4. Kişinin Ölünün Ailesine Ölüm Haberini Bizzat
Vermesi
Ölünün Yakınlarına Ölüm Haberini Vermek
6. Çocuğu Öldüğü Halde Allah'ın Rızasını Umarak Sabreden
Kişinin Fazileti
7. Bir Erkeğin Kabir Başındaki Bir Kadına "Sabret
Demesi
8. Ölüyü Su Ve Sidr İle Yıkamak Ve Abdest Aldırmak
9. Tek Sayıda Yıkanmanın Mustehap Olması
10. Ölüyü Yıkamaya Sağ Taraflarından Başlanır
11. Ölünün Abdest Âzalarının Yıkanması
12. Kadın, Erkek İzarı (Gömleği) İle Kefenlenir Mi?
13. Kâfur, Cenazenin Son Yıkamasında Kullanılır
14. Cenaze Kadın Olunca Saç Örgüsünü Çözmek
15. Ölüye Kefeni Nasıl Sarılır?
16. Kadının Saçı Üç Örgü Yapılır
17. Kadının Saçı Arkaya Atılır
Ölüyü Yıkayan Kişinin Gusül Abdesti Alması Gerekli Midir?
18. Kefenleme İçin Beyaz Kumaş Kullanılması
20. Ölü (Cenaze) İçin Hanût (Güzel Koku) Kullanmak
21. İhramlı (İken Ölen Kişi) Nasıl Kefenlenir?
22. Azaba Engel Olsun Ya Da Olmasın Gömlek İçinde
Kefenlemek, Gömleksiz Olarak Kefenlemek
23. (Ölüyü) Gömleksiz Olarak Kefenlemek
24. Sarık Kullanmaksızın Kefenlemek
25. Kefen (İçin Yapılacak Harcama) Kişinin Malının
Tümündendir
26. Ölüyü Kefenlemek İçin Yalnızca Bir Elbisenin
Bulunması
28. Hz. Peygamber Zamanında Kefenini Hazırladığı Halde
Hz. Peygamberin Yadırgamadığı Kimse
29. Kadınların Cenazeyi Takip Etmesi
30. Kadının Kocasından Başkası İçin Yas Tutması
31. Kabirlerin Ziyaret Edilmesi
Erkeklerin Kabirleri Ziyaret Etmesinin Hükmü
Kadınların Kabirleri Ziyaret Etmesinin Hükmü
32. Hz. Peygamberin Şu Sözü: "Ölü, Ailesinin
Ağlamasının Bir Kısmı Sebebiyle Azap Görür"
Hz. Zeyneb'in Çocuğunun Vefatı İle İlgili Hadis
Hz. Ummü Gülsüm'ün radıyatıahu anh Kabre Konulması İle
İlgili Hadis
Hz. Osman'ın Kızının ölümü İle İlgili Hadis
33. Ölü İçin Feryat Etmenin Çirkin Görülmesi
35. "Yakalarını Yırtan Bizden Değildir"
36. Hz. Peygamberin Sad İbn Havle'yı Taziye Etmesi
37. Bir Musibetle Karşılaşan Kişinin Başını Tıraş
Etmesinin Yasak Olması
38. Yanaklarına
Vuran Bizden Değildir
39. Musibetle Karşılaşan Kişinin Ah-Vah Ve Câhiliye
Devrindeki Gibi Feryat Etmesinin Yasaklanması
40. Musibetle Karşılaşan Kimsenin Bunu Hissettirecek
Şekilde Bir Kenarda Oturması
41. Musibetle Karşılaşan Kişinin, Üzüntüsünü Belli
Etmemesi
42. Musibetle İlk Karşılaşılan Anda Sabır Göstermek
43. Hz. Peygamberin (Ölen Oğlu İçin) Gerçekten Biz Senin Ölümünden Dolayı Üzgünüz1
Demesi
45. Feryat Etme Ve Ağlamanın Yasaklanması, Bunu Yapanları
Engellemek
47. Cenaze İçin Kalkan Kişi Ne Zaman Oturur?
49. Bir Yahudi Cenazesi İçin Ayağa Kalkmak
Cenaze İçin Ayağa Kalkma Konusundaki Farklı Görüşler
50. Cenazeyi Kadınların Değil Erkeklerin Taşıması
51. Cenazeyi Kaldırmada Acele Etmek
52. Cenaze Taşınırken Müteveffanın "Beni Çabuk
Götürün Demesi
53. Cenaze Namazında İmamın Arkasında İki Veya Üç Saf
Yapmak
Cenaze Namazında Safların Çok Olmasının Fazileti
55. Cenaze (Namazlarında) Erkeklerle Birlikte Çocukların
Da Saflar Yapması
56. CENAZE NAMAZININ SÜNNETİ Ve HZ. PEYGAMBERİN
"CENAZE NAMAZI KILAN..." SÖZÜ
Cenaze Namazını Kıldırma Konusunda En Çok Hak Sahibi Olan
Kimdir?
Cenaze Namazı İçin Teyemmüm Yapmak
Cenaze Namazmdaki Tekbirlerin Sayısı
Cenaze Namazı Yalnızca Bir Duadır" İddiasının Reddi
57. Cenazeleri Takip Etmenin Fazileti
58. Cenaze Gömülünceye Kadar Beklemek
59. Çocukların Cemaatle Birlikte Cenaze Namazı Kılması
60. Cenaze Namazlarını Musallada Ve Mescidde Kılmak
Mescitte Cenaze Namazı Kılma Konusundaki Görüşler
61. Kabirlerin Üzerine Mescid Yapmanın Mekruh Olması
62. Loğusa İken Ölen Kadının Cenaze Namazının Kılınması
63. (İmam) Kadın Ve Erkeğin (Cenazesinde) Neresinde
Durur?
64. Cenaze Namazında Dört Tekbir Getirmek
66. Cenaze Gömüldükten Sonra Mezarı Başında Cenaze Namazı
Kılmak
67. Ölünün (Mezardan Ayrılanların) Ayakkabı Seslerini
İşitmesi
68. Arz-I Mukaddes Vb. Yerlerde Gömülmeyi İstemek
Ölünün Bir Bölgeden Başka Bir Bölgeye Nakledilmesi
69. Ölüyü Geceleyin Defnetmek. Hz. Ebû Bekir Geceleyin
Defnedilmiştir
70. Kabrin Üzerine Mescid İnşa Etmek
71. Kadının Kabrine Kim Girer?
72. Şehid İçin Cenaze Namazı Kılmak
Şehidin Cenaze Namazı Kılınır mı?
73. İki, Üç Erkeği Bir Kabre Gömmek
74. Şehitlerin Yıkanması Görüşünü Kabul Etmeyenler
Cünüp ve Adetli Olarak Ölen Şehidin Yıkanması Meselesi
76. Kabirlere Ot Ve Izhır Koymak
77. Ölü, Bir Sebebe Binaen Kabirden Ve Lahitten Çıkarılır
Mı?
Cabir in Babasının Kıssasından Çıkan Bazı Sonuçlar
78. Kabirde Lahit Yapmak Ve Kabri Yarmak (Şakk)
Çocuğun Cenaze Namazı Kılınır mı?
80. Müşrik İn Ölürken
La İlahe İllallah Demesi
81. Kabrin Üzerine Yaş Dal Konulması
82. Muhaddisin (Hadis Âliminin) Kabirde Vaaz Vermesi,
Arkadaşlarının Onun Etrafında Oturması
83. Kendi Canına Kıyan (İntihar Eden) Kişinin Durumu
87. Kabir Azabından (Allah'a) Sığınmak
88. Gıybet Ve İdrar(Dan Sakınmama) Sebebiyle Kabir Azabı
89. Ölüye Gideceği Yer Sabah Akşam Gösterilir
90. Ölünün, Kendi Cenazesinin Kabre Götürülmesi) Hakkında
Konuşması
91. Müslümanların (Ölen) Çocukları Hakkında Söylenenler
92. Müşriklerin Çocukları Hakkında Söylenenler
96. Hz. Peygamber İn Kabri İle Ebû Bekir Ve Ömer'in
Kabirleri
97. Ölülere Sövmenin Yasak Olanı
98. Kötü Kimselerin Ardında Konuşmak
1245- Ebû
Hüreyre radıyaMhu anh şöyle demiştir: Resûlullah sallallâhu aleyhi ve sellem Necaşî'nin öldüğü gün onun vefat haberini
verdi. Sonra musallaya çıkıp ashabı ile saf tutarak dört tekbir aldı (cenaze
namazı kıldı).[1]
1246- Enes
İbn Mâlik radıyallâhu anh Hz. Peygamber'in şöyle buyurduğunu söyledi:
"Sancağı Zeyd
aldı. Zeyd şehid edildi. Sonra sancağı Cafer aldı, o da şehid edildi. Sonra onu
Abdullah İbn Revâha aldı, o da şehid edildi. -Bu sırada Resûlullah'm
gözlerinden yaşlar boşalıyordu- (Resûlullah devam ederek şöyle dedi:) Sonra
sancağı emir olmaksızın Hâlid İbnü'l-Velid aldı, sonra Allah onun Önünü açtı.[2]
İbnü'r-Reşîd şöyle
demiştir: Bu başlığı koymanın amacı, ölüm haberini vermenin tümünün yasaklanmış
olmadığını göstermektir. Yalnızca cahiliye halkının yaptığı şekilde yapmak
yasaklanmıştır. Onlar kişinin öldüğünü etrafa duyurmak için evlerin kapıları
önünde ve çarşılarda ölüm haberini ilan edecek kişiler gönderirlerdi.
İbnü'l-Murâbtt şöyle
demiştir: Buhârî'nin bu başlığı seçmesinin amacı şudur: Ölüm haberini vermek
ölünün ailesini keder ve musibetlere duçar kılsa da vefat
edenin yakınlarına bunu bildirmek caizdir. Çünkü bu
kötülük gibi görünen fiilde de aslında bazı iyilikler vardır. Zira ölüm haberi
alındıktan sonra ölünün yakınları cenazesine katılmak, teçhiz ve tekfini ile
ilgilenmek, cenaze namazını kılmak, dua etmek, onun için İstiğfar etmek,
vasiyetlerini yerine getirmek vb. hükümleri uygulama konusunda gerekeni yapmak
için derhal harekete geçerler. Câhİlİye devrinde ölüm haberi verme âdetine
gelince;
Saİd İbnü'l-Mansur
şöyle demiştir: Bize İbn Aliye, İbn Avn'dan şunu nakletti: İbrahim'e dedim ki:
"Araplar (cahiliye devrinde) ölüm haberi vermeyi çirkin görürler
miydi?" İbrahim "Evet" dedi. İbn Avn dedi kî: Bir kimse ölünce
bir kişi bineğine atlar sonra insanlar arasında 'falanın öldüğünü duyururum'
diye bağırırdı." İbn Şîrîn şöyle demiştir: "Bir kimseye arkadaşının
öldüğünün haber verilmesinde bir sakınca yoktur." Özetle söylersek;
yalnızca ölüm haberini vermek mekruh değildir, bundan öte şeyler yapılırsa
mekruh olur.
İbnü'l-Arabî şöyle
demiştir: Hadislerin bütünü bir arada değerlendirildiğinde şu üç durum söz
konusu olur:
1. Ölünün
ailesine, arkadaşlarına ve salih kimselere ölüm haberini vermek sünnettir.
2. Öğünmek
maksadıyla anma merasimine davet etmek mekruhtur.
3. Bağırıp
çağırmak suretiyle ölüm haberi vermek haramdır.
Ebü Râfİ', Ebü
Hüreyre'den radıyallâhu anh Hz. Peygamber'İn sallallâhu aleyhi ve sellem ŞU
sözünü nakletmiştir:
"Bana haber verseydiniz ya!"
1247- İbn
Abbas rad.yaiiâhu anh şöyle demiştir: Hz. Peygamber'İn sallallâhu aleyhi ve sellem
hastalığı sebebiyle ziyaret ettiği bir
kişi öldü. Geceleyin ölmüştü, (yakınları da) onu geceleyin defnettiler. Sabah
olunca bunu duyurdular. Bunun üzerine Hz. Peygamber: "Bana niçin
büdirmediniz?" dedi. Ölünün yakınları: "Gece olduğundan (gece
karanlığında) sana zorluk çıkarmak istemedik." Bunun üzerine Hz. Peygamber
sallallâhu aleyhi ve sellem o kişinin
kabrine gelerek onun için cenaze namazı kıldı.
Yüce Allah şöyle
buyurmuştur: "Sabredenleri müjdele.[3]
1248- Ene
radıyallâhu anh, Hz. Peygamber'İn sallallâhu aleyhi ve sellem şöyle
buyurduğunu rivayet etmiştir:
"Ergenlik çağına
girmemiş üç çocuğu ölen her Müslümant Allah, çocuklara olan merhameti sebebiyle
cennete koyar.[4]
1249- Ebû
Saîd radıyaiiâhu anh şöyle demiştir:
Kadınlar, Hz. Peygamber'e
saiiaiiahu aleyhi ve sellem : "Bize vaaz etmek için bir gün belirle."
dediler. (Peygamber sallallâhu aleyhi ve sellem de onlar için bir gün belirledi. O gün
kadınlara verdiği vaazda söylediği şeylerden biri de şu idi): "Üç çocuğu
ölen bir kadının bu çocukları onun için ateşe karşı bir perde olur."
Bir kadın: "Ya
İki çocuk?" diye sorunca Hz. Peygamber saiiaiiahu aleyhi ve sellem :
"İki çocuk da öyledir" buyurdu.
1250- Ebû
Said ve Ebû Hüreyre radıyaiiâhu anh Hz. Peygamber'den sallallâhu aleyhi sellem bu hadisi rivayet etmişlerdir. Ebû Hüreyre
rivayetinde "ergenlik çağına ulaşmamış" ifadesini eklemiştir.
1251- Ebû
Hüreyre radıyaiiâhu anh Hz. Peygamber'den sallallâhu aleyhi w sellem şunu rivayet etmiştir:"£iç çocuğu ölen
bir Müslüman cehenneme girmez. Ancak Allah'ın yemini yerine gelsin diye girer.[5]
Ebû Abdullah (Buharı)
şöyle dedi: Allah'ın yemininden kasıt şu âyettir: "İçinizden, oraya
uğramayacak hiçbir kimse yoktur. Bu, Rabbin için kesinleşmiş bir hükümdür.
Sonra biz, Allah'tan sakınanları kurtarırız; zalimleri de diz üstü çökmüş
olarak orada bırakırız.[6]
Hz. Peygamber
"Müslüman" demek suretiyle kâfirleri bu hükmün kapsamından
çıkarmıştır. Ergenlik çağı kişinin günahlarının yazılmaya başladığı dönemdir.
Hz. Peygamber sallallâhu
aleyhi ve sellem "üç çocuğu ölen
kadın" diyerek hükmü kadın ile sınırlamasının sebebi, o sırada kadınlara
hitap ediyor olmasıdır. Diğer hadislerde "Müslüman" şeklinde genel
ifade kullanıldığından bu hükmün erkekler İçin geçerli olmadığı sonucu
çıkarılamaz.
Kurtubî şöyle
demiştir: "Yeminin yerine gelmesi" ifadesinden ne kasdedildiğr
konusunda farklı görüşler bulunmaktadır. Bir görüşe göre bu belirli bir
yemindir, diğer görüşe göre İse belirli değildir. Çoğunluk ilk görüşü kabul
etmektedir. Onlar bununla kasdedilenin yukarıdaki âyet olduğunu söylemişlerdir.
Hattabî şöyle
demiştir: Bu kişi cehenneme azap görmek İçin değil, oradan geçip gitmek için
girer. Bu geçip gitme ancak kişinin yeminini yerine getirmesi miktarınca olur.
Müslümanların
çocukları cennettedir. Çünkü Allah'ın çocuklara olan rahmeti sebebiyle
ana-babalarmı affedip, o çocuklara merhamet etmemesi uzak bir ihtimaldir. Bunu
Mühelleb söylemiştir. Âlimlerin çoğunluğu Müslümanların çocuklarının cennete
gideceği görüşünü benimsemiştir. Bir kimse bir şeyi yapmaya yemin etse sonra bu
şeyin bir parçasını yapsa yeminini yerine getirmiş olur. Mâlik buna muhalif
görüş belirtmiştir. Bunu Kadı Iyaz ve diğer âlimler söylemiştir.
1252- Enes
İbn Mâlik radıyallâhu anh şöyle demiştir: Hz. Peygamber sallallâhu aleyhi ve sellem bir
kabrin başında ağlayan bir kadının yanına uğradı ve ona "Allah'tan kork ve
sabret" dedi.[7]
Zeyn İbnü'l-Müneyyir
şöyle demiştir: Buhârî konu başlığında "bir erkeğin" demek suretiyle
hükmün yalnızca Hz. Peygamber'e sallallâhu aleyhi ve sdiem özgü olmadığını
belirtmek istemiştir. Başlığında "vaaz etmesi" değil de
"demesi" diyerek bunun vaaz ve diğerleri arasında ortak olan şeye
söylenebileceğini belirtmiştir. Buhârî konu başlığında "Allah'tan
korkmaktan" değil "sabır"dan bahsetmiştir. Çünkü o durumda
kadının kolayca yapabileceği ve durumuna da uygun olan sabırdır. Bu konu
başlığında fıkıhla ilgili şu hüküm bulunmaktadır: iyiliği emretmek, kötülüğü yasaklamak,
vaaz vermek, taziye etmek vb. gibi durumlarda erkeklerin kadınlarla konuşması
caizdir. Bu yalnızca yaşlı kadınlara özgü değildir. Çünkü bu konuşmada dînî
maslahatlar söz konusudur.
Ibn Ömer radiyaiiâhu
anh, Saîd İbn Zeyd'in çocuğunu hanut ile yıkadı ve taşıdı. Namazını kıldı,
(yeniden) abdest almadı.
Ibn Abbas radıyaiiâhu
anh şöyle dedi: "Müslüman ne hayatta iken ne de ölünce necis olur."
Sa'd şöyle dedi:
"Şayet necis olsaydı, ben ölüye dokunmazdım."
Hz. Peygamber sallallâhu
aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:
"Mümin necis olmaz."
1253- Ümmü
Atıyye el-Ensâriyye radıyaiiâhu anh şöyle demiştir;
Resûlullah'ın sallallâhu
aleyhi ve sellem kızı (Zeynep) vefat
ettiğinde o bizim yapımıza gelip şöyle buyurdu: "Onu üç, beş veya
gerekirse daha fazla su ve sidr ile yıkayın. Sonuncu yıkamaya kâfur (veya
kâfurdan bir miktar) katın. Yıkamayı bitirdiğinizde bana haber verin."
Yıkamayı
bitirdiğimizde ona haber verdik. Bize gömleğini verdi ve "Bunu vücuduna
sarın" buyurdu.
Nevevî, ölüyü
yıkamanın farz-ı kifaye olduğu konusunda icma bulunduğunu nakletmiştir. Bu,
büyük bir yanılgıdır. Çünkü bu konuda Mâlikîler arasında herkesçe bilinen bir
görüş ayrılığı bulunmaktadır. Hatta Kurtubî Müslim Şerhinde bunun sünnet olduğu
görüşünü benimsemiştir. Ancak çoğunluk bunun vacip olduğunu söylemiştir. İbn
Arabî, bu konuda Hz. Peygamber'in sallallâhu aleyhi w sellem sözü ile fiili aynı noktada buluştuğu halde,
bunun farz olduğunu kabul etmeyenlerin görüşünü reddetmiştir.
Zeyn İbnü'l-Müneyyir
şöyle demiştir: Buhârî konu başlığında su ve sidr'i birlikte yıkamada
kullanılan şey olarak zikretmiştir. Bu, konu ile ilgili hadise uygundur. Çünkü
"su ve sidr" ifadesi Hz. Peygamber'in "onu yıkayın" sözüne
bağlıdır. Bu hadisten ilk anda her bir yıkamada sidrin suya katılması
anlaşılmaktadır. Yine bu hadis, ölünün yıkanmasının dînî temizlik için değil,
mutlak temizlik için olduğunu göstermektedir. Çünkü kendisine sidr eklenen su,
taharet için kullanılmaz.
Suya sidr eklendi diye
suyun "kendisine bir şey katılan su"ya dönüştüğü edilmeyebilir.[8] Çünkü
sidr, suyun niteliğini değiştirmemiş olabilir. Zira her »fasında cenazenin
önce sidr ile ovalanıp sonra su ile
yıkanmış olması imkündür. Haberde
kullanılan ifade bu ihtimali devre dışı bırakmamaktadır.
Bu konudaki en üstün
rivayet, Ebû Davud'un Katâde aracılığıyla İbn Sî-ı'den rivayetidir. Buna göre
İbn Şîrîn ölüyü iki defa su ve sidr ile yıkar, ;üncüde ise su ve kâfurla
yıkardı. İbn Abdilber şöyle demiştir: "İbn Şîrîn tabiîn inde bu konuyu en
iyi bilen kişidir" denilirdi.
Çoğunluğa göre ölünün
yıkanması, gerekçesi akılla bilinemeyecek (taabbu-bir yıkamadır. Vacip ve
mendup gusüllerde gerekli olan şey ölü yıkamada da rekli olur.
Diğer bir görüşe göre,
ölünün yıkanması onda cünüplük bulunması timaline binaen ihtiyaten meşru
kılınmıştır. Ancak bu itiraza açıktır. Çünkü bu ırumda ergenlik çağından önce
ölen çocukların yıkanmasının meşru olmaması ;rekir. Oysa bu icmaya aykırıdır.
Hanût, yalnızca ölü
için kullanılan bir güzel kokudur.
İbn Abbas'm konu
başlığında geçen sözünü Said İbn Mansur muttasıl bir netle şu şekilde rivayet
etmiştir: Bize Süfyan, Amr İbn Dinardan, o Ata'dan, o İbn Abbas'tan şunu
bildirdi: "Ölülerinizi necis kabul etmeyin. Çünkü mümin ri iken de ölü
iken de necis olmaz." Bu hadisin senedi sahihtir.
Sa'd'm "Ölü necis
olsaydı ben ona dokunmazdım" sözünden şu sonuç çıkar: im bir fiil
yaptığında, başkalarının bunun gerekçesini anlamayıp zihinlerinin ırışacağını
anlarsa, yanlış yorumlarda bulunmamaları için işin gerçeğini onlara iretir.
Hz. Peygamber'in
"Mümin necis olmaz" sözü Ebû Hüreyre'nin rivayet ettiği unca bir
hadisin bir parçasıdır.[9] Bu
hadisin bu konuda delil getirilme :rekçesİ şudur: Kişi öldüğünde ölümle ondan
iman niteliği kalkmaz. Bu nitelik tvam ettiği zaman da kişi necis olmaz. İbn
Abbas'm daha önce geçen hadisi mu açıklamıştır.
Buhârî'nin
rivayetlerinde, burada Hz. Peygamber'in sallallâhu aleyhi ve sellem yı-nmasmı emrettiği kızının ismi
geçmemektedir. Meşhur görüşe göre bu, Ebû'l-Âs'ın hanımı Zeynep'tir. Zeynep radıyaiiâhu
anh Hz. Peygamber'in en büyük kızıdır. Taberî'nin belirttiğine göre o h. 8.
yılın başında vefat etmiştir.
Müslim'de Ümmü
Atıyye'den yapılan rivayette Zeynep ismi açık olarak yer almıştır. Bu rivayet
şöyledir: Resûlullah'm sdiaiiâhu aleyhi ve sellem kızı Zeynep vefat ettiğinde Resûlullah bize
"onu ...yıkayınız." buyurdu.
İbn Bezîze şöyle
demiştir: Hz. Peygamber'in, kızı Zeyneb'İn yıkanmasını emretmesi, ölünün
yıkanmasının farz olduğuna delil olarak getirilmiştir. Ölünün yıkanmasının farz
olup olmadığı konusundaki görüş ayrılığı şuraya dayanmaktadır: Hz. Peygamber'in
"gerekli görürseniz" ifadesi "yıkamayı gerekli görürseniz
yıkayın" anlammamı gelir, yoksa "üçten fazla yıkamayı gerekli
görürseniz daha fazla yıkayın" anlamınamı gelir? Tercihe şâyân olan
ikincisidir.
İbn Dakîku'l-'îd şöyle
demiştir: Ancak âlimler arasındaki meşhur görüşe göre "üç kere
yıkayın" emri gereklilik ifade etmez.
Nevevî şöyle demiştir:
Hz. Peygamber'in "üç kere veya beş kere yıkayın" emri şu anlama
gelir: "Tek sayıda yıkayın, bu da üç kere olsun. Şayet daha fazla yıkamaya
İhtiyaç olursa beş olsun." Özetle burada tek sayıda yıkama istenmektedir.
Üç kere yıkamak ise müstehaptır. Üç kere yıkamayla temizlik sağlanırsa daha
fazla yıkamak meşru olmaz. Temizlik sağlanmazsa temizleninceye kadar tek sayıda
arttırılır. Bir kere bütün bedeni yıkamak farzdır
İbnü'l-Arabî şöyle
demiştir: Hz. Peygamber'in sallallâhu aleyhi ve sellem "su ve sidr ile yıkayın" sözü, suya
bir şey eklendiğinde suyun özelliğini değiştirmiyorsa onunla temizlik yapılabileceğini
gösteren temel delildir. Bu şu görüşe dayanır: "Ölünün yıkanması taharet
içindir."
Ölünün etrafa güzeî
koku veren kâfurla yıkanmasmm hikmeti bir görüşe göre gelen melekler ve diğer
insanlar içindir. Kâfurda ölüyü katılaştırma, soğuk tutma, güçlü bir şekilde
nüfuz etme, ölünün bedenini katı halde tutma, haşeratı uzaklaştırma, ölüden
gelebilecek bazı akıntı vb. şeylere engel olma, ölünün çabuk bozulmasını önleme
gibi özellikler vardır. Bu konudaki en güçlü kokulardan biri kâfurdur. Kâfurla
yıkamanın en son yapılmasının sırrı da budur. Çünkü İlk yıkamada yapılsa su
onun kokusunu giderebilir.
Hz. Peygamber'in sallallâhu
aleyhi ve sellem kızı yıkanmcaya kadar
gömleği elinde bulundurup kadınlara vermemesinin hikmeti, gömleğin onun mübarek
bedenine teması ile kızının cesedine teması arasında bir zaman aralığı
geçmemesidir. Sahlerin bıraktıklarından bereket umma konusunda bu, temel bir
hadistir.
[10] Bu adis, kadının erkek
elbisesi ile kefenle ninesinin caiz olduğunu göstermektedir.
1254- Ümmü
Atiyye radıyaiiâhu anh şöyle demiştir: Biz Resûlullah'ın sallallâhu aleyhi iiem
kızını (Zeyneb'i) yıkarken Resûlullah bizim yanımıza gelerek şöyle lyurdu:
"Onu üç kere, beş kere veya daha fazla su ve sidr ile yıkayın. Sonuncu kamayı
kâfurla yapın. Yıkamayı bitirdiğinizde bana haber verin." Yıkamayı
tirdiğimizde O'na haber verdik. O da bize gömleğini vererek "Bunu onun
tcuduna sann" dedi.
Hafsa'dan radıyaiiâhu
anh rivayet edilen hadiste şu ifadeler yer almaktadır: "Onu k sayıda yıkayın","Öç,
beş veya yedi kere yıkayın", "Sağ tarafından ve abdest aianndan
yıkamaya başlayın."
Hafsa'nın rivayetine
göre Ümmü Atıyye şöyle demiştir: "Zeyneb'in saçını tarakla (taradıktan
sonra) üç bukle yaptık."
1255- Ümmü
Atıyye'nin rad.yallâhu anh bildirdiğine göre Resûlullah sallallâhu aleyhi ve sellem
kızının yıkanması sırasında §öyle
buyurmuştur: "Onun sağ tarafından ve abdest azalarından yıkamaya
başlayın."
Abdest aldırmalarını
emretmesinin hikmeti, müminlerin yüz, el ve ayaklarında kıyamet günü ortaya
çıkacak olan parlaklık konusunda müminlerin nişanının izini yenilemektir.
1256- Ümmü
Atıyye radıyaiiâhu anh şöyle demiştir; Hz, Peygamber'in sallallâhu aleyhi ve sellem
kızım yıkarken o bize şöyle buyurdu:
"Onun sağ tarafından ve abdest âzâlanndan yıkamaya başlayın."
Ölüyü yıkamaya abdest
organlarından başlamak müstehaptır. Bu hadis, Hanefîler'in aksine ölünün ağzına
ve burnuna su vermenin de müstehap olduğunu göstermektedir. Hanefîler ise
"ölüye abdest aldırılmak müstehap değildir" demişlerdir.
1257- Ümmü
Atıyye radıyaiiâhu anh şöyle demiştir: Hz. Peygamber'in saibiiâhu aleyhi ve
sdiem kızı vefat etti. Resûlullah sallallâhu aleyhi ve sellem bize şöyle dedi: "Onu üç, beş veya
gerekli görürseniz daha fazla yıkayın. Yıkamayı bitirdiğinizde bana haber
verin. "Yıkamayı bitirdiğimizde O'na haber verdik. Gömleğini çıkarıp bize
verdi ve şöyle buyurdu: "Bunu onun vücuduna sarın."
İbnüY-Reşîd şöyle
demiştir: Buhârî konu başlığını soru şeklinde koymak suretiyle, mesele hakkında
kendisinin tereddüdü bulunduğunu belirtmiştir. O, sanki bunun yalnızca Hz.
Peygamber'e sallallâhu aleyhi ve sellem özgü olması ihtimaline İşaret etmiştir. Çünkü
onda bulunan bereket vb. özellikler başkasında bulunmayabilir. Özellikle de
onun mübarek terinin doğrudan bir bedene temas etmesi başka bir şeye benzemez.
Ancak kadının erkek elbisesi İle kefenlenmesinin caiz olduğu görüşü daha
güçlüdür. İbn Battal bu konuda İttifak bulunduğunu nakletmiştir.
Zeyn İbnü'l-Müneyyir
ve diğer bazı âlimler bu durumun yalnızca mahrem akraba İle sınırlı olduğunu,
yahut da Hz. Peygamber'in gömleği ve bedeninin temizliği gibi temiz olduğunda
şüphe olmayan bir kimsenin gömleği ile sınırlı olduğunu, ayrıca kocanın,
karısının başka bir erkeğin gömleği ile kefenlenmesini çirkin görmemesi ve
kıskanmamasın in da şart olduğunu söylemişlerdir.
1258- Ümmü
Atıyye radıyaiiâhu anh şöyle demiştir: Hz. Peygamber'in kızlarından biri
(Zeynep) vefat etti. Hz. Peygamber sallallâhu aleyhi ve sellem bizim yanımıza gelerek şöyle buyurdu:
"Onu üç kere, beş kere veya gerekli görürseniz daha fazla su ve sidr ile
yıkayın. Son yıkamada kâfur veya kâfurdan bir şey kullanın. Yıkamayı
bitirdiğinizde bana haber verin." Biz yıkamayı bitirince O'na haber
verdik. O gömleğini bize vererek, "Bunu onun vücuduna sann" buyurdu.
1259- Ümmü
Atıyye şöyle dedi: Hz. Peygamber sallallâhu aleyhi ve sellem : "Onu üç
kere, beş kere, yedi kere veya gerekli görürseniz daha fazla yıkayın."
buyurdu. Hafsa şöyle dedi: Ümmü Atıyye (r.anh.) "Biz onun saçını üç bukle
yaptık" dedi.
İbn Şîrîn şöyle
demiştir: Ölünün saçının çözülmesinde bir sakınca yoktur.
1260- Ümmü
Atıyye radıyaiiâhu anh, Resûlullah'ın kızının saçını üç bukle yaptıklarını,
yani önce saçlarını çözüp yıkadıktan sonra üç bukle yaptıklarını söylemiştir.
Burada
"kadın" denilmesi yaygın durum veya çoğunluk dikkate alınarak
söylenmiştir. Normalde erkeğin saçı da temizlik ve suyun cildine ulaşması için
çözülür.
Bu hadis, saçın
taranmasının müstehap olduğunu söyleyen Şafiî ve ona uygun görüş belirtenlerin
delilidir. Bunu mekruh görenler İse, gerekçe olarak saçın kopma İhtimalini
söylemişlerdir. Yumuşak tarama ile saçın kopması önlenebilir.
Hasan-ı Basrî şöyle
demiştir: (Kadın kefenlenirken kullanılan) beşinci bez parçası kadının
dizlerine ve uyluklarına, dir' denilen bez parçasının altından bağlanır.
1261- Eyyûb
radıyaiiâhu anh şöyle demiştir: İbn Sîrîn'in şöyle dediğini duydum: Hz.
Peygamber'e saiyiâhu aleyhi ve sellem bey'at eden ensar kadınlarından Ümmü Atıyye,
Basra'dakİ bir oğlunu görmek üzere aniden Basra'ya geldi ancak oğluna
yetişemedi. O bize şunu haber verdi:
Biz Hz. Peygamberin
saibiiâhu aleyhi ve sellem kızını
yıkarken Hz. Peygamber saiiai-îâhu aleyhi ve sellem yanımıza gelerek şöyle buyurdu:"Onu, üç
kere, beş kere veya gerek görürseniz daha fazla su ve sidr ile yıkayın. Sonuncu
yıkamada kâfur kullanın. Yıkamayı bitirdiğinizde bana haber verin."
(Ümmü Atıyye dedi ki)
Yıkamayı bitirince Hz. Peygamber saUaiiâhu aleyhi ve sellem bize gömleğini vererek Onu bu gömlekle
sarın" dedi.
(Eyyub dedi ki): (İbn
Şîrîn) bundan başka bir şey söylemedi. Ben Hz. Pey-gamber'in bu yıkanan kızının
hangisi olduğunu da bilmiyorum.
Eyyûb hadiste geçen
"iş'âr" kelimesinin "ilfâf' anlamında olduğunu, İbn Sîrîn'in de
kadın cenazesinin tekfininde izann değil dir'in takdim edilmesini emrettiğini
söylemiştir.
Hasan-ı Basrî'nin
sözünden kadın kefeninin beş parça kumaştan ibaret olduğu anlaşılmaktadır. İbn
Ebî Şeybe, Hasan'm bu sözünü senedi ile rivayet etmiştir.
el-Cevzekî İbrahim İbn Habib İbnü'ş-Şehid yoluyla
Hişam'dan, o Hafsa'dan o da Ümmü Atıyye'den şunu rivayet etmiştir: "Hz.
Peygamber'İn kızını beş parça kumaşla kefenledik. Sağ olan kadının baş örtüsü
bağlaması gibi onun başını bağladık," Bu rivayetteki fazlalığın senedi
sahihtir.
Hasan-ı Basrî'nİn
beşinci parça ile ilgili görüşünü Züfer de kabul etmiştir. Bir grup ise
"Bu, kefeni tutsun diye kadının göğsüne bağlanır" demişlerdir.
Buharı, Züfer'in görüşünü onayladığına işaret etmektedir. Şâfiîler'de ve
Hanbelîler'de tercih edilen görüşe göre kadının kefeninde kamis kullanılması
mekruh değildir.
1262- Ümmü
Atıyye rad. yallâhu anh şöyle demiştir: "Hz. Peygamber'İn aleyhi ve sellem
kızının saçını üç bukle yaptık."
Vekî, Süfyan'ın şöyle
söylediğini belirtmiştir: "Biri alın, diğeri de başın iki yan
tarafından."
Bu hadis, kadının
saçının örgü yapılmasını yasaklayanların aksine bunu caiz görenler tarafından
delil getirilmiştir. Evzâî ve Hanefîler kadının saçının arkaya sırtına ve
yüzüne doğru ortadan ayrılarak konulacağını söylemişlerdir.
Kurtubî şöyle
demiştir: Bu konudaki görüş ayrılığının dayanağı şudur; Bu fiili yapan Ümmü
Atıyye bunu Hz. Peygamber'e saüaiiâhu aleyhi ve sellem istinaden mî yapmıştır -ki bu durumda bu merfu
olur- yoksa İstihsanen (kendisi güzel saydığı için kendiliğinden) mi yapmıştır?
Her ikisi de muhtemeldir. Ancak temel prensip, dinîn kesin izni olmaksızın ölü
üzerinde Allah'a yaklaştırıcı tarzda bir şeyin yapılmamasıdır. Bu konu ile
ilgili olarak merfu (Hz. Peygamber'e ait) bir hadis bulunamaktadır. Nevevî ise
Hz. Peygamber'İn sallallâhu aleyhi ve sellem bu durumu renip onaylamasının güçlü bir
ihtimal olduğunu belirtmiştir.
1263- Ümmü
Atıyye radıyaüâhu anh şöyle demiştir: Hz. Peygamber'İn sallallâhu aleyhi ve sellem
kızlarından biri (Zeyneb) vefat etti.
Hz. Peygamber bize gelerek şöyle buyurdu:
"Onu sidr ile tek
sayıda yıkayın, öç, beş ueya gerekli görürseniz daha fazla sayıda yıkayın.
Sonuncu yıkamada kâfur kullanın. Yıkamayı bitirdiğinizde bana haber
verin." Yıkamayı bitirdiğimizde ona haber verdik. (Zeyneb'in vücuduna
sarmamız için) gömleğini bize verdi. Biz onun saçlarını üç örgü yapıp arkasına
artık.
Buhârî, Hişam İbn
Hassan ve Hafsa yoluyla Ümmü Atıyye'den şunu rivayet etmiştir: "Saçını üç
örgü yaptık ve örgüleri arkasına attık." İbn Dakîku'l-'Id şöyle demiştir:
Bu, kadının saçının taranması ve örgü yapılmasının müstehap olduğunu
göstermektedir, Şâfıîler'in bir kısmı üç örgünün, sırtının arkasına bırakılması
görüşünü kabul etmişlerdir.
İçinde bulunduğu
durumda ne yapması gerektiğini bilmeyen kişiye devlet başkanının bunu öğretmesi
güzeldir. Hükmün gerekçesini öğrettikten sonra bu konuda ehil olan kişiye işi
devreder.
Ölüyü yıkamak
sebebiyle yıkayan kişinin gusül yapması farz değildir. Çünkü Hz. Peygamber,
ölüyü yıkamayı öğrettiği halde yıkayanın gusül yapmasını emretmemiştir. Ancak
bu, itiraza açıktır. Çünkü ölü yıkayanın gusletmesi hükmü bu olaydan sonra
meşru kılınmış olabilir. Hattâbî bunun farz olduğunu söyleyen kimsenin
olmadığını ifade eder.
Hattâbî'nin bu
sözünden anlaşıldığı kadarıyla o, Şafiî'nin bu konudaki görüşünü hadisin sahih
olmasına bağladığını bilmemektedir.
İbn Bezîze şöyle
demiştir: En güçlü görüş bunun müstehap olmasıdır. Ölüyü yıkayan kişinin gusül
yapmasının hikmeti ölüye ilişkindir. Çünkü yıkayan kişi, yıkanmasının farz
olduğunu kabul ederse ölüyü yıkarken üzerine bulaşacak şeylerden çekinmez,
ölüyü temizleme konusunda elinden geleni yapar. Bu guslün yıkayan kişiye
ilişkin olması da mümkündür. Tâ ki gusül yapmak suretiyle, ölüyü yıkama
sırasında üzerine bulaşan kirlerden temizlenmiş olduğunu kesin olarak bilsin.
1264- Hz.
Âİşe radıyaiiâhu anh şöyle demiştir:
Resûiullah sallallâhu
aleyhi ve sellem , pamuktan, sehûliyye denilen üç parça beyaz Yemen bezi içinde
kefenlendi. Bunların içinde gömlek (kamîs) ve sarık yoktu.[12]
Bu hadisin konu
başlığına delil olması şu açıdandır: Allah, kendi Peygam-ber'i sallallâhu
aleyhi ve sellem için en faziletli
olanını seçmiştir. Anlaşıldığı kadarıyla bu konuda Buhârî'nin şartlarına uygun
açık ifadeli bir hadis bulunmamaktadır. Bu konuda Sünen yazarlarının İbn
Abbas'tan rivayet ettiği şu hadis vardır: "Beyaz elbise giyin. Bu hem daha
temiz hem de daha güzeldir. Ölülerinizi de onunla kefenleyin." Tirmizî ve
Hâkim bu hadisin sahih olduğunu söylemişlerdir. Semure
Ibn Cündeb'ten sahih
senetle rivayet ettikleri bîr hadis de bu hadisi desteklemektedir.
1265- Ibn
Abbas mdıyaüâhu anh şöyle demiştir: Bir adam Arafat'ta vakfede iken bineğinden
düştü. Deve de adamın boynunu kırdı (adam derhal öldü). Bunun üzerine Hz.
Peygamber sallallâhu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:"Onu su ve sidr ile yıkayın
ve iki kat ihramı içinde kefenleyin. Ona koku sürmeyin, başını da örtmeyin.
Çünkü o kıyamet gününde teîbiye getirdiği halde diriltilecektir.[13]
Buhârî, konu başlığı
ile, Hz. Âişe hadisinde geçen üç parça kumaş ile kefenlenmenin şart olmadığına
işaret etmiştir. Üç parça elbise müstehaptır. Bu, çoğunluğun görüşüdür.
Nesâî'nin, Yunus İbn
Nâfi1 ve Amr İbn Dînar aracılığıyla rivayetinde "İhrama girdiği iki elbise
ile kefenleyiniz" denilmiştir.
Muhib et-Taberî şöyle
der: Hz. Peygamberin ihramlı iken ölen kişiye (iki parça ihramı dışında) üçüncü
bir elbiseyi eklememesinin sebebi, tıpkı şehitte olduğu gibi onu yüceltme
sebebiyledir. Nitekim şehit hakkında da "Onları kanları üzerlerinde olduğu
halde gömünüz" buyurmuştur.
Ibn Battal şöyle demiştir;
Bu hadis şunu göstermektedir: Bir kimse ibadet türünden bir amele başladıktan
sonra bu ameli tamamlayamadan ölürse, âhirette Allah'ın o kişiyi bu ameli
işlemiş kimseler arasında yazması umulur.
1266- İbn
Abbas radıyaiiâhu anh şöyle demiştir: Bir adam, Hz. Peygamber sallallhu aleyhi
ve sellem ile birlikte Arafat'ta vakfede
iken birden devesinden düştü ve deve ınun boynunu kırdı. Bunun üzerine
Resûlullah sallallâhu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu: \Onu su ve sidr ile yıkayın,
(üzerindeki) iki elbise ile kefenleyin. Ona hanût jüzeİ koku) sürmeyin, başını
da örtmeyin. Çünkü Allah onu kıyamet günü bibiye getirdiği halde
diriltecektir,"
Konu başlığının delili
hadisteki "ona hanût sürmeyin" ifadesidir. Hz. eygamber sallallâhu
aleyhi ve sellem bunun gerekçesi olarak
onun kıyamet gününde :lbiye getirerek diriltilmesini söylemiştir. Bu, hanût
sürme yasağının sebebinin, iamm ihramh olması olduğunu göstermektedir. Bu sebep
ortadan kalktığında ısak da ortadan kalkar. Bu hadisten, ölü için hanût
kullanmanın sahabe rasında yerleşik bir durum olduğu anlaşılmaktadır.
"Başını örtmeyin" ifadesi de
eyhakî şöyle demiştir: Bu hadis, ihramh
olmayan kişiye hanût sürüleceğini onun başının örtüleceğini göstermektedir.
Yasak ihram sebebiyle söz konusu Imuştur.
1267- İbn
Abbas radıyallâhu anh şöyle demiştir: (Arafat'ta) Biz Peygamberle hu aleyhi ve sellem
birlikteyken ihramlı bir adam
(devesinden düştü) devesi onun
boynunu kırdı. Bunun
üzerine Hz, Peygamber sallallâhu aleyhi ve saiiem şöyle buyurdu:
"Onu su ve sidr
ile yıkayın. İki elbise (üzerindeki ihram elbiseleri) ile kefenleyin.
Güzel koku (hanût)
sürmeyin, başım da örtmeyin. Çünkü Allah onu kıyamet
günü telbiye getirdiği halde diriltecektir."
1268- İbn
Abbas rad.yaiiâhu anh şöyle demiştir: Bir adam Arafat'ta Hz. Peygamberle
saüaiiâhu aleyhi ve seUem birlikteyken devesinden düştü. Devesi onun boynunu
kırdı, adam derhal öldü. Bunun üzerine Hz. Peygamber sallallâhu aleyhi ve
saiiem şöyle buyurdu: "Onu su ve sidr ile yıkayın. İki elbise (üzerindeki
ihram elbiseleri) ile kefenleyin. Güzel koku (hanût) sürmeyin, başını da
örtmeyin. Çünkü Allah onu kıyamet günü telbiye getirdiği halde
diriltecektir"
İbnü'l-Münzir şöyle
demiştir:
İbn Abbas hadisinde,
mekruh görenlerin aksine hayatta olan ihramlı kişinin sidr ile yıkanmasının
mubah olduğu anlaşılmaktadır. Kefenlemenin sahih olması için kefenin tek sayıda
olması şart değildir. Kefen gideri kişinin malından karşılanır. Çünkü Hz.
Peygamber sallallâhu aleyhi ve sellem adamın ihram elbiseleri ile kefenlenme sini
emretmiş, kendisinin mal varlığını aşan bir borcunun olup olmadığını
sormamıştır. İhramlı kişinin, İhram elbisesi ile kefenlenmesi müstehaptır, bu
durumda onun ihramlı olma hali devam eder. İhramlı iken ölen kişi dikişli bir
elbise ile kefenlenmez. Tekfin, giyilen elbiselerle yapılır. İhram bitinceye
kadar telbiyeyi sürdürmek müstehaptır. İhram'da yüzü değil başı açık bırakmak
gerekir.
1269- İbn
Ömer radıyaiiâhu anh şöyle demiştir: (Medine'deki münafıkların reisi) Abdullah
İbn Übey öldüğünde oğlu Hz. Peygamber'e saiiaüâhu aleyhi ve sellem gelerek: "Ey Allah'ın Resulü! Gömleğinizi
bana verin de babamı onunla kefenleyeyim. Onun namazını kılın ve onun için
İstiğfar edin" dedi. Bunun üzerine Hz. Peygamber saiidiâhu aleyhi ve sellem
gömleğini ona verdi ve
"(Kefenlediğinde) bana haber ver de namazını kılayım" dedi. Namaz kılmayı
istediğinde Hz. Ömer, Hz. Peygamber'İn saiidiâhu aleyhi ve sellem elbisesinden çekerek şöyle dedi: "Allah
senin münafıkların namazını kılmanı yasaklamadı mı?" Hz. Peygamber sallallâhu
aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:
"Ben şu ikisinden birini seçme hakkına sahibim: "Onlar için istiğfar
et veya etme. Onlar için yetmiş kere de istiğfar etsen Allah onları bağışlamayacak.
[14] Daha
sonra cenaze namazını kıldı. Ardından şu âyet İndi: "Bir daha onlardan
ölen birisi için asla cenaze namazı kılma.[15]
1270- Câbir radıyaüâhu
anh şöyle demiştir: Abdullah İbn Übey defnedildikten sonra Hz. Peygamber sallallâhu
aleyhi ve seüem onun kabrinin yanma geldi. Onu kabrinden çıkarttı. Mübarek
tükürüğünden onun üzerine üfledi, gömleğini ona giydirdi.[16]
İbn Reşîd şöyle
demiştir: Anlaşıldığı kadanyla Buhârî "Onlar için istiğfar etsen de
etmesen de birdir" âyetinin anlamını göz önünde bulundurmuştur. Yani Hz.
Peygamber sallallâhu aleyhi ve sellem Abdullah'a, azabı engellesin ya da engellemesin
gömleğini kefen olarak giydirdi, böylece gönülleri hoş tutmuş oldu. Buhârî
âdeta şöyle demektedir: Bu hadis, salih kimselerin eşyalarından bereket
umulacağım gösterir. Bunun ölüye fayda sağladığını bilip bilmememiz önemli
değildir. Başlıktaki ifadeden "etrafı dikişli yahut dikişsiz
gömleğin" kasdedilmesi sahih değildir. Çünkü bu etkisi olmayan bir
özelliktir.
İbn Battal şöyle
demiştir: Konu başlığından kasıt şudur: "Gömlek ister uzun ister kısa
olsun, bununla kefenlemek caizdir."
Beyhakî'nin Hilâfiyyât
adlı eserinde, İbn Avn aracılığı ile şu rivayet edil-niştir: Muhammed İbn
Şîrîn, ölünün kefeninin tıpkı dirinin elbisesi gibi dikilmiş re ilik konulmuş
olmasını müstehap görürdü.
[17]
Tevbe sûresinin
tefsiri İle İlgili hadiste şunu ele alacağız: Hz. Ömer Hz. Peygamber'e sallallâhu
aleyhi ve sellem "Allah
münafıkların cenaze namazını kılmanı yasak-amadı mı?" demiştir. Oysa
"Bir daha onlardan ölen birisi için asla cenaze mmazı kılma.[18]
âyeti bundan sonra indirilmiştir. Bunun özetie cevabı şudur: iz. Ömer
"Allah onları asla affetmeyecek" âyetinden onlar için cenaze namazın
kılınmasının yasaklandığını anlamıştır. Hz. Peygamber ise bunun yasaklanmadığmı,
ümidin henüz ortadan kalkmadığını belirtmiştir.
1271- Hz.
Aişe radıyaİlâhu anh şöyle demişür: "Hz. Peygamber saüallâhu aleyhi ve
sellem
ç parça beyaz, pamuklu
elbise ile kefenlendi. Bunlar içinde gömlek ve sarık oktu."
1272- Hz.
Aişe radıyallâhu anh şöyle demişün "resuiuilah sallallâhu aleyhi ve sellem
içine gömlek ve sarık bulunmayan üç parça elbise ile kefenlendi."
Hanefîler ile diğer
âlimler arasında, kefenlemede gömleğin müstehap olup Imaması konusunda görüş
ayrılığı vardır. Çoğunluk bunun müstehap olmadığı-ı söylemiştir.
Bazı Hanefîler'e göre
ise sarık değil, gömlek sünnettir.
Muhalif görüş
belirtenlerin bir kısmı şöyle demişlerdir: Hz. Âişe'nin "İçinde gömlek ve
sarık yoktu" ifadesi bunların mevcut olmadığı şeklinde anlaşılabileceği
gibi, sayılan üç elbisenin içinde bulunmadığı şeklinde de anlaşılabilir. Ancak
birinci görüş daha güçlüdür.
Bazı Hanefîler şöyle
demişlerdir: Bu, "yeni gömlek yoktu" anlamına gelir. Yahut bunun
anlamı "içinde yıkandığı gömleği bu kefenin içinde yoktu" ya da
"dikilmiş gömlek yoktu" anlamına gelir.
1273- Hz.
Aişe radıyallâhu anh şöyle demiştir:
"resuiuilah saüallâhu aleyhi ve sellem üç
parça temiz beyaz elbise ile kefenlendi. Bunların
içinde gömlek ve sarık yoktu."
ibn Sa'd'ın Tabakât
isimli eserinde bu üç parçanın; izar, ridâ ve lifâfe olduğu kaydedilmektedir.
Atâ, Zührî, Amr İbn
Dînar ve Katâde bu görüştedir.
Amr İbn Dînar şöyle
demiştir: Hanût (cenazeye sürülecek güzel koku için yapılacak harcama) kişinin
tüm malmdandır.
İbrahim şöyle
demiştir: (Ölen kişinin geriye bıraktığı maldan) önce kefen için harcama
yapılır. Sonra ölünün borçlan Ödenir, sonra vasiyetleri yerine getirilir.
Süfyan şöyle demiştir:
Kabir (kazma) ve (cenaze) yıkama ücreti de kefene dahildir.
1274- Sa'd,
babasından şunu rivayet etmiştir: Bir gün Abdurrahman İbn Avfa radıyaiiâhu anh
yiyeceği getirildi. O şöyle dedi: "Mus'ab İbn Umeyr benden daha hayırlı
olduğu halde şehit oldu. Onu kefenlemek için bir kaftandan başka bir şey yoktu. Hamza (veya başka birisi) benden daha
hayırlı olduğu halde şehit oldu. Onu kefenlemek için de bir kaftandan başka bir
şey yoktu. Korkuyorum ki Allah bizim güzelliklerden olan hakkımızı bize dünyada
verir (de bize âhirette bir şey kalmaz olur)." Abdurrahman bunu
söyledikten sonra ağlamaya başladı.[19]
Şu konuda ihtilaf
edilmiştir: Kişinin bütün mal varlığını kaplayan bir borcu olsa, kefeni bütün
vücudunu örtecek şekilde mi yapılır, yoksa yalnızca avret yerlerinin örtülmesi
ile yetinilir mi? Tercihe şayan olan kefenin tüm vücudu örtecek şekilde olmasıdır.
İbn Abdilber, vücut
hatlarını belli edecek şekilde tek bir elbise ile kefenlemenin yeterli
olmadığı konusunda icma bulunduğunu belirtmiştir.
Zeyn İbnü'l-Müneyyir
şöyle demiştir: Abdurrahman'm söylediklerinden, fakirliği zenginliğe ve
ibadetle meşgul olmayı kazançla meşgul olmaya tercih etmek gerektiği anlaşılır.
Bu sebeple o oruçlu olduğu halde (iftar zamanı) yemek yememiştir.
1275- Sa'd
İbn İbrahim babası İbrahim'den şunu rivayet etmiştir:
Abdurrahman İbn Avf
oruçlu iken (kendisine) iftar etmesi için yemek tirildi. O şöyle dedi:
"Benden daha hayırlı olan Mus'ab İbn Umeyr şehid oldu z bir kaftan ile
kefenlendi. Başı örtülse bacakları ve ayakları, ayaklan örtülse aşı açıkta
kalıyordu. Benden daha hayırlı olan Hamza şehid oldu. Sonra dünya ze her yönden
açıldı (dünyadan sahip olduklarımıza sahip olduk). İyiliklerimi-n
(karşılığının) bize dünyada iken verilmiş olmasından korkarız."
Abdurrahman aha sonra ağlayarak yemeği bıraktı.
Bir elbiseden başka
bir şey bulunmadığında kefenlemede bununla yetinilir. aşka elbise buluncaya
kadar ölünün defni geciktirilmez. Abdurrahman İbn vfın "Benden daha
hayırlı olan" sözü onun alçak gönüllülüğünü göstermektir. Bu hadis, Hz.
Peygamber'in sallallâhu aleyhi ve sellem katıldığı savaşlarda şehit lan kimselerinin
faziletinin büyüklüğüne de işaret etmektedir.
1276- Habbâb
radıyaiiâhu anh şöyle demiştir: "Hz. Peygamberle sallallâhu aleyhi w sellem
birlikte, Allah rızasını elde etmek
amacıyla hicret ettik. Ecrimizi vermek artık Allah'a kaldı, içimizden kimileri
ecrinden bir şey yemeksizin öldü. Mus'ab İbn Umeyr bunlardandır. Kimimizin
ürünü olgunlaştı, o ürününü toplamaktadır. Mus'ab Uhud savaşında şehit edildi.
Onu kefenlemek için bir kaftandan başka bir şey bulamadık. Bununla başını
örtsek ayakları açıkta kalıyordu, ayaklarını örtsek başı açıkta kalıyordu. Hz.
Peygamber sallallâhu aleyhi ve sellem bize onun başını örtmemizi ve ayaklarına da
ızhır otu koymamızı emretti.
[20]
Konu başlığında
yalnızca başın ya da ayakların örtülmesi değil, baş ve bütün vücut örtüldüğü
halde ayakların açıkta kalması yahut ayak ve bütün vücut örtüldüğünde başın
açıkta kalması kasdedilmektedir. Yalnızca baş veya yalnızca ayaklan örtecek
kadar bir elbise bulunursa bununla (baş ve ayaklar değil) avret yerinin
örtülmesi daha evladır.
Bu hadisten
anlaşıldığına göre, vücudu örten hiçbir şey bulunmazsa vücudun tümü ızhır otu
ile kefenlenir. Izhır de bulunmazsa hangi bitki var ise onunla kefenlenir. Hac
bölümünde Abbas'ın şu sözü gelecektir: "Izhır otu hariç, biz onu
evlerimizde ve kabirlerimizde kullanırız.
[21] Izhır
otunu kabirlerde kullanmak Arapların âdeti idi.
Mühelleb şöyle
demiştir: Hz. Peygamber'in saiiaüâhu aleyhi ve sellem Uhud şehitlerinin vücudu örtmeyen bu
elbiselerle kefenlenmesini müstehap görmesinin sebebi, onların bu elbiseler
ile şehit olmalarıdır.
Bu, itiraza açıktır.
Aksine zahir olan, konu başlığında da yer aldığı üzere bu elbiseden başkasının
bulunamamış olmasıdır.
Sa'd'ın
"İçimizden kimi ecrinden bir şey yemeksizin öldü" İfadesi, fetih zamanına
yetişenlerin elde ettiği ganimetlerden kinayedir. Ecirden maksat bunun
semeresidir. Ecir yalnızca âhiret sevabı ile sınırlı değildir.
1277- Sehl
radıyaiiâhu anh şöyle dedi: Bir kadın eiinde kenarlı, dokunmuş bir kaftanla Hz.
Peygamberin sallallâhu aleyhi ve sellem huzuruna girdi. (Sehl yanındakilere)
"Bilir misiniz bürde nedir? Semledir (bütün bedeni örten bir
elbisedir)" dediler. (Sehl): "Evet" dedi. (Sehl, olayı anlatmaya
devam ederek şöyle dedi): Kadın Hz. Peygamber'e sallallâhu aleyhi ve sellem "Bunu kendi ellerimle dokudum ve senin
giymen için getirdim" dedi. Hz. Peygamber sallallâhu aleyhi ve sellem de onu aldı. O sıra o elbiseye ihtiyacı vardı.
Sonra Hz. Peygamber sallallâhu aleyh, ve sellem bunu giyerek yanımıza çıktı. Sahabeden biri
bunu güzel bularak şöyle dedi: "Ya Resûlallah! Bu ne güzelmiş. Lütfen bunu
bana veriniz" dedi. (Hz. Peygamber iiiiâhu aleyhi ve sellem evine girerek o elbiseyi çıkardı ve onu
isteyen kişiye gönderdi).
Orada hazır bulunanlar;
"Bunu iyi etmedin. Hz. Peygamberin sallallâhu aleyhi ve sellem bu elbiseye ihtiyacı vardı. Sen ise onun geri
çevirmeyeceğini bilerek ondan bunu İstedin" dediler. Adam: "Vallahi
ben bunu giymek için istemedim. Ben bu elbise kefenim olsun diye İstedim"
dedi. (Sehl dedi ki): Gerçekten de bu elbise onun kefeni oldu.
[22]
Konu başlığı şuna
işaret etmektedir: Kaftanı isteyen sahâbî, diğerleri tarafından Hz.
Peygamberin sallallâhu aleyhi ve sellem kaftanını İstedi diye yadırgandı. Kaftanı
isteyen kişi, bunu isteme sebebini açıkladığında ise bunu yadırgamadılar.
Bu hadis, ölü için
tahsil edilmesi şart olan kefen vb. şeylerin hayatta iken temin edilmesinin
caiz olduğunu göstermektedir. Kabrin kazılması da buna dahil midir? Bu konu
İleride ele alınacaktır.
Dâvudî, Hz.
Peygamber'e sallallâhu aleyhi ve sellem getirilen elbisenin, bir kumaştan kesilmiş
olmayıp astarlı olduğunu belirtmiştir. Hadisi rivayet eden kişi, "kenarlı,
dokunmuş" ifadesiyle elbisenin daha önce giyilmemiş, yeni bir elbise
olduğuna İşaret etmiştir.
İbn Mâce ve
Taberânînin rivayetinde şöyle denilmektedir: Adam "ne güzel elbise!"
deyince, Hz. Peygamber "Evet" dedi. Daha sonra odasına girerek onu
çıkarıp katladı ve adama gönderdi.
Buhârî, Giyecekler
bölümünde Yakub İbn Abdurrahman yoluyla şu şekilde rivayet etmiştir: "Hz.
Peygamber "Evet" dedi. Daha sonra bir süre oturdu. Sonra dönerek
{evine girdi), elbiseyi çıkarıp katladıktan sonra o adama gönderdi."
İbn Mâce, "Sen
Hz. Peygamberin sallallâhu aleyhi ve sellem kendisinden bir şey isteyen kişiyi geri
çevirmediğini bildiğin halde niçin o kaftanı istedin?" şeklinde rivayet
etmiştir.
İbn Gassân
rivayetinde, elbiseyi Hz. Peygamber'den isteyen sahâbî şöyle demiştir:
"Elbiseyi Hz. Peygamber giydiğinden (ve elbise onun mübarek vücuduna dokunduğundan)
ben bununla teberrük etmek istedim."
Taberânî, Zem'a İbn
Salih rivayetinde Hz. Peygamber sallallâhu aleyhi ve sellem kendisi için başka bir elbise yapılmasını
istemiş, ancak elbise tamamlanamadan vefat etmiştir.
1- Hz.
Peygamberin sallallâhu akyhi ve sellem güzel ahlakı, engin cömertliği, hediyeyi
kabul etmesi,
2- Bir
insanın başkasında gördüğü giyecek vb. şeyleri, değerini ifade etmek üzere veya
istemesinin caiz olduğu durumda istediğini belli etmek üzere övmesi caizdir.
3- Münker
haramlık derecesine varmamış olsa bile, görünürde edebe aykırı bir davranış söz
konusu olduğunda buna karşı çıkmak meşrudur.
4- Sâlih
insanların kullandığı şeyler ile teberrük etmek caizdir.[23]
İbn Battal şöyle
demiştir: İleride ihtiyaç duyulacak bir şeyi, ihtiyaç anından önce hazırlamak
caizdir. Salihlerden bir grup ölümlerinden önce kabirlerini kazmışlardır.
Zeyn Ibnü'l-Müneyyir,
bunu sahabeden hiç kimsenin yapmadığı gerekçesiyle eleştirmiş ve şöyle
demiştir: "Şayet bu müstehap olsaydı, sahabeden pek çoğu bunu
yapardı."
Bazı Şâfiîler şöyle
demişlerdir: Bunlardan (ölüme yönelik şeylerden) herhangi birini hazırlayan
kişinin, bunu helal olduğuna güvendiği bir yoldan veya kendisinde salih amel ve
bereket bulunduğuna inandığı kişilerden edinmesi uygun olur.
1278- Ümmü
Atıyye mdıyaMhu anh şöyle demiştir: "Cenazeleri takip etmemiz yasaklandı.
Ancak bu konuda bize ısrarda bulunulmadı (şiddet gösterilmedi)."
Zeyn İbnül-Müneyyir
şöyle demiştir: Buhârî "Cenazeyi takip etmenin fazileti" konusu ile
bu konu arasına başka pek çok konular yerleştirmiştir. Bu, kadınlar ile
erkekler arasında bu konuda bir fark bulunduğunu hissettirmektedir. Bu konudaki
fazilet kadınlar hakkında sabit olmayıp erkeklere özgüdür. Çünkü yasak,
yasaklanan şeyin haram veya mekruh olmasını gerektirir. Faziletli olmak ise
müstehap olmayı gerektirir. Bu ikisi bir arada bulunamaz. Buhârî ihtimal söz
konusu bulunduğundan konu başlığında kadınların cenazeyi takip etmelerinin
hükmünü zikretme mistir. Bu yüzden âlimler de bu konuda ihtilaf etmişlerdir.
Âlimlerin bu ihtilafı, kadınların cenazeyi takiplerinde bir mefsedet söz konusu
olmaması hali ile sınırlıdır. (Bir mefsedet söz konusu olduğunda bunun haram
olduğunu, bütün âlimler kabul etmiştir).
"Bize ısrarda
bulunulmadı (şiddet gösterilmedi)": Yani diğer yasaklar konusunda
olduğunun aksine, burada kuvvetli bir yasak getirilmedi. Ümmü Atıyye bu sözü
ile şunu kasdetmektedir: "Cenazeyi takip etmemiz, haram kılınmadı, mekruh
görüldü."
Kurtubî şöyle
demiştir: Ümmü Atıyye'nin söylediğinden ilk anda anlaşılan bunun tenzihen
mekruh olmasıdır. İlim ehlinin çoğunluğu da bu görüştedir.
Mâlik bunun caiz
olduğu görüşüne meyletmiştir ki aynı zamanda Medine halkının uygulaması da
böyledir.
Bunun caiz olduğunu
gösteren hususlardan biri de İbn Ebî Şeybe'nin, Muhammed İbn Amr İbn Ata, onun
da Ebû Hüreyre'den rivayet ettiği şu hadistir: Resûlullah saibiiâhu aleyhi vesellem
bir cenazede idi. Ömer cenazeyi
götürenler arasında bir kadın görünce ona bağırmaya başladı. Bunun üzerine Hz.
Peygamber sallallâhu aleyhi ve sellem Ömer'e "Onu bırak ey Ömer" buyurdu.
Bu hadisi İbn Mâce ve Nesâî de aynı yolla rivayet etmişlerdir. Hadisi rivayet
ettikleri diğer bir yol da Muhammed İbn Amr İbn Ata, Seleme İbnü'l-Ezrak ve Ebû
Hüreyre'dir. Hadisi rivayet edenler güvenilir kimselerdir.
1279-
Muhammed îbn SMn şöyle demiştir: Ummü Atıyye'nin bir oğlu öldü. Üçüncü gün
olunca sufre (san rengi bulunan güzel koku) getirilmesini istedi ve bunu
kendisine sürerek şöyle dedi: "Koca dışında başka bir kimse için üç günden
fazla yas tutmamız (süslenmeyi terk etmemiz) yasaklandı."
1280- Zeyneb
binti Ebû Seleme şöyle dedi: Ebû Süfyan'm vefat haberi Şam'dan geldiğinde, üç
gün geçtikten sonra Ummü Habîbe radıyaiiâhu anh kendisine güzel koku
getirilmesini istedi. Bunu yanaklarına ve kollarına sürerek şöyle dedi:
"Benim buna ihtiyacım yoktur. Ancak ben Hz. Peygamber'in sallallâhu aleyhi
ve sellem ?öyle dediğini işittim:
"Allah'a ve âhiret gününe inanan bir kadının, kocası dışında ölen bir
kimse için üç günden fazla yas tutması helal değildir. Kocası için ise dört ay
on gün yas tutar.[24]
1281- Zeyneb
binti Ebû Seleme şöyle demiştir: Hz. Peygamber'in sallallâhu-aleyhi ve seüem
hanımı Ümmü Habîbe'nin radıyaiiâhu anh yanma girdim. O bana şöyle dedi: Ben
Resûlullah'm şöyle dediğini işittim: nAllah'a ve âhiret gününe inanan bir
kadının, ölen bir kimse için üç günden fazla yas tutması helal değildir. Ancak
kocası için dört ay on gün yas tutar."
1282- Zeyneb
binti Ebû Seleme anlatmaya devam ederek şöyle dedi: Sonra erkek kardeşi
öldüğünde Zeynep binti Cahş'ın yanma girdim. Güzel koku getirilmesini istedi ve
bu kokuyu süründü. Sonra şöyle dedi: "Benim koku sürmeye ihtiyacım yok.
Ancak ben Resûlullah'm sallallâhu aleyhi ve sellem minberde şöyle dediğini işittim: "Allah'a
ve âhiret gününe inanan bir kadının ölen bir kimse, için üç günden fazla yas
tutması helal değildir. Ancak kocası için dört ay on gün yas tutar.[25]
İhdâd (yas tutma),
kocası ölen kadının; giyecek, güzel koku vb. her türlü süslenmeden ve cinsel
ilişkiye davet eden her türlü davranıştan kaçınmasıdır. Din, kadının kocasından
başkası İçin üç güne kadar yas tutmasına İzin vermiştir. Çünkü yakını ölen
kişinin kalbini hüzün yakar ve kalbinde duyduğu üzüntünün acısı kendisine hâkim olur. Ancak yakını ölen kadının
yas tutması zorunlu değildir. Hatta kadının kocası bu sırada kendisi ile
ilişkide bulunmak istese bu durumda kadının İlişkiden kaçınması helâl olmaz.[26]
Konu başlığındaki
"kocasından başkası için" ifadesi akrabaları da yabancıları da
kapsayan genel bir ifadedir. Hadis buna açık olarak delâlet etmektedir.
Başlıkta "ölüm"den bahsedilmemesinin sebebi, yas tutmanın örfte
yalnızca ölüm olayına özgü olmasıdır. Başlıkta bunun hükmü açıklanmamıştır.
Çünkü rivayetler üç günlük süre içinde yas tutmanın haram olmadığını
göstermektedir. Bu durumda en azından bunun meşru olduğu sabit olmaktadır.
Zeynep binti Ebû
Seleme, Hz. Peygamber'in sallallâhu aleyhi ve sellem üvey kızıdır.
Ümmü Habîbe, Hz.
Peygamber'in sallallâhu aleyhi ve seikm hanımı ve Ebû Süf-yan'ın kızıdır.
1283- Enes
tbn Mâlik radıyaiiâhu anh şöyle demiştir: Hz. Peygamber sallallâhu aleyhi ve
seüem bir kabrin başında ağlayan bir kadının yanına uğradı ve ona "Allah'tan
kork ve sabret" dedi. Kadın "Benden uzak dur. Benim başıma gelen
musibet senin başına gelmiş değildir" dedi. Kadına "O
Peygamber'di" denilince kadın derhal Hz. Peygamber'in evine geldi. Hz.
Peygamber'in aleyhi ve seüem evinde kapıcıların
(kapıda bekleyen hiç kimsenin) bulunmadığını gördü. (Onun huzuruna girerek)
şöyle dedi: "Ben seni tanıyamadım (Ey Allah'ın Resulü!)." Hz. Peygamber
de sallallâhu aleyhi ve sellem ona şöyle
buyurdu: "Sabır, musibetin darbesini ilk yediğin anda göstereceğin davranıştır."
Bu bölümde kabir
ziyaretinin meşruiyeti konusu ele alınmaktadır. Bunun hükmü konusunda görüş
ayrılığı bulunduğu için Buhârî bunu açıklamamıştır., Anlaşıldığı kadarıyla
bunun caiz olduğunu açık olarak ifade eden hadisler Bu-hârî'nin şartlarına
uygun olmadığı için kitabına almamıştır.
Müslim'in Büreyde'den
rivayet ettiği hadiste, kabir ziyaretiyle ilgili yasağın neshedildiği şu
şekilde bildirilmektedir: "Ben sizin kabirleri ziyaret etmenizi yasaklamıştım.
Artık ziyaret ediniz." Ebû Dâvud ve Nesâî, Enes'ten rivayet ettikleri
hadiste şu ifadeyi de zikretmişlerdir; "Çünkü kabirleri ziyaret etmek
âhireti hatırlatır."
Hâkim'in rivayet
ettiği hadiste şöyle denilmektedir: "(Kabirleri ziyaret etmek) kalbi
yumuşatır, gözü yaşartır. Sizler kabirleri ziyaret ettiğinizde kötü sözler söylemeyin."
Nevevî, Abderî ve
Hâzimî ve bunlar dışındaki bazı âlimleri takip ederek şöyle demiştir:
"Âlimler erkeklerin kabirleri ziyaret etmesinin caiz olduğunda ittifak etmişler
ve bunu mutlak olarak dile getirmişlerdir.
Ancak bu, itiraza
açıktır. Çünkü İbn Ebî Şeybe ve diğer hadisçiler İbn Şîrîn, İbrahim en-Nahaî ve
Şa'bî'nin bunu mutlak olarak mekruh gördüklerini rivayet etmiştir. Hatta Şa'bî
şöyle demiştir: "Hz. Peygamber sallallâhu aleyhi ve sellem yasaklamamış olsaydı kızımın kabrini ziyaret
ederdim."
Anlaşıldığı kadarıyla
bunu mutlak olarak caiz görenler, yukarıda adı geçenlerden sonra Müslümanlar
arasında yerleşik hale gelen uygulamayı dikkate almışlardır. Adı geçen
kimselere de ziyaret yasağını kaldıran hadisler ulaşmamıştır.
Kadınlann kabirleri
ziyareti konusunda ihtilaf edilmiştir. (Bu konudaki farklı görüşler şöyledir):
Kadınlar, kabir
ziyareti konusundaki genel İznin kapsamına dahildir. Bu, çoğunluğun görüşüdür
ve bu, fitneden emin olunması durumunda geçerlidir. Bu
konudaki hadis de kadınların kabirleri ziyaret
etmesinin caiz olduğu görüşünü desteklemektedir. Çünkü Hz. Peygamber sallallâhu
aleyhi ve sellem kadının kabrin yanında
oturmasına karşı çıkmamıştır. Onun bunu onaylamış olması, (caiz olduğunu
gösteren) bir delildir. Bu İznin kadın ve erkekleri kapsadığı görüşünü kabul
edenlerden biri de Hz. Aişe'dir. Hâkim'in rivayetine göre Ebû Müleyke Hz.
Âişe'nin, kardeşi Abdurrahman'ın kabrini ziyaret ettiğini görmüş ve ona
"Hz. Peygamber sallallâhu aleyhi ve sellem bunu yasaklamamış mıydı?" diye sormuş,
Hz. Aişe "Evet, yasaklamıştı, ancak sonradan ziyaret etmeyi emretti"
demiştir.
* İzin yalnızca
erkeklere özgüdür. Kadınların kabirleri ziyareti caiz değildir. Şeyh Ebû İshak
el-Mühezzeb'de bu görüşü kabul etmiş ve "kadınların cenazeleri takip
etmesi" konusunda geçen Abdullah İbn Amr'dan rivayet edilen hadisi ve
"Allah kabirleri çokça ziyaret eden kadınlara lanet etsin" hadisini
delil getirmiştir. Bu son hadisi Tirmizî, Ebû Hüreyre'den rivayet etmiş ve
sahih olduğunu söylemiştir. İbn Abbas ve Hassan Ibn Sâbit'ten rivayet edilen
hadisler de bunu deste kle mekte dir.
Kadınların kabirleri
ziyaretini mekruh görenler bu mekruhluğun tenzihen mi tahrimen mi olduğunda
ihtilaf etmişlerdir.
Kurtubî şöyle
demiştir: Bu lanet yalnızca kabirleri çokça ziyaret eden kadınlar hakkında söz
konusudur. Çünkü kullanılan İfade bunu gerektirmektedir. Kabirleri çokça
ziyaret eden kadınlann lanetlenmelerinin sebebi; bu ziyaretlerin yol
açabileceği kocanın hakkının zâyî edilmesi, açılıp saçılma, kabirlerin yanında
bağırıp çağırma gibi durumlardır.
Bu konuda şu
söylenebilir: "Bunlardan emin olunduğunda kadınlann kabirleri ziyaret
etmesine bir engel yoktur. Çünkü erkekler de kadınlar da ölümü hatırlamaya
muhtaçtır."
Hz. Peygamber'in sallallâhu
aleyhi ve sellem kadına "Allah'tan
kork" demesi hakkında Kurtubî şöyle demiştir: "Anlaşıldığı kadanyla
kadının ağlamasında, bağınp-çağırma vb. gibi normalin ötesinde bir durum söz
konusuydu. Bu sebeple Hz. Peygamber ona Allah'tan korkmasını emretti."
Ben (Ibn Hacer) derim
ki: Yahya İbn Ebî Kesir'den rivayet edilen şu ifade de bunu desteklemektedir:
"Hz. Peygamber sallallâhu aleyhi ve sellem , kadından çirkin bir söz
çıktığını duydu. Bunun üzerine kadının yanına gidip durdu."
Tîbî şöyle demiştir:
"Allah'tan korkn ifadesi "sabret" sözüne giriş hazırlık olarak
söylenmiştir. Adeta Hz. Peygamber sallallâhu aleyhi ve sellem şöyle demek istemiştir: "Sabretmediğin
takdirde Allah'ın azabından kork. Sevap kazanabilmen için sabırsızlık
gösterme."
Müslim'in rivayetine
göre, Hz. Peygamber'e "Benden uzak dur. Benim başıma gelen musibet senin
başına gelmiş değildir" diyen kadın, kendisi ile konuşan kişinin Hz.
Peygamber olduğunu anladığı anda utancından ve Hz. Peygamber'e karşı yaptığı bu
saygısızlıktan dolayı üzüntüden neredeyse ölecekti.
"Hz. Peygamber'in
evinde kapıcıların bulunmadığını gördü" ifadesi hakkında Zeyn
İbnü'l-Müneyyir şöyle demiştir: Bu cümle, kadının Hz. Peygamberi sallallâhu
aleyhi ve sellem tanımama gerekçesini
ifade etmektedir. Çünkü Hz. Peygamber kapısında bekçi bekletme kudretine sahip
olduğu halde bunu yapmamıştır. Bu tabiatta olan bir kişinin, krallar ve büyük
yönetici şahsiyetlerin yaptığı gibi, insanları kendisinin arkasında
yürütmeyeceği bellidir. Bu sebeple kadın İçinde bulunduğu üzüntü ve ağlama
halinin de tesiriyle Hz. Peygamber'i sallallâhu aleyhi ve sellem tanıyamamıştır.
Tîbî şöyle demiştir:
Kadına kendisi ile konuşan kişinin Hz. Peygamber olduğu bildirildiğinde kadın
içinde büyük bir korku ve ürperti hissetmiş, Hz. Peygamber'in tıpkı krallar
gibi evinin önünde kapıcıların bulunduğunu, kendisinin onun huzuruna
girmelerine İzin vermeyeceğini düşünmüş, oysa işin düşündüğünün aksine olduğunu
görmüştür.
"Sabır, musibetin
darbesini ilk yediğin anda göstereceğin davranıştır" sözünün anlamı şudur:
İnsanın başına bir musibet geldiğinde kalbe ilk anda hücum eden duygu
sabırsızlık göstermektir (sızlanmaktır). İşte bu anda gösterilecek sabır,
kişinin sevap almasına sebep olacak olan kâmil sabırdır.
Hattâbî şöyle
demiştir: Bu sözün anlamı şudur: Sahibinin övülmesine sebep olan sabır, musibet
ile ilk karşılaşıldığı anda gösterilen sabırdır, sonradan gösterilen değil.
Çünkü günler geçtikçe kişi teselli olur (acısı diner).
Hattabî, başka
âlimlerden kişinin uğradığı musibet sebebiyle sevap alamayacağını nakletmiştir.
Çünkü musibete uğramak, kişinin kendi fiili değildir. Kişi yalnızca musibete
uğraması durumunda güzelce sabır ve sebat gösterirse sevap alır.
İbn Battal şöyle
demiştir: Hz. Peygamber sallallâhu aleyhi ve sellem bu sözü ile kadının hem yakınının ölmesi hem
de sevaptan mahrum kalma musibetlerini ayna anda yaşamamasını kasdetmiştir.
Tîbî şöyle der: Hz.
Peygamber'in bu sözü kadının "Ben seni tanımamıştım" sözü üzerine
hikmetli bir üslup ile söylenen bir sözdür. O sallallâhu aleyhi ve sellem adeta şöyle demektedir: "Özür dilemeyi
bırak. Çünkü ben Allah'ın rızası dışındaki bir şey sebebiyle öfkelenmem. Sen
kendi nefsine bak."
Zeyn İbnü'l-Müneyyir
şöyle demiştir: Hz. Peygamber'in sallallâhu aleyhi ve kadına bu şekilde cevap
vermesinin amacı şudur: Kadın, içinde bulunduğu üzüntülü durumda iken söylediği sözden özür dilemek ve onun emrettiği
takva ve sabra itaat ettiğini göstermek için geldiğinde Hz. Peygamber sallallâhu
aleyhi ve iem ona bu sabrın ilk başta gösterilmesi gerektiğini, sevap kazanmaya
sebep olanın da bu olduğunu açıklamıştır.
1- Hz.
Peygamber'in sallallâhu aleyhi ve sellem alçakgönüllülüğü, cahillere karşı yumuşak
davranması,
2- Musibete
uğrayan kişiye hoşgörülü davranmak, onun özrünü kabul etmek,
3- Iyiüğİ
emretme ve kötülüğü yasaklamayı her durumda sürdürmek,
4- Hâkİmin,
insanların ihtiyaç duyduğu zaman kendisine müracaat etmelerini engelleyecek
şekilde bekçilerinin olması uygun değildir.
5- Kendisİne
bir İyilik emredilen kişi, emredenin kim olduğunu bilmese bile
onu kabul etmelidir.
6- Hz.
Peygamber'in sallallâhu aleyhi ve sellem sabırla birlikte Allah'tan korkmayı emretmesi
gösteriyor ki sabırsızlık göstermek yasaklanan davranışlardandır.
7- İnsanlara
nasihat etme ve öğüt verme konusunda sıkıntılara tahammül etmeye teşvik,
8- Söylenen
söz, söylenmesi kasdedilen kişiye yönelmemişse bunun bir etkisi yoktur.
9- Kabir
ziyareti, ziyaretçi erkek olsun kadın olsun, ziyaret edilen Müslüman olsun
kâfir olsun caizdir. Çünkü Hz. Peygamber sallallâhu aleyhi ve sellem kadına ziyaret ettiği kişinin Müslüman olup
olmadığını sormamıştır.
Nevevî şöyle demiştir:
Çoğunluk bunun kesin olarak caiz olduğunu söylemiştir. Hâvî yazarı (Mâverdî)
ise "Kâfirin kabrini ziyaret etmek caiz değildir" demiştir. Bu,
yanlıştır.
Mâverdî'nin delili "Onun
kabrinin başında durma
[27]
âyetidir. Bu âyeti buna delil getirmenin itiraza açık olduğunda şüphe yoktur.
Bu, ölünün sağlığında
iken ölüler için feryat eden (bağmp-çağıran) bir kimse olması durumundadır.
Yüce Allah şöyle
buyurmuştur: "Ey İman edenler! Kendinizi ve ailenizi cehennemden
koruyunuz.
[28]
Hz. Peygamber sallallâhu
aleyhi ve sellem de şöyle buyurmuştur: "Hepiniz çobansızın ve
güttüğünüzden sorumlusunuz."
Şayet, ölen kişi
sağlığında iken ölülerin ardından feryat eden bir kimse değildiyse onun durumu
Hz. Âişe'nİn dediği gibi şu âyete uygundur: "Kimse başkasının (günah
yükünü) yüklenmez.[29]
Bu da şu ayette
belirtildiği gibidir: "Günah yükü altında ezilen kişi günahını taşımak
için başkalannı çağırsa onun günahından hiçbir şey başkası tarafından
taşınmaz."
Feryat etme
(bağmp-çağırma) olmaksızın ağlamaya ruhsat verilmiştir.
Hz. Peygamber saiiaMhu
aleyhi ve sellem şöyle buyurmuştur:
"Haksız yere öldürülen her insanın kanından Adem'in ilk oğlu için bir pay
vardır." Çünkü öldürmeyi ilk olarak başlatan odur.
1284- Usâme
İbn Zeyd radıyaüâhu anh şöyle demiştir: Hz. Peygamberin sallallâhu aleyhi ve sellem
kızı (Zeynep radıyallâhu anh)
"oğlum ölmek üzere, bize geliniz" diye Resûlullah'a haber gönderdi.
Resûlullah sallallâhu
aleyhi ve sellem kızma selâm gönderip
şöyle cevap yolladı: "Aldığı da verdiği de Allah'a aittir. Her şeyin Allah
katında bir eceli vardır. Sabret! Sabnnın sevabını Allah'tan bekle."
(Zeynep) and vererek
Hz. Peygamberin saiiaMhu aleyhi ve sellem geİmesi için bir kez daha haber yolladı.
Bunun üzerine Hz.
Peygamber sallallâhu aleyhi ue sellem yanında Sa'd İbn Muaz, Muaz İbn Cebel, Übey
İbn Kâ'b, Zeyd İbn Sabit ve başka kimseler bulunduğu halde (Zeyneb'in yanına)
gitti.
Çocuk (can çekişme
halinde) çırpınırken Resûlullah'a saüaiiâhu aleyhi ve seikm verildi. Hz.
Peygamberin mübarek gözlerinden yaşlar boşalıyordu.
Sa'd: "Ey
Allah'ın Resulü! Bu ağlama neyin nesi?" dîye sordu.
Hz. Peygamber sallallâhu
aleyhi ve selem Bu, Allah'ın kullarının kalplerine koyduğu rahmettir. Allah
kullarından yalnızca merhamet sahibi olanlara merhamet eder.
[30]
buyurdu.
1285- Enes
İbn Mâlik radıyaiiâhu anh şöyle demiştir: Hz. Peygamberin bir kızının (Ümmü
Gülsüm'ün) cenazesine katıldık. Resûlullah sallallâhu aleyhi ve sdiem kabrin
bir tarafına oturmuştu. Gözlerinden yaşlar boşaldığını gördüm. O sallallâhu
aleyhi ve sellem : "İçinizden bu gece cinsel ilişkide bulunmayan var
mı?" buyurdu. Ebû Talha: "Ben" dedi. Hz. Peygamber: "Haydi
kabre in" buyurdu. Bunun üzerine Ebû Talha kabre indi.
[31]
1286-
Abdullah İbn Ubeydullah İbn Ebû Müleyke şöyle demiştir:
Mekke'de Hz. Osman'ın
kızlarından biri vefat etti. Biz de onun cenazesine katıldık. Cenazeye İbn Ömer
ve İbn Abbas da katıldı. Ben ikisinin arasında oturuyordum (birinin yanında
otururken diğeri gelip benim öbür tarafıma oturdu). Abdullah İbn Ömer, Osman'ın
oğlu Amr'a şöyle dedi: Sen ağlamayı yasaklamıyor musun? Resûlullah sallallâhu
aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:
"Ö/en kişi, ailesinin kendisi için ağlaması sebebiyle azap görür.
1287- İbn
Abbas radıyaiıshu anh şöyle devam etti. Ömer de (ölenin ailesinin) bir kısım
ağlamaları sebebiyle ölünün azap göreceğini söylerdi. {İbn Abbas devam etti):
Ömer'le birlikte Mekke'den yola çıktık. Beydâ denilen yere varınca Semure
ağacının altında bir kervan gördük. Ömer bana "Git de şu kervanın durumuna
bir bak" dedi. Ben gittim, bir de baktım ki Suheyb orada. Ömer'e Suheyb'in
orada olduğunu söyledim. Ömer "Onu bana çağır" dedi. Ben de Suheyb'in
yanına gittim ve ona "Devene bin de müminlerin emirinin yanma gel"
dedim. (O da Ömer'in yanına geldi ve birlikte Medine'ye döndük).
Ömer {ölümüne sebep
olacak) yarayı alınca Suheyb onun yanında "Vah kardeşim, vah
arkadaşım!" diyerek ağladı. Bunun üzerine Ömer ona "Ey Suheyb!
Resûluüah saiiaiı&hu aleyhi ve sellem 'Ölü, ailesinin kendisine bir tür ağlaması
sebebiyle ozap görür" buyurduğu halde benim için ağlıyor musun?1 dedi.[32]
1288- İbn
Abbas radıyaiiâhu anh şöyle devam etti: Ömer radyaiiâhu anh vefat edince bunu
Âişe'ye radıyaiiâhu anh anlattım. O şöyle dedi: 'Allah Ömer'e rahmet etsin!
Allah'a yemin ederim ki Resûlullah sallallâhu aleyhi ve seUem, ailesinin
ağlaması sebebiyle Allah'ın mümin kişiye azap edeceğini söylemedi. O sallallâhu
aleyhi w sellem şöyle söyledi:
"Allah, ailesinin ağlaması sebebiyle kâfir kişinin azabını arttırır."
Size Kur'ân'm "Hiç kimse bir başkasının günah yükünü yüklenmez
[33]
âyeti yeter. İbn Abbas radıyaiiâhu anh şu âyeti okudu: "Ağlatan da
güldüren de O'dur.
[34] İbn
Ebî Müleyke dedi ki: Vallahi İbn Ömer bir şey söylemedi.[35]
1289- Hz.
Peygamber'in sallallâhu aleyhi ve sellem eşi Hz. Aişe radıyaiiâhu anh şöyle demiştir:
Resûlullah sallallâhu aleyhi ve sellem , ölmüş bir Yahudi kadın için ailesinin
ağladığını gördü. Bunun üzerine şöyle buyurdu:"Bun/ar onun için
ağlıyorlar. O ise kabrinde azap görüyor."
1290- Ebû
Bürde babasından şunu aktarmıştır: Hz. Ömer radiyanhu anh yaralandığında Suheyb
"Vah kardeşim!" diyordu. Bunun üzerine Ömer şöyle dedi: Sen Hz.
Peygamber'in sallallâhu akyhi ve sellem şöyle dediğini bilmiyor musun? "Şüphesiz
ki ölü, dirinin ağlaması sebebiyle azap görür."
Konu başlığındaki
"ölünün sağlığında iken ölüler için feryad eden (bağırıp-çağıran) bir
kimse olması durumunda" ifadesi ilk bakışta hadisin devamı imiş gibi
görünmekle birlikte bu Buhârî'nin sözüdür. Buhârî bunu söz konusu hadisten
anladığı anlam olarak zikretmiştir.
"Ey iman edenler!
Kendinizi ve ailenizi cehennemden koruyunuz]" âyetinin bu konuya delil
getirilme sebebi şudur: Ayetteki emir, cehennemden korunma konusunda genel
niteliklidir. Bunlardan biri de kişinin dince hoş görülmeyen bir şeye düşkün
olmaması, tâ ki kendisinden sonra ailesinin de onun peşinden gitmemesidir.
Yahut da kişi ailesinin dince hoş görülmeyen bir fiili işleme âdetlerinin
olduğunu bildiği halde bundan vazgeçmeleri konusunda ihmalkâr davranır, bu
durumda da kendisini ve ailesini ateşten korumamış olur.
"Hepiniz
çobansızm ve hepiniz güttüğünüzden sorumlusunuz" hadisinin bu konuya delil
getirilme sebebi şudur: Kişinin ailesini kontrol altında tutması gereken
konulardan biri de şudur: Kendisinin kötü bir gidişatı olur ve ailesi de bunu
benimser. Kendisi ailesinin kötülük yaptığını gördüğü halde onları engellemez.
Bu sebeple kıyamet günü bundan dolayı sorguya çekilir, bundan sorumlu tutulur.
Buhârt, konu
başlığındaki âyet ve hadisleri, konu içindeki hadise dair kendi yorumuna delil
getirmesi sebebiyle eleştirilmiştir. Çünkü hadiste, ölünün ailesinin ağlaması
sebebiyle azap görmesinden bahsetmektedir. Konu başlığındaki âyet ve hadis ise
kişinin âdeti sebebiyle ağlaması halinde azap göreceğini ifade etmektedir. Bu
durumda konu başlığındaki âyet ve hadisler ile konu içindeki hadisler aynı konu
ile ilgili değildir.
Bu itiraza şöyle cevap
verilmiştir: Bazı genel ifadelerin kapsamını daraltmak ve bazı mutlak ifadeleri
sınırlandırmak suretiyle bunları ortak bir noktada buluşturmak mümkündür.
Hadis her ne kadar bütün ölülerin, her türlü ağlama sebebiyle azap göreceğini
ifade etse bile, diğer deliller bu ağlamanın kapsamını daraltmaktadır. Yine
bunu yapmayı âdet edinen kişi veya ailesinin bunu yapmasını yasaklamayan kişi
ile sınırlandırmak da mümkündür. Buna göre hadisin anlamı şöyle olur: Ailesinin
bir tür ağlaması sebebiyle azap gören kişi, bu kendisinin âdeti olduğu için
kendisine de böyle yapılmasına razı olan kişidir. Bu sebeple Buhârî şöyle
demiştir: "Ölü ardından feryat etmek kendisinin âdeti değil ise ölü azap
görmez." Yani ailesinin bunu yapacağını bilmeyen veya onların böyle
yapmalarını yasaklamak suretiyle üzerine düşeni yapan kimse için başkasının
yaptığı fiilden dolayı sorumluluk yoktur. Bu yüzden İbnü'l-Mübarek şöyle demiştir:
Kişi, hayatta iken ailesinin ölünün ardından feryat etmesini yasakladığı halde,
kendisi öldükten sonra ailesi onun arkasından ağlarsa
bundan dolayı kendisine sorumluluk yoktur.
Hz. Peygamber'in sallallâhu
aleyhi senem "Haksız yere öldürülen her insanın kanından Adem'in ilk oğlu
için bir pay vardır" sözüne gelince; Buhârî özetle kendisi sebep olmadıkça
kişinin bir başkasının fiilinden dolayı azap görmeyeceğini söylemektedir. Başka
birinin yaptığı şeyden dolayı kişinin azap göreceğini söyleyenler, söz konusu
şahsın buna sebep olmasını kasdederken, başka birinin yaptığı bir şeyden dolayı
kişinin azap görmeyeceğini söyleyenler ise bu şeye sebep olunmayan durumu
kasdetmektedirler.
İbnü'l-Murâbıt şöyle
demiştir: Kişi, ölünün arkasından feryat etme konusundaki yasağı ve ailesinin
de bu tür davranışlar göstereceğini bildiği halde onlara bunun haram olduğunu
belirtmemiş ve bunu yapmalarına engel olmamışsa, bundan dolayı azap gördüğünde
aslında başkasının fiilinden dolayı değil, kendi fiilinden dolayı azap görmüş
olur.
İsmâilî şöyle
demiştir: Bu meselede âlimler farklı görüşler ileri sümüşlerdir. Her biri kendi
içtihadına göre görüş belirtmiştir. Bu konuda başkasının zikrettiğini
görmediğim, aklıma gelen en güzel yorum şudur: Araplar cahiliye devrinde
birbirine saldırır, birbirini esir eder ve öldürürlerdi. Onlardan biri
öldüğünde ağıt yakan kadm, ölen kişiyi bu haram fiilleri saymak suretiyle
methederek ağlardı. Hadisin anlamı şudur: Ölü, ailesinin kendisine bu şekilde
ağlaması sebebiyle azap görür. Çünkü ölünün ardından onun en güzel fiilleri
zikredilir. Cahiliye devri Araplarının en güzel fiilleri ise bunlardı. Bu ise
kişinin günahlarına günah katmakta ve onu azaba müstehak hale getirmekteydi.
Diğer bir görüşe göre
ölünün azap görmesi, ailesinin feryat etmesinden elem duymastdır. İlk dönem
âlimlerinden Ebû Cafer et-Taberî bu görüştedir. Sonrakilerden de
İbnü'l-Murâbıt, Kadı Iyaz, İbn Teymiyye'nin tabî olduğu ve desteklediği
kimseler ve bir grup âlim bu görüştedir. Onlar buna Kayle bintİ Mahreme'nin şu
hadisini deli! getirmişlerdir:
Kayie: "Yâ
Resûlâllah! Onu ben doğurdum. Sonra seninle birlikte Rebeze'de savaştı. Sonra
Hummâ'ya yakalandı ve vefat etti. Beni de bir ağlama tuttu." dedi.
Resûlullah sallallâhu aleyhi w sellem : "Sizden biri dünyada sevdiğine
(hayatta) iken iyilik yapmaktan, öldüğünde "innâ lillâhi ve innâ ileyhi
râciûn" (Biz Allah'tan geldik, sonunda yine ona döneceğiz) demekten aciz
midir? Muhammed'in canını elinde tutan Allah'a yemin ederim ki, sizden biri
ölen yakını için ağladığında bu kendisine bildirilir. Ey Allah'ın kullan!
Ölülerinize azap etmeyin!" buyurdu.
Bu hadis, hasen
senetli uzunca bir hadisin bir bölümüdür. Hadisi Ibn Ebû Hayseme, İbn Ebî
Şeybe, Taberânî ve diğer hadis âlimleri rivayet etmiştir. Bu
konuda yapılan yorumlan, Hz. Peygamber'İn ölen kişiye
göre bu sözleri söylediğini kabuî etmek suretiyle şu şekilde birleştirmek
mümkündür:
a. Bir
kimsenin ölülerin arkasından feryat etme âdeti varsa ve ailesi de onun
ölümünden sonra onun yolunda yürürse, yahut da kişi kendisi için bunun
yapılmasını vasiyet ederse ailesinin ağlaması sebebiyle azap görür.
b. Haksızlık yapan
bir kimse için,
öldükten sonra yaptığı haksızlıklar zikredilerek ağıt yakılırsa,
zikredilen bu haksızlıkları sebebiyle azap görür.
c. Kişinin
ailesi ağıt yakmakla meşhur olduğu halde, onların bu fiillerine engel olmayı
ihmal ederse, şayet onların bunu yapmalarına razı ise hükmü ilk durumdaki gibi
olur, razı değilse ailesinin bunu yapmasına niçin engel olmadığı sorularak
azarlanır.
d. Bir kimse
yukarıda sayılan durumlardan uzak durduğu, ihtiyat göstererek ailesinin günaha
girmelerini yasakladığı halde ailesi ona muhalefet ederse, ölen kimse ailesinin
kendisine muhalif davrandıklarını ve Rablerine isyan ettiğini gördüğünde
onların bu hareketinden elem duymak suretiyle azap çekmiş olur.
Aldığı da verdiği de
Allah'a aittir" sözünde -gerçekte vermek almaktan önce olduğu haîde- konum
gereği Hz. Peygamber saüaiiâhu aleyhi ve sellem almayı vermekten önce zikretmiştir. Bunun
anlamı şudur: "Allah'ın almayı istediği şey, kendi verdiği şeydir.
Kendisine ait bir şeyi aldığında sabırsızlık göstermek uygun değildir. Çünkü
kendisine emanet bırakılan kişiden emanet geri istendiğinde onun sızlanması
doğru değildir. Buradaki vermek" ile kasdedilen, ölüden sonra hayatta
kalan kimselere hayat vermek, musibetten dolayı sevap vermek ya da daha genel
bir anlamdır.
Zeynep radıyatlâhu anh
yemin etmek suretiyle Hz. Peygamber'İn sallallâhu aleyhi ve sellem gelmesi konusunda ısrarda bulunmuştur. Çünkü
bazı cahiller onun Hz. Peygamber saiiaüâhu aleyhi ve sellem nezdindeki konumunun düşük olduğunu
düşünebilirlerdi. Yahut Allah Zeyneb'e Hz. Peygamber'İn sallallâhu aleyhi w sellem
gelmesinin, duasının bereketiyle içinde
bulunduğu elemi dağıtacağını ilham etmiştir. Allah da onun düşündüğü şeyi
gerçekleştirmiştir.
Anlaşıldığı kadarıyla
Hz. Peygamber saiiaiı&tm aleyhi ve sellem , Rabbi'ne olan teslimiyetini
göstermek için ilk başta gitmemiştir. Yahut da böyle bir durumda çağırılan
kişinin, düğün yemeği vb. davetlerin aksine gitmesinin gerekli olmadığını
belirtmek istemiştir.
Hz. Peygamber'İn sallallâhu
aleyhi ve sellem "Bu (gözyaşı)
rahmet eseridir" sözü, kasıtsız olarak ve zorlanmaksızm kalbin
üzüntüsünden kaynaklanan ağlamadan dolayı
kişi için sorumluluk söz konusu olmadığını gösterir. Yasaklanan yalnızca
ağlanıp-sızlanmak ve sabırsızlık göstermektir.
1- Ölmekte
olan kimselerin yanına, bereketlerinden yararlanmak ve dualanni almak için
fazilet sahibi kimselerin davet edilmesi caizdir.[36] Onların
gelmeleri için yemin etmek de caizdir.
2- Düğün
yemeğinin aksine, ölü evine taziye ve hasta evine ziyaret İçin izinsiz olarak
gitmek caizdir.
3- Olması
yaklaşan bir şeyden olmuş gibi bahsederek, gelmesi istenen kişinin bu sayede
çabuk davranmasını sağlamak caizdir.
4- Ye mini
yerine getirmek müstehaptır.
5- Ölüm
gerçekleşmeden önce, (yakınlarından birinin ölümü yaklaşan ve bu şekilde)
musibetle karşılaşan kimseye, yakınının ölümünü hoşnut bir şekilde karşılaması
ve üzüntüye dayanması için sabırlı olmasını emretmek müstehaptır.
6- Bir
şeyden dolayı çağrılan kişiye, ne için çağrıldığı bildirilmelidir,
7- Konuşmadan
önce selâm verilir,
8- Kişi
kendinden daha alt seviyedeki çocuk veya hastayı ziyaret eder.
9- Fazilet
sahipleri, ilk defasında reddetmiş olsalar bile insanlardan iyiliklerini
sakınmamalıdır.
10- İlk anda
çelişik gibi görünen bir durumu, tâbi olan kişi önderine sorar.
11- Soru
sormada edepli olmak gerekir. Çünkü Kayle İsimli kadın Hz. Peygamber'e soru
sormadan önce "Yâ Resûlallah" diyerek bunu göstermiştir.
12- Allah'ın
yarattıklarına şefkatli ve merhametli davranmaya teşvik, kalp katılığı ve gözün
yaşarmamasından sakındırmak.
13- Bağırıp çağırmaksızm
ölünün arkasından ağlamak caizdir.
Hz. Peygamber'İn
"İçinizden dün gece günah işlememiş kimse var mı?" sorusu
"İçinizden dün gece cinsel ilişkide bulunmayan var mı?" şeklinde de
anlasilmiştir. İbn Hazm soru ile kesin olarak bunun kasdedildiğini söylemiştir.
Sâbit-'in rivayet ettiği hadisteki şu ifade de bu anlamı güçlendirmektedir:
"Kabre önceki gece hanımı ile ilişkide bulunmayan kişi insin.."
1- Ölü için
ağlamak caizdir.
2- Erkekler
kadınlardan daha güçlü olduğundan, kadın cenazeyi kabre erkekler koyar.
3- Kadm
cenazesi de olsa ölüyü gömme İşi için, (cinsel İlişki) lezzetini daha uzun
zaman önce tatmin etmiş kimseler baba ve kocaya tercih edilir.
4- Cenazeyi
gömme sırasında kabrin bir kenarına oturulabilir.
Hz. Osman'ın bahsi
geçen kızının adı Ümmü Ebân'dır.
İbn Abbas'm
"Güldüren de ağlatan da O'dur" âyetini okuması şu anlama gelmektedir:
Hayatta olan bir insan bile gülme ya da ağlamayı yaratamaz, buna sebep de
olamaz. Hal böyle iken bu sebeple ölünün ceza görmesi nasıl olabilir? Dâvûdî
şöyle demiştir: Bunun anlamı şudur; Allah güzel bir şekilde (haddi aşıp bağırıp
çağırmaksızm) ağlamaya İzin vermiştir. Dolayısıyla izin verdiği bir konuda azap
etmez.
Hz. Ömer radıyaiiâhu
anh şöyle demiştir: "O kadınları bırak, başlarına toprak saçmadıkça ve
bağırıp çağırarak feryat etmedikleri sürece Ebû Süleyman'a ağlasınlar."
1291- Muğîre
radıyaiiâhu anh, Hz. Peygamber'den şunu işittiğini söylemiştir: "Benim
adıma yalan söylemek, başkası adına yalan söylemek gibi değildir. Senim adıma
kasıtlı olarak yalan söyleyen kişi ateşteki (cehennemdeki) yerine fırlansın.
Kimin ölümünün
ardından feryad-u figan edilirse o kişiye bu feryad sebebiyle azap
edilir."
1292- İbn
Ömer radıyaiiâhu anh Hz. Peygamber'den sallallâhu aleyhi ve sdiem şunu rivayet
etmiştir; "Ölü, kendisi için feryat edilmesi sebebiyle kabirde azap
görür."
Âdem, Şu'be'den şunu
rivayet etmiştir: "Ölü, diri olanın kendisi için flaması sebebiyle azap
görür."
Zeyn İbnül-Müneyyir
şöyle demiştir: Bu şu anlama gelir: Çirkin görülen ağlama çeşidi feryat ederek
bağırıp çağırarak ağlamaktır. Buradaki mekruhluktan kasıt tahrimen
mekruhluktur. Çünkü bu konuda tehdid söz konusu olmuştur.
1293- Câbir
İbn Abdullah radıyaiiâhu anh şöyle demiştir: Uhud savaşında (şehit olan)
babam(ın cenazesi), kendisine müsle yapılmış (organları parçalanmış) bir halde
getirilip Hz. Peygamber'İn sallallâhu aleyhi ve sellem önüne konuldu. Bir elbise ile örtülmüştü. Ben
elbiseyi açmak istedim, oradakiler bana engel oldular. (Aradan bir miktar zaman
geçti) tekrar açmak istedim, bana yine engel oldular. Re-sûlullah (babamın
cenazesinin) kaldırılmasını emretti, cenaze kaldırıldı. O sallallâhu aleyhi ve sellem
bağırmakta olan bir kadının sesini
işiterek "Bu nedir?" diye sordu. Oradakiler "Amr'm kızı (yahut
kız kardeşi)" dediler. Hz. Peygamber şöyle buyurdu: "Niçin ağlıyor?
İster ağlasın ister ağlamasın melekler onun cenazesi kaldırılıncaya kadar onu
kanatlarıyla gölgelediler."
Amr'm kızı (yahut kız
kardeşi) denilen kadının adı Fâtıma binti Amr'dır.
Hz. Peygamber ona, bu
şekilde meleklerin gölgelediği yüce bir insan için ağlamanın değil, aksine
kavuştuğu makam sebebiyle sevinmenin gerekli olduğunu söylemiştir.
1294-
Abdullah (İbn Mesud) radıyallâhu anh, Hz. Peygamber'İn sallallâhu aleyhi ve sel
şöyle buyurduğunu belirtmiştir:
(Ölüler için) Yanaklarına vuran, yakalarını
yırtan ve cahiliyedeki âdet üzere feryad eden kimse bizden değildir.[37]
"Bizden
değildir" ifadesi bizim sünnetimiz ve yolumuz üzerinde değildir anlamına
gelir. Bu, bunu yapan kişinin dinden çıktığı anlamına gelmez.
Süfyan'm bu hadisin
yorumuna girmeyi mekruh görerek şöyle dediği rivayet edilmiştir:
"Kalplerde daha iyi yer etmesi ve engelleme bakımından daha etkili olması
için hadisin yorumlanmaması gerekir."
Bîr görüşe göre bu
hadisin anlamı "Bizim kâmil olan dinimiz üzere değildir" demektir.
Yani, aslen dinden çıkmamış olsa bile dinin fer'î hükümlerinden birini terk
etmiş olur. Bu görüşü İbnü'l-Arabî nakletmiştir.
Bana öyle görünüyor ki
Hz. Peygamber'İn sallallâhu aleyhi ve sellem "Bizden değildir" İfadesini Ebû
Musa'nın hadisindeki "Hz. Peygamber sallallâhu aleyhi ve sellem ondan beri olduğunu belirtti" İfadesi
açıklamaktadır. Berî olmanın anlamı bir şeyden ayrılmaktır. Bu durumda Hz.
Peygamber sallallâhu aleyhi ve sellem söz konusu davranışta bulunanları, örneğin
şefaatinden mahrum kalmakla tehdit etmiş olmaktadır. Bu, hadiste belirtilen
yaka yırtma vb. fiillerin haram olduğunu gösterir. Bunun sebebi, söz konusu
fiillerde Allah'ın hükmüne (kazasına) rıza göstermeme özelliğinin bulunmasıdır.
Bir kimse haram olduğunu, Hz. Peygamber'İn sallallâhu aleyhi ve sellem öfkelendiğini bildiği halde bu fiilleri helal
gördüğünü ifade ederse, hadisteki ifadeyi dinden çıkma olarak yorumlamanın
önünde bir engel yoktur.
1295- Sad
İbn Ebî Vakkas §unu nakletmiştir: Resûlullah sallallâhu aleyhi ve sellem veda haca yaptığı yıl, artan hastalığım
sebebiyle beni ziyaret etti.
Ben: "Hastalığım
artık son sınıra ulaştı. Ben mal sahibi (zengin) bir insanım. Mirasçı olarak da
yalnızca bir kızım var. Malımın üçte ikisini sadaka olarak vereyim mi?"
dedim.
Hz. Peygamber sallallâhu
aleyhi ve sellem : "Hayır" dedi.
Ben "Yansını
sadaka olarak vereyim mi?" diye sordum.
Hz. Peygamber sallallâhu
aleyhi ve sellem "Hayır" dedi.
Sonra da şöyle buyurdu:
"Üçte birini
(sadaka olarak ver). Üçte bir bile çok. Mirasçılarını zengin bir halde
bırakman, onları başkasına avuç açacak şekilde fakir olarak bırakmandan daha
hayırlıdır. Allah rızasını umarak yaptığın her harcamadan dolayı ecir alırsın.
Hatta hanımının ağzına koyduğun lokmadan bile."
Ben "Yâ
Resûlâllah! Ben arkadaşlarımdan geride mi kalacağım? (Onlar Mekke'ye döndüğü
halde ben ölüp dönemeyecek miyim?)" diye sordum.
Hz. Peygamber sallallâhu
aleyhi ve sellem : "Sen geri kalmayacaksın. Geride kalır da salih amel
işlersen onunla derecen artar, merteben yükselir. Öyle zannediyorum ki sen uzun
zaman yaşayacaksın. Bazı insanlar senden yararlanacak, bazıları da zarar
göreceklerdir.
Allah'ım! Ashabımın
hicretini tamamla, onlan gerisin geriye döndürme. Asıl bîçare olan Sa'd İbn
Havle'dir" dedi.
(Sad dedi ki):
Resûlullah sallallâhu aleyhi ve sellem Mekke'de ölmesi sebebiyle Sa'd için bu şekilde
mahzun olmuştu. Bu hadis Vasiyetler Bölümünde tekrar ele alınacak ve Sa'd'ın
kızının adı konusunda verilen farklı bilgiler orada değerlendirilecektir.
1296- Ebû Musa'nın
oğlu Ebû Bürde şöyle demiştir: (Babam) Ebû Musa hastalandı ve bayıldı. Başı
hanımlarından birinin kucağındaydı. (Kadın ağlamaya başladı) Ebû Musa onu
engelleyebilecek bir durumda değildi. Ebû Musa bir müddet sonra ayılmca şöyle
dedi: "Ben Resûlullah'm sallallâhu aleyhi ve sellem berî' olduğu kişiden berîyim. Resûlullah
feryat ederek ağlayan, bir musibetle karşılaşınca saçını başını tıraş
eden/yolan, elbisesini yırtan kimseden kendini berî saymıştır."
1297-
Abdullah radıyaiiâhu anh, Hz. Peygamber'den sallallâhu aleyhi ve sellem şunu rivayet etmiştir:
"(Ölüler için)
Yanaklarına vuran, yakalarını yırtan ve cahiliyedeki âdet üzere feryat eden
kimse bizden değildir."
1298- Abdullah
İbn Mesud, Hz. Peygamber'in sallallâhu aleyhi ve seUem şöyle buyurduğunu
söylemiştir: "(Ölüler için) Yanaklarına vuran, yakalarını yırtan ve
cahiliyedeki âdet üzere feryat eden kimse bizden değildir."
Buhârî'nin bir başka
yolla aktardığı İbn Mesud hadisinde aslında konu başlığında yer alan
"ah-vah etmek" yer almamaktadır. 0 bununla hadisin diğer bazı
yollarına işaret etmektedir.
İbn Mâce'de yer alan
ve İbn Hibban'ın da sahih gördüğü Ebû Ümâme hadisinde şöyle denilmektedir:
"Resûlullah sallallâhu aleyhi ve sellem yanağına vuran, yakasını yırtan, ah-vah eden
ve ölmesi için dua eden kadına lanet etmiştir."
1299- Hz.
Aişe radıyaiiâhu anh şöyle demiştir: Zeyd İbn Harise, Cafer ve İbn Re-vâha'nm
radıyaiiâhu anh şehit edildiklerine dair haber Hz. Peygamber'e sallallâhu
aleyhi ve sellem ulaştığında Hz.
Peygamber üzüntüsünü belli edecek şekilde bir kenarda mahzun mahzun oturdu. Ben
kapı aralığından kendisine bakıyordum.
Bu sırada birisi
Resûlullah'a sallallâhu aleyhi ve sellem geldi ve "Cafer'in hanımları (feryat
ederek) ağlaşıyorlar" dedi. Hz. Peygamber sallallâhu aleyhi w sellem kadınların bu şekilde bağırmasını
engellemesini istedi. Adam gitti, sonra ikinci defa Resûlullah'a sallallâhu
aleyhi ve sellem gelerek kadınların
kendisine itaat etmediklerini söyledi. Resûlullah sallallâhu aleyhi ve sellem yine "Onların ağlamalarına engel ol"
buyurdu. Adam üçüncü defa gelerek "Yâ Resûlâllah! Vallahi kadınlar bize
galip geldi" dedi. Resûlullah sallallâhu aleyhi ve sellem adama "Git de onların ağızlarına toprak
saç" buyurdu.
(Hz. Âişe şöyle dedi):
Ben içimden "Allah burnunu yere sürtsün be hey adam! Ne Resûlullah'ın
emrettiğini yaptın, ne de onu rahat bıraktın" dedim.[38]
1300- Enes
radıyaiiâhu anh şöyle demiştir: Sahabeden Kur'ân'ı ezbere bilenler (Bi'r-i
Maûne olayında) şehit edilince Resûlullah sallallâhu aleyhi ve sellem bir ay boyunca namazlarda kunut yaptı (onları
öldürenlere beddua etti). Hz. Peygamberin sallallâhu aleyhi ve sellem bundan daha şiddetli üzüldüğünü hiç
görmedim."
Zeyn
İbnü'l-Müneyyir'in konu ile ilgili görüşleri özetle şöyledir: Bu başlıktan
çıkarılacak fıkhı hüküm şudur: Kişinin karşılaştığı her durumda İtidali
koruması en sağlam yoldur. Büyük bir musibetle karşılaşan kimse yanağını
dövmek, yakasını yırtmak, feryat etmek vb. yasaklanmış fiilleri işleyecek
derecede aşırı hüzne kapılmamalı, musibete uğrayan kişinin değerini hafife
alacak ve duyarsızlığa yol açacak şekilde de katı ve donuk davranmamalıdır. Bu
durumda Hz. Peygamber'e saiiaMhu aleyhi ve sellem uyulmalıdır. O, musibetle karşılaştığında
ağırbaşlı ve sakin bir halde hafifçe oturmuş, kendisinde üzüntünün İzleri
görülecek ve karşılaştığı musibetin büyüklüğünü hissettirecek bir halde bulunmuştur.
Kurtubî şöyle
demiştir: Hadis, Cafer'in hanımlarının aşırı derecede feryat etmek suretiyle
seslerini çok yükselttiklerini göstermektedir. Bu davranışlarından
vazgeçmediklerinde Hz. Peygamber sallallâhu aleyhi ve sellem "Ağızlarına toprak saç" demek
suretiyle onları bundan vazgeçirmek istemiştir. Bunun anlamı: "Onlara,
sabretmeleri karşılığında alacakları ecri, sabırsızlandıkları için
kaçırdıklarını ve hüsrana uğradıklarını söyle" demektir. Nitekim kayba
uğrayan kişi hakkında "Eline topraktan başka bir şey geçmedi"
denilir. Kadınların adama İtaat etmemelerinin sebebi, adamın kendisini Hz.
Peygamber'in yolladığını onlara söylememiş olması da olabilir. Bu durumda
kadınlar adamın kendiliğinden yol göstermek için bunları söylediğini
zannetmişlerdir. Yahut Hz. Peygamber'in yolladığını bildikleri halde musibetin
yeni olmasından kaynaklanan aşırı hüzne engel olamamışlardır. Hadisten ilk
anda anlaşıldığına göre onlar, izin verilen miktarın ötesinde bir şiddetle
ağlıyorlardı. Bu durumda ağlamalarının yasaklanması haramlık
bildirir. Hz. Peygamber'in yasağı üç kere
tekrarlaması, bu konuda ısrarlı olması ve susmamaları halinde
cezalandırılmalarını emretmesi de bunu göstermektedir.
1- Ölüm haberi
alan kişinin, Ü2üntüsü
sebebiyle ağırbaşlı ve sakin
bir biçimde bir kenarda oturması caizdir.
2- Örtülü
olan kadınların yabancı erkeklere bakması caizdir.
3- Yapılması
uygun olmayan bir fiili yapması yasaklanan kişiler, bu fiili yapmaktan
vazgeçmezlerse te'dib edilirler.
4- Haberi pekiştirmek
için yemin etmek caizdir.
Muhammed İbn Kâ'b
el-Kurazî şöyle demiştir: Sabırsızlık göstermek (sızlanmak) hem kötü söz hem de
kötü zandır.
Yakup aleyhisselâm
şöyle demiştir: "Ben sadece gam ve kederimi Allah'a arz ediyorum.[39]
1301- Enes
İbn Mâlik radıyaiiâhu anh şöyle demiştir: Ebû Talha'nin hasta bir oğlu vardı.
Ebû Talha evde yok iken vefat etti. Hanımı (Ümmü Süleym) oğlunun öldüğünü
görünce kocası için yemek hazırladı. Oğlunun cenazesini de evin bir köşesine
koydu. Ebû Talha gelince "Çocuk nasıl?" diye sordu. Kadın "Çocuk
sakinleşti, rahata kavuşmuş olmasını umarım" dedi. Ebû Talha kadının doğru
söylediğini zannetti. Geceleyin Ebû Talha ile Ummü Süleym birlikte oldular.
Sabah olunca Ebû Talha yıkandı. Evden çıkmak istediğinde Ümmü Süleym ona
çocuğun öldüğünü haber verdi. Ebû Talha Hz. Peygamber sallallâhu aleyhi ve sellem
ile namaz kıldıktan sonra aralarında
geçen hadiseyi ona anlattı. Resûlullah sallallâhu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu: "Umarım ki Allah bu
gecenizi sizin için mübarek kılar."
Süfyan şöyle dedi:
Ensar'dan bir adam şöyle dedi: Ben Ebû Talha ile Ümmü Süleym'in o gece doğan
çocuğunun (Abdullah'ın) tam dokuz çocuğu olduğunu gördüm. Hepsi de Kur'ân
okurlardı.[40]
Konu başlığındaki
"kötü söz"den kasıt, genellikle kişiyi üzen söz, "kötü
zan"dan kasıt İse, başına bir musibet gelen kişinin Allah'ın dünyada
kendisine elinden gidenden daha yararlısını vereceğine dair umudu kaybetmesi,
ümitsiz olmasıdır. Yahut da onun vermeyi vaad ettiği sevabı uzak görmektir.
Bu hadiste öldüğü
belirtilen çocuğun adı Ebû Umeyr'dir. Nitekim Hz. Peygamber sallallâhu aleyhi
ve sellem onunla şakalaşır ve Nuğeyr
diye adlandırılan bir kuşu olduğu için ona "Ebû Umeyr! Ne yaptı
Nuğeyr?" diye takılırdı.
Yukarıda "yemek
hazırladı" diye tercüme ettiğimiz yerin anlamı Kirmanî'ye göredir. Diğer
bir görüşe göre ise kadın kendisini kocası için süslemek suretiyle
hazırlanmıştır. Ben (İbn Hacer) derim ki: Doğrusu kadının çocuğu yıkamak ve
kefenlemek suretiyle hazırlamasıdır. Nitekim diğer rivayetlerde bu açık olarak
ifade edilmektedir. Ebû Dâvud et-Tayalisî'nin
hocalarından, onların da Sâbit'ten rivayeti şöyledir: "Ümmü Süleym çocuğu
hazırladı." Ammâre İbn Zâzân'ın Sâbit'ten rivayeti şöyledir: "Çocuk
ölünce annesi Ümmü Süleym kalkıp çocuğu yıkadı, kefenledi, güzel koku sürdü
sonra üzerini örttü."
Ümmü Süleym
"Çocuk sakinleşti" demiştir. Çünkü çocuk ölünce hastalığın verdiği
elem dolayısıyla feryadlar bitmiş ve çocuk huzura kavuşmuştur. Ümmü Süleym
mecazen "sakinleşti" deyince babası da çocuğun hastalığının
iyileştiğini zannetmiştir.
Ümmü Süleym edebe
riayet ederek kesin bir ifade kullanmaksızm "rahata kavuşmuş olmasını
umarım" demiştir. Diğer bir ihtimale göre o çocuklara azap edilmeyeceğini
bilmediği için böyle söylemiş, dünyanın sıkıntılarından kurtulan çocuğunun
durumunu Allah'a havale etmiştir.
"Ebû Talha onun
doğru söylediğini zannetti" sözü onun bu sözden kendi anladığı şeyi
kasdettiğini düşündü anlamına gelir. Normalde Ümmü Süleym zaten doğruyu söylüyordu.
(Fakat sözünde mecaz ve tevriye yaptı).
Müslim'de yer aldığına
göre Süleyman İbnü'l-Muğîre'nin Sâbit'ten rivayetinde şu fazlalık vardır: Ebu
Talha evden çıkmak isteyince, Ümmü Süleym eşine "Ey Ebû Talha, bir kimse
bir ev halkına bir şeyi ödünç verse, daha sonra bunu geri isteseler, ev
halkının buna engel olma hakları var mıdır?" diye sordu. Ebû Talha
"Hayır" deyince Ümmü Süleym: "O halde başın sağolsun, oğlun
öldü. Öyleyse sen de isyan etme! Sabrederek mükafatını Allah'tan bekle."
dedi. Ebû Talha sinirlenerek şöyle dedi: "Benimle birlikte oldun, sonra da
bana oğlumun öldüğünü söylüyorsun!"
Ümmü Süleym'in bu
olayından çıkan diğer bazı sonuçlar şöyledir:
1- Gücü
yeten kişinin ruhsatı terk ederek daha zor olan şeyi yapması caizdir.
2- Musibetlere
uğrayanları tesellî etmek güzel bir davranıştır.
3- Kadının
kocası için süslenmesi caizdir.
4- Kadmın
kocası ile birlikte olmak için tarizde bulunması caizdir.
5- Kadının
salih amel işlemek için çaba göstermesi güzel bir davranıştır.
6- Zarûret
gerektirdiği zaman başka anlama da gelebilecek ifadeler kullanmak (tariz yollu
anlatımda bulunmak) meşrudur. Bunun caiz olmasının şartı bir Müslümanm hakkını
iptal etmemesidir. Ümmü Süleym'in bunu yapmasının sebebi, onun Allah'ın emrine
olan sabır ve aşırı teslimiyeti, Allah'ın elinden aldığının yerine başkasını
vereceğine güvenmesidir. Çünkü Ebû Talha, çocuğun dügünü baştan bilseydi Ümmü
Süleym amacına kavuşamayacaktı. Allah, kadının niyetinin doğruluğunu
bildiğinden onu dileğine kavuşturdu, ona hayırlı evlatlar ihsan etti.
7- Hz.
Peygamberin sallallâhu aleyhi ve sellem duası makbuldür,
8- Bir şeyi
kaybeden kimseye Allah ondan daha hayırlısını verir.
9- Ümmü
Süleym'in soğukkanlılık, İsabetli düşünce ve azim gücüne sahip bir
kadın sahabi olduğu görülmektedir.
Cihad bölümünde Ümmü
Süleym'in, kadınların çoğunun yapmadığı; savaşlara katılma, mücahitlere hizmet
etme gibi İşler gördüğüne dair hadis ileride gelecektir.[41]
Hz. Ömer rad.yaiiâhu
anh şöyle demiştir: (Şu âyetlerde} birbirine denk olan şu İki şey ve ilavesi ne
güzeldir: Onların başına bir musibet geldiğinde onlar 'Biz Allah'tanız, sonunda
yine O'na döndürüleceğiz derler.' İşte onlar için Rablerin'den bağışlanmalar ue
bir rahmet vardır. Onlar doğru yolda olanların ta kendileridir.[42]
Sabır ve namazla
Allah'tan yardım dileyin. Gerçekten bu (namazla yardım dilemek), huşu
sahiplerinden/'Allah'tan korkanlardan başkasına zor gelir.[43]
1302- Enes
radıyallâhu anh, Hz. Peygamber'den sallallâhu aleyhi ve sellem şunu rivayet etmiştir: "Sabır, musibetin
darbesi ile ilk karşılaşıldığmdadır."
Allah'ın bağışlama ve
rahmetini vaad ettiği sabır, musibetle ilk karşılaşılan anda gösterilen
sabırdır. Hz. Ömer'in sözünün bu başlığa uygunluğu da buradan anlaşılmaktadır.
Hz. Ömer'in sözündeki
"birbirine denk" olan şeylerden kasıt "bağışlama ile rahmef'tir.
İlâve ise doğru yoldur. Hz. Ömer bu sözü ile şunu haber vermiş olmaktadır:
Başına bir musibet gelen mümin, Allah'ın emrine teslim olarak "biz Allah'tan
geldik, sonunda yine O'na döndürüleceğiz" der ise onun için üç hayır
yazılır: Aliah'ın bağışlaması, rahmeti ve doğru yola iletmesi.
Âyette "Sabır ue
namazla Allah'tan yardım dileyin" dedikten sonra, "Bbu (namazla
yardım dilemek), huşu sahiplerinden/ Allah 'tan korkanlardan başkasına zor
gelir" buyurulmuş, önce sabır ve namaz zikredildiği halde ikinci bölümde
yalnızca namaz zikredilmiştir. Çünkü âyetteki sabırdan kasıt oruçtur. Oruç ise
terk türünde bir ibadettir. Ölüye sabretmek de sızlanmayı (sabırsızlanmayı) terk
etmektir. Namaz ise sözler ve fiillerden oluşmaktadır. İşte bundan dolayı namaz
hûşû sahiplerinden/Allah'tan korkanlardan başkasına ağır gelir. Bunun
sırlarından biri de şudur: Namaz sabra yardımcı olur. Çünkü namazda yer alan
zikir, dua, Allah'a boyun eğme gibi fiillerin tümü; baş olma sevdası, emirlere
ve yasaklara uymama gibi kötülüklere zıttır. Buhârî bu âyeti konu başlığına
koymakla şuna işaret etmektedir:
İbn Abbas'a kardeşi
Kusem'in ölüm haberi yolculukta iken ulaştı. Bunun üzerine "İnnâ lillahi ve
innâ ileyhi râciûn (Biz Allah'tan geldik, sonunda yine O'na döneceğiz)"
dedi. Yolun kenarına geçti. Devesini çöktürerek iki rekat namaz kıldı. Namazda
uzunca oturdu. Namazını bitirdikten sonra "Sabır ve namazla Allah'tan
yardım isteyin" âyetini okuyarak kalktı.
Taberî bunu tefsirinde
hasen bir senetle rivayet etmiştir.
Huzeyfe şöyle
demiştir: Resûlullah sallallâhu aleyhi ve sellem önemli bir olay (kendisini üzecek bir durumla)
karşılaştığında derhal namaza dururdu. Bunu da Ebû Dâvud hasen bir senetle rivayet
etmiştir.
Taberî şöyle demiştir:
Sabır, nefsi sevdiği şeylerden uzak tutmak, arzularına uygun şeylerden
alıkoymaktır. Sızlanıp durmayan kimseye, kendisini tuttuğu için
"sabırlı" denilmiştir. Oruç tutan kişi kendini yemek ve içmekten
koruduğu için Ramazan'a "sabır ayı" denilmiştir.
Ibn Ömer
radıyallâhu anh, Hz.
Peygamber'den saüallâhu aleyhi
ve sellem şu
sözü
aktarmıştır:
"Göz yaş döker, kalp mahzun olur."
1303- Enes
Ibn Mâlik radıyaiiâhu anh şöyle demiştir: Hz. Peygamber sallallâhu aleyhi
veseuem ile birlikte demir ustası Ebû Seyf'in yanına gittik. (Onun hanımı, Hz.
Pey-gamber'in oğlu ibrahim'in süt annesi olduğundan) Ebû Seyf İbrahim'in süt
babası idi. Resûlullah saiiaitâhu aleyhi w sellem İbrahim'i kucağına aldı, öptü
ve kokladı. (Aradan zaman geçti) Yine onun yanına gittik. İbrahim can
çekişiyordu. Resûlullah'm saibiiâhu aleyhi ve sellem gözlerinden yaşlar
süzülmeye başladı.
Abdurrahman İbn Avf:
"Sen Allah'ın resulü olduğun halde ağlıyor musun?" dedi.
Resûlullah sallallâhu
aleyhi ve sellem şöyle buyurdu: "Ey Avf m oğlu! Bu (göz yaşı)
merhamettendir,"
Sonra bu gözyaşını bir
diğeri takip etti. Yani Resûlullah'm gözyaşları arka arkaya akmaya başladı. Hz.
Peygamber sallallâhu aleyhi ve sdiem şöyle buyurdu:
"Göz yaş döker,
kalp hüzünlenir. Ancak biz Rabbimiz'in razı olmayacağı bir şeyi söylemeyiz. Ey
İbrahim! Gerçekten biz senin bizi terk etmen sebebiyle üzgünüz,"
Tîbî şöyle demiştir:
Abdurrahman İbn Avf m sözü şu anlama gelir: "İnsanlar musibet ile
karşılaştıkların sabretmiyorlar. Sen de onlar gibi yapıyorsun." anlamında
biraz da hayretini ifade ederek bu sözleri söylemiştir. Gerçekten Hz. Peygamber
sabra teşvik ettiği ve sabırsızlığı yasakladığı halde kendisinin böyle ağlaması
Abdurrahman'ı şaşırtmıştı. Hz. Peygamber sallallâhu aleyhi ve sellem "Bu
(gözyaşı) merhamettendir" diyerek ona cevap verdi. Yani, "Bende
gördüğün bu hal sabırsızlıktan değil, çocuğumun ölümü sebebiyle kalp
yumuşaklığından kaynaklanmaktadır."
Mahmûd İbn Lebîd'İn
diğer bir rivayetinde Hz. Peygamber sallallâhu aleyhi ve sellem şöyle buyurmuştur: "İbrahim'in cennette
bir süt annesi var" buyurmuştur. İbrahim on sekiz aylık iken vefat
etmiştir.
İbn Battal ve diğer
başka âlimler şöyle demiştir: Bu hadis, ölü arkasından mubah olan ağlama ve
caiz olan hüznü bildirmektedir kî bu da gözden yaşın akması, Allah'ın hükmüne
karşı öfke duymaksızın kalp yumuşaklığıdır.
1- Kişinin
çocuğunu öpmesi ve koklaması caizdir.
2- Çocuğu
annesi dışında birinin emzirmesi (süt anne tutmak) caizdir.
3- Küçük
hastanın ziyaret edilmesi güzel bir davranıştır.
4- Ölüm
halinde olan kişinin yanma gitmek de sünnet gereğidir.
5- Ailesindekilere
merhamet göstermek aile reisinin görevidir.
6- Gizlemek
evlâ olsa bile kişinin üzüntüsünü bildirmesi caizdir.
7- Bir
kimseye hitap ederek, başka bir kimseyi kasdetmek caizdir. Bunların tümü Hz.
Peygamber'in sallallâhu aleyhi ve sellem oğlu İbrahim'e hitap etmesinden anlaşılmaktadır.
İbrahim küçük olması ve can çekişmesi sebebiyle konuşmayı anlayabilecek durumda
değildi. Hz. Peygamber bu konuşma ile aslında İbrahim'e bir şeyler söylemeyi
değil, orada bulunanlara bu yaptıklarının daha önceki yasağın kapsamına
girmediğini göstermek İstemiştir.
8- İlk
bakışta fiili ile sözü arasında çelişki görülen kimseye, aradaki fark ortaya
çıksın diye itiraz etmek caizdir.
1304-
Abdullah İbn Ömer rad.yaiiâhu anh şöyle demiştir: Sa'd İbn Ubâde yakalandığı
bir hastalıktan dolayı şikayet etti. Hz. Peygamber saiiaiiahu aleyhi ve sellem yanına Abdurrahman İbn Avf, Sa'd İbn Ebî
Vakkas, Abdullah İbn Mesud'u radıyaUâhu anh
alarak onu ziyarete geldi. Hastanın yanına girince ailesinin onun başında
toplandığını gördü.
Resûlullah sallallâhu
aleyhi w sellem: "Yocsa öldü mü?" diye sordu. Ailesi: "Hayır, ey
Allah'ın Resulü!" dediler.
Hz. Peygamber (Sâ'd
İbn Ubâde'yi görünce) ağladı. Orada bulunanlar onun ağladığını görünce ağlamaya
başladılar.
Hz. Peygamber
saiiaiiahu aleyhi ve sellem şöyle
buyurdu: "işitmiyor musunuz? Allah gözün yaşarması ve kalbin hüzünlenmesi
sebebiyle azap etmez, ancak (dilini tutarak) bunun yüzünden azap veya merhamet
eder. Ölü, ailesinin kendisi jçin (feryat ederek) ağlaması sebebiyle azap
görür."
Ömer, feryat ederek
ağlayanlara sopa ile vurur, taş atar, böyle yapanların üzerine toprak saçardı.
Zeyn İbnüT-Müneyyir
şöyle demiştir: Konu başlığındaki "hasta" ifadesi ölümü yaklaşan ve
hastalığa yeni yakalanmış kişilerin tümünü kapsar. Ancak ağlamak genellikle, bu
hadiste de olduğu gibi ölüm alâmetleri ortaya çıktığında gerçekleşir.
Hz. Peygamber'in sallallâhu
aleyhi ve sellem dilini göstererek
söylediği söz şu anlama gelir: Dil, kötü bir şey söylediğinde bundan dolayı
azap görür, hayırlı bir şey söylediğinde bundan dolayı kişiye merhamet edilir.
1- Hastayı
ziyaret etmek müstehaptır.
2- Daha üst
seviyedeki kişi, kendinden daha düşük kişiyi ziyaret edebilir.
3- Devlet
başkanı, arkadaşları ile birlikte halktan birini ziyaret edebilir.
4- Münker
olan bir şey yasaklanır, bu konudaki tehdid açıklanır.
1305- Hz.
Âişe radjyaiiâhu anh şöyle demiştir: Zeyd İbn Harise, Cafer ve İbn Revâha'nın
rad.yaiiâhu anh şehit edildiklerine dair haber Hz. Peygamber'e seiiaiiâhu
aleyhi ve sellem ulaştığında Hz.
Peygamber üzüntüsünü belli edecek şekilde bir kenara oturdu. Ben kapı
aralığından kendisine bakıyordum.
Bu sırada birisi
Resûlullah'a sallallâhu aleyhi ve sellem geldi ve "Cafer'in hanımları (feryad
ederek) ağlaşıyorlar" dedi. Hz. Peygamber saibiiâhu aleyhi ve sellem kadınların bu şekilde bağırmasını
engellemesini İstedi. Adam gitti, sonra ikinci defa Resûlullah'a «aiiaiiâhu
aieyhi ve sellem gelerek kadınların
kendisine itaat etmediklerini söyledi. Resûlullah sallallâhu aleyhi ve sellem yine "Onların ağlamalarına engel o/"
buyurdu. Adam üçüncü defa gelerek "Yâ Resûlâllah! Vallahi kadınlar bize
galip geldi" dedi. Resûlullah sallallâhu aleyhi ve sellem adama "Git de ağızlarına toprak saç"
buyurdu.
(Hz. Âişe şöyle dedi):
Ben içimden "Allah burnunu yere sürtsün be hey adam! Ne Resûlullah'ın sallallâhu
aleyhi ve sellem emrettiğini yaptın ne
de onu rahat bıraktın" dedim.
1306- Ümmü
Atıyye radıyaiiâhu anh şöyle demiştir: Hz. Peygamber sallallâhu aleyhi ve sellem
bey'at sırasında bizden ölünün
arkasından feryat etmeyeceğimize dair söz aldı. Bu söze içimizden şu beş
kişiden başkası uymadı: Ümmü Süleym, Ümrnü Ala, Ebû Sebre'nin hanımı, Muâz'ın
hanımı ve başka iki kadın (yahut Ebû Sebre'nin hanımı, Muâz'ın hanımı ve diğer
bir kadın).[44]
Bu hadis, Hz.
Peygamber'in sallallâhu aleyhi ve sellem kadınları "akılları ve dinleri
noksan" diye nitelemesinin doğru olduğunu gösteren delillerden biridir.[45]
Hadiste zikredilen beş
kadının büyük bir fazilete sahip oldukları anlaşılmaktadır.
Kadı Iyaz şöyle
demiştir: Bu hadisten, adı zikredilen beş kadın dışında diğer kadınların ölü
arkasından feryat etme fiilini terk etmedikleri anlaşılmaz. Yalnızca Hz.
Peygamber'e sallallâhu aleyhi ve sellem Ümmü Atıyye ile birlikte bey'at eden
kadınlardan adı zikredilenlerin sözlerini tuttuğu anlaşılır.
1307- Amir
İbn Rebîa radıyallâhu anh Hz.
Peygamber'den sallallâhu aleyhi
ve seilem
şunu rivayet
etmiştir: "Cenazeyi gördüğünüzde (yanınızdan geçirilerek) sizi arkada bırakmcaya kadar ayağa
kalkınız."
Humeydî şunu
eklemiştir: "Sizi arkada bırakmcaya kadar yahut konuluncaya kadar."
1308- Amir
İbn Rebîa radıyaiiâhu anh Hz.
Peygamber'den sallallâhu aleyhi
ve sellem
şunu rivayet etmiştir:
"Sizden biri cenaze gördüğünde, şayet cenaze ile birlikte gitmiyorsa
cenaze onun yanından geçirilip de kendisi arkada kalıncaya yahut geçirilmeden
önce yere konuluncaya kadar ayakta beklesin."
1309- Saîd
el-Makbûrî babasından şunu rivayet etmiştir: Bir cenazede bulunuyorduk. Ebû
Hüreyre radıyaiiâhu anh Mervan'ın elinden tuttu ve cenaze yere konulmadan önce
ikisi yere oturdular. Ebû Said gelerek Mervan'ın elinden tuttu ve şöyle dedi:
"Ayağa kalk. Vallahi bu (yani Ebû Hüreyre) Hz. Peygamber'in sallallâhu
aleyhi ve Hem bize bunu yasakladığını bilmektedir." Ebû Hüreyre de
"Doğru söylüyor" dedi.[46]
1310- EbÛ
Saîd el-Hudrî radıyallâhu anh Hz. Peygamber'den sallallâhu aleyhi ve sellem
§unu rivayet etmiştir:
"Cenazeyi gördüğünüzde kalkın. Cenazenin arkasından giden, cenaze yere
konuluncaya kadar oturmasın."
Konu başlığında yer
alan ifadeyi, Cerîr, Süheyl'den rivayet etmiştir. Bu rivayette yalnızca
"yere konulmadıkça oturmaz" ifadesi yer almışür. Bu rivayette
şöyle denilmektedir: Süheyl şöyle dedi: Cenaze
erkeklerin omuzlarından yere konmadıkça Ebû Salih'in oturmadığını gördüm. Bunu
Ebû Nuaym bu fazlalıkla Müstahredde rivayet etmiştir.
Başlıkta yer alan
"Oturursa kalkması emredilir" ifadesi, oturma durumunda kalkma
görevinin kaçırılmış olmayacağını gösterir. Çünkü ayakta durmanın amacı, ölüm
olayının ciddiyetini kavramaktır. Kişi oturduğu anda bu görevi elinden kaçırmış
olmaz (yeniden ayağa kalkmakla telafi eder).
Fakihler ölü için
ayağa kalkma konusunda farklı görüşler ileri sürmüşlerdir.
İbnü'I-Münzİr'in
naklettiğine göre sahabe ve tabiûn'un büyük çoğunluğu bunun müstehap olduğunu
söylemişlerdir. Bu; Evzâî, Ahmed İbn Hanbel, İshak, Muhammed İbnü'l-Hasen'in de
görüşüdür. Beyhakî, Ebû Hâzim el-Eşcaî aracılığıyla Ebû Hüreyre, İbn Ömer ve
bunların dışındaki sahabeden "cenaze için ayağa kalkan kişinin, onu
taşıyan gibi sevap alacağını" nakletmiştir.
Şa'bî ve Nahaî
"Cenaze yere konulmadan önce oturmak mekruhtur" demişlerdir.
Selefin bir kısmı
"Ayağa kalkmak farzdır" demiştir. Buna delil olarak Said'in, Ebû
Hüreyre ve Ebû Said'den rivayet ettiği şu hadisi delil getirmişlerdir: "Resûlullah'ın
saiiaiiahu aleyhi ve sellem katıldığı
hiçbir cenazede, cenaze yere konmadan önce oturduğunu görmedik." Bunu
Nesâî rivayet etmiştir. Kendisinin yanından cenaze geçen kişi ise, cenaze
yanından geçinceye kadar yahut şayet kişi namazgahta ise cenaze yere
konuluncaya kadar ayakta durur.
Ahmed ibn Hanbel, Saîd
İbn Mercâne aracılığıyla Ebû Hüreyre'den merfu olarak şunu rivayet etmiştir:
"Cenazenin namazını kılan fakat onun arkasından gitmeyecek olan kişi
cenaze gidinceye kadar ayakta beklesin. Cenaze ile birlikte yürürse, yere
konuluncaya kadar oturmasın." Bu hadis, ayağa kalkmanın gerekçesini ortaya
koymaktadır. Bu, yalnızca yanından cenaze geçen kişiye özgü değildir.
Ayağa kalkmak ifadesi
cenaze geçerken o anda yerde oturan kişi İle ilgilidir. Ancak hayvana binmiş
olan kişi hakkında, onun hayvanını durdurup beklemesinin ayakta durma yerine
geçtiğini söylemek mümkündür. cenazenin arkasından
gitmeyecek olan1' ifadesi cenazeye katılmanın farz-ı ayn olmadığını
göstermektedir.
1311- Câbİr
İbn Abdullah radiyallâhu anh şöyle demiştir: Yanımızdan bir cenaze geçti. Hz.
Peygamber saiiaiiahu aleyhi ve sdiem cenaze için ayağa kalktı, biz de ayağa
kalktık. Sonra biz: Ey Allah'ın Resulü! Bu bir Yahudi cenazesi, dedik. Resûlullah
saiiaiiahu aleyhi ve sellem : "Cenazeyi gördüğünüzde ayağa kalkın"
buyurdu.
1312-
Abdurrahman İbn Ebî Leyla şöyle demiştir: Sehl İbn Huneyf ve Kays İbn Said,
Kâdisiye'de oturuyorlardı. O arada yanlarından bir cenaze geçti. İkisi de ayağa
kalktılar. Onlara "Bu cenaze zimmet ehlinden, yani yeni fethedilmiş ve
henüz Müslüman olmamış kimselerdendir" denilince onlar şöyle dediler: Hz.
Peygamberin saibiiâhu aleyhi ve seüem yanından bir cenaze geçti. Hemen ayağa
kalktı, kendisine "Bu bir Yahudi cenazesidir" denilince O saiiaiiahu
aleyhi ve sellem : "İnsan değil mi?" dedi.
1313- İbn
Ebî Leyla şöyle demiştir: "Ebû Mesud ve Kays cenaze için ayağa
kalkarlardı."
Bu konuda zimmet
ehlinin (İslâm ülkesi vatandaşı olan Yahudi ve Hıristiyanların) cenazesi için
ayağa kalkma konusu ele alınmaktadır.
Ebû Dâvud, Evzâî
aracılığıyla Yahya'dan şöyle rivayet etmiştir: Cenazeyi taşımak için
gittiğimizde bize bunun Yahudi cenazesi olduğu söylendi.
Beyhakî, Ebû Kılâbe
er-Rakkâşî aracılığıyla Buhârî'nin hocası Fudâle'den şunu rivayet etmiştir:
"Bunun üzerine Hz. Peygamber sallallâhu aleyhi ve sellem 'Ölüm korkulu bir şeydir' buyurdu."
Kurtubî bunun
anlamının "ölüm kendisinden korkulan bir şey" olduğunu söylemiştir.
Bu, ölümün önemli bir olay olduğuna işaret etmektedir. Hadisten kasdedilen,
insanın ölüm olayını gördüğü halde gafletine devam etmemesidir. Çünkü gaflete
devam etmek, Ölüm olayını hafife almayı çağrıştırır. Bu açıdan Ölenin Müslüman
olması ile olmaması eşittir.
Diğer bazı âlimler
şöyle demiştir: Bir insanın âdil olduğunu İfade etmek için "falan adaletin
ta kendisidir" denildiği gibi, burada da Hz. Peygamber sallallâhu aleyhi
ve sellem mübalağa amacıyla ölümün
bizzat kendisini "Ölüm korkunun kendisidir" diye ifade etmiştir.
Beyzavî şöyle der: Bu,
mübalağa amacıyla söylenen bir sıfat konumundaki mastardır. Bu sözün tam
açılımı şöyledir: "Ölüm korkunç bîr şeydir."
İbn Abbas'tan bunun
benzeri Bezzâz'ın kitabında rivayet edilmiştir. Bu hadis, ölümü gören kimsenin
bu olay sebebiyle ürperip, silkinmesinin uygun olduğunu, ölüme aldırmazlık
anlamına gelecek davranışlarda bulunmaması gerektiğini göstermektedir.
İslâm ülkesinde
yaşayan gayr-i müslim vatandaşlara ehl-i zimmet denildiği gibi ehl-i arz da
denilmektedir. Çünkü Müslümanlar gayr-i müslim ülkelerini fethettiklerinde bu
ülkelerin halklarını, araziyi işlemek ve haracını ödemek şartıyla topraklarında
bırakmışlardır.
Hz. Peygamberin sallallâhu
aleyhi ve sellem "İnsan değil
mi?" ifadesi "Ölüm korkunç bir olaydır" hadisindeki gerekçe ile
çelişmediği gibi, Hâkim'in, Katade aracılığıyla Enes'ten merfu olarak rivayet
ettiği "Biz yalnızca melekler için kalktık" hadisinde ileri sürülen
gerekçe ile de çelişmez. Yine Ahmed İbn Hanbel'in Ebû Musa'dan; Ahmed İbn
Hanbel, İbn Hibbân ve Hâkim'in Abdullah İbn Amr'dan merfu olarak rivayet
ettikleri "Siz (cenaze görünce ayağa kalkmakla) yalnızca canları alanı
yüceltmek için kalkıyorsunuz" hadisi ile de çelişmez. Çünkü ölümün
korkutucu-luğu sebebiyle ayağa kalkmak, Allah'ın emrini ve bu emri yerine
getiren melekleri yüceltmek anlamına gelir. "İnsan değil mi?"
hadisindeki gerekçe ise, ayağa kalkmanın her cenaze
İçin müstehap olmasını gerektirir. Hadisin lafzında Yahudi ifadesi geçtiği için
Buhârî de bunu esas alarak konu başlığını ona göre belirlemiştir.
Alimler bu meselenin
aslında ihtilaf etmişlerdir.
Şafiî bunun zorunlu
olmadığını belirterek şöyle demiştir: "Bunun zorunlu olmaması ya bu
hadisin mensuh olmasından, ya da Hz. Peygamberin sallallâhu aleyhi ve sellem kalkmasını gerektiren bir gerekçeye binaen
kalkmış olmasındandır. Sebep hangisi olursa olsun Hz. Peygamber'in sallallâhu
aleyhi ve sellem bunu daha sonra terk
ettiği de sahih olarak rivayet edilmiştir. Bizim için delil olan, Hz. Peygamber'in
sallallâhu aleyhi ve sellem son olarak
yaptığı fiildir. Cenaze gören kişinin oturmasını daha çok severim." Şafiî
Hz. Peygamber'in ayağa kalkmadığını söylerken (Hz. Ali'nin rivayet ettiği)
"Hz. Peygamber sallallâhu aleyhi ve sellem cenaze için ayağa kalktı, sonra oturdu"
şeklindeki hadise işaret etmiştir. Bu hadisi Müslim rivayet etmiştir.
Beyzavî şöyle der: Hz.
Ali'nin "sonra oturdu" ifadesi, "cenaze geçtikten sonra
oturdu" anlamına gelebileceği gibi, "önceleri cenaze İçin ayağa
kalkarken, sonra bu kalkmayı terk etti" anlamına da gelebilir. İkinci
anlam kabul edildiğinde Hz. Peygamber'in sallallâhu aleyhi ve sellem sonraki fiili, ayağa kalkma emrinin mendupluk
İfade ettiğini göstermektedir. Yahut da emirden İlk başta anlaşılan zorunluluğu
yürürlükten kaldırmaktadır. Ancak İlk ihtimal yani ayağa kalkma emrinin
mendupluk ifade etmesi daha evlâdır. Çünkü emrin mecazen verilmiş olduğunu
kabul etmek, yürürlükten kaldırılma iddiasından daha evlâdır.
Beyhakî'nin şu
rivayeti Hz. Ali'nin rivayet ettiği hadisten anlaşılabilecek ilk anlamı ortadan
kaldırmaktadır: Hz. Ali cenaze için ayağa kalkan bir grup insana oturmalarını
işaret etmiş, sonra da yukarıdaki hadisi anlatmıştır. Bu sebeple Şâfiılerden
Selîm er-Râzî ve diğer bazılarının da yer aldığı bir grup âlim ayağa kalkmayı
mekruh görmüşlerdir.
İbn Hazm şöyle
demiştir: Hz. Peygamber'in sallallâhu aleyhi w sellem önceleri kalkmayı emrederken sonra kendisinin
oturması, emrin (zorunluluk değil) mendupluk ifade ettiğini gösterir. Bunun
yürürlükten kaldırma kabul edilmesi caiz değildir. Çünkü nesih ancak ya sırf
yasaklama ile yahut da yasaklama ile birlikte terk ile olur.
Yasaklama anlamı
Ubâde'nin şu hadisinde bulunmaktadır: Hz. Peygamber sallallâhu aleyhi ve sellem
cenaze için ayağa kalkardı. Bir Yahudi
âlimi "Biz de böyle yaparız" dedi. Bunun üzerine Hz. Peygamber
ashabına "Sizler (cenazeyi gördüğünüzde) oturunuz ve (bu şekilde
Yahudilere) muhalefet ediniz" buyurdu. Bunu Ahmed İbn Hanbel ile birlikte
Nesâî dışındaki Sünen yazarları rivayet etmiştir.
Bu hadisin senedi
zayıf olmasaydı, cenaze için ayağa kalkmanın yürürlükten kaldırıldığı konusunda
delil olabilirdi.
Kadı Iyaz şöyle
demiştir: Seleften bir grup, ayağa kalkma emrinin, Hz. Ali'nin hadisi ile
yürürlükten kaldırıldığını söylemiştir.
Nevevî bunu
eleştirerek şöyle demiştir: Nesh (yürürlükten kaldırma) ancak, çelişik gibi
görünen hadisleri uzlaştırmak mümkün olmadığında kabul edilir. Oysa burada
hadisleri uzlaştırmak mümkündür. Tercih edilen görüşe göre cenaze için ayağa
kalkmak müstehabtır. Mütevelli de bu görüştedir.
Mühezzeb yazarı (Ebû
İshak eş-Şirâzî) "Kişi cenaze için ayağa kalkıp kalkmamakta
serbesttir" derken Şafiî'nin yukarıdaki sözünü esas almış görünmektedir.
Çünkü emir, müşterekliği gerektirir.[47]
Ancak Şirazî'ye göre oturmak daha evlâdır.
Mâlİkîler'den Ibn
Habîb ve Ibnü'l-Mâcişûn ise kalkmanın daha evlâ olduğu görüşünü tercih etmişler
ve "Hz. Peygamberin oturması, oturmanın caiz olduğunu göstermek içindir.
Cenazeyi gören kişi oturabilir, ancak kalkan kişi İçin ecir söz konusudur"
demişlerdir.
Gündüz vakti, Müslüman
cenazelerinden ayırt edilemeyecek şekilde zimmet ehlinin cenazesi
kaldırılabilir. Zeyn İbnü'l-Müneyyir buna işaret ederek şöyle demiştir:
"İslâm ülkesinde yaşayan gayr-i müslim vatandaşların, Müslümanların
uygulamalarından farklı şeyler yapmakla yükümlü tutulmaları, imamların
(halifelerin) kendi içtihatlarıdır."
Şöyle de söylenebilir:
Cenaze İçin ayağa kalkmak yürürlükten kaldırıldıysa, ona tabî diğer hususlar da
böyledir. Bu durumda zimmet ehlinin cenazesinin bu şekilde kaldırılması, cenaze
için ayağa kalkmanın meşru olduğu zamanda geçerli idi. Cenaze için ayağa kalkma
terk edilince onların da cenazelerini bu şekilde kaldırması yasaklandı.
1314- EbÛ
Saİd el-Hudrî radıyallâhu anh, Hz. Peygamberden sallallâhu aleyhi ve sellem
§unu rivayet etmiştir:
"Cenaze
hazırlanıp da erkekler onu taşımak için omuzlarına aîdıklannda şayef cenaze iyi
bir kimse ise: 'Beni bir an önce götürün' der. Şayet iyi bir kimse değil ise;
'Eyvah bana, beni nereye götürüyorsunuz? der. Onun sesini insan dışında her şey
duyar. İnsan onun sesini duysaydı bayılırdı.[48]
İbnü'r-Reşîd şöyle
demiştir: "Bu hadis, konu başlığında yer alan hükmü açık olarak ifade
etmez. Çünkü hadiste hüküm, şarta bağlı olarak ifade edilmiştir. Bu, hükmün
yalnızca bu şekilde olacağı anlamına gelmez. Hadiste "erkek" denilmiş
olsa bile bu mefhûm-ı lakaptır.[49]
İbnü'r-Reşîd ortaya
koyduğu bu probleme kendisi şu şekilde cevap vermiştir: Şâri'in
[50] (Hz.
Peygamber'in) sözü, hüküm koyma şeklinde anlaşılmaya müsait olduğu sürece
yalnızca durumu haber vermeye hamledilmez. Nitekim Hz.
Peygamber sallallâhu aleyhi tc sellem ifadesinde müşâkele yapmamıştır. Bu, hükmün
yalnızca erkeklere özgü olduğunu göstermektedir. Yine "Eşyada aslolan
mübahlıktır" prensibi gereğince kadınların da cenazeyi taşıyabileceği gibi
bir sonuç ilk bakışta mümkün görünse de, bu şu durumla çelişmektedir: Cenazenin
omuzda taşınması, cenazenin süratli bir şekilde kabre götürülmesi emri şayet
kadınlar tarafından yapılırsa bu, çoğunlukla kadınların vücudunun açılmasına
sebep olur. Bu ise kadınlar için farz olan örtünmeye aykırıdır. Ayrıca kadınlar
genelde ölüm olayına karşı erkeklerden daha dayanıksızdır. Ölümü görmede bu
şekilde zayıf olan kadınlara bir de ölüyü taşıttırmak nasıl söz konusu
olabilir? Yine şayet cenazeyi kadınlar taşıyacak olursa taşıma, yere koyma vb.
durumlarda onların bağırıp-çağırması vb. kötülüklerin meydana gelmesi her
zaman mümkündür.
Aslında kadınların
cenazeyi taşımasını bundan daha açık biçimde yasaklayan bir hadis bulunmakla
birlikte Buhârî kendi şartlarına uymadığı için onu almamıştır. Enes'İn rivayet
ettiği hadis şöyledir: Resûlullah sallallâhu aleyhi ve sellem İle birlikte bir cenazeye katıldık. O sallallâhu
aleyhi ve sellem kadınları görünce:
"Cenazeyi siz mi taşıyorsunuz?" diye sordu. Onlar: "Hayır"
dediler. Hz. Peygamber: "Cenazeyi siz mi defnediyorsunuz?" diye
sordu. Onlar: "Hayır" dediler. Bunun üzerine Hz. Peygamber:
"Öyleyse ecriniz olmadığı halde dönün" buyurdu.
Nevevî, el-Mühezzeb'in
şerhi (el-Mecm ü'da) âlimler arasında bu meselede görüş ayrılığı bulunmadığını
nakletmiştir. Bunun sebebini yukarıda belirttik. Ayrıca cenazeye erkeklerin
katılması şarttır. Kadınlar bunu taşıyacak olsa, bu erkeklerle kadınların
birbirine karışmasına, dolayısıyla da fitneye yol açar.
Enes radıyaUâhu anh
şöyle demiştir: "Sizler cenazeyi teşyi' edenlersiniz (onu
kaldıranlarsınız). Cenazenin önünde, arkasında, sağında, solunda yürü."
Başkaları "Cenazeye yakın yürü" demişlerdir.
1315- Ebû
Hüreyre radiyaiiâhu anh, Hz. Peygamber'den sallallâhu aleyhi ve sellem şunu rivayet etmiştir: "Cenazeyi hızlıca
(kabrine götürünüz). Şayet ölü iyi bir kimse ise bu bir hayırdır, onu bir an
önce (kabirde kendisine vaad edilen hayra) kavuşturmuş olursunuz. Şayet iyi bir
kimse değil ise bu da bir serdir, bir an önce omuzunuzdan atmış
olursunuz."
Burada cenazeyi
taşıdıktan sonra defnetme konusunda hızlı olunması istenmektedir.
Zeyn İbnü'l-Müneyyir
şöyle demiştir: Konu başlığında yer alan sözlerin konu ile ilgisi şudur: Bu
sözlerde cenazeye katılanlara genişİik gösterilmiş, belirli bir yönde durmaları
zorunlu kılınmamıştır. Çünkü insanlann yürümeleri birbirinden farklıdır.
Cenazeyi hızlı götürme, onların cenazenin bir yerinde gitmelerini zorunlu tutmamayı
gerektirir. Aksi takdirde, kimi yürüme konusunda zayıf iken kimisi de daha
güçlü olduğu için yürüyenler birbirlerine zorluk çıkarırlar. Yani, cenazeyi
hızlı götürmek, genellikle cenazenin belirli bir yönünde yürümeyi şart
koşmamakla sağlanır. Bu bakımdan konu başlığı İle başlıktan sonraki sözler
birbirine uygundur.
İbn Reşîd şöyle
demiştir: Enes'in sözündeki yürüme ve teşyi1 kelimeleri hızlı veya yavaş
yürümeden daha geneldir. Buhârî sanki Enes'in bu sözünü hadisle açıklamak
istemiştir. Şu da mümkündür: Buhârî, Enes'in sözüyle cenazeyi hızlıca
götürmenin, birlikte yürüyenlerin cenazeye eşlik etmelerini mümkün kılacak
miktarı geçmemesini açıklamak İstemiştir.
Bu konuda meşhur İki
görüş vardır: Çoğunluk cenazenin önünde yürümenin daha faziletli olduğu
görüşündedir. Bu konuda Sünen yazarlarının rivayet ettiği, ravileri
Buhârî'ninki ile aynı olan İbn Ömer hadisi bulunmaktadır. Ancak bu hadisin
mevsûl mü yoksa mürsel mi olduğunda ihtilaf edilmiştir. Bu hadise; Said İbn
Mansur ve diğer bazılarının, Abdurrahman İbn Ebzî aracılığıyla Hz. Ali'den
rivayet ettiği şu hadis aykırıdır: "Cemaatle namazın tek başına kılman
namaza karşı üstünlüğü gibi, cenazenin arkasında yürümek önünde yürümekten daha efdaldir. Bu isnad hasen bir isnattır. Merfu' hükmünde
mevkuf bir hadistir.
[51] Bu,
aynı zamanda Evzâi, Ebû Hanife ve onlara bağlı olanların görüşüdür.
İbn Kudâme
"cenazeyi hızlıca götürünüz" emrinin müstehablık ifade ettiğinde
âlimler arasında bir görüş ayrılığı bulunmadığını belirtmiştir. İbn Hazm bu
konuda farklı bir görüş ileri sürerek, bunun farziyet ifade ettiğini
söylemiştir. Hızlıca götürmekten kasıt, hızlı yürümektir. Selefin bir kısmı da
bu şekilde yorumlamıştır. Hanefîler'in görüşü de budur. Şafiî'ye ve âlimlerin
çoğunluğuna
jöre hızlı olmaktan
kasıt, normal yürüyüşün üzerinde bir hızla yürümektir. Ceıazeyi çok hızlı
götürmek mekruhtur. İyaz bu konuda görüş ayrılığı bulunmadığı fikrine
meylederek şöyle demiştir: Hızlı yürümeyi müstehab görenler, bununlıormal
yürüyüşten biraz daha hızlı bir yürüyüşü, bunu mekruh görenler İse reıel
sırasında olduğu gibi aşırı hızlı yürüyüşü kasdetmişlerdir.
Özetle söylersek;
cenazeyi hızlıca götürmek müstehabtır. Ancak bu, ölü açısından kötü bir durum
veya cenazeyi taşıyanlar ve cenazeye katılanlar açısından la bir zorluk oluşturacak
boyuta ulaşmamalıdır. (Hızlı hareketten dolayı toz, topak ve çamura bulaşma
söz konusu olabilir.) Böyle bir durum da (İslâm'ın emret-iği) temizliğe aykırı
olur ve müslümana zorluk çıkarma anlamına gelir.
Kurtubî şöyle
demiştir: Hadisin amacı, ölüyü gömmeyi ağırdan almamaktır. !)ünkü ağırdan
almak, övünmeye ve kendini beğenmeye yol açabilir.
Burada cenazeyi kabre
taşıma konusunda hızlı davranmak emredilmektedir. 5unu İbn Ömer'in şu hadisi
desteklemektedir: Resûluflah'm sallallâhu aleyhi ve sellem öyle söylediğini işittim: "İçinizden biri
öldüğünde onu bekletmeyin, hızlıca kabine götürün."
Bu hadisi Taberânî
hasen bir senetle rivayet etmiştir.
Ölüyü gömmekte acele
etmek müstehabtır, ancak bunun için kişinin öldüğü im olarak sabit olmalıdır.
Bu hadisten batıl
ehlinin ve salih olmayan kimselerin sohbetlerini terk et-ıenin gerekli olduğu
anlaşılır.
1316- Ebû
Saîd el-Hudrî'den radyaiiâhu anh rivayet edildiğine göre Hz. Peygamber sallallâhu
aleyhi ve sdiem şöyle derdi:
"Cenaze konulup
da erkekler onu omuzları üzerinde taşıdıklannda, şayet salih bir kimse ise
'Beni bir an önce götürün' der. Salih bir kimse değil ise ailesine: 'vay bana!
Beni nereye götürüyorsunuz?' der. Onun sesini insan dışında her şey duyar.
İnsan onun sesini duysa bayılırdı."
Ölen kimse salih bir
kimse değil ise, kendisinin helake düştüğünü belirtmek için bu sözleri söyler.
Bir felaketle karşılaşan herkes "vay eyvah" der.
1317- Câbir
ibn Abdullah rsdiyaiiâhu anh şöyle demiştir: Resûlullah sallallâhu aleyhi m
Necaşî'nin cenaze namazını kıldırdı. Ben ikinci veya üçüncü safta idim.[52]
1318- Ebû
Hüreyre radıyaiiâhu anh şöyle demiştir: Hz. Peygamber sallallâhu aleyhi ve
sdiem ashabına Necaşî'nin vefat haberini verdi. Sonra (cenaze namazı kıldırmak
için) öne geçti, ashabı arkasında saf yaptılar. Hz. Peygamber sallallâhu aleyhi
ve sellem dört tekbir aldı.
1319-
Şa'bî'den nakledildiğine göre o şöyle der: Hz. Peygamber1! sallallâhu
aleyhi iem gören bir kişi bana şunu
haber verdi: Hz. Peygamber sallallâhu aleyhi ve seııem
diğer kabirlerden ayrı duran bir kabrin yanına geldi.
Ashabını safa soktu, kendisi dört tekbir getirdi. (Şa'bfye soruldu): "Ey Ebû Amr bunu sana kim anlattı?" O:
"İbn Abbas
radıyaiiâhu anh" dedİ.
1320- Câbİr
îbn Abdullah radıyaiiâhu anh. Hz. Peygamberin sallaüâhu aleyhi ve seilem
şöyle buyurduğunu
söyledi: "Bugün Habeş'te iyi bir insan vefat etti. Haydi onun namazını hbhm"
Bunun üzerine biz de saf yaptık. Biz saflar halinde O'nun arkasında dururken
Hz. Peygamber sallallâhu aleyhi vesellem onun namazını kıldı. Ebu'2-Zübeyr, Câbir'den
şunu rivayet etmiştir: "Ben ikinci saftaydım."
Necâşî, Habeş
hükümdarının lakabıdır.[53]
Hadis, namazı
kılanların sayısı çok olsa bile, safların çok olmasının cenaze üzerinde başka
bir etkisinin olduğunu göstermektedir. Çünkü anlaşıldığı kadarıyla Resûİullah sallallâhu
aleyhi ve sGiiem ile birlikte namaz kılmaya pek çok sahabe katılmıştı. Namaz
kılınan alan geniş idi, tek bir saf yapmaları halinde sıkışıklık da söz konusu
olmayacaktı, bununla birlikte Hz. Peygamber onlara birkaç saf yaptırdı.
Necaşî'nin olayı Hz.
Peygamberin sallallâhu aleyhi ve sciicm mucizelerinden biridir. Çünkü o sallallâhu
aleyhi ve sdiem, Habeşistan ile Medine arasında uzak bir mesafe bulunmasına
rağmen ashabına Necaşî'nin öldüğü gün bunu haber vermiştir.
Bu hadis, mescitte
cenaze namazı kılınamayacağına delii getirilmiştir. Bu, Hanefî ve Mâlikîler'in
görüşüdür. Oysa Hz. Peygamber'in sallallâhu aleyhi ve sellem Süheyl İbn Beyzâ'ntn cenaze namazını mescitte
kıldırdığı sabittir.
Bu hadis, gaip olan, bir
beldede mevcut olmayan bir kimsenin cenaze namazının kılınabileceğine de delil
olarak getirilmiştir. Şafiî, Ahmed ve selefin çoğunluğu da bu görüştedir.
Gaibin cenaze namazının kılınmayacağı görüşünü kabul edenler, Necaşî'nİn
namazının kılınması konusunda şu gerekçeleri ileri sürmüşlerdir:
Necaşî, kendisi İçin
hiç kimsenin cenaze namazı kılmayacağı bir ülkede bulunuyordu. Bu durumda
geriye Medine'deki Müslümanların cenaze namazını kılması tek seçenek olarak
kalmıştı.
Bu yalnızca Necâşî'ye
özgü bîr durum İdi. Çünkü Hz. Peygamber'in sallallâhu aleyhi ve sellem onun dışında uzaktaki başka bir ölü için
cenaze namazı kıldığı sabit değildir. Bunun yalnızca Necaşî'ye özgü olduğu
görüşünü kabul edenler şuna dayanmışlardır:
Hz. Peygamber sallallâhu
aleyhi ve sellem böyle
yaparak onun Müslüman olarak
öldüğünü bildirmek istemiş yahut da kendi hayatında iken Müslüman olan
hükümdarların kalplerini İslâm'a ısındırmak istemiştir.
Nevevî şöyle der:
"Eğer bu şekilde hükmü belirli kişilere özgü kılma kapısı açılırsa,
dindeki zahir hükümlerin pek çoğunun yolu kesilmiş olur. Üstelik onların İddia
ettiği gibi bir durum söz konusu olsaydı bunu nakletmek için pek çok sebep söz
konusu olurdu. Mâliki âlim İbnü'l-Arabî "Mâlikîler bunun Hz. Muhammed'e
özgü olduğu görüşündedir" demiştir. Biz de deriz ki: "Hz. Muhammed'in
sallallâhu aleyhi ve sellem amel ettiği
bir şey ile ümmeti de amel eder." Çünkü dindeki temel prensip şudur: (Aksi
sabit oluncaya dek) dindeki bir hüküm
yalnızca Peygamber'e özgü
değildir, bunun kapsamına
ümmet de
uâip için cenaze namazı kılınmayacağı görüşünü kabul
edenler şunu da söylemişlerdir: Yeryüzü Hz. Peygamber sallallâhu aleyhi ve sellem
için dürüldü ve cenaze onun önüne
getirildi.
Biz de deriz ki:
Rabbimiz buna gerçekten kadirdir ve Peygamberimiz de buna ehildir. Ancak bu
konuda yalnızca size rivayet edileni söyleyiniz. Kendiliğinizden hadis
uydurmayınız. Yalnızca sabit/sahih hadisleri esas alıp, zayıfları bırakın.
Telafisi olmayan şeyi telafi etmenin yolu budur.
Gaibin cenaze namazını
kılmayı onaylayanların tümü, bunun farz-ı kifayeyi düşüreceğini söylemişlerdir.
1321- İbn
AbbaS radiyallâhu anh Şöyle demiştir:
ReSUİUİlah sallallâhu aleyhi ve sellem
geceleyin gömülmüş bir
cenazenin bulunduğu kabrin yanma vardı ve "Bu ne zaman defnedildi?"
diye sordu. Oradakiler: "Geceleyin" dediler. Hz. Peygamber sallallâhu
aleyhi ve sellem : "Bana da haber verseydiniz ya!" dedi. Oradakiler:
"Biz onu gecenin karanlığında defnettik. Seni uyandırmak İstemedik"
dediler.
Bunun üzerine Hz.
Peygamber (onun namazını kılmak için) ayağa kalktı. Biz de arkasında saf
yaptık. Ben de safın içindeydim. Hz. Peygamber sallallâhu aleyhi ve sellem onun namazını kıldırdı.
İbn Abbas, Hz.
Peygamber saiiatiâhu aleyhi ve sellem devrinde ergenlik çağma ulaşmamıştı. Çünkü o,
veda haccı sırasında ergenliğe yaklaşmıştı.
Hz. Peygamber
saiiaiıshu aleyhi ve sellem : "Arkadaşınızın namazı kılın" buyurdu.
Yine o: "NecâşTnin namazını kılın" buyurdu.
Bunda rükû ve secde
olmadığı halde Hz. Peygamber sallallâhu aleyhi ve sellem una "namaz" ismini vermiştir. Cenaze
namazında konuşulmaz. Bu namazda bir ve selâm vermek vardır.
İbn Ömer cenaze
namazını yalnızca abdestli olarak kılardı, güneş doğarkene batarken kılmazdı.
(Tekbirlerde) ellerini kaldırırdı.
Hasan-i Basrî şöyle
demiştir: Ben sahabeden öylelerine yetiştim ki onların ;naze namazı kıldırma
konusunda en çok hak sahibi olanları, farz namazları kıl-ırmasına razı olunan
kimselerdi.
Bayram günü veya
cenaze namazı kılınacağı sırada abdestsiz olan kişinin iyu araştırması gerekir,
teyemmüm yapamaz.
Kişi cenaze namazına
vardığında, cemaat namazda olursa bir tekbir Girerek namaza girer.
İbnü'l-Müseyyeb şöyle
dedi: Kişi gece, gündüz, yolculukta ve hazarda enaze namazı için) dört tekbir
getirir.
Enes radıyaiiâhu anh
şöyle demiştir: Bir tekbir namaza başlama tekbiridir.
Yüce Allah (c.c.)
şöyle buyurmuştur: "Onlardan ölen hiçbirinin namazını İma.[54]
Cenaze namazında
saflar ve imam vardır.
1322-
Şa'bî'den rivayet edildiğine göre şöyle demiştir: Peygamberiniz saiyıshu aleyhi
ve sellem ile birlikte olan bir kişinin
bana haber verdiğine göre, Hz. Peygamber ayrı şekilde duran bir kabrin yanına
uğradı ve bize imamlık yaptı. Biz de onun arkasında saf yaptık.
Biz Şa'bî'ye sorduk:
"Ey Ebû Amr bunu sana kim bildirdi?" Şa'bî: "İbn Abbas
radıyallâhu anh
dedi.
Konu başlığında yer
alan "cenaze namazının sünneti" ifadesi hakkında Zeyn Îbnü'l-Müneyyir
şöyle demiştir; Burada sünnet İle kasdedilen, Hz. Peygamber'in saUaiiâhu aleyhi
ve sellem cenaze namazında koyduğu
hükümlerdir. Yani bu hükümler hem vacip (farz) olanları hem mendup olanları
kapsamaktadır. Buhârî'nin konu başlığından sonra zikrettiği rivayetlerle
anlatmak istediği şey, cenaze namazının da diğer namazlar gibi hükmü, şartları
ve rükünleri olduğu, bunun yalnızca bir dua olmadığı bu sebeple de abdestsiz
olarak kılınamayacağıdır.
Hz. Peygamber sallallâhu
aleyhi ve sellem cenaze namazına
"namaz" adını vermiştir. Yani diğer namazlarda ne şart koşuluyorsa
içinde rükû' ve secde olmasa bile bunlar cenaze namazında da şarttır. Tekbir ve
selâmın sayısında görüş ayrılığı bulunsa bile cenaze namazı kılan kişinin
konuşmayacağı, tekbir ve selâm getireceği konusunda görüş birliği vardır.
İbn Ömer'in yalnızca
abdestli olarak cenaze namazı kıldığını İmam Mâlik el-Muvatta'da Nâfi'den
muttasıl bir senetle rivayet etmiştir. Bunun metni şudur: "İbn Ömer şöyle söylerdi:
Kişi cenaze namazını ancak abdestli İken kılar."
Güneş doğarken ve
batarken cenaze namazı kıhnmamasmı yine Mâlik, Mu-hammed İbn Harmele'den şu
şekilde rivayet etmiştir: "Sabah namazından sonra hava karanlık iken bir
cenaze getirildi. İbn Ömer şöyle dedi: Bu cenazenin namazını ya derhal kılın
yahut da güneş yükselinceye kadar erteleyin." Bundan İbn Ömer'in
mekruhluğu yalnızca güneş doğarken ve batarken geçerli saydığı, sabah
namazı ile güneşin doğması, ikindi ile güneşin batması
arasındaki vakti mekruh olarak görmediği anlaşılmaktadır. Bu konuda Mâlik,
Evzâî, Kûfelüer, Ahmed Ibn Hanbei ve İshak, İbn Ömer'in görüşünü benimsemiştir.
Hasan-ı Basrî'den
rivayet edilen söz şunu ifade etmektedir: Onun yetiştiği kimseler yani
sahabenin çoğunluğu, cenaze namazını toplu halde kılınan namazlar ile aynı
görürlerdi. Hasan-ı Basrî'den diğer bir rivayete göre, cenaze namazı kıldırmaya
en layık olan kişi, ölünün babası sonra da oğludur. Bunu Abdürrezzak rivayet
etmiştir. Bu konu âlimler arasında ihtilaflı bir konudur.
İbn Ebî Şeybe,
içlerinde Sâlİm, Kasım, Tâvus'un bulunduğu bir grup âlimden, "mahalle
İmamının en çok hak sahibi olduğu"nu rivayet etmiştir.
Alkame, Esved ve diğer
âlimler "Vali cenaze namazını kıldırmaya veliden daha layıktır"
demişlerdir. Bu, Mâlik, Ebû Hanife, Evzâî, Ahmed İbn Hanbei ve İshak'ın da
görüşüdür.
Ebû Yusuf ve Şafiî
"Veli validen daha layıktır" demişlerdir.
Seleften bir grup
âlim, abdest aldığı takdirde cenaze namazını kaçırmaktan korkan kimsenin
teyemmüm yapmasının yeterli olmadığını söylemişlerdir. Bu görüşü İbnü'l-Münzir,
Ata, Salim, Zührî, en-Nehaî, Rabîa, Leys ve Kûfelilerden rivayet etmiştir. Bu,
Ahmed'den de rivayet edilmiştir. Bu konuda İbn Adiy'in İbn Abbas'tan zayıf bir
senetle rivayet ettiği bir hadis de bulunmaktadır.
[55]
Enes'in radyaiiâhu anh
"bir tekbir, namaza başlama tekbiridir" sözünü Said İbn Mansur,
İsmail İbn Uleyye, Yahya İbn Ebî İshak'tan şu şekilde rivayet etmiştir:
Rezîk İbn Kerîm, Enes
İbn Mâlik'e şöyle dedi: "Bir kimse cenaze namazı kılıp üç tekbir
alsa?"
Enes: "Zaten
cenaze namazmdaki tekbir üç değil midir?" Rezîk: "Ey Ebû Hamza,
tekbir dörttür."
Enes: "Evet ancak
ilki namaza başlama tekbiridir."
Cenaze namazında
saflar ve imam vardır" sözü hakkında İbn Reşîd; İbnü'l-Murâbıt ve diğer
âlimlerden naklen özetle şunları söylemiştir: Buharî'nin bu konudaki amacı
"Cenaze namazı yalnızca cenaze İçin bir dua ve istiğfardır. Dolayısıyla
abdestsiz de kıhnabüir" görüşünde olanları reddetmektir. Buhârî bu görüşü
reddetmek için İlk olarak Resûluüah'ın sallallâhu aleyhi ve sellem buna "namaz" adını vermesini delil
getirmiştir. Amaç yalnızca cenaze için dua etmek olsaydı, Hz. Peygamber
ashabını cenaze için Baki' mezarlığına kadar götürmez, mescitte dua eder,
ashabın da kendisi ile birlikte dua etmesini yahut duasına amin demesini
emrederdi. Ancak o böyle yapmayıp, ashabını farz ve sürînet namazlarda olduğu
gibi kendi arkasında safa sokmuştur. Yine Hz. Peygamber'in sallallâhu aleyhi ve
sellem cenaze namazmdaki duruşu, namazın
başında tekbir alması, sonunda selâm vermesi gibi fiillerin tümü, cenaze
namazının yalnızca dille yerine getirilen bir ibadet olmayıp aynı zamanda
bedenle de yerine getirildiğini göstermektedir. Cenaze namazında konuşulmaması
da bunu göstermektedir. Bu namazda rükû ve secdenin olmamasının sebebi, bazı
cahillerin bunu ölüye ibadet gibi görerek doğru yoldan sapmaması içindir.
îbn Abdilber, Şa'bî
dışındaki âlimlerin, cenaze namazında abdestin şart olduğu konusunda ittifak
ettiklerini naklederek şöyle demiştir: "Bu konuda İbrahim İbn Uleyye de
ona uymuştur. Bu kişi, pek çok görüşü terk edilmiş olan bir şahıstır."
Başka bazı kimseler,
İbn Cerîr et-Taberî'nin de o ikisi ile aynı görüşte olduğunu nakletmişlerdir.
Bu, şaz bir görüştür.
Zeyd İbn Sabit
radıyaiiâhu anh şöyle demiştir: Cenaze namazını kıldığında üzerine düşeni
yapmış olursun. Humeyd İbn Hilal şöyle demiştir: Cenaze konusunda
bir izin olduğunu bilmiyoruz. Ancak bir kimse namazı
kılıp geri dönerse onun için bir kîratflık ecir) vardır.
1323- Nâfi'
şöyle demiştir: İbn Ömer'e, Ebû Hüreyre'nin "Cenazeyi takip eden kişi için
bir kîratlık ecir vardır" dediği anlatıldı. İbn Ömer "Ebû Hüreyre de
çok oluyor" dedi.
1324- Hz.
Âişe radıyaiiâhu anh Ebû Hüreyre'nin radıyaiiâhu anh sözünü tasdik ederek
"Resûlullah'm sallallâhu aleyhi ve sellem bunu söylediğini İşittim" dedi. Bunun
üzerine İbn Ömer: "Öyleyse biz çok kîratları kaçırdık" dedi.
Zeyn İbnü'l-Müneyyir
özetle şunları söylemiştir: Konu başlığında kasdedilen şey, cenazeyi takip
etmenin sevap olduğunu belirtmek ve buna teşvik etmektir, yoksa bunun hükmünü
belirtmek değildir. Çünkü cenazeyi takip etmek farz-i kifaye hükümlerden
biridir. Konu başlığındaki fazilet, farzın alternatifi olmayıp bizim
belirttiğimiz hususu ifade eder. Buhârî, rivayet ettiği hadis uyarınca konu
başlığına "takip etmek" ifadesini koymuştur. Çünkü "bir kıratlık
ecir" cenazeye katılan, namazını kılan veya katılan, teşyi' eden ve
gömülmesinde hazır bulunan kişi içindir, yalnızca cenazenin arkasından giden
sonra da namazını kılmaksızm geri dönen kimse için değil. Bunun delili bir
sonraki konuda gelecektir.
Cenazeyi takip etmek,
iki amaçtan, yani namaz kılmak veya gömmekten biri için vesiledir. Vesile amacı
gerçekleştiremediğinde, bu kişi için niyetinden dolayı bir tür fazilet söz
konusu olsa bile, ona amacın gerçekleştirilmesi halinde verilen sevap verilmez.
Said îbn Mansûr,
Mücâhid aracılığıyla şunu rivayet etmiştir: "Cenazeyi takip etmek,
nafilelerin en faziletlisidir." Abdürrezzak'ın Mücâhid'den rivayetinde ise
'Cenazeyi takip etmek nafile namazdan daha faziletlidir" denilmiştir.
Said İbn Mansur, Zeyd
İbn Sabit'in sözünü, Urve aracılığıyla şu şekilde nak-letmiştir: "Cenaze
namazım kıldığınızda üzerinize düşeni yapmış olursunuz. Onu ailesi ile baş başa
bırakın." Bunun anlamı şudur: Ölünün hakkını ödemiş olursun. Şayet
cenazeyi takip etmek istiyorsan, daha çok ecir alırsın.
Humeyd İbn Hilâl'in
sözünü senetli olarak göremedim. Zeyn İbnü'l-Müneyyir şöyle demiştir: Bu sözün
konu başlığına uyumu şu istiareden kaynaklanmaktadır: Cenazeyi takip etmek
yalnızca fazileti elde etmek için olup bu ölünün yakınlarının hakkını yerine
getirmek anlamına gelmez, dolayısıyla cenazeyi definden önce kişinin ayrılması
ölünün velilerinin İznine bağlı değildir.
Müslim'in rivayeti şu
şekildedir: "Bir cenazeyi takip eden kişi için ecirden 'bir kîrat
vardır."
Cevherî şöyle
demiştir: "Kîrat yarım dâmktır. Dânık ise altıda bir dirhemdir. Buna göre
kîrat, bir dirhemin on ikide biridir."
en-Nihâye adlı eserin
yazarı şöyle demiştir: Kîrat, dinarın bölümlerindendir. Pek çok beldede bu,
dinarın yirmide biridir. Bu miktar belirtilerek, ölünün kefen-lenmesi,
yıkanması ve buna ilişkin tüm şeylere işaret edilmektedir. Cenazenin yalnızca
namazını kılan bundan bir kîrat ecir alır. Ölünün defnedilmesinde hazır bulunan
bir kîrat alır. Kıratın zikredilmesi, insanların bildiği ve kullandığı bu ölçü
birimi aracılığıyla söylenen sözü zihne yakınlaştırmaktır.
en-Nihâye yazarının bu
söyledikleri uzak bir ihtimal değildir.
Nevevî ve diğer bazı
âlimler şöyle demişlerdir: İki hadiste zikredilen kîratlarm birbirine eşit
olması gerekmez. Çünkü Şâri'in âdeti, iyilikleri büyütmek (katlamak), bunun
mukabili olan kötülükleri ise hafifletmektir.
Kadı İbnü'l-Arabî ise
şöyle demiştir: Zerre, bir habbenin binde yirmidördü eder (24/1000). Habbe de
bir kıratın üçte biridir. Kalbinde zerre kadar hayır bulunan kişi cehennemden
çıkacağına göre, bir kîrat iyiliği olan kişi nasıl olur bir düşünün!
İbn Ömer'in "Ebû
Hüreyrede çok oluyor" sözü hakkında Îbnü't-Tîn "İbn Ömer onu itham
etmedi, yalnızca hata yapmasından korktu" demiştir.
Hz. Aişe'nin Ebû
Hüreyre'yi tasdik etmesi konusunda Velid'in rivayeti şöyledir:
Ebû Hüreyre şöyle
dedi: "Ziraat ve çarşı-pazarda alım-satımla uğraşmak beni Resûlullah'ın
yanında bulunmaktan alıkoyamadı. Ben Hz. Peygamber'den sallallâhu aleyhi ve sellem
yalnızca beni doyuracak bir lokma (yemeyi)
veya bana öğreteceği bir kelime (duymayı) isterdim." İbn Ömer ona şöyle
dedi: "İçimizde en çok Resûluilah sallallâhu aleyhi ve sellem ile bulunan ve onun hadisini en iyi bilen
sendin."
İbn Ömer'in
"Öyleyse biz çok
kıratları kaçırdık" sözü,
"cenazelerin defnedilmesine her zaman katılamadık"
anlamındadır.
1- Bu
hadis, Ebû Hüreyre'nin hadis ezberleme
konusundaki ayrıcalığını göstermektedir.
2- Âlimlerin
birbirine itiraz etmesi öteden beri söz konusudur.
3- Âlimin,
bilgisinin ulaşmadığı şeyleri garip karşılaması, hadisi ezbere bilen kişinin,
ezbere bilmeyenlerin İtirazlarına kulak asmaması,
4- Sahabe
hadisleri iyice araştırır, bu konuda çok dikkatli davranır, ince eleyip sık
dokurdu.
5- Bu hadis,
İbn Ömer'in ilim öğrenme hırsı ve işleyemediği amel-i salih için üzüntü duyma
gibi konulardaki faziletini ortaya koymaktadır.
1325- Ebü Hüreyre
radıyaliâhu anh şöyle demiştir:
resûluilah sallallâhu aleyhi ve sellem
şöyle buyurdu:"Kim
cenaze namazı kıhnıncaya kadar bir cenazeye katılırsa bir kırat ecir ahr. Kim
de cenaze gömülünceye kadar bir cenazede bulunursa iki kırat ecir alır."
İki kîrat nedir? diye
soruldu. Hz. Peygamber: "İki büyük dağ gibidir" buyurdu.
Bu hadisten ilk anda
anlaşıldığına göre, bir kıratlık sevabın kazanılması, cenazenin gömülmesine
kadar cenazede bulunmaya bağlıdır. Şâfiîler'e ve diğer âlimlere göre hadisin en
sahih yorumu budur. Bir diğer görüşe göre cenazenin lahde konması ile bu sevap
gerçekleşir. Diğer bir görüşe göre gömme sona erdikten sonra, cenazenin üzeri
henüz toprakla kapatılmamışken bu sevap gerçekleşir. Bu görüşlerin tümünü
destekleyen haberler bulunmaktadır.
İbn Şîrîn ve
diğerlerinin rivayetinde "iki büyük dağ gibi" yerine "Uhud dağı
gibi" denilmiştir.
1- Cenazelere
katılmaya teşvik,
2- Cenazenin
işlerini yapmanın sevabı,
3- Cenaze
için bir araya gelmeyi teşvik,
4- Bir
Müslümanın ölümünden sonra onun işlerini görmeyi üstlenen kişiye Allah'ın çok
sevap vermesi, Allah'ın Müslüman üzerindeki lütfunun büyüklüğünü ve Müslümana
verdiği değeri göstermektedir.
5- Amellerin
sevabı, anlatılan şeyin daha iyi anlaşılmasını sağlamak için yahut da gerçekten
öyle olduğunu belirtmek için bazı ölçü birimleri ile ifade edilir.
1326- îbn
Abbas radıyaUâhu anh şöyle demiştir: Resûluilah sallallâhu aleyhi ve sellem bir kabrin yanına geldi.
Yanındakiler: "Bu
kadın {yahut erkek) dün gece gömüldü" dediler.
(İbn Abbas dedi ki): Bunun üzerine (Hz.
Peygamber cenaze namazı kıldırmak İçin öne geçti) biz de onun arkasında saf
yaptık. Hz. PeygambersaMahu aleyhi ve sellem onun namazını kıldırdı.
İbn Reşîd şöyle
demiştir: Buhârî ilk başlık ile çocukların yetişkinler ile birlikte nasıl saf
yapacağını açıklamak ve onlann yetişkinlerin arkasında değil onlarla birlikte
saf yapacağını belirtmek istemiştir.
1327- Ebû
Hüreyre radıyaiiâhu anh şöyle demiştir: Resûlullah sallallâhu aleyhi «sam Habeş
kralı Necâşî'nin öldüğü gün bize onun ölüm haberini vererek "Kardeşiniz
için istiğfar ediniz" buyurdu.
1328- Ebû
Hüreyre radıyaiiâhu anh şöyle dedi: Hz. Peygamber sallallâhu aleyhi ve ashabını
namazgahta safa soktu. Sonra Necâşî için cenaze namazı kılıp namazda dört
tekbir getirdi.
1329-
Abdullah İbn Ömer radıyaiiâhu anh şöyle dedi: "Yahudiler, kendilerinden
zina etmiş olan bir erkek ve kadını Hz. Peygamber'e sallallâhu aleyhi ve sellem
getirdiler. Hz. Peygamber onların
recmedilmesini emretti. Bunun üzerine mescitte cenazelerin bulunduğu yere yakın
bir yerde recmedildiler.[56]
Bu hadisler, mescitte
cenaze namazı kılınmasının meşru olduğuna delil olarak getirilmiştir. Hz.
Âİşe'nİn rivayet ettiği şu hadis de bunu desteklemektedir: "Resûlullah sallallâhu
aieyhi ve sellem Süheyl İbn Beydâ'nın
cenaze namazını mescitte kıldı, başka yerde değil." Bu hadisi Müslim
rivayet etmiştir. Çoğunluk bu görüşü kabul etmiştir. İmam Mâlik "Bu benim
hoşuma gitmez" demiştir. İbn Ebî Zi'b, Ebû Hanife ve ölünün necis olduğu
görüşünü benimseyenlerin tümü mescitte cenaze namazı kılınmasını mekruh
görmüşlerdir. Ölünün temiz olduğu görüşünü benimsediği halde, mescitte cenaze
namazı kılınmayacağım söyleyenlerin gerekçesi mescidin kirlenme ihtimalidir. Bu
görüşte olanlar, Süheyl'in cenaze namazının mescitte kılınmasını ise
"Cenaze dışarıda, kılanlar İçeride İdi. Bu şekilde kılmak ittifakla
caizdir" şeklinde yorumlamışlardır. Oysa bu yorum itiraza açıktır. Çünkü
Hz. Âİşe radıyaiiâhu anh, cenaze namazını kılmak üzere Sa'd'ın cenazesinin
odasına getirilmesini emrettiğinde bu davranışı yadırganmış, bunun üzerine o bu
hadisi delil getirmiştir. Bazıları, uygulamanın bu şekilde (yani namazın mescit
dışında kılınması şeklinde) yerleştiğini, çünkü Hz. Âİşe'nin davranışını
yadırgayanların sahabe olduğunu belirtmişlerdir. Ancak bu görüş de şu şekilde
reddedilmiştir: Hz. Aişe radıyaiiâhu anh davranışının yadırganmasını yukarıdaki
hadisi rivayet ederek reddettiğinde sahabe bunu kabul etmiştir. Bu, onların
unuttuğu bir hadisi Hz. Aişe'nİn ezberlediğini göstermektedir.
İbn Ebî Şeybe ve
diğerlerinin rivayet ettiğine göre, Hz. Ömer, Hz. Ebû Bekir'in cenaze namazını
mescitte kıldırmıştır. Yine Suheyb, Hz. Ömer'in de cenaze namazını mescitte
kılmıştır. Bir rivayette: "Cenaze mescitte minberin önüne konuldu"
şeklinde bir fazlalık da vardır. Bu, mescitte cenaze namazı kılmanın caiz
olduğuna dair sahabe arasında icmâ bulunduğu anlamına gelir.
Hz. Ali'nin oğlu
Hasan'ın oğlu Hasan radıyaMhu arıh öldüğünde hanımı onun kabri üzerine bir yıl
boyunca kubbe/çadır koydu, sonra bu kaldırıldı.
Şöyle bağıran birini
duydular: "Dikkat edin! Onlar kaybettiklerini buldular mı?"
Bir diğeri buna şöyle
cevap verdi: "Aksine ümitsizliğe düştüler ve gerisin geridöndüler."
1330- Hz.
Âişe'den rad.yaiiâhu anh rivayet edildiğine göre Hz. Peygamber saBaiı&hu
aleyhi ve sellem ölümüne sebep olan
hastalığı sırasında şöyle buyurdu -"Allah Yahudi ve Hristiyanlara lanet
etsin. Onlar peygamberlerinin kabirlerini mescit edindiler."
Hz. Aişe şöyle dedi:
Hz. Peygamberin saiuiâhu aıeyhi ve sellem bu sözü olmasa, Müslümanlar onun kabrini açık
bırakırlardı. Ancak ben onun kabrinin mescit edinilmesinden korkuyorum.
Yukarıda kubbe diye
ifade edilen şey, başka rivayetlerde çadır şeklinde
geçmektedir.
Başlıktan sonraki
rivayet ile başlık arasındaki ilişki şudur: Mezar başına bir kubbe (çadır)
kurup burada kalan kişi, ister istemez namaz kılacaktır. Bu durumda da kabir yanında
mescit edinmiş olur. Kabir, kıble yönünde ise mekruhluk daha da artar.
İbnü'l-Müneyyir şöyle
demiştir: Hasan'ın hanımı kalbini yatıştırmak, alıştığı kişilerin halen hayatta
olduklarını hayal etmek ve duyularına karşı gelerek avunmak için ölünün yanında
bulunarak ondan faydalanmak amacıyla kabrinin üzerine çadır yapmıştır. Bu,
kişinin çürümüş kalıntıların yanında durmak ve boş evlere hitap etmekle
avunmaya benzer. Ancak, gözle göremedikleri iki kişinin, onların yaptığını
çirkin görmesi onlar için bir uyarı olmuştur. Bu iki varlık meleklerden
olabileceği gibi cinlerin müminlerinden de olabilir. Buhârî bunu müstakil bir
delil olduğu için değil, şer'î delillere uygun olduğu için zikretmiştir.
Hz. Âişe'nin
"Müslümanlar onun kabrini açık bırakırlardı" sözü, kabri örten bir
engel koymazlar, kabri açıkta (boş alanda) bırakırlardı anlamına gelir.
Bununla, evin dışına defnedilmesi kasdedilmiştir. Hz. Aişe radıyaiiâhu anh bu
sözü, Mescid-i Nebevî genişletilmeden önce söylemiştir. Mescit genişletilince
Hz. Âişe'nin odası üçgen bir şekilde öyle ayrıldı ki, namaz kılan kimse kıbleye
döndüğü anda Hz. Peygamberin kabrine dönemesin.
1331- Semure
radıyaiiâhu anh şöyle demiştir: "Loğusa iken ölen bîr kadın için Hz.
Peygamber'in sallallâhu aleyhi ve sellem arkasında cenaze namazı kıldım. Hz. Peygamber sallallâhu
aleyhi w sdlem cenazenin ortası hizasında namaza durdu."
Zeyn İbnü'l-Müneyyir
ve diğer âlimler şöyle demiştir: Bu başlıkta kasdedi-len, loğusa iken ölen
kadınlar şehitler kapsamında sayılsa bile, savaş meydanında ölenlerin aksine
onların namazını kılmanın meşru olduğunu belirtmektir.
1332- Semure
İbn Cündüb radıyaiiâhu anh şöyle demiştir: "Loğusa iken ölen bir kadın
için Hz. Peygamber'in sallallâhu aleyhi ve sellem arkasında cenaze namazı kıldım. Hz. Peygamber sallallâhu
aleyhi ve sellem cenazenin ortası
hizasında namaza durdu."
Bu hadis kadının
cenaze namazının kılınmasının meşru olduğunu göstermektedir.
Cenazenin orta
hizasında namaza durma açısından kadının loğusa olmasının bir etkisi yoktur.
Bunda cenazenin kadın olması etkili olmuş olabilir. Çünkü kadının orta
hizasında namaza durmak onu örtmek içindir. Kadın hakkında istenen de budur.
Erkekler İse böyle değildir.
Ortasında durma
bakımından cenazenin kadın olmasının bir etkisi söz konusu olmayabilir de.
Çünkü bu kadınlar için tabut edinilmediği bir dönemde gerçekleşmiştir. Tabut
edinilmesinden sonra, dinde talep edilen örtünme kadın için zaten sağlanır. Bu
sebeple Buhârî konu başlığını soru şeklinde koymuş, bu konuda erkek Üe kadın
arasında bir fark olmadığını belirtmek istemiştir. Buharî böylece Ebû Dâvud ve
Tirmizî'nin, Ebû Galip aracılığıyla Enes İbn Mâlik'ten rivayet ettikleri şu
hadisin zayıf olduğuna işaret etmektedir:
Enes bir adamın cenaze
namazını kılarken adamın başı hizasında durdu, bir kadının cenaze namazını
kılarken kadının kalçası hizasında durdu. Alâ İbn Ziyâd, Enes'e:
"Resûlullah sallallâhu aleyhi ve sellem da böyle mi yapardı?" diye sordu. Enes:
"Evet" dedi.[57]
İbn Reşîd'in
naklettiğine göre, İbnü'l-Murâbıt, Hz. Peygamber'in sallallâhu aleyhi ve sellem
kadının ortasında durma gerekçesini onun
loğusa olmasına bağlamıştır. Bu gerekçe de kadının Hz. Peygamber'in duasının
bereketine kavuşması için, Hz. Peygamber'in onun ceninine yönelmesidir.
Bu görüş şu şekilde
eleştirilmiştir: Cenin kadının bir organı gibidir. Kadın düşük yapar da cenin
böylece anasından ayrılmış olursa ceninin namazı kılınmaz. Annesinden ayn olan
ceninin bile namazı kılınmadığma göre ana karnında olan ceninin namazı hiç
kılınmaz.
Humeyd şöyle demiştir:
"Enes bize cenaze namazı kıldırdı. Üç tekbir getirdi sonra selâm verdi.
Ona üç tekbir getirdiği söylenince o yeniden kıbleye döndü ve dördüncü tekbiri
getirdikten sonra selâm verdi."
1333- Ebü
Hüreyre radıyallâhu anh ŞÖyle demiştir: "ReSÛlullah sallallâhu aleyhi ve sellem
Necâşî'nin
öldüğü gün, ölüm haberini ashabına bildirdi. Sonra onları musallaya çıkardı,
safa soktu ve Necâşî için dört tekbir getirdi."
1334- Câbir
radıyallâhu anh şöyle demiştir:
"HZ. Peygamber sallallâhu
aleyhi ve sellem
Necâşî Ashama'nın cenaze namazını kıldırdı, dört
tekbir aldı."
Zeyn İbnü'l-Müneyyir
şöyle demiştir: Buhârî bu başlıkla, cenaze namazmdaki tekbirlerin sayısının
dörtten fazla olmayacağına işaret etmiştir. Ancak seleften bu konuda farklı
görüşler intikal ettirilmiştir: Müslim'in Zeyd İbn Erkam'dan rivayetine göre o
cenaze namazında beş tekbir almış ve Hz. Peygamber'in böyle yaptığını
söylemiştir. İbnü'l-Münzir, İbn Mesud'un Benî Esed'den bir adamın cenaze
namazını kılarken beş tekbir aldığını rivayet etmiştir. İbnü'l-Münzir ve diğer
bazı âlimler, Hz. Ali'nin Bedir savaşma katılanların cenaze namazını kılarken
altı tekbir aldığını, diğer sahabenin namazını kılarken beş tekbir aldığını,
sahabe dışındaki insanların namazını kılarken de dört tekbir aldığını rivayet
etmiştir. Sahih bir senetle Ebû Ma'bed'in şöyle dediği rivayet edilmektedir:
"İbn Abbas'ın arkasında bir cenaze namazı kıldım. O üç tekbir aldı."
İbnü'l-Münzir'in ayrıca şöyle dediği bilinmektedir: "İlim ehlinin
çoğunluğu cenaze namazmdaki tekbirlerin sayısının dört olduğu görüşünü
benimsemiş-Yukarıda Enes ile ilgili zikredilen haberi, Humeyd'den muttasıl bir
senetle rivayet edilmiş olarak göremedim. Abdürrezzak, Ma'mer, Katâde yoluyla
şunu rivayet etmiştir:
Enes radıyaiiâhu anh
bir cenaze namazında üç tekbir getirip unutarak namazdan çıktı. Orada
bulunanlar: "Ey Ebû Hamza! Sen üç tekbir getirdin" dediler. Enes:
"Öyle ise (yeniden) saf yapın" dedi. Orada bulunanlar saf yaptılar.
Enes dördüncü tekbiri getirdi.
Enes'İn üç tekbirle
yetindiği de rivayet edilmiştir.
Ben (İbn Hacer) derim
ki: Enes'in fiili konusundaki ihtilafı şu şekilde uzlaştırmak mümkündür: Enes
üç tekbiri yeterli, dört tekbiri ise daha mükemmel olarak görüyordu. Yahut da
Enes'in üç tekbir getirdiğini rivayet edenler onun namaza başlamak için
getirdiği ilk tekbiri zikretmemiştir. Nitekim İbn Uleyye'nin, Yahya İbn Ebî
İshak aracılığıyla rivayet şöyledir: Enes şöyle demiştir: "Tekbir üç değil
mi?" Enes'e "Ey Ebû Hamza! Tekbir dört tanedir" dediler. Enes
"Evet. Ancak ilki namaza başlama tekbiridir" dedi.
Hasan şöyle demiştir:
"Cenaze namazı kılan kişi çocuğun cenazesi için Fatiha sûresini okur ve
namazda şöyle dua eder: Allahümmec'alhü lenâ faratan ve selefen ve ecran
(Allah'ım onu bizim öncümüz, selefimiz ve sevabımız kıl)."
1335- Sa'd,
Talha'nın şöyle söylediğini belirtmiştir: "İbn Abbas'ın arkasında cenaze
namazı kıldım." Talha İbn Abdullah İbn Avf şöyle demiştir: İbn Abbas'ın
arkasında bir cenaze namazı kıldım. O Fatiha sûresini okudu ve "Bunun
sünnet olduğunu öğrenesiniz diye böyle yaptım" dedi.
Bu bölümde, cenaze
namazında Fatiha sûresini okumanın meşruiyeti İncelenmektedir. Bu, ihtilaf
edilen konulardandır. İbnü'l-Münzir; İbn Mesud, Hz. Hasan, İbnü'z-Zübeyr,
Misver İbn Mahreme'den bunun meşru olduğunu rivayet etmiştir. Şafiî, Ahmed ve
İshak da bu görüşü benimsemişlerdir.
Ebû Hüreyre ve İbn
Ömer'den cenaze namazında Kur'ân okumanın bulunmadığı rivayet edilmiştir. Bu
İmam Mâlik'in ve Kûfeliler'in görüşüdür.
Abdürrezzak ve Nesâî,
Ebû Ümâme İbn Sehl İbn Huneyf'ten şu sözü rivayet etmişlerdir: "Cenaze
namazında sünnet; önce tekbir getirmek, sonra Fatiha okumak sonra Hz.
Peygamber'e salât-ü selâm getirmek, sonra sadece ölü İçin dua etmektir.
Yalnızca ilk tekbirden sonra Kur'ân okunur." Bu hadisin senedi sahihtir.
Hâkim, İbn Aclân
yoluyla, Saîd İbn Ebû Saîd'in şu sözünü rivayet etmektedir: İbn Abbas bir cenaze
namazı kıldırırken Fatiha sûresini sesli okudu, sonra da "Fatiha okumanın
sünnet olduğunu Öğrenmeniz için sesli okudum" dedi. Alimler sahabînin
"Şu sünnettir" sözünün müsned hadis hükmünde olduğunda icma
etmişlerdir. Ancak hadisçiler ile usulcüîer arasında bu konuda meşhur bir görüş
ayrılığı vardır.
1336- Şa'bî
şöyle demiştir: "Hz. Peygamber ile ayrı duran kabrin yanma giden birinin
bana haber verdiğine göre Hz. Peygamber sallallâhu aleyhi ve sellem sahabeye imamlık yaptı, onlar da onun
arkasında cenaze namazı kıldılar." (Şa'bî'ye soruldu): "Ey Ebû Amr!
Bunu sana kim haber verdi?" Şa'bî: "İbn Abbas" dedi.
1337- Ebû
Hüreyre rad,yallâhu anh şöyle dedi: Esved (adındaki bir kadın veya erkek)
mescidi süpürürdü. Bu kişi öldü. Hz. Peygamberin saUaUâhu aleyhi ve sellem onun öldüğünden haberi olmadı. Bir gün onu
hatırlayarak: "Şu insan ne yaptı (niçin görünmüyor?)" dedi. Sahabe:
"O öldü ey Allah'ın Resulü" dediler. Hz. Peygamber "Bana
biİdirseydiniz ya" dedi. Sahabe: "O şöyle şöyle (önemsiz) bir
insandı" dediler. Hz. Peygamber sallallâhu aleyhi ve sellem : "Bana
onun kabrini gösterin" dedi. Kabir kendisine gösterilince kabrin yanına
gitti ve onun cenaze namazını kıldı.
Cenaze gömüldükten
sonra mezarı başında namazının kılınması da ihtilaflı konulardandır.
İbnü'l-Münzir şöyle demiştir: Çoğunluk bunun meşru olduğu görüşünü
benimsemiştir. en-Nehaî, İmam Mâlik ve Ebû Hanife bunu meşru
görmemiştir. Onlardan rivayet edildiğine göre, ölü
için namaz kılınmadan defne-dilmişse onun cenaze namazı kılınır, aksi takdirde
kılınmaz. İbn Hibbân, Ham-mâd İbn Seleme aracılığıyla Sabit'ten şunu rivayet
etmiştir: Hz. Peygamber sallallâhu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu: "Bu kabirler, içinde
yatanlar için karanlıkla doludur. Yüce Allah benim namaz kılmam sebebiyle bu
kabirleri nurlandırır" İbn Hibbân, muhalif görüşte olanların bu hadisi
delil göstererek, kabirlerde yatan kimseler İçin cenaze namazı klimanın Hz.
Peygamber'e özgü niteliklerden olduğu görüşünü kabul ettiklerine işaret
etmektedir. Sonra Hârice İbn Zeyd, İbn Sâbit'ten nakledilen bu kıssanın bir
benzerini de kaydetmektedir. Bu rivayette İse şu ifadeler yer alıyor:
"Sonra kabrin başına geldi. Biz onun arkasında saf yaptık. O dört tekbir
getirdi." İbn Hıbban şunları kaydeder: Hz. Peygamber'in sallallâhu aleyhi
ve sellem kendisi ile birlikte bu cenaze
namazını kılanları yadırgamaması, bunun başkası İçin de caiz olduğunu
açıklamaktır, bu Hz. Peygamber'e sallallâhu aleyhi ve sellem özgü değildir. Ancak bu görüş şöyle
eleştirilmiştir: "Dolaylı olarak gerçekleşen bir şey, bir şeyin asıl
olduğu konusunda delil olamaz."
1338- Enes
rad.yaiiâhu anh, Hz. Peygamber'den sallallâhu aleyhi ve sellem şunu rivayet etmiştir:"Kul kabre konulup
da arkadaş ve yakmlan geri dönüp gittiklerinde ölü, unlar yürürken
ayakkabılarının seslerini işitir: Ona iki melek (Münker ve Nekir)
gelerek onu oturturlar. Melekler: 'Şu Muhammed sallallâhu
aleyhi ue sellem denilen kimse hakkında ne dersin?' derler. Adam: 'Ben onun
Allah'ın kulu ve resulü olduğuna şahitlik ederim' der. Melekler: Ateşteki
(cehennemdeki) yerine bak. Allah onun yerine sana cennetten bir makam verdi'
derler.
Hz. Peygamber şöyle
buyurdu: "Kışı her iki makamı da görür. Kâfire -yahut münafığa- gelince o:
'Bilmiyorum, ben insanların dediği gibi dedim' der. Ona: "Anlamaz ol!
Okuduğun veya dinlediğinden yararlanamayasm!" derler.[58]
Sonra demirden bir topuzla iki kulağı arasına vurulur. Öyle bir bağırır ki onun
bu feryadını, insan ve cinden başka, o ölüye yakın olan her şey işitir.[59]
Zeyn İbnü'l-Müneyyir
şöyle demiştir: Buhârî bu konu başlığı ile, gömülen ölüye karşı uyulması
gereken âdâbm ilkini açıklamak İstemiştir. Buna göre mezarın yanında olanlar,
tıpkı uyuyan kimsenin yanında olduğu gibi ağırbaşlı olmalı, boş konuşmalardan
ve yere sertçe basmaktan uzak durmalıdır. Çünkü bir anlamda ölünün insanlardan
duyduğu sesler, meleklerden duyduğu sesleri kesmektedir.
1339- Ebû
Hüreyre radıyaiiâhu anh şöyle demiştir: Ölüm meleği Hz. Musa'ya (a.s.)
gönderildi. Melek Musa'nın yanına gelince Musa meleğe bir tokat attı (meleğin
gözü çıktı). Bunun üzerine Melek Rabbi'ne dönerek: "Sen beni ölmek
istemeyen bir kula gönderdin" dedi. Allah meleğe gözünü geri verdi ve ona
şöyle dedi: "Ona dön ve elini bir öküzün sırtına koymasını, elinin temas
ettiği her bir kıl için kendisine bir yıl ömür verileceğini söyle."
(Ölüm meleği bunları
Hz. Musa'ya iletince) Musa: "Ey Rabbim! Sonra ne olacak?" diye sordu.
Allah: "Sonra öleceksin" buyurdu. Musa: "Öyleyse şimdi
öleyim" dedi. Musa, Allah'tan kendisini arz-ı mukaddese bir taş atımı
mesafeye kadar yaklaştırmasını istedi.
(Ebû Hüreyre, Hz.
Peygamberin saliaMhu aleyhi ve sellem şöyle söylediğini belirtti):"Orada
olsaydım size yolun kenarında kızıl bir kum tepesinin yanında onun kabrini
gösterirdim.[60]
Zeyn İbnü'l-Müneyyir
şöyle demiştir: Başlıktaki "vb. yerler" ifadesi ile, kendisine
yolculuk yapmanın caiz olduğu Harameyn (Mekke ve Medine) kas-dediimişiir. Yine,
Hz. Musa'nın yaptığına uymak suretiyle; yanlarında bulunmanın bereketinden
istifade etmek, onlara indirilen rahmetten nasipdar olabilmek amacıyla
peygamberlerin, şehitlerin ve Allah dostlarının kabirlerinin yakınına gömülmeyi
istemek de caizdir.
Bu, Beytü'I-Makdis'te
gömülü olan-peygamberlere yakın olmayı istemekle ilgilidir. Kadı Iyaz'm tercih
ettiği görüş budur. îbn Battal'm naklettiğine göre Hz. Musa'nın Beytü'l-Makdise
girmeyi değil de oraya bir taş atımı mesafeye gömülmeyi istemesinin hikmeti,
kabrinin yerinin gizli kalmasını sağlayarak milletinden cahillerin kendisine
ibadet etmesini önlemektir.
Ölünün bir bölgeden
başka bir bölgeye nakledilmesi konusunda ihtilaf edilmiştir.
Bir görüşe göre bu
onun gömülmesini geciktirdiği ve saygınlığını zedelediği için mekruhtur.[61] Bir
görüşe göre bu müstehaptır. En doğru görüş bu konuda şöyle bir ayırım
yapmaktır:
a. Faziletli
yerlere gömülmek vb. gibi, başka yere gömmeyi tercih ettirecek bir sebep yoksa
başka yere nakletmek mekruhtur. Bu konuda mekruhluğun farklı dereceleri vardır,
kimi durumlarda bu haramlık seviyesine ulaşabilir.
b. Faziletli
bir mekana gömülme vb. gibi bir durum söz konusu ise bu müstehaptır. Nitekim
Mekke vb. şerefli yerlere Ölünün nakledilmesinin müstehap olduğunu
belirtmiştir.
1340- İbn
Abbas radıyaiiâhu anh şöyle demiştir: Hz. Peygamber sallallâhu aleyhi ve geceleyin defnedilmiş olan bir adamın cenaze
namazını kıldı. Hz. Peygamber sallallâhu a!eyhi ve sdiem ve ashabı namaza
durdular. Hz. Peygamber sallallâhu aleyhi ve sellem "Bu kimdir?" diye sordu. Sahabe:
"Falan kişidir. Dün gece defnedildi" dediler. Bunun üzerine onun
namazını kıldılar.
Buhârî konu başlığım
bu şekilde koymakla, Câbir'in rivayet ettiği: "Resûlullah sallallâhu
aleyhi ve sellem bir zorunluluk
olmadıkça ölünün geceleyin defnedilmesini yasakladı" hadisini delil
getirerek geceleyin ölü defnetmeyi yasaklayanları reddetmek istemiştir. Bu
hadisi İbn Hıbbân rivayet etmiştir. Ancak Müslim, rivayetinde bunun sebebini
şu şekilde açıklamıştır:
Bir gün Hz. Peygamber sallallâhu
aleyhi ve sellem hutbe okuyarak
ashabından ölen, değersiz bir kefen ile kefenlenen ve geceleyin gömülen bir
adamdan bahsetti. Bir zorunluluk bulunmadıkça cenaze namazı kılınmayan kişinin
geceleyin defnedilmesini yasakladı. Şöyle buyurdu: "Sizden biri kardeşinin
cenazesi ile ilgilenirse güzel bir kefen seçsin." Bu hadis, geceleyin
gömmenin kefenin güzel yapılması ile ilgili olduğunu göstermektedir.
Buhârî, geceleyin
gömmenin caiz olduğuna İbn Abbas'm şu sözünü delil getirmiştir: "Hz.
Peygamber sallallâhu aleyhi ve sellem adamı geceleyin defnetmelerini yadırgamadı,
durumunu kendisine bildirmemelerini yadırgadı." Buhârî bunu, sahabenin Hz.
Ebû Bekir'i geceleyin defnetmeleri ile desteklemiştir. Bu, âdeta geceleyin
defnetmenin caiz olduğu konusunda onların İcma ettiği anlamına gelir.
1341- Hz.
ÂlŞe radıyaiiâhu anh ŞÖyle demİŞÜr: Hz. Peygamber sallallâhu aleyhi ve sellem
hastalandığı
zaman, hanımlarından bazıları Habeş ülkesinde gördükleri Mâriye isimli bir
kiliseden bahsettiler. Ümmü Seleme ve Ümmü Habîbe radıyaiıshu anh Habeş
ülkesine gitmişlerdi. Onlar bu kilisenin güzelliğinden, içindeki resimlerden
bahsettiler. Bunun üzerine Hz. Peygamber sallallâhu aleyhi ve sdiem başını
kaldırdı ve
şöyîe buyurdu: "Onlardan salih bir
kimse ölünce kabrinin üzerine mescit inşa ederler sonra da içine bu
(anlattığınız) şekilde resimler yaparlar. Onlar Allah katında mahlukatın en
şerlileridir."
Bu konuda, kabir
üzerine mescit inşa edenleri lanetleyen Hz. Âişe'nİn rivayet ettiği hadis sekiz
konu önce geçmişti.[62]
Zeyn îbnü'I-Müneyyir
şunları kaydeder: Buhârî başlığın ilk bölümü ile "kabrin üzerine orası
kabir olduğu için mescit yapmak"tan bahsetmiştir. Burada kabir olmasa
oraya mescit yapılmazdı. Kabirlik alana kabirlerden ayrı olarak mescit yapıp,
namaz kılmak gerekli olunca bundan başka bîr yer bulunmazsa orada namaz kılmanın
caiz olması da bunu desteklemektedir. Nitekim Mescid-i Nebevî de el-BakîT
kabristanlığına yakındır.
Daha önce geçtiği
üzere, kabirlere mescit yapılmasının yasak olmasının sebebi, buralarda hadiste
de belirtildiği şekilde ehl-i kitabın yaptığı gibi fiiller yapma korkusudur.
Bundan emin olunduğunda kabristanda mescit yapılmasında bir sakınca yoktur.
Seddü'z-zerîa
[63]
(Kötülüğe giden yolu daha baştan kapatma) prensibini kabul edenler, bunun
mutlak olarak yasak olduğunu söyleyebilirler. Bu meselede güçlü olan görüş de
budur.
1342- Enes
radıyaiıshu snh §öyle demiştir: Resûlullah'ın sallallâhu aleyhi ve sellem kızının cenazesine katıldık. Resûlullah sallallâhu
aleyhi ve sellem kabrin üzerinde
oturuyordu. Gözlerinden yaşlar boşandığını gördüm. Resûlullah: "Bu gece
karısı ile cinsel ilişkide bulunmayan var mı?" buyurdu. Ebû Talha;
"Ben" dedi. Resûlullah: "O halde kabre in" buyurdu. Bunun
üzerine Ebû Talha kabre inerek, onu kabre koydu.
1343- Câbir
İbn Abdullah radiyaiiâhu anh şöyle anlatır: Hz. Peygamber sallallâhu aleyhi ve sellem
Uhud şehitlerinden ikişer kişiyi bir
elbise ile kefenliyor sonra "Bunların hangisi Kur'ân'ı daha çok
öğrenmiştir?" diye soruyordu. Onlardan birine işaret edilirse onu lahde
daha önce koyardı. Hz. Peygamber sallallâhu aleyhi ve sellem daha sonra şöyle buyurdu: "Ben kıyamet
gününde bunlara şahidim."
Hz.Peygamber sallallâhu
aleyhi ve sellem Uhud şehitlerinin
kanları ile gömülmesini emretti. Onlar yıkanmadı, namazları da kılınmadı.[64]
1344- Ukbe
İbn Amir radıyaiiâhu anh şöyle demiştir: Hz. Peygamber saiyiâhu aleyhi ve sellem
bir gün çıkarak (Uhud dağına gidip), Uhud
şehitleri için cenaze namazı gibi namaz kıldı. Sonra (Medine'ye gelerek)
minbere çıktı ve şöyle buyurdu: "Ben sizin öncünüzüm (âhirete sizden önce
gideninizim). Ben sizin için şahidim. Vallahi ben şu an havuzuma bakıyorum.
Bana yeryüzünün hazineleri (yahut anahtarları) verildi. Vallahi ben sizin
benden sonra şirke düşeceğinizden korkmuyorum, ancak sizin (dünya için)
birbiriniz ile rekabet etmenizden korkarım.[65]
Zeyn İbnü'l-Müneyyir
şöyle demiştir: Buhârî konu başlığı ile "şehit için cenaze namazı kılmanın
hükmü"nü kasdetmiştir. Bu sebeple bu konuda, şehit için cenaze namazı
kılınmayacağım gösteren Câbir hadisi ile, cenaze namazı kılınacağını gösteren
Ukbe hadisini rivayet etmiştir. Buhârî burada şunu da kasdetmiş olabilir: İki
hadisten de ilk anda anlaşılan anlama göre amel etmek suretiyle, şehitlerin
namazı onların defninden önce değil, kabirlerinde iken kılınır. Yıkanmayan ve
namazı kılınmayan şehitten kasıt, kâfirlerle yapılan savaşta, savaş meydanında
ölen müslümandır.
Buhârî'nin daha
sonraki "şehidin yıkanacağını kabul etmeyenler" ifadesinde kasdedilen
şehit de böyledir. Bu konuda kadm-erkek, küçük-büyük, hür-köle, salih olan ile
olmayan arasında bir fark yoktur.
Şehit Kime Denir?
Şehit, kâfirlerle
yapılan savaşta, savaş meydanında ölen müslümandır. Bu tarifteki "savaş
meydanında ölen" ifadesi ile, savaş sırasında yaralanan, bundan sonra bir
süre yaşayan kimseler, "kâfirlerle yapılan savaşta" ifadesi ile
isyankâr Müslümanlarla yapılan savaşta ölen Müslüman kimseler tarifin dışında
bırakılmıştır. Bu tarif, belirtilen şekilde ölmediği halde şehit sayılan
kişileri de hükmün dışında bırakmaktadır. Söz konusu kişilere âhiretteki sevap
açısından şehit denilmektedir. Bu söylediklerimiz, âlimlerden nakledilen sahih
görüşlere uygun olan açıklamalardır.
Savaş meydanında ölen
şehidin cenaze namazının kılınıp kılınmamasi konusundaki görüş ayrılığı
meşhurdur. Bu konuda Tirmizî şöyle der: Bazıları şehidin cenaze namazının
kılınacağını kabul etmişlerdir ki, bunlar Kûfeliler ve İshak'tır. Bazıları da
şehidin cenaze namazının kılınmayacağı görüşünü kabul etmişlerdir. Bunlar da Medineliler
ile Şâfıî ve Ahmed İbn Hanbei'dir.
Şafiî el-Ümm'de şöyle
demektedir: "Mütevatİr yollarla gelen haberler, bizlere gözümüzle görme
ölçüsündeki kesinlikle Hz. Peygamber'in saüaiiâhu aleyhi ve seikm Uhud
şehitleri için cenaze namazı kılmadığını göstermektedir. Hz. Peygamber'in
onların cenaze namazını kıldığı ve Hz. Hamza için yetmiş tekbir aldığına dair
rivayet sahih değildir. Böyle bir rivayete dayanarak belirttiğimiz şekildeki
sahih hadislere muhalefet edenin haya etmesi gerekir. Ukbe hadisine gelince,
bizzat hadiste Hz. Peygamber'in bu fiili sekiz yıl sonra yaptığı
söylenmektedir. Oysa muhalif görüşte olanlar, ölünün gömülmesinin üzerinden
uzun süre geçtiğinde onun cenaze namazının kılınmayacağı görüşünü
benimsiyorlar. Hz. Peygamber bu fiili ile sanki ecelinin yaklaştığını öğrenince
onlara veda eder tarzda onlar için dua ve istiğfar etmiştir. Bu, daha önceki
sabit hükmün neshedildİğinİ göstermez. Şafiî'nin söz ettiği "sekiz
yıl" geçmesi ve "Hz. Peygamber'in veda etmesi" konusunu Buhârî
de rivayet etmektedir. "Şâfıîlerdekİ en sahih görüşe göre bu konudaki
görüş ayrılığı onların cenaze namazının kılınmasının yasak olması ile
ilgilidir. Diğer bir görüşe göre ise görüş ayrılığı onların cenaze namazını
kılmanın müstehap olup olmadığı İle İlgilidir. Hanbelîler'den nakledilen de
budur.
Mâverdî, İmam Ahmed'in
şu sözünü nakletmiştir: "Şehidin cenaze namazını kılmak daha iyidir.
Bununla birlikte insanlar onun cenaze namazını kılmazlarsa bu da yeterli
olur."
Yukarıdaki Câbir
hadisi ile İlgili ele alınması gereken pek çok mesele bulunmaktadır. Biz
bunları Megazî bölümünde ele alacağız.[66]
1- İki
erkeğin zaruret sebebiyle bir kefenle kefenlenmesi caizdir. Bu ya onları bir
arada kefenlemek, yahut da elbiseyi ikiye kesmek suretiyle olur.
2- İki
kişiyi bir lahde defnetmek caizdir.
3- Lahde
koyarken iki kişiden daha faziletli olanın önce konulması müstehaptır.
4- Savaş
meydanında şehit olan kişi yıkanmaz.
5- Bu hadis,
şehidin cenaze namazının kılınmasının meşru olduğuna delil getirilmiştir. Şafiî'nin
buna cevabı yıkanda geçmişti.
6- Tahavî
şöyle der: Hz. Peygamber'in sallallâhu aleyhi ve sellem Uhud şehitleri için cenaze namazı kılmasında
şu üç ihtimalden biri söz konusudur:
a. Bu fiil,
Hz. Peygamber'in daha
önceki "şehitlerin
cenaze namazını kılmama"
fiilini neshetmıştir (yürürlükten kaldırmıştır).
b. Şehitler
için geçerli uygulama, ancak gömülmelerinin üzerinden bu kadar bir zaman
geçtikten sonra cenaze namazlarının kılınmasıdır.
c. Başkalarının
cenaze namazını kılmak farz olduğu halde şehitlerin cenaze namazını kılmak
caizdir. Zamanımızda bu
konuda tartışanlar, şehidin gömülmesinden önce
namazının kılınıp kılınmamasmı tartışmaktadırlar. Şehitlerin gömülmesinden sonra
cenaze namazlarını kılmak
sabit olunca, gömülmeden önce
namazlarını kılmak haydi haydi caiz olur.
Tahavî'nin zikrettiği
bu ihtimallerin yanı sıra şu ihtimaller de bulunmaktadır:
a. Hz.
Peygamber'in şehitler İçin cenaze namazı kılması ona özgü bir özelliktir.
b. Bu, onlar
için bir dua mahiyetindedir.
c. Bu,
yalnızca bir defa gerçekleşmiş muayyen bir fiildir, genel bir uygulama
değildir. Yerleşik bir hükmü def etme konusunda bu nasıl delil teşkil edebilir?
Alimlerden hiç kimse
Tahavî'nin zikrettiği ikinci ihtimali kabul etmemiştir.
Nevevî ise bu konuda
şunları kaydeder: Buradaki "salât" sözcüğünden kasıt namaz değil,
duadır. Bu duanın, ölüler için yapılana benzemesinin anlamı, Hz. Peygamber'in
şehitlere, ölüler için yaptığı dualara benzer şekilde dua etmesidir.
Hz. Peygamber'in sallallâhu
aleyhi ve sellem "Vallahi ben şu an havuzuma bakıyorum" ifadesi ile
bu sözden ilk anda anlaşılan anlam kasdedilmiştir. Sanki o bu sözü söylerken,
havuz kendisine keşfolunmuştur. Havuz konusunda detaylı açıklama ileride
gelecektir.[67]
Hz. Peygamber'in sallallâhu
aleyhi ve sellem "Ben sizin şirk
koşmanızdan korkmuyorum" ifadesi, sizin tümünüzün şirke düşmesinden
korkmuyorum anlamındadır. Çünkü ümmet içinden bazıları şirke düşmüştür.
Bu hadis Hz.
Peygamber'in sallallâhu aleyhi ve sellem mucizelerindendir. Bu sebeple Buhârîbu hadisi
Peygamberlik Alâmetleri bölümünde de rivayet etmiştir. Bu hadisle ilgili diğer
açıklamalar orada gelecektir.[68]
1345- Câbir
İbn Abdullah radıyaiiâhu anh şöyle demiştir: Hz. Peygamber sallallâhu aleyhi
wsekm Uhud şehitlerinden ikişer kişiyi bir kabre koydurdu.
Bu hadis, iki kadının
bir kabre konulmasının da caiz olduğunu gösterir.
Bir erkek ve kadının
aynı kabre gömülmesine gelince, Abdürrezzak, Vasile ibn Eska'dan hasen bir
senetle şunu rivayet etmiştir: "Erkek ve kadın bir kabre gömülür, önce
erkek sonra da kadın konulurdu." Bu durumda aralarına topraktan bir engel
yapılır. Özellikle de kadın ile erkek birbirine yabancı ise engel kesin olarak
konulur.
1346- Câbir
radıyaiiâhu anh, Hz. Peygamber'in (Uhud şehitleri hakkında) şöyle dediğini
söylemiştir:
" Onları
(şehitleri) kanlan ile defnediniz." Hz. Peygamber sallallâhu aleyhi ve sellem
onları yıkattırmadı.
İmam Ahmed İbn Hanbel,
bir başka yolla Câbir'den Uhud şehitleri ile ilgili olarak şunu rivayet
etmiştir: "Onları yıkamayın. Çünkü onlann her bir yarasından kıyamet günü
misk fışkıracak." Onlann namazı da kılınmadı. Bu rivayette şehitlerin
yıkanmamasmın hikmeti de açıklanmıştır.
Buhârî, Câbir hadisini
muhtasar olarak "onları yıkattırmadı" şeklinde rivayet etmiştir.
Bu hadisin genel
ifadesi şehidin cünüp ve adetli bile olsa yıkanmayacağına delil getirilmiştir.
Şâfiîler'deki en doğru görüş de budur. Diğer bir görüşe göre cünüp olan şehit,
ölüyü yıkama niyetiyle değil cünüplüğü sebebiyle yıkanır. Çünkü Hanzala
ibnü'r-Râhib'le ilgili olayda, Uhud savaşında cünüp olarak şehit olması
sebebiyle onu meleklerin yıkadığı söylenmiştir. Hanzala'nın olayı meşhur olup
İbn İshak ve diğer âlimler tarafından rivayet edilmiştir. Buna şu şekilde
itiraz edilmiştir; "Şayet cünüp olan şehidi yıkamak farz olsaydı,
meleklerin yıkaması ile yetinilmezdi. Bu, şehidi yıkama yükümlülüğünün onu defnetmekle
uğraşan kişiden düştüğünü gösterir."
Olü, kabrin bir yönüne
konduğu için buraya lahid denilmiştir. Bir yerden sapan kişiye
"mülhid" denir. Sapma yerine "mültehad" denir. Şayet kabir
düz olsaydı buna "darîh" denirdi.
1347- Câbir
İbn Abdullah radıyaiiâhu anh şöyle demiştir: Hz. Peygamber sallallâhu aleyhi ve
sellem Uhud şehitlerinden ikişer kişiyi
bir elbise ile kefenliyor sonra "Bun-lann hangisi Kur'ân'ı daha çok
öğrenmiştir?" diye soruyordu. Onlardan birine işaret edilirse onu lahde
daha önce koyardı. Hz. Peygamber sallallâhu aleyhi vesilem daha sonra şöyle
buyurdu: "Ben kıyamet gününde bunlara şahidim."
Hz. Peygamber
sdiaiiâhu aleyhi ve sellem Uhud
şehitlerinin kanları ile gömülmesini emretti. Onlann namazını kılmadı, onları
yıkattırmadı.
1348- Câbir
İbn Abdullah radıyaiiâhu anhuma şöyle demiştir: Resûlullah sallallâhu aleyhi ve
sellem (birlikte kabre koyacağı) Uhud
şehitleri hakkında: "Bunların hangisi Kur'ân'ı doha çok öğrenmiştir?"
diye sorar, kendisine birisi gösterildiği zaman onu diğerinden önce kabre
koydururdu.
Câbir radıyaiiâhu anh
şöyle demiştir: "Babam ve amcam yünden bir bürde ile birlikte
kefenlendiler."
Bu bölümde bir kabre
birden fazla kimse konulacağında hangisinin lahde önce konulacağı ele alınmaktadır.
Hadisler, Kur'ân'ı daha çok öğrenmiş olanın lahde daha önce konulacağını
göstermektedir. Bu, imamlık konusunda Kur'ân'ı daha çok bilenin öne geçmesi
gibidir.
Dilciler şöyle
demişlerdir: "Lahid" kelimesi aslen bir şeyden meyletmek ve sapmak
anlamına gelir. Dinden meyleden kişiye de "mülhid" denilir. Mezar
içinde ölünün konduğu yere "lahid" isminin verilmesi, kabrin bir
yönüne doğru yarılması, kabrin ortasından kıble yönüne doğru sapılması
sebebiyledir. Kıble tarafına doğru ölünün sığacağı kadar bir oyuk açılır ve ölü
buraya konulur, buranın kenarı tuğla ile örülür.
Buhârî'nİn "Şayet
kabir düz olsaydı buna darîh denilirdi" sözü göstermek-dedir ki, darîh
kabrin düz olarak yarılması ve Ölünün buraya defnedilmesidir. Bu hadisle ilgili
diğer açıklamalar Megâzî bölümünde gelecektir.[69]
Hadis, Kur'ân okuyan
kişinin üstünlüğünü açık olarak göstermektedir. Fıkıh ve zühd ehli ile diğer
fazilet sahipleri de Kur'ân okuyan kimseler gibi değerlendirilir ve aynı
hükümdedir.
1349- Ibn
Abbas radıyaiiâhu anh, Hz. Peygamber'den saiiaiıshu aleyhi ve sellem şunu rivayet etmiştir: "Allah Mekke'yi
haram kıldı. Ne benden önce ne de benden sonra hiç kimse için helal kılmadı.
Benim için de yalnızca günün bir anında helal kıldı. Mekke'nin otu kopanlmaz,
ağacı kesilmez, avı ürkütülmez. Bulunan bir eşyası alınmaz, ancak tanıtmak için
alınır." Bunları duyan Abbas: "Dökümcülerin kullandığı ve kabirlerde
kullandığımız ızhır otu hariç" dedi. Hz. Peygamber de: "Izhır otu
hariç" buyurdu. Ebû Hüreyre, Hz. Peygamber'den, sallallâhu aleyhi ve senem
naklen "Kabirlerimiz ve evlerimiz için kullandığımız ızhır otu hariç"
demiştir.
İbn Abbas radıyaiiâhu
anh: "Demircilerin kullandığı ve evlerde kullanılan ızhır otu hariç"
diye rivayet etmiştir.[70]
Buhârî, Mekke'nin
haram kılınması ile ilgili rivayet ettiği İbn Abbas hadisinde şöyle demiştir:
"Abbas, bizim dökümcülerimizin işlerinde kullandığı ve kabirlerimiz için
kullanılan ızhır otu hariç, dedi." Bu hadisten çıkan hükümlerle ilgili
açıklamalar Hac bölümünde gelecektir.[71]
1350- Amr,
Câbir İbn Abdullah'ın radıyaiiâhu anh şöyle dediğini anlatır: (Münafıkların
başı) Abdullah İbn Übey çukuruna (mezarına) gömüldükten sonra Resûlullah sallallâhu
aleyhi ve sellem kabrinin başına geldi
ve çıkarılmasını emretti. Onu dizlerine oturttu. Üzerine mübarek tükürüğünden
üfledi, gömleğini ona giydirdi. Artık onun durumunun ne olacağını en iyi Allah
bilir. Resûlulîah sallallâhu aleyhi ve sdiem
Abbas'a da bir gömlek giydirdi. Süfyan ve Ebû Harun şöyie dediler: Resûlullah'ın
sallallâhu aleyhi ve sellem üzerinde iki
gömîek vardı. Abduliah İbn Übey'in oğlu ona: "Ey Allah'ın Resulü! Babama,
senin teninin dokunduğu gömleği giydir" dedi. Süfyan dedi ki: Hz. Peygamber'in
Abdullah'a gömleği vermesi, (onun daha önce yaptığı bir iyiliğe) karşılık idi.
1351- Cabir
radıyaiiâhu anh şöyle dedi: Uhud savaşına çıkılacağı gün babam beni geceden
çağırdı ve şöyle dedi: "Öyle zannediyorum ki ben Allah Resûlü'nün sallallâhu
aleyhi ve sellem ashabı içinde ilk
olarak öldürülecekler arasında olacağım. Benim, Resûlullah'm canı dışında
geride bıraktığım en değerli varlık sensin. Benim borcum var, onu öde. Kız
kardeşlerine iyi davran."
Sabah oldu. (Gerçekten
de babam) savaşta ilk öldürülenler arasında idi. Onunla birlikte kabre bir kişi
daha konuldu. Sonra babamı başka bîri ile mezara koymaya gönlüm elvermedi.
Aradan altı ay geçtikten sonra babamı (başka bir kabire koymak üzere) kabrinden
çıkardım. Bir de baktım ki kulağı dışında neredeyse vücudunun tamamı koyduğum
günkü gibiydi.[72]
1352- Câbir
radıyaiiâhu anh şöyle dedi: (Uhud savaşında) babamla birlikte kabre bir adam
daha konuldu. Benim içim rahat etmediğinden babamı kabrinden çıkardım, tek
başına bir kabre koydum.
Buhârî konu başlığını
bu şekilde koymakla, ölüyü kabirden çıkarmayı mutlak olarak haram sayan veya
bir sebeple caiz görüp başka bir sebeple caiz görmeyenleri (örneğin yıkanmadan
ve namazı kılınmadan gömülmüş olması durumu vb. gibi) reddetmektedir.
Câbir'den rivayet
edilen İlk hadis, ölü için bereketin artması gibi ona ilişkin bir maslahat
sebebiyle kabrinin açılmasının caiz olduğuna delildir.
Câbir'den rivayet
edilen ikinci hadis, hayatta olan kişiye ilişkin bir durum sebebiyle ölünün
kabrinin açıklamasının caiz olduğuna delildir. Çünkü bir Ölünün başka bir ölü
İle birlikte gömülmüş olmasının ölüye bir zararı yoktur. Câbİr bunu
"gönlüm elvermedi / içim rahat etmedi" İfadesi ile dile getirmiştir.
Buhârî'nîn konu
başlığındaki "lahit" İfadesi de bu şekilde yorumlanır. Çünkü Câbir'in
babası lahitteydi.
Hadiste bahsedilen
Abbas, Hz. Peygamber'in amcası Abbas İbn Abdülmuttalib'tir.
Süfyan'ın sözü
muttasıl olarak Buhârî'de Cihad bölümünde, "esirleri giydirmek"
konusunda, Abdullah İbn Muhammed aracılığıyla rivayet edilmiştir. Oradaki
rivayette şöyle denilmektedir: "Bedir savaşı bittikten sonra esirler
getirildi. Esirlar arasında (Hz. Peygamber'in amcası) Abbas da vardı. Abbas'ın
üzerinde elbisesi yoktu. Onun ölçüsüne uyan Abdullah İbn Übey'in bir elbisesini
buldular. Hz. Peygamber sallallâhu aleyhi «e sellem bu elbiseyi Abbas'a giydirdi. İşte Hz.
Peygamber Abdullah İbn
Übey'e giydirdiği gömleği
buna karşılık olarak el-Müstedrek
adlı eserinde Vâkıdî'den, Câbir'in babasının "Zannediyorum ki" diye
başlayan sözündeki zarının sebebinin gördüğü bir rüya olduğunu söylemiştir.
Câbir'in babası rüyasında Bedir'de şehit olan Mübeşşir İbn Abdülmünzir'İ gördü.
Bu zat ona "Bugünlerde sen de bizim yanımıza geleceksin" dedi.
Câbir'in babası bunu Hz. Peygamber'e sallallâhu aleyhi ue sellem anlatınca Hz. Peygamber sallallâhu aleyhi ve
setiem "Bu, şehitliktir" dedi.
İbnü's-Seken'de yer
alan Ebû Nadre'nin Câbir'den rivayetine göre babası ona şöyle dedi: "Ben
kendimi ölüme arz edeceğim...."
İbnü't-Tîn şöyle dedi:
Câbir'in babası bu sözü, kendi niyetini açıklamak için söylemişti. O "Hz.
Peygamber'in ashabından ilk öldürüleceklerden biri olacağım" sözü ile
ashaptan başkalarının da öldürüleceğini ifade etti. Bu sözle, Hz. Peygamber'in,
sallallâhu aleyhi ve sellem ashabının
bir kısmının öldürüleceğine dair verdiği habere işaret etmiştir.
Câbir'in babasının
yukarıdaki sözde ifade edilen borcunun miktarı ve Câbir'in kız kardeşlerinin
sayısı ileride gelecektir.[73]
Câbir'in babası İle
birlikte gömülen kişi, Amr İbn Cemûh İbn Yezîd İbn Haram el-Ensârî'dir. Bu zât,
Câbir'in babasının arkadaşı ve kız kardeşi Hind binti Amr'ın da kocası idi.
Taberânî, sahih bir
senetle Muhammed İbnü'l-Münkedir aracılığıyla Câbir'den; babasının Uhud
savaşında şehit edildiğini, sonra da kendisine müsle yapıldığını, burnunun ve
kulaklarının parçalandığını söylemiştir. Bu hadisin aslı Müslim'dedir. Bu
rivayet ile yukarıdaki hadis çelişmez. Çünkü bu rivayetten müşriklerin onun
kulaklarının bir bölümünü kestikleri, tümünü kesmedikleri
1. Çocukların, özellikle
de ölümlerinden sonra,
ana-babalarına iyilik yapmaya
İrşad edilmesi,
2. Bunu
sağlamak için, çocukların ana-babalar nezdindeki değerinin onlara İfade
edilmesi,
3. Abdullah'ın
(Câbir'in babasının) güçlü imana sahip olması. Çünkü o geride bıraktığı en
değerli şey olarak
çocuğundan önce Hz.
Peygamber'i zikretmiştir.
4. Durumun
Abdullah'ın dediği gibi çıkması onun kerametini gösterir. Kabirde altı ay kadar
bir zaman kaldığı halde cesedinin çürümemesi de onun kerametidir. Anlaşıldığı
kadarıyla bu şehitlik makamı sebebiyledir.
Bu hadis Câbir'in
üstünlüğünü de gösterir. Çünkü o babasının ölümünden sonra, onun kendisine
vasiyet ettiği şekilde onun borcunu ödemiştir.
1353- Câbİr
İbn Abdullah mdıyaiiâhu anh şöyle demiştir: Hz. Peygamber sallallâhu aleyhi ve sellem
Uhud savaşında şehit olan ikişer kişiyi
bir araya getirerek "Bunların hangisi Kur'âriı daha çok öğrenmiştir?"
diye sorardı. Kendisine bunlardan biri Kur'ân'ı daha çok bilirdi diye
gösterildiğinde onun Iahde önce konulmasını istemiş ve şöyle buyurmuştur:
"Ben kıyamet günü bunlara şahidim."
Hz. Peygamber sallallâhu
aleyhi ve sellem onların kanları ile
gömülmesini emretmiş, onları yıkattırmamıştır.
Hasan, Şüreyh,
İbrahim, Katâde şöyle demiştir; Ana-babadan biri Müslüman olursa, çocuk
Müslüman olan ile birliktedir.
İbn Abbas radıyaiiâhu
anh annesi İle birlikte müstezaflardan (Mekke'de zayıf düşürülmüşlerden) idi.
Babası ile birlikte kavminin dinine mensup değil idi. O şöyle demiştir:
"İslam üstündür, ona üstün gelinmez."
1354-
Abdullah Ibn Ömer radıyaiiâhu anh şöyle demiştir:
Ömer, Hz. Peygamber
saibiiâhu aleyhi ve sellem ile birlikte
bir topluluk içinde Ibn Sayyâd'ın yanına gitti. Onu, Meni Megâle kabilesinin
kasrı yanında çocuklarla oynarken buldular. Ibn Sayyâd o sıra ergenliğe
yaklaşmıştı. Hz. Peygamber sallallâhu aleyhi ve sellem onun yanma gelip de kendisine hafifçe
vuruncaya kadar O'nun geldiğini fark etmedi.
Hz. Peygamber, sallallâhu
aleyhi ve sellem İbn Sayyâd'a: "Sen
benim Allah'ın resulü olduğuma şahitlik ediyor musun?'1 diye sordu.
İbn Sayyâd ona baktı
ve şöyle dedi: "Şahitlik ederim ki sen ümmîlerin resulüsün."
Daha sonra İbn Sayyâd
Hz. Peygamber'e saUaiiâhu aleyhi ve sellem : "Sen, benim Allah'ın resulü
olduğuma şahitlik eder misin?" diye sordu.
Resûlullah (Müslüman
olmasından ümidi kesip) onun sorusuna cevap vermeden şöyle dedi: "Ben
Allah'a ve resullerine iman ettim."
Allah Resulü ona
sordu: "Sen rüyanda neler görüyorsun bakalım?"
İbn Sayyâd: "Bana
(rüyamda) doğru haberler de yalan haberler de gelir"
Bunun üzerine Hz.
Peygamber: sallallâhu aleyhi ve sellem "İş senin için karıştırılmış :nin sana
durumu karmaşık gösteriyor)" dedi daha sonra şöyle buyurdu: bir şey
tuttum, haydi bunu bil."
İbn Sayyâd: "O
duh'tur (dumandır)" dedi.
Hz. Peygamber: sallallâhu
aleyhi ve sellem "Yıkıl git. Sen
haddini tecavüz edemez-sin" buyurdu.
Ömer radıyallâhu anh:
"Ey Allah'ın Resulü! Bırak da boynunu vurayım" dedi. •
Hz. Peygamber sallallâhu
aleyhi ve sellem : "(Bırak) Şayet o deccal ise sen ona bir §eyyapamazsın.
Deccal değil ise onu öldürmende senin için bir hayır yoktur.[74]
1355- Salim, İbn Ömer'den şunları duyduğunu söyledi:
Bu olaydan sonra
Resûîullah sallallâhu aleyhi ve sellem ve Übey İbn Kâ'b, İbn Sayyâd'ın bulunduğu
hurma bahçesine gittiler. Hz. Peygamber sallallâhu aleyhi ve sellem İbn Sayyâd kendisini görmediği halde onun ne
söylediğini dinleyerek onu gafil avlamak istiyordu. Hz. Peygamber sallallâhu
aleyhi ve sellem onun kadifeden elbisesi içinde yan yatmış olduğunu gördü. Bu sırada bir hurma
ağacının arkasına gizlenmiş olan İbn Sayyâd'm annesi ResûluUah'ı sallallâhu
akyhi ve sellem gördü ve İbn Sayyâd'a
"Ey Safi (Bu İbn Sayyâd'm ismidir) işte Muhammed" dedi. Bunun üzerine
İbn Sayyâd sıçradı. Hz. Peygamber sallallâhu aleyhi w sellem "Şu kadın bıraksaydı (onu uyandırmasaydı)
İbn Sayyâd'm hali bize onun ne olduğunu açıklardı" demiştir.
[75]
1356- Enes
radyaiiâhu anh şöyle demiştir:
Hz. Peygamber'e
saüaiiâhu aleyhi ve sellem hizmet eden
Yahudi bir çocuk vardı. Bu çocuk hastalandı. Hz. Peygamber sallallâhu aleyhi ve
sellem onu ziyaret etti, başucunda
oturdu. Çocuğa "Müslüman ol" dedi. Çocuk yanında duran babasına
baktı. Babası ona "Ebû Kâsım'a itaat et" dedi. Bunun üzerine çocuk
Müslüman oldu. Hz. Peygamber sallallâhu aleyhi ve sellem çocuğun yanından çıktı ve şöyle dedi:
"Onu ateşten (cehennemden) kurtaran Allah'a hamd olsun.[76]
1357- İbn
Abbas radıyaiiâhu anh şöyle demiştir: Ben ve annem müstezatlardan
[77]
idik. Ben çocuklardan, annem ise kadınlardan (müstezaflardan) idi.[78]
1358- İbn
Şihâb şöyle demiştir:
Ölen çocuk zina
mahsulü de olsa onun namazı kılınır. Çünkü çocuk İslâm fıtratı üzerine
doğmuştur. Ana-babası, yahut yalnızca babası Müslüman olduğunu iddia ederse,
annesi Müslüman olmasa bile, çocuk ağlıyarak doğmuş ise namazı kılınır. Doğum
sırasında ağlamayan çocuk, düşük olduğu için onun namazı kılınmaz.
Ebû Hüreyre Hz.
Peygamber'den aleyhi ve sellem şunu
aktarırdı:
"Doğan her çocuk
(İslâm) fıtrat üzerine doğar. Daha sonra (şayet ana-babası Müslüman değilse)
ana-babası onu Yahudi, Hristiyan veya Mecûsî (ateşperest) yapar. Nitekim her
hayvanın yavrusu organları tam ohrak doğar. Hiç yavrunun burnunda, kulağında
eksik bir şey görüyor musunuz?"
Daha sonra Ebû Hüreyre
şu âyeti okumuştur: "Yüzünü hanif olarak (şirkten uzak olarak) dine
döndür. Allah'ın fıtratına, ki O insanları bu fıtrat üzerine yaratmıştır.[79]
1359- Ebû
Hüreyre radıyallâhu anh, Resûlullah'ın şöyle buyurduğunu söyledi:
"Doğan her çocuk
fıtrat üzerine doğar. Sonra ana-babası onu Yahudi, Hristiyan veya Mecûsî yapar.
Nitekim her hayvanın yavrusu, organları tam olarak doğar. Hiç yavrunun
burnunda, kulağında eksik, kesik bir şey görüyor musunuz?"
Daha sonra Ebû Hüreyre
şu âyeti okumuştur: "Yüzünü hanif olarak (şirkten uzak olarak) dine
döndür. Allah'ın fıtratına, O ki insanları bu fıtrat üzerine yaratmıştır.
Allah'ın yaratmasında bir değişiklik yoktur. İşte dosdoğru din budur."
Bu konu başlığı,
çocuğun Müslüman olmasının geçerli olduğunu göstermek için konulmuştur. Bu konu
daha sonra açıklayacağımız üzere ihtilaflı bir konudur.
Hadis, müşriğin hizmet
için kullanılabileceğini, hasta olduğunda ziyaret edilebileceğini göstermektedir.
Hadiste ahde vefa,
küçük çocuğa hizmet ettirme ve küçüğe Müslümanlığı teklif etme bulunmaktadır.
Şayet çocuğun Müslüman olması geçerli olmasaydı, Hz. Peygamber sallallâhu
aleyhi w sellem ona Müslüman olmasını teklif etmezdi. Hz. Peygamberin "Onu
ateşten kurtaran Allah'a hamd olsun" İfadesi çocuğun Müslüman olmasının
geçerli olduğunu göstermektedir. Yine bu hadis, inkarcılığın (ve imanın)
manasını kavrayan bir çocuğun İnkarcı olarak ölmesi halinde azap göreceğini
göstermektedir.[80]
Ibn Abdilber şöyle
demiştir: Katâde dışında hiç kimse "zinadan doğan çocuğun cenaze namazı
kılınmaz" dememiştir.
Çocuğun cenaze
namazının kılınıp kıhnmaması konusunda ihtilaf edilmiştir. Saîd Ibn Cübeyr
"Ergenliğe ulaşmadıkça çocuğun cenaze namazı kılınmaz" demiştir.
Diğer bir görüşe göre "Çocuk namaz kılacak çağa gelmeden ölmüşse
cenaze namazı kılınmaz." Çoğunluk ise "Düşük
bile olsa, doğarken ses çıkaran çocuğun cenaze namazı kılınır"
demişlerdir.
1360- Saîd
İbnü'i-Müseyyeb babasından şunu aktarmıştır: Ebû Talib'in ölümü yaklaştığında
Resûlullah sallallâhu aleyhi ve sellem onun yanma geİdi. Ebû Cehl Jbn Hişâm,
Abdullah İbn Ebû Ümeyye İbnü'l-Muğîre'nin orada olduğunu gördü.
Resûlullah sallallâhu
aleyhi ve sellem Ebû Tâlib'e: "Amca! Lâ ilahe illallah de. Bu kelimeyi
söyle ki onun sayesinde senin için Allah katında şahit (şefaatçi) olayım"
dedi.
Ebû Cehl ve Abdullah
İbn Ebû Ümeyye: "Ey Ebû Tâlib! Abdülmuttalib'in dininden yüz mü
çeviriyorsun?" dediler.
Resûlullah saiiaiıshu
aleyhi ve sellem amcasına bu kelimeyi
söylemesini teklif ettikçe pılar da söyledikleri sözü tekrarladılar.
Sonunda Ebû Tâlib
onlara son olarak şunu söyledi: "O (yani ben) Abdül-huttalib'İn dini
üzere" dedi ve "Lâ ilahe illallah" demekten sakındı.
Resûlullah sallallâhu
aleyhi ve sellem : "Vallahi, bana yasaklanmadığı sürece ben enin için
istiğfar edeceğim" dedi. Bunun üzerine Yüce Allah onunla ilgili olarak u
âyeti indirdi: "Peygamber ve iman edenlerin, kendi akrabalan bile olsa lüşrikler
için istiğfar etmeleri uygun değildir.[81]
Zeyn İbnü'l-Müneyyir
şöyle demiştir: Konu başlığında müşrikin kelime-i ^vhidi söylemesi halinde ne
olacağı zikredilmemiştir. Çünkü Hz. Peygamber'in âhu aleyhi ve sellem amcasına söylediği "Lâ ilahe illallah de.
Bu kelimeyi söyle ki nun sayesinde senin için Allah katında şahit (şefaatçi)
olayım" sözü farklı nlaşılmaya müsaittir. Çünkü bu ona özgü olabilir.
Çünkü bir başkası, öleceğini ssin olarak anladığı anda bu sözü söylese bunun
kendisine bir yararı olmaz, 'iğer bir ihtimale göre ise Buhârî'nin bunu
zikretme meşin in nedeni, buna vâkıf lan kişinin bunun düşünmeyi ve ayırım
yapmayı gerektiren bir durum Iduğunu anlamasıdır. Mutemed olan ihtimal de
budur. Daha sonra Buhârî, bû Tâlib'in ölümü esnasında yaşanan olayı Saîd
İbnü'l-Müseyyeb aracılığıyla abasından rivayet etmiştir. Bu konuda ayrıntılı
açıklama "Berâe sûresinin :fsiri"nde gelecektir.[82]
Büreyde el-Eslemî,
kabrinin üzerine iki yaş dal konulmasını vasiyet etti.
İbn Ömer,
Abdurrahman'ın kabri üzerinde bir çadır gördü ve (orada bulunan birine)
"Ey genç bunu kaldır! Onu gölgeleyecek olan yalnızca amelidir" dedi.
Hârice İbn Zeyd şeyle
dedi: Hz. Osman zamanında biz genç iken en hızlı sıçrayanımız, Osman İbn Maz'un'un
kabrini zıplayarak geçerdi.
Osman İbn Hakîm şöyle
dedi: Hârice elimden tutarak beni bir kabrin üzerine oturttu ve amcası Yezîd
İbn Sâbit'in şöyle dediğini söyledi: Kendisine bu hareket yapılan kişi
açısından bu mekruh görülmüştür.
Nâfİ' şöyle dedi: İbn
Ömer radıyaiiâhu anh kabirlerin üzerine otururdu.
1361- İbn
AbbaS radıyaiiâhu anh
ŞÖyle Hz. Peygamber
sallallâhu aleyhi ve sellem
Medine'deki
(veya Mekke'deki) bahçelerden birine uğradı. Kabirlerinde azap gören iki
insanın sesini duydu. Bunun üzerine şöyle buyurdu:'7/cisi azap görüyorlar,
(Kendilerince) büyük bir günah sebebiyle azap görmüyorlar. Oysa ki bu büyük bir
günahtır. Birisi idrarından sakınmazdı. Diğeri ise insanlar arasında laf
getirip götürürdü (koğuculuk yapardı)."
Sonra bir dal İstedi.
Dalı ikiye ayırarak her birinin kabrinin başına bir parçasını koydu.
Ona: "Ey Allah'ın
Resulü bunu niçin yaptın" diye soruidu.
O sallallâhu aleyhi ve
sellem şöyle buyurdu: "Umulur ki bu
dallar kurumadıkça onların azabı hafifletilir."
Anlaşıldığı kadarıyla
Büreyde, bu hadislerde ifade edilen şeyi söz konusu iki kişiye özgü
görmediğinden kendi kabrine de böyle yapılmasını vasiyet etmiştir.
İbn Reşîd şöyle
demiştir: Buhârî'nin tasarrufundan anlaşıldığı kadarıyla o, bu durumu yalnızca
söz konusu iki kişiye özgü görüyordu. Bu sebeple İbn Ömer'in "Onu yalnızca
yaptığı ameller gölgeler" sözünü getirmiştir.[83]
Hârice, Zeyd İbn
Sâbit'in oğlu olup, tabiînin güvenilir âlimlerinden birisidir. Medine'de
"fukahâ-i seb'a" (yedi fakih) diye meşhur olan yedi kişiden
birisidir.
Bu hadis, kabirleri
yerden yükseltmenin caiz olduğunu gösterir.
İbnü'l-Müneyyir
el-Haşiye isimli eserinde şöyle demiştir: Buhârî, kabirdekile-re yalnızca salih
amellerinin yarar sağlayacağını anlatmak istemiştir. Kabrin binasını
yükseltmek, kabir üzerine oturmak vb. fiiller şekil açısından bir zarar
vermemekle birlikte, örneğin kabre oturanların dinen zararlı bir şey
konuşmaları durumunda bu zararlıdır. Buharî kabre yaş dal dikmenin hükmünü
belirtmemiş, yalnızca Büreyde'nin sözünü nakletmiştir ki bu söz, kabre yaş dal
dikmenin meşru olduğunu çağrıştırmaktadır. Daha sonra İbn Ömer'in sözünü
nakletmiştir ki bu da kabre konulan şeyin ölüye bir yararının olmayacağını
hissettirmektedir. Yararı olacak olan şey yalnızca kişinin işlediği salih
ameldir. Bu iki rivayet görünürde çeliştiğinden Buhârî, kabre dal dikmenin
hükmünü açıklamamıştır.
Hz. Peygamber'in
sallallhu aleyhi ve sellem tasarrufundan, dalın kabre dikilmesi görüşü
ağır basmaktadır. İbn Ömer'in sözü ile iigili hususa da şu sekide cevap
verilir: Kabrin üzerine dal dikmenin aksine, çadır yapılmasının ölüye bir
yararı bulunduğuna dair bir hadis söz konusu değildir. Bazı âlimler "Bu
özel bir durumdur. Allah'ın, ölülerin durumuna muttali kıldığı kimselere
özgüdür" demişlerse de dal dikmenin meşruiyeti Hz. Peygamber'in sallallâhu
aleyhi ve sellem fiili ile sabit
olmuştur.
Kabir üzerine oturma
konusundaki sahabe sözlerine gelince; İbn Ömer'in "Onu yalnızca yaptığı
ameller gölgelendirir" sözündeki genel ifadesinin kapsamına şu husus
girmektedir: Öiüyü yüceltmek için de yapılmış olsa kabrin üzerine çadır
koymanın ölüye bir yararı olmadığı gibi, ölüyü küçük düşürmek için de yapılmış
olsa kabrin üzerine oturmanın ölüye bir zararı yoktur.
Nafi'in "İbn Ömer
kabirlerin üzerine otururdu" şeklinde belirttiği hususu Tahâvî, Bükeyr İbn
Abdullah İbnü'1-Eşec yoluyla Nâfi'den rivayet etmiştir.
Bu, İbn Ebî Şeybe'nin
sahih senetle İbn Ömer'den rivayet ettiği "Benim için kızgın taşa basmam,
kabre basmamdan daha sevimlidir" sözü ile çelişmez. Aslında bu konu
ihtilaflı hususlardan biridir. Bu konuda Müslim, Ebû Mersed el-Ganevî'den merfû
olarak şunu rivayet etmiştir: "Kabirlere oturmayın ve onlara yönelerek
namaz kılmayın."
Nevevî şöyle demiştir:
"Çoğunluğa göre oturmaktan kasıt, bildiğimiz anlamda oturmaktır. Mâlik
oturmaktan kastın oralara tuvalet yapmak olduğunu söylemiştir. Bu zayıf yahut
batıl bir yorumdur."
Bu ifade, yorumun
yalnızca Mâlik'e ait olduğunu hissettirmektedir. Yine İbnü'l-Cevzî'nin şu sözü
de bunu hissettirir: "Fakihlerin çoğunluğu, Mâlik hariç, bunun mekruh
olduğu görüşünü benimsemiştir."
Nevevî
el-Mühezzeb"m şerhinde {el-Mecmu') Ebû Hanife'nin görüşünün çoğunluk ile
aynı olduğunu söylemişse de bu böyle değildir. Aksine Ebû Hanife ve
öğrencilerinin görüşü Tahâvî'nin naklettiğine göre imam Mâlik'in görüşü
gibidir. Tahâvî buna delil olarak İbn Ömer'in yukarıdaki sözünü zikretmiştir.
Hz. Ali'den bunun bir benzerini, Zeyd İbn Sâbit'ten de merfu olarak şunu
rivayet etmiştir: "Hz. Peygamber sallallâhu aleyhi ve seüem yalnızca küçük
ve büyük tuvalet yapmak için kabirlere oturmayı yasaklamıştır." Bu hadisin
senedinde yer alan râvîler güvenilir kimselerdir.
Çoğunluğun görüşünü
Ahmed İbn Hanbel'in, Amr İbn Hazm el-Ensarfden rivayet ettiği şu merfu hadis
güçlendirmektedir: "Kabirlerin üzerine oturmayın" Bu hadisin senedi
sahihtir. Buna göre oturmaktan kasdedilen bildiğimiz anlamda oturmaktır.
İbn Hazm, yukarıdaki
yorumu şu gerekçe ile reddetmiştir: Müslim'de Ebû Hüreyre'den rivayet edilen
hadisin ibaresi şöyledir: "Sizden birinin ateş üzerine oturup elbisesinin
yanması ve ateşin derisine ulaşması...." İbn Hazm şöyle demiştir: Tuvalet
yapmak için elbisesi üzerine oturan bir kimse bilmiyoruz. Bu, oturmanın,
bildiğimiz anlamda oturma olduğunu gösterir.
İbn Battal şöyle
demiştir: Yukarıdaki yorum, doğruya uzaktır. Çünkü kabre tuvalet yapmak, mekruh
olmaktan çok daha çirkin bir davranıştır. Mekruh olan, yalnızca bildiğimiz
şekilde oturmaktır.[84]
1362- Hz.
Ali radıyaiiâhu anh şöyle demiştir:
Baki'ü-garkad'da
[85] bir
cenazedeydik. Hz. Peygamber saibiiâhu aleyhi ve sellem yanımıza gelerek
oturdu, biz de onun etrafına oturduk. Elinde bir âsâ vardı. Başını eğdi,
âsâsıyla yere vurmaya başladı. Sonra şöyle buyurdu: "Sizin hepinizin ue
can taşıyan tüm insanlann cennetteki ve cehennemdeki mekanı yazılmıştır (takdir
edilmiştir). Kimin bedbaht ve kimin bahtiyar olduğu da takdir edilmiştir."
Bir adam: "Ey
Allah'ın Resulü! Ailah'm bizim İçin takdir ettiği şeye güvenerek ameli
bırakamaz mıyız? Bizden (Allah'ın takdirine göre) bahtiyarlardan olan kimse,
zaten (Allah'ın takdiri sebebiyle) bahtiyar kimselerin amelini işler. İçimizden
(Allah'ın takdirine göre) bedbaht olan kimse de bedbaht kimselerin amelini
işler" dedi.
Hz. Peygamber
sallallâhu aleyhi ve sellem : "Bahtiyar kimselere bahtiyarların ameli
kolaylaştmhr, bedbaht kimselere ise bedbahtların ameli kolaylaştınhf dedi. Daha
sonra şu âyetieri okudu: "Kim (Allah yolunda) verir ve (Allah'a karşı
gelmekten) sakınır, en güzeli (kelime-i tevhidi) tasdik ederse biz ona en kolay
olanını (cennete gitmeyi) kolaylaştırırız. Kim de cimrilik eder, kendini
müstağni sayar ve en güzeli de yalanlarsa biz de ona en zor olanı (cehenneme
gitmeyi) kolaylaştırırız.[86]
Buhârî konu başlığını
bu şekilde koymakla bîr anlamda kabirde oturmanın farklı durumlarına işaret
etmektedir. Şayet bu hayatta olan veya ölen kişinin maslahatı için olursa
mekruh olmaz. Kabre oturma ile İlgili yasak, buna aykırı olana yorulur.
Zeyn İbnü'l-Müneyyir
şöyle demiştir: Bu âyetlerin bu başlık altında verilmesinin sebebi, kabirde
oturan kişinin insanlan amele yönlendirmek amacıyla, kabre gitmenin ve mahşerin
yakın olduğunu söyleyerek uyarmasının uygun olduğuna İşaret etmektir.
Buhârî, daha..sonra
Hz. Ali'den rivayet edilen merfu hadise yer vermiştir.
1363- Sabit
İbn Dahhâk Hz. Peygamber'den sallallâhu aleyhi ve sellem şunu rivayet etmiştir:
"Bilerek yalan
yere İslâm'dan başka bir millet (din) üzerine
[87]
yemin eden kişi dediği gibi olur. Keskin bir âletle kendisini öldüren kimse de
cehennem ateşinde o âletle azap görür.[88]
1364-
Hasan-ı Basrî şöyie demiştir: Cündeb bize bu mescitte Hz. Peygamber'den hadis
rivayet etti. Ne biz bunu unuttuk, ne de Cündeb'in Hz. Peygamber'in sallallâhu
aleyhi ve sellem ağzından yalan
uyduracağından korkarız. Hz. Peygamber sallallâhu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu: "Bir adamın yarası vardı.
Adam kendini öldürdü. Allah: Kulum acele etti (sabretmedi), ben de cenneti ona
haram kıldım, dedi.[89]
1365- Ebû
Hüreyre radıyaiiâhu anh, Hz. Peygamber'den sallallâhu aleyhi ve sellem şunu rivayet etmiştir: "(Bu dünyada)
kendini boğan, ateşte de kendini boğacak. Dünyada kendini yaralayan, ateşte de
yaralayacak.[90]
İbn Reşîd şöyle
demiştir: Konu başlığı ile kastedilen "cana kıyan kişinin hükmüMür. İçinde
zikredilen hadislerde kasdedilen ise "kendi canına kıyan kişinin
hükmü"dür. Bu, konu başlığından daha dar kapsamlıdır. Ancak Buharı,
başkasını öldüren kişinin hükmünün, intihar edenden daha ötede olması sebebiyle
bunu ona ilhak etmiştir. Çünkü intihar eden kişi, kendisinden başkasına
haksızlık yapmamış olduğu halde onun hakkında şiddetli bir tehdit söz konusu
olduğuna göre, başkasının canına kıymak suretiyle ona haksızlık yapan kimse
hakkında haydi haydi tehdit söz konusu olur.
İbnü'l-Müneyyir
el-Hâşiye isimli eserinde şöyle demiştir: Buhârî'nin âdeti, bir konuya başlık
bulmada tereddüt ettiğinde buna mübhem bir başlık koymak suretiyle konunun
içtihada açık olduğunu belirtmektir. Mâlik'ten rivayet edildiğine göre intihar
eden kişinin tevbesi kabul edilmez. Bu, onun cenaze namazının kıhnmamasmı
gerektirir. Bu, Buhârî'nin görüşü ile aynıdır.
Ben (İbn Hacer) derim
ki: Buhârî bununla Sünen yazarlarının Câbir İbn Semure'den rivayet ettiği şu
hadise işaret etmiş olabilir; Hz. Peygamber'e sallallâhu aleyhi ve sellem kendisini oku ile öldürmüş bir adam getirildi.
Hz. Peygamber sallallâhu aleyhi ve sellem onun namazını kılmadı.
Nesaînin rivayeti
şöyledir: "Ben onun namazını kılmam."
Ancak bu hadisler
Buhârî'nin şartlarına uymadığı için Buhârî buna konu başlığı ile îmada
bulunmuştur. "Kendisini yaralayan kimse ateşte de kendisini yaralar"
ifadesi şuna delil getirilmiştir: Allah'ın kendisini öldüren kişiye verdiği bu
cezaya uymak suretiyle, katil nasıl öldürmüşse kendisine kısas o şekilde uygulanır.
Ancak böyle bir delil getirme yöntemi zayıftır.[91]
İbn Ömer bunu Hz.
Peygamber'den saudiâhu aleyhi ve sellem rivayet etmiştir.
1366- Ömer
İbnü'l-Hattab radıyaiiâhu anh şöyle demiştir: Abdullah İbn Übey îbn Selûl
ölünce, cenaze namazını kılması için Hz. Peygamber sallallâhu aleyhi ve sellem
çağırıldı.
Resûlullah sallallâhu aleyhi ve sellem cenaze namazını kılmaya gitmek üzere
kalktığında ben sıçrayarak dedim ki: "Ey Allah'ın Resulü! İbn Übey'in
namazını kılacak mısın? O falan falan zamanlarda şöyle şöyle söylemedi
mi?" (Böyle diyerek onun söylediği sözleri sayıyordum). Resûlullah
sallallâhu aleyhi ve sellem tebessüm ederek şöyle buyurdu: "Geri dur
(yolumu aç) ey Ömer."
Ben, konuşmayı daha da
uzatınca Hz. Peygamber sallallâhu aleyhi ve sellem : "Bana bu konuda seçme
hakkı verildi, ben de seçimde bulundum,
[92]
Bilsem ki yetmişten fazla istiğfar ettiğimde affedilecek, yetmişten fazla
istiğfar ederdim" buyurdu.
Resûlullah sallallâhu
aleyhi ve sellem cenaze namazını kılıp gitti. Aradan az bir zaman geçti ki
Berâet (Tevbe) süresindeki şu iki âyet İndirildi: "Onlardan ölen hiçbir
kimsenin namazını asla kılma, kabrinin basıda da durma. Çünkü onlar Allah'ı ue
Resûlü'nü inkâr ettiler vefâsık olarak öldüler."
(Hz. Ömer dedi ki:)
Daha sonra ben o gün Resûlullah'a karşı bu şekilde cüretkar davranmama
şaşırdım, Allah ve Resulü en İyisini bilir.[93]
Zeyn İbnü'l-Müneyyir
şöyle demiştir: Buhârî, istiğfarın yasaklanmasının, namaz kıîma şeklinde
gerçekleşen İbadete yönelik değil, bunun hak etmeyenlere karşı yapılmasından
kaynaklandığını göstermek üzere konu başlığını bu şekilde koymuştur. İbadet bir
açıdan taat, bir açıdan günah olabilir.
1367- Enes
İbn Mâlik rad.yaiiâhu anh şöyle demiştir; Bir cenaze ile karşılaştık/yanımızdan
geçti onu hayırla yâd ettik. Bunun üzerine Hz. Peygamber saiiaiıahu aleyhi ve sellem
"Vacip (gerekli) oldu"
buyurdu. Daha sonra bir başka cenazeye rast geldik, onun kötülüklerinden
bahsedildi. Bunun üzerine Hz. Peygamber sallallâhu aleyhi ve sellem yine "Vacip oldu" buyurdu. Ömer
İbnü'l-Hattab: "Ne vacip oldu?" dîye sordu. Hz. Peygamber sallallâhu
aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:
"Şunu hayırla yâd ettiniz, cennet onun için vacip oldu. Şunu da şer ile
yâd ettiniz, onun için de ateş (cehennem) vacip oldu. Siz Allah'ın yeryüzündeki
şahitlerisiniz.[94]
1368-
Ebu'l-Esved şöyle dedi: Medine'ye geldim. Orada kötü bir hastalık yayılmıştı.
(İnsanlar ölüyorlardı). Ömer İbnü'l-Hattab'm yanma oturdum. Yanımızdan bir
cenaze geçti, cenaze hayırla yâd edildi. Bunun üzerine Hz. Ömer "Vacip
oldu" dedi. Daha sonra bir başka cenaze daha geçti, cenaze hayırla yâd
edildi. Ömer yine "Vacip oldu" dedi. Sonra üçüncü bir cenaze geçti,
sahibi kötü olarak anıldı, Ömer yine "Vacip oldu" dedi.
(Ebu'l-Esved şöyle
dedi): Ömer'e şöyle dedim: "Ey müminlerin emiri! Ne vacip oldu?."
Ömer şöyle dedi:
"Ben Hz. Peygamber'in sallallâhu aleyhi ve sellem şu sözünde olduğu gibi dedim: "Dört
kişinin hayırla andığı her Müslümanı Allah cennete koyar. Biz: 'Ya üç kişi
anarsa?' dedik. Hz. Peygamber sallallâhu aleyhi ve sellem 'Üç kişi de öyledir' buyurdu. Biz: Ya iki
kişi?' dedik. Hz. Peygamber sallallâhu aleyh, ve sellem '/ki kişi de öyledir' buyurdu. Artık bir
kişiyi sormadık.[95]
Bu konuda insanların
ölüyü övmelerinin meşruiyeti ve mutlak olarak caiz olduğu anlatılmaktadır.
Hayatta olan kişiyi övmek ise böyle değildir. Bu övme yüceltme boyutuna
vardığında, övülen kişinin kendini beğenmesi ihtimali sebebiyle yasaklanmıştır.
Bunları Zeyn İbnü'l-Müneyyir kaydeder.
Nadr İbn Enes'in
babasından, onun da Hâkim'den yaptığı rivayet şöyledir: Hz. Peygamber'in
saiiaiıshu aleyhi ve sellem yanında
oturuyordum. Bir cenaze geçti. Hz. Peygamber: "Bu cenaze kimindir?"
diye sordu. Oradakiler: "Falan kabileden falan kişinin cenazesidir. O kişi
Allah ve Resûlü'nü sever, Allah'a itaat eder ve bu yolda çalışırdı"
dediler. Kötü bir şekilde andıkları kişi hakkında da bunun zıddı şeyler
söylediler. Bu hadis, yukarıdaki hadiste ifade edilen hayır ve şerle anılmanın
ne olduğunu açıklamaktadır. Yine Hâkim, Câbir'den şunu rivayet etmiştir:
"...Bazıları: 'Ne güzel adamdı. İffetli bir Müslümandı' dediler", yine
bu rivayette "Bazıları: Ne kötü adamdı! Çünkü kaba-saba konuşurdu"
dediler.
Hz. Peygamber'in
saüaiiâhu aleyhi ve sellem sözü, hayır
sahibi için cennetin, kötülük işleyen için cehennemin vacip olduğunu
göstermektedir. Buradaki vacip ile kasdedilen o şeyin sabit olmasıdır. Çünkü
bu, gerçekleşmesinin sıhhati bakımından vacip olan şey gibidir. Aslında Allah
üzerine hiçbir şey vacip olmaz. Sevap vermek tamamen onun lütfü, cezalandırmak
adaletidir. O, yaptıklarından sorguya çekilemez.
Bu hadis şu görüşü reddetmektedir:
"Hadiste ifade edilen durum yalnızca buradaki iki ölüye özgüdür. Çünkü
onların cennetlik ve cehennemlik olmaları gaybî bir konudur. Hz. Peygamber sallallâhu
aleyhi ve sellem Allah'ın bildirmesi ile
bunu bilmiştir. Hz. Peygamber burada yalnızca Allah'ın kendisine bildirdiği
hükmü haber vermiştir."
Hz. Peygamber'in sallallâhu
aleyhi ve sellem "Siz yeryüzünde
Allah'ın şahitlerisiniz" sözü ile sahabeye ve iman konusunda onlarla aynı
nitelikte olanlara seslenümiş-tir. İbnü't-Tîn "Bu, sahabeye özgüdür, çünkü
diğer insanların aksine onlar hikmetle konuşur" görüşünü naklettikten
sonra şöyle demiştir: "Doğrusu bu, güvenilir ve muttaki olan kimselere
özgüdür." Nevevî şöyle demiştir: "Öyle anlaşılıyor ki sahabenin kötü
bir şekilde andığı kişi münafıklardandı."
Ben (İbn Hacer) derim
ki: Ahmed İbn Hanbel'in, sahih bir senetle Ebû Katâde'den rivayet ettiği şu
hadis de bu sonuca götürmektedir: "Sahabenin kötü bir şekilde yâd ettiği
kişinin namazı kılınmadı, diğer kişinin namazı kılındı."
Buhârî bunu, şahitlik
konusunda yeterli olan en az miktarın iki kişi olduğuna delil getirmiştir. Bu
konu Şahitlikler böümünde tekrar ele alınacaktır.[96]
Dâvûdî şöyle demiştir:
Bu konuda dikkate alınacak olan, fazilet ve doğruluk ehli kimselerdir, fasıklar
değil. Çünkü fasıklar kendileri gibi olan bir kimseyi övebilirler. Ölüyle
arasında düşmanlık olan kişilerin sözleri de dikkate alınmaz. Çünkü düşmanın
şahitliği kabul edilmez.
Hadiste bu ümmetin
fazileti ve zahire göre hüküm verme hususu bulunmaktadır. Tîbî el-Misbâh'm
bazı sarihlerinden şunu nakletmiştir: "Siz yeryüzünde Allah'ın
şahitlerisiniz" sözünün anlamı, "Bir kimse hakkında Müslümanlar ne
derse o olur, cenneti hak eden bir kimse hakkında onların sözüne göre bu kişinin
cehennemlik olabileceği veya bunun aksi olabilir" şeklinde değildir. Bu şu
anlama gelir: Müslümanların hayırlı gördükleri bir kimseyi hayırla yâd
etmeleri, o kişinin cennetlik olduğuna, aksi durum da o kişinin cehennemlik
olduğuna bir alâmettir. Tîbî bu görüşü eleştirerek şöyle demiştir: Hz.
Peygamber'in sallallâhu aleyhi vesdiem sahabenin Övgüsü üzerine 'Vacip
oldu" demesi, uygun bir vasıftan sonra söylenmiş bir hükümdür, dolayısıyla
illet olduğu izlenimini vermektedir. Yine "Siz yeryüzünde Allah'ın
şahitlerisiniz" sözünün anlamı da böyledir. Çünkü buradaki izafe
şereflendirme içindir. Çünkü onlar Allah katında üstün bir mertebededirler.
Bu, şahitliklerini edâ etmiş olan ümmeti, şahitlikten sonra tezkiye etmek
gibidir. Dolayısıyla bunun bir etkisinin olması gerekir. "İşte böylece
sizi vasat bir ümmet kıldık
[97]
âyeti de buna işaret etmektedir.
Nevevî şöyle demiştir:
Bazıları hadisin şu anlama geldiğini söyler: "Erdemli kimselerin hayırla
yâd ettiği kimse, şayet bu yâd etme gerçeğe uygunsa cennetliktir. Şayet
gerçeğe uygun değilse cennetlik değildir. Aksi durum da böyledir." Doğru
olan, hadisten anlaşılan genel İfadenin esas alınmasıdır. Müslümanlardan biri
ölüp de Allah'ın topluma onu hayırla yâd etmeyi ilham ettiği kimse hakkındaki
bu övgü, onun fiilleri bunu gerektirsin yahut gerektirmesin cennetlik olduğuna
delildir. Çünkü ameller Allah'ın takdîrine bağlıdır. Bu ilham, amelleri tayin
etmede delildir. İşte Müslümanların ölen bir kimseyi
hayırla yâd etmesinin işlevi bu şekilde ortaya çıkar.
Nevevî'nin bu
söylediği hayırla yetd etme konusunda açık olarak anlaşılan bir durumdur. Ahmed
İbn Hanbel, İbn Hibban ve Hâkim'in, Hammâd ibn Seleme aracılığıyla Sabit İbn
Enes'ten merfu olarak rivayet ettikleri şu hadis de bunu güçlendirmektedir:
"Vefat eden bir
Müslümam en yakın dört komşusu hayırla yâd eder ve onun hakkında hayırdan başka
bir şey bilmediklerini söylerlerse Allah şöyle der; Sizin sözünüzü kabul ettim
ve onun sizin bilmediğiniz (günahlarını da) bağışladım."
Kötü bir şekilde
anmaya gelince; hadislerin zahiri durumun yine bu şekilde olduğunu
göstermektedir. Ancak bu, kötülüğü iyiliğinden fazla olan kimse, hakkında
gerçekleşir. Enes'İn hadisinin sonundaki Nadr'ın ilk rivayetinde şöyle
denilmektedir: "Allah'ın, kişideki hayır ve şer hakkında insanların dili
ile konuşan melekleri vardır."
Bu hadis, kişideki
hayır ve şerri zikretmenin caiz olduğuna, bunun gıybet sayilmadığına delil
olarak getirilmiştir.
Yine bu hadis,
istifaza (insanlar arasında yayılma) yoluyla gerçekleşen şahitliğin kabulü ve
bunun en azının ise iki kişi olduğu konusunda bir asıldır.
Bu konuda şu âyetler
vardır: "Zâlimleri, ölümün sıkıntıları içinde, meleklerin ellerini
uzatarak: Ruhlarınızı çıkarın. Bugün zillet azabıyla cezalandırılacaksınız...
derken bir görsen.[98]
"Onlara iki kere
azap edeceğiz. Sonra onlar büyük bir azaba döndürülecekler.[99]
"Firavun
hanedanını kötü bir azap kuşattı. Ateştir o. Onlar sabah akşam ona arz
olunurlar. Kıyametin kopacağı günde: Firavun hanedanını azabın en şiddetlisine
sokun (denilecek).
[100]
1369- Berâ
İbn Âzib radıyaiiâhu anh Hz. Peygamber'den sallallâhu aleyhi ve sellem şunu rivayet etmiştir:
"Mümin kabrinde
oturtulduğunda kendisi getirilir (kendisine iki melek gelir ve onu sorguya
çekerler). Daha sonra Allah'tan başka ilah olmadığına ve Muhammed'in Allah'ın
Resulü olduğuna şahitlik eder. Bu Yüce Allah'ın şu sözüdür: "Allah, iman
edenleri o sabit söz üzerinde daim kılar."
Şu'be şöyle demiştir:
"Allah iman edenlere sebat verir." âyeti kabir azabı hakkında
indirilmiştir.[101]
1370- İbn
Ömer mdjyatiâhu anh şöyle demiştir: Hz. Peygamber sallallâhu aleyhi ve sellem Bedir'de çukura atılan müşriklerin cesetlerine
bakarak şöyle buyurdu; "Rabbiniz'in size uad ettiğini hak olarak buldunuz
değil mi?" Hz. Peygamber'e sallallâhu
aleyhi ve sellem : "Ölülere mî
hitap ediyorsun?" diye
Soruldu. O sallallâhu aleyhi ve sellem : "Onlar şu anda beni sizlerden daha iyi
işitiyorlar. Ancak cevap veremiyorlar.[102]
buyurdu.
1371- Hz.
Âi§e radıyaiiâhu anh şöyle demiştir: Hz. Peygamber Bedir'de öldürülenler
hakkında yalnızca şöyle buyurmuştur: "Onlar şu anda benim daha önce
söylediklerimin hak olduklarını biliyorlar."
(Hz. Aİşe buna ek
olarak dedi ki): Yüce Allah "sen ölülere işittiremezsin" buyuruyor.[103]
1372- Hz.
Aişe radıyaiiâhu anhâ şöyle demiştir: Bir Yahudi kadın kendisinin yanma gelip
kabir azabından bahsetti ve "Allah seni kabir azabından korusun"
dedi. Hz. Aişe radıyaiiâhu anhâ Resûlullah'a sallallâhu aleyhi ve sellem kabir azabı hakkında sordu. O sallallâhu
aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:
"Evet. Kabir azabı vardır."
(Hz. Âişe radıyaiiâhu anhâ
dedi ki): "Resûlullah'ı sallallâhu aleyhi ve sellem bundan sonra ne zaman namaz kılarken görsem,
mutlaka kabir azabından Allah'a sığınmıştır." Gunder şunu da rivayet
etmiştir: "Kabir azabı haktır."
1373- Urve
İbn Zübeyir, annesi ve aynı zamanda Hz. Ebû Bekir'in kızı Esma'nın şöyle
dediğini rivayet etmiştir: Resûlullah sallallâhu aleyhi ve sellem hutbe okumak üzere kalktı ve kişinin kabrinde
mübtela olacağı kabir azabından jahsetti. Hz. Peygamber sallallâhu aleyhi ve sellem
bunu zikredince Müslümanlar cundan
dolayı endişe duydular.
1374- Enes
ibn mâük radıyallâhu anh resûiuiıah'in sallallâhu aleyhi ve selem
uyurduğunu rivayet etmiştir: "Kul kabre konulup
da arkadaş ve pakını geri önüp gittiklerinde -ki ölü, bunlar yürürken
ayakkabılarının seslerini işitir- ona i melek (Münker ve Nekir) gelerek onu
oturturlar.
Melekler: 'Şu Muhammed
saihiiâhu aleyhi ue sellem denilen kimse
hakkında ne ersin?' derler.
Adam: 'Ben onun
Allah'ın kulu ve Resulü olduğuna şahitlik ederim' der.
Melekler: Ateşteki
(cehennemdeki) yerine bak. Allah onun yerine sana mnetten bir makam verdi'
derler. Kişi her iki makamı da görür."
(Hadisin burasında
Katâde şöyle dedi: Bize aktarıldığına göre mümin kişinin ıbri genişletilir.
Katâde daha sonra Enes'in hadisinin devamını şu şekilde rtardı):
"Kâfire -yahut
münafığa- gelince o: 'Bilmiyorum, ben insanların dediği gibi idim' der. Ona:
"Anlamaz ol! Okuduğun veya dinlediğinden yararlanamayasın.'" derler.[104]
Sonra demirden bir topuzla iki kulağı arasına vurulur. Öyle bir bağırır ki onun
bu feryadını insan ve cinden başka o ölüye yakın olan her şey işitir.
Buhârî konu başlığında
kabir azabının yalnızca ruha mı, yoksa ruh ile birlikte bedene mi yapılacağına
temas etmemiştir. Bu konuda kelamcilar arasında meşhur bir görüş ayrılığı bulunmaktadır.
Buhârî, kabul ettiği deliller bu ikisinden birini kesin olarak belirtmediği
için görüş belirtmemiş, bu konuda hüküm vermeye kalkışmamış, yalnızca kabir
azabının varlığını belirtmekle yetinmiştir.
"Zâlimleri,
ölümün sıkıntıları içinde, meleklerin ellerini uzatarak: Ruhlarınızı çıkann.
Bugün zillet azabıyla cezalandırılacaksınız... derken bir görsen": Bu
âyette söz edilen durum Ölüm sırasında yaşanacaktır. Meleklerin ellerini uzatması
demek, ölen kişilerin yüzlerine ve sırtlarına vurmalarıdır. Kıtal (Muhammed)
süresindeki şu âyetler de buna şahitlik etmektedir: "Melekler onların
yüzlerine ve sırtlanna vurarak canlarını aldığında onların hali nasıl olacak!.
[105]
Ayette sözü edilen azap her ne kadar defin Öncesinde meleklerin can alması
sırasında olsa bile bu, kıyamet öncesinde gerçekleşecek azap kapsamındadır. Bu
azabın çoğunluğu kabirde gerçekleştiği için buna "kabir azabı"
denilmiştir. Aynca ölüler çoğunlukla kabre konulur. Kâfirler ve Allah'ın azap
etmeyi dilediği isyankâr kimseler kabre gömülmemiş olsalar da Allah onlara
azap eder. Ancak bu azap Allah'ın diledikleri dışındakilerden gizlenmiştir.
"Onlara iki kere
azap edeceğiz. Sonra onlar büyük bir azaba döndürülecekler
[106]
âyetine gelince; Taberî, İbn Ebî Hatim ve Evsat adlı eserinde Tabe-rânî, Süddî,
Ebû Mâlik, İbn Abbas yolu ile şunu rivayet etmişlerdir: "Resûlullah sallallâhu
aleyhi ve sellem bir Cuma günü hutbede 'Ey falanca dışan çık. Sen münafıksın'
buyurdu... Allah münafıkları rezil etti." Bu ilk azaptır, ikinci azap ise
kabir azabıdır.
"Firavun
hanedanını kötü bir azap kuşattı. Ateştir o. Onlar sabah akşam ona arz
olunurlar. Kıyametin kopacağı günde: Firavun hanedanını azabın en şiddetlisine
sokun (denilecek).[107]
Kurtubî şöyle der: Çoğunluk bu ateşe arz edilmenin berzahta (kabirde) olacağı
görüşünü kabul etmiştir. Bu, kabir azabını isbat konusunda bir delildir. Diğer
bazıları şöyle demiştir: Bu âyette her iki dünyaya ait azap açık bir şekilde
belirtilmiştir. Ancak bu âyet kabir azabını yalnızca kâfirlere özgü görenler
aleyhinde değil, kabir azabını mutlak olarak inkâr edenler aleyhinde bir
delildir. Bu hadis, ruhların cesetleri terk etmelerinden sonra da baki olduğuna
delil getirilmiştir. Ehl-i sünnetin görüşü budur.
İik ayet ruh ile
cesedin aynı şey olduğuna delil getirilmiştir. Çünkü âyette "Nefislerinizi
çıkarın" denilmiştir, bundan kasıt ruhlardır. Bu, meşhur bir mesele olup
bu konuda pek çok görüş bulunmaktadır. "Sana ruh hakkında soruyorlar
[108]
âyetinin tefsirinde bu konuya işaret edilecektir.[109]
Hadisin ikinci
rivayetinde "Allah iman edenleri o sabit söz üzerinde daim kılar"
âyeti kabir azabı hakkında indirilmiştir denilmektedir. Bunu Zâzân Ebû Ömer,
Berâ'dan uzun bir metinle ve açık bir şekilde rivayet etmiştir. Sünen yazarları
bunu rivayet etmişler, Ebû Avâne ve diğer hadis bilginleri bunun sahih olduğunu
söylemişlerdir. Bu hadisin tamamı şöyledir:
Resûlullah sallallâhu
aleyhi ve sdiem ile birlikte ensardan bir adamın cenazesine katıldık. Kabre
geldik. Cenaze lahde konulduğunda Hz. Peygamber saiiaiı&hu aleyhi ve sellem
oturdu, biz de etrafına oturduk.
Başımızın üzerinde kuş varmış gibi (sessizce) oturuyorduk. Hz. Peygamber'in
elinde bir âsâ vardı, bununla toprağı eşeliyordu. Hz. Peygamber başını
kaldırarak şöyle buyurdu:
"Kabir azabından
Allah'a sığının (Bunu iki yahut üç kere tekrarladı). Ölünün yakınları kabirden
ayrılırken ölü onların ayakkabılarının seslerini işitir. Bu sırada İki melek
gelerek onu oturturlar ve ona:
'Rabbin kim?' diye
sorarlar.
O 'Rabbim Allah'tır'
der.
Melekler:' Dinin ne?'
diye sorarlar,
Ölü 'Dinim İslam'dır'
der.
Melekler: 'İçinizden
gönderilen şu adam kimdir?1 diye sorarlar.
Ölü: 'O, Allah'ın
Resulüdür' der.
Melekler: 'Nereden
biliyorsun?' diye sorarlar.
Ölü: 'Allah'ın
kitabını okudum, ona iman ettim ve tasdik ettim' der.
İşte bu Yüce Allah'ın
"Allah iman edenleri o sabit söz üzerinde daim kılar" âyetidir.
Kâfirin ruhu
da cesedine iade
edilir. Kendisine iki
melek gelip onu
oturturlar ve ona:
Rabbin kim?' diye
sorarlar.
O: 'Ha, ha,
bilmiyorum' der..
[110]
Hz. Aişe'nin "Hz.
Peygamber Bedir'de öldürülenler hakkında yalnızca 'Onlar şu anda benim daha
önce söylediklerimin hak olduklannı biliyorlar' demiştir" sözü, İbn
Ömer'den aktarılan rivayete yönelik bir reddir. Çoğunluk ise, İbn Ömer'in
rivayetine uygun olan diğer rivayetler sebebiyle Hz. Aişe'nin görüşüne muhalefet
edip İbn Ömer'in rivayetini kabul etmişlerdir. Hz. Aişe'nin "Sen ölülere
işittiremezsin
[111]
âyetini delil getirmesi hakkında da şöyle demişlerdir: Ayetin anlamı
"Onlara fayda verecek şekilde işittiremezsin" veya "Allah
dilemedikçe işittiremezsin" demektir. Çoğunluğun görüşüne uygun olan sahih
hadisler de vardır. Bunlardan biri şudur: "Kabre konulan kişi kabirden
aynlan yakınlarının ayak seslerini işitir", "Kabrin kendisini
sıkmasından dolayı kaburgaları birbirine geçer", "Kabirdekine
demirden topuzla vurulduğunda onun sesi işitilir", "Kabirdekinin iki
kulağı arasına vurulur", "Melekler onu oturtur"...Bu hadislerin
tümü bedene ait özelliklerden bahsetmektedir.
Uyarı: Buhârî'nİn İbn
Ömer hadisini ve onunla çelişen Hz. Aişe hadisini "kabir azabı"
başlığı altında vermesinin sebebi şudur: Bedir kuyusuna atılan müşrik
cesedlerinin Hz. Peygamber'in sesini duydukları ve Hz. Peygamber'in onları
kınadığı sabit olduğuna göre, onların söylenen sözü işitme duyulan ile idrak
edip, diğer duyular ile azabın elemini hissetmelerinin de mümkün olduğunu
gösterir. Hatta bunu bizzat hissederler.
Bu iki hadis ve diğer
hadislerin uzlaştığı nokta ile iîgili olarak Buhârî şuna işaret etmektedir: İbn
Ömer hadisinde yer alan Hz. Peygamber'in Bedir kuyusundaki müşrik cesetleri ile
konuşması, onların sorguya çekildiği sırada olmuştur. Bu sırada ruh cesede iade
edilmiştir. Diğer hadislerden ise sorguya çekilen kâfirin azap göreceği
anlaşılmaktadır. Hz. Aişe'nin ölülerin konuşmayı duyduğunu inkâr etmesi ise,
sorguya çekilme zamanı dışında onlarla yapılan konuşmayı duymayacaklarındandır.
Böylece (görünüşte çelişik) iki haber uzlaştırılmış olur. Bu açıklamadan, İbn
Ömer hadisinin niçin bu konu başlığı altına konulmuş olduğu da anlaşılmaktadır.
Yahudi bir kadının Hz.
Âişe'nin yanına gelip kabir azabından korunması için dua etmesi ile ilgili daha
açık bir rivayet, İmam Ahmed İbn Hanbel'in Buhârî'nin şartlarına da uygun
olarak Saîd İbn Amr İbn Saîd el-Ümevî aracılığıyla Hz. Âişe'den rivayet ettiği
şu hadistir:
Yahudi bir kadın Hz.
Aişe'ye hizmet ediyordu. Hz. Âişe kadına ne zaman bir iyilik yapsa Yahudi kadın
"Allah seni kabir azabından korusun" derdi.
(Hz. Âişe dedi ki):
Hz. Peygamber'e dedim
ki: 'Ey Allah'ın Resulü! Kabir azabı varmıdır?
Hz. Peygamber sallallâhu
aleyhi ve sellem : "Yahudiler yalan söylemişler. Kıyamet gününden önce
azap yoktur" buyurdu.
Sonra Allah'ın
dilediği kadar bir süre geçti. Birgün Hz. Peygamber saiiaiıshu aleyhi ve seüem
evinden, oldukça yüksek bir sesle şu şekilde bağırarak çıktı:
'Ey İnsanlar! Kabir
azabından Allah'a sığının. Çünkü kabir azabı haktır.'"
Tüm bunlardan, Hz.
Peygamberin sallallâhu aleyhi ve seikm kabir azabının hükmünü Medine devrinin
sonlarına doğru öğrendiği anlaşılmaktadır.[112]
Kabir azabı ile ilgili
olduğu söylenilen "Allah iman edenleri o sabit söz üzerinde daim kılar
[113]
âyeti ile "Ateş, ona sabah akşam arz olunurlar
[114]
âyetlerinin Mekke'de indirilmiş olması bu görüş açısından bir problem gibi
görülse de bunun cevabı şudur: Birinci âyetten mümin olmayanların kabir
azabına uğrayacakları mefhum-i muhalefet yolu ile anlaşılır. Diğer âyetten ise
Firavun hanedanı hakkında -kâfirler de aynı hükme tabî olsalar bile- azabın
varlığı âyetin ifadesinden doğrudan anlaşılır. Hz. Peygamber'in sallallâhu
aleyhi ve sdiem başlangıçta reddettiği ise Allah'ın birliğini kabul edenlerin
kabirde azap görmeleriydi. Daha sonra müminler içinden Allah'ın dilediği
kişiler hakkında kabir azabının olacağını Hz. Peygamber sallallâhu aleyhi ve sellem
öğrendi, buna kesin olarak inandı,
bundan sakındırdı ve ümmetine öğretmek ve yol göstermek için kabir azabından
oldukça fazla Allah'a sığındı. Aradaki çelişki de bu şekilde ortadan kalkmış
oldu.
''Ateşteki yerine
bak" ifadesi Ebû Davud'un rivayetinde şu şekildedir:
"(Kabirde sorulan
sorulara cevap veren mümine şöyle denilir): 'Bu senin cehennemdeki evin idi.
Ancak Allah (c.c.) seni korudu, merhamet etti ve onu cennetten bir ev ile
değiştirdi.' Bunu duyan ölü: 'Bırakın da aileme gidip müjde vereyim der.' Ona,
'sus' denilir."
Ahmed İbn Hanbel'in
Ebû Said'den rivayet ettiği hadiste ise "Rabbini inkâr etseydin, cehenemde
gideceğin ev bu idi" denilir.
Yukarıda zikrettiğimiz
Berâ hadisinin devamında şöyle denilmektedir:
Semadan bir münâdî
şöyle bağırır: 'Kulum doğru söyledi. Ona cennetten bir hah döşeyin, cennetten
bir kapı açın, cennetten bir elbise giydirin.' Ona cennetin rüzgârından ve
kokusundan gelir. Kabri, göz alabildiğine genişletilir."
İbn Hıbbân, Ebû
Hüreyre'den diğer bir rivayette fazladan şunları rivayet etmiştir: "Onun
gıpta ve mutluluğu artar. Derisi ilk haline geri döner, ruhu cennet ağacında
duran bir kuş olur.[115]
Kâfirin kabirde
sorguya çekileceğini ifade eden hadisler, pek çok sahih yoldan rivayet
edildiği gibi aynı zamanda merfu olduğu için kabul edilmeye daha layıktır.
Mümeyyiz olmayan
küçüğün sorguya çekilip çekilmeyeceği konusunda farklı görüşler bulunmaktadır.
Kurtubî et-Tezkire adlı eserinde onun da sorguya çekileceğini belirtmiştir.
Hanefîler'den nakledilen görüş de budur. Şâfiîler'den pek çoğu ise küçüğün
sorguya çekilmeyeceğini söylemiştir. Bu yüzden onlar "Çocuğa telkinde
bulunulması müstehap değildir" demişlerdir. Peygamber'in sorguya çekilip
çekilmemesi konusunda da ihtilaf edilmiştir. Meleğe gelince bu konuda bir şey
zikredilip edilmediğini bilmiyorum. Öyle görünüyor ki melekler sorguya
çekilmez. Çünkü sorguya çekilme, İmtihana tabî olanlar hakkında geçerlidir.
İbn Abdilberr ilk
görüşe (yani kâfirlerin kabirde sorguya çekilmeyeceği görüşüne) meylederek
şöyle demiştir: Haberler, kabir sorgusunun ehl-i kıble hakkında geçerli
olacağını göstermektedir. İnkar eden kâfire gelince ona dini sorulmaz.
İbnü'l-Kayyim
Kitâbu'r-rûh adlı eserinde bunu eleştirerek şöyle demiştir: Kitap ve sünnette,
kabir sorgusunun hem kâfir hem de Müslüman hakkında olacağına dair delil
bulunmaktadır. Yüce Aliah şöyle buyurmuştur: "Allah iman edeneri, dünya
hayatında ve ahirette o sabit söz üzerinde daim kılar. Allah zalimleri se
saptırır.[116]
Mühelleb şöyle
demiştir: "Ölüye yakın olanlar işitir" ifadesinde kasdedilenler ilüyü
sorgulamayı üstlenen meleklerdir.
Bunu meleklere özgü
kılmasının bir delili yoktur. Çünkü hayvanların da bu-ıu işiteceği sahih olarak
rivayet edilmiştir. Berâ'nın hadisinde "Doğu ile batı ırasındakiler bunu
işitir" denilmiştir. Ahmed İbn Hanbel'in eserinde yer alan Ebû
iaid hadisinde "İnsan ve cinler dışında Allah'ın
bütün mahlûkâtı bunu işitir." eklinde ifâde edilmiştir. Buna hayvan ve
cansızlarda dahildir. Ancak cansizlann >u kapsamdan çıkarılması mümkündür.
Bezzâz'da yer alan Ebû Hüreyre'nin şu adisi bunu desteklemektedir: 'İnsan ve
cin dışında bütün canlılar işitir." İnsan e cine birlikte
"sekaleyn" denilmektedir. Bunun sebebi onların yeryüzü üzerinde
gıdıklarının olması sebebiyledir.
Mühelleb şöyle
demiştir: Allah'ın cinlere ölünün "Beni kabre bir an önce ötürün"
sözünü İşittirdiği halde, ona azap edildiği sırada çıkardığı sesi i
ittirmemesin İn sebebi şudur: Ölünün defnedilmeden önceki sesi dünya
ükümlerine, kabirde eızap gördüğü sırada çıkardığı ses ise âhiret hükümlerine
işkindir. Allah âhirete ilişkin durumları mükelleflerden, onları hayatta
bırakma ıaksadıyla gizlemiştir.
Konuya ilişkin
hadislerden çıkan sonuçlardan bir kısmı şöyledir:
1- Kabir
azabı vardır.
2- Bu azap
hem kâfirler hakkında hem de Allah'ın birliğini kabul edenlerden Uah'ın
dilediği kimseler hakkında söz konusu olacaktır.
3- Kabir
sorgusu herkese mi uygulanacak? Bu konu daha önce geçmişti.
Kabir sorgusu bu
ümmete mi özgüdür, yoksa önceki ümmetlere de uygulan-mıdır? Hadislerden ilk
anda kabir sorgusunun yalnızca bu ümmet hakkında çerli olduğu anlaşılmaktadır.
Hakîm et-Tirmizî de bunu kabul ederek şöyle »mistir: Önceki ümmetlere
peygamberler gelir, peygamberlere itaat ederlerse Lrtuluşa ererler, itaat
etmezlerse peygamberler onları terk eder, onlara derhal lap edilirdi. Allah Hz.
Muhammed'i sallallâhu aleyhi ve sellem âlemlere
rahmet olarak inderdiğinde insanlardan (dünyada) azabı kaldırdı. İçinde
inkarcılığı gizlese bi-dışından Müslüman olduğunu söyleyen kişinin
Müslümanlığını (dünyada) kail etti. Onlar öldüklerinde Allah onları sorguya
çekmek için kabirde iki melek görevlendirdi.
Böylece iç yüzleri dışa çıkmakta, kötü iyiden ayrılmakta, Allah iman edenleri
kelime-i tevhid üzerinde sabit kılmakta, zalimleri ise saptırmaktadır.
Zeyd İbn Sâbit'ten
rivayet edilen şu merfu hadis de bunu desteklemektedir: "Bu ümmet,
kabrinde imtihan edilecektir" Bu hadisi Müslim rivayet etmiştir.
1375- Ebû
Eyyûb radıyaiiâhu anh şöyle demiştir:
Hz.Peygamber sallallâhu
aleyhi ve sellem güneş batınca evinden
çıktı ve bir ses duydu. Bunun üzerine şöyle buyurdu: "Bunlar kabirlerinde
azap gören Yahudilerdir:
1376- Ukbe
şöyle dedi: Hâlid İbn Saîd İbnü'l-Âs'ın kızı bana Hz. Peygam-ber'in saitaiiâhu
aleyhi ve sellem kabir azabından
sığındığını işittiğini söyledi.[117]
1377- Ebü
Hüreyre rad.yallâhu anh, Hz.
Peygamber'İn sallallâhu aleyhi
ve sellem şekilde dua ettiğini söylemiştir:
"Aliahümme innî
eûzu bike min azâbi'l-kabri ve min azâbi'n-nâri ve min \itneti'l-mahyâ
ve'I-memâü ve min fitneti'l-mesîhi'd-deccâl."
(Allahım! Kabir
azabından, ateş (cehennem) azabından, hayat ve ölümün htnelerinden ve Mesih
deccâi'in fitnesinden sana sığınırım)
Hz. Peygamberin sallallâhu
aleyhi ve sellem güneş battıktan sonra duyduğu ses bir örüşe göre azap
meleklerinin, diğer bir görüşe göre azap gören Yahudilerin ahut vâkî olan
azabın sesidir.
Yahudilerin,
Yahudilikleri sebebiyle azap gördüğü sabit olunca, onların ışında müşriklerin
azap göreceği de sabit olur. Çünkü şirk koşmak suretiyle nların içinde
bulunduğu inkâr hali, Yahudilerin inkânndan daha şiddetlidir.
1378- İbn
AbbaS radıyallâhu anh ŞÖyle dedi: Hz.
Peygamber sallallâhu aleyhi ve sellem
kabre uğradı ve şöyle
buyurdu: "Şunlar (bu kabirlerde yatanlar) azap rüyorlar. (Kendilerine
göre) büyük bir günahtan dolayı azap görmüyorlar, 'et (oysa bunlar büyük
günahtır). Birisi insanlar arasında laf getirip götürürdü. jeri ise idrarından
sakınmazdı."Hz. Peygamber saiyiâhu aleyhi w sellem yaş bir dal ırak bunu
ikiye böldü, her birini bir kabre dikti ve şöyle buyurdu: "Bunlar
rumadıkça umulur ki onların azabı hafifletilir,"
Zeyn İbnü'l-Müneyyİr
şöyle demiştir: Konu başlığında yalnızca iki durumun zikredilmesinin sebebi
bunların önemini vurgulamak olup, bu iki durum dışında hükmün bulunmadığını
belirtmek değildir. Buna göre kabir azabı yalnızca bu iki duruma özgü değildir.
Ancak başlıkta yalnızca bunlarla yetinilmesi, söz konusu fiillerin diğer
fiillerden daha çok azaba sebep olduğunu hissettirmektedir. Sünen yazarlan Ebû
Hüreyre'den şu hadisi rivayet etmişlerdir: "İdrardan sakının. Çünkü kabir
azabının çoğu ondandır."
1379-
Abdullah İbn Ömer radiyaiiâhu anh, Resûlullah'ın sdiaiiâhu aleyhi ve sellem şöyle buyurduğunu söylemiştir: "Sizden
biri ölünce gideceği yer kendisine sabah akşam gösterilir. Şayet ölen kişi
cennetlik ise cennetteki yeri, cehennemlik ise cehennemdeki yeri gösterilir ve
kendisine: 'Allah seni kıyamet gününde yeniden diriltinceye kadar bu senin
kalacağın verdir' denir.[118]
İbnü't-Tîn şöyle
demiştir: "Sabah akşam" ifadesi ile, kişiye makamının gösterildiği
bir sabah ve bir akşam kasdedilmiş olabilir. "Allah seni yeniden diriltinceye
kadar" ifadesinin anlamı "yeniden diriltinceye kadar buna
kavuşamazsın" demektir. Diğer bir ihtimal de "sabah akşam"
ifadesinin her sabah ve akşamı kapsamasıdır. Bu, bunu idrak edebilmesi için
ölünün bir bölümünün diriltilmesi şeklinde
yorumlanır. Ölünün bir bölümünün veya bazı bölümlerinin diriltilerek ona hitap
edilmesi ve gideceği yerin kendisine gösterilmesi imkansız değildir. İlk
ihtimal iki konu önce geçen hadislere daha uygundur.
Kurtubî şöyle
demiştir: Bu arzın yalnızca ruha olması mümkün olabileceği gibi, ruhla birlikte
bedenin bir bölümüne olması da mümkündür. Bu, kâfir ve mümin hakkında açıkça
anlaşılmaktadır. İyilik ve kötülüğü bulunan mümine gelince, onun hakkında da bu
açıktır. Çünkü o da sonuç itibarıyla cennete girecektir. Bu hadiste ifade
edilenler şehitlerin dışındakilere özgüdür. Çünkü şehitler diri olup ruhları
cennette dolaşmaktadır. Şunu söylemek de mümkündür; "Şehitlere,
gidecekleri yerin gösterilmesi, onlar hakkında, ruhlarının bedenlerine bitişik
olarak cennette kalmaya devam edeceklerine dair bir müjdedir. Çünkü bu müjde,
o anda sahip olduklarından daha öte bir durum içermektedir."
1- Bu hadis
kabir azabının var olduğunu göstermektedir.
2- Bedenlerin
yok olması ile ruhlar yok olmaz. Çünkü gidilecek yer, ancak hayatta olana
gösterilir.
İbn Abdilberr şöyle
demiştir: "Bu hadis, ruhların kabirlerdeki boşluklarda bulunduğuna delil
olarak gösterilmiştir. Bana göre bu, ruhların kabirlerdeki boşluklarda
bulunabileceği anlamına gelir, ancak ruhların buraları terk edemeyeceği
anlamına gelmez. Aksine Mâlik'in dediği gibi ruhlar dilediği yerde dolaşır.[119]
1380- Ebü Saîd
el-Hudrî radıyaliâhu anh, resûlullah'in sallallâhu aleyhi ve sellem şöyle
buyurduğunu
belirtmiştir: "Cenaze konulup da erkekler onu omuzlarında taşıdıklarında,
şayet salih bir kimse ise 'Beni bir an önce götürün, beni bir an önce götürün'
der. Şayet salih bir kimse değil ise 'Eyvah bana. Beni nereye götürüyorsunuz?'
der. Onun sesini insan dışında her şey işitir. İnsan bunu işit-seydi
bayılırdı."
Ebû Hüreyre
radıyaiiâhu anh Hz. Peygamber'den sallallâhu aleyhi ve sellem şunu rivayet
etmiştir: "Ergenliğe ermemiş olan üç çocuğu ölen kimse için, bu çocuklar
cehenneme karşı örtü olurlar (veya bu kişi cennete girer).1'
1381- Enes
Ibn Mâlik radıyaiiâhu anh, Hz. Peygamber'in sallallâhu aleyhi ve sellem şöyle buyurduğunu söylemiştir:
"Müslümanlardan, ergenliğe ulaşmamış üç çocuğu ölen herkesi, Allah onlara
(çocuklara) olan merhameti sebebiyle, cennete koyar."
1382- Berâ
radıyaiiâhu anh şöyle demiştir: (Hz. Peygamber'in oğlu) İbrahim (a.s.) vefat
ettiğinde Resûlullah sallallâhu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu: "Cennette onun sütannesi
var.[120]
Zeyn İbnü'l-Müneyyir
şöyle demiştir: Çocuklar, anne-babasının cehenneme girmesine perde oluyorsa,
kendileri cehenneme hiç girmezler.
Nevevî şöyle demiştir:
Müslüman âlimlerden görüşleri muteber olanlar, Müslümanların ölen çocuklarının
cennetlik olduğunda İcma etmişlerdir. Bazıları Hz. Aişe radıyaiiâhu anh hadisi
sebebiyle bu konuda tevakkuf etmiştir. Bu hadis de Müslim'in rivayet ettiği şu
hadistir:
Ensardan bir çocuk
öldü. Ben: "Ne mutlu ona! Ne bir kötülük işledi, ne de kötülük ona
bulaştı" dedim.
Hz. Peygamber sallallâhu
aleyhi w sellem "Ya öyle değilse ey
Aişe! Allah cennet için oraya girecek kimseler yaratmıştır" buyurdu.
Bu hadise şu şekilde
cevap verilir: Hz. Peygamber sallallâhu aleyhi ve sellem , Hz. Aişe'nin
delilsiz olarak bir meselede kesin hüküm vermesini yasaklamıştır, ya da bu
sözü, Müslümanların çocuklarının cennetlik olduğu konusunda kendisine vahiy
verilmediği bir sırada söylemiştir.
1383- İbn
AbbaS radıyaiiâhu anh şöyle
dedi: ResÛlullah'a sallallâhu aleyhi -ve sellem
müşriklerin çocukları
hakkında soru soruldu. O sallallâhu aleyhi ve sellem : "Allah onları
yarattığında onların ne işleyeceklerini en iyi bilir" buyurdu.
[121]
1384- Ebû
Hüreyre radıyaiiâhu anh şöyle dedi: Hz. Peygamber'e sallallâhu aleyhi ve sellem
müşriklerin çocukları hakkında soru
soruldu. O sallallâhu aleyhi ve sdism: "Allah onların ne işleyeceklerini
en İyi bilir" buyurdu.[122]
1385- Ebû
Hüreyre radıyaiiâhu anh şöyle dedi: Hz. Peygamber sallallâhu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu: "Her çocuk İslam fıtratı
üzerine doğar. Sonra ana-babası onu Yahudi, Hristiyan yahut ateşperest yapar.
Nitekim her hayvanın yavrusu organlan tam olarak doğar. Hiç yavrunun burnunda,
kulağında eksik bir şey görüyor musunuz?
Alimler gerek eskiden gerekse yakın zamanlarda bu konuda farklı görüşler İleri sürmüşlerdir. Bu konulardaki görüşlerin bir kısmı şöyledir:
a. Müşriklerin çocuklarının durumu Allah'ın dilemesine bağlıdır. Bu görüş iki Hammâd (Hammâd İbn Süleyman, Hammâd İbn Seleme), İbnü'l-Mübârek ve İshak'tan rivayet edilmiştir. Beyhakî, el-Hikâd adlı kitabında Şafiî'den, kâfirlerin çocukları ile ilgili olarak bu görüşü rivayet etmiştir.
İbn Abdilberr ise şöyle der: "Mâlik'in söylediklerinden de bu sonuç çıkmaktadır. Ona göre bu meselede açık bir nass yoktur. Ancak Mâlik'in öğrencileri Müslümanların çocuğunun cennette olduğunu, kâfirlerin çocuklarının durumunun ise Allah'ın dilemesine bağlı olduğunu ifade etmişlerdir. Bunun delili şu hadistir: "Allah onların (yaşamış olsalardı) ne amel edeceklerini en iyi bilendir."
b. Müşriklerin çocukları, ana babalarına bağlıdır. Buna göre Müslümanların çocukları .cennetlik, kâfirlerin çocukları ise cehennemliktir.
c. Onlar, cennet ile cehennem arasında bir berzahtadırlar. Çünkü onlar cennete gitmelerini gerektirecek İyilikler yapmadıkları gibi, cehenneme gitmelerini gerektirecek kötülükler de yapmamışlardır.
d. Onlar cennetliklere hizmet edeceklerdir. Bu konuda Ebû Dâvud et-Tayâlisî ve Ebû Ya'lâ Enes'ten zayıf bir hadis rivayet etmişlerdir.
e. Onlar toprak olacaklardır.
f. Onlar cehennemliktir. Bu görüşü Kadı lyaz, Ahmed İbn Hanbel'den rivayet etmiştir. İbn Teymiye bu rivayeti hatalı bulmuş ve İmam Ahmed'in böyle bir görüşünün bulunmadığını, bunun onun bazı öğrencilerine ait olduğunu söylemiştir.
g. Onlar âhiret gününde imtihan edileceklerdir. Onlar için bir ateş yükseltilecek, bu ateşe girenler için ateş serinlik ve selâmet olacak, girmeyenlere ise azap edilecektir. Bunu Bezzâr rivayet etmiştir. Beyhakî el-Ptikâd adlı kitabında bunun doğru görüş olduğunu rivayet etmiştir. Bu görüşe şu eleştiri getirilmiştir: "Âhiret yükümlülük yeri değildir. Bu sebeple orada amel işleme ve imtihan söz konusu değildir." Bu eleştiriye şu cevap verilmiştir: "Bu, İnsanların cennet ve cehenneme gitmesinden sonradır. Ancak mahşer meydanında imtihanın olmasına bir engel yoktur. Nitekim Yüce Allah şöyle buyurmuştur: "O gün gerçek ortaya çıkacak. Secdeye davet edilecekler ancak, buna güç getiremeyeceklerdir [123]Sahihayn'da rivayet edildiğine göre insanlara secde etmeleri emredilecek, münafığın sırtı dümdüz kalacak, secde edemeyecektir.
h. Müşriklerin çocukları cennetliktir. Bu, "Bir Çocuğu ölen Kişinin Durumu" konusunda geçmişti. Nevevî şöyle demiştir: Muhakkik âlimlerin kabul ettiği tercihe şayan ve sahih görüş budur. Çünkü Yüce Allah: "Biz bir resul göndermedikçe azap edecek değiliz [124] buyurmuştur. Akıllı kişiye davet ulaşmadığında o bile sorumlu olmuyorsa, akıllı olmayan kimse hiç sorumlu olmaz. Diğer bir delil de bu konuda zikredilen Semûre hadisidir.
ı. Bu konuda tevakkuf edilir.
İ. Bu konuda görüş belirtilmez.
Son iki şık arasında ince bir fark vardır.
İbn Kuteybe şöyle demiştir: "Allah onların ne işleyeceklerini en iyi bilif ifadesi, eğer yaşasalardı neler işleyeceklerini bilir. Dolayısıyla siz bu konuda bir hüküm vermeyin, demektir.
Bir başkası İse şöyle demiştir: Bu İfade şu anlama gelir "Allah onların bir şey işlemeyeceğini bilir, bu sebeple onların bir şey işlemesi İçin onları dünyaya geri döndürmez" ya da Hz. Peygamber saibiiâhu aleyhi w sellem bu İfade İle "var olmayan bir şeyin şayet var olsaydı nasıl olacağını Allah'ın bildiğini" söylemiştir. Bu şu âyete benzer: "(Cehennemlikler) dünyaya geri döndürülselerdi, daha Önce işledikleri kötülüklere geri dönerlerdi."
Her doğan çocuğun İslâm fıtratı üzerine doğup sonradan ana-babası tarafından Yahudi, Hristiyan veya Mecusi yapıldığını söyleyen hadis, her çocuğun böyle olmadığı, bazılarının Müslüman kaldıkları gerekçesiyle bazılarınca anlaşılamamıştır. Bunun cevabı şudur: Bu hadiste, inkarcılığın doğan çocuğun zatî bir özelliği ve tabiatının gereği olmadığı ifade edilmekte, bunun haricî bir sebeple gerçekleştiği belirtilmektedir. Çocuk bu haricî sebepten kurtulursa hak üzere devam eder. Bu, hadiste geçen "fıtrat" ifadesi konusundaki doğru anlayışı destekleyen bir yorumdur.
Selef hadiste yer alan "fıtrat" kelimesinin yorumu konusunda farklı görüşler ileri sürmüşlerdir.
En meşhur görüşe göre fıtrat, İslâm'dır. İbn Abdilberr bu konuda şöyle der: Selefin çoğunluğu tarafından bilinen görüş budur. Alimler "Allah'ın insanları yarattığı fıtrata [125] âyetindeki fıtrat sözcüğünün "İslam" anlamına geldiği konusunda icma etmiştir. Kurtubî de el-Müfhim adlı eserinde bu görüşe meylederek şöyle demiştir: "Bunun anlamı şudur: Allah insanların gözlerini ve kulaklarını görülen ve duyulan şeyleri kabule elverişli yarattığı gibi, kalplerini de hakkı kabule elverişli bir şekilde yaratmıştır. Kalpler bu kabul ve bu ehliyet üzere devam ettiği sürece hakkı ve hak din olan İslâm'ı İdrak eder. Hadisin devamı da bunu göstermektedir: "Nitekim her hayvanın yavrusu organları tam olarak doğar" Hayvanın yavrusu bu şekilde bırakılırsa kusurdan uzak olarak kalır. Ancak insanlar örneğin hayvanın kulağını kesmek vb. tasarruflarda bulunarak hayvanı asıl yaratıldığı şeklin dışına çıkarmaktadırlar. Bu, gerçek bir benzetme olup, benzetmenin yönü açıkça anlaşılmaktadır.
1386- Semure İbn Cündeb şöyle demiştir: Hz. Peygamber sallallâhu aleyhi lir namazını kılınca bize karşı döner ve "Bu gece içinizden kim rüya gördü?" iye sorardı. Şayet rüya gören olmuşsa rüyasını anlatır, Hz. Peygamber de bu rüya hakkında Allah'ın dilediği şekilde yorum yapardı. Bir gün ize: 'İçinizden hiç kimse rüya gördü mü?" diye sordu. Biz: "Hayır" dedik.
Bunun üzerine Hz. Peygamber sallallâhu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu: "Ben ise gece rüyamda iki adam gördüm. Yanıma geldiler, elimden tutarak beni arz-ı ukaddese'ye götürdüler. Bir de baktım ki orada birisi oturuyor, diğer bir adam
ayakta duruyordu. Elinde demirden çatal bir kanca vardı. Ayaktaki adam bu ta/ kancayı oturanın ağzının sağ tarafına, kafasına kadar sokuyor ve ağzın bu smini parçalıyordu. Sonra adam ağzın diğer tarafını da bu suretle tahrip buluyordu. Bu sırada ağzın sağ kısmı iyileşiyordu. Bu defa da bu tarafa dönüyor,
e kancayı sokup parçalıyordu. Ben:
Bu adam kimdir? Bu hal nedir? Dedim. Bana:
Yürü, yürü, dediler.
Birlikte ileri gittik. Arkaüstü yatmış bir adamın yanma geldik. Bunun tşucunda bir adam oturmuş, elinde yumruk büyüklüğünde bir taş. Bununla itan adamın başını parçalıyordu. Taşı başına her vurduğunda, taş yuvarlanıp hiyordu. O adam da arkasından taşı almaya koşuyordu. O dönüp gelmeden nun başı iyileşiyor, eski haline dönüyordu. Adam dönünce yine başına vurup fyordu. Ben:
Bu adam kimdir? Diye sordum. Bana:
Yürü, yürü, dediler.
İleri gittik. Fırın gibi altı geniş, üstü dar bir deliğe düştük. Bu deliğin altında \ş yanıyordu. Ateş alevlenip yükseldikçe içindeki insanlar da yükseliyor, hatta tikten çıkacak gibi oluyorlardı. Ateşin alevi sakinleşince aşağı dönüyorlardı. Irada çıplak erkekler ve kadınlar vardı. Ben:
Bunlar kimdir? Diye sordum. Bana:
Yürü, yürü, dediler.
Yürüdük. Bir de baldım ki kandan bir nehrin içinde ayakta bir adam dikiliyor. Bu nehrin kenarında da bir adam duruyordu. Önünde nar gibi yuvarlak taşlar bulunuyordu. Nehirdeki adam yüzerek sahile doğru gelip çıkmak isteyince sahildeki adam çenesine bir taş atıyor, nehirdekini eski yerine döndürüyordu. Çıkmak için sahile doğru gelmeye teşebbüs ettikçe sahildeki hemen çenesine taş atıyor, onu eski yerine döndürüyordu. Ben:
Bu nedir? Diye sordum. Bana:
Yürü, yürü, dediler.
Birlikte yürüdük. Yeşil bir bahçeye vardık. Bahçede büyük bir ağaç vardı. Bunun dibinde ihtiyar bir adamla birtakım çocuklar vardı. Bu ağaca yakın bir tarafta da, birisi önünde ateş yakmakla meşguldü. Sonra beni oradan çıkardılar ve ağaca tırmandırdılar. Beni eskisinden daha güzel ve kıymetli bir eve koydular. Burada ihtiyarlar ve gençler vardı. Ben:
Beni bu gece iyi gezdirdiniz. Şimdi bana gördüğüm şeyleri bildirin, dedim. Onlar:
Evet (anlatalım) dediler: Ağzının parçalandığını gördüğün kimse var ya! O bir yalancıydı. O dünyada daima yalan söylerdi. Bunun yaydığı yalanlar etrafa yayılırdı. İşte bu yalancıya kıyamet gününde bu şekilde azap edilecektir.
Başının ezildiğini gördüğün adam var ya! Allah buna Kur'ân öğretmiş, o ise (bu nimetin kıymetini bilmeyerek) bütün gece uyumuş, gündüz de Kur'ân'la amel etmemişti. Buna da kıyamet gününde bu şekilde azap edilecektir.
Delik içinde gördüğün çıplaklar var ya! Onlar zina eden bir gruptur. Nehirde gördüklerin de faiz yiyenlerdir. Ağacın dibindeki ihtiyar İbrahim (a.s.)dir. ibrahim'in etrafındaki çocuklar da insanların çocuklandır. O ateş yakan da Cehennem'in bekçisi "Mâlik"tir. Girdiğin birinci ev, bütün müminlerin köşküdür. İkinci gördüğün saray, şehitlerin sarayıdır, Ben Cebrail'im, bu da Mikâildir. Başını yukan kaldır.
Başımı kaldırdım, bir de ne göreyim. Yukarıda beyaz buluta benzer bir şey. Onlar: İşte bu senin makamındır, dediler. Ben: Bırakın da makamıma gireyim, dedim.
Onlar: Hayır. Daha senin tamamlamadığın ömrün vardır. Ömrünü tamamlasaydın, makamına girerdin, dediler.
Hadisin konu ile alakası şu ifadedir: "Ağacın dibindeki adam İbrahim'dir. Etrafındaki çocuklar ise insanların çocuklarıdır." Bu hadis ile ilgili diğer açıklamalar ileride gelecektir.[126]
1387- Hz.
Âi§e radiyaiiâhu anh şöyle demiştir: Ebû Bekir'in radıyaiiâhu anh yanma girdim.
Bana:
Hz. Peygamber'i sallallâhu aleyhi ve sellem kaç elbise ile kefenlediniz?" diye sordu.
Ben: "Üç tane beyaz temiz elbise ile kefenlendi. Bunlar içinde gömlek ve sarık yoktu" dedim.
Ebû Bekir: "Hz. Peygamber sallallâhu aleyhi ve sellem hangi gün vefat etmişti?" diye sordu.
Ben: "Pazartesi günü" dedim.
Ebû Bekir: "Bugün günlerden ne?" dedi.
Ben: "Pazartesi" dedi.
Ebû Bekir: "Şu andan geceye kadar vefat etmeyi isterim" dedi. Sonra kendisine tedavi yapılan üzerindeki elbisesine baktı, üzerinde kir vardı. O: "Bu elbisemi yıkayın, iki tane elbise daha ekleyerek beni bunlarla kefenleyin" dedi.
Ben: "Bu elbise eski" dedim.
Ebû Bekir: "Yeni elbise giymeye ölüden çok hayatta olan layıktır. Kefen yalnızca ölünün bedeninden çıkan (irin, pislik vb. şeyler) içindir" dedi.
Ebû Bekir ancak Salı gecesi vefat etti ve sabah olmadan da gömüldü.
Zeyn İbnü'l-Müneyyir şöyle demiştir: Hiç kimse ölüm vaktini belirleme konusunda seçim hakkına sahip değildir. Ancak bunun gerçekleşmesine sebep olmanın bir etkisi vardır. Örneğin teberrük maksadıyla Allah'a yönelmek ve dua etmek böyledir. Bu şekilde ölmeyi talep ettiği halde bu gerçekleşmezse kişi, inancından dolayı sevap alır. Cuma günü ölmenin fazileti ile ilgili hadis Buhârî tarafından sahih olarak görülmediği için o yalnızca kendi şartına uyan hadisle yetinmiştir.
Bu hadisten ilk anda Ebu Bekir'in kefenlerde aşırıya kaçılmaması görüşünü benimsediği anlaşılmaktadır. Müslim'in Câbir aracılığıyla rivayet ettiği kefenleri güzelleştirme emri bununla çelişmez. Bu ikisini, güzelleştirmeyi kefenin niteliğine, aşırıya kaçmayı da kefenin bedeline yorarak uzlaştırmak mümkündür.
Bir görüşe göre kefeni güzelleştirme ölünün hakkıdır. O, Hz. Ebû Bekir'in yaptığı gibi bunun terk edilmesini vasiyet ettiğinde bu vasiyete uyulur.
Şu da mümkündür: Hz. Ebû Bekir'e üzerindeki elbise Hz. Peygamber aleyhi ve sellem tarafından verilmiş, o da bu elbise ile teberrükte bulunmak İstemiş olabilir. Yahut bu elbise ile cihad ettiği veya ibadet ettiği için bununla teberrükte bulunmak istemiş olabilir. İbn Sad'ın, Kasım İbn Muhammed aracılığıyla (dedesi) Hz. Ebû Bekir'den rivayet ettiği "Beni, içinde namaz kıldığım şu iki elbise ile kefenleyin" sözü bu yorumu desteklemektedir.
1- Beyaz ve üç parça elbise ile kefenlemek, büyüklerin teberrük maksadıyla yaptığı vasiyete uymayı istemek müstehaptır.
2- Yıkanmış elbise ile kefenlemek caizdir.
3- Yeni elbise konusunda, hayatta olan tercih edilir.
4- Geceleyin ölüyü defnetmek caizdir.
5- Ebû Bekir'in faziletini, ferasetinin doğruluğunu, vefatı sırasındaki sebatını yine bu hadisten öğrenmiş bulunuyoruz..
6- Kişinin, kendinden daha alt seviyedeki kimseden ilim alması mümkündür.
1388- Hz. Âişe rad.yaüâhu anh şöyle dedi: Bir adam Hz. Peygamber'e aleyhi ve sellem : "Annem aniden öldü. Öyle zannediyorum ki yaşasaydı malını tasadduk ederdi. Ben onun yerine sadaka versem onun için ecir var mıdır?" diye sordu. Hz. Peygamber sallallâhu aleyhi ve sellem : "Evet" dedi.
Ani ölüm, ölüm sebeplerinden hastalık vb. bir şey olmaksızın kişinin ölmesidir.
İbn Reşîd şöyle demiştir: Buhârî'nin kasdettiği, ani ölümün çirkin bir şey olmadığına işaret etmektir. Çünkü adam annesinin aniden öldüğünü belirttiğinde Hz. Peygamber'den sallallâhu aleyhi ve sellem bunu çirkin bulduğunu gösteren bir şey sadır olmamıştır.
Ahmed İbn Hanbel, Ebû Hüreyre'den şunu rivayet etmiştir:
Hz. Peygamber sallallâhu aleyhi ve sellem yıkılmak üzere olan bir duvarın yanından hızla uzaklaşmış ve "Aniden ölmekten hoşlanmam" buyurmuştur.
İbn Battal şöyle demiştir: Bunun sebebi, ani ölümün vasiyet etmekten mahrum kalmaya, tevbe vb. salih amellerle âhirete hazırlık yapamamaya terk etmeye sebep olmasıdır.
İbn Ebi'd-Dünya Kitâbu'l-mevt adlı eserinde Enes'ten, Ubeyd İbn Hâlid'in hadisine benzer bir hadis rivayet etmiş ve fazla olarak şu ifadelere yer vermiştir: "Asıl mahrum olan kişi, vasiyetten mahrum olan kişidir"
İbn Ebî Şeybe'nin Musanneinde Hz. Âişe ve İbn Mesud'dan radıyaiiâhu anh şu rivayet edilmiştir: "Ani ölüm, mümin için rahat, facir için üzüntüdür."
İbnü'l-Müneyyir ise bu konuda şöyle der: Buharı bu konu başlığı ile şunu söylemek istemiştir: Aniden ölen kişinin çocuğu, vekâleti kabul eden konularda mümkün olduğu kadar ana-babasının yapamadığı iyilikleri yapmak suretiyle telafi etsin.
Ahmed İbn Hanbel ve bazı Şâfiîler'den, ani ölümü mekruh gördükleri rivayet edilmiştir, Nevevî önceki bazı âlimlerden, peygamberler ve salihlerden bir grubun bu şekilde öldüğünü nakletmiştir, Nevevî "Mirasa bir an önce konmak isteyenler ani ölümlerden hoşlanırlar" der.
Ben (İbn Hacer) derim ki: Böylece iki farklı görüş uzlaştınlmış olmaktadır.
Hadiste soru sorduğu belirtilen kişi Sa'd İbn Ubâde'dir. Annesinin adı da Amra'dır. Bu hadisle ilgili açıklamalar Vasiyetler bölümünde gelecektir.[127]
Yüce Allah şöyle buyurmuştur: "Sonra onu öldürdü ve kabre koydu.[128]
Biz yeryüzünü bir toplanma yen yapmadık mı? Dinlere ve ölülere.[129]
1389- Hz. Aişe radıyaüâhu anh şöyle demiştir:
Resûlullah sallallâhu aleyhi ve sellem ölüm hastalığı sırasında, hanımları içinde Âişe'nin yanında kalmayı çok istediğinden, Hz. Aişe'ye olan İştiyakından dolayı "Bugün kimin nöbetindeyim", 'Yarın kimin yanındayım?" diye sorardı.
Hz. Aişe dedi ki: Benim günüm (Resûlullah'm yanımda kalacağı gün) geldiğinde Allah onun ruhunu benim kucağımda aldı ve o benim odama defnedildi.
1390- Hz. Aişe radıyaiiâhuanh şöyle dedi: Resûlullah sallallâhu aleyhi ve sellem bir daha ayağa kalkamadığı ölüm hastalığı sırasında şöyle buyurdu: ''Allah Yahudilere ve Hristiyanlara lanet etsin. Onlar peygamberlerinin kabrini mescit edindiler."
Hz. Peygamber sallallâhu aleyhi ve seikm bunu söylememiş olsaydı onun kabri açık bir yerde bırakılırdı. Ancak o kabrinin mescit edinilmesinden korktu (yahut onun mescit edinilmesinden korkuldu).
Ebû Bekr İbn Ayyaş, Süfyan et-Temâr'ın Hz. Peygamber'in kabrinin yerin zemininden yüksekçe olduğunu gördüğünü söylemiştir.
Hîşam Ibn Urve babasından şunu aktarmıştır. Velid Ibn Abdülmelik zamanında Hz. Âişe'nin odasının (Hz. Peygamber'in kabrinin) duvarı göçünce onu yeniden bina etmeye başladılar. Bu sırada kabirden bir ayak göründü, Bunun Hz. Peygamber'in sallallâhu aleyhi ve sellem ayağı olduğunu zannederek korktular. Bunu bilen hiç kimse bulamadılar. Ta ki Urve onlara şöyle söyledi: Hayır vallahi bu Hz. Peygamber'in sallallâhu aleyhi ve sellem ayağı değil, o ayak Hz. Ömer'in ayağıdır.
1391- Hz. Aişe radıyaiiâhu anh Abdullah Ibn Zübeyr'e şunu vasiyet etti:
"Beni onlarla (Hz. Peygamber, Hz. Ebû Bekir ve Ömer) birlikte defnetme. Beni el-Bakî'de arkadaşlarım (Hz.Peygamber'in eşleri) İle birlikte defnet. Böylece ebedî olarak tezkiye edilmemiş olurum (böylece Peygamber'in diğer eşleri arasında ayrıcalıktan ve belki de hak etmediğim bir faziletten uzak kalmış olurum).[130]
1392- Amr İbn Meymûn el-Evdî şöyle demiştir: Ömer İbnü'l-Hattâb anh oğluna şöyle dedi: "Ey Ömer'in oğlu Abdullah! Müminlerin anası Aişe'ye git ve şöyle de: 'Ömer İbnü'l-Hattâb sana selâm söylüyor. 'Sonra ondan iki arkadaşım (Hz. Peygamber ve Hz. Ebû Bekir) ile birlikte gömülmek istediğimi söyle.
Hz. Aişe şöyle dedi: "Ben Hz. Peygamber ve Hz. Ebû Bekir'in kabirlerinin yanını kendim için istiyordum. Ben bugün onu (Ömer'i) kendime tercih edeceğim."
Abdullah, babası Ömer'in yanına dönünce Ömer: "Ne oldu?" diye sordu. Abdullah: "Sana izin verdi ey müminlerin emiri!" dedi.
Ömer şöyle dedi; "Benim için oraya gömülmekten daha önemli bir şey yok-Itu. Ben ölünce cenazemi taşıyıp Âişe'nin yanına götürün. Sonra ona: Ömer İbn Hattâb buraya gömülmek için izin istiyor deyin. Şayet izin verirse beni oraya gömün. İzin vermezse Müslümanların kabirlerine gömün. Ben bu iş (halifelik) için, Resûlullah'ın kendilerinden razı olarak vefat ettiği kişilerden daha layık kimseler bilmiyorum. Şayet onlar birini halife seçerlerse halife odur. Onun emirlerini dinleyip ona itaat edin. (Ömer Halife seçilmek üzere şûrâ'ya katılacak kişiler larasında: Osman, Ali, Talha, Zübeyr, Abdurrahman İbn Avf ve Sa'd İbn Ebî Vakkas'ın adını zikretti.
Ensardan bir genç Hz. Ömer'in huzuruna girerek: "Allah'ın müjdesi ile sevin ıy Müminlerin emiri! Senin Müslümanlıkta kendince de malum olan bir öncelik /e hayrın vardır. Sen daha sonra halife tayin edildin ve adaletle hükmettin. Bun-|ann tümünden sonra da sana şehitlik nasip oldu." Dedi.
Ömer şöyle dedi: "Ey yeğenim, keşke bu söylediklerin benim için eşit çıksa, ne aleyhime ne lehime olsa (keşke bu söylediğin faziletler ile hilafetteki uygulamalarım birbirini eşitlese, sorumluluğum olmasa).
Benden sonra halife olacak kişiye; ilk muhacirlere İyi davranmasını, onların hakkını bilmesini, onların saygınlığını korumasını, daha önceden Medine'yi yurt edinen ve iman etmiş olan ensara da iyi davranmasını, onların İyilerini kabul etmesini, kötülerini affetmesini, Allah'ın ve Resûlü'nün zimmeti ile onların ahdine vefa göstermesini, onların ardında savaşılmasın!, onlara güçlerinin yetmeyeceği bir şeyin yüklenilmemesini tavsiye ederim.[131]
Bu hadis, kabirlerin üstündeki toprağın deve hörgücü şeklinde yükseltilmesinin müstehap olduğuna delil getirilmiştir. Bu, Ebû Hanife, Mâlik, Ahmed îbn Hanbel, Müzeni ve Şâfiîler'den pek çoğunun görüşüdür.
Ebû Bekr el-Acurrî, Şuayb İbn Ishak aracılığıyla Hişam İbn Urve'den şunu nakletmîştir: Babam bana şunu anlattı: Cemaat namaz kılarken kabre doğru namaz kılıyorlardı. Ömer İbn Abdülaziz cemaatin kabre doğru namaz kılmamalarını istedi ve kabrin yükseltilmesini emretti. Ancak bir müddet sonra kabrin duvarı yıkılınca kabirden diz kapağına kadar bir bacak göründü. Ömer İbn Abdülaziz bundan korktu. Urve kendisine gelerek: 'Bu Ömer İbn Hattab'ın bacağı ve dizidir' dedi. Bunun üzerine Ömer İbn Abdülaziz rahatladı.
Hz. Âişe'nin Hz. Ömer'e söylediği "Burayı kendim için istiyordum" sözünün aksine "Böylece ebedî olarak tezkiye edilmemiş olurum" sözü tevazu ve nefsi kırmak amacıyla söylenmiştir. Öyle anlaşılıyor ki Hz. Âişe'nin bu konuda içtihadı değişmiştir, yahut bunu Ömer'e söylediği sırada Cemel vakasında yaşadığı olayları yaşamamıştı, bu olaydan sonra burada defnedilmekten utanmıştı. Ona karşı Cemel savaşında savaşanlardan biri olan Ammar İbn Yâsir "O dünyada da âhirette de Peygamberiniz'in eşidir" demiştir. Bu konu Fitneler/(sınamalar) bölümünde ayrıntılı olarak gelecektir.[132]
Hz. Ömer'in oğluna söylediği sözün yer aldığı hadis uzun bir hadisin bir bölümüdür. Bu hadisin tamamı "Osman'ın fazileti" konusunda gelecektir. Orada fazladan şu ifadeler yer almaktadır: Ömer, oğlu Abdullah'a şöyle dedi: Aişe'ye "Ömer sana selâm söylüyor" de, "Müminlerin emiri" deme.
İbnü't-Tîn şöyle demiştir: Hz. Âişe'nin "Orayı kendim için istiyordum" sözü, geride yalnızca bir kabirlik yer kaldığını göstermektedir. Bu, Hz. Âişe'nin ölürken söylediği "Benî onlann yanına gömmeyin" sözü ile çelişmektedir. Zira bu, evde defin için bir yerin varoidoğunu gösteriyor. Bu iki bilgiyi şu şekilde uzlaştırmak mümkündür: Hz. Aişe radıyaiiâhu anh önceleri odasındaki yerin bir kişinin defni için ancak yeterli olacağını zannediyordu. Hz. Ömer'in gömülmesinden sonra orada bir başka kimsenin de defni İçin daha yer bulunduğunu gördü.
İbn Battal bu konuda şöyle der: Hz. Ömer, Hz. Aişe'den radıyaiiâhu anh izin istedi, çünkü orası Hz. Aişe'nin odası idi, onun orada hakkı vardı. Aişe, kendisini ! tercih edebilecekken Ömer'i kendisine tercih etti.
1- Salihlere inecek rahmetin ve onları ziyaret eden hayır ehli kimselerin duasının kendisine isabet etmesi isteğiyle kişinin salih kimselerin yanında gömülme konusunda arzulu olması caizdir.
2- Hz. Ömer'in "De ki: Ömer izin İstiyor, şayet izin verirse..." sözü söz veren kişinin sözünden dönebileceğini, buna uymasının gerekli olmadığını göstermektedir.
3- Mühim bir ihtiyacı için elçi gönderen kişinin, elçi kendisine gelmeden önce ona durumu sorması caizdir. Bu sabırsızlık sayılmaz, aksine hayır konusunda hırslı olmaktır.
1393- Hz. Âişe radıyaiiâhu anh, Hz. Peygamber'in sallallâhu aleyhi ve sellem şöyle dediğini söylemiştir: "Ölülere sövmeyin. Çünkü onlar yaptığı amellerin neticesine kavuştular.[133]
Zeyn İbnü'l-Müneyyir şöyle demiştir: Konu başlığı, ölülere sövmenin yasak olan ve olmayan şeklinde İki kısmının olduğu izlenimini vermektedir. Hadis İse ölülere sövmeyi mutlak olarak yasaklamaktadır. Buna şu şekilde cevap verilir: Hadisin genel ifadesi, Enes'in yukarıdaki hadisi ile tahsis edilir. O hadiste yer aldığına göre Hz. Peygamber saiiaüâhu aleyhi ve sellem ölüyü öven ve yeren kişilerin sözlerini duyduktan sonra "Vacip oldu. Sizler yeryüzünde Allah'ın şahitlerisiniz" demiş, onların ölü hakkındaki kötü sözlerine tepki göstermemiştir. Burada, Müslüman ölülere sövmenin yasaklanması da kasdedilmiş olabilir. Çünkü ölmüş kâfirleri karalamak Allah'a yaklaştırıcı bir fiildir.
Vacip oldu" sözü ile ilgili birkaç ihtimalin söz
Kurtubî, Hz. Peygamber'in konusu olduğunu söylemiştir:
1. Kendisinin kötülüklerinden bahsedilen ölü, bunları açıktan işlediği için onun hakkındaki bu konuşma "fasık hakkında gıybet yoktur" hükmünün kapsamında gerçekleşmiştir. Bu kişinin münafık olma ihtimâli de vardır.
2. Yasak, ölünün gömülmesinden sonra geçerlidir, ölü hakkında definden önce konuşmak ise, işitenlerin ibret alması için caiz dir.
İbn Reşîd'İn söyledikleri özetle şöyledir: Sövmek kâfirler ve Müslümanlar hakkında farklı olmalıdır. Ölmüş olan kâfire sövmek hayattaki müslümana zarar veriyorsa bu yasaktır. Müslümana sövmek ise ancak zaruret durumunda olur. Şahitlik böyledir. Bazı durumlarda bu vacip de olabilir. Bunda ölünün maslahatı bulunabilir. Örneğin malının yalancı şahitlikle elinden alındığı bilinen bir kişi hakkında yalancı şahitlik eden kişi ölse, bunun dile getirilmesi, şayet malın sahibine geri verileceği biliniyorsa ölüye fayda verir. Bu ayrımdan gaflet sebebiyle bazıları Buhârî'nin ölünün iyi ve kötü olarak anılması ile İlgili hadisi gözden kaçırdığını zannetmişlerdir. Oysa Buhârî, caiz olan bu durumun şahitlik türünden bir fiil olduğunu belirtmek İstemiştir. Yasak olan ise doğrudan sövme şeklindeki konuşmadır.
"Yaptığı amellerin neticesine kavuştular": Hayır ve şer olarak ne yapmışlarsa buna kavuşmuşlardır.
Bu hadis, mutlak olarak ölülere sövmenin yasak olduğuna delil getirilmiştir. Bu hadisin genel ifadesinin tahsis edildiği yukarıda geçti.
Bu konuda söylenen en sahih söz şudur: Kötülüklerinden sakındırmak ve onlardan nefret ettirmek amacıyla kâfir ve fasık ölülerin kötülüklerinden bahsetmek caizdir.
Alimler, hayatta olsun ölmüş olsun hadis rivayet eden kimselerden yergiyi hak edenlerin yerilmesinin caiz olduğu konusunda İcma etmişlerdir.
1394- İbn Abbas radıyaiiâhu anh şöyle demiştir: Ebû Leheb (Allah'ın laneti onun üzerine olsun) Hz. Peygamber'e sallallâhu aleyhi ve sdiem "Kalan günlerde helak senin üzerine olsun" dedi. Bunun üzerine "Ebû Leheb'in iki eh kurusun. Kurudu da" âyeti indi. Kötü kimselerin ölümlerinden sonra aleyhlerinde konuşmanın hükmü yukarıdaki hadisin şerhinde yeterince anlatıldı. Bu konuda şairlerle ilgili olarak eş-Şuarâ' suresinin tefsiri ile ilgili kısımda geniş bilgi verilecektir. [134]
[1] Hadisin geçtiği diğer yerler: 1318, 1327, 1228, 1333,
3880, 3881.
[2] Hadisin geçtiği diğer yerler: 2798, 3063, 3630, 3757,
6242.
[3] el-Bakara 2/155.
[4] Hadisin geçtiği diğer yer: 1381.
[5] Hadisin geçtiği diğer yer: 6656
[6] Meryem 19/71-72.
[7] Hadisin geçtiği diğer yerler: 1283, 1302, 7154.
[8] Bu konuda doğrusu şudur: Hadis, kendisine başka şeyler
eklenen su, su ismini korudukça ve buna eklenen madde sidr vb. temiz bir madde
oldukça bununla temizlik yapılabileceğini göstermektedir. İbn Teymiyye ve îbn
Kayyim bu görüşü tercih etmişlerdir, (Abdulaziz İbn Bâz).
[9] 285. hadis.
[10] Birçok yerde salihlerin bıraktıklarından bereket
ummanın caiz olmadığını belirttik. Bu yalnızca Hz. Peygamber'e özgü bir Özelliktir.
Çünkü Yüce Allah onun bedenini ve o bedene temas eden şeyleri mübarek
kılmıştır. Şu iki sebeple başkaları Hz. Peygamber'e kıyas edilemez: 1. Sahabe bunu Hz. Peygamber'den başkasına
yapmamışlardır. Şayet bu hayırlı bir şey olsaydı bunu bizden önce onlar
yapardı. 2. Peygamber'den başkasına bunu
yapmak şirkin vesilelerindendir. Dolayısıyla bunun yasak olması gerekir.
(Abdulaziz İbn Bâz)
[11] Hanefîler'e göre erkeğin kefeni, biri gömlek (kamis)
yerini, biri don ve etek (izar) yerini ve biri de sargı-bürgü (lifâfe) yerini
tutmak üzere yensiz ve yakasız, etrafı dikişsiz üç kat bez; kadının kefeni ise
bu üç kata ilave olarak bir başörtüsü ve bir de göğüs örtüsü olmak üzere beş
kat bezdir. Bu söylenen sünnet üzere kefenleme için gereken parça sayısıdır (kefen-i
sünnet). Bu sayıda parça bulunamayıp, erkek İçin izar ve İifafe, kadın için bu
ikisine İlaveten bîr baş örtüsü üe yetinümesi durumunda, bu da yeterlidir
(kefen-i kifayet). Bu kadarı da bulunmaz ve gerek erkek gerek kadın İçin
sadece bir kat bez bulunabilirse, ölü tek parça beze sarılır (kefen-i zaruret).
Kamis, boyun kısmından ayaklara kadar uzanan gömlek yerinde bir bezdir. izar,
bir don veya eteklik yerinde, baştan ayağa kadar uzanan bir bezdir.
Lifâfe ise, sargı
yerinde olup baştan ayağa kadar uzanan, baş ve ayak taraflarından düğümlenen
bir bezdir. Bu bakımdan izardan biraz daha fazla uzundur. (İlmihal, İSAM, I, 359).
[12] Hadisin geçtiği diğsr yerler: 1271, 1272, 1273, 1287.
[13] Hadisin geçtiği diğer yerler; 1266, 1267, 1268, 1839,
1850, 1851.
[14] et-Tevbe 9/80.
[15] et-Tevbe 9/S4. Hadisin geçtiği diğsr yerler: 4670,
4672, 5796.
[16] Hadisin geçtiği diğer yerler: 1350, 3008, 5795.
[17] Bkz. 4670. hadis
[18] et-Tevbe 91/84. Hadisin geçtiği diğer yerler: 4670,
4672, 5796.
[19] Hadisin geçtiği diğer yerler: 1275, 4045.
[20] Hadisin geçtiği diğer yerler: 3897, 3913, 3914, 4047,
4082, 6432, 6448.
[21] 1834. hadis.
[22] Hadisin geçtiği diğer yerler: 2093, 5810, 6036.
[23] Bu yanlıştır. Doğrusu şu iki sebeple bunun yasak
olmasıdır: 1. Sahabe bunu Hz. Peygamber'-den başkası için yapmamışlardır. Şayet
bu hayırlı bir davranış olsaydı, bizden önce onlar bunu yapardı. Hz. Peygamber
ile başkaları arasında pek çok fark bulunduğundan, başkası Hz. Pey-gamber'e
kıyas edilemez. 2. Şirke giden yolu kapamak. Çünkü salih kimselerin kullandığı
şeyler ile teberrük onlar konusunda aşırılığa götürür, bu da onlara tapınmaya
yol açar. Bu sebeple bunun yasak olması gerekir. Bu konuya daha önce de
defalarca temas ettik. {Abdulaziz İbn Bâz)
[24] Hadisin geçtiği diğer yerler: 1281, 5334, 5339, 5345.
[25] Hadisin geçtiği diğer yer: 5335.
[26] Bu hüküm itiraza açıktır. Çünkü bir yakını ölen
kadının, böyle bir psikolojik durum altında kocası tarafından ilişkiye
zorlanması daha büyük psikolojik travmalara, kadının kocasından nefret
etmesine ve bu sebeple aile yuvasının zarar görmesine yol açabilir.
Kanaatimizce yas tutmaya izin verilen üç günlük süre, cinsel İlişki noktasında
kocanın da dikkate alması gereken bir süredir, (Mütercim).
[27] et-Tevbe 9/84.
[28] et-Tahrim 66/66.
[29] el-Fâtır 35/18.
[30] Hadisin geçtiği diğer yerler: 5655, 6602, 6655, 7277,
7448.
[31] Hadisin geçtiği diğer yer: 1342.
[32] Hadisin geçtiği diğer yer: 1290,1292
[33] el-En'am 6/164
[34] en-Necm 53/43
[35] Hadisin geçtiği diğer yerler: 1289, 3978.
[36] Bereket ummanın yalnızca Hz. Peygamber'e özgü olduğu
ve şirkin bazı türlerine yol açabilecek aşırılıktan önlemek amacıyla Hz.
Peygamber'den başkasından bereket ummanın caiz olmadığı daha önce geçmişti.
(Abdulaziz İbn Bâz.)
[37] Hadisin geçtiği diğer yerler: 1297, 1298, 3519.
[38] Hadisin geçtiği diğer yerler: 1305, 4263.
[39] Yusuf 12/86
[40] Hadisin geçtiği diğer yer: 5470.
[41] 2880 hadis
[42] el-Bakara 21/157.
[43] el-Bakara 21/45.
[44] Hadisin geçtiği diğer yerler: 4892, 7215.
[45] Bir hadisinde Hz. Peygamber sallallâhu aleyhi ve
sellem kadınları "dinleri
noksan" olarak nitelemesinin sebebini, âdet halinde iken uzun süre namaz
ve oruçtan uzak kalmaları şeklinde, "akılları noksan" olarak niteleme
sebebini de iki kadının şahitliğinin bir erkeğin şahitliği İle aynı olması ile
açıklamaktadır.
Kadının âdet görmesi,
onun kendi seçimi olmadığından bunu hadisten İlk anda anlaşıldığı şekilde
"kadının dini erkekten noksandır" şeklinde anlamak yerine,
"kadının dinî yükümlülükleri erkeğe göre daha azdır" şeklinde anlamak
daha doğru olsa gerekir. Çünkü Hz. Peygamber'in kadınları, kendi seçimleri
olmayan bir sebepten dolayı erkeklerden daha az dindar olmakla nitelediği
düşünülemez.
Kadının akıl
noksanlığına gelince, Hz. Peygamber'in sallallâhu aleyhi ve sellem bunu şahitlikle açıklaması çok manidardır.
Çünkü hadisin Hz. Peygamber tarafından İfade edildiği dönemde, kadın sosyal
olaylara erkek gibi müdahil olmuyor, alım-satım vb. işleri doğrudan yürütmüyordu.
Bu durumda, şahitlik gibi sosyal hayatla doğrudan ilgili bir konuda toplum
içinde daha çok rol alan erkeğin şahitliğinin kadına göre Ön plana alınması
tabiîdir. Şu haİde söz konusu hadisteki "akıl" kelimesini
"sosyal tecrübe", "alış-veriş vb. İktisadî olaylar konusundaki
birikim" şeklinde anladığımızda, Hz. Peygamber'in kadını erkeğe göre
"dinî duyarlılığı ve zekası daha geri" bir varlık olarak
nitelemediğini, yalnızca "dinî yükümlülükleri erkeğe göre daha az,
(yaşanılan zaman dilimi gereği) sosyal tecrübesi daha eksik" olarak
nitelediğini görürüz. Bu İse hakikatin ta kendisidir.
Sonuç olarak gerçeği
bütün çıplaklığı ile ifade eden böyle bir hadisi, kimi dindışı çevrelerin kadının
İslâm'da İkinci sınıf olarak görüldüğüne delil olarak kullanması, ya da kimi
dindar (!) erkeklerin, kadının erkeğe göre ikinci sınıf olduğunu ispata vesile
kılması, yalnızca kadınlara değil, aynı zamanda "Kadınlara hayırlı
davranmayı birbirinize tavsiye ediniz" diyen Hz. Peygamber'e karşı da
büyük bir haksızlıktır. (Mütercim)
[46] Hadisin geçtiği diğer yer: 1310.
[47] Bir fıkıh usûlü terimi olarak müşterek, farklı
kullanımlarda farklı anlamlara gelebilen sözcüktür. Ancak aynı kullanımda bu sözcüğün
bütün anlamlarını kasdetmek Hanefîler'e göre mümkün değildir. Bu Türkçedeki
sesteş (eşsesli) kelimelere benzer. Örneğin "yüz" sözcüğü bir sayıyı,
insan vücudunda başın Ön kısmını, hayvanın derisinin bedeninden ayrılmasını ve
yüzme fiilinin emredilmesini ifade eder. Ancak bu sözcüğü kullanan bîr kişi,
tek bir kullanımda bunların hepsini birden kasdetmiş olamaz. Şirazî'nin
"yap!" sözcüğü müşterekliği gerektirir ifadesi ile kastettiği, bu
sözcüğün hem zorunlu kılma hem de mendupluk ifade etmesinden dolayıdır. Ancak
bu itiraza açıktır. Çünkü uşûlcülerin büyük çogantuğu emrin
"müşterek" bir sözcük değil, "hâs" (özel anlamı bulunan)
bir sözcük olduğu görüşünü kabul etmişlerdir. Buna göre haricî bîr karîne bulunmadığı
sürece "Yap!" ifadesi, yani emir, zorunluluk bildirir. (Mütercim)
[48] Hadisin geçtiği diğer yerler:
[49] Mefhûm-ı lakap: Hüküm belirli bir lakaba
bağlandığında, o lakaba sahip olmayanların hükme dahil olmamasıdır. Bu,
uşûlcülerin büyük çoğunluğuna göre geçerli değildir.
[50] Sâri, hüküm (kanun) koyucu anlamına gelir. Bu ifade
fıkıh usûlü literatüründe hakîkî anlamıyla yalnızca Altahu Teala İçin
kullanılır. Ancak Hz. Peygamber onun hükümlerini tebliğ ettiği için,
müctehidler de ictihadlanyla gerek Allah ve Peygamber'in hükmünü anlamaya,
gerekse hükmün bulunmadığı yerde ictihad ile bunu elde etmeye çalıştıkları
için mecazen onlar hakkında da Sâri kelimesi kullanılmıştır. Bu, kesinlikle
Allah'tan başka hüküm koyucu bulunduğu anlamına gelmez.
[51] Merfu' hadis: Hz. Peygamber'e ait; söz, fiil ve
onaylamalardır. Mevkuf hadis: Sahabe'ye ait söz ve fiillerdir.
[52] Hadisin geçtiği diğer yerler: 1320, 1334, 3877, 3878,
3879.
[53] Adı ise Ashama idi.
[54] et-Tevbe 9/84
[55] Teyemmüm ile kılamaz" görüşü daha evlâdır. Çünkü
Yüce Allah "Su bulamazsanız teyemmüm yapınız" buyurmuştur. Hadiste de
"Yerin toprağı bizim için, su bulunmadığında temizleyici kılınmıştır"
buyrulmuştur. Tahsis edici bir delil bulununcaya kadar nassların (âyet ve
hadislerin) genel kapsamını esas almak gerekir. Burada güvenilir bir tahsis
edici bulunmamaktadır. (AbdulazizîbnBâz).
[56] Hadisin geçtiği diğer yerler: 3635, 4556, 7819, 6841,
7332, 7543.
[57] Bu hadisi İmam Ahmed ve İbn Mâce rivayet etmişlerdir.
Hadisin senedi delil olmaya elverişlidir. Bu hadis, namaza durma konusunda
erkek ile kadın arasında bir ayrım yapıldığına delildir. Yine erkeğin başı
hizasında kadının da ortasında durmanın sünnet olduğuna delildir. (Abdulaziz
îbn Baz)
[58] Meleklerin bu sözü dünya hayatında gerçeği anlamaya
yanaşmayan, okuduğu yahut dinlediği âyetlerden istifade edemeyen kâfir ve
münafık hakkında bir bedduadır
[59] Hadisin geçtiği diğer yer: 1374.
[60] Hadisin geçtiği diğer yer: 3407.
[61] Saygınlığını zedelemekten kasıt, bir bölgeden diğerine
nakledilirken ölünün avret yerlerinin açılması, görülmesi istenmeyen bazı
durumlarının başkaları tarafından görülmesi vb. hususlardır. (Mütercim).
[62] 1330. hadis.
[63] SeddüVzerîa: Aslen haram olmamakla birlikte,
çoğunlukla harama götürmesi, yol açması sebebiyle bazı fiillerin yasak kabul
edilmesidir. Örneğin Kur'ân'da Yüce Allah müşriklerin ilahlarına sövmeyi
yasaklamıştır. Aslında bu kötü bîr şey değildir. Fakat kötü bir şeye, yani
müşriklerin de Allah'a sövmesine yol açtığından yasaklanmıştır
[64] Hadisin geçtiği diğer yerler: 1345, 1346, 1347, 1348,
1353, 4079.
[65] Hadtsin geçtiği diğer yerler: 3596, 4085, 6590.
[66] 4079. hadis.
[67] 6575. hadis.
[68] 3596. hadis
[69] 4079. hadis.
[70] Hadisin geçtiği diğer yerler: 1587, 1833, 1834, 2090,
2433, 2783, 2825, 3077, 3189, 4313.
[71] 1833. hadis.
[72] Hadisin geçtiği diğer yer: 1352.
[73] 4081, 3580. hadisler.
[74] Hadisin geçtiğL diğer yerler: 3055, 6173, 6618.
[75] Hadisin geçtiği diğer yerler: 2638, 3033, 3056, 6174.
[76] Hadisin geçtiği diğer yer: 5657.
[77] Müstezaf, sözlük anlamı itibarıyla "zayıf
düşürülenler, zayıf görülenler" demektir. Burada bu sözcükle kasdedilen,
Mekke'den Medine'ye hicret etme İmkanı bulamayan zayıf ve çaresiz kimselerdir.
[78] Hadisin geçtiği diğer yerler: 4587, 4588, 4597.
[79] er-Rum 30/30. Hadisin geçtiği diğer yerler: 1359,
1385, 4775, 6599.
[80] Bu çıkarım itiraza açıktır. Çünkü hadiste, çocuğun
ergenİik çağına girmediği söylenmemiştir. Hz. Peygamber'in sallalİâhu aleyhi ve
sellem "Kalem (sorumluluk) üç kişiden kaldırılmıştır: ...ergenliğe
ulaşıncaya kadar çocuktan" buyurduğu bilinmektedir. (Abdullah İbn Baz)
[81] et-Tevbe 9/113. Hadisin geçtiği diğer yerler: 3884,
4675, 4772, 6681.
[82] 4675. hadis.
[83] Kabre yaş hurma dalı koymanın yalnızca hadiste
bahsedilen iki kişiye özgü olduğu görüşü daha doğrudur. Çünkü Hz. Peygamber
sallallâhu aleyhi ve sellem , yalnızca kabrinde azap gördüğünü bildiği bu iki
kişinin kabrine hurma dalı dikmiş, diğer kabirlere bunu yapmamıştır. Şayet bu
sünnet olsaydı, bunu bütün kabirlere yapardı. Ayrıca hulefâ-i râşîdîn ve diğer
büyük sa-habîler de bunu yapmamışlardır. Bu meşru bir şey olsaydı bunu
Öncelikle onlar yapardı. Büreyde'nin yaptığı ise kendi içtihadına dayalı bir
fiildir. İctihad yanlış da doğru da olabilir. Bunu yapmayanların fiili
doğrudur. (Abdulaziz İbn Bâz).
[84] Mutlak olarak kabirlerde oturmayı mekruh gören
çoğunluğun görüşünü, Müslim'in Sahih'inde Câbir'den rivayet ettiği
"Resûlullah sallallâhu aleyhi ve sellem kabrin kireçle sıvanmasını, kabrin
üzerine oturulmasını ve üzerine bina yapılmasını yasakladı" hadisi
desteklemektedir. Bu sahih hadis ve onunla aynı anlama gelen diğer hadisler,
kabirleri kireçlemenin, üzerine bir şey bina etmenin haram olduğunu gösterir.
Çünkü bu kabri yüceltmek olup, şirke vesile olan şeylerdendir. Nitekim pek çok
şehirde bu gerçekleşmiştir. İlim ehlinin ve bütün Müslümanların bunlara karşı
çıkması ve sakındırması gerekmektedir. Kabir üzerine mescit inşa edilirse,
günah daha da büyük, bunun şirke götürmesi daha açık olur. Bu yüzden
Resûlullah'ın kabirleri mescit edinmeyi yasakladığı sahih olarak rivayet
edilmiştir. Hz. Peygamber sallallâhu aleyhi ve sellem şöyle buyurmuştur:
"Dikkat edin! Sizden öncekiler peygamberlerinin ve salih kimselerin
kabirlerini mescit edinirdi. Dikkat edin! Kabirleri mescit edinmeyin. Ben sizin
bunu yapmanızı yasaklıyorum!".
[85] Bakî'ü'l-garkad, Medine'lİlerİn ölülerini gömdükleri
mezarlığın adıdır. Baki1 içinde ağaç köklerinin bulunduğu arazi, garkad ise bu
arazide çokça biten dikenli bîr ağacın adıdır. (Mütercim).
[86] el-Leyl 92/5-10. Hadisin geçtiği diğer yerler: 4945,
4946, 4947, 4948, 4949, 6217, 6650, 7552.
[87] Burada kasdedilen, kişinin yalan olduğunu bildiği bir
şey hakkında "Doğru değil İse Yahudi olayım, Hristiyan olayım" vb.
yeminler etmesidir.
[88] Hadisin geçtiği diğer yerler; 4171, 4843, 6047, 6105,
6652.
[89] Hadisin geçtiği diğer yer: 3463.
[90] Hadisin geçtiği diğer yer: 5778.
[91] İbn Hacer'in bu yorumu gariptir. Doğrusu yukarıdaki delil
getirme güzeldir. Yüce Allah'ın "Bir kötülüğün karşılığı ona denk bir
kötülüktür", "Şayet cezalandıracaksanız, size yapılanın misli ile
cezalandırın" âyetleri bunu gösterdiği gibi, cariyesinin başını f^ışla
ezerek öldüren Yahudi'ye Hz. Peygamber sallallâhu aleyhi ve sellem tarafından
aynı şekilde kısas yaptırılması da bunu göstermektedir. Bu konuda daha pek çok
delil vardır. (Abdulaziz İbn Bâz).
[92] Hz. Peygamber'in burada bahsettiği seçim hakkı âyette
şu şekilde belirtilmektedir: "Onlar için İster mağfiret dile, ister
mağfiret dileme! Onlar İçin yetmiş defa mağfiret dilesen yine de Allah onları
kesinlikle bağışlamaya çaktır", (et-Tevbe 9/80).
[93] et-Tevbe 9/84. Hadisin geçtiği diğer yer: 4671.
[94] Hadisin geçtiği diğer yer: 2642.
[95] Hadîsin geçtiği diğer yer: 2643.
[96] 2643. hadis.
[97] el-Bakara 2/143
[98] eİ-En'âm 6/93.
[99] et-Tevbe 9/101.
[100] el-Mü'mİn 40/45-46.
[101] İbrahim 14/27. Hadisin geçtiği diğer yer: 4699.
[102] Hadisin geçtiği diğer yerler: 3980, 4026.
[103] en-Neml, 27/80. Hadisin geçtiği diğer yerler; 3979,
2981.
[104] Meleklerin bu sözü dünya hayatında gerçeği anlamaya
yanaşmayan, okuduğu yahut dinlediği âyetlerden istifade edemeyen kâfir ve münafık hakkında
bir bedduadır.
[105] Muhammed 47/27
[106] et-Tevbe 9/101.
[107] el-Mü'min 40/45-46.
[108] el-İsra 17/85
[109] 4721. hadis.
[110] Ebû Dâvud, Sünne, 27.
[111] en-Neml 27/80
[112] 1043. hadis.
[113] İbrahim 14/27
[114] Gâfir (Mü'min) 40/46
[115] İmam Ahmed İbn Hanbel, Kâb İbn Mâlik aracılığıyla Hz.
Peygamber'den sallallâhu aleyhi ve sellem
şunu rivayet etmiştir: "Müminin ruhu, Allah onu dirilteceği gün
ruhunu cesedine geri döndürünceye kadar cennet ağacına asılı bulunan bir
kuştur." Hafız İbn Kesir bu hadisin isnadı ile İlgili olarak: Sahih,
şerefli ve büyük bir isnattır." demiştir. "Ruhu asılı durur"
orada yer içer anlamındadır. Sahîh-i Müslim'de Abdullah İbn Mes'ud'tan merfu'
olarak şöyle rivayet edilmektedir: Şehidlerin ruhları arşa asılmış kandillerin
üzerinde oturan yeşil kuşlar içinde olup cennette arzu ettiği yerlerde dolaşır,
sonra yuvaları gibi o!an bu kandillere geri dönerler. Allah doğruyu daha iyi bilendir,
(Abdülaziz İbn Bâz).
[116] İbrahim 14/27
[117] Hadisin geçtiği diğer yer: 6334.
[118] Hadisin geçtiği diğer yerler: 3240, 6515.
[119] İbn Abdilberr ve Mâlik'in ruhlar hakkındaki bu görüşü
zayıf ve Kur'ân'tn zahirine aykırıdır. Kur'ân'dan ilk anda anlaşılan odur ki,
ruhlar Allah katında tutulmakta olup, Allah'ın dilediği şekilde onlar hakkında
nimet verme ve azap etme söz konusu olmaktadır. Ehl-i sünnetin kabul ettiği
üzere, ruhlara nimet veya azabın arz edilip, bedenin tümünün veya geriye kalan
kısmının da bunu hissetmesine bir engel yoktur.
Kur'ân'dan buna delil
şu âyetlerdir: "Allah, ölenin ölüm zamanı gelince, ölmeyenin de uykusunda
iken canlarını alır da ölümüne hükmettiği canı alır, ötekini muayyen bir vakte
kadar bırakır. Şüphe yok ki, bunda iyi düşünecek bir kavim için ibretler
vardır". [Zümer, 39/42] Hadisler de kabre gömülen ölünün ruhunun sual
sırasında Ölüye geri verildiğini göstermektedir. Ölüye selâm verilmesi vb.
durumlarda olduğu gibi Allah'ın dilediği kimi durumlarda ölünün ruhunun
bedenine geri verilmesine bir engel yoktur. Sahih hadiste müminlerin ruhunun
kuşlar şeklinde cennette bir ağaca asılı olduğu, şehitlerin ruhlarının ise
yeşil kuşların kursağında cennette dilediği yerde dolaştığı belirtilmiştir.
(Abdülaziz İbn Bâz}.
[120] Hadisin geçtiği diğer yerler: 3255, 6195.
[121] Hadisin geçtiği diğer yer: 6597.
[122] Hadisin geçtiği diğer yerler: 6598, 6600.
[123] el-Kalem 68/42.
[124] el-İsrâ 17/15
[125] er-Rûm 30/30
[126] 7047. hadis.
[127] hadis. 276
[128] Abese 80/21
[129] el-Mürselât 77/25-26.
[130] Hadisin geçtiği diğer yer: 7327.
[131] Hadisin geçtiği diğer yerler: 3052, 3162, 3700, 4888,
7207.
[132] 7100-hadis.
[133] Hadisin geçtiği diğer yer: 6516.
[134] Tebbet 111/1. Hadisin geçtiği diğer yerler: 3525,
3526, 4770, 4801, 4971, 4972, 4973.