1 - Orucun Fazileti Hakkında Gelen Hadîsler Babı
2 - Ramazan Ayının Fazileti Hakkında Gelen Hadisler Babı
3 - Şek Gününün Orucu Hakkında
Gelen Hadîsler Babı
Âlimlerin Şek Günü Hakkındaki Görüşleri
4 - Şaban Ayında Ramazan Ayına Kadar Peşpeşe Oruç Tutmak Hakkında Gelen
Hadîsler Babı
6 - Hilâli Görmeye Şahitlik Etmek Hakkında Gelen Hadîsler Babı
Ramazan Hilâlinin Görüldüğüne Dâir Şahitlik Hususunda Âlimlerin Görüşleri
Rasathane Hesaplarına Göre Ramazan Orucunu Tutmak Ve Bayram Yapmak Doğru
Mudur ?
8 - Ay (Bazen) Yirmidokuz Gün Olur Hakkında Gelen Hadisler
Babı
9 - İki Bayram Ayları Hakkında Gelen Hadîsler Babı
10 - Yolculukta Oruç Tutmak Hakkında Gelen Hadîsler Babı
11 - Yolculukta İftar Etmek Hakkında Gelen Hadîsler Babı
12 - Gebe Ve Süt Emziren Kadınların Oruç Tutmamaları Hakkında Gelen
Hadîsler Babı
13 - Ramazan (Orucu) Kazası Hakkında Gelen (Hadisler) Bâbî
Ramazan Orucunun Kazasının Geciktirilmesi
14 - Ramazan (Ayın) Dan Bir Gün
Oruç Bozanın Kefareti Hakkında Gelen (Hadîsler) Babı
Kefareti Yalnız Erkek Mi Ödiyecek, Yoksa Karısı Da Ödiyecek Mi ?
15 - Unutarak Orucunu Yiyen Hakkında Gelen Hadisler Babı
16 - Kusan Oruçlu Hakkında Gelen Hadisler Babı
17 - Oruçlu İçin Misvak Kullanmak Ve Göze Sürme Sürmek Hakkında Gelen Hadîsler
Babı
18 - Oruçlu İçin Hacâmet (Olmak Ve Etmek) Hakkında Gelen Hadisler Babı
19 - Oruçlunun Eşini Öpmesi Hakkında Gelen Hadisler Babı
Oruçlunun Eşini Öpmesi Hakkında Âlimlerin Görüşleri
20 - Oruçlunun Mübaşeret (Çıplak
Teninin, Eşinin Çıplak Tenine Değmesi)
Hakkında Gelen Hadîsler Babı
21 - Oruçlunun Gıybet Ve Çirkin Söz Söylemesi Hakkında Gelen Hadîsler Babı
22 - Sahur Yemeğini Yemek Hakkında Gelen Hadisler Babı
23 - Sehûr Yemeğini Geciktirmek Hakkında Gelen Hadisler Babı
24 - İftar Açmakta Acele Etmek Hakkında Gelen Hadîsler Babı
25 - İftarı Ne İle Açmanın Müstehab Olduğuna Dâir Gelen Hadisler Babı
26 - Geceden Oruca Niyet Etmek Ve Nafile Orucu Bozma Serbestliği Hakkında
Gelen Hadisler Babı
27 - Oruç Tutmak İstediği Halde Cünüb Olarak Sabahlıyan Adam Hakkında
Gelen Hadisler Babı
28 - Devamlı (Yıl Boyunca) Oruç Tutmak Hakkında Gelen Hadîsler Babı
29 - Her Aydan Üç Gün Oruç Tutmak Hakkında Gelen Hadîsler Babı
30 - Peygamber (Sallallahü Aleyhi Vesellemkin Orucu Hakkında Gelen
Hadisler Babı
31 - Dâvüd (Aleyhisselam)'In Orucu Hakkında Gelen Hadîsler Babı
32 - Nuh (Aleyhisselâm)'In Orucu Hakkında Gelen Hadîs Babı
33 - Şevval Ayından Altı Gün Oruç Tutmak Hakkında Gelen Hadîsler Babı
34 - Allah Yolunda Bir Gün Oruç Tutmak Hakkında Gelen Hadisler Bâbi
35 - Teşrik Günlerinin Orucundan Nehiy Hakkında Gelen Hadîsler Bâbî
36 - Ramazan Ve Kurban Bayramı Günü Oruç Tutmaktan Nehiy HakkındaGelen
Hadîsler Babı
37 - Cuma Günü Oruç Tutmak Hakkında Gelen Hadîsler Babı
Âlimlerin Yalnız Cuma Günü Oruç Tutmak Hakkındaki Görüşleri
38 - Cumartesi Günü Orucu Hakkında Geı.En Hadîs Babı
39 - (Zilhiccenin İlk) On Gün Orucu (Hakkındaki Hadisler) Babı
42 - Pazartesi Ve Perşembe Günleri Orucu Babı
44- Oruç Bedenin Zekâtıdır' Hakkındaki Bâb
45- Bir Oruçluya İftar (Yemeğini) Verenin Sevabı Hakkındaki Bâb
46- Yanında Yemek Yiyilen Oruçlu Hakkındaki Bâb
47- Oruçluyken Yemeğe Davet Edilenin Babı
48- Oruçlunun Duası Reddedilmez (Hakkındaki) Bâb
49- Ramazan Bayramı Günü (Bayram Namazına) Çıkmadan Öncf Bir Şey Yemek
Hakkındaki Bâb
50- Ölüp De Boynunda Özürsüz Olarak Tutmadığı Ramazan Orucu Bulunanların
Babı
51- Ölüp De Üzerinde Adak Borcu Bulunanın (Beyânı) Babı
Bu Ve Bundan Önceki Bâblarda Geçen Hadislerin İzahı
Oruç Borçlusu Olarak Ölen Yerine Oruç Tutmak Veya Fidye Ödemek Meselesi
52- Ramazan Ayında Müslüman Olan Hakkındaki Bâb
53- Kocasının İzni Olmaksızın Oruç Tutan Hakkındaki Bâb
54- Bir Kavme Misafirliğe Giden Kişi Onların İzni Olmadan Oruç Tutamaz,
Babı
55- Şükür Eden Oruçsuz, Sabreden Nafile Oruçlu Gibidir Diyen Hakkındaki
Bâb
56- Kadir Gecesi (Nin Hangi Gece Olduğu) Hakkındaki Bâb
57- Ramazan Ayının Son On Gününün Fazileti Hakkındaki Bâb
58- İtikâf Hakkında Gelen Hadîsler Babı
59- İtikâfa Başlıyan Ve İtîkâfı Kaza Etmek Hakkında Gelen Hadîs Babı
60- Bir Gün Veya Bir Gece İtikâf Etmek Hakkındaki Bâb
61- 'Mutekîf (Îtikâfta Olan)
Mescidin Belirli Bir Yerinde Devamlı Durur Babı
62- Mesciddekî Çadırda İtikâf Etmek Babı
63- 'Mutekif (İtikâf Eden) Hastayı Ziyaret Eder Ve Cenazelere Katılır'
Hakkındaki Bâb
Mutekifin Hasta Ziyareti Ve Cenaze Takibi Hakkındaki Âlimlerin Görüşleri
64- Mutekif, Başını Yıkar Ve Saçını Tarar' Hakkında Gelen Hadis Babı
65- Mutekifi Mescid İçinde Eşî
Ziyaret Eder' Babı
66- Müstehaza Kadın İtikâf Eder' Babı
68- Ramazan Ve Kurban Bayramının İki Gecesini İhya Eden Hakkındaki Bâb
Müellif, namaz kitabından sonra Oruç kitabını zikretmiştir. Çünkü oruç da namaz gibi bedeni bir ibâdettir. N e s a i de Müellif gibi yapmıştır. Müslim, Ebû Dâvûd ve Tirmizî ise oruç bölümünü, zekât bölümünden sonra B u h â r î de Hac bölümünden sonra zikretmişlerdir. İslâmın temel taşlan sayılan Namaz, Oruç, Zekât ve Hac ibâdetlerinin çeşitli yönlerden birbiriyle olan münâsebetleri dolayısıyla mezkûr sıralanışların hepsi uygundur.
Savm ve Siyam kelimeleri Arap dilinde tutma, susmak, durgunlaşmak, kendini men etmek gibi mânâlara gelir. Şer'i şerifte Fecrin doğuşundan gün batıncaya kadar özel bir niyetle yemekten, içmekten ve cinsi münâsebetten kendini tutmaktır.
Ramazan orucu hicretin ikinci yılı Şaban ayının üçüncü Pazartesi günü farz kılınmıştır. Ramazan orucunun farziyeti Kitab, Sünnet ve İcmâ' ile sabittir. Bu itibarla farziyetini inkâr eden kâfir olur.
Ramazan orucu farz olmadan önce Ümmet-i Muhammadiye'ye her hangi bir orucun farz kılınıp kılınmadığı hususunda âlimler ihtilâf etmişlerdir. El-Menhel yazarının bu hususta verdiği ma'lumatın
özeti şöyledir :
Hanefi âlimlere göre önce "Aşure Günü" yâni Muharrem ayının onuncu gününün orucu farz kılınmış, sonra her ayın beher on gününden bir tanesinin oruçla geçirilmesi farz kılınmış, bi-lâhere Ramazan orucu farz kılınınca mezkûr oruçların farziyeti kaldırılmıştır.Cumhur ve Şafiî âlimlerinin meşhur kavline göre Ramazan orucundan önce her hangi bir oruç farz kılınmamıştır. [1]
1638) Ebû Hüreyre (Radıyallâhü anh)'den rivayet edildiğine göre; Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) şöyle buyurdu, demiştir :
«Âdem oğlunun işlediği her hasene (hayır ve ibâdet mükâfat yönünden) on mislinden yedi yüz misline, Allah'ın dilediği sayıya kadar arttırılır. Allah Teâlâ buyuruyor ki: Fakat oruç böyle değildir. Çünkü oruç benim içindir. Ve onun mükâfatını ben veririm. Oruçlu kişi şehvetini ve yemeğini benim için bırakır. Oruçlu için iki sevinç vardır. Birinci sevinç iftar yaktindeki sevincidir. Diğer sevinci de Rabbine kavuştuğu zamanki sevincidir. (And olsun ki) Oruçlunun ağzının kokusu, Allah katında misk kokusundan daha güzeldir.»" [2]
Buhâri ve Müslim de bunu rivayet etmişlerdir. T i r -mizî, Ebû Dâvûd ve Nesaî de bu mânâyı ifâde eden benzer hadîsleri rivayet etmişlerdir.
Hadîs, mü'min kulun işlediği her ibâdet ve hayırlı işin mükâfat bakımından en az on kat arttırıldığını, bu artışın yediyüz kata, hattâ daha büyük rakamlara ulaşabileceğini müjdeliyor. Bakara sûresinin aşağıya meali alman 261 'nci âyetinde de Allah yolunda harcanan malın sevabının bu şekilde arttırılacağını müjdeliyor :
«Mallarını Allah yolunda harcayanların durumu, her başağında yüz tane bulunan yedi başak veren tanenin durumu gibidir. Allah dilediğine kat kat verir. Allah'ın lütfü geniştir. O, herşeyi bilicidir.»
Hadis, orucun sevabının bu ölçüden müstesna olup, çok daha fazla olduğunu hükme bağlıyor. Bu hükme neden olarak da Allah Teâlâ :
«Çünkü oruç benim içindir ve onun mükâfatını ben veririm.» buyuruyor. Hadisin bu cümlesinin mânâsı hususunda âlimler değişik açıklamalar yapmışlardır.
Nevevi, Müslim1 in şerhinde bu hadîsin açıklamasını yaparken özetle şöyle der :
"Bütün ibâdetler Allah Teâlâ için olmakla beraber bu hadîste Allah Teâlâ'nın : «Oruç benim içindir...» buyurmasının sebebi hususunda âlimler ihtilâf etmişlerdir. Şöyle ki:
1 - Bâzı âlimlere göre bunun sebebi şudur: Kâfirler putlarına namaz, secde, sadaka, zikir ve benzeri ibâdet şekilleri ile taptıkları halde hiç bir devirde oruç tutmak suretiyle ilâhlarına tapmamışlar-dır, Dolayısıyla hiç bir devirde Allah'tan başka hiç bir ilâh için oruç tutulmamıştır.
2 - Namaz, Hac, Cihâd, Sadaka ve diğer ibâdetler açık yapıldığı için riya ve gösterişten tamamen uzak tutulması güçtür. Bu tür ibâdetlerde İhlasın zedelenmesi mümkündür. Fakat oruç, kul ile Allah arasında gizli kalan bir ibâdet olduğu için riya ve gösterişten uzaktır. Sırf Allah rızâsı için yapılır.
3 - Yemekten müstağni olmak, yâni yemek yemeye ihtiyaç duymamak, Allah Teâlâ'nın sıfatlarındandır. Kul, oruç tutmakla Allah Teâlâ'nın bu sıfatına sarılmak ister. Ama hiç bir şey Allah Teâlâ'nın sıfatlarına benzemez.
4 - Allah Teâlâ, oruçtan başka ibâdetler karşısında vereceği mü-kAfatı bâzı kullarına açıkladığı halde orucun mükâfatını belirtmiye-rek:
«Orucun sevabının miktarını ve kaç kat arttırılacağını ancak ben bilirim.» buyurmuştur,
5 - Orucun kadr ve kıymetinin yüceliğini ve üstünlüğünü ifâde etmek için bu ifâde buyurulmuştur.
Mezkûr fıkranın sonundaki: «...ve onun mükâfatını ben veririm...» cümlesi, orucun faziletinin azametini ve sevabının çokluğunu beyan ediyor. Çünkü Kerîm ve Cömert bir zât: Bu mükâfatı ben bizzat veririm, dediği zaman, verilecek mükâfatın ve bağışın büyük olması gerekir."
Hadisin : «Oruçlu için iki sevinç vardır..." fıkrasına gelince; Nevevi şöyle diyor :
'Oruçlunun iftarını açtığı zamanki sevincinin sebebi; oruç ibâdetini tamamlaması, orucu bozan şeylerden selâmette kalması ve orucun yüce sevabını beklemesidir.
Oruçlunun Allah'a kavuştuğu zamanki sevincinin sebebi ise, o anda göreceği orucun yüce mükâfatı ve Allah in Onu bu ibâdete muvaffak kılma nimetini hatuiamasıdır.'
Sindi, oruçlunun iftar anındaki sevinç sebebini açıklarken N e v e v i ' nin beyan ettiği sebebin yanında, kişinin o anda yemek ve su ihtiyacını gidermeye mezun kılınmasıyla duyduğu tabiî sevinci de zikrederek böyle yorumlayanların da bulunduğunu anlatmıştır.1
Hadisin «Oruçlunun ağzının kokusu Allah katında misk kokusun dan daha güzeldir.» fıkrası ile ilgili olarak N e v e v i şöyle der :
Hulûf : Ağız râyihasının bozulmasıdır. Bâzıları bu kelimeyi "Ha lûf ' diye kaydetmişler ise de H a t t â b i ' nin dediği gibi. hatâdır, doğrusu "Hulûftur. Bu fıkranın mânâsı hakkında e 1 - M â z i -r i : 'Bâzı râyihaların gü/.eiligi ve bundan hoşlanmak canlı yaratıkların sıfatlarındandır. Onlar, tabiatlarının temayül ettiği şeylerden hoşlanır. Tabiatlarının nefret ettiği şeylerden hoşlanmazlar. Bu durum Allah Teâlâ hakkında muhaldir. Onun için bu cümle mecazi mânâda kullanılmıştır. Bundan maksad. oruçlunun açlığı dolayısıyla değişen ağzının kokusunun Allah katında makbul ve kıymetli olmasıdır.' demiştir.
Kadı I y â /,' in dediğine göre bâzıları ; Allah Tealâ oruçluyu, ağzının kokusunun değişmesine karşılık kıyamet günü mükâfatlandırır da kıyametle onun ağzının kokusu misk kokusundan daha hoş olur. Nasıl ki şehidin kanının kokusu misk kokusu olur. demişlerdir.
Bir kavle göre; mezkûr cümleden maksad, bu kokunun Allah'ın melekleri katındaki hoşluğu bizim yanımızdaki misk kokusunun hoşluğundan üstündür.
Nevevi sözlerine devamla : 'En sahih mânâ Magrib âlimlerinden e d - D ü r a verdi' nin ve bâzı arkadaşlarımızın beyan ettikleri şu mânâdır: Oruçlunun ağzının kokusunun bozulmasıyla hâsıl olan sovab, cumalarda bayramlarda, hadîs ve zikir meclislerinde v.s. hayırlı toplantılarda menciup olan güzel koku ve bilhassa misk sürünmekten elde edilen sevabtan daha çok olmasıdır.
Arkadaşlarımız bu hadisi delil göstererek oruçlunun öğleden sonra misvak kullanmasının mekruhluğuna hükmetmişler. Çünkü misvak kullanmak fazileti ise de, oruçlunun öğleden sonra kullanması, bu hadiste faziletli anlatılan kokuyu giderir. Bu kokunun fazileti ise, misvak kullanmanın faziletinden daha büyüktür. Nasıl ki, şehidin kanının kokusunun güzelliği hadislerde belirtilmiş ve bu nedenle şehidin yıkatılması terkedilmiştir. Halbuki ölüyü yıkamak farzdır. Güzelliğine hadîsle şehâdet edilen şehid kanının kalmasını korumak için farz olan yıkama terkedilince güzelliğine hadiste şehâdet edilen oruçlunun ağız kokusunun muhafazası için vâcib olmayan misvak işini terketmek tabii görülür.' demiştir.
1639) Tîenî Amir bin Sa'saa kabilesinden Mutarrif (Radtyallâhü anh)'i\fx\ rivayet edildiğine göre :
Osman bin Ebi'l-Âs es-Sakafİ (Hadıyallâhü anh)[3],kendisine süt içirmek istemiş Mutarrif de :
Ben oruçluyum, demiş. Bunun üzerine Osman : Ben, Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve SellemJ'i söyle buyururken işittim, demiştir :
«Oruç, birinizin savaştan koruyucu kalkanı gibi Cehennem ateşinden koruyucu bir kalkandır.»" [4]
Nesai ve İbni Huzeymo de bunu rivayet etmişlerdir.
Buhâri ve Müslim de bunun; «oruç bir kalkandır.» parçasını müteaddit senedlerle rivayet etmişlerdir. Hadîs orucun, sahibini Cehennem ateşinden veya Cehenneme girmeye sebep olan günahlardan koruyucu olduğuna delâlet ediyor. Nasıl ki savaşta kullanılan kalkan sahibini tehlikelerden korur.
1640) Sehl bin Sa'd (es-Sâîdî) (Radıyallâkü anhümâ)'dan rivayet edildiğine göre; Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) şöyle buyurdu, demiştir :
«Şüphesiz Cennette Reyyan denilen bir kapı vardır. Kıyamet günü : Oruçlular nerededir? diye çağrı yapılır. Kim oruçlulardan idiyse o kapıdan girer ve o kapıdan giren bir kimse ilelebed susuzluk duymaz.»" [5]
T i r m i z i de bunu rivayet etmiştir. Buhâri ve Müs1im ' de; kısmı hâriç bunu rivayet etmişlerdir. Nesai ve İbn-i Huzeyme' nin rivayetinde hadîsin son kısmı şöyledir: -Kim bu kapıdan girerse içer ve kim içerse ilelebed susuzluk duymaz.»
Reyyân kelimesinin lügat mânâsı, suya, kanan, demektir. Oruçlulara tahsis edilen Cennetin bir kapısına özel isim verilmiştir. Bu isim oruçluların hâline münâsibtir. Kurtubİ: Suya kanan mânâsını ifâde eden Reyyân kelimesinin Cennetin kapısına isim olarak verilmesiyle yetinilmiş, tokluğu ifâde eden bir isim verilmemiştir. Çünkü suya kanmak tokluğu gerektirir ve dolayısıyla ona da delâlet eder, demiştir.E 1 - H â f ı z da : Veya oruçluya susuzluk açlıktan daha zor olduğu için suya kanma mânâsını ifâde eden bir kelime tercih edilmiş, demiştir.
Buhâri ve Müs1im' in bir rivayetinde Cennet'in sekiz kapısının bulunduğu, bunlardan birisinin isminin Reyyân olduğu ve bu kapıdan yalnız oruçluların gireceği bildirilmiştir.
Sindi: Hadîsteki oruçlulardan maksad, çok oruç tutanlardır. Nasıl ki; adaleti alışkanlık hâline getirene âdil, zulmetmeyi alışkanlık hâline getirene zâlim denilir. Bir defa adalet edene âdil, veya zulmedene zâlim denilmez. Çok oruç tutan kimse, farz oruçla beraber, nafile oruç da tutana denilir. Yalnız Ramazan orucunu tutmakla yetinene zahiren çok oruç tutucudur denilmez.
Hadîsin : «... İlelebed susuzluk duymaz.» cümlesinin zahirine göre, susuzluk duymamak vasfı Reyyân kapısından girenlere mahsustur. Allah Teâlânın : âyeti ise Cennet'te hiç kimsenin susuzluk duymayacağına delâlet eder. Bu durumda hadisin zahiri âyete ters düşer. Ancak âyet şöyle yorumlanabilir: Âyetten maksad, Cennet'te susuzluğun olmaması değildir. Maksad, içkilerin aralıksız ikram edilmesidir. Artık insan, Cennet'te susuz kalmaz. Fakat ikram edilen içkileri kullanmasa bjle susuzluk duymıyacağı mânâsı kaste-dilmemiştir. Hadiste kastedilen mânâ ise, Reyyân kapısından Cen-net'e girenlerde susuzluk duyma durumunun kökünden kaldırılmış olmasıdır. Yâni Cennet'teki içkileri içmeseler dahi susuzluk duymıya-
caklardır.
Şöyle yorum yapmak da mümkündür: Hadisten maksad, Reyyân kapısından Cennet'e girenler, giriş anından itibaren susuzluk duymı-yacaklardır. Diğer kapılardan girenler ise, Cennet'teki makamlarına ulaştıkları zaman susuzluk duymıyacaklardır. Aradaki fark budur, demiştir. [6]
1641) Ebû Hüreyre (Radıyallâhü anh)'âen rivayet edildiğine göre: Resûhıllah (SaUaUahü Aleyhi ve Selimi) şöyle buyurdu, demiştir :
«Kim inanarak ve sevabını Allah'tan bekliyerek Ramazan orucunu tutarsa geçmiş günahı bağışlanır»[7]
Buhâri, Müslim, Tirmizi, Ebû Dâvûd ve N e s a î de bunu rivayet etmişlerdir.
Ramazan : Bu kelime, bilinen ayın adıdır. Ramz kökünden alınmadır. Ramz ise hararetin şiddetidir. El-Menhel yazarının dediğine göre Araplar, ayların isimlerini değiştirdikleri zaman her ayı, rastladığı mevsime göre isimlendirmişler. Ramazan ayı, sıcaklığın şiddetli olduğu zamana rastladığı için ona Ramazan adını vermişlerdir. Bâzıları : Ramazan orucu, günahları kavurup yaktığı için bu aya Ramazan ismi verilmiş, demişlerdir.
İhtisâb : Orucun sevabını Allah Teâlâ'dan taleb etmek veya sırf Allah rızasını gözetmek, yâni ihlâslı olmaktır. Şu halde Ramazan orucunun farziyetine, bunun İslâm'ın rükünlerinden olduğuna; oruçlu için Allah'ın vâdettiği sevaba inanarak ve ihlâslı olarak; sevabını Allah'tan taleb ederek Ramazan ayının tamamını oruçlu geçiren mü'* minin geçmiş günahları bağışlanır.
Hadisin zahirine göre geçmişteki küçük ve büyük bütün günahlar bağışlanır. El-Menhel yazarının dediğine göre Ibnü'1-Mün-z i r böyle yorumlamıştır. Lâkin Nevevi, Müslim'in şerhinde : 'Fıkıhçılarca benimsenen görüş, bu mağfiretin küçük günahlara mahsus olmasıdır. Büyük günahlar buna dâhil değildir. Fıkıh-çılardan bâzıları demişler ki : Küçük günah bulunmadığı takdirde Ramazan orucunun büyük günahları hafifletmesi mümkündür.
Eğer oruçlunun hiç günahı yoksa tuttuğu oruç, onun Cennet'te-ki derecelerinin yükselmesine vesile olur,' demiştir.
Sindi de : Bu ve benzeri hadisler, ibâdetlerin faziletini şöylece beyan ederler : Bu ibâdetler, insanın günahları varsa, bağışlanmasına vesile olur. Günahlar bir ibâdetle bağışlanmış durumda iken günahları bağışlayıcı olan başka bir ibâdetle ne bağışlanacak? diye bir itiraz söz konusu değildir. Çünkü ibâdetlerin faziletine âit bu tür
hadislerden maksad, bu ibâdetlerin Allah katındaki değer ve faziletini açıklamaktır, insanın günahı olmadığı zaman bu ibâdetler, onun derecelerini yükseltir. Nitekim bütün günahlardan ma'sum olan Peygamberlerin durumu böyledir.
1642) Ebû Hüreyre (Hadiyallahii (/«///den rivayet edildiğine göre; Resûlulluh (Sa/lal/ahii Aivyhi vt Svlhm) şiiyle buyurmuştur :
«Ramazan ayının ilk gecesi olunca şeytanlar ve cinlerin âsileri zincirlere vurulur. Cehennemin kapıları kapatılır da hiç bir kapısı açılmaz. Cennet'in kapıları açılır da hiç bir kapısı kapanmaz ve bir nida edici: Ey hayır isteklisi (hayır işlemeye) yönel, ey şer İsteklisi! kendini tut. Allah tarafından ateşten âzâd edilenler olur, diye çağırır. Bu (çağrı ve âzâd edilme İşi) Ramazanın her gecesinde olur.[8]
Tirmizî, Nesai, Hâkim ve İbn-i Huzeyme de bunu rivayet etmişlerdir. Buhâri de hadîsin :
«Ramazan geldiği zaman Cennetin kapılan açılır, Cehennemin kapıları kapatılır ve şeytanlar zincire vurulur.» kısmını rivayet etmiştir.
Tuhfe yazarı bu hadîsin açıklaması bahsinde şöyle der : Merede "Mârid"in çoğuludur. Mârid : Şer işlemeye kendini adayana denilir. Cinlerin mûridleri şeytanların bir türüdür.
Şeytanların zincirlere vumlmasındaki hikmet, oruçlulara vesve se etmemeleridir. Bunun bir belirlisi, Ramazan'dan önce günahlara dalmış olanların çoğunun Ramazan orucunu tutmaya başlar başlamaz kötü alışkanlıklarını terketmeleri ve Allah'a dönüş yapmalarıdır. Bâzılarında görülen, kötülük ve isyana devam etmelerine gelince; Bunun sebebi, şeytanların etkisinin, bunların içinde iyice kökleşmiş olmasıdır. Bâzı âlimlere göre şeytanlar zümresinin başkanı durumundaki İblis, zincire vurulmaz. Çünkü Âdem (Aleyhisse-lâm)'e secde etmekten imtina ettiği zaman ilâhî lanete mâruz kalınca Allah'tan kıyamete kadar mehil istemiş, Allah Teâlâ da bu isteği kabul etmiştir. Ramazan'da vuku bulan ma'siyetler. Onun vesvese ve aldatması ile meydana gelir.
Hadîsteki bağlama; sapıtma ve aldatma hususundaki şeytanların zayıf düşürülmesinden kinaye olabilir.
E 1 - H â fi z ' in, el-Fetih'te dediğine göre K â d t Iyâz: Şeytanların zincirlere vurulmasının hakîki mânâsına göre olması muhtemeldir. Şeytanların zincirlere vuruluşu, onları mü'minlere eziyet etmekten men etmek ve Ramazan ayının girişini ve yüce kıymetini meleklere bildirmektir. İkinci ihtimal, ilâhî mükâfatın çokiuğuna ve şeytanların zincirlere vurulmuşcasına mü'minleri günaha sokmalarının azlığına işarettir. M ü s 1 i m ' in rivâyetindeki;
= «Rahmet kapıları açılır.» ilâvesi, ikinci ihtimâli te'yid eder, demiştir. Daha sonra şöyle der:
'Muhtemelen Cennet kapılarının açılması, Allah Teâlâ'nın kulları için açtığı ibâdetlerden ibarettir. Çünkü ibâdetler, Cennet'e girme sebepleridir. Cehennem kapılarının kapatılması da, sahiplerini Cehenneme sevk eden günahlara karşı soğuk davranmaktan ibarettir. Şeytanların zincirlere vurulması ise; onların, şehvetleri süslemekten ve sapıtmadan âciz bırakılmalarıdır.'
Ez-Zeyn bin el-Münir birinci ihtimâli tercih ederek : Hadîsi zahiri mânâsından başka bir mânâya tevil etmeyi gerektiren bir zaruret yoktur, demiştir.
EI-Hâf ız'ın dediğine göre; Kurtubi hadîsin zahirine hamledilmesini tercih ettikten sonra : 'Eğer denilse ki şeytanlar zincirlere vurulmuş olsaydı Ramazan'da günahların ve kötülüklerin işlenmemesi gerekirdi. Halbuki şok günah işlenir. Buna şöyle cevap verilir: Şeytanlar, şartları korunan ve âdabına riâyet edilen oruç ibâdetini lâyıkı veçhiyle ifâ eden mü'minlere karşı bağlanmış olur. Orucun şartlarına ve âdabına riâyet etmiyen oruçlulara karşı bağlı değildir. Yahut şeytanların bir kısmı bağlanır. Nitekim T i r m i z i ve N e s a i' nin rivayetinde buna işaret vardır. Çünkü bu rivayetlerde; «Mârid f= Âsi) şeytanlar...» kaydı vardır. Şöyle de denilebilir; Şeytanların bağlanmasından maksad, Ramazan'da kötülüklerin azaltılmasıdır. Bu durum görülebilir. Çünkü hakîkatan Ramazan'da nisbeten kötülükler azalır. Şeytanların hepsinin bağlanmış olması, hiç bir günahın vuku bulmamasını gerektirmez. Çünkü kötü ruhlu kimseler, çirkin âdetler ve insanlardan olan şeytanlar da mü'minleri günahlara sokarlar,' demiştir.
Hadîste «Bir nida edici...» buyurulmuştur. Tuhfe yazarının dediği gibi nida edicinin bir melek olması muhtemeldir. Veya maksad, hayra yönelmesini Allah'ın irâde ettiği kimselerin kalblerine bu duygunun girmesidir.
Hadîsin «Ey şer isteklisi kendini tut!» çağrısından maksad, günah işlemek istiyenin, nefsini günah işlemekten tutması ve tevbe edip Allah'a dönüş yapmasıdır.
El-Mirkat'ta belirtildiği gibi günah işliyenlerin Ramazan'da tevbe etmeleri, ibâdete karşı gevşek davrananların Ramazan'da ibâdete sarılmaları, sâlih insanların Ramazan'da ibâdetlerini çoğaltmaları hadîsteki nida edicilerin etkisi ve Allah'ın rahmet bakışı ile olabilir. Bunun içindir ki küçükler dâhil, müslümanlann ekserisinin oruç tuttuklarını görürsün. Hattâ namaz kılmıyanların çoğunun Ramazan'da oruca başladıkları görülür. Halbuki oruç, namazdan daha zordur, ibâdete karşı gevşemeyi gerektiren vücut zayıflığına ve fazla uykuya yol açar. Bununla beraber mescidlerin Ramazan'da cemaatla ihya edildikleri görülür.
Hadîs, Allah Teâlâ'nın Ramazan ayında Cehennem'e müstehak olmuş olan kullarının bir kısmını Cehennem'den azâd ettiğine delâlet ediyor. Âzâd edilenlerin çokluğu başka rivayetlerden anlaşılıyor.
Hadîsin son cümlesindeki: 'cJJi kelimesi, hadîsteki çağrıya işaret olabilir. Bu takdirde cümlenin mânâsı şöyle olur: Nida edici Ra-mazan'ın her gecesinde hadîste anlatılan şekilde çağrıda bulunur. Mezkûr kelime âzâd edilmeye işaret olabilir. Bu takdirde cümlenin mânâsı: 'Ramazan'ın her gecesinde Allah, çok sayıda kullarını Cehennem ateşinden âzâd eder, olur. Mezkûr kelimenin anılan iki şeye de işaret olması mümkündür. Buna göre Ramazan'ın her gecesinde çağrı yapılır ve âzâd edilenler olur.
S i nrd î, son ihtimâle göre yorum yapmıştır. Suyûtî ikinci ihtimâli tercih etmiştir. T ı y b î ilk iki ihtimâle göre yorumlamıştır.
1643) Câhil" (Radnallâhii anh)\\en rivayet edildiğine güre; Resûlul-lah (SaUalitıhü Aleyhi ve Sel/em) şöyle buyurdu, demiştir :
«Şüphesiz her iftar vaktinde Allah tarafından (Cehennem ate-sinden) âzâd edilenler olur. Bu (Ramazanın) her gecesinde olur.Zevâid'de şöyle denilmiştir : Bunun senedinin ricali sıka zâtlardır. Çünkü Ebû Sülyân'ın Câbir (R.A.Vden olan rivayeti sahihtir Râvi el-A'meş'in Ebû Süfyân'dan hadis işitmediğine dâir Bezzâr'm sözünün garib olduğunu, çünkü A'meş'in bu tür rivayetinin Kütüb-i Sitte'de bulunduğunu ve Ebû Süfyân'dan rivayet etmekle tanındığını Şu'be söylemiştir.
1644) Ent'.s bin Mâlik (Radıyullâhii un/ı)'tien\ Şöyle demiştir:
Ramazan ayı girdi de Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Seliem) şöyle buyurdu :
«Bu aya girmiş bulunuyorsunuz. Onda bin aydan hayırlı bir gece vardır. Bu gecetnin kazancın)dan mahrum olan bir kimse hayrın tümünden mahrum olmuş olur, ve bu gecenin hayrından yalnız saadetten payı olmayan kimse mahrum kalır.Zevâid'de şöyle denilmiştir : Bunun senedindeki İmrân bin Dâvûd Ebü'l-Avvâm el-Kattân hakkında ihtilâf vardır. İmam Ahmed Onun hadîslerini geçerli saymış, Affan ve el-İclî Onu sıka saymışlar, İbn-i Hibbân da Onu sikalar arasında zikretmiş, İbn-i Adiyy ise : İmrân'dan rivayetten dolayı bu hadîs garîb sayılmıştır. İmrân'dan bir takım garib hadîsler rivayet edilmiş olup, onda beis olmadığını umarım, demiştir. İsnâdm kalan râvileri sikadırlar. [9]
Zevâid türünden olan bu hadîs, Kadir gecesinin, içinde Kadir gecesi bulunmayan bin aydan hayırlı olduğuna delâlet ediyor.
Sindi şöyle der : Hadîsten maksad, Kadir gecesini ihya etmeye muvaffak olmayan ve o gecedeki ilâhî lütuf ve ikramda nasibini almayan kimse hayrın tümünden mahrum kalmış olur, diyenler vardır. Kadir gecesinin lütuf ve ihyasından mahrum olan kimsenin, o gecenin yatsı farzını bile kılmayan kimse olduğunu umarım.
Sindi1 nin maksadı galiba şudur: Kadir gecesinin yatsı farzını kılan kimsenin, o gecenin lütuf ve ikramından mahrum sayü-mıyacağı umulur. O gece her türlü ibâdeti ve hayrı ihmal ettiği gibi yatsı namazını dâhi kılmayan kimse ise, o gecenin faziletinden ve hayrın tümünden mahrum kalmış olur. Bu kutsal geceyi.bu derece gafletle geçirip hayır ve bereketinden mahrum olan kişi, ancak ve ancak saadetten nasibi olmayan kimsedir. [10]
1645) Sıla bin Züfer (Radtyallâhü anh)[12]'den: Şöyle demiştir:
Biz (Ram az an'dan mı Şa'ban'dan mı olduğunda) şek edilen gün Ammâr (bin Yâsir) (Radıyallâhü anhümâ)'nın yanında idik. (Pişirilen) bir koyun getirildi. Cemâatin bir kısmı (onu) yemekten uzak durdular. Bunun üzerine Ammâr (Radıyallâhü anh) :
Kim bu gün oruç tutarsa şüphesiz Ebû Kasım (Muhammed) (SaJ-lallahü Aleyhi ve Sellem)'e isyan etmiş olur, dedi." [13]
Bu hadîsi Ebû Dâvûd, Nesâî, İbn-i Huzeyme, İbn-i Hibbân ve Dârimî de rivayet etmişler; Tirm izi de rivayet ederek hasen - sahih bir hadîs olduğunu söylemiştir. D â -r e k u t n î de tahriç ederek isnadının hasen - sahih ve tüm râvile-rinin sıka olduklarını söylemiş; Hâkim de rivayet edip, Buhâ-r î ve M ü s 1 i m ' in şartı üzerine sahîh olduğunu söylemiştir.
§ek günü; Ram azan' dan mı Şaban' dan mı olduğunda şüphe edilen ve Ş â b a n' m 29'uncu gününden sonra gelen gündür. Bunda şüphe etmenin sebebi, Hilâlin görüldüğü söylentisinin dolaşması fakat Hilâlin görüldüğünün ispat edilmemesidir. Yahut fâsıklık ve benzerî sebeplerle şahitliği reddedilen kişilerin, Hilâli gördüklerine şahitlik etmeleridir.
Tirm izi, Nesaî, Dârimi ve Dârekutnî' nin rivayetlerinde belirtildiği gibi ikram edilen koyun etini yemekten imtina edenler, oruçlu oldukları mazeretini beyan etmişlerdir. Bunun üzerine Ammâr (Radıyallâhü anh) bugün oruç tutanların Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Selîem)'e muhalefet ettiklerini bildirmiştir Nitekim Dârekutni ve Bezzâr'ın rivayet ettikleri bir hadiste Ebû Hüreyre {Radıyallâhü anh) :
"Resûluüah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) (şu) altı günde oruç tutmayı yasaklamıştır: Ramazan d an olduğunda şüphe edilen gün, Ramazan bayramının ilk günü. Kurban bayramının Ük günü ve teşrîk günleri (yâni Kurban bayramının ikinci, üçüncü ve dördüncü günü) " demiştir. E b u ' 1 - K a s ı m Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) 'in künyesidir. [14]
1 - Hanefî âlimleri, Mâlik, İshâk, Evzâi ve el-Leys bin Sa'd: Ramazan niyetiyle o gün oruç tutmak tahrimen mekruhtur, nafile veya kaza ve adak niyetiyle oruç tutmakta beis yoktur, demişlerdir.
2 - Şafiî: Ramazan niyetiyle o gün oruç tutmak, sahih değildir. Âdetine rastlamadığı takdirde nafile niyetiyle de tutamaz. Kaza ve adak gibi bir niyetle veya âdetine rastladığı için nafile niyetiyle oruç tutmakta sakınca yoktur, demiştir. Meselâ her haftanın Perşembe gününü nafile oruçla geçirmeyi âdet edinen bir kimse, şek günü Perşembeye tesadüf ettiği takdirde âdeti olduğu için tutabilir.
İ bnü'l-M ünz i r'in anlattığına göre Ömer, Ali, Huzeyfe, Enes, Ebû Hüreyre, İbnü'l-Müsey-yeb, Şa'bî, Nahaî ve İbn-i Cüreyc (Radıyallâhü anhüm) da böyle hükmetmişlerdir.
3 - İbn-i Ömer (Radıyallâhü anh) : Şek günü akşamı'bulut ve benzen bir şey hilâlin görülmesine mâni olduğu zaman Ramazan niyetiyle o gün oruç tutmak zorunludur. Fakat hava açık olduğu halde halk gözetlediğine rağmen hilâli görmezlerse Ramazan niyetiyle oruç tutulmaz, demiştir. Ahmed bin Ha n bel'-den bir rivayet de böyledir. A h m e d ' in ikinci bir rivayeti, Ş â -f i î mezhebine uyar.
4 - Ahmed bin Hanbel'in üçüncü kavline göre halk imama, yâni hüküm vermeye yetkili devlet adamına tâbidir. O tutarsa halk da tutar. O tutmazsa halk da tutmaz. Hasan-ı B a s -ri, İbn-i Şîrîn ve Şâ'bî de böyle demişlerdir.
5 - Ebû Bekri Sıddîk (Radıyallâhü anh)'in kızları Âişe ve Esma (Radıyallâhü anhümâ) o gün Ramazan niyetiyle oruç tutuyorlardı ve Âişe (Radıyallâhü anhâ) şöyle derdi: Şüphesiz Ş â ban' dan bir gün oruç tutmam, Ramazan'-dan bir günün orucunu yememden bana daha sevimlidir.
1646) Ebû Hüreyre (Radtyallâkü anh)'den; Şöyle demiştir:
Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) hilâli görmeden önce (Ramazan niyetiyle) bir gün oruç tutmaya acele etmeyi yasaklamıştır.Zevâid'de şöyle denilmiştir : Râvi Abdullah bin Saîd el-Makberî'nin zayıflığı üzerinde âlimler ittifak ettikleri için bu sened zayıftır. [15]
Zevâicl türünden olan bu hadîsteki yasaklama, tercemede paren-tez içi ifâdeyle işaret ettiğim gibi, Ramazan niyetiyle oruç tutmaya mahsustur. Hadîsteki acele etme tâbiri de bu yoruma işaret ediyor. Bundan önceki hadisin izahında belirttiğim gibi îtiyad edilen bir nafile niyetiyle veya kaza ve adak niyetiyle hilâli görmeden bir gün önce oruç tutmakta beis yoktur. Bundan sonra gelecek dördüncü ve beşinci bâbtaki hadîsler de bu yorumu gerekli kılar.
1647) El-Kâsım Ebû ,\bdirrahman (Radtyallâkü anh)[16] den rivâyet edildiğine göre kendisi, Muâviye bin Ebî Siifyân (Radıyallâhü ankümâ)'yı minber üzerinde şöyle söylerken işi t mistir :
Resülullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) Ramazan ayından önce minber üzerinde şöyle buyururdu :
«Oruç şu gündür. Biz o gün gelmeden Önce oruç tutarız. Artık kim dilerse önceden tutar. Ve kim dilerse oruç tutmayı o güne kadar tehir eder.Zevâid'de şöyle denilmiştir : Bunun isnadı sahih, ricali sıka zâtlardır. Lâkin el-Mizzi'nin et-Tehzîb'te ve Zehebi'nin el-Kâşif te dediklerine göre seneddeki el-Kâsım bin Abdirrahman'ın sahâbilerden yalnız Ebû Ümâme (R.A.)'den hadis işittiği, başka sahâbilerden hadis işitmediği söylenmiştir. [17]
Sindi, Zevâid türünden olan bu hadîsin açıklamasını yaparken : Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) Şa'ban ayında çok oruç tutmayı âdet edindiği için bu hadiste Ramazan'dan önce oruç tuttuğunu beyan buyurmuş ve : Dileyen kimse benim âdetimi tutarak Ramazan'dan önceki günlerde oruç tutmayı itiyad edinsin, buyurmak istemiştir. Bu hadîs böyle yorumlanınca 1650 ve 1651 nolu hadîslere ters düşmez, demiştir.
Ebû Dâvûd da bu hadisin benzerini el-Muğire bin F e r v e ' den rivayet etmiştir. Oradaki rivayete göre Muâviye (Radıyallâhü anh) H u m u s' un civarındaki M i s h a 1 kilisesinde halka :
Ey Cemâat! Biz Şaban hilâlini falan gün gördük. Ben o günden Önce (Şaban ayının son günü) oruç tutarım. Artık benim gibi yapmak isteyen yapsın, demiş. Bunun üzerine orada bulunan sahâbî Mâlik bin Hubeyre (Radıyallâhü anh) kalkarak:
Ey Muâviye! Şu dediğin husus, Resülullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'dan işittiğin bir şey midir? Yoksa senin görüşün müdür? diye sormuş. Muâviye (Radıyallâhü anh) de: Ben Resülullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) 'den işittim. Buyurdu ki:Ayın başını ve sonunu oruçla geçirin.»
El-Menhel yazan : Muâviye (Radıyallâhü anh) Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'in bu hadîsle her ayın ilk ve son gününü oruç tutmayı meşru saydığını anlamıştır. Bu emrin Şaban ayına da şümullü olduğu kanaatina varmış ve âdetine tesadüf etmeyen kimsenin Şaban ayının sonunda oruç tutmasının yasaklığı-na galiba muttali' olmamıştır, demiştir. [18]
1648) Ummü Seleme (Radıyallâhü ankâ)'dar\; Şöyle demiştir:
Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) Şaban ayını oruç tutarak Ramazan ayına birleştirirdi."
1649) Rebîa bin el-Ğaz [19] (Radıyallâhü ank)'den rivayet edildiğine göre :
Kendisi, Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'in oruç durumunu Âişe (Radıyallâhü anhâ)'ya sormuş ve Âişe (Radıyallâhü anhâ):
O, Şaban ayının tamamını oruçla geçirerek nihayet Şâban'ı Ra-m azan'la birleştirirdi, demiştir. [20]
Ümmü Seleme (Radıyallâhü anhâ)'nin hadîsini Ahmed, Ebû Dâvûd, Nesai ve Tirmizî de rivayet etmişler, Tirmizî hadisin hasen olduğunu söylemiştir. Ebû D â v û d' un rivayetinde Ümmü Seleme (Radıyallâhü anhâ):
"Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) yılın hiç bir ayın tamamını oruçla geçirmezdi. Şaban ayı müstesna. Onu, oruç tutarak Ramazan'la birleştirirdi."
 i ş e (Radıyallâhü anhâ) 'nirı hadisini Nesaî ve Tirmi-z i de benzer lafızlarla rivayet etmişlerdir. Bu hadîslerin zahirine göre Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem Şaban ayının tamamını oruçla geçirirdi. Lâkin Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'in Şaban ayının çoğunu oruçla geçirdiğine dâir rivayetler vardır.
El-Menhel yazarı babımızın başlığına benzer bir başlıkla açtığı bâbta rivayet ettiği Ümmü Seleme (Radıyallâhü anhâ)'nin hadîsini açıklarken bu konudaki rivayetleri zikrettikten sonra şöyle der :
Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'in bâzı yıllarda Ş â-b a n ayının tamamını ve diğer bâzı yıllarda Şaban ayının çoğunu oruçla geçirdiği yorumuyla mevcut rivayetlerin arasını bulmak mümkündür. Tirmizî, Ümmü Seleme (Radıyallâhü ânhâ)'nin mezkûr hadîsini ve Ebû Hüreyre (Radıyallâhü anh) 'in (1650 nolu) hadisini naklettikten sonra tbnü'1-Mü-b â r e k' in : Bir kimse ayın çoğunu oruçla geçirdiği zaman Arap dilinde: Falan adam bütün ay oruç tuttu denilebilir. Keza: Falan adam bütün gece ibâdet etti denilir. Halbuki o adam, akşam yemeğiyle ve bâzı diğer işleriyle meşgul olmuş olabilir/ dediğini zikretmiştir. T i rm i z î daha sonra: Bana öyle geliyor ki tbnü'l-Mübarek bu konudaki rivayetlerin arasında zahiri bir ihtilâf bile bulunmadığı görüşündedir, demiştir.
T i r m i z i' nin söylemek istediği husus şudur : A i ş e (Radıyallâhü anhâ) 'nin hadisinde Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'in. Şaban ayının tamamını oruçla geçirdiği; bâzı rivayetlerde ise Onun Şaban ayının çoğunu oruçla geçirdiği beyân edilmiştir. Arap dilindeki kullanış tarzına bakılacak olursa Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) Şaban ayının çoğunu oruçla geçirmişken bunu ifâde etmek için  işe (Radıyallâhü anhâ) Onun Şaban ayının tamamını oruçlageçirdiğini söylemiş olabilir.
E 1 - H â f ı z da el-Fetih'te: Hulâsa  i ş e (Radıyallâhü an-hâ)'nin hadisindeki "Şaban ayının tamamı"ndan maksad, ekserisi-dir. Bu tâbir, az kullanılan bir mecazdır. Fakat T ı y b î bu yorumu uzak bir ihtimal olarak göstermiştir. Tıybı" nin görüşüne göre rivayetler şöyle yorumlanmalıdır: Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) bazen Şaban ayının tamamını, bazen de çoğunu oruçlageçirirdi şeklinde yapılan yorumdur, demiştir.
Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'in Şaban ayını oruçla geçirmesinin hikmeti, N e s a î' nin rivayet ettiği Ü s â m e bin Z e y d ' in şu mealdeki hadisinde belirtilmiştir :
"Ben : Yâ Resûlallah! Şaban ayında tuttuğun kadar hiç bir ayda oruç tuttuğunu görmedim, dedim. Buyurdu ki:
«Recep ve Ramazan ayları arasındaki şu (Şaban) ayından halk gafildir. Bu Öyle bir aydır ki; Ameller, âlemlerin Rabbine bu ayda yükseltilir. Ben oruçlu iken amellerimin yükseltilmesini severim.»" [21]
Hadisler, Şaban ayındaki orucun faziletine, Şaban ayının tamamını oruçla geçirmenin meşruluğuna ve Şaban ayını, oruç tutarak Ramazan ayı ile birleştirmenin câizliğine delâlet ediyorlar. [22]
1650) Ebû Hüreyre (Radtyallâhü an hy den rivayet edildiğine göre Kesulullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) şöyle buyurdu, demiştir ;
«Ramazan (ayı) orucunu bir* veya iki gün (oruç tutmak) ile karşılamayınız. Ancak oruç tutma âdeti olan adam, o orucu tutar (tutsun.)»" [23]
A h m e d ve Kütüb-i Sitte sahipleri bunu rivayet etmişlerdir. T i r m i z İ : Bu hadis, hasen - sahihtir. İlim ehlinin uygulaması böyledir. Âlimler, Ramazan ayı girmeden önce Ramazan ayını karşılamak niyetiyle kişinin oruç tutmaya acele etmesini mekruh saymışlardır. Eğer adam oruç tutmayı âdet edinmiş olup o gün de Onun âdetine rastlarsa âlimlerce onun oruç tutmasında beis görülmemiştir, demiştir. Hâkim, Beyhakî, İbn-i Hib -ban, İbn-i Huzeyme ve Dârekutni de bu hadîsi rivayet etmişlerdir.
El-Menhel yazarı, Şaban ayının sonunda Ramazan ayını karşılamak üzere oruç tutmanın yasaklanması hikmeti hakkında : Bunun hikmeti şudur : Ramazan orucuna güçlü ve neş'eli olarak başlamak için dinlenmek gerekir. Oruç ise dinlenmeyi gölgeler. Bâzılarına göre bunun hikmeti farz olan Ramazan orucunun nafile oruca karışmasıdır. Çünkü halk onun oruç tutması nedeniyle hilâlin görüldüğünü zannederek oruç tutabilirler.
Oruç tutmayı âdet edinen kimselerin, âdetleri veçhiyle o gün oruç tutmalarının caiz görülmesinin hikmeti; âdetine riâyet etmesine imkân vermektir. Çünkü ibâdetin en faziletlisi, devamlı yapılanıdır. Diğer taraftan, alışılanı bırakmak insana zor gelir.
Bu hadis, cumhurun delilidir. Çünkü cumhura göre; oruç tutmayı îtiyad edenin âdeti Ramazan' dan önceki bir veya iki güne tesadüf eden hâriç, o iki günü oruçla geçirmek mekruhtur. Bu görüş Ömer, Ali, Ammâr, Huzeyfe ve İbn-i M e s ' u d (Radıyallâhü anhüm) gibi sahâbilerden ve S a i d bin el-Müseyyeb, Şa'bi, Nehai, Hasan-ı Basrî ve İbn-i S î r in gibi tabiîlerden rivayet edilmiştir.
Hadis, Ramazan' dan bir - iki gün önce oruç tutmayı yasaklamakla yetinmiştir. Çünkü Ramazan'ı karşılamak için ekseriyetle Ramazan' dan bir veya iki gün önce oruç tutmak istenebilir. Bu isteğin men edilmesi ön görülmüştür. Aslında Şaban ayının son yansında oruç tutmak yasaktır. (Nitekim bundan sonra gelen hadîste bu durum belirtilmiştir.)
Âdeti o güne rastlayan kişi, bu yasaktan istisna edilmiştir. Kaza, adak ve kefaret oruçları, â'imlerce âdet orucu hükmüne tâbi sayılmıştır.
1651) Ebû Hüreyre (Radıyallâhü anh)'den rivayet edildiğine göre; ResûJullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) şöyle buyurdu, demiştir :
«Şaban ayı yarılanınca artık Ramazan gelinceye kadar oruç tutmak yoktur.»" [24]
Tirmizî, Ebû Dâvûd, Nesai, Tahavi, İbn-i Hibbân, Dârimi ve Beyhaki de bu hadisi benzer lafızlarla rivayet etmişlerdir. Hadisin zahirine göre Şaban ayının ilk on beş günü geçince nafile oruç tutulamaz. El-Menhel yazan bu hadîsin açıklaması bahsinde Özetle şöyle der;
1 - Ş â f i î 1 e r' in çoğu bu hadîsin zahirini tutarak : Şaban ayının ilk yarısında nafile oruç tutmıyan ve ayın belirli günlerini oruçla geçirme âdeti olmayan bir kimsenin, Ş â b a n' in son yarısında oruç tutması yasaktır, demişlerdir. Şâfiîler' den Ruyânî: Ramazan1 dan bir veya iki gün önce R a m a -z a n ' i karşılamak üzere nafile oruç tutmak haramdır ve Ş â-b a n ' in son yansının diğer günlerinde tutmak mekruhtur, demiştir.
2 - Cumhura göre Ş â b a n' in ilk yansında oruç tutmayan ve ayın belirli günlerini oruçla geçirme âdeti olmayan kimsenin bile, Ş â b a n ' in son yarısında nafile oruç tutması mubahtır. Cumhura göre bu hadis zayıftır. Ahmed ve İbn-i Muin: Bu hadîs münkerdir, demişlerdir. Hattâbî: Bu hadîs, Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'in: «Şâban'ı oruç tut tak Ramazanla birleştirdi» mealindeki hadîslerine muhalif olduğu için Ahmed bu hadîsi münker saymış, demiştir. Lâkin İbn-i Hibbân,İbn-i Hazm, İbn-i Abdi'1-Berr gibi âlimler, bu hadîsin sahih olduğunu söylemişler. T i r m i z i de hadîsin hasen -sahih olduğunu söylemiştir.
Bâzı âlimler, bu hadis ile bundan önceki hadisin arasını bulmak üzere: Bu hadîs, çok oruç tutmakla kendisini zayıf düşürenlere veya R a m a z a n' ı karşılamak niyetiyle Ş â b a n' in son yarısında oruç tutanlara mahsustur. Bundan önceki hadîs ise Ramazan ayından olur ihtimâlini göz önünde bulundurarak Ramazan'-dan bir veya iki gün önceden Ramazan niyetiyle ihtiyaten oruç tutanlara mahsustur, demişlerdir," [25]
1652) (Abdullah) İbn-i Abbâs (Radtyallâhü anhümâ/dan; Şöyle demiştir :
Bir A'rahî, Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'o gelerek: Ben bu gece Ramazan hilâlini gördüm, dedi. Efendimiz Ona:
«Allah'tan başka ilâh olmadığına ve Muhammed'in Allah'ın Resulü olduğuna şehâdet ediyor musun?» buyurdu. Adam ı Evet, dedi. Efendimiz:
«Kalk yâ Bilâl! Yarın oruç tutmaları için halka ilân yap.» buyurdu.
Râvi Ebû Alî demiştir ki: El-Velîd bin Ebî Sevr'in ve el-Hasan bin Alînin rivayetleri (de) böyledir. (Yâni tbn-i Abbâs (Radıyallâhü anhümâ)'ya ulaşır.) Hammâd bin Seleme de bunu rivayet etmiş (fa kat) İbn-i Abbâs (Radıyallâhü anhümâ)'yı zikretmemiş ve : Bilâl (Ra-dıyallâhü anh) halkın o gece teravih gibi Ramazan gecelerine mahsus ibâdete kalkmaları ve oruç tutmaları için çağrıda bulundu, ilâvesini zikretmiştir." [26]
Ebû Dâvûd, Nesâî, Tirmizi, Dârekutnî, Hâkim, Beyhaki ve Dârimi de bunu rivayet etmişlerdir.
Hadis, Ramazan hilâlini görmek mes'elesinde kâfirin şâ bitliğinin muteber olmadığına ve bu mes'elenin sübutu için şahidin müslüman olduğunun bilinmesiyle yetinilebileceğine delâlet eder. Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) A'rabinin âdil veya fâşıklık durumunu araştırmayıp sadece müslüman olup olmadığım araştırmakla yetindiğine göre Ramazan hilâlinin şahitliği için âdil olmak şartı aranmaz, denilemez. Çünkü o A'rabi eğer o anda kelime-i şehâdeti getirmekle yeni müslüman olmuş ise bir kâfirin müslümanlığı kabul etmesiyle geçmişteki tüm günahları affedilir. O halde âdil sayılır, fâsık değildir. Şayet A'rabî bu olaydan önce müslüman olmuş ise bütün sahâbîler âdildir. Şahidin âdil olma şartını koşan âlimler, böyle demişlerdir.
Ramazan hilâlinin şahitliği için âdil olmak şart değildir, diyen âlimlerin görüşlerini yansıtan Sindi: Peygamber (Sallal-lâhü Aleyhi ve Sellem)'in A'rabîye Kelime-i Şehâdetin mefhumuna inanıp inanmadığını sorması, müslüman olup olmadığını tahkik etmek içindir. Hadisten anlaşıldığına göre hava bulutlu olduğu zaman hilâli gördüğüne şahitlik eden kişinin müslüman olduğu tahakkuk ettiği zaman, âdil olsun olmasın, hür olsun, köle olsun Ramazan hilâlini gördüğüne dâir şahitliği makbuldür. Şöyle de söylenebilir: Saadet devrindeki bütün müslümanîar âdil idiler. Bu sebeple âdil ol-mıyanın şahitliğinin kabul edilmesi gerekmez, demiştir.
Müellifin zikrettiği sened, İbn-i Abbâs (Radıyallâhü anh)'a ulaşır. Bu senedle rrvâyet edilen hadiste halkın oruç tutmaya başlamaları için Bilâl (Radıyallâhü anh)'in ilân yapması emredilmiştir. Fakat o gece teravih namazını kılmaları veya başka ibâdetle ihya etmeleri için bir ilân yapması emri bulunmamaktadır. Müellif, el-Velid bin Ebî Sevr'in ve el-Hasan bin Ali' nin yer aldıkları başka senedleri rivayet eden Ebû Ali' nin beyânına göre. o senedlerle rivayet edilen hadîs metni böyledir. Ebû Dâvûd kendi süneninde e 1 - V e 1 î d bin Ebî S e v r ' in rivayeti M u h a.m med bin Bekkâr' dan rivayet etmiş, o rivayet yine Zaide bin Ku d â m e ' de Müellifin senediyle birleşir. El-Hasan bin Alî' nin senedini ise bizzat kendisi rivayet etmiş. Bu da Hüseyin e 1 • C a ' f i' -nin aracılığıyla Zaide' den rivayet etmiş ve böylece müellifin senediyle birleşmiştir.
Müellifin E b ü AH' den naklen Hammâd bin Seleme' den rivayet ettiği hadîsi Ebû Dâvûd, Müsâ bin î s m â i 1 aracılığıyla Hammâd' dan, Hammâd da Sima k ' tan, O da İ k r i m e' den mürsel olarak rivayet etmiştir. H a m m â d ' in rivayetinde bulunan hadîs metninde Bilâl (Radıyallâhü anh)'in çağrısında halkın o geceyi ihya etmeleri emri de vardır.
Hadis, Ramazan hilâlinin görülmesi için âdil bir şahidin şahitliğinin kâfi olduğuna delâlet eder.
1653) Ebû Ümeyr (Abdullah) bin Enes bin Mâlik (Radıyallâhü an-hümâ)'da.n; Şöyle demişiir :
Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) in ensârdan olan sahâ-bîlerinden amcalarım, bana hadîs anlatarak dediler ki: Şevval (ayın) in hilâli, havanın bulutlu olması nedeniyle görülmedi. Bu sebeple (Ramazanın otuzuncu günü) oruçlu olarak sabahladık. O gün akşama doğru bir cemâat gelerek: Dün (akşam) hilâli gördüklerine Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) in yanında şahitlik ettiler. Bunun üzerine Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) sahâbilere oruçlarını bozmalarını ve yarın bayram namazına .çıkmalarını emretti." [27]
Ahmed, Ebû Dâvûd, Nesâi, tbn-i Hibbân, Bey h aki ve Tahavî de bunu rivayet etmişlerdir.
Umûmet: 'Amm"ın çoğuludur. Amcaları demektir. Sahâbîlerin tümü sıka oldukları için isimleri verilsin verilmesin farketmez.
Hadîsin açıklaması bahsinde el-Menhel yazarı şöyle der: "Yâni Ramazan'in otuzuncu gecesi Medine havası bulutlu olduğu için Medine'de Şevval hilâli görülmemiş ve halk otuzuncu gün oruç tutmuş. O gün akşama doğru M e -dine dışından bir cemâat gelerek dün akşam hilâli gördüklerine Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellemî'in yanında şehâdet etmişler; Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) de oruçluların hemen oruçlarını bozmalarını ve yarın bayram namazını kılmak üzere musallaya çıkmalarını emretmiştir. Bu hadîs, bayramın ilk günü öğleden önce bayram namazını kılamiyanlann ertesi gün öğleden önce kılmalarının meşruluğuna delâlet eder. Ebû Hanife, Ebû Yûsuf, Muhammed, Evzâî, Sevrî, Ahmed ve İ s h a k' a göre hüküm budur. Bunlara göre Bayram olduğu bilinmediği için veya başka mazeret için bayram namazını vaktinde kıla-mıyanlar, ikinci gün öğleden evvel kılabilirler. Bâzı âlimler: Bayram olduğu bilinmemesi hâlinde hüküm böyledir. Başka mazeretler hâlinde ikinci gün kılınamaz, demişlerdir.
Şâfiİ1er' e göre birinci gün bayram namazını kılamıyan-lar, ikinci veya başka günlerde kaza edebilirler. Çünkü Ş â f i i 1 e r'e göre muayyen vakitlere bağlı sünnetler, vaktinde kılınmayınca kaza edilebilirler.
Mâlik ve Ebû Sevr'e göre bayramın ilk günü henüz öğle olmadan önce bayram olduğu anlaşılınca bayram namazı kılınır. Daha sonra anlaşılırsa ne ilk gün öğleden sonra ne de ikinci veya başka gün kılınamaz.
Bu hadîs, Mâlik ve Ebû Sevr aleyhinde delildir El-Hattâbî: Bu hadîs sahihtir. Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'in sünneti ve yo>lu hadîste bildirilmiştir. Ona rücu' etmek gereklidir, demiştir.
Nevevi, el-Hulâsa da : Bu hadîs sahihtir. Ebû Ümey r'in amcaları sahâbîdirler. İsimlerinin belirlenmemiş olması zarar vermez. Çünkü hepsi âdildirler. Ebû Ümeyr'in adı Abdullah'tır, demiştir.
Bu hadîs, Ramazan bayramı hakkındadır. Kurban bayramı namazı, bu hükme tâbidir. Bu hadîs, bayram namazının vâ-cib olduğunu söyliyen âlimlerin delîllerindendir. [28]
Bu bâbtaki ilk hadîs. Ramazan hilâlinin şübutu için bir müslümamn şahitliğinin kâfi olduğuna delâlet eder. Fıkıhçılar bu hususta ihtilâf etmişlerdir. El-Menhel yazarı, bu ihtilâfı şöyle anlatıyor :
1 - Ebû Hanîfe ve arkadaşlarına göre gökte bulut veya şiddetli toz gibi bir engel bulunduğu takdirde âdil bir kişinin R a -m a z a n hilâlini gördüğüne dâir şahitliği makbuldür. O kişi köle veya kadın da olabilir. Çünkü bu şahitlik dîni bir mes'eleye aittir. Ramazan' dan başka aylara âit hilâlin sübutu için hür iki erkeğin veya hür bir erkek ile hür iki kadının şehâdeti ve bunların âdil olması şarttır.
Gökte hilâli görmeye bir engel bulunmazsa Ramazan veya başka aylarda doğru söylediklerine kanaat getirilen bir cemâatin şahitlik etmesi gerekir. Hava açık iken iki kişinin şahitliği ile yeti-nildiğine dâir îmam-ı A'zam' dan bir rivayet vardır. Bahr-ı Râik'te : İmamın bu fetvasını meşâyihtan tercih edeni görmedim. Bizim zamanımızda bu fetva ile amel etmek uygundur. Çünkü halk hilâli gözetlemeyi ihmâl ediyor. Artık hilâli görenlerin iki kişi olması, onların yanılmasını kanıtlamaz, denilmiştir.
2 - Şafiî ve Ahmed'e göre âdil bir kişinin Ramazan hilâlini görmesi kâfidir. Ahmed'e göre o kişi köle veya kadın bile olabilir. Şafiî' nin de böyle bir kavli vardır. Fakat mutemed kavline göre görenin hür ve erkek olması şarttır. Ramazan' dan başka ayların hilâli için hür ve âdil iki erkeğin şehâdeti şarttır.
3 - Mâlik ve ashabına göre Ramazan ve Şevval hilâli, âdil iki kişinin veya doğruluğuna kanaat getirilen asgarî beş kişilik bir cemâatin görmesiyle bu hüküm; hilâli gözetlemeye önem veren bölgeye mahsustur. Önem verilmeyen bölgelerde âdil bir kişinin görmesiyle sabit olur.
Nevevî : Eğer bir hâkim bir kişinin hilâli gördüğüne şehâdet etmesi sonucunda Ramazan'in girdiğine hükmetmişse âlimlerin icmâı ile oruç tutmak mecburiyeti hâsıl olmuş olur. Ve bu hüküm nakzedilemez. Yukarıdaki ihtilâf, böyle bir hükmün bulun madiği hallere mahsustur, demiştir. [29]
1654) Abdullah bin Ömer (Radtyallâhil anhümâ)'dan rivayet edildiğine #öre; Resûlullah (Sallailahü Aleyhi ve Scliem) şöyle buyurdu, demiştir :
-Ramazan hilâlini gördüğünüz zaman oruç tutunuz ve Şevval hilâlini gördüğünüz zaman iftar ediniz (bayram yapınız.) Eğer bulut (veya toz) hilâli görmenize engel olursa Ramazan hilâli için (otuz günü doldurmayı) takdir ve hesap ediniz. (Ramazan'ı otuz güne doldurarak bayram ediniz.)» İbn-i Ömer (Radıyallâhü anhümâ) (hava bulutlu olduğunda) Ramazan hilâlinden bir gün önce oruç tutardı."
1655) Ebû Hüreyıe (Radıyallâhü (/«///den rivayet edildiğine göre; Resûlullah (Sallailahü Aleyhi ve Seflem) şöyle buyurdu, demiştir :
«Ramazan hilâlini gördüğünüz zaman oruç tutunuz ve Şevval hilâlini gördüğünüz zaman iftar ediniz (bayram yapınız.) Eğer hava bulutlu ise otuz gün oruç tutunuz.»" [30]
I b n - i Ömer (Radıyallâhü anhümâ)'nin hadisini B u h â ri, Müslim, Ebû Dâvüd, Mâlik, Ahmed, Dâ-rekutnî, Nesaî ve Dârimi de rivayet etmişlerdir. A h -med, Dârekutnİ ve Ebû Dâvüd'un rivayetinde İbn-i Ömer (Radıyallâhü anh)'nin görüşünü beyan eden şu ilâve vardır: 'Şaban ayının yirmidokuz günü dolunca hilâli gö-zetletirdi. Eğer Ramazan hilâli görülürse mesele kalmaz. Şayet görülmez ve görmeye mâni bulut veya toz yok ise İbn-i Ömer {Radıyallâhü anhümâ) ertesi gün oruç tutmazdı. Eğer bulut veya toz hilâli görmeye engel olursa ertesi gün oruç tutardı. Ramazan sonunda İbn-i Ömer (Radıyallâhü anhümâ) bu hesabı tut-mıyarak halkla birlikte iftar ve bayram ederdi.
Hadisin; cümlesini, tercemede belirttiğim gibi Fıkıhçılann cumhuru :
"Eğer bulut (toz da bulut hükmündedir) hilâli görmenize engel olursa. Ramazan hilâli için (otuz günü doldurmayı) takdir ve hesap ediniz." diye yorumlamışlardır. Yâni Ramazan orucunu otuz güne tamamlayınız. Çünkü Buhâri' nin î b n - i Ömer (Radıyallâhü anhümâ)'den olan bir rivayetinde:
= «Eğer hava bulutlu ise Ramazan orucu süresini otuz güne ikmâl ediniz.» buyurulmuştur. B u h â r î, Müslim ve Müellifin rivayet ettikleri 1655 nolu hadis de bu yorumu te'yid eder.Dârimî'nin İbn-i Abbâs (Radıyallâhü anhJ'dan olan rivayetinde de:
-Eğer bulut hilâli görmeye mâni ise Ramazan ayını otuz güne ikmâl ediniz.» buyuruluyor.
Ebû Hanife, Onun arkadaşları, Mâlik, Şafii, Evzâi, Sevri ve hadîsçilerin tümü, mezkûr cümleyi bu şekilde yorumlayanlardandırlar. Yainız Ahmed bin Hanbel bu cümleyi : "Eğer bulut hilâli görmenize mâni olursa, hilâlin bulutun arkasında olduğunu takdir ve farzediniz. Ayın süresini daraltınız.» şeklinde yorumlıyarak, bu yorumun dayanağı olarak hadîs râ-visi t b n - i Ömer (Radıyallâhü anhümâ)'nin görüşünü göstermistir. Çünkü Ş â b a n ' m yirmidokuz günü dolunca, gözlerini kaybetmiş olan İ b n-i Ömer (Radıyallâhü anhümâ), adam göndererek hilâli gözetletirdi. Eğer bulut ve toz gibi bir engel bulunmadığı halde hilal görülmezse, ertesi gün oruç tutmazdı. Eğer bulut veya toz bulunsaydı ertesi gün oruç tutardı.
A h m e d ' in bu gerekçesi reddedilmiştir. Çünkü râvinin re'yi değil, rivayeti muteberdir.İ bn-i Ömer (Radıyallâhü anhümâ) 'nin rivayetlerinin birisinde bu cümle :
= «Ramazan hilâli için otuz günü hesaplayınız şeklinde geçmiştir.
H a t t â b î : Bu cümlenin mânâsı, Ramazan orucunu otuz güne doldurmaktır. Âlimlerin bir kısmı, bu cümleyi rasat hesaplarına göre hilâlin durumunu takdir ve hesaplama şeklinde yorum-lamışlarsa da bu yorum isabetli değildir. Çünkü bâzı rivayetlerde bu cümle yerine : «Otuz gün oruç tutunuz.» buyurulmuştur. İlim ehlinin kahir çoğunluğu ilk yorumu yapmıştır. Şek günü oruç tutmanın Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) tarafından yasaklanması da bu yorumu te'yid eder. Ahmed bin Hanbel: Şâban'ın yirmidokuzundan sonraki gece gökteki bir engel dolayısıyla hilâl görülemediği zaman halk oruç tutar. Eğer hava açıkken hilâl görülme* se oruç tutmazlar, diyerek İbn-i Ömer (Radıyallâhü anhümâ)'nin mezhebine tâbi olmuştur. [31]
El-Menhel yazarı Oruç Kitâbı'mn 'Ay yirmidokuz gün olur bâbı'nda rivayet ettiği bu hadisin izahında bu hususta geniş bilgi vermiştir. Önemine binâen bu bilgiyi özetliyerek buraya aktarmaya çalışacağım :
"Tabiîlerden Mutarrif bin Abdillah, hadîsçiler-den İbn-i Kuteybe ve Şâfiîler' den I b n - i Süre y c ' in dâhil olduğu bir cemâatin, bu hadîsteki: cümlesini: "Eğer hava bulutlu ise gök ayının seyrini ve burçlarını hesaplamak suretiyle Ramazan hilâlini takdir ve hesap ediniz." şeklinde yurumladıkları nakledilmişse de bu görüş ve nakil kabule şayan değildir. Çünkü İbn-i Abdi'1-Berr: Mutarrif in böyle söylediği sabit değildir. î b n - i Kutey-b e ise bu konularda güvenilir değildir.İbn-i Süreye, Şât'ii'nin : 'Yıldızlar yönünden bu gece hilâlin bulunduğunu belirleyen ve fakat hava bulutlu olduğu için görülemediği kanaatına varan bir kimse için Ramazan ayının girdiğine inanması, oruç tutması ve tuttuğu orucun Ramazan orucu olarak sayılması caizdir,' dediğini iddia etmişse de İbn-i Abdi'1-Berr, İbn-i Süreyc' in bu iddiasını reddetmiş ve ; Şafiî' nin yanımızda mevcut kitablannda söylediği söz şudur ki: 'Ramazan'm girdiği ya hilâli görmekle veya âdilâne bir şehâdetle veyahut Ş â -ban ayını otuz güne doldurmakla tahakkuk eder. Ramazan ayının girdiğine başka yollarla inanmak sahih değildir.1 Bu görüş ise yalnız Şafii' nin değil, Fıkıhçılann cumhurunun mezhebidir, demiştir. Şafiî' nin bilinen ve tanınan fetvası, cumhurun görüşüne uygundur.
İbn-i Süreye: Hadîsteki bu cümle astronomi ilminde ihtisası olanlara mahsustur. R a m a z a n ' ı otuz güne doldurmak hükmü ise umûma aittir, demişse de İbnü'l-Arabi Onun bu sözünü reddederek : Artık İbn-i Süreyc'e göre R a -m a z a n ayının girişi, halkın durumuna göre muhteliftir. Kimisine göre Güneş ve Ay hesabı ile oruç farz olur. Kimisine göre Şaban ayını otuza doldurmakla oruç farz olur. Böyle bir ayırım, zekî insanlardan uzaktır, demiştir. Ben derim ki böyle bir söz, doğruluktan da uzaktır. Çünkü Ş â r i - i Hakim Ramazan orucunu tutmayı ya Hilâli görmeye veya Şaban ayını otuz güne doldurmaya başlamıştır. Bunun içindir ki Şafiî âlimlerinden e r-R a m 1 î , Minhâc'ın şerhinde N e v e v i ' nin : Ramazan orucu Şaban ayını otuz güne tekmil etmekle veya hilâli görmekle yahut âdilâne bir şehâdet sonucunda hilâlin görüldüğünün sabit olmasıyla farz olur.' sözü bahsinde şöyle dcı Şayet ;ıdi| bir adam hilâli gördüğüne şehâdet eder de rasatçılarla astronomi uzmanlarının hesaplan o gece hilâli görmenin mümkün olmadıkına delâtet ederse ve şahidin hilâli gördüğü geceden itibaren üçüncü gece âdete aykırı olarak hilâlin yatsıdan önce ufukta batması tahakkuk edip uzmanların hesaplarına eklenirse yine o şahidin şehâdeti ile hükmedi-lecektir. Çünkü Şâri-i Hakim, hesap işine dayanmamış, bilâkis bunu külliyen iptal etmiştir. Çünkü Buhârî, Müslim, Nesaî ve Ebû Davud'un İbn-i Ömer (Radıyallâhü anhümâ) den rivayet ettikleri bir hadiste Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) : «Biz (Arap âlemi) ümmî bir cemâatiz. Yazma bilmeyiz, hesap bilmeyiz.» buyurmuştur. N e v e v i' nin yukarıdaki ifâdesinden çıkarılan yukarıdaki netice
doğrudur. Nitekim babam da böyle fetva vermiştir. Nevevi' nin sözünden anlaşılıyor ki; astronami uzmanının sözü ile oruç tutmak vâcib değil, hattâ caiz değildir. Evet, o astronomi uzmanı kendi hesabı ile amel edebilir ve tuttuğu oruç farz yerine geçer. Mezhebimizin mutemet kavli budur. El-Mecmu'da ise onun tuttuğu orucun farz yerine geçmediği belirtilmiştir.'
Astronomi uzmanının kendi hesabı ile amel etmesinin câizliğine âit e r - R e m 1 î' nin sözü reddedilmiştir. Çünkü Şer'î Şerifin kaideleri buna mânidir. Nitekim 1 m âm ü'l-H ara meyn: Matla'lara itibar etmek, hesab işine ve astronomi uzmanlarının hükümlerine itimat etmeyi gerektirir. Şer'î kaideler buna engeldir, demiştir. Bunun içindir ki; er-Reşîdi; Şâri-i Hakim, oruç tutmamızı hilâlin varlığı ile değil, görülmesiyle farz kılmıştır. Hesap uzmanı ise hilâlin varlığını hesaplayıp anlayabilir. Ki bu kâfi değildir. Asıl olan, hilâlin görülmesidir, demiştir.
Remlim Mutemet kavle göre hesap uzmanının tuttuğu oruç, Onun farz orucu yerine geçer demişse de el-İrşâd şerhinde mutemet gösterilen görüş, onun orucunun farz yerine geçmemesidir. Çünkü aynen şöyle der: Müneccimin veya hesap uzmanının kavline İtimat etmek caiz değildir. Kendileri kendi hesaplarıyla amel ederlerse kuvvetli kavle göre onların orucu farzın yerine geçmez. Zayıf bir cemâat geçtiğini söylemiştir.
Remli ' nin ve babasının yukardaki fetvalarından anlaşıldığı gibi Şâri-i Hakim, hesaplamayı külliyen iptal etmiştir. Bu hususta müctehidierin icmâı vardır. Doğrusu Şerhü'l-İrşâd'daki hükümdür,
El-Bermâvî, Nevevi' nin 'veya hilâli görmek' sözü ile ilgili olarak şöyle der:
'Hilâli ayna gibi bir araçla görmek yetersizdir. Bir adamın rüyada peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'i görüp Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'in kendisine: «Yarın Ramazandır.-gibi söz söylemesiyle Ramazan'a hükmedilemez. Çünkü Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'i rüyada görmek gerçek ise de rüya sahibi kesinlikle gördüğünü zaptedemez. Şer'an delil olamaz. Keza müneccimin ve hesap* uzmanının sözüne itimat edilmez. Evet, kendileri hesaplarıyla amel edebilirler. Tuttukları oruç farz yerine geçer ve hesaplarının doğruluğuna inananlara da oruç tutmak vâcib olur'
El-Menhel yazan, B e r m â v i' nin hesap uzmanları ve bunlara inananlarla ilgili fetvasını, yukardaki nakillerle reddettikten sonra İmam Mâlik'in şöyle dediğini nakleder :doğrudur. Nitekim babam da böyle fetva vermiştir. N e v e v İ' nin sözünden anlaşılıyor ki; astronami uzmanının sözü ile oruç tutmak vâcib değil, hattâ caiz değildir. Evet, o astronomi uzmanı kendi hesabı ile amel edebilir ve tuttuğu oruç farz yerine geçer. Mezhebimizin mutemet kavli budur. El-Mecmu'da ise onun tuttuğu orucun farz yerine geçmediği belirtilmiştir.'
Astronomi uzmanının kendi hesabı ile amel etmesinin câizligine ait e r - R e m 1 î' nin sözü reddedilmiştir. Çünkü Şer'î Şerifin kaideleri buna mânidir. Nitekim tm âm ü'l-H ara meyn: Matla'lara itibar etmek, hesab işine ve astronomi uzmanlarının hükümlerine itimat etmeyi gerektirir. Şer'î kaideler buna engeldir, demiştir. Bunun içindir ki; er-Reşid i: Şâri-i Hakim, oruç tutmamızı hilâlin varlığı ile değil, görülmesiyle farz kılmıştır. Hesap uzmanı ise hilâlin varlığını hesaplayıp anlayabilir. Ki bu kâfi değildir. Asıl olan, hilâlin görülmesidir, demiştir.
Remli: Mutemet kavle göre hesap uzmanının tuttuğu oruç, Onun farz orucu yerine geçer demişse de el-İrşâd şerhinde mutemet gösterilen görüş, onun orucunun farz yerine geçmemesidir. Çünkü aynen şöyle der: Müneccimin veya hesap uzmanının kavline İtimat etmek caiz değildir. Kendileri kendi hesaplarıyla amel ederlerse kuvvetli kavle göre onların orucu farzın yerine geçmez. Zayıf bir cemâat geçtiğini söylemiştir.
Remli ' nin ve babasının yukarduki fetvalarından anlaşıldığı gibi Şâri-i Hakim, hesaplamayı külliyen iptal etmiştir. Bu hususta müctehidlerin icmâı vardır. Doğrusu Şerhü'l-İrşâd'daki hükümdür.
El-Bermâvî, Nevevî' nin 'veya hilâli görmek' sözü ile ilgili olarak şöyle der:
'Hilâli ayna gibi bir araçla görmek yetersizdir. Bir adamın rüyada Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve SellemJ'i görüp Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellemî'in kendisine: «Yarın Ramazan'dır.» gibi söz söylemesiyle Ramazan'a hükmedilemez. Çünkü Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'i rüyada görmek gerçek ise de rüya sahibi kesinlikle gördüğünü zaptedemez. Şer'an delil olamaz. Keza müneccimin ve hesap uzmanının sözüne itimat edilmez. Evet, kendileri hesaplarıyla amel edebilirler. Tuttukları oruç farz yerine geçer ve hesaplarının doğruluğuna inananlara da oruç tutmak vâcib olur.'
El-Menhel yazarı, B e r m â v i' nin hesap uzmanları ve bunlara inananlarla ilgili fetvasını, yukardaki nakillerle reddettikten sonra imam Mâlik1 in şöyle dediğini nakleder :
'Hesap uzmanlarının sözlerine itimat ederek, Ramazan'a veya bayrama hükmeden devlet yetkilisinin hükmüne uyulamaz.
Ibn-i Da k i k i'1-1 y d de: Ramazan orucu hususunda hesaplara itimat etmek caiz değildir, demiştir.
İbnü'l-Münzir de el-Eşraf'ta : Ş â b a n ' in otuzuncu günü, hava açık olduğu halde hilâl görülmediği zaman ümmetin icmâı ile oruç tutmak vâcib değildir. Ve oruç tutmanın mekruhluğu sahâbîlerle tabiîlerin ekserisinden sabittir, demiştir. İbnü'l-Münzir bu bilgiyi verirken astronomi uzmanını ve başkalarını istisna etmemiştir. Kim böyle bir ayırım yaparsa, kendisinden önce oluşmuş olan bir icmâa muhalefet etmiş olur.
Hanefi Fıkıh kitaplarından olan ed-Durru'ul-Muhtâr'da: Âdil de olsalar muvakkitlerin kavline itibar edilemez. Bizim mezhebimiz budur, denilmiştir. İ b n - i  b i d i n 'de yukardaki cümle ile ilgili olarak : Yâni halka Ramazan orucunun farziyeti hususunda muvakkitlerin kavline itibar edilmez. Hattâ el-Mi'rac'da: Muvakkitlerin kavline itibar edilmiyeceği hususunda icmâ' vardır. Müneccimin kendi hesabıyla amel etmesi caiz değildir, denilmektedir. En-Nehir'de: Muvakkitler âdil olsalar bile el-İdah'ta belirtildiği gibi onların : Hilâl falan gece gökte olur, sözü ile hüküm verilmez, denilmektedir, demiştir.
Yukarıda nakledilen âlimlerin görüşlerinden şu neticeye varılıyor ki: Ne Ramazan orucuna başlamakta, ne de bayram etmekte hesaba veya müneccimlerin sözlerine itibar edilemez. Hattâ bu hesabı yapan kişi veya müneccim, kendi nefsi için bile amel edemez. Ya hilâli görmek veya ayın otuz gününün doldurulması gerekir. Eğer bir ayın girmesi veya çıkmasının bilinmesi ya da zannedilmesi, şer'î hükmün verilmesi için kâfi gelseydi, Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem), hilâlin görülmesini veya ayın otuz gününün doldurulması emri yerine meselâ: 'ayın girdiğini veya çıktığını bildiğiniz ya da zannettiğiniz zaman oruç tutunuz' gibi bir emir verecekti. [32]
1656) Ebû Hüreyre (Radıyallâhü an/ı )'den rivayet edildiğine göre; Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Seller)}) :
«Aydan kaç gün geçti?» buyurdu.
Ebû Hüreyre (Radyallâhü anh) : Biz yirmiiki gün (geçti) ve sekiz gün kaldı, diye cevap verdik, dedi. Bunun üzerine Resûlullah
(Sallallahü Aleyhi ve Sellem) (ellerinin parmaklarıyla işaret ederek) üç defa :
«Ay şu kadardır, ay şu kadardır, ay şu kadardır.» buyurdu ve üçüncü defada bir parmağını yumdu.İsnadının Müslim'in şartı üzerine sahih olduğu Zevâid'de bildirilmiştir.
1657) SaVI bin Kbî Vakkâs (Radıyallûhü anh)\]an rivayet edildiğine «üre; Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) (ellerinin parmaklarıyla işaret ederek) :
«Ay şu kadar, şu kadar ve şu kadardır.» buyurdu. Ve üçüncü defada (bir parmağını yummakla) yirmidokuz sayısını belirtti." [33]
Ebû Hüreyre (Radıyallâhü anh)'m hadisi Zevâid türün dendir. Sa'd (Radiyallâhü anh)'in hadîsini Müslim de rivayet etmiştir.
Sa'd (Radıyallâhü anh) 'in Müslim' deki hadîsinde Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'in bir elini diğer eline vurarak : «Ay şu kadardır ve şu kadardır» buyurduğu ve üçüncü defasında bir parmağım eksilttiği belirtilmiştir. Yâni ellerinin on parmağı ile üç defa işaret ederek ayın bazen yirmidokuz olduğunu bildirmiştir. Çünkü Buhârî, Müslim, Ebû Dâvûd ve N e s a i ' nin İ b n - i Ömer (Radıyallâhü anhümâ)'dan rivayet ettikleri bir hadîste : Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) :
-Biz ümmi bir cemâatiz. Ne yazı yazarız ne de (yıldızların seyrini) hesaplarız. Ay (bazen) şöyledir, (bazen) böyledir.» buyurdu.
Râvi demiştir ki: Yâni ay bir defa yirmidokuz başka bir defa otuz gün olur." şeklindedir.
H a t t â b i : Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'in maksadı şudur : Ay bazen yirmidokuz gün olur. Dâima yirmidokuz gün olduğunu kasdetmemiştir. Halk arasında meşhur olan örf ve âdete göre ay otuz çeker. Bunun sabit olmadığını beyan buyurmuştur, demiştir.
Bu hadisler, şer'î hükümlerin Ş â r i' in açık sözünden alındığı gibi, işaretinden de alınabileceğine delâlet eder.
1658) Ebû Hüreyre (Radıyallâhü anh)'den; Şöyle demiştir: Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) hayatta iken Ramazan ayı orucunu yirmidokuz gün olarak tutmamız, otuz gün olarak tutmamızdan fazla idi.Zevâid'de şöyle denilmiştir : Bunun senedi, Müslim'in şartı üzerine sahihtir. Ancak adı Said bin İyâz Ebû Mes'ud olan el-Cüreyrî ömrünün sonunda rivayetleri karıştırmıştır. Bu hadisi Ebû Dâvûd ve Tirmizî İbn-i Mes'ud (R.A.)'den rivayet etmişlerdir. [34]
Notta belirtildiği gibi Tirmizî ve Ebû Dâvûd, bu hadisi tbn-i Mes'ud (Radıyallâhü anh)'den rivayet etmiş-lerdir. Dârekutnî de İbn-i Mes'ud (Radıyallâhü anhJ'den rivayet etmiştir. A h m e d de bunu  i ş e {Radıyallâhü anhâ)'den rivayet etmiştir.
Bu hadîs, Ramazan ayının ekseriyetle yirmidokuz gün olduğuna delâlet ediyor. [35]
1659) Ebû, Bekrete (Radıyallâhü anh)'âen rivayet edildiğine göre; Peygamber (Sailallahü Aleyhi ve Sellem) şöyle buyurdu, demiştir:
«İki bayram ayları (olan) Ramazan ve Zilhicce noksan olmazlar.»" [36]
Buharı, Müslim, Tirmizî, Ebû Dâvûd, Ta-havi ve Ahmed de bunu rivayet etmişlerdir. Bâzı rivayetlerde mânâyı etkilemiyen az lafız farkı vardır.
Bu hadîs, müteaddit şekillerde yorumlanmıştır. El-Menhel yazarı bu konuda şöyle der :
Yâni Ramazan ve Zilhicce ayları otuzar gün değil yirmidokuz gün çekmekle sayıca noksan olsalar bile sevap ve ecir bakımından noksan olmazlar, tamdırlar.
Bâzılarına göre hadisten maksad, Zilhicce ayının ilk on gününde yapılan ibâdetlerin faziletini ve sevap yönünden Ramazan ayından eksik olmadığını açıklamaktır.
Diğer bir kavle göre hadisin mânâsı şudur: B±r yıl içinde R a-m a z a n ayı ile Zilhicce ayının her ikisi yirmidokuz gün olmaz. Birisi yirmidokuz gün çekerse, diğeri otuz gün olur, ama bu dâimi değildir. Ekseriyetle böyle olur. Bazen de her ikisi yirmido-kuzar gün çeker. Zilhicce ayında Kurban bayramı bulunduğu için Ona bayram ayı demek tabiîdir. Ramazan bayramı Ramazan ayında değildir. Bilindiği gibi Şevval ayındadır. Lâkin Ramazan ayının bitiminde olduğu için Ramazan ayına bayram ayı denilmiştir.
Bu ayların birisinde oruç, diğerinde hac ibâdeti bulunduğu için, hadîs bu ayların faziletini belirtmiştir. Maksad, diğer aylarda yapılan ibâdetlerin sevabının noksan olacağı değildir. Asıl maksad, R a -m a z a n ayı yirmidokuz gün olsa bile hakkında vârid olan faziletlerin ve hükümlerin sevabı tam olarak hâsıl olur. Keza hac mevsiminde Arafat dağındaki Vakfe ( = Durmak) işi Zilhicce ayının dokuzuncu gününe veya başka gününe tesadüf etsin hac fazileti ve hükümlerinin sevabı noksan olmaz. Tabiî hilâli gözetlemekte kusur ve ihmâl olmaması, şarttır. Gerek Ramazan ayının başlangıcı ve gerekse Zilhicce ayının başlangıcı hususunda bir yanılma vuku bulduğu takdirde tutulacak Ramazan orucu veya yapılacak hac ibâdeti ve Arafat' taki vakfeden hâsıl olacak sevabın noksanlığı şüphesi kalplere gelebilir. Hadisten maksad, bu şüpheyi gidermektir. Yanılgı sübut bulmadıkça yapılan ibâdet sahihtir. Keza hacıların Zilhicce' nin dokuzuncu günü değil, onuncu günü A r a f â t' ta durdukları bilâhere anlaşılsa bile yapılan hac sahihtir. Ama sekizinci gün durdukları anlaşılsa ve dokuzuncu gün Arafat'a çıkmaları imkânı var iken sekizinci gün yapılan vakfe kifayet etmez. Ertesi gün vakfeyi iade etmeleri gerekir, îâde etmezlerse haccı kaçırmış sayılırlar.
1660) Ebû Hüreyre (Radıyallâhü ank)'âer\ rivayet edildiğine göre: Resûlullah (Sallallakü Aleyhi ve Sellem) şöyle buyurdu, demiştir :
-Fıtır (Ramazan bayramı) günü iftar ettiğiniz gündür. Kurban (bayramı) günü kurbanı kestiğiniz gündür.»" [37]
Ebû Dâvûd, T i r m i z i ve Dârekutni de bu hadisi rivayet etmişlerdir. Ebû Dâvûd ve Dârekutni' nin hadis metni daha uzundur T i r m i z î' nin rivâyetindeki hadis metni meâlen şöyledir:
«Ramazan orucu oruç tuttuğunuz günde (başlamış) olur. Fitır (bayramı) iftar ettiğiniz gündür. Kurban (bayramı) günü kurban kestiğiniz gündür,»
T i r m i z i : 'İlim ehlinin bâzısı bu hadisi şöyle yorumlamıştır; Yâni Ramazan orucuna başlamak ve Ramazan bayramını yapmak-, cemaatla ve halkın büyük çoğunluğuyla beraber olmalıdır,' demiştir.
El-Menhel yazarının dediğine göre bâzı âlimler : Hadisten mak-sad şudur, demişlerdir: Hadis, şek gününde orucun tutulamıyacağına işarettir. Çünkü şek günü, halkın Ramazan orucuna başladığı gün değildir. Ve ikinci işaret, Şevval hilâlini görüp her hangi bir sebeple şahitliği reddedilen kişinin, hilâli gördü diye orucu bırakmamasınadır. Çünkü halk o gün iftar etmemiştir.
Sindi: de: Hadîsin açık olan mânâsı; Ramazan bayramı ve Kurban bayramı günlerinin tâyin ve tesbiti hususunda kişilerin müdâhale yetkisi yoktur. Kişiler, cemaattan ve halkın büyük çoğunluğundan ayrılarak kendi kendilerine hareket edemezler. Bu günlerin tâyin ve tesoit yetkisi, devlet yetkilisine ve İslâm cemaatına aittir. Fertler, devlet yetkilisine ve cemaata uymak zorundadırlar.
H a t t a b i şöyle demiştinHadîsten maksad; ictihadla yapılacak hususlarda İslâm cemâatinin içtihada dayanarak yaptıkları ibâdetlerden dolayı muahaze edilemiyeceklerini bildirmektir. Şu halde bir bölge halkı Şevval hilâlini olanca güçleriyle gözetledikleri halde ancak otuzuncu günden sonra hilâli görebildikleri ve dolayısıyla otuz gün oruç tuttuktan sonra o yılki Ramazan'in yirmidokuz gün olduğu sabit olursa, onjarın oruçları ve bayramları geçerlidir. Herhangi bir vebal altında kalmış olmazlar. Keza hac ibâdetinde Arefe günü tesbitinde hatâ ettikleri zaman Arafat dağındaki vakfeyi iade etmeleri gerekmez. Kestikleri kurbanlar kâfidir. Bu hüküm, Allah tarafından ihsan edilen bir kolaylık ve kullarına bir şefkattir, demiştir. [38]
1661) İbn-i Abbâs (Radtyallâhü anhümâydan; Şöyle demiştir:
Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) yolculukta oruç (da) tutmuş, iftar da etmiştir." [39]
Buhâri, Müslim, Ebû Dâvûd, Nesai, Ta-havi, Beyhakİ ve Dârimî de bu hadîsi bir birine yakın lafızlarla rivayet etmişlerdir.
Hadîs, yolculukta oruç tutmanın da, iftar etmenin de caiz olduğuna delâlet eder.
1662) Âişe (Radıyallâhü ankâ)\\an: Şöyle demiştir : Hamza el-Eslemî (Radıyallâhü anh)[40] Resûlullah (Sallallahü Aleyhive Sellem)'e :
Ben (hazerde) çok oruç tutuyorum. Yolculukta da oruç tutmama izin verir misin? diye sordu. Efendimiz :
«Dilersen oruç tut, dilersen iftar et- buyurdu." [41]
Mâlik, Buharı, Ebû Dâvûd, Bey haki ve D â r i m i de bunu benzer lafızlarla rivayet etmişlerdir,
Diğer bâzı rivayetlerde belirtildiği gibi H a m z a (Radıyallâ-hü anh) hazerde çok oruç tutardı. Hadisin zahirine göre H a m z a (Radıyallâhü anh) yolculukta mutlak oruç tutma hükmünü sormuş. Çünkü buradaki rivayette sorunun Ramazan orucuna ait olduğuna dâir bir sarahat yoktur. Lâkin Ebû Dâvûd, Hâkim ve B e y h a k i' nin bir rivayetinde H a m z a (Radıyallâhü anh)'in yolculuk hâlinde Ramazan orucunu tutma hükmünü sorduğu belirtilmiştir. El-Menhel yazarı: H a m z a (Radıyallâhü anh)'m bir defasında nafile orucun hükmünü, başka bir defasında Ramazan orucunun hükmünü sormuş olması muhtemeldir, demiştir.
Peygamber (Sallallahü Aleyhive Sellem), oruç tutup tutmama işini H a m z a (Radıyallâhü anh)'in arzusuna bırakmıştır, Çünkü H a m z a (Radıyallâhü anh) kendi durumunu daha iyi bilirdi. Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) verdiği cevapla, yolculuk hâlinde farz orucun tutulmasının zorunlu olmadığına işaret buyurmuştur.
1663) Ebü'd-Derdâ' (Radtyallâhü a«*)'dçn; Şöyle demiştir:
And olsun ki Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'in yolculuklarının birisinde çok sıcak bir gün onunla beraberken kendimizi öyle bir durumda gördüm ki; herkes sıcaklığın şiddetinden elini başına koyuyordu. Cemaatımızda Resûllulah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) ile Abdullah bin Revâhâ (Radıyallâhü anh) den başka, oruçlu hiç kimse yoktur." [42]
Buhar î, Müslim, Ebû Dâvûd, TahavI ve B e y h a k I de bunu benzer lafızlarla rivayet etmişlerdir.
Ebû Dâvûd'un rivayetinde bu yolculuğun bir savaş yolculuğu olduğu belirtilmiştir. Fakat hangi savaş yolculuğu olduğu bilinmemektedir. Bu yolculuğun Mekke Fetih yolculuğu olduğu söylen-mişse de kabule şayan görülmemiştir. Çünkü bu savaştan Önce vuku bulan M u' t e savaşında Abdullah- bin Revâhâ (Radıyallâhü anh) şehid edilmişti. Telvih sahibi bu yolculuğun B e -d i r savaşı yolculuğu olmasını muhtemel görmüşse de bu ihtimâl da vârid değildir. Çünkü Ebü'd-Derdâ' Bedir savaşı tarihinde henüz müslüman olmamıştı.
Bu hadîs, yolculukta gücü yetenler için oruç tutmanın efdal olduğuna ve gücü yetmeyenler için iftar etmenin efdal olduğuna delâlet ediyor. Hadiste sözü edilen orucun nafile oruç olduğu söylenemez. Çünkü bu hadîsin Müslim' deki rivayetinde Ebü'd-Derdâ (Radıyallâhü anh) :
"Ramazan ayında şiddetli sıcakta Resûlullah {Sallallahü Aleyhi ve Sellem) ile beraber bir savaşa çıktık." demiştir.
Ebû Hanîfe, Mâlik, Şafiî, Sevri, Fudayl bin İy âz ve Abdullah bin el-Mübârek yolculukta Ramazan orucunu tutmanın efdal olduğuna hükmedenlerdendirler. Sahâbîlerden Huzeyfe (Radıyallâhü anh) ve Osman bin Ebi'l-Âs (Radıyallâhü anh) da böyle hükmetmişlerdir. Enes, Saîd bin Cübeyr ve İbrahim en-N e h a I' den de bu kavil rivayet edilmiştir. [43]
1664) Ka'b bin Âsim (Radıyallâhü tm//)'den rivayet edildiğine £Öre; Resûlullah (Sallaliahü Aleyhi ve S eli em) şöyle buyurdu, demiştir : •Yolculukta oruç tutmak. (Matlub) ibâdetten değildir.»"
1665) İbn-i Ömer (Radıyallâhü aubiimâ)\kın rivayet edildiğine göre; Resûlullah (Sallaliahü Aleyhi vr Selinti) sjîiyle buyurdu, demiştir : «Yolculukta oruç tutmak (matlub) ibâdetten değildir.»"
Not : Zevâid'de şöyle denilmiştir : İbn-i Ömer (R.A.)'nin hadîsinin senedi sahihtir. Çünkü râvi Muhammed bin el-Musaffâ'yı İbn-i Hibbân sikalar arasında zikretmiş; Mesleme ve el-Kâşif'te Zehebî Onu sıka saymışlar; Ebû Hatim : O, çok sâdıktır, demiş; Nesai de : O sâlihtir, demiştir. İsnadın kalan ricali, Buhâri ve Müslim'in şartı üzerinedirler. [44]
Ka'b (Radıyallâhü anh) "m hadîsini Ahmed, Nesaî ve T a b e r i de rivayet etmişlerdir.
t b n-i Ömer (Radıyallâhü anhümâVnin hadîsi Zevâid tü-ründendir. T a h a v î de bunu rivayet etmiştir.
Buhârî, Müslim, Ebû Dâvûd, Dârimî, Bey-haki ve Nesai bunun bir benzerini Câbir bin Abdil-1 a h (Radıyallâhü anh)'den rivayet etmişlerdir.
K a'b (Radıyallâhü anhl'ın T a b e r i' deki rivayeti uzun olup meâlen şöyledir:
"Şiddetli bir sıcakta biz Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) ile beraber sefere çıktık. Cemaatımızdan bir adamı, hasta gibi bir ağacın gölgesi altında uzanmış olarak gördük. Resûlullah (Sallallahü
Aleyhi ve Sellem) -.
»Arkadaşınızın nesi var, neresi ağrıyor?» diye sordu. Sahâbîler: Hastalığı yoktur. Lâkin oruçludur. Sıcaklık ona çetin gelmiştir, diye cevap verdiler. Bunun üzerine Peygamber CSallallahü Aleyhi ve Sellem) :
«Yolculukta oruç tutmanız, matlub İbâdet değildir. Allah'ın size verdiği ruhsata sarılınız.» buyurdu."
Zâhiriyye ve Şia mezheblerine mensub bâzı âlimler, bu hadîsin zahirini delil göstererek :Yolculukta oruç tutmak günahtır ve tutulan oruç, geçersizdir, demişlerdir. Bu görüş, E b ü H ü -reyre, Ömer, İbn-i Ömer ve Zührî (Radıyallâhü anhüml'den de nakledilmiştir.
Ahmed, Evzâi ve İshak: Yolculukta oruç tutmak caizdir, tutmamak efdaldır, demişlerdir.
Ebû Hanife, Mâlik ve Şafiî' nin dâhil olduğu cumhura göre gücü yetenler için oruç tutmak efdaldır.
H a t t â b İ bu bâbtaki hadîslere şöyle cevap vermiştir: Bu hadîsler; durumu yukarıda belirtilen, yânı oruç tuttuğu için hasta gibi halsiz düşen kimselere mahsustur. Çünkü (1663 nolu) hadîs ve benzeri hadîslerde Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'in yolculukta oruç tuttuğu belirtilmiş ve (1662 nolu) hadîste Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) H a m z a el-Eslemî (Radıyallâhü anhl'ı yolculukta oruç tutup tutmamakta serbest bırakmıştır. Eğer oruç tutmak matlup olmasaydı, onu serbest bırakmazdı.
Şafiî bu bâbtaki hadîsleri yolculuk ruhsatını kabul etmekten imtina' edenlere yorumhyarak : Farz veya nafile oruç tutan bir kimse, hasta gibi perişan bir hâle düşmesine rağmen ve Allah Ona ruhsat vermesine rağmen oruç tutmakta diretirse Onun tuttuğu oruç, matlub bir ibâdet olmaktan çıkar. Hadîsin mânâsı şöyle olabilir : Yolculukta oruç tutmak farz olan ve terkedilmesi günah sayılan ibâdet değildir, demiştir.
Tahavi de : Hadîsteki "Bİrr"den maksad, mükemmel ibâdettir. Maksad, yolculukta tutulan orucun ibâdet cinsinden ihraç edilmesi değildir. Çünkü bazen yolculukta oruç tutmamak daha efdal ve daha matlub ibâdet olur. Meselâ savaşta düşmanla karşılaşmak üzere olan bir mü'min, daha güçlü olmak için oruç tutmazsa daha çok sevap kazanır, demiştir
1666) Abdurrahmân bin Avf (Radıyallâhü anh)\\en rivayet edildiğine göre: Resûlullah (Sailallahü Aleyhi ve Sellcm) şöyle buyurdu, demiştir :
«Yolculukta Ramazan orucunu tutan kimse, hazerde oruç tutmayan gibidir.»
Ebû İshak: Bu hadîs bir şey değildir, demiştir."
Not : Zevâid'de şöyle denilmiştir : Bu hadisin isnadında inkıta' vardır. Râvi Üsâme bin Zeyd'in zayıf sayılması hususunda ittifak vardır. İbn-i Muin ve Buhâ-rl'nin dediğine göre râvi Ebû Seleme bin Abdirrahman babasından hiç bir hadis işitmemiştir. Nesai bu hadîsi Enes bin Malik (R.A.)'den merfu' olarak rivayet etmiştir. Bu Enes, Peygamber (S.A.V.)'in hizmetçisi olan Enes bin Mâlik (R.A.) değildir, bir köledir. [45]
Bu hadîsin şerhinde Sindi şöyle demiştir: Hadîsten maksad şu olabilir: Yolculukta Ramazan orucunu tutan kişi, hazerde iken R am a z a n "dışında oruç tutmayan gibidir. Bu takdirde hadîsten çıkarılan sonuç, oruç tutmamanın daha iyi olmasıdır. Muhtemelen kastedilen mânâ şudur: Yolculukta Ramazan orucunu tutan kimse, Ramazan'da evinde iken oruç tutmıyan gibidir. Bu yoruma göre çıkarılan hüküm; yolculukta oruç tutmanın haram-lığıdır. Birinci yorum uygundur. Bununla beraber cumhura göre ilk yorum, oruç tutmaya kuvveti pek yetmiyen kimselere mahsustur. [46]
1667) Abdül-Eşhel oğullarından olan (Ali bin Muhammed'in dediğine güre Abdullah bin Ka'b oğullarından ulan) fcnes bin Mâlik[47] (Radıyal-lâhü (/«A/den: Şöyle demiştir:
Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'in süvarileri bize baskın yaparak mallarımızı alıp götürdüler. Sonra ben (Medine'ye) Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'in yanına vardım. O, öğle yemeğini yiyordu. Bana :
— «(Sofraya) Yanaş, yemek ye.» buyurdu. Ben :
— Oruçluyum, dedim. O:
— Otur, sana oruçtan bahsedeyim. Şüphesiz Allah (Azze ve Celle), yolcu (nun boynun) dan dört rek'atli farz namazın yansını indirmiş ve yolcu, hâmile ve süt emzirenin boyunlarından orucu indirmiştir.» buyurdu. Allah'a yemin ederim ki Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) hâmile ve süt emzirenin her ikisini de veya birisini buyurdu. Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) in yemeğinden niçin yemedim diye üzgün ve pişmanım." [48]
Ahmed, Tirmizi, Ebû Dâvûd, Nesaİ ve Beyhaki de bunu rivayet etmişlerdir. El-Menhel yazarının dediğine göre hadîsin râvisi Enes bin Mâlik (Radıyallâhü anh)'in Abdullah bin Ka'b oğullarından olduğu rivayeti doğrudur. Buhârl bunu kesinlikle söylemiştir. A b d ü ' 1 - E ş -h e 1 oğullarından olduğuna dâir rivayet yanlıştır. Bu Enes, Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve SellemJ'in hizmetçisi olan Enes (Radıyallâhü anh)'den başka bir zât olup Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'den yalnız bu hadisi rivayet etmiştir. Dört sünen sahibi Onun rivayetini almışlardır.
Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'in süvarileri galiba bu kabilenin kâfir olduklarını îtikad ettikleri için mallarını alıp götürmüşlerdir.
Enes (Radıyallâhü anh); A h m e d ' in rivayetine göre komşusunun götürülen develeri; N e s a i' nin rivayetine göre ise kendisine âit olup götürülen develeri hakkında görüşmek üzere Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'in yanına gittiğini söylemiştir.
Enes (Radıyallâhü anh)'in tutmuş olduğu orucun nafile olduğu ve kendisinin yolcu olduğu S i n d î' de bildirilmiştir. Enes (Radıyallâhü anh)'in Medine'ye gidip orada Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) ile görüştüğü ve Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellemî'in o esnada yemek yemekte olduğu, hadîsin muhtelif rivayetlerinde belirtilmiştir. Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) M e d î n e ' de öğle yemeğini yediğine göre, görüşme R a -m a z a n ayı dışında olmuştur.
Hadîs, yolculuk hâlinde dört rek'atli farz namazın yarıya indirildiğine işaret ediyor. Kılınmayan yansının sonradan kaza edilmesi söz konusu değildir. Bu hususta geniş malûmat namaz bahsinde geçmiştir.
Hadîs, yolculuk hâlinde farz orucun tutulmasının mecburiyetinin kaldırıldığını bildiriyor. Yolculukta tutulmayan Ramazan orucu sonradan kaza edilir. Bu husus da bundan önceki bâblarda belirtilmiştir.
Hadis, hâmile ve süt emziren kadının da Ramazan orucunu tutmayabileceğin! bildirmiştir. Râvi Enes (Radıyallâhü anh) yemin ederek, Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve SellemJ'in ya hâmile ile süt emrizenin ikisini veya birisini buyurduğunu söylemiştir. Daha sonra Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'in yemeğindun yemediği için duyduğu Üzüntü ve hasreti dile getirr iştir.
1668) Enes bin Mâlik (Radıyallâhü anh)'den: Şöyle demiştir :
Resûlullah' (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) nefsine zarar gelmesinden korkan hâmile kadın ve çocuğuna zarar gelmesinden korkan emzikli kadın için Ramazan orucunu tutmama ruhsatını vermiştir." [49]
Müelliften başka kim tarafından rivayet edildiğini bilemediğim bu hadîs; gebe veya emzikli kadının Ramazan orucunu tut-mayabileceklerine delâlet ediyor. Âlimlerin bu husustaki görüşleri şöyledir:
1 - Ebû Hanîfe, arkadaşları ve Ebû Sevr'e göre hâmile ve emzikli kadın kendilerine veya çocuklarına zarar geleceklerinden korktukları zaman Ramazan orucunu tutmayabilirler. Güçleri yettiği zaman kaza etmeleri gerekir. Bunların fidye Ödemeleri gerekmez. Çünkü bunlar hasta gibi ma'zurdurlar. Hastaya gereken şey, Kur'an'm hükmüyle güne gün kaza etmektir.
2 - Şafiî ve Ahmed'e göre gebe veya emzikli kadın yalnız kendilerine veya kendileriyle beraber çocuklarına zarar geleceğinden korktukları takdirde oruç tutmayabilirler. Ve güne gün kaza ederler. Şayet yalnız çocuklarına zarar geleceğinden korkarlarsa güne gün kaza etmekle beraber, tutmadıkları her gün için bir fitre miktarı (2 kilo 240 gr. buğday) fidye vereceklerdir. Güne gün kaza edecekler, çünkü hasta gibi düşünülürler; Fidye verecekler, çünkü oruç tutmaya güçleri yeter.
3 - M â 1 ik , hâmile kadın hakkında Hanefî âlimlerinin görüşündedir. Emzikli kadın hakkında ise : Çocuğuna veya kendisine zarar geleceğinden korktuğu ve çocuğuna süt emzirecek bir kadının ücretini verecek durumda olmadığı zaman Ramazan orucunu tutmıyacak, sonra güne gün kaza edecek ve her gün için bir fitre miktarı fidye verecektir. [50]
1669) Aişe (Rudtyutlüttİi anln'ı) <!,uı; Şöyle demiştir:
Şüphesiz üzerimde Ramazan ayına âit oruç (borçlum olurdu ve Şaban ayı gelinceye kadar Onu kaza etmezdim." [51]
Buharı, Müslim, de bunu rivayet etmişlerdir.Davûd ve Beyhaki El-Menhel yazarı bu hadisin açıklaması bahsinde özetle şöyle der: A i ş e (Radıyallâhü anhâ) şunu söylemek istemiştir: "Resûlul-
lah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) hayattayken boynundaki Ramazan orucunu Şaban ayına kadar kaza edemiyordum.
 i ş e (Radıyallâhü anhâ)'nin oruç borcunu Şaban ayına kadar kaza edemeyişinin sebebi, onun Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'in hakkını vermekle meşgul olması ve ailevî ilişki için dâima hazırlıklı bulunmasıydı. Nitekim Buhar î ' nin rivayetinde Yahya bin Saîd:  i ş e (Radıyallâhü anhâ)'nin oruç borcunu daha Önce kaza etmesine mâni olan sebep, Onun Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) ile meşgul olmasıydı, demiştir. Yâ ni  i ş e (Radıyallâhü anhâ) Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'in muhtemel cinsel arzusuna karşı oruç engelinin bulunmaması için oruç borcunu Şabana kadar geciktirirdi. Çünkü  i ş e (Radıyallâhü anhâ), Peygamber {Sallallahü Aleyhi ve Sellem) in izni olmaksızın oruç tutmazdı Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) bazen Ona izin vermezdi. İkinci Ramazan ayının yaklaşmasıyla vakit darahnea izin verirdi. Zâten Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) de Şaban ayında çok oruç tutardı. Bu sebeple  i ş e (Radıyallâhü anhâ) oruç borcunu ancak Şaban ayında ödeme imkânını bulurdu.
Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellemlın cinsel arzusu olabilir endişesiyle  i ş e (Radıyallâhü anhâ)'nin oruç tutmak için Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'den izin istememiş olması da muhtemeldir. Bu da Onun üstün edebinden dolayıdır. Vakit da-ralınca yâni Şaban ayı girince Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve SellemJ'den izin alarak orucunu kaza ederdi.
Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellemî'ın dokuz hanımı bulunurdu. Ve nöbetleşe bunların odalarında yatardı. Ancak nöbet usûlü Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve SellemTe vâcib değildi. Bunun aksine hareket edebilirdi. Bu sebeple Onun bütün zevceleri,  i ş e (Radıyallâhü anhâî'nin belirttiği durumdaydılar. Ve hepsi oruç borçlarını Şâban'a tehir ederlerdi. Nitekim M ü s 1 i m ' in bir rivayetinde  i ş e (Radıyallâhü anhâ) Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve SellemJ'in eşlerinin bu durumunu belirtmiştir. [52]
Bu badis, bir ma'zerei: olduğu zaman Ramazan orucunun kazasını Şaban ayına kadar geciktirmenin câizliğine delâlet eder. Âlimler bu hükümde müttefiktirler. Hadîs, Â i ş e (Radıyallâhü anhâ)'nin bir fiilini ifâde etmekte ise de Onun bu hareketinden Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Selleml'in habersiz olması düşünülemez. Çünkü Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'in hanımları, şer'î hükümleri sık sık sorarlardı. Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Selleml'in bu harekete karşı çıkmaması ve susması, tasvip ettiğini ifâde eder.
Oruç borcunun geciktirilmesi, bir mazeretten dolayı olmayınca âlimler değişik görüşler beyan etmişlerdir. Şöyle ki:
1 - Hastalık, yolculuk ve aybaşı âdeti gibi bir ma'zeret dolayısıyla vaktinde tutulmayan Ramazan orucunun kazasını geciktirmek cumhura göre caizdir. Ancak tutamadığı günler sayısınca ikinci Ramazan ayı yaklaştığında derhal kaza etmek vâcib olur. Te'hiri haramdır.
Şer'i bir ma'zeret yokken tutulmayan Ramazan orucunu geciktirmeden kaza etmek, Şâfii1er'ce vâcib görülmüştür. Bu tür oruç kazası te'hir edilemez.
2 - Ebû Hanîfe ve arkadaşlarına göre şer'î ma'zeret olmaksızın bile tutulmayan Ramazan orucunun kaza edilmesi belirli bir vakte bağlı değildir. Bu itibarla ikinci bir Ramazan'a kadar te'hir etmek günah değildir. Yeter ki kişi bu orucu kaza etmeye kararlı olsun. Bu kararda bulunması ve borcunu kaza etmesi vâcibtir.
3 - Dâvüd-i Zahiri'ye göre özürlü olsun, özürsüz olsun vaktinde tutulmayan Ramazan orucunu geciktirmeden kaza etmek vâcibtir.
1670) Aişe (Radıyallâhü ankâ)'dan. Şöyle demiştir:
Biz, Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve SellemJ'in yamndayken (Ramazan ayında) aybaşı âdetini görürdük. (Temizlendikten) sonra bize (tutmadığımız günler sayısınca) orucu kaza etmemizi emrederdi." [53]
T i r m i z i de bu hadisi rivayet ederek hasen olduğunu söylemiştir. Tirmizi1 deki rivayet, meâlen şöyledir :
"Biz Resûluüah (Sallallahü Aleyhi ve SellemJ'in yamndayken hayız âdetini görürdük. Sonra temizlenirdik de orucu kaza etmeyi bize emrederdi, namazı kaza etmeyi bize emretmezdi."
Burada  i ş e (Radıyallâhü anhâ) 'nin râvisi, e 1 - E s v e d ' -dır. M u â z a' nın  i ş e (Radıyallâhü anhâ)'den rivayet ettiği bu hadîsin mislini Kütüb-i Sitte sahipleri rivayet etmişlerdir. Bâzı rivayetlerde yalnız namazın kaza edilmesinin emredilmediği bildiril-mektedr. Müellifin 631 nolu hadîsi böyledir.
Tirmizi, bu hadîsi rivayet ettikten sonra: Aybaşı âdetini gören kadının orucu kaza etmesi ve namazı kaza etmemesi hususunda âlimler arasında her hangi bir ihtilâfın varlığını bilmiyoruz. İlim ehlinin tatbikatı, bu hadisteki hükme göredir, demiştir.
Tuhfe yazarı da Aliyyü-el-Kaarî'den naklen şöyle demiştir: Hadîsteki hükmün hikmeti şöyle anlatılmıştır: Hayız gören kadının orucu kaza etmesi güç değildir. Çünkü oruç kazası, yılda ancak bir defa olur. Fakat namazın kaza edilmesi güçtür. Çünkü genellikle kadınlar, her ay altı - yedi gün, bazen on gün hayız görürler. Bu duruma göre her yıl, yaklaşık olarak dört aylık namazı kaza etmek gerekir ki, bu cidden zordur. [54]
1671) Ebû Hüreyre (Radıyailâkü anhj'den: Şöyle demiştir: Bir adam. Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve SellemTe gelerek;
— Helak oldum, dedi. Efendimiz:
— «Seni helak eden nedir?» diye sordu. Adam :
— Ramazanda (gündüz) eşimle cinsi münâsebette bulundum, dedi. Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) :
— «Bir köle azâd et» buyurdu. Adam:
— Bulamam, dedi. Efendimiz;
— «Üstüste iki ay oruç tut* buyurdu. Adam :
— Gücüm yetmez, dedi. Efendimiz:
— «Altmış yoksula yemek yedir.» buyurdu. Adam :
— Bulamam, dedi. Efendimiz:
— Otur» buyurdu. Adam da oturdu. Adam oturup beklerken arak denilen bir sebet hurma getirildi. Efendimiz ona:
— «Git bu hurmayı sadaka olarak dağıt» buyurdu. Adam:
— Yâ Resûlallah! Seni hak (din) ile gönderen Allah'a yemin ederim ki Medine'nin kara taşlı iki dağı arasında ailemizden daha muhtaç bir ev halkı yoktur, dedi. Efendimiz (Ona) :
— «Peki git bunu aile fertlerine yedir» buyurdu.
Müellif bu hadisi Ebû Hüreyre (Radıyallâhü anh)'den merfu olarak ikinci bir senedle de rivayet etmiştir. Bunda şu ilâve vardır: Ve Resülullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) adama:
— «Ve o gün yerine bir gün oruç tut.» buyurdu.İlâvesi hakkında Zevâid'de şöyle denilmiştir : Bu ilâveyi Kütüb-i Sitte sahiplerinden yalnız İbn-i Mâcete rivayet etmiştir. Bu ilâvenin bulunduğu seneddeki râvi Abdül-Cebbâr bin Ömer zayıftır. İbn-i Muîn, Ebû Dâvûd ve Tirmizi Onu zayıf saymışlardır. Buhâri de : Onun yanında münker hadîsler bulunur, demiştir. Nesai de : O. sıka delildir, demiştir. Dârekutnî de Onun terkedil-diğini söylemiş 've'İbîi-i Yûnus: Onun hadisi münkerdir, demiştir. İbn-i Sa'd da; O sikaydı, demiştir Ebü Hüreyre (R.A.fdcn merfu' olarak rivayet edilen (1672 nolu) hadiste : «Ruhsatsız olarak Ramazandan bir gün oruç bozan bir kimseye yıl boyunca tuttuğu oruç kâfi delildir.» buyurulmuştur. Yukarıdaki ilâve bu hadîse aykırıdır. [55]
Kütüb-i Sitte sahibleri. Ahmed, Mâlik ve Beyhaki de bu hadisi rivayet etmişlerdir.
Müellifin ikinci senedindeki; ilâvesinin yalnız müellif tarafından rivayet edildiği Zevâid'de bildirilmiş ve notta da bu durum belirtilmiş ise de Ebû Dâvûd'un Ca'fer bin Müsâfir1 den bir senedle Ebû Hüreyre (Radıyailâhü anh)'den merfu' olarak yaptığı bir rivayette Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) adama :
= «Bu hurmayı sen ve ev halkın yiyiniz. Sen bir gün oruç tut ve Allah'tan mağfiret dile» buyurmuştur. M â 1 i k ' in de el-Muvatta'da Saîd bin el-Müseyyeb (Radıyailâhü anhJ'den mürsol olarak yaptığı bir rivayete göre Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) adama : «Bu hurmayı ye ve işlediğin fiil yerine bir gün oruç tut." buyurmuştur.
Bu ilâve ile ilgili âlimlerin görüşlerini sırası geldiğinde anlatacağız. Başından itibaren hadis metnini açıklayalım
El-Menhel yazarı şöyle der:
"Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'e müracaat eden adamın isminin S e 1 m â n veya Seleme bin Sahr el-Be-y â z i olduğu söytenmişse de e 1 - H â f ı ı, el-Fetih'te bu sözü reddetmiş ve : Ben bunun isminin ne olduğuna rastlıyamadım, demiştir.
Adam : "Ben helak oldum." sözü ile : Ben helak olmayı gerektiren bir günaha girdim, demek istemiştir.
Adamın Ramazan'da ailesine gündüz yaklaştığı, Buhâ-r i' nin rivayetinde açıklanmıştır.
Hadisin zahirine göre oruç bozma kefareti olarak âzâd edilecek kölenin müslüman veya kâfir olması, erginlik çağına ermiş veya ermemiş olması, erkek veya kadın olması caizdir. Çünkü "Rakabe" kelimesi bunların hepsini kapsar. Hanefi âlimleri, hadisin zahiriyle hükmetmişlerdir. Fakat cumhur, âzâd edilecek kölenin müslüman olmasını şart koşmuş ve katil kefaretine âit âyetteki rakabe, mü'min kaydıyla kayıtlı olduğu için buradaki rakabeyi Ona hamlet-mişlerdir.
Hadis, oruç bozma kefareti olarak tutulacak iki aylık orucun aralıksız tutulmasının şart olduğuna delâlet ediyor. İ b n - i E b i Leylâ hâriç âlimlerin cumhuru bu hususta ittifak halindedir. Cumhura göre bu iki ay içinde Ramazan ayı ve oruç 'tutmanın yasak olduğu Ramazan bayramının ilk ve Kurban bayramının dört günü gibi günlerin bulunmaması şarttır.
Hadisin zahirine göre oruç bozma kefareti olarak doyurulacak yoksullar sayısının atmıştan aşağı olmaması gerekir. Cumhurun görüşü bu merkezdedir. Hanefi âlimlerine göre, adam bir yoksulu altmış gün doyurursa kefaret yerine geçer. Çünkü maksad yoksulun ihtiyacını gidermektir. Bir gün doyurulan yoksul, başka bir gün diğer bir yoksul hükmündedir.
Altmış günlük nafakayı bir günde bir yoksula vermek, bir günlük kefaret yerine geçer.
Her yoksula verilecek kefaret tutarı hususunda âlimler ihtilâf etmişlerdir. Şöyle ki:
1 - Hanefi âlimlerine göre her yoksula verilecek kefaret bir fitre miktarıdır ki; yarım " Sa1 " buğday veya bir " Sa' " kuru hurma yahut bu kadar arpa veya kuru üzümdür. Bir Sa' bugünkü ağırlık ölçüsüne göre üç kilo üçyüz otuzüç gramdır. Bu meblağlardan birisinin tutarını para olarak vermek caizdir.
2 - Mâliki ve Şafii âlimlerine göre yoksula verilecek günlük kefaret bir "müd"dür. Şafii mezhebine göre bir müd 560 grama tekabül eder. O şehir halkının zahiresinin çoğunluğu, hububatın hangi nevinden ise, ondan kefaret ödenir.
3 - Ahmed'e göre günlük kefaret, ya buğdaydan bir müd veya kuru hurma ya da arpadan yarım sa'dır."
El-Menhel yazarı, yukarıdaki görüşlerin mesnedlerini izah etmiş ise de bunu aktarmaktan vazgeçtim. El-Menhel yazarı sözlerine devamla :
"Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'e müracaat eden adam anılan kefaretlerin hiç birisini ifâ edemiyeceğini arz edince Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) Ona: «Otur.» buyurmuştur. Bu emirdeki hikmet şu olabilir: Onun durumu hakkında vahyin gelmesi beklenirdi. Veya adamın işine yarıyacak bir şeyin geleceği Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) tarafından biliniyordu.
Miktel: Sepet demektir.
Arak: Hurma yaprağından yapılmış ve onbeş ilâ yirmi Sa' hurma alabilen büyüklükteki sepete denilir.
Bir sepet hurma getiren adamın ismi rivayetlerde belirtilmemiştir. Bâzı rivayetlerde Ensâr'dan birisi olduğu belirtilmiştir.
Lâbet: Medine'ye yakın U h u d ile  i r dağlarına denilir. Bu iki dağ arasındaki araziye Medine haremi denilir.
Lâbeteyn kelimesi, "Lâbef'in tesniyesidir. îki Lâbet demektir. Lâ-bet kelimesinin asıl mânâsı kara taşlı arazidir.
Oruç bozma kefareti olarak altmış yoksula verilecek meblâğ, Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) tarafından bu adama verilerek çoluk - çocuğuyla birlikte yemesine müsaade edilmesi mes'e-lesine gelince; Âlimler bu hususta çeşitli yorumlar yapmışlardır. Bâzıları demişler ki: Bu hüküm o adama mahsus bir ruhsattır. Başkasının böyle yapması caiz değildir. Kefareti kendi çoluk - çocuğuna değil, behemehal yoksullara dağıtmak gerekir. Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) bu adama özel bir ruhsat vermiştir.
Bâzıları: Bu hüküm mensuhtur, demiştir.
Bâzıları da : Adam fakir olduğu için kefareti ödiyebilecek bir duruma gelinceye kadar kefaret Onun boynunda kalmıştır. Verilen hurmanın bir miktarını bir günlük çoluk - çocuğunun nafakasına harcayınca kalan kısım, altmış yoksulu doyurmayacak durumdaydı.
Bu yorumların dayanacağı kuvvetli bir delil yoktur. Son yorum, en uygun olanıdır.
Hadis, Ram azan'da gündüz oruçluyken bile bile eşiyle cinsi temasta bulunana kefaretin vâcib olduğuna delâlet eder. Ş â' -bi, Saîd bin Cübeyr, Nehaî ve Katâde hâriç, tüm âlimlerin kavli budur. Hattabî; Galiba bu hadîs anılan zâtlara ulaşmadığı için güne gün kaza etmesi gerekir şeklinde fetva vermişlerdir, demiştir. Unutarak ailesiyle temas edenin orucu bozulmaz. Ve kefaret de gerekmez. Cumhurun kavli budur.
Ahmed'e göre oruç bozulur ve kefaret gerekir.
A t â', Evzâî, Rabia ve Sevrî'ye göre kaza gerekir, kefaret gerekmez.
Ramazan* da bu fiili işleyip kefaretini ödedikten sonra tekrar işlerse ikinci kez kefaret ödemesi gerekir. Bu hususta âlimlerin icmâı vardır. Şayet henüz kefaret ödememişse Ebû Hanife'ye göre bir kefaret yeter. Diğer üç mezhebe göre iki kefaret gerekir.
Ebû Hanife, Şafiî ve Ahmed'in meşhur kavline göre kefarette sıralamak vâcibtir. Yâni köle âzâd edebilirken onu yapmak zorundadır. Bu mümkün olmadığı takdirde iki ay oruç tutar. Buna da gücü yetmezse altmış yoksulu doyurur.
Mâlike göre, sıralamak mecburi değildir. Kişi, bu üç neviden dilediğini ifâ eder. [56]
Bu hususta âlimlerin görüşleri farklıdır. Şöyle ki:
1 - Hanefî ve Hanbeli âlimlerine göre erkek ödiye-cek. Eşine gelince; Eğer cinsi temasa zorlanmış ise ona kefaret gerekmez. Aksi takdirde Hanefî ler'e göre Ona da gerekir. Hanbeliler'e göre iki görüş vardır.
2 - Şâfiiler'e göre kefaret yalnız erkeğe gerekir. Ev-zâj ve Hasan' m görüşü de budur.
3 - Mâ1iki1er'e göre kadın zorlanmışsa Onun kefareti de kocasına yüklenir. Zorlanmamışsa Ona da kefaret gerekir. [57]
1 - Açıklaması hoş olmıyan fiilleri kinaye yoluyla anlatmak caizdir.
2 - Ramazan ayında oruçlu iken cinsi münâsebetle oruç bozulduğu takdirde kefaret gerekir.
Ebû Hanife, Mâlik, Zühri, Evzâi, Sevri ve İ s h a k bu hadîsi delil göstererek : Cinsi münâsebetten başka şeylerle, meselâ yemek yemekle, su içmekle bile bile oruç bozana kefaret gerekir, demişlerdir. Ebû Hanîfe alınan oruç bozucu maddenin, gıdalanmayı veya tedavi etmeyi sağlayıcı olmasını şart koşmuştur. Hamur, kum gibi örf ve âdette ne gıda maddesi ne de tedavi maksadıyla alınmayan bir şey almakla kefaret gerekmez.
Şafii, Ahmed, Said bin Cübeyr, İbn-i'Si-rîn, Nehai ve Dâvüd-i Zahirî'ye göre kefaret, yalnız cinsî münâsebette bulunmakla oruç bozanlara mahsustur. Başka tür bozmakla kefaret gerekmez.
3 - Günah işlemekten dolayı pişmanlık duyulmalı ve cezasından korkulmahdır.
4 - Kefaret nevileri sıraya tâbidir.
5 - Kefaret ödemek durumunda kalan fakirlere yardım edilmeli ve müslümanı içine düştüğü sıkıntıdan kurtarmaya çalışılmalıdır.
6 - Kefaret ödemek, gücün yetmesine bağlıdır.
7 - Hibe ve sadakayı dil ile kabullenmek şart değil, teslim almak kâfidir.
8 - Fakir olduğunu söyleyenin bu sö?.ü kabul edilir. Şahit ile isbatlanması teklif edilmez.
9 - Dinini öğrenmek isüyene karşı yumuşak ve şefkatla davra-nılmalıdır.
10 - Had cezasını gerektirmeyen suçları işleyip durumunu âlime arzeden kişi azarlanmamak ve tazib edilmemelidir.
Hadîsin sonundaki «Ve o gün yerine bir gün oruç tut.» ilâvesinin hükmüne gelince : Bu ilâve, orucunu bozan kişinin kefaretten ayrı olarak o gününün orucunu kaza etmesinin gerekliliğine delâlet eder. Dört mezhebin imamları ve âlimlerin ekserisi bununla hükmet mistir. Bu ilâveye uiL rivayet senedinde zayıflık varsa da izahın kısmında işaret ettiğim yibi, başka rivâyellerlo kuvvetlenmiştir.
1672} E bu Hüreyro (Radıyullahü anh)\\e\ı rivayet eıliUliğıne #üre; Resûlullah (Snllallahü Aleyhi w Selimi) şöyk- binimin, tlt-misjtir :
-Kim ruhsat
olmaksızın Ramazandan bir gün bile bile orucunu bozarsa yıl boyunca oruç tutmak
Ona kâfi gelmez.Sindi'nin naklettiğine göre Buhftrî şöyle demiştir :
İbnü'I-Mutavvis'in bu oruç hadîsinden başka herhangi bir hadisini tanımam ve
Onun Ebû Hüreyre (R.A.)'ln hadîsini babası
(el-Mutavvis)den işitip
işitmediğini bilemem.
[58]
Dört sünen sahipleri ile Bey haki, Dârimî ve Dâre-k u t n i de bunu rivayet etmişlerdir. B u h â r i de bunu ta'Hkan rivayet etmiştir.
El-Menhel yazarı bu hadisin açıklaması bahsinde şöyle der: "Yâni hastalık veya yolculuk gibi şer'î bir mazeret olmaksızın bile bile Ramazan ayında bir gün orucunu bozan bir kimse, devamlı oruç tutsa bile o günkü orucun fazilet ve bereketini kazanamaz. Maksad o gün yerine yıl boyunca kaza niyetiyle tutacağı oruç kâfi gelmez ve kazasını yapmış sayılmaz demek değildir. Çünkü âlimlerin ekserisinin hükmettiği gibi o kişi Ramazan' dan sonra kaza niyetiyle bir gün oruç tutarsa, vâcib olanı yapmış olur. Ve yukarıda açıklandığı üzere kefaret ödemesi gerekir.
Alî ve İbn-i Mes'ud (Radıyallâhü anhümâ) bu hadisin zahirini tutarak: Mazeretsiz bir gün Ramazan orucunu bozan kimseye yıl boyunca tutacağı oruç kâfi gelmez, demişlerdir.
Saîd bin el-Müseyyeb'e göre o kişi, bozduğu bir gün yerine kaza niyetiyle otuz gün oruç tutar.
Dört mezhep imamları ve âlimlerin ekserisine göre bu kimse, kefaretten ayrı olarak kaza niyetiyle bir gün oruç tutmakla mükelleftir.
Hadis, Ramazan orucunu, bile bile bozmanın günahının büyüklüğüne delâlet ediyor. [59]
1673) Ebû Hüreyre (Radtyatlâhü anhyden; Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Seilem) şöyle buyurdu, demiştir :
«Kim oruçluyken unutarak (bir şey) yerse, orucunu tamamlasın (devam etsin). Çünkü Ona Allah yedirmiş, içirmiştir.»" [60]
Kütüb-t Sitte sahipleri, Dârekutnî, Hâkim, İbn-i Huzeyme, Dârimi ve Beyhaki, müteaddit senedlerle ve birbirine yakın lafızlarla bunu rivayet etmişler; Ti r m i z î hadîsin Hasen - Sahîh olduğunu söylemiştir.
Hadis, oruç iken bir şey yiyen ve içen kimsenin orucunun bozulmadığına ve Ona bir şey lâzım gelmediğine delâlet ediyor. Kul, unutarak yiyip içtiği için fiili Allah'a isnad edilerek Allah'ın Ona yedirip içirdiği buyurulmuştur.
Ebû Hanîfe, Şafii, Hasan-ı Basrİ, Mücâ-h i d, E v z â î ve başka âlimler: Oruçlu iken unutarak oruç bozucu harekette bulunanın orucu bozulmaz ve Ona bir şey lâzım gelmez, demişlerdir. Ashabtan Ebû Hüreyre, îbn-i Ömer ve Alî (Radıyallâhü anhüm)'ün kavli de budur.
A h m e d ' e göre oruçlu kimse, unutarak ailesiyle cinsi münâsebette bulunursa hem kaza hem kefaret gerekir. Fakat unutarak bir şey yemek, içmekle ne kaza, ne de kefaret gerekmez.
M â i i k' e göre oruçlu kişi, unutarak oruç bozucu bir şey işlerse kaza gerekir, kefaret gerekmez.
1674) Esma' bint-i Ebî Bekir (Radıyallâhü anhümâ)'d&n: Şöyle demiştir ;
Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) hayattayken bir bulutlu günde biz iftarımızı açtık. Sonra da güneş doğdu.
(Râvi Ebû Üsâme demiştir ki:) Ben, Hişâm'a: İftarım açanlar, o günkü orucunu kaza etmekle emredildiler (mi?), dedim. Hişâm: Kaza etmekten kaçış yoktur, dedi." [61]
Buhâri, Ebû Dâvûd, Beyhakî ve Dârekutnî de bunu. rivayet etmişlerdir.
Hadis, güneşin battığına kanaat getirerek iftarını açan, sonra güneşin henüz batmadığını anlıyana kaza gerektiğine ve kefaret gerekmediğine delâlet eder. İbn-i Şîrîn, Saîd bin Cübeyr, dört mezhep imamları, E v z â i ve başka âlimler, bununla hükmetmişlerdir.
Müc&hid, Ata', Urve bin Zübeyr, Hasan-ı Basri, Dâvûd ve İshak'a göre kaza da gerekmez. Bunların delili, Beyhaki' nin î b n - i A b b â s (Radıyallâhü anhl'dan merfu' olarak rivayet ettiği:
«Şüphesiz Allah, ümmetimin yanılmasını, unutmasını ve zorlandıkları şeyleri bağışlamıştır.» mealindeki hadîstir. Fakat bu hadîs, anılan şeylerden dolayı ümmetin muâhaze edilmiyeceği anlamında yorumlanmıştır. Muaheze edilmemek, kazanın vâcibliğini gerektirmez. Kuvvetli hüküm, cumhurun hükmettiği, kazanın gerekliliğidir.
Bu ihtilâf, şafak doğduktan sonra henüz şafağın sökmediğini zannederek bir şey yiyen hakkında da cereyan eder. Yine kuvvetli olan hüküm, o günkü oruca ka*..i edilmesidir. [62]
l675) Fadale bin Ubeyd el-Ensari [63] (Rditıyallnhü anfy)'ı\en rivayet
Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) nafile oruç tutmayı îti-yad hâline getirdiği bir günde onların yanına çıkmış da bir kap (su) istemiş ve içmiştir. Râvi Fadâle (Radıyallâhü anh) :
Biz i Yâ Resûlallah! Bu günü oruçla geçirdin, dedik. Buyurdu ki: -Evet, Velâkin ben kustum.»"
Not: Zevâid'de şöyle denilmiştir : Bunun senedinde bulunan Muhammed bin İshak tedlisçidir ve an'ane ile rivayet etmiştir. Râvi Ebû Merzuk'un da ismi bilinmez ve Fedâle (R.A.)'den hadis işitmemiştir. Bu sebeple hadîste zayıflık ve inkıta' vardır.
1676) Ebû Hüreyrc (Radtyallahu anh)'<\en rivayet edildiğine göre: Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) şöyle buyurdu, demiştir;
«İrâdesi dışında kusan oruçluya kaza gerekmez. Kendini kustu rana kaza gerekir.»" [64]
Feda1e (Radıyallâhü anh)'in hadîsi Zevâid türündendir. Ancak bunun bir benzerini Ebû Dâvûd, Ebü'd-Derdâ (Radıyallâhü anh)'dan rivayet etmiştir. Oradaki rivayette Ebü'd-Derdâ (Radıyallâhü anh) :
"Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) kustu ve sonra orucunu bozdu." demiştir. Sevbân da Ebü'd-Derdâ (Radıyallâhü anh)'m bu hadîsini te'yid etmiştir.
El-Menhel yazarı, Ebü'd-Derdâ (Radıyallâhü anh)'in hadîsini şöyle yorumlamıştır: Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem nafile oruç tutmuştu ve kendi iradesiyle kustu. Bir ma'zeret dolayısıyla bunu yaptı. Çünkü Genâb-ı Allah : «Amellerinizi iptal etmeyiniz.» buyurmuştur. Bu hadis, âlimlerce böyle yorumlanmıştır.
T i r m i z i de : Bu hadîsin mânâsı şudur: Peygamber (Sallal-lahü Aleyhi ve Sellem) nafile oruç tutmuştu, kustu ve zayıf düştü. Bu nedenle de orucunu bozdu. Bu durumu açıklayan bâzı rivayetler vardır, demiştir.
T i r m i z î' nin işaret ettiği rivayet, müellifin bu hadîsidir. Çünkü bu hadîste Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'in o günü nafile oruçla geçirmeyi itiyad hâline getirdiği belirtilmiştir.
Hadîsteki kusma işi isteyerek kusma anlamına yorumlanınca, bundan sonra gelen hadîse ters düşmez.
Sindi' nin beyânına göre Bey haki şöyle demiştir: Bu hadîsin isnadı, münâkaşa götürür durumundadır. Eğer sahîh ise kendini kusturan anlamına yorumlanır.
B e y h a k i' nin demek istediği yorum şudur : Oruçlu kendini kusturma ihtiyacını duymuş ve bu-yüzden kendini küstürmüştür.
El-Menhel yazarı, bu hadisin açıklaması bahsinde şöyle der :
"Yâni oruçluyken irâdesi dışında kusan bir kimsenin orucu bozulmaz. Ve o gün kaza etmesi gerekmez. Kusmuk ağız dolusu da olsa hüküm budur. Dört mezhep imamı böyle hükmetmişlerdir. Cumhura göre kusmuk ağza gelip dışarı atılması mümkünken ondan bir şeyin boğaza dönmemesi şarttır. Aksi halde, yâni dışarı atılması mümkünken bunu yapmayıp bir kısmı boğaza geri dönecek olursa, kaza etmek gerekir.
Hanefî âlimlerinden Muhammed bin el-Hasan'a göre ağza gelen kusmuk, kendiliğinden geri dönerse, oruç bozulmaz. Hanefi âlimlerince sahîh sayılan kavil budur. Ebû Yûsuf'a göre, kusmuk ağız dolusu olursa kendiliğinden geri dönmesiyle bile oruç bozulur. Yâni Muhammed'e göre kişinin irâdesi esastır. Ebû Yûsuf'a göre ağız dolusu olması esastır. Bu esaslardan hareketle dört mesele doğar :
1 - Kusmuk, ağız dolusundan az olup kendiliğinden geri döndüğü zaman Ebû Yûsuf ile Muhammed'in ittifakıyla oruç bozulmaz. Çünkü Muhammed'in esas saydığı irâde durumu yoktur. Ebû Yûsuf un esas saydığı ağız dolusu durumu yoktur.
2 - Kusmuk ağız dolusundan az olup bunu iradesiyle yuttuğu zaman Ebû Yûsuf'a göre oruç bozulmaz. Çünkü ağız dolusu du rumu yoktur. Seçkin kavil de budur.Muhammed'e göre bozulur. Çünkü iradesiyle yutmuştur.
3 - Kusmuk ağız dolusu olup tamamı veya bir parçası kendiliğinden geri döndüğü zaman irâde durumu bulunmadığı için Muhammed'e göre oruç bozulmaz. Sahih olan da budur. Ağız dolusu olduğu için Ebû Yûsuf'a göre bozulur.
4 - Kusmuk ağız dolusu olup tamamını veya bir parçasını iradesiyle yuttuğu zaman, ikisinin ittifakıyla oruç bozulur.
Hadîsin ikinci cümlesinin mânâsı şudur : Kişi oruçluyken kendisini kusturursa orucu bozulur ve kaza gerekir. Ali, İbn-i Ömer, Zeyd b. Erkam, dört mezhep imamları ve başka âlimlerin (Radıyallahü anhüm) kavli budur.
İbn-i Mes'ud (Radıyallahü anhJ, İkrıme, Rabia ve e 1 - K â s ı m ' a göre kusmuk iradesiyle boğaza dönmedikçe kusmanın hiçbir çeşidiyle oruç bozulma/ Fakat birinci görüş kuvvetlidir. [65]
1677) Âişe (Radıyallâhü anhâ)'dan rivayet edildiğine göre Resûlul-lah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) şöyle buyurdu, demiştir :
«Oruçlunun hayırlı hasletlerinden birisi, misvak (kullanması)-dır.Zevâid'de şöyle denilmiştir : Bunun senedindeki râvi Mücâlid zayıftır. Lâkin Buhârî, Ebû Dâvûd ve Tirmizİ'nin rivayet ettikleri Âmir bin Rabia'nın ha-dlsi bu hadis için şâhid durumundadır. [66]
Zevâid türünden olan bu hadîs, oruçlunun misvak kullanmasının müstehablığına delâlet ediyor. Hadîs kayıtsız olduğu için öğleden evvel ve öğleden sonraya şümullüdür.
Notta işaret edilen  m i r' in hadîsi meâlen şöyledir: "Ben, Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) i oruçlu olduğu halde misvak kullanırken gördüm."
El-Menhel yazarı Â m i r' in hadîsini açıklarken şöyle der :
"Bu hadîs, oruçlunun öğleden evvel ve sonra misvak kullanmasının müstehablığına delâlet eder. Misvakın kuru veya yaş olması farketmez. Âlimlerin bu husustaki görüşleri şöyledir:
1 - içlerinde Ömer, tbn-i Abbâs, Alî ve îbn.-i Ömer (Radıyallâhü anhümJ'ün bulunduğu sahâbüerden bir cemâat ile Mücâhid, Saîd bin Cübeyr, Ata', İbrahim Nehaİ, Muhammed bin Şîrîn, Ebü Ha-nîfe, Muhammed, Sevrî ve Evzâî' nin kavli, yukarıda anlatılandır.
2 - Şafiî ve arkadaşlanna göre oruçlunun öğleden evvel misvak kullanması müstehab olup, öğleden sonra mekruhtur. Ebû Sevr ile Evzâî ve Muhammed bin e 1 - H a s a n ' -dan bu kavil rivayet edilmiştir. Bunların delili, oruçlunun ağız kokusunun Allah katında misk kokusundan daha güzel olduğuna dâir Buhârî ve Müslim'in Ebû Hüreyre (Radıyallâhü anh)'den rivayet ettikleri hadîstir. Misvak kullanmak ile bu kokunun giderilmesine çalışılmıştır. Bu koku, öğleden sonra belirdiği için o vakitte misvak kullanmayı mekruh saymışlardır.Lâkin mezkûr hadîs, onların dedikleri mânâda kesin değildir. Başka mânâlarda da yorumlanmıştır. Geniş izah için oruç bahsinde geçen bu hadise müracaat edilsin.
3 - Mâlik ve arkadaşlarına göre misvak yaş olduğu zaman oruçlu için kullanılması mekruhtur. Kuru olduğu zaman, oruçlu öğleden evvel de öğleden sonra da kullanabilir. Bu görüş, Ş a' b i, K a t â d e , başka âlimler ve Ebû Yûsuf tan rivayet edilmiştir.
4 - Ahmed'e göre öğleden sonra oruçlunun misvak kullanması mekruhtur. Misvak yaş olsun, kuru olsun fark etmez. Keza yaş iken öğleden önce de kullanmak mekruhtur.
1678) Âişe (Radıyallâhü anhâyfan; Şöyle demiştir: Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) oruçluyken gözüne sürme sürmüştür.Zevâid'de şöyle denilmiştir : Bu hadisin İsnadı zayıftır. Çünkü raıri ZUbeydl zayıftır. Onun adının Said bin Abdül-Cebbâr olduğunu Ebû Bekir bin Ebi D&vûd beyan etmiştir. [67]
Zevâid türünden olan bu hadîs, oruçluyken göze sürme sürmenin meşruluğuna delâlet eder. Âlimlerin bu husustaki görüşleri şöyledir :
1 - Ebû Hanife, Şafii âlimleri, Atâ', Hasan-ı Basrî, Nehai, Evzâi ve Ebû Sevr'e göre oruçlunun gözüne sürme sürmesi caizdir. Sürülen sürmenin tadı boğazda duyulsa dahi oruç bozulmaz. Enes, tbn-i Ömer ve İbn-i Ebi Evfâ (Radıyallâhü anhüm)'ün kavli de budur.
2 - M âl ikil er'e göre eğer göze sürülen sürmenin boğaza ulaşması muhakkak ise sürülmesi haramdır ve kaza etmek gerekir. Eğer şüpheli ise sürülmesi mekruhtur.
3 - İbn-i Ebî Leylâ ve bâzı âlimlere göre göze sürme sürmek orucu bozar. [68]
1679) Ebû Hüreyre (Radtydlâhü anh)'den rivayet edildiğine göre; Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) şöyle buyurdu, demiştir :
«Hacâmet edenin ve hacâmet olanın orucu bozulur.Zevâid'de şöyle denilmiştir : Ebû Hüreyre (R.A.)'ın hadisinin senedi münkatı'dır. Ebû Hatim : Abdullah bin Bişr'in el-A'meş'ten hadis işitmesi sabit olmamıştır. Abdullah, el-A'meş'ten hadis rivayet ettiğinde ancak şöyle söylüyor : Ebû Bekir bin Ayyaş, el-A'meş'ten bana yazmıştır ki :.... demiştir.
1680) Sevbân (Radıyallâftü anh)'(\en: Şöyle demiştir: Ben, Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'1 şöyle buyururken işittim:
«Hacâmet edenin ve hacâmet olanın orucu bozulur.
1681) Şeddâd bin Evs (Radıyallâhü anh)'den rivayet edildiğine göre :
Ramazan ayından onsekiz gece geçtikten sonra bir gün kendisi Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) ile beraber Bakî'da yürürken Efendimiz hacâmet olan bir adama rastlamış ve Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)
«Hacâmet edenin ve hacâmet olanın orucu bozulur.» buyurmuştur."
1682) Abdullah bin Abbâs (Radıyallâhü anhümâJ'dan; Şöyle demiştir :
Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) oruçlu ve ihramdayken hacâmet oldu. [69]
Ebû Hüreyre (Radıyallâhü anhî'ın hadîsi Zevâid türün-dendir.
S e v â n (Radıyallâhü anh)'ın hadisini Ebû Dâvûd, Ahmed, Nesai, İbn-i Hibbân, Tahavî ve Dâ-r i m i de rivayet etmişlerdir.
Şeddâd (Radıyallâhü anh)'ın hadisini Ebû Dâvûd, Nesâî, î bn-i Hibbân ve Hâkim de rivayet etmişlerdir.
İbn-i Abbâs {Radıyallâhü anhümâ)'nın hadisini Ebû Dâvûd, Tirmizî, Tahavî ve Bey haki de rivayet etmişlerdir.
tik üç hadîsin zahirine göre hacâmet edenin ve hacâmet olanın ikisinin de orucu bozulur. Âlimlerin bir kısmı bunların zahiriyle hükmetmişlerdir.Alî,Ebû Hüreyre, Ata', Evzâ. Ahmed, îshak, Ebû Sevr (Radıyallâhü anhüm) bu gruptaki âlimlerdendirler. Fakat cumhura göre ne hacâmet edenin, ne de ola nın orucu bozulmaz. Hanefî âlimlerine göre, oruçlu iken bunu yapmak mekruh değildir. Çünkü Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem).l682 nolu hadîste belirtildiği gibi hacâmet olmuştur.Mâ1ik , Şafii ve Sevrî'ye göre oruçlu iken yapmak mekruhtur.
Cumhura göre bu hadîsler şöyle yorumlanır:
Hacâmet eden ve olan oruçlunun orucu bozulma tehlikesi ile karşı karşıyadır. Çünkü hacâmet olanın kan vermekle zayıf düşmesinden korkulur. Hacâmet eden de kan alma şişesini emerken boğazına kan kaçmasından emin değildir. Maksad budur. Bunların oruçlarının bozulması değildir. Bu nevi ifâdeler, bu mânâlarda kullandır. Nitekim bir tehlikeyle karşı karşıya gelen kimse : Mahvoldum! der. Halbuki henüz ona bir zarar gelmiş değildir.
Ş e d d â d (Radıyallâhü anh)'ın hadîsinde söz konusu edilen adamın isminin Ma'kil bin Yesâr (Radıyallâhü anh) olduğu, H â k i m'in rivayetinde açıklanmıştır.
İbn-i Abbâs (Radıyallâhü anhümâl'nın hadisi, hacâmet olmanın orucu bozmadığına delâlet ediyor. Sahâbilerin ve tabiîlerin cumhurunun kavli budur. Enes, Ebû Said-i Hudri, Zeyd bin Erkânı, Sa'd bin Ebİ Vakkâs, İbn-i Mesud, İbn-i Abbâs, tbn-i Ömer, Ümmü Seleme (Radıyallâhü anhüm) bu görüşte olan sahâbîlerdendirler. Keza Şa'bî, Urve, Ata bin Yesâr, Zeyd bin Eşlem, Ebû İkrime, Ebû Hanife ile arkadaşları. Mâlik, Şafii ve arkadaşları da bu görüştedirler.
El-Menhel yazarının beyânına göre, bu âlimler, hacâmetle orucun bozulduğuna dâir yukardaki hadislere şöyle cevap vermişlerdir. Bu hadisler, İbn-i Abbâs (Radıyallâhü anhümâJ'mn hadîsiy-le ve benzen hadislerle mensuhtur. El-Menhel yazarı, î b n - i Abbâs (Radıyallâhü anhümâ)'nın hadisindeki hükmü te'yid eder mâhiyetteki Ebû Said-i Hudri (Radıyallâhü anh) ile Enes bin Mâlik (Radıyallâhü anh)'in Dârekutnî tarafından rivayet edilen hadîslerini zikretmiştir. Gerek duymadığım için buraya aktarmadım.
İbn-i Abbâs (Radıyallâhü anhünıâ) 'nın hadîsi, oruçluyken hacâmet olmanın câizliğine delâlet ettiği gibi, İhramdayken de hacâmet olmanın câizliğine delâlet ediyor. Şafiî, İbn-i Abdi'l-B e r r ve başkalarının rivâyetindeki ilâveye göre Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Selleml'in hacâmet olması. Veda haccı yolculuğu esnasında vuku' bulmuştur.
İ b n - i A b b â s (Radıyalâhü anhümâ)'nın bu hadîsi, A h -med ve Buharı' nin bir rivayetinde meâlen şöyledir:
"Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) ihramdayken hacâ-met olmuş ve oruçluyken hacâmet olmuştur/' Buhâri ve Müs1im'in bir rivayetinde ise sadece Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'in ihramdayken hacâmet olduğu belirtilmiştir.
El-Menhel yazarı bu rivayetleri ve başka rivayetleri zikrettikten sonra: Açık olan rivayet, Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'in oruçluyken hacâmet olduğunu, keza ihramdayken hacâmet olduğunu bildiren rivayettir. Buna göre hacâmet olma işi, ayrı ayrı vakitlerde olmuştur. Bunların bir vakitte olmasına mâni yoktur. [70]
1683) Aişe (RadtyaUâhü anhâyfr&n; Şöyle demiştir: Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) oruç ayında (eşini gündüz) öperdi."
1684) Âişe (RadtyaUâhü ankâ)'dan; Şöyle demiştir:
Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) oruçluyken (eşini) öperdi. Ve Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Seilem) nefsine hâkim olduğu gibi hanginiz nefsinize hâkim olabilir?"
1685) Hafsa (Radıyallâhü anhâ)'dan; Şöyle demiştir :
Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) oruçluyken (eşini) öperdi." [71]
 i ş e (Radıyallâhü anhâ)'nın ilk hadisini T i r m i z i ve Ebû Dâvûd da rivayet etmişlerdir. İkinci hadîsinin benzerini de N e s a i hâriç diğer Kütüb-i Sitte sahiplen de rivayet etmişlerdir.
Hafsa (Radıyallâhü anhâ)'nın hadîsinin başkaca kim tarafından rivayet edildiğini bulamadım.
Bu hadîsler, nefsine hâkim oruçlunun eşini öpmesinin câizliğine delâlet ediyor.
 i ş e (Radıyallâhü anhâ)'nin hadîsinde geçen "Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) nefsine hâkim olduğu gibi hanginiz nefsine hâkim olabilir.?" cümlesinin açıklaması hakkında Neve-v i' nin şöyle dediğini "Tuhfe" yazarı nakletmiştir: A i ş e (Radıyallâhü anhâ)'nin sözünün mânâsı şudur: Sizler oruçluyken eşlerinizi öpmekten sakınmalısınız. Kendinizi Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'e kıyaslamayınız. Çünkü O, nefsine hâkimdi. İleri şehveti doğuracak öpmekten emindi; Sizler emin olamazsınız. Bu itibarla yolunuz, öpmekten kaçınmadır.
Oruçlunun eşini öpmesini caiz görenlerin, Â i ş e (Radıyallâ-hü anhâ)'nin sözünü şöyle yorumladıklarını Sindi belirtmiştir. Yâni. Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) herkesten fazla nefsine hâkim olduğu halde oruçluyken eşini öptüğüne göre, sizler de oruçluyken eşinizi öpebilirsiniz. [72]
1 - Sahâbilerden ve Tabiîlerden bir cemâat, nefsine hâkim olan oruçlunun eşini öpmesinin câizliğine ve bununla orucunun bozulmıyacağına hükmetmişlerdir. Hanefi âlimleri, A h m e d , 1 s -hak ve D â v û d bu görüştedirler. Ebû Hanife ve arkadaşları : Meninin gelmesi veya cinsi münâsebette bulunma tehlikesi hususunda nefsinden emin olmayanın oruçluyken eşini öpmesi veya çıplak vücutlarının birbiriyle temas etmesi mekruhtur. Aşırı dokunma, yâni eşlerin çıplak iken kucaklaşması veya dudak öpüşmesi ise mutlaka mekruhtur. Cünüp olma endişesinin bulunup bulunmaması farketmez, demişlerdir.
2 - Meşhur kavline göre Mâlik: Kesinlikle nefsine hâkim olan oruçlunun eşini öpmesi mekruhtur. Nefsinden kesinlikle emin olmıyanınki ise haramdır, demiştir.
3 - Şafiî, Sevrî ve Evzâî genç ile yaşlı arasında ayırım yaparak yaşlının eşini öpmesini mubah, gencinkini mekruh saymışlardır. İbn-i Abbâs (Radıyallâhü anh)'dan rivayet edilen hüküm de budur. Nevevî, Müslim'in şerhinde : Şafiî ve arkadaşları: Şehvetinin tahrikine yol açmayan öpme, oruçluya haram değildir .Bununla beraber iyisi, bunu yapmamak1 tır. Yapmanın mekruhluğu söylenemez, demişlerdir. Peygamber (Sal-lallahü Aleyhi ve Sellem) eşlerini öptüğü halde bunu yapmamasının daha iyi olduğunu söylemelerinin sebebine gelince; öpme sınırını aşmamak emniyeti; Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) için mevcuttu. Başkası için bu emniyetin varlığı söylenemez. Nitekim  i ş e (Radıyallâhü anhâ) : "O, hepinizden fazla nefsine hâkimdi." demiştir. Öpmekle şehveti tahrik edilen hakkındaki hüküm, Şafiî âlim-lerince en kuvvetli görülen hüküm, haramlıktır. Bir kavle göre ten-zihen kerahettir.
4 - Şüreyh, İbrahim Nehaî, Şa'bi ve başka bâzı âlimlere göre öpmek orucu bozar. Kaza etmek gerekir.
1686) Peygamber {Sallallahü Aleyhi ve Sellem)"m mevlâsı Meymûne (Radıyallâhü anhâyâan; Şöyle demiştir:
Oruçluyken oruçlu eşini öpen adamın durumu Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve SellemJ'e soruldu. Buyurdu ki i «İkisinin orucu bozulmuş olur.Zevâid'de şöyle denilmiştir : Hadfsin isnadı zayıftır. Çünkü Zeyd bin Cübeyr'in ve Şeyhi Ebû Yezid ed-Dmnî'nin zayıflığı Üzerinde âlimlerin ittifakı vardır. Et-Takrİb'de de Ebû Yezid ed-Dmni'nin meçhul olduğu nakledilmiştir. Ez-Zü-beyri de : Bu hadîs rnünkerdir ve Ebû Yezid meçhuldür, demiştir, [73]
Zevâid türünden olan bu hadisin zahirine göre eşini öpenin ve öpülenin oruçları bozulur. Lâkin öpmekle orucun bozulmadığına hükmeden âlimlere göre bu hadis sahih olduğu takdirde şöyle yorumlanır : Eşlerin oruçları bozulma tehlikesiyle karşı karşıyadır. Çünkü öpme ileri şehvete ve cünüplük hâlinin olmasına yol açabilir.
El Menhel yazarının beyânına göre yukarıda anıldığı gibi Şüreyh ve arkadaşlarının öpmekle orucun bozulduğuna dâir verdikleri hükmün delili bu hadistir. [74]
Mübaşeret kelimesi hadis âlimlerince bir kaç şekilde tarif edilmiştir. Tuhfe yazarı bu bâbtaki  i ş e (Radıyallâhü anhâ)'nin hadisinin açıklaması bahsinde şöyle der:
Mübaşeret, öpmekten daha geniş kapsamlı bir mânâ ifâde eder. Bâzılarına göre mübaşeret; erkeğin hanımının avret mahallinden başka yerine elle dokunmasıdır. Bir kavle göre mübaşeret; öpmek ve elle dokunmaktır. N e v e v i' ye göre mübaşeret ile elle dokunma mânâsı kastedilmiştir. Mübaşeretin asıl mânâsı ise; erkek ile kadının tenlerinin örtüsüz temasıdır.
El-Menhel yazarının
beyânına göre burada mübaşeretten mak-sad, cinsi temas kadar ilerlemiyen
dokunmadır, öpme suretiyle veya başka tür dokunma ile olabilir.
1687) İbrahim (en-Nehaî)den rivayet edildiğine göre el-Esved (bin Yezîd) ve Mesrûk, Aişe (Radtyaltâhü unhiim)'ün yanına vararak:
Resûlullah (Sallalİahü
Aleyhi ve Sellem) oruçluyken mübaşeret eder miydi? diye sormuşlar; Âişe
(Radıyallâhü anhâ) : Yapardı ve nefsine en hâkim olanınızdı, demiştir."
[75]
Bu hadisin benzen, diğer Kütüb-i Sİtte'de rivayet edilmiştir. Hadîs, oruçluyken mübaşeret etmenin câizliğine delâlet eder. Oruçlunun mübaşeret etmesinin câizliği hususunda âlimler arasında ihtilâf vardır. Bu ihtilâf öpmenin câizliğine dâir ihtilâfın aynısıdır.
El-Menhel yazarı; Oruçlunun eşini öpmesi veya ona mübaşeret etmesi hususundaki ihtilâf, meninin gelmemesi şartına bağlıdır. Geldiği takdirde âlimlerin ittifakıyla orucu bozulur ve kaza etmesi gerekir. Mâlik ve İshak'a göre ayrıca Ona kefaret gerekir. Şayet bu hareketlerden dolayı mezi gelirse; Hanefî ve Şafiî âlimlerine göre kaza gerekmez. Mâlik, Ahmed ve İshak'a göre kaza gerekir. Bu hâlin belireceğini önceden bilirse öpmek veya mübaşeret haramdır.
1688) Abdullah bin AbbAs (Rariıyıillâhü ttnhümâ)\\ı\n; Şöyle* demiştir :
Mübaşeret hakkında yaşlı oruçluya ruhsat verilmiş, genç oruç luya da mekruh sayılmıştır.Zevâid'de şöyle denilmiştir : îbn-i Mâceh'in şeyhi olan Muhammed bin Hâlid zayıf olduğu için bunun senedi zayıftır. [76]
Zevâid türünden olan bu hadîsin benzerini Ebû Dâvûd ve Beyhakî, Ebû Hüreyre (Radıyallâhü anh) 'den rivayet etmişlerdir. Oradaki rivayet meâlen şöyledir:
"Bir adam Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'e oruçlunun mübaşeret hükmünü sordu. Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) ona ruhsat verdi. Başka birisi gelip aynı şeyi sordu. Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) onu men etti. Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) 'in ruhsat verdiği adam, yaşlı ve men ettiği adam gençti."
Ahmed ve Tabarânî de bunun bir benzerini I b n - i Ömer (Radıyallâhü anh)'den rivayet etmişlerdir.
Hadîs, oruçlu iken öpme ve mübaşeret hakkında yaşlı ile genç arasında ayırım yaparak yaşlıya caiz ve gence mekruh sayan I b n - i Abbâs (Radıyallâhü anh); Şafiî, Sevrî, Evzâî ve bir rivayete göre Mâlik için bir delildir. [77]
1689) Ebû Hüreyre (Radıyallâhü a«A/den rivayet edildiğine göre; Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) şöyle buyurdu, demiştir;
-Yalan söylemeyi, câhilce davranmayı ve bununla amel etmeyi bırakmıyan (oruçlu) kimsenin yemesini içmesini bırakmasına Allah'ın İhtiyacı yoktur. (Buna kıymet vermez.)»" [78]
Müslim' den başka Kütüb-i Sitte sahipleri, Ahmed ve Beyhakî de bunu rivayet etmişlerdir.
Hadisten maksad şudur: Oruçluyken yalancılık, yalan şahitlik, gıybet, iftira, sövmek, lanetlemek gibi bâtıl söz söylemeyi bırakmı-yanın tuttuğu orucun makbul olmadığıdır. Çünkü oruçtan maksad; aç ve susuz kalmanın kendisi değil, bununla teminine çalışılacak şehvetleri kırmak, kötülüğü emredici nefsi frenlemektir. Hadîsteki Allah'ın ihtiyacının olmayışı, orucun makbul olmayışından mecazdır. Çünkü ne bâtıl sözü bırakanın ne de bırakmayanın aç ve susuz kalmasına Allah'ın ihtiyacının olmadığı ma'lumdur.
îbn-i Battal: Hadîsin mânâsı bâtıl söz söyliyenin oruç tutmayı bırakmasını emretmek değil, bâtıl sözden sakındırmaktır, demiştir.
İbnü'l-Münzir: «Allah'ın ihtiyacı yoktur» cümlesi, orucun makbul olmadığından kinayedir. Nasıl ki öfkelenen bir kimseye istediği şey verildiği zaman Onu çevirirken : Benim buna ihtiyacım yoktur, der. Şu halde hadîsten maksad, bâtıl sözle kirletilen orucun, reddedilmeye mahkûm olduğu ve böyle kirletilmeyen orucun makbul olduğudur.
Hadis; bâtıl sözün, oruçlunun sevabını noksanlaştırdığına delâlet ediyor. Gıybet, yalancılık, koğuculuk, câhilce davranmak ve bunlarla amel etmenin, orucu bozup bozmadığı hususunda ihtilâf vardır. Cumhura göre bunlar orucu bozmaz. Fakat sevabını noksanlaştırır. S e v r î' ye göre gıybet orucu bozar. Gazali' nin el-îhyâ'da beyân ettiğine göre Mücâhid: Gıybet ve yalancılık, orucu bozan hasletlerdir, demiştir.
E v z â İ' ye göre gıybet orucu bozar ve kaza etmeyi gerektirir.
1690) Ebû Hüreyre (Radtyaliâhü anh)'den rivayet edildiğine güre; Resûlullah (Sallaliahü Aleyhi ve Sellem) şöyle buyurdu, demiştir:
«Nice oruçlu vardır ki; orucundan kendisine aç kalmaktan başka bir şey yoktur. Ve gece namazına nice kalkan vardır ki kalkışın* dan kendisine uykusuzluktan başka hiç bir şey hâsıl olmaz.Bunun senedinin zayıf olduğu Zevâid'de bildirilmiştir. [79]
Zevdid türünden olan bu hadis, oruç tutan bir çok kimsenin orucunun makbul olmadığına ve sevap sağlamadığına delâlet ediyor. Müellif bu hadisi bu bâbta zikretmekle oruçtan sevap kazanmamanın sebebinin, oruçlunun bâtıl söz söylemesi olduğuna zımnen işaret etmiş olur. Gece namazına kalktığı halde uykusuzluktan başka kazancı olmayanlar, bu hizmetlerine riyakârlık karıştıranlar veya benzerî günahları işliyenlerdir.
1691) Ebû Hüreyre (RadtyaUâhü an/t)\\en rivayet edildiğine göre: Resûlullah (Sallallııhü Aleyhi ve Scllem) şöyle buyurdu, demiştir :
«Birinizin oruç günü olduğu zaman sakın çirkin söz söylemesin. Ve cehaletin gereklerinden bir şey işlemesin. Eğer bir kimse ona karşı câhilce davransa = Ben oruçlu bir adamım, desin. [80]
Kütüb-i Sitte sahipleri, Mâlik ve Bey haki bu hadîsi benzer lâfızlarla rivayet etmişlerdir. Bâzı rivayetler biraz daha uzundur.
Hadîsin : «Câhilce davranmasın» diye terceme ettiğimiz cümlesinin açıklaması bahsinde el-Menhel yazarı: Yâni gıybet, boş lâf, alay etmek v.s. günahlar gibi cahillerin kârı olan şeylerin hiç birisini işlemesin. Maksad bu hareketlerin yalnız oruç hâlinde yasak olduğunu, diğer zamanlarda mubah olduğunu bildirmek değildir. Maksari, oruç hâlinde bu gibi hareketlerden daha çok uzak kalmaktır.
Hadisin : «Ben oruçlu bir adamım, desin.» cümlesinin açıklaması bahsinde el-Menhel yazan şöyle der :
Oruçlunun bu sözü diliyle mi söy'iyeceği yoksa kalbinde mi söy-tiyeceği hususunda ihtilâf edilmiştir H A i' i î' nin nakline göre imamlar, bu sözü kalbinde söyleme yorumunu tercih etmişlerdir. Çünkü dille söylemekte riyakârlık ve gösteriş olabilir.
N e v e v î, el-Ezkâr'da bu sözü dille söyleme yorumunu tercih etmiş, diğer yorumun da iyi olduğunu beyan etmiş ve : Eğer hem cii liyle hem kalbiyle söylerse bu da uygundur, demiştir.
R û y â n î' ye göre eğer Ramazan ayı ise diliyle söylesin, başka bir oruç tutmuş ise kalbinde söylesin.
Oruçlunun bu sözü söylemesindeki hikmet, kendi nefsini kötülükten men etmek veya muhatabını fena davranmaktan men etmektir. [81]
1692) Enes bin Mâlik (Radıyallâhü anh)'6.en rivayet edildiğine «öre: Resûlullah (Saltallakü Aleyhi ve Scllcm) :
«Seher vaktinde yiyiniz ve içinim. Çünkü onda bereket vardır.» buyurdu." [82]
Buhârî, Müslim ve Tirmizî de bu hadisi rivayet etmişler;T i r m i z î hadîsin Hasen - Sahih olduğunu söylemiştir.
Sehûr i Seher vaktinde yiyilen yemek ve içilen su ve benzeri meşrubattır.
Bu babın başlığındaki; kelimesi iki şekilde de okunabilir. Keza hadîs metninde geçeri bu kelime iki şekilde okunabilir. Tuh-f# yazarının beyânına göre :
El-K aarî : Hadîs âlimlerinden tutulan rivayet bu kelimenin "Sin"in üstünüyle okunmasıdır. Yâni "Sehûr" diye okunur. Bu da seher vaktinde yiyilen yemek ve içilen içecek maddeleridir, demiştir. E 1 - C e z e r i de en-Nihâye'de "Sin"in üstünüyle olan rivayetin daha çok olduğunu söylemiştir.
E 1 - H â f ı z , el-Fetih'te ; Bu kelime "Sin"in ötresi ve üstünüyle okunabilir. Çünkü eğer hadîsteki bereketten maksad ecir ve sevap ise Suhûr diye okumak uygundur. Çünkü ecir ve sevap, yiyecek ve içecek maddelerinde değil, bunları yemek ve içmek işindendir. Şayet bereketten maksad, oruçluya kuvvet ve zorluğu hafifletmek ise "Sin"in üstünüyle okumak uygundur. Çünkü zorluğu hafifletmek ve oruçluya kuvvet, gıda maddelerinde bulunur. Bâzılarına göre bereketten maksad, seher vaktinde sehûr yemeği vesilesiyle uyanıp duâ etmektir. En uygunu şudur ki; Sehür yemeğine kalkmakta çeşitli yönlerden bereket hâsıl olur. Bu yönlerin bir kısmı şunlardır: Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'in sünnetlerine uymak, Ehl-i Kitâb'a muhalefet etmek, ibâdet için kuvvet almak, açlığın yol açtığı huysuzluğu gidermek, neşeyle oruç ibâdetine yönelmek, seher vaktinde yardım dileyen yoksullara sadaka vermek, ibâdet ve duaların makbul olduğu kuvvetle umulan seher vaktinde ibâdet ve duâ etmek, oruç niyetini akşam unutmuş olana niyet etme imkânını bulmaktır, demiştir.
Hadîsteki emir, âlimlerce mendupluk için yorumlanmıştır. Yâni oruç tutacak kimselerin seher vaktinde kalkıp bir şey yemeleri veya içmeleri sünnettir, vâcib değildir. İbn ü'l-M ü n z ir bu hüküm hususunda icmâ bulunduğunu nakletmiştir
1693) İbn-i Abbâs (RadıyaUâhü anhiimâ/dan rivayet edildiğine «öre; Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Scllcm) şöyle buyurmuştur :
«Gündüz orucu için seher yemeğinden ve gece ibâdetine kalkmak için öğle istirahatından yardım dileyiniz,Zevâid'de şöyle denilmiştir : Bu hadsin senedindeki râvi Zem'a bin Salih zayıftır. [83]
1694) Enes bin Mâlik (Radtyallâhü anh)'den rivayet edildiğine göre; Zeyd bin Sabit (Radıyallâhü anh) :
Biz, Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) ile beraber sehûr yemeğini yedik, sonra sabah namazına kalktık, dedi. (Enes (Radı-yallâhü anh) demiştir ki:) Ben :
Sehûr yemeği ile sabah namazına kalkışınız arasında ne kadar zaman vardı? diye sordum. Zeyd (Radıyallâhü anh) dedi ki: Elli âyet okuyacak kadar." [84]
Bu hadîsi Buhârî ve Tirmizi de rivayet etmişler; T i r m i z î ; Bu hadîs hasen - sahihtir. Şafiî, Ahmed ve I s h a k sahur yemeğini geciktirmeyi müstehab saymışlardır, demiştir,
Tuhfe yazarı bu hadîsi açıklarken : Elli âyetten maksad, ne uzun ne de kısa olmayıp, mu'tedil elli âyet olup, bunu acele etmeden ve çok ağır davranmadan vasat bir şekilde okumakla geçen süredir, der.
1695) Huzeyfe (Radtyallâhü an/ı)'der\; Şöyle demiştir:
Ben, Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) ile beraber sehûr yemeğini yedim. Sehûr vakti (şafak vaktine o kadar yakındır ki hemen hemen) şafaktır (denilebilir.) Şu farkla ki; henüz güneş (yâni şafak) sökmemiştir." [85]
Nesai, A h m e d ve T a h a v i de bu hadîsi rivayet etmişlerdir.
Sindi bu hadîsin açıklaması bahsinde şöyle der : Bu hadîsteki "Nehâr"den maksad, şer'î gündüzdür. Yâni fecirdir. Ve "Şems"ten maksad, güneş değil fecirdir. Çünkü fecir aydınlığı, güneşten önce gelir, H u z e y f e (Radıyallâhü anh)'ın maksadı şudur: Sahur yemeği vakti, şafak sökme vaktine o kadar yakındır ki; henüz şafak sökmemiş olmakla beraber; neredeyse şafak söktü denilebilir. Bu hadîsi zahirine göre mânâlandıranlar, bu hadîsin men-suh olduğunu söylemişlerdir.
Tuhfe yazarının naklettiğine göre Tahavî, Huzeyfe (Radıyallâhü anh)'in hadîsini rivayet ettikten sonra : Huzeyfe (Radıyallâhü anh)'den rivayet edilen bu hadîsin aykırı düştüğü B u -hârî, Müslim ve başkalarının ittifakıyla rivayet ettiği hadîslerin Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'den rivayetleri sabittir. Ancak şu ihtimâl var: Huzeyfe (Radıyallâhü anh)'ın hadîsi;
= «Şafak sökünceye kadar yiyiniz ve içiniz[86] âyetinin inişinden önceki zamana âit olabilir, demiştir.
Sindî, Huzeyfe (Radıyallâhü anh)'m hadîsinin mezkûr âyetten önceki zamana âit olup, sonradan mensuh olduğu görüşünü uygun görmiyerek şu gerçeği belirtiyor : Oruç süresi, ilk zamanlar yatsıdan ertesi gün akşamına kadar idi. Bu süre, mezkûr âyetle kısaltılarak fecirden akşama kadar kılınmıştır. Yâni teşditten tahfife doğru bir değişiklik olmuştur. Huzeyfe (Radıyallâhü anhl'in hadîsiyle âyetin hükümleri karşılaştırılınca, ayetin inişiyle oruç süresinde tahfif ve kısaltma değil, teşdîd ve uzatma durumu çıkmış olur. Ebû îshak; Huzeyfe (Radıyallâhü anh)'in hadisinin mensuhluğunu söylemek tutarlı değildir, derken bu gerekçeyi kasdetmis olabilir.
1696) Abdullah bin Mes'ud (Radıyallâhü ank)'den rivayet edildiğine göre; Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) şöyle buyurdu, demiştir:
Bilâl'ın ezant, herhangi birinizi sahur yemeğini yemekten alıkoymasın. Çünkü O, uyuyanınız uyansın ve gece ibâdetine kalkmış olanınız (istirahatına veya ihtiyaçlarına) dönsün diye ezan okur. Fecir, aydınlığın şöyle çıkması değil, semânın ufkunda yaygın olarak şöyle çıkmasıdır.»" [87]
Tirmizi hâriç Kütüb-i Sitte sahipleri ve A h m e d bunu rivayet etmişlerdir. Hadîs, sahur yemeğini geciktirmenin meşruluğuna delildir. Ve Bilâl (Radıyallâhü anh)'ın şafaktan önce sabah ezanını okuduğunu bildirir. Seher vakti uykuda olanlar ve gece namazına kalkmış olanlar bulunurdu. Gece namazına kalkmış olanlar Bilâl (Radıyallâhü anh)'ın ezanıyla fecr'in yaklaştığını anlıya-rak ibâdetlerine ara verirlerdi. Sabah namazma neşe ve kuvvetle kalkmak için biraz istirahat ederlerdi. Veya sair ihtiyaçlarını giderirlerdi. Seher vaktine kadar uyanmamış olanlar da Bilâl (Radıyallâhü anh)'ın ezanıyla uyanarak gece ibâdetini yapar, sahur yemeğini yiyer ve sabah namazına hazırlanırdı. Peygamber {Sallallahü Aleyhi ve Sellem), Bilâl (Radıyallâhü anh)'ın ezanından yararlanan iki grubun durumunu bildirmiş ve hadîsin bundan sonraki kısmında fecr-i kâzib (yalancı fecir) ve fecr-i sadığa (hakiki fecre) işaret buyurmuştur. Fecri kâzib, hakiki fecirden bir süre önce görülür. Bu fecrin doğu ufkundan ve fecir yerinden semânın ortasına doğru uzanan ve biraz sonra kaybolan bir aydınlıktır. Fecr-i sadık ise, doğu ufkunda ve ufuğa paralel olarak dağılıp yayılan ve belirdikten sonra kaybolmayan bir aydınlıktır. Bu fecrin doğmasıyla gece bitmiş ve şer'î gündüz başlamış olur Fecr-i sâdıktan sonra sabah namazı kılınabilir.[88]
1697) Sehl bin Sa'd (Radtyallâhü anhümây&dn rivayet edildiğine göre; Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Selimi) şöyle buyurdu, demiştir:
«İnsanlar iftar etmekte acele ettikleri müddetçe dâima hayır ile yaşarlar,»"
1698) Ebû Hüreyre (Radtyallâhü anh)'âen rivayet edildiğine göre; Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Se.llem) şöyle buyurdu, demiştir :
«İnsanlar iftar etmekte acele ettikleri müddetçe hayır ile yaşarlar. İftar etmekte acele ediniz. Çünkü yahûdîler, (iftarlarını) geciktirirler.Zevâid'de şöyle denilmiştir : Bunun isnadı Buhâri ve Müslim'in şartı üzerine sahihtir. Bu hadisi Buhâri, Müslim ve başkaları Sehl bin Sa'd'ın rivâye-tiyle zikretmişlerdir. [89]
Sehl (Radıyallâhü anh)'ın hadisini Buhâri, Müslim ve T i r m i z i de rivayet etmişlerdir.
Ebû Hüreyre [Radıyallâhü anh)'in hadîsini Zevâid yazarı Zevâid türünden saymıştır. Hâkim de bunu rivayet etmiştir. Ebû Dâvûd ile Nesaî de Ebû Hüreyre (Radıyallâhü anhl'ın hadisini merfû olarak;
= «İnsanlar iftar etmekte acele ettikleri müddetçe İslâmiyet galebe çalmakta devam edecektir. Çünkü yahûdîler ve hıristiyanlar iftarlarını geciktirirler.» metniyle rivayet etmişlerdir.
Hadîsler, iftarı geciktirmeden açmanın müstehaplığına delâlet ediyorlar. Tabii güneşin battığının tahakkuk etmesi şarttır, Şafiî, el-Ümm'de : İftar açmakta acele etmek müstehabtır, Geciktirilmesinde fazilet olduğu kanısıyla kasden geciktirmek mekruhtur. Böyle bir kasıt olmaksızın geciktirilmesinde kerahet yoktur, demiştir,
îkinci hadis, yahûdîlerin ve hıristiyanlann iftarı geciktirdiklerine delâlet ediyor. İbn-i Hibbân ve Hâkim'in rivayet ettikleri Sehl CRadıyallâhü anh)'ın hadîsinden Ehl-i Kitab'ın yıldızlar görülünceye kadar iftarlarını geciktirdikleri anlaşılıyor. Şiîler de bu şekilde iftarı geciktirirler. Hadîsler bu davranışı reddederler.
Müslümanların iftar açmada acele ettikleri müddetçe hayır ile yaşamaya devam edecekleri ve İslâmiyet'in diğer dinlere galebe çalmayı sürdürmesi mes'elesine gelince; El-Menhel yazarı bu hususta şöyle diyor : Yâni Müslümanlar, Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sel-Iem)'in sünnetine bağlı kalarak ve İslâmiyet'in getirmiş olduğu sabit kanunları kendi kafalarına göre değiştirmeyip olduğu gibi muhafaza ettikleri müddetçe hayır ile yaşarlar ve düşmanlarını yener-îer. Islâmi prensiplere aykırı hareket ettikleri zaman bunların bu muhalefeti, şer içine düşeceklerine alâmet olur. [90]
1699) Selnıân bin Amir (Radıyallâhü anh)'den rivayet edildiğine göre; Resûlullah (Sailailahü Aleyhi ve Sellf.m) şöyle buyurdu, demiştir :
«Biriniz iftarını açacağı /aman hurmayla açsın. Eğer (hurn-a) bulamazsa suyla iftar etsin. Çünkü su, temizleyicidir. [91]
Ahmed, Tırmizî, Ebû Dâvıjd, Dârimi ve Hâkim de bunu rivayet etmişlerdir.
Hadîsteki emir mendupluk içindir. El-Menhel yazarı, hurma ile iftar açmanın hikmeti hakkında şöyle diyor:
"Çünkü hurma tatlıdır. Oruç tutmayla zayıflanan gözler, tatlı, yemekle kuvvet bulur. Hurma yemek, îman tatlılığına ve günah acılığının giderilmesine işarettir. Çünkü oruç, ibâdetlerin en büyükle-rindendir ve ibâdetler kötülükleri giderir.
İbn-i Hacer el-Mekkî: Hurmanın özelliklerinden birisi şudur : Hurma, mideye ulaştığı zaman Onu boş bulursa gıda görevini yapar. Midede yemek artığını bulursa, onu barsaklara sürükler, demiştir. Tabibler hurmanın gözü zayıflattığım söylemişler-se de onların sözü, çok hurma yemeye aittir.
Hurma bulunmadığı takdirde su ile iftar açılması emredilerek suyun çok temizleyici olduğu bildirilmiştir. Su, susuzluğu giderir, vücudun maddi ve mânevi yönlerden temizlenmesi yorumuna vesile olur." [92]
1700) Hafsa (Raıhyallâkü anAû/dân rivayet edildiğine göre; Resû-lullah (Sallallahü Aleyhi ve Setlrm) şöyle buyurdu, demiştir :
«Geceden oruca niyet etmiyene (sahih) oruç yoktur.»" [93]
Ahmed, Ebû Dâvûd, Tirmizi, Nesaİ, Dâre-kutnî, İbn-i Huzeyme ve İbn-i Hibbân da bunu rivayet etmişlerdir.
Hadis, oruca geceleyin niyet etmenin vâcibliğine delâlet ediyor. El-Menhel yazarı, âlimlerin bu husustaki görüşlerini izah etmiştir. Bu cümleden olarak şöyle demiştir :
1 - İbn-i Ömer (Radıyallâhü anh), C â b i r bin Yezîd, Mâlik, el-Leys ve İbn-i Ebi Zi'b bu hadisin zahirini tutarak, farz ve nafile orucu ayırdetmeden geceleyin oruca niyet etmenin şart olduğunu söylemişlerdir.
2 - Şafiî ve Ahmed: Farz oruçta geceleyin niyet farzdır. (1701 nolu) Â i ş e (Radıyallâhü anhâl'nin hadisi gereğince nafile oruca gündüz de niyet, edilebilir, demişlerdir.
Selmân bin Âmir R.A.)'ın Hâl Tercemesi
Selmân bin Âmir bin Evs bin Hacer bin Amr ed-Dıbbi'dir. Ondan başka Dıbbi bir sahâbi yoktur. Peygamber (S.A.V.)'den hadîs rivayet etmiş, kendisinden da1 Rebâb, Muhammed bin Şirin, Hafsa bin Şirin ve Abdülaziz bin Bişr rivayet etmişlerdir. Cemel vak'asında yüz yaşındayken katledilmiştir. Kütüb-i Sitte sahipleri Onun rivayetlerini almışlardır. (El-Menhel : Cild 10, Sahife 78)
3 - Ebû Hanif e ve arkadaşları: Ramazan, belirli adak ve nafile oruçlar için geceleyin ve gündüz öğleye kadar niyet edilebilir. Bunların delili «Fecir doğuncaya kadar yiyiniz içiniz.[94] mealindeki oruçla ilgili âyettir. Şöyle ki: Allah Teâlâ fecre kadar yiyip içmeyi mubah kılmış, sonra orucu emretmiştir. Şu halde oruca niyet, fecirden sonra bir şey yemeyip içmemeye karar vermektir. İkinci delilleri, Â işe (Radıyallâhü anhâ)'nin 1701 nolu hadisidir. Hanefi âlimleri, H a f s a (Radıyallâhü anhâ)'nin bu hadisini, faziletin olmayışı anlamına yorumlamışlardır. Yâni geceleyin niyet etmiyenin orucu, faziletli ve mükemmel bir oruç değildir, demektir. Veyahut hadisten maksad, akşam olmadan yarınki oruca niyet etmenin yasaklanmasıdır. Şöyle de yorumlanabilir: Bu hadîs, kaza ve kefaret oruçları gibi muayyen olmayan oruçlara mahsustur.
El-Menhel yazan bu yorumlara karşı Ş â f i i 1 e r ' in cevaplarını zikretmişse de buraya aktarmaya gerek görmüyorum.
4 - Ata, Mücâhid, Züfer ve Zühri'ye göre mukim ve sıhhati olan kimse için Ramazan orucuna niyet etmek farz değildir. Çünkü zaman, yâni Ramazan ayında bulunmuş olmak Ramazan orucunu gerektirir.
Bu hadis, Ram azan'in her günü için ayrı ayrı niyetin farziyetine delâlet ediyor. Ömer, tbn-i Ömer, Hasan-ı Basrî, Ebû Hanif e, Şafii, en sahih rivayete göre A h m e d (Radıyallâhü anhüm) ve âlimlerin cumhuru böyle hükmetmişlerdir.
Mâlik ile arkadaşları ve îshak; Ramazan1 m ilk gecesi bayrama kadar bir niyet kâfidir. Her gün için ayrı ayrı niyete gerek yoktur. Yapılması müstehabtır.
1701) Aişe (Radıyallâhü anhâ)'dan: Şöyle demiştir:
Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) yanıma girerek: «Yanınızda (yiyecek) bir şey var mı?» diye sorar; Biz de; Hayır, deriz. O da:
-O halde ben oruçluyum* buyurarak orucu üzerinde durur. Sonra bize yiyecek bir şey hediye edilir, O da orucunu bozar (di) Âişe (Radıyallâhü anhâ) : O (böylece) bazen nafile oruç tutmuş ve bozmuştur, dedi. (Râvi Mücâhid demiştir ki :) Ben, Âişe (Radıyallâhü anhâ) ya bu nasıl olur? diye sordum. Dedi ki: Bunun durumu, bir sadaka ile çıktıktan sonra bir kısmını verip bir kısmını tutan kimsenin durumu gibidir." [95]
Ahmed, Ebû Dâvûd, Nesaî, Üârekutni, Beyhakî ve Tirmizî'de de Âişe (Radıyallâhü anhâ) '-nin hadîsini kısa ve uzun metinler hâlinde ve benzer lafızlarla rivayet etmişlerdir.
Hadîs, nafile oruca gündüz niyet etmenin câizliğine delâlet ediyor. Ebû Hanîfe ve Şafiî bununla hükmetmişlerdir. Bu hüküm; Al i, Ebû Eyyub-i Ensâri, Huzeyfe, İbn-i Mes'ud, Ebû Talha, Said bin Cübeyr ve Nehaî (Radıyallâhü anhüm)'den de rivayet edilmiştir. Bu gruptaki âlimlere göre nafile oruca öğleden önce niyet edilebilir, Adamın fecirden itibaren oruç bozucu bir şey yapmamış olması şarttır.
Ahmed ve Saîd bin el-Müseyyeb'e göre nafile oruca öğleden sonra da niyet edilebilir.
M â I i k' e göre nafile oruç için gece niyet etmek gerekir. Ancak devamlı oruç tutan için geceden niyet etmek şart değildir.
Züfer, el-Müzenî ve bâzı âlimlere göre nafile oruca da farz oruç gibi geceden niyet etmek farz değildir.
Hadis, nafile oruca niyetlenen kimsenin orucunu bozmasını^ caiz ligine de delâlet ediyor. Âlimlerin bu husustaki görüşleri şöyledir:
Hadis, nafile oruca niyetlenen kimsenin orucunu bozmasının câizliğine de delâlet ediyor. Âlimlerin bu husustaki görüşleri şöyledir:
1 - Ömer, Ali, İbn-i Mes'ud, İbn-i Ömer, İbn-i Abbâs, Câbir, Huzeyfe, Ebü'd-Derdâ, Sevri, Ş'âfii, Ahmed ve İshak (Radıyallâhü an-hüm)'e göre nafile oruca niyetlenen bir kimse, orucunu bozabilir. Ve kaza etmesi gerekmez. Bir özür yokken bozmak mekruhtur. Bununla beraber nafile orucu bozduğu takdirde kaza etmesi müstehabtır.
2 - Zâhirü'r-Rivâye'de Ebû Hanife ve Mâlik'e göre başlanan nafile orucu tamamlamak vâcibtir. Bir özür yokken bozmak caiz değildir. Özürsüz bozduğu takdirde günah işlemiş olur. Ve kaza etmesi gerekir. Nafile orucunu bozması İçin babası, annesi vöyâ hocası şefkat dolayısıyla emretmeleri gibi bir özür dolayısıyla orucunu bozarsa günah bozmuş olmaz. Mâ1iki1er'e göre kaza etmesi gerekmez, fakat Hanei'iler'e göre kaza etmesi gerekir. Çünkü Mâlik, Ebû Dâvûd ve Nesâi' nin  i ş e (Radıyallâhü anhâ)'den rivayet ettikleri bir hadise göre Âişe (Radıyallâhü anhâ) ile Hafsa (Radıyallâhü anhâ) nafile oruçlarını özürsüz bozmuşlar, sonra durumu Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'e anlatmışlar; Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem):
«Boynunuza vebal girmiş değildir. O gün yerine bir gün oruç tutunuz.» buyurmuştur.
Hanefi âlimlerinden el-Müntekâ sahibi ile e 1 - K e m â 1 bin el-Hümâm ve Tâcü's-Şeria nafile orucu özürsüz bile olsa bozmanın mübahhğı hükmünü tercih etmişlerdir. Çünkü bu konuda hadîsler sabittir.
Nafile oruca niyetlenip bir kaç saat oruç tuttuktan sonra bozan bir kimsenin, oruçlu durduğu saatler için sevap kazandığı, Â i ş e (Radıyallâhü anhâ)'nin M ü c â h i d'e verdiği cevaptan anlaşılıyor. [96]
1702) Ebû Hüreyre (Radıyallûhü anh)\\tw\ Şöyle demiştir:
Hayır. Kabe Rabbine yemin ederim ki! «Cünüb olarak sabahlayan kinişe, orucunu bozsun (bozmuş olur)» sözünü ben söylemiş değilim. Bu sözü Muhammed (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) söylemiştir."
Not : Zevâid'de şöyle denilmiştir : Bunun senedi sahihtir. İmam Ahmed bunu bu yolla rivayet etmiştir. Buhâri de ta'liken zikretmiştir. Ebû Hüreyre (R.A.)'-nin bu hadîsi el-Padl (R.A.)'den işittiği, Buhâri ve Müslim'de bildirilmiştir. Müslim Ebû Hüreyre (R.A.)'in : «Ve ben bu hadîsi Peygamber (S.A.V.)'den işitmedim» sö zünü ilâve etmiştir. [97]
Bu hadîsin zahirine göre oruca niyetlenen ve cünüb olarak fecirden sonraya kadar boy abdesti almıyanın orucu bozulur. E 1 - F a d 1 bin A b b â s (Radıyallâhü anh), Üsâme bin Zeyd (Ra-dıyallâhü anh) ve Ebû Hüreyre (Radıyallâhü anh) : Bilerek veya unutarak boy abdestini fecir doğuncaya kadar almayan cünü-bün orucu bozulmuş olur, demişlerdir. Tavus, Urve bin Zübeyr ve ibrahim Nehaî'ye göre bile bile guslünü fecir doğuncaya kadar geciktiren cünübün orucu bozulur.
Hasan ı Basrî ve bir rivayete göre İbrahim Nehaî : Farz oruç bozulur, nafile oruç bozulmaz, demişlerdir.
Cumhurun görüşünü, bundan sonra gelen  i ş e (Radıyallâhü anhâ) ve Ümmü Seleme (Ri?dıyallâhü anhâ)'nin hadîsleri bahsinde anlatacağım. Şimdi Ebû Hüreyre (Radıyallâhü anh)'in bu hadisi hakkında alimlerin görüşlerini nakledelim :
Sindi: Şeyhimiz Ebü'1-Fadl {Radıyallâhü anh) 'in hadîsi ya mensuhtur veya Buharı ile M ü s 1 i m ' de rivâyel olunan  i ş e (Radıyallâhü anhâ) ve Ümmü Seleme (Ra-dıyallâhü anhâ)'nin (bundan sonra gelen) hadisleri karşısında kuvvetsiz kalır. Çünkü o hadîslerde Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'in. eşlerine yaklaşmasından dolayı cünüb olarak sabahladığı ve fecirden sonra boy abdestini aldığı, orucuna da devam ettiği belirtilmiştir.  i ş e (Radıyallâhü anhâ J nin Müslim' deki hadîsinde bu durumun Peygamber (Sallailahü Aleyhi ve Sellem)'e mahsus hükümlerden olmadığı belirtilmiştir. M ü s 1 i m ' in bildirdiğine göre  i ş e (Radıyallâhü anhâ) ile Ümmü Seleme (Ra-dıyallâhü anhâ)'nin hadîsleri Ebû Hüreyre (Radıyallâhü anh)'a ulaşınca kendi hadîsinden rücu' etmiştir, demiştir.
El-Menhel yazan da Ebü Hüreyre (Radıyallâhü anh)'in hadîsi ile ilgili olarak özetle şöyle der:
"Ebû Hüreyre (Radıyallâhü anh) 'm hadisi, Â i ş e (Radıyallâhü anhâ) ve Ümmü Geleme (Radıyallâhü anhâJ'nin hadîsleri ile mensuhtur:
= «Ramazan gecesi eşlerinize yaklaşmanız, size helâl kılındı.[98]
âyeti de onun mensuhluğunu te'yid eder. Çünkü âyet, Ramazan gecesinin tümünde cinsî münâsebetinin mübahlığını gerektirir. Şa: fağın doğmasına bitişik olan gecenin son anı da gecenin bir parçasıdır. O kısa anda ailesine yaklaşan kişi bizzarure cünüb olarak sabahlamış olur. Diğer tareftan Beyhakî ve Tahavî' nin bir senedle Ebû Bekir bin Abdirrahman (Radıyallâhü anh)'dan rivayet ettiklerine göre Ebû Hüreyre (Radıyallâhü anh) kendi hadîsinden rücu' etmiştir. Ebû Bekir bin Abdirrahman (Radıyallâhü anh) şöyle demiştir : Ben babamla beraber Medine emîri Mervân bin el-Hakem (Radıyallâhü anh)'in yanındaydık, Ebû Hüreyre (Radıyallâhü anh)'in mezkûr hadisi emîre anlatıldı. Bunun üzerine Mervân, babama : Sana yemin ederim. Sen behemehal  i ş e (Ra-dıyallâhü anhâ) ve* Ümmü Seleme (Radıyallâhü anhâ)'nin yanlarına giderek bu mes'eleyi onlardan soracaksın dedi. Ebû B e -k i r (Radıyallâhü anh) diyor ki : Bunun üzerine babam gitti, ben de beraberinde gittim. Nihayet  i ş e (Radıyallâhü anhâ)'nin yanına vardık. Babam :
Ey Mü'minlerin annesi! Biz Mervân (Radıyallâhü anh) in yanındaydık. Ebû Hüreyre (Radıyallâhü anh) in «Cünüb olarak sabahlı yanın orucu bozulur.» dediği Mervân (Radıyallâhü anh) a anlatıldı, dedi. Âişe (Radıyallâhü anhâ) : Ebû Hüreyre (Radıyallâhü anh)'in dediği fenadır. Ey Abdurrahman! Resülullah (Sallallahü Aleyhi ve SellemVın yapageldiğinden vaz geçer misin? dedi. Bunun üzerine babam: Hayır vallahi! dedi. Âişe (Radıyallâhü anhâ) : Ben, Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) hakkında şahitlik ediyorum ki ihtilâm değil, eşine yaklaşmaktan dolayı cünüb olarak sabahladı. Sonra ogün oruçlu olurdu, dedi. Ebû Bekir (Radıyallâhü anh) demiştir ki ı Sonra biz oradan çıkarak Ümmü Seleme (Radıyallâhü anhâl'nin yanına girdik. Babam aynı meseleyi ona sordu, o da Âişe (Radıyallâhü anhâl'nin dediği gibi cevap verdi. Bunun üzerine biz çıkıp Mervân (Radıyallâhü anh}'in yanına vardık ve babam Âişe (Radıyallâhü anhâ) ile Ümmü Seleme ^Radıyallâhü anhâl'nin söylediklerini Mervân (Radıyallâhü anh) a anlattı. Bunun üzerine Mervân (Radıyallâhü anh) babama:
Ey Ebâ Muhammedi Yemin ederim. Sen benim bineğime bineceksin. Çünkü bineğim kapıdadır. Ve Ebû Hüreyre (Radıyallâhü anh)'a gideceksin. Kendisi el-Akîk'deki yerindedir. Ve bu durumu ona haber vereceksin, dedi. Bunun üzerine babam bindi, ben de onunla beraber bindim. Nihayet Ebû Hüreyre (Radıyallâhü anh) in yanına vardık. Babam bir süre onunla sohbet ettikten sonra durumu kendisine anlattı. Bunun üzerine Ebû Hüreyre (Radıyallâhü anh) :
Bu mesele hakkında benim kesin bilgim yoktur. Birisi bana söylemiştir, dedi.
Ebû Hüreyre (Radıyallâhü anh)'in hadisinin mensuh olmadığı farzedildiği takdirde Âişe (Radıyallâhü anhâ) ile Ümmü Seleme (Radıyallâhü anhâ)'nin hadîsleri tercih edilir. Çünkü iki sahâbînin rivâyetiyle sabittir. Ebû Hüreyre (Radıyallâhü anh)'in hadîsi ise bir sahâbînin rivayetidir. Bilhassa bu iki sa-hâbî Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve SellemJ'in eşleridir. Onlar onun ahvâlini herkesten daha iyi bilirler. Sonra onların rivayeti, yu karıdaki âyete muvafıktır. Makul olanı da budur. Çünkü oruçlu gündüz ihtilâm olur. Ve orucun bozulmachğı hakkında icmâ' vardır. İki rivayetin eşit olduğu farzedilse, Ebû Hüreyre (Radıyallâhü anh)'m hadîsi efdal olana işarettir diye yorum yapılır. Çünkü efdal olan, cünübün fecirden önce gusletmesidir. Âişe (Radıyallâhü anhâ) ile Ümmü Seleme (Radıyallâhü anhâ)'rıin hadîsi, gus-lün fecirden sonraya bırakılmasının câizliğini bildirir, diye yorum yapılır.
1703) Âişe (Radıyallâhü anhâ)\\an; Şöyle demiştir:
Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem), (eşine yaklaşmaktan dolayı) cünüb olarak gecelerdi. Sonra Bilâl (Radıyallâhü anh) gelerek sabah namazı vaktinin geldiğini Ona haber verirdi. O da kalkıp guslederdi. Ben de Onun başından gusül suyunun inmesine bakardım. Sonra O, Mescide çıkardı da. Onun sabah namazındaki sesini işitir-dim.
Râvi Mutarrif demiştir ki. Ben, râvi Âmir (eş-Şa'bî)ye : (Bu durum) Ramazan'da mı? diye sordum. Dedi ki: Ramazan ve başkası müsavidir."
1704) \âfi' (Radıyallâhü u»//)'den: Şöyle demiştir:
Oruç tutmak isteyip cünüb olarak sabahlayan adamın durumunu (Efendimizin eşi) Ümmü Seleme (Radıyallâhü anhâ)'ya sordum. Dedi ki: Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) ihtilâmdan değil, eşine yaklaşmaktan dolayı cünüb olarak sabahlardı, sonra boy abdestini alır ve orucunu tamamlardı." [99]
 i ş e (Radıyallâhü anhâ) ve Ümmü Seleme (Radıyallâhü anhâ)'nin hadîslerini Buhâri, Müslim, Mâlik, Ebû Dâvûd, Nesai ve Tahavi, mânâyı etkilemiyen benzer lafızlarla rivayet etmişlerdir.
Hadîsler, cünüb olarak sabahhyanın orucunun sahih olduğuna ve kaza etmenin gerekmediğine delâlet ediyorlar. Gece vuku bulan cünüblük hâli, ister aileye yaklaşmaktan olsun, ister başka şekilde olsun farketmez. Bu hususta farz oruç ile nafile oruç aynıdır. Guslün, kasden veya unutarak şafaktan sonraya bırakılması neticeyi değiştirmez. Ancak fecirden önce gusletmek efdaldir. Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) fecirden sonraya bırakılabileceğini açıklamak için geciktirmiştir. Bir çok sahâbî ve tabiî ile dört mezheb imamı ve diğer âlimler böyle hükmetmişlerdir. Hattâ Nevevi: Bu hususta icma' oluşmuştur, demiştir. Cumhurun görüşüne aykırı görüş beyan edenlerin görüşlerini E b û Hüreyre (Radıyallâhü anh) 'in hadîsi bahsinde izah etmiştim. Tekrarlamaya gerek görmüyorum.
Ümmü Seleme (Radıyallâhü anhâ)'nin hadîsindeki "İhti-lâmdan değil, eşine yaklaşmaktan dolayı..." ifâdesini Ümmü Seleme (Radıyallâhü anhâ) durumun iyice aydınlatılması için kullanmıştır. Çünkü ihtilâm, şeytandandır. Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) ise Şeytanın etkisinden korunmuştur. Mamafih uykuda birşey görmeden meninin gelmesine de ihtilâm denilir. Ki bu nevî ihtilâm, Peygamberler hakkında caizdir. [100]
1705) Abdullah biti eş-Şıhhîr (Radıyatlâhü anh)[101]'den rivayet edildiğine göre; Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) şöyle buyurdu, demiştir :
«Kim dâima oruç tutarsa, ne oruç tutmuş, ne de tutmamış (sayılır.)»"
1706) Abdullah bin Amr (RadıyaUûhü anhümâ)'dan rivayet edildiğine göre; Resûlullah (Saltallahii Aleyhi ve Sellem) :
«Dâima oruç tutan kimse oruç tutmamış (sayılır.)» buyurdu." [102]
İlk hadîsi Nesai, Ahmed ve İbn-i Hibbân da rivayet etmişlerdir. Bunun mislini Müslim, Ebû Dâvûd ve Nesâî, Ebû Katâde (Radıyallâhü anh)'den merfu' olarak rivayet etmişlerdir.
Hadîsin açıklama bahsinde el Menhel yazan şöyle der:
'Yâni dâima oruç tutan kimse, tam faziletli oruç tutmamış olur. Bu adam, oruç tutmamış sayılmaz. Çünkü aç ve susuz kalmıştır. Hadîs, yıl boyunca oruç tutan kimseye oruç faziletinin hâsıl olmadığını bildiriyor. Çünkü aç kalmayı alışkanlık hâline getirmekle açlık meşakkatini duymaz. Bu sebeple uzun boylu sevap kazanmaz. Bu kimse yemekten ve içmekten kendini tuttuğu için oruçsuz olanların rahatlığını ve lezzetini duymaz. Bu yönden oruç tutmamış sayılmaz.
îshak, Zahiriye mezhebi mensupları ve Ma1ikiler1 den İbnü'l-Arabî, hadisin zahirini tutarak devamlı oruç tutmanın mekruhluğuna hükmetmişlerdir. Bir rivayete göre A h -m e d de böyle demiştir.
ilim ehlinin ekserisi, Ramazan bayramının ilk ve Kurban bayramının dört günü gibi oruç tutulması yasak olan günler hariç, yıl boyunca oruç tutmayı caiz görmüşlerdir. Ömer bin e 1 -H a 11 â b , oğlu Abdullah, Âişe (Radıyallâhü anhüm) ve Sahâbilerden birçok zâttan bu görüş nakledilmiştir. Ashabtan Ebû Talha e 1 - E n <• â r î ve Hamza bin Amr el-Eslemî (Radıyallâhü anhümâ)'nın, yasak günler hâriç bütün yıl oruç tuttukları ve Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve SellerrO'in onlara itiraz etmediği sabittir. Bu âlimler, bu ve benzerî hadîslere şöyle cevap vermişlerdir :
Hadîslerden maksad, bayram günleri gibi yasak günler dâhil, yılın tamamını oruçla geçirenlerdir. Veya yasak günlerin dışında kalan, yılın tamamını oruçla geçirmek hâlinde zarara uğrayan yahut boynundaki vâcib görevi yapamıyan kimselere mahsustur.
İkinci hadîsi Buharı, Müslim ve Nesaî de rivayet etmişlerdir. [103]
1707) El-Minhal (Radîyaliâhü anh)'den; Şöyle demiştir :
Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) her ayın onüç, ondört ve onbeşinci günlerinin orucunu emreder ve:
«O (oruç) dâima oruç tutmak gibi veya dâima oruç tutmak vaziyeti gibidir.» buyururdu.
... Katâde bin Melhân el-Kaysî'den rivayet edildiğine göre, Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) bunun mislim buyurmuştur.
İbn-i Mâcete demiştir ki: Şu'be yanılmıştır. Hemmâm isabetli rivayet etmiştir." [104]
Müellif, bu hadîsi iki senedle rivayet etmiştir, Birinci senedde Şu'be; Enes bin Şîrîn'in Abdül-Melik bin el-Mi n h â 1' dan, Onun da e 1 - M i n h â 1' dan merfu' olarak rivayette bulunduğunu bildirmiştir.
İkinci senedde ise Hemmâm, Enes bin Şîrîn'in, A b d ü 1 - Me lik bin Katâde bin Melhân' dan, Onun da, Katâde' den merfu' olarak rivayet ettiğini bildirmiştir.
Müellif; Şu'be' nin yanıldığını söylemiştir. Yâni Abdül-Melik' in babası ve hadîsin ilk râvisi e 1 - M i n h â 1 değildir. H e m m â m ' in kendi senedinde belirttiği gibi Abdül'1-Me-1 i k' in babası ve hadîsin ilk râvisi Katâde bin Melhân'-dır.
Ebû Dâvûd, Ah me d ve B e y h a k î de bu hadîsi H e m m â m' in senediyle Katâde' den rivayet etmişlerdir.[105]
Hadîsin açıklamasıyla ilgili olarak el-Menhel yazarı şöyle der : Yâni Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) her kameri ayın onüç, ondört ve onbeşinci günlerinin orucunu müstehab olmak üzere bize emrederdi. Bu üç günün gecelerine "Beyaz geceler" ismi verilmiştir. Çünkü bu üç gecede ay ışığı akşam namazı vaktinden sabaha kadar bulunur. Ve bütün gece aydınlık olur.
Hadîs, her ayın mezkûr günlerinde tutulan orucun sevabının yılın tamamını oruçla geçirme sevabı gibi olduğunu bildiriyor. Çünkü her hasene on misli artar. Üç günlük oruç sevabı, otuz günlük oruca tekabül eder.
Hanefî, Şafiî ve Han beli âlimleri, bu hadîsle hükmederek mezkûr günleri oruçla geçirmeyi müstehab saymışlardır. Mâlikîler ise Ebû Zerr (Radıyallâhü anhJ'ın 1708 ve  i ş e (Radıyallâhü anhâl'nin 1709 nolu hadîslerini tutarak her ayın üç gününü oruçla geçirmeyi müstehab saymışlar, fakat mezkûr günleri seçmeyi mekruh görmüşlerdir. Bununla beraber t m a m Mâli k'in, mezkûr günleri oruçla geçirdiği ve halîfe H â r ü-nü'r-Reşî d'i bu günlerin orucuna teşvik ettiği rivayet olunmuştur, îbn-i Rüşd, Mâlik'in mezkûr günlerde oruç, tutmayı mekruh saymasının sebebi, halkın, Onun fetvasına düşkünlüğü ve câhillerin bu orucun vâcibliğini zannetmeleri endişesidir.
1708) Ebû Zerr (Radıyallâhü anh)'den rivayet edildiğine göre; Resû-tullah (SaUaUahü Afcyhi ve Sellem) :
«Bir kimse her aydan üç gün oruç tutarsa, işte o, devamlı oruçtur.» buyurdu.
Allah tAzze ve Celle) Kitabındaki:
— «Kim bir iyilik işlerse Ona o iyiliğin on katı verilir.[106] âyeti ile bunun tasdikini indirmiştir. Şu halde her gün (orucu) on gün (orucun) a denktir."
1709) Muâza el-Adeviyye (Radıyallâhü anhâ)'dnn rivayet edildiğine göre: Âişe (Radıyallâhü anhâ) :
Resülullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) her aydan üç gün.oruç tutardı, dedi. Ben: Ayın hangi kısmından (tutardı?) dîye sordum. Âişe (Radıyallâhü anhâ) ;
O, ayın hangi kısmından olduğuna önem vermezdi, diye cevap verdi." [107]
Ebû Zerr (Radıyallâhü anh)'in hadisini T i r m i z i de rivayet etmiştir.
M u â z a (Radıyallâhü anhâ)'nın hadîsini Müslim, E b û Dâvûd, Tirmizi ve Beyhakı de rivayet etmişlerdir.
E b û Z e r r (Radıyallâhü anh)'in hadîsine göre her ayın başından .ortalarından veya sonundan üç gün oruç tutan bir kimse, bütün yıl oruç tutmuş gibi olur. Tutulan bu üç günlük orucun, bundan önceki K a t â d e (Radıyallâhü anh)'ın hadîsinde anılan günlerde olması kaydı yoktur. Her iyiliğin on kat arttırılacağı, hadîste anılan âyetle sabit olduğundan, her aydan üç gün oruç tutulursa, bütün ay oruçla geçirilmiş gibi sevap olur.
M u â z a (Radıyallâhü anhâ)'nın hadisinde; Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'in her aydan üç gün oruç tuttuğu ve bu günlerin, ayın belirli bir bölümüne bağlı olmadığı belirtilmektedir.
Bu hadisler; tutulacak üç günlük orucun, ayın belirli günlerine tahsis edilmesinin mekruhluğuna hükmeden M â 1 i k i 1 e r ' in de-lillerindendir.
El-Menhel yazarı: Bu hadisler ile bundan önceki hadisin arasını bulmak için şöyle söylemek mümkün, demiştir:
Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem), Kat âde (Radıyallâhü anlı)'in hadîsindeki günlere bağlı kalmıyarak şâir günlerde de oruç tutardı, ki böyle yapmakla da sünnetin yerine getirilmesinin mümkün olduğu bilinsin. Veyahut Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'in bâzı meşguliyetleri çıkardı. Bu yüzden üç günlük orucunu, ayın başka günlerinde tutardı.
Hulâsa tüm rivayetlerden çıkarılan sonuç şudur ki: Her ayın onüç, ondört ve onbeşinci günlerinde oruç tutmak müstehabtır ve her ayın başlarından olsun, ortalarından olsun, sonlarından olsun, üç gün oruç tutmak müstehabtır. [108]
1710) Ebû Seleme (hin Abdirrahman) (Radtyallâhü ankâ)'dan; Şöyle demiştir :
Ben, Âişe (Radıyallâhü anhâ)'ya Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve SellemTin (nafile) orucunu sordum. Dedi ki:
O, (bâzı aylarda) o kadar (çok oruç tutardı ki, biz: Hep oruç tuttu, derdik. Ve bâzı aylarda) o kadar oruçsuz olurdu ki, biz:
Oruç tutmayı bıraktı, derdik. Ve Onu hiç bir ayda Şâban'dakin-den daha çok (nafile) oruç tutmuş olarak katiyyen görmedim. Şaban ayının tümüne yakın çoğunu oruçla geçirirdi."
1711) îbn-i Abbâs (Radıyallâhü an kü mâ) dan; Şöyle demiştir:
Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) bâzı aylarda o kadar oruç tutardı ki biz:
Oruç tutmayı bırakmıyacak, derdik. Ve bâzı aylarda oruç tutmayı o kadar bırakırdı ki, biz:
Oruç tutmayacak derdik. Medine'ye teşrif ettiği zamandan beri Ramazan hâriç hiç bir ayı devamlı oruçla geçirmemiştir." [109]
Ebû Seleme (Radıyallâhü anhJ'ın hadîsini Kütüb-i Sitte sahipleri ve Beyhaki rivayet etmişlerdir.
İbn-i Abbâs (Radıyallâhü anh) 'in hadisini Buhâri, Müslim, Tirmizî ve Nesaî de rivayet etmişlerdir.
Bu hadislerden anlaşılıyor ki Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) Ramazan hâriç yılın bütün aylarından Ş â ban ' da çok oruç tutardı. Tamamına yakın çoğunu oruçla geçirirdi. Ve Ramazan' dan başka hiç bir ayın tamamını oruçla geçirmezdi. Ş â -ban ayının tamamını oruçla geçirdiğine dâir  i ş e (Radıyal-lâh üanhâJ'nın Şaban orucu babında geçen 1649 nolu hadîsiy-le Ümmü Seleme (Radıyallâhü anhâ)'nin 1648 nolu hadîsi, Şaban ayının tamamına yakın, çoğu anlamına yorumlanır.
Bu bâbtaki hadislerin zahirine göre Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) Ramazan ve Şaban' dan başka aylarda bazen ardarda oruç tutardı. Fakat e I - H â f i z el-Fetih'te şöyle der: Yâni Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'in nafile oruç tutma hususundaki hâli değişikti. Bazen ayın ilk günlerinde, bazen ayın ortalarında, bazen de ayın sonlarında oruç tutardı. Artık ayın muhtelif zamanlarında O'nu oruçlu görmek mümkündür. Mak-sad, Onun ardarda oruç tuttuğunu ifâde etmek değildir. [110]
1712) Abdullah bin Amr bin el-As (Radıyallâhü anhümâ)'d&n rivayet edildiğine göre; Resûlullah (Sallallakü Aleyhi ve Sellem) şöyle buyurdu, demiştir :
«Allah'a en sevimli oruç, Dâvûd (Aleyhisselâm)'in orucudur. Çünkü o bir gün oruç tutar, bir gün iftar ederdi. Ve Allah'a en sevimli (nafile) namaz Dâvûd (Aleyhisselâm)'in namazıdır. O, gecenin yarısı uyurdu. Üçte birisini namazla geçirirdi ve (son) altıda birisini uyurdu.» '
1713) Ebû Katâde (Radtyallâhü anh)'den\ Şöyle demiştir:
Ömer bin el-Hattâb (Radıyallâhü anh) :
— Yâ Resûlallah! (Sürekli) iki gün oruç tutan ve bir gün orucu bırakan kimsenin durumu nasıldır? diye sordu. Efendimiz:
— «Buna kimsenin gücü yeter (mi?)» buyurdu. Ömer;
— Yâ Resûlallah! (Sürekli) bir gün oruç tutup bir gün bırakanın durumu nasıldır? diye sordu. Efendimiz i
— «Bu Dâvûd (Aleyhisselâm) in orucudur.» buyurdu. Ömer:
— (Sürekli) bir gün oruç tutup iki gün tutmıyanın durumu nasıldır? diye sordu. Efendimiz:
— «Bunun gücümün dâhilinde kılınmış olmasını temenni ederim.» buyurdu." [111]
Abdullah (Rachyallâhü anh) 'in hadisini Buhâri, Müslim, Ebû Dâvüd ve Nesai de rivayet etmişlerdir.
Bu hadis, nafile orucun faziletçe en üstününün, yıl boyunca gün aşırı tutulan oruç olduğuna delâlet ediyor. Keza gece namazının en faziletlisinin, geceyi altı bölüme ayırıp dördüncü ve beşinci bölümünde kılınan namaz olduğuna delâlet ediyor. Son altıncı bölümü istirahatla geçirmelidir. Ta ki neşeyle sabah namazına durulabilsin.
E b û Kat âd e (Radıyallâhü anh)'ın hadîsini Müslim, E bu Dâvûd, Nesai ve Beyhakî de rivayet etmişlerdir. Bâzı rivayetler çok uzundur.
Hadis, yıl boyunca iki günü oruçla ve bir günü oruçsuz geçirmenin sevap olduğuna ancak bunun güç olduğuna ve bu nedenle en makbul oruç şeklinin, gün aşın oruç tutmak olduğuna delâlet ediyor. Bu tür oruç, yıl boyunca aralıksız oruç tutmaktan efdaldır. Çünkü devamlı oruç tutulduğu takdirde alışkanlık hâli olur. Ve açlığın zorluğu pek duyulmaz. Fakat gün aşırı tutulunca alışkanlık durumu olmaz.
Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) bir gün oruç tutup iki gün tutmamaya takati olmadığını bildirmiştir. El-Menhel yazarının dediğine göre Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem), ümmetinin durumu itibariyle bu cümleyi buyurmuştur. Yoksa kendisinin gücü buna fazlasıyla yeterdi. El-Menhel yazarı der ki:
Bana öyle geliyor ki ümmetine zorluk olmasın diye böyle oruç tutmayı usûl ittihaz etmemiştir. Çünkü kendisi yapsaydı, sünnetine uymak üzere ümmeti de yapardı. Bu sebeple Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem), oruç ve namaz bakımından orta yolu seçmiştir. Bazen oruç tutar, bazen iftar ederdi. Keza gecenin bir kısmını ibâdet, bir kısmını da uykuyla geçirirdi. [112]
1714) Abdullah bin Amr bin eUÂs (Radıyallâhü anhümâ)'dan rivayet edildiğine göre şöyle demiştir :
Ben, Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve SellemJ'den işittim. Buyurdu ki:
-Nuh (Aleyhisselâm) Ramazan bayramının ilk günüyle Kurban bayramının ilk günü müstesna bütün yıl oruç tutmuştur.Bunun isnadında, zayıf olan İbn-i Lehlâ'nm bulunduğu Zevâid'de bildirilmiştir. [113]
1715) Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'m mevlâsı Sevbân (Radıyallâhü anh)'den rivayet edildiğine göre; Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) şöyle buyurdu, demiştir :
«Kim Ramazan (orucunu tutar ve) bayramdan sonra altı gün oruç tutarsa, onun tutmuş olduğu oruç, yılın tamamının orucu olmuş olur. Kim iyilik işlerse, ona o iyiliğin on misli verilir.Zevâid'de şöyle denilmiştir : Bu hadisi İbn-İ Hibbân kendi sahihinde rivayet etmiştir. Sindi : Zevâid yazarı bu hadisin sahih olduğunu söylemek istemiş ve : Bu hadisi te'yid eden şahit vardır, demiştir, der,
1716) Ebû Eyyûb(-i Ensârİ) (Radtyadâhii atık)'den rivayet edildiğine göre; Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) şöyle buyurdu, demiştir:
-Kim Ramazan orucunu tutar, sonra bunun arkasında Şevval'dan altı gün oruç tutarsa, onun tutmuş olduğu oruç, yıl boyunca tutulan oruç gibidir.»" [114]
Sevbân (Radıyallâhü anh);ın hadîsi Zevâid türünden olup, notta belirtildiği gibi, îbn-i Hibbân'ın sahihinde de rivayet edilmiştir. D â r i m i de bunun benzerini rivayet etmiştir. El-Menhel yazarının beyânına göre bu hadisin benzeri Ebû H ü -reyre, C â bir, Berâ' bin Âzib, İbn-i Abbâs ve  i ş e (Radıyallâhü anhüml'den de rivayet edilmiştir.
Ebû Eyyüb (Radıyallâhü anhî'ın hadisini A h m e d, Müslim, Tirmizî, Ebû Dâvûd, Beyhakî ve D â r i mi de rivayet etmişlerdir. Ebû Eyyûb (Radıyallâhü anhî'ın hadîsine göre Ramazan orucundan sonra Şevval ayından altı gün oruç tutan kimse, bütün yıl oruç tutmuş gibi sevap kazanır. Çünkü Ramazan ayı orucu, on kat artmakla on aylık oruca tekabül eder. Şevval altı günlük orucu da altmış günlük oruca denk gelir.
S e v b â n (Radıyallâhü anh)'ın hadîsinin zahirine göre R a-m a z a n' dan sonraki altı günlük orucun Şevval ayı içinde olması şart değildir. Bu hadîste anılan âyet-i kerime, her iyiliğin on katının verileceğini hükme bağlamıştır. Ramazan orucundan ayrı olarak Ş e v v â 1' in dışında bile altı gün oruç tutulunca, bu âyetin hükmü gereğince onun orucu, bütün yılın orucuna tekabül eder. Fakat hadisteki: «...bayramdan sonra...» tâbiri, Şevval ayını hatırlatır. Ebû Eyyûb (Radıyallâhü anh)'ın hadisinde de "Şevval" kaydı mevcuttur. Şu halde bir an önce yıllık orucun sevabını elde etmek için R a m a z a n ' ı tâkib eden Şevval ayında bu altı günlük oruç tutulmalıdır.
El-Menhel yazarı, Ebû Eyyûb (Radıyallâhü anh)'m hadisini açıklarken özetle şöyle der:
"Hadisin mânâsı şudur: Her yıl Ramazan orucuna ve Ş e v v â 1' in altı günlük orucuna devam eden kimse, ömür boyunca oruç tutmuş gibi olur. Ve bir yıl Ramazan orucunu ve Ş e v v â 1' in altı günlük orucunu tutan bir kimse, o yıl boyunca oruç tutmuş gibidir.
Bu hadîs, Ş e v v â 1' in altı günlük orucunun müstehablığına delâlet ediyor. Şafiî, Ahmed, Dâvûd ve bir cemâat böyle hükmetmişlerdir. Şevval orucunun meşrûiyetindeki hikmet şudur: Bu oruç, farz namazlara bağlı sünnetlere benzer. Sünnet namazlar, farz namazdaki bâzı noksanlıkları tamir ettiği gibi, Ş e v-v â 1 orucu. Ramazan orucundaki bâzı kusurları onarır. Ş â -f i î 1 e r' e göre bayramın ikinci günü ve aralıksız olarak tutulması daha sevabtır. Şayet aralıklı veya Şev vâl'm diğer bölümlerinde tutulursa yine sünnet hâsıl olur. A h m e d' e göre fazilet yönünden aralıklı veya aralıksız tutulması farketmsz.
Ebü Hanîfe, Mâlik ve Ebû Yûsuf, Şevval ' in altı günlük orucunu, mekruh saymışlardır. Tâ ki halk, bu nun vâcibliğine inanmasın. Mâlik, el-Muvatta'da : ilim ve Fıkıh ehlinden, Ş e v v â 1' in altı günlük orucunu tutan hiç kimseyi görmedim. Seleften kimsenin tuttuğuna dâir herhangi bir bilgiye rastlamadım. İlim ehli, câhillerin Ramazan' dan olmayan orucu Ramazan'a ekliyerek bid'at çıkarmalarından korkarak bu orucu mekruh saymışlar, demiştir. Lâkin Hanefî ve Mâli-k î mezhebîerine mensub Fıkıhçılar, Ş e v v â 1' in bu orucunu aralıklı tutmayı mendup saymışlar ve aralıksız tutulmasının mekruh olmadığı görüşünü seçmişlerdir. Ancak Ebû Yûsuf bunda muhalif kalmıştır. Bu fıkıhçılar, Ebû Hanîfe ile M â 1 i k' in yukardaki kerahet sözlerini Şevval orucuna bayramın ikinci günü başlayıp ara vermeden tutma hâline yorumlamışlardır. Şu halde eğer bayramın ikinci gününden sonra ve aralıklı olarak tutulursa kerahet yoktur. Veya bu hadîsler, bu iki imama ulaşmamış yahut ulaşmış ama onlarca sabit görülmemiştir. [115]
1717) Ebû Saîd-i Hudrî (Radıyallâhü anh)'âen rivayet edildiğine göre: Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) şöyle buyurdu, demiştir:
«Kim Allah yolunda bir gün oruç tutarsa Allah o günün orucu ile Cehennem ateşini onun vücûdundan yetmiş yıl uzaklaştırır.»"
1718) Ebû Hüreyre (Radıyallâhü anh)'den rivayet edildiğine göre; Resûlullah (SallaUakü Aleyhi ve Sellem) şöyle buyurdu, demiştir:
«Kim Allah yolunda bir gün oruç tutarsa, Allah Onun vücûdunu cehennem ateşinden yetmiş yıl uzaklaştırır.-" [116]
Ebû Saîd (Radıyallâhü anh)'m hadîsini Buhârî, Müslim ve Nesaî de rivayet etmişlerdir.
Ebû Hüreyre (Radıyallâhü anh)'in hadîsini, Nesaî de rivayet etmiştir.
Hadislerdeki «... Allah yolunda...» ifâdesinden maksad, cihad hâli kastedilmiş olabilir. Ancak şu varki savaşta düşmana karşı daha güçlü olmak için oruç tutmamak daha efdaldir. Eğer bu ifâde bu mânâda yorumlanırsa şöyle cevap verilecek.- Oruç tutmayla zayıf düşen gazinin oruç tutmaması ve oruçtan etkilenmiyen gazinin tutması efdaldir.
«... Allah yolunda...» ifadesi, sırf Allah rızası ve ihlâsh anlamında yorumlanabilir.
Harîf! Bu kelimenin asıl mânâsı güz mev ;midir. Burada yıl mânâsında kullanılmıştır. Yâni yetmiş yıllık mesabe Cehennemden uzaklaştırılır. Bu ifâde, çok uzaklaştırmadan kinayedir. [117]
Kurban bayramının iki, üç ve dördüncü günlerine teşrik günleri denilir. Teşrîk'in lügat mânâsı; eti enlice kesip güneşe sermek ve kurutmaktır. Teşrik günlerinde kurban etleri güneşte kurutulduğu için bu ismi almıştır.
Teşrik, güneşin etrafı aydınlatması mânâsına da gelir. Güneş etrafı aydınlatmadıkça kurbanlar kesilmediği için bu günlere teşrik isminin verildiğini söyliyenler de vardır. Bir kavle göre teşrik, her namazdan sonra açıktan tekbir almaktır.
1719) Ebû Hüreyre (Radtyallâkü anh)'den rivayet edildiğine göre; Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) şöyle buyurdu, demiştir :
«Minâ günleri (teşrik günleri), yiyip içmek günleridir.Bu hadisin isnadının, Buhârî ve Müslim'in şartı üzerine sahih olduğu Zevâid'de bildirilmiştir.
1720) Hişr hin Suhaym (Radıyallâhü auh)'den; Şöyle demiştir:
Resûlultah ( lallahü Aleyhi ve Sellem) teşrik günlerinde hitabede bulunarak:
«Cennete müslüman kişiden başkası giremiyecektir? Ve şüphesiz bu günler, yeme ve içme günleridir.» buyurdu.Zevâid'de şöyle denilmiştir : Bu hadîsi îbn-i Huzeyme kendi sahihinde rivayet etmiştir. Sindi : Yâni hadis sahihtir, demiştir. [118]
İki hadîs de Zevâid türündendir.
Bu hadîsler, teşrik günlerinde oruç tutmanın yasaklığına delâlet ediyorlar. Bu günlerde oruç tutmanın yasaklığı hakkında Mâli k , Ebû Dâvûd, îbn-i Huzeyme, Hâkim, Nesâİ, Tirmizî, Beyhaki ve başkalarının rivayet ettikleri müteaddit hadîsler de vardır.
Teşrik günlerine M i n â günleri denilmesinin sebebi, hacıların bu günleri M i n â ' da geçirmeleridir.
Teşrîk günlerinde oruç tutma hakkında âlimlerin görüşlerini el-Menhel yazan şöyle nakleder :
1 - Ali bin Ebî Tâlib (Radıyallâhü anh), el-Ha-san, Ata', el-Leys, Ebû Hani t'e, Onun arkadaşları, İbnü'l-Münzir ve Şafiî mezhebinin meşhur kavline göre teşrik günlerinde hiç kimse oruç tutamaz.
2 - Mâlik, Evzâî, îshâk ve Kadîm kavline göre Şafiî: Temettü'[119] haccını yapıp kurban kesemiyen ve Z i 1 h i c-c e ' nin Kurban bayramından önceki günlerinde temettü' dolayısıyla üç günlük orucu tutamıyan kişi, teşrîk günlerinde oruç tutabilir. Bundan başkası tutamaz, demişlerdir. Âişe, Abdullah bin Ömer ve Urve bin Zübeyr (Radıyallâhü anhümJ'ün kavli de budur."
El-Menhel yazarı, bunların delillerini zikretmiştir. îstiyenler oraya müracaat edebilirler. [120]
1721) Ebıı Saîd-i Hudrî (Radtyaliâhü anh)\\en. Şöyle demiştir :
Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) fıtır günü (Ramazan bayramının ilk günü) ve Kurban bayramı günü oruç tutmaktan ne-hiy buyurmuştur."
1722) Ebû Ubeyd (Sa'd bin Ubeyd) (Radtyaliâhü an/ı)'den: Şöyle demiştir :
Ben, Kurban bayramında Ömer bin el-Hattâb (Radıyallâhü anh) 'in beraberindeydim.önce bayram namazını kıldı, sonra (okuduğu hutbede) :
Şüphesiz Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem), şu fıtır günü ve Kurban günü orucundan nehiy buyurmuştur, Fıtır günü, Ramazan orucunuzu bıraktığınız gündür. Kurban günü de kurbanlarınızın etini yediğiniz gündür, dedi." [121]
Ebû Saîd (Radıyallâhü anh)'ın hadîsini,Buhârî, Müslim, Tirmizî, Ebû Dâvûd ve Beyhakî de rivayet etmişlerdir.
Ebû Ubeyd (Radıyallâhü anh)'ın hadîsini de Kütüb-i Sitte sahipleri ve Beyhakî de rivayet etmişlerdir.
Ebû Ubeyd (Radıyallâhü anhl'ın hadîsi, bayram namazının hutbeden önce kılınmasının meşruluğuna delâlet ediyor. Bu konu, bayram namazı bahsinde geçmiştir. Her iki hadîs, iki bayram günlerinde oruç tutmanın yasaklığına delâlet ederler. Bu iki günde adak, kaza, kefaret ve nafile oruçların hiç birisi tutulamaz. Herhangi bir niyetle tutmanın haramhğı hususunda icmâ' vardır. [122]
1723) Ebû Hüreyre (Radıyallâhü anh)'âen; Şöyle demiştir : Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) Cuma günü orucundan nehiy etmiştir. Fakat bir gün öncesi veya bir gün sonrasıyla beraber Cuma günü orucundan nehiy etmemiştir."
1724) Muhammed bin Abbâd bin Ca'fer (Radtyallâkü anh)'âer\\ Şöyle demiştir:
Ben, Ka'be'yi tavaf ederken Câbir bin Abdillah (Radıyallâhü an-hümâ)'ya: Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) Cuma günü orucundan nehiy etmiş mi? diye sordum. Dedi ki: Bu Beyt'in Rabbi ne yemin ederim ki, evet. (nehiy etmiştir.)"
1725) Abdullah bin Mes'ud (Radtyallâhü aı»A)'den; Şöyle demiştir:
Ben, Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) i Cuma günü oruç-suz olarak az gördüm. [123]
Ebû Hüreyre (Radıyallâhü anh)'ın hadîsini N e s a i hâriç Kütüb-i Sitte sahipleri, Ahmed, Hâkim ve Beyha-k î de rivayet etmişlerdir.
Muhammed (Radıyallâhü anh)'ın hadîsini Buhâri, Dârimî ve Beyhakî de rivayet etmişlerdir.
îbn-i Mes'ud (Radıyallâhü anh) 'in hadîsini Tirmizi, Nesai ve îbn-i Hibbân da rivayet etmişlerdir.
Ebû Hüreyre (Radıyallâhü anh) ile Muhammed (Radıyallâhü anh)'in hadîsleri, haftanın yalnız Cuma günü oruç tutmanın haram olduğuna, fakat Perşembe ile veya Cumartesi ile beraber oruç tutmanın haram olmadığına delâlet ediyorlar.
Müslim ile Beyhaki' nin Ebû Hüreyre (Radıyallâhü anh)'den merfu' olarak rivayet ettikleri bir hadîse göre oruç tutmayı âdet edinen bir kimsenin âdeti Cuma gününe tesadüf ederse o gün oruç tutmak caizdir. [124]
El-Menhel yazarı bu
görüşleri özetle şöyle anlatır:
1 - Alî, Ebû Zerr, Ebû Hüreyre ve Sel-m â n-ı Fârisî {Radıyallâhü anhüm)'e göre yalnız Cuma gü-
nü oruç tutmak haramdır. Delilleri, mezkûr iki hadis ile benzen hadîslerdir.
2 - Şâfiîler, Hanbelîler, Zührî, Muham-med bin Şirin ve Tâvûs'a göre mekruhtur. Bunlar, mezkûr hadîslerdeki yasaklamayı kerahet mânâsına yorumlamışlardır.
3 - Ebû Hanife, Mâlik ve Muhammed bin e 1-H a s a n'a göre mekruh değildir. Onların delili (1725 nolu) İbn-i Mes'ud (Radıyallâhü anh)'ın hadisi ve benzerî hadislerdir. Lâkin bu hadîs tam delil olamıyor. Çünkü Peygamber (Sal-lallahü Aleyhi ve SellemJ'in Cuma günüyle beraber Perşembe veya Cumartesi günü de oruç tutmuş olması muhtemeldir. E 1 - A y n i böyle demiştir.
Hanefî Fıkhına âit et-Tecnîs'te; Ebû Yûsuf demiştir ki: Perşembe veya Cumartesi' yle beraber olmadıkça Cuma günü orucunun mekruhluğu hakkında hadîs vardır. C u -m a gününe bir gün eklemek, ihtiyatlı olandır, denilmiştir.
Tahavî de: Cuma günü oruç tutmak ve tutmamak, hadîsle sabittir. Son hadîs, tutmamak hakkındadır. Çünkü Cuma günü bir takım görevler vardır. Kişinin oruç tuttuğu zaman o görevi tam yapamaması beklenebilir, demiştir.
Cuma günü oruç tutmanın yasaklığı hikmeti hususunda muhtelif şeyler söylenmiştir. En açık olan hikmet şudur ki; Cuma günü bir bayram günüdür. Bayram günü oruç tutulmaz. Çünkü A h -med ve Hâkim'in Ebû Hüreyre (Radıyallâhü anh)'-den merfu' olarak rivayet ettikleri bir hadîste :
"Cuma günü bir bayram günüdür. Bayram gününüzü oruç günü yapmayın. Meğer ki bir gün önce veya sonra oruç tutarsınız." bu-yurulmuştur. [125]
1726) Abdullah bin Büsr (Radıyallâhü anhümâ)'dan rivayet edildiğine göre: Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellcm) şöyle buyurdu, demiştir:
«Üzerinize farz olan oruç müstesna. Cumartesi günü oruç tutmayınız. Eğer her hangi biriniz (o gün) bir üzüm çubuğu veya bir ağaç kabuğundan başka (yiyecek veya içecek) bir şey bulamazsa, onu emsin.»
Humeyd bin Mes'ade ... senediyle Abdullah bin Büsr'ün kardeşi (es-Sammâ') (Radıyallâhü anhüm)'den rivayetle tahdîs ettiğine göre Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) şöyle buyurdu, diyerek bu hadisin mislini anlatmıştır.Zevâid'de şöyle denilmiştir : İbn-i Hibbân kendi sahihinde bunu rivayet etmiştir.
Sindi : Yâni bu hadîs sahihtir. Hadîs metni, Ebû Dâvûd ve başka yerde diğer bir senedle mevcuddur, demiştir. [126]
Zevâid'in notuna göre bu hadis Zevâid türündendir. Halbuki müellifin ikinci senedinin aynısı ile bir kelime hâriç aynı metinle Ebû Dâvûd, Ahmed.Nesaî ve el-Hâk im tarafından rivayet edilmiştir. Ebû Dâvûd1 un rivayetinde;cümlesi yerine «Onu çiğnesin.» cümlesi bulunur.
Hadîs, Ramazan, adak ve kefaret gibi farz oruçlar müstesna, Cumartesi günü oruç tutmanın yasaklığına delâlet ediyor. Lâkin, Nesaî, Bey haki, Hâkim ve İbn-i Hibbân'ın Küreyb (Radıyallâhü anhi'den rivayet ettiklerine göre ashâbtan bir cemâat, Küreyb (RadıyaUâhü anh)'ı Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'in hanımlarından Ü m-mü Seleme (Radıyallâhü anhâî'ya göndererek Peygamber {Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'in en çok hangi günlerde oruç tuttugunu sordurmuşlar; Ümmü Seleme (Radıyallâhü anhâ) da: Cumartesi ve Pazar günleri diye cevap vermiştir. Bunun üzerine o cemâat, bu cevapla tatmin olmamış gibi topluca Ümmü Seleme (Radıyallâhü anhâ)'ya gidip tekrar sormuşlar ve aynı cevabı almışlardır. Ümmü Seleme (Radıyallâhü anhâ) bu arada Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'in:
«Cumartesi ve Pazar günleri, müşriklerin bayram günleridir. Ben onlara muhalefet etmek isterim» buyurduğunu söylemiştir.
Bu hadîs ile Ümmü Seleme (Radıyallâhü anhâ)'mn hadîsi arasında muhalefet yoktur. Çünkü bu hadîs, yalnız Cumartesi günü oruç tutmanın yasaklığı mânâsına yorumlanır. Cuma günü veya Pazar günüyle birlikte Cumartesi günü oruç tutulursa caizdir.
Hanefi, Şafiî ve Hanbeli âlimleri, yalnız Cumartesi günü oruç tutmayı mekruh saymışlardır. Fakat M â -1 i k ve bir cemâat bunu mekruh saymışlar ve bu hadisin mensuh olduğunu söylemişlerdir. Fakat mensuh olduğuna dâir bir delil yoktur. [127]
1727) Abdullah bin Abbâs (Radıyallâhü anhümâ/dan; Şöyle demiştir :
Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) :
-İçinde bulunduğumuz şu günler (yâni Zilhicce'nin ilk on günün) deki sâlih amelden Allah katında daha sevimli (sâlih amelin bulunacağı) başka günler hiç yoktur.» buyurdu.
(Sahâbiler .) Yâ Resûlallah! Allah yolunda cihad da mı (daha sevimli değildir)? diye sordular. O:
«(Evet.) Allah yolunda cihad da. Meğer ki bir adam nefsiyle ve mâliyle cihâda çıkıp da kendisine âit mal ve nefisten hiç bir şeyi geri getiremez olursa. (İşte onun ameli bu on gündeki amelden efdaldır)» buyurdu."
1728) Ebû Hüreyre (Radtyallahü an/0'den rivayet edildiğine göre; Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) şöyle buyurdu, demiştir :
Şu on günde Allah Sübhânehu'ya yapılan ibâdetten Ona daha sevimli ibâdetin yapılacağı günler, dünya günleri içerisinde yoktur. Ve şüphesiz o günlerdeki bir günün orucu, bir yılın orucuna ve onlardaki bir gece, kadir gecesine muhakkak denk gelir.
Abdullah bin Büsr ve kır kardeşi Samına (R.A.)'ın Hâl Tercemeleri
Abdullah bin Büsr es-Selemî, Humus'ta yerleşen sahâbilerdendir. Babası da sahâbidir. Peygamber (S.A.V.) mübarek elini Onun başına koymuş ve : «Bu genç, bir asır yasıyacak» buyurmuş, gerçekten yüz yıl yaşamıştır. Bir kaç hadisi vardır, Buhâri ve Müslim onun hadîsini rivayet etmişlerdir. Kendisi Peygamber (S.A.V.)'. den ve babasından hadis rivayet etmiştir. Râvileri, Ebü'z-Zâhirîye. Hâlid bin Ma* dan, Yezİd bin Humeyr, Safvân bin Amr ve başkalarıdır. Kütüb-i Sitte sahipleri Onun hadislerini rivayet etmişlerdir. Hicretin 88 veya 96'ncı yılı vefat etmiştir Şam'daki sahâbîlerin en son vefat edenidir. (Hulâsa : 292. El-Menhel C : 6, Sahf. : 286 ve C : 10, Sahf. : 170)
Sammâ' lakabıyla meşhur olan, Abdullah (R.A.)'ın kız kardeşinin ismi Nehl-me veya Behmiyye'dir. Büsr (R.A.)'m kızıdır. Peygamber (S.A.V. )'den hadis rivayet etmiştir. Kendisinden de kardeşi Abdullah bin Büsr (R.A.) ve Ubeydullah bin Ziyâd rivayet etmişlerdir. Dört sünen sahipleri, Onun rivayetlerini almışlardır. (El-Menhel : Cild 10 Sahife 170) [128]
1 b n - i Abby s (Radıyallâhü anh)'ın hadîsini B u h â r i, Ebû Dâvüd, Tirmizî ve Beyhakî de rivayet etmişlerdir.
Ebû Hüreyre (Radıyallâhü anhJ'm hadisini Tirmizî de rivayet etmiştir
Zilhicce' nin ilk on gününden maksad. ilk dokuz gündür. Çünkü onuncu gün Kurban bayramıdır. Kurban bayramı günü oruç tutmanın haram olduğu 36'ncı bâbta anlatılmıştır.
Bu iki hadis, bu on günde yapılan her türlü ibâdetin, yılın diğer günlerinde yapılan ibâdetlerden daha faziletli olduğuna delâlet ediyorlar. Oruç da bir ibâdet olduğu için, bu günlerdeki orucun üstün faziletine de delâlet etmiş olur.
İkinci hadis, bu günlerdeki bir günlük orucun, bir yıllık oruca ve bir gecesindeki ibâdetin, kadir gecesindeki ibâdete eşit olduğuna delâlet ediyor.
El-MenheJ yazan, ilk hadisin açıklaması ile ilgili olarak özetle şöyle der :
"Hadisten maksad, bu günlerde işlenen sâlih ameller öyle yüce ecir kazandırır ki o ameller başka günlerde işlenirse bu kadar sevab kazandıramaz. Başka günlerde işlenecek amel cihad bile olsa durum aynıdır. Ancak bir adam, nefsiyle ve malıyla Allah yolunda savaşs? çıkıp şehit olur v« malı Allah yolunda harcanmış olduğu takdirde onun sevabı daha çoktur.
Muhtemelen hadisten maksad şudur: Bu günlerde işlenen sâlih amel az bile olsa sair zamanlarda işlenen çok amelden efdaldir.
Tuhfe yazan ikinci hadisin açıklaması bahsinde şöyle der: Yâni bu günlerde tutulan bir günlük nafile oruç, içinde bu günlerin bulunmadığı bir yıllık oruca denk gelir. İçinde Ramazan ayının bulunmadığı bir yıl demeye gerek yoktur. Çünkü onun orucu farzdır.
Sindi de : Hadisteki «... on gün orucu...» ifâdesinden maksad dokuz gündür. Çünkü onuncu gün Kurban bayramıdır. Ve onda oruç tutulamaz, demiştir.
Tuhfe yazarı e 1 - M i r k â t' tan naklen şöyle der : Alimler, bu on gün ile Ramazan ayının son on gününden hangisinin efdal olduğu hususunda ihtilâf etmişlerdir. Bâzıları bu hadîse dayanarak bu günlerin, R a m & z a n ' in son on gününden daha faziletli olduğunu söylemişlerdir. Bâzıları da R a m a z a n' in son on gününün bu günlerden daha faziletli olduğunu söylemişlerdir. Seçkin görüş bu on günün gündüzünün, R a m a z a n ' m son on gününün gündüzünden daha faziletli olmasıdır. Çünkü bu günlerin içinde A r e f e günü vardır. Gecelere gelince; R a m a z a n ' in son on gecesi, bu günlerin gecelerinden daha efdaldir. Çünkü içlsrinda Kadir gecesi vardır. A r e f e günü, yılın en faziletli günüdür. Kadir gecesi de yılın en faziletli gecesidir.
1729) Aişf (Radtyal/nf/N anlın) dan : Söyle demiştir:
Ben, Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellenı)'i Zilhicce'nin on gününün orucunu tutmuş olarak hiç görmedim." [129]
Bu hadisi Mü slim, Ebû Dâvûd, Tirmizî, Ne-sâî ve Beyhakî de rivayet etmişlerdir.
El-Menhel yy/yn, bu hadisin açıklaması bahsinde şöyle der:
" Â i ş e (Radıyallâhü yaba) bilebildiğini bildirmiştir. Kendisinin görmemiş olması. Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'in, bu günlerin orucunu tutmamış olduğunu gerektirmez. A h m e d , Nesaî ve Ebû Dâvûd'un Hü neyde (Radıyallâhü anh)'ın hanımından rivayet ettikleri bir hadîste Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Selleın)'in muhterem hanımlarından bâzısı, Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve SellemTin Zilhicce ayının ilk dokuz günü orucunu, Aşure orucunu ve her aydan üç gün oruç tuttuğunu rivayet etmişlerdir Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sel-lem)'in oruç tuttuğunu rivayet edenin sözü, onun oruç tuttuğunu görmediğini rivayet edenin sözüne lakdim edilir.
Şöyle de söylenebilir: Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) bazen bu günlerin orucunu tutardı, bazen de tutmazdı, Her hanım bildiği durumdan haber vermiştir.
S i n d î ise şöyle bir yorum yapıyor: Hadîs, Peygamber tSal-lallahü Aleyhi ve Sellem)'in, bu günlerin tümünü oruçla geçirmediğini ifâde ediyor. Bu ifâde; Onun, bu günlerin bir kısmını oruçla geçirdiğine ters düşmez.
Yukarıda da belirttiğimiz gibi, «...on gün orucu...» ifâdesinden maksad, ilk dokuz gündür. [130]
1730) Ebû Katâde (Radtyallâhü anh)'den rivayet edildiğine göre; Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) şöyle buyurdu, demiştir :
«Allah'ın, Arefe günü orucunu ondan önceki yıla ve ondan sonraki yıla kefaret kılmasını umarım.»"
1731) Katâde bin N'u'mân (Radıyallâhü ank)'âen rivayet edildiğine göre :
Ben, Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'den işittim. Buyurdu ki:
«Kim Arefe günü oruç tutarsa onun önündeki yıl ve onun arkasındaki yıl (günahları) mağfiret olunur.»"
Not: Zevâid'de şöyle denilmiştir: Bunun isnadı zayıftır. Çünkü âlimler, râvi İshak bin AbcUllah bin Ebî Ferve'nin zayıflığı üzerinde ittifak etmişlerdir Evet bu hadisin sahih bir şahidi gelmiştir. [132]
Ebû Katâde (Radıyallâhü anh)'ın hadisini Müslim, Ebû Dâvûd ve Nesaî rivayet etmişlerdir. Katâde (Radıyallâhü anh)'ın hadîsi Zevâid türündendir. Onun notunda işaret edilen sahih şâhid, mezkûr Ebû Katâde (Radıyallâhü anh)'ın hadîsidir.
El-Menhel yazarı, Ebû Katâde (Radıyallâhü anh)'ın ha-dlsiyle ilgili olarak şöyle der;
"Yâni: Arefe günü orucuyla geçmiş bir senelik günahların bağışlanmasını Allah'tan ümit ederim ve Allah'ın o gün oruç tutanı gelecek yıl günahtan koruyacağını umarım buyurulmak istenmiştir.
Nihâye'de : Salih ameller hakkındaki ihtisâb, ümit edilen sevabı istemek için çeşitli hayırlar işlemeye ve ibâdetleri lâyıkı veçhiyle yapmaya koşmaktır, denilmiştir.
Arefe günü orucuyla bağışlanacak günahlar, ilim ehlinin ekserisinin dediği gibi, küçük günahlardır. Büyük günahlar ise; ya ciddi tevbe ile bağışlanır veya Allah'ın lütfuyla bağışlanır. Arefe günü orucunu tutanın küçük günahları yoksa; büyük günahları varsa, onlar hafifletilir. Yoksa dereceleri yükseltilir,
Bâzı âlimler, hadîsin zahirini tutarak : Büyük, küçük tüm günahlar bağışlanır, demilşerdir.
1732) Ikrime (Radtyallâhü anh)'den\ Şöyle demiştir:
Ben, Ebû Hüreyre (Radıyallâhü anhJ'ın yanına evinde girdim ve Arafat dağında Arefe günü oruç tutmanın hükmünü ona sordum. Dedi ki;
Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Selle m) Arafat'ta Arefe günü oruç tutmaktan nehiy buyurdu." [133]
Ebû Dâvûd, N e s a î. Hâkim ve Beyhakî de bunu rivayet etmişlerdir.
El-Menhel yazarı, bu hadisin açıklamasıyla ilgili olarak şöyle der :
Yâni Peygamber (SallaJlahü Aleyhi ve Sellem) hac niyetiyle Arafat dağına çıkanı Arefe günü orucundan men etmiştir. Çünkü oruç onu o gün işlenmesi matlub olan duâ, zikir ve şâir sahih amellerden gevşetebilir. Diğer taraftan Arefe günü hacılar için bir bayram günüdür.
Ebû Hanife, Mâlik, Şâ, filler ve âlimlerin cumhuru hacının Arefe günü oruç tutmamasını müstehab saymışlardır. Ebû Bekir, Ömer, Osman ve tbn-i Ömer (Ra-dıyallâhü anhüm)'ün kavli de budur. Bunlara göre hadisteki yasaklama, kerahet mânâsına yorumlanır.
A h m e d : Eğer hacı o gün oruç tutabilirce tutsun. Eğer tutmazsa bir beis yoktur, demiştir.
İbn-i Zübeyr, Âişe ve. Osman bin Ebü'l-Âs (Radıyallâhü anhüml'ün hacının Arefe günü oruç tutmasını müstehab saydıklarını Ibnü'l-M ü n zir nakletmiştir. Herhalde bunlar, hadîsteki nehyi oruç tutmayla zayıf düşenler için yorumlamışlardır.
E 1-H â f ı z, el-Fetih'te : Cumhurun mezhebine göre hacının Arefe günü oruç tutması müstehabtır. Ancak Arafat' taki dini hizmetleri gevşetirse, tutmamak müstehabtır, demiştir. [134]
1733) A'şt: (Radtyallâbi' anhâ)\\an: Şöyle demiştir: Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) Aşure günü oruç tutar ve o gün oruç tutmayı emrederdi."
İbn-i Abbâs (Raâıyallâhü anhümâ)'<\m\\ Şöyle demiştir:
Peygamber, (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) Medine'ye hicret buyurduktan sonra oradaki yahûdîleri (aşure günü) oruçlu olarak buldu. Ve =
«Bu ne oruçtur?» diye sordu. Yahudiler t Bu gün Allah'ın Musa'yı (düşmanlarından) kurtardığı ve Firavun'u boğdurduğu gündür. Mû-sâ (Aleyhisselâm) (Allah'ın bu lütfuna) şükür olarak bu gün oruç tutmuştur, dediler. Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellern) :
*Biz Mûsâ'fnın sünnetini ihya) ya sizden ziyâde yakın ve hak sahibiyiz» buyurdu. Ve o gün oruç tuttu. O gün oruç tutmayı da emretti." [136]
 i ş e (Radıyallâhü anha)'nin hadîslerini Kütüb-i Sitte sahipleri, Beyhakî ve Dârirnî de uzun ve kısa metinler hâlinde rivayet etmişlerdir. Uzun olan rivayetlerde  i ş e (Radıyallâ-hü anhâ) meâlen şöyle diyor :
"Aşure günü; Kureyşin, câhiliyyet devrinde oruçla geçirdiği bir gündür. Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) de câhiliyyet devrinde (yâni Peygamberlikten veya hicretten önce) o gün oruç tutardı. Medine'ye hicret buyurunca A^ûre günü orucuna devam etti. Ve o gün oruç tutmayı umretti. Ramazan oncu farz kılınınca artık farz oruç Ramazan orucu oldu. Ve Aşureyi bıraktı. Artık dileyen Aşure orucunu tuttu, dileyen tutmadı."
El-Menhel ya/an bu hadisin açıkltmıusı bahsinde özetle r^oyle der:
Bu hadisin zahiri, Aşure £ünıi orucunun, ilk zamanlarda vâcib olduğuna, sonra Ramazan orucunun farz kılınmasıyla onun vâcibliğinin nesh edildiğine delalet ediyor.
Ebû Hanîfe ve Şafiî' nin arkadaşlarından bir cemâat bununla hükmetmişlerdir.
Bir kısım Şafiî âlimleri: Aşure orucu meşru kılındığı günden beri sünnettir. Bu ümmete hiç vâcib kılınmamıştır. Lâkin ilk zamanlarda çok önemli müstehab idi. Ramazan orucu farz kılınınca o müstehab oldu, demişlerdir.
Birinci görüş, daha kuvvetlidir. Bu durumu 1735 nolu hadîs bahsinde anlatacağız.
îbn-i Abbâs (Radıyallâhü anh) 'in hadîsini Tirmizî'-den başka Kütüb-i Sitte sahipleri ve B e y h a k î benzer lafızlarla rivayet etmişlerdir.
Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) Rebiülevvel ayında M e d î n e' ye hicret buyurmuş ve hicretin ikinci yılı Aşure günü yahûdîlerin oruç tuttuğunu görmüştür.
Peygamber (Salîallahü Aleyhi ve Sellem) M û s â (Aleyhisse-lâm)'a yahûdîlere nisbeten çok daha yakın olduklarını, M û s â (Aleyhisselâm)'ın sünnetini ihya etmenin, öncelikle kendilerinin hakkı olduğunu bildirmiştir. Çünkü biz müslümanlar, M û s â (Aley-hisselâmJ'ın kitabına inanırız. Ve dînin temel hükümlerinde bizim kitabımız ile M û s â (Aleyhisselâm)'ın asıl kitabı arasında bir aykırılık yoktur. Onun içindir ki Allah Teâlâ Peygamberimize :
«Kendilerine kitabı hüküm ve peygamberlik verdiğimiz o kimseler, Allah'ın hidâyet ettiği zâtlardır. Sen de onların bu hidâyet yolunu tâkib et.[137] buyurmuştur.
Şöyle bir soru hatıra gelebilir: Yahudiler kâfir oldukları için verdikleri haberler reddedilmeye mahkûmdur. Bununla beraber Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) onların verdiği haberi doğrulamış olmuyor mu? Buna şöyle cevap verilebilir: Yahudilerin verdikleri haberin doğruluğu, gelen bir vahiy ile bildirilmiş olabilir. Veya onlardan müslümanlığı kabul eden Abdullah bin S e -1 â m (Radıyallâhü anh) gibi zâtlar tarafından haber verilmiş olabilir. Yahut bu haber en ufak bir şüpheye mahal bırakmıyacak tarzda tevatür haddine ulaşmış çok kimse tarafından bildirilmiş olabilir.
1735) Muhammed bin Sayfî[138] (Radtyallâhü anh)'âen; Şöyle demiştir : Rcsûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) Aşure günü bize:
— «Sizden bugün bir şey yiyen var mı?» diye sordu. Biz î
— Bizden yiyen de var, yemiyen de var, diye cevap verdik. O:
— «Artık (bir şey) yemiş olan ve (bir şey) yememiş olan hepiniz, bu gününüzün kalan kısmını (oruçla) tamamlayınız ve Arûd halkına haber gönderin. Onlar da günün kalan kısmını (oruçla) tamamlasınlar.» buyurdu. Râvi demiştir ki: Medine dolaylarındaki Arûd ehlini kasdetmiştir.Zevâid'de şöyle denilmiştir : Bunun isnadı, Buhârİ ve Müslim'in şartı üzerine sahîh - garibtir. Şa"bî'den başka Kimse Muhammed bin Sayfî (R.A.)'den rivayet etmemiştir. Buhârî ve Müslim'de Seleme bin el-Ekvâ' (R.A.) ve er-Rubeyyi binti Muavviz (R.A,) hadisinden bu hadîsin şahidi vardır. El-Müzzî, Nesaî'nin de bu hadîsi rivayet ettiğini söylemiş ve İbnü's-Senİ'nİn rivayetinde yoktur. [139]
Bu hadîs Zevâid türündendir. Ancak notta işaret edildiği gibi e 1-M i z z i, bunun N e s a i tarafından da rivayet edildiğini söylemiştir. Buhârî ile Müslim'in rivayet ettikleri Se1eme (Radıyallâhü anh) ve er-Rubeyyi (Radıyallâhü anh)'in hadîsleri bu hadîsi te'yid ederler.Seleme (Radıyallâhü anh)'ın hadisi meâlen şöyledir :
"Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem), Aşure günü gündüz Hind bin Esmâ'yı halka :
«Bu gün kim yemek yedi İse (günün kalan kısmını da bir şey yiyip içmeden) gününü tamamlasın! Veya oruç tutsun! Bir şey yememiş olanlar da artık (akşama kadar) bir şey yemelin.» diye ilan yapmak üzere kabilesine gönderdi.
Er-Rubeyyi (Radıyallâhü anh)'ın hadisi de meâlen şöyledir: "Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem), Aşure günü sabahı Medine çevresindeki köylere şu emri gönderdi:
«Oruçlu olarak sabahhyatılar oı uçlarını tamamlasınlar. Oruç-suz olarak sabahlıyanlar da günün kalan kısmını oruçla tamamlasın.-"
Arûd Ehli: Mekke, Medine ve bunların etrafına verilen isimdir. Aşure günü orucu ile ilgili emir Medine dolaylarındaki köylere gönderilmiştir. Mekke tarafına gönderilmemiştir. Çünkü o gün tatbik edilmesi gereken bu emrin 500 kilometre uzaklıktaki Mekke çevresine ulaştırılması maddeten mümkün değildi.
Sindi, Bu ve bundan önceki hadîsler, Aşure günü orucunun ilk zamanlar farz olduğuna delâlet ediyor. Ancak bu farzi-yetin sonradan kaldırıldığı hususunda âlimler ittifak halindedir. Bu hadis farz oruca gündüz niyet etmenin câizliğine hükmedenler için bir delil sayılmıştır. Ancak gecu niyet etmenin şart olduğunu öne sürenler şöyle derler : Ü gün oruç tutmanın farz kılındığı, geceden bilinmiyordu. Gündüz bilinebildi Bu sebeple halkın, o günkü oruca gündüz niyet etmeleri zorunluydu. Nasıl ki şek günü Ramazan hilâlinin görüldüğü sabit olunca akşama kadar oruç bozucu şeylerden sakınılır. Bu İtibarla hadis, lar/ oruca gündüz niyet etmenin câizliğine delâlet etmez, diyu bilgi vermiştir
1736) İbn-i Abbâs (Radıycıllâhü anhümâ)'dan rivayet edildiğine göre; Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) :
«(And olsun) Eğer ben gelecek yıla kadar sağ kalacak olursam. Muharrem ayının dokuzuncu günü oruç tutacağım.» buyurdu.
Ebû Alî demiştir ki: Ahmed bin Yunus bu hadîsi İbn-i Ebi Zi'b' den rivayet ederek şu İlâveyi yapmıştır: Aşure gününü kaçırmak korkusuyla (Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) böyle buyurmuştur.)" [140]
Bu hadisi Müslim, Ebû Dâvûd ve Beyhakî de rivayet etmişlerdir. Müslim ve Ebû Dâvûd'un rivayetlerinde Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'in işaret buyurduğu gelecek yıla varılmadan vefat ettiği ilâvesi vardır. Fakat A h -med bin Yûnus* un ilâvesi yoktur.
Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) «Gelecek yıl (Muhar-rem'in) dokuzuncu günü oruç tutarız» buyururken; Aşure olan onuncu gün yerine dokuzuncu gün oruç tutarız demek istemiş olabilir, Veya Aşure günü ile beraber dokuzuncu günü de oruçla geçiririz, demek istemiş olabilir. Çünkü Ahmed'in İbn-i Abbâs (Ra-dıyallâhü anhJ'dan merfu' olarak rivayet ettiği bir hadîste Peygam ber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) şöyle buyurmuştur:
= «Aşure günü oruç tutunuz ve yahûdilere muhalefet ediniz. Aşûre'den bir gün önce veya bîr gün sonra oruç tutunuz.»
Her iki yorumda da yahûdilere ve hıristiyanlara muhalefet var dır.
Ahmed bin Yûnus'un rivâyetindeki ilâveye göre Pey gamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) Aşure günü fa/île'ini kaçılmamak maksadı ile ve ihtiyatlı davranmak üzere Aşure gününden bir gün önce oruç tutmaya başlamak istemiştir Yâni hilâlin tesbilinde bir yanılma olabilir ve Aşure günü sanılan gün, Muharrem'in onbi rinci günü olabilir. Bu durumda asıl Aşure günü kaçırılmış olur. Bir gün önceden oruca başlamak ihtiyat olur.
1737) Abdullah bin Ömer (bin el-Hattab) (Radıyallâhü anhümâ)'-rian : Şöyle demiştir :
Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Selleml'in yanında Aşure gününden bahsedildi. Bunun üzerine Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) buyurdu ki:
«Aşure günü, câhiliyyet ehlinin oruç tuttuğu bir gündür. Artık sizden o gün oruç tutmak isteyen tutsun ve o gün oruç tutmak iste-miyen de o günün orucunu terketsin.»" [141]
Müslim, Ebû Dâvûd, Tahavi ve îbn-i Huzeyme de bunu benzer lafızlarla rivayet etmişlerdir.
Bu hadîsten maksad şudur : Aşure günü orucu vâcib değildir. Maksad bu olunca bu hadîs, Aşure günü orucunun faziletine âit olup, bundan sonra gelen Ebû Katâde (Radıyallâhü anh)ın hadîsine ve benzerî hadîslere ters düşmez.
E 1 - H â f ı z , el-Fetih'te : Aşure günü orucu hakkında gelen hadîslerin tümünden alınan sonuç şudur : Bu günün orucu için emir verildiğinde ilk zaman vâcib idi. Sonra bu emir te'kid edildi. Daha sonra ilân yapılmak suretiyle verilen emir daha da kuvvetlendirildi. Daha sonra verilen bir emirle o gün oruç tutmamış olanların, günün kalan kısmını oruçlu geçirmeleri ve emzikli kadınların çocuklarını o gün akşama kadar emzirmemeleri buyurulmakla Önemi daha da arttırıldı. En son Ramazan orucu farz kılınınca Aşure günü orucu terkedüdi Ama müstehablığının terkedilmediği biliniyordu Şu halde terkedilen şey, Aşure orucunun vâcibliğıdir, şiddetli müstehab lığı değildir. Bâzı âlimler : Onun şiddetli müstehablığı terkedilmiş, normal müstehablığı kalmış, demişlerse de bu görüşün zayıflığı açıktır. Bilâkis müstehablığının şiddeti bakidir. Hele Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve SellemTin vefatına kadar bu oruca verilen önemin devanı etmesi ve Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'in :
*Eğer yaşayacak olursam gelecek yıl dokuzuncu ve onuncu gün oruç tutacağım.» buyurması ve Aşure orucunun bir yıllık günahlara kefaret olduğunu bildirmekle müslümanları teşvik buyurması, bunun müstehablığının şiddet derecesinin devamına açık delildir, demiştir.
1738) Ebû Kaîâde (Radtyaliâhü anh)*fen rivayet edildiğine yöre; Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) şöyle buyurdu, demiştir :
«Allah'ın, Aşure günü orucuyla ondan önceki yi!(in günahların) ı bağışlamasını şüphesiz umarım.»" [142]
Müslim, Tirmizi, Nesai ve Ahmed de bunu rivayet etmişlerdir.
Tuhfe yazarı şöyle der: Nevevi : Hadisten maksad, küçük günahların bağışlanmasıdır. Eğer küçük günahlar yoksa, büyük günahların hafifletilmesi umulur. O da yoksa dereceler yükseltilir, demiştir. Kadı Iyâz da: Ehl-i Sünnetin mezhebi budur. Büyük günahlara gelince; Onlar ya makbul tevbe ile veya Allah'ın rahmeti ile bağışlanır, demiştir. [143]
1749) Rebîa bin el-Gaz[144]'dan rivayet edildiğine göre:
Kendisi Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellemî'in (nafile) oruç durumunu Âişe (Radıyallâhü anhâ)'ya sormuş, Âişe Cradıyallâhü anhâ) da :
O, Pazartesi ve Perşembe (günleri) orucunu öncelikle arzulardı.demiştir."
1740) Ebû Hureyre (Rud/yal/âftii anh)\\cn; Şöyle demiştir :
Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) Pazartesi ve Perşembe (günleri) oruç tutardı. Kendisine:
Yâ Resûlallsh! Sen Pazartesi ve Perşembe oruç tutarsın, diye hikmeti soruldu. O buyurdu ki:
Pazartesi ve Perşembe günleri Allah İeâlâ her müslümum mağfiret eyler. Kttfl olanlar müstesna. Allah : 'Küs olan bu iki kişi barıya kadar onları bırak' buyurur.Zevâid'e» şöyle denilmiştir: Bunun senedi sahih - garibtir. Rövi Mu-hammed bin Rtftft'yı Ibn-i Hibbân sikalar arasında zikretmiştir. Ondan yalnız Dahhâk bin Mahltd rivayet etmiştir. Senedin kalan râvileri Buharı ve Müslim'in şartı üzerinedirler. Ebû Dâvûd ve Nesai'nin rivayet ettikleri Üsâme bin Zeyd'in hadisi, bu hadis İçin sâhid durumundadır. Tirmizî de bu hadisin bir parçasını kendi süneninde rivayet ederek hasen - ş>arib olduğunu söylemiştir. [145]
Pazartesi ve Perşembe günleri orucunun faziletine ait ilk hadîsi T i r m i zi de rivayet, etmiştir.
Bu hadîste geçen Taharri -. En liyakatlisini ve en uygununu t.aleb etmektir. Bir kavle göre sevap istemek ve bir şeyi normalin üstünde bir iştiyakla taleb etmektir.
İkinci hadis, Zevâid türünden olup D â r i m i tarafından da rivayet edilmiştir. Notta işaret edildiği gibi T i r m i z i de bunun bir kısmını rivayet etmiştir. Tirmizi' deki merfu* rivayet şöyledir :
— «Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) buyurdu ki: «Ameller, Pazartesi ve Perşembe günleri (Allah'a) arzedilir. Ben, oruçlu iken amelimin arzedilmesini severim.»
Sindi; Amellerin bu iki günde Allah'a arzedıldıgı hadislerle sabittir. Bana öyle geliyor ki; Ameller arzedildiği zaman Allah müs-lümanlara mağfiret eyler. Bu mağfiretten, meşru' bir neden yokken birbirine küs olan kişiler istifâde edemezler. Din uğrunda veya aile fertlerinin te'dibi için küs kalmak caizdir. Böyle bir nedene dayalı olarak başkasına küsenler o mağfiretten yararlanırlar
Küs olanlar hakkında Allah Teâlâ : «Bunları banşincaya kadar bırak» buyurur. Allah'ın muhatabı amelleri arz eden melek olabilir. Bu takdirde «... bırak» emrinden maksad, onların amellerini arzetmo-mektir. Şöyle de olabilir: Allah birisine mağfiret eylediği zaman melek Onun hatâlarını örter veya defterinden siler. Bu ihtimâle göre «...bırak» emrinden maksad, böylelerin günahlarını örtme veya sil me işini bırak demektir, demiştir.
Bu hadîs için şahit durumunda olan ve E bu D â v û d ile N e s a î' nin rivayet ettikleri Üsâme bin Zeyd'in hadisi meâlen şöyledir:
"Bir yolculukta Üsâme bin Zeyd, Pazartesi ve Perşembe günleri oruç tutardı. Beraberinde yolculuk eden mevlâsi kendisine ; Sen çok yaşlı olduğun halde niye Pazartesi ve Perşembe günleri oruç tutuyorsun, demiş; kendisi de: Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) Pazartesi ve Perşembe günleri oruç tutardı. Kendisine bunun sebebi soruldu. O buyurdu ki:
«Kulların amelleri Pazartesi ve Perşembe günleri Allah'a arzedi-lir.» demiştir."
Mezkûr hadîsler,
amellerin sabah akşam yükseltildiğine dâir hadîse ters düşmez. Çünkü yükseltilmek
ve arzedilmek ayrı şeylerdir. Keza amellerin Şaban ayında yükseltildiğine veya
arzedildiğine dâir hadîslere de ters düşmez. Çünkü haftalık amellerin mezkûr
günlerde ve yıllık amellerin Şaban ayında toplu halde arzedilmesi mümkündür.
[146]
Hurûm: "HarânTın
çoğuludur. Yılın dört ayına 'Haram aylar* veya "Eşhür-i Hurûm"
denilir. Bu aylar, Receb, Z i 1 k a'de. Zilhicce ve Muharrem aylarıdır. Son üç
ay ard ardadır. Z i 1 k â' de ayı, Ramazan' dan sonra gelen Şevval ayını izleyen
aydır. Recep ayı ise Ramazan' dan bir önceki ay olan Ş aban' dan evvelki
aydır. Bu aylara hürmet gösterildiği ve câhiliyyet devri ve islâmiyet'in ilk
yıllarında bu aylarda savaş haram olduğu için bu isim verilmiştir. İlim
ehlinin ekserisine göre savaş yasakhğı neshedilmiştir.
1741) Ebû Mücîbe el-Bâhilî'nin babasından veya amcası
(Radiyajlâ-kü anhiim)'den; Şöyle demiştir :
Ben, Peygamber
(Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'in yanına vararak : Ey Allah'ın Nebisi! Ben geçen
yıl senin yanına gelen adamım, dedim. O :
«Ne oldu? Ben senin
vücûdunu zayıf görüyorum.» buyurdu. (Ra-vi demiştir ki: Peygamber (Sallallahü
Aleyhi ve Sellem)'in muhatabı :)
— Yâ Resûlallah! (Geçen yıl seninle görüştüğüm günden bugüne kadar) gündüz hiç yemek yemedim. Yalnız gece yemek yedim, diye cevap verdi. Efendimiz ;
— «Kim sana kendi nefsini (aç bırakmakla) ta'zib etmeni emretti?» buyurdu. (Adam demiştir ki:) Ben;
— Yâ Resûlallah! Ben güçlüyüm, dedim. O:
— «Sabır (Ramazan) ayı ve ondan sonra bir gün oruç tut- buyurdu.
Ben :
— Şüphesiz benim gücüm (bundan da fazlasına)
yeter, dedim. O:
— «Sabır ayı ve ondan sonra iki gün oruç tut.»
buyurdu. Ben:
— Şübhesiz benim gücüm (bundan da fazlasına)
yeter dedim. O :
— «Sabır ayı, ondan sonra üç gün oruç tut ve
haram ayların orucunu tut.» buyurdu."
[147]
Ebû Dâvûd, Nesaî ve
Beyhaki de bunu rivayet etmişlerdir. Bâzı rivayetler daha uzundur. Parentez içi
ifâdeler, o rivayetlerden alınmadır
Ramazan ayında oruç
tutanlar, nefislerini oruç bozan şeylerden tuttukları için, tutuklama mânâsına
gelen 'Sabır* kelimesi isim olarak
Ramazan ayına, verilmiştir.
Müellifin
rivâyetindeki metnin zahirine göre Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) bu
adama Ramazan' dan başka önce bir gün oruç tutmayı; adam daha fazla
tutabileceğini belirtince iki gün oruç tutmayı ve adam bundan fazlasına gücünün
yeteceğini belirtince Ramazan' dan sonra üç gün ve ayrıca eşhür-i hurûm
orucunu emretmiştir. Fakat Ebû Dâvûd'un rivayetine göre Peygamber (Sallallahü
Aleyhi ve Sellem) adama Ramazan orucundan başka, evvelâ her aydan bir gün; adam
fazlasını isteyince her aydan iki gün; daha fazlasını isteyince her aydan üç
gün oruç tutmasını emretmiştir. Adam daha fazla oruç tutmak istediğini söyleyince
Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) üç parmağını yummak ve açmakla işaret
ederek :
«Haram aylarda oruç
tut ve bırak, haram aylarda oruç tut ve bırak, haram aylarda oruç tut ve
bırak.» buyurmuştur.
Ebû Davud'un
rivayetine göre Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) adama Ramazan ayından
başka yılın her ayından önce birer gün, sonra ikişer gün, daha sonra üçer gün
oruç tutmasını emretmiş; adam daha çok oruç tutmak iznini isteyince Peygamber
(Sallallahü Aleyhi ve Sellem) haram aylarda oruç tutmasına izin vermiştir.
Ancak haram aylarda ard arda tutacağı günlerin üç günü geçmemesini emretmiş ve
parmağıyla yaptığı işaretle şunu söylemek istemiştir: Üç gün oruç tut, sonra
üç gün oruç tutma, yine üç gün tut, sonra üç gün bırak...
Ebû Davud'un
rivayetinde haram ayların bir kısmının orucu emredilmiştir. Müellifimizin
rivayeti ise bu mânâya muhtemel olduğu gibi haram ayların tümünü oruçla
geçirme mânâsına da muhtemeldir.
Hadisin ilk râvisinin
Ebû Mucibe' nin babası veya amcası olduğu hususunda râvinin tereddüdü vardır.
Ebû M ü c î be' -nin babası Abdullah bin Haris el-Ensârİ el-Bâ-hili Ebû Cehm
veya Ebû Mucibe' dir. îbn-i Hib-b â n onu sahâbiler arasında zikretmiştir.
Kütüb-i Sitte sahipleri onun rivayetlerini almışlardır. Ebü Mucibe1 nin
amcasının ismine rastlamadık.[148]
1742) Ebû Hüreyre (Radtyaİlâhü anh)'Ğen: Şöyle demiştir:
Bir adam
Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)
e gelerek: Ramazan ayından sonra hangi oruç efdaldir? diye sordu. O:
-Muharrem dediğimiz
Şehrullah (orucu)» buyurdu."
[149]
Müslim, Ebû Dâvûd,
Tirmizi, Beyhaki ve D â r i m i de
bunu rivayet etmişlerdir.
Hadîsin zahirine göre
Muharrem ayının tamamı kastedilmiştir. T i r m i z i' nin A 1 î (Radıyallâhü
anh)'den rivayet ettiği şu mealdeki hadis de bunu te'yid eder:
Alî (Radıyallâhü anh),
Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'in yanında oturmuşken bir adam
Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'e:
Yâ Resûlallah! Ramazan
ayından sonra hangi ay oruç tutmamı emredersin? diye sormuş; Peygamber
(Sallallahü Aleyhi ve Sel-lem) de i
«Eğer Ramazan ayından
sonra oruç tutaç aksan Muharrem'i tut. Çünkü o, Allah'ın ayıdır.» buyurmuştur.
El-Menhel yazarının
dediğine göre hadîsten maksad. Muharrem ayı içinde yâni bir kısmında oruç
tutmak veya bu ayda bulunan Aşure günü oruç tutmak olabilir.
1743) İbn-i Abbâs (Radtyallâhü ankümâ)'âan; Şöyle demiştir
: Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) Recep (ayı) orucundan nehiy
buyurmuştur."
Not: Bunun senedindeki Dâvûd bin Atâ'nın
zayıflığı' üzerinde ittifak vardır.
[150]
Bu hadîsin Zevâid
türünden olduğuna dâir eldeki nüshalarda ve Sindi haşiyesinde bir işaret
bulunmamakla beraber, bu türden olması muhtemeldir.
R e c e b ayı,
yukarıda da anlattığım gibi haram aylardandır. Bu aylarda oruç tutmak ise
müstehabtır. Bu sebeple bu hadîsin sahih olması hâlinde yılın onbir ayında
yalnız R e c e b ayının tamamini oruçla geçirme anlamında
yorumlanması gerekir. Nitekim A h -med bin Hanbel: Yılın onbir ayından yalnız R
e c e b ayinin tamamını oruçla geçirmek mekruhtur. Eğer bir adam bayram ve
teşrîk günleri müstesna bütün yılı oruçla geçirirse bu meyanda Receb ayının
tamamını oruçla geçirmekte bir beis yoktur. Şayet yalnız Receb ayını oruçla
geçirmek isterse bir veya birkaç gün oruç tutmayı bıraksın ki Ramazan ayına
benzemesin, demiştir.
1744) Muhammed bin İbrahim'den rivayet edildiğine göre:
Üsâme bin Zeyd (Radıyallâhü anhümâ) haram aylar orucunu tu-tarmış. Sonra
Resûiullah (Sallallahü Aleyhi ve
Sellem) ona;
«Şevval ayı oruç tut.»
buyurmuş. Bunun üzerine Üsâme (Radıyallâhü anh) haram aylar orucunu bırakarak
vefat edinceye kadar, dâima Şevval ayı oruç tutmuştur."
Not : Zevâid'de şöyle
denilmiştir. Bunun isnadı sahihtir. Ancak Üsâme bin Zeyd ile Muhammed bin
İbrahim bin el-Hâris et-Teymi arasında inkıta vardır. (Şevval orucu İle ilgili
bilgi 33'ncü bâbta geçmiştir.)
[151]
1745) Kbû
Hüreyre (Radıyallâhü anh)<\en
rivâyel .edildiğine »ine: ResûIuDah (Sallallahü Aleyhi ve Scllcm) ^öylf
buyurdu, demiştir :
Her şeyin bir zekâtı vardır. Bedenin zekâtı da
oruçtur.» Râvi Muhriz kendi rivayetinde Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'in :
«Oruç sabrın
yarısıdır.» buyurduğunu da ilâve etmiştir."
Not : Zevâid'de şöyle
denilmiştir : İbn-i Mâceh'in bu hadis için zikrettiği her iki yolun isnadı
zayıftır. Çünkü isnadda Musa bin Ubeyde ez-Zeyrî bulunur. Her iki yolun dönüm
noktası bu râvidir. Bunun zayıflığı üzerinde ittifak vardır.
[152]
Zevâid türünden olan
bu hadîsi Taberâni, Sehl bin S a'd
CRadıyallâhü anhJ'dan rivayet etmiştir.
Sindi bu hadîsin
açıklaması bahsinde şöyle der: Yâni insan her şeyden bir miktarını Allah için
çıkarmalıdır. Çıkarılan miktar, o şeyin zekâtı olur. Bedenin zekâtı da oruçtur.
Çünkü beden, Allah yolunda tutulan oruçla noksanlaşır. Artık bedenden eksilen
miktar sanki bedenin zekâtı olmak üzere Allah rızası için bedenden çıkarılmıştır.
El-H af ni de
CâmiüVSağir haşiyesinde : Yâni zekât, malı temizlediği gibi oruç da bedeni
temizler. Görünüşte noksanlık vermek mânâda bereket ve fazlalık sağlamak
bakımından oruç, zekâta benzer, demiştir.
[153]
1746) Zeyd bin Hâlirl el-Cühcnî (Radtyaltâhü anh)\ien
rivayet edildiğine göre; Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellcm) $öyle
buyurdu, demiştir :
«Oruçlulara iftar
(yemeğini) veren kimseye o oruçluların sevab-larından hiç bir şey eksi İtme
ksizin onların sevabının bir misli olmuş olur.»"
[154]
Tirmizî, Nesaî, İbn-i
Huzeyme ve İbn-i H i b b â n da bu
hadisi rivayet etmişlerdir.
Tuhfe yazarı bu
hadîsin açıklamasıyla ilgili olarak şöyle der;
"İbnü'l-Melik:
İftâr'dan maksad, oruçluya yemek yedirmektir, demiştir. E1 - K a â r i de :
Hadîsteki iftardan maksad, oruçlunun akşam iftarını açacağı zaman yemek
yedirmektir, demiştir.
Selmân-ı Fârisi
(Radıyallâhü anbJ'ın merfu' hadisinde oruçluya yemek yedirmeye gücü
yetmiyenlerin, oruçluya bir yudum süt veya bir tane hurma, yahut bir yudum su
vererek iftar açtırmaları hâlinde aynı sevabı kazanacakları müjdelenmiştir.
Hadîsteki oruçluya âit
zamir, çoğul için gelmiştir. Çünkü Arab dilinde malumu olduğu üzere şart
edatının arkasında kullanılan ne-kire kelime tekil bile olsa umumîlik ifâde
eder."
1747) Abdullah bin ZüUeyr (Radıyaltâhü anhümâ)\\m\: Şöyle
demiştir :
Resûlullah (Sallallahü
Aleyhi ve Sellem) Sa'd bin Muâz (Radıyallâhü anh)''n yanında iftarını açtı.
Sonra:
buyurdu."
Not : Zevaıd'de şöyle denilmiştir : Bu senedde Abdullah bin Zübeyr (R.A.)'-den
rivayet eden Mus'ab bin Sabit zayıftır.
[155]
Zevâid türünden olan
bu hadîste Peygamberimizin buyurduğu cümleler, Sa ' d (Radıyallâhü anh)'ın ev
halkı için dua mâhiyetinde olabilir. Bu takdirde cümlelerin meali şöyle olur:
«Yanınızda oruçlular
iftar yemeğini yesin. Yemeğinizi iyi ve sâlih kimseler yesin. Ve sizlere
melekler duâ ve istiğfar etsin.»
Mezkûr cümleler, ev
halkının kazanmış oldukları sevabı müjdelemek mâhiyetinde olabilir. Buna göre
cümlelerin mânâsı şöyle olur :
«Yanınızda oruçlular
iftar açtı. Yemeğinizi iyi ve sâlih insanlar yedi ve melekler size duâ ve
istiğfar etti.»
Sindi: Hadiste
«Oruçlular» diye çoğul kelimesi kullanılmıştır. Peygamber (Sallallahü Aleyhi
ve SellemKin beraberinde sahâbi-lerden de iftar açanların bulunmuş olması
muhtemeldir. Yahut bu kelimenin başındaki ta'rif harfi cins içindir. Bu
takdirde çoğulluk mânası muattal olmuş olur. demiştir.
[156]
1748) Ümmü Ümâre[157] (Radıyallâhü anhâ)'dan; Şöyle demiştir :
Resûlullah (Sallallahü
Aleyhi ve Sellem) bize geldi. Biz Ona yemek sunduk. Onun yanında bulunanlardan
birisi oruçluydu. Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) buyurdu ki:
«Oruçlunun yanında
yemek yenildiği zaman melekler ona duâ ve istiğfar ederler.»"
1749) Büreyde (Radıyallâhü anhyden rivayet edildiğine göre;
Re-sûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) Bilâl (Radtyallâhü anh)'a :
— «Yâ Bilâl! Öğle yemeğine (otur.)» buyurdu.
Bilâl (Radıyallâhü anh) :
— Ben oruçluyum, dedi. Bunun üzerine
Resûlullah (Sallallahü
Aleyhi ve Sellem) :
— Biz rızıklanmızı
yiyoruz. Bilâl'in rızkının fazlı cennettedir. Yâ Bilâl! Oruçlunun yanında yemek
yiyildiği sürece Onun kemiklerinin U&bîh ettiğini ve meleklerin onun için
mağfiret dilediklerini bilir misin?» buyurdu."
Not: Zevâid'de şöyle
denilmiştir : Bunun senedindeki Muhammed bin Abdur-ral-rrr;n?n zayıflığı
hususunda ittifak vırdır. İbn-i #£,tim ve el-Ezdi Onu yalanlamışlardır.
[158]
ilk hadîsi Tirmizî,
Nesaî ve Ahmed de rivayet etmişlerdir. İkinci hadîs Zevâid türündendir.
Hadîsler, oruçlunun yanında gündüz yemek yinildiği zaman oruçlu için
meleklerin duâ ve istiğfar ettiklerini ve o yemek karşılığında oruçlunun
Cennet'teki rızkının üstünlüğünü ifâde ediyorlar.
[159]
1750) Ebû Hüreyre
(Radıyallâhü anJt)'den rivayet edildiğine göre; Resûlullah (Sallallahü
Aleyhi ve SeHem) şöyle buyurdu, demiştir :
-Biriniz oruçluyken
yemeğe davet edildiği zaman : Ben oruçluyum, desin.-"
1751) Oâbir (Rathyıtllâhü anh)'den rivayet edildiğine
göre; Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve
Sel/em) şöyle buyurdu, demiştir :
«Bir kimse oruçlu
olduğu halde yemeğe davet edilirse (davete) icabet etsin. Artık dilerse yemek
yiyer, dilerse yemek yemeyi bırakır.»"
[160]
ilk hadîsi Müslim,
Ebû Dâvûd, Tirmizî,
N e -s a î ve D â r i m î de rivayet etmişlerdir.
Nafile orucu gizlemek
müstehab ise de davet sahibinin kırılmasına veya kızmasına meydan vermemek
için nafile oruç tutan davetlilerin, oruçlu olduklarını davet sahibine
açıklamaları meşru kılınmıştır. Oruçlu bu özrünü açıklayınca davet sahibi onun
mazeretini kabul ederek davete icabet etme isteğinden vazgeçerse davete icabet
sorumluluğu kalkmış olur. Aksi takdirde oruçlu davete icabet etmekle mükelleftir.
Çünkü oruç, davete icabet etmemek için mazeret sayılmaz. Oruçlu davet yerinde
hazır bulununca orucunu bozması gerekmez. Ancak davet sahibi onun yemek
yememesiyle eziyet duyarsa, oruçlunun nafile orucunu bozması efdaldir. Tutulan
oruç farz bir oruç ise bozdurulamaz.
Nafile orucu bozup
bozmamak hakkında âlimlerin görüşleri 26'ncj bâbta geçen 1700- 1701 nolu
hadisin izahı bölümünde geçmiştir.
C â b i r (Radıyallâhü
anh)'ın hadisini Müslim de rivayet etmiştir. Fakat oradaki rivayette: «Davetli
oruçluyken...» kaydı yoktur.
Bu hadîs de davete
icabet etmenin gerekliliğine davetlinin orucunu bozmaya mecbur olmadığına
delâlet ediyor. N e v e v î, M ü s 1 i m ' in şerhinde : Davet edilen oruçlunun
orucunu bozmasının vâcib olmadığı hususunda âlimler arasında ihtilâf yoktur.
Eğer davetlinin tuttuğu oruç farz bir oruç ise, yemek yemesi caiz değildir.
Şayet tuttuğu oruç nafile ise bozmak caizdir. Artık yemek'yememesi davet
sahibine ağır gelecekse; efdal olan, orucu bozmasıdır. Aksi takdirde orucu
lamamlamak pl'dftlriir, demiştir[161]
1752) Ebû Hüreyre (Radıyallâhü anhyden rivayet edildiğine
göre; Resûlullah (Saİlalhıhü Aleyhi ve Seli em) şöyle buyurdu, demiştir :
«Üç sınıf insan vardır
ki duası Allah katında reddolunmaz : Âdil devlet reisi, iftar edinceye kadar
oruçlu ve mazlumun duası. Allah mazlumun duasını, kıyamet günkü bulutun üstüne
yükseltir, gök kapıları Ona açılır ve Allah Teâlâ ı
«İzzetime yemin ederim
ki ey mazlum! Bir süre sonra bile olsa behemahal sana yardım edeceğim»
buyurur.-"
[162]
Bu hadîsi Tirmizî
ve Hâkim de rivayet etmişlerdir. Câmiü's-Sağîr
şerhinde el-Azîzî'nin dediğine göre bâzı rivayetlerde : «iftarını açıncaya
kadar...» ifâdesi yerine:
«iftarını açtığı
zaman...» ifâdesi mevcuttur.
îlk ifâdeye göre
oruçlunun gündüzün hangi vaktinde olursa olsun makbuldür. İkinci ifâdeye göre
oruçlu iftarını bilfiil açtığı zaman veya iftar açma vakti girdiği zaman
yapacağı dua makbuldür.
Sindi ise ilk ifâdenin
râvilerden birisinin yanılgısı olduğunu ve ikinci ifâdenin doğru olduğunu
savunarak bundan sonra gelecek hadisi buna gerekçe olarak göstermiştir.
E 1 - A 1 k a m î' nin
nakline göre ed-Demîyrî: Oruçlunun dünya ve âhiret mutluluğu için kendisine,
sevdiklerine ve müs-lümanlara dua etmesi müstehabtır. Çünkü bu hadîs ve (bundan
sonra gelen) Abdullah (Radıyallâhü anh)'m hadîsi, oruçlunun özellikle iftar
vaktindeki duasının makbul olduğuna delâlet ediyor, demiştir.
Mazlumun duası,
zulümden kurtulmak veya zâlim aleyhinde olabilir. Hadîsin sonu bunu
gösteriyor.
Sindi' nin dediğine
göre hadîsteki "el-Ğamâm = bulut" kelimesiyle F u r k a n sûresinin :
-Ve o günki, gök beyaz
bulutlar hâlinde parçalanacak ve melekler bölük bölük indirilecektir.» 25'nci
âyetindeki "ğamâm" kastedilmiştir.
Müellifin rivayetinde
: «Kıyamet günü» kaydı bulunduğu için S i n d î' nin bu yorumda bulunduğunu
sanıyorum. T i r m i z i' nin rivayetinde ise bu kayıt yoktur. Ve hadîsteki ğamâm
ile dünyadaki bulutun kastedilmesine bir engel yoktur.
Hadîs, mazlumun duası
jçin gök kapılarının açıldığını haber veriyor. Gök kapıları duanın arşa
yükseltilmesi için açılır. Bu açılış duayı taşıyan melek için olabilir. Veya
duanın geçişi için olabilir.
Hadîs, Allah'ın mazlum
kimseye mutlaka yardımcı olduğunu, onu ihmal etmiyeceğini, ancak bir hikmet
için yardımını geciktirmesinin muhtemel olduğunu bildiriyor. Buna işaret olmak
üzere : Allah, zâlimi ihmâl etmez, irnhâl
(mühletlendirme) eder"
derler.
1753) Abdullah bin Amr bin el-As (Radtyallâhü anhümâydan
rivayet edildiğine göre: Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) $oyle
buyurdu, de-mistir :
.Şüphesiz her oruçlu
için iftarını açtığında reddedilmeyen bir duâ vardır.»
ibn-i Ebi Müleyke
demiştir ki. Abdullah bin Amr bin el-As (Radıyallâhü anhümâ) n.n iftarın,
açtığı zaman şu duây. okuduğunu kendisinden işittim
.AUahım! Herşeyi
kaphyan rahmetin hakkı için bana mağfiret et meni Senden dilerim.
[163]
Bu hadis Zevâid
türündendir. Oruçlunun ^ nm makbul olduğuna, delâlet ediyor.
Cârmu's-e I - H a f n i ■
Yâni farz veya nafile orucun her gunu iftar de oruçlunun yapacağ* duâ
makbuldür. Ya dil *'l^ veya ona başka mükâfat verilir. Artık oruçlu: Dua ettim
de olmadı dememelidir, demiştir.
E 1 - M u n â \ î de :
Oruçlunun iftar vaktindeki duasının ka-bılü bu ümmete mahsustur, demiştir.
3 i n d î de Suyûtî'
den naklen beyan ettiğine göre 1 irm izi: Muhammed (Sallallahü Aleyhi ve
Sellem)'in ümmeti, bütün ümmetler içerisinden seçilerek duası makbul kılınmıştır. Allah Teâlâ
bu ümmete hitaben :
«... Bana dilekte
bulununuz ki duanızı kabul edeyim.[164] buyurmuştur
Bu vaid, eski ümmetlerde yalnız peygamberlere vardı. Bu ümmete de verildi.
Fakat şehvetler onların kalplerine hâkim olup işler karmakarışık olunca durum
değişti. Oruç ise nefsi şehvani duygu ve hareketlerden alıkoyar. Şehvet
kalpten çıkarılınca gönül pâk olur. Ve duâ kabule şayan olur. Oruçlunun
dilediği şey onun için mukadder ise süratle verilir, değilse âhiret azığı
olarak onun için sak!an:r, demiştir.
[165]
1754) Enes bin Mâlik (Radıyallâhü ani f'âen: Şnyle
demiştir:
Peygamber (Sallaiiahü
Aleyhi ve Sellem) birkaç hurma yemedikçe Ramazan bayramı günü (bayram
namazına) çıkmazdı.
1755) İbn-i Ömer (Radıyallâhü anhümâyâan; Şöyle demiştir:
Peygamber (Sallallahü
Aleyhi ve Sellem) ashabına fıtır sadakasından yedirmedikçe Ramazan bayramı
günü (bayram namazına) çıkmazdı."
Not : Zevâid'de şöyle
denilmiştir : Bunun senedi zayıftır. Zayıf râviler peş-peşe gelmişlerdir. Çünkü
Ömer bin Sahbân ve ondan aşağı olanların hepsi zayıftır.
1756) Büreyde bin Husayb (Radıyallâhü anhyden; Şöyle
demiştir:
Resûlullah (Sallallahü
Aleyhi ve Sellem) Ramazan bayramı günü (bir şey) yemedikçe (bayram namazına)
çıkmazdı ve kurban bayramı günü bayram namazından dönmedikçe (bir şey)
yemezdi."
[166]
îlk hadîsi Buhârİ
ile T i r m i 2 i de rivayet etmişlerdir.
İkinci hadîs Zevâid
türündendir.
Üçüncü hadisi Tirmizî,
Ahmed, Ibn-i Hibbân, Dârekutnî, Hâkim ve Beyhakî de rivayet etmişlerdir.
Tirmizî bu hadîsleri
rivayet ettikten sonra : ilim ehlinden bir cemâat Ramazan bayramı namazına
çıkmadan önce bir şey yemeyi ve varsa hurma yemeği müstehab saymışlar; Kurban
bayramı günü de namazdan dönmedikçe bir şey yememeyi müstehab saymışlardır,
der.
Tuhf e yazan da:
Ramazan bayramı sabahı bayram namazından önce hurmayla iftar etmek
müstehabtır. Bulamıyanlar bal gibi başka bir tatlıyı yemelidirler. Hiç bir şey
bulamıyanlar su içmeli-dirler. Kurban bayramı günü ise kurban etinden yemek
için bayram namazından dönünceye kadar bir şey yememek müstehabtır. A h-med bin
Hanbel müstehablık hükmünü kurban keseceklere tahsis etmiştir, demiştir.
[167]
1757) İbn-i Ömer (Radtyallâhü ankümu)'âan rivayet
edildiğine göre: Resul ul la h (S ali ali ahu Aleyhi ve Sellem) şöyle buyurdu,
demiştir :
«Kim ki üzerinde bir
ayın oruç (borc)u varken ölürse, ondan bedel olarak her gün yerine bir yoksula
(yemek) yedirüsin.»"
Not: El-Mİzzî
el-Etrafta : Müellifin; «Muhammed bin Sİrîn'den» sözü bir vehimdir. Çünkü
Tirmizî bunu rivayet etmiş de Muhammed'in kimin oğlu olduğunu belirtmemiş,
sonra : Bence bu zât, Muhammed. bin Abdfrrahman bin Ebl Leylâ'dır, demiştir,
diye bilgi vermiştir.
Tlrmlzl bu hadisi
tahric ettikten sonra : Biz bu hadisi merfu' olarak yalnız bu yoldan tanırız.
Sıhhatli olan durum, bunun mevkuf olmasıdır, demiştir.
[168]
1758) İbn-İ Abbâs
(Radtyallâhü anhümâ)'dan: Şöyle
demiştir:
Bir kadın Peygamber
(Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'e gelerek: Yâ Resûlallaht Kız kardeşim boynunda
aralıksız iki ay (kefaret) oruç (borcu) bulunduğu halde Öldü. dedi. Efendimiz:
— «Söyle bakayım. Eğer senin kızkardeşinin
boynunda bir borç bulunmuş olsaydı sen o borcu ödiyecek miydin?» diye sordu.
Kadın »
— Evet ödiyecektim, dedi. Efendimiz i
— «O halde Allah'ın hakkı, öncelikle ödenmesi
gereken bir haktır.» buyurdu."
1759) Biireyrle bin Husayb (Radtyallâhü a«A)'den; Şöyle
demiştir:
Bir kadın Peygamber
{Sallallahü Aleyhi ve Sellem) 'e gelerek ı
— Yâ Resûlallah! Annem üzerinde oruç borcu
olduğu halde öldü. Ben ona bedel olarak oruç tutayım mı? diye sordu. Efendimiz;
— Evet» buyurdu.
[169]
Bundan önceki bâbta
geçen İbn-i Ömer (Radıyallâhü anh)'ın hadisini T i r m i z i de rivayet
etmiştir. Oradaki rivayetin senedinde bulunan râviler sırayla şöyledir:
Kuteybe, A b -ser, Esas, Muhammed, Nâfi', İbn-i Ömer (Radıyallâhü anh) ...
görüldüğü gibi bu senedde anılan M u h a m -med'in İbn-i Şirin olan Muhammed
mi, Abdur-rahman oğlu Muhammed mi olduğu belirtilmemiştir. Hadis zikredildikten
sonra Tirmizi: Seneddeki Muhammed, Abdurrahman bin Ebî Leylâ" nın oğlu
olan Muhammed' dir, demiştir.
Tirmizi bu hadîsi merfu' olarak
rivayet etmiş olmakla beraber :
îbn-i Ömer (Radıyallâhü anh)'den sahîh olan rivayet
mevkuftur, demiştir.
Bu hadisin zahirine
göre üzerinde oruç borcu olup da kaza etmeden ölen kimsenin oruç borcuna bedel
olarak her gün için bir yoksulu yedirmek meşrudur. Bu oruç borcu, hadîsin
zahirine göre umumidir. Yâni Ramazan borcu olabildiği gibi kefaret ve adak
orucu gibi borç olmuş olabilir. Fakat müellifin bu hadîs için açtığı bâb
başlığına bakılırsa hadîsten maksad, özürsüz olarak tutulmayan Ramazan orucu borcuna
mahsustur. Sindi de: Hadisteki «bir ay orucu» tâbiri umumi olmakla beraber, örf
ve âdet bu tâbirin Ramazan ayma tahsisini gerektirir. Bizim Hanefî âlimlerimiz
bu hadîsle hükmetmişler, ancak ölünün fidye ödemeyi vasiyet etmesini şart
koşmuşlar, vasiyet yokken fidye ödenmesinin gerekmediğini söylemişlerdir.
Âlimlerin bu husustaki
görüşlerini ayrıntılı olarak aşağıda vereceğim.
îbn-i Abbâs
(Radıyallâhü anh) 'in hadîsini B u h â r i, Müslim ve
Tirmizi de rivayet etmişlerdir.
Tuhfe yazarının beyânına
göre Buharı' nin bir rivayetinde : "Bir erkek, Peygamber (Sallallahü
Aleyhi ve SellemKe müracâat etti." deniliyor. Başka bir rivayetinde:
"Müracaatçı j "Annem öldü ve..." diye geçer. Buhârî ve Müslim'in
bir rivayetinde "...ve ölen kadının üzerinde adak borcu vardır."
denilmiştir. B u-h â r i' nin bir rivayetinde : "... ve ölen kadın
üzerinde bir ay oruç borcu vardır"; başka bir rivayetinde: "... ve
ölen kadın üzerinde on beş gün oruç borcu vardır" denilmektedir.
E 1 - H â f ı z,
el-Fetih'te yukarıdaki değişik rivayetlerle ilgili olarak: Bâzıları bu
değişikliğin, râvilerin kararsızlıklarından ileri geldiğini iddia etmişlerse
de, bence bu değişiklik, olayların müteaddit olmasından ileri gelmiştir. Diğer
taraftan müracaatçının erkek veya kadın oluşu ve ölmüş olan kadının anne veya
kardeş oluşu, hadisin delîl sayılmasını olumsuz yönde etkilemez, demiştir.
Bu hadis, üzerinde
oruç borcu olduğu halde kaza etmeden ölen kimseye bedel olarak yakınları
tarafından oruç tutulmasının meşruluğuna delâlet eder. Hadîsçilerin kavli
budur.
B ü r e y d e
(Radıyallâhü anh) 'in hadisini Ahmed, Müslim ve Ebû Dâvûd da rivayet
etmişlerdir. Buhârİ de bunun bir benzerini tbn-i Abbâs (Radıyallâhü anh) 'dan
mer-fu' olarak rivayet etmiştir. Onun rivâyetindeki müracaatçı, bir erkektir.
[170]
El-Menhel yazarı,
âlimlerin bu husustaki görüşlerim özetle şöyle açıklar : .
1- Ebû Hanîfe, Mâlik, el-Leys, Evzâi, S e v r i ve yeni
kavlinde Şafiî: Ölü yerine oruç tutulmaz, demişlerdir. Ebû Hanîfe ve
arkadaşlarına göre tutmadığı R a -m a z a n orucuna kaza etmeye muktedir olduğu
halde kaza etme den ölen kişi, fidye çıkarılmasını vasiyyet etmişse, tutmadığı
her gün •için bir fitre miktarı olarak yakınları tarafından çıkarılır.
M â 1 i k' e göre her
gün için bir müd yâni bir fitrenin dörtte biri çıkarılır.
Bunların delili (1757
nolu) îbn-i Ömer (Radıyallâhü anh) 'in hadîsi ve N e s a î' nin Sünen-i
Kübrâ'smda İbn-i Abbâs (Radıyallâhü
anh) 'dan rivayet ettiği:
-Hiç kimse hiç kimse yerine namaz kılamaz ve hiç kimse hiç kimse yerine
oruç tutamaz.»
hadisidir. Üçüncü
ithl. Mâlik'in îbn-i Ömer (Radıyal-tehü anh)'den rivây-; ettiği İbn-i Abbâs
(Radıyallâhü anh) in bu hadîsimn benzeridir.
2- Hadis âlimleri: Üzerinde Ramazan, adak ve kefaret
gibi oruç borcu jldu^j haîde kaza etmeden ölen kimsenin yakınları onun yerine
oruç tutabilirler, demişlerdir. Ebû Sevr, Tâ-vûs, el-Hasan, Zührî, Katâde,
Hammâd ve eski kavlinde Şafii, böyle hükmedenlerdendirler.
Nevevî, Müslim1 in
şerhinde : Biz bu kavlin sahîh ve seçkin olduğuna inanıyoruz. Fıkıh ve hadîs
ilimlerini iyi bilen arkadaşlarımızın tahkikçileri bu kavli sıhhatli
bulmuşlardır. Çünkü bu kavli te'yid eden apaçık ve sahih hadîsler kuvvetlidir,
demiştir.
Bunların delilleri
1758 ve 1759 nolu hadisler ile Buhârİ, Müslim, Tirmizi, Ebû Dâvûd, Nesai ve
başkaları tarafından  i ş e (Radıyallâhü anhâ) 'dan merfu' olarak rivâ-
yet ettikleri: «Üzerinde oruç borcu olduğu halde ölen kimsenin velisi (yakım) onun yerine oruç tutar.» hadîsidir.
3- Ahmed, İs hak ve Ebû Ubeyd'e göre ölünün adak oruç
borcu yerine yakını oruç tutar. Ve Ramazan oruç borcu yerine her gün için bir
fitrenin dörtte birini fidye olarak çıkarır.
Bu gruptaki âlimler, İ
bn-i Ömer (Radıyallâhü anh)'ın 1757 nolu hadîsini. Ramazan orucu borcuna
yorumlarlar. 1758 ve 1759 nolu hadisleri Ramazan orucundan başka oruç borçlarına
yorumlarlar.
Müellifin bu hadislere
ait açtığı bâbların başlığına bakılırsa, kendisinin de hadîsleri bu şekilde
yorumladığı kanısına varılır.
Bu orubun başka
delilleri de vardır. Buraya aktarmaya gerek duymadım.
[171]
1760) Atiyye bin Süfyân (Radıyallâhü ank)'âen; Şüyle
demiştir.
Sâjüf kabilesinin
müslümanlığı kabul etmesi konusu için Resû-lullah (Sallallahü Aleyhi ve
Sellem)'in yanma giden heyetimizin bize anlattığına göre; heyet Ramazan ayı
içinde Onun yanına (Medine'ye) varmışlar. O, hey'et için Mescid-i Nebevî'de
bir çadır kurmuş; heyet müslüman olunca Ramazan ayının kalan kısmı oruç tutmuş
lardır."
Höt: Zevftid'de Şöyle
denilmiştir : Bunun senedindeki Muhammed bin İshale tedlisçidir ve bunu îsfl
bin Abdillah'tan an'ane İle rivayet etmiştir. İbnü'l-Medinl: Ve İsa'dan yalnız
kendisi rivayet etmiş. İsa bin Abdlllah da meçhuldür, dâmiştir.
[172]
Zevâid türünden olan
bu hadis, Ramazan ayı içerisinde müslümanlığı kabul eden bir kimsenin
müslümanhğı kabullendikten sonraki günlerin orucunu tutmakla mükellef olduğuna
delâlet ediyor.
Sakif: Tâif'te bir
kabiledir. Bu kabilenin A h 1 â f kolundan iki ve Beni Mâlik kolundan üç erkek
olmak üzere kurulan beş kişilik hey'et, T â i f' ten M e d î n e ' ye Peygamber
(Sallallahü Aleyhi ve Sellemî ile görüşmek üzere gelmişler. Ebû D â v û d ' un
bu heyette bulunan Evs bin Huzeyfe (Radıyallâhü anh)'den olan rivayetine göre
A h 1 â f kolundan olanlar, Muğire bin Şu'be (Radıyallâhü anh)'a misafir olmuşlar.
Benî Mâlik kolundan olanlar ise Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)
tarafından misafir edilmişler. Ve Mescid-i Nebevi'de kurulan bir çadıra
yerleştirilmişler. Bu hey'et, T e b ü k seferinden sonra ve Ramazan ayında
Medine' ye varmışlar.
[173]
1761) Ebû Hüreyre (Radtyallâhü anhy<\en rivayet
edildiğine göre: Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellrm) şöyle buyurdu,
demiştir :
«Eşi hazırken izni
olmadan kadın. Ramazan ayı orucundan başka gün oruç tutamaz.»"
1762) Ebû Saîd(-i Hudıî) (Radtyaüâhü ank)'den; Şöyle
demiştir :
Resûlullah (Sallallahü
Aleyhi ve SellemJ eşlerinin izni olmaksızın
kadınları (nafile) oruç tutmaktan nehiy buyurmuştur."
Not : Bunun isnadının Buhâri'nin şartı üzerine
sahih olduğu Zevâid'de bildirilmiştir.
[174]
İlk hadîsi Buhârî,
Müslim, Ebû Dâvûd,
Bey-haki ve Dârimi
de rivayet etmişlerdir.
El-Menhel yazarı şöyle
der:
Yâni eşi, kadının
bulunduğu şehir veya köyde hazırken kadın nafile oruç tutamaz. Ancak kocası
açıkça veya zımnen izin verirse, meselâ, onun razı olduğunu bilirse oruç
tutabilir. Hadis, kadının kocasının izni olmaksızın nafile oruç tutmasının
haram olduğuna delâlet ediyor. Çünkü kocanın ailevî ve beşerî hakkı kadına
vâ-cibtir. Nafile oruç, bu hakkı gölgeler. Cumhurun görüşü budur. N e v e v i,
el Mühezzeb şerhinde : Arkadaşlarımızdan bir cemâat, kadının kocasından izin
almadan nafile oruç tutmasının mekruh olduğunu söylem." şse de sahih olan
kavil, bunun haram âğıdır. Eğer eşinin izni olmadan kadın nafile oruç tutarsa,
tuıtuğu oruç sahih ise de haram işlemiş olur. Bu oruç, gasb edilmiş evde namaz
kılmak gibidir., demiştir.
Hadîsten anlaşılıyor
ki, eşi hazır olmayan kadın nafile oruç tutabilir. Bu hususta ihtilâf yoktur.
Ramazan orucuna
gelince, eşinin iznini alruddan kadın oruç tutar. Çünkü vaktinde tutulması farz
olan bir oruçtur. Diğer taraftan Ramazan'da kocası da oruçlu olduğu için
beşeri hak ve ihtiyacının gölgelenmesi söz konusu değildir. Belirli günlerde
tutulması adanan adak oruç da Ramazan orucu hükmündedir. Çünkü o oruç
günlüdür, vaktinde tutulması gerekir.
[175]
1763) Âtşe (Radtyaüâhü an/râ/dan rivayet edildiğine göre
Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) şöyle buyurdu, demiştir :
«Adam bir kavme
misafirliğe gittiği zaman, ancak onların izniyle
oruç tutabilir.»"
Not: Bu hadîsi Tirmizî
de rivayet etmiştir. Tİrmizİ'nin senedi notta gösterilmiştir. Tirmizî : Bu
hadîs münkerdir. Bunu Hişâm'dan herhangi bir sıkanın rivayet ettiğini
bilemiyoruz. Musa bin Dâvûd, Ebû Bekir el-Medinî'den, o da Hişam'-dan rivayet
etmiştir. Bu Ebû Bekir, hadis ehli yanında zayıftır, demiştir.
[176]
Notta belirtildiği
gibi T i r m i z İ de bu hadîsi başka bir se-nedle rivayet etmiştir.
Tuhfe yazan şöyle der:
Misafirliğe giden kişi, ev sahibinden izin almadan nafile oruç tutamaz.
Buradaki yasaklama tenzihen mekruh-luk içindir. Lv sahibinin gönlünü almak
iç'.n oruç iznini almak gereklidir. Ebü't-Tayyib ise yasaklama hikmetini şöyle
aç:k-lar : Misafir oruç tuttuğu takdirde ev halkına sıkıntı vermiş olabilir.
Çünkü oruçlu için yemek hazırlamaya Önem vermek gerekir. îftar ve sahur
yemeğini tam vaktinde hazırlama külfeti doğar. Fakat misafir oruç tutmazsa ev
halkının yediği yemekten yiyer ve mezkûr sıkıntılar söz konusu olmaz. Bir de
şu var: Misafirin ev sahibine itaat etmesi misafirliğin âdâb ve usulündendir.
Ev sahibine muhalefet edince, âdaba aykırı hareket etmiş olur.
[177]
1764) Ebû Hüreyre (Radtyallâhü anh)'c\en rivayet edildiğine
göre; Peygamber (Saîlallakü Aleyhi ve Sellem) şöyle buyurdu, demiştir :
«Şükür eden oruçsuz,
sabreden nafile oruçlu mevkiindedir.»"
1765) Peygamber (Şaliallahü Aleyhi ve Sellcm)'h\ ashabından
Sinan bin Senne el-Eslemî (Radıyallâhü anh)'<\z\\ rivayet edildiğine göre
Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Setİcyt) şöyle buyurdu, demiştir :
«Şükreden oruçsuz*.
sabreden nafile oruçlunun sevabının misil vardır.»"
Not : Zevâid'de şöyle
denmiştir : Bunun isnadı sahih olup ricali mevsuk zâtlardır, îbn-i Mâceh
yanında Sinan bin Senne (R.A.)'m bundan başka hadisi yoktur. Müellifin süneni
müstesna. Kütüb-i Sitte de Sinan (R.A.)'m hiç bir hadisi yoktur.
[178]
Ebû Hüreyre
(Radıyallâhü anh)'m hadisini A h m e d , Tirmizi ve
Hâkim de rivayet etmişlerdir.
Zevâid türünden olan
Sinan (Radıyallâhü anh)'in* hadisini A h m e d
de rivayet etmiştir.
Sindi: Yâni nafile
oruç tutmayıp gıdasını alan ve gücünü Allah'a itaat yolunda harcayan mümin,
açlığa ve susuzluğa tahammül ederek nafile oruç tutan
gibidir. Çünkü ikisi
de insan oğlunun yaratılış gayesi
olan Allah Teâlâ'ya itaat, yolundadırlar. İkinci hadîsin zahirine göre
ikisinin sevabı aynıdır. Lâkin maksat şu olabilir : Sabreden oruçlu sevap
kazandığı gibi itaat ve İbâdete güçlü olarak yönelmek maksadı ile nafile oruç
tutmayan da sevap kazanır, demiştir.
Cftmiü's-Sagîr Sârini
el-Azizi de: Gazali demiş ki: Sabır ile şükürden hangisinin efdal olduğu
hususunda âlimler ihtilaf etmişlerdir. Bâzılarına göre şükür, sabırdan
efdaldır. Bâzıları bunun aksini söylemiştir. Bâzılarına göre sabır ile şükür
fazilet bakımından eşittir, demiştir[179]
1766) Ebû Saîd-i Hudrî (Radıyallâhü t/«/f>'den; Şöyle
demiştir: Bir yıl (Kadir gecesini aramak için) Resûlullah (Sallallahü Aleyhi
ve Sellem) ile beraber Ramazan'ın ortasındaki on gece (gündüzleri ile beraber)
îtikaf ettik. Resûlullah (Yirminci günün sabahı itikâf yerinden çıkarak bize) :
«(Uykuda) bana Kadir
gecesi (nin tüm alâmetleri) gösterildi. Sonra unutturuldu. Sizler Kadir
gecesini Ramazan'ın son on gününün tek gecelerinde arayınız.» buyurdu."
[180]
Buhârî, Müslim, Mâlik,
Ebû Dftvûd ve Ne-sal de bunu rivayet
etmişlerdir.
Parentez içindeki
ifadeler diğer rivayetlerden istifâde edilerek ilâve edilmiştir.
Kadir kelimesi çeşitli
mânâlara gelir. Bunlardan birisi kıymet ve şereftir. Bu gecede yapılan
ibâdetlerin sevabı bir aylık ibâdetin sevabından üstün olduğu için bu geceye
"Kadiı" ismi verilmiştir. Veya bu gece ibâdet işliyen mü'min, üstün
kıymet ve şeref kazandığı için geceye bu isim verilmiştir.
Kadir kelimesinin
ikinci mânâsı takdir ve tâyin etmektir. Geceye bu ismin verilmesinin sebebi
şudur : Bu geceden itibaren bir yıla kadar olan zamanda insanların
karşılaşacağı Ölüm, rızık gibi tüm olaylar Allah tarafından ilgili meleklere
bildirilir. Ve her meleğe, yapacağı iş için emir verilir.
Sözü muteber olan tüm
âlimler Kadir gecesinin varlığın? ve kıyamete kadar her yıl tekrarlandığına
icmâ' etmişlerdir.
El-Menhel yazarının
müteaddit-hadislere dayanarak verdiği bilgiye göre Kadir
gecesinin şu alâmetleri vardır :
1- Kadir
gecesinin sabahı güneş doğarken bembeyaz ve göz kamaştırmayacak tarzda
pâk ve bir leğen şeklinde görülür. Sebebi de o gece sabaha kadar çok sayıda
melek yere iner ve göklere çıkarlar. Meleklerin izdihamı dolayısıyla güneşin
şiddetli ışığı âdeta gölgelenmiş gibi olur.
2- Kadir gecesi
çok sakin olur. Ne fazla soğuk ne de fazla sıcak olur.
3- Kadir
gecesinde sabaha kadar yıldız kayması görülmez.
4- Herşey o gece secde eder. T a b e r î' nin bir cemaattan rivayet ettiğine göre o gece
ağaçlar secde edercesine yere eğilir ve doğrulur.
Müslim'in Ebû Said
iRadıyallâhü anh)'den rivayet ettiğine göre Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve
Sellem) Kadir gecesini aramak üzere R a m a z a n ' in ilk on günü itikâf
etmiş, sonra ikinci on günü itikâf etmiş, daha sonra :
"Kadir gecesinin
Ramazan'ın son on gününde olduğu bana söylendi. Bu son on günde itikâf etmek
isteyenlere itikâfa girsinler." buyurdu. Bunun üzerine sahâbîler
Peygamber {Sallallahü Aleyhi ve Sellem) ile beraber itikâfa girdiler.
Hadîste belirtildiği
gibi Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) rüyasında Kadir gecesinin hangi
gece olduğunu ve alâmetlerini görmüş, sonra hangi gece olduğu Allah tarafından
unutturulmuştur. Unutturulma sebebini Bu h â r İ' nin rivayet ettiği bir
hadîste Ubâde bin es-Sâmit
(Radıyallâhü anh) şöyle anlatmıştır:
"Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) Kadir gecesinin hangi gece olduğunu bize haber vermek için çıktı da iki müslüman adamın kavga ettiğini gördü ve,
«Ben Kadir gecesini
size haber vermek için çıktım da fatan ve falan adam kavga etti. Bunun üzerine
Kadir gecesi (bildirilmesi) kaldırıldı. Kaldırılmasının sizin için daha
hayırlı olduğu umulur. Artık siz o geceyi Ramazan'ın 29, 27 ve 25'nci
gecelerinde arayınız.» buyurdu.
Kadir gecesinin tâyin
edilmemesinin hikmeti şu olabilir : Mü'-miraler o geceyi tanısaydılar yalnız o
geceyi ihya etmekle yetinip diğer gecelerin ihyasını bırakabilirlerdi.
Hadîs, Kadir
gecesinin, Ramazan'ın son on gününün tek gecelerinde aranmasını emretmiştir.
Kadir gecesinin.
Ramazan'm hangi gecesinde olduğuna dâir değişik rivayetler vardır. 17, 21, 23,
25, 27, 29 gecelerine âit rivayetler olduğu gibi, 22, 24 ve 26. gecelerine âit
rivayetler de vardır. El-Menhel yazarının dediği gibi bâzı âlimler bu
rivayetlerin sayısını 44'e çıkarmışlardır. En kuvvetli rivayet, 27'nci geceye
âit olan rivayettir.
[181]
1767) Âişe (Radtyallâhü ankâ)'ûnn: Şöyle demiştir:
Peygamber (Sallallahü
Aleyhi ve Sellem) Ramazan'ın son on gününde ibâdetler hususunda başka zaman
göstermediği ciddî bir çalışma (ve üstün gayreti) gösterirdi."
1768) Aîşe (Radıyallâhü anhây&vm\ Şöyle demiştir:
Ramazan'in son on günü
girince Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Seli e m) gecesini ihya eder, (ibâdet
hususunda) ciddi bir çalışmaya girer ve aile fertlerini (ibâdet için)
uyandırırdı."
[182]
ilk hadisi Müslim,
Tirmizi ve Ahmed de rivayet etmişlerdir.
ikinci hadisi Tirmizi
hâriç Kütüb-İ Sitte sahipleri ve
Bey haki de rivayet etmişlerdir.
Hadisler, Peygamber
(Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'in Kadir gecesini aramak için veya fazla ibâdet
etmek için Ramazan'in son on günü ciddî bir çalışmaya girdiğine ve başka zaman
göstermediği gayreti gösterdiğine delâlet ediyorlar
El-Menhel yazarı
ikinci hadisin açıklaması bahsinde şöyle der.
"Yâni Peygamber
(Sallallahü Aleyhi ve Sellem) R a m a z a n'm son on gününde gecenin çoğunu
ibâdetle geçirirdi. Çünkü gece namazı bahsinde rivayet edilen bir hadîste
«Âişe (Radıyallâhü anhâ) Resulullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) hiç bir
geceyi sabaha kadar ibâdetle geçirmemiştir.»" demiştir.
Nevevî de: Âişe
(Radıyallâhü nnhâl'nin "Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) geceyi
ihya ederdi" sözünün mânâsı; gecenin tamamını namaz ve şâir ibâdetle
geçirirdi, demektir. Arkadaşlarımızın, gecenin tamamını ibâdetle geçirmenin
mekruhluğuna dâir sözüne gelince; Bu sözün mânâsı; Yıl boyunca böyle yapmaktır.
Arkadaşlarımız, bir iki gece veya on geceyi sabaha kadar ibâdetle geçirmenin
mekruh olduğunu söylememişlerdir. Bunun içindir ki, her iki bayram gecesinin
tamamını ve başka geceleri ibâdetle ihya etmenin müstehablıgı üzerinde ittifak
etmişlerdir, demiştir.
Mi'zer: Belden aşağı
giyilen elbiseye denilir. Bunun diğer bir is mi de 'İzâr'dır. Hadiste Peygamber
(Sallallahü Aleyhi ve Sellem )'in bu on gün girdiği zaman izârını sıktığı
bildiriliyor. Bu cümle şâir zamanlardaki âdetinden fazla ibâdet hususunda ciddi
çalışmasından kinayedir. Veya hanımlarından uzak kalmasından kinayedir. Hat tabî' nin dediği gibi mezkûr iki anlamdan kinaye
olabilir Bu nun yanında cümlenin hakiki
mânâsı da kastedilmiş olabilir.
Hadîsin "aile
efradım da uyandırırdı." cümlesinden maksad; aile efradından gece
ibâdetine kalkmaya gücü yeten aile fertlerini uyandırmaktır, Muhammed bin
Nasr'ın Zeyneb bint-i Ümmü Seleme CRadıyallâhü anhâ) dan olan bir rivayetinde
"güç yetmesi" kaydı vardır.
[183]
İtikâf: Bu kelimenin
sözlük mânâsı, br yerde kalmak, bir şeye bağlanmak ve ayrılmamaktır. Şer'i
Şerifte ise ibâdete açık bulunan bir camide ibâdet maksadı ile kalmaktır. Kadınlar
ise evlerinde namaza ayırdıkları odada itikâf ederler. Cemaatın girip çıktığı
mescitlerde itikâf etmeleri mekruhtur
ttikâfın meşruluğu
hususunda âlimler müttefiktirler. Fakat hüküm ve süresi hususunda ihtilâf
etmişlerdir. El-Menhel yazan bu ihtilâfı şöyle anlatır:
1- Hanefî
âlimlerine göre itikâf vacip, Sünnet-i Müekkede ve müstehap olmak üzere
üç kısma ayrılır.
a) îti kafa girmeyi adayan için itikâf etmek vâcibtir.
Adak iti kaf "Allah için şu kadar zaman itikâf etmeyi adadım"
şeklinde mutlak yan bir şarta bağlı olmadan olabilir. Bir de "Allah falan
adama şifâ verirse şu kadar süre itikâf edeceğim" şeklinde şarta bağlı
olabi lir. Şart gerçekleşince itikâf vacip olur.
b) Ramazan
ayının son on gününde itikâf etmek Sünneti Müekkededir.
c) Şâir zamanlarda itikâf etmek müstehabtır.
2- Şafiî ve Ahmed'e
göre itikâf sünnettir. Çünkü Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)
buna devam etmiştir. A hm e d :
İtikâfın sünnet oluşuna muhalif kalan kimseyi bilmiyorum, demiştir. Adak
olan itikâf ise âlimlerin ittifakıyla vâcibtir.
3- Mâlik ve
arkadaşlarına göre itikâf müstehabtır.
M â -1 i k î mezhebindeki bir
kavle göre sünnettir[184]
1- Hanefîler'e
göre nafile itikâfm en az süresi bir saattir. Bir kavle göre bir
gündür. Vacip olan itikâfm asgari süresi bir gündür.
2- Şafii ve
arkadaşlarına göre itikâfm en az süresi bir lahzadır. Bir günden az olmaması
müstehabtır. Ahmed'in meşhur kavli ve Dâvûd-i
Zahiri' nin kavli de budur.
3- M â 1 i k' in
meşhur kavline göre itikâfın en az süresi bir gündür. Zayıf bir kavle
göre üç gündür Başka kaviller de vardır.
1769) Ebû Hüreyre (Radtyallâhü anh)\\en: Şöyle demiştir:
Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) her yıl (Ramazan ayında) on gün itikâf
ederdi. Vefat edeceği yıl olunca (Ramazan ayında) yirmi gün itikâf etti ve her
yıl (Ramazan ayınca Cebrail aleyhisss-lâm tarafından) O'na Kur'an bir defa
arzedilirdi. Vefat edeceği yıl olunca O'na iki defa arzedildi."
1770) Übeyy bin Ka'b (Radıyollûhü anh)'(\en. Şöyle
demiştir:
Peygamber (Sallallahü
Aleyhi ve Sellem) (her yıl) Ramazan'ın son on günü itikâf ederdi. Bir yıl
(Ramazan'da) sefere çıktı. Gelecek yıl olunca (Ramazan'da) yirmi gün itikâf
etti."
[185]
Ebü Hüreyre
(Radıyallâhü anh)'ın hadisini T i r m i z i hâriç Kütüb-i Sitte sahipleri,
Dârimi ve Beyhakî rivayet etmişlerdir. Bâzı rivayetlerde Kur'an'm Peygamber
(Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'e sunuluşu ile ilgili kısım yoktur. Ancak bu
kısım Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) in vefatıyla ilgili bölümde 1621
nolu A i ş e (Radıyallâhü anhâ)'nın hadisinde de
geçmiştir.
Hadîsteki: «Her yıl»
ifâdesi yerine Müslim de:
«Heı Ramazan'da» ifâdesi vardır.
Her yıl on gün itikâf
ettiği halde Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'in son yıl yirmi gün
itikâf etmesinin sebebi hakkında el-Menhel yazarı şöyle der:
Sebep şu olabilir:
Cebrail (Aleyhisselâm) her yıl Peygamber (Saliallahü Aleyhi ve Sellem) ile bir
defa Kur'an müzâkere ederdi. Son yıl iki defa müzâkere etti. Bu nedenle itikâf
süresi de iki katına çıkarıldı. Sebebin şu olması da muhtemeldir: Peygamber
(Sallallahü Aleyhi ve Sellem) ömrünün sonuna ermek üzere olduğunu bilmişti.
Ümmetine örnek olmak üzere ömrünün sonunda fazla hayır yapmak istedi. Ta ki
ümmetide ömürlerinin sonuna doğru hayratım çoğaltarak ciddî çalışmayla en
hayırlı durumda Allah'a kavuşsunlar.
İbnü'l-Arabi: Sebebin
şu olması muhtemeldir: (1771 nolu hadîste anlatıldığı gibi) Peygamber
(Sallallahü Aleyhi ve Sellem) "in hanımlarının bir birine adetâ kıskanarak
mescidde çadır kurdurup itikâfa girmeleri yüzünden Peygamber (Sallallahü Aleyhi
ve Sellem) o yıl Ram azan1 m son on günündeki itikâfı terkederek o yıl bunun
yerine Şevval ayında on gün itikâf etmişti. Ertesi yıl geçen yılın Ramazan
itikAfım kaza etmek niyetiyle itikâfını on gün uzatmıştır, demiştir.
Bir başka ihtimal;
1770 nolu hadîste belirtildiği gibi Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) bir
yıl R a m a z a n' da yolculuk ettiği için itikâf etmemişti. Buna karşılık
ertesi yıl yirmi gün itikâf etti.
Übeyy- (Radıyallâhü
anh)"in hadisini Ebû Dâvûd, Ne-sal ve Beyhakî de rivayet etmişlerdir. T i
r m i z i de bunun benzerini E n e s (Radıyallâhü anh) 'den rivayet etmiştir.
Ebû D â v û d' un rivayetinde Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'in
itikâf etmediği yıl "yola çıktığı" ifâdesi yoktur.
El-Menhel yazan
Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'in ertesi yıl yirmi gece itikâf etmesi
ile ilgili olarak şöyle der:
"Yâni on günlük
itikâf, bir yıl önce yapılmayan itikâfa karşılık ve on günlüğü de o yılki
itikâf olarak yapılmıştır. Bu duruma göre itikâf, ya Peygamber (Sallallahü
Aleyhi ve Sellem)'e vâcibti ya da çok önemli bir sünnetti.
Bu hadisten
anlaşılıyor ki; belirli günler itikâfı âdet edinmiş bir kimse o İtikâfı
zamanında yapma imkânını bulamadığı takdirde oznı kaza edebilir.
îtikâfa giren kişi,
niyet ettiği süreyi doldurmadan itikâfa ara verdiği takdirde bâzı âlimlere göre
itikâfını kaza etmesi gerekir. Onların delili, (1771 nolu) hadîstir. Hanefi
ve Mâliki mez heblerinin kavli de budur.
Bâzı âlimler de: O
itikâf adak gibi vâcib nevinden olmayıp sünnet bir itikâf ise kaza etmesi
gerekmez, demişlerdir. Şafii' nin kavli de budur. Şafiî: Yapmaya mecbur
olmadığın her hangi bir ibâdete başladıktan sonra yarıda bırakırsan bilâhere
kaza etmen vacip değildir. Bundan hac ve umre müstesnadır, demiştir.
[186]
1771) Âişe (Radıyallâkü anhâ)'dan; Şöyle demiştir :
Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve
Sellem) itikâf etmek İstediği zaman
sabah namazını kılar, sonra itikâf etmek istediği (Mesciddeki yere) giderdi.
(Bir yıl) Ramazanın son on günü İtikâf etmek istedi. Emir buyurdu. Kendisi için
(Mescid içinde) bir çadır kuruldu. Sonra Âişe (Radıyallâhü anhâ) bir çadır
getirilmesini emretti. Ona da bir çadır kuruldu. Hafsa (Radıyallâhü anhâ) da
bir çadırın getirilmesini emretti. Onun için de bir çadır kuruldu. Zeyneb
(Radıyallâhü anhâ), Âişe İle Hafsa (Radıyallâhü anhümâVnm çadırlarını görünce
O da bir çadırın kurulmasını emretti. Onun için de kuruldu. Sonra
Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve
Sellem) bu durumu görünce (muhterem üç hanımına hitaben) :
«Siz hayır ve takva mı
istiyorsunuz?» buyurdu. Ve (O yıl) Ramazan" da itikâf etmedi. Şevvâl'de
on gün itikâf etti."
[187]
T i r m i z i hâriç
Kütüb-i Sitte sahipleri ve Beyhakİ de bunu rivayet etmişlerdir.
Hadis, Peygamber
(Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'in itikâf ettiği yere sabah namazından sonra
girmeyi itiyad hâline getirdiğine delâlet eder.
Bir gün veya daha
fazla sürece itikâf etmek isteyenin itikâf edeceği yere ne zaman gireceği
hususunda âlimler ihtilâf etmişlerdir.
Evzâî, Sevri ve Leys
bin Sa'd'a göre sabah namazından sonra itikâf yerine girilir.
Dört mezheb
imamlarının dâhil olduğu bir cemaata göre güneşin gurubundan biraz önce itikâf
yerine girilir. Bunların delili B u -h â r î' nin rivayet ettiği Ebû Said-i
Hudri (Radıyallâhü anh) in :
"Resûlullah
(Sallallahü Aleyhi ve Sellem) (Ramazan ayının) aşr-ı evsat (yâni ortasındaki on
gece) m d a itikâf ederdi. (Bir defasında) yirmi birinci gece olunca, ki bu
geceyi izleyen sabah itikattan çıkardı. O gece buyurdu ki i
«Benimle beraber
itikâf ta olanlar son on günde itikâf etsinler.» mealindeki hadisidir. Bu grubtaki âlimler: Hadîste "Aşr"
kelimesi kullanılmıştır. Bu kelime "On gece" anlamını
ifâde eder. "Aşret" kelimesi olsaydı "on gün" mânâsını
ifâde edecekti. Nitekim Allah Teâlâ:
= «Zilhicce'nin on gecesine andolsun."[188]
buyurmuştur Yâni gece sayısını belirten kelime "Aşr" olarak
Kur'an'da kulla-nıin../tır. Aşr-i ahirin ilk gecesi yirmi birinci gecesidir.
Bu grubtaki âlimler bu
bâbtaki  i ş e (Radıyallâhü anhâ)nın hadisine şöyle cevap verirler: Peygamber
(Sallallahü Aleyhi ve Sel-lem) akşama doğru itikâf niyetiyle mescide girmiş,
gece tenha olduğu için geceyi orada geçirmiş ve sabah namazından sonra kendisi
için nıescid içinde kurulan çadıra girmiştir.
Bu hadise başka
cevaplar da verilmiştir.
[189]
l- Ebû Hani f e ve Şafii'ye göre bayram akşamı yâni Ram
azan'm son günü güneş battıktan sonra itikâftan çıkılır.
2- M â 1 i k ' e
göre ise bu şekil yapmak caiz olmakla beraber, müstehab olan şekil
bayram namazından sonra itikâftan çıkmadır.
[190]
Hadis, itikâfa
başlayan bir kimsenin bir maslahat için itikâfını yarıda bırakmasının
câizliğine delâlet eder. Çünkü Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)
itikâfını tamamlamadan çıkmıştır.
Yarıda bırakılan
itikâfın kaza edilip edilmiyeceği hususunda ihtilâf vardır:
Mâlike göre kaza
edilmesi gerekir. İster adak olan itikâf olsun, ister sünnet olan itikâf olsun.
Ramazan' daki itikâf olsun. Başka aylardaki itikâf olsun. Hüküm budur.
Diğer üç mezheb
imamlarına göre eğer girilen itikâf vacip bir itikâf ise kazası gerekir,
değilse gerekmez. Çünkü Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) itikâfını
yanda kesen eşlerine, kaza etmelerini emretmemiştir. Kendisinin o yıl S e v v
â 1 ayında itikâf etmesine gelince, o itikâf kendisine vâcib olduğu için
değildir. Bir ibâdet yapmak istediği zaman onu tamamlamak iştiyakından
dolayıdır. Ramazan'da yapmadığı itikâfı Ş e v v â 1' de nafile olarak kaza
etmiştir. Kaza etmeye mecbur olduğu için yapmamıştır. Nitekim bir gün
meşguliyeti dolayısıyla kaçırdığı öğlenin son sünnetini ikindi namazından sonra
kaza etmiştir.
Buhar i' nin
rivayetinde  iş e (Radıyallâhü anhâVnın itikâf için Peygamber (Sallallahü
Aleyhi ve Sellem)'den müsaade aldıktan sonra kendi itikâfı için Mescid'de
çadır kurdurduğu belirtilmiştir. H af s a (Radıyallâhüanhâî'nınkinin de böyle
olduğu Ne-s a i' nin rivayetinde belirtilmiştir. Fakat efendimizin diğer hanımı
Z e y n e b (Radıyallâhü anhâ)'nın müsaade aldığına dâir bir kayda rastlamadım.
Peygamber (Sallallahü
Aleyhi ve Sellem), hanımlarının üçünün çadırlarım görünce: «(Bununla siz
hanımlar!) hayır ve takva mı istiyorsunuz?» buyurmuştur. Yâni hayır ve takva
istemiyorsunuz.
Ebû Davud'un rivayetinde
: Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'in hem kendi çadırını hem de
(muhterem) eşlerinin çadırlarını yıktırdığı belirtilmiştir.
Hanımların çadırlarını
şu sebeple yıktırmış olması muhtemeldir: Hanımları, O'na düşkünlükleri
dolayısıyla bir kıskançlık duygusuyla itikâf yarışma koyulmaları endişesi
Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) de belirmiş olabilir, veya Mescid-i
Nebevi içinde çadırların çokluğu cemata izdiham ve sıkıntı veriyordu.
Hanımların
itikâflarını yarıda kesmelerine gönüllerinin yatışması için Peygamber
(Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'in kendi çadırını yıktırmış olması muhtemeldir.
[191]
1. İtikâfa girme zamanı sabah namazından sonradır. Bu
husus için yukarıda gerekli izah verildi.
2. İbâdet ihtiyacı için mescidde çadır kurmak caizdir.
3. Kadınlar mescidde itikâf edebilirler.
4. Kadın, kocasının izniyle bile itikâfa başlamış iken
kocası ona mâni olabilir ve yarıda bıraktırabilir. Cumhur'un kavli budur. M â -1 i k ' e göre izin veren koca mâni olamaz.
5. îtikâfa başlayan kimse bir yarar düşüncesiyle
itikâfını yanda bırakabilir.
6. itikâf kaza edilebilir. Bu husus yukarda izah edildi.
[192]
1772) Ömer bin el-Hattâb (Radtyaliâkü ank)'den rivayet
edildiğine göre:
Üzerinde, câhiliyyet
(zamanın) da nezretmiş olduğu bir gecelik itikâf borcu vardı. (Bu durumu)
Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'e sormuş ve Peygamber, itikâf
(borcunun) ifâsını O'na emretmiştir."
[193]
Buhar i. Müslim
ve Ebû Dâvûd
da bunu rivayet etmişlerdir.
Ömer (Radıyallâhü
anh)ın Mescid-i Haramda itikâf etmeyi adadığı
B u b â r i' nin rivayetinde
belirtilmiştir.
Bir kimse kâfir iken
dinimizce meşru sayılan bir şey adayıp sonra müslüman olursa, o adağı ifa
etmesinin gerekliliği bu hadîsten anlaşılıyor.
H a t t â b ı : Bu
hadis, kâfir bir kimsenin yemin ettikten sonra müslünıanlığı kabul eder ve
sonra o yemini bozarsa, yemin kefaretini ödemesinin gerekliliğine delâlet
eder. Şafii böyle hükmetmiştir. Ebü Hanife, onun arkadaşları ve Mâlik demişler
ki : Kefaret gerekmez. Çünkü Müslümanlığa girmekle küfür zamanında i$lenmiş
olan tüm günahlar bağışlanır, demiştir.
Bu hadîs, Ömer
(Radıyallâhü anh)'ın boynundaki itikâf borcunun bir gecelik olduğuna delâlet
eder. Buhâri ve Müslim' deki rivayet de böyledir. Ebü Dâvûd'un rivayetinde ise
"Bir gün veya bir gece" ifâdesi vardır. M ü s 1 i m ' in bir rivayetinde
"Bir gün" ifâdesi bulunur.
Ibn-i Hibbân, bu
rivayetlerin arasını şöyle bulmuştur : Ömer (Radıyallâhü anh) bir gün ve bir gece
itikâf etmeyi nezret-nıiştiı. Artık bütün rivayetler buna göre yorumlanır. Yâni
bir gece-duıı maksad gündüzü ile beraber bir gecedir. Keza bir günden maksat
gecö ve gündüzün ikisidir.
Müellifimiz, galiba bu
değişik rivayetleri dikkate aldığı için bâb'ın başlığında "Bir gün veya
bir gece" demiştir.
[194]
1775) Abdullah bin Ömer (Radıyallâhü anhümâ)'6an: Şöyle
demiştir: Resûlullah {Sallallahü Aleyhi ve Sellem) Ramazan'ın son on gecesi
itikâf ederdi.
(Râvi) Nâfi' demiştir
ki: Abdullah bin Ömer (Radıyallâhü an-hümâî Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve
Sellem)'in itikâf ettiği (Mes-ciddeki yeri bana gösterdi."
1774) (Abdullah)
bin Ömer (Radtyaliâkü ankümâydan.
Şöyle demiştir :
Peygamber (Sallallahü
Aleyhi ve Sellem) itikâf edeceği zaman Onun yaygısı (Mescid'deki) tevbe
sütununun arkasına atılırdı veya yatağı oraya koyulurdu."
Not : Zevaid'de şöyle denilmiştir : Bunun isnadı
sahih ve ricali sıka zatlardır.
[195]
Müslim, Ebü Dâvûd ve
Beyhaki de bunu rivayet etmişlerdir. Bu hadis. Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve
Sellem)'in Mescidi Nebevi'nin belirli bir yerinde itikâf ettiğine delâlet
eder. Zevâid türünden olan ikinci hadis de o belirli yerin tevbe sütununun
arkasında olduğunu bildirir.
Beyhaki de ikinci hadîsi rivayet etmiştir. Ordaki rivayette: ilâvesi vardır. Yâni
Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve
Sellem) tevbe sütununun kıble yönüne
düşen tarafında itikâf eder ve sütuna dayanırdı.
Hadis, Peygamber
(Sattallahü Aleyhi ve Sellem)'in mescidde itikâf ettiğinin delilidir. O'nun
mescidden başka bir yerde itikâf ettiği sabit olmamıştır. Bu nedenle âlimler
itikâfm mescidde yapılmasını şart koşmuşlardır. Ancak itikâfın yapılabileceği
mescid nev'i hususunda ihtilâf vardır. Şöyle ki:
1- Ebû
Hanife, Ahmed ve
Ebü Sevr'e göre itikâf, cemaatla namaz kılınan
mescidlerde edilir. Cemaat olmayan mescidlerde edilemez. Çünkü namazı cemaatla
kılmak A h m e d ' e göre vacip, Ebû
Hanife'ye göre Sünnet-i
Müekkededir. Cemâat olmayan mescidde itikâf eden kimse, namaz vakitlerinde oradan
çıkıp başka camilere giderse, Onun iki de bir itikâf yerinden çıkması itikâf amacına ters düşer. Bulunduğu mescidde namazını cemaatsız kılarsa
vacip veya Sünnet-i Müekkede olan cemâati ter-ketmiş olur.
Ebû Yûsuf tan gelen
bir rivayete göre vacip itikâfın hükmü budur. Fakat vacip olmayan itikâf
mescidde ve başka yerde de edilebilir.
2- Şâfiîler'e
göre itikâf yalnız mescidlerde yapılır. Beş vakit cemaatla namaz kılınan
cami ve mescidlerde itikâf etmek ef-daldır.
3- Mâlike göre
itikâf halka açık olan her mescid'de yapılabilir. Evlerde ibâdete tahsis
edilen odada olmaz.
Yukardaki izah erkekler hakkındadır. Kadınlara gelince, Ebû H a n i f e ' ye göre mescidlerde itikâf edebilirler. Fakat kendi evlerinde ibâdete ayırdıkları odada itikâf etmeleri efdaldır.
Diğer üç mezhep
imamına göre kadınlar evlerindeki ibâdet odasında itikâf edemezler.
Mescidlerde edebilirler.
Kadının mescidde
itikâf etmesinde bir fitne tehlikesi varsa itikâf etmesi âlimlerin ittifakıyla
caiz değildir.
[196]
1775) Kbix Saîrl-î Hurin (RadtyaUâhü ank)\\tv\\ Şöyle
demiştir :
ResûlulJah (Sallallahü
Aleyhi ve Sellem), (Mescid'de keçeden mamul) bir Türk çadırında itikâf etti.
Çadırın kapı yerinde bir hasır parçası vardı. Ebû Saîd demiştir ki: Resûlullah
bu hasırı eliyle aldı ve çadırın bir tarafına koydu. Sonra başını çadırdan
dışarı çıkardı ve (Mescidde bulunan) cemaata hitap etti."
[197]
Müslim bu hadisi uzun
bir metin hâlinde rivayet etmiştir. Oradaki rivayette Ebû S a i d (Radıyallâhü
anh) daha önceki cümlelerde Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'in R a m
a-z a n ' in ilk on gecesi itikâf ettiğini rivayet etmiştir. Ve ikinci on gece
itikâfından sonra Mesciddeki cemaata yaptığı hitabede şöyle buyurduğunu
belirtmiştir:
«Ben şu (Kadir)
gecesini arayarak ilk on gece itikâf ettim. Sonra ikinci on gece itikâf ettim.
Sonra bana gelindi ve Kadir gecesinin son on gecede olduğu bana söylendi. Artık
(Bu on gece) itikâf etm^k isteyenler itikâf etsinler.» Cemâat da O'nunla
beraber itikâf ettiler. Buyurdu ki; «Bana Kadir gecesi tek gecede gösterildi.»
[198]
1776) Aişe (R adı yalla hu ankâyâan; Şöyle demiştir:
Ben (Mescid'de
itikâfta iken) odamda hasta bulunduğu hâlde (kaza-ı) hacet için girerdim de
hastanın hâlini sadece yanından geçerek sorardım. Aişe (Radıyallâhü anhâ) demiştir ki:
Resülullah (Sallallahü
Aleyhi ve Sellem), (ev halkı ile beraber) itikâfta oldukları zaman odasına
yalnız (kaza-ı hacet) için girerdi."
1777) Enes bin Mâlik (Radtyallâkü a»*;'den rivayet
edildiğine göre: Resülullah (SaUaliahü Aleyhi ve Sellem) şöyle buyurdu,
demiştir :
«Mutekif, cenazeyi
takip eder ve hastayı ziyaret eder.-
Not : Zevâid'de şöyle
söylenmiştir : Bunun senedi zayıftır. Çünkü râvilerden Abdülhalık, Anbese ve
el-Heyyaç zayıftırlar. Ayrıca bu hadis, kendisinden daha kuvvetli olan :
«Peygamber <S.A.V.)
itikâfta İken odasına ancak (kaza-i) hacet için girerdi.»
mealindeki < 1776
nolu> hadise ters dusmus durumdadır.
[199]
 i ş e (Radıyallâhü
anhâ>'nm. hadîsini Müslim, E b û Dâvûd, Tirmizi ve Mâlik'de rivayet
etmişlerdir. Ancak oralardaki rivayetlerde  i ş e (Radıyallâhü anhâl'nın
kendi durumunu belirten hadîsin baş kısmına rastlamadım.
Hadîsin baş kısmından
çıkarılan sonuç: Â i ş e (Radıyallâhü anhâ) 'nın yalnız dışarı çıkma
ihtiyacım-defetmek için Mescid'den odasına geçtiği, başka ihtiyaçlar için
odasına girmediği, kendisi itikâfta iken odasında bir hastanın bulunduğu,
hastayı normal ziyaret etmediği ve ancak mezkûr ihtiyacı için odasına girdiği
zaman hastanın yanından geçerken hâlini sorduğudur.
Ebü Dâvûd'un Âişe
(Radıyallâhü anhft)'dan rivayet ettiği bir hadiste Âişe
{Radıyallâhü anhâ) :
"Peygamber (Sallallahü
Aleyhi ve Sellem) İtikâfta İken hastanın yanından geçerken hâlini sorardı.
Fakat onun yanında durmaydı." demiştir.
Ebü Davud'un başka bir
rivayetinde Âişe (Hadıyal-lâhü anhâ) :
"Mutekifin
hastayı ziyaret etmemesi, cenazeye katılmaması, bir kadına şehvetle
dokunmaması, onunla cinsel münâsebette bulunmaması, dışarı çıkma ihtiyacı
hâriç başka bir ihtiyaç için mescidden dışarı çıkmaması sünnet (Peygamber'in yolun) dandır." demiştir.
Hulâsa bütün bu
rivayetlerden çıkan sonuç şudur ki:
Mutekif hasta
ziyaretine çıkamaz. Ancak abdest bozmak ihtiyacı için dışarı çıkarken bir
hastanın yanından geçtiği zaman onun yanında durmadan hâlini sorabilir.
Mutekif abdest bozmak ihtiyacı için dışarı çıkabilir. Mutekif cenazeyi takip
etmek için de çıkamaz.
Mutekifin cenazeyi
takip edebileceği ve hastayı ziyaret edebileceği Enes (Radıyallâhü anhl'ın
hadîsinin zahirinden anlaşılıyor ise de notta belirtildiği gibi senedi
zayıftır. Sonra kuvvetli hadîslere muarızdır. Çünkü Âişe (Radıyallâhü anhâ) nın
yukardaki hadisi ve Müslim, Tirmizi ile Ebû Davud'un rivayet ettikleri
benzeri hadîsinde Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'in abdest bozmak
ihtiyacından başka hiç bir maksatla odasına girmediği bildirilmiştir.
[200]
1. Hanefi
âlimleri: Vacip, sünnet ve müstehab itikâflar arasında fark vardır.
Vacip ve sünnet itikâflara başlamış olan bir kimse. Cuma ve Bayram namazlarını
kılmak gibi şer'î bir mazeret veya abdest bozmak, necaseti gidermek, boy abdesti
almak "e a bel es t yenilemek gibi tabiî bir özür olmadan ne gece ne de
gündüz itikâf yerinden mescidin dışına çıkamaz, çıkması haramdır. Bir de mescidin
yıkılması, bir zâlimin cebren onu çıkarması ve can veya mal emniyetinin
olmaması gibi zaruretler karşısında çıkabilir.
Yukarda anlatılan
şer'î, tabii veya zarurî mazeretler dolayısıyla itikâf yerinden dışarı çıkan
bir kimsenin itikâfı bozulmaz. Ve çıkması caizdir.
Vacip veya sünnet
itikâfa başlayan kimse, hasta ziyareti, cenazeyi teşyi', sel veya yangında
hayatî tehlikede olanı kurtarmak niyeti ile itikâf yerinden dışarı çıkarsa
itikâfı bozulur. Fakat günah işlemiş olmaz.
Müstehab itikâf ise
bunun belirli bir süresi yoktur. İtikaf niyetini getirerek mescide giren kimse
orada kaldığı sürece itikâfta sayılır. Mescidden çıkınca itikâfı sona ermiş
oîur, demişlerdir.
2. Şâf i i ler :
Adak itikâf ile adak olmayan itikâfı ayırarak adak itikâfa başlayan
kimse, yemek ve abdest bozmak zaruri ihtiyaçlar hâriç başka maksat ve
ihtiyaçlar için çıkamaz. Şu halde hasta ziyaretine ve cenaze uğurlamaya
çıkamaz. Ancak cenazenin teçhiz ve tekfini için hizmet edecek başka kimse
yoksa çıkar. Mezkûr zarurî ihtiyaçları görmek için dışarıya çıkmış iken bir
hastanın yanından geçtiği zaman orada beklememek kaydı ile hastanın hâlini
sorabilir.
Adak olmayan itikâfa
giren kimse ise hasta ziyareti gibi maksatlarla çıkabilir, demişlerdir.
3. M â 1 i k ' e
göre mutekif, hasta ziyaretine, cenazeyi uğurlamaya veya cenaze
namazını kılmaya çıkamaz Çıkarsa itikâfı
bozulur.
Mutekif, babası veya
annesi veyahut ikisi hastalandığı zaman çıkabilir ve itikâfı bozulmuş olur.
Fpkat günah işlemiş olmaz. Çünkü çıkmazsa baba ve anasının hakkına riâyet
etmemiş sayılır.
Babası ve anası
beraber öldükleri takdirde onların cenazesine katılmak için mezkûr kavle göre
çıkamaz. Fakat bunlardan birisi ölürse onun cenazesine çıkar. Çünkü çıkmazsa
hayatta kalan babasını veya anasını incitmiş olur.
Zühri, Atâ', Urve ve
Mücâhid de böyle hükmetmişlerdir.
4. Hanbelîler'e göre itikâf, vacip nev'inden ise ne
hasta ziyaretine, ne cenaze uğurlamaya ne de başka maksatla çıkamaz. Ancak
itikâfı nezr edeıken mezkûr işler için çıkmayı şart koşmuş ise çıkabilir.
Vacip olmayan itikâfta
ise çıkabilir. Fakat çıkmaması daha iyidir.
Vacip olan itikâfta
iker abdest bozmak gibi zarurî ihtiyaçlar için çıktığında bir hastanın yanından
geçerken orada durmamak şartı ile hâlini sorabilir.
[201]
1778) Aişe (Radtyallâhii anhâ)Vtan : Şöyle demiştir :
Resûlullah (Sallallahü
Aleyhi ve Sellern) itikâfta iken (hücremin kapısından) başını bana
yaklaştırırdı. Ben de hücrem içinde ve ha-yızh iken O da mescid içinde olduğu
halde (bana yaklaştırdığı) başını yıkardım, saçını da tarardım."
[202]
Kütüb-i Sitte sahipleri,
Ahmed ve Beyhakî bunu bir birine yakın sözlerle rivayet etmişlerdir.
[203]
1. Mutekif mescidden ayrılmamalıdır.
2. Mûtekifin vücûdunun bir kısmı mescidin dışına çıksa
zarar vermez. Çünkü Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve SeJlem)
Mescid-i
Nebevi'yeye açılan  i ş e
(Radıyallâhü anhâ)'nın hücresinin kapısının yanında durup mübarek
başını kapıdan hücreye doğru uzatmıştır. 3.
Mûtekif başını yıkar, saçlarını tarar ve bu işleri başkasına
gördürebilir.
El-Menhel yazarı: Tıraş
olmak, koltuk altı kıllarını yolmak, tırnak kesmek ve bedeni temizlemek hükmü
de budur, demiştir.
H a t t a b î : Hayız
hâlindeki kadının bedeninin temiz olduğu ve bir eve girmemek için yemin eden
bir kimsenin, vücûdu dışarıda olduğu halde yalnız başını o eve sokmakla
yeminini bozmuş olmadığı bu hadîsten anlaşılır, demiştir.
[204]
1779) Peygamber (SaltaUakü Aieyki ve Sellem)' in zevcesi
Safiyebint-i Huyey (Radtyallâfıü onAdJ dan rivayet edildiğine göre :
Resûlullah (Sallallahü
Aleyhi ve Sellem) Ramazan ayının son on gecesinde Mescidi Nebevide itikâfta
iken kendisi Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve SeİlemJ'i ziyaret etmek üzere
yanına gelmiş ve yanında yatsıdan sonra bir saat kadar konuştuktan sonra evine
dönmek üzere ayağa kalkmış. Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Seliem) de Onu
evine geçirmek için Onunla beraber kalkmış. Peygamber {Sallallahü Aleyhi ve
Sellem)'in zevcesi Ümmü Seleme (Radıyallâhü an-hât'nın odasının yanındaki
Mescid kapısının yanına ulaştığı zaman Ensar'dan iki adam onların yanından
geçmişler ve Resûlullah (Sal tallahü Aleyhi ve Sellem) *e selâm verdikten sonra
hızlı geçmişler. Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) onlara:
«Hızlı gitmeyiniz.
Demin yürüdüğünüz gibi yürüyün. Yanımdaki kadın (zevcem) Safiyye bint-i
Huyey'dir.» buyurmuş. Adamlar:
Yâ Resûlallah! Biz
Allah'ı (Resulünün uygunsuz bir harekette bulunmasından) tenzih ederiz,
dediler. Ve Peygamber'in yanındaki kadının kimliğini açıklamak ihtiyacını
duyması onlara ağır geldi. Bunun üzerine Resûlullah (Salfalahü Aleyhi ve
Seltem) :
«Şeytan, Âdem oğlun
(un vücûdun) dan kanın dolaştığı her yerde dolaşır. Ben (temiz kalplerinize)
şeytanın (kötü) bir şüphe atmasından korktum.» buyurdu.
[205]
Buhâri, Müslim, Ebü
Dâvûd, Nesai, Ah-med ve Beyhaki
de bunu rivayet etmişlerdir.
Buradaki rivayetin
zahirine göre Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) in hanımlarından yalnız
Safiyye (Radıyallâhü an-hâ) O'nun ziyaretine gitmiştir. FakaL Buhâri' nin bir
rivayetine göre:
"Peygamber (Sallallahü
Aleyhi ve Sellem) in zevceleri O'nun yanında idiler. Kalkıp gittiler.
Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) Safiyye (Radıyallâhü anhâ) 'ya :
«Acele etme ben seni
göt üreyim- buyurdu.
Peygamber (Sallallahü
Aleyhi ve Sellem)'in hanımlarının odaları Mescid-i Nebevî'nin bitişiğinde idi.
Ebû Dâvûd'un rivayetinde belirtildiği gibi
Safiyye (Radıyallâhü anhât'nın
evi Ü s â m e bin Zeyd (Radıyallâhü anh)'ın evinin olduğu
yerde idi. Bunun için Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) Onu evine geçirmek
istemiştir.
Peygamber (Sallallahü
Aleyhi ve Sellem) S a f i y y e (Radıyal-lâhü anhâKyı geçirirken yanlarından
geçen iki zâtın Ü s e y d bin Hudayr
ve Abbas bin
Bişr olduğu söylenmiştir.
«Şeytan, Âdem oğlun
(un vücûdun) dan kanın dolaştığı her yerde dolaşır.» fıkrası ile ilgili olarak
el-Menhel yazarı şöyle der:
Bâzıları bu fıkrayı
zahirine göre mânâlandırarak: Allah Teâlâ Şeytana bu gücü vermiştir, derler.
Bu ifâde benzetme
anlamına yorumlanabilir. Yâni kan insandan ayrılmadığı gibi Şeytan dk insanı
saptırmak için dâima didinip vesvese verdiği için sanki ondan hiç ayrılmaz.
Hadîsin «Ben (temiz)
kalplerinize şeytanın (kötü) bir
şüphe...»
cümlesinin mânâsı
şudur: Yâni Ben sizin kötü bir şey düşündüğünüzü sanmadım. Lâkin sizi helake
götürecek bir kanaati kalbinize şeytanın vesvese etmesinden korktum.
Hulâsa Peygamber
(Sallallahü Aleyhi ve Sellem) onların kötü bir zan sahibi olduklarını söylemek
istememiştir. Çünkü onların sadık mü'min olduklarını biliyordu. Fakat şeytanın
onların kalplerine bir vesvese sokmasından korkmuştur. Çünkü onlar, şeytanın
vesvesesinden emin kılınmış değillerdi. Böyle bir vesvese onları kötü bir
zanna sürükleseydi helak olurlardı. Bu nedenle Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve
Sellem) onları uyarmış ve onlardan sonra gelecek mü'-m inlere eğitici bir ders
vermiştir: Nitekim H â k i m ' in rivayetine göre Şafii, îbn-i Uyeyne' nin
meclisinde oturuyordu. îbn-i Uyeyne, Şafiî'ye bu hadîsi sorunca Şafii şöyle
cevap vermiştir:
Eğer o iki zât
Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) itham et-seydiler, küfre giderlerdi.
Onların kalblerine şeytan henüz bu tehlikeli vesveseyi sokmadan Peygamber
(Sallallahü Aleyhi ve Sellem) nasihat için onları uyarmıştır.
[206]
1. Mûtkif, ziyaretçisi ile konuşabilir ve onu uğurlayabilir.
2. Kadın, itikâfta olan eşini gece ziyaret edebilir ve
onunla yalnız kalâlfflîr
3. Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) ümmetine müşfik davranıp onları günahlardan ve tehlikeli şeylerden korumuştur.
4. Kötü zanlara meydan vermemek, aydınlatıcı bilgi vermek meşrudur.
İbn-i Dakîkü'1-îyd: Bilhassa âlimler ve örnek durumunda olan zâtlar bu hususta çok dikkatli olmalıdır. Haklarında kötü zanlara yol açabilecek durumlardan sakınmalıdırlar. Çünkü böyle bir töhmet altında kaldıkları takdirde onların bilgisinden halk istifade edemez, demiştir.
H a t t a b î : Bu
hadis, S a f i y y e (Radıyatlâhü anhâ)'yı evine geçirmek için Peygamber
(Sallallahü Aleyhi ve Sellem) 'in Mes-cidden çıktığına delâlet ediyor. Ve bir
vacibin ifâsı için mûtekif Mes-cidden çıktığı zaman onun itikâfı bozulmaz,
diyen âlimler için bir delildir, demiştir.
[207]
Safİyye (R.A.)'mn Hâl
Tercemesi
Safiyye bint-i Hüyey
b. Ahtab (R.A.) Beni Nadir kabilesinin en büyük hanedanından ve Harun
<A.S.)'ın neslinden bir hanımdır. Bu kabilenin büyüklerinden Sellâm b.
Mişkem'in nikâh-ı altında iken boşanmış ve Kinâne b. Ebi'l-Hukeyk İle evlenmiş
ve Hayber savaşı esnasında yeni gelin olmuştu. Buranın yahûdllerinden iken
meydana gelen Hayber savaşı dolayısıyla esir alınmış ve Peygamber (S.A.V.)
tarafından Dihye (R.A.)'a ihsan buyurulmuş iken bu köklü ve seçkin hanımın
Dih-ye"ye verilmesi dedikoduya yol açmasın diye ganimet olarak Peygamber
(S.A.V.)'e ayrılması uygun görülmüş. Sonra da Efendimizle evlenme şerefine
mazhar olmuştur.
Hulâsamın 492.
sahtfesinde bildirildiğine göre bir kaç hadisi vardır. Buhârİ ve Müslim Onun
bir hadîsini rivayet etmişlerdir. Kendisinden Ali bin Huseyn ve tshak bin
Abdillah bin el-Haris rivayet etmişlerdir. Vakidi'nin dadiğine göre hicretin
50. yılı Muâviye (R.A.Vın hilâfeti devrinde vefat etmiştir. Bâzılarının
dsdigina göre Ali (R.A.)*ın halifeliği devrinde hicretin 35. yılı vefat
etmiştir.
1780) Âişe (Radıyallâhü anhâ>Vlan; Şöy!e demiştir:
Bir defa Resûlullah
(Sallallahü Aleyhi ve SellemJ'in zevcelerinden birisi Onunla beraber itikâf
etti ve (hayız günlerinden başka günlerdeki bu itikâfı esnasında akan kanında)
kırmızılık ve sarılık görürdü. Bazen (kanının akmasından dolayı) altına leğen
koyardı."
[209]
Buhârî, Ebû Dâvûd,
Nesai ve Beyhakî de bunu rivayet etmişlerdir.
Müstehâza iken
Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) ile beraber itikâf eden zevcesinin
Ümmü Seleme (Radıyallâhü anhâ) olduğu Saîd bin Mansûr'un Hâlid el-Hazzâ
aracılığı ile I k r i m e' den yaptığı bir rivayette bildirilmiştir.
Bilindiği gibi kadın
aybaşı âdeti veya lohusalık kanını gördüğü sürece ibâdet edemez. Bu sürelerin
dışında kadından kim akması hâline istihâza hâli denir. Kadın bu durumda iken
ibâdetini yapar.
Hadis, müstehâza
kadının itikâf etmesinin ve mescidde durmasının câizliğine delâlet eder. Ancak
mescidi kirletmekten emin olmak şarttır.
Hadîs, istihâza
hâlinde iken itikâf eden hanımın gördüğü kanın renginin beyaz, kırmızı bazen de
sarı olduğunu ifâde eder. Yâni kan az aktığı zaman san ve çok aktığı zaman
kırmızı idi.
[210]
1781) İbn-i Abbâs (Radıyallâhü anhümâ)'dan rivayet
edildiğine göre; Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) mutekif hakkında
şöyle buyurdu, demiştir :
İtikâf (veya mutekif) günahları hapseder (= engeller)
ve tüm iyilikleri işleyen gibi Ona iyilikler yazılır.»"
Not : Zevâid'de şöyle
denilmiştir. 'Bunun senedi zayıftır. Çünkü râvi Ferkad bin Yâkup es-Sabahi
el-Basrî el-Hâik zayıftır.'
Sindi de, Yahya bin
Said'in Parkad es-Sabahi hakkında konuştuğunun ve halkın ondan rivayette
bulunduğunun Tirmizi'nin sünenindeki Hac kitabının sonunda bildirildiğini
söylemiştir.
[211]
Zevâid türünden olan
ve Bey haki tarafından da rivayet edilen bu hadisin açıklamasıyla ilgili
olarak Sindi şöyle der;cümlesindeki zamir itikâfa râci
olabilir. Bu takdirde cümlenin mânâsı şöyledir:
«İtikâf günahlara mâni
olur. İtikâf süresince günah işlenmez.»
Eğer maksat itikâfın
yalnız itikâf süresince değil de bu süreden sonra da günah işlemeye m4ni olması
ise bu da mümkündür. Çünkü makbul bir itikâf sayesinde Allah Teâlâ'nın itikâf
sahibini günahlardan koruması mümkündür.
Mezkûr zamirin
mûtekife râci olması da mümkündür. Bu takdirde cümlesinin mânâsı şöyle olur:
«Mutekif günahlara
mâni olur, onları nefsinden defeder.»
İlk ihtimal daha
kuvvetlidir.
Hadîsin ikinci
cümlesine göre itikâf edip bu esnada günah işlemekten kendisini tutan bir
mümin tüm iyilikleri işlemiş gibi sevap kazanır. Bu cümleden gaye itikâfa
teşviktir.
[212]
1782) Ebû Ümâme (Radtyallâkü ankyâtn rivayet edildiğine
göre; Peygamber (Saliallahü Aleyhi ve Sellem) şöyle buyurdu, demiştir :
«Kim sevabını
Allah'tan umarak (ve sırf O'nun rızası için) Ramazan ve Kurban bayramının iki
gecesini ibâdetle ihya ederse kalb-lerin öldüğü gün Onun kalbi
ölmiyecektir.-"
Not: Râvi Bakiyye
tedlis ettiği için bu hadisin senedinin zayıf olduğu Zevâid*. de
bildirilmiştir.
[213]
Zevâıd türünden olan
bu hadisin açıklaması bahsinde Sindi: Hadis'in zahirine göre iki bayram
gecesinin tamamını ibâdetle geçirenler, mezkûr mükâfata kavuşurlar. Bu iki
gecenin tamamım değil de bir kısmını teheccüdie yâni gece ibadetiyle
geçirenlerin de bu mükâfata kavuşmaları umulur. Kalbler çok günah işlemekle
ölürler. Bayram gecelerini ihya edenlerin kalbleri ise ölmez, demiştir.
Câmiü's-Sağîr şerhi e
1 - A -ı i z i bu hadîsin açıklaması bahsinde şöyle der:
E 1 - A 1 k a m i:
"Kalbler öldüğü gün O'nun kalbi Ölmiyecektir." cümlesi çeşitli
şekillerde yorumlanmıştır. Bâzılarına göre bundan maksad bu geceleri ihya
edenlerin kalbleri dünya sevgisine boğulmaz. Çünkü gönülleri dünya sevgisine
boğulanlar ölü sayılırlar. Nitekim (Aleyhi. s-Selâm) Efendimiz; -Şu ölülerin
yanma gitmeyiniz.» buyurmuş. Kendisine bunların kimler olduğu sorulunca (Gönülleri
dünya sevgisine boğulmuş) zenginler.» buyurmuştur.
Bâzılarına göre
cümleden maksad bu iki geceyi ihya edenlerin akıbetlerinin hayır olacağıdır.
Yâni İmanla öleceklerdir. Çünkü:
«Kâfir iken hidâyete
erdirdiğimiz kimse[214]
âyetinde kâfire ölü denmiştir.
Hadisteki mükâfat bu
gecelerin çoğunu ibâdetle geçirmek suretiyle de hâsıl olur. Hattâ İbn-i Abbâs
(Radıyallâhü anhVdan rivayet edildiğine göre bu gecelerin yatsı ve sabah
namazlarını cemaatla kılanlar da bu mükâfatı kazanırlar, demiştir.
Câmiüs-Sagir
haşiyesinde e 1 - H a f n î de : "Hadîs, bu geceleri ibâdetle ihya
edenlerin kıyamet günü kurtuluşa erenlerden olacaklarından kinayedir. Yâni
kalblerin helak olacakları kıyamet günü bu geceleri ihya edenlerin kalbleri
helak olmıyacaktır. Hadis, bunların îmanla öleceklerinden de kinaye olabilir,
demiştir.
Hadisteki bayram gecelerinden maksad, Ramazan ayının son gününü bayrama bağlıyan gece ve Arefe gününü Kurban bayramına bağlıyan gecedir. [215]
[1] Sünen-i İbni Mace Tercemesi
ve Şerhi, Kahraman Yayınları: 4/517
[2] Sünen-i İbni Mace Tercemesi
ve Şerhi, Kahraman Yayınları: 4/518
[3] Hâl tercemesi 714 rıolu
hadis bahsinde geçmiştir.
[4] Sünen-i İbni Mace Tercemesi
ve Şerhi, Kahraman Yayınları: 4/518-521
[5] Sünen-i İbni Mace Tercemesi
ve Şerhi, Kahraman Yayınları: 4/521-522
[6] Sünen-i İbni Mace Tercemesi
ve Şerhi, Kahraman Yayınları: 4/52-523
[7] Sünen-i İbni Mace Tercemesi
ve Şerhi, Kahraman Yayınları: 4/523-524
[8] Sünen-i İbni Mace Tercemesi
ve Şerhi, Kahraman Yayınları: 4/524-525
[9] Sünen-i İbni Mace Tercemesi
ve Şerhi, Kahraman Yayınları: 4/525-529
[10] Sünen-i İbni Mace Tercemesi
ve Şerhi, Kahraman Yayınları: 4/529
[11] Hilâlin görüldüğü söylentisi
halk arasında dolaştığı, fakat sübûta ermediği İçin Ramazan'dan mı Şa'ban'dan
mı diye şüphe edildiği ve Sa'banın 29'uncu gününü takip eden güne «Şek günü»
denilir.
[12] El-Absî, el-Kufî, büyük ve
sıka bir tabiî'dir. Ali, İbn-i Mes'ud, İbn-i Ab-bâs ve Ammâr bin Yâsir
(R.A.)'den rivayet etmiştir. Râvileri Eyyüb es-Sahtiyâni, Ebû Vâil,
el-Müstevrid bin el-Ahnef ve başkalarıdır. Kütüb-i Sitte sahipleri onun
rivayetlerini almışlardır. (el-Menhel : cild 5, sahife 317)
[13] Sünen-i İbni Mace Tercemesi
ve Şerhi, Kahraman Yayınları: 4/529-530
[14] Sünen-i İbni Mace Tercemesi
ve Şerhi, Kahraman Yayınları: 4/530-531
[15] Sünen-i İbni Mace Tercemesi
ve Şerhi, Kahraman Yayınları: 4/531-532
[16] EI-Kâsım bin Abdirrahman
mevlâ beni Ümeyye Ebû Abdirrahman ed-Dı-mışkl tabiîdir. Sahâbilerden yalnız Ebû
Ümâme (R.A.)'den hadîs işittiği ve başka sahâbllerden işitmediği söylenmiştir.
Râvileri Sevr bin Yezîd ve Muâviye bin Salih'tir, îbn-i Muin, el-îcli ve
Tirmizî Onu sıka saymışlardır. Yakûb bin Şeybe : El-K&sım'm rivayetini
zayıf sayanlar vardır, demiştir. İbn-i Sa'd : Hicretin 112. yılı vefat etmiş,
demiştir. Ebû Dâvûd, Tİrmizi, Nesaî ve tbn-İ Mâceh onun rivayetlerini
almışlardır. Buh&rî de Târih'te almıştır. (Hulasa : 312)
[17] Sünen-i İbni Mace Tercemesi
ve Şerhi, Kahraman Yayınları: 4/532-533
[18] Sünen-i İbni Mace Tercemesi
ve Şerhi, Kahraman Yayınları: 4/533
[19] Rebia bin el-Gaz veya bin
Amr yahut bin ei-Hars el-Cürsi ed-Dımışki fi-kıhçıdır. Âişe (R.A.) ve Ebû
Hüreyre (R.A.)'den rivayet etmiş, kendisinden de Hâlid bin Ma'dân ve Atiyye bin
Kays rivayet etmişlerdir. Dârekutni Onu sıka saymıştır, îbn-i Sa'd'ın dediğine
göre hicretin 74. yıh Bâhıt karışıklığı günü katledilmiştir. Dört Sünen
sahipleri Onun rivayetlerini almışlardır. {Hulâsa : 116)
[20] Sünen-i İbni Mace Tercemesi
ve Şerhi, Kahraman Yayınları: 4/534
[21] Sünen-i İbni Mace Tercemesi
ve Şerhi, Kahraman Yayınları: 4/534-536
[22] Sünen-i İbni Mace Tercemesi
ve Şerhi, Kahraman Yayınları: 4/536
[23] Sünen-i İbni Mace Tercemesi
ve Şerhi, Kahraman Yayınları: 4/536-537
[24] Sünen-i İbni Mace Tercemesi
ve Şerhi, Kahraman Yayınları: 4/537-538
[25] Sünen-i İbni Mace Tercemesi
ve Şerhi, Kahraman Yayınları: 4/538-539
[26] Sünen-i İbni Mace Tercemesi
ve Şerhi, Kahraman Yayınları: 4/539-540
[27] Sünen-i İbni Mace Tercemesi
ve Şerhi, Kahraman Yayınları: 4/540-541
[28] Sünen-i İbni Mace Tercemesi
ve Şerhi, Kahraman Yayınları: 4/542-543
[29] Sünen-i İbni Mace Tercemesi
ve Şerhi, Kahraman Yayınları: 4/543-544
[30] Sünen-i İbni Mace Tercemesi
ve Şerhi, Kahraman Yayınları: 4/544
[31] Sünen-i İbni Mace Tercemesi
ve Şerhi, Kahraman Yayınları: 4/545-546
[32] Sünen-i İbni Mace Tercemesi
ve Şerhi, Kahraman Yayınları: 4/546-549
[33] Sünen-i İbni Mace Tercemesi
ve Şerhi, Kahraman Yayınları: 4/549-550
[34] Sünen-i İbni Mace Tercemesi
ve Şerhi, Kahraman Yayınları: 4/550-551
[35] Sünen-i İbni Mace Tercemesi
ve Şerhi, Kahraman Yayınları: 4/551-552
[36] Sünen-i İbni Mace Tercemesi
ve Şerhi, Kahraman Yayınları: 4/552
[37] Sünen-i İbni Mace Tercemesi
ve Şerhi, Kahraman Yayınları: 4/552-553
[38] Sünen-i İbni Mace Tercemesi
ve Şerhi, Kahraman Yayınları: 4/554
[39] Sünen-i İbni Mace Tercemesi
ve Şerhi, Kahraman Yayınları: 4/555
[40] Hamza bin Amr bin Umeyr Ebû
Salih, büyük bir sahâbidir. Eşlemi kabilesine mensubtur. Peygamber (A.S.)'den,
Ebû Bekir (R.A.) ve Ömer (R.A.)'den rivayette bulunmuştur. Kendisinden de oğlu
Muhammed, Hanzala bin Ali, Süleyman bin Yesâr, Ebû Seleme ve başkaları rivayet
etmişlerdir. Müslim, Ebû Dâvûd, Nesâî ve Ta'liklerinde Buhâri. Onun rivayetlerini
almışlardır. Hicretin 91. yılı vefat etmiştir.
[41] Sünen-i İbni Mace Tercemesi
ve Şerhi, Kahraman Yayınları: 4/555-556
[42] Sünen-i İbni Mace Tercemesi
ve Şerhi, Kahraman Yayınları: 4/556-557
[43] Sünen-i İbni Mace Tercemesi
ve Şerhi, Kahraman Yayınları: 4/557
[44] Sünen-i İbni Mace Tercemesi
ve Şerhi, Kahraman Yayınları: 4/558
[45] Sünen-i İbni Mace Tercemesi
ve Şerhi, Kahraman Yayınları: 4/558-560
[46] Sünen-i İbni Mace Tercemesi
ve Şerhi, Kahraman Yayınları: 4/560
[47] Bu zât. Peygamber
(S.A.V.)'in hizmetçisi olan Enes (R.A.)
değildir.
[48] Sünen-i İbni Mace Tercemesi
ve Şerhi, Kahraman Yayınları: 4/561
[49] Sünen-i İbni Mace Tercemesi
ve Şerhi, Kahraman Yayınları: 4/562-563
[50] Sünen-i İbni Mace Tercemesi
ve Şerhi, Kahraman Yayınları: 4/563
[51] Sünen-i İbni Mace Tercemesi
ve Şerhi, Kahraman Yayınları: 4/564
[52] Sünen-i İbni Mace Tercemesi
ve Şerhi, Kahraman Yayınları: 4/564-565
[53] Sünen-i İbni Mace Tercemesi
ve Şerhi, Kahraman Yayınları: 4/565-566
[54] Sünen-i İbni Mace Tercemesi
ve Şerhi, Kahraman Yayınları: 4/566-567
[55] Sünen-i İbni Mace Tercemesi
ve Şerhi, Kahraman Yayınları: 4/567-568
[56] Sünen-i İbni Mace Tercemesi
ve Şerhi, Kahraman Yayınları: 4/568-571
[57] Sünen-i İbni Mace Tercemesi
ve Şerhi, Kahraman Yayınları: 4/572
[58] Sünen-i İbni Mace Tercemesi
ve Şerhi, Kahraman Yayınları: 4/572-573
[59] Sünen-i İbni Mace Tercemesi
ve Şerhi, Kahraman Yayınları: 4/573-574
[60] Sünen-i İbni Mace Tercemesi
ve Şerhi, Kahraman Yayınları: 4/574
[61] Sünen-i İbni Mace Tercemesi
ve Şerhi, Kahraman Yayınları: 4/574-575
[62] Sünen-i İbni Mace Tercemesi
ve Şerhi, Kahraman Yayınları: 4/575-576
[63] Fadâle (R.A.)'ın Hâl
Tercemesi
Padâle bin Ubeyd el-Ensâri el-Evsî Ebû
Muhammed, Uhud savaşında ve biatü'r-Rıdvân'da hazır bulunmuş ve Dımışk
kadılığını yapmıştır. Elli hadisi, vardır. Müslim Onun İki hadisini rivayet etmiştir.
Buhârî el-Edebü'1-Müired'de ve dört sünen sahipleri Onun rivayetlerini
almışlardır. Râvileri Abdurrahman bin Muhayriz ile Muhammed bin Ka'b'dır.
El-Medâinî'nin dediğine göre hicretin elli üçüncü yılı vefat etmiştir. (Hulâsa
: 308)
[64] Sünen-i İbni Mace Tercemesi
ve Şerhi, Kahraman Yayınları: 4/576-577
[65] Sünen-i İbni Mace Tercemesi
ve Şerhi, Kahraman Yayınları: 4/577--579
[66] Sünen-i İbni Mace Tercemesi
ve Şerhi, Kahraman Yayınları: 4/579-580
[67] Sünen-i İbni Mace Tercemesi
ve Şerhi, Kahraman Yayınları: 4/580-581
[68] Sünen-i İbni Mace Tercemesi
ve Şerhi, Kahraman Yayınları: 4/581
[69] Sünen-i İbni Mace Tercemesi
ve Şerhi, Kahraman Yayınları: 4/582-583
[70] Sünen-i İbni Mace Tercemesi
ve Şerhi, Kahraman Yayınları: 4/583-585
[71] Sünen-i İbni Mace Tercemesi
ve Şerhi, Kahraman Yayınları: 4/585-586
[72] Sünen-i İbni Mace Tercemesi
ve Şerhi, Kahraman Yayınları: 4/586
[73] Sünen-i İbni Mace Tercemesi
ve Şerhi, Kahraman Yayınları: 4/586-588
[74] Sünen-i İbni Mace Tercemesi
ve Şerhi, Kahraman Yayınları: 4/588
[75] Sünen-i İbni Mace Tercemesi
ve Şerhi, Kahraman Yayınları: 4/588-589
[76] Sünen-i İbni Mace Tercemesi
ve Şerhi, Kahraman Yayınları: 4/589
[77] Sünen-i İbni Mace Tercemesi
ve Şerhi, Kahraman Yayınları: 4/590
[78] Sünen-i İbni Mace Tercemesi
ve Şerhi, Kahraman Yayınları: 4/590
[79] Sünen-i İbni Mace Tercemesi
ve Şerhi, Kahraman Yayınları: 4/590-591
[80] Sünen-i İbni Mace Tercemesi
ve Şerhi, Kahraman Yayınları: 4/592
[81] Sünen-i İbni Mace Tercemesi
ve Şerhi, Kahraman Yayınları: 4/592-593
[82] Sünen-i İbni Mace Tercemesi
ve Şerhi, Kahraman Yayınları: 4/593
[83] Sünen-i İbni Mace Tercemesi
ve Şerhi, Kahraman Yayınları: 4/593-594
[84] Sünen-i İbni Mace Tercemesi
ve Şerhi, Kahraman Yayınları: 4/595
[85] Sünen-i İbni Mace Tercemesi
ve Şerhi, Kahraman Yayınları: 4/595-596
[86] Bakara : 187
[87] Sünen-i İbni Mace Tercemesi ve
Şerhi, Kahraman Yayınları: 4/596-597
[88] Sünen-i İbni Mace Tercemesi
ve Şerhi, Kahraman Yayınları: 4/597-598
[89] Sünen-i İbni Mace Tercemesi
ve Şerhi, Kahraman Yayınları: 4/598-599
[90] Sünen-i İbni Mace Tercemesi
ve Şerhi, Kahraman Yayınları: 4/599
[91] Sünen-i İbni Mace Tercemesi
ve Şerhi, Kahraman Yayınları: 4/600
[92] Sünen-i İbni Mace Tercemesi
ve Şerhi, Kahraman Yayınları: 4/600
[93] Sünen-i İbni Mace Tercemesi
ve Şerhi, Kahraman Yayınları: 4/601
[94] Bakara sûresi âyet : 187
[95] Sünen-i İbni Mace Tercemesi
ve Şerhi, Kahraman Yayınları: 4/601-603
[96] Sünen-i İbni Mace Tercemesi
ve Şerhi, Kahraman Yayınları: 4/603-604
[97] Sünen-i İbni Mace Tercemesi
ve Şerhi, Kahraman Yayınları: 4/604-605
[98] Bakara 187
[99] Sünen-i İbni Mace Tercemesi
ve Şerhi, Kahraman Yayınları: 4/605-608
[100] Sünen-i İbni Mace Tercemesi
ve Şerhi, Kahraman Yayınları: 4/608-609
[101] Abdullah bin eş-Şıhhîr bin
Avf el-Hureyşî Muâviye bin Ka"b bin Rabİa bin Amir bin Sa'saa. Basra'lı
sahâbidir. Rivayet ettiği bir kaç hadîsi vardır. Müslim Onun bir hadisini,
dört sünen sahipleri Onun hadîslerini rivayet etmişlerdir. Râvileri ise,
oğullan Mutarrif, Hâni' ve Yezîd'dir. (Hulâsa : 201)
[102] Sünen-i İbni Mace Tercemesi
ve Şerhi, Kahraman Yayınları: 4/609-610
[103] Sünen-i İbni Mace Tercemesi
ve Şerhi, Kahraman Yayınları: 4/610-611
[104] Sünen-i İbni Mace Tercemesi
ve Şerhi, Kahraman Yayınları: 4/611
[105] Katâde bin Melhân el-Kaysî
el-Cerîrî el-Basrl, Peygamber (S.A.V.)'den bu hadîsi rivayet etmiştir.
Kendisinden de oğlu Abdü'l-Melik ve Yezîd bin Abdülah el-Şıhhîr rivayet
etmişlerdir, tbn-i Şâhin'in Süleymân-ı Teymİ tarikiyle Hibbân bin Umeyr'den
rivayet ettiğine göre Peygamber (S.A.V.) Katâde'nin yüzüne mübarek elini
sürmüş, sonra Katâde çok yaşlanmış, yüzü hâriç vücûdunun her tarafı çürümüş
gibi olmuştu. Vefat edeceği zaman ben Onun yanındaydım. Bir kadın oradan
geçti. Kadmı aynada görür gibi Katâde'nin yüzünde gördüm.
Ebû Dâvûd, Nesaî ve İbn-i Mâceh Onun hadîsini
rivayet etmişlerdir. (El-Menhel Clld: 10, Sah, 211)
[106] En'âm : 160
[107] Sünen-i İbni Mace Tercemesi
ve Şerhi, Kahraman Yayınları: 4/612-614
[108] Sünen-i İbni Mace Tercemesi
ve Şerhi, Kahraman Yayınları: 4/614
[109] Sünen-i İbni Mace Tercemesi
ve Şerhi, Kahraman Yayınları: 4/615
[110] Sünen-i İbni Mace Tercemesi
ve Şerhi, Kahraman Yayınları: 4/616
[111] Sünen-i İbni Mace Tercemesi
ve Şerhi, Kahraman Yayınları: 4/616-617
[112] Sünen-i İbni Mace Tercemesi
ve Şerhi, Kahraman Yayınları: 4/617-618
[113] Sünen-i İbni Mace Tercemesi
ve Şerhi, Kahraman Yayınları: 4/618-619
[114] Sünen-i İbni Mace Tercemesi
ve Şerhi, Kahraman Yayınları: 4/619-620
[115] Sünen-i İbni Mace Tercemesi
ve Şerhi, Kahraman Yayınları: 4/620-621
[116] Sünen-i İbni Mace Tercemesi
ve Şerhi, Kahraman Yayınları: 4/621-622
[117] Sünen-i İbni Mace Tercemesi
ve Şerhi, Kahraman Yayınları: 4/622
[118] Sünen-i İbni Mace Tercemesi
ve Şerhi, Kahraman Yayınları: 4/623-624
[119] Hacca giderken Mîkat'ta Umre
niyetiyle ihrama giren ve Mekke'ye varıp umresini tamamlayıp ihramdan çıkan ve
bayrama yakın hac ihramına girenin yaptığı bu işe temettü' denilir.
[120] Sünen-i İbni Mace Tercemesi
ve Şerhi, Kahraman Yayınları: 4/624
[121] Sünen-i İbni Mace Tercemesi
ve Şerhi, Kahraman Yayınları: 4/625
[122] Sünen-i İbni Mace Tercemesi
ve Şerhi, Kahraman Yayınları: 4/626
[123] Sünen-i İbni Mace Tercemesi
ve Şerhi, Kahraman Yayınları: 4/626-627
[124] Sünen-i İbni Mace Tercemesi
ve Şerhi, Kahraman Yayınları: 4/627
[125] Sünen-i İbni Mace Tercemesi
ve Şerhi, Kahraman Yayınları: 4/627-628
[126] Sünen-i İbni Mace Tercemesi
ve Şerhi, Kahraman Yayınları: 4/628-629
[127] Sünen-i İbni Mace Tercemesi
ve Şerhi, Kahraman Yayınları: 4/629-630
[128] Sünen-i İbni Mace Tercemesi
ve Şerhi, Kahraman Yayınları: 4/630-631
[129] Sünen-i İbni Mace Tercemesi
ve Şerhi, Kahraman Yayınları: 4/632-633
[130] Sünen-i İbni Mace Tercemesi
ve Şerhi, Kahraman Yayınları: 4/633-634
[131] Kurban bayramından bir
Önceki güne «Arefe Günü» denilir.
[132] Sünen-i İbni Mace Tercemesi
ve Şerhi, Kahraman Yayınları: 4/634
[133] Sünen-i İbni Mace Tercemesi
ve Şerhi, Kahraman Yayınları: 4/635
[134] Sünen-i İbni Mace Tercemesi
ve Şerhi, Kahraman Yayınları: 4/636-637
[135] Âşüre Muharrem ayının onuncu
günüdür.
[136] Sünen-i İbni Mace Tercemesi
ve Şerhi, Kahraman Yayınları: 4/637-639
[137] En'am : 90
[138] Muhpmmed bin Sayfî bin Sehl
el-Hatmî, sahibidir. Râvisi Şabî'dir. Ne-sai ve îbn-i Mâceh Onun hadîsini
rivayet etmişlerdi '.iulâsa : 342)
[139] Sünen-i İbni Mace Tercemesi
ve Şerhi, Kahraman Yayınları: 4/639-641
[140] Sünen-i İbni Mace Tercemesi
ve Şerhi, Kahraman Yayınları: 4/641-642
[141] Sünen-i İbni Mace Tercemesi
ve Şerhi, Kahraman Yayınları: 4/642-643
[142] Sünen-i İbni Mace Tercemesi
ve Şerhi, Kahraman Yayınları: 4/643
[143] Sünen-i İbni Mace Tercemesi
ve Şerhi, Kahraman Yayınları: 4/643
[144] Rebia bin el-öaz veya bin
Amr yûhut bin el-Hars el-Cürsî ed-Dımışki Fıküıçıdıı Ai^e ıR.A.) ve Ebû Hüreyre
(R.A.i'den rivayet etmiştir. Kendisinden do Hâlid bin Ma'dân ve Atiyye bin Kays
rivayet etmişlerdir. Dârekutni onu sıka saymıştır. Dürt sünen sahipleri onun
rivayetlerini almışlardır. lbn-i Sa'd'ın dediğine göre hicretin 74'ncü yılı
Râhıt karışıklığı günü katledilmiştir
ıHulâsa : 1161
[145] Sünen-i İbni Mace Tercemesi
ve Şerhi, Kahraman Yayınları: 4/643-644
[146] Sünen-i İbni Mace Tercemesi
ve Şerhi, Kahraman Yayınları: 4/645-646
[147] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi ve Şerhi, Kahraman
Yayınları: 5/5-6
[148] El-Menhel : Cild 10. Sah.
181
[149] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi ve Şerhi, Kahraman
Yayınları: 5/6-7
[150] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi ve Şerhi, Kahraman
Yayınları: 5/8
[151] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi ve Şerhi, Kahraman
Yayınları: 5/8-9
[152] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi ve Şerhi, Kahraman
Yayınları: 5/9-10
[153] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi ve Şerhi, Kahraman
Yayınları: 5/10
[154] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi ve Şerhi, Kahraman Yayınları:
5/10-11
[155] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi ve Şerhi, Kahraman
Yayınları: 5/11
[156] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi ve Şerhi, Kahraman
Yayınları: 5/12
[157] Ümmü Ümâre, Ensar'dan Habib
bin Zeyd'in büyük annesidir. Ve Abdullah bin Zeyd'in annesidir. Adının Neslbe
binti KaT> bin Amr el-Ensariyye olduğu söylenir. Meşhur bir sahabidir.
(TuhfetÜ'l-Ahvezl: C : 2, Shf. 67)
[158] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi ve Şerhi, Kahraman
Yayınları: 5/12-13
[159] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi ve Şerhi, Kahraman
Yayınları: 5/13
[160] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi ve Şerhi, Kahraman
Yayınları: 5/13-14
[161] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi ve Şerhi, Kahraman
Yayınları: 5/14-15
[162] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi ve Şerhi, Kahraman
Yayınları: 5/15
[163] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi ve Şerhi, Kahraman
Yayınları: 5/15-17
[164] Mü'min: 60
[165] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi ve Şerhi, Kahraman
Yayınları: 5/17-18
[166] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi ve Şerhi, Kahraman
Yayınları: 5/18-19
[167] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi ve Şerhi, Kahraman
Yayınları: 5/19
[168] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi ve Şerhi, Kahraman Yayınları:
5/20
[169] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi ve Şerhi, Kahraman
Yayınları: 5/20-21
[170] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi ve Şerhi, Kahraman
Yayınları: 5/21-22
[171] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi ve Şerhi, Kahraman
Yayınları: 5/23-24
[172] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi ve Şerhi, Kahraman
Yayınları: 5/24
[173] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi ve Şerhi, Kahraman
Yayınları: 5/25
[174] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi ve Şerhi, Kahraman
Yayınları: 5/25-26
[175] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi ve Şerhi, Kahraman
Yayınları: 5/26
[176] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi ve Şerhi, Kahraman
Yayınları: 5/26-27
[177] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi ve Şerhi, Kahraman
Yayınları: 5/27
[178] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi ve Şerhi, Kahraman
Yayınları: 5/27-28
[179] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi ve Şerhi, Kahraman
Yayınları: 5/28-29
[180] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi ve Şerhi, Kahraman
Yayınları: 5/29
[181] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi ve Şerhi, Kahraman
Yayınları: 5/29-31
[182] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi ve Şerhi, Kahraman
Yayınları: 5/31-32
[183] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi ve Şerhi, Kahraman
Yayınları: 5/32-33
[184] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi ve Şerhi, Kahraman
Yayınları: 5/33-34
[185] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi ve Şerhi, Kahraman
Yayınları: 5/34-35
[186] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi ve Şerhi, Kahraman
Yayınları: 5/35-36
[187] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi ve Şerhi, Kahraman Yayınları:
5/36-37
[188] El-Fecr: 2
[189] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi ve Şerhi, Kahraman
Yayınları: 5/37-38
[190] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi ve Şerhi, Kahraman
Yayınları: 5/38
[191] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi ve Şerhi, Kahraman
Yayınları: 5/38-39
[192] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi ve Şerhi, Kahraman
Yayınları: 5/39
[193] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi ve Şerhi, Kahraman
Yayınları: 5/40
[194] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi ve Şerhi, Kahraman
Yayınları: 5/40-41
[195] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi ve Şerhi, Kahraman
Yayınları: 5/41-42
[196] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi ve Şerhi, Kahraman
Yayınları: 5/42-43
[197] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi ve Şerhi, Kahraman
Yayınları: 5/43
[198] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi ve Şerhi, Kahraman
Yayınları: 5/43
[199] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi ve Şerhi, Kahraman
Yayınları: 5/44
[200] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi ve Şerhi, Kahraman
Yayınları: 5/45
[201] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi ve Şerhi, Kahraman
Yayınları: 5/46-47
[202] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi ve Şerhi, Kahraman
Yayınları: 5/47
[203] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi ve Şerhi, Kahraman
Yayınları: 5/47
[204] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi ve Şerhi, Kahraman
Yayınları: 5/47-48
[205] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi ve Şerhi, Kahraman
Yayınları: 5/48-49
[206] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi ve Şerhi, Kahraman
Yayınları: 5/49-50
[207] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi ve Şerhi, Kahraman
Yayınları: 5/50-51
[208] Müstahaza, hayız ve
lohusalık süreleri dışındaki zamanlarda kan gören kadına denir. Bu kan bir
hastalık kanı sayıldığı için ibâdete mâni sayılmaz.
[209] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi ve Şerhi, Kahraman
Yayınları: 5/51-52
[210] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi ve Şerhi, Kahraman
Yayınları: 5/52
[211] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi ve Şerhi, Kahraman
Yayınları: 5/52-53
[212] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi ve Şerhi, Kahraman
Yayınları: 5/53
[213] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi ve Şerhi, Kahraman
Yayınları: 5/53-54
[214] En'âm : 122
[215] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi ve Şerhi, Kahraman
Yayınları: 5/54-55