4. Kişinin Ölünün Ailesine Ölüm Haberini Bizzat Vermesi 6

Ölünün Yakınlarına Ölüm Haberini Vermek. 6

5. Cenaze Konusunda İzin. 6

6. Çocuğu Öldüğü Halde Allah'ın Rızasını Umarak Sabreden Kişinin Fazileti 6

7. Bir Erkeğin Kabir Başındaki Bir Kadına "Sabret Demesi 7

8. Ölüyü Su Ve Sidr İle Yıkamak Ve Abdest Aldırmak. 7

9. Tek Sayıda Yıkanmanın Mustehap Olması 9

10. Ölüyü Yıkamaya Sağ Taraflarından Başlanır 9

11. Ölünün Abdest Âzalarının Yıkanması 9

12. Kadın, Erkek İzarı (Gömleği) İle Kefenlenir Mi?. 9

13. Kâfur, Cenazenin Son Yıkamasında Kullanılır 10

14. Cenaze Kadın Olunca Saç Örgüsünü Çözmek. 10

15. Ölüye Kefeni Nasıl Sarılır? 10

16. Kadının Saçı Üç Örgü Yapılır 11

17. Kadının Saçı Arkaya Atılır 11

    Ölüyü Yıkayan Kişinin Gusül Abdesti Alması Gerekli Midir?. 11

18. Kefenleme İçin Beyaz Kumaş Kullanılması 11

19. İki Elbise İle Kefenlemek. 12

20. Ölü (Cenaze) İçin Hanût (Güzel Koku) Kullanmak. 12

21. İhramlı (İken Ölen Kişi) Nasıl Kefenlenir?. 12

22. Azaba Engel Olsun Ya Da Olmasın Gömlek İçinde Kefenlemek, Gömleksiz Olarak Kefenlemek. 13

23. (Ölüyü) Gömleksiz Olarak Kefenlemek. 13

24. Sarık Kullanmaksızın Kefenlemek. 14

25. Kefen (İçin Yapılacak Harcama) Kişinin Malının Tümündendir 14

26. Ölüyü Kefenlemek İçin Yalnızca Bir Elbisenin Bulunması 14

27. Yalnızca Başı (İle Birlikte Ayak Dışındaki Yerleri Örten) Veya Ayakları (İle Birlikte Baş Dışındaki Yerleri) Örten Bir Kefenden Başkası Bulunmazsa Bununla Baş Örtülür 15

28. Hz. Peygamber Zamanında Kefenini Hazırladığı Halde Hz. Peygamberin Yadırgamadığı  Kimse. 15

29. Kadınların Cenazeyi Takip Etmesi 16

30. Kadının Kocasından Başkası İçin Yas Tutması 16

31. Kabirlerin Ziyaret Edilmesi 17

    Erkeklerin Kabirleri Ziyaret Etmesinin Hükmü. 17

    Kadınların Kabirleri Ziyaret Etmesinin Hükmü. 18

32. Hz. Peygamberin Şu Sözü: "Ölü, Ailesinin Ağlamasının Bir Kısmı Sebebiyle Azap Görür". 19

    Hz. Zeyneb'in Çocuğunun Vefatı İle İlgili Hadis. 21

    Hz. Ummü Gülsüm'ün radıyatıahu anh Kabre Konulması İle İlgili Hadis. 22

    Hz. Osman'ın Kızının ölümü İle İlgili Hadis. 22

33. Ölü İçin Feryat Etmenin Çirkin Görülmesi 22

34. Bab. 23

35. "Yakalarını Yırtan Bizden Değildir". 23

36. Hz. Peygamberin Sad İbn Havle'yı Taziye Etmesi 23

37. Bir Musibetle Karşılaşan Kişinin Başını Tıraş Etmesinin Yasak Olması 24

38.  Yanaklarına Vuran Bizden Değildir 24

39. Musibetle Karşılaşan Kişinin Ah-Vah Ve Câhiliye Devrindeki Gibi Feryat Etmesinin Yasaklanması 24

40. Musibetle Karşılaşan Kimsenin Bunu Hissettirecek Şekilde Bir Kenarda Oturması 24

41. Musibetle Karşılaşan Kişinin, Üzüntüsünü Belli Etmemesi 25

42. Musibetle İlk Karşılaşılan Anda Sabır Göstermek. 26

43. Hz. Peygamberin (Ölen Oğlu İçin)  Gerçekten Biz Senin Ölümünden Dolayı Üzgünüz1 Demesi 27

44. Hastanın Yanında Ağlamak. 28

45. Feryat Etme Ve Ağlamanın Yasaklanması, Bunu Yapanları Engellemek. 28

46. Cenaze İçin Ayağa Kalkmak. 29

47. Cenaze İçin Kalkan Kişi Ne Zaman Oturur?. 29

48. Bir Cenazeye Katılan Kimse Cenaze Omuzlardan Yere Konulmadıkça Oturmaz, Oturursa Kalkması Emredilir 29

49. Bir Yahudi Cenazesi İçin Ayağa Kalkmak. 30

    Cenaze İçin Ayağa Kalkma Konusundaki Farklı Görüşler 30

50. Cenazeyi Kadınların Değil Erkeklerin Taşıması 31

51. Cenazeyi Kaldırmada Acele Etmek. 32

52. Cenaze Taşınırken Müteveffanın "Beni Çabuk Götürün Demesi 33

53. Cenaze Namazında İmamın Arkasında İki Veya Üç Saf Yapmak. 33

54. Cenaze Namazındaki Saflar 33

    Cenaze Namazında Safların Çok Olmasının Fazileti 34

    Mescitte Cenaze Namazı Kılmak. 34

    Gaibin Cenaze Namazını Kılmak. 34

55. Cenaze (Namazlarında) Erkeklerle Birlikte Çocukların Da Saflar Yapması 34

56. CENAZE NAMAZININ SÜNNETİ Ve HZ. PEYGAMBERİN "CENAZE NAMAZI KILAN..." SÖZÜ.. 35

    Cenaze Namazının Şartlan. 35

    Cenaze Namazını Kıldırma Konusunda En Çok Hak Sahibi Olan Kimdir?. 35

    Cenaze Namazı İçin Teyemmüm Yapmak. 36

    Cenaze Namazmdaki Tekbirlerin Sayısı 36

    Cenaze Namazı Yalnızca Bir Duadır" İddiasının Reddi 36

57. Cenazeleri Takip Etmenin Fazileti 36

    Kîrât Nedir?. 37

58. Cenaze Gömülünceye Kadar Beklemek. 37

59. Çocukların Cemaatle Birlikte Cenaze Namazı Kılması 38

60. Cenaze Namazlarını Musallada Ve Mescidde Kılmak. 38

    Mescitte Cenaze Namazı Kılma Konusundaki Görüşler 38

61. Kabirlerin Üzerine Mescid Yapmanın Mekruh Olması 39

62. Loğusa İken Ölen Kadının Cenaze Namazının Kılınması 39

63. (İmam) Kadın Ve Erkeğin (Cenazesinde) Neresinde Durur?. 39

64. Cenaze Namazında Dört Tekbir Getirmek. 40

65. Cenazeye Fatihayı Okumak. 40

66. Cenaze Gömüldükten Sonra Mezarı Başında Cenaze Namazı Kılmak. 41

67. Ölünün (Mezardan Ayrılanların) Ayakkabı Seslerini İşitmesi 41

68. Arz-I Mukaddes Vb. Yerlerde Gömülmeyi İstemek. 42

    Ölünün Bir Bölgeden Başka Bir Bölgeye Nakledilmesi 42

69. Ölüyü Geceleyin Defnetmek. Hz. Ebû Bekir Geceleyin Defnedilmiştir 42

70. Kabrin Üzerine Mescid İnşa Etmek. 43

71. Kadının Kabrine Kim Girer?. 43

72. Şehid İçin Cenaze Namazı Kılmak. 43

Şehidin Cenaze Namazı Kılınır mı?. 44

73. İki, Üç Erkeği Bir Kabre Gömmek. 45

74. Şehitlerin Yıkanması Görüşünü Kabul Etmeyenler 45

    Cünüp ve Adetli Olarak Ölen Şehidin Yıkanması Meselesi 45

75. Lahde Kim Önce Konulur?. 45

76. Kabirlere Ot Ve Izhır Koymak. 46

77. Ölü, Bir Sebebe Binaen Kabirden Ve Lahitten Çıkarılır Mı?. 46

    Cabir in Babasının Kıssasından Çıkan Bazı Sonuçlar 47

78. Kabirde Lahit Yapmak Ve Kabri Yarmak (Şakk) 47

79. Çocuk Müslüman Olduktan Sonra Ölürse Onun Cenaze Namazı Kılınır Mı? Çocuğa Müslüman Olması Teklif Edilir Mi?  47

    Çocuğun Cenaze Namazı Kılınır mı?. 49

80. Müşrik İn Ölürken  La İlahe İllallah Demesi 49

81. Kabrin Üzerine Yaş Dal Konulması 49

    Kabir Üzerine Oturmanın Hükmü. 50

82. Muhaddisin (Hadis Âliminin) Kabirde Vaaz Vermesi, Arkadaşlarının Onun Etrafında Oturması 51

83. Kendi Canına Kıyan (İntihar Eden) Kişinin Durumu. 51

84. Münafıkların Cenaze Namazının Kılınması Ve Müşrikler İçin İstiğfarda Bulunulmasının Kerih Görülmesi 52

85. İnsanların Ölüyü Övmesi 52

86. Kabir Azabı 54

87. Kabir Azabından (Allah'a) Sığınmak. 58

88. Gıybet Ve İdrar(Dan Sakınmama) Sebebiyle Kabir Azabı 58

89. Ölüye Gideceği Yer Sabah Akşam Gösterilir 58

90. Ölünün, Kendi Cenazesinin Kabre Götürülmesi) Hakkında Konuşması 59

91. Müslümanların (Ölen) Çocukları Hakkında Söylenenler 59

92. Müşriklerin Çocukları Hakkında Söylenenler 59

    Fıtrat Nedir?. 60

93 Bâb. 61

94. Pazartesi Günü Ölmek. 62

95. Aniden Ölmek. 62

96. Hz. Peygamber İn Kabri İle Ebû Bekir Ve Ömer'in Kabirleri 63

97. Ölülere Sövmenin Yasak Olanı 64

98. Kötü Kimselerin Ardında Konuşmak. 65

 

 


4. Kişinin Ölünün Ailesine Ölüm Haberini Bizzat Vermesi

 

1245- Ebû Hüreyre radıyaMhu anh şöyle demiştir: Resûlullah sallallâhu aleyhi ve sellem  Necaşî'nin öldüğü gün onun vefat haberini verdi. Sonra musallaya çıkıp ashabı ile saf tutarak dört tekbir aldı (cenaze namazı kıldı).[1]

1246- Enes İbn Mâlik radıyallâhu anh Hz. Peygamber'in şöyle buyurduğunu söyledi:

"Sancağı Zeyd aldı. Zeyd şehid edildi. Sonra sancağı Cafer aldı, o da şehid edildi. Sonra onu Abdullah İbn Revâha aldı, o da şehid edildi. -Bu sırada Resûlullah'm gözlerinden yaşlar boşalıyordu- (Resûlullah devam ederek şöyle dedi:) Sonra sancağı emir olmaksızın Hâlid İbnü'l-Velid aldı, sonra Allah onun Önünü açtı.[2]

 

Açıklama

 

Ölünün Yakınlarına Ölüm Haberini Vermek

 

İbnü'r-Reşîd şöyle demiştir: Bu başlığı koymanın amacı, ölüm haberini vermenin tümünün yasaklanmış olmadığını göstermektir. Yalnızca cahiliye halkının yaptığı şekilde yapmak yasaklanmıştır. Onlar kişinin öldüğünü etrafa duyurmak için evlerin kapıları önünde ve çarşılarda ölüm haberini ilan edecek kişiler gönderirlerdi.

İbnü'l-Murâbtt şöyle demiştir: Buhârî'nin bu başlığı seçmesinin amacı şudur: Ölüm haberini vermek ölünün ailesini keder ve musibetlere duçar kılsa da vefat edenin yakınlarına bunu bildirmek caizdir. Çünkü bu kötülük gibi görünen fiilde de aslında bazı iyilikler vardır. Zira ölüm haberi alındıktan sonra ölünün yakınla­rı cenazesine katılmak, teçhiz ve tekfini ile ilgilenmek, cenaze namazını kılmak, dua etmek, onun için İstiğfar etmek, vasiyetlerini yerine getirmek vb. hükümleri uygulama konusunda gerekeni yapmak için derhal harekete geçerler. Câhİlİye devrinde ölüm haberi verme âdetine gelince;

Saİd İbnü'l-Mansur şöyle demiştir: Bize İbn Aliye, İbn Avn'dan şunu nakletti: İbrahim'e dedim ki: "Araplar (cahiliye devrinde) ölüm haberi vermeyi çirkin görürler miydi?" İbrahim "Evet" dedi. İbn Avn dedi kî: Bir kimse ölünce bir kişi bineğine atlar sonra insanlar arasında 'falanın öldüğünü duyururum' diye bağırırdı." İbn Şîrîn şöyle demiştir: "Bir kimseye arkadaşının öldüğünün haber verilmesinde bir sakınca yoktur." Özetle söylersek; yalnızca ölüm haberini vermek mekruh değildir, bundan öte şeyler yapılırsa mekruh olur.

İbnü'l-Arabî şöyle demiştir: Hadislerin bütünü bir arada değerlendirildiğinde şu üç durum söz konusu olur:

1. Ölünün ailesine, arkadaşlarına ve salih kimselere ölüm haberini vermek sünnettir.

2. Öğünmek maksadıyla anma merasimine davet etmek mekruhtur.

3. Bağırıp çağırmak suretiyle ölüm haberi vermek haramdır.

 

5. Cenaze Konusunda İzin

 

Ebü Râfİ', Ebü Hüreyre'den radıyallâhu anh Hz. Peygamber'İn sallallâhu aleyhi ve sellem ŞU

sözünü nakletmiştir: "Bana haber verseydiniz ya!"

1247- İbn Abbas rad.yaiiâhu anh şöyle demiştir: Hz. Peygamber'İn sallallâhu aleyhi ve sellem  hastalığı sebebiyle ziyaret ettiği bir kişi öldü. Geceleyin ölmüştü, (yakınları da) onu geceleyin defnettiler. Sabah olunca bunu duyurdular. Bunun üzerine Hz. Peygamber: "Bana niçin büdirmediniz?" dedi. Ölünün yakınları: "Gece olduğundan (gece karanlığında) sana zorluk çıkarmak istemedik." Bunun üzerine Hz. Peygamber sallallâhu aleyhi ve sellem  o kişinin kabrine gelerek onun için cenaze namazı kıldı.

 

6. Çocuğu Öldüğü Halde Allah'ın Rızasını Umarak Sabreden Kişinin Fazileti

 

Yüce Allah şöyle buyurmuştur: "Sabredenleri müjdele.[3]

1248- Ene radıyallâhu   anh,    Hz. Peygamber'İn  sallallâhu aleyhi ve sellem şöyle buyurduğunu rivayet etmiştir:

"Ergenlik çağına girmemiş üç çocuğu ölen her Müslümant Allah, çocuklara olan merhameti sebebiyle cennete koyar.[4]

1249- Ebû Saîd radıyaiiâhu anh şöyle demiştir:

Kadınlar, Hz. Peygamber'e saiiaiiahu aleyhi ve sellem : "Bize vaaz etmek için bir gün belirle." dediler. (Peygamber sallallâhu aleyhi ve sellem  de onlar için bir gün belirledi. O gün kadınlara verdiği vaazda söylediği şeylerden biri de şu idi): "Üç çocuğu ölen bir kadının bu çocukları onun için ateşe karşı bir perde olur."

Bir kadın: "Ya İki çocuk?" diye sorunca Hz. Peygamber saiiaiiahu aleyhi ve sellem : "İki çocuk da öyledir" buyurdu.

1250- Ebû Said ve Ebû Hüreyre radıyaiiâhu anh Hz. Peygamber'den sallallâhu aleyhi sellem  bu hadisi rivayet etmişlerdir. Ebû Hüreyre rivayetinde "ergenlik çağına ulaşmamış" ifadesini eklemiştir.

1251- Ebû Hüreyre radıyaiiâhu anh Hz. Peygamber'den sallallâhu aleyhi w sellem  şunu rivayet etmiştir:"£iç çocuğu ölen bir Müslüman cehenneme girmez. Ancak Allah'ın yemini yerine gelsin diye girer.[5]

Ebû Abdullah (Buharı) şöyle dedi: Allah'ın yemininden kasıt şu âyettir: "İçinizden, oraya uğramayacak hiçbir kimse yoktur. Bu, Rabbin için kesinleşmiş bir hükümdür. Sonra biz, Allah'tan sakınanları kurtarırız; zalimleri de diz üstü çökmüş olarak orada bırakırız.[6]

 

Açıklama

 

Hz. Peygamber "Müslüman" demek suretiyle kâfirleri bu hükmün kapsamın­dan çıkarmıştır. Ergenlik çağı kişinin günahlarının yazılmaya başladığı dönemdir.

Hz. Peygamber sallallâhu aleyhi ve sellem  "üç çocuğu ölen kadın" diyerek hükmü kadın ile sınırlamasının sebebi, o sırada kadınlara hitap ediyor olmasıdır. Diğer hadislerde "Müslüman" şeklinde genel ifade kullanıldığından bu hükmün erkekler İçin geçerli olmadığı sonucu çıkarılamaz.

Kurtubî şöyle demiştir: "Yeminin yerine gelmesi" ifadesinden ne kasdedildiğr konusunda farklı görüşler bulunmaktadır. Bir görüşe göre bu belirli bir yemindir, diğer görüşe göre İse belirli değildir. Çoğunluk ilk görüşü kabul etmektedir. Onlar bununla kasdedilenin yukarıdaki âyet olduğunu söylemişlerdir.

Hattabî şöyle demiştir: Bu kişi cehenneme azap görmek İçin değil, oradan geçip gitmek için girer. Bu geçip gitme ancak kişinin yeminini yerine getirmesi miktarınca olur.

 

Hadislerden Çıkan Diğer Bazı Sonuçlar

 

Müslümanların çocukları cennettedir. Çünkü Allah'ın çocuklara olan rahme­ti sebebiyle ana-babalarmı affedip, o çocuklara merhamet etmemesi uzak bir ihtimaldir. Bunu Mühelleb söylemiştir. Âlimlerin çoğunluğu Müslümanların ço­cuklarının cennete gideceği görüşünü benimsemiştir. Bir kimse bir şeyi yapmaya yemin etse sonra bu şeyin bir parçasını yapsa yeminini yerine getirmiş olur. Mâ­lik buna muhalif görüş belirtmiştir. Bunu Kadı Iyaz ve diğer âlimler söylemiştir.

 

7. Bir Erkeğin Kabir Başındaki Bir Kadına "Sabret Demesi

 

1252- Enes İbn Mâlik radıyallâhu anh şöyle demiştir: Hz. Peygamber sallallâhu aleyhi ve sellem  bir kabrin başında ağlayan bir kadının yanına uğradı ve ona "Allah'tan kork ve sabret" dedi.[7]

 

Açıklama

 

Zeyn İbnü'l-Müneyyir şöyle demiştir: Buhârî konu başlığında "bir erkeğin" demek suretiyle hükmün yalnızca Hz. Peygamber'e sallallâhu aleyhi ve sdiem özgü olmadığını belirtmek istemiştir. Başlığında "vaaz etmesi" değil de "demesi" diyerek bunun vaaz ve diğerleri arasında ortak olan şeye söylenebileceğini belirtmiştir. Buhârî konu başlığında "Allah'tan korkmaktan" değil "sabır"dan bahsetmiştir. Çünkü o durumda kadının kolayca yapabileceği ve durumuna da uygun olan sabırdır. Bu konu başlığında fıkıhla ilgili şu hüküm bulunmaktadır: iyiliği emretmek, kötülüğü yasaklamak, vaaz vermek, taziye etmek vb. gibi durumlarda erkeklerin kadınlarla konuşması caizdir. Bu yalnızca yaşlı kadınlara özgü değildir. Çünkü bu konuşmada dînî maslahatlar söz konusudur.

 

8. Ölüyü Su Ve Sidr İle Yıkamak Ve Abdest Aldırmak

 

Ibn Ömer radiyaiiâhu anh, Saîd İbn Zeyd'in çocuğunu hanut ile yıkadı ve taşıdı. Namazını kıldı, (yeniden) abdest almadı.

Ibn Abbas radıyaiiâhu anh şöyle dedi: "Müslüman ne hayatta iken ne de ölünce necis olur."

Sa'd şöyle dedi: "Şayet necis olsaydı, ben ölüye dokunmazdım."

Hz. Peygamber sallallâhu aleyhi ve sellem  şöyle buyurdu: "Mümin necis olmaz."

1253- Ümmü Atıyye el-Ensâriyye radıyaiiâhu anh şöyle demiştir;

Resûlullah'ın sallallâhu aleyhi ve sellem  kızı (Zeynep) vefat ettiğinde o bizim yapımıza gelip şöyle buyurdu: "Onu üç, beş veya gerekirse daha fazla su ve sidr ile yıkayın. Sonuncu yıkamaya kâfur (veya kâfurdan bir miktar) katın. Yıkamayı bitirdiğinizde bana haber verin."

Yıkamayı bitirdiğimizde ona haber verdik. Bize gömleğini verdi ve "Bunu vücuduna sarın" buyurdu.

 

Açıklama

 

Nevevî, ölüyü yıkamanın farz-ı kifaye olduğu konusunda icma bulunduğunu nakletmiştir. Bu, büyük bir yanılgıdır. Çünkü bu konuda Mâlikîler arasında herkesçe bilinen bir görüş ayrılığı bulunmaktadır. Hatta Kurtubî Müslim Şerhinde bunun sünnet olduğu görüşünü benimsemiştir. Ancak çoğunluk bunun vacip olduğunu söylemiştir. İbn Arabî, bu konuda Hz. Peygamber'in sallallâhu aleyhi w sellem  sözü ile fiili aynı noktada buluştuğu halde, bunun farz olduğunu kabul etmeyenlerin görüşünü reddetmiştir.

Zeyn İbnü'l-Müneyyir şöyle demiştir: Buhârî konu başlığında su ve sidr'i birlikte yıkamada kullanılan şey olarak zikretmiştir. Bu, konu ile ilgili hadise uygundur. Çünkü "su ve sidr" ifadesi Hz. Peygamber'in "onu yıkayın" sözüne bağlıdır. Bu hadisten ilk anda her bir yıkamada sidrin suya katılması anlaşılmak­tadır. Yine bu hadis, ölünün yıkanmasının dînî temizlik için değil, mutlak temizlik için olduğunu göstermektedir. Çünkü kendisine sidr eklenen su, taharet için kullanılmaz.

Suya sidr eklendi diye suyun "kendisine bir şey katılan su"ya dönüştüğü edilmeyebilir.[8] Çünkü sidr, suyun niteliğini değiştirmemiş olabilir. Zira her »fasında cenazenin önce  sidr ile  ovalanıp sonra su  ile  yıkanmış  olması imkündür. Haberde kullanılan ifade bu ihtimali devre dışı bırakmamaktadır.

Bu konudaki en üstün rivayet, Ebû Davud'un Katâde aracılığıyla İbn Sî-ı'den rivayetidir. Buna göre İbn Şîrîn ölüyü iki defa su ve sidr ile yıkar, ;üncüde ise su ve kâfurla yıkardı. İbn Abdilber şöyle demiştir: "İbn Şîrîn tabiîn inde bu konuyu en iyi bilen kişidir" denilirdi.

Çoğunluğa göre ölünün yıkanması, gerekçesi akılla bilinemeyecek (taabbu-bir yıkamadır. Vacip ve mendup gusüllerde gerekli olan şey ölü yıkamada da rekli olur.

Diğer bir görüşe göre, ölünün yıkanması onda cünüplük bulunması timaline binaen ihtiyaten meşru kılınmıştır. Ancak bu itiraza açıktır. Çünkü bu ırumda ergenlik çağından önce ölen çocukların yıkanmasının meşru olmaması ;rekir. Oysa bu icmaya aykırıdır.

Hanût, yalnızca ölü için kullanılan bir güzel kokudur.

İbn Abbas'm konu başlığında geçen sözünü Said İbn Mansur muttasıl bir netle şu şekilde rivayet etmiştir: Bize Süfyan, Amr İbn Dinardan, o Ata'dan, o İbn Abbas'tan şunu bildirdi: "Ölülerinizi necis kabul etmeyin. Çünkü mümin ri iken de ölü iken de necis olmaz." Bu hadisin senedi sahihtir.

Sa'd'm "Ölü necis olsaydı ben ona dokunmazdım" sözünden şu sonuç çıkar: im bir fiil yaptığında, başkalarının bunun gerekçesini anlamayıp zihinlerinin ırışacağını anlarsa, yanlış yorumlarda bulunmamaları için işin gerçeğini onlara iretir.

Hz. Peygamber'in "Mümin necis olmaz" sözü Ebû Hüreyre'nin rivayet ettiği unca bir hadisin bir parçasıdır.[9] Bu hadisin bu konuda delil getirilme :rekçesİ şudur: Kişi öldüğünde ölümle ondan iman niteliği kalkmaz. Bu nitelik tvam ettiği zaman da kişi necis olmaz. İbn Abbas'm daha önce geçen hadisi mu açıklamıştır.

Buhârî'nin rivayetlerinde, burada Hz. Peygamber'in sallallâhu aleyhi ve sellem  yı-nmasmı emrettiği kızının ismi geçmemektedir. Meşhur görüşe göre bu, Ebû'l-Âs'ın hanımı Zeynep'tir. Zeynep radıyaiiâhu anh Hz. Peygamber'in en büyük kızıdır. Taberî'nin belirttiğine göre o h. 8. yılın başında vefat etmiştir.

Müslim'de Ümmü Atıyye'den yapılan rivayette Zeynep ismi açık olarak yer almıştır. Bu rivayet şöyledir: Resûlullah'm sdiaiiâhu aleyhi ve sellem  kızı Zeynep vefat ettiğinde Resûlullah bize "onu ...yıkayınız." buyurdu.

İbn Bezîze şöyle demiştir: Hz. Peygamber'in, kızı Zeyneb'İn yıkanmasını emretmesi, ölünün yıkanmasının farz olduğuna delil olarak getirilmiştir. Ölünün yıkanmasının farz olup olmadığı konusundaki görüş ayrılığı şuraya dayanmaktadır: Hz. Peygamber'in "gerekli görürseniz" ifadesi "yıkamayı gerekli görürseniz yıkayın" anlammamı gelir, yoksa "üçten fazla yıkamayı gerekli görürseniz daha fazla yıkayın" anlamınamı gelir? Tercihe şâyân olan ikincisidir.

İbn Dakîku'l-'îd şöyle demiştir: Ancak âlimler arasındaki meşhur görüşe göre "üç kere yıkayın" emri gereklilik ifade etmez.

Nevevî şöyle demiştir: Hz. Peygamber'in "üç kere veya beş kere yıkayın" emri şu anlama gelir: "Tek sayıda yıkayın, bu da üç kere olsun. Şayet daha fazla yıkamaya İhtiyaç olursa beş olsun." Özetle burada tek sayıda yıkama istenmektedir. Üç kere yıkamak ise müstehaptır. Üç kere yıkamayla temizlik sağlanırsa daha fazla yıkamak meşru olmaz. Temizlik sağlanmazsa temizleninceye kadar tek sayıda arttırılır. Bir kere bütün bedeni yıkamak farzdır

İbnü'l-Arabî şöyle demiştir: Hz. Peygamber'in sallallâhu aleyhi ve sellem  "su ve sidr ile yıkayın" sözü, suya bir şey eklendiğinde suyun özelliğini değiştirmiyorsa onunla temizlik yapılabileceğini gösteren temel delildir. Bu şu görüşe dayanır: "Ölünün yıkanması taharet içindir."

Ölünün etrafa güzeî koku veren kâfurla yıkanmasmm hikmeti bir görüşe göre gelen melekler ve diğer insanlar içindir. Kâfurda ölüyü katılaştırma, soğuk tutma, güçlü bir şekilde nüfuz etme, ölünün bedenini katı halde tutma, haşeratı uzaklaştırma, ölüden gelebilecek bazı akıntı vb. şeylere engel olma, ölünün çabuk bozulmasını önleme gibi özellikler vardır. Bu konudaki en güçlü kokulardan biri kâfurdur. Kâfurla yıkamanın en son yapılmasının sırrı da budur. Çünkü İlk yıkamada yapılsa su onun kokusunu giderebilir.

Hz. Peygamber'in sallallâhu aleyhi ve sellem  kızı yıkanmcaya kadar gömleği elinde bulundurup kadınlara vermemesinin hikmeti, gömleğin onun mübarek bedenine teması ile kızının cesedine teması arasında bir zaman aralığı geçmemesidir. Sahlerin bıraktıklarından bereket umma konusunda bu, temel bir hadistir. [10] Bu adis, kadının erkek elbisesi ile kefenle ninesinin caiz olduğunu göstermektedir.

 

9. Tek Sayıda Yıkanmanın Mustehap Olması

 

1254- Ümmü Atiyye radıyaiiâhu anh şöyle demiştir: Biz Resûlullah'ın sallallâhu aleyhi iiem kızını (Zeyneb'i) yıkarken Resûlullah bizim yanımıza gelerek şöyle lyurdu: "Onu üç kere, beş kere veya daha fazla su ve sidr ile yıkayın. Sonuncu kamayı kâfurla yapın. Yıkamayı bitirdiğinizde bana haber verin." Yıkamayı tirdiğimizde O'na haber verdik. O da bize gömleğini vererek "Bunu onun tcuduna sann" dedi.

Hafsa'dan radıyaiiâhu anh rivayet edilen hadiste şu ifadeler yer almaktadır: "Onu k sayıda yıkayın","Öç, beş veya yedi kere yıkayın", "Sağ tarafından ve abdest aianndan yıkamaya başlayın."

Hafsa'nın rivayetine göre Ümmü Atıyye şöyle demiştir: "Zeyneb'in saçını ta­rakla (taradıktan sonra) üç bukle yaptık."

 

10. Ölüyü Yıkamaya Sağ Taraflarından Başlanır

 

1255- Ümmü Atıyye'nin rad.yallâhu anh bildirdiğine göre Resûlullah sallallâhu aleyhi ve sellem  kızının yıkanması sırasında §öyle buyurmuştur: "Onun sağ tarafından ve abdest azalarından yıkamaya başlayın."

 

Açıklama

 

Abdest aldırmalarını emretmesinin hikmeti, müminlerin yüz, el ve ayaklarında kıyamet günü ortaya çıkacak olan parlaklık konusunda müminlerin nişanının izini yenilemektir.

 

11. Ölünün Abdest Âzalarının Yıkanması

 

1256- Ümmü Atıyye radıyaiiâhu anh şöyle demiştir; Hz, Peygamber'in sallallâhu aleyhi ve sellem  kızım yıkarken o bize şöyle buyurdu: "Onun sağ tarafından ve abdest âzâlanndan yıkamaya başlayın."

 

Açıklama

 

Ölüyü yıkamaya abdest organlarından başlamak müstehaptır. Bu hadis, Hanefîler'in aksine ölünün ağzına ve burnuna su vermenin de müstehap olduğunu göstermektedir. Hanefîler ise "ölüye abdest aldırılmak müstehap değildir" demişlerdir.

 

12. Kadın, Erkek İzarı (Gömleği) İle Kefenlenir Mi?

 

1257- Ümmü Atıyye radıyaiiâhu anh şöyle demiştir: Hz. Peygamber'in saibiiâhu aleyhi ve sdiem kızı vefat etti. Resûlullah sallallâhu aleyhi ve sellem  bize şöyle dedi: "Onu üç, beş veya gerekli görürseniz daha fazla yıkayın. Yıkamayı bitirdiğinizde bana haber verin. "Yıkamayı bitirdiğimizde O'na haber verdik. Gömleğini çıkarıp bize verdi ve şöyle buyurdu: "Bunu onun vücuduna sarın."

 

Açıklama

 

İbnüY-Reşîd şöyle demiştir: Buhârî konu başlığını soru şeklinde koymak suretiyle, mesele hakkında kendisinin tereddüdü bulunduğunu belirtmiştir. O, sanki bunun yalnızca Hz. Peygamber'e sallallâhu aleyhi ve sellem  özgü olması ihtimaline İşaret etmiştir. Çünkü onda bulunan bereket vb. özellikler başkasında bulunmaya­bilir. Özellikle de onun mübarek terinin doğrudan bir bedene temas etmesi başka bir şeye benzemez. Ancak kadının erkek elbisesi İle kefenlenmesinin caiz olduğu görüşü daha güçlüdür. İbn Battal bu konuda İttifak bulunduğunu nakletmiştir.

Zeyn İbnü'l-Müneyyir ve diğer bazı âlimler bu durumun yalnızca mahrem akraba İle sınırlı olduğunu, yahut da Hz. Peygamber'in gömleği ve bedeninin temizliği gibi temiz olduğunda şüphe olmayan bir kimsenin gömleği ile sınırlı olduğunu, ayrıca kocanın, karısının başka bir erkeğin gömleği ile kefenlenmesini çirkin görmemesi ve kıskanmamasın in da şart olduğunu söylemişlerdir.

 

13. Kâfur, Cenazenin Son Yıkamasında Kullanılır

 

1258- Ümmü Atıyye radıyaiiâhu anh şöyle demiştir: Hz. Peygamber'in kızların­dan biri (Zeynep) vefat etti. Hz. Peygamber sallallâhu aleyhi ve sellem  bizim yanımıza gelerek şöyle buyurdu: "Onu üç kere, beş kere veya gerekli görürseniz daha fazla su ve sidr ile yıkayın. Son yıkamada kâfur veya kâfurdan bir şey kullanın. Yıkamayı bitirdiğinizde bana haber verin." Biz yıkamayı bitirince O'na haber verdik. O gömleğini bize vererek, "Bunu onun vücuduna sann" buyurdu.

1259- Ümmü Atıyye şöyle dedi: Hz. Peygamber sallallâhu aleyhi ve sellem : "Onu üç kere, beş kere, yedi kere veya gerekli görürseniz daha fazla yıkayın." buyurdu. Hafsa şöyle dedi: Ümmü Atıyye (r.anh.) "Biz onun saçını üç bukle yaptık" dedi.

 

14. Cenaze Kadın Olunca Saç Örgüsünü Çözmek

 

İbn Şîrîn şöyle demiştir: Ölünün saçının çözülmesinde bir sakınca yoktur.

1260- Ümmü Atıyye radıyaiiâhu anh, Resûlullah'ın kızının saçını üç bukle yap­tıklarını, yani önce saçlarını çözüp yıkadıktan sonra üç bukle yaptıklarını söyle­miştir.

 

Açıklama

 

Burada "kadın" denilmesi yaygın durum veya çoğunluk dikkate alınarak söylenmiştir. Normalde erkeğin saçı da temizlik ve suyun cildine ulaşması için çözülür.

Bu hadis, saçın taranmasının müstehap olduğunu söyleyen Şafiî ve ona uy­gun görüş belirtenlerin delilidir. Bunu mekruh görenler İse, gerekçe olarak saçın kopma İhtimalini söylemişlerdir. Yumuşak tarama ile saçın kopması önlenebilir.

 

15. Ölüye Kefeni Nasıl Sarılır? [11]

 

Hasan-ı Basrî şöyle demiştir: (Kadın kefenlenirken kullanılan) beşinci bez par­çası kadının dizlerine ve uyluklarına, dir' denilen bez parçasının altından bağlanır.

1261- Eyyûb radıyaiiâhu anh şöyle demiştir: İbn Sîrîn'in şöyle dediğini duydum: Hz. Peygamber'e saiyiâhu aleyhi ve sellem  bey'at eden ensar kadınlarından Ümmü Atıy­ye, Basra'dakİ bir oğlunu görmek üzere aniden Basra'ya geldi ancak oğluna yetişemedi. O bize şunu haber verdi:

Biz Hz. Peygamberin saibiiâhu aleyhi ve sellem  kızını yıkarken Hz. Peygamber saiiai-îâhu aleyhi ve sellem  yanımıza gelerek şöyle buyurdu:"Onu, üç kere, beş kere veya gerek görürseniz daha fazla su ve sidr ile yıkayın. Sonuncu yıkamada kâfur kullanın. Yıkamayı bitirdiğinizde bana haber verin."

(Ümmü Atıyye dedi ki) Yıkamayı bitirince Hz. Peygamber saUaiiâhu aleyhi ve sellem  bize gömleğini vererek Onu bu gömlekle sarın" dedi.

(Eyyub dedi ki): (İbn Şîrîn) bundan başka bir şey söylemedi. Ben Hz. Pey-gamber'in bu yıkanan kızının hangisi olduğunu da bilmiyorum.

Eyyûb hadiste geçen "iş'âr" kelimesinin "ilfâf' anlamında olduğunu, İbn Sî­rîn'in de kadın cenazesinin tekfininde izann değil dir'in takdim edilmesini emret­tiğini söylemiştir.

 

Açıklama

 

Hasan-ı Basrî'nin sözünden kadın kefeninin beş parça kumaştan ibaret olduğu anlaşılmaktadır. İbn Ebî Şeybe, Hasan'm bu sözünü senedi ile rivayet etmiştir. el-Cevzekî İbrahim İbn Habib İbnü'ş-Şehid yoluyla Hişam'dan, o Hafsa'dan o da Ümmü Atıyye'den şunu rivayet etmiştir: "Hz. Peygamber'İn kızını beş parça kumaşla kefenledik. Sağ olan kadının baş örtüsü bağlaması gibi onun başını bağladık," Bu rivayetteki fazlalığın senedi sahihtir.

Hasan-ı Basrî'nİn beşinci parça ile ilgili görüşünü Züfer de kabul etmiştir. Bir grup ise "Bu, kefeni tutsun diye kadının göğsüne bağlanır" demişlerdir. Buharı, Züfer'in görüşünü onayladığına işaret etmektedir. Şâfiîler'de ve Hanbelîler'de ter­cih edilen görüşe göre kadının kefeninde kamis kullanılması mekruh değildir.

 

16. Kadının Saçı Üç Örgü Yapılır

 

1262- Ümmü Atıyye rad. yallâhu anh şöyle demiştir: "Hz. Peygamber'İn aleyhi ve sellem  kızının saçını üç bukle yaptık."

Vekî, Süfyan'ın şöyle söylediğini belirtmiştir: "Biri alın, diğeri de başın iki yan tarafından."

 

Açıklama

 

Bu hadis, kadının saçının örgü yapılmasını yasaklayanların aksine bunu caiz görenler tarafından delil getirilmiştir. Evzâî ve Hanefîler kadının saçının arkaya sırtına ve yüzüne doğru ortadan ayrılarak konulacağını söylemişlerdir.

Kurtubî şöyle demiştir: Bu konudaki görüş ayrılığının dayanağı şudur; Bu fiili yapan Ümmü Atıyye bunu Hz. Peygamber'e saüaiiâhu aleyhi ve sellem  istinaden mî yapmıştır -ki bu durumda bu merfu olur- yoksa İstihsanen (kendisi güzel saydığı için kendiliğinden) mi yapmıştır? Her ikisi de muhtemeldir. Ancak temel prensip, dinîn kesin izni olmaksızın ölü üzerinde Allah'a yaklaştırıcı tarzda bir şeyin yapılmamasıdır. Bu konu ile ilgili olarak merfu (Hz. Peygamber'e ait) bir hadis bulunamaktadır. Nevevî ise Hz. Peygamber'İn sallallâhu aleyhi ve sellem  bu durumu renip onaylamasının güçlü bir ihtimal olduğunu belirtmiştir.

 

17. Kadının Saçı Arkaya Atılır

 

1263- Ümmü Atıyye radıyaüâhu anh şöyle demiştir: Hz. Peygamber'İn sallallâhu aleyhi ve sellem  kızlarından biri (Zeyneb) vefat etti. Hz. Peygamber bize gelerek şöyle buyurdu:

"Onu sidr ile tek sayıda yıkayın, öç, beş ueya gerekli görürseniz daha fazla sayıda yıkayın. Sonuncu yıkamada kâfur kullanın. Yıkamayı bitirdiğinizde bana haber verin." Yıkamayı bitirdiğimizde ona haber verdik. (Zeyneb'in vücuduna sarmamız için) gömleğini bize verdi. Biz onun saçlarını üç örgü yapıp arkasına artık.

 

Açıklama

 

Buhârî, Hişam İbn Hassan ve Hafsa yoluyla Ümmü Atıyye'den şunu rivayet etmiştir: "Saçını üç örgü yaptık ve örgüleri arkasına attık." İbn Dakîku'l-'Id şöyle demiştir: Bu, kadının saçının taranması ve örgü yapılmasının müstehap olduğunu göstermektedir, Şâfıîler'in bir kısmı üç örgünün, sırtının arkasına bırakılması görüşünü kabul etmişlerdir.

 

Hadisten Çıkan Sonuçlar

 

İçinde bulunduğu durumda ne yapması gerektiğini bilmeyen kişiye devlet başkanının bunu öğretmesi güzeldir. Hükmün gerekçesini öğrettikten sonra bu konuda ehil olan kişiye işi devreder.

 

Ölüyü Yıkayan Kişinin Gusül Abdesti Alması Gerekli Midir?

 

Ölüyü yıkamak sebebiyle yıkayan kişinin gusül yapması farz değildir. Çünkü Hz. Peygamber, ölüyü yıkamayı öğrettiği halde yıkayanın gusül yapmasını emretmemiştir. Ancak bu, itiraza açıktır. Çünkü ölü yıkayanın gusletmesi hükmü bu olaydan sonra meşru kılınmış olabilir. Hattâbî bunun farz olduğunu söyleyen kimsenin olmadığını ifade eder.

Hattâbî'nin bu sözünden anlaşıldığı kadarıyla o, Şafiî'nin bu konudaki görü­şünü hadisin sahih olmasına bağladığını bilmemektedir.

İbn Bezîze şöyle demiştir: En güçlü görüş bunun müstehap olmasıdır. Ölüyü yıkayan kişinin gusül yapmasının hikmeti ölüye ilişkindir. Çünkü yıkayan kişi, yıkanmasının farz olduğunu kabul ederse ölüyü yıkarken üzerine bulaşacak şeylerden çekinmez, ölüyü temizleme konusunda elinden geleni yapar. Bu guslün yıkayan kişiye ilişkin olması da mümkündür. Tâ ki gusül yapmak suretiy­le, ölüyü yıkama sırasında üzerine bulaşan kirlerden temizlenmiş olduğunu kesin olarak bilsin.

 

18. Kefenleme İçin Beyaz Kumaş Kullanılması

 

1264- Hz. Âİşe radıyaiiâhu anh şöyle demiştir:

Resûiullah sallallâhu aleyhi ve sellem , pamuktan, sehûliyye denilen üç parça beyaz Yemen bezi içinde kefenlendi. Bunların içinde gömlek (kamîs) ve sarık yoktu.[12]

 

Açıklama

 

Bu hadisin konu başlığına delil olması şu açıdandır: Allah, kendi Peygam-ber'i sallallâhu aleyhi ve sellem  için en faziletli olanını seçmiştir. Anlaşıldığı kadarıyla bu konuda Buhârî'nin şartlarına uygun açık ifadeli bir hadis bulunmamaktadır. Bu konuda Sünen yazarlarının İbn Abbas'tan rivayet ettiği şu hadis vardır: "Beyaz elbise giyin. Bu hem daha temiz hem de daha güzeldir. Ölülerinizi de onunla kefenleyin." Tirmizî ve Hâkim bu hadisin sahih olduğunu söylemişlerdir. Semure

Ibn Cündeb'ten sahih senetle rivayet ettikleri bîr hadis de bu hadisi destekle­mektedir.

 

19. İki Elbise İle Kefenlemek

 

1265- Ibn Abbas mdıyaüâhu anh şöyle demiştir: Bir adam Arafat'ta vakfede iken bineğinden düştü. Deve de adamın boynunu kırdı (adam derhal öldü). Bunun üzerine Hz. Peygamber sallallâhu aleyhi ve sellem  şöyle buyurdu:"Onu su ve sidr ile yıkayın ve iki kat ihramı içinde kefenleyin. Ona koku sürmeyin, başını da örtmeyin. Çünkü o kıyamet gününde teîbiye getirdiği halde diriltilecektir.[13]

 

Açıklama

 

Buhârî, konu başlığı ile, Hz. Âişe hadisinde geçen üç parça kumaş ile kefenlenmenin şart olmadığına işaret etmiştir. Üç parça elbise müstehaptır. Bu, çoğunluğun görüşüdür.

Nesâî'nin, Yunus İbn Nâfi1 ve Amr İbn Dînar aracılığıyla rivayetinde "İhrama girdiği iki elbise ile kefenleyiniz" denilmiştir.

Muhib et-Taberî şöyle der: Hz. Peygamberin ihramlı iken ölen kişiye (iki parça ihramı dışında) üçüncü bir elbiseyi eklememesinin sebebi, tıpkı şehitte olduğu gibi onu yüceltme sebebiyledir. Nitekim şehit hakkında da "Onları kanları üzerlerinde olduğu halde gömünüz" buyurmuştur.

Ibn Battal şöyle demiştir; Bu hadis şunu göstermektedir: Bir kimse ibadet türünden bir amele başladıktan sonra bu ameli tamamlayamadan ölürse, âhirette Allah'ın o kişiyi bu ameli işlemiş kimseler arasında yazması umulur.

 

20. Ölü (Cenaze) İçin Hanût (Güzel Koku) Kullanmak

 

1266- İbn Abbas radıyaiiâhu anh şöyle demiştir: Bir adam, Hz. Peygamber sallallhu aleyhi ve sellem  ile birlikte Arafat'ta vakfede iken birden devesinden düştü ve deve ınun boynunu kırdı. Bunun üzerine Resûlullah sallallâhu aleyhi ve sellem  şöyle buyurdu: \Onu su ve sidr ile yıkayın, (üzerindeki) iki elbise ile kefenleyin. Ona hanût jüzeİ koku) sürmeyin, başını da örtmeyin. Çünkü Allah onu kıyamet günü bibiye getirdiği halde diriltecektir,"

 

Açıklama

 

Konu başlığının delili hadisteki "ona hanût sürmeyin" ifadesidir. Hz. eygamber sallallâhu aleyhi ve sellem  bunun gerekçesi olarak onun kıyamet gününde :lbiye getirerek diriltilmesini söylemiştir. Bu, hanût sürme yasağının sebebinin, iamm ihramh olması olduğunu göstermektedir. Bu sebep ortadan kalktığında ısak da ortadan kalkar. Bu hadisten, ölü için hanût kullanmanın sahabe rasında yerleşik bir durum olduğu anlaşılmaktadır. "Başını örtmeyin" ifadesi de

 eyhakî şöyle demiştir: Bu hadis, ihramh olmayan kişiye hanût sürüleceğini onun başının örtüleceğini göstermektedir. Yasak ihram sebebiyle söz konusu Imuştur.

 

21. İhramlı (İken Ölen Kişi) Nasıl Kefenlenir?

 

1267- İbn Abbas radıyallâhu anh şöyle demiştir: (Arafat'ta) Biz Peygamberle hu aleyhi ve sellem  birlikteyken ihramlı bir adam (devesinden düştü) devesi onun

boynunu kırdı. Bunun üzerine Hz, Peygamber sallallâhu aleyhi ve saiiem şöyle buyurdu:

"Onu su ve sidr ile yıkayın. İki elbise (üzerindeki ihram elbiseleri) ile kefenleyin.

Güzel koku (hanût) sürmeyin, başım da örtmeyin. Çünkü Allah onu kıyamet günü telbiye getirdiği halde diriltecektir."

1268- İbn Abbas rad.yaiiâhu anh şöyle demiştir: Bir adam Arafat'ta Hz. Peygam­berle saüaiiâhu aleyhi ve seUem birlikteyken devesinden düştü. Devesi onun boynunu kırdı, adam derhal öldü. Bunun üzerine Hz. Peygamber sallallâhu aleyhi ve saiiem şöyle buyurdu: "Onu su ve sidr ile yıkayın. İki elbise (üzerindeki ihram elbiseleri) ile kefenleyin. Güzel koku (hanût) sürmeyin, başını da örtmeyin. Çünkü Allah onu kıyamet günü telbiye getirdiği halde diriltecektir"

 

Açıklama

 

İbnü'l-Münzir şöyle demiştir:

İbn Abbas hadisinde, mekruh görenlerin aksine hayatta olan ihramlı kişinin sidr ile yıkanmasının mubah olduğu anlaşılmaktadır. Kefenlemenin sahih olması için kefenin tek sayıda olması şart değildir. Kefen gideri kişinin malından karşılanır. Çünkü Hz. Peygamber sallallâhu aleyhi ve sellem  adamın ihram elbiseleri ile kefenlenme sini emretmiş, kendisinin mal varlığını aşan bir borcunun olup olmadığını sormamıştır. İhramlı kişinin, İhram elbisesi ile kefenlenmesi müstehaptır, bu durumda onun ihramlı olma hali devam eder. İhramlı iken ölen kişi dikişli bir elbise ile kefenlenmez. Tekfin, giyilen elbiselerle yapılır. İhram bitinceye kadar telbiyeyi sürdürmek müstehaptır. İhram'da yüzü değil başı açık bırakmak gerekir.

 

22. Azaba Engel Olsun Ya Da Olmasın Gömlek İçinde Kefenlemek, Gömleksiz Olarak Kefenlemek

 

1269- İbn Ömer radıyaiiâhu anh şöyle demiştir: (Medine'deki münafıkların reisi) Abdullah İbn Übey öldüğünde oğlu Hz. Peygamber'e saiiaüâhu aleyhi ve sellem  gelerek: "Ey Allah'ın Resulü! Gömleğinizi bana verin de babamı onunla kefenleyeyim. Onun namazını kılın ve onun için İstiğfar edin" dedi. Bunun üzerine Hz. Peygamber saiidiâhu aleyhi ve sellem  gömleğini ona verdi ve "(Kefenlediğinde) bana haber ver de namazını kılayım" dedi. Namaz kılmayı istediğinde Hz. Ömer, Hz. Peygamber'İn saiidiâhu aleyhi ve sellem  elbisesinden çekerek şöyle dedi: "Allah senin münafıkların namazını kılmanı yasaklamadı mı?" Hz. Peygamber sallallâhu aleyhi ve sellem  şöyle buyurdu: "Ben şu ikisinden birini seçme hakkına sahibim: "Onlar için istiğfar et veya etme. Onlar için yetmiş kere de istiğfar etsen Allah onları bağışla­mayacak. [14] Daha sonra cenaze namazını kıldı. Ardından şu âyet İndi: "Bir daha onlardan ölen birisi için asla cenaze namazı kılma.[15]

1270- Câbir radıyaüâhu anh şöyle demiştir: Abdullah İbn Übey defnedildikten sonra Hz. Peygamber sallallâhu aleyhi ve seüem onun kabrinin yanma geldi. Onu kab­rinden çıkarttı. Mübarek tükürüğünden onun üzerine üfledi, gömleğini ona giy­dirdi.[16]

 

Açıklama

 

İbn Reşîd şöyle demiştir: Anlaşıldığı kadanyla Buhârî "Onlar için istiğfar etsen de etmesen de birdir" âyetinin anlamını göz önünde bulundurmuştur. Yani Hz. Peygamber sallallâhu aleyhi ve sellem  Abdullah'a, azabı engellesin ya da engelleme­sin gömleğini kefen olarak giydirdi, böylece gönülleri hoş tutmuş oldu. Buhârî âdeta şöyle demektedir: Bu hadis, salih kimselerin eşyalarından bereket umulacağım gösterir. Bunun ölüye fayda sağladığını bilip bilmememiz önemli değildir. Başlıktaki ifadeden "etrafı dikişli yahut dikişsiz gömleğin" kasdedilmesi sahih değildir. Çünkü bu etkisi olmayan bir özelliktir.

İbn Battal şöyle demiştir: Konu başlığından kasıt şudur: "Gömlek ister uzun ister kısa olsun, bununla kefenlemek caizdir."

Beyhakî'nin Hilâfiyyât adlı eserinde, İbn Avn aracılığı ile şu rivayet edil-niştir: Muhammed İbn Şîrîn, ölünün kefeninin tıpkı dirinin elbisesi gibi dikilmiş re ilik konulmuş olmasını müstehap görürdü. [17]

Tevbe sûresinin tefsiri İle İlgili hadiste şunu ele alacağız: Hz. Ömer Hz. Peygamber'e sallallâhu aleyhi ve sellem  "Allah münafıkların cenaze namazını kılmanı yasak-amadı mı?" demiştir. Oysa "Bir daha onlardan ölen birisi için asla cenaze mmazı kılma.[18] âyeti bundan sonra indirilmiştir. Bunun özetie cevabı şudur: iz. Ömer "Allah onları asla affetmeyecek" âyetinden onlar için cenaze namazın kılınmasının yasaklandığını anlamıştır. Hz. Peygamber ise bunun yasaklanmadığmı, ümidin henüz ortadan kalkmadığını belirtmiştir.

 

23. (Ölüyü) Gömleksiz Olarak Kefenlemek

 

1271- Hz. Aişe radıyaİlâhu anh şöyle demişür: "Hz. Peygamber saüallâhu aleyhi ve sellem

ç parça beyaz, pamuklu elbise ile kefenlendi. Bunlar içinde gömlek ve sarık oktu."

1272- Hz. Aişe radıyallâhu anh şöyle demişün "resuiuilah sallallâhu aleyhi ve sellem içine gömlek ve sarık bulunmayan üç parça elbise ile kefenlendi."

 

Açıklama

 

Hanefîler ile diğer âlimler arasında, kefenlemede gömleğin müstehap olup Imaması konusunda görüş ayrılığı vardır. Çoğunluk bunun müstehap olmadığı-ı söylemiştir.

Bazı Hanefîler'e göre ise sarık değil, gömlek sünnettir.

Muhalif görüş belirtenlerin bir kısmı şöyle demişlerdir: Hz. Âişe'nin "İçinde gömlek ve sarık yoktu" ifadesi bunların mevcut olmadığı şeklinde anlaşılabileceği gibi, sayılan üç elbisenin içinde bulunmadığı şeklinde de anlaşılabilir. Ancak birinci görüş daha güçlüdür.

Bazı Hanefîler şöyle demişlerdir: Bu, "yeni gömlek yoktu" anlamına gelir. Yahut bunun anlamı "içinde yıkandığı gömleği bu kefenin içinde yoktu" ya da "dikilmiş gömlek yoktu" anlamına gelir.

 

24. Sarık Kullanmaksızın Kefenlemek

 

1273- Hz. Aişe radıyallâhu anh şöyle demiştir:  "resuiuilah saüallâhu aleyhi ve sellem üç parça temiz beyaz elbise ile kefenlendi. Bunların içinde gömlek ve sarık yoktu."

 

Açıklama

 

ibn Sa'd'ın Tabakât isimli eserinde bu üç parçanın; izar, ridâ ve lifâfe olduğu kaydedilmektedir.

 

25. Kefen (İçin Yapılacak Harcama) Kişinin Malının Tümündendir

 

Atâ, Zührî, Amr İbn Dînar ve Katâde bu görüştedir.

Amr İbn Dînar şöyle demiştir: Hanût (cenazeye sürülecek güzel koku için yapılacak harcama) kişinin tüm malmdandır.

İbrahim şöyle demiştir: (Ölen kişinin geriye bıraktığı maldan) önce kefen için harcama yapılır. Sonra ölünün borçlan Ödenir, sonra vasiyetleri yerine ge­tirilir.

Süfyan şöyle demiştir: Kabir (kazma) ve (cenaze) yıkama ücreti de kefene dahildir.

1274- Sa'd, babasından şunu rivayet etmiştir: Bir gün Abdurrahman İbn Avfa radıyaiiâhu anh yiyeceği getirildi. O şöyle dedi: "Mus'ab İbn Umeyr benden daha hayırlı olduğu halde şehit oldu. Onu kefenlemek için bir kaftandan başka bir şey yoktu. Hamza (veya başka birisi) benden daha hayırlı olduğu halde şehit oldu. Onu kefenlemek için de bir kaftandan başka bir şey yoktu. Korkuyorum ki Allah bizim güzelliklerden olan hakkımızı bize dünyada verir (de bize âhirette bir şey kalmaz olur)." Abdurrahman bunu söyledikten sonra ağlamaya başladı.[19]

 

Açıklama

 

Şu konuda ihtilaf edilmiştir: Kişinin bütün mal varlığını kaplayan bir borcu olsa, kefeni bütün vücudunu örtecek şekilde mi yapılır, yoksa yalnızca avret yerlerinin örtülmesi ile yetinilir mi? Tercihe şayan olan kefenin tüm vücudu örtecek şekilde olmasıdır.

İbn Abdilber, vücut hatlarını belli edecek şekilde tek bir elbise ile kefen­lemenin yeterli olmadığı konusunda icma bulunduğunu belirtmiştir.

Zeyn İbnü'l-Müneyyir şöyle demiştir: Abdurrahman'm söylediklerinden, fakirliği zenginliğe ve ibadetle meşgul olmayı kazançla meşgul olmaya tercih etmek gerektiği anlaşılır. Bu sebeple o oruçlu olduğu halde (iftar zamanı) yemek yememiştir.

 

26. Ölüyü Kefenlemek İçin Yalnızca Bir Elbisenin Bulunması

 

1275- Sa'd İbn İbrahim babası İbrahim'den şunu rivayet etmiştir:

Abdurrahman İbn Avf oruçlu iken (kendisine) iftar etmesi için yemek tirildi. O şöyle dedi: "Benden daha hayırlı olan Mus'ab İbn Umeyr şehid oldu z bir kaftan ile kefenlendi. Başı örtülse bacakları ve ayakları, ayaklan örtülse aşı açıkta kalıyordu. Benden daha hayırlı olan Hamza şehid oldu. Sonra dünya ze her yönden açıldı (dünyadan sahip olduklarımıza sahip olduk). İyiliklerimi-n (karşılığının) bize dünyada iken verilmiş olmasından korkarız." Abdurrahman aha sonra ağlayarak yemeği bıraktı.

 

Açıklama

 

Bir elbiseden başka bir şey bulunmadığında kefenlemede bununla yetinilir. aşka elbise buluncaya kadar ölünün defni geciktirilmez. Abdurrahman İbn vfın "Benden daha hayırlı olan" sözü onun alçak gönüllülüğünü göstermek­tir. Bu hadis, Hz. Peygamber'in sallallâhu aleyhi ve sellem  katıldığı savaşlarda şehit lan kimselerinin faziletinin büyüklüğüne de işaret etmektedir.

 

27. Yalnızca Başı (İle Birlikte Ayak Dışındaki Yerleri Örten) Veya Ayakları (İle Birlikte Baş Dışındaki Yerleri) Örten Bir Kefenden Başkası Bulunmazsa Bununla Baş Örtülür

 

1276- Habbâb radıyaiiâhu anh şöyle demiştir: "Hz. Peygamberle sallallâhu aleyhi w sellem  birlikte, Allah rızasını elde etmek amacıyla hicret ettik. Ecrimizi vermek artık Allah'a kaldı, içimizden kimileri ecrinden bir şey yemeksizin öldü. Mus'ab İbn Umeyr bunlardandır. Kimimizin ürünü olgunlaştı, o ürününü toplamaktadır. Mus'ab Uhud savaşında şehit edildi. Onu kefenlemek için bir kaftandan başka bir şey bulamadık. Bununla başını örtsek ayakları açıkta kalıyordu, ayaklarını örtsek başı açıkta kalıyordu. Hz. Peygamber sallallâhu aleyhi ve sellem  bize onun başını örtmemizi ve ayaklarına da ızhır otu koymamızı emretti. [20]

 

Açıklama

 

Konu başlığında yalnızca başın ya da ayakların örtülmesi değil, baş ve bü­tün vücut örtüldüğü halde ayakların açıkta kalması yahut ayak ve bütün vücut örtüldüğünde başın açıkta kalması kasdedilmektedir. Yalnızca baş veya yalnızca ayaklan örtecek kadar bir elbise bulunursa bununla (baş ve ayaklar değil) avret yerinin örtülmesi daha evladır.

Bu hadisten anlaşıldığına göre, vücudu örten hiçbir şey bulunmazsa vücu­dun tümü ızhır otu ile kefenlenir. Izhır de bulunmazsa hangi bitki var ise onunla kefenlenir. Hac bölümünde Abbas'ın şu sözü gelecektir: "Izhır otu hariç, biz onu evlerimizde ve kabirlerimizde kullanırız. [21] Izhır otunu kabirlerde kullanmak Arapların âdeti idi.

Mühelleb şöyle demiştir: Hz. Peygamber'in saiiaüâhu aleyhi ve sellem  Uhud şehitleri­nin vücudu örtmeyen bu elbiselerle kefenlenmesini müstehap görmesinin se­bebi, onların bu elbiseler ile şehit olmalarıdır.

Bu, itiraza açıktır. Aksine zahir olan, konu başlığında da yer aldığı üzere bu elbiseden başkasının bulunamamış olmasıdır.

Sa'd'ın "İçimizden kimi ecrinden bir şey yemeksizin öldü" İfadesi, fetih za­manına yetişenlerin elde ettiği ganimetlerden kinayedir. Ecirden maksat bunun semeresidir. Ecir yalnızca âhiret sevabı ile sınırlı değildir.

 

28. Hz. Peygamber Zamanında Kefenini Hazırladığı Halde Hz. Peygamberin Yadırgamadığı  Kimse

 

1277- Sehl radıyaiiâhu anh şöyle dedi: Bir kadın eiinde kenarlı, dokunmuş bir kaftanla Hz. Peygamberin sallallâhu aleyhi ve sellem  huzuruna girdi. (Sehl yanındaki­lere) "Bilir misiniz bürde nedir? Semledir (bütün bedeni örten bir elbisedir)" dediler. (Sehl): "Evet" dedi. (Sehl, olayı anlatmaya devam ederek şöyle dedi): Kadın Hz. Peygamber'e sallallâhu aleyhi ve sellem  "Bunu kendi ellerimle dokudum ve senin giymen için getirdim" dedi. Hz. Peygamber sallallâhu aleyhi ve sellem  de onu aldı. O sıra o elbiseye ihtiyacı vardı. Sonra Hz. Peygamber sallallâhu aleyh, ve sellem  bunu giyerek yanımıza çıktı. Sahabeden biri bunu güzel bularak şöyle dedi: "Ya Resûlallah! Bu ne güzelmiş. Lütfen bunu bana veriniz" dedi. (Hz. Peygamber iiiiâhu aleyhi ve sellem  evine girerek o elbiseyi çıkardı ve onu isteyen kişiye gönderdi).

Orada hazır bulunanlar; "Bunu iyi etmedin. Hz. Peygamberin sallallâhu aleyhi ve sellem  bu elbiseye ihtiyacı vardı. Sen ise onun geri çevirmeyeceğini bilerek ondan bunu İstedin" dediler. Adam: "Vallahi ben bunu giymek için istemedim. Ben bu elbise kefenim olsun diye İstedim" dedi. (Sehl dedi ki): Gerçekten de bu elbise onun kefeni oldu. [22]

 

Açıklama

 

Konu başlığı şuna işaret etmektedir: Kaftanı isteyen sahâbî, diğerleri tarafın­dan Hz. Peygamberin sallallâhu aleyhi ve sellem  kaftanını İstedi diye yadırgandı. Kaftanı isteyen kişi, bunu isteme sebebini açıkladığında ise bunu yadırgamadılar.

Bu hadis, ölü için tahsil edilmesi şart olan kefen vb. şeylerin hayatta iken temin edilmesinin caiz olduğunu göstermektedir. Kabrin kazılması da buna dahil midir? Bu konu İleride ele alınacaktır.

Dâvudî, Hz. Peygamber'e sallallâhu aleyhi ve sellem  getirilen elbisenin, bir kumaştan kesilmiş olmayıp astarlı olduğunu belirtmiştir. Hadisi rivayet eden kişi, "kenarlı, dokunmuş" ifadesiyle elbisenin daha önce giyilmemiş, yeni bir elbise olduğuna İşaret etmiştir.

İbn Mâce ve Taberânînin rivayetinde şöyle denilmektedir: Adam "ne güzel elbise!" deyince, Hz. Peygamber "Evet" dedi. Daha sonra odasına girerek onu çıkarıp katladı ve adama gönderdi.

Buhârî, Giyecekler bölümünde Yakub İbn Abdurrahman yoluyla şu şekilde rivayet etmiştir: "Hz. Peygamber "Evet" dedi. Daha sonra bir süre oturdu. Sonra dönerek {evine girdi), elbiseyi çıkarıp katladıktan sonra o adama gönderdi."

İbn Mâce, "Sen Hz. Peygamberin sallallâhu aleyhi ve sellem  kendisinden bir şey is­teyen kişiyi geri çevirmediğini bildiğin halde niçin o kaftanı istedin?" şeklinde rivayet etmiştir.

İbn Gassân rivayetinde, elbiseyi Hz. Peygamber'den isteyen sahâbî şöyle demiştir: "Elbiseyi Hz. Peygamber giydiğinden (ve elbise onun mübarek vücu­duna dokunduğundan) ben bununla teberrük etmek istedim."

Taberânî, Zem'a İbn Salih rivayetinde Hz. Peygamber sallallâhu aleyhi ve sellem  kendisi için başka bir elbise yapılmasını istemiş, ancak elbise tamamlanamadan vefat etmiştir.

 

Hadisten Çıkan Sonuçlar

 

1- Hz. Peygamberin sallallâhu akyhi ve sellem  güzel ahlakı, engin cömertliği, hedi­yeyi kabul etmesi,

2- Bir insanın başkasında gördüğü giyecek vb. şeyleri, değerini ifade etmek üzere veya istemesinin caiz olduğu durumda istediğini belli etmek üzere övmesi caizdir.

3- Münker haramlık derecesine varmamış olsa bile, görünürde edebe aykırı bir davranış söz konusu olduğunda buna karşı çıkmak meşrudur.

4- Sâlih insanların kullandığı şeyler ile teberrük etmek caizdir.[23]

İbn Battal şöyle demiştir: İleride ihtiyaç duyulacak bir şeyi, ihtiyaç anından önce hazırlamak caizdir. Salihlerden bir grup ölümlerinden önce kabirlerini kazmışlardır.

Zeyn Ibnü'l-Müneyyir, bunu sahabeden hiç kimsenin yapmadığı gerekçesiy­le eleştirmiş ve şöyle demiştir: "Şayet bu müstehap olsaydı, sahabeden pek çoğu bunu yapardı."

Bazı Şâfiîler şöyle demişlerdir: Bunlardan (ölüme yönelik şeylerden) her­hangi birini hazırlayan kişinin, bunu helal olduğuna güvendiği bir yoldan veya kendisinde salih amel ve bereket bulunduğuna inandığı kişilerden edinmesi uygun olur.

 

29. Kadınların Cenazeyi Takip Etmesi

 

1278- Ümmü Atıyye mdıyaMhu anh şöyle demiştir: "Cenazeleri takip etmemiz yasaklandı. Ancak bu konuda bize ısrarda bulunulmadı (şiddet gösterilmedi)."

 

Açıklama

 

Zeyn İbnül-Müneyyir şöyle demiştir: Buhârî "Cenazeyi takip etmenin fa­zileti" konusu ile bu konu arasına başka pek çok konular yerleştirmiştir. Bu, ka­dınlar ile erkekler arasında bu konuda bir fark bulunduğunu hissettirmektedir. Bu konudaki fazilet kadınlar hakkında sabit olmayıp erkeklere özgüdür. Çünkü yasak, yasaklanan şeyin haram veya mekruh olmasını gerektirir. Faziletli olmak ise müstehap olmayı gerektirir. Bu ikisi bir arada bulunamaz. Buhârî ihtimal söz konusu bulunduğundan konu başlığında kadınların cenazeyi takip etmelerinin hükmünü zikretme mistir. Bu yüzden âlimler de bu konuda ihtilaf etmişlerdir. Âlimlerin bu ihtilafı, kadınların cenazeyi takiplerinde bir mefsedet söz konusu olmaması hali ile sınırlıdır. (Bir mefsedet söz konusu olduğunda bunun haram olduğunu, bütün âlimler kabul etmiştir).

"Bize ısrarda bulunulmadı (şiddet gösterilmedi)": Yani diğer yasaklar konu­sunda olduğunun aksine, burada kuvvetli bir yasak getirilmedi. Ümmü Atıyye bu sözü ile şunu kasdetmektedir: "Cenazeyi takip etmemiz, haram kılınmadı, mekruh görüldü."

Kurtubî şöyle demiştir: Ümmü Atıyye'nin söylediğinden ilk anda anlaşılan bunun tenzihen mekruh olmasıdır. İlim ehlinin çoğunluğu da bu görüştedir.

Mâlik bunun caiz olduğu görüşüne meyletmiştir ki aynı zamanda Medine halkının uygulaması da böyledir.

Bunun caiz olduğunu gösteren hususlardan biri de İbn Ebî Şeybe'nin, Muhammed İbn Amr İbn Ata, onun da Ebû Hüreyre'den rivayet ettiği şu hadistir: Resûlullah saibiiâhu aleyhi vesellem  bir cenazede idi. Ömer cenazeyi götürenler arasında bir kadın görünce ona bağırmaya başladı. Bunun üzerine Hz. Peygamber sallallâhu aleyhi ve sellem  Ömer'e "Onu bırak ey Ömer" buyurdu. Bu hadisi İbn Mâce ve Nesâî de aynı yolla rivayet etmişlerdir. Hadisi rivayet ettikleri diğer bir yol da Muhammed İbn Amr İbn Ata, Seleme İbnü'l-Ezrak ve Ebû Hüreyre'dir. Hadisi rivayet edenler güvenilir kimselerdir.

 

30. Kadının Kocasından Başkası İçin Yas Tutması

 

1279- Muhammed îbn SMn şöyle demiştir: Ummü Atıyye'nin bir oğlu öldü. Üçüncü gün olunca sufre (san rengi bulunan güzel koku) getirilmesini istedi ve bunu kendisine sürerek şöyle dedi: "Koca dışında başka bir kimse için üç günden fazla yas tutmamız (süslenmeyi terk etmemiz) yasaklandı."

1280- Zeyneb binti Ebû Seleme şöyle dedi: Ebû Süfyan'm vefat haberi Şam'dan geldiğinde, üç gün geçtikten sonra Ummü Habîbe radıyaiiâhu anh kendisine güzel koku getirilmesini istedi. Bunu yanaklarına ve kollarına sürerek şöyle dedi: "Benim buna ihtiyacım yoktur. Ancak ben Hz. Peygamber'in sallallâhu aleyhi ve sellem  ?öyle dediğini işittim: "Allah'a ve âhiret gününe inanan bir kadının, kocası dışında ölen bir kimse için üç günden fazla yas tutması helal değildir. Kocası için ise dört ay on gün yas tutar.[24]

1281- Zeyneb binti Ebû Seleme şöyle demiştir: Hz. Peygamber'in sallallâhu-aleyhi ve seüem hanımı Ümmü Habîbe'nin radıyaiiâhu anh yanma girdim. O bana şöyle dedi: Ben Resûlullah'm şöyle dediğini işittim: nAllah'a ve âhiret gününe inanan bir kadının, ölen bir kimse için üç günden fazla yas tutması helal değildir. Ancak kocası için dört ay on gün yas tutar."

1282- Zeyneb binti Ebû Seleme anlatmaya devam ederek şöyle dedi: Sonra erkek kardeşi öldüğünde Zeynep binti Cahş'ın yanma girdim. Güzel koku getirilmesini istedi ve bu kokuyu süründü. Sonra şöyle dedi: "Benim koku sürmeye ihtiyacım yok. Ancak ben Resûlullah'm sallallâhu aleyhi ve sellem  minberde şöyle dediğini işittim: "Allah'a ve âhiret gününe inanan bir kadının ölen bir kimse, için üç günden fazla yas tutması helal değildir. Ancak kocası için dört ay on gün yas tutar.[25]

 

Açıklama

 

İhdâd (yas tutma), kocası ölen kadının; giyecek, güzel koku vb. her türlü süslenmeden ve cinsel ilişkiye davet eden her türlü davranıştan kaçınmasıdır. Din, kadının kocasından başkası İçin üç güne kadar yas tutmasına İzin vermiştir. Çünkü yakını ölen kişinin kalbini hüzün yakar ve kalbinde duyduğu üzüntünün acısı kendisine hâkim olur. Ancak yakını ölen kadının yas tutması zorunlu değil­dir. Hatta kadının kocası bu sırada kendisi ile ilişkide bulunmak istese bu du­rumda kadının İlişkiden kaçınması helâl olmaz.[26]

Konu başlığındaki "kocasından başkası için" ifadesi akrabaları da yabancıları da kapsayan genel bir ifadedir. Hadis buna açık olarak delâlet etmektedir. Başlıkta "ölüm"den bahsedilmemesinin sebebi, yas tutmanın örfte yalnızca ölüm olayına özgü olmasıdır. Başlıkta bunun hükmü açıklanmamıştır. Çünkü riva­yetler üç günlük süre içinde yas tutmanın haram olmadığını göstermektedir. Bu durumda en azından bunun meşru olduğu sabit olmaktadır.

Zeynep binti Ebû Seleme, Hz. Peygamber'in sallallâhu aleyhi ve sellem  üvey kızıdır.

Ümmü Habîbe, Hz. Peygamber'in sallallâhu aleyhi ve seikm hanımı ve Ebû Süf-yan'ın kızıdır.

 

31. Kabirlerin Ziyaret Edilmesi

 

1283- Enes tbn Mâlik radıyaiiâhu anh şöyle demiştir: Hz. Peygamber sallallâhu aleyhi ve seüem bir kabrin başında ağlayan bir kadının yanına uğradı ve ona "Allah'tan kork ve sabret" dedi. Kadın "Benden uzak dur. Benim başıma gelen musibet senin başına gelmiş değildir" dedi. Kadına "O Peygamber'di" denilince kadın derhal Hz. Peygamber'in evine geldi. Hz. Peygamber'in aleyhi ve seüem evinde kapıcıların (kapıda bekleyen hiç kimsenin) bulunmadığını gördü. (Onun huzuru­na girerek) şöyle dedi: "Ben seni tanıyamadım (Ey Allah'ın Resulü!)." Hz. Pey­gamber de sallallâhu aleyhi ve sellem  ona şöyle buyurdu: "Sabır, musibetin darbesini ilk yediğin anda göstereceğin davranıştır."

 

Açıklama

 

Bu bölümde kabir ziyaretinin meşruiyeti konusu ele alınmaktadır. Bunun hükmü konusunda görüş ayrılığı bulunduğu için Buhârî bunu açıklamamıştır., Anlaşıldığı kadarıyla bunun caiz olduğunu açık olarak ifade eden hadisler Bu-hârî'nin şartlarına uygun olmadığı için kitabına almamıştır.

Müslim'in Büreyde'den rivayet ettiği hadiste, kabir ziyaretiyle ilgili yasağın neshedildiği şu şekilde bildirilmektedir: "Ben sizin kabirleri ziyaret etmenizi ya­saklamıştım. Artık ziyaret ediniz." Ebû Dâvud ve Nesâî, Enes'ten rivayet ettikleri hadiste şu ifadeyi de zikretmişlerdir; "Çünkü kabirleri ziyaret etmek âhireti hatır­latır."

Hâkim'in rivayet ettiği hadiste şöyle denilmektedir: "(Kabirleri ziyaret etmek) kalbi yumuşatır, gözü yaşartır. Sizler kabirleri ziyaret ettiğinizde kötü sözler söy­lemeyin."

 

Erkeklerin Kabirleri Ziyaret Etmesinin Hükmü

 

Nevevî, Abderî ve Hâzimî ve bunlar dışındaki bazı âlimleri takip ederek şöy­le demiştir: "Âlimler erkeklerin kabirleri ziyaret etmesinin caiz olduğunda ittifak etmişler ve bunu mutlak olarak dile getirmişlerdir.

Ancak bu, itiraza açıktır. Çünkü İbn Ebî Şeybe ve diğer hadisçiler İbn Şîrîn, İbrahim en-Nahaî ve Şa'bî'nin bunu mutlak olarak mekruh gördüklerini rivayet etmiştir. Hatta Şa'bî şöyle demiştir: "Hz. Peygamber sallallâhu aleyhi ve sellem  yasakla­mamış olsaydı kızımın kabrini ziyaret ederdim."

Anlaşıldığı kadarıyla bunu mutlak olarak caiz görenler, yukarıda adı geçen­lerden sonra Müslümanlar arasında yerleşik hale gelen uygulamayı dikkate al­mışlardır. Adı geçen kimselere de ziyaret yasağını kaldıran hadisler ulaşmamıştır.

 

Kadınların Kabirleri Ziyaret Etmesinin Hükmü

 

Kadınlann kabirleri ziyareti konusunda ihtilaf edilmiştir. (Bu konudaki farklı görüşler şöyledir):

Kadınlar, kabir ziyareti konusundaki genel İznin kapsamına dahildir. Bu, çoğunluğun görüşüdür ve bu, fitneden emin olunması durumunda geçerlidir. Bu konudaki hadis de kadınların kabirleri ziyaret etmesinin caiz olduğu görüşünü desteklemektedir. Çünkü Hz. Peygamber sallallâhu aleyhi ve sellem  kadının kabrin ya­nında oturmasına karşı çıkmamıştır. Onun bunu onaylamış olması, (caiz oldu­ğunu gösteren) bir delildir. Bu İznin kadın ve erkekleri kapsadığı görüşünü kabul edenlerden biri de Hz. Aişe'dir. Hâkim'in rivayetine göre Ebû Müleyke Hz. Âişe'nin, kardeşi Abdurrahman'ın kabrini ziyaret ettiğini görmüş ve ona "Hz. Peygamber sallallâhu aleyhi ve sellem  bunu yasaklamamış mıydı?" diye sormuş, Hz. Aişe "Evet, yasaklamıştı, ancak sonradan ziyaret etmeyi emretti" demiştir.

* İzin yalnızca erkeklere özgüdür. Kadınların kabirleri ziyareti caiz değildir. Şeyh Ebû İshak el-Mühezzeb'de bu görüşü kabul etmiş ve "kadınların cenazeleri takip etmesi" konusunda geçen Abdullah İbn Amr'dan rivayet edilen hadisi ve "Allah kabirleri çokça ziyaret eden kadınlara lanet etsin" hadisini delil getirmiştir. Bu son hadisi Tirmizî, Ebû Hüreyre'den rivayet etmiş ve sahih olduğunu söylemiştir. İbn Abbas ve Hassan Ibn Sâbit'ten rivayet edilen hadisler de bunu deste kle mekte dir.

Kadınların kabirleri ziyaretini mekruh görenler bu mekruhluğun tenzihen mi tahrimen mi olduğunda ihtilaf etmişlerdir.

Kurtubî şöyle demiştir: Bu lanet yalnızca kabirleri çokça ziyaret eden kadınlar hakkında söz konusudur. Çünkü kullanılan İfade bunu gerektirmektedir. Kabirleri çokça ziyaret eden kadınlann lanetlenmelerinin sebebi; bu ziyaretlerin yol açabileceği kocanın hakkının zâyî edilmesi, açılıp saçılma, kabirlerin yanında bağırıp çağırma gibi durumlardır.

Bu konuda şu söylenebilir: "Bunlardan emin olunduğunda kadınlann kabirleri ziyaret etmesine bir engel yoktur. Çünkü erkekler de kadınlar da ölümü hatırlamaya muhtaçtır."

Hz. Peygamber'in sallallâhu aleyhi ve sellem  kadına "Allah'tan kork" demesi hakkında Kurtubî şöyle demiştir: "Anlaşıldığı kadanyla kadının ağlamasında, bağınp-çağırma vb. gibi normalin ötesinde bir durum söz konusuydu. Bu sebeple Hz. Peygamber ona Allah'tan korkmasını emretti."

Ben (Ibn Hacer) derim ki: Yahya İbn Ebî Kesir'den rivayet edilen şu ifade de bunu desteklemektedir: "Hz. Peygamber sallallâhu aleyhi ve sellem , kadından çirkin bir söz çıktığını duydu. Bunun üzerine kadının yanına gidip durdu."

Tîbî şöyle demiştir: "Allah'tan korkn ifadesi "sabret" sözüne giriş hazırlık olarak söylenmiştir. Adeta Hz. Peygamber sallallâhu aleyhi ve sellem  şöyle demek istemiştir: "Sabretmediğin takdirde Allah'ın azabından kork. Sevap kazanabilmen için sabırsızlık gösterme."

Müslim'in rivayetine göre, Hz. Peygamber'e "Benden uzak dur. Benim başıma gelen musibet senin başına gelmiş değildir" diyen kadın, kendisi ile konuşan kişinin Hz. Peygamber olduğunu anladığı anda utancından ve Hz. Peygamber'e karşı yaptığı bu saygısızlıktan dolayı üzüntüden neredeyse ölecekti.

"Hz. Peygamber'in evinde kapıcıların bulunmadığını gördü" ifadesi hakkında Zeyn İbnü'l-Müneyyir şöyle demiştir: Bu cümle, kadının Hz. Peygamberi sallallâhu aleyhi ve sellem  tanımama gerekçesini ifade etmektedir. Çünkü Hz. Peygamber kapısında bekçi bekletme kudretine sahip olduğu halde bunu yapmamıştır. Bu tabiatta olan bir kişinin, krallar ve büyük yönetici şahsiyetlerin yaptığı gibi, insanları kendisinin arkasında yürütmeyeceği bellidir. Bu sebeple kadın İçinde bulunduğu üzüntü ve ağlama halinin de tesiriyle Hz. Peygamber'i sallallâhu aleyhi ve sellem  tanıyamamıştır.

Tîbî şöyle demiştir: Kadına kendisi ile konuşan kişinin Hz. Peygamber olduğu bildirildiğinde kadın içinde büyük bir korku ve ürperti hissetmiş, Hz. Peygamber'in tıpkı krallar gibi evinin önünde kapıcıların bulunduğunu, kendisinin onun huzuruna girmelerine İzin vermeyeceğini düşünmüş, oysa işin düşündüğünün aksine olduğunu görmüştür.

"Sabır, musibetin darbesini ilk yediğin anda göstereceğin davranıştır" sözünün anlamı şudur: İnsanın başına bir musibet geldiğinde kalbe ilk anda hücum eden duygu sabırsızlık göstermektir (sızlanmaktır). İşte bu anda gösterilecek sabır, kişinin sevap almasına sebep olacak olan kâmil sabırdır.

Hattâbî şöyle demiştir: Bu sözün anlamı şudur: Sahibinin övülmesine sebep olan sabır, musibet ile ilk karşılaşıldığı anda gösterilen sabırdır, sonradan gösterilen değil. Çünkü günler geçtikçe kişi teselli olur (acısı diner).

Hattabî, başka âlimlerden kişinin uğradığı musibet sebebiyle sevap alamayacağını nakletmiştir. Çünkü musibete uğramak, kişinin kendi fiili değildir. Kişi yalnızca musibete uğraması durumunda güzelce sabır ve sebat gösterirse sevap alır.

İbn Battal şöyle demiştir: Hz. Peygamber sallallâhu aleyhi ve sellem  bu sözü ile kadının hem yakınının ölmesi hem de sevaptan mahrum kalma musibetlerini ayna anda yaşamamasını kasdetmiştir.

Tîbî şöyle der: Hz. Peygamber'in bu sözü kadının "Ben seni tanımamıştım" sözü üzerine hikmetli bir üslup ile söylenen bir sözdür. O sallallâhu aleyhi ve sellem  adeta şöyle demektedir: "Özür dilemeyi bırak. Çünkü ben Allah'ın rızası dışındaki bir şey sebebiyle öfkelenmem. Sen kendi nefsine bak."

Zeyn İbnü'l-Müneyyir şöyle demiştir: Hz. Peygamber'in sallallâhu aleyhi ve kadına bu şekilde cevap vermesinin amacı şudur: Kadın, içinde bulunduğu üzüntülü durumda iken söylediği sözden özür dilemek ve onun emrettiği takva ve sabra itaat ettiğini göstermek için geldiğinde Hz. Peygamber sallallâhu aleyhi ve iem ona bu sabrın ilk başta gösterilmesi gerektiğini, sevap kazanmaya sebep olanın da bu olduğunu açıklamıştır.

 

Hadisten Çıkan Sonuçlar

 

1- Hz. Peygamber'in sallallâhu aleyhi ve sellem alçakgönüllülüğü, cahillere karşı yu­muşak davranması,

2- Musibete uğrayan kişiye hoşgörülü davranmak, onun özrünü kabul et­mek,

3- Iyiüğİ emretme ve kötülüğü yasaklamayı her durumda sürdürmek,

4- Hâkİmin, insanların ihtiyaç duyduğu zaman kendisine müracaat etmelerini engelleyecek şekilde bekçilerinin olması uygun değildir.

5- Kendisİne bir İyilik emredilen kişi, emredenin kim olduğunu bilmese bile

onu kabul etmelidir.

6- Hz. Peygamber'in sallallâhu aleyhi ve sellem  sabırla birlikte Allah'tan korkmayı emretmesi gösteriyor ki sabırsızlık göstermek yasaklanan davranışlardandır.

7- İnsanlara nasihat etme ve öğüt verme konusunda sıkıntılara tahammül etmeye teşvik,

8- Söylenen söz, söylenmesi kasdedilen kişiye yönelmemişse bunun bir etkisi yoktur.

9- Kabir ziyareti, ziyaretçi erkek olsun kadın olsun, ziyaret edilen Müslüman olsun kâfir olsun caizdir. Çünkü Hz. Peygamber sallallâhu aleyhi ve sellem  kadına ziyaret ettiği kişinin Müslüman olup olmadığını sormamıştır.

Nevevî şöyle demiştir: Çoğunluk bunun kesin olarak caiz olduğunu söyle­miştir. Hâvî yazarı (Mâverdî) ise "Kâfirin kabrini ziyaret etmek caiz değildir" demiştir. Bu, yanlıştır.

Mâverdî'nin delili "Onun kabrinin başında durma [27] âyetidir. Bu âyeti buna delil getirmenin itiraza açık olduğunda şüphe yoktur.

 

32. Hz. Peygamberin Şu Sözü: "Ölü, Ailesinin Ağlamasının Bir Kısmı Sebebiyle Azap Görür"

 

Bu, ölünün sağlığında iken ölüler için feryat eden (bağmp-çağıran) bir kimse olması durumundadır.

Yüce Allah şöyle buyurmuştur: "Ey İman edenler! Kendinizi ve ailenizi cehennemden koruyunuz. [28]

Hz. Peygamber sallallâhu aleyhi ve sellem de şöyle buyurmuştur: "Hepiniz çobansızın ve güttüğünüzden sorumlusunuz."

Şayet, ölen kişi sağlığında iken ölülerin ardından feryat eden bir kimse değildiyse onun durumu Hz. Âişe'nİn dediği gibi şu âyete uygundur: "Kimse başkasının (günah yükünü) yüklenmez.[29]

Bu da şu ayette belirtildiği gibidir: "Günah yükü altında ezilen kişi günahını taşımak için başkalannı çağırsa onun günahından hiçbir şey başkası tarafından taşınmaz."

Feryat etme (bağmp-çağırma) olmaksızın ağlamaya ruhsat verilmiştir.

Hz. Peygamber saiiaMhu aleyhi ve sellem  şöyle buyurmuştur: "Haksız yere öldürü­len her insanın kanından Adem'in ilk oğlu için bir pay vardır." Çünkü öldürmeyi ilk olarak başlatan odur.

1284- Usâme İbn Zeyd radıyaüâhu anh şöyle demiştir: Hz. Peygamberin sallallâhu aleyhi ve sellem  kızı (Zeynep radıyallâhu anh) "oğlum ölmek üzere, bize geliniz" diye Resûlullah'a haber gönderdi.

Resûlullah sallallâhu aleyhi ve sellem  kızma selâm gönderip şöyle cevap yolladı: "Aldığı da verdiği de Allah'a aittir. Her şeyin Allah katında bir eceli vardır. Sabret! Sabnnın sevabını Allah'tan bekle."

(Zeynep) and vererek Hz. Peygamberin saiiaMhu aleyhi ve sellem  geİmesi için bir kez daha haber yolladı.

Bunun üzerine Hz. Peygamber sallallâhu aleyhi ue sellem  yanında Sa'd İbn Muaz, Muaz İbn Cebel, Übey İbn Kâ'b, Zeyd İbn Sabit ve başka kimseler bulunduğu halde (Zeyneb'in yanına) gitti.

Çocuk (can çekişme halinde) çırpınırken Resûlullah'a saüaiiâhu aleyhi ve seikm verildi. Hz. Peygamberin mübarek gözlerinden yaşlar boşalıyordu.

Sa'd: "Ey Allah'ın Resulü! Bu ağlama neyin nesi?" dîye sordu.

Hz. Peygamber sallallâhu aleyhi ve selem Bu, Allah'ın kullarının kalplerine koyduğu rahmettir. Allah kullarından yalnızca merhamet sahibi olanlara merhamet eder. [30] buyurdu.

1285- Enes İbn Mâlik radıyaiiâhu anh şöyle demiştir: Hz. Peygamberin bir kızının (Ümmü Gülsüm'ün) cenazesine katıldık. Resûlullah sallallâhu aleyhi ve sdiem kabrin bir tarafına oturmuştu. Gözlerinden yaşlar boşaldığını gördüm. O sallallâhu aleyhi ve sellem : "İçinizden bu gece cinsel ilişkide bulunmayan var mı?" buyurdu. Ebû Talha: "Ben" dedi. Hz. Peygamber: "Haydi kabre in" buyurdu. Bunun üzerine Ebû Talha kabre indi. [31]

1286- Abdullah İbn Ubeydullah İbn Ebû Müleyke şöyle demiştir:

Mekke'de Hz. Osman'ın kızlarından biri vefat etti. Biz de onun cenazesine katıldık. Cenazeye İbn Ömer ve İbn Abbas da katıldı. Ben ikisinin arasında oturuyordum (birinin yanında otururken diğeri gelip benim öbür tarafıma oturdu). Abdullah İbn Ömer, Osman'ın oğlu Amr'a şöyle dedi: Sen ağlamayı yasaklamıyor musun? Resûlullah sallallâhu aleyhi ve sellem  şöyle buyurdu: "Ö/en kişi, ailesinin kendisi için ağlaması sebebiyle azap görür.

1287- İbn Abbas radıyaiıshu anh şöyle devam etti. Ömer de (ölenin ailesinin) bir kısım ağlamaları sebebiyle ölünün azap göreceğini söylerdi. {İbn Abbas devam etti): Ömer'le birlikte Mekke'den yola çıktık. Beydâ denilen yere varınca Semure ağacının altında bir kervan gördük. Ömer bana "Git de şu kervanın durumuna bir bak" dedi. Ben gittim, bir de baktım ki Suheyb orada. Ömer'e Suheyb'in orada olduğunu söyledim. Ömer "Onu bana çağır" dedi. Ben de Suheyb'in yanına gittim ve ona "Devene bin de müminlerin emirinin yanma gel" dedim. (O da Ömer'in yanına geldi ve birlikte Medine'ye döndük).

Ömer {ölümüne sebep olacak) yarayı alınca Suheyb onun yanında "Vah kardeşim, vah arkadaşım!" diyerek ağladı. Bunun üzerine Ömer ona "Ey Su­heyb! Resûluüah saiiaiı&hu aleyhi ve sellem  'Ölü, ailesinin kendisine bir tür ağlaması sebebiyle ozap görür" buyurduğu halde benim için ağlıyor musun?1 dedi.[32]

1288- İbn Abbas radıyaiiâhu anh şöyle devam etti: Ömer radyaiiâhu anh vefat edince bunu Âişe'ye radıyaiiâhu anh anlattım. O şöyle dedi: 'Allah Ömer'e rahmet etsin! Allah'a yemin ederim ki Resûlullah sallallâhu aleyhi ve seUem, ailesinin ağlaması sebebiyle Allah'ın mümin kişiye azap edeceğini söylemedi. O sallallâhu aleyhi w sellem  şöyle söyledi: "Allah, ailesinin ağlaması sebebiyle kâfir kişinin azabını arttırır." Size Kur'ân'm "Hiç kimse bir başkasının günah yükünü yüklenmez [33] âyeti yeter. İbn Abbas radıyaiiâhu anh şu âyeti okudu: "Ağlatan da güldüren de O'dur. [34] İbn Ebî Müleyke dedi ki: Vallahi İbn Ömer bir şey söylemedi.[35]

1289- Hz. Peygamber'in sallallâhu aleyhi ve sellem  eşi Hz. Aişe radıyaiiâhu anh şöyle demiştir: Resûlullah sallallâhu aleyhi ve sellem , ölmüş bir Yahudi kadın için ailesinin ağladığını gördü. Bunun üzerine şöyle buyurdu:"Bun/ar onun için ağlıyorlar. O ise kabrinde azap görüyor."

1290- Ebû Bürde babasından şunu aktarmıştır: Hz. Ömer radiyanhu anh yaralandığında Suheyb "Vah kardeşim!" diyordu. Bunun üzerine Ömer şöyle dedi: Sen Hz. Peygamber'in sallallâhu akyhi ve sellem  şöyle dediğini bilmiyor musun? "Şüphesiz ki ölü, dirinin ağlaması sebebiyle azap görür."

 

Açıklama

 

Konu başlığındaki "ölünün sağlığında iken ölüler için feryad eden (bağırıp-çağıran) bir kimse olması durumunda" ifadesi ilk bakışta hadisin devamı imiş gibi görünmekle birlikte bu Buhârî'nin sözüdür. Buhârî bunu söz konusu hadis­ten anladığı anlam olarak zikretmiştir.

"Ey iman edenler! Kendinizi ve ailenizi cehennemden koruyunuz]" âyetinin bu konuya delil getirilme sebebi şudur: Ayetteki emir, cehennemden korunma konusunda genel niteliklidir. Bunlardan biri de kişinin dince hoş görülmeyen bir şeye düşkün olmaması, tâ ki kendisinden sonra ailesinin de onun peşinden gitmemesidir. Yahut da kişi ailesinin dince hoş görülmeyen bir fiili işleme âdetlerinin olduğunu bildiği halde bundan vazgeçmeleri konusunda ihmalkâr davranır, bu durumda da kendisini ve ailesini ateşten korumamış olur.

"Hepiniz çobansızm ve hepiniz güttüğünüzden sorumlusunuz" hadisinin bu konuya delil getirilme sebebi şudur: Kişinin ailesini kontrol altında tutması gereken konulardan biri de şudur: Kendisinin kötü bir gidişatı olur ve ailesi de bunu benimser. Kendisi ailesinin kötülük yaptığını gördüğü halde onları engellemez. Bu sebeple kıyamet günü bundan dolayı sorguya çekilir, bundan sorumlu tutulur.

Buhârt, konu başlığındaki âyet ve hadisleri, konu içindeki hadise dair kendi yorumuna delil getirmesi sebebiyle eleştirilmiştir. Çünkü hadiste, ölünün ailesinin ağlaması sebebiyle azap görmesinden bahsetmektedir. Konu başlığındaki âyet ve hadis ise kişinin âdeti sebebiyle ağlaması halinde azap göreceğini ifade etmektedir. Bu durumda konu başlığındaki âyet ve hadisler ile konu içindeki hadisler aynı konu ile ilgili değildir.

Bu itiraza şöyle cevap verilmiştir: Bazı genel ifadelerin kapsamını daraltmak ve bazı mutlak ifadeleri sınırlandırmak suretiyle bunları ortak bir noktada buluş­turmak mümkündür. Hadis her ne kadar bütün ölülerin, her türlü ağlama sebe­biyle azap göreceğini ifade etse bile, diğer deliller bu ağlamanın kapsamını da­raltmaktadır. Yine bunu yapmayı âdet edinen kişi veya ailesinin bunu yapmasını yasaklamayan kişi ile sınırlandırmak da mümkündür. Buna göre hadisin anlamı şöyle olur: Ailesinin bir tür ağlaması sebebiyle azap gören kişi, bu kendisinin âdeti olduğu için kendisine de böyle yapılmasına razı olan kişidir. Bu sebeple Buhârî şöyle demiştir: "Ölü ardından feryat etmek kendisinin âdeti değil ise ölü azap görmez." Yani ailesinin bunu yapacağını bilmeyen veya onların böyle yapmalarını yasaklamak suretiyle üzerine düşeni yapan kimse için başkasının yaptığı fiilden dolayı sorumluluk yoktur. Bu yüzden İbnü'l-Mübarek şöyle demiş­tir: Kişi, hayatta iken ailesinin ölünün ardından feryat etmesini yasakladığı halde, kendisi öldükten sonra ailesi onun arkasından ağlarsa bundan dolayı kendisine sorumluluk yoktur.

Hz. Peygamber'in sallallâhu aleyhi senem "Haksız yere öldürülen her insanın kanından Adem'in ilk oğlu için bir pay vardır" sözüne gelince; Buhârî özetle kendisi sebep olmadıkça kişinin bir başkasının fiilinden dolayı azap görmeyeceğini söylemektedir. Başka birinin yaptığı şeyden dolayı kişinin azap göreceğini söyleyenler, söz konusu şahsın buna sebep olmasını kasdederken, başka birinin yaptığı bir şeyden dolayı kişinin azap görmeyeceğini söyleyenler ise bu şeye sebep olunmayan durumu kasdetmektedirler.

İbnü'l-Murâbıt şöyle demiştir: Kişi, ölünün arkasından feryat etme konusundaki yasağı ve ailesinin de bu tür davranışlar göstereceğini bildiği halde onlara bunun haram olduğunu belirtmemiş ve bunu yapmalarına engel olmamışsa, bundan dolayı azap gördüğünde aslında başkasının fiilinden dolayı değil, kendi fiilinden dolayı azap görmüş olur.

İsmâilî şöyle demiştir: Bu meselede âlimler farklı görüşler ileri sümüşlerdir. Her biri kendi içtihadına göre görüş belirtmiştir. Bu konuda başkasının zikrettiğini görmediğim, aklıma gelen en güzel yorum şudur: Araplar cahiliye devrinde birbirine saldırır, birbirini esir eder ve öldürürlerdi. Onlardan biri öldüğünde ağıt yakan kadm, ölen kişiyi bu haram fiilleri saymak suretiyle methederek ağlardı. Hadisin anlamı şudur: Ölü, ailesinin kendisine bu şekilde ağlaması sebebiyle azap görür. Çünkü ölünün ardından onun en güzel fiilleri zikredilir. Cahiliye devri Araplarının en güzel fiilleri ise bunlardı. Bu ise kişinin günahlarına günah katmakta ve onu azaba müstehak hale getirmekteydi.

Diğer bir görüşe göre ölünün azap görmesi, ailesinin feryat etmesinden elem duymastdır. İlk dönem âlimlerinden Ebû Cafer et-Taberî bu görüştedir. Sonrakilerden de İbnü'l-Murâbıt, Kadı Iyaz, İbn Teymiyye'nin tabî olduğu ve desteklediği kimseler ve bir grup âlim bu görüştedir. Onlar buna Kayle bintİ Mahreme'nin şu hadisini deli! getirmişlerdir:

Kayie: "Yâ Resûlâllah! Onu ben doğurdum. Sonra seninle birlikte Rebeze'de savaştı. Sonra Hummâ'ya yakalandı ve vefat etti. Beni de bir ağlama tuttu." dedi. Resûlullah sallallâhu aleyhi w sellem : "Sizden biri dünyada sevdiğine (hayatta) iken iyilik yapmaktan, öldüğünde "innâ lillâhi ve innâ ileyhi râciûn" (Biz Allah'­tan geldik, sonunda yine ona döneceğiz) demekten aciz midir? Muhammed'in canını elinde tutan Allah'a yemin ederim ki, sizden biri ölen yakını için ağladığın­da bu kendisine bildirilir. Ey Allah'ın kullan! Ölülerinize azap etmeyin!" buyurdu.

Bu hadis, hasen senetli uzunca bir hadisin bir bölümüdür. Hadisi Ibn Ebû Hayseme, İbn Ebî Şeybe, Taberânî ve diğer hadis âlimleri rivayet etmiştir. Bu konuda yapılan yorumlan, Hz. Peygamber'İn ölen kişiye göre bu sözleri söyledi­ğini kabuî etmek suretiyle şu şekilde birleştirmek mümkündür:

a. Bir kimsenin ölülerin arkasından feryat etme âdeti varsa ve ailesi de onun ölümünden sonra onun yolunda yürürse, yahut da kişi kendisi için bunun yapılmasını vasiyet ederse ailesinin ağlaması sebebiyle azap görür.

b. Haksızlık  yapan  bir  kimse  için,   öldükten  sonra yaptığı   haksızlıklar zikredilerek ağıt yakılırsa, zikredilen bu haksızlıkları sebebiyle azap görür.

c. Kişinin ailesi ağıt yakmakla meşhur olduğu halde, onların bu fiillerine engel olmayı ihmal ederse, şayet onların bunu yapmalarına razı ise hükmü ilk durumdaki gibi olur, razı değilse ailesinin bunu yapmasına niçin engel olmadığı sorularak azarlanır.

d. Bir kimse yukarıda sayılan durumlardan uzak durduğu, ihtiyat göstererek ailesinin günaha girmelerini yasakladığı halde ailesi ona muhalefet ederse, ölen kimse ailesinin kendisine muhalif davrandıklarını ve Rablerine isyan ettiğini gördüğünde onların bu hareketinden elem duymak suretiyle azap çekmiş olur.

 

Hz. Zeyneb'in Çocuğunun Vefatı İle İlgili Hadis

 

Aldığı da verdiği de Allah'a aittir" sözünde -gerçekte vermek almaktan önce olduğu haîde- konum gereği Hz. Peygamber saüaiiâhu aleyhi ve sellem  almayı vermekten önce zikretmiştir. Bunun anlamı şudur: "Allah'ın almayı istediği şey, kendi verdiği şeydir. Kendisine ait bir şeyi aldığında sabırsızlık göstermek uygun değildir. Çünkü kendisine emanet bırakılan kişiden emanet geri istendiğinde onun sızlanması doğru değildir. Buradaki vermek" ile kasdedilen, ölüden sonra hayatta kalan kimselere hayat vermek, musibetten dolayı sevap vermek ya da daha genel bir anlamdır.

Zeynep radıyatlâhu anh yemin etmek suretiyle Hz. Peygamber'İn sallallâhu aleyhi ve sellem  gelmesi konusunda ısrarda bulunmuştur. Çünkü bazı cahiller onun Hz. Peygamber saiiaüâhu aleyhi ve sellem  nezdindeki konumunun düşük olduğunu düşünebilirlerdi. Yahut Allah Zeyneb'e Hz. Peygamber'İn sallallâhu aleyhi w sellem  gelmesinin, duasının bereketiyle içinde bulunduğu elemi dağıtacağını ilham etmiştir. Allah da onun düşündüğü şeyi gerçekleştirmiştir.

Anlaşıldığı kadarıyla Hz. Peygamber saiiaiı&tm aleyhi ve sellem , Rabbi'ne olan teslimiyetini göstermek için ilk başta gitmemiştir. Yahut da böyle bir durumda çağırılan kişinin, düğün yemeği vb. davetlerin aksine gitmesinin gerekli olmadığını belirtmek istemiştir.

Hz. Peygamber'İn sallallâhu aleyhi ve sellem  "Bu (gözyaşı) rahmet eseridir" sözü, ka­sıtsız olarak ve zorlanmaksızm kalbin üzüntüsünden kaynaklanan ağlamadan dolayı kişi için sorumluluk söz konusu olmadığını gösterir. Yasaklanan yalnızca ağlanıp-sızlanmak ve sabırsızlık göstermektir.

 

Hadisten Çıkan Sonuçlar

 

1- Ölmekte olan kimselerin yanına, bereketlerinden yararlanmak ve dualanni almak için fazilet sahibi kimselerin davet edilmesi caizdir.[36] Onların gelmeleri için yemin etmek de caizdir.

2- Düğün yemeğinin aksine, ölü evine taziye ve hasta evine ziyaret İçin izinsiz olarak gitmek caizdir.

3- Olması yaklaşan bir şeyden olmuş gibi bahsederek, gelmesi istenen kişinin bu sayede çabuk davranmasını sağlamak caizdir.

4- Ye mini yerine getirmek müstehaptır.

5- Ölüm gerçekleşmeden önce, (yakınlarından birinin ölümü yaklaşan ve bu şekilde) musibetle karşılaşan kimseye, yakınının ölümünü hoşnut bir şekilde karşılaması ve üzüntüye dayanması için sabırlı olmasını emretmek müstehaptır.

6- Bir şeyden dolayı çağrılan kişiye, ne için çağrıldığı bildirilmelidir,

7- Konuşmadan önce selâm verilir,

8- Kişi kendinden daha alt seviyedeki çocuk veya hastayı ziyaret eder.

9- Fazilet sahipleri, ilk defasında reddetmiş olsalar bile insanlardan iyiliklerini sakınmamalıdır.

10- İlk anda çelişik gibi görünen bir durumu, tâbi olan kişi önderine sorar.

11- Soru sormada edepli olmak gerekir. Çünkü Kayle İsimli kadın Hz. Peygamber'e soru sormadan önce "Yâ Resûlallah" diyerek bunu göstermiştir.

12- Allah'ın yarattıklarına şefkatli ve merhametli davranmaya teşvik, kalp katılığı ve gözün yaşarmamasından sakındırmak.

13- Bağırıp çağırmaksızm ölünün arkasından ağlamak caizdir.

 

Hz. Ummü Gülsüm'ün radıyatıahu anh Kabre Konulması İle İlgili Hadis

 

Hz. Peygamber'İn "İçinizden dün gece günah işlememiş kimse var mı?" so­rusu "İçinizden dün gece cinsel ilişkide bulunmayan var mı?" şeklinde de anlasilmiştir. İbn Hazm soru ile kesin olarak bunun kasdedildiğini söylemiştir. Sâbit-'in rivayet ettiği hadisteki şu ifade de bu anlamı güçlendirmektedir: "Kabre önce­ki gece hanımı ile ilişkide bulunmayan kişi insin.."

 

Hadisten Çıkan Sonuçlar

 

1- Ölü için ağlamak caizdir.

2- Erkekler kadınlardan daha güçlü olduğundan, kadın cenazeyi kabre erkekler koyar.

3- Kadm cenazesi de olsa ölüyü gömme İşi için, (cinsel İlişki) lezzetini daha uzun zaman önce tatmin etmiş kimseler baba ve kocaya tercih edilir.

4- Cenazeyi gömme sırasında kabrin bir kenarına oturulabilir.

 

Hz. Osman'ın Kızının ölümü İle İlgili Hadis

 

Hz. Osman'ın bahsi geçen kızının adı Ümmü Ebân'dır.

İbn Abbas'm "Güldüren de ağlatan da O'dur" âyetini okuması şu anlama gelmektedir: Hayatta olan bir insan bile gülme ya da ağlamayı yaratamaz, buna sebep de olamaz. Hal böyle iken bu sebeple ölünün ceza görmesi nasıl olabilir? Dâvûdî şöyle demiştir: Bunun anlamı şudur; Allah güzel bir şekilde (haddi aşıp bağırıp çağırmaksızm) ağlamaya İzin vermiştir. Dolayısıyla izin verdiği bir konuda azap etmez.

 

33. Ölü İçin Feryat Etmenin Çirkin Görülmesi

 

Hz. Ömer radıyaiiâhu anh şöyle demiştir: "O kadınları bırak, başlarına toprak saçmadıkça ve bağırıp çağırarak feryat etmedikleri sürece Ebû Süleyman'a ağlasınlar."

1291- Muğîre radıyaiiâhu anh, Hz. Peygamber'den şunu işittiğini söylemiştir: "Benim adıma yalan söylemek, başkası adına yalan söylemek gibi değildir. Senim adıma kasıtlı olarak yalan söyleyen kişi ateşteki (cehennemdeki) yerine fırlansın.

Kimin ölümünün ardından feryad-u figan edilirse o kişiye bu feryad sebebiyle azap edilir."

1292- İbn Ömer radıyaiiâhu anh Hz. Peygamber'den sallallâhu aleyhi ve sdiem şunu rivayet etmiştir; "Ölü, kendisi için feryat edilmesi sebebiyle kabirde azap görür."

Âdem, Şu'be'den şunu rivayet etmiştir: "Ölü, diri olanın kendisi için flaması sebebiyle azap görür."

 

Açıklama

 

Zeyn İbnül-Müneyyir şöyle demiştir: Bu şu anlama gelir: Çirkin görülen ağlama çeşidi feryat ederek bağırıp çağırarak ağlamaktır. Buradaki mekruhluktan kasıt tahrimen mekruhluktur. Çünkü bu konuda tehdid söz konusu olmuştur.

 

34. Bab

 

1293- Câbir İbn Abdullah radıyaiiâhu anh şöyle demiştir: Uhud savaşında (şehit olan) babam(ın cenazesi), kendisine müsle yapılmış (organları parçalanmış) bir halde getirilip Hz. Peygamber'İn sallallâhu aleyhi ve sellem  önüne konuldu. Bir elbise ile örtülmüştü. Ben elbiseyi açmak istedim, oradakiler bana engel oldular. (Aradan bir miktar zaman geçti) tekrar açmak istedim, bana yine engel oldular. Re-sûlullah (babamın cenazesinin) kaldırılmasını emretti, cenaze kaldırıldı. O sallallâhu aleyhi ve sellem  bağırmakta olan bir kadının sesini işiterek "Bu nedir?" diye sordu. Oradakiler "Amr'm kızı (yahut kız kardeşi)" dediler. Hz. Peygamber şöyle buyurdu: "Niçin ağlıyor? İster ağlasın ister ağlamasın melekler onun cenazesi kaldırılıncaya kadar onu kanatlarıyla gölgelediler."

 

Açıklama

 

Amr'm kızı (yahut kız kardeşi) denilen kadının adı Fâtıma binti Amr'dır.

Hz. Peygamber ona, bu şekilde meleklerin gölgelediği yüce bir insan için ağlamanın değil, aksine kavuştuğu makam sebebiyle sevinmenin gerekli olduğu­nu söylemiştir.

 

35. "Yakalarını Yırtan Bizden Değildir"

 

1294- Abdullah (İbn Mesud) radıyallâhu anh, Hz. Peygamber'İn sallallâhu aleyhi ve sel şöyle buyurduğunu belirtmiştir:  (Ölüler için) Yanaklarına vuran, yakalarını yırtan ve cahiliyedeki âdet üzere feryad eden kimse bizden değildir.[37]

 

Açıklama

 

"Bizden değildir" ifadesi bizim sünnetimiz ve yolumuz üzerinde değildir anlamına gelir. Bu, bunu yapan kişinin dinden çıktığı anlamına gelmez.

Süfyan'm bu hadisin yorumuna girmeyi mekruh görerek şöyle dediği rivayet edilmiştir: "Kalplerde daha iyi yer etmesi ve engelleme bakımından daha etkili olması için hadisin yorumlanmaması gerekir."

Bîr görüşe göre bu hadisin anlamı "Bizim kâmil olan dinimiz üzere değildir" demektir. Yani, aslen dinden çıkmamış olsa bile dinin fer'î hükümlerinden birini terk etmiş olur. Bu görüşü İbnü'l-Arabî nakletmiştir.

Bana öyle görünüyor ki Hz. Peygamber'İn sallallâhu aleyhi ve sellem  "Bizden değil­dir" İfadesini Ebû Musa'nın hadisindeki "Hz. Peygamber sallallâhu aleyhi ve sellem  ondan beri olduğunu belirtti" İfadesi açıklamaktadır. Berî olmanın anlamı bir şeyden ayrılmaktır. Bu durumda Hz. Peygamber sallallâhu aleyhi ve sellem  söz konusu davranışta bulunanları, örneğin şefaatinden mahrum kalmakla tehdit etmiş olmaktadır. Bu, hadiste belirtilen yaka yırtma vb. fiillerin haram olduğunu gösterir. Bunun sebebi, söz konusu fiillerde Allah'ın hükmüne (kazasına) rıza göstermeme özelliğinin bulunmasıdır. Bir kimse haram olduğunu, Hz. Pey­gamber'İn sallallâhu aleyhi ve sellem  öfkelendiğini bildiği halde bu fiilleri helal gördüğünü ifade ederse, hadisteki ifadeyi dinden çıkma olarak yorumlamanın önünde bir engel yoktur.

 

36. Hz. Peygamberin Sad İbn Havle'yı Taziye Etmesi

 

1295- Sad İbn Ebî Vakkas §unu nakletmiştir: Resûlullah sallallâhu aleyhi ve sellem  veda haca yaptığı yıl, artan hastalığım sebebiyle beni ziyaret etti.

Ben: "Hastalığım artık son sınıra ulaştı. Ben mal sahibi (zengin) bir insanım. Mirasçı olarak da yalnızca bir kızım var. Malımın üçte ikisini sadaka olarak vereyim mi?" dedim.

Hz. Peygamber sallallâhu aleyhi ve sellem : "Hayır" dedi.

Ben "Yansını sadaka olarak vereyim mi?" diye sordum.

Hz. Peygamber sallallâhu aleyhi ve sellem  "Hayır" dedi. Sonra da şöyle buyurdu:

"Üçte birini (sadaka olarak ver). Üçte bir bile çok. Mirasçılarını zengin bir halde bırakman, onları başkasına avuç açacak şekilde fakir olarak bırakmandan daha hayırlıdır. Allah rızasını umarak yaptığın her harcamadan dolayı ecir alırsın. Hatta hanımının ağzına koyduğun lokmadan bile."

Ben "Yâ Resûlâllah! Ben arkadaşlarımdan geride mi kalacağım? (Onlar Mekke'ye döndüğü halde ben ölüp dönemeyecek miyim?)" diye sordum.

Hz. Peygamber sallallâhu aleyhi ve sellem : "Sen geri kalmayacaksın. Geride kalır da salih amel işlersen onunla derecen artar, merteben yükselir. Öyle zannediyorum ki sen uzun zaman yaşayacaksın. Bazı insanlar senden yararlanacak, bazıları da zarar göreceklerdir.

Allah'ım! Ashabımın hicretini tamamla, onlan gerisin geriye döndürme. Asıl bîçare olan Sa'd İbn Havle'dir" dedi.

(Sad dedi ki): Resûlullah sallallâhu aleyhi ve sellem  Mekke'de ölmesi sebebiyle Sa'd için bu şekilde mahzun olmuştu. Bu hadis Vasiyetler Bölümünde tekrar ele alınacak ve Sa'd'ın kızının adı konusunda verilen farklı bilgiler orada değerlendirilecektir.

 

37. Bir Musibetle Karşılaşan Kişinin Başını Tıraş Etmesinin Yasak Olması

 

1296- Ebû Musa'nın oğlu Ebû Bürde şöyle demiştir: (Babam) Ebû Musa hastalandı ve bayıldı. Başı hanımlarından birinin kucağındaydı. (Kadın ağlamaya başladı) Ebû Musa onu engelleyebilecek bir durumda değildi. Ebû Musa bir müddet sonra ayılmca şöyle dedi: "Ben Resûlullah'm sallallâhu aleyhi ve sellem  berî' olduğu kişiden berîyim. Resûlullah feryat ederek ağlayan, bir musibetle karşılaşınca saçını başını tıraş eden/yolan, elbisesini yırtan kimseden kendini berî saymıştır."

 

38.  Yanaklarına Vuran Bizden Değildir

 

1297- Abdullah radıyaiiâhu anh, Hz. Peygamber'den sallallâhu aleyhi ve sellem  şunu rivayet etmiştir:

"(Ölüler için) Yanaklarına vuran, yakalarını yırtan ve cahiliyedeki âdet üzere feryat eden kimse bizden değildir."

 

39. Musibetle Karşılaşan Kişinin Ah-Vah Ve Câhiliye Devrindeki Gibi Feryat Etmesinin Yasaklanması

 

1298- Abdullah İbn Mesud, Hz. Peygamber'in sallallâhu aleyhi ve seUem şöyle buyurduğunu söylemiştir: "(Ölüler için) Yanaklarına vuran, yakalarını yırtan ve cahiliyedeki âdet üzere feryat eden kimse bizden değildir."

 

Açıklama

 

Buhârî'nin bir başka yolla aktardığı İbn Mesud hadisinde aslında konu başlığında yer alan "ah-vah etmek" yer almamaktadır. 0 bununla hadisin diğer bazı yollarına işaret etmektedir.

İbn Mâce'de yer alan ve İbn Hibban'ın da sahih gördüğü Ebû Ümâme hadisinde şöyle denilmektedir: "Resûlullah sallallâhu aleyhi ve sellem  yanağına vuran, yakasını yırtan, ah-vah eden ve ölmesi için dua eden kadına lanet etmiştir."

 

40. Musibetle Karşılaşan Kimsenin Bunu Hissettirecek Şekilde Bir Kenarda Oturması

 

1299- Hz. Aişe radıyaiiâhu anh şöyle demiştir: Zeyd İbn Harise, Cafer ve İbn Re-vâha'nm radıyaiiâhu anh şehit edildiklerine dair haber Hz. Peygamber'e sallallâhu aleyhi ve sellem  ulaştığında Hz. Peygamber üzüntüsünü belli edecek şekilde bir kenarda mahzun mahzun oturdu. Ben kapı aralığından kendisine bakıyordum.

Bu sırada birisi Resûlullah'a sallallâhu aleyhi ve sellem  geldi ve "Cafer'in hanımları (feryat ederek) ağlaşıyorlar" dedi. Hz. Peygamber sallallâhu aleyhi w sellem  kadınların bu şekilde bağırmasını engellemesini istedi. Adam gitti, sonra ikinci defa Resûlullah'a sallallâhu aleyhi ve sellem  gelerek kadınların kendisine itaat etmediklerini söyledi. Resûlullah sallallâhu aleyhi ve sellem  yine "Onların ağlamalarına engel ol" buyurdu. Adam üçüncü defa gelerek "Yâ Resûlâllah! Vallahi kadınlar bize galip geldi" dedi. Resûlullah sallallâhu aleyhi ve sellem  adama "Git de onların ağızlarına toprak saç" buyurdu.

(Hz. Âişe şöyle dedi): Ben içimden "Allah burnunu yere sürtsün be hey adam! Ne Resûlullah'ın emrettiğini yaptın, ne de onu rahat bıraktın" dedim.[38]

1300- Enes radıyaiiâhu anh şöyle demiştir: Sahabeden Kur'ân'ı ezbere bilenler (Bi'r-i Maûne olayında) şehit edilince Resûlullah sallallâhu aleyhi ve sellem  bir ay boyun­ca namazlarda kunut yaptı (onları öldürenlere beddua etti). Hz. Peygamberin sallallâhu aleyhi ve sellem  bundan daha şiddetli üzüldüğünü hiç görmedim."

 

Açıklama

 

Zeyn İbnü'l-Müneyyir'in konu ile ilgili görüşleri özetle şöyledir: Bu başlıktan çıkarılacak fıkhı hüküm şudur: Kişinin karşılaştığı her durumda İtidali koruması en sağlam yoldur. Büyük bir musibetle karşılaşan kimse yanağını dövmek, yaka­sını yırtmak, feryat etmek vb. yasaklanmış fiilleri işleyecek derecede aşırı hüzne kapılmamalı, musibete uğrayan kişinin değerini hafife alacak ve duyarsızlığa yol açacak şekilde de katı ve donuk davranmamalıdır. Bu durumda Hz. Peygamber'e saiiaMhu aleyhi ve sellem  uyulmalıdır. O, musibetle karşılaştığında ağırbaşlı ve sa­kin bir halde hafifçe oturmuş, kendisinde üzüntünün İzleri görülecek ve karşı­laştığı musibetin büyüklüğünü hissettirecek bir halde bulunmuştur.

Kurtubî şöyle demiştir: Hadis, Cafer'in hanımlarının aşırı derecede feryat etmek suretiyle seslerini çok yükselttiklerini göstermektedir. Bu davranışlarından vazgeçmediklerinde Hz. Peygamber sallallâhu aleyhi ve sellem  "Ağızlarına toprak saç" demek suretiyle onları bundan vazgeçirmek istemiştir. Bunun anlamı: "Onlara, sabretmeleri karşılığında alacakları ecri, sabırsızlandıkları için kaçırdıklarını ve hüsrana uğradıklarını söyle" demektir. Nitekim kayba uğrayan kişi hakkında "Eline topraktan başka bir şey geçmedi" denilir. Kadınların adama İtaat etmeme­lerinin sebebi, adamın kendisini Hz. Peygamber'in yolladığını onlara söylememiş olması da olabilir. Bu durumda kadınlar adamın kendiliğinden yol göstermek için bunları söylediğini zannetmişlerdir. Yahut Hz. Peygamber'in yolladığını bil­dikleri halde musibetin yeni olmasından kaynaklanan aşırı hüzne engel olama­mışlardır. Hadisten ilk anda anlaşıldığına göre onlar, izin verilen miktarın ötesin­de bir şiddetle ağlıyorlardı. Bu durumda ağlamalarının yasaklanması haramlık bildirir. Hz. Peygamber'in yasağı üç kere tekrarlaması, bu konuda ısrarlı olması ve susmamaları halinde cezalandırılmalarını emretmesi de bunu göstermektedir.

 

Hadîsten Çıkan Sonuçlar

 

1- Ölüm  haberi  alan  kişinin,  Ü2üntüsü  sebebiyle  ağırbaşlı ve  sakin  bir biçimde bir kenarda oturması caizdir.

2- Örtülü olan kadınların yabancı erkeklere bakması caizdir.

3- Yapılması uygun olmayan bir fiili yapması yasaklanan kişiler, bu fiili yapmaktan vazgeçmezlerse te'dib edilirler.

4- Haberi pekiştirmek için yemin etmek caizdir.

 

41. Musibetle Karşılaşan Kişinin, Üzüntüsünü Belli Etmemesi

 

Muhammed İbn Kâ'b el-Kurazî şöyle demiştir: Sabırsızlık göstermek (sızlanmak) hem kötü söz hem de kötü zandır.

Yakup aleyhisselâm şöyle demiştir: "Ben sadece gam ve kederimi Allah'a arz ediyorum.[39]

 

1301- Enes İbn Mâlik radıyaiiâhu anh şöyle demiştir: Ebû Talha'nin hasta bir oğlu vardı. Ebû Talha evde yok iken vefat etti. Hanımı (Ümmü Süleym) oğlunun öldüğünü görünce kocası için yemek hazırladı. Oğlunun cenazesini de evin bir köşesine koydu. Ebû Talha gelince "Çocuk nasıl?" diye sordu. Kadın "Çocuk sakinleşti, rahata kavuşmuş olmasını umarım" dedi. Ebû Talha kadının doğru söylediğini zannetti. Geceleyin Ebû Talha ile Ummü Süleym birlikte oldular. Sabah olunca Ebû Talha yıkandı. Evden çıkmak istediğinde Ümmü Süleym ona çocuğun öldüğünü haber verdi. Ebû Talha Hz. Peygamber sallallâhu aleyhi ve sellem  ile namaz kıldıktan sonra aralarında geçen hadiseyi ona anlattı. Resûlullah sallallâhu aleyhi ve sellem  şöyle buyurdu: "Umarım ki Allah bu gecenizi sizin için mübarek kılar."

Süfyan şöyle dedi: Ensar'dan bir adam şöyle dedi: Ben Ebû Talha ile Ümmü Süleym'in o gece doğan çocuğunun (Abdullah'ın) tam dokuz çocuğu olduğunu gördüm. Hepsi de Kur'ân okurlardı.[40]

 

Açıklama

 

Konu başlığındaki "kötü söz"den kasıt, genellikle kişiyi üzen söz, "kötü zan"dan kasıt İse, başına bir musibet gelen kişinin Allah'ın dünyada kendisine elinden gidenden daha yararlısını vereceğine dair umudu kaybetmesi, ümitsiz olmasıdır. Yahut da onun vermeyi vaad ettiği sevabı uzak görmektir.

Bu hadiste öldüğü belirtilen çocuğun adı Ebû Umeyr'dir. Nitekim Hz. Peygamber sallallâhu aleyhi ve sellem  onunla şakalaşır ve Nuğeyr diye adlandırılan bir kuşu olduğu için ona "Ebû Umeyr! Ne yaptı Nuğeyr?" diye takılırdı.

Yukarıda "yemek hazırladı" diye tercüme ettiğimiz yerin anlamı Kirmanî'ye göredir. Diğer bir görüşe göre ise kadın kendisini kocası için süslemek suretiyle hazırlanmıştır. Ben (İbn Hacer) derim ki: Doğrusu kadının çocuğu yıkamak ve kefenlemek suretiyle hazırlamasıdır. Nitekim diğer rivayetlerde bu açık olarak ifade edilmektedir. Ebû Dâvud et-Tayalisî'nin hocalarından, onların da Sâbit'ten rivayeti şöyledir: "Ümmü Süleym çocuğu hazırladı." Ammâre İbn Zâzân'ın Sâbit'­ten rivayeti şöyledir: "Çocuk ölünce annesi Ümmü Süleym kalkıp çocuğu yıkadı, kefenledi, güzel koku sürdü sonra üzerini örttü."

Ümmü Süleym "Çocuk sakinleşti" demiştir. Çünkü çocuk ölünce hastalığın verdiği elem dolayısıyla feryadlar bitmiş ve çocuk huzura kavuşmuştur. Ümmü Süleym mecazen "sakinleşti" deyince babası da çocuğun hastalığının iyileştiğini zannetmiştir.

Ümmü Süleym edebe riayet ederek kesin bir ifade kullanmaksızm "rahata kavuşmuş olmasını umarım" demiştir. Diğer bir ihtimale göre o çocuklara azap edilmeyeceğini bilmediği için böyle söylemiş, dünyanın sıkıntılarından kurtulan çocuğunun durumunu Allah'a havale etmiştir.

"Ebû Talha onun doğru söylediğini zannetti" sözü onun bu sözden kendi anladığı şeyi kasdettiğini düşündü anlamına gelir. Normalde Ümmü Süleym zaten doğruyu söylüyordu. (Fakat sözünde mecaz ve tevriye yaptı).

Müslim'de yer aldığına göre Süleyman İbnü'l-Muğîre'nin Sâbit'ten rivayetinde şu fazlalık vardır: Ebu Talha evden çıkmak isteyince, Ümmü Süleym eşine "Ey Ebû Talha, bir kimse bir ev halkına bir şeyi ödünç verse, daha sonra bunu geri isteseler, ev halkının buna engel olma hakları var mıdır?" diye sordu. Ebû Talha "Hayır" deyince Ümmü Süleym: "O halde başın sağolsun, oğlun öldü. Öyleyse sen de isyan etme! Sabrederek mükafatını Allah'tan bekle." dedi. Ebû Talha sinirlenerek şöyle dedi: "Benimle birlikte oldun, sonra da bana oğlumun öldüğünü söylüyorsun!"

 

Hadisten Çıkan Sonuçlar

 

Ümmü Süleym'in bu olayından çıkan diğer bazı sonuçlar şöyledir:

1- Gücü yeten kişinin ruhsatı terk ederek daha zor olan şeyi yapması caizdir.

2- Musibetlere uğrayanları tesellî etmek güzel bir davranıştır.

3- Kadının kocası için süslenmesi caizdir.

4- Kadmın kocası ile birlikte olmak için tarizde bulunması caizdir.

5- Kadının salih amel işlemek için çaba göstermesi güzel bir davranıştır.

6- Zarûret gerektirdiği zaman başka anlama da gelebilecek ifadeler kullan­mak (tariz yollu anlatımda bulunmak) meşrudur. Bunun caiz olmasının şartı bir Müslümanm hakkını iptal etmemesidir. Ümmü Süleym'in bunu yapmasının se­bebi, onun Allah'ın emrine olan sabır ve aşırı teslimiyeti, Allah'ın elinden aldığı­nın yerine başkasını vereceğine güvenmesidir. Çünkü Ebû Talha, çocuğun dügünü baştan bilseydi Ümmü Süleym amacına kavuşamayacaktı. Allah, kadının niyetinin doğruluğunu bildiğinden onu dileğine kavuşturdu, ona hayırlı evlatlar ihsan etti.

7- Hz. Peygamberin sallallâhu aleyhi ve sellem  duası makbuldür,

8- Bir şeyi kaybeden kimseye Allah ondan daha hayırlısını verir.

9- Ümmü Süleym'in soğukkanlılık, İsabetli düşünce ve azim gücüne sahip bir kadın sahabi olduğu görülmektedir.

Cihad bölümünde Ümmü Süleym'in, kadınların çoğunun yapmadığı; savaşlara katılma, mücahitlere hizmet etme gibi İşler gördüğüne dair hadis ileride gelecektir.[41]

 

42. Musibetle İlk Karşılaşılan Anda Sabır Göstermek

 

Hz. Ömer rad.yaiiâhu anh şöyle demiştir: (Şu âyetlerde} birbirine denk olan şu İki şey ve ilavesi ne güzeldir: Onların başına bir musibet geldiğinde onlar 'Biz Allah'tanız, sonunda yine O'na döndürüleceğiz derler.' İşte onlar için Rablerin'den bağışlanmalar ue bir rahmet vardır. Onlar doğru yolda olanların ta kendileridir.[42]

Sabır ve namazla Allah'tan yardım dileyin. Gerçekten bu (namazla yardım dilemek), huşu sahiplerinden/'Allah'tan korkanlardan başkasına zor gelir.[43]

1302- Enes radıyallâhu anh, Hz. Peygamber'den sallallâhu aleyhi ve sellem  şunu rivayet etmiştir: "Sabır, musibetin darbesi ile ilk karşılaşıldığmdadır."

 

Açıklama

 

Allah'ın bağışlama ve rahmetini vaad ettiği sabır, musibetle ilk karşılaşılan anda gösterilen sabırdır. Hz. Ömer'in sözünün bu başlığa uygunluğu da buradan anlaşılmaktadır.

Hz. Ömer'in sözündeki "birbirine denk" olan şeylerden kasıt "bağışlama ile rahmef'tir. İlâve ise doğru yoldur. Hz. Ömer bu sözü ile şunu haber vermiş olmaktadır: Başına bir musibet gelen mümin, Allah'ın emrine teslim olarak "biz Allah'tan geldik, sonunda yine O'na döndürüleceğiz" der ise onun için üç hayır yazılır: Aliah'ın bağışlaması, rahmeti ve doğru yola iletmesi.

Âyette "Sabır ue namazla Allah'tan yardım dileyin" dedikten sonra, "Bbu (namazla yardım dilemek), huşu sahiplerinden/ Allah 'tan korkanlardan başkasına zor gelir" buyurulmuş, önce sabır ve namaz zikredildiği halde ikinci bölümde yalnızca namaz zikredilmiştir. Çünkü âyetteki sabırdan kasıt oruçtur. Oruç ise terk türünde bir ibadettir. Ölüye sabretmek de sızlanmayı (sabırsızlanmayı) terk etmektir. Namaz ise sözler ve fiillerden oluşmaktadır. İşte bundan dolayı namaz hûşû sahiplerinden/Allah'tan korkanlardan başkasına ağır gelir. Bunun sırlarından biri de şudur: Namaz sabra yardımcı olur. Çünkü namazda yer alan zikir, dua, Allah'a boyun eğme gibi fiillerin tümü; baş olma sevdası, emirlere ve yasaklara uymama gibi kötülüklere zıttır. Buhârî bu âyeti konu başlığına koymakla şuna işaret etmektedir:

İbn Abbas'a kardeşi Kusem'in ölüm haberi yolculukta iken ulaştı. Bunun üzerine "İnnâ lillahi ve innâ ileyhi râciûn (Biz Allah'tan geldik, sonunda yine O'na döneceğiz)" dedi. Yolun kenarına geçti. Devesini çöktürerek iki rekat na­maz kıldı. Namazda uzunca oturdu. Namazını bitirdikten sonra "Sabır ve namaz­la Allah'tan yardım isteyin" âyetini okuyarak kalktı.

Taberî bunu tefsirinde hasen bir senetle rivayet etmiştir.

Huzeyfe şöyle demiştir: Resûlullah sallallâhu aleyhi ve sellem  önemli bir olay (kendisini üzecek bir durumla) karşılaştığında derhal namaza dururdu. Bunu da Ebû Dâvud hasen bir senetle rivayet etmiştir.

Taberî şöyle demiştir: Sabır, nefsi sevdiği şeylerden uzak tutmak, arzularına uygun şeylerden alıkoymaktır. Sızlanıp durmayan kimseye, kendisini tuttuğu için "sabırlı" denilmiştir. Oruç tutan kişi kendini yemek ve içmekten koruduğu için Ramazan'a "sabır ayı" denilmiştir.

 

43. Hz. Peygamberin (Ölen Oğlu İçin)  Gerçekten Biz Senin Ölümünden Dolayı Üzgünüz1 Demesi

 

Ibn    Ömer   radıyallâhu   anh,    Hz.    Peygamber'den   saüallâhu   aleyhi   ve   sellem   şu   sözü  aktarmıştır: "Göz yaş döker, kalp mahzun olur."

1303- Enes Ibn Mâlik radıyaiiâhu anh şöyle demiştir: Hz. Peygamber sallallâhu aleyhi veseuem ile birlikte demir ustası Ebû Seyf'in yanına gittik. (Onun hanımı, Hz. Pey-gamber'in oğlu ibrahim'in süt annesi olduğundan) Ebû Seyf İbrahim'in süt babası idi. Resûlullah saiiaitâhu aleyhi w sellem İbrahim'i kucağına aldı, öptü ve kokladı. (Aradan zaman geçti) Yine onun yanına gittik. İbrahim can çekişiyordu. Resûlullah'm saibiiâhu aleyhi ve sellem gözlerinden yaşlar süzülmeye başladı.

Abdurrahman İbn Avf: "Sen Allah'ın resulü olduğun halde ağlıyor musun?" dedi.

Resûlullah sallallâhu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu: "Ey Avf m oğlu! Bu (göz yaşı) merhamettendir,"

Sonra bu gözyaşını bir diğeri takip etti. Yani Resûlullah'm gözyaşları arka arkaya akmaya başladı. Hz. Peygamber sallallâhu aleyhi ve sdiem şöyle buyurdu:

"Göz yaş döker, kalp hüzünlenir. Ancak biz Rabbimiz'in razı olmayacağı bir şeyi söylemeyiz. Ey İbrahim! Gerçekten biz senin bizi terk etmen sebebiyle üzgünüz,"

 

Açıklama

 

Tîbî şöyle demiştir: Abdurrahman İbn Avf m sözü şu anlama gelir: "İnsanlar musibet ile karşılaştıkların sabretmiyorlar. Sen de onlar gibi yapıyorsun." anlamında biraz da hayretini ifade ederek bu sözleri söylemiştir. Gerçekten Hz. Peygamber sabra teşvik ettiği ve sabırsızlığı yasakladığı halde kendisinin böyle ağlaması Abdurrahman'ı şaşırtmıştı. Hz. Peygamber sallallâhu aleyhi ve sellem "Bu (gözyaşı) merhamettendir" diyerek ona cevap verdi. Yani, "Bende gördüğün bu hal sabırsızlıktan değil, çocuğumun ölümü sebebiyle kalp yumuşaklığından kaynaklanmaktadır."

Mahmûd İbn Lebîd'İn diğer bir rivayetinde Hz. Peygamber sallallâhu aleyhi ve sellem  şöyle buyurmuştur: "İbrahim'in cennette bir süt annesi var" buyurmuştur. İbrahim on sekiz aylık iken vefat etmiştir.

İbn Battal ve diğer başka âlimler şöyle demiştir: Bu hadis, ölü arkasından mubah olan ağlama ve caiz olan hüznü bildirmektedir kî bu da gözden yaşın akması, Allah'ın hükmüne karşı öfke duymaksızın kalp yumuşaklığıdır.

 

Hadîsten Çıkan Sonuçlar

 

1- Kişinin çocuğunu öpmesi ve koklaması caizdir.

2- Çocuğu annesi dışında birinin emzirmesi (süt anne tutmak) caizdir.

3- Küçük hastanın ziyaret edilmesi güzel bir davranıştır.

4- Ölüm halinde olan kişinin yanma gitmek de sünnet gereğidir.

5- Ailesindekilere merhamet göstermek aile reisinin görevidir.

6- Gizlemek evlâ olsa bile kişinin üzüntüsünü bildirmesi caizdir.

7- Bir kimseye hitap ederek, başka bir kimseyi kasdetmek caizdir. Bunların tümü Hz. Peygamber'in sallallâhu aleyhi ve sellem  oğlu İbrahim'e hitap etmesinden anlaşılmaktadır. İbrahim küçük olması ve can çekişmesi sebebiyle konuşmayı anlayabilecek durumda değildi. Hz. Peygamber bu konuşma ile aslında İbrahim'e bir şeyler söylemeyi değil, orada bulunanlara bu yaptıklarının daha önceki yasağın kapsamına girmediğini göstermek İstemiştir.

8- İlk bakışta fiili ile sözü arasında çelişki görülen kimseye, aradaki fark ortaya çıksın diye itiraz etmek caizdir.

 

44. Hastanın Yanında Ağlamak

 

1304- Abdullah İbn Ömer rad.yaiiâhu anh şöyle demiştir: Sa'd İbn Ubâde yaka­landığı bir hastalıktan dolayı şikayet etti. Hz. Peygamber saiiaiiahu aleyhi ve sellem  yanı­na Abdurrahman İbn Avf, Sa'd İbn Ebî Vakkas, Abdullah İbn Mesud'u radıyaUâhu anh alarak onu ziyarete geldi. Hastanın yanına girince ailesinin onun başında toplandığını gördü.

Resûlullah sallallâhu aleyhi w sellem: "Yocsa öldü mü?" diye sordu. Ailesi: "Hayır, ey Allah'ın Resulü!" dediler.

Hz. Peygamber (Sâ'd İbn Ubâde'yi görünce) ağladı. Orada bulunanlar onun ağladığını görünce ağlamaya başladılar.

Hz. Peygamber saiiaiiahu aleyhi ve sellem  şöyle buyurdu: "işitmiyor musunuz? Allah gözün yaşarması ve kalbin hüzünlenmesi sebebiyle azap etmez, ancak (dilini tutarak) bunun yüzünden azap veya merhamet eder. Ölü, ailesinin kendisi jçin (feryat ederek) ağlaması sebebiyle azap görür."

Ömer, feryat ederek ağlayanlara sopa ile vurur, taş atar, böyle yapanların üzerine toprak saçardı.

 

Açıklama

 

Zeyn İbnüT-Müneyyir şöyle demiştir: Konu başlığındaki "hasta" ifadesi ölümü yaklaşan ve hastalığa yeni yakalanmış kişilerin tümünü kapsar. Ancak ağlamak genellikle, bu hadiste de olduğu gibi ölüm alâmetleri ortaya çıktığında gerçekleşir.

Hz. Peygamber'in sallallâhu aleyhi ve sellem  dilini göstererek söylediği söz şu an­lama gelir: Dil, kötü bir şey söylediğinde bundan dolayı azap görür, hayırlı bir şey söylediğinde bundan dolayı kişiye merhamet edilir.

 

Hadisten Çıkan Sonuçlar

 

1- Hastayı ziyaret etmek müstehaptır.

2- Daha üst seviyedeki kişi, kendinden daha düşük kişiyi ziyaret edebilir.

3- Devlet başkanı, arkadaşları ile birlikte halktan birini ziyaret edebilir.

4- Münker olan bir şey yasaklanır, bu konudaki tehdid açıklanır.

 

45. Feryat Etme Ve Ağlamanın Yasaklanması, Bunu Yapanları Engellemek

 

1305- Hz. Âişe radjyaiiâhu anh şöyle demiştir: Zeyd İbn Harise, Cafer ve İbn Revâha'nın rad.yaiiâhu anh şehit edildiklerine dair haber Hz. Peygamber'e seiiaiiâhu aleyhi ve sellem  ulaştığında Hz. Peygamber üzüntüsünü belli edecek şekilde bir kenara oturdu. Ben kapı aralığından kendisine bakıyordum.

Bu sırada birisi Resûlullah'a sallallâhu aleyhi ve sellem  geldi ve "Cafer'in hanımları (feryad ederek) ağlaşıyorlar" dedi. Hz. Peygamber saibiiâhu aleyhi ve sellem  kadınların bu şekilde bağırmasını engellemesini İstedi. Adam gitti, sonra ikinci defa Re­sûlullah'a «aiiaiiâhu aieyhi ve sellem  gelerek kadınların kendisine itaat etmediklerini söy­ledi. Resûlullah sallallâhu aleyhi ve sellem  yine "Onların ağlamalarına engel o/" buyurdu. Adam üçüncü defa gelerek "Yâ Resûlâllah! Vallahi kadınlar bize galip geldi" dedi. Resûlullah sallallâhu aleyhi ve sellem  adama "Git de ağızlarına toprak saç" buyurdu.

(Hz. Âişe şöyle dedi): Ben içimden "Allah burnunu yere sürtsün be hey adam! Ne Resûlullah'ın sallallâhu aleyhi ve sellem  emrettiğini yaptın ne de onu rahat bıraktın" dedim.

1306- Ümmü Atıyye radıyaiiâhu anh şöyle demiştir: Hz. Peygamber sallallâhu aleyhi ve sellem  bey'at sırasında bizden ölünün arkasından feryat etmeyeceğimize dair söz aldı. Bu söze içimizden şu beş kişiden başkası uymadı: Ümmü Süleym, Ümrnü Ala, Ebû Sebre'nin hanımı, Muâz'ın hanımı ve başka iki kadın (yahut Ebû Sebre'nin hanımı, Muâz'ın hanımı ve diğer bir kadın).[44]

 

Açıklama

 

Bu hadis, Hz. Peygamber'in sallallâhu aleyhi ve sellem  kadınları "akılları ve dinleri noksan" diye nitelemesinin doğru olduğunu gösteren delillerden biridir.[45]

Hadiste zikredilen beş kadının büyük bir fazilete sahip oldukları anlaşılmak­tadır.

Kadı Iyaz şöyle demiştir: Bu hadisten, adı zikredilen beş kadın dışında diğer kadınların ölü arkasından feryat etme fiilini terk etmedikleri anlaşılmaz. Yalnızca Hz. Peygamber'e sallallâhu aleyhi ve sellem  Ümmü Atıyye ile birlikte bey'at eden kadınlardan adı zikredilenlerin sözlerini tuttuğu anlaşılır.

 

46. Cenaze İçin Ayağa Kalkmak

 

1307-  Amir  İbn   Rebîa   radıyallâhu anh   Hz.   Peygamber'den   sallallâhu aleyhi ve seilem

şunu rivayet etmiştir:   "Cenazeyi gördüğünüzde  (yanınızdan geçirilerek)  sizi arkada bırakmcaya kadar ayağa kalkınız."

Humeydî şunu eklemiştir: "Sizi arkada bırakmcaya kadar yahut konulun­caya kadar."

 

47. Cenaze İçin Kalkan Kişi Ne Zaman Oturur?

 

1308-  Amir  İbn   Rebîa   radıyaiiâhu anh   Hz.   Peygamber'den  sallallâhu aleyhi ve sellem

şunu rivayet etmiştir: "Sizden biri cenaze gördüğünde, şayet cenaze ile birlikte gitmiyorsa cenaze onun yanından geçirilip de kendisi arkada kalıncaya yahut geçirilmeden önce yere konuluncaya kadar ayakta beklesin."

1309- Saîd el-Makbûrî babasından şunu rivayet etmiştir: Bir cenazede bulunuyorduk. Ebû Hüreyre radıyaiiâhu anh Mervan'ın elinden tuttu ve cenaze yere konulmadan önce ikisi yere oturdular. Ebû Said gelerek Mervan'ın elinden tuttu ve şöyle dedi: "Ayağa kalk. Vallahi bu (yani Ebû Hüreyre) Hz. Peygamber'in sallallâhu aleyhi ve Hem bize bunu yasakladığını bilmektedir." Ebû Hüreyre de "Doğru söylüyor" dedi.[46]

 

48. Bir Cenazeye Katılan Kimse Cenaze Omuzlardan Yere Konulmadıkça Oturmaz, Oturursa Kalkması Emredilir

 

1310- EbÛ Saîd el-Hudrî radıyallâhu anh Hz. Peygamber'den sallallâhu aleyhi ve sellem

§unu rivayet etmiştir: "Cenazeyi gördüğünüzde kalkın. Cenazenin arkasından giden, cenaze yere konuluncaya kadar oturmasın."

 

Açıklama

 

Konu başlığında yer alan ifadeyi, Cerîr, Süheyl'den rivayet etmiştir. Bu riva­yette yalnızca "yere konulmadıkça oturmaz" ifadesi yer almışür. Bu rivayette şöyle denilmektedir: Süheyl şöyle dedi: Cenaze erkeklerin omuzlarından yere konmadıkça Ebû Salih'in oturmadığını gördüm. Bunu Ebû Nuaym bu fazlalıkla Müstahredde rivayet etmiştir.

Başlıkta yer alan "Oturursa kalkması emredilir" ifadesi, oturma durumunda kalkma görevinin kaçırılmış olmayacağını gösterir. Çünkü ayakta durmanın amacı, ölüm olayının ciddiyetini kavramaktır. Kişi oturduğu anda bu görevi elinden kaçırmış olmaz (yeniden ayağa kalkmakla telafi eder).

Fakihler ölü için ayağa kalkma konusunda farklı görüşler ileri sürmüşlerdir.

İbnü'I-Münzİr'in naklettiğine göre sahabe ve tabiûn'un büyük çoğunluğu bunun müstehap olduğunu söylemişlerdir. Bu; Evzâî, Ahmed İbn Hanbel, İshak, Muhammed İbnü'l-Hasen'in de görüşüdür. Beyhakî, Ebû Hâzim el-Eşcaî aracılığıyla Ebû Hüreyre, İbn Ömer ve bunların dışındaki sahabeden "cenaze için ayağa kalkan kişinin, onu taşıyan gibi sevap alacağını" nakletmiştir.

Şa'bî ve Nahaî "Cenaze yere konulmadan önce oturmak mekruhtur" demişlerdir.

Selefin bir kısmı "Ayağa kalkmak farzdır" demiştir. Buna delil olarak Said'in, Ebû Hüreyre ve Ebû Said'den rivayet ettiği şu hadisi delil getirmişlerdir: "Resûlullah'ın saiiaiiahu aleyhi ve sellem  katıldığı hiçbir cenazede, cenaze yere konmadan önce oturduğunu görmedik." Bunu Nesâî rivayet etmiştir. Kendisinin yanından cenaze geçen kişi ise, cenaze yanından geçinceye kadar yahut şayet kişi namaz­gahta ise cenaze yere konuluncaya kadar ayakta durur.

Ahmed ibn Hanbel, Saîd İbn Mercâne aracılığıyla Ebû Hüreyre'den merfu olarak şunu rivayet etmiştir: "Cenazenin namazını kılan fakat onun arkasından gitmeyecek olan kişi cenaze gidinceye kadar ayakta beklesin. Cenaze ile birlikte yürürse, yere konuluncaya kadar oturmasın." Bu hadis, ayağa kalkmanın gerekçesini ortaya koymaktadır. Bu, yalnızca yanından cenaze geçen kişiye özgü değildir.

Ayağa kalkmak ifadesi cenaze geçerken o anda yerde oturan kişi İle ilgilidir. Ancak hayvana binmiş olan kişi hakkında, onun hayvanını durdurup beklemesinin ayakta durma yerine geçtiğini söylemek mümkündür. cenazenin arkasından gitmeyecek olan1' ifadesi cenazeye katılmanın farz-ı ayn olmadığını göstermektedir.

 

49. Bir Yahudi Cenazesi İçin Ayağa Kalkmak

 

1311- Câbİr İbn Abdullah radiyallâhu anh şöyle demiştir: Yanımızdan bir cenaze geçti. Hz. Peygamber saiiaiiahu aleyhi ve sdiem cenaze için ayağa kalktı, biz de ayağa kalktık. Sonra biz: Ey Allah'ın Resulü! Bu bir Yahudi cenazesi, dedik. Resûlullah saiiaiiahu aleyhi ve sellem : "Cenazeyi gördüğünüzde ayağa kalkın" buyurdu.

1312- Abdurrahman İbn Ebî Leyla şöyle demiştir: Sehl İbn Huneyf ve Kays İbn Said, Kâdisiye'de oturuyorlardı. O arada yanlarından bir cenaze geçti. İkisi de ayağa kalktılar. Onlara "Bu cenaze zimmet ehlinden, yani yeni fethedilmiş ve henüz Müslüman olmamış kimselerdendir" denilince onlar şöyle dediler: Hz. Peygamberin saibiiâhu aleyhi ve seüem yanından bir cenaze geçti. Hemen ayağa kalktı, kendisine "Bu bir Yahudi cenazesidir" denilince O saiiaiiahu aleyhi ve sellem : "İnsan değil mi?" dedi.

1313- İbn Ebî Leyla şöyle demiştir: "Ebû Mesud ve Kays cenaze için ayağa kalkarlardı."

 

Açıklama

 

Bu konuda zimmet ehlinin (İslâm ülkesi vatandaşı olan Yahudi ve Hıris­tiyanların) cenazesi için ayağa kalkma konusu ele alınmaktadır.

Ebû Dâvud, Evzâî aracılığıyla Yahya'dan şöyle rivayet etmiştir: Cenazeyi taşımak için gittiğimizde bize bunun Yahudi cenazesi olduğu söylendi.

Beyhakî, Ebû Kılâbe er-Rakkâşî aracılığıyla Buhârî'nin hocası Fudâle'den şunu rivayet etmiştir: "Bunun üzerine Hz. Peygamber sallallâhu aleyhi ve sellem  'Ölüm korkulu bir şeydir' buyurdu."

Kurtubî bunun anlamının "ölüm kendisinden korkulan bir şey" olduğunu söylemiştir. Bu, ölümün önemli bir olay olduğuna işaret etmektedir. Hadisten kasdedilen, insanın ölüm olayını gördüğü halde gafletine devam etmemesidir. Çünkü gaflete devam etmek, Ölüm olayını hafife almayı çağrıştırır. Bu açıdan Ölenin Müslüman olması ile olmaması eşittir.

Diğer bazı âlimler şöyle demiştir: Bir insanın âdil olduğunu İfade etmek için "falan adaletin ta kendisidir" denildiği gibi, burada da Hz. Peygamber sallallâhu aleyhi ve sellem  mübalağa amacıyla ölümün bizzat kendisini "Ölüm korkunun kendisidir" diye ifade etmiştir.

Beyzavî şöyle der: Bu, mübalağa amacıyla söylenen bir sıfat konumundaki mastardır. Bu sözün tam açılımı şöyledir: "Ölüm korkunç bîr şeydir."

İbn Abbas'tan bunun benzeri Bezzâz'ın kitabında rivayet edilmiştir. Bu hadis, ölümü gören kimsenin bu olay sebebiyle ürperip, silkinmesinin uygun olduğunu, ölüme aldırmazlık anlamına gelecek davranışlarda bulunmaması gerektiğini göstermektedir.

İslâm ülkesinde yaşayan gayr-i müslim vatandaşlara ehl-i zimmet denildiği gibi ehl-i arz da denilmektedir. Çünkü Müslümanlar gayr-i müslim ülkelerini fethettiklerinde bu ülkelerin halklarını, araziyi işlemek ve haracını ödemek şartıyla topraklarında bırakmışlardır.

Hz. Peygamberin sallallâhu aleyhi ve sellem  "İnsan değil mi?" ifadesi "Ölüm korkunç bir olaydır" hadisindeki gerekçe ile çelişmediği gibi, Hâkim'in, Katade aracılığıyla Enes'ten merfu olarak rivayet ettiği "Biz yalnızca melekler için kalktık" hadisinde ileri sürülen gerekçe ile de çelişmez. Yine Ahmed İbn Hanbel'in Ebû Musa'dan; Ahmed İbn Hanbel, İbn Hibbân ve Hâkim'in Abdullah İbn Amr'dan merfu ola­rak rivayet ettikleri "Siz (cenaze görünce ayağa kalkmakla) yalnızca canları alanı yüceltmek için kalkıyorsunuz" hadisi ile de çelişmez. Çünkü ölümün korkutucu-luğu sebebiyle ayağa kalkmak, Allah'ın emrini ve bu emri yerine getiren melekle­ri yüceltmek anlamına gelir. "İnsan değil mi?" hadisindeki gerekçe ise, ayağa kalkmanın her cenaze İçin müstehap olmasını gerektirir. Hadisin lafzında Yahudi ifadesi geçtiği için Buhârî de bunu esas alarak konu başlığını ona göre belirle­miştir.

 

Cenaze İçin Ayağa Kalkma Konusundaki Farklı Görüşler

 

Alimler bu meselenin aslında ihtilaf etmişlerdir.

Şafiî bunun zorunlu olmadığını belirterek şöyle demiştir: "Bunun zorunlu olmaması ya bu hadisin mensuh olmasından, ya da Hz. Peygamberin sallallâhu aleyhi ve sellem  kalkmasını gerektiren bir gerekçeye binaen kalkmış olmasındandır. Sebep hangisi olursa olsun Hz. Peygamber'in sallallâhu aleyhi ve sellem  bunu daha son­ra terk ettiği de sahih olarak rivayet edilmiştir. Bizim için delil olan, Hz. Peygam­ber'in sallallâhu aleyhi ve sellem  son olarak yaptığı fiildir. Cenaze gören kişinin oturması­nı daha çok severim." Şafiî Hz. Peygamber'in ayağa kalkmadığını söylerken (Hz. Ali'nin rivayet ettiği) "Hz. Peygamber sallallâhu aleyhi ve sellem  cenaze için ayağa kalktı, sonra oturdu" şeklindeki hadise işaret etmiştir. Bu hadisi Müslim rivayet etmiştir.

Beyzavî şöyle der: Hz. Ali'nin "sonra oturdu" ifadesi, "cenaze geçtikten sonra oturdu" anlamına gelebileceği gibi, "önceleri cenaze İçin ayağa kalkarken, sonra bu kalkmayı terk etti" anlamına da gelebilir. İkinci anlam kabul edildiğinde Hz. Peygamber'in sallallâhu aleyhi ve sellem  sonraki fiili, ayağa kalkma emrinin mendupluk İfade ettiğini göstermektedir. Yahut da emirden İlk başta anlaşılan zorunluluğu yürürlükten kaldırmaktadır. Ancak İlk ihtimal yani ayağa kalkma emrinin mendupluk ifade etmesi daha evlâdır. Çünkü emrin mecazen verilmiş olduğunu kabul etmek, yürürlükten kaldırılma iddiasından daha evlâdır.

Beyhakî'nin şu rivayeti Hz. Ali'nin rivayet ettiği hadisten anlaşılabilecek ilk anlamı ortadan kaldırmaktadır: Hz. Ali cenaze için ayağa kalkan bir grup insana oturmalarını işaret etmiş, sonra da yukarıdaki hadisi anlatmıştır. Bu sebeple Şâfiılerden Selîm er-Râzî ve diğer bazılarının da yer aldığı bir grup âlim ayağa kalkmayı mekruh görmüşlerdir.

İbn Hazm şöyle demiştir: Hz. Peygamber'in sallallâhu aleyhi w sellem  önceleri kalkmayı emrederken sonra kendisinin oturması, emrin (zorunluluk değil) men­dupluk ifade ettiğini gösterir. Bunun yürürlükten kaldırma kabul edilmesi caiz değildir. Çünkü nesih ancak ya sırf yasaklama ile yahut da yasaklama ile birlikte terk ile olur.

Yasaklama anlamı Ubâde'nin şu hadisinde bulunmaktadır: Hz. Peygamber sallallâhu aleyhi ve sellem  cenaze için ayağa kalkardı. Bir Yahudi âlimi "Biz de böyle yaparız" dedi. Bunun üzerine Hz. Peygamber ashabına "Sizler (cenazeyi gördü­ğünüzde) oturunuz ve (bu şekilde Yahudilere) muhalefet ediniz" buyurdu. Bunu Ahmed İbn Hanbel ile birlikte Nesâî dışındaki Sünen yazarları rivayet etmiştir.

Bu hadisin senedi zayıf olmasaydı, cenaze için ayağa kalkmanın yürürlükten kaldırıldığı konusunda delil olabilirdi.

Kadı Iyaz şöyle demiştir: Seleften bir grup, ayağa kalkma emrinin, Hz. Ali'nin hadisi ile yürürlükten kaldırıldığını söylemiştir.

Nevevî bunu eleştirerek şöyle demiştir: Nesh (yürürlükten kaldırma) ancak, çelişik gibi görünen hadisleri uzlaştırmak mümkün olmadığında kabul edilir. Oysa burada hadisleri uzlaştırmak mümkündür. Tercih edilen görüşe göre cenaze için ayağa kalkmak müstehabtır. Mütevelli de bu görüştedir.

Mühezzeb yazarı (Ebû İshak eş-Şirâzî) "Kişi cenaze için ayağa kalkıp kalkmamakta serbesttir" derken Şafiî'nin yukarıdaki sözünü esas almış görünmektedir. Çünkü emir, müşterekliği gerektirir.[47] Ancak Şirazî'ye göre oturmak daha evlâdır.

Mâlİkîler'den Ibn Habîb ve Ibnü'l-Mâcişûn ise kalkmanın daha evlâ olduğu görüşünü tercih etmişler ve "Hz. Peygamberin oturması, oturmanın caiz olduğunu göstermek içindir. Cenazeyi gören kişi oturabilir, ancak kalkan kişi İçin ecir söz konusudur" demişlerdir.

 

Hadisten Çıkan Sonuçlar

 

Gündüz vakti, Müslüman cenazelerinden ayırt edilemeyecek şekilde zimmet ehlinin cenazesi kaldırılabilir. Zeyn İbnü'l-Müneyyir buna işaret ederek şöyle demiştir: "İslâm ülkesinde yaşayan gayr-i müslim vatandaşların, Müslümanların uygulamalarından farklı şeyler yapmakla yükümlü tutulmaları, imamların (halifelerin) kendi içtihatlarıdır."

Şöyle de söylenebilir: Cenaze İçin ayağa kalkmak yürürlükten kaldırıldıysa, ona tabî diğer hususlar da böyledir. Bu durumda zimmet ehlinin cenazesinin bu şekilde kaldırılması, cenaze için ayağa kalkmanın meşru olduğu zamanda geçerli idi. Cenaze için ayağa kalkma terk edilince onların da cenazelerini bu şekilde kaldırması yasaklandı.

 

50. Cenazeyi Kadınların Değil Erkeklerin Taşıması

 

1314- EbÛ Saİd el-Hudrî radıyallâhu anh, Hz. Peygamberden sallallâhu aleyhi ve sellem

§unu rivayet etmiştir:

"Cenaze hazırlanıp da erkekler onu taşımak için omuzlarına aîdıklannda şayef cenaze iyi bir kimse ise: 'Beni bir an önce götürün' der. Şayet iyi bir kimse değil ise; 'Eyvah bana, beni nereye götürüyorsunuz? der. Onun sesini insan dışında her şey duyar. İnsan onun sesini duysaydı bayılırdı.[48]

 

Açıklama

 

İbnü'r-Reşîd şöyle demiştir: "Bu hadis, konu başlığında yer alan hükmü açık olarak ifade etmez. Çünkü hadiste hüküm, şarta bağlı olarak ifade edilmiştir. Bu, hükmün yalnızca bu şekilde olacağı anlamına gelmez. Hadiste "erkek" denilmiş olsa bile bu mefhûm-ı lakaptır.[49]

İbnü'r-Reşîd ortaya koyduğu bu probleme kendisi şu şekilde cevap vermiş­tir: Şâri'in [50] (Hz. Peygamber'in) sözü, hüküm koyma şeklinde anlaşılmaya mü­sait olduğu sürece yalnızca durumu haber vermeye hamledilmez. Nitekim Hz. Peygamber sallallâhu aleyhi tc sellem  ifadesinde müşâkele yapmamıştır. Bu, hükmün yalnızca erkeklere özgü olduğunu göstermektedir. Yine "Eşyada aslolan mübahlıktır" prensibi gereğince kadınların da cenazeyi taşıyabileceği gibi bir sonuç ilk bakışta mümkün görünse de, bu şu durumla çelişmektedir: Cenazenin omuzda taşınması, cenazenin süratli bir şekilde kabre götürülmesi emri şayet kadınlar tarafından yapılırsa bu, çoğunlukla kadınların vücudunun açılmasına sebep olur. Bu ise kadınlar için farz olan örtünmeye aykırıdır. Ayrıca kadınlar genelde ölüm olayına karşı erkeklerden daha dayanıksızdır. Ölümü görmede bu şekilde zayıf olan kadınlara bir de ölüyü taşıttırmak nasıl söz konusu olabilir? Yine şayet cenazeyi kadınlar taşıyacak olursa taşıma, yere koyma vb. durumlar­da onların bağırıp-çağırması vb. kötülüklerin meydana gelmesi her zaman mümkündür.

Aslında kadınların cenazeyi taşımasını bundan daha açık biçimde yasaklayan bir hadis bulunmakla birlikte Buhârî kendi şartlarına uymadığı için onu almamıştır. Enes'İn rivayet ettiği hadis şöyledir: Resûlullah sallallâhu aleyhi ve sellem  İle birlikte bir cenazeye katıldık. O sallallâhu aleyhi ve sellem  kadınları görünce: "Cenaze­yi siz mi taşıyorsunuz?" diye sordu. Onlar: "Hayır" dediler. Hz. Peygamber: "Cenazeyi siz mi defnediyorsunuz?" diye sordu. Onlar: "Hayır" dediler. Bunun üzerine Hz. Peygamber: "Öyleyse ecriniz olmadığı halde dönün" buyurdu.

Nevevî, el-Mühezzeb'in şerhi (el-Mecm ü'da) âlimler arasında bu meselede görüş ayrılığı bulunmadığını nakletmiştir. Bunun sebebini yukarıda belirttik. Ayrıca cenazeye erkeklerin katılması şarttır. Kadınlar bunu taşıyacak olsa, bu erkeklerle kadınların birbirine karışmasına, dolayısıyla da fitneye yol açar.

 

51. Cenazeyi Kaldırmada Acele Etmek

 

Enes radıyaUâhu anh şöyle demiştir: "Sizler cenazeyi teşyi' edenlersiniz (onu kaldıranlarsınız). Cenazenin önünde, arkasında, sağında, solunda yürü." Baş­kaları "Cenazeye yakın yürü" demişlerdir.

1315- Ebû Hüreyre radiyaiiâhu anh, Hz. Peygamber'den sallallâhu aleyhi ve sellem  şunu rivayet etmiştir: "Cenazeyi hızlıca (kabrine götürünüz). Şayet ölü iyi bir kimse ise bu bir hayırdır, onu bir an önce (kabirde kendisine vaad edilen hayra) kavuşturmuş olursunuz. Şayet iyi bir kimse değil ise bu da bir serdir, bir an önce omuzunuzdan atmış olursunuz."

 

Açıklama

 

Burada cenazeyi taşıdıktan sonra defnetme konusunda hızlı olunması istenmektedir.

Zeyn İbnü'l-Müneyyir şöyle demiştir: Konu başlığında yer alan sözlerin konu ile ilgisi şudur: Bu sözlerde cenazeye katılanlara genişİik gösterilmiş, belirli bir yönde durmaları zorunlu kılınmamıştır. Çünkü insanlann yürümeleri birbirinden farklıdır. Cenazeyi hızlı götürme, onların cenazenin bir yerinde gitmelerini zorunlu tutmamayı gerektirir. Aksi takdirde, kimi yürüme konusunda zayıf iken kimisi de daha güçlü olduğu için yürüyenler birbirlerine zorluk çıkarırlar. Yani, cenazeyi hızlı götürmek, genellikle cenazenin belirli bir yönünde yürümeyi şart koşmamakla sağlanır. Bu bakımdan konu başlığı İle başlıktan sonraki sözler birbirine uygundur.

İbn Reşîd şöyle demiştir: Enes'in sözündeki yürüme ve teşyi1 kelimeleri hızlı veya yavaş yürümeden daha geneldir. Buhârî sanki Enes'in bu sözünü hadisle açıklamak istemiştir. Şu da mümkündür: Buhârî, Enes'in sözüyle cenazeyi hızlıca götürmenin, birlikte yürüyenlerin cenazeye eşlik etmelerini mümkün kılacak miktarı geçmemesini açıklamak İstemiştir.

Bu konuda meşhur İki görüş vardır: Çoğunluk cenazenin önünde yürüme­nin daha faziletli olduğu görüşündedir. Bu konuda Sünen yazarlarının rivayet ettiği, ravileri Buhârî'ninki ile aynı olan İbn Ömer hadisi bulunmaktadır. Ancak bu hadisin mevsûl mü yoksa mürsel mi olduğunda ihtilaf edilmiştir. Bu hadise; Said İbn Mansur ve diğer bazılarının, Abdurrahman İbn Ebzî aracılığıyla Hz. Ali'den rivayet ettiği şu hadis aykırıdır: "Cemaatle namazın tek başına kılman namaza karşı üstünlüğü gibi, cenazenin arkasında yürümek önünde yürümekten daha efdaldir. Bu isnad hasen bir isnattır. Merfu' hükmünde mevkuf bir hadis­tir. [51] Bu, aynı zamanda Evzâi, Ebû Hanife ve onlara bağlı olanların görüşüdür.

İbn Kudâme "cenazeyi hızlıca götürünüz" emrinin müstehablık ifade ettiğin­de âlimler arasında bir görüş ayrılığı bulunmadığını belirtmiştir. İbn Hazm bu konuda farklı bir görüş ileri sürerek, bunun farziyet ifade ettiğini söylemiştir. Hızlıca götürmekten kasıt, hızlı yürümektir. Selefin bir kısmı da bu şekilde yo­rumlamıştır. Hanefîler'in görüşü de budur. Şafiî'ye ve âlimlerin çoğunluğuna

jöre hızlı olmaktan kasıt, normal yürüyüşün üzerinde bir hızla yürümektir. Ceıazeyi çok hızlı götürmek mekruhtur. İyaz bu konuda görüş ayrılığı bulunmadığı fikrine meylederek şöyle demiştir: Hızlı yürümeyi müstehab görenler, bununlıormal yürüyüşten biraz daha hızlı bir yürüyüşü, bunu mekruh görenler İse reıel sırasında olduğu gibi aşırı hızlı yürüyüşü kasdetmişlerdir.

Özetle söylersek; cenazeyi hızlıca götürmek müstehabtır. Ancak bu, ölü açı­sından kötü bir durum veya cenazeyi taşıyanlar ve cenazeye katılanlar açısından la bir zorluk oluşturacak boyuta ulaşmamalıdır. (Hızlı hareketten dolayı toz, top­ak ve çamura bulaşma söz konusu olabilir.) Böyle bir durum da (İslâm'ın emret-iği) temizliğe aykırı olur ve müslümana zorluk çıkarma anlamına gelir.

Kurtubî şöyle demiştir: Hadisin amacı, ölüyü gömmeyi ağırdan almamaktır. !)ünkü ağırdan almak, övünmeye ve kendini beğenmeye yol açabilir.

Burada cenazeyi kabre taşıma konusunda hızlı davranmak emredilmektedir. 5unu İbn Ömer'in şu hadisi desteklemektedir: Resûluflah'm sallallâhu aleyhi ve sellem  öyle söylediğini işittim: "İçinizden biri öldüğünde onu bekletmeyin, hızlıca kab­ine götürün."

Bu hadisi Taberânî hasen bir senetle rivayet etmiştir.

Ölüyü gömmekte acele etmek müstehabtır, ancak bunun için kişinin öldüğü im olarak sabit olmalıdır.

Bu hadisten batıl ehlinin ve salih olmayan kimselerin sohbetlerini terk et-ıenin gerekli olduğu anlaşılır.

 

52. Cenaze Taşınırken Müteveffanın "Beni Çabuk Götürün Demesi

 

1316- Ebû Saîd el-Hudrî'den radyaiiâhu anh rivayet edildiğine göre Hz. Peygamber sallallâhu aleyhi ve sdiem şöyle derdi:

"Cenaze konulup da erkekler onu omuzları üzerinde taşıdıklannda, şayet salih bir kimse ise 'Beni bir an önce götürün' der. Salih bir kimse değil ise ailesine: 'vay bana! Beni nereye götürüyorsunuz?' der. Onun sesini insan dışında her şey duyar. İnsan onun sesini duysa bayılırdı."

 

Açıklama

 

Ölen kimse salih bir kimse değil ise, kendisinin helake düştüğünü belirtmek için bu sözleri söyler. Bir felaketle karşılaşan herkes "vay eyvah" der.

 

53. Cenaze Namazında İmamın Arkasında İki Veya Üç Saf Yapmak

 

1317- Câbir ibn Abdullah rsdiyaiiâhu anh şöyle demiştir: Resûlullah sallallâhu aleyhi m Necaşî'nin cenaze namazını kıldırdı. Ben ikinci veya üçüncü safta idim.[52]

 

54. Cenaze Namazındaki Saflar

 

1318- Ebû Hüreyre radıyaiiâhu anh şöyle demiştir: Hz. Peygamber sallallâhu aleyhi ve sdiem ashabına Necaşî'nin vefat haberini verdi. Sonra (cenaze namazı kıldırmak için) öne geçti, ashabı arkasında saf yaptılar. Hz. Peygamber sallallâhu aleyhi ve sellem  dört tekbir aldı.

1319- Şa'bî'den nakledildiğine göre o şöyle der: Hz. Peygamber1! sallallâhu aleyhi  iem gören bir kişi bana şunu haber verdi: Hz. Peygamber sallallâhu aleyhi ve seııem diğer kabirlerden ayrı duran bir kabrin yanına geldi. Ashabını safa soktu, kendisi dört tekbir getirdi. (Şa'bfye soruldu): "Ey Ebû Amr bunu sana kim anlattı?" O: "İbn Abbas radıyaiiâhu anh" dedİ.

1320- Câbİr îbn Abdullah radıyaiiâhu anh. Hz. Peygamberin sallaüâhu aleyhi ve seilem

şöyle buyurduğunu söyledi: "Bugün Habeş'te iyi bir insan vefat etti. Haydi onun namazını hbhm" Bunun üzerine biz de saf yaptık. Biz saflar halinde O'nun ar­kasında dururken Hz. Peygamber sallallâhu aleyhi vesellem  onun namazını kıldı. Ebu'2-Zübeyr, Câbir'den şunu rivayet etmiştir: "Ben ikinci saftaydım."

 

Açıklama

 

Necâşî, Habeş hükümdarının lakabıdır.[53]

 

Cenaze Namazında Safların Çok Olmasının Fazileti

 

Hadis, namazı kılanların sayısı çok olsa bile, safların çok olmasının cenaze üzerinde başka bir etkisinin olduğunu göstermektedir. Çünkü anlaşıldığı kadarıy­la Resûİullah sallallâhu aleyhi ve sGiiem ile birlikte namaz kılmaya pek çok sahabe katıl­mıştı. Namaz kılınan alan geniş idi, tek bir saf yapmaları halinde sıkışıklık da söz konusu olmayacaktı, bununla birlikte Hz. Peygamber onlara birkaç saf yaptırdı.

Necaşî'nin olayı Hz. Peygamberin sallallâhu aleyhi ve sciicm mucizelerinden biridir. Çünkü o sallallâhu aleyhi ve sdiem, Habeşistan ile Medine arasında uzak bir mesafe bulunmasına rağmen ashabına Necaşî'nin öldüğü gün bunu haber vermiştir.

 

Mescitte Cenaze Namazı Kılmak

 

Bu hadis, mescitte cenaze namazı kılınamayacağına delii getirilmiştir. Bu, Hanefî ve Mâlikîler'in görüşüdür. Oysa Hz. Peygamber'in sallallâhu aleyhi ve sellem  Sü­heyl İbn Beyzâ'ntn cenaze namazını mescitte kıldırdığı sabittir.

 

Gaibin Cenaze Namazını Kılmak

 

Bu hadis, gaip olan, bir beldede mevcut olmayan bir kimsenin cenaze namazının kılınabileceğine de delil olarak getirilmiştir. Şafiî, Ahmed ve selefin çoğunluğu da bu görüştedir. Gaibin cenaze namazının kılınmayacağı görüşünü kabul edenler, Necaşî'nİn namazının kılınması konusunda şu gerekçeleri ileri sürmüşlerdir:

Necaşî, kendisi İçin hiç kimsenin cenaze namazı kılmayacağı bir ülkede bulunuyordu. Bu durumda geriye Medine'deki Müslümanların cenaze namazını kılması tek seçenek olarak kalmıştı.

Bu yalnızca Necâşî'ye özgü bîr durum İdi. Çünkü Hz. Peygamber'in sallallâhu aleyhi ve sellem  onun dışında uzaktaki başka bir ölü için cenaze namazı kıldığı sabit değildir. Bunun yalnızca Necaşî'ye özgü olduğu görüşünü kabul edenler şuna dayanmışlardır:   Hz.   Peygamber  sallallâhu  aleyhi  ve  sellem    böyle   yaparak   onun Müslüman olarak öldüğünü bildirmek istemiş yahut da kendi hayatında iken Müslüman olan hükümdarların kalplerini İslâm'a ısındırmak istemiştir.

Nevevî şöyle der: "Eğer bu şekilde hükmü belirli kişilere özgü kılma kapısı açılırsa, dindeki zahir hükümlerin pek çoğunun yolu kesilmiş olur. Üstelik onların İddia ettiği gibi bir durum söz konusu olsaydı bunu nakletmek için pek çok sebep söz konusu olurdu. Mâliki âlim İbnü'l-Arabî "Mâlikîler bunun Hz. Muhammed'e özgü olduğu görüşündedir" demiştir. Biz de deriz ki: "Hz. Muhammed'in sallallâhu aleyhi ve sellem  amel ettiği bir şey ile ümmeti de amel eder." Çünkü dindeki temel prensip şudur: (Aksi sabit oluncaya dek) dindeki bir hüküm  yalnızca  Peygamber'e   özgü  değildir,   bunun  kapsamına  ümmet  de uâip için cenaze namazı kılınmayacağı görüşünü kabul edenler şunu da söylemişlerdir: Yeryüzü Hz. Peygamber sallallâhu aleyhi ve sellem  için dürüldü ve cenaze onun önüne getirildi.

Biz de deriz ki: Rabbimiz buna gerçekten kadirdir ve Peygamberimiz de buna ehildir. Ancak bu konuda yalnızca size rivayet edileni söyleyiniz. Kendiliğinizden hadis uydurmayınız. Yalnızca sabit/sahih hadisleri esas alıp, zayıfları bırakın. Telafisi olmayan şeyi telafi etmenin yolu budur.

Gaibin cenaze namazını kılmayı onaylayanların tümü, bunun farz-ı kifayeyi düşüreceğini söylemişlerdir.

 

55. Cenaze (Namazlarında) Erkeklerle Birlikte Çocukların Da Saflar Yapması

 

1321-   İbn  AbbaS  radiyallâhu anh Şöyle   demiştir:   ReSUİUİlah  sallallâhu aleyhi ve sellem

geceleyin gömülmüş bir cenazenin bulunduğu kabrin yanma vardı ve "Bu ne zaman defnedildi?" diye sordu. Oradakiler: "Geceleyin" dediler. Hz. Peygamber sallallâhu aleyhi ve sellem : "Bana da haber verseydiniz ya!" dedi. Oradakiler: "Biz onu gecenin karanlığında defnettik. Seni uyandırmak İstemedik" dediler.

Bunun üzerine Hz. Peygamber (onun namazını kılmak için) ayağa kalktı. Biz de arkasında saf yaptık. Ben de safın içindeydim. Hz. Peygamber sallallâhu aleyhi ve sellem  onun namazını kıldırdı.

 

Açıklama

 

İbn Abbas, Hz. Peygamber saiiatiâhu aleyhi ve sellem  devrinde ergenlik çağma ulaş­mamıştı. Çünkü o, veda haccı sırasında ergenliğe yaklaşmıştı.

 

56. Cenaze Namazının Sünneti Ve Hz. Peygam­berin "Cenaze Namazı Kılan..." Sözü

 

Hz. Peygamber saiiaiıshu aleyhi ve sellem : "Arkadaşınızın namazı kılın" buyurdu. Yine o: "NecâşTnin namazını kılın" buyurdu.

Bunda rükû ve secde olmadığı halde Hz. Peygamber sallallâhu aleyhi ve sellem  una "namaz" ismini vermiştir. Cenaze namazında konuşulmaz. Bu namazda bir ve selâm vermek vardır.

İbn Ömer cenaze namazını yalnızca abdestli olarak kılardı, güneş doğarkene batarken kılmazdı. (Tekbirlerde) ellerini kaldırırdı.

Hasan-i Basrî şöyle demiştir: Ben sahabeden öylelerine yetiştim ki onların ;naze namazı kıldırma konusunda en çok hak sahibi olanları, farz namazları kıl-ırmasına razı olunan kimselerdi.

Bayram günü veya cenaze namazı kılınacağı sırada abdestsiz olan kişinin iyu araştırması gerekir, teyemmüm yapamaz.

Kişi cenaze namazına vardığında, cemaat namazda olursa bir tekbir Girerek namaza girer.

İbnü'l-Müseyyeb şöyle dedi: Kişi gece, gündüz, yolculukta ve hazarda enaze namazı için) dört tekbir getirir.

Enes radıyaiiâhu anh şöyle demiştir: Bir tekbir namaza başlama tekbiridir.

Yüce Allah (c.c.) şöyle buyurmuştur: "Onlardan ölen hiçbirinin namazını İma.[54]

Cenaze namazında saflar ve imam vardır.

1322- Şa'bî'den rivayet edildiğine göre şöyle demiştir: Peygamberiniz saiyıshu aleyhi ve sellem  ile birlikte olan bir kişinin bana haber verdiğine göre, Hz. Peygamber ayrı şekilde duran bir kabrin yanına uğradı ve bize imamlık yaptı. Biz de onun arkasında saf yaptık.

Biz Şa'bî'ye sorduk: "Ey Ebû Amr bunu sana kim bildirdi?" Şa'bî: "İbn Abbas radıyallâhu anh    dedi.

 

Açıklama

 

Konu başlığında yer alan "cenaze namazının sünneti" ifadesi hakkında Zeyn Îbnü'l-Müneyyir şöyle demiştir; Burada sünnet İle kasdedilen, Hz. Peygamber'in saUaiiâhu aleyhi ve sellem  cenaze namazında koyduğu hükümlerdir. Yani bu hükümler hem vacip (farz) olanları hem mendup olanları kapsamaktadır. Buhârî'nin konu başlığından sonra zikrettiği rivayetlerle anlatmak istediği şey, cenaze namazının da diğer namazlar gibi hükmü, şartları ve rükünleri olduğu, bunun yalnızca bir dua olmadığı bu sebeple de abdestsiz olarak kılınamayacağıdır.

 

Cenaze Namazının Şartlan

 

Hz. Peygamber sallallâhu aleyhi ve sellem  cenaze namazına "namaz" adını vermiştir. Yani diğer namazlarda ne şart koşuluyorsa içinde rükû' ve secde olmasa bile bunlar cenaze namazında da şarttır. Tekbir ve selâmın sayısında görüş ayrılığı bulunsa bile cenaze namazı kılan kişinin konuşmayacağı, tekbir ve selâm getireceği konusunda görüş birliği vardır.

İbn Ömer'in yalnızca abdestli olarak cenaze namazı kıldığını İmam Mâlik el-Muvatta'da Nâfi'den muttasıl bir senetle rivayet etmiştir. Bunun metni şudur: "İbn Ömer şöyle söylerdi: Kişi cenaze namazını ancak abdestli İken kılar."

Güneş doğarken ve batarken cenaze namazı kıhnmamasmı yine Mâlik, Mu-hammed İbn Harmele'den şu şekilde rivayet etmiştir: "Sabah namazından sonra hava karanlık iken bir cenaze getirildi. İbn Ömer şöyle dedi: Bu cenazenin na­mazını ya derhal kılın yahut da güneş yükselinceye kadar erteleyin." Bundan İbn Ömer'in mekruhluğu yalnızca güneş doğarken ve batarken geçerli saydığı, sabah namazı ile güneşin doğması, ikindi ile güneşin batması arasındaki vakti mekruh olarak görmediği anlaşılmaktadır. Bu konuda Mâlik, Evzâî, Kûfelüer, Ahmed Ibn Hanbei ve İshak, İbn Ömer'in görüşünü benimsemiştir.

 

Cenaze Namazını Kıldırma Konusunda En Çok Hak Sahibi Olan Kimdir?

 

Hasan-ı Basrî'den rivayet edilen söz şunu ifade etmektedir: Onun yetiştiği kimseler yani sahabenin çoğunluğu, cenaze namazını toplu halde kılınan namazlar ile aynı görürlerdi. Hasan-ı Basrî'den diğer bir rivayete göre, cenaze namazı kıldırmaya en layık olan kişi, ölünün babası sonra da oğludur. Bunu Abdürrezzak rivayet etmiştir. Bu konu âlimler arasında ihtilaflı bir konudur.

İbn Ebî Şeybe, içlerinde Sâlİm, Kasım, Tâvus'un bulunduğu bir grup âlimden, "mahalle İmamının en çok hak sahibi olduğu"nu rivayet etmiştir.

Alkame, Esved ve diğer âlimler "Vali cenaze namazını kıldırmaya veliden daha layıktır" demişlerdir. Bu, Mâlik, Ebû Hanife, Evzâî, Ahmed İbn Hanbei ve İshak'ın da görüşüdür.

Ebû Yusuf ve Şafiî "Veli validen daha layıktır" demişlerdir.

 

Cenaze Namazı İçin Teyemmüm Yapmak

 

Seleften bir grup âlim, abdest aldığı takdirde cenaze namazını kaçırmaktan korkan kimsenin teyemmüm yapmasının yeterli olmadığını söylemişlerdir. Bu görüşü İbnü'l-Münzir, Ata, Salim, Zührî, en-Nehaî, Rabîa, Leys ve Kûfelilerden rivayet etmiştir. Bu, Ahmed'den de rivayet edilmiştir. Bu konuda İbn Adiy'in İbn Abbas'tan zayıf bir senetle rivayet ettiği bir hadis de bulunmaktadır. [55]

 

Cenaze Namazmdaki Tekbirlerin Sayısı

 

Enes'in radyaiiâhu anh "bir tekbir, namaza başlama tekbiridir" sözünü Said İbn Mansur, İsmail İbn Uleyye, Yahya İbn Ebî İshak'tan şu şekilde rivayet etmiştir:

Rezîk İbn Kerîm, Enes İbn Mâlik'e şöyle dedi: "Bir kimse cenaze namazı kılıp üç tekbir alsa?"

Enes: "Zaten cenaze namazmdaki tekbir üç değil midir?" Rezîk: "Ey Ebû Hamza, tekbir dörttür."

Enes: "Evet ancak ilki namaza başlama tekbiridir."

 

Cenaze Namazı Yalnızca Bir Duadır" İddiasının Reddi

 

Cenaze namazında saflar ve imam vardır" sözü hakkında İbn Reşîd; İbnü'l-Murâbıt ve diğer âlimlerden naklen özetle şunları söylemiştir: Buharî'nin bu ko­nudaki amacı "Cenaze namazı yalnızca cenaze İçin bir dua ve istiğfardır. Dolayısıyla abdestsiz de kıhnabüir" görüşünde olanları reddetmektir. Buhârî bu görüşü reddetmek için İlk olarak Resûluüah'ın sallallâhu aleyhi ve sellem  buna "namaz" adını vermesini delil getirmiştir. Amaç yalnızca cenaze için dua etmek olsaydı, Hz. Peygamber ashabını cenaze için Baki' mezarlığına kadar götürmez, mescitte dua eder, ashabın da kendisi ile birlikte dua etmesini yahut duasına amin demesini emrederdi. Ancak o böyle yapmayıp, ashabını farz ve sürînet namazlarda olduğu gibi kendi arkasında safa sokmuştur. Yine Hz. Peygamber'in sallallâhu aleyhi ve sellem  cenaze namazmdaki duruşu, namazın başında tekbir alması, sonunda selâm vermesi gibi fiillerin tümü, cenaze namazının yalnızca dille yerine getirilen bir ibadet olmayıp aynı zamanda bedenle de yerine getirildiğini göstermektedir. Cenaze namazında konuşulmaması da bunu göstermektedir. Bu namazda rükû ve secdenin olmamasının sebebi, bazı cahillerin bunu ölüye ibadet gibi görerek doğru yoldan sapmaması içindir.

îbn Abdilber, Şa'bî dışındaki âlimlerin, cenaze namazında abdestin şart oldu­ğu konusunda ittifak ettiklerini naklederek şöyle demiştir: "Bu konuda İbrahim İbn Uleyye de ona uymuştur. Bu kişi, pek çok görüşü terk edilmiş olan bir şahıstır."

Başka bazı kimseler, İbn Cerîr et-Taberî'nin de o ikisi ile aynı görüşte olduğunu nakletmişlerdir. Bu, şaz bir görüştür.

 

57. Cenazeleri Takip Etmenin Fazileti

 

Zeyd İbn Sabit radıyaiiâhu anh şöyle demiştir: Cenaze namazını kıldığında üzeri­ne düşeni yapmış olursun. Humeyd İbn Hilal şöyle demiştir: Cenaze konusunda bir izin olduğunu bilmiyoruz. Ancak bir kimse namazı kılıp geri dönerse onun için bir kîratflık ecir) vardır.

1323- Nâfi' şöyle demiştir: İbn Ömer'e, Ebû Hüreyre'nin "Cenazeyi takip eden kişi için bir kîratlık ecir vardır" dediği anlatıldı. İbn Ömer "Ebû Hüreyre de çok oluyor" dedi.

1324- Hz. Âişe radıyaiiâhu anh Ebû Hüreyre'nin radıyaiiâhu anh sözünü tasdik ederek "Resûlullah'm sallallâhu aleyhi ve sellem  bunu söylediğini İşittim" dedi. Bunun üzerine İbn Ömer: "Öyleyse biz çok kîratları kaçırdık" dedi.

 

Açıklama

 

Zeyn İbnü'l-Müneyyir özetle şunları söylemiştir: Konu başlığında kasdedilen şey, cenazeyi takip etmenin sevap olduğunu belirtmek ve buna teşvik etmektir, yoksa bunun hükmünü belirtmek değildir. Çünkü cenazeyi takip etmek farz-i kifaye hükümlerden biridir. Konu başlığındaki fazilet, farzın alternatifi olmayıp bizim belirttiğimiz hususu ifade eder. Buhârî, rivayet ettiği hadis uyarınca konu başlığına "takip etmek" ifadesini koymuştur. Çünkü "bir kıratlık ecir" cenazeye katılan, namazını kılan veya katılan, teşyi' eden ve gömülmesinde hazır bulunan kişi içindir, yalnızca cenazenin arkasından giden sonra da namazını kılmaksızm geri dönen kimse için değil. Bunun delili bir sonraki konuda gelecektir.

Cenazeyi takip etmek, iki amaçtan, yani namaz kılmak veya gömmekten biri için vesiledir. Vesile amacı gerçekleştiremediğinde, bu kişi için niyetinden dolayı bir tür fazilet söz konusu olsa bile, ona amacın gerçekleştirilmesi halinde verilen sevap verilmez.

Said îbn Mansûr, Mücâhid aracılığıyla şunu rivayet etmiştir: "Cenazeyi takip etmek, nafilelerin en faziletlisidir." Abdürrezzak'ın Mücâhid'den rivayetinde ise 'Cenazeyi takip etmek nafile namazdan daha faziletlidir" denilmiştir.

Said İbn Mansur, Zeyd İbn Sabit'in sözünü, Urve aracılığıyla şu şekilde nak-letmiştir: "Cenaze namazım kıldığınızda üzerinize düşeni yapmış olursunuz. Onu ailesi ile baş başa bırakın." Bunun anlamı şudur: Ölünün hakkını ödemiş olur­sun. Şayet cenazeyi takip etmek istiyorsan, daha çok ecir alırsın.

Humeyd İbn Hilâl'in sözünü senetli olarak göremedim. Zeyn İbnü'l-Müneyyir şöyle demiştir: Bu sözün konu başlığına uyumu şu istiareden kaynak­lanmaktadır: Cenazeyi takip etmek yalnızca fazileti elde etmek için olup bu ölü­nün yakınlarının hakkını yerine getirmek anlamına gelmez, dolayısıyla cenazeyi definden önce kişinin ayrılması ölünün velilerinin İznine bağlı değildir.

 

Kîrât Nedir?

 

Müslim'in rivayeti şu şekildedir: "Bir cenazeyi takip eden kişi için ecirden 'bir kîrat vardır."

Cevherî şöyle demiştir: "Kîrat yarım dâmktır. Dânık ise altıda bir dirhemdir. Buna göre kîrat, bir dirhemin on ikide biridir."

en-Nihâye adlı eserin yazarı şöyle demiştir: Kîrat, dinarın bölümlerindendir. Pek çok beldede bu, dinarın yirmide biridir. Bu miktar belirtilerek, ölünün kefen-lenmesi, yıkanması ve buna ilişkin tüm şeylere işaret edilmektedir. Cenazenin yalnızca namazını kılan bundan bir kîrat ecir alır. Ölünün defnedilmesinde hazır bulunan bir kîrat alır. Kıratın zikredilmesi, insanların bildiği ve kullandığı bu ölçü birimi aracılığıyla söylenen sözü zihne yakınlaştırmaktır.

en-Nihâye yazarının bu söyledikleri uzak bir ihtimal değildir.

Nevevî ve diğer bazı âlimler şöyle demişlerdir: İki hadiste zikredilen kîratlarm birbirine eşit olması gerekmez. Çünkü Şâri'in âdeti, iyilikleri büyütmek (katlamak), bunun mukabili olan kötülükleri ise hafifletmektir.

Kadı İbnü'l-Arabî ise şöyle demiştir: Zerre, bir habbenin binde yirmidördü eder (24/1000). Habbe de bir kıratın üçte biridir. Kalbinde zerre kadar hayır bulunan kişi cehennemden çıkacağına göre, bir kîrat iyiliği olan kişi nasıl olur bir düşünün!

İbn Ömer'in "Ebû Hüreyrede çok oluyor" sözü hakkında Îbnü't-Tîn "İbn Ömer onu itham etmedi, yalnızca hata yapmasından korktu" demiştir.

Hz. Aişe'nin Ebû Hüreyre'yi tasdik etmesi konusunda Velid'in rivayeti şöy­ledir:

Ebû Hüreyre şöyle dedi: "Ziraat ve çarşı-pazarda alım-satımla uğraşmak be­ni Resûlullah'ın yanında bulunmaktan alıkoyamadı. Ben Hz. Peygamber'den sallallâhu aleyhi ve sellem  yalnızca beni doyuracak bir lokma (yemeyi) veya bana öğreteceği bir kelime (duymayı) isterdim." İbn Ömer ona şöyle dedi: "İçimizde en çok Resûluilah sallallâhu aleyhi ve sellem  ile bulunan ve onun hadisini en iyi bilen sendin."

İbn   Ömer'in   "Öyleyse   biz   çok   kıratları   kaçırdık"   sözü,   "cenazelerin defnedilmesine her zaman katılamadık" anlamındadır.

 

Hadisten Çıkan Sonuçlar

 

1- Bu hadis,  Ebû Hüreyre'nin hadis ezberleme konusundaki ayrıcalığını göstermektedir.

2- Âlimlerin birbirine itiraz etmesi öteden beri söz konusudur.

3- Âlimin, bilgisinin ulaşmadığı şeyleri garip karşılaması, hadisi ezbere bilen kişinin, ezbere bilmeyenlerin İtirazlarına kulak asmaması,

4- Sahabe hadisleri iyice araştırır, bu konuda çok dikkatli davranır, ince eleyip sık dokurdu.

5- Bu hadis, İbn Ömer'in ilim öğrenme hırsı ve işleyemediği amel-i salih için üzüntü duyma gibi konulardaki faziletini ortaya koymaktadır.

 

58. Cenaze Gömülünceye Kadar Beklemek

 

1325- Ebü Hüreyre radıyaliâhu anh şöyle demiştir:  resûluilah sallallâhu aleyhi ve sellem

şöyle buyurdu:"Kim cenaze namazı kıhnıncaya kadar bir cenazeye katılırsa bir kırat ecir ahr. Kim de cenaze gömülünceye kadar bir cenazede bulunursa iki kırat ecir alır."

İki kîrat nedir? diye soruldu. Hz. Peygamber: "İki büyük dağ gibidir" bu­yurdu.

 

Açıklama

 

Bu hadisten ilk anda anlaşıldığına göre, bir kıratlık sevabın kazanılması, cenazenin gömülmesine kadar cenazede bulunmaya bağlıdır. Şâfiîler'e ve diğer âlimlere göre hadisin en sahih yorumu budur. Bir diğer görüşe göre cenazenin lahde konması ile bu sevap gerçekleşir. Diğer bir görüşe göre gömme sona erdikten sonra, cenazenin üzeri henüz toprakla kapatılmamışken bu sevap gerçekleşir. Bu görüşlerin tümünü destekleyen haberler bulunmaktadır.

İbn Şîrîn ve diğerlerinin rivayetinde "iki büyük dağ gibi" yerine "Uhud dağı gibi" denilmiştir.

 

Hadisten Çıkan Sonuçlar

 

1- Cenazelere katılmaya teşvik,

2- Cenazenin işlerini yapmanın sevabı,

3- Cenaze için bir araya gelmeyi teşvik,

4- Bir Müslümanın ölümünden sonra onun işlerini görmeyi üstlenen kişiye Allah'ın çok sevap vermesi, Allah'ın Müslüman üzerindeki lütfunun büyüklüğünü ve Müslümana verdiği değeri göstermektedir.

5- Amellerin sevabı, anlatılan şeyin daha iyi anlaşılmasını sağlamak için yahut da gerçekten öyle olduğunu belirtmek için bazı ölçü birimleri ile ifade edilir.

 

59. Çocukların Cemaatle Birlikte Cenaze Namazı Kılması

 

1326- îbn Abbas radıyaUâhu anh şöyle demiştir: Resûluilah sallallâhu aleyhi ve sellem  bir kabrin yanına geldi.

Yanındakiler: "Bu kadın {yahut erkek) dün gece gömüldü" dediler.

 (İbn Abbas dedi ki): Bunun üzerine (Hz. Peygamber cenaze namazı kıldırmak İçin öne geçti) biz de onun arkasında saf yaptık. Hz. PeygambersaMahu aleyhi ve sellem  onun namazını kıldırdı.

 

Açıklama

 

İbn Reşîd şöyle demiştir: Buhârî ilk başlık ile çocukların yetişkinler ile birlikte nasıl saf yapacağını açıklamak ve onlann yetişkinlerin arkasında değil onlarla birlikte saf yapacağını belirtmek istemiştir.

 

60. Cenaze Namazlarını Musallada Ve Mescidde Kılmak

 

1327- Ebû Hüreyre radıyaiiâhu anh şöyle demiştir: Resûlullah sallallâhu aleyhi «sam Habeş kralı Necâşî'nin öldüğü gün bize onun ölüm haberini vererek "Kardeşiniz için istiğfar ediniz" buyurdu.

1328- Ebû Hüreyre radıyaiiâhu anh şöyle dedi: Hz. Peygamber sallallâhu aleyhi ve ashabını namazgahta safa soktu. Sonra Necâşî için cenaze namazı kılıp namazda dört tekbir getirdi.

1329- Abdullah İbn Ömer radıyaiiâhu anh şöyle dedi: "Yahudiler, kendilerinden zina etmiş olan bir erkek ve kadını Hz. Peygamber'e sallallâhu aleyhi ve sellem  getirdiler. Hz. Peygamber onların recmedilmesini emretti. Bunun üzerine mescitte cenazelerin bulunduğu yere yakın bir yerde recmedildiler.[56]

 

Açıklama

 

Mescitte Cenaze Namazı Kılma Konusundaki Görüşler

 

Bu hadisler, mescitte cenaze namazı kılınmasının meşru olduğuna delil olarak getirilmiştir. Hz. Âİşe'nİn rivayet ettiği şu hadis de bunu desteklemektedir: "Resûlullah sallallâhu aieyhi ve sellem  Süheyl İbn Beydâ'nın cenaze namazını mescitte kıldı, başka yerde değil." Bu hadisi Müslim rivayet etmiştir. Çoğunluk bu görüşü kabul etmiştir. İmam Mâlik "Bu benim hoşuma gitmez" demiştir. İbn Ebî Zi'b, Ebû Hanife ve ölünün necis olduğu görüşünü benimseyenlerin tümü mescitte cenaze namazı kılınmasını mekruh görmüşlerdir. Ölünün temiz olduğu görüşünü benimsediği halde, mescitte cenaze namazı kılınmayacağım söyleyenlerin gerekçesi mescidin kirlenme ihtimalidir. Bu görüşte olanlar, Süheyl'in cenaze namazının mescitte kılınmasını ise "Cenaze dışarıda, kılanlar İçeride İdi. Bu şekilde kılmak ittifakla caizdir" şeklinde yorumlamışlardır. Oysa bu yorum itiraza açıktır. Çünkü Hz. Âİşe radıyaiiâhu anh, cenaze namazını kılmak üzere Sa'd'ın cenazesinin odasına getirilmesini emrettiğinde bu davranışı yadırganmış, bunun üzerine o bu hadisi delil getirmiştir. Bazıları, uygulamanın bu şekilde (yani namazın mescit dışında kılınması şeklinde) yerleştiğini, çünkü Hz. Âİşe'nin davranışını yadırgayanların sahabe olduğunu belirtmişlerdir. Ancak bu görüş de şu şekilde reddedilmiştir: Hz. Aişe radıyaiiâhu anh davranışının yadırganmasını yukarıdaki hadisi rivayet ederek reddettiğinde sahabe bunu kabul etmiştir. Bu, onların unuttuğu bir hadisi Hz. Aişe'nİn ezberlediğini göstermektedir.

İbn Ebî Şeybe ve diğerlerinin rivayet ettiğine göre, Hz. Ömer, Hz. Ebû Bekir'in cenaze namazını mescitte kıldırmıştır. Yine Suheyb, Hz. Ömer'in de cenaze namazını mescitte kılmıştır. Bir rivayette: "Cenaze mescitte minberin önüne konuldu" şeklinde bir fazlalık da vardır. Bu, mescitte cenaze namazı kılmanın caiz olduğuna dair sahabe arasında icmâ bulunduğu anlamına gelir.

 

61. Kabirlerin Üzerine Mescid Yapmanın Mekruh Olması

 

Hz. Ali'nin oğlu Hasan'ın oğlu Hasan radıyaMhu arıh öldüğünde hanımı onun kabri üzerine bir yıl boyunca kubbe/çadır koydu, sonra bu kaldırıldı.

Şöyle bağıran birini duydular: "Dikkat edin! Onlar kaybettiklerini buldular mı?"

Bir diğeri buna şöyle cevap verdi: "Aksine ümitsizliğe düştüler ve gerisin geridöndüler."

1330- Hz. Âişe'den rad.yaiiâhu anh rivayet edildiğine göre Hz. Peygamber saBaiı&hu aleyhi ve sellem  ölümüne sebep olan hastalığı sırasında şöyle buyurdu -"Allah Yahudi ve Hristiyanlara lanet etsin. Onlar peygamberlerinin kabirlerini mescit edindiler."

Hz. Aişe şöyle dedi: Hz. Peygamberin saiuiâhu aıeyhi ve sellem  bu sözü olmasa, Müslümanlar onun kabrini açık bırakırlardı. Ancak ben onun kabrinin mescit edinilmesinden korkuyorum.

 

Açıklama

 

Yukarıda kubbe diye ifade edilen şey, başka rivayetlerde çadır şeklinde geçmektedir.

Başlıktan sonraki rivayet ile başlık arasındaki ilişki şudur: Mezar başına bir kubbe (çadır) kurup burada kalan kişi, ister istemez namaz kılacaktır. Bu durumda da kabir yanında mescit edinmiş olur. Kabir, kıble yönünde ise mekruhluk daha da artar.

İbnü'l-Müneyyir şöyle demiştir: Hasan'ın hanımı kalbini yatıştırmak, alıştığı kişilerin halen hayatta olduklarını hayal etmek ve duyularına karşı gelerek avunmak için ölünün yanında bulunarak ondan faydalanmak amacıyla kabrinin üzerine çadır yapmıştır. Bu, kişinin çürümüş kalıntıların yanında durmak ve boş evlere hitap etmekle avunmaya benzer. Ancak, gözle göremedikleri iki kişinin, onların yaptığını çirkin görmesi onlar için bir uyarı olmuştur. Bu iki varlık meleklerden olabileceği gibi cinlerin müminlerinden de olabilir. Buhârî bunu müstakil bir delil olduğu için değil, şer'î delillere uygun olduğu için zikretmiştir.

Hz. Âişe'nin "Müslümanlar onun kabrini açık bırakırlardı" sözü, kabri örten bir engel koymazlar, kabri açıkta (boş alanda) bırakırlardı anlamına gelir. Bununla, evin dışına defnedilmesi kasdedilmiştir. Hz. Aişe radıyaiiâhu anh bu sözü, Mescid-i Nebevî genişletilmeden önce söylemiştir. Mescit genişletilince Hz. Âişe'nin odası üçgen bir şekilde öyle ayrıldı ki, namaz kılan kimse kıbleye döndüğü anda Hz. Peygamberin kabrine dönemesin.

 

62. Loğusa İken Ölen Kadının Cenaze Namazının Kılınması

 

1331- Semure radıyaiiâhu anh şöyle demiştir: "Loğusa iken ölen bîr kadın için Hz. Peygamber'in sallallâhu aleyhi ve sellem  arkasında cenaze namazı kıldım. Hz. Peygamber sallallâhu aleyhi w sdlem cenazenin ortası hizasında namaza durdu."

 

Açıklama

 

Zeyn İbnü'l-Müneyyir ve diğer âlimler şöyle demiştir: Bu başlıkta kasdedi-len, loğusa iken ölen kadınlar şehitler kapsamında sayılsa bile, savaş meydanında ölenlerin aksine onların namazını kılmanın meşru olduğunu belirtmektir.

 

63. (İmam) Kadın Ve Erkeğin (Cenazesinde) Neresinde Durur?

 

1332- Semure İbn Cündüb radıyaiiâhu anh şöyle demiştir: "Loğusa iken ölen bir kadın için Hz. Peygamber'in sallallâhu aleyhi ve sellem  arkasında cenaze namazı kıldım. Hz. Peygamber sallallâhu aleyhi ve sellem  cenazenin ortası hizasında namaza durdu."

 

Açıklama

 

Bu hadis kadının cenaze namazının kılınmasının meşru olduğunu göster­mektedir.

Cenazenin orta hizasında namaza durma açısından kadının loğusa olmasının bir etkisi yoktur. Bunda cenazenin kadın olması etkili olmuş olabilir. Çünkü kadının orta hizasında namaza durmak onu örtmek içindir. Kadın hakkında istenen de budur. Erkekler İse böyle değildir.

Ortasında durma bakımından cenazenin kadın olmasının bir etkisi söz konusu olmayabilir de. Çünkü bu kadınlar için tabut edinilmediği bir dönemde gerçekleşmiştir. Tabut edinilmesinden sonra, dinde talep edilen örtünme kadın için zaten sağlanır. Bu sebeple Buhârî konu başlığını soru şeklinde koymuş, bu konuda erkek Üe kadın arasında bir fark olmadığını belirtmek istemiştir. Buharî böylece Ebû Dâvud ve Tirmizî'nin, Ebû Galip aracılığıyla Enes İbn Mâlik'ten rivayet ettikleri şu hadisin zayıf olduğuna işaret etmektedir:

Enes bir adamın cenaze namazını kılarken adamın başı hizasında durdu, bir kadının cenaze namazını kılarken kadının kalçası hizasında durdu. Alâ İbn Ziyâd, Enes'e: "Resûlullah sallallâhu aleyhi ve sellem  da böyle mi yapardı?" diye sordu. Enes: "Evet" dedi.[57]

İbn Reşîd'in naklettiğine göre, İbnü'l-Murâbıt, Hz. Peygamber'in sallallâhu aleyhi ve sellem  kadının ortasında durma gerekçesini onun loğusa olmasına bağlamıştır. Bu gerekçe de kadının Hz. Peygamber'in duasının bereketine kavuşması için, Hz. Peygamber'in onun ceninine yönelmesidir.

Bu görüş şu şekilde eleştirilmiştir: Cenin kadının bir organı gibidir. Kadın düşük yapar da cenin böylece anasından ayrılmış olursa ceninin namazı kılınmaz. Annesinden ayn olan ceninin bile namazı kılınmadığma göre ana karnında olan ceninin namazı hiç kılınmaz.

 

64. Cenaze Namazında Dört Tekbir Getirmek

 

Humeyd şöyle demiştir: "Enes bize cenaze namazı kıldırdı. Üç tekbir getirdi sonra selâm verdi. Ona üç tekbir getirdiği söylenince o yeniden kıbleye döndü ve dördüncü tekbiri getirdikten sonra selâm verdi."

1333- Ebü Hüreyre radıyallâhu anh ŞÖyle demiştir: "ReSÛlullah sallallâhu aleyhi ve sellem  Necâşî'nin öldüğü gün, ölüm haberini ashabına bildirdi. Sonra onları musallaya çıkardı, safa soktu ve Necâşî için dört tekbir getirdi."

1334- Câbir radıyallâhu anh şöyle demiştir:  "HZ.  Peygamber sallallâhu aleyhi ve sellem  Necâşî Ashama'nın cenaze namazını kıldırdı, dört tekbir aldı."

 

Açıklama

 

Zeyn İbnü'l-Müneyyir şöyle demiştir: Buhârî bu başlıkla, cenaze namazmdaki tekbirlerin sayısının dörtten fazla olmayacağına işaret etmiştir. Ancak seleften bu konuda farklı görüşler intikal ettirilmiştir: Müslim'in Zeyd İbn Erkam'dan rivayetine göre o cenaze namazında beş tekbir almış ve Hz. Peygamber'in böyle yaptığını söylemiştir. İbnü'l-Münzir, İbn Mesud'un Benî Esed'den bir adamın cenaze namazını kılarken beş tekbir aldığını rivayet etmiştir. İbnü'l-Münzir ve diğer bazı âlimler, Hz. Ali'nin Bedir savaşma katılanların cenaze namazını kılarken altı tekbir aldığını, diğer sahabenin namazını kılarken beş tekbir aldığını, sahabe dışındaki insanların namazını kılarken de dört tekbir aldığını rivayet etmiştir. Sahih bir senetle Ebû Ma'bed'in şöyle dediği rivayet edilmektedir: "İbn Abbas'ın arkasında bir cenaze namazı kıldım. O üç tekbir aldı." İbnü'l-Münzir'in ayrıca şöyle dediği bilinmektedir: "İlim ehlinin çoğunluğu cenaze namazmdaki tekbirlerin sayısının dört olduğu görüşünü benimsemiş-Yukarıda Enes ile ilgili zikredilen haberi, Humeyd'den muttasıl bir senetle rivayet edilmiş olarak göremedim. Abdürrezzak, Ma'mer, Katâde yoluyla şunu rivayet etmiştir:

Enes radıyaiiâhu anh bir cenaze namazında üç tekbir getirip unutarak namazdan çıktı. Orada bulunanlar: "Ey Ebû Hamza! Sen üç tekbir getirdin" dediler. Enes: "Öyle ise (yeniden) saf yapın" dedi. Orada bulunanlar saf yaptılar. Enes dördüncü tekbiri getirdi.

Enes'İn üç tekbirle yetindiği de rivayet edilmiştir.

Ben (İbn Hacer) derim ki: Enes'in fiili konusundaki ihtilafı şu şekilde uzlaştırmak mümkündür: Enes üç tekbiri yeterli, dört tekbiri ise daha mükemmel olarak görüyordu. Yahut da Enes'in üç tekbir getirdiğini rivayet edenler onun namaza başlamak için getirdiği ilk tekbiri zikretmemiştir. Nitekim İbn Uleyye'nin, Yahya İbn Ebî İshak aracılığıyla rivayet şöyledir: Enes şöyle demiştir: "Tekbir üç değil mi?" Enes'e "Ey Ebû Hamza! Tekbir dört tanedir" dediler. Enes "Evet. Ancak ilki namaza başlama tekbiridir" dedi.

 

65. Cenazeye Fatihayı Okumak

 

Hasan şöyle demiştir: "Cenaze namazı kılan kişi çocuğun cenazesi için Fatiha sûresini okur ve namazda şöyle dua eder: Allahümmec'alhü lenâ faratan ve selefen ve ecran (Allah'ım onu bizim öncümüz, selefimiz ve sevabımız kıl)."

1335- Sa'd, Talha'nın şöyle söylediğini belirtmiştir: "İbn Abbas'ın arkasında cenaze namazı kıldım." Talha İbn Abdullah İbn Avf şöyle demiştir: İbn Abbas'ın arkasında bir cenaze namazı kıldım. O Fatiha sûresini okudu ve "Bunun sünnet olduğunu öğrenesiniz diye böyle yaptım" dedi.

 

Açıklama

 

Bu bölümde, cenaze namazında Fatiha sûresini okumanın meşruiyeti İncelenmektedir. Bu, ihtilaf edilen konulardandır. İbnü'l-Münzir; İbn Mesud, Hz. Hasan, İbnü'z-Zübeyr, Misver İbn Mahreme'den bunun meşru olduğunu rivayet etmiştir. Şafiî, Ahmed ve İshak da bu görüşü benimsemişlerdir.

Ebû Hüreyre ve İbn Ömer'den cenaze namazında Kur'ân okumanın bulunmadığı rivayet edilmiştir. Bu İmam Mâlik'in ve Kûfeliler'in görüşüdür.

Abdürrezzak ve Nesâî, Ebû Ümâme İbn Sehl İbn Huneyf'ten şu sözü rivayet etmişlerdir: "Cenaze namazında sünnet; önce tekbir getirmek, sonra Fatiha okumak sonra Hz. Peygamber'e salât-ü selâm getirmek, sonra sadece ölü İçin dua etmektir. Yalnızca ilk tekbirden sonra Kur'ân okunur." Bu hadisin senedi sahihtir.

Hâkim, İbn Aclân yoluyla, Saîd İbn Ebû Saîd'in şu sözünü rivayet etmektedir: İbn Abbas bir cenaze namazı kıldırırken Fatiha sûresini sesli okudu, sonra da "Fatiha okumanın sünnet olduğunu Öğrenmeniz için sesli okudum" dedi. Alimler sahabînin "Şu sünnettir" sözünün müsned hadis hükmünde olduğunda icma etmişlerdir. Ancak hadisçiler ile usulcüîer arasında bu konuda meşhur bir görüş ayrılığı vardır.

 

66. Cenaze Gömüldükten Sonra Mezarı Başında Cenaze Namazı Kılmak

 

1336- Şa'bî şöyle demiştir: "Hz. Peygamber ile ayrı duran kabrin yanma gi­den birinin bana haber verdiğine göre Hz. Peygamber sallallâhu aleyhi ve sellem  saha­beye imamlık yaptı, onlar da onun arkasında cenaze namazı kıldılar." (Şa'bî'ye soruldu): "Ey Ebû Amr! Bunu sana kim haber verdi?" Şa'bî: "İbn Abbas" dedi.

1337- Ebû Hüreyre rad,yallâhu anh şöyle dedi: Esved (adındaki bir kadın veya erkek) mescidi süpürürdü. Bu kişi öldü. Hz. Peygamberin saUaUâhu aleyhi ve sellem  onun öldüğünden haberi olmadı. Bir gün onu hatırlayarak: "Şu insan ne yaptı (niçin görünmüyor?)" dedi. Sahabe: "O öldü ey Allah'ın Resulü" dediler. Hz. Peygamber "Bana biİdirseydiniz ya" dedi. Sahabe: "O şöyle şöyle (önemsiz) bir insandı" dediler. Hz. Peygamber sallallâhu aleyhi ve sellem : "Bana onun kabrini gösterin" dedi. Kabir kendisine gösterilince kabrin yanına gitti ve onun cenaze namazını kıldı.

 

Açıklama

 

Cenaze gömüldükten sonra mezarı başında namazının kılınması da ihtilaflı konulardandır. İbnü'l-Münzir şöyle demiştir: Çoğunluk bunun meşru olduğu görüşünü benimsemiştir. en-Nehaî, İmam Mâlik ve Ebû Hanife bunu meşru görmemiştir. Onlardan rivayet edildiğine göre, ölü için namaz kılınmadan defne-dilmişse onun cenaze namazı kılınır, aksi takdirde kılınmaz. İbn Hibbân, Ham-mâd İbn Seleme aracılığıyla Sabit'ten şunu rivayet etmiştir: Hz. Peygamber sallallâhu aleyhi ve sellem  şöyle buyurdu: "Bu kabirler, içinde yatanlar için karanlıkla doludur. Yüce Allah benim namaz kılmam sebebiyle bu kabirleri nurlandırır" İbn Hibbân, muhalif görüşte olanların bu hadisi delil göstererek, kabirlerde ya­tan kimseler İçin cenaze namazı klimanın Hz. Peygamber'e özgü niteliklerden olduğu görüşünü kabul ettiklerine işaret etmektedir. Sonra Hârice İbn Zeyd, İbn Sâbit'ten nakledilen bu kıssanın bir benzerini de kaydetmektedir. Bu rivayette İse şu ifadeler yer alıyor: "Sonra kabrin başına geldi. Biz onun arkasında saf yaptık. O dört tekbir getirdi." İbn Hıbban şunları kaydeder: Hz. Peygamber'in sallallâhu aleyhi ve sellem  kendisi ile birlikte bu cenaze namazını kılanları yadırgamaması, bu­nun başkası İçin de caiz olduğunu açıklamaktır, bu Hz. Peygamber'e sallallâhu aleyhi ve sellem  özgü değildir. Ancak bu görüş şöyle eleştirilmiştir: "Dolaylı olarak gerçek­leşen bir şey, bir şeyin asıl olduğu konusunda delil olamaz."

 

67. Ölünün (Mezardan Ayrılanların) Ayakkabı Seslerini İşitmesi

 

1338- Enes rad.yaiiâhu anh, Hz. Peygamber'den sallallâhu aleyhi ve sellem  şunu rivayet etmiştir:"Kul kabre konulup da arkadaş ve yakmlan geri dönüp gittiklerinde ölü, unlar yürürken ayakkabılarının seslerini işitir: Ona iki melek (Münker ve Nekir) gelerek onu oturturlar. Melekler: 'Şu Muhammed sallallâhu aleyhi ue sellem denilen kimse hakkında ne dersin?' derler. Adam: 'Ben onun Allah'ın kulu ve resulü olduğuna şahitlik ederim' der. Melekler: Ateşteki (cehennemdeki) yerine bak. Allah onun yerine sana cennetten bir makam verdi' derler.

Hz. Peygamber şöyle buyurdu: "Kışı her iki makamı da görür. Kâfire -yahut münafığa- gelince o: 'Bilmiyorum, ben insanların dediği gibi dedim' der. Ona: "Anlamaz ol! Okuduğun veya dinlediğinden yararlanamayasm!" derler.[58] Sonra demirden bir topuzla iki kulağı arasına vurulur. Öyle bir bağırır ki onun bu feryadını, insan ve cinden başka, o ölüye yakın olan her şey işitir.[59]

 

Açıklama

 

Zeyn İbnü'l-Müneyyir şöyle demiştir: Buhârî bu konu başlığı ile, gömülen ölüye karşı uyulması gereken âdâbm ilkini açıklamak İstemiştir. Buna göre mezarın yanında olanlar, tıpkı uyuyan kimsenin yanında olduğu gibi ağırbaşlı olmalı, boş konuşmalardan ve yere sertçe basmaktan uzak durmalıdır. Çünkü bir anlamda ölünün insanlardan duyduğu sesler, meleklerden duyduğu sesleri kesmektedir.

 

68. Arz-I Mukaddes Vb. Yerlerde Gömülmeyi İstemek

 

1339- Ebû Hüreyre radıyaiiâhu anh şöyle demiştir: Ölüm meleği Hz. Musa'ya (a.s.) gönderildi. Melek Musa'nın yanına gelince Musa meleğe bir tokat attı (meleğin gözü çıktı). Bunun üzerine Melek Rabbi'ne dönerek: "Sen beni ölmek istemeyen bir kula gönderdin" dedi. Allah meleğe gözünü geri verdi ve ona şöyle dedi: "Ona dön ve elini bir öküzün sırtına koymasını, elinin temas ettiği her bir kıl için kendisine bir yıl ömür verileceğini söyle."

(Ölüm meleği bunları Hz. Musa'ya iletince) Musa: "Ey Rabbim! Sonra ne olacak?" diye sordu. Allah: "Sonra öleceksin" buyurdu. Musa: "Öyleyse şimdi öleyim" dedi. Musa, Allah'tan kendisini arz-ı mukaddese bir taş atımı mesafeye kadar yaklaştırmasını istedi.

(Ebû Hüreyre, Hz. Peygamberin saliaMhu aleyhi ve sellem  şöyle söylediğini belirtti):"Orada olsaydım size yolun kenarında kızıl bir kum tepesinin yanında onun kabrini gösterirdim.[60]

 

Açıklama

 

Zeyn İbnü'l-Müneyyir şöyle demiştir: Başlıktaki "vb. yerler" ifadesi ile, ken­disine yolculuk yapmanın caiz olduğu Harameyn (Mekke ve Medine) kas-dediimişiir. Yine, Hz. Musa'nın yaptığına uymak suretiyle; yanlarında bulunma­nın bereketinden istifade etmek, onlara indirilen rahmetten nasipdar olabilmek amacıyla peygamberlerin, şehitlerin ve Allah dostlarının kabirlerinin yakınına gömülmeyi istemek de caizdir.

Bu, Beytü'I-Makdis'te gömülü olan-peygamberlere yakın olmayı istemekle ilgilidir. Kadı Iyaz'm tercih ettiği görüş budur. îbn Battal'm naklettiğine göre Hz. Musa'nın Beytü'l-Makdise girmeyi değil de oraya bir taş atımı mesafeye gömül­meyi istemesinin hikmeti, kabrinin yerinin gizli kalmasını sağlayarak milletinden cahillerin kendisine ibadet etmesini önlemektir.

 

Ölünün Bir Bölgeden Başka Bir Bölgeye Nakledilmesi

 

Ölünün bir bölgeden başka bir bölgeye nakledilmesi konusunda ihtilaf edilmiştir.

Bir görüşe göre bu onun gömülmesini geciktirdiği ve saygınlığını zedelediği için mekruhtur.[61] Bir görüşe göre bu müstehaptır. En doğru görüş bu konuda şöyle bir ayırım yapmaktır:

a. Faziletli yerlere gömülmek vb. gibi, başka yere gömmeyi tercih ettirecek bir sebep yoksa başka yere nakletmek mekruhtur. Bu konuda mekruhluğun farklı dereceleri vardır, kimi durumlarda bu haramlık seviyesine ulaşabilir.

b. Faziletli bir mekana gömülme vb. gibi bir durum söz konusu ise bu müstehaptır. Nitekim Mekke vb. şerefli yerlere Ölünün nakledilmesinin müstehap olduğunu belirtmiştir.

 

69. Ölüyü Geceleyin Defnetmek. Hz. Ebû Bekir Geceleyin Defnedilmiştir

 

1340- İbn Abbas radıyaiiâhu anh şöyle demiştir: Hz. Peygamber sallallâhu aleyhi ve  geceleyin defnedilmiş olan bir adamın cenaze namazını kıldı. Hz. Peygamber sallallâhu a!eyhi ve sdiem ve ashabı namaza durdular. Hz. Peygamber sallallâhu aleyhi ve sellem  "Bu kimdir?" diye sordu. Sahabe: "Falan kişidir. Dün gece defnedildi" dediler. Bunun üzerine onun namazını kıldılar.

 

Açıklama

 

Buhârî konu başlığım bu şekilde koymakla, Câbir'in rivayet ettiği: "Resûlullah sallallâhu aleyhi ve sellem  bir zorunluluk olmadıkça ölünün geceleyin defnedil­mesini yasakladı" hadisini delil getirerek geceleyin ölü defnetmeyi yasaklayanları reddetmek istemiştir. Bu hadisi İbn Hıbbân rivayet etmiştir. Ancak Müslim, riva­yetinde bunun sebebini şu şekilde açıklamıştır:

Bir gün Hz. Peygamber sallallâhu aleyhi ve sellem  hutbe okuyarak ashabından ölen, değersiz bir kefen ile kefenlenen ve geceleyin gömülen bir adamdan bahsetti. Bir zorunluluk bulunmadıkça cenaze namazı kılınmayan kişinin geceleyin defnedilmesini yasakladı. Şöyle buyurdu: "Sizden biri kardeşinin cenazesi ile ilgilenirse güzel bir kefen seçsin." Bu hadis, geceleyin gömmenin kefenin güzel yapılması ile ilgili olduğunu göstermektedir.

Buhârî, geceleyin gömmenin caiz olduğuna İbn Abbas'm şu sözünü delil getirmiştir: "Hz. Peygamber sallallâhu aleyhi ve sellem  adamı geceleyin defnetmelerini yadırgamadı, durumunu kendisine bildirmemelerini yadırgadı." Buhârî bunu, sahabenin Hz. Ebû Bekir'i geceleyin defnetmeleri ile desteklemiştir. Bu, âdeta geceleyin defnetmenin caiz olduğu konusunda onların İcma ettiği anlamına gelir.

 

70. Kabrin Üzerine Mescid İnşa Etmek

 

1341- Hz. ÂlŞe radıyaiiâhu anh ŞÖyle demİŞÜr: Hz. Peygamber sallallâhu aleyhi ve sellem  hastalandığı zaman, hanımlarından bazıları Habeş ülkesinde gördükleri Mâriye isimli bir kiliseden bahsettiler. Ümmü Seleme ve Ümmü Habîbe radıyaiıshu anh Ha­beş ülkesine gitmişlerdi. Onlar bu kilisenin güzelliğinden, içindeki resimlerden bahsettiler. Bunun üzerine Hz. Peygamber sallallâhu aleyhi ve sdiem başını kaldırdı ve şöyîe buyurdu: "Onlardan salih bir kimse ölünce kabrinin üzerine mescit inşa ederler sonra da içine bu (anlattığınız) şekilde resimler yaparlar. Onlar Allah katında mahlukatın en şerlileridir."

 

Açıklama

 

Bu konuda, kabir üzerine mescit inşa edenleri lanetleyen Hz. Âişe'nİn rivayet ettiği hadis sekiz konu önce geçmişti.[62]

Zeyn îbnü'I-Müneyyir şunları kaydeder: Buhârî başlığın ilk bölümü ile "kabrin üzerine orası kabir olduğu için mescit yapmak"tan bahsetmiştir. Burada kabir olmasa oraya mescit yapılmazdı. Kabirlik alana kabirlerden ayrı olarak mescit yapıp, namaz kılmak gerekli olunca bundan başka bîr yer bulunmazsa orada namaz kılmanın caiz olması da bunu desteklemektedir. Nitekim Mescid-i Nebevî de el-BakîT kabristanlığına yakındır.

Daha önce geçtiği üzere, kabirlere mescit yapılmasının yasak olmasının sebebi, buralarda hadiste de belirtildiği şekilde ehl-i kitabın yaptığı gibi fiiller yapma korkusudur. Bundan emin olunduğunda kabristanda mescit yapılmasında bir sakınca yoktur.

Seddü'z-zerîa [63] (Kötülüğe giden yolu daha baştan kapatma) prensibini kabul edenler, bunun mutlak olarak yasak olduğunu söyleyebilirler. Bu meselede güçlü olan görüş de budur.

 

71. Kadının Kabrine Kim Girer?

 

1342- Enes radıyaiıshu snh §öyle demiştir: Resûlullah'ın sallallâhu aleyhi ve sellem  kızının cenazesine katıldık. Resûlullah sallallâhu aleyhi ve sellem  kabrin üzerinde oturuyordu. Gözlerinden yaşlar boşandığını gördüm. Resûlullah: "Bu gece karısı ile cinsel ilişkide bulunmayan var mı?" buyurdu. Ebû Talha; "Ben" dedi. Resûlullah: "O halde kabre in" buyurdu. Bunun üzerine Ebû Talha kabre inerek, onu kabre koydu.

 

72. Şehid İçin Cenaze Namazı Kılmak

 

1343- Câbir İbn Abdullah radiyaiiâhu anh şöyle anlatır: Hz. Peygamber sallallâhu aleyhi ve sellem  Uhud şehitlerinden ikişer kişiyi bir elbise ile kefenliyor sonra "Bunların hangisi Kur'ân'ı daha çok öğrenmiştir?" diye soruyordu. Onlardan birine işaret edilirse onu lahde daha önce koyardı. Hz. Peygamber sallallâhu aleyhi ve sellem  daha sonra şöyle buyurdu: "Ben kıyamet gününde bunlara şahidim."

Hz.Peygamber sallallâhu aleyhi ve sellem  Uhud şehitlerinin kanları ile gömülmesini emretti. Onlar yıkanmadı, namazları da kılınmadı.[64]

1344- Ukbe İbn Amir radıyaiiâhu anh şöyle demiştir: Hz. Peygamber saiyiâhu aleyhi ve sellem  bir gün çıkarak (Uhud dağına gidip), Uhud şehitleri için cenaze namazı gibi namaz kıldı. Sonra (Medine'ye gelerek) minbere çıktı ve şöyle buyurdu: "Ben sizin öncünüzüm (âhirete sizden önce gideninizim). Ben sizin için şahidim. Vallahi ben şu an havuzuma bakıyorum. Bana yeryüzünün hazineleri (yahut anahtarları) verildi. Vallahi ben sizin benden sonra şirke düşeceğinizden korkmuyorum, ancak sizin (dünya için) birbiriniz ile rekabet etmenizden korkarım.[65]

 

Açıklama

 

Zeyn İbnü'l-Müneyyir şöyle demiştir: Buhârî konu başlığı ile "şehit için cenaze namazı kılmanın hükmü"nü kasdetmiştir. Bu sebeple bu konuda, şehit için cenaze namazı kılınmayacağım gösteren Câbir hadisi ile, cenaze namazı kılınacağını gösteren Ukbe hadisini rivayet etmiştir. Buhârî burada şunu da kasdetmiş olabilir: İki hadisten de ilk anda anlaşılan anlama göre amel etmek suretiyle, şehitlerin namazı onların defninden önce değil, kabirlerinde iken kılınır. Yıkanmayan ve namazı kılınmayan şehitten kasıt, kâfirlerle yapılan savaşta, savaş meydanında ölen müslümandır.

Buhârî'nin daha sonraki "şehidin yıkanacağını kabul etmeyenler" ifadesinde kasdedilen şehit de böyledir. Bu konuda kadm-erkek, küçük-büyük, hür-köle, salih olan ile olmayan arasında bir fark yoktur.

Şehit Kime Denir?

Şehit, kâfirlerle yapılan savaşta, savaş meydanında ölen müslümandır. Bu tarifteki "savaş meydanında ölen" ifadesi ile, savaş sırasında yaralanan, bundan sonra bir süre yaşayan kimseler, "kâfirlerle yapılan savaşta" ifadesi ile isyankâr Müslümanlarla yapılan savaşta ölen Müslüman kimseler tarifin dışında bıra­kılmıştır. Bu tarif, belirtilen şekilde ölmediği halde şehit sayılan kişileri de hükmün dışında bırakmaktadır. Söz konusu kişilere âhiretteki sevap açısından şehit denilmektedir. Bu söylediklerimiz, âlimlerden nakledilen sahih görüşlere uygun olan açıklamalardır.

 

Şehidin Cenaze Namazı Kılınır mı?

 

Savaş meydanında ölen şehidin cenaze namazının kılınıp kılınmamasi konusundaki görüş ayrılığı meşhurdur. Bu konuda Tirmizî şöyle der: Bazıları şehidin cenaze namazının kılınacağını kabul etmişlerdir ki, bunlar Kûfeliler ve İshak'tır. Bazıları da şehidin cenaze namazının kılınmayacağı görüşünü kabul etmişlerdir. Bunlar da Medineliler ile Şâfıî ve Ahmed İbn Hanbei'dir.

Şafiî el-Ümm'de şöyle demektedir: "Mütevatİr yollarla gelen haberler, bizlere gözümüzle görme ölçüsündeki kesinlikle Hz. Peygamber'in saüaiiâhu aleyhi ve seikm Uhud şehitleri için cenaze namazı kılmadığını göstermektedir. Hz. Peygamber'in onların cenaze namazını kıldığı ve Hz. Hamza için yetmiş tekbir aldığına dair rivayet sahih değildir. Böyle bir rivayete dayanarak belirttiğimiz şekildeki sahih hadislere muhalefet edenin haya etmesi gerekir. Ukbe hadisine gelince, bizzat hadiste Hz. Peygamber'in bu fiili sekiz yıl sonra yaptığı söylenmektedir. Oysa muhalif görüşte olanlar, ölünün gömülmesinin üzerinden uzun süre geçtiğinde onun cenaze namazının kılınmayacağı görüşünü benimsiyorlar. Hz. Peygamber bu fiili ile sanki ecelinin yaklaştığını öğrenince onlara veda eder tarzda onlar için dua ve istiğfar etmiştir. Bu, daha önceki sabit hükmün neshedildİğinİ göstermez. Şafiî'nin söz ettiği "sekiz yıl" geçmesi ve "Hz. Peygamber'in veda etmesi" konusunu Buhârî de rivayet etmektedir. "Şâfıîlerdekİ en sahih görüşe göre bu konudaki görüş ayrılığı onların cenaze namazının kılınmasının yasak olması ile ilgilidir. Diğer bir görüşe göre ise görüş ayrılığı onların cenaze namazını kılmanın müstehap olup olmadığı İle İlgilidir. Hanbelîler'den nakledilen de budur.

Mâverdî, İmam Ahmed'in şu sözünü nakletmiştir: "Şehidin cenaze namazını kılmak daha iyidir. Bununla birlikte insanlar onun cenaze namazını kılmazlarsa bu da yeterli olur."

Yukarıdaki Câbir hadisi ile İlgili ele alınması gereken pek çok mesele bulunmaktadır. Biz bunları Megazî bölümünde ele alacağız.[66]

 

Hadisten Çıkan Sonuçlar

 

1- İki erkeğin zaruret sebebiyle bir kefenle kefenlenmesi caizdir. Bu ya onları bir arada kefenlemek, yahut da elbiseyi ikiye kesmek suretiyle olur.

2- İki kişiyi bir lahde defnetmek caizdir.

3- Lahde koyarken iki kişiden daha faziletli olanın önce konulması müstehaptır.

4- Savaş meydanında şehit olan kişi yıkanmaz.

5- Bu hadis, şehidin cenaze namazının kılınmasının meşru olduğuna delil getirilmiştir. Şafiî'nin buna cevabı yıkanda geçmişti.

6- Tahavî şöyle der: Hz. Peygamber'in sallallâhu aleyhi ve sellem  Uhud şehitleri için cenaze namazı kılmasında şu üç ihtimalden biri söz konusudur:

a. Bu  fiil,  Hz.  Peygamber'in  daha  önceki "şehitlerin  cenaze  namazını kılmama" fiilini neshetmıştir (yürürlükten kaldırmıştır).

b. Şehitler için geçerli uygulama, ancak gömülmelerinin üzerinden bu kadar bir zaman geçtikten sonra cenaze namazlarının kılınmasıdır.

c. Başkalarının cenaze namazını kılmak farz olduğu halde şehitlerin cenaze namazını   kılmak   caizdir.    Zamanımızda   bu   konuda   tartışanlar,    şehidin gömülmesinden    önce    namazının    kılınıp    kılınmamasmı    tartışmaktadırlar. Şehitlerin   gömülmesinden   sonra   cenaze   namazlarını   kılmak  sabit   olunca, gömülmeden önce namazlarını kılmak haydi haydi caiz olur.

Tahavî'nin zikrettiği bu ihtimallerin yanı sıra şu ihtimaller de bulunmaktadır:

a. Hz. Peygamber'in şehitler İçin cenaze namazı kılması ona özgü bir özelliktir.

b. Bu, onlar için bir dua mahiyetindedir.

c. Bu, yalnızca bir defa gerçekleşmiş muayyen bir fiildir, genel bir uygulama değildir. Yerleşik bir hükmü def etme konusunda bu nasıl delil teşkil edebilir?

Alimlerden hiç kimse Tahavî'nin zikrettiği ikinci ihtimali kabul etmemiştir.

Nevevî ise bu konuda şunları kaydeder: Buradaki "salât" sözcüğünden kasıt namaz değil, duadır. Bu duanın, ölüler için yapılana benzemesinin anlamı, Hz. Peygamber'in şehitlere, ölüler için yaptığı dualara benzer şekilde dua etmesidir.

Hz. Peygamber'in sallallâhu aleyhi ve sellem "Vallahi ben şu an havuzuma bakıyorum" ifadesi ile bu sözden ilk anda anlaşılan anlam kasdedilmiştir. Sanki o bu sözü söylerken, havuz kendisine keşfolunmuştur. Havuz konusunda detaylı açıklama ileride gelecektir.[67]

Hz. Peygamber'in sallallâhu aleyhi ve sellem  "Ben sizin şirk koşmanızdan korkmuyo­rum" ifadesi, sizin tümünüzün şirke düşmesinden korkmuyorum anlamındadır. Çünkü ümmet içinden bazıları şirke düşmüştür.

Bu hadis Hz. Peygamber'in sallallâhu aleyhi ve sellem  mucizelerindendir. Bu sebeple Buhârîbu hadisi Peygamberlik Alâmetleri bölümünde de rivayet etmiştir. Bu hadisle ilgili diğer açıklamalar orada gelecektir.[68]

 

73. İki, Üç Erkeği Bir Kabre Gömmek

 

1345- Câbir İbn Abdullah radıyaiiâhu anh şöyle demiştir: Hz. Peygamber sallallâhu aleyhi wsekm Uhud şehitlerinden ikişer kişiyi bir kabre koydurdu.

 

Açıklama

 

Bu hadis, iki kadının bir kabre konulmasının da caiz olduğunu gösterir.

Bir erkek ve kadının aynı kabre gömülmesine gelince, Abdürrezzak, Vasile ibn Eska'dan hasen bir senetle şunu rivayet etmiştir: "Erkek ve kadın bir kabre gömülür, önce erkek sonra da kadın konulurdu." Bu durumda aralarına topraktan bir engel yapılır. Özellikle de kadın ile erkek birbirine yabancı ise engel kesin olarak konulur.

 

74. Şehitlerin Yıkanması Görüşünü Kabul Etmeyenler

 

1346- Câbir radıyaiiâhu anh, Hz. Peygamber'in (Uhud şehitleri hakkında) şöyle dediğini söylemiştir:

" Onları (şehitleri) kanlan ile defnediniz." Hz. Peygamber sallallâhu aleyhi ve sellem  onları yıkattırmadı.

 

Açıklama

 

İmam Ahmed İbn Hanbel, bir başka yolla Câbir'den Uhud şehitleri ile ilgili olarak şunu rivayet etmiştir: "Onları yıkamayın. Çünkü onlann her bir yarasından kıyamet günü misk fışkıracak." Onlann namazı da kılınmadı. Bu rivayette şehitlerin yıkanmamasmın hikmeti de açıklanmıştır.

Buhârî, Câbir hadisini muhtasar olarak "onları yıkattırmadı" şeklinde rivayet etmiştir.

 

Cünüp ve Adetli Olarak Ölen Şehidin Yıkanması Meselesi

 

Bu hadisin genel ifadesi şehidin cünüp ve adetli bile olsa yıkanmayacağına delil getirilmiştir. Şâfiîler'deki en doğru görüş de budur. Diğer bir görüşe göre cünüp olan şehit, ölüyü yıkama niyetiyle değil cünüplüğü sebebiyle yıkanır. Çünkü Hanzala ibnü'r-Râhib'le ilgili olayda, Uhud savaşında cünüp olarak şehit olması sebebiyle onu meleklerin yıkadığı söylenmiştir. Hanzala'nın olayı meşhur olup İbn İshak ve diğer âlimler tarafından rivayet edilmiştir. Buna şu şekilde itiraz edilmiştir; "Şayet cünüp olan şehidi yıkamak farz olsaydı, meleklerin yıkaması ile yetinilmezdi. Bu, şehidi yıkama yükümlülüğünün onu defnetmekle uğraşan kişiden düştüğünü gösterir."

 

75. Lahde Kim Önce Konulur?

 

Olü, kabrin bir yönüne konduğu için buraya lahid denilmiştir. Bir yerden sapan kişiye "mülhid" denir. Sapma yerine "mültehad" denir. Şayet kabir düz olsaydı buna "darîh" denirdi.

1347- Câbir İbn Abdullah radıyaiiâhu anh şöyle demiştir: Hz. Peygamber sallallâhu aleyhi ve sellem  Uhud şehitlerinden ikişer kişiyi bir elbise ile kefenliyor sonra "Bun-lann hangisi Kur'ân'ı daha çok öğrenmiştir?" diye soruyordu. Onlardan birine işaret edilirse onu lahde daha önce koyardı. Hz. Peygamber sallallâhu aleyhi vesilem daha sonra şöyle buyurdu: "Ben kıyamet gününde bunlara şahidim."

Hz. Peygamber sdiaiiâhu aleyhi ve sellem  Uhud şehitlerinin kanları ile gömülmesini emretti. Onlann namazını kılmadı, onları yıkattırmadı.

1348- Câbir İbn Abdullah radıyaiiâhu anhuma şöyle demiştir: Resûlullah sallallâhu aleyhi ve sellem  (birlikte kabre koyacağı) Uhud şehitleri hakkında: "Bunların hangisi Kur'ân'ı doha çok öğrenmiştir?" diye sorar, kendisine birisi gösterildiği zaman onu diğerinden önce kabre koydururdu.

Câbir radıyaiiâhu anh şöyle demiştir: "Babam ve amcam yünden bir bürde ile birlikte kefenlendiler."

 

Açıklama

 

Bu bölümde bir kabre birden fazla kimse konulacağında hangisinin lahde önce konulacağı ele alınmaktadır. Hadisler, Kur'ân'ı daha çok öğrenmiş olanın lahde daha önce konulacağını göstermektedir. Bu, imamlık konusunda Kur'ân'ı daha çok bilenin öne geçmesi gibidir.

Dilciler şöyle demişlerdir: "Lahid" kelimesi aslen bir şeyden meyletmek ve sapmak anlamına gelir. Dinden meyleden kişiye de "mülhid" denilir. Mezar için­de ölünün konduğu yere "lahid" isminin verilmesi, kabrin bir yönüne doğru yarılması, kabrin ortasından kıble yönüne doğru sapılması sebebiyledir. Kıble tarafına doğru ölünün sığacağı kadar bir oyuk açılır ve ölü buraya konulur, buranın kenarı tuğla ile örülür.

Buhârî'nİn "Şayet kabir düz olsaydı buna darîh denilirdi" sözü göstermek-dedir ki, darîh kabrin düz olarak yarılması ve Ölünün buraya defnedilmesidir. Bu hadisle ilgili diğer açıklamalar Megâzî bölümünde gelecektir.[69]

Hadis, Kur'ân okuyan kişinin üstünlüğünü açık olarak göstermektedir. Fıkıh ve zühd ehli ile diğer fazilet sahipleri de Kur'ân okuyan kimseler gibi değerlen­dirilir ve aynı hükümdedir.

 

76. Kabirlere Ot Ve Izhır Koymak

 

1349- Ibn Abbas radıyaiiâhu anh, Hz. Peygamber'den saiiaiıshu aleyhi ve sellem  şunu rivayet etmiştir: "Allah Mekke'yi haram kıldı. Ne benden önce ne de benden sonra hiç kimse için helal kılmadı. Benim için de yalnızca günün bir anında helal kıldı. Mekke'nin otu kopanlmaz, ağacı kesilmez, avı ürkütülmez. Bulunan bir eşyası alınmaz, ancak tanıtmak için alınır." Bunları duyan Abbas: "Dökümcülerin kullandığı ve kabirlerde kullandığımız ızhır otu hariç" dedi. Hz. Peygamber de: "Izhır otu hariç" buyurdu. Ebû Hüreyre, Hz. Peygamber'den, sallallâhu aleyhi ve senem naklen "Kabirlerimiz ve evlerimiz için kullandığımız ızhır otu hariç" demiştir.

İbn Abbas radıyaiiâhu anh: "Demircilerin kullandığı ve evlerde kullanılan ızhır otu hariç" diye rivayet etmiştir.[70]

 

Açıklama

 

Buhârî, Mekke'nin haram kılınması ile ilgili rivayet ettiği İbn Abbas hadisinde şöyle demiştir: "Abbas, bizim dökümcülerimizin işlerinde kullandığı ve kabirlerimiz için kullanılan ızhır otu hariç, dedi." Bu hadisten çıkan hükümlerle ilgili açıklamalar Hac bölümünde gelecektir.[71]

 

77. Ölü, Bir Sebebe Binaen Kabirden Ve Lahitten Çıkarılır Mı?

 

1350- Amr, Câbir İbn Abdullah'ın radıyaiiâhu anh şöyle dediğini anlatır: (Mü­nafıkların başı) Abdullah İbn Übey çukuruna (mezarına) gömüldükten sonra Resûlullah sallallâhu aleyhi ve sellem  kabrinin başına geldi ve çıkarılmasını emretti. Onu dizlerine oturttu. Üzerine mübarek tükürüğünden üfledi, gömleğini ona giydirdi. Artık onun durumunun ne olacağını en iyi Allah bilir. Resûlulîah sallallâhu aleyhi ve sdiem Abbas'a da bir gömlek giydirdi. Süfyan ve Ebû Harun şöyie dediler: Resûlullah'ın sallallâhu aleyhi ve sellem  üzerinde iki gömîek vardı. Abduliah İbn Übey'in oğlu ona: "Ey Allah'ın Resulü! Babama, senin teninin dokunduğu gömleği giy­dir" dedi. Süfyan dedi ki: Hz. Peygamber'in Abdullah'a gömleği vermesi, (onun daha önce yaptığı bir iyiliğe) karşılık idi.

1351- Cabir radıyaiiâhu anh şöyle dedi: Uhud savaşına çıkılacağı gün babam beni geceden çağırdı ve şöyle dedi: "Öyle zannediyorum ki ben Allah Resûlü'nün sallallâhu aleyhi ve sellem  ashabı içinde ilk olarak öldürülecekler arasında olacağım. Benim, Resûlullah'm canı dışında geride bıraktığım en değerli varlık sensin. Benim borcum var, onu öde. Kız kardeşlerine iyi davran."

Sabah oldu. (Gerçekten de babam) savaşta ilk öldürülenler arasında idi. Onunla birlikte kabre bir kişi daha konuldu. Sonra babamı başka bîri ile mezara koymaya gönlüm elvermedi. Aradan altı ay geçtikten sonra babamı (başka bir kabire koymak üzere) kabrinden çıkardım. Bir de baktım ki kulağı dışında neredeyse vücudunun tamamı koyduğum günkü gibiydi.[72]

1352- Câbir radıyaiiâhu anh şöyle dedi: (Uhud savaşında) babamla birlikte kabre bir adam daha konuldu. Benim içim rahat etmediğinden babamı kabrinden çıkardım, tek başına bir kabre koydum.

 

Açıklama

 

Buhârî konu başlığını bu şekilde koymakla, ölüyü kabirden çıkarmayı mutlak olarak haram sayan veya bir sebeple caiz görüp başka bir sebeple caiz görmeyenleri (örneğin yıkanmadan ve namazı kılınmadan gömülmüş olması durumu vb. gibi) reddetmektedir.

Câbir'den rivayet edilen İlk hadis, ölü için bereketin artması gibi ona ilişkin bir maslahat sebebiyle kabrinin açılmasının caiz olduğuna delildir.

Câbir'den rivayet edilen ikinci hadis, hayatta olan kişiye ilişkin bir durum sebebiyle ölünün kabrinin açıklamasının caiz olduğuna delildir. Çünkü bir Ölünün başka bir ölü İle birlikte gömülmüş olmasının ölüye bir zararı yoktur. Câbİr bunu "gönlüm elvermedi / içim rahat etmedi" İfadesi ile dile getirmiştir.

Buhârî'nîn konu başlığındaki "lahit" İfadesi de bu şekilde yorumlanır. Çünkü Câbir'in babası lahitteydi.

Hadiste bahsedilen Abbas, Hz. Peygamber'in amcası Abbas İbn Abdülmuttalib'tir.

Süfyan'ın sözü muttasıl olarak Buhârî'de Cihad bölümünde, "esirleri giydirmek" konusunda, Abdullah İbn Muhammed aracılığıyla rivayet edilmiştir. Oradaki rivayette şöyle denilmektedir: "Bedir savaşı bittikten sonra esirler getirildi. Esirlar arasında (Hz. Peygamber'in amcası) Abbas da vardı. Abbas'ın üzerinde elbisesi yoktu. Onun ölçüsüne uyan Abdullah İbn Übey'in bir elbisesini buldular. Hz. Peygamber sallallâhu aleyhi «e sellem  bu elbiseyi Abbas'a giydirdi. İşte Hz. Peygamber  Abdullah   İbn   Übey'e   giydirdiği   gömleği   buna   karşılık   olarak el-Müstedrek adlı eserinde Vâkıdî'den, Câbir'in babasının "Zannediyorum ki" diye başlayan sözündeki zarının sebebinin gördüğü bir rüya olduğunu söylemiştir. Câbir'in babası rüyasında Bedir'de şehit olan Mübeşşir İbn Abdülmünzir'İ gördü. Bu zat ona "Bugünlerde sen de bizim yanımıza geleceksin" dedi. Câbir'in babası bunu Hz. Peygamber'e sallallâhu aleyhi ue sellem  anlatınca Hz. Peygamber sallallâhu aleyhi ve setiem "Bu, şehitliktir" dedi.

İbnü's-Seken'de yer alan Ebû Nadre'nin Câbir'den rivayetine göre babası ona şöyle dedi: "Ben kendimi ölüme arz edeceğim...."

İbnü't-Tîn şöyle dedi: Câbir'in babası bu sözü, kendi niyetini açıklamak için söylemişti. O "Hz. Peygamber'in ashabından ilk öldürüleceklerden biri olacağım" sözü ile ashaptan başkalarının da öldürüleceğini ifade etti. Bu sözle, Hz. Peygamber'in, sallallâhu aleyhi ve sellem  ashabının bir kısmının öldürüleceğine dair verdiği habere işaret etmiştir.

Câbir'in babasının yukarıdaki sözde ifade edilen borcunun miktarı ve Câbir'in kız kardeşlerinin sayısı ileride gelecektir.[73]

Câbir'in babası İle birlikte gömülen kişi, Amr İbn Cemûh İbn Yezîd İbn Haram el-Ensârî'dir. Bu zât, Câbir'in babasının arkadaşı ve kız kardeşi Hind binti Amr'ın da kocası idi.

Taberânî, sahih bir senetle Muhammed İbnü'l-Münkedir aracılığıyla Câbir'den; babasının Uhud savaşında şehit edildiğini, sonra da kendisine müsle yapıldığını, burnunun ve kulaklarının parçalandığını söylemiştir. Bu hadisin aslı Müslim'dedir. Bu rivayet ile yukarıdaki hadis çelişmez. Çünkü bu rivayetten müşriklerin onun kulaklarının bir bölümünü kestikleri, tümünü kesmedikleri

 

Cabir in Babasının Kıssasından Çıkan Bazı Sonuçlar

 

1. Çocukların,   özellikle   de   ölümlerinden   sonra,   ana-babalarına   iyilik yapmaya İrşad edilmesi,

2. Bunu sağlamak için, çocukların ana-babalar nezdindeki değerinin onlara İfade edilmesi,

3. Abdullah'ın (Câbir'in babasının) güçlü imana sahip olması. Çünkü o geride bıraktığı  en  değerli  şey  olarak  çocuğundan  önce  Hz.   Peygamber'i zikretmiştir.

4. Durumun Abdullah'ın dediği gibi çıkması onun kerametini gösterir. Kabirde altı ay kadar bir zaman kaldığı halde cesedinin çürümemesi de onun kerametidir. Anlaşıldığı kadarıyla bu şehitlik makamı sebebiyledir.

Bu hadis Câbir'in üstünlüğünü de gösterir. Çünkü o babasının ölümünden sonra, onun kendisine vasiyet ettiği şekilde onun borcunu ödemiştir.

 

78. Kabirde Lahit Yapmak Ve Kabri Yarmak (Şakk)

 

1353- Câbİr İbn Abdullah mdıyaiiâhu anh şöyle demiştir: Hz. Peygamber sallallâhu aleyhi ve sellem  Uhud savaşında şehit olan ikişer kişiyi bir araya getirerek "Bunların hangisi Kur'âriı daha çok öğrenmiştir?" diye sorardı. Kendisine bunlardan biri Kur'ân'ı daha çok bilirdi diye gösterildiğinde onun Iahde önce konulmasını istemiş ve şöyle buyurmuştur: "Ben kıyamet günü bunlara şahidim."

Hz. Peygamber sallallâhu aleyhi ve sellem  onların kanları ile gömülmesini emretmiş, onları yıkattırmamıştır.

 

79. Çocuk Müslüman Olduktan Sonra Ölürse Onun Cenaze Namazı Kılınır Mı? Çocuğa Müslüman Olması Teklif Edilir Mi?

 

Hasan, Şüreyh, İbrahim, Katâde şöyle demiştir; Ana-babadan biri Müslü­man olursa, çocuk Müslüman olan ile birliktedir.

İbn Abbas radıyaiiâhu anh annesi İle birlikte müstezaflardan (Mekke'de zayıf düşürülmüşlerden) idi. Babası ile birlikte kavminin dinine mensup değil idi. O şöyle demiştir: "İslam üstündür, ona üstün gelinmez."

1354- Abdullah Ibn Ömer radıyaiiâhu anh şöyle demiştir:

Ömer, Hz. Peygamber saibiiâhu aleyhi ve sellem  ile birlikte bir topluluk içinde Ibn Sayyâd'ın yanına gitti. Onu, Meni Megâle kabilesinin kasrı yanında çocuklarla oynarken buldular. Ibn Sayyâd o sıra ergenliğe yaklaşmıştı. Hz. Peygamber sallallâhu aleyhi ve sellem  onun yanma gelip de kendisine hafifçe vuruncaya kadar O'nun geldiğini fark etmedi.

Hz. Peygamber, sallallâhu aleyhi ve sellem  İbn Sayyâd'a: "Sen benim Allah'ın resulü olduğuma şahitlik ediyor musun?'1 diye sordu.

İbn Sayyâd ona baktı ve şöyle dedi: "Şahitlik ederim ki sen ümmîlerin resulüsün."

Daha sonra İbn Sayyâd Hz. Peygamber'e saUaiiâhu aleyhi ve sellem : "Sen, benim Allah'ın resulü olduğuma şahitlik eder misin?" diye sordu.

Resûlullah (Müslüman olmasından ümidi kesip) onun sorusuna cevap vermeden şöyle dedi: "Ben Allah'a ve resullerine iman ettim."

Allah Resulü ona sordu: "Sen rüyanda neler görüyorsun bakalım?"

İbn Sayyâd: "Bana (rüyamda) doğru haberler de yalan haberler de gelir"

Bunun üzerine Hz. Peygamber: sallallâhu aleyhi ve sellem  "İş senin için karıştırılmış :nin sana durumu karmaşık gösteriyor)" dedi daha sonra şöyle buyurdu: bir şey tuttum, haydi bunu bil."

İbn Sayyâd: "O duh'tur (dumandır)" dedi.

Hz. Peygamber: sallallâhu aleyhi ve sellem  "Yıkıl git. Sen haddini tecavüz edemez-sin" buyurdu.

Ömer radıyallâhu anh: "Ey Allah'ın Resulü! Bırak da boynunu vurayım" dedi. •

Hz. Peygamber sallallâhu aleyhi ve sellem : "(Bırak) Şayet o deccal ise sen ona bir §eyyapamazsın. Deccal değil ise onu öldürmende senin için bir hayır yoktur.[74]

 1355- Salim, İbn Ömer'den şunları duyduğunu söyledi:

Bu olaydan sonra Resûîullah sallallâhu aleyhi ve sellem  ve Übey İbn Kâ'b, İbn Say­yâd'ın bulunduğu hurma bahçesine gittiler. Hz. Peygamber sallallâhu aleyhi ve sellem  İbn Sayyâd kendisini görmediği halde onun ne söylediğini dinleyerek onu gafil avlamak istiyordu. Hz. Peygamber sallallâhu aleyhi ve sellem  onun kadifeden elbisesi içinde yan yatmış olduğunu gördü. Bu sırada bir hurma ağacının arkasına giz­lenmiş olan İbn Sayyâd'm annesi ResûluUah'ı sallallâhu akyhi ve sellem  gördü ve İbn Sayyâd'a "Ey Safi (Bu İbn Sayyâd'm ismidir) işte Muhammed" dedi. Bunun üze­rine İbn Sayyâd sıçradı. Hz. Peygamber sallallâhu aleyhi w sellem  "Şu kadın bıraksaydı (onu uyandırmasaydı) İbn Sayyâd'm hali bize onun ne olduğunu açıklardı" de­miştir. [75]

1356- Enes radyaiiâhu anh şöyle demiştir:

Hz. Peygamber'e saüaiiâhu aleyhi ve sellem  hizmet eden Yahudi bir çocuk vardı. Bu çocuk hastalandı. Hz. Peygamber sallallâhu aleyhi ve sellem  onu ziyaret etti, başucunda oturdu. Çocuğa "Müslüman ol" dedi. Çocuk yanında duran babasına baktı. Babası ona "Ebû Kâsım'a itaat et" dedi. Bunun üzerine çocuk Müslüman oldu. Hz. Peygamber sallallâhu aleyhi ve sellem  çocuğun yanından çıktı ve şöyle dedi: "Onu ateşten (cehennemden) kurtaran Allah'a hamd olsun.[76]

1357- İbn Abbas radıyaiiâhu anh şöyle demiştir: Ben ve annem müstezatlar­dan [77] idik. Ben çocuklardan, annem ise kadınlardan (müstezaflardan) idi.[78]

1358- İbn Şihâb şöyle demiştir:

Ölen çocuk zina mahsulü de olsa onun namazı kılınır. Çünkü çocuk İslâm fıtratı üzerine doğmuştur. Ana-babası, yahut yalnızca babası Müslüman olduğunu iddia ederse, annesi Müslüman olmasa bile, çocuk ağlıyarak doğmuş ise namazı kılınır. Doğum sırasında ağlamayan çocuk, düşük olduğu için onun namazı kılınmaz.

Ebû Hüreyre Hz. Peygamber'den aleyhi ve sellem  şunu aktarırdı:

"Doğan her çocuk (İslâm) fıtrat üzerine doğar. Daha sonra (şayet ana-babası Müslüman değilse) ana-babası onu Yahudi, Hristiyan veya Mecûsî (ateşperest) yapar. Nitekim her hayvanın yavrusu organları tam ohrak doğar. Hiç yavrunun burnunda, kulağında eksik bir şey görüyor musunuz?"

Daha sonra Ebû Hüreyre şu âyeti okumuştur: "Yüzünü hanif olarak (şirkten uzak olarak) dine döndür. Allah'ın fıtratına, ki O insanları bu fıtrat üzerine yaratmıştır.[79]

1359- Ebû Hüreyre radıyallâhu anh, Resûlullah'ın şöyle buyurduğunu söyledi:

"Doğan her çocuk fıtrat üzerine doğar. Sonra ana-babası onu Yahudi, Hristiyan veya Mecûsî yapar. Nitekim her hayvanın yavrusu, organları tam olarak doğar. Hiç yavrunun burnunda, kulağında eksik, kesik bir şey görüyor musunuz?"

Daha sonra Ebû Hüreyre şu âyeti okumuştur: "Yüzünü hanif olarak (şirkten uzak olarak) dine döndür. Allah'ın fıtratına, O ki insanları bu fıtrat üzerine yaratmıştır. Allah'ın yaratmasında bir değişiklik yoktur. İşte dosdoğru din budur."

 

Açıklama

 

Bu konu başlığı, çocuğun Müslüman olmasının geçerli olduğunu göstermek için konulmuştur. Bu konu daha sonra açıklayacağımız üzere ihtilaflı bir konudur.

Hadis, müşriğin hizmet için kullanılabileceğini, hasta olduğunda ziyaret edilebileceğini göstermektedir.

Hadiste ahde vefa, küçük çocuğa hizmet ettirme ve küçüğe Müslümanlığı teklif etme bulunmaktadır. Şayet çocuğun Müslüman olması geçerli olmasaydı, Hz. Peygamber sallallâhu aleyhi w sellem ona Müslüman olmasını teklif etmezdi. Hz. Peygamberin "Onu ateşten kurtaran Allah'a hamd olsun" İfadesi çocuğun Müslüman olmasının geçerli olduğunu göstermektedir. Yine bu hadis, inkarcılığın (ve imanın) manasını kavrayan bir çocuğun İnkarcı olarak ölmesi halinde azap göreceğini göstermektedir.[80]

Ibn Abdilber şöyle demiştir: Katâde dışında hiç kimse "zinadan doğan çocuğun cenaze namazı kılınmaz" dememiştir.

 

Çocuğun Cenaze Namazı Kılınır mı?

 

Çocuğun cenaze namazının kılınıp kıhnmaması konusunda ihtilaf edilmiştir. Saîd Ibn Cübeyr "Ergenliğe ulaşmadıkça çocuğun cenaze namazı kılınmaz" de­miştir. Diğer bir görüşe göre "Çocuk namaz kılacak çağa gelmeden ölmüşse cenaze namazı kılınmaz." Çoğunluk ise "Düşük bile olsa, doğarken ses çıkaran çocuğun cenaze namazı kılınır" demişlerdir.

 

80. Müşrik İn Ölürken  La İlahe İllallah Demesi

 

1360- Saîd İbnü'i-Müseyyeb babasından şunu aktarmıştır: Ebû Talib'in ölümü yaklaştığında Resûlullah sallallâhu aleyhi ve sellem onun yanma geİdi. Ebû Cehl Jbn Hişâm, Abdullah İbn Ebû Ümeyye İbnü'l-Muğîre'nin orada olduğunu gördü.

Resûlullah sallallâhu aleyhi ve sellem Ebû Tâlib'e: "Amca! Lâ ilahe illallah de. Bu kelimeyi söyle ki onun sayesinde senin için Allah katında şahit (şefaatçi) olayım" dedi.

Ebû Cehl ve Abdullah İbn Ebû Ümeyye: "Ey Ebû Tâlib! Abdülmuttalib'in dininden yüz mü çeviriyorsun?" dediler.

Resûlullah saiiaiıshu aleyhi ve sellem  amcasına bu kelimeyi söylemesini teklif ettikçe pılar da söyledikleri sözü tekrarladılar.

Sonunda Ebû Tâlib onlara son olarak şunu söyledi: "O (yani ben) Abdül-huttalib'İn dini üzere" dedi ve "Lâ ilahe illallah" demekten sakındı.

Resûlullah sallallâhu aleyhi ve sellem : "Vallahi, bana yasaklanmadığı sürece ben enin için istiğfar edeceğim" dedi. Bunun üzerine Yüce Allah onunla ilgili olarak u âyeti indirdi: "Peygamber ve iman edenlerin, kendi akrabalan bile olsa lüşrikler için istiğfar etmeleri uygun değildir.[81]

 

Açıklama

 

Zeyn İbnü'l-Müneyyir şöyle demiştir: Konu başlığında müşrikin kelime-i ^vhidi söylemesi halinde ne olacağı zikredilmemiştir. Çünkü Hz. Peygamber'in âhu aleyhi ve sellem  amcasına söylediği "Lâ ilahe illallah de. Bu kelimeyi söyle ki nun sayesinde senin için Allah katında şahit (şefaatçi) olayım" sözü farklı nlaşılmaya müsaittir. Çünkü bu ona özgü olabilir. Çünkü bir başkası, öleceğini ssin olarak anladığı anda bu sözü söylese bunun kendisine bir yararı olmaz, 'iğer bir ihtimale göre ise Buhârî'nin bunu zikretme meşin in nedeni, buna vâkıf lan kişinin bunun düşünmeyi ve ayırım yapmayı gerektiren bir durum Iduğunu anlamasıdır. Mutemed olan ihtimal de budur. Daha sonra Buhârî, bû Tâlib'in ölümü esnasında yaşanan olayı Saîd İbnü'l-Müseyyeb aracılığıyla abasından rivayet etmiştir. Bu konuda ayrıntılı açıklama "Berâe sûresinin :fsiri"nde gelecektir.[82]

 

81. Kabrin Üzerine Yaş Dal Konulması

 

Büreyde el-Eslemî, kabrinin üzerine iki yaş dal konulmasını vasiyet etti.

İbn Ömer, Abdurrahman'ın kabri üzerinde bir çadır gördü ve (orada bulu­nan birine) "Ey genç bunu kaldır! Onu gölgeleyecek olan yalnızca amelidir" dedi.

Hârice İbn Zeyd şeyle dedi: Hz. Osman zamanında biz genç iken en hızlı sıçrayanımız, Osman İbn Maz'un'un kabrini zıplayarak geçerdi.

Osman İbn Hakîm şöyle dedi: Hârice elimden tutarak beni bir kabrin üzerine oturttu ve amcası Yezîd İbn Sâbit'in şöyle dediğini söyledi: Kendisine bu hareket yapılan kişi açısından bu mekruh görülmüştür.

Nâfİ' şöyle dedi: İbn Ömer radıyaiiâhu anh kabirlerin üzerine otururdu.

1361-   İbn   AbbaS   radıyaiiâhu   anh   ŞÖyle    Hz.    Peygamber   sallallâhu   aleyhi   ve   sellem  Medine'deki (veya Mekke'deki) bahçelerden birine uğradı. Kabirlerinde azap gören iki insanın sesini duydu. Bunun üzerine şöyle buyurdu:'7/cisi azap görüyorlar, (Kendilerince) büyük bir günah sebebiyle azap görmüyorlar. Oysa ki bu büyük bir günahtır. Birisi idrarından sakınmazdı. Diğeri ise insanlar arasında laf getirip götürürdü (koğuculuk yapardı)."

Sonra bir dal İstedi. Dalı ikiye ayırarak her birinin kabrinin başına bir parça­sını koydu.

Ona: "Ey Allah'ın Resulü bunu niçin yaptın" diye soruidu.

O sallallâhu aleyhi ve sellem  şöyle buyurdu: "Umulur ki bu dallar kurumadıkça onların azabı hafifletilir."

 

Açıklama

 

Anlaşıldığı kadarıyla Büreyde, bu hadislerde ifade edilen şeyi söz konusu iki kişiye özgü görmediğinden kendi kabrine de böyle yapılmasını vasiyet etmiştir.

İbn Reşîd şöyle demiştir: Buhârî'nin tasarrufundan anlaşıldığı kadarıyla o, bu durumu yalnızca söz konusu iki kişiye özgü görüyordu. Bu sebeple İbn Ömer'in "Onu yalnızca yaptığı ameller gölgeler" sözünü getirmiştir.[83]

Hârice, Zeyd İbn Sâbit'in oğlu olup, tabiînin güvenilir âlimlerinden birisidir. Medine'de "fukahâ-i seb'a" (yedi fakih) diye meşhur olan yedi kişiden birisidir.

Bu hadis, kabirleri yerden yükseltmenin caiz olduğunu gösterir.

İbnü'l-Müneyyir el-Haşiye isimli eserinde şöyle demiştir: Buhârî, kabirdekile-re yalnızca salih amellerinin yarar sağlayacağını anlatmak istemiştir. Kabrin binasını yükseltmek, kabir üzerine oturmak vb. fiiller şekil açısından bir zarar vermemekle birlikte, örneğin kabre oturanların dinen zararlı bir şey konuşmaları durumunda bu zararlıdır. Buharî kabre yaş dal dikmenin hükmünü belirtmemiş, yalnızca Büreyde'nin sözünü nakletmiştir ki bu söz, kabre yaş dal dikmenin meşru olduğunu çağrıştırmaktadır. Daha sonra İbn Ömer'in sözünü nakletmiştir ki bu da kabre konulan şeyin ölüye bir yararının olmayacağını hissettirmektedir. Yararı olacak olan şey yalnızca kişinin işlediği salih ameldir. Bu iki rivayet görünürde çeliştiğinden Buhârî, kabre dal dikmenin hükmünü açıklamamıştır.

Hz. Peygamber'in sallallhu aleyhi ve sellem  tasarrufundan, dalın kabre dikilmesi görüşü ağır basmaktadır. İbn Ömer'in sözü ile iigili hususa da şu sekide cevap verilir: Kabrin üzerine dal dikmenin aksine, çadır yapılmasının ölüye bir yararı bulunduğuna dair bir hadis söz konusu değildir. Bazı âlimler "Bu özel bir durumdur. Allah'ın, ölülerin durumuna muttali kıldığı kimselere özgüdür" demişlerse de dal dikmenin meşruiyeti Hz. Peygamber'in sallallâhu aleyhi ve sellem  fiili ile sabit olmuştur.

 

Kabir Üzerine Oturmanın Hükmü

 

Kabir üzerine oturma konusundaki sahabe sözlerine gelince; İbn Ömer'in "Onu yalnızca yaptığı ameller gölgelendirir" sözündeki genel ifadesinin kapsamına şu husus girmektedir: Öiüyü yüceltmek için de yapılmış olsa kabrin üzerine çadır koymanın ölüye bir yararı olmadığı gibi, ölüyü küçük düşürmek için de yapılmış olsa kabrin üzerine oturmanın ölüye bir zararı yoktur.

Nafi'in "İbn Ömer kabirlerin üzerine otururdu" şeklinde belirttiği hususu Tahâvî, Bükeyr İbn Abdullah İbnü'1-Eşec yoluyla Nâfi'den rivayet etmiştir.

Bu, İbn Ebî Şeybe'nin sahih senetle İbn Ömer'den rivayet ettiği "Benim için kızgın taşa basmam, kabre basmamdan daha sevimlidir" sözü ile çelişmez. Aslında bu konu ihtilaflı hususlardan biridir. Bu konuda Müslim, Ebû Mersed el-Ganevî'den merfû olarak şunu rivayet etmiştir: "Kabirlere oturmayın ve onlara yönelerek namaz kılmayın."

Nevevî şöyle demiştir: "Çoğunluğa göre oturmaktan kasıt, bildiğimiz anlamda oturmaktır. Mâlik oturmaktan kastın oralara tuvalet yapmak olduğunu söylemiştir. Bu zayıf yahut batıl bir yorumdur."

Bu ifade, yorumun yalnızca Mâlik'e ait olduğunu hissettirmektedir. Yine İbnü'l-Cevzî'nin şu sözü de bunu hissettirir: "Fakihlerin çoğunluğu, Mâlik hariç, bunun mekruh olduğu görüşünü benimsemiştir."

Nevevî el-Mühezzeb"m şerhinde {el-Mecmu') Ebû Hanife'nin görüşünün çoğunluk ile aynı olduğunu söylemişse de bu böyle değildir. Aksine Ebû Hanife ve öğrencilerinin görüşü Tahâvî'nin naklettiğine göre imam Mâlik'in görüşü gibidir. Tahâvî buna delil olarak İbn Ömer'in yukarıdaki sözünü zikretmiştir. Hz. Ali'den bunun bir benzerini, Zeyd İbn Sâbit'ten de merfu olarak şunu rivayet etmiştir: "Hz. Peygamber sallallâhu aleyhi ve seüem yalnızca küçük ve büyük tuvalet yapmak için kabirlere oturmayı yasaklamıştır." Bu hadisin senedinde yer alan râvîler güvenilir kimselerdir.

Çoğunluğun görüşünü Ahmed İbn Hanbel'in, Amr İbn Hazm el-Ensarfden rivayet ettiği şu merfu hadis güçlendirmektedir: "Kabirlerin üzerine oturmayın" Bu hadisin senedi sahihtir. Buna göre oturmaktan kasdedilen bildiğimiz anlamda oturmaktır.

İbn Hazm, yukarıdaki yorumu şu gerekçe ile reddetmiştir: Müslim'de Ebû Hüreyre'den rivayet edilen hadisin ibaresi şöyledir: "Sizden birinin ateş üzerine oturup elbisesinin yanması ve ateşin derisine ulaşması...." İbn Hazm şöyle demiştir: Tuvalet yapmak için elbisesi üzerine oturan bir kimse bilmiyoruz. Bu, oturmanın, bildiğimiz anlamda oturma olduğunu gösterir.

İbn Battal şöyle demiştir: Yukarıdaki yorum, doğruya uzaktır. Çünkü kabre tuvalet yapmak, mekruh olmaktan çok daha çirkin bir davranıştır. Mekruh olan, yalnızca bildiğimiz şekilde oturmaktır.[84]

 

82. Muhaddisin (Hadis Âliminin) Kabirde Vaaz Vermesi, Arkadaşlarının Onun Etrafında Oturması

 

1362- Hz. Ali radıyaiiâhu anh şöyle demiştir:

Baki'ü-garkad'da [85] bir cenazedeydik. Hz. Peygamber saibiiâhu aleyhi ve sellem ya­nımıza gelerek oturdu, biz de onun etrafına oturduk. Elinde bir âsâ vardı. Başını eğdi, âsâsıyla yere vurmaya başladı. Sonra şöyle buyurdu: "Sizin hepinizin ue can taşıyan tüm insanlann cennetteki ve cehennemdeki mekanı yazılmıştır (takdir edilmiştir). Kimin bedbaht ve kimin bahtiyar olduğu da takdir edilmiştir."

Bir adam: "Ey Allah'ın Resulü! Ailah'm bizim İçin takdir ettiği şeye güvene­rek ameli bırakamaz mıyız? Bizden (Allah'ın takdirine göre) bahtiyarlardan olan kimse, zaten (Allah'ın takdiri sebebiyle) bahtiyar kimselerin amelini işler. İçimizden (Allah'ın takdirine göre) bedbaht olan kimse de bedbaht kimselerin amelini işler" dedi.

Hz. Peygamber sallallâhu aleyhi ve sellem : "Bahtiyar kimselere bahtiyarların ameli kolaylaştmhr, bedbaht kimselere ise bedbahtların ameli kolaylaştınhf dedi. Daha sonra şu âyetieri okudu: "Kim (Allah yolunda) verir ve (Allah'a karşı gelmekten) sakınır, en güzeli (kelime-i tevhidi) tasdik ederse biz ona en kolay olanını (cennete gitmeyi) kolaylaştırırız. Kim de cimrilik eder, kendini müstağni sayar ve en güzeli de yalanlarsa biz de ona en zor olanı (cehenneme gitmeyi) kolaylaştırırız.[86]

 

Açıklama

 

Buhârî konu başlığını bu şekilde koymakla bîr anlamda kabirde oturmanın farklı durumlarına işaret etmektedir. Şayet bu hayatta olan veya ölen kişinin maslahatı için olursa mekruh olmaz. Kabre oturma ile İlgili yasak, buna aykırı olana yorulur.

Zeyn İbnü'l-Müneyyir şöyle demiştir: Bu âyetlerin bu başlık altında verilme­sinin sebebi, kabirde oturan kişinin insanlan amele yönlendirmek amacıyla, kabre gitmenin ve mahşerin yakın olduğunu söyleyerek uyarmasının uygun olduğuna İşaret etmektir.

Buhârî, daha..sonra Hz. Ali'den rivayet edilen merfu hadise yer vermiştir.

 

83. Kendi Canına Kıyan (İntihar Eden) Kişinin Durumu

 

1363- Sabit İbn Dahhâk Hz. Peygamber'den sallallâhu aleyhi ve sellem  şunu rivayet etmiştir:

"Bilerek yalan yere İslâm'dan başka bir millet (din) üzerine [87] yemin eden kişi dediği gibi olur. Keskin bir âletle kendisini öldüren kimse de cehennem ateşinde o âletle azap görür.[88]

1364- Hasan-ı Basrî şöyie demiştir: Cündeb bize bu mescitte Hz. Peygamber'den hadis rivayet etti. Ne biz bunu unuttuk, ne de Cündeb'in Hz. Peygamber'in sallallâhu aleyhi ve sellem  ağzından yalan uyduracağından korkarız. Hz. Peygamber sallallâhu aleyhi ve sellem  şöyle buyurdu: "Bir adamın yarası vardı. Adam kendini öldürdü. Allah: Kulum acele etti (sabretmedi), ben de cenneti ona haram kıldım, dedi.[89]

1365- Ebû Hüreyre radıyaiiâhu anh, Hz. Peygamber'den sallallâhu aleyhi ve sellem  şunu rivayet etmiştir: "(Bu dünyada) kendini boğan, ateşte de kendini boğacak. Dün­yada kendini yaralayan, ateşte de yaralayacak.[90]

 

Açıklama

 

İbn Reşîd şöyle demiştir: Konu başlığı ile kastedilen "cana kıyan kişinin hükmüMür. İçinde zikredilen hadislerde kasdedilen ise "kendi canına kıyan kişinin hükmü"dür. Bu, konu başlığından daha dar kapsamlıdır. Ancak Buharı, başkasını öldüren kişinin hükmünün, intihar edenden daha ötede olması sebebiyle bunu ona ilhak etmiştir. Çünkü intihar eden kişi, kendisinden başkasına haksızlık yapmamış olduğu halde onun hakkında şiddetli bir tehdit söz konusu olduğuna göre, başkasının canına kıymak suretiyle ona haksızlık yapan kimse hakkında haydi haydi tehdit söz konusu olur.

İbnü'l-Müneyyir el-Hâşiye isimli eserinde şöyle demiştir: Buhârî'nin âdeti, bir konuya başlık bulmada tereddüt ettiğinde buna mübhem bir başlık koymak suretiyle konunun içtihada açık olduğunu belirtmektir. Mâlik'ten rivayet edildiğine göre intihar eden kişinin tevbesi kabul edilmez. Bu, onun cenaze namazının kıhnmamasmı gerektirir. Bu, Buhârî'nin görüşü ile aynıdır.

Ben (İbn Hacer) derim ki: Buhârî bununla Sünen yazarlarının Câbir İbn Semure'den rivayet ettiği şu hadise işaret etmiş olabilir; Hz. Peygamber'e sallallâhu aleyhi ve sellem  kendisini oku ile öldürmüş bir adam getirildi. Hz. Peygamber sallallâhu aleyhi ve sellem  onun namazını kılmadı.

Nesaînin rivayeti şöyledir: "Ben onun namazını kılmam."

Ancak bu hadisler Buhârî'nin şartlarına uymadığı için Buhârî buna konu başlığı ile îmada bulunmuştur. "Kendisini yaralayan kimse ateşte de kendisini yaralar" ifadesi şuna delil getirilmiştir: Allah'ın kendisini öldüren kişiye verdiği bu cezaya uymak suretiyle, katil nasıl öldürmüşse kendisine kısas o şekilde uygula­nır. Ancak böyle bir delil getirme yöntemi zayıftır.[91]

 

84. Münafıkların Cenaze Namazının Kılınması Ve Müşrikler İçin İstiğfarda Bulunulmasının Kerih Görülmesi

 

İbn Ömer bunu Hz. Peygamber'den saudiâhu aleyhi ve sellem  rivayet etmiştir.

1366- Ömer İbnü'l-Hattab radıyaiiâhu anh şöyle demiştir: Abdullah İbn Übey îbn Selûl ölünce, cenaze namazını kılması için Hz. Peygamber sallallâhu aleyhi ve sellem  çağırıldı. Resûlullah sallallâhu aleyhi ve sellem cenaze namazını kılmaya gitmek üzere kalktığında ben sıçrayarak dedim ki: "Ey Allah'ın Resulü! İbn Übey'in namazını kılacak mısın? O falan falan zamanlarda şöyle şöyle söylemedi mi?" (Böyle di­yerek onun söylediği sözleri sayıyordum). Resûlullah sallallâhu aleyhi ve sellem tebessüm ederek şöyle buyurdu: "Geri dur (yolumu aç) ey Ömer."

Ben, konuşmayı daha da uzatınca Hz. Peygamber sallallâhu aleyhi ve sellem : "Bana bu konuda seçme hakkı verildi, ben de seçimde bulundum, [92] Bilsem ki yetmiş­ten fazla istiğfar ettiğimde affedilecek, yetmişten fazla istiğfar ederdim" buyurdu.

Resûlullah sallallâhu aleyhi ve sellem cenaze namazını kılıp gitti. Aradan az bir za­man geçti ki Berâet (Tevbe) süresindeki şu iki âyet İndirildi: "Onlardan ölen hiç­bir kimsenin namazını asla kılma, kabrinin basıda da durma. Çünkü onlar Allah'ı ue Resûlü'nü inkâr ettiler vefâsık olarak öldüler."

(Hz. Ömer dedi ki:) Daha sonra ben o gün Resûlullah'a karşı bu şekilde cü­retkar davranmama şaşırdım, Allah ve Resulü en İyisini bilir.[93]

 

Açıklama

 

Zeyn İbnü'l-Müneyyir şöyle demiştir: Buhârî, istiğfarın yasaklanmasının, na­maz kıîma şeklinde gerçekleşen İbadete yönelik değil, bunun hak etmeyenlere karşı yapılmasından kaynaklandığını göstermek üzere konu başlığını bu şekilde koymuştur. İbadet bir açıdan taat, bir açıdan günah olabilir.

 

85. İnsanların Ölüyü Övmesi

 

1367- Enes İbn Mâlik rad.yaiiâhu anh şöyle demiştir; Bir cenaze ile karşılaş­tık/yanımızdan geçti onu hayırla yâd ettik. Bunun üzerine Hz. Peygamber saiiaiıahu aleyhi ve sellem  "Vacip (gerekli) oldu" buyurdu. Daha sonra bir başka cenazeye rast geldik, onun kötülüklerinden bahsedildi. Bunun üzerine Hz. Peygamber sallallâhu aleyhi ve sellem  yine "Vacip oldu" buyurdu. Ömer İbnü'l-Hattab: "Ne vacip oldu?" dîye sordu. Hz. Peygamber sallallâhu aleyhi ve sellem  şöyle buyurdu: "Şunu hayırla yâd ettiniz, cennet onun için vacip oldu. Şunu da şer ile yâd ettiniz, onun için de ateş (cehennem) vacip oldu. Siz Allah'ın yeryüzündeki şahitlerisiniz.[94]

1368- Ebu'l-Esved şöyle dedi: Medine'ye geldim. Orada kötü bir hastalık yayılmıştı. (İnsanlar ölüyorlardı). Ömer İbnü'l-Hattab'm yanma oturdum. Yanımızdan bir cenaze geçti, cenaze hayırla yâd edildi. Bunun üzerine Hz. Ömer "Vacip oldu" dedi. Daha sonra bir başka cenaze daha geçti, cenaze hayırla yâd edildi. Ömer yine "Vacip oldu" dedi. Sonra üçüncü bir cenaze geçti, sahibi kötü olarak anıldı, Ömer yine "Vacip oldu" dedi.

(Ebu'l-Esved şöyle dedi): Ömer'e şöyle dedim: "Ey müminlerin emiri! Ne vacip oldu?."

Ömer şöyle dedi: "Ben Hz. Peygamber'in sallallâhu aleyhi ve sellem  şu sözünde ol­duğu gibi dedim: "Dört kişinin hayırla andığı her Müslümanı Allah cennete ko­yar. Biz: 'Ya üç kişi anarsa?' dedik. Hz. Peygamber sallallâhu aleyhi ve sellem  'Üç kişi de öyledir' buyurdu. Biz: Ya iki kişi?' dedik. Hz. Peygamber sallallâhu aleyh, ve sellem  '/ki kişi de öyledir' buyurdu. Artık bir kişiyi sormadık.[95]

 

Açıklama

 

Bu konuda insanların ölüyü övmelerinin meşruiyeti ve mutlak olarak caiz olduğu anlatılmaktadır. Hayatta olan kişiyi övmek ise böyle değildir. Bu övme yüceltme boyutuna vardığında, övülen kişinin kendini beğenmesi ihtimali sebebiyle yasaklanmıştır. Bunları Zeyn İbnü'l-Müneyyir kaydeder.

Nadr İbn Enes'in babasından, onun da Hâkim'den yaptığı rivayet şöyledir: Hz. Peygamber'in saiiaiıshu aleyhi ve sellem  yanında oturuyordum. Bir cenaze geçti. Hz. Peygamber: "Bu cenaze kimindir?" diye sordu. Oradakiler: "Falan kabileden falan kişinin cenazesidir. O kişi Allah ve Resûlü'nü sever, Allah'a itaat eder ve bu yolda çalışırdı" dediler. Kötü bir şekilde andıkları kişi hakkında da bunun zıddı şeyler söylediler. Bu hadis, yukarıdaki hadiste ifade edilen hayır ve şerle anılmanın ne olduğunu açıklamaktadır. Yine Hâkim, Câbir'den şunu rivayet etmiştir: "...Bazıları: 'Ne güzel adamdı. İffetli bir Müslümandı' dediler", yine bu rivayette "Bazıları: Ne kötü adamdı! Çünkü kaba-saba konuşurdu" dediler.

Hz. Peygamber'in saüaiiâhu aleyhi ve sellem  sözü, hayır sahibi için cennetin, kötülük işleyen için cehennemin vacip olduğunu göstermektedir. Buradaki vacip ile kasdedilen o şeyin sabit olmasıdır. Çünkü bu, gerçekleşmesinin sıhhati bakımından vacip olan şey gibidir. Aslında Allah üzerine hiçbir şey vacip olmaz. Sevap vermek tamamen onun lütfü, cezalandırmak adaletidir. O, yaptıklarından sorguya çekilemez.

Bu hadis şu görüşü reddetmektedir: "Hadiste ifade edilen durum yalnızca buradaki iki ölüye özgüdür. Çünkü onların cennetlik ve cehennemlik olmaları gaybî bir konudur. Hz. Peygamber sallallâhu aleyhi ve sellem  Allah'ın bildirmesi ile bunu bilmiştir. Hz. Peygamber burada yalnızca Allah'ın kendisine bildirdiği hükmü haber vermiştir."

Hz. Peygamber'in sallallâhu aleyhi ve sellem  "Siz yeryüzünde Allah'ın şahitlerisiniz" sözü ile sahabeye ve iman konusunda onlarla aynı nitelikte olanlara seslenümiş-tir. İbnü't-Tîn "Bu, sahabeye özgüdür, çünkü diğer insanların aksine onlar hik­metle konuşur" görüşünü naklettikten sonra şöyle demiştir: "Doğrusu bu, güvenilir ve muttaki olan kimselere özgüdür." Nevevî şöyle demiştir: "Öyle anlaşılıyor ki sahabenin kötü bir şekilde andığı kişi münafıklardandı."

Ben (İbn Hacer) derim ki: Ahmed İbn Hanbel'in, sahih bir senetle Ebû Katâde'den rivayet ettiği şu hadis de bu sonuca götürmektedir: "Sahabenin kötü bir şekilde yâd ettiği kişinin namazı kılınmadı, diğer kişinin namazı kılındı."

Buhârî bunu, şahitlik konusunda yeterli olan en az miktarın iki kişi olduğu­na delil getirmiştir. Bu konu Şahitlikler böümünde tekrar ele alınacaktır.[96]

Dâvûdî şöyle demiştir: Bu konuda dikkate alınacak olan, fazilet ve doğruluk ehli kimselerdir, fasıklar değil. Çünkü fasıklar kendileri gibi olan bir kimseyi öve­bilirler. Ölüyle arasında düşmanlık olan kişilerin sözleri de dikkate alınmaz. Çün­kü düşmanın şahitliği kabul edilmez.

 

Hadisten Çıkan Sonuçlar

 

Hadiste bu ümmetin fazileti ve zahire göre hüküm verme hususu bulunmak­tadır. Tîbî el-Misbâh'm bazı sarihlerinden şunu nakletmiştir: "Siz yeryüzünde Allah'ın şahitlerisiniz" sözünün anlamı, "Bir kimse hakkında Müslümanlar ne derse o olur, cenneti hak eden bir kimse hakkında onların sözüne göre bu kişi­nin cehennemlik olabileceği veya bunun aksi olabilir" şeklinde değildir. Bu şu anlama gelir: Müslümanların hayırlı gördükleri bir kimseyi hayırla yâd etmeleri, o kişinin cennetlik olduğuna, aksi durum da o kişinin cehennemlik olduğuna bir alâmettir. Tîbî bu görüşü eleştirerek şöyle demiştir: Hz. Peygamber'in sallallâhu aleyhi vesdiem sahabenin Övgüsü üzerine 'Vacip oldu" demesi, uygun bir vasıftan sonra söylenmiş bir hükümdür, dolayısıyla illet olduğu izlenimini vermektedir. Yine "Siz yeryüzünde Allah'ın şahitlerisiniz" sözünün anlamı da böyledir. Çünkü bu­radaki izafe şereflendirme içindir. Çünkü onlar Allah katında üstün bir mertebe­dedirler. Bu, şahitliklerini edâ etmiş olan ümmeti, şahitlikten sonra tezkiye etmek gibidir. Dolayısıyla bunun bir etkisinin olması gerekir. "İşte böylece sizi vasat bir ümmet kıldık [97] âyeti de buna işaret etmektedir.

Nevevî şöyle demiştir: Bazıları hadisin şu anlama geldiğini söyler: "Erdemli kimselerin hayırla yâd ettiği kimse, şayet bu yâd etme gerçeğe uygunsa cennet­liktir. Şayet gerçeğe uygun değilse cennetlik değildir. Aksi durum da böyledir." Doğru olan, hadisten anlaşılan genel İfadenin esas alınmasıdır. Müslümanlardan biri ölüp de Allah'ın topluma onu hayırla yâd etmeyi ilham ettiği kimse hakkın­daki bu övgü, onun fiilleri bunu gerektirsin yahut gerektirmesin cennetlik oldu­ğuna delildir. Çünkü ameller Allah'ın takdîrine bağlıdır. Bu ilham, amelleri tayin etmede delildir. İşte Müslümanların ölen bir kimseyi hayırla yâd etmesinin işlevi bu şekilde ortaya çıkar.

Nevevî'nin bu söylediği hayırla yetd etme konusunda açık olarak anlaşılan bir durumdur. Ahmed İbn Hanbel, İbn Hibban ve Hâkim'in, Hammâd ibn Se­leme aracılığıyla Sabit İbn Enes'ten merfu olarak rivayet ettikleri şu hadis de bunu güçlendirmektedir:

"Vefat eden bir Müslümam en yakın dört komşusu hayırla yâd eder ve onun hakkında hayırdan başka bir şey bilmediklerini söylerlerse Allah şöyle der; Sizin sözünüzü kabul ettim ve onun sizin bilmediğiniz (günahlarını da) bağışladım."

Kötü bir şekilde anmaya gelince; hadislerin zahiri durumun yine bu şekilde olduğunu göstermektedir. Ancak bu, kötülüğü iyiliğinden fazla olan kimse, hakkında gerçekleşir. Enes'İn hadisinin sonundaki Nadr'ın ilk rivayetinde şöyle denilmektedir: "Allah'ın, kişideki hayır ve şer hakkında insanların dili ile konuşan melekleri vardır."

Bu hadis, kişideki hayır ve şerri zikretmenin caiz olduğuna, bunun gıybet sayilmadığına delil olarak getirilmiştir.

Yine bu hadis, istifaza (insanlar arasında yayılma) yoluyla gerçekleşen şahitliğin kabulü ve bunun en azının ise iki kişi olduğu konusunda bir asıldır.

 

86. Kabir Azabı

 

Bu konuda şu âyetler vardır: "Zâlimleri, ölümün sıkıntıları içinde, meleklerin ellerini uzatarak: Ruhlarınızı çıkarın. Bugün zillet azabıyla cezalandırılacaksınız... derken bir görsen.[98]

"Onlara iki kere azap edeceğiz. Sonra onlar büyük bir azaba döndürülecek­ler.[99]

"Firavun hanedanını kötü bir azap kuşattı. Ateştir o. Onlar sabah akşam ona arz olunurlar. Kıyametin kopacağı günde: Firavun hanedanını azabın en şiddetlisine sokun (denilecek). [100]

1369- Berâ İbn Âzib radıyaiiâhu anh Hz. Peygamber'den sallallâhu aleyhi ve sellem  şunu rivayet etmiştir:

"Mümin kabrinde oturtulduğunda kendisi getirilir (kendisine iki melek gelir ve onu sorguya çekerler). Daha sonra Allah'tan başka ilah olmadığına ve Muhammed'in Allah'ın Resulü olduğuna şahitlik eder. Bu Yüce Allah'ın şu sözüdür: "Allah, iman edenleri o sabit söz üzerinde daim kılar."

Şu'be şöyle demiştir: "Allah iman edenlere sebat verir." âyeti kabir azabı hakkında indirilmiştir.[101]

1370- İbn Ömer mdjyatiâhu anh şöyle demiştir: Hz. Peygamber sallallâhu aleyhi ve sellem  Bedir'de çukura atılan müşriklerin cesetlerine bakarak şöyle buyurdu; "Rabbiniz'in size uad ettiğini hak olarak buldunuz değil mi?" Hz. Peygamber'e sallallâhu aleyhi ve sellem :   "Ölülere    hitap ediyorsun?"  diye Soruldu.   O sallallâhu aleyhi ve sellem : "Onlar şu anda beni sizlerden daha iyi işitiyorlar. Ancak cevap veremiyor­lar.[102] buyurdu.

1371- Hz. Âi§e radıyaiiâhu anh şöyle demiştir: Hz. Peygamber Bedir'de öldürü­lenler hakkında yalnızca şöyle buyurmuştur: "Onlar şu anda benim daha önce söylediklerimin hak olduklarını biliyorlar."

(Hz. Aİşe buna ek olarak dedi ki): Yüce Allah "sen ölülere işittiremezsin" buyuruyor.[103]

1372- Hz. Aişe radıyaiiâhu anhâ şöyle demiştir: Bir Yahudi kadın kendisinin yanma gelip kabir azabından bahsetti ve "Allah seni kabir azabından korusun" dedi. Hz. Aişe radıyaiiâhu anhâ Resûlullah'a sallallâhu aleyhi ve sellem  kabir azabı hakkında sordu. O sallallâhu aleyhi ve sellem  şöyle buyurdu: "Evet. Kabir azabı vardır."

(Hz. Âişe radıyaiiâhu anhâ dedi ki): "Resûlullah'ı sallallâhu aleyhi ve sellem  bundan sonra ne zaman namaz kılarken görsem, mutlaka kabir azabından Allah'a sığınmıştır." Gunder şunu da rivayet etmiştir: "Kabir azabı haktır."

1373- Urve İbn Zübeyir, annesi ve aynı zamanda Hz. Ebû Bekir'in kızı Esma'nın şöyle dediğini rivayet etmiştir: Resûlullah sallallâhu aleyhi ve sellem  hutbe okumak üzere kalktı ve kişinin kabrinde mübtela olacağı kabir azabından jahsetti. Hz. Peygamber sallallâhu aleyhi ve sellem  bunu zikredince Müslümanlar cundan dolayı endişe duydular.

1374-  Enes  ibn  mâük  radıyallâhu anh   resûiuiıah'in  sallallâhu aleyhi ve selem uyurduğunu rivayet etmiştir: "Kul kabre konulup da arkadaş ve pakını geri önüp gittiklerinde -ki ölü, bunlar yürürken ayakkabılarının seslerini işitir- ona i melek (Münker ve Nekir) gelerek onu oturturlar.

Melekler: 'Şu Muhammed saihiiâhu aleyhi ue sellem  denilen kimse hakkında ne ersin?' derler.

Adam: 'Ben onun Allah'ın kulu ve Resulü olduğuna şahitlik ederim' der.

Melekler: Ateşteki (cehennemdeki) yerine bak. Allah onun yerine sana mnetten bir makam verdi' derler. Kişi her iki makamı da görür."

(Hadisin burasında Katâde şöyle dedi: Bize aktarıldığına göre mümin kişinin ıbri genişletilir. Katâde daha sonra Enes'in hadisinin devamını şu şekilde rtardı):

"Kâfire -yahut münafığa- gelince o: 'Bilmiyorum, ben insanların dediği gibi idim' der. Ona: "Anlamaz ol! Okuduğun veya dinlediğinden yararlanamayasın.'" derler.[104] Sonra demirden bir topuzla iki kulağı arasına vurulur. Öyle bir bağırır ki onun bu feryadını insan ve cinden başka o ölüye yakın olan her şey işitir.

 

Açıklama

 

Buhârî konu başlığında kabir azabının yalnızca ruha mı, yoksa ruh ile birlik­te bedene mi yapılacağına temas etmemiştir. Bu konuda kelamcilar arasında meşhur bir görüş ayrılığı bulunmaktadır. Buhârî, kabul ettiği deliller bu ikisinden birini kesin olarak belirtmediği için görüş belirtmemiş, bu konuda hüküm ver­meye kalkışmamış, yalnızca kabir azabının varlığını belirtmekle yetinmiştir.

"Zâlimleri, ölümün sıkıntıları içinde, meleklerin ellerini uzatarak: Ruhlarınızı çıkann. Bugün zillet azabıyla cezalandırılacaksınız... derken bir görsen": Bu âyette söz edilen durum Ölüm sırasında yaşanacaktır. Meleklerin ellerini uzatma­sı demek, ölen kişilerin yüzlerine ve sırtlarına vurmalarıdır. Kıtal (Muhammed) süresindeki şu âyetler de buna şahitlik etmektedir: "Melekler onların yüzlerine ve sırtlanna vurarak canlarını aldığında onların hali nasıl olacak!. [105] Ayette sözü edilen azap her ne kadar defin Öncesinde meleklerin can alması sırasında olsa bile bu, kıyamet öncesinde gerçekleşecek azap kapsamındadır. Bu azabın ço­ğunluğu kabirde gerçekleştiği için buna "kabir azabı" denilmiştir. Aynca ölüler çoğunlukla kabre konulur. Kâfirler ve Allah'ın azap etmeyi dilediği isyankâr kim­seler kabre gömülmemiş olsalar da Allah onlara azap eder. Ancak bu azap Al­lah'ın diledikleri dışındakilerden gizlenmiştir.

"Onlara iki kere azap edeceğiz. Sonra onlar büyük bir azaba döndürüle­cekler [106] âyetine gelince; Taberî, İbn Ebî Hatim ve Evsat adlı eserinde Tabe-rânî, Süddî, Ebû Mâlik, İbn Abbas yolu ile şunu rivayet etmişlerdir: "Resûlullah sallallâhu aleyhi ve sellem bir Cuma günü hutbede 'Ey falanca dışan çık. Sen münafıksın' buyurdu... Allah münafıkları rezil etti." Bu ilk azaptır, ikinci azap ise kabir aza­bıdır.

"Firavun hanedanını kötü bir azap kuşattı. Ateştir o. Onlar sabah akşam ona arz olunurlar. Kıyametin kopacağı günde: Firavun hanedanını azabın en şid­detlisine sokun (denilecek).[107] Kurtubî şöyle der: Çoğunluk bu ateşe arz edil­menin berzahta (kabirde) olacağı görüşünü kabul etmiştir. Bu, kabir azabını isbat konusunda bir delildir. Diğer bazıları şöyle demiştir: Bu âyette her iki dünya­ya ait azap açık bir şekilde belirtilmiştir. Ancak bu âyet kabir azabını yalnızca kâfirlere özgü görenler aleyhinde değil, kabir azabını mutlak olarak inkâr edenler aleyhinde bir delildir. Bu hadis, ruhların cesetleri terk etmelerinden sonra da baki olduğuna delil getirilmiştir. Ehl-i sünnetin görüşü budur.

İik ayet ruh ile cesedin aynı şey olduğuna delil getirilmiştir. Çünkü âyette "Nefislerinizi çıkarın" denilmiştir, bundan kasıt ruhlardır. Bu, meşhur bir mesele olup bu konuda pek çok görüş bulunmaktadır. "Sana ruh hakkında soruyorlar [108] âyetinin tefsirinde bu konuya işaret edilecektir.[109]

Hadisin ikinci rivayetinde "Allah iman edenleri o sabit söz üzerinde daim kılar" âyeti kabir azabı hakkında indirilmiştir denilmektedir. Bunu Zâzân Ebû Ömer, Berâ'dan uzun bir metinle ve açık bir şekilde rivayet etmiştir. Sünen yazarları bunu rivayet etmişler, Ebû Avâne ve diğer hadis bilginleri bunun sahih olduğunu söylemişlerdir. Bu hadisin tamamı şöyledir:

Resûlullah sallallâhu aleyhi ve sdiem ile birlikte ensardan bir adamın cenazesine katıldık. Kabre geldik. Cenaze lahde konulduğunda Hz. Peygamber saiiaiı&hu aleyhi ve sellem  oturdu, biz de etrafına oturduk. Başımızın üzerinde kuş varmış gibi (sessizce) oturuyorduk. Hz. Peygamber'in elinde bir âsâ vardı, bununla toprağı eşeliyordu. Hz. Peygamber başını kaldırarak şöyle buyurdu:

"Kabir azabından Allah'a sığının (Bunu iki yahut üç kere tekrarladı). Ölünün yakınları kabirden ayrılırken ölü onların ayakkabılarının seslerini işitir. Bu sırada İki melek gelerek onu oturturlar ve ona:

'Rabbin kim?' diye sorarlar.

O 'Rabbim Allah'tır' der.

Melekler:' Dinin ne?' diye sorarlar,

Ölü 'Dinim İslam'dır' der.

Melekler: 'İçinizden gönderilen şu adam kimdir?1 diye sorarlar.

Ölü: 'O, Allah'ın Resulüdür' der.

Melekler: 'Nereden biliyorsun?' diye sorarlar.

Ölü: 'Allah'ın kitabını okudum, ona iman ettim ve tasdik ettim' der.

İşte bu Yüce Allah'ın "Allah iman edenleri o sabit söz üzerinde daim kılar" âyetidir.

Kâfirin   ruhu  da  cesedine  iade  edilir.   Kendisine  iki  melek gelip  onu oturturlar ve ona:

Rabbin kim?' diye sorarlar.

O: 'Ha, ha, bilmiyorum' der.. [110]

Hz. Aişe'nin "Hz. Peygamber Bedir'de öldürülenler hakkında yalnızca 'Onlar şu anda benim daha önce söylediklerimin hak olduklannı biliyorlar' demiştir" sözü, İbn Ömer'den aktarılan rivayete yönelik bir reddir. Çoğunluk ise, İbn Ömer'in rivayetine uygun olan diğer rivayetler sebebiyle Hz. Aişe'nin görüşüne muhalefet edip İbn Ömer'in rivayetini kabul etmişlerdir. Hz. Aişe'nin "Sen ölülere işittiremezsin [111] âyetini delil getirmesi hakkında da şöyle demişlerdir: Ayetin anlamı "Onlara fayda verecek şekilde işittiremezsin" veya "Allah dilemedikçe işittiremezsin" demektir. Çoğunluğun görüşüne uygun olan sahih hadisler de vardır. Bunlardan biri şudur: "Kabre konulan kişi kabirden aynlan yakınlarının ayak seslerini işitir", "Kabrin kendisini sıkmasından dolayı kaburgaları birbirine geçer", "Kabirdekine demirden topuzla vurulduğunda onun sesi işitilir", "Kabirdekinin iki kulağı arasına vurulur", "Melekler onu oturtur"...Bu hadislerin tümü bedene ait özelliklerden bahsetmektedir.

Uyarı: Buhârî'nİn İbn Ömer hadisini ve onunla çelişen Hz. Aişe hadisini "kabir azabı" başlığı altında vermesinin sebebi şudur: Bedir kuyusuna atılan müşrik cesedlerinin Hz. Peygamber'in sesini duydukları ve Hz. Peygamber'in onları kınadığı sabit olduğuna göre, onların söylenen sözü işitme duyulan ile idrak edip, diğer duyular ile azabın elemini hissetmelerinin de mümkün olduğunu gösterir. Hatta bunu bizzat hissederler.

Bu iki hadis ve diğer hadislerin uzlaştığı nokta ile iîgili olarak Buhârî şuna işaret etmektedir: İbn Ömer hadisinde yer alan Hz. Peygamber'in Bedir kuyusundaki müşrik cesetleri ile konuşması, onların sorguya çekildiği sırada olmuştur. Bu sırada ruh cesede iade edilmiştir. Diğer hadislerden ise sorguya çekilen kâfirin azap göreceği anlaşılmaktadır. Hz. Aişe'nin ölülerin konuşmayı duyduğunu inkâr etmesi ise, sorguya çekilme zamanı dışında onlarla yapılan konuşmayı duymayacaklarındandır. Böylece (görünüşte çelişik) iki haber uzlaştırılmış olur. Bu açıklamadan, İbn Ömer hadisinin niçin bu konu başlığı altına konulmuş olduğu da anlaşılmaktadır.

Yahudi bir kadının Hz. Âişe'nin yanına gelip kabir azabından korunması için dua etmesi ile ilgili daha açık bir rivayet, İmam Ahmed İbn Hanbel'in Buhârî'nin şartlarına da uygun olarak Saîd İbn Amr İbn Saîd el-Ümevî aracılığıy­la Hz. Âişe'den rivayet ettiği şu hadistir:

Yahudi bir kadın Hz. Aişe'ye hizmet ediyordu. Hz. Âişe kadına ne zaman bir iyilik yapsa Yahudi kadın "Allah seni kabir azabından korusun" derdi. (Hz. Âişe dedi ki):

Hz. Peygamber'e dedim ki: 'Ey Allah'ın Resulü! Kabir azabı varmıdır?

Hz. Peygamber sallallâhu aleyhi ve sellem : "Yahudiler yalan söylemişler. Kıyamet gününden önce azap yoktur" buyurdu.

Sonra Allah'ın dilediği kadar bir süre geçti. Birgün Hz. Peygamber saiiaiıshu aleyhi ve seüem evinden, oldukça yüksek bir sesle şu şekilde bağırarak çıktı:

'Ey İnsanlar! Kabir azabından Allah'a sığının. Çünkü kabir azabı haktır.'"

Tüm bunlardan, Hz. Peygamberin sallallâhu aleyhi ve seikm kabir azabının hük­münü Medine devrinin sonlarına doğru öğrendiği anlaşılmaktadır.[112]

Kabir azabı ile ilgili olduğu söylenilen "Allah iman edenleri o sabit söz üze­rinde daim kılar [113] âyeti ile "Ateş, ona sabah akşam arz olunurlar [114] âyetlerinin Mekke'de indirilmiş olması bu görüş açısından bir problem gibi görülse de bu­nun cevabı şudur: Birinci âyetten mümin olmayanların kabir azabına uğrayacak­ları mefhum-i muhalefet yolu ile anlaşılır. Diğer âyetten ise Firavun hanedanı hakkında -kâfirler de aynı hükme tabî olsalar bile- azabın varlığı âyetin ifadesin­den doğrudan anlaşılır. Hz. Peygamber'in sallallâhu aleyhi ve sdiem başlangıçta reddet­tiği ise Allah'ın birliğini kabul edenlerin kabirde azap görmeleriydi. Daha sonra müminler içinden Allah'ın dilediği kişiler hakkında kabir azabının olacağını Hz. Peygamber sallallâhu aleyhi ve sellem  öğrendi, buna kesin olarak inandı, bundan sakın­dırdı ve ümmetine öğretmek ve yol göstermek için kabir azabından oldukça fazla Allah'a sığındı. Aradaki çelişki de bu şekilde ortadan kalkmış oldu.

''Ateşteki yerine bak" ifadesi Ebû Davud'un rivayetinde şu şekildedir:

"(Kabirde sorulan sorulara cevap veren mümine şöyle denilir): 'Bu senin cehennemdeki evin idi. Ancak Allah (c.c.) seni korudu, merhamet etti ve onu cennetten bir ev ile değiştirdi.' Bunu duyan ölü: 'Bırakın da aileme gidip müjde vereyim der.' Ona, 'sus' denilir."

Ahmed İbn Hanbel'in Ebû Said'den rivayet ettiği hadiste ise "Rabbini inkâr etseydin, cehenemde gideceğin ev bu idi" denilir.

Yukarıda zikrettiğimiz Berâ hadisinin devamında şöyle denilmektedir:

Semadan bir münâdî şöyle bağırır: 'Kulum doğru söyledi. Ona cennetten bir hah döşeyin, cennetten bir kapı açın, cennetten bir elbise giydirin.' Ona cen­netin rüzgârından ve kokusundan gelir. Kabri, göz alabildiğine genişletilir."

İbn Hıbbân, Ebû Hüreyre'den diğer bir rivayette fazladan şunları rivayet etmiştir: "Onun gıpta ve mutluluğu artar. Derisi ilk haline geri döner, ruhu cen­net ağacında duran bir kuş olur.[115]

Kâfirin kabirde sorguya çekileceğini ifade eden hadisler, pek çok sahih yol­dan rivayet edildiği gibi aynı zamanda merfu olduğu için kabul edilmeye daha layıktır.

Mümeyyiz olmayan küçüğün sorguya çekilip çekilmeyeceği konusunda farklı görüşler bulunmaktadır. Kurtubî et-Tezkire adlı eserinde onun da sorguya çekileceğini belirtmiştir. Hanefîler'den nakledilen görüş de budur. Şâfiîler'den pek çoğu ise küçüğün sorguya çekilmeyeceğini söylemiştir. Bu yüzden onlar "Çocuğa telkinde bulunulması müstehap değildir" demişlerdir. Peygamber'in sorguya çekilip çekilmemesi konusunda da ihtilaf edilmiştir. Meleğe gelince bu konuda bir şey zikredilip edilmediğini bilmiyorum. Öyle görünüyor ki melekler sorguya çekilmez. Çünkü sorguya çekilme, İmtihana tabî olanlar hakkında ge­çerlidir.

İbn Abdilberr ilk görüşe (yani kâfirlerin kabirde sorguya çekilmeyeceği görü­şüne) meylederek şöyle demiştir: Haberler, kabir sorgusunun ehl-i kıble hakkın­da geçerli olacağını göstermektedir. İnkar eden kâfire gelince ona dini sorulmaz.

İbnü'l-Kayyim Kitâbu'r-rûh adlı eserinde bunu eleştirerek şöyle demiştir: Ki­tap ve sünnette, kabir sorgusunun hem kâfir hem de Müslüman hakkında olaca­ğına dair delil bulunmaktadır. Yüce Aliah şöyle buyurmuştur: "Allah iman edeneri, dünya hayatında ve ahirette o sabit söz üzerinde daim kılar. Allah zalimleri se saptırır.[116]

Mühelleb şöyle demiştir: "Ölüye yakın olanlar işitir" ifadesinde kasdedilenler ilüyü sorgulamayı üstlenen meleklerdir.

Bunu meleklere özgü kılmasının bir delili yoktur. Çünkü hayvanların da bu-ıu işiteceği sahih olarak rivayet edilmiştir. Berâ'nın hadisinde "Doğu ile batı ırasındakiler bunu işitir" denilmiştir. Ahmed İbn Hanbel'in eserinde yer alan Ebû iaid hadisinde "İnsan ve cinler dışında Allah'ın bütün mahlûkâtı bunu işitir." eklinde ifâde edilmiştir. Buna hayvan ve cansızlarda dahildir. Ancak cansizlann >u kapsamdan çıkarılması mümkündür. Bezzâz'da yer alan Ebû Hüreyre'nin şu adisi bunu desteklemektedir: 'İnsan ve cin dışında bütün canlılar işitir." İnsan e cine birlikte "sekaleyn" denilmektedir. Bunun sebebi onların yeryüzü üzerinde gıdıklarının olması sebebiyledir.

Mühelleb şöyle demiştir: Allah'ın cinlere ölünün "Beni kabre bir an önce ötürün" sözünü İşittirdiği halde, ona azap edildiği sırada çıkardığı sesi i ittirmemesin İn sebebi şudur: Ölünün defnedilmeden önceki sesi dünya ükümlerine, kabirde eızap gördüğü sırada çıkardığı ses ise âhiret hükümlerine işkindir. Allah âhirete ilişkin durumları mükelleflerden, onları hayatta bırakma ıaksadıyla gizlemiştir.

 

Hadislerden Çıkan Bazı Sonuçlar

 

Konuya ilişkin hadislerden çıkan sonuçlardan bir kısmı şöyledir:

1- Kabir azabı vardır.

2- Bu azap hem kâfirler hakkında hem de Allah'ın birliğini kabul edenlerden Uah'ın dilediği kimseler hakkında söz konusu olacaktır.

3- Kabir sorgusu herkese mi uygulanacak? Bu konu daha önce geçmişti.

Kabir sorgusu bu ümmete mi özgüdür, yoksa önceki ümmetlere de uygulan-mıdır? Hadislerden ilk anda kabir sorgusunun yalnızca bu ümmet hakkında çerli olduğu anlaşılmaktadır. Hakîm et-Tirmizî de bunu kabul ederek şöyle »mistir: Önceki ümmetlere peygamberler gelir, peygamberlere itaat ederlerse Lrtuluşa ererler, itaat etmezlerse peygamberler onları terk eder, onlara derhal lap edilirdi. Allah Hz. Muhammed'i sallallâhu aleyhi ve sellem  âlemlere rahmet olarak inderdiğinde insanlardan (dünyada) azabı kaldırdı. İçinde inkarcılığı gizlese bi-dışından Müslüman olduğunu söyleyen kişinin Müslümanlığını (dünyada) ka­il etti. Onlar öldüklerinde Allah onları sorguya çekmek için kabirde iki melek görevlendirdi. Böylece iç yüzleri dışa çıkmakta, kötü iyiden ayrılmakta, Allah iman edenleri kelime-i tevhid üzerinde sabit kılmakta, zalimleri ise saptırmaktadır.

Zeyd İbn Sâbit'ten rivayet edilen şu merfu hadis de bunu desteklemektedir: "Bu ümmet, kabrinde imtihan edilecektir" Bu hadisi Müslim rivayet etmiştir.

 

87. Kabir Azabından (Allah'a) Sığınmak

 

1375- Ebû Eyyûb radıyaiiâhu anh şöyle demiştir:

Hz.Peygamber sallallâhu aleyhi ve sellem  güneş batınca evinden çıktı ve bir ses duy­du. Bunun üzerine şöyle buyurdu: "Bunlar kabirlerinde azap gören Yahudilerdir:

1376- Ukbe şöyle dedi: Hâlid İbn Saîd İbnü'l-Âs'ın kızı bana Hz. Peygam-ber'in saitaiiâhu aleyhi ve sellem  kabir azabından sığındığını işittiğini söyledi.[117]

1377-  Ebü   Hüreyre   rad.yallâhu anh,   Hz.   Peygamber'İn   sallallâhu aleyhi ve sellem şekilde dua ettiğini söylemiştir:

"Aliahümme innî eûzu bike min azâbi'l-kabri ve min azâbi'n-nâri ve min \itneti'l-mahyâ ve'I-memâü ve min fitneti'l-mesîhi'd-deccâl."

(Allahım! Kabir azabından, ateş (cehennem) azabından, hayat ve ölümün htnelerinden ve Mesih deccâi'in fitnesinden sana sığınırım)

 

Açıklama

 

Hz. Peygamberin sallallâhu aleyhi ve sellem güneş battıktan sonra duyduğu ses bir örüşe göre azap meleklerinin, diğer bir görüşe göre azap gören Yahudilerin ahut vâkî olan azabın sesidir.

Yahudilerin, Yahudilikleri sebebiyle azap gördüğü sabit olunca, onların ışında müşriklerin azap göreceği de sabit olur. Çünkü şirk koşmak suretiyle nların içinde bulunduğu inkâr hali, Yahudilerin inkânndan daha şiddetlidir.

 

88. Gıybet Ve İdrar(Dan Sakınmama) Sebebiyle Kabir Azabı

 

1378- İbn AbbaS radıyallâhu anh  ŞÖyle dedi:  Hz.  Peygamber sallallâhu aleyhi ve sellem

kabre uğradı ve şöyle buyurdu: "Şunlar (bu kabirlerde yatanlar) azap rüyorlar. (Kendilerine göre) büyük bir günahtan dolayı azap görmüyorlar, 'et (oysa bunlar büyük günahtır). Birisi insanlar arasında laf getirip götürürdü. jeri ise idrarından sakınmazdı."Hz. Peygamber saiyiâhu aleyhi w sellem yaş bir dal ırak bunu ikiye böldü, her birini bir kabre dikti ve şöyle buyurdu: "Bunlar rumadıkça umulur ki onların azabı hafifletilir,"

 

Açıklama

 

Zeyn İbnü'l-Müneyyİr şöyle demiştir: Konu başlığında yalnızca iki durumun zikredilmesinin sebebi bunların önemini vurgulamak olup, bu iki durum dışında hükmün bulunmadığını belirtmek değildir. Buna göre kabir azabı yalnızca bu iki duruma özgü değildir. Ancak başlıkta yalnızca bunlarla yetinilmesi, söz konusu fiillerin diğer fiillerden daha çok azaba sebep olduğunu hissettirmektedir. Sünen yazarlan Ebû Hüreyre'den şu hadisi rivayet etmişlerdir: "İdrardan sakının. Çünkü kabir azabının çoğu ondandır."

 

89. Ölüye Gideceği Yer Sabah Akşam Gösterilir

 

1379- Abdullah İbn Ömer radiyaiiâhu anh, Resûlullah'ın sdiaiiâhu aleyhi ve sellem  şöyle buyurduğunu söylemiştir: "Sizden biri ölünce gideceği yer kendisine sabah akşam gösterilir. Şayet ölen kişi cennetlik ise cennetteki yeri, cehennemlik ise cehennemdeki yeri gösterilir ve kendisine: 'Allah seni kıyamet gününde yeniden diriltinceye kadar bu senin kalacağın verdir' denir.[118]

 

Açıklama

 

İbnü't-Tîn şöyle demiştir: "Sabah akşam" ifadesi ile, kişiye makamının gös­terildiği bir sabah ve bir akşam kasdedilmiş olabilir. "Allah seni yeniden diriltin­ceye kadar" ifadesinin anlamı "yeniden diriltinceye kadar buna kavuşamazsın" demektir. Diğer bir ihtimal de "sabah akşam" ifadesinin her sabah ve akşamı kapsamasıdır. Bu, bunu idrak edebilmesi için ölünün bir bölümünün diriltilmesi şeklinde yorumlanır. Ölünün bir bölümünün veya bazı bölümlerinin diriltilerek ona hitap edilmesi ve gideceği yerin kendisine gösterilmesi imkansız değildir. İlk ihtimal iki konu önce geçen hadislere daha uygundur.

Kurtubî şöyle demiştir: Bu arzın yalnızca ruha olması mümkün olabileceği gibi, ruhla birlikte bedenin bir bölümüne olması da mümkündür. Bu, kâfir ve mümin hakkında açıkça anlaşılmaktadır. İyilik ve kötülüğü bulunan mümine gelince, onun hakkında da bu açıktır. Çünkü o da sonuç itibarıyla cennete gire­cektir. Bu hadiste ifade edilenler şehitlerin dışındakilere özgüdür. Çünkü şehitler diri olup ruhları cennette dolaşmaktadır. Şunu söylemek de mümkündür; "Şehit­lere, gidecekleri yerin gösterilmesi, onlar hakkında, ruhlarının bedenlerine bitişik olarak cennette kalmaya devam edeceklerine dair bir müjdedir. Çünkü bu müj­de, o anda sahip olduklarından daha öte bir durum içermektedir."

 

Hadisten Çıkan Sonuçlar

 

1- Bu hadis kabir azabının var olduğunu göstermektedir.

2- Bedenlerin yok olması ile ruhlar yok olmaz. Çünkü gidilecek yer, ancak hayatta olana gösterilir.

İbn Abdilberr şöyle demiştir: "Bu hadis, ruhların kabirlerdeki boşluklarda bulunduğuna delil olarak gösterilmiştir. Bana göre bu, ruhların kabirlerdeki boş­luklarda bulunabileceği anlamına gelir, ancak ruhların buraları terk edemeyeceği anlamına gelmez. Aksine Mâlik'in dediği gibi ruhlar dilediği yerde dolaşır.[119]

 

90. Ölünün, Kendi Cenazesinin Kabre Götürülmesi) Hakkında Konuşması

 

1380- Ebü Saîd el-Hudrî radıyaliâhu anh, resûlullah'in sallallâhu aleyhi ve sellem şöyle

buyurduğunu belirtmiştir: "Cenaze konulup da erkekler onu omuzlarında taşıdıklarında, şayet salih bir kimse ise 'Beni bir an önce götürün, beni bir an önce götürün' der. Şayet salih bir kimse değil ise 'Eyvah bana. Beni nereye götürüyorsunuz?' der. Onun sesini insan dışında her şey işitir. İnsan bunu işit-seydi bayılırdı."

 

91. Müslümanların (Ölen) Çocukları Hakkında Söylenenler

 

Ebû Hüreyre radıyaiiâhu anh Hz. Peygamber'den sallallâhu aleyhi ve sellem şunu rivayet etmiştir: "Ergenliğe ermemiş olan üç çocuğu ölen kimse için, bu çocuklar cehenneme karşı örtü olurlar (veya bu kişi cennete girer).1'

1381- Enes Ibn Mâlik radıyaiiâhu anh, Hz. Peygamber'in sallallâhu aleyhi ve sellem  şöyle buyurduğunu söylemiştir: "Müslümanlardan, ergenliğe ulaşmamış üç çocuğu ölen herkesi, Allah onlara (çocuklara) olan merhameti sebebiyle, cennete koyar."

1382- Berâ radıyaiiâhu anh şöyle demiştir: (Hz. Peygamber'in oğlu) İbrahim (a.s.) vefat ettiğinde Resûlullah sallallâhu aleyhi ve sellem  şöyle buyurdu: "Cennette onun sütannesi var.[120]

 

Açıklama

 

Zeyn İbnü'l-Müneyyir şöyle demiştir: Çocuklar, anne-babasının cehenneme girmesine perde oluyorsa, kendileri cehenneme hiç girmezler.

Nevevî şöyle demiştir: Müslüman âlimlerden görüşleri muteber olanlar, Müslümanların ölen çocuklarının cennetlik olduğunda İcma etmişlerdir. Bazıları Hz. Aişe radıyaiiâhu anh hadisi sebebiyle bu konuda tevakkuf etmiştir. Bu hadis de Müslim'in rivayet ettiği şu hadistir:

Ensardan bir çocuk öldü. Ben: "Ne mutlu ona! Ne bir kötülük işledi, ne de kötülük ona bulaştı" dedim.

Hz. Peygamber sallallâhu aleyhi w sellem  "Ya öyle değilse ey Aişe! Allah cennet için oraya girecek kimseler yaratmıştır" buyurdu.

Bu hadise şu şekilde cevap verilir: Hz. Peygamber sallallâhu aleyhi ve sellem , Hz. Aişe'nin delilsiz olarak bir meselede kesin hüküm vermesini yasaklamıştır, ya da bu sözü, Müslümanların çocuklarının cennetlik olduğu konusunda kendisine vahiy verilmediği bir sırada söylemiştir.

 

92. Müşriklerin Çocukları Hakkında Söylenenler

 

1383-   İbn  AbbaS  radıyaiiâhu anh  şöyle   dedi:   ResÛlullah'a  sallallâhu aleyhi -ve sellem

müşriklerin çocukları hakkında soru soruldu. O sallallâhu aleyhi ve sellem : "Allah onları yarattığında onların ne işleyeceklerini en iyi bilir" buyurdu. [121]

1384- Ebû Hüreyre radıyaiiâhu anh şöyle dedi: Hz. Peygamber'e sallallâhu aleyhi ve sellem  müşriklerin çocukları hakkında soru soruldu. O sallallâhu aleyhi ve sdism: "Allah onların ne işleyeceklerini en İyi bilir" buyurdu.[122]

1385- Ebû Hüreyre radıyaiiâhu anh şöyle dedi: Hz. Peygamber sallallâhu aleyhi ve sellem  şöyle buyurdu: "Her çocuk İslam fıtratı üzerine doğar. Sonra ana-babası onu Yahudi, Hristiyan yahut ateşperest yapar. Nitekim her hayvanın yavrusu organlan tam olarak doğar. Hiç yavrunun burnunda, kulağında eksik bir şey görüyor musunuz?

 

Açıklama

 

Alimler gerek eskiden gerekse yakın zamanlarda bu konuda farklı görüşler İleri sürmüşlerdir. Bu konulardaki görüşlerin bir kısmı şöyledir:

a. Müşriklerin çocuklarının durumu Allah'ın dilemesine bağlıdır. Bu görüş iki Hammâd (Hammâd İbn Süleyman, Hammâd İbn Seleme), İbnü'l-Mübârek ve İshak'tan rivayet edilmiştir. Beyhakî, el-Hikâd adlı kitabında Şafiî'den, kâfirlerin çocukları ile ilgili olarak bu görüşü rivayet etmiştir.

İbn Abdilberr ise şöyle der: "Mâlik'in söylediklerinden de bu sonuç çıkmak­tadır. Ona göre bu meselede açık bir nass yoktur. Ancak Mâlik'in öğrencileri Müslümanların çocuğunun cennette olduğunu, kâfirlerin çocuklarının durumu­nun ise Allah'ın dilemesine bağlı olduğunu ifade etmişlerdir. Bunun delili şu hadistir: "Allah onların (yaşamış olsalardı) ne amel edeceklerini en iyi bilendir."

b. Müşriklerin çocukları, ana babalarına bağlıdır. Buna göre Müslümanların çocukları .cennetlik, kâfirlerin çocukları ise cehennemliktir.

c. Onlar, cennet ile cehennem arasında bir berzahtadırlar. Çünkü onlar cennete gitmelerini gerektirecek İyilikler yapmadıkları gibi, cehenneme gitmele­rini gerektirecek kötülükler de yapmamışlardır.

d. Onlar cennetliklere hizmet edeceklerdir.  Bu konuda Ebû Dâvud et-Tayâlisî ve Ebû Ya'lâ Enes'ten zayıf bir hadis rivayet etmişlerdir.

e. Onlar toprak olacaklardır.

f. Onlar cehennemliktir. Bu görüşü Kadı lyaz, Ahmed İbn Hanbel'den riva­yet etmiştir. İbn Teymiye bu rivayeti hatalı bulmuş ve İmam Ahmed'in böyle bir görüşünün bulunmadığını, bunun onun bazı öğrencilerine ait olduğunu söyle­miştir.

g. Onlar âhiret gününde imtihan edileceklerdir. Onlar için bir ateş yükselti­lecek, bu ateşe girenler için ateş serinlik ve selâmet olacak, girmeyenlere ise azap edilecektir. Bunu Bezzâr rivayet etmiştir. Beyhakî el-Ptikâd adlı kitabında bunun doğru görüş olduğunu rivayet etmiştir. Bu görüşe şu eleştiri getirilmiştir: "Âhiret yükümlülük yeri değildir. Bu sebeple orada amel işleme ve imtihan söz konusu değildir." Bu eleştiriye şu cevap verilmiştir: "Bu, İnsanların cennet ve cehenneme gitmesinden sonradır. Ancak mahşer meydanında imtihanın olmasına bir engel yoktur. Nitekim Yüce Allah şöyle buyurmuştur: "O gün gerçek ortaya çıkacak. Secdeye davet edilecekler ancak, buna güç getiremeyeceklerdir [123]Sahihayn'da rivayet edildiğine göre insanlara secde etmeleri emredilecek, münafığın sırtı dümdüz kalacak, secde edemeyecektir.

h. Müşriklerin çocukları cennetliktir. Bu, "Bir Çocuğu ölen Kişinin Durumu" konusunda geçmişti. Nevevî şöyle demiştir: Muhakkik âlimlerin kabul ettiği ter­cihe şayan ve sahih görüş budur. Çünkü Yüce Allah: "Biz bir resul gönderme­dikçe azap edecek değiliz [124] buyurmuştur. Akıllı kişiye davet ulaşmadığında o bile sorumlu olmuyorsa, akıllı olmayan kimse hiç sorumlu olmaz. Diğer bir delil de bu konuda zikredilen Semûre hadisidir.

ı. Bu konuda tevakkuf edilir.

İ. Bu konuda görüş belirtilmez.

Son iki şık arasında ince bir fark vardır.

İbn Kuteybe şöyle demiştir: "Allah onların ne işleyeceklerini en iyi bilif ifadesi, eğer yaşasalardı neler işleyeceklerini bilir. Dolayısıyla siz bu konuda bir hüküm vermeyin, demektir.

Bir başkası İse şöyle demiştir: Bu İfade şu anlama gelir "Allah onların bir şey işlemeyeceğini bilir, bu sebeple onların bir şey işlemesi İçin onları dünyaya geri döndürmez" ya da Hz. Peygamber saibiiâhu aleyhi w sellem  bu İfade İle "var olmayan bir şeyin şayet var olsaydı nasıl olacağını Allah'ın bildiğini" söylemiştir. Bu şu âyete benzer: "(Cehennemlikler) dünyaya geri döndürülselerdi, daha Önce işledikleri kötülüklere geri dönerlerdi."

Her doğan çocuğun İslâm fıtratı üzerine doğup sonradan ana-babası tarafından Yahudi, Hristiyan veya Mecusi yapıldığını söyleyen hadis, her çocuğun böyle olmadığı, bazılarının Müslüman kaldıkları gerekçesiyle bazılarınca anlaşılamamıştır. Bunun cevabı şudur: Bu hadiste, inkarcılığın doğan çocuğun zatî bir özelliği ve tabiatının gereği olmadığı ifade edilmekte, bunun haricî bir sebeple gerçekleştiği belirtilmektedir. Çocuk bu haricî sebepten kurtulursa hak üzere devam eder. Bu, hadiste geçen "fıtrat" ifadesi konusundaki doğru anlayışı destekleyen bir yorumdur.

 

Fıtrat Nedir?

 

Selef hadiste yer alan "fıtrat" kelimesinin yorumu konusunda farklı görüşler ileri sürmüşlerdir.

En meşhur görüşe göre fıtrat, İslâm'dır. İbn Abdilberr bu konuda şöyle der: Selefin çoğunluğu tarafından bilinen görüş budur. Alimler "Allah'ın insanları yarattığı fıtrata [125] âyetindeki fıtrat sözcüğünün "İslam" anlamına geldiği konu­sunda icma etmiştir. Kurtubî de el-Müfhim adlı eserinde bu görüşe meylederek şöyle demiştir: "Bunun anlamı şudur: Allah insanların gözlerini ve kulaklarını görülen ve duyulan şeyleri kabule elverişli yarattığı gibi, kalplerini de hakkı ka­bule elverişli bir şekilde yaratmıştır. Kalpler bu kabul ve bu ehliyet üzere devam ettiği sürece hakkı ve hak din olan İslâm'ı İdrak eder. Hadisin devamı da bunu göstermektedir: "Nitekim her hayvanın yavrusu organları tam olarak doğar" Hayvanın yavrusu bu şekilde bırakılırsa kusurdan uzak olarak kalır. Ancak in­sanlar örneğin hayvanın kulağını kesmek vb. tasarruflarda bulunarak hayvanı asıl yaratıldığı şeklin dışına çıkarmaktadırlar. Bu, gerçek bir benzetme olup, ben­zetmenin yönü açıkça anlaşılmaktadır.

 

93 Bâb

 

1386- Semure İbn Cündeb şöyle demiştir: Hz. Peygamber sallallâhu aleyhi lir namazını kılınca bize karşı döner ve "Bu gece içinizden kim rüya gördü?" iye sorardı. Şayet rüya gören olmuşsa rüyasını anlatır, Hz. Peygamber de bu rüya hakkında Allah'ın dilediği şekilde yorum yapardı. Bir gün ize: 'İçinizden hiç kimse rüya gördü mü?" diye sordu. Biz: "Hayır" dedik.

Bunun üzerine Hz. Peygamber sallallâhu aleyhi ve sellem  şöyle buyurdu: "Ben ise gece rüyamda iki adam gördüm. Yanıma geldiler, elimden tutarak beni arz-ı  ukaddese'ye götürdüler. Bir de baktım ki orada birisi oturuyor, diğer bir adam

 ayakta duruyordu. Elinde demirden çatal bir kanca vardı. Ayaktaki adam bu ta/ kancayı oturanın ağzının sağ tarafına, kafasına kadar sokuyor ve ağzın bu smini parçalıyordu.  Sonra adam ağzın diğer tarafını da bu suretle tahrip buluyordu. Bu sırada ağzın sağ kısmı iyileşiyordu. Bu defa da bu tarafa dönüyor,

e kancayı sokup parçalıyordu. Ben:

Bu adam kimdir? Bu hal nedir? Dedim. Bana:

Yürü, yürü, dediler.

Birlikte ileri gittik. Arkaüstü yatmış bir adamın yanma geldik. Bunun tşucunda bir adam oturmuş, elinde yumruk büyüklüğünde bir taş. Bununla itan adamın başını parçalıyordu. Taşı başına her vurduğunda, taş yuvarlanıp hiyordu. O adam da arkasından taşı almaya koşuyordu. O dönüp gelmeden nun başı iyileşiyor, eski haline dönüyordu. Adam dönünce yine başına vurup fyordu. Ben:

Bu adam kimdir? Diye sordum. Bana:

Yürü, yürü, dediler.

İleri gittik. Fırın gibi altı geniş, üstü dar bir deliğe düştük. Bu deliğin altında \ş yanıyordu. Ateş alevlenip yükseldikçe içindeki insanlar da yükseliyor, hatta tikten çıkacak gibi oluyorlardı. Ateşin alevi sakinleşince aşağı dönüyorlardı. Irada çıplak erkekler ve kadınlar vardı. Ben:

Bunlar kimdir? Diye sordum. Bana:

Yürü, yürü, dediler.

Yürüdük. Bir de baldım ki kandan bir nehrin içinde ayakta bir adam dikiliyor. Bu nehrin kenarında da bir adam duruyordu. Önünde nar gibi yuvarlak taşlar bulunuyordu. Nehirdeki adam yüzerek sahile doğru gelip çıkmak isteyince sahildeki adam çenesine bir taş atıyor, nehirdekini eski yerine döndürüyordu. Çıkmak için sahile doğru gelmeye teşebbüs ettikçe sahildeki hemen çenesine taş atıyor, onu eski yerine döndürüyordu. Ben:

Bu nedir? Diye sordum. Bana:

Yürü, yürü, dediler.

Birlikte yürüdük. Yeşil bir bahçeye vardık. Bahçede büyük bir ağaç vardı. Bunun dibinde ihtiyar bir adamla birtakım çocuklar vardı. Bu ağaca yakın bir tarafta da, birisi önünde ateş yakmakla meşguldü. Sonra beni oradan çıkardılar ve ağaca tırmandırdılar. Beni eskisinden daha güzel ve kıymetli bir eve koydular. Burada ihtiyarlar ve gençler vardı. Ben:

Beni bu gece iyi gezdirdiniz. Şimdi bana gördüğüm şeyleri bildirin, dedim. Onlar:

Evet (anlatalım) dediler: Ağzının parçalandığını gördüğün kimse var ya! O bir yalancıydı. O dünyada daima yalan söylerdi. Bunun yaydığı yalanlar etrafa yayılırdı. İşte bu yalancıya kıyamet gününde bu şekilde azap edilecektir.

Başının ezildiğini gördüğün adam var ya! Allah buna Kur'ân öğretmiş, o ise (bu nimetin kıymetini bilmeyerek) bütün gece uyumuş, gündüz de Kur'ân'la amel etmemişti. Buna da kıyamet gününde bu şekilde azap edilecektir.

Delik içinde gördüğün çıplaklar var ya! Onlar zina eden bir gruptur. Nehirde gördüklerin de faiz yiyenlerdir. Ağacın dibindeki ihtiyar İbrahim (a.s.)dir. ibrahim'in etrafındaki çocuklar da insanların çocuklandır. O ateş yakan da Cehennem'in bekçisi "Mâlik"tir. Girdiğin birinci ev, bütün müminlerin köşküdür. İkinci gördüğün saray, şehitlerin sarayıdır, Ben Cebrail'im, bu da Mikâildir. Başını yukan kaldır.

Başımı kaldırdım, bir de ne göreyim. Yukarıda beyaz buluta benzer bir şey. Onlar: İşte bu senin makamındır, dediler. Ben: Bırakın da makamıma gireyim, dedim.

Onlar: Hayır. Daha senin tamamlamadığın ömrün vardır. Ömrünü tamamlasaydın, makamına girerdin, dediler.

 

Açıklama

 

Hadisin konu ile alakası şu ifadedir: "Ağacın dibindeki adam İbrahim'dir. Etrafındaki çocuklar ise insanların çocuklarıdır." Bu hadis ile ilgili diğer açıkla­malar ileride gelecektir.[126]

 

94. Pazartesi Günü Ölmek

 

1387- Hz. Âi§e radiyaiiâhu anh şöyle demiştir: Ebû Bekir'in radıyaiiâhu anh yanma girdim. Bana:

Hz. Peygamber'i sallallâhu aleyhi ve sellem  kaç elbise ile kefenlediniz?" diye sordu.

Ben: "Üç tane beyaz temiz elbise ile kefenlendi. Bunlar içinde gömlek ve sarık yoktu" dedim.

Ebû Bekir: "Hz. Peygamber sallallâhu aleyhi ve sellem  hangi gün vefat etmişti?" diye sordu.

Ben: "Pazartesi günü" dedim.

Ebû Bekir: "Bugün günlerden ne?" dedi.

Ben: "Pazartesi" dedi.

Ebû Bekir: "Şu andan geceye kadar vefat etmeyi isterim" dedi. Sonra kendisine tedavi yapılan üzerindeki elbisesine baktı, üzerinde kir vardı. O: "Bu elbisemi yıkayın, iki tane elbise daha ekleyerek beni bunlarla kefenleyin" dedi.

Ben: "Bu elbise eski" dedim.

Ebû Bekir: "Yeni elbise giymeye ölüden çok hayatta olan layıktır. Kefen yalnızca ölünün bedeninden çıkan (irin, pislik vb. şeyler) içindir" dedi.

Ebû Bekir ancak Salı gecesi vefat etti ve sabah olmadan da gömüldü.

 

Açıklama

 

Zeyn İbnü'l-Müneyyir şöyle demiştir: Hiç kimse ölüm vaktini belirleme konusunda seçim hakkına sahip değildir. Ancak bunun gerçekleşmesine sebep olmanın bir etkisi vardır. Örneğin teberrük maksadıyla Allah'a yönelmek ve dua etmek böyledir. Bu şekilde ölmeyi talep ettiği halde bu gerçekleşmezse kişi, inancından dolayı sevap alır. Cuma günü ölmenin fazileti ile ilgili hadis Buhârî tarafından sahih olarak görülmediği için o yalnızca kendi şartına uyan hadisle yetinmiştir.

Bu hadisten ilk anda Ebu Bekir'in kefenlerde aşırıya kaçılmaması görüşünü benimsediği anlaşılmaktadır. Müslim'in Câbir aracılığıyla rivayet ettiği kefenleri güzelleştirme emri bununla çelişmez. Bu ikisini, güzelleştirmeyi kefenin niteliğine, aşırıya kaçmayı da kefenin bedeline yorarak uzlaştırmak mümkündür.

Bir görüşe göre kefeni güzelleştirme ölünün hakkıdır. O, Hz. Ebû Bekir'in yaptığı gibi bunun terk edilmesini vasiyet ettiğinde bu vasiyete uyulur.

Şu da mümkündür: Hz. Ebû Bekir'e üzerindeki elbise Hz. Peygamber aleyhi ve sellem  tarafından verilmiş, o da bu elbise ile teberrükte bulunmak İstemiş olabilir. Yahut bu elbise ile cihad ettiği veya ibadet ettiği için bununla teberrükte bulunmak istemiş olabilir. İbn Sad'ın, Kasım İbn Muhammed aracılığıyla (dedesi) Hz. Ebû Bekir'den rivayet ettiği "Beni, içinde namaz kıldığım şu iki elbise ile kefenleyin" sözü bu yorumu desteklemektedir.

 

Hadisten Çıkan Sonuçlar

 

1- Beyaz ve üç parça elbise ile kefenlemek, büyüklerin teberrük maksadıyla yaptığı vasiyete uymayı istemek müstehaptır.

2- Yıkanmış elbise ile kefenlemek caizdir.

3- Yeni elbise konusunda, hayatta olan tercih edilir.

4- Geceleyin ölüyü defnetmek caizdir.

5- Ebû Bekir'in faziletini, ferasetinin doğruluğunu, vefatı sırasındaki sebatını yine bu hadisten öğrenmiş bulunuyoruz..

6- Kişinin, kendinden daha alt seviyedeki kimseden ilim alması mümkündür.

 

95. Aniden Ölmek

 

1388- Hz. Âişe rad.yaüâhu anh şöyle dedi: Bir adam Hz. Peygamber'e aleyhi ve sellem : "Annem aniden öldü. Öyle zannediyorum ki yaşasaydı malını tasadduk ederdi. Ben onun yerine sadaka versem onun için ecir var mıdır?" diye sordu. Hz. Peygamber sallallâhu aleyhi ve sellem : "Evet" dedi.

 

Açıklama

 

Ani  ölüm,  ölüm  sebeplerinden  hastalık vb.  bir şey  olmaksızın  kişinin ölmesidir.

İbn Reşîd şöyle demiştir: Buhârî'nin kasdettiği, ani ölümün çirkin bir şey olmadığına işaret etmektir. Çünkü adam annesinin aniden öldüğünü belirttiğinde Hz. Peygamber'den sallallâhu aleyhi ve sellem  bunu çirkin bulduğunu gösteren bir şey sadır olmamıştır.

Ahmed İbn Hanbel, Ebû Hüreyre'den şunu rivayet etmiştir:

Hz. Peygamber sallallâhu aleyhi ve sellem  yıkılmak üzere olan bir duvarın yanından hızla uzaklaşmış ve "Aniden ölmekten hoşlanmam" buyurmuştur.

İbn Battal şöyle demiştir: Bunun sebebi, ani ölümün vasiyet etmekten mahrum kalmaya, tevbe vb. salih amellerle âhirete hazırlık yapamamaya terk etmeye sebep olmasıdır.

İbn Ebi'd-Dünya Kitâbu'l-mevt adlı eserinde Enes'ten, Ubeyd İbn Hâlid'in hadisine benzer bir hadis rivayet etmiş ve fazla olarak şu ifadelere yer vermiştir: "Asıl mahrum olan kişi, vasiyetten mahrum olan kişidir"

İbn Ebî Şeybe'nin Musanneinde Hz. Âişe ve İbn Mesud'dan radıyaiiâhu anh şu rivayet edilmiştir: "Ani ölüm, mümin için rahat, facir için üzüntüdür."

İbnü'l-Müneyyir ise bu konuda şöyle der: Buharı bu konu başlığı ile şunu söylemek istemiştir: Aniden ölen kişinin çocuğu, vekâleti kabul eden konularda mümkün olduğu kadar ana-babasının yapamadığı iyilikleri yapmak suretiyle telafi etsin.

Ahmed İbn Hanbel ve bazı Şâfiîler'den, ani ölümü mekruh gördükleri rivayet edilmiştir, Nevevî önceki bazı âlimlerden, peygamberler ve salihlerden bir grubun bu şekilde öldüğünü nakletmiştir, Nevevî "Mirasa bir an önce konmak isteyenler ani ölümlerden hoşlanırlar" der.

Ben (İbn Hacer) derim ki: Böylece iki farklı görüş uzlaştınlmış olmaktadır.

Hadiste soru sorduğu belirtilen kişi Sa'd İbn Ubâde'dir. Annesinin adı da Amra'dır. Bu hadisle ilgili açıklamalar Vasiyetler bölümünde gelecektir.[127]

 

96. Hz. Peygamber İn Kabri İle Ebû Bekir Ve Ömer'in Kabirleri

 

Yüce Allah şöyle buyurmuştur: "Sonra onu öldürdü ve kabre koydu.[128]

Biz yeryüzünü bir toplanma yen yapmadık mı? Dinlere ve ölülere.[129]

1389- Hz. Aişe radıyaüâhu anh şöyle demiştir:

Resûlullah sallallâhu aleyhi ve sellem  ölüm hastalığı sırasında, hanımları içinde Âişe'nin yanında kalmayı çok istediğinden, Hz. Aişe'ye olan İştiyakından dolayı "Bugün kimin nöbetindeyim", 'Yarın kimin yanındayım?" diye sorardı.

Hz. Aişe dedi ki: Benim günüm (Resûlullah'm yanımda kalacağı gün) geldiğinde Allah onun ruhunu benim kucağımda aldı ve o benim odama defnedildi.

1390- Hz. Aişe radıyaiiâhuanh şöyle dedi: Resûlullah sallallâhu aleyhi ve sellem  bir daha ayağa kalkamadığı ölüm hastalığı sırasında şöyle buyurdu: ''Allah Yahudilere ve Hristiyanlara lanet etsin. Onlar peygamberlerinin kabrini mescit edindiler."

Hz. Peygamber sallallâhu aleyhi ve seikm bunu söylememiş olsaydı onun kabri açık bir yerde bırakılırdı. Ancak o kabrinin mescit edinilmesinden korktu (yahut onun mescit edinilmesinden korkuldu).

Ebû Bekr İbn Ayyaş, Süfyan et-Temâr'ın Hz. Peygamber'in kabrinin yerin zemininden yüksekçe olduğunu gördüğünü söylemiştir.

Hîşam Ibn Urve babasından şunu aktarmıştır. Velid Ibn Abdülmelik zama­nında Hz. Âişe'nin odasının (Hz. Peygamber'in kabrinin) duvarı göçünce onu yeniden bina etmeye başladılar. Bu sırada kabirden bir ayak göründü, Bunun Hz. Peygamber'in sallallâhu aleyhi ve sellem  ayağı olduğunu zannederek korktular. Bunu bilen hiç kimse bulamadılar. Ta ki Urve onlara şöyle söyledi: Hayır vallahi bu Hz. Peygamber'in sallallâhu aleyhi ve sellem  ayağı değil, o ayak Hz. Ömer'in ayağıdır.

1391- Hz. Aişe radıyaiiâhu anh Abdullah Ibn Zübeyr'e şunu vasiyet etti:

"Beni onlarla (Hz. Peygamber, Hz. Ebû Bekir ve Ömer) birlikte defnetme. Beni el-Bakî'de arkadaşlarım (Hz.Peygamber'in eşleri) İle birlikte defnet. Böylece ebedî olarak tezkiye edilmemiş olurum (böylece Peygamber'in diğer eşleri arasında ayrıcalıktan ve belki de hak etmediğim bir faziletten uzak kalmış olurum).[130]

1392- Amr İbn Meymûn el-Evdî şöyle demiştir: Ömer İbnü'l-Hattâb anh oğluna şöyle dedi: "Ey Ömer'in oğlu Abdullah! Müminlerin anası Aişe'ye git ve şöyle de: 'Ömer İbnü'l-Hattâb sana selâm söylüyor. 'Sonra ondan iki arkada­şım (Hz. Peygamber ve Hz. Ebû Bekir) ile birlikte gömülmek istediğimi söyle.

Hz. Aişe şöyle dedi: "Ben Hz. Peygamber ve Hz. Ebû Bekir'in kabirlerinin yanını kendim için istiyordum. Ben bugün onu (Ömer'i) kendime tercih edece­ğim."

Abdullah, babası Ömer'in yanına dönünce Ömer: "Ne oldu?" diye sordu. Abdullah: "Sana izin verdi ey müminlerin emiri!" dedi.

Ömer şöyle dedi; "Benim için oraya gömülmekten daha önemli bir şey yok-Itu. Ben ölünce cenazemi taşıyıp Âişe'nin yanına götürün. Sonra ona: Ömer İbn Hattâb buraya gömülmek için izin istiyor deyin. Şayet izin verirse beni oraya gömün. İzin vermezse Müslümanların kabirlerine gömün. Ben bu iş (halifelik) için, Resûlullah'ın kendilerinden razı olarak vefat ettiği kişilerden daha layık kim­seler bilmiyorum. Şayet onlar birini halife seçerlerse halife odur. Onun emirlerini dinleyip ona itaat edin. (Ömer Halife seçilmek üzere şûrâ'ya katılacak kişiler larasında: Osman, Ali, Talha, Zübeyr, Abdurrahman İbn Avf ve Sa'd İbn Ebî Vakkas'ın adını zikretti.

Ensardan bir genç Hz. Ömer'in huzuruna girerek: "Allah'ın müjdesi ile sevin ıy Müminlerin emiri! Senin Müslümanlıkta kendince de malum olan bir öncelik /e hayrın vardır. Sen daha sonra halife tayin edildin ve adaletle hükmettin. Bun-|ann tümünden sonra da sana şehitlik nasip oldu." Dedi.

Ömer şöyle dedi: "Ey yeğenim, keşke bu söylediklerin benim için eşit çıksa, ne aleyhime ne lehime olsa (keşke bu söylediğin faziletler ile hilafetteki uygula­malarım birbirini eşitlese, sorumluluğum olmasa).

Benden sonra halife olacak kişiye; ilk muhacirlere İyi davranmasını, onların hakkını bilmesini, onların saygınlığını korumasını, daha önceden Medine'yi yurt edinen ve iman etmiş olan ensara da iyi davranmasını, onların İyilerini kabul etmesini, kötülerini affetmesini, Allah'ın ve Resûlü'nün zimmeti ile onların ah­dine vefa göstermesini, onların ardında savaşılmasın!, onlara güçlerinin yetmeyeceği bir şeyin yüklenilmemesini tavsiye ederim.[131]

 

Açıklama

 

Bu hadis, kabirlerin üstündeki toprağın deve hörgücü şeklinde yükseltil­mesinin müstehap olduğuna delil getirilmiştir. Bu, Ebû Hanife, Mâlik, Ahmed îbn Hanbel, Müzeni ve Şâfiîler'den pek çoğunun görüşüdür.

Ebû Bekr el-Acurrî, Şuayb İbn Ishak aracılığıyla Hişam İbn Urve'den şunu nakletmîştir: Babam bana şunu anlattı: Cemaat namaz kılarken kabre doğru namaz kılıyorlardı. Ömer İbn Abdülaziz cemaatin kabre doğru namaz kılmamalarını istedi ve kabrin yükseltilmesini emretti. Ancak bir müddet sonra kabrin duvarı yıkılınca kabirden diz kapağına kadar bir bacak göründü. Ömer İbn Abdülaziz bundan korktu. Urve kendisine gelerek: 'Bu Ömer İbn Hattab'ın bacağı ve dizidir' dedi. Bunun üzerine Ömer İbn Abdülaziz rahatladı.

Hz. Âişe'nin Hz. Ömer'e söylediği "Burayı kendim için istiyordum" sözünün aksine "Böylece ebedî olarak tezkiye edilmemiş olurum" sözü tevazu ve nefsi kırmak amacıyla söylenmiştir. Öyle anlaşılıyor ki Hz. Âişe'nin bu konuda içtihadı değişmiştir, yahut bunu Ömer'e söylediği sırada Cemel vakasında yaşadığı olayları yaşamamıştı, bu olaydan sonra burada defnedilmekten utanmıştı. Ona karşı Cemel savaşında savaşanlardan biri olan Ammar İbn Yâsir "O dünyada da âhirette de Peygamberiniz'in eşidir" demiştir. Bu konu Fitneler/(sınamalar) bölümünde ayrıntılı olarak gelecektir.[132]

Hz. Ömer'in oğluna söylediği sözün yer aldığı hadis uzun bir hadisin bir bölümüdür. Bu hadisin tamamı "Osman'ın fazileti" konusunda gelecektir. Orada fazladan şu ifadeler yer almaktadır: Ömer, oğlu Abdullah'a şöyle dedi: Aişe'ye "Ömer sana selâm söylüyor" de, "Müminlerin emiri" deme.

İbnü't-Tîn şöyle demiştir: Hz. Âişe'nin "Orayı kendim için istiyordum" sözü, geride yalnızca bir kabirlik yer kaldığını göstermektedir. Bu, Hz. Âişe'nin ölürken söylediği "Benî onlann yanına gömmeyin" sözü ile çelişmektedir. Zira bu, evde defin için bir yerin varoidoğunu gösteriyor. Bu iki bilgiyi şu şekilde uzlaştırmak mümkündür: Hz. Aişe radıyaiiâhu anh önceleri odasındaki yerin bir kişinin defni için ancak yeterli olacağını zannediyordu. Hz. Ömer'in gömülmesinden sonra orada bir başka kimsenin de defni İçin daha yer bulunduğunu gördü.

İbn Battal bu konuda şöyle der: Hz. Ömer, Hz. Aişe'den radıyaiiâhu anh izin istedi, çünkü orası Hz. Aişe'nin odası idi, onun orada hakkı vardı. Aişe, kendisini ! tercih edebilecekken Ömer'i kendisine tercih etti.

 

Hadisten Çıkan Sonuçlar

 

1- Salihlere inecek rahmetin ve onları ziyaret eden hayır ehli kimselerin duasının kendisine isabet etmesi isteğiyle kişinin salih kimselerin yanında gömülme konusunda arzulu olması caizdir.

2- Hz. Ömer'in "De ki: Ömer izin İstiyor, şayet izin verirse..." sözü söz veren kişinin sözünden dönebileceğini, buna uymasının gerekli olmadığını göstermektedir.

3- Mühim bir ihtiyacı için elçi gönderen kişinin, elçi kendisine gelmeden önce ona durumu sorması caizdir. Bu sabırsızlık sayılmaz, aksine hayır konusunda hırslı olmaktır.

 

97. Ölülere Sövmenin Yasak Olanı

 

1393- Hz. Âişe radıyaiiâhu anh, Hz. Peygamber'in sallallâhu aleyhi ve sellem  şöyle dediğini söylemiştir: "Ölülere sövmeyin. Çünkü onlar yaptığı amellerin neticesine kavuştular.[133]

 

Açıklama

 

Zeyn İbnü'l-Müneyyir şöyle demiştir: Konu başlığı, ölülere sövmenin yasak olan ve olmayan şeklinde İki kısmının olduğu izlenimini vermektedir. Hadis İse ölülere sövmeyi mutlak olarak yasaklamaktadır. Buna şu şekilde cevap verilir: Hadisin genel ifadesi, Enes'in yukarıdaki hadisi ile tahsis edilir. O hadiste yer aldığına göre Hz. Peygamber saiiaüâhu aleyhi ve sellem  ölüyü öven ve yeren kişilerin sözlerini duyduktan sonra "Vacip oldu. Sizler yeryüzünde Allah'ın şahitlerisiniz" demiş, onların ölü hakkındaki kötü sözlerine tepki göstermemiştir. Burada, Müs­lüman ölülere sövmenin yasaklanması da kasdedilmiş olabilir. Çünkü ölmüş kâfirleri karalamak Allah'a yaklaştırıcı bir fiildir.

Vacip oldu" sözü ile ilgili birkaç ihtimalin söz

Kurtubî, Hz. Peygamber'in konusu olduğunu söylemiştir:

1. Kendisinin kötülüklerinden bahsedilen ölü, bunları açıktan işlediği için onun   hakkındaki  bu  konuşma   "fasık  hakkında   gıybet  yoktur"   hükmünün kapsamında gerçekleşmiştir. Bu kişinin münafık olma ihtimâli de vardır.

2. Yasak, ölünün gömülmesinden sonra geçerlidir, ölü hakkında definden önce konuşmak ise, işitenlerin ibret alması için caiz dir.

İbn Reşîd'İn söyledikleri özetle şöyledir: Sövmek kâfirler ve Müslümanlar hakkında farklı olmalıdır. Ölmüş olan kâfire sövmek hayattaki müslümana zarar veriyorsa bu yasaktır. Müslümana sövmek ise ancak zaruret durumunda olur. Şahitlik böyledir. Bazı durumlarda bu vacip de olabilir. Bunda ölünün maslahatı bulunabilir. Örneğin malının yalancı şahitlikle elinden alındığı bilinen bir kişi hakkında yalancı şahitlik eden kişi ölse, bunun dile getirilmesi, şayet malın sahibine geri verileceği biliniyorsa ölüye fayda verir. Bu ayrımdan gaflet sebebiyle bazıları Buhârî'nin ölünün iyi ve kötü olarak anılması ile İlgili hadisi gözden kaçırdığını zannetmişlerdir. Oysa Buhârî, caiz olan bu durumun şahitlik türünden bir fiil olduğunu belirtmek İstemiştir. Yasak olan ise doğrudan sövme şeklindeki konuşmadır.

"Yaptığı amellerin neticesine kavuştular": Hayır ve şer olarak ne yapmışlarsa buna kavuşmuşlardır.

Bu hadis, mutlak olarak ölülere sövmenin yasak olduğuna delil getirilmiştir. Bu hadisin genel ifadesinin tahsis edildiği yukarıda geçti.

Bu konuda söylenen en sahih söz şudur: Kötülüklerinden sakındırmak ve onlardan nefret ettirmek amacıyla kâfir ve fasık ölülerin kötülüklerinden bahsetmek caizdir.

Alimler, hayatta olsun ölmüş olsun hadis rivayet eden kimselerden yergiyi hak edenlerin yerilmesinin caiz olduğu konusunda İcma etmişlerdir.

 

98. Kötü Kimselerin Ardında Konuşmak

 

1394- İbn Abbas radıyaiiâhu anh şöyle demiştir: Ebû Leheb (Allah'ın laneti onun üzerine olsun) Hz. Peygamber'e sallallâhu aleyhi ve sdiem "Kalan günlerde helak senin üzerine olsun" dedi. Bunun üzerine "Ebû Leheb'in iki eh kurusun. Kurudu da" âyeti indi. Kötü kimselerin ölümlerinden sonra aleyhlerinde konuşmanın hükmü yukarıdaki hadisin şerhinde yeterince anlatıldı. Bu konuda şairlerle ilgili olarak eş-Şuarâ' suresinin tefsiri ile ilgili kısımda geniş bilgi verilecektir. [134]



[1] Hadisin geçtiği diğer yerler: 1318, 1327, 1228, 1333, 3880, 3881.

[2] Hadisin geçtiği diğer yerler: 2798, 3063, 3630, 3757, 6242.

[3] el-Bakara 2/155.

[4] Hadisin geçtiği diğer yer: 1381.

[5] Hadisin geçtiği diğer yer: 6656

[6] Meryem 19/71-72.

[7] Hadisin geçtiği diğer yerler: 1283, 1302, 7154.

[8] Bu konuda doğrusu şudur: Hadis, kendisine başka şeyler eklenen su, su ismini korudukça ve buna eklenen madde sidr vb. temiz bir madde oldukça bununla temizlik yapılabileceğini gös­termektedir. İbn Teymiyye ve îbn Kayyim bu görüşü tercih etmişlerdir, (Abdulaziz İbn Bâz).

[9] 285. hadis.

[10] Birçok yerde salihlerin bıraktıklarından bereket ummanın caiz olmadığını belirttik. Bu yalnızca Hz. Peygamber'e özgü bir Özelliktir. Çünkü Yüce Allah onun bedenini ve o bedene temas eden şeyleri mübarek kılmıştır. Şu iki sebeple başkaları Hz. Peygamber'e kıyas edilemez:  1. Sahabe bunu Hz. Peygamber'den başkasına yapmamışlardır. Şayet bu hayırlı bir şey olsaydı bunu biz­den önce onlar yapardı.  2. Peygamber'den başkasına bunu yapmak şirkin vesilelerindendir. Dolayısıyla bunun yasak olması gerekir. (Abdulaziz İbn Bâz)

[11] Hanefîler'e göre erkeğin kefeni, biri gömlek (kamis) yerini, biri don ve etek (izar) yerini ve biri de sargı-bürgü (lifâfe) yerini tutmak üzere yensiz ve yakasız, etrafı dikişsiz üç kat bez; kadının kefeni ise bu üç kata ilave olarak bir başörtüsü ve bir de göğüs örtüsü olmak üzere beş kat bez­dir. Bu söylenen sünnet üzere kefenleme için gereken parça sayısıdır (kefen-i sünnet). Bu sayı­da parça bulunamayıp, erkek İçin izar ve İifafe, kadın için bu ikisine İlaveten bîr baş örtüsü üe yetinümesi durumunda, bu da yeterlidir (kefen-i kifayet). Bu kadarı da bulunmaz ve gerek er­kek gerek kadın İçin sadece bir kat bez bulunabilirse, ölü tek parça beze sarılır (kefen-i zaruret). Kamis, boyun kısmından ayaklara kadar uzanan gömlek yerinde bir bezdir. izar, bir don veya eteklik yerinde, baştan ayağa kadar uzanan bir bezdir.

Lifâfe ise, sargı yerinde olup baştan ayağa kadar uzanan, baş ve ayak taraflarından düğümle­nen bir bezdir. Bu bakımdan izardan biraz daha fazla uzundur.  (İlmihal, İSAM, I, 359).

[12] Hadisin geçtiği diğsr yerler: 1271, 1272, 1273, 1287.

[13] Hadisin geçtiği diğer yerler; 1266, 1267, 1268, 1839, 1850, 1851.

[14] et-Tevbe 9/80.

[15] et-Tevbe 9/S4. Hadisin geçtiği diğsr yerler: 4670, 4672, 5796.

[16] Hadisin geçtiği diğer yerler: 1350, 3008, 5795.

[17] Bkz. 4670. hadis

[18] et-Tevbe 91/84. Hadisin geçtiği diğer yerler: 4670, 4672, 5796.

[19] Hadisin geçtiği diğer yerler: 1275, 4045.

[20] Hadisin geçtiği diğer yerler: 3897, 3913, 3914, 4047, 4082, 6432, 6448.

[21] 1834. hadis.

[22] Hadisin geçtiği diğer yerler: 2093, 5810, 6036.

[23] Bu yanlıştır. Doğrusu şu iki sebeple bunun yasak olmasıdır: 1. Sahabe bunu Hz. Peygamber'-den başkası için yapmamışlardır. Şayet bu hayırlı bir davranış olsaydı, bizden önce onlar bunu yapardı. Hz. Peygamber ile başkaları arasında pek çok fark bulunduğundan, başkası Hz. Pey-gamber'e kıyas edilemez. 2. Şirke giden yolu kapamak. Çünkü salih kimselerin kullandığı şeyler ile teberrük onlar konusunda aşırılığa götürür, bu da onlara tapınmaya yol açar. Bu sebeple bunun yasak olması gerekir. Bu konuya daha önce de defalarca temas ettik. {Abdulaziz İbn Bâz)

[24] Hadisin geçtiği diğer yerler: 1281, 5334, 5339, 5345.

[25] Hadisin geçtiği diğer yer: 5335.

[26] Bu hüküm itiraza açıktır. Çünkü bir yakını ölen kadının, böyle bir psikolojik durum altında kocası tarafından ilişkiye zorlanması daha büyük psikolojik travmalara, kadının kocasından nef­ret etmesine ve bu sebeple aile yuvasının zarar görmesine yol açabilir. Kanaatimizce yas tutma­ya izin verilen üç günlük süre, cinsel İlişki noktasında kocanın da dikkate alması gereken bir sü­redir, (Mütercim).

[27] et-Tevbe 9/84.

[28] et-Tahrim 66/66.

[29] el-Fâtır 35/18.

[30] Hadisin geçtiği diğer yerler: 5655, 6602, 6655, 7277, 7448.

[31] Hadisin geçtiği diğer yer: 1342.

[32] Hadisin geçtiği diğer yer: 1290,1292

[33] el-En'am 6/164

[34] en-Necm 53/43

[35] Hadisin geçtiği diğer yerler: 1289, 3978.

[36] Bereket ummanın yalnızca Hz. Peygamber'e özgü olduğu ve şirkin bazı türlerine yol açabilecek aşırılıktan önlemek amacıyla Hz. Peygamber'den başkasından bereket ummanın caiz olmadığı daha önce geçmişti. (Abdulaziz İbn Bâz.)

[37] Hadisin geçtiği diğer yerler: 1297, 1298, 3519.

[38] Hadisin geçtiği diğer yerler: 1305, 4263.

[39] Yusuf 12/86

[40] Hadisin geçtiği diğer yer: 5470.

[41] 2880 hadis

[42] el-Bakara 21/157.

[43] el-Bakara 21/45.

[44] Hadisin geçtiği diğer yerler: 4892, 7215.

[45] Bir hadisinde Hz. Peygamber sallallâhu aleyhi ve sellem  kadınları "dinleri noksan" olarak nite­lemesinin sebebini, âdet halinde iken uzun süre namaz ve oruçtan uzak kalmaları şeklinde, "akılları noksan" olarak niteleme sebebini de iki kadının şahitliğinin bir erkeğin şahitliği İle aynı olması ile açıklamaktadır.

Kadının âdet görmesi, onun kendi seçimi olmadığından bunu hadisten İlk anda anlaşıldığı şe­kilde "kadının dini erkekten noksandır" şeklinde anlamak yerine, "kadının dinî yükümlülükleri erkeğe göre daha azdır" şeklinde anlamak daha doğru olsa gerekir. Çünkü Hz. Peygamber'in kadınları, kendi seçimleri olmayan bir sebepten dolayı erkeklerden daha az dindar olmakla ni­telediği düşünülemez.

Kadının akıl noksanlığına gelince, Hz. Peygamber'in sallallâhu aleyhi ve sellem  bunu şahitlikle açıklaması çok manidardır. Çünkü hadisin Hz. Peygamber tarafından İfade edildiği dönemde, kadın sosyal olaylara erkek gibi müdahil olmuyor, alım-satım vb. işleri doğrudan yürütmü­yordu. Bu durumda, şahitlik gibi sosyal hayatla doğrudan ilgili bir konuda toplum içinde daha çok rol alan erkeğin şahitliğinin kadına göre Ön plana alınması tabiîdir. Şu haİde söz konusu hadisteki "akıl" kelimesini "sosyal tecrübe", "alış-veriş vb. İktisadî olaylar konusundaki birikim" şeklinde anladığımızda, Hz. Peygamber'in kadını erkeğe göre "dinî duyarlılığı ve zekası daha ge­ri" bir varlık olarak nitelemediğini, yalnızca "dinî yükümlülükleri erkeğe göre daha az, (yaşanılan zaman dilimi gereği) sosyal tecrübesi daha eksik" olarak nitelediğini görürüz. Bu İse hakikatin ta kendisidir.

Sonuç olarak gerçeği bütün çıplaklığı ile ifade eden böyle bir hadisi, kimi dindışı çevrelerin ka­dının İslâm'da İkinci sınıf olarak görüldüğüne delil olarak kullanması, ya da kimi dindar (!) er­keklerin, kadının erkeğe göre ikinci sınıf olduğunu ispata vesile kılması, yalnızca kadınlara değil, aynı zamanda "Kadınlara hayırlı davranmayı birbirinize tavsiye ediniz" diyen Hz. Peygamber'e karşı da büyük bir haksızlıktır. (Mütercim)

[46] Hadisin geçtiği diğer yer: 1310.

[47] Bir fıkıh usûlü terimi olarak müşterek, farklı kullanımlarda farklı anlamlara gelebilen sözcüktür. Ancak aynı kullanımda bu sözcüğün bütün anlamlarını kasdetmek Hanefîler'e göre mümkün değildir. Bu Türkçedeki sesteş (eşsesli) kelimelere benzer. Örneğin "yüz" sözcüğü bir sayıyı, in­san vücudunda başın Ön kısmını, hayvanın derisinin bedeninden ayrılmasını ve yüzme fiilinin emredilmesini ifade eder. Ancak bu sözcüğü kullanan bîr kişi, tek bir kullanımda bunların hep­sini birden kasdetmiş olamaz. Şirazî'nin "yap!" sözcüğü müşterekliği gerektirir ifadesi ile kastet­tiği, bu sözcüğün hem zorunlu kılma hem de mendupluk ifade etmesinden dolayıdır. Ancak bu itiraza açıktır. Çünkü uşûlcülerin büyük çogantuğu emrin "müşterek" bir sözcük değil, "hâs" (özel anlamı bulunan) bir sözcük olduğu görüşünü kabul etmişlerdir. Buna göre haricî bîr karîne bu­lunmadığı sürece "Yap!" ifadesi, yani emir, zorunluluk bildirir. (Mütercim)

[48] Hadisin geçtiği diğer yerler:

[49] Mefhûm-ı lakap: Hüküm belirli bir lakaba bağlandığında, o lakaba sahip olmayanların hükme dahil olmamasıdır. Bu, uşûlcülerin büyük çoğunluğuna göre geçerli değildir.

[50] Sâri, hüküm (kanun) koyucu anlamına gelir. Bu ifade fıkıh usûlü literatüründe hakîkî anlamıyla yalnızca Altahu Teala İçin kullanılır. Ancak Hz. Peygamber onun hükümlerini tebliğ ettiği için, müctehidler de ictihadlanyla gerek Allah ve Peygamber'in hükmünü anlamaya, gerekse hük­mün bulunmadığı yerde ictihad ile bunu elde etmeye çalıştıkları için mecazen onlar hakkında da Sâri kelimesi kullanılmıştır. Bu, kesinlikle Allah'tan başka hüküm koyucu bulunduğu anlamı­na gelmez.

[51] Merfu' hadis: Hz. Peygamber'e ait; söz, fiil ve onaylamalardır. Mevkuf hadis: Sahabe'ye ait söz ve fiillerdir.

[52] Hadisin geçtiği diğer yerler: 1320, 1334, 3877, 3878, 3879.

[53] Adı ise Ashama idi.

 

[54] et-Tevbe 9/84

 

[55] Teyemmüm ile kılamaz" görüşü daha evlâdır. Çünkü Yüce Allah "Su bulamazsanız teyemmüm yapınız" buyurmuştur. Hadiste de "Yerin toprağı bizim için, su bulunmadığında temizleyici kı­lınmıştır" buyrulmuştur. Tahsis edici bir delil bulununcaya kadar nassların (âyet ve hadislerin) genel kapsamını esas almak gerekir. Burada güvenilir bir tahsis edici bulunmamaktadır. (AbdulazizîbnBâz).

[56] Hadisin geçtiği diğer yerler: 3635, 4556, 7819, 6841, 7332, 7543.

[57] Bu hadisi İmam Ahmed ve İbn Mâce rivayet etmişlerdir. Hadisin senedi delil olmaya elverişli­dir. Bu hadis, namaza durma konusunda erkek ile kadın arasında bir ayrım yapıldığına delildir. Yine erkeğin başı hizasında kadının da ortasında durmanın sünnet olduğuna delildir. (Abdulaziz îbn Baz)

[58] Meleklerin bu sözü dünya hayatında gerçeği anlamaya yanaşmayan, okuduğu yahut dinlediği âyetlerden istifade edemeyen kâfir ve münafık hakkında bir bedduadır

[59] Hadisin geçtiği diğer yer: 1374.

[60] Hadisin geçtiği diğer yer: 3407.

[61] Saygınlığını zedelemekten kasıt, bir bölgeden diğerine nakledilirken ölünün avret yerlerinin açılması, görülmesi istenmeyen bazı durumlarının başkaları tarafından görülmesi vb. husus­lardır. (Mütercim).

[62] 1330. hadis.

[63] SeddüVzerîa: Aslen haram olmamakla birlikte, çoğunlukla harama götürmesi, yol açması sebe­biyle bazı fiillerin yasak kabul edilmesidir. Örneğin Kur'ân'da Yüce Allah müşriklerin ilahlarına sövmeyi yasaklamıştır. Aslında bu kötü bîr şey değildir. Fakat kötü bir şeye, yani müşriklerin de Allah'a sövmesine yol açtığından yasaklanmıştır

[64] Hadisin geçtiği diğer yerler: 1345, 1346, 1347, 1348, 1353, 4079.

[65] Hadtsin geçtiği diğer yerler: 3596, 4085, 6590.

[66] 4079. hadis.

[67] 6575. hadis.

[68] 3596. hadis

[69] 4079. hadis.

[70] Hadisin geçtiği diğer yerler: 1587, 1833, 1834, 2090, 2433, 2783, 2825, 3077, 3189, 4313.

[71] 1833. hadis.

[72] Hadisin geçtiği diğer yer: 1352.

[73] 4081, 3580. hadisler.

[74] Hadisin geçtiğL diğer yerler: 3055, 6173, 6618.

[75] Hadisin geçtiği diğer yerler: 2638, 3033, 3056, 6174.

[76] Hadisin geçtiği diğer yer: 5657.

[77] Müstezaf, sözlük anlamı itibarıyla "zayıf düşürülenler, zayıf görülenler" demektir. Burada bu söz­cükle kasdedilen, Mekke'den Medine'ye hicret etme İmkanı bulamayan zayıf ve çaresiz kimse­lerdir.

[78] Hadisin geçtiği diğer yerler: 4587, 4588, 4597.

[79] er-Rum 30/30. Hadisin geçtiği diğer yerler: 1359, 1385, 4775, 6599.

[80] Bu çıkarım itiraza açıktır. Çünkü hadiste, çocuğun ergenİik çağına girmediği söylenmemiştir. Hz. Peygamber'in sallalİâhu aleyhi ve sellem "Kalem (sorumluluk) üç kişiden kaldırılmıştır: ...ergenliğe ulaşıncaya kadar çocuktan" buyurduğu bilinmektedir. (Abdullah İbn Baz)

[81] et-Tevbe 9/113. Hadisin geçtiği diğer yerler: 3884, 4675, 4772, 6681.

[82] 4675. hadis.

 

[83] Kabre yaş hurma dalı koymanın yalnızca hadiste bahsedilen iki kişiye özgü olduğu görüşü daha doğrudur. Çünkü Hz. Peygamber sallallâhu aleyhi ve sellem , yalnızca kabrinde azap gördü­ğünü bildiği bu iki kişinin kabrine hurma dalı dikmiş, diğer kabirlere bunu yapmamıştır. Şayet bu sünnet olsaydı, bunu bütün kabirlere yapardı. Ayrıca hulefâ-i râşîdîn ve diğer büyük sa-habîler de bunu yapmamışlardır. Bu meşru bir şey olsaydı bunu Öncelikle onlar yapardı. Büreyde'nin yaptığı ise kendi içtihadına dayalı bir fiildir. İctihad yanlış da doğru da olabilir. Bu­nu yapmayanların fiili doğrudur. (Abdulaziz İbn Bâz).

[84] Mutlak olarak kabirlerde oturmayı mekruh gören çoğunluğun görüşünü, Müslim'in Sahih'inde Câbir'den rivayet ettiği "Resûlullah sallallâhu aleyhi ve sellem kabrin kireçle sıvanmasını, kabrin üzerine oturulmasını ve üzerine bina yapılmasını yasakladı" hadisi desteklemektedir. Bu sahih hadis ve onunla aynı anlama gelen diğer hadisler, kabirleri kireçlemenin, üzerine bir şey bina etmenin haram olduğunu gösterir. Çünkü bu kabri yüceltmek olup, şirke vesile olan şeylerden­dir. Nitekim pek çok şehirde bu gerçekleşmiştir. İlim ehlinin ve bütün Müslümanların bunlara karşı çıkması ve sakındırması gerekmektedir. Kabir üzerine mescit inşa edilirse, günah daha da büyük, bunun şirke götürmesi daha açık olur. Bu yüzden Resûlullah'ın kabirleri mescit edin­meyi yasakladığı sahih olarak rivayet edilmiştir. Hz. Peygamber sallallâhu aleyhi ve sellem şöyle buyurmuştur: "Dikkat edin! Sizden öncekiler peygamberlerinin ve salih kimselerin kabirlerini mescit edinirdi. Dikkat edin! Kabirleri mescit edinmeyin. Ben sizin bunu yapmanızı yasaklıyo­rum!".

[85] Bakî'ü'l-garkad, Medine'lİlerİn ölülerini gömdükleri mezarlığın adıdır. Baki1 içinde ağaç kökleri­nin bulunduğu arazi, garkad ise bu arazide çokça biten dikenli bîr ağacın adıdır. (Mütercim).

[86] el-Leyl 92/5-10. Hadisin geçtiği diğer yerler: 4945, 4946, 4947, 4948, 4949, 6217, 6650, 7552.

[87] Burada kasdedilen, kişinin yalan olduğunu bildiği bir şey hakkında "Doğru değil İse Yahudi olayım, Hristiyan olayım" vb. yeminler etmesidir.

[88] Hadisin geçtiği diğer yerler; 4171, 4843, 6047, 6105, 6652.

[89] Hadisin geçtiği diğer yer: 3463.

[90] Hadisin geçtiği diğer yer: 5778.

[91] İbn Hacer'in bu yorumu gariptir. Doğrusu yukarıdaki delil getirme güzeldir. Yüce Allah'ın "Bir kötülüğün karşılığı ona denk bir kötülüktür", "Şayet cezalandıracaksanız, size yapılanın misli ile cezalandırın" âyetleri bunu gösterdiği gibi, cariyesinin başını f^ışla ezerek öldüren Yahudi'ye Hz. Peygamber sallallâhu aleyhi ve sellem tarafından aynı şekilde kısas yaptırılması da bunu gös­termektedir. Bu konuda daha pek çok delil vardır. (Abdulaziz İbn Bâz).

[92] Hz. Peygamber'in burada bahsettiği seçim hakkı âyette şu şekilde belirtilmektedir: "Onlar için İster mağfiret dile, ister mağfiret dileme! Onlar İçin yetmiş defa mağfiret dilesen yine de Allah onları kesinlikle bağışlamaya çaktır", (et-Tevbe 9/80). 

[93] et-Tevbe 9/84. Hadisin geçtiği diğer yer: 4671.

[94] Hadisin geçtiği diğer yer: 2642.

[95] Hadîsin geçtiği diğer yer: 2643.

[96] 2643. hadis.

[97] el-Bakara 2/143

[98] eİ-En'âm 6/93.

[99] et-Tevbe 9/101.

[100] el-Mü'mİn 40/45-46.

[101] İbrahim 14/27. Hadisin geçtiği diğer yer: 4699.

[102] Hadisin geçtiği diğer yerler: 3980, 4026.

[103] en-Neml, 27/80. Hadisin geçtiği diğer yerler; 3979, 2981.

[104] Meleklerin bu sözü dünya hayatında gerçeği anlamaya yanaşmayan, okuduğu yahut dinlediği âyetlerden istifade edemeyen kâfir ve münafık hakkında bir bedduadır.

[105] Muhammed 47/27

[106] et-Tevbe 9/101.

[107] el-Mü'min 40/45-46.

[108] el-İsra 17/85

[109] 4721. hadis.

[110] Ebû Dâvud, Sünne, 27.

[111] en-Neml 27/80

[112] 1043. hadis.

[113] İbrahim 14/27

[114] Gâfir (Mü'min) 40/46

[115] İmam Ahmed İbn Hanbel, Kâb İbn Mâlik aracılığıyla Hz. Peygamber'den sallallâhu aleyhi ve sellem  şunu rivayet etmiştir: "Müminin ruhu, Allah onu dirilteceği gün ruhunu cesedine geri döndürünceye kadar cennet ağacına asılı bulunan bir kuştur." Hafız İbn Kesir bu hadisin isnadı ile İlgili olarak: Sahih, şerefli ve büyük bir isnattır." demiştir. "Ruhu asılı durur" orada yer içer anlamındadır. Sahîh-i Müslim'de Abdullah İbn Mes'ud'tan merfu' olarak şöyle rivayet edilmek­tedir: Şehidlerin ruhları arşa asılmış kandillerin üzerinde oturan yeşil kuşlar içinde olup cennette arzu ettiği yerlerde dolaşır, sonra yuvaları gibi o!an bu kandillere geri dönerler. Allah doğruyu daha iyi bilendir, (Abdülaziz İbn Bâz).

[116] İbrahim 14/27

[117] Hadisin geçtiği diğer yer: 6334.

[118] Hadisin geçtiği diğer yerler: 3240, 6515.

[119] İbn Abdilberr ve Mâlik'in ruhlar hakkındaki bu görüşü zayıf ve Kur'ân'tn zahirine aykırıdır. Kur'ân'dan ilk anda anlaşılan odur ki, ruhlar Allah katında tutulmakta olup, Allah'ın dilediği şe­kilde onlar hakkında nimet verme ve azap etme söz konusu olmaktadır. Ehl-i sünnetin kabul et­tiği üzere, ruhlara nimet veya azabın arz edilip, bedenin tümünün veya geriye kalan kısmının da bunu hissetmesine bir engel yoktur.

Kur'ân'dan buna delil şu âyetlerdir: "Allah, ölenin ölüm zamanı gelince, ölmeyenin de uyku­sunda iken canlarını alır da ölümüne hükmettiği canı alır, ötekini muayyen bir vakte kadar bı­rakır. Şüphe yok ki, bunda iyi düşünecek bir kavim için ibretler vardır". [Zümer, 39/42] Hadisler de kabre gömülen ölünün ruhunun sual sırasında Ölüye geri verildiğini göstermektedir. Ölüye selâm verilmesi vb. durumlarda olduğu gibi Allah'ın dilediği kimi durumlarda ölünün ru­hunun bedenine geri verilmesine bir engel yoktur. Sahih hadiste müminlerin ruhunun kuşlar şeklinde cennette bir ağaca asılı olduğu, şehitlerin ruhlarının ise yeşil kuşların kursağında cen­nette dilediği yerde dolaştığı belirtilmiştir. (Abdülaziz İbn Bâz}.

[120] Hadisin geçtiği diğer yerler: 3255, 6195.

[121] Hadisin geçtiği diğer yer: 6597.

[122] Hadisin geçtiği diğer yerler: 6598, 6600.

[123] el-Kalem 68/42.

[124] el-İsrâ 17/15

[125] er-Rûm 30/30

[126] 7047. hadis.

[127]  hadis. 276

[128] Abese 80/21

[129] el-Mürselât 77/25-26.

[130] Hadisin geçtiği diğer yer: 7327.

 

[131] Hadisin geçtiği diğer yerler: 3052, 3162, 3700, 4888, 7207.

[132] 7100-hadis.

[133] Hadisin geçtiği diğer yer: 6516.

[134] Tebbet 111/1. Hadisin geçtiği diğer yerler: 3525, 3526, 4770, 4801, 4971, 4972, 4973.