1- Süveyd Bin Said Bize Hadis Rivayet Etti. Babı
2- Sünnet (Hadîs)'e Uygun Olan Boşama (Usûlünü Beyan Eden Hadîslerin
Beyânı) Babı
3- Hâmile Kadın Nasıl Boşanır, Babı
4- Bir Oturumda Üç Talâkla Boşayan Adam (in Ettiği Boşamanın Hükmünün
Beyâni) Babı
Bir Defada Yapılan Üç Talâkla Boşamanın Hükmü
6 - Boşanan Hâmile Kadın Doğum Yapınca İddeti Bitmiş Olur, Bâb1
7- Kocası Ölen Hâmile Kadın Doğum Yapınca Erkeklerle Evlenmesi Helâl Olur,
Babı
8- Kocası Ölen Kadın İddeti Süresince Nerede Durur, Babı
9- Kadın İddette İken Bulunduğu Evden Çıkabilir Mi, Babı
12- Adam (Karısını) Boşadığını İnkâr Eder
Babı
14- Kalbinde Karısını Boşayıp Dîl İle Boşamayan Adama Ait Bâb
15- Matuh (= Deli), Çocuk Ve
Uyuyanın Boşaması Babı
16- Zorlananın Ve Unutanın Boşaması Babı
Yanılmakla Yapılan Boşama Yeminin Hükmü
Zorlama Altında Yapılan Boşamanın Hükmü
17- Nikahtan Önce Boşama Olamaz Babı
Nikâh Akdinden Sonra Yapılan Şartlı Boşama Yeminleri
18- Boşama Sayılan Söz (Hakkında Gelen Hadîs) Babı
19- Elbette (Kelimesinin Îlâve
Edildiği) Boşama Babı
20- Adam, (Boşanmak Huslusunda) Karısını Muhayyer Kılar, Babı
21- Kadının (Gerek Yok İken)
Hul’Etmesi (= Talakını Satın Alması) nın Keraheti Babı
23- Hul' Olan Kadının İddeti Babı
Hul'un Bir Nevî Boşama Olduğunu Söyleyen Âlimler
Hul'un Talâk Olmayıp Nikâh Akdinin Feshi Olduğunu Söyleyenler
Hul Yolu İle Bir Talâkı Satan Adam Aynı Kadınla Tekrar Birleşebilir Mi?
26- Zihâr Yemini Eden Adam Kefâretî Ödemeden Önce Karısı İle Cinsel
İlişkide Bulunur, Babı
28- Kocanın Karısını Kendine Haram Etmesi Babı
30- Cariyenin Talâk (Sayıs) ı Ve
İddet (Süres)i Bâbı
31- Kölenin (Karısını) Boşama
(Yetki)Si Babı
32- Bir Cariyeyi İki Talâkla Boşayıp
Sonra Onu Satın Alan Erkek (Hakkında
Gelen Hadis) Babı
33- Ümmüt-Veled'in İddet (Süresinin Beyân) I Babı
34- Kocası Ölen Kadının (Îddetînce)
Süslenmesinin Yasaklığı Babı
35- Kadın, Kocasından Başka Bir
Kimsenin Ölümü Dolayısıyla İhdâd
(= Matem) Eder Mi? Babı
36- Baba Oğluna Karısını Boşamasını Emreder, Babı
Baba Veya Annenin Emri Üzerine Evlâd Karısını Boşamaya Mecbur Mu?
Müellif, bu kitabta boşama ile ilgili hadisleri rivayet etmiştir.
Talâk ı Bu kelime Arap dilinde bağlı bir şeyin bağını çözmek demektir. İslâm hukukunda bu kelime kadını boşamak manasında kullanılır. Çünkü boşamak, nikâh bağını çözmek demektir.
Kadını boşamak işi İslâmiyetle doğmuş bir kavram değildir. Câ-hiliyyet devrinde de boşama işi vardı. Ancak o dönemde boşamanın belirli bir sınırı yoktu. Boşamanın üç talâk ile yapılması sınırı îslâ-miyetle yerleşmiştir. Mâlik ve Şafiî' nin H i ş â m bin U r v e' den rivayet ettiklerine göre U r v e (Radıyallâhü anh) şöyle demiştir: Câhiliyyet devrinde adam karısını boşardı, henüz kadının iddeti bitmemiş iken ona dönüş yapardı ve tekrar onunla yaşardı. Bir süre sonra yine boşar, iddet bitmeden tekrar dönüş yapardı. Adam bu işi bin defa tekrarlayabilirdi. Nihayet adamın biri karısını boşadı. Kadının iddeti bitmek üzere iken, adam karısına dönüş yapıp birlikte yaşadı. Sonra tek~ar boşadı ve karısına: Allah'a yemin ederim ki, artık seni yanıma almıyacagım ve ilelebed bana helâl olmıyacaksın, dedi. Bunun üzerine;
"Kadını boşamak ikidir. Bundan ^onra (erkeğin görevi) ya iyi geçinmek üzere (karısına dönüş yöpıp onu nikâhında) tutmak, ya da iyilikle (kadına zarar vermeden) bırakmaktır.[1] âyeti indi. Artık halk boşama itini buna göre düzenlediler.
Âyet-i kerîme'nin açıklaması şöyle yapılmıştır: Yâni erkek karısını bir talâkla boşadıktan sonra, ona dönüş yapabilir. Tekrar bir talâkla boşarsa yine dönüş yapabilir. Bu iki talâkı bir defada işlerse durum yine böyledir. Erkek karısını üçüncü talâkla da boşarsa artık ona dönüş yapamaz, onu tamamen salıvermesi gerekir. Erkek iki talâkla boşadıktan sonra ya karısına karşı iyi davranmak ve güzelce geçinmek üzere dönüş yapar. Yahut tamamen onu boşar ve artık, kadın ona helâl olmaz. Yâni tekrar dönüş yapmak veya nikâhı tazelemek sureti ile kadınla yaşıyamaz. Evlilik bpğı tamamen kopmuş olur.
Âyetin «Talâk ikidir- cümlesini /ayıf bir kavle göre şöyle de yorumlamak mümkündür : Haram olmayan boşama, defaten yapılmayıp aralıklı olarak ve birer talâk ile yapılan boşamadır.
îslâm hukukunda boşama, Kitab, Sünnet ve İcmâ ile sabittir. Allah Teâlâ Talâk sûresinin birinci âyetinde meâlen :
Ey Peygamber! Kadınları boşamak durumunda olduğunuz zaman onları, iddetlerini gözeterek (yâni kadın aybaşı âdetinden temizlenmiş ve henüz onunla cinsel ilişkide bulunmamış iken) boşayınız (onları, hayız veya nifas hâlinde iken veya temiz olup onlarla o temizlik hâlinde cinsel ilişkide bulunmuş iken boşamaym.) ve iddet (süresin)! sayıp hesablayın...» buyurmuştur. Bu âyet boşamanın haram olmadığına delâlet eder. Boşamanın câizliğine delâlet eden hadîslerin bir kısmı burada anılmıştır.
İslâm âlimleri de boşamanın cevazı üzerinde icmâ etmişlerdir. Boşamanın câizliği yâni bu kapının kapanmamış olması en âdilâne sistemdir. Çünkü boşamanın yasaklığı ve buna hiç bir suretle cevaz verilmemesi çok sakıncalar doğurur. Bazen kan koca arasında büyük anlaşmazlık çıkar, beraber yaşamaları imkansızlaşır. Bu durumda nikâhın devamı büyük zararlara yol açar. Şöyle ki: Erkek, karısının nafakasını ödemeye zorlanır. Kadm da erkeğin nikâhı altında hapsedilir. Halbuki aralarında müthiş bir husûmet ve fena bir geçimsizlik bulunur. Şartlar böyle iken nikâhın devam ettirilmesinde taraflar için hiç bir fayda düşünülemez. Bilâkis daha büyük durumlar ve tehlikeler doğabilir. Hattâ cinayetler ve- intiharlar bile olabilir. Bu sakıncaları dikkata alan islâmiyet, gerektiğinde nikâhın sona erdirilmesi kapısını aralamıştır. Kan koca haklarına riâyet edilmediği ve tarafların tamiri güç ihtilâflara düştüğü ortam gibi nedenler karşısında boşamayı meşru kılan İslâmiyet genellikle bu yetkiyi erkeğe vermiştir, kadına vermemiştir. Çünkü kadınlara oranla erkekler, irâdelerine daha hâkim, aklen daha mükemmel olup görüşlerinde ve kararlarında daha isabetli hareket ederler. Kadınlar ise genellikle, arzu ve isteklerine mağlûp olur, sözlerinde ve hareketlerinde acele eder, irâdelerine hâkim olamaz, görüş ve kararlarında yanılırlar. Boşama yetkisi zayıf ve aklı noksan olan bayanlara verilmiş olsaydı, aslında bir aile ocağının yıkılmasına sebep olmıyacak bir takım olayların etkisi altında kalarak boşama yemini ağzından çıkabilir ve böylece boşanmış olur. Bu gibi nedenlerle İslâmiyet bu yetkiyi ona vermemiştir.
İnsanın nefsi bir çok emeller peşinde koşar, hayali bir takım emeller kurar. Bazen bir şeye muhtaç olmadığı halde, kendisini muhtaç gösterir. Bazen bunun aksine muhtaç olduğu halde kendisini müstağni gösterir. Erkek icabında boşama kararı verir ve bunu yapmak ister. İslâmiyet erkeğin bu işi tedricen yapmasını emretmiştir. Şöyle ki, kadın aybaşı âdeti veya lohusalık hâlinde iken, yahut bu hallerden temiz olmakla beraber o temizlik hâlinde kocası ile cinsel temasta bulunmuş iken kocası tarafından boşanması dînen caiz sayılmamıştır. Meşru ve caiz olan boşama ise kadın, anılan özürlerden temizlendikten sonra ve henüz onunla cinsel ilişkide bulunulmadan önce tek talâkla boşanmasıdır. Boşamanın kadının bu hâline tahsis edilmesinin hikmeti şudur: Kadının aybaşı veya lohusalık hâli boyunca ondan uzak kalan kocası onun bu hallerden temizlendiği gün kadınlığından yararlanmak isteğini ve ihtiyacını diğer günlere nazaran fazla duyar. Ona rağbet eder ve cinsel ilişki kudretini hâizdir. Kadına en çok rağbet ettiği böyle bir günde erkek karısını boşama ihtiyacım duymaya devam ederse, bu duygusunda gerçekçi olduğunu daha iyi anlar. Buna göre kadını bir talâkla boşayıp iddet süresi içinde kadına dönüş yapmazsa bu kararında haklı ve isabetli olduğunu kabullenir. Bilindiği gibi iddet bittikten sonra erkek pişmanlık duyarsa nikâhın yenilenmesi gerekir. Şayet kadının iddet süresi henüz bitmemiş iken erkek ona dönüş yapma ihtiyacını duyarsa rücu eder ve kadın ona helâl olur. Kadm ikinci kez aybaşı âdeti veya lohusalık hâlini görüp temizlendikten sonra erkek hâlâ onu boşama ihtiyaç ve zaruretini duymaya devam ederse yukarda anlatıldığı şekilde tekrar bir talâkla boşar. Yine iddet henüz bitmemiş iken erkek yemininden rücû etmek isterse ona dönüş yapar ve ettiği yeminden pişmanlık duymuş olur. Eğer iddet bittikten sonra pişmanlık duyarsa tekrar nikâhı yenilemek suretiyle birlikte yaşamaları caizdir. Böylece ikinci kez bir araya gelen eşler bir süre beraber yaşadıktan sonra erkek hâlâ da kadını boşama ihtiyacını duyarsa yukarda anılan şekilde son defa olmak üzere tekrar bir talâkla boşama yapar. Artık böyle bir yeminde bulunduktan sonra kadına dönüş yapması veya nikâhı yenilemesi imkânı kalmamış olur ve eşler tamamen bir birinden ayrılmış olurlar.
Yukarda anlatılan şekilde yapılan boşamanın takip ettiği seyir erkeğin iyi düşünerek ve çok isabetli karar vererek hareket etmesine en iyi imkân vermektedir. Bu imkânları- iyi değerlendirip boşamaya gitmesi eşlerin beraber yaşamalarının güçlüğünü ve sakıncalı olduğunu âdeta kanıtlamış olur. [2]
Erkeğin kadını boşaması bazen mubah, bazen mustahab veya vâcib, bazen haram veya mekruhtur. Şöyle ki:
1. Erkek kadından hoşlanmayıp onu istemez ve kadınlığından yararlanmadığı halde nafaka ve diğer masraflarını ödemeye gönlü razı olmazsa onu boşaması mubahtır.
2. Kadın, dili ve sözleri ile, veya fiilleri ile kocasına eziyet ediyor veya başkasını incitiyorsa, yahut namaz kılmamakta İsrar ediyorsa kocasının onu boşaması müstahabtır
3. Erkeklik uzvunun kesikliği veya erkekliğin yitirilmesi gibi bir nedenle erkek kadınla cinsel ilişkide bulunmaktan âciz ise, kadını boşaması vâcibtir.
4. Yukarda anılan nedenler bulunmadığı halde sebebsiz yere ve geçimsizlik yok iken kadını boşamak mekruhtur.
5. Kadın aybaşı veya lohusahk âdeti içinde iken veya cinsel ilişkinin yapıldığı temizlik hâlinde kadını boşamak ise haramdır. Bu hususta geniş bilgi ikinci bâbta verilecektir. [3]
2016) Ömer hin el-Hattâh (RadtyaUâhü anh)'öen rivayet edildiğine göre :
Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem), (Ömer bin el-Hattâb'ın kızı) Hafsa (Radıyallâhü anhâ)'yı (rec'î talâk ile) boşadı, sonra ona rücû (dönüş) yaptı." [4]
Ebû Dâvûd ve Dârimi de bunu rivayet etmişlerdir. Tekmile yazarının beyânına göre Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) in, muhterem zevcelerinden Hz. Ömer (Radıyallâhü anh)'ın kızı Hz. Hafsa (Radıyallâhü anha)'nm boşaması olayı şöyle olmuştur:
Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem), muhterem zevceleri arasında düzenlediği nöbet usûlüne göre onların odalarında sırayla kalırdı. Bir defasında sıra Hafsa (Radıyallâhü anhâ)'nın odasına gelmişti. Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) onun odasında idi. Hafsa (Radıyallâhü anhâ). baba ve anasını ziyaret etmek üzere izin istedi. Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) de izin verdi. Hafsa (Radıyallâhü anhâî gittikten sonra Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) haber göndererek cariyesi M â r i y e el-Kıbtiy e (Radıyallâhü anhâ)'yi Hafsa (Radıyallâhü anhâl'nın odasına getirtti. Onunla temasta bulundu. Bu esnada dönen Hafsa (Radıyalâhü anhâ) odanın kapısını kilitli görünce, kapının önünde oturup ağlamaya başladı. Biraz sonra Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) kapıyı açıp dışarı çıkınca Hafsa (Radıyallâhü anhâ)'nın ağlamakta olduğunu gördü ve niçin ağladığını sordu. Hafsa (Radıyalâhü anhâ) da şöyle cevap verdi: Sen bunun için bana izin verdin. Cariyeni benim odama getirtip benim yatağımda ve benim günümde onunla yattın. Benim bir hakkım ve saygınlığım senin yanında yok mu?
Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) ona :
«Mâriye benim cariyem değil mi, Allah onu bana helâl etmemiş mi? Senin rızânı almak üzere Mâriye bana haram olsun. Sakın benim onu kendime haram ettiğimi kumalarına söyleme.- buyurdu. Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem oradan ayrılıp gittikten sonra Hafsa (Radıyallâhü anhâ), kendi odası ile  i ş e (Radıyallâhü anhâ)'mn odası arasındaki duvara vurarak  i ş e (Radıyallâhü anhâ)'ya: Sana müjde. Resülullah (Sallailahü Aleyhi ve Sellem) Mâriye (Radıyallâhü anhâ)'yi kendisine haram etti ve Allah bizleri Mâriye (Radıyallâhü anhâ)'den rahat ettirdi, dedi ve gördüklerini ona anlattı. Hafsa (Radıyallâhü anhâ) ile Âişe (Radıyallâhü anhâ), kumalarına karşı birbirini destekler ve dost durumunda idiler."
[5]âyetinde buyurulduğu gibi Allah Teâiâ Hafsa (Radıyallâhü anhâ)'mn,*bu sırrı Âişe (Radıyallâhü anhâ)'ye ifşa ettiğini Peygamber (Sallailahü Aleyhi ve Sellem)'e bildirdi. Bundan dolayı öfkelenen Peygamber (Sallailahü Aleyhi ve Sellem) Hafsa (Radıyallâhü anhâ)'yı boşadı. Sonra Cebrail (Aleyhisselâm)'ın getirdiği emir ile Peygamber (Sallailahü Aleyhi ve Sellem), Hafsa (Radıyallâhü anhâ)'ya dönüş yaptı ki; bu dönüşe İslâm hukukunda Rec'at ve Müracaat, denilir. Erkeğin rec'at yapabilmesi için bir veya iki talâkla boşaması şarttır. Üç talâkla boşaması hâlinde rec'at edilemez.
Tabarâni ve Ebû Naim'in sahih bir sened ile Kays bin Yezid' den rivayet ettiklerine göre :
"Peygamber (Sallailahü Aleyhi ve Sellem) Hafsa bint-i Ömer'i boşamış, sonra Hafsa'nın dayıları Kudâme ve Osman bin Maz'ûn Haf-sa'nın odasına gitmişler. Hafsa ağlamış ve Allah'a yemin ederim ki O, tokluktan dolayı boşama yemini etmiş değil, demiş. Bu arada Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) odaya girmiştir. Hafsa da hemen örtünmüştür. Sonra Peygamber (Sallailahü Aleyhive Sellem) : «Cibril bana dedi ki: Hafsa'ya dönüş yap, çünkü Hafsa çok oruç tutar, çok gece namazına kalkar ve Cennette senin zevcendir.»" diye bilgi vermiştir. [6]
1. Rac'i talâkla karısını boşamış olan bir kimse, iddet bitmemiş iken rac'at yâni karısına dönüş yapabilir. Rac'at yaparken nikâhı tazelemeye gerek yoktur. Yukarda da işaret ettiğim gibi Rac'i talâktan maksat bir veya iki talâkla yapılan boşamadır. Bu hüküm Kitab, Sünnet ve İcmâ ile sabittir. Bakara sûresinin 228. âyetinde;
«...ve boşanan kadınların iddeti henüz bitmemiş iken. kocaları barışmak isterlerse onları geri almakta öncelikle hak sahibidirler...*
buyurulmuştur. Keza Bakara sûresinin ı*:il. üyelinde :
«...kadınları boşadığımz zaman (yâni rac'î talâkla boşadığımz zaman) iddetleri sona ererken (ermek üzere iken) onları ya güzellikle tutun {rac'at edin) ya da güzellikle bırakın...» buyurulmuştur.
Bu iki âyet, rac'i talâkla boşanıp henüz iddetini doldurmamış olan kadına, kocasının dönüş yapabileceğine delâlet ederler.
îkinci bâbta rivayet edilen 2019 nolu hadîs de ayni hükme delâlet eder.
Kurtubi; Hür adam karısını bir veya iki talâkla boşadık-tan sonra, henüz iddet süresi dolmamış iken yeniden nikâh kıymaya gerek olmadan karısına dönüş yapabilir. Bu dönüş için kadının muvafakat etmesi söz konusu değildir. Adamın kadınla gerdeğe girmiş veya girmemiş olması bu hususta fark etmez. Şayet iddet bitinceye kadar adam dönüş yapmaz ise artık kadın serbesttir. Dilerse yeniden nikâh kıyılmak sureti ile kocası ile yaşıyabilir. Dilerse bag-ka bir erkekle usûlü dâiresinde evlenebilir. Yâni eski kocasının bir tercih hakkı söz konusu değildir. Bu hususta âlimler ittifak halindedir, demiştir.
Yukardaki bilgi Tekmile'nin Müracaat babından naklen verilmiştir.
2017) Ebû Musa (el-Eş'ârî) (Radıyaüâkü anhyfen rivayet edildiğine göre; Resülullah (Sallailahü Aleyhi ve Sellem) şöyle buyurdu, demiştir:
-Bâzı kimselere ne oluyor ki Allah'ın kanunları ile oynuyorlar. Onlardan birisi (karısına) : Seni boşadım. Sana rücu (dönüş) yaptım. Seni boşadım, diyor.»"
Not : Zevâid'de şöyle denilmiştir : Bunun senedi hasendir. Râvi Müemmel bin İsmail'in sıkalığı ihtilaflıdır. Onun sıka olduğu söylendiği gibi hatâsının çokluğu da söylenmiştir. Bir kavle göre hadisleri münkerdir. [7]
Zevâid türünden olan bu hadisin izahı ile ilgili olarak Sindi şöyle der; Yâni boşama işi Allah katında sevimsiz ve çirkin bir şeydir. Lüzumu hâlinde kullanılmak üzere meşru kılınmıştır. Şu halde ancak ihtiyaç duyulduğunda boşama yapılmalıdır. İhtiyaç yok iken ikide bir boşama yeminini yapmak ve sık sık karıyı boşamak Allah'ın kanunlarına bir nevi saygısızlıktır.
Hadisin -Seni boşadım. Sana rücû ettim. Seni boşadım.» cümlesinden maksat şudur: Boşamaya ihtiyaç duyulmadığı, hattâ bilâkis kadına ihtiyaç duyulduğu halde sık sık boşama ve bundan dönüş yapılması bir alışkanlık ve oyuncak hâline getirilmiş oluyor. Kadına ihtiyaç duyulması adamın her boşamanın arkasında ona dönüş yapmasından anlaşılıyor.
2018) Abdullah hin Ömer (Rmlıyullâhü atıİiihtıâ)\hın rivayet edildiğine göre; Resûlullah (SalhıHahii Mryh't vr Srffcm) çnylr buyurdu, demiştir :
*Helâl (yâni haram olmayan) şeyler içinde Allah Teâlâ'nın ençok buğzettiği şey (sebebsiz yere yapılan) boşamadır.»" [8]
Bu hadisi Ebû Dâvüd, Beyhaki ve Hâkim de rivayet etmişlerdir.
Hadîste anılan Helâl'dan maksat haramın karşılığıdır. Parantez içi ifâde ile de buna işaret etmek istedim. Haramın karşıtı olan manâ kasdedilince, vâcib, mendub, mekruh ve mubah şümullü olur. Helâl kelimesini böyle açıklamakdan maksat şudur. Talâk kitabının girişinde anlattığım gibi boşamanın şer'İ hükmü değişiktir. Bazen kadını boşamak vacip olur. Bazen de müstahap olur. Diğer bâzı durumlarda mubah olur. Allah Teâlâ, dînen vacip veya müstahap, yahut mubah kılman bir şeye buğzetmez, haram veya mekruh olan şeylere buğzeder. Şu halde vacip, müstahap veya mubah sayılan boşama çeşitlerine Allah Teâlâ buğzetmediğine göre bu hadiste geçen Helal kelimesi ile mübahhk mânâsı kasdedilmemiştir. Bununla haramın karşıtı olan kavram kasdedilmiştir. Bu takdirde Helâl kelimesinin mânâsına mekruh kavramı da girer. Ve böylece Allah'ın buğzettiği boşamanın mekruh olan boşama çeşidi olduğu anlaşılmış olur. Allah'ın haram olan boşamaya buğzettiği zâten malûm olan bir şeydir. Çünkü Allah bütün haramlara buğzeder. Mekruh olan boşama ise sebepsiz yere yapılan boşamadır. Böyle bir boşama nikahlan-manın yararlarını giderir, üzüntülere yol açar ve evlenme amaçlarına ters düşer. [9]
Bu babın başlığında bulunan Sünnet kelimesi dîni kaynaklardan birisi olan hadis mânâsına yorumlanır. İşlenmesi sevap olan sünnet ibâdeti mânâsı kasdedilmemiştir.
2019) (Abdullah) bin Ömer (RadıyaUâhü ankümâ)'<\an; Şöyle demiştir :
Karım aybaşı âdeti içinde iken ben onu (bir talâk ile) boşadım. (Babam) Ömer bu durumu Resûlullah (Sallallahü Aleyhive Sellem)'» anlattı. Bunun üzerine Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) :
«Oğlun Abdullah'a emret, karısına geri dönsün, sonra kadın temizlenip, tekrar aybaşı âdetini görüp bundan sonra tekrar temizleninceye kadar onunla birlikte yaşasın, (kadın ikinci kez âdetten temizlendikten) Sonra oğlun dilerse onunla cinsel ilişkide bulunmaksızın boşayabiiir. Dilerse onunla aile hayatını sürdürebilir. İşte kadının ikinci kez âdetten temizlenip henüz bu temizlik hâlinde onunla cinsel ilişkide bulunmaksızın onu boşamak, Allah'ın müsâade ettiği iddetin başlamasına elverişli olan boşamadır.»" [10]
Bu hadîsi Kütüb-i Sitte sahihleri, Mâlik ve Şafiî rivayet etmişlerdir.
Abdullah'm boşadığı kadının adı Âmine bint-i G i f â r dır. Ona Bint-i Ammâr diyenler de vardır. A h -m e d' in müsnedinde kadının isminin N e v v â r olduğu bildirilmiştir. Rivayetlerin birleştirilmesi için şöyle söylenebilir: Kadının adı Âmine, lâkabı da N e v v â r olabilir.
Abdullah'm karısına dönüş yapmasına âit verilen emir vücûp için olabilir. Mâlik ve bir cemâat böyle hükmetmişlerdir. Hanefî ler' den el-Hidâye sahibi de bu görüşün sıhhatli görüş olduğunu söylemiştir.
Diğer üç mezhep imamlarına göre bu emir mendubluk içindir. Yâni aybaşı âdeti içinde iken kadını bir veya iki talâkla boşayan bir erkek, birinci görüşe göre karısına dönüş yapmak mecburiyetindedir. İkinci görüşe göre dönüş yapması müstahabchr.
Abdullah'ın, karısına dönüş yapması için Peygamber (Sal-lallahü Aleyhi ve Selîem) 'in emir vermesinin sebebi, kadının iddet süresinin uzamamasım sağlamaktır. Çünkü âdet süresi iddetten sayılmaz.
Hadîsin zahirine göre, aybaşı âdeti içinde karısını bir veya iki talâkla boşayan erkeğin dönüş yapmasından sonra kadının iki kez temizlenmesini beklemesi ve ancak bundan sonra boşayabileceğine delâlet eder. Müslim, Tirmizî, Ebû Dâvûd ve başkalarının da rivayet ettikleri müellifin 2023 nolu Ibn-i Ömer (Radıyallâhü anh) 'in hadisine göre ise anılan kadının bir kez temizlenmesi kâfidir. İkinci kez temizlenmesini beklemeye gerek yoktur.
Ebû Hanife (Rahimehullah), bir rivayetinde Ş â f i I ve A h m e d (Rahimehullah) son rivayetle amel ederek, kadının bir kez temizlenmesi yeterlidir, demişlerdir. Bunlar: Kadın aybaşı âdeti içinde iken boşanması m enedi İmiş tir. Bu engel, kadının temizlenmesi ile kalkmış olur. Diğer temizlik hallerinde olduğu gibi ilk temizlik hâlinde de kadını boşamak caizdir. Allah Teâlâ da Talâk sûresinin birinci âyetinde meâlen : "Ey Nebî kadın boşamak durumunda kaldığınız zaman onları iddetlerinin başlamasına elverişli zamanda boşayımz..." buyurmuştur. îddetin başlamasına elverişli zaman ise kadının âdetten temizlenip, henüz cinsel ilişkinin olmadığı zamandır. Âyet umumi hükmü ile kadının ilk temizlik zamanına da şümullüdür, demişlerdir.
Bu grubtaki âlimler: İki kez temizlenmeye delâlet eden rivayetlere şöyle cevap vermişlerdir: Bu rivayetler iki kez temizlenme zamanını beklemenin müstahablığma delâlet eder.
Hadîste sözü edilen temizlenmeden maksat, kadının kanının kesilmesi mi, yoksa kan kesildikten sonra boy abdesti alması mı?
Bu hususta âlimler arasında ihtilâf vardır. A h m e d ' den her iki kavil de rivayet edilmiştir. Tekmile yazarının beyânına göre ikinci kavil tercih edilmiştir. Çünkü bâzı rivayetlerde Peygamber (Sal-lallahü Aleyhi ve Sellem)'in İ b n - i Ömer (Radıyallâhü anhKıtt karısı ile ilgili olarak buyurduğu emirde: «Yâ Ömer oğluna emret, karısına geri dönsün, kadın boy abdestini alınca tekrar aybaşı Âdetini görünceye kadar...» ifâdesi bulunuyor.
M â 1 i k' in mezhebi de budur.
Hadîsin son cümlesi Talâk sûresinin ilk âyetine işarettir. Bu âyetin kısa mealini yukarıya almıştım. Âyet-i Celîle kadınları, iddetlerinin başlamasına elverişli zamanda boşamayı hükme bağlamıştır. [11]
1. Kadın aybaşı âdeti içinde iken veya temizlik hâlinde kendisi ile cinsel ilişki yapılmış iken onu boşamak haramdır. Rac'ı talâkla yâni bir veya iki talâkla bu hallerde boşayan erkek, karısına geri dönmekle mükelleftir. Onun dönüş yapması vâcibtir. M â 1 i k' in kavli böyledir. Bir rivayetinde A h m e d de böyle demiştir.
Cumhurun kavli ile A h m e d' in meşhur kavline göre, kadına geri dönmek vacip değil müstahabtır. Çünkü evlenmek vacip değildir. Evliliği sürdürmek de vacip olmamalıdır. Lâkin Hanefi âlimlerden Hidftye sahibi erkeğin rac'at etmesinin vâcibliğine dâir kavle taraftar çıkarak, bunun sıhhatli kavil olduğunu söylemiştir. Gerekçe olarak da şunu göstermiştir: Hadîs rac'at etmeyi emretmiştir. Diğer taraftan aybaşı âdeti esnasında boşamak haram olunca bu hâlde nikâhı sürdürmek gerekir.
Kadının iddeti bitinceye kadar erkek ona dönmezse, artık nikâhı yenilemeden erkeğin kadına dönemiyeceği hususunda âlimler ittifak etmişlerdir.
Kadınla cinsî temasta bulunduğu temizlik hâlinde boşamada bulunan erkek, rac'at etmekle emrolunmamıştır. İbn-i Battal'in beyânına göre bu hususta da âlimler ittifak etmişlerdir. Lâkin Ş â -f i î 1 e r' den el-Hanâtiî rac'at etmekle ilgili bir kavli anlatmıştır.
Erkek, karısı ile gerdeğe henüz girmemiş iken, aybaşı âdeti hâlinde onu boşarsa, âlimlerin ittifakı ile rac'at etme emri yoktur. Yâni erkek bu durumda karışma dönüş yapmakla emrolunmamıştır. Bu kavle Hanefi âlimlerden Z ü f e r muhalefet etmiş ise de onun muhalefeti pek dikkata alınmamıştır. Çünkü gerdeğe girilmeden önce boşanan kadın için iddet durumu yoktur. Artık rac'at etmenin bir gereği kalmıyor. Bilindiği gibi rac'attan gaye kadının iddeti-nin uzamasını önlemektir. Yukardaki bilgi el-Fetih'ten naklen alınmıştır.
N e v e v i: Aybaşı âdeti içinde olan kadın hâmile ise Şafiî-ler'ce sahih olan kavle göre onu boşamak haram değildir. Çünkü âdet esnasında kadını boşamak iddetinin uzamasına sebebiyet verir. Bu nedenle yasaklanmıştır. Âdet hâlindeki kadın hâmile ise onun boşanma iddeti üç kez temizlenme süresi değil, doğum yapmasıdır. Durum bu olunca âdet esnasında iken boşanan hâmile kadının idde-tinde bir uzama söz konusu olmaz.
2. Hadîsin «Sonra dilerse kadını nikâhında tutar, dilerse bırakır» cümlesinden anlaşılıyor ki, bir adam, aybaşı âdeti esnasında bulunan karısına: âdetten temizleneceğin zaman boşsun, derse böyle bir boşama hadîslere uygun bir boşama sayılamaz. Çünkü sünnete uygun boşama kadın temiz iken erkeğin, irâdesini kullanarak yaptığı boşamadır.
3. Erkek karısı ile cinsel ilişkide bulunduğu temizlik hâlinde yaptığı boşama haramdır. Cumhurun kavli de böyledir.
Kadın aybaşı âdetinden temizlendikten sonra henüz onunla cinsel ilişkide bulunmamış iken kocasının yaptığı bir veya iki talâkla boşama sünnete yâni hadislere uygun bir boşamadır. Şayet üç talâkla boşarsa bâzı âlimlere göre yine sünnete uygun boşamadır. Şafiî ve A h m e dHn kavli böyledir.
Bâzı âlimlere göre sünnete uygun boşama yalnız bir talâkla olan boşamadır. Sevrî ve İshak'm kavli böyledir.
2020) Abdullah (bin Mes'ûd) (Radtyallâhü anh)'den; Şöyle demiştir:
Sünnet (hadîs)'e uygun olan boşama karısı (aybaşı ve lohusa-lık hâlinden) temiz iken ve onunla cinsel temasta bulunmaksızın erkeğin ettiği boşamadır."
2021) Abdullah (bin Mes'ud) (Radtyallâhü anh)'ın sünnet (hadîs)e uygun boşama hakkında şöyle söylediği kendisinden rivayet edilmiştir :
Erkek, karısını her temizlik hâlinde (onunla cima etmeksizin) bir talâkla boşar. Kadın üçüncü kez temizlenince (yine onunla cima etmeksizin) kocası onu (son bir talâkla) boşar. Bu son boşamadan sonra (iddet olarak) kadına bir kere aybaşı âdeti görmesi gerekir. (yâni bir kere hayız görüp temizlenince iddeti bitmiş olur.)" [12]
t b n - i M e s' u d' un bu iki hadisini N e s â î de riyâyet etmiştir. Bu hadîsler de sünnete uygun boşama usûlünü tarif ederler.
Hadîslere uygunluk açısından boşama iki kısma ayrılır: Birincisi Sünnî yâni sünnete — hadîslere — uygun olan boşamadır. İkincisi Bidî ve bidat yâni sünnete —hadîslere— uygun olmayan boşamadır.
Kadın aybaşı âdeti veya lohusalık hâlinde iken yapılan boşama Bidat olan boşamadır. Keza kadın temizlendikten sonra onunla cima yapıldıktan sonra olan boşama da Bidat sayılır.
Kadın temiz iken ve onunla cinsel ilişki yapılmaksızın yapılan boşama Sünnî sayılır. Şafiî ve Ahmed'e göre kadını bir temizlik hâlinde üç talâkla boşamak da bir veya iki talâkla boşamak gibi Sünnî sayılır. Diğer bir kısım âlimlere göre bir temizlik hâlinde birden fazla talâkla boşamak Bidat sayıbr. Ancak buna rağmen yapılan boşama geçerlidir.
Yukardaki hükümler, kendisi ile gerdeğe girilmiş ve aybaşı âdeti gören ve hâmile olmayan kadınlara mahsustur. Çünkü gerdeğe girmemiş olan kadın boşandığı takdirde onun için iddet diye bir şey bulunmadığından boşanmasının zamanı kendisine bir yarar veya zarar sağlamaz. Hâmile kadının iddeti ise doğum yapmasıdır. Bu nedenle bunların boşanması Bidat veya Sünnî diye vasıflanmaz. Bunlarla, bir de henüz aybaşı âdetini görecek yaşa henüz varmamış olan küçük yaştaki kadınlar ve aybaşı âdetinden kesilmiş bulunan kadınların boşanması ve iddetlerinin hesablanması hususunda ayrıntılı bilgi için fıkıh kitablarına başvurmak gerekir.
Bu hadis, yukarda durumu anlatılan kadının iddetinin üçüncü kez aybaşı âdetinden temizlenmesi ile tamamlandığına delâlet eder. Yâni temiz iken boşanan kadın, bundan sonra üç defa aybaşı âdetini görüp temizlendikten sonra iddeti tamamlanmış sayılır. Çünkü hadîsin râvisi İbn-i Mes'ud (Radıyallâhü anh) 'in görüşüne göre Bakara süresinin 228. âyetinde geçen Kur' kelimesi aybaşı âdeti demektir. Âyet-i celîle boşanan kadının iddet süresinin üç Kur' olduğunu bildirmiştir. Âyette geçen Kur' kelimesi ile aybaşı âdetinin kasdedildiğini söyleyenlerin başında Hulefâ-i Râşi-d î n, sahabîlerin diğer ileri gelenleri, Ebû Mûsâ el-Eş'â-ri, îbn-i Abbâs (Radıyallâhü anh) gelir. Tabiîlerden S a i d bin Cübeyr, Tâvûs ve Said bin el-Müseyyeb, Hanefî âlimler ve A h m e d de böyle hükmetmişlerdir.
Aişe, Mâlik, Şafii bir rivayetinde A h m e d ve yedi fıkıhçı Saîd bin el-Müseyyeb bir kavlinde, Urve bin Zübeyr, Kasım bin Muhammed, Ebû Bekir bin Abdirrahman, Harice bin Zeyd bin Sabit, Ubeydullah bin Abdillah bin Utbe bin Mes'ud ve Süleyman bin Y e -sâr Kur' kelimesini temizlik hâli olarak yorumlamışlardır.
Arap dilinde bu kelime iki mânâda da kullanılır. Yukarda anılan grublann gösterdikleri deliller, Âyet-i Celîlenin tefsir bahsinde ve bu bâbta rivayet edilen müteaddit hadislerin şerhlerinde uzun uza-dıya anlatılmıştır. O delilleri buraya aktarmaya gerek yoktur. Netice itibarı ile şöyle demekle yetinmek istiyorum :
Kur' kelimesini hayız olarak yorumlayanlara göre temizlik hâlinde iken ve kendisi ile cima yapılmaksızın boşanan kadın, boşandığı temizlik hâlini takiben üç kez aybaşı âdeti görüp temizlendikten sonra iddetini tamamlamış olur. Hadisimizin râvisi İbn-i Mes'ud {Radıyallâhü anh) da bu hadîste bu durumu belirtiyor.
Kur* kelimesinin temizlik hâli olduğunu söyleyenlere göre, durumu yukarda anlatılan kadın, boşandığı temizlik hâli dâhil üç kez temizlenip üçüncü kez aybaşı âdetine başlayınca iddeti tamamlanmış olur.
2022) Yûnus bin Cübeyr Ebû Ğallab (Radtyallâhü anh) şöyle demiştir :
Aybaşı âdeti içinde iken karısını boşayan adamın durumunu Abdullah bin Ömer'e sordum. Abdullah (Radıyallâhü anh) :
Sen Abdullah bin Ömer'i (yâni beni) tanıyor (mu) sun? (İşte Abdullah), karısını hayız hâlinde iken (bir talâkla) boşadı. Sonra (babası) Ömer, Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Selîem)'in yanına vararak (durumu arzetti). Bunun üzerine Peygamber, Abdullah'ın, karışma geri dönmesini emretti, diye cevap verdi. Ben (Abdullah'a) :
(Adam ettiği boşamadan dönüş yapınca) o talak, adamın aleyhinde hesablanır mı? diye sordum .Abdullah t (Radıyallâhü anh) :
Eğer adam (boşama yemininden sonra) karısına geri dönmekten âciz ise veya. dönebildiği halde ahmaklık edip dönüş yapmazsa (o talâk adam aleyhinde hesablanmaz mı?) Evet o talâk hesablanır." [13]
Buhâri' den başka Kütüb-i Sitte sahibleri ve A h m e d bu hadisi rivayet etmişlerdir.
Hadis, hayız hâlinde olan karısını boşayan erkeğin rac'at etmekle mükellef olduğuna ve rac'at etse bile ettiği boşama nedeni ile karısının bir talâkının gitmiş olduğuna delâlet eder. Yâni erkek rac'at edip karısına dönüş yapsa bile o talâk geri gelmez. Karısı iki talâk hakkı ile ona bağlı kalmış olur. Bundan sonra adam iki talâkla da boşadı mı artık kadın ona kesinlikle haram olur. Rac'at etmek veya nikâhı yenilemekle helâl olmaz. Âlimlerin cumhuru ve imamlar bu konuda ittifak halindedirler. îbn-i Hazm, îbn-i T e y -miye, îbn-i Kayyım ve Şiîler'e göre o talâk geri gelmiş olur. Yâni adam boşama yemini etmemiş gibi olur.
Tekmile yazarı bu hadîsin şerhi bölümünde Cumhurun delillerini ve cumhura muhalefet edenlerin mesnedlerine verilen cevabları ayrıntılı olarak beyan etmiştir. İsteyenler oraya müracaat edebilirler.
Râvi Yûnus'un son sorusuna Abd ullah'in verdiği ve hadîsin en sonunda kalan cümleyi şöyle açıklayanlar da vardır:
«Eğer adam, karısı hayız hâlinden temizleninceye kadar boşamayı geciktirmekten âciz kalıp sabredemezse ve âdet içinde boşamada bulunmak suretiyle ahmaklık ederse, onun ettiği talâk sayılmaz mı? Bu nasıl sayılıyorsa, dönüş yapanın ettiği talâk da sayılır. [14]
2023) (Abdullah) bin Ömer (Radıyatlâhü anhiimâ)'dan rivayet edildiğine göre;
Kendisi karısını, aybaşı âdeti içinde iken boş a m iş. Sonra Ömer
(Radıyallâhü anh), durumu Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sel-lem)'e anlatmış, Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) de:
«Oğlun Abdullah'a söyle, karısına geri dönsün. Sonra karısı âdetten temizlenmiş (boy abdesti almış) iken (—onunla cima etmeksizin—) veya hâmile iken boşasın (boşayabilir)» buyurmuştur." [15]
Bu hadîsi Ahmed, Müslim, Tirmizî, Ebû D â -vûd ve Nesâi de rivayet etmişlerdir. Bâzı rivayetlerde bulunan lâfız değişikliği mânâyı etkilemez. [16]
1. Kadın ay başı âdeti içinde iken onu boşamak haramdır ve hemen ona dönüş yapmak vâcibtir. Çünkü Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) tbn-i Ömer (Radıyallâhü anh)'in dönüş yapmasını emretmiştir. Ancak bilindiği gibi onun boşaması bir talâk ile olmuştu. Üç talâkla boşama olmuş ise aybaşı âdeti içinde de olsa artık kadına dönüş yapmak mümkün değildir. Böyle bir boşama haram ise de geçerlidir.
Tekmile yazan Sünnet talâkı babında rivayet olunan bu hadîsin açıklaması bahsinde şöyle der:
N e v e v î: Kadının rızâsı olmaksızın hayız hâlinde ve hamilelik durumu da yok iken onu boşamanın haramhğı hususunda tüm ümmet icmâ etmiştir. Şayet adam bu durumda karısını boşarsa haram işlemiş olur. Talâkı da geçerlidir. Adam karısına dönüş yapmakla mükelleftir. (Tabiî boşama üç talâkla olmuş ise artık dönüş yapılamaz) . Zahiriye mezhebine mensup bâzı âlimler, hayız hâlindeki boşama geçersizdir, çünkü böyle bir boşamaya izin verilmemiştir .demişler ise de bu söz muteber değildir. Doğrusu yukarda anlattığım sözdür, demiştir
2. Karısını aybaşı âdeti içinde iken bir veya. iki talâkla boşa-yan adam, ona dönüş yapıp âdetten çıkılıncaya kadar onunla birlikte yaşaması emredilmiştir. Karısı temizlendikten sonra onu boşamak caizdir. Yâni iki kez temizlenmesini beklemeye gerek yoktur. E b û Hanîfe' nin kavli budur Şafii ve Ahmed' den alman birer rivayet de böyledir.
3. Hâmile kadını, temiz iken veya aybaşı âdeti içinde iken boşamak caizdir ve sünnete yâni hadîslere uygun boşama sayılır. Cumhurun kavli budur. Hâmile kadını boşamanın Sünnî bir boşama olmadığına dâir bir kavil Ahmed' den rivayet edilmiştir.
4. Rac'at hususunda erkek kendi başına yetkilidir. Karısının muvafakati veya velinin aracılığı ve izni gibi şeylere ihtiyaç yoktur. [17]
2024) Amir eş-Şabî (Radtyallâhü anh)'den; Şöyle demiştir:
Ben, Fâtıma bint-i Kays (Hadıyallâhü anhâ) 'ya Bana boşanman (olayın)ı anlat, dedim. Fâtıma: Kocam Yemen tarafına çıkmış iken beni üç talâkla boşadı. Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) de bunu geçerli saydı, dedi." [18]
Bu hadisi Müslim, Ebû Dâvûd, Nesâî ve Ta-h a v î de rivayet etmişlerdir. Müellifin bu hadis için açtığı babın başlığına bakılırsa bu hadîste anılan üç talâkla boşama olayının bir oturumda yapıldığı mânâsını vermek gerekir Hadîsin lafzında ise bu hususta bir açıklık yoktur. Fâtıma bint-i Kays (Radı-yallâhü anhâ) 'nın boşanmasına âit rivayetler muhteliftir. Bâzı rivâyetlere göre ayrı ayrı zamanlarda boşanmıştır. Diğer bâzı rivayetler buradaki rivayet gibidir. Ebû Dâvûd'un süneninde bu rivayetlerin bir kısmı rivayet edilmiştir.
Ebû Dâvûd "Mebtûte (yâni tamamen boşanmış) kadının nafakası" babında bu rivayetlerin bir kısmını almıştır. Tekmile yazarı da anılan rivayetler arasında görülen ihtilâfın halli için N e -v e v i' nin şöyle dediğini nakleder :
Fâtıma bint-i Kays (Radıyallâhü anhâ)'nin boşanmasına âit rivayetler arasında görülen ihtilâfın bertaraf edilmesi için şöyle yorum yapılır: Fâtıma (Radıyallâhü anhâ) daha önce iki talâkla boşanmıştı. Sonra da kalan bir talâk ile boşanmış. Artık Onun boşandığını belirtip talâk sayısına temas etmeyen rivayetler, onun bir talâkla boşandığına dâir rivayetler ve onun son kalan talâkla boşandığına âit rivayetler açıktır. Yâni bir yoruma gerek yoktur. Bu rivayetler zahiri gibi kabul edilir. Onun tamâmı ile boşandığına dâir rivayetten maksat, bir celsede üç talâkla boşandığı değildir. Maksat kalan talâkla boşanmak suretiyle tamamen boşandığım ifâde etmektir. Keza onun üç talâkla boşandığına dâir rivayetten maksat üç talâkın bir oturumda vuku bulduğunu ifâde etmek değildir. Gaye üç talâkı tamamlayan bir boşamanın vuku bulduğudur.
Fâtıma (Radıyallâhü anhâ) 'nın kocası Ebû Amr bin Hafs bin el-Muğire (Radıyallâhü anh) 'dır. Bâzı rivayetlere göre Ebû Amr' (Radıyallâhü anh), Fâtıma (Radıyallâhü anhâ)'yi boşadıktan sonra "V" e m e n tarafına çıkmıştır. Buradaki rivayette olduğu gibi bâzı rivayetlere göre Ebû Amr (Radıyallâhü anh), Yemen tarafında iken onu boşamıştır. Rivayetlerin şöylece birleştirilmesi mümkündür: Ebû Amr (Radıyallâhü anh) yolculuğa çıkmadan önce iki talâkla boşamış. Yemen tarafına gittikten sonra kalan bir talâkla da boşamıştır. Başka şekilde de rivayetleri birleştirenler olmuştur.
Tekmile yazarının beyânına göre Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem), Ali (Radıyallâhü anh)'ı Yemen tarafına gönderdiği zaman Ebû Amr (Radıyallâhü anh) da onunla beraber gitmişti. Orada iken kalan son ve üçüncü talâkla karısını boşamıştı.
Fâtıma (Radıyalâhü anhâ)'nın hâl tercemesini 1789 nolu hadîs bölümünde vermiştim. Onu boşayan kocasına gelince, künyesi Ebû Amr bin Hafs bin el-Müğîre' dir. Bir kavle göre Ebû Hafs bin el-Müğire el-Mahzûmî
e 1 - K u r e ş i' dir. Adının A h m e d veya Abdülhamid olduğunu söyleyenler vardır. Bir kavle göre adı ile künyesi birleştirilmiştir. Yâni künyesinden ayrı olarak bir ismi yoktur. Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) hayatta iken E b û A m r (Radı-yallâhü anh) Ali (Radıyallâhü anh) ile beraber Yemen tarafına gitmiş, orada iken karısı F â 11 m a (Radıyallâhü anhâ) 'yi boşamış ve orada vefat etmiştir.[19]
Bundan önce geçen ikinci bâbta rivayet edilen hadîsler, üç talâkın ayrı ayrı temizlik hallerinde yapılmasının meşruluğuna delâlet ederler. Bu hususta gerekli bilgi orada verildi.
Şayet bir adam karısını bir defada ve üç talâkla boşarsa bunun hükmü nedir?
Böyle bir boşama bidat yâni sünnete aykırı bir boşama tarzı sayılmakla beraber geçerlidir ve bununla kadının üç talâkı da gitmiş olur. Bu hususta dört mezheb imamları ve tüm âlimler ittifak halindedirler .
Saîd bin Cübeyr, Tâvüs, Atâ, Amr bin Dinar ve Zahiriye mezhebi mensublarının böyle bir boşama ile ancak bir talâkın gittiğine hükmettikleri rivayet edilmiş ise de Hattâbî şöyle cevap verir: "Bir sözle yapılan üç talâkla boşamanın bir talâkla boşama olduğuna dâir sahâbilerden ve tabiilerden yapılan nakil onların ilk bilgilerine dayanır. Bu hüküm neshedil-miş ve böyle bir yeminle üç talâkın gittiği yolunda icmâ oluşmuştur. Son durumdan haberdar olan hiç bir sahâbinin bu son hükme muhalefet ettiğine dâir hiç bir sahih rivayet yoktur, demiştir.
Şu halde Ali, îbn-i Mes'ud, Abdurrahman bin Avf ve Zübeyr (Radıyallâhü anh) 'den yapılan nakiller de böyledir.
Tekmile yazan "Üç talâkla boşamadan sonra kadına geri dönmenin mensuhluğu" babında rivayet olunan hadislerin izahı bölümünde bu hususta geniş bilgi vermiştir. Yukarda verdiğim bilgi de oradan alınmadır. Onun verdiği bilgilerden bâzı paragrafları buraya aktarmakla yetinmek istiyorum. Çünkü tamâmı buraya aktanlır-sa en az 40 - 50 sahife tutar.
Mâlik, Şafiî ve Ebû Davud'un rivayet ettikleri I y â z' m hadisinden anlaşılıyor ki îbn-i Abbâs (Radıyallâhü anh) ilk zamanlarında üç talâkla yapılan boşamanın bir talâk hükmünde olduğunu söylemiş ise de sonradan bu görüşten rücû etmiş ve bununla üç talâkın gittiğine hükmetmiştir.
Yine Ebû Davud'un müteaddit senedlerle rivayet ettiğine göre karısını bir defada üç talâkla boşayan bir adam İ b n - i Abbâs (Radıyallâhü anh) 'a müracaat ettiğinde, 1 b n - i Abbâs, adamın karısının üç talâkla boşanmış olduğuna hükmetmiştir. Ibn-i Abbâs (Radıyallâhü anh) 'in tilmizleri M ü c â -hid, Said bin Cübeyr, Atâ, Mâlik bin el-Hâ-ris ve Amr bin Dinar: İbn-i Abbâs (Radıyallâ-hü anh)'m böyle hükmettiğini yine Ebû Dâvûd tarafından rivayet edilmiştir.
Ebû Dâvûd'un rivayet ettiği bir hadîste t b n - i Abbâs (Radıyallâhü anhümâ) :
"Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) hayatta iken ve Ebû Bekir (Radıyalâhü anh)'in halifeliği dönemi ile Ömer (Radıyallâhü anh)'in halifeliği döneminin ilk zamanlarında bir adam karısını üç talâkla (bir sözle) boşadığı zaman, bununla bir talakının gittiğine hükmedilirdi. Sonra halîfe Ömer (Radıyallâhü anh) halkın boşama işini çoğalttığını görünce böyle boşama ile üç talâkın gittiğine hükmetmeyi emretti." demiştir.
Tekmile yazarı bu hususta şöyle der:
"Âlimler bu mes'ele hakkında ihtilâf etmişlerdir. Bâzıları bu hadisin zahiri ile amel ederek, bir defada üç talâkla yapılan boşama ile yalnız bir talâk gitmiş olur, demişlerdir. Sahâbîlerden, Zübeyr bin el-Avvâm, Abdurrahman bin Avf, Ibn-i Mes'ud, Ali bin Ebî Tâlib ve Ibn-i Abbâs (Radıyallâhü anhüml'den bu kavil rivayet edilmiştir. Tabiilerden İkrime Mevlâ Ibn-i Abbâs, Tâvûs, Muham-med bin îshak ve Zahiriye mezhebi mensublarının çoğu bu görüşü benimsemişlerdir. Hanefi, Mâliki ve Han-beli mezheblerine mensup bâzı kimselerden de böyle bir kavil rivayet edildiği söylenmiştir. Fakat bu görüş tutarsızdır. Çünkü Ömer (Radıyallâhü anh) böyle bir boşama ile kadının üç talâkının gittiğine hükmettikten ve ilk zamanlardaki hükmün neshedildiği sahâbîlerce bilindikten sonra, Ömer (Radıyallâhü anh)'m verdiği fetvaya aykırı hiç bir sahâbînin fetva verdiği veya böyle bir şey söylediği rivayet edilmemiştir. Eğer ilk zamanlardaki hükmün neshe-dildiği durumu olmamış olsaydı Ömer (Radıyallâhü anh) böyle bir fetva veremezdi. Keza o bu fetvayı verdiKten sonra onun zamanında yaşayan hiç bir sahâbînin onun bu fetvasına karşı çıkmaması düşünülemez.
Cumhur, bu hadîs ile buna benzer gösterilen delillere şöyle cevap vermiştir:
1. Yukarıya meali alman İbn-i Abbâs (Radıyallâhü anh)'in hadîsi muztaribtir ve defaten üç talâkla yapılan boşama ile kadının üç talâkının da gittiğine dâir gerek İbn-i Abbâs (Radıyallâhü anh)'tan ve gerekse diğer sahâbilerden tevatür yolu ile yapılan rivayetlere muhaliftir. Artık anılan hadîsle amel etmek caiz değildir. El-Kurtubî, Müslim'in şerhi el-Müfhim'de: İbn-i Abbâs (Radıyallâhü anh)'in bu hadîsi, kendisinden rivayet edilen diğer sahih rivayetlere ters düştüğü gibi muztaribtir. Hadisin ifâde tarzına bakılırsa bu durumun o devirde yaşayan bütün sahâbîler ile tabiilerden nakledilmesi gerekir. Eğer böyle bir şey olmuş olsaydı, yaygınlaşması gerekirdi ve yalnız İbn-i A b -bas (Radıyallâhü anh)'a münhasır kalmaması gerekirdi. Halbuki başkasından böyle bir şey rivayet edilmemiştir. Bu durumda, anılan hadîsin bâtıl olduğunu tevsik eden bir delil bulunmadığı takdirde yine bununla amel etmemek gerekir, demiştir.
2. Anılan hadîs, üç talâkla boşamaya âit olmayıp talâk sayısı anılmaksızm "kesinlikle boşadım" şeklinde yapılan boşamaya âit olabilir. Nitekim Hattâbî: Bu hadîsin "kesinlikle boşama" mânâsına yorumlanması muhtemel ve yakındır. Çünkü bu nevî boşamanın yâni "kesinlikle boşama" sözü ile bir talâkın gittiği, Rükâ-n e (Radıyallâhü anhâ) 'ye âit bir hadîste rivayet edilmiştir.R ü -k â n e (Radıyallâhü anhâ) hakkında Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) böyle hükmettiği gibi bu nevi boşama ile ancak bir talâkın gittiğineÖmer (Radıyallâhü anh) da hükmetmiştir. Sonra halk boşamaya hız verince bununla da üç talâkın gittiğin Ömer hükmettiği gibi Ali, îbn-i Ömer, Saîd bin el-Mü-seyyeb, Urve,Ömer bin Abdilaziz ve Zühri (Radıyallâhü anhüm) de böyle hükmetmişlerdir.Mâlik, E v -zâı, Ibn-i Ebi Leylâ, ve Ahmed de böyle hükmedenlerdendir.
3. İbn-i Abbâs (Radıyallâhü anh) 'm hadisi boşama sözünün üç defa tekrarlanması ile ilgilidir. Meselâ: Adam, karısına "Sen boşsun. Sen boşsun. Sen boşsun" der. Böyle bir şekil boşamada bulunan adam ikinci ve üçüncü cümle ile ilk cümleyi teyid ve takviye etmiş olabilir. Ya da her cümle ile karısının bir talâkını ve böylece üç cümle ile onun üç talâkını gidermeyi kasdetmiş olabilir. Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) ve Ebû Bekir (Radıyallâhü anh) dönemlerinde herkes dürüst ve doğru sözlü idi. Hilebazlar yoktu. Boşama sözünü kullanan adama, niyeti sorulduğu zaman içindeki samimî niyeti söylerdi. Onların ifâdelerinin doğruluğuna inanıldığı için böyle bir yeminde bulunan kişiye niyeti sorulduğunda: Ben ikinci ve üçüncü cümle ile ikinci ve üçüncü talâkı atmayı niyet etmedim, benim niyetim bir talâkla boşamak idi, ikinci ve üçüncü cümleyi, ilk cümlenin takviye ve tekidi için kullandım, deyince onun ifâdesinin doğruluğuna inanıldığı için bu sözle bir talâkın gittiğine hükmedilirdi. Ömer (Radıyallâhü anh) durumun ve ahvalin değiştiğini görünce, ikinci ve üçüncü cümleleri ilk cümlenin tekidi şeklinde yapılacak yorumlamayı yasakladı ve böyle bir sözle üç talâkın gittiğine hükmedilmesin! emretti.
4. Bu hadis, gerdeğe girilmeden önce edilen boşamaya aittir. Saîd bin Cübeyr, Tâvûs, Ata ve Amr bin Dinar (Radıyallâhü anhüm) gibi İbn-i Abbâs (Radıyallâhü anh)'m arkadaşları hadîsin böyle yorumlandığım söylemişlerdir. Bunlara göre henüz gerdeğe girmeden önce üç talâkla boşanan bir kadının defaten yapılan bu boşama ile yalnız bir talâkı gitmiş olur. Fakat tüm âlimler onların bu görüşünü kabul etmemişlerdir. Rabia bin Abdirrahraan, îbn-i Ebi Leylâ, Evzâî, Leys bin Sa'd ve Mâlik bin Enes (Radıyallâhü anhüm) : Bir adam gerdeğe girmediği kansına "Sen boşsun. Sen boşsun. Sen boşsun" sözünü aralıksız söyler ise bununla üç talâk gitmiş olur ve artık nikâh yenilemekle veya rücû etmekle adama kadın helâl olmaz, demişlerdir. Ancak İmam Mâlik: Adamın tekid niyeti yok ise hüküm böyledir, demiştir. S ü f y â n - i S e v r İ, rey ehli, Şafiî, Ahmed ve Ishak: Kadın ilk söz ile tamamen boşanır, kalan sözlerin bir değeri kalmamış olur, demişlerdir.
5. tik zamanlarda üç talâkla boşama bir talâk olarak kabul olunurdu. Sonra Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) hayatta iken bu hüküm neshedildi. Ebû Davud'un Yezîd-i Naha-v i (Radıyallâhü anh) 'den î k r i m e (Radıyallâhü anh) yolu ile îbn-i Abbâs (Radıyallâhü anh) 'tan ettiği rivayete göre ilk zamanlarda adam karısını üç talâkla da boşadığı zaman henüz iddet bitmemiş iken, karısına geri dönebilirdi. Sonra Bakara sûresinin 229. âyeti ile bu hüküm neshedildi.
Tekmile yazarı bu hususlarda rivayet olunan hadîsleri de naklettikten sonra şöyle der :
Bu hadisler açıkça gösteriyor ki, tek bir cümle ile karısını üç talâkla boşayan adam onu üç talâkla boşamış sayılır. Böyle bir sözle ancak bir talâkın gittiğine dâir hüküm ilk zamanlara aitti. Sonradan bu hüküm neshedilmiştir. İbn-i Abbâs (Radıyallâhü anh) da bunu demek istemiştir.
Yukardan beri verdiğim bilgilerden de anlaşıldığı gibi hak olan hüküm, sahâbîlerin cumhuru, tabiîlerin cumhuru ve dört mezhep imamlarının ittifakla verdikleri hükümdür. Şöyle ki: Bir adam tekbir sözle ve bir defada karısını üç talâkla boşadığında, üç talâkın tamâmı gitmiş olur. Bu hüküm İbn-i Abbâs, Ebû H ü -reyre, İbn-i Ömer, Abdullah bin Amr, İbn-i Mes'ud ve Enes bin Mâlik (Radıyallâhü anhüm)'den de rivayet edilmiştir.[20]
2025) Mutarrtf bin Abdillah bin eş-Şıhhîr (Radıyallâhü ank)'den rivayet edildiğine göre :
İmrân bin el-H us ay n (Radıyallâhü anh)'a şöyle bir soru soruldu : Bir adam karısını (bir veya iki talâkla) boşar. Sonra (henüz iddet bitmemiş iken) karısına dönüş yapıp onunla cinsel ilişkide bulunur. Halbuki, adam ne boşamayı ne de rac'atı (geri dönüşü) şâhidlendir-memiş (şâhidlerin huzurunda yapmamış) tır.
İmrân (Radıyallâhü anh) (bu soruya cevaben) şöyle demiştir i Sen (boşamayı ve karına geri dönüşü şâhidlendirmerr;ekle) Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'in sünnetine aykırı boşamada bulunmuş ve (yine) Onun sünnetine aykırı rac'atta bulunmuşsun. Kadım boşamayı ve ona rac'at etmeyi şâhidlerin huzurunda yapmalısın, dedi." [21]
Bu hadîsi Ebû Dâvûd da rivayet etmiştir. Oradaki rivayette hadîsin son cümlesi; "ve bir daha şâhid olmaksızın boşama veya rac'atta bulunma" şeklindedir.
Rac'at: Karısını bir veya iki talâkla boşamış ve henüz iddet bitmemiş iken adamın karısına geri dönmesidir. Bu dönüş sözle olabildiği gibi kadının yatağına girip onunla cinsel temasta da olabilir.
İ m r a n (Radıyallâhü anh)'in bu eseri merfû hadîs hükmündedir. Çünkü onun "... Peygamber'in sünnetine ayları..." ifâdest eserin merfû hadîs hükmünde olduğunu tevsik eder,
Bu eser boşctma ve rac'at işinin şâhidlerin huzurunda yapılmasının meşruluğuna delâlet eder. Bu işleri şâhidlendirmenin vâcibMgi veya müstahablığı hususunda âlimler arasında ihtilâf vardır. Tekmile yakarı bu ihtilâfı özetle şöyle anlatır;
1. Şafii ve Ahmed'in birer kavillerine göre boşama ve rac'at için şahit tutmak vâciotır. Bu hadîsin zahiri buna delâlet ettiği gibi Talâk sûresinin 2. âyetinin zahiri de buna delâlef^ eder. Âyetin meali şöyledir: * (Rac'i talâkla boşadığınız) kadınların iddet süresi bitmek lidere iken onları ya iyilikle tutun (onlara geri dönün) ya da iyilikle bırakın, (rac'at veya bırakmaya dâir) içinizden âdil iki şahit getirin...
2. Hanefıler, Mâlik ve bir rivayetinde A h m e d anılan şahit getirme emri müstahaölık içindir. Çünkü rac'î talâkta, erkeğin karısına dönüş yapması için kadının muvâfal^atı şart değildir. Erkeğin diğer hakları gibi bu hakkın kullanılması için şahit tutmaya gerek yoktur. Keza rac'at için kadının velisinin hazır bulunmasına ihtiyaç olmadığı gibi şahide de hacet yoktur. Âyet ve haclîs-deki emir müstahablık içindir, demişlerdir.
Erkeğin rac'atımn mutlaka iddetin bitiminden önce olmasının gerekliliği hususunda âlimler ittifak halindedir. Rac'atın sözle olduğu hususunda da ihtilâf yoktur.
Cumhura göre rac'at sözle olduğu gibi fiille de olabilir. Yâni erkek dili ile bir şey söylemeden, karısı ile cinsel münâsebette bulunursa bununla da rac'at etmiş sayılır. Ancak Mâlik ve İşhak'a göre erkek cimaa tevessül ederken rac'at niyeti ile bu işi yapmalıdır. Niyetsiz olursa rac'at sayılmaz.
Hanef iler, Said bin el-Müseyyeb, Hasan, Sevri ve Evzâî'ye göre niyet şart değildir. Çünkü iddet süresince erkek muhayyerdir. Karısına dönüş yapmayı sözle yapabildiği gibi fiille de yapabilir.
Şafii ve Ahmed'in birer kavillerine göre rac'atın sözle yapılması şarttır. Çünkü rac'at için şahit tutmak gerekir. Bu gibi işlerde şâhidlik ancak sözlü rac'at için yapılabilir.
Âyet ve hadisin zahirine göre rac'at sözle olabildiği gibi cinsel ilişkide bulunmakla da olabilir. Bu itibarla Hanefiler'in görüşü daha açıktır. [22]
1. Boşama ve rac'at için iki şahit tutulmalıdır.
2. Şahit olmaksızın yapılan boşama ve rac'at Peygamber (Sal-lallahü Aleyhi ve Sellem) 'in sünnetine aykırıdır.
3. Rac'at kadınla cinsi münâsebette bulunmakla da olabilir. Bu üç maddede anlatılan hükümler hakkındaki fıkıhçılann görüşlerini yukarda Tekmile'den naklen verdim. [23]
2026) Zübeyr bin el-Avvâm (Radıyallâhü anh)'den rivayet edildiğine göre :
Ümmü Külsum bint-i Ukbe (Radıyallâhü anhâ) onun nikâhı altında idi. Ümmü Külsum (Radıyallâhü anhâ) hâmile iken (bir gün) Zübeyr (Radıyallâhü anh»a: Bir talâkla (beni boşamak sureti ile) nefsimi hoşlandır (gönlümü açıver) diye talebte bulunmuştur. Zübeyr (Radıyallâhü anh) de onu bir talâkla boşadıktan sonra namasa çıkmış ve namazdan d ön ünce ye kadar karısı doğun yapmıştır. Bunun üzerine Zübeyr (Hadıyallâhü anh) : Bu kadına ne ohıyor? Beni aldattı, Allah onun cezasını versin, demiş, sonra Peygamber (Saltel-lahü Aleyhi ve Sellem) in yanına varmış (da başından geçeni anlatmıştır) Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) ona -.
«İddet süresi beklenmedik bir anda sona ermiştir. I Artık) «en ona (yeniden) talip ol» buyurmuştur."
Not: Zevâid'de şöyle denilmiştir: Bunun senedindeki râviJer sıka aâtianfer. Fafcat sened munkatîdir. Râvi Meymûn, İbn-i Mihrân olan zâttır. Meymün'un babası Ebû Eyyub'un Zübeyr'den olan rivayetlerinin roürsel olduğunu eL-Mizii, et-Tebzlbte söylemiştir. [24]
Zevâid türünden olan bu hadîs, hâmile bir kadm boşandığı zaman iddetinin doğum yapması olduğuna delâlet eder. Hâmile olmayan kadın gibi üç defa temizlenmesi ve aybaşı âdeti görmesi diye bir iddet onun için söz konusu değildir. Hadîsten çıkarılan diğer bir hüküm de : Bir talâkla boşanan kadının iddeti esnasında kocası rac'at etmez veya edemezse, iddet bittikten sonra, artık karıya dönüş yapamaz. Ancak yabancı bir erkek gibi kadına yeniden istekli çıkabilir. Kadın kabul ederse usulü dâiresinde yeniden nikâhları kıyılır. Kadın muvafakat etmezse, onu boşayan erkek için bir tercih hajütı yoktur.
Talâk sûresinin 4. âyetinde geçen;
« ,. ye hâmile kadınların iddet süresi doğum yapmalarıdır...» nazm-i celîlde hâmile kadınların iddetlerinin doğum yapmaları ile sona erdiğine delâlet eder. Bu âyet-i celîlenin anılan kısmı acaba kocası ölen hâmile kadınlara da şümullü mü? yoksa yalnız boşanan hâmile kadınlara mı mahsustur? Bu hususta gerekli bilgi ve ilim ehlinin görüşleri inşaallah bundan sonra gelen bâbta rivayet olunan hadîslerin izahı bölümünde verilecektir.
Burada şunu söylemekle yetiniyorum. Boşanan kadın hâmile ise onun iddeti, doğum yapması ile sona ermiş olur. Bu hususta yukar-daki nass mevcuttur. [25]
2027) Ebü's-Senâbil (bin Ba'kek) (Radtyallâhü anh)'den; Şöyle demiştir :
Sübey'a el-Eslemiyye bint-i el-Hârîs (Radiyallâhü anhâ), kocasının vefatından yirmi küsur gece sonra doğum yaptı. Sonra lohu-galık hâlinden çıkınca evlenme tekliflerini almaya hazırlandı. Onun bu durumu kınandı ve Resûlullah Salialiahü Aleyhi ve Sellem) 'e de anlatıldı. Bunun üzerine Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) şöyle buyurdu t
«Eğer (evlenme işini) işlerse (bunu yapabilir) çünkü iddet süresi bitmiştir.»*'
2028) Mesrûk ve Amr bin Utbe (Radtyallâhü anhümâ)'6a.n rivayet edildiğine göre:
İkisi Sübey'a bint~i el-Haris (Radıyallâhü anhâî'ya mektup yazarak onun iddetle ilgili durumunu sordular. Sübey'a (Radıyallâhü anhâ) onlara şöyle cevap yazdı: Sübey'a, kocasının ölümünden yirmi beş gün sonra doğum yaptı. Sonra da hayırlı bir koca ile evlenmek arzusu ile hazırlandı. Bu esnada Ebü's-Senâbil bin Ba'kek (Radıyallâhü anh), ona uğradı ve (hazırlandığını görünce) : Sen acele ettin. Uzun iddet olan dört ay on gün bekle, diyerek (Sübey'a (Radıyallâhü anhâl'nın doğum yapmakla iddetten çıkmasına karşı çıktı.) Sübey'a (Radıyallâhü anhâ) (demiştir ki) Bunun üzerine ben, Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'in yanına vararak:
Yâ Resul ali ah! Benim için istiğfar buyur, dedim. O -.
«İstediğin istiğfar ne hakkındadır?» diye sordu. Ben de durumu O'na arz ettim. Bunun üzerine buyurdu ki •.
«Eğer sen sâlih bir koca bulursan.evlen.»"
2029) Misver bin Mahrama (Radtyallâhü aniden rivayet edildiğine göre:
Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) (kocası ölen) Sübey'a (Radıyallâhü anhâ)'ya, loğusalığından çıkınca evlenmesini emretti. [26]
Bu babın ilk hadîsini Tirmizî ve Nesâî de rivayet etmişlerdir. İkinci hadisin birer benzerini Müslim, Ebû D â -vûd ve Nesâî de rivayet etmişlerdir. Üçüncü hadîsi Buhâ-ri ve Nesâî de rivayet etmişlerdir. Bâzı rivayetler uzundur. Ama, hepsinden çıkarılan fıkhî hüküm aynıdır.
Hadîste anılan Sübey'a bin t-i el-Hâris el-Es-I e m i y y e (Radıyallâhü anhâ) 'yi îbn-i S a' d muhacirlerden saymıştır. îbn-i îshak'ın bir rivayetinde bu kadının ismi Sübey'a bint-i Ebi Berza el-Eslemi, diye geçer. E 1 - H â f ı z: Eğer bu rivayet sabit ise, burada anılan Ebû Berzâ, meşhur sahâbî olan Ebû Berza' dan bas-fca, bir kimsedir. Ebû Berza sözcüğü, ya Sübey' nın ba-bası H & r i s ' in künyesidir, ya da Sübey'a' nın bir dede-sinin isim veya künyesidir, demiştir.
Sübey'a (Radıyallâhü anhâ) Peygamber (SallaHahü Aleyhi ve Sellem) den bu bâbtaki hadîsi rivayet etmiştir. Kendisinden de Medîne-i Münevvere fıkıhçiları ve Küfe ehli rivayette bulunmuşlardır. Buhârî, Müslim, E t> û Dâvûd, Mesâi ve İbn-i Mâceh onun hadisini rivayet etmişlerdir.
Sübey'a (Radıyallâhü anhâ) 'yi boşayan kocasının adı ise Sa'd bin Haviete' dir. Ebû Dâvûd'un rivayetine göre bu zât, Beni Âmir bin Lüey kabilesinden olup Bedir savaşma katılma şerefine mazhar olanlardandır. Sübey'a fHadıy&U&hü anhâ) ile evli iken hicretin 10. yılı Veda haccında Mekke'de vefat etmiştir. Bir kavle göre bu zât aslen İran'h olup Yemen tarafından gelmedir ve Beni Âmir kabilesinin antlaşmak mensubu idi. Onun vefat târihi hakkında başka rivayetler de vardır.[27]
Hadislerde sözü edilen Ebü's-Senâbil (Radıyallâhü anh) bin Ba'kek bin Haris bin Sabbak bin Abdiddâr
el-Kureşi, Müellefe-i Kulûb yâni müslümanhğı kabul edip gönülleri henüz Islâmiyete iyice yatışmayanlardan idi. Bu zâtın adının A m r, Âmir veya Habbe olduğuna dâir rivayetler ve başka rivayetler de vardır. Onun bir kaç hadîsi vardır. Râvisi Züfer bin Evs' tir. Onun Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) 'den sonra yaşadığını I b n - i Sa'd kesin olarak ifâde etmiştir.[28]
Hadîsler, kocası ölen hâmile kadının doğum yapması ile iddeti-nin sona erdiğine delâlet ederler. Ashab-ı Kiram'dan Ömer (Radıyallâhü anh), oğlu Abdullah ve îbn-i Mes'ud (Radıyallâhü anhâ) keza Hanefiler, Malık, Şafii, Ahmed ve Süfyân-i Sevri bu hadislere göre hükmetmişlerdir. Bu grubtaki âlimler kocası ölen hâmile kadınların iddet süresinin dört ay on gün olduğuna dâir Bakara sûresinin 228, âyetinin hükmünü Sübey'a (Radıyallâhü anhâVnm hadîsi ile husüsileştir-misler ve anılan âyetin hâmile olmayan kadınlara mahsus olduğunu söylemişlerdir. Yine bu gruba dâhil âlimler Talâk süresinin 4. âyetinde bulunan; «Hamile kadınların iddeti doğum yapmaları ile sona erer...» nazm-i celilin hükmünün boşanan ve kocası ölen kadınlara şümullü olduğunu söylemişlerdir. Yâni hâmile kadın, boşandığı takdirde iddeti doğum yapması ile sona erdiği gibi kocası öldüğü takdirde de iddeti dört ay on gün değil, doğum yapmasıdır. Çünkü Bakara sûresinin 228. âyeti ile Talâk sûresinin 4. âyetindeki anılan hükümler umumi mânâya alındığında iki âyet arasında bir çelişki doğar. Şöyle ki, Bakara sûresinin 228. âyetine göre "Kocası ölen kadınların İddet sûresi dürt ay on gündür." Bu âyetteki hükmün hâmile olan ve olmayan bütün kadınlara umumî olduğunu farzedelim.
Talâk sûresinin 4. âyetinde de "Hâmile kadınların iddetinin doğum yapmaları ile sona erdiği bildirilmiştir.» Bu âyetteki hükmün kocası Ölen ve boşanan tüm kadınlara umunu ve şümullü olduğunu farzedelim.
Şimdi: Kocası ölen hamile kadının iddeti ne kadardır? B akara sûresinin 228. Âyetini umumi mânâda alırsak anılan kadın dört ay an gün iddet bekler.Ta1ak sûresinin 4. âyetini umumî mânâda alırsak anılan kadının doğum yapması ile iddetten çıkması gerekir.
İşte, yukarda anılan Zavat-i Kiram, S ü b e y ' a (Radıyallâhü anhâ)'nın hadisini delil göstererek kocası ölen hâmile kadının idde-tinin, doğum yapması ile bittiğine hükmetmişlerdir. Buna paralel olarak Talâk sûresinin 4. âyetindeki "hâmile kadınların iddeti ile ilgili hükmün" umûmi olup boşanan veya kocası ölen hâmile kadınların iddetinin doğum yapması ile sona erdiği yolunda yorum yapmışlardır. Bunun için Bakara sûresinin 228. âyetindeki hükmün hâmile değil iken kocası ölen kadınlara âit ve mahsus olduğunu da bu zâtlar söylemişlerdir.
2030) Abdullah bin Mes'ûd (Radıyallâhü an fi)'den; Şöyle demiştir: Vallahi kim dilerse (gelsin) haksız olanı beraberce lânetliydim. (—Haksız olana lanet olsun diyelim.) Şübhesiz Talâk sûresi, (kocası ölen kadının iddetinin) dört ay on gün olduğuna dâir âyetten sonra indirilmiştir." [29]
Bu hadîsi Ebû Dâvüd ve Nesâi de rivayet etmişlerdir.
Talâk süresinde kadınlarla ilgili şer'i hükümler bulunduğu için İbn-i Mes'ûd (Radıyallâhü anh( bu sûreye "Kısa Nisa sûresi" demiştir. Bu sûrenin dördüncü âyetinde meâlen «...Hâmile kadınların iddeti doğum yapmaları ile tamamlanır ..* buyurulmuş-tur. I b n - i Mes'ûd (Radıyallâhü anh)'a göre bu âyetin hükmü boşanan hâmile kadına ve kocası ölen hâmile kadına şümullüdür ve kocası ölen kadınların iddetinin dört ay on gün olduğunu bildiren Bakara sûresinin 228. âyeti bu âyetten önce indirilmiştir. Talâk sûresinin 4. âyeti bu âyetten sonra indirildiğine göre sonradan indirilen âyet, daha önce inen âyetin hükmünü huşusileştirmiştir. Yâni önce inen Bakara sûresinin 228. âyetinde kocası ölen kadınların iddetinin dört ay on gün olduğu bildirilmiştir. Bu âyetin zahirine göre kocası ölen kadın, hâmile olsun veya olmasın iddeti dört ay on gündür. İbn-i Mes'ûd (Radıyallâhü anh)'a göre bu âyetteki kadından maksat hâmile olmayan kadındır. Çünkü bundan sonra inen Talâk sûresinin 4. âyetinde hâmile kadının iddetinin doğum yapması ile tamamlandığı bildirilmiştir. Böylece T a -1 â k sûresinin 4. âyeti. Bakara sûresinin 228. âyetini hususileştirmiştir. .
İbn-i Mes'ûd (Radıyallâhü anh) bu görüşünde isabetli olduğunu ve hak olan görüşün bu olduğunu kesinlikle belirtmek için sözünün başında yemin etmiş ve kim bu hususta bana muhalefet ediyorsa gelsin, dilerse toplanalım ve hakka muhalif olana lanet olsun. diyelim, demek istemiştir.
Ali bin Ebî Tâlib (Radıyalâhü anh). amlan her iki âyetin hükümlerine riâyet etmek üzere, kocası ölen hâmile kadın, doğum yapmak iddeti ile dört ay on gün iddetinden en uzun olanı tamamlamakla mükelleftir, demiştir. Yâni henüz dört ay on günlük süre dolmadan doğum yaparsa, bu süreyi de doldurmakla mükelleftir. Şayet bu süre dolduğu halde doğum yapmamış ise doğum yapmayı bekliyecek ve doğum yapmakla iddet'i tamamlanır. Bilindiği gibi Talâk sûresinin 4. âyetinde anılan hâmile kadının, kocası ölen veya boşanan kadın olduğuna dâir bir kayıt bulunmamaktadır. İbn-i Mes'ûd (Radıyallâhü anh) bu âyetteki hâmile kadını mutlak mânâda almıştır. Yâni ister kocası ölmüş olsun, ister boşanmış olsun hüküm aynidir.
Boşanan hâmile kadının iddeti doğum yapması ile tamamlandığı gibi, kocası ölen hâmile kadının iddetinin de doğum yapması ile sona erdiğine dâir İbn-i Mes'ûd (Radıyallâhü anh)'m görüşü, cumhurun görüşüdür. Bunların delili bu bâbta geçen Sübey'a (Radıyallâhü anhâVnın hadîsidir. [30]
2031) Zeyneb bint-i Kâ'b bin Ücra (Radtyallâhü ankâ)'dan rivayet edildiğine göre; Kocası Ebû Saîd-i Hudrî (Radtyallâhü anh)'m kız kardeşi Fu-ray'a bint-i Mâlik (Radtyallâhü anhâ) şöyle demiştir :
Kocam, (kaçan) kölelerini aramaya çıktı ve Kadûm tarafında onlara yetişti. Köleler kocamı (orada) öldürdüler. Kocamın ölüm haberi geldi. Ben o sıralarda babamın evine uzak düşen Ensar'ın evlerinin birisinde ikâmet ediyordum. Bunun üzerine ben. Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Seliem) 'in yanına vararak
Yâ Resûlallah! Kocamın ölüm haberi geldi. Ben babamın evinden ve kardeşlerimin evinden uzak olan bir evdeyim. Kocam ne bana harcanacak bir mal bıraktı, ne mirascıhk yolu ile sahip olduğum bir mal bıraktı, ne de maliki bulunduğu bir ev bıraktı. Babamın evine ve kardeşlerimin evine taşınmama izin verirseniz şübhesiz bunu çok arzularım ve bazı isterim yönünden iyi olur, diye müsaade İstedim. Efendimiz *
«Ditersen (taşınma işini) yap,- buyurdu. Furay'a demiştir İd t Re-sttlullah (Sallallahü Aleyhi ve SeUemKta diü ile Allah'ın benim için verdiği bu hükme sevinçli olarak Peygamberin huzurundan ayrıldım. Nihayet ben mescidde veya evin sahanlığında iken, Efendimiz beni (geri) çağırarak :
«Sen nasıl söyledin?» buyurdu. Furay'a demiştir ki: Ben söylediklerimi tekrar anlattım. Bunun üzerine O, bana s
«Yazılı (yâni süresi Kur'an da belirli) iddet süresi tamamlanıncaya kadar, sen kocanın ölüm haberini aldığın evinde dur» buyurdu. Furay'a demiştir ki: Ben o evde dört ay on gün iddet olarak durdum." [31]
Bu hadisi dört sünen sahibleri. Mâlik, Şafii, Ahmed ve Hâkim rivayet etmişlerdir. Bâzı rivâyetlerdeki ifâde değişikliği mânâyı etkilemediği için o değişikliği belirtmeye gerek görmüyorum.
Hadisin metninde geçen A'lâc: îlc'in çoğuludur. Acemden, iri ve kaba adamlar, demektir. Burada köleler anlamında kullanılmıştır. Yine hadîste anılan Kadûm, Medine-i Münevvere'ye 6 mil mesafede bir yerin ismidir. Bu semte Kaddüm da denilir.
Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Seliem), kocası öldürülen Furay'a (Radıyallâhü anhâ) 'ya önce babasıgile taşınıp iddetini orada sürdürmesine izin vermiş, hemen sonra da bu müsaadeyi durdurmuştur. Tekmile yazarı Furay'a (Radıyallâhü anhaVnın kocasının ismine dâir bir kayda rastlamadığını ifâde ettikten sonra şöyle der:
"Şöyle bir soru hatıra gelebilir; îddette olan bu kadının evini taşımasına Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Seliem) niçin önce izin vermiş, sonra da bu izni iptal etmiştir? Keza kadının aldığı ev kocasının mülkü değildi, kocasından ona ne bir mal kalmıştı, ne de bir nafaka. Durum böyle iken Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) kadının iddetini bu evde tamamlamasını nasıl emretmiştir? Bu sorulara şöyle cevap verilir:
Kadın durumu arz ettiği zaman, onun anılan evden taşınması önce zaruri görülmüş ve bu nedenle izin verilmiş, kadın geri çağrılarak durumu tekrar gözden geçirilince, taşınması zaruri görülmediği için ayni evde iddetuü ikmal etmesi emredilmiştir, daaitobUir. £$ din gündüz çıkıp ihtiyaçlarını görür ye geceyi o evde geçirir.
Bâzı rivayetlerde şu fazlalık vardır: Furay'a demiştir ki i Osman bin Affan (Radıyallâhü anh)'in (halifeliği) zamanı olunca, halîfe bana haber gönderip (beni çağırttı) ve bu m es'ele yi bana sordu. Ben de anlattım. Halîfe Osman, anlattığım, hükme uydu ve bununla hükmetti. [32]
Bir kadın, kocası öldüğünde hangi evde ikâmet ediyor ve kocasının Ölüm haberini alıyor ise iddetini o evde sürdürmek zorundadır, başka eve taşınamaz. Hadîs buna delildir. Dört mezheb imamları, Evzâi, îshak ve sahâbiler ile tabiilerden birer cemâat böyle hükmetmişlerdir. Ömer bin el-Hattâb, Osman bin Affân, tbn-i Ömer, İbn-i Mes'ud (Radıyallâhü anhüm) ile Kasım bin Muhammed, Salim bin Abdill ah ve Said bin el-Müseyyeb böyle hükmedenlerdendirler.
Hattâbî: Bu hadis, kocası ölen kadının iddeti boyunca kocasının evinde oturmasının gerekliliğine, başka evde oturamıyacağı-na ve mesken ihtiyacının karşılanmasının vücûbuna delâlet eder. Ebû Hanîfe demiştir ki: Kocası ölen kadının iddeti süresince mesken ihtiyacı kocasının malından karşılanır, kadın kendi meskeninden başka bir yerde geceleyin duramaz ve gündüzleri dilerse evinden dışarı çıkabilir.
Mâlik, Şafii, Ahmed ve Sevri de böyle hükmetmişlerdir. Muhammed bin el-Hasan ise: Kocası ölen kadın iddeti bitinceye kadar evden dışarı çıkamaz, demiştir.
Atâ, Câbir, el-Hasan, Ali, İbn-i Abbâs ve  i ş e (Radıyallâhü anhüm) : Kocası ölen kadın iddetini dilediği evde geçirir, demişler, diye bilgi vermiştir."
Zeyneb (SA)'ma Hal Tercemesi
Zeyneb bint-İ Kâ*b bin Ücra el-Ensârîye (R.A.)'yı İbn-i Esir ve başkası saha-bilerden saymışlardır. Bâzıları da onu tabiilerden saymışlardır. Kendisi, kocası Ebû Saîd-i Hudri (R.A.)'den ve onun kız kardeşi Furay'a (R.A.)'dan rivayette bulunmuştur. Kendisinden de yeğenleri Sa'd bin îshak bin KâTs ile Süleyman bin Muhammed bin KâT» rivayette bulunmuşlardır. İbn-i Hİbbân onu sikalardan saymıştır. Hadîslerini Ahmed ve dört sünen sahibleri rivayet etmişlerdir.
Furay'a bint-i Mâlik ise Ebû Saîd-i Hudri'nin kız kardeşidir. Ensar'ın Beni Hud-ra kabllesindendir. Biat-ı Rıdvan'da bulunan bahtiyar hâtûnlardandır. Anası Ha-bîbe bint-i Abdillah'tır. Sünen sahibleri onun hadislerini rivayet etmişlerdir. (Men-hel Tekmilesi C. 4. Sah. 346) [33]
2032) Urve (bin Zübeyir)[34] (Radtyallâhü ank&mâyâan rivayet edildiğine göre şöyle demiştir:
Ben (Medine-i Münevvere valisi) Mervân (bin el-Hakern)*tıı y*-nına girerek ona şöyle dedim: Senin ailenden bir kadın boşanmış (iddette)dir. Ctea uğradım evini değiştiriyordu. Sonra kadın şöyle dedi : Fâtıma bint-i Kays evimizi değiştirmemize müsaade ederek kendisinin (iddette iken) ev değiştirmesine Resulullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'in müsaade ettiğini bize haber verdi. (Urve demiştir ki:) Bunun üzerine Mervân: (Evet.) Fâtıma onlara ev değiştirmelerini emretti, dedi. Urve demiştir ki: Mervân'ın bu sözü üzerine ben şöyle dedim: (îyi) ama Allah'a yemin ederim ki Âişe, Fâtıma'nın bu fetvasını kınadı ve dedi ki: Fâtıma ıssız ve ücra bir evde idi. Onun o evde durmasından korkuldu. Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sel-lem) de bundan dolayı Fâtıma'nın ev değiştirmesine müsâade etti."
2033) Âişe (Radtyallâkü anhâydzn rivayet edildiğine göre şöyle demiştir :
Fâtıma bînt-i Kays : Yâ Resûlallah! (îddet için durduğum ey ıssız olduğundan) zorla evime girilmesinden korkuyorum, dedi. Bunun üzerine Ftesûlullah onun ev değiştirmesine müsaade etti." [35]
Urve (Radıyallâhü anh)'m hadîsinin birer benzerini Şafii, Buhar î, Ebü Dâvûd, ve Beyhaki da rivayet etmişlerdir.
Halîfe M u â v i y e (Radıyallâhü anh) tarafından M e d i -ne-i Münevvere valiliğine atanan Mervân bin el-Hakem'in yakını olduğu bildirilen kadın, M e r v â n' m kardeşi Abdurrahman bin e 1 - H a k e m ' in kızı U m -r e ' dir. Onu boşayan kocası ise Yahya bin Said e 1 - Â s ' -dır. Umre, üç talâkla boşandıktan sonra, iddetini tamamlamadan evinden çıkıp babasının evine taşınmış ve bu fetvayı Fâtıma b i n t-i Kay s ' tan aldığını, zira kendisinin de boşanıp henüz iddetini tamamlamamış iken Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sel-lem)'in izni ile evini değiştirdiğini haber verdiğini U r v e' ye anlatmıştır. Fakat Urve buna karşı çıkmış ve durumu kadının amcası olan Medine valisi M e r v a n ' a şikâyet edince, Mervân da bu işin Fâtıma1 nın izni ve müsaadesi ile gerçekleştiğini söylemiştir. Urve. Fâtıma' nın ev değiştirmesinin zaruri görülmesi nedeni ile Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) tarafından buna müsaade edildiğini ve Âişe' nin bu işe yâni Umre' nin ev değiştirmesine karşı olduğunu rivayet etmiştir.
Hadisin zahirine göre Mervân da Âişe' nin görüşüne katılmıştır. [36]
Üç talâkla boşanan bir kadın zaruret olmadıkça kocasının kendisine tahsis ettiği evde iddetini tamamlamakla mükelleftir, başka eve taşınamaz. Tehlike korkusu olduğu takdirde ise başka eve taşınabilir. Tekmile yazarının beyânına göre İbn-i Abbâs, Câbir, Atâ, Tavus ve îkrime: Üç talâkla boşanan kadın iddetini dilediği evde sürdürür, demişlerdir. İbn-i Mes'ûd, Âişe, Saîd bin el-Müseyyeb ve Süleyman bin el-Ye-s â r'dan da bu görüş nakledilmiştir.
Ebü Hanife'ye göre, anılan kadın ne gece ne de gimdüz, evinden çıkamaz. Fakat kocasının ölümü dolayısıyla iddette bulunan kadın gündüz evden çıkabilir, gece çıkamaz, Muhammed bin el-Hasan'a göre ise kocasının ölümü veya boşaması nedeni ile iddette olan kadın ne gece ne de gündüz evden dışarı çıkamaz.
Mâlik, Şafii ve Ahmed'e göre kocasının ölümü dolayısıyla iddette olan kadın gündüz evden dışarı çıkabilir, fakat akşamlan evine dönmesi gerekir.
Âişe (Radıyalâhü anhâ) 'nın hadîsini Müslim ve N e -s â î de rivayet etmişlerdir. Bu hadîsde boşanan Fâtıma b in t-i K a y s ' in ev değiştirmesine Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'in müsaade etmesinin sebebinin, F â t ı m a* nın duyduğu tehlike korkusu olduğu bildirilmiştir.
Fâtıma (Radıyallâhü anhâ)'nın hâl tercemesi 1789 nolu hadisin izahı bölümünde verilmiştir.
2034) Câbir (bin Abdiilah bin Amr bin Haram el-Ensârî) (Radtyallâ-hü anhümâydan: Şöyle demiştir :
Teyzem (üç talâkla) boşanmıştı. Hurmalığındaki hurmaları kesmek için (evden dışan) çıkmak istedi. Fakat bir adam onu (iddette olduğu gerekçesi' ile) hurmalığına çıkmasına mâni oldu. Bunun üzerine teyzem Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) 'in yanına gitti (ve durumu ona arzetti). Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) • «Hayır. Hurmalarını kes. Çünkü şübhesiz (hurmalarından) sadaka vermen veya başka hayır yapman umulur.» buyurdu." [37]
Bu hadisi, Ahmed, Müslim, Ebû Dâvûd, Ne-sâî ve Beyhakî da rivayet etmişlerdir.
Tekmile yazarı: C â bi r'in teyzesinin ismine ve onu dışarı çıkmaktan meneden adamın adına bir yerde rastlıyamadım. Sadaka da hayrın bir nevî olduğuna göre hadîste sadaka verme ile ilgili parça fazla değil mi? diye bir soru hatıra gelebilir. Buna şöyle cevap verilir: Sadaka sözü ile zekât kasdedilmiş olabilir, hayırdan maksat da hediye, nafile sadaka ve ikram olabilir, demiştir.
Hurmaları ağaçlarından kesip toplama işi genellikle gündüz ya-pddığı için, bu hadîs üç talâkla boşanma nedeni ile iddette bulunan kadının işi için gündüzleri evden çıkmasının câizliğine delâlet eder.
Tekmile yazarı bu hadîsin şerhinde bu konudaki âlimlerin görüşlerini şöyle anlatır:
"Bu hadis üç talâkla boşanmış kadının iddette iken ihtiyacını gidermek için gündüzleri evden çıkmasının câizliğine delâlet eder. Mâlik, Şafiî, Ahmed, Sevrî ve el-Leys'in mezhebi budur. Bu âlimlere göre kocasının ölümü dolayısıyla iddette bulunan kadın da gündüzleri işini görmek üzere evden çıkabilir. Hanefî âlimler, ölümle ilgili iddet mes'elesinde bu âlimlerin görüşündedirler. Fakat boşanma ile ilgili iddet mes'elesinde bu görüşte değillerdir. Bunlara göre boşanma iddetinde bulunan kadın ancak mal, can veya namus tehlikesi gibi çok zaruri bir mazeret hâlinde evinden çıkabilir. Başka işler ve mazeretler dolayısıyla dışarı çıkamaz. Bunların defili boşama iddetinde bulunan kadınlarla ilgili olan Talâk sûresinin birinci âyetinde geçen; «...onları (yâni boşama iddetinde bulunan kadınları) evlerinden çıkartmayınız...» emridir. Birinci grubtaki âlimler ise bu hadîsin anılan âyetin hükmünü hususîleştirdiğini söylemişlerdir.
Hadîs, hurma, ağaçlarından kesildiği zaman bundan sadaka çıkarmanın müstahablığına ve hurmalık sahihlerini buna teşvik etmenin faziletine delâlet eder." [38]
2035) Fâtıma bint-i Kays (Radtyallâhü <wAfl)'dan rivayet edildiğine göre;
Kocası kendisini üç talâkla boşamış da Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) o(nun iddet süresi) için ne mesken ne de nafaka göre: (hakkını) kıldı."
2036) Fâtıma bint-i Kays (Radtyallâhü anhâ)'âan; Şöyle demiştir: Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) hayatta İken kocam beni (üç talâkla) boşadı. Bunun üzerine Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) (bana) :
«Senin İçin ne mesken ne de nafaka (hakkı) vardır» buyurdu." [39]
Fâtıma bint-i Kays (Radıyallahü anhâ) 'nın ilk hadisini Müslim, Ebû Dâvûd ve Tahavi, ikinci hadisinde Tirmizi rivâyetinde şu ilâve vardır; "Râvî Şa'bî demiştir ki i Ben bu hadisi İbrahim (Nahai) 'ye anlattım. İbrahim şöyle karşılık verdi: Fâtıma'nm bu sözü Ömer bin el-Hattab (Eadıyallâhü anh) 'a intikal ettirilmiş de Ömer i
Biz Rabbimizin kitabını ve Peygamberimiz (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'in sünnet (hadis) İni bir kadının sözü için bırakmayız. Böyle kadın (yâni üç talâkla boşanan kadın) için (iddeti süresince) mesken ve nafaka hakkı vardır."
F â t ı m a (Radıyallâhü anha)'nın bu hadîslerine göre üç talâkla boşanan kadın için iddeti süresince mesken ve nafaka hakkı vardır. Yâni kocası onun bu ihtiyacını karşılamak zorundadır. [40]
Tekmile yazan "Mebtûte (yâni tamamen boşanan) kadının nafakası" babında özetle şöyle der:
"Bu mes'ele hakkında âlimler arasında ihtilâf vardır. Şöyle ki: İbn-i Abbâs, Hasan-ı Basrî, Amr bin Dinar, İkrime, Şa'bî, Ahmed bir rivayetinde lshak ve Zahirîye mezhebi mensubları ile tüm hadîs ehli, Fâ tını a (Radıyallâhü anhâ) 'nın hadisine uygun hükmetmişlerdir.
Mâlik, Şafii, Evzâi ve el-Leys bin Sa'd'a göre üç talâkla boşanan kadın hâmile değilse onun mesken hakkı var, fakat nafaka hakkı yoktur. Hâmile ise mesken hakkı bulunduğu gibi doğum yapıncaya kadar nafaka hakkı da vardır.
Nahai, Sevri ve Hanefîler: Anılan kadın hâmile olsun olmasın hem mesken hem de nafaka hakkına hâizdir, demişlerdir."
Tekmile yazan bu arada her grubun delîlinide anlatmıştır. [41]
Mut'a t Erkeğin, kansını boşaması sebebi ile ona ödemesi gereken mala denir, Mut'a adı verilen malın, boşamanın hangi çeşitinde verildiğine dâir özlü bilgiyi inşaallah hadîsin izahı bölümünde vereceğim.
2037) Âişe (Radtyallâhü anhâyd&n; Şöyle demiştir:
Cevn kızı Amra, BesûluIIah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) (e nikâh olunup O'n)un huzuruna konulunca Amra, senden Allah'a sığınırım, dedi. Bunun üzerine Resûl-i Ekrem:
«(Ey Amra) sen (sânı çok yüce olan) bir sığınılana (yâni Allah'a) sığındın» buyurduktan sonra onu boşadı ve Üsâme veya Enes'e emredip ona râzıkkıyye (denilen beyaz keten kumaştan mamul) üç kat elbise giydirdi."
Not: Zevâid'de şöyle
denilmiştir : Bunun senedinde Ubeyd bin el-Kasun bulunur. Onun hakkında îbn-i
Muin : O, kezz&b ve habisti, demiş, Salih bin Mııham-med de: O, kezzâbtır,
hadis uyduruyordu, demiştir. İbn-i Hibbân da: O, sıka zatlardan mevzu hadisleri
rivayet edenlerdir, Hİşam bin Urve'den bir tomar mevzu hadisler rivayet etmiş,
demiştir. Buhârî, Ebû Zur*a, Ebû Hatim, Nesâî ve başkaları onu zayıf
saymışlardır.
[42]
Zevâid türünden olan bu hadîsin senedinin durumu notta belirtilmiştir. Hadiste sözü edilen kadının adının Esma olduğuna dâir rivayet vardır. B u h â r i bu hadisin bir benzerini Âişe (Radıyallâhü anhâ), diğer bir rivayeti de Ebû Üseyd (Radıyallâhü anh) 'den rivayet etmiştir. Buhârî' nin rivayetinde kadının ismi belirtilmeyip ondan "Cevn kızı" diye bahsedilmiştir. Bâzı rivayetlere göre kadının adı Ümeyme1 dir. B u h â r i' nin Ebû Üseyd1 den olan rivayetinde "Kadın: Senden Allah'a sığınırım, deyince Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem), kadına t «Şüphesiz sen (şanı çok yüce) bir sığınılan a —Allah'a— sığındın» buyurduktan sonra (odadan) yanımıza çıktı ve : -Ey Ebû Üseyd ona râzıkkıye (denilen beyaz keten kumaştan mamul) iki kat elbise giydir ve onu ailesine teslim e$» buyurdu." denilmiştir.
Bu kadın C e v n oğullarından Numân bin Şerâ-h İ 1' in kızıdır. C e v n oğulları E z d soyundan bir kabiledir. Bu kabile Kinde emirlerinden idiler.
Rivayetlere göre Kinde emiri, Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) ile akraba olmak şerefine kavuşmak üzere kızını O'na arz etmiş, O da kabul buyurmuştu. î b n - i S a' d' in rivayetine göre anılan kadının nikâh işi bittikten sonra Âişe ve Hafsa (Radıyallâhü anhümâ) kadınlık kıskançlığı etkisi ile kadının yanına giderek başını taramışlar. Sonra Âişe (Radıyallâhü anhâ) ona şöyle demiş: Resûl-i Ekrem (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) senin yanına girdiğinde sen O'na: Senden Allah'a sığınırım, dersen bundan memnun olur, demişti. Kadın da bu yüzden böyle söylemişti.
Hadîste bulunan "Muâz" kelimesinin sözlük mânâsı "Kendisine sığınılan, sığınak, sığınma zamanı ve sığınma işidir." Burada kendisine sığınılan zât mânâsı kastedilmiş olabilir. Bundan maksat da Allah Teâlâ'dır. Çünkü kadın "Senden Allah'a sığınının.*' demişti. Bu kelime ile sığınak mânâsı da kastedilmiş olabilir. Bu takdirde cümlenin mânâsı "Şübhesiz sen yüce bir makama (yâni Allah katına) sığındın," demektir.
Anılan kelime "Maaz" olarak da okunabilir. Maaz kelimesi ise sığınak, sığınma zamanı ve sığınma işi anlamına gelir. Burada sığınak mânâsı kastedilmiş olur.
Hadis, henüz gerdeğe girilmemiş bir kadını boşamak hâlinde ona Mut'a denilen bir miktar malın verilmesinin meşruluğuna delâlet eder.
Mut'a (Mehir) hakkındaki âlimlerin görüşleri özetle şöyledir:
1. Hanefiler'e göre, nikâh akdi sıhhatli bir şekilde kıyı-lırken mehir durumu söz konusu edilmez veya fasit bir mehir tâyin ve tesbit edildiği, meselâ; şarap, mehir kılınırsa ve gerdeğe girilmemiş iken erkek karısını boşarsa, mehr-i misil yâni kadının yakını olan kadınların mehirlerinin meblâğının yarısını geçmemek üzere mut'a ödenir. Mut'ayı verecek erkek mut'ayı elbise olarak verebildiği gibi onun değerini nakit olarak da ödeyebilir. Mut'a miktarının tâyin ve tesbitinde erkek ile kadının mâli durumu esas alınır. Mut'a miktarı hiç bir zaman mehr-i mislin yarısından fazla olamaz ve beş dirhemden az da olamaz. Taraflar zengin olduğu takdirde mut'anın en üstün miktarı ve taraflar fakir olduklarında mut'anın en azı takdir edilir. Taraflar orta halli iseler, mut'a'nın vasat bir miktan tâyin edilir. Mut'a, vacip, müstahap ve mubah kısımlarına ayrılır. Şöyle ki: Mehirsiz olarak kıyılan nikâhtan sonra gerdeğe girilmeden önce boşama vuku bulduğunda mut'a vâcibtir. Nikâh akdinde mehir anılsın anılmasın gerdeğe girilip cinsel temas vuku bulduktan sonra boşama olursa mut'a ödemek müstahabtır. Nikâh akdinde mehir tayin edilip, henüz cinsel temas olmamış iken boşama yapılırsa mut'a ödemek mubahtır.
Ayrıntılı bilgi için fıkıh kitaplarına müracaat edilmesi tavsiye olunur.
2. Şâfiiler'e göre nikâh akdi mehirsiz olarak veya mehir durumu söz konusu edilmeden kıyılıp da henüz mehir miktan tâyin edilmemiş ve cinsî temas vuku bulmamış iken boşama olursa mut'a ödemek gerekir. Cinsel ilişki vuku bulmuş olduğu takdirde de mut'a ödenir. Fakat nikâh akdinde mehir miktarı tâyin edilmiş olup da henüz cinsel temas yapılmadan boşama vuku bulursa mut'a ödenmez. Mut'a'nın en azı, mâlî değeri bulunan herhangi bir şeydir. Onun en çoğu için bir sınır yoktur. Mut'a'nın 30 dirhemden az olmaması ve mehir miktarının yarısından az olması müstehabtır. Taraflar bir meblâğ üzerinde anlaşırlarsa mesele kalmaz. Aksi takdirde miktarı, hâkim tarafından tesbit edilir. Hâkim, yapacağı tesbitte tarafların mâlî durumlarını dikkate alır.
3. Mâliklîer'e göre mut'a'nın vacip kısmı yoktur. Mut'a mendubtur.
4. Hanbeliler'e göre mut'a'mn en üstünü bir köledir. En azı da kadının namaz kılması için örtmesi gereken vücûdunu örtecek durumda olan bir elbisedir. Mut'a miktarı erkeğin mâli durumuna göre tesbit edilir. Gerdeğe girilmeden ve hâkim tarafından mehir miktarı tesbit edilmeden veya taraflar bir miktar üzerinde anlaşmamış iken boşama vuku bulduğunda mut'a vacip olur. Keza mehir olmaya elverişli olmayan şarap ve domuz gibi bir madde mehir kılınmak sureti ile nikâh kıyıldığı takdirde yine mut'a ödenmesi vâcibtir.
Başka âlimlerin değişik görüşleri de vardır. Dört mezhebin mut'a hakkındaki ayrıntılı hükümleri bir hayli yer aldığı için bu kısa bilgi île yetiniyorum. Geniş bilgi için fıkıh kitablanna baş vurulabilir. [43]
2038) Amr bin Şuayb'ın dedesi (Abdullah bin Amr bin el-Âs) (Radt-yallâhü anhüm)'6an rivayet edildiğine göre Resûlullah (Sattallahü Aleyhi ve Sel-lem) şöyle buyurdu, demiştir :
Kadın, kocasının kendisini boşadığım iddia edip, sonra buna dâir âdil bir erkek şahit getirdiği zaman, kocasına yemin teklif edilir. Eğer kocası (onu boşam adı gına) yemin ederse şahidin şahitliği geçersiz olur ve eğer kocası yemin etmekten imtina ederse, imtina etmesi başka bir şahit yerine geçer ve boşamaya hükmedilir.»1'
Not: Bunun senedinin şahinliği ve râvilerinin sıkahğı Zevâid'de bildirilmiştir. [44]
Zevâid türünden olan bu hadîse göre kadın, kocasının kendisini boşadığım iddia edip bir erkek şahit getirdiği zaman, kocasına yemin teklif edilir. Şayet kocası onu boşamadığına yemin ederse, şahidin ifâdesi muteber sayılmaz ve kadın kocasına teslim edilir. Şayet kocası yemin etmekten imtina ederse »imtina etmesi de bir şahit hükmünde olur ve kadının boşandığına karar verilir.
Bu hususta âlimlerin görüşlerine gelince:
Hanefî fıkıh kitablarmdan el-Hidâye'nin "^ahâdetler" kitabının şerhi Fethü'l-Kadir'de özetle şu bilgi veriliyor: Muamelelerde ve nikâh, boşama, vekâlet, vasiyet, rac'at ve neseb gibi konularda iki erkek şahit veya bir erkek ile iki kadın şahit gerekir. Ş â f i î' ye göre kadınların erkeklerle beraber ettikleri şahitlik ancak mâli konularda kabul edilir. Mâli olmayan hukuki konularda kadınların ettikleri şahitlik muteber değildir. (Yâni iki erkek şahit gerekir. Şu halde boşama ve nikâh gibi konularda iki erkek şahit şarttır.) Mâlik de Şafii gibi söylemiştir. A h m e d' den iki kavil rivayet edilmiştir. Birisi bizim kavlimiz gibidir, diğeri ise anılan iki imamın kavli gibidir."
Görüldüğü gibi kadının boşama iddiasının ispatı için bir erkek şahit ile iki kadın şahit veya iki erkek şahit şarttır. Bir erkek şahit ile kadının kocasının yeminden imtina etmesi dört mezhebin görüşlerine göre yeterli sayılmıyor.
Talâk sûresinin ikinci âyetinde, bir veya iki talâkla karısını boşayan erkeğin rac'at etmesi yâni kadının iddet süresi henüz bitmemiş iken kadına dönüş yapması için iki âdil şahidi tutması emredilmiştir. Hanefîler, Mâlik ve Ahmed'e göre bu emir müstehablık içindir. Yâni erkek rac'at ettiğinde bunu iki âdil erkek şahitle tevsik etmelidir, bunu yapması müstehabtır. Şafiî ve A h m e d' den yapılan birer rivayete göre rac'atın anılan şahitlerle tevsik emri vâciblik içindir.
Geniş bilgi için fıkıh kitablarma baş vurulmalıdır. [45]
2039) Ebû Hüreyre (Radtyallâhü anhydea rivayet edildiğine göre; Resûlullah (Sallattahü Aleyhi ve Sellem) şöyle buyurdu, demiştir:
«Üç şey vardır ki ciddisi de ciddîdir, şakası da ciddîdir: Nikâh, boşama ve rac'at.»" [46]
Bu hadisi Tirmizi, Ebû Dâvûd ve Hâkim de rivayet etmişlerdir.
Hadisin mânâsı şudur: Bir erkek karısını boşar veya bir kadınla evlenir veyahut bir yeyâ iki talâkla boşadığı karısının iddet süresi henüz bitmemiş iken ona dönüş yaptıktan sonra, anılan işleri ciddi yapmadığını ve şaka ettiğini iddia etse onun bu iddiası geçersizdir. Bu işlerde şaka olamaz.
Hadisin bu hükmü hakkında âlimler ittifak halindedirler.
Tekmile yazan bu hadîsin açıklaması bahsinde H a 11 â b i' nin 967le söylediğini yazar:
Erginlik çağına varmış ve akıllı olan yâni deli olmayan bir erkeğin ağzından apaçık boşama yemini çıktığı zaman, karısını boşadı gına hükmedilir, bu hususta âlimler ittifak halindedirler. Adamın: Ben saka ettim, bununla karımı boşamak istemedim, gibi sözleri hiç bir yarar sağlamaz. Eğer bu gibi sözlere itibar edilmiş olsaydı, şart hükümler İşlemez olurdu. Karısını boşayan veya bir kadınla nikahlaman yahut kölesini azat eden bir kimsenin sonradan pişmanlık duyması sonucu böyle sözleri ve mazeretleri ileri sürmesinden emin olunmazdı. Ve netice itibarı ile ilâhî hükümler işlemez olurdu. Bu itibarla hadiste anılan sözleri kim kullanırsa, bunun sonucuna da katlanmış olur v& bunun aksini iddia etmesi geçersiz sayılır. Hadis, bu konularda ihtiyatlı davranmayı ve laubali olmamayı vurgular. [47]
2040) Ebû Hüreyre (Radıyallâhü anh)\\en rivayet edildiğine göre; Resulullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellern) şöyle buyurdu, demiştir:
«Ümmetimin kalblerinden geçen şeyleri (fiilen) işlemedikçe veya (dillen ile) söylemedikçe Allah Te&Ia şüphesiz Affeylemiftir.»" [48]
KÜtüb-i Sittenin tümünde rivayet edilen bu hadisin hasen- sahih olduğu T i r m i z i tarafından ifâde edilmiştir.
Tekmile yazarı bu hadisin açıklaması bahsinde şöyle demiştir: "Bu hadisin, fıkıh yönünden delâlet ettiği hükümler şunlardır:
1. Allah Teâla bu ümmetin hatırından geçen kötülükleri günah saymamıştır. Ancak hatırdan gecen şer bir şey işlenir veya dil ile söylenir ise; o zaman günah sayılır. Bu ilâh! lütuf, bu ümmete mahsustur. Geçmiş ümmetler için böyle bir bağış yoktu. Onlar hatırlarından geçen, serlerden dolayı mesul sayılırdı. Bir kavle göre O m -m e t - i Muhammediye de ilk zamanlarda sorumlu tutulmuş, sonra Bakara sûresinin son âyeti ile sözü edilen sorumluluk kaldırılmıştır.
2. Adam kalbinde karısını boşadığı zaman, boşama yeminini dili ile söylemedikçe, boşamış olmaz. Haneliler ile A t & bin Ebİ Rabâh, Said bin Cübeyr, Katâde, el-Ha-s a n , S e v r i, Şafii, Ahmed ve İshak böyle hükmetmişlerdir.
Z ü h r î' ye göre, adam kalbinde karısını boşadığı zaman, boşama yeminini dili ile söylemese bile boşamış sayılır. E ş h e b' in Mâl i k' ten olan rivayeti de böyledir. Îbnü'l-Arabi bu görüşün gerekçesini şöyle anlatmıştır: Kalbi ile kâfir olan bir kimse, küfrünü açığa vurmasa bile küfre gitmiş olur, keza, ibâdetlerini riyakârlıkla ve gösteriş için yapan veya bir müslümanı zina ile kalben ithamda bulunan bir kimse günah işlemiş olur. Kalb ile işlenen bütün ameller böyledir.
H a 11 â b i bu görüşe cevaben şöyle der: Bu hadis bu grubun aleyhinde delildir. Ayrıca bir adam karısı ile Zihâr etmeye yâni karısının vücûdunun bir kısmını anası ve kız kardeşi gibi ilelebed nikahlaması haram olan bir kadının o kısmına benzetmeye karar verirse, bunu dili ile söylemedikçe; Örneğin adam karışma: "Senin sırtın anamın sırtı gibidir" sözüne benzer bir söz söylemedikçe Zihâr yeminini etmiş sayılmaz. Bu hususta ilim ehli ittifak halindedir. Zihâr yemini, boşama yemini anlamını taşır. Şu halde sadece kalben karar vermekle Zihâr yemini oluşmadığına rağmen neden boşama yemini oluşsun? Keza bir adam kalben bir kimseyi zina suçu ile itham etse bile bunu dili ile söylemediği sürece itham etmiş sayılmaz. Yine namazda konuşmak haramdır, namazı bozar. Halbuki namaz içinde ikan kalbinden bir konuşmayı geçiren kimsenin namazı bozulmaz. Eğer kalbden geçen konuşma dil ile konuşma hükmünde olmuş olsaydı, namazı bozması gerekirdi."
Âcizane şöyle bir yorum hatırımdan geçiyor, doğru ise Allah'tandır, yanlış ise bendendir: Şöyle ki; insan oğlundan meydana gelen ve şer'i hükümlerin alanına giren şeyler üç kısma ayrılır:
1. Dil ile söylenen sözler.
2. Vücûdun tamamı veya el, ayak ve göz gibi bir organ ve vücûdun bir kısmı ile işlenen fiiller.
3. Küfür, îman, ihlâs ve riya gibi kalb ile işlenen işler.
Hadis-i şerif, birinci ve ikinci maddelerin kapsamına giren şeyler hakkındadır. Bu gibi işler; dil ile söylenmedikçe veya vücûdun tamamı veya organları ile işlenmedikçe, sadece kalbden geçmesi hâlinde günah sayılmaz. Meselâ: Bir adam aleyhinde konuşmak ve sövmek kalbten geçse bile dil ile söylenmedikçe günah sayılmaz. Keza bir hırsızlık fiili hatırdan geçse bile hırsızlık fiili işlenmedikçe, bu suç işlenmiş olmaz. Ama kalbin fiillerinden sayılan küfür, riyakârlık ve benzerî şeyler günah sayılır. Hadîs-i şerif bu tür kalbi fiillerin günah sayılmadığına âit bir hüküm taşımaz.
Şöyle de denilebilir: Hadîs, bir vesvese şeklinde insanın kalbine gelen geçici şeylerin günah sayılmadığını ifâde eder. însanın kendi istek ve irâdesi ile hatırına getirip kalbinde kökleşmesine çalıştığı kötü niyetlere ve duygulara İsrar eder ve bunu kalbinden atmak da istemezse bu gayretkeşlik manevî sorumluluk ve âhiret cezasını gerektirir, [49]
2041) Aişe (Radıyallâhü anhây&an rivayet edildiğine göre Resûlul-lah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) şöyle buyurdu, demiştir :
Üç sınıf mükelleftik kalemi kaldırılmıştır: Uyanıncaya kadar uyuyandan, erginlik çağına varıncaya kadar çocuktan ve akıllanın-caya veya ayıhncaya kadar deliden.»
(Müellifin şeyhi râvi) Ebû Bekir kendi rivayetinde: «ve şifâ buluncaya kadar delilik hastalığına tutulandan» demiştir." [50]
Bu hadîsi Ahmed, Ebû Dâvûd ve Nesâİ de rivayet etmişlerdir.
Bu babın başlığındaki "Matuh" kelimesini deli diye terceme ettim. Çünkü müellifin bu bâbta rivayet ettiği hadîslerde çocuk, uyuyan ve delinin mükellef olmadıkları bildiriliyor. T i r m i z î de Talâk kitabının bir babını Matûh'un talâkına ayırmış ve burada rivayet ettiği bir hadîste :Matûh'un talâkının geçersiz olduğu bildirilmiştir. Tuhfe yazarının beyânına göre âlimler oradaki Matuh kelimesini değişik şekillerde tarif etmişlerdir. Şöyle ki: e 1 - H â f ı z: Matuh: Aklı noksan olan, demektir. Çocuk, deli ve sarhoş, bu kelimenin anlamına girer. Cumhura göre; bunların işledikleri fiiller geçersizdir, demiştir. İbnü'1-Esîr el-Cezeri' nin en-Nihâ-ye'de beyan ettiğine göre Matuh, deli demektir.
Zeynü'1-Arab da: İrâdesi dışında sarhoş olan, deli, uyuyan, hastalığın şiddeti ile aklı giden hasta ve baygın kimse, bu kelimenin şümulüne girer. Çünkü bunların hiç birisinin talâkı geçerli değildir. Çocuk da bunlar gibidir, demiştir.
El-Hidâye yazan da: Erginlik çağına varmamış olan çocuğun boşaması geçersizdir, onun akıllı olması neticeyi değiştirmez. Deli ve uyuyanın da talâkı muteber değildir. Matuh da deli hükmündedir, talâkı vâki olmaz, demiştir. î b n ü'I-H ü m âm: Matuh, bir kavle göre anlayışı az, konuşması dengesiz ve tedbiri bozuk olmakla beraber; sövüp saymayan, dövüp kırmayan kimse demektir Deli ise sövmek ve dövmekle, matûh'tan farklıdır. Matûh'u başka şekilde tarif edenler olmuş ise de bu tarif daha uygundur, demiştir.
T i r m i z î' nin rivayet ettiği hadîste çocuğun ve uyuyanın talâkından söz edilmediği için âlimler oradaki Matuh kelimesini, çocuğu ve uyuyanı da kapsamına alacak şedide mânâlandırmıslardır. Burada ise; gerek babın başlığında ve gerekse hadîsin metninde çocuk ve uyuyan, anıldığı için matuh kelimesini hadîsin metnine uygun olarak deli mânâsına yorumlamak isabetli olur, kanısındayım.
Müellifimiz bu hadisi iki şeyhinden rivayet etmiştir. Bunlardan Muhammed bin Hâlid'in rivayetinde uyuyan ve çocuktan sonra anılan üçüncü kişi "Akülanıncaya veya ayıhncaya kadar deli" şeklinde ifade edilmiştir. Bundaki tereddüt râviye aittir. Müellifin diğer şeyhi E b û Bekir'in rivayetinde anılan üçüncü kişi ise "Şifâ buluncaya kadar delilik hastahgma tutulmuş olan" şeklinde ifade edilmiştir. îki rivayetin m&nAsı aynıdır. Ancak ifâde tarzında değişiklik vardır.
Hadis, çocuk, uyuyan ve akli dengesi bozuk olan kimselerin bu durumları devam ettiği sürece işledikleri şeylerden dolayı sorumlu olmadıklarını ifâde eder. "Bu genel mânâ dolayısıyla, bunların bu halleri devam ettiği sürece, ettikleri boşama yeminlerinin de geçersizliği hükmü ifâde edilmiş olur.
Abdurahman el-Cezeri, dört mezhebin fıkhına âit kitabının Talâk bölümünde talâkın oluşmasının şartlarını beyân ederken özetle şöyle der:
"Talâkın oluşmasının şartlarından birisi boyaşanm akıllı olmasıdır. Bu itibarla delinin boşaması hükümsüzdür. Deli bir kimse ara sıra ayılsa bile, delilik hâlinde ettiği boşama yemini geçersizdir. Deli ifâdesinden maksat, bir hastalık nedeni ile aklı giden kimsedir. Bu itibarla deli kelimesi, beygm veya herhangi bir hastalığın şiddeti ile aklı zail olan ve konuştuğunu bilmeyen hastaya da şâmildir. Sarhoşluk verdiğini bile bile bir maddeyi alıp sarhoş olan ve bu halde iken karısını boşayan bir kimse de deli hükmünde sayılmayıp karısı boşanmış olur. Hülâsa alınması haram olan herhangi bir müskiratı bile bile alıp sarhoş olan bir kimsenin boşaması muteberdir. (Sarhoşun ettiği boşama yemininin hükmü hakkında geniş bilgi için anılan kitaba veya diğer fıkıh kitablarına müracaat edilmesi tavsiye olunur.)
Boşamanın oluşmasının şartlarından birisi de boşayanın erginlik çağına varmış olmasıdır. Bu itibarla bu çağa varmamış olan çocuğun ettiği boşama yemini geçersizdir. Ancak Hanbelîler'e göre boşamanın ne demek olduğunu ve sonuçlarını idrak eden bir çocuk on yaşından küçük bile olsa ettiği boşama yemini geçerlidir."
2042) Ali bin Ebî Tâlib (Radtyallâhü anh)'den rivayet edildiğine göre; Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Selletn) şöyle buyurmuştur:
«Çocuktan, deliden ve uyuyandan sorumluluk kalemi kaldırılıyor.» "
Not: Zevaid'de şöyle
denilmiştir : Bunun senedinde bulunan Kasım bin Ye-iEİd, meçhuldür ve Ali bin
Ebî Tâlib (B.A.)*a yetişmemiştir.
[51]
Ebû Dâvûd da bunun benzerini daha uzun bir metin hâlinde A 1 i (Radıyallâhü anh)'den merfu olarak rivayet etmiştir. Oradaki rivayet meâlen şöyledir: «(Mükelleftik) kalemi üç kişiden kaldırılmıştır i Uyanıncaya kadar uyuyandan, ihtilâm oluncaya kadar çocuktan ve akıllamncaya kadar deliden.» 1 b n - i C ü -r e y c' in K"â sim bin Yezid aracılığı ile Ali (Radı-yallâhü anh)'den merfu olarak ettiği rivayette şu ilâve vardır: «ve
bunaktan.»
Bu hadisin hükmü bundan önce rivayet edilen  i ş e (Radıyallâhü anhât'nın hadîsinin hükmü gibidir.
Avnü'l-Mâbud yazarı Ebû Dâvûd'un rivayet ettiği bu hadisin şerhinde şöyle der:
"El-Hâf iz, el-Fetİh'te bu hadîsin rivayetlerini anlattıktan sonra: "Fıkıhçılar bu hadislerin muktezası ile hükmetmişlerdir. Lâkin îbn-i Hibbân'ın anlattığına göre hadîste anılan kişilerden mükelleflik kaleminin kaldırılmasından maksat bu kişilerin işledikleri serlerin onların defterlerine yazılmamasıdır. Bunların iş* ledikleri hayırlar ise defterlerine yazılır, diye bilgi vermiştir.
Bizim şeyhimiz, T i r m i z i' nin şerhinde: îbn-i Hibbân'ın dediği husus çocuk için açıktır. Yâni çocuk bir hayır işlerse onun defterine yazılır. Fakat deli ve uyuyan için bu düşünülemez. Çünkü bunların aklı yoktur. Oysa bir ibâdetin sıhhati için akıl şarttır" demiştir. [52]
2043) Ebû Zerr-i Ğifârî (Radtyallâkü anh)'den rivayet edildiğine göre; Resûllulah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) şöyle buyurdu, demiştir :
«Ümmetimin yanılmasını, unutmasını ve zorlandığı şey (in günahın)! Allah Teâlâ şüphesiz affetmiştir.»"
Not: Zevâid'de şöyle denilmiştir: Âlimler, bu senedde bulunan râvi Ebû Bekir et-Hüzelî'nin zayıflığı üzerinde ittifak ettikleri için bu sened zayıftır.
2044) Ebû Hüreyre (Radtyallâhü ank)'âen rivayet edildiğine göre: Resulullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) şöyle buyurdu, demiştir:
«Ümmetimin gönüllerinden geçen (günah işleme) temayülleri (fiilen) işlemedikçe, yahut (dilleri ile) söylemedikçe, bir de onların zorlandıkları şeyleri Allah Teâlâ şüphesiz affey lemistir.»"
2045) (Abdullah) bin Abbas (Radtyallâhü anhümâydan rivayet edildiğine göre Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) şöyle buyurdu, demiştir:
«Ümmetimin yanılmasını, unutmasını ve zorlandığı şey (in günahın) ı Allah Teâlâ affeylemiştir.-"
Not: Zevâid'de şöyle denilmiştir : Bu sened munkati değilse sahihtir. Fakat münkati görülür. Nitekim ikinci senedde, Ubeyd bin Nümeyr isimli râvi ilaveten vardır... Bu münkatilik yani senedden bir ravinin atılması ile meydana gelen kopukluk râvi el-Velîd bin Müslim'den ileri gelmiş olabilir. Çünkü kendisi tedlisçi idi.
2046) Âişe (Radtyallâhü anhâ)'dan rivayet edildiğine göre; Resûlullah (Sallallahü Aleyhive Sellem) şöyle buyurdu, demiştir:
«Zorlama altında ne boşama olabilir, ne de (köle ve cariyeyi) âzad etmek.»" [53]
İlk ve üçüncü hadîs Zevâid türündendir. Üçüncü hadisin senedinde inkıta (= kopukluk) bulunduğuna dâir olup notta belirtilen Zevâid yazarının sözü anlaşılmaz görülür. Tekmile yazarı bu senedin râvilerinin sahih hadîs râvileri olduğunu belirtmiştir. Bu hususu ehline havale edelim. Çünkü bu hadîsin benzerleri müteaddit se-nedlerle rivayet edilmiştir. Hâkim, Beyh'akî ve Taba-r a n î bunun benzerini rivayet edenlerdendir.
Bu iki hadis, yanılma, unutma veya zorlanma sureti üe yapılan işlerin günahının Allah tarafından afvedildiğine delâlet ederler.
Yanılma ve unutma hususunda bazen insan kusurlu, bazen de kusursuz sayılır. Kusurlu sayılmadığı zaman bağışlanır. Fakat kusurlu sayıldığı zaman bağışlanmaz. Hâzin tefsirinde Bakara sûresinin son âyetinin açıklaması bölümünde özetle *öyle denilir:
"Unutma iki nevidir: Birincisi, kulun kusurlu ve ihmalkâr görüldüğü durumundaki unutmadır. Bu da kulun emredildiği işi yapmadığı zaman gerçekleşir. Örneğin : Kul, elbisesinde kan lekesini görür de bunu gidermeyi geciktirir, sonra unutup bu elbise ile namaz kılar. Kul burada kusurlu sayılır. Çünkü kan lekesini görür görmez gidermesi gerektiği halde bunu ihmal etmiştir. Ama kul elbisesindeki kan lekesini görmeyip namaz kılarsa bunda mazur sayılır. Keza, kul emredildiği bir işi yanılmak sureti ile yapmaz veya menedil-diği bir şeyi yanılarak yaparsa, bunun bağışlanması beklenir. Fakat meselâ, kul Kur'an-ı Kerim'in bir sûresini belledikten sonra bunu okumayıp neticede unutursa, bu unutma ve yanılma bağışlanmaz. Bu itibarla unutma ve yanılma suçlarının bağışlanması için Allah Teâlâ'ya duâ edilmesi bu ayet-i kerime'de emredilmiştir."
Yanılmaya bir başka misal: Kul ava tüfek atarken hatâ olarak bir insanı vursa, o semtte insanın bulunduğu ihtimalini hesaba katmamış ve gerekli tedbiri almamış ise mes'ûldür. Aksi takdirde mes'ûl değildir. Ama bununla beraber maktulün yakınlarına diyet (tazminat) ödenmesi ve kefaret çıkarılması gerekir.
Hülâsa: Unutma ve yanılma suretiyle yapılan işlerde kul kusurlu ve ihmalkâr değilse bunun günahı bağışlanır. Ama bâzı sorumluluklar kalkmaz. Meselâ; öğle hamazı vaktinin girdiğine kanaat edip namaz kıldıktan sonra vaktin girmediğini öğrenirse, hatâsı bağışlanır, fakat öğle namazını tekrar kılmakla mükelleftir. Keza bulutlu hava gibi bir mazeretle henüz öğle namazı vaktinin girmediğine inanan bir kimse veya öğle namazını kıldığı zannı ile unutup ikindi vakti girdikten sonra farkına varan, bu yanılma ve unutmada mazur ve bağışlanmış olmakla beraber öğle namazını kaza etmekle mükelleftir. [54]
Dört mezhebin fıkhına âit "ETFıkhü Ale-rMezâhibi-1'Erbaa" adlı kitabın Talak bölümünde yazar Abdurrahman şöyle der: "Boşamanın oluşmasının şartlarından birisi de yanılmaksızın boşama sözünü kullanmaktır. Bu itibarla adam, karısına; Sen tanırsın diyeceği yerde yanılarak; Sen taliksin derse, kendisi ile Allah arasında boşamanın olmadığı malûmdur. (Talik, boş demektir.) Ama iş hâkime intikal ederse, adamın yanılma iddiası kabul olunmaz. Çünkü, hâkim onun kalbindeki niyete muttali olamaz."
Şafii fıkhına âit el-Envâr'da ayrıca şu mesele de vardır: Bir adam evli olduğunu unutarak veya vekili tarafından nikâhı kıyıldığı halde bundan habersiz olarak : Karım boştur, gibi bir boşama yemininde bulunursa, zahiren karısı boşanmış sayılır. Ama adam ile Allah arasında gizli kalan duruma göre boşama olmamıştır.
Bu iki hadiste sözü edilen "Zorlama" hususunu aşağıda açıklamak üzere şimdi, bu babın ikinci hadisi olan Ebû Hüreyre (Radıyallâhü anh)'in hadisine geçelim :
Bu hadis, zorlama ile ilgili son cümlesi hâriç. B u h â r i ve M ü s 1 i m' de de rivayet edilmiştir. Müellifin 2040 nolu hadisi de bunun benzeridir. însanın hatırından geçen, fakat bilfiil işlenmeyen^ veya dil ile söylenmeyen nefsâni temayüllerin Allah tarafından bağışlandığına dâir gerekli bilgi orada verilmişti. Bunu tekrarlamaya gerek yoktur. Ancak M ü s 1 i m' in îman kitabında rivayet ettiği bu hadisin şerhinde N e v e v i' nin verdiği bilgiyi buraya aktarmakla yetinmek istiyorum. N e v e v İ özetle şöyle der:
"İmam e 1 - M â z i r i' nin dediğine göre Kadı E b ü B e k i r' in mezhebi şudur.
Bir kimse bir günah işlemeyi kalbine yerleştirip buna karar verirse, verdiği karar ve azimden dolayı günah işlemiş sayılır. Bu ve benzeri hadisler, bir günah işleme arzusu hatırına gelip geçen ve kalbinde karar kılmayan kimseler hakkındadır, diye yorum yapılır Günah işleme arzusu ile günah işlemeye azimli olmak birbirinden tamamen farkh iki ayrı şeydir.
îşte Kadı Ebû Bekir'in mezhebi budur. Fıkmçılar-dan ve hadisçilerden çok kimseler K â d ı' ya muhalefet ederek bu ve benzeri hadisleri zahirlerine göre mânâlandımuşlardır.
Kadı Iyâz da: Selef âlimlerinin tümü ve fıkıhçılar ile hadisçilerden ilim erbabı Kadı Ebü Bekir'in mezhebini tutmuşlardır. Çünkü kalb ile işlenen suçlardan dolayı sorumluluğun varlığı hadislerle sabittir. Şu varki âlimler şöyle demişlerdir; Kalbin azim ve karar kıldığı suç başka şey, kalbin buna azim ve karar vermesi başka bir şeydir. Kul suç işlemeye kalben karar vermekle bir günah işlemiş olur, o günahı fiilen işleyince ikinci bir günah işlemiş olur. Eğer kalben karar verdiğine rağmen Allah korkusu ile o günahı işlemekten vazgeçerse bir hasene Isevap) kazanır.
Günah sayılmayan kalbi arzu ve istek ise hatıra gelen ve kalbte karar kılmayıp geçici olan nefsânî istek ve arzulardır demiştir.
N e v e v i yukardaki nakilleri yaptıktan sonra; Kadı E b û B e k i r * in görüşü iyi ve açıktır, buna ilâve edilecek bir şey yoktur. Kalbin bir günah üzerinde azim ve karar kılmasının sorumluluğu mucip bir hâl olduğu nasslarla sabittir.
«Zanların çoğundan sakının. Şübhesiz zanların bâzısı günahtır...» ve «Müminler arasında hayâsızlığın yayılmasını arzu edenlere dünya ve âhirette elim azap vardır.[55] mealindeki âyetler bu nasslardan-dır. Bu konudaki âyetler çoktur. Ayrıca; hased, mü'minleri hakir görmek, onlara kötülük dilemek ve benzeri bir çok kalbi amellerin ha-ramlığı şer-i şerifin nassları ve ümmetin icmâı ile sabittir, diye bilgi vermiştir."
Bu babın sonunda rivayet edilen Âişe (Hadıyallâhü anhâ)'-nınhadîsini Ahmed, Ebü Dâvûd, Beyhakî ve Hâkim de rivayet etmişlerdir.
Bu hadîsdeki "İğlâk" kelimesini zorlama mânâsına terceme ettim. Bâzıları bu kelimeyi öfke mânâsına yorumlamışlar ise de bu görüş tutarlı sayılmamıştır. Müellifimizin bu hadîsi bu bâbta rivayet etmiş olması kendisinin de bu kelimeyi zorlama mânâsına kabul ettiğinin delilidir. El-Hâfız, el-Fetih'te "İğlâk halindeki boşama" babında, îğlâk kelimesinin öfke mânâsına yorumlanması görüşünün reddedildiğini naklen beyan etmiştir. Tekmile yazarı da: Tercih edilen görüş, iğlâk kelimesinin zorlama mânâsına yorumlanması görüşüdür. Öfke hâlindeki boşamaya gelince; bunun ayrı ayrı durumları vardır. Îbnü'l-Kayyim; Öfke üç kısma ayrılır: Bazen öfke, aklı tamamen giderir ve sahibi, ne söylediğini hiç bilemez, şuursuz konuşur. Böylesine öfkelenen bir kimsenin boşamasının geçersizliği hususunda ittifak vardır. Çünkü boşamanın geçerliliğinin şartlarından birisi, boşayanın akıllı olmasıdır. Öfkelenmenin ikinci nevi; sahibinin ne söylediğini düşünebilir ve irâdesi ile hareket edebilir durumdaki öfke. Böyle bir öfke hâlinde yapılan boşamanın geçerliliğine karşı çıkan yoktur. Öfkenin üçüncüsü şöyledir: Öfke şiddetlenir, fakat sahibinin aklı tamamen gitmiş değildir. Adam hiddetinin şiddetli ânında söylediği söze, öfkesi dinince pişmanlık duyar. İşte böyle bir durumda yapılan boşama yemininin geçerliliği ve geçersizliği ihtilâf konusudur, demiştir." [56]
Gerek bu hadîs ve gerekse bundan önce bu bâbta rivayet edilen hadîsler zorlama altında yapılan boşamanın geçersizliğine delâlet eder.
Bu husustaki âlimlerin görüşlerine gelince Tekmile yazan şu bilgiyi verir:
Ashâb-ı Kiram'dan Ömer. Ali, îbn-i Ömer, Ibn-i Abbâs, İbn-i Zübeyir, Câbir bin Semûre (Ra-dıyallâhüanhüm) ve başkaları zorlama ile yapılan boşamanın geçersizliğine hükmetmişlerdir. Mâlik, Şafii, Ahmed, Ev-zâi ve İshak'm mezhebi de budur. Bu grubun delilleri bu hadisler ile N a h i 1 sûresinin 106. âyetidir. Çünkü bu âyet-i ce-lîlede küfür kelimesini kullanmaya zorlanan fakat kalbindeki İman devam eden bir mü'minin ağzından çıkan küfür kelimesinden dolayı bir sorumluluğun bulunmadığı bildirilmiştir. Küfür kadar ağır olmayan şeyler de bu hükme tâbidir. Şu halde boşamaya zorlanan, fakat kalbinde boşama niyeti olmayan bir kimsenin ağzından çıkan boşama yemini ile karısı boşanmaz.
(Zorlama ile yapılan boşamanın geçersizliği fıkıhçıîarca bâzı şartlara bağlanmıştır. Bu şart ve ölçülerin öğrenilmesi için fıkıh kitab-larma baş vurmak gerekir.)
Hanefiler, Sevri, Zühri, Şâbi ve Katâde'-ye göre zorlama ile yapılan boşama muteberdir. Çünkü boşamaya âit âyet umumidir. Herhangi bir kayıt ile bağlılığı yoktur. İkinci de-lîl de Safvân bin A m r et-Tâ İ'nin rivayet ettiği şu mealdeki hadîstir:
«Kocasından nefret eden bir kadın bir gün kocasını uyurken yakalamış, eline büyük bir bıçak alıp kocasının göğüsünün üzerine oturduktan sonra onu uyarmış ve ona: Allah'a yemin ederimki ya beni Üç talâkla boşarsm, ya da seni boğazlarım, demiş. Adam yalvarmış ise de kadın İsrarda bulununca, adam onu üç talâkla boşamış, sonra Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve SellemKe giderek durumu arz etmiş. Peygamber, onun yaptığı boşamanın geçerli olduğunu bildirmiştir.»
Bu grubtaki âlimler: Zorlama neticesinde-adam rızâsı dışında karısını boşamış oluyor. Boşamanın oluşması için adamın rızâsı ise şart değildir."
Tekmile yazan daha sonra cumhurun bu gruba verdiği cevab-Jan yazıyor ve delil gösterilen boşama âyetinin bu hadislerle husûsi-leştiğini, S a f v a n ' in hadisinin senedinin zayıf olduğunu ve bu nedenle cumhurun görüşünün tercihe şayan olduğunu bildiriyor. Daha sonra zorlamanın oluşmasının şartlarını açıklıyor.
Bu şartların bilinmesi için fıkıh kitablanna müracaat edilmesi gereklidir. Buraya alamadım. Çünkü bir hayli yer ve zaman alır. [57]
2047) Anır bin Şuayb'ın rle.lesi (Abdullah bin Amr bin el-Âs) (Radı-yallâhü anhüm) dan rivayet edildiğine göre; Resûlullah (SallalhhÜ Aleyhi ve Sellcm) şöyle buyurmuştur :
«Adamın nikahlanmadı^ bir kadın hakkında boşama (yetkisi) yoktur.-"
2048) Misver bin Mahrama (Radıyallâhü anh)'den rivayet edİldiğine göre; Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) şöyle buyurmuştur :
«Nikâh kıyılmadan önce boşamak yoktur ve (köleye - cariyeye) mâlik olmadan önce (onları) azad etmek yoktur.»"
Not: Zevâid'de şöyle denilmiştir : Bunun senedi hasendir. Çünkü râvi Ali bin el-HÜseyin bin Vâkıd'ın güvenirliği ihtilaflıdır. Diğer râvi Hişâm bin Sa'd da böyledir ve zayıftır. Fakat Müslim, Şevâhid'de onun rivayetini almıştır.
2049) Ali bin Ebî Tâlib (Radıyallâhü anhyâen rivâyetrfdildiğine göre; Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Scllem) şöyle buyurmuştur:
«Nikâh kıyılmadan önce boşamak yoktur.
Not:Zevâid'de şöyle denilmiştir : Râvi CÜveybir bin Saîd'in zayıflığı üzerinde ittifak bulunduğu için bunun senedi zayıftır. [58]
Bu babın ilk hadîsini Tirmizi, Ebü Dâvûd, Ah-med, Beyhaki, Dârekutnî ve Hâkim de rivayet etmişlerdir. Tirmizi bu hadîsin hasen - sahih olduğunu söylemiştir. Bu hadîsin metni bâzı rivayetlerde uzuncadır.
Bu bâbtaki diğer hadîsler Zevâid türündendir.
Bu hadîslerde geçen Nikâh kelimesinden maksat nikâh akdidir. Yâni nikâh akdi yapılmadan önce edilen boşama yemini geçersiz ve etkisizdir. Bir adam henüz nikâhlanmadığı bir kadını boşarsa bu boşama hükümsüzdür. Çünkü adam henüz o kadının kadınlığından yararlanma hakkına sahip değildir. Köle ve cariyeyi azad etmek de böyledir. Adam, mâliki bulunduğu bir köleyi, bir cariyeyi âzad edebilir. Fakat henüz mâliki olmadığı köleyi, cariyeyi âzad edemez. Böyle bir hak ve yetkisi yoktur.
Tekmile yazarı bu hadisin açıklaması bahsinde özetle şöyle der: Bu hadis, nikâh akdi kıyılmadan önce yapılan kesin ve şartsız boşamanın geçersiz ve hükümsüz olduğuna delâlet eder. Çünkü boşama hak ve yetkisi nikâh akdinin kıyılmasından sonra doğar. Kesin ve şartsız boşamaya misâl şu olabilir: Bir adam, Fatma ismindeki kadınla evli olmadığı yâni aralarında bir nikâh akdi bulunmadığı halde: Ben F a t m a'yi boşadım, derse bu yeminin bir değeri yoktur. Bu yeminden sonra adam o kadınla evlense, nikâh akdinden önce ettiği bu yeminin bir etkisi ve zararı yoktur. Bu hususta âlimler ittifak halindedirler.
Keza, kişi henüz mâlik olmadığı köleyi âzad edemez veya her hangi bir malı satamaz, satış yapsa bile böyle bir satış muteber değildir.
Nikâhlanmaya bağlanan boşama ve mâlik olmaya bağlanan âzad etme meselesine gelince; bu konuda âlimler arasında ihtilâf vardır. Anılan meseleyi bir misal ile açıklayalım:
Adam bir kadına: Eğer seninle nikâhlanırsam sen boşsun, der veya : Nikâhlanacağım her kadın boş olsun, der. Köle meselesinde de örneğin: Satın alacağım her köle hür olsun, der. îşte nikâhlanmaya bağlanan böyle bir boşama veya mâlik olmaya bağlanan bir âzad etme sözü hakkında âlimler farklı görüş beyan etmişlerdir. Şöyle ki:
1. Hanef iler'e göre nikahlanma şartına bağlı boşama geçerlidir. Şart tahakkuk edince yâni nikahlanma akdi kıyılınca boşama gerçekleşmiş olur. Meselâ bir adam : Falan kadmla evlenirsem, o boş olsun, veya: Nikâhhyaeağım her kadın boş olsun, derse, nikâh-lanması hâlinde boşama vuku bulmuş olur. Köleyi âzad etme meselesi de böyledir.
Mâlik' ten yapılan meşhur rivayet de böyledir. Bunların delili Ma'mer'in Zührî' den rivayet ettiği şu fetvadır:
«Bir adam: Benim nikâhlanacağım her kadın boş olsun ve satın alacağım her köle hür olsun, derse hüküm onun dediği gibi gerçekleşir. Yâni bir kadınla evlenirse, kadın boşanır ve bir köleyi satın alırsa köle âzad edilmiş sayılır. Zührî böyle fetva verince Ma'-' m e r, ona:
"Nikahlanmadan önce boşama yoktur ve mâlik olmadan önce (köleyi) âzad etme yoktur", mealinde hadis gelmemiş mi? diye sorunca, Zührî: Bu hadîs; Benim karım boş olsun ve benim kölem âzad olsun, şeklinde söz söyleyen adam hakkındadır, diye cevap vermiştir.
2. Sahâbilerin cumhuru ve selef âlimlerine göre nikâhlanmaya bağlanan boşama ve mâlik olmaya bağlanan âzad etmeler, şartları tahakkuk etse bile hükümsüzdür. Şafiî, Ahmed, İshak, hadîs ehlinin cumhuru ve Zahiriye mezhebi mensupları da böyle demişlerdir. Bunların delilleri bu bâbta rivayet edilen hadîslerdir.
Hanefiler ise bu bâbtaki hadîsleri şartsız yapılan boşama yeminleri hakkında yorumlamışlardır.
3. Mâlik i 1 e r'in cumhuruna göre nikahlanmadan önce yapılan boşama yeminleri iki çeşittir. Şöyle ki:
1. Eğer adam belirli bir kabileden veya belirli bir şehirden ni-kâhlıyacağı her hangi bir kadm hakkında boşama yemininde bulunursa, meselâ: Falan sülâleden veya falan şehirden nik Ahi anacağım her kadın boş olsun, gibi bir söz söylerse, nikâhlanacağı kadın boşanmış olur. Şu halde adam, umumî bir yemin değil özel bir yemin etmiş olur.
2. Eğer adam böyle değil de umumî bir yeminde bulunursa; meselâ : Nikâhlanacağım her kadın boş olsun, gibi bir söz söylerse, sonra evlenirse karısı boşanmış sayılmaz. Çünkü böyle bir yemin, men-dub olan evlenmeye bir nevî sed çekmiş olur.
Rebîa bin Ebî Abdurrahman Rebiatü-1 Rey adı F e r r u h' dır), Sevrî, Leys bin Sa'd ve Ev-z â i de böyle hükmetmişlerdir. Bir rivayete göre Mâlik bu mesele hakkında sükût etmiştir."
Nikâh akdinden önce yapılan boşama yemini hakkında âlimlerin görüşlerini yukarda beyan ettim. Bilindiği gibi bu boşama da: Şartsız ve nikahlanma şartına bağlı olmak üzere iki kısma ayrılır. Şartsız yapılan bu tür boşama âlimlerin ittifakı ile geçersizdir. Nikahlanma şartına bağlı boşama meselesi hakkındaki ihtilâfı yukarda beyan ettim. [59]
Bir adam nikâhlı karısının talâkını her hangi bir şarta bağlarsa, meselâ; adam karışma: Sen falan işi yaparsan veya ben falan eve girersem, yahut Ramazan bayramı olunca sen boşsun, gibi bir boşama yemininde bulunursa, koştuğu şart gerçekleşince boşama vukuu bulmuş olur. Adamın maksat ve niyeti kadını korkutmak, bir şeyi yapmasını veya yapmamasını sağlamak gibi bir şey olsa, yâni boşama maksadını gütmemiş olsa bile hüküm budur. Bu hususta dört mezheb imamları ile âlimlerin cumhuru ittifak halindedirler. Zahiriye mezhebi mensubları ile İ b n - i H a z m ' a göre adamın maksadı karısının boşamasını anılan şarta bağlamak olmayıp, onu korkutmak veya bir işi yapmasını veya yapmamasını sağlamak ise; şart tahakkuk edince bununla boşama olmaz.
Bir veya iki talâkla, boşadığı kadının iddeti henüz bitmemiş iken bir şarta bağlı boşama yemininde bulunan adamın ettiği yeminin hükmü de böyledir. [60]
2050) Evzâî: Ben Zühri'ye : Peygamber (Saüallahü Aleyhi ve Sellem)'in hangi zevcesi O'n-dan Allah'a sığınmıştır? diye sordum. Zührî şöyle cevap verdi, demiştir : Âişe (Radıyallâhü anhâ) 'nın şöyle dediğini bana Urve haber vermiştir.
Cevn kızı (Amra) Resulü ilah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) (e nikâh olunup O'nî un huzuruna konulup Resûl-i Ekrem (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) ona yaklaşınca, Cevn kızı: Senden Allah'a sığınırım, dedi. Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) de:
«(Ey Cevn'in kızı) sen (şanı) büyük olan (Allah)'a sığındın. Artık ailen gile git.- buyurdu." [61]
Bu hadisi Buhâri de rivayet etmiştir. Hadiste anılan Cevn kızının ismi, hâli ve Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'e karşı böyle bir söz sarfetmesi sebebi hakkında gereken bilgi Müellifin 2037 nolu hadîsinin izahı bölümünde verilmiştir. Burada tekrarlamaya gerek kalmamıştır. [62]
Hadis, boşama niyeti ile adamın, karısına; Baban gile git, sözü ile kadının boşandığına delâlet eder. Boşamayı gerektiren sözlerle ilgili özlü bilgi verelim :
Boşama yemini olarak kullanılan sözler iki kısma ayrılır:
1. Talâk kökünden alınma kelime ve cümlelerle veya örf ve âdette boşama yemininden başka mânâlarda kullanılmayan başka cümleler. Bu tür sözlerle yapılan boşama sözüne fıkıh ıstılahında "Talâkın sarihi" adı verilir.
2. Boşama mânâsına muhtemel olduğu gibi başka mânâlara da muhtemel olup bu mânâların hepsinde kullanılan sözlerle yapılan boşama nevi. Bu çeşit sözlere ise fıkıh ıstılahında "Talâkın kinayesi" adı verilir. Bunu bir misâl ile açıklayalım : "Baban gile git" sözü kinaye kısmına giren bir cümledir. Bu cümle boşama anlamında kullanılabilir. Adam bu sözle şunu demek istemiş olabilir: Seni boşadım, seninle ilgim kalmadı, artık yanımda durma, baban gile git. Bu takdirde bu cümle ile kadın boşanmış olur. Nitekim bu hadîste belirtildiği gibi Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) mezkûr cümleyi bu anlamda kullanmış ve Cevn'in kızını böylece bosamış-tır. Bu cümle boşama değil, kadının ziyaret için babası gile gitmesi niyeti ile de kullanılabilir. Bu takdirde, cümlenin boşama ite ilgisi söz konusu değildir. İşte boşamaya ve başka mânâlara muhtemel olan bu gibi sözlere Kinaye ismi verilir. [63]
I. Hanef iler'e göre Talâkın sarih kısmı ikiye ayrılır;
A) Talâk sözcüğü ve bundan türeme kelimelerle yapılan boşama.
Biz Talâk kelimesini boşama kelimesi ile açıklamak sureti ile buna örnekler verelim: Meselâ adam karısına: Sen boşsun veya seni boşadım yahut sen boşanmışsın, der ise sarih talâkla karısını boşa-mış olur. Başka bir deyim ile adam karısına: Sen taliksin (= boşsun) veya seni tatlîk ettim yahut sen tatlik edilmiş (= boşanmış) sın derse sarih talâkla boşamış olur. Talâk kelimesi veya bundan türeme kelime ve cümlelerle yapılan bu nevî boşama yemini ile kadın rac'î bir talâkla boşanmış olur. Adam talâk kelimesini veya bundan türeme kelimeleri kullanmak suretiyle ettiği yeminle hiç bir şeye niyet etmemiş veya birden fazla talâkla boşamayı kasdetmiş olsa bile yine hüküm aynidir. Yâni rac'î bir talâk vuku bulmuş olur. Çünkü bu söz birden fazla talâkı kasdetmeye elverişli değildir ve Talâk kitabının 2. babında geçen 2019 nolu İbn-i Ömer (Radıyaüâhü anh)'in hadîsinde belirtildiği gibi kendisi karısını hayız hâlinde iken tatlîk etmişti, Peygamber (Sallaîlahü Aleyhi ve Sellem) onun, karısına rac'at (= dönüş) yapmasını emretmişti. Hanefîler şöyle derler: Peygamber (Sallaîlahü Aleyhi ve Sellem) î b n-i Ömer (Radıyallâhü anh) 'e ettiği yemin ile bir talâkı mı, birden fazla talâkı mı kasdettiğini sormamış ve niyetini sormamıştır. Eğer bu söz ile birden fazla talâka niyet etmek sahih olmuş olsaydı, Peygamber (Sallaîlahü Aleyhi ve Sellem) bu durumu soruşturacaktı. Rac'i talâkın mânası şudur: Kadının iddet süresi henüz bitmemiş iken kocası ettiği yeminden rücu ederek karısına dönüş yapabilir. Nikâh akdini yenilemeye de gerek yoktur.
B) Bir memleketin örf ve âdetinde yalnız boşama işinde kullanılan ve talâk kelimesi ile bundan türeme kelimelerden başka kelimelerle yapılan boşama yeminleri. Buna misal: Adam karısına; Sen haramsın veya seni kendime haram ettim yahut sen benimle beraber haramdasın. Bu sözlerle kadın bâin talâkla kocasından boşanmış olur. Adamın boşamaya niyet etmiş olması şart değildir. Kadın ancak bâin talâkla boşandığı takdirde kocasına haram olduğu için bu sözler bâin talâkı gerektirir. Bâin talâkın mânâsı şudur: Bir veya iki bâin talâkla boşanan kadın ancak nikâhın yeniden kıyılması sureti ile kocasına helâl olur. Nikâh yenilenmeden kocası ona dönüş yapamaz. Üç talâkla boşanmış ise artık nikâhın yenilenmesi ile de kocasına helâl olamaz.
Yine Hanefîler'e göre Kinaye sözler* de iki nevidir:
A) Adamın karısına: Iddetine başla veya rahmini (benden) temizle, sözü ile ettiği boşama yeminidir. Bu sözle rac'î bir talâk vuku bulur. Adam bu sözle iki veya üç talâk da kasdetmiş olsa yine bir talâk olur. Çünkü anılan söz birden fazla talâka elverişli değildir.
B) Adamın karısına: Baban gile git, kendine koca ara, sen bâ-insin, gibi bir sözle ettiği boşama yeminidir. Böyle bir sözle bâin bir talâk vuku bulmuş olur. Şayet adam bu sözle üç talâkı kasdetmiş ise üç talâk vuku bulur.
Kinaye nevine giren sözlerle yapılan yemin ile boşamanın vuku bulması için boşama belirtisi de aranır. Boşamaya hükmedecek hâkim için bu belirti, adamın bu sözü kullanırken öfkeli olması veya bu sözü kullanacağı sırada boşama konusunda konuşmaların cereyan etmiş olmasıdır. Yemin eden adam için boşama belirtisi ise onun niyetidir. Yâni adam bu sözü kullanırken boşamaya niyet etmiş ise, bilmelidir ki boşama oluşmuştur. Hâkim onun bu gizli hâlini bilmediği için boşamanın vuku bulmadığına hükmetse bile, bu hüküm Allah katında makbul değildir. Bu hususta adamın niyetinin esas olduğunun delili ise 2051 nolu R ü k â n e (Radıyalâhü anh)'in hadîsidir. Çünkü bu hadîste belirtildiği gibi Peygamber (Sallaîlahü Aleyhi ve Sellem) onun kaç talâka niyet ettiğini sormuştur.
II. Mâlik, îshak bin Raheveyh ve Şafiî'ye göre adam, sarih talak kelimeleri veya kinaye kelimeleri ile boşama yemininde bulunduğunda kaç talaka niyet ederse o sayıda talak vuku bulmuş olur. Sarih talâk kelimesi ile yemin edilirken, başka bir deyimle sarih talâk kelimeleri kullanılırken boşama niyeti şart değildir. Meselâ bir adam karısına; Seni tatlik ettim, derse boşamaya niyet etmemiş olsa bile kadın boşanmış olur. Ancak bu sözle bir talâk vuku bulmuş olur. Şayet adam bu sözü kullanırken üç talâkla boşamayı kasdetmiş ise kadın üç talakla boşanmış olur. Bunun delili ise 2051 nolu R ü k â n e (Radıyallâhü anh)'in hadîsidir. Boşama niyeti ile kullanılan kinaye sözler de ayni hükme tâbidir. Bunun bir delili de izahında bulunduğumuz 2050 nolu Âi şe (Radıyallâhü anhâ)'nın hadîsidir. Çünkü bu hadîsten anlaşıldığı gibi Peygamber (Sallaîlahü Aleyhi ve Sellem) Cevn'in kızına -. «Ailen gile git» buyurmakla onu üç talâkla boşamış oluyor. Urve bin Z ü -b e y i r (Radıyallâhü anh) 'm da bu görüşte olduğu rivayet edilmiştir.
Kinaye sözleri ile yapılan boşama yeminleri ile boşamanın vuku bulması için boşayanın boşama niyeti esastır. Başka bir belirtiye hacet yoktur.
III. Süfyân-i Sevr!, Evzâi ve Ahmed'e göre sarih veya kinaye boşama yemini ile bir talâk vuku bulur.
Gerek sarih ve gerekse kinaye boşama sözleri hakkında çok çeşitli meseleler ve buna bağlı değişik hükümler mevcuttur. Gerekli aydınlatıcı bilgi için fıkıh kitablanna müracaat etmek gerekir. Biz bu özlü bilgiyi sunmakla yetineüm. [64]
2051) Abdullah bin Ali bin Yczîd bin Kükâııe (Radıyallâhü an-hüm)'ün dedesi (Rükâne)'den rivayet edildiğine güre:
Kendisi (Süheyme isimli) karısını "Elbette boşamak" sözü ile bo-şamış (Yâni boşama yemininde elbette kelimesini de kullanmış), sonra Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'in huzuruna varıp ettiği yeminin hükmünü sormuştur. Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) ona:
— -Elbette kelimesi ile neyi kasdettin?» buyurmuş. Rükâne (Radıyallâhü anh) :
— Bir talâkı (kasdettim), demiş. Resûl-i Ekrem (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) :
—- «Bununla yalnız bir talâkı kasdettiğine Allah Teâlâ'nın ismi ife yemin eder misin?» buyurmuş. Rükane (Radıyallâhü anh) :
— Vallahi, ben elbette kelimesi ile yalnız bir talâk kasdettim, (birden fazla talâkı kasdetmedim) diye cevap vermiştir. Râvi demistir ki, Bunun üzerine Resül-i Ekrem (Sallallahü Aleyhi ve Sellem), (sözü edilen) kadını Rükâne'ye geri verdi.
(Müellifimiz) Muhammed bin Mâcete: Ben Ebü'l-Hasan AH bin Mu ham m ed et-Tanâfısî'den işittim dedi ki: Bu seçme hadise hayranım, diye rivayette bulunmuştur.
(Müellifimiz) îbn-i Mâcete dedi ki: Ebû Ubeyd, elbette kelimesinin kullanıldığı boşama yeminini (nikâh bağlarım tamamen) kesici olarak bırakmıştır. Ahmed de elbette kelimesinin kullanıldığı boşa-ma yemini ile yalnız bir talâkın gittiğine fetva vermekten korkmuştur." [65]
Bu hadîsi Tirmizi, Ebû Dâvûd, Hâkim, Bey-haki ve Dârekutni de rivayet etmişlerdir.
Kadının isminin Süheyme olduğu bâzı rivayetlerde belirtilmiştir. Bâzı rivayetlerde Rükane (Radıyallâhü anh) m S ü -heyme'yi Hz. Ömer (Radıyallâhü anh) hilâfeti döneminde ikinci talâkla ve Hz. Osman (Radıyallâhü anh) döneminde üçüncü talâkla boşattığına dâir ilâve vardır.
Elbette: Bu kelimenin sözlük mânâsı: Kesmek, demektir. Arap dilinde bu kelime genellikle bir cümlenin arkasında kullanılır ve o cümlenin mânâsının kesinliğini ve katiyyetini ifâde eder. Arablar, bu âdetleri gereğince bir çok cümlenin arkasında kullandıkları gibi boşama yeminine âit cümlenin arkasında da kullanırlar. Türkcemiz-de de bu kelime elbette, diye kullanılır. Hadisin râvisi Rükane (Radıyallâhü anh) karısını boşadığına dâir talâk cümlesine elbette kelimesini eklemiş ve bunun hükmünü sormuştur. Bu kelimenin eklendiği boşama cümlesi iki mânâya muhtemeldir. Şöyle ki. bir adam karısına; Seni elbette boşadım, dediği zaman karısını yalnız bir talâkla boşamayı kasdedebildiği gibi, onu tamamen yâni üç talâkla boşamak sureti ile nikâh bağlarının tamamını kesmeyi de kasdede-bilir, işte iki şekil de muhtemel olduğu için Peygamber (Satlaliahü Aleyhi ve Sellem) R ü k â n e' nin neyi, yâni bir talâkı mı, daha fazlayı mı kasdettiğini sormuştur. R ü k â n e , bir talâkı kas-dettiğini beyan edince Resûl-i Ekrem (Sallallahü Aleyhi ve Sellem), ona yemin teklif eylemiş ve Rükane yalnız bir talâkı kasdettiğine yemin edince Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) S ü-heyrae'yi ona geri vermiştir.
Müellifimizin Ebu Ubeyde ile ilgili sözünün anlamı şu olabilir: Ebu Ubeyd, sorumluluktan kaçınarak bu hadisi bırakmıştır. [66]
Tekmile yazan bu hususta şöyle der; Hadîsten çıkarılan fıkıh hükümleri şunlardır:
1. Elbette kelimesini kullanarak karısını boşayan ve bu sözle yalnız bir talâkla boşamayı kasdettiğini beyan eden adama yemin teklif edilir. Yemin ettiği takdirde beyânı kabul olunur. Aksi takdirde kabul edilmez. Boşamaya dönük olup adama yarar sağlayan her iddiası ancak yeminle tevsiki hâlinde muteberdir.
2. Kocanın kullandığı sözün apaçık durumuna ters düşmemek kaydı ile onun her iddiası ancak yemin etmesi hâlinde kabul edilir.
3. Elbette kelimesini kullanarak boşama yemininde bulunan koca bu yeminle birden fazla talâkı kasdetmediği takdirde, karısını bir talâkla boşamış sayılır. Bu talâk rac'i talâk sayılır. Ş â f i i' ye göre bu talâk rac'î sayılır. Çünkü Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sel-lem) Suheyme'yi Rükâne'ye teslim etmiştir. Eğer bu talâk bâin talâk sayılmış olsaydı, yeniden nikâh kıymak sureti ile kadının, kocasına teslim edilmesi gerekirdi. Hanefîler'e göre bu talâk bâin talâk nevindendir. Rükâne ile Süheyme'-nin nikâhları yenilenmiş olabilir.
Elbette kelimesinin kullanıldığı boşama yemini ile vuku bulan talâk durumu ve sayısı hakkında âlimler şöyle demişlerdir:
a) Ebû Hanife'ye göre adam, bu sözle bir talâkı kas-detmiş ise bâin bir talâk vuku bulur. Eğer üç talâkı kasdetmiş ise üç talâk vuku bulur.
b) M â 1 i k * e göre bu sözle üç talâk vuku bulur.
c) Ş â f i î' ye göre adam yalnız bir talâkı kasdetmiş ise rac'i bir talâk vuku bulmuş olur, üç talâkı kasdetmiş ise üçü de vuku bulur.
d) Â h m e d : Elbette kelimesinin kullanıldığı boşama yemini île üç talâkın vuku bulunduğundan endişeliyim, bu itibarla bununla yalnız bir talâkın vuku bulduğuna fetva vermeye cesaret edemiyorum, demiştir.
4. Bir sözle yapılan üç talâk yemini ile talâkların üçü de gitmiş olur. Çünkü Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem), R ü k â -n e' nin ettiği elbette boşama sözü ile yalnız bir talâkı kasdettiğini tevsik için ona yemin teklif etmiştir. Şu halde eğer Rükâne üç talâkı kasdetmiş olsaydı, üçü de vuku bulurdu. Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'in yemin teklifi buna delâlet eder.
5. Yemin etmesi gereken bir kimse, yetkililerce yemin teklifi yapılmadan önce kendiliğinden yemin ederse, bu yemin muteber değildir. Çünkü muteber olsaydı Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem), Rükâne1 nin ilk yemini ile yetinecekti. Halbuki ona, ikinci kez yemin etmek üzere teklifte bulunmuştur."
Tuhfe yazarının beyanına göre el-Ayni, Buhâri' nin şerhinde:
"Adamın karısına hitaben: Sen elbette boşsun, demek sureti ile ettiği boşama yemini hususunda âlimler ihtilâf etmişlerdir. Ömer (Radıyallâhü anh)'a göre bu sözle bir talâk vuku bulur, adam üç talâkı kasdederse, üçü de gider. Îbnü'l-Münzir, O'nun böyle dediğini anlatmıştır. Ebû Hanife ve Şafii de böyle demişlerdir. Âlimlerden bir cemaata göre bu sözle üç talâk gider. Bu kavil, Ali, İbn-i Ömer, İbnü'l-Müseyyeb, Urve, Zührî, İbn-i Ebî Leylâ, Mâlik, Evzâî ve Ebû Ubeyd' den de rivayet edilmiş, demiştir."
El-Kaari de el-Mirkat'ta: Elbette kelimesinin kullanıldığı boşama sözü ile Ş â f i i' ye göre rac'i bir talâk vuku bulur, adam iki veya üç talâk kasdetmiş ise, kasdettiği sayıda talâk vuku bulmuş olur. Ebû Hanife'ye göre bu yemin ile bâin bir talâk vu-kû bulur. Eğer adam üç talâkı kasdetmiş ise üç talâk vuku bulur. M â 1 i k' e göre bu sözle üç talâk vuku bulur, demiştir.
T i r m i z î' nin beyânına göre Sevrİ ve Küfe âlimleri : Adam bu sözle bir talâkı kasdetmiş ise bir, üç talâkı kasdetmiş ise üç talâk vuku bulur Fakat iki talâkı kasdetmiş ise, yine bir talâk vuku bulur.
Adamın iki talâkı kasdettiğinde iki değil de bir talâkın vuku bulmasının sebebi, Mirkat'ın şerhinde şöyle açıklanmıştır. Mastar sözcüğü tekildir. Birden fazla sayıya delâlet etmez. "Üç" sayısı, bir topluluğu ifâde ettiği için topluluk, bir sayısı hükmündedir, "Elbette" kelimesi mastardır. Bununla bir veya onun gibi düşünülen üç talâk kasdedilebilir, fakat iki talâk kasdedilemez.
Hadis râvîsi Rükâne (Radıyallâhü anh) bin AH-4 Yezîd bin Hâşim el-Muttalibi, Mekke'nin fetih günü müslüman olmuştur. Râvileri; Nâfi bin Uceyr ve kendisinin torunu Ali bin Yezîd bin Rükâne' dir. M u â v i y e (Radıyallâhü anh) hilâfeti döneminde M e d i n e - i Münevvere1 de vefat etmiştir. [67]
2052) Aişe (Radıyaİtâbii anJıâ)'f\nn rivayet edildiğine güre şöyle de-nıişlir :
Resûlullah (Sdllallahü Aleyhi ve Sellem), bizi (yâni muhterem zevcelerini, kendisi ile beraber kalmak ve kendisinden ayrılıp boşanmak hususunda) muhayyer bıraktı, biz (tüm zevceleri) kendisini (yâni Onun nikâhı altında kalmayı dünyalığa ve süse tercih edip) seçtik. Resül-i Ekrem, kendisini seçmemizi talâk olarak görmedi. (Yâni bunu talâk saymadı.)"
2053) Aijt* {Um!ıyallahü anhâ)\\ı\n: Şöyle demiştir: âyeti inince Resûlullah (Sa)lallahü Aleyhi ve Sellem) benim odama girdi ve s
«Yâ Âişe! Ben sana bir durumu anlatacağım. Bu durum hakkında baban ve ananın emirlerini sormadan karar vermeye acele etmemende senin için bir mahzur yoktur» buyurdu.
Âişe demiştir ki: Vallahi O, biliyordu ki babam ve anam Ondan ayrılmamı emredecek değiller. Âişe demiştir ki: Resûl-i Ekrem (bu tenbihten sonra);
âyetlerini bana okudu. Bunun üzerine ben dedim ki: Bu hususta (yâni dünyalığı ve ziyneti veya Allah'ı ve Resulünü seçmek hakkında) babam ve anamın emirlerini mi soracağım. Ben Allah'ı ve Resulünü (dünyalığa) kesinlikle tercih edip seçtim." [68]
Bu babın ilk hadisini Kütüb-i Sitte sahihleri ve A h m e d rivayet etmişlerdir. A h m e d ' in rivayeti uzundur. Diğer rivâyet- lerin bâzı lafızlarında görülen farklılık mânâyı etkilemez.
İkinci hadisi Müslim ve Buhârİ de rivayet etmişlerdir. Bu hadîslerin fıkıh hükümlerini anlatmadan önce her iki hadisin mânâsını ilgilendiren ve ikinci hadîste anılan A h z a b Sûresinin 28. ve 29. âyetlerinin meallerini ve iniş sebebim anlatalım :
Âyetlerin Meali î
Ey Peygamber eşlerine de ki: Eğer siz dünya hayatını ve linetini istiyorsanız gelin size mut'a (denilen bağışı) vereyim ve güzellikle salıvereyim.» (28)
-Eğer Allah'ı, Resulünü ve Âhiret yurdunu istiyorsanız (bilin ki) Allah, içinizden güzel amellerde bulunanlar için büyük ecir hazırlamıştır.- (29)
Tekmile yazan Talâk kitabının Hıyar babında bu iki âyetin iniş sebebinin Câbir bin Abdillah tarafından şöyle açıklandığını beyan eder:
E b ü Bekir (Radıyallâhü anh) Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'in odasına girmek için müsade istemeye geldiğinde Efendimizin odasının kapısı önünde sahâbîler toplanmış idi. Oradakilerden hiç kimseyi içeri girmek için izin verilmemiş idi. E b û B e -k i r (Radıyallâhü anh)'a içeri girmesi için Resûl-i Ekrem (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) tarafından izin verildi. O girdi. Sonra Ömer tRadıyallâhü anh) geldi, o da izin istedi. Kendisine de izin verilince O da huzura girdi. Resül-i Ekrem (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'i üzgün ve suskun olarak oturmuş ve zevcelerini O'nun etrafında toplanmış vaziyette gördü. Ömer: Ben Resûl-i Ekrem (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) 'i güldürecek bir söz söyliyeceğim, diye şöyle dedim, demiştir: Yâ Resülallah! Keşke Hârice'nin kızını — Ömer kendi eşini kasdediyor— göreydin, benden nafaka istedi, ben de kalkıp üzerine yürüdüm ve ensesini tokatladım. Bu söz üzerine Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) gülümsedi ve:
«(Kendi eşlerini kasdederek) bunlar, gördüğün gibi etrafımda toplanmış, benden nafaka istiyorlar», buyurdu. Bunun üzerine E b ü Bekir, (kızı) Â i ş e ye doğru kalkıp ensesini tokatladı. Ömer de (kızı) H a / s a' ya doğru kalkıp ensesini tokatladı. E b û Bekir ile Örn e r (kızlarını tokatlarken) şöyle diyorlardı: Sakın Resûl-i Ekrem (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'den, yanında olmayan bir şeyi istemeyin. Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) "în eşleri: Vallahi biz, Resûl-i Ekrem (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'den yanında bulunmayan bir şeyi ilelebed istemiyeceğiz, dediler. Bu olaydan sonra Resûl-i Ekrem (Sallallahü Aleyhi ve Sellem), bütün zevcelerinden bir ay veya 29 gün uzak durdu. Sonra şu âyetler— A h -z â b sûresinin 28. ve 29. âyetleri — indi (Râvi bu arada inen âyetleri nakleder.) Bu âyetler inince Resûl-i Ekrem (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) bu ilâhi emri zevcelerine, Â i ş e ' den başhyarak tebliğ etti. (Râvi bundan sonra Müellifimizin 2053 nolu hadîsinin benzerini rivayet etmiştir. Bu rivayet Müslim'de mevcuttur.)
Tekmile yazarı yukardaki nakli yaptıktan sonra bu babın ilk hadîsinin fıkıh yönünü şöyle anlatır:
Bir adam, nikâhı altında kalıp birlikte yaşamak veya ayrılıp gitmek hususunda karısını muhayer (serbest) kıldığı zaman, karısı onun nikâhı altında kalma şıkkını tercih ederse, kadının bu tercihinin bir boşama sayılmıyacağı bu hadisten anlaşılıyor. İmamlar ve cumhur da bununla hükmetmişlerdir.
Yukarda anlatılan durumda, kadın kendi nefsini tercih ettiği takdirde, bir rac'i talâk mı, bir bâin talâk mı, yoksa üç talâk mı vuku bulduğu hususunda âlimler arasında ihtilâf vardır. Hat tâbi bu ihtilâfı şöyle anlatır:
Nikâhı altında kalmak ve ayrılıp gitmek hususunda karısını serbest bırakan adamın durumu hakkında ilim ehli ihtilâf etmişlerdir. Fıkıhcılann ekserisine göre, kadın serbest kılındığı yerden kalkıp gitmedikçe anılan iki şıktan dilediği şıkkı tercih edebilir. Boşanma şıkkını tercih etmeden ve kendini boşamadan o yerden aynlırsa, artık elinde bu yetki kalmamış olur. Mâlik, Sevrî, Evzâi, rey ehli ve Şafiî böyle hükmetmişlerdir.
Zühri, Katâde ve el-Hasan'a göre, kadın o meclisten ayrılsa bile yetkisi devam eder.
Kadın kendi nefsini tercih ettiği takdirde; bu tercihi ile kaç talâkın vuku bulduğu hususunda da ihtilâf vardır:
1. Anılan tercihin bir talâk hükmünde olup, bu talâk konusunda kadının öncelikle hak sahibi olduğu yolunda Ömer, îbn-i Mes'ud ve Ibn-i Abbâs (Radıyallâhü anh) 'den rivayet olmuştur. Süfyan-i Sevri, Şafiî, Ahmed ıje î s -h â k' in kavilleri de böyledir.
2. Bu tercihin bâin bir talâk mâhiyetinde olduğu, Ali bin Ebi Tâlib (Radıyallâhü anh)'den rivayet edilmiştir. Rey ehlinin görüşü de böyledir. El-Hasan ise: Kadın kendi nefsini tercih ederse bu tercih üç talâk hükmündedir, kocasını tercih ederse bu tercih bir talâk hükmündedir, kocası bu talâka öncelikle hak sahibidir, demiştir.
3. Mâlikiler'e göre hüküm şöyledir: Kadın kocasını tercih ederse bu tercih talâk mâhiyetinde değildir. Kadın kendi nefsini tercih ederse durumuna bakılır. Eğer kocası ile gerdeğe girmiş ve ondan sonra söz konusu serbestlik almış ise, kadının kendi nefsini tercih etmesi üç talâk hükmündedir. Eğer kadınla kocası arasında cinsel ilişki vuku bulmadan bu serbestlik verilmiş ise ve kendisi de kendi nefsini tercih ederse, bu tercih bir talâk hükmündedir. [69]
Bu babın başlığında geçen Hul' kelimesi hakkında biraz bilgi verelim :
Hul* i Arap dilinde bir şeyi soyn>ak ve gidermek, demektir. Fıkıh istilahında ise: Nikâh mülkiyetini, bir bedel karşılığında belirli kelimelerle gidermektir. Bu belirli kelimeler, hul1, satmak, satınalmak, ayrılmak, karşılıklı beraatlaşmak ve bunlara' benziyen bir kaç kelimedir.
Hanefî âlimler Hul'u şöyle tarif etmişlerdir:
Hul1 kelimesi veya onun mânâsını ifâde eden kelimelerle; nikâh mülkiyetini gidermeye "Hul',, denilir. Ancak kadının da bunu kabul etmesi gerekir. Şayet adamın yaptığı hul' akdinde ne açıktan ne de imâ yolu ile kadın tarafından her hangi bir ivaz (= bedel) ödenmesi söz konusu edilmemiş ise hul'un oluşması için kadının kabullenmesi aranmaz.
Yukarda verilen tariften de anlaşılacağı üzere Hul', talâkın bir nevidir. Çünkü boşama bir mal karşılığı olduğu gibi mal karşılığı olmaksızın da olabilir. Bir bedel ve mal karşılığı olmaksızın yapılan boşamaya talâk, denilir. Bir ivaz (= bedel) karşılığı yapılan boşamaya da Hul' denilir. Boşamak bazen caiz, bazen mekruh, bazen müs-tahab gibi değişik hükümler aldığı gibi Hul1 da böyledir. Eşler arasında şiddetli geçimsizlik çıkması veya biribirine karşı yükümlü bulundukları haklara riâyet etmemeleri gibi hallerde Hul' işi meşrudur. Bu meşruluk Kitâb, Sünnet ve İcmâ' ile sabittir. Bakara sûresinin 229. âyetinde buyurulan "... Eğer siz onların (yâni eşlerin) ilâhi yasaları koruyamıyacaklarından korkarsanız o takdirde kadının fidye olarak vereceği şeyde ikisine de günah yoktur." îlâhi emir Hul'un meşruluğu hakkındadır. Müellifin 2056 ve 2057 nolu hadis-leride bunun meşruluğuna delâlet eder.
Eşler arasında bir geçimsizlik çıktığında bunların yakınlarından iki kişinin barışçı hakem olarak toplanıp geçimsizliği gidermeye ve eşleri uzlaştırmaya çalışmaları sünnettir. Nisa sûresinin 35. âyeti bunu emreder. Bu gayretlere rağmen uzlaşma sağlanamazsa talak veya hul' yolu ile eşlerin ayrılmaları meşrudur.
Hul'un hangi kelimelerle oluştuğu, rükünleri ve şartlarının neler olduğu hususunda gerekli bilgi almak için fıkıh kitablarına müracaat gerekir.
2054) (Abdullah) bin Abbâs (Radtyallâhü anhümâ)'dan rivayet edildiğine göre; Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) şöyle buyurmuştur :
«Boşanma talebinde mazur gösteren bir durum yokken, kocasından boşama isteğinde bulunmakla beraber cennet kokusunu bulan bir kadın yoktur.»"
Not: Bu hadisinin senedinin zayıf olduğu Zevâid'de bildirilmiştir.
2055) Sevbân (Radtyaltâhü a«/r>'den rivayet edildiğine göre; Resû-lullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) şöyle buyurdu, demiştir:
«Hangi kadın (Boşanmayı gerektiren) çetin bir durum bulunmadığı halde kocasından boşama isteğinde bulunursa ona cennet kokusu haramdır.»" [70]
İlk hadis Zevâid türündendir. İkinci hadîsi Tirmizi, Ebû Dâvûd, Beyhakî ve Hâkim de rivayet etmişlerdir. Hâkim bu hadisin, B u h â r î ile M ü s 1 i m' in şartlan üzerinde sahih olduğunu, Tirmizî de bunun hasen olduğunu söylemişlerdir.
Her iki hadîs, boşanmayı gerektiren, aşırı geçimsizlik gibi bir durum bulunmadığı halde kadının, kocasından kendisinin veya kumasının bir mal karşılığı veya karşılıksız olarak boşama teklifinde bulunmasının haram olduğuna delâlet ederler.
Böyle bir talebte bulunan kadının cennet kokusunu duyamıyaca-ğına dâir cümlenin mânâsı, onun cennet kokusunu duymak nimet ve lezzetinden mahrum kılınması olabilir. Yâni kadın cennete girse bile bu kokudan mahrumdur. Cümlenin mânâsı şöyle de olabilir: îyi mü'minler cennet kokusunu ilk andan itibaren duyarlar, fakat böyle davranan kadın bu kokuyu onlar gibi ilk zamanlarda duymayacaktır. Yâni geç duyacaktır. Her iki ihtimalde de bu cümle büyük bir tehdit anlamını taşır. Tekmile yazan : Bu cümlenin açık mânâsı; böyle davranan kadın, öncelikle cennete müstahak olanlardan değildir, demiştir. [71]
2056) (Abdullah) bin Abbâs (Radtyallâhü anhumüydan; Şöyle demiştir :
Cemile bint-i Selûl, Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'e gelerek t
Yâ Resûlallah! Vallahi ben (kocam) Sabit (bin Kays) 'i ne diyaneti (nin noksanlığı), ne de huyuCnun kötülüğü) açısından kınıyorum. (Yâni ondan ayrılmak istememin sebebi bu değildir.) Lakin (onun yanında kalırsam) küfrü mucip bir duruma düşmemi çirkin görüyorum, (çünkü) Ondan nefret etmemeye gücüm yetmiyor. (Bu cihetle ondan ayrılmak istiyorum), dedi. Bunun üzerine Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) Cemileye t
-Sâbit'in mehlr olarak sana vaktiyle vermiş olduğu bostanım kendisine geri verir misin?» diye sordu. Kadın t
— Evet veririm, dedi. Bunun üzerine Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem), Sabit bin Kays'a, bostanı Cemîle'den (geri) almasını ve bundan fazla bir şey almamasını (ve buna karşılık kadını boşamasını) emretti. (Kadın bostanı, Sabit de talâkını verdi.
2057) Amr bin Şuayb'm dedesi (Abdullah bin Amr bin el-As) (Radı-yallâhü anhüm) 'den; Şöyle demiştir :
Habîbe bint-i Sehl, Sabit bin Kays bin Şemmâs'ın nikâhı altında idi. Sabit kısa boylu çirkin bir adam idi. Habîbe:
— Yâ Resûlallah! Vallahi eğer Allah korkusu ol m as avdı kocam sabit yanıma girdiği zaman (yaratılışı itibarı ile çirkinliğinden) onun yüzüne tükürürdüm, dedi. (Bu yüzden ondan ayrılmak istediğini söyledi) Bunun üzerine Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Seîlem), ka~ dına:
-Sâbit'in, vaktiyle mehir olarak sana verdiği bostanını kendisine geri Verir misin?» diye sordu.
Kadın -. Evet veririm, dedi.
Râvi demiştir ki: Bunun Üzerine kadın bostanı Sabit'e geri verdi. Râvi demiştir ki: Bundan sonra Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) Sabit ile Habîbe'yi biribirinden ayırdı."
Not: Zevâdd'de şöyle denilmiştir: Bunun senedinde Haccâc bin* Ert&t bulunur. Bu zât tedHsçidir ve bu hadisi an'ane ile rivayet etmiştir. [72]
îlk hadisi Buhâri veBeyhakî de rivayet etmişlerdir. İkinci hadis ise Zevâid türündendir.
Sabit (Radıyallâhü anh) ile karısı arasında hul' yolu ile boşama olduğuna dâir Ebû Dâvûd, Nesâî' nin ve başka sahih hadis kitablannda müteaddit rivayetler mevcuttur. Gerek müellifin rivayetlerinde ve gerekse diğer rivayetlerde S â b i t' in karısının ismi değişil! gelmiştir. Bâzı rivayetlerde Cemile, bint-i Selûl, bir kısım rivayetlerde Habibe bint-i Sehl ve bir kısmı rivayetlerde Meryem el-Meğâliye, diye geçer.
El-Hâfız, el-Fetih'te beyân ettiğine göre İbn-i Abdi'l-Be rr:
Sabit bin K a y s ' m karısının ismi hakkında ihtilâf vardır. Basra' Ular, kadının Cemile bint-i Übey (bin S e 1 û 1 î olduğunu, M e d î n e ' li âlimler de onun H a b î b e bint-i Sehl olduğunu anlatmışlardır. Kadının ismine âit rivayetlerin ikisinin de sıhhatli ve her iki hadîsin meşhur oluşundan çıkan açık sonuç; olayların ayrı ayrı olup S â b i t' in ayrı zamanlarda bu iki kadından hul' yolu ile boşanmış olmasıdır, demiştir.
El-Hâfxz: Bâzı rivayetlerde bulunan Meryem el-Ma-galiye. Cemile1 nin başka bir ismi olabilir, demiş ve bu ihtimâlin delillerini izah etmiştir. Kadının değişik isimleri hakkında görülen farklı rivayetlerin birleştirilmesi hususunda geniş bilgi için el-Fetih'in Hul' bölümüne müracaat edilebilir.
ilk hadiste C e m î 1 e'nin söylediği söz değişik mânâlarda yorumlanmıştır. El-Fetih'te, e I - H â f ı z bu hususta özetle şöyle der :
Yâni eğer ben, Sabi t * in nikâhı altında kalırsam küfrü mucip bir duruma düşmemi çirkin görüyorum. Kadın bu sözü ile şuna işaret etmiş olabilir: S â b i t' e karşı duyduğum şiddetli nefretin baskısı ile sırf nikâhımızın çözülmesi amacı ile İslâmiyet'ten çıktığımı ve kâfir olduğumu söylemek mecburiyetinde kalabilirim. Kadın, böyle bir pozisyona girip böyle bir söz söylemesinin haram olduğunu biliyordu. Lâkin şiddetli nefretin kendisini böyle bir duruma düşmesinden korkuyordu.
T ı y b î: Kadının sözünün mânâsı şu olabilir: Ben müslüman olduğum halde, kocasından nefret eden genç ve güzel kadından beklenen itaatsizlik ve kocanın hakkına riayetsizlik gibi İslâmiyet'e ters düşen olumsuz davranışlar içerisine düşmekten korkarım. Kadın İslâmiyet'e ters düşen kocaya itâatsızlığa ve koca hakkına riayetsizliğe küfür ismini vermiş olur, demiştir.
Cümlenin mânâsı şöyle de olabilir: Ben nefret ettiğim bu adamla beraber yaşarsam, küfrün gereği olan düşmanlık, kin ve husûmet gibi olumsuz hareketlerde bulunmayı çirkin görürüm. Bunun için ondan ayrılmak istiyorum.
" Kadının sözünde bulunan küfürden maksat ybcaya karşı küfran ve nankörlük olabilir. Çünkü kocanın hakkına riayetsizlik ve ona itaatsizlik, bir nevi nankörlüktür. [73]
1. Eşler arasında çıkan geçimsizlik yalnız kadın tarafından olsa bile hul' yolu ile boşanmak meşrudur. Bu geçimsizlik ve ayrılma nedeni sırf kadının kocasından nefret etmesi ve sevmemesi olabilir. Böyle bir durumda adam fidye ismi verilen bir mal karşılığı kadının talâkını satabilir. Bu mal kadına vermiş olduğu mehir de olabilir. Çünkü hadislerde belirtildiği gibi Sabit, karısı ile evlenirken mehir olarak bostanını vermişti. Kadın boşanma talebinde bulununca, mehir olarak almış olduğu bostanı geri vermiş ve bu fidye ve bedel karşılığı Sabit onunla hul' etmiş, yâni talâkını satmıştır.
2. Hul' eden adam karısına mehir olarak verdiği malın tamamını hul' fidyesi ve bedeli olarak geri alabilir. Hadîsin buradaki rivayetine göre bundan fazla bir şey alamaz. Ancak hadisin sonunda
bulunan ve fazla bir şey almamaya âit; iIi)i*iG cümlesi Buhâri'-
nin rivayetinde yoktur. B e y h a k î' ninkinde vardır. Keza A b -dürrezzâk, Ebû Dâvûd ve Dârekutnî'nin mür-sel rivayetlerinde bu cümlenin mânâsını ifâde eden benzer cümle bulunuyor. Bu fazlalığı almanın daha iyi olduğunu söylemek mümkündür. Bu husustaki âlimlerin görüşlerine gelince Tekmile yazan Özetle şöyle der:
"Bu hadis, S â b i t' in, mehir olarak karısına vermiş olduğu malın tamamını geri aldığına delâlet eder. Bu hususta âlimlerin görüşleri şöyledir:
1. Hanefiler'e göre geçimsizlik kadın tarafından ise kocası hul' fidyesi olarak mehir miktarını geçmiyecek meblâğı alabilir, bunda bir kerahat yoktur. (Mehir miktarından fazla bir şey alması mekruhtur, bununla beraber aldığı mal ona helâldir.) Eğer geçimsizlik koca tarafından ise hul' yolu ile yapacağı boşamada kadından bir şey alması haramdır. (Fıkıh kitablarında bulunan mekruhluk tâbiri ile tahrimen mekruhluk kasdedilmiştir.)
2. A h m e d' e göre nikâh akdinde anılan mehir miktarı ne ise bundan fazla bir meblâğ üzerinde hul' etmek mekruhtur. Çünkü bu ve benzeri hadislerde fazlalıktan menedilmiştir.
3. Mâlik, Şâfil ve cumhura göre; nikâh akdinde anılan mehir mikdanndan fazla bir meblağ üzerinde de hul' yapılabilir, bunda bir kerahat yoktur. [74]
tddet: Kocası ölen veya boşanan kadının bekleme süresine verilen bir isimdir. Bu hususta gereken bilgi 2026 - 2030 nolu hadîsler bölümünde verilmiştir. Tekrarlamaya gerek yoktur. Ancak şunu belirtmekle yetineyim :
Boşanan kadın hâmile değil ise onun iddet süresi üç defa aybaşı âdetini görüp temizlenmesidir. Bundan sonra başka bir erkekle evlenebilir. Hul' yolu ile kocasından ayrılan ve hâmile olmayan kadının iddeti ne kadardır? İşte bu bâbta rivayet edilen hadîs bu konu hakkındadır. Hadîsi izah ederken bu konudaki fıkıh hükmünü anlatacağım.
üJ»
Sabit (R.A.)'ın Hâl Tercemesi
Sabit bin Kays bin Şemmâs el-Ensârf el-Hazred, sahâbîlerin ileri gelenlerinden ve kuvvetli bir hatib idi. Müslim'de rivayet edilen şahin bir hadiste onun cennetlik olduğu belirtümiştir. Buhârî onun bir hadisini rivayet etmiştir. Ebû Davüd ve Nesâî «Kitabu ameli yevmin ve Leyletin»de onun hadîslerini rivayet etmişlerdir. Hâvileri Enes, Muhammed bin Kays ve kendi oğlu İsmail'dir. Uhud ve ondan sonraki savaşlara katılmış ve hicretin 12. yılı vuku bulan Yemâme savaşında şehid olmuştur. Ölümünden sonra Hâlid bin el-Velİd (R.A.) onu rüyada görmüş ve rüyada yaptığı vasiyeti Halid infaz eylemiştir. El-tstîâb'ta rivayet edildiğine göre Sabit, Yemâme günü şehid edildiğinde üzerinde bulunan zırhlı elbisesini bir müs-lüman ahp götürmüştür. Sabit ölümünden bir kaç gün sonra Hâlid'in, bir rivayete göre başka bir müslümanm rüyasına gelmiş ve arhu elbisesinin nerede olduğunu haber vererek, bunun oradan alınmasını, satılıp j?«rasmın fakirlere dağıtılmasını istemiş ve bunun üzerine bulundurulan elbisesi, vasiyet ettiği gibi satılıp bedeli fakirlere dağıtılmıştır. (Hülasa sah. 57)
2058) übâde bin Sâmit (Radtyallâhü anA)'den; Şöyle demiştir:
Ben Rübeyyi1 bint-i Muavviz bin Afra' (Radıyallâhü anhâ) *ya Bana, (kocanın seni hul' etmesi) olayını anlat, dedim. Rubeyyi' şöyle dedi: Ben hul' yolu ile kocamdan ayrıldım. Sonra Osman (bin Af-fân) (Radıyallâhü anhl'ın yanına vardım ve: Bana ne kadar iddet gerekir? diye sordum. Osman, bana: Senin üzerinde hiç bir iddet yoktur. Ancak kocan yakın bir zamanda sana yaklaşmış (yâni cinsi iliş-kide bulunmuş) ise sen bir defa aybaşı âdetini görünceye kadar onun hakkı altında bekliyeceksin, dedi. Rubeyyi dedi ki: Osman bu fetvasında, Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) 'in Meryem el-Mağâ-liye hakkında verdiği hükme uydu. Meryem, Sabit bin Kays'ın nikâhı altında idi, hul' yolu ile ondan ayrıldı idi." [75]
Bu hadîsi N e s â i de rivayet etmiştir. T i r mi z î de Süleyman bin Yesâr aracılığı ile Rübeyyi' den rivayet ettiğine göre:
"Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) hayatta iken Rübeyyi hul' yolu ile kocasından ayrılmış ve bir defa aybaşı âdetini görünceye kadar iddet beklemesi için kendisine emredilmiş veya Resûl-i Ekrem (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) kendisine emretmiştir." T i r m i -z î bu hadîsin sahih olduğunu söyledikten sonra "îbn-i A b -b â s (Radıyallâhü anhümâ)'dan şu mealdeki hadîsi rivayet etmiştir.) Sabİt'in kamı Hablbe bint-i Seni bin Sulebe (R.A.) Ensar'dan olan bir saha-bldir. Râvisi Amre bint-i Abdurrahman'dır. Ebû Dâvûd ve Nesâî onun hadislerini
rivayet etmişlerdir.
Sabİt'in karısı Cemile bint-i Selûl, bâzı rivayetlerde Cemile bint-i Abdillah bin tibeyy bin Selûl olarak geçmektedir. Selûl, Cemile'nin dedesidir. Abdullah bin Übeyy bin Selûl, Medine-i Münevvere'deki münafıkların reisi idi. İslâmiyet aleyhinde bir hayli kışkırtmaları ve zararları olmuş ve nihayet münafık yâni kalben kâfir olarak öldüğü Kur'an ayeti ile sabit olmuştur. Cemile ise samimî müslüman-lardan bir hatundur. Kocası Hanzala bin Ebt Âmir, Uhud savaşında şehid edildiğinde hâmile İdi. Ondan Abdullah bin Hanzala isimli çocuğu oldu. Cemile daha sonra Sabit bin Kays ile evlendi. Bundan da Muhammed isimli bir oğlu oldu. Sabit de onu hul' edince bu kere Cemile, Mâlik bin ed-Dahşam ile evlendi. Daha sonra da Hablb bin İsaf Ue evlendi (Tekmile C. 4, sah. 193)
"Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) hayatta iken Sabit bin Kays'ın karısı hul' yolu ile kocasından ayrılmış ve Peygamber (Sal-iallahü Aleyhi ve Sellem) kadına bir defa hayız görünceye kadar id-det beklemesini emretmiştir." "İbn-i Abbâs'ın bu hadisini Ebû Dâvûd da rivayet etmiştir.
T i r m i 2 i daha sonra şöyle der: "Hul* yolu ile kocasından ayrılan kadının iddet süresi konusunda âlimler ihtilâf etmişlerdir: As-hâb-ı Kiram'dan ve onlardan sonra gelen âlimlerin ekserisi: Hul* yolu ile ayrılan kadınm iddeti, talâk yolu ile kocasından ayrılan kadının iddeti gibidir, demişlerdir. Sevrî, Küfe âlimleri, Ah-med ve îshak da böyle hükmedenlerdendirler. Ashâb'ın bâzı âlimleri ile başka bâzı âlimler ise hul' yolu ile ayrılan kadının id-detinin bir defa hayız görmesi süresi_ olduğunu söylemişlerdir."
Talâk yolu ile kocasından ayrılan kadının iddet süresinin üç defa aybaşı âdeti veya temizlik hâli görmesi olduğu iddet bahsinde belirtilmişti. Hul' yolu ile vuku bulan ayrılmanın da talâkla ayrilma-nın bir nevî olduğunu söyleyen âlimler; boşanan kadının iddetinin ne olduğu Kur'an'ın nassı ile sabittir. Nass karşısında bu ahad hadîsi ile amel edilmez, derler. [76]
Ali, Osman, îbn-i Mes'ûd, el-Hasan, İbrahim Nahâî, İbnü'l-Müseyyeb, Süfyân-i Sevrî, Hanefîler, Mâlik, Evzâi, Şafii (Radı-yallâhü anhüm) böyle hükmetmişlerdir.
Bunlara göre hul' yolu ile ayrılan kadının iddeti talâk yolu ile ayrılan kadının iddeti gibidir. [77]
İbn-i Âbbâs, Ahmed, Îshak, Ebû Sevr ve zayıf bir kavlinde Ş â f i İ böyle hükmedenlerdendir. Hul'un nikâh feshi olduğuna hükmedenlere göre böyle ayrılan kadının iddeti, bir kez aybaşı âdeti görmesidir. Bunların delili bu bâbta rivayet edilen hadîs ve benzerî hadîslerdir. Çünkü bu hadîsler hul'un nikâh akdinin feshi olduğuna delalet ederler. Hul'un fesih olmayıp talâkın bir nevî olduğu kabul edilse bile, hul' yolu ile ayrılan kadının iddetinin bir hayız olduğu söylenebilir. Çünkü bu hadisler buna delâlet eder. Hadis, boşanan kadının talâkı hakkındaki âyetin hükmünü hususüeş-tirmiş olur. Âyetin, âhâd hadîsi ile hususileştirilemiyeceğini söyleyenlere, S i n d i' de belirtildiği gibi şöyle cevap verilebilir. Sözü edilen âyetin hükmü başka âyetle hususileşmiştir. Böylece hükmü huşusileşen bir âyetin hükmünün âhâd hadisleri ile de hususileştirilebilir.
Bu görüş âlimlerce benimsenmemiş ve; hul1 yolu ile ayrılan kadının talâk yolu ile ayrılan kadın gibi iddet beklemesi gerekir, demişlerdir.
Kuvvetli görüşe göre hul' bir nikâh feshi değil, bir nevi boşamadır. Çünkü, hul' hükmü, talâk hakkında gelen Bakara sûresinin 229. âyetinde yer almıştır. Ayrıca, Buhâri ve başka yerde rivayet edilen Sabit bin Kays (Radıyallâhü anh)'ın karışım hul1 yolu ile ayırmaya âit hadis rivayetinde Resûl-i Ekrem, Kays'a; «Bostanı geri al karının talâkını ver», buyurmuştur. Hattâ buyurulan tâbir meâlen şöyledir: «Onu bir talâk ile tatlik et.» [78]
Bilindiği gibi adam bir talâkla boşadığı karısının iddeti henüz bitmemiş iken nikâhı yenilemeden ona dönüş yapabilir. Fakat adam karısının bir talâkını hul' yolu ile satınca artık nikâhı yenilemeden ona dönüş yapamaz. Dört mezheb imamının ve bir çok âlimin görüşü budur. Şu halde böylece bir talâkını satınalan kadın veya fıkıhta anlatılan velisi istemezse, nikâh yenilenmez ve iddet bitince kadın başka bir adamla evlenebilir. Eski kocası onu veya velisini nikâhı yeniletmeye zorlayamaz. Ancak Said bin el-Müseyyeb ve Z ü h r î: Adam, kadından aldığını geri verse ve henüz iddet bitmemiş ise iki şâhid tutup kadına dönüş yapabilir, demişlerdir. Yu-kardaki bilgi Tekmile den alınmıştır. (C. 4, Sah. 200)
$u noktayı da belirteyim: Bir adam, yakın zamanda cinsel ilişkide bulunmadığı karısını hul' yolu ile boşadığı takdirde kadın için hiç iddet olmadığı anlamı bu hadisten anlaşılıyor ise de; diğer riVâ-yetlerde, böyle bir kayıt olmaksızın kadının iddetinin bir hayız olduğu bildirilmiştir. Sabit bin Kays'in. karısına dâir T i r -m i z I'nin rivayet ettiği hadiste de Peygamber I Sallallahü Aleyhi ve Sellem) kadının bir hayız süresince iddet beklemesini emretmiş ve böyle bir kayıt koşmamıştır. Bu itibarla, bu kayıt üzerine hüküm veren bir kimseyi bilmiyorum. [79]
îlâ: Arap dilinde mutlak yemin, demektir. Fıkıh ıstılahında ise: Adamın, dört ay veya daha fazla bir süreye kadar karısı ile cinsel ilişkide bulunmamaya yemin etmesidir. T i r m i z î îl&îyı tarif ettikten sonra: "Adam îlâ yemini edip, üzerinde dört ay geçine;, ne olacağı hususunda âlimler ihtilâf etmişlerdir. Ashâb-ı kiram'dan ve onlardan sonra gelenlerden bâzı âlimlere göre îlâ yemini üzerinden dört ay geçince, yemin eden adam artık ya yemininden dönüş yapıp karısına yaklaşır, ya da onu boşar. Mâlik, Şafiî, Ahmed ve 1 s h a k' in kavli de budur.
Yine Ashâb-ı kiram'dan ve onlardan sonra gelen bâzı ilim ehline göre, anılan yemin üzerinden dört ayın geçmesi ile bâin bir talâk vuku bulmuş olur. Sevri ve Küfe ehli böyle hükmetmişlerdir," diye bilgi vermiştir.
Tuhfe yazarı da özetle şu bilgiyi verir:
"Bir adam yeminsiz olarak karısına: Sana yaklaşmıyacağım, derse bununla ilâ etmiş olmaz.
Ebû .Hanîfe, arkadaşları ve yeni kavlinde Ş â f i î' ye göre bir adam karısına dört aya kadar yaklaşmamaya yemin ederse ilâ etmiş olur. Adamın, bu yemini öfke hâlinde etmesi veya bu süre yaklaşmamanın kadına zarar vermesi şart değildir. Fakat M â 1 i k' e göre şarttır. Eğer bu sürece yaklaşmamak kadın için zararlı değil, bilâkis yararlı ise ve bu yarar için yemin edilmiş ise buna îlâ denmez. A h m e d' in de bu hususta M â 1 i k ' in görüşünde olduğu rivayet olunmuştur. Ali, îbn-i Abbâs ve el-Hasan' dan da bu görüş nakledilmiştir. *
Ebû Hanîfe, Şafiî ve bunların grubuna dâhil âlimlerin yukarda anlatılan görüşünün delili îlâ hakkında inen Baka-r a süresinin 226 ve 227. âyetlerinin mutlak olmasıdır. Yâni bu âyetlerde îlâ'nın öfke hâlinde veya kadına zarar vermek üzere yapılmasına dâir herhangi bir kayıt veya işaret yoktur.
Eğer bir adam dört aydan az bir zaman için karısına yaklaşmamaya yemin ederse, bu yemin îlâ sayılmaz. Bu hususta dört mezheb imamları ve diğer âlimler ittifak halindedirler.
D»rt ay veya daha çok bir süre için îlâ yemininde bulunup henüz dört ay dolmadan, yeminini bozan yâni karısı ile cinsel ilişkide bulunan bir adama, yemin kefareti ödemesi gerekir, bundan başka bir şey lâzım gelmez."
Abdurrahman el-Cezerî, dört mezhebin fıkhına âit kitabının talâk bölümünde ilâ konusunda gerekli bilgiyi vermiştir.. Çok çeşitli meseleleri bulunan bu konu hakkında gerekli bilgiyi vermemiz, çok yer ister. Biz özlü bilgi vermekle yetiniyoruz. Anılan kitaba veya daha tafsilâtlı fıkıh kitablanna müracaat edilebilir. Bu zât fıkıh istilahındaki îlâ'yı şöyle tarif eder:
"îlâ: Adamın, karısına yaklaşmayacağına yemin etmesidir. Bu yaklaşmama işi: Vallahi karımla cinsi temasta bulunmayacağım, şeklinde mutlak, yâni belirli bir süreye bağlı olmaksızın olabilir. Ebedi olarak yaklaşmamaya yemin olabilir. Yahut dört ay veya daha fazla belirli bir süre ile kayıtlamak sureti ile îlâ olabilir. Fakat dört aydan az veya tam dört ay süre kaydı ile ilâ olmaz. Ancak Hanefi-ler'e göreilâ'nınen az müddeti dört ay olduğu için : Dört aya kadar kanma yaklaşmıyaeağıma Allah adı ile yemin ederim, diyen bir kimse îlâ etmiş sayılır. Diğer mezheblere göre olmaz. [80]
Arablar eskiden beri, karıları ile cinsî münâsebette bulunmamak için ilâ yemininde bulunurlardı. Câhiliyyet devrinin kötü âdetlerinden biri olan îlâ âdeti gereğince bir çok kimse bir yıl, iki yıl veya daha uzun süre için îlâ ettikleri gibi, ilelebed karılarına yaklaşmamak için bu yeminde bulunanlar da olurdu. İslâmiyet bu kötü âdeti islah eyledi ve îlâ'nın dört aya kadar adamın karısından uzak kalmasına imkân verdiğini, bundan sonra ya kadına yaklaşması veya onu boşamasının gerekliliği hükmünü getirdi. Bu konuda inen Bakara sûresinin 226. ve 227. âyetlerinin mealleri şöyledir:
-Kadınlarına yaklaşmamaya yemin edenler, dört ay bekleyebilirler. Eğer yeminlerinden dönerlerse, şübhesiz Allah, mağfiret edici ve rahmet edicidir.» (226)
«(Yemin edenler) şayet boşamaya kararlı iseler, şübhesiz Allah işitici ve bilicidir.» (227)
Son âyetteki; «Şayet boşamaya kararlı iseler» ifâdesi iki mânâya muhtemeldir:
Birincisi i Yemin edenler dört ay geçtikten sonra, eğer boşamaya kararlı iseler... Bu süre bittikten sonra boşamaya kararlı olmak, ya adamın kendi kendine karısını boşaması veya işin kadıya intikal etmesi ile gerçekleşir. Şu halde yalnız dört ayın tamamlanması ile boşanma gerçekleşmiş olmaz. Mâlik, Şafii ve Ahmed'in
görüşü de böyledir.
İkincisi: Yemin edenler dört ay geçinceye kadar, yeminlerinin gereği olan uzak durmaya İsrar ederlerse, onların bu azim ve İsrarları boşamaya karar ve İsrar olur. Artık onlar boşadık, demeseler bile bu sürenin bitmesi, bizatihi talâktır. H a n e f i le r' in görüşü de budur."
Hulâsa; îlâ yemininde bulunan bir adam dört aya kadar yeminini bozmayıp karısından uzak durmaya devam ederse, dört ayın bitiminde :
1. Adam ya karısına derhal dönüş yapar veya onu boşar.
2. Bu sürenin bitmesi ile kadın bâin bir talâkla boşanmış sayılır. Tuhfe yazarı bu iki görüş sahiblerinı, gösterdikleri delilleri ve görüşlerin mukayesesini bildirir.
Buhâri Ashâb-ı Kiram'dan Osman, Ali, I bn-i Ömer, Âişe, Ebü'd-Derdâ ve on iki sahâbî'nin ilk görüşle amel ettiklerini söylemiştir. El-Hfif ı z: Bu görüş M â -lik. Şafiî, Ahmed ve İshak'ın da kavilleridir. Diğer hadis ehli de böyle demişlerdir, der.
İmam Muhammed, el-Muvatta1 ında naklettiğine göre Ömer, Osman, tbn-i Mes'ûd ve Zeyd bin Sabit: İlâ edip dört ay tamamlanıncaya kadar karısına dönüş yapmayan adamın karısı bâin bir talâkla boşanmıştır. Ve kocası diğer istekliler gibi, kadına yeniden istekli çıkabilir, demişlerdir. Buna göre bu âlimler ikinci görüştedirler. Rey ehlinin görüşü de budur.
Bu mesele hakkında Ashâb-ı kiram'ın görüşleri değişiktir.
Yukarda da anlattığım gibi İlâ konusunda bir çok mesele vardır. Bu kadarlık bilgi ile yetinip hadîslerin tercemesine geçelim. Terce-meye geçmeden önce şunu da hatırlatalım : Şer-i Şerifteki îlâ'nın en-az süresinin dört ay olduğunu yukarda beyan etmiştik. Görüleceği gibi şu gelen hadislerde haber verilen Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'in yemin süresi ise bir aydır. Bir ay için yapılan yemine lügat mânâsı bakımından ilâ ismi verilir, fıkıh ıstılahında verilmez. İlânın lügat mânâsı yemin olduğu için bu babın başlığında ve hadislerin metninde ilâ tâbiri kullanılmıştır.
2059) Aişe (Radtyallâhü anhö)'da.n; Şöyle demiştir:
Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem), kadınlarının odalarına bir ay girmemeye yemin etti. Bu yemin üzerine, Resû-i Ekrem (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) yirmi dokuz gün bekledi. Nihayet otuzuncu günün sonuna doğru benim odama teşrif buyurdu. Ben : Bir ay oda arımıza girmemeye şüphesiz yemin ettin, dedim. Resûl-i Ekrem (Sal* lallahü Aleyhi ve Sellem) üç kez:
-Ay (bazen) şöyledir,» buyurdu ve her defasında elinin on parmağını salıveriyordu. (Sonra yine üç kez) :
«Ve ay (bazen) şöyledir,» (buyurdu) ve parmaklarının tamamını salıverdi, üçüncü defasında bir parmağını yumdu."
Not: Zevâid'de şöyle denilmiştir: Bunun isnadı hasendir. Çünkü Abdurrah-man bir Ebi'r-Rical'in sıkalığı ihtilaflıdır.
2060) Âişe (Radtyallâkü atıhâ)'dan rivayet edildiğine göre; Resûîul-lah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) ancak şu sebeble îlâ etti:
(O'nun kadınlarından) Zeyneb (bint-i Cahş) O'nun hediyesini O'na iade etti. Bunun üzerine Âişe. Resûl-i Ekrem'e : Zeyneb şüphesiz senin hediyeni küçümsedi. dedi. Efendimiz (Sallallahü Aleyhi ve Sel-İem) de kızdı ve bütün kadınlarından İlâ etti."
Not: Zevâid'de şöyle denilmiştir: Bunun senedinde Harise bin Muhammed bin Ebi'r-Rİcâl bulunur Bu râviyi, Ahmed. îbn-i Muin, Nesâi, İbn-i Adi ve başkaları zayıf görmüşlerdir,
2061) (MiTminlerin anası) Ümmü Seleme (Radtyallâhü atıhâ)'dan rivayet edildiğine göre şöyle söylemiştir:
Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) bâzı kadınlarının odalarına bir ay girmemeye yemin etti. (Bu süre) yirmi dokuz gün olunca (otuzuncu) günün sonuna doğru veya evvelinde (Âişe'nin odasına) gitti. (Aişe tarafından) :
— Yâ Resülallah (aydan) ancak yirmi dokuz gün geçti, denildi Bunun üzerine Resûl-i Ekrem (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) :
— «Bu ay yirmi dokuz gündür,- buyurdu." [81]
İlk hadis Zevâid türündendir. Bu hadiste: Resûl-i Ekrem (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'in, kadınlarının odalarına bir ay gitmeme-ye yemin ettiği, ayın otuzuncu günü akşamdan önce Âişe (Ra-dıyallâhü anhâJ'nm odasına girdiği, kadınlarının odalarına bir ay girmemeye yemin ettiği Âişe (Radıyallâhü anhâ) tarafından söylenince; ayın bazen otuz, bazen yirmi dokuz gün olduğunun bu-yuruldugu, ifâde edilmektedir. Bu hadiste, Resûl-i Ekrem (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'in yemin etmesine sebep olan olayın ne olduğu belirtilmemiştir.
Âişe (Radıyallâhü anhâ)'nın ikinci hadisi de Zevâid türündendir. Bu hadiste Resûl-i Ekrem (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'in yemin etmesine sebep olan olayın Onun kadınlarından Zeyneb bint-i Cahş (Radıyallâhü anhâî'mn Resûl-i Ekrem (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) tarafından kendisine gönderilen hediyeyi geri çevirmesi olduğu ifâde edilmiştir. Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'in söz konusu yeminine sebep olan olay hakkında başka rivayetler de vardır. Bâzı rivayetlere göre bunun sebebi, muhterem zevcelerinin nafakalarını artırma talebleri olayıdır. Bu olay hakkında yeterli bilgi 2052 - 2053 nolu hadislerin izahı bölümünde verilmiştir. Diğer bâzı rivayetlere göre Efendimizin söz konusu yemin etmesine sebep olan olay, Hz. H a f s a (Radıyallâhü anhâ) nin. Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'in talimatına rağmen gizli bir durumu Âişe (Radıyallâhü anhâ)'ya if§â etmesi olayıdır. Bu olay hakkında gerekli bilgi 2016 nolu hadisin izahı bölümünde verilmiştir. B u h â r İ" nin Nikâh kitabının "Adamın, kızına kocası hakkında nasihat etmesi" babında rivayet ettiği Ömer (Radıyallâ-hü anh) 'in hadisinin izahı bölümünde el-Fetih yazan bu olayların hepsine işaret ettikten sonra Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'in yemin etmesinin sebebi bu olayların tümü olabilir, demiştir.
Ümmü Seleme (Radıyallâhü anhâî'mn hadisini Buhâ-r İ de rivayet etmiştir. Buradaki rivayette Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) in bâzı kadınlarının odalarına bir ay girmemek için yemin ettiği ifâde edilmiş ise de B u h â r i' nin rivayetine göre Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) bütün kadınlarının odalarına girmemeye yemin etmiştir. Çünkü oradaki rivayette "bâzı kadınları" kaydı yoktur. Diğer bâzı rivayetlerden de anlaşılıyor ki; söz konusu yemin bütün kadınlarının odalarına girmemek içindi.
Şunu tekrar hatırlatayım : Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'in yemini kadınlarının odalarına bir ay girmemek içindir. Bu itibarla Onun yemini Şer-i Şerifte beyân edilen î!â sayılmaz. Çünkü ilânın en az süresinin dört ay olduğu yukarda belirtilmişti. Keza, fıkıhtaki ilâ, kadınla cinsi münâsebette bulunmamak üzere yapılan yemindir. Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'in yemini ise kadınların odalarına girmemek hakkındadır. Bu noktadan da O"nunki îlâ sayılmaz. [82]
Zihâr: Bu kelimenin lügat mânâsı iki kişinin sırtlarını biribirine dayamalarıdır. Buna müzâharat da denilir.
Şer-ı Şerifte ise müslüman ve mükellef bir adamın kendi karısını veya onun boynu, başı, sırtı ve karnı gibi önemli bir uzvunu, yahut vücudunun yansı, üçte birisi gibi Dır parçasını, kendi anası, bacısı, halası ve teyzesi gibi ebedi olarak nikâhlanması haram olan bir kadına veya onun uzuvlarına veya belirli fc;r parçasına benzetmesi-1 dir. Bunu örneklerle açıklayalım: Meselâ adam kendi karışma hitaben:
1. Sen anam gibisin.
2. Senin sırtın anamın sırtı gibidir.
3. Senin vücudunun üçte birisi teyzemin vücudunun üçte birisi gibidir.
Yukarda yapılan tariften de anlaşıldığı gibi bir adam karısını, kendi babası, oğlu gibi bir erkek akrabasına benzetirse veya baldızına benzetirse, yahut üç talâkla boşamış olduğu eski karısına benzetirse bu, Zthâr sayılmaz. Ancak A h m e d ' e göre zihâr sayılır.
Zihâr yemini câhiliyyet devrinde de vardı. Adam karısı ile cinsel ijişkide bulunmayı zihâr yemini ile kendine haram kılardı. Artık o kadınla ilelebed, birleşemezdi. Ayni zamanda o kadınla birleşmek bütün erkekler için haram telâkki edilirdi. Arablar zihâr yeminini genellikle: Sen bana, anamın sırtı gibisin, şeklinde karılarına hitab etmek sureti ile bu yemini yaparlardı. Bu yeminde sırt kelimesinin tercihan kullanılmasının sebebi, kadının erkek için bir binek mesabesinde farz edilmesidir. Çünkü cinsel yevlaşımlarda erkek üstte kalır. Sırt kelimesinin Arapça karşılığı "Zahr"dır. Zahr ile Zihâr kelimeleri ayni kökten gelmedir. Bu tür yeminlerde genellikle Zahr kelimesi kullanıldığı için bu yemine Zihâr ismi verilmiştir.
Şer-i Şerif, câhiliyyet devrinin kötü âdetlerinden olan Zihâr yemini için bâzı müeyyideler getirmek sureti ile bunu İslah eylemiştir.
Getirilen hükümler:
1. Böyle bir yeminde bulunmak haram ve yasak kılınıyor, âhi-rette cezayı mucip bir suç olduğu bildiriliyor.
2. Böyle bir yeminde bulunan erkek, maddî bir ceza olarak kefaret ödemekle mükellef kılınmış ve bu kefareti ödemedikçe karısı ile birleşmesi yasaklanmıştır. Ayrıca bu yeminle kadının kocasına ebedi haram olmadığı bildirilmiştir
Yukarda iki madde hâlinde belirtilen hükümlerin delilleri aşağıya meali çıkarılan M ü c â d e 1 e süresinin 2 - 4. âyetleri ve müellifin 25. ve 26. bâblarda rivayet ettiği hadisler ve bunlara benzer hadislerdir.
Âyetlerin mealleri:
«Sizden, zihar yemininde bulunmakla karılarını annelerinin yerine koyup haram sayanlar (bilsinler ki) karıları anneleri değildir, anneleri ancak onları doğuranlardır. Şübhesiz onlar elbette kötü ve yalan bir lâf söylüyorlar ve muhakkak, Allah çok afıv edici ve mağfiret edicidir.» (2)
«Zihâr yemininde bulunmakla kanlarını haram sayan, sonra da sözlerinden dönenler, artık cinsel ilişkide bulunmadan önce bir köle âzad etmeleri gerekir. İşte siz bununla öğütlenmiş olursunuz. Allah, işlediklerinizden haberdardır.» (3)
«Kim köle bulamazsa, cinsel temastan Önce iki ay aralıksız oruç tutması gerekir. Buna da gücü yetmiyenler altmış yoksulu doyurur. İşte bu, Allah'a ve Peygamberine iman etmeniz içindir. Bunlar Allah'ın koyduğu sınırlardır. Kâfirler için de elim azâb vardır.» (4)
Bu âyetler ile bunlardan önceki birinci âyetin iniş sebebi 2063 no-lu hadisin terceme ile izahında gelecektir.
Zihâr ile ilgili bâzı fıkıh hükümlerini gelecek hadîslerin izahı bölümünde münâsebet geldikçe sunacağım. Ancak bu konudaki hükümler çoktur ve âlimlerin görüşleri bazen farklı olur. Bu bakımdan tamamlayıcı bilgi için fıkıh kitabi a rina baş vurmak gerekir.
2062) Seleme bin Sahr el-Beyâzî (Radıyallâhü ankyden; Şöyle demiştir :
Ben (helâlim olan) kadınlara karşı çok şehvetli bir adamdım. Benim kadar helâli ile temasta bulunan bir erkeğin varlığını sanmıyorum. Bu durumum dolayısıyla Ramazan ayı girince, (gündüzleri bir hatâya düşmemek için) Ramazan ayı çıkıncaya kadar karımdan zi-hâr'da bulundum. Bir gece karım benimle konuşurken onun şehvet getirici bir tarafı açılıp o yere gözüm ilişti. Bunun üzerine ben de karımın üstüne atlayıp temasta bulundum. Sabah olunca kavmimin yanma gidip başımdan geçeni anlattım ve:
— Benim için (bu durumu) Resülullah (Sallallahü Aleyhi ve Sel-lem)'e sorun, diye ricada bulundum. (Fakat) Onlar:
— Biz bunu yapacak değiliz. (Çünkü) bunu yaptığımız zaman, (bakarsın) Allah, hakkımızda âyet gönderir veya hakkımızda Resülullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'in bir kavli (~ hadisi) olur da bunun lekesi bizim üzerimizde kalır ve lâkin, biz seni günahınla baş-başa bırakacağız. Sen git de hâlini Resülullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'e anlat, dediler. Seleme demiştir ki:
Artık ben (onların yanından) çıktım ve nihayet Resûl-i Ekrem (Sallallahü Aleyhi ve SellemJ'in huzuruna varıp başımdan geçen olayı O'na arzettim. Resülullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem), bana:
— *(Yâ Seleme) Sen (mi) bu fiili işledin?» buyurdu. (Bu söz kınama mahiyetindedir.) Ben de ı
— (Evet) bunu yapan benim. Ve Yâ Resûlallah! İşte ben (hazırım), Allah'ın benim aleyhimdeki hükmüne sabrederim, dedim. Re-sûM Ekrem (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) :
— «Şu halde bir rakaba (köle veya câriye)yi âzad et», buyurdu. Seleme demiştir ki ben:
— (Yâ Resûlallah!) Seni hak (din) ile gönderen (Allah)'a yemin ederim ki, kendi nefsimden başka hiç bir şeye mâlik değilim, dedim. Resûl-i Ekrem (Saîlallarü Aleyhi ve Sellem) ;
— «O halde aralıksız iki ay oruç tut», buyurdu. Seleme demiştir ki, ben:
— Yâ Resûlallah! Başıma gelen belâ oruç tutmamdan başka bir sebeble mi geldi? dedim. Resûl-i Ekrem (Saİlallahü Aleyhi ve Sellem) :
— «Bu durumda sen yetmiş yoksula sadaka ver veya yemek yedir», buyurdu. Seleme demiştir ki ben:
— Seni hak ile gönderen (Allah)'a yemin ederim ki, bu (geçen) gecemizi akşam yemeğimiz bulunmadığı halde geçirdik, dedim. Buyurdular ki:
— «Öyle ise Benî Zürayk (kabilesinin) zekât âmili (memuru) na git de ona söyle, onların zekâtını sana ödesin. Sen de (bundan) altmış yoksulu yedir ve kalanından yararlan,»" [83]
Ahmed, Ebû Dâvûd, Hâkim, Tirmizi ve Beyhaki de bunu rivayet etmişlerdir. Hâkim bu hadisin M ü s 1 i m ' in şartı üzerine sahih olduğunu, Tirmizî de bunun hasen - sahîh olduğunu söylemişlerdir.
Ebû Dâvûd'un rivayetinde şu ilâve vardır: "Peygamber; •Sen (Benî Zürayk kabilesinin zekât memurundan alacağın zekâttan) bir vask kuru hurmayı altmış yoksula yedir, sen ve aile ferdle-rin de kalanı yiyin» buyurdu. Seleme demiştir ki: Bunun üzerine ben kavmime döndüm ve onlara: Ben sizin yanınızda darlık (güçlük) ve kötü görüş buldum ve Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) yanında genişlik (kolaylık) ve iyi görüş buldum. Ve sizin zekâtınızın bana verilmesini emretti, dedim."
Bâzı rivayetlerde cüz'î bir kelime farklılığı var ise de mânâyı etkiliyecek durumda değildir. [84]
1. Geçici süre için yapılan zihâr yemini, bir süre ile kayıtlı olmayan zihâr gibidir. Çünkü Seleme (Radıyallâhü anh) Ramazan ayı çıkıncaya kadar karısını kendisine haram etmek kaydı ile zihâr etmişti. Ş â f i î' ye göre böyle bir zihâr, muteber değildir. Şu halde bir **dam karısına : Sen bu geceye kadar bana, ana-mm sırtı gibisin, diye zihârda bulunursa, Ş â f i i' ye göre bu yemin geçersizdir. Cumhur ve Hanef iler'e göre, adam, koştuğu süre bitmeden karısına yaklaşırsa kefaret ödemesi gerekir. Süre bittikten sonra yaklaşırsa bir şey ödemesi gerekmez. Mâlik ve îbn-i Ebi Leylâ'ya göre süre bitince adamın kefaret ödemesi gerekir, yeminini bozmamış olması onu kefaret ödemekten kurtarmaz.
2. Bu hadîs, zekâtın tamamını bir sınıf müstehaklara vermenin câizliğine hükmedenler için bir delildir. Çünkü bu hadîste Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) Benî Züreyk kabilesinin zekâtının tamamını Seleme (Radıyallâhü anh)'a ve aile efradına verilmesini emretmiştir. Bilindiği gibi zekâtın müstehaklan sekiz sınıf insanlardır. Âlimlerin çoğuna göre bu sekiz sınıftan mevcut sınıfların hepsine dağıtmak gerekir.
3. Kefaret olarak âzad edilecek rakabe, köle veya câriye olabilir Bunların küçük yaştakini veya tamamen işe yaramaz hâle sokan eksiklikler hâriç, bir elin, bir ayağın kesikliği veya aksaklığı gibi bir kusuru olanı âzad etmek de yeterlidir. Cumhûr'a göre rakabe-nin müslüman olması şarttır. Mâlik, Şafiî ve Ahmed de bu görüştedirler. H a n e f i 1 e r ise delillerin umumiliğine bakarak kâfir rakabeyi âzad etmek de kâfidir, demişlerdir.
4. Rakabe (köle - câriye) âzad etmeye gücü yetmeyen adam, iki ay aralıksız oruç tutmakla mükelleftir. Bu süre içinde Ramazan ayı, oruç tutmanın haram olduğu Ramazan bayramının ilk günü ve Kurban bayramının dört günü bulunmayacaktır. Ancak Ebû Hanîfe'ye göre Ramazan ayında oruç tutmakla mükellef olmayan yolcu ve hasta adam Ramazan ayını ve bundan önce gelen Sabân ayını kefaret orucu ile geçirebilir. Mâlik ve Ebû Yûsuf ile Muhammed'e göre geçiremez. Adam iki aylık kefaret orucunu tutarken bir gün bile oruca ara verirse daha önce tuttuğu oruç muteber sayılmaz. Keza, adam bu iki ay içinde geceleyin bile karısına yaklaşamaz. Çünkü henüz kefaret ödemiş değildir. Hastalık ve yolculuk gibi bir mazerete binâen oruca ara verilemez. Verildi mi, tutulan oruç muteber sayılmaz.
5. İki ay fasılasız oruç tutmaya muktedir olamayan bir kimse altmış yoksulu doyurur veya onlara sadaka verir. Ebû D â v û d'un rivâyetindeki ziyâdeye göre bunlara bir Vask yâni altmış Sâ' Kuru hurma vermesi gerekir. Bir Sâ* dört Müd'dür. Bunların kaç kilo, kaç gram tutarında olduğu zekât bölümünde etraflıca anlatılmıştır.
Bu madde hakkındaki âlimlerin görüşlerinin özeti:
a) Hanefîler'e göre altmış yoksulun her birisine kuru hurma veya kuru üzüm veya arpadan birer sâ (3300 küsur gr.) veya yarım sâ buğday verir. Bunun bedelini nakit olarak da ödeyebilir. Yahut bunları sabah ve akşam doyurur.
b) Mâlik ve Ş â f i i'ye göre şehrin zahiresinin çoğu buğday ise bundan, arpa ise bundan, altmış yoksulun beherine bir müd (yaklaşık 1100 gr.) verir.
c) A h m ed' e göre her yoksula bir müd buğday veya yarım sâ' kuru hurma veya kuru üzüm verir.
Hadis kitablarında ve şerhlerinde bunların hepsinin delilleri mevcuttur. Konunun uzamaması için bu delilleri anlatmıyorum.
6. Bir adam anılan kefaretin hiç birisini ifâ etmeye muktedir değil ise bu hadisin zahirine göre, yükümlülükten kurtulamaz. Çünkü Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) S e 1 e m e' ye yardımda bulunarak altmış yoksula kefaret ödemesini sağlamıştır. Cumhurun kavli budur. Dört mezheb imamlarının kavli de böyledir.
2063) Âişe (Radtyallâhü anAâ)fdan; Şöyle demiştir:
İşitmesi her şeyi kaplayan (Allah Teâlâ) çok yücedir. Havle bint-i Salebe, kocasını Resûluliah (Sallallahü Aleyhi ve SeUeml'e şikâyet ederken (öyle yavaş fısıltı ile söylüyordu ki yanlarında bulunduğum halde) ben gerçekten onun sözlerini işitiyordum da bir kısmını duya-mıyordum. Havle şöyle diyordu :
'Yâ Resûlallah! Kocam gençliğimi yedi, karnım ona saçıldı (yâni ona evlâd doğurdum). Nihayet yaslanıp çocuktan kesildiğim zaman kocam bana zihâr yaptı. Al I ahım, ben şüphesiz hâlimi sana. arzediyorum.
Kadın (böyle demeye devam edip) henüz oradan ayrılmadan nihayet Cebrail (Aleyhisselâm) şu âyetleri indirdi •.
(Mücâdele 1, 2, 3 ve 4. âyet)
(1) «(Ey Muhammed) Kocası hakkında seninle tartışan ve hâlini Allah Teâlâ'ya arzeden kadının sözünü Allah şüphesiz işitti ve Allah ikinizin (seninle kadının) karşılıklı konuşmanızı işitir. Şüphesiz Allah (her şeyi) hakkı ile işitici ve görücüdür.[85]
Bu hadîsi N e s â i' de rivayet etmiştir. Hâzin tefsirinde, bu hadisin Buhâri ve Müslim'de rivayet edildiği bildirilmiş ise de buna rastlıyamadım.
Hadîs; Allah Teâlâ'nm yüceliğini, her şeyi işittiğini ve H a v -I e'nin şikâyet ve yakarışını kabul buyurup zihâr hükümlerini, zihâr yapmanın çirkinliğini, yalanlığım, Allah Teâlâ'nm afv ve mağfiret ediciliğini, zihâr edenlerin ifâ etmeleri gerekli kefaretin mâhi-
SeJeroe <R.A.>'ın Hâl Tercemesi
Seleme'nin İsmi bâzı rivayetlerde Selmân olarak geçer. Fakat sıhhatli olan isim Seîeme'dir. Bu zât Sahr bin Hârisefcin oğludur. Ensar'ın Hazreç bölümündendir. Zürayk kabilesinin Benî Beyaz koluna mensubtur. Peygamber (S-A.V.)'den hadis rivayet etmiştir. Bağavî: Zihâr hadîsinden başka onun hiç bir hadîsini bilmiyorum, demiştir. Tirmizl, Ebû Dâvud ve İbn-î Mâceh onun hadisini rivayet etmişlerdir. (Tekmile C. 4. Sah. 172)
yetini ve ifâ usulünü bildirici Mücâdele sûresinin ilk 4 âyetinin bu olay üzerinde indiğini bildirir.
Ahmed, Ebû Dâvûd ve Beyhakî de bunun benzerini daha uzun metin hâlinde rivayet etmişlerdir. Ebû D â-v û d' un rivayetinde bu kadının ismi Huveyle bint-i Mâlik bin Sa'lebe diye geçer. Oradaki rivayet meâlen şöyledir:
"Huveyle şöyle demiştir: Kocam Evs bin Sâmit benim hakkımda zihâr yemininde bulundu. Bunun üzerine Resûluliah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'e giderek (kocamı) O'na şikâyet ettim. Resûluliah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) de kocam hakkında benimle tartışarak: «Sen Allah'tan kork. Çünkü O, senin amcan oğludur», buyurdu. Bu tartışmamız devam ediyordu. Ben Onun yanından ayrılmadan nihayet Mücâdele sûresinin başından farz olan zihâr kefaretinin neler olduğunu bildiren âyetlerin sonuna kadar olan Kur* ân indi. Bunun üzerine Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) -.
— «Evs bir rakabe (köle - câriye) âzad eder.» buyurdu. Huveyle i
— O, rakabe bulamaz, dedi. Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) :
— «O halde iki ay üst üste oruç tutar» buyurdu. Huveyle t
— Yâ Resûlallah! O çok yaşlıdır, oruç tutamaz, dedi. Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) :
— «Şu halde altmış yoksulu yedirsin», buyurdu. Huveyle t
— Onun yanında sadaka verecek hiç birşey yoktur, dedi. Huveyle demiştir ki s O esnada huzura (onbeş sâ' büyüklüğünde) sepet dolusu kuru hurma getirildi. Ben: Yâ Resûlallah! (bu hurmayı ver) ben de bu kadar hurma (ilâve edip) ona yardım ederim, dedim. Re-sûl-i Ekrem (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) :
«İyi söyledin, git de onun yerine söz konusu iki sepet hurmayı altmış yoksula yedir ve amucan oğluna dönüş yap» buyurdu."
Havle ve kocası Evs (R.A.) hakkında bir kaç söz :
Havle bint-i Sa'lebe bin Mâlik veya Huveyle bint-i Mâlik bin Sa'lebe bin As-ram bin Fehr'dir. Kocası ise Evs bin Sâmıt bin Kays bin Asram bin Pehr Wn Sa'lebe bin Salim bin Avf bin Hazreç'Öir. tkisi de Ensâr'dandır. Evs (R.A.), Peygamber (S.A.V.) İle beraber bütün savaşlara katılmış ve seksenbeş yaşında iken Osman (R.A.) zamanında vefat etmiştir.
Havle veya Huveyle (R.A.) de, hakkında dört ayet inen bahtiyar; bir kadındır. Birçok senedle rivayet edildiğine göre halife Ömer bin ei-Hattâb <R.A.) bir gün beraberinde bir cemâat olduğu halde çıkıp yolda giderken çok yaşlı bir kadının yanından geçmek istedi, Kadın onu durdurmak istedi. O da durdu ve kadın ile karşılıklı bir Hayli konuştular. Sonra oradan ayrılınca bir adam : Ey mü'minlerîn emlri! Sen o ihtiyar kadının başında cemâati hapsettin, dedi. Bunun üzerine halîfe : Yazıklar olsun sana, o kadının kim olduğunu biliyor musun? O öyle bir kadındır ki Allah Teâlâ yedi gök tabakasının Üstünden onun şikâyetini işitti. O, Havle bint-i Sa'lebe'dir. Allah onun hakkında şu âyetleri İndirdi: (Halife, Mücâdele suresinin ilk âyetlerini okudu) Vallahi eğer o kadın geceye kadar dursaydı, ben ondan ay-nlmıyacaktmı. Ancak, namaz,, kılmak için ayrılır, namazdan sonra onun yanına dönerdim, diye cevab vermiştir. [86]
2064) Seleme bin Sahr el-Beyazî (Radtyallâhü anhyden rivayet edildiğine göre:
Kefaret ödemeden Önce karısı ile cinsel ilişkide bulunan ziharcı (zihâra yemin eden) adam hakkında Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) :
«Bir kefaret (yeter) dir- buyurmuştur."
2065) (Abdullah) bin Abbâs (Radtyallâhü ankümâ)'âan rivayet edildiğine göre :
Bir adam — Seleme bin Sahr — karısı hakkında zihâr yemininde bulunmuş ve kefaret ödemeden önce onunla cinsel temas etmiştir. Daha sonra Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'e gelerek bu durumu O'na anlatmıştır. Resûl-i Ekrem (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) (adama) :
«Ne sebeple öyle ettin? (= Yâni zihâr kefaretini ödemeden kan-na yaklaştın?» buyurmuş. Adam:
Yâ Resûlallah! Ay ışığında katımın ayak bileziklerinin beyazlığını gördüm, bunun etkisi ile nefsime hâkim ol a m ay ip onunla cinsel temasta bulundum, demiş. Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem), gülürasemiş ve kefaret ödey inceye kadar kadına yaklaşmamasını ona emretmiştir." [87]
Seleme (Radıyallâhü anh)'ın hadîsini Tirmizî de rivayet etmiştir. Ib n-i Abbâs (Radıyallâhü anhVın hadisini Ebû Dâvüd, Tirmizî, Nesâi ve Hâkim de rivayet etmişlerdir.
Hadîs şerhlerinde bu adamın Seleme bin Sahr (Radıyallâhü anh) olduğunu beyân ederler. Zâten 2062 nolu hadîs de Seleme hakkındadır. Orada bu zâtın zihâr yemininde bulunduğu, yeminden sonra ve henüz kefaret ödemeden karısı ile cinsel ilişkide bulunduğu, bu durumu Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'e arz ettiği ve Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'in kendisine, kefaret ödemesi emrini verdiği belirtilmiştir. [88]
2065 nolu hadîs, zihâr yeminini yapan adamın kefaret ödemeden karısına yaklaşmasının haram olduğuna delâlet eder. Bu hususta ilim ehli ittifak halindedir. Keza kefaret ödemeden karıya yaklaşmakla kefaret ödeme gerekliliği adamın üzerinden kalkmaz.
Gerek bu hadis ve gerekse bundan önceki hadis ile 2062 nolu hadise göre, kefaret ödemeden karısına yaklaşan adama tek bir kefaret gerekir. Yâni kefaretten önce işlediği temas suçundan dolayı ayrı bir kefaret gerekmez. Cumhur ile dört mezheb imamlarının verdiği hüküm böyledir.
Kefaret ödemeden önce adamın, karısına şehvetle bakması, öpmesi, avret mahalline bakması ve temas olmaksızın sevişmesi meselesine gelince, bu hususta âlimler ihtilâf etmişlerdir. Şöyle ki; Cumhur ile Hanef iler'e göre bunlar da temas gibi haram şeylerdir. Çünkü zihâr âyetinde -Teihâstan önce kefaret ödenmesi» emrediliyor. Temas kelimesi cinsel ilişki ve buna yol açan hareketlere mâna bakımından şümullüdür. Şehvetsiz temasın (dokunmanın) bu âyetin hükmünün dışında tutulmasına dâir icmâ; âyetteki temas kelimesinin hakiki mânâsından çıkarılarak mecazi mânâsına yorumlanmasını gerektirmez.
S e v r î ve bir kavlinde Ş â f i i' ye göre haram olan, yalnız cinsî temastır.
Kefaret ödemeden kadına yaklaşmanın haramhğı hakkında yukarda anlatılan hüküm, geçici olmayan zihâr yemini hakkındadır. Muvakkat yâni belirli bir süre için yapılan zihâr o süre için geçerlidir. Süre bitince zihâr hükmü ve etkisi kalkmış olur. Yâni adam o belirli süre içinde karısına yaklaşamaz. Yaklaşmak isterse, önce kefaret çıkarır, sonra yaklaşır. Şayet adam süre bitinceye kadar, karısına yaklaşmazsa, süre bittikten sonra artık kefaret ödemesi gerekliliği kalkmış olur ve dolayısıyla karısına yaklaşması mubah olur.
Bâzı zihâr yeminleri, boşama niyeti ile kullanılırsa, kan boşanmış sayılır. Bu konu çok geniştir. Fıkıh kitablarında ayrıntılı olarak ve âlimlerin değişik görüşleri üe beraber anlatılmıştın. [89]
Liân, Mülâana ve Teâlün kelimeleri Lan kökünden alınmadır. La'n i Arap dilinde kovmak vt hayırdan uzaklaştırmaktır.
Liân, Mülâana ve Telâün kelimeleri fıkıh ıstılahında: Erkek ile karısının lânetleşmesidir. Bu lânetleşme şöyle olur: Adam, karısını zina ile itham edip bunu dört şâhid ile ispat edemediği takdirde; hâkimin huzurunda, bir cemâatin önünde ve karısına karşı, karısına: tsnad ettiği zina suçu hakkında doğru sözlülerden olduğuna dâir Allah adına dört defa yemin eder ve beşinci defada: Eğer kanma zina isnadı hususunda yalancılardan isem Allah'ın laneti üzerime olsun, der. Bundan sonra karısı, kocasının kendisine isnad ettiği zina suçu hakkında şüphesiz yalancılardan olduğuna dâir Allah adına dört defa yemin eder ve beşinci defasında: Eğer kocam, bana zina suçunu isnad etmesi hususunda doğru sözlülerden ise Allah'ın gazabı üzerimde olsun, der.
İşte bu lânetleşmeye Şer-i Şerifte Liân, Mülâana ve Telâün denilir. Çünkü koca ile karısı bununla birbirinden uzaklaşmış olurlar ve bundan sonra artık hayatları boyunca birleşemezler. Kadın başka bir erkekle evlenip bilâhare boşansa bile eski kocası ile evlenemez. Bilindiği gibi talâk veya zihâr yolu ile birbirinden ayrılan eşler, hakkında böyle ağır müeyyide yoktur. Meselâ: Ayrılan kadın başka bir koca ile normal evlenir, onunla bir süre yaşar, sonra gerektiğinde boşandığı takdirde, eski kocası ile evlenmesi yasak değildir.
2066) Sehl bin Sa'd-i Sâidî (Radtyalâhü anhümâ)'daa rivayet edildiğine göre şöyle demiştir:
(Aclân oğullarından) Uveymir, (Aclân oğullarının başı olan) Âsim bin Adî'ye gelerek: Benim için Resulullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'e şu soruyu sor, dedi s
(Yâ Resûlallah!) ne dersin? Bir kimse, karısının beraberinde bir adamı bulsa (zina ettiklerini muhakkak bilse) ve (zâni) adamı öldürse, bu Öldürme nedeni ile kadının kocası kısas olarak öldürülür mü? Yoksa kadının kocası ne yapar?
Âsim da gidip bu soruyu Resul ullah (Sallallahü Aleyhi ve Sel-lernJ'e sordu. Fakat Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Seliem), bu soruları ayıpladı. (Bundan hoşlanmadı.) Sonra Uveymir, Asım a rastladı ve: Ne yaptın? diye sordu. Âsim ona: Sen bana iyi bir iş getirmedin. Ben (senin sorunu) Resul ullah (Sallallahü Aleyhi ve Seliem)'e sordum. Ama O, bu soruları ayıpladı (böyle meseleleri sormayı çirkin gördü), dedi. Bunun üzerine Uveymir ı
— Vallahi ben kendim Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Seliem)'e gidip bu soruyu muhakkak soracağım, dedi ve Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Seliem)'in hu zurna çıktı. Baktı ki kendisi ile karısı hakkında Resul-i Ekrem (Sallallahü Aleyhi ve Seliem)'e Kur'an âyetleri indirilmiş.[90] Bunun üzerine Resul-i Ekrem (Sallallahü Aleyhi ve Seliem), Uveymir ile karısı (Havle) arasında Liân işlemini icra etti. Bu işlemden hemen sonra Uveymir
— Ey Allah'ın Resulü! Allah'a yemin ederim ki eğer ben bu kadım götürse m (yâni nikâhım altında tutsam) onun aleyhinde yalan söz söylemiş olurum, (yâni artık onunla yaşıyamam) dedi. Râvi demiştir ki: Ve Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Seliem), Uveymir'e (karısını boşamasını) emretmeden önce kendisi karısından ayrıldı (yâni üç talâkla boşadı). Artık lânetleşen karı, koca hakkında bu şekil boşama, uyulan bir yol oldu. Sonra Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Seliem) (orada bulunanlara) :
«Bu kadma nezâret ediniz. Eğer vücudu siyah, gözlerinin siyahı koyu, kalçaları iri (ve baldırları kaba) bir çocuk getirirse (doğurursa) ben Uveymir'in bu kadına zina isnadında gerçekten doğru olduğunu sanırım. Eğer kadın keler nevinden kızılca kurt gibi kızılca bir çocuk getirir (doğurur) ise ben Uveymir'in yalancı olduğunu sanırım» buyurdu. Râvi demiştir ki sonra kadın (Havle) hoşlanılmayan (Yâni zina isnadını doğrulayıcı) surette bir çocuk getirdi." [91]
Bu hadisi, T i r m i z i hâriç Kütüb-i Sitte sahibleri ve imamlar da rivayet etmişlerdir. Bâzı kelimelerde değişiklik var is© de mânâyı değiştirecek durum olmadığı için bu değişikliği belirtmeye gerek yoktur.
Karısının yanında yabancı bir adamı bulup zina ettiklerini anlayan ve zâniyi öldüren adam kısas yolu ile öldürülür mü? sorusunu takip eden "Yoksa kadının kocası ne yapar?" cümlesinin mânâsı şu olabilir; Adam bu kötü ve çirkin hâle muttali olduğu zaman gayret ve kıskançlığı galeyana geldiği için zâniyi öldürürse, kendisi de kısas yolu ile öldürülecek mi? Kısas yolu ile öldürülmesi gerekirse ve İslâmiyet bunu emrediyorsa adam, zâniyi öldürsün mü, yoksa bu çirkef ve kirli lekeyi sinesine çekip sabır mı etsin?
İkinci yorum: Zâniyi öldürdüğünden dolayı adamın da kısas yolu ile Öldürülüp öldürülmemesi sorusu şöyle dursun. Kadının kocası bu şeni leke üzerinde sabır mı edecek, yoksa Allah Teâlâ onun için bir yeni emir mi indirecek?
Âsim (Radıyallâhü anh) bu soruyu Resûl-i Ekrem (Sallallahü Aleyhi ve Seliem) e arz edince, Efendimiz bu sorudan hoşlanma-mıştır. Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Seliem)'in hoşlanmamasının sebebini Şafii şöyle anlatır: Haram kılınmamış bir şeyin haram kılınmasına sebebiyet vermemesi için, vahiy geldiğinde hakkında bir emir gelmeyen meselelere âit soruların sorulması yasak idi. Nitekim sahih bir hadiste: -Günahı en büyük olan insan o kimsedir ki, haram kılınmamış bir şey hakkında dini hükmü sorar ve onun sorması yüzünden o şey haram kılınır.» buyurulmuştur. El-Hâfı», Şafiî' nin böyle dediğini anlatmıştır.
Tekmile yazan Liân babında yukardaki bilgiyi verdikten sonra şöyle der:
"Nevevi de : Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Seliem) ihtiyaç duyulmayan meseleler hakkında soru sorulmasından hoşlanmazdı. Bilhassa bir müslümanm şeref ve haysiyetini zedeleyici ve çirkin dedikoduların yayılmasını körükleyici mâhiyetteki konulara âit sorular. Yoksa bir olay olduğu zaman ihtiyaç duyulan soruların sorulmaması kasdedilrriemiş ve Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) bu nevi soruları normal bir durumda cevablamıştır, hoşlanmaması da görülmemiştir. Çünkü mü'minler başlarına gelen meseleleri O'na sorarlardı, O da hoş görü ile cevablardı. Â s ı m ' in sorusu, yahudî-ler ile münafıkların eline bir dedikodu ve istismar kozunu verdirip müslümanlarm ırz, şeref ve haysiyetleri aleyhinde müthiş ve çirkin yaygaralar koparmalarına yol açıcı durumda olduğu için. Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) vuku bulmamış böyle meseleler hakkında soru sorulmasından hoşlanmamıştır. Sonra böyle sorulan sormak bâzı güçlüklere yol açabilir, oysa Resûl-i Ekrem (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) kolaylaştırmayı arzulardı.
Uveymir'in karısının ismi meşhur kavle göre H a v İ e b i n t - i K a y s ' tır. Bir rivayete göre bu Havle, Üvey-m i r' in sorusunu Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'e arze-den  s ı m' in kızıdır, diğer bir rivayete göre erkek kardeşinin kızıdır. Âsim, Aclân oğulları kabilesinin reisi ve H a v -1 e ' nin yakını olduğu için Uveymir'in Âsım'a müracaatla sorusunun Resûl-i Ekrem (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'e intikalini istediği söylenmiştir.
Bu babın başlığının altında ve bu hadîsin t erce m esinden önce verdiğim izahta Hân'ın nasıl cereyan edeceğini anlatmıştım. Bundan sonra gelecek hadisle münâsebeti daha kuvvetli olduğu için o hadisin izahı bölümünde mealini sunacağım liân âyetlerinde de liân hükmü ve şekli anlatılmaktadır. Artık bu hususu burada anlatmaya gerek görmüyorum.
Uveymir ile karısı Havle arasında liân yemini icra kılındıktan sonra Uveymir Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'in emrini beklemeden karısını üç talâkla boşamış ve artık bu kadınla yaşamasının mümkün olmadığını Resûl-i Ekrem (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) 'e arz etmiştir. Râvi: Bu liân olayı sonunda cereyan eden boşama işi artık izlenen bir yol ve uygulanan bir âdet hâline geldi, demiştir.
Cumhûr'a göre liân yemini yapılınca koca ile kan birbirinden tamamen aynlmış sayılırlar, kocanın ayrıca boşama yeminine gerek kalmaz. Hanefi âlimler ise liân ile boşamanın vuku bulmuş sayılmıyacağını ve liân yemininden sonra H â k i m' in lânetle-şen eşlerin ayrılmasına karar vermesinin gerekliliğini söylemişlerdir.
Cumhur: Uveymir, liân yemini ile eşlerin birbirine haram olmadıklarını zan ettiği için, ayrıca boşama yemininde bulunmuştur, derler. H a n e f i 1 e r ise; hadîsin zahirine göre sırf liân yemini ile eşlerin aynlması vuku bulmuş oluyor. Ancak hâkim liân yemininden sonra eşlerin ayrılmasına hükmeder veya adam talâk eder. 2069 nolu hadisin zahiri de Hanefiler için bir delildir.
Hadisin son kısmında Resûl-i Ekrem (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'in doğacak çocuğun tetkik edilmesini emredip eşkâli şöyle olursa U v e y m i r'in, iddiasında doğru olduğunu, çocuğun eşkâli böyle olursa Üvey m i r'in iddiasında yalancı olduğunu sandığını bildirmiştir. Bu cümlelerde geçen Vahara kelimesi kertenke lenin bir nevinin adıdır. Bu hayvan kızılcadır, yere döşenip yürür. Bâzıları bunun zehirli olduğunu söylerler. Doğan çocuğun eşkâli. Uveymir'in zina isnadına âit dâvasında doğru olduğunu kanıtlamıştır.
Uveymir* in karısı Havle ile zina ettiği iddia edilen şahıs ise Şerik bin Sahmâ' dır. Bu herifin Hilâl bin Ü m e y y e nâmındaki zâtın karısı ile de zina ettiği iddia edilmiştir. Bu konu bundan sonraki hadiste gelecektir. [92]
1. Başına bir iş gelen kimse, meselesini ve dini hükmü direk ilim ehline sormalı, ortaya aracı koymamalı ve meselesini gizli tutmalıdır.
Ümmetin başına güçlük gelmesin diye Resûl-i Ekrem (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) gerek yok iken fazla soru sorulmasından hoşlanmazdı. Dini sorular ancak gerek görüldüğünde sorulmalıdır. Alimlerin bir kısmı vuku bulmamış bir mesele hakkında soru sorulmasını mekruh saymıştır. Fakat âlimlerin ekresirinin uygulaması böyle değildir.
Hakkında vahiy gelmemiş olan meseleler hakkında sahâbiler soru sorabilirlerdi. Sorulan sorudan âlimin hoşlanmaması, sorana kızması ve incitmesi bile soru sahibini bağlamaz. Kişi ihtiyaç duyduğu mesele hakkında uygun ve nazik bir şekilde âlimin müsâid zamanını kollayıp sorusunu tekrarlayıp sonuç almaya çalışmalıdır.
Sorulan soru çirkin bir olaya âit olsa bile ilgili kişi sorusunu açık veya gizli sorabilir. Bunda bir ayıp ve kusur yoktur. Ancak özel ve gizli sormak evlâdır.
2. Evinde bir adam öldürüp bunu öldürmesinin sebebinin onu kendi karısı ile beraber zina hâlinde yakalaması olduğunu iddia eden kimsenin bu iddiası kabul olunmaz ve kısas olarak öldürülür. Çünkü böyle mücerred iddia dinen makbul sayılsaydı bir çok masum insanın kanı heder olurdu. Zira birisini öldürmek isteyen bir kimsenin, onu kendi evine bir bahane ile götürüp evinde öldürmesi ve gerekçe olarak böyle iddiada bulunması mümkündür. Nevevî: Bir adamı öldürüp onu karısı ile zina hâlinde yakaladığını ileri süren adam hakkındaki hüküm konusunda âlimler ihtilâf etmişlerdir:
Cumhur: Adamın iddiası kabul olunmaz ve kısas olarak öldürülmesi gerekir. Ancak maktulün vârisleri olayı doğrular veya katil dört âdil erkek şâhid ile zina iddiasını ispat ederse ve maktul evli ise katil öldürülmez, ama katil dâvasında doğru olup katil meselesi de gizli kalırsa katil, Allah'a karşı sorumlu değildir, demiştir.
2. Zararı az olan, zararı çok olana tercih edilmelidir. Karısı ile zina ettiğini bilen adam, bunu dört âdil erkek şâhid ile ispat imkânına sahib değil iken zâniyi öldürürse, kendisi de kısas olarak öldürülecek. Öldürmeyip sabretse ve liân veya boşama yolu ile kadından aynlırsa bunun zararı nisbeten azdır. İşte bu yolu seçmek matlub-tur.
3. Karısını zina ile itham eden ve şâhid bulamayan kimse liân yoluna baş vurabilir. Bu onun için meşrudur. Liân bazen vâcib, bazen mekruh, bazen de haram olur. Şöyle ki:
Adam karısını zina hâlinde yakalar veya kadın zina ettiğini itiraf eder ve adam bu itirafı doğrularsa, zina olayı da adamın karısına yaklaşmadığı bir temizlik hâlinde cereyan etmiş ve adam bu is-naddan sonra da karısına yaklaşmadığı halde kadın hâmile çıkarsa, adam liân yoluna gitmek ve çocuğun kendisinden olmadığını söylemek zorundadır, işte bu durumdaki liân vâcib olan Hândır.
Mekruh olan liân ise şu durumdaki Hândır: Adam, karısının yanına yabancı bir kimsenin girdiğini görür ve karısı ile zina ettiğini kuvvetle sanırsa, liân talebinde bulunabilir. Lâkin bu olayın gizli tutulup karıyı boşaması daha. uygundur. Çünkü zan ile hükmedilmez.
Yukarda anlatılan iki durum dışındaki hallerde liân yapmak ise haramdır. Karısının zina ettiği dedikodusu yaygınlaşan adamın Iinn etmesinin caiz olup olmadığı hususunda Ş â f i i' nin arkadaşları ile A h m e d1 in iki kavli vardır.
4. Liân işi hâkîm'in marifeti ile yapılır. Eşlerin kendi aralann-da arzuladıkları başka birisinin huzurunda liân etmeleri geçersizdir.
5. Liân işlemi bir cemâatin huzurunda yapılır, gizli bir yerde yapılamaz. Çünkü bu hadis ile bunu takip eden hadisler gösteriyor ki, Resûl-i Ekrem (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) liân işini S e h 1 bin Sa'd, îbn-i Mes'ûd, İbn-i Ömer ve îbn-i Abbâs'ın bulunduğu bir cemâatin huzurunda icra eylemiştir." ITekmileden alınan bilgi burada bitti.)
Sehl bin Sa'd (Radıyallâhü anhVın hâl tercemesi 164 nolu hadîs bölümünde geçmiştir.
Asım b. Adî (R.A.) Hal Tercemesi
Asan bin Adi bin el-Cedd bin Aclân el-Kudâi (R.A.) Ensâr'm andlaşmahsıdir. Uhud ve ondan sonraki savaşlara katılmıştır. Bedir savaşına katılmak için yola çıkmış, takat Peygamber (S.A.V.) gördüğü lüzum üzerine kendisini Kubâ ve e>Ali-ye halkının başına göndermiştir. Bu nedenle kendisi Bedir ehlinden sayılmış ve bu savaşın ganimetinden kendisine bir pay verilmiştir. Kendisi Peygamber (S.A.V.)'den badis rivayet etmiştir. Hâvileri ise Sehl bin Sa'd, Şa"bl ve oğlu Ebü'l-Beddâh'tır, H. 40. yılda vefat ettiği söylenmiştir. Dört sünen sahibleri onun hadislerini rivayet etmişlerdir. (Tekmile C. 2, Sah. 131. Not: Buhari, Müslim ve imamlar da onun hadislerini rivayet etmişlerdir. Liân hadisi bunun bir misalidir.)
2067) (Abdullah) bin Abbâs (Radtyailâhü ankümâ)'dan rivayet edildiğine göre:
Hilâl bin Ümeyye (el-Ensâri), karısı (Havle)'nin Şerik bin Sah-mâ ile zina ettiğini Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'in huzurunda iddia etti. Bunun üzerine Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) Hilâl'e î
«Dört şahidini hazırla veya sırtına had (vurulur)» buyurdu. Hilâl, Peygamber {Sallallahü Aleyhi ve Sellem) "e;
— (Yâ Resûlallah!) Seni hak (din) ile gönderen (Allah)'a yemin ederim ki ben (bu isnadımda) muhakkak doğru sözlüyüm ve muhakkak Allah Teâlâ bu meselemde benim sırtımı (şahsımı) hadden kurtaracak âyet göndercektir, dedi. îbn-i Abbâs demiştir ki: Hemen
sonra; âyetinden âyetine kadar olan Nazm-i İlâhî indi. Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Slelem) de (bu âyetlerin kendisine indiği yerden) hemen ayrılıp Hilâl ile karısına haber gönderdi (onları huzura getirtti.) İkisi de geldi. (Önce) Hilâl ayağa kalkarak (âyetlerde emredildiği şekilde) liân yemininde bulundu. Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) de (eşlere hitaben) : Allah, ikinizden birisinin yalancı olduğunu şüphesiz bilir. Bu itibarla (ikinizden) tevbe edip bu liân yemininden imtina eden var mıdır? buyuruyordu. Hilâl liân yemini ettikten sonra karısı ayağa kalktı ve liân yeminini (âyetlerde emredildiği gibi dört defa) etti. Beşincisinde : "Eğer Hilâl (zina isnadında) doğru sözlü ise Allah'ın gazabı Havle'nin üzerinde olsun" demeye sıra gelince, orada bulunanlar kadına.- (Ey kadın bil ki) bu (beşinci) yemin şüphesiz elim azabı mûcibtir, diye uyardılar. îbn-i Abbâs demiştir ki: Bu uyan üzerine kadın durakladı ve biraz geriledi. Hattâ biz kadının (kocasını tek-zib etmekten) dönüş yapacağım (ve beşinci yemini yapmadan gerisin geriye gideceğini) sandık. Fakat kadın (kendini toparladı ve) :
— Vallahi ben kabilemi ömür boyunca rezîl ve rüsvay etmem, dedi, (ve beşinci yemini de etti). Sonra Resul i Ekrem (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) orada bulunanlara:
— «(Hâmile olan bu kadının doğuracağı çocuğun) durumuna dikkat edin. Eğer gözleri sürmeli, kalçaları iri ve baldırları kaba bir çocuk getirir ise, çocuk Şerik bin Sanmaya aittir», buyurdu. Kadın da hakikaten bu şekilde bir çocuk doğurdu. Bunun üzerine Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) :
— «Eğer Allah'ın kitabının (liân) hükmü yerine getirilmemiş olsaydı benim ile bu kadın için bir durum (kadını recmettirmek işi) olacaktı.» buyurdu." [93]
Bu hadisi Buhâri ve Ebû Dâvûd da rivayet etmişlerdir.
Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem), karısını zina ile itham eden Hilâl (Radıyallâhü anh) 'in Kur'ân'da emredildiği gibi dört şâhid getirmesini, aksi halde 80 değnek vurmakla had edileceğini bildirmiştir. Zina hakkında şâhidlik edecek dört adil erkek şâhid'in vereceği ifâdede zina eden erkek ile kadını uygunsuz, tenasül uzuvlarını cima hâlinde gördüklerini söylemeleri gerekir. Adam bu şâhid-leri getirmediği takdirde hâkimin kararı ile 80 değnekle dövülmek cezasına çarptırılır. Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) bu durumu Hilâl'a bildirince Buhâri ve Ebû Dâvûd'un rivayetlerinde bulunan ilâvede belirtildiğine göre: "Hilâl: Yâ Resû-lallah! Birimiz karısı Üzerinde bir adam gördüğü zaman şâhidler aramaya (mı) gidecek?" demek sureti ile bunun güçlüğünü ifâde etmek istemiştir. Nihayet hadiste belirtildiği gibi karısının zina ettiğini iddia edip dört âdil erkek şahidin yukarda anlatılan şekildeki ifâdeleri ile ispat edemeyen adam ile karısı arasında liân işleminin uygulanacağına dâir N û r sûresinin aşağıda meali yazılı 6, 7,8 ve 9. âyetleri indi:
«Karılarına zina isnad edip de kendi şahıslarından başka şa-hidleri olmayanlardan birisinin (yalnız başına) şah id ligi, cidden kendisinin doğru sözlülerden olduğuna dâir dört defa Allah'ın adı ile yemin etmesidir.» (6)
Beşincisi de: Eğer kendisi yalan sözlülerdense Allah'ın laneti, onun üzerine olsun, demesidir.» (7)
«(Zinâ isnad edilen) kadının da: Kocasının şüphesiz yalan sözlülerden olduğuna dâir Allah'ın adı ile dört defa yemin etmesi ve beşincisinde: Eğer kocası doğru sözlülerden ise Allah'ın gazabı kendi üzerine olsun, demesi ondan cezayı (recmedilmeyi) savar.» (8, 9)
Bu hadis-i şerife göre yukarıya mealini yazdığımız âyetler H i -lal hakkında inmiştir. Bundan önceki hadîsin zahirine göre mezkûr âyetler U v e y m i r hakkında nazil olmuştur.
Tekmile yazarının beyânına göre âlimler anılan âyetlerin iniş sebebi hakkında ihtilâf etmişlerdir. Bâzılarına göre Hilâl meselesi, bir kısmına göre U v e y m i r meselesi bu âyetlerin iniş sebebidir. Bâzı ilim ehli de bu iki rivayetin arasını şöyle bulmuşlardır: Önce Hilâl meselesi sonra da U v e y m i r meselesi vuku bulmuştur. Mezkûr âyetler de her iki olay hakkında inmiştir. Bu bilgiyi e 1 - H â f ı z' dan naklen veren Tekmile yazarı daha sonra Hâf ız'ın şöyle dediğini söyler: "Muhtemelen Âsim, âyetler inmeden önce Uveymir'in meselesini sormuş, sonra H i -1 â 1 gelip sormuş ve H i I â 1' in sorması üzerine âyetler inmiş ve U v e y m i r ikinci kez müracaat edince âyetlerin inmiş olduğunu görmüştür. Âyetler Hilâl hakkında indiği halde Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'in Uveymir'e; «Seninle karın hakkında âyetler indi,» buyurmasından maksad, böyle meselesi olan; herkes hakkında âyetlerin indiğini beyân etmek olabilir."
H i I â 1' in karısı ile zinâ ettiği iddia edilen şahsın Şerik bin Sahmâ olduğu bu hadîste belirtilmiştir. Tekmile yazannın M-Hâfız' dan naklen beyân ettiğine nazaran, U v e y m i r' in karısı ile zinâ ettiği iddia edilen şahıs yine bu heriftir. Şu halde bu herif her iki olayda zinâ ile itham edilen kişidir. Diğer bir husus da her ki kadının Havle isimli olmalarıdır. Uveymir'in karısı olan kadın meşhur kavle göre Havle b i n t - i K a y s * tır. Hil'âl'm eşi ise Havle bint-i Âsım'dır.
Esler liân yeminine başlarken Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) onlara nasihat ediyor ve eşlerden birisinin mutlaka yalan söylemiş olacağını ifâde edip bundan dönüş yapmasının kendisi için daha iyi olacağını belirtiyor. Ebû Davud'un bir rivayetinde belirtildiği gibi bu arada Resûl-i Ekrem (Sallallahü Aleyhi ve Sellem): «Şüphesiz ahi ret azabı dünya azabından daha şiddetlidir.» buyuruyor. Erkek, karısına zinâ isnâd ettikten sonra liân yemininden dönüş yaparsa, yâni yemin etmekten istinkâf ederse, Kazif haddi ismi verilen ceza ile cezalandırılır. Bu da ona seksen değnek atmaktır. Kadin liân yemininden imtina ederse ona verilecek dünyevî ceza onu recmetmektir. Anılan bu iki ceza da âhiret azabından ehvendir.
Eşler arasında liân yemini icra edildikten sonra doğacak çocuğun eşkâlinin tedkiki emrediliyor ve neticede, zina ile itham edilen Şerîk bin Sahmâ'ya benzeyen bir çocuk meydana geliyor. Bunun üzerine Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem), kadının liân yemini etmesi ile recmedilmesi cezasının defedilmiş olduğuna dâir ilâhî hüküm olmamış olsaydı, ben bu kadını recmettirirdim, buyurmak istemiş ve H i 1 â 1' in bu dâvada doğru sözlü olduğuna işaret buyurmuştur.
Hilâl bin Ümeyye (Radıyallâhü anh) Ensâr-i Kiram'-dandır. Benî Vâkıf kabilesine mensubtur. Hicretin 9. yılı vuku bulan Tebûk savaşına özürsüz katılmayan ve seferden dönüldükten sonra Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) "e katılmama sebebini sorduğunda doğruyu söyleyen üç zâttan birisidir ki, bunların savaştan geri kalmaları suçunun Allah tarafından bağışlandığı T e v b e sûresinin 118. âyeti ile bildirildi.
Bu hadîsten çıkarılan ve bundan önceki hadîsten çıkarılamayan fıkıh hükümleri:
Bir kadına zina isnad etmek büyük günahlardandır. Karısına böyle suç isnad eden kimse, isnadını şâhidlerle ispatlıyamadığı takdirde liân yemininde bulunmak mecburiyetindedir. Şâhidleri getiremediği gibi liân yemininden de istinkâf ederse seksen değnek vurulmak sureti ile had edilir. Bu cezaya Kazif haddi denilir. Bu had ile cezalandırılan adamın fâsıklığına da hükmedilir ve artık şâhidliği de hiç bir yer ve zamanda ve hiç bir mesele hakkında kabul olunmaz.
Yukarda anlatılan hüküm cumhur, Mâlik, Şafiî ve A h m e d' in kavlidir.
Hanefîler'e göre karısını zina ile suçlayıp bunu şâhidlerle ispat edemeyen kimse liân yemininde bulunmak zorundadır. Yeminden imtina ederse hapsedilir. Nihayet liân ederse kazif cezası ile cezalandırılmaz, serbest bırakılır. Şayet adam kendini tekzlb ederse veya boşama gibi bir yol ile kadından aynlırsa ceza evinden alınıp kazif haddi vurulur. Adamı afvetmek veya sulh olmak caiz değildir. Bununla beraber kadın onun had edilmesini istemezse, had edilmez.
2068) Abdullah (bin Mes'ûd) (Radtyallâkü anh)'den; Şöyle demiştir: Biz bir Cuma gecesi Mescid-i Nebevide İdik. (Meseid'e giren) bir adam (oradaki cemaata hitaben) : Eğer bir erkek, karısının yanında (zina hâlinde) bir erkeği bulup zâniyi Öldürürse siz (katil diye kısas olarak) adamı öldürürsünüz. Eğer karısının zina ettiğini söyler (ve şâhidler getiremez) seniz onu kazif haddi ile cezalandırırsınız. Vallahi ben muhakkak bunu Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'e anlatacağım, dedi. Sonra bunu Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sel-lem)'e anlattı. Bunun üzerine Allah Teâlâ Hân âyetlerini indirdi. Âyetler indirildikten sonra adam (Peygamber'e) gelip karısının zina ettiğini iddia etti. Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) de adam İle karısı arasında Hân hükmünü uyguladı ves
Bu kadının (kıvırcık saçlı) siyah bir çocuk doğıvması (ve böylece zina olayının doğrulanması) umulur,- buyurdu. Sonra kadın kıvırcık saçlı ve siyah bir çocuk doğurdu." [94]
Bu hadisi Müslim, Ebû Dâvûd ve Ahmedde rivayet etmişlerdir.
Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'e müracaat eden adamın ismi belirtilmemiştir. Bu zâtın Hilâl bin Ümey y-,e (Radıyallâhü anh) olması ihtimali kuvvetlidir. Çünkü İslâmiyet'te Uk Hân yemini eden zât Hilâl' dır. Bu hadisin Müslim' deki rivayetinde, müracaat eden adamın İslâmiyet'te ilk liân yemini eden olduğu, belirtilmiştir. Şu halde müracaat sahibi Hilâl' dır.
Hadîste sözü edilen liân âyetleri bundan önceki hadisin izahında mealleri verilen Nûr sûresinin 6, 7, 8 ve 9. âyetleridir.
2069) (Abdullah) bin Ömer (Radtyaİlâhü anhümâydan; Şöyle demiştir :
Bir erkek karısı ile liân yemininde bulundu ve çocuğun kendisinden olmadığını söyledi. Bunun üzerine Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) eşleri birbirinden ayırdı ve çocuğu tneseb ve mirasta) kadına ilhak eyledi. [95]
Bu hadisi, Şafii ve Kütüb-i Sitte sahipleri rivayet etmişlerdir. Tek m ile'd e beyan edildiğine göre hadiste anılan adam, 2066 no-lu hadiste sözü edilen U v e y m i r' dir. Karısı da Havle bint-İ K a y s' tır. Liân yemininin gereği olarak Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellemî eşleri birbirinden ayırdı. Hanefiler bu hadîsi delil göstererek: Eşler sırf liân yemini ile birbirinden ayrılmış olmazlar. Hâkimin eşleri ayırması gerekir, demişlerdir.
Cumhur ise Eşler sırf liân yemini ile birbirinden ayrılmış sayılırlar. Liân yemini Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'in huzurunda icra kılındığı için Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) onları ayırdı, ifâdesi kullanılmıştır. Eğer eşlerin ayrılmaları ancak hâkimin karan ile tahakuk etmiş olsaydı, çocuğun zevç tarafından red edilmesinin de ancak hâkimin karan ile gerçekleşmesi gerekecekti. Hâkimin karan olmaksızın çocuğun zevç tarafından red edilmesi caiz ve geçerli olduğuna göre hâkimin kararı olmaksızın eşlerin birbirinden aynlmış olmalarının da caiz olması gerekir. Hadîsteki ifâde tarzı buna delâlet eder. Şu halde hadîsteki: "Peygamber onları ayırdı" cümlesinin mânâsı: Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem), liân yemini ile eşlerin birbirinden aynlmış olduklarını beyân buyurdu, demektir, diye yorum yapmışlardır.
Tekmile yazan yukardaki bilgiyi H a 11 â b i' den naklen verdikten başka âlimlerin görüşlerini şöylece biraz daha açıklamaktadır:
1. Ebû Hanife, Muhammed ve Sevri'ye göre eşlerin birbirinden ayrılmaları liân yemininden sonra ancak hâkimin karan ile gerçekleşir. A h m e d' den yapılan en açık rivayet de böyledir. Delil de bu hadistir.
2. Mâlik, Evzâî, Züfer Cumhûr'a göre eşler liân yeminini bitirince birbirinden ayrılmış olurlar. A h m e d' in de böyle bir rivayeti vardır.
3. Şafiî ve Sahnûna göre erkeğin liân yemini ile ayrılma gerçekleşmiş olur. Ayrılma işi kadının liân yeminine bağlı değildir. Çünkü bu ayrılma, talâk gibi söz ile oluşan bir ayrılmadır. A h m e d ' in böyle de söylediği rivayet edilmiştir.
Erkek liân yemininden sonra kendini yalanlarsa hüküm nedir?
Bu hususta da âlimler değişik görüşler beyân etmişlerdir: Hanefi] ere göre liân yemininden sonra erkek yalan söylediğini iddia ederse kendisi hakkında kazıf haddi tatbik edilir ve bundan sonra aynı kadınla nikâhlanabilir. A h m e d ' den de böyle bir fetva rivayet edilmiştir.
Mâlik, Şafiî ve kuvvetli rivayette A h m e d: Liân-dan sonra eşler ebedî olarak birbirinden ayrılmış olurlar. Bu itibarla hiç bir suretle artık birleşemezler, demişlerdir.
Ömer, Ali ve îbn-i Mes'ud (Radıyallâhü anhüm) ile Atâ, Zührİ ve Evzâi' nin de böyle dedikleri rivayet olunmuştur.
Hadis; erkeğin karısına zina isnadı dolayısıyla ettiği liân yemini münâsebeti ile karısının doğuracağı çocuğun kendisinden olmadığını söyler ise, doğacak çocuğun erkeğin sayılmıyacağına delâlet eder. Keza; bu çocuğun, annesinin çocuğu sayılacağını belirtir. Yâni çocuk o erkeğin çocuğu sayılmaz, ikisi arasında mirasçılık durumu yoktur. Fakat çocuk İle annesi arasında mirascılık durumu bulunur.
2070) (Abdullah) bin Abbâs (Raâtyallâkü anAtimlJ'dan; Şöyle demiştir :
Ensâr'dan bir erkek Beliclân (Beni Aclân) kabilesinden bir kadınla evlendi. Sonra yanma girip bir gece onunla yattı. Sabahleyin adamı Ben kızı bakire olarak bulmadım dedi. Kadının bu durumu Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem )'in huzuruna arzedildi. Bunun üzerine Resul i Ekrem (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) genç kadını çağırtıp (bu durumu) kendisine sordu. Kadın : Hayır. Ben bakire idim, dedi. Bunun üzerine Peygamber koca ile karının liân etmelerini emretti. Onlar da liân yeminleri ettiler ve koca, kadına mehir verdi."
Not: Zevâid'de şöyle denilmiştir : Bunun senedinde zayıflık vardır. Çünkü ravi Muhammed bin îshak tedlisçidir, Bezzâr da: Bu hadis yalnız bu senedle tanınır, demiştir. [96]
Bu hadis Zevâid türündendir. Sindi: Bu hadîse göre erkek karısının nikâhtan önce zina ettiğini iddia ederse yine aralarında liân hükmü icra edilir, demiştir.
Bu hadis, erkeğin cinsel ilişkide bulunduğu kadından liân hükmü gereğince ayrıldığı takdirde nikâh dolayısıyla tahakkuk etmiş olan mehirin tamamım kadına ödemekle mükellef olduğuna delâlet eder. Erkek bunu ödemekten imtina edemez veya Hândan önce ödemiş ise tamamını veya bir kısmını geri isteyemez. Bu hadisin isnadı zayıf ise de ayni hadisi teyid eden ve t b n - i Ömer (Radıyallâhü anh) 'den merfü olarak rivayet edilen hadis vardır. îbn-i Ömer'in hadisini Buhâri, Müslim, Şafiî, Ah-med, Ebû Dâvûd ve Nesâi rivayet etmişlerdir. O hadiste beyân edildiğine göre liân yemini icra edilen eşlerden erkek, liân hükmü icra kılındıktan sonra, nikâh nedeni ile ödediği mehiri geri istemiş, fakat Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) erkeğe:
-Senin bir alacağın yoktur, eğer sen zina İsnadı İddiasında doğru sözlü isen, kadına vermiş olduğun mehir, onun kadınlığından yararlanmana karşılıktır. Eğer sen zina İsnadı iddiasında yalan söz söylemiş isen mehir talebinde bulunman sana çok uzaktır., buyurdu.
Yukardaki hadîslere dayanarak âlimler bu hükümde ittifak etmişlerdir. Şayet henüz cinsel temas vuku bulmamış iken erkek karısına zina isnadında bulunup, liân yemini icra edilirse, verilmiş olan mehirin geri verilmesi hususunda âlimler şöyle demişlerdir:
Ebû Hanife, Şafiî, Mâlik ve Evzâi: Kadına mehirin yarısı ödenir, demişlerdir. El-Hakem ile Hammâd ise: Kadına mehirin tamâmı ödenir, demişlerdir.
2071) Amr bin Şuayb'ın dedesi (Abdullah bin Amr bin el-As) (Ra-dtyaHâhü ankümâ)'âan rivayet edildiğine göre: Peygamber (SaUaUahii Ah-yhi ve Scltem) şöyle buyurmuştur :
«Kadınlardan dört sınıf vardır ki onlar (ile kocaları) arasında Hân (yeminlerinin icrası) yoktur: Müslüman erkeğin nikâhı altındaki Hristiyan kadın, m uslum an erkeğin nikâhı altında bulunan yahüdî kadın, kölenin nikâhı altındaki hür kadın ve hür erkeğin nikâhı altındaki câriye.*
Not; Bunun senedinde
bulunan Osman bin Atâ'nın zayıflığı üzerinde ittifak edilmiştir.
[97]
Bu hadiste anılan eşler arasında liân yemininin icra edilmiyeceği bildirilmiştir. Âlimlerin bu husustaki görüşleri Özetle şöyledir:
H a n e f i I e r şöyle demişlerdir.
Koca, şâhidliğe ehil olmadığı zaman onun liânı geçerli değildir. Şâhidliğe ehil sayılmıyanlardan bâzıları şunlardır: Köle, kazif haddi ile cezalandırılmış olan ve kâfir. İşte bu durumdaki kocanın Mânı muteber değildir.
Câriye, zimmiye yâni Hristiyan veya Yahudi olan kadın, birisine zina suçunu isnad etmesi nedeniyle kazif haddi ile cezalandırılmış kadın, erginiik çağına varmamış kadın, deli kadın ve zinâkâr kadına zina suçunu isnad eden yabancı kişi kazif haddi ile cezalandırılmaz. Karı, yukanda sayılan sınıflardan ise. kocasının liânı muteber değil ve bu isnaddan dolayı kocaya had tatbik edilmez.
Yukarıdaki durumda olan koca, karısına zina isnad ettiği takdirde, hâkim onu ta'zir eder, yâni kırk değnekten az ve durumuna uygun bir ceza ile cezalandırır. Çünkü kadına leke sürmüş olur. Ama yukarıda anlatılan mazeret dolayısıyla onun hakkında kazif haddi tatbik edilmez.
Koca, yukarıda anlatıldığı gibi şâhidliğe ehil olmadığı zaman karısına zina isnâd ederse kazif haddi ile cezalandırılır. Çünkü liân hükmü onun yönünden uygulanamıyor.
Eşlerin ikisi de şâhidliğe ehil olmazlarsa; meselâ -.İkisi de daha önce kazif haddi ile cezalandırılmış iseler, koca kazif haddi ile cezalandırılacak. Çünkü onun durumu liân hükmünü uygulamaya mânidir.
Han ef iler'in delili, yukarıdaki hadîstir. Başka delilleri de vardır.
Şafii, Mâliki ve Hanbeliler'e göre; yemini sahih sayılan herkesin liânı daha sahihtir. Bu itibarla eşlerin ikisi de hür, köle - câriye, adaletli, fâsık, zimmi olsalar, yahut birisi köle veya câriye olursa yahut koca müslüman olup, karı hristiyan veya ye-hudi olursa, bunlar arasında liân hükmü tatbik edilir.
Bu üç imamın delili, liân âyetinin umumiliğidir. Yâni âyet her çeşit eşlere şümullüdür. Eşlerden birisi hür, diğeri hür değilse yahut koca müslüman olup, karı ehl-i kitab ise veya eşlerden birisi âdil, diğeri fâsık ise, bunların liân yemini geçerlidir. Bu grubun başka delilleri de vardır. Geniş bilgi fıkıh kitablarında vardır. [98]
2072) Âişe (Radtyattâhü anhâ)'dan; Şöyle demiştir:
ResûluIIah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) karılarından İlâ etti (onlann odalarına bir ay girmemeye yemin etti) ve haram etti, böylece (kendisine) helâl olanı haram eyledi ve (böyle) yemin için kefaret ödemeyi (gerekli) kıldı. [99]
Bu hadisi Ti r m i z i de rivayet etmiştir. Resûl-i Ekrem (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'in hanımlarına bir ay yaklaşmamak için yemin etmesi ile ilgili geniş bilgi İlâ babında geçen 2059-2061 nolu hadisler bölümünde verilmiştir. Hadîsin zahirine göre Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) ettiği yeminde bütün karılarını kendine haram eylemiştir. Fakat sahih hadîslerle sabit olduğu gibi bütün karılarına sadece bir ay yaklaşmamaya veya onlann odalarına girmemeye yemin etmiş ve eşlerinden yalnız cariyesi M â r i y e' yi kendi zâtına haram eylemiştir. Şu halde "ve helâl olanı haram eyledi" cümlesinden maksat O'nun Mâr i y e'yi kendine haram etmesi olayıdır. Elde mevcûd Sünen nüshalarında; "ve haram etti" cümlesinden sonraki cümle; "ve böylece
(kendisine) helâl olanı haram eyledi" şeklindedir. Bu ifâde tarzına göre son cümle ilk cümlenin bir nevi açıklaması mahiyetindedir. Sü-nen'in haşiyesi S i n d i' de ve T i r m i z î' de ise son cümle;"Sonra, kendine haram ettiği şeyi (işlemek sureti ile) helâl eyledi." şeklindedir. Bu ifâde tarzı daha uygundur. Çünkü, bir önceki cümle ile ifâde edilmiş olan bir mânâyı tekrarlama durumu kalmaz ve ilk cümle ile ifâde edilmemiş olan yeni bir hüküm ifâde etmiş olur. Ayni zamanda bundan sonra gelen cümle ile irtibatı daha münâsibtir. Bu takdirde hadis metninin tercemesi şöyle olur:
"Resül-i Ekrem (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) karılarından ilâ etti (Onların odalarına bir ay girmemeye yemin etti) ve (kendisine helâl olanı) haram etti. Sonra kendine haram ettiği şeyi (işlemek suretiyle) helâl eyledi ve (böyle) yemin için kefaret ödemeyi (gerekli) kıldı."
Resûl-i Ekrem (Salaüahü Aleyhi ve Sellem)'in kendine haram ettiği helâl şey ile neyin kasdedildiği hususunda değişik yorumlar vardır. Bâzıları bununla Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'in, cariyesi Mâriye (Radıyallâhü anhâ) yi kendine haram etmesi olayının kasdedildiğini söylemişlerdir. Çünkü Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'in: «Vallahi ben Mâriye'ye yaklaşımyacağım», diye yemin ettiği ve bundan sonra da: «Mâriye bana haram olsun-, buyurduğu rivayet edilmiştir. Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'in M â r i y e' yi kendine haram etmesi ve ona yaklaşmamaya yemin etmesi olayı ile ilgili gerekli bilgi. Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'in, H a f s a (Radıyallâhü anhâ) yi boşadığına dâir 2016 nolu hadisin izahı bölümünde verilmiştir. Tekrarlamaya gerek yoktur.
Bâzıları da bununla, Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'in bal şerbetini içmeyi kendine haram etmesi olayının kasdedildiğini söylemişlerdir. Bu olayın özeti de şudur: Buhâri, Müslim ve diğer sahih hadis kitablannda Âişe (Radıyaüâhü anhâ) 'dan rivayet edilen sahih bir hadiste beyan edildiği gibi Peygamber (Sallallahü AleyhiveSellem) karısı Zeyneb bint-i Cahş (Rad-ı yallâhü anhâi'nın nöbetinde onun odasında bal şerbeti içerdi ve bu nedenle orada çok kalırdı. Bu duruma kıskanan Âişe (Radıyallâhü anhâ) ile H a f s a (Radıyallâhü anhâ) kendi aralarında söz birliği yaparak Resûl-i Ekrem (Salİallahü Aleyhi ve Sellem) bunlardan hangisinin odasına gelirse O'na:
"Yâ Resûlallah! Sen meğafir (yapışkan ve tatlı bir zamk olup fena kokusu olduğu söylenir) mi yedin? Senden meğafir kokusunu duyuyorum, denilmesini kararlaştınyorlar. Resûl-i Ekrem (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) geldiğinde Hafsa böyle söyleyince Resûl-i Ekrem (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) :
«Hayır. Ben meğafir yemedim. Yalnız Zeyneb'in yanında iken bal şerbetini içmiştim. Bir daha onu içmem», diye yemin etmişti.
îşte Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'in kendine haram ettiği helâl şeyden bal şerbetini içmesi hususu kasdedilmiş olabilir. T a h r i m sûresinin aşağıya meali alınan ilk âyetinin iniş sebebinin bal şerbeti olayı veya Mâriye ile ilgili olay olduğu yolunda rivayetler vardır: Âyetin meali
«Ey Peygamberi Allah'ın sana helâl kıldığı şeyi niçin haram edersin, (bununla) karılarının rızasını ararsın? (Bununla beraber üzülme çünkü) Allah (sana) ğafûr ve rahimdir.»
Âyet'in açıklaması ve iniş sebebine dâir gelen rivayetlere âit geniş bilgi tefsir ve-hadîs kitablarında mevcuttur. Münâsebet geldiği için sadece anılan âyetin mealini sunmayı uygun buldum.
Erkeğin karısına: Sen bana haramsın, şeklinde ettiği yeminin hükmüne âit bilgiyi bundan sonraki hadîsin izahı bölümünde vereceğim.
2073) (Abdullah) bin Abbâs (Radtyaltâkü anhümâ)'dan; Şöyle demiştir ;
(Kişinin helâl olan bir şeyi kendisine) haram etmesinde yemin (kefareti ödemesi) vardır.
Ve İbn-i Abbâs : And olsun ki şübhesiz Resûlullah, sizin İçin güzel bir örnektir, diyordu." [100]
Bu hadisi Buhâri ve Müslim de rivayet etmişlerdir. Buhâri' deki İbn-i Abbâs'm eseri meâlen şöyledir:
"Erkek karısını kendine haram ettiği zaman (onun bu sözü) bir şey (yâni talâk) değildir. Şübhesiz Resûlullah sizin için güzel bir Örnektir/1
Müslim' deki bir rivayet müellifimizin rivayeti gibidir. Diğer bir rivayeti ise meâlen şöyledir:
"Erkek, karısını kendine haram ettiği zaman onun bu sözü, kefaretini çıkarması gerekli bir yemindin And olsun ki şüphesiz Resûlullah sizin için güze! bir Örnektir.»
Hadisin sonundaki fıkra, A h z â b sûresinin 21. âyetinden iktibastır, İbn-i Abbâs (Radıyallâhü anhl'ın bu iktibas ile M â r i y e (Radıyallâhü anhâl'nm meselesine işaret ettiği Kas-t a 1 â n î ve TuhfetÜ'l-Bâri'de beyan edilmiştir: Şöyle ki; Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) yukarda anlatıldığı gibi cariyesi Mâ-r i y e ' yi zâtına haram eylemişti. Sonra Cenâb-ı Hak T a h r i m sûresinin birinci âyeti ile Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'İ uyarmıştı. Bunun üzerine Resûl-i Ekrem (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) yemin kefaretini ödeyip Mâriy e'ye dönüş yapmıştı. îşte t b n-i Abbâs (Radıyallâhü anh), karısını kendisine haram eden erkeğin Peygamber (Sallalîahü Aleyhi ve Sellem) i en güzel örnek alıp kefaret ödemesini ve karısına dönüş yapmasını istemiştir. El-Fetih yazarı: Anılan âyetin iniş sebebi, en sıhhatli rivayetlere göre M â r i y e (Radıyallâhü anhâ)'nın meselesidir. Evet erkek, karısının şahsını kendisine haram etmek niyeti ile bu sözü söylediği takdirde, mekruh bir söz söylemiş olur. Karısına yaklaşmasa bile derhal yemin kefareti ödemesi gerekir. Bu söz yemin değildir. Çünkü yemin ancak Allah Teâlâ'nm isimleri veya sıfatları ile edilir.
N e s â i' nin İbn-i Cübeyr' den rivayet ettiğine göre bir erkek îbn-i Abbâs'a:
"Ben karımı kendime haram ettim, diyerek bunun hükmünü sormuş, İbn-i Abbâs (Radıyallâhü anhümâ) da adama: Sen yalan söz söylemişsin. Karın sana haram değildir, demiş ve mezkûr âyeti okumuştur." diye bilgi vermiştir. [101]
Hadislerin zahirine göre bir adam kendisine helâl olan bir şeyi kendisine haram ederse, bu sözle o şey haram olmaz. Adam yemin kefaretini çıkarır ve o şey kendisine helâl olur.
Bir adam karışma: Sen bana haramsın, dediği zaman bunun hükmü nedir?
Kastalânî, Buhâri1 nin "Bir erkek karışma: Sen bana haramsın" başlığı ile açtığı bâbda şöyle der:
"Hasan-i Basri: Erkeğin niyeti esastır, demiştir. Yâni erkek bu sözle karısını bir veya daha ziyâde talâkla boşamaya veya zihâr'a niyet etmiş ise onun niyet ettiği şey vuku bulmuş olur. Çünkü boşamak da zihâr da kadını haram ettirir. Bu itibarla bu söz talâktan kinaye olabildiği gibi zihâr'dan da kinaye olabilir. Her ikisine birden niyet etmesi muteber değildir. Çünkü boşama ayrılmayı, zihâr ise nikâh altında kalmayı gerektirir. Onun için ancak birisi kasdedilmiş olabilir. Erkek bunlardan birisini tercih etmek durumundadır, Şafiî1 nin görüşü budur.
Hanefîler'e göre erkek bu sözle bir talâkla boşamayı kas-detmiş ise bâin bir talâk vuku bulmuş olur. İki talâkı kasdetmiş ise yine bir bâin talâk gitmiş olur. Eğer boşamayı kasdetmemiş ise bu söz bir yemindir ve erkek İlâ etmiş olur.
Mâlıkil er'e göre bu söz üç talâkla boşama demektir. Erkeğin niyeti sorulmaz."
N e v e v i de Müslim'in "Boşama niyeti olmaksızın kanasa kendine haram eden adam'a kefaretin vâcibliği" babında rivayet olunan 1 b n - i Abbâs (Hadıyallâhü anhJ'ın hadisinin izahı bölümünde Özetle şöyle der:
"Bir erkek karısına: Sen bana haramsın, dediği zaman bunun hükmü hakkında âlimler ihtilâf etmişlerdir:
Kadı Iyâz bu mesele hakkında 14 mezheb ve görüşün bulunduğunu beyanla:
1. Hanefiler'e göre, adam boşamayı kasdetmiş ise bâin bir talâk gider, üç talâkı kasdetmiş ise üçü de gider. îki talâkı kasdetmiş ise bâin bir talâk gider. Bir şeye niyet etmemiş ise yemin sayılır. Yalan bir söz söylemeyi kasdetmiş ise, geçersiz ve bâtüdır. Z ü -fer'e göre adam bununla iki talâk kasdederse, iki talak vâki olur.
2. M â 1 i k' in meşhur kavline göre bu söz ile kadının üç ta-lâkı gider. Kadınla cinsel ilişkide bulunulmuş olsun, olmasın fark etmez. Ancak adam, bu sözle bir talâkla boşamayı kasdettiğini söylerse ve kadınla henüz cinsel ilişkide bulunmamış iken bu yemini yapmış ise, iddiası kabul olunur. Aksi takdirde kabul olunmaz. A 1 i bin Ebî Tâlib. Zeyd, el-Hasan ve el-Hakem'in de böyle dedikleri rivayet olunmuştur.
3. İbn-i Ebi Leylâ ve Mâlikiler' den e 1 - M a -c i ş û n i' ye göre bu sözle üç talâk vâki olur. Bununla bir talâkla boşamayı kasdettiğini iddia etse bile bu iddia kabul olunmaz. Adamın yeminden önce kadınla cinsî münâsebette bulunmuş veya bulunmamış olması da neticeyi değiştirmez.
4. Kadınla cinsel ilişkide bulunulmuş olduktan sonra söylenen üç talâk, vâki olur. Temastan önce söylenirse bir talâk vâki olur. Ebû Mus'ab ve Muhammed bin Abdü'l-Hakem böyle demişlerdir.
(Kadı Iyâz bu konu hakkında on dört mezhebin görüşlerini böylece maddeler hâlinde sıralamış ve N e v e v i de aynen nakletmiştir. Bunların hepsini buraya aktarmak bir hayli zaman ister, Kadı' nın naklettiği fetvalardan bir ikisini de aktarıp buna son verelim.
5. îbn-i Abbâs ve bâzı tabiîlere göre bu söz bir yemin hükmündedir. Yemin kefaretini çıkarmak gerekir. (Yâni bu sözle boşama veya zihâr oluşmaz.)
6. Bu söz, yemek yemeyi ve su içmeyi haram etmek için edilen yemin gibidir. Bu itibarla hiç bir etkisi yoktur ve hiç bir şeyi ödemek de gerekli olmaz, bâtıl bir sözdür. Mesrûk, Şâb i, Ebû Seleme ve Mâlikîler' den A s b a ğ böyle demişlerdir.
(Kadı Iyâz, Şafiî' nin görüşünü kısaca anlattığı için N e v e v i, Şafii' nin görüşünü daha ayrıntılı olarak şöyle anlatır:)
Ş â f i i' ye göre erkek bu söz ile boşamayı kasdetmiş ise talâk, zinan kasdetmiş ise zihâr olur. Eğer erkek, talâk veya zihâr olmaksızın kadının şahsını haram etmeye niyet etmiş ise bu söz ile yemin kefareti gerekir. Bununla beraber bu söz bir yemin değildir. Eğer adam bu sözle hiç bir şeye niyet etmemiş ise Şafiî' nin kuvvetli kavline göre yemin kefareti gerekir. İkinci kavline göre bu söz boştur, bununla hiç bir şey gerekmez.
Yukarda anlatılan hükümler hür kadın hakkındadır. Şayet erkek kendi cariyesine: Sen bana haramsın, sözünü söylerse:
1. Ş â f i i' ye göre adam bu sözle, cariyesini âzad etmeye niyet etmiş ise câriye âzad olmuş olur. Eğer cariyenin şahsını, haram etmeyi kasdetmiş ise bu söz yemin sayılmamakla beraber yemin kefaretini çıkarması gerekir. Hiç bir niyeti yok ise yine yemin kefareti gerekir.
2. M â 1 i k' e göre bu söz cariye hakkında söylendiği takdirde, hiç bir değeri yoktur ve hiç bir şey lâzım gelmez.
Kadı Iyâz: Bu söz câriye hakkında söylendiğinde hemen hemen tüm âlimlere göre yemin kefareti gerekir, demiştir.
3. Ebü Hanlfe'ye göre adam cariyesini, bir yemeği yemeyi, bir şeyi yapmayı kendine haram ettiği zaman, kendine haram ettiği şeyi yapmadıkça meselâ; cariyesine yaklaşmadıkca, yemeği yemedikçe hiç bir şey lâzım gelmez. O şeyi işleyince yemin kefareti gerekir.
Mâlik, Şafiî ve
cumhura göre adam, karısından ve cariyesinden başka her hangi bir şeyi
kendisine haram ederse, meselâ : Şu yemek veya şu su bana haram oisun veya şu
elbiseyi giymek, falan eve girmek, bu adamla konuşmak bana haram olsun, yahut
haramdır, derse,- bununla o şey haram olmaz ve bu sözün bir değeri yoktur.
Kendisine haram ettiği şeyi yaparsa hiç bir şey lâzım gelmez." ( N e v e
v i' den naklen aldığım bilgi burada
bitti.)
[102]
2074) Âişe (Radtyallâkü anhâ)'ddn rivayet edildiğine göre:
Kendisi (cariyesi) Beri re'yi âzad etmiş, bunun üzerine
Resulü 1-lah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) Berîre'y». (nikâhını feshetmesi hususunda)
muhayyer bırakmıştır. Berîre'nin hür kocası var idi."
2075) (Abdullah) bin Abbâs (Radtyallâhü anhümâydan; Şöyle
demiştir :
(Âişe'nin cariyesi)
Berîre'nin kocası Muğîs isimli bir köle idi. (Berire âzad edilip kocasından
ayrılmayı tercih edince) zavallı Muğîs (in perişan durumu hâlâ gözümün önünde,
kendisin) e bakıyor gibiyim. (Berîre'yi aşırı seven) Muğîs, ağlıyarak ve göz
yaşları yanağının üzerinden akarak, (Medine sokaklarında ve çevresinde) Berîre'nin
arkasında dönüp dolaşırdı. (Berîre ise ondan nefret ederdi.) Bir gün Peygamber
(Sallallahü Aleyhi ve Sellem)
(babam) Abbâs'a:
— «Yâ Abbâs Muğîs'in Berire'ye aşın muhabbetine
ve Berîre'nin ona olan nefretine hayret etmiyor musun?» buyurdu. Sonra
(Muğis'in baş vurusu üzerine) Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)
Berîre *ye j
— «(Ey Berîre!) keski Muğîs'e dönüş yapsan.
Çünkü senin çocuğun babasıdır.» buyurdu. Berîre:
— Yâ Resûlallah! (Ona dönüş yapmam için) bana
emir ediyor musun? dedi. Resûl-i Ekrem (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) :
— «(Ben emretmiyorum). Ancak şefaatçi (aracı)
oluyorum» buyurdu. Berîre i
— Muğîs'e ihtiyacım yoktur, dedi."
2076) Âişe (Radtyallâhü anhâ)'dan; Şöyle demiştir:
(Cariyem) Berire
dolayısıyla üç sünnet (şer'i hüküm) tamamlandı s Berire âzad edildiği zaman
nikâhının feshi hususunda serbest kılındı, kocası da köle idi. Sahâbîler
Berîre'ye (cariyem iken) sadaka verirlerdi» kendisi de (bu sadakadan) Peygamber
(Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'e hediye ederdi, O da t
«Bu, Berire'ye
sadakadır, bize de (Berîre'nin) bir hediye (si) dir,» buyurdu. Bir de s
«Velâ (yâni âzad
edilen köle ve câriye'ye mirasçı olmak hakkı) âzad edene aittir,»
buyurdu."
2077) Âişe (Radtyallâhü anhâf'dan; Şöyle demiştir:
Berire (nikâhını
feshettiğinde) üç kez aybaşı âdetini görünceye kadar beklemesi (yâni bu süre
bitmeden başka bir adamla evlenmemesi) kendisine (Resûl-i Ekrem (Sallallahü
Aleyhi ve Sellem) tarafından) emredildi."
Not: Bunun senedinin
sahîh ve râvilerinin sıka oldukları Zevâld'âe biîdiril*
2078) Ebû Hüreyre (Radtyallâhü anh)yden rivayet edildiğine
göre:
Resûlullah (Sallallahü
Aleyhi ve Sellem) Berîre'yi (âzad edildi ğinde nikâhının feshi hususunda)
serbest kıldı."
[103]
Bu babın ilk hadisinin
birer benzerini Ebû Dâvûd,
Tirmizî, Nesâî ve
Beyhaki de rivayet etmişlerdir.
Bu hadise göre hür bir
erkeğin nikâhı altında bulunan bir câriye âzad edildiği zaman o kocanın nikâhı
altında kalıp kalmamak hu-ı susunda serbesttir. Dilerse nikâhını feshedebilir.
Tekmile yazarî bu husustaki görüşleri şöyle anlatır:
"Hammâd ve Hanefî
âlimler bu eseri delil göstererek: Hür bir erkeğin nikâhı altında iken âzad
edilen câriye nikâhını feshedip etmemekte serbesttir, bu hadiste anılan Be r i
r e isimli cariyenin kocasının köle olduğunu bildiren (2075, 2076) ve benzeri)
hadîslere gelince bunlar; Berire1 nin âzad edilme olayından önceki durumuna
aittir. Yâni Berire âzad edilmeden önce bir kölenin nikâhı altında idi. Fakat B
e r î r e âzad edildiğinde kocası hür idi. Böylece B e r î r e' nin kocasının
hür olduğunu bildiren hadisler ile, köle olduğunu bildiren hadîslerin
birleştirilmesi sağlanır, diye yorum yapmışlardır.
Mâlik, Şafii Ahmed ve
Cumhur: Bir câriye âzad edildiği zaman kocası hür ise, kadın nikâhını
feshedemez. Çünkü aranan küfü'Jük (= denklik) durumu mevcuttur, eşlerin ikisi
de hürdür. Fakat câriye âzad edildiğinde kocası köle ise, kadın nikâhını
feshedebilir. Çünkü bu takdirde küfü'lük yoktur. Hür bir kadının bir kölenin
nikâhı altında kalması, kadına bir leke ve bir noksanlık, bir zül sayılabilir.
Bu itibarla Şer-i Şerif, ona nikâhını feshetme yetkisini vermiş, demişlerdir.
Bu grubtaki
âlimler, B e r î r e' nin âzad edildiğinde hür bir kocasının
bulunduğunu bildiren (2074 nolu) esere cevaben : Anılan hadîsteki; "Kocası
hür idi" ifâdesinin kime âit olduğu hususunda ihtilâf vardır: Bu
ifâdenin A i ş e (Radiyallâhü anhâ)'ya mı, râvi E s v e d '
e mi, başka bir râviye mi âit olduğu yolunda değişik görüşler
vardır. İmam Ahmed:
Berire1 nin kocasının hür olduğu
rivayeti yalnız râvi E s v e d'
den sabittir. Ondan başka râvilerden
sabit değildir. Berire' nin kocasının köle olduğu rivayeti ise Ibn-i
Abbâs ve başkalarından
sabittir. M e d î -n e âlimleri de bunu rivayet etmişlerdir. Medine
âlimleri bir şeyi rivayet edip onunla amel edince en sıhhatli şey olmuş
olur. Hür bir erkeğin nikâhı altında bulunan bir câriye âzad edilince, sıhhatli
olduğuna âlimlerin ittifak etmiş oldukları mevcut nikâh akdi, ihtilaflı bir
delil ile feshedilmez, demiştir.
Buhâri de: .E s v e d
* in kavli münkati'dir, Ibn-i Ab-b â s' m: Ben Berire'nin kocasını köle olarak
gördüm, sözü daha sıhhatlidir, demiştir."
2075 nolu tbn-i Abbâs
(Radıyallâhü anh)'ın hadisini Buhâri, EbûDâvûd ve Tirmızî de rivayet etmişlerdir. Tirmlzl,
bunun hasen - sahih olduğunu söylemiştir.
BuhadıVegöre Berire
âaad«diriğizaman, Muğls adlı bir kölenin nikâhı altında idi. Berire'yi çok severdi, fakat B e r i r e ise aksine
ondan hiç hoşlanmaz ve şiddetle nefret ederdi. B e r î r e âzad olduktan sonra
nikâhını feshetti. M u ğ i s , onun peşine düşüp ağlar, sızlar, fakat B e r î r
e kararından dönüş yapmaz ve artık onunla yaşamak istemediğini belirtirdi.
Sevgi genellikle
karşılıklı olduğu için, Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) M u ğ i s' in
aşırı sevgisi ile B e r i r e'nin aşırı nefretinin şaşılacak şey olduğunu A b b
â s ' a işaret etmek istemiştir.
Bu hadis, bir kölenin
nikâhı altında iken âzad edilen cariyenin nikâhını feshedebildiğine delâlet
eder. Bu hususta âlimler müttefiktir. Çünkü câriye hürriyetine kavuşunca köle
olan kocasına küfü' değildir. Daha üstün sayılır. Bu itibarla nikâhını
feshedebilir.
Yukarda durumu
anlatılan kadının kocası hür ise kadının nikâhını feshedip edemiyeceği
hususundaki âlimlerin görüşlerini yukarda anlattım. Hülâsası: Şa'bî, Nahaî,
Süfyân-i Sevrî ve Hanefîler'e göre feshedebilir. Mâlik, Şafii, Evzâî
ve Ahmed'e göre feshedemez.
Bu hadîsten çıkarılan
diğer bir şer'î hüküm de âlim ve salâhath adamların aracılığını reddetmekte bir
mahzurun olmamasıdır.
2076 nolu hadîsi
Buhâri ve Müslim de rivayet etmişlerdir. Ebû Dâvûd ile Ahmed de bunun
benzerini Ibn-i Abbâs (Radıyallâhü anhJ'den rivayet etmişlerdir.
Bu hadîste geçen
"Sünen = sünnetler" kelimesinden maksat şer'İ yol ve Islâmi hükümdür.
Yâni B e r î r e' den dolayı üç şer'i hüküm beyân edilmiştir. Bu hükümler
hadîste sıralanmıştır:
Birincisi: B e r î r e
' nin kocası köle idi, B e r î r e âzad edilince bunun nikâhı altında kalıp
kalmamak hususunda serbest ki-hndı. Şu halde kölenin nikâhı altında iken âzad
edilen câriye dilerse, kocasının nikâhı altında devam eder, dilerse nikâhını
fesheder.
İkincisi: Sahâbîler B
e r i r e ' ye sadaka gönderirlerdi. B e -r i r e de bundan Resül-i Ekrem
(Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'e ikramda bulunurdu ve O da kabullenirdi. Şu
halde bir kimse aldığı sadakadan, sadaka almayan kimselere hediye verebilir.
Buhâri'-nin bir rivayetinden anlaşıldığına göre bir defa B e r î r e' ye bir
mikdar et sadaka edilmiş, pişirilen etten Resûl-i Ekrem (Sallallahü Aleyhi ve
Sellem) de yemiftir. Resûl-i Ekrem (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'e:
Bu et Berîre'ye
verilen bir sadakadır, Zâtınız ise sadaka kabul etmez, denilmiş. O da «Bu,
Berire için bir sadakadır. Bize de Berîre'nin verdiği bir hediyedir,»
buyurmuştur.
Üçüncüsü: Âzad edilen
köle ve cariyeye mirasçı olmak onu âzad eden kimsenin hakkıdır. Yâni mirasçılık
hakkı ancak onu âzad edene aittir, başkası mirasçı olamaz. Bu konudaki gerekli
bilgi Farâiz kitabının 7. babında gelen 2732 - 2734 nolu hadîslerin izahında
inşa-allah verilecektir.
Hadisin bu cümlesinin
B e r î r e hakkında buyurulmasının sebebi N e s â i' nin  i ş e (Radıyallâhü
anhâJ'dan rivayet ettiği şu mealdeki hadîstir:
"Berire,
sahihleri ile kitabet akdi yapmıştı. Bu akda göre Berire her yıl bîr okka altın
vermek kaydı ile dokuz okka altın ödeyecek, buna karşılık sahibleri kendisini
âzad edeceklerdi. Berire de bu iş için Âişe
(Radıyallâhü anhâJ'dan yardım dilemeye gelmişti. Âişe: Hayır. Ancak şöyle olabilir: Velâ
hakkı bana âit olmak kaydı ile ben deraten onlara istedikleri meblâğı sayarım,
deyince, Berire gidip bu konuda sahibleri ile görüşmüş, fakat onlar velâ
hakkının kendilerinde kalmasında İsrar etmişler. Berîre dönüp durumu Âişe'ye
arzetmiş, bu arada Resûl-i Ekrem (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) de oraya gelmiş
ve Berire ile Âişe'nin konuşmalarına şâhid olmuştur. Âişe velâ hakkının
kendisine verilmesini isteyince, Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) :
«Nedir bu?» diye
konuşulan hususu sormuş, Âişe de: Berire bana gelip yaptığı kitabet akdi
gereğince ödemesi gereken meblâğ için yardım istedi. Ben de: Hayır. Ancak
kendileri dilerlerse senin velâ hakkın bana âit olmak kaydı ile ben defaten bu
meblâğı veririm, dedim. Berire de gidip onlara teklifini anlattı. Fakat onlar
velâ hakkının kendilerinde kalmasında İsrar ettiler, dedi. Bunun üzerine Peygamber
(Sallallahü Aleyhi ve Sellem) Âişe'ye:
«Velâ hakkı onlara âit
olmak şartı ile sen Berîre'yi satın al, çünkü velâ hakkı, âzad edenindir,»
buyurdu.
Âişe (Radıya*llâhü
anhâ) B e r î r e' yi satın aldıktan bir süre sonra onu âzad etmiştir. Berîre'
nin âzad edilmesi olayı hicretin 9. yılı vuku bulmuştur. Çünkü Peygamber
(Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'in amcası A b b â s (Radıyallâhü anh) T â i f
savaşından sonra Medine-i Münevvere'ye gelmiştir. Bu savaş ise hicretin 8.
yılının sonlarında olmuştur. 2075 nolu hadîste belirtildiği gibi Berîre' nin
âzad edilip kocası M u ğ S s'
ten ayrılmaya karar verip
nikâhını feshedince, M u ğ î s ' in aşırı sevgisi ve Berîre' nin aşın nefreti
durumu hakkında Resûl-i Ekrem (Sallallahü Aleyhi ve Sellem), amcası Abbâs'a
«... şaşmaz mısın?» buyurmuştur. îbn-i 'Abbâs da bâzı rivayetlerde belirtildiği
gibi: Ben Berîre' nin nikâhını feshetmesi üzerindeki M u ğ î s' in hâlini
müşahede ettim, demiştir. Şu halde kendisi de orada bulunmuştur. Müellifin
rivayeti de bunu gösteriyor. îbn-i Abbâs ise babası ile beraber Medine'ye
gelmiştir. Bu da olayın yukardaki tarihte olduğunu gösterir.
2077 nolu hadîs Zevâid
türünden olup senedi sahîh ve râvileri güvenilir zâtlardır. Bu hadîse göre
âzad edilen câriye nikâhını feshettiği zaman; üç defa aybaşı âdetini görmesi
onun için iddettir. Şu halde hür bir kadın gibi iddet bekler. Ahmed ve Bey haki
de bunun benzerini merfu olarak İbn-i Abbâs1 tan rivayet etmişlerdir.
Âlimlerin bu husustaki görüşlerini bundan sonra gelen bâbta anlatacağım.
[104]
2079) (Abdullah) bin Ömer (Radtyallâhü anhümâydan rivayet
edildiğine göre; Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) şöyle buyurdu,
demiştir :
«Cariyenin talâkı
ikidir, iddeti de iki hayız hâlidir.»
Not: Zevâid'de şöyle
denilmiştir : Bu hadîsin senedinde bulunan Atiyye eI-Avn"nin zayıflığı
hususunda ittifak vardır. Râvi Ömer bin Şebîb el-KÛfl de bunun gibidir. Bu
hadisi Mâlik, el-Muvatta'da îbn-i Ömer (R.A.) üzerinde mevkuf olarak rivayet
etmiştir. Nesâî hâriç, sünen sahibleri de bu hadisi Aise yolu ile rivayet
etmişlerdir.
-
2080) Âişe (Radıyallâhü anhâ)'dan rivayet edildiğine göre
Peygamber (SallaUahü Aleyhi ve Scllem) şöyle buyurdu, demiştir :
«Cariyenin talâkı
ikidir, iddeti de iki kez aybaşı âdetidir.» Râvi Ebû Âsim: Ben râvi Müzahire bu
hadîsi anlattım ve kendisine dedim ki: (Ey üstad!) bunu İbn-i Cüreyc'e rivayet
ettiğin gibi bana da rivayet et. Bunun üzerine (Üstad Müzahir) şöyle söyledi,
demiştir i
El-Kasım aracılığı ile
Âişe (Radıyallâhü anhâ) 'dan rivayetle bana intikal ettiğine göre Peygamber
(SallaUahü Aleyhi ve Sellem) şöyle buyurmuştur;
«Cariyenin talâkı
ikidir, iddeti de iki kez aybaşı âdetidir.»"
[105]
îlk hadîs Zevâid
türündendir. İkinci hadîsi Ebû Dâvûd, Beyhaki, Hâkim, Dârekutnî ve Tirmizi de
rivayet etmişlerdir. Hâkim, bunun sahîh olduğunu söylemiştir. Tirmizi de : Bu
hadîs garibtir, bunu merfû olarak yalnız "Müzahir bin Eşlem' den tanırız,
Müzahir ise, bundan başka hiç bir hadîsi bilinmemektedir, demiştir. Fakat e I -
M ü n -z i r î onun başka hadîsinin
bulunduğunu söylemiştir.
Hadisteki Kur'
kelimesinin asıl mânâsı kadının temizlik hâli veya aybaşı âdeti hâlidir.
Burada ise iddet mânâsında kullanılmıştır. Nitekim Ebû D â v û d' un bir
rivayetinde Kur* kelimesi yerine İddet kelimesi rivayet edilmiştir.
Râvi Ebû Âsim, bu
hadisi hem Jbn-i Cüreyc vâsıtası ile Müzahir' den, hem de vasıtasız olarak
Müzahir' -den rivayet etmiştir. Buna tercemede işaret edildi.
[106]
1. Cariyenin kocası hür olsun köle olsun, câriye
üzerinde iki talaka sâhibtir. Yâni hür veya köle erkek câriye karısını iki
talâkla boşadı mı tamamen boşamış olur. Üçüncü talâk söz konusu değildir.
Tekmile yazarı âlimlerin bu husustaki görüşlerini bu hadîsin rivayet edildiği
"Kölenin talâkının sünneti" babından şöyle anlatır:
a) Hanefiler'e
göre cariyenin iki talâkı bulunur. Kocası hür olsun, köle olsun fark
etmez. Bunlar: Talâk ve iddet hususunda muteber olan kadındır. Eğer kadın
câriye ise kocası onun iki talâkına mâliktir ve onun iddeti iki kurdur. Kadın hür ise kocası onun üç talâkına
mâliktir ve onun iddeti üç kur'dur. Kocası hür olsun, köle olsun netice
değişmez, demişlerdir.
Sevri, Hasan, İbn-i
Şîrîn, îkrime ve Zühri de böyle demişlerdir. Bu kavil Ali bin Ebi Tâiib ve
Ibn-i Mes'ud' dan da rivayet olunmuştur.
Hanefîler'in delili bu
hadistir. î bn ü'l-Hüm âm: Hadîsin sahîhliğinin bir alâmeti de âlimlerin
uygulamasının böyle olmasıdır, demiştir. Mâlik de; Bu hadîsin Medine-i Münevvere'de
olan şöhreti, hadisin senedinin sıhhatına ihtiyaç bırakmaz, demiştir.
b) Mâlik,
Şafiî, Ahmed, Said
bin el-Mü-seyyeb ve
îshâk'a göre talâk hususunda
erkeğin durumu muteberdir. İddet hususunda ise kadının durumu muteberdir. Şu halde koca hür ise üç talâka mâliktir.
Karısı hür olsun, câriye olsun fark etmez. Eğer koca köle ise karısının iki
talâkına mâliktir. Karısı hür olsun câriye olsun netice değişmez. Bu
kavil Ömer bin el-Hattab, oğlu
Abdullah, Osman bin
Affân, Zeyd bin Sabit
ve Ibn-i Abbâs
(Radıyallâhü an-hüm)'den rivayet edilmiştir. Bunlar şöyle gerekçe
göstermişlerdir:
Allah Teâlâ talâk
konusunda erkeklere hitab eylemiştir. Şu halde talâk hükmünde erkeklerin
durumu muteberdir. Keza talâk sırf kocanın bir hakkıdır. Bu hak hürriyet ve
kölelikle değişir. Çünkü hür erkek dört kadınla evlenebilir, fakat köle ancak
iki kadınla evlenebilir. Karısı hür olan hür erkeğin talâkının üç, karısı
câriye olan
kölenin talâkının iki
olduğu hususunda ihtilâf yoktur. İhtilâf ancak eşlerden birisinin köle,
diğerinin hür olması hâline mahsustur.
îddet bakımından ise
kadının durumu muteberdir. Yâni kadın hür ise iddeti üç Kur'dur. Kocasının köle
veya câriye oluşu neticeyi değiştirmez.
[107]
2081) (Abdullah) bin Abbâs (Radtyallâhü anhümâydan; Şöyle
demiştir :
Bir adam Peygamber
(Sallallahü Aleyhi ve SellemHn yanına gelerek:
— Yâ Resul ali ah!
Benim efendim, beni cariyesi ile evlendirdi. Şimdi de o câriye ile beni
birbirimizden ayırmak ister, diye şikâyette bulundu. İbn-i Abbâs demiştir ki:
Bunun üzerine Resulullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) (hemen) minbere çıktı ve:
«Ey insanlar! Sizden
birisine ne oluyor ki kölesini cariyesi ile evlendirir, sonra onları
birbirinden ayırmak ister- Şüphesiz boşama (yetkisi) ancak kadının bacağını
tutan (kocasın) a aittir, (yâni kölenin efendisine âit değildir.)»"
Not: Bunun senedinde
Îbn-I Lahİa'nın bulunduğu ve onun zayıf olduğu Ze-vâid'de bildirilmiştir.
[108]
Zevaid türünden olan
bu hadis, boşama yetkisinin kadının kocasına Ait olduğuna ve koca köle de olsa
hükmün bu olduğuna, köle sahibinin,
kölenin karısını boşamaya yetkili olmadığına ve kölenin kansı köle sahibinin
cariyesi bile olsa neticenin ayni olduğuna delâlet eder.
Âlimlerin görüşü de bu
merkezdedir. Buna muhalif görüş beyan edeni bilmiyorum,
[109]
2082) Nevfel oğullan azadlısı Ebü'l-Hasan (Radtyallâhü
anh)'dtn rivayet edildiğine göre şöyle demiştir :
Bir köle (câriye olan)
karısını iki talâkla boşadıktan sonra ikisi de âzad edilmiştir. Bu erkek bu
kadınla (tekrar) evlenebilir mi? sorusu İbn-i Abbâs (Radıyallâhü anhümâ)'ya
soruldu. İbn-i Abbâs t
— Evet (evlenebilir), dedi. Bunun üzerine İbn-i
Abbâs'a:
— (Bu hükmü) kimden (rivayet ediyorsun)? diye
soruldu. O: Eesûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) bununla hükmetti, diye
cevap verdi.
Râvi Abdürrezzâk'm
dediğine göre Abdullah bin el-Mübârek şöyle demiştir: (Bu hadisi İbn-i
Abbâs'tan rivayet eden) şu Ebü'l-Hasan, boynuna büyük bir taş
yüjtiemiştir."
[110]
Bunu Âhmed, Ebû Dâvûd,
Nesâî ve Beyhakî de rivayet etmişlerdir. Hadîsin son kısmında bulunan ve râvi
Ebü'I-Hasan hakkında İbnü'l-Mübârek'in söylediği söz ile ilgili fıkrayı Ebü
Dâvûd, Ahmed bin Hanbel' den naklen rivayet etmiştir.
İ b n - i A b b â s
(Radıyallâhü anh)'a soru soran zâtın râvi Ebü'l-Hasan olduğu Ebû Dâvûd'un
rivayetinde belirtilmiştir. Ebü'l-Hasan bu soruyu kendi şahsı ile karısı için
sormuştur. Çünkü N e s â i' de bulunan bir rivayette Ebü'l-Hasan : Ben ve karım
ikimiz de memluk idik, demiştir.
Memluk; başkasının
malı demektir. Köle ve câriye mânâlarını
kaplar,
[111]
Hadisin zahirine göre
bir köle âzad edildiği zaman, hakkı olan talâk sayısı üçe çıkar. Bu nedenle;
köle iken iki talâkla boşadığı karıya rac'at (dönüş) yapabilir. Çünkü âzad
edilmekle sâhib olduğu üçüncü talâkı duruyor. îbn-i Abbâs ve Zahiriye mezhebi
mensubları böyle hükmetmişlerdir. Lâkin cumhurun tatbikatı böyle değildir. Bu
hadîsle amel etmemişler ve şöyle yorum yapmışlardır : îbn-i Abbâs'in dediği
durum üç talâkla yapılan boşamanın bir talâk sayıldığı döneme aittir. Nitekim o
dönemdeki bir kölenin iki talâkla ettiği yeminle bir talâk gidiyordu. Ama o dönemdeki
uygulamanın değiştiği malumdur. Yâni üç talâkla yapılan boşama yemini ile bir
değil, üç talâk vâki olur. Şu halde hadîsin hükmü ilk döneme aittir.
Hadisin sonunda
bulunan İbnü'l-Mübârek'in sözünün mânâsı şudur :Ebü'l-Hasan büyük bir vebali yüklenmiştir. Çünkü onun
rivayeti tüm fıkıhçıların kavline ters düşer.
[112]
Ümmü'I-Veled :
Efendisinden çocuğu olan cariyeye denilir.
2083) Amr bin el-Âs (Radıyaitâhü anhyâen; Şöyle demiştir: Peygamberimiz Muhammed (Sallallahü Aleyhi ve Selleml'in sünnetini (yolunu) bize bozmayınız. Ümmü'l-Veled'in idtieti dört ay on gündür," [113]
Bu hadîsi Ahmed, Ebû
Dâvûd ve Hâkim de rivayet etmişlerdir. Ebû Dâvûd'un rivâyetindeki metinde az
kelime değişikliği var ise de mânâ ve hüküm değişmez.
Ümmü'l-Veled'in ne
demek olduğunu yukarda anlattım. Bir adam bir câriye satın aldığı zaman
nikâhsız ona helâldir. Cariyeyi alan erkek onunla cinsi münâsebette bulunup da
ondan çocuğu olursa, cariyeye Ümmü'I-Veled denilir ve ona âit bir takım özel
hükümler bulunur. Yeri geldiğinde anlatılacaktır.
[114]
Ümmü'I-Veled olan
cariyenin efendisi öldüğü zaman bu cariyenin iddetinin hür kadının iddeti gibi
dört ay on gün olduğuna bu hadis delildir. Âlimlerin bu husustaki görüşlerine
gelince, Tekmile yazarı şöyle der:
1. Said bin el-Müseyyeb. İbn-i
Cüheyr, İbn-i Şirin. Mücâhid,
Evzâi, İshâk bin
Ra-h e v e yh ve bir
rivayetinde Ahmed böyle hükmetmişlerdir. Delilleri bu
hadistir. Bir de şu var.- Bu câriye, efendisinin ölümü ile" kendiliğinden
âzad edilmiş sayılır. Artık hür bir kadın durumuna geçtiği için onun gibi
iddeti olur.
2. Hanefiler,
Atâ. Sevri ve
Nahaî: Efendisi tarafından âzad
edilmekle veya efendisinin ölümü ile âzad edilmiş sayılan cariyenin iddeti üç
Kur'dur. Çünkü Ömer (Radıyallâhü anhî ve başka sahâbilerden rivayet edildiğine göre
kendileri: Ünv mü*l-Veled'in iddeti üç hayızdır, demişlerdir. Şu halde hüküm budur,
demişlerdir.
3. Mâlik ve Ş â f i i' ye göre bunun iddeti bir hayızdır. Osman, Ibn-i
Ömer, Âişeve el-Hasan
(Radı-, yallah ü anh)'den bu kavil rivayet olunmuştur. A h m e d'den. d« böyle bir rivayet vardır.
[115]
2084) (Peygamberin zevcelerinden) Ümmü Seleme ve İJmmü
Habîbe (Radtyalldhü anfıümâ)'âan rivayet edildiğine göre;
Bir kadın Peygamber
(SallaJlahü Aleyhi ve SellemJ'e gelerek kızının kocasının öldüğünü, kızının
gözünün ağrıdığını ve bu nedenle gözüne sürme çekmek istediğini, söyledi. Bunun
üzerine Restilullah (SaİIaliahü Aleyhi ve Sellem) :
«Ey kadınlar
(Câhiliyyet devrinde ve islâmiyet'in ilk döneminde sizden birisinin kocası
öldüğünde bir yıl nâmüsâid şartlar altında beklerdi ve) bir yıllık iddeti
bittiğinde (yerden aldığı) hayvan tezeğini (omuzundan arkaya) atardı (ve
böylece yastan çıkardı.) Şimdi ise size kolaylık sağlanmıştır ve iddet ancak
dört ay on gündür.»
[116]
Bu hadisi Şafiî. Mâlik
ve Kütüb-i Sitte sahihleri tarafından rivayet edilmiştir. Bâzı rivâyetlerdeki
metin bir hayli uzundur. Bâzı rivayetlerde bu hadis Peygamber (Aleyhi's-salâtü
,ve'sse-Iam)'ın zevcesi Zeyneb bint-i Cahş (Radıyallâhü anhâ)'-dan da rivayet
edilmiştir. Tekmile yazarının beyanına göre Peygam-ber'e müracaat eden kadın
Âtike bint-i Na'im bin Abdillah'tır. Fakat kızının ismine dâir bir bilgiye
rastlanmamıştır. Vefat eden erkek ise el-Muğire el-Mahzumı'dir.
Tekmile yazan daha
sonra şöyle der:
"Kadının
sorusunun süs için kullanılan sürme hakkında olduğu
umulur. Çünkü süs için olmayan ve gözün
tedavisinden başka bir amaçla kullanılmayan bir sürme nevinin kullanılması
mahzurlu olmasa gerek. Bilindiği gibi hastalıklara karşı tedavi olmak
meşrudur. Bilhassa tedavi yapılmadığı takdirde bir organa veya vücûdun tümüne
bir zararın gelmesinden korkulursa.
Peygamber (Aleyhi1
s-salâtü ve'sselâm) : İddet ancak dört
ay on gündür.» buyruğu ile iddet süresinin kısalığına ve eski iddet adetine
nazaran kolaylığına işaret etmek istemiştir.
Buhâri ve diğer bâzı
kitablardaki rivayetlerde belirtildiğine göre câhiliyet döneminde, kocası ölen
kadın bir yıllık iddet ini yas hâlinde geçirmek üzere, en fena elbise içinde ve
evinin en kötü bir tarafında beklerdi. Yılı doldurunca, yakınından bir köpek
geçtiği zaman kadın yerden bir tezek parçasını alıp atardı ve böylece
iddetin-den çıkardı.
İslâmiyet'in ilk
zamanlarında, kocası ölen kadının iddeti bir yü olarak tesbit edildi. Bu tesbit
Bakara sûresinin 240. âyeti ile yapıldı. Ama yukarda anlatılan câhiliyet
âdetinin kötü durumları kalmadı. Sonra inen aynı sûrenin 234. âyeti ile bu
süre dört ay on güne indirildi.
[117]
1. Diğer rivayetlerde belirtildiği gibi Peygamber
(Aleyhi'ssalâtü ve's-selâm) kocası ölen
kadının iddeti bitinceye kadar gözüne sürme çekmesine izin vermemiştir.
Kadının güzel koku sürünmesi, süslü elbise giymesi ve buna benzer şekillerde
süslenmesi de yasaktır. Bundan sonra gelen bâbtaki hadislerin terceme ve
izahında bu konuya tekrar değinilecektir.
Kadının iddeti
süresince kocası için yas tutması yâni yukarda anılan süsten uzak durmasının
hükmüne gelince; cumhura göre bu yas kadına vâcibtir. Delil de bu hadistir.
Bundan sonra gelen hadîsler de bunun delilleri sayılır. Yalnız Hasan-ı Basrî
cumhura muhalefet etmiş ise de cumhur onun gösterdiği delili çeşitli yollarla
kabul etmemiştir.
2. Hanefiler
hadisteki "Kadın" tâbirinden hareketle; yetişkin olmayan
küçük bir kızın nikâhının kıyıldığı erkek veya erkek çocuk öldüğü zaman.anılan
yası tutmakla mükellef değildir. Fakat cumhur onun da yas tutmasının
vâcibliğine hükmetmiştir. Cumhura göre hadiste kullanılan "Kadın"
tâbiri küçük yaştakinin bu hükümden
çıkarılması için kullanılmamıştır. Genellikle kocası ölenler yetişkin
oldukları için bu ifâde kullanılmıştır.
3. Hadîsin zahirine göre kocabı ölen kadın, kocası ile
cinsel ilişkide bulunmuş olsun olmasın, hür olsun câriye olsun fark etmez.
Boşanan kadın da
iddeti süresince yas tutacak mı? Yâni süslenmeyi bırakacak mı?
Boşanan kadın rac'î
ise yâni bir veya iki talâkla boşanmış ise yas tutmamasına âlimler ittifak
etmişlerdir. Yâni iddet esnasında süslenebilir. Çünkü kocası ile evlilik hâli
tamamen kopmuş değildir. Kocası nikâhı yenilemeden ona dönüş yapabilir. Şayet
kadın bâin ise yâni üç talâkla boşanmış ise Mâlik, Şafiî ve îbnü'l-Münzir'e göre
hüküm aynidir. Çünkü bu hadis ve benzeri hadisler kocası ölen kadın
hakkındadır. Boşanan kadın hakkında değildir. Hanefiler ile Ebû Sevr'e göre üç
talâkla boşanan kadın da yas tutmakla mükelleftir. Bu kadın, kocası ölen
kadına kıyaslanmıştır. Çünkü iddet nikâhlanmayı haram kılar, bu itibarla
ni-kâhlanmayı teşvik edici hareketler de yasaktır.
[118]
İhdâd: Ölü dolayısıyla
kadının süsünü ve güzel koku sürünmesini bırakmasıdır. Terceme ve izahta bu
kelime yerine yas tutma ifâdesini kullanacağım, bununla İhdâd anlamını
kasdediyorum.
2085) Aişe (RadtyaUâhü ankâydun rivayet edildiğine göre
Peveam-ber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) :
— «Bir kadının,
kocasından başka Wr ölü için üç günden fazla yas tutması helâl değildir,-
buyurdu."
2086) Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellemy'm karısı
Hafsa (Ra* dtyallâhü anhây&an rivayet edildiğine göre; Resûlullah
(Sallallahü Aleyhi ve Sellem) şöyle buyurdu, demiştir :
— «Allah'a ve âhiret
gününe îman eden bir kadının, kocasından başka bir ölü için üç günden fazla yas
tutması helâl değildir.»
2087) Ümmü Atiyye (Nesîbe bint-i el-Hârîs) (RadtyaUâhü
rivayet edildiğine göre; Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) şöyle
buyurdu, demiştir:
— «Kadın kocasından
başka bir ölü için üç günden fazla yas tutamaz, kocası için (ise) dört ay on
gün yas tutar, (bu sürece süs için) boyanmış elbise giyinmez, lâkin (Yemen'in
bir nevî boyalı kumaşı olan) asb elbisesini giyinebilir. Gözüne sürme çekmez ve
güzel koku sürünmez, ancak aybaşı âdetinden temizlendiği vakit (buhurun birer
çeşidi olan) kust veya azfar'dan azıcık bir parça kullanabilir.»"
[119]
İlk hadisi Müslim ile
Nesâî, ikinci hadîsi Müslim de rivayet etmiştir. Son hadîs T i r m i z i' den
başka Kütüb-i Sit-te'nin hepsinde rivayet edilmiştir.
Bu bâbta rivayet
edilen hadîslerden alman hükümler t
1. Kadın kocasından başka her hangi bir ölü için üç gün
yas tutar, daha fazla tutamaz. Bu ölü, kadının yakın veya uzak akrabası olsun
fark etmez. Bu hususta âlimler ittifak halindedir.
2. Kadın, kocasının ölümü üzerine iddeti süresince yas
tutmakla mükelleftir. Bunun vâcib olduğunu bundan önceki bâbta izah etmiştim.
3. Hadîslerde : «Allah'a ve âhirete îmanı olan kadın» tâbiri
var. Şu halde mü'min olmayan yâni zimmi kadın, anılan yas hükmüne tabi
değildir. Hanefîler, Mâlikîler'in bâzısı ve
E b û Sevr böyle demişlerdir.
Fakat cumhur zimmi kadın da mü'min kadın gibi yas hükmüne tâbidir, demişlerdir.
Bunların gösterdikleri gerekçe, hadîs şerhlerinde anlatılmıştır. Hadîsler ilk
grubun görüşünü teyid eder.
4. Yas tutan kadın, süs alâmeti sayılan boyalarla
boyanmış elbise giyemez, süs sayılan sürmeyi gözüne çekemez ve güzel koku
sürünemez. Ancak aybaşı âdetinden çıktığı zaman süs için değil de pis kokunun
giderilmesi için az miktarda kust ve azfâr isimli buhurdan bir parça
kullanabilir.
Tekmile yazarının
beyânına göre Mâlik ile Şafii, siyah boya ile boyanmış elbiseyi giyinmeye
ruhsat vermişlerdir. Çünkü bu renkle boyanmış elbise süs için kullanılmaz,
bilâkis üzüntü için giyilir. Âlimlerin cumhuru beyaz elbiseyi giymeye de ruhsat
vermişlerdir. Fakat bâzı M â I i k î 1 e r süs için kullanmayı elverişli beyaz
veya siyah renkle boyanmış elbiseye ruhsat vermemişlerdir.
Ş â f i i 1 e r: Süs
için olmayan boyalı elbise giyilebilir, ipekli elbise de giyilebilir. Fakat
altın ve gümüş zinet eşyası takımlamaz, demişlerdir.
[120]
2088) Abdullah bin Ömer (Radıyallâhü anftümâ)'dat\; Şöyle
demiştir.
Benim nikâhım altında
bir karım var idi ve ben onu severdim, babam da ona buğzederdi. Sonra (babam)
Ömer (Radıyallâhü anh) bu durumu Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'e
anlattı. Bunun üzerine Resûl-i Ekrem (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) bana bu karımı
boşamamı emretti. Ben de onu boşadım."
2089) Ebû Abdirrahman (es-Sülemî) (Radtyallâhü anhyden rivayet
edildiğine göre:
Bir adamın babası veya
annesi Crâvi Şube tereddüd etmiş) kendisine karısını boşamasını emretti. Adam
da (karısını boşamak istemediği için) karısını boşaması hâlinde yüz köleyi
âzad etmeyi adadı. Adam sonra Ebü'd-Derdâ (Radıyallâhü anh)'in yanına vardı.
Baktı ki EbÜ'd-Derdâ kuşluk namazını kılıyor ve namazını uzatıyor. Öğle ile
ikindi arasında da namaz kıldı. Sonra adam (durumu) ona sordu. Ebü'd-Derdâ;
Adağını ifa et ve baban ile annene itaat et, dedi.
Ebü'd-Derdâ şöyle de
dedi: Ben Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'den işittim, buyurdular ki s
«Baba, cennet
kapılarının en hayırlısı (ndan girmeye vesile) dir, artık (dilersen) baba ve
annenin hukukunu iyice koru veya (iyice korumayı) terk et.»"
[121]
îbn-i Ömer
(Radıyallâhü anh) 'm hadîsini Tirmİzl, Ebü Dâvûd ve Nesâî de rivayet
etmişlerdir. Tirmizl*-deki rivayet meâlen şöyledir:
"İbn-i Ömer
CRadıyallâhü anhümâ) şöyle demiştir: Benim nikâhım altında sevdiğim bir kadın
vardı. Babam da ondan hoşlanmazdı. Babam onu boşamamı emretti. Fakat ben
boşamadan imtina ettim. Sonra durumu Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'e
arz ettim. Efendimizs
«Ey Ömer oğlu Abdullah!
Karını boşa.» buyurdu." Tirmizi bu hadisin hasen-sahih olduğunu
söylemiştir.
T i r.m izi' nin şerhi
Tuhfe yazarı bu hadisin şerhinde şöyle der:
"Baba, oğluna,
karısını boşamasını emrettiği zaman, oğlun babasının emrine itaatla, karısını
boşamasının vâcib olduğuna bu hadîs bir delildir. Oğulun karısını sevmesi; onu
nikâhı altında tutması için bir mazeret değildir. Anne de baba hükmündedir.
Çünkü annenin hakkının babanın hakkından fazla olduğu, sahih hadislerle
sabittir."
Ebü'd-Derdâ' nın
hadisini Tirmizî, İbn-i Hib-bân. Hâkim ve Ebû Dâvûd-i Tayâlisî de rivayet
etmişlerdir. Hâkim, bunun sahih olduğunu da söylemiştir. Zehebi de
desteklemiştir. Tirmizî1 deki hadîs meâlen şöyledir:
"Bir adam
Ebü'd-Derdâ' (Radiyallâhü anh) a giderek: Benim bir karım vardır. Annem onu
boşamamı emrediyor, dedi. Bunun üzerine Ebü'd-Derdâ:
— Ben Resûlullah
(Sallaîlahü Aleyhi ve SelIemJ'den işittim, şöyle buyurdu, dedi .-
«Baba cennet
kapılarının en hayırlısından girmeye vesile)dir, artık dilersen bu kapıyı zayi
et veya hıfzet.»"
Tirmizi şöyle der:
"Râvi S ü f y â n bu hadîsi rivayet ederken adamın karısını boşamasını
emredenin onun babası olduğunu söylediği gibi bazen de onun annesi olduğunu
söylerdi. Bu hadis sahihtir."
T i r m izi' nin şerhi
Tuhfe yazan bu hadisin izahı bölümünde şöyle der: "Kâ di î Iyâz bu hadîsin
açıklaması hakkında şöyle demiştir: Yâni cennete girmeye ve en yüce makamlarına
erişmeye vesile olan en iyi hayır, babaya itaat ve hukukuna riâyet etmektir.
K â d i İ' den başka
bâzı âlimler ise : Cennetin müteaddid kapılan bulunur, en iyi ve üstünü
ortadaki kapıdır. Bu kapıdan girmeyi sağlayan şey, babanın hukukuna riâyettir,
demişlerdir. Hadisteki baba
tâbiri umumi olup, anneye de şümullüdür. Çünkü bu kelime Valid diye geçer,
valid, doğurucu demektir. Baba çocuğun doğmasına vesîle olduğu gibi anne de
vesiledir. Bir de şu var: Annenin hukuku, babanın hukukundan daha önemlidir,
îbn-i Atiyye, baba ve
anneye itaat için şu umumî hükmü ve prensibi söylemiştir: Mubah işleri yapmak
veya yapmamak hususunda baba ve annenin emrine uymak vâcibtir. Mendub ve farz-ı
kifâyelerde onlara itaat müstehabtır. Evlâd, iki vâcib arasında kaldığı zaman
yine baba ve annesinin arzusu olan yönü tercih edecektir. Meselâ: Anne
hastadır, oğlunun onun yanında durup bakımı ile meşgul olmasına ister. Adam
orada durursa; cemaatla namaz kılmayı kaçıracak veya namazı, vaktinin son
zamanına tehir edecek, anasının arzusuna uymazsa cemaata yetişecek veya
namazını ilk vaktinde edâ edecektir. Bu durumda annenin yanında kalmayı tercih
etmek gerekir. Fakat annenin emrini ve arzusunu yerine getirmek bir farzın
terkine sebebiyet verirse, ona itaat yoktur. Meselâ annenin bakımı ile meşgul
olduğu takdirde farz namazı kazaya bırakmak mecburiyeti doğacaksa, bu durumda,
önce farz namazı kılacak ve bunu tercih edecektir."
[122]
Bu bâbtaki hadîsler
evlâdın kayıtsız ve şartsız bu emre uymak mecburiyetine delâlet etmezler. Şöyle
ki İbn-i Ömer (Radı-yallâhü anh) sevdiği karısını, babasının isteği üzerine
Resûl-i Ekrem (Aleyhi's-salâtü ve's-selâm)'in emri ile boşamış ise de, bu olaydan
umumi hüküm çıkarılamaz. Çünkü Ömer (Radıyallâhü anh) gibi bir baba, kendi
gelininden hoşlanmamış ve oğlunun onu boşamasını istemiş ise muhakkak bu istek
sırf Allah yolunda bir istektir, dünya ile ilgili bir istek değildir. Nitekim
et-Tâc el-Cami H'l-Usûl adlı hadis kitabının 5. cildinin başında bulunan
"Birrin nevileri" babında rivayet olunan bu hadisin haşiyesinde :
"Ömer (Radıyallâhü anhî 'in hoşlanmaması üzerine oğlu Abdullah'in karısını
boşaması için Peygamber (Aleyhi's-salâtü ve's-selâm) 'in emir vermesi hükmü H
z. Ömer ve onun gibi zâtlara mahsus bir hükümdür. Çünkü Örn er'in hoşlanmaması
muhakkak Allah içindir ve din açısından hoşlanmamayı gerektiren bir nedene
dayanır. Bunun içindir ki Peygamber (Aleyhi's-salâtü ve's-selâm), Abdullah'a kadını boşamayı emretmiştir. Böyle bir özel
durum olmadiktan sonra kadını boşama hususunda erkek, kimseye itaat etmekle
mükellef değildir. Ancak boşamayı gerektiren meşru bir sebep varsa, bu ayrı
bir mesele olur. Bilindiği gibi "Boşama Allah katında en çirkin helâl
şeydir" mealinde sahih hadis vardır" denilmiştir.
tbn-i Hacer-Heytemi de
Zevâcır kitabının "Baba ve anneye itaat" babında ve bu bâb'dan önceki
bâbta baba ve anneye itaatsizliğin ölçüsü hakkında geniş bilgi vermiştir. Orada
ezcümle ve özetle şöyle de söyler; "Baba ve anneye Ukûk diye ifâde edilen
asilik ve itaatsizlik, onlara, örf ve âdette basit sayılmayacak derecede eziyet
etmek ve incitmektir. Eziyet ve incitme konusunda muteber olan şey, baba ve
annenin durumudur. Yâni baba ve anne bir şeyden inciniyorsa evlâd bundan
sakınmalıdır. Lâkin baba ve annenin ikisinin veya birisinin aklı noksan olduğu
ve iyi ile kötüyü seçemediği için evlâdına bir şeyi emreder veya menederse,
buna muhalefet etmek de örf ve âdette asilik ve itaatsizlik sayılmazsa, evlâd
bu durumda muhalefet edebilir ve bu muhalefetten dolayı fâsık sayılmaz. Çünkü
mazurdur. Meselâ adam karısını seviyor ve ondan ayrılmak istemiyor, babası
veya annesi, yahut ikisi ise onun karısını boşamasını istiyorlar. Bu istek
kadının diyanetinin noksanlığından bile ileri gelse adam bu noktada baba ve
annesinin isteğine uymaya mecbur değildir. İlerde gelecek Ebü'd-Derdâ' nın
hadisinden bu hüküm çıkarılır. (Yazar 2089 nolu hadîsimizi kasdediyor) Çünkü E
b ü' d -D e r d â (Radıyallâhü anh) soru sahibini serbest bırakıyor, ama
babanın emrine uyulup boşamanın daha iyi olduğuna işaret ediyor, îbn-i Ömer
{Radıyallâhü anh)'in hadîsi de böyle yorumlanır. (Yazar 2088 nolu hadisimizi
kasdediyor)
Baba ve annenin diğer
emir ve yasaklan da böyledir. Yâni sırf akıllarının noksanlığı ve meseleyi
kavrıy ama maları nedeni ile verecekleri emir veya yasak, akıllı adamlara arz
edildiği zaman bu noktada baba ve anneye itaat etmemeyi eziyet etmek ve
incitmek saymazlarsa, evlâd o işte muhalefet edebilir."
Şu halde baba ve annenin, evlâdına, karılarını boşamaları için verecekleri emre uyma zorunluluğu yoktur ve bu emri yerine getirmemekle evlâd, haram bir iş yapmış sayılmaz. Baba ve anneye itaat ve onlara isyan etmekle ilgili gerekli bilgi inşaallah 33. kitabın baş kısmında geîen ilk bâbiannda verilecektir. [123]
[1] Bakara: 229
[2] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi ve Şerhi, Kahraman
Yayınları: 5/521-524
[3] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi ve Şerhi, Kahraman
Yayınları: 5/524
[4] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi ve Şerhi, Kahraman
Yayınları: 5/524-525
[5] Tahrim : 3
[6] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi ve Şerhi, Kahraman
Yayınları: 5/525-526
[7] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi ve Şerhi, Kahraman
Yayınları: 5/526-528
[8] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi ve Şerhi, Kahraman
Yayınları: 5/528
[9] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi ve Şerhi, Kahraman
Yayınları: 5/528-529
[10] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi ve Şerhi, Kahraman
Yayınları: 5/529-530
[11] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi ve Şerhi, Kahraman Yayınları:
5/530-531
[12] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi ve Şerhi, Kahraman
Yayınları: 5/531-533
[13] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi ve Şerhi, Kahraman
Yayınları: 5/533-536
[14] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi ve Şerhi, Kahraman
Yayınları: 5/536
[15] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi ve Şerhi, Kahraman
Yayınları: 5/536-537
[16] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi ve Şerhi, Kahraman
Yayınları: 5/537
[17] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi ve Şerhi, Kahraman
Yayınları: 5/537-538
[18] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi ve Şerhi, Kahraman
Yayınları: 5/538
[19] Tekmile C. 4, sah. 310
Sünen-i İbni Mâce Tercemesi ve Şerhi, Kahraman Yayınları: 5/538-540
[20] (El-Menhel Tekmilesİ C. 2,
cüz, 4 sata. 125-139)
Sünen-i İbni Mâce Tercemesi ve Şerhi, Kahraman Yayınları: 5/540-544
[21] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi ve Şerhi, Kahraman
Yayınları: 5/544-545
[22] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi ve Şerhi, Kahraman
Yayınları: 5/545-546
[23] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi ve Şerhi, Kahraman
Yayınları: 5/546
[24] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi ve Şerhi, Kahraman
Yayınları: 5/546-547
[25] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi ve Şerhi, Kahraman
Yayınları: 5/547-548
[26] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi ve Şerhi, Kahraman
Yayınları: 5/548-550
[27] Tekmile c. 2, cüz. 4, sah.
359
[28] Hülasa: 451
Sünen-i İbni Mâce Tercemesi ve Şerhi, Kahraman Yayınları: 5/550-551
[29] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi ve Şerhi, Kahraman
Yayınları: 5/551-552
[30] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi ve Şerhi, Kahraman
Yayınları: 5/552-553
[31] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi ve Şerhi, Kahraman
Yayınları: 5/553-555
[32] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi ve Şerhi, Kahraman
Yayınları: 5/555-556
[33] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi ve Şerhi, Kahraman
Yayınları: 5/556
[34] Urve (R.A.)'ın Hâl Tercemesi
Urve bin Zübeyr bin el-Avvâm (R.A.) Medine-i
Münevvere'nin âlimi ve imam olarak anılmış büyülc bir tabiidir. O; babası, Zeyd
bin Sabit. Üsâme bin Zeyd, Said bin Zeyd, Aişe, Ebü Hüreyre (R.A.) bir
cemaattan rivayette bulunmuştur. Kendisinden de oğullan Hişâm, Muhammed, Osman,
Yahya ve Abdullah rivayet etmişler, ayrıca torunu Ömer bin Abdiilah, Zühri,
Bbü'z-Zinad, tbn-İ Münkedir, Salih bin Keysân ve bir cemaat da ondan rivayet etmişlerdir.
Kendisi, halası Âişe (R.A Vdan geniş çapta fıkıh bilgisini almıştır. Oğlu Hişâm
; Ben babamın hadislerinin ancak binde birini belleyebilelim, demiştir. Urve,
bütün yıl oruç tutardı ve oruçlu İken vefat ettiği yine oğlu Hiş&ra'dan
rivayet edilmiştir. Hz. Osman'ın halifeliği döneminde doğmuştur. Bir rivayete
göre ise Hz. Ömer'in hilâfetinin sonu na doğru doğmuştur. (Meriyetleri pek
çoktur. Bu kadarlık kısmını belirtmekle yetiniyorum.) Hicretin 94. yılı vefat
etmiştir. Tez ki ret ü'l-Hu f faz C. 1, S. 62)
[35] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi ve Şerhi, Kahraman
Yayınları: 5/557-558
[36] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi ve Şerhi, Kahraman
Yayınları: 5/558
[37] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi ve Şerhi, Kahraman
Yayınları: 5/558-560
[38] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi ve Şerhi, Kahraman
Yayınları: 5/560
[39] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi ve Şerhi, Kahraman
Yayınları: 5/561
[40] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi ve Şerhi, Kahraman
Yayınları: 5/561-562
[41] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi ve Şerhi, Kahraman
Yayınları: 5/562
[42] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi ve Şerhi, Kahraman
Yayınları: 5/562-563
[43] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi ve Şerhi, Kahraman
Yayınları: 5/563-565
[44] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi ve Şerhi, Kahraman
Yayınları: 5/566
[45] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi ve Şerhi, Kahraman
Yayınları: 5/566-567
[46] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi ve Şerhi, Kahraman
Yayınları: 5/567
[47] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi ve Şerhi, Kahraman
Yayınları: 5/567-568
[48] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi ve Şerhi, Kahraman
Yayınları: 5/568
[49] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi ve Şerhi, Kahraman
Yayınları: 5/569-570
[50] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi ve Şerhi, Kahraman
Yayınları: 5/570-571
[51] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi ve Şerhi, Kahraman
Yayınları: 5/571-573
[52] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi ve Şerhi, Kahraman
Yayınları: 5/573-574
[53] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi ve Şerhi, Kahraman
Yayınları: 5/574-575
[54] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi ve Şerhi, Kahraman
Yayınları: 5/575-576
[55] Hücürât: 12 ve Nûr: 19
[56] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi ve Şerhi, Kahraman
Yayınları: 5/576-579
[57] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi ve Şerhi, Kahraman
Yayınları: 5/579-580
[58] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi ve Şerhi, Kahraman
Yayınları: 5/580-581
[59] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi ve Şerhi, Kahraman
Yayınları: 5/581-583
[60] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi ve Şerhi, Kahraman
Yayınları: 5/583-584
[61] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi ve Şerhi, Kahraman
Yayınları: 5/584
[62] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi ve Şerhi, Kahraman
Yayınları: 5/585
[63] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi ve Şerhi, Kahraman
Yayınları: 5/585
[64] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi ve Şerhi, Kahraman
Yayınları: 5/585-587
[65] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi ve Şerhi, Kahraman
Yayınları: 5/588-589
[66] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi ve Şerhi, Kahraman
Yayınları: 5/589
[67] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi ve Şerhi, Kahraman
Yayınları: 5/590-591
[68] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi ve Şerhi, Kahraman
Yayınları: 5/592-593
[69] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi ve Şerhi, Kahraman
Yayınları: 5/593-595
[70] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi ve Şerhi, Kahraman
Yayınları: 5/595-597
[71] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi ve Şerhi, Kahraman
Yayınları: 5/597
[72] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi ve Şerhi, Kahraman Yayınları:
5/598-599
[73] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi ve Şerhi, Kahraman
Yayınları: 5/599-600
[74] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi ve Şerhi, Kahraman
Yayınları: 5/601
[75] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi ve Şerhi, Kahraman
Yayınları: 5/602-603
[76] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi ve Şerhi, Kahraman
Yayınları: 5/603-604
[77] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi ve Şerhi, Kahraman
Yayınları: 5/604
[78] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi ve Şerhi, Kahraman
Yayınları: 5/604-605
[79] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi ve Şerhi, Kahraman
Yayınları: 5/605
[80] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi ve Şerhi, Kahraman
Yayınları: 5/606-607
[81] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi ve Şerhi, Kahraman
Yayınları: 5/607-610
[82] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi ve Şerhi, Kahraman
Yayınları: 5/610-611
[83] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi ve Şerhi, Kahraman
Yayınları: 5/611-615
[84] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi ve Şerhi, Kahraman
Yayınları: 5/615
[85] Havle hakkında inen Mücâdele
süresinin 2, 3 ve 4. âyetlerinin mealleri bu babın girişinde yazılıdır. Oraya
müracaat edilmelidir.
Sünen-i İbni Mâce Tercemesi ve Şerhi, Kahraman Yayınları: 5/616-618
[86] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi ve Şerhi, Kahraman
Yayınları: 5/618-619
[87] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi ve Şerhi, Kahraman
Yayınları: 5/620-621
[88] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi ve Şerhi, Kahraman
Yayınları: 5/621
[89] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi ve Şerhi, Kahraman
Yayınları: 5/621-622
[90] Nur : 6, 7, 8 ve 9. Ayetler
[91] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi ve Şerhi, Kahraman
Yayınları: 5/622-625
[92] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi ve Şerhi, Kahraman
Yayınları: 5/625-627
[93] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi ve Şerhi, Kahraman Yayınları:
5/627-631
[94] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi ve Şerhi, Kahraman
Yayınları: 5/631-634
[95] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi ve Şerhi, Kahraman
Yayınları: 5/634-635
[96] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi ve Şerhi, Kahraman
Yayınları: 5/635-637
[97] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi ve Şerhi, Kahraman
Yayınları: 5/637-638
[98] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi ve Şerhi, Kahraman
Yayınları: 5/638-639
[99] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi ve Şerhi, Kahraman
Yayınları: 5/639-640
[100] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi ve Şerhi, Kahraman
Yayınları: 5/640-642
[101] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi ve Şerhi, Kahraman
Yayınları: 5/642-643
[102] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi ve Şerhi, Kahraman
Yayınları: 5/643-646
[103] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi ve Şerhi, Kahraman
Yayınları: 6/5-7
[104] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi ve Şerhi, Kahraman Yayınları:
6/7-11
[105] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi ve Şerhi, Kahraman
Yayınları: 6/11-12
[106] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi ve Şerhi, Kahraman
Yayınları: 6/12-13
[107] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi ve Şerhi, Kahraman
Yayınları: 6/13-14
[108] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi ve Şerhi, Kahraman
Yayınları: 6/14
[109] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi ve Şerhi, Kahraman
Yayınları: 6/14-15
[110] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi ve Şerhi, Kahraman
Yayınları: 6/15
[111] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi ve Şerhi, Kahraman
Yayınları: 6/16
[112] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi ve Şerhi, Kahraman
Yayınları: 6/16
[113] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi ve Şerhi, Kahraman
Yayınları: 6/16-17
[114] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi ve Şerhi, Kahraman
Yayınları: 6/17
[115] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi ve Şerhi, Kahraman
Yayınları: 6/17
[116] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi ve Şerhi, Kahraman
Yayınları: 6/18
[117] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi ve Şerhi, Kahraman
Yayınları: 6/18-19
[118] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi ve Şerhi, Kahraman
Yayınları: 6/19-20
[119] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi ve Şerhi, Kahraman
Yayınları: 6/20-21
[120] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi ve Şerhi, Kahraman
Yayınları: 6/21-22
[121] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi ve Şerhi, Kahraman
Yayınları: 6/22-23
[122] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi ve Şerhi, Kahraman
Yayınları: 6/23-25
[123] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi ve Şerhi, Kahraman
Yayınları: 6/25-26