4 — MESCİDLER VE CEMAATLAR KİTABI
1 — Allah İçin Bir Mescid Yapan Babı
2 — Mescidleri Teşyîd (Yükseltmek) Babı
3 — Nerede. Mescidleb Yapmak Caizdir, Babı
Müslümanların Kabristanında Mescid Yapmak Caiz Midir?
4 - Namaz Kılmanın Mekruh Olduğu Yerler Babı
Kabristanda Namaz Kılmak Hakkında Âlimlerin Görüşü
Hamamda Namaz Kılmak Hakkındaki Âlimlerin Görüşü
Mescidlebde Yapılması Mekruh Olan Şeyler
Mescidden Geçiş Hakkındaki Âlimlerin Görüşleri
Hangi Mescid İlk Olarak Kuruldu? Babı
8 — Evlerde Mescidler Edinme Babı
9 — Mescidleri Temiz Tutmak Ve Güzel Kokularla Güzelleştirmek Babı
10 — Mescıdde Balgamın Mekruhluğu Babı
Mescidde Tükürmenin Mezheblere Göre Şer'i Hükmü
11 —Mescidde Davâll (= Yitikler) İnşadından Nehiy Babı
12 — Su Kenarındaki Deve Yataklarında Ve Koyun Ağılında Namaz Kılma Babı
13 _ Mescide Girildiği Zaman
(Okunan) Duâ Babı
14 — Namaza Yürü(Yerek Gitmek) Babı
15— Mescidden En Uzak Olanların (Uzaklık Derecelerine Göre) Sevabı Daha
Büyük Babı
16 — Cemaatla Namaz Kılmanın Fazileti Babı
17 — Cemaattan (Özürsüz) Geri Kalmak Hakkındaki Tesdîd Babı
Âlimlerin, Namazları Cemaatla Kılmak Hakkındaki Görüşleri
18- Yatsı Ve Sabah Namazını Cemaatla Kılmak Babı
19- Mescidlere Devamlı Gitmek Ve (Orada Cemaatla) Namaz Kılmak İçin Beklemek Babı
735) Ömer bin el-Hattâb (Radtyallâhü anh)'<\en. rivayet edildiğine göre şöyle demiştir:
Ben, Resûlullah (Saİlallahü Aleyhi ve 5ellem)'it
« kim, içinde Allah adı anılan bir mescidi bina ederse Allah da onun için cennette bir ev bina eder», buyururken işittim.[1]
736) Osman bin Affân (Radıyallâkü anh')'dcn rivayet edildiğine göre şöyle demiştir :
Ben, Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellemî'i şöyle buyururken işittim:
«Her kim Allah için bir mescid bina ederse Allah da onun için Cennette onun mislini bina eder.»
737) Ali bin Ebî Tâlib (Radtyallâhü an*)'den rivayet edildiğine göre Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) şöyle buyurdu, demiştir :
«Her kim kendi malından Allah için bir mescid yaparsa Allah da onun için Cennet'te bir ev yapar.[2]
738) Câbir bin Abdillah (Radtyallâhü anhümâ)'dan; şöyle demiştir: Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) buyurdular ki:
«Her kim Allah için bağırtlak kuşu yuvası gibi veya daha küçük bir mescid yaparsa Allah da onun için Cennet'te bir ev yapar.Zevâid'de : îsnadı sahih, ricali de sıkadır, denilmiştir. [3]
Ömer (Radıyallâhü anh) 'in hadîsini, tbn-i Hibbân; Osman (Radıyallâhü anh)'m hadîsini Buhârî, Müslim ve Tirmizi; Câbir (Radıyallâhü anh) 'in hadisini îbn-i Huzeyme de rivayet etmişlerdir.A1i (Radıyallâhü anh) 'nin hadisini, müelliften başka rivayet edenin bulunup bulunmadığını bilmiyorum.
Tirmizi, Osman (Radıyallâhü anh)'in hadisini rivayet ettikten sonra: Bu konuda Ebû Bekir, Ömer, Ali, Abdullah bin Amr, Enes, İbn-i Abbâs, Âişe, Ümmü Habibe, Ebû Zer, Amr bin. Abese, Vasile bin el-Eska' Ebû Hüreyre ve Câbir bin Abdillah (Radıyallâhü anhüm)'den de rivayetler vardır. Osman (Radıyallâhü anh)'m hadisi hasen - sahihtir, demiştir.
Bu bâbta geçen bütün hadisler Allah için bir mescid yapmanın ne kadar sevab olduğunu ifâde ederler. Hadîslerde «Allah İçin...» tabirinden maksad, Mescid yapmaktan gayenin Allah rızası olmasıdır. Onun için el-Fetih'te beyan edildiğine göre İbnü'l-Cevzi: Kim yaptığı mescid üzerine ismini yazar veya yazdırırsa ihlâstan uzak kalmış olur, demiştir. Ücret mukabilinde mescid inşaatında çalışan kimse için de bu özel vaad hâsıl olmaz. Çünkü ihlâs yoktur. Bununla beraber sevabı bulunur.
Hadîsin «Allah onun için bir mislini Cennette yapar.» fıkrası na gelince; Nevevi: Fıkradaki: «/..misli...» kelimesi iki mânâ ya muhtemeldir:
1. Yâni Allah'ın Cennet'te yapacağı bina ev denilmesi bakımından mescid gibidir. Ama, genişliği ve diğer yönlerden üstünlüğü ma lûmdur. Çünkü Cennet'teki yapılar, hadîsle sabit olduğu gibi, hiç bir gözün görmediği hiç bir kulağın işitmediği ve hiç bir beşerin düşünemediği güzelliktedirler.
2. Mescid, dünya evlerinden üstün olduğu gibi Allah'ın o kişiye Cennet'te yapacağı bina, cennet'teki evlerden üstün olacaktır, demiştir.
Tuhfetü'l-Ahvezi yazarınm beyânına göre, bâzıları, fıkradaki: «...misli...» kelimesini şöyle yorumlamışlardır: Allah'ın cennette yapacağı bina, büyüklük bakımından kişinin yaptığı mescid gibidir. Lâkin bir çok yönlerden daha güzel olacaktır. Câbir (Badıya!-lâhü anh)'in hadîsinde : «Bağırtlak kuşu yuvası gibi veya daha küçük bir mescid buyuruluyor.Âlimlerin ekserisi bu ifâdeyi mübalâğa üzerine yorumlamışlardır. Çünkü gerçekten bağırtlak kuşu yuvası kadar küçük olan bir yerde bir insanın namaz kılmasının mümkün olmadığı bilinmektedir. Gaye, en ufak bir mescidi bile yapmanın faziletini anlatmaktadır.
Bâzı âlimler bu ifâdeyi zahirine göre yorumlayarak: Hadîsin mânâsı şudur, demişlerdir: Bir mescidi genişletmek ihtiyacı duyulduğu zaman, yapılacak ilâve, bir kuş yuvası kadar bile olsa, anlatılan sevabı kazandırır. Yahut bir cemâat, ortaklaşa bir mescid inşâ ederler de, katkıda bulunanların yardım hissesi, bir kuş yuvası tutarında bile olsa, hadîste bildirilen sevabı kazandırır.
Bâzıları: Mescid ile, bilinen mânâ kasdedildiği takdirde anlatılan yorumlara ihtiyaç duyulur. Lâkin, mescid kelimesi ile secde yeri kasdedilirse, mezkûr yorumlara ihtiyaç duyulmaz, demişlerdir. Tuh-fetÜ'l-Ahvezî yazan: Mescid ile, secde yeri değil de binanın mürad olduğu bâzı rivayetlerden açıkça anlaşılıyor. Meselâ Ümmü Ha-bibe ' nin hadîsinde; — «Kim Allah rızası için bir ev yaparsa...» Duyurulmuştur. Ömer (Radıyallâhü anh)'in (735T nolu) hadîsinde: «Kim, içinde Allah isminin anıldığı bir mescid yaparsa...» Duyurulmuştur, demiştir. [4]
739) Enes bin Mâlik (Radıyallâhü anh)'den rivayet edildiğine göre; Resûllulah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) şöyle buyurdu, demiştir:
«İnsanlar, mescidleri (yapmak) ile birbirlerine karşı öğünüp iftihar etmedikçe kıyamet kopmayacaktır.» [5]
Bu hadîsi Ebû Dâvûd ve Ahmed de rivayet etmişlerdir.Nesâî de bunu, şu mealdeki bir lafızla rivayet etmiştir:
«İnsanların mescidleri yapmak île birbirlerine karşı öğünüp, iftihar etmeleri, kıyametin alâmetlerindendir.»
El-Menhel yazan: insanların öğünüp iftihar etmeleri, Örneğin şöyle olabilir: Benim mescidim, seninkinden daha yüksektir veya daha süslüdür veya daha güzeldir veya daha geniştir... Bunu söylerken kişi riya, gösteriş ve iftihar niyetini taşır.
Hadîs, mescidlerin yapımı ile iftihar etmenin kıyametin alâmetlerinden olduğuna delâlet eder, demiştir.
740) İbn-i Abbâs (Radıyallâhü anhümâ)\\an rivayet edildiğine göre Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Selîem) şöyie buyurmuştur :
«Yahudiler havralarını yükselttikleri ve hristiyanlar kiliselerini yükselttikleri gibi sizlerin de benden sonra mescidlerinizî yükselteceğinizi biliyorum.[6]
Notta belirtildiği gibi Ebü Dâvûd da bu hadîsi İbn-i Abbâs (Jtadıyallâhü anh)'den şu lafızla rivayet etmiştir:
«Ben mescidlerin teşyidi ile emrolunmadım. İbn-i Abbas dedi ki: Yahudiler ve hristiyanlar (mâbedlerini) yaldızla süsledikleri gibi sizler de muhakkak süsleyeceksiniz.»
Teşyîd : Müellif bu babın başlığında ve Ebû Dâvûd da İbn-i Abbas (Radıyallâhü anh)'ın hadîsinde bu kelimeyi kullanmışlardır.El-Menhel yazarının E1-Bağavî' den naklen beyan ettiğine göre, mescidlerin teşyîdinden maksad, onları yüksek yapmaktır. Teşyîdin lügat mânâsı, binayı yükseltmek, sağlam yapmak, inşaatında alçı ve kireç gibi malzemeleri kullanmak demektir.
Ebû Dâvûd'un rivayet ettiği îbn-i Abbas (Radıyallâhü anh)'ın hadîsinde : «Yahudiler ve hristiyanlar...- fıkrası mevkuf yâni İbn-i Abbâs'in sözü olarak geçmektedir. İbn-i Hibbân'in rivayeti de böyledir. Bununla beraber merfu' hükmündedir. Çünkü bu gibi sözler, re'ye dayalı olamaz.
Zuhrufe: Ebû Dâvûd1 un rivayetinde geçen fiilin mas-darı olan bu kelimenin asıl mânâsı süslemektir.
Zuhruf: Kelimesi ise aslında altın demektir. Bilâhere altınla yapılan her türlü süslemeye denilmiştir. Nihâye'nin beyânına göre Zuhruf, altınla yapılan nakışlar ve resimlerdir.
El-Menhel yazarı, hadîsin açıklaması ile ilgili olarak aşağıdaki ma'lumatı vermiştir:
Yahudiler ve hristiyanlar, kutsal kitablarını tahrif ederek, bunlarla amel etmeyi bırakınca, mâbedlerini altınla süslemeye girişmişlerdir. Hadîs ile sanki şöyle uyarı yapılıyor: 'Sizler, amelde ihlası bıraktığınız ve mescidleri yüksek ve süslü yapmakla öğünerek birbirinize karşı iftihar ettiğiniz zaman, sizin hâliniz yahudî ve hristiyan-ların hâline dönecektir.
Mescidleri, ilk olarak sahabe devrinin sonlarında e1-Ve1id bin Abdülmelik bin Mervân süslemiş ve ilim ehlinin çoğu, fitne korkusuyla, bunun karşısında susmuştur.
El-Aynî: 'îbn-i Abbâs {Radıyallâhü anh)'ın hadisini delil gösteren arkadaşlarımız; Mescidleri süslemek mekruhtur. Hele vakıf malından masraf yaparak süslemek, caiz değildir. Bu masraf, harcama yapan mütevelli veya başkasından tanzim edilir, demişlerdir. Kişi, kendi malından süslemeyi yapınca niçin kerahet var? diye bir soru hatıra gelebilir. Bunun sebebi, ya namaz kılan kişinin süslemeye bakarak meşgul olmasıdır ya da parayı yersiz harcaması-dır,' demiştir.
İbn-i Reslân: Bu hadîs, açık bir mucizedir. Zira Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem), kendisinden sonra meydana gelecek olan durumu haber vermiştir. Mescidleri süslemek ve bunu iftihar vesilesi yapmak, bugün Mısır, Şam ve Kudüs' te devlet adamları arasında yaygın bir hal almıştır. Buradaki devlet adamları, halkın malını cebren alarak mescidleri ve okulları modern bir şekilde yapmaktadırlar. Allah'tan selâmet ve afiyet dileriz, demiştir.
Eş-Şevkânî: Hadis, mescidlerin yüksek ve süslü yapılmasının bid'at olduğuna delâlet-eder. Ebû Hanîfe' nin buna ruhsat verdiği rivayet olunmuştur, demiştir.
El-Bedr bin el-Münîr: Halkın evlerini yüksek ve süslü yapınca mescidleri de böyle yapmaları münâsiptir. Tâ ki mescid-ler hakir görünmekten korunsun, demiştir.
Mescidleri yüksek ve süslü yapmayı caiz görenlerin dayanağı, Selefin böyle yapanlar karşısında susmasıdır. Bunlara göre bid'at-ı hasene sayılır, mescidlere rağbet edilmesini sağlar.
Süslemenin, Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'in emrinden olmadığına, kıyametin alâmetlerinden sayıldığına ve yasaklanan iftihar çeşidinden olduğuna delâlet eden hadisler muvacehesinde anılan dayanağın tutarsızlığı aşikârdır.
Selefin susması, kabul alâmeti sayılamaz. Çünkü yukarıda anlatıldığı gibi bu iş, devlet adamlarından başlamıştır. Selef, bir fitne çıkmasın diye susmayı tercih etmiştir.
El-Hâf iz, el-Fetih'de şöyle demiştir:
'Bazı âlimler, mescidleri yüksek ve süslü yapmaya ruhsat vermişlerdir.Ebû Hanîfe de: Bu iş, mescidlere tazim maksadıyla ve hazineden harcama yapmamak şartıyla caizdir, demiştir. Burada bir kaç önemli nokta vardır:
1. Mescidleri süslemek, namaz kılanların kalbini meşgul edecek durumda ise bunun nıekruhluğuna âlimler ittifak etmişlerdir.
2. Süslemek; övünmek, iftihar etmek, riyakarlık ve gösteriş için ise yine mekruhtur. Hattâ değil süslemek, mescidleri böyle bozuk niyetlerle inşâ etmek de mekruhtur.
3. Sağlam olsun diye mescid inşaatında alçı, kireç ve benzeri malzemeleri kullanmak mekruh değildir. Bunun delili Osman CRadıyallâhü anh) 'in halîfe iken Medine' deki Mescid-i Nebevi' yi yıktırıp taş ve kireçle inşâ etmiş olmasıdır.
İba-'i Abbâs (Radıyallâhü anh)'in : «...Mescidleri süsleyeceksiniz #özıi süslemenin yasaklığına delil değildir, çünkü mevkuftur. Hükmen merfu' olduğu kabul edilse şöyle yorumlanır: Bundan mâksad, namaz kılan kişiyi meşgul eden süslemedir. Veya riya ve gösteriş için yapılan süslemedir.
4. Halktan zorla para alıp mescid yapmak haramdır.
5. Mütevelli ve benzerî kişilerin vakıf malından harcama yaparak, mescidi süslemeleridir. Bu da haramdır. Hiç bir âlim, buna ruhsat vermemiştir.
Abdullah bin Zübeyr (Radıyallâhü anh), Kâ'be'yi yeniden yaparken eskisinden daha fazla yükselterek muhkem yapmıştır. Kendisine muhalefet edenlerin elinde hiç bir delil yoktur. Bütün İtirazları Kâ'be'nin eskisinden fazla yükseltilmesinden ibaretti. Nitekim İbn-i Zübeyr (Radıyallâhü anh) Kâbe'yi yıkarak duvarlarını yenilemek istediği zaman ibn-i Abbâs (Radıyallâhü anh) Kâ'be duvarlarından eğilmiş olan yerleri tamir etmekle yetinilarek duvarlara bir ilâve yapılmamasına taraftar olduğuna işaret ederek İbn-i Zübeyr (Radıyallâhü anh) 'e : Senden sonra gelen bir emlrin senin yapfcğını değiştirmiyeceğinden emin değilim, demiştir.
Halîfe Harun er-Raşîd'in veya el-Mehdî1 nin yahut da el-Mansûr'un Kabe'yi yıktırarak İbn-i Zübeyr (Radıyallâhü anh) 'in yaptırdığı şekilde yenilemesini istedikleri ve İmam-ı Mâlik'in onları uyararak: Kabe'nin meliklerin oyuncağı hâline dönüşmesinden korkarım, demesi üzerine bu işten vaz geçtikleri rivayet olunmuştur.
Yukarıdan beri verilen izahtan anlaşıldığı gibi Şevkânî' nin ve başkasının bir ayırım yapmadan : Mescidleri yükseltmek ve süslemek yasaktır, sözleri yerinde değildir.[7]
1. Mescidleri yüksek yapmak meşru değildir. Bundaki tafsilât yukarıda görüldü.
2. Altın, gümüş ve benzeri şeylerle mescidleri süslemek caiz değildir. Bu iş yahudilerin ve hristiyanların kândır. Bu sebeple, bundan uzak durmak gerekir.
741) Ömer bin el-Hattâb (Radtyallâhü ankyden rivayet edildiğine göre Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) şöyle buyurmuştur:
«Ameli bozuk bir hâle gelen her kavim, mescidlerini yaldızla süslemeye kalkışırlar. (fîöyle olmayan bir kavim gelmemiştir.Zevâid'de : Bu hadisin isnadında Ebû İshak bulunur. Ki kendisi tedlis yapardı. Râvi Cübâre de çok yalancıdır, denmiştir. [8]
Sindi; Hadisin manâsının söyle olduftü umulur: Her kavmin ameli bozuk bir hâle gelince, yâni bütün önem ve gayretleri yüksek binalar yapmak ve süslemek olunca, bu hal onları mescidleri de altın yaldızı ile süslemeye sürükleyecektir.. Çünkü evleri yüksek, mâmur ve nakışlı iken mescidlerinin böyle olmamasından hoşlanmı-yacaklardır, demiştir.
Şu halde bir kavmin mescidlerinin yaldızlarla süslenmiş olması, o kavmin hayrine alâmet değil, bilâkis amellerinin bozuk bir hâle geldiğine bir belirtidir. Bunun için mescidleri altın, gümüş ve benzeri maddelerle süslemekten sakınmak gerekir. [9]
742) Enes bin Mâlik (Radıyallâhü ank)'(\en rivayet edildiğine göre. şöyle demiştir :
Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'in Medine'deki mescidinin yeri, Benî Neccâr kabilesine âit idi. Orada hurma ağaçları ve müşriklerin kabirleri bulunuyordu. Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve SelJem), o kabileye :
«Bu yeri para mukabilinde bana veriniz.» buyurdu. Onlar da: Bu yer için kat'iyyen para almayacağız, dediler. Enes (Radıyallâhü anh), demiştir ki: Bunun üzerine Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem), orada mescid yapmaya başladı. Sahâbiler de Ona (malzeme) veriyorlardı. Ve Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) şöyle diyordu:
«Bilmiş olun ki. gerçek hayat âhiret hayatıdır. (Allah'ım) Ensâr ve Muhacirlere mağfiret eyle.- Enes (Radıyallâhü anh) demiştir ki:
Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem), mescid yapmadan önce namazı vaktine eriştiği yerde kılardı. [10]
Bu hadisi Buhâri, Müslim, Ebû Dâvûd ve Nesâi de rivayet etmişlerdir, Buhârî, Müslim ve Ebû Dâvûd un rivayeti daha uzundur.
Beni Neccâr kabilesi, Ensardan büyük bir kabiledir, Neccâr, o kabilenin babasıdır. Adı Teymü'1-Lâf tır. Ona Neccâr (marangoz) lâkabının verilmesinin sebebi; söylendiğine göre keser ile sünnet olmuş olmasıdır. Bu kabile, Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'in ctedesi Abdü'l Muttali b'in dayıları idi. Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem), bu akrabalık dolayısıyla onları çağırtarak, kendilerine âit olan mescid yerini satın almak istemiştir.
Hadîsin zahirine göre Benî Neccâr kabilesi, arsa bedelini almamışlardır. Lâkin Zührî' den rivayet edildiğine göre arsa, bu kabileye mensub Amr'ın Sehl ve Süheyl adlı iki oğluna aitmiş. Yetim olan bu çocuklar, Ebû Ümâme Es'ad bin Zurâre' nin yanında yetiştiriliyorlarmış. Hicretle Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem), Medine'ye şeref verdiği gün devesi bu arsada çökünce : «İnşâallah menzilimiz burasıdır.» buyurmuş: sonra yetimleri çağırtarak, arsalarında mescid yaptırmak üzere arsn değerini bildirmelerini istemiş; Yetimler: Yâ ResûlaUah! Parayla di-ğil de, onu sana hibe ederiz, demişler. Fakat Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem), hibe olarak kabul etmekten imtina etmiş ve nl-hâyet onlardan satın aldıktan sonra orada mescid yaptırmıştır.
El-Vâkıdî; Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) mescid arsasını Afra' oğullarından on dinar altın mukabilinde satın almış ve bu parayı Ebû Bekir (Radıyallâhü anh) ödemiştir, demiştir.
Bu rivayete göre Es'ad bin Zürâre, mezkûr arsa yerine, şahsına âit bir hurma bahçesini yetimlere vermiştir. Bir başka rivayete göre Ebû Eyyûb (Radıyallâhü anh) : Bu yer, iki yetimindir ve ben onları razı ederim, demiş ve onları razı etmiştir.
El-Menhel yazarı, bu rivayetleri naklettikten sonra : Rivayetlerin arası şöyle bulunur, demiştir: «Benî Neccâr kabilesi, arsa bedelini istemediklerini söyleyince Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem), arsanın asıl sahiplerinin kim olduğunu sormuş, onlar da mezkûr iki yetimi gösterince Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem), onlardan satın almıştır. Arsa bedeli ödenmek istendiğinde Ebû Bekir (Radıyallâhü anh), E s'ad bin Zürâre (Radıyal-lâhü anh) ve Ebû Eyyûb (RadıyalJâhü anh), ortaklaşa bedeli ödemişlerdir.
Bu yerde hurma ağaçları ve müşriklerin kabirlerinin bulunduğu belirtilmiştir. Buhârî, Ebû Dâvûd ve Müslim'in rivayetlerinde, hurma ağaçlarının Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'in emriyle kesildiği ve müşriklerin kabirlerinin nakledildiği bildirilmiştir.
Müşriklerin kabirleri açılarak, içindeki kemikler ve ceset kalın-tılarıj çıkarılmıştır. Müşriklere bir hürmet göstermek söz konusu olmadığı için kabirlerinin açılması emredilmiştir.
Kabir, içinde gömülü bulunana mahsustur. Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) nasıl müşriklerin kabristanını satın almış ve kabirlerini açtırmıştır? şeklinde bir soru hatıra gelebilir. Cevâbı şudur : Kabristanın satın alınamaması ve ceset naklinin yasakhğı müs-Iümanların kabirlerine mahsustur. Kâfirlerin kabristanı için böyle bir hüküm yoktur. Şöyle cevab vermek de mümkündür: Zaruret ve ihtiyaç, müşriklerin kabirlerini açmayı gerektirmiştir. Bu sebeple aç-tınlmıstır. Fakat ilk cevab, daha kuvvetlidir.
Kâfirlerin kabirlerini açtırıp, yerine mescidlerin yapılmasını caiz gören âlimlerin delillerinden birisi bu hadîstir. [11]
İslâm âlimlerinin bir kısmının bu husustaki görüşleri, el-Men-hel'de şöyle anlatılmıştır:
1 — «Hanefîler' den el-Âynl: Arkadaşlarımız mes-cid yıkılıp yerle bir olduğu ve çevresinde cemâat bulunmadığı za-rtian kabristan da çok eskiyip ne ceset izi, ne de mezar ismi: kalmadığı zaman, bunlar, sahiplerinin mülküne dönüşmüş olur. Sahibinin malına dönüşünce, mal sahibi mescid yerine ev ve kabristan ye rine moâcid veya başka şey yaptırabilir. Eğer mescid yeri ve kabristanın sahibi yoksa, bu yerler hazineye intikal eder, demiştir
2 — Şâtii âlimlerine göre, kabristan Olarak vakf edilmiş olan sahada öiu gömülü olsun olmasın, yer altında ve yer üstünde bina yapmak haramdır. Hâkim, bu gibi yerlerde yapılan bütün binaları yıktırmakla mükelleftir. Çünkü bina yapımı, kabristan gayesine ters düşer, halka sıkıntı verir. Yapılan bina ev olsun, mescid olsun başka şey olsun hiç farketmez. Mülkiyeti şahsa âit özel kabristanın ölü gömülmemiş olan kısımlarında bina yapmak ise mekruhtur.
3 — Hanbeliler'e göre, ölüler tamamen çürüdükten sonra kabristanda ekin ekmek ve üzerine bina yapmak caizdir. Aksi takdirde caiz değildir.
4 — Mâlikiler' den Îbnü'l-Kâsım: Müslümanların kabristanının izi kalmadığı zaman orada bir mescid yapılmasında beis görmem. Çünkü kabristan müslümanların, ölülerini defnetmek için vakfettikleri bir yerdir. Hiç kimsenin malı olamaz. Bu yerde mezar izi kalmayıp bundan böyle ölüleri oraya defnetmek ihtiyacı kalmayınca bu yerif mescide çevirmek caizdir. Çünkü mescid de müslümanların vakıf mallarından birisidir. Kimse mescide sahip çıkamaz, demiştir.
Beyhakî' nin rivayetine göre Mescid-i Nebevi yapılırken kıblesi Mescid-i Aksa'ya yönelik olarak yapılmıştı. Mescid, kare şeklindeydi. Uzunluğu ve genişliği yüzer zira' idi. Bir rivayete göre önce yetmiş zira' idi. Hayber fethinden sonra bir misli daha büyütüldü.'Mescidin üç kapısı vardı. Bir kapı mescidin sonunda idi.Âtike kapısına Babür' Rahme denilmiştir. Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'in mescide girdiği kapıya bu gün Âl-i Osman denilir. Bu iki kapı kıblenin Kâ'be yönüne değiştirilmesinden sonra da aynen kalmıştır. Fakat mescidin sonundaki kapı kapatılarak hizasında başka bir kapı açılmıştır.
Bir rivayete göre:
Cebrail (Aleyhi's-Selâm) gelerek mescid yapma emrini tebliğ edince Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem), yapılacak mescidin yüksekliğini sormuş, Cebrail (Aleyhi's-Selâm) de; Yedi zira'; bir rivayete göre de: Beş zira' olsun, demiştir.»
Buhârî ve Ebû Dâvûd'un rivayetinde sahâbîlerin, mescid inşaatı için taş taşıdıkları belirtilmiştir. Rivayete göre duvarın üç zirâ'lık kısmı taş ile yapılmış, ondan sonra ham kerpiç ile tamamlanmıştır.
Ümmü Seleme. (Radiyallâhü anh) 'den rivayet edildiğine
Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) ashâbiyle beraber mes cid inşaatında çalışıyordu. Her sahâbi birer kerpiç taşıyordu. Am-mâr bin Yâsir ise, birisi kendisi için diğeri de Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) için olmak üzere ikişer kerpiç taşıyordu. Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) bir ara kalkıp Ammâr (Radıyal-lâhü anh) in sırtına mübarek elini sürdü ve: «Ey Sümeyye oğlu! Senin için iki sevab vardır. Halk için bir sevab. Dünya'dan son rızkın bir yudum süttür. Âsi taife seni öldürecektir.» buyurmuştur.
İmam Ahmed bin Hanbel'in Ebû Hüreyre (Radıyallâhü anh)'den rivayet ettiğine göre:
-Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) de sahâbilerle beraber kerpiç taşıyormuş. Ebû Hüreyre (Radıyallâhü anh) diyor ki: Bir ara Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) bir kerpici mübarek karnı üzerine koyarak taşıyordu. Kerpicin Ona ağır geldiğini sandım da Onu karşıladım ve: Bana ver Yâ Resûlallah! dedim. Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) : «Başka bir kerpiç al Yâ Ebâ Hüreyre. Çünkü âhiret hayatından başka hiç bir hayat yoktur.» buyurdu.
Ebû Hüreyre (Radıyallâhü anh) 'nin bu hadîsi, ikinci mes-cid yapımına aittir. Çünkü ilk mescid inşaatında, Ebû Hürey-re (Radıyallâhü anh) bulunmamıştır. Bilindiği gibi Ebû Hüreyre (Radıyallâhü anh)'nin Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'e gelerek müslümanlığı kabul etmesi Hayber yılına rastlar. Dolayısıyla Ebû Hüreyre (Radıyallâhü anh) hadi-siyle Ümmü Seleme (Radıyallâhü anh) hadîsi arasında bir çelişki yoktur.
Hadîsin : «Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) mescidi yapıyordu. Sahâbîler de Ona (malzeme) veriyorlardı.» ifâdesinin zahirine göre Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem), bizzat mescid duvarlarının yapımında çalışmıştır.
Mescidin duvarları kerpiçten yapılmış, damı hurma dallarıyla örtülmüş, direkleri de hurma kütüğündenmiş. Ömer (Radıyallâ-hü anh) zamanında yapılan tamirde, mescide bir ilâve yapılmamış, Osman (Radıyallâhü anh) hilâfeti zamanında mescid büyütülmüş, duvarları taş ve kireçle yapılmış, direkleri taştan yapılmış ve tavanı hint çınarı ve hint ardıcı denilen ve Hindistan'da yetişen, abanoza benzeyen sert ağaçlarla örtülmüştür. Mescidin bu durumunu belirten İbn-i Ömer (Radıyallâhü anh)'in hadîsi, Buhâri ve Ebû Dâvûd tarafından rivayet edilmiştir.
Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) : «Bilmiş olunuz ki, gerçekten hayat...» fıkrasını mescid inşaatında çalışmayı kolaylaştırmak ve çalışma karşılığında Sahâbîler için Allah tarafından hazırlanmış olan uhrevî mükâfatı müjdelemek üzere buyurmuştur.
Müslim ve Ebû Dâvûd'un rivayetinde Peygamber (Sallall hü Aleyhi ve Sellem) ve Sahâbîler çalışırken şöyle derlerdi:
«Allahım! Âhiret hayrından başka hiç bir hayır yoktur. Sen, Ensâr ile Muhacirlere yardım eyle.»
Buharı' nin rivayetinde ikinci mısra, sünenimizdeki lafızlarla geçmiştir.
Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) için şiir söylemek haram kılınmıştır. Burada Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) şiir söylemiş olmuyor mu? denilemez. Çünkü bu seçili bir sözdür, şiir değildir. Zira vezni yoktur. Vezinli olduğu kabul edilse bile bu inşâ değil inşâddır. Yâni şiir icadı değil, başkası tarafından söylenmiş olan bir şiiri nakletmektir. Nitekim Buhâri' nin bir rivayetinde; Bir müslüman tarafından söylenmiş olan bu şiiri Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) okudu, denilmiştir. Peygamber (Sallallahü Aleyhive Sellem)'e yasak kılınan şey, başkasının şiirini okumak değil, şiir inşa etmektir. Kaldı ki âlimler: Şiir, vezinle söylenmesi kasdedilmiş olan söz dizisidir. Eğer kasıd olmaksızın vezinli bir cümle dil üzerinde cereyan edecek olursa, buna şiir denmez, diye ittifak etmişlerdir. Bunun için Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) tarafından buyurulmuş olan şiir şeklindeki hadisleri buna hamledilmiştir. Örneğin;
«Ben ancak Peygamberim. Hiç yalan değildir. Ben Abdülmuttalibin oğluyum.» [12]
1 — Namazı, vakti gelince her hangi bir yerde kılmak meşrudur.
2 — İhtiyaç halinde bir an önce mescidleri inşa etmek matlubtur.
3 — Alış - veriş meşrudur. Başkasının malını gasbetmek yasaktır.
4 — Allah rızâsı için teberru yapmak meşrudur.
5 — Müşriklerin eski kabirlerini açıp nakletmek ve kabristanlarını satmak caizdir.
6 — İhtiyaç hâlinde meyveli ağaçları kesmek caizdir.
7 — Müşriklerin kabirlerini açıp içindekilerini çıkardıktan sonra orada namaz kılmak caizdir. Hattâbi; Müşriklerin kabirleri açılıp toprağı nakledildiği ve orada toprağa karışacak bir necaset bulunmadığı zaman o yerde namaz kılmak caizdir. Kabristanda namaz kılmanın yasakhğı, toprağına ölülerin kanları ve irinleri karıştığı zamana mahsustur. Kabir eseri ve ismi kalmayınca, o yerin hükmü temizliğe dönüşür, demiştir.
8 — Müşriklerin kabirleri yerinde mescid yapmak caizdir. Hattâbi: Hayatta iken kanı muhterem olmayan kişinin, ölümünden sonra kemiklerinin de muhterem olmadığına bu hadîs delildir, demiştir. _
9 — Ağır işlerde çalışırken teşvik için şiir söylemek c&izjlir.
10 — Devamlı hayır, ancak âhiret hayrıdır. Müslümanlara Allah'ın yardımını dilemek meşrudur.
11 — Hadîs, Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'in tevâzuu-nu ve ahlâkının üstünlüğünü ifâde eder.
743) Osman bin Ebi'l-As (Radtyallâhü ankyden rivayet edildiğine göre :
Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem), Tâif halkının putlarının yerini Tâif mescidi kılmasını kendisine emretmiştir." [13]
Bu hadisi Ebû Dâvûd ve el-Hâkim de rivayet etmişlerdir.
Tâif, Mekke-i Mükerreme' nin doğusunda, iki veya ûç konak mesafede bir şehirdir.
Tağiye: Onların Allah'a ortak koştukları putlar ve benzeri şeylerdir. Ebû Dâvûd'un süneninde 'Tavâğiyet' diye geçer. Bu kelime 'Tağut'un çoğuludur. Tâğût Şeytan ve put anlamında kullanılır. Burada put anlamında kullanılmıştır.
Tâif halkının putlarının bulunduğu yeri mescid hâline getirme emrinden dolayıdır ki müslümanlar fethettikleri memleketlerdeki kilise ve havraları mescidlere ve medreselere çevire gelmişlerdir. Bundan gaye, küfrü çiğnemek, izini silmek ve kâfirlere eziyet etmektir. Zîra onlar bu yerlerde Allah'tan başkasına taparlardı. [14]
Kâfirlerin diyarı îslâmın eline geçtiği zaman onların ibâdet yerlerini mescidlere çevirmek suretiyle küfür alâmetlerini yoketmek matlubtur. Bir çok sahâbî böyle yapmıştır.
744) Abdullah) İbn-i Ömer (Radtyallâhü ahümâyden rivayet edildiğine göre, içine insan terslerinin atıldığı bahçeler(de namaz kılınması) hükmü kendisine sorulmuş ve şöyle cevap vermiştir:
«O bahçeler, defalarca sulandığı zaman içinde namaz kılabilirsiniz.» İbn-i Ömer (Radıyallâhü anh), bu hadisi Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'e refederek söylemiştir.Zevâld'de:İsnadı zayıftır. Çünkü onda Muhammed bin İshak bulunur. Kendisi tedlis yapardı. Bunu da an'ane ile rivayet etmiştir, diye bilgi verilmiştir. [15]
Sindî: «Defalarca sulandığı...» ifâdesinden maksad, bahçeye atılmış olan pislik eseri kalmayacak kadar üzerinden suyun bol bol geçmiş olmasıdır. Ölçü budur. Yoksa şu kadar defa sulamak gerekir, diye bir şey söylenemez, demiştir.
Hiytân: Hâitin çoğuludur. Hâit, duvara denir. Bir de bahçe ve bostana denilir. Nihâye sahibi : Hâit, etrafı duvarla çevrili bahçeye denir, demiştir. [16]
745) Ebu Saîd-i Hudrî (Radtyallâkü anh)'den rivayet edildiğine güre; Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve SeUem) şöyle buyurdu demiştir:
«Kabristan ve hamamdan başka yer yüzünün hepsi mesciddir.» [17]
Bu hadîsi Şafiî, Ahmed, Ebû Dâvûd, İbn-i Hibbân, İbn-i Huzeyme ve Tirmizî de rivayet etmişlerdir.
Hadîsin.- «...mesciddir.» fıkrasındaki rnescid kelimesi iki mânâya yorumlanabilir:
1 — Mescidden maksad, ibâdete tahsis edilmiş olan bina ve benzeri muayyen yerdir. Bu takdirde fıkrada teşbih vardır. Yâni istisna edilen yerler hariç, yeryüzünün her tarafı rnescid gibidir. Her yerde namaz kılınabilir.
2 — Mescid kelimesi, ism-i mekân olup burada lügat mânâsı muraddır. Namaz kılınan her hangi bir yer demektir. Bu takdirde fıkrada teşbih yoktur, mânâ da şöyledir: İstisna edilen yerler hâriç, yer yüzünün her tarafında namaz kılınabilir.
Her iki yorumda da hadis, bu ümmete verilen ilâhi bir nimeti haber vermektedir. Çünkü geçmiş ümmetler, namazlarını ancak mâ-bedlerinde kılabilirlerdi. Mâbedleri dışında ibâdet edemezlerdi,Cenâb-ı Allah, Ümmet-i Muhammediye'ye büyük kolaylık ihsan ederek, mâbedleri dışında namaz kılmalarına ruhsat vermiştir. Ancak necaset ve benzen sakıncalar dolayısıyla kabristan, hamam, çöplük ve benzeri yerlerde namaz kılmayı yasaklamıştır.
Sindi: Bundan sonra gelen İbn-i Ömer (Radıyallâhü anh) ve Ömer "b. el-Hattab (Radıyallâhü anh) 'in hadislerinde namaz kılmanın yasak olduğu yerler yedi iken burada iki yer zikredilmiştir. Bu iki yere benzeyen diğer yerler de onun hükmünde
oldukları için bu hadîste yalnız iki yerin istisna edilmesi bir sakınca teşkil etmez, demiştir.
Hadîse göre kabristanda ve hamamda namaz kılmak yasaktır. [18]
1 — Sevrî, Evzâî ve Ebû Hanîfe'ye göre kabristanda namaz kılmak mekruhtur. Eşilip ölülerin kemikleri ve sai-resi yer yüzüne çıkarılmış olsun olmasın hüküm aynıdır.
2 — Şâfiîler'e göre kabirler eşilip yer yüzü toprağına Ölülerin kanı, irini vesairesi karışmışsa, orada namaz kılmak caiz değildir. Çünkü oralarda necaset bulunur. Şayet oranın temiz bir. yerinde namaz kılarsa, namazı sahihtir. Fakat kerahet vardır. Şayet kabirler eşilmemiş ise, orada kılınan namaz, sahih olmakla berber mekruhtur. Bir kabristanın eşilip eşilmediğinde tereddüt edilirse en kuvvetli kavle göre mekruh olmakla beraber kılınan namaz sahihtir.
3 — Mâli kîler'e göre kabristanda namaz kılmak sahihtir. Kerahet de yoktur.
4 — Hanbelîler'e göre kabirleri eşilmiş olsun olmasın seccade gibi temiz bir şey sermek suretiyle de olsa kabristanda namaz kılmak haramdır. Ve kılman namaz sahîh değildir. İster ölülerin gömülü olduğu sahada kılsın, ister bu sahadan ayrılarak ev gibi bir hâle getirilmiş olan yerde kılsın farketmez. Zahiriye mezhebine mensûb âlimler de bu görüştedirler.
İbn-i Hazm: Seleften bir kaç taife böyle demiştir.Saha bilerden Ömer, Ali, Ebû Hüreyre, Enes ve İbn-i Abbâs (Radıyallâhü anhüml'ün, mezarlıkta namaz kılmaktan nehy ettikleri rivayet edilmiştir. Biz, bu sahâbîlere muhalif kalan her hangi bir aahâbîyi bilmiyoruz. Sahâbîlerden sonra gelen tabiîlerden İbrahim en-Nahâî, Nâfi' bin Cübeyr bin Mu tim, Tâvûd, Amr bin Dînar, Hayseme ve başkaları da aynı hükmü vermişlerdir, demiştir.
İbn-i Hazmr Mezkûr sahâbîlere muhalefet eden bir sa-hâbî bilmiyoruz, derken kendi bilgisini ifâde ediyor. Çünkü Hat-tâbi Abdullah bin Ömer (Radıyallâhü anh)'in kabristanda namaz kılmaya ruhsat verdiğini hikâye etmiştir. Keza e l-Hasan'ın kabristanda namaz kıldığı nakledilmiştir. [19]
El Menhel yazarı, 'Namaz kılmanın caiz olmadığı yerler babında kabristanda namaz kılmakla ilgili, âlimlerin yukarda anlatılan görüşlerini naklettikten sonra, hamamda namaz kılmak hakkında âlimler tarafından verilen hükümleri özetle şöyle anlatır:
1 —Ahmed bin Hanbel, Ebû Saîd-i Hudrî'-nin hadîsinin zahirini tutarak hamamda namaz kılmanın sahih olmadığını söylemiştir. Ebû Sevr ve Zahiriye mezhebinin âlimleri de bununla hükmetmişlerdir. İbn-i Abbâs (Radıyallâhü anh) 'dan rivayet edildiğine göre şöyle demiştir:
«Ne hamamda ne de helaya doğru durularak namaz kılınmasın.»
îbn-i Hazm: Bu hükmünde sahâbîlerden İbn-i Abbas (Radıyallâhü anh)'a muhâliî kalan hiç bir sahâbî bilmiyoruz, demiştir. Bu görüş, Nâfi' bin Cübeyr, İbrahim en-Na-haî, Hayseme ve el-Alâ bin Ziyâd' dan da rivayet edilmiştir.
İbn-i Hazm: Hamamın hiç bir yerinde namaz kılmak caiz değildir. Bu hususta hamamın giriş yeri, diğer yerleri, damı, külhanının üstü, duvarlarının üzeri aynı hükmü taşır. Hattâ yıkılmış durumda da olsa ona hamam ismi verildiği müddetçe hüküm aynıdır. Şayet yıkılıp hamam denmiyecek bir duruma gelirse onun arasında namaz kılmak caiz olur, demiştir.
2 — Mâ1ikI1er'e göre hamamda namaz kılmak sahihtir, kerâhat da yoktur.
3 —Cumhura göre necasetten emin olunduğu takdirde, mekruh olmakla beraber hamamda kılman namaz sahihtir. Şayet necasetten emin olunmazsa kılınan namaz sahih değildir.»
746) (Abdullah) bin Ömer (Radıyatlûkü anhümâ)'den fivâyet edil-diğine göre şöyle demiştir :
Resul ull ah (Sallallahü Aleyhi ve Seli em) yedi yerde namaz kılmaktan nehiy buyurmuştur: Çöplükte, mezbahada, kabristanda, yolun ortasında, hamamda, deve yataklarında ve Kabe (i Muazzama) damı üzerinde.1'
747) Ömer bin el-Hattab (Radtyallâhü a»*>'deıı rivây«t edildiği»* «Öre şöyle demiştir : Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Setlem) buyurdular ki:
«Yedi yer var. Oralarda namaz kılmak caiz değildir: BeyttıHafc'm üstü. kabristan, çöplük, mezbaha, hamam, deve yatağı ve cadde. [20]
Bu iki hadtote kabristan ve hamamdan başka, namaz sim» yasaklandığa beş yer daha »Ü^redUmiştir. Bu yerlerden deve yasin açıklaması bahsinde verilmişti. Mescidler kitabının onikinci babında daha geniş izah yapılacaktır.
Sindi' nin beyânına göre çöplükte ve mezbahada namaz kılmanın yasaklanmasının sebebi, bu yerlerin pisliği, kirliliği ve necasetten hâli olmamasıdır. Yol üzerinde namaz kılmanın yasaklanmasının sebebine gelince; oradan geçenler namaza duranın dikkatini çeker. Diğer taraftan onun önünden geçenler olabilir. Ayrıca orada namaz kılmakla yolda geçenlere eziyet ve yolda bir tıkanıklığa sebebiyet verebilir.
Kabe damı üzerinde namaz kılmak, bir nevi saygısızlık olduğu için bundan nehy edilmiştir.
El-Menhel yazan : «Namaz kılmanın yasaklandığı yerler çoktur. Şöyle ki: Aşağıda yazılı yerlerde namaz kılmanın yasaklığına dâir hadîsler vardır:
Hamam ve kabristanda namaz kılmanın yasaklığı, Ebû Said-i Hudri (Radıyallâhü anhVnin hadîsiyle ve başka hadîslerle sabittir.
Çöplük, mezbaha, yolun ortası, deve yatakları ve Kâbe' nin damı üzerinde namaz kılmanın yasaklığı, İbn-i Mâceh ve Tirmizî' nin tbn-i Ömer (Radıyallâhü anhl'den rivayet ettikleri hadîsten anlaşılıyor.Tirmizî, bu hadîsin isnadının pek kuvvetli olmadığını söylemiştir.
Kilisede, havrada, kabre karşı, gusülhâne duvarına karşı, resimlere karşı, yakılan ateşe karşı, uyuyana karşı durup namaz kılmak da mekruhtur.» diyerek bu yerlerde namaz kılmanın nehyine âit hadisleri nakletmektedir. Bunları buraya aktarmak bir hayli uzun süreceği için bundan feragat ettik. El-Menhel yazarı daha sonra Şevkânı' nin şöyle dediğini nakleder :
'Anılan yerlerin hepsinde veya ekserisinde kılınan namazın sıhha-tına hükmedenler;
«Nerede namaz vakti sana yetişirse orada namaz kıl.» hadîsine ve benzen hadîslere dayanmışlardır. Halbuki kabristan, hamam ve benzeri yerlerde namaz kılmayı yasaklayan hadîsler husûsî oldukları için umûmî hadîslerden istisna edilmeleri gerekir.'
Yukarıdaki iki hadiste namaz kılmanın yasak olduğu yerlerden kabristan ve hamamda kılınan namaz hakkındaki İslâm âlimlerinin görüşlerini 745 nolu Ebû Saîd-i Hudri (Radıyallâhü anh) '-nin hadîsinin açıklaması bahsinde anlatmıştık. Diğer yerlerde kılınan namazın şer'î hükmü hakkında el-Fıkh Ala'I-Mezhahibi'l-Erbaa'-nın «Namazın mekruhları» bahsinde verdiği malûmatı özlü olarak nakledelim :
I — Kabe üzerinde
kılınan namazın hükmü :
1 — Hanefîler'e göre Kabe' nin içinde ve damı üzerinde, farz olsun nafile olsun kılman namaz sahihtir. Ancak damı üzerinde kılmak mekruhtur. Çünkü saygısızlık olur.
2 — Şâfiîler'e göre Kabe içinde kılınan farz ve nafile namaz sahihtir. Ancak kapısı açıkken Kabe içinde kapıya doğru durarak kılınan namaz sahîh değildir. Kabe' nin damı üzerinde namaz kılmak da sahihtir. Şu şartla : Namaza duranın önün-
,de insan zirâi ile 2/3 zira' boyunda bir sütrenin bulunması şarttır.
3 — Mâlikîler'e göre Kabe' nin üstünde kılınan farz namaz fasiddir. Gayri müekkede nafile namaz sahihtir. Sünnet-i müekkede hakkında eşit iki kavil vardır: Kabe' nin içinde ise farz namaz kılmak kerâhatı şedîde ile mekruhtur. Henüz vakit çıkmadan kılman namazı iade etmek mendubtur. Sünnet-i müekkede de öyledir. Ancak iadesi istenme*. Nafile namazın Kabe içinde kılınması ise mendubtur.
4 — Hanbelîler'e göre Kabe içinde kılınan farz namaz sahîh değildir. Kabe üstünde kılınsa hüküm aynıdır. Ancak Kabe' nin damında tam kenar üzerinde dışa doğru dursa ve önünde Kabe' den hiç bir şey kalmasa kılınan namaz sahihtir. Veya Kabe' nin dışında durup içinde secde ederse sahihtir. Nafile ve adak namazın ise - Kâbe' nin içinde ve damı üzerinde kılınması sahihtir. Ancak tam kenarı üzerinde secde ederse sahîh değildir. Çünkü bu takdirde Kâbe' ye doğru durmuş sayılmaz.
5 — Çöplükte, mezbahada, yolun ortasında, deve yataklarında necasetten emin olunsa dahi namaz kılmak, Ha ne fi ve Şafiî mezheblerine göre mekruhtur.
Hanbeliler'e göre zaruret olmadıkça bu yerlerde kılınan namaz fasiddir. Ve burada namaza durmak haramdır. Ancak bu yerlere hapsedilmek gibi bir zaruret hâlinde namaz kılınabilir.
Mâlikîler'e göre necasetten emin olunduğu takdirde çöplükte, mezbahada ve caddede namaz kılmak, kehâhetsiz olarak caizdir. Necasetten emin olunmadığı zaman eğer necasetin bulunduğu muhakkak veya kuvvetle sanıhyorsa kılınan namaz bâtıldır. Şayet zayıf bir ihtimal varsa, henüz vakit çıkmamışken namaz iade edilir. Ancak mescidin darlığı dolayısıyla yol üzerinde namaz kılınıp da yerin temizliğinden şüphe edilse bile, namazı iadesi gerekmez. Deve yataklarında ise necasetten emin olunduğu takdirde namaz kılmak mekruhtur. Vakit çıkmadan namaz iade edilmelidir. Bu hüküm, su çevresindeki deve yataklarına mahsustur. Develerin geceledikleri veya gündüz sıcağında kaldıkları yataklarda necasetten emin olunduğu zaman namaz kılmak muîemed kavle göre mekruh değildir. [21]
748) (Ahdullah 1>. Ömer (Rıulıvallâhü atthüntû)\\ex\ rivayet edildiğine «ün*: Kt'SÜhıll.'ih (Sallalltihn Alryh't ve Srllvnı) çoylr buyurdu, dernjştir :
«Mescidde şıi şeyleTyapılmamalıdır: Mescid yol edinilemez, orada silâh çekilip çıkarılamaz, orada yay'a kiriş bağlanıp sahnamac, orada ok atı lam az, içinden çiğ et geçirileni ez, orada had olarak kimse dövüleni ez, orada hiç kimsenin kısas cezası tatbik edilemez, orası çarşı edinilemez.Râvi Zeyd bin Cebire'nin zayıflığı üzerinde âlimler ittifak ettikleri için ve İbn-i Abdi'1-Berr, Onun sayıflıgma Alimlerin ietnâ ettiklerini naklettiği için isnadın zayıflığı Zevaid’de bildirilmiştir. [22]
Kütüb i Sitte sahiplerinden yalnız müellifin rivayet ettiği anla yılan bu hadîste anılan işlerin mekruhluğu, babın başlığından da anlaşılmaktadır. Hadîsin baş kısmında geçen: «Mescidde şu şeyler...» fıkrasını Câmıü's Sağır sârini el-Azi zi şöyle yorumlar : Yâni mescidde şu şeyleri yapmak mekruhtur. Hattâ temiz bir madde ile bile olsa mescidin kirletilmesine sebep olan her hareket haramdır.
-Mescid yol edinilemez.» cümlesinden maksad, mescidin iki veya daha fazla kapısı bulunduğu takdirde, bir kapıdan girip diğer kapıdan çıkmak suretiyle bir yol gibi kullanılmamasıdır.
-...Orada yay'a kiriş...» cümlesinden maksad, orada yay ve kirişle meşgul olup kirişi bağlamak ve salmak suretiyle bunun iyi olup olmadığı denenmemelidir. Çünkü böyle denendiği takdirde ses çıkarır. Şayet namaza duran her hangi bir kimsenin dikkatini çekmeyecek olursa, bununla meşgul olmak mekruhtur. Eğer namazdaki lerin namazlarını şaşırmalarına sebebiyet verirse bu hareket haram sayılır. Orada ok atılması hükmü de aynidir.
«... İçinden çiğ et gecirilemez.» fıkrasına gelince; Eğer çiğ et kan damlaması ve mescid döşemesinin necis edilmesi samlı çiğ et geçirmek mekruhtur. Sanıhyorsa yâni kuvvetle muhtemelse bu davranış haramdır.
Had olarak adam dövmenin ve kısas cezasını uygulamanın yapılmamasının nedeni izahtan varestedir.
«...Orası çarşı edinilemez.» cümlesinden maksad, mescidde alış veriş yapılmamasıdır. [23]
l. Hanefi mezhebine göre bir zaruret olmadıkça mescidin bir kapısından girip, diğer kapısından çıkmak suretiyle orayı yol gibi kullanmak tahrimçn mekruhtur. Eğer bir zaruret nedeniyle geçilirse caizdir. Zaruret yokken .geçişi itiyat hâline getiren kişi fâsık olur. Ama günde bir iki defa geçmekle fâsık olunmaz. Girerken i'ti-kafa niyet etmek, fâsık sayılmaktan korur. Her gün oradan geçmek durumunda olan kişinin, günde bir defa Tahiyyetü'l-Mescid sünnetini kılması kâfidir.
2. Şafiî mezhebine göre temiz kişinin ve cünüb adamın mescidden geçmeleri, ihtiyaç olsun olmasın caizdir. Hayızlı kadının mescidi kirletmekten emin olduğu takdirde bile olsa mescidden geçmesi mekruhtur. Kirletmekten emin değilse geçmesi haramdır.
3. Han beliler'e göre temiz kişinin ve cünübün mescidden yol gibi geçmeleri mekruhtur. Hayızlı kadın ile lohusa kadının ihtiyaç olmadan geçmeleri, mescidi kirletmekten emin olunması şartı ile mekruhtur. İhtiyaç hâlinde hepsi için, kerâhetSiz caizdir. Yolun kestirme oluşu, ihtiyaçtan sayılır.
4. Mâlikîler'e göre mescidden geçiş nâdir ise caizdir. Eğer sık sık geçiliyorsa bakılır: Şayet mescid yapılmazdan önce orada yol bulunuyorduysa, sonradan yapılan mescidden geçmek mekruh değildir. Aksi takdirde mekruhtur. Geçen kişi Tahiyyetü'l-Mescid namazını kılmakla muhatab değildir.
749) Amr bin Şuayb'm dedesi (Abdullah bin Amr bin el-As) (Ra-dtyçllâhü anhüm)'dan rivayet edildiğine göre şöyle demiştir :
Resulü İlah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem), mescidlerde satmaktan, satın almaktan ve karşılıklı şiirler okumaktan nehiy buyurmuştur." [24]
Bu hadîsi Tirmizî, Ebû Dâvûd ve Nesâi de rivayet etmişlerdir. Tirmizî bu hadîs konusu için açtığı bâbta rivayet etmiştir. Tirmizî bunu rivayet ettikten sonra şöyle der : Abdullah bin Amr bin el-As (Radıyallâhü anh)'m hadîsi hasendir. Amr'm babası Şuayb, Muhammed bin Abdillah bin Amr bin el-Âs'm oğludur.Buhârî: Ben, Ahmed ve îshak'ın, Amr bin Şuayb (Radıyallâhü anlı)'m hadîsini delîl saydıklarını gördüm, demiştir. Muhammed: Şuayb bin Muhammed, Abdul1ah bin Amr' den hadis dinlemiş, demiştir. İlim ehlinden bir cemâat, mescidde satış akdini yapmanın kerahetine hükmetmiştir. Ahmed ve îshak böyle hükmedenlerdendirler. Tabiîlerden bâzı ilim adamları, mescidde satış akdine ruhsat vermişlerdir. Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'den, mescidde şiir okumaya ruhsat verdiğine dâir rivayet olunan hadîs bir tane değildir.'
Tirmizi' nin şerhi Tuhfetü'l-Ahvezi yazan, hadîsin açıklamasıyla ilgili olarak şöyle der: -Mescidde alış veriş etmek, cumhura göre yasaktır. Hak olanı da budur. Alış - verişin mekruh olmadığını söyleyenlerin elinde hiç bir delîl yoktur. Bilâkis bu bâbta rivayet edilen hadîsler onların görüşünü reddeder.
Şevkânî, en-Neyl'de : 'Âlimlerin cumhuru; Mescidde satış akdinin yapılmasına dâir, hadisteki nehiy kerahete hamledilir, demişlerdir.E1-Irâkî: Âlimler, mescidde yapılan satış akdinin geçersiz sayılamıyacağina icmâ' etmişler, demiştir.E1-Mâverdi de böyle demiştir. Biliyorsun ki; âyet veya hadîste mevcut nehiy, aslında haramlık içindir, diyenlere göre bir nehyin haramlıktan mek-ruhluğa döndürülebilmesi için, haramlık anlamına olmadığına dâir bir alâmete ihtiyaç vardır.Âlimlerin yapılan akdin sıhhati üzerine icmâ' etmiş olmaları, akid yapmanın haramlığına mâni değildir.Yâni mescidde satış akdini yapmak haramdır, günahtır, bununla beraber fâsid değildir, sıhhatlidir. O halde akdin sıhhati, nehyin mekruh-luğuna yorumlanmasına karine ye alâmet olamaz. Şafiî' nin bâzı arkadaşları: Mescidde satış akdinin yapılması mekruh değildir, demişlerse de hadîsler bu görüşü reddeder', demiştir.»
Ebû Dâvûd da: «Cuma namazından önce mescidde halka kurmak» babında bu hadîsi daha uzun bir metinle yine Abdullah bin Amr (Radıyallâhü anhJ'den rivayet etmiştir.
El-Menhel yazarı özetle şöyle der:
«Hadîs, -mescidde satış akdinin haramlığına delâlet eder. Bu hususta mezheb âlimlerinin görüşleri şöyledir:
1 — Hanefî âlimlerine göre mescidde alış - veriş işi yaygınlaştığı zaman mekruhtur. Nadiren yapıldığı takdirde mekruh değildir.
2 — Şafiî ler'e göre itikafta olmayan kişinin, mescidde herhangi bir şeyi satması veya satın alması mekruhtur. îtikafta olan kişinin ihtiyaç duyduğu şeyleri satması ve alması caizdir. Diğerleri mekruhtur.
3 — Mâlikiler'e göre satmak ve salınaimak fsi bağırarak yapılırsa haramdır. Çünkü bu takdirde, mescid pazar yerine çevrilmiş olur. Alçak sesle yapılan satış ve alış işlemleri mekruhtur.
El-Menhel yazarı: Bu üç mezheb âliminin ayrıntılı görüşlerini teyid eden her hangi bir delil yoktur, diyerek Hanbeliler'in şu görüşlerinin kuvvetli olduğunu söyler:
4 — Hanbeliler, hadîsin zahirini tutarak : Mescidde satın alma ve satmanın her çeşidi herkes için haramdır, ftikafta olanın, olmayanın; ihtiyaç maddesi ile diğer maddenin ve satış işlerinin azlığı ve çokluğunun farkı yoktur, demişlerdir.Ahmed bin Han-be1: Şu mescidler Allah'ın evleridir, içinde satış ve alış yapılamaz, demiştir. [25]
Mescidde şiir okumanın caiz olmadığı hadisten anlaşılıyor. Yasaklanan şiir, yersiz övgü veya yermeyi ihtiva eden yahut kibirlenmeyi ifâde eden kısma yorumlanmıştır. Böyle yorumlanınca Buhâri ve Müs1im'in Said bin Müseyyeb1 de* rivayet ettikleri şu mealdeki hadise muhalif kalmaz : 'Ömer (Ra-diyallâhü anh), bir ara mescidden geçerken (şâir) Hassan (Fte-dıyallâhü anh) şiir okuyordu. Ömer (Radıyallâhü anh) Ona biraz kui#k verdi. Bunun üzerine Hassan (Radıyallâhü anh) Ona Şu mescidde senden daha hayırlı olan zat Resul ullah (Sallal-lahü Aleyhi ve Sellem) bulunurken, ben şurada şiir okurdum, dedikten sonra Ebû Hüreyre (Radıyallâhü anh)'ye dönerek: 'Allah için söyle. Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'i bana söyle buyururken işittin mi: «Ey Hassan! Benim yerime sen cevap ver. Allah'ım, Hassan (Radıyallâhü arih)'ı Ruhü'I-Kudüs ile teyid eyle*1 diye sordu/ Ebû Hüreyre (Radıyallâhü anh) : Evet! dedi.»
Kâfirler, Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) hakkında hiciv şiirlerini söylemişlerdi. Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Seîlem), Hassan (Radıyallâhü anh) 'in onlara cevap vermesini emir buyurmuştur.
Hadis, anlatılan şekilde yorumlandığı takdirde Ahmed bin Hanbel'in Câbir (RadıyaHâhü anh) den rivayet ettiği şu medlcteki hadise ters düşmez.- 'Câbir (Radıyallâhü anh) demiştir ki: ben yüz defadan fazla Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sel meSCİdde gördüm. Ash&bı şiir müzâkeresini yaparlar ve cahiliyet devrine ait bâzı şeyleri anlatırlardı. Zaman zaman Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) Onlarla beraber gülümserdi.'
Bu ve benzeri hadisler, müşrikleri yermeyi. Peygamber (SaHal-lahü Aleyhi ve Sellem) 'i övmeyi, takva ve güzel ahlâka teşvik etmeyi ihtiva eden şiirlerin meseidde okunmasının câ izi iği ne delâlet etter.
İbnü'l-A.rabi: Din lehinde ve şer'i şerifin ayakta tutul ması ile ilgili şiirleri mescidde okumakta bir beis yoktur, demiştir.
Nevevi de; Şiir, Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'i veya İslâmiyet'i övücü mâhiyette ise veya. güzel ahlâk, takva ve benzerî hayır çeşitleri hakkında ise mescidde okuması sakıncalı değildir. Ama bir müslümanı hiciv etmek, içkiyi övmek, kadınları anlatmak, bir zâlimi övmek, yasak olan böbürlenmek gibi kötü şeyleri işleyen şiirleri mescidlerde okumak haramdır, demiştir.
Alimlerin ekserisi mescitlerde şiir okumanın yasaklığına dâir hadisler ile caiz olduğuna dâir hadislerin arasını anlattığımız şekilde bulmuşlardır.
Şunu da belirtelim ki okunması caiz görülen şiirlerin namaz kılmak Kur'an okumak ve zikir etmekle meşgul olanları şaşırtması hâlinde okunması haramdır.»
750) Vasile bin el-Eskâ[26] (Radtyaüâhü anh) den rivayet edildiğine göre Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) şöyle buyurdu, demiştir:
«Çocuklarınızı, delilerinizi, satın almanızı, satışınızı, münakaşalarınızı, seslerinizi yükseltmeyi, had cezalarınızın infazını mescidlerinizden uzak tutun. Mescidferinizin kapılarının yakınında abdest alma yerlerini ittihaz ediniz. Ve Cuma günlerinde mescidlerinizi buhurla tütsüleyiniz.Zevâid'de râvi el-Hâris bin Nebhâ'nm zayıflığı üzerinde ittifak edildiği için isnadının zayıflığı bildirilmiştir. [27]
Hadîs, küçük çocukları ve delileri mescidlere sokmanın yasak-ljğına delâlet eder. Mezheblerin bu husustaki görüşleri şöyledir:
1 — Hanefî mezhebine göre bunların, mescidi necis etmeleri kuvvetle zannedildiği zaman mescide sokulmaları tahrimen mekruhtur. Aksi takdirde tenzihen mekruhtur.
2 — Şafiî ler'e göre henüz mümeyyizlik çağma ermemiş olan küçük yaştaki çocukların ve delilerin mescidi kirletmelerinden, içindekilere zarar vermelerinden ve avret yerlerini açmalarından emin olunduğu takdirde mescide sokulmaları caizdir. Mümeyyiz olan çocuğun, mescidi oyuncak hâline getirmemesi şartıyla mescide alınması caizdir. Aksi takdirde haramdır.
3 — Mâlikiler'e göre çocuk ve delinin mescide ithali, mescidin necis edilmesine sebebiyet verdiği .takdirde haramdır. Keza mescidi pislememekle beraber yaramazlık ederlerse, mescide alınmaları haramdır. Mescidi pislemiyecek ve haylazlık etmiyecek veya edince uyarıldığı zaman uslu duracak çocuğun mescide götürülmesi caizdir.
4 — Hanbeliler'e göre okutmak gibi bir ihtiyaç için mümeyyiz olmayan çocuğu mescide sokmak mekruh değildir. İhtiyaç olmadan mescide girmesi mekruhtur. Delinin hükmü de böyledir.
Mescidlerde alış veriş etmenin şer'î hükmü, bundan önceki hadîste açıklandı.
Mescidlerde sesleri yükseltmenin yasaklığı bu hadisten anlaşılıyor. Bu da mekruhtur
Mezheblerin konu hakkındaki görüşleri şöyledir:
1 — Hanefî mezhebine göre mescidde namaza duranları şaşırtacak veya orada uyuyanları uyandıracak şekilde yüksek sesle zikretmek mekruhtur. Böyle bir durum söz konusu değilse kerahet yoktur. Bilâkis zikredenin; ibâdete karşı hevesinin artması uykuyu defetmesi ve kalbini uyarması gibi bir fayda mülâhaza edildiği zaman yüksek sesle zikretmesi daha efdaldır. Zikrin dışındaki sözlere gelince; mubah olmayan sözleri yüksek sesle söylemek tahrimen mekruhtur. Mubah olan sözleri yüksek sesle söylemek, namaz kılanın şaşmasına sebebiyet verirse mekruhtur. Aksi takdirde kerahet yoktur. Tabiî kişi ibâdet maksadıyla mescide girmiş ise kerahet yoktur. Şayet sırf konuşmak için mescide girmiş olursa mutlaka mek ruhtur.
2 — ŞâfiîIer' e göre mescidde yüksek sesle zikretmek, eğer namaz kılan, ders veren, kıraatla meşgul olan veya mütalâa eden birisini şaşırtırsa mekruhtur. Keza uy and in İm ası sünnet olmayan bir uyuyanı uyandınrsa yine mekruhtur. Aksi takdirde mekruh değildir. Yüksele sesle konuşmaya gelince, hadis diye uydurulduğu hadis âlim-lerince belirlenmiş sözleri okumak gibi helâl olmayan konuşma türünden ise, anılan kişilerden birisini şaşırtsın, şaşırtmasın mutlaka haramdır. Mubah konuşma cinsinden ise mezkûr şahısları şaşırtırsa mekruhtur. Şaşırtmazsa mekruh değildir.
3 — Mâlikiler'e göre zikir ve ilimle bile olsa mescidde sesi yükseltmek mekruhtur. Ancak dört halde hüküm değişir:
a — Müderrisin öğrencilere sesini duyurmak için ihtiyaç duyduğu takdirde sesini yükseltmesinde kerahet yoktur.
b — Namaz kılanı şaşırtırsa haramdır.
c — Mekke veya M i n a mescidinde yüksek sesle «Leb-beyk» duasını okumak mekruh değildir.
d — Nöbet bekleyenin sesini yükseltmesi mekruh değildir.
4 — Hanbeliler'e göre namazdakilerin şaşırmasına sebebiyet verilmemesi hâlinde mescidde yüksek sesle zikretmek mubahtır. Mubah nevinden olan konuşmalar da böyledir. Bunlar namaz kılanları şaşırtırsa mekruhtur. Mubah olmayan sözlerle ses yükseltmek, kimseyi şaşırtsın, şaşırtmasın mutlaka mekruhtur.
Had cezalarını mescidlerde infaz etmek ve kılıçları çekip çıkarmak da, gerek bu hadîste ve gerekse 748 nolu İbni Ömer (Ra-dıyallâhü anh)'in hadîsiyle yasaklanmıştır. [28]
751) İbn-i Ömer (Radtyallâkü ankümâyâen rivayet edildiğine göre şöyle söylemiştir :
Biz, Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) hayattayken mes-cidde uyuyorduk."
752) Kays bin Tihfa [29] (Radtyallâkü anh) Sufle ashabındandı. Kendisi söyle demiştir :
Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) bize: '(Mescidden evime) Gidiniz.» buyurdu. Bunun üzerine biz, Âişe (Radıyallâhü anhâ) '-nin odasına giderek yedik ve içtik. Sonra Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) bize?
«İsterseniz burada uyuyabilirsiniz. Dilerseniz mescide gidebilirsiniz.» buyurdu. Kays bin Tıhfe: Biz de. Hayır mescide gideriz, dedik; demiştir." [30]
İbn-i Ömer (Radıyallâhü anh)'in hadisini Buhârî, Tirmizi, ve Nesâi de rivayet etmişlerdir.Buhâri' nin rivayetinde İbn-i Ömer (Radıyallâhü anh)'in, genç ve bekâr olup ehli yokken Mescidi Nebevi'de uyuduğunu söyle-diği bildirilmektedir.
Müslim, Tirm izi ve Nesâî de bunu rivayet etmişlerdir.
Kays bin Tıhfe (Radıyallâhü anh)'nin hadîsinin müelliften başka diğer kütüb-i sitte sahiplerinden tmam Ebû Dâv ûd 35. Kitabu l'Edeb. 103. Bâbun fir'recüliyenbethâ alâ bathiai, hadîs no 5040 tahric etmiştir. Ayrıca İbn-i Mâce hadisin metnini Sünen 33. Kitâbu l'Edeb, 27. Babun Nehyi ani'l itficâ i al«4' vech'de 3727 No. ile rivayet edilmiştir.
Suffe : Mescidi Nebevi'de fakir sahâbilerin kaldığı üstü kapalı bir yerdir. Buharı' nin 'Mescidde erkeklerin uyuması bâbı'nda rivayet ettiği bir hadîste Ebû Hüreyre (Radıyallâhü anh) şöyle demiştir: 'Ben, Suffe ashabından yetmiş kişi gördüm. Hiç birisinin üzerinde ridâ (bedenin yukarı kısmını örten elbise) yoktu. Ya izâr (bedenin belden aşağısını örten elbise) vardı ya da boyunlarına bağladıkları kisâ denilen örtü vardı. Bazılarının kisâ denilen örtüleri topuklarına kadar uzundu, bir kısmınınki ancak diz kapağının altını örtüyordu. Avret yeri görünmesin diye elleriyle örtüyü toylayanlar oluyordu.'
Suffe ehli; mescid içinde kendileri için ayrılan yerde yatıp kalkarlardı. Onların orada uyumaları, mescidde uyumanın câizliğine delâlet eder.
Tirmizî, İbn-i Ömer (Radıyallâhü anh)'in hadisini rivayet ettikten sonra bunun hasen - sahîh olduğunu söylemiş ve ilim ehlinden bir kavmin mescidde uyumaya ruhsat verdiğini söyledikten sonra: İbn-i Abbas (Radıyallâhü anh) :
5l = «Sakın kimse mescidi gece ve gündüz uykusu için yatacak yer edinmesin.» buyurmuştur, ttim ehlinden bir cemâat da îbn-i Abbâs (Radıyallâhü anh)'ın kavli ile hükmetmişlerdir, demiştir.
El Menhel yazarı mescidde uyumak hakkında âlimler arasındaki ihtilâfı özetle şöyle anlatmıştır :
1 — Saîd bin el-Müseyjeb, Hasan-ı Basrî, Ata', Muhammed bin Şîrîn ve Şafiî âlimleri: Mescidde uyumak caizdir. Bunda kerahet yoktur. Ancak orada uyumak; namaz kılanların yerini daraltır veya namazlarını şaşırmalarına sebebiyet verirse, haramdır, demişlerdir. Onların delilleri İbn-i Mâceh, .Buhâri, Müslim, Tirmizî ve Nesâî 'nin rivayet ettikleri İbn-i Ömer (Radıyallâhü anh)'in (751 nolu) hadîsidir. Diğer bir delili de Buhâri' nin Seni bin Sa'd {Radıyallâhü anh)'den rivayet ettiği şu mealdeki hadîstir:
-Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) (Bir gün kızı) Fâtime (Radıyallâhü anhâ)'nin evine geldi. Ali (Radıyallâhü anh)'yi (orada) bulamadı: «Amcam oğlu nerede?» diye sordu. Fâtime (Radıyallâhü anhâ) de: Aramızda bir şey geçti. Birbirimize öfkelendik. Bunun üzerine gündüz uykusunu benim yanımda uyumadı, diye cevap verdi. Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) birisine: «Bak nerededir?» buyurdu. Adam (gidip) geldi. Ve: Yâ Resûlallah! Ali mescidde uyuyor, dedi. Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) mescide vardı. Ali (Radıyallâhü anh) yan tarafına yatmış, ridâsı bir yanından sıyrılmış vücûdu toprağa bulanmıştı. Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) toprağı ondan silkmeye başladı. Ve : «Kalk ey Ebû Turab! (= toprağın babası)» buyurdu*'
Nevevî; «Suffe eshâbının ve sahâbîlerden bir cemâatin mescidde uyuya geldikleri sabittir. Keza Sümâme bin İsâ l'ın müslümanlığı kabul etmeden önce mescidde uyuduğu sabittir. Bunların hepsi, Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) hayatta iken olmuştur. Şafiî: Müşrik mescidde geceleyince müslümanın gecelemesi de en az onun gibi kabul edilmelidir, demiştir.» der.
Hanefî âlimlerinden el-Aynî: 'İbnül-Müseyyeb ve Süleyman bin Yesâr'a mescidde uyumanın hükmü sorulmuş; Kendileri de: Suffe ehli mescidde uyuyorlardı. Onlar, meskenleri mescid olan bir kavim idi. Hal böyle iken bunu ne diye sorarsınız? diye cevap vermişler; Taberî de el-Ha-san' in şöyle dediğini zikretmiştir : Osman bin Affan (Radıyallâhü anh) halîfe iken mescidde uyuduğunu gördüm. Orada nöbet bekleyen de yoktu,' demiştir.
2 — İmam-ı Mâlik: Meskeni olan. kimsenin mescidde gece veya gündüz uyumasını hoş görmem, demiştir. İmam Ahmed ve 1shak da bu görüştedirler.Onlara göre meskeni olanın mescidde uyuması mekruhtur. Yabancının uyuması mekruh değildir. İmam Mâ1ik' e göre mescidde uyuyan sahâ-bilerin evleri yokmuş. Namazı beklerken uyumakta kerahet olmadığı kendisinden rivayet edilmiştir.
İbn-i Mes'ud, Tâvûs, Mücâhid ve Evzâî de mescidde uyumayı mekruh görmüşlerdir.»
Yukarıdaki bilgi el-Menhel'in : «Cünüb mescide girer» babından alınmıştır. [31]
753) Ebû Zerr-i Gifâri (Radtyallahü attk)'den rivayet edildiğine güre şöyle söylemiştir : Ben :
— Yâ Resûlallah! Yeryüzünde ilk kurulan mescid hangisidir? diye sordum. Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) :
— «Mescidi Haram'dır.» buyurdu. Ebû Zerr demiştir ki: Ben:
— Sonra hangisidir? diye sordum. Resûlullah (Sallallahü Aleyhi
ve Sellem) :
— "Sonra Mescidi Aksâ'dır.» buyurdu. Ben :
— Bu iki mest İd arasında ne kadar zaman vardır? diye sordum. O :
— «Kırk yıl. Sonra yer yüzü senin için namazgâhdır. Nerede namaz vakti sana gelirse orada kılı ver.buyurdu. [32]
Bu hadisi Buharı, 'Enbiyâ Kitabında; Müslim, Moser Kitabı'nda Nesâîde, Enbiyâ' ve 'Tefsir* bahislerinde ri- etmişlerdir. Rivayetler arasında az bir lafız farkı varsa da hepsi aynı mânâyı ifâde ederler.
Mescidi Haram, Mekke-i Mükerreme'de bulunan Kâ'be' nin çevresindeki mesciddir. Mescidi Aksa ile Kudüs şehrindeki meşhur camidir
Aksa:En uzak demektir.Kudüs'teki camiye bu ismin verilmesinin sebebi, Kâ'be'ye pek uzak oluşu, yahut ondan da ha geri istikamette başka bir mabedin bulunmayışıdır.Bâzılarına göre bu ismin veriliş sebebi, mescidin pisliklerden uzak tutulması, tertemiz ve mukaddes oluşudur.
Kâ'be ' nin İbrahim (Aleyhi's-Selâm), Mescid-i Aksa' nin da Süleyman (Aleyhi's-Selâm) tarafından ya-pıldjğı ve aralarında bin yıldan fazla zaman bulunduğu cihetle be hadiste iki mescidin yapımı arasında kırk yıllık bir sürenin duiubu-şu Kurtubi tarafından şöyle yorumlanmıştır:
Bu konuda vârid olan âyet ve hadis, İbrahim ile Süleyman ' m mezkûr mescidleri yeni inşâ etmediklerine ve daha Önce başkaları tarafından yapılmış olan binaları yenilediklerine delâlet eder. Kâ'be' nin ilk yapıcısının Âdem (Aleyhi's-Selâm) olduğu da rivayet edilmiştir. Eğer bu rivayet asıl kabul edilirse Âdem (Aleyhi's-Selâm)'den kırk yıl sonra evlâdından birisi tarafından Mescidi Aksa' nin yapılmış olduğu bu hadîsten çıkarılabilir.
Ayni' nin beyânına göre Kâ'be'yi ilk defa melekler bina etmiş, sonra İbrahim (Aleyhi's-Selâm), ondan sonra sırayla Amâlika, Cürhûm ve Kureyş onu yenilemişlerdir.Kureyş'in Kâ'be'yi yapması Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sillem)'in nübüvvetinden önceki yıllara rastlar. Daha sonra Abdullah bin Zübeyr (Radıyallâhü anh) ve ondan sonra da Haccâc tarafından yapılmıştır.
Ibn-i Kesir; Mescid-i Aksa'yi meseid olarak ittihaz eden ilk zâtın İsrail (Aleyhi's-Selâm) olduğunu. Süleyman (Aleyhi's-Selâm) tarafından onarıldığını söylemiştir.
Buhâri' nin 'Mekke fadlı bâbı'ndaki Câbir bin Abdullah ' m hadîsi bahsinde Kasta1ani.Kâ'be' nin yapimi ve onarımları hakkında genişçe bilgi vermiştir. Anlattığına göre Kâ'be, on defa bina edilmiştir. İlk yapılışı Âdem (Aleyhi's-Selâm)'in yaratılışından önceki devirlerde melekler tarafından olmuştur. İkinci yapıcısı Âdem (Aleyhi's-Selâm) 'dir. Nûh tufanı dolayısıyla yıkılarak yeri bile kaybolan Kâ'be, Kur'-an ' in nassıyla sabit olduğu gibi İbrahim (Aleyhi's-Selâm) tarafından ziyaretçilere hazırlanmış ve İbrahim (Aleyhi's-Se-lâmî üçüncü yapıcısı olmuştur. Hattâ şöyle denilmiştir: Şu dünya âleminde Kâ'be" den daha şerefli bir bina yoktur. Çünkü yapılmasını emreden. Meliki Celil, mühendisi Cibril, ustası İbrahim Halil ve kalfası İsmail' dir.
Daha sonra sırayla Amâlika, Cürhüm, Kusayy bin Kilâb, Kureyş, Abdullah bin Zübeyr (Radıyallâhü anh) ve Haccâc tarafından yenilenmiştir.
Harun Reşîd veya babası yahut da dedesi Kâ'be'yi yıktırarak yeniden Abdullah bin Zübeyr (Radıyallâhü anh) in yaptırdığı şekilde yenilemek istemişse de îmam-ı Mâlik halîfeyi uyararak: Kâ'be' nin meliklerin oyuncağı hâline dönüşmesinden korkarım demek suretiyle ilgilileri bu teşebbüsten vaz geçirmiştir...
Ebû Zerr (Radıyallâhü anh) in Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'e yönelttiği sorulara gelince; Görüldüğü gibi önce yer yüzünde kurulan ilk mescidin hangisi olduğunu öğrenmek istemiş, bunu öğrendikten sonra ikinci mescidi sormuş, bunu da öğrenince iki mescidin yapılışı arasında geçen süreyi öğrenmek istemiştir. Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem), Onun sorularını cevaplandırdıktan sonra yer yüzünün mescid hükmünde olduğunu, namaz vakti girince olunduğu yerde namaz kılınabileceğini bildirmiştir. Fazileti üstün olan mescidlere ulaşmak için kazaya bırakılacak şekilde namazı geciktirmeye mahal olmadığına hadîste işaret vardır. Burada yer yüzü namazgah olarak gösterilmekte ise de namaz kılmanın mekruh olduğu kabristan, hamam, çöplük, mezbaha, yolun ortası ve develerin yatakları gibi yerler özel hadîslerle bu hükümden müstesnadırlar. Namaz kılmanın mekruh olduğu yerlerin bir kısmını bildiren hadîsler dördüncü bâbta 745 - 746 ve 747 numaralarda geçmiştir.
Ebû Zerr (Radıyallâhü anh)'in sorusu hangi mescidin târih itibariyle önce yapıldığına dâir olabildiği gibi, fazilet bakımından hangisinde öncelik bulunduğuna dâir de olabilir. [33]
754) Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve SeHem)*\n kendilerine âit bir kuyudaki kovadan (mübarek ağzına) aldığı suyu yüzüne püskürttüğünü hatırlayan Mahmud bin er-Rabî' el-Ensârî [34] (Radıyallâhü anhyden, o da, Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) ile beraber Bedir savaşına katılan ve mensubu bulunduğu Benî Salim kabilesinin imamlığını yapagelen İtbân bin Mâlik es-Sâlimî (Radıyallâhü anh)yden rivayet ettiğine göre İtbân (Radtyallâhü anh) şöyle söylemiştir :
Ben, Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'in yanına gelerek :
'Yâ Resul alla h (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)! Gerçekten gözüm zayıfladı. (Yağmur yağdığı zaman) sel gelir de benimle kavmimin mescidi arasına girer ve onu geçmek bana meşakkat verir. Eğer bevâyetlerin arası şöyle bulunmuştur: Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) Ebû Bekir (Radıyallâhü anh) ile yola çıkmış, İtbân (Radıyallâhü anh) 'in evine girileceği zaman Ömer (Radıyallâhü anh) ve diğerleri oraya toplanarak Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) ile beraber eve girmişlerdir.
Nevevî, İtbân (Radıyallâhü anh) in hadîsinden istifâde edilen hususlardan bir kısmını şöyle anlatır:
1. Sâlihlerden, eserlerinden ve namaz kıldıkları yerlerde namaz kılmaktan feyiz ve bereket alınır.
2. Büyük zâtlardan feyiz ve bereket almak istenmelidir.
3. Büyük zâtların, kendilerinden küçük olanları ziyaret etmeleri ve ziyafetlerinde bulunmaları meşrudur.
4. Özür dolayısıyla cemaata gitmemek meşrudur.
5. Âlim, devlet adamı ve benzerleri yolculuğa çıkarken bâzı arkadaşlarını beraberinde götürmelidirler.
6. Bir adamın evine girilirken izin istenmelidir. Ev sahibi önceden dâveî etmiş olsa bile müsaade alınmadan girilmemelidir.
7. Bir kaç iş varken en önemlisinden başlamalı. Çünkü Peygam ber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem), namaz kılmak için gitmişti. Na maz kılmadan oturmamıştır
8. Nafile namazını cemaatla kılmak caizdir.
9. Geceleyin kılınan nafile namazında olduğu gibi, gündüz kılı nan nafile namazında da iki rek'atte bir selâm vermek efdaldır.
10. Dâima evin muayyen bir yerinde namaz kılmak meşrudur.' Hazîre diye geçen yemeğin yağlı çorba olduğunu söyleyenler bulunduğu gibi; Hazîre: Ufak kıyılmış et ve undan yapılma sulu bir yemektir, diyenler de vardır Bu yemeğe et karıştırılmadıgı takdirde ismi Asîdedir.
Ensârdan bir adam, güzlerini kaybettikten .sonra Resûlullah (Sa/tuftahü Aleyhi ve
Teşrif et de evimde benîm için bir mescid tâyîn et. Orada namaz kılarım, diye Onu evine davet etti. Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) de gelerek (dediğini) yaptı. [35]
Sindi: 'Bu hadiste mübhem olarak anılan adam İtbân (Radıyallâhü anh)'dir. Bu hadis, Buhâri, Müslim ve diğer sahih hadîs kitablarında geçen itbân (Radıyallâhü anh)'in hadîsindendir. Ebû Hüreyre (Radıyallâhü anh) târikinden olduğu için burada zikredilmiştir. Şöyle bir şey hatıra gelebilir: îtbân (Radıyallâhü anh)'in hadisinde, kendisinin Peygamber (Sal-lallahü Aleyhi ve Sellem)'in yanma gelerek dileğini arzettiği belirtilmiş; Ebû Hüreyre (Radıyallâhü anh)'nin hadîsinde ise Ensâri haber yollamak suretiyle Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem}'i evine davet etmiştir. Bu durum mübhem sahâbinin itbân (Radıyallâhü anh)'dan başka bir zât olduğuna delâlet etmez mi? Buna şöyle cevap verilir: İtbân (Radıyallâhü anh)'in önce şahsen Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'e gelmesi, sonra da Ona haber göndermesi veyahut bunun aksine önce haber yollaması, bilâhare bizzat gitmesi mümkündür. Zâten İtbân (Radıyallâhü anh)'in hadisine ait bâzı rivayetlerde, itbân (Radıyallâhü anh)'m Peygamber Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'e haber gönderdiği bildirilmiştir,' demiştir.
756) Enes bin Mâlik (Radtyallâhü anh)'den rivayet edildiğine göre şöyle demiştir:
Benim amcalarımdan birisi, Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) için yemek yaptı ve Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) 'e:
Evimde yemek yemeni ve namaz kılmanı arzuluyorum, dedi. Enes (Radıyallâhü anh) demiştir ki: Bunun üzerine Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) Onun evine geldi ve evde şu hasırlardan bir tane bulunuyordu. Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem), evin bir kenarını (hazırlamayı) emretti. Hemen orası süpürüldü ve hafifçe sulandı. Sonra Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) namaza durdu. Biz de Onunla beraber namaz kıldık.Ebû Abdillah bin Mâce demiştir ki: Fahl: Siyahlaşmış haşirdir.Zevâid'de : İsnadı hasendir. Hadisin aslı Buhâri'de vardır, denilmiştir. [36]
Buharı, Müslim, Ebû Dâvûd, Tirmizî ve Nesâî de Enes bin Mâlik (Radıyallâhü anh) 'den rivayet edilen hadîsin meali bunun mealine benzer. Ancak Kütüb-i Ham-se'de rivayet olunan Enes (Radıyallâhü anh)'in hadisinde Pey-gember (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'i davet eden zât Enes (Radıyallâhü anh) 'in amcası değil, onun anne annesi Mü1eyke'dir. Bâzı rivayetlerde davet eden hâtûn, Enes (Radıyallâhü anh)'in annesi Ümmü Süleym'dir.
Buhârî ve Müslim'in rivayet ettikleri" hadisin metni meâlen şöyledir: «Enes bin Mâlik (Radıyallâhü anh) 'den rivayet edildiğine göre büyükannesi [37] Mü1eyke , Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'i, Onun için hazırlamış olduğu yemeğe davet etti. Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Seİlem), yemekten biraz yedikten sonra:
«Kalkınız. Size namaz kıldırayım.» buyurdu. Enes (Radıyallâhü anh) demiştir ki: Uzun süre kullanılmasından dolayı kararmış olan bir hasırımıza doğru kalkıp gittim. (Yumuşatmak veya temizlemek için) hasırı hafifçe suladım. Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) hasır üzerinde ayakta durdu. Ben ve yetim (= Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) 'in mevlâsı (Dumeyre bin Ebi Dumeyre) Onun arkasında saf olduk. İhtiyar hatun (Müleyke) bizim arkamıza durdu. Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem), bize iki rek'at namaz kıldırdı. Sonra (namazdan) çıktı. (Ve evine gitti.)"
Buhâri ve Müslim bu hadisi 'Hasır üzerinde namaz bâbı'nda rivayet etmişlerdir.
Nevevî, bu hadîsin açıklaması bahsinde şöyle der . [38]
1 — Düğün dolayısıyla verilen ve velîme adı verilen ziyafetten başka ziyafetler için de yapılan davete icabet edilmelidir. Bu icabetin meşruluğunda ihtilâf yoktur. Ancak icabet vâcib midir? Farz-ı kifâye midir? Sünnet midir? diye Şafiî âlimleri ve diğer mez-heb âlimleri arasında meşhur ihtilâf konusu olmuştur. Hadîslerin zahirine göre bu davet vâcibtir. Yeri gelince inşaallah izah edeceğiz.
2 — Nafile namazı cemâatle kılmak caizdir.
3 — Salih ve âlim zatların bir evde namaz kılmaları ev halkına bereket vesilesi olur. Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem), teşrifleriyle onları bereketlendirdiği gibi, namaz kılınış şeklini uygulamalı olarak onlara öğretmek istediği umulur. Çünkü kadın Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'in namaz kılışını mescidde ender görebilir. Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem), kılınış şeklini o kadına göstermek, öğretmek ve kadının da başkalarına öğretmesini istemiş olabilir.
4 — Hasır v.s. bitkiler üzerinde namaz kılmak caizdir. Bu hususta icmâ vardır. Ömer bin Abdilaziz (Radıyallâhü anh) 'in muhalif kalışı, toprak üzerinde namaz kılmakla tevazu göstermenin müstahablığma yorumlanmıştır.
5 — Elbiselerde, sergilerde, hasırlarda ve benzeri eşyalarda asıl olan hüküm, bunların temiz oluşudur. Necasetleri gerçekleşmedikçe temizlik hükmü devam eder.
6 — Gece nafilelerinde olduğu gibi, gündüz kılınan nafile namazlarında iki rşk'atten selâm vermek daha efdaldır.
7 — Mümeyyizlik çağına-ermiş çocuğun namazı sahihtir.
8 — Çocuk, erkeklerle beraber safı tamamlar. Mezhebimizin sa-hîh ve meşhur kavli budur. Âlimlerin cumhuru da bununla hükmetmişlerdir. Yalnız îbn-i Mes'ud ve arkadaşları, muhalefet ederek : İmama uyanlar iki kişi oldukları takdirde imamla beraber bir saf olurlar. İmam ortalarında durur, demişlerdir.
9 — Erkeklerin cemaatında bir kadın bulunduğu takdirde, kadın tek başına ve erkeklerin arkasında durup, imama uyar.
Enes (Radıyallâhü anh), yumuşatmak için hasırı sulamıştir. Çünkü başka rivayette açıklandığı gibi hasır, hurma dallarından ya-pılmaymış. Bir de üzerindeki toz ve benzerinin giderilmesi istenmiştir. Kadı İsmail el-Mâli ki ve başka âlimler, sulamayı böyle yorumlamışlardır. Kadı Iyâz ise : 'Kuvvetli ihtimal şudur ki: Enes (Radıyalâhü anh), hasırın necaseti hususunda şüphe duyduğu için sulamıştır,' demiştir. Kadı Iyâz' in bu sözü mezhebine göredir.Çünkü Onun mezhebine göre şüpheli necaset, hafifçe sulamakla giderilebilir. Halbuki bizim mezhebimize ve cumhurun mezhebine göre, necislenen bir şey iyice yıkanmakla temiz olabilir. Bu nedenle seçkin yorum, ilkidir. [39]
757) Ebû Saîd-i Hudrî (Radtyallâhü anhyden rivayet edildiğine göre Resûlullah (Sallallakü Aleyhi ve Sellcm) şöyle buyurdu, demiştir :
«Her kim mescidde bulunması uygun olmayan bir şeyi oradan çıkarırsa, Allah onun için Cennette bir ev yapar.[40]
758) Aişe (Radtyaltâhü anhây&cn rivayet edildiğine göre şöyle demiştir :
Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) mahallelerde mescidlerin (veya) evlerde namaz yerlerinin yapılmasını ve teiniz tutulup güzel koku sürülmesini emretmiştir.»"
759) Aişe (Radtyallâhü asAd^'den rivayet edildiğine,göre şöyle demiştir :
Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) mahallelerde mescidlerin (veya) evlerde namaz yerlerinin ittihaz edilmesini ve temiz tutulup güzel koku sürülmesini emretmiştir.» [41]
Müellifin iki senedle rivayet ettiği aynı mânâdaki Âişe (Radıyallâhü anha'nin hadisini Ebû Dâvûd, tbn-i Hibbân, Ahmed ve Tirmizi de rivayet etmişlerdir.
Ebû Dâvûd un, 'Mahallelerde (veya) evlerde mescidlerin İttihazı babında rivayet ettiği Âişe (Radıyallâhü anhâ)'nin hadîsini açıklayan el Menhel, özetle şu bilgiyi vermiştir :
«Dür: 'Dâr'ın çoğuludur. Dar kelimesi bina, arsa ve mahalle anlamlarına gelir. Çünkü araplar, bir kabilenin toplu halde bulunduğu mahalleye Dar adını verirler. Hadisteki Dür kelimesi mahalleler anlamına yorumlandığında hadîsteki 'Mesâcid' kelimesi ile mescidler anlamı kasdedilmiş olur. Bu takdirde cümlenin mânâsı şöyle olur: 'Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) mahallelerde mescidleri
yapmayı emretmiştir.'
Şayet 'Dür' kelimesi: 'Evler' anlamına yorumlanırsa, Mesâcid kelimesi ile namaz kılman yerler kasdedilmiş olur. Yâni bu kelime 'Mes-cid'in çoğulu değil, secde ve namaz yeri anlamını taşıyan 'Mesced'in çoğulu olmuş olur. Buna göre cümlenin mânâsı şudur: 'Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem), evlerde namaz yerlerinin yapılmasını emretmiştir.'
El Mirkat sahibi: Birinci yorum tercihe şayandır. Tatbikat da ona göredir. Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'in her mahalle halkının kendileri için birer mescid yapmalarını emretmesinin hikmeti, bir mahalle halkının başka mahalledeki mescide gitmelerinin zorluğu veya imkânsızlığı ve bu nedenle mescidde namaz kılmanın ve cemâatin faziletinden mahrum kalmmasıdır. Her mahalle halkının güçlük çekmeden bu faziletleri kazanmaları için kendi mahallelerinde mescid yapmalarını emretmiştir, demiştir.
Ha11âbi, ikinci yorumu anlatmış, birinci şekilde yorum yapıldığını da söylemiştir.
EI-Âyni de,e1-Ha1lâbi gibi ikinci yorumu daha açık görerek şöyle demiştir: 'Bir yer sahibi tarafından vakfedilmedikçe ve halk orada*cemaatla namaz kılmadıkça mescid sayılmaz, diyen arkadaşlarımız için bu hadîs bir delildir. Eğer yer sahibinin mescid ismini vermesiyle iş tamamlanmış olsaydı, şahısların kendi evlerinden mescid olarak ayırdıkları köşe veya oda, onların mülkü olmaktan çıkmış olacaktı. Şu halde bir yere mescid ismini vermek, o yerin mescid sayılması için yeterli değildir. Bunun için Hidaye sahibi: Eğer kişi evinin içinden bir yeri mescid edinerek halkın oraya girip namaz kılmalarına izin verirse, o yeri satabilir ve ölümü hâlinde mirasçıların malı olur. Çünkü mescid, içine girilmesine hiç kimsenin mâni olamıyacağı bir yerdir. Kişinin, evinden mescid olarak ayırdığı yer, onun mülkü ile çevrili olduğu için oraya kimseyi sokmayabilir. O halde orası mescid hükmüne girmiş değildir, demiştir.
Mahallelerde mescidlerin ve evlerde namazgahların yapılmasına âit verilen emir vücub için değil, izin mahiyetindedir. Çünkü bundan gaye uzak mescidlere gitmek meşakkatinden kurtulmalarıdır.
Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) mescidlerin temiz tutulmasını emretmekle mescidde bulunması münasib olmayan her şeyden arınmasını, pis kokudan kirlerden korunmasını ve tertemiz muhafazasını istemiştir. Bunun yanında mescidlere güzel kokuların sürülmesini emretmiştir. Çünkü bu yerlerde namaz kılındığı için, camiler gibi hürmet edilmesi gerekir.
İbn-i Reslân: 'Mescidlere erkeklerin kullandıkları ve renk izi bırakmayan güzel koku türleri sürülmelidir. Çünkü renk izi namaza duranların dikkatini çekebilir. Mescidlere güzel koku sürülürken en iyisi cemâatin namaz kıldıkları ve secde ettikleri yerlere sürülmelidir, demiştir.
Güzel koku sürmek diye terceme ettiğimiz 'Tatyîb' kelimesini, buhurla tütsülemek diye yorumlamak caizdir. Bunun içindir ki îbn-i Hacer: Mescidi buhurla tütsülemenin müstahabhğı hadîsten anlaşılır. Mâlik bunu mekruh görmekle muhalefet etmiştir. Halbuki Ömer bin el-Hattâb (Radıyallâhü anh) minber üzerinde oturduğu zaman Abdullah (Radıyallâhü anh) mescidi buhurla tütsülerdi. Selefin bir kısmı, mescide zaferan ve güzel koku sürülmesini müstahab saymışlardır. Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) 'in de bunu yaptığı rivayet olunmuştur, der.
Şa'bî: Mescide güzel koku sürmek sünnettir, demiştir. İbn-i Ebî Şeybe' nin tahriç ettiğine göre Abdullah İbn-i Zübeyr, Kabe'yi yaptığı zaman duvarlarını misk ile sıvamıştır.
Hadîs, evlerde namazgahların ittihaz edilmesinin meşruluğuna delâlet eder, Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) 'in, ashabtan îtbân bin Mâlik (Radıyallâhü anh)'in evinin bir köşesini mescid olarak ittihâz etmesini sağladığı sabittir.»
760) Ebû Saîd-i Hudfî (Radıyallâkü anh)'den rivayet edildiğine göre şöyle demiştir :
Mescid ler de ilk lâmba yakan zât Temim ed-Dâri [42](Hadıyallâhü anhVdir.[43]
Kütüb-i Sitte sâhiblerinden yalnız müellifin rivayet ettiği anlaşılan bu hadîs, m esc i di erde ışık yakmanın meşruluğuna delâlet eder. E bu Davud'un 'Mescidlerde lâmba yakmak babında rivayet ettiği hadtee göre Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'in azatlı cariyesi Meymune bin-t Sa'd (Radıyallâhü anhâ), Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'den Mescid-i Aksa'da namaz kılmanın hükmünü sormuş. Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) de:
«Oraya gidiniz ve içinde namaz kılınız. (O bölgedeki şehirler, o sıralarda gayr-i müslimlerin hakimiyetindeydi.) Eğer sizler Mescid-i Aksa'ya gidemez ve içinde namaz kılamazsanız kandillerinde yakılacak zeytin yağını gönderiniz.» buyurmuştur.
Ebû Davud'un rivayet ettiği bu hadis İbn-ı Maceh tarafından da rivayet edilmiştir. Mezkûr iki hadîs, mescidlerde lâmba, kandil ve benzeri ışıkların yakılmasının meşruluğuna delâlet eder.
ElMenhel yazarı, Meymune (Radıyalâhü anhaJ'nin hadisinden çıkarılan fıkhi hükümleri şöyle sıralamıştır:
1 — Mescid-i Aksa' nın fazileti ve orada namaz kılmak için yolculuk edilmesinin meşruluğu anlaşılıyor.
2 — Yakılmak üzere mescidlere yakıt göndermek, hattâ başka şehirlerdeki mescidlere göndermek meşrudur.
3 — Küfür diyarında bulunan mescidlerde namaz kılmak isteyen müslümanların yararlanması için mescidlerin aydınlatılmasında kullanılmak üzere oralara zeytin yağını göndermek meşrudur. Mescidlerin yararına olan başka maddeler de yağ gibidir.
4 — Şer'î hükmü bilmeyen kimse, bilenlere sorup öğrenmelidir. [44]
761) Humeyd bin AİKİirrahman bin Avf (Radıyallâhü anh)'âen rivayet edildiğine güre :
Ebû Hüreyre ve Ebû Satd-i Hudrı (Hadıyallâhü anhümâ), kendisine şu haberi vermişlerdir: Resülullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) mescidin duvarında balgam görmüş de eline aldığı bir çakıl taşıyla onu kazımış, sonra şöyle buyurmuştur:
-Sizden birisi balgam çıkardığı zaman ne önüne ne de sağma atmasın. Soluna veya sol ayağının altına tükürüğünü atsın.*"
762) Enes bin Mâlik (Radıyallûhü u«A)'den rivayet edildiğine göre şöyle demiştir :
Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem), mescidin kıble duva-rmda bir balgam gördü. Bunun üzerine öfkelendi. Hattâ mübarek yüzü kıpkırmızı kesildi. Biraz sonra Ensardan bir kadın gelerek onu kazıdı ve yerine halûk [45] sürdü. Bunun üzerine Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) :
«Bu ne güzel şeydir.* buyurdu.
763) İbn-i Ömer (Radtyallâhü anhümâ)>den rivayet edildiğine göre şöyle demiştir :
Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) (bir gün) cemaata namaz kıldırırken mescidin kıble duvarında balgam görmüş, namazdan çıktığı zaman şöyle buyurmuştur:
-Sizden birisi namazda olduğu zaman, Allah (in kıblesi) onun yüzünün döndüğü tarafta olmuş olur. Bu nedenle sakın hiç biriniz namazda iken yüzünün olduğu tarafa balgam atmasın»'
764) Aişe (Radtyallâkü anhâ)'dtn rivayet edildiğine göre: Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) mescidin kıble duvarındaki bir tükrüğü kazımıştır.Zevaid'de: isnadı, sahihtir. Ricali sikalardır. [46]
764 nolu Âişe (Radıyallâhü anhâ) 'nin hadîsinin Kütüb-i Sit-te'den yalnız sünenimizde rivayet edildiği notta belirtildiği gibi Zevâid sahibi tarafından söylenmiş ise de bu hadis Müs1im'in 'Mescidde tükürmekten nehiy' babında rivayet olunmuştur. İzahın sonunda Müslim' deki metni senediyle beraber nakledeceğiz.
Ebû Saîd'î Hudrî (Radıyallâhü anh), Ebû Hürey-re)ve Abdullah bin Ömer (Radıyallâhü anh) 'in hadîsleri, Buhârî ve diğer sahih hadîs kitablarında az lafız farkıyla rivayet edilmiştir.
Nühâme: Göğüsten çıkan balgamdır. Bâzıları: Burun yoluyla baştan inen balgama Nühâme denilir, göğüsten çıkan balgama Nü-hâa denilir, demişlerdir.
Büsâk ve Büzâk kelimeleri, tükürük demektir. Bâzı rivayetlerde 'Nühâme' geçer, diğer bir kısım rivayetlerde Büsâk'; başka rivayetlerde 'Büzâk' geçer.
Mescidlerde, göğüsten çıkan balgam, baştan inen balgam ve ağızda oluşan tükürüğün atılması arasında bir fark yoktur. Hepsi yasaktır. Bu İtibarla mezkûr kelimelerden hangisi rivayet olunmuş-sa netice değişmez.
761 nolu Ebû Hüreyre (Radıyallâhü anh) ve Ebû Saîd-i Hudrî (Radıyallâhü anh)'nin hadîsinin Buhârî ve Müslim tarafından da rivayet edildiğini yukarıda söylemiştik. Bu hadîs, kıble ve sağ tarafa tükürmeyi yasaklıyor. Bu yasaklama umumîdir. Yâni namaz içinde veya mescid içinde olma şartını koşmuyor.
Tirmizi, Ebû Dâvûd ve Nesâî1 nin Târik bin Abdillah el-Muhâfibî (Radıyallâhü anhümâ) 'den rivayet ettikleri benzer hadiste Peygamber (Sallâllahü Aleyhi ve Sellem) şöyle buyuruyor:
«Adam namaza durduğu zaman veya biriniz namaz kıldığı zaman ne önüne ne de sağına tükürmesin...»
El-Menhel yazarı 'Mescidde tükürmenin keraheti bâbı'ndaki Târık (Radıyallâhü anh)'in hadîsini açıklarken şöyle der :
«Hadîste kıble ve sağ taraflarına tükürmek yasak kılındığından yasaklama zahiren haram kılınma anlamını taşır. Buhârî' nin Enes (Radıyallâhü anh)'den olan rivayetinde yasaklama sebebinin Allah Teâlâ'nın kişi ile kıble arasında oluşunun gösterilmesi de haramhk anlamını te'yid eder.
E1-Hâfız:Bu sebebe bağlamak, kıble tarafına tükürmenin mutlaka haram olduğuna delâlet eder. Kişi mescidde olsun olmasın hüküm aynıdır. Özellikle namaz esnasında bu hareket şiddetle haramdır.Artık mescidde tükürmenin mekruhluğu tenzih için mi? tah-rim için mi diye bir ihtilâf söz konusu değildir. îbn-i Huzeyme ve Îbn-İ Hibbân'in sahihlerinden Huzeyfe (Radıyallâhü anh)'den merfû olarak rivayet edilen bir hadîste:
«Kıble tarafına tüküren kişi, kıyamet günü tükrüğü gözleri arasında olduğu halde gelir.» buyurulmuş; yine İ b n-i Huzeyme' nin Ibn-i Ömer (Radıyalâhü anh)'den merfu olarak rivayet ettiği başka bir hadiste :
«Kıble tarafına balgam atan kişi, kıyamet günü balgamı yüzünde olduğu halde hasredilir.» buyurulmuştur. Ebû Dâvûd ve İbn-i Hibbân'ın es-Sâib bin Hallâd (Radıyallâ-Hü anhümâ)'dan rivayet ettikleri hadîste:
Bir adam bir kavme imamlık etmiş de kıble tarafına tükürmüş. Namazdan çıkınca (Resülullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem), o kavme:«O şahıs size imamlık yapmasın.» buyurmuş ve adama: «Gerçekten sen, Allah'a ve Resulüne eziyet ettin.» buyurmuştur' demiştir.
Târik (Radıyalâhü anh)'in hadîsinin zahirine göre kıbleye ve sağ tarafa tükürmenin yasaklığı namaz hâline mahsustur. îmamı MâIik e göre namaz dışında sağ tarafa tükürmekte beis yoktur.Nevevi: Namaz içinde ve namaz dışında kıble yönüne ve sağ tarafa tükürmek mutlaka yasaktır, demiştir. Buhari ve Müslim'in rivayet ettikleri Ebu Hüreyre (Radıyallâhü anh)' nin (761 nolu) hadisi mutlaka yasaklığa delâlet eder. Ebû Saidi Hudri (Radıyallâhü anh) ile Câbir (Radıyallâhü anh) in hadîsi de buna delâlet eder.
El-Hftfız: 'Sağ tarafa tükürmenin mutlaka yasak olduğuna delâlet eden delillerden birisi de İbn-i Mes'ûd (Radıyallâhü anh)'un namazda değilken sağ tarafa tükürmekten kerahet ettiğine dâir Ab dürrezzâk ve başkasının rivayet ettikleri hadistir. Muâz bin Cebel (Radıyallâhü anh)'in de: Ben müslüman olalı sağ tarafıma tükürmedim, dediği rivayet olunmuştur.
Ömer bin Abdülaziz (Radıyallâhü anh)'in de, oğlunu sağ tarafa tükürmekten menettiği rivayet olunmuştur,' demiştir.
Kadı Iyâz: Namaz esnasında mecbur olmadıkça sag tarafa tükürmek yasaktır. Bundan başka hiç bir çare bulmak mümkün değilse zaruret nedeniyle yapabilir, demiştir.
E1-Hafız : Namaza duran kişinin üzerinde elbise varken sağ tarafa tükürmekten başka bir çare yoktur denemez. Zâten Şar-i Hakim mecbur kalındığında elbise içine tükürme yolunu göstermiştir, demiştir.
Hadisin zahirine göre sol tarafa veya sol ayak altına tükürme ruhsatı verilmiştir.Tarık (Radıyallûhü anh) in rivayetinde şöyle buyuruluyor: «Velâkin sol tarafı boş ise oraya tükürsün
Şu halde adamın sol tarafında bir kimse varsa oraya da tükü-remez. Ancak sol ayağının altına tükürebilir.
Nevevi: Sol tarafta veya sol ayağının altına tükürme ruhsatı mescidin dışındaki adama mahsustur. Mescid içinde kişi buralara Ancak elbisesi içine tükürebilir. Çünkü:Mescidde tükürmek günahtır.» hadisi sahihıir, demiştir.
Nevevî şunu demek istemiştir : Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) mescidde tükürmenin hatâ olduğunu beyan ettikten sonra mescidde tükürmeye izin vermesi akıldan uzaktır.
İbn-i Hacer Mişkâtü'l-Mesâbîh' şerhinde.Kişinin sol tarafına veya sol ayağının altına tükürmesi ruhsatı, namazdaki şahsın mescidden başka bir yerde namaz kılması zamanına mahsustur. Veyahut mescidde iken tükürmesi hâlinde tükrüğünün mescidin her hangi bir yerine dokunmaması şartına bağlıdır. Namaz dışındaki tükürme ve mescid dışındaki tükürme hükmü de, namaz içindeki tükür me hükmü gibidir, demiştir.
tbnü'l Imâd: Mescidde hakaret maksadıyla tükrüğünü her hangi bir tarafa atan kişinin küfre gittiği hususunda âlimler arasında her hangi bir ihtilâf yoktur, demiştir. [47]
1 — Hane filere göre mescidi tükürük, sümkürük ve balgamdan korumak vâcibtir. Mescidin duvarlarına veya zeminine; döşemesinin üstüne veya altına tükürmek, tan ri m en mekruhtur. Bunu yapanın derhal temizlemesi gerekir. Mescid tabanının topraklı oluşu, sert bir madde ile kaplı oluşu keza döşemeli, döşemesi?; oluşu arasında hiç bir fark yoktur.
2 —Şafiî âlimlerine göre mescidin tabanı yumuşak bir toprak tabakasından teşekkül etmiş olup kişi önceden bir çukur kazıp içine tükürdükten sonra toprakla iyice üstünü örterse haram işlemiş sayılmaz. Çukur kazmadan tükürse haram işlemiş olur. Tükürdükten sonra onu gömerse, günahın devamını önlemiş olur. Keza mescidin sert tabanına tükürük atmakla haram işlemiş olur. Günahın devamını önlemek için, onu kazıması gerekir.
3 — Mâ1iki1er'e göre tabanı sert olan mescidin tabanına az tükürük atmak mekruhtur. Çok olunca haram olur. Mescidin tabanı çakıl taşlarıyla döşeli olduğu zaman yere tükürmek mekruh değildir.
4 — Hanbelilere göre mescidde tükürmek haramdır. Tabanı toprak veya çakıl taşlarıyla döşeli olan mescidin tabanına atılan tükürük, sahibi tarafından yere gömüldüğü takdirde günahın devamlılığı önlenmiş olur. Şayet tabanı sert ise kazıması veya silmesi gerekir. Bunu hasırla örtmek kâfi değildir. Sahibi tarafından görülemeyen tükürüğü görenin, bunun gidermesi vâcibtir.[48]
763 nolu İbn-i Ömer (Radıyallâhü anhlin hadîsini yukarıda anlattığımız gibi Buhârî, Müslim, Ebü Dâvüd, Nesâî ve Mâlik az lafız farkıyla rivayet etmişlerdir.
Bu hadiste namaz esnasında kıble tarafına tükürmenin yasakliği gerekçeli olarak bildirilmiştir.
El-Menhel yazarının, bu hadîsin açıklaması ile ilgili olarak verdiği bilginin bir kısmı şöyledir: «Hadîsin zahirine göre Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem), mescidin kıble tarafında gördüğü balgamı bizzat gidermiştir. Nesâî' nin Enes (Radıyallâhü anhJ' den rivayet ettiği bir hadîse (762 nolu hadîsimizi kasdediyor.l göre Ensâr'dan bir kadın kalkıp mescidin duvarındaki balgamı kazımış ve yerine halûk denilen güzel kokuyu sürmüştür. Peygamber (Sallal-lahü Aleyhi ve Sellem) de bunu beğenmiştir, tki hadîs arasında bir çelişki yoktur. Çünkü olayın teaddüdü muhtemeldir.
Rivayetin zahirine göre görülen balgam kuruymuş. Çünkü yaş olmuş olsaydı râvi : «...kazıdı- yerine -...sildi» diyecekti. Hadis, yaş balgam gibi kuru balgamın da pis olduğuna delâlet eder.
Hadisin : cümlesinin zahiri mânası:
"Allah Teâlâ namaza duranın yüzünün döndüğü tarafta olmuş
olur.» demektir. Halbuki Allah mekândan münezzehtir. Her yerde hazır ve nazırdır. Bunun için bu cümle şöyle yorumlanmıştır : «Allah'ın kıblesi...» veya «Allah'ın azameti...» yahut «Allah'ın sevabı...» yâni ehlinin malûmu olduğu üzere lafza-i Celâl'in dışında bir muzaf kelime takdir edilir.
Hattâbi, cümleyi şöyle yorumlamıştır: Allah'ın, namaz kılınırken Ona doğru durmayı emrettiği kıble, namaz kılanın yüzünün döndüğü taraftadır. O halde kıble tarafını balgamdan korusun. Kabe'ye Allah'ın kâbesi ve Allah'ın evi denildiği gibi namaz kılanın yüzünün dönük olduğu tarafa Allah'ın tarafı ve Allah'ın kıblesi denilebilir.
Hadiste «Kişi namazda olduğu zaman - buyurulmuştur. Namaz dışında da kıble tarafına tükürmenin yasaklığı, sahih hadîslerle sabittir. Yukarıda da gerekli izah verilmiştir. Bilhassa namaz içinde kıble tarafına tükürmek çok daha ağır olduğu için bu hadiste «...namazda olduğu...» kaydı konulmuştur. [49]
1 — Mescidi, kirletici olan her şeyden korumak gerekir.
2 — İmam, mescidin durumunu kontrol ederek, pisliklerden korunmasına titizlik göstermelidir.
3 — Hadîs, Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'in yüksek tevazuunu ifade eder.
4 — Özellikle kıble yönüne çok hürmet edilmelidir.
Zevâid'de yalnız tbn-i Mâceh tarafından rivayet edildiği bildirilen Âişe (Radıyallâhü anhâ)'nin hadisinin Müs1i m'de de rivayet edildiğini izahın girişinde belirtmiştik. Müs1im' in rivayeti şöyledir :
«... Âişe (Radıyallâhü anhâ)'dan rivayet edildiğine göre; Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) (mescidin) kıble duvarında bir tükürük veya. sümük veya balgam görmüş de onu kazımıştır.» [50]
Bu babın başlığında geçen 'İnsâd' ve 'Davâll' kelimelerini açıklayalım :
İnşâd: Kayıp aramak, kaybolan malı tarif etmek, bulunan bir şeyi ilân etmek ve yüksek sesle şiir okumak gibi çeşitli mânâlara ge lir. Burada inşaddan maksad, kaybolan bir malı yüksek sesle tarif etmektir. El-Menhel yazarı kayıp ilanıyla ilgili hadîslerin zikredil-diği babın başlığında ve hadîslerde geçen 'İnşâd'ın bu mânâda kullanıldığını söylemiştir. Ona göre hadîslerde geçen 'Neşd' kelimesi ise, kayıp aramak ve onu tarif etmek anlamlarında kullanılmıştır.
Sindi' ye göre 'Yitik inşadı1 yüksek sesle yitik aramaktır.
Davâll: 'Dâlle'nin çoğuludur. Kaybolan hayvan ve başka mallar demektir. Nihâye yazan 'Dâlle' kelimesini böyle tarif etmiştir. El-Mis-bahta: Dâlle, yitik hayvana mahsustur. Kaybolan başka mala 'Dâyi* ve 'Lakit' deniliyor, diye bilgi verilmiştir.
765) Büreyde (Rudıya/lâfıü aıtft) rivayet edildiğine göre şöyle demiştir :
Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) (sabah) namazı (m) kıldıktan sonra bir adam: Kırmızı deveyi (görüp) söyleyen var mı? dedi. Peygamber (Sallalahü Aleyhi ve Sellem) :
«Onu butamıyasın. Çünkü mescidler, ancak malum işlerde kullanılmak için yapılmıştır.» buyurdu." [51]
Bu hadis, Müs1im'de müteaddit senedlerle ve Nesâi' de bir senedle rivayet edilmiştir. Müslim,mescidde deve arayan zâtın Şeybe bin Neâme olduğunu söylemiştir. Yine Müs1im'in bir rivayetinde:
«Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) sabah namazını kıldırdıktan sonra, bir a'rabî başını mescidin kapısından içeri sokarak: Kırmızı deveyi...» diye geçer.
766) Amr bin Şuayb'ın dedesi (Abdullah bin Anır bin el-As) (Radt-yallâhü anhümyfen rivayet edildiğine göre şöyle demiştir:
Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem), mescidde kayıp ilânından, (veya) tarifinden nehiy buyurmuştur."
767) Ebû Hüreyre (RadtyaUahü ank)\\cn rivayet edildiğine j;öre kendisi : Resûlullah (SaUallahü Aleyhive ScUem)'] «öyle buyururken işittim, (İçmiştir :
«Mescidde kayıp arayan adamı işiten kişi desin ki: Allah (onu) sana geri vermesin.' Çünkü şüphesiz mescidler bunun için yapılmamıştır. [52]
Ebû Hüreyre (Hadıyallâhü anh) 'nin hadisini Müslim, Ebû Dâvûd ve Nesâi de rivayet etmişlerdir.
Hadisin: = «Allah sana geri vermesin!» fıkrası Müs1im' de: «Allah onu sana geri vermesin.»Nesâî'de «Bulmayasın!» ve Ebû Dâvûd 'da;= «Allah onu sana ulaştırmasın!» diye geçer,
İbn-i Reslan: Bu fıkra, mesoıdde kayıp arayan kişiye aradığını bulmaması için beddua etmenin câizliğine delâlet eder, demiştir.
«... Çünkü şüphesiz mescidler bunun için yapılmamıştır.» fıkrasının mânâsı açıktır. Yâni mescidler, kayıp aramak için yapılmamış, Allah Teâlâ'yı anmak, namaz kılmak, ilim öğrenmek, öğretmek ve benzeri işler için yapılmıştır.
İbn-i Ebi Şeybe' nin hasen bir senetle rivayet ettiğine göre Ömer (Radıyallâhü anh), bir grup tüccarın mescidde ticaretten ve dünya işlerinden bahsettiklerini işitince, onlara : Şüphesiz şu mescidler ancak Allah'ı anmak için yapılmıştır. Siz ticaretinizi ve dünyanızı anmak istediğiniz zaman bakia çıkınız demiştir.
Bu babta geçen hadisler, mescidde kayıp ilânının yasaklığına delâlet eder.
Nevevi , benzer başlık altında açılan bâbta rivayet, olunan Büreyde ve Ebû Hüreyre (Radıyallâhü anhümâl'nin hadislerini açıklarken şöyle der ; «Hadîsler mescidde kayıp ilânının yasaklığına delâlet ederler. Alışverişler, kiralar ve benzen işlere ait akitleri mescidde yapmanın hükmü de budur.
Kadı Iyâz' in dediğine göre îmam-1 M âlik ve âlimlerden bir cemâat, mescidde yüksek sesle ilmî ve benzen çalışmayı mekruh görmüşlerdir.Ebû Hanîfe ve Mâlik'in arkadaşlarından Muhammed bin Mesleme, bunu caiz görmüşlerdir.
Kadı Iyâz : 'Bu hadisler nıesciddo terzilik ve benzeri sanatlarla iştigal etmenin yasaklığına delâlet ederler. Bâzı âlimler mescidde çocuklara ders okutmayı menetmişler. Bâzı hocalarımız ise muayyen şahısların yararını hedef tutan sanatları mescidlerde sürdürmeyi menetmişlerdir. Ama İslâm toplumunun dinle ilgili menfa-atlarım hedef alan ilmi çalışma, savaş âletlerini onarmak gibi mescidlerin kutsallığına ve yüceliğine gölge düşürmeyen çalışmaları sürdürmekte beis olmadığım söylemişlerdir.
Bâzı âlimler, mescidlerde çocuklara ders okutmanın câizliği hususunda ihtilâf etmişlerdir,' demiştir.»
Dört mezheb âlimleri mescidlerde kayıp aramanın mekruh olduğuna hükmetmişlerdir. Bunlardan Şafii âlimleri şöyls bir tafsilât yapmışlardır : Mescidlerde kayıp ilânı, orada uyuyanları veya namaz kılanları meşgul etmezse mekruhtur. Şayet namaz kılanı şaşırtır ve uyandırılması sünnet olmayan uyuyanların uykularını ka-çırırsa haramdır. Bu hükümler, Mescid-i Haram' dan başka mescidlere aittir. Çünkü Mescidi Haram çok sayıda insanların toplandığı yer olduğu için mekruh değildir. [53]
768) Ebû Hüreyre (Radtyallâhü anA/den rivayet edildiğine göre-Resulullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) şöyle buyurdu, demiştir:
Eğer siz (namaz kılmak için) koyun ağıllarından ve deve yataklarından başka bir yer bulamazsınız, koyun ağıllarında namaz kılınız ve deve yataklarında namaz kılmayınız.[54]
769) Abdullah hin el-Muğaffe) el-Müzenî (Radıvallâhü ank)\\en rivayet edildiğine göre; Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Seİlem) $öyle buyurdu demiştir:
Koyun ağalarında namaz kılınız ve deve yataklarında namaz kılmayınız. Çünkü develer şeytanlardan yaratılmışlardır.[55]
770) Sebere bin Ma'bed[56] el-Cühı-ni (Radıyallâhü ank)\\en rivayet edildiğine göre; Resûllulah (Saalallahü Aleyhi ve Sellem) şöyle buyurdu, demiştir :
«Deve yataklarında namaz kılınmaz ve koyun ağılında namaz kılınır.Zevâid sahibi bu hadtsi zikretmiş de, onun isnadı hakkında konuşmamıştır. [57]
Zevâid yazarının beyânına göre Ebû Hüreyre (Radıyallâhü anh) ile Sebere (Radıyallâhü anh) nin hadislerini Kütüb-i Sitte sahihlerinden yalnız müellifimiz rivayet etmiştir.
Halbuki Tirmizi 'Koyun ağıllarında ve deve yataklarında namaz kılmak hakkında gelen hadîsler babında Ebû Hüreyre (Radıyallâhü anh)'den merfu' olarak şu hadisi rivayet edip, hasen - sahih olduğunu söylemiştir :
-Koyun ağıllarında namaz kılınız ve deve yataklarında namaz kılmayınız.»
Görüldüğü gibi Tirmizi' nin Ebû Hüreyre (Radı yallâhü anh)'den rivayet ettiği hadis metni daha kısadır.
Nesâi' nin Abdullah bin Muğaffel' den merfu' olarak rivayet ettiği hadisin metni de şöyledir.-
-Şüphesiz Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) deve yataklarında namaz kılmaktan nehiy etmiştir.»
Müs1im' de 'Deve etlerin (i yemek) den dolayı abdest almak bâbı'nda Câbir bin Semûre (Radıyallâhü anh) den rivayet ettiği uzunca 'bir hadiste :
-Bir adam. Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) e: Ben, koyun ağıllarında namaz kılayım mı? diye sormuş; Peygamber (Saİ-lallahü Aleyhi ve Sellem) : -Evet» buyurmuş; Adam bu defa: Deve yataklarında namaz kılayım mı? diye sorunca Peygamber (Sallalla-hü Aleyhi ve Sellem) : «Hayır» diye cevab buyurmuştur.» demektedir.
Ebû Dâvûd da Câbir bin Sem üre (Radıyallâ-hü anh) 'nin hadisine benzer bir hadîsi Berâ' bin Âzib (Ra-dıyallâhü anh)'den rivayet etmiştir. Abdest bahsinde rivayet ettiği hadîsin açıklamasını yaparken el-Menhel yazarı şöyle der:
-Hadîsin zahirine göre deve yataklarında namaz kılmak haramdır. Ahmed bin Hanbel bununla hükmederek: Burada kılınan namaz katiyyen sahih değildir. İade edilmesi gerekir, demiştir.
Cumhura göre burada namaz kılmak mekruhtur. Hadiste deve yataklarında namaz kılmanın yasaklığına gerekçe olarak develerin şeytanlardan yaratılmış oldukları gösterilmiştir. Gerekçenin zahirine göre yasaklama hükmü, develerin orada bulunduğu zamana aittir. Develer orada yoksa ve necasetten emin olunursa namaz kılmak yasak değildir. Çünkü Ebü Zerr (Radıyallâhü anh)'in hadisinde Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) :
«Yeryüzü benim için temizleyici ve mescid kılınmıştır.» buyurmuştur.
Şafiî, el-Ümm adlı kitabında :''Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'in:
«Deve yataklarında namaz kılmayın. Çünkü deve, cinden yaratılmış bir cindir.» hadisi söz konusu yasağın, o yerin necasetinden dolayı değil, devenin kendisinden dolayıdır...' demiştir.
Hadîsin: «...çünkü şeytandan yaratılmıştır.» fıkrasına gelince; Bu fıkra Ahmed bin Hanbel'in rivayetinde meâlen şöyledir :
«... Çünkü deve cinden yaratılmıştır. Kaçtığı zaman gözlerim ve durumlarını görmüyor musun?»
Bu rivayetlerin zahirine göre deve şeytan neslinden türemedir. Hattâ kendileri de şeytanlar gibidir.
Fıkradan kasdedilen mânâ şu olabilir: Deve, şeytanlar gibi namaz kılanları meşgul eder. Çünkü develer rahat durmaz. İcâbında kişi namazda iken deve ürker veya kaçıp gider, sağı solu karıştırır ve bu davranışları ile, kişinin namazını yarıda bırakmasına sebebiyet verebilir. Kişinin, namazını şaşırması, karıştırması hattâ icâbında kesmesi hususunda develer şeytana benzetilmiş olur. Bu haller, koyunda yoktur.
Hadîsin : «Koyun ağılında namaz kılın» emri vücûb için değil, mübahlık içindir. Yâni bu yerde kıhnabilir.»
Tuhfetü'l-Ahvezî'nin beyânına göre cumhur: Deve yataklarında necaset yokken namaz kılmak mekruhtur. Necaset varken haramdır, demiştir. [58]
771) Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sdlcm)'in kızı Fâtinıe[59] (Radt-yatlâhü anhâ)'dan rivayet edildiğine göre şöyle demiştir:
Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) mescide girdiği zaman şöyle derdi:
«Allah'ın adıyla. Selâm da Allah'ın Hesûlüne olsun. A İlah im! Benim günahlarımı mağfiret eyle ve rahmetinin kapılarını bana aç.-"
Ve Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) mescidden çıktığı zaman şöyle derdi:
«Allah'ın adıyla. Selâm da Allah'ın Resulü ne olsun. Allahim! Günahlarımı mağfiret eyle ve fadlının kapılarını bana aç.Tirmizi, Fâtime (R.A.)'nin hadîsini tahriç ettikten sonra: Hadis ha-sendir. İsnadı ise muttasıl değildir. Çünkü (Peygamber (S-A.V.)'in torunu) Hüseyin (R.A.)'in kızı olan Fâtime (R.A.), (nenesi olan) büyük Pâtinne (R.A.)'ya yetişmemiştir. Zira büyük Fâtima (R.A.), Peygamber (S.A.V.)'den sonra bir kaç ay yaşamıştır, demiştir.
772) Ebû Hümeyd es-Sâidî [60] (RadıyaUâhü anh)\\en rivayet edildiğine göre Resûlullah (Sallal/ahü Aleyhiv e Sellem) şöyle buyurdu, demiştir :
Biriniz mescide girdiği zaman Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) e selâm etsin. Sonra şöyle desin:! Bana rahmetinin kapılarını aç.' ve çıktığı zaman şöyle desin :'Allahım! Senin fadhndan
sana dilekde bulunurum.'»"
773) Ebû Hüreyre (Radıyallâhü anAj'den rivayet edildiğine güre Re-sûlullah (Sallallahü Ahyhive Sc/iem) şöyle buyurdu, demiştir:
«Biriniz mescide girdiği zaman Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Selierrü'e selâm etsin ve şöyle desin:
'Allahım! Bana rahmetinin kapılarını aç.' Ve çıktığı zaman Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve SellemJe selâm etsin ve şöyle desin :
-Allahım! Beni, şeytanı racim'den koru.Hadisin isnadının sahîh ve ricalinin sikalar olduğu Zevâid'de bildirilmiştir. [61]
Ebû Humeya (Radıyallâhü anh) 'in hadisini Müslim Nesai, Ahmed ve Ebû Dâvûd'da rivayet etmişlerdir'
Fâtime (Radıyallâhü anhâ)'nin hadisini Tirmizi ve Ahmed de rivayet etmişlerdir.
Yalnız Müellif tarafından rivayet edildiği Zevâid'de bildirilen Ebû Hüreyre (Radıyallâhü anhl'nin hadisinde, mescide girerken okunması emredilen dua Ebû Hümeyd (Radıyallâhü anh) in hadîsindeki duanın aynısıdır. Çıkarken okunması emredilen duanın benzeri Ebû Dâvûd tarafından Abdullah bin Amr bin el-Âs (Radıyallâhü anhüml'tan merfu' olarak rivayet olunan bir hadîste mescide girerken okunması emredilmiştir. El-Hâkim de Ebü Hüreyre (Radıyallâhü anh)'nin hadîsini rivayet ederek sahîh olduğunu söylemiştir.
Üç hadiste geçen: «Mescide girdiği zaman.» fıkrasından mak-sad : 'Mescide girmek istediği zaman...» veyahut: 'Mescide fiilen girdiği zaman...'dır.
Mescide girerken Allah'dan dilenen rahmet kapılarının açılmasından maksad, ihsan ve nimetlerine erişmek kolaylığını bahşetmektir.
El-Menhel yazarının beyan ettiği gibi mescide girerken rahmet kapılarının ve mescidden çıkarken fadl kapılarının açılması veya fadl dilenmesinin sırrı şudur : Mescide giren kimse, kendisini Rabb'ının sevabına ve cennetine yaklaştıracak olan şeylerle meşgul olur. Bu nedenle rahmet dilemek uygun olur. Rızık taleb etmek üzere mescidden çıktığı zaman fadl dilemek münasib olur. Nitekim Cenâb-ı Allah
«Cuma namazı kılınınca yer yüzüne dsğılınız ve Allah'ın fad-Iından taleb ediniz»[62] buyurmuştur.
Huccetü'llah el-Bâliğa'de: Mescide girenin rahmet ve çıkanın fadl dilemesinin hikmeti şudur.Rahmet, Kur'an-ı Kerim'-de, velilik ve Peygamberlik gibi uhrevî ve nefsâni ni'metler anlamında kullanılmıştır.
«Ve Rabb'inin rahmeti (Peygamberlııt), kâfirlerin (mal ve mülk olarak) topladıkları şeylerden daha hayırlıdır.»[63]âyetinde olduğu gibi.
Fadl ise Dünya ni'metleri anlamında kullanılmıştır,' denilerek yukarıya aldığımız âyet misâl gösterilmiştir.
Son hadîste geçen -Şeytânı Recim...» fıkrasındaki Şeytan-ı recim kelimelerinin mânâlarına gelince :
Şeytan: İbn-i Abbâs (Radıyallâhü anh)'in dediği gibi şeytan; İnsan, cin ve hayvanlardan azmış olan, demektir. Bu kelime Satana=uzaklaştı fiilinden türeme olabilir. Bu takdirde 'Şeytan' kelimesinin mânâsı, Allah'ın rahmetinden uzaklaştırılmış olan demektir. 'Şeytan' kelimesi 'Şâta = yandı' fiilinden alınmış olabilir. Bu takdirde 'Şeytan1 kelimesinin mânâsı; Allah'ın azâbıyla helak edilmiş olan, demektir.
Racîm : Taşlanmış olan demektir. Şeytan aleyhi'l-La'ne lanetlendiği ve yıldız alevlerine tutulageldiği için ona bu isim verilmiştir.
Fıkranın mânâsı şudur: Allah'ım! Rahmetten uzaklaştırılan, azabınla helak edilen azgın; lanet taşına ve yıldız alevine tutulmuş olan Şeytan'ın vesvesesinden, aldatmasından, sapıtmasından beni Sen koru.
Fıkradaki korumaktan maksad, şeytanın huyu olan hased, kibir, böbürlenme, aldanma, aldatma ve isyan gibi vasıflardan korumak plabilir.
El-Menhel, Mescide girerken ve oradan çıkarken okunması vârid blan zikirlerin toplamı şudur, der: Mescide girerken okunacak zikir;
Mesciddon çıkarken aynı zikir okunacak, ancak; yerine;duâsı okunacaktır.
El-Menhel yazarı, 773 nolu hadîste geçen ve mescidden çıkarken ıkunması emrolunan duayı almamıştır. Yukarıdaki duaya bunun Iklenmesi uygun ulur.[64]
774) Ebû Hüreyre (Rarityalîâhii anh)\\vn rivayet edildiğine fföre Re-sûlulhıh (SallalUıhü Aicyhivc Sclltnı) şöyle buyurdu, demiştir:
«Sizden birisi güzelce abdest aldıktan sonra namazdan başka hiç bir maksadla evden çıkmayarak ve sırf namaz kılmak niyetini güderek mescide doğru yürüdüğü zaman, mescide girinceye kadar attığı her adımla Allah onu bir derece yükseltir ve kendisinden bir hata düşürür. Mescide girince de namaz onu alıkoyduğu sürece namaz içinde olmuş olur.» [65]
Bu hadisi Kütüb i Sitte sahiplerinin hepsi, birbirine yakın lafızlarla rivayet etmişlerdir. Mâlik, İbn-i Hibbân ve Beyhaki de buna yakın lafızlarla rivayet etmişlerdir.
Ebû Davud'un rivayet ettiği metin daha uzundur. Onun rivayet ettiği hadisin baş kısmında, kişinin cemaatla kıldığı namazın, evinde ve çarşısında kıldığı namazdan yirmibeş derece fazla olduğu bildiriliyor. Hadisin son kısmında da :
«Kişi namazı beklerken mescidde kimseye eziyet etmedikçe ve abdesti bozulmadıkça melekler onun için dua ederek : Allahım ona mağfiret eyle, Allah'ım ona rahmet eyle, Allah'ım onun tevbesini kabul eyle; derler.1- ilâvesi vardır.
Hadisteki "...namazdan başka hiç bir maksadla...- cümlesinden anlaşılıyor ki; kişi sırf namaz için değil de, namaz kılmak niyetiyle beraber başka mülâhazalarla mescide vardığı takdirde, hadiste va'dolu-nan fazileti kazanamaz.
Sırf namaz kılmak maksadıyla mescide giden kişi, attığı beher adım karşılığında, hem bir hasene kazanır, hem de bir günahı silinir.
Kişi mescide girdikten sonra namaz için beklediği sürece sevab kazanması yönünden namazla meşgul olanın hükmündedir
Yukarıda Ebû Davud'un süneninden naklen beyan et tiğimiz rivayette belirtildiği gibi ki$i orada kimseye söz veya fiil ile 'eziyet etmedikçe ve abdesti bozulmadıkça, namazdaymış gibi sevab kazanmış olur. Kimseye eziyet ettiği veya abdesti bozulduğu zaman, namazla meşgulmüş gibi süregelen sevabı son bulur. [66]
1 — Abdest alırken güzelce almalıdır. Yâni abdestin sünnetlerine ve âdabına riâyet ederek, mükemmel olarak almalıdır.
2 — Abdest almadan mescide girilmemelidir.
3 — Mescide giderken ihlaslı bir niyetle gitmelidir. Namazdan başka hiç bir dünya menfaatim düşünmemelidir.
4 — Mescide girince huşu içinde namazı beklemeli, mescidin âdabına aykırı davranışlardan sakınmalı ve namazdaymış gibi edebli beklemelidir.
5 — Hadîste belirtilen şartlara riâyet edilerek namaz için mescide gidildiğinde atılan her adım bir sevabın kazanılmasına ve bir günahın bağışlanmasına vesile kılınmıştır.
775) Ebû Hüreyre (Radtyaüâhü ank)\\en rivayet edildiğine göre; Peygamber (Sailallahü Aleyhi ve SeUem) şöyle buyurdu, demiştir:
«Namaza ikamet getirildiği vakit sakın ona, koşarak gelmeyiniz, yürüyerek geliniz. Sükûnet ve vakardan ayrılmayınız. Yetişebildiğiniz kadarım (imamla) kılınız. Yetişemediğinizi (kendiniz) tamamlayınız.» [67]
Bu hadîsi Buhâri, Müslim, Ebû Dâvûd ve başkaları da rivayet etmişlerdir.
Hadîste «Namaza ikamet getirildiği vakit...» buyurulmuştur. Buhâri' nin bir rivayetinde: İkamet sesini işittiğiniz zaman...»; başka bir rivayette de:
= -Namaza geldiğiniz zaman...» buyurulmuştur.
«İkamet edildiği vakit koşarak namaza gitmeyin» buyurulurken: îkamet edilmeden önce namaza koşarak gidebilirsiniz, hükmü çıkarılamaz. Esasen namaza başlarken imamla beraber niyet etmeye yetişebilmek için, ikamet edilirken koşmanın meşruluğu düşünüldüğünden dolayı bu düşünüşün yanlışlığını belirtmek için özellikle ikametten bahsedilmiştir. İkamet getirilirken imamla beraber taharrum tekbirinin faziletine erişmek maksadıyla koşmak yasak iken ikametten önce koşmak hayda hay yasak olur. Şu halde gerek ikamet edildiği vakit ve gerekse başka zaman koşarak namaza gilmek, caiz değildir.
Ebû Dâvûd un süneninin 'Namaza koşmak bâbı'nda rivayet olunan bu hadîsin açıklanmasında el-Menhel yazarı şöyle der:
«Bâzı âlimler hadîsteki ikamet kaydını dikkate alarak 'İkamet getirilmeden önce koşmak caizdir. İkamet getirilirken caiz değildir. Caiz olmayışının sebebi de şudur : İkamet edildiği zaman koşarak gelip namaza duran kişi tam bir huşu ile kıraatini ve diğer vecîbeleri yerine getiremez. Fakat ikametten önce koşarak gelen şahıs, İcabında dinlenir, sonra ikamet edilir ve huşu ile namaza başlar,' demişlerdir.
Nevevî: 'İkamet getirilmediği zamanlarda koşarak namaza gelmenin yasaklığına dikkati çekmek için hadîste: -İkamet getirilirken...» buyurulmuştur. Çünkü ikamet getirilirken cemaatla kılınan namazın bir kısmını kaçırmak endişesi bulunmasına rağmen koşmak yasak olduğuna göre, böyle bir endişe olmadığı yâni henüz ikamet edilmemişken koşmanın yasaklığı kendiliğinden anlaşılır. Koşmaya gerek olmadığına dâir Peygamber (Sailallahü Aleyhi ve.Sel-lem'in :
= «Çünki biriniz namaza gitmeye kasdedip (yürüyünce) artık o kişi namazdadır.» buyruğu ikametten önce de koşmanın mânâsız olduğuna delâlet eder. Ne zaman olursa olsun, namaz niyetiyle yola çıkan kişi, mademki namazda sayılır, ister ikamet edilirken, ister henüz ikamet edilmemişken koşmaya lüzum kalmamış olur. Hadîsin sonundaki :
-Yetişebildiğiniz kadarını (imamla) kılın, yetişemediğiniz kısmı (kendiniz) tamamlayın buyruğu da bu görüşü te'yid eder.' demiştir
Hadîs, namaza koşarak gitmenin yasaklısına delâlet eder. Bu hususta Cuma namazı ile vakit namazları arasında bir fark yoktur. Taharrüm tekbirini veya bâzı rek'atlan, hattâ cemâati kaçırma endişesi bulunsun bulunmasın hüküm aynıdır. Zeyd bin Sabit, Enes, Ahmed ve Ebû Sevr'in mezhebi budur. îb-nü'1-Münzir de bu görüşü seçmiştir. Âlimlerin ekserisinin buna hükmettikleri rivayet olunmuştur.
İbn-i Mes'ud, İbn-i Ömer, el-Esved bin Yezîd, Abdurrahman bin Yezid ve îshak bin Rahaveyh (Radıyallâhü anhüml'e göre taharrüm tekbirinin faziletini kaçırma endişesi varsa koşulur.
Nevevi: Ebû Hüreyre (Radıyallâhü anh)'den rivayet olunan mezkûr hadîs dolayısıyla birinci görüşün daha sıhhatli oldu ğunu söylemiştir.
Tirmizi: Âlimlerin bir kısmı: Taharrüm tekbirinin faziletini kaçırmak endişesi varsa koşulur, demişler hattâ bunlardan koşarcasına hızlı yürüyen olmuştur. Bir kısım âlimler İse, bu endişe olsa bile koşmayı mekruh saymış ve sükunetle, vakarla gitmeyi tercih etmişlerdir. Ahmed ve İshak bununla hükmederek: Uygulama, Ebû Hüreyre (Radıyallâhü anh)'nin hadîsine göredir, demişlerdir. Bu arada İshak: Taharrüm tekbirinin fazîletini kaçırmaktan korkan kişinin hızlı yürümesinde beis yoktur, de mistir.
«Yetişebildiğiniz kadarını (imamla) kılınız.» fıkrasına gelince; Cemaatla namaz kılmanın fazileti olan yirmiyedi derecelik üstünlük, namazın bir kısmında cemaata yetişen kimse için de vardır, diyen cumhur, bu hadîsi delil göstermiştir. Onlara göre başından itibaren bütün namazı cemaatla kılmanın dereceleri daha mükemmel olmakla beraber, namazın en küçük bir parçasında, meselâ son oturuşta cemaata yetişen kişi de cemâatin faziletine kavuşmuş olur.
Bâzı âlimlere göre cemâatin faziletine kavuşmuş sayılabilmek için namazın en az bir rek'atmın cemaatla kılınması gerekir.
-Yetişemediğinizi (kendiniz) tamamlayınız.» fıkrasının mânâsı şudur: İmamın sizden önce kılmış olduğu rek'atleri o selâm verince kılınız. Fıkradaki: «...tamamlayınız» lafzı, kişinin imamla kıldığı kısmın, namazın baş kısmına mahsub edildiğine ve imam selâm verdikten sonra kılınacak kısmın, namazın son kısmına mahsub edildiğine delâlet eder. Bu hususta âlimler arasında ihtilâf vardır:
Cumhura göre geç kalan şahsm imama yetiştiği rek'atler, onun için namazın baş kısmıdır. Ali bin Ebi Talib, Said bin el-Müseyyeb, Hasanı Basrİ, Mekhûl, Atâ,Zühri,Evzâi ve îshak (Radıyallâhü anhüm), bununla hükmetmişlerdir. Delilleri Dârekutnî' nin Katade' den rivayet ettiği Ali bin Ebi Tâlib (Radıyallâhü anhümâ)'in şu haberidir:
-İmamla beraber yetiştiğin miktar, senin namazının evvelidir. İmamın senden önce okuduğu Kuran ı sen tamamla.» Âlimlerin ikinci delili, Ebû Hüreyre (Radıyallâhü anhl'nin mezkûr hadi sidir. Bunların üçüncü delili şudur: Akşam farzında imamla bir rek'at kılabilen kişi, imamın selâmından sonra kalkar, bir rek'at kıldıktan sonra teşehhüde oturur, sonra üçüncü rek'ate kalkar. Bu hususta bütün âlimler müttefiktirler. Eğer imamın daha önce kıldığı rek'atler geç kalan şahsın namazının baş kısmına mahsub edilmiş olsaydı, imam selâm verdikten sonra ayağa kalkan bu şahıs, bir rek'at kıldıktan sonra oturmamalıydı. Çünkü akşam namazının ilk rek'a-tinden sonra oturmak yoktur.
Süfyân-ı Sevri, Ebû Hanife, Ahmed, Mü câhid ve İbn-i Şirin'in dâhil olduğu bir cemaata göre' geç kalan şahsm imama yetiştiği rek'atlar, şahsın namazının son kısmına mahsub edilir. Hattâ: İki rek'at kaçıran kişi, imam selâm verdikten sonra kalkıp bunları kılarken kıraatim açıktan okumalı, Fatihaya sûre eklemelidir, demişlerdir. Bunların delili ise Ebû Hüreyre (Radıyallâhü anh)'nin mezkûr hadîsinin bâzı rivâyet-
lerinde bu fıkradaki;«tamamlayınız.» emri yerine;«kaza ediniz.» emrinin bulunuşudur. OnJar. kaza, ancak kaçırılmış olan için kullanılır, demişlerdir.
Cumhurun görüşü kuvvetlidir. Fıkradaki iki lafız arasında bir çelişki yoktur. Çünkü kaza kelimesi, eda vaktinde kılınmayan namazın sonradan kılınmasında kullanıldığı gibi, namazın asıl vaktinde kılınmasında da kullanılır. Yâni edâ ile eş anlamlıdır. Nitekim Kur'an-ı Kerim'in şu âyetlerinde 'Kaza' kelimesi Edâ' mânâsında kullanılmıştır:
= «Namazı tamamladığınız zaman...»[68] = «Menâsikinizi tamamladığınız zaman...»[69]
-Cuma namazı eda edilince...»[70] Rivayetlerin arasını bulmak için cümlesi ile; cümlesi aynı mânâya yorumlanır. Ve kaza kelimesi kalan rek'atları yapmak demektir. Esasen rivayetlerin ekseri 'dur.
Beyhaki: diyenler çoğunluktadır. Ebü Hüreyre (Badıyallâhü anh)'ye daha sıkı temasta bulunmuşlar ve hıfz yönünden daha kuvvetlidirler. Bu nedenle; rivayeti öncelik kazanır, demiştir. [71]
1 — Namaza giderken koşmak yasaktır.
2 — Sükûnet ve vakarla namaza gidilmelidir.
3 — imamla namazın bir parçasını kılmaya yetişen kişi için cemâat fazileti vardır.
4 — İmam namazın neresinde olursa olsun ona uymak caizdir.
5 — İmamla beraber kılınan rek'atler, namazın baş kısmına mah-sub edilir.
776) Ebû Saîd-i Hudrî (Radıyailâhü unh)'den rivayet edildiğine göre kendisi Resûlullah (Sallallakü Aleyhive Sellemyden, şöyle buyurduğunu işit-nıiştir :
— «Allah'ın, günahlara keffâret ve hasenatı artırmaya vesile kıldığı şeyleri size göstereyim mi?» Sahâtoiler:
— Göster, Yâ Resûlallah! dediler. Resûlullah (Sallallahü Aleyhi
ve Sellem) :
— Güçlüklere rağmen abdesti tam olarak almak, mescidlere doğru çok adım atmak ve bir namazdan sonra diğer namazı beklemektir.» buyurdu.[72]
777) Abdullah (bin Mes'ud) (Radtyallâhü a»A>'den rivayet edildiğine göre şöyle demiştir :
Kim yarın müslüman olarak Allah'a kavuşmaktan sevinirse şu beş vakit namazını ezan okunan yerde muhafaza etsin. Çünkü bu namazlar hidayet sünnetlerindendir ve şüphesiz Allah, Peygamberiniz (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) e hüda (= hidayet.) sünnetlerini meşru kılmıştır. Andolsun ki, eğer her biriniz kendi evinde namaz kılmış olsaydı siz Peygamberiniz (Sallaliahü Aleyhi ve Sellem) sünnetini terketmiş olurdunuz. Ve Peygamberiniz (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) sünnetini terketmiş olsaydınız, şüphesiz dalâlete düşmüş olurdunuz. Vallahi ben, bizleri (sahâbîleri) bilirim ki münafıklığı malûm olan münafıklardan başka hiç kimse cemaattan geri kalmazdı. Vallahi safa girinceye kadar iki kişi arasında tutularak mescide getirileni bilirim. Hiç kimse yoktur ki tertemiz ve güzelce abdestini alıp mescide gider, içinde namaz kılar da attığı her adımla Allah onu bir derece yükseltmesin ve her adımla onun bir günahını affetmeşin." [73]
Bu hadisi Müslim, Ebû Dâvûd ve Nesâi de İbn-i Mes'ud (Radıyallâhü anhl'a mevkuf olarak rivayet etmişlerdir.
«Şu beş vakit namazları...» fıkrasından maksad, beş vakit namazı, şartlarına, rükünlerine ve adabına riâyet, ederek mescidlerde cemaatla edâ etmektir.
Hadiste beş vakit namazın, hidâyet sünnetlerinden olduğu bildiriliyor. Sünnet, yol demektir. Hidâyet de hak ve doğru demektir. Hidâyet sünneti demek, hidâyetin ta kendisi olan yol demektir. Buna göre sünnetten maksad, farz ve vâcibten sonra yapılması istenilen ve fıkhı bir terim olan sünnet değildir.
İkinci ihtimâl, fıkhı terimdir. Yâni farz ve vâcibten sonra, yapılması istenen ibâdetler çeşidi anlamında kullanılmış oluyor. Fıkıh ve Usul-ü Fıkjh'ta sünnetler ikiye ayrılmıştır:
1 — Süneni Hüdâ,
2 — Sünen i Zevâid.
Sünnet-i Hüdâ: Dini mükemmelleştirmek için devamlı olarak yapılması istenen sünnettir. Bu tür sünneti özürsüz olarak, sürekli surette terk etmek mekruhtur. Ve terk eden kişi, kınanmış olur. Cemâata devam etmek, ezan, ikamet ve benzeri ibâdetler bu tür sünnettendir.
Sünneti Zevâid: Peygamber {Sallallahü Aleyhi ve Sellem) in âdet üzere yaptığı fiillerdir. Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) in kalkıp oturması, yiyip içmesi, uzanıp uyuması gibi durum ve davranışlarıdır. Bunları tutmak güzeldir, sevabı vardır. Terket-mek ise mekruh değildir, kınanmayı gerektirmez.
İbn-i Abidin Dürrü'l-Muhtar haşiyesinde şöyle der: 'Meşru kılınan ibâdetler, farz, vâcib, sünnet, ve nafile olmak üzere dört kısma ayrılır :
Yapılması yapılmamasmdan evlâ olup, bırakılması yasak olan ibâdet kat'î bir delil ile sabit olursa ona 'Farz1 denir.
Şayet zannî bir delil ile sabit olursa ona Vâcib' denir.
Yapılması yapılmamasmdan evlâ olan bir ibâdetin terkedilmesi yasak kılınmamışsa bakılır: Eğer Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) in ve ondan sonra Hulafâ-i Râşidin'in devamlı surette yaptıkları ibâdetlerden ise ona Sünnet denir.
Devamlı yapmamışlarsa ona Mendûb ve Nafile denir.
Sünnet iki çeşittir. Birisi Sünnet-i Hûda'dır. Bunun terki mek-ruhluk ve isâeyi gerektirir. Cemâat, ezan ve ikamet bu tür sünnettendir. Diğeri Sünnet-i Zevâid'dir. Bunun terki isâe veya keraheti gerektirmez. Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'in giyim kuşamı, oturup kalkması bu tür sünnetlerdendir. Nafile ve mendubun faili sevab kazanır. Terk edeni kınanmaz. Bâzıları: Nafile Zevâid sünnetlerinden değer bakımından geridir, demişlerdir.'
-Vallahi Ben bizleri (sahâbîleri) bilirim...» fıkrasının mânâsı şudur : Vallahi ben kendimin ve sahâbilerin bütün namazları cemaatla kılageldiğimizi bilirim ve münafıklıkları besbelli olan münafıklardan başka hiç kimse bu sürece cemaattan geri kalmazdı.
Münafıklık, küfrü gizlemek ve imanlı görünmektir. Münafık da küfrünü gizleyen ve mü'min görünen kişidir.
«Vallahi safa yerleştirilinceye kadar...- fıkrasının mânâsı da şudur : Vallahi zayıflığından dolayı kendi başına mescide gelemeyecek durumda olan adamın; iki kişi tarafından tutularak ve bunlara dayanmak suretiyle yürüyerek mescide geldiğini ve böylece safa yerleştirildiğini bilirim.
Bu fıkra, cemaatla namaz kılmanın önemine, cemaata gitmek uğrunda güçlüğe tahammül etmenin gerekliliğine ve hasta ile benzerinin imkân nisbetinde cemaata katılmasının müstahablığına delâlet eder.
Hadîsin: -Eğer her biriniz kendi evinizde...» fıkrasının mânâsı şudur: Eğer sizler beş vakit namazınızı evlerinizdeki namazgahlarda kılmış olsaydınız Peygamberinizin (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) yolunu bırakmış olurdunuz. Çünkü O, farz namazları umûmî mes-cidde edâ ederdi ve bir özür olmadıkça evinde kılmazdı ve eğer Peygamberinizin (Sallallahü Aleyhive Sellem) sünnetini terketmiş olsaydınız dalâlete düşerdiniz.Ebû Davud'un rivayetinde;
«dalâlete düşerdiniz.» cümlesi yerine : = «küfre gitmiş olurdunuz.- cümlesi bulunur.
farz namazları cemaatla kılmak, Farz-ı Ayn'dır, diyenler bu fıkrayı delil göstermişlerdir. Lâkin fıkra, namazın cemaatla kılınmasının Farz-ı Ayn olduğuna dalâlet etmez. Çünkü: «...dalâlete düşerdiniz.» veya «...küfre giderdiniz.» ifâdesi, cemâat namazını terket-meye âit tehdid ve teşdid anlamına yorumlanmış olur. Yahut cemaatla namaz kılmayı küçümseyerek ve hakir görerek terketmeye yorumlanır.
Hattâbi şöyle yorum yapmıştır: Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'in sünnetini terketmiş olsaydınız, bu hâliniz İslâ-mî emirleri tedricen terk ede ede maazallah bir gün küfre gitmiş olabilirdiniz. [74]
1 — Beş vakit namazın; şartlarına, rükünlerine ve âdabına riâyet etmek kaydıyla cemaatla kılınmasına teşvik edilmiştir.
2 — Beş vakit namazın cemaatla ve mescidde kılınması, hüdâ sünnetlerinden ve hidâyet yollarındandır.
3 — Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'in sünnetini terk etmek çok tehlikelidir.
4 — Cemaata gitmemek, münafıkların kârıdır.
5 — Hasta adamın, imkân bulduğunda başkasının yardımıyla da olsa cemaata gitmesi arzulanır.
6 — Âdâb, şart ve rükünlerine riâyet ederek abdest alıp mescide giden ve orada cemaatla namaz kılan kimsenin, adım basma bir derecesi yükselir ve bir günahı bağışlanır.
778) Ebû Saîd-i Hudrî (Radıyallâhü a«/r/den rivayet edildiğine göre ; Resûlullah (Salallahü Aleyhi ve Sellem) şöyle buyurdu, demiştir :
-Kim namaza gitmek üzere evinden çıktıktan sonra şu duayı okursa, Allah, rahmetiyle ona yönelir ve yetmiş bin melek, onun günahlarının bağışlanmasını (Allah'tan) diler:
= 'Allahım! Senden istiyenlerin Senin katındaki hakkı için gerçekten Senden istiyorum. Ve şu yürüyüşüm hakkı için Senden istiyorum. Çünkü ben ne kibirlenmek ne de böbürlenmek için ve ne görsünler diye ne de duysunlar diye (evden) çıkmadım. Ve ben Senin kızmandan sakınmak ve Senin rızânı taleb etmek için çıktım. Bu sebeple Cehennem ateşinden beni korumanı ve günahlarımı örtmeni Senden istiyorum. Şüphesiz Senden başka hiç kimse günahları örtemez.Zevâid'de : Bu hadîsin isnadı zayıf râviler zincirinden kuruludur. Atiy-ye el-Avfî, Fudayl binMerzûk ve el-Fadl bin el-Muvaffak adlı râvilerin hepsi zayıftır. Lâkin İbn-i Huzeyme kendi sahihinde bu hadisi Fudayl bin Merzûk tarikinden rivayet etmiştir. Hadîs İbn-i Huzeyme yanında sahihtir, denilmiştir. [75]
Hadîste geçen: «...Senden isteyenlerin Senin katındaki hakkı için...» ve «... Şu yürüyüşün hakkı için...» cümlelerinde geçen 'Hak' kelimesi, Allah tarafından kula ödenmesi gerekli kazanılmış bir istihkak demek değildir. Çünkü Allah, hiç bir şeyi yapmaya mecbur değildir. Faili Muhtardır. Dilediğini yapar. Tam irâde sahibidir. Hiç bir kulun ödenmesi gerekli herhangi bir hakkı Allah katında yoktur. Kulun hayat boyunca yaptığı tüm kulluk görevleri ve ibâdetleri başarması, Allah'ın inâyetiyledir. Ve bütün hayratı Allah'ın kendisine vermiş olduğu sayısız ni'metlerden meselâ bir akıl ni'metine denk gelemez. Bu sebeple hadîste geçen 'Hak'tan maksad; Allah'ın; dilekte bulunan mü'min kullarına lütuf ve ihsanı ile ve tamamen karşılıksız* bir ikram mâhiyetinde olmak üzere vereceği va'd buyurduğu fazilettir. Kişi, 'Hak' kelimesini kullanarak duâ ederken şunu demek istiyor. Allah'ım! İhtiyacımın giderilmesi ve dileğimin kabulü uğrunda ben Senden dilekte bulunanlar için va'dettiğin yüce katındaki fazilete tevessül ederek Senden dilekte bulunuyorum.
'Hak' kelimesi bu mânâya yorumlanınca sakıncalı bir tarafı kalmamakla beraber, bu inceliklere aklı ermeyen kimselerin zihinlerinde yanlış mânâlara yer verileceği endişesiyle Hanefi âlimleri, -Şunun hakkı için...» gibi sözlerle duâ etmekten kaçınmışlar ve bu tür kelimeleri mutlak kullanmayı kerahetten hâli görmemişlerdir.
779) Ebû Hüreyre (Radtyallâhü anh)\\çn rivayet edildiğine göre KesûJullah (Sallallahü Aleyhi ve SeUem) şöyle buyurdu, demiştir :
«Karanlıklarda mescidlere çok (defa) yürüyenler, işte onlar Allah'ın rahmetine çokça dalanlardır.
780) Sehl bin Sa'd es-Saîdi (RadtyaUâhü anh)\\eu rivayet edildiğine göre; Resûluîîah (SaliaUahi't Aleyhi ve Se/leın) şöyle buyurdu, demiştir :
«Gece karanlıklarında (mescidlere) çok (defa) yürüyenler, kıyamet günündeki tam nurla sevinsinler.
Bu hadîsi Hâkim de rivayet ederek sahih olduğunu söylemiştir. İbn-i Huzeyme ve Beyhaki'de rivayet etmişlerdir. Zevâid yazan da isnadının hasen olduğunu söylemiştir.
781) Enes hin Mâlik (Htuhyııi/âhü tınh)'t]en rivayet edildiğine göre; Resûlullah (SalaUabü Aleyhi ve Se/ieın) şöyle buyurdu, demiştir:
-Karanlıklarda mescidlere çok (.defa) yürüyenleri kıyamet günündeki tam nurla müjdele.[76]
Müellifin Enes bin Mâlik (Radıyallâhü anh) 'ten rivayet ettiği hadis, metnini, Ebû Dâvûd başka bir senedle Büre yde (Radıyallâhü anh)'dan merfu' olarak rivayet etmiştir. Tirmizî, el-Hâkim ve Bey haki de rivayet etmişlerdir.
«Karanlıklarda mescidlere çok (defa) yürüyenleri...» ifâdesinin mânâsı şudur: Gece karanlıklarında bir iki defa yürüyenleri değil de çok defa yürüyenleri ve gece karanlığında mescide gitmeyi itiyat haline getirenleri kıyamet günündeki dâimi ve ebedî nurla müjdele.
Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve SellemJ'in : «...müjdele.» emrindeki hitâb umûmîdir. Müjdeleme durumunda olan âlimler ve benzeri yetkililerin hepsini kapsar. Bu hitabla muayyen bir kişi kasde-dilmemiştir.
Kıyamet günündeki tam nur, kıyamet günü mü'minler için hâsıl olan ve Cennet'e girinceye kadar devam eden nurdur. Münafık-lar böyle değildir. Çünkü onlar Dünya'da iken tevhid kelimesini dilleriyle söyledikleri için kıyamet günü başlangıçta onlar için de bir nur hâsıl olacak ve belirdikten hemen sonra sönüverecektir. Münafıklar, mü'minlere : Bize doğru bakınız.Tâki sizin nurunuzdan iktibas edelim, diyecekler/ Münafıklara istihza mâhiyetinde : Gensin geriye dönün de nur taleb edin, denilecek; Münafıklar geri dönecekler, bundan sonra kendileri ile mü'minler arasına kapılı bir sur konulacak. Sûrun mü'minler tarafında olan iç kısmında rahmet bulunacak ve münafıklar tarafında olan dış kısmında azab olacaktır.
Gece karanlığında mescidlere gitmeye teşvik edici mâhiyette daha bir çok hadîs vardır. Onları buraya geçirmeye lüzum görmüyorum.
Sindî'nin beyânına göre bu hadîs, yatsı ve sabah namazında mescide gitmenin faziletini ifâde eder. Sabah namazında tağlis yapıldığı takdirde ona şâmildir. İsfârda, yâni; ortalık aydınlanınca sabah farzını kılmak evlâdır, diyenlere göre hadîsin sabah namazına şümulü yoktur. [77]
1 — Hayır işleyeni müjdelemek meşrudur.
2 — Gece karanlıklarında mescidlere çok adım atmak uhrevî saadete vesile olur.
3 — Hadîsler sabah ve yatsı namazlarını mescidlerde kılmaya devam etmeye teşvik etmiştir. Çünkü gece karanlığında edâ edilen namazlar bunlardır.
4 — Sabah ve yatsı namazlarında mescidlere gitmeyi âdet hâline getirenlerin müjdelenmesine işaret vardır. [78]
782) Ebû Hüreyre (Radıyallâhü anh)'den :
Şöyle demiştir : ResûluUah (Sallallahü Aleyhi ve Selle,m) buyurdu ki : «Mescidden en uzak olanların (uzaklık derecesine göre) sevabı daha büyüktür. [79]
Bu hadîsi Ahmed, Ebû Dâvûd ve Beyhakî de rivayet etmişlerdir. E1-Hâkim de rivayet ederek sahih olduğunu söylemiştir.
Hadîsten kasdedilen mânâ şudur: Kaldığı yer mescidden daha uzak olanın, cemaata gelişi dolayısıyla kazandığı sevâb, durduğu yer mescide o kadar uzak olmayanın cemâat sevabından daha büyüktür. Böylece kişinin meskeni veya bulunduğu yer mescidden uzaklaştıkça sevabı daha çok olur.
Müslim'in Ebû Mûsâ (Radıyallâhü anhl'dan rivayet ettiği bir hadîse göre ResûluUah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) şöyle buyurmuştur:
«Namaz hakkında sevabı en büyük olan insan, namaz yolu en çok uzak olandır.»
Hadisler, meskeni mescidden uzak olan kimseler için bir teselli kabilindendir. Çünkü meskeni mescide yakın olanın mescidde durması ve orada bol bol namaz kılması kolaydır, sevabı da buna göre çoktur. Evi mescidden uzak olan kimse bunlardan mahrumdur. Ona teselli olsun diye mescide gelip gitmek için karşılaştığı meşakkat ve
çok adım atması karşılığında bol sevab kazanmakla müjdelenmiştir.
Hadîslerden maksad, meskenleri mescidlerden uzaklaştırmak de ğildir. Çünkü Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'in evi mescide çok yakındı. Bu nevî hadîsler: 'Oruçlu adamın ağız kokusunun Allah indinde misk kokusundan daha güzel olduğunu' bildiren hadis gibidir. Çünkü o hadiste ağız kokusunu bozmaya teşvik etme anlamı yoktur Maksad, oruçlunun, ağzına bir şey almaması nedeniyle bozulan ağız kokusu dolayısıyla teselli edilmesi ve çokça sevab kazanmakla müjdelenmesidir. [80]
Hadis, mescidlere çok adım atmanın, sevabı bol olan ibâdetlerden olduğuna delâlet eder.
783) Übey bin Ka'b (RudtyutUâkü anh)\\en :
Şöyle demiştir: Ensardan bir adam vardı. Onun evi, Medine'nin (mescidden) en uzak olan eviydi. Bununla beraber, Hesülullah (Sal-laljahü Aleyhi ve Sellem) ile beraber namaz kılmayı hiç kaçırmazdı. Ubeyy (Radıyallâhü anh) demiştir ki: Ben, ona acıdım ve:
— Yâ Filan! Eğer sen bir merkep satın alsaydın, seni şiddetli sıcaktan korurdu. Ayağına taş değip incinmesinden yüksek tutardı ve yerin zehirli hayvanlarından korurdu, dedim. Adam
— Vallahi evimin Muhammet) (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'in evinin bitişiğinde olmasından hoşlanmam, dedi. Übey demiştir ki: Ben adamın sözünü istiskal ederek alındım. Hatta Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) in evine vararak, dediklerini Ona anlattım. Bunun üzerine Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) adamı çağırtıp ona sordu. Adam da, bana dediğinin mislini Ona zikretti ve (attığı adımların) izinden sevab umduğunu anlattı. Resülullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) de Ona:
«Gerçekten sana, saklayıp umduğun (sevab) vardır.» buyurdu. [81]
Bu hadîsi Müslim, Ebû Dâvûd ve Beyhakî de az bir lafız farkıyla rivayet etmişlerdir.
Hadiste geçen bâzı kelimeleri açıklayalım .
Hamad : Şiddetli sıcak ve kızgın yer üzerinde yürümek anlamlarına gelir.
Vak'a: Taşın ayağa değip incitmesi demektir. Tunub: Çadır ipi demektir. Burada yakınlıktan kinayedir.
İhtisâb: Hesaplamak, yetinmek, zannetmek, saymak, mükâfatını Allah'tan beklemek, saklamak, Allah'ın rızasını taleb etmek, sevab talebiyle bir şey yapmak gibi değişik mânalara golir. Bu mânâların bir kaçı buraya uygun düşer.
Hadîsin mânâsına gelince; Übeyy (Radıyallahü anh)'in bahsettiği Ensâri' nin ismini bilemedim. Bu zât Medîne' deki müslümanlardan evi mescide en uzak olan kimse olmasına rağmen beş vakit namazı mescidde Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem î'in arkasında kılar.Ve cemâati hiç kaçırmazdı.Übeyy (Radıyallahü anh), onun bu hâline acıyarak bir merkep satın almasını söylemiş ve binerek gelip gitmesinin faydalarını anlatmış; gündüz geliş gidişlerinde, Güneş'in kızgın sıcağından ve kızgın kumlar üzerinde yürümekten kurtulacağını; gece, gündüz geliş ve gidişlerinde zehirli hayvanların şerrinden ve yollardaki taşların ayağını incitmesinden kurtulacağını hatırlatmıştır Adam, anlatılan zorluklardan kurtuluşun diğer bir çâresinin mescide yakın bir yerde yerleşmek olduğunu, fakat uzak mesafeden yürüyerek gelip gitmekle daha çok sevab kazanma yolunu tercih ettiğini, söylemek istemiştir.
Ancak evinin Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'in evine yakın olmasından hoşlanmadığını kapalı bir ifadeyle söylediğinden dolayı,Übeyy (Radıyallâhü anhJ bu sözü istiskal ederek Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'e iletmiş ve nihayet Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) adamı çağırtıp sarfettiği sözün mâhiyetini sorunca, adam maksadını açıklamış, Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) de niyetine göre karşılık bulacağını bildirmiştir.
Hadîsin «Gerçekten sana, saklayıp...» fıkrasından maksad şudur: Adam riyakârlık ve gösteriş gibi süflî emelleri karıştırmadan tam bir ihlâsla amel ettiği zaman Allah Teâlâ yanında sevaba lâyık olacağını müjdelemektir. [82]
1 — Sahâbîler, birbirlerine karşı fazlasıyla merhametliydiler.
2 — Dinî yönden görünüşte noksanlık arzeden bir hâl ve hare: ket görüldüğünde durumu kavmin büyüğüne iletmek gerekir.
3 — Kavmin büyüğü, etbâmdan birisinin uygunsuz harekette bulunduğunu haber aldığı zaman, hemen ceza yoluna gitmemeli, önce durumu iyice tetkik ve tesbit etmelidir.
4 — Mescide çok yürümenin sevabı fazladır.
5 — Amelde ihlâslı olmak esastır.
784) Enes hin Mâlik (Rtıdtyullâkü anh)'ûen rivayet edildiğine göre şöyle tlemişlir:
(Ensardan) Banî Selime kabilesi, (Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'in mescidden uzak kalan) evlerinden çıkarak mescidin yakınına gelmek istediler. Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem), (Medine'yi muhafaza eden bu evleri tahliye etmekle) Medine çevresini boş bırakmalarını arzu buyurmadı. Ve Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) onlara ı
«Ey Benî Selime! Sizler, (mescide gelip giderken) attığınız adımlarınızın izlerini hesaba katmayacak mısınız?» buyurdu. Bunun üzerine onlar, yerlerine ikamet ettiler."
İzahı
Bu hadîsi Buhâri de rivayet etmiştir. Müslim ise, aynı olayı anlatan bir hadîsi Câbir bin Abdillah (Radıyallâhü anh)'tan, başka lafızlarla, müteaddit senedlerle rivayet etmiştir.
Sindî: 'Beni Selime kabilesi, Ensar-ı Kira m'ın bir koludur. Araplardan bu isimli başka kabile yoktur. Onların evleri Mescid-i Nebevi' den bir hayli uzaktı. Mesafenin uzaklığı, çok karanlık gecelerde, yağışlı havalarda ve şiddetli soğuklarda mescidlere gelmelerine mâni oluyordu. Bu nedenle Medine'-nin yakınına gelmek istediler. Fakat Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem), Medine' nin etrafının boş kalmasını arzulamadığı için, bunlar bu istekten vaz geçtiler. Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem), onların mesafe uzaklığı dolayısıyla mescide gelişlerinde attıkları adımların çokça sevaba vesile olacağını bildirmiştir,' demiştir.
Müs1im'in bu kabileden olan Câbir bin Abdillah el-Ensâri (Radıyallâhü anh)'den rivayet ettiği bu konudaki hadîslerden birisinde Câbir (Radıyallâhü anh) şöyle demiştir: Evlerimiz mescidden uzaktı. Biz, evlerimizi satıp mescidin yakınına yerleşmek istedik. Fakat Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sel-
lem), bizi men etti ve «Şüphesiz attığınız her adıma karşılık size bir derece vardır.» buyurdu. \
785) (Abdullah) İlm-i Abhâs (Rudıyallâhü ttnh)'den: Şöyle demiştir: Ensârın evleri mescidden uzaktaydı. Yakına gel-mek istediler. Bunun üzerine = «Ve biz, onların önden gönderdiklerini ve eserlerini yazarız.[83] âyeti nazil oldu. İbn-i Abbas demiştir ki: Onlar da (evlerinde) kaldılar.Zevâid'de : Bu hadis mevkuftur. Senedinde İbn-i Harb olan Simâk vardır, îbn-i Muin ve Ebû Hatim, onu sıka saymışlarsa da Ahmed : Onun hadîsleri mustaribtir, demiştir. Yâkub bin Şeybe de : Simâk'm yalnız tkrîmi'den olan rivayeti mustarib olup, başkalarından olan rivâye'ti yararlıdır, demiş diye bilgi verilmiştir.
Buhârl thtisâbü'l Âsâr bâbı'nda Enrs (R.A.)'Uı (784 noiu) hadisini rivayet ederken şöyle der :
MUcâhid :âyetinin tefsirinde 'Âsâr'dan maksad adımlardır, demiştir.
Buhâri, Enes (R.A.)'in mezkûr hadisini rivayet ettikten sonra da şöyle der : Mücâhid, Asar kelimesini adımlar olarak açıklamış ve : Onların ftsârı yerde ayakları İle yürümeleridir, demiştir.
Kastalânî : Müellif (Buhâri) bu ta'liki iki defa zikretmekle Beni Selime ka bllesinin anılan kıssasının mezkûr âyetin iniş sebebine işaret etmiştir. İbn-i Mâ-ceh, âyetin iniş sebebinin bu kıssa olduğunu kuvvetli bir sened ile rivayet etmiştir Ebî Hatim de böyle rivayet etmiştir, der. [84]
786) Ebû Hüreyre (Radtyallâhü atth)'üen rivayet edildiğine güre Rpsûhtllah (Saltallahü Aleyhivc Srllcm) şöyle buyurdu, demiştir :
«Adamın (mescidde) cemaatla kıldığı namaz (in sevabı, tek başına) evinde kıldığı ve çarşısında kıldığı namaz (m sevabın) dan yirmi küsur derece fazladır.»"
787) Ebû Hüreyre (Radtyallâhü anh)\\en rivayet edildiğine göre; ResuluHah (Sallallahü Aleyhi ve Scilcm) buyurdu, demiştir:
«Cemaatla kılman namazın birinizin tek başına kıldığı namaza üstünlüğü yirmi beş cüzdür. [85]
Müellifin iki ayrı senedle rivayet ettiği Ebû Hüreyre (Radıyallâhü anh) 'nin hadîsini Buhârî, Müslim, Ebû Dâvûd ve Tirmizi de uzun ve kısa metinler hâlinde ve az lafız farkıyla rivayet etmişlerdir. Bâzı rivayetlerde: «...yirmibeş derece...»; bir kısım rivayetlerde«...yirmibeşcüz...» ve M üslim'in bir rivayetinde: «...yirmibeş namaz...» ifadeleri bulunmaktadır. Bu nedenle 'derece' ve 'cüz' kelimeleri, namaz anlamına yorumlanmıştır. Ebü Dâvûd'un sünenindeki 'Namaza yürüyerek gitmenin fazileti hakkında gelen hadîsler bâbı'nda rivayet olunan bu hadîsin açıklamasını yapan el-Menhel yazarı şöyle der:
«Rivayetlerde: «...yirmibeş derece.,.», «...yirmibeş cüz'...» Ve «...yirmibeş namaz...» tâbirlerinin değişik oluşunun, râvüerin tasarrufundan ileri geldiği kanaAtmdayim.
Hadisin mânâsı şudur. Adamın mescidde cemaatla kıldığı namazın sevabı, onun evde ve çarşıda kendi başına kıldığı yirmibeş namazın sevabından fazladır. Burada 'Adam* tabiriyle kadının bu hükümden istisna edilmesi kasdedümemiştir. Çünkü kadının mescide gitmesi, bâzı şartlarla caiz olduğuna göre aynı sevab onun için de mevcuttur.
Hadisin zahirine göre evde ve çarşıda kılınan namaz,, cemaatla da kılınmış olsa hüküm aynıdır. Lâkin, bu mânâ kasdedümemiştir.
Mâksad, mescidde cemaatla kılınan namazın, başka yerlerde tek başına kılınan namazdan üstünlüğünü ifade etmektir. Çünkü konu budur. Hadîste bu durumun açıkça belirtilmemesinin sebebi, mescidde-ki cemaata girmiyenlerin ekseriyetle namazı tek başlarına kılmaları olabilir. Hâl böyle olunca mesciddeki cemâat ile ev ve çarşıdaki ce-mâatm faziletinin eşit olması gerekmez. Bilâkis çarşıdan başka yerde kılınan namaz, çarşıda kılman namazdan efdaldır. Çünkü çarşının, şeytanların yeri olduğuna dâir hadîs vardır. Bununla beraber evde ve çarşıda namazı cemaatla kılmak, tek başına kılmaktan evlâdır.
Bâzı rivayetlerde bulunan 'Dereceler' ve 'Cüz'Ier', 'Namazlar' mânâsını taşır. Çünkü bâzı rivayetlerde Derece ve Cüz' yerine 'Namaz' kelimesi kullanılmıştır. Şu halde mescidde cemaatla kılınan namazın sevabı, evde ve çarşıda kılınan yirmibeş namazın sevabından fazladır.
İlk hadisteki: «...yirmibeş küsur...» fıkrasında küsur diye karşılık verdiğimiz 'Bıd* kelimesi, birden veya üçten ona kadar olan sayılar için kullanılır. Diğer rivayetlerde yirmibeş sayısı kesin olarak geçtiği için, buradaki küsurdan maksad, beştir,
İkinci hadîsteki 'Cüz' kelimesi ise, bir parça demektir. Başka rivayetlerde bu kelime yerine derece veya namaz kelimeleri bulunduğu için 'Cüz' kelimesi ile namaz kasdedilmiştir. [86]
1 — Cemaatla kılınan namaz, tek başına kılınan namazlardan üstündür.
2 — Farz namazları evlerde ve çarşılarda kılmak caizdir.
3 — Farz namazların cemaatla kılınması şart değildir. Tek başına da kılınabilir.
788) Ebû Saîd-i Hudrî (Radıyallâhü a«*)'den rivayet edildiğine göre Resul ullalî (Sallallakü Aleyhi ve Sellem) şöyle buyurdu, demiştir :
«Adamın (mescidde cemaatla kıldığı namazın sevabı) evinde (tek başına) kıldığı namaz'ın sevabından yirmibeş derece fazladır,»"
Buhâri' nin Ebû Saîd-i Hudrî (Radıyallâhü anh) '-den merfu' olarak rivayet ettiği hadisin lafzı şöyledir:
>Cemâat namazı, münferiden namazından yirmibeş derece ile efdal olur.*
Ebû Davud'un rivâyetindeki hadisin metni ise şöyledir:
-Cemaatla kılınan namaz, (münferiden) kılınan yirmibeş namaza denk gelir....
Ebû Davud'un rivâyetindeki önemli özellik, derece ve cüz* yerine namaz kelimesinin kullanılmasıdır.
789) Abdullah İbn-i Ömer (Radtyallâkü ankiimdyden rivayet edildiğine göre; Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) şöyle buyurdu, demiştir :
«Adamın cemaatla kıldığı namaz, adamın kendi başına kıldığı namazdan yirmiyedi derece üstündür. [87]
Buhâri, Müslim ve Tirmizî de, bu hadîsi az lafız farkıyla rivayet etmişlerdir.
Tirmizî, îbn-i Ömer (Radıyallâhü anlı) 'in hadisinin sahih - hasen olduğunu söyledikten sonra şöyle der: Cemaatla kılınan namazın tek başına kılınan namazdan üstünlüğüne dâir, Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'in hadîsini rivayet edenlerin hepsi: «...yirmibeş...» demişlerdir. Yalnız Ömer (Radıyallâhü anh) : «...yirmiyedi...» demiştir.
El-Hefız : Bu iki sayıdan hangisinin kuvvetli olduğu hususunda ihtilâf edilmiştir. «...yirmibeş...'in râvileri çok olduğu için bu rivayet tercih edilir diyenler... olduğu gibi, «...yirmiyedi...» rivayetinde âdil ve hafız râvinin ilâvesi bulunduğu için bu rivayet tercih edilmelidir, diyenler de olmuştur, demiştir.
Nevevi; 'iki rivayetin -arasını üç yönden bulmak mümkündür :
1 — İki rivayet arasında bir çelişki yoktur. Az olan derecelerin zikredilmesi, çok dereceye mâni değildir. Usul âlimlerinin cumhuruna göre sayıların mefhum-i muhalifi bâtıldır.
2 —, Peygamber (Sallallahü Aleyhive Sellem), önce az olan dereceleri haber vermiştir. Bilâhere Allah Teâlâ fazilet derecesinin daha fazla olduğunu bildirince Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Ssl-lem), bu defa fazla olanı haber vermiştir.
3 — Derece sayısı, namaz kılanların hallerinin değişikliğiyle ve namazın değişikliğiyle değişir. Namaz kılanların bâzılarına yirmibeş derece, diğer bir kısmına yirmiyedi derece verilir. Bu farklılık, namazın âdabına riâyet etmek, huşu ve huzur şartlarına riâyet etmek, cemâatin çokluğu, cemaata katılanların üstünlüğü, namaz kılman yerin daha kutsal oluşu gibi nedenlerden bu farklı dereceler meydana gelir.
Rivayetler arasını bulmak için güvenilir cevablar bunlardır. Başka cevablar da verilmişse de bunları nakletmeye gerek yoktur.
Bizim arkadaşlarımız ve cumhur, bu hadisleri delil göstererek : Namazın sıhhati için cemâat şart değildir, demişlerdir.Dâvûd-i Zahiri muhalefet ederek : Şarttır, demiştir. Yine bu hadîsler, cemâatin farz-ı ayn olmadığına delildir. Âlimlerden bir cemâat, buna muhalif kalarak : Namazı cemaatla kılmak farz-ı ayn'dir, demişlerdir. Muhtar hüküm, cemâatin farz-ı kifâye oluşudur. Sünnettir, diyenler de vardır. Ben, anılan görüşlerin delillerini açık olarak el-Mühezzeb şerhinde bjldirmişimdir,' derrrştir.
E1-Hâfız, cemaatla kılınan namazın derecelerinin fazlalığına vesile olan şu sebepleri ez-Zeyn bin el-Münîr'den nakletmiş tir:
1 — Cemaatla namaz kılmak maksadıyla müezzinin dâvetine icabet etmek.
2 — Vaktin evvelinde namaza gitmek.
3 — Mescide vakarla yürümek
4 — Mescide duâ ederek girmek.
5 — Mescide girildiği zaman tahiyye namazını kılmak.Bunların hepsi cemaatla namaz kılmak niyetiyle oluşur.
6 — Cemâati beklemek.
7 — Cemâati beklerken meleklerin ona salât, okumaları, istiğfar etmeleri ve iyi şahadet etmeleri.
8 — İkamete icabet etmek ve ikamet getirilirken kaçan geytanın şerrinden korunmak.
9 — İmamın taharrüm tekbirini bekleyerek ayakta durmak, imamla beraber namaza girmek ve taharrüm tekbirinin faziletine kavuşmak.
10 — Safları düzgün tutmak, aradaki boşlukları doldurmak.
11 — İmam 'Semiallahü limen hamiden1 derken ona cevab vermek.
12 — Genellikle yanılmaktan emin olmak ve imam yanıldığı zaman teşbih .veya fetihle onu uyarmak.
13 — Huşu ve ekseriyetle meşgul edici şeylerden selâmette bulunmak.
14 — Cemâatin çevresinde meleklerin halka kurması.
15 — Kıraati pekiştirmek, rükünleri ve sünnetleri öğrenip onlara riâyet etmek.
16 — İslâm şiarını açığa vurmak.
17 — İbâdet üzerinde toplanarak yardımlaşmakla şeytanı çileden çıkarmak.
18 — İbâdete karşı gevşekliği olanın canlanması.
19 — Münafıklık vasfından ve sûizandan selâmette bulunmak.
20 — imamın selâmını almak.
21 — Cemâatin duâ ve zikir üzerinde toplanmalarından yararlanmak.
22 — Cemaattaki kâmil zâtların bereketinin, noksanlığı olanlara ulaşması.
23 — Komşular arasında kaynaşma düzeninin kurulması.
24 — Namaz vakitlerinde semt sâkinlerinin buluşmaları.
25 — Müslümanlar arasında bulunması gerekli olan birlik ve beraberliğin örnek bir misâlini vermek ve pekiştirmek.
işte cemaatla namaz kılmakta görülen yirmibeş haslet...
İki özellik daha vardır ki, bunlar cehri namazlara mahsustur. Bunlardan birisi, imam okuduğu zaman susup dinlemek, diğeri de imam : 'Âmin' dediği zaman cemâatin : 'Âmin' diyerek meleklerin 'Âmin' demesiyle beraberlik sağlamak. Böylece yirmiyedi derecelik üstünlüğün cehrî namazlara mahsus oluşu ihtimâli kuvvet kazanır.'
Tiybi, Turbeştî den naklen beyan ettiğine göre cemâatin şu kadar derece üstünlüğünün hikmeti, re'y ile idrak edilemez. Bunun mercii, akıl sahiplerinin ilimlerinin idrâkinden âciz oldukları nübüvvet ilmidir.
790) Ubeyy bin Ka'b (Radıyallâhü anh)\\eıı rivayet edildiğine göre; ResûJuİIah (Sallattahü Aleyhi ve Setlem) şöyle buyurdu, demiştir:
«Adamın cemaatla kıldığı namaz, adamın tek başına kıldığı namazdan yirmi dört veya yirmibeş derece üstündür.»"
Bu hadîsi Ahmed, Ebû Dâvûd, Nesâi, İbn-i Huzeyme ve 1bn-i Hibbân da rivayet etmişlerdir. Yahya bin Muin ve Zührî hadisin sahih olduğunu belirtmişlerdir. [88]
791) Ebû Hüreyre (Radıyallâhü a»A)'deıı :
Şöyle demiştir : Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) buyurdu ki:
«Vallahi içimden öyle arzu ettim ki namaza durulmasını emredeyim de ikamet getirilsin. Sonra bir adama emredeyim halka namaz kıldırsın. Bu emirden sonra beraberlerinde odundan demetler bulunan bir kaç adamı cemaata (özürsüz) gelmeyen güruha götürüp de üzerlerine evlerini ateşle cayır cayır yakayım. [89]
Bu hadîsi Buhâri, Müslim,. Ebû Dâvûd, Nesâi ve Ahmed de rivayet etmişlerdir.
El-Menhel yazan, hadîsin mânâsı ile ilgili olarak şöyle der: «Peygamber | (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) bâzı müslümanları farz namaz cemaatlarının bâzısında bulmayınca bu hadisi buyurmuştur. Nitekim Müs1im' in bir rivayetinde hadîs şöyle başlar: 'Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) bâzı namazlarda bir kısım insanları bulmayınca : «Vallahi içimden...» buyurmuştur.'Beyhakî' nin rivayetinde Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) : «Münafıklara en çok ağır gelen namaz yatsı ve sabah namazlarıdır. Eğer bu iki namazdaki sevabı bilselerdi, emekliyerek de olsa bunlara gelirlerdi. Vallahi içimden... buyurmuştur.
Cemaata özürsüz devam etmeyenlere, tam namaz kıldırılacağı esnada onların evine gidilmesi isteğinin sebebi, onların suçüstü yakalanmalarıdır. Özürsüz olarak cemaata gitmeyişleri tesbit edildikten sonra cezaya müstehak oldukları müşahede edijmiş olur.
Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'in: Sonra bir adama emredeyim...» buyruğu, imamın; önemli bir işi çıktığı zaman, cemaata namaz kıldıracak birisini yerine vekil bırakabileceğine delâlet eder.
Hadisteki namaz genel olup bütün farz namazları içine alır. Zahir de budur.
Hadisteki namaz ile yalnız yatsı namazının kasdedilmiş olması muhtemeldir. Çünkü Ahmed'in Ebû Hüreyre (Radıyallâhü anh)'den rivayet ettiği bir nadîste Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) :
-Eğer evlerdeki kadınlar ve çocuklar olmamış olsaydı, yatsı namazına başlardım. Ve evlerdekileri ateşle yaktırırdım.» buyurmuştur, îbn-i Huzeyme, Ahmed ve Hâkim'in fbn-i Ümmi Mektum (Radıyallâhü anh)'den rivayet ettikleri bir hadis de yatsı namazına gelmeyenlerin başlarına evlerini yaktırma arzusunun Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) taraf nidan izhar edildiğine delâlet eder.
Hadisteki namazdan maksad akşam ve yatsı namazları olabilir Çünkü Müslim, Nesâi, İbn-i Mâceh Ebû Davûd ve Ahmed'in Ebû Hüreyre (Radffallâhü anh) -den rivayet ettikleri bir hadiste Peygamber (Sallajlahü Aleyhi ve Sellem) :
-Münafıklara en ağır gelen namazlar, yatsı ve sabah namazlarıdır...» buyurmuştur.
Hadisteki namazla Cuma namazının kasdedilmiş olması ihtimâli de vardır. Çünkü Müslim'in İbn-i Mes'ud (Radıyallâhü anh) 'dan rivayet ettiği bir hadiste Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) özürsüz Cum'a namazından geri kalan bir kavim için şöyle buyurmuştur:
«Vallahi içimden geçti ki bir adama emredeyim (Cum'a) namazını kıldırsın. Sonra Cum'a namazından özürsüz geri kalan adamların başlarına evlerini yakayım.» [90]
1 — Taleb olmadan yemin etmek meşrudur.
2 — Şer'î ceza verilmeden önce suçlunun tehdidi caizdir.Bunun hikmeti ise, kötülük ehven bir ceza ile önlenebildiği takdirde bununla yetinilmesidir.
3 — Meşru işlerde başkasından yardım dilemek caizdir.
4 — Hadîsin zahirine göre mal ile cezalandırmak caizdir.Mâ1iki1er'den bir cemâatin görüşü budur. Fakat cumhur: Mal ile cezalandırma, İslâmiyet'in ilk günlerinde vardı. Sonra neshedildi, demiştir.
5 — Borçlu veya suçlu olup hakkın yerine getirilmesine karşı çıkan kişinin, evinde saklandığı zaman, evinden isteği dışında dışarı çıkarılması caizdir. Çünkü Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem),cemaata gitmeyen kimselerin, evlerini yakmakla dışarı çıkarılmalarını arzulamıştır.
6 — Namazın cemaatla kılınmasının ne kadar önemli olduğu belirtilmiştir.
792) (Abdullah) bin Ümmi Mektum[91] (Radıyallâhü (tnk)'den rivayet edildiğine güre şöyle demiştir :
Ben, Peygamber {Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'e dedim ki: Ben yaslı, âmâ, evi (mescidden) uzak bir kimseyim. Bana yardım edip mescide götürecek yedekçim de yoktur. (Cemaata gelmemem için) Bir ruhsat bulur musun? Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) :
-Sen ezan (sesini) işitiyor musun?» d.iye sordu. Ben : Evet, dedim. O:
«Ben senin için bir ruhsat bulamam.» buyurdu." [92]
Bu hadisi Ebû Dâvüd, Ahmed, el-Hâkim ve İbn-i Huzeyme de rivayet etmişlerdir.
Müellifin sünen nüshalarında ve Ebû Davud'un süne-ninin ekserisinde diye geçen cümlenin; olması gerek' Ebû Davud'un bâzı nüshalarında; cum leşinin bulunduğu, Menhel yazan tarafından bildirilmiştir.
Ha1lâbi: Doğru olanı; 'dir. Mânâsı: «Bana yardım etmez, bana muvafakat etmez.- demektir ise : «Beni kınamaz, ben de onu kınamam.» mânâsını ifâde eder ki, konuyla bir münâsebeti yoktur, demiştir.
İbn-i Ümmî Mektum (Radıyallâhü anh) Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'den mescidde cemaatla namaz kılmaktan geri kalıp namazını evde kılmak için ruhsat istemiş, Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) de: «Ben senin için bir ruhsat bulamam.» buyurarak, ezan sesini işittiği için namazını camide cemaatla kılmasını istemiştir.
El-Menhel yazarı şöyle der:
*Hadîs, cemaatla namaz kılmak farzı ayn'dır diyenler için delildir. Çünkü râvi ma'zeretini anlattığı halde ezan sesini işittiği için, cemâate gitmemesine ruhsat verilmemiştir.
Namazı cemaatla kılmak sünnettir, diyenler : Hadîsin mânâsı şudur, diye yorumda bulunmuşlardır.
'Cemaata katılmadan cemâatin faziletini elde etmen için ben ruhsat bulamıyorum.' Hadîsin mânâsı, râvinin mescide gitmesinin vâ-cibliği değildir.'
Buhârî, Müslim ve (754 no'da) müellifimizin rivayet ettikleri bir hadise göre Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem), gözünden şikâyetçi olan ashabtan îtbân bin Mâlik'in kendi evinde vakit namazlarını kılmasına izin vermiştir. Bu olay îbn-i Ümmî Mektûm (Radıyallâhü anh)'un mezkûr hadîsinin ikinci şekilde yorumlanmasını te'yid eder.
Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem), İtbân (Radıyallâhü anh) 'a ruhsat verdiği halde İbn-i Ümmî Mektûm (Radıyallâhü anh) "a ruhsat vermemesinin sebebi şu olabilir : Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem), onun meşakkat çekmeden mescide ge lebileceğini bildiği için ruhsat vermemiştir. Aslında körlük meşru mazerettir. [93]
1 — Dînî problemi olan kişi, âlime müracaat etmelidir
2 — Körlük, cemaattan geri kalmak için bazen yeterli kılmayabilir.
3 — Cemaatla namaz kılmak çok önemlidir.»
793) (Abdullah) İbn-i Abbas (Radıyallâhü anh)'den : Şöyle demiştir: Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) buyurdu ki :
«Ezan sesini işitip de oraya (özürsüz) gitmeyenin namazı (makbul) olmaz.» [94]
Bu hadisi îbn-i Hibbân ve el-Hâkim de rivayet etmişlerdir. Ebû Dâvûd ve Dârekutnî' nin îbn-i Abbâs' dan merfu olarak rivayetleri şöyledir:
'«Her kim ki namaza çağıranı işitir de her hangi bir özür gitmesine mâni olmazsa (cemaata gitmeden) kıldığı namaz, kendisinden kabul olmaz.» Sahâbüer i Özür nedir? dediler. Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) : «Korku veya hastalıktır.» buyurdu.'
Hadîsin mânâsı şudur : Farz namaz için okunan ezan sesini duyan kimsenin, meşru bir mazereti bulunmadığı halde mescide gitmeyerek kıldığı namaz, kabul olunmaz.
Ezan sesini işitmek ve işitilen ezanın okunduğu mescide gitmek, ekseri haller dikkate alınarak buyurulmuştur. Çünkü insan genellikle ezan sesini duyduğu cemaata gider. Yoksa sanıldığı gibi cemaata gitmek yükümlülüğü, ezan sesini işitmeye bağlı değildir, İşitmese bile cemaata gitmesi matlubtur. Ezan sesini işitmemek, cemaata gitmemek için meşru' sayılan özürlerden değildir. Keza kişi ezan sesini işittiği mescide gitmez de başka bir mescide giderse, kendisinden istenileni yapmış olur.
Sindi: 'Ezan sesini işnen kişi, daha önce namaz kıl mışsa tekrar mescide gitmesi gerekli değildir.
«...Onun namazı (makbul) olmaz.» cümlesinden maksad şudur: Ezan sesini işiten kişi, çağırılan namazı kılmamış ve mescide gitmesine engel hiç bir özrü yok iken mescide gitmez de başka yerde namaz kılarsa, namazı sahih değildir. Hadîsin zahiri bu mânâya delâlet eder. Fakat bu mânâ, fıkıh ehlinin görüşlerine muhalif düşer. Bunun için hadîsten maksad, böyle kılınan namazın noksan oluşu dur.' demiştir.
Ebû Davud'un rivayetinde hastalık ve korku özür sayılmıştır. Mal, can ve ırza âit korku çeşitlen buna girer. El-Menhel yazan : Şiddetli yağmur ve soğuk ile fazla acıkma ve küçük veya büyük abdestin sıkışıklığı da özürlerden sayılır, demiş ve buna âit delilleri nakletmiştir. Delilleri buraya aktarmaya gerek görmüyorum.
Namazı cemaatla kılmak farzı ayn'dır, diyenler bu hadisi de delil göstermişlerdir. Lâkin hadîsten maksad, kişinin kıldığı namazın, tam olarak kabul olunmadığını belirtmektir.
El-Ayni: Bu hadîs tehdid içindir.-... Namazı kabul olunmaz.» ifâdesi namazın fazilet ve kemâlinin olmayışını bildirmek içindir. Bu hadis;Mescidin komşusu için ancak mescidde namaz kılmak vardır.» hadîsine benzer, demiştir
Nevevi de:Namazın kabul olunmamasının mânâsı, namazda sahibi için sevabın olmayışıdır. Ama kılınan namaz, farzın ifâsı için kâfidir. Gasbedilen evde .kılınan namaz sahihtir. Bununla be raber sahibine bir sevab kazandırmaz. Bu da onun gibidir, demiştir.[95]
1 — Namazın cemaatla kılınmasının önemi belirtilmiştir.
2 — Cemaattan, özürsüz olarak geri kalan kişi, bol sevabdan mahrum kalmış olur.
3 — Özür nedeniyle cemaattan geri kalmak meşrudur
704) İbn-i Abbas ve İbn-i Ömer (Radtyatlâhü anhüm)\\?ı\ rivayet edildiğine jçöre kendileri Peygamber (Sallaitahü Aleyhi ve Seliemyi minber ağaçları üzerinde şöyle buyururken işi t mislerdir ;
«Vallahi bâzı kavimler cemaatları terketmekten vaz geçecekler ya da Allah onların kalblerini mühürleyecektir. Sonra da muhakkak gafillerden olacaklardır.» [96]
Nesâi, bu hadîsi 'Cum'a' bahsinde rivayet etmiştir. Oradaki rivayette mezkûr tehdid Cum'a namazını terkedenler hakkında buyurulmuştur.
Câmiü's-Sağîr yazarının beyânına göre Ahmed, Müslim, Nesâî ve îbn-i Mâceh bu hadisi rivayet etmişlerdir.
Nesâi'nin rivayetinde «...Minberinin ağaçları üzerinde...» buyurulmuştur. Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'in minberi üç basamaklıydı. Üçüncü basamak üzerinde otururdu. Mübarek sırtını üç ağaca dayardı. Minberin iki tarafında da birer ağaç bulunurdu. Minberin yüksekliği, genişliği, uzunluğu v.s. özellikleri hakkında geniş malûmat inşâallah 'Cum'a namazı' bahsinde verilecektir.
Sindi şöyle der : Kurtubi: Kalbi mühürlemek, Allah'ın, söz konusu kavimlerin kalblerinde yaratacağı cehalet, kasvet ve cefâdır, demiştir. El-Kâdı da Mesâbih şerhinde: Hadîste buyu-rulan iki şeyden birisi mutlaka gerçekleşecektir. Ya cemaatları terketmekten vaz geçip cemaata devam edeceklerdir. Ya da Allah, onlann kalblerini muhürleyecektir. Çünkü cemaatları bırakmayi alışkanlık hâline getirmek, kalbi karartır ve insanı ibâdetten soğutur demiştir.
795) Üsame bin Zeyd [97] (Radıyallâhü anh'dan rivayet edildiğine £Öre: Resûhıilaiı (SaUaiirJiü Aleyhi ve Scl/rm) >ıiyle buyurdu, demiştir:
«Vallahi bâzı adamlar cemaatı terketmekten vaz geçecekler. Yahut şüphesiz Een, onların evlerini yakacağım.[98]
1 — Vakit namazlarını cemaatla kılmak farz-ı ayn'dır. Atâ,Evzâi, ishak,Hanbe1i'1er, Ebû Sevr, İbn-i Huzeyme, İbnü'l-Münzir, İbn-i Hibbân ve Zahiriye mezhebi mensupları bu görüştedirler.Onların delilleri 791 nolu Ebû Hüreyre (Radıyallâhü anhTnin hadisi ve benzen hadislerdir. Namazın sıhhati için cemâat şart mıdır? değil midir? diye bu gruptaki âlimler arasında da ihtilâf vardır:
Zahiriye mezhcui İmam-ı Dâvûd ve kendisine tâbi olanlar cemaatla kılmayı, namazın sıhhatinin şartlarından saymışlardır.
İbn-i Hazm : Ezan sesini işitebilen erkeklerin, namazlarım mescidde cemaatla kılmaları farzdır. Özürsüz olarak ve bile bile bunu terkedenin namazı sahih değildir. Ezan sesini işitmeyecek durumdaysa, en az bir kişiyle cemâat kurup namaz kılması farzdır. Böyle yapmasa, kendi başına kılacağı namaz sahih değildir. Şayet cemâat olacak hiç kimseyi bulamazsa münferiden namaz kılabilir. Şer'i mazereti olanın kendi başına namaz kılması sahihtir, demiştir.
Bu gruptaki diğer âlimlere göre cemâat farz-ı ayn olmakla beraber kendi başına kılınan namaz sahihtir.
2 — Cemâat farz-ı kifâyedir. Bâzı Şafiî âlimleriyle Mâ1ikî1er, bu görüşü benim semişlerdir.Hanefî âlimlerinden Tahavi ve Kerhî de bunu seçmişlerdir.
Bunlar da birinci grubun delillerine dayanmışlardır. Ancak bu hükmü farz-ı ayn'dan farz-ı kifâye'ye çevirici karineler bulunduğu için: Farz-ı ayn'dır, dememişlerdir. Gösterdikleri karine:
«Cemaatla kılınan namaz, tek başına kılınan namazdan yirmibeş derece efdaldır.» mealindeki hadîstir. Çünkü bu hadîs, tek başına kılınan namazın sıhhatim ifâde eder. Şu halde delillerden çıkarılan vücub, kifâye içindir.
3- Cemâat sünneti müekkededir.Hanefî, $âfii ve Mâliki mezheblerinin meşhur görüşleri budur. Bunların delilleri, cemaatla kılınan namazın, tekbaşına kılınan namazdan yirmibeş derece üstün olduğunu ifâde eden İbn-i Ömer (Radıyal-lâhü anh) in (789 nolu) hadisi, Ebü Saîd-i Hudri (Radıyallâhü anhî'nin 788 nolu hadisi ve Ebû Hüreyre (Radı-yallâhü anhKnin (786 ve 787 nolu) hadisleridir. Bu âlimler: Cemâat namazının münferid namazından efdal oluşu, münferid namazında da faziletinin bulunduğuna delildir, demişlerdir.
Cemaata gelmeyenlerin evlerinin Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) tarafından yakılması arzusuna ait 791 nolu hadîse gelince; buna müteaddit cevaplar verilmiştir.
El-Menhel yazarı
cevapların bir kısmını şöyle sıralamıştır:
1- Evlerin yakılmasıyla ilgili hadîs, özürsüz olarak cemaattan geri kalan ve tek başlarına namaz kılan münafıklar hakkındadır. Nitekim İbn-i Mes'ud (777 nolu) hadîste:
«Ben bilirim ki besbelli münafıklardan başka hiç birimiz cemaattan geri kalmazdı,» demiştir.
2- Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) :
«Cemaattan geri kalanların evlerini yakmak arzusu içinden gelir.» buyurmuş ama bunu gerçekleştirmemiştir. Eğer gerçekleşmesi vâcib olsaydı terketmezdi.
3- Kadı Iyaz: Namazı cemaatla kılmak ilk zamanlarda farzı ayn kılınmış. Tâ ki münafıkların cemaattan geri durmaları Önlensin. Sonra bu vücub neshedilmiştir, demiştir.
El-Fetih yazan: Cemâat fazileti hakkında vârid olan hadîsler, neshe delâlet eder. Çünkü efdaliyet tek basma kılınan namazda faziletin aslının bulunmasını gerektirir. Faziletin aslının oluşu, tek başına kılınan namazın cevazına delâlet eder, demiştir.
Cemâatin sünnet olduğuna hükmeden cumhur'un görüşü, açık olan görüştür.- Çünkü bu takdirde bütün delillerin arası bulunur. Hiç birisi ihmal edilmemiş olur. [99]
796) Aişe (Radtyaliâhü atthâ)'dan:
Şöyle söylemiştir: Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) buyurdu ki :
«Eğer halk yatsı ve sabah namazları cemâatiarındaki fazileti bilselerdi onlar (için mescidJe emekliye emekliye de olsa gelirlerdi.-"
797) Ebû Hüreyre (Radtyaliâhü attkyden :
Şöyle demiştir: Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) buyurdu kİ :
«Şüphesiz münafıklara en çok ağır gelen namaz, yatsı ve sabah namazlarıdır. Eğer bunlardaki sevabı bilmiş olsaydılar bu iki namaz (için mescidJe emekliye emekliye de olsa gelirlerdi. [100]
Ebû Hüreyre (Radıyallâhü anh) 'nin hadîsini Buhâri az lafız farkıyla ve 791 nolu hadis metni ile birlikte, Müslim'de buradaki metni aynen ve 791 nolu metni az lafız farkıyla ve bir metin hâlinde rivayet etmişlerdir.
Ebû Dâvûd da benzer bir metni Ubeyy bin Ka'b dan rivayet etmiştir.
EI-Menhel yazarı: 'Yatsı ve sabah namazlarının faziletinin daha üstün olmasının sebebi, ikisinin de uyku vaktine rastlamasıdır. Uykusunun tatlı olduğu zamanda Allah Teâlâ için ancak takva sahibi mü'min yatağından kalkar. Münafık adam lezzetli uykusunu bırakıp namaza durmaz. İşte bu sebeple yatsı ve sabah namazının fazileti daha çoktur.
ikinci hikmet, bu iki namazın gece karanlığında oluşudur. Gösteriş için namaz kılan münafıkların gayesi, bu iki namazda kolayca gerçekleşemez. Çünkü gece karanlığında pek az kişi onları görebilir. Münafıkların dini bir amacı bulunmuyor ki onları cemaata gitmeye zorlasın. Bu nedenle anılan iki namaza gitmekte münafıkların ne dinî ne de dünyevî gayeleri bulunur' demiştir.
Ebû Hüreyre (Radıyallâhü anh)'nin hadisinde geçen «...münafıklar...» kelimesi ile zahiren müslüman ve kalben kâfir olan hakiki münafıklar mı kasdedilmiştir? yoksa kalben de mü'min olup günah münafıklığına düşenler mi kasdedilmiştir?
Kastalânî ve Ayni: Buradaki münafık tabiriyle küfür münafıkları değil, günah münafıkları kasdedilmiştir. Tehdid ve teşdîd için mü'minlere münafık denmiştir. Çünkü bu mü'minler, mescide gelmezler. Hiç bir özürleri olmadığı halde namazlarını evlerinde kılarlardı. Nitekim Ebû Hüreyre (Radıyallâhü anh)'nin Ebû Davud'un süneninde rivayet olunan hadisinde :
Sonra hiç bir illeti olmadığı halde namazlarını evlerinde kılan kavme gideyim...» buyurulmuştur. O halde bunlar, mü'min kimselerdir. Tehdid için onlara münafık ismi verilmiştir, demişlerdir.
«...Münafıklar...» tabiriyle hakiki münafıkların kasdedilmiş olması da muhtemeldir. Abdullah İbn-i Mes'ud (Radıyallâhü anh)'un 779 nolu hadîsi bu ihtimali te'yid eder. Çünkü îbn-i Mes'ud (Raciıyallâhü anh), o hadîste :
'Vallahi münafıklığı besbelli olan münafıklar hâriç hiç birimizin cemaattan geri kalmadığını bildim' demiştir.
Buna göre müzminlerden özürsüz olarak cemaattan geri kalan olmamıştır.
Kanaatimca üçüncü bir ihtimal olarak «...Münafıklar...» tabiriyle daha geniş kapsamlı bir anlam kasdedilmiş olabilir. Yâni hem küfür münafıkları hem günah münafıkları kasdedilmiş olabilir. Kalben inanmayanlar mescide gitmekten geri kaldıkları gibi kalben inanıp cemaata özürsüz gitmeyenler de olmuş olabilir. Bu takdirde Ebü Hüreyre {Radıyallâhü anh) 'nin hadîsi ile îbn-i Mes'ud (Radıyallâhü anh) "un hadisinin aralan bulunmuş olur. îb n-i Mes'ud {Radıyallâhü anh) hakîki münafıklardan başkalarının cemaattan geri kaldıklarından haberi olmamış olabilir. Ebû Hüreyre (Radıyallâhü anh) bundan haberdar olmuş olabilir.
îki gruba da, bilhassa yatsı ve sabah vakitlerinde mescide giderek bu namazları cemaatla kılmak çok ağır gelmiştir. Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) :
«Eğer münafıklar anılan iki namazı mescidde cemaatla kılmanın faziletini şuurlu olarak bilselerdi emekliye emekliye bile olsaydı mescide giderek cemaatla kılarlardı.» buyurmak istenmiştir.
798) Ömer bin el-Hattâb (Radıyallâhü anh)\\en rivayet edildiğine göre; Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) şöyle buyururdu, demiştir:
«Kim kırk gece mescidde cemaatla namaz kılar ve bu sürece yatsı namazının ilk rek'atini kaçırmazsa, Allah bununla o kimse için Cehennem ateşinden bir âzadlık yazar.Zevâid'de : Hadisin İsnadında mürsellik ve zaaf vardır. Tirmizî ve Dâ-rekutnl : Umâre, Enes R.Ae yetişmemiş ve onunla bulusmamıştır. Diğer râvi İsmail de tedlis ederdi, demişlerdir, denilir. [101]
799) Ebû Hüreyre (Radıyallâhü anh)'den :
Şöyle demiştir : Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) buyurdu ki:
«Şüphesiz biriniz mescide girdiği zaman, namaz onu alıkoydu ğu müddetçe namazda (imiş gibi sevab kazanmış) olur. Ve sizden birisi namaz kıldığı yerden ayrılmadığı, abdesti bozulmadığı ve kimseye eziyet etmediği müddetçe melekler: 'Allah'ım! Buna mağfiret eyle. Allah'ım! Buna rahmet eyle. Allah'ım! Bunun tevbesini kabul eyle' diyerek duâ ve istiğfar eylerler.» [102]
Bu hadisi Buhârî, Tirmizi,Ebü Dâvûd ve Beyhaki, uzun ve kısa metinler halinde rivayet etmişlerdir.
Hadîs, mescide giren adamın cemaatla kılınan namaz için mes-cidde beklediği sürece namazla meşgul olmuş gibi sevab kazandığına ve namaz kıldığı yerde oturduğu sürece meleklerin duâ ve istiğ farına mazhar olduğuna delâlet eder. Tuhfetü'l-Ahvezî yazarının beyânına göre duâ ve istiğfar eden melekler, hafaza melekleri veya gezici melekler yahut umumi melekler olabilir. Meleklerin sürekli duâ ve istiğfar edişleri üç şarta bağlanmıştır: Birinci şart; Kişinin, namaz kıldığı yerden ayrılmamasıdır. Müellifin rivayetinde olduğu gibi Buhâri ve Ebû Davud'un rivayetinde hadîsin zahirine göre bu şart koşulmuştur. El-Menhel yazarı, bu hadisi açıklarken : 'Namazdan sonra yerinden kalkmamak kaydı, ekseri haller itibariyledir. Yâni bu kayıt şart mahiyetinde değildir. Önemli olan, kişinin mescidden çıkmamasıdır. Namazdan sonra yerinden kalkıp yine mescid içinde başka bir yerde duran kişi için melekler duâ ve istiğfarlarını kesmeyip sürdürürler.' der.
Tirmizi'nin rivayetinde bu kayıt;
«...Kişi mescidde kaldığı sürece...» diye geçer. Bu ifade El-Men helin yorumunu te'yid eder.
Hulâsa, mescide namaz için giren kişi namaz kıldığı yerde beklesin veya mescidin başka bir yerine geçip orada beklesin mescidden çıkıncaya kadar melekler ona duâ ve istiğfar etmeye devam ederler.
Namaz kılınan yerde sabit durmak şart olmayınca iki şart kalmış olur:
Birisi, adamın abdestinin bozulmamasıdır.Tirmizi'nin rivayetine göre Hadramût'lu bir adam Ebû Hüreyre (Hadıyallâhü anh)'ye:
«Abdestin bozulması nedir?» diye sormuş. Ebû Hüreyre (Radıyallâhü anh) de : = «Sessiz veya sesli yeldir.» diye cevab vermiştir.
EI-Menhel yazarının bildirdiğine göre İbnü'l-Mühelleb: Hadîsten -anlaşılıyor ki mescidde abdestin bozulması hatadır. Sahibinin, meleklerin duâ ve istiğfarlarından mahrum kalmasına sebep olur, demiştir.
Diğer şart, söz veya fiil ile kimseye eziyet etmemektir. [103]
1- Cemaatla namaz kılmak için mescide giden kişi, namaz için beklediği sürece namazdaymış gibi sevab kazanır.
2- Adam mescid içinde kimseye eziyet etmedikçe ve abdesti bozulmadıkça melekler, kendisine duâ ve istiğfar ederler.
3- Mescidde eziyet etmek veya yellenmek meleklerin duâ ve istiğfarlarının kesilmesine sebep olur.
4- Abdestsiz olarak mescidde durmak caizdir.
800) Ebû Hüreyre (Radıyallâhü anh)'ûen rivayet edildiğine göre; Peygamber (SallaUahü Aleyhi ve Sellem) şöyle buyurdu, demiştir :
«Gurbetteki adam aile efradının yanma döndüğü zaman kendisinin dönüşüyle, onlar sevindikleri gibi; Allah, mescidleri namaz ve zikir için vatan edinen (buralara devamlı giden) her müslüman
adam (in bu hali) için sevinir.[104]
801) Abdullah bin Amr (Radıyaîlâhü anhümâ)'dan :
Şöyle demiştir: Biz, Resülullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) ile beraber akşam namazını kıldıktan sonra (evine) dönen döndü ve bekliyen bekledi. Bir süre sonra Resülullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) koşarak, hızlı nefes alarak ve diz kapakları açılmış bir halde geldi. Ve (bize) buyurdu ki:
«Müjdeleniniz. İşte Rabbiniz gök kapılarından bir kapı açmış, meleklere karşı sizlerle övünerek (onlara) : 'Şu kullarıma bakınız. Bir farzı kılmışlar ve diğer farzı belkiyorlar,' buyuruyor.[105]
802) Ebû Saiıl-i Hudri (RadıyaUâhü aıı/t)'den:
Şöyle demiştir : Resülullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) buyurdu ki :
«Sİz, adamın mescidlere gidip gelmeyi itiyat hâline getirdiğini bildiğiniz (veya) gördüğünüz zaman, onun imanlı olduğuna şahitlik
ediniz. Allah Teâlâ;= -Şüphesiz Allah'ın mescidlerini ancak Allah'a... inananlar imaret ederler.[106]buyurmuştur. [107]
Bu hadîsi Tirmizi de rivayet ederek hasen olduğunu söylemiştir. Âyetteki 'İmaret' kelimesiyle kasdedilen mânâ hususunda âlimler iki görüş rivayet etmişlerdir: Bunlardan bir kısmi: İmaretten maksad, ma'lum olan mânâdır. Yâni mescidleri yapmak, binayı sağlamlaştırmak, onarmak, yıkıldığı zaman yeniden yapmaktır. Kâfir kişi bundan men edilir. Hattâ bir mescid yapılmasını vasiyet etse bu vasiyeti kabul edilmeyecektir, demişlerdir, ikinci kavle göre imaretten maksad mescide girmek ve orada oturmaktır.
İmaret, iki kavle göre de mü'minin sânıdır. Özellikle mescidleri ibâdetle ve kılınan cemâat namazlarıyla canlandırmak, en büyük mânevi imarettir. Mescidlere namaz için ?idip gelmeyi İtiyad hâline getirerek sık sık girip çıkan kimsenin bu hâli, mü'min olmasının alâmetidir. Bunun için de hadiste böyle adamın imanlı oluşuna şehâ-det edilmesi emredilmiştir.
Şehâdetten maksad, böyle adamın mü'min olduğunu dille söylemek mi yoksa kalben itikad etmek midir?
Sindİ'nın beyânına göre Tıybi: eh âdet ediniz...» emrinin mânâsı: Adamın imanlı olduğuna kesinlikle hükmedin. Çünkü şehâdet, kalbteki kanâat ve inanca uygun olarak dille kesin söz söylemektir,1 demiştir. Sindi: Tiy bi'nin yorumu, hadisin sonunda, hadîsin hükmünü te'yid mâhiyetinde okunan âyette uygun olan yegâne yorumdur. Ancak şöyle bir sorun var: Buhâri ve Müs1im'in rivayet ettikleri bir hadise göre; Sa'd (Radıyallâ-hü anh) bir adam hakkında: 'Şüphesiz bu adam mü'mindir.' deyince Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) :
«Veya müslumandır.» buyurmuştur. Bu hadis, kimsenin imanlı olmasına kesinlikle hükmetmenin nehyine delâlet eder.
Bu soruna şöyle cevap verilebilir : Sa'd (Radıyallâhü anh) 'm hadîsinde bahsi geçen adam, mescidlere müdavim değildi. Bu sebeple onun îmânına kesinlikle hükmedilmemesi arzulanmıştır. Mescide müdavim kimsenin ise imanlı olmasına Ebû Said (Ra-dıyallâhü anh)'in hadisi gereğince hükmedilmelidir.
Mezkûr problem şöyle de çözülebilir:Ebû Said (Radıyallâhü anh)'in hadîsindeki îmandan maksad, İslâmiyettir, teslim olmaktır. Yânı mescidlere devam eden kimsenin müslüman olmasına hükmedilir. Ama içindeki inancın gerçek mâhiyetini ancak Allah bilir.Fakat bu çözüm şekline şöyle itiraz edilebilir: Kişinin müslüman-hğına hükmetmek için mescidler, devam etmesine ihtiyaç yoktur. Çünkü mescidlere müdavim olsun olmasın : 'Ben Müslümamm" diyen herkesin müslümanlığına hükmedilir.
En uygun yorum şekli, hadisteki şehâdetten maksadın mescidlere müdavim olan kişinin imanlı olduğuna kanâat edip itikad etmek olduğuna dâir olan yorumdur. [108]
[1] Zevâid'de: Ömer (R.A.)'in
hadisi mürseldir. Çünkü Osman bin Ab-dillah bin SÜraka, Ömer (R.A.)'den rivayet
etmiş. Halbuki Ömer (R.A.), Onun anasının babasıdır. Ve Osman kendisinden hadis
işitmemiştir. Bunu el-Mizzl, et-Tehzlb'te söylemiştir, tbn-i Hibbân da
sahihinde bu senedle hadisi rivayet etmiştir, denilmiştir.
[2] Zevâid'de : Râvi el-Velid
bin Müslim tedlisçi olup bunu an'ane ile rivayet etmiştir, şeyhi Lehia da
zayıftır. Bu nedenle Ali (B.A.)'m hadisinin isnadı zayıftır, denilmiştir.
[3] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi
Ve Şerhi,Kahraman Yayınları. 2/541-543
[4] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi
Ve Şerhi,Kahraman Yayınları. 2/543-544
[5] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi
Ve Şerhi,Kahraman Yayınları. 2/545
[6] Zevâicl'de ; İsnadı
zayıftır. Çünkü senedde Ctibare bin el-Muğallis bulunuyor ki o çok yalancıdır.
Ebû Dâvûd da bu hadîsi başka bir ifade ile ve kendi senediyle İbn-i Abbas
(R.A.)'tan merfu' olarak rivayet etmiştir, denilmiştir.
Sünen-i İbni Mâce Tercemesi Ve Şerhi,Kahraman
Yayınları. 2/545-546
[7] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi
Ve Şerhi,Kahraman Yayınları. 2/546-549
[8] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi
Ve Şerhi,Kahraman Yayınları. 2/549
[9] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi
Ve Şerhi,Kahraman Yayınları. 2/549-550
[10] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi
Ve Şerhi,Kahraman Yayınları. 2/550-551
[11] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi
Ve Şerhi,Kahraman Yayınları. 2/551-552
[12] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi
Ve Şerhi,Kahraman Yayınları. 2/552-555
[13] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi
Ve Şerhi,Kahraman Yayınları. 2/555-556
[14] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi
Ve Şerhi,Kahraman Yayınları. 2/556-557
[15] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi
Ve Şerhi,Kahraman Yayınları. 2/557
[16] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi
Ve Şerhi,Kahraman Yayınları. 2/557-558
[17] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi
Ve Şerhi,Kahraman Yayınları. 2/558
[18] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi
Ve Şerhi,Kahraman Yayınları. 2/558-559
[19] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi
Ve Şerhi,Kahraman Yayınları. 2/559-560
[20] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi
Ve Şerhi,Kahraman Yayınları. 2/560-561
[21] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi
Ve Şerhi,Kahraman Yayınları. 2/561-564
[22] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi
Ve Şerhi,Kahraman Yayınları. 2/564
[23] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi
Ve Şerhi,Kahraman Yayınları. 2/565
[24] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi
Ve Şerhi,Kahraman Yayınları. 2/565-566
[25] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi
Ve Şerhi,Kahraman Yayınları. 2/566-568
[26] 530 nolu hadisin izahında
hal tercemesi geçmiştir.
[27] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi
Ve Şerhi,Kahraman Yayınları. 2/568-570
[28] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi
Ve Şerhi,Kahraman Yayınları. 2/570-571
[29] Bu zatın adının Tıhfe bin
Kays olduğu da söylenmiştir. Adı hakkında başka rivayetler de vardır. Tehzlb ve
Takrlb'te doğrusunun Tıhfe olduğu söylenmiştir. Bu zat sahâbldir. Yüzükoyun
yatmaktan nefaiy hakkında bir hadisi vardır. (Hulasa: Sah. 181)
[30] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi
Ve Şerhi,Kahraman Yayınları. 2/572
[31] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi
Ve Şerhi,Kahraman Yayınları. 2/573-575
[32] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi
Ve Şerhi,Kahraman Yayınları. 2/575
[33] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi
Ve Şerhi,Kahraman Yayınları. 2/576-577
[34] Bu zatın hal terceiftesi 660
nolu hadîsin izahında geçti.
[35] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi
Ve Şerhi,Kahraman Yayınları. 2/578-579
[36] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi
Ve Şerhi,Kahraman Yayınları. 2/579-581
[37] Kastalâni nin beyanına göre
Enes (R.A.)'in annesi Ümmü Süleym'dir. Anne annesi Müleyke'dir.
[38] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi
Ve Şerhi,Kahraman Yayınları. 2/581-582
[39] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi
Ve Şerhi,Kahraman Yayınları. 2/582-583
[40] Zevâid'de: İsnadında
ilikıtâ' ve gevşeklik vardır. Çünkü râvilerinden îbn-i Ebl Meryem olan Selman
bin Yesâr, Ebû Sald-i Hudrî R.A.)'den hadis işis memiştir, Diğer râvi Muhammed
bin Salih'te de gevşeklik vardır, denilmiştir.
[41] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi
Ve Şerhi,Kahraman Yayınları. 2/583-584
[42] Temim ed-Dâri (R.A.)nin Hâl
Tercemesi
Temim ed-Dâri bin Evs bin Hârice, meşhur bir
sahâbidir. Eskiden hristiyan-mış. Devrinin hristiyanlarının rahibiynliş.
Hicretin dokuzuncu yılı kardeşi Nâim ile beraber Medine'ye gelerek müslüman
olmuşlar ve Temim, Peygamber (S.A.V.)ln beraberinde savaşa çıkmıştır. Mescidde
ilk lâmba yakan o olmuştur. Filistin'de yerleşmiştir. Geceleyin çok ibâdet
edermiş. Şam'da vefat etmiş, mezarı Filistin şehirlerinden olan Beyti
Cibrin'dedir. (El-Menhel, C. 5, Sah. 312)
[43] Zevâid'de : Hadis mevkuftur.
İsnadındaki râvilerden Halil bin İyas'ın zayıflığı üzerinde âlimler ittifak
etmişlerdir, denmiştir.
Sünen-i İbni Mâce Tercemesi Ve Şerhi,Kahraman
Yayınları. 2/584-585
[44] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi
Ve Şerhi,Kahraman Yayınları. 2/585-588
[45] Haluk, güzel kokuların bir
karışımıdır. İçindeki maddelerin çoğunu za'-reran teşkil eder
[46] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi
Ve Şerhi,Kahraman Yayınları. 2/588
[47] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi
Ve Şerhi,Kahraman Yayınları. 2/589-590
[48] Mezheblerin gorüşleri
el-Fıkh Ala'l-Mezâhebin Mescidler bahsinden alınmıştır.
[49] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi
Ve Şerhi,Kahraman Yayınları. 2/591-593
[50] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi
Ve Şerhi,Kahraman Yayınları. 2/594-595
[51] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi
Ve Şerhi,Kahraman Yayınları. 2/595-596
[52] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi
Ve Şerhi,Kahraman Yayınları. 2/596-597
[53] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi
Ve Şerhi,Kahraman Yayınları. 2/597-598
[54] İsnadının sahih olduğu
Zevâid'de bildirilmiştir.
[55] Zevâid'de : Müellifin isnadı
hakkında konuşulmuştur. Nesai bu hadisin, 'deve yataklarında namaz kılmaktan
nehiy' bülümünü rivayet etmiş, koyun ağılında namaz kılmakla ilgili kısmı
rivayet etmemiş, denilmiştir.
[56] Sebere bin Ma'bed (R.A.)'in
Hâl Tercemesi
Bu zâta Sebere bin Avsece bin Harmele bin
Sebere bin Hadic el-Cüheni de denmiştir. Fakat tbn-i Hibbân Rebi'in babası olan
Sebere bin Ma'bed ile Sebere bin Avsece'nin ayrı ayrı şahıslar oldukları
söylenmiştir. Resûllulah (S.A.V.)'dan ondo-kuz hadisi vardır. Müslim, Onun bir
hadîsini rivayet etmiştir. Râvisi, oğlu Rebi'-dir. Muâviye'nin hilâfeti
zamanında vefat etmiştir. Ebü Dâvûd, Nesâi. Tirmizİ ve îbn-i Mâeeh, Onun
hadislerini rivayet etmişlerdir. (El-Menhel. C. 4, Sah. 120)
[57] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi
Ve Şerhi,Kahraman Yayınları. 2/598-599
[58] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi
Ve Şerhi,Kahraman Yayınları. 2/599-601
[59] Fâtima (R.A.)'nın Hâl
Terccıııcsi
Hz.
Fatimetü'z-Zehrâ (R.A.) Resûl-i Ekrem (S.A.V.)'in zevcesi Hz. Hadice (R.A.J'den
dogma en küçük kızıdır. Hz. Ali (R.A.) ile evlenmiştir. Hasan, Hüseyin ve
Muhsin isminde 3 oğlu ile Zeyneb ve Ümmü Gülsüm adında 2 kızı olmuştur.
Peygamber (S-A.V.)'in diğer kızlarından bir kısmının çocuğu olmamış, olanların
çocukları da küçük yaşta vefat etmişlerdir. Bu sebeple Peygambsr (S.A.V.)
mübarek nesli Fâtime (R.A.)'nm çocuklarından ve torunlarından ibaret kalmıştır.
Fâtime
(R.A.)'nin fazileti ve Peygamber (S.A.V.)'in ona karşı beslediği ssvgi ve
değeri ifade eden hadislerden Buhârİ'nin rivayet ettiği bir - iki hadisini
nakletmekle yetinelim :
Peygamberimiz
(S.A.V.) vefat hastalığında Fâtime <R.A.)'yı yanma çağırarak kulağına
yavaşça bir şey söylemiş. Fâtime (R.A.) ağlamıştır. Tekrar çağırıp gizli bir
şey daha söyleyince bu defa gülmüştü. Bilâhare Âişe (R.A.) ağlama vs gülme
sebebini Fâtime (R.A.)'ye sormuş, Âişe (R.A.)'nin rivayetine göre Fâtime (R.A.)
kendisine şu açıklamada bulunmuştur :
«Resûlullah
(S.A.V*.)), bana önce vefat edeceğini söyledi. Ben de ağladım. Sonra bana :
«Cennet kadınlarının büyüğü olmaktan hoşlanmaz mısın?» buyurdu ve : Ehl-İ beyt
içinde Önce benim öleceğimi müjdeledi. Buna da güldü. Sevindim diye cevap
verdi-
Bu
hadîs dolayısıyla Buhari, Fatına menâkıbı için açtığı bahsin başlığında şunu
yazmıştır cennet fiilinin kadınlarının
büyüğüdür. Buhâri'nin Misver İbn-i Mahrem'den rivayet ettiğine göre Peygamber
(S.A.V.) şöyle buyurmuştur :
=
«Fâtima benden bir parçadır. Kim onu öfkelendirirse şüphesiz beni öfkelendirmiş
sayılır.»
Fâtima
(R.A.) Peygamber (S.A.V.)'in vefatından sonra 6 aylık kısa bir süre yaşamış ve Peygamber < S.A.V. )'in de mucize olarak
önceden haber verdiği gibi ehl-i beyt'ten ilk olarak kendisi vefat etmiştir.
Fâtima (R.A.)'dan 18 hadis rivayet edilmiş,
birisini Buhâri ile Müslim müttefikan rivayet etmişlerdir. Kendisinden eşi
Ali < R.A.), oğlu Hüseyin, Âişe, Enes bin Mâlik ve sahâbilerden
bir cemâat rivayet etmişlerdir, < RadıyaUâhü anhüm)
[60] Adı MÜnzir veya Abdur
rahman'dır. Babası Sa'd bin el-MÜnzİr'dir. Dedesinin Mâlik bin Sa'd bin Hâlid
bin Su'lebe bin Amr bin el-Hazreç olduğu söylenmiştir. Peygamber (S.A.V. )'den
26 hadisi vardır. Buhâri ve Müslim üç hadisini beraber ve bir hadisini
münferiden rivayet etmişlerdir. Râvileri Câbir bin Ab-dillah. Urve bin ZÜbeyr,
Abbâs bin Sehl, Amr bin Selim, Abdülmelik bin Said ve başkalarıdır. Uhud
savaşına ve ondan sonraki savaşlara katılmıştır. Kütüb-i Sitte sahipleri. Onun
hadislerini rivayet etmişlerdir. (El-Menhel, C. 4, Sah. 73)
[61] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi
Ve Şerhi,Kahraman Yayınları. 2/601-603
[62] Cum'a : 10
[63] Zuhruf : 32
[64] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi
Ve Şerhi,Kahraman Yayınları. 2/603-606
[65] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi
Ve Şerhi,Kahraman Yayınları. 2/606-608
[66] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi
Ve Şerhi,Kahraman Yayınları. 2/608-609
[67] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi
Ve Şerhi,Kahraman Yayınları. 2/610
[68] Nisa : 103
[69] Bakara : 200
[70] Cum'a : 10
[71] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi
Ve Şerhi,Kahraman Yayınları. 2/610-614
[72] Zevâid'de : Ebû Said
(R.A.)'in hadîsini İbn-i Huzeyme ve İbn-i Hibbân da rivayet etmişlerdir.
Sahîh-i Müslim'de ve başka hadîs kitablarmda bu hadisin şahidi vardır,
denilmiştir;
Müellif, 'Abdestte isbağ' babında bu hadîsi
rivayet etmiştir. 427 nolu olarak geçen bu hadîs ile gerekli izah, orada
yapılmıştır. Geniş bilgi için oraya müracaat edilebilir.
[73] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi
Ve Şerhi,Kahraman Yayınları. 2/614-616
[74] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi
Ve Şerhi,Kahraman Yayınları. 2/616-618
[75] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi
Ve Şerhi,Kahraman Yayınları. 2/618-619
[76] Zevâid'de Enes (R.A.)'ın
hadisine âit isnadın zayıf olduğu bildirilmiştir.
Sünen-i İbni Mâce Tercemesi Ve Şerhi,Kahraman
Yayınları. 2/620-621
[77] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi
Ve Şerhi,Kahraman Yayınları. 2/621-622
[78] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi
Ve Şerhi,Kahraman Yayınları. 2/622
[79] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi
Ve Şerhi,Kahraman Yayınları. 2/623
[80] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi
Ve Şerhi,Kahraman Yayınları. 2/623-624
[81] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi
Ve Şerhi,Kahraman Yayınları. 2/624-625
[82] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi
Ve Şerhi,Kahraman Yayınları. 2/625-626
[83] Yasin ; 12
[84] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi
Ve Şerhi,Kahraman Yayınları. 2/626-627
[85] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi
Ve Şerhi,Kahraman Yayınları. 2/627-628
[86] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi
Ve Şerhi,Kahraman Yayınları. 2/628-629
[87] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi
Ve Şerhi,Kahraman Yayınları. 2/629-630
[88] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi
Ve Şerhi,Kahraman Yayınları. 2/630-631
[89] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi
Ve Şerhi,Kahraman Yayınları. 2/631-634
[90] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi
Ve Şerhi,Kahraman Yayınları. 2/634-635
[91] İbn-i Ümmî Mektûm (R.A.)un
Hâl Tercemesi
îbn-i Ümmü Mektum'un adı Abdullah'tır. Amr bin
Kays olduğu da söylenir. Annesinin adı Âtike bint-i Abdillah'tır. İlk
zamanlarda müslümanhğı kabul edenlerden olup, ilk muhacirlerdendir. Peygamber
(S.X.V.)'den önce Medine'ye hicret etmiştir. Peygamber (S.A.V.), on üç defa
savaşlara giderken, halka namaz kıldırmak için O"nu Medine'de vekil
bırakmıştır. Kâdisiye fethinde bulunan Ibn-i Ümmü Mektûm, fetih günü elinde
sancak bulunduğu halde şehid edilmiştir. 'Abese' sûresi. O"nun hakkında
nazil olmuştur. Peygamberimize (S.A.V.). ama olarak müezzinlik yapmıştır.
(El-Menhel, C. 4, Sah. 217)
[92] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi
Ve Şerhi,Kahraman Yayınları. 2/635-636
[93] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi
Ve Şerhi,Kahraman Yayınları. 2/636-637
[94] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi
Ve Şerhi,Kahraman Yayınları. 2/637-638
[95] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi
Ve Şerhi,Kahraman Yayınları. 2/638-639
[96] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi
Ve Şerhi,Kahraman Yayınları. 2/639-640
[97] Üsame bin Zeyd bin Harise
el-Kelbi, Peygamber (S.A.V.)'in sevgisine mazhar olmuştur. 128 hadisi vardır.
Buhâri ve Müslim onbeş hadisini müttefikan, ikişer hadisini münferiden rivayet
etmişlerdir. Kavileri İbn-i Abbas İbrahim bin Sa'd bin Ebî Vakkas, Urve. Ebû
Vâil ve çok zâtlardır. Ebû Bekir (R.A.) ve Ömer (R.A.)'in katıldıkları bir askeri
kuvvetin basına Peygamber (S.A.V.) tarafından kumandan olarak atanmıştır. Mute
savaş. ıda bulunmuştur. Âişe (R.A.) : Kim Allah ve Resulünü seviyorduysa Üsâme
(R.A.)'yi sevsin, demiştir. Hicretin 54. yılı 75 yaşındayken Vâ'di'l-Kura'da,
bir rivayete göre Medine'de vefat etmiştir. (Hulâsa : 26)
[98] Zevıiid'de : Bu hadisin
isnadında «dlisçi olan el-Velîd bin Müslim ed-Dımişki bulunur. Râvi Osman'ın
hâli bilinmiyor. Hadîs metninin mânâsı Bu-hârî, Müslim ve başka kitablarda
mevcuttur, deniliyor.
Sünen-i İbni Mâce Tercemesi Ve Şerhi,Kahraman
Yayınları. 2/640-641
[99] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi
Ve Şerhi,Kahraman Yayınları. 2/641-642
[100] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi
Ve Şerhi,Kahraman Yayınları. 2/642-644
[101] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi
Ve Şerhi,Kahraman Yayınları. 2/644-645
[102] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi
Ve Şerhi,Kahraman Yayınları. 2/645-647
[103] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi
Ve Şerhi,Kahraman Yayınları. 2/647-648
[104] 'Zevâid'de isnadının sahih
ve ricalinin sikalar olduğu bildirilmiştir. Kütüb-i Sitte sahiplerinden yalnız
müellifin rivayet ettiği bu hadisi el-Hâkim de rivayet etmiştir. Metinde geçen
'Tebeşbüs'ün aslı iki dosttan birisinin gelişiyle diğerinin sevinmesi,
yönelmesi, güleryüz göstermesidir. Câmi'üs-Sağir'in şerhi es-Sirâcü'1-Münir'de
beyan edildiğine göre Zamahşeri: Burada 'Tebeşbüş'ten mak-sad; kulun mescidlere
gönül bağlayışından Allah'ın razı elması ve bu güzel davranışının O'nun
katında makbule geçmesidir, demiştir. Sindi de kelimenin lügat mânâsım
naklettikten sonra : Burada kasdedilen mânâ Allah'ın o kulu zâtına
yakınlaştırması, ikram ve in'amda bulunmasıdır, demiştir.
[105] Zevâid'de : Bu, sahih bir isnaddır. Ricali sikalardır,
denmiştir.
Bu
haclis de bundan Önceki gibi Kütüb-i Sitte sahihlerinden yalnız müellif tarafından
rivayet edilmiştir.
Hadis,
bir farz namazı cemaatla kıldıktan sonra mescidden çıkmayıp diğer fE.rzı
beklemenin üstün faziletini bildirmektedir. Hadiste geçen 'Akkaba' fiili,
Ta*kib' masdarından alınmadır. Sindî'nin beyanına göre Suyûtî : Mescidlerde
*Ti*kîb' bir farz namazdan sonra mescid içinde diğeri için beklemektir,
demiştir. Es-Sıhâh'ta ise : Namazda 'Ta'kib', namazı kıldıktan sonra duâ, dilek
ve benzeri bir şey için oturmaktır, denilmiştir.
Hadîsin sonundaki Allah'ın buyruğu, ta'Kib
kelimesi ile Suyûti'nin tarif ettiği mânanın kasdedildiğine delâlet eder.
[106] Tevbe : 18
[107] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi
Ve Şerhi,Kahraman Yayınları. 2/649-651
[108] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi
Ve Şerhi,Kahraman Yayınları. 2/651-652