4 — Şiddetli Sıcakta Öğle Namazını Serinliğe Bırakmak
Babı
6 — İkindi Namazına Sıkıca Devam Etme Babı
9— Bulutlu Havadaki Namaz Vaktinin Babı
10 — Uykuda Kalarak Veya Unutarak Namaz Kılmayan Babı
Uyuya Kalan Veya Unutanın Kaçırdığı Namazı Derhal Kaza
Etmesi Gerekir Mi ?
Kasden Namazı Terkedenin Kaza Etmesi Vâcib Mi ?
11 — Özür Ve Zaruret Hâlindeki Namaz Vaktinin Babı
Vaktin Bitiminde Mazereti Kalkanın Hükmü
Bir Rek'ate Yetişmek Sabah Ve İkindiye Mi Mahsustur ?
12 — Yatsı Namazını Kılmadan Önce Uyumaktan Ve Kıldıktan
Sonra" Konuşmaktan Nehiy Babı
13 — (Yatsı Namazına) Ateme Namazı Denmesinden Nehiy Babı
667) Büreyde (bin El-Husayb) (Radıyallâhü anh)'âen rivayet edildiğine göre şöyle söylemiştir :
Bir adam. Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'e gelerek kendisine (beş) namaz (in) vakit deri) ni sordu. Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) ona:
«Bu iki gün bizimle beraber namaz kıl.» buyurdu. Güneş (gök ortasından batıya doğru) zevala varınca Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve SellemJ Bilâl (Radıyallâhü anh)'a emretti. Bilâl (Radıyallâhü anh) da ezan okudu. Sonra emretti. O da öğle namazı için ikamet getirdi. Sonra ona emretti. O da Güneş henüz yüksek ve bembeyaz iken ikindi namazı için ikamet etti. Sonra Ona emretti. O da Güneş battığı zaman Akşam namazı için ikamet etti. Sonra Ona emretti. O da şafak battığı zaman yatsı namazı için ikamet etti. Sonra Ona emretti. Oda Fecir doğduğu zaman, sabah namazı için ikamet etti. İkinci gün olunca ona emretti. O da öğle için ezan okudu da öğle namazını serinliğe bıraktı. Hem de hava iyice serinleyinceye kadar geciktirdi. Sonra güneş henüz yüksek iken ikindi namazını kıldı. İlk günkü vakitten sonraya tehir etmiş oldu. Daha sonra şafak batmadan önce akşam namazını kıldı. Yatsı namazını da gecenin üçte biri geçtikten sonra kıldı. Sabah namazını da, ortalık iyice aydınlandıktan sonra kıldı. Daha sonra :
-Namaz vakit(leri)ni soran kişi nerededir?» buyurdu. Adam da.-Ben (buradayım) Yâ Resûlallah! deyince, O:
«Namazınızın vakti, gördüğünüz süreler arasıdır.- buyurdu." [1]
Bu hadisi Müslim ve Tirmizî de rivayet etmişler;Tirmizî, bunun hasen - garib - sahîh olduğunu söylemiştir.
Nevevi,hadîsin muhtevasıyla ilgili olarak şöyle der:
1 — Her namaz için bir fazilet vaktinin bir de ihtiyar vaktinin bulunduğu;
2 — Akşam namazı vaktinin, şafak batmçaya kadar devam ettiği;
3 — Kuvvetli bir maslahat için namazın ilk vakit faziletini bırakarak ihtiyar vaktinin son anına kadar tehirinin meşruluğu;
4 — Şer'î bir hükmün açıklanmasının ihtiyaç zamanına kadar bekletilmesinin câizliği;
5 — Şer'î bir hükmün sözle olduğu gibi, fiil ile de açıklanabileceği gibi hükümler hadîsten anlaşılıyor.
Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'in:
«Namazınızın vakti, gördüğünüz süreler arasıdır.» hitabı soru sahibine ve diğerlerinedir. Fıkranın mânâsı ise şudur: Her namaz; iki günde ayrı ayrı vakitlerde kılınmakla, her namazın vaktinin başlangıç ve nihayeti gösterilmiş oluyor. İkinci gün namaz kılman vakit, ihtiyar vaktinin sonunu açıklamak içindir. Yatsı namazının, gecenin üçte birisi geçince kılınmasıyla, ihtiyar vaktinin bitiminin bu olduğu anlaşılıyor. Müs1im'in rivayet ettiği Abdullah bin Amr (Radıyallâhü anh)'m hadisinde ise gece yarısı olunca yatsı namazı kılındığı bildirilmiştir. Buna göre ihtiyar vakti gece yarısına kadar devam eder. Âlimler, hangisinin kuvvetli olduğu hususunda ihtilâf etmişlerdir. Şafiî' nin bir kavline göre gecenin üçte birisine, diğer kavline göre yatsı namazının vakti gecenin yansına kadar devam eder. İkinci kavli daha sıhhatlidir.
(Hanefî âlimlerine göre yatsıyı, gecenin üçte birisinin bitimine kadar tehir etmek müstehabtır.)
Ebül'Abbas bin Şüreyh: Ne rivayetler arasında ne de Şafii' nin iki kavli arasında ihtilâf yoktur. Çünkü maksad, gecenin üçte birisinin bitimi, yatsının ihtiyar vaktinin başlangıcıdır. Gecenin yansının bitimi de, ihtiyar vaktinin nihayetidir. Rivayetler arası böylece bulunur, demiştir.Ebü'l-Abbâs'in söylediği bu söz, hadîslerin lafızlarının zahirine uygundur. Çünkü Abdullah bin Amr (Radıyallâhü anh)'m hadîsinde Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'in:
«Yatsının vakti gece yarısına kadardır buyruğunun zahiri gece yansının, ihtiyar vaktinin nihayeti olduğudur.
Büreyde ve EbûMûsa' nin hadîsine göre. Peygamber {Sallallahü Aleyhi ve Sellem) namaz vakitlerini soran adama ve başkalarına öğretmek üzere ikinci gün, yatsı namazına gecenin üçte birisi bittikten sonra başladığı bildirilmiştir. O halde buna göre yatsının ihtiyar vakti gece yansına yakın bir zamana kadar devam eder. Böyle yorum yapmakla, bu konuda vârid olan fiilî ve kavli hadîslerin araları bulunmuş olur.»
İkinci gün öğle namazının hava serinleyinceye kadar tehir edildiği ve ikindi namazının da birinci güne nisbeten tehir edildiği bildiri İmiş tr. Tuhfetü'l-Ahvezî yazarı bu ifâdelerde kasdedilen mânâ şudur, der:
'tik gün, her şeyin istiva (= Güneş gök ortasında olduğu) zamanındaki gölgesinden başka gölgesi o şeyin boyu kadar uzanınca Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) ikindi namazını kılmış, ikinci gün ise, gölge o şeyin boyunun iki katı kadar uzanınca ikindiyi edâ etmiştir.'
İkinci gün Öğle namazının serinliğe bırakıldığı bildiriliyor. Fakat buradaki rivayette tehir süresi belirtilmemiştir. Müslim, Ebü Dâvûd, Nesâi ve Beyhakî' nin Ebu Musa El-Eş'âri (Radıyallâhü anh) 'den rivayet ettikleri benzer hadîste ikinci günkü öğle namazının, ilk günkü ikindi namazının kılındığı zamana yakın bir vakitte kılındığı bildirilmiştir. Böylece serinliğe bırakılması durumu da açığa kavuşmuş olur.
Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) 'e namaz vakitlerini soran kişinin ismi bildirilmemiştir.
668) lbn-i Şihâb (Radtvaltokü 'den rivayet edildiğine göre
Kendisi Medine i Münevvere Emİri Ömer bin Abdü'l Aziz[2] (Radıyallâhü anhümâVnın döşekleri üzerinde oturuyormuş. Yanında da Urve bin Ez-Zübeyr (Radıyallâhü anh) bulunuyormuş. Emir Ömer (Radıyallâhü anh), ikindi namazını biraz tehir etmiş. Bunun üzerine Urve Ona:
Dikkatli ol. Şüphesiz Cibril (Aleyhisselâm) indi de Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'e imam olarak namaz kıldırdı demişi Ömer (Radıyallâhü anh)'de ona:
— Ne söylediğini bil ya Urve, deyince Urve de şöyle demiştir i
— Ben, Beşîr bin Ebî Mesudu dinledim. Diyordu ki t Ben (babam) Ebû Mesudu tUkbe bin Amr El-En sâri) dinledim diyorduk! t Ben, Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) 'i şöyle buyururken dinledim *
«Cibril, indi de bana imam oldu. Ben de onunla namaz kıldım. Sonra onunla namaz kıldım. Sonra onunla namaz kıldım. Sonra onunla namaz kıldım. Sonra onunla namaz kıldım.» Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) böyle buyururken beş namazı mübarek parmaklarıyla hesaplıyordu." [3]
Ebû Mes'ud (Radıyallâhü anh)'a âit hadîs kısmını B u -hâri. Müslim, Ebû Dâvûd, Nesâî, Beyhakî, Tahavi ve Darekutni bâzı lafız farklarıyla rivayet etmişler. Mâlik ve Ahmed de tahriç etmişlerdir.
El-Menhel yazarı, hadîsin izahı ile ilgili olarak aşağıdaki ma'lu-matı vermiştir:
Buhâri' nin bir rivayetinde belirtildiği gibi Ömer bin Abdü '1 - Aziz ( Radıyallâhü anh) bir gün ikindi namazını, müs-tahab olan ilk vaktinden biraz tehir etmiştir. Buradaki rivayette buna işaret eder. Yoksa Ömer (Radıyallâhü anh) 'in namaz geciktirmeyi itiyad hâline getirdiği söz konusu değildir.Urve (Radir yallâhü anh) 'nin duruma müdahalesinin sebebi Cibril (Aley-hisselâm)'in Peygamber (Sallallahü Aleyhive Sellem)'e namaz kıldırdığı fazilet vaktinin kaçırılması idi.
Kadı Iyaz: 'Ömer (Radıyallâhü anh) 'in ikindiyi tehir etmesi, bir mazeretten dolayı değilmiş. Çünkü Urve' nin itirazı üzerine Ömer (Radıyallâhü anh) bir özür beyan etmemiştir. Namaz fazilet vaktinin tahdidini bile bile kasden geciktirmesi de söz konusu değildir.Ömer (Radıyallâhü anh) bu tehirin câizliğini sandığı için böyle yapmıştır. Zâten hadiste belirtildiği gibi geciktirme olayı bir defa vuku bulmuş, yâni itiyad hâline getirilmiş değildi. Hal böyleyken eğer namazı ihtiyar vaktinden sonraya bırakmışsa, Urve' nin itirazı ve müdahalesinin sebebi açıktır. Çünkü-emir değil, avam tabakasından olan bir müslüman dahi, namazı bu kadar tehir etmemelidir. Şayet Ömer (Radıyallâhü anh) cemâat için sünnet olan fazilet vaktini kaçırmış olmakla beraber, henüz ihtiyar vaktinde iken Urve (Radıyallâhü anh) uyarıda bulunmuş ise bunun sebebi Ömer (Radıyallâhü anh) gibi bir şahsiyetin örnek oluşudur. Onun bu davranışı, toplum için bir mesned edilebilir endişesiyle Urve itirazda bulunmuştur.
Emir Ömer (Radıyallâhü anh), Cibril (Aleyhisse-lâm)'in namaz vakitlerini sınırlandırdığını bilmemiş olabilir. Çünkü insanın bütün hadîsleri bilmesi mümkün değildir,' demiştir.
El-Kurtubİ: Ömer bin Abdülaziz (Radıyallâhü anh) 'in faziletine uygun olan yorum şudur ki: Ömer (Radıyallâhü anh) o gün ikindi namazını en faziletli vakitten sonraya bırakmış, kendisi önder olduğu için namazı tehir etmesiyle bu halin sünnet olduğu sanılmasın diye Urve müdahale etmiştir, demiştir .
Nevevi de, Müs1im'in şerhinde: 'Ömer (Radıyallâhü anh), ikindiyi tehir edince Urve (Radıyallâhü anh) itirazda bulunmuş. El-Muğire bin Şu'be de Küfe'de bir defa tehir edince Ebû Mes'ud El-Ensârî, itiraz et-miş; ikisi de Cibril (Aleyhisselâm)'in imamlık mes'elesini delil göstermişlerdir.Ömer (Radıyallâhü anh) ve E1-Muğîre'nin geciktirmeleri ya Cibril hadisinin kendilerine ulaşmamasından ya da vakit çıkmadıkça, tehirin câizliği görüşünde olmalarındandır. Nitekim bizim mezhebimiz ve cumhurun mezhebi de budur. Urve ve Ebû Mes'ud'un Cibril (Aleyhisselâm) 'in hadisini delil göstermelerine gelince, Ebû Dâvûd ve Tirmizi sünenleri ile başka kitablarda Ibn-i Abbâs (Radıyallâhü anh)'in ve başka sahâbilerin rivayeti ile sabit olduğu gibi Cibril (Aleyhiseslâm), beş vakit namazı iki defa iki günde Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'e imam olarak kıldırmış-tır. ilk gün beş vakit namazı, ilk vakitte kıldırmış, ikinci gün ise ihtiyar vaktinin sonunda kıldırmıştır. Hal bu olunca, Cibril (Aleyhisselâm) 'in hadîsi, Urve ve Mes'ud (Radıyallâhü anh) tarafından nasıl delil gösterilmiştir? Bu soruya şöyle cevab verilebilir Ömer (Radıyallâhü anh) ve El-Muğire (Radıyalîâ: hü anh) 'nin ikindiyi ihtiyar vaktinden çıkarmış olmaları muhtemsl dir. İkindinin ihtiyar vakti, bir cismin istiva anmdaki gölgesinden başka, o cismin boyunun iki katı kadar uzaması zamanıdır.' demiştir.
Urve' nin : «Dikkat et.» sözü, Ömer (Radıyallâhü anh) 'e uyan mahiyetindedir. Ömer (Radıyallâhü anhî'in de ona. söylediği : «Ne söylediğini bil...» sözünden maksad: «Gafil olarak bir şey söyleme. îyi bellediğin ve güzelce zabtettiğin hadisi naklet.» demektir. Şafiî1 nin Süfyân aracılığıyla Zühri' den yaptığı rivayette Ömer (Radıyallâhü anh) 'in sözü şöyledir: «Ey Urve! Allah'tan kork ve söylediğin söze dikkat et.»
Râfii: Urve (Radıyallâhü anh) gibi bir zât itham edilemez. Ömer (Radıyallâhü anh)'in maksadı, Urve (Radıyallâhü anh)'nin ihtiyatlı davranması ve iyice düşünüp hatırladıktan sonra hadîsi rivayet etmesi, yanılma ve unutma gibi, insana arız olan durumlardan kaçınmasıdır, demiştir.
Ömer (Radıyallâhü anh)'in bu sözü, Urve (Radıyallâhü anh) için bir ikazdır. Bu ikaza ihtiyaç duyulmasının sebebi de, Urve (Radıyallâhü anh) 'nin sened zikretmeden doğrudan doğruya: «Cibril İndi...» diyerek hadis rivayetine girişmesidir. Nitekim ikazdan sonra Urve (Radıyallâhü anh); hadisi senediyle beraber rivayet edince, Ömer (Radıyallâhü anh) kanaat getirmiştir.
Bu iki zât arasında cereyan eden olay, âlimlerin emirlerin yanına gitmeleri ve dîne aykırı gördükleri işlerde itiraz etmeleri, ihtilâf hâlinde sünnete baş vurma gerekliliği gibi hükümler vardır. [4]
669) Âişe (RadtyaUâkü anhâ)yden rivayet edildiğine göre şöyle demiştir :
Mü'min kadınlardan bazıları Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Seli em) ile beraber sabah namazını kılarlardı. Sonra evlerine dönerlerken, alaca karanlıktan dolayı kimse onları tanımazdı." [5]
Bu hadîsi Buhâri, Müslim, Tirmizî, Ebû Dâvûd, Nesâİ ve Beyhakî de muhtelif senedlerle ve az lafız farkıyla rivayet etmişlerdir.Buhâri, Müslim ve bazı sünen sahiplerinin rivayetlerinde Kadınlar çarşaflarına bürünerek...» kaydı mevcudtur. Ebû Mesut ve oğlu Beşir (R.A)'in Hal Tercemeleri
Ebû Mes'ud Ukbe bin Amr bin Salebe EI-Ensârf sahabi olup Peygamber (S^A.V.)'aen nacns rivayet etmiştir. Kendisinden de oğlu Besİr, Ebû Vâİl. Alkarna, Ebtil-Ahvas, Kay s bin Ebi Hâzim ve başkaları rivayet etmişlerdir. Sahih kavle göre Bedir savaşına katılmıştır. Onun için Buhâri onu Bedir ehlinden saymış, Müslim de Bedir'de bulunduğunu söylemiştir, tbn-i Sa'd, onun Uhud ve daha sonraki savaşlarda bulunduğunu söylemiştir. Hicretin 40. yılı vefat ettiği söylenmiştir.
Oğlu Beşlr ise, Buhâri, Müslim, tbn-i Hibbân ve Ebû Hatem tarafından tabiilerin sikaları arasında zikretmiştir. El-lclİ de, onun sıka bir tabii olduğunu söylemiştir, tbn-i Müneddeh ise, onun sahfibllik şerefine kavuştuğunu söylemiştir. Kendisi babasından rivayette bulunmuştur. B&vileri ise oğlu Abdurahman, Urve bin Ez-Zübeyr, Yûnus bin Meysere ve Hilal bin Cebr'dlr. Buhâri, Müslim ve tbn-i M&-ceh onun hadislerini rivayet etmişlerdir. (BH-Menhel, Cild 3, SahJfe : 292-293)
Gales: Alaca karanlık, demektir.
Taglis : Alaca karanlıkta sabah namazını kılmak, demektir.
671 nolu hadîste geçecek olan «İsfâr» sabah namazını ortalık aydınlanınca kılmaktır. Şafiî, Ahmed ve İshak'a göre «İsfâr» tan yerinin iyice ağarması demektir.
Sabah namazının alaca karanlıkta kılındığı ye cemâate giden kadınların, namazdan çıkınca bu karanlık henüz devam ettiği için kimsenin onları tanımadığı bu hadîste ifâde edilmiştir.
Tirmizî' nin şerhi Tuhfetü'l-Ahvezî yazan, El-H&fız tbn-i Haceri'l-Askalani Fethü'l-Baride şöyle dediğini «Tağlîs» babında nakletmiş tir:
«Davudi: «Alaca karanlıktan dolayı kimse onları ^ımnv. di.» fıkrasının mânâsı şudur: Bakan adam, onların kadın mı, erkek mi olduklarını bilemezdi. Çünkü, sadece, karaltılar görürdü, demiştir.
Bâzıları: Bu fıkradan maksad, geçen kadınların Hatice mi Zeyneb mi diye şahsen taninmamalarıdır, demişlerdir. Nevevî: Örtülü kadın gündüzde şahsen tanınmaz. Burada alaca karanlığın henüz devam ettiği bildirilmek isteniyor. Camiden dönen kadınların örtülü oldukları için şahsen tanınmamaları, örtülerinden dolayıdır. Bu nedenle söylenen bu yorum, bir mânâ ifâde etmez demiştir.
Hâfız: Eğer fıkradan maksad, bunların erkekler mi, kadınlar mı olduklarının bilinmemesi olmuş olsaydı, fıkrada tanımak anlamım ifade eden «Ma'rifet» fiili yerine, anlamını ifâde eden «İlim» fiili kullanılacaktı. «Ma'rifet» fiili kullanıldığı için, fıkradan maksad kadınların şahsen tanınmamalarıdır. Nevevî' nin: «Örtülü kadınlar gündüz ıJe şahsen tanınmazlar» sözüne itiraz edilir. Çünkü genellikle kadınlar giyinişleri, yürüyüşleri ve genel durumlarıyla birbirlerinden ayırt edilebilirler, demiştir.
EI-Bâcî de: Hadîs, o kadınların yüzlerinin açık olduğuna delâlet eder. Çünkü yüzleri kapalı olsaydı karanlıktan dolayı değil, kapalı oluşlarından dolayı tanınmamış olurlardı, demiştir.Nevevî' nin sözüne yapılan itiraz, E1-Bâc î' nin sözüne de yapılır.
Ebü Berze (Radıyallâhü anh)'nin:
«Adam, yanında oturan kişiyi tanıyabildiği bir aydınlık olunca,
Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) sabah namazından dönerdi.» mealindeki hadîsi, Âişe (Radıyallâhü anhâ)"nin hadîsine ters düşmez. Çünkü adamın, yanında oturan adamı tanıması başka bîr şeydir, sokaktan geçen örtülü kadını tanımaması başka bir şeydir.»
Tirmizî, bu hadîsi rivayet ettikten sonra şöyle der:Aişe (Radıyallâhü anhâ) 'nin hadisi hasen - sahih bir hadistir. Sahâbilerden Ebû Bekir (Radıyallâhüanh) ve Ömer (Radıyallâhü anhJ'in dâhil olduğu bir kısım âlimler ve onlardan sonra gelen tabiî âlimlerin bir kısmı, sabah namazını alaca karanlıkta kılmayı tercih etmişlerdir. Şafiî, Ah me d ve İshak da sabah namazında tağlisi müstahab görmüşlerdir.'
El-Menhel yazarı da 'Sabah Vakti' babında rivayet olunan bu hadîsin açıklamasını yaparken şöyle der :
«Hadîs, sabah namazını tan yeri ağardık tan hemen sonra kılmanın müstahab olduğuna delâlet eder.Mâlik, Şafiî,Ahmed, İshak, Ebû Sevr, El-Evzâî, Dâvûd bin Ali ve Taberi böyle demişlerdir.Ömer, Osman, îbn-i Zübeyr, Enes, Ebû Musa ve Ebû Hüreyre (Radıyallâhü anhüm)'den rivayet olunan kavil de budur. E1-Hâzimi,bu kavli Hulefâ-i Râşidin' den kalan Ebû Bekir (Radıyallâhü anh) ile Ali (Radıyallâhü anh)'-den, ayrıca Ebû Mes'ud-i Ensâri ve Hicaz ehlinden rivayet etmiştir.
Bu âlimler, Âişe (Radıyallâhü anh)'nin bu hadîsini, Ebû Mes'ud'un şu mealdeki hadîsini ve benzer sahih hadisleri delil olarak göstermişlerdir:
«Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem), sabah namazını, bir defa alaca karanlıkta kıldı. Başka bir defa ortalık aydınlandıktan sonra kıldı. Ondan sonra, vefat edinceye kadar tağlis etti. Yâni daima alaca karanlıkta kıldı. Hiç isfara dönmedi.» Âlimler, ayrıca «Hayrat için yarışınız» ve «Rabbinizin mağfiretine koşuşunuz.» âyetlerini de delil göstermişlerdir.
Ebû Hanife, arkadaşları, Sevri ve Irak âlimlerinin ekserisi sabah namazında isfârın afdal olduğunu söylemişlerdir. Ashabtan Al i ve Ibn-i Mes'ud (Radıyallâhü anhümâ) '-dan da bu kavil rivayet edilmiştir .
Bu görüşteki âlimler Râfi' bin Hadîc'in (672 nolu) hadisini delil göstermişlerdir. Bir de Buhârî ve Müslim'in İbn-i Mes'ud (Radıyallâhü anh) 'den rivayet ettikleri şu mealdeki hadise dayanmışlardır:
«Ben, Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'i her hangi bir namazı vaktinden başka bir zamanda kılarken görmedim. Yalnız şu iki namazı gördüm. (Müzdelife'de akşam ve yatsı namazını beraber kıldı. Ve o gün sabah namazını vaktinden önce kıldı.)» Bu âlimler: Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'in sabah namazını fecir doğmadan Önce kılmadığı malûmdur.O gün sabah namazını fecir doğduktan sonra, henüz ortalık aydınlanmadan kılarak tağlis etmiştir. Şu halde hadîs. Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'in başka zaman tağlis etmediğine delâlet eder. îsfar, cemâatin çoğalmasına, safların dolmasına ve nafile namaz için geniş bir zamanın verilmesine vesile olduğu için daha faziletlidir, demişlerdir.
Diğer âlimler şöyle cevab vermişlerdir: Râfi' bin Hadic (Radıyallâhü anh)'in hadîsindeki isfâr'dan maksad, tan yerinin iyice ağarması ve belirgin olmasıdır.Râfi'in hadisindeki:
•Şafak iyice zuhur ettikten sonra sabah namazını edâ etmenin ecri daha büyüktür.» fıkrası, isfânn böyle yorumlanmasına engel değildir. Çünkü buna göre isfârdan önce sabah namazı kıhnabiliyorsa da ecri daha azdır. Çünkü kişinin vaktin girdiğini kesin olarak bilmemekle beraber, kuvvetli zan ile kanaat ettiği zaman namaza durması caizdir ve ecri vardır. Eğer fecrin doğduğunu belirgin bir halde müşahede ettikten sonra namaza durursa daha afdaldır ve ecri daha büyüktür. Yahut isfâr emri mehtablı gecelere mahsustur. Çünkü fecrin doğuşu, mehtablı gecelerde ilk anlarda belirgin olmuyor. Böyle gecelerde ihtiyar olmak üzere isfarla emrolunmuşlar, denilebilir.
Ibn-i Mes'ud (Radıyallâhü anh) 'un hadîsine de şöyle cevap verilmiştir: Peygamber (Sallallahü Aleyhive Sellem) şâir zamanlarda, fecir doğduktan sonra cünüb adamın guslünü yapabileceği ve abdestsizin abdest alabileceği bir süre bekledikten sonra sabah namazını kılmayı itiyat hâline getirmişken; Müzdelife gecesi sabah olunca Hac menâsikine genişçe bir vaktin ayrılması için, mutadından önce sabah namazına durmuştur.
Tahavİ «Tağlis hadisleri» ile «İsfâr hadîsleri»nin arasını bulmak için şöyle demiştir: Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) alaca karanlıkta sabah namazına başlar ve kıraatim uzatarak, or-
talik aydınlandıktan sonra namazdan çıkardı.Tahavi: Âişe (Radıyallâhü anhâ) 'nin hadîsi, sabah namazında kıraati uzatma emrinden önce idi. Bu nedenle Âişe (Radıyallâhü anhâ) 'nin hadîsi mensuhtur, demiştir. Fakat Tahavi' nin m en şuhluk dâvası mes-nedsizdir. Tirmizî1 nin : Âişe (Radıyallâhü anhâ) 'nin hadîsi hasen - sahihtir. Ebû Bekir ve Ömer (Radıyallâhü an-hümâ)'nın dâhil olduğu bir grup sahâbi ve onlardan sonra gelen tabiîler, bu hadiste beyan edildiği gibi sabah namazında tağlisi seçmişlerdir, şeklindeki sözü, hadisin mensuh olmadığını takviye eder. Çünkü, eğer mensuh olmuş olsaydı nesih durumunu herkesten daha iyi bilen bu büyük zatlar tağlisi tercih etmiyeceklerdi. Âişe (Radıyallâhü anhâ)'nin hadîsinin bâzı hallere âit olduğu umulur. Çünkü delillerin zahirine göre çoğu zaman Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) karanlık varken sabah namazına başlıyormuş. Bazen, henüz aydınlık olmadan namazdan çıkarmış ki Aişe (Radıyallâhü anhâ)'nin hadîsi buna delâlet ediyor. Bazen ortalık aydınlandıktan sonra namazdan çıkarmış ki Ebû Berze' nin hadîsi buna delâlet eder. Kıraatin uzunluğuna ve kısalığına göre bu değişik durumlar oluyormuş. Çünkü sabah namazında bazen altmış âyet, bazen de yüz âyet okuyormuş.
Yukarıdan beri verdiğim bilgileri okuduktan sonra tağlîs görüşünün delilleri sıhhatli ve daha kuvvetli olduğu için bu kavil daha racihtir. [6]
1 — Sabah namazını alaca karanlıkta kılmak daha efdaldır.
2 — Bir fitne endişesi olmadığı takdirde kadınların geceleyin namaz için camiye gitmeleri caizdir.
3 — Meşru bir amaçla evlerinden çıkan kadınlar iyice örtünme-lidirler.
670) Ebû Hüreyre (Radtyallâkü ankyden rivayet edildiftine göre Re-sûlullah (SallaUakÜ Aleyhi ve Sellem) I
«... Bir de sabah namazı kıl. Çünkü şüphesiz sabah namazına şâhidlik edilmiş olur.[7] mealindeki âyet bölümünü okuyup buyurdu ki t
«Gece ve gündüz melekleri, sabah namazında hazır bulunurlar. [8]
Bu hadîs de sabah namazında tağlisin isfâr'dan daha afdal olduğuna delâlet eder. Fahr-ı Râzi bu âyetin tefsirinde şöyle der: 'Bu âyet, tağlisin isfardan daha efdal olduğuna delâlet eden kesin ve kuvvetli bir delildir. Çünkü insan, fecir doğduktan hemen sonra sabah namazına başlayınca, gece karanlığının bir kısmı henüz kaldığı için gece melekleri hazır bulunur. Sonra uzun kıraat ile namaz uzatılınca karanlık gider ve aydınlık zuhur eder. Bu kere gündüz melekleri de hazır bulunmuş olur. Böylece hem gece hem gündüz melekleri sabah namazında hazır bulunmuş olurlar. Fakat isfar vaktinde sabah namazına başlandığı zaman artık gece melekleri kalmadığı için, âyette anlatılan mânâ hâsıl olmamış olur. Böylece âyet, sabah namazının ilk vaktinde kılınmasının daha efdal olduğuna delâlet eder.1
Sindi de : Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) 'in «Gece ve gündüz buyruğu, âyetteki «Şüphesiz sabah namazına...» ilâhi nazmın tefsiridir. Müellif, bu hadisi burada zikretmekle, mer-fû olan bu tefsir ile sabah namazında tağlis etmenin uygunluk hükmünü çıkarmak mümkündür. Çünkü şer'İ gündüz, alaca karanlığın bitmesiyle başlar ve gündüz meleklerinin inişiyle gece meleklerinin dönüşü zahiren bu vakte rastlar, tki grup meleğin sabah namazında içtimâ etmeleri namazın bu vakitte kılınmasını gerektirir. Bu hadîsten tağlis hükmünün çıkarılması, ince bir istinbatdır, demiştir.
671) Muğîs bin Sümeyye [9] (Radtyailâhü anh)'den rivayet edildiğine göre şöyle demiştir:
Ben, Abdullah bin Ez-Zübeyr (Radıyallâhü anhümâ) ile beraber sabah namazını alaca karanlıkta kıldım. Abdullah (Radıyallâhü anh) selâm verince ( = biz namazdan çıkınca) ben (Abdullah) bin Ömer (Radıyallâhü anhümâ) 'ya dönerek t Bu namaz nedir? diye sordum, tbn-i Ömer (Radıyallâhü anhümâ) : (Tağlisle kılınan) bu namaz bizim Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Seİlem) ile beraber ve Ebû Bekir ile Ömer (Radıyallâhü anhümâ) ile beraber kılageldiğlmiz nama-zumızdır. Ömer (Radıyallâhü anh) (tağlisle kıldırdığı sabah namazında) vurulunca, Osman (Radıyallâhü anh) sabah namazını isfar-da kıldı, (ortalık aydınlanınca kıldı.) diye cevap verdi." [10]
Hadiste belirtildiğine göre Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sel-lem) zamanında ve Ebû Bekir (Radıyallâhü anh) ile Ömer (Radıyallâhü anh)'in hilâfetleri devrinde sabah namazında tâğlise devam ediliyormuş. Hz.Ömer (Radıyallâhü anh) henüz ortalık karanlıkken sabah namazını kıldırdığında şehid edilince, katilin karanlıktan faydalandığı nedeniyle halife Hz.Osman (Radıyallâhü anh) ortalık aydınlandıktan sonra sabah namazına durmayı tercih etmiş ve anılan maslahat nedeniyle sahâbîler deHz. Osman (Radıyallâhü anh)'a muvafakat etmişlerdir. Çünkü güvenlik bakımından isfar, tağlisten daha iyi görülmüştür.Tahavi' nin rivayet ettiğine göre İbrahim En-Nahâi: Sahâbîler isfar üzerinde ittifak ettikleri kadar hiç bir şey üzerinde ittifak etmemişlerdir, demiştir. Sindi: 'İbrahim, Osman (Radıyallâhü anhümâ) 'in hilâfeti vaktinde uygulanan isfarı kasdetmiştir. Halbuki belirtilen maslahat nedeniyle yapılan isfar uygulanması, tabiisin mensuhluğuna delâlet etmez. Bilâkis varlığını te'yid eder, demiştir.
Zevâid'de hadîsinin isnadının zayıf olduğu bildirilmiştir. Sindi, Zevâid'den naklen bu bilgiyi verdiğine göre hadis Kütüb-i Sit-te'den yalnız sünenimizde rivayet olunan Zevâid kısmındandır.
672) Râfi' bin Hadic (Radtyailâhü anh)'den rivayet edildiğine göre şöyle demiştir: Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) buyurdular ki:
«Fecir doğunca hemen sabah namazını kılınız. Çünkü şüphesiz, o anda sabah namazını kılmanın sevabı daha çoktur.»" [11]
Tirmizi, Nesâi ve Ebü Dâvûd da bu hadîsi.rivayet etmişler; Tirmizİ, bunun hasen-sahîh olduğunu da söylemiştir. Tirmizi'nin rivayetinde hadisin lafzı;
«Şafak aydınlanınca sabah namazını kılınız.» diye başlar. Tirmizi, bu hadîsi isfar babında açmış ve hadîsi rivayet ettikten sonra: 'Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) 'in ashabından ve tabiilerden bâzı ilim ehli sabah namazında isfar etmenin daha faziletli olduğunu söylemişlerdir. Süfyân-ı Sevrİ de bununla hükmetmiştir. (Bunlar, hadisteki isfar ile ortalığın aydınlanmasının kasdedildiğini söylemişlerdir. Şafiî, Ahmed ve İshak'a göre hadîsteki isfann mânâsı, fecrin doğduğunun iyice anlaşılması ve en ufak bir şüphenin kalmamasıdır. îsfar'ın mânâsı sabah namazının ortalık aydınlanıncaya kadar tehir edilmesi demek değildir, demiştir.
Süyûti: îbn-i Mâceh sünenindeki Râfi' bin Hadiç'in hadis lafzının; diye başlamasından anlaşılıyor ki, diğe rivayette geçen; ifâdesi ile aynı mânâ kasdedilmiş ve hadîs mânâ itibariyle rivayet edilmiş olur. Yâni her iki rivayetle kasdedilen mânâ, sabah namazını ortalık aydinlanıncaya kadar tehir etmek değil, maksadtan yeri ağarın-ca hemen sabah namazına durmaktır.' demiştir.
Sindi, Süyûtî' nin sözünü naklettikten sonra : ifâdesinin, hadîsi mânâ itibariyle rivayet etmek mâhiyetinde olduğunun belirlenmesi, delile muhtaçtır. Çünkü bunun aksi de olabilir: Yâni: Bu rivayet asıldır, «Asbihû Bi'l Subhi» ifâdesi, hadîsi mânâ itibariyle rivayet olabilir. Evet, sabah namazında isfa-rın müstahab olduğu görüşündeki âlimlerin isfâr rivayetini delil göstermeleri kabule şayan değildir. Çünkü diğer rivayetin asıl olması ve isfar rivayetinin, râvinin bir tasarrufu olması muhtemeldir. Nasıl ki, sabah namazında tağlisin müstahablığım söyleyen âlimlerin «Asbihû» rivâyetiyle istidlal etmeleri de tam değildir. Çünkü 'İsfar' rivayeti asıl olabilir, 'İsbah, rivayeti râvinin tasarrufudur, denilebilir. Ancak şu var ki tağlis delillerine uygun olanı «İsbah» rivayetidir. Tağlis delilleri çoktur. İsfar rivayetinden başka isfar delili yoktur. Hadîsler arasında çelişkinin olmayışı asıldır. Bu nedenle diğer delillere muvafık olan «İsbah» rivayetinin asıl olması ve «İsfar» lafzının, râvinin tasarrufu olması açıktır.
Şu var ki «İsbah» rivayetine göre, «Sabah olunca sabah namazını kılmanın sevabı daha çoktur.» Şu halde sabah olmadan sabah namazını kılmak da caizdir. Ve onun da sevabı vardır, gibi yanlış bir mânâ çıkabilir. Bu sakınca şöyle bertaraf edilebilir: Hadisin mânâsı tan yeri iyice ağarınca ve fecrin doğduğu hususunda en ufak bir şüpheye yer kalmadan, kesinlikle sabah olduğunu bildiğiniz zaman sabah namazına durmanızın sevabı daha çoktur. Bununla beraber, fecrin doğduğuna kuvvetle kanaat getirdiğiniz zaman, ufak bir şüpheniz olsa bile sabah namazına durmanız caizdir. Ve sevabı da vardır. Lâkin sevabı diğeri kadar değildir.' der.
El Menhel yazarının yorum şekli, bence daha uygundur. Ona göre hadisin mânâsı şudur: Fecir doğduğu zaman sabah namazını kılmanın sevabı, ortalık aydınlanıncaya kadar sabah namazını tehir etmenin sevabından daha çoktur.
Hulâsa yukarıda verilen malûmattan da anlaşıldığı gibi isbah ve isfardan maksad, fecrin doğduğunun anlaşılmalıdır.
Hadîsin fıkıh yönü ise, sabah namazında tağlisin matlub olduğu ve fecir doğduktan sonra hemen sabah namazını kılmanın sevabının, onu ortalık aydınlanıncaya kadar tehir ederek kılmanın sevabından daha çok olduğudur. [12]
673) Câbir bin Semure (Radtyallâhü anh)'âen rivayet edildiğine göre şöyle demiştir:
Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) öğle namazım güneş (gök ortasından batıya) kaydığı zaman kılardı. [13]
Bu hadîsi Ahmed, Müslim ve Ebû Dâvûd da rivayet etmişlerdir.Ebû Dâvûd'un rivayetinde:
«Güneş gök ortasından zail olunca Bilâl öğle ezanını okurdu.»
denilmiştir. İki rivayetin ifâde ettiği mânâ aynıdır.
Dahd: Hadiste geçen ve bu mastardan türeme 'Dahat, fi'linin asıl mânâsı kaymaktır. Burada maksat güneşin gök ortasından zail olması ve batıya doğru kaymasıdır. Güneşin kaydığı ve öğle vaktinin girdiğini anlamak için henüz güneş gök ortasına varmadan önce düzgün bir yere bir çubuk dikilir ve gölgesinin ucuna işaret konur. Gölge kısaldıkça henüz güneşin gök ortasına varmadığı anlaşılır. Gölge kısalması durduğu an güneş gök ortasına varmış olur. Bu âna 'İstiva, zamanı denir ve bu andaki gölgeye de 'İstiva, gölgesi denir. Bu andaki gölgenin ucunu işaretlemelidir. Çünkü o gölge ikindi namazı vaktinin hesaplanmasında lâzım olur. Durgun olan gölge uzamaya başlayınca Güneş'in gök ortasından batıya doğru kaydığı anlaşılmış olur. İşte o zaman öğle vakti girmiş olur. O çubuğun gölgesi gittikçe uzar. Nihayet istiva gölgesinden başka, çubuğun gölgesi, çubuğun boyu kadar uzaymca öğle namazının vakti sona ermiş olur.
Nevevi: Bu hadîs, öğle namazını ilk vajctinde .kılmanın müs-tahablığma delâlet eder. Şafii ve cumhurun kavli de budur, demiştir.
E1-AynI ise : Hadis, öğle namazının, ilk vaktinde kılınmasının müstahabhğına delâlet etmez. Çünkü hava serinleyinceye kadar öğle namazını geciktirerek kılan kişi de bu hadis gereğince güneşin zevalinden sonra namaz kılmış denilebilir, demiştir.
674) Ebû Berze[14] El-Eslemî (Radtyallâhü anh)'den rivayet edildiğine göre şöyle söylemiştir :
Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem), sizin öğle namazı dediğiniz hecîr nam a/in i, güneş (gök ortasından) kayınca kılardı." [15]
Hecîr i Günün ortası demektir. Öğle namazı da bu sıralarda kılındığı için; râvi ona hecir namazı demiştir. Tuhfetü'l-Ahvezî'nin beyânına göre Buhârî ve Müslim de Ebû Berze (Radı-yallâhü anh)'nin hadisini rivayet etmişlerdir. Bu hadîs de bir önceki hadîsin hükmünü ifâde eder. Ebû Dâvûd ise Ebû Ber-ze (Radıyallâhü anh) 'nin hadîsini daha uzun bir metin hâlinde rivayet ederek öğle, ikindi, yatsı ve sabah namazlarının Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) tarafından hangi vakitte kılındığını açıklamaktadır.
675) Habbâb [16] (Radıyallâhü anh)\\çn rivayet edildiğine göre şöyle söylemiştir :
'Biz Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'e kızgın kumların hararetinden şikâyet ettik. Fakat şikâyetimizi gidermedi.'
El-Kattân dedi ki: Bize Ebû Hatim tahdis etti. (O da dedi ki:) Bize El-Ensâri tahdis etti. (O da dedi ki:) Bize Avf bu hadisin mislini tahdis etti.Habbâb (R.A.)'ın hadîsini Müslim ve Nesâî de rivayet etmişlerdir.
676) Abdullah bin Mes'ud (Radıyalâhü anh)'den rivayet edildiğine »öre şöyle demiştir :
Biz, Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) kızgın kumların hararetinden şikâyet ettik. Fakat bizim şikâyetimizi gidermedi.Râvî Mâlik-i Tâi'nin tanınmadığı ve Muâviye bin Hişâm'ın pek zabıt tabibi olmaması nedeniyle bu isnadın söz götürdüğü Zevâid'de bildirilmiştir. [17]
Ramda': Güneş harâretiyle fazla ısınan kumdur. İşkâ': Şikâyeti gidermektir. Sa'leb, buna başka bir mânâ bularak : Şikâyet etmeye muhtaç kılmamaktır, demiştir.
Nesâî, Habbâb (Radıyallâhü anh) 'm hadîsini «Mevâkit» kitabında rivayet etmiştir. Süyûtî, Nesâi' nin şerhinde bu hadîsle ilgili olarak şöyle der:
«Nihâye'de belirtildiğine göre râvi Habbâb şunu demek istemiştir: 'Sahâbiler öğle namazını kılmak için mescide gitmek üzere dışarı çıktıkları zaman, kızgın kumların harareti ayaklarına dokunarak onları rahatsız ediyordu. Bu nedenle öğle namazını biraz tehir etmek talebinde bulunmuşlar, fakat Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) onların dileklerini yerine getirmemiş ve şikâyetlerini gidermemiştir.' Hadîsçiler, bu hadîsi namaz vakitleri bahsinde zikrederler. Çünkü râvisi Ebû İshak'a: Sahâbilerin şikâyeti öğle namazının erken kılınması hakkında mıydı? diye sorulmuş; Ebû İshak da: Evet, diye cevap vermiştir. Fıkıhcılar ise bu hadisi Secde bahsinde zikrederler. Sebebi de şudur: Kumların sıcaklığının şiddetinden dolayı sahâbîler elbiselerinin bir kenarı üzerine secde ediyorlardı. Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem), onları böyle yapmaktan men etmişti. Sahâbîler kızgın kum üzerinde secde etmenin meşekkatini Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'e şikâyet ederek elbiselerinin bir tarafını secde ederken alınlarının altına koyma iznini istemişler fakat Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) böyle yapmalarına müsaade etmemiştir.
Kurtubide: 'Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) 'in söz konusu şikâyeti gidermemesi, muhtemelen öğle namazının serinliğe bırakılması emri verilmeden önceymiş. Yahut hava nisbeten se-rinleninceye kadar öğle namazının geciktirilmesi emri verilmişken şikâyetçi olan zatlar, öğle namazını daha fazla tehir etme talebinde bulunmuşlar da Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) onların talebini kabul etmemiştir, demiştir.
Sa'leb ise, hadisin; cümlesini şöyle yorumlamıştır: «Yâni bizi şikâyet ve sızlanmaya muhtaç buyurmadı. Vehava serinleninceye kadar öğle namazını geciktirmek için bize ruhsat verdi.» Sa'leb'in bu yorum şeklini Kadı Ebü'l-Ferec nakletmiştir. Bu yorum şekline göre Habbâb'in hadîsi ile öğle namazının serinliğe bırakılmasının câizliğine âit hadîsler, aynı mânâyı ifâde etmiş olurlar. [18]
677) Ebû Hüreyre (Radtyallâhü anh)'den rivayet edildiğine göre; Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) şöyle buyurdu demiştir :
«Sıcak şiddetlendiği zaman (öğle) namazını serinliğe bırakınız. Çünkü şüphesiz sıcağın şiddeti, cehennemin kaynamasındandır.»"
678) Ebû Hüreyre (Radtyalâhü anh)'âen rivayet edildiğine göre; Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) şöyle buyurdu demiştir :
«Sıcak şiddetlendiği zaman öğle namazını serinliğe bırakınız. Çünkü şüphesiz sıcağın şiddeti cehennemin kükreyişindendir.»"
679) Ebû Saîd-i Hudrî (Radıyallâhü anh)'den rivayet edildiğine göre; Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) şöyle buyurdu, demiştir :
«Öğle namazını serinliğe bırakınız. Çünkü şüphesiz sıcağın şiddeti, cehennemin kükreyişindendir.»"
680)El-Muğîre bin Şu'be (Radıyallâhü ankyden rivayet edildiğine göre şöyle demiştir:
Biz, Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) ile beraber öğle namazını (zevalden hemen sonra) gündüzün ortasında ve sıcağında kılardık. Sonra O, bize:
«(Öğle) namazını serinliğe bırakınız. Çünkü şüphesiz sıcağın şiddeti cehennemin galeyanındandır buyururdu.[19]
681) (Abdullah) İbn-i Ömer (Radtyalâhü anhümâ)'den rivayet edildiğine göre, Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) şöyle buyurdu demiştir : •Öğle namazını serinliğe bırakınız.[20]
Bu babta geçen EbûHüreyre (Radıyallâhü anh)'nin
hadısı Kutub-i Sitte sahiplerinin hepsi tarafından rivayet edilmiştir.
Tuhfetü'I-Ahvezî yazarının bildirdiğine göre Ebû Said (Radıyallâhü anh)'in hadisini Buhari de rivayet etmiştir.
E1-Muğire (Radıyallâhü anh)'nin Hadisi (notta bildirildiği gibi Zevâid kısmından olmakla beraber) Ahmed tarafından da tah-riç edilmiştir. İbn-i Ömer (Radıyallâhü anh) 'in hadîsini buhâri de rivayet etmiştir. (Halbuki notta belirtildiği gibi Zevâid yazarı, İbn-i Ömer'in hadîsini Zevâid kısmından saymıştır.)
Tirmizî, Ebû Hüreyre (Radıyallâhü anh) 'nin hadîsini rivayet ederek hasen - sahih olduğunu söyledikten sonra : «Bu bâbta Ebû Said, Ebû Zer, İbn-i Ömer, El-Muğîre, Ebû Musa, İbn-i Abbâs, Enes ve Safvân (Radıyallâhü anhüm)'den rivayetler vardır. Alimlerden bir cemâat sıcağın şiddetli olduğu zamanlarda öğle namazını tehir etmeyi tercih etmişlerdir. tbnü'l-Mübârek, Ahmed ve İshak'ın kavli budur. Şafiî de : Cemâati uzak yerden gelen mescidde kılındığı zaman, şiddetli sıcakta öğle namazını tehir etmeyi tercih etmiş fakat münferit olarak namaz kılan ile kendi yanındaki mescidde namaz kılanların bence sevimli olanı şiddetli sıcakta bile öğleyi tehir etmemeleridir, demiştir. Münferid olsun olmasın; kendi mahalle mescidinde kılsın veya uzak bir camiye gitsin, hadîslere uyma bakımından en uygun olanı, sıcağın şiddetli zamanında öğle namazını tehir etmektir.» demiştir.
El Menhel yazarı «Öğle namazı vakti bâbı»nda rivayet olunan hadislerin izahı bahsinde aşağıdaki malûmatı vermiştir:
«Öğle namazını şiddetli sıcakta ibrad etme yâni serinliğe bırakmaya âit hadîslerin zahirine göre ibrad vâcibtir. Kadı Iyâz'ın anlattığına göre bâzıları: îbrad vâcibtir, demişlerdir. Fakat cumhura göre hadîste ibrad ile ilgili verilen emir, mendubluk içindir. Vü-cub için olmadığının alâmeti şudur: İbrad'ın hikmeti namaz kılanın zorluktan kurtarılması olunca veriledi emir onun menfaati ve güçlükten kurtarılması içindir. Eğer verilen emir vücub için olsaydı, bu emir onun için kolaylık değil bir güçlük ve tazyik olurdu. Dolayısıyla onun yararına değil zararına olacaktı.
Cumhura göre ibradın mendubluğu, sıcağın şiddetli zamanına mahsustur.
Hadislerin zahirine göre ibrâd hususunda cemaatla namaz kılan ile münferit namaz kılan arasında fark yoktur. Ahmed, İshak, tbn-i Münzir ve Küfe âlimleri böyle demişlerdir.
Mâ1iki1er'in ekserisine göre münferit için efdal olanı ibrad etmemektir.
Şafiî, ibrad etmeyi sıcak memleketlere tahsis etmiş ve : Uzaklardan gelen cemâat için ibrad mendubtur. Fakat cemâat toplu halde hazır ise, yahut gölgelikte gitmeleri mümkün ise, acele etmek, ib-râddan efdaldır, demiştir.
Bundan önceki bâbta geçen ve öğle namazının zevalden hemen sonra kılınmasını öngören hadîsler ile ibrada âit hadîsler arasında zahiren bir çelişki görülüyorsa da âlimler bu durumu şöyle cevaplamışlardır :
Öğle namazının ta'cili ve ilk vaktin daha faziletli oluşuna dâir vârid olan hadîsler mutlaktır veya umumîdir. İbrad hadîsleri kayıtlıdır veya hususîdir. Umûmî hadîs ile hususî hadîs arasında veyahut mutlak hadis ile kayıtlı hadîs arasında bir çelişkinin varlığı söz konusu edilemez. Yâni şiddetli sıcak zamanı öğle namazının tehiri ibrad hadîsleri ile istendiği için böyle günlerde kılman öğle namazı, ilk vakit fazileti hükmünden müstesna kılınmış olur. Böyle zamanlarda öğle namazının ibrâdı daha efdaldır. Sair zamanlarda ise ta'cili efdaldır.
675 noda geçen Habbâb (Radıyallâhü anh) 'in hadisine de âlimler şöyle demişlerdir:
Esrem ve Tahâvî' nin dediği gibi Habbâb (Radıyallâhü anh)'in hadisi mensuhtur. Delîli de El-Muğire (Ra-iıyallâhü anh)'nin (680 nolu) hadisidir.
Habbâb (Radıyallâhü anh)'in hadîsi için şöyle de denile-oilir: Bâzı sahâbîler ibrad için tanınan tehir süresini az görerek süreyi uzatmak için kumların hararetinden Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'e şikâyet etmişler, Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) bu dileği reddetmiştir. Habbâb (Radıyallâhü anh) bunu anlatmak istemiştir. Bâzı âlimler: İbrâd hadîsiyle tanınan geciktirme süresi, eşyanın öğleden sonraki gölgesinin yararlanılabilir hâle gelmesi ile tâyin edilmiştir. Artık gölgeliklerden faydalanarak mescidlere gitmek mümkün olur. Bu kadarlık bir geciktirmeye müsaade edilmiştir. Habbâb (Radıyallâhü anh)'m hadîsiyle istenilen geciktirme süresi ise kum ve çakılların soğuması için gereken süredir. Güneş sararmadıkça bunlar soğumaz. Bunun için ibrada müsaade edilmiş fakat namazın, öğle vakti çıkıncaya kadar tehirine müsaade edilmemiştir.
Nevevi de : 'Âlimler, Habbâb (Radıyallâhü anh) 'in hadîsi ile ibrad hadislerinin arasını bulmak hususunda ihtilâf etmişlerdir. Bâzıları ibrad ruhsattır, ta'cil efdaldır diyerek Habbâb (Radıyallâhü anh) 'in hadîsine dayanmışlar ve ibrad hadisini; ruhsat ve kolaylık içindir» diye yorumlamışlardır. Bizim arkadaşlarımızın bir kısmı ve diğer mezheb âlimleri böyle demişlerdir.
Âlimlerden bir cemâat da; Habbâb (Radıyallâhü anh)'in hadîsi, ibrad hadisleriyle mensuhtur, demişlerdir.
Başka bir grup âlim de; İbrad müstahabtır. Çünkü bir çok hadîsle sabittir. Habbâb (Radıyallâhü anh)'m hadîsi de bâzı sahâbîlerin ibrâd süresinden daha fazla bir süre tehir talebinde bulundukları yolunda yorumlanır, demiştir.' diye malûmat vermiştir.
İbrad hadîslerinde öğle namazının geciktirilmesi nedeni olarak «... Çünkü sıcağın şiddeti cehennemin kaynamasından, kükre m esinden, galeyanından.» Duyurulmuştur.
Bu fıkrada geçen «Feyh» kelimesi galeyan, kaynama, kükreme, yayılma ve benzeri mânâlara geldiği için tercemelerde bu kelimelere yer verilmiştir.
Şiddetli sıcak, namazın huzur ve huşuunu giderdiği için ve meşakkati defetmek gayesiyle şiddetli sıcakta öğle namazının ibrâdı meşru kılınmıştır" Açık olan hikmet budur.
Şöyle de denilebilir: Sıcağın şiddeti anında ilâhi azab yayılır. Bu nedenle o esnada namaza durulmaması istenmiştir.
Şöyle bir soru hatıra gelebilir: Namaz, ilâhi rahmete vesiledir. Namaz kılmak, ilâhî azabın kalkmasına yarar. Bu ibâdetin o esnada terkedilmesi nasıl emredilebilir. Ebü'1-Feth El-Ya'mü-rî şöyle cevap vermiştir:
Şâriî Hakîm tarafından gelen hikmetin sırrı kavranma-sa bile kabul edilmesi gerekir.
Ez-Zeyn bin El-Münir ise şöyle münâsip bir cevap vermiştir: tlâhî öfkenin zuhur ettiği vakit mezun olan zâtlar müstesna hiç kimsenin dileği yerine getirilmez.Namaz, dilek ve duadan boş değildir, tlâhî gazabın yayıldığı esnada mezun olmayan zâtların o esnada susması uygun düşer.
Fıkranın zahirine göre sıcağın şiddeti gerçekten Cehennemin hararetinin yayılmasından ve kaynamasından meydana gelir.Bu fıkra teşbih üzerinde kurulmuş olabilir.Yâni: Sıcağın şiddeti, cehennem ateşine benzer. Bundan kaçının ve zararından sakının, denilmiş olabilir.
Nevevî: Doğrusu bunun, zahirine göre kabul edilmesidir. Çünkü fıkranın hakiki mânâsına yorumlanmasına hiç bir mâni yoktur, demiştir. İbrâd süresinin sonucu hususunda âlimler ihtilâf etmişlerdir. Kimisi eşyanın istiva zamanındaki gölgesinden başka, gölgenin bir arşın kadar uzamasını; kimisi normal bir boyun dörtte biri kadar, kimisi üçte biri kadar, kimisi de yansı kadar uzamasını ibrâd süresinin bitimi olarak göstermişlerdir. El-Mâziri: İbrâd süresinin bitimi, zaman ve ahvale göre değişir. Zaman ve zemin ne olursa olsun, bu sürenin öğle vaktinin bitimine kadar uza-maması şarttır, demiştir. [21]
682) Enes bin .Mâlik (Radıyallâhü anh)'âen rivayet edildiğine göre şöyle demiştir :
Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) ikindi namazını güneş henüz yüksek ve dipdiri iken kılardı. Namazdan sonra Avali'ye gitmek isteyen adam henüz güneş yüksek iken oraya giderdi." [22]
Bu hadisi Buhâri, Müslim, Nesâi, Ebû Dâvûd ve Beyhaki de rivayet etmişlerdir. Bâzı rivayetlerde hadisin son fıkrası şöyledir:
«Namazdan sonra Avali'ye gitmek isteyen kimse gider ve güneş henüz yüksek iken Avali'ye varırdı.»
Avali s Âliye'nin çoğuludur. Âliye yüksek demektir. Burada Avali'den maksad Medîne-i Münevvere' nin yakınındaki yüksek yerlerdir.
El-Menhel yazarının «İkindi namazı babı-n da ki beyânına göre Avali Medîne-i Münevvere' nin doğu tarafında bulunan ve en yakını 2 mil, en uzağı da 8 mil mesafedeki köylere denirdi. El-Feth yazarı: Avali Medine-i Münevvere' nin çevresinde bulunan ve Necd istikametine düşen köylerdir. Tihame yönündeki köylere Saf ile denir, demiştir. İbnü'1 Esir: Avali denilen köylerden Medine'ye en yakın olanı 4 mil ve en uzağı 8 mil mesafededir, demiştir.
l mil 3500 ile 4000 adımlık mesafedir.
El-Menhel yazan hadisin açıklaması ile ilgili olarak şöyle der: -Hadîs ikindi namazının ilk vaktinde kılınması müstahablığına delâlet eder. Çünkü her cismin istiva anındaki gölgesinden başka gölgesi onun bir boyu kadar uzadığı zaman bir kimse ikindi namazını kılıp yola çıkarsa güneş henüz yüksek ve sararmamış iken iki üç millik mesafeyi katetmesi mümkündür. Şayet cismin gölgesi iki boyu kadar uzadıktan sonra namaz kılıp yola çıkarsa anılan mesafeyi kat edinceye kadar Güneş bir hayli alçalmış ve sararmış olur. Demek oluyor ki cismin gölgesi istiva gölgesi müstesna bir boyu kadar uzadığı zaman Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) ikindi namazım kılarnuş. Bu vakit ikindi namazının ilk vaktidir. Hadîste anılan ve üç - dört mil mesafedeki Avali'ye varılırken Güneş'in henüz yüksekte oluşu ancak uzun günlerde olabilir. Ebû Dâvûd'un Zührî' den bir senedle rivayet ettiğine göre Zühri: Avâ-li'nin 2-3 veya 4 millik mesafede olduğunu söylemiştir. Hadîs, ikindi vaktinin her cismin istiva anındaki gölgesi hâriç, bir boyu kadar gölgesi uzadığı zaman, ikindi vaktinin girdiğini söyleyen âlimlerin cumhurunun mezhebine delildir. Hanefî âlimlerinden Ebû Yûsuf, Muhammed, El-Hasım, Züfer ve Tahâ-vi cumhurun mezhebini benimsemişlerdir.E1-Hasan'ın Ebû Hsnife1 den rivayeti de böyledir. Tutulan ve azhar olan kavil budur. Bununla fetva verilir. Bir çok haber ve eser buna delâlet eder. Fakat Ebû Hanife' nin meşhur kavline göre, cismin istiva zamanındaki gölgesi hâriç, iki boyu kadar bölgesi uzamadıkça, ikindi namazının vakti girmez. Ebû Hanife' nin delili Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'in:
«Öğle namazını serinliğe bırakınız.» mealindeki hadisidir. Şöyle ki: Hadîsin mânâsı, sıcaklığın şiddeti azalmca öğle namazını kılın. Hicaz' da sıcağın şiddeti, cismin gölgesi istiva anındaki hâriç, bir boyu kadar uzadığı zaman gerçekleşir. Ve iki boyu kadar uzadıktan sonra sıcaklık hafifler. Hadisler, birbirine muarız olunca, her hüküm eskisi gibi kalır.Öğle namazının vakti, kesinlikle sabittir. Şüpheyle değişmez. İkindi namazının kafi olanı bellidir. Şüpheyle daha önce girmez, demek istemiştir.Ebû Hanîfe'-ye göre, anılan cismin gölgesi, bir boyu kadar uzamadan öğle namazı kılınmalı ve iki boyu kadar uzadıktan sonra ikindi namazı kılınmalıdır. Bir boy ile iki boy arasındaki zaman zarfında ne Öğle ne de ikindi namazı kılınmamalıdır. El-Menhel yazarı daha sonra Ebû Hanîfe'nin,Hicaz'da sıcaklığın şiddetinin, cisimlerin gölgeleri istiva zamanındaki hâriç, bir boyu kadar uzadığı zaman oluştuğu ve iki boyu kadar uzamadıkça gevşemediği, yolundaki sözünün kabul olunmayacağını beyanla şöyle der: Çünkü Ebû Zerr (Radıyallâhü anhJ'in hadîsiyle sabit olduğu gibi öğle namazının ib-râd sonucu tepeciklerin gölgesinin zuhur etmesidir. Cisimlerin gölgelerinin bir boyu kadar uzaması ölçüsü ibrâd için söz konusu değildir.
İmam Ebû Hanîfe' nin delillerinden ikisi de şu mealdeki hadislerdir:
Ali bin Şeybân: Biz Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'in yanına varmak için Medine'ye gittik. O, güneş bembeyaz kaldığı müddetçe ikindi namazını geciktirirdi, demiştir.1 Câbir: Her cismin gölgesi, iki boyu kadar uzayınca, Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem), bize ikindi namazını kıldırdı, demiştir.'
Bu iki hadîsin delil gösterilmesi pek uygun değildir. Çünkü bunlar, gölge iki kat kadar uzadığı zaman ikindi namazını kılmanın câiz-liğine delâlet ederler. Fakat bundan önce ikindi namazı vaktinin girmediğine delâlet etmezler. Kaldı ki bir çok sahih hadîsler her şeyüı gölgesi, istiva vakttndekinden başka onun boyu kadar uzadığı zaman ikindi vaktinin girdiğine delâlet ederler.
Fıkıhçılardan bir cemâat,İmam-1 A'zam (Rahimehul-lah)'ın iki boy gölge hükmünden bir boy hükmüne rücu' ettiğini anlatmıştır.
Hadiste geçen «...Güneş dipdiri iken...» tâbiri ile, Güneş'in sıcaklığının şiddeti, renginin bembeyazlığı ve ışığının kalışı kasdedümiştir.Beyhaki bu yorumu Hayseme' den bir senedle
nakletmiş tir.
683) Âişe (Radıyallâhü anha)'den rivayet edildiğine göre şöyle demiştir :
Güneş benim hücrem içinde olup gölgesi henüz hücremin üstüne yükselmemiş iken Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) bize ikindi namazını kıldırdı." [23]
Kütüb-i Sitte sahiplerinin hepsi bu hadisi rivayet etmişler, Tirmizi: «Bu hadîs hasen - sahihtir. Sahâbî ve tabiîlerden ilim ehlinin bir kısmı Âişe (Radıyallâhü anhâl'nin hadîsini seçerek ikindi namazının erken kılınmasına ve tehirinin mekruh olduğuna hükmetmişlerdir. Ömer, Abdullah İbn-i Mes'ud, Âişe ve Enes (Radıyallâhü anhüm) ile Abdullah, İbn-i Mübarek, Şafiî, Ahmed ve İshak (Radıyallâhü anhüm) böyle demişlerdir.» demiştir.
Âişe (Radıyallâhü anhâ)'nin: «Güneş benim hücrem içinde...» sözünden maksadı Güneş ışığı O'nun odasının zemininde iken ve güneş gölgesi O'nun odasının tabanının tamamını kaplamamış iken ikindi namazına durulduğunu beyan etmektir. Keza: «(Güneş) gölgesi henüz hücremin üstüne yükselmemiş...» cümlesinden maksadı güneş ışığının-hücre tabanından doğu duvarına yükselmemiş olduğunu belirtmektir. Hattâbi: Bu cümledeki «Zuhur»un mânâsı Güneş ışığının yükselmesidir, demiştir. Nevevi: Âişe (Radıyajlâhü anhâ)'nin hücresi dardı. Duvarları kısaydı. Öyle ki duvarlarının yüksekliği, hücrenin genişliğinden biraz fazlaydı. Duvarın gölgesi bir boyu kadar uzayınca ikindi vakti girmiş olurdu. Ve Güneş ışığı, hücre tabanının sonlarına çekilmiş olurdu. Bu esnada gölge henüz doğu cephesindeki duvara gelmemiş olurdu. Âişe (Radıyallâhü anhâ)'nin bu hadîsi, cisimlerin gölgesi bir misli uzadığı zaman ikindi vaktinin girdiğine ve Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'in ikindi namazını ilk vakitte kıldırdığına delâlet eder, demiştir.
El-Hâf iz, El-Fetih'te : ikindi namazının ilk vaktinde kılınmasının sünnet-i Nebeviyye'ye uygunluğu bu hadîsten anlaşılıyor. Âişe (Radıyallâhü anhâ) 'nin râvisi Urve' nin görüşleri budur. Urve, buna dayanarak ikindi namazını tehir eden Ömer bin Abdülaziz'i uyarmıştır, der.
Tahavi: Bu hadîs ikindi namazının erken kılındığına delâlet etmez. Çünkü hücre duvarının alçak olması muhtemeldir. Bu takdirde Güneş ışığı, ancak gruba yakın, hücreden kalkmış olur ve dolayısıyla hadis ikindi namazının erken değil bilâkis tehirine delâlet eder, demiştir. Fakat, hücre tabanı geniş olduğu takdirde T a-havi' nin dediği şey düşünülebilir. Halbuki müşahade ve bir çok rivayetlerle sabit olmuştur ki. Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sel-lem)'in muhterem zevcelerinin hücreleri geniş değillerdi. Dar olan bir odanın tabanında güneş ışığının bulunması, ancak güneş yüksekte iken mümkün olabilir. Güneş, tam olarak eğildiği zaman, ışığı dar olan hücrenin tabanından kalkar.
Şafiî, bu hadîsi zikrettikten sonra: Bu hadîs, ikindi namazının ilk vakitte kılındığına dâir rivayetlerin en açık olanlarmdan-dır. Çünkü Peygamber (Sallallahü Aleyhive Sellem)'in zevcelerinin hücreleri Medine' nin alçak bir semtinde idiler. Ve hücreler geniş değildi. Bu nedenle ikindi'nin ilk vaktinde Güneş ışığının hücrelerden kalkması kavi görülmektedir. [24]
684) Ali bin Ebî Tâlib (Radtyallâhü ank)'âen rivayet edildiğine göre §Öyle demiştir :
Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem), Hendek günü kâfirler hakkında buyurdular ki:
«Onlar, bizi orta namazdan alıkoydukları gibi Allah da onların evlerini ve kabirlerini ateşle doldursun.»" [25]
Bu hadîsi Kütüb-i Sitte sahiplerinin hepsi az bir lafız farkıyla rivayet etmişlerdir.Buhârî ve Müslim'in rivâyetlerindeki hadisin sonunda; Güneş batınca ya kadar...» ifâdesi de bulunur.
Bâzı rivayetlerde Hendek günü yerine Ahzâb günü ifâdesi bulunur. Meşhur Hendek savaşma Ahzâb savaşı da denildiği için ikisi aynı mânâyı ifâde eder.
Buhâri' nin tercihine göre Hendek savaşı, hicretin 4. yılı Şevval ayında vuku bulmuştur. 5. yılı vuku bulduğunu söyleyenler de vardır.Medîne-i Münevvere etrafında hendek kazıldığı için ve savaş Hendek dolaylarında cereyan ettiği için savaşa bu isim verilmiştir. Kureyş müşrikleri, Yahudiler ve onlardan yana çıkan düşman taifeleri, müslümaniarla savaşmak üzere toplandıkları için Hizibler demek olan Ahzâb ismi de bu savaşa verilmiştir. Savaşa katılan müslümanların kuvveti 3000 kişi idi. Müşrikler 10.000 kişi idi.
Savaş nedenleri, safhaları ve sonucunu öğrenmek isteyenler Siyer kitablarına müracaat etsinler.
Hadisin mânâsına gelince; «Onlar, bizi orta namazdan alıkoydukları...» fıkrasının mânâsı şudur: Kâfirler orta namazı kılmamıza mâni oldular. Çünkü onların yüzünden hendek kazmakla meşgul olduk ve dolayısıyla orta namazı kılmadık veya kılamadık.
Ebü Dâvûd ve Müslim'in rivayetinde orta namazın ikindi namazı olduğu belirtilmiştir. Müslim'in, Âişe (Ra-dıyallâhü anhâ) 'nin azatlısı Ebû Yûnus' tan rivayet ettiğine göre; Âişe (Radıyallâhü anhâ), kendisi için bir mushaf yazmasını Ebû Yûnus'a emretmiş ve : «Namazlara ve orta namaza devam edin.» (mealindeki Bakara sûresinin 238.) âyetine ulaşıldığı zaman haberdar edilmesini istemiş. Ebü Yûnus Mushaf'ı yazarak, o âyete varınca Âişe (Radıyallâhü anhâ)'ye haber vermiş; Âişe (Radıyallâhü anhâ) de ona âyeti şöyle yazmasını emretmiş:
«Namazlara, orta namaza ve ikindi namazına devam ediniz...» Ve Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'den böyle işittiğini bildirmiş, Ebû Yûnus da böyle yazmıştır.
EI-Menhel yazarı «Orta namaz bâbı-nda rivayet olunan A1î (Radıyallâhü anh)'nin hadisini açıklarken şöyle der:
«Hadis, orta namazın ikindi namazı olduğunu söyleyenler için delildir. Ali, lbn-i Mes'ud, Ebû Eyyûb, İbn-i Abbas, Ebû Said-i Hudri, Ebû Hüreyre, Ubeyde Ee-Selmânî, Hasan-ı Basri, İbrâhimî Nahaî, Katâde, Dahhâk, El-Kelbî, Mukâtil, Ebû Hanife, Ahmed, Dâvûd, Îbnü'l-Münzir (Radıyallâhü anhüm) ve bir çok âlim bu görüştedir. Tirraizi; Ashabtan ve onlardan sonra gelenlerden âlimlerin ekserisinin kavli budur, demiştir. EI-Menhel yazarı bu arada mezkûr âlimlerin delillerini sırayla zikretmiş daha sonra sözlerine devamla şöyle demiştir :
Ömer bin El-Hattâb, Muâz bin Cebel, Câ-bir, bir rivayete göre İbn-i Abbâs ile İbn-i Ömer ve ashabtan sonra gelen âlimlerden Atâ', İkrime, Mücâ-hid, Rabî' bin Enes, Mâlik ve Şafiî (Radıyallâhü anhüm) orta namazın sabah namazı olduğunu söylemişlerdir.
EI-Menhel yazan, bu görüşteki âlimlerin delillerini ve gösterdikleri gerekçeyi beyan ettikten sonra şöyle der:
Orta namazın sabah namazı olduğunu söyleyen âlimlerin gösterdikleri deliller, orta namazın ikindi namazı olduğunu söyleyen âlimlerin delillerine denk gelecek durumdan uzaktır. Orta namazın ikindi namazı olduğu, merfu' ve sahih olan hadislerde sarahaten bildirilmiştir.
Nevevi, El-Mühezzeb'in şerhinde: Sahih hadîslerin gerektirdiği sonuç, orta namazın ikindi namazı olduğudur. Muhtar olan da budur, demiştir.
Şafii âlimlerinden EI-Hâvî sahibi: Şafii orta namazın sabah namazı olduğunu söylemiştir. Sahih hadîsler de orta namazın ikindi namazı olduğunu tesbit etmiştir. Şafiî' nin mezhebi, sahih hadise uymaktır. O halde Şafiî' nin mezhebi, orta namazın ikindi namazı olmasıdır. Bâzı arkadaşlarımızın sandıkları gibi orta namaz meselesi hakkında Şafiî1 nin iki kavli yoktur, demiştir.
Zeyd bin Sabit, Üsâme bin Zeyd, Ebû Saîd-i Hudrİ, Âişe, Abdullah bin Şeddâd ve Ebû Hanîfe (Radıyallâhü anhüm)'den yapılan bir rivayete göre orta namaz öğle namazıdır.
El Men he I yazarı, bu görüşteki âlimlerin delillerini de zikrettikten sonra, orta namazın akşam namazı olduğunu söyleyenlerle, orta namazın yatsı namazı olduğunu söyleyenlerin görüşlerini delilleriyle zikretmiştir. Daha sonra orta namazın beş vakit namaz içinde gizli olduğunu söyleyenleri delilleriyle birlikte zikretmiştir.»
Hadîsin: «Allah da evlerini ve kabirlerini ateşle doldursun.» fıkrasına gelince; bu fıkra, Buhârî ve Müslim" in bâzı rivayetlerinde : «Allah karınlarını ve kabirlerini ateşle doldursun.» şeklinde geçer. Buna benzer değişik ifadeli rivayetler de vardır. Fıkra, müşrikler için bir bedduadır. Mazi fi'liyle gelişi, bedduanın kabul edilmesinin kuvvetle umulduğuna alâmettir.
Tıybî fıkrayı şöyle yorumlamıştır: Yâni Allah, müşrikleri dünya ve âhirette ateşle ta'zib eylesin. Hem dünyada hem âhiret-te onlara azab versin.
Bâzıları da, beddua ile kasdedilen mânâ şudur: Allah, dünyada evlerini tahrib ettirmek, mallarım talan ettirmek ve çoluk çocuklarını esir ettirmekle ta'zib eylesin. Ölümlerinden sonra da kabirleri ateşle dolup taşsın, demişlerdir.
Diğer bîr kısım âlimler : Müşrikler iyiıı isteneı;ı dünya den maksad ateş gibi. dayanılması çok zor olan çeşitli belâlara çarpılmalarıdır, demişlerdir.
Yukarıda belirtilen yorumların hangisi olursa olsun Allah, Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'in bedduasını kabul buyurarak müşrikleri Dünya'da çeşitli felâketlere uğratmıştır. Kâfir olarak ölmekle ebedi azaba da müstehak kılınmışlardır.
Hadîste belirtildiği gibi Hendek savaşı yüzünden ikindi namazı kazaya bırakılmıştır. Ahmed ve Nesâî' nin rivayetlerine göre Ebû Saîd (Radıyallâhü anh) şöyle demiştir: 'Müşrikler, Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve SellemJ'i öğle, ikindi ve akşam namazından alıkoydular. Müslümanlar geceleyin bu namazları kılabildiler. Bu olay, korku hâlinde yaya veya binek üzerinde yürürken namaz kılınabileceğine dâir ilâhi emir gelmeden önce vuku bulmuştur.'
Tirmizi ve Nesâî' nin İbn-i Mes'ud (Radıyallâhü anh) 'den rivayet ettiklerine göre; 'Müşrikler, Hendek günü Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'i dört vakit namazından alıkoymuşlar ve geceden, Allah'ın dilediği bir süre geçtikten sonra bu namazlar kılınmıştır.' Fakat yatsı namazı zamanı çıkmadığı için kazaya bırakılan namaz sayısı dört değil, üçtür.
Buhâri ve Müslim'in Ali ve Câbir' den rivayet ettiklerine göre Hendek günü yalnız ikindi namazı kaçırılmıştır. Bunun için İbnü'l-Arabî, rivayetler arasında tercih yolunu tutarak: Sahih olanı yalnız ikindi namazının kazaya bırakıldığına dâir Ali ve Câbir'in rivayetidir, demiştir.
Nevevi, rivayetler arasını şöyle bulmuştur: Hendek vak'ası bir kaç gün devam etmiş, bâzı günlerde şu namaz, bâzı günlerde bu namaz veya o namaz kazaya kalmıştır.
Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'in namazı kazaya bırakması muhtemelen kasten olmuştur. Henüz korku namazı âyetleri inmediği için düşmanla meşguliyet, namazı bilerek kazaya bırakmak için meşru bir özür sayılmış olur. Düşmanla meşguliyeti dolayısıyla namazı unutmuş olması muhtemeldir. Müslim'in rivayetinde belirtildiği gibi Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) kazaya bıraktığı ikindi namazını akşam ile yatsı arasında kılmıştır.
Bugün ise, savaş için vakit namazını kazaya bırakmak caiz değildir. Duruma göre korku mımuzuu kılnruık mecburivari vnrdır. [26]
1 — Kederler diyarı olan Dünya hayatında kâfirin müslümana eziyet edebilmesi mümkündür.
2 — Peygamberliğe noksanlık getirmeyen beşeri arızaların Pey-gamber'de husule gelmesi mümkündür.
3 — Zâlim adama, yaptığı zulme uygun bir cezaya çarptırılması için beddua etmek caizdir.
4 — Orta namaz ikindi namazıdır.
5 — Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) ve arkadaşları, düşmanla meşguliyetleri dolayısıyla ikindi namazını kazaya bırakmışlardır. Çünkü korku namazı emri, henüz gelmemişti.
685) (Abdullah) İbn-i Ömer (Radtyallâhü anhümâi'den rivayet edildiğine göre Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) şöyle buyurdu demiştir : İkindi namazını kaçıran kimse ehli ve malı kaçırılmış gibidir.» [27]
Bu hadîsi Buhâri, Müslim, Ebû Dâvûd ve Bey-haki de rivayet etmişlerdir.
Hadisin; cümlesindeki fiil, binâ-i Meçhul olarak okunup «ehil» ve «mal» kelimeleri mensub yâni üstünlü okunarak «vütire» fiilinin ikinci mefulu veya cer harfinin atılmasıyla mensub olduğu söylenebilir. İkinci, mef ul olduğu halde hadisin mânâsı şu olur: İkindi namazını kaçıran adam, sanki ehli ve malı ek-siltilrniştir. Artık kimsesiz ve malsız kalmış olur. Bu yüzden ehlinin ve malının gitmesinden kaçındığı gibi kişi, ikindi namazım kaçırmaktan sakınsın. İkinci ihtimale göre hadîsin mânâsı şöyle olur: İkindi namazını kaçıran kimse, sanki ehli ve malı hakkında bir musibete duçar olmuştur. Yukarıda yazılı cümledeki «Ehil» ve «mal» kelimelerinin «Vütire» fiiline nâib-i fail olarak merfu' (ötüreli) okunması caizdir. Buna göre hadisin mânâsı şöyle olur: İkindi namazını kaçıran kişi, sanki ehli ve malı kendisinden alınmıştır.
El-Fetih'te : Mevturi Göz göre göre ehli ve malı elinden alınan kimseye denir. Bu şekilde ehil ve malın alınmasının kederi daha şiddetli olduğu için, ikindi namazını kaçıran kişi buna benzetilmiştir. Çünkü mal ve ehli alınan kişi, iki yönden kederlidir. Birisi malının alınması kederi; diğeri de intikam alma isteğine ait ızdırabtır. İkindi namazını kaçıranın da iki kederi bulunur. Birisi büyük bir günaha girmiş olma kederidir. Diğeri de namazın büyük sevabını kaçırmış olma kederidir, denmiştir.
Ibn-i Abdi'1-Berr de: Lügat ehlince ve fıkıhçılarca mânâsı şudur: İkindi namazını kaçıran kişi, malı ve ehli ile ilgili olarak başına öyle ağır bir musibet gelmiş ki, ancak intikamını almakla teselli bulacak kimse gibidir. Bu adamın başında iki keder toplanır. Birisi musibet kederidir. Diğeri de intikam alma hasretidir, demiştir.
Dâvûd i ise: Hadîsin mânâsı şudur; İkindi namazını kaçıran kişi, ehlini ve malını kaybetmiş gibidir. Artık çok kederli, pişman ve hasretli olması gerekir, demiştir.
El-Menhel yazarı, bu nakilleri yaptıktan sonra: Bence hepsi muhtemeldir.Hepsinin kasdedilmiş olmasına bir engel yoktur. İkindi namazını kaçırmaktan maksad, güneş batmcaya kadar kılmamaktır. Suhnun ve Asili böyle demişlerdir. îbn-i Cüreyc'-den rivayet edildiğine göre kendisi: İkindi namazını kaçırmak güneşin batmasıyla mı olur? diye Nâfi'e sormuş;Nâfi'de: Evet, demiştir.Hâvi fıkıhçı olduğu zaman onun yorumu başkasının yorumundan evlâdır. Ebu Dâvûd, Evzâi' nin : İkindi namazını kaçırmak Güneş saranncaya kadar kılmamakla gerçekleşir, dediğini rivayet etmişse de her halde Evzâi'ye göre Güneş'in sararmasıyla ikindi vakti çıktığı için böyle demiştir.»
Hadisteki tehdit, ikindi namazını unutarak kaçırana da şümullü müdür?
El-Menhel yazarı, bu hususta da şu ma'lumatı verir: «Bu hususta âlimler arasında ihtilâf vardır:
Salim bin Abdillah bin Ömer: Bu tehdit, unutarak ikindiyi kaçıran hakkındadır, demiştir. Tirmizi de buna temayül etmiştir. Çünkü bu hadis için açtığı babın-başlığını şöyle düzenlemiştir: 'İkindi vaktinden sehv hakkında gelen hadisler babı.'
Davudi: Bu tehdit, ikindi namazını kasden kaçıran hakkındadır, demiştir. Nevevî de bu görüşü benimsemiştir. Zahir olanı da budur.
Cumhura göre ikindi namazının kaçırılmaması için âzami itina gösterilmek üzere bu tehdit buyurulmuştur.
Tehdit yalnız ikindi namazını kaçırmaya mı mahsustur? Hadîsin zahirine göre mezkûr tehdit, ikindi namazını kaçırmaya mahsustur.
Nevevî,Müslim in şerhinde şöyle der: İbn-i Ab-di'1-Berr:Diğer namazların, ikindi namazının hükmüne tâbi olması muhtemeldir. Birisi ikindi namazını sorduğu için, hadiste ikindi namazının ismi geçmiş olabilir.Yahut ikindi namazı zikredilmekle diğer namazlara da dikkat çekilmiş olabilir, demiştir. Fakat îbn-i Abdi'l-Berr'in dediğine itiraz edilebilir.Çünkü şer'î hüküm, ikindi namazı hakkında vârid olmuştur.Hükmün illeti belirtilmemiştir. Başka namazlar, şüpheyle ona tâbi tutulamaz. Biz şer'î hükmün illetini tanıdığımız ve hakkında nass bulunan mesele ile, hakkında nass bulunmayan mesele o illete ortak oldukları takdirde hakkında nass bulunmayan meseleyi nass bulunan meseleye kıyaslamak ve hükmüne tâbi tutmak mümkündür. [28]
İkindi namazını kaçırmak büyük bir tehdidi mucibtir. Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) bunu. aile efradını ve malını kaybedene benzetmiştir. Bu benzetme bizim anlayışımıza yakınlığı dolayısıyla buyurulmuştur. Hakikatta ikindi namazını kaçıran» azabı daha şiddetlidir.
686) Abdullah (İbn-i Mes'ud (Radtyalâhü ank)'den rivayet edildiğine göre şöyle söylemiştir :
Müşrikler, Resulullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'i güneş batmcaya kadar ikindi namazından alıkoydular. Bunun üzerine Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) :
«Onlar bizi orta (ikindi) namazından alıkoydular. Allah, onlara kabirlerini ve evlerini ateşle doldursun.» buyurdu."
Müslim'in de rivayet ettiği bu hadîs Alî (Radıyallâhü anh)'nin (684 nolu) hadisine benzer ve aynı hükümleri ihtiva eder. [29]
687) Râfi' bin Hadic (Radtyalâhü anh)'den rivayet edildiğine göre şöyle demiştir:
Biz, Resul ull ah (Sallallahü Aleyhi ve S el] em J hayatta iken akşam namazım kılardık. Sonra birimiz namazdan çıkar da attığı okların düştüğü yerleri görürdü."
Bize Ebû Yahya Ez-Za'ferâni tahdis etti. (O da dedi ki:) Bize İbrahim bin Musa bu hadîsin mislini tahdis etti. [30]
Bu hadisi Buharı, Müslim ve Beyhaki de rivayet etmişlerdir. Hadisin benzerini, Ebû Dâvûd, Enes bin Mâlik' ten; Nesâî, Eşlem kabilesine mensub bir sahâ-bîden; Ahmed de Ensar' dan bir cemaattan rivayet etmişlerdir.
Hadis, Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'in, akşam namazını erken kıldığına ve akşam namazında kısa sûreler okuduğuna delâlet eder. Çünkü erken kılmasaydi ve kısa sûrelerle yetinme-seydi, namazdan çıkanların, attıkları okların düştüğü yerleri görebilmeleri mümkün değildir. Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'in genellikle böyle yaptığı umulur. Bu nedenle akşam namazında A'raf veya Sâffât veya Duhân veya Tür veya Mürselât sûresini okuduğuna dâir sabit olan rivayet, bu hadîse muhalif düşmez. Çünkü bazen böyle yapıyormuş. Bazen de akşam namazını şafağın batmasına yakın bir zamana kadar tehir ettiğine dâir rivayetin durumu da böyledir. Yâni bazen câizliği-ni beyan etmek için akşam namazını tehir ediyormuş.
Hadîs, merfu' hükmündedir. Müslim, Ebü Dâvûd ve diğer bâzı rivayetlerde hadîsin metni meâlen şöyledir:
«Biz akşam namazını Resulullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) ile beraber kılardık. Sonra birimiz namazdan çıkar da attığı okların düştüğü yerleri görürdü.» [31]
Hadîs, akşam namazının erken kılınmasının meşru olduğuna delâlet eder. Ve yukarıda anlatıldığı gibi zamm-i sûrenin kısa olmasının matlub olduğuna zımnen delâlet eder.
688) Seleme bin El-Ekvâ'[32] (Radtyallâhü anh)'âen rivayet edildiğine göre :
Güneş (ufuk) perdesiyle gizlendiği zaman, kendisi akşam namazını Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) ile kılarmış." [33]
Bu hadisi; Buhâri, Müslim, Ebû Dâvûd ve Tirmizî, birbirine yakın lafızlarla rivayet etmişlerdir.Tirmizi,hadisin hasen - sahih olduğunu söylemiştir.
Hadiste geçen «Hicab» kelimesinin asıl mânâsı örtü ve perdedir. Burada ufuk kasdedilmiştir. Çünkü ufuk, perde gibi Güneş ile bakanlar arasına girer ve Güneş, onun arkasında gizlenmiş olur.
Tirmizî, Seleme (Radıyallâhü anh)'nin hadîsini rivayet edip hasen - sahih olduğunu söyledikten sonra şöyle der: Sahâ-bîlerin ve tabiilerin ilim ehlinin çoğu, akşam namazının erken kılınmasını tercih ederek, tehirini mekruh görmüşlerdir. Hattâ âlimlerin bir kısmı:. Akşam namazı için tek bir vakit vardır, demişlerdir.'
Tirmizî' nin şerhi Tuhfetü'I-Ahvezî'de bu konuda şu ma'-lumat vardır:
'Selef âlimleri, akşam namazının bir veya iki vakte sahip olduğu hususunda ihtilâf etmişlerdir. Şafii ve Îbnü'1-Mübârek akşam namazının tek vaktinin olduğunu, onun da ilk vakti olduğunu söylemişlerdir. Âlimlerin ekserisi: İki vakit vardır.Vaktin başlangıcı Güneş'in tamamen battığı andır. Vaktin sonu da, kırmızı şafakm kaybolmasıdır, demişlerdir. Şafii ve İbnü'l-Mübarek, Cibril (Aleyhisselâm) 'in hadîsine dayanmışlar.Çünkü Cibrli (Aleyhisselâm), Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Selem)'e namaz vaktini bildirmek için inip Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'e namaz kıldırdığı her iki günde de akşam namazını ilk vaktinde kıldırmıştır.
Kırmızı şafakın batışına kadar akşam namazı vaktinin devam ettiğine hükmeden ve çoğunluk teşkil eden âlimler Müs1im'in ve başkalarının rivayet ettikleri İbn-i Ömer ve Ebû Mûsa' nın hadislerini delîl göstermişlerdir. Bu iki hadîs, akşam vaktinin şafakın batışına kadar devam ettiğine delâlet eder.Bu görüş haktır.Çünkü Cibril (Aleyhisselâm)'in hadisi Mekke.'de buyurulmuş, bu iki hadisbilâhereirad edilmiştir.Nevevî, Müslim'in şerhinde İbn-i Ömer (Radıyallâhü anh)'in hadîsini açıklarken: Bu ve bundan sonraki hadisler, akşam vaktinin şafakın batışına kadar devam ettiğini sarahaten bildirmişlerdir. Mezhebimizi nakleden cumhur yanında bu kavil, mezhebimizin zayıf bir görüşüdür. Bizim Şafii âlimlerimizin cumhuru.- Mezhebimizin sahih kavline göre akşam namazının tek vakti vardır. O da Güneş battıktan sonra, bir adamın abdest alıp avretini örtmesi, ezan okunması ve ikamet etmesi iki rekat hafif sünnet kılması, bundan sonra akşam farzına durması ve teşbih edip, akşam farzından sonraki sünneti kılması için geçen süredir. Akşam farzı bu süreden sonraya bırakıldığı takdirde kazaya kalmış olur, demişlerdir. Lâkin Muhakkik arkadaşlarımız şafak batıncaya kadar akşam namazı vaktinin devam ettiğine dâir kavli tercih etmişlerdir. Sahih olan Şâfii mezhebinin bu görüşüdür. Başka bir deyimle doğrusu budur, başkası değildir. Cibril (Aleyhisselâm) 'in akşam namazını iki günde de ilk vakitte kıldırdığı noktasma gelince, buna üç şekilde cevap verilir:
1 — Cibril (Aleyhisselâm), öğle namazı hâriç, diğer dört namazın ihtiyar vakitlerini açıklamakla yetinmiş, ihtiyar vaktinden sonra devam eden ve namaz kılmanın sahih olduğu cevaz vaktini beyan etmemiştir.
2 — Cibril (Aleyhisselâm) 'in hadisi, Mekke'de, namazın farz kılındığı esnada buyuru İm ustur. Akşam vaktinin şafakın batışına kadar devam ettiğini bildiren hadisler, bilâhere Medine'de buyurulmuştur. Bu sebeple, bunlara dayanmak vâcibtir.
3 — Bu hadislerin senedleri Cibril (Aleyhisselâm) *in hadisine âit senedden çok daha sıhhatlidir. Bu nedenle bunlara öncelik verilmesi vâcibtir.'
Müellifimizin 667 nolu hadisinde, namaz vakitlerini soran adama «Bizimle iki gün namaz kıl.» buyuran Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve SeHemTin akşam namazını ilk gün güneş batınca kıldırdığı, ikinci gün ise şafak batmadan önce kıldırdığı bildirilmiştir. Bu da akşam namazı vaktinin şafakın batışına yakın bir zamana kadar devam ettiğine delâlet eder.
Bu hadîs de bir önceki hadîs gibi Peygamber (Sallallahü Aleyhi, ve Sellem)'in akşam namazını erken kıldırdığına delâlet eder. Bu hadîs de merfu' hükmündedir.
689) Abbâs bin Abdilmuttalib (Radtyalâhü a»A)'den rivayet edildiğine göre; Resûlullah (SaUaUakü Aleyhi ve Sellem) şöyle buyurdu demiştir:
«Benim ümmetim, yıldızların işti bakine (çoğalıp birbirine karı-şıncaya) kadar akşam namazını geciktirmedikçe fıtrat üzerinde olacaktır.»
(Müellifimiz) Ebû Abdillah bin Mâcete demiştir ki: Ben Muham-med bin Yahya'yı şöyle derken dinledim: Bağdat'ta bu hadis hakkında halk birbirine girdi. Bunun üzerine ben ve Ebû Bekir El-A'yan beraberce hadîs râvisi Abbâd bin El Avvâm'm oğlu El-Avvâm'a gittik. Kendisi bize babasına ait orj inalı çıkardı. Baktık ki bu hadîs onda mevcuttur.Zevâid'de hadisin isnadının sahih olduğu ve Ebû Davud'un bunu Ebû Eyyûb'dan rivayet ettiği bildirilmiştir. [34]
Bu hadisi îbn-i Huzeyme ve Dârimi de Abbâs (Hadıyallâhü anh) 'dan rivayet etmişlerdir. Bunun bir benzerini Ebû Dâvûd, Ahmed ve El-Hâkim de Ebû Eyyûb (Radıyallâhü anh)'den rivayet etmişlerdir.
Hadiste geçen «Yıldızların iştibâki»nden maksad çok yıldızın görülmesi ve çokluğu dolayısıyla birbirine karışmasıdır. Bununla, ortalığın kararması kasdedilmiştir.
Fıtrat i Kelimesi ile sünnet, hak din ve istikâmet muraddır.
Bu hadis de akşam namazını erken kılmanın önemini ve ortalık iyice kararıp çok sayıda yıldızlar görülünceye kadar geciktirmenin sünnete aykırı olduğunu belirtmektedir.
Ebû Davud'un rivayeti şöyledir: Ukbe bin Âmir, Mısır valisi iken, Ebû Eyyûb (Radıyallâhü anh) oraya varıyor. Vali Ukbe, akşam namazını (yıldızların iştibâkine kadar) geciktirince, Ebû Eyyûb ona doğru kalkarak : Yâ Ukbe! Bu namaz nedir? diye onun bu hareketini kınamış, Ukbe de: Meşgul edildik, diye cevap verince Ebû Eyyûb ona : Sen Re-sûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'in şöyle buyurduğunu işitmedin mi? diyerek şu mealdeki hadîsi buyurdu :
«Benim ümmetim, akşam namazını yıldızla m iştibâkine kadar geciktirmedikçe hayırlı veya fıtrat üzerinde olacaktır.* «...hayırlı veya fıtrat...» tâbiri, râvinin şüphesinden ileri gelmiştir. [35]
1 — Akşam namazına erken durmak müstahabtır.
2 — Yıldızların iştibâkine kadar tehir etmek mekruhtur.
3 — Tehiri, hayrın gitmesine; acele edilmesi de, hayrın kazanılmasına sebeptir.
Rafızi le r yıldızların iştibâkine kadar akşam namazını geciktirmeyi müstahab kılmışlardır. İcmâ' ve bu bâbtaki hadisler, onların iddiasını reddetmiştir. [36]
690) Ebû Hüreyre (Radtyallâhü anh)'den rivayet edildiğine göre, Re-sûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Seltem) şöyle buyurmuştur :
«Ümmetime güçlük yüklemek korkusu olmasaydı, yatsı namazını tehir etmelerini emredecektim."
691) Ebû Hüreyre (Radtyallâhü anh)'den rivayet edildiğine göre Re-sûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) şöyle buyurmuştur:
Ümmetime meşakkat yüklemek endişesi olmasa idi, yatsı nama-zını gecenin üçte birisine veya yarısına tehir edecektim. [37]
667 nolu Büreyde hadisinde Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'in, yatsı namazını ilk gün şafak battığı zaman kıldığı, ikinci gün de gecenin üçte biri geçtikten sonra kıldığı bildirilmişti.
Âlimler, bu sürenin yatsı namazının ihtiyar vakti olduğunu ve tan yeri ağarıncaya kadar, yatsı vaktinin devam ettiğini bildirmişlerdir.
Şafak'ın batmasıyla yatsı vaktinin girdiği hükme bağlanmıştır. Söz konusu şafakm kırmızı şafak mı, beyaz şafak mı olduğu hususunda ihtilâf vardır. Tirmizi' nin şerhi Tuhfetü'l-Ahvezı «Namaz vakitleri bâbı-nda şöyle der:
«Hadiste geçen şafaktan maksad, en meşhur kavle göre kırmızı şafaktır.EI-Kâri böyle demiştir. Nevevî de Müsli m'in şerhinde : 'Şafak ile kırmızı olanı kasdedilmiştir. Şafiî' nin ve fıkıhçıların cumhuru ile lügat ehlinin çoğunun görüşü budur. Ebû Hanif e, El-Müzeni ve fıkıhçılar ile lügat ehlinden birer cemâat: Maksad beyaz şafaktır, demişlerdir. Seçkin ve kuvvetli olanı birincisidir.' demiştir.
Ebû Hanîfe' nin arkadaşları Ebû Yûsuf ile Muhammedde : Şafak kırmızılıktır, demişlerdir. Ebû Hani-fe'den de böyle bir rivayet vardır. Hattâ En-Nehr sahibi: îmam-1 Â'zam buna rücû' etmiştir, der. Ed-Durr yazan da : Ebû Yûsuf ile Muhammed şafak kırmnzhktır, demişler;1mam-1 Â'zam da buna rücu' etmiştir. Nitekim El-Mecma' ve başka ki-tabların şerhlerinde bu durum belirtilmiştir. Onun için: Hanefi mezhebinin görüşü budur, demiştir. Sadrü'ş-Şeria da: 'Bununla fetva verilir. Şüphesiz kuvvetli ve muhtar mezheb, kırmızılığın şafak olduğudur. 1 b n-i Ömer (Radıyallâhü anh)'in peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) 'den rivayet ettiği: «Şafak kırmızılıktır.» hadîsi buna delâlet eder. Darekutnî, bunu rivayet etmiş, İbn-i Huzeyme de sahîh olduğunu bildirmiş, başkası ise hadîsi İbn-i Ömer (Radıyallâhü anh) 'den mevkuf olarak rivayet etmiştir.
Muhammed bin ismail El-Emir de SübülüV Selâm'da: Şafakın mahiyeti lügat meselesidir. Bu husustaki merci, lügat ehlidir. İbn-i Ömer (Radryallâhü anh), lügat ehlinden ve araplarm beynidir. Bu nedenle hadîs, ona mevkuf da olsa onun sözü hüccettir, demiştir.' der.»
Ebû Hüreyre'nin ikinci hadisini Ahmed ve Tirmizi de rivayet etmişlerdir. Onun her iki hadisi de yatsı namazını tehir etmenin daha sevab olduğuna delâlet eder.
Âlimler, yatsı namazının tehir edilmesinin mi yoksa ilk vaktinde kılınmasının mı daha sevab olduğu hususunda iki görüş beyan etmişlerdir. Her iki görüş de Selefe âit meşhur iki yoldur. Âlimlerden bir cemâat tehire âit hadîslere dayanarak geciktirmenin daha sevab olduğunu söylemiştir. Diğer grup: Yatsı namazını erken kılmak daha efdaldır, demiştir. Delilleri de şudur : Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) umumiyetle erken kılardı. Bazen bir özür veya meşguliyeti dolayısıyla yahut da câizliği beyan için geç kılardı. Eğer tehiri daha faziletli olsa idi meşakkat olsun olmasın buna devam edecekti.
İkinci görüş şöyle reddedilmiştir. Eğer bu hususta Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'in yalnız fiîli durumu olsaydı beyan ettikleri gerekçe tam sayılırdı. Halbuki bu hususta kavli hadisler de vardır. İbn-i Mâceh ve Tirmizî' nin Ebû Hüreyre (Radıyallâhü anh) 'den rivayet ettikleri mezkûr hadîsler gibi.
Ebû Hüreyre (Radıyallâhü anh)'nin hadisi yatsı namazını tehir etmenin daha efdal olduğuna ve meşakkat dolayısıyla Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'in devamlı olarak tehir etmediğine delildir. Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'in fiîli, bu kavli hadislerine muarız değildir. İlk vaktin fazileti hakkında vârid olan hadîsler bu husustaki hadîslerle tahsis edilmişlerdir. Yâni yatsı namazı müstesna kılınmıştır.
Buhar i, Müslim, Nesâî ve Ebû Davud'un Câbir (Radıyallâhü anh)'den rivayet ettikleri bir hadîse göre Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) yatsı namazını cemâat çok olunca erken kıldırırdı. Az olunca geciktirirdi. Ebû Dâvûd, bu hadîsi «Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'in namaz vakitleri» başlıklı bâbta rivayet etmiştir. Hadis uzundur. Yatsı namazı ile ilgili fıkrayı yukarıda naklettik.
El Menhel yazarı, Câbir' in hadîsi ile ilgili olarak tba-i Dakîki'l-Iyd'in şöyle dediğini nakletmiştir:
'Yatsı namazı hususunda fıkıhçılar ihtilâf etmişlerdir. Fıkıhçıların bir kısmı: Yatsı namazını erken kılmak daha efdaldır, demişlerdir. Şafiî' nin mezhebinin zahiri budur.
Bir grup fıkıhçı: Tehiri efdaldır, demiştir.
Başka grup fıkıhçı: Cemâat toplanmış ise erken kılmak efdaldır. Cemâat geç toplanırsa geciktirmek efdaldır, demiştir. Mâliki-ler' den, rivayet olunan bir kavil böyledir. Onların mesnedi bu hadîstir.
Diğer bir kısım fıkıhçilar: Durum, mevsimlere göre değişir.Kışın ve Ramazan ayında tehir edilmeli, şâir zamanlarda erken kılınmalıdır. Kışın tehir edilmesinin daha sevab oluşunun hikmeti, gecelerin uzunluğu ve yatsı namazından sonra konuşmanın mek-ruhluğudur.
Tirmizi, Ebû Hüreyre (Radıyallâhü aııh) 'nin ikinci hadîsini rivayet ettikten sonra, bunun hasen - sahîh olduğunu söylemiş ve:Ashab ile tabiîlerin âlimlerinin ekserisi yatsı namazını tehir etmenin daha sevab olduğu görüşündedirler. Ahmed ve 1shak da bununla hükmetmişlerdir, demiştir.
Tirmizî' nin şerhi Tuhfetü'l-Ahvezî de hadisin «Gecenin üçte birisine veya yarısına...» tâbiri ile ilgili olarak şöyle denmiştir: «Bu tâbir, râvinin tereddüdünden ileri gelebilir. Bâzıları: Yazın gecenin üçte birisine, kışın da gecenin yarısına tehir edilmesi murad-dır, demişlerdir.
E1-Hâfız: Ebû Hüreyre (Radıyallâhü anh) 'nin hadîsine göre yatsı namazını tehir edebilen ve fazla uykusu olmayanlar için tehir daha efdaldır. Nevevî de Müslim'in şerhinde bu görüşü benimsemiştir. Şafiî olan ve olmayan hadîs ehlinin çoğu bu kavli seçmişlerdir. Îbnü'l-Münzir, E1-Leys' ten ve İshak' tan naklettiğine göre bu iki âlim de yatsı namazının gecenin üçte. birisine kadar tehirini müstahab görmüşlerdir.Tahavi de, gece yarısına bırakılmasının müstahab olduğunu söylemiştir. Mâlik, Ahmed ve Sahâbilerin ekserisi ile tabiilerin çoğu bununla hükmetmişlerdir.Şâfiî' nin ce-did kavli budur. Kadim kavline göre erken kılmak daha efdaldır. Kadim kavlinin tercih edildiği yerlerden birisi de burasıdır. Delil bakımından tercihe şayan kavil yatsının- tehir edilmesidir. Cemâat ve ortam bakımından bazen tehir etmek, bazen de erken kılmak ef-, daldır.
Ebû Hüreyre (Radıyallâhü anh)'nin hadîsinde geçen: «...emredecektim.» ifâdesi ile, uygulaması mecburi olan vücub emri kasdedilmiştir. Yâni: «Ümmetime güçlük yükleme endişesi olmasaydı, yatsı namazını tehir etmeyi onlara vâcib kılardım.» denmek istenmiştir. Şu hâlde tehir etmek vâcib değildir. Bunun vâcib olmayışı tehirin müstahablığına engel teşkil etmez.»
692) Humeyd (Radıyallâhü anh)'den rivayet edildiğine göre şöyle demiştir :
Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem), yüzük kullandı niı, diye Enes bin Mâlik (Radıyallâhü anhâ)'e sorulmuş; Enes (Radıyallâhü anh)'de:
— Evet. (Yüzük kullanmıştır.) Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) bir gece yatsı namazını gece yarısının yakınına kadar tehir etti. Sonra namaz kıldırınca mübarek yüzünü bize çevirdi ve i
«Şüphesiz halk namaz kılmış ve uyumuştur. Sizler şüphesiz namazı beklediğiniz sürece, namaz içinde (sayılır) siniz.» buyurdu. Enes (Radıyallâhü anh) : Onun (gümüş) yüzüğünün parıltısı hâlâ gözümün önündedir, demiştir.[38]
Bu hadisi Buhârî ve Müslim de rivayet etmişlerdir. Müs1im'in rivayetinde Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) 'in yüzüğünün gümüş olduğu ve Enes (Radıyallâhü anh) 'in: «Yüzüğünün parıltısı hâlâ gözümün önündedir.» dediğinde sol elinin parmağını kaldırdığı belirtilmiştir. Bu işaret, yüzüğün Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'in büyük parmağında olduğunu göstermektedir.
Hadis, Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'in yatsı namazını gece yarısına doğru geciktirdiğine ve cemaatla namaz kılmak için beklenen sürenin tamamının namazla geçirilmiş gibi sevab olduğuna delâlet eder. Ayrıca gümüş yüzük takınmanın caiz olduğuna delâlet eder. Bu hususta ümmetin icmâı vardır. Hattâ gümüş yüzüğün kullanılmasının erkekler için sünnet olduğuna delil olduğu da söylenebilir.
693) Ebû Saîd(-i Hudrî) (Radtyallâhü anh)'den rivayet edildiğine göre şöyle söylemiştir :
Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) bize akşam namazını kıldırdı. Sonra (eve giderek) gecenin yarısı geçinceye kadar çıkmadı. Bundan sonra çıkarak cemaata namaz kıldırdı ve namazdan sonra:
«Şüphesiz halk (yatsı) namazını kılmış ve uyumuştur. Sizler namazı intizâr ettiğiniz müddetçe hep namazdasınız (demektir.) Eğer (insanlardan) zayıf ve hasta olmasaydı bu namazı (yatsıyı) gece yarısına tehir etmeyi aralayacaktım., buyurdu. [39]
Bu hadîsi Ahmed, Nesâi, Ebû Dâvûd, Beyha-ki ve îbn-i Huzeyme de rivayet etmişlerdir.
Hadisin: «Halk, namazım...» fıkrasındaki halktan maksad, o gece Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) ile beraber yatsı namazını kılmaya gelmeyen müslümanlardır.
Cemaatla namaz kılmak için bekliyenlerin, bekledikleri sürenin tamamını namazla geçirilmiş gibi sevab taşıdığı belirtilmiştir. Çünkü namazdan maksad, Allah Teâlâ'ya ibâdet etmektir. İbâdeti beklemek de bir ibâdettir.
•Eğer zayıf ve hasta olmasaydı...» fıkrasıyla şu husus anlatılmak istenmiştir: 'Zayıflık ve hastalık özrü halkta bulunmasaydı ben dâima yatsı namazını gece yarısına kadar geciktirecektim. Lakin güçlüğün defi için devamlı olarak geciktirmeyi bıraktım.'
Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem), bu fıkrayla, geciktirr menin iki yönden faziletini beyan buyurmuştur.
1 — Halk namazı beklediği sürece namazda olmuş olurlar.
2 — Namazı gece yarısına tehir etmenin sevabı daha çoktur. Yukarıda işaret olunan fazilete rağmen tehire gücü yetmeyen hastaların ve zayıfların durumuna riâyet etmek üzere Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem), ekseriyetle yatsı namazını tehir etmemiştir. Çünkü tehir faziletini kazanma yolunda cemâatin çokluğu fazileti kaçırılmış olacaktı. Cemaatın çokluğu fazileti, tehirin faziletinden daha önemlidir. [40]
1 — Âlim bildiğini bilmeyenlere öğretmelidir.
2 — Cemaatla namaz kılmak için beklemenin sevabı, namazla meşgul olanın sevabı gibidir.
3 — Zayıf ve hastanın haline riayet etmek ve onlara acımak raat-lubtur.
4 — Din, kolaylık üzerine kurulmuştur. Onda güçlük yoktur.
5 — Hadîs, Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'in üstün şefkatini göstermektedir. [41]
694) Büreyde (bin el-Husaym) el-Eslemî (Radtyaltâkii anhyâen rivayet edildiğine göre şöyle söylemiştir ;
Biz, bir savaşta Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) in beraberinde bulunuyorduk. Buyurdular ki:
«Bulutlu günde namazı erken kılınız. Çünkü ikindi namazını kaçıran kimsenin ameli bâtıl olur.»" [42]
Bu hadisi Buharı ve Nesâî de rivayet etmişlerdir. Buhârî' nin rivayetinde hadis şöyledir .
*Ebü*I-Melih (Amir bin Üsâme el-Hüzelî) (Radıyallâhü anh)'den rivayet edildiğine göre şöyle demiştir i Biz, bulutlu bir günde Bürey-de (Radıyallâhü anh) ile beraber bir savaşta bulunuyorduk. Büreyde (Radıyallâhü anh) bize ; İkindi namazına acele ediniz. Çünkü Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) :
«İkindi namazım (kasden) terkeden kişinin ameli (nin sevabı) şüphesiz bâtıl olmuş olur.» buyurdu.'
Buharı" deki rivayete güre hadisin «Bulutlu günde namazı erken kılınız» fıkrası Büreyde (Radıyallâhü anh)'nin sözüdür. Erken kılınması istenen namaz da ikindi namazıdır.
Sünenimizdeki rivayete göre bu fıkra da Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'in buyruğudur. Buradaki rivayette erken kılınması emrolunan namazın hangi namaz olduğu sarahaten bildirilmemiştir. Fakat, gerek ikinci fıkra ve gerekse Buhâri' nin rivayeti, bununla ikindi namazının kasdedildiğine delâlet eder. Mamafih havanın kapalı olduğu günlerde her namaz vaktinin girdiği kesinlikle bilindikten sonra erken kılınması matlubtur. Çünkü geciktirildiği takdirde, ihtiyar vaktinden çıkarılması veya cevaz vaktinden çıkarılarak kaçırılmasından korkulur.
Sindi bu hadisin açıklaması bahsinde şöyle der:
«Namazı erken kılın... fıkrasının mânâsı şudur: Bulutlu gün-lerde namaza acele ediniz. Çünkü havanın kapalı olduğu günlerde namazı geciktirmek, tamamen kazaya bırakmaya veya müstahab vakitten çıkarmaya sebebiyet verebilir. Namazı kaçırmak, bilhassa ikindiyi kaçırmak büyük bir musibettir. «İkindi namazını kaçıranın ameli bâtıldır.» fıkrası hakkında şöyle denmiştir: 'Bundan maksad, ha-kikatan kişinin amelinin bozulması ve sevabının yok olması değil, günahın azametini bildirmektir.'
Bu yorum, küfürden başka hiç bir günahla amelin sevabı gitmez, hükmüne göredir. Lâkin;
«Ey Müminler! Seslerinizi Peygamber'in sesinden yüksek çıkarmayın ve yek diğerinize bağırır gibi Ona bağırmayınız. Haberiniz olmadan amelleriniz boşa çıkıverir. (Hucurât: 2)» âyetinin zahirine göre amellerin sevabı, küfürden başka bazı günahlarla gidebilir. İkindi namazını kasden terketmek, amelin gitmesine sebep olan günahlar çeşidinden olabilir.» [43]
695) Enes bin Mâlik (RadtyaÜâhü <z»A)'den rivayet edildiğine göre: Peygamber (Sallallahü aleyhi ve Sellem) 'e namazdan gafil kalarak unutan veya uyuyakalıp namazı kaçıran adamın durumu sorulmuş. O da t
«Namazı hatırladığı zaman kılar.» buyurmuştur."
696) Enes bin Mâlik (RadtyaÜâhü anh)'âtn rivayet edildiğine göre: Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) şöyle buyurdu, demiştir»
«Kim bir namazı (kılmayı) unutursa, onu hatırladığında kılsın.»" [44]
Bu hadîsi Buhârî, Müslim, Nesâî, Ebû Davüd ve Tahavî de rivayet etmişlerdir. Tirmizi de tahriç ederek hasen - sahîh olduğunu söylemiştir. Buhârî ve Ebû Dâvûd'un rivâyetlerindeki hadisin sonunda :
«...Ondan başka keffâreti yoktur.» fıkrası da mevcuttur. Fıkranın mânâsı: 'Unutulan namazın hatırlandığı zaman kaza edilmesinden başka bir keffâreti yoktur.' demektir. Şu halde bâzıları: Unutulan namaz kaza edilmekle beraber, ertesi gün o namazın vakti girdiğinde tekrar kaza edilir, demişler ise de bunun tutarsız olduğu anlaşı hyor.
Hattâbi: 'Fıkradan maksad şudur: Unutulan namazın, kaza edilmesinden başka, sadaka veya benzeri bir keffaretin ödenmesi gerekmez. Halbuki özürsüz olarak Ramazan orucunu tutmayana keffaret gerekir. Hac veya umre için ihrama girmiş olan kişi menasikten bir şeyi terkettiği zaman, bazen keffaret ödemesi gerekir. Namaz bunlar gibi değildir. Kişi başkası yerine hac yapabilir ve onun yerine borçlarını ödeyebilir. Hadîs, kimsenin başkası yerine namaz Allamayacağına delildir. Keza oruç ve başka ibâdetlerin boşluğu bazen malı tasadduk etmek ile tamir edilebilir. Namaz böyle bir şeyle tamir edilemez.1 demiştir.
697) Ebû Hüreyre (Radıyallâhü anh)yden rivayet edildiğine göre:
Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) Hayber savaşından[45] döndüğü zaman gece boyunca yolculuk etmiş, nihayet uykusu gelince gece yansına doğru konaklamış ve Bilâl (Radıyallâhü anh)'a»
«Bizim için bu geceyi sen koru.» buyurmuştur. Bunun üzerine Bilâl (Radıyallâhü anh) kendisi için Allah tarafından takdir edildiği kadar namaz kılmakla meşgul olmuş, Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) ve ashabı da uyumuşlardı. Fecir yaklaşınca Bilâl (Radıyallâhü anh), yüzünü fecre döndürerek bineği olan deveye yaslanmış sonra bineğe yaslanmış halde uykuya dalmış ve Güneş harareti onlara vuruncaya kadar, ne Bilâl (Radıyallâhü anh) ne de hiç kimse uyanmamış. Onların ilk uyananı Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) olmuştur. Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) uykudan sıçrayarak: «Ey Bilâl!» diye seslenmiş, Bilâl (Radıyallâhü anh) de i Babam annem sana feda olsun Yâ Resûlallah! Senin nefsini kudretinde tutan (Allah) benim nefsimi de tutmuş, dedi.
Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) :
«Bineklerinizi (n yularlarından tutup arkanızdan) çekiniz,» bu yurmuş, Sahâbîler bineklerini çekerek biraz gitmişler sonra Resûlul lah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) abdest almış ve Bilâl (Radıyallâhü anh)'a emretmiş, Bilâl (Radıyallâhü anh) namaz için ikamet etmiş. Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) onlara sabah namazım kıl-dırmıştir. Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) namazı kaza ettikten sonra:
«Kim bir namazı unutursa onu hatırladığı zaman kılsın. Çünkü
Allah Azze ve Celle = «Beni andığın zaman namaz kıl.[46] buyurmuştur."
(Râvi Yûnus) demiştir ki t İbn-1 Şihâb, âyeti ıjJ'JJJ olarak okumuştur. [47]
Bu hadisi Müslim, Ebû Davûd ve Beyhaki de rivayet etmişlerdir. Hadîste geçen «Kerâ» kelimesi, uyuklamak demektir. Bazıları: Uykudur, demişlerdir. Bir de : Adamın uyku ile uyanıklık arası hâline denir, diyenler vardır.
Ta'ris t Yolcunun gecenin sonunda istirahat ve uyumak için ko-naklamasıdır. Cumhur böyle demiştir. Ebû Zeyd ' e göre gece veya gündüzün her hangi bir vaktindeki konaklamaya ta'ris denir.
Buhâri' deki rivayete göre sahâbîler konaklama arzusunu Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Seilem)'e iletmişler, Peygamber/ (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) :
«Uykuda kalıp (sabah namazını) kaçırmanızdan korkarım buyurmuş, Bilâl (Radıyallâhü anh) : Ben sizleri uyandırırım, demiştir. Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem), onlar için önce ihtiyatlı olanı tutmuş, sonra muhtaç olduklarını görünce konaklamalarına izin vermiştir.
Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem); Bilâl (Radıyallâhü anh) 'a: «Bizim için geceyi sen koru.» emriyle, sabah namazını kaçırmamak için nöbet tutmasını istemiştir.
Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'in uyanırken sıçraması, namazının kaçırılmasından dolayıdır. El-Asili: Müşriklerin müslümanları izlemeleri endişesi ile sıçradığını söylemişse de bu söz tutarsızdır. Çünkü siyer ehlinden hiç kimse böyle bir şey söylememiştir. Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem), tam bir zafer ile Hay ber savaşından dönmüştü. Hiç bir düşmanın onları izlemesi söz konusu değildi.
Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) 'in: «Yâ Bilâl!' diye seslenişi şu maksadladır: Yâni niçin uyudun da sabah namazının vakti çıktı? tbn-i îshak'ın rivayetinde: «Bize ne yaptın Yâ Bilâl?» buyurmuştur. Buna benzer başka rivayetler de vardır. Bundan maksad Bilâl (Radıyallâhü anh) 'in bir daha nefsine güvenmemesi ve benzer iddialardan kaçınmasıdır. Çünkü Buhâri' nin rivayetinde geçtiği gibi Bilâl (Radıyallâhü anh) : Ben sizi uyandırırım, demişti.
Sahâbîler, Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'in emriyle binek hayvanlarının yularlarından çekerek az bir zaman yürüdükten sonra durup abdest almışlardır.
Kaza namazı için ezan ve ikamet edilir mi?
Hadîsin: «Bilâl {Radıyallâhü anh), sabah namazı için ikamet etti.» fıkrası, kaza namazı için İkamet edilmesinin meşruluğuna delâlet eder. Ezandan bahsedilmediğine göre ezan okunmaz. Mâlik, cedid kavline göre Şafiî ve Evzâi böyle demişlerdir. Bundan başka delilleri, Ebû Saîd-i Hudri (Radıyallâhü anh)' nin Hendek günü kaçırılan öğle, ikindi ve akşam namazı kaza edilirken yalnız ikâmet edildiğine dâir hadisidir.
Ebû Hanife, Ahmet? ve Ebû Sevr'e göre hem ezan okunur, hem ikamet edilir. Şafiî' nin kadim kavli de budur. Ve Şafii' nin arkadaşları bu kavliyle amel etmişlerdir. Bunların delili de bu olayın anlatıldığı Buhâri ve Müs1im'in rivayetleridir. Çünkü orada:
«Bilâl (Radıyallâhü anh) namaz için ezan okudu. Sonra Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) iki rek'at namaz kıldı. Bundan sonra sabah namazını kıldırdı...» buyurulmuştur.
Süfyân-ı Sevri'ye göre kaza namazı için ne ezan okunur ne de ikâmet edilir. Fakat onun sözü mevcut hadîslerle reddedilmiştir.
Birkaç namaz bir arada kaza edildiği zaman, Şafiî âlimleri ve Hanef iler' den Muhammed'e göre yalnız ilk namaz için hem ezan okunur, hem ikâmet edilir. Ondan sonraki namazlar için yalnız ikâmet edilir. Ebû Hanife'ye göre ezan da okunabilir.
Hadiste anlatılan gün sabah namazı kaza edildikten sonra Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) : «Kim bir namazı unutursa... yâni: Veya uykuda kalırsa, demektir. Nitekim 695 nolu Enes (Ra~ dıyallâhü anh)'in hadîsinde, yine Enes (Radıyallâhü anh)'in Müslim 'deki rivayetinde, 698 nolu Ebû Katâde hadisinde ve Tirmizi' nin Ebû Katâde' den olan rivayetinde: «...veya uykuda kalırsa...» cümlesi mevcuttur. Râvi burada unutma hâlini zikretmekle yetinmiş, uyku hâlini zikretmemiştir. Çünkü taksiratın ve şuurun olmayışı bakımından uyku da unutmak gibidir. [48]
Hadisin: «Namazı hatırladığı zaman kılsın.- fıkrası derhal kılınmasının vâcibliğine delâlet eder.
Ebû Hanîfe, Ebû Yûsuf, El-Müzeni ve El-Kerhî böyle demişlerdir. Delilleri bu hadis ve bundan sonra gelen Ebû Katâde hadîsi ile daha önce geçen En e s ' in hadîsleridir.
Şafiî ve Mâlik'e göre bilâhere kaza edebilir. Onların delili de bu ve benzeri hadîslerdir. Zira hadîste anlatılan gün, güneş doğduktan sonra uyanınca Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sel-lem), sahâbilerin o yerden hareket etmelerini emretmiştir. Eğer cfer-hal kaza edilmesi vâcib olsaydı aynı yerde kaza etmeleri emredilecekti. Diğer taraftan mezkûr fıkrada: «...hatırladığı zaman...' bu-yuruluyor. Hatırlama zamanı geniştir. Hatırladıktan sonra bir müddet ara verilip kılmırsa yine hatırlandığı zaman kılınmış olur. Hatırlandığı ilk anda kılmak müstahabtır. Verilen emir istihbabdir. [49]
Kasden namazı terkedenin kaza etmesinin vâcibliği hadisten anlaşılıyor. Cumhurun görüşü budur. Cumhura göre bu hadislerde namazın kaza edilmesi, unutmak ve uykuda kalmakla kaydedilmiş ise de, bu kayıtlamadan maksad, bilerek kazaya bırakanın kaza etmemesi değildir. Anılan özre binâen namazı kazaya bırakan .kişi kaza etmekle mükellef olunca, özürsüz olarak namazı kaçıran kimse kaza etmekle yükümlü tutulmaz mı? Bu hüküm Kur'an-ı Kerîm'in «Baba ve anneye öf deme» emrine benzer. Baba ve anneye öf demek yasaklanınca bu sözden daha ağır plan sövmek ve dövmek gibi davranışlar hayda hay yasak kılınmış oluyor.
Bilerek namazı kaçıranın, unutarak veya uykuda kalarak kaçırandan farkı şudur ki: Bilerek kaçıran kişi kaza etmekle mükellef olmakla beraber, bununla günahtan kurtulamaz. Bununla beraber kaza etmesi, faydadan hâli değildir. Hadîsin sonundaki âyete gelince; Bu âyetin sonundaki kelime meşhur kıraate göredir.
Bu kıraatin zahirine göre âyet hadis konusu münasip görülmüyor. Çünkü zahirine göre âyetin mânâsı şudur: «Beni anmak için namaz kıl.- Bu yoruma benziyen bir kaç yorum şekli rivayet olunmuştur. Bunlardan bir kısmı şunlardır:
1 — «Namaz kıl ki ben seni överek anayım.»
2 — «Zikir (namaz) vakitlerinde namaz kıl.»
3 — «Ben, anlatıp emrettiğim için namaz kıl.»
4 — «îhlâsh olarak beni anmak için namaz kıl.»
Sindi: Âyetin hadîsle uygunluğunu sağlamak için bâzı âlimler âyeti şöyle yorumlamışlardır:
«Ben(im namazım)! hatırladığın vakit namaz kıl.» veyahut «Beni hatırladığın (yâni namazımı hatırladığın) vakit namaz kıl.»
Her iki taktirde «Zikr» kelimesinin başında cer harfi olan «lâm» tevkit içindir. Yâni vakit ifâde eder. Birinci yorum şekline göre zikir kelimesi ile mütekellim zamiri arasında salât kelimesi mahfuzdur, ikinci yorum şekline göre zikirden maksad namazdır.
İbn-i Şihâb'ın kıraatına göre âyetin hadîsle münasebeti
açıktır. Çünkü kelimesi hatırlamak demektir. Başındaki cer harfi tevkit içindir. Âyetin tefsiri şudur: «Hatırladığın zaman namaz kıl.» [50]
1 — ihtiyaç hâlinde istirahat etmek ve uyumak meşrudur.
2 — Önemli işler için nöbet tutturulmalıdır.
3 — Peygamberlik görevine noksanlık getirmeyen beşerî arızaların Peygamber (Sallalahü Aleyhi ve Sellem)'de görülmesi mümkündür.
4 — Mazeret dolayısıyla va'dini yerine getirmeyenin mazeretini kabul etmek meşrudur.
5 — Şeytan yatağı olduğu sanılan yerden başka yere geçmek meşrudur.
6 —Kaçırılan namaz kaza edilmelidir.
7 — Kaza namazı için ikamet edilmelidir.
8 — Kaza namazının cemâatle kılınması meşrudur.
9 — Âlimler, dinî hükümleri başkalarına öğretmelidirler.
10 — Unutulan namaz hatırlandığı zaman kaza edilmeli, keza uykuda kalınarak kazaya kalan namazı uyandıktan sonra kılınmalıdır.
İbn-i Şihâb (RA.)ın Hal Tercemesi
Ebu Bekir Muhammed bin Müslim bin Ubeydlllah bin Abdillah bin Şihab, bin Abdillfth, bin el-Hâris bin Zühre bin Kilâb el-Kureş! ez-Zührl, Hicretin ellinci yılı doğmuş, hadis hafızlarının en büyük âlimlerindendir. îbn-i Ömer, Seni bin Sa'd, Enes bin Mâlik, Mahmud bin Rabi', Said bin el-Müseyyeb, Ebû Ümâms bin Sehl (Radıyallâhü anhüm) ve onların tabakasından sayılan sah&btlerin meşhurları ile tabiilerin meşhurlarından hadis rivayet etmiçtir. Kendisinden de Yunus bin Yezld Zebidt, Salih bin Keysân, Maliıer, Şuayb bin Ebi Hamze, Evzâl, el-Leys, Malik tbn-i Ebİ Zi*b, Amr bin el-Hâris, tbrahim bin Sa'd, Süfyan bin Uyeyne ve bir çok zat hadis rivayet etmişlerdir. Ebû Davud'un dediğine göre ikibin ikiyüz hadisi bulunup yansı müsneddir. ZÜhrî : Ben, İbnü'l-Müseyyeb ile beraber sekiz yıl oturdum, demiştir. El-Leys : Ben Zührî'den daha geniş malûmatı bulunan hiç bir âlim görmedim. Terğlb hakkında hadis anlatırken ancak bunu güzel bilir dersin; Arap va£nsâbdan bahsederken yalnız bunu güzel yapar dersin; Kur'an ve sünnetten bahsederken, bunu çok iyi bilir dersin, demiştir. El-Leys'in dediğine göre Züh-rt: Hiç kimse benim kadar ilim yolunda sabretmemi^ ve hiç kimse benim kadar, İlim yaymamiştır. Kalbime giren hiç bir ilmî meseleyi unutmamışım demiştir. Mâlik : tbn-i Şihâb'ın dünyada dengi yoktur demiştir. Amr bin Dinar: Altın ve gümüş, Zührİ yanında hayvan tersi gibidir, demiştir. Halife Hişâm bin Abdümelik çocukları için bir miktar hadis yazmasını Zührî'den rica etmiş, Zührî de 400 hadîs yazıp gitmiş bir ay sonra Hişâm ile karşılaştığında, yazdığı kitabın zayi olduğunu öğrenince bir kâtip isteyerek yeniden 400 hadis yazdırmış, bilâhare kaybolan kitab bulununca, iki kitâb karşılaştırılıyor, aralarında bir harflik fark bile görülmüyor. Zührİ'nin hıfzının kuvvet derecesi Kur'an-ı Kerim'i sekiz gecede hıfzetmesinden anlaşılıyor. Mftlik'ten rivayet edildiğine göre îbn-i Şihâb Medine'ye geldiğinde Rabia'nın elini tutarak beraberce divan evine girmişler, ikindi vakti evden çıktıklarında tbn-i Şihâb : Ben Medine'de Rabîa gibi bir âlimin bulunduğunu sanmazdım, demiş; Rabîa da : tbn-i Şihâb'ın eriştiği ilmi mertebeye hiç bir kimsenin erişeceğini zannetmiyorum, demiştir. El-Leys : tbn-i Şihâb çok bol yerdi ve hiç bal yemezdi, demiştir.
Zührrnin menakıbuıı anlatmak için kırk sahtfelik yazıya İhtiyaç var. El-Hâfız tbn-İ Asâkir, onun hakkında geniş bilgi vermiştir. Hicri 124. yılı Ramazan ayinde vefat etmiştir. (Tezkire : Sah. 108)
Yûnus Bin Yezîd <R-A.)"in Hal Tercemesi
Yûnus bin Yezld bin Ebî Necâr Ebû Yezld el-EylI, mevlâ Muâviye bin Ebİ Süfyân'dır. İkrime. el-Kâsım, ez-Zühri ve bir cemaattan hadîs rivayet etmiş; kendisinden de Evzâi, Cerir bin Hâzim, el-Leys, tbn-i Veheb, Osman bin Ömer bin Paris ve başkaları rivayette bulunmuşlardır. Hâfız-ı Mısri Ahmed bin Salih : Biz, Zührî'den yapılan rivayet hususunda hiç kimseyi Yûnus'a takdim etmeyiz, demiştir. Ahmed : Yûnus sıkadır, demiştir. Ebû Sald bin Yûnus'un dediğine göre hicretin 152. yılı vefat etmiştir. (Tezkire : Sah. 162
698) Ebû Katâde [51](Radıyallâhü ank)'den rivayet edildiğine göre şöyle demiştir:
Sahâbîler, uyumak hususundaki kusurlarını anlattılar. Onlardan birisi de: Güneş doğuncaya kadar uyudular, dedi. Bunun üzerine Re-sûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) :
«Uyumak hâlinde kusur yoktur. Kusur, ancak uyanıklık halindedir. Bunun İçin biriniz bir namazı, unutarak veya uyuya kalarak kılmadığı zaman onu hatırlayınca kılsın ve ertesi gün vaktinde (kılsın.)» buyurdu.
(Ebû Katâde'nin râvisO Abdullah bin Rebâh demiştir ki ı Ben bu hadîsi anlatırken İmrân bin El-Husayn beni dinledi. Sonra bana t Ey genç! nasıl hadîs rivayet ettiğine dikkat et. Çünkü ben aynı hadîsin görgü şahidiyim. Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) İle beraberdim, dedi. Râvi demiştir ki s İmrân, Abdullah bin Rebâh'ın rivayet ettiği hadîsten hiç bir şey reddetmedi." [52]
Bu hadîsi Müslim ve Ebû Dâvûd daha uzun olarak, Nesâl ve Tirmizi de bunun benzerini rivayet etmişlerdir. Tirmizi, hadîsin hasen - sahih olduğunu söylemiştir.
Ebû Davud'un rivayeti şöyledir:
«Ebû Katâde' den rivayet edildiğine göre şöyle demiştir: Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem), bir yolculuğunda yoldan ayrıldı. Ben de onunla beraber ayrıldım. Bunun üzerine bana :
«Bak (gelen var mı)» buyurdu. Ben de: İşte bir süvari, işte iki süvari drha. Şunlar üç kişi, dedim. Nihayet biz yedi kişi olduk. Bundan sonra Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) :
Namazımızı (vaktini) koruyun.» buyurdu. Bununla sabah namazını kaydediyordu. Sonra hepsi uyuyakaldılar. Ve ancak güneş harareti onları uyandırdı. Uyandıkları zaman, biraz gittikten sonra konaklayarak abdest aldılar. Bilâl (Hadıyallâhü anh) ezan okudu. İki rekat sabah sünnetini kıldılar. Sonra sabah farzını kıldılar ve bineklerine bindiler. Daha sonra birbirlerine: Biz, namazımız hakkında kusur işledik dediler. Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) :
«Şüphesiz uyumakta kusur yoktur. Kusur, ancak uyanıklık halindedir. Sizden birisi bir namazı unuttuğu zaman, onu hatırlayınca kılsın ve ertesi gün vaktinde (kılsın)» buyurdu.»
Sindi bu hadîsi açıklarken şöyle demiştir:
«Sahâbiler, uyuya kalmak sebebiyle, namaz hakkında taksiratlarını kendi aralarında anlatmışlar. Onlardan birisi de kusurlu olduklarını ifâde etmek için: Güneş doğuncaya kadar uyudular, demiştir. Namaz kaçırmaları yüzünden duydukları meşakkat ve sıkıntıyı gidermek ve meseleyi kolaylaştırmak için Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) : «Uyumak hâlinde kusur yoktur.» buyurmuştur. Bu buyruktan maksad, uyumakta ve bunun için gerekli hazırlığı yapmakta kusur yoktur demek değildir. Çünkü bazen bunda kusur olur. Meselâ yatsı namazını kılmadan önce uyumak, yatsı nama" zmın kaçırılmasına sebep olabilir. Haliyle böyle yapıp namazı kaçıran kişi, kusur işlemiş olur. Maksad, uyku halindeyken kaçan bir şey hakkında kişi kusurlu sayılmaz. Çünkü irâdesi dışında kaçmıştır. İbâdet etmeden uyumak teşebbüsü uyanıklık hâlinde işlenen bir suç olup, bu suçu işleyen kişi de kusurludur...»
Müs1im'in rivayetinde bu fıkradan sonra şöyle buyuru-luyor:
«Ancak şöyle yapan kişi kusurludur: Başka bir namaz vakti gelinceye kadar namaz kılmayan kişi kusurludur.»
Hadisin:..ve ertesi gün vaktinde (kılsın.)» fıkrası ile ilgili olarak El-Menhel yazarı şöyle der:
«Yâni ertesi gün vakti gelince aynı namazı ikinci defa kaza etsin Hadisin zahirine göre, kişi unutarak veya uyuyakalarak kaçırdığı namazı hatırlayınca bir defa kaza edecek, ertesi gün vakti gelince bir daha kaza edecek. Böylece kaçırdığı namazı iki defa kaza etmiş olacaktır. Bâzı âlimler böyle yorum yapmışlar ve ikinci deiâ kaza etmeyi müstahabhk anlamına yorumlamışlardır.
Hattâbi:İkinci defa kaza edilmesinin vâcibliğini söyleyen hiç bir fıkıhçı bilmiyorum. Ayni vakitte kaza edilmekle vaktin faziletine erişmek için, müstehab olmak üzere tekrar kaza edilmesi emredilmiş olabilir.' demiştir.
Âlimlerin cumhuru: Fıkranın zahiri kasdedilmemiştir. Selef âlimlerinden hiç kimse ertesi gün vakti gelince kaçırılan namazın ikinci defa kaza edilmesi müstehabtır dememiştir, derler.
Nevevî: 'Fıkranın mânâsı şudur:Kişi bir namazı kaçırıp kaza ettikten sonra, onun vakti değişecek değildir. Vaktin, eskisi gibi kalır.Bu nedenle ertesi gün olunca, o günkü namazı, mutad Vaktinde kılsın. Zamanını değiştirmesin. Fıkranın mânâsı: Kaçırılan namazı iki defa kaza etsin. Hatırlayınca derhal kaza etsin. Ertesi gün vakti gelince kaza etsin, değildir. Fıkranın mânâsı yukarıda anlattığımız gibidir,» demiştir.
Cumhurun kavlini te'yid eden delillerden birisi Dârekütni'-nin İmrân bin Husaym (Radıyallâhü anhJ'dao rivayet ettiği şu mealdeki hadistir:
'Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) Bilâl * (Radıyallâhü anh))'a emretti. Bilâl (Radıyallâhü anh) ikâmet etti. Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) de kaçırılan namazı kıldırdı. Sonra biz Yâ-Nebiyallah! Yarın vakti gelince bu namazı (tekrar) kaza etmiyelim mi? diye sorduk. Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) onlara:
«Allah sizi faizcilikten men edip, faizciliği sizden kabul eder mi?» buyurdu.»
İbrahim En-Nahâi: Bir namazı terkedip yirmi seneye kadar kaza etmeyen kişi, bundan sonra kaza ederken yalnız bir defa kılacak, demiştir. [53]
Namaz vakti girmeden önce uyuya kalan ve vakti gelince uyanmayan kişi günaha girmez. Keza vakit olduktan sonra henüz geniş bir zaman vardır, diye uyuyan ve vakit çıktıktan sonra uyanan kişi de günahkâr olmaz. Fakat bâzı âlimler: Vakit girdikten sonra, namaz kılmadan uyumayı alışkanlık hâline getirerek uyanmıyacağını kuvvetle sanan kişi uyumadan namaz kılmak zorundadır. Aksi takdirde, vakit çıkıncaya kadar uyanmazsa günaha girmiş olur.
Vakti daralmış namazı kılmadan uyuyan kişi, şüphesiz günah işlemiş olur.» [54]
Abdullah Bin Rabâh <R.A.)1n Hal Tercemesi
Abdullah bin Rabâh EbÛ Hâlİd el-Ensârt, Basra'da oturmuştur. Dbeyy bin Kat), Ammâr bin Yâsir, Ebû Katâde, Ebû Hüreyre, Aişe (R.A.) ve başkalarından hadis rivayet etmiştir. Kendisinden de Sabit el-Bunant, Katâde, Asım el-Ahvel, Ebû tmran ve bir çok zât rivayette bulunmuştur. Nesal ve İbn-i Sa'd onu sıka saymışlar, el-îcll de : Sıka bir tabiidir, demiştir. Buhârl'den başka sahih hadis kitab sahihleri ondan rivayette bulunmuşlardır. (El-Menhel C. 4, Sah. 29)
İmran Bin El-Husayn (R-A.)'ın Hal Tercemesi
tmran bin el-Husayn bin Ubeyd bin Halef el-Huzâl Ebû Nüceyd, Hayber yılı müslüman olmuştur. Peygamber (S-A.V.)'den 180 hadis rivayet etmiştir. Buhârl ve Müslim 8 hadisini İttifakla, Buhârl 4 hadisini, Müslim de 9 hadisini münferiden rivayet etmişlerdir. Râvileri Ebû Recâ' el-Utftridl, Mutarraf bin Abdillah, Şa'bl, tbn-i Slrln ve Hasan-ı Basrl'dir. tbn-i Sa'd : Melekler, onunla tokalaşır ve ona selâm verirlerdi, demiştir. Sahâbller devrinde meydana gelen fitneden uzak kalanlardandır. Bir kaç savaşa katılmıştır, Mekke fethinde Huzâa kabilesinin bayrak' tarlığını yapmıştır, tbn-i Abdil-Berr: O, Sahâbtlerin »kılıcılarından ve İleri ge-lenlerindendi, demiştir. Basra halkı, kendisinin; hafaza meleklerini gördüğünü, onlarla konuştuğunu, nihayet bir hastalık nedeniyle vücudunu dağlayınca, meleklerin kendisine görünmez olduklarını ve dağlama eseri kalmayınca tekrar onlarla görüşüp konuşmaya başladığını söylediğini naklederler. Ebû Nalm : Onun duası makbul İdi, demiştir. Hicretin 52. veya 53. yılı Basra'da vefat etmiştir. (El-Menhel C. 4. Sah. 38)
699) Ebû Hüreyre (Radtyallâkü anh)'den rivayet edildiğine göre ResûluUah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) şöyle buyurdu, demiştir:
«Güneş batmadan önce ikindi namazından bir rek'ate yetişen kimse, namaza yetişmiş olur ve güneş doğmadan önce bir rek'ate yetişen kimse, namaza yetişmiş olur.»" [55]
KütÜb-i Sitte sahiplerinin hepsi bu hadisi rivayet etmişlerdir.Tirmizî hadisin hasen - sahih olduğunu söyleyerek, Şafii, Ahmed ve İshak'ın bununla hükmettiklerini ve bunlara göre hadisin mânâsının özür sahibinin mezkûr namazlardan birer rek'ate yetişmesi hâlinde namaza gitmiş sayılacağını söylemiş, özür için de şu örneği vermiştir: Meselâ adam uykuda kalır veya namazı unutur da Güneş doğacağı veya batacağı zaman uyanırsa özür sahibi sayılır.
Tuhfetü'kAhvezî yazarı El-Hâfız, İbn-i Hacer Aş-ka1âni' den naklen beyân ettiğine göre meşru mazereti olmayan kimsenin bir rek'atlik vakit kalıncaya kadar namazı geciktirmesinin haram olduğuna âlimler ittifak etmişlerdir.
Ebû Dâvûd bu hadisi «Orta namaz- babında rivayet etmiş, El-Menhel yazarı da aşağıdaki ma'lumatı vermiştir:
«Cumhura göre hadisin mânâsı şudur: Adam, vaktin sonunda ikindi namazından veya sabah namazından bir rek'at kıldıktan sonra kıldığı namazın vakti çıkarsa o namazın tamâmını vaktinde edâ etmiş sayılır. Bu hususta mazereti olan ve olmayan arasında, namazın sıhhati bakımından bir fark yoktur. (Özürsüz olarak namazı bu kadar geciktirmek günahtır.)
Ebû Hanife Cumhura muhalefet ederek: Böyle kılınan sabah namazı bâtıldır, demiştir. Bâzıları: Böyle kılınan namazın tamamı kaza olarak kılınmış sayılır, demişler; Bir kısım âlimler de: Vakit çıkmadan kılınan rek'at' edâ, vakit çıktıktan sonra kılınan bir veya daha fazla rek'at kaza olarak kılınmış sayılır, demişlerdir.
Nevevl, Müslim'in şerhinde: 'Mezkûr ihtilâfın etkisi, yolcunun, seferi olarak kıldığı namazda görülebilir. Şöyle ki: Yolcu bir rek'at kıldıktan sonra namaz vakti çıktığında eğer namazın tamamını edâ olarak sayarsak kasır yapabilir. (Dört rek'atlik farzı iki rek'at olarak kılabilir.) Eğer böyle kılınan namazın hepsi veya bir kısmı kaza sayılır, desek kasır yapamaz, namazı tam olarak kılması gerekir. Tabi yolculuk .hâlinde kazaya bırakılan namaz, seferde kaza edilince tam olarak kılınması vâcibtir, desek durum anlattığımız gibidir.
Şayet vaktin sonunda namaza duran kişi, henüz vakit çıkmadan bir rek'ate bile yetişmez de rek'atın bir parçasını kıldıktan sonra vakit çıkarsa, bâzı arkadaşlarımız.Bunun hükmü bir rek'ate yetişenin hükmü gibidir, demişlerse de, Cumhura göre namazın tamamı kaza olarak kılınmış sayılır,' demiştir.
Ebû Hanife hadîsi şöyle yorumlamıştır: Delilik, aybaşı âdeti, lahosalık, bayılmak ve çocukluk gibi özürü olan kişi mazereti kalktığında sabah veya ikindi vaktinden bir rek'atlik süreye yetişirse bu namaz ona farzdır.
Sabah namazı dâhil, her hangi ,bir namazın bir rek'atini vakit çıkmadan kılan kişinin namazının sıhhatına ve namazının tamamının edâ sayıldığına hükmeden cumhurun görüşünü te'yid eden delillerden birisi Beyhakî'nin Zeyd bin Eşlem (Radı-yallâhü anh'den rivayet ettiği şu hadîstir:
«Sabah namazından bir rek'ate Güneş doğmadan, bir rek'ate de Güneş doğduktan sonra yetişen kimse namaza yetişmiş olur.»
Diğer bir delil de, yine Beyhakî' nin Ebû Hüreyre (Radıyallâhü anh) 'den rivayet ettiği şu hadistir:
«Güneş batmadan önce bir rek'at, ve Güneş battıktan sonra kalan rtk'atleri kılan kimse, ikindi namazını kaçırmamış olur.»
Cumhurun başka bir delili Buhârî' nin Ebû Seleme tarikiyle Ebû Hüreyre (Radıyallâhü anh)'den rivayet et-tiği bu haçüstir: Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) buyurdu ki;
«Sizden birisi, Güneş batmadan önce ikindi namazından bir secdeye yetiştiği zaman namazını tamamlasın ve Güneş doğmadan sabah namazından bir secdeye yetiştiği zaman namazını tamamlasın.»
Hadîsteki secde ile rek'atın tamamı kasdedilmiştir. Cumhurun bir başka delili de Nesâi'nin İbn-i Şihâb yoluyla Salim' den rivayet ettiği şu mealdeki hadîstir:
«Namazdan bir rek'ate yetişen kimse, namazın tamamına yetişmiş olur. Ancak vakit içinde yetiştiremediği rek'atlere devam ederek namazını tamamlar.»
El-Hâf iz, El-Fetih'te: 'Mezkûr deliller, Tahâvî'nin Ebû Hüreyre (Radıyallâhü anh) 'nin hadisindeki: «bir rek'ate yetişme...»yi çocuğun erginlik çağına erişmesi, hayızlı kadının temizlenmesi, kâfirin müslüman olması ve benzeri özürlerin kalkmasına tahsis etmesini reddeder. Tahâvi, bu yorumla mezhebinin görüşüne yardımcı olmak istemiştir. Çünkü Hanefî mezhebine göre sabah namazından bir rek'ate yetişen ve henüz diğer rek'a-ti kılmadan Güneş doğan adamın namazı bozulur. Çünkü kerahet vaktinde tamamlanmış olur. Kerahet vaktinde nafile namaz kılın-mayacağına ittifak var ise de farz namazın kılınıp kılmmayacağı hususunda meşhur ihtilâf vardır. Bu görüş, farz namazın da kılınamayacağı esası üzerinde kuruludur.
Ebû Hanife, cumhura muhalefet ederek: Sabah namazını kılarken Güneş doğan adamın namazı bâtıldır, demiştir. Delili de Güneş doğarken namaz kılmanın yasak olduğuna âit hadîslerdir.
Bâzı âlimler, bu vakitte namaz kılmanın yasağına âit hadislerin, Ebû Hüreyre (Radıyallâhü anh)'nin hadîsini neshettiğini iddia etmişlerse de bu iddia delîle muhtaçtır. Çünkü, ihtimale dayanılarak nesih yoluna gidilemez, tki hadîsin arasını bulmak mümkündür. Şöyleki: Bu vakitte namaz kılmanın yasaklığma âit hadîsler, bir sebebe dayalı olmayan nafile namazları hakkındadır, diye yorumlanabilir. Kaza namazı ve bir sebebe dayalı nafile nev'inden sayılan ta-hiyyetülmescid ve abdest alındıktan sonra kılman abdest sünneti gibi namazların bu vakitte kılınması mekruh değildir.'
El-Menhel yazarı, E1-Hâfız' in yukardaki sözlerini naklettikten sonra şöyle der:
Hak budur ki: Nehiy hadisleri umumîdir. Bütün namazları kapsar. Anılan vakitte hiç bir namazın kılınması caiz değildir. Sebebe dayalı olan sünnetler ile sebebe dayalı olmayan nafile namazlar arasında hiç bir fark yoktur. Ancak başka bir delil ile istisna edilen namazlar varsa bunlar için kerahet söz konusu olmaz. Sabah namazının bu vakitte kılınabileceği hakkında özel hadîs vardır. O da bu bâbtaki hadistir.
Hadîsin mefhûmuna göre, vakit içinde bir rek'atı tamamlayamayan ve kalan kısmı vakit dışında kılan kişi o namazı kaza etmiş olur. Cumhurun görüşü de budur. Bazıları: O namaz edâ olarak kılınmış sayılır, demişler ise de hadisin mefhûmu bunu reddeder. [56]
Bir namaz vaktinden bir rek'atlik süreden daha az bir zaman, kalmış iken mazereti kalkan kişiye o namaz farz mı, değil' mi? Bu hususta âlimler arasında ihtilâf vardır:
Mâlik'e ve Şafiî' nin bir kavline göre farz değildir. Hadisin mefhumu bunu gerektirir.
Ebû Hanîfe ve Şafiî' nin en kuvvetli kavline göre farzdır. Çünkü mükellef, vaktin bir parçasına yetişmiştir. Hadîste 'Bir rek'at' kaydı, çoğu zamanki durum itibarı iledir.
Bu yorumun uzaklığı besbellidir.
Özürlü adamların mazeretleri kalkarken henüz bir rek'athk süre kalmış ise âlimlerin ittifakı ile o namaz farzdır.
Nevevi, Müslim'in şerhinde: Bir rek'at veya namaza giriş için gereken süreden başka, abdest almak süresi de şart mıdır? Arkadaşlarımızın ikf görüşü vardır. En sıhhatli kavle göre şart değildir, demiştir.
Şu halde Şafiî mezhebinin kuvvetli görüşüne göre şart değildir.
MâIikî1er'e göre kâfir için bu süre şart değildir. Çünkü daha erken Müslümanlığı kabul etmek onun elindedir. Fakat özür sahipleri için bu süre şarttır.
Hanefîler'e göre özürlüye bir namazın farz olması için onun vaktinden abdest almak, avret yerini örtmek ve tahrim tekbirini almak için gereken bir sürenin kalması şarttır.
E1-Ayni:Bu hadîs, ikindi namazından bir rek'at kıldıktan sonra vakit çıkarsa kişinin namazının bozulmayacağına ve namazına devam etmesinin gerekliliğine delâlet eder. Bu husus icmâ ile sabittir. Sabah namazında ise Şafii, Mâlik ve Ahmed bin Hanbel'e göre hüküm aynıdır. Ebû Hanîfe'ye göre sabah namazı güneşin doğması ile bozulur. Şâfii1er’e göre, hadis Ebû Hanîfe aleyhinde delildir, demiştir. [57]
Vakit çıkmadan önce bir rek'ate yetişmek, sabah ve ikindi namazlarına mahsus değildir. Çünkü Buhârî ve Müslim nezdinde sabit olan ve Ebû Hüreyre (Radıyallâhü anh) tarafından merfu' olarak rivayet edilen hadîste Peygamber (Salla 1-lahü Aleyhi ve Sellem), şöyle buyurmuştur:
-Namazdan bir rek'ate yetişen kişi, namaza yetişmiş olur.» Bu hadîs, 699 nolu hadîsten daha umumîdir. Bâzı âlimler: Sayısı yazılı hadis, ikindi ve sabah namazlarıyla kayıtlıdır. Buhâri ve Müs-1 i m ' in hadîsi mutlaktır. Mutlak hadîs, kayıtlı hadîse yorumlanır, demişlerdir. Buna göre, mutlak olan hadisle sabah ve ikindi namazları kasdedilmiş olur. Lâkin bu hadîs, hükmün sabah ve ikindi namazına mahsus olduğuna, mefhumu itibariyle delâlet eder. Halbuki Buhâri ile Müslim'in hadîsi, mantuk yâni lafzın sarahati itibariyle hükmün bütün namazlarda değişmediğine delâlet eder. Hadis usulü ilminde belirtildiği gibi mantuk, mefhuma tercih edilerek hüküm çıkarılır. Bir de Buhârî ve Müslim'in hadîsinde diğer hadise zıt olmayan bir fazlalık vardır. Bu fazlalık geçerlidir. [58]
1 — Vakit çıkmadan önce bir rek'atine yetişilen namazın tamamı eda sayılır.Nevevî:Namazı bu zamana kadar tehir etmenin caiz olmadığı hususunda âlimler ittifak etmişlerdir, der.
2 — Vaktin bitimine bir rek'atlik sûre kaldığında özrü kalkan kişiye o namaz farzdır.
700) Aişe (RadtyaUâhü ankâ)'dan rivayet edildiğine göre Resûlul-lah (Sallallakü Aleyhi ve Sellem) şöyle buyurdu demiştir :
«Güneş doğmadan önce sabah namazından bir rek'ate yetişen kişi, sabah namazına yetişmiş olur ve güneş batmadan önce ikindi namazından bir rek'ate yetişen kişi, ikindi namazına yetişmiş olur.» [59]
Müellifimiz, aynı hadîsin ikinci bir sened olarak Cemil bİri El-Hasan, Abdü'I-A'lâ, Ma'mer, Zühri, Ebû Seleme ve Ebû Hüreyre (Radıyallâhü anhüm) aracılığıyla kendisine intikal ettiğini söylemiştir.»
Bu hadisi Ahmed, Müslim ve Nesâi de rivayet etmişlerdir. Hadisin metni, Ebû Hüreyre (Radıyallahü anh)' nin hadîsinin mislidir. Taşıdığı hükümler bakımından aralarında bir fark yoktur. [60]
701) Ebû Berze el-Eslemî (Radıyallâhü ıwh)'den rivayet edildiğine göre şöyle demiştir :
Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem), yatsı namazını tehir etmeyi müstahab görürdü. Yatsı namazından önce uyumaktan ve yatsı namazından sonra konuşmaktan kerahet ederdi." [61]
Bu hadîsi Kütüb-i Sitte sahipleri kısa ve uzun metinler hâlinde rivayet etmişlerdir.
Tirmizi, Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) 'in yatsı namazından önce uyumaktan ve namazdan sonra konuşmaktan kerahet ettiğine dâir Ebû Berze (Radıyallâhü anh) hadîsini naklettikten sonra bunun hâsen-sahih olduğunu söylemiştir. Oradaki rivayette yatsı namazının tehirinden bahsedilmiyor. Tirmizi, bu arada: İlim ehlinin ekserisi, yatsı namazını kılmadan önce uyumayı mekruh görmüşlerdir. Bâzı âlimler buna ruhsat vermişlerdir. Abdullah bin El-Mübârek, hadîslerin ekserisinin kerahete delâlet ettiğini ve bâzı âlimlerin Ramazan ayına mahsus olmak üzere yatsıdan önce uyumaya ruhsat verdiklerini söylemiştir, der.
Ebû Davud'un rivayetinde yatsı namazının tehiri ile ilgili fıkr» şöyledir.
«O, yatsı namazını gecenin üçte birine kadar geciktirmeye iltifat etmezdi.»
EI-Menhel yazarı, hadisin açıklamasıyla ilgili olarak şöyle der: « Nevevi: Yatsı namazını kaçırmak endişesi olmadığı takdirde uykusu fazla gelen kişinin yatsıyı kılmadan uyuması mekruh değildir, demiştir.
İbn-i Seyy idi'n-Nâs, Tirmizî şerhinde: Yatsı namazından önce uyumayı mekruh gören âlimler, durumu ciddî göstermişlerdir. Ömer, oğlu Abdullah ve İbn-i Ab-bas (Radıyallâhü anhüm), bu görüşteki âlimlerdendirler. Mâlik de bu yoldan gitmiştir.
Ali ve Ebû Musa (Radıyallâhü anhümâJ'nın dâhil olduğu bir grup âlim, uyumayı caiz görmüşlerdir. Kûfelilerin mezhebi de budur.
Bâzı âlimler de: Uyuyan kişinin yanında, kendisini namaz için uyandıracak birisinin bulunması hâlinde uyumakta kerahet yoktur, demişlerdir. İbn-i Ömer (Radıyallâhü anh)'den bu görüş de rivayet edilmiştir. Tahâvi de bu yola gitmiştir.
İbnü'l-Arabî: Yatsı vakti çıkmadan önce uyanacağını alışkanlığıyla bilen kişi, veyahut onu uyandıran bir kimse bulunduğu takdirde yatsı namazını kılmadan uyuyabilir, demiştir.
Uyumanın kerahetine hükmedenler, bu bâbtaki hadisi delil göstermişlerdir. Mekruh olmadığına hükmedenler ise Buhârî ve başkasının rivayet ettikleri Âişe (Radıyallâhü anhâ)'nin şu mealdeki hadîsini delil göstermişlerdir: «Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem), yatsı namazını geciktirdi. Hattâ Ömer (Radıyallâhü anh), O'na seslenerek kadınların ve çocukların uyuduğunu haber verdi. Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) uyuyanlara itiraz etmedi.» Diğer bir delil de, İbn-i Ömer (Radıyallâhü anh)'in şu mealdeki hadîsidir: «Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem), bir gece meşgul olduğundan yatsı namazını geciktirdi. Hatta biz mes-cidde uyuduk, sonra uyandık. Daha sonra uyuduk. Sonra uyandık. Peygamber. (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) çıkıp yanımıza geldi. Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) uyuyanlara itiraz etmedi.»
İbn-i Se yy id i'n-Nâs: Ben, Sahâbilerin mescidde namazı beklerken uyuklamalarını yatsı namazından önce nehyedile uyku nev'inden görmüyorum. O, uyku değil, bir uyuklamadır, demiştir.
(Haddim olmayarak şöyle de denilebilir kanaatindeyim: Yatsı namazını kılmadan uyuma yasaklığının sebebi yatsı namazını kaçırma endişesi ise, bu endişe, yatsı namazını cemâatle kılmak için camide toplanmış olan bir cemaat için pek söz konusu olmasa gerek.)
Yatsı namazından sonra konuşmaya gelince; Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem), yatsı namazı kılındıktan sonra Dünya ile ilgili şeyleri konuşmaktan kerahet ederdi. Fakat yatsı vakti girip de henüz yatsı namazı kılınmamışken, bu tür konuşmadan kerahet etmezdi. Namaz kılındıktan sonra konuşma kerahetinin sebebi, günlük işin sonucunun ibadetle kapanma arzusudur. Çünkü uyku, ölümün kardeşidir.
Yatsı namazından sonra konuşmanın kerahetine hükmeden âlimler arasında bulunan Saîd bin El-Müseyy eb: Yatsı namazını kılmadan uyumak, yatsıyı kılıp, arkasında boş laf etmekten bence daha sevimlidir, demiştir.
Ömer bin El-Hattâb (Radıyallâhü anh) yatsı namazından sonra Dünya ile ilgili konuşmalara dalan halkı döverek: Gecenin ilki konuşmakla ve sonu uykuyla mı? derdi. Sebebi de yatsı namazından sonra konuşmak, uykusuz kalmaya sebebiyet verebilir. Bu takdirde geç uyuyan kişinin, gece namazını veya sabah namazını kaçırma endişesi doğar. Diğer taraftan gece uykusuz kalmak, gündüz din ve dünya ile ilgili işleri de aksaklığa uğratır.
Nevevi:Yatsı namazından sonra Siretü'l-Battâl, Antere ve benzerî uydurma hikâyeleri okumak haram konuşma türündendir. Ama hayırlı bir iş hakkında konuşmak veya bir mazeret dolayısıyla söz söylemek mekruh değildir, demiştir.
El-Hâfız da : Bu kerahet, mutlak bir işe âit olmayan konuşmalara mahsustur, demiştir.
Yukarıda yapılan nakillerden anlaşılıyor ki, yatsıdan sonra mekruh olan konuşma, yararlı olmayan şeylerle ilgili konuşmadır. Ama ilmi çalışma, sâlihlerin hikâyelerini anlatmak, kişinin çoluk çocuğu ile konuşması, misafirlerle gerekli şeyleri görüşmek ve müslümanla-rın maslahatları hakkında konuşmak mekruh değildir. Çünkü Tirmizî1 nin rivayet ettiğine göre, Ömer (Radıyallâhü anh) : Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem), müsiümanların işleri hakkında Ebû Bekr (Radıyallâhü anh) ile geceleyin görüşürdü. Ben de, Onlarla beraber bulunurdum, demiştir.
702) Âişe (RadtyaUâhü ankâ)'den rivayet edildiğine göre şöyle demiştir: Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) yatsı namazım kılmadan önce uyumamış ve yatsı namazından sonra -konusınamıştır.Zevâid'de, isnadının sahih, ricalinin de sıka olduğu bildirilmiştir.
703) Abdullah İbn-i Mes'ud (RadtyaUâhü ank)'den rivayet edildiğine göre şöyle demiştir:
Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem), yatsı namazından son-tıa konuşma yapmamızı kınamıştır. Yani bizi (konuşmaktan) men etmiştir.[62]
Semer i Geceleyin konuşmaktır. Bâzı râviler, bu kelimeyi «Semr» olarak rivayet etmişlerdir. Kelimenin asıl mânâsı: 'Ay ışığı'dır. Araplar geceleyin ay ışığında konulurlardı. Onun için bu konuşmaya «Semer» veya «Semr» denilmiştir.
«Cedb» Masdarından alınma «Cedebe» fiili: 'Ayıpladı, kınadı, yerdi' ve başka mânâlara gelir. Burada ayıplamak ve kınamak mânâsında kullanılmıştır.
Kütüb-i Sitte sahiplerinden yalnız müellifin rivayet ettiği anlaşılan 702 ve 703 nolu hadisler Kütüb-İ Sitte sahiplerinin rivayet ettikleri 701 nolu hadîsin hükmünü te'yid eder mahiyettedirler. [63]
704) (Abdullah) tbn-i Ömer (RadtyaUâhü anhütnâ)'dan rivayet edildiğine göre şöyle demiştir :
Ben, Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'i şöyle buyururken dinledim t
«Araplar (şu) namazınızın adında size galebe etmesinler. Çünkü O(nun adı) 'İşA'dır. Ve araplar, develer sebebiyle (o namazı) gece karanlığına tehir ederek ona -Ateme» ismini verirler.»" [64]
Ateme : Gece karanlığıdır. Araplar yatsı namazına Ateme diyorlardı. Bu hadîsi Müslim'de Abdullah bin Ömer (Radıyallâhü anh) 'den iki senedle ve biraz lafız farkıyla rivayet etmiştir. Oradaki bir rivayet, meâlen şöyledir:
«Araplar şu yatsı namazının «Işâ» isminde size galebe çalmasınlar. Çünkü O(nun ismi) Allah'ın kitabında İsa'dır. Ve o namaz develerin sağılması sebebiyle gece karanlığına tehir edilerek,ona «Ateme ismi verilir.»
Hadisi bu lafızla E1-İsmâi1î Müstahrec'inde Ebû Mes'ud Râzi' den, Ebû Ya'lâ ile Beyhakî de Abdurrahman bin Avf' tan rivayet etmişlerdir.
Buhârî, Abdullah El-Müzenî (Radıyallâhü anh)'den rivayet ettiğine göre Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Senem) şöyle buyurmuştur:
«Araplar akşam namazının Mağrib isminde size gâlib gelmesinler. Araplar, akşam namazına İşâ derler.» Arapların akşam namazına İşâ ismini verdiklerine ait hadîsin son cümlesinin râvi Abdullah El-Müzeni'ye ait olması muhtemeldir.
Müellif, Müslim ve yukarıda adları anılan zatların rivayet ettikleri hadîsler ile Buhârî' deki hadisten anlaşılıyor ki; Araplar akşam namazına «İşâ» ve yatsı namazına «Ateme» diyorlarmış. Bir de Araplar akşam ile yatsı namazının ikisine «Işâeyn iki İşâ» derlermiş.
Nevevî, Müslim'in şerhinde şöyle der:
«Hadîsin mânâsı şudur: Araplar, yatsı namazına Ateme ismini verirler. Çünkü araplar, develeri sağmakla meşgul olduklarından dolayı yatsı namazını şiddetli karanlığa tehir ederlerdi. Halbuki Allah'ın kitabında; ve yatsı namazından sonra...» âyetinde «İşâ» olarak geçer. Bu sebeple sız Ona İşâ demelisiniz.»
Sahih hadislerde yatsı namazının ismi Ateme diye geçmiştir. Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) yatsı namazına bir taraftan Ateme isminin verilmemesini emrediyor; diğer taraftan kendileri bu namaz hakkında «Ateme» ismini kullanıyor, diye bir istifham hatıra gelebilir. Buna iki şekilde cevap verilir:
1 — Ateme isminin verilmesine âit yasaklama tenzihen kerahet içindir. Tahrim için değildir. Ateme isminin kullanılabileceğini beyan için Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) kullanmıştır.
2 — O günkü Araplar yatsı namazına İşâ adının verildiğini bilmedikleri ve İşâ denilince akşam namazını anladıklarından dolayı bir yanlışlığa meydan verilmemesi için Peygamber yatsı namazı hakkında Ateme ismini kullanmıştır.»
705) Ebû Hüreyre (Radtyallâhü ank)'den rivayet edildiğine-gprer Peygamber (Sallaiahü Aleyhi ve Sellem) şöyle buyurdu, demiştir:
«Araplar (yatsı) namazının isminde size galip gelmesinler.» Râvi İbn-i Harmele (Radıyallâhü anh) şu fıkrayı da rivayet etmiştir: Çünkü şüphesiz O(nun adı İsa'dır.Araplar develerde meşguliyetleri) sebebiyle (yatsı namazını) gecenin şiddetli fcaranh-ğına geciktirdikleri için (ona) Ateme derler.Zevâid'de, Ebû Hüreyre (R.A.)'nin bu hadisinin isnadının sahih olduğu bildirilmiştir. [65]
Müellif, Ebû Hüreyre (Radıyallâhü anh) 'nin bu hadîsi için iki sened zikretmiştir. Birinci seneddeki râviler aracılığıyla rivayet edilen hadiste Ibn-i Harmele (Radıyallâhü anh)'-nin ilâveten rivayet ettiği fıkranın bulunmadığı anlaşılıyor. Ibn-i Harmele (Radıyallâhü anh) 'nin de bulunduğu ikinci sened ile yapılan rivayette hadîsin iki fıkrası da mevcuttur.
Kütüb-i Sitte sahiplerinden yalnız İbn-i Mâceh'in rivayet ettiği anlaşılan bu hadîste de yatsı namazının adının İşâ olduğu, Arapların hadiste belirtilen nedenle ona Ateme ismini verdikleri bildiriliyor. İsim hususunda arapların galebe çalmamaları için yatsı namazına Ateme değil, İşâ denmesi emrediliyor. [66]
[1] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi
Ve Şerhi,Kahraman Yayınları. 2/399-400
[2] Bu zat. Emevi halifelerinden
olup, takva ve adaleti ile meşhurdur. Enes bin Mâlik, Abdullah bin Câ'fer, Ukbe
bin Âmir, Sâİb bin Yezid ve bir çok zattan rivayette bulunmuştur. Kendisinden
de Ebû Seleme bin Abdirrahman. İbn-İ Şiha-bi'z-Zührİ, Ömer bin Muhacir ve bir
cemaat rivayet etmiştir. Mâlik bin Enes : Sald bin El-Müseyyeb, bundan başka
hiç bir halifeye gitmezdi, demiş; tbn-i Sa'd'da : O sıka, emin, alim, fıkıhçı
ve takva sahibi olup, bir hayli hadis rivayet etmiş, adil bir halife idi,
demiştir. Mücahid de : Biz ona öğretmek İçin giderdik. Fakat her sefer ondan
bir şey öğrenirdik, demiştir. Meymun bin Mihrân da : Alimler onun yanında
talebeler gibiydi, demiştir. Öldüğü gün Hasanı Basri : İnsanların en hayırlısı
öldü, demiştir. Hicri : 101 yılı, 3» küsur yaşında iken vefat etmiştir. (El-Menhel
Cİld : 3, Sahife : 291)
[3] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi
Ve Şerhi,Kahraman Yayınları. 2/400-403
[4] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi
Ve Şerhi,Kahraman Yayınları. 2/403-405
[5] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi
Ve Şerhi,Kahraman Yayınları. 2/406
[6] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi
Ve Şerhi,Kahraman Yayınları. 2/406-410
[7] İsra sûresi, ayet : 78
[8] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi
Ve Şerhi,Kahraman Yayınları. 2/410-411
[9] Ebû Eyyûb-i Ş&ml denilen
bu zât Ömer'in râvisidir. Onun râvisi Asım bin Ebf Nücûd'dur. Şıkadır.
[10] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi
Ve Şerhi,Kahraman Yayınları. 2/411-412
[11] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi
Ve Şerhi,Kahraman Yayınları. 2/412-413
[12] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi
Ve Şerhi,Kahraman Yayınları. 2/413-414
[13] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi
Ve Şerhi,Kahraman Yayınları. 2/415
[14] Ebû Berze (R.A.)'in Hal
Tercemesi
Ebû Berze (R.A.)'nİn adı Nadle olup babasının
adının Ubeyd veya Âiz olduğu söylenmiştir. Eşlemi olan bu zat müslümanlığı ilk
kabul eden sahâbilerdendir. Peygamber (S.A.V.) île beraber yedi savaşa
katılmış ve Mekke fethinde bulunmuştur. Peygamber (S.A.V.)'den kırk altı hadis
rivayet etmiş olup; Buhârl ve Müslim iki hadisini, yalnız Müslim 4 hadisini ve
yalnız Buhârl iki hadisini rivayet etmişlerdir. Râvüeri Ebu'l-Minhal, Ebû Osman
En-Nehedl, Kinâne bin Nalm, Ezrak bin Kays ve başkalarıdır. Basra'da ikamet
etmiş. Peygamber (S.A.V.) devrinden sonra Horasan savaşma katılmış ve
Mu&viye (R.A.Vntn hilafetinin sonlarında veyahut Yezidin günlerinde
Horasan'da vefat etmiştir. (El-Menhel C. 3, Sah. 307)
[15] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi
Ve Şerhi,Kahraman Yayınları. 2/415-416
[16] Habbâb Ebû Yahya bin Eratt
(R.A.) Ashab'dan olup. âzadlı kölelerden-dıı. Bazıları onun arap olduğunu
söylemişlerdir. Bedir gazasına iştirak etmiştir
[17] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi
Ve Şerhi,Kahraman Yayınları. 2/416-417
[18] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi
Ve Şerhi,Kahraman Yayınları. 2/418
[19] Zevâid'de; isnadının sahih,
ricalinin de sıka olduğu, İbn-i Hibbân'ın bu hadîsi sahihinde rivayet ettiği
bildirilmiştir.
[20] Zevâid'de : İsnadının sahih
olduğu ve îbn-i hibbân'ın bunu sahihinde rivayet ettiği bildirilmiştir.
Sünen-i İbni Mâce Tercemesi Ve Şerhi,Kahraman
Yayınları. 2/419-420
[21] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi
Ve Şerhi,Kahraman Yayınları. 2/420-424
[22] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi
Ve Şerhi,Kahraman Yayınları. 2/424
[23] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi
Ve Şerhi,Kahraman Yayınları. 2/424-427
[24] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi
Ve Şerhi,Kahraman Yayınları. 2/427-428
[25] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi
Ve Şerhi,Kahraman Yayınları. 2/428
[26] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi Ve
Şerhi,Kahraman Yayınları. 2/428-432
[27] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi
Ve Şerhi,Kahraman Yayınları. 2/432
[28] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi
Ve Şerhi,Kahraman Yayınları. 2/433-434
[29] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi
Ve Şerhi,Kahraman Yayınları. 2/435
[30] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi
Ve Şerhi,Kahraman Yayınları. 2/435-436
[31] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi
Ve Şerhi,Kahraman Yayınları. 2/436
[32] Seleme bin El-Ekra (R.A.)'ın
Hal Tercemesi
Seleme bin Amr bin El-Akva bin Sinan bin
Abdillah EI-Esleml Ebû Müslim sahâbldir. El-Ekva onun dedesinin lâkabıdır.
Bey'atü'r-Rıdvan'da bulunmuş ve o gün üç defa Peygamber (S.A.V.)'e biat
etmiştir. İlk biat edenler arasmda biat ettikten sonra orada bulunan
sahâbllerln takriben yarısına yakım biat ettikten sonra tekrar cemaatın
içerisine girerek biat etmiş ve en son biat edenler arasına katılarak üçüncü
defa biatta bulunmakla üç defa bu yüce şerefe erişmiştir. Peygamber
(S.A.V.)'den yetmiş yedi hadis rivayet etmiştir. Buhârl ve Müslim 16 hadisini
müttefikan, Buhftrt 5, Müslim de 7 hadisini münferiden rivayet etmişlerdir.
Ra-vileri oğlu lyas. Zeyd bin Eşlem, Ebû Seleme bin Abdirrahman, Yezld bin Ebl
Hubeyd ve bir çok zatlardır. Kendisi kahraman, nişancı, iyilik seve* ve çok
hayır yapan biriydi. Koşarken atları bile geçtiği söylenmiştir. Hicretin 74.
yıh Medine'de vefat etmiştir. (El-Menhel: Cİld 3, Sah. 340)
[33] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi
Ve Şerhi,Kahraman Yayınları. 2/436-437
[34] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi
Ve Şerhi,Kahraman Yayınları. 2/437-440
[35] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi
Ve Şerhi,Kahraman Yayınları. 2/440
[36] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi
Ve Şerhi,Kahraman Yayınları. 2/441
[37] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi
Ve Şerhi,Kahraman Yayınları. 2/441
[38] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi
Ve Şerhi,Kahraman Yayınları. 2/441-445
[39] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi
Ve Şerhi,Kahraman Yayınları. 2/445-446
[40] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi
Ve Şerhi,Kahraman Yayınları. 2/446-447
[41] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi
Ve Şerhi,Kahraman Yayınları. 2/447
[42] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi
Ve Şerhi,Kahraman Yayınları. 2/447-448
[43] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi
Ve Şerhi,Kahraman Yayınları. 2/448-449
[44] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi
Ve Şerhi,Kahraman Yayınları. 2/449
[45] Bu savaş hicretin 8. yılı Muharrem ayında
vuku bulmuştur.
[46] Tâ-ha sûresi, ayet: 14
[47] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi
Ve Şerhi,Kahraman Yayınları. 2/450-452
[48] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi
Ve Şerhi,Kahraman Yayınları. 2/452-453
[49] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi
Ve Şerhi,Kahraman Yayınları. 2/454
[50] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi
Ve Şerhi,Kahraman Yayınları. 2/454-455
[51] Ebû Katade (RJV..)'ntn hal
tercemesi 35 nolu hadisin izahında geçmiştir.
[52] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi
Ve Şerhi,Kahraman Yayınları. 2/455-457
[53] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi
Ve Şerhi,Kahraman Yayınları. 2/457-459
[54] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi
Ve Şerhi,Kahraman Yayınları. 2/459-460
[55] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi
Ve Şerhi,Kahraman Yayınları. 2/460-461
[56] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi
Ve Şerhi,Kahraman Yayınları. 2/461-464
[57] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi
Ve Şerhi,Kahraman Yayınları. 2/464-465
[58] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi
Ve Şerhi,Kahraman Yayınları. 2/465
[59] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi
Ve Şerhi,Kahraman Yayınları. 2/466
[60] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi
Ve Şerhi,Kahraman Yayınları. 2/466
[61] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi
Ve Şerhi,Kahraman Yayınları. 2/467
[62] Zevfiidde : Bu İsnadın
ricali sikadırlar. İsnadın her hangi bir illetini bilemiyeceğim. Ancak râvi
Ata' bin es-Sâib, rivayetleri birbirine karıştırdıktan sonra Muhammed bin
Pudayl ondan rivayette bulunmuştur. (Burada Ata'ın ravi-si Muhammed bin
Fudayl'dır.) denilmiştir.
Sünen-i İbni Mâce Tercemesi Ve Şerhi,Kahraman
Yayınları. 2/467-470
[63] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi
Ve Şerhi,Kahraman Yayınları. 2/470-471
[64] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi
Ve Şerhi,Kahraman Yayınları. 2/471
[65] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi
Ve Şerhi,Kahraman Yayınları. 2/471-473
[66] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi
Ve Şerhi,Kahraman Yayınları. 2/473