İbn Âzib - o kesinlikle yalancı biri değildir - Resûlullah ile birlikte kıldıkları namazı şu şekilde nakletti:

"Resûlullah Dem namaz kıldırırken (Allah kendisine hamd edenleri işitir) deyip secdeye varana kadar bizden hiç kimse belini bükmezdi. Biz secdeyi O'ndan sonra yapardık.[21]

 

Açıklama

 

"İmamın arkasında namaz kılan cemaat ne zaman secdeye varır?" şeklinde verilen bab başlığı şu anlama gelir: "İmam rükûdan doğrulduğunda veya iki secde arasında oturduğunda cemaat ne zaman secdeye varır?"

"O kesinlikle yalancı biri değildir" ifadesi rivayetin zahirinden anlaşıldığı ka­darıyla Abdullah İbn Yezîd'e aittir. Nitekim Humeydî ve ei-Umde adlı kitabın müellifi böyle düşünmektedir. Ancak Abbas ed-Dûrî et-Târîh adlı eserinde Yah­ya İbn Maîn'in şöyle dediğini nakletmiştir: "Abdullah İbn Yezîd bu ifadesiyle Berâ İbn Âzib'i değil, Berâ'dan nakleden raviyi kasdetmiştir. Zira Resûlullah'ın ashabından biri hakkında o yalancı değildir ifadesi kullanıla­maz."

Yahya İbn Maîn'in sözü şunu anlatmaktadır: Adil olup olmadığı kesin olarak bilinemeyen kimseler hakkında böyle bir ifadenin kullanılması iyi olabilir. Hal­buki Resûlullah'ın ashabının tamamı âdildir ve tezkiye edil­meye ihtiyaçları yoktur.

Hattâbî, Yahya İbn Maîn'in görüşlerine ek olarak şöyle demiştir: "Bu ifade hadisi nakleden ravi hakkında şüpheler bulunması ve onu töhmet altında tut­mak anlamına gelmez. Burada ravinin sadık doğru olduğu anlatılmaktadır. Zaten muhaddisler ve hadis ravileri, hadisin senedinde geçen raviler hakkında ayrıntılı bilgi vermek ve onların daha iyi tanınmasını sağlamak istiyorlarsa bu tarz ifadelere başvururlar. Hatta Ebû Hureyre ve Abdullah İbn Mes'ud, Resûlullah hakkında bile buna benzer ifadeler kullanmışlardır. Ebû Hureyre şöyle demiştir; Hem doğru olan hem de doğruluğu müsellem olan dostum Resûlullah'ın ve şöyle buyurduğunu işittim... Abdullah İbn Mes'ud'un sözü ise şöyledir; Hem doğru olan hem de doğruluğu müsellem olan Resûiullah bana şunları anlattı... "

Kâdî İyâz şöyle demiştir: "Bu ifadenin kullanılması sahâbîler hakkında yanlış bir düşünce oluşmasına asla mahal vermez. Zira sahâbîlerin hiçbiri hakkında cerh ve tadil yoluna başvurulmaz. Bu ifadeyi kullanan ravinin maksadı hadisi daha tekidli bir şekilde^anlatmaktır. Hadisi doğrudan, hakkında asla bir töhmet bulunmayan Berâ İbn Azib'den naklettiğini vurgulamak istemiştir.

Hadiste geçen "secdeye varana kadar" ifadesi başka rivayetlerde "alnını yere koyana kadar" şeklinde geçmektedir.

 

53. Başını İmamdan Önce Kaldıran Kimse Günahkârdır

 

691- Ebû Hureyre'den nakledildiğine göre Resûlullah şöy­le buyurmuştur:

"Sizden biriniz başını imamdan önce kaldırdığı takdirde başının Allah tara­fından eşek başına döndürülmesinden veya şeklinin Allah tarafından eşek şek­line sokulmasından korkmaz mı?"

 

Açıklama

 

İmam Buhârî'nin bu rivayet için kullandığı bâb başlığı ileride yeri geldiğinde açıklanacağı gibi başını imamdan önce secdeden kaldıran kişilerle ilgilidir.

Hadis-i şerifin zahir ifadesi, imamdan önce hareket etmenin haram olduğu­nu göstermektedir. Çünkü burada, imamdan önce hareket eden kişiler en ağır cezalardan biri olan mesh (hayvana dönüşmek) İle tehdit edilmişlerdir. İmam Nevevî Şerhu'i-Mühezzeb adlı eserinde bunun haram olduğunu kesin bîr dille İfade etmiştir. İmamdan önce hareket etmek haram olduğu için bu şekilde dav­rananlar günahkâr olurlar ama âlimlerin çoğuna göre kıldıkları namazlar geçerli olur. Bununla birlikte Abdullah İbn Ömer imamdan önce hareket edenlerin na­mazlarının geçersiz/bâtıl olacağı görüşündedir. Kendisinden nakledilen bir riva­yete göre Ahmed İbn Hanbel ve nehyin fesadı gerektirdiği (yasağın ilgili olduğu fiilin geçersiz olduğuna delalet ettiği) görüşünden hareketle Zahirîler de İbn Ömer gibi böyle bir kimsenin namazının geçersiz olacağını söylemişlerdir.

İbn Kudâme'nin ei-Muğnî adlı eserinde nakledildiği gibi Ahmed İbn Hanbel Şöyle demiştir: "Bu hadise göre namazda imamdan önce hareket eden kimse­lerin namazı olmaz. Zira kıldıkları namaz geçerli olsaydı sevap almaları umulur ve ceza çekeceklerine dair herhangi bir endişe duyulmazdı. Halbuki burada söz konusu kişiler tehdit edilmişlerdir."

Namazda imamdan önce hareket eden kimselere yönelik olan bu tehdidin hangi anlamda olduğuna dair farklı görüşler bulunmaktadır. Bu görüşlerden birine göre Resûlullah'm tehdidi tamamen psikolojik bir anlam taşımaktadır. Zira eşek, ahmaklığı anlatmak için kullanılır. İşte namazın farzları, imama tabi olmanın zorunluluğu gibi bilinmesi gereken hususlardan habersiz ve cahil olan kimseler bu yönüyle merkebe benzetilmişlerdir. Kitöbü'l-eşribe'de bu konuyla ilgili olarak daha ayrıntılı açıklama yapılacaktır.

Bu hadis-i şerif Resûl-i Ekrem Efendimizin ümmetine ne kadar düşkün ve şefkatli olduğunu göstermektedir. Çünkü dinin hükümlerini ve bu hükümlere bağlı olarak doğan sevap ve cezayı açık bir şekilde ifade ederek ümmetini uyar­mıştır.

 

Faydalı Bir Nükte

 

el-Kabes adlı eserin müellifi şöyle demiştir, İmamdan önce hareket etmenin tek sebebi vardır; bir an önce namazı bitirmek için acele etmek ve tez canlılık. Bu hastalığı yenmenin yolu ise namaza başlarken kendisini ibadete vererek kon­santre olup imamdan önce selâm vermemek ve hareketlerde aceleci olmamak üzere kendi kendine telkinde bulunmaktır."

 

54. Kölenin Namaz Kıldırması

 

(İmam Buhârî'nin bu bölüm için kullandığı bâb başlığı tam olarak şöyledir) Kölenin - Hz. Aişe'nin kölesi Zekvân mushaftan okuyarak Hz. Aişe'ye namaz kıldırırdı -, gayri meşru olarak doğan kimsenin, bedevinin ve ergenlik (bulûğ) çağma girmesi yaklaşmış mümeyyiz küçüklerin - Çünkü Hz. Peygamber'in Allah'ın kitabını en iyi bilen I okuyan onlara imamlık eder" hadisi mutlaktır - namaz kıldırması.

692- İbn Ömer'in şöyle dediği nakledilmiştir: "Resûlullah'm  hicretinden önce Mekke'den Medine'ye göç eden ilk muhacirler Küba civa­rında bir bölge olan Usbe'ye vardıklarında onlara Ebû Huzeyfe'nin kölesi Salim namaz kıldırıyordu. Salim onlar arasında Kur'ân'ı en iyi en fazla ezbere bilen kişi idi.[22]

693- Enes İbn Mâlik Resûlullah'm söyle buyurduğunu nakletmîştir:

Sizin başınıza geçirilen ve kendisine görev verilen kişi başı kuru üzüm ta­nesi gibi (siyah ve kıvırcık olan) bir Habeşî köle bile olsa onu dinleyin ve ona itaat edin! [23]

Zeyn İbnü'l-Müneyyir İmam Buhârî'nin kullandığı bu başlık hakkında şunları söylemiştir: "İmam Buhârî, bunun caiz olduğunu açıkça ifade etmemiştir. Mak­sadı sadece konuyla ilgili delillerini zikretmektir."

 

Kölenin Namaz Kıldırması

 

Hz. Aişe'ye kölesi Zekvân'ın imamlık yaptığına dair rivayeti Ebû Dâvûd Kitâbü'l-mesâhıfta ve İbn Ebû Şeybe de kendi eserinde mevsûl olarak naklet-mişlerdir. Alimlerin çoğunluğuna göre kölenin imamlık yapmasında herhangi bir sakınca yoktur, imamlığı sahihtir. İmam Mâlik bu görüşe katılmaz. O şöyle de­miştir: "Köle hürlere imamlık yapamaz. Ancak kölenin Kur'an bilgisi hürlerden daha iyi ise bu durumda imamlık yapmasında bir sakınca olmaz."

 

Namaz Kılarken Açık Olan Kur'an'dan Okumak

 

Zekvân'ın Hz. Aişe'ye mushaftan okuyarak namaz kıldırmasına dayanan ba­zı âlimler namaz kılmakta olan bir kimsenin mushaftan okumasına cevaz ver­mişlerdir. Ancak kimi âlimlere göre bu, ameİ-i kesîr (namaz fiilleri dışında olan ve namazı bozacak kadar çok olan hareketler) kapsamında değerlendirildiği için caiz değildir.

 

Gayri Meşru Olarak Doğan Bir Kimsenin İmamlık Yapması

 

Alimlerin çoğunluğuna göre gayri meşru olarak doğan bir kimsenin imamlık yapmasında herhangi bir sakınca yoktur. Ancak İmam Mâlik'e göre böyle bir kimsenin namaz imamlığı için sürekli olarak tayin edilmesi mekruhtur. İmam Mâlik bu hükmü verirken şu gerekçeye dayanmıştır; İnsanlar böyle bir kişinin durumu hakkında İleri geri konuşup dedikodusunu yapabilirler ve onun yüzün­den günaha düşebilirler.

 

Ergenlik Çağına Yaklaşmış Mümeyyiz Küçüklerin Namaz Kıldırması

 

İmam Buhârî'nin kullandığı bâb başlığında ergenlik çağma girmemiş kü­çükler ifadesi mutlak olarak zikredilmiştir. Ancak bu ifadesinin zahirine bakılırsa ergenlik çağma yaklaşmış mümeyyiz küçüklerin kastedildiği anlaşılır. Bununla birlikte daha genel bir anlam taşıyor olması da mümkündür. Ancak temyiz çağına [24] girmemiş küçüklerin namaz kıldırarnayacağı ile ilgili rivayetler onların bu genel anlam kapsamına giremeyeceğini göstermektedir. Nitekim İmam Buhârî Mekke'nin fethiyle ilgili rivayette Amr İbn Selime'nîn yedi yaşlarında iken kabile­sine namaz imamlığı yaptığını nakletmiştir. Ancak Ahmed İbn Hanbel'in söz konusu rivayette tevakkuf ettiğini söyleyen bazı bilginler onun niçin tevakkuf ettiği hakkında şu değerlendirmelerde bulunmuşlardır:

Amr İbn Selime'nin bu yaşta iken namaz kıldırdığına dair bilgi Resûlullah'a ulaşmamıştı, konuyla ilgili olarak Resûl-i Ekrem'in herhangi bir bilgisi yoktu.

Amr İbn Selime kendisinin yedi yaşlarında iken namaz kıldırdığını naklet­miştir ancak bu imamlığın farz namaz için mi yoksa nafile namaz için mi oldu­ğunu açıklamamıştır. Dolayısıyla Amr İbn Selime nafile namaz kıldırdığını ifade etmek istemiş olabilir.

Bu değerlendirmelere şu şekilde cevap verilmiştir:

Vahyin indiği dönemlerde yapılması meşru olmayan bir konuda sahâbîler-den hiçbiri hakkında Resûlulîah'm takriri vaki olmamıştır.

İmam Buhârî'nin Amr İbn Selime ile ilgili olarak naklettiği rivayetin bağla­mına baktığımızda onun farz namaz kıldırdığı anlaşılmaktadır. Çünkü bu riva­yette geçen "Şu namazı şu vakitte kılın, namazın vakti girdiğinde..." ifadesi söz konusu namazın farz namaz olduğunu göstermektedir. Ayrıca Ebû Davud'un naklettiği rivayete göre Amr İbn Selime şöyle demiştir: "Kendi kabilemin yanında bulunduğum bütün vakitlerde imam ben oldum." Bu rivayet ise hem farz hem de nafile namazları kapsamına alır.

Hasan-ı Basrî, İmam Şafiî ve İshâk İbn Râhüye ergen olmayan küçüğün imamlık yapabileceği görüşündedir. Buna karşılık İmam Mâlik ve Süfyân-ı Sevrî küçüğün namaz kıldırmasını mekruh görürler. Ebû Hanife ve Ahmed ibn Hanbel'den konuyla ilgili olarak iki farklı görüş nakledilmiştir. Ancak onlardan nakledilen meşhur görüşe göre küçük, nafile namaz kıldırabîlir ama farz namaz kıldıramaz.

Hadiste geçen başı kuru üzüm tanesi gibi ifadesi hakkında şu değerlendir­meler yapılmıştır:

Yapılan benzetme Habeşîler'in genelde küçük başlı insanlar olmalarıyla il­gilidir.

Yapılan benzetme onların siyâhî olmalarıyla ilgilidir.

Yapılan benzetme onların kısa ve kıvırcık saçlı olmalarıyla ilgilidir.

 

55. İmamın Eksik Kıldığı Namazı Cemaatin Tam Olarak Kılması

 

694- Ebû Hureyre Resûlullah'ın silâhı şöyle buyurduğunu nak­le finiştir:

"İmamlar sizin için namaz kıldırıyorlar. Eğer doğru kıldınrlarsa kıldığınız na­mazın sevabını alırsınız. Buna karşılık hatalı kıldırırlarsa kıldığınız namazın seva­bını siz alırsınız, günahı İse namazı kıldıran imamlara olur."

 

Açıklama

 

Hadiste geçen hatalı kıldırmak ifadesi bilerek yapılan kasıtlı yanlışların (amd) eş anlamlısı olarak kullanılmamıştır; dolayısıyla hadisteki hatalı kıldırmak ifadesi yanılmak anlamındadır. Zira kasıtsız olarak gerçekleşen hatalar yanılgı­lar dolayısıyla günah olmaz. Mihleb şöyle demiştir: "Bu hadis salih insanların arkasında namaz kılmanın caiz olduğunu gösterdiği gibi kendisinden çekiniİen ve korkulan fâsık günahkâr kimselerin arkasında namaz kılmanın caiz oldu­ğunu da göstermektedir."

Mihleb'in bu görüşü İle ilgili olarak yapılan değerlendirmelerden biri şöyle­dir: "Bu sözde geçen kendisinden çekiniİen ve korkulan fâsık günahkâr kimse­ler ifadesi, söz konusu kişilerin güç ve otorite sahibi kimseler olduğunu göstermektedir."

el-Beğavî Şerhu's-sünne adlı eserinde şöyle demektedir: "Bu hadis abdestsiz olarak namaz kıldıran bir imamın arkasında namaz kılan cemaatin namazının sahih geçerli olduğunu göstermektedir. Ancak bu durumda imamın namazını iade etmesi gerekir."

Bu hadisin kasıtlı veya kasıtsız her türlü hata ve yanlışı kapsamına aldığını (mutlak olduğunu) ileri süren bazı bilginlere göre cemaatin namazı her halü­kârda geçerli olur. Zira hadiste geçen hatalı kıldırmak ifadesi kasıtlı olarak yanlış yapmanın (amd) eşanlamlısı olarak kullanılmıştır.

Buna göre ictihâdî olarak görüş ayrılıklarının bulunduğu durumlarda da btı hadis kriter olarak kabul edilebilir. Namazda besmele okumanın gerekliliğine ve besmelenin kıraatin temel rükünlerinden biri olup Fatiha sûresinden bir âyet olmadığına inanan bir kimse bunları ictihâdî olarak kabul etmeyen bîr imamın arkasında namaz kılarsa, namazının geçerli olabilmesi için besmeleyi bizzat okuması gerekir; yani cemaat ictihâdî olarak imamdan farklı düşünüyorsa na­mazının geçerli olabilmesi için kendi ictihâdî görüşünü uygulamakla yükümlü­dür. Çünkü bu durumda cemaate göre imam hata etmiş sayılır.

Bu hadis şunu gösterir: "Cemaat namazını doğru kılmışsa, imamın hata et­miş olması cemaatin namazını etkilemez."

 

56. Fitneye Karışan Kimselerin Ve Bidatçilerin İmamlık Yapması

 

Konuyla ilgili olarak Hasan-ı Basrî şöyle demiştir: "Sen namazını kıl, burada günah bidatçinin boynunadır."

695- Ubeydullah İbn Adiyy İbn Hıyar şöyle demiştir:

"Hz. Osman göz hapsinde tutulup evi kuşatıldığı' zaman kendisini ziyarete gittim. Ona şöyle dedim; 'Siz halkın imamısınız ancak başınıza gelenleri görüyo­ruz. Şu anda bize namaz kıldıran ise fitnecilerin başıdır. Biz onun arkasında na­maz kıldığımız İçin günaha girdiğimizi düşünerek sıkıntı çekiyor ve korkuya kapı­lıyoruz.' Bunun üzerine Hz. Osman bana şunları söyledi; Namaz insanların yap­tığı en güzel ameldir; bu bakımdan halk güzel bir iş yapıyorsa sen de onlarla birlikte hareket et, ama kötü İşler yapıyorlarsa onların kötülüklerinden uzak dur."

 

Açıklama

 

Muhammed İbn Velîd ez-Zebîdî, İbn Şihâb ez-Zührî'nin şöyle dediğini nakletmiştir:

"Çok açık bir zorunluluk bulunmadığı sürece kadınsı hareketlerde bulunan kimselerin (muhannis - muhannes) arkasında namaz kılmanın uygun olmadığı görüşündeyiz."

696- Enes İbn Mâlik, Resûlullah'ın Ebû Zerr'e şöyle bu­yurduğunu nakletmiştir:

"Kafası kuru üzüm tanesi gibi Habeşî bir köle dahi olsa (kendisine görev ve­rilen kimseleri) dinle ve (onlara) itaat

 

Açıklama

 

Bâb başlığında geçen;

Fitneye karışan kimseler (6y») ifadesi, meşru devlet başkanına karşı ayak­lananları anlatmaktadır. Fakat bazı alimlere göre bu İfade daha geniş bir anlam yelpazesine sahiptir.

Bidatçi kelimesi ehl-İ sünnet ve'1-cemaatin itikadı düşüncelerine aykırı görüş benimseyen kimseler için kullanılır.

Hz. Osman'ın 'Halk güzel bir iş yapıyorsa sen de onlarla birlikte hareket et' şeklindeki sözünün zahirî anlamı onun fitneye karışan kimselerle birlikte namaz kılınmasına ruhsat / izin verdiğini göstermektedir. Bu bakımdan o adeta şöyle demiştir: "Namazı kıldıran kimsenin fitneye karışmış olması sana zarar vermez. Aksine eğer iyi bir İş yapıyorsa onun hayırlı eylemlerine sen de katıl, fakat fit­neye düştüğü konularda asla yanında yer alma!"

Hz. Osman'ın 'Kötü işler yapıyorlarsa onların kötülüklerinden uzak dur' şek­lindeki sözü insanları fitneden, fitne olaylarına karışmaktan ve söz, eylem ve İnanç bakımından çirkin (münker) olan her türlü davranıştan sakındırrnaktadır.

 

Hadisten Çıkarılan Sonuçlar

 

1- Cemaate devamlı surette katılmak gerekir, çünkü Hz. Osman'ın sözünde bunun İçin teşvik vardır. Özellikle fitne zamanlarında cemaate devam etmenin emredilmesi ise ayrılığı körüklememe ve müslümanları bir arada tutma amacına matuftur.

2- Cemaate katılmayı terk etmektense arkasında namaz kılınması hoş kar­şılanmayan insanların imamlığında namaz kılmak daha uygun bir davranıştır.

3- Cuma namazının devlet başkanının izni olmaksızın kılınamayacağını söy­leyenlere bu rivayette reddiye bulunmaktadır. Buna göre Cuma namazı ko­nusunda devlet başkanının izni şart değildir.

İbn Şihâb'ın sözünde geçen (ve kadınsı hareketlerde bulunan kimseler şek­linde tercüme ettiğimiz)  kelimesi hem muhannis (ism-i fail) hem de muhannes (ism-i meful) şeklinde okunabilir. İsm-i fail olması durumunda bu kelime yürürken veya konuşurken kırıtan, kadınsı hareketlerde bulunan ve ka­dınlara benzeyen erkek anlamına gelirken, ism-i meful olması durumunda ho­moseksüel kimseleri anlatır.

Çok açık bir zorunluluk bulunmadığı sürece ifadesi, homoseksüel olan kim­selerin güç ve otorite sahibi olmaları durumunu anlatır. Bu insanlar güç ve oto­rite sahibi İse veya otorite sahibi kimseler tarafından görevlendirilmişlerse ce­maat terk edilmez.

 

57. Cemaat Tek Kışı Olduğunda İmamın Sağ Tarafına Durur Ve Yanyana Namaz Kılarlar

 

697- Ibn Abbas'ın şöyle dediği nakledilmiştir:

"Bir gece teyzem Meymûne'nin yanında kalmıştım. O gece Resûlullah yatsı namazını kıldırdıktan sonra mescitten evine dönüp dört rekat daha namaz kılmıştı. Sonra yatıp biraz uyudu ve bir süre sonra uyandı. Abdest alıp namaz kılmaya başladı. Ben de onunla birlikte kalktım ve sol tarafına geçip namazda kendisine uydum. Bunun üzerine beni tutup sağ tarafına geçirdi. Bu şekilde beş rekat namaz kıldı ve ardından iki rekat daha kılıp yattı. Uykuya dal­dığında horlamasını bile işitmiştim. Sonra kalktı ve namazı kıldırmak üzere mes­cide geçti.[25]

 

Açıklama

 

Bâb başlığında geçen "yanyana kılarlar" ifadesi imamın arkasında veya hafif çaprazında bulunan cemaatin bu kapsamda olmadığını gösterir. Mensubu bu­lunduğumuz Şafiî mezhebi âlimlerine göre cemaatin, İmamın hafif arkasında durması müstehaptrr. Nakledildiğine göre Abdürrezzâk İbn Cüreyc ile Atâ İbn Yesâr arasında şöyle bir konuşma geçer. Abdürrezzâk sorar:

İki kişi cemaat olup namaz kılarken cemaat olan kişi imamın neresinde namaza durur?

Sağ tarafında.

Peki bu kişi imamın arkasına geçmeden onunla aynı safta durarak yanyana mı namaz kılar?

Evet.

Sen iki kişi cemaatle namaz kılarken imamla ona cemaat olan kişinin aynı hizada durup aralarında öncelik sonralık bakımından hiçbir boşluk bulunmama­sını daha iyi mi buluyorsun?

Bu rivayette cemaatin tek olması durumunda imamın neresinde duracağı ele alınmıştır. Cemaatin İki kişi olması durumunda uygulama şekli farklıdır.

 

58. Cemaat Tek Kişi Olup İmamın Sol Tarafında Namaza Dursa Ve İmam Onu Tutup Sağ Tarafına Geçirse İkisinin De Namazı Bozulmaz

 

698- Abdullah İbn Abbas'ın şöyle dediği nakledilmiştir:

"Bir gece teyzem Meymûne'nin yanında kalmıştım. O gece Resûlullah da Meymûne'nin yanında idi. Zât-ı âlîleri abdest alıp namaza durdu. Ben de kalkıp onun sol tarafına geçtim ve kendisine uydum. Bunun üze­rine beni tuttu ve sağ tarafına geçirdi. Bu şekilde on üç rekat namaz kıldı. Sonra yatıp uyudu. Uyurken hafif hafif horluyordu. Zaten Resûlullah uyurken hafif bir şekilde horlardı. Bir süre sonra müezzin geldi ve kendisini uyardı. Resûlullah namazı kıldırmak üzere mescide geçti ve namazı kıldırdı. Bu sırada abdest de almamıştı."

Amr İbnü'l-Hâris: "Ben bu rivayeti Bükeyr İbn Abdullah el-Eşecc'e anlattı­ğımda bana şöyle demişti; İbn Abbas'ın kölesi Küreyb bana bunu nakletti" de­miştir.

 

Açıklama

 

İmam Buhârî'nin kullandığı bâb (konu) başlığı ile naklettiği rivayet arasın­daki delalet ilişkisi şöyle açıklanmıştır: Bu rivayette anlatıldığı gibi Abdullah İbn Abbas ilk önce Resûlullah'm sol tarafında namaza durmuş fakat Resûli Ekrem Efendimiz onun namazını bozmamıştır. Âlimlerin çoğunun savunduğu görüş budur.

Buna karşılık Ahmed İbn Hanbel, Resûlullah'm Abdullah İbn Abbas'm kendisinin sol tarafında duruşunu onaylamadığını (takrir etmedi­ğini) ileri sürerek, onu tutup sağ tarafına çekmesi durumunda namazın bozulacağını söylemiştir.

Saîd İbnü'l-Müseyyeb ise tek kişi olan cemaatin imamın sol tarafında dura­cağı görüşündedir. Ancak o bu görüşünü dayandırdığı bir rivayet nakletmemiştir.

 

59. Bir Kimse İmamlık Yapmaya Niyet Etmeksi­zin Namaz Kılarken Birilerinin Gelip Ona Uy­ması Ve Onun İmamlık Yapması

 

699- Abdullah İbn Abbas'ın şöyle dediği nakledilmiştir:

"Bir gece teyzemin yanında kalmıştım. Resûlullah .«i^raU ?a^m ^ ^^-kalkıp namaza durdu. Ben de kalktım ve ona uydum. Fakat sol tarafına dur muştum. Bunun üzerine Resûl-i Ekrem Efendimiz beni başımdan tutup sağ tara fına geçirdi."

 

60. İmam Namazı Çok Uzattığı İçin Cemaatin Namazdan Çıkıp Tek Başına Kılması

 

700- Câbir İbn Abdullah'ın şöyle dediği nakledilmiştir:

"Muaz İbn Cebel, Resulullah ile birlikte namaz kıldıktan sonra gider ve kabilesine imamlık yapardı.[26]

701- Câbir İbn Abdullah'ın şöyle dediği nakledilmiştir:

"Muaz İbn Cebel, Resulullah ile birlikte namaz kıldıktan sonra gider ve kabilesine imamlık yapardı. Bir defasında yatsı namazını kıldırır­ken Bakara'yı okumuştu. Bunun üzerine cemaatten birisi namazdan çıkmış (ve mescidin bir köşesinde tek başına namazını kılmışjtı. Galiba bu yüzden Muaz İbn Cebel o kişiyi diline dolamıştı.[27] Resulullah   aleyhi olay kendisine intikal edince Muaz'a üç defa: Sen insanları namazdan soğutan birisin.[28]

Râuî Resûlulîah'm bu sözünü şu şekilde de nakletmiştir: Sen insanları namazdan solutan biri oldun - demiş ve bundan böyle mufassal sûrelerin orta uzunlukta olanlarından iki sûre okumasını emretmişti."

Bu rivayeti nakleden Amr İbn Dînâr "Bu iki sûrenin hangi sûreler olduğunu hatırlamıyorum demiştir."

 

Açıklama

 

Rivayette geçen "Bakara'yı okumuştu" ifadesi, "Bu sûre anlatılırken sadece Bakam demek uygun değildir, bunun yerine Bakara sûresi denmelidir" diyenlere karşı bir delil teşkil eder. Dolayısıyla sûre kelimesi kullanılmadan Bakara de­mekte herhangi bir sakınca yoktur.

Bundan böyle mufassal sûrelerin orta uzunlukta olanlarından iki sûre oku­masını emretmişti şeklinde geçen Resulullah buyruğu Müslim­'in naklettiği İbn Uyeyne rivayetinde: "Şu ve şu sûreyi oku" şeklinde geçmekte­dir. İbn Uyeyne şöyle demiştir: "Amr İbn Dînâr'a 'Ebü'z-Zübeyr'in Câbir'den nak­lettiğine göre Resulullah, Muaz'a, Şems, Leyi ve A'lâ sûrelerini oku! diye emir buyurmuş, öyle mi?1 diye sorduğumda bana şu cevabı vermişti: Galiba bunun gibi bir emirdi."

Mufassal sûrelerle ilgili ayrıntılı açıklamalar ve farklı görüşler Kitâbu fezâili'I-Kur'on'da ele alınacaktır. Ancak burada belirtilen görüşler içinde en doğrusunun "Kufarim Kâj sûresinden başlayıp Nâs sûresi ile biten kısmıdır" şeklindeki görüş olduğunu belirtelim.

 

Hadislerden Çıkarılan Sonuçlar

 

1. Farz namaz kılmakta olan bir kimse nafile namaz kılan İmama uyabilir. Çünkü Muaz, Resulullah s^<^:,,. aleyhi ile birlikte kıldığı ilk namazda farza niyet ediyordu fakat kendi kabilesine namaz kıldırırken nafile namaz kılıyordu.

2. Cemaatin durumu gözetilerek namazı kısa tutmak ve insanlan sıkıntıya düşürecek şekilde uzatmamak müstehaptır, güzel bir davranıştır.

3. Kişinin yapması gereken iş veya gidermesi gereken İhtiyaç dünyevî bile olsa, namazı kısa tutmak için meşru bir mazerettir.

4. Aynı namazı bir gün içinde ikinci defa kılmakta herhangi bir sakınca yok­tur.[29]

5. Cemaat herhangi bir mazereti sebebiyle namazdan çıkabilir.

6. Eğer meşru bir mazereti ve gerekçesi varsa bir kimse cemaatle namaz kı­lanların bulunduğu bir mescitte tek başına namazını kılıp işine gücüne bakabilir.

7. Bir kimse hata yaptığı zaman onu tatlı bir dille uyarmak gerekir. Nitekim Resûlullah Muaz'ı uyarırken daha yumuşak bir form olan soru ifadesini kullanmıştır.[30]

8. Yanlış yapan kimseleri kaldırabilecekleri tarzda uyarmak gerekir. Burada uyarıyı yapan kimse yanlışı kabul etmediğini açıkça ifade etmeli ve sözlü ikazla yetinmelidir.

9.  Hatalı davranan kimseleri mazur görmek gerekir.

10.  Cemaati terk etmek ve cemaatten geri kalmak münafıkların hasletlerin­den ve davranışlarından biridir.[31]

 

61. İmam Kıyamı Kısa Ve Hafif Tutmalı Ancak Rükû Ve Secdeleri Tam Olarak Yerine Getirmelidir

 

702- Ebû Mesûd şöyle demiştir:

"Sahâbîlerden birisi gelip Resûlullah'a, Müer falanca imam na­mazı çok uzun kıldırdığı için sabah namazlarına gidemiyorum, diye şikayette bulunmuştu. Resûlullah'm o günkü gibi sinirlendiğini hiç gör­memiştim. Bunun üzerine çok sert bir konuşma yapmış ve şöyle buyurmuştu: "içinizde insanları (dinden ve namazdan) soğutan!uzaklaştıran kimse­ler var. Sizden birisi halka namaz kıldıracak olursa namazı kısa ve hafif tutsun. Çünkü onların içinde zayıf, hasta ve iş güç (ihtiyaç) sahibi kimseler bulunabilir."

 

Açıklama

 

Bana kalırsa İmam Buhârî âdeti olduğu üzere bu bâb başlığı ile hadisin baş­ka yollarla gelen nakillerinde geçen bazı hususlara işaret etmiştir. Bu rivayet yukarıda naklettiğimiz Muaz'la ilgili rivayetten farklıdır. Çünkü Muaz olayında kılman namaz yatsı namazıdır ve olay Benû Seleme mescidinde geçmektedir. Halbuki bu rivayette söz konusu olan sabah namazıdır ve olay Küba mescidinde yaşanmaktadır. Dolayısıyla bu rivayette adı zikredilmeyen imamın Muaz oldu­ğunu söyleyenler yanılmaktadır. Çünkü bu imam, Ebû Ya'lâ'nın Câbir İbn Abdullah'tan hasen bir senedle naklettiğine göre Übeyy İbn Ka'b'dır. Ebû Ya'lâ'mn rivayeti şöyledir: "Übeyy İbn Ka'b, Küba'da bölge halkına namaz kıldırıyordu. Namaza çok uzun bîr sûre okuyarak başladı. Ensârdan bir delikanlı da onunla birlikte namaza durmuştu. Fakat Übeyy'in uzun bir sûre okumaya başladığını görünce namazdan çıktı. Bu duruma sinirlenen Übeyy konuyu Resûlullah'a geti­rip o delikanlıyı şikayet etti. Delikanlı da gelip kendisini savundu ve Übeyy'in yaptıklarını Resûlullah'a anlattı. Resûlullah bu duruma çok kızmıştı; öfkesi yü­zünden okunuyordu. Cemaate dönerek şöyle buyurdu: İçinizde insanlan (din­den ve namazdan) soğutan, uzaklaştıran kimseler var. Halka namaz kıldırdığı­nızda namazı kısa ve hafif tutun. Çünkü onlann içinde zayıf, yaslı, hasta ve iş -güç (ihtiyaç) sahibi kimseler bulunabilir."

Ebû Ya'lâ'nm naklettiği rivayet, adı zikredilmeyen imamın kim olduğunu ve halka nerede namaz kıldırdığını açıklamaktadır. Ayrıca İmam Buhârî'nin kullan­dığı bâb başlığına da açıklık getirmektedir. Çünkü bâb başlığı kıyamın kısa tu­tulmasıyla ilgilidir ve Übeyy çok uzun bir sûre okuduğu için kıyamı uzatmıştır.

Bu rivayette geçen kelimesi Muaz olayını anlatan rivayette Resûlul-lah'm saiiaVshu aleyh ve Hiem (Sen insanları namazdan soğutan birisin şeklinde ter­cüme edilen) Sen fitneci misin? şeklindeki sözünü de açıklamaktadır. Buna göre bu ifadede geçen fitne kelimesi insanları soğutmak, ilgilerini azaltmak, nefret etmelerine sebep olmak gibi anlamlara gelmektedir.

Resûlullah'm namazı kısa ve hafif tutsun" şeklindeki buy­ruğu hakkında İbn Dakîk el-îyd şöyle demiştir: "Bir şeyi uzatmak veya kısa tut­mak tamamen göreceli  izafî şeylerdir. Çünkü herhangi bir iş, uygulama veya şey kimilerine göre kısa ve hafif olduğu halde bazılarına göre uzun ve ağır olabi­lir. Ayrıca fakihlerin, imam rükû ve secdede üç defadan fazla teşbih getirmeme­lidir, şeklindeki görüşleri Resûlullah'm deyhi rükû ve secdede üç defadan daha fazla teşbih getirdiğine dair rivayetlerle çelişmez. Çünkü ashâb-ı kiramın hayırlı işlere olan düşkünlüğü ve tutkusu üçten fazla getirilen teşbihin namazı uzatmak anlamına gelmediğini gösterir."

Bana göre namazın kısa tutulmasıyla ilgili ölçüyü en net veren rivayeti Ebû Davûd ve Nesâî Osman İbn Ebü'l-Âs'tan hasen bir senedle nakletmişlerdir. Bu rivayete göre Resûlullah Osman İbn Ebü'1-Âs'a şöyle buyur­muştur: "Sen kavminin imamısın. Onlara namaz kıldırırken en zayıf olanlarını göz önüne al ve ona göre hareket et!"

 

62. Bir Kimse Tek Başına Kıldığında Namazını İstediği Kadar Uzatabilir

 

703- Ebû Hureyre Resûlullah'ın şöyle buyurduğunu nakletmiştir:

Sizden birisi insanlara namaz kıldtnyorsa namazı kısa ve hafif tut­sun. Çünkü cemaat içinde zayıf, hasta ve yaşlı kimseler bulunabilir. Fakat tek başına kılıyorsa istediği kadar uzatsın."

 

Açıklama

 

İmam Buhârî'nin kullandığı bu bâb başlığı, Resûlullah'ın namazların kısa ve hafif tutulmasıyla İlgili genel nitelikli emrinin imamlık yapan kimseler hakkında olduğunu göstermektedir. Buna karşılık tek başına namaz kılan bir kimsenin namazı istediği kadar uzatmasında herhangi bir sakınca yok­tur. Bununla birlikte ileride açıklayacağımız gibi bir kimsenin namazın vakti çıka­cak kadar kıraati uzatması konusunda farklı görüşler bulunmaktadır. Bazı âlimler Resûlullah'm bu emrinin genel nitelikli oluşuna bakarak nama­zın vakti çıkacak kadar kıraati uzatmakta bir sakınca bulunmadığını söylemişler­dir. Mensubu bulunduğumuz Şafiî mezhebinden bazı fakihlerin doğru kabul ettiği görüş de budur. Fakat bu görüş hemen kabul edilebilecek gibi değildir. Zira konuyla ilgili olarak İmam Müslim'in Ebû Katâde'den naklettiği bir rivayette Resûlullah şöyle buyurmuştur: "Sonraki namazın vakti gi­rinceye kadar namazın geciktirilmesi aştrıya varan bir ihmalkârlıktır." Bu hadis görüldüğü gibi, söz konusu görüşün doğru olmadığını ortaya koymak­tadır. Namazın kemâlini artırmak için kıraati uzatmak kul açısından bir maslahat­tır, ancak namazın vaktinde kilınmaması veya vaktin dışına taşırılmasi mefse dettir. Kural olarak mefsedetin terk edilmesi maslahata göre hareket etmekten daha uygundur.

Bu hadisin genel anlamı namazın diğer rükünlerinin aceleye getirilmeden gereği gibi yerine getirilmesi gerektiğini de göstermektedir.

 

63. Namazı Çok Uzatan İmamın Şikayet Edil­mesi Ebû Üseyd Namazı Uzatan Oğluna Şöyle Demişti: Yavrucuğum Namazımızı Çok Uzattın!

 

704- Ebû Mesûd anlatıyor:

"Bir adam Resûlullah'a sallaiiahu dieyhî w. senem gelip; 'Ey Allah'ın Resulü, falanca imam namazı çok uzun kıldırdığı için sabah namazlarına gidemiyorum' diyerek şikayette bulunmuştu. Ben Resûlullah'ın aleyhi senem hiçbir yerde o gün kızdığı kadar kızdığını görmemiştim- Bunun üzerine ashabına dönüp şöyle bu­yurdu; Ey insanlar, sizin içinizde halkı (namazdan ve dinden) soğutan­lar var. Kim halka imamlık yapıp namaz kıldırtyorsa kısa tutsun. Çün­kü arkasında zayıf, yaşlı ve iş - güç (ihtiyaç) sahibi kimseler vardır."

705- Câbir Ibn Abdullah el-Ensârî anlatıyor:

"Bir gece yanında tarım ve sulamada kullandığı iki devesiyle bir adam gel­mişti. O sırada Muaz'ın namaz kıldırmakta olduğunu gördü. Develerini bırakıp Muâz'a uydu. Muaz o gece namazda Bakara  veya Nisa  sûresini okuyordu. Bunun üzerine adam namazdan çıktı. Bu adamcağız daha sonra, namazı bırak­tığı için Muâz'ın kendisi hakkında ileri geri konuştuğunu duydu. Resûlullah'a gelip Muâz'ı şikayet etti. Resûlullah Muâz'a üç defa 'Sen insanları (namazdan) soğutan biri misin ey Muâz' deyip ekledi; Alâ, Şems ve Leyi sûrelerini okuyarak namaz kıldırsan olmaz mıydı!? Arkanda yaşlı, zayıf ve İş -güç (ihtiyaç) sahibi insanlar namaz kılıyor..."

Rivayette geçen gece kelimesi kılınan namazın yatsı namazı olduğunu gös­terir.

 

64. Namazın Kısa Kılınmakla Birlikte Rükün­lerinin Tam Olarak Yerine Getirilmesi

 

706- Enes İbn Mâlik şöyle demiştir:

"Resûlullah ateyhi ve sellem namazım kısa kılmakla birlikte rükünlerini tam olarak yerine getirirdi."

 

65. Çocuğun Ağladığını Duyan Kimselerin Namazı Kısa Tutması

 

707- Ebû Katâde'den nakledildiğine göre Resûlullah en şöyle buyurmuştur:

"Bazen uzun uzun namaz ktlmak isteğiyle natnaza duruyorum ve bu sırada çocukların ağlama sesini duyuyorum. Bu durumda çocuğun annesine sıkıntı vermemek için namazımı kısa tutuyorum.[32]

708- Enes İbn Mâlik şöyle demiştir:

"(Resûluüah'm saiiaüâhu aleyh; w seiiem kıldırdığı namazlar kısa ve öz ama her yö­nüyle tam olurdu.) Ben şu ana kadar hiçbir imamın arkasında Resûlullah'in ve senem namazından daha kısa ve öz ama her yönüyle tam bir namaz kılmadım. O aleyhi ve seleni bir çocuğun ağlamasını duyacak olsa namazı kısaltırdı. Çünkü annenin çocuğu düşünerek namazdan geri kalacağından en­dişe ederdi."

709- Enes İbn Mâlik Resûlullah'in şöyle buyurduğunu nakletmiştir:

"Bazen namaza başlarken uzun uzun ktlmak istiyorum. Fakat bir çocuk ağlamasını duyunca namazımı kısa tutuyorum. Çünkü annenin çocuğun ağlaması dolayısıyla içinde hissettiği actma duygusunu çok iyi biliyorum."

710- Enes İbn Mâlik Resûlullah'm sahgcshu şöyle buyurduğunu nakletmiştir:

"Bazen namaza başlarken uzun uzun kılmak istiyorum. Fakat bir çocuk ağ­lamasını duyunca kısa tutuyorum. Çünkü annenin çocuğun ağlaması dolayısıyla içinde hissettiği acıma duygusunu çok iyi biliyorum."

 

Bu Hadislerden Çıkarılan Sonuçlar

 

1. Çocukların mescide getirilmesinde herhangi bir sakınca yoktur. Ancak bu hüküm hemen kabul edilebilecek gibi değildir. Çünkü çocuk ağladığında sesi duyulabilecek kadar mescide yakın bir evde bırakılmış olabilir.

2. Kadınlar erkeklerle birlikte cemaat olup namaz kılabilir.

3. Resûlullah ashabına ve ümmetine karşı çok şefkatli ve merhametli idi.

4. Namaz kıldınrken hem yaşlılar hem de çocuklar dikkate alınmalıdır.

Resûlullah'ın uzun uzun kılmak istiyorum" diye niyetlen­diği halde çocukları ve annelerini düşünerek bundan vazgeçmesi, müstehap olan bir iş yapmak üzere niyet edildikten sonra bundan vazgeçilebileceğini, söz konusu niyetin yerine getirilmesinin vacib olmadığını gösterir.

Resûlullah'm namazı annenin hissettiği acıma duygusu dolayısıyla kısalttığını göz önünde bulunduran bazı âlimler: "İmam birisinin ce­maate katılmak üzere mescide girdiğini hissederse rükûyu uzatabilir" demişlerdir. Fakat Ibnü'l-Müneyyir bu görüşle ilgili olarak şu değerlendirmeyi yapmıştır: "Namazı uzatmak ile kısa tutmak birbirinden tamamen farklı iki durumdur. Do­layısıyla namazın kısaltılmasını uzatmaya kıyas etmek doğru olmaz. Ayrıca bu hüküm Resûlullah'm gözettiği maksada da aykırıdır. Çünkü Resûlullah hafifletme yoluna gittiği halde bu hüküm sırf bir kişi için bütün bir cemaatin bekletilmesine ve sıkıntıya sokulmasına sebep olmakta­dır."

Fakat gelen kişinin namaza yetişebilmesi için rükûnun uzatılabileceği ile ilgili hüküm cemaate sıkıntı vermeyen durumlar için geçerli olabilir. Nitekim Ahmed Ibn Hanbel, İshâk İbn Râhûye ve Ebû Sevr gibi âlimler bir kimsenin cemaate yetişebilmesi için rükûnun uzatılabilmesini cemaate sıkıntı vermemesi kaydıyla kabul etmişlerdir. İbn Battal ve ondan daha önce Hattâbî bu görüşle ilgili olarak şu açıklamayı yapmışlardır: "Dünyevî bir ihtiyacın giderilmesi İçin namazın kısal­tılması caiz olduğuna göre, dînî bir ihtiyacın giderilebilmesi için namazı uzatmak haydi haydi caiz olmalıdır." Kurtubî, İbn Battal ve Hattâbî tarafından yapılan bu değerlendirme hakkında şunları söylemiştir: "Namazın uzatılması durumunda namaza matlûb olmayan bir eklemede bulunulmuş olur. Halbuki namazı kısalt­mak böyle değildir (çünkü kısaltma durumunda herhangi bir çıkarma olmaz), hatta daha güzel ve daha geçerlidir."

Konuyla ilgili olarak Şafiî mezhebine mensup âlimler arasında da görüş ay­rılıkları bulunmaktadır. İmam Nevevî Şafiî mezhebinin görüşünü "Mutlak olarak bu durumda namazı uzatmak müstehaptır" şeklinde nakletmiştir. Fakat Mehâ-milî'nin et-Tecrid adlı eserinde bunun mekruh olduğu zikredilmektedir. Evzâî, İmam Mâlik, Ebû Hanife ve Ebû Yûsuf'un görüşleri de mekruh olduğu yönün­dedir. Hatta İmam Muhammed: "Bu uzatmanın şirk olmasından korkarım" de­miştir.

 

66. Namazı Kılan Bir Kimsenin Daha Sonra Aynı Namazı Başkalarına Kıldırması

 

711- Câbir İbn Abdullah'ın şöyle dediği nakledilmiştir:

"Muaz İbn Cebel, Resûlullah ile birlikte namaz kıldıktan sonra gider ve kabilesine imamlık yapardı."

 

67. Bir Kimsenin İmamın Tekbirlerini Yüksek Sesle Tekrar Edip Cemaatin Duymasını Sağlaması

 

712- Hz. Aişe'nin şöyle dediği nakledilmiştir:

Resûlullah vefat etmesine sebep olan hastalığı sırasında Hz. Bilâl gelip namaz vaktinin girdiğini bildirdi. Resûlullah Ebû Bekir'e söyleyin cemaate namazı kıldırsın" buyurdu. Ben; "Ebû Bekir pek yufka yüreklidir; namazda senin yerine geçerse kendisini tutamayıp ağlar ve bu yüzden Kur'an okuyamaz" deyince Hz. Peygamber emrini tekrarladı; "Ebû Bekir'e söyleyin cemaate namazı kıldırsın!" Ben aynı şekilde Ebû Bekir'in durumunu ifade edince Hz. Peygamber emrini tekrar etti ve üçüncü veya dördüncü seferde şöyle dedi: "Yusufun başını derde sokan siz kadınlar deği! misiniz zaten!?, söyleyin Ebû Bekir'e cemaate namazı kıldırsın!" Bunun üzerine Ebû Bekir imamete geçip namazı kıldırmaya başladı.

Bu namazlardan biri kildınlırken Hz. Peygamber kendisini biraz daha iyi hissettiği için cemaate katılmak istedi. Ashabtan iki kişinin kollan arasında mescide gitti. Giderken takatsizliğinden dolayı mübarek ayaklarını yere sürüyerek zorla yürüdüğü hâlâ gözlerimin önündedir. Resûlullah'ın aileni geldiğini gören Hz. Ebû Bekir geri çekilmek istedi. Hz. Peygamber, namazı kıldırmaya devam et, anlamında eliyle işaret buyurdu. Fakat Hz. Ebû Bekir geri çekildi ve Resûîullah onun yanma oturdu. Bu sırada cemaate tekbirleri Hz. Ebû Bekir duyuruyordu."

 

68. Cemaatin İmama Tabî Olan Bir Kimseye Uyması

 

Resûlullah'm ve sebili şöyle buyurduğu nakledilmiştir: "Siz bana tabî olun, sizden sonrakiler de size uysun."

713- Hz. Aişe'nin şöyle dediği nakledilmiştir:

"Resûlullah'm vefatına sebep olan hastalığı iyice artmıştı. Hz. Bilâl gelip namaz vaktinin girdiğini bildirdi. Bunun üzerine Resûlullah Bekir'e söyleyin insanlara namazı kıldırsın' diye emir vermişti. Ben; 'Ebû Bekir pek yufka yürekli ve duygulu bir İnsandır, senin yerine geçtiği zaman hıçkıra hıçkira ağlamaktan sesini cemaate duyuramaz, Ömer'e söylesen de namazı o kıldırsa...' dedim ve hatta Hafsa'dan ResûluIIah'a gidip aynı şeyleri söylemesini istedim. O da gidip 'Ebû Bekir senin yerine geçtiği zaman hıçkıra hıçkıra ağlamaktan sesini cemaate duyuramaz, Ömer'e söylesen de namazı o kıldırsa1 dedi. Bunun üzerine Resûlullah Yusuf­'un başını derde sokan siz kadınlar değil misiniz zaten!?. Söyleyin Ebû Bekir'e namazı kıldırsın" diyerek emrini tekrarladı. Hz. Ebû Bekir namaza başlayınca Resûlullah kendisini biraz daha İyi hissetti ve İki kişinin kolları arasında kalkıp mescide geçti. Mescide varana kadar takatsizliğinden ayaklarını yere sürüyerek gitmişti. Ebû Bekir Resûlullah'ın geldiğini anla­yınca geriye doğru çekildi. Bunun üzerine Resûlulîah namaza devam et anlamında işaret etti ve gelip Ebû Bekir'in soluna oturdu. Bu sırada Ebû Bekir ayakta namaz kılıyor ve oturarak namaz kılmakta olan Resûlullah'a uyuyordu. Ashâb-ı kiram ise Ebû Bekir'e uyarak namazlarını kılıyorlardı."

 

69. İmam Kıldığı Namaz Konusunda Şüpheye Düşerse Cemaatin Sözüne İtibar Edebilir Mi?

 

714- Ebû Hureyre'nin şöyle dediği nakledilmiştir:

"Bir gün Resûlullah (dört rekatlıkbir namazı) iki rekat kılıp namazdan çıkmıştı. Bunun üzerine Zülyedeyn adlı sahâbî; 'Ey Allah'ın Resulü, namaz mı kısaltıldı yoksa unuttunuz mu?' diye sordu. Resûlullah cemaate; 'Zülyedeyn doğru mu söylüyor?' diye sorup onlardan evet ceva­bını aldıktan sonra iki rekat daha namaz kıldı. Sonra selâm verdi ve ardından tekbir getirip secde etti. Bu secdesi normal secdeleri gibi veya daha uzun idi."

715- Ebû Hureyre'nin şöyle dediği nakledilmiştir:

"Bir gün Resûlullah öğle namazını iki rekat kılmıştı. Kendisine namazı iki re­kat kıldığı söylentice kalkıp iki rekat daha namaz kıldı. Sonra selâm verdi ve ardından İki defa secde etti."

 

70. İmamın Namaz Kıldırırken Ağlaması

 

Abdullah İbn Şeddâd şöyle demiştir:

"Bir defasında en arka saflarda olduğum halde namaz kıldırmakta olan Hz. Ömer'in "Ben gam ve kederimi Allah'a arz ediyorum [33] âyetini okurken hıçkıra hıçkıra ağladığını duymuştum."

716- Müminlerin annesi Hz. Aişe şöyle demiştir:

"Resûlullah vefatına sebep olan hastalığı sırasında 'Ebû Bekir'e söyleyin insanlara namazı kıldırsın1 diye emir vermişti-. Ben 'Ebû Bekir senin yerine geçtiği zaman hıçkıra hıçkıra ağlamaktan sesini cemaate uîaştıra-maz, Ömer'e söyle namazı o kıldırsın' dedim ve hatta Hafsa'dan Resûlullah'a gidip aynı şeyleri söylemesini istedim. O da gidip 'Ebû Bekir senin yerine geçtiği zaman hıçkıra hıçkıra ağlamaktan sesini cemaate ulaştıramaz,, Ömer'e söyle namazı o kıldırsın' dedi. Bunun üzerine Resûlullah Yeter artık, "daha fazla üstüme gelmeyin, Yusuf un başım derde sokan siz kadınlar değil misiniz zaten!? Söyleyin Ebû Bekir'e namazı kıldırsın' diyerek emrini tekrarladı."

Hz. Hafsa bu olay üzerine Hz. Aişe'ye şöyle demiştir: "Senden bana bir fay­da geleceğini zaten hiç düşünmüyordum."

 

Açıklama

 

İmam Buhârî'nin kullandığı bu başlık imamın namaz kıldırırken ağlaması namazı bozar mı bozmaz mı anlamına gelir. Konuyla ilgili olarak nakledilen rivayetler namazda ağlamakta herhangi bir sakınca bulunmadığını gösterir. Bu­nunla birlikte Şa'bî, İbrâhîm en-Nehaî ve Süfyân es-Sevrî gibi âlimler ağlamanın ve inlemenin namazı bozacağını söylemişlerdir. Mâlikîler'e ve Hanefîler'e göre cehennem ateşini anmak ve Allah korkusuyla ürpermek gibi hallerden dolayı ağîanmışsa namaz bozulmaz.

Şafiî mezhebinde konuyla ilgili olarak üç ayrı görüş zikredilmiştir:

a. Şâfiîler'de en doğru olarak kabul edilen görüşe göre ağlayan kişinin ağ­zından iki harf çıkacak olursa namaz bozulur aksi halde bozulmaz.

b. Ağlamak namazı bozmaz. Çünkü ağlamak söz (kelâm) sayılamaz. Zira ağ­larken çıkan sesler anlamlı harfler değildir.

c. Kaffâl'den nakledilen görüşe göre ağlayan kişinin ağzı kapalı ise namaz bozulmaz ancak ağzı açık ve ağzından İki harf çıkmışsa namaz bozulur.

Ancak ikinci görüşün delili daha kuvvetlidir.

Bazı gruplar gülmeyi ağlamakla aynı kategoride değerlendirdikleri için gül­meye ağlamakla aynı hükmü vermişlerdir. Mütevelli şöyle demiştir: "Fakat daha açık ve doğru olan görüş gülmenin mutlak olarak namazı bozmasıdır. Çünkü gülmek namazın tabiatına terstir, namazda gösterilmesi gereken vakan zedeler." Mütevellî'nin belirttiği bu görüş Özü itibariyle daha güçlüdür. Her şeyin en doğ­rusunu sadece Allah (c.c) bilir.

(Hıçkıra hıçkıra ağlamak şeklinde tercüme ettiğimiz) kelimesiyle ilgili

olarak İbn Fâris şu açıklamayı yapmıştır: "Bir kimsenin hıçkırarak ağlaması feryâd ü figân etmeden sanki boğazına bir şeyler düğümleniyormuş gibi yutku­narak ağlamasıdır."

 

71. Namaz İçin Kamet Getirildiğinde Ve Kamet Getirildikten Sonra Safların Düzeltilmesi

 

717- Nu'mân İbn Beşîr Resûlullah'm şöyle buyurduğunu nakletmiştir:

"Ya saflarınızı iyice düzeltirsiniz   veya Allah (c.c) yüzlerinizi ter­sine çevirecektir."

718- Enes İbn Mâlİk'ten nakledildiğine göre Resûlullah şöyle buyurmuştur:

"Safları çok düzgün tutunuz. Çünkü ben sizi arkamdan da görüyorum.

 

Açıklama

 

Safların düzeltilmesinden maksat, cemaatin aynı hizada durmaları ve saflar arasındaki boşlukların doldurulmasıdır.

Allah (c.c) yüzlerinizi tersine çevirecektir ifadesiyle İlgili olarak farklı yo­rumlar yapılmıştır, Bazılarına göre bu ifade gerçek anlamında alınmalıdır. Buna göre yüzlerin tersine çevrilmesi yüzün yaratılmış olduğu şeklin dışında bir şekil almasıdır. Buna göre yüzün ense tarafına dönüştürülmesi gibi durumlar yüzlerin tersine çevrilmesidir. Bu yönüyle Resûlullah'm buradaki tehdidi daha önce açıkladığımız İmamdan önce kalkan kimselerin başının merkep başına dönüştürülmesiyle ilgili tehdidine benzemektedir. Resûlullah'm  safları düzeltmeyenleri bu şekilde tehdit etmesi bize şunu göstermektedir:

Buradaki tehdit, işlenen suç ile aynı türdendir; safları düzeltmeyip saf düze­nini bozanlar, yüzlerinin tabiî şeklinin bozulması ile cezalandırılacaklardır. Bu açıklamalara göre safların düzeltilmesi vacib, saf düzenine aykırı hareket etmek ise haram olmaktadır. Konuyla ilgili ayrıntılı açıklamalar ileride gelecektir.

İmam Nevevî Resûlullah'ın bu tehdidi ile ilgili olarak şu değerlendirmeyi yapmıştır: "Safları düzeltmemek aranıza düşmanlık ve kin sokar, kalplerinizi birbirinizden soğutur. Nitekim falan kişinin yüzü  bakışları bana karşı ekşidi, değişti, ifadesi onun yüzünden anladığım kadanyla doğru gitmeyen, hoş olmayan durumlardan dolayı bana karşı kırgın anlamında kullanılır."

Resûlullah'm ve seüem arkasından görebilmesi konusu da gerçek anlamında alınmalıdır. Resûlullah'm arkasında olup bitenleri görmesini şu şekilde tevil edenler olmuştur; Allah (c.c), arkasında olup bitenlerle ilgili olarak Resûlullah ve saikın için zorunlu bir bilgi yaratırdı. Fakat bize göre bu hususu tevile gitmeden gerçek anlamıyla kabul etmek gerekir.

Nitekim Zeyn İbnü'l-Müneyyir de konuyla ilgili kanaatlerini belirtirken tevile gidilmemesi gerektiğini söyler: "Resûlullah'm arkasından göre­bilmesini tevil etmemek gerekir. Çünkü bu durum dînî hükümleri koyan (sâri') Resûl-i Ekrem'in sözlerini herhangi bir zorunluluk bulunmadığı halde anlamsız hale getirmek ve ihmal etmek (ta'tîl) demektir."

Kurtubî'nin değerlendirmesi ise şöyledir: "Bu ifadeyi tevile gitmeden zahirî anlamıyla (ilk bakışta anlaşılan gerçek anlam) ele almak daha uygundur. Çünkü gerçek anlamın kabul edilmesi Resûlullah için ek bir üstünlüğe işaret etmektedir."

 

72. İmamın Safları Düzeltirken Yüzünü Cemaate Dönmesi

 

719- Enes İbn Mâük'in şöyle dediği nakledilmiştir:

"Kılacağımız namaz için kamet getirilmişti. Resûlullah yü­zünü bize dönerek şöyle buyurdu: Saflarınızı iyice düzeltin, aranızda hiçbir boştuk bırakmayacak şekilde birbirinize kenetlenin. Zira ben sizi ar­kamdan da görüyorum."

Bu rivayet kamet getirilirken ve henüz namaza başlanmadan önce konuş­makta herhangi bir sakınca olmadığını gösterir.

İmamm cemaatini kontrol etmesi, dînî hükümlere aykırı davranışlardan sa­kındırması ve onlara şefkat göstermesi gerektiğini bu rivayetten anlıyoruz.

 

73. Namazda İlk Safa Durmanın Fazileti

 

720- Ebû Hüreyre Resûlullah'ın şöyle buyurduğunu nakletmiştir:

"Şehitler şunlardır: Boğulanlar, bulaşıcı hastalıklardan ölenler, ka­rın ağrısından ölenler ve göçük / yıkıntı altında kalanlar."

721- Ebû Hureyre Resûlullah'm şöyle buyurduğunu nakletmiştir:

"Eğer insanlar namaza erkenden gelmenin ne kadar faziletli olduğunu bil­selerdi mescide ilk gelen kişi olmak için birbirleriyle yansırlardı; şayet insanlar yatsı ve sabah namazlarının kıymetini bilselerdi bu namazlara sürünmek zo­runda kalsalar da gelirlerdi; eğer insanlar ilk safta yer almanın değerini bilselerdi bunun için aralarında kura çekerlerdi."

 

Açıklama

 

İlk saf imamın hemen arkasında yer alanların oluşturduğu saftır. İlk safta yer almanın kula pek çok maddî ve manevî yarar sağladığını söyleyen âlimler şu konulara işaret etmişlerdir: Namaz vecibesi bir an önce ifa edilmiş olur, mescide ilk girenlerden olma saadetine erilir, imama yakın durulduğu için kıraatini daha rahat dinlemek mümkün olur, okunan âyetler öğrenilir, yanılan imamı uyarmak ve düzeltmek mümkün olur, namaz kılarken önünden hiç kimse geçemez, kişi önünde olanların namazlarıyla ilgilenmeyip sadece kendi namazıyla meşgul olur ve secde ettiği yerde başkalarının ayaklarıyla ve elbiselerinin etekleriyle uğraş­mak zorunda kalmaz.

 

74. Safların Düzgün Tutulması Namazın Düzgün Kılındığını Gösteren Temel Bir Unsurdur

 

722- Ebû Hüreyre Resûlullah'm şöyle buyurduğunu nakletmiştir:

 İmam kendisine uyulması için vardır; ona aykırı hareket etmeyin. O rükû'a vardığında siz de rükû edin, (Allah kendisine hamd edenleri işitir) dediği zaman siz (Rabbimiz, hamd sana mahsustur) deyin, o secde edince siz de secde edin, o oturarak kılıyorsa siz de oturarak kılın. Ve namaz kılarken safları düzgün tutun. Çünkü safların düzgün tutulması namazı güzelleştiren temel unsurlar­dandır.[34]

723- Enes İbn Mâlik Resûlullah'tn şöyle buyurduğunu nakletmiştir:

Safları iyice düzeltin. Çünkü safları düzeltmek namazın tam an­lamıyla ikâme edildiğini gösteren unsurlardan biridir."

 

75. Safları Düzgün Tutmamak Bir Günahtır

 

724- Büşeyr İbn Yesâr naklediyor:

"Enes İbn Mâlik bir defasında Medine'ye gelmişti. Kendisine 'Resûluilah'ın zamanından şu ana kadar bizde uygun görmediğin ve reddet­tiğin bir şey gördün mü?' diye sordular. O da şu cevabı verdi: Safları düzgün tutmamanız dışında sizde uygun görmediğim ve reddettiğim bir şey yok."

 

76. Safta Omuz Omuza Vermek Ve Ayakları Birbirine Değdirmek

 

Nu'mân İbn Beşîr şöyle demiştir: "Dostlarımızın namazda saf tutarken to­puklarını birbirlerinin topuklarına değdirdiklerini gördüm."

725- Enes İbn Mâlik Resûlullah'm  "Saflarınızı düzgün tutun. Çünkü ben sizleri arkamdan da görüyorum." buyurduğunu nakledip şöyle demiştir; "Resûlullah'ın bu emri dolayısıyla her birimiz omuz omuza verir ayaklarımızı birbirimizin ayaklarına değdir irdik."

 

Açıklama

 

İmâm Buhârî'nin kullandığı bu bâb başlığı safların düzgün tutulması ve boş­lukların tamamen doldurulması konusunda ziyadesiyle titiz davranmak ge­rektiğini vurgulamaktadır. Saflarda boşluk bırakılmaması yönünde Resûlullah'm pek çok emri ve teşvik edici ifadeleri vardır. Bu hadisler içinde konuyu bütün kapsamıyla ele alan rivayet ise Ebû Davud'un Abdullah İbn Ömer'den naklettiği şu hadistir: "Resûlullah şöyle buyurdu: Saflarınızı düzgün tutun, omuzlarınızı aynı hizaya getirin, bütün boşlukları dol­durun, şeytanın aranıza girebileceği boşluklar bırakmayın. Kim safları tamamla­yıp birleştirirse Allah lütfü ve insanıyla ona yaklaşır, kim de safları bozar ve keserse Allah onu mahrum bırakır." İbn Huzeyme ve Hâkim bu hadisin sahih ol­duğunu söylemişlerdir.

 

77. Bir Kimse İmamın Sol Tarafında Namaza Durduktan Sonra İmam Onu Tutup Arkasından Sağ Tarafına Geçirirse Namazı Bozulmaz    

 

726- Abdullah İbn Abbas şöyle demiştir:

"Bir gece Resûlullah akyhi ile birlikte namaz kılmıştım. O na­mazda Resûl-i Ekrem'in saüaiîâhu aleyhi ve sftüem sol tarafına durmuştum. Bunun üze­rine Resûlullah arkamdan tutup sağ tarafına geçirdi. Namazını bitirdikten sonra birazcık uzandı. Bir süre sonra müezzin gelip namaz vaktinin girdiğini bildirdi. Resûlullah abdest almadan mescide geçip namazı kıldırdı."

 

78. Kadın Tek Başına Saf Olabilir

 

727- Enes İbn Mâlik şöyle demiştir:

"Bir gün bizim evimizde Resûlullah'ın saifeiiâhu aleyhi arkasında bir ye­timle birlikte namaz kılmıştık. Annem Ummü Süleym de bizim arkamızda na­maza durmuştu."

 

Açıklama

 

Bu konu başlığı kadının cemaatle namaz kılınırken tek başına bulunsa bile bir saf sayılacağını gösterir. Dolayısıyla Tek kişiden saf oluşmaz, namazda saf oluşabilmesi için en az iki kişi gerekir' diyen el-İsmâîlî'nin itirazının yerinde ol­madığını anlarız. İmam Buhârî'nin kullandığı bu başlık İbn Abdilberr'İn Hz. Âişe'den merfû olarak naklettiği bir hadistir: "Kadın tek basma saf olur."

(Annem Ümmü Süleym de bizim arkamızda namaza durmuştu) ifadesi ka­dının erkeklerle aynı safta bulunmaması gerektiğini gösterir. Zira bu durum er­keklerin namaza kendilerini tam olarak vermelerini engelleyebilir. Bununla bir­likte kadın bu hükme aykırı hareket eder ve erkeklerle aynı safta namaza du­rursa âlimlerin çoğunluğuna göre namazı geçerli olur. Hanefîler ise bu durumda kadının değil erkeklerin namazının bozulacağını söyler. Fakat bu görüş hiç tutarlı ve açıklanabilir değildir.

İbn Reşîd şöyle demiştir: "Öyle anlaşılıyor ki, İmam Buhârî'nin bu başlığı koymaktaki maksadı kadınların tek kişi olarak saf sayılıp sayılmayacaklarını ve onlarla ilgili hükmün 'Safların arkasında tek başına imama uyan kişinin namazı olmaz' hadisinde ifade ediien genel hüküm kapsamında olmadığını göstermektir. Zira bu hadiste sadece erkeklerin durumu anlatılmaktadır."

Bu hadisi İbn Hibbân, Ali İbn Şeybân'dan tahric etmiştir. Fakat sahih olup olmadığı konusu şüphelidir. 114. bâb başlığı altında bu konuya değineceğiz.

İbn Battal, Ahmed İbn Hanbel'e muhalif bir görüş benimsemiş ve bu hadise dayanarak safların arkasında tek başına imama uyan bir kimsenin namazının geçerli olacağını belirtmiştir. Ona göre; "Böyle bir hüküm kadınlar hakkında mümkün ise erkekler hakkında da mümkün olmalıdır."

Fakat bu görüşü kabul etmeyenler İbn Battâl'a karşı şunları söyleyebilir: "Kadınların safların arkasında tek başına imama tabî olduklarında namazlarının geçerli olması hükmü, onların erkeklerle aynı safta yer alamayacakları hükmüne dayanır. Halbuki erkekler için böyle bir zorunluluk yoktur; bir erkek erkeklerin bulunduğu bir safa girebilir, onları sıkıştırabilir ve gerektiğinde en arkadakilerden birini çekip onunla birlikte saf oluşturabilir.[35] Dolayısıyla bu yönüyle kadınlarla erkekler birbirinden farklıdır."

 

79. Cemaat Mescidin Ve İmamın Sağında Durur

 

728- Şa'bî Abdullah İbn Abbas'm şöyle dediğini nakletmiştir:

"Bir gece Resûlullah'm sol tarafında durmuştum. Beni elimden kolumdan da demiş olabilir tutup sağ tarafına geçirdi. O an beni eliyle arkamdan kavramıştı.

 

Açıklama

 

İmam Buhârî bu bâb başlığı altında Abdullah İbn Abbas hadisini özet olarak zikretmiştir. (Başlıkta mescidin ve imamın sağ tarafında durmak anlatıldığı halde rivayette sadece imamdan söz edilmektedir.) Burada başlık ile rivayet arasındaki uyum hakkında şunu söyleyebiliriz: Başlığın rivayette geçen imamı doğrudan kapsamına aldığı açıktır. Mescidin sağında durmak ise buna bağlı bir sonuçtur; İmamın sağma durmak, mescidin de sağına durmak anlamına gelir.

İmam Buhârî bu başlık ile sanki Nesâî'nin Berâ İbn Azib'den sahih bir sened İle naklettiği şu hadise işaret etmiştir: "Biz Resûlullah'ın arka­sında namaz kıldığımız zaman onun sağ tarafına durmayı çok isterdik."

Ebû Davud'un hasen bir senedle Hz. Aişe'den naklettiği bir hadis de şöyledir:

Allah ve melekler safların sağ taraflarına salât ederler."

 

80. İmam İle Cemaat Arasında Duvar Veya Sütre Bulunması

 

Hasan-ı Basrî şöyle demiştir: "Namaz kılarken imamla aranızdan bir ırmak bile geçse bunun namaza bir zararı olmaz."

Ebû Miclez şöyle demiştir: "Kişi imamın getirdiği tekbirleri duyuyorsa arala­rında yol veya duvar bile bulunsa o imama uyarak namaz kılabilir."

729- Hz. Aişe şöyle demiştir:

"Resûlullah bir gece odalarından birinde namaz kılıyordu. Odanın duvarı biraz alçak olduğu için insanlar O'nu görebiliyordu. Bunun üze­rine ashabtan bir kısmı O'na uyarak namaz kılmaya başladı. Sabah olunca bu yaptıklarını Resûlullah'a arz ettiler. Resûl-i Ekrem ikinci gece de kalkıp namaz kılmaya başladı. Bunu görenler yine O'na uya­rak namaz kıldılar. Bu durum iki veya üç Qece devam etti. Fakat bundan sonra Resûlullah bir daha kalkıp namaz kılmadı, odasında kaldı. Sabah olunca ashâb-ı kiram bunun sebebini öğrenmek istediler. Nebiyy-i Ekrem Efendimiz şöyle buyurdu: Gece namazının size farz kılınmasından kork­tum.[36]

 

Açıklama

 

İmam ile cemaat arasında duvar veya sütre bulunması şeklinde verilen bu başlık, bu durumda İmama uymanın mümkün olup olmadığını ele almaktadır. İmam Buhârî'nİn başlıkları kullanırken takip ettiği metottan anladığımız kadarıyla bu durumda olan bir imama uymak ona göre mümkündür. Mâlİkî mezhebinin görüşü de bu yöndedir. Çok farklı görüşlerin belirtildiği bu konuda zikredilen bir görüş de mescid ile diğer mekanların birbirinden ayırılması gerektiği doğrultu­sundadır.

 

81. Gece Namazı

 

730- Hz. Aişe şöyle demiştir:

"Resûlullah'ın saiuiâhu aieytıî ve gündüzleri sergi olarak kullandığı bir hasırı vardı. Bu hasırı geceleri iki duvar arasına gererek kendisine bir oda yapardı. Ashâb-ı kiram Resûlullah'ın basma üşüşür ve arkasında namaz kılarlardı.

731- Büsr İbn Saîd, Zeyd İbn Sâbit'in şöyle dediğini nakletmiştir:

"Resûlullah  kendisine Ramazan'da bir oda yapmıştı. Ravi şöyle demiştir; Zannederim Zeyd, Resûlullah'ın bu odayı hasırdan oluşturduğunu söylemişti. - Bu odada birkaç gece namaz kıldı. Ashâb-ı kiram da tabi olarak namaz kılmaya başladılar. Resûlullah ashabının bu şekilde namaz kıldıklarını öğrenince artık namaz kılmaya kalkmadı. Ertesi günlerde ashabına şöyle buyurdu: Ben sizin yaptıklarınızı öğrenmiş bulunuyorum. Beni dinleyin ey insanlar, bundan böyle na­mazlarınızı evlerinizde küm. Çünkü farz namazlar (mektûbe) dışındaki namazların en faziletlisi kişinin evinde kıldığı namazdır.[37]

 

Açıklama

 

Resûlullah'm: "Çünkü farz namazlar (mektûbe) namazların en fa­ziletlisi kişinin evinde kıldığı namazdır" hadisinin zahirî nafile namaz kap­samına giren bütün namazları içermektedir. Çünkü aeçen mektûbe kelimesi farz namazları anlatır. Ancak cemaatle k!İınrnası zorunlu olan ve sadece mescitte kıhnabilen  tahiyyetü'l-mescid namaa, ha­disteki genel ifadenin kapsamına girmez. Mektûbe edilen na­mazlar beş vakit kılınan farz namazlardır. Nezretmek herhangi bir ârizî se­bebe bağlı olarak vacib olan namazlar mektûbe kapsarrlına girmez

İmam Nevevî şöyle demiştir: "Resûlullah ummetini nafjie namazları evde kılmaya teşvik etmiştir. Çünkü evde nafile namazlar sa­dece kul ile Allah arasında olacak kadar gizlidir ve uzaktır Ayrıca bu şekilde ev bereketlenir, o eve Allah'ın rahmeti iner ve geytanlar o eve yaklasamaz.

 

82. Namaza Tekbir Getirerek Başlamanın Gerekliliği

 

732- Enes İbn Mâlik'in şöyle dediği nakledilmiştir:

"Resûlullah bir defasında bindiği attan düşmüş ve sağ ya­nını incitmişti. Bu yüzden o gün bize namazlardan birisini oturarak kıldırmıştı. Biz de O'nun arkasında namazlarımızı oturarak kılmıştık. Resûl-i Ekrem Efendi­miz namazı bitirip selâm verince şöyle buyurmuştu: imam kendisine uyulması için vardır; o ayakta namaz kılıyorsa siz de na­mazlarınızı ayakta kılın, o rükûya vardığında siz de rükû edin, o kalk­tığında siz de kalkın, o secde ettiğinde siz de secde edin, (Allah kendisine hamd edenleri işitir) dediği zaman siz (Rabbimiz, ve hamd sana mahsustur) deyin."

 Enes İbn Mâlik'in şöyle dediği nakledilmiştir:

733- "Resûlullah bir defasında bindiği attan düşmüş ve yaralanmıştı. Bu yüzden bize oturarak namaz kıldırmıştı. Biz de O'nunla birlikte namazlarımızı oturarak kılmıştık. Resûl-i Ekrem Efendimiz namazı bitirince şöyİe buyurmuştu: İmam kendisine uyulması için vardır ya da imam kendi­sine uyulması İçindir tekbir getirdiğinde siz de tekbir getirin, o rükû'a vardığında siz de rükû edin, o kalktığında siz de kalkın, (Allah kendisine hamd edenleri işitir) dediği zaman siz (Rabbimiz, hamd sana mahsustur) deyin, o secde ettiğinde siz de secde edin."

734- Ebû Hureyre Resûlullah'ın şöyle buyurduğunu nakletmiştir:

"İmam kendisine uyulması için vardır; o tekbir getirdiğinde siz de tekbir getirin, o rükû'a vardığında siz de rükû edin  (Allah kendisine hamd edenleri işitir) dediği zaman (Rabbimiz, ve hamd sana mahsustur) deyin, o secde ettiğinde siz de secde edin, o oturarak namaz kılıyorsa siz de hep birlikte oturarak namaztartntzt kılın."

 

Açıklama

 

Konu başlığında geçen ^bil kelimesi namaza başlamak anlamına gelir. İmam Buhârî koymuş olduğu bu başlık ile Hz. Aişe'den nakledilen şu hadise işaret etmiş olmalıdır: "Resûlullah namaza tekbir getirerek baş­lardı." 85. bâbda nakledilen İbn Ömer hadisi de şöyledir: "Resûlullah'm namaza başlarken tekbîr lafzını kullandığını gördüm." İmam Buhârî bu iki hadisi namaza başlarken tekbir lafzı dışında - Allah'ı yüceltme anlamı taşısa bile herhangi bir ifadenin kullanılamayacağını göstermek İçin zikretmiştir. Zaten Ebû Yûsuf'un da muvafakat ettiği Alimlerin çoğunluğunun görüşü bu yöndedir. Hanefîler'den nakledilen görüş ise tekbir dışında Allah'ı yüceltme an­lamı taşıyan tazim İfadelerinin tamamının namaza başlarken kullanılabileceği doğrultusundadır.

Çoğunluğun kabul ettiği görüşün delillerinden biri de Ebû Davud'un naklet­tiği Rifâa hadisidir: "Abdesti gereği gibi alıp ardından tekbir getirmediği sürece hiç kimsenin namazı tamam olmaz." Taberânî bu hadisi: ardından Allâh-u Ekber demediği sürece..." şeklinde nakletmiştir.

Not: Namaza başlarken tekbir getirmek (Allah-u Ekber demek) âlimlerin ço­ğuna göre namazın bir rüknü iken bunun rükün değil şart olduğu da söylenmiş­tir. Şart olduğunu söyleyenler ise Hanefîlerdir.

Uyarı: Namazda niyetin gerekliliği konusunda hiçbir görüş ayrılığı yoktur.

 

83. Namaza Başlamak Üzere Tekbir Getirirken Aynı Anda Ellerin De Kaldırılması

 

735- Salim İbn Abdullah babasının şöyle dediğini nakletmiştir:

"Resûlullah namaza başladığı zaman ellerini omuzları hi­zasında kaldırırdı. Rükû için tekbir getirdiğinde ve başını rükûdan kaldırıp doğ­rulunca aynı şekilde ellerini kaldırırdı ve (Allah kendisine hamd edenleri işitir. Rabbimiz, ve hamd sana mahsustur) derdi. Fakat secdelerde ellerini kaldırmazdı.[38]

 

Açıklama

 

Namaza başlarken ilk tekbirle birlikte ellerin de kaldırılması gerekir. Bununla ilgili olarak bazı âlimler şöyle demişlerdir: "Tekbir getirirken aynı anda elleri de kaldırmak cemaatten sağır olanların namaza başlandığını görmesini sağlar. Kör olanlar ise tekbir getirilince namazın başladığını anlarlar."

Tekbir getirirken aynı anda ellerin de kaldırılmasıyla ilgili olarak daha önce bası inceliklere ve hikmetlere değinmiştik. Burada bir kısmını tekrar etmek fay­dalı olacaktır: Elleri kaldırmak dünyayı elimizin tersiyle atıp bütün varlığımızla Allah'a kulluğa yönelmeyi simgeler. Elleri kaldırmak Allah'a tam anlamıyla teslim olduğumuzu ve boyun eğdiğimizi ifade eder; böylece Allah en büyüktür derken ellerimizi de kaldırarak sözümüzü fiilimizle tasdik etmiş oluruz. Elleri kaldırmak başlamakta olduğumuz eylemin, namazın ne kadar önemli ve yüce bir amel olduğunu gösterir.

Rebî şöyle demiştir: birgün İmam Şafiî'ye "Namazda elleri kaldırmanın an­lamı nedir?" diye sordum bana şöyle dedi: "Cenâb-ı Hakkı yüceltmek ve Resu­lünün sünnetine bağlı olduğunu ifade etmek anlamına gelir." İbn Abdilberr, İbn Ömer'in şöyle dediğini nakletmiştir: "Elleri kaldırmak namazın zinetidir." Ukbe İbn Amir şöyle demiştir: "Ellerin her kaldırılması için on sevap yazılır; her par­mak için bir sevap vardır." İmam Nevevî Müslim şerhinde şunları söylemektedir: "Namaza başlarken tekbirle birlikte elleri kaldırmanın müstehap olduğu konusunda icma vardır... Bununla birlikte namazda gerek ilk tekbirle beraber gerek rükûya giderken ve rükûdan doğrulurken getirilen tekbirle beraber elleri kaldır­manın mutlak surette gerekli olmadığı konusunda da icma bulunmaktadır. Dâvûd ez-Zâhirî'nin ilk tekbirde elleri kaldırmayı mutlak gereklilik olarak gördü­ğüne dair bir görüş rivayet edilmiştir. Mensubu bulunduğumuz Şafiî mezhebi âlimlerinden Ahmed İbn Seyyar da bu görüşü benimsemiştir."

Konuyla ilgili olarak serdedilen en tutarlı ve kabul edilebilir görüş İbnü'l-Münzir'e aittir: "ResûlulJah'ın namaza başladığında tekbir geti­rirken ellerini kaldırdığı konusunda Müslümanlar arasında hiçbir görüş ayrılığı bulunmamaktadır." İbn Abdilberr'in görüşü de aynı niteliktedir: "Alimler namaza başlarken elleri kaldırmanın caiz olduğu konusunda icma etmişlerdir." Ancak ilk tekbirde elleri kaldırmanın gerekli [39] olduğunu söyleyenler arasında Evzâî, İmam Buhârî'nin hocası Humeydî, Hâkim'in naklettiğine göre Şâfiîler'den İbn Huzeyme ve Kâdî Hüseyin'in naklettiğine göre Ahmed İbn Hanbel gibi alimleri sayabiliriz.

İbn Abdilberr şöyle demiştir: "İlk tekbirde elleri kaldırmanın gerekli (farz) ol­duğunu kabul eden âlimlerin hiçbiri eller kaldırılmadığı zaman namazın geçersiz olacağını söylememiştir. Sadece Evzâî ve Humeydî kendilerinden nakledilen bir rivayete göre bu durumda namazın geçersiz olacağını söylemişlerdir."

Hanefî âlimlerinden bir kısmının naklettiğine göre Ebû Hanife ilk tekbirde ellerini kaldırmayan kişinin günahkâr olacağını söylemiştir.

 

 

84. Namaza Başlarken, Rükûya Giderken Ve Rükûdan Doğrulurken Tekbir Getirilince Elleri Kaldırmak

 

736- Abdullah İbn Ömer şöyle demiştir:

"Resûlullah'm namaza başladığında ellerini omuzlan hiza­sına kadar kaldırdığını gördüm. Tekbir alıp rükûya giderken ve rükûdan başını kaldırıp (Allah kendisine hamd edenleri işitir) diyerek doğru­lurken de aynı şekilde ellerini kaldırırdı. Fakat secdelerde bunu yapmazdı."

737- Ebû Kılâbe'den nakledildiğine göre kendisi bir gün Mâlik İbn Hu-yeyris'i namaz kılarken görmüştü. Mâlik namaza başlamak üzere tekbir getirdi­ğinde, rükûya giderken, rükûdan başını kaldırıp doğrulurken ellerini kaldırmış ve Resûlullah'm da aynı şekilde namaz kıldırdığını söylemişti.

 

Açıklama

 

İmam Buhârî bu konuyla ilgili olarak müstakil bir cüz [40] telif etmiştir. Söz konusu telifinde Hasan-ı Basrî ile Humeyd İbn Hilal'den ashâb-ı kiramın bu şe­kilde ellerini kaldırdıklarını nakîetmiştîr.

İmam Buhârî şöyle demiştir: "Hasan-ı Basrî ashabın namazda ellerini kaldır­dıklarını söylerken onlardan hiçbirini istisna etmemiştir.

İbn Abdilberr: "Rükûya giderken ve rükûdan doğrulurken ellerini kaldırma­dıkları nakledilen herkes hakkında bunu yaptıklarına dair rivayetler de nakledil­miştir. Sadece Abdullah İbn Mesud'dan elini kaldırdığına dair bir rivayet nakle-dilmemiştir" demektedir.

Muhammed İbn Nasr el-Mervezî şöyle der: "Kûfeliler hariç diğer şehirlerde yaşayan bütün âlimler rükûya giderken ve rükûdan doğrulurken elleri kaldırma­nın meşruiyeti konusunda icma etmişlerdir.

İbn Abdilberr şöyle demiştir: "İbnü'l-Kâsım dışında hiç kimse İmam Mâlikten bu iki durumda ellerin kaldırılmaması gerektiğine dair bir görüş rivayet etmemiş­tir.

Bizim (Şâfiîlerin) kabul ettiğimiz görüş Abdullah İbn Ömer hadisine dayana­rak ellerin kaldırılması gerektiği yönündedir. İbn Vehb ve diğerlerinin İmam Mâ­likten naklettikleri görüş de budur. Tirmizî de Mâlikten ellerin kaldırılması ge­rektiği dışında bir görüş nakletmiş değildir. Hattâbî ve bu konuda onun görü­şünü sürdüren Kurtubî, bu görüşün İmam Mâlikten nakledilen en son ve en doğru görüş olduğunu söylemişlerdir. Ben İbnü'l-Kâsim'dan nakledilen görüş dı­şında Mâlikîler'in ellerin kaldırılmaması gerektiğine dair bir iddialannm olduğunu görmedim.

Hanefîler'in bu konudaki dayanakları ise Mücâhidten nakledilen bir riva­yettir. Bu rivayete göre Mücahid bir defasında İbn Ömer'in arkasında namaz kılmış ve onun ellerini kaldırdığını görmemiştir. Ancak bu rivayetin senedinde problem bulunmaktadır. Çünkü bu rivayetin senedinde bulunanlardan Ebû Be­kir İbn Ayyaş ömrünün sonlarına doğru hafıza problemleri yaşamış ve kendi­sinde unutkanlık baş göstermiştir.

Bu rivayetin sahih olan yolu ise Salim, Nâfi' ve başka raviler aracılığıyla gel­miş olanıdır. İki bâb sonra Nâfi' tarafından nakledilen rivayete yer vereceğiz. Fakat daha fazla kişi tarafından nakledilen rivayetler her zaman için tek kişinin rivayetinden üstündür. Özellikle de çoğunluğun nakli bir davranışın varlığını olumlarken (isbât), tek kişinin rivayeti söz konusu davranışın varlığını olumsuz-luyorsa (nefy) isbat eden rivayet tercih edilir.

Bununla birlikte bu farklı iki rivayet arasındaki çelişkiyi cem [41] yoluyla gi­dermek mümkündür. Buna göre Abdullah İbn Ömer ellerin kaldırılmasının vacip olmadığı görüşündedir ve bazen tekbirlerle birlikte ellerini kaldırdığı halde bazen kaldırmamıştır.

Ellerin kaldırılmaması gerektiğine dair görüşün zayıf olduğunu gösteren de­lillerden bîri de İmam Buhârî'nin ellerin kaldırılması hakkında telif ettiği kitap­çıkta İmâm Mâlik'ten naklettiği Abdullah İbn Ömer'in davranışı­dır; İbn Ömer namaz kıldığında rükûya giderken ve rükûdan doğrulurken ellerini tekbirle birlikte kaldırmayan birisini görürse onu küçük çakıl taşları atarak uya­rırdı.

Hanefîler'in delillerinden birisi de Ebû Davud'un Abdullah İbn Mesud'dan naklettiği şu rivayettir: "Resûlullah'm namaz kılarken başlama tekbirinde ellerini kaldırdığını ve daha sonraki tekbirlerde bunu tekrar etmediğini gördüm."

İmam Şafiî bu hadisin sabit olmadığını söyleyerek reddetmiş ve şöyle de­miştir: "Eğer bu rivayet sabit olsa bile ellerin kaldırılmasının gerektiğini belirten rivayet, bir davranışın varlığını ortaya koyduğu için (müsbit), bu davranışın var olmadığını söyleyen rivayete (nâfî) tercih edilir."

İmam Buhârî ellerin kaldırılmasıyla ilgili olarak hazırladığı kitapçıkta Abdul­lah İbn Ömer'den naklettiği bu rivayetin ardından hocası Ali İbnü'l-Medînî'nin "İbn Ömer'den nakledilen bu hadis dolayısıyla bütün müslümanlarm rükûya giderken ve rükûdan doğrulurken ellerini kaldırmaları bir yükümlülüktür" şeklin­deki sözüne yer vererek şöyle demiştir: "Ali İbnü'l-Medînî yaşadığı dönemdeki en büyük âlim idi."

Hanefîler'den bazılarının elleri kaldırmak namazı bozar şeklindeki görüşleri ise buna tam anlamıyla zıttır.

Sonraki dönem (müteahhirûn) Mağrib âlimlerinin bir kısmına göre elleri kaldırmak bid'attir. İmam Buhârî ellerin kaldırılmasıyla ilgili kitapçığında şöyle demiştir: "Ellerin kaldırılmasının bid'at olduğunu söyleyenler ashâb-ı kiramı töhmet altında tutmakta ve onlara karşı çıkmaktadır. Çünkü onlardan hiç birinin elleri kaldırma fiilini terk ettiklerine dair sabit bir rivayet yoktur. Ayrıca ellerin kaldırılmasıyla ilgili rivayetlerin senedlerinden daha sağlam senedler de bulun­mamaktadır."

Her şeyin en doğrusunu sadece Allah bilir. İmam Buhârî, on yedi sahabe­den ellerin kaldırılmasıyla ilgili rivayetlerin nakledildiğini belirtmiştir.

Fakat secdelerde bunu yapmazdı ifadesi secdelere giderken ve secdelerden doğrulurken ellerin kaldırılmaması gerektiğini gösterir. Dolayısıyla secdelerden ikinci rekata, dördüncü rekata ve teşehhüdlere kalkarken de ellerin kaldırılma­ması gerektiğini kapsamına alır. Yani namazda ellerin kaldırılması ilk tekbir, rü-kû'a gidiş ve rükûdan doğruluş ile sınırlıdır.

 

85. Eller Nereye Kadar Kaldırılır?

 

Ebû Humeyd şöyle demiştir: "Resûlullah ellerini omuzları­nın hizasına kadar kaldırırdı."

738- Abdullah İbn Ömer şöyle demiştir:

"Resûlullah'm Halisi namaza tekbir getirerek başladığını gördüm. Tekbir getirdiği anda ellerini de omuzlan hizasına kadar kaldırmıştı. Tekbir alıp ükûya giderken ve rükûdan başını kaldırıp (Allah kendisine ıamd edenleri işitir) diyerek doğrulurken de aynı şekilde ellerini kaldırırdı ve (Rabbİmiz, ve hamd sana mahsustur) derdi. Fakat secde ederken ve ;ecdeden başını kaldırırken bunu yapmazdı."

 

Açıklama

 

İmam Buhârî'nin kullandığı bu konu başlığına baktığımızda ellerin omuzlara tadar kaldırılması gerektiği görüşünü çok kesin bir şekilde dile getirmediğini görürüz. Zira İmam Buhârî'nin bâb başlıklarını koyarken takip ettiği metod; ihti-aflı konularda kendisine göre daha güçlü olan delile dayanarak kesin ifadeler pullanmaktır. Halbuki burada böyle bir yola başvurmamıştır. Fakat bâb başlığı altında sadece ellerin omuzlara kadar kaldırılmasını ifade eden rivayete yer için onun da bu görüşü tercihe şayan bulduğunu anlamaktayız.

İmam Şafiî'nin de aralarında bulunduğu âlimlerin çoğunluğuna göre eller [omuzlara kadar kaldırılır.

 

Not

 

Ellerin kaldırılması konusunda erkeklerle kadınlar arasında fark bulundu­ğunu gösteren bir delil vârid olmamıştır. Ancak Hanefiler'e göre erkeklerin elle­rini kulaklarına kadar kaldırması gerekirken, kadınlar omuzlan hizasına kadar kaldırırlar. Çünkü ellerin omuzlara kadar kaldırılması kadınlar için daha koru­yucu ve daha uygun bir yoldur. Her şeyin en doğrusunu sadece Allah bilir.

 

86. İlk İki Rekatı Kılıp Teşehhüdden Kalkarken Elleri Kaldırmak

 

739- Nâfi' şöyle demiştir: "Abdullah İbn Ömer namaza başlarken tekbir getirir ve ellerini kaldırırdı. Rükû'a giderken, (Allah kendisine hamd

edenleri işitir) deyip doğrulurken ve ilk iki rekatı kılıp kalkerken ellerini kaldırırdı. Abdullah İbn Ömer Resûlullah'ın da böyle hareket ettiğini söylemişti."

 

Açıklama

 

İmam Buhârî şöyle demiştir: "Başta Abdullah İbn Ömer ve Hz. Ali olmak üzere on küsur sahabeden nakledilen ilk iki rekattan kalkarken de eller kaldırılır' şeklindeki rivayetler sahihtir ve daha önceki rivayetlerde geçen rükû ve rükû sonrası tekbirlerde ellerin kaldırılmasına ek bir hüküm (ziyâde) İçermektedir. Aslında bu sahâbîler tek bir namazın değil, pek çok namazın kılmışın! naklet-mişlerdir. Bu rivayetlerin bir kısmı ise bazen diğerlerinde olmayan fazlalıklar ve ek hükümler içermektedir. İlim ehlinin naklettiği rivayette geçen ek bilgi ve bu bilgiye dayalı hüküm ise kabul edilir.

İbn Battal şöyle demiştir: "Ellerin kaldırılmasını kabul edenlerin ikinci rekât kılınıp teşehhüdden kalkılırken ellerin kaldırılması hükmünü İçeren ziyadeyi de kabul etmesi gerekir.

Hattâbî şöyle demiştir: "İmam Şafiî bu hükmü kabul etmemiştir. Ancak onun bizzat koyduğu kurallar gereğince ziyâde içeren hükmü kabul etmesi gere­kirdi.

İbn Huzeyme şöyle demiştir: "İmam Şafiî bu hükmü zikretmiş olmasa da ikinci rekattan kalkarken elleri kaldırmak sünnettir. Zira bu hükmü İçeren rivaye­tin senedi sahihtir. Zaten İmam Şafiî 'bir konuda sünnet varsa sünneti esas alın ve benim görüşümü atın gitsin' demiştir.

 

87. Kıyamda Sağ Eli Sol Elin Üstüne Koymak

 

740- Sehl îbn Sa'd şöyle demiştir:"Ashâb-ı kiramın erkeklerine namaz kılar­ken kıyamda sağ ellerini sol kollarının (zira') üstüne koymaları emredilmişti." Ebû Hâzim de şöyle demiştir: "Sehl'in bunu kesinlikle Resûlullah'a isnâd ettiğini biliyorum."

 

Açıklama

 

"Ashâb-ı kiramın erkeklerine emredilmişti" ifadesi bu rivayetin merfû oldu­ğunu gösterir. Zira onlara emredebilecek olan sadece Resûlullah'tır.  Sehl Ibn Sa'd sol kollarının (zira') üstüne ifadesini kapalı bırakmış ve ellerin vücûdun neresine konacağını açıklamamıştır. Fakat İbn Huzeyme'nin Vâil'den naklettiği bir hadise göre Vâil ellerini göğsünün üzerine koymuştur. Ziyâdâtü'l-Müsnedde nakledildiğine göre Hz. Ali ellerini göbeğinin altında bağlardı. Ancak bu rivayetin senedi zayıftır.

Alimler şöyle demişlerdir: "Namazda ellerin bu şekilde bağlanmasının hik­meti, hiçbir varlığı olmayan bir dilenci edası ile Allah'tan istemektir. Elleri bağ­lamak boş işlerle ilgilenmeyi çok güçlü bir şekilde engelleyen ve huşû'un daha çabuk kazanılmasını sağlayan bir tavırdır. İmam Buhârî'nin bundan sonraki bö­lümde huşu' konusunu ele almış olması bu hikmete işaret etme amacı taşıyor olabilir.

Bu hadisle ilgili inceliklerden biri de âlimler tarafindan şöyle ifade edilmiştir: "Kalp niyetin yeri ve. mahallidir. Bir kimse çok değerli bir varlığını korumak isti­yorsa onu ellerinin altında sıkı sıkı tutar."

İbn Abdilberr şöyle demiştir: "Resûlullah'tan bu konuda farklı bir rivayet gelmemiştir. Sahabe ve tâbiûn âlimlerinin çoğunun görüşü de bu doğrultudadır. İmam Mâlik'in Muvatta'ında zikrettiği görüş de budur."

 

88. Namazda Huşu

 

741- Ebû Hüreyre Resûlullah'm şöyle buyurduğu nakletmiştir:

"Siz burada benim kıblemi görüyor musunuz? Allah'a yemin ede­rim ki, sizin rükünüz da huşûunuz da bana gizli kalmaz. Ben sizi ar­kamdan da görürüm."

742- Enes İbn Mâlik Resûlullah'm şöyle buyurduğunu nakletmiştir:

'Rükû' ve secdeyi tam anlamıyla yerine getirin. Allah'a yemin ede­rim ki, siz rükû' ve secde ettiğiniz zaman ben sizi arkamdan da görü­rüm."

 

Açıklama

 

Huşu' kalbî olduğu gibi bedenî de olabilir. Haşyet gibi kalbî fiiller i!e tam an­lamıyla konsantre olup hiç kımıldamamak gibi bedenen yapılan fiiller, huşu kelimesi ile ifade edilir. Fahrüddin er-Râzî'nin tefsirinde naklettiği gibi bazı âlim­lere göre huşû'un her iki yönünü de dikkate almak ve gerçekleştirmek gerekir.

Alimlerden birisinin huşu' tarifi şöyledir: "Huşu' kişinin iç dünyasında var olan manevî bir özelliktir. Bu özellik sayesinde kulun bedeninde ibadetin maksat ve tabiatına uygun bir sükûnet ve vakar hakim olur."

Hâkim'in tahric ettiği "Huşu' kalptedir" hadisi, huşû'un kalbin bir ameli ol­duğunu gösteren bir delildir.

İmam Buhârî'nin koyduğu başlık ile Enes İbn Mâlik'ten naklettiği rivayet arasında bir ilişki kurulamadığı için bir anlama problemi ortaya çıkmaktadır. Zira başlık huşu' konusunu anlattığı halde Enes hadisinde bu konu işlenme inektedir. Başlık ile rivayet arasındaki bu ilişkiyle ilgili olarak şu açıklama yapılmıştır: "İmam Buhârî bu rivayeti naklederek huşû'un âzâlarm kımıldamadan sükûnet içinde kalmasıyla elde edilebileceğine işaret etmek istemiştir. Çünkü kişinin dav­ranışları ve görünen hareketleri, iç dünyasının ve özünün tercümanıdır.

Beyhakî sahih bir senedle Mücâhid'in: "Abdullah İbnü'z-Zübeyr namaza durduğu zaman adeta yere çakılmış bir kazık gibi hareketsiz kalırdı" dediğini nakletmiş ve Hz. Ebû Bekir'in de aynı şekilde namaz kıldığını aktarmıştır. İşte bazı âlimler namazda huşû'un ne demek olduğunu bu rivayetlerin bize gösterdiğini söylemişlerdir.

İmam Nevevî, huşû'un farz olmadığı konusunda icma bulunduğunu nak-letmiştir. İbn Battal şöyle demiştir: "Bir kimse namazda huşû'a ermek farzdır diyecek olursa kendisine şu cevabı verebiliriz; Huşû'un farz olan miktarı kişinin kalbini ve niyetini tam olarak namaza ne kadar verebildiğine bağlıdır. Sadece Allah rızasını gözeterek namaza yönelebilmek kişiden kişiye değişir; kişinin zih­nine, gönlüne takılan farklı ve anlık düşüncelerden tamamen kurtulabilmesi mümkün değildir." Buna göre huşû'un farz olan miktarı kişinin kendisini namaza ne kadar verebildiğine bağlıdır, bundan fazlası şart koşulmuş değildir.

Resûlullah burada ashabını namazda huşû'u kazanabilmeleri için uyarmış ve onlardan dikkatli davranmalarım istemiştir. Bunu sağla­yabilmek için de onları gördüğünü söylediği halde 'Allah sizi görüyor, bu yüzden ıamazlarınızı dikkatli kılın!" şeklinde bir uyanda bulunmamıştır. Bu durum Cibril ıadisinde, "Allah'a adeta O'nu görüyormuş gibi ibadet et; her ne kadar sen O'nu jörmesen de O seni görmektedir" şeklinde geçen ihsan makamını anlatmaktadır.- İşte Resûlullah'rn bu tutumunun hikmetiyle ilgili olarak şunlar söylenmiştir:

"Huşu' içinde olmanın gerekliliği Resûlullatfın onları görüyor olmasına bağlanmıştır. Zira bu duyguyla hareket eden bir kimse Allah'ın kendi­sini gördüğünü hissetme makamına yani asıl maksada ulaşacaktır. Zira onlar Resûlullah'm kendilerini gördüğünü düşünerek namazlarını en güzel şekilde kıldıklarında Allah'ı murakabe ederek namaz kılmanın hazzma ereceklerdir. Ayrıca Resûl-i Ekrem Efendimiz kıyamet günü ümmeti hakkında şahitlik edecektir. İşte ashâb-ı kiram Resûlullah'ın kendilerini gördüğünü bildiklerinde namaz ve ibadetle­rinde daha titiz davranacaklardır ki, Resûlullah kıyamet gü­nünde onların namazlarını ve ibadetlerini en güzel şekilde yerine getirdiklerine şahitlik etsin."

 

89. Namaza Başlama Tekbirinden Sonra Ne Okunur

 

743- Enes İbn Mâlik'in şöyle dediği nakledilmiştir:

"Resûlullah Hz. Ebû Bekir ve Ömer maza Fatiha sûresi ile başlarlardı."

744- Ebû Zür'a Ebû Hureyre'nin şöyle dediğini nakletmiştir:

"Resûlullah «ıiaiıahu n-syn w seiie:-, tekbir ile kıraat arasında bir süre  Ravi şöyle demiştir; sanırım kısa bir süre demişti - ara verip susardı. Bir defasında; Anam babam sana feda olsun ey Allah'ın Resulü, tekbir ile kıraat arasında sustuğu­nuzda ne okuyorsunuz? diye zât-ı âlilerine sordum. Bana şöyle cevap verdi duayı okuyorum; Allahım, doğu ile batı arasını nasıl birbirinden uzak-laştırdıysan benimle hatalarım arasını da öylece uzaklaştır. Allahım, beyaz bir elbise kirlerinden nasıl arındırılırsa beni de hatalarımdan öylece arındır. Allahım, hatalarımı su ile, kar ile ve dolu ile yıka"

 

Açıklama

 

Fatiha sûresi ile başlarlardı ifadesi namazda kıraate Fatiha sûresi ile başlar­lardı anlamına gelir. Zaten İbnü'l-Münzir başta olmak üzere bazı âlimler ve "imamın arkasında bulunan cemâatin kıraati" adlı risalesinde İmam Buharı bu hadisi şöyle rivayet etmişlerdir: "Kıraate Fatiha sûresi ile başlarlardı."

"Namaza Fatiha sûresi ile başlarlardı" İfadesi Resûlullah Hz. Ebû Bekir ve Ömer'in Fâtiha'dan önce gizli olarak besmele çekmedikleri anlamına gelmez. Ebû Hureyre yukarıdaki rivayette de görüldüğü gibi kıraatin başında Resûlullah'm susmasını mutlak olarak zikretmiştir. Şu'be'den nakilde bulunan raviler arasında hadisin lafzı konusunda ihtilaf bu­lunmaktadır; Kimisi "Kıraate Fatiha sûresi ile başlarlardı" şeklinde, kimisi de "On­lardan hiçbirinin besmele çektiğini işitmedim" şeklinde rivayet etmişlerdir. Bu son rivayeti İmam Müslim de tahric etmiştir. İbnü'î-Münzir'in, Câbir Şu'be Katâde senediyle naklettiği rivayet ise daha açıktır. Buna göre Katâde şöyle de­miştir: "Enes İbn Mâlik'e; 'Kişi namaz kılarken besmele okur mu?' diye sordu­ğumda bana şu cevabı verdi; Ben Resûlullah Hz. Ebû Bekir ve Ömer'in arkasında namaz kıldım. Fakat onlardan hiçbirinin besmeleyi oku­duğunu işitmedim."

Ebû Hureyre'nin anam babam sana feda olsun ey Allah'ın Resulü şeklindeki sözü, bu ifadeyi kullanmanın caiz olduğunu gösterir. Bazıları ise bunun sadece Resûlullah'a has olduğunu iddia etmişlerdir.

"Beni de hatalarımdan öylece arındır duası günahların giderilip yok edilmesi ve etkilerinin silinmesi anlamında bir mecazdır.

Bu hadis İmam Mâlik'ten nakledilen meşhur görüşünün aksine tekbir ile kı­raat arasında dua etmenin meşru olduğunu göstermektedir.

Tekbir ile kıraat arasında okunabilecek dualardan biri de İmam Şafiî ve İbn Hüzeyme'nin tahric ettikleri hadiste geçen "Yüzümü beni yaratana döndür­düm.. duasıdır. İmam Şafiî bunu el-Ümm adlı eserinde esas kabul etmiş ve bu hadise dayanarak namazda Kur'an'dan olmayan duaların okunabileceğini söylemiştir. Hanefîler İse bunu kabul etmezler.

Bu bâb başlığı altında nakledilen rivayetler ashâb-ı kiramın Resûlullah'm her halini öğrenmek için ne kadar titiz davrandıklarını göster­mektedir. Zira O'nun hareketlerini, herhangi bir harekette bulunmadan durma­sını, sessizliklerini ve açığa vurduğu ifadeleri bile takip etmişlerdir. Zaten Allah Teâlâ dinini onlar vasıtasıyla korumuştur.

 

90. (Güneş Tutulması Namazı) [42]

 

745- Esma binti Ebû Bekir şunları nakletmiştir:

"Resûlullah bir güneş tutulması namazı kıldırmıştı. Kıyama durdu ve kıyamı epey uzattı. Sonra rükû etti ve rükûda oldukça uzun kaldı. Son­ra doğruldu ve bu şekilde yine uzunca bir süre bekledi. Sonra yeniden rükû etti ve bu rükûda da epey bekleyip doğruldu. Sonra secdeye gitti ve secdede uzun bir süre bekleyip doğruldu. Sonra yeniden secde etti ve secdeyi oldukça uzun tuttu. Sonra kalktı ve kıyamda uzun bir süre bekledi. Sonra rükû etti ve rükûda oldukça uzun kaldı. Sonra doğruldu ve bu şekilde yine uzunca bir süre bekledi. "Sonra yeniden rükû etti ve bu rükûda da epey bekleyip doğruldu. Sonra secde­ye gitti ve secdede uzun bir süre bekleyip doğruldu. Sonra yeniden secde etti ve secdeyi oldukça uzun tuttu. Sonra namazdan çıktı ve şöyle buyurdu: "Cennet bana öylesine yaklaştınldi ki ona doğru gidebiiseydim oradaki meyve dalların­dan devşirip sîze getirebilirdim. Ardından cehennem bana yaklaştırıldı ve ben 'Ey Allahım ben onlarla beraberken mi cehennemi yaklaştırıyorsun?' dedim. O sırada bir kadın gördüm. Bu kadını bir kedi tırmalayıp duruyordu. 'Bu kadının hali ne böyle?' diye sorduğumda bana: 'Gördüğün o kadın bu zavallı kediciği hapsetmişti; ne karnını doyuruyor ne de kendi yakaladıklarıyla beslenebilmesi için salıveriyordu. Sonunda bu kedi açlıktan öldü' dediler.[43]

 

91. Cemaatin Namazda İmama Bakması

 

Hz. Aişe şöyle demiştir: "Resûlullah güneş tutulması na­mazında şöyle buyurmuştu; Sizler benim geri çekildiğimi gördüğünüz an­da ben de cehennemin bir kısmının diğer kısmını parçaladığını gör­düm."

746- Ebû Ma'mer şöyle demiştir: "Habbâb'a, 'Resûlullah öğle ve ikindi namazlarında (Kur'an) okur muydu?' diye sorduğumuzda bize 'evet' diye cevap vermişti. Biz 'Peki siz O'nun okuduğunu nasıl arılıyordunuz?1 diye tekrar sorunca şöyle demişti: 'Sakalının oynamasından.[44]

747- Bir gün Abdullah İbn Yezîd hutbe verirken şöyle demişti: "Asla yalan­cılardan olmayan Berâ bize şunu anlatmıştı (tahdîs); Biz Resûiullah ile birlikte namaz kıldığımız zaman, zât-ı âlîleri rükûdan başını kaldırıp doğrulduğunda O'nun beklerdik."

748- Abdullah İbn Abbâs şöyle demiştir:

"Bir defasında Resûlullah zamanında güneş tutulmuştu.

Bunun üzerine Resûlullah bir namaz kıldırdı. Ashâb-ı kiram Resûlullah'a Ey Allah'ın Resulü, namazda İken bulunduğunuz yerde bir şey almak üzere elinizi uzattınız ama sonra sizin geri çekildiğinizi gör­dük?!' deyince Resûl-i Ekrem şöyle buyurdu: Ben cenneti gördüm ve oradan bir salkım meyve almaya yellendim. Şayet onu alsaydım dünya var ol­duğu sürece bunu yiyebilecektiniz."

749- Enes İbn Mâlik şöyle demiştir:

"Bir gün Resûlullah bize namaz kıldırdı ve sonra minbere çıkıp eliyle mescidin kıble tarafına işaret ederek şöyle buyurdu; 'Şu anda, size namazı kıldırdığım andan itibaren, cennet ve cehennemi işte şu kıble tarafındaki duvarda capcanlı bir şekilde gördüm. Hayır ve şer ile ilgili hususlarda bugün gördüğüm gibi bir manzara daha önce hiç görme­miştim.' Resûlulİah üç kere tekrar etmişti."

 

Açıklama

 

Cemaatin namazda imama bakması ile ilgili olarak Zeyn İbnü'l-Müneyyir şöyle demiştir: "Cemaatin namazda imama bakması ona tam anlamıyla uyma amacı taşır. Şayet cemaatten bir kimse sağa sola kafasını evirip çevirmeden imamı gözetleyebiliyorsa bu namazını doğru ve güzel kılmasını sağlar."

ibn Battal şöyle demiştir: "Bu rivayet, namaz kılan bir kimse kıble yönüne doğru bakar diyen İmam Mâlik için bir delil teşkil eder."

İmam Şafiî ve Kûfe'li âlimler namaz kılan bir kimsenin secde ettiği yere bakmasının müstehap olduğu görüşündedir. Çünkü bu, namazda huşû'u yaka­lamak bakımından daha güzel bir yoldur.

 

92. Namazda İken Göğe Bakmak

 

750- Enes îbn Mâlik Resûlullah'ın şöyle buyurduğunu  nakletmiştir:

"Ne oluyor bazı kimselere ki, namaz kılarken gözlerini gökyüzüne dikiyorlar!?" Peygamber Efendimiz bunu öylesine sert ve şiddetli bir şekilde söylemişti ki sonunda şöyle buyurdu: 'Ya bundan vazgeçerler ya da gözleri alı­nır."

 

Açıklama

 

ibn Battal şöyle demiştir; "Namazda iken gözleri gökyüzüne dikmenin mek­ruh olduğu ve hoş karşılanmadığı konusunda âlimler görüş birliği içindedirler (yani bu konuda icma vardır). Fakat namaz dışında dua ederken gözleri göğe çevirmek konusunda farklı yorumlar yapılmıştır ; Şurayh ve bazı alimlere göre bu da mekruhtur ancak alimlerin çoğuna göre dua ederken gözleri gökyüzüne çevirmekte herhangi bir sakınca yoktur. Çünkü Kabe nasıl namazın kıblesi ise, gökyüzü de duanın kıblesidir.[45]

 

93. Namazda Başı Sağa Sola Çevirmek

 

751- Hz. Aişe şöyle demiştir:

"Resûlullah'a namazda iken başı sağa sola çevirmenin hükmünü sordum. Bana şu cevabı verdi: Bu şeytanın, kutun namazından bir kısmını kapıp aştrmasıdır.[46]

752- Hz. Aişe'nin şöyle dediği nakledilmiştir:

"Resûlullah bir gün üzerinde nakışlar bulunan siyah bir el­bise ile namaz kılmıştı. Namazdan sonra elbisesini çıkarıp şöyle buyurdu; Bu elbisenin naktşları namazda dikkatimi çekti ve beni meşgul edip na­mazdan alıkoydu. Atm bunu Ebû Cehm'e götürün ve bana nakışsız yün bir aba getirin!"

 

94. Namaz Kılan Bir Kimse Başına Gelen Bir Hadise Dolayısıyla Veya Bir Şey Ya Da Kıble Tarafında Balgam Vs. Görünce Başını Sağa Sola Çevirebilir Mi?

 

Sehl şöyle demiştir: "Ebû Bekir başını çevirdi ve Resûlullah'ı gördü."

753- İbn Ömer'in şöyle dediği nakledilmiştir:

"Resûlullah ashâb-ı kiramın önünde namaz kıldırırken mescidin kıble tarafına bulaşmış bir balgam gördü ve mübarek elleriyle onu kazıyıp temizledi ve sonra namazdan çıktığında şöyle buyurdu; Sizden biri namaz kılarken kıbleye döndüğünde karşısında Allah'ın bulunduğunu aklından çıkarmasın. Bu yüzden içinizden hiç kimse namazda iken yöneldiği kıble tarafına asla tükürüp sümkürmesin!"

754- Enes İbn Mâlik şöyle demiştir:

"Müslümanlar sabah namazını kıldıkları sırada beklemedikleri bir anda Resûlullah aniden yanlarına çıkageldi. Resûlullah  hasta iken Hz. Aişe'nin odasında bulunuyordu ve bir gün odanın Örtüsünü kaldırıp saflar halinde namaza durmuş olan ashabına baktı. Onları bu şekilde görünce sevincinden tebessüm buyurup güldü. Bunu fark eden Hz. Ebû Bekir Resûlullah'ın odasından çıkıp namazı kıldırmaya gelmek iste­diğini düşünerek ilk safa doğru geri geri çekilmeye başladı. Bunun üzerine ashâb-ı kiram da namazlarını bozmaya yeltendiler. Fakat Resûlullah  namazlarınızı tamamlayın, sakın bozmayın anlamında işaret buyurup örtüyü indirdi. İşte Resûl-i Ekrem Efendimiz o günün sonunda vefat etti."

 

Açıklama

 

Bâb başlığında kullanılan ifadenin zahirine .baktığımızda kıble tarafında iba esinin balgam ile bağlantılı olduğunu görürüz. Fakat bir şey kelimesi bundan iaha gene! bir anlam ifade etmektedir. Bâb başlığında zikredilen hususların ortak noktası şudur: Bunlar namazda huşû'un oluşmasını engelleyen düşünce-ere sevk eder. Buna göre namazda başı sağa sola çevirmek şer'î bir mazeret namaza zarar verir ama bunu gerektiren bir ihtiyaç söz konusu ise .arar vermez.

"Mübarek elleriyle onu kazıyıp temizledi ve sonra namazdan çıktığında şöyle buyurdu" cümlesinden ilk anlaşılan manaya baktığımızda Resûlullah'ın balgamı namaz kılarken kazıdığını anlarız.

Bâb başlığının rivayetle ilişkisi hakkında İbn Battal şöyle demiştir: "Ashâb-ı kiram Resûlullah'ın örtüyü kaldırdığını görünce başlarını O'na doğru çevirmiş­lerdi. İşte başlıkla rivayet arasındaki uyum onların bu davranışlarında ortaya çıkmaktadır. Nitekim Enes İbn Mâlikin "Fakat Resûlullah na­mazlarınızı tamamlayın, sakın bozmayın anlamında işaret buyurup örtüyü in­dirdi" şeklindeki ifadesi onların namaz kılarken başlarını Resûlullah'a çevirdikle­rini göstermektedir. Zira başlarını çevir meşelerdi Resûlullah'ın işaretini görmeleri mümkün olmazdı."

Hz. Aişe'nin odasının mescidin sol tarafında bulunması da ashabın başlarını çevirdiklerini gösterir. Çünkü bu odada bulunan bir kimsenin işaretini görebil­mek için o tarafa bakmak ve başı çevirmek gerekir.

Resûlullah onlara namazda böyle davrandıkları için na­mazlarını iade etmelerini emretmemiş, aksine namazlarınızı tamamlayın anla­mında işaret buyurarak bu davranışlarını onaylamıştır (takrir). Her şeyin en doğrusunu sadece Allah bilir.

 

95. İmamın Ve Cemaatin Bütün Namazlarda -Yolculukta Ve Mukim İken Kılınan Namazlar İle Gizli Ve Açık Okunan Namazların Hepsinde (Kuran) Okumasının Gerekliliği

 

755- Câbir İbn Semure şöyle demiştir:

"Kûfeliler Sa'd İbn Ebû Vakkâs'ı Hz. Ömer'e şikayet ettiler. - Uz. Ömer de onu görevden alıp yerine Ammâr İbn Yâsir'İ tayin etmişti. - Kûfeliler Sa'd'ı şika­yet ederken işi o kadar ileri götürmüşlerdi ki onun namazı iyi kıldıramadığmı söylüyorlardı. Bunun üzerine Hz. Ömer Sa'd'a bir elçi gönderdi. Elçi Sa'd'in ya­nma varınca şöyle dedi; 'Ebû İshâk! Halk senin namazı iyi kıldıramadığmı iddia ediyor.' Buna karşılık Sa'd'm cevabı şöyle oldu; 'Beni mi şikayet ediyorlar, sanı­rım şimdi söz sırası bana geldi. Alİah'a yemin ederim ki, ben onlara Resûlullah. nasıl namaz kıldırdıysa öyle namaz kıldırıyorum, asla O'nun kıldırmış olduğu namazdan bir şey eksiltmiyorum; yatsı - veya öğle ve ikindi namazlarını [47] kıldırırken ilk iki rekatta kıraati biraz uzatıyorum ve kıyamda fazla duruyorum ancak son iki rekatı kısa kıldırıyorum.' Hz. Ömer'in elçisi; 'Zaten onların senin hakkındaki şikayetleri de bundan kaynaklanıyor fakat biz senin söylediğin gibi doğru davrandığını düşünüyorduk, Ey Ebû İshak' dedi.

Hz. Ömer, Sa'd'm yanma bir adam göndermişti. Bu şahıs Sa'd ile birlikte Kûfe'deki mescidleri geziyor ve halkın onun hakkındaki düşüncelerini öğren­meye çalışıyordu. Kûfe'de uğramadıkları mescid kalmadı. Herkese Sa'd'ı soruyor ve halk da ondan sitayişle bahsediyor, övgülerde bulunuyordu. Sonunda Benû Abs mescidine girdi ve oradakilere de Sa'd'ı sordu. Mescidde bulunanlardan Üsâme İbn Katâde (künyesi Ebû Sa'de'dir) adında birisi kalkıp şöyle dedi; 'Bize-Sa'd'ı mı soruyorsunuz? Size onu anlatayım; o cihada giden birliklere katılmaz, istihkakımszı eşit şekilde paylaştırmaz ve herhangi bir dava hakkında hüküm (karar) verirken adil davranmaz.' Bunun üzerine Sa'd şunları söyledi; 'Söz sırası sanırım bana geldi. Ben sadece şu üç bedduayı etmekle yetinececeğim; Allah'ım, eğer bu kulun yalan söylüyorsa, gösteriş ve şöhret düşkünü biri olduğu için halk arasında anılmak arzusuyla bunu yapıyorsa onun ömrünü uzat, fakirliğini çoğalt ve kendisini fitnelere, çeşitli musibetlere düşür.

Üsame daha sonraki yıllarda halini soranlara şöyle cevap verirdi: 'Ne olsun, beli bükülmüş ve ağır fitnelere düşmüş yaşlı bir adamım İşte. Sa'd'm bana ettiği beddua tam yerini buldu.

Bu rivayeti Cabir İbn Semure'den nakleden Abdülmelik İbn Umeyr şöyle demiştir; 'Ben bu Üsâme denen adamı gördüm. Yaşlılıktan kaşları sarkmış ve gözlerini örtmüştü; yoldan geçen cariyelere sarkıntılık ediyor ve onları çimdikle-meye çalışıyordu.[48]

756- Ubâde İbn es-Sâmit Resûlullah'ın şöyle buyurdu­ğunu nakletmiştir:

"Kuranın ilk sûresi olan Fâtihatül-Kitâprı okumayan bir kimsenin namazı olmaz."

757- Ebû Hüreyre'nin şöyle dediği nakledilmiştir:

"Birgün Resûlullah mescide girip oturdu. Onun ardından birisi gelip namaza durdu. Namazını bitirince Resûlullah'a selâm verdi. Resûlullah onun selamına mukabelede bulun­duktan sonra; 'Git ve namazını tekrar kıl, çünkü sen namaz kılmadın' buyurdu. Adam gidip daha önceki kıldığı gibi namazını tekrar etti. Sonra gelip Resûlullah'a selâm verdi. Resûl-i Ekrem Efendimiz yine; 'Git ve namazını tekrar kıl, çünkü sen namaz kılmadın' buyurdu. Bu durum üç defa tekrarlandı. Sonunda adam; 'Seni hak ile gönderen Allah'a yemin ederim ki, ben bundan daha iyisini yapamıyorum. Bana doğrusunu öğretiniz' dedi. Bunun üzerine Resûlullah şöyle buyurdu;

Namaza duracağın zaman önce tekbir getir. Sonra ezberinde bu-lunan ve kolayına gelen kısımlarından Kuran oku. Ardından vücûdun tam anlamıyla hareketsiz kalacak şekilde rükûya var. Sonra rükûdan doğrul ve dimdik dur. Ardından secdeye git ve kemiklerin eklem yerle­rine iyice oturacak şekilde secde et. Sonra doğrul ve yine kemiklerin eklem yerlerine iyice oturacak şekilde otur. Namazının geri kalan kıs­mında da bu söylediklerimin  tamamını aynen yap! [49]

758- Câbir İbn Semure'nİn naklettiği bir rivayete göre Sa'd İbn Ebû Vakkas şöyle demiştir:

"Ben Resûlullah öğle ve ikindi namazlarını nasıl kıldır-dıysa, Wçbir şey eksiltmeden öyle namaz kıldırıyordum; öğle ve ikindi namazla-mnnilkiki rekatında kıraati biraz uzatıyorum ve kıyamda fazla duruyorum ancak soniki rekatı kısa tutuyorum."

Bunun üzerine Hz. Ömer 'Zaten biz de senin söylediğin gibi Mu davrandığını düşünüyorduk' dedi.

 

Açıklama

 

Halife Hz. Ömer Ammâr İbn Yâsir'i namaz kıldırması için, Abdullah İbn Mes'ud'u devlet hazinesini (beytülmâl) idare etmesi için ve Osman İbn Hanîfi de arazilerin yüzölçümlerinin tesbiti için görevlendirmişti.

£bû İshâk, Sa'd îbn Ebû Vakkâs'm künyesidir. Çocuklarından en büyüğü­nün ismiyle künyelenmiştir. Hz. Ömer'in bu şekilde hitap etmesi onu önemsedi ona büyük değer verdiğini gösterir. Ayrıca bu hitap tarzı, Hz. Ömer'in Kûfdiler'in şikayetini çok fazla dikkate almadığını, söz konusu şikayetlerin Sa'd aleyhinde düşünmesine İmkan verecek bir şüphe uyandırmadığını da göster­mektedir.

"Zaten biz de senin söylediğin gibi doğru davrandığını düşünüyorduk" cüm­lesinden önce Sa'd'ın: "Namazın nasıl kılınacağını bana şu bedeviler mi öğ-retecekmiş?" dediğini Müs'ir, Abdülmelik ile İbn Avn'dan rivayet etmiştir. İmam Müslim'in naklettiği bu rivayet Sa'd'i şikayet edenlerin ilimden yoksun cahil in­sanlar olduğunu göstermektedir.

Sa'd İbn Ebû Vakkas'ın adama bu üç bedduayı etmesindeki incelik ve hik­met şudur: Bu adam Sa'd İbn Ebû Vakkas'ın üç temel erdemden yoksun oldu­ğunu iddia etmişti; Cesaret, iffet ve hikmet. Zira cihada katılmamak cesaretsizlik, dağıtımda hakkaniyete riayet etmemek iffetsizlik ve hüküm verirken adaleti göz ebnemek hikmetten yoksun olmak anlamına gelir. Bu üç temel erdemin can, ve din ile ilgili olduğu açıktır. Bu yüzden Sa'd da ona beddua ederken söz konusu üç hususu gözönüne almıştır. Ömrünün uzun olmasını istemesi can ile, devamlı fakirlik / yoksulluk çekmesini istemesi mal ile ve çeşitli fitnelere düşme­sini dilemesi de din ile İlgilidir. Adamın söylediği ilk iki husus bir takım mazeret­ler sebebiyle tam olarak yerine getirile meyebilir ancak üçüncü husus için böyle bir durum söz konusu olamaz; bu yönüyle Üsâme'nİn söylediği ilk iki husus dünyevî iken sonuncu iftirası Sa'd'ın dini yaşayışıyla İlgilidir. Gerçekten de ada­mın "o cihada giden birliklere katılmaz" şeklindeki sözünün doğru olma ihtimali vardır. Ancak Sa'd'ın bazı savaşlara gitmemesi şehir halkının ve savaşçıların yararlarını korumak gibi bir takım maslahatları göz önünde bulundurmasından veya Kâdisîye savaşında olduğu gibi bazı haklı mazeretlerden kaynaklanmıştır. Üsâme'nİn "istihkakımızı eşit şekilde paylaştırmaz" şeklindeki sözünün de doğru olması mümkündür. Zira devlet başkanı veya yetkili kıldığı görevli savaşlarda yararlılık gösterenlere ve halkın maslahatına olan İşler yapanlara başkalarına göre daha fazla pay verebilir. Fakat son sözü ise doğru olması mümkün olma­yan acımasız ve ağır bir iftiradır. Çünkü Sa'd'ın karar verirken adil davranmadı-ğmı söyleyerek onun adaletten yoksun bir adam olduğunu iddia etmektedir. Bu da Sa'd'ın dinine yöneiik bir karalamadır. İşte Sa'd bu yüzden Üsâme'ye ikisi dünya ve biri din ile ilgili üç bedduada bulunmuştur.

Burada insanı hayretlere düşüren en dikkat çekici nokta ise Sa'd'ın aşırı de­recede öfkelenmesine ve tüm bu iftiralara uğramasına rağmen insafı ve adaleti elden bırakmamasıdır. Sa'd o kızgın halinde bile beddua ederken bir takım şart­lar ileri sürmüştür; Eğer yalan söylüyorsa ve bu yalanı söylemeye sürükleyen saik dünyevî bir amaç ise onun ömrünü uzat, fakirliğini çoğalt ve kendisini fit­nelere uğrat.

Sa'd İbn Ebû Vakkâs duası makbul bir sahâbî idi. Taberânî, Şa'bî senediyle şöyle bir rivayet nakletmiştir: "Sa'd İbn Ebû Vakkâs'a ne zamandan beri duaları­nın makbul olduğunu sordular. O da Bedir savaşından beri deyip ekledi; O gün Resûlullah Allah'ım, Sa'd'ın dualarına icabet et' diye dua bu­yurmuştu."

 

Hadislerden Çıkarılan Sonuçlar

 

1. Devlet başkanı, görevlendirmiş olduğu kişileri haklarında şikayet varsa görevinden azledebilir. Hatta yapılan araştırmalar sonucunda söz konusu görevli aleyhine herhangi bir kanıt bulunamasa bile maslahat ve kamu yaran dikkate alınarak görevine son verilebilir.

İmam Mâlik şöyle demiştir: "Sa'd İbn Ebû Vakkâs kendisinden sonra kıya­mete kadar gelecek bütün insanların en adili olmasına rağmen Hz. Ömer tara­fından görevden alınmıştır."

Öyle anlaşılıyor ki Hz. Ömer'in Sa'd'ı görevden almasının sebebi ortaya çı­kabilecek fitneleri ve kargaşaları önlemek düşüncesidir. Nitekim Seyfin naklettiği rivayette Hz. Ömer şöyle demiştir: "Tek düşüncem ortaya çıkabilecek kargaşalar için önceden tedbir almak ve Sa'd gibi değerli bir yöneticiyi korumaktır. Böyle bir düşüncem olmasaydı onun görevine asla son vermezdim."

Hz. Ömer'in Sa'd'ın görevine son vermesiyle ilgili olarak şu değerlendirme de yapılmıştır; Sa'd İbn Ebû Vakkâs, problemli durumlarda görüşüne başvurula­cak değerli bir danışman olduğu için Hz. Ömer tarafından özellikle görevden alınmıştır. Hz. Ömer'in amacı onu yanma alarak gerektiğinde kendisinden isti­fade etmektir.

2.  Devlet başkanı tarafından belli görevlere atanan kimseler gerektiğinde sorguya çekilebilir; böylece haklarında İleri sürülen iddiaları cevaplamak için^söz hakkı bulurlar.

3. Şikayet edilen görevliler hakkında halkın neler düşündüğünü anlamak için onların çalıştıkları bölgelere müfettişler gönderilip nabız yoklaması yaptırıla­bilir.

4. Faziletli ve erdem sahibi görevlilerin soruşturması kısa tutulabilir.

5. Şahitlerin ne kadar güvenilir ve adil olduklarını anlamak için araştırma yapılırken onlara en yakın kimselerin görüşlerine başvurmak gerekir.

6. Makamı ve kadri yüce insanlara künyeleriyle hitap edilebilir.

7. Şikayet edilen kişinin suçsuz olduğuna inanan fakat görevi dolayısıyla bu şikayetlerin nedenini araştırmak durumunda kalan bir kimse (kusura bakma görevimiz olduğu için bu işi yapmak zorundayız gibi ifadelerle) muhatabından özür dileyebilir.

8. Kişinin dînî hayatı ile ilgili eksikliği bulunduğunu söyleyip iftira eden za­lim / haksız kimselere beddua edilebilir. Bu beddua onun günaha ve isyana düşmesini istemek anlamında değil, onu cezalandırmak ve zulmüne karşılık vermek anlamında olmalıdır.

9. Gerekli durumlarda insanların tanıklığına başvurmak gerekir. Hatta bir kâfir ile bir müslümanm davasında kâfirin haklı çıkmasına sebep olsa bile bu tanıklığı aramak gereklidir.

10. Dua veya beddua ederken ölçüyü aşmamak ve Allah korkusu ile hare­ket etmek gerekir.

11. Dört rekath namazların ilk iki rekatı uzunluk bakımından eşit olmalıdır.

Kur'an'm ilk sûresi olan Fâtihatü'l-Kitâb'ı okumayan bir kimsenin namazı olmaz." Burada kasdedilen Fatiha sûresinin kılınmakta olan namaz içinde okunmamasıdır.

Kâdî İyâz şöyle demiştir: "Burada Resûlullah'ın namazı ol­maz' şeklindeki sözü, namazın hem kendisinin hem de sıfatlarının olmayacağı I anlamındadır."

İsmâîlî'nin, İmam Buhârî'nin hocalarından Abbâs İbnü'l-Velîd yoluyla Süfyân-ı Sevrî'den aynı senedle naklettiği ancak lafzı farklı olan şu rivayet de bu Igörüşü desteklemektedir: "İçinde Fâtihatü'l-Kitâb okunmayan hiçbir namaz ge-jçer/i olmaz"

Hanefîler'e göre namazda Fatiha sûresinin okunması vaciptir, ancak nama-sıhhat şartı değildir. Çünkü Fatiha sûresinin namazda okunmasının vacip DÎduğunu gösteren delil sünnettir. Sünnetle sabit olan bir hüküm Kur'an'm ifade îttiği hükme ek (ziyade) bir hüküm getiriyorsa bunun farz olması mümkün de-jîldir. Zira Hanefîler'e göre farz hükmü Kur'an'a ek bir hüküm getiren bir delille sabit olmaz. Buna karşılık namazın ancak kendisiyle tamam olacağı temel un-purlar farzdır. Kur'an'm farz kıldığı hüküm ise "Kur'an'dan kolayınıza geleni okuun! [50] âyeti gereğince kişinin ezberinde bulunan ve kolayına gelen Kur'an iyetlerini okumasıdır. İşte Fatiha sûresinin okunmasının gerekliliği hadisle sabit jldugu için buna vacib hükmü verilir. Namazda Fatiha sûresini okumayan bir [imse günahkâr olur, ama namazı geçerlidir.

Alimlerin çoğuna göre Fatiha sûresi namazda mutlaka okunmalıdır, namaz olmaz. Onlar bu görüşlerinin delili olarak namazı doğru kılamayan ıhâbîye Resûlullah'ın Kur'an okumasını emrettikten sonra lamaztnm geri kalan kısmında da bu söylediklerimin tamamını aynen yap!" lemesini gösterirler. Ahmed İbn Hanbel ile İbn Hibbân'm naklettiği rivayette ise lesûlullah'm bu sözü şu lafızlarla zikredilmiştir: "Sonra namain bütün rekatlarında bu söylediklerimi aynen yap!" Belki de İmam Buhârî'nin bade hadisinin ardından bu rivayete yer vermesinin sebebi budur; o bu İnce ktayı düşünerek bu rivayeti nakletmiş olabilir. Hatta imam ister açıktan oku-m ister içinden okusun cemaatin Fatiha sûresini okumasının farz olduğunu jstermek için bu rivayete yer verdiğini de düşünebiliriz. Cemaatin her du-|mda Fatiha sûresini okuması gerekir. Çünkü gerçekte namaz cemaatin kıldığı ımazdır. Bu yüzden kıraat olmadığı zaman namaz da olmaz. Bu genel hüküm vazgeçebilmemiz için cemaatin namazının Fatiha sûresi okunmadan da geçerli olacağını gösteren tahsis edici bir delil bulunmalıdır. Ancak bu durumda tahsis eden delil esas alınabilir.

 

96. Öğle Namazında Kıraat (Kuran Okumak)

 

759- Abdullah İbn Ebû Katâde babasının şöyle dediğini nakletmiştir:

"Resûlullah öğle namazının ilk iki rekatında Fatiha sûresi ile birer sûre okurdu. Bu rekatlardan ilkini uzun tutar ikincisini ise kisaltirdı. Ba­zen okuduğu âyetleri cemaate duyuracak kadar sesli okuduğu da olurdu. İkindi namazında da Fatiha sûresi ile iki sûre okurdu. Sabah namazının ilk rekatını uzun tutar, ikinci rekatını ise kısaltrdı.[51]

760- Ebû Ma'mer şöyle demiştir:

"Habbâb'a, 'Resûlullah öğle ve ikindi namazlarında Kur'an) okur muydu?' diye sorduğumuzda bize 'Evet' diye cevap vermişti. Biz 'eki siz O'nun okuduğunu nasıl anlıyordunuz?' diye tekrar sorunca şöyle de-ıişti: 'Sakalının oynayıp durmasından anhyorduk."

 

Açıklama

 

İlk rivayette geçen öğle namazı ifadesi namaza verilecek İsmin ilgili olduğu jakitle bağlantılı olabileceğini gösterir.

Resûlullah'm iki sûre okuması, İmam Nevevî'nin söylediği ibi, namazda uzun bir sûreden bir bölüm okumaktansa tam bir sûre okumanın Jaha faziletli olduğunu göstermektedir.

"Rekatlardan ilkini uzun tutar ikincisini ise kısaltırdı" ifadesine göre ilk rekatı imci rekattan daha uzun tutmak müstehaptır. Bu konu 110. bâb başlığı altında |aha ayrıntılı olarak ele alınacaktır.

Bazı âlimler "bazen okuduğu âyetleri cemaate duyuracak kadar sesli oku-\uğu da olurdu" ifadesine dayanarak kıraatin içten okunması gereken namaz-ırda Kur'an'ı açıktan okumanın caiz olduğunu söylemişlerdir. Dolayısıyla kirâa-kı gizli olması gereken namazlarda açıktan okumak sehiv secdesi gerektirmez, (anefîlerin görüşü ise bu durumda sehiv secdesi gerekeceği yönündedir.

Bu hadis kıraatin içten okunması gerektiği namazlarda gizli okumanın na-ıazm sıhhat şartı olduğunu söyleyenlerin görüşünü çürütmektedir. Zîra bu riva-îtte bazen kelimesi geçmektedir. Bu da ResûluİIah'ın zaman iman bunu terk ettiğini göstermektedir.

 

97. İkindi Namazında Kıraat (Kuran Okumak)

 

761- Umâre İbn Umeyr'in naklettiğine göre Ebû Ma'mer şöyle demiştir:

"Habbâb İbn Eret'e 'Resûlullah öğle ve ikindi namazla­rında (Kur'an) okur muydu?' diye sorduğumda bana 'Evet' diye cevap vermişti. Ben 'Peki siz O'nun okuduğunu nasıl anlıyordunuz?' diye tekrar sorunca şöyle demişti: Sakalının oynayıp durmasından anhyorduk."

762- Abdullah İbn Ebû Katâde babasının şöyle dediğini nakletmİştir:

"Resûlullah «palları.; aieyiû w sdi«r., öğle ve ikindi namazlarının ilk iki rekatında Fatiha sûresi ile birer sûre okurdu. Bazen okuduğu âyetleri bize duyuracak kadar sesli okuduğu da olurdu."

 

98. Akşam Namazında Kıraat (Kuran Okumak)

 

763- Abdullah İbn Abbâs'm naklettiğine göre Ümmü'1-Fadl birgün İbn Abbas'ı Mürselât sûresini okurken işitmiş ve şöyle demiştir:

"Evlâdım, Allah'a yemin ederim ki sen bu sûreyi okuyunca bana Resûlullah'ı hatırlattın. Benim O'ndan işittiğim son sûre buydu. Mürselât sûresini akşam namazında okumuştu.[52]

764- Mervân İbnü'l-Hakem şöyle demiştir:

"Bir defasında Zeyd İbn Sabit bana şöyle demişti; Sen niye böyle davranı­yorsun anlamıyorum; akşam namazında niçin kısa sûreler okuyorsun ki! Ben Resûlullah'm akşam namazlarında en uzun iki sûrenin uzun olanını okuduğunu işittim."

 

Açıklama

 

Bundan önceki iki bâb başlığı altında nakledilen rivayetler öğle ve ikindi namazlarında kıraatin bulunduğunu göstermek amacı taşıyordu. Burada ise akşam namazı zaten cehrî/kiraati açıktan olan bir namaz olduğu için kıraatin varlığını ispatlamaya yönelik değil, kıraatin miktarını açıklamaya yönelik riva­yetler zikredilmiştir.

Ümmü'1-Fadl, Abdullah İbn Abbas'ın annesidir.

Mervân o zaman Medine valisi idi ve Muaviye tarafından görevlendirilmişti.

Ebû Davud'un naklettiği rivayette Mervân; "En uzun iki sûrenin uzun olanı hangisidir?" dîye sormuş Zeyd de; "Araf süresidir diye cevap vermiştir.

Bu iki hadise dayanılarak akşam namazı vaktinin biraz uzayabileceği çıkarılmış ve mufassal sûreler dışındaki sûrelerin akşam namazlarında ojoıiımasının müstehap olduğu söylenmiştir.

 

99. Akşam Namazında Kıraatin Açıktan Oluşu

 

765- Muhammed İbn Cübeyr İbn Mut'im babasının şöyle dediğini naklettir:

"Resûlullah'ın akşam namazında Tûr sûresini okuduğunu işittim.[53]

 

Açıklama

 

İmam Tirmizî şöyle demiştir: "İmam Mâlik'in akşam namazında et-Tûr ye el-Mürselât gibi uzun sûrelerin okunmasını mekruh gördüğü nakledilmiştir." İmam ise akşam namazında uzun sûreler okumayı mekruh görmediğini aksine bunun müstehap olduğunu belirtmiştir. Beğavî Şerhü's-Sünne'de İmam Şafiî'nin görüşünü bu şekilde nakletmiştir. Fakat Şafiî mezhebinde meşhur olan görüş bunun mekruh olmadığı gibi müstehap da olmadığı yönündedir. İmam Mâlik'in bu konudaki delili Medineliler'in uygulaması ile başka delillerdir.

İbn Dakîkü'I-îyd şöyle demiştir: "Öteden beri süregelen uygulama sabah namazlarında kıraatin uzun tutulması, buna karşılık akşam namazlarında kısal-tılmasıdır. Bize göre doğru olan görüş şudur: Resûlullah'ın bu konuda ne şekilde hareket ettiğini ortaya koyan sahih rivayetlere dayanmak ve O'nun devamlı surette uyguladığı sabit olan hususlara tutunmak müstehaptır. Fakat devamlı surette uyguladığı sabit değilse bile uzun sûre okumak mekruh olmaz.

Mufassal sûrelerin Kur'ân'ın sonuna kadar devam ettiği konusunda görüş birliği bulunmasına rağmen hangi sûre İle başladığı konusunda âlimler arasında görüş ayrılıkları bulunmaktadır. İmam Nevevî'nin zikrettiği gibi tercih edilen gö­rüşe göre mufassal sûreler Hucurât sûresi ile başlar.[54]

 

100. Yatsı Namazında Kıraatin Açıktan Oluşu

 

766- Ebû Râfi'in şöyle dediği nakledilmiştir:

"Ebû Hüreyre'nin arkasında bir gün yatsı namazını kılmıştım. Namazda İnşikâk sûresini okuyup secde etmişti. Kendisine niçin secde ettiği sorduğumda şöyle dedi; Ben Resûlullah'ın arkasında namaz kılarken o, bu sûreyi okuduğunda secde ettim ve ölüp O'na kavuşacağım güne kadar hiç vaz­geçmeden bu sûreyi okuduğum her seferde secde edeceğim.[55]

767- Adiyy, Berâ İbn Âzib'in şöyle dediğini nakletmiştir:

"Resûlullah bir yolculuğa çıkmıştı. Yolcu iken kıldırdığı yatsı namazının bir rekatında et-Tîn sûresini okumuştu.[56]

 

101. Yatsı Namazında Secde Gerektiren Bir Âyetin Okunması

 

768- Bekir İbn Ebû Râfi'in şöyle dediği nakledilmiştir:

"Ebû Hureyre'nin arkasında bir gün yatsı namazını kılmıştım. Namazda İnşİ-kâk sûresini okuyup secde etmişti. Kendisine niçin secde ettiği sorduğumda şöy­le dedi; Ben Resûlullah'm arkasında namaz kılarken o, bu sûreyi okuduğunda secde ettim ve ölüp O'na kavuşacağım güne kadar hiç vazgeçmeden bu sûreyi okuduğum her seferde secde edeceğim."

 

102. Yatsı Namazında Kıraat

 

769- Berâ İbn Âzib'in şöyle dediği nakledilmiştir:

"Resûlullah'm bir yatsı namazında et-Tîn sûresini okudu­ğunu duymuştum. Ben O'ndan daha tatlı ve güzel sesli birisini işitmediğim gibi O'nun gibi güzel okuyanını da duymadım."

 

103. Namazın İlk İki Rekatını Uzun Son İki Rekatını İse Kısa Tutmak

 

770- Ebû Avn, Câbİr İbn Semure'nin şöyle dediğini duymuştur:

"Hz. Ömer Sa'd'a şöyle demişti; Namaz da dahil olmak üzere her konuda hakkında şikayette bulundular. Bunun üzerine Sa'd şu cevabı verdi; Ben namazların ilk iki rekatını uzun son iki rekatını ise kısa tutuyorum. Ben Resûlullah'a uyarak onun kıldırdığı namazı kıldırdıktan sonra onların ne söyledikleri hiç umurumda bile olmaz! Hz. Ömer onun bu cevabına şöyle mukabelede bulundu: Doğru söylüyorsun, zaten biz de senin söylediğin gibi davrandığını düşünüyorduk."

 

104. Sabah Namazında Kıraat

 

Ümmü Seleme bu konuyla ilgili olarak şöyle demiştir: "Resûlullah (sabah namazında) et-Tûr sûresini okumuştu."

771- Seyyar İbn Selâme'nin şöyle dediği nakledilmiştir:

"Babamla birlikte Ebû Berze el-Eslemî'nin yanına gitmiştik. Ona namazların vakitleri hakkında bir soru sorduk. Bize şöyle cevap verdi: Resûlullah saiiaiiaraj ve seitrp öğle namazını güneş tepe noktasından zevale doğru meyledince kılardı. İkindi namazının vakti ise, öğle namazından sonra bir kimsenin Medine'nin en uzak mahallesine gidip geri dönüşüne rastlardı ve bu sırada güneş hala sıcaklığı hissedilecek kadar canlı olurdu. - Râvî şöyle demiştir; Akşam namazının vaktiyle ilgili olarak Ebû Berze'nin ne söylediğini unuttum - Yatsı namazı konusunda ise biraz esnek davranır ve gecenin ilk üçte birlik vaktine kadar bunu geciktirebilirdi. Ancak yatsı namazından önce uyumayı ve namazdan sonra da sohbete dalıp konuşmayı hoş karşılamazdı. Sabah namazını kıldırıp bitirdiğinde ise cemaatte bulunanlar yanmdakini tanıyacak kadar aydınlık olurdu. Sabah namazının her iki rekatında veya rekatlarından birinde 60 - 100 âyet arasında Kur'an okurdu."

772- Ebu Hureyre şöyle demiştir:

"Namazların tamamında Kur'an okunur. Resûlullah'ın  bize duyuracak şekilde açıktan okuduğu namazlarda biz de size duyuracak şekilde açıktan okuyoruz; bize duyurmayacak şekilde içinden okuduğu namazlarda ise biz de size duyurmayacak şekilde içimizden okuyoruz. Şayet namaz kılarken Fatiha sûresini okumakla yetinip daha fazlasını okumazsan namazın geçerli olur. Bununla birlikte Fatiha sûresine ek olarak Kur'an'dan bazı âyetler okuman daha hayırlıdır."

 

Bu Hadisten Çıkarılan Sonuçlar

 

1. Bu rivayet namazda Fatiha sûresini okumayan kimselerin namazının ge­çerli olmayacağını gösterir. Bu yönüyle söz konusu rivayet daha önce zikredilen Ubâde hadisinin bir şahididir.

2. Fatiha sûresi ile birlikte bir başka sûre veya bazı âyetler okumak müstehaptır. Alimlerin çoğuna göre sabah namazı, Cuma namazı ve diğer namazların ilk iki rekatları hakkındaki hüküm budur.

Osman İbn Ebi'l-As gibi bazı sahâbîlerden Fatiha'yı okumanın gerekli ol­duğu görüşü de nakledilmiştir. Bazı Hanefîler'in, Mâlikîler'den İbn Kinâne'nin ve Ferrâ'mn eş-Şerhu's-sağîr adlı eserde naklettiği bir rivayete göre Ahmed İbn Hanbel'in görüşü de bu doğrultudadır.

Namazlann bütün rekatlarında Fatiha sûresi ile birlikte Kur'an'dan bazı âyet­ler veya sûre okumak müstehaptır diyen bir görüş de vardır. Ebû Hureyre hadi­sinin zahiri de bunu göstermektedir. Her şeyin en doğrusun sadece Allah bilir.

 

105. Sabah Namazında Kıraatin Açıktan Olması

 

Ümmü Seleme şöyle demiştir: "Resûlullah saiiaüh» ateyhi ve seiiem namaz kıldırır­ken cemaatin arkasına durmuştum. O sırada et-Tûr sûresini okuyordu:"

773- İbn Abbas şöyle demiştir:

"Resûlullah ashabından bir kısmı ile birlikte Ukaz çarşısına doğru yola çıkmıştı. O sırada cinlerin gökten haber almaları engellenmiş ve ya­kıcı - ateş saçan yıldızlarla kovalanmalardı. Bunun üzerine cinler kendi arka­daşlarının yanma dönmek zorunda kalmışlardı. Arkadaşları onlara 'Ne oldu size, ne bu haliniz?' diye sorunca onlar; Gökten haber almamız engellendi ve yakıcı -ateş saçan yıldızlarla kovalandık, dediler. Diğer cinler şöyle dediler; 'Sizin gökten haber almanızı engelleyen çok önemli bir olay meydana gelmiş olmalı öyleyse... Derhal yeryüzünün doğusunu ve batısını didik didik tarayın ve sizin gökten ha­ber almanızı engelleyen neymiş araştırın!' Tihâme tarafına giden cinler en-Nah!e denen bölgeye geldiklerinde Ukâz'a doğru gitmek üzere yola çıkan Resûlullah'm ashabına sabah namazını kıldırdığını gördüler. Namazda Resûlullah'm okuduğu Kur'an'ı işitince; Allah'a yemin olsun ki, sizin gökten haber almamızı engelleyen budur' dediler. Sonra arkadaşlarının yanma dönüp şöyle dediler; 'Ey kavmimiz' 'Gerçekten biz, doğru yola ileten harikulade güzel bir Kur'an dinledik de ona iman ettik. Artık kimseyi Rabbimize asla ortak koşmayacağız. [57] Bunun üzerine Cenâb-ı Hakk Resûlullah'a 'Resulüm de ki; cinlerden bir topluluğun benim okuduğum Kur'an'ı dinleyip de şöyle söyledikleri bana vahyolundu.[58] âyetlerini vahyetti. Cenâb-ı Hakk'ın Resûlü'ne vahyettiğı cinlerin işte bu sözü idi.[59]

774- İbn Abbas şöyle demiştir:

"Resûlullah kendisine hangi namazlarda (açıktan) oku­ması emredilmişse o namazlarda (açıktan) okumuş, içinden okuması emredilen namazlarda da İçinden okumuştur. 'Senin Rabbin asla unutkan değildir [60] 'Andoîsun ki, ResûluUarita sizin için, Allah'a ve âhiret gününe kavuşmayı uman­lar ve Allah'ı çokça zikredenler için güzel bir örnek vardır.[61]

 

106. Bir Rekatta İki Sûreyi Birlikte Okumak, Sûrelerin Sonunu Okumak, Okuduğu Sûreden Önceki Sûreyi Okumak, Sûrenin Baş Kısmını Okumak

 

Abdullah İbnü's-Sâib'in şöyle dediği söylenmiştir: "Resûlullah sabah namazında Müminûn sûresini okuyordu. Musa ile Harun'un veya isa'nın zikredildiği kısma gelince kendisini öksürük tuttu ve bunun üzerine rükû'a gitti."

Hz. Ömer kıldırdığı bir namazın ilk rekatında Bakara suresinden yüz yirmi âyet ve ikinci rekatında el-Mesânî [62] denilen sûrelerden bir sûre okumuştu.

Ahnef bir namazın ilk rekatında Kehf sûresini ikinci rekatında ise Yûsuf veya Yûnus sûresini okumuştu. Anlatıldığına göre Ahnef bu iki sûrenin okunduğu bir sabah namazını Hz. Ömer ile birlikte kılmıştır.

İbn Mesûd kıldırdığı bir namazın ilk rekatında Enfâl sûresinden kırk âyet, ikinci rekatında ise mufassal sûrelerden bir sûre okumuştur.

Katâde iki rekatta tek bir sûre okuyan veya iki rek'atta da aynı sûreyi oku­yan kişilerle ilgili olarak şöyle demiştir: "Bunun hiçbir sakıncası olmaz, hepsi Allah'ın kitabıdır."

774- Enes İbn Mâlik şöyle demiştir:

"Ensar'dan bir zat bize Kubâ mescidinde namaz kıldinrdi. Kıraatin açıktan olduğu her namazda Fatiha sûresinden sonra okuduğu sûrelerden önce muhak­kak İhİâs sûresini sonuna kadar okur ve ondan sonra okuyacağı asıl sûreyi okurdu. Bunu namazların her rekatında yapardı. Bunun üzerine cemaatte bulu­nanlar onun niçin bu şekilde davrandığını öğrenmek için onunla konuşmaya karar verdiler ve aralarında şöyle bir konuşma geçti;

Sen her zaman İhlas sûresi ile namaza başlıyorsun, sonra da bunun yeterli olmadığını düşünerek başka bir sûre okuyorsun. Bu durumda ya sadece Ihlas sûresini okumalısın ya da bunu okumaktan vazgeçip başka bir sûre okumakla yetinmelisin.

Bunu asla terk etmem. Eğer size bu şekilde imamlık etmemden hoşnut iseniz ve buna devam etmemi istiyorsanız ne âlâ, ama bu durumdan hoşnut değilseniz size imamlık yapmaktan vazgeçebilirim.

Cemaat İse onu aralarındaki en faziletli insan olarak gördükleri ve başkası­nın imamlık yapmasına razı olmadıkları için bir şey söylemediler. Bir defasında Resûlullah onların yanma vardığında durumu zât-ı âlîlerine arz ettiler. Bunun üzerine Resûlullah zâta, 'Seni namaz kıldır­makta olduğun cemaatin sözünü tutmamaya ve kıldırdığın her rekatta İhlâs sûre­sini okumaya seuk eden düşünce nedir?' diye sordu. Adamcağız şu cevabı verdi: 'Ey Allah'ın Resulü ben bu sûreyi pek çok seviyorum!' Bunu duyan Resûlullah 'Senin ihlas sûresine olan sevgin seni cennete soktu bile' diye mukabelede bulundu."

775- Ebû Vâil şöyle demiştir:

"Bir adam Abdullah İbn Mesûd'a gelip 'Bu gece ben mufassal sûrelerin ta­mamını bir rekatta okudum' demişti. Bunun üzerine İbn Mesûd ona; Öyleyse şiir okur gibi acele acele okudun! Ben Resûlullah'm birbirine benzer âyet ve sûrelerden hangilerini bir araya getirdiğini biliyorum' demiş ve her rekatta ikisi okunacak yirmi tane mufassal sûre ile Hâ-mîmle başlayan iki sûre saymıştır.[63]

 

Açıklama

 

imam Buhârî'nin bir rekatta iki sûreyi birlikte okumak, sûrelerin sonunu okumak, okuduğu sûreden önceki sûreyi okumak, sûrenin baş kısmını okumak şeklinde kullandığı bâb başlığında dört ayrı konu ele alınmaktadır:

Bir rekatta iki sûrenin okunması konusu İbn Mesûd ile Enes hadislerinde rahatlıkla anlaşılabilmektedir.

Sûrelerin sonunu okumak ise sûrelerin baş kısmını okumak kapsamında de­ğerlendirilmiştir. Zira her iki durumda da sûrenin bir kısmı okunmaktadır. Bu­nunla birlikte Hz. Ömer'in kıldırdığı bir namazın ilk rekatında Bakara sûresinden yüz yirmi âyet okuduğunu belirten rivayet ile Katâde'nin 'bunun hiçbir sakıncası olmaz, hepsi Allah'ın kitabıdır' şeklindeki görüşü sûrelerin son kısmının okuna­bileceğini gösteren deliller olabilir.

Kur'ân'm sûre sıralamasına riayet etmeksizin okunmuş olan sûreden önceki sûreyi okumak Enes hadisi ile Ahnefin Hz. Ömer'den naklettiği rivayetten çıka­rılmış bir sonuçtur.

Sûrenin baş kısmını okumak konusuna ise Abdullah İbnü's-Sâib ile Abdul­lah îbn Mesûd hadisleri işaret etmektedir.

İmam Nevevî şöyle demiştir: "Bu hadis, namazda okunmakta olan sûrenin kesilebileceğini ve sûrenin sadece bir kısmının okunabileceğini göstermektedir. Fakat İmam Mâlik bunun mekruh olduğu görüşündedir."

İmam Nevevî daha sonra şu açıklamalara yer vermiştir. "İmam Mâlik'in mekruh gördüğü durum bilinçli olarak ve herhangi bir zorunluluk bulunmadığı halde sûrenin bir kısmını okumakla yetinmektir. Bunun mekruh olduğunu söyle­yenler Resûlullah'm öksürük tuttuğu için zorunlu olarak sûreyi kesmek durumunda kaldığını ileri sürmüşler ve görüşlerini bu şekilde güçlendir­mişlerdir. Fakat herhangi bir hususa mekruh hükmünü verebilmek için bir delilin sabit olması gerekir. Haddizatında bunun mekruh olduğunu değil, caiz olduğunu gösteren pek çok delil bulunmaktadır. Abdürrerzzâk'm sahih bir sened ile naklet­tiğine göre Hz. Ebû Bekir ashâb-ı kirama kıldırdığı bir sabah namazında Bakara sûresini okumuş ve İki rekatta bu sûrenin tamamını bitirmiştir. Ashâb-ı kiramın bu konuda aksi g,örüş beyan etmemesi onların görüş birliği içinde olduğunu (icma) gösterir.

Dârekutnî'nin sağlam (kavî) bir senedle naklettiğine göre Abdullah İbn Ab-bas kıldırdığı bir namazın her rekatında Fatiha sûresi İle birlikte Bakara sûresin­den birer âyet okumuştur.

"Resûlullah'ı ve seiiem öksürük tuttu." Resûlullah'm öksürüğe tutul­masına rağmen namazı bozmaması öksürüğün namazı bozmayacağını göster­mektedir. Ayrıca öksürük ve benzeri sebeplerle Kur'an okumayı kesip rükûya gitmek, bu şekilde kıraate devam etmekten daha iyidir. Hatta kıraati uzatmanın müstehap olduğu yerlerde kişiyi Öksürük veya gıcık tutarsa okumayı kesip rükûya gitmesi daha evlâdır.

Her rekatta zamm-ı sûreden önce ihlas sûresini okuyan sahâbî İle cemaatin konuşmak istemesinin sebebi anlaşıldığı kadarıyla şuydu; Onlar, bu sahâbînin Resûlullah'tan gördükleri ve öğrendikleri namazdan farklı bir namaz kıldırdığını görmüşlerdi.

"Her rekatta İhlas sûresini okuyan sahâbî dışında birisinin imam olmasını is­tememeleri rivayette belirtildiği gibi onun aralarındaki en faziletli insan ol­duğunu bilmelerinden kaynaklanmış olabileceği gibi Resûlullah'm onu imam olarak tayin etmiş olmasından da kaynaklanabilir.

Nâsirüddin İbnü'l-Müneyyİr bu rivayete dayanarak şöyle demiştir: "Bir kim­se Kur'an'dan hoşuna giden ve kendisini cezbeden kısımları özellikle seçebilir ve bunları çokça tekrar edebilir. Bu durum Kur'ân'ın diğer kısımlarını terk edip ke­narda bırakmak anlamına gelmez."

"Mufassal sûreleri okudum" ifadesinde geçen mufassal (ayırılmış) sûreler ta­biri Kâf sûresinden başlayıp Kur'ân'ın sonuna kadar olan sûreleri kapsamına alır. Bu sûrelere mufassal denmesinin sebebi, sûrelerin sik sık besmele ile birbirinden ayırılmış olmasıdır.

Abdullah Ibn Mesûd'un kendisine gelen kişiye "Öyleyse şiir okur gibi acele acele okudun!" demesi Kur'an okurken çok aceleci bir şekilde hareket etmenin uygun olmadığını ve hoş karşılanmadığını göstermektedir. Çünkü bu durum Kur'an okumanın ruhuna aykırıdır. Zira Kur'an okumaktan maksat, okunan âyetlerin anlamını düşünmek ve bunlardan dersler çıkarmaktır. Haddizatında anlamını düşünmeden Kur'an okunmuş olsa bile namazın geçerli olacağı konu­sunda herhangi bir ihtilaf yoktur. Fakat düşünerek, tefekkür ederek Kur'an oku­manın mükâfatı ve ecri daha büyük olur.

Bu rivayete göre sonradan kılman rekat, önce kılınan rekata göre daha uzun olabilir.

 

107. Son İki Rekatta Fatiha Sûresini Okumak

 

776- Abullah İbn Ebû Katâde babasının şöyle dediğini nakletmişür:

"Resûlullah öğle namazının ilk iki rekatında Fatiha sûresi ile birlikte birer sûre daha okurdu. Son iki rekatta ise sadece Fatiha sûresini okurdu ve okuduğu âyetleri bize duyururdu. İlk rekatları ikinci rekatlara göre daha uzun tutardı, ikindi ve sabah namazlarında da aynısını yapardı."

 

108. Öğle Ve İkindi Namazlarında Gizli Okumak

 

111- Ebû Ma'mer şöyle demiştir:

"Habbâb'a, Resûlullah saiiaiıshı. öğle ve  ikindi namazlarında (Kur'an) okur muydu?' diye sorduğumda bize Evet' diye cevap vermişti. Biz 'Peki siz O'nun okuduğunu nasıl arılıyordunuz?' diye tekrar sorunca şöyle de­mişti: Sakalının oynayıp durmasından anlardık."

 

109. İmamın Okuduğu Ayeti Cemaate Duyurması

 

778- Abullah İbn Ebû Katâde babasının şöyle dediğini nakletmiştir:

"Resûlullah öğle ve ikindi namazlarının ilk iki rekatında Fatiha sûresi ile birlikte birer sûre daha okur ve bazen okuduğu âyetleri bize du­yururdu. İlk rekatları da daha uzun tutardı."

 

110. İlk Rekatı Daha Uzun Tutmak

 

779- Abdullah İbn Ebû Katâde babasının şöyle dediğini nakletmiştir:

"Resûlullah öğle namazlarının ilk iki rekatını uzun tutar, ikinci rekatını da kısaltırdı. Sabah namazlarını da aynı şekilde kıldınrdı."

 

Açıklama

 

İmam Buhârî'nin kullandığı bu bâb/konu başlığı bütün namazların ilk rekat­larının uzatılması gerektiğini vurgulamaktadır.

Beyhakî bu konuyla ilgili olarak nakledilen rivayetlerin tamamını bir arada değerlendirerek şöyle der: "Namaz kıldırmakta olan bir kimse birisini bekliyorsa ilk rekatı uzatsın. Aksi takdirde ilk iki rekatın aynı uzunlukta olmasına dikkat etsin."

Abdürrezzâk buna benzer bir görüşü İbn Cüreyc yoluyla Atâ'dan nakletmiş­tir. Bu rivayete göre Atâ şöyle demiştir: "Cemaatin çoğalması maksadıyla ima­mın kıldırmakta olduğu her namazın ilk rekatını uzatması bana göre güzel bir davranıştır. Fakat ben tek başıma namaz kıldığım zaman ilk iki rekatın birbirine eşit olması için çalışırım."

Bazı âlimlere göre sabah namazının ilk rekatını her zaman için uzun tutmak müstehaptır. Fakat sabah namazı dışındaki namazlarda imam vakit girer girmez namaza başlamışsa ve birinci rekatı uzattığı takdirde cemaatin çoğalacağını dü­şünüyorsa okumasını uzun tutmasında herhangi bir sakınca yoktur; cemaatin artacağına dair bir kanaati yoksa uzatmaz.

Sabah namazının ilk rekatının niçin uzun tutulduğunu açıklarken âlimler şu inceliğe işaret etmişlerdir: "Sabah namazı uykudan ve vücût dinlendikten sonra kılman bir namazdır. Bu vakitte kişinin dili ve kulağı kalbiyle tam bir uyum ha­lindedir. Çünkü kişi iyice dinlenmiştir ve gönlünde herhangi bir dünyevi dü-ŞÜnce yoktur, zihni tamamen boştur; ne yapılacak işleri düşünür ne de dünyevî meşgalelere takılır. Mutlak ilim sadece Allah katındadır."

 

111. İmamın Açıktan Âmîn Demesi

 

Atâ şöyle demiştir: "Âmîn demek bir duadır. Abdullah İbnü'z-Zübeyr namaz kıldırdığında hem kendisi hem de cemaat 'Âmîn' derdi. Hatta yükselen ses mescidde yankılanırdı. Ebû Hureyre namaz kıldıran imama: 'Benden önce hare­ket edip de beni seninle birlikte Âmîn demekten mahrum bırakma!' derdi."

Nâfi' şöyle demiştir: "Abdullah İbn Ömer 'Âmîn' demeyi terk etmezdi ve ce­maati de bunu söylemeye teşvik ederdi. Ben ondan Âmîn' demenin çok hayırlı olduğuyla ilgili pek çok söz işittim."

780- Ebû Hureyre Resûlullah'ın şöyle buyurduğunu nak-etmiştir:

"İmam 'Amîn' dediği zaman siz de 'Âmîn' deyin. Zira meleklerle aynı anda 'Amîn' demeye muvaffak olan bir kimsenin geçmiş günahları bağışlanır."

İbn Şihâb şöyle demiştir:" Resûlullah Âmîn' derdi.[64]

 

Açıklama

 

imamın açıktan âmîn demesi Fatiha sûresini okuduktan sonra olur. Âmîn iemek âlimlerin çoğunluğuna göre Allah'ım, dualarımıza icabet et, dualarımızı abul buyur" anlamına gelir.

Abdürrezzâk, Atâ'nın sözünü İbn Cüreyc yoluyla mevsûl olarak nakîetmişiir: İbn Cüreyc, Atâ'ya "İbnü'z-Zübeyr duadan veya Kur'an okuduktan sonra âmîn der miydi?" diye sorunca Atâ şu cevabı vermiştir: "Evet, hem kendisi hem de arkasında namaz kılmakta olan cemaat âmîn derdi. Hatta yükselen ses mescidde yankılanırdı. Âmîn demek bir duadır. Zaten Ebû Hüreyre mescide girdiğinde imam namaza başlamış olursa ona seslenip şöyle derdi; "Benden önce hareket edip de beni seninle birlikte Âmîn demekten mahrum bırakma!"

Ebû Hureyre'nİn "Benden Önce hareket edip de beni seninle birlikte Âmîn demekten mahrum bırakma!" şeklindeki sözü onun namazda iken imamla bir­likte âmîn demek istediğini göstermektedir. Beyhakî'nin Ebû Hüreyre ile ilgili olarak Hammâd, Sabit, Ebû Rafı' senediyle naklettiği başka bir rivayet de şöyle­dir; "Ebû Hüreyre Mervân için müezzinlik yapardı. Ancak Mervân'a 'Benim safa katıldığımı anlayıncaya kadar bekle ve Fatiha sûresinin son kelimesini benden önce söyleme' diye bir şart ileri sürmüştü." Anlaşıldığı kadarıyla Ebû Hüreyre kamet getirmek ve safları düzeltmekle meşgul olurken Mervan hemen namaza başlıyordu. Ebû Hureyre de meşgul olduğu bu İşleri bitiremediği için Mervân'a âmîn derken yetişemiyordu. İşte bu yüzden bir daha böyle davran­maması için uyarmıştı

İbn Ömer'in âmîn demenin hayırlı olduğunu ifade etmesi bu davranışın çok faziletli ve sevabı bol bir amel olduğunu göstermektedir. Beyhakî'nin naklettiği şu rivayet de buna işaret etmektedir: "Abdullah İbn Ömer insanlar âmîn dediği vakit onlarla birlikte âmîn derdi. O, bunun sünnet olduğu görüşünde idi." İbn Ömer'den nakledilen rivayet İle başlık arasındaki İlişki hakkında şu açıklama yapılmıştır; Abdullah İbn Ömer Fatiha sûresini bitirdiği zaman âmîn derdi. Bu açıklama onun gerek imam iken gerek cemaat arasında iken aynı şekilde dav­randığını gösterdiği için daha genel bir anlam ifade etmektedir. Bu rivayete da­yanılarak İmamın âmîn demesinin meşru olduğu söylenmiştir.

Resûlullah'ın İmam âmîn dediği zaman siz de âmîn de­yin" şeklindeki emri, cemaatin İmamdan sonra âmîn demesi gerektiğine işaret etmektedir. Çünkü Resûlullah Miiaiiâhy buyurmuştur ve buradaki fa harfi cümleye peşinden, peşisıra anlamı verir. Fakat daha önce işaret ettiğimiz gibi hadislerin birlikte değerlendirilmesi neticesinde ulaşılan sonuç cemaatin imamla birlikte âmîn demesidir ve âlimlerin çoğunluğunun görüşü bu doğrultu­dadır.

Ebû Muhammed el-Cüveynî şöyle demiştir: "Âmîn demek dışında cemaatin imamla birlikte hareket etmesi müstehap olan başka hiçbir şey yoktur."

Âlimlerin çoğunluğuna göre Resûlullah'm bu emri nedb  eder. İbn Bezîze, bazı ilim adamlarının hadisin zahir anlamına bakarak imîn demenin mutlaka gerekli olduğunu söylediklerini nakletmiş ve şöyle de-ıiştir. "Zahirîlere göre âmîn demek namaz kılan herkese farzdır,"

Şâfiîler'in çoğunluğuna göre hadiste âmîn demek mutlak olarak emredildiği ;in cemaat Fatiha sûresini okumakla meşgul bulunsa bile imam âmîn dediği iman onunla birlikte âmîn der. Fakat bu hükmün ayrıntısında görüş ayrılıkları lulunmaktadır. Görüş ayrılıklarına sebep olan soru şudur: Kişi Fatiha sûresini jitirmeden imam âmîn dediği anda onunla birlikte âmîn derse, sûreyi arada |ka bir şey söylemeden okuma görevi kesilmiş olur mu? Konuyla ilgili iki farklı üsten daha doğru olanı okumanın kesilmeyeceği İle ilgili kanaattir. Çünkü ıîn demekle ilgili emir, namazın daha güzel olması içindir. Halbuki hapşırınca Ihamdülillah demek gibi namaz ile ilişkili olmayan hususlar bundan farklıdır ve  reyi arada başka bir şey söylemeden okumak görevini keser.[65] Her şeyin enğrusunu sadece Allah bilir.

"Meleklerle aynı anda âmîn demek" ifadesi Hİbbân gibi âlimlerin benimsediği görüşün aksine, meleklerle aynı zaman (imi İçinde aynı sözü söylemektir. İbn Hibbân ve onun çizgisinde olan âlimler bunu meleklerin huşu ve ihlâsma ortak olmak şeklinde anlamışlardır. Nitekim Hibbân bu hadisi zikrettikten sonra, burada kişinin kendisini beğenmeksizin îleklerin ihlâsma ortak olması kasdedilmîştir, demiştir. Başka âlimler de İbn bân'ın bu görüşüne meylederek temel bir takım erdemlere işaret etmişlerdir. |zı âlimlere göre meleklerin âmîn demesi, müminler için af ve mağfiret dile­kleri anlamındadır.

Ibnül-Müneyyir şöyle demiştir: "Meleklerle aynı anda, aynı sözü söyleme /reti içinde olmak tercih edilen görüştür. Çünkü bu durumda cemaat âmîn  görevini yeri geldiğinde îfa edebilmek için tam bir uyanıklık ve konsant-;on içinde bekler. Meleklerin bu görevi ihmal etmeleri düşünülemez. Zira lieklerde gaflet diye bir özellik yoktur. İşte onlarla aynı anda âmîn demeye Jvaffak olan kimseler gerçekten uyanık ve diri bir bilinçle namaz kılanlardır."

Bu hadisin zahirî ifadesine baktığımızda bütün meleklerin kasdedildiği so­fu çıkar. Ancak öyle anlaşılıyor ki hadis-i şerifte söz konusu namaza katılan yüzündeki veya gökyüzündeki melekler kasdedilmistir.

Geçmiş günahları bağışlanır" ifadesinin zahirî anlamı geçmiş günahların tamamının bağışlandığını göstermektedir. Fakat âlimlere göre burada kasdedilen küçük günahlardır.

Bu hadis-i şerif, "Namazda âmîn demek namazı bozar. Çünkü bu söz Kur'an'dan bir parça olmadığı gibi, bir zikrin belli bir bölümü de değildir " diyen Şiî İmâmiyye mezhebinin görüşünün yanlış olduğunu gösteren bir delildir.

Bu hadis, imamlığın çok faziletli ve önemli bir görev olduğunu göstermekte­dir. Çünkü imamın âmîn demesi zaman ve söz olarak meleklerin âmîn demesine denk düşmektedir. Zaten bu yüzen cemaatin imamla birlikte âmîn demesi ge1-rekmiştir. Hadisin zahir ifadesine baktığımız zaman, cemaatin imam âmîn dediği zaman ona uyması emredilmiştir; dolayısıyla imam âmîn demeyi ihmal ederse cemaatin de âmîn dememesi gerekecektir. Şâfiîler'den bazı âlimler bu görüştedir. ez-Zehâir müellifinin açıkça ifade ettiği görüş bu olduğu gibi Râfiî'nin sözlerinden anlaşılan hüküm de bu yöndedir. İrnam Nevevî ise Şâfiîler'in ittifakla kabul ettiği görüşün bunun tam aksi istikamette olduğunu iddia etmiştir. İmam Şafiî'nin el-Ümm adlı eserinde açık bir şekilde söylediği görüş şöyledir: "İmam kasıtlı olarak veya unutarak âmîn demeyi terk etse bile cemaat âmîn der."

 

112. Âmîn Demenin Fazileti

 

781- Ebû Hureyre Resûiulîah'ın şöyle buyurduğunu nakletmiştir:

"İçinizden biri âmîn dediği zaman melekler de aynı anda gökyüzünde âmîn dediklerinde ve böylece yeryüzündeki âmînler İle gökyüzündeki âmînler birbi­rine karıştığında o kimsenin geçmiş günahları bağışlanır."

 

113. Cemaatin Açıktan Âmîn Demesi

 

782- Ebû Hureyre Resûlullah'm şöyle buyurduğunu nakletmiştir:

"İmam Fatiha sûresini bitirip dediği zaman siz de âmîn âmîn deyin. Zira meleklerle aynı anda âmîn demeye muvaffak olan bir kimsenin geçmiş günahları bağışlanır.[66]

 

Açıklama

 

Beyhakî başka bir yolla Atâ'nın şöyle dediğini nakletmiştir: "Ben şu mescidde Resûlullah'm iki yüz ashabına yetiştim. İmam Fatiha sûresini bitirip dediğinde uğultulu bir şekilde âmîn sesleri yükselirdi.

İmam Şafiî'nin mezheb-i kadîmine göre cemaat âmîn kelimesini açıktan söyler. Şâfİî mezhebinde fetva da bu yöndedir. İmam Râfiî şöyle demiştir: "Mez-hebimizdeki âlimlerin çoğu bu meselede iki farklı görüş bulunduğunu söylemiş­lerdir. Ancak doğru olan görüş cemaatin açıktan âmîn demesidir."

 

114. Safa Varmadan Rükûya Gitmek

 

783- Ebû Bekre şöyle demiştir:

"Bir defasında Resûlullah aleyh? ve namaz kıldırırken mescide gir­miştim. Resûlullah  ve seüem rükû'a varmıştı. Bunun üzerine ben daha safa ulaşmadan rükûa gittim. Daha sonra bunu Resûlullah'a Mishu anlattım. Bana şöyle dedi: Allah senin (namaza olan) düşkünlüğünü ve hırsını artırsın, ama bir daha böyle yapma!"

 

Açıklama

 

Resûlullah'm Allah senin hırsını artırsın" şeklindeki duası. Allah senin hayra olan tutkunluğunu ve hırsını artırsın anlamındadır.

İbnü'l-Müneyyir şöyle demiştir: "Resûîullah Ebû Bekre'nin bu tavrını genel olarak tasvip etmiş ancak İşin ayrıntısında hatalı olduğunu be­lirtmiştir. Ebû Bekre'yi onaylaması onun cemaat sevabından mahrum kalmamak için gösterdiği hırstan ileri gelmektedir."

Resûlullah'm ama bir daha böyle yapma!" şeklindeki sö­zü şu anlamdadır: Bir daha böyle aceleyle gelip safa katılmadan rükûa varma ve rükûa vardıktan sonra da eğilmiş bir vaziyette yürüyerek safa girme.

Ahmed İbn Hanbel, İshâk İbn Râhûye ve İbn Hüzeyme gibi bazı Şafiî mu-haddisler bunun haram olduğunu söylemişlerdir. Onların bu konudaki delili Vâbısa İbn Ma'bed'in naklettiği şu rivayettir; "Resûiullah birisi­nin tek başına safların arkasında namaz kılmakta olduğunu gördü ve ona nama­zını tekrar etmesini emir buyurdu." Ahmed İbn Hanbel ve İbn Hüzeyme gibi hadisçiler sünen sahiplerinin naklettiği bu hadisin sahih olduğunu söylemişlerdir. İbn Hüzeyme, Ali İbn Şeybân'dan buna benzer bir rivayet nakletmiştir. Ancak bu rivayette şöyle bir fazlalık bulunmaktadır: "Safların arkasında tek başına namaz kılan kimsenin namazı olmaz.

İmam Şafiî ve aynı görüşü benimseyen âlimler ise Ebû Bekre hadisini delil olarak göstermişlerdir. Onlara göre Vâbısa hadisindeki emir istihbâb İçindir; yani namazı iade etmenin müstehap olduğunu gösterir. Zira yukarıdaki rivayette Ebû Bekre namazın bir bölümünü safların arkasında tek başına ifa etmiştir ve Resûiullah ona namazını tekrar etmesini emir buyurmamıştır. Fakat bir daha böyle bir şeye kalkışmamasını emretmiştir. Bu açıdan bakıldı­ğında Resûiullah ^ vdahu aleyh; ve se'iem onu sanki daha faziletli bir amele irşad etmiş gibidir.

Bu hadîs-i şerîf cemaate sonradan uyacak bir kimsenin imam hangi rüknü îfa ediyorsa hiç beklemeden o anda uymasının müstehap olduğunu göstermek­tedir. Saîd İbn Mansûr'un Sünen'inde Abdülaziz İbn Refî'nin Medine'li bir çok kişiden naklettiği şu rivayette Resûlullah bunu açıkça emret­miştir: "Kim namaz kıldığımız zaman beni kıyamda, rükûda veya secdede bu­lursa hemen ben hangi rüknü yerine getiriyorsam o rükünde bana uysun.

 

115. Tekbirin Rükûda Tamamlanması

 

Abdullah İbn Abbas Resûlullah'm bu şekilde tekbir getir­diğini söylemiştir.

Mâlik İbn Hüveyris'in naklettiği hadis de bu bâb kapsamına girmektedir.

784- İmrân İbn Husayn'dan nakledilmiştir:

"İmrân İbn Husayn Hz. Ali'nin arkasında Basra'da bir namaz kıldığını belirt­tikten sonra: "Bu zât, bize Resûlullah ile birlikte kıldığımız na­mazları hatırlattı" demiş ve şunları eklemiştir: "O namaz kıldırırken namaz için­deki her intikalde / her pozisyon değişikliğinde tekbir getirirdi.[67]

785- Ebû Seleme'den nakledilmiştir:

"Ebû Seleme, Ebû Hureyre'nin cemaate namaz kıldırırken her pozisyon de­ğişikliğinde her eğiliş ve kalkışında tekbir getirdiğini belirtmiştir. Bir defasında Ebû Hureyre yine bu şekilde namaz kıldırmış ve namazdan çıktıktan sonra şöyle demişti: "Kesinlikle ben, aranızda kıldığı namaz Resûlullah'ın namazına en çok benzeyen kişiyim.[68]

 

Açıklama

 

İmam Buhârî'nin "Mâlik İbn Hüueyris'in naklettiği hadis de bu bâb kapsa­mına girmektedif derken işaret ettiği hadis 140. başlığı altında ele alınmıştır.

"Tekbirin rükûda tamamlanması" şeklinde verilen konu başlığı şu anlama gelir: Kıyamdan rükûa giderken söylenen intikal tekbirinin rükûa varıldığı anda tamamlanması

İmrân İbn Husayn'in Cemel olayından sonra olması muhtemel olan bir na­mazı Ali İbn Ebu Talib'in arkasında kılarlarken, "Resûîullah ile birlikte kıldığımız namazları hatırlattı" şeklindeki ifadesi bu tekbirlerin o dö­nemde terk edilmiş olduğunu göstermektedir. Nitekim Ahmed İbn Hanbel ve Tahâvî sahih bir senedle Ebû Mûsâ el-Eş'arî'nin şöyle dediğini nakletmişlerdir: "Âli İbn Ebu Talib bize Resûlullah ile birlikte kıldığımız namaz­ları hatırlattı. Kimimiz (bu tekbirleri) unutmuştu, kimimiz de kasıtlı olarak terk etmişti." Ahmed İbn Hanbel konuyla ilgili olarak Mutarriften farklı bir rivayet daha nakletmıştir. Bu rivayet şöyledir: "Biz imrân İbn Husayn'a, 'Ey Ebû Nüceyd tekbiri ilk olarak kim terk etti?' diye sorduğumuzda şu cevabı verdi; Tekbiri ilk terk eden Osman İbn Affân idi; İyice yaşlanıp sesi kısıldığında tekbiri terk etmek durumunda kalmıştı. Fakat bu rivayet Hz. Osman'ın tekbirleri tamamen terk etmeyip, açıktan tekbir getirmediğini anlatıyor da olabilir.

Taberânî tekbiri ilk olarak terk eden kişinin Muavİye olduğunu Ebû Hurey-re'den nakletmıştir. Fakat âlimler bu rivayetlerde anlatılan durumun tekbirleri ta­mamen terk etmek değil, tekbirleri açıktan söylemek olduğuna işaret etmişlerdir. Zaten uygulama, tekbirlerin namaz içindeki her pozisyon değişikliğinde/her eğilme ve kalkma sırasında getirilmesi şeklinde' yerleşmiştir. Alimlerin çoğunlu­ğuna göre namaza başlama tekbiri dışındaki tekbirlerin getirilmesi menduptur. Ahmed İbn Hanbel ve bazı âlimler ise rivayetlerin zahirine bakarak bu tekbirlerin getirilmesinin gerekli olduğunu söylemişlerdir.[69]

(Nâsırüddîn İbnü'l-Müneyyir intikal tekbirlerini getirmenin hikmeti hakkında şu açıklamada bulunmuştur: "Namaz kılacak olan mükellefe namaza başlarken niyetinin tekbirle birlikte olması emredilmiştir.) [70] Aslında mükellefin bu niyetini namazın sonuna kadar muhafaza etmesi gerekir. İşte niyetin bir göstergesi ve alâmeti olan tekbirler namaz içindeki her harekette tekrarlanır ki, kişiye niyetini ve ahdini hatırlatsın."

Namaz içindeki her intikalde tekbir getirilmesi gerektiğini ifade eden bu ri­vayette genelleme söz konusudur. Rükûdan doğrulurken tekbir getirilmemesi hükmü bunun istisnasıdir. Zira rükûdan doğrulurken Allah'a hamdetmek gerek­tiği konusunda görüş birliği (icma) vardır.

 

116. Tekbirin Secdede Tamamlanması

 

786- Mutarrif İbn Abdullah şöyle demiştir:

"İmrân İbn Husayn ile birlikte Hz. Ali'nin arkasında namaz kılmıştık; secde ettiğinde, secdeden doğrulduğunda ve kıldığı rekatlardan kalktığında tekbir geti­riyordu. Namazı bitirdiğinde İmrân İbn Husayn elimi tutarak bana şöyle dedi: Hz. Ali bana Resûlullah'ın kıldırdığı namazları hatırlattı - başka bir rivayete göre - Hz. Ali bize aynen Resûlullah'ın  namazını kıldırdı."

787- İkrime şöyle demiştir:

İmamlık makamına geçip namaz kıldırmakta olan birisini görmüştüm; na­mazdaki her hareket değişikliğinde, yatış ve kalkışlarında tekbir getiriyordu. Bu­nu garipseyerek Abdullah İbn Abbâs'a anlattığımda bana şöyle dedi; Hay anasız kalasın sen bunun Resûlullah'ın namazı olduğunu bilmiyor musun?

 

Açıklama

 

İbn Abbâs'ın "hay anasız kalasın" şeklindeki sözü Araplar arasında yaygın olan bir azarlama ifadesidir. İkrîme namaz kıldırmakta olan kişiyi aptallıkla ve dolayısıyla bilgisizlikle suçladığı İçin Abdullah İbn Abbas onu bu şekilde kına­mıştır. Zira namaz kıldıran kişi İkrime'nin bu suçlamalarını hak etmiyordu.

 

117. Secdeden Doğrulurken Tekbir Getirmek

 

788- ikrime'nin şöyle dediği nakledilmiştir:

"Mekke'de yaşlı bir zatın arkasında namaz kılmıştım; bu namazda tam yirmi iki defa tekbir getirmişti. Bunun üzerine İbn Abbas'a gelerek; Bu adam bunamış bir ahmak' dedim. Ben böyle söyleyince bana kızarak şöyle dedi: Hay anasız kalasın, onun kıldırdığı namaz tam olarak Resûlullah'm  sünnetidir."

789- Ebû Hureyre şöyle demiştir:

"Resûlullah namaz kılmak üzere kalktığında ayakta iken namaza başlama tekbirini getirirdi. Sonra kıyamdan rükûya gittiğinde tekbir alırdı. Rükûdan doğrulup kalkarken (Allah kendisine hamd edenleri işitir) ve tam olarak doğrulup kıyamda beklerken (Rab-bimiz, hamd sana mahsustur) Abdullah İbn Salih'in Leys'ten naklettiğine göre (Ve hamd sana mahsustur) - derdi. Secdeye gittiğinde, secdeden Yoğrulduğunda, secdeye yeniden giderken ve secdeden geri doğrulduğunda her seferinde tekbir alırdı. Namazının tamamını kılıp bitirene kadar da aynı şekilde tekbirleri getirirdi. Resûlullah ilk iki rekatı bitirip birinci teşeh-kalkarken de tekbir alırdı."

 

Açıklama

 

imam Nevevî "kıyamdan rükûa gittiğinde tekbir alırdı" İfadesiyle ilgili olarak şunları söylemiştir: "Bu ifade tekbirin hareketin başlamasıyla birlikte başlayıp hareketin bitmesiyle birîikte sona ermesi gerektiğini gösterir. Buna göre rükûa üzere harekete geçince tekbire başlanır ve rükû pozisyonuna varıncaya 'tekbir yayılıp uzatılır."

 

118. Rükûda Avuçların Dizlere Konması

 

Ebû Humeyd cemaatine şöyle demiştir: "Resûlullah riyle dizlerini iyice kavrardı."

790- Mus'ab İbn Sa'd şöyle demiştir:

"Bir gün babamın (Sa'd İbn Ebû Vakkâs) yanında namaza durmuştum. Namazda ellerimin ayalarını birbirine yapıştırıp bacaklarımın arasına koydum. Babam bana bir daha böyle yapmamamı söyleyip şöyle dedi: "Biz de bir zamanlar böyle yapardık. Fakat bunu yapmak (ResûIullah tarafından) bize yasaklandı; bize ellerimizi dizlerimizin üzerine koymamız emredildi."

 

Açıklama

 

Rükûda ellerin dizlere konması; sağ elin sağ dize, sol elin de sol dize kon­ması anlamındadır.

Sa'd İbn Ebû Vakkâs'm bu sözüne dayanarak şunlar söylenmiştir: "Burada anlatılan ellerin ayalarını birbirine yapıştırıp bacakların arasına alma uygulaması önceden var olan fakat Resûlullah tarafından neshedilen bir hükümdür. Zira burada yasaklayan da emreden de Resûlullah'tır  Tirmizî şöyle demiştir: "Âlimlere göre ellerin ayalarım birbirine yapıştırıp ba­cakların arasına alma uygulaması neshedilmiştir; bu konuda âlimler arasında görüş ayrılığı yoktur. (Sadece Abdullah İbn Mes'ud ile onun tâbîlerinin bu uy­gulamaya devam ettikleri nakledilmiştir.) [71]

İbnü'l-Münzir bu konuyla ilgili olarak sağlam (kavî) bir senedle İbn Ömer'in ellerinin ayalarını birbirine yapıştırılıp bacakların arasına alınmasını kasdederek şöyle dediğini nakletmiştir: "Resûlullah bunu bir defa yapmıştı."

İbn Hüzeyme yine bu konuyla ilgili olarak Aİkame yoluyla Abdullah'ın şöyle dediğini nakletmiştir: "Resûlullah bize öğretmişti; O rükû yapacağı zaman ellerinin ayalarının birbirine kenetler ve bacaklarının arasına koyarak rükû ederdi. Sa'd İbn Ebû Vakkâs onun böyle dediğini duyunca; 'Kardeşim doğ­ru söylemiş, biz önceden böyle yapardık, fakat daha sonra ellerimizle dizlerimizi İyice kavramamız bize emredildi' demiştir."

Abdürrezzâk'm Hz. Ömer ile İlgili olarak Alkame ve Esved'den naklettiği bir rivayet Sa'dın söyledikleriyle örtüşmektedir. Bu rivayete göre Alkame ve Esved şöyle demişlerdir: "Biz Abdullah'ın arkasında namaz kıldık ve ellerimizin ayalarını birbirine kenetleyip bacaklarımızın arasına alarak rükû ettik. Daha sonra Hz. Ömer ile karşılaştık ve onun arkasında da aynı şekilde namaz kıldık. Hz. Ömer namaz bitince şöyle dedi: Bu, bizim daha önce yaptığımız bir uygulamaydı ama sonra terk edildi." Tirmizî'nin Ebû Abdurrahman es-Sülemi yoluyla naklettiği rivayet ise şöyledir: "Hz. Ömer bize şöyle dedi; Size dizler sünnet kılındı, dizleri­nizi tutun!" Beyhakî bu rivayeti şu lafızla nakletmiştir: "Biz rükû ettiğimiz zaman ellerimizi bacaklarımızın arasına alırdık. Bunun üzerine Hz. Ömer bize şöyle demişti: Dizlerin ellerle kavranması sünnettendir." Bu rivayet merfû hükmünde­dir. Çünkü bir sahâbî: "Sünnet böyledir, bu sünnet kılınmıştır" demişse bunun öncelikli olarak Resûlullah'm sünneti olduğu anlaşılır. Özellikle de Hz. Ömer gibi önde gelen sahâbîlerin bu tür sözlerinin Resûluliah'ın sünnetine işaret ettiği bilinmelidir.

İbn Hüzeyme Sa'd'm "bunu yapmak (Resûluüah tarafın­dan) bize yasaklandı" şeklindeki sözüne dayanarak ellerin ayalarının birbirlerine kenetlenip bacakların arasına alınmasının caiz olmadığını söylemiştir.

 

119. Rükûnun Tam Olarak Yapılmaması

 

791- Zeyd İbn Vehb şöyle demiştir:

"Bir gün Huzeyfe rükû ve secdeleri âzâlan tam olarak sükûn bulacak şekilde yapmayan birisini gördü ve ona şöyle dedi: Sen namaz kılmadın! Eğer bu şe­kilde ölecek olursan Cenâb-ı Hakk'ın Muhammedi yaratmış olduğu fıtrat dışında bir ölümle ölürsün."

 

Açıklama

 

"Rükû ve secdeleri azalan tam olarak sükûn bulacak şekilde yapmayan biri­sini gördü" ifadesi Abdürrezzâk'm naklettiği rivayette şöyle geçmektedir: "Kuşun yeri gagalaması gibi acele eden ve rükûu azalan tam olarak sükûn bulacak şe­kilde yapmayan birisini gördü."

Huzeyfe'nin "Cenâb-ı Hakk'm Muhammedi Mihm  yaratmış ol­duğu fıtrat" ifadesine dayanılarak bu rivayetten şu sonuçlar çıkarılmıştır:

1.  Rükû ve secdeleri âzâlar tam olarak sükûn bulacak şekilde yapmak va­ciptir.

2. Rükû ve secdelerin bu şekilde yapılmaması namazı bozar.

3. Namazı terk eden kişi kâfir olur. Çünkü Huzeyfe'nin sözünün zahirî an­lamına göre namazın rükünlerinden birini İhlal eden kimseden İslâm vasfı kaldı­rılmıştır. Dolayısıyla namazı tümden terk eden bir kimseden bu vasfın kaldırıl­ması daha uygundur. Bu hüküm rivayette geçen fıtrat kavramının, din şeklinde yorumlanmasına dayanır. Haddizatında İmam Müslim'in rivayet ettiği gibi na­mazı terk eden kimselerin herhangi bir kayıt getirilmeden mutlak olarak kâfir olacaklarını ifade eden hadisler bulunmaktadır.[72] (Bu hadisleri bazı âlimler ger­çek anlamında almışlar ve namazı terk edenlerin kâfir olacaklarını söylemişlerdir.

Fakat bazı âlimlere göre burada namaz kılmayanların çok şiddetli bir şekild azarlanması ve kınanması söz konusudur. Hattâbî şöyle demiştir: "Fıtrat, ve din anlamına gelir. Fakat bu rivayette tıpkı "Beş şey fıtrattandır  sünnetlerdir" hadisinde olduğu gibi fıtrat kavramı sünnet anlamında kullanılmış olabilir." Buna göre Huzeyfe'nin amacı karşılaştığı bu şahsın ileride böyle davranmamasını sağ­lamaktır ve bu yüzden şiddetli bir ifade kullanmıştır. Başka bir rivayette geçen "Muhammed'in sünneti" ifadesi de bu görüşün tercih edilmesini sağlar.) [73]

 

120. Rükû Ederken Sırtın Dümdüz Tutulması

 

Ebû Humeyd es-Sâİdî karşısındaki cemaate şöyle demiştir:

"Resûlullah rükûya gider ve sonra sırtını düzleştirirdi." Sırtın dümdüz tutulması demek başın vücuttan ne aşağıda ne de yukarıda olmasıdır.

 

121. Rükûnun Tam Olarak Yapılmasının Ölçüsü Ve Rükûda Vücûdun İyice Sükûnet/ Dinginlik Bulması

 

792- Berâ şöyle demiştir:

"Resûlullah namaz kılarken rükûlarda, secdelerde ve iki secde arasındaki oturuşlarda neredeyse birbirine eşit olacak bir süre kadar bek­lerdi. Sadece (kıraat için olan) kıyamlar ile teşehhüdlerdeki oturuşlar bunlardan farklı idi.[74]

 

122. Resûlullah Rükûunu Tam Olarak Yapmayan Birisine Namazını İade Etmesini Emir Buyurmuştur

 

793- Ebû Hüreyre'nin şöyle dediği nakledilmiştir:

"Birgün Resûlullah uesei!«n mescide girmişti. Onun arkasından bi-risi daha gelip namaza durdu. Namazını bitirince gelip Resûlullah'a selâm verdi. Resûlullah saiMâhu dieyh: onun selamına mukabelede bu­lunduktan sonra; 'Git ve namazını tekrar kıl, çünkü sen namaz kılmadın' bu­yurdu. Adam gidip daha önceki kıldığı gibi namazını tekrar etti. Sonra gelip Resûlullah'a selâm verdi. Resûl-i Ekrem Efendimiz yine; 'Git ve namazını tekrar kıl, çünkü sen namaz kılmadın' buyurdu. Bu durum üç defa tekrarlandı. Sonunda adam; 'Seni hak ile gönderen Allah'a yemin ederim ki, ben bundan daha iyisini yapamıyorum. Bana doğrusunu Öğretiniz1 dedi. Bunun üzerine Resûlullah şöyle buyurdu;

"Namaza duracağın zaman önce tekbir getir. Sonra ezberinde bulunan ve kolayına gelen kısımlarından Kur'an oku. Ardından vücûdun hareketsiz kalacak şekilde (itmi'nân) rükû'a var. Sonra rükû'dan doğrul ve dimdik dur (i'tidâl). Ar­dından secdeye git ve kemikler eklem yerlerine tam anlamıyla oturacak şekilde (itmi'nân) secde et. Sonra doğrul ve yine kemikler eklem yerlerine tam anla­mıyla oturacak şekilde (itmi'nân) otur ve ardından tekrar secdeye git ve kemik­ler eklem yerlerine tam anlamıyla oturacak şekilde (itmi'nân) secde et. Namazı­nın geri kalan kısmında da bu söylediklerimin tamamını aynen yap!"

 

Açıklama

 

Kâdî İyâz Resûlullah'm çünkü sen namaz kılmadın" şek­lindeki buyruğu hakkında şu açıklamayı yapmıştır: "Bilgisiz bir kimsenin ibadet­lerle ilgili konularda herhangi bir bilgisi olmaksızın yaptığı fiiller geçerli değildir.

Burada Resûlullah adama "namaz kılmadın" derken namazı­nın geçerli olmadığını ifade etmek İstemiştir. Zaten Resûlullah'm ve sözünün zahirinden anlaşılan da budur."

 

Bu Hadisten Çıkarılan Sonuçlar

 

1. Namazın rükünlerini yerine getirirken söz konusu rükünlerde kemiklerin eklem yerlerine iyice oturması ve böylece vücûdun bir süre hareketsiz kalması (itmi'nân-tuma'nîne) farzdır.275 Alimlerin çoğunluğunun görüşü budur. Hanefî mezhebinde meşhur olan görüşe göre ise ta'dîl-i erkân sünnettir.

2. Namazın farzlarından birisini ihlal eden bir kimse o namazı iade etmekle mükelleftir; bu namazı iade etmesi farzdır.276

3. İyiliği emredip kötülüğü yasaklamak çok önemli bir görevdir.

4. Herhangi bir husus öğretilirken karşıdaki insanı sıkıntıya düşürmeyen en uygun metod uygulanmalı ve konu etraflıca açıklanarak hedefler tam anlamıyla gösteriimelidir.

5. Öğrenci hocasından gerekli bilgileri almak için istekte bulunmalıdır.

6. Kişi aynı mekanda bulunuyor olsalar bile bir anlamda ayrılık sayılabilecek fasılalar oluşmuşsa muhatabına tekrar tekrar selâm verebilir ve muhatap tarafın­dan bu selâm alınır.

7. İmam cemaatiyle birlikte mescitte oturabilir.

8. Alimlere ve hocalara selâm verilir ve emirlerine uyulur.

9.  Kişi hatalarını itiraf edebilir ve hataların insana mahsus bir özellik oldu­ğunu bu itiraf sırasında dile getirebilir.

10. Resûlullah  insanlarla ilişkilerinde en güzel ahlâk üzere idi, onlara çok yumuşak davranırdı.

11. Daha etkili olması için gerekli açıklamaları sona saklamak uygundur.

Farz şeklinde tercüme ettiğimiz kelime Arapça nüshada vaciptir şeklinde geçmektedir. Hanefî mezhebi dışındaki mezheplerin ıstılahında vâcib kavramı Hanefi mezhebindeki farz kavramının karşılığı olarak kullanılır, Türk okuyucusunun vacip dendiği zaman Hanefî mezhebi ıstılahındaki vacip kavramını anlayabileceğini ve dolayısıyla karışıklık doğabileceğini düşünerek burada farz kavramını kullanmayı uygun bulduk. (Mütercim)

Bu paragrafta kullanılan farz kavramı için yukarıdaki dipnotta belirttiğimiz hususlar geçerlidir. (Mütercim)

12. Abdestin farzları sadece âyet-i kerimede sayılanlardan ibarettir ve dola­yla sünnetle sabit olan diğer fiiller menduptur.[75]

 

123. Rükûda İken Dua Etmek

 

794- Hz. Aişe'nin şöyle dediği nakledilmiştir:

"Resûlullah saiaiiâk; aleyh: w şefe. rükûlarında ve secdelerinde  Allahım, seni her türlü noksan sıfatlardan tenzih ederim; hamd sana mahsustur; Allahım beni bağışla' diye dua ederdi.[76]

 

Açıklama

 

İmam Buhârî rükû'da yapılan dua ile ilgili olarak naklettiği bu rivayetin ar­dından ileride geleceği gibi secdede yapılan dua ve teşbih konusunu ele alırken aynı hadisi yine zikre de çektir. İmam Buhârî'nin burada sadece duaya işaret et­mekle yetinip rükû teşbihlerine değinmemesiyle iİgili olarak şu inceliğe dikkat çekilmiştir; "Aslında her iki bâb başlığı altında aynı rivayete yer verildiği halde İmam Buhârî burada sadece duaya değinmiştir. Onun bu şekilde rivayetleri başlıklandırırken rükûda dua etmeyi mekruh gören İmam Mâlik gibi alimlerin görüşüne karşı çıktığını düşünebiliriz. Teşbih konusunda zaten herhangi bir gö­rüş ayrılığı bulunmamaktadır. İşte İmam Buhârî dua ile ilgili görüş ayrılıklarına işaret etmek için burada özellikle yukarıdaki başlığı kullanmıştır.

Rükûda dua edilmesini mekruh görenlerin delili ise İmam Müslim'in İbn Abbâs'tan merfû olarak naklettiği şu hadistir: "Rükûda Rabbinizi yüceltiniz (O'nu tazim ediniz), secdede ise elinizden geldiği kadar dua etmeye çalışınız. Sonra da duanızın kabul edilmesini bekleyiniz."

Fakat bu hadisten rükûda dua edilmeyeceği sonucu çıkarılamayacağı gibi, secdede Cenâb-ı Hakkın teşbih edilemeyeceği sonucu mefhûm yoluyla dolaylı olarak dahi çıkarılamaz. Buna karşılık Hz. Aişe'nin naklettiği rivayetin zahirine :göre Resûlullah bu zikrin tamamını hem rükûlarda hem de secdelerde okumuştur.

 

124. Rükûdan Doğrulurken İmam Ve Cemaat Ne Der?

 

795- Ebû Hureyre'nin şöyle dediği nakledilmiştir:

"Resûîullah (Allah kendisine hamd eden­leri işitir) dediği zaman (Allahım, Rabbİmiz ve hamd sana mahsustur) derdi. Resûlullah rükûya giderken ve başını kaldıT rırken tekbir getirirdi ve secdelerden kalktığında da (Allah en büyüktür) derdi.

Bu rivayette geçen başını kaldırırken ifadesi secdeden doğrulmayı anlatır.

 

125. (Allahım, Rabbimiz Hamd Sana Mahsustur) Demenin Fazileti

 

796- Ebû Hureyre Resûluilah'm şöyle buyurduğunu nak-letmiştir:

"İmam (Allah kendisine hamd edenleri işitir) dediği zaman (Allahtm, Rabbİmiz hamd sana mahsustur) deyin. Zira kimin bu sözü meleklerin sözüne denk gelirse geçmiş günahları bağışlanır.[77]

 

Açıklama

 

Bu konu başlığı başka rivayetlerde JUaJl dii ve hamd sana mahsustur) şeklinde geçmektedir.

(Allahım, Rabbimiz Bazı âlimler hadisteki "imam (Allah kendisine hamd edenleri işitir) dediği zaman" ifadesine bakarak "İmam (Rabbimiz, hamd sana mahsustur), cemaat de (Allah kendisine hamd edenleri işitir) demez" sonucunu çıkarmışlardır. Çünkü onlara göre bu rivayette diğer hususlar zikre dilme mistir. İmam Tahâvî'nin nakletmiş olduğu bu görüş İmam Mâlik ile Ebû Hanife'ye aittir.

Ancak bu tartışmaya açık bir görüştür. Zira hadîs-i şerif bu âlimlerin işaret ettiği gibi imamın söylediği hamd cümlesini cemaatin, cemaatin söylediği hamd ifadesini de imamın kullanamayacağını göstermez. Bu hadiste vurgulanmak istenen husus şudur; İmam (Allah kendisine hamd edenleri işitir) dedikten hemen sonra cemaat (Rabbimiz, hamd sana mah­sustur) der, dolayısıyla hadis cemaatin hamdinin imamdan sonra olması gerekti­ğini anlatır. Aslında imam rükûdan doğrulurken, yani intikâl sırasında (Allah kendisine hamd edenleri işitir) dediği halde cemaatin iyice doğrulup vücûdu dümdüz olduğu zaman (Rabbimiz, hamd sana mahsustur) demesi de bunu göstermektedir. İşte bunun bir gereği olarak imam her iki hamd ifadesini de okur. Zaten İmam Şafiî, Ahmed İbn Hanbel, Ebû Yûsuf, İmam Mu-hammed ve âlimlerin çoğunluğunun görüşü de bu yöndedir. Pek çok sahih ha­dis de bu görüşü desteklemektedir. İmam Şafiî bu görüşüne ek olarak, cemaat de tıpkı imam gibi her iki hamd ifadesini kullanır, demiştir. Fakat onun bu görü­şünü destekleyen sahih herhangi bir rivayet bulunmamaktadır.

Tek başına namaz kılmakta olan bir kimse ise her halükârda iki dua cümle­sini de okur. Tahâvî ve İbn Abdilberr bu konuda görüş birliği (icma) bulundu­ğunu söylemişlerdir.

 

126- Allah Kendisine Hamd Edenleri İşitir - Dedikten Sonra Kunût Okumak) [78]

 

797- Ebû Seleme'den nakledilmiştir:

Ebû Hureyre "Ben sizlere Resûlullah'm  kıldırdığı namazların tıpkısını göstereceğim" demiş ve öğle, yatsı ve sabah namazlarının son rekat­larında (Allah kendisine hamd edenleri işitir) dedikten sonra kunût okumuştu. Bu duada müminler için hayırlar diliyor kâfirlere lanet edi­yordu.[79]

798- Enes İbn Mâlik şöyle demiştir:

"Önceden kunût akşam ile sabah namazlannda okunurdu.[80]

799- Rifâa İbn Râfi1 ez-Zürakî şöyle demiştir:

"Biz bir gün Resûlullah'ın arkasında namaz kılıyorduk. Zât-ı âlîleri rükûdan başlarını kaldırırlarken (Allah kendisine hamd edenleri işitir) deyince cemaatte bulunanlardan birisi (Rabbimiz hamd sana mahsustur; bol, her türlü gösterişten -desinler kaygısından uzak, halisane ve hayırlarla dolu bir hamd ile sana hamd ederiz) dedi. Resûlullah selâm verip namazdan çıkınca: 'O hamdi söyleyen kimdi?' diye sordu. Bunu söyleyen zât: 'Bendim ey Allah'ın Resulü' deyince Hz. Peygamber şöyle buyurdu: Otuzdan daha fazla bir melek topluluğu gördüm; bu sözü daha önce yazabilmek için birbirleriyle yarışıyorlardı."

 

Açıklama

 

Rifâa İbn Yahya rivayetinde bu.zâtın okuduğu hamd ifadesi şöyledir: (Rabbimiz hamd sana mah­sustur; bol, her türlü gösterişten - desinler kaygısından uzak halisane ve hayır­larla dolu bir hamd ile senin hoşnut ve razı olduğun şekilde sana hamd ederiz)

Bu son rivayette geçen 'senin hoşnut ve razı olduğun şekilde' sözü her şeyi Allah'a ısmarlayıp O'nun vereceği hükme razı olmanın (tefviz) en güzel ifadele­rinden biridir. Zaten maksatların en yücesi de budur.

Resûlullah'ın Bu sözü daha önce yazabilmek için birbirle­riyle yanşıyorlardı" şeklindeki sözünden ilk çıkarılabilecek anlama göre bu me­lekler hafaza melekleri değildir. İmam Buhârî ile İmam Müslim'in sahihlerinde Ebû Hureyre'den merfu olarak nakledilen şu hadis de bu görüşü desteklemekte­dir: "Allah Teâlâ'nın yollarda dolaşan melekleri vardır; bunlar aralarına katılmak İÇİn zikir ehlini arar durur."

 

Bu Hadisten Çıkarılan Sonuçlar

 

1.  Bazı ibadet ve itaatleri hafaza melekleri dışında da kaydeden melekler

vardır.

2. Resûlullah'tan nakledilen zikir ve dualara muhalif ay­kırı olmaması kaydıyla namazda bu zikir ve dualardan farklı zikir ve dualar oku­nabilir.[81]

3. Cemaatte bulunan diğer insanların zihinlerini karıştırmayacak ve kon­santrasyonlarını bozmayacaksa zikir sırasında ses yükseltilebilir.

4. Namazda iken hapşıran bir kimsenin diyerek Allah'a hamd et­mesi mekruh değildir.

5. Namaz kılmakta olan bir kimse hapşırıp diyen bir kimseye diyerek karşılık vermemelidir.[82]

6. Rükûdan doğrulunca dimdik bir şekilde beklenen süre zikir ile uzatılabilir.

 

127. Rükûdan Doğrulunca Vücûdun Tam Anlamıyla Dingin Olacak Şekilde Düz Tutulması

 

Ebû Humeyd şöyle demiştir: "Resûlullah rükûdan doğruldu ve omurga kemikleri iyice yerine oturacak şekilde sırtını düzeltti."

800- Sabit şöyle demiştir:

"Enes İbn Mâlik bize Resûlullah'ın saiiaiiâhu aleyhi v« seKar nasıl namaz kıldığını anlatırken şunları söyledi: Resûlullah pdiaiiâhu aleyhi rükûdan başını kaldırıp doğrulunca o kadar çok kıyamda beklerdi ki secdeye gitmeyi unuttuğunu zan­nederdik.[83]

801- el-Berâ :adıyaiiahu anh şöyle demiştir:

"Resûlullah «vaâhu alevdi namaz kılarken rükûlarda, secdelerde, rükû-lardan doğrulurken ve iki secde arasındaki oturuşlarda neredeyse birbirine eşit olacak bir süre kadar beklerdi."

802- Ebû Kılâbe şöyle demiştir:

"Mâlik İbnü'l-Hüveyris bize Resûlullah'ın nasıl nama? kıl­dırdığını gösterirdi. Hatta bunu namaz vakti dışında bir vakitte yapardı. Bir defa­sında şöyle namaz kılmıştı; Kıyama durdu ve mükemmel, eksiksiz bir kıyam yap­tı. Sonra rükûa vardı ve rükûyu da mükemmel bir şekilde yerine getirdi. Ardın­dan rükûdan kalkıp bir süre sustu ve bekledi. Gerçekten de Mâlik İbnü'l-Hüveyris bize hocamız Ebû Büreyd (Amr İbn Seleme) gibi namaz kıldırdı. Nite­kim Ebû Büreyd de secdeden başını kaldırdıktan sonra iyice oturacak şekilde doğrulur, sonra ayağa kalkardı."

 

Açıklama

 

İbn Dakîku'1-îyd bu rivayetle ilgili olarak şunları söylemiştir: "Bu hadis rükû­dan doğrulduktan sonra durulan kıyamın bir rükün kadar uzun olduğunu göste­rir. Gerçi bu kıyamın uzun olduğunu Enes İbn Mâlik'ten nakledilen rivayet daha açık bir şekilde ortaya koymaktadır ve bu açık ifade konuyla ilgili bir nasstır. Dolayısıyla zayıf bir delile dayanılarak nassı terk etmek doğru olmaz. Söz konusu zayıf delil şudur: Rükûdan doğrulduktan sonra durulan kıyamda rükû ve secde­lerin aksine teşbih ve duaların tekrar edilmesi emre dilme mistir, dolayısıyla kısa olmalıdır." Zayıf olması, nass bulunan bir konunun zıttı ile kıyas yapılmış olma­sından kaynaklanmaktadır. Zira nass varken kıyasa başvurmak fasiddir ve kabul edilemez. Zaten Resûlullah rükûdan doğrulduktan sonra daha uzun bir duanın okunmasını emir buyurmuştur. Nitekim İmam Müslim'in Ab­dullah İbn Ebû Evfâ, Ebû Saîd el-Hudrî ve Abdullah İbn Abbas'tan naklettiği bir rivayete göre yukarıdaki rivayetlerde geçen adamın "Ya Rabb Hamd sana mah­sustur dedikten sonra (bol ve her türlü gösterişten - desinler kaygı­sından uzak halisane bir hamd ile sana hamd ederiz) şeklindeki duasının ardın­dan Resûlullah vessüflnı:  (Rabbim, gökler, yer ve bunun ötesinde senin var olmasını dilediğin her ne uarsa hepsinin doluşunca sana hamd olsun) demiştir. İbn Ebû Evfâ hadisinde ise "Allahım, beni kar... ile temizle" buyurmuştur. Ayrıca Resûlullah kendisinin yapmadığı bir duayı okuyan kişiyi onaylamış ve duasına ek bir dua daha yapmıştır ki bu kişinin duası da bir hayli uzuncadır.

Bir başka ilim adamı da kendi görüşlerini desteklemek için el-Berâ hadisini şu şekilde yorumlamıştır: "Rivayette geçen (neredeyse birbirine eşit olacak bir süre şeklinde tercüme ettiğimiz) loy ifadesi Resûlullah'ın rükû, secde ve rükûdan doğrulduktan sonra durulan kıyamda Kur'an oku­nan kıyamlar kadar uzun beklediği anlamına gelmez.  Burada  Resûlullah'ın namaz kılarken rükünlerin birbiriyle orantılı olmasına dikkat ettiği vurgulanmıştır. Buna göre yukarıdaki ifadeden, Resûluilah kıraati uzattığı zaman diğer rükünleri de uzatırdı, ama kıraati kısa tuttuğu zaman diğer rükünleri de kısaltırdı, sonucu çıkar. Zaten Resûlullah'ın bir sabah namazında Sâffât sûresini okuduğu sabittir ve Sünen kitapla­rında Enes İbn Mâlik'ten nakledilen bir rivayete göre 'ashâb-ı kiram bu sabah namazmdaki secdelerin uzunluğunu on defa teşbih okuyacak kadardı' şeklinde anlatmışlardır. Dolayısıyla buradan Resûluilah'ın Sâffât sûre­sinden daha kısa sûreler okuduğu zaman tesbihatı da on defadan daha az yap­tığı sonucu çıkacaktır. Aslında Sünen kitaplarında sabit olduğu üzere secdelerde okunacak tesbihatm asıl sayısı üçtür."

 

128. Tekbir Getirerek Secdeye Gitmek

 

Nâfi1 şöyle demiştir: "Abdullah İbn Ömer secdeye giderken yere önce ellerini sonra dizlerini koyardı."

803- Ebû Bekir İbn Abdurrahmân ve Ebû Seleme İbn Abdurrahmân, Ebû Hureyre'nin namazını şu şekilde anlatmışlardır:

"Ebû Hüreyre farz olan ve olmayan namazlara ayrıca Ramazan'da ve Ra-mazan'm dışında bütün namazlara tekbir getirerek başlardı; Kıyamda iken bu şekilde tekbir getirdikten sonra rükûya giderken de tekbir getirirdi. Rükûdan doğrulurken önce Otu  (Allah kendisine hamd edenleri işitir) ve ar­dından da (Rabbimiz, hamd sana mahsustur) derdi. Secdeye gittiği sırada, secdeden başını kaldırıp otururken, tekrar secdeye giderken, sec­deden başını kaldırırken ve ilk teşehhüdden kıyama kalkarken her seferinde tekbir getirirdi. Namazın tamamını bitirinceye kadar bütün rekatları bu şekilde kılardı. Namazı bitirince de cemaate şöyle seslenirdi: Şu canımı elinde tutan Allah'a yemin ederim ki, benim kıldığım bu namaz Resûlullah'ın kıldığı namaz tarzına en çok benzeyen namazdır. Resûlullah dünyayı terk edene kadar bu şekilde namaz kıldirmıştır."

804- Ebû Hureyre şöyle demiştir:

"Resûlullah rükûdan başını kaldırıp doğrulurken (Allah kendisine hamd edenleri işitir; Rabbimiz, hamd sana mahsustur) derdi ve adlarını tek tek sayarak bazı müslümlanlara dua eder ve şöyle buyururdu: 'Allah'ım, Velîd İbnü'l-Velîd'i, Seleme İbn Hişâm'ı, Ayyaş İbn Ebû Rebîa'yı ve kâfirlerin zulmü altında ezilen, kurtulmaya çare bulamayan diğer bütün müminleri kurtar. Allahım, Mudar kabilesini ezip iyice perişan et, onları yerle bir eyle; onların içinde bulundukları bu yıllarını, Yûsuf zamanındaki kıtlık yıllarına çevir.'

O zamanlar Mudar kabilesinin doğulu kolu Peygamber Efendimiz'e karşı çı­kıyordu.

805- Ali İbn Abdullah Süfyân İbn Uyeyne İbn Şihâb ez-Zührî senediyle Enes İbn Mâlik'in şöyle dediği nakledilmiştir:

"Resûlullah bir gün bindiği attan düşmüş ve sağ yanını in-citmişti. Biz kendisini ziyaret etmek maksadıyla yanına gittik. Bu sırada namaz vakti girmişti. O gün bize vakti giren namazı oturarak kıldırmıştı. Biz de O'nun arkasında namazlarımızı oturarak kılmıştık. Resûl-i Ekrem Efendimiz namaz bi­tince şöyle buyurmuştu: İmam kendisine uyulması için vardır; o tekbir getirince siz de tekbir getirin, o rükûya vardığında siz de rükû edin, o doğrulduğunda siz de doğrulun, (Allah kendisine hamd edenleri işitir) dediği zaman siz (Rabbimiz, ve hamd sana mahsustur) deyin, o secde ettiğinde siz de secde edin. Hâsılı o ayakta kılıyorsa siz de ayakta kılın, oturarak kılıyorsa siz de oturarak kılın." dedi.

Süfyân, bana (Ali İbn Abdullah) "Ma'mer de bunu bu şekilde mi nakletti?" diye sorunca evet demiştim. Süfyân da bunun üzerine: "Ma'mer gerçekten de iyi ezberleyip muhafaza etmiş, Zührî de buradaki gibi diye nakletti. Ben de sağ yanını incitmişti diye ezberlemiştim. Biz Zührî'nin yanından ayrıldığımızda İbn Cüreyc - ki ben de orada bulunuyordum - şöyle demişti: Sağ baldırını in­citmişti."

 

Açıklama

 

"Abdullah İbn Ömer secdeye giderken yere önce ellerini sonra dizlerini ko­yardı" ifadesiyle ilgili olarak Zeyn İbnü'l-Müneyyir şöyle demiştir: "İmam Buhârî daha önce secdeye giderken neler söyleneceğini zikrettiği İçin burada hemen bununla bağlantılı olan secdeye fiilî olarak nasıl gidileceğini açıklamak istemiş­tir."

Zeyn İbnü'I-Müneyyir'in kardeşi ise şunları söylemiştir: "İmam Buhârî bu başlığı kullanırken secdeye gidişin sözlü ve fiilî olarak nasıl gerçekleştirileceğini anlatmıştır."

Bana kalırsa bu ifade İmam Buhârî'nin kullandığı konu başlığının devamı­dır. Yani kendisi hakkında başlık kullanılan bir rivayet deği! başlığın parçası olan bir rivayettir. Zira bazen başlık - burada olduğu gibi - hadiste geçen kapalı ifa­deyi açıklamak maksadıyla konulmuş olabilir.

Secdeye giderken ellerin dizlerden önce yere konması konusu hakkında gö­rüş ayrılıkları bulunmaktadır. İmam Mâlik şöyle demiştir: "Secdeye bu şekilde gitmek namazda huşûu elde edebilmek için daha uygundur, namazın huşu ile kılınmasının en güzel yollarından biridir." İmam Evzaî'nin görüşü de böyledir.

Hanefîler'e ve Şâfiîler'e göre ise önce dizleri sonra elleri koymak daha fazi­letlidir.

İmam Nevevî şöyle demiştir: "Resûlullah'tan  nakledilen rivayetlere ve dolayısıyla sünnete baktığımızda bu iki görüşün de sağlam oldu­ğunu görürüz; bu bakımdan görüşlerden birini diğerine tercih edemeyeceğimiz anlaşılmaktadır."

imam Mâlik ile Ahmed İbn Hanbel'den, namaz kılan kişi bu iki davranıştan istediğini uygulayabilir, diye bir başka görüş daha nakledilmiştir.

 

129. Secdenin Fazileti

 

806- Saîd İbnü'l-Müseyyeb ve Atâ İbn Yezîd el-Leysî Ebû Hüreyre'nin ken­dilerine şöyle söylediğini nakletmişlerdir:

"Ashâb-ı kiram Resûlullah'a Ey Allah'ın Resulü biz kıyamet gününde Rabbimiz'i görecek miyiz, diye sormuşlardı. Resûlullah onlara soruyla karşılık vererek, 'Siz bulutsuz bir gecede dolunayı görebil­mek için hiç birbirinizle itişip kakışır mısınız' deyince ashâb 'Hayır ey Allah'ın Resulü1 demişti. Resûlullah                            onlara tekrar sordu; 'Peki yine bulutsuz bir gecede güneşi görebilmek için hiç birbirinizle itişip kakışır mısınız?' Ashâb-ı kiram yine hayır diye cevap verdi. Bunun üzerine Resûlullah şöyle buyurdu:

"işte siz Rabbinizi de aynı şekilde göreceksiniz. Kıyamet gününde insanların hepsi hasredilip bir araya toplanacak. Cenâb-ı Hak onlara şöyle nida edecek; 'işte şimdi herkes daha önce neye tapıyor idiyse onun arkasına düşsün bakalım!'

Bunun üzerine insanların kimisi güneşin, kimisi ayın ve kimisi de tağutlarm (ilah-lık taslayan ve kendilerine tapılan azgınların) arkasına düşüp gidecek. Yalnız bu ümmet içlerinde münafıkları da dahil olmak üzere orada kalacak. Cenâb-ı Allah onlara gelip şöyle buyuracak; 'Ben sizin RabbinizimP Onlar da; 'Biz Rabbimiz gelinceye kadar burada bekleyeceğiz, Rabbimiz gelecek olsaydı biz O'nu tanırdık' diyecekler. Cenâb-ı Allah onlara tekrar gelip şöyle buyuracak; Ben sizin Rabbinizim! Onlar da bu sefer; 'Sen bizim Rabbimizsiri diyecekler. Bunun üze­rine onlar Allah Teâlâ'nm çağrısına icabet edip O'na tabi olacaklar.

O gün cehennemin tam ortasından sırat köprüsü uzatılacak. Köprü kurul­duktan sonra bunun üzerinden ümmetiyle birlikte geçen ilk Peygamber ben olacağım. O gün yaşanan dehşet ve korkudan dolayı peygamberlerden başka hiç kimse konuşamayacak ve peygamberlerin tek sözü de şu olacak; Allah'ım kurtar, Allahım selâmete erdir.

Cehennemde Sa'dân dikenlerine benzeyen çengeller ve kapanlar vardır. Siz hiç Sddân dikenlerini gördünüz mü? Ashâb-ı kiram 'Evet ey Allah'ın Resulü' deyince, Resûl-i Ekrem Efendimiz şöyle devam buyurdular: Bu çengeller ve kapanlar dediğim gibi Sa'dan dikenlerine benzer ama bunların büyüklüğünü Allah'tan başka hiç kimse bilemez. Bunlar insanlan amellerine göre kapıp durur; kimisi kötü amelleri dolayısıyla mahvolup gider, kimisi de paramparça edilip hardal taneleri gibi ezilir, fakat sonunda yine de kurtuluşa erer. Nihayet Allah Teâîâ, cehennemliklerden istediğine rahmet ve merhametiyle muamele etmeyi dilediğinde meleklerine Allah'ı tek ma'bûd kabul edip O'na kulluk (ibadet) eden­leri cehennemden çıkarın!' diye buyurur. Melekler de Allah'ın cehennemden çıkanlmalarını emrettiği kullannt azalarındaki secde izlerinden tanıyıp ce­hennemden alırlar. Zaten Cenâb-ı Hak cehenneme secde izi bulunan azaları yiyip yok etmesini haram kılmıştır. İşte bu kullar cehennemden çıkacaklar. Ce­henneme düşen herkes yanacak, sadece secde azalarına cehennem dokunama­yacak. Bu kullar cehennemden çıktıklarında perişan ve kapkara kesilmiş bir halde olacaklar. Sonra üzerlerine hayat suyu dökülecek ve adeta sel sularının geçtiği yerlerde mantar gibi çabucak bitip tazelenecekler, yeniden doğmuş gibi olacaklar.

Cenâb-ı Allah kulları arasındaki hükmünü verdiğinde cennet ile cehennem arasında bir adam - cehennemden çıkıp cennete giren son kişi - kalacak. Bu adamın yüzü ateşe dönüktür ve şöyle yalvamnaktadır; Ey Rabbim, yüzümü şu ateşten uzaklaştır, beni kurtar. Bu ateşin kokusu beni zehirleyip duruyor, yalım yalım alevi de beni yakıp kavuruyor.' Cenâb-ı Allah ona: Peki seni bundan kur­tarırsam daha fazlasını istemeyeceğini düşünüyor musun?' deyince adamcağız: 'Senin izzetine, yüceliğine yemin olsun ki istemeyeceğim' diye cevap verir ve Allah Teâlâ'nm istemiş olduğu bütün yeminleri eder. Bunun üzerine Cenâb-ı Hak yalvarıp yakaran bu şahsın yüzünü ateşten uzaklaştırır ve cennete doğru çevirir. Adam cennetin güzelliği karşısında donakalır ve Allah'ın dilediği kadar bir süre hiçbir şey konusamadan dili tutulmuş gibi bekler. Neden sonra kendi­sine gelir ve 'Ey Rabbim, ne olur beni cennetin kapısına yaklaştır!' der. Allah Teâlâ: Vaha önce istemiş olduğun cehennem ateşinden kurtulma dışında her­hangi bir şey istemeyeceğine dair yeminler edip sözler vermemiş miydin?' diye sorar. Adamcağız şöyle cevap verir: 'Ey Rabbim, beni bu halde bırakıp cenne­tine koymazsan kullarının en bedbahtı olurum, hem senin rahmetinden umut kesen zümreden olmak istemem!' Cenâb-ı Hak ona tekrar: 'Peki seni bundan kurtanrsam daha fazlasını istemeyeceğini düşünüyor musun?' deyince adamca­ğız: 'Senin İzzetine, yüceliğine yemin olsun ki istemeyeceğim' diye cevap verir ve Allah Teâlâ'nm istemiş olduğu bütün yeminleri eder. Bunun üzerine Cenâb-ı Allah onu cennetin kapısına yaklaştırır. Adam cennetin kapısına yaklaşıp oradaki göz kamaştıran güzelliği, huzuru ve cennetliklerin neşesini görünce kendisinden geçer; orada dili tutulmuş bir şekilde donakalır. Adam yine yalvarmaya başlar ve: Aman Allahım, ne olur cennete girmeme müsaade et, beni cennetine koy!' der. Allah Teâlâ: 'Ne gözü doymaz adammışsın sen, ama olsun bizim rahmeti­miz geniştir. Peki seni verdiğin sözlerden ve ettiğin yeminlerden caydıran ne oldu!? Verdiğin sözler, ettiğin yeminler nereye gitti.? Hani daha önce istediğin ve sana verilenler dışında bir şey istemeyecektin!' deyince adam önceki gibi şu ce­vabı verir: Ey Rabbim, beni bu halde bırakıp cennetine koymazsan kullarının en bedbahtı olurum, hem senin rahmetinden umut kesen zümreden olmak iste­mem. Ne olur beni bedbahtlardan eyleme!'

Cenâb'i Hak o kulun bu haline güler ve cennete girmesine müsaade eder. Sonra da şöyle nida buyurur: 'Dilediğini iste!' Adam istemeye başlar ve istekleri sona erince Allah Teâlâ: 'Daha fazlasını iste, çok daha fazlasını!' der. Adam yine istemeye başlar. İsteklerinin sonuna gelince Cenâb-ı Hak: 'Bu isteklerini sana verdiğim gibi bir o kadar daha veriyorum!' buyurur."

Ebû Saîd el-Hudrî, Ebû Hüreyre'ye şöyle demiştir: 'Resûluilah Daiıstu: o gün şöyle buyurmuştu; Allah Teâlâ o kuluna, bu isteklerini sana verdiğim gibi on katını daha veriyorum!' buyurdu. Ebû Hüreyre: Ben Resûlullah'ın sadece 'Allah Teâlâ, bu isteklerini sana verdiğim gibi bir o kadar da­ha veriyorum, buyurdu' dediğini duyup ezberledim' deyince Ebû Saîd: 'Ben Resûlullah'ın Allah Teâlâ, bu isteklerini sana verdiğim gibi on katını daha veriyorum, buyurdu' dediğini işittim.[84]

 

Açıklama

 

İmam Buhârî secdenin fazileti başlığı altında Ebû Hüreyre'nin öldükten son­ra yeniden diriİİş ve şefaat İle İlgili olarak naklettiği hadisi zikretmiştir. Bu başlık altında söz konusu rivayetin nakledilmesi hadiste geçen "zaten Cenâb-ı Hak cehenneme secde izi bulunan azaları yiyip yok etmesini haram kılmıştır" ifadesi­ne dayanır. İmam Buhârî bu rivayeti bir bütün olarak ayrıca Kitâbü'r-rikâk'ta, ebvâb-u sıfatî'l-cenneti ve'n-nâr (52. ) başlığı altında nakletmiştir. Ayrıntılı açık­lama inşallah o bölümde yapılacaktır.

 

130. Secdede Koltuk Altlarının / Pazüların Görünmesi Ve Karnı Dizlere Değdirmeyecek Şekilde Uzanmak

 

807- Abdullah İbn Mâlik İbn Buhayne şöyle demiştir:

"Resûluilah namaz kıldığı vakit secdede iken kollarını öyle açardı ki koltuk altlarındaki açık teni görünürdü."

 

Açıklama

 

Kurtubî secdede iken bu şekilde durmanın hikmetiyle ilgili olarak şöyle de­miştir: "Secdede bu şekilde durmak müstehap görülmüştür. Çünkü böylece kişi yüzünün üzerine çok fazla baskı yapmak zorunda kalmayacak, alnı ve bumu fazla etkilenmeyecektir. Dolayısıyla yüz belgesinin yere değmesi dolayısıyla fazla sıkıntı çekmeyecektir.

Başka bir âlim de şöyle demiştir: "Bu şekil tevazünün göstergelerinden biri­dir. Ayrıca uyuşukluktan ve namazı fazla önemsemeyen pervasız davranışlardan uzak bir şekilde alnın ve burnun yere daha kontrollü olarak yerleştirilmesini sağ­lar."

Nâsırüddîn İbnü'l-Müneyyir ise konuyla ilgili olarak şunları söylemiştir: "Secde ederken secdeye varan azaların hepsi birbirinden ayn ve tek başına olur. Böylece adeta tek bir insan secde azaları sayısınca secdeye varan birkaç kişi gibi olur. Bunun bir gereği olarak da her bir âzâ diğerlerinden bağımsız bir şekilde ve diğerlerine dayanmaksızın secdeye varır. Bu yönüyle secde safların birbiriyle iyice kaynaşması ve sık tutulması yönündeki emirden ayrılır. Zira safların sık tutulmasından maksat namaz kılanların adeta tek bir vücut gibi birbiriyle kaynaşmasını ve yekvücût olmalarını sağlamaktır. Nitekim Taberânî'nin ve diğer hadis âlimlerinin İbn Ömer'den sahih bir senedle naklettiklerine göre Resûlullah şöyle buyurmuştur: "Secdeye gittiğiniz zaman yırtıcı hayvanların yatması gibi dirseklerinizi yere yapıştırarak uzanmayın! Koltuk altlarınız gö­rünecek şekilde kollarınızı açın. Eğer böyle yaparsanız sahip olduğunuz âzâlann her biri ayn ayn secde etmiş olur."

 

131. Secdede Ayakların Üst Kısımlarını Kıbleye Yöneltmek

 

Ebû Humeyd es-Sâidî şöyle demiştir: "Resûlullah secdeye vardığında ayaklarının üst kısımlarını kıbleye yöneltirdi."

 

Açıklama

 

Ayakların üst kısımlarının kıbleye yönetilmesiyle ilgili olarak Zeyn İbnü'l-Müneyyir şöyle demiştir: "Burada kesdedilen ayakların üst kısımları kıbleye dönecek şekilde parmakların yatırılıp ayakların dikilmesi ve topukların yukarıda tutulmasıdır. Böylece ayakların üst kısımları ve parmak uçları kıbleyi görecektir."

Zeyn İbnü'l-Müneyyir'in kardeşi de şöyle demiştir: "Buna bağlı olarak sec­dede iken ayak parmaklarının birbirine kenetlenmesinin mendup olduğunu söy­leyebiliriz. Çünkü parmaklar birleştirilmezse bazı parmakların uçları kıbleyi gör­meyecektir."

 

132. Secdenin Tam Olarak Yapılmaması

 

808- Ebû Vâil'den nakledildiğine göre Bir gün Huzeyfe rükû ve secdeleri azalan tam olarak sükûn bulacak şekilde yapmayan birisini görür ve ona şöyle der: Sen namaz kılmadın!

Sanırım şunu da söylemişti: Eğer bu şekilde ölecek olursan Muhammed'in yolu dışında bir ölümle ölürsün."

 

133. Secde Yedi Âzâ Üzerinde Yapılır

 

809- İbn Abbas'm şöyle dediği nakledilmiştir;

"Resûlullah'a yedi âzası üzerinde secde etmesi ve namazda iken elbisesiyle, saçıyla - başıyla uğraşmaması emredildi. Bu âzâlar şun-îardır: Alın, iki el, iki diz ve iki ayak.[85]

810- İbn Abbâs Resûlullah'ın şöyle buyurduğunu nakletmistir:

"Bize yedi azamız üzerine secde etmemiz ve namazda iken elbiselerimizle ve saçımızla başımızla oynamamamız emredildi"

811- Abdullah İbn Yezîd şöyle demiştir: Bana Berâ İbn Âzib - o kesinlikle yalancı biri değildir - Resûlullah ile birlikte kıldıkları namazı şu şekilde nakletti:

"Biz Resûlullah'ın arkasında namaz kılardık. Hz. Peygam­ber (Allah kendisine hamd edenleri işitir) deyip alnını yere koyana kadar bizden hiç kimse belini bükmezdi."

 

Açıklama

 

"Resûlullah'a namazda iken elbisesiyle, saçıyla - başıyla uğraşmaması emredildi sözünden kasıt namaz kılanın elbisesiyle, saçı ve başıyla uğraşmaması gerektiğini öğretmesi ve bu davranışların uygun görülmediği anla­mına gelmektedir.

İbn Tâvûs'un babasından naklettiğine göre Abdullah İbn Abbas secde azala­rını sayarken burnuna eliyle işaret etmiştir. İbn Tâvûs şöyle demiştir: "İbn Abbâs elini alnına koyup burnuna kadar sıvazladıktan sonra, bu bir sayılır, demişti." Bu rivayet yukarıdaki hadisleri açıklamaktadır.

Kurtubî şöyle demiştir: "Bu rivayet de göstermektedir ki secdede aslolan al­nın yere konmasıdır, burun ise ona bağlı olarak yere konur.

İbn Dakîku'İ-'îyd ellerin yere konmasıyla ilgili olarak şu değerlendirmeyi yapmıştır: "Secdede ellerin yere konmasından maksat avuçların konmasıdır. Zira Resûlullah dirseklerin yere konmasını "Secdeye gittiğiniz zaman yırtıcı hayvanların yatması gibi dirseklerinizi yere yapıştırarak uzanmayın1' diyerek yasaklamıştır. Eğer burada eller kollan da kapsamına alsaydı çelişki or­taya çıkardı."

Zaten İmam Müslim bu rivayeti naklederken eller yerine avuçlar ifadesini kullanmıştır.

 

134. Secdede Burnu Yere Değdirmek

 

812- İbn Abbas Resûlullah'm şöyle dediğini nakletmiştir:

"Bana yedi âza üzerine secde etmem emrolundu: Alın - bu sırada mübarek eliyle burnuna da işaret buyurdular - iki el, iki diz ve ayakların uçîan. Ayrıca namazda iken elbiselerimizle ve saçımızla başımızla oynamamamız emredildi."

 

135. Secdede Burnu Yere Değdirmek Ve Çamura Secde Etmek

 

813- Ebû Seleme şöyle demiştir:

"Bir gün Ebû Saîd el-Hudrî'y' ziyarete gidip kendisine gel seninle biraz hur­malıklara doğru yürüyelim dedim. Teklifimi kabul edip dışarı çıktı. Ona kadir gecesiyle ilgili olarak Resûlullah'tan saiteiiâhu aleyhi ve sdi^ neler işittiğini sordum. Ebû Saîd şu cevabı verdi: "ResûluIIah kdâkı akyh vs senen Ramazan ayının ilk on günü itikâfa girdi ve biz de onunla birlikte itikâfa girdik. Cebrail, Resûl-i Ekrem'e gelip; 'İstemiş olduğun şey işte önünde' dedi. Bundan sonra ResûluIIah ortadaki on günü de İtikâfta geçirdi ve biz de onun-

la birlikte itikâfta bulunduk. Cebrail, Resûl-i Ekrem'e gelip; 'İstemiş olduğun şey işte önünde' dedi. Ramazan'm yirminci gecesinin sabahında Resûlullah ayağa kalkarak ashâb-i kirama şu hutbeyi okudu: "İçinizden kim benimle birlikte itikâfa girmişse bundan sonraki on gün de itikâfa devam etsin. Çünkü Kadir Gecesi'nin ne vakit olduğu bana gösterildi fakat sonra geri unuttu­ruldu. Kadir Gecesi Ramazan'ın son on gecesinin tekli gecelerindedir. Ben rü­yamda şunu gördüm; sanki çamura secde ediyordum."

Mescidin tavanı hurma dallarıyla kapatılmıştı ve gökyüzünde bulut namına hiçbir şey görünmüyordu. Fakat bir süre sonra bir bulut gökyüzünü kapladı ve üzerimize sağanak bir yağmur yağmaya başladı. ResûluIIah  bu yağmurlu günde bize namaz kıldırdı. Ben Resûlullah'm (su ve çamurla kaplan­mış mescid zeminine secde ettiği) için alnında ve burnunun ucunda çamur ve su kalıntıları bulunduğunu gördüm. İşte bu durum O'nun gördüğü rüyanın sadık bir rüya olduğunu gösteriyordu."

 

Açıklama

 

Bu başlıktan yola çıkarak 'burun üzerine secde etmenin yeterli olacağını' söyleyenler yanılmaktadır, zira bunu gösteren bir delil bulunmamaktadır. Çünkü bu başlık altında nakledilen rivayete ve rivayetin bağlamına baktığımızda Resûlullah'm alnı ve burnu üzerine secde ettiği görülecektir.

Ayrıca bu hadis secde eden bir kimsenin alnına veya burnuna bulaşan şey­leri hemen temizlememesinin müstehap olduğunu göstermektedir.

 

136. Namazda İken Elbiseyi Bağlayıp Düzelt­mek Ve Avret Yerinin Açılmasını Önlemek Amacıyla Elbiseyi Toplamak

 

814- Sehl İbn Sa'd şöyle demiştir:

"Ashâb-ı kiram Resûlullah ile birlikte namaz kılarlardı ve üst taraflarını da örtebilecek kadar büyük olmayan izarlannı (peştemallarını) boyunlarına bağlarlardı. Bu yüzden erkeklerin arkasında saf olup namaz kılan kadınlara erkekler iyice doğrulup oturana kadar başlarını kaldırmamaları, emre­dilmişti."

 

Açıklama

 

İmam Buharı bu başlığı kullanırken şu İnceliğe işaret etmek istemiş olabilir: Namazda elbise ile uğraşmayı yasaklayan hadis herhangi bir zorunluluk bulun­madığı halde elbiselerini toplayan ve düzeltenlerle ilgilidir.

Zeyn Ibnü'l-Müneyyir'in de işaret ettiği gibi secde Üe ilgili hükümlerin ara­sına bu başlığın sıkıştırılmasının sebebi şudur: Elbiseyi toplamadan salıvererek değil de toplayıp bağlayarak secdeye gitmek ve secdeden kalkmak daha kolay olur.

 

137. Namazda Saçlarla Oynamamak

 

815- İbn Abbas'ın şöyle dediği nakledilmiştir:

"Resûluüah'a  yedi âzası üzerinde secde etmesi ve namazda iken elbisesiyle, saçıyla başıyla uğraşmaması emredildi.

 

138. Namazda Elbise İle Uğraşmamak

 

816- İbn Abbas Resûlullah'ın şöyle dediğini nakletmiştir:

"Bana yedi âza üzerine secde etmem ve namazda iken elbiselerle ve saçla başla oynamamam emredildi."

 

139. Secdede İken Teşbih Ve Dua Etmek

 

817- Hz. Aişe şöyle demiştir:

"Resûlullah " Cenâb-i Hakk'm (Rab-bini hamd ile teşbih et ve O'ndan mağfiret dile)288 buyruğuna uyarak rükû ve secdelerinde şu duayı çokça okurdu: Allahım, Seni her türlü noksan sıfatlardan tenzih ederim. Rabbim, hamd sadece sana mahsustur. AUahım, beni bağışla, mağfiret et.)"

 

140. İki Secde Arasında Beklemek

 

818- Eyyûb es-Sahtiyânî, Ebû Kılâbe'nin şöyle dediğini nakletmiştir:

"Bir gün Mâlik İbnü'l-Hüveyris yanında bulunan cemaate - göstereceği na­mazın vakti olmadığı halde 'Size Resûlullah'm nasıl namaz kıldırdığını göstermek istiyorum' diyerek kalktı ve namaza durdu. Sonra tekbir getirerek rükûya gitti, sonra başını kaldırıp rükûdan doğruldu ve bir süre kı­yamda bekledi. Sonra secdeye gitti ve ardından doğrulup bir süre bekledi. Bize hocamız Amr İbn Seleme'nİn kıldırdığı gibi bir namaz kıldırdı."

Eyyûb şöyle demiştir: "Amr İbn Seleme benim başkalarından görmediğim bir şey yapardı; üçüncü veya dördüncü rekatta otururdu."

819- Mâlik İbn Hüveyris şöyle demiştir:

"Biz gençler olarak Resûlullah'a gelip onun yanında kal­mıştık. Bize bir süre sonra şöyle buyurdu; 'Memleketinize ailelerinizin yanına dönseniz ne kadar güzel olur; onlara namazların nasıl ve hangi vakitlerde kılına­cağını öğretip namaz kıldırın. Namaz vakti girince içinizden birisi ezan okusun ve yaşça en büyük olanınız da İmamlığa geçip namazı kıldırsın."

820- el-Berâ şöyle demiştir:

"Resûlullah Menı namaz kılarken secdelerde, rükûlarda ve iki secde arasındaki oturuşlarda neredeyse birbirine eşit olacak bir süre kadar bek­lerdi."

821- Enes İbn Mâlik yanında bulunan cemaate şöyle'demişti:

"Ben sizlere Resûluüah bize namaz nasıl kıldırdıysa hiçbir yönünü eksik bırakmadan namaz kıldıracağım."

Enes İbn Mâük'ten Resûlullah'ın nasıl namaz kıldırdığını nakleden Sabit şöyle demiştir: "Enes İbn Mâlik namaz kılarken bir şey yapardı fakat ben sizin bunu yaptığınızı hiç görmedim. O rükûdan kalktığında o kadar uzun beklerdi ki arkasında bulunanlar, galiba secdeye gitmeyi unuttu, derlerdi. Yine aynı şekilde iki secde arasında öyle uzun beklerdi ki arkasında namaz kı­lanlar, herhalde secdeye gitmeyi unuttu, derlerdi."

 

Açıklama

 

"Üçüncü veya dördüncü rekatta otururdu" ifadesi olayı nakleden ravinin bu hususta kesin bir kanaatinin olmadığını (şek) gösterir. Burada açıklanmaya çalı­şılan husus kısa süreli dinlenme oturuşudur (celsetü'l-istirâha). İstirahat oturuşu ise birinci ve ikinci rekatlar arasında olduğu gibi üçüncü rekattan dördüncü re­kata kalkerken de olur. Bu yüzden ravinin şunu söylediğini varsayabiliriz: "Üçüncü rekatın sonunda veya dördüncü rekatın başında otururdu." Bu du­rumda her iki açıklama da aynı şeyi anlatacaktır. Bu hadis farklı bir lafızla 142. numara da tekrar eie alınacaktır.

 

141. Secdede İken Dirsekleri Yere Yapıştırmamak

 

Ebû Hümeyd şöyle demiştir: "Resûlullah secde ettiği za­man dirseklerini yere ve böğrüne yapıştırmazdı."

822- Enes İbn Mâlik Resûlullah'ın şöyle buyurduğunu  nakletmiştir:

"Secdeye vardığınızda vücûdunuzu serbest bırakın; ne iyice yayılın ne de büzülün. Hiçbiriniz secdede iken yırtıcı hayvanların yatışı gibi dirseklerini yere yapıştırmasın!"

 

142. Namazın Birinci Ve Üçüncü Rekatlarında Bir Süre Oturup Sonra İkinci Ve Dördüncü Rekatlara Kalkmak

 

823- Mâlik İbnü'l-Hüveyris Resûlullah'tan gördüğü namaz kılma şeklini şöyle anlatmıştır:

"Resûlullah namaz kılarken tekli rekatlardan sonra bir süre oturup öyle kalkardı."

 

Açıklama

 

Bu rivayet de istirahat oturuşunun caiz olduğunu göstermektedir. İmam Şa­fiî'nin ve ehl-İ hadisten bazı âlimlerin kabul ettiği görüş budur. Konuyla ilgili olarak Ahmed İbn Hanbel'den iki farklı görüş nakledilmiştir. el-Hallâl'in nakletti­ğine göre Ahmed İbn Hanbel daha sonra bunun caiz olduğu görüşüne meylet­miştir. Fakat alimlerin çoğunluğuna göre bu oturuş müstehap değildir.

 



[1] kelimesi insanın meskeni ve eşyasının bulunduğu yer için kullanılan bir kelimedir. Bu yer ister bina olsun, ister binasız bir yer olsun... Seferde, hazarda insanın durağı, rahii olduğu İçin JU-j - rihâ! kelimesi olduğunuz yer İle tercüme edildi... Abdullah İbn Abbâs... müezzine... namazlarınızı olduğunuz yerde kılın veya namazlarınızı evlerinizde kılın demesini emretmişti..." (Babanzâde Ahmed Naim, Sahih-i Buhârî Muhtasarı Tecrîd-İ Sarîh Tercemesi ve Şerhi, il, 596).

[2] Hadisin geçtiği diğer yerler:  813, 836, 2016, 2018, 2027, 2036 ve 2040

[3] Görünüyor ki, aleyhi's-salâtü ve's-selâm Efendimiz Hasretleri bu narr.azı, câİib olduğu fazi­letten dolayı ahyânen kılar, çok kere de farz olur korkusuyla terk buyururlarmış..." (Baban2âde Ahmed Naim, Sahih-i Buhârî Muhtasarı Tecrîd-i Sarîh Tercemesi ve Şerhi, II, 641.) Hadisin geçtiği diğer yerler:  1179 ve 608

[4] Hadisin geçtiği diğer yer: 5465.

[5] Hadisin geçtiği diğer yer: 5463.

[6] Hadisin geçtiği diğer yerler: 674 ve 5464

[7] bk. Kitâbü'I-Vudû, bâb 50.

[8] Hadisin geçtiği diğer yerler: 5363 ve 6039.

[9] 677 numaralı hadisin baş kısmı ve diğer ayrıntıları 812, 818 ve 824 numaralı hadislerde geç­mektedir.

[10] Bu habercinin Hz. Bilâl olduğu rivayet edilmiştir.(Mütercim) Hadisin geçtiği diğer yer: 3385.

[11] Hadisin geçtiği diğer yerler: 681, 754, 1205 ve 4448.

[12] Ebedî aleme göç edinceye kadar bîr daha böyle kalkıp bizi seyretmesi zât-ı âlilerine müyesser olmadı" şeklinde tercüme ettiğimiz cümlede geçen jJLİ fiili hadisin bazı rivayetlerinde jjU şeklinde geçmektedir. Buna göre anlam "İşte ondan sonra Resûlullah sallallâhu aleyhi ve sellem ebedî aleme göç edinceye kadar mübarek yüzlerini bir daha görmek bize nasip olmadı" olur

[13] Amr îbn Avf oğullan Evs kabilesine mensup olup Medine'ye yakın olan Kubâ köyünde yaşa­maktadırlar, (bk. İbn Hacer, Fethü'1-bârî, II, 197.)

[14] Ahmed İbn Hanbel, Ebû Dâvud ve İbn Hibbân'ın naklettiği bir rivayete göre Resûluİlah saüallâhu aleyhi ve sellem, Amr İbn Avf oğullan mahallesine öğleden sonra gitmiş ve Hz. Bilâl'e "İkindiye kadar gelmezsem Ebû Bekir'e söyle namazı kıldırsın" demiştir, (bk. İbn Hacer, Fethü'l-bârî, II, 197).

[15] Hadisin geçtiği diğer yerler: 1201, 1204, 1218, 1234, 2690, 2693 ve 7190.

[16] Bu hüküm Hz. Bilâl'ın Resuluilah'tan sallallâhu aleyhi ve sellem herhangi bir talimat almadığı düşüncesinden hareketle verilmiştir. (Mütercim)

[17] Umdetü'1-Kârî müellifi Aynî'ye göre Fethü'1-Bârî müellifi İbn Hacer'in, İmam Buhârî'nİn koydu­ğu bâb başlığı ile İmam Müslim'den nakledilen rivayet arasında ilişki kurması çok uzak bir ihti­maldir. Zira Aynî'ye göre bâb başlığı ile konu arasında bir ilişki kurulacaksa bu ilişki başkasının naklettiği bir rivayet ile sağlanamaz. (Mütercim) (bk. Aynî, Umdetü'1-Kârî şerhu Sahİhi'l-Buhârf, IV, 393.)

[18] Tirmizî bu hadisin hasen olduğunu söylemiştir.

[19] Mü'minlerin Emîri, Halife vb. yahut büyük Alim ve şahsiyetler

[20] Hadisin geçtiği diğer yerİer: 1112, 1236 ve 5658.

 

[21] Hadîsin geçtiği diğer yerler: 747, 811.

[22] Hadisin geçtiği diğer bir yer: 7175.

[23] Hadisin geçtiği diğer yerler: 696 ve 7142.

[24] İyiyi kötüden, helali haramdan ayırabilecek yaş

[25] Hadisin geçtiği diğer bir yer: 117.

[26] Hadisin geçtiği diğer yerler: 701, 705, 711 ve 6106.

[27] Muaz İbn Cebel'in bu kişi hakkında: "O nifaka düşmüş biridir" dediği ve cemaatin de söz konu­su şahsa: "Sen münafık mı oldun?" diye serzenişte bulundukları başka rivayetlerde kayıtlıdır, (bk. Aynî, Umdetü'1-karî, IV, 424. (Mütercim))

[28] Resûlullah'ın sallalİâhu aleyhi ve sellembu sözü bazı rivayetlerde: "Sen insanlan namazdan mı sopuyorsun, sen insanlan dininde imtihan edilmeye sebep oluyorsun, sen insanlara bu şekil­de sıkıntı mı veriyorsun?" şeklinde soru formunda geçmektedir, {bk. Aynî, Umdetü'1-kârî, IV, 424. [Mütercim))

[29] Bu hükmü mutlak olarak ifade etmemek gerekir. Bunun caiz olabilmesi için serî bir dayanak olmalıdır. Mesela bîr kimse cemaat içinde bulunduğu halde tek başına namaz kıldıktan sonra yeni bir cemaat gelip namaz kılsa onlarla birlikte daha önce kılmış olduğu namazını tekrar et­mesi mümkündür. Çünkü bunu emreden sahih hadisler bulunmaktadır. Yine Muaz kıssasında olduğu gibi bir kimse düzenli olarak bir yerde namaz kıldırmak üzere görevi endi rilmis.se kılmış olduğu namazı tekrar edebilir.

[30] İhtisarın sahibi el-Adevî, burada rivayetten çıkan dersi zikretmiş ancak derse kaynak teşkil eden rivayete değinmem iştir. Bu yüzden Resûlullah'm sallallâhu aleyhi ve setlemkullandiğı soru for­munu 33. dipnotta zikretmeyi uygun bulduk. (Mütercim)

[31] ihtisarın sahibi el-Adevî, burada rivayetten çıkan dersi zikretmiş ancak derse kaynak teşkil eden rivayete değinmemiştir. Bu yüzden söz konusu rivayete 32. dipnotta yer vermeyi uygun bulduk. (Mütercim)

[32] Hadisin geçtiği diğer bir yer: 868.

[33] Yûsuf, 12/86

[34] Hadisin geçtiği diğer yer: 734.

[35] Bu şekilde birisinin çekilmesi konusu tartışmaya açıktır. Çünkü bunun caiz olduğunu gösteren hadisler zayıftır. Ayrıca bu şekilde birisinin geriye çekilmesi öndeki safta boşluk oluşmasına se­bep olacaktır; halbuki safların hiç boşluk bırakılmadan doldurulması emredilmiştir. Bu bakım­dan evla olan öndeki kişiyi çekmemek ve ön safta yer bulmaya çalışmak, bu mümkün olmazsa İmamın sağ tarafına durmaktır. Allah (c.c) her şeyin en doğrusunu bilir. (İbn Bâz)

[36] Hadisin geçtiği diğer yerler: 730, 924, 1129, 2011, 2012, 5861.

[37] Hadisin geçtiği diğer yerler: 6113 ve 7290.

[38] Hadisin geçtiği diğer yerler: 736, 738 ve 739.

[39] Metinde "uacib" terimi kullanılırken Hanefi literatürdeki "Farz" anlamı kasdedilmekte olup iba­det için gereklilik ifade ettiğinden tercümede bu sözcüğü kullandık. (A.A.)

[40] Kitapçık. (A.A)

[41] Deliller arasında görülen İhtilafları, her ikisini ya da birini iptal ve ilga yoluyla değil de aralarını bulma ve böylece her ikisiyle de amel etme yoluna baş vurarak giderme yöntemi. {Erdoğan, Mehmet, Fıkıh ve Hukuk Terimleri Sözlüğü, s. 52).

[42] İmam Buhârî bu bölüm İçin bir bâb başlığı kullanmamıştır. Ancak güneş tutulması namazı anlatıldığı İçin bu başlığı koymayı uygun bulduk. Bununla birlikte Resûlullah'm namazda 'Ey Allahım ben onlarla beraberken mi cehennemi yaklaştırıyorsun? diye Cenâb-ı Hakk'a yakarmasına dayanarak namazda iken dua etmenin caiz olduğunu göstermek üzere yukarıdaki diğer rivayetlerle bağlantılı olarak bu rivayeti nakletmiş de olabilir. (Mütercim)

[43] Hadisin geçtiği diğer bir yer: 2364.

[44] Hadisin geçtiği diğer yerler: 760, 761 ve 777.

[45] Bu hemen kabul edilebilecek bir görüş değildir ve tartışmaya açıktır. Doğrusu şudur: Namazın kıblesi aynı zamanda duanın da kıblesidir. Çünkü; 1. Bu görüşün Kur'an ve sünnetten bir delili bulunmadığı gibi selef-i sâlihînden böyle bir görüş de nakledilmemiştir. 2. Resûlullah sallallâhu aleyhi ve sellem dua ederken kıbleye yönelirdi. Nitekim onun bu şekilde davrandığına dair pek çok sahih rivayet bulunmaktadır. 3. Herhangi bir şeyin kıblesi onun karşı karşıya bulunduğu yöndür; üst tarafı değildir. (Şeyh Bin Bâz)

[46] Hadisin geçtiği diğer yer: 3291.

[47] Rivayette şeklinde geçen ve yatsı namazı diye tercüme ettiğimiz ibare bu hadisin farklı rivayetlerinde (öğle ve ikindi namazları) ve (akşam ve yatsı namazları ya da Öğle ve ikindi namazları) şeklinde de nakledilmiştir, (bk. Aynî, V, 58.) Fakat bu rivayette 'son iki rekatı kısa kıldırıyorum' sözü geçtiği için akşam namazı olması mümkün değil­dir. Bu yüzden yukarıdaki ifadeyi yatsı namazı şeklinde tercüme etmeyi uygun bulduk. Bununla birlikte 758 numaralı hadiste bu ifade öğle ve ikindi namazları anlamında, şeklinde geçtiği için bu anlama da işaret etmeyi uygun bulduk. (Mütercim)

[48] Hadisin geçtiği diğer yerler: 758 ve 770.

[49] Hadisin geçtiği diğer yerler: 793, 6251, 6252 ve 6667.

[50] el-Müzzemmil, 73/20.

[51] 759 numaralı hadisin baş kısm: ve diğsr ayrıntıları 762, 776, 778 ve 779 numaralı hadislerde geçmektedir.

[52] Hadisin geçtiği diğer bir yer: 4429.

[53] Hadisin geçtiği diğer yerler: 3050, 4023 ve 4854.

[54] Bu görüş tartışmaya açıktır. Zira tercih edilen görüşe göre - Fethü'1-bârî müellifinin 106. bâbda bizzat belirttiği gibi - mufassal sûreler Kâf sûresi ile başlar ve Kur'ân'ın sonuna kadar devam eder. Ahmed İbn Hanbel ve Ebû Davud'un Evs İbn Huzeyfe'den naklettiği ve ashâb-ı kiramın Kur'ân'ı bölümlere ayırmakla ilgili uygulamasını anlatan rivayet de bunu göstermektedir. Her şeyin en doğrusunu sadece Allah bilir. (Şeyh Bin Bâz)

[55] Hadisin geçtiği diğer yerler: 768, 1074 ve 1078 numaralı hadislerdir.

[56] Hadisin geçtiği diğer yerler: 769, 4952 ve 7546

[57] el-Cin, 72/1-2.

[58] el-Cin, 72/1-2.

[59] Hadisin geçtiği diğer bir yer: 4921.

[60] Meryem, 19/64.

[61] el-Ahzâb, 33/21.

[62] Mesânî, yüzden daha az ya da yüze yakın âyeti olan sûrelerden her biridir.

[63] Hadisin geçtiği diğer yerler: 4996 ve 5043.

[64] 780. hadis 6402 numaralı hadiste de geçmektedir.

[65] Doğrusu şudur: Cemaatin âmîn demesi veya hapşınnca elhamdülillah diye dua etmesi onun kıraatini kesmez. Çünkü bu meşru olarak kabul edilen ve kıraate zarar vermeyen küçük bir ay-pntıdır. ( İbn Bâz)

[66] Hadisin geçtiği diğer bir yer: 4475.

[67] Hadisin geçtiği diğer yer!er:786, 826.

[68] Hadisin geçtiği diğer yerler: 789, 795, 803.

[69] Metinde vadp;/icap eder/farzdır anlamında kullanılmış olup, Hanefî literatüründe var o!an "vacip" kavramı, diğer âlimlerin literatüründe farz anlamında olduğu için burada "gereklidir" şeklinde tercüme edildi.

[70] Fethü'l-Bârî'nİn muhtasarını hazırlayan el-Adevî parantez içindeki bu kısmı kitabına almamış ve gözden kaçırmıştır. Biz daha anlaşılır olması için İbnü'l-Müneyylr'in sözünü tam olarak akta­rıyoruz. (Mütercim)

[71] Bu ek bilgiyi Fethü'l-Bârî'nin aslından aktarmayı uygun bulduk. (Mütercim)

[72] Bu hadis şöyledir: "Kişi ile küfür ve şirk arasındaki çizgiyi belirleyen namazdır; namazın terki bu . çizgiyi aşmak demektir." Bu anlamda daha pek çok hadis bulunmaktadır. Hadiste geçen küfür kelimesini gerçek anlamında almak doğru olan görüştür. Buna görs namazı terk eden bir kimse islâm dairesinden çıkar. Abdullah İbn Şakîk el-Ukay!î sahâbîlerin tamamının bu görüşte oldu­ğunu nakletmiştir. Kur'an'da ve sünnette bu görüşün doğruluğunu kanıtlayacak bir çok delil bulunmaktadır. (İbn Bâz)

Hadisin orijinal ifadesi şöyledir: Hadisin motomot tercümesi: "Kişi ile küfür ve şirk arasında namazın terk edilmesi vardır" şeklindedir. Fakat bu ifade hadisin anlamını tam olarak yansıtmamaktadır. Bu yüzden tercümeyi yukarıdaki gibi yap­tık. Her şeyin en doğrusunu sadece Allah (c.c) bilir. (Mütercim)

[73] ei-Adevî kanaatimizce kendi benimsediği görüşü nakletmekle yetinip bu ayrıntıya yer verme­miştir ve bize göre bu bölümde aktarılan görüşlerdekî bütünlüğü bozacak bir tasarrufta bulun­muştur. Bu yüzden Fethü'1-Bârî müellifinin naklettiği görüşleri parantez içinde tam olarak ak­tarmayı uygun bulduk. (Mütercim)

[74] Hadisin geçtiği diğer yerler: 801, 820.

[75] Bu görüş tartışmaya açıktır. Doğru olan görüş şudur: Sünnetin farz olduğuna delalet ettiği ağzı çalkalamak (mazmaza) ve buruna su çekmek (istinşâk) gibi her fiil farzdır. Çünkü sünnet Kur'an'ıaçıklar ve "Kim Resule itaat ederse Allah'a itaat etmiş olur" âyeti gereğince Resûlullah'm ı aleyhi ve sellem emrettiği her husus Allah'ın Emri sayılır. (îbn Bâz)

Muhtasar'ın sahibi el-Adevî bu hükme mesned teşkil eden rivayete yer vermediği halde abdest-le ilgili bu hükmü aktarmıştır. Biz bu eksikliği gidermek için Nesaî'nİn naklettiği rivayeti zikret­meyi uygun bulduk. (Mütercim) Bu rivayete göre Resûlullah sallallâhu aleyhi ve sellem namazı­nı doğru kılamayan bu şahsa şöyle demiştir: "Abdestini Allah'ın emrettiği gibi - yüzü yıkamak, dirseklere kadar ellerle birlikte kollan yıkamak, başa meshetmek ve ayak bileklerine kadar ayak­lan yıkamak şeklinde - almadığınız ve sonra tekbir getirip Allah'a hamd etmediğiniz ve O'nu yüceltmediğiniz sürece namazınız tam olmaz." (İbn Hacer, Fethü'1-bârî, II, 325.)

[76] Haisin geçtiği diğer yerler: 817, 4293, 4967, 4968.

[77] Hadisin geçtiği diğer bir yer: 3228.

[78] İmam Buharı böyle bir başlık kullanmamıştır. Ancak biz rivayetlerle ilgili olan bir başlık vermeyi uygun bulduk. (Mütercim).

[79] Hadisin geçtiği diğer yerler: 804, 1006, 2932, 3281, 4560, 4598, 6200, 6393 ve 6940.

[80] Hadisin geçtiği diğer bir yer: 1004.

[81] Bu görüş tartışmaya açıktır. İbn Hacer bu ifadeyi Resûlullah'ın sallaüâhu aleyhi ve sellem yaşa­dığı dönemle kayıtlasaydı daha yerinde olurdu. Çünkü o dönemde insanların yanlış ve batıl bir husus üzere onaylanmaları mümkün değildi. Halbuki Resûlullah'ın sallallâhu aleyhi ve sellem vefatından sonra bu durum değişmiştir. Çünkü artık vahiy kesilmiş ve İslâm Dini - Allah'a hamd olsun kî - kemale erip tamamlanmıştır. Dolayısıyla Allah'ın ve Resûİü'nün emretmediği bir hususu ibadetlere eklemek caiz değildir. Allah her şeyin en doğrusunu bilir. (İbn Bâz)

[82] Bu ifade biraz toleranslı kullanılmış. Böyle bir karşılık vermek caiz değildir demek daha doğru­dur, Çünkü karşılık vermek bir beşer sözüdür ve namaz kılan bir kimsenin insanlara ait bir ifa­deyi namaza sokması caiz değildir. Nitekim namaz kılmakta olan Muaviye İbnü'l-Hakem hapşı­ran birisine karşılık vermiş ve cemaattekiler onun bu tavrını yadırgamışlardı. Zaten Resûlullah sallallâhu aleyhi ve sellem de namaz bitince şöyle buyurmuştu: "Bizim şu namazımıza beşere ait bir sözün karışması asla uygun değildir." Bu hadisi İmam Müslim nakletmiştir. (İbn Bâz]

[83] Hadisin geçtiği diğer bir yer: 821.

[84] Hadisin geçtiği diğer yerler: 6573, 7437.

[85] Hadisin geçtiği diğer yerler: 810, 813, 815, 816.