1- (Rızık Teminî İçin Meşru) Çalışma Yollarına Teşvik Babı
2- Rızık Aramada İktisad (İfrat Ve Tefritten Sakınmak) Babı
3- Ticârette (Günahlardan) Sakınma Babı
4- Adama (Meşru) Bir Yönden Bir
Rızık Verilince O Yönü Bırakmasın, Babı
5- San’atlar (A Ait Gelen Hadîsler) Babı
Bir Canlının Resmî Yarım İse Bu Da Yasak Mı?
6- İhtikâr Ve Malı Piyasaya Sürmek Babı
7- (Hastaya Şifâ Dileği Île)
Okuyanın Ücret Alması Babı
8- Kur'an Öğretmek Karşılığında Ücret Almak Babı
Suffe Ehlî Hakkında Birkaç Söz
10- Hacâmet Edenin Kazancı Babı
Âlimlerin Hacamat Kazancına Ait Görüşleri
11- Satılması Helâl Olmayan Şeyler Babı
Pislenen Yağlar Ve Diğer Maddelerin Hükmü
12- Münâbeze Ve Mülâmese (Denîlen Satışlar) Dan Nehiy Hakkında Gelen
Hadîsler Babı
15- Şehirlinin (Komisyoncu Olarak) Köylünün Malını (Onun Hesabına) Satmasının Yasaklığı Babı
16- Pazara Getirilmek İstenen Satılık Malı Yolda Karşılamanın Yasakuğı
Babı
18- Hıyar (Muhayyerlik) Satışı Babı
19- Satıcı İle Alıcı (Satıştan Sonra) İhtilâfa Düşerler, Babı
22- Örbân (Kaparo) Satışı Babı
25- Artırma Sureti İle Alım Satım Babı
26- İkaale (= Alış Verîş Akdini
Bozma) Babı
27- Fiyat Tahdidini Mekruh Görenlerin (Rivayet Ettikleri Hadîsler) Babı
28- Alım Satımda Kolaylık Gösterme (Nin Faziletinin Beyânı) Babı
30- Alım Satımlarda Yeminlerin Yaşarlığı Hakkında Gelen Hadîsler Babı
31- Aşılanmış Hurma Ağaçlarını Veya Malı Olan Köleyi Satan Kimse Hakkında
Gelen Hadisler Babı
33- (Belirli Ağaçların
Gelecek) Birkaç Yıllık Meyvalarını
Satmak Ve Meyvayı Helak Eden Âfet Babı
35- Ölçü Ve Tartı (İşin) De Tevakki Etmek (Hiyleden Sakınmak) Babı
36- (Alım Satımlarda) Hiyle Ve
Aldatmadan Nehiy Babı
Bir Malın Teslimi Ne Şekilde Gerçekleşir?
38- Mücâzefe Satışı (Götürü Olarak Yapılan Satış) Babı
39- Zahireyi Ölçmekte Umulan Bereket Babı
40- Çarşılar Ve Oralara Girmek Babı
41- Gündüzün İlk Vaktinde Bulunduğu Umulan Bereket Babı
42- Musarrât (= Müşterîyî Aldatmak İçîn) Sütü Sagılmayıp Göğsünde
Biriktirilen Hayvan)I Satmak Babı
44- Kölenin Uhdesi (Yâni Alıcısının
Muhayyerliği Veya Satıcısının Zimmetinde Olduğu Süre) Babı
45- Kusurlu Bir Mal Satan Kimse, Kusuru (Müşteriye) Açıklasın, Babı
46- (Akraba Olan) Esirleri Biribirinden Ayırmanın Yasaklığı
Babı
Esir Edilen Aile Ferdlerini Biribirinden Ayırmanın Hükmü Hakkındaki
Âlimlerin Görüşleri:
49- Faiz Ancak Veresiyede Vardır, Diyenlerin Babı
50- Altın İle Gümüşü Biribiriyle Mübadele Etmek (Değiştirmek)
Babı
Peşin Verilmesi Nasıl Gerçekleşir?
51- Gümüş Yerine Altın (Almak) Ve
Altın Yerine Gümüş Almak Bâb1
52- Gümüş Ve Altın Paraları Kesip Kirmanın Yasa Kliği Bâb1
53- Yaş Hurmayı Kuru Hurma İle Satmak Babı
56- Veresiye Olarak Hayvanı Hayvanla Satmak Babı
Yukardaki İki Hadîsten Çıkarılan Fıkıh Hükümleri
58- Faizin Ağır Bir Günah Olduğunun Beyânı Babı
63- Şirket (Ortaklık) Ve Müdârebe Babı
64- Çocuğunun Malından Adamın Olan Hakkı (nın Beyânı) Bâbı
65- Kocasının Malından Kadının Yapabileceği Harcama Bâb1
66- (Sâhîbînîn Malından)
Kölenin (Bîr Şey) Vermesi Ve
Sadaka Etmesi Babı
68- Mâşiye (Yânî Koyun, Keçf, İnek Ve Deve) Sahibinin İzni Olmadıkça
Sütünden İçmenin Yasaklığı Bâbı
69- Mâşiye (Yâni Koyun, Keçi, Sığır Ve Deve) Edinme Babı
2137) Âişe (Radıyallâhü ankâyâan rivayet edildiğine göre; Resûlul-lah (Sal lal!a hu Aleyhi ve Sellem) şöyle buyurdu, demiştir:
«Şüphesiz erkeğin yediği en helâl lokma kendisinin (meşru) kazancından olanıdır. Çocuğu da şüphesiz onun bir kazancıdır.»
2138) Mıkdâm bin Ma'dîkerib ez-Zübeydî (Radtyallâhü arjhyâen rivayet edildiğine göre; Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) şöyle buyur-muştur:
«Erkek kendi el emeğinden daha helâl bir kazanç kazanmamıştır ve erkeğin kendi nefsi, ailesi, çocuğu ve hizmetçisi (nin nafakası) -na harcadığı mal (onun için) sadakadır.»"
Not; Zevâid'de şöyle denilmiştir: Bunun- senedinde İsmail bin Ayyaş bulunur. Bu hadîsi Tirmizi, Ebü Dâvûd ve Nesâi de rivayet etmişlerdir. [1]
 i ş e (Radıyaîâhü anhâ) 'mn hadisini T i r m i z î ve Nesâi de rivayet etmişlerdir. Buharı de Tarih'de rivayet etmiştir. S i n d î bu hadisin izahında şöyle der:
Burada geçen "Atyab" kelimesi "En helâl" demektir. Erkeğin meşru kazancı, haram lokma şüphesinden uzak olduğu için buna "En helâl" denilmiştir. Çocuk da babanın bir kazancı sayılmıştır. Çünkü baba, çocuğun dünyaya gelmesine vesiledir. Çocuk babanın bir kazancı olunca, çocuğun malı da babanın bir kazancı olmuş olur. Şu halde baba çocuğunun malını yiyebilir. Fıkıhçüar: Baba muhtaç olduğu takdirde ihtiyacı kadar çocuğunun malından yiyebilir, demişlerdir.
Baba ve anne muhtaç oldukları takdirde nafakaları, evlâdına vâ-cibtir.
M i k d â m (Radıyalîâhü anh)'m hadîsini Ebû Dâvûd, Tirmizi ve Nesâi de rivayet etmişlerdir. B u h â r î de bu zâttan şu mealde merfû bir hadis rivayet etmiştir:
«Hiç kimse kendi el emeğini yemekten daha hayırlı bir lokma asla yememiştir. Allah'ın peygamberi Dâvûd (Aleyhisselâm) da şüphesiz kendi el emeğini yerdi.»
Kastalânî bu hadîsin şerhinde.- İnsanın kendi el emeğinin daha hayırlı olmasının sebebi şudur; Bu emek, sahibini de başkasını da yararlandırır, kişiyi işsizlik ve tembellikten uzaklaştırır, nefsin gururunu kırdırır ve çalışkan sahibini dilencilik zilletinden korur, demiştir.
Hadis, erkeğin kendi nefsine, aile ferdlerine ve hizmetçisine harcadığı helâl malının kendisi için bir sadaka hükmünde olduğunu ifâde eder. Bu harcamadan maksat, ifrat ve tefritten uzak ve normal ihtiyaçlar için yapılan masraflardır. Çünkü İslâmiyet israfı da cimriliği de yasaklamıştır. Kişinin kendi nefsine karşı da sorumlu olduğuna dâir hadîsler vardır. Bunlardan birisinde meâlen : -Şüphesiz senin nefsinin de senin üzerinde bir hakkı vardır» buyurulmuştur. Adamın ailesi ile çocuklarının nafakası da fıkıh kitablarında belirtilen şartlar dâhilinde ona vâcibtir. Bunun sadaka sayılmasının mânâsı, adamın bu harcamalardan dolayı sevab kazanmasıdır. Yâni erkek kendi nefsinin ve aile ferdlerinin zarurî ihtiyaçlarını gidermekle mükellef olmakla beraber, bunu yapmakla ecir ve sevab kazanır. Bu hususta başka hadîsler de vardır.
M i k d â m (Radıyalîâhü anh) sahâbîdir. Kısa hâl tercemesi
442 nolu hadis bahsinde verildi.
2139) (Abdullah) bin Ömer (Radtyallâhü anhümâ)*âan rivayet edildiğine göre; Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) şöyle buyurdu, demiştir:
«Emin, dürüst ve müslüman tacir, kıyamet günü şehidlerle beraberdir.»"
Not: Zevâid'de şöyle
denilmiştir: Bunun senedinde bulunan KÜlsûm bin Cevşen el-Kuseyrf zayıftır. Bu
hadîsin aslım Tirmizi, Ebû Sald-i Hudrî (RA.Vden merfû olarak rivayet etmiştir.
[2]
Zevâid türünden olan bu hadisi Hâkim de rivayet etmiş ve sahih olduğunu söylemiştir. Ancak onun bu sözüne itiraz edilmiştir.
T i r m i z i' nin Ebû Saîd-i Hudrî (Radıyallâhü anh) 'den merfû olarak rivayet ettiği hadisin meali şöyledir:
«Dürüst ve emin tacir; nebiler, sıddıklar ve şehidlerle beraberdir.»
Tuhfe yazan şöyle der:
"Tıybi: Yâni ticâretinde dürüstlüğü ve güvenirliği esas tutan kimse peygamberler, sıddıklar ve şehidler zümresinde olur. Bu iki temele aykırı hareket eden tacir ise fâsıklar ve âsilerle olur, demiştir. El-Lemeât yazan da: Yâni anılan yüce dereceye erişmek için dürüstlük ve güvenlik hususunda en üstün dereceye ulaşmaya gayret edilmelidir, demiştir."
Tuhfe yazan daha sonra, dürüst ve emin tacirin faziletine âit olup îbn-i Abbâs ve Enes hazretlerinden rivayet edilen hadîsleri nakletmiştir.
S i n d î de: Yâni emin, dürüst ve müslüman tacir, hayırlı mal elde etmek niyeti ile çalıştığı zaman mübarek insanlarla haşrolur. Şu halde, aslında mubah olan bir çalışma iyi niyetle yapıldığı zaman, ibadet sayılır ve böyle çalışan kimse sevab kazanır. Âhirette de ibâdet ehli ile beraber, olur, demiştir.
2140) Ebû Hüreyre (Radtyallâhü afsAJ'den. rivayet edildiğine göre; Resûlullah (Sallailakü Aleyhi ve Şettem) şöyle buyurdu, demiştir :
«Kocasız fakir kadının ve günlük geçimi olmayan kimsenin nafakalarını kazanmaya çalışan müslüman, Allah yolunda savaşan mü-câhid gibi ve gece namaz kılıp gündüz oruç tutan kişi gibidir.» [3]
Bu hadîsi Buharı, Müslim ve Tirmizî de rivayet etmişlerdir. Buhârî ve Tirmizî'deki metinde «Yâ mücâhid gibi veya...» ifâdesi bulunur. Ayni: Buradaki tereddüt râviye aittir, demiştir.
N e v e v î bu hadîsin şerhinde şöyle der:
"Ermele: Kocasız kadın, demektir. Dul, evlenmemiş kadın ve kızlar bu kelimenin mânâsma dâhildir. Bir kavle göre bu kelime yalnız, kocasından ayrılan kadına mahsustur. İrmâl, fakirlik demektir. Kocasının olmayışı nedeni ile nafakasız kalan kadına, fakirliğinden dolayı Ermele denilmiştir."
Tuhfe yazan da N e v e v î * nin yukardaki sözlerini naklettikten sonra: Zengin ve kocasız kadına Ermele denilmez. Miskin ise hiç bir şeyi olmayan veya az geçimi olan fakire denilir. Hadisin mânâsı şudur: Kocasız fakir kadın ve yoksul kimsenin işlerini gören, onların nafakasını temine çalışan ve onlara yardımcı olan bir müs-lümanın ecir ve sevabı, mücâhidin Allah yolunda savaşmaktan elde ettiği sevab ve geceleyin ibâdete kalkıp, gündüz de oruç tutan bir kimsenin bu ibâdetlerden kazandığı sevab gibidir, demiştir.
2141) Muâz bin Abdillah bin Hubeyb'in amcası (Radtyallâhii an-hüm)!den; Şöyle demiştir:
Biz bir mecliste idik. Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Seüem), başında ıslaklık eseri bulunduğu halde (meclisimize) teşrif etti. Bâzımız O'na t Seni bugün rahat ve hoş gönüllü görüyoruz, dedi Bunun üzerine O da t
«Evet ve Allah'a hamdolsun» buyurdu. Sonra cemâat zenginliği anlatmaya daldılar. ResûM Ekrem (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) şöyle buyurdu :
«Takva sahibi (= günahtan sakınan kimse) için zenginlikte-bir mahzur yoktur. Takva sahibi için sağlıklı olmak, zengin olmaktan daha hayırlıdır ve gönül hoşluğu, rahatlığı bir nimettir.»"
Not: Bunun senedinin sahih ve râvîlerinin sıka oldukları Zevâid'de bildirilmiştir. [4]
Zevâid türünden olan bu hadisi A h m e d ve H â ki m de rivayet etmişlerdir. Râvî Muâz bin Abdillah bin Hu-b e y b' in amcasının ismine rastlamadım. Abdullah bin H u b e y b (Radıyallâhü anh) sahâbîdir. Hadîsin ilk râvîsi, ifâde tarzının zahirine göre Muâz'ın amcası, yâni Abdullah'ın kardeşidir. Muhtemelen Abdullah'ın amcasıdır. Câmiü's-Sa-ğîr'de bildirildiğine göre hadisin ilk râvîsi Yesâr bin Abd (RadıyaUâhü anh)'dır. Bu duruma göre müellifimizin rivayetinde "amcası" kelimesi ile kasdedilen zât Yesâr bin Abd (Radı-yallâhü anh) olabilir.
Câmiü's-Sağîr şerhi el-Azîzî'de şöyle deniliyor:
"Ğınâ: Mal ve servettir. Bunu helâl yoldan kazanıp hayır yollarına harcayan kişi, bu sahada takva sahibi sayılır. Şu halde meşru yoldan kazanılıp hayır yollarına harcanan varlık, sahibi için bir mahzur teşkil etmez. Sağlık, servetten daha hayırlı sayılmıştır. Çünkü vücut sağlığı, ibâdetin yerine getirilmesine yardımcıdır."
El-Hafni de i Gönül hoşluğu ve rahatlığı, servetin Allah'ın rızâsına uygun harcanması hâlinde önemle aranır. Yâni zengin bir kimse malının bir kısmını Allah yolunda ve O'nun rızâsı uğrunda harcarken gönül hoşluğu içinde ve mertçe yapmalıdır, böyle yapması onun için bir nimettir. Allah yolunda malını harcarken gönül hoşnutsuzluğu ise nefsin habisliğine alâmettir, demiştir.
Sindi de şöyle der: Süyûti: Takvâsız varlık, tehlikelidir, sahibini helâka götürür. Çünkü, takvâsız kişi malını kazanırken bunun meşru veya gayri meşru yoldan gelmesine dikkat etmez. Malın hakkı olan zekât ve benzeri hayırla ilgili görevim yapmaz. Üstelik malim kısmen de olsa meşru olmayan yollarda kullanır. Mal sâhibiûdö takva duygusu olduğu takdirde anılan sakıncalar gider ve onun yerine hayırlar gelir, demiştir. [5]
2142) Ebû Humeyd es-Sâidî[6] (Radtyallâhü anhyden rivayet edildiğine göre; Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) şöyle buyurdu, demiştir:
«Dünya (malım) taleb etmekte mutedil olun (ifrat ve tefritten sakanın). Çünkü herkes kendisi için yaratılmış olan (dünyalık)a hazırlatılmış (durumda) dır.»"
Not: Zevâid'de şöyle denilmiştir : Bunun senedinde bulunan İsmail bin Ay-yfiş tedlisçidir ve bunu an'ane ile rivayet eünişür. Onun kendi beldesi (Şam) halkından başkasından olan rivayeti zayıftır.
2143) Enes bin Mâlik (Radtyallâhü anh)'âen rivayet edildiğine göre; Resûlullah (Sattallahi* Aleyhi ve Sellem) şöyle buyurdu, demiştir :
«Kederi en büyük olan insan, dünyasının İşine de âhiretinin işine de Önem veren (olgun) mü'mindir.»
Ebû Abdillah (İbn-i Mâceh) demiştir ki t Bu, garîb bir hadîstir. Bunu yalnız İsmail rivayet etmiştir.»"
Not: Zevâid'de şöyle denilmiştir : Bunun senedinde Yezld er-Rakkaşİ, el-Ha-san bin Muhammed bin Osman ve İsmail bin Behr&m bulunur.
2144) Câbir bin Abdillah (Rodtyallâkü anhümâydan rivayet edildiğine göre; Resûlullah (Sollollahü Aleyhi ve Sellem) şöyle buyurdu, demiştir :
«Ey insanlar! Allah'tan korkunuz ve (dünyalığı) istemekte mutedil olunuz (ifrat ve tefritten sakınınız). Çünkü rızkı gecikse bile tamâmını almadıkça hiç bir nefis ölmiyecektir. O halde (rızık talebinde) Allah'tan korkunuz ve (dünyalığı) istemekte mutedil olunuz (ifrat ve tefritten sakınınız). Helal olan (dünyalığ)ı alınız ve haram olanı bırakınız.»"
Not: Zevaid'de şöyle denilmiştir : Bunun senedi zayıftır. Çünkü bunda el-Ve-Hd bin Müslim ve İbn-İ Cüreyc vardır. İkisi de tedlisçi idi. Ebü'z-Zübeyr de onlar gibidir. Üçü de bunu an'ane üe rivayet etmişlerdir. Lâkin bu hadîsi Ebü'z-Zübeyr aracılığı üe Câbir (R^.)'den rivayet etmek hususunda Müellifimiz yalnız değildir Çünkü Ibn4 Hibbân da kendi sahihinde bunu C&bir'den iki senedle rivayet et mistir. [7]
Bu babtaki hadislerin üçü de Zevâid türündendir. Ancak şu var ki Ebû Humeyd (Radıyalfahü anh) *ın hadisini Hakim ve îbn-i Hibbân da rivayet etmişlerdir. Hadîsin son cümlesi kısmen değişik ise de mânâda bir değişiklik yoktur. Hâkim, kendi senedinin Buhâri ile Müslim'in şartları üzerine sahih olduğunu ifâde etmiştir.
Bu hadis, dünya malını ve rızkı taleb ederken mutedil olmayı, yâni talebte kusur etmemeyi ve aşırı hırsa da kapılmamayı, bunu meşru ve helâl yoldan kazanmaya çalışmayı emreder. Kişinin kendisi için takdir ve tâyin edilmiş rızık ve varlıktan fazla veya eksik bir şey kazanmasının söz konusu olmadığı da hadîste belirtiliyor. Hâl böyle olunca itidal ve orta yoldan sapmanın anlamı kalmıyor.
E n e s (Radıyallâhü anhî 'm hadîsi de kâmil mü'minin, dünyasına da âhiretine de önem vermesi nedeni ile diğer insanlardan fazla keder sahibi olduğunu bildirir. Çünkü yalnız dünya kederi veya yalnız âhiret kaygısı bir insan için yeterdir. Olgun mü'min için anılan iki keder birleştiğinden dolayı kendisi diğer insanlardan fazla üzüntü duymak durumundadır.
Câmiü's-Sağîr şerhi el-Azîzİde: Bu hadîsin şerhinde: Çünkü kâmil mü'min dünyalığını dikkate almadan âhiretine çalışsa dünya* sına zarar vermiş olur, âhiretine bakmadan dünyasına çalışsa âhiretine zarar vermiş olur. Bu itibarla, dünyası için çalışırken âhiret mutluluğunun zedelenmemesinin göz önünde bulundurulması güç bir sorundur. Herkes bunu başaramaz. Ancak Allah Teâlâ'nın muvaffak kıldığı mü'minler için güç değildir. Hadîs buna işaret eder.
Câbir (Radıyallâhü anh) 'in hadîsini İbn-i Hibbân ve Hâkim de rivayet etmişlerdir. Hâkim bunun Müslim'in şartı üzerine sahih olduğunu söylemiştir.
Bu hadis de mü'minleri nzık talebinde mutedil davranmaya çağırır ve ifrat ile tefritten kaçınmalarını emreder. Her nefis kendisine takdir ve tâyin edilmiş olan rızkının tamâmım almadıkça ölmiye-ceğine göre bunun gecikmesi, sahibini mutedil yoldan saptırmama-lıdır. Mü'minler rızıklannı helâl yoldan ve olgunluk içinde aramalıdır. Haramdan sakınmalıdır. [8]
2145) Kays bin Ebî Garaza (Radıyallâhü anh)'den; Şöyle demiştir :
Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) hayatta iken biz (tacirler) e simsarlar deniliyordu. (Bir gün) ResûluIİah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) biz (tacirler) e uğradı ve bize bundan daha güzel bir isim vererek i
«Ey tacirler topluluğu! Şübhesiz (çoğu zaman) alışverişde (yalan) yemin ve yararsız —boş— lâf bulunur. Bunun için siz ona (yâni alışverişe veya o yalan yemin ile edilen faydasız lâfa) sadaka karıştırınız.»" [9]
Bu hadisi Ebû Dâvûd, Tirmizî ve Nesâi de rivayet etmişlerdir. Tirmizî' nin rivayet ettiği metin meâlen şöyledir:
"Bize simsarlar denilirken (bir gün) Resûlullah ISallallahü Aleyhi ve Sellem) çıkıp bize geldi ve «Ey tacirler topluluğu! Şüphesiz (çoğu zaman) şeytan ve günah, alışverişte hazır bulunurlar. Bunun için siz alış verişinize sadaka karıştırınız,» buyurdu.»
Hadiste geçen "Semâsîre" kelimesi simsarın çoğuludur. Simsar,
satıcı ile alıcının araşma giren ve satışı gerçekleştirmeye çalışan kimseye denilir. Dilimizde de kullanılan bir kelimedir.
Tüccar kelimesi de tâcir'in çoğuludur. Râvî tüccar kelimesinin daha güzel olduğunu ifâde etmiştir. Hattâbî: Simsar kelimesi Arapça değil, yabancı bir kelimedir. O dönemde alışveriş işi ile meşgul olanların çoğu acem olduğu için bu kelime onlardan arap-çaya geçmiştir. Tüccar kelimesi ise arapçadır. Bunun için râvî bu ifâdeyi kullanmış, demiştir.
EI-Kari: Hadisteki «Lağıv» kelimesinden maksad, ne din ne de dünya açısından hiç bir faydası olmayan lâftır, demiştir.
Hadisteki «Half» veya «Halıf» kelimesi yemin demektir. Yâni satışta çoğu zaman çok yemin edilir veya yalan yemin ediiir ki, bunların ikisi de hatâdır.
Alışverişte yararsız lâflar ve çokça yemin veya yalan yere yemin bulunduğundan dolayı alış verişe sadaka karıştırılması veya anılan lâf ve yeminlere sadaka karıştırılması emredilmiştir. Çünkü sadaka Allah'ın gazabının ateşini söndürür.
Tirmizî bu hadîsi rivayet ettikten sonra: Bu hadis hasen -sahihtir. Biz Kays (Radıyallâhü anh) 'm bundan başka merfû bir hadîsini bilmiyoruz, demiştir.
Hulâsa sahibi de 318. sahifede bu zâtın G ı f a r kabilesinden bir sahâbî olduğunu, sünen sâhiblerinin kendisinin hadîsini rivayet ettiklerini ve râvisinin Ebû V â i 1 olduğunu bildirmiştir.
2146) Rıfâa (bin Râfi [10] ) (Radıyallâhü anhyûtn rivayet edildiğine göre şöyle demiştir:
Biz (bir gün) Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) ile beraber (dışarı) çıktık. Baktık ki halk sabah erken alışveriş ediyorlar. Resûl-i Ekrem (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) onlara:
Ey tacirler topluluğu! diye seslendi. Onlar gözlerini yukarı kaldırıp boyunlarını uzatınca Resûl-i Ekrem (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) :
«Şübhesiz tacirler kıyamet günü fâcirler olarak diriltilirler. Ancak, Allah'tan korkup yeminine bağlı kalan ve sözünde doğru olan tacirler bunun dışındadır, buyurdu.*" [11]
Bu hadîsi Tirmizî ve Dârimî de rivayet etmişlerdir.
Füccâr kelimesi fâcir'in çoğuludur. Fâcir, Allah'ın emrinden çıkan yalancı ve günahkâr demektir. Tuhfe yazarının el-Mirkat'dan naklen beyan ettiğine göre burada fâcir'den maksat yararsız söz söyleyen ve alışverişinde çok yemin eden veya yalan yere yemin eden kimsedir.
Tuhfe yazarı bu hadîsin açıklamasında şunlan söyler: "Hadiste anılan Allah korkusundan maksad, alışverişte aldatma, hiyle ve hiyânet etmemek veya Allah'a karşı kulluk görevini yapmaktır.
Hadîsin «Sözünde doğru» ifâdesinden maksat, tacir'in gerek ettiği yeminde ve gerekse şâir konuşmalarında doğru sözlü olmasıdır.
Kadı Iyâz: Tüccarlar
genellikle muamelelerinde, malların kusurlarını gizlemeyi ve yalan yemin ve
benzeri sözlerle eşyalarının revaç bulmasına gayret etmeyi alışkanlık hâline
getirdikleri için onların fâcir olduklarına hükmedilmiştir. Fakat haram kazançtan
sakınıp yeminine sadâkat gösteren ve doğru sözlü olan tacirler bu hükümden
müstesna kılınmıştır. Sarihler böyle yorum yapmışlar ve fâcirliği, faydasız söz
söylemek ve yemin etmek mânasına yorumlamışlardır, demiştir.
[12]
2147) Enes bin Mâlik (RadtyaUâhü anh)Jâen rivayet edildiğine göre; Resûlullah (SallaÜahü Aleyhi ve Seltem) şöyle buyurdu, demiştir:
«(Meşru) bir işten( bir nzık) kazanan kimse o işe devam etmelidir.»"
Not: Zevâid'de şöyle denilmiştir: Bunun senedinde bulunan Ferve Ebû Yû-nus'un sıkalığı hususunda ihtilâf olduğunu Zehebl el-Kâşifde söylemiştir. El-Ezdi de onun zayıf olduğunu söylemiştir. İbn-i Hibbân ise onu sikalar arasında anmış* ür. Havilerden Hilal bin Cübeyr el-Basrİ'yi îbn-i Hibbân sikalar arasında zikretmiş ve: Hilal, Enes'ten rivayette bulunmuştur, eğer kendisi Enes'ten hadis İşitmiş ise..., demiştir. [13]
Zevâid türünden olan bu hadîsin açıklaması bölümünde Sin-d î şöyle der: Yâni Allah Tealâ, kuluna bir yönden bir nzık kapışım açınca, kul o yönü ve sebebi bırakmamalıdır, o yönden rızıklan-maya devam etmelidir, onu bırakıp başka yöne gitmemelidir. Çünkü her iş herkes için uygun olmaz.
Beyhaki de bu hadisin bir benzerini Enes (Radıyallâ-hü anh)'den rivayet etmiştir. Oradaki metnin meali şöyledir: «Bir kimse bir işte rızıklanırsa, ona devam etmelidir.» El-Azizi de bunun şerhinde: Yâni bir kimsenin geçimi bir işe bağlı ise o iş durumu bo-zulmadikça ondan ayrılmamalı. Çünkü, o işi bırakıp başka ise geçen kişi, yeni işten hayır görmeyebilir, demiştir.
2148) Nâfi (RadtyaUâhü a«*)'den; Şöyle demiştir:
Ben ticâret malımı Şam ve Mısır'a gönderiyordu m. Sonra bir kez malımı Irak'a gönderdim ve mü'minlerin annesi Âişe (Radıyal-lâhü anhâ) 'nm yanma varıp ona:
Ey mü'minlerin annesi! Ben ticâret malımı Şam'a gönderiyordum. (Bu defa) Irak'a gönderdim, dedim. Âişe (Radıyallâhü anhâJ şöyle dedi:
(Böyle) yapma. Sana ve eski ticâret yerine ne oldu? (ki sen eski yeri bırakıp başka yere yöneliyorsun) Çünkü ben Hesûlullah (Sal-lallahü Aleyhi ve Sellem) 'den işittim, buyurdu ki:
«Allah birinize bir yönden bir rızık ulaştırdığı zaman, o yön o kimseye değişip güçleşinceye kadar onu bırakmasın.»"
Not: Zevâid'de şöyle denilmiştir ; Bu hadisin senedi aleyhinde konuşulmuştur. Çünlcü râvî Ebü Âsım'ın babasının adı Mahled bin ed-Dahhâk'tır. Bu zâtın sikalığı ihtilaflıdır. El-TJkayli ve Nesâi, onun hadislerinin başka râvî tarafından teyid edilmediğini söylemişlerdir. İbn-i Hibbân ise onu sikalar arasında anmıştir. Diğer râvi Zübeyr bin Ubeyd'in mechûl bir râvi olduğunu Zehetoi söylemiştir. İbn-i Hibbân ise bunu sikalar arasında anmiştır. [14]
Zevâid türünden olan bu hadîsi A h m e d de rivayet etmiştir. Bu hadîsi Âişe (Radıyallâhü anhâ) 'dan rivayet eden N â f i hakkında Hulâsa sahibi sadece bu zâtın Âişe' den rivayette bulunduğunu ve râvîsinin de Zübeyr bin Ubeyd olduğunu söylemekle yetinmiştir. N â f i isimli bir kaç sahâbî ve Tabii vardır. Bu râvî hakkında başkaca bilgi verilmemiştir.
Hadîsin son cümlesinin, şeklinde olduğuna dâir tereddüt râviye aittir. Mânâ bakımından iki cümle arasında bir fark yoktur, denilebilir.
Hadisin mânâsı açıktır. Şu halde bir mü'min meşru olmak kaydı ile herhangi bir yoldan geçimini sağladığı ve varlık kazandığı zaman o yolu bırakmamalıdır, çalışmasını o yolda sürdürmelidir. £n-cak o yolla para kazanmak ve geçim sağlamak güçleştiği takdirde, başka bir yöne başvurmalıdır. Çünkü rızık kapıları pek çoktur. EI-Azîzî bu hadîsin açıklamasını yaparken bu münâsebetle şu mealdeki hadisi nakletmiştir:
«Bütün beldeler Allah'ındır. Halk da Allah'ın kullarıdır. Bu itibarla sen nereyi iyi ve uygun görürsen orada ikâmet et ve Allah Teâlâ'ya hamdet.» [15]
2149) Ebû Hüreyre (Radıyallâhü anh)'ûen rivayet edildiğine göre; Resûlullah (Sallatlahü Aleyhi ve Sel/cm) şöyle buyurdu, demiştir:
«Allah her peygamberi koyun gütmüş olarak göndermiştir. (Koyun gütmemiş bir peygamber yoktur)» Resûl-i Ekrem (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'in ashabı O'na:
Ve sen de (mi) Yâ Resûlallah dediler? O:
«(Evet) ben de. Ben Mekke halkı için karârît karşılığında koyun güderdim» buyurdu.
Müellifin şeyhi Süveyd: Yâni her koyun bir kırat karşılığı (nda gütmüş) idi, demiştir." [16]
Bu hadisi B u h â r î de rivayet etmiştir. Karârît kelimesi ki-rât'ın çoğuludur. Kırat, bir dinar'm yirmide biri veya yirmi dörtte bindir
Hadîsin zahirine göre Resûl-i Ekrem (Aleyhi's-salâtü ve's-selâm) ücretle koyun sürüsü gütmüştür. Müellifin şeyhi S ü v e y d' in "Yâni her koyun bir kîrât karşılığı (nda gütmüş) idi" sözü bu mânâyı kuvvetlendirmektedir.
Buhâri' deki rivayette; it j\p Jf- = -Karârît üzerine» ifâdesi kullanılmıştır. Bâzı hadîs sarihleri bu ifâdeyi de buradaki ifâde gibi yorumhyarak "Yâni karârît denilen para karşılığı" demişlerdir.
Bâzı âlimler de hadisteki Karârît kelimesini para çeşidi değil de bir mevki ismi olarak yorumlamışlardır. Bunlara göre Peygamber (Aleyhi's-salâtü ve's-selâm) Karârît denilen semtte koyun güttüğünü ifâde etmiş ve Peygamber ücretle koyun gütmemiştir. O, kendi koyunlarını gütmüştü. Eİ-Fetih yazarının beyanına göre I b.r ahim el-Harbî, Karârît'in Mekke'de bir semtin ismi olduğunu, hadîste bu mânânın kasdedildiğini ve gümüşten olan para çeşidinin kasdedilmediğini söylemiştir. İbnü'l-Cevzi de kendi üstadı olan İbn-i Nâsır'a uyarak İbrahim el-Har-b i' yi tasvib etmiş ve îbn-i Mâceh'in şeyhi ^an S ü -v e y d' in bu hadisin sonundaki yorumunun hatâ olduğunu söylemiştir.
EI-Fetih yazarı ilk yorumun, yâni karârît'in bir semtin adı olmayıp bir para birimi olduğunun tercih edildiğini söylemiştir. Yâni S ü -v e y d ' in tefsirinin daha isabetli olduğunu savunmuş, gerekçe olarak da Mekke halkının K a r â r i t isimli bir semti tanımamalarını göstermiştir. İkinci yorumu destekleyenler N e s â i' nin rivayet ettiği bir hadiste Resûl-i Ekrem (Aleyhi's-salâtü ve'sselâm) 'in:
«Musa koyun güderken peygamber oldu, Dâvûd da koyun güderken peygamber oldu, ben de ehlimin koyununu Ciyâd'da güderken Peygamber olarak gönderildim.» buyurduğunu ve bu hadîsin Resûl-i Ekrem (Aleyhi's-salâtü ve's-selâm)'in ücretle değil de kendi ehlinin koyununu güttüğünü gösterdiğini söylemişler ve bu hadîsin, S ü-vey d'in yukardaki yorumunu reddettiğini iddia etmişler ise de bu hadîs, Süveyd'in yorumunu reddetmez. Çünkü Resûl-i Ekrem (Aleyhi's-salâtü ve's-selâm) 'in kendi ehlinin koyununu C i y â d denilen semtte ücretsiz ve başkalarının koyunlarını Karârı t denilen para birimi karşılığında gütmüş olması mümkündür. N e s â î' nin rivayet ettiği hadiste buyuruları «Ehlimin koyununu» ifâdesi ile Mekke ehlinin kasdedilmiş olması da muhtemeldir. Çünkü Mekke ehli bir bakıma Resûl-i Ekrem (Aleyhi 's-salâtü ve's-selâm)'in ehlidir. Bu takdirde iki hadis birleşmiş olur. Birisinde O'nu, koyun sürüsünü ücretle güttüğünü, diğerinde de koyun gütme semti bildirilmiş olur.
K a r â r i t kelimesinin bir semtin ismi anlamında kullanıldığını savunanlardan bâzısı kendi yorumunu teyid mâhiyetinde 'şöyle derler:
Resûl-i Ekrem (Aleyhi's-salâtü ve's-selâm) 'in ücret karşılığı kimsenin koyununu gütmediğinin bilinmesidir.
Siyer kitablannda belirtildiği gibi Resûl-i Ekrem (Aleyhi's-şalâ-tü ve's-selâm) koyun güderken 20 küsur yaşında olduğu anlaşılmaktadır.
Peygamber (Aleyhi's-salâtü ve's-selâm)'in peygamberlik döneminden önce koyun gütme işinde çalışmalarının hikmet ve sebebi hakkında da el-Fetih yazarı özetle şöyle der:
Peygamberler'in peygamberlik döneminden önce koyun gütme arzusunun Allah tarafından onların kalblerine ilham edilmesinin hikmeti hakkında âlimler şöyle demişlerdir:
Ümmetlerinin işlerini tedvir etmekle görevlendirilmeden önce buna hazırlanmak üzere koyun gütmekle görevlendirilmişler ki; yavaş yavaş buna alışsınlar. Koyun gütmek sureti ile yaratıklara şefkat ve merhamet duyguları artar, koyun güderken dağılan sürüyü toplamak, bir otlaktan başka bir otlağa götürmek, onları sulamak, hırsız ve yırtıcı hayvanlardan korumak, büyük bir sabır ve yumuşak huyluluk ister. Koyunların huylan değişik olur, zayıf bir yaratık olmasına rağmen yaylanırken diğer hayvanlardan fazla dağılırlar. Bu da onlara müsamaha etmeyi gerektirir. İşte koyunları sabır, şefkat, merhamet ve müsamaha ile gütmeye alışan ve bu güzel duygularla cihazlanan peygamberler, değişik huylu, idrak ve akıl açısından birbirinden farklı insanları bir ideal etrafında toplamaya, kusurlarını hoş görü ile karşılamaya, eksiklerini sabırla onarmaya ve onları idare etmeye alışmış olurlar.
Gütme işinde koyunların tercih edilmesinin sebebine gelince koyun diğer hayvanlardan daha zayıftır, yaylanırken develere ve sığırlara nisbeten daha çok dağılır, buna rağmen onları toplamak develeri ve sığırları toplamaktan daha kolaydır, çobana daha itaatkârdır.
Resûl-i Ekrem (Aleyhi's-salâtü ve's-selâm) tüm mahlûkatın en üstünü olduğu halde çobanlık ettiğini anlatması O'nun yüksek tevâ-zuunu ve Allah'ın kendisine verdiği nimetleri dile getirmek içindir.
2150) Ebû Hüreyre (Radtyallâhü a«A)'den rivayet edildiğine göre; Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Setlem) şöyle buyurdu, demiştir :
«(Peygamberlerden) Zekeriyyâ (Aleyhisselâm) marangoz idi.-" [17]
Bu hadîsi Müslim ve Ahmed de rivayet etmişlerdir. N e v e v i bu hadîsin şerhinde şöyle der :
Bu hadîs, sanatla iştigal etmenin meşruluğuna, marangozluk sanatının faziletine ve marangozlukla kimsenin şahsiyet ve onurunun kırılmadığına delâlet eder. Hadîs, Zekeriyyâ (Aleyhisselâm) 'm faziletine de delâlet eder. Çünkü O sanatkâr idi, elinin emeği ile geçinirdi. En iyî geçimin kişinin kendi kazancı ile sağladığı geçim olduğu ve D â v û d (Aleyhisselâm) 'in kendi el emeği ile geçindiği, hadisle sabittir.
2151) Âişe (Radtyalâhü ankâ)'âan rivayet edildiğine göre; Resûlul-lah (Sailallahü Aleyhi ve Sellem) şöyle buyurmuştur:
«Resimler yapanlar kıyamet günü muhakkak azab olunurlar. (O gün) bu kimselere: Resimlerini yaptığınız (canlıları) diriltiniz (bakalım?) denilir.»" [18]
Bu hadisi Buhâri ve Müslim de rivayet etmişlerdir. Hadîste geçen Suret kelimesi umumidir. Yâni gölgeli olan heykel gibi şekiller olsun, gölgesiz olan fotoğraf gibi resimler olsun, hepsinin hükmü aynıdır. Âlimler buradaki yasağı canlıların resim ve heykellerine yorumlamışlardır. Yâni cansız olan ağaçlar, dağlar ve diğer cisimlerin resim ve heykellerin, bu yasağa girmediğini ifâde etmişlerdir.
N e v e v 1 bu hadîsin şerhinde şöyle der:
'Her hangi bir canlının resim veya heykelini çizmek şiddetle haramdır ve büyük günahlardandır. Çünkü bu ve benzeri hadîslerde bunlar hakkında ağır tehdldler Duyurulmuştur. Anılan şekiller önemli maddelerle veya önemsiz maddelerle yapılmasında, keza saygı duyulmak veya hakir gösterilmek üzere yapılmasında bir fark yoktur. Her hali ile mutlaka haramdır. Çünkü bunda Allah Teâlâ'nın yaratıklarına benzetme vardır. Anılan resimler, elbisede olsun, yaygı, para, kab, duvar üzerinde veya başka şeyde olsun fark etmez. Fakat ağaç gibi cansız varlıkların resimlerini çizmekte bir sakınca yoktur. Resim yapmanın hükmü budur.
Resimleri edinmeye ve kullanmaya gelince, her hangi bir canlının resmini duvara asmak, giyilen elbise üzerinde bulundurmak gibi hakaret sayılmıyacak durumda kullanmak ve edinmek haramdır. Eğer yere serilen yaygı veya yaslanılan yastık gibi bir şey üzerinde olup hürmet edilmiyecek ve hor kullanılacak bir durumda ise bu tür resimleri kullanmak haram değildir. Lâkin böyle tahkir edilecek şekildeki bir resim bulunduğu yere rahmet meleklerinin girip girmediği hususunda ihtilâf vardır.
Yukarda anlattığım hususlarda gölgesi olan şekiller ile gölgesi olmayan şekiller arasında bir fark yoktur. Bu mesele hakkındaki görüşümüz budur. Mezhebimizin görüşü de budur. Sahâbîler, Tabiiler ve onlardan sonra gelen alimlerin cumhurunun kavli de budur. Sevri, E b û Hanife ve Mâlik ile diğer ilim ehlinin mezhebi de budur.
Selef âlimlerden bazısı: Yasaklanan suretler, gölgesi olan şekillerdir. Gölgesiz resimler için bir sakınca yoktur, demişler ise de bu görüş bâtıldır. Çünkü Peygamber (Aleyhi's-salâtü ve's-selâm) 'm itiraz ettiği resim bir perde üzerinde idi. Bunun gölgesiz olduğu açıktır. Kaldı ki diğer bâzı hadîsler umumîdir.
Z ü h r î de: Suretler hakkındaki yasak, umumîdir. Böyle resimli bir şeyi kullanmak ve böyle resimlerin bulunduğu eve girmek de yasaktır. Resim bir elbise üzerinde işleme şeklinde olsun, başka şekilde olsun fark etmez, keza duvarda olsun, elbisede olsun veya hor kullanılan bir yaygı üzerinde yahut hor görülmiyecek tarzda bulundurulsun hepsi yasaktır. Çünkü hadîsteki hüküm umumîdir, demiştir. Z ü h r î' nin bu görüşü de kuvvetlidir.
Bâzıları da *. Elbise üzerinde bulunan resimler yasak değildir. Duvarlar üzerinde olan resimler ve heykeller ise yasaktır, demiştir.
Gölgesi bulunan kısmın haramhğı ve bunu bozmanın gerekliliği üzerinde ilim ehli icmâ etmiştir.
Kadı I y â z: Kız çocukların oyuncağı olan bebeklerin bu hükmün dışında olduğunu söylemiştir. Çünkü bu hususa ruhsat veren hadisler vardır. Fakat imam Mâlik, bir babanın kız çocuğuna bebek almasının mekruhluğuna hükmetmiştir, demiştir."
N e v e v i' den naklen verilen bilgi burada bitti. Bebeklerle ilgili geniş bilgi 1982 nolu hadîs bölümünde verilmiştir.
Resim ve heykellerin kesinlikle yasaklanmasının hikmeti putperestliği kökünden kazımaktır. İslâmiyet de bunu kesinlikle yasaklamıştır. Bu yüce dinde yobazlık, bâtıl îtikad ve Allah'tan başkasına tapmak yoktur. [19]
Abdurrahman el-Cezeri, dört mezhebin fıkıh kitabının Hazar ve İbâhat bölümünde özetle şöyle der:
1. Hanefî mezhebine göre bir canlının resmi, yaygı, yastık gibi hor ve hakir kullanılacak bir şey üzerinde ise veya başsız gövde, yahut gövdesiz baş gibi yaşaması imkânsız noksan bir vücut durumunda ise bunu yapmakta veya kullanmakta bir sakınca yoktur. Fakat yaşıyabilecek şekilde olur veya saygı duyulacak yüksekçe bir yere konulursa caiz değildir. (Kullanılması da yapılması da ayni hükme tâbidir.)
2. Şafiî mezhebine göre bir canlının resmini yapmak haramdır. Yapılan bir canlı şekli gölgesiz olup yaygı yastık ve döşek gibi hor ve hakir kullanılacak bir şey üzerinde ise veya gölgeli olup yaşıyamıyacak bir gövde noksanlığı var ise; bunu bulundurmakta sakınca yoktur. Gölgesiz resim hor görülmiyecek ve hakir kullanıl-mıyacak bir şey üzerinde ise veya gölgeli olup yaşıyabilecek gövdeye sâhib ise kullanılması yasaktır.
3. H a n b e 1 i mezhebine göre bir canlının resmi hor kullanılacak yaygı ve yastık gibi bir şeyin üzerinde olursa veya gölgeli olup başsız gövde, yahut gövdesiz baş gibi yaşıyamıyacak durumda ise bunun yapılması ve kullanılması caizdir. Aksi takdirde caiz değildir.
4. Mâliki mezhebinde canlıların resimleri gölgesiz olup hor kullanılacak bir şey üzerinde ise sakıncalı değildir. Hor kullanıl-mıyacak bir şey üzerinde ise yine bir kavle göre caiz değildir. Gölgeli olup yaşıyabilecek bir gövde şeklinde ise yine haramdır. Yaşıyamıyacak bir gövde noksanlığı var ise haram değildir. Bu mezhebin görüşüne ait bilgi uzunca izah istediği için bu kadarlık bilgi ile yeti-nelim.Hulâsa vesikalık fotoğraf veya insanın boy fotoğrafı hâtıra olarak evde bulundurmanın ve ihtiyaçlarda kullanmanın bir sakıncası olmadığını söylemek mümkündür. Fakat bir boy fotoğrafını odaya asmak, yüksekçe bir şeyin üzerine koymak, keza her hangi bir canimin tam fotoğrafını veya heykelini odanın bir yerine süs için ve görülecek şekilde bırakmak caiz değildir. Bâzı evler puthanelere benzer. Odaların büfeleri ve duvarları insan ve hayvanların boy fotoğrafları ve heykelleri ile donatılmış vaziyette maalesef görülmektedir. Yukarda verdiğim ilim ehlinin görüşleri karşısında buna son vermek gerekir. Cenâb-ı Hak müslümanlara şuur ihsan eylesin.
2152) Ebû Hiireyre (Radıyallâhü a«A)'den rivayet edildiğine göre; Resûlullah (Sallallahii Aleyhi ve Sellem) şöyle buyurdu, demiştir:
«İnsanların en çok yalan söyleyenleri boyacılar ve kuyumculardır.-"
Not: ZevAid'de şöyle denilmiştir : Bunun senedi zayıftır. Çünkü bunda bulunan râvl Perkad es-Sebahl zayıftır. Râvi Ömer bin Harun'u da İbn-i Maln ve başkası tefczdb etmişlerdir. [20]
Zevaid türünden olan bu hadîsi A h m e d de rivayet etmiştir.
Sindi bu hadîsin izahında şunları söyler: Boyacılardan mak-sad elbise boyacılarıdır. Gerek bunlar ve gerekse kuyumcular ekseriyetle sözlerini yerine getirmedikleri, siparişleri vaktinde vermeyip müşterilerini geciktirdikleri için hadiste bunların herkesten fazla yalan söz söyledikleri ifâde edilmiştir. Bir kavle göre bu hadîsten mak-sad anılan san'atkârlar değil, işittikleri sözleri değiştirip yalan ve uydurma söz düzenbazlarıdır.
Buh&ri, Satışlar kitabının bir babını Kuyumcular hakkında gele» hadislere ayırmıştır. Bu babta rivayet edilen hadîslerden anlaşılıyor ki; Peygamber (Aleyhi's-salatü ve's-selâm) zamanında kuyumcular vardı ve onlarla alışveriş yapılıyordu. Resül-i Ekrem (Aleyhi'salâtü ve's-selâm) de bu sanata mâni olmuyordu. Kastalânî de bu durumu belirttikten sonra: Bu bâbta rivayet edilen hadîsten anlaşılıyor ki; bir sanata bozukluk girse bile bu sanat ile iştigal eden kimselerle alışveriş etmekte bir sakınca yoktur. Hattâ bir sanatta en âdi insanlar bile çalışsa yine onlarla iş yapılabilir. Nitekim bu hadîste belirtildiği gibi Ali bin Ebî Tâlib (Radıyallâhü anh) bir yahûdî kuyumcu ile alışverişte bulunmuştur. Müellif B u -h â r î muhtemelen bu babı açmakta boyacılar ile kuyumcuların en yalancı insanlar olduğuna dâir (müellifimizin 2152 noda rivayet ettiği) hadise işaret etmek istemiş olabilir, demiştir .
E 1 - H a f n î de Câmiü's-Sağîr'de rivayet edilen hadisimizin izahı bölümünde özetle hadisi açıkladıktan sonra Gazali' nin şöyle dediğini nakletmiştir:
"Sanatlar ve ticâretler bir toplum için birer farz-ı kifâyedir. Çünkü sanatlar ve ticâretler bırakılırsa hayat felce uğrar, halkın çoğu helak olur. Herkes bir sanat dalında çalışsa, diğer dallar durur ve yine toplumun yaşaması güçleşir. Bâzı ilim adamları Peygamber (Sal-lallahü Aleyhi ve Sellem) 'in; «Benim ümmetimin ihtilâfı bir rahmettir» mealindeki hadîsini bu yönde yorumlamışlar ve: Yâni ümmetin sanat ve ticâret kollarında çalışma arzularının değişik olması, bütün kollar için isteklilerin bulunması bir rahmettir. Sanatların bir kısım önemlidir. Toplumun ihtiyaçlarına cevap verir. Bir kısmı da önemli değildir. Çünkü dünya ziyneti ve süs işine aittir. Bu tür sanat olmasa da toplumun hayatı zarara uğramaz. Müslüman bir toplumun meşru ihtiyaçlarına cevap veren ticâretler ve sanatlar birer farz-ı kifâyedir. Bu itibarla bu alanlarda çalışan mü'minler birer farz-ı kifâyeyi İfâ etmek niyeti ile çalışmalıdırlar. Nakış ve boya gibi süse yönelik sanatlarda da çalışmaya rağbet etmemelidirler. Çünkü bu dallar farz-ı kifâyeden sayılmazlar. Haram olan oyun ve eğlence âletleri, saz âletleri ve benzeri şeyleri imâl etmek ise haramdır. Böyle bir sanatı bırakmak, bir zulmü bırakmak kâbilindendir. "terzinin erkeklere ipek elbise dikmesi, kuyumcunun erkek için altın yüzük gibi ziynet eşyasını imâl etmesi haram sanat nevindendir. Bu iş için alınan ücret de haramdır."
Merhum Gazal î'nin zamanında bulunmayan ve bugün memleketimizde moda hâlini alan bir çok kıyafetler îslâma aykırı olduğuna göre bu elbiseleri diken terziler de sorumludur, aldıkları ücret de haramdır, örneğin: Kadınlar için dikilen daracık elbiseler öyle dar dikiliyor ki; giyildiği zaman vücud çizgilerini bile gösterir. Diğer tarafta mini etek kıyafeti bunun bir başka örneğidir. [21]
2153) Ömer bin el-Hattâb (Radtyallâkü anhümâydan rivayet edildiğine göre; Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Seltem) şöyle buyurdu, demiştir:
«(Stokçuluk etmeyip malım) satışa arz eden » "f"£« (kârh)dır, ihtikâr eden de meVun (= Allah'ın rahmetinden uzak) dır.-"
Not: Bunun senedinde bulunan Aü bin Zeyd bin Ced'ân'uı zayıf oîdu&tt Ze-v&d'de bildirilmiştir.
2154) Ma'mer bin Abdillah bin Nadla (Radtydlâhü anhyie* rivâ-yet edildiğine göre; Resûlullah (Srtlallahü Aleyhi ve Sellem) şöyle buyurdu, «e-mistir:
«Günahkâr ve âsi kimseden başkası ihtikâr etmez.»" [22]
Ömer (Radıyallahü anh) 'm hadîsini Hakim etmiştir. Bu hadiste geçen Câlib. Çeşitli malları getirip safcsa arzeden kimsedir. Hadis, böyie yapan kimsenin kârlı olduğunu bildirir. Muhtemelen bununla ilgili cümle dua mahiyetindedir. Yâni «Malım satışa arz eden kimseyi Allah rızıklandırıp kazançlı eylesin.»
Hadîsin ikinci cümlesinde ise ihtikâr eden kimsenin mel'un olduğu bildirilmiştir. Mel'un t Allah'ın rahmet ve rızâsından uzak olan demektir. Bu cümle de beddua mâhiyetinde olabilir. Yâni «İhtikâr eden kimseye Allah lanet eylesin.»
M a ' m e r (Radıyallâhü anh) 'in hadisini Müslim, E b û Dâvûd ve Tirmizî de rivayet etmişlerdir. Bu hadîsin mânâsı şudur; İhtikâr, günah işlemeyi alışkanlık hâline getiren âsî kişinin işidir, başkası bu kötü ve çirkin fiili işlemeye cesaret edemez.
Bu hadis ihtikâr'ın çok ağır bir vebal olduğuna delâlet eder.
Tuhfe yazan ihtikâr hadîsinin şerhinde şu bilgiyi verir :
"El-Hâfız: Şer-i Şerifte ihtikâr: İhtiyaç fazlası gıda maddesini, halkın ihtiyacı bulunduğu halde stok edip satmamak ve piyasada darlığın ve kıtlığın baş göstermesini beklemektir. S a i d bin el-Müseyyeb'in ihtikâr'ı böyle yorumladığı rivayet olunmuş-
u 'Ahmed'e göre, ihtikar yalnız zahire nev'inden olan gıda maddelerine mahsustur. Diğer maddelerde intikar yoktur, diye bilgi vermiştir.
î m â m Mâlik bu hadisin umumîliğini delil göstererek: Gerek gıda maddelerinde ve gerekse halkın ihtiyaç duyduğu diğer maddelerde ihti&Ar haramdır, demiştir.
Şevkini de en-N«yl'de : İhtikar hakkında gelen hadîslerin zahirine göre her maddede ihtikâr haramdır. Gıda maddeleri, hayvanların yemleri ve diğer maddeler arasında bu hükümde bir fark yoktur. Bta hadîslerde yiyecek maddeleri kaydı var ise de diğer bâzı hadislerde bu kayıt yoktur. Mutlak olan, yani yiyecek maddeleri kaydı bulunmayan hadîsleri, yiyecek maddelerine tahsis etmek doğru değildir, demiştir.
Nevevî de: Ma'mer'in bu hadîsi ihtikâr'ın haram olduğunu açıkça bildirmektedir. Bizim arkadaşlarımız: Haram olan ihtikâr yalnız zahire maddelerindeki ihtikârdır, demişlerdir. Bu nevî ihtikar şöyle olur: Adam kıtlık zamanında ticâret için yiyecek malını alır ve derhal satmaz da fiyatı yükselsin diye stok yapar, tşte haram olan ihtikâr budur. Şayet zahire maddeleri kendi mahsûlü olsa veya bolluk zamanında alıp saklasa veya kıtlık zamanında kendi ihtiyacı için satın alsa, ya da kıtlık zamanında alıp, vaktinde satsa bu haüerda ihtikar söz konusu değildir ye bu iş haram sayılmaz. Zahıre maddelerinden başkasında ihtikâr olmaz. Bizim mezhebimizin görüşü budur.
îhtikâr'ın haram kılınmasının sebebi, toplumun zarara uğramasının önlenmesidir. Nitekim bir adamın yanında ihtiyaç fazlası gıda maddesi bulunup halkın ihtiyacı da varsa ve halk başka yerden bu ihtiyacı gideremezse, zaruri ihtiyaç karşısında adam icbar edilmek sureti ile gıda maddeleri sattırılır. Yâni insanların zaruri ihtiyaçlarını karşılamak için adam malını satmaya icbar edilir. Bu hüküm hakkında âlimlerin icmâı vardır, demiştir.
Avnü'I-Mabûd yazarı da: İhtikâr konusunda âlimler ihtilâf etmişlerdir. Mâlik ve Sevrî'ye göre ihtikâr gıda maddelerine mahsus değildir. Her çeşit malda ihtikâr yasaktır. Mâlik: Her hangi bir malı stok edip saklamak piyasaya zarar verip o malın pahalanmasına sebebiyet verirse bu hareket ihtikâra girer. Ancak meyvelerde ihtikâr durumu yoktur, demiştir, diye bilgi verir.
2155) Ömer bin el-Hattâb (RadtyaUâhü ankydta rivayet edildiğine göre; kendisi Resûlullah (SallaUahü Aleyhi ve Sellemyden şunu işitmiştir :
«Kim müslümanlarm zararına bir yiyecek maddesinde ihtikar yaparsa Allah o kimseye cüzzam hastalığım verir ve İflâs ettirir.»"
Not: Zevâid'de şöyle denilmiştir: Bunun senedi sahih olup râvileri sıka zâtlardır. Seneddeki râvilerden Ebû Yahya el-Mekki ile el-Heysem bin Muln'i, tbn-İ Hibban sikalar arasında anmıstır. El-Heysem bin Râfi'i de tbn-i Muin ve Ebû D&-vud sıka saymışlardır. Râyi Ebû Bekir el-Hanefi'nin adı Abdülkebîr bin AbdUme-cid'dir. Buh&rl ile Müslim onun rivayetlerini almışlardır, tbn-i Mâcehln şeyhi Yahya bin Hakim'i de Ebû Davûd. »Mat ve başkası şıka saymışlardır. [23]
2156) Ebû Saîd-i Hudrî (Radıyallâhü (ZffA)'den; Şöyle demiştir:
Resûlullah (SallaHahü Aleyhi ve Sellem) bizi otuz süvari olarak bir savaşa gönderdi. Biz (bu yolculukta) bir kabilenin yanında inip onlardan bizi misafir etmelerini istedik. Fakat onlar bizi misafir etmekten imtina ettiler. Bu esnada onların reisini bîr akrep soktu. Bunun üzerine onlar yanımıza gelerek: İçinizde akrep (sokmasın)dan dolayı (hasta üzerinde) okuyabilen bir kimse var mı? dediler. Ben t Evet. Ben (varım). Lakin (siz bizi misafirliğe kabul etmediniz) siz bize koyunlar vermedikçe ben hastanffla •kuauyacagım, dedim. Onlar: Peki, size otuz koyun kesinlikle veriyoruz, dediler. Biz de bunu kabul ettik ve ben hasta üzerinde yedi defa (El-Hamd sûresini) okudum. Hasta şifâ buldu, biz de koyunları teslim aldık. Sonra bu koyunlar (m bize helâl olup olmadığı) hakkında içimizde-bir şüphe meydana geldi. Bunun için biz (arkadaşlarımıza) : Biz Peygamber (Sal-lallahü Aleyhi ve Sellem) 'in yanma varıncaya kadar (koyunları bölüşmeye) acele etmeyiniz! dedik. Sonra biz (O'nun yanına) gelince ben yaptığım işi Ona arz ettim. O:
«Fatiha sûresinin bu kadar etkili bir dua olduğunu nasıl bilebü-din? Koyunları aranızda bölüşünüz. Sizinle beraber bana da bir hisse ayırınız,* buyurdu.
(îbn-i Mâceh dedi ki) : Bu hadîs yukardaki senedden başka şu iki senedle de bize ulaştı, (ve müellif bu iki senedi beyan etti.)
Ebû Abdillah (künyeli müellifimiz) dedi ki: Doğru sened, râvi EbÜ'l-Mütevekkü'in senedidir. [24]
Bu hadisi Kütüb-i Sitte sahihlerinin hepsi rivayet etmişlerdir. Rivayetlerde bâzı kelime değişikliği var ise de bunu anlatmak bir hayli yer alır ve bu değişiklik hadîsin ihtiva ettiği hükümler bakımından bir farklılık da meydana getirmez. Bu nedenle o değişikliği anlatmaya girmemeyi tercih ettim. Şimdi hadîsin metninde geçen bir iki kelimeyi açıkladıktan sonra ihtiva ettiği hükümleri anlatacağım:
Hadîste geçen "Rükye" kelimesi îbn-i Esir'in açıklamasına göre hastanın iyileşmesini dilemek üzere Kur'an, Allah'ın isimlerini ve sıfatlarını okumak sureti ile Cenâb-ı Hakk'a duâ etmek ve sığınmaktır. Umdetü'l Karide beyân edildiğine göre Ibn-i D i -resteveyhi: Rükye, bir ağrı veya korku, yahut şeytan, ya da sihirden kurtulup şifâya kavuşmak için okunan her söze denilir, demiştir.
Rakı de rukye okuyucusuna denilir. Bâzı bölgelerde bu tür okumaya nefes etmek, denilir.
Seriyye i Düşmanla savaşmaya gönderilen ve sayısı dört yüz kişiyi, geçmeyen askeri kuvvettir.
Hadîste geçen; cümlesindeki "Mâ" sözcüğünün zâid olduğu kuvvetle muhtemeldir. Sindi de bu görüştedir. Bu cümle istifham mahiyetindedir. Diğer rivayetlerde bu cümlenin anlamim ifâde eden cümle de istifham anlamım taşıyor. Cümleden kas-dedilen mânâ E b û S a î d (Radıyallâhü anh) 'in takdir ve taltif edilmesidir.
Resûl-i Ekrem (Aleyhi's-salâtü ve's-selâm) 'in: «Sizinle beraber bana da bir hisse ayırınız» buyruğundan maksadı, E b û S a î d ile arkadaşlarının gönüllerini hoş etmek ve koyunların kendileri için helâl olduğunu bildirmektir.
Müellif bu hadisi üç sened ile E b û S a i d (Radıyallâhü anh)'den merfû olarak rivayet ettikten sonra, râvî E b û B i ş r aracılığı ile Ebü'l-Mütevekkil' den olan rivayeti, A' m e ş ve Cafer aracılığı ile Ebû Nadra' dan olan rivayete tercih ettiğini ifâde etmek istemiştir. [25]
l. Hastanın iyileşmesi dileği ile Kur'an-ı Kerîm âyetlerini okumak karşılığında ücret almak meşrudur.
N e v e v î bu hadîsin şerhinde: Bu hadis, Fatiha ve zikir okumak sureti ile nefes etmek karşılığında ücret almanın caiz olduğuna ve bunda bir mekruhluk bulunmadığına delâlet eder. Kur'an-ı Kerîm'i öğretmek ücretini almanın hükmü de böyledir. Ş â f i î, Mâlik, Ahmed, îshâk, Ebû Sevr ve diğer selef âlimleri ile onlardan sonra gelen âlimlerin mezhebi budur. Ebû H a n i f e , nefes etmek üzere Kur'an okumak ücretini almayı caiz görmüş, fakat Kur'an öğretme ücretini caiz görmemiştir.
Verilen koyunların hepsi okuyucunun hakkıdır. Ebû S a i d'in, koyunları arkadaşları ile bölüşmesi onun bir bağışı mahiyetindedir, sırf arkadaşlarının gönülleri hoş olsun ve bir yardımlaşma olsun, diye taksim etmiştir. Yoksa arkadaşlarının hiç bir hakları söz konusu değildir, demiştir.
2. Hastanın iyileşmesi dileği ile Kur'an okumak ve Allah'a' sığınmak, duâ etmek meşrudur.
M ü s 1 i m ' in "Tib, hastalık ve rtikye" kitabının başında Ne-v e v İ özetle şöyle der:
"Bu bölümde rivayet edilen bir hadîste: «Nefes etmeyen, ettirmeyen ve Rablerine tevekkül edenler hesaba tâbi tutulmadan cennet'e girecekler»'* buyurulmuştur. Bu hadisin, nefes etmenin meşruluğuna dâir gelen ve burada rivayet edilen hadislere muhalif olduğu sanılmasın. Nefes etme ve ettirme işine iltifat etmeyenlerin övgüsüne âit hadis, kâfirlerin sözleri, anlamı bilinmeyen sözler ve yabancı dille yazılı sözlerle yapılan Rükye (= nefes etme ve ettirme) işine aittir. Çünkü anlamı meçhul sözler veya yabancı dille söylenen sözler, küfrü mucip veya küfre yakın birtakım mânâları taşıyabilir, ya da söylenmesi ve dile getirilmesi mekruh şeyleri ihtiva edebilir. Bu nedenle bu tür Rükye'lere itibar etmeyenler övülmüştür.
Kur'an âyetleri ve bilinen zikirler ile yapılan Rükye yâni nefes etmek ve ettirmek yasak değildir, bilâkis sünnettir. Âlimler, Kur'an âyetleri ve Allah'ın zikirleri ile Rükye etmenin ve ettirmenin câiz-liği hakkında icmâ bulunduğunu nakletm işlerdir.
El-M âzirî: Rükye, Allah'ın kitabı ile veya O'nun zikirleri ile yapıldığı zaman caizdir. Fakat yabancı dil ile veya mânâsı bilinmeyen sözlerle yapılan Rükye caiz değildir ve yasaklanmıştır. Çünkü bu tür Rükyede küfrü mucip bir durum olabilir. Ehl-i Kitâb, yâni Hristiyan ve Yahudilerin yaptıkları Rükye hakkında âlimler ihtilâf etmişlerdir. Ebû Bekr-i Sıddik (Radıyallâhü anh) bunu caiz görmüştür. Mâlik ise, tahrif edilmiş Tevrat ve İncil âyetleri ile Rükye etmeleri endişesi ile onların Rükye lerine tevessül etmeyi caiz görmemiştir. Ehl-i Kitab'm Rükye'lerini caiz görenler demişler ki: Ehli Kitab'ın, Rükye'lerini değiştirmedikleri kanısı vardır. Çünkü, bunu değiştirmelerinde bir amaç yoktur. Onlar kendi amaçlan doğrultusunda tahrifler yapmışlardır. (Örneğin: Peygamber (Aleyhi's-salâtü ve's-selâm)'imiz ile ilgili âyetleri Tevrat ve İncil'den çıkarmışlardır.) Kendi amaçlarına hizmet etmeyen tahrifleri ne için yapacaklar, demiştir.
Peygamber (Aleyhi's-salâtü ve's-selâm)'in Rükye'yi yasakladığına dâir gelen hadise ilim ehli şöyle cevap vermişlerdir:
a. Peygamber (Aleyhi's-salâtü ve's-selâm), önce nefes etmeyi yasaklamış, sonra bu yasağı kaldırmıştır. Rükye işine izin vermîfc ve kendisi bizzat yapmıştır. Şer-i Şerif bunun meşruluğu üzerinde ka* rar kılmıştır.
b. Yasaklama işi, yukarda anılan meçhul rükyelere mahsustur.
c. Yasaklama, nefes etmenin bizatihi kendisinde bir etki bulunduğuna ve insanlara bizzat bir yarar sağladığına inanan ve böyle sapık bir İtikada sahip olan kimseler hakkındadır. (Her çeşit fayda ve zararın Allah'ın takdiri ile olduğuna, yapılan rükyenin sadece Allah'a iltica edip sığınmak. O'na yalvarmak ve O'nun âyetleri Üe ftfc kirlerinin bereketinden ibaret olduğuna inanan ve her çeşit sıkıntı ve hastalığı giderenin ancak Allah Teâlâ olduğuna itikadı tam kimseler için rükyenin bir mahzuru yoktur.) Bu gibi kimseler için yasak değildir." ( N e v e v i *nin sözü burada bitti.)
3. Fâtihâ sûresi şifâdır. Bu nedenledir ki, onun bir adı da Safiye' dir. T i r m i z i' nin E b û S a î d' den merfû Olarak rivayet ettiği bir hadîste «Kur*an*ın Fatiha sûresi her hastalık için bir şifâdır.» Duyurulmuştur. Ebû Davud'un İbn-i Med'ûd'-dan rivayet ettiğine göre:
"Peygamber (Aleyh i's-salâtü ve's-selâmJ'in torunu Hasan veya Hüseyin hastalandı. Bunun üzerine Cebrail, Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve beileml'e inerek bir kab su üzerinde Fatiha sûresini kırk defa okumasını ve hastanın başını, ellerini ve ayaklarını bu suda yıkatmasını emretti."
4. Bedevilere misafir olmak ve Arablann sularının başında konaklamak, keza ihtiyaç duyulan birşeyi onlardan para karşılığı veya parasız istemek caizdir.
5. İkramda bulunmayı reddeden kişiye ikram etmemek ve onun gibi davranmak caizdir. Nitekim hadiste sözü edilen kabile, sahâ-bileri misafir etmediler. Onların olumsuz tutumları karşısında Ebû S a i d (Radıyallâhü anh) da onların hastasına ücretsiz okumayı reddetti.
6. Zahiren helâl görülen bir şeyi teslim almak caizdir. Bunun helâl olup olmadığı hususunda bir şüphe uyandığı takdirde, yetkili ilim ehline soruncaya kadar o. malda tasarruf etmemek gerekir.
7. Bir kimsenin nasibi ondan esirgenemez. Kimse buna mâni olamaz. Nitekim otuz koyun sahâbilerin nasibi olduğu için bu kabile onların nasibini vermemezlik edemedi. Halbuki daha önce onları misafir etmeyi kabul etmemiş idi.
8. Bir mesele hakkında nass bulunmadığı takdirde ictihad yetkisine sahib olan zâtlar ictihad edebilirler. [26]
2157) Ubâde bin es-Sâmit (Radıyallâhü ankyden rivayet edildiğine göre şöyle demiştir:
Suffe ehlinden çok kimselere Kur'an ve yazı yazmayı Öğrettim. Öğrencilerimden bir adam bana bir adet ok yayım hediye etti. Ben de — kendi kendime —: Bu bir mal değildir. Ben de bununla savaşlarda Allah yolunda ok atarım, dedim. Bununla beraber durumu Re-sûtullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'e sordum. Resûl-i Ekrem (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) :
«Bu yay karşılığında kıyamet günü boynuna ateşten bir halkanın takılması seni sevindirecekse, yayı kabul et,* buyurdu."
2158) Übey bin Kâ'b (Radtyallâhü anh)'den; Şöyle demiştir:
Ben bir adama Kur'an öğrettim. O da bana bir adet ok yayım hediye etti. Ben bu durumu Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'e arz ettim. Resûl-İ Etoenn (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) :
«Eğer «en bu yayı alırsan ateşten bir yay almış olursun- buyurdu. Bunun üzerine ben yayı (sahibine) geri verdim."
Not ; Zevâid'de şöyle denilmiştir: Bunun senedi muztarib nevindendir. Bunu Zehebi, el-Mîzân'da râvi Abdurrahman bin Selem'in hâl tercemesi bölümünde söylemiştir. EI-Alâ da, el-Merâsü'de, râvi Atiyye bin Kays el-Kelâİ'nin Übey bin KâTî (R.A.)'den olan rivayetinin mürsel olduğunu söylemiştir. [27]
U b â d e (Radıyallâhü anh) 'in hadisini Ebû Dâvûd da rivayet etmiştir. Avnü'l-Mabûd'da H a 11 â b î' nin şöyle söylediği belirtilmiştir:
"Bu hadisin mânâ ve yorumu hakkında âlimlerden bir cemâat ihtilâf etmişlerdir. Şöyle ki:
1. Bâzıları, bunu zahirine göre mânâlandırarak: Kur'an öğretmek karşılığında ücret almak mubah değildir. Z ü h r i, Ebû Hanîfe ve İshâk bin Raheveyh bu görüştedirler.
2. Âlimlerden bir cemâat; Şart koşulmadıkça ücret almakta bir sakınca yoktur, demiştir. Hasan-ı Basrî, İbn-i Sirîn ve Ş a' b i de bu görüştedirler.
3. Diğer âlimlere göre şart koşulsun koşulmasm ücret almak caizdir, demişlerdir. Atâ, Mâlik, Şafii ve Ebû Sevr'in görüşü budur. Bunlann bir delili bir kadınla evlenmek isteyip me-hir olarak verebileceği bir malı bulunmayan adama Resûl-i Ekrem (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) 'in adama: «Senin hıfzındaki Kur'an karşılığında bu kadını sana nikahladım» mealinde buyurduğu ve Sehl bin Sa'd'ın rivayet ettiği hadîsdir.[28]
Bu grubtaki âlimler U b â d e {Radıyallâhü anh)'in hadîsine cevaben: U b â d e fahrî olarak Suffe ehline Kur'an okutmuş, onlara ders verirken bir bedel ve menfaati düşünmemiş, sırf sevab kazanmak için okutmuştu. Resûl-i Ekrem (Aleyhi's-salâtü ve's-seiâm) de kendisini uyarmış, sevabının giderilmemesi için dikkatini çekmiş ve tehdit etmiştir. U bade' nin meselesi, bir kimsenin zayi olmuş bir malını fahrî olarak bulup getiren veya denize düşmüş bir eşyayı yine fahrî olarak çıkarıp getiren adamın meselesine benzer. Zayi olan veya denize düşen bir malı bulup bir hayır olsun diye getirip sahibine teslim eden kişi, mal sahibinden bir ücret alamaz. Ama önceden pazarlık edip, sonra bulup getirirse, ücretini alabilir, Suffe ehli fakir kimselerdi. Halkın sadakası ile geçinirlerdi. Bunlardan mal almak mekruhtur, mal vermek de müstahabtır.
4. Bâzı ilim ehli de •. Kur'an öğretmek karşılığında ücret almanın değişik durumları vardır: Müslüman cemâati içinde Kur'an oku-tabilen müteaddit kimseler var ise Kur'an dersini vermek belirli bir kişinin boynunda bir farz-ı âyin değildir. Bu itibarla öğreticilik eden kişi, ücret alabilir. Şayet bir yerde bu işi becerebilen yalnız bir kişi var ise bu iş ona farz-ı ayin olur. Bu takdirde bu kişinin ücret alması caiz değildir. Hadisler arasında görülen ihtilâf bu yolla hallolur, demişlerdir,"
Avnü*I-Mabûd, Hattâbi1 nin yukardaki sözünü naklettikten sonra Fethti'l-Vedûd'dan naklen şu bilgiyi vermektedir:
S ü y û t î: Bâzı âlimler Ubâd e' nin hadisinin zahirini tutmuşlar. Bâzıları da bunu tevil ederek, tbn-i Abbâs'ın rivayet ettiği; = «Karşılığında ücret aldığımız hizmetlerin en haklı olanı Allah'ın Kitabı karşüığındaki ücrettir.» hadîsine ters düştüğünü söylemişlerdir, demiştir.
Beyhakî de: Ubâde' nin hadisine âit seneddeki râvi-lerin hepsi tanınmış zâtlardır. Yalnız râvî el-Esved bin Salebe' nin bundan başka hadisini bilmiyoruz. Bu râvîden dolayı Ubâde1 nin hadîsinde ihtilâf olmuştur. îbn-i Abbâs'ın (yukardaki} hadisi ile Ebû S a i d' in (2156 noluî hadisine &it senedler daha sıhhatlidir, demiştir.
Fethü'l-Vedüd yazarı: Ben diyorum ki: Hadîsler arasında bir zıtlık ve ihtilâf olduğu zaman bir şeyi haram kılan hadise Öncelik tanınması meşhurdur. Umulur ki bu prensip hadislerin senedlerinin sıhhat derecesi eşit olduğu zaman uygulanır. Lâkin Ebû D 4-v û d' un sözü, bu konuda vârid olan hadisler arasında bir zıtlık ve ihtilâfın bulunmadığına işaret eder. Şöyle ki, îbn-i A b b â S*l*ı hadisi ile benzeri hadîsler tıp ve tedavi hakkındadır. Ü b ad e 'nin hadîsi ise öğretim hakkındadır. Bu durumda, rükye için Kur'an okii-mak karşılığında ücret almanın câizliği ve Kur'an öğretmek karfci-hğında ücret almanın caiz olmaması mümkündür.
Bâzıları da demişler ki: Ubâd e'nin hadîsi ihlâs ve azî-met'in kaçırılmamasına âit bir uyarıdır. îbn-i Abbâs'ın hadisi ise ücret alma ruhsatının beyânına aittir, diye bilgi vermiştir.
Sindi de yukardaki görüşlerin bir kısmım beyan ettikten sonra şöyle der:
"En uygunu şöyle demektir: Âlimler arasındaki ihtilaf ücret hakkındadır. Hediye almaya gelince, bunun caiz olmadığım söyleyen bir kimse yoktur. U b â d e' nin hadîsi ise hediye hakkındadır. Bu nedenle U b â d e' nin hadîsi âlimlerin icmâi ile terk edilmiştir. E b û Davud'un sözünün zahirine göre kendisi bu hadisle amel etmiştir. Muhtemelen kendisi bu hadîsin ücret hakkında olduğunu zan etmiştir.
Kur'an öğretmek karşılığında ücret almanın caiz olmadığını söyleyen ilim ehlinin 2156 nolu Ebû Saîd-i Hudrî (Radıyal-lâhü anh) 'm hadisine verdikleri cevâba gelince Ibnü'l-Cevzi özetle şöyle der:
1. Ebû Saîd-i Hudri'nin, reislerine Fatiha okuduğu kabile kâfir idi. Onların malını almakta bir sakınca yoktu.
2. Misafire ikram etmek vâcib olduğu halde bu kabile İslâm süvarilerinin ihtiyaçlarını gidermeyip misafir etme isteğini de reddetmişlerdi.
3. Duâ için ücret almanın, câizliği Kur'an öğretmek için de ücret almanın câizliğine delil olmaz."
Şu noktayı belirteyim: Bu konu, ölüler veya diriler için hatim veya Yasin okumak konusu değildir. Kur'an dersini vermek ve okutmak konusudur. Kur'an okutmak en şerefli bir görevdir. Bu görevi üstlenen kimselerin Kur'an-ı Kerîm'in yüceliğini her şeyden üstün tutmalıdır. Başka bir hizmet ve göreve benzemez. Her hangi bir görev için pazarlığa girişmek normaldir. Ama bu kutsal görev için maddi menfaati ön plâna almamak gerekir. Yukarda beyan edildiği gibi Ebû Hanife gibi bâzı zâtlar Kur'an öğretmek karşılığında ücret almanın caiz olmadığı görüşündedir. En ihtiyatlısı ve takvaya en yakışanı ücret almamaktır. Öğrenci veya velîsi, görevlinin bu şerefli emeğine karşılık bir hediye verdiği takdirde, bu alınabilir.
Bu konu hakkında daha geniş bilgi almak isteyenler, KÜtüb-İ Sitte'nin şerhlerine müracaat edebilirler. Biz bu kadarhk bilgiyi vermekle yetinelim. [29]
Suffe, eski tip evlerde bulunan seki, sed gibi yüksekçe eyvane denir. Bu kelime dilimize sofa olarak geçmiştir. Medine-i Münevvere'de bulunan Mescid-î Nebevi'nin bitişiğinde bir sofa vardı. Üstü örtülü ve etrafı açık bir sundurma biçiminde idi. Burası, evsiz muhacirlerden bâzı fakir erkeklere mahsustu. Burada ikâmet eden mübarek zâtlar, ibâdetle, Kur'an-ı Kerim'i okumakla, okuma yazmayı öğrenmekle ve özellikle bol bol ResûM Ekrem (Aleyhi's-salâtü ve's-selâm)'den feyiz almakla zamanlarını değerlendirirlerdi. Resûl-i Ekrem (Aleyhi's-salâtü ve's-selâm), bunlara Kur'an öğretmek üzere bâzı sahâbileri görevlendirirdi. Yetiştiril len bilginle- de müslümanlığı kabul eden kabilelere Kur'an öğreticisi olarak gönderilirdi. Bu sofada ikâmet eden sahâbilere Ehl-i Suffe denilir. Sayılan bazen birkaç yüzü bulan bu zâtlar ilim ve ibâdetle zamanlarını en iyi şekilde değerlendirdikleri gibi, gerektiğinde cihâda da giden bir ilim ve irfan ordusu idi. Evlenenleri buradan ayrılırdı. İaşeleri Resûl-i Ekrem (Aleyhi's-salâtü ve's-selâm) ve zengin sa-hâbîler tarafından karşılanırdı. Resûl-i Ekrem (Aleyhi's-salâtü ve's-selâm) bunların mâişeiti ile yakından ilgilenirdi. Rivayete göre bir ara Hz. Fâtime (Radıyallâhü anhâ) Resûl-i Ekrem (Aleyhi's-salâtü ve's-selâm)'a mıörâcaat ederek el değirmeni ile buğday çekmekten usandığını arz etmiş ve bir hizmetçi istemiş. Resûl-i Ekrem (Aleyhi's-salâtü ve's-selâm) :
«Kızım sen ne diyorsun? Ben henüz Suffe ehlinin geçimini yoluna koyamadım,» buyurmuştur.
Suffe ehline ders okutmak üzere Resûl-i Ekrem (Aleyhi's-salâtü ve's-selâm) tarafından görevlendirilen âlimlerin başında lbn-i Mes'ûd, Übey bin Kâ'b, Ebü'd-Derdâ ve Muâz bin Cebel görülüyor. Peygamber (Aleyhi's-salâtü ve's-selâm) *-dan çok hadîs rivayet eden Ebû Hüreyre (Radıyallâhü anh) Suffe ehlindendir. O'nun gibi Suffe mensublannın bir kısmı hadîs rivayetinde bulunmuştur. Diğer bir kısmının isimlerine hadis rivayetlerinde rastlanmıyor. Allah Teâlâ Bakara sûresinin 273. âyetinde bunlara mâlî yardımda bulunmayı emreder ve bunların üstün meziyetini tescil buyurur. Allah bizleri- onların şefaatına ve komşuluğuna kavuştursun. Amia. [30]
2159) Ebû Mes'ûd (ükbe bin Amr el-Ensârî[31]) (Radtyallâkü ankyden rivayet edildiğine göre:
Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem), köpek bedelinden, fahişenin fuhuş kazanandan ve kâhin'in kehânet ücretinden nehiy etti
yasakladı)."
2160) Ebû Hüreyre (Radtyallâhü juAj'den; Şöyle demiştir:
Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem), köpek bedelinden ve erkek hayvanı dişiye çektirme ücretinden nehiy etti."
2161) Câbir (Radtyallâhü anhy&en rivayet edildiğine göre:
Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem), kedi bedelinden nehiy etti." [32]
EbüMes'ûd (Radıyallâhü anh) 'ıh hadîsi Kütüb-i Sitte'nin hepsinde rivayet edilmiştir. Câbir (Radıyallâhü anhrın hadîsini Ebû Dâvûd, Tirmizi ve Nesâî de rivayet etmiştir. M ü s i i m de bir benzerini rivayet etmiştir. Müslim*-deki rivayet meâlen şöyledir:
"Râvî Ebü'z-Zübeyr demiştir ki: Ben, köpek ve kedi bedelinin hükmünü Câbir (Radıyallâhü anh) 'den sordum. Câbir dedi ki i Peygamber (Sallaliahü Aleyhi ve Sellem) bundan men etmiştir." ı: „
Bu bâbta rivayet edilen hadîsler, köpek ve kediyi satıp bedelini almanın, fahişe kadının zina kazancının, kâhin ve falcının aldığı ücretin ve döl hayvanı dişiye çektirme ücretinin haram olduğuna lâlet eder.
Âlimlerin bu hadîsleri yorumlamaları ve anılan bedel ve ler hakkındaki görüşleri ile ilgili olarak N e v e v i şöyle der: '
"Hadîste geçen fahişenin mehir'inden maksad onun zinadan aldığı kazançtır. Bu kazancı kadınlığını vermek karşılığında aldığı için şekil açısından mehir'e benzer. Çünkü bilindiği gibi nikahlanan kadın, kadınlığını eşine teslim etmesi karşılığında aldığı mala mehîr ye sıdak denilir. Zâniye ve fahişe -kadının bu çirkin fiili büyük günah olduğu gibi onun fuhuş kazancı da müslümanlann icmâı ile haramdır.
Kâhin ve falcının aldığı ücret de âlimlerin icmâı ile haranidır. .;
Hulvân t Kâhin'e verilen ücrettir. H e r e v î ve başkası bu kelimenin Halâvet'ten alınma olduğunu söylemişler kâhin yorulmadan ve kolaylıkla bu ücreti aldığı için aldığı ücret, tatlı şeye benzetilmiş •ve btt necienle buna hulvân denilmiştir. Kızını nikâhlarken babasının kendine aldığı kızının mehrine de Hulvân denilir. Mehir, bilindiği gibi kızın hakkıdır. Babasının hakkı değildir. Babanın bunu kendine alması yadırganır ve özellikle kadınlar arasında ayıp bir şey sayılır.
Arkadaşlarımızdan Bağavî ve Kadı Iyftz: Kâhin'in aldığı ücret müslümanların icmâı ile haramdır. Çünkü haram olan kehânetin, karşılığıdır ve bâtıl bir yolla mal yemektir. Şarkıcı kadının şarkıcılıktan aldığı kazanç ve ölü üzerinde sesle ağlayıp ölünün meziyetlerini dile getiren kadının bundan dolayı aldığı ücret de ayni şekilde haramdır, demişlerdir.
H a 11 â b î : Arrâf'm kazancı da kâhin'in kazancı gibi haramdır. Bunlar arasındaki fark şudur: Kâhin, kâinatta gelecek zamanda meydana gelecek olaylardan haber veren ve sırları bildiğini iddia eden kimsedir. Arrâf ise çalınan şeyleri, zayi olan şeylerin yerini bildiğini ve bu gibi işleri meydana çıkarabildiğini iddia eden kimsedir. Arablar abrasında bir sürü kâhin vardı. Bunlar bir çok şeyleri bildiğini iddılâ ederlerdi. Bunların bir kısmi; kendisinin emrinde cinler bulunduğunu ve onlar vasıtası ile birtakım bilgiler edindiğini iddia ederdi. Diğer bir kısmı da, kendisinde bulunan bir nevî ilham ve kudretle bâzı şeyleri idrâk ettiğini iddia ederdi. Arrâf denilen kısım da, birtakım ön bilgiler ve nedenler ile bâzı gizli şeyleri bilebildiğini iddia ederdi. Meselâ bir mal çalındığı zaman kim tarafından çalındığını ve mahn nerede olduğunu, bir kadın zina ile itham edildiği zaman, hangi erkekle ilişki kurduğunu anladığını iddia ederdi. Kâhin'e başvurmayı yasaklayan hadîsler, bunların tümünü yasaklar ve bunları doğrulamayı, dediklerinin doğrultusunda hareket etmeyi haram kılar, demiştir.
Hadîsler, köpek bedelini de yasaklamıştır. Bâzı rivayetlerde köpek bedelinin en şer bir kazanç olduğu, bir başka rivayette anılan kazancın habis, yâni pis ve çirkin bir kazanç olduğu belirtilmiştir. Bu hadisler köpeği satmanın sahih olmadığına, satılan köpeğin bedelinin helâl olmadığına ve köpeği öldürenin, köpeğin sahibine bir şey ödemesinin gereksiz olduğuna delâlet ederler. Eğitilmiş veya eğitilmemiş köpekler bu hükümde ayni durumdadır. Keza, edinilmesi ve beslenmesi caiz olan ile olmayan köpekler arasında da bir fark yoktur. E b û Hüreyre, Hasan-ı Basrî, Rabîa, Ev-zâî, e 1-H ak em, Hammâd, Şafiî, Ah m e d, D â-vûd, İbnü'l-Münzir gibi zâtların dâhil olduğu cumhur'un görüşü budur.
E b û Hanlf e- Yararlanılan köpekleri satmak sahihtir ve onu öldüren kimse, onun değerini ödemekle mükelleftir, demiştir.
Câbir, Ata ve Nahaî'ye göre av köpeğini satmak caizdir, diğerlerini satmak ise caiz değildir, demişlerdir.
Mâlik' den üç rivayet vardır. Birisi Cumhur'un yukarda anlatılan görüşü gibidir. İkincisi, köpeği satmanın şahinliği ve öldürenin onun kıymetini ödemesinin gerekliliğidir. Üçüncü rivayete göre satılması sahih değildir, ama öldürenin onun değerini ödemesi gerekir.
Cumhurun delili bu hadîslerdir. Bâzı rivayetlerde av köpeği hâriç diğer köpeklerin bedelinin alınması yasaklanmış, bir köpeği öldüren bir adamın 20 deve ödemesine Osman (Radıyallâhü anh) 'm hükmettiği ve îbn-i Ömer (Radıyallâhü anh) A m r bin e 1 - A s (Radıyallâhü anh) 'm da köpek katiline onun değerini ödettikleri bildirilmiş ise de bu rivayetlerin zayıflığına hadîs imamları ittifakla hükmetmişlerdir.
Kedinin bedeline gelince, bunun yasakhğına dâir rivayetler, ya mekruhluk mânâsına yorumlanmış ya da yararsız kedilere tahsis edilmiştir. Yararlanılan kediyi satmak caizdir, bedeli de helaldir. Mekruhluk hükmünün hikmeti ise halkın kediyi satmayıp hediye etmeye veya emaneten vermeye alışmaları ve bunu âdet hâline getirmeleridir. Bu hüküm bizim ve tüm âlimlerin mezhebidir. Yalnız E b û Hüreyre, Tâvûs, Mücâhid ve Câbir bin Z e y d, (2161 nolu) hadisi delil göstererek kediyi satmanın sahih olmadığını söylemişlerdir. Cumhur bu hadîsi yukarda anlattığım gibi yorumlamıştır. Kuvvetli cevap budur. Hattâbî ve Ebû Amr bin A b d i'l-B e r, kedinin bedelinin alınmasına dâir hadîsin zayıf olduğunu söylemek sureti ile cumhurun görüşünü teyid etmek istemişler ise de bunların bu cevabı uygun değildir. Çünkü anılan hadîs zayıf değildir. Müslim ve başkası rivayet etmişlerdir.
Asb-i Fahl'den maksad, erkek hayvanı dişi hayvana çektirmek ücretidir. Döl hayvanı, koç, teke, aygır ve diğer büyük veya küçük baş hayvanlardan hangisi olursa olsun hüküm aynidir. Bir döl hayvanını dişiye çektirmek için kiralamanın hükmü hakkında âlimler ihtilâf etmişlerdir. Ebû Hanîfe, Şafiî, Ebû Sevr ve başka âlimlere göre bu kiralama akdi geçersizdir, ücret almak da haramdır. Müstecir döl hayvanı kullandırsa, önceden bir ücret üzerinde anlaşma yapılmış olsa bile her hangi bir ücret ödemesi gerekmez. Bu hükmün gerekçesi şöyle anlatılmıştır: Bir mahn kiraya"verilebilmesi için, onun müstecire teslim edilmesi ve malum olması şarttır. Döl hayvanının suyu malûm olmadığı gibi müstecire teslimi de mümkün değildir. Ayrıca döl hayvanının dişiye su verip vermediği ve dişinin aşılanıp aşılanmıyacağı da kestirilemez. Bu nedenle kiralamada aldanmak ve zarara uğramak muhtemeldir. Sahâbîler ile tabiîlerden bir cemâat ve Mâlik, belirli bir süre için veya belirli defalar için kiralamanın caiz olduğuna hükmetmişlerdir. Buna ihtiyaç bulunduğunu ve önemli bir gaye ve yarar için yapıldığım anılan hükme gerekçe göstermişlerdir. Bunlara göre hadîsteki yasaklama mekruhluk içindir ve güzel ahlâka teşvik amacı iledir."
Nevevi' den naklen alınan malûmat burada bitti.
Avnfil-Mabûd yazan da ezcümle: Döl hayvanı emaneten bu iş için vermek mendubtur ve bunu emaneten alan şahsm, hayvan sahibine bir ikramda bulunması caizdir, demiştir. [33]
2162) (Abdullah) bin Abbâs (Radtyallâhü anhümâydzn; Şöyle demiştir:
Peygamber (Saîlallahü Aleyhi ve Sellemî hacamat oldu ve hacamat edene ücretini verdi.
İbn-i Mâceh dedi ki: Bu hadîsi yalnız (Muhammed) bin Ebî Ömer rivayet etti."
2163) Alî (bin Ebî Tâlib) (Radıyallâhü anhyden; Şöyle demiştir:
Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) hacamat oldu ve bana emretti. O'nun emri üzerine ben hacamat edene ücretini verdim."
Not: Zevâid'de şöyle denilmiştir: AH (R.A.Vın bu hadîsinin senedinde Âb-dül-Alâ bin Âmir bulunuyor. İbn-i Mehdt ve el-Kattân bu raviyi terletmişler, Ah-med, İbn-i Muin ve başkası da onu zayıf saymışlardır.
2164) Enes bin Mâlik (Radtyallâhü ank)'âen rivayet edildiğine göre : Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) hacamat oldu ve hacamat eden (Ebû Taybey)'e ücretini verdi.
2165) Ebû Mes'ûd Ukbe bin Amr (Radtyallâhü anA^'den rivayet edildiğine göre şöyle demiştir:
Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) hacamat edenin (hacamat) kazancından nehiy buyurdu,"
Not: Zevâid'de şöyle denilmiştir : Ebu Mes'ûd (R.A.)'an bu hadîsinin senedi ahin olup râvileri Buhârl'nin. şartı üzerine sıka zâtlardır.
2166) Muhayyisa (el-Ensârî) (Radıyallâhü arh)*den rivayet edildiğine göre:
Kendisi Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'e hacamatçının kazancının hükmünü sormuş. Resûl-i Ekrem (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) de kendisini bu kazançtan menetmiş. Sonra Muhayyisa, Resûl-i Ekrem (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'e (müracaatla bu kazanca olan) ihtiyacını anlatmış. Bunun üzerine Resûl-i Ekrem (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) :
«Hacamat kazancını su taşıyıcısı develerinin yemine ver,» buyurdu." [34]
İbn-i Abbâs (Radıyallâhü anlı) 'm hadîsini Buhâri, Müslim ve Ebû Dâvûd da rivayet etmiştir. Bu hadîsi müellifimize yalnız îbn-i Ebî Ömer rivayet etmiş ise de Buhârî, Müslim ve Ebû Davud'a başka râviler nakletmiştir. B u h â r i' nin rivayetinde şu ilâve de vardır:
«Eğer hacamat ücreti haram olsaydı Peygamber (Aleyhi's-salâtü ve's-selam) bu adama (ücret) vermezdi.» Ebû Davud'un rivayetinde de bu mânâyı ifâde eden bir ilave vardır.
Ali (Radıyallâhü anh) 'in hadîsi Zevâid türündendir.
E n e s (Radıyallâhü anh) 'm hadisini Buhârî, Müslim, Ebû Dâvûd ve Tirmizi de rivayet etmişlerdir. Peygamber (Aleyhi's-salâtü ve'sselâm) 'e hacamat eden zâtın Ebû Tayfa e isimli bir köle olduğu ve kendisine verilen ücretin bir sâ kuru hurma olduğu belirtilmiştir. Müslim'in bir rivayetine göre kendisine iki sâ yiyecek verilmiştir. Verilen ücret mikdan hakkında başka rivayetler de vardır. Olay müteaddit olabilir.
Ebû Mes'ûd (Radıyallâhü anh) 'in hadisi Zevâid türündendir.
Muhayyisa (Radıyallâhü anh)'in hadisini Mâlik, Ahmed, Ebû Dâvûd ve Tirmizi de rivayet etmişlerdir.
Bu bâbta rivayet olunan ilk üç hadîs, hacamat kazancının, meşru olduğuna delâlet eder. Dördüncü hadîse göre Peygamber (Aleyhi's-salâtü ve's-selâm) hacamat kazananı yasaklamıştır. Son hadîse göre hacamat kazancı hayvan yemine harcanabilir. Bu hadîsin bâzı rivayetlerinde «Bu kazana su taşıyan devene ve kölene yedir» bu-yurulmuştur. Bundaki ilâveye göre bu kazanç köleye de helâldir, [35]
N e v e v İ bu hususta şöyle der:
"Hacamat kazancı hususunda âlimler ihtilâf etmiştir. Selef ve halef âlimlerinin ekserisi: Hacamat kazancı haram değildir. Bu kazançtan yemek ne hür kimseye ne de köleye haramdır. A h m e d' in meşhur kavli de böyledir. Ahmed' den diğer bir rivayet ve ha-dîsçilerin fıkıhçılarına göre bu kazanç köleye helâl, hür kimseye haramdır. Cumhur tbn-i Abbâs'ın hadîsini delil göstererek: Peygamber (Aleyhi's-salâtü ve's-selâm), hacamat olmuş ve hacamat edene ücretini vermiştir. Eğer haram olsaydı O vermezdi. Hacamat kazancının yasaklığına dâir rivayetler tenzihen mekruhluk mânâsına yorumlanır. Amaç adî kazançlara tenezzül etmeye ve şerefli kazanç yollarına teşviktir. Eğer haram olsaydı, bu hususta hür ile köle arasında bir ayrıcalık olmazdı. Çünkü kişi, kölesine helâl olmayan bir şey yediremez, demişlerdir."
Son hadîs râvisi Muhayyisa veya Muhaysa bin Mes'ûd el-Ensârî (Radıyallâhü anh) Uhud, Hendek ve bundan sonraki savaşlara katılan bir sahâbîdir. Ravidir, torunu Haram bin Sa'd bin Muhayyisa' dur. Dört sünen sahihleri onun hadîslerini rivayet etmişlerdir.[36]
2167) Câbir bin Abdillah (Radıyallâhü anhiitnâ)'âan rivayet edildiğine göre:
Besûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) (Mekke'nin) fetih yılı Mekke'de iken şöyle buyurdu, demiştir:
«Şüphesiz Allah ve Resulü, içkinin, murdar hayvanın, domuzun ve putların satılmasını haram kıldı.» Resûl-i Ekrem (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) bu hükmü bildirince Ona:
Yâ Resûlallah! Murdar hayvanın iç yağlarına ne buyurursunuz? Çünkü murdar hayvanın iç yağları ile vapurlar yağlanır, deriler yağlanır ve bununla halk (mum yapıp) ışıklanır, diye soruldu. Resûl-i Ekrem (Sallallahü Aleyhi ve Sellem),:
«Hayır, murdar hayvanın iç yağları haramdır. Buyurdu. Bundan sonra da Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) :
«Allah yahu d ilere lanet eylesin. Çünkü Allah onlara murdar hayvanın içyağlannı haram kddı. Onlar bu yağı erittiler sonra sattılar ve bedelini yediler,» buyurdu." [37]
Bu hadis Kütüb i Sitte'nin hepsinde rivayet edilmiştir. Câbir (Radıyallâhü anh) Peygamber (Aleyhi's-salâtü ve's-selâm) *m bu hadisi M e k k e' de ve fetih yılında buyurdu, demekle hadîs'in, târihini tesbit etmiştir. M e k k e, bilindiği gibi hicretin 8. yılı fethedilmiştir.
Avnü'l-Mabûd yazarı bu hadîsin şerhinde şu bilgiyi verir.-"Meyte i Şer-i Şerife uygun boğazlama olmaksızın ölen veya öldürülen hayvan demektir. (Buna murdar denilir.)
Hamri Şarabtır. Bunun satılmasının haram kılınmasının hikmeti müskir olmasıdır. Bu nedenle bütün müskiratın hükmü aynidir.
Asnâm; Sanam'm çoğuludur, putlar demektir. Puta Vesen de denilir. Cevheri, bu iki kelimenin eş manâlı olduğunu söylemiştir. Nihâye yazarı bu iki kelimenin anlamlan arasında bir farklılık bulunduğunu ifâde ederek: Vesen î Taş, ağaç veya başka maddelerden mâmuİ insan şeklinde olup dikilir ve ona tapılır. Sananı da: Göİge-siz resimdir (ki buna portre denilir), demiştir.
Murdar hayvanın iç yağlarının yararlarından bahisle hükmünü soran sahâbi'ye cevaben Resûl-i Ekrem (Aleyhi's-salâtü ve'sselâm) : «Hayır, murdar hayvanın İç yağları haramdır.» buyruğunu Ş af i i ve kendisine tâbi clanlar.- Yâni bunun satılması haramdır, diye yo-1 rumlamışlardır. Bu yoruma göre, murdar hayvanın iç yağlarından yararlanmak bu hükmün dışında kalmış ölür, yâni caizdir. -
Âlimlerin ekserisi Peygamber (Aleyhi's-salâtü ve's-selâm)'in anılan buyruğunu, murdar hayvanın iç yağlarmd&n her. çeşi^ ya^ rarlanmanın haramlığı mânâsına yorumlamışlardır. Buna göre murdar hayvanın yalnız tabaklanmış derisinden yararlanmak caizdir. Çünkü bu hususta özel delil vardır. Anılan hayvanın tabaklanmış derisinden başka hiç bir parçasından yararlanmak caiz değildir,
Hadts'in; cümlesini «Allah yahüdüere lanet eyler sin» şeklinde terceme ettim. Bu cümlenin mânâsı şöyle de olabilir; «Allah yahûdüeri helak eyledi.»
Allah yahûdilere murdar hayvanın iç yağlarını haram kılınca onlar, bunu eritmek sureti ile sözde helâl etme hiyleşine baş vurmuşlardır. Oysa böyle bir hiyle geçersizdir, haramlık hükmünü değiştirmez."
N e v e v i de bu hadisin şerhinde özetle şöyle der: "Peygamber (Aleyhi's-salâtü ve's-selâm) 'in •. «Murdar hayVâmn iç yağları haramdır» emrini Şafii ve arkadaşları, anılan yağların satılmasının haramlığı mânâsına yorumlamışlardır. Bu yoruma dayanarak da: Anılan yağlann yenilmesi ve insanın bedeninde kullanılması caiz değildir. Fakat vapurların yağlanması, bundan mum yapıp ışıkta kullanılması ve diğer işlerde istimali caizdir, demişlerdir. Atâ bin Ebi Rabâhve Taberi de böyle demişlerdir.
Cumhur ise Peygamber (Aleyhi's-salâtü ve's-selâm) 'in anılan emrini, murdar hayvanın iç yağından yararlanmanın haramteğı mânâsında yorumlamışlardır. Bu yomama göre murdar Jıayvanırt tabaklanmış derisinden başka hiç bir parçasından yaraaPİft&üaBaaz. [38]
N e v e v i sözlerine devamla şöyle söyler:
Zeytin yağı ve diğer sıvı yağlara bir necaset girdiği takdirde yemek ve insan bedeninden başka işlerde, meselâ ışıklandırmada, sabun yapımında kullanılması caiz mi? Pislenen bal, bal arılarına ye-dirilir mi? Murdar hayvan eti av köpeğine veya diğer köpeklere ye-dilir mi? Keza pislenen yemek, hayvanlara yedirilir mi?
Bu hususlarda, selef âlimleri arasında ihtilâf vardır. Bizim mezhebimizin sahîh kavline göre bunların hepsi caizdir. Kadı Iyâz bu kavli çok saha bil erden ve Mâlik, Şafii, E b û H a n i -f e, O'nun arkadaşları, Sevrî ve el-Leys bin S a' d' -den nakletmiştir. Kadı Iyâz, bu kavlin Ali, İbn-i Ömer, Ebû Mûsâ, Kasım bin Muhammed ve Salim bin Abdillah bin Ömer' den de rivayet edildiğini söylemiş ve: Ebû Hanîfe, O'nun arkadaşları, el-Leys bin S a' d ve başkaları demişler ki, pislenen zeytin yağının pislendiğini açıklamak şartı ile satılması caizdir, demiştir.
Bizim arkadaşlarımız : Murdar hayvanın, şarabın ve domuzun satılmasının haramlığmın hikmet ve sebebi bunların necis olmasıdır, demişler. Sebep bu olunca bu hüküm tüm necis maddeleri kaplar. Murdar hayvanın, şarabın ve domuzun satılmasının haramnğı hususunda müslümanlann icmâı vardır. Put ve heykellerin satılmasının haramlığmm hikmeti ise bunun bir şeye yaramamasıdır, meşru ve mubah bir menfaatınm olmamasıdır. Şayet kırılıp parçalandığı takdirde, parçalan mubah bir şeyde kullanılmaya yararsa, bu durumda satılmasının câizliği hakkında ihtilâf vardır."
2168) Ebû Ümâme (Radtyallâhü a«A>'den; Şöyle demiştir: Resûlullah (Sallanü Aleyhi ve Sellem) şarkıcı cariyelerin satılmasını, satın alınmasını, şarkıcılık kazançlarını ve onların (satış) be-deU«rini yemeyi .yasakladı." [39]
Bu hadîsi Tirmizî ve Ahmed de rivayet etmişlerdir. Tirmizi1 deki merfû hadîsin meali şöyledir: "(Şarkıcı) cariyeleri satmayınız, onlan satın almayınız, onlara (şarkıcılığı) öğretmeyiniz. Onların ticâretinde hiç bir hayır yoktur ve (satış) bedelleri haram-
dir. «Ban insanlar, Allah yolundan saptırmak için (eğlendirici haram sesler gibi) mûnker sözü satın alırlar.[40] âyeti bunun misli hakkında indirildi.»
Tuhfe yazarı bu hadîsin şerhinde şöyle der:
"Hadîs, cariyelere şarkıcılığı öğretmeyi yasaklar. Çünkü şarkıcılık zinanın basamağıdır. Şarkıcı cariyeden maksat şarkıcılığı sanat hâline getirendir. Kâdi: Hadîsteki yasaklama, şarkıcı cariyeleri şarkıcılık etsin diye satılmasına ve satın alınmasına mahsustur. Bunları meşru amaçla satmak veya satınalmak, yasa^ değildir. Şarkıcı cariyelerin satış bedelinin haramlığı, bunların satışının geçersizliğine delâlet eder. Lâkin cumhur bunların satışının sahîh olduğuna hükmetmiştir. (Akit sahîh olmakla beraber, haramdır.) Hadîs şöyle yorumlanır. Şarab imalâtçısına üzüm satıp bedelini almak haram olduğu gibi şarkıcı cariyeleri satıp bedelini almak da haramdır. Çünkü haram bir işin yapılmasına yardım edilmiş olur. Ama satış akdi geçerlidir, demiştir.
"Hâkim ve Beyhakî'nin îbn-i Ebî Şeybe*-den rivayet ettikleri sahîh bir eserde Abdullah îbn-i Mes'ûd (Radıyallâhü anh) 'a, yukardaki âyette geçen; (Lehvel-Hadîs»'in mânâsı sorulmuş, kendisi s O'ndan başka hak ilâh olmayan (Allah)'a yemin ederim ki, bununla şarkıcılık ve şarkı kasdedilmiş-tir, diye cevap vermiştir "
N e v e v i'nin beyânına göre kadının şarkıcılık kazancının haramlığı hususunda icmâ vardır. Kadın hür de olsa hüküm aynidir. [41]
2169) Ebû Hüreyre (Radtyallâhü ankyden; Şöyle demiştir:
Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve SellemM (şu) iki satıştan ne-hiy etmiştir: Mülâmese ve münâbeze (denilen satışlar)dan."
2170) £bû Saîd-j Hudrî (Radtyallâhü aw*)'den; Şöyle demiştir:
Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) mülâmese ve münâbeze yenilen satışlar) dan nehiy etmiştir.
(Ibn-i Mâceh'e bunu rivayet eden iki şeyhden birisi olan) Sehl şunu da ilâve etmiştir: (Şeyhim) Süfyân dedi kî-. Mülâmese, (müş-teru adamın (satlık) şeye elini dokundurması ve o şeyi görmemesi lyoklamaması suretiyle yapılan satış)dır. Münâbeze de: Adamın-ben beraberindeki malı bana at, ben de beraberindeki mah sana atayım demesi (ile yapılan satış) dır.'*[42]
İlk hadîs Kütüb-i Sitte'nin hepsinde rivayet edilmiştir. Son hadîs aeBunâri, Müslim, Ebû Dâvûd ve Nesâi tararımdan da rivayet edilmiştir.
M ü s 1 î mv in rivayet ettiği ilk hadisin râvisi Ebû H ü -rey r e (Radıyallâhü anh) mülâmese ve münâbeze satış seklini şöyle tarif etmiştir:
"Mülâmese: (Elbiselerini birbiri ile değiştirmek isteyen) iki kişinin her birisinin arkadaşının elbisesini yoklamadan (ve açıp bakmadan) sadece ellemesi (ile yaptıkları değiştirme satışı) dır.
Münâbeze de: Birbirinin elbisesine bakmadan birisinin kendi elbisesini diğerine atması ve diğerinin de kendi elbisesini o birine atması (şeklinde yaptıkları değiştirme satışı) dır."
Yine M ü s 1 i m' in rivayet ettiği ikinci hadîsin râvisi Ebû Said-i Hudrî (Radıyallâhü anh) mülâmese ve münâbeze satış şeklini şöyle tarif etmiştir:
"Mülâmese: Adamın, diğer bir kimsenin elbisesini geceleyin veya gündüz ellemesi, fakat açıp yoklamaması (şekli ile yapılan satış) dır.
Münâbeze de: Bir adamın kendi elbisesini başkasına atması ve bunun da kendi elbisesini ona atması (şekil ile yapılan karşılıklı satış) dır. Bunlar elbiseleri yoklamadan, açıp bakmadan ve karşılıklı rızâ olmaksızın bu değiştirmeyi satış kabul ederler.»
Durulmuş bir elbise açılıp kontrol edilmeden satılamaz ve satın alınamaz. Ayni durumdaki bir elbise ile de değiştirilemez. Çünkü böyle bir satış aldatıcı olabilir. Bunun için yukarda tarif edilen mülâmese veya münâbeze ismi verilen satışlar yasaklanmıştır.
Mülâmese ve münâbeze ismi verilen satışların değişik tarifleri vardır. Bir kısmı yukarda anlatıldı. N e v e v İ' nin beyan ettiği (şu) şekilleri özlü anlatmakla yetinelim:
"Arkadaşlarımız mülâmese satışının üç çeşidini beyân etmişlerdir:
1. Adam dürülü bir elbise getirir veya açık bir elbiseyi karanlıkta getirir. Müşteriye elletir ve ona: Bu elbiseyi bu fiyatla sana sattım. Şu şartla: Senin elbiseyi ellemen kâfidir, artık bakmıyacak-sın ve akdimiz kesindir. Sonradan pişmanlığın, elbiseyi geri vermen yoktur, der.
2. Adam bir elbiseyi müşteriye gösterirken ona: Sen elbiseye el sürdün mü, sana satılmış olur, der.
3. Adam birisine bir mal satar ve ona: Sen bu mah ellediğin an, senin muhayyerlik hakkın kalmamış olur, henüz bu yerden ayrılmamış olsak bile artık caymıyacaksın, der.
Münâbeze satışı hakkında da arkadaşlarımız üç şekil beyan etmişlerdir :
1. Adam birisine: Ben bu elbiseyi senin yanma atacağım, benim bunu sana atmam kesin satış akdi yerine geçer, der.
2. Adam birisine: Bu malı sana sattım. Senin yanma attığım an, akid kesinleşmiş olur. Artık senin için muhayyerlik hakkı yoktur, der.
3. Adam, bir kimseye : Ben şu satılık elbiselerin üzerine şu çakıl taşını atacağım, hangi elbisenin üzerine düşerse onu sana satmış olurum, der."
Bütün bu satışlar âlimlerin icmâı ile bâtıl ve geçersizdir, bir nevi kumardır. Çünkü apaçık bir aldatma vardır. [43]
2171) (Abdullah) bin Ömer (Radtyallâhü anhümâydan rivayet edildiğine göre; Resûlullah (Sallallakü Aleyhi ve Sellem) :
«Bazınızın, satışı üzerine diğer bâzınız satış yapmaz (yapmasın) buyurdu.»"
2172) Ebû Hüreyre (Radtyallâkü anhyden rivayet edildiğine göre; Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) şöyle buyurdu:
«Erkek, (din) kardeşinin satışı üzerine satış yapmaz (yapmasın) ve onun pazarlığı üzerine pazarlık etmez, (etmesin)»" [44]
îlk hadîs, Kütüb-i Sitte'nin hepsinde mevcuttur. İkinci hadîs ise Buhârî, Müslim ve Nesâî tarafından da rivayet edilmiştir.
Müellifimizin rivayetinde, satış üzerine satış yapma fiili ile pazarlık üzerine pazarlık yapma fiili olumsuzluk edatı ile geldiği için terceme ederken «Yapmaz» ve -etmez» dedim. Bundan maksad yasaklama olduğu için bunu parantez içine aldığım «Yapmasın» ve «etmesin» fiilleri ile ifâde etmek istedim.
Satış üzerine satış yapmanın ve pazarlık üzerine pazarlık etmenin ne demek olduğunu ve bununla neyin kasdedüdiğini anlatalım: N e v e v i bunu şöyle anlatır:
"Kardeşin satışı üzerine satış yapmanın örneği şöyledir: Bir adam bir mal satınalmış ve malı geri verebilmek için muhayyerlik süresi henüz bitmemiş iken, birisi ona der ki: Aldığın malı geri ver, yapılan satışı feshet. Ben sana bu malın mislini (aynisini) daha ucuza vereyim, veya bu malın daha iyisini ayni fiyatla vereyim.
İşte buna, satış üzerine satış yapmak denilir. Böyle bir satış haramdır.
Kardeşin satınalması üzerine, satınalmak da aynen haramdır. Bunun örneği de şöyledir: Satıcı bir mal satmış ve henüz muhayyerlik (caymak) süresi bitmemiş iken birisi ona: Bu satışı boz, malı geri al. Ben daha yüksek fiyatla alırım, der veya buna benzer bir şey söyler.
Kardeşin pazarlığı üzerine pazarlık etmenin örneğide şöyledir:
Mal sahibi ile müşteri bir fiyat üzerinde anlaşır ve pazarlıkları biter, fakat henüz satış akdini yapmamışlar iken, başka bir müşteri, satıcıya: Bu malı ben almak isterim, der. İkinci müşterinin bu girişimi haramdır. Eğer satıcı ile ilk müşteri bu malın fiyatı üzerine anlaşmışlar ise hüküm budur. Ama satışa arz edilen mala bir müşteri bir fiyat verirken, başka bir müşterinin fazla fiyat vermesi haram değildir. (Örneğin: îhâleye konan bir mala müteaddid müşteriler değişik fiyat söyleyebilir ve fiyatını arttırabilirler. Tabii fiyat arttıncı-lannm gerçekten aha.olmaları şarttır. Alıcı olmadığı halde sırf malın yüksek fiyatla sattınlması amacı ile artırmaya katılan kişi haram işlemiş olur.)
Bir müslümanın satışı üzerine satış yapmak veya pazarlığı üzerine pazarlık etmek yukardaki hadîslerle yasaklanmıştır. Bundan kasdedilen mânâ da yukarda anlatılmıştır. Alimler söz konusu yasaklamanın haramlık için olduşu hususunda ittifak etmişlerdir. Haram olmasına rağmen bir kimse bu haramı işlerse yaptığı akdin geçerliği hususunda ihtilâf vardır. Ebû Hanîfe, Şafiî ve başka âlimlere göre bu akid geçerli olmakla beraber buna girişenler, âsi ve günahkâr olurlar. Davud'a göre akid geçersizdir. Mâlik' den iki rivayet vardır. Bir rivayet D â v û d' un görüşüne, diğeri de ilk görüşe uyar. Malın artırmaya konularak satılması ise Cumhûr'a göre caizdir. Şafiî' nin beyânına göre bâzı selef âlimleri bunu mekruh saymışlar. [45]
2173) (Abdullah) bin Ömer (Radıyallâhü anhümâ)'dan rivayet edildiğine göre:
Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) necşi yasaklamıştır."
2174) Ebû Büreyre (Radıyallâhü anhydtn rivayet edildiğine -göre; Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) :
«Birbirinize necşetmeyiniz! (Müşteriyi kandırıp kızıştırmaynıız)» buyurmuştur." [46]
İlk hadîsi Buhârî ve Müslim de rivayet etmişlerdir. İkinci hadis ise Kütüb-i Sitte'nin hepsinde rivayet edilmiştir.
H a t t â b î Necş kelimesini şöyle tarif etmiştir: Necş şudur: Bir adam bir malın satışa arz edildiğini görür, alıcı olmadığı halde, alıcılar fiyatı artırsınlar diye, alıcı görünüp fiyatım artırır. Adamın bu hareketine Necş denilir. Bu hareket alıcıları kandırdığı için haramdır.
Nevevî de Hattâbî gibi Necş'i tarif ettikten sonra: Bu fiil, icmâ ile haramdır. Adamın bu hareketi yüzünden yüksek fiyatla yapılan satış akdi sahihtir. Satıcı, adamın bu durumundan haberdar ise ikisi de günah işlemiş olurlar. Şayet satıcının bilgisi dışında bu fiil işlenmiş ise, günah bunu yapana aittir. Satıcının haberi yok ise ve satış akdinden sonra müşteri bu durumu öğrenir ise artık müşteri akdi bozamaz. Hattâ sahih kavle göre, satıcı durumdan haberdar olsa bile yine müşteri cayamaz. Çünkü aldanma hususunda kusurludur.
Mâlik' den yapılan bir rivayete göre, bu akid fasiddir. Mâlik; hadisteki yasaklama akdin geçersizliğini gerektirir, demiştir.
Ebû Bekir, hadîslerdeki Necş'i şöyle tarif etmiştir: Aha olmayan bir kimsenin, satışa arz edilen bir malı, yüksek fiyatla satılsın, diye övmesidir.
Nevevî, bu tarifi tasvip etmeyip ilk tarifin sıhhatli olduğunu söylemiştir. [47]
2175) Ebû Hüreyre (Radıyallâhü anhy&tn rivayet edildiğine göre; Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) şöyle buyurmuştur:
«Hiç bir şehirli hiç bir köylünün hesabına (onun malını) satamaz.»"
2176) Câbir bin Abdillah (Radtyallâhü ankümâ)'âan rivayet edildiğine göre; Peygamber (Sallattahü Aleyhi ve Settem) şöyle buyurmuştur:
«Hiç bir şehirli hiç bir köylünün hesabına (onun malını) satamaz, insanları (alışverişlerinde kendi hallerine) bırakınız. Allah onların bazısını bâzısından nzıklandırır.»"
2177) Tâvûs'un rivayetine göre (Abdullah) bin Abbâs (Radtyailâkü anhüm) şöyle demiştir:
Resûhıllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem), bir şehirlinin bir köylü hesabına (onun malını) satmasını yasakladı.
(Tâvûs demiştir ki:)
Ben İbn-i Abbâs'a: Resûl-i Ekrem (Sallal-lahu Aleyhi ve Sellem) 'in •. «Bir
şehirlinin bir köylü hesabına- sözünün mânâsı nedir? diye sordum. İbn-i Abbâs:
Şehirli, köylüye simsar olamaz, diye cevap verdi."
[48]
Ebû Hüreyre (Radıyallâhü anh) 'in hadîsini Buhâri, Müslim ve Tirmizî de rivayet etmişlerdir.
Câbir (Radıyallâhü anh) 'm hadîsini Müslim ile Tirmizî de rivayet etmiş ve îbn-i Abbâs (Radıyallâhü anh)'m hadîsini Tirmizî'den başka Kütüb-i Sitte yazarları tarafından rivayet edilmiştir.
S i n d î: Bu hadîsler, satışlarla menfaat karşılığı aracılığı yasaklar. Çünkü aracılık toplumun zarannadır. Şöyle ki, mahnı satmaya gelen köylü kendi hâline bırakılırsa malım günün rayicine göre satıp gider. Toplum da normal fiyatla satmalmış olur. Bir kavle göre hadîslerden kasdedilen mânâ şudur: -Şehirli, mahnı (yalnız) köylüye satmasın.» Bu da şöyle olur: Şehirli, malını şehirlilere satmaz. Çünkü şehirliler günün rayicini bildikleri için fazla fiyatla satınal-mazlar. Bu nedenle şehirli, malını yalnız köylülere satar. Sebebi de, köylünün günün rayicini bilmemesi ve işini bir an önce bitirip köyüne dönmesi arzusudur. Dolayısıyla köylü pahalı almış olur. Ancak bu yorum, hadîslerin zahir mânâlarından uzaktır, diye bilgi vermiştir.
N e v e v i de şöyle der:
"Bu hadîsler, şehirlinin, köylünün malını satmaya aracı olmasının haramlığına delâlet ederler. Şafiî ve âlimlerin ekserisi böyle hükmetmişlerdir. Bizim arkadaşlarımız şöyle yorumlamışlardır: Bu hadîslerden maksat şudur: Yabancı adam köyden veya başka şehirden bir satılık mal getirir. Umumun ihtiyaç duyduğu bu malı günün rayici ile satmak ister. Bir şehirli ona: Bu malı benim yanıma bırak. Ben azar azar ve yüksek fiyatla satarım, der. îşte bu şartlarla satış yasaktır. Bir de o şehirlinin böyle yapmasının haram olduğunu bilmesi şarttır. Şayet bunun haram olduğunu bilmezse veya o mal ihtiyaç duyulan bir mal değil ise, ya da getirilen mal az olduğu için ihtiyacı karşılamaktan uzak ise, böyle yapmak haram değildir. Yukarda anılan şartlar tahakkuk ettiğinde şehirlinin aracılık etmesi haram olduğuna rağmen böyle yapıp satarsa, yapılan satış akdi geçerlidir. Ama geçerli olmakla beraber haram ve günah bir satış olmuş olur. Bizim mezhebimiz budur. Mâliki' lerden ve başka âlimlerden bir cemâatin görüşü de böyledir.
Mâlikîler'in bir kısmına göre yapılan satış feshedilir. Ancak satılan mal geri verilemiyecek durumda değişmiş ise satış feshedilmez.
Atâ, Mücâhid ve Ebû Hanîfe'ye göre şehirlinin köylünün hesabına malını satması her durumda caizdir. Bunun yasaklanmasına âit hadîs mensuhtur.
Bâzıları da: Hadîslerdeki yasaklama tenzihen mekruhluk içindir, demişlerdir.
N e v e v i yukardaki görüşleri naklettikten sonra: Sıhhatli olan görüş ilk görüştür. Delilsiz iddia ile ne nesih durumu ne de ya-saklığın tenzihen mekruhluğu için olma durumu kabul olunur, demiştir."
Avnü'l-Mabûd yazannm beyânma göre B u h â r î, hadîsteki aracılığın yasaklığını, bir ücret karşılığı olan aracılığa tahsis etmiştir. Ücretsiz ve menfaatsız, aracılık ve simsarlık bu yasağın dışında kalır.
H a 11 â b î: Hadîs, aracının satmasını yasakladığı gibi satınal-masını da yasaklar. Çünkü «Bey*» kelimesi satmalma anlamında da kullanılır, demiştir. [49]
2178) Ebû Hüreyre (RadtyaUâhü anhyâ.va. rivayet edildiğine göre; Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) şöyle buyurmuştur:
«Celebleri (satılmak üzere dışardan getirilen eşyaları — yolda —) karşılamayınız. Kim celebten bir malı tpazara getirilmeden önce) karşılayıp satın alırsa, mal sahibi (satıcı) çarşıya vardığı zaman (o malı geri almakta) muhayyerdir.»"
2179) (Abdullah) bin Ömer (Radıyallâkü anhiimâydzn; Şöyle demiştir:
Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) celebi (satılık malı — yolda —) karşılamayı yasaklamıştır."
2180) Abdullah bin Mes'ûd (RadtyaUâhü anh)'dtn; Şöyle demiştir:
Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem), (çarşıya getirilmek istenen) satılık şeyleri (yolda) karşılamayı yasaklamıştır." [50]
ilk hadisi Kütüb-i Sitte yazarlarının hepsi, ikinci hadîsi Buhâ-r î ile Müslim ve son hadîsi Buharı, Müslim ve Tirmizi de rivayet etmişlerdir.
İlk hadiste geçen -Eclâb» kelimesi Celeb'in çoğuludur. Celeb, çarşı ve pazarda satılmak üzere dışardan getirilen eşya demektir. Bunlar çarşı ve pazara getirilmeden önce, müşterinin gidip yolda karşılaması ve ucuza almaya çalışması, yasaklanmıştır. Bu yasaklama, satıcı yararına olduğu gibi, diğer müşterilerin de yararınadır.
Son hadîsteki "Büyü" kelimesi de Bey'in çoğuludur. Bey'in asıl mânâsı satmak işidir. Burada satılmak istenen eşya, mânâsında kullanılmıştır.
N e v e v i bu hadislerin şerhinde şöyle der:
"Bu hadîsler, celebleri karşılamanın haramkğına delâlet ederler. Mâlik, Şafiî ve cumhur'un kavli budur. Ebû Hanîfe ve E v z â î' ye göre celebleri karşılayıp yolda mal satınalmak, halka zarar vermezse caizdir. Zarar verirse mekruhtur. Nevevi, hadislerdeki açık yasaklamayı gerekçe göstererek ilk görüşü daha isabetli gördükten sonra: Bizim arkadaşlarımız demişler ki: Celebleri karşılamanın haramlığının şartı, karşılayan müşterinin, bunu yapmasının haramlığım bitmesidir. Şayet adam başka bir maksatla çıkmış iken celeble karşılaşır ondan bir şeyi satm alırsa bizim arkadaşlarımızın ve M â 1 i k' in arkadaşlarının iki kavli vardır. Bizim arkadaşlarımızın en sıhhatli kavline göre yine haramdır. Ha-ramlığına hükmettiğimizde, yapılan satış geçerlidir.
Celebleri karşılamanın yasaklanmasının hikmeti, satıcıyı, aldanmaktan korumaktır. Âlimler bu hikmeti anlatmışlardır.
El-Mâzirî şöyle demiştir: Şöyle bir soru hatıra gelebilir:
Şehirlinin, köylünün hesabına onun malını satması, şehir halkının yararına yasaklanmıştır. Yâni köylünün malının günün rayicine göre topluma satılması düşünülmüştür. Halbuki, şehirli aracı olma-' yınca köylünün malının rayiçten düşük bir fiyatla satılması muhtemeldir. Diğer tarafta, dışardan getirilen malın yolda karşılanması ise satıcı yararına yasaklanmıştır. Hulâsa bir taraftan satıcı korunuyor. Diğer taraftan şehirli korunuyor?
Buna şöyle cevap verilir. Şer-i Şerif bu gibi meselelerde halkın yararına bakar. Kişinin sırtından tek kişinin geçinip menfaat sağlamasına bakmaz. Dışardan mal getiren kişi, kendi malını kendi eli ile ve aracısız sattığı zaman toplum yararlanır. Mal ucuzlar. Bütün şehir halkı istifade eder. Burada İslâmiyet toplumun yararım, kişinin yararına tercih eder. Fakat dışardan gelen satılık malı yolda karşılayıp ucuza almak isteyenin bu hareketi, toplumun yararına değildir. Sadece o kişinin yararınadır. Onun yararına karşılık satıcı zarara uğrar. Burada islâmiyet bir kişinin yararı için diğer bir kişinin zarara uğramasına cevaz vermiyor. Ayrıca bir müşterinin, celebi yolda karşılayıp malı satınalması pazar halkına ve dolayısıyla şehir halkının tümüne zarar verir.
Yukarda anlatılan nedenler ile bu iki mesele ve hüküm arasında bir ihtilâf yoktur. Bilâkis iki hükmün sebep ve hikmeti birdir. Bu da toplumun yararıdır.
Satıcı, malını yolda karşılayan müşteriye satıp pazara geldikten sonra günün rayicinden ucuza verildiğini anlayınca, satış akdini bozmakta muhayyerdir. Yolda karşılayıp ondan mal alan müşteri, günün rayicini ona yanlış söylemiş olsun, rayiçten bahsetmemiş olsun fark etmez. Şayet yapılan satış günün rayicine göre veya daha pahalı ise, en sahih kavle göre satıcı, yapılmış akdi bozamaz. Çünkü aldanmamıştır." (N e v e v î' nin sözü bitti.)
El-Hâfız: Hanefî fıkıh kitablarmda mevcut hüküm şudur: Eğer satılık malı yolda karşılayıp satınalma işi, satıcıyı zarara sokarsa veya bu durum şehir halkına zarar verirse, bu iki takdirde celebleri karşılamak mekruhtur, diye bilgi vermiştir. [51]
2181) Abdullah bin Ömer (Radtyaüâhü anhümâyd&n rivayet edildiğine göre; Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) şöyle buyurmuştur:
«İki adam alım satım akdini yaptıkları zaman beraber olup biri-birinden (bedenen) ayrılmadıkça veya bunlardan birisi diğerini tah-yîr etmedikçe İkisi de (akdi bozmakta) serbesttirler. Eğer bunların birisi diğerini tahyîr eder ve ikisi de yapılan akdin kesinleştiğine karar verirlerse (biribirinden ayrılmamışlar ise de) satış akdi kesinleşmiş olur. (Yâni artık hiç birisi akdi bozamaz) ve bunlar alım satım akdini yaptıktan sonra hiç birisi akidden dönüş yapmamış iken biribirinden ayrıhrlarsa (yine) satış akdi kesinleşmiş olur. (Yâni artık hiç birisi akdi bozamaz)»"
2182) Ebû Berze el-Eslemî[52] (Radtyallâhü ank)'den rivayet edildiğine göre; Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) şöyle buyurdu, demiştir:
«Satıcı ile alıcı biribirinden ayrılmadıkça (yaptıkları satış akdini bozmakta) serbesttirler.»"
2183) Semûre (bin Cündüb [53]) (Radtyallâhü a«A/den rivayet edildiğine göre; ResûluHah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) şöyle buyurdu, demiştir :
«Satıcı ile alıcı (akitten sonra) biribirinden ayrılmadıkça (yaptıkları satış akdini bozmakta) serbesttirler.»'*[54]
îlk hadis, Kütüb-i Sitte'nin hepsinde rivayet edilmiştir. Müslim ve N e s â î' deki hadîs metni buradakinin aynisidir. Diğerleri kısadır. Ben bu hadîsi terceme ederken «Tahyîr» kelimesini kullandım. Satıcı ile alıcıdan birisinin diğerini tahyîr etmesinin mânâsı şudur: Bunlardan birisinin diğerine: Yapılan satış akdinin kesinleşmesi, yâni bundan dönüş yapmama şıkkını seç, demesi ve muhatabın da bu şıkkı seçmesidir. Tahyîr kelimesi ile kasdedilen mânâ uzun olduğu için tercemede tahyîr kelimesini kullanmayı tercih ettim. Hadîsin mânâsının hulâsası şudur:
Satıcı ile alıcı sataş akdini yaptıktan sonra biribirinden aynlir-larsa, meselâ birisi kalkıp giderse, yapılan satış akdî kesinleşmiş olur. Artık akdi bozamazlar. Keza akidden sonra bunlardan birisi diğerini tahyîr ederse, yâni akdin kesinleşmesi şıkkını seçmesini teklif edip, diğeri de, bu şıkkı seçerse, akid kesinleşmiş olur. Akdin kesinleşme şıkkını tercih eden taraf, artık akdi bozamaz ve yapılan ahm satımdan cayamaz. Tahyîr işi satış akdinin hemen arkasında ve taraflar henüz biribirinden ayrılmamış iken de yapılırsa hüküm budur. Eğer taraflardan birisi diğerini tahyîr edip, karşı taraf susarsa susan taraf, oradan ayrılmadan akdi feshedebilir. Çünkü, akdin kesinleşmesi şıkkinı tercih etmemiştir. Kendisine tahyir teklifinde bulunan taraf ise en sahîh kavle göre akdin kesinleşmesini kabullenmiş sayılır ve dolayısıyla akdi feshedemez.
N e v e v î bu hadîsin şerhinde şöyle der:
"Bu hadîs, satış akdinden sonra satıcı ile alıcı, akdin yapıldığı meclisten ayrılıncaya kadar, akdi feshetme hakkına sahib olduklarına delâlet eder. Bunlar bedenen biribirinden ayrılınca (meselâ birisi o meclisten çıkarsa) akid kesinleşmiş olur, feshedilemez.
Sahâbîlerin, tabiîlerin ve bunlardan sonra gelenlerin cumhuru böyle hükmetmişlerdir. Böyle hükmedenlerin bâzıları şu zâtlardır: Ali bin Ebî Tâlib, İbn-i Ömer, îbn-i Abbâs, Ebû Hüreyre, Ebû Berze el-Eslemi, Tâvûs, Saîd bin el-Müseyyeb, Ata, Kadı Şüreyh, Hasan-ı Basri, Şa'bî, Zührî, Evzâi, İbn-i Ebî Zi'b Şüfyân bin Uyeyne, Şafii, İ b n ü'1-M üb â r e k , Ali bin el-Medeni, Ahmed bin Hanbel, îshâk bin Rahuveyh, Ebû Sevr, Ebû Ubeyd, Buhâ-r i i diğer hadîsçiler ve başkaları. Allah cümlesinden razı olsun.
Ebû Hanife ile Mâlik'e göre akid yapılınca satış kesinleşmiş olur. Satıcı ile alıcı, akid yapıldıktan sonra, henüz akdi yaptıkları yerden ayrılmamış olsalar bile bunu feshedemezler. R a -b i a da böyle demiştir. Bu kavil N a h â î' den de nakledilmiştir. S e v r i' den yapılan bir rivayet de böyledir. Allah hepsinden razı olsun.
N e v e v i sözüne devamla şöyle söyler: Bu bâbta rivayet edilen sahîh hadîsler, ikinci grubun görüşünü reddeder ve bunların bu hadislere karşı sahîh bir cevablan yoktur. Doğrusu, satıcı ile alıcıya anılan muhayyerlik hakkının varlığıdır. Cumhurun görüşü böyledir. Allah daha iyi bilir."
Avnü'l-Mabûd yazarı da Cumhurun görüşünü tercih etmiş ve: Satıcı ile alıcının ayrılmasından maksad bedenen biribirinden ayrılmalarıdır, demiştir.
N a h a î ve rey ehli, hadîsteki ayrılmayı, satıcı ile alıcının satış akdini bitirmeleri ve konuşmalarını tamamlamaları mânâsına yorumlamışlardır. Bunlara göre ayrılmak söz ve konuşmanın kesilmesidir. Tarafların bedenen ayrılmaları değildir. Hattâbi: Eğer hadîs, N a h a i' nin dediği gibi yorumlanırsa, hadis faydasız ve mânâsız olur. Şöyle ki: Hadîsin mânâsı şöyle olur: «Satıcı ile alıcı akid işini tamamladıkça, yâni satıcı, sattım ve alıcı, satın aldım, demedikçe taraflar serbesttir.» Halbuki herkesin malûmu olduğu üzere, satıcı, satış, akdini yapmadıkça kendi malında muhayyer ve serbesttir. Keza müşteri bir malın satın alınmasını kabul ettim, demedikçe, muhayyer ve serbesttir. Bunu herkes bildiği için hadis neyi ifade etmiş olur, demiştir.
Bu hususta daha geniş bilgi almak isteyenler hadîs kitablannın şerhlerine müracaat etsinler.
Ebû Berze (Radıyallâhü anh) 'in hadisini Ebû Dâvûd, Tirmizî ve Tahâvî de, Semûre (Radıyallâhü anh) 'in hadîsini N e s â î de rivayet etmişlerdir. [55]
Bu bâbtaki hadîslerin tercemesine geçmeden önce bu babın başlığında bulunan Bey-i hıyar teriminin açıklamasını yapayım.Çünkü tju terim İ bn-i Ömer (Radıyallâhü anh)'ın ve başka sa-hâbîlerin merfû hadislerinde de bulunuyor.
Bey' kelimesi bilindiği gibi satış akdi demektir. Hıyar kelimesi de satış akdinin kabul veya feshi hususunda muhayyer ve serbest olmak anlamında kullanılmıştır. Şu halde bu terimin özlü karşılığı "Muhayyerlik" satış nevî, demektir. Bundan kasdedilen mânâ nedir?
N e v e v İ şöyle der: "Bey-i Hıyar hakkında âlimlerin şu üç kavli vardır:
1. Bundan maksad, satış akdi tamamlandıktan sonra ve henüz taraflar biribirlerinden ayrılmamış iken bunların biribirlerini, akdin kesinleşmesi veya feshi hususunda muhayyer ve serbest etmeleridir ki buna Tahyîr denilir. Bu şöyle olur. Satış akdinden sonra taraflar biribirinden ayrılmadıkça taraflardan birisi veya ikisi akdi feshedebilir. Ancak akidden sonra taraflar, akdin kesinleşmesine ve fesih cihetine gidilmemesine karar verirlerse, biribirinden ayrılmasa-lar bile akid kesinleşmiş olur ve artık hiç bir taraf akdi feshede-mez. îşte akdin yapıldığı yerde ve taraflar biribirinden henüz ayrılmamış iken akdin kesinleşmiş olmasına karar vermek sureti ile yaptıkları satışa Bey-i Hıyar denilir.
2. Bey-İ Hıyâr'dan maksad, üç gün veya daha az bir süre içinde alım satım işinden dönüş edebilme şartı ile yapılan satış akdidir. Böyle bil şartla yapılan satıştan koşulan süre zarfında dönüş yapılabilir. Tarafların bu süreden önce biribirinden ayrılmaları ile akid kesinleşmiş olmaz. Koşulan sürece muhayyerlik hakkı devam eder. İşte böyle bir şartla yapılan satışa Bey-i Hıyar denilir.
3. Bey-i Hıyar, satış akdinden sonra taraflara akdin fesih hakkı ve muhayyerlik hakkı olmamak kaydı ile yapılan satıştır. Bu takdirde akdin yapılması ile satış kesinleşmiş olur. Artık taraflardan hiç birisi akdi feshedemez. Böyle bir satış bize göre sahîh değildir. Bunun sahih olduğunu söyleyenler bu yorumu yapmışlardır.
Bu hadîsin yorumu hakkında beyan edilen değişik görüşlerin özeti budur. Bizim arkadaşlarımız ilk yorumu seçmişlerdir. Şafii ve hadîsçilerden B e y h a k î de bunu tercih etmişlerdir. Tir-mizî, Sevrî, Evzâi, îbn-i Uyeyne, İshâk ve Abdullah bin el-Hasan el-Anberî de bu görüşe taraftar olmuştur."
Bu babın ilk hadîsinin de ilk görüşü teyid ettiği kanısındayım.
2184) Câbir bin Abdillah (Radtyallâhü ankümâyâan; Şöyle demiştir: Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve S eli em) bedevi bir erkekten bir yük dökülmüş ağaç yaprağını satın aldı. Satış akdi tamamlanınca Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) (bedevî'ye) :
«(Bana sattığın yükten veya kararlaştırılan bedelinden istediğini) seç,» buyurdu. Bunun üzerine bedevi, (Resul4 Ekrem (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) 'e) :
Allah sen (in gibi) alım satımcıya uzun ömür versin ,dedi."
2185) Ebû Saîd-i Hudrî (Radtyallâhü anhyden rivayet edildiğine-gÖ-re; Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) şöyle buyurdu, demiştir: «Satış ancak (tarafların) karşılıklı rızası ile olur.»'*
Not: Zevâid'de şöyle denilmiştir : Bu hadisin isnadı sahih olup râvUeri sıka zâtlardır. îbn-i Hibbân da bu hadisi kendi sanih'inde rivayet etmiştir. [56]
îlk hadîs'i Tirmizî de rivayet etmiş ve bunun hasen - garib olduğunu söylemiştir. Oradaki metin kısa olup meali şöyledir:
"Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) bir bedevTyi satış akdinden sonra muhayyer etti.** Tuhfe yazan da bu hadisle ilgili olarak : Yâni bedevi ile yapılan alım satım akdi bittikten sonra Peygamber (Aleyhi's-salâtü ve's-selâm) onu akdin kabul veya feshi hususunda muhayyer ve serbest etti. Tıybî: Bu hadîsin zahiri E b û H a n i f e ' nin mezhebini teyid eder. Çünkü satıcı ile alıcı akid'den sonra biribirinden ayrılmadıkça taraflar için akdin fesih hakkı bulunmuş olsaydı, Peygamber (Aleyhi's-salâtü ve's-selâm)'in, bedevî'yi muhayyer kılmasının anlamı kalmazdı. Buna şöyle cevap verilir: Bu hadis mutlaktır. İ b n - i Ömer (Radıyallâhü anh) 'in (2181 no-lu) hadîsi ve benzeri hadîsler kayıtlıdır. Mutlak hadîs, kayıtlı hadise göre yorumlanır, demiştir.
İbn-i Ömer'in anılan hadîsi ile benzerî hadisler akid yapıldıktan sonra taraflar biribirinden ayrılmadıkça akdi feshetme hakkına sahib olduklarına, ancak henüz ayrılmamışlar iken birisi diğerini muhayyer edip diğeri de akdin kesinleşmesine karar verince, fesih hakkının kalmadığına delâlet ederler.
Bu hadîsin zahirine göre Peygamber (Aleyhi's-salâtü ve's-selâm) ile bedevi arasında yapılan satış akdi kesinleştikten sonra Peygamber (Aleyhi's-salâtü ve's-selâm), ona muhayyerlik hakkını lütuf etmiştir. Bu babın başlığında Bey-i Hıyar ile ilgili verilen bilgiye göre Resûl-i Ekrem (Aleyhi's-salâtü ve's-selâm) bedevî'yi akidden sonra ve henüz biribirinden ayrılmamışlar iken muhayyer kılmakla, akdin kesinleşmesini istemiş ki, sonradan bedevi, akdin feshini talep etmesin. Böyle yorum yapılırsa, bu satış bey-i hıyâr'in yukarda anlattığım çeşitlerinin ilkinden olmuş olur.
E b û S a i d (Radıyallâhü anh) 'm hadîsi Zevâid türündendir. Notta belirtildiğine göre İbn-i Hibbân da bunu rivayet etmiştir.
Hadise göre, taraflardan birisine veya ikisine baskı ve zorlama yapılmak sureti ile gerçekleştirilen satış, geçersizdir. Tarafların kendi rızâları ile satışın yapılması esastır.
Câmiü's-Sağîr şerhlerinde beyan edildiğine göre bu hadisin 'Duyurulmasına neden olan hâdise şudur: Bir kıtlık döneminde bir ya-hûdî kuru hurma ve arpa getirip satmak istemiş, bâzı kimseler de Resûl-i Ekrem (Aley^i's-salâtü ve's-selâm)'e müracaat ederek bu mala ucuz bir rayiç koymasını istemişler. Resûl-i Ekrem (Aleyhi's-salâtü ve's-selâm) ise bu isteği kabul etmemiş ve bu hadisi buyurmuştur. Hadîs'in bu olay üzerine Duyurulduğu, hadîs'in râvisi olan E b û S a i d (Radıyallâhü anh)'den rivayet edilmiştir.
Hadîsten çıkarılan hüküm şudur: Bir satış akdinin caiz ve sahih olması için satıcı ile alıcının kendi rızâları ile bu akdi yapmaları şarttır. [57]
2186) Abdurrahmân [58] (bin Abdillah bin Mes'ûd) (RadtyaUâ-hü onhümâyâan:
(Babam) Abdullah bin Mes'ûd (Ganimet malından humus olarak) emirliğe âit kölelerden bir kaç tanesini Eş'as bin Kays [59](Radıyallâhü anh) "a sattı. Sonra kölelerin bedelinde ihtilâfa düştüler. İbn-i Mes'ûd t Ben (köleleri) sana yirmi bine sattım, dedi. Eş'as da i (Hayır) ben (köleleri) senden ancak on bine satın aldım. dedi. Bunun üzerine Abdullah onat İstersen Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) 'den işittiğim bir hadisi sana haber vereyim, dedi. Eş'as de: O hadîsi ver (yâni oku), dedi.
İbn-i Mes'ûd i Ben, Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'den İşittim, buyurdu ki t
«Satıcı ile alıcı (satış akdinden sonra) ihtilafa düşüp aralarında da sahid olmadığı ve satılan mal aynen durduğu zaman, (Makbul)söz, satıcının (yeminle doğruladığı) sözüdür. Ya da taraflar satılan malı geri çevirirler. (Yâni satış akdini bozarlar)-, dedi. (Bunun üzerine) Eş'asi
O halde ben satılan (köleler) i geri vermek görüşündeyim, dedi. Sonra köleleri geri verdi." [60]
Bu hadisi Şafii, Ahmed, Ebû Dâvûd, Tirmi-z 1, Nesâi ve Hâkim de rivayet etmişlerdir. Bâzı rivayetler kısadır. Bâzı rivayetlerde «Ve satılan mal aynen durduğu» kaydı yoktur. Diğer bir kısım rivayetlerde bu cümle yerine;
= «Satılan mal da duruyor» cümlesi vardır. Bu değişik durumlar ve metinlerin uzunluğu ile kısalığı üzerinde durmak bir hayli yer alır. Hadîsten çıkarılan hükümler bakımından da pek fark etmediği için bunları buraya aktarmaktan vazgeçtim.
Bu hadisin senedi münkatidir. Çünkü îbn-i Mes'ûd'un oğlu Abdurrahman, babasından hadîs dinlememiştir. T i r -m i z 1 de bu hadisi değişik bir sened ile rivayet ettikten sonra o senedin de Ibn-i Mes'ûd'un râvisi Avn bin Abdil-1 a h'ın mürsel olduğunu söylemiştir. B e y h a k i sen sahih senedin Ebû Davud'un rivayet ettiği Ebû Umeys'in senedi olduğunu ifâde etmiştir.
îbn-i Mes'ûd (Radıyallâhü anh) 'm E ş' a s (Radıyal-lâhü anh) 'a sattığı kölelerin bir kaç tane olduğu ve bunların Humus köleleri olduğu ifâde edilmiştir.
Avnü'l-Mabûd'da beyan edildiğine göre H a t t â b î şöyle demiştir:
"Satıcı ile alıcı arasında bir ihtilâf olduğu zaman yapılacak işlem ve şer'i hüküm konusunda âlimler arasında ihtilâf vardır. Şöyle ki:
1. Mâlik ve Şafiî'ye göre satıcıya: Sattığın malı ancak dediğin fiyatla sattığına AUah adı üzerine yemin et, denilir. Eğer yemin ederse, müşteriye: Sen ya malı satıcının dediği fiyatla kabul edeceksin, ya da ancak dediğin fiyatla malı aldığına Allah adı üzerine yemin edeceksin, denilir. Eğer alıcı da yemin ederse, mal ile alâkası kesilir ve satıcıya iade edilir. (Şayet alıcı yemin etmekten istinkâf ederse, satıcının dediği fiyatla malı kabullenmiş olur.)
Yukarda anlatılan hükümler açısından satılan malın olduğu gibi durması veya istihlak edilmiş olması Ş â f i i' ye göre fark etmez. Çünkü mal helak olmuş ise onun değeri satıcıya iade edilecektir. Hanefîler'den Muhammed bin el-Hasan da böyle hükmetmiştir.
2. Satılan mal helak olduğu takdirde Nahaİ, Sevri, Evzâi, Ebû Hanife ve Ebû Yûsuf'a göre alıcının yeminli sözü ile hükmedilir. Mâlik' ten yapılan meşhur rivayete göre mal helak olduğu takdirde O'nun verdiği hüküm bu grubun verdiği hükme yalandır. Bunların delili ise hadîsteki «ve satılan mal duruyor» kaydıdır. Bu kayıttan anlaşılıyor ki, mal duruyorsa satıcının yeminli sözü muteberdir, mal durmuyor ise hüküm başkadır. Lâkin bu kayıt yalnız İbn-i Ebi Leylâ* nın rivayetinde bulunuyor. Bu rivayet ise mürseldir. Bu kaydın bâzı râvilere ait olduğu da söylenmiştir. Taraflar arasında ihtilâf vuku bulduğunda çoğu zaman mal olduğu gibi durduğu için bu cümlenin gelmiş olması ve verilen hükümde bir farklılık meydana getirmemesi muhtemeldir." (Hatt&bİ* nin sözü bitti.)
Tuhfe yazarı da bu hadîsin şerhinde özetle şöyle der: "Peygamber (Aleyhi's-salâtü ve's-selâm)'e âit hadîs metninde taraflar arasında çıkan ihtilâf konusu belirtilmediği için, hüküm umumilik ifâde eder. Yâni anılan ihtilâf satılan malın bedelinin tutarına âit olsun, satışla alâkalı başka hususta olsun fark etmez. İhtilaf konusuna âit tarafların şahidleri yok ise hüküm hadiste beyân bu-vurulan hükümdür. Şu halde satılan mal, satış bedeli, veya bunlarla ilgili şartlardan her hangi birisi hakkmda taraflar arasında ihtilâf çıktığı zaman, arada şâhid yok ise satıcının yeminli sözü ile hükmedilir. Yemin kaydı hadîste yok ise de Şer-i Şerifin genel hükümleri bunu gerektirir. Çünkü her hangi bir dâvada «Söz falanındır» denilince mutlaka yeminli sözü kasdedilir. Ayrıca Ahmed ve Nesâi' nin Ebû Ubeyde' den rivayet ettiklerine göre kendisi Abdullah bin Mes'ûd'un şöyle söylediğini ifâde etmiştir:
«Satıcı ile alıcının, satış bedeli hususundaki ihtilâfı Üzerine Re-sûl-i Ekrem (Aleyhi's-salâtü ve's-selâm) satıcıya yemin teklif edilmesini ve bundan sonra alıcının malı kabul veya iade etmekte serbest bırakılmasını emretti**
Ş e v k â n î : Satışla ilgili her hangi bir hususta alıcı ile satıcı arasında bir ihtilaf vuku bulduğu zaman satıcının yeminli ifâdesinin muteber olduğuna hükmeden alimlerin delili bu hadistir. Tâbi! taraflar akdin feshine karar verirlerse yemin yoluna gitmeye hacet yoktur. Bu hususta âlimler arasında bir ihtilâf yoktur. Taraflar arasındaki nizâm sona erdirilmesi yolu ya akdi feshetmek ya da satıcının yemin etmesidir. Hadisin zahirine göre satılan malın aynen durması veya helak olması neticeyi değiştirmez. Çünkü malm aynen durmasına âit kaydın bulunduğu rivayet delil olmaya elverişli sahih ve sabit bir rivayet değildir. Satılan mal helak olmuş ise ya onun misli ya da değeri geri verilir. Bir de şu husus bilinmelidir ki her ihtilâfın çözüm yolu satıcının yemin etmesi değildir. Bildiğim kadarı ile hiç bir âlim böyle dememiştir. İhtilâf konusuna göre âlimler değişik görüşler beyan etmişlerdir. Bunun izahı çok uzun sürer. Fıkıh kitablarmda etraflıca izah edilmiştir. Bu ihtilâfın sebebi şudur: Sahih bir hadiste Resûl-i Ekrem (Aleyhi"s-salâtü ve's-selâm) meâlen:
Şahidler davacıya, yemin de dâvâlıya düşer.» buyurmuştur. Bu hadis genel hükmü ile, davacının şâhid getirmekle, dâvâlının da yemin etmekle mükellef olduğuna delâlet eder. Satıcı bazen dâvâlı bazen davacı olur. Davalı olduğu zaman mesele yoktur. Ama davacı olduğu zaman mealini verdiğimiz hadise göre şâhid getirmekle mükelleftir. Mealini verdiğimiz hadisi Buhâri, Müslim, Ahmed ve başkalan rivayet etmişlerdir. İşte bu iki hadisi göz önünde tutan âlimler satıcı ile alıcı arasında çıkan ihtilâfları bu iki hadisin ışığında hâl etmeye çalışmışlardır. Bu nedenle satıcı dâima yemin etmekle mükelleftir, denilmez, demiştir." (Tuhfe'den naklen verilen bilgi burada sona erdi.)
Bilindiği gibi Ibn-i Mes'ûd (Radıyallâhü anh) halîfe Ömer bin el-Hattâb (Radıyallâhü anh) tarafından K û -f e hazine nazırlığına atanmış idi. Bu olayın o dönemde olduğu kanısındayım. Çünkü Ibn-i Mes'üd'un Emirlik kölelerini sat-tığı belirtilmiş, Ebû Davud'un rivayetinde de Humus kölelerini sattığı ifâde edilmiştir. O'nun hâl tercemesi 137 -139 nolu hadîsler bölümünde geçti. [61]
2187) Hakîm bin Hızâm (Radtyallâkü anhyden; Şöyle demiştir:
Ben (Resûl-i Ekrem (Aleyhi's-salâtü ve's-selâm)'e) : Yâ Resûlallah! (Müşteri) adam, benden mal satınalmak ister. Halbuki istediği mal benim yanımda (= mülkiyetim altında) yoktur. Ben (piyasadan temin etmek üzere) onunla satış akdi yapabilir miyim? diye sordum. O:
«Sen, yanında (= mülkiyetin altında) bulunmayan bir malı satma,- buyurdu."
2188) Amr bin Şuayb'ın dedesi (Abdullah bin Amr bin el-Âs) (Redf-yallâhü anhümâ)'dzn rivayet edildiğine göre; Resûlullah (Sallatlakü Aleyhi ve Sellem) şöyle buyurdu, demiştir:
«Senin, yanında (= mülkiyetin altında) bulunmayan bir malı satman helâl değildir, (satınalınıp da henüz) teslim alınmamış bir maun (başkasına satılıp kazanılan) kârı da helâl değildir.»"
2189) Attâb bin Esîd (Radtyallâkü anh)[62]'den rivayet edildiğine göre:
Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) kendisini Mekke'ye (Vali olarak): gönderdiği zaman kendisini, (satın alıp da henüz) teslim alınmamış bir malın (= başkasına satılıp kazanılan) kârından menetmiştir."
Not: Zevâid'de şöyle denilmiştir: Bunun senedinde bulunan Leys bin Ebİ Selim sayıl ve tedllsçidlr. Râvi Ata bin Ebl Baban da Attab'a yetişmemiştir, [63]
Hâkim bin Hizam ve Abdullah (Radiyallâhü anhümâ)'mn hadislerini diğer üç sünen sâhibleri de rivayet etmişlerdir. A t t â b (Radıyallâhü anh) 'in hadîsi ise Zevâid türünden-dir. Bunun senedi zayıf ise de ifade ettiği hüküm bir önceki hadîste de ifade edilmiştir.
Hakim'in Ebû Pâvûd ile Tirmizî'riin yanındaki hadisi biraz daha uzuncadır. Ebû Davud'un yanındaki rivayette mevcut soru şekli şöyledir:
(Müşteri) adam bana gelir ve yanımda (= mülkiyetimde) bulunmayan satılık mal ister. Ben onun için (Yâni ona devretmek üzere) çarşıdan mal satmalabilir miyim?"
Tuhfe yazarı bu soru ile kasdedilen mânâyı şöyle açıklar: Yâni kişi» mülkiyeti altında bulunmayan bir malın satış akdini yapıp sonra o mala piyasadan satınalarak o kişiye teslim edebilir mi?
Resûl-i Ekrem (AleyhTs-salâtü ve's-selâm), satış akdi yapılırken satıcının mülkiyeti altında bulunmayan bir malın satılmasını yasaklamıştır.
Selem denilen satış nevî bu hükmün dışındadır. Selem: Teslim edilmesi şart koşulan zaman ve yerde piyasada bulunan bir malın aydınlatıcı vasıfları tesbit edilmek sureti ile bilâhare satıcı tarafından temin edilmek ve tâyin edilen vâdede ve yerde alıcıya teslim edilmek üzere yapılan satış çeşididir. Meselâ: 10 litre süzülmüş inek yağının beher litresi 100 liradan olmak kaydı ile beş ayın bitiminde şu yerde teslim edilmek üzere bir satış akdi yapılır. Müşteri yağ bedelini peşin verir. Satıcı da belirtilen evsaftaki yağı, gösterilen vâdede müşteriye teslim eder. Böyle bir satışa selem denilir. Bununla ilgili gerekli bilgi 2280-2282 nolu hadisler bölümünde verilecektir.
Selem ve selef ismi verilen satış çeşidinin meşruluğu numaraları verilen hadîsler ve benzeri hadîslerle sabit olduğu için buradaki hadîslerde yasaklanan satışlar selem'in dışında kalan satışlara mahsustur.
Ölçü, tartı ve sayı birimleri ile mikdan apaçık bir şekilde tesbit ve tâyin edilemeyen mallarda selem olmaz. Dolayısı ile buradaki yasağın şümulüne girer. ,
Bunu da bir misal ile aydınlatalım: Meselâ müşteri, satıcıya mü-râcatla birtakım misafir koltuğu ister. Satıcı bu mal bulunmadığı halde satış akdini yapar. Sonra gidip bu malı temin eder ve müşteriye teslim eder. îşte bu akid fâsiddir. Çünkü akid yapılırken anılan takım satıcının mülkiyeti altında değildi. Satıcı, kendisinin henüz almamış olduğu bu takımı akidden önce müşteriye bir bahane ile gösterse bile hüküm aynidir. Fakat satıcı müşteri ile görüşüp satış akdini yapmadan önce gidip o takımı satın alıp, teslim aldıktan sonra müşteriye satarsa, bunda bir sakınca yoktur. Çünkü bu takdirde kendi mülkiyeti ve eli altında bulunan bir malı satmış olur.
Şerhü's-Sünne'de bu hadîsin selem1 in dışında kalan malların satışına âit olduğu belirtildikten sonra: Efendisinden kaçıp nereye gittiği bilinmeyen kölenin satışı, satmalınmış olup henüz teslim alınmamış bir malın satışı ve başkasının malını sahibinden izin almadan satmak da bu hadîsin hükmüne tâbidir. Çünkü bunların hiç bî-risinin satıcının mülkiyeti altında olduğu kabul olunmaz. Başkasının malım ondan habersiz satmanın caiz olmamasının sebebi, mal sahibinin bunu kabul edip etmiyeceğinin bilinmemesidir. Şafiî böyle demiştir. Ebû Hanîf e'nin arkadaşları, Mâlik ve Ahmed'e göre bu satışın geçerliliği mal sahibinin tasvibine bağlıdır. O, kabul ederse bu satış geçerli sayılır, diye bilgi verilmiştir.
tik hadîsin râvisf Hakim bin Hızâm (IUA.Vra Hâl Tercemesl
Hakim bin Hizam bin Huveylid bin Esed bin Abdil-Uzza el-Esedî, Peygamber (S-A.V.)'İn zevcesi Hadîce (R.A.)'nın kardeşi oğludur. Kırk hadisi vardır. Buh&rt ile Müslim, onun dört hadisini almışlardır. Kütüb-i Sitte'nin hepsi ondan hadis rivayet etmişlerdir. Hâvileri Sald bin el-MÜseyyeb, Abdullah bin el-Hars bin Nev-fel, Urve ve Musa bin Talha'dır. Mekke'nin fetih günü müslüman olmuştur. Îbn-İ tshâfc*ra dediğine göre Resûl-i Ekrem Huneyn ganimetlerinden ona yüz deve vermiştir. Fil vak'asından 13 yıl önce Kâ/be İçerisinde doğmuştur. Çok cömert bir zat îdi Müslüman olmadan yüz bole azadlamış ve müslüman olduktan sonra da bu kadarım âzadlaınıştır. Mus'ab ve bir cemaatın dediğine göre hicretin 54. yılı vefat etmiştir. Buh&rl: Ö, müslüman olmadan önce 60 ve müslüman olduktan sonra da 60 yıl yaşamış, demiştir. (Hulasa, 90. sah.)
Bu hadis, kişinin mülkiyeti altında bulunmayan veya alıcıya teslim etmeye gücünün yetmediği bir malı satmasının haramhğına delalet eder.
Bu babın ikinci ve üçüncü hadisi satın alınıp henüz teslim alınmamış bir maun satılmasını yasaklar ve elde edilecek kârın helâl olmadığını bildirir. Böyle bir satış da geçersizdir. Çünkü henüz ilk satıcıdan teslim alınmamıştır. Telef ve helak olmasından ilk satıcı sorumludur. Evvelâ ilk satıcıdan teslim alınır. Sonra alıcı onu satabilir. Şerhü's-Sünne'de: Bir mal satıldıktan sonra, alıcısına teslim edilmediği sürece, o malın sorumluluğu satıcısına aittir. Yâni zayi veya helak olsa bunun zarar ve ziyanı satıcıdan tazmin edilir. Alıcısı sorumlu değildir. Alıcı zarardan sorumlu değil iken kâr etme hakkı da yoktur, denilmiştir. [64]
2190) Ukbe bin Âmir veya Semûre bin Cündüb (Radtyallâhü anhü-w*4)'den rivayet edildiğine göre; Peygamber (Saliallahü Aleyhi ve Sellem) şöyle buyurmuştur:
«Her hangi bir adam bir malı İki kişiye (ayrı ayrı) satarsa o mal bu İki kişiden ilk alana aittir.»"
2191) Stmûre (bin Cündüb) (Radtyallâhü a«A>'den rivayet edildiğine göre; Resûlullah (Saliallahü Aleyhi ve Sellem) şöyle buyurdu, demiştir:
Mücîz (yâni çocuğun malında ticârete mezun velisi) olan İki kişi (bir malı İki ayrı müşteriye) sattıkları zaman o mal ilk (satış yapılan) müşteriye aittir." [65]
S e m û r e (Radıyallâhü anh)'ın İlk hadîsini E b û D â-vûd ve Tirmizî, Nikâh kitabında daha uzun bir metin hâlinde rivayet etmişlerdir. Ayrıca Nesâi, Şafii, Ahmed ve D â r i m I de rivayet etmişlerdir. Tirmizî ile Ebû D â v ü d, bunu Semûre' den, Şafii, Ahmed ve Nesâi ise Ukbe bin Âmir' den rivayet etmişlerdir. Müellifimizin rivayetinde ise "ya Semûre'den veya Ukbe'den" ifâdesi kullanılmıştır.
E 1 - H â f ı z, et-Telhîs'te: Tirmizî bu hadisin hasen olduğunu, Ebû Zur'a ile Ebû Hatim ve el-Hâkim de bunun sahih olduğunu söylemişlerdir. Bu senedin sıhhati, H a -san-ı Basri' nin Semûre' den hadîs işittiğinin sübutu-na bağlıdır. Hasan'ın Semûre' den hadîs işitmesi meselesi ihtilaflıdır, demiştir. Tirmizî, Hasan'ın Semûre'den olan rivayetinin, onun U k b e*den olan rivayetinden daha sahih olduğunu söylemiştir. [66]
Bir adam bir malı bir kişiye sattıktan sonra, aynı malı başka bir kişiye de satarsa, ikinci satış akdi bâtıldır. Çünkü ilk satış ile mal satıcının mülkiyetinden çıkıp müşterinin mülkiyetine geçmiş sayılır. Artık satıcı ikinci satışta kendi mülkiyeti altında olmayan bir malı Batmış olur. Bu hüküm hakkında âlimler ittifak halindedir.
Semûre (Radıyallâhü anhl'ın ikinci hadisinin başkaca kim tarafından rivayet edildiğine dâir bir bilgi edinemedim. Bu hadîste geçen Müciz kelimesini parantez içi ifâde ile açıkladım. S inci i' nin beyânına göre Nİhaye'de: Mücîz, yetimin ve erginlik çağına varmamış olan çocuğun malında alım satım yapmaya mezun ve yetkili kılınan velîsi ve kayyımı, demektir, diye bilgi verilmiştir. Şu halde bir malı satmaya yetkili kılman iki kişiden birisi o malı bir müşteriye satar, diğer yetkili de durumdan habersiz veya haberdar olduğu halde ayni malı ikinci bir müşteriye satarsa, bu son satış hükümsüzdür. îlk satış muteberdir. [67]
2192) Amr bin Şuayb'ın dedesi (Abdullah bin Amr bin el-Âs) (Ra-dtyallâhü anküm)'den; Şöyle demiştir:
Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) örbân (kaparolu) satışı yasaklamıştır.'*
2193) Amr bin Şuayb'ın dedesi (Abdullah bin Amr bin el-Âs) (Radtyd-lâkü anhümyden rivayet edildiğine göre:
Peygamber (Sallallahü Aleyhi ye Sellem) Örbân (kaparolu) sa yaj6^iyifti^wtnr
Ebû Abdillah (İbn-i Mâceh) : Örbân şöyledir t Adam bîr hayvanı yüz dinara satınalır da satıcıya kaparo olarak iki dinar verir ve t Eğer ben bu hayvanı almazsam bu iki dinar sanadır, der. (Örbân böyle yapılan satıştır.)
Şöyle de söylenmiştir t Yâni Allah'u A'lem örbân şudur t Adam bir mal satmahr da satıcıya bir dirhem veya daha az ya da daha çok verir ve satıcıya şöyle söyler: Eğer malı teslim alırsam (mesele yok)., aksi takdirde verdiğim dirhem sana olsun, demiştir." [68]
Bu hadîsi Ebû Dâvûd da rivayet etmiştir. Ancak, 1 b n - i M â c e h' in, Örbân kelimesinin tarifine ait olup hadîsin sonunda verdiği bilgi orada yoktur. Orada da Ebû Dâvûd, hadîsi rivayet eden Mâlik bin Enes'in Örbân tarifini nakletmiş-tir. İmâm Mâlik'in Orhan'ı şöyle tarif ettiği rivayet olunmuştur: "Örbân sanımızca şöyle olur —Allah en iyi bilendir—i Adam bir köle satmahr veya bir hayvanı kiralar. Sonra mal sahibine * Sana bir dinar veriyorum (verdim), eğer köleyi veya kiralık hayvanı (götürmeyi) terkedersem sana verdiğim para sana olsun, der.
Hülâsa, gerek müellifimizin gerekse Mâli k'in tarif ettiği Örbân, bizim bildiğimiz kaparo demektir. Arap dilinde buna Örbûn ve Arbûn da denilir. Bu kelimeler, islâh ve bozukluğu gidermek mânasını ifâde eden İ'râb kökünden alınmadır. Kaparo, satınahnan malın başka müşteriye satılması tehlikesini giderdiği için ona bu isim verildiği İbn-i Esir tarafından ifâde edilmiştir.
fil-Mecmû'da beyân edildiğine göre kaparolu satışın bâtıl olmasının sebebi: Böyle bir satışta aldanma vardır, ayrıca şartlı bir satış sayılır. Çünkü satış akdi yapılınca mal alıcının olur. Halbuki kaparo veren adam, malı götürmezsem kaparom sana kalsın demekle, rızâsı olmadığı zaman malı satıcıya iade etmeyi şart koşmuş sayılır. Böyle bir şart satış akdinin kesinlik hükmüne aykırıdır. Ayrıca alıcı anılan sözü ile malı kabullenmediği takdirde kaparoyu satıcıya bırakmayı kabullenmiş olur. Oysa bu meblâğ karşılıksız olarak satıcı tarafından alınan bîr kazançtır.
Avnü'l-Mabûd'da özetle şöyle denilmiştir:
"En-Neyl yazarı: Müşteri kaparo verirken şöyle demek ister*. Satınaldığım malı arzulamıyacak olursam veya kiraladığım hayvanı götürmekten vaz geçersem verdiğim kaparo karşılıksız olarak sana kalsın. Malı veya kiralık hayvanı götürecek olursam ödiyeceğim meblâğdan kaparoyu düşeriz, kalanı öderim. Bu hadis böyle bir satışın haram,olduğuna delâlet eder. Cumhür'un kavli budur. Yalnız A h m e d cumhur'a muhalefet ederek, caiz olduğunu söylemiştir. Ömer ve oğlu (Radıyallâhü anh) 'dan da bu kavil rivayet edilmiştir. Bunların görüşünü teyid eden delil Abdürrezzak'ın kendi kitabında rivayet ettiği Zeyd bin Eşlem'in hadîsidir. Bu hadise göre kendisi satışta kaparo almanın hümkünü Resûl-i Ekrem (Aleyhi's-salâtü ve's-selâm) 'e sormuş ve Resûl-i Ekrem (Aley-hi's-salâtü ve's-selâm) de bunun helâl olduğunu beyan etmiştir. Fakat bu hadîs mürseldir ve senedinde bulunan İbrahim bin E b i Yahya zayıftır. Cumhür'un görüşü kuvvetlidir. Çünkü Amr bin Şuayb'in hadîsi müteaddid yollarla rivayet edilmiştir. Sonra bu hadis anılan satışın sakıncalı olduğuna delâlet eder. Bununla amel etmek mübahhk yoluna tercih edilir, demiştir.
Sindi de: Şerhü's-Sûnne'de şöyle denilmiştir: Bu satış ilim ehlince bâtıldır. Ebû Hanif e, Mâlik ve Şafiî de böyle hükmedenlerdendir. Ömer ve oğlu Abdullah (Radıyallâhü anhümâ)'nın bu satışın câizliğini söyledikleri rivayet edilmiştir. A h m e d de bunların görüşüne temayül etmiştir, diye bilgi vermiştir. [69]
Bu bâbta geçen hadîslerin tercemesine geçmeden önce Bey-i Hasat ve Bey-İ Garar terimlerinin tarif ve açıklamasını yapalım. Çünkü hadislerde de ayni terimler geçecek. Bunun açıklamasını terce-medo vermek uzun sürer. Bu İtibarla önce bu ifâdelerle neyin kas-dedildiğini bilelim, sonra tercemelerde bu ifâdeleri aynen kullanalım.
Bey ı Satış yapmaktır. Hasat: Çakıl taşlandır. Bâzı satışlarda çakıl taşları kullanıldığı için bu tür satışlara Bey-i Hasat denilmiştir. N e v e v î bu tür satışın üç şekilde olabildiğini şöylece ifâde eder :
1. Satıcı müşteriye: Atacağım çakıl taşlan şu elbiselerin hangileri üzerine düşerse o elbiseleri sana sattım, der. Yahut; Şu araziden bu noktadan şu çakıl taşının düşeceği yere kadar olan parça' sim sana sattım, der.
2. Satıcı alıcıya : Elimdeki şu çakıl taşını atmcaya kadar sana muhayyerlik hakkını tanımam kaydı ile bu malı sana sattım, der.
3. Bu elbisenin üzerine çakıl taşım attığım zaman bu elbise şu fiyatla sana satılmış olur, der ve taraflar çakıl taşını atmayı satış akdi olarak kabul ederler.
Bey-i garar1 a gelince Garar kelimesi, Arab dilinde gaflet, unutma, aldatma, kandırma, bâtıl bir şeye rağbet ettirme ve tehlikeli işe sokmak gibi mânâlara gelir. Burada kasdedilen mânâya gelince, Av-nü'1-Mabûd yazan şöyle der: Bey-i garar, tahakkuk edip etmeyeceği bilinmeyen ve âkibeti meçhul satıştır. Sindi de; Dışı müşteriye parlak görünüp içyüzü meçhul olan veya gerçekleşmesi endişeli olan satış akdidir, demiştir. Tirmizi1 nin beyânına göre Şafii bu tür satışa, denizdeki balığı, havadaki kuşu ve efendisinden kaçıp nereye gittiği bilinmeyen köleyi satmayı örnek göstermiş-
' N e v e v i Bey-i garar hakkında şöyle der:
"Bu tür satışın yasaklanması hükmü, satışlara âit hükümlerin içinde önemliyeri bulunan bir temel hükümdür. Bu hükme giren meseleler sayılamıyacak kadar çoktur. Efendisinden kaçıp nereye gittiği bilinmeyen köleyi, olmayan, hayali şeyi, meçhul şeyi, müşteriye teslimine gücü yetmeyen şeyi, satıcının mülkiyetine girmesi tamamlanmamış şeyi, göl ve denizdeki balığı, hayvanın memesindeki sütü, hayvanın kanundaki cenini, sürüdeki koyunlardan belirsiz bir tanesini ve demetler hâlindeki elbiselerden belirsiz bir tanesini satmak, bu tür satışların örnekleridir. Bunlara benzer çok örnekler verilebilir. Bu tür satışların hepsi bâtıl ve geçersizdir. Çünkü hepsinde aldanma ve aldatma durumu mevcuttur. Böyle bir satışa zaruri ihtiyaç da
yoktur.
Zaruret hâlinde kaçınılmaz bâzı aldanmalara katlanılır. Meselâ : Satınahnan bir evin temelinin nasıl olduğu bilinmeyebilir. Gebe veya süt veren koyun satınalınır, bunların durumu da bilinmez. Çünkü evin temelinin nasıl olduğunu görmek zor. Koyunun karnında-kini ve süt verim durumunu da bilmek kolay değildir. Bu gibi hususlarda aldanmak göze alınır. Başka bir çâre yoktur. Keza bâzı basit aldanmalar da kabul olunur. Meselâ ev, hayvan ve elbise aylık hesabı ile kiralanır. Halbuki bâzı aylar 30 gün, bâzılan da 29 gün olur. Âlimler ücretle hamamda yıkanmayı caiz görmüşlerdir. Halbuki kimisi cok su kullanır, kimisi hamamda çok kalır, kimisi az kalır.
Yukarda verdiğim örneklerde görüldüğü gibi bazen aldanma söz konusu olduğu halde satış caiz görülür, bazen caiz görülmez. Satış akdinin sahih veya bâtıl olmasının bu husustaki dönüm noktasım âlimler şöyle belirlemişlerdir: Eğer aldanmaya katlanma ihtiyacı duyulup bundan korunmak güç ise ve aldanma değeri basit ve cüz'i bir şey ise akid sahihtir. Aldanılan mikdarın mâlî değeri küçüm-senmiyecek derecede ise veya bundan sakmmak mümkün olup güç değil ise ya da anılan malı satınalma ihtiyâcı yok ise böyle bir satış sahih değildir. A lda t malı satışa dâhil meseleler p^V çoktur. Bunlardan bâzılarının sahîhliği ve bâtıllığı hususunda ilim ehlinin ihtilâf ettikleri görülebilir. Bu ihtilâfın sebebi şudur: Bâzı âlimler o meseledeki aldanmayı küçümseyerek, yok gibi saymış ve akdin sıh-hatına hükmetmiş iken diğer bâzı ilim ehli anılan aldanmayı küçümseyerek akdin bâtıllığına hükmetmiştir."
2194) Ebû Hüreyre (Radtyallâhü ank)'âen rivayet edildiğine göre şöyle demiştir-:
Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) Bey-i Garar ve
Bey-i Hasât'ı yasaklamıştır.
2195) (Abdullah) bin Abbâs (Radtyallâhü onhümâ)'ûan; Şöyle demiştir:
Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) Bey-i Garar'i yasaklamıştır.*'
Not: Bunun senedinde bulunan Eyyûb bin Ütbe'nin »yıf olduğu Zeviid'de bildirilmiştir. [70]
İlk hadîsi Müslim, Tirraizi, Ebû Dâvûd ve N e s â İ de rivayet etmişlerdir. Son hadîs ise Zevâid türünden olup, A h m e d de rivayet etmiştir. Bey-i Hasat ve Bey-i Garar'ın ne demek olduğunu yukarda anlattım. Bu tür satışlar haram ve bâtıldır. Aldatmah satışlar yasaktır. Câhiliyet devrinde aldatmalı satışların bir kısmı yaygın olduğu için hadîslerde bunlara da değinilmiştir. Bu bâbtaki çakıl taşı ile yapılan satışlar ve bundan sonraki bâbta değinilen satışlar, câhiliyet devrinin yaygın satışlarından idi. Bu nedenle bunlara değinilmiştir. Ayrıca bu babın ilk hadîsinde olduğu gibi bâzı hadisler ile genel hükümler konulmuştur. [71]
2196) Ebû Saîd-i Hudrî (Radtyallâhü anh)'den; Şöyle demiştir: Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem); Doğuruncaya kadar büyük baş ve küçük baş hayvanların karındaki ceninin, sağılıp öl-çülünceye kadar bunların memelerindeki sütün, kaçmış iken kölenin, taksim edilinceye kadar ganimet hissesinin, teslim alınıncaya kadar sadakaların ve dalgıcın çıkaracağı avın satınalmmasını yasaklamıştır."
2197) (Abdullah) bin Ömer (Radtyallâhü anhümâydan rivayet edildiğine göre;
Peygamber (Salİallahü Aleyhi ve Sellem), Habelü'I-Habele'yi (Yâni gebe devenin doğacak dişi yavrusunun hamlini) satmayı yasaklamıştır"[72]
İlk hadis'i müellifimizden başka Kütüb-İ Sitte'nin yazarlarından kim tarafından rivayet edildiğini bilemedim. Tuhfe yazarı; E b ü S a 1 d ' in hadîsinin 1 b n - i M â c e h tarafından rivayet edildiğini söyler, başkası tarafından da rivayet edildiğine dâir bir bilgi vermez. Bu hadisin Zevâid türünden olması muhtemeldir. Bu hadiste geçen bâzı kelimeleri açıklıyayım:
En ânı: Naam'ın çoğuludur. Naam ise deve, sığır, koyun ve keçi nevinden olan hayvan türüne verilen bir isimdir.
Duru' s Dar'm çoğuludur, memeler demektir.
Hadis, anılan hayvanların karnındaki cenini ve bunların meme-lerindeki sütü satmayı ve almayı yasaklamıştır. Çünkü böyle bir satışta aldatma ve aldanma olur. Cenin doğduktan sonra, süt de sağılıp ölçüldükten sonra satılır, alınır.
Kaçmış kölenin yakalanmaması veya geri dönmemesi muhtemel olduğu için alıcının aldanmasının önlenmesi amacı ile satışı yasaklanmıştır.
Ganimet malı mücâhidler arasında taksim edilmemiş iken her kesin hissesi belli olmadığından hissedarların, hisselerini satmaları yasaklanmıştır. Ancak hisseler dağıtıldıktan sonra satış caizdir. .
Sadakalar da böyledir. Zekât olsun diğer sadakalar olsun müstahak larca teslim alınmadıkça mülkiyet işi tamamlanmamış olur. Halbuki satışın sıhhati için satıcının tam mülkiyet sahibi olması gerekir.
Dalgıcın çıkaracağı av satışı meselesini Nihâye yazan şöyle tasvir etmiştir: Dalgıç müşteriye şöyle der: Ben bir dahş yaparım ne çıkarırsam sanadır sen de buna karşılık şu kadar para vereceksin. Bu da aldanmaya ve-aldatmaya sebebiyet verdiği için yasaklanmıştır.
îbn-i Ömer (Radıyallâhü anhJ'ın hadîsini Kütüb-i Sitte'-nin diğer yazarları da rivayet etmişlerdir.
"Habelü'l-Habele" ne demektir? Bunu açıkhyalım:. Habel gebelik ve gebenin karnındaki cenin mânâlarına gelir. Habele ise ayni mânâya geldiği gibi, hâbil'in çoğulu da olabilir. Hâbil ise hâmile mânâsını ifâde eder.
Bu hadisten kasdedilen mânâ hususunda iki tür yorum vardır. Müellifin rivâyetindeki ifâde tarzına en uygun yorum, tercemede-ki mânâdır. Yâni hâmile bir deve henüz doğum yapmamış iken onun karnındaki cenin dişi farzedilir ve ilerde onun da büyüyüp hâmile olacağı tasarlanır. Böyle bir tasan gerçekmiş gibi pazarlık konusu edilir ve deve sahibi, hâmile olan devesinin doğuracağı dişi ceninin ilerde doğuracağı cenini satıyor. İşte hadîs bu satışı yasaklamıştır. Çünkü satılığa çıkarılan cenîn hayalî bir varlıktır, deve sahibinin mâlik olduğu bir mal değildir, meçhuldür ve müşteriye teslimi imkânsızdır. Bu satış Bey-i Garar türünden aldanmaya ve aldatmaya sebebiyet veren bir akiddir. Lügat âlimleri bu hadîsi böyle yorumlamışlardır.
İkinci yorum şöyledir: Satıcı malını satar ve müşteriye: Şu gebe devenin doğuracağı cenin, gebe kalıp da doğurunca o zaman sen maluı bedelini verirsin, der. Böyle bir hayalî vâde ile satışın yapılması yasaklanmıştır. Çünkü koşulan vâde meçhuldür.
Kastalâni' nin beyânına göre Mâlik, Şafiî ve başkaları bu hadîsi böyle yorumlamışlardır. M ü s 1 i m' in rivayetinde "îbn-i Ömer (Radıyallâhü anhümâ) şöyle der:
Câhiliyet devri adamları boğazlanan deve etini Habelü'l-Habele vâdesi ile biribirlerine satarlardı. Habelü'l-Habele, gebe devenin doğum yapması ve doğurduğu dişi yavrunun da gebe kalmasıdır. Peygamber (Salİallahü Aleyhi ve Sellem) onları (bu satıştan) nehiy eyledi."
M ü s 1 i m ' in bu rivayetinde râvî İ b n - i Ömer Habe-lü'I-Habeleyi açıklamıştır. N e v e v i' nin dediğine göre Şafiî ve Usûl âlimlerinin muhakkikleri: Râvi'nin açıklaması, hadisin zahirine muhalif olmadığı zaman öne alınıp tercih edilir, demişlerdir.
N e v e v i daha sonra şöyle der:
Habelü'l-Habele satışının yorumu hakkındaki ihtilâfın özeti şudur : Bu hadis ile yasaklanan şey, deve cenîn'inin satılması mıdır.
yoksa bir malın, cenîn'in doğması - doğurması vâde gösterilmek sureti ile satılmasının yasaklanması mıdır?
Şayet yasaklanan şey ceninin satılması ise, gebe devenin cenini mi, yoksa bu ceninin doğuracağı cenin mi kasdedilmiştir?
Eğer yasaklanan şey, bir malın satış bedelinin ödenmesi için ceninin doğması - doğurması vâdesine bağlamak ise, kasdedilen vâde, birinci ceninin mi, ikinci cenin mi doğması kasdedilmiştir?
Yukarda anlatılan ihtimallere göre hadisin yorumlanması hakkında dört görüş vardır." ( N e v e v i' nin sözü bitti.)
Yukarda da işaret ettiğim gibi bu tür satışlar câhiliyet devrinde bulunduğu için bu nevî satışlar ismen açıklanmak sureti ile yasaklanmıştır. Bunların hepsinde aldatma, aldanma ve mechullük bulunduğu için Bey-i Garar kısmına girerler. Bu çeşit satışların yasak-lığına âit genel emir bundan önceki bâbta rivayet edilen hadîslerde mevcuttur. [73]
2198) Enes bin Mâlik (Radtyailâhü ank)'den; Şöyle demiştir:
Ensâr'dan bir erkek (bir gün) Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'e gelerek dilencilik etti. Bunun üzerine Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) ona:
«Evinde bir şeyin var (mı)?» diye sordu. Adam: Hayır (bir şeyim yok. Yalnız) bir çul var. Bir parçasını giyiyoruz ve bir kısmını da altımıza seriyoruz. Bir de su içtiğimiz bir adet bardak vardır, dedi. Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) :
«O çul ile bardağı bana getir.» buyurdu. Adam da gidip getirdi. Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) bunları mübarek eline aldı. Sonra:
«Kim bunları satın almak ister?» buyurdu. Bunun üzerine bir adam:
Ben ikisini bir dirheme alırım, dedi. Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) iki veya üç defa:
«Kim bir dirhem üzerinde artırma yapar?» buyurdu. Bir (başka) adam:
Bunları iki dirheme a İm m, dedi. Bunun üzerine Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) bunları (çul ve bardağı) bu adama verdi ve iki dirhemi aldı. Sonra bu parayı Ensâri kişiye teslim ederek t
«Bundan bir dirhem ile yemek salın al da aile ferdlerine yetiştir. Diğer dirhem ile de bir keser satın alıp bana getir» buyurdu. Enr sâri (buyurulan işi) yaptı. Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem), (Ensârfnin getirdiği) keseri alıp mübarek eliyle buna bir sap takta ve Ensârf ye:
«Git odun topla, onbeş güne kadar seni görmiyeceğim (görmiye-yim)» buyurdu. Adam artık odun toplayıp satmaya başladı. (On beş gün sonra) on dirhem biriktirmiş olarak geldi. Resûl-i Ekrem (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) onat
«(Biriktirdiğin) paranın bir kısmı ile yiyecek, bir kısmı ile de giyecek al.» buyurduktan sonra şuhu da buyurdu s
«Bu (çalışarak geçimini sağlaman), senin için kıyamet gününde, yüzünde dilencilik noktası (çirkin izi) bulunduğu halde gelmenden (haşrolmandan) hayırlıdır. Dilencilik şüphesiz ancak şu üç kişi için olabilir: Şiddetli fakirlik çeken, çok ve ağır borç altında bulunan ve can yakıcı kan diyetini ödemeyi yüklenen.»" [74]
Bu hadisi Ebû Dâvûd, Ahmed ve Tirmizi de rivayet etmişlerdir. Tirmizi, bu hadîsin hasen olduğunu söylemiştir. N e s â i de bu hadîsi kısa bir metin hâlinde rivayet etmiştir.
Peygamber (Aleyhi's-salâtü ve's-selâm)'in Ensari adama Seni on beş güne kadar görmiyeceğim» yâni görmiyeyim sözünden mak-sad adamın çalışmayı bırakmaması ve oralarda boş gezip dolaşma-masıdır.
Alın teri ile çalışıp geçim sağlamanın, dilencilikten hayırlı olduğuna dâir hadisteki cümlenin zahirine göre dilencilikte de bir hayır vardır. Oysa dilencilik hayırlı ve iyi bir kazanç yolu değildir. Ehlinin malûmu olduğu üzere tafdîl fiili olan "Hayırlı" kelimesi burada tafdil anlamında kullanılmamıştır. Yâni burada kasdedilen mânâ şöyle olur: Odun toplayıp, satarak geçim sağlamak hayırlı bir iştir. Dilencilik yolu ile geçim sağlamakta ise bir hayır yoktur. Çünkü dilencilik edenin izzet-i nefsi kırılır, ayrıca kıyamet' günü, yüzünde çirkin bir iz bulunur.
Hadisin sonunda dilenciliğin ancak üç kişi için sakıncasız olduğu bildirilerek bunlar sayılmaktadır.
Birincisi, düşkün ve perişan fakirdir. Müdkı' kelimesi Dukaa' kelimesinden alınmadır. Dukaa1 kelimesi toprak demektir. Dakı' da topraklanmak demektir. Şu halde Müdkı' topraklanıp tozlanmaya ve perişanlığa yol açan şiddetli fakirlik hâline düşmüş kimse, demektir.
İkincisi, ağır ve çetin borç altına girmiş kimsedir. Müfzi' kelimesi de tfzâ' masdanndan alınmadır. İfzâ, ise kötü ve çetin bir duruma düşürmektir. Müfzi, borç sahibini kötü ve çetin duruma düşüren ağır borçtur.
Üçüncüsü, can yakıcı kan diyetini ödemeyi yüklenen kişidir. Mû-ci' îcâ1 masdanndan alınmadır. îcâ* j Can yakmak demektir. Şu halde Mûci' kan, can yakıcı kan demektir. Bu mesele şöyle olur:
Bir adam, bir kişiyi öldürür. Kaatilin bir yakını, maktulün yakınlarına diyet vermek üzere husûmeti ortadan kaldırmaya çalışır ve böyle bir barışma için taraflar anlaşırlar. Kaatilin yakınlarının malı olmadığı için anılan diyeti veremiyorlar. Diyeti vermeyi üstlenen kişi de kendi malı olmadığı için ödeyemiyor. Ödemediği takdirde kaatil, kısas yolu ile öldürülecektir. Bunun Öldürülmesi, diyeti ödemeyi üstlenen kişiyi çok inciticidir. Böyle bir durumda, diyeti ödemeyi yüklenmiş kişi dilencilik edebilir. Ta ki bu diyeti ödeyebilsin.
H a t t â b î: Muci' Kan: Kan gütme dâvalarının halli ve tarafların barışı uğrunda bir kimsenin ödenecek diyet ve tazminatı yüklenmesidir. Bunu yüklenen kimse, dilencilik edebilir, demiştir. [75]
1. Hadîs, Resûl-i Ekrem (Aleyhi*s-salâtü ve's-selâm)'in üstün ahlâkını, tevâzuunu, fakirlere karşı şefkat ve merhamet derecesini gösterir. Çünkü adamın çulunu ve bardağını mübarek eline alarak artırmaya koymuş ki sahâbiler, o malı almaya rağbet etsinler.
2. Bir malı artırmaya koymak sureti ile satmak caizdir. Pazarlık üzerine pazarlık etmenin yasakhğına âit 2172 nolu ve benzerî hadîsler, satıcı ile müşterinin fiyat üzerinde anlaşıp pazarlığını bitirdikleri ve sadece satış akdinin yapılmadığı duruma mahsustur. Henüz bir fiyat üzerinde taraflar arasında kesin bir anlaşma olmamış iken, fiyat üzerine artırmada bulunmakta ve artırma ile alım satım işini yapmakta bir sakınca yoktur.
3. Büyükler, mâiyetlerindeki insanlara mutluluk yolunu göstermeli ve teşvik etmelidir.
4. Çalışarak geçimini sağlayabilen kimsenin dilencilik etmesi yasaktır. Zaruret olmadıkça dilencilik yoluna baş vurulmamahdır. Çünkü izzet-i nefsin kırılmasına ve âhiret sevabının azalmasına sebebiyet verir. [76]
İkaale: Akid yapan tarafların bu akdi kaldırmalarıdır. Taraflardan birisi bunu isterken diğeri uymazsa akid kalkmaz. Fakat diğeri de kabul ederse akid kalkmış olur. Bu bâbtaki hadîs, diğer tarafın uymasının faziletine dâirdir. Tarafların rızâsı ile akdin kaldırılmasının meşruluğu icmâ ile sabittir.
2199) Ebû Hüreyre (Radıyallâhü ank )'den rivayet edildiğine göre; Resûlullah (SallaUahü Aleyhi ve Seliem) şöyle buyurmuştur :
-Satış akdinin kaldırılması hususunda kim bir müslümanın isteğini kabul ederse Allah onun hatâsını kıyamet günü kaldırır (bağışlar.)-" [77]
Bu hadîsi Ebû Dâvûd da rivayet etmiştir. Avnü'l-Mabüd yazarının beyânına göre İncâhü'l-Hâce'de şöyle denilmiştir:
"Satış akdinin İkaale'si şöyle olur: Bir adam bir malı satın al-tüktan sonra, bu mala ihtiyacı kalmaması, bedelini ödeyememesi veya bu satışta aldanmış olması kanaati ile ya da başka bir nedenle bu satıştan pişman olup, malı iade etmek istediği zaman, satıcının bu isteği kabul etmesine îkaale denilir. Satıcı bu isteği kabul etmeye mecbur değildir. Çünkü satış akdi kesinleşmiştir. Fakat bu isteği kabul etmekle alıcıya ihsan ve iyilik etmiş olur. Bu iyiliğine karşılık, Allah Teâlâ da onun hatâsını ve günahım kıyamet günü bağışlar."
Hadîs umumî bir hüküm getirdiği için, İkaale, alıcı tarafından da olabilir, kanaatindeyim. Yâni satıcı her hangi bir nedenle bu akid-den pişman olup malını geri almak istediği zaman, alıcı bu isteği kabul edip malı iade ederse, satıcıya iyilik etmiş olur ve hadîste müjdelenen sevabı kazanır. [78]
2200) Enes bin Mâlik (Radtyatlâhü flw*)'den; Şöyle demiştir:
Resûlullah (SallaUahü Aleyhi ve Seliem) hayatta iken (bir ara) fiyatlar yükseldi. Bunun üzerine sahâbîlert
Yâ Resûlallah! Fiyatlar yükseldi, bizler için fiyatları tahdid ve tâyin et* diye müracaatta bulundular. Resûl-i Ekrem (SallaUahü Aleyhi ve Seliem) (onlara cevaben) :
Şüphesiz ucuzlatıp pahalandıran, daraltan, genişleten ve nzık veren Allah'tır. Şüphesiz, ne bir kan ne de bir mal ile ilgili her hangi bir hakkı benden isteyecek bir kimse bulunmadığı halde Rabbıma kavuşmamı umarım,» buyurdu."
2201) Ebû Saîd-i Hudrî (Radtyallâhü a«A/den; Şöyle demiştir:
Resûlullah (SallaUahü Aleyhi ve Seliem) hayatta iken fiyatlar (bir ara) yükseldi. Bunun üzerine sahâbîler:
Fiyatları tâyin buyurmanızı diliyoruz Yâ Resûlallah! dediler. Resûl-i Ekrem (SallaUahü Aleyhi ve Seliem) (onlara) :
«Sizden hiç bir kimse, kendisine yaptığım bir zulmün karşılığını benden istemediği (yâni kimseye haksızlık etmediğim) halde sizden ayrılmamı (yâni ölmemi) şüphesiz umarım,» buyurdu."
Not: Zevâid'de şöyle denilmiştir: Bunun senedinde bulunan Saİd bin Ebl ArûbCnin hafızası son zamanlarında bozulmuştur. Lâkin Abdü'1-Alâ eş-Şamî, kendisinden bu hâlinden Önce rivayet etmiştir. Râvî Muhammed bin Ziyâd'a gelince, Zehebrnm beyanına göre Buhârİ onun başka râvilerce teyid edilmiş hadislerini ri-vâyet etmiştir. îtjn-i Hibbân dA: O, sıka zâtlardandır, az hatâya düşmüş, [79]
£ n e s (Radıyallâhü anh)'m hadîsini Ebû Dâvûd ve Tirmizi de rivayet etmişlerdir. T i r m i z i bunun hasen - sahih bir hadîs olduğunu söylemiştir.
Ebû S a î d (Radıyallâhü anh) 'm hadîsi ise Zevâid türünden-dir. Fiyat tâyin ve tahdidi bakımından iki hadisin hükmü aynidir;
Tes'ir: Devlet yetkilisinin, fiyatları tâyin ve tahdid etmesi, demektir. Konulan fiyattan ucuz veya pahalı alım satımlar yasaklanmış olur. En-Neyl yazarı bu kelimeyi böyle açıklamıştır. Avnü'I-Ma-bûd yazarı ilk hadisin şerhinde şöyle der:
"Bu ve benzerî hadîsler delil gösterilerek fiyat tâyin ve tahdidinin haramlığına ve böyle yapmanın zulüm olduğuna hükmedilmiş-tir. Bunun gerekçesi şudur: Mal sahipleri, mallarında tasarruf etmeye yetkilidir. Devlet yetkilileri müslümanların yararlarına riâyet etmekle mükelleftir. Alıcının yararına malı ucuzlatmak, satıcının, malım değeri ile satabilme hak ve yararına gölge düşürür. Devlet yetkilileri alıcının yararını göz önünde bulunduracağı gibi satıcının yararını da dikkata almak ve âdilâne hareket etmek durumundadır. Şu halde satıcıyı da alıcıyı da baskı altında tutmamak gerekir. Mal sahibini, rızâsı dışında malını satmaya zorlamak, alım satımlarda esas olan, tarafların karşılıklı rızâları prensibine ters düşer. Bu nedenle âlimlerin cumhuru böyle hükmetmişlerdir. Fakat Mâlik: Devlet yetkilisi fiyatları tâyin ve tahdid etmeye yetkilidir, demiştir. Ancak bu konuda vârid olan bu bâbtaki hadisler ve benzerî hadisler M â 1 i k ' in görüşünü reddeder."
Yukardaki paragrafı Avnü'l-Mabûd yazarı en-Neyl'den naklen almıştır.
Okuyucuların hatırına şöyle bir soru gelebilir: Devlet yetkilileri fiyatları tâyin ve tahdid etmeye yetkili olmazsa mal sâhibleri ve satıcılar insafsız davranıp alıcıları kandırabilirler. Fahiş fiyatla mal satabilirler. Fahiş fiyatla mal satmak, alıcıyı aldatmak, ihtikâr yapmak ve benzerî olumsuz tutum ve davranışların yasaklığma dâir hadîsler mevcuttur. Devlet yetkilileri bu hadîslerin hükümlerine aykırı hareket edenlerle mücâdele eder ve onlara gereken cezayı verir. Kaldı ki müstahsilin malına belirli bir fiyat koymak, müstehliklerin yararına ise de o malın istihsal oranını düşürebilir ve piyasada darlıkların doğmasına sebebiyet verebilir. Bir mal çokça üretilirse piyasada bir bolluk olur ve mal kendiliğinden ucuzlayabilir. Üretim az olduğu takdirde haliyle bir fiyat yükselmesi olur. islâmiyet, ferdlerin yararlarını eşit tutmuştur. Toplumun yararını ferdlerin yararından üstün tutmuştur. Bu konu ile ilgili gerekli bilgi 2175 - 2180 nolu hadîsler bölümünde geçmiştir. Oraya müracaat edilebilir. [80]
2202) Osman bin Affân (Radıyallâkü anh)'öen rivayet edildiğine göre; Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) şöyle buyurdu, demiştir:
«Satarken ve alıcı iken kolaylık gösteren adamı Allah cennete dâhil eylesin (veya eylemiştir.)»"
Not: Zevaid'de şöyle denilmiştir: Bu hadîsin senedindeki râvîler sıka zât-lardır. Fakat sened munkati'dir. Çünkü Ali bin el-Medenî'nin el-îlel'de beyan ettiğine göre ravi Atâ' bin Ferrûh, Osman bin Affân'a kavuşmamıştır.
2203) Câbir bin Abdillah (Radıyallâhü anhümâ)'dan rivayet edildiğine göre; Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) şöyle buyurdu, demiştir:
-Sattığı zaman kolaylık gösteren, satın aldığı zaman kolaylık gösteren ve hakkını isterken kolaylık gösteren kula Allah rahmet eylesin.- [81]
Osman (Radıyallâhü anh)'ın hadîsini Nesâi de rivayet etmiştir. Zevâid yazarının bunu Zevâid türünden sayması bir zühul eseri olabilir.
C â b i r (Radıyallâhü anh) 'm hadisini Buharı de rivayet etmiştir. T i r m i z i bunun bir benzerini rivayet etmiştir. Oradaki rivayet meâlen şöyledir:
•Sizden önce (ki ümmetlerde) bir adamı Allah mağfiret eyledi. (Mağfiretin sebebi şu idi:) O adam satarken* alırken ve hakkını isterken kolaylık gösterirdi.»
El-Fetih de : Câbir (Radıyallâhü anh) 'm hadisinin şerhinde özetle şöyle deniliyor.- Semh'in asıl mânâsı cömertliktir. Burada kasdedilen mânâ ise, kolaylık göstermektedir. Hadis bir duâ mâhiyetinde olabilir. Yâni satarken, alırken ve hakkını taleb ederken kolaylık gösteren kimsenin ilâhi rahmete kavuşması için Resûl-i Ekrem (Aleyhi's sala t ü ve's-selâm) dua buyurmuştur. Hadîs haber verme mâhiyetinde olabilir. Y&ni boyia âmv&tk&n bir kimseye Allah rahmet eylemiştir. T i r m i z î' d«fci rivayet ikinci mânâyı ifâde eder.
Hadîs bu kolaylığı prensip hâline getirenlere mahsustur. Çünkü Seni kelimesi sıfatı müşbihe nevindendir. Bu nevî sıfatlar devamlılık ifâde ederler. Yâni hayatında bir defa alış veriş edip bunda kolaylık göstermek pek Önemli değildir. Mühim olan, müslümanın her muamelede, yumuşak, müsamahakâr ve kolaylık gösterici olmasıdır.
I bnü't-T î n'in anlattığı bir rivayette)j ifâdesi vardır. Bunun mânâsı "Yani borcunu öderken de (kolaylık gösterir, vâdesini geçirmez.")
N e s â î' nin rivayet ettiği Osman (Radıyallâhü anh) 'in hadîsinde şu ilâve var: "Yâni borcunu Öderken ve alacağını İsterken (de kolaylık gösteren...)"
Hadis, muamelelerde müsamahakâr davranmaya, kolaylık göstermeye, başkasına sıkıntı vermemeye ve alış verişlerde üstün ahlâklı Jıareket etmeye teşvik eder."
müeilifimiiaiö.rivâyete''in hadisinde bu ilâve, yâni N e s â İ' deki ilâve yoktur. [82]
2204) Emmâr oğullannm anası Kayle (RadtyaUâhü a»*â,Tdan; Şöyle demiştir:
Resûlul1 ıh t S al lal la hü Aleyhi ve Sellem)'in umrelerinden birisinde Merve'nin yanında O'nun huzuruna çıktım ve:
Yâ Resüİallah! Ben alım satım yapan bir kadınım. Bir şey satın-almak istediğim zaman, arzuladığım fiyattan düşük bir fiyat teklif ederim. Sonra arzuladığım fiyata varıncaya kadar azar azar artırırım. Bir malı satmak istediğim zaman da, arzuladığım fiyattan fazla bir fiyat teklif ederim. Sonra arzuladığım fiyata varıncaya kadar (tedricen) fiyatını indiririm, dedim. Bunun üzerine Resûlullah (Sal-lallahü Aleyhi ve Sellem) :
«(Öyle) yapma yâ Kayle! Sen bir şeyi satmalmak istediğin zaman, (düşük fiyat değil) arzuladığın fiyatı teklif et. Sana verilsin veya verilmesin,» buyurdu. Sonra şöyle buyurdu:
«Bir malı satmak istediğin zaman versen de vermesen de (yüksek fiyat değil) satmak istediğin fiyatı söyle.»"
Not: Zevâid'de şöv^ç deı^lmiŞj4r : Bunun senedinde inkatâ' vardır. E[-Mü?zi el-EtrM'ta: îbn-i Huseymln Kayle'den olan rivftyeti üzerinde düşünmek gerekir.
2205) Câbir bin Abdillah (Radtyallâhü a«Att»m)'dan rivayet edildiğine göre şüyle demiştir :
Ben bir savaşta Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) in beraberinde idim. (Yolculukta) bana:
«Allah sana mağfiret eylesin! Sen bu deveni bir dinara satar mısın?» buyurdu. Ben:
Yâ Resûlallah! Medine'ye varacağım zaman bu, sizin deveniz-dir, dedim. Resûl-i Ekrem (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) :
«Allah sana mağfiret eylesin! Peki bunu iki dinara satar (mı) sın?» buyurdu. Câbir demiştir ki: Resûl-i Ekrem (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) yirmi dinara varıncaya kadar (devenin fiyatını) birer dinar artırdı ve beher dinar artırırken «Allah sana mağfiret eylesin» diye bana dua ediyordu. Ben Medine'ye vardığım zaman devemin başından tutup Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) 'in yanına götürdüm. (Yâni O'na teslim etmek istedim). Resûl-i Ekrem (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) :
«Yâ Bilâl! Ona (yâni Câbir'e) ganimet maundan yirmi dinarver* buyurdu. Bana da:
«Deveni alıp ailen ferdlerine götür» buyurdu." [83]
K a y 1 e (Radıyallâhü anhâ) 'nın hadîsi Zevâid türündendir. C â -b i r (Radıyallâhü anh)'ın hadîsi Kütüb-i Sitte'nin hepsinde kısa ve uzun metinler halinde rivayet edilmiştir. Kasta lâni' nin beyânına göre B u h â r î bu hadîsi yirmi yerde rivayet etmiştir.
Kayle (Radıyallâhü anhâJ'nuı hadîsinden çıkan hükümleri
1. Kadın şer'î meseleleri âlimlere sorabilir. Yâni kadının, bir erkek mahremi vâsıtası ile sordurması mecburiyeti yoktur. Kadın bizzat da sorabilir. Ancak şu vardır: Kadın îslâmî emre uygun bir şekilde örtünüp öylece âlimin huzuruna çıkmalıdır. Bugün sokaklara dökülen sayısız kız ve kadının çıplak denecek derecede acık saçık kıyafete benzer kıyafetle değil.
2. Yukarda anlatıldığı gibi tesettüre riâyet etmek kaydı ile kadın alım satım yapabilir. Ancak genç yaşta olup bir fitne tehlikesi var ise alım satım yapması yasaktır.
3. Alıcı, bir mala vermek istediği fiyatı teklif etmelidir. Daha aşağı bir fiyat söyleyip yavaş yavaş artırarak istediği fiyata çıkması yasaklanmıştır.
4. Satıcı da malını satmak istediği fiyatı teklif etmelidir. Önce yüksek fiyat söyleyip sonra düşmesi yasaktır.
Alım satım yapılsın veya yapılmasın yukardaki prensibe riâyet edilmesi emredilmiştir. Bu prensip çok önemlidir. Bütün satıcılar ve alıcılar buna saygılı olsalar herkes gönül rahatlığı içinde alış verişini yapar. Fakat günümüzde buna riâyet eden hemen hemen yok gibidir. Satıcı: Yüksek fiyat söylemeyip gerçek fiyatı söylersem kimse almaz. Çünkü halk söylenen fiyatı düşürmeye alışkındır. Önce yüksek bir fiyat söylerim. Sonra müşterinin pazarlığa tutuşması sonucu normal fiyata inerim, der. Alıcı da buna benzer bir şeyler söyler. Ticarî ahlâk bozulduğu için alım satımlarda büyük bir güvensizlik vardır. Herkes aldanacağı endişesi içinde alışveriş eder.
Hadîste geçen Merve, Mekke'de ve Mescid-i H a -r a m' in bitişiğinde bir tepeciğin ismidir Hacılar bu tepecik ile Safa tepeciği arasında yedi defa gidip gelirler. Mescid-i Haram binası büyütülüp genişletildiği için bu tepecikler ve bunların arasındaki saha, bu binanın içinde kalmıştır
Hadisin râviyesi Kayle (Radıyallâhü anhâ) 'mn Hulâsa'da beyân edildiğine göre sahâbî'dir. Abdullah bin Osman bin Hüseym ondan mürsel rivayetlerde bulunmuştur. Onun rivayetlerini yalnız İbn-i Mâceh almıştır. Câbir (Radıyallâhü anh) 'in hadisine gelince, yukarıda işaret ettiğim gibi bu hadîs Kütüb-i Sitte'nin hepsinde kısa ve uzun metinler hâlinde rivayet edilmiştir. Hadiste anılan savaşın hangi savaş olduğu hususunda değişik görüşler vardır. Kastalânî bu görüşleri nakletmiştir. B u h â r i' ye göre T e b û k savaşıdır. Müslim' deki rivayete göre Peygamber (Aleyhi's-salâtü ve's-se-lâmî ile C â b i r arasındaki görüşme Mekke' den Medine'ye dönüşte olmuştur. Buna göre Mekke' nin fetih savaşı kas-dedilmiştir. Çünkü diğer târihİerde Mekke' den olan dönüşlere savaş dönüşü denilmez.
Bâzı rivayetlerde belirtildiği gibi C â b i r (Radıyallâhü anh)'ın devesi geride kalmış ve Resûl-i Ekrem (Aleyhi's-salâtü ve's-selâm) 'in duasının bereketi ile deve canlanmış, bu kere de diğer develeri geçmiştir,
C â b i r devesini satışa arz etmediği halde Resûl-i Ekrem (Aley-hi'İs-salâtü ve's-selâm)'in deveye talip çıkması, bir mal sahibi, malını satışa arz etmeden buna müşteri olmanın meşruluğuna.delâlet eder.
Şöyle bir soru hatıra gelebilir: Deve yirmi dinar değerinde iken Resûl-i Ekrem (Aleyhi's-salâtü ve's-selânı) niçin ona bir dinar fiyat vermiş, sonra iki dinar ve daha sonra birer dinar artırmak sureti ile yirmi dinara çıkmıştır? Halbuki bundan önceki hadîste alıcının, içinden geçen fiyat ne ise doğrudan o fiyatı teklif etmesi ve daha düşük fiyatı teklif etmemesi emredilmiştir.
Bu sorunun cevâbı hadîsin sonunda mevcuttur. Şöyle ki: Resûl-i Ekrem (Aleyhi's-salâtü ve's-selâm) deveyi satın almak istememiştir. Nitekim Medine'ye varıldıktan sonra C â b i r deveyi Peygamber (Aleyhi's-salâtü ve's-selâm)'e teslim etmeye götürmüş, fakat Resûl-i Ekrem (Aleyhi's-salâtü ve's-selâm), C â b i r'e ganimet malından yirmi dinar verilmesini ve deveyi de geri götürmesini emretmiştir. Hattâ hadisin bâzı rivayetlerinde Resûl-i Ekrem (Aleyh'i's-salâtü ve's-selâm) Câbir'e -Deveni elinden almak üzere fiyatım düşürmek için seninle pazarlık ettiğimi mî sanıyorsun, deveni ve paranı al. Deve sanadır.» buyurmuştur
Ganimet malının beşte
biri Resûl-i Ekrem (Aleyhi's-salâtü ve's-selâm)'in emrine verildiği malûmdur.
Kalanı da gaziler arasında taksim edilirdi. Peygamber (Aleyhi's-salâtü
ve's-selâm) 'in Câbir'e verdirdiği yirmi dinar, herhalde ganimetin humus (=
beşte bir) his-sesinden ödenmiştir.
2206) Ali (Radıyallâhü anhyden: Şöyle demiştir:
Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem), güneş doğmadan önceki vakitte alım satım pazarlığı ile meşgul olmayı ve süt sahibi hayvanları boğazlamayı yasaklamıştır."
Not: Zevâİd'de şöyle
denilmiştir : Bunun senedinde Nevfel bin AbdUmelik ve Rab! bin Habîb vardır.
[84]
Zevâid türünden olan bu hadiste güneş doğmadan önceki vakitte pazarlıkla ve ticâretle meşgul olmaktan nehiy ediliyor. Çünkü f©x cirden güneş doğuncaya kadar olan vakit çok değerlidir, Allah'a zikir ve ibâdetle geçirilmelidir
S i n d î yukardaki yorum ve gerekçeyi açıkladıktan sonra: Bu hadisteki Sevm'den maksat pazarlama ve ticâret etmek değil, develeri otlatmak mânâsı olabilir. Yâni develeri güneş doğmadıkça otlatmayınız. Bu mânânın kasdedilmiş olması muhtemeldir. Bu vakitte develeri otlatmanın yasaklanmasının sebebi ise devecilikle iştigal edenlerin malûmu olduğu üzere, anılan vakitte otlatmak, develerin veba hastalığına tutulmalarına yol açabilir, demiştir.
Müellifimiz bu hadisi bu bâbta zikretmekle, Sevm kelimesini deve otlatma değil, pazarlama mânâsına yorumladığına işaret etmiş
sayılabilir.
Süt veren hayvanın boğazlanması, süt verimine son verdiği için uygun görülmemiştir. Hadîs ise buradaki yasaklama tenzihen mek-ruhluk mânâsına yorumlanır, kanaatindeyim. Çünkü süt veren hayvanı kesmenin haramlığına hükmeden bir âlimin bulunduğunu bilmiyorum. [85]
2207) Ebû Hüreyre (RadıyaUâhü anh)'den rivayet edildiğine göre; Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellent) şöyle buyurdu, demiştir :
«Üç kişi vardır ki kıyamet gününde Allah (Azze ve Celle) onlarla konuşmayacak, onlara bakmayacak ve onları temize çıkarmıya-caktır. Onlar için elim bir azab da vardır: (Birincisi) çölde ihtiyacından fazla suyu bulunup da (susamış) yolcudan esirgeyen adamdır. (İkincisi) ikindiden sonra bir kimseye bir mal satıp bu malı şu ve bu fiyata aldığına dâir Allah'a yemin eder ve müşteri de (bu yemin üzerine) kendisine inanan, halbuki yemininde yalancı olan (satıcı) adamdır. (Üçüncüsü) de o adamdır ki devlet büyüğüne sırf dünyalık için bey'at eder. Devlet büyüğü ona dünyalık verirse bey'atının gereğini ifâ eder (yâni itaat eder). Ona dünyalık vermezse, bey'atının gereğini ifâ etmez (yâni isyan eder.)*"
2208) Ebû Zer(-i Gıfârî) (RadıyaUâhü a«*)'den rivayet edildiğine göre; Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Seltem) şöyle buyurdu, demiştir:
Üç kişi vardır ki kıyamet günü Allah onlarla konuşmayacak, onlara bakmayacak ve onları temize çıkarmıyacaktır. Onlar için elim bir azab da vardır t (Ebû Zerr demiştir ki) Bunun Üzerine bent
Bunlar kimlerdir? Yâ Resul a! lan! Şüphesiz mahrumiyete ve hüsrana uğradılar, dedim. Resul-i Ekrem (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) :
«Elbisesini (kibrinden dolayı) ayak topuklarının aşağısına kadar sarkıtan, verdiğini başa kakan ve yalan yeminle malına revaç sağlayan (yâni rağbet ettiren) kimselerdir.- buyurdu."
2209) Ebû Katâde (el-Ensârî) (Radtyallâhü anhyden rivayet edildiğine göre; Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) şöyle buyurdu, demiştir:
«Malınızı sattığınızda yemin etmekten sakının. Çünkü yemin malınıza revaç (ve rağbet) kazandırır, sonra (malınızı) mahveder (bereketini giderir).»" [86]
Ebü Hüreyre (RadıyaUâhü anh)'in hadisini Buhâri ve Müslim de. rivayet etmişlerdir. Ebû Zerr (Radıyal-
lâhü anh) 'in hadisini Buhârİ hâriç Kütüb-i Sitte yazarlarının hepsi rivayet etmişlerdir. Ebû Katâde (Radıyallâhü anh) 'in hadîsini Müslim ve Nesâi de rivayet etmişlerdir.
îlk iki hadîste anılan bedbaht kişilerin âhirette uğrayacakları çok kötü durumları ifâde edilmekte ve Allah'ın onlarla konuşmayacağı, onlara bakmayacağı, onları temize çıkarmayacağı ve onlar için elim azab olacağı bildirilmektedir. Şimdi bu ifâdelerle kasdedilen mânâyı açıklayalım:
N e v e v î bu hususta şöyle der:
"Allah'ın onlarla konuşmaması" cümlesi ile kasdedilen mânâ hakkında değişik yorumlar vardır.- Bir kavle göre, yâni Allah hayır işler işlemiş sevgili kullan ile yapacağı ve rızâsını ifâde edici olarak yapacağı konuşma gibi bir konuşma ile bu bedbaht insanları taltif etmeyecek, bilâkis gazabına uğrayacak kimseleri tehdid ettiği gibi bunları tehdid edecek ve kahredici konuşma yapacaktır. Diğer bir kavle göre bu cümleden maksad, Allah böyle adamlardan yüz çevirecektir.
Müfessirlerin cumhuruna göre kasdedilen mânâ, şudur: Allah bunlara yararlı ve sevindirici bir konuşma yapmıyacaktır.
Bir başka kavle göre, Allah sevgili kullarına melekler gönderecek ve melekler bunları selâmlıyacaklardır. Fakat anılan zümrelere melekler göndermiyecektir.
"Allah'ın onlara bakmaması" ifâdesi ile kasdedilen mânâ da şudur : Allah onlara rahmet ve lutüf etmeyecektir.
"Allah'ın onları temize çıkarmaması" ifâdesinden maksad, Allah'ın onların günahlarını bağışlamaması ve günah pisliğinden arın-dırmamasıdır.
Elim, azab acısı ve ızdırabı, kalblere işleyen şiddetli azabtır.
Hadîste anılan kişilerin durumlarım biraz açıklı ya hm :
1. Su bulunmayan çölde ve kırda ihtiyacından fazla suyu bulunduğu halde, susamış yolcudan su esirgeyen adamdır. Böyle davranan katı yürekli, merhametsiz ve acımasız kimsenin bu çirkin hareketi büyük bir günahtır. Fazla suyunu hayvanlardan esirgemek haram iken bir insandan ve susamış bir yolcudan suyu esirgemek ne demektir? Fakat susamış yolcu, öldürülmesi mübaJı olan savaş düşmanı ve mürted gibi bir kimse ise ondan su esirgemek haram değildir.
2. ikindiden sonra bir malım satmak isteyen ve müşteriyi inandırmak gayesi ile yalan yemin ederek, bu malı şu fiyatla aldım diyen ve böylece malını satan kimsedir. Burada "ikindiden sonra" kaydının hikmeti hakkında H a 11 â b i' nin şunları söylediği, el-Fetih'-te beyan edilmiştir:
Yalan yere yemin etmek her zaman haramdır. Burada ikindiden sonra, kaydının konulmasının hikmeti bu vaktin Allah katında daha değerli olmasıdır. Çünkü Allah Teâlâ, melekleri bu vakitte toplatır ve günlük ameller bu vakitte sonuçlanır. Her şeyin sonucu önemli ve muteberdir. Bu nedenle bu vakitte işlenen suçların cezası daha ağır kılınmıştır. Ta ki inanan kimse özellikle bu vakitte suç işlemeye cesaret edemesin. Bir kimse bu vakitte suç işlemeye cesaret ederse, başka vakitlerde de suç işlemeye alışmış olur.
3. Sırf şahsî çıkarı için devlet büyüğüne bey'at edip
umduğu yaran bulduğunda bey'atuıa sadakat gösteren ve umduğu şahsî men-fatı
bulmayınca isyan eden kimsedir. Böyle menfaatperest kimse de anılan tehdide
müstahaktır. Çünkü bu karaktere sahip kişi devlet büyüğünü de müslümanlan da
aldatır ve beklenmedik fitne ve bozgunculuğa sebebiyet verebilir. Hele nüfuzlu
ve kitleleri peşinde sü-rükleyebilen bir kimse ise onun tehlikesi büyük
olur.(İkinci hadiste anılan)
4. şahıs da kibir ve gururundan dolayı elbisesinin eteğini topuklarının aşağısına kadar uzatıp sarkıtan kişidir. Elbisesini kibrinden dolayı böyle yapmak haramdır ve elim azabı gerektirir. Kibir duygusu ile değil ise haram değildir. Çünkü bu durum başka bir hadîste açıklanmıştır. Açıklayıcı hadîs şudur;
«Kibrinden dolayı elbisesinin eteğini yere sürükleyen kişiye Allah (rahmetle) bakmıyacaktır.» Ebû Bekir (Radıyallâhü anh) 'in eteği de bir ara yere değiyordu, Re-sûl-i Ekrem (Aleyhi's-salâtü ve's-selâm) kendisine: «Sen onlardan değilsin* buyurmak sureti ile ona ruhsat ve müsaade buyurdu. Çünkü Ebü Bekir (Radıyallâhü anh) kibirlenmeden dolayı böyle yapmış değildi." ( N e v e v i' nin sözü bitti)
5. Verdiği ihsan veya sadakayı başa kakan kimsedir. İyilik Allah nzâsı için yapılmalıdır. Allah'ın verdiği maldan Allah'ın kuluna bir şey verildiğinde başa kakmak çirkin ve insanlığa yakışmaz kötü bir hareket ve elîm azabı mucip bir davranıştır. Bu kötü huyu alışkanlık hâline getirenler ilâhî azaba mâruz kalır. Hele yaptığı iyilik bir sadaka ise bunu başa kakmak daha fenadır. Hattâ Kur'an-ı Kerîm'in Bakara sûresinin 264. âyetinde böyle hareket edenler, inanmayanlara benzetilmiştir. Âyetin baş kısmının meali şöyledir:
«Ey iman edenler, Allah'a ve ahi ret gününe inanmayıp, insanlara gösteriş için malını sarfeden kimse gibi, sadakalarınızı başa kakmak ve eziyet etmekle ibtal etmeyiniz...»
Son hadîste de bir malın satılması uğrunda yemin edilmesi yasaklanıyor. Burada yalnız yalan yemin değil, doğru yere de yemin etmek yasaklanmış ve edilen yeminle mala rağbet ve revaç sağlansa bile, bu satışın hayırlı bir satış olmadığı, maddi yönden de malın bereketini giderdiği ve malı mahvettiği bildiriliyor. N e v e v i bu hadîsin şerhinde: Çünkü zaruret ve ihtiyaç yok iken doğru yere yemin etmek mekruhtur. Bir de malın rağbet kazanması amacı güdüîürse daha fena olur. Çoğu zaman müşteri de bu yemine kanar. (Yâni böyle bir durum varsa yeminin vebali daha da ağırlaşır), diye bilgi vermiştir. [87]
2210) (Abdullah) bin Ömer (Radtyallâhü anhümâ) dan rivayet edil diğine göre; Peygamber (Sal fail ahu Aleyhi ve SeUcm) şöyle buyurmuştur:
«Kim aşılanmış hurma ağaçlarını satın alırsa onun (o yılkı) meyvesi satıcının hakkıdır. Meğer ki, müşteri (meyvenin de kendisine âit olmasını) şart koşa.»
CNftfi* aracılığı ile İbn-i Ömer'den merfu* olarak rivayet olunan bu hadisi, müellifimiz Hişâm vasıtası ile Mâlik'den ve Muhammect vasıtası Ue el-Leys'den rivayet etmiştir.)"
2211) (Abdullah) bin Ömer (Radtyatlâhü anhümâydun rivayet edildiğine göre: Resûlullah (Saüallahü Aleyhi ve Sellem) şöyle buyurmuştur:
«Kim aşılanmış hurma ağaçlarını satarsa (o yük i) meyvesi, ağaçlan satanın hakkıdır. Ancak müşteri (meyvenin kendisine âid olmasını) şart ettiği takdirde meyve kendisine ait olur. Kim de malı olan bir kaleyi satın alırsa, kölenin mab satıcının hakkıdır. Meğer ki, müşteri (kölenin malının kendisine âit olmasını) şart ede.*"
(Salim aracılığı Ue îbn-i Ömer'den merfû olarak rivayet olunan bu hadisi müellifimiz, Muhammed vasıtası Ue el-Leys'den ve Hİsam vâsıtası ile Süfyândan rivayet etmiş, el-Leys ile Süfyân'ın ikisi de Zühri vasıtası ile Sâlim'den... rivayet etmişlerdir.)
2212) Abd-ı Rabbıh'in Nâfr aracılığı ile İbn-i Ömer (Radıyallâhü an-en rivayet ettiğine göre:
Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) (aşılanmış) hurma ağaçlarım satan ve (malı olan) köleyi satanla ilgili (bir önceki hadiste anılan) hükümlerin İkisini de buyurmuştur. (Râyî Abd-ı Rab-bıh hurma ağaçlan ve köle meselelerinin ikisini de birlikte rivayet etmiştir.)" [88]
îbn-i Ömer (Radıyalâhü anh) 'in ilk hadîsini Buhârî, Müslim ve Ebû Dâvûd da, rivayet etmişlerdir. N e s â î de bir benzerini rivayet etmiştir. Onun ikinci hadisi Kütüb-i Sitte'-nin hepsinde mevcuttur. Üçüncü hadîsinin başkaca kim tarafından rivayet edildiğini bilemedim.
Bu hadîste beyân edilen iki meseleye ait hükümler vardır:
1. Aşılanmış hurma ağaçlan satıldığında o yıla âit meyvesinin kimin hakkı olduğu meselesidir.
2. Malı olan köle satıldığında malının kimin hakkı olduğu meselesidir.
Bu meselelerin açıklamasına başlamadan Önce bu üç hadisin rivayetleri hakkında özlü bilgi vermek ihtiyacını duydum.
Hadislerin üçü de îbn-i Ömer'e aittir ve üçü de merfü-dur.
Müellifimiz ilk hadîsi kısmen değişik iki senedle ve N â f i' aracılığı ile t b n- i Ömer' den rivayet etmiştir. N â f i'in râvisi ilk senedle Mâlik' dir, ikinci senedde e 1 - L e y s ' dir. Bu hadîste yalnız hurma ağaçları meselesi bulunuyor.
Müellifimiz ikinci hadisi de kısmen değişik iki senedle rivayet etmiştir. Bu senedlerde N â f i yerine Salim'in, îbn-i Ömer1 den rivayet ettiği görülür. S â 1 i m ' in râvisi ise Züh-r î' dir. Zührİ1 den rivayet edenler ise el-Leys ve S ü f -y a n' dır.
Bu hadîste hem hurma ağaçları meselesi hem de köle meselesi vardır.
Müellifimizin üçüncü hadisinde ise N â f i' in râvisi A b d - i R a b b i h ' dir. Bu hadiste de hurma ağaçlan meselesi ile köle meselesinin ikisi de vardır. Halbuki N â f i'in ilk hadîsinde yalnız hurma ağaçlan meselesi vardır.
Hulâsa: Gerek S â 1 i m' in ve gerekse N â f i' in rivayet ettikleri hadîslerde hurma ağaçlan meselesi vardır. Bunda bir ihtilâf yoktur. Ancak köle meselesinin hangi rivayette merfû olduğu hususunda âlimler ihtilâf etmişlerdir. Bu ihtilâfa değinmeden önce müellifimizin rivayetlerini gözden geçirelim: Diğer kitablarda olduğu gibi burada da S&lim'in îbn-i Ömer' den olan merfû rivayetinde yâni 2211 nolu hadiste köle meselesi de vardır.
Nâfi'in İbn-i Ömer' den olan merfû 2210 nolu hadisinde köle meselesi yoktur. Fakat 2212 nolu hadîsinde vardır. îlk hadîste N â f i' in râvisi el-Leys ve Mâlik' dir. Son hadîste ise N â f i' in râvisi Abd-i Rabbih' dir.
Yukarda da anlattığım gibi 2212 nolu hadisin başkaca rivayet edildiğini bilemedim. Aşağıda geleceği gibi N e s â i' nin de bunu rivayet ettiği anlaşılıyor ise de buna rastlayamadım. Büyük sünenüv de olabilir.
Salim ve N â f i' in, köle meselesi ile ilgili rivayetlerinin hangisinin kuvvetli olduğu hususundaki ihtilâfı Avnü'l-Mabûd yazan el-Fetih'ten naklen şöyle beyân eder:
"Kölemeselesininmerfûluğukonusunda Salim ve Nâfi'in ettikleri rivayetler hakkında şu ihtilâf vardır:
1. Z ü h r i' nin Salim aracılığı ile îbn-i Ömer' den merfû olan rivayetinde hurma ağaçlan meselesi ile köle meselesinin ikisi de mevcuttur. (2211 nolu hadîs kasdediliyor.) Hadîs hafızlan böyle rivayet etmişlerdir.
2. Mâlik, el-Leys, Eyyub, Ubeydullah ve başka zâtların N â f i' aracılığı ile îbn-i Ömer' den merfû olan rivayetlerinde yalnız hurma ağaçlan meselesi vardır. (2210 nolu hadîsimizde olduğu gibi). Bu zâtlar aynca N â f i' aracılığı ile İbn-i Ömer' den ve îbn-i Ömer'in de Ömer1 den mevkuf olarak köle meselesini rivayet etmişlerdir.
(Şu bilgiden anlaşıldığı gibi N â f i hurma ağaçlan meselesini îbn-i Ömer' den merfû olarak rivayet etmiştir. Köle meselesini de İbn-i Ömer aracılığı ile Ömer' den mevkuf olarak rivayet etmiştir. Böyle iki ayn hadis rivayet etmiş olur.)
Müslim, Nesâî ve Dârekutni Nâfi'in bu iki ayn rivayetini S â 1 i m' in rivayetine tercih etmişlerdir.
Buhârî, Ali bin el-Medini ve îbn-i Abdil-berr ise S â 1 im' in rivayetini tercih etmişlerdir.
Nesâi, Abdi Rabbih yolu ile Nâf i'den hem hurma ağaçlan, hem de köle meselelerini merfu1 olarak rivayet etmiş ise de bu bir vehimdir." (E 1 - H â f ı z müellifimizin 2212 nolu hadisini kasdediyor. Ben Nesâî' nin el-Müctebâ isimli küçük sünenin-de buna rastlamadım. Büyük süneninde olması muhtemeldir veya Müctebâ'da bulunduğuna rağmen ben göremedim. Zevâid'in notunun olmayışı bunun el-Müctebâ'da bulunduğunu teyid eder.)
Not: Parantez içindeki ifâde mütercime aittir. [89]
1. Bu hadisler aşılanmış hurma ağaçlarının o yılkı meyvelerinin satıcıya ait olduğunu ve müşteri meyvenin de kendisine âit olmasını şart ettiği takdirde meyvenin müşterinin hakkı olduğuna delâlet ederler.
Avnü'I-Mabûd yazan bu hususta şu bilgiyi verir: "Salim (Radıyallâhü anhl'ın hadisinden şu hüküm çıkar: Üstünde aşılanmış meyve bulunan hurma ağaçlan satıldığında, meyve, satışa dâhil değildir, satıcının hakkıdır. Hadiste "Aşılanmış" kaydı bulunduğuna göre, aşılanmamış meyve, ağaçların satışına dâhildir ve müşterinin hakkıdır. Âlimlerin cumhuru böyle hükmetmişlerdir Fakat Ebû Hanife ile Evzâi, cumhura muhalefet ederek aşılanmış olsun olmasın meyvenin satıcının hakkı olduğuna hükmetmişlerdir. İbn-i Ebî Leylâ'ya göre ise aşılanmış olsun veya olmasın meyve müşterinin hakkıdır.
Gerek Ebû Hanife ile Evzâi' nin ve gerekse İbn-i E b i Leylâ' nın verdikleri hüküm, meyve ile ilgili bir şartın satıcı veya müşteri tarafından koşuimaması hâline mahsustur. Şayet satıcı, meyvenin kendisine âit olmasını şart ederse veya müşteri buna benzer bir şartı koşarsa, şarta uyulur. Bu şart koşulduğu takdirde meyve aşılanmış olsun veya olmasın fark etmez, şarta riâyet edilir.
2. Hadisler malı olan köle satıldığı zaman, onun malının satıcıya âit olduğuna ve müşteri, onun malının kendisine âit olmasını şart koştuğu takdirde, o malın da müşterinin hakkı olduğuna delâlet ederler.
N e v e v i: Hadisler. Mâlik ve kadim kavline göre Şafii için delildir. Çünkü bunlara göre, köle sahibi, kölesine bir mal verebilir ve verdiği zaman mal kölenin hakkı olmuş olur. Lâkin köle satıldığı zaman onun malı satıcının hakkı olmuş olur. Ancak müşteri kölenin malının da kendisine âit olmasını şart ederse, o takdirde mal müşterinin hakkı olmuş olur.
Ebü Hanife ve Cedîd kavlinde Şafiî: Köle hiç bir suretle mal sahibi olamaz, mülk edinemez, demişler ve bu hadisi şöyle yorumlamışlardır: Bu hadisten maksat şudur: Kölenin elinde, efendisinin bir malı bulunduğunda, köle satılınca o mal efendisinin hakkıdır. Ancak müşteri o malın da kendisine verilmesini şart ederse, mal müşteriye âit olmuş olur, diye bilgi vermiş."
Memleketimizde ve zamanımızda köle müessesesi bulunmadığı için bu kısa bilgi ile yetinelim.
2213) Ubâde bin es-Sâmit (Radtyallâkü anh)'den; Şöyle elemiştir:
Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem), müşteri (kendisine âit olmasını) şart koşmadığı zaman, (satılan) hurma ağaçlarının meyvesinin, ağaçları aşılayanın hakkı olduğuna ve (yine) müşteri (kölenin malının kendisine âit olmasını) şart etmediği zaman kölenin malının satıcıya âit olduğuna hükmetti."
Not: Zevâid'de şöyle denilmiştir: Bunun senedinde İsbak bin Yahya bin ei-Veltd vardır. Buhâri ve başkası, onun Ubâde bin es-Sâmit'e yetişmediğini söylemişlerdir. (Yâni sened, zayıf ve munkatidir.) [90]
2214) (Abdullah) bin Ömer (Radtyallâkü anhümâ)âm rivayet edildiğine göre; Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem), şöyle buyurdu, demiştir:
Yaş meyvayı (kızarmak, sararmakla yenilmeye) elverişliliği be-Urinceye kadar (ağacı üstünde ve ağaçtan ayrı) satmayınız.»
Resûl-i Ekrem (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) satıcıyı da alıcıyı dft (bundan) menetmiştir."
2215) Ebû Hiireyre (Radtyallâhü anh)'den rivayet edildiğine göre; Re-sûlullah (Sallallakü Aleyhi ve Sellem) şöyle buyurdu, demiştir :
«Yaş meyvayı (kızarmak, sararmak suretiyle yenilmeye) elverişliliği belirinceye kadar (ağacı üstünde ve ağaçtan ayrı) satmayınız.»"
2216) Câbir (bin Abdillah) (Radtyallâhü anhümâ)'dan rivayet edildiğine göre şöyle demiştir:
Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem), yaş meyvayı (kızarmak, sararmakla yenilmeye) elverişliliği belirinceye kadar (ağacı üstünde ve ağaçtan ayrı) satmayı yasaklamıştır."
2217) Enes bin Mâlik (Radtyallâhü ankyden; Şöyle demiştir:
Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem), meyvayı, kızanncaya veya saranncaya kadar (ağacı üstünde ve ağaçtan ayrı) satmayı, yaş üzümü yenilebilirliği belirtisi görülünceye kadar (ağacı üzerinde ve ağaçtan ayrı) satmayı ve hububata, taneleri sertleşip kuvvet-leninceye kadar satmayı yasakladı." [91]
î b n - i Ömer (Radıyallâhü anh) 'm hadîsini Buhâri, Müslim, Ebû Dâvûd ve Nesâî de rivayet etmişlerdir. Ebû Hüreyre (RacUyallâhü anh) 'm hadîsini A h m e d , Müslim ve Nesâî de rivayet etmişlerdir. Câbir (Radıyallâhü anh)'mhadisini Buhârî, Müslim ve Ebû Dâvûd da rivayet etmişlerdir.
Enes (Radıyallâhü anh)'m hadîsinin yaş meyvanın satılması ile ilgili ilk cümlesini Buhârî ve Müslim de, yaş üzüm ve hububatın satılmasına âit kısmını Ebû Dâvüd ve T i r -m i z i de rivayet etmişlerdir.
Bu bâbta rivayet edilen hadîslerin zahirine göre ağaç üstündeki meyvalar sararmak veya kızarmak sureti ile yenüebüirliğinin alâmeti görülmedikçe ağaçtan ayrı olarak satılamaz, satınahnamaz. Ağaçla beraber satılmasına âit hükümler ise bundan önceki bâbta geçen hadîsler bölümünde geçmiştir. Meyvalar kızarınca veya sarann-ca yine bu hadislerin zahirine göre alınır ve satılır. Çünkü bu durumdaki meyvanın alıcısının malı zayi edilmiş sayılmaz. Ama mey-va, nevine göre kızarmadan veya sararmadan satılırsa satıcı, bâtıl yolla müslüman kardeşinin malını yemiş, müşteri de malını zayi etmiş olur. Hadîslerde geçen "Salâh" kelimesinin buradaki mânâsı meyvanın kızarmak veya sararmak sureti ile yemeye yaramasıdır. Bü-duv kelimesi de bu hâlin belirmesi ve görülmesidir. Meyvaya bu halden önceki durumunda koruk dersek, Büduvv-i Salâh hâli, onun ko-rukluk hâlinden çıkıp olgunlaşmaya yüz tutması hâlidir, diyebiliriz. Müslim'in rivayetine göre hadisin râvisi İbn-i Ömer (Radıyallâhü anh) 'a "Meyvanın salâh'ı nedir?" diye sorulmuş ve ken-. dişi: "Meyvanın âfetinin gitmesidir," diye cevap vermiştir. Yâni mey-va kuvvetlenmiş ve dolu, şiddetli rüzgâr gibi bir tabii âfetle dökülmesi tehlikesi pek kalmamıştır. Meyvanın bu hâline Salâh hâli denilir.
Aşağıda bu hadîslerin hükümlerini ve âlimlerin konu ile ilgili görüşlerini anlatırken Büduvv-i salâh ifâdesi yerine "Olgunlaşma alâmeti görülmesi" ifâdesini kullanacağım.
Avnü'l-Mabûd yazarı bu hadislerin şerhi bölümünde şöyle der: "îbn-i Ömer'in hadîsine göre, meyvalarda olgunlaşma alâmeti görüldükten sonra ağaç üstünde iken satılması caiz ve sahihtir. Bu satış yapılırken meyvalann hemen kesilmesi veya tam olgun-laşıncaya kadar ağaç üstünde kalması şartı konulsun veya hiç söz konusu edilmesin hüküm budur. Meyvalann Olgunlaşma alâmetinin görülmesi kaydının hikmet ve anlamı şudur: Bu durumdan sonra afetlerden korunması nisbeten mümkündür. Bundan önceki durumda âfetlerden çabucak etkilenir. Cumhur yukarda anlattığım hükmü vermiştir.
Ebû Hanîfe'ye göre ağaç üstünde ipka edilmesi şartı ko-şulduğu takdirde meyvalann, olgunlaşma alâmeti görülmeden önce veya sonra satılması bâtıl ve geçersizdir. Satıştan hemen sonra kesilip toplatılması şartı koşulmadığı takdirde ise her iki durumda da satışı sahihtir. Yâni ister olgunlaşma alâmeti görülmüş olsun ister görülmemiş olsun fark etmez.
Bir ağacın üstündeki meyvalardan yalnız bir tanede olgunlaşma alâmetinin görülmesi kâfidir. O bahçede bulunan o nevî meyvalann hepsinin satışı için aranan olgunlaşma alâmetinin görülmesi şartı gerçekleşmiş sayılır. Allah Teâlâ uzun süre yararlanmamızı sağlamak hikmetine binâen nıeyvanın tamâmını bir arada olgunlaştır-mıyor peyderpey olgunlaştırıyor. Bu İtibarla meyvanın tamâmının olgunlaşmasını satış için şart koşarsak, bu şart gerçekleşmeden satış cihetine gidilemez. Bundaki sakınca ve güçlük ise malumdur.
Meyvada olgunlaşma alâmeti görülmeden önce kesildiği takdirde ondan yararlanmak mümkün ise satılması icmâ ile sahihtir. Buna örnek üzüm koruğudur. Kastalâni. Buhar!' nin şerhinde bu hükmü anlatmıştır."
Tuhfe yazan ise konu hakkında şöyle nakiller yapar: "Mey v al arda olgunlaşma alâmeti görülmeden önce satılması hususunda e 1 - H â f ı z, el-Fetih'te: Bu hususta âlimler değişik görüşler beyân etmişlerdir. Şöyle ki:
1. îbn-i Ebİ Leylâ ve Sevri'ye göre satış mutlaka bâtıldır. (Yâni meyvalann hemen kesilmesi veya ipka edilmesi şart edilsin edilmesin hüküm budur. Ancak bu hususta icmâ vardır, diyenler yanılmışlardır.
2. Yezid bin E b î Habib'e göre meyvalann ibka-sı şartı bile konsa satışı sahihtir. Bu hususta icmâ vardır, diyenler de yanılmıştır.
3. Şafiî, Ahmed, Cumhur ve bir rivayetinde M â 1 i k'e göre hüküm şöyledir: Eğer meyvalann satıştan hemen sonra kesilmesi şart edilirse, satış bâtıl değildir. Aksi takdirde bâtıldır.
4. Hanefî ler'in ekserisi Satış akdi yapılırken, meyvalann tam olgunlaşıncaya kadar ibkası şartı konmamış ise satış sahihtir. Hadîslerdeki yasaklama henüz mevcud olmayan meyvalar hakkında yorumlanır, demişlerdir. Bir kavle göre hadisler zahirine göre mânalandınlır. Ancak bunlardaki yasaklama tenzihen mekruh-luk manasınadır, diye bilgi vermiştir. (El-Fetih'ten alınan bilgi bitti.)
Şevkâni de en-Neyl'de: Bilmiş ol ki, bu bâbta rivayet olunan hadisler ve benzerî hadislerin zahirine göre olgunlaşma alâmeti görülmeyen meyvalann bu durumda iken satılması yasaktır ve ya pılan satış akdi bâtıldır. Çünkü yasaklama o satışın geçersizliğine delâlet eder. Meyvalar anılan durumda iken, kesilmesi şartı ile satılabilir, diyenler, yasaklayıcı hadislerin mânâlannı hususileştirmeye ve kısıtlamaya elverişli delil göstermek durumundadırlar. Bu hususta icmâ vardır, diyenlerin sözü de sıhhatli değildir. Çünkü yukarda görüldüğü gibi ilk görüş sâhibleri bu durumdaki satışın mutlaka ba-ul olduğunu söylemişlerdir. Kesmek şartı ile bu durumdaki meyvalann satılmasının câizliğini savunanlar birtakım illetler (sebebler) göstermişler ise de bunlar, nass olan buradaki hadisler karşısında geçerli değillerdir. Hak olan ilk görüştür, Yâni kesme şartı olsa bile meyvalarda olgunlaşma alâmeti görülmedikçe yapılacak satış geçersizdir
Yine bu hadislerin zahirine göre meyvalarda olgunlaşma alâmeti görülünce yapılacak satış sahihtir. Meyvalann ağaçta ibka edilmesi şartı konulsun veya konulmasın hüküm aynidir. Çünkü Ş & r i • i Hakim, satış yasağım, meyvalann olgunluk alâmetini göstermeye başlaması zamanı ile sınırlandırmıştır. Şu halde bu zamandan sonraki durumun hükmü ayndır
Meyvalar olgunluk alâmetini göstermeye başlayınca, hemen kesmek şartı ile satılması caizdir, fakat ibka edilmesi şartı ile satılması caiz değildir, diyenler dâvâlanm delil ile ispatlamak durumundadırlar, diye bilgi vermiştir." (Tuhfe'den yapılan nakil bitti.)
E n e s (Radıyallâhü anhVın hadisinden şu hüküm de çıkarılıyor:
Buğday, arpa ve bunlar gibi hububat nevinin taneleri sertleşip kuvvetlenince başak hâlinde iken satılabilir. Mâlik. K û f e' li-İer ve âlimlerin ekserisi böyle hükmetmişlerdir. N e v e v i' nin M ü s ) i m ' in şerhinde beyân ettiğine göre Şafii mezhebindeki hüküm şöyledir: Arpa ve dan gibi taneleri açıkta bulunan hububat başak hâlinde iken taneleri sertleştikten sonra satılabilir Fakat buğday gibi taneleri başak içinde gizli olan hububat nevi başak hâlinde iken satılamaz. Ancak harman etmek gibi bir yolla kabuğu giderildikten sonra satılabilir
Hububatın, taneleri sertleşmeden önce satılması ise yukarda geçen Büduvv-i salâh, yâni olgunlaşma alâmetinin görülmesi meselesinin hükmüne tâbidir. Yâni olgunlaşma alâmeti görülmeyen mey-valann satılmasının caiz olup olmadığı hususunda yukarda geçen ihtilâf, taneleri henüz sertleşmemiş hububat nevinin satılması hakkında da mevcuttur. Mühim olan bir noktasını belirteyim: E b û H a -n i f e' ye göre, taneleri olgunlâşıncaya kadar ibkası şartı ile başakların satışı sahih değildir. Böyle bir şart koşulmadan yapılan satış sahihtir. Başaklardaki taneler sertleşmemiş iken yapılan hububat satışında, hemen kesilmesi şart edilirse satış sahihtir, diyen âlimler ekseriyeti teşkil ederler.
Çıkan hulâsa: Ekilen buğday, arpa ve darı gibi hububat henüz başaklanmamış iken veya başaklanıp da taneleri sertleşmemiş iken, tam olgunlaştıktan sonra biçilmek kaydı ile yapılan satışlar Cumhûr'a göre bâtıl ve geçersizdir. Memleketimizde bâzı zamanlarda bu tür satışlar yapılmaktadır. 'Bu gibi satışlardan kaçınmak gerekir. Satıcı da alıcı da mes'uldür. [92]
2218) Câbİr bin Abdillah (RaHtyatâhü anhümâ)'dan; Şöyle demîşiir :
Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) Sinin bey'i (denilen muayyen ağaçların gelecek bir kaç yıllık meyvalarım önceden satma işOni yasaklamıştır."
2219) Câbir bin Abdillah (Radtyallâhii anhümâydan rivayet edildiğine göre; Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) şöyle buyurdu, demiştir:
«Kim (ağaç üstündeki) meyvaları satıp sonra (henüz kesilmemiş iken) meyvalara bir âfet gelirse, satıcı, sakın kardeşi (olan müşterisi) nden bir mal (yâni meyva bedelinden bir şey) almasın. Sizden birisi (satıcı) müslüman kardeşinin (müşterinin) malım neyin karşılığında alacaktır?» [93]
Câbir (Radıyallâhü anh) 'm ilk hadîsini Müslim, Ebû Dâvûd ve Nesâî de rivayet etmiştir. İkinci hadîsini N e -s â î de rivayet etmiştir.
Babın başlığında ve ilk hadiste geçen "Sinin" kelimesi "Sene"nin çoğuludur, yıllar demektir. Bey' kelimesi de satış, demektir. Bey-i sinin terkibinin karşılığı, yıllar satışı, demek olur. Hadis sarihleri bu ifâde ile kasdedilen mânânın şu olduğunu beyan ederler: Muayyen ağaçların bir veya daha çok yıllarda vereceği meyvaları Önceden satmaktır. Bu satışa Bey'-i sinin denildiği gibi Bey'-i muâveme de denilir. Muâveme, âm kelimesi ile ilgilidir. Bilindiği gibi âm da yıl demektir.
Avnü'l-Mabud yazan bu babın ilk hadisinin şerhinde şöyle der: "Hattâbİ: Bey-i Sinin şudur: Adam bir hurma ağacının veya birden fazla hurma ağacının üç veya dört ya da daha fazla yıllarda vereceği hurmaları önceden satar. Bu satışta aldatma vardır. Çünkü satıcı mevcut olmayan ve satış akdi yapılırken henüz yaratılmamış olan bir şeyi satmış olur ve bu şeyin ilerde de olup olmayacağını bilemez. Ağaçlar meyva verir mi, vermez mi? Bu da bilinemez. Bu satışın geçersizliği ve yasaklığı muayyen ağaçların vereceği mahsule aittir. Şu veya bu bahçenin, ya da falan ağacın vereceği mahsul şeklinde bir kayıtlama yapılmaksızın, şu evsafta ve falan ölçü birimi ile, bu kadar zaman içinde teslim etmek kaydı ile bir mahsulün satılması caizdir. Bu tür satışa selem ve selef ismi verilir. Anlatılan şartlar dâhilinde satılan bir mal. teslim edileceği târihte piyasada bulunuyor ise satış akdi geçerli ve caizdir. Yâni bu şart da aranıyor, demiştir.
Nevevî def hadîste yasaklanan satış usûlünün bâtıl olduğuna dâir icmâ bulunduğunu söylemiştir. Bâtıl olmasının sebebi, satılan meyvamn yokluğu, bilinmemesi, satıcının mülkiyetine geçmiş sayılmaması ve müşteriye teslim edilmesinin imkânsızlığıdır.
İkinci hadîste geçen "Câiha" t Ağaç üstünde kızarmak veya sararmakla olgunlaşmaya yüz tuttuğu beliren meyvalan ve benzerî mahsulleri mahveden âfet'e denilir. Avnü'l-Mabûd'da böyle tarif edilmiştir. Orada beyân edildiğine göre H a t t â b i de söyle demiştir:
"Caiha. meyvalan mahveden âfettir. Ağaç üstünde satılan ve satıldıktan sonra âfet zaranna uğrayan meyvalann bedelinin müşteriden alınması bu ve benzeri hadislerde yasaklanmıştır. Bu konuda verilen emir fıkıhçılann çoğuna göre, mendubluk ve müstahablık içindir, vâciblik için değildir, satıcı buna uymayabilir. Satıcının buna uyması ve müşteriden para almaması bir iyiliktir, ihsandır.
Ahmed. Ebü Ubeyd ve hadîsçilerden bir cemaata göre bu emir vâciblik içindir. Satıcı, ağaç üstündeki meyvalan satıp henüz kesilmemiş iken bir âfete mâruz kalınması hâlinde bunun bedelini müşteriden alamaz. (Yâni zarar miktarı hesabtan indirilir).
M â 1 i k ' e göre âfetin verdiği zarar, mahsûlün üçte birisinden az ise. müşteriye aittir, fazla ise satıcıya aittir.
Hadisteki emrin vâciblik için değil de mendubluk ve müstahablık için olduğuna hükmedenlerin delili şudur: Bu meyvalar tamamen müşterinin malı olduktan sonra âfete uğramıştır. Eğer müşteri o meyvaları başkasına satmış veya hibe etmiş olsaydı, yaptığı tasarruf sahih sayılırdı. Yeni beliren, henüz âfetlere karşı dayanamayan ve olgunluk alâmeti görülemeyen ağaç üstündeki meyvalann satılması (2214-2217 nolu) hadislerle yasaklanmıştır. Bu hadislerdeki yasağın hikmet ve sebebi, âfetlere dayanamayan meyvalann satılması ile müşterinin zararının önlenmesidir. Meyvalar olgunluğa yüz tutunca, âfetlere karşı oldukça dayanabilir duruma gelmiş olur. dolayısıyla müşterinin zarara uğraması önlenmiş olur. Eğer bu durumdaki meyvalann âfetlere mâruz kalması ile zarara uğraması hâlinde bu zarar satıcıya âit olmuş olsaydı, yeni beliren meyva ile, olgunlaşmaya yüz tutan meyva arasında ne fark kalırdı ve yeni beliren meyvalann satılmasının yasaklanmasının hikmet ve sebebi ortadan kalkmaz mı idi?"
Sindi' nin beyânına göre bâzı âlimler bu hadisi, satıcının, meyvalığı müşteriye teslim etmeden önce vuku bulan âfete tahsis etmişlerdir. Meyvalık alıcıya teslim edildikten sonra, mal. satıcının uhdesinden çıkmış ve müşterinin uhdesine geçmiş olur. Âfetten doğan zarar da müşteriye aittir. Sindi bu grubun delilini de beyân etmiştir. Oraya bakılabilir. [94]
2220) Süveyd bin Kays (Radıyalîâkü anh)'âen; Şöyle demiştir:
Ben ile Mahrefe el Abdı Hacer'den bir mikdar satılık elbiseyi
(Mekke'ye) getirdik. (Minâ'da satıyorduk) Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) (bu arada) yanımıza geldi ve bir uzun içdonunu bizimle pazarlık etti. (Biz O'na içdonunu sattık) Bizim yanımızda ücretle tartan bir tartıcı vardı. (Sattığımız elbise karşılığında aldığımız bedeli tartan) bu tartıcıya Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) :
«Yâ tartıcı! (İçdonu bedelini) tart ve tartını ağır yap,» buyurdu."
2221) Mâlik Ebû Safvân bin Umeyre (Radtyallâhü anh)'âtn; Şöyle demiştir :
Ben, Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'e hicret'ten önce (Mekke'de) bir aded uzun içdonu parçasını sattım. Bunun üzerine O, benim İçin (içdonu bedelini) tarttı ve benim lehimde tartıyı ağır
yaptı."
2222) Câbir bin Abdillah (Radıyallâhü anhümâ)'dan rivayet edildiğine göre; Resûiullah (Sallallahü Aleyhi ve Seltem) şöyle buyurdu, demiştir.
«(Vereceğiniz şeyi) tartacağınız zaman tartınızı ağır yapınız.»"
Npt: Bunun senedinin, Buh&rl'nin şartı üzerine sahih olduğu. Zevâid'de bil-dîrümlşür. [95]
Bu bâbm ilk hadisini Ahmed, Ebû Dâvûd, Tirmi-zi, Nesâî ve Dârimi de rivayet etmişlerdir. İkinci hadîsi N e s â i de rivayet etmiştir.
İlk hadîsin râvîsi Süveyd bin Kays ile ikinci hadîsin râvîsi Mâlik, Ebû Safvân'ın ayni zât olduğu şerhlerden anlaşılıyor. Avnü'l Mabûdda nakillere dayanılarak verilen bil giye göre Ensâr'dan olan bu sahâbinin künyesi Ebû Safvân'-dır, fakat isminde ihtilâf vardır. Bâzılarına göre ismi Süveyd bin Kays' dır. Diğer bir kısma göre ismi Mâlik' dir. Bir kısım rivayetlerde ise Mâlik bin Umeyre, diye geçer. Sahâ-bî olan râvînin ismindeki ihtilâf, hatâ tanınmaması, hadîsin senedinin sıhhatına bir halel getirmez. Bu nedenle anılan sahâbînin ismindeki ihtilâf önemli değildir. Netice olarak bu iki hadîs aynı sa-habîden rivayet edilmiştir, demekle yetinelim.
İlk hadiste geçen "Bezz" kelimesini elbise, diye terceme ettifn. Tuhfe yazarının beyânına göre Kaamûs'ta : Bezz, elbiseye veya ev eşyasının elbiselik kısmına denilir, satıcısına bezzaz ye bu san'ata da bezzazlık denilir, denmiştir. E 1 - K a r i' nin naklen beyan ettiğine göre Bezz, Küfe halkı arasmda, yalnız ketenli ve pamuklu elbiselere denilir. İpekli ve yünlü elbiselere ve elbiseliklere denmez.
Ayni hadîste geçen "Hecer" kelimesi Yemen tarafında bir şehrin ismidir. Ayrıca Medîne-i Münevvere'ye yakın bir köyün adıdır. Râvî Süveyd (Radıyallâhü anh)'ın ve arkadaşının bu satılık elbiseyi Yemen tarafındaki şehirden mi,Medine tarafına düşen köyden mi getirdiklerine dâir bir kaysfc göremedim. Anılan satılık elbiseyi Mekke'ye getirdikleri, Ebû D â-v û d'un rivayetinde ve Peygamber (Aleyhi's-salâtü ve'sselâmi'in onlardan içdonu alıp bu hadîsi buyurmasının M i n â denilen ve hacılarca bilinen yerde olduğu N e s â i' nin rivayetinde belirtilmiştir. Bu durumları parantez içine aldığım kelimelerle ifâde ettim.
Serâvil: İçdonu demektir. Ricl de içdonu pacasıdır. îküM& hadiste Peygamber (Aleyhi's-salâtü ve's-selâm) 'in bir içdonu paçası aldığı ifâde edilmiştir. Ancak N e s â i' nin rivayetinde Ricl kelimesi bulunmamaktadır. Oradaki rivayette O'nun bir içdonu aldığı ifâde edÜ-mektedir. Aşağıda H a t t â b i' den naklen vereceğim bilgide söz konusu edilecek Ebû H ü : e y r e (Radıyallâhü anhl'in hamsinde Resûl-i Ekrem (Aleyhi's-salâtü ve's-selâm)'in: İçdonun en ifi örtü olduğunu söylediği kaydedilmektedir. Gerek paça tâbiri ve gerekse içdonun en iyi örtü olduğuna dâir ifâde, O'nun aldığı İçdomüi uzun olduğuna bir alâmet telâkki ederek, tercemede "Uzan" kelimesini ilâve ettim. Muhtemelen O'nun aldığı içdon diz kapağından göbeğe kadar olan avret mahallini örtecek uzunlukta idi. Bu hususta da bir kayıd göremedim. Hakikati Allah bilir.
Hadisler, Resûl-i Ekrem (Aleyhi's-salâtü ve's-selâm)'in satm aldığı içdonun bedelini terazi ile tartılan nevinden bir şey verdiği anlaşılıyor. Çünkü O, tartıcıya: (Bu bedeli) tart ve tartıyı ağjr yap, buyurmuştur. Hadis sarihleri O'nun içdon bedeli olarak verdiğin şeyin ne olduğunu belirtmemişlerdir.
Hadisler, alım satım muamelelerinde birisine tartı ile mal verildiği zaman tartının tam, hattâ ağır gelecek şekilde yapılmasının önemini ifâde ederler. Bunu bir örnekle açıkhyayım: Meselâ 5 kilo şe-feejf satan kişi terazinin bir kefesine 5 kg.lık ağırlık koyacak, terazinin diğer kefesine şeker koyup tartacak. Şeker konulan kefekin diğer kefeye ağır gelecek şekilde şeker koymalıdır, buna İrcâh d«ailir. Tir-dh ve RÜchân da bu anlamda kullanılır. Buradaki hadîslerde İrcâh kökünden alınma fiiller kullanılmıştır. Babın başlığında ise RÜchân kelimesi kullanılmıştır.
Avnü'l-Mabûd yazarı ilk hadisin şerhinde şu bilgiyi verir:
"Hattâbi-. Hadîs, bir malı ölçmek veya tartmak karşılığında ücret almanın meşruluğuna delâlet eder. Bir malı taksim etmenin veya hesabım yapmanın ücreti de anılan ücret hükmüne tâbidir. Fakat Saîd bin el-Müseyyeb bir şeyi taksim etmek karşılığında ücret almayı yasaklardı. Ahmed de bu ücreti almayı mekruh sayardı.
Peygamber (Aleyhi's-salâtü ve's-selâm)'in tartıcıyı muhatap tutması ve ona talimat vermesi, müşterinin satıcıya vereceği mal bedelini tartma ücretinin müşteriye ait olduğuna dâir bir delil gibidir. Müşteri pazarlık edilen bedeli ödemekle mükellef olduğuna göre bedelin tartma ücretinin de kendisine âit olması gerekir. Müşteri ile ilgili durum bu olunca, satıcının tartı ile satacağı malın tartma ücretinin de kendisine âit olması gerekir, diye bir kıyaslama yapılabilir, demiştir.
S ü y û t i de : Bâzı âlimler Resûl-i Ekrem (Aleyhi's-salâtü ve's-selâm) 'in indon satın aldığını, fakat giymediğini söylemişlerdir. I b -nü'1-Kayyım el-Cevzî ise O'nun içdon giydiğini söylemiştir. Îbnü'l-Çevzi'nin bu sözünün bir kalem hatâsı olduğu söylenmiştir. Lâkin E b û Ya'lâ' nin müsnedinde ve Ta-baranı' nin el-Mucemü'I-Evsat'ında zayıf bir sened ile Ebû Hüreyre (Radıyallâhü anh) 'den şu mealde bir hadîs rivayet edilmiştir : "Ben bir gün Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) 'in beraberinde çarşıya çıktım. O, bezzazların yanında oturdu ve bir içdonu dört dirhemle satın aldı. Ben:
Yâ Resûlallah! Sen gerçekten içdon giyiyor (mu) sun, dedim? Resûl-i Ekrem (Aleyhi's-salâtü ve's-selâm) :
«Evet, seferde, hazerde, gece ve gündüz (giyerim). Çünkü ben örtünme ile emrolundum, içdondan daha iyi (avret yerini) örtücü bir giyecek bulamadım,* buyurdu." [96]
2223) (Abdullah) bin Abbâs (Radtyallâhü anhümâyâsm rivayet edildiğine göre şöyle demiştir:
Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) Medîne-i Münevvere'ye geldiği zaman Medîneliler Ölçü yönünden en bozuk insanlardan idiler. Sonra Allah Sübhânehu ve Teâlâ; âyetini indirdi. Bu âyet indirildikten sonra Medineliler ölçü işini iyi yaptılar."
Not: Zevâid'de şöyle denilmiştir : Bunun senedi hasendir. Çünkü Muhammed bin Akil ve Ali bin el-Hüseyn hakkında ihtilâf vardır. Senedin diğer râvileri sıkft zâtlardır. [97]
Zevâid türünden olan bu hadîs, Mutaffifîn sûresinin baş kısmının hicretten sonra indirildiğine delâlet eder. Sûre'nin ilk âyetlerinin meali şöyledir;
«Ölçü ve tartıda insanların hakkını çalanların vay hâline. Onlar ki insanlardan ölçekle aldıkları zaman haklarını tam alırlar ve insanlara ölçerek veya tartarak (bir şey) verdikleri zaman ölçü ve tartılarını eksik yaparlar. Bunlar büyük bir günde dirileceklerini sanmıyorlar mı?» (Mutaffifin: 1 - 5)
Yukarıya meallerini aldığım âyetler ölçü ve tartı işinde hiyle edenlerin sonuçlarının çok kötü olduğuna işaret ederler. Şu halde müslümana yaraşan şey, ölçüsünü ve tartısını tam yapmasıdır, en ufak bir şüpheye bile yer bırakmamalıdır. Âyetler hakkında geniş bilgi isteyenler tefsir kitablanna müracaat edebilirler. [98]
2224) Ebû Hüreyre (Radtyallâhü anh)'âen rivayet edildiğine göre;
Resulullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem), bir (küme) zahire satan bir adamın yanından geçti de mübarek elini kümenin içine sok-tu. Baktı ki küme hiylelidir (= içi ıslaktır). Bunun üzerine Resûlul-Iah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) :
«Hiyle eden - aldatan kimse, bizden değildir,» buyurdu."
2225) Ebü'I-Hamrâ1[99] (Radtyallâhü anh)'den; Şöyle demiştir:
Ben, Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'i gördüm: Kendisi, yanında bir kab içinde bir mikdar (satılık) zahire bulunan bir adamın yakınlarından geçti ve mübarek elini o zahirenin içine soktu. Sonra adama:
«Sen galiba hiyle etmişsin. Kim bize hiyle eder — aldatır —sa, o bizden değildir,» buyurdu."
Not: Zevâid'de şöyle denilmiştir : Bunun senedinde Ebû Dâvûd künyeli bir râvl vardır. Bu adam, Nüfey' bin el-Hârİs el-Ama olup terkedilmiş zayıf râvîlerden birisidir, tbn-i Ömer: Âlimler, Ebül-Hamrâ'nın zayıflığı üzerinde İttifak etmişler, bazıları da onu tekzib etmişler ve ondan rivayet etmeyi bırakmak için icma etmişlerdir, demiştir. İbn-i Maîn de onun mevzu hadisleri rivayet ettiğini söylemiştir. Ama buradaki hadisini teyid eden yukardaki hadîs mevcuttur. O hadis bu hadisin şahididir. [100]
Ebû Hüreyre (Radıyallâhü anh) 'in hadisini Müslim, Ebû Dâvûd ve Tirmizî de rivayet etmişlerdir. Tirmi-zi ve Ebû Dâvûd'un rivayetler indeki metin uzuncadır. Tirmizî' dekinin meali şöyledir:
"Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) (satılık) bir küme «a-hirenin yanından geçti de elini kümenin içine soktu. Parmaklan m-landı. Bunun üzerine -.
«Ey zahire sahibi! Bu (ıslaklık) nedir?» buyurdu. Zahire sahibi: Yağmurdan ıslandı, diye cevab verdi. Resûl-i Ekrem (Sallaltahü
Aleyhi ve Sellem) :
«O halde, ıslak kısmı niçin kümenin üstüne koymadın ti herfcva
görebilsin» buyurduktan sonra:
«Kim hiyle ederse —aldatırsa— o bizden değildir.» buyurdu."
Tirmizî bu hadîsin hasen - sahîh olduğunu söylemiştir.
«Hiyle edip aldatan kimse bizden değildir,» buyurulmuçtur. den değildir" ifadesi ile kasdedilen mânâ ile ilgili olarak AvKfl* bûd yazan şu nakilleri yapar:
"Hattâbi: Yâni bizim yolumuz ve ahlâkımız üzerinde dir. Çünkü din kardeşine hiyle eden onu aldatan bir kimse bana uymayı ve yoluma sarılmayı terk etmiştir. Bâzı âlimlere göre bunun mânâsı; Böyle davranan kimse müslüman değildir, denilmiş is» â» bu yorum sıhhatli değildir. Cümlenin sıhhatli yorumu benim dediğim yorum şeklidir, demiştir.
Nevevi de Müslim'in rivâyetindeki «... Benden değildir» buyruğun şerhinde: Yâni böyle davranan kimse benim ilmime, amelime ve güzel yoluma uyup gösterdiğim hidâyet prensibine riâyet edenlerden değildir. Nasıl ki evlâdının hareketlerini beğenmeyen adam, evlâdına: Sen benden değilsin, der. Süfyân bin Uyeyne bu tür yorumlamadan hoşlanmazdı ve şöyle derdi: Bu nevî yorumlama iyi değildir, buyurulan tehdidin daha etkili olması açısından böyle yorum yapmayıp olduğu gibi bırakmak gerekir, diye bilgi vermiştir.
Avnü'l-Mabüd yazan yukardaki nakilleri yapar ve bu arada: Bu hadis, alım satımlarda hiyle etmenin, bir müslümanı aldatmama ha-ramlığına delâlet eder. Bu hüküm hakkında icmâ vardır, der." [101]
2226) (Abdullah) bin Ömer (Radıyaüâhü anhümâ)'dan rivayet edildiğine göre; Peygamber (SaUallahü Aleyhi ve Sellem) şöyle buyurdu, demiştir:
«Kim bir zahireyi satın alırsa bunu (satıcıdan) teslim alıncaya kadar satmasın.»"
2227) (Abdullah) bin Abbâs (Radtyattâhü anhümâ)'dan rivayet edildiğine göre; Resûlullah (SaUallahü Aleyhi ve Sellem) şöyle buyurdu, demiştir:
«Kim bir zahireyi salın alırsa bunu (satıcıdan) teslim alıncaya kadar satmasın.»
Râvî Ebû Avâne kendi rivayetinde şu ilâveyi yapmıştır: İbn-i Abbâs demiştir ki: Ben her şeyin (bu hükümde) zahire gibi olduğunu sanıyorum." [102]
İ b n - i Ömer'in hadisini Buhâri, Müslim, Ebû Dâvûd ve Nesâı de rivayet etmiştir. îbn-i Abbâs'ın hadîsini Kütüb-i Sitte'nin yazarlannm hepsi rivayet etmişlerdir.
Her iki hadis, bir zahireyi satın alan bir kimsenin bunu satıcıdan teshin almadan satamıyacağına delâlet ederler. îbn-i Abbâs (Radıyallâhü anh) hububat ve gıda maddelerinin dışında kalan şeylerin de ayni hükme tâbi olduğu görüşünü beyân etmiştir.
Tuhfe yazarı îbn-i Abbâs (Radıyallâhü anh) 'in hadîsinin şerhinde şu bilgiyi verir;
"îbn-i Abbâs, her şeyin zahire gibi olduğunu sandığını söylemekle kıyas yapmıştır. Diğer şeylerin de zahire gibi olduğuna dâir şu nassların kendisine ulaşmadığı kanaatindeyim:
Ebû Dâvûd ve Dârekutnî' nin rivayet ettikleri bir hadîste "Zeyd bin Sabit (Radıyallâhü anh) şöyle demiştir :
Peygamber (SaUallahü Aleyhi ve Sellem) satın alınan bir maiın olduğu yerde, müşterileri tarafından satılmasını yasaklamış ve müşterileri bu malı kendi eşyalarının yanma naklettikten sonra satabileceklerini bildirmiştir."
A h m e d' in rivayet ettiği bir hadîste "Hakim bin Hıza m (Radıyallâhü anh) şöyle demiştir:
Ben: Yâ Resûlallah! Ben çeşitli satışlarla iştigal ediyorum, bunlardan hangisi bana helâldir, hangisi bana haramdır? dedim. Buyurdu ki:
«Sen bir şey satın aldığın zaman onu teslim almadıkça satma...* Muhammed, el-Muvatta'da: Biz zahirede olduğu gibi her maddenin satışında îbn-i Abbâs'ın sözü ile hükmederiz. Bir kimse satm aldığı bir malı teslim almadıkça satmamahdır. Merhum Ebû Hanîfe' nin kavli de budur. Ancak kenclişi, ev, akar ve arazi gibi bir yerden bir yere nakledilmesi mümkün olmayan eşyaların teslim alınmadan Önce, sahibi olan müşteri tarafından satılmasına ruhsat vermiştir. Ama biz, teslim alınmadıkça hiç bir şeyin satılmasını caiz görmüyoruz, demiştir. Tuhfe yazan: î m a m Muhammed'in bu görüşü açık olan hükümdür. Çünkü yukarda anılan Zeyd bin Sabit ile Hakim bin Hıza m'ın hadîsleri umumîdir, der.'
Aynî de: Âlimler bu mesele hakkında ihtilâf etmişlerdir:
1. Mâlik: Bu hadîslerde zahire kaydı bulunduğu için bunun dışında kalan mallar teslim alınmadan önce de satılabilir, demiştir.
2. Ahmed: Satılan mal, ölçü, tartı veya saymak sureti ile satılan çeşitlerden ise teslim alınmadan satılamaz. Başka şekilde satılan mallardan İse teslim alınmadan önce do satılabiHr, demiştir.
3. Züfer. Muhammed ve Şafii: Zahire olsun başka maddeler olsun hiçbir mal teslim alınmadan satılamaz. Çünkü hadisler umumidir, demişlerdir. (Bunlar 2188 sayılı hadîs ve yukarıya mealini aldığım Hakim ve Zeyd'in hadîsle benzeri hadîsleri kasdediyorlar.)
4. Ebû Hanife ve Ebû Yûsuf'a göre gayri menkul mallar teslim alınmadan önce de satılabilir. Fakat menkul mallar teslim almmadan önce satılamaz."
Yukarda görüşleri beyân edilen âlimlerin hepsinin delilleri şerhlerde beyân edilmiştir. İbnü'l-Kayyım el-Ce vzi1 den naklen Avnü'l-Mabûd'un dip notu şeklinde verilen bilgide, bu grub-ların delilleri beyân edilmiş ve görüşlerin mukayesesi yapılmıştır. Orada bir malın satıcıdan tesliminden önce müşteri tarafından satılmasının yasaklanması hikmeti olarak şu iki sebeb beyân edilmiştir:
1. Satın alınan bir mal müşteri tarafından teslim alınmadıkça onun mülkiyet durumu zayıftır. Çünkü mal telef olduğu takdirde, satış fesholmuş olur ve zarar satıcıdan tazmin ettirilir.
2. Satın alman mal teslim alınmadan önce satılıp, bu satışın sahih sayılması hâlinde bu arada telef olursa, bunun zararı iki şahsa ayrı ayrı tazmin ettirilir. $öyle ki.- İlk müşteri teslim almadığı için, ilk satıcıya tazmin ettirmesi gerekir. İkinci müşteri de bunu teslim almadığı için kendi satıcısı olan ilk müşteriye tazmin ettirmesi gerekir.
Bu iki illet ve sebebe yapılan İtiraz da orada beyân edildikten sonra şöyle bir üçüncü sebeb ve hikmet beyân edilmektedir:
Satın alınan bir mal teslim alınmadıkça ondan satıcının alâkası kesilmez ve satıcı müşterinin büyük bir kâr ile satmasını görürse yaptığı satışı feshetme ve malı teslim etmeme yoluna girebilir. Haksızlık bile olsa bunu yapabilir, bir takım hiyleli yollara ve bahanelere baş vurup satışın bâtıl olduğunu iddia edebilir. Böyle bir durum, zulüm, haksızlık, düşmanlık, kin ve üzücü olaylara sebebiyet verebilir. Günlük hayatta bunun benzerine raslamlır. Şer-i Şerif müşteriyi, malı teslim almadıkça bunda tasarruf etmekten menetmiştir ki, önce malını teslim alsın sonra dilediği gibi tasarruf etsin. Teslim aldıktan sonra parlak kârlar ve kazançlarla da satsa, artık satıcının mala el koyması, teslim etmekten imtina etmesi, satışı bir bahane ve hiyle ile feshetmesi tehlikesi kalmamış olur. Tecrübeli tacirler, Şeriatın bu hükmünden habersiz büş ûl*alar, bir tedbir olsun diye yine böyle hareket ederler. [103]
Bu bâbta rivayet olunan hadisler, satın alınan bir zahireyi teslim almadan önce satmayı yasaklamıştır. Diğer malların da zahire hükmünde olduğunu söyleyen âlimlerin bulunduğunu yukarda gördük. Peki bir mal ne şekilde teslim alınmış sayılır? Bu soru hatıra gelebilir. Avnü'l-Mabûd yazarı bu nokta hakkında H a t t â b î' nin şöyle dediğini nakleder:
Satın alınan şeylerin teslim alınması şekli halkın örf ve âdetlerine ve malların nevilerine göre değişir. Bâzı mallar, müşterinin eline vermekle teslim edilir. Bir kısım mallar bir yerden başka yere aktarılması suretiyle teslim edilir. Bâzı mallar müşterinin emrine ve tasarrufuna bırakmak suretiyle teslim edilir. Bâzı mallar ölçekle ölçmek sureti ile teslim edilir. Bu da Ölçmek suretiyle satın alman ve yine ölçülerek satılmak istenen mallara mahsustur. Ama götürü nazaride suretiyle satılmak istenen bir küme zahire ve hububatın teslim şekli bunun bir yerden başka bir yere aktarılması ile gerçekleşir. Çünkü bunun hakkında özel hadis vardır.
H a 11 â b İ' nin kasdettiği hadîs aşağıda gelecek 2228 nolu hadis ve benzeri hadistir.
2228) Câbir (Radtyallâhü anhyden rivayet edildiğine göre : Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) satıcının ölçeği ve müşterinin Ölçeği olmak üzere iki ölçekle ölçülmedikçe bir zahireyi satmayı yasaklamıştır."
Not; Zevâid'de şöyle denilmiştir : Bu hadisin senedinde bulunan râvl Muhammed bin Abdirrahman bin Ebl Leylâ Ebû Abdirrahman el-Ensâri zayıftır. [104]
Zevâid türünden olan bu hadisin şerhinde Sindi şöyle der: "Yâni ölçekle zahireyi şaton alan bir kimse, bunu ölçerek satmak istediği takdirde, evvelâ ölçerek satıcıda teslim alması ve bundan sonra yine ölçerek satması gerekir. Şu halde bu hadîs, götürü pazarlık usûlü ile değil de, ölçek usûlü ile alman ve ayni usul ile satılmak istenen zahire alım satımına aittir. Hadîsten maksad şudur: Bir ölçekle satm alman bir zahire, o ölçekle ölçmek suretiyle teslim alınmadıkça tekrar satılamıyacağı gibi, anılan şekilde ölçülerek teslim alındıktan sonra satılmak istendiğinde o ölçümle yetinmek suretiyle de satışı yapılamaz. Satışı yapılacağı zaman yeniden ölçülmesi gerekir. Çıkan netice şudur: Götürü pazarlama usûlü ile değil de ölçmek suretiyle yapılacak her satış için ayrı ayrı ölçmek gerekir. Bir ölçümle yetinilemez. Ama satışlardan birisi götürü pazarlık usûlü ile yapılırsa o satış için ölçmek şart değildir.
Bir kavle göre ölçerek satm alman bir zahire, ancak ölçerek satılabilir, götürü usul ile satılamaz, hadîsten kasdedilen mânâ budur. Fakat bu görüş zayıftır." [105]
2229) (Abdullah) bin Ömer (Radtyallâhü anhümâydan rivayet edildiğine göre şöyle demiştir:
(Dışardan eşya getiren) kervandan ölçüp tartmadan götürü usul le erzak alırdık. Sonra Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) s aldığımız erzakı olduğu yerden başka yere nakletmeden önce satmamızı yasakladı." [106]
Bu hadîsi Buhâri, Müslim, Ebû Dâvûd ve Ne-s â î' de rivayet etmiştir.
Mücâzefe, Cizâf, Cüz&f ve Cezaf: Bir malı Ölçmeden, tartmadan veya saymadan satmaktır ki buna götürü usulle satmak denilir.
Bilindiği gibi bâzı malların mikdarı ölçmekle, bir kısım malların mik-dan tartmakla tesbit edilir. Bâzı mallar da sayılmak sureti ile mik-dan tesbit edilip satılır. Anılan yolla tesbit edilmeksizin götürü pazarlık sureti ile yapılan satışa yukardaki isimler verilmiştir. Meselâ: Harman veya pazar yerinde bir yığın buğday var. Bunun kaç ölçek veya kaç ton olduğu tesbit edilmeksizin götürü usulle satılıyor. Buna mücâzefe, cizâf, cezâf ve cüzâf satışı denilir.
Hadîs bu tür satışın sahih olduğuna delâlet eder. Erzakı bu şekilde satın alan bir kimse o erzakı başka bir yere nakletmeden sata-mıyacaktır. Bu hüküm de hadîsten çıkarılıyor. Hadîsten çıkarılan bu iki nokta üzerinde biraz duralım:
Götürü usulle erzak ve hububatın satılması sahihtir. Ölçülmesi veya tartılması gerekli değildir. Saîd bin el-Müsey|peb, tshâk, Evzâi ve Hasan bin Hay böyle hükmejföa-lerdendirler. Küme hâlindeki erzakı tartmadan veya ölçmeden götürü pazarlık usulü ile satılmasının câizliği hususunda imamlar arasında bir ihtilâf yoktur. Ancak Şafiî' nin en sıhhatli kavliae göre böyle satış tenzîhen mekruhtur. Mâlik' ten yapılan rivayete göre götürü usulle satılan bir malın ölçü veya tartı bakımından mikdarı satıcı tarafından biliniyorsa götürü usulle satılması sahih
değildir.
N e v e v î * nin beyânına göre herhangi bir malı bir küme dirhem karşılığında satmak da caizdir. Yâni kümenin kaç adet dirhemden ibaret olduğu bilinmeksizin böyle satış sahihtir.
Hadîs, pazarlık sureti ile satın alınan bir hububatın olduğu yerden başka bir yere nakledilmeksizin satılmasının yasakhğına delâlet eder. T ı y b i: Çünkü menkul bir malın teslim alınması, alıcının onu olduğu yerden başka bir yere nakletmesi ile gerçekleşir, demiştir. Avnü'l-Mabûd'un yazarının dediği gibi bu hadîs, ölçmek veya tartmak sureti ile de satm alınan bir zahirenin tesliminden önce sa-tılamıyacağına delâlet eder. Cumhür'un görüşü de budur.
Satm alınan menkul ve gayri menkul her nevî malların teslim alınmalarından önce satılıp satılamıyacağı hususundaki görüşleri bundan önceki bâbta beyân ettiğim için tekrarlamaya lüzum görmüyorum.
Satm alınan mallardan erzak ve hububata âit özel hadîslerin bu-yurulduğu görülmektedir. Bilindiği gibi herhangi bir mal satın alındıktan sonra teslim alınmadıkça başkasına satılmasının yasaklıgı hakkında müteaddit hadîsler vardır. 2188 ve 2189 nolu hadîsler, bundan önceki bâbta geçen hadislerin izahı bölümünde meallerini verdiğim Zeyd bin Sabit ile Hakim bin Hizam'in hadîsleri bu hususta vârid olan hadislerdendir. Bütün mallar içinden gıda maddeleri hakkında ayrıca özel hadîslerin bulunduğunu görüyoruz. Bu bâbta ve bundan önceki bâbta rivayet edilen hadîsler gibi. Bunun hikmeti şu olabilir: Erzak ve zahire herkesin her zaman ihtiyaç duyduğu maddelerdir. Bunun stok edilmesi, yer değiştirmeden el değiştirmesi ve pazara sevk edilmemesi piyasada bir darlığın doğmasına ve ihtikâra yol açabilir. Bu sakıncaların önlenmesi için bu hüküm konulmuş, denilebilir. Diğer tarafta alınan her hangi bir malın teslim ve tesellümü yapılmadan ve yeri değiştirilmeden olduğu yerde el değiştirmesi ve bunun usul hâline getirilmesi, âdeta bir faizcilik kapısının açılmasına sebebiyet verir gibidir. Çünkü bir para değişiminin ötesinde bir şey yok gibidir. Meselâ depo edilmiş bir erzak düşünelim. Müşteri bunu onbin liraya alır. Ama el sürmeden ve yerini değiştirmeden olduğu yerde bir ay sonra oniki bin liraya satar, tkinci müşteri de ayni şekilde bir süre sonra onbeş bin liraya satar. Görüldüğü gibi bu satışlarda bir para mübadelesi görülür ve bir mal mübadelesi görülmez.
Hulâsa çeşitli nedenler yanında, ihtikâr ve faizciliğin doğmasını önlemek de bu hükümlerin illeti (sebebi) olabilir.
2230) Osman bin Affân (Radtyallâhü ankyâen; Şöyle demiştir: Bferr çarşıda fturü hurma satardım ve (müşterilerime) : Ben (satın alırken) bu ölçekle ölçtüm bu kadardır, derdim ve (tekrar ölçmeden) o ölçme (hesabı) ile kablar dolusu kuru hurmaları (müşterilerime) verirdim ve kârımı alırdım. Sonra böyle satış yapmam hakkında İçime bir şüphe girdi. Bunun üzerine (durumu) Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Selle m)'e sordum. Buyurdu ki.
«Sen (satarken) ölçmeyi söz konusu edince hurmayı (yeniden) ölç.-" [107]
Bu hadisin benzerini Buhâri talikan rivayet etmiştir Oradaki hadisin metni şöyledir :(Yâ Osman!) Sattığın zaman ölçtür ve satın aldığın zaman bizzat kendin ölçerek al.»
El-Fetih'de beyân edildiğine göre Ahmed, Dârekutni ve Bezzâr da bu hadisi rivayet etmişlerdir. El-Fetih yazan şöyle der:
"El-Leys yolu ile yapılan rivayet şöyledir: "Osman (Radıyallâhü anh) şöyle demiştir ;
Ben Benî Kaynukaa çarşısından kuru hurma satın alıp Medine'ye getirir ve Medineliler için piyasaya arz ederdim. Müşterilerime kaç ölçek olduğunu söylerdim. Bunlar da benim sözüme itimad ederek benden alırlar ve kârımı verirlerdi. Sonra bu durum Resülullah (Sallallahü Aleyhi ve SellemJ'e arz edildi..." Bu rivayet de bu hadisin sâdece ölçü ve tartıların tam yapılmasını emretmiyor. Aynı zamanda bir mal alınırken de satılırken de ölçülmesini emrediyor."
Sindi de bu hadîsin açıklamasında şöyle der: Osman (Radıyallâhü anh)'in maksadının şu olduğu umulur:
Kendisi ölçmek sureti ile satın aldığı hurmayı, satarken tekrar ölçmezdi. îlk ölçmeyi esas tutarak satardı ve müşteriye: Ben bu malı satın alırken ölçtüm, bu kadardı, derdi. Müşteri de onun sözüne itimad ederek, yeniden ölçmeden satın alırdı. Resûl-i Ekrem (Aleyhi's-salâtü ve's-selâm) verdiği cevabta kendisine şunu emretmiştir: Sen satışını ölçek hesabı ile yaptığın zaman eski ölçme işine güvenme, bununla yetinme ve yeniden ölç.
Hulâsa: Bir adam ölçerek satın aldı& W mah götürü usulle de-ğil; de. plçek hç^&bı üe satmak istediği". Eski ölçüye dayanarak ve bununla yetinerek satamaz. Ama ölçmek suretiyle satın aldığı bir malı götürü pazarla satmak isterse bunda bir sakınca yoktur. Bu hüküm bandan önceki hadîsin açıklaması bölümünde anlatıldı.
Osman (Radıyallâhü anh)'in hadisinden çıkan hüküm 2228 nolu hadîsten de çıkarılır. [108]
2231) Abdullah bin Rüsr el-Mâzînî (Radtyallâhü ankümâyden; Şöyle demiştir:
Ben, Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellemî'den işittim, buyurdu ki;
«Zahirenizi ölçünüz ki sizin için bereketli olsun.»"
Not: Abdullah bin BÜsrfin bu hadisinin sahih olup râvtlerfnin sıka olduktan, Zevâid'de bildirilmiştir.
2232) Ebû Eyyub (el-Ensârî) (Radtyallâhü anh)'âen rivayet edildiğine göre; Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Seüem) :
«Zahirenizi ölçünüz ki sizin için bereketli olsun.»"
Not: Zevâid'de şöyle denilmiştir : Ebû Eyyûb'un bu hadisinin senedinde Ba-kiyye bin el-VelId bulunur, bu râvl tedlisçidir. Hadisin aslı Buhârl'de vardır. [109]
Bu bâbtaki iki hadis Zevâid türündendir. Ancak notta belirtildiği gibi hadîs*in metni Buh&rİ'de mevcuttur, tki hadîsin metni aynidir. B u h â r i' deki rivayette hadisi Resül-i Ekrem (Aley-hi's-salâtü ve's-selâm)'den nakleden sahâbi M i k d â m bin Ma'dîkerib' dir. Bu hadiste ölçülmesi emredilen *Taâm"dan maksad, satıhk olan zahire, erzak ve hububat mı, yoksa aile reisinin, aile ferdleri için edindiği azık mıdır? Her iki mânâ da muhtemeldir.
Sindi,- el-Mazharî' nin şöyle dediğini nakleder: Taamı (yâni erzakı) ölçmekten maksad, kişinin sattığı veya aldığı erza-km miktarını bilmesidir, bunun meçhul kalmamasıdır. Keza kişinin aile ferdleri için edindiği azığı ve nafakayı ölçmesi de matlubtur. Çünkü böyle yaparsa yıllık nafakanın ne kadar olduğunu Öğrenir ve buna göre hazırlığını vapar. Gerek satılık erzak ve gerekse nafaka için edinilen azık ölçüldüğü takdirde bereketli olduğu bildirilmiştir. Bunun hikmeti ve izah. sudur; Resül-i Ekrem (Aleyhi's-salâtü ve's-selamVin emrine riâyet edenler, bu riâyetleri sayesinde dünya hayatında büyük bir bereket, âhirette de büyük ecir kazanırlar.
El-Hâfız da el-Fetih'de özetle şöyle der; "Ahmed, îbn-i Mâceh ve Tabarâni de bu hadisi değişik senedlerle rivayet etmişlerdir. îbn-i Mâceh bunu Ebû Eyyûb (RadıyaUâhü anh) "den rivayet etmiştir. Diğerleri ise M ı k d a m (Radıyallâhü anh)'den rivayet etmişlerdir. Dârekutnİ, îbn-i Mâceh'in Ebû Eyyüb'i ilâve etmesi rivayetini tercih etmiştir.
İbn-i Battal, kişinin aile ferdlerine harcadığı nafakayı ölçmesinin mendub olduğunu söylemiştir. Yâni yılın tamâmı veya bir bölümü için ne kadar azık gideceğini tahmin, edip buna göre azığı ölçmek iyidir, Allah'ın bereketi ile o azık takdir ettiğiniz sürece yetecektir.
Îbnü'l-Cevzi de: Anılan bereket, ölçerken çekilen Besmele sayesinde hâsıl olur, kanısındayım, demiştir.
Bence, yapılacak ölçme işi deneme düşüncesi ile yapılırsa bere-ketsizleşir. Fakat Peygamber (Aleyhi's-salâtü ve's-selâm)'in emrine uymak düşüncesi ile yapılırsa bereketlenir. Velhâsıl, ölçme işinin kendisinde ne bereketsizlik, ne de bereketlenme vardır, ölçme işine deneme düşüncesi eklenirse, eklenen düşünce yüzünden zahireden bereket kalkar, gider. Ölçme işine Peygamber (Aleyhi's-salâtü ve'selâm)'in emrine uyma düşüncesi eklenirse, bu düşünce sayesinde zahireye bereket gelir.
T a b e r i' nin dediğine göre kasdedilen mânâ şu olabilir: Aile ferdlerinizin azığını hazırladığınız zaman, Allah'tan bereket dileyerek ve dilediğinizin kabul olunmasına güvenerek ölçünüz. Bir kimse böyle ölçtükten sonra tekrar ölçünce, onun ikinci kez ölçmesi, bunun mikdannı anlamak için olmuş olur. Dolayısıyla, zahiresinin bereketlenmesinde şüphe ve tereddüt sahibi olmuş olur. Bu tereddüdünün cezası olarak, azığı erken biter.
Şu ihtimal de vardır: Aile reisi yıllık veya mevsimlik azığı ölçerse, nafakayı kullanan hizmetçisi hakkında bir kötü zan beslemeye yer bırakmamış olur ve zandan uzak kalması sebebi ile azığı bereketli olur. Çünkü azığı ölçmeden kullandıran aile reisi bunun hesabını yapmamış olur. Günün birinde azık tükenince masum olan hizmetçisi ve nafakayı kullanan kişi hakkında kötü bir zan besleyebilir. Halbuki, ölçerek teslim etmiş olsaydı böyle bir zanna yer bırakmamış olurdu."
İlk hadisin râvisi Abdullah bin Büsr (Radıyallâhü anh)'in hâl tercemesi 1726 nolu, ikinci hadisin râvîsi E b û Ey-y ü b (Radıyallâhü anh) 'in hâl tercemesi 318 nolu ve M i k d â m (Radıyallâhü anh) 'in hâl tercemesi 442 nolu hadîsler bölümünde geçmiştir. [110]
2233) Ebû Üseyd es-Sâidî[111] (Ra&tyallâfrü <«*>'*«; mistir:
Resulullah (Sallallahü Aleyhi ve Seîlem) Nebıyt çarşuma gitti, oraya baktı. Sonra i
«Burası siz tmü'minler)e (uygun) bir çarşı değildir,» buyurdu. Sonra başka bir çarşıya gitti. Oraya da baktıktan sonra:
«Burası (da) size (münâsib) bir çarşı değildir,» buyurdu. Sonra dönüp bu çarşıya geldi ve burada dolaştı. Sonra:
«Burası sisin çarşınızdır. Sakın bu çarşı İptal edilmesin ve bu çarşı (satıcıları ve alıcıları) üzerine vergi yükletilmesin,» buyurdu.*'
Not: Zevaid'de şöyle denilmiştir: Bunun senedinin şu ravlleri nayıf küsuc-lerdir: tsh&k bin îbr&him, Muhammed, Ali ve bunların şeyhi Zübeyr bin Mtoutr bin Ebl Üseyd «s-S&idl.
2234) Selmân(-i Fârisî [112] ) (Radıyallâhü a«A)'den; Şöyle de-miftir:
Be« Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve SellemKden işittim buyurdu fci i
«Sabah namazına giden bir kimsö îman bayrağı ile gitmiş olur ve çarşıya giden bir kimse şeytan bayrağı ile gitmiş olur.»'*
Not: Bunun senedinde bulunan İsa bin Meymûn'un zayıflığı üzerinde İtti* fak bulunduğu, Zevaid'de bildirilmiştir.
2235) Sâlim'in dedesi (Ömer bin el-Hattâb) (Radtyallâhü ankümâ)'-dan rivayet edildiğine göre; Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) şöyle buyurdu, demiştir;
«Kim çarşıya girdiği zaman i
zikrini okursa Allah
ona bir milyon hasene (sevab) verir, onun bir milyon seyyie (küçük hatâ) sini
siler ve onun için cennette bir köşk yaptırır.»"
[113]
Bu babın ilk iki hadisi Zevâid türündendir. Son hadisi Tfrmi-z i ve Hâkim de rivayet etmişlerdir.
Çarşılarda genellikle, çok yemin edilir, ayıplı mal sağlam gibi satılır, sağlam mal kötülenir, hiyle. aldatma ve kandırma eksik olmaz, verilen sözlerden cayılır, emânete hiyânet edilir, yalan konuşulur. İhtikâr, karaborsacılık, faizcilik ve tefecilik gibi hatıra gelebilen türlü türlü günah ve masiyetler işlenir. İnsan oğlunun işletüği günah ve masiyetlerin çoğunda şeytan aleyhinnale'nin tahriki, vesvesesi ve aldatması vardır. Bu itibarla çok günahların işlenmesine sahne olan çarşı ve pazarlar, şeytanların bir nevi basan alanları ve faaliyetlerinin yoğun olduğu önemli yerlerdir. Bu nedenledir ki. çarşıya giren kimse çok dikkatli hareket etmelidir. Alıcı olsun satıcı olsun şeytana yem olmaması için uyanık olmalı ve Resûl-i Ekrem (Aley-hi's-salâtü ve's-selâm) 'in burada buyurduğu gibi şeytan bayrağını çeken gafiller arasında yer almamalıdır.
Çarşıya girerken yukarda anılan zikri okuyan bir kimsenin çok sevab kazandığı, küçük günahları varsa çok sayıda bağışlandığı ve cennet'te bir köşk nimetine hak kazandığı son hadiste müjdelen m ektedir. Sindi' nin dediği gibi adamın hiç hatası yok ise hatâların bağışlanması yerine sevablan artırılır.
Anılan zikrin okunmasının bu yüce mükâfatının çarşıya girmeye bağlanmasının hikmeti hakkında T ı y b i: Çünkü çarşı ticâretle iştigal olunan ve bu nedenle Allah'tan gafil olmaya müsâid bir yerdir. Bu yüzden şeytan özellikle burada müslümanlara musallat olur, şeytanın yardımcıları burada toplanır. Bu gaflet yerinde Allah'ı anan bir müslüman şeytanla savaşır ve grubunu yener ve böylece anılan mükâfata lâyık olur, demiştir.
Son hadiste anılan zikrin meali:
-Allah'tan başka ibadete lâyık hiç bir ilâh yoktur. O, birdir biç bir ortağı yoktur. Mülk ve saltanat ancak O" nundur ve hamd O'na mahsustur. O, yaşatır ve O, öldürür. O, dâima diridir, ölmez. Her türlü hayır ancak Onun elindedir ve O, dilediği her şeye kadirdir.» [114]
2236) Sahr el-Gâmidî (RadtyaUâhü ank)'ten rivayet edildiğine göre; Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) :
.Allahım! Ümmetim için gündüzün ilk vaktini (yâni bu vakitte yaptıkları işi) bereketti eyle,- buyurdu, demiştir.
Sahr demiştir ki: ve Resûl-İ Ekrem (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) bir askeri birlik veya bir orduyu savaşa gönderdiği zaman gündüzün ilk vaktinde gönderirdi.
(Râvî) demiştir ki: ve Sahr ticâretle iştigal eden bir adam idi. (Bu emre uyarak) ticâret mallarını sabah erken gönderirdi ve bu sayede servet sahibi oldu, malı çoğaldı."
2237) Ebû Hüreyre (Radtyallâhü ank)'d*n rivayet edildiğine göre-ResnluUah (Sallallahü Aleyhi ve S eli em) :
-Attanım! Ümmetim için Perşembe gününün ük vaktini (yâni bu vakitte yaptıkları işi) bereketti eyle,» buyurmuştur."
Not: Bunun senedinde
bulunan Abdurrahman ve ondan ftsatınnm zayıf ot duldan, Zev&id'de
büdirilnu>Ur,
2238) (Abdullah) bin Ömer (Radtyallâhü anhümâ)'dan rivâytt «dediğine göre; Peygamber (SaUaüahü Aleyhi ve Sellcm) şöyle dua etnûçtir:
«Allahım! Ümmetim için gündüzün ilk zamanını (yâni bu vakitte yaptıkları işi) bereketli eyle.»" [115]
Sahr (Radıyallâhü anh) 'in hadisini Tirmizi, Ebû Dâvûd, Nesâi ve tbn-i Hibbân da rivayet etmişlerdir. Ebû Hüreyre (Radıyallâhü anh) ile îbn-i Ömer (Radıyallâhü anh)'in hadîsleri Zevâid türündendir.
Hadîste geçen "Bükûr" kelimesini "Gündüzün ilk vakti" diye ter-ceme ettim. Bu kelime, sabah namazı ile güneşin doğması arasındaki zamana denilir. El-Münzirî böyle tarif etmiştir. El-Mün-cid'e göre Bükre, fecir ile güneşin doğması arasındaki vakte ve günün ilk zamanlarına denilir. Ğudûv kelimesi de bu mânâlara gelir. Bu kelimeler sabahın erken vakti, sabahın ilk zamanlan ve kuşluk vakti anlamlarında da kullanılır. Burada, sabahleyin erken işe başlamaya teşvik buyurulmuş ve bu vakitte yapılan işlere bereket verilmesi için duâ buyurulmuştur.
Seriyyeı Düşmanla savaşmaya gönderilen ve âzami sayısı 400 kişilik olan askeri birliktir.
Ceyş: Askeri kuvvet demektir. Bu hadîste Seriyye ve Ceyş kelimelerinin ikisi de kullanılmıştır ve ifâde tarzı "Bir seriyye veya bîr ceyş" şeklindedir. Bu ifâdede kullanılan "Veya" sözünün râvinin tereddüdünden geldiğine dâir bir kayda raslamadığım için Ceyş kelimesi ile seriyyeden daha büyük askerî kuvvet anlamının kasdedildi-ği kanaatına vardım. Bu nedenle Ceyş kelimesi yerine ordu kelimesini kullandım.
Resûl-i Ekrem (Aleyhi's-salâtü ve's-selâmî küçük veya büyük bir askerî kuvveti savaşa gönderirken, sabahın erken vaktinde yollardı. Râvi bunu ifâde etmek istemiştir.
Resûl-i Ekrem (Aleyhi's-salâtü ve's-selâm) mü'minlerin sabahın erken saatlerinde yapacakları işlerin bereketli ve verimli olması için duâ etmiştir. O'nun dualarının makbul ve müstecab olduğunda mü'-minler şüphe etmezler. Nitekim hadîsin râvîsi Sahr (Radıyallâhü anh), Resûl-i Ekrem (Aleyhi's-salâtü ve's-selâm) 'in bu duasına mazhar olmak için ticâret mallarını sabahın erken saatlerinde yolladığı ve bu sayede servet sahibi olduğu ifâde edilmiştir.
El-Münziri bu hadisin sahâbîlerden bir cemâat tarafından rivayet edildiğini ifâde ettikten sonra, râvilerinin bir Vısmmm şu zâtlar olduğunu söylemiştir: Ali, îbn-i Abbâs, İbn-i M«s'ûd, İbn-i Ömer, Ebû Hüreyre, Ene s bin Mâlik, Abdullah bin Selâm, linrân bin Hu-sayn, Câbir bin AbdiUah, Büreyde, Evs bin Abdillah ve Âişe (Radıyallâhü anhüm).
B e y h a k i' nin rivayet ettiğine göre, "Resûl-i Ekrem (Sallal-lahü Aleyhi ve Sellem)'in kızı F â t i m e (Radıyallâhü anhâ) şöyle demiştir:
"Bir gün sabahleyin (gün doğmadan önce) ben uzanmış idim. (Babam) Resûluİlah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) bana uğradı ve mübarek ayağı ile bana dokundu. Sonra;
«Kızcağım! Kalk ve Rabbinin nzik taksiminde hazır bulun, gafillerden olma. Çünkü Allah fecir ile güneşin doğması arasındaki vakitte insanların rızkım taksim eder.» buyurdu." Yine Beyhaki'-nin rivayetine göre "Ali bin Ebi Tâlib (Radıyallâhü anh) şöyle demiştir:
"Resuluilah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) (bir gün) sabah namazından olan Fâtime (Radıyallâhü anhâ) 'nin odasına girdi. Fâtime uyuyordu. Resûl-i Ekrem (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) onu uyandırdı ve şöyle buyurdu..." diyerek yukardaki hadîsin mislini nakletti.
S a h r {Radıyallâhü
anh) hakkındaki bilgi şudur: Tuhfe yazarının beyânına göre Z e h e b i,
Tezkirede: S a h r, yalnız bu hadisin rivayeti ile tanınmış bir zâttır ve ancak
bu hadîsi rivayet etmiş olması ile sahâbi olduğu söylenmiştir. Kendisinden bu
hadisi rivayet eden zât da U m â r e' dir. Bu râvî ise meçhuldür, demiştir.
[116]
2239) Ebû Hüreyre (Radtyatlâhü anhyden rivayet edildiğine göre; Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) şöyle buyurmuştur:
Bir musarrâtı (= müşteriyi aldatmak için sütü sağılmayıp göğsünde biriktiren) bir hayvanı satın alan bir kimse (hayvanı kabul veya satıcıya iade etmek hususunda) üç güne kadar serbesttir. Eğer onu İade ederse onunla beraber bir sâ semrâ (yâni buğday) değil bir sâ kuru hurmayı da (sağılan süte karşılık) versin.»'*[117]
Bu hadisi Buhâri, Müslim, Ebû Dâvüd ve T i r m i z I de rivayet etmişlerdir.
Musarrâti Kelimesi tasriye masdarından alınmadır. Tasriye, Arab dilinde, sütü birikinceye kadar memede hapsetmek ve sağma-maktır. Suyu hapsetmeye de tasriye denilir. Burada kasdedilen manâ ise tercemede parantez içi ifâde ile belirttiğim gibi müşteriyi aldatmak maksadı ile hayvanın sütünü sağmayıp hapsetmek ve çok süt veriyor gibi göstermek ve böylece hayvanı yüksek fiyatla satmaya çalışmaktır.
N e v e v i bu konu hakkında özetle şöyle der: 'Tasriye haramdır. Yâni deve, sığır, koyun, keçi, kısrak, merkeb, diğer hayvanların ve cariyenin sütünü hapsedip memelerinde biriktirmek ve bol süt veriyor gibi gösterip müşteriyi kandırmak haramdır. Çünkü bu hareket hiyle ve aldatmadır. Haram olmakla beraber yapılacak satış sahihtir. Ancak müşteri, bu hiylenin farkına varınca kabul veya iade etmek hususunda serbesttir.
Bu hadisin metni değişik şekillerde rivayet edilmiştir. Bâzı rivayetlerde yalnız koyunun hükmü belirtilmektedir. Bâzı rivayetler me-âlen şöyledir:
«Kim, sütü sağılmayıp memelerinde biriktirilen bir koyunu satın alırsa, onu götürüp sağsın. Eğer sağdığı süt mikdanna rıza gösterirse hayvanı tutsun (kabullensin). Eğer sağılan süt mikdanna rızâ göstermezse koyunu bir sâ hurma ile beraber İade etsüı.»
Bâzı rivayetlerde müşterinin üç güne kadar muhayyer olduğu belirtilmektedir, diyen N e v e v i bunları ve diğer rivayetleri naklettikten sonra sözüne devamla şöyle der;Müşteri anılan aldatma işini anlayınca, derhal iade etmek zorunda mıdır, yoksa iade işini üç güne kadar geciktirebilir mi? Bu hususta bizim arkadaşlarımız ihtilâf etmişlerdir. En sıhhatli kavle göre müşteri iade edecekse, derhal iade etmek zorundadır, bekletemez. Müşteri bazen bu hiylenin farkına hemen varamaz. İcâbında iki üç güne kadar ancak farkına vanr. Bâzı rivayetlerde bulunan üç günlük süre bu maksada dayanır. Yâni daha önce hiylenin farkına var-mayıp sonra anlarsa, ona üç günlük mehil hakkı tanınmıştır. Müşterinin sağdığı ve kullandığı süt az olsun çok olsun, satın aldığı hayvan deve olsun veya. sığır yahut koyun ve keçi olsun hiç bir fark gözetmeksizin bir sâ hurmayı da hayvanla beraber satıcıya iade edecektir. Bizim mezhebimiz ile Ebû Yûsuf, Mâlik, el-Leys, Ibn-i Ebi Leylâ, Ebü Sevr ve hadîsçilerin fıkıhçı-lannın kavli budur. Sahih hadise uygun olan görüş budur. Bâzı arkadaşlarımıza göre o memleketin zahiresinin çoğu hangi maddeden ise ondan bir sâ verilir, bu hüküm hurmaya mahsus değildir.
Ebû Hanîfe, Irak âlimlerinden bir cemâat ve M â -1 i k İ 1 e r' in bir kısmı ve bir garîb rivayette Mâlik: Müşteri anılan hayvanı iade edebilir, fakat bir sâ hurma vermesi durumu yoktur. Çünkü İslâmiyet'te asıl kaide şudur: Bir kimse başka bir adamın bir malını telef ettiği zaman o maun emsali varsa emsalinden ödeme yapar. Misli kısımdan değilse yâni emsali bulunan çeşitlerden değilse, o malın değerini öder. Başka bir çeşitten ödeme yapmak genel hükümlere aykırıdır, demişlerdir (Yâni müşteri sağılan sütü telef etmiştir. Bir sâ hurma ne süttür ne de sütiut değeridir.)
Cumhur şöyle cevab vermiştir: Bir mesele hakkında sahih bir hadîs bulununca, akli yolla ona itiraz edilemez. Bir sâ hurma ödeme hükmünün verilmesinin sebebi şudur: O devirde oralardaki zahirenin çoğunu hurma teşkil ediyordu. Şer'i hüküm böylece tesis edildi. Kullanılan süt mikdan yerine ayni miktar süt veya bunun değeri değil de bir sâ hurma ödeme emrinin hikmetine gelince, amaç herhangi bir niza ve ihtilâfa yer bırakmamak ve kesin bir sınırla tahdid etmektir. Bunun benzerleri çoktur. Örneğin: diyet 100 deve olarak tâyin ve tesbit edilmiştir. Maktulün özellikleri diyet mikdannı değiştirmez. Ödenen bir sâ hurma, satış akdi yapıldığında hayvanın memelerinde bulunan süte bedeldir. Bundan sonra müşterinin aldığı süt zâten müşterinin hakkıdır."
Bu ve benzerî hadîslerle amel etmeyen ve müşteri ya hayvanı kabul eder ya da aynen iade eder ve bunun yanında bir sâ hurma ödemez, diyen âlimlerin delilleri ye cumhûr'un verdiği cevablar ay-rıntılı olarak el-Fetih'te izah odümiştir. Oraya müracaat edilebilir.
Hanefi fıkıh kitablarmdan lbn-i Abidîn'de bu mesele hakkında biraz bilgi verilip Hanefî mezhebindeki değişik görüşler beyan edildikten sonra: Satıcı bu hiylesi ile müşteriyi aldat-mjştir. Bu nedenle hayvanın değerinin farkını müşteriye ödemek zorundadır, şeklindeki T a h â v î' nin rivayetini tercih etmiştir. Mâlik, Şafii, Ahmed ve Ebû Yûsuf ise bu hadisle amel etmişlerdir. Bir rivayete göre Ebû Yûsuf: Müşteri sütün değerini de hayvanla beraber satıcıya iade eder, demiştir.
Hanefi fıkıh kitablarmdan Fethü'I-Kadîr'in HıyarûVBey' babının sonunda şöyle deniliyor : El-Müctebâ'da: Müşteri satın atöıgı koyunu veya ineği sağarsa, artık geri veremez. Musarrat olan veya olmayan hayvanlar arasında bu hüküm açısından bir fark yoktur. (Musarrat yukarda tarif edildiği gibi müşteriyi aldatmak amacı ile sütü sağılmıyarak biriktirilen ve çok sütlü olarak gösterilmek istenen hayvana denilir.) Musarrat hayvan sütünün azlığı gerekçesi ile satıcıya iade edilebileceğine Şafiî, Mâlik, Ahmed ve Züf er hükmetmişlerdir. Ebü Yûsuf tan yapılan bir rivayet de böyledir. Müşteri musarrat hayvanı sağdıktan sonra bize göre iade edemez. Musarrat hayvanın sütünün azlığı anlaşılınca, hayvanın değerinin farkını müşteri satıcıdan alabilir mi? el-Kerhİ'-nin rivayetine göre alamaz. Tahâvi' nin şerhindeki rivayete göre bu farkı alabilir. Çünkü hayvanın sütü sağıldıktan sonra, rağbet edilen bol süt verimliliği vasfı elde edilememiştir. Satıcı, hayvanın sütünü sagmayıp hapsetmek suretiyle müşteriyi aldattığından bu kavlin fetva için tercih edilmesinin uygunluğu söylenmiştir. Eğer satıcı gebe bir hayvanı satarken, sütünün çok olduğunu müşteriye söylerse ve hayvan doğum yaptıktan sonra satıcının dediği gibi çıkmazsa müşteri hayvanı geri verebilir. Buradaki durum da böyledir.
2240) Abdullah bin Ömer (Radtyallâhü anhümâydaa rivayet edildi' ğine göre; Resûlullah (SallaHahü Aleyhi ve Settem) şöyle buyurdu, demiştir:
«Ey insanlar! Muhaffele (~ müşteriyi aldatmak amacıyla sütü sağılmayıp göğsünde hapsedilen) bir hayvanı satın alan bir kimse (hayvanı geri vermek hususunda) üç güne kadar serbesttir. Müşteri onu geri verecekse onunla beraber, sağdığı sütünün iki mislini (Veya eldeki) bir mislini (n kıymeti kadar) buğday da versin.»"
Not: Bu hadisi Ebû Davûd da rivayet etmiştir. El-Fetih'te: Bunun senedi zayıftır ve İbn-i Kuddâme demiş ki bu hadisin zahiri İle amel etmek alimlerin ittifakı ile terkedilmiştir, diye bilgi verilmiştir. [118]
Notta belirtildiği gibi bu hadis Ebû Dâvûd tarafından da rivayet edilmiştir. Sindi bu hadisin şerhinde: İslamiyet'in ilk zamanlarındaki hükmün bu hadise göre olmuş olması ve müşteri ile satıcının arasında çıkacak ihtilâfın kesilmesi için ödenecek meblâğın bir önceki hadisle tâyin ve tahdid edilmiş olması umulur. Âlimlerin bu hadisle amel etmemeleri de bundan dolayı olabilir. Halbuki Ebû Dâvûd bunu rivayet etmiştir. Âlimlerin bununla amel etmemelerinin ikinci sebebi bu hadîsin senedinde bulunan zayıflıktır, demiş ve bundan sonra da nottaki durumu belirtmiştir.
Avnü'l-Mabüd'da: "Muhaffele ve Musarrat ayni mânâyı ifâde ederler. Muhaffele, toplatılan demektir. Hayvanın sütü, onun göğsünde toplatıldığı için hayvana bu isim verilmiştir.
"Sütün bir veya iki misli'* ifâdesinde ki tereddüd râviye aittir. Yâni Resûl-i Ekrem (Aleyhi's-salâtü ve's-selâm) ya böyle, ya da şöyle buyurmuştur.
Bu hadis ile bundan önceki hadisin arasında görülen ihtilâf nasıl izah edilir? diye bir soru sorarsan ben derim ki el-Hâfız bunu şöyle cevablamıştır: Bu hadîsin senedi zayıftır. îbn-i Kuddâme demiş ki: Âlimler bu hadisin zahiri ile amel etmemek'hususunda ittifak etmişlerdir.
Hattâbi de: Bunun senedi tutarlı değildir, demiştir. Durum, H a 11 â b î' nin dediği gibidir. Allah kendisinden râzi olsun. Çünkü senedde bulunan râvi C ü m e y' bin Ömer hakkında îbn-i Nümeyr.- O, en çok yalan söyleyenlerdendir, demiş. I b n - i Hibbân da demiş ki. O, rafızi idi hadis uydururdu,» diye bilgi vermiştir.
2241) Abdullah bin Mes'ûd (Radtyallâhü <m*)'den; Şöyle demiştir:
Sadık ve masdûk olan Ebü'I-Kasım (Sallallahü Aleyhi ve Selle m) üzerinde çehâdet ederim ki O, bize şöyle buyurdu:
-Muhaffel (müşteriyi aldatmak için sütü sağılmayıp göğsünde biriktirilen) hayvanları satmak bir aldatmadır ve aldatmak, hiç bir müslümana helâl değildir."
Not: Bunun senedinde Câbir el-Caf i bulunduğu ve kendisinin doğruluğunun çüpheü olduğu. Zevaid'de bildirilmiştir. [119]
2242) Aişe (Radtyallâhü ankâyâstn; Şöyle demiştir : Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) (satın alınan*) kölenin gelirinin, kölenin helak olmasından sorumlu olması neden, ile (muşterinin hakkı) olduğuna hükmetti."
2243) "Âişe (Radıyallâhü a»Aâ/dan; Şöyle demiştir:
Bir adam bir köleyi satın aldı ve çalıştırıp ondan gelir sağladı. Sonra kölede bir kusur bulup (satıcıya) geri verdi. Bunun üzerine satıcı: Yâ Resülallah! Adam, benim kalemi çalıştırıp ondan gelir sağladı, dedi. Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) :
«Satın alınan malın geliri, onun helak olmasından sorumlu olması nedeni ile (müşterinin hakkı) dır.» buyurdu." [120]
Bu iki hadîs Âişe (Radıyallâhü anhâ) tarafından rivayet edilmiştir. Tirmizi, Ebû Dâvûd ve Nesâİ de bu hadîsi rivayet etmişlerdir. Ebû Dâvûd'un rivayetinde her iki metin de mevcuttur. Bâzı kelime değişikliği var ise de Resûl-i Ekrem (Aleyhi s-salâtü ve's-selâm) 'e âit metinde bir değişiklik yoktur. Tirmizi' deki rivayet birinci hadis gibidir.
Sünenlerin hepsinde mevcut olup Resûl-i Ekrem (Aleyhi's-salâtü ve's-selâm)'e âit metin şöyledir:
«Haraç, daman iledir.» Biz bu cümle ile kasdedilen mânâyı ifâde etmek için bu kelimeleri kullanmayıp, bunların karşılığını kullanmaya çalıştık. Aşağıda biraz daha açıklayıp iyice anlaşılmasına çalışacağız.
Haraç: Satın alınan köle, câriye, hayvan, ev ve benzerî menkûl veya gayri menkûl bir maldan elde edilen gelir, demektir.
Daman: Bir malın helak olmasından sorumlu olmak ve gerektiğinde bedelini ödemeyi yüklenmek, demektir. Fıkıh ıstılahında çok kullanılan bir terimdir. Zâmm olmak ve tazmin etmek, tazminat gibi kelimeler bu kökten alınmadır. Satılan mal ile ilgili bir örnekle bunu açıklıyayım : Satılan bir mal müşteriye teslim edilmedikçe satıcının Zamanındadır, denilir. Vâni o mal telef olursa sorumluluk satıcıya aittir, zararı o çeker. Müşteri bunun zararına karışmaz. Keza; satın alınan bir mal müşteriye teslim edildikten sonra o malın damanı müşteriye âittiı. Yâni mal helak olursa müşterinin kesesinden gitmiş olur. Satıcının ilgisi yoktur. Daman kelimesini garanti kelimesi ile ifâde etmek mümkündür. Şu halde bir mal bazen satıcinin, bazen de alıcının daman ve garantisi altındadır. Satın alındıktan sonra kusur ve noksanlığı görülen bir mal satıcıya geri verilebilir. Bu takdirde, satıcı, müşterinin o maldan elde ettiği geliri isteyemez. Meselâ, hadiste anıldığı gibi adam bir köleyi satın alıp çalıştırmış ve ondan biraz kazanç elde etmiş, sonra kölenin kusurlu olduğunu anlayınca, köleyi satıcıya geri vermiştir. Fakat köleden elde ettiği geliri vermemiştir. Satıcı Resûl-i Ekrem (Aleyhi's-salâtü ve's-selâm)'e müracaatla bu geliri de istemiş ise de bunun müşterinin hakkı olduğu beyân Duyurulmuştur. Bu beyânde «Haraç, daman iledir» buyurulmuştur. Yâni kim malın helakinden sorumlu ise, malın geliri de onun hakkıdır Bilindiği gibi kölenin sorumluluğu müşteriye aittir. Çünkü köle onun yanındadır. Bu nedenle kölenin geliri de bu sorumluluğa karşılık olarak müşterinin hakkıdır.
«Haraç daman iledir» cümlesi «Haraç, damanın karşılığıdır.» şeklinde yorumlanabilir. Yâni satın alınan malın geliri o malın helakinden sorumlu olmaya karşılık müşterinin hakkıdır.
Bu cümle "Haraç daman sebebi ile hak edilir" şeklinde de yorumlanabilir. Yâni, satın alman malın geliri, o malın helakinden sorumlu olması nedeni ile müşterinin hakkıdır.
Avnü'l Mabûd yazan bu hadisin şerhinde şöyle der: "En-Nihâye'de: Hadisteki haraç'tan maksad, satın alman köle, câriye ve mülkten elde edilen gelirdir. Bu da şöyle olur: Adam bunlar gibi bir şey satın alır ve bir süre kullanıp ondan gelir sağladıktan sonra bunun eski bir kusuruna vâkıf olur, satıcı bu kusuru gizlediği nedeni ile müşteri bunu geri verir. Satıcıya verdiği bedelini de geri alır. Müşteri bu hakka sahibtir. Malı geri verince, elde etmiş olduğu geliri satıcıya vermez. Çünkü bu gelir kendisinin hakkıdır. Sebebi de şudur: Bu mal müşterinin yanında iken helak olsaydı zarar ve ziyan müşteriye âit olacaktı. Satıcıya âit olmayacaktı. Bu zararı çekmeye daman denilir, diye bilgi verilmiştir.
Es-SübüTde ve Maâlimü's Sünen de de buna benzer bilgi verilmiştir. [121]
Tuhfe yazan
ŞerhüVSünne'den riâfclen şöyle der:
1. Ebû Hanîfe" nin arkadaşlarına göre, satın alınan bir hayvan müşterinin yanında doğum yapınca ve alınan bir ağaç, onun yanında meyva verince, artık mal kusurlu ve ayıblı olması gerekçesi ile satıcıya iade edilemez. Müşteri bu kusur nedeni ile malda beliren değer farkını satıcıdan isteyebilir. (Mesela: Sağlam olduğu kanaati ile satın alınan bir hayvan 10 bin lira fiyatla satın alınmıştır. Müşteri bu hayvanı teslim alıp bundan gelir sağlar, sütünü sağar, ondan yavru elde eder. Bir süre sonra da hayvanın eski bir kusurunun farkına varır ve bu kusurun satıcı tarafından gizlendiği karı Aa tına vanr. Hayvanda bu kusur olunca, değeri 10 bin lira değil, ancak 8 bin lira olur. Müşteri bu hayvanı geri veremez. Fakat değer ve fiyat farkı olan 2 bin lirayı satıcıdan geri isteyebilir.)
2. Ş & f i i' ye göre hüküm şöyledir: Müşteri satın aldığı hayvandan süt, yün, yavru ve benzerî gelirler elde eder. Keza satın aldığı ağaçlardan meyva alır, cariyeden evlâd elde eder. Sonra anılan mallarda eski kusurların bulunduğunun farkına varırsa, satın aldığı hayvanı, cariyeyi ve ağaçları satıcıya geri verip ödediği bedelleri tam olarak alabilir ve bu mallardan elde etmiş olduğu gelirler kendisinin hakkıdır. Satıcı bu gelirleri isteyemez.
3. M â 1 i k ' e göre yavrular, anneleri ile birlikte satıcıya iade edilir. Fakat yün. kıl ve süt gibi mahsuller geri verilmez. [122]
2244) Semüre bin Cündüb (Radıyattâhü anh)'den rivayet edildiğine ; Resûlullah (Sattallahü Aleyhi ve Seltem), şöyle buyurdu, demiştir: (Satılan) kölenin uhdesi (yâni alıcısının muhayyerliği veya satıcısının zimmetinde olduğu süre) üç gündür.-"
Not: Zevaid'de şöyle denilmiştir: Bunun senedindeki râvtler sıka zâtlardır Ancak Sald bin Ebl Arûbe'nin hafızası son zamanlarında karışmıştı. Fakat Abede bin Süleyman kendisinden, bu hâlinden önce rivayette bulunmuştur. Ravt el-H» »an'ın Semûra (R.A.)'den hadis İşitmesi meselesi d» «öa götürür.
2245) Ukbe bin Âmir (RadtyaUâhü anh)'âen rivayet edildiğine göre; Resûlullah (Sallallakii Aleyhi ve Seîlem) şöyle buyurdu, demiştir:
«Dört günden sonra uhde yoktur.»" [123]
S e m û r e (Radıyallâhü anhJ'm hadîsini Ebû Davûd, bu sahâbîden değil, Ukbe (Radıyallâhü anhVden merfû olarak rivayet etmiştir. A h m e d de buradaki ikinci hadisin bir benzerini rivayet etmiştir. Müellifimizin rivayet ettiği her iki hadisin senedinde bulunan râvi el-Hasan-ı Basri' nin S e m û -r e'den hadîs işittiği hususu notta da belirtildiği gibi ihtilaflıdır. Onun Ukbe (Radıyallâhü anhJ'den de hadis işitmesinin sabit olmadığı Îbnü'l-Medenî ve Ebû Hatim er-Râzi tarafından ifâde edilmiştir. Bu itibarla her iki sened de şüphelidir.
Uhde: Bu kelime Arab dilinde, sened, andlaşma, emanet şey, ta-ahhüd, mes'uliyet, zimmet ve kusur gibi mânâlara gelir. Burada kas-dedilen mânâ zimmet ve mes'uliyettir, denilebilir. Muhayyerlik mânâsına da yorumlanabilir,
«Kölenin uhdesi üç gündür* mealindeki hadisi H a t t â b i şöyle açıklamıştır: "Yâni adam câriye veya köle satın alır. Satıcı bunun kusursuz olduğunu satış akdinde şart etmez. İşte böyle bir satıştan sonra üç güne kadar müşteri, bir kusur görmesi hâlinde, kusurlu köleyi veya cariyeyi satıcıya geri verebilir. Gördüğü kusurun eski olduğunu ispatlaması için kendisinden şâhid istenemez. Eğer üç günden sonra bir kusur görürse, bu kusurun, satıcının yanında iken de kölede veya cariyede bulunan eski bir kusur olduğunu şâhid ile ispatlamak zorundadır. Ebû Davud'un rivayetine göre râvi K a t â d e de mezkûr hadîs metnini böyle yorumlamıştır.
Mâlik bin Enes bu hadisle amel etmiş ve: Satıcı, köleyi satarken kusursuz olduğunu şart etmemiş ise hüküm budur, demistir. İbnü'l-Müseyyeb ve Zühri gibi Medine âlimlerinin görüşü de budur.
Şafiî ise satın alınan bir malda bir kusurun görülmesi hâlinde satış üzerinden geçen süreye bakmaz ve şöyle der: Görülen kusur, satış târihi ile dâva târihi arasındaki süre içinde beliren yeni bir kusur olması muhtemel ise. kusurun satış târihinden sonra meydana geldiğini söyleyen satıcının yeminli ifâdesi muteberdir. Şayet görülen kusurun bu süre içinde meydana gelmiş olması mümkün olmayan eski bir kusur ise mal satıcıya geri verilir, demiştir.
Ahmed bin Hanbel de bu hadîsi zayıf görmüş ve bu konuda sabit bir hadîs yoktur, Hasan-ı Basrî, Ukbe (Radıyallâhü anh)'den hiç bir hadîs işitmemiştir, bu hadis şüphelidir. Çünkü Hasan-ı Basri bir defa Ukbe' den işittiğini, başka bir defasında S e m û r e' den işittiğini söylemiştir, demiştir." ( H a t t â b i' nin sözü burada bitti.)
El-Münziri de: Hasan-ı Basri' nin Ukbe bin Âmir' den hadis işittiğinin sahih olmadığını t b n ü ' 1 -Medini ve Ebû Hatim er-Râzi söylemişlerdir. Bu itibarla (2245 nolu) hadîs munkatidir. İbn-i Mâceh de bu hadisi yine Hasan-ı Basri aracılığı ile rivayet etmiştir. Burada da Hasan-ı Basri bir tarafta Ukbe bin Âmir'-den, diğer tarafta S e m û r e' den rivayet ettiğini söylemiştir. Hadisin metinleri de farklıdır. Senedde muztariblik mevcuttur, demiştir.
Beyhakî de, Hasan-ı
Basri' nin S e m ü r e' den olan rivayetinin hıfzedilmiş durumda olmadığını
söylemiştir. (Bu izah Avnü'l-Mabûd'dan naklen verilmiştir.)
[124]
2246) Ukbe bin Âmir (Radtyallâhü anhyâen rivayet edildiğine göre, kendisi Resûlullah (SaHaîlahü Aleyhi ve SeMem y den şunu işitmiştir r
«Müslüman, müslümanın kardeşidir. Kusurlu bir malı (din) kardeşine satan hiç bir müslümanalbu satış) helal olmaz. Meğer ki (satarken) bu kusuru ona açıklaya.»
2247) Vasile bin el-Eska' (Radıyallâhü onftj'den; Şöyle demiştir:
Ben Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'den işittim, buyurdular ki:
«Kusurunu açıklamadığı bir mah satan bir kimse, dâima Allah'ın gazabı altındadır ve melekler devamlı ona lanet ederler.»"
Not: Zevâid'de şöyle denilmiştir: Bunun senedinde bulunan Bakİyye bin el-Velîd tedlisçidir. Şeyhi de zayıftır. [125]
Ukbe (Radıyallâhü anh) 'in hadîsini Müslim, Ahmed, Tabarâni, Hâkim ve Beyhakî de rivayet etmişlerdir. Vasile (Radıyallâhü anh)'in hadîsini Ahmed de rivayet etmiştir. Râmuz'daki bilgiye göre Müslim de Ukbe1-nin hadîsini rivayet etmiştir. Ama araştırmama-.rağmen M ü s -1 i m' de buna rastlayamadım. Zevâid yazarının bunu almaması da Râmuz'daki bilgiyi teyid eder.
Satın alman bir malda değerini düşürücü veya alım amacına uymamayı gerektiren bir kusurun bulunduğu ve bunun satıcının yanında iken bulunduğu anlaşıldığında, müşteri bu mah geri verebilir. Şu halde müşterinin bu malı geri verebilmesi için görülen kusurun, malın değerini düşürücü olması şarttır veya bu mal kusuru dolayısıyla müşterinin işine ve alım amacına uymaması gerekir. Ayrıca bu kusurun müşterinin yanında meydana gelmiş bir kusur olmaması şarttır. Satın alınan binek hayvanının serkeş olup biniciye eziyet etmesi, onun değerini düşürücü bir kusurdur. Kurbanlık olarak satın alınan bir koyunun kulağının kesik olması, onun değerini düşürmemekle beraber alım amacına uymaması nedeni ile önemli bir kusur sayılır.
Satın alınan bir malda ne gibi kusurlar bulunduğu takdirde müşteri onu geri verebilir? Bunun geri verilebilmesi için ne gibi şartlar aranır? Geri vermek için ne kadarhk süre makbuldür?
Bu hususlarda dört mezhebin görüşlerini beyân etmek için birkaç sahifelik bilgi vermek gerekir. Bu nedenle istenen bilgi için fıkıh kitablarma müracaat etmeyi tavsiye ederim.
Kusurlu bir malı sağlam gibi satmanın haram olduğu ve malm kusurunun satış yapılırken açıklanmasının gerekliliği bu bâbtaki hadislerden de anlaşılmaktadır. Vasile (Radıyallâhü anh)'in hadîsi de malın kusurunu açıklamadan satan kimsenin uğrayacağı kötü sonucu bildirmektedir.
Vasile bin el-Eska (Radıyallâhü anh) 'm hâl terce-mesi 530 nolu hadis bölümünde geçti. [126]
2248) Abdullah bin Mes'ûd (Radtyollâhü an A)'den; Şöyle demiştir
Esirler getirildiği zaman Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sel-lem), ayni ev halkını biribirinden ayırmak istemediği için hepsini toplu halde (bir kişiye) verirdi."
Not: Bunun senedinde Câbir el-paü'nin bulunduğu, Zevâid'de belirtilmiştir.
2249) Ali (bin Ebî Tâlib) (Radtyaltâhü <mA)'den; Şöyle demiştir: Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) bana/kardeş ve gence-cik iki köle hibe etti. Ben bunların birisini sattım. Sonra Resûl-ı Ekrem (Sallallahü Aleyhi ve Sellem):
O iki gencecik ne işlediler? (Yâni halleri nasıldır?)* buyurdu.
Bent
Bunların birisini sattım, dedim. ResûM Ekrem (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) :
Onu geri al,» buyurdu."
2250) Ebû Mûsâ (el-Eş'ârî) (Radtyallâhü anh)'den; Şöyle demiştir: Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) câriye üe çocuğunu ve (köle olan) iki kardeşi biribirinden ayıran kimseye lanet etmiştir. [127]
Zevâid türünden olan tbn-i Mes'ûd (Radıyallâhü anh)'in hadîsini A hme d de rivayet etmiştir. Ali (Radıyallâhü anh) in hadisini Tir m iz.I ve Hâkim de rivayet etmiştir. Ebû M û s â (Radıyallâhü anhl'ın hadisinin Zevâid türünden olduğuna dâir bir kayıt bulunmamakla beraber Kütüb-i Sitte'nin diğerlerinde göremedim. EI-Mün'zirî1 nin bildirdiğine göre D a -r e k u t n i de rivayet etmiştir. Câraiü's-Sağîr'de, î b n - i Mâ-c e h' ten rivayet edilmiştir. Bu itibarla Zevâid türünden olması kuvvetle muhtemeldir.
İlk hadise göre, esir alınan aile ferdlerinin hepsinin toplu halde bir kimseye verilmesi gerekir, Resûl-i Ekrem (Aleyhi 's-salâtü ve's-selâm) böylelerini biribirinden ayırmak istemezdi. Hadîs metninin açık mânâsı ve yorumu böyledir. CâmiüVSağir haşiyesinde e 1 -H a f n i şöyle der: Yâni esirler içinde bir kadın ile çocuğu veya bir erkek ile çocuğu ya da iki kardeş bulunduğu zaman Resûl-i Ekrem (Aleyhi's-saİâtü ve's-selâm) kadını birisine, çocuğunu da başka şahsa vermezdi. Keza erkeği bir şahsa, çocuğunu da başka şahsa vermezdi. Kardeşleri de ayrı ayrı kişilere vermezdi. Resûl-i Ekrem (Aley-hi's-salâtü ve's-selâm î, üstün merhameti dolayısıyla kadınla çocuğunu ayni şahsa, erkekle çocuğunu birlikte bir kişiye ve iki kardeşi de beraberce bir adama verirdi.
A 1 i (Radıyallâhü anh)'ın hadisine göre esir edilen iki kardeşi biribirinden ayırmamalıdır. Bu hadîste geçen "Gulâm" kelimesi, erginlik çağına yaklaşmış erkek çocuk, oğlan çocuk, köle ve hizmetçi anlamlarına gelir. Burada hangi mânânın kasdedildiğine dâir bir kayda rastlamadım. Bunların köle olduğu açıktır. Fakat yaş durumlarının ne olduğuna dâir bir sarahat yoktur. Ancak, köle mânâsını ifâde eden "Abd" kelimesi yerine "Gulam" kelimesinin kullanılmış olması nedeniyle bunların gencecik oldukları kuvvetle muhtemeldir. Aşağıda, âlimlerin görüşleri beyân edilirken görüleceği üzere, ana ile evlâd durumundaki iki esiri biribirinden ayırmamak hükmü, evlâdın küçük yaşta olması hâline tahsis edilmektedir. Ev-lad büyüdükten sonra anasından ayırmakta bir sakınca görülmemektedir. Durum bu olunca iki kardeşin de küçük yaşta olduğu ihtimâli kuvvet kazanır. Hakikatini Allah bilir.
Ali' nin sattığı köleyi geri alması için verilen emrin zâKiri-ne göre yapılan satış sahih sayılmamıştır.
E b û M ü s â (Radıyallâhü anhJ'ın hadisi de câriye ile çocuğunu ve köle olan kardeşleri biribirinden ayırmanın yasaklığına ve bu hareketin Allah'ın rahmetinden uzak kalmaya sebep olduğuna delâlet eder. Resûl-i Ekrem (Aleyhi's-salâtü ve's-selâm)'in lanet etmesi kişinin Allah'ın rahmetinden uzak kalması için dilekte bulunması demektir. Bunun nasıl bir tehdid olduğu açıktır. [128]
Tuhfe yazarı bu bâbtaki hadîslerin şerhinde şöyle der: "Burada câriye ile çocuğunu ayırmadan maksat birisini satıp diğerini satmamak veya ikisini ayrı ayrı şahıslara satmak ya da hibe yolu ile bunları ayrı ayrı kimselere vermektir. Esir alman baba ile çocuğu da ayni hükme tâbidir. Hattâ biribirine mahrem durumunda olan yakın akrabalar da böyledir. Yâni esir alman âüe ferdlerin-den biribirine mahrem olanlar bir müslümana verildikten sonra, onun bunları dağıtıp ayrı ayrı şahıslara satması veya hibe etmesi ya da birisini yanında alıkoyup diğerini başkasına vermesi hükmü de aynidir, yasaktır.
Şerhü's-Sünne'de; Nene, dede ve babanın hükmü de böyledir, denilmiştir.
Şevkâni de: Bu bâbta rivayet edilen hadisler, câriye ile çocuğunu ve kardeşleri biribirinden ayırmanın haramhğına delâlet ederler. Câriye ile çocuğunu biribirinden ayırmanın haramlığı hususunda icmâ bulunduğu el-Bahir'de îmam Yahya' dan naklen beyân edilmiştir. Bu beyâna göre, çocuk, anasına muhtaç olmayacak yaşa geldikten sonra, ayırmak caizdir. Ayırmak haram olduğuna rağmen yapılacak satış sahih mi, yoksa geçersiz mi?
Ebû Hanîfe'ye ve bir kavlinde Ş â f i i' ye göre satış akdi geçerlidir. Şafii' nin diğer bir kavline göre satış bâtıl ve geçersizdir.
Baba ile çocuğunu ayırmaya gelince, bâzı fıkıhçılar bunlan biribirinden ayırmanın haram olmadığına hükmetmişlerdir. El-Bahîr sahibi : Baba anaya kıyas edilir, demiştir.
Usûl ve f urû dışında kalan yakınları biribirinden ayırmanın hükmü ise, Hanefller'e göre bu da haramdır. Ş a f i î * ye göre haram değildir. Kardeşleri ayırmanın haramUğı buradaki nass-larla sabittir. Fakat diğer yalanlan bunlara kıyaslamak tam yerinde değildir. Çünkü aralarında fark vardır. Kardeşleri veya ana ile çocuğu biribirinden ayırmadan doğan güçlük başkadır, diğer yakınları biribirinden ayırmanın güçlüğü bu kadar zor değildir. Şu halde diğer akrabaları bunlara kıyaslamak uygun ve yerinde değildir. . Hadislerin zahirine göre söz konusu ayırma satış yolu ile olsun veya başka yolla olsun hepsinin hükmü birdir. Ancak bunları ayıran kişi istek ve irâde dışı ayırırsa bunun bir sakıncası yoktur. Meselâ: Esirler, gaziler arasında taksim edilirken bazen yakın akraba-İan biribirinden ayırmak mecburiyeti hâsıl olur, diye bilgi vermiştir."
Söz konusu yakınlar kaç yaşına varınca ayırmak caiz olur? Tuhfe yazan bu hususta da şöyle der:
1. Ebû Hanîfe' nin arkadaşlarına göre, küçükleri, erginlik çağına varıncaya kadar ayırmak caiz değildir.
2. Ş â f i İ' ye göre çocuk yedi veya sekiz yaşa varınca ayırmak caiz olur.
3. M â li k ' e göre çocuk diş çıkarınca ayırmak caiz olur.
4. A h m e d ' e göre çocuk büyüyüp erginlik çağına varsa bile ayırmak caiz olmaz.
H a n e f İ1 e r; Küçük yaştaki kardeşleri ayırmak caizdir. Fakat birisi küçük, diğeri büyük yaşta iseler ayırmak caiz değildir, demişlerdir.
El-Ğays'ta beyân edildiğine göre, esir akrabalar, erginlik çağına vardıktan sonra, ayrı ayrı kişilere satış, hibe veya başka yollarla verilebilir ve bu hususta icmâ vardır.
Erginlik çağına varanları ayırmanın câizliği için Darekut-n I ile Hâkim'in rivayet ettikleri Ubâde bin es-Sâ-mtt (Radıyallâhü anhl'ın şu mealdeki hadîs de delil gösterilmiştir:
"Ana ile çocuğu biribirinden tefrik edilmez. (Ayrı şahıslara satılamaz, hibe edilemez) Bunun üzerine: Ne zamana kadar? diye soruldu. Buna cevaben buyuruldu ki i Erkek çocuk, erginlik çağına varıncaya ve kız çocuk, aybaşı âdetini görünceye kadar." [129]
2251) Abdülmecîd bin Vehb (Radtyallâhü onAJ'den; Şöyle demiştir: El-Adda' bin Hâlid bin Hevze (Radıyallâhü anh) bana dedi ki: Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) 'in benim için yazdığı (yazdırdığı) bir yazıyı sana okutmayalım mı? Abdülmecîd demiştir ki: Ben: Okutunuz, dedim. Bunun üzerine el-Adda* bana bir yazı çıkardı. Baktım ki yazıda şu ifâde vardır t
Bu, el-Addâ' bin Hâlid bin Hevze'nin, Allah'ın BesûlÜ Muham-med (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'den satın aldığı maltın satışına âit yazı)dır. El-Addâ1, Ondan bir köle veya bir câriye satın aldı. (Bu satış) müslümanın müslümana satışıdır. (Satılan malda) hiçbir hasta-hk yok, hiçbir aldatma yok ve hiçbir huysuzluk yoktur." [130]
Bu hadisi Tirmizî ve Nesâî de rivayet etmişlerdir. T i r m i z i bunu 'Bey* kitabının "Kttabetfi'ş-Şurût" babında rivayet etmiştir.
Hadiste geçen bâzı kelimeleri açıkhyahm i
Tuhfe yazarı bu hadîsin şerhinde şöyle der:
Hadîsteki «Dâ*» kelimesinden maksadın içhastahk olduğunu el-Mut-arriz söylemiştir. Onun dediğine göre bu içhastalığın belirtisi görülsün veya görülmesin fark etmez. Îbnü'l-Münîr de: Bu kelimeden maksat satıcının gizlediği bir hastalıktır. Yâni satıcı satıhk köle veya cariyenin herhangi bir hastalığını gizlememiş-tir. Çünkü kölede bir hastalık bulunup da satıcı bu hastalığı müşteriye açıkladıktan sonra yapılan satış, yine bir müslümanın bir müslümana yapacağı bir satış durumundadır. Şu halde hiç bir hastalık yoktur, derken, bilinen bir hastalığın olmayışı ifâde edilmek istenmiş olur, demiştir.
Ğâile: Bu kelime aldatma ve hiyle mânâsında kullanılmıştır. Bir kavle göre bundan maksad, kölenin efendisinden kaçma huyu ve alışkanlığıdır.
Hıbse ve Hubse: Kötü huylar, demektir. Bâzıları bununla haramları işlemek mânâsının kasdedildiğini söylemişlerdir.
Bâzıları da şöyle demişlerdir: Dâ' kelimesi ile beden hastalığı, Hubse veya Hıbse ile huy hastalığı ve Ğâile de satıcının satılık maldaki kusuru açıklamaması ve susmasıdır, demişlerdir.
Râvî, e I - A d d â ' (Radıyallâhü anh) sahâbidir. Hadisleri azdır. Huneyn savaşından sonra müslüman olmuştur. (Tuhfe'den yapılan nakil bitti.)
E 1 - A d d â ' (Radıyallâhü anh) 'in "Köle veya câriye" ifâde-sindeki tereddüd râvîlerden Abbâd bin Leys'e aittir. [131]
1. Yapılan satışları yazı ile tevsik etmek müstahabtır.
2. Büyükler, yanlarında bulunan dini bilgileri müslümanlara aktarmalıdır.
3. Satıcı bir mal satarken mal kusursuz ise bu durumu belirtmelidir ve kusuru varsa bunu gizlememelidir.
4. Müslümanlara yakışır alış verişler böyle olmalıdır.
5. Köle ve cariyeyi satmak ve satın almak meşrudur.
2252) Amr bin Şuayb'ın dedesi (Abdullah bin Amr) (Radtyallâkü an-y&m rivayet edildiğine göre; Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Selletn) şöyle buyurdu, demiştir:
«Biriniz câriye satın aldığı zaman: Allahım! Ben bunun hayrını ve bunda yarattığın (huyların ve vasıflar) in hayırlısını şüphesiz senden diliyorum. Bunun şerrinden ve bunda yarattığın (huylarla vasıflar) m şerrinden de şüphesiz sana sığınırım, desin ve mübarek olması için dua etsin. Biriniz bir deve satın aldığı zaman da hörgücü-nün en yüksek yerinden tutup mübarek olması için duâ etsin ve bu duayı söylesin.»" [132]
Bu hadîsi E b û Dav ü d ve N e s â i de rivayet etmişlerdir. Ebû Dâvûd "Nikâh" bölümünde rivayet etmiştir. Oradaki rivayette bir adam bir kadınla evlendiği veya (köle - cariyeden) bir hizmetçi satın aldığı veya bir deve satın aldığı zaman bu duayı okuması emredilmektedir. Müellifimiz de nikâh bölümünde bunun bir benzerini yine î b n - i Amr (Radıyallâhü anh) 'den rivayet etmiştir. (No: 1918)
Netice i Bir adam bir
kadınla evlendiği, bir hayvan satın aldığı veya bir köle ya da bir câriye satın
aldığı zaman bu duayı okuması ve bunun berekete vesile olması için duâ etmesi
müstahab'dır.
[133]
2253) Ömer bin el-Hattâb (Radtyallâhü anAJ'den rivayet edildiğine göre; Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) şöyle buyurdu, demiştir :
«(Tartı bakımından eşit .de olsalar) altını altınla (satmak) faizdir. Meğer ki (taraflardan birisi diğerine;) Al bunu, (diyerek elindeki altına peşin vere) ve (diğeri de ona :î Al bunu, (deyip elindeki altını peşin vere). (Ölçü bakımından eşit de olsalar) buğdayı buğdayla (satmak) da faizdir- Meğer ki (taraflardan birisi diğerine;)Al bunu, (deyip yanındaki buğdayı peşin vere) ve (diğeri de ona:) Al bunu, (deyip yanındaki buğdayı peşin vere). Arpayı arpa ile (mik-darları ayni de olsa satmak) de faizdir. Meğer ki (taraflardan birisi diğerine:) Al bunu, (diyerek yanındaki arpayı peşin vere) ve (diğeri de buna:) Al bunu (diyerek yanındaki arpayı peşin vere). Hurmayı (ayni miktar da olsa) hurma ile (satmak) da faizdir. Meğer ki (taraflardan birisi diğerine:) Al bunu, (deyip yanındaki hurmayı peşin vere) ve (diğeri de ona); Al bunu, (deyip yanındaki hurmayı peşin vere).*"
2254) Müslim bin Yesâr ve Abdullah bin Ubeyd'den; Şöyle demiştir :
Ubade bin es-Sâmıt ile Muâviye (Radıyallâhü anhüm) (bir gün) bir kilisede veya bir havrada bir araya geldiler ve Ubade bin es-Sâmıt, onlara (orada bulunan müslümanlara) şu hadisi nakletti:
Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Seli em) bizi gümüşü gümüşle, altını altınla, buğdayı buğdayla, arpayı arpayla ve hurmayı hurmayla (Müslim ile Abdullah'dan birisi demiştir ki: Ve tuzu tuz ile, — diğeri bunu söylememiş —) satmaktan nehiy etti. (Meğer ki biribiri ile satılmak istenen bu iki şey biribirine eşit olup ikisi de peşin ola.), Buğdayı arpa ile ve arpayı buğday ile elden ele (yâni ikisi de peşin olmak kaydı ile) dilediğimiz gibi (yâni mikdarlan eşit olmasa bile) satmamıza izin verdi.'*[134]
Ömer (Radıyallâhü anh)'in hadîsi Kütüb-İ Sİtte'nin hepsinde rivayet edilmiştir. Ubade (Radıyallâhü anh) 'in hadîsini B u -h â r i * den başka Kütüb-i Sitte yazarlarının hepsi rivayet etmişlerdir. U b â d e' nin hadis metninde bâzı rivayetlerde fazlalık, yâni ilâve, bir kısmında da kısalık vardır. N e s â i' nin rivayeti buradaki rivayete daha yakındır. Ancak buradaki metinde bulunmayan ve tercemede parantez içinde ifâde edilen parça N e s â î' deki rivayette mevcuttur. Bu parça önemlidir ve şöyledir;Yâni biribiri ile değiştirilecek gümüşler, altınlar, buğdaylar, arpalar, hurmalar ve tuzlar mikdarca eşit ve peşin olacak olursa ayni cinsin mübadelesi yasak değildir. Bu istisna olmazsa, değiştirilmek istenen iki parça gümüşün ağırlığı ayni de olsa ve ikisi de peşin bile olsa satışının ve mübadelesinin yasak olması gerekir. Anılan diğer maddeler de böyledir. Halbuki diğer rivayetlerde ve benzerî sahih hadîslerde belirtildiği gibi peşin ve eşit olmak kaydı ile gümüş gümüş ile, altın altınla, buğday buğdayla, arpa arpa ile. hurma hurma ile ve tuzu tuz ile satılabilir.
Bâzı rivayetlerde şu ilâve vardır:«Kim fazla verirse veya fazla isterse faizcilik etmiş olur.»
U b â d e (Radıyallâhü anh)'m hadîs metnindeki uzunluk ve kısalık ile bâzı rivâyetlerdeki ilâveleri anlatmak bir hayli yer alır. Bu kadarla yetinmeyi uygun buldum.
Şimdi bu iki hadisin mânâ ve hükümlerini anlatmaya çalışalım:
Bu babın başlığında bulunan "Sarf" kelimesinin lügat mânâsı nakletmek ve reddetmektir. Istılahta alım satımda alman ve verilen şeylerin ikisinin de altın ve gümüşten olmak üzere yapılan satıştır. Başka bir deyimle parayı parayla satmaktır. Faiz hakkında gelen hadîslerde kullanılan bu kelime altını gümüşle, gümüşü altınla, altını altınla, gümüşü gümüşle satma mânâlarında kullanılmaktadır.
N e v e v i: Âlimler: Altm altınla veya gümüş gümüşle satıldığı zaman buna Mürâtala denilir ve altın gümüşle veya gümüş al-tınla satıldığı zaman buna Sarf denilir, demişlerdir, der.
Birinci hadiste geçen "Hâe" kelimesi ile ilgili olarak Nevevİ şöyle der: "Bu kelime iki şekilde gelir: «Hâ» ve «Hâe-. Meşhur olan ikinci şekildir. Bunun aslı «Hâke»dir. Mânâsı da: Al bunu. Taraflardan birisi böyle söyleyerek elindeki malı diğerine verir. Diğeri de «Hâe = bunu al» demek suretiyle elindekini muhatabına verir. Hulâsa bunun mânâsı satıcı ile alıcının mubayaa ettikleri malları peşin ve karşılıklı biribirine teslim ve tesellüm etmeleridir.
Ribâ :Bu kelimenin lügat mânâsı: Bir şeyin artması ve fazlalık, demektir. Şer-i Şerifte ise faiz, demektir. Faiz karşılıksız bir fazlalık olduğu için ona ribâ ismi verilmiştir. Ribâyı şöyle tarif edenler vardır: Akid yapan taraflardan birisine, bir mal karşılığı olmaksızın verilmesi şart koşulan fazlalıktır. Cinsi ve mikdarı ayni olan iki mal biribiri ile değiştirilirken taraflardan birisinde fazla bir şey verilmesi ribâ sayılır. Şu halde yüz lirayı yüz on lira ile değiştirmek, yüz lirayı ödünç verip vâdesi geldiğinde yüz beş lira almak, 5 gram altını peşin veya vadeli 6 gram altınla değiştirmek ve 5 gram gümüşü peşin veya vadeli 6 gram gümüş ile değiştirmek ribâdır. Buğday, arpa, hurma ve tuz da böyledir.
Tefecilik de ribânın bir çeşitidir. Câhiîiyet devrinde özellikle tefecilik yaygın idi. Ödünç verilen para için bir faiz tahakkuk ettirilirdi. Vâdesi geldiğinde, ödenen borçla birlikte faizi de ödenirdi. Şayet borçlu borcunu ödeme imkânı bulamazsa, alacaklı ile anlaşmaya oturur ve borcun vâdesi uzatılır, ama buna göre asıl borç mi kdarına eski ve yeni faizler eklenirdi, böylece ödünç verilen paranın bâzan bir katı veya daha fazla mikdarda faizi alınırdı. Borç ödeme vâdesi bir kaç defa uzatılınca eklenen faizler ve artırılan faiz oranı yüzünden borçlu çok ağır yükler altına girerdi, islâmiyet gerek tefeciliği ve gerekse faizciliği her çeşiti ile yasakladı. Yâni faiz oranı düşük olsun veya olmasın hepsi yasaktır.
Faizin haram lığı Kitâb, Sünnet ve İcmâ ile sabittir. Faizciliğin nasıl bir haram olduğunu 58. bâbta gelecek 2273 - 2279 nolu hadîsler bölümünde inşâallah anlatacağım ve konuya âit âyetlerden de bir ikisinin mealini vereceğim. Bu İtibarla şimdi yukardaki hadislerin mânâsını açıklayalım ve hükümlerini anlatalım.
N e v e v i Ribâ babının hadislerinin şerhinde özetle şöyle der: "Âlimler faizin haramlığı üzerinde ittifak etmişlerdir. Faizin hangi malların mübadelesinde vuku bulduğu ve hangi malların değiştirilmesinde faizin bulunmadığı hususunda görülen farkh görüşler ise teferruata aittir.
Faizin haram lığına dâir hadisler çoktur ve meşhur nevindendir. Besûl-i Ekrem (Aleyhi's-salâtü ve's-selâm) bu hadîslerde altın, gümüş, buğday, arpa, hurma ve tuzda faizin bulunduğunu açıkça belirtmiştir. Zahiriye mezhebi mensublan kıyas delilini kabul etmedikleri için bu altı maddenin dışında kalan mallarda faizin bulunmadığını söylemişler ise de, bu mezhebten olmayan bütün âlimler, bu altı maddenin anlamını taşıyan diğer mallarda da faizin bulunduğuna hükmetmişlerdir. Âlimler: Bu altı maddede faizin haram kılınmasının sebebi vardır, bu sebebe İllet ismi verilir, derler. Sözü edilen illetin tesbiti hususunda âlimler ihtilâf etmişlerdir. Şöyle ki:
1. Ebû Hanîfe: Altın ve gümüşün faizinin haramlığına âit illet bu iki maddenin ahm ve satımının tartılmak suretiyle yapılmasıdır. Diğer dört maddenin faizinin haramhğına İllet ise bu maddelerin alım ve satımlarının ölçekle yapılmasıdır. Bu itibarla tartılmak suretiyle satılan demir, bakır ve diğer malların hükmü altın ve gümüş hükmü gibidir. Keza ölçülerek satılan kireç, alçı ve çöven gibi, yiyecek maddelerinden olmayan mallar dâhil hepsinde faiz hükmü mevcuttur, demiştir. Yâni ayni cins maddenin bir mikdarı onun bir mikdarı ile satılırken mikdarların eşit olması ve ikisinin peşin olması şarttır. Birisi diğerinden mikdarca fazla olursa veya birisi hazır, diğeri veresiye olursa faiz olur.)
2. Şafiî: Altın ve gümüşün faizin haramlığına âit illet bunların satın alınan mallara bedel olarak verilmesidir. Yâni para ve nakid nevinden olması veya bunun gibi kullanılmasıdır. Yâni sikke-1) olsun sikkesiz olsun mübadelelerde mal karşılığı ödenen cinslerdir. Altın ve gümüş tartı ile verilir. Tartı ile verilen diğer mallar altın ve gümüş gibi mübadelelerde mal karşılığında para gibi kullanılmadığı için bunlarda faiz yoktur.
Diğer dört madde, yâni buğday, arpa, hurma ve tuz ise bunların faizinin haramlığına âit illet, bunların yiyecek maddeleri olmasıdır. Yiyecek maddesi olmak bakımından bu dört maddeye benzeyen bütün yiyecek maddeleri bu hükme tâbidir, demiştir.
(Şu halde ölçülerek alım satımı yapılan bütün yiyecek maddeleri buğday, arpa, hurma ve tuz gibidir. Yâni bir yiyecek maddesi ayni cins yiyecek maddesi ile satılmak istendiğinde bunların ayni mikdarda olması ve ikisinin de peşin verilmesi gerekir. Aksi takdirde faiz olur. Yiyecek maddesinden olmayıp ölçülmek sureti ile alım satımı yapılan mallar ise buğday ve benzerî mallan gibi değildir. Yâni mübadelede eşitlik ve peşinlik şartı aranmaz. Örneğin kireç. Ölçül-" mek suretiyle satılan bir maddedir. Bir ton kireç, birbuçuk ton kireçle peşin veya veresiye satılabilir. Bunda faiz yoktur. Tartılmak suretiyle satımı alımı yapılan mallar da gümüş ve altın hükmünde değildir. Örneğin demir tartı ile satılan bir maldır. Bir ton demir birbuçuk ton demirle peşin veya birisi veresiye olmak üzere satılabilir. Şunu da kaydedelim: Hangi malların ölçülmek ve hangilerinin tartılmak sureti ile satıldığını tesbit etmek için fıkıh kitablanna müracaat etmek gerekir.)
3. Mâlik, altın ve gümüş hakkında Şafii gibi hüküm vermiştir. (Yâni mevzuat — tartılanlar —dan olan mallar altın ve gümüş hükmünde değildir.) Diğer maddeler, yâni buğday, arpa, hurma ve tuza gelince, bunların faizinin haramlığının illeti, bunların zahire nevinden olması ve azık olmaya elverişliliğidir, diyen Mâlik kuru üzümü de hurmaya kıyaslamıştır.
4. Said bin el-Müseyyeb, kadîm kavlinde Ş â -f i i ve A h m e d : Bu dört maddedeki illet bunların yiyecek maddeleri oluşu ve tartılmak veya ölçülmek suretiyle satılmalarıdır. Bir malın faiz hükmüne tâbi olması için yiyecek maddelerinden olması veya tartılan ya da Ölçülen cinslerden olması gerekir, demişlerdir. Buna göre ölçülmek veya tartılmak suretiyle değil de sayılarak saklan kavun, ayva ve benzeri yiyecek maddeleri faiz hükmüne girmez.
Nevevl malların faiz hükmüne tâbi tutulmasının illetine âit âttmlerin görüşlerini yukarda anlatıldığı gibi beyân ettikten sonra anılan mallarla ilgili olup âlimlerin ittifakla verdikleri bâzı hükümleri beyân etmektedir. Bu hükümleri beyân etmeden önce verilecek beyânda sık sık geçecek Rebevî kelimesini açıkhyayım ki bu kelime kullanılırken bununla neyin kasdedildiği anlaşılsın. Rebevî: Ribâya yâni faize tâbi mal demektir. Meselâ: Altın, gümüş, buğday, arpa, hurma ve tuz birer rebevi maldır.
N e v e v i şöyle der:
"Âlimler aşağıdaki hükümler üzerinde ittifak etmişlerdir: 1. Rebevî bir malı, ribâ illeti başka olan bir rebevî mal ile her şekilde satılabilir Yâni mübadele edilecek malların ikisinin hazır ve peşin olması şart değildir. Keza iki malın tartı veya ölçü bakımından eşit olması da şart değildir. (Bunu bir iki misal ile açıklayalım: Meselâ altın ve gümüşün illeti yukarda anlatıldığı gibi, tartılarak satılmasıdır veya alım satımlarda para gibi mal bedeli olarak kullanılmasıdır. Buğday ve arpanın illeti ise ölçülerek satılması veya yiyecek maddeleri olması ya da zahire olarak kullanılmasıdır. Şu halde altın ile gümüşün illeti başka Jey, buğday ile arpanın illeti başka şeydir. Bu itibarla altın, buğday veya arpa ile satılabilir. Gümüş de buğday veya arpa ile satılabilir. Keza buğday veya arpa, altın veya gümüş ile satılabilir. Satılan ile alınan bu şeylerin ikisinin hazır ve peşin olması veya mikdarların eşit olması şart değildir. 10 gram altın beş ölçek buğdayla satılabilir ve buğday peşin verilip altının veresiye olması veya bunun tersi olabilir. Keza meselâ: 10 gram gümüş 10 ölçek arpa ile satılabilir, gümüşün veresiye veya arpanın 4 ay sonra verilmek üzere satış akdi yapılabilir.)
2. Rebevi bir mal ayni neviden bir mal ile satılırken (meselâ buğday buğday ile satılırken veya altın altın ile satılırken) satılanın da alınanın da peşin olması şarttır. Bunlardan birisinin veresiye olması caiz değildir ve faizdir. Keza ikisi peşin de olsa birisinin diğerinden fazla olması caiz değildir ve faizdir. (Meselâ altın altınla satılmak istenirken satılan altın ile alınan altının ayni ağırlıkta olması ve ikisinin de hazır ve peşin olması şarttır. Birisi veresiye olsa veya birisi diğerinden ağır ise faizdir. Keza: Buğday buğday ile satılırken satılan buğday ile alman buğdayın ikisinin de hazır ve peşin olması ve ölçek birimi ile ayni mikdarda olmaları gerekir. Birisi veresiye veya fazla ise faizdir.)
3. Bir mal ayni cinsten bir mal ile satılırken (meselâ buğday buğday ile veya altın altın ile satılırken) veya bir mal, faiz illetin de ortak olduğu benzerî bir mal ile satılırken (meselâ altın gümüş ile satılırken veya buğday arpa ile satılırken) satış akdinden sonra taraflar henüz biribirinden ayrılmamış iken satılan ve alınan malların teslim ve tesellümünün yapılması şarttır. Teslim ve tesellümün sonraya bırakılması caiz değil ve faizdir.
4. Faiz illetinde ortak olan iki cins malın mübadelesi yapılırken (meselâ buğday arpa ile satılırken veya altın gümüş ile satılırken) satılan ve alman malların ikisinin de peşin olması şartı ile mik-darlarının eşit olması şart değildir. Birisi diğerinden fazla olabilir. (Meselâ 10 gram altın 50 gram gümüşle satılabilir. Ancak ikisinin de hazır ve peşin olması şarttır. Keza bir ölçek buğday iki ölçek arpa ile satılabilir. Ancak ikisinin de peşin olması gerekir. Birisinin veresiye olması hâlinde faiz sayılır.)
Yukarda anlatılan hükümler hususunda âlimler arasında bir ihtilâf yoktur.
Hadiste anılan altın ve gümüşle ilgili olarak âlimler: Bu hüküm altın ve gümüşün her çeşidine şümullüdür. Yâni altın ve gümüş külçe hâlinde olsun, sikkeli olsun, ayan tam olsun, düşük veya farklı olsun, ziynet eşyası biçiminde olsun, olmasın, tam veya kırık parça hâlinde olsun, hüküm aynidir, demişlerdir." N e v e v i'nin sözü bitti.[135]
Yukarda N e v e v î' den naklen verilen beyânlarda, bu hadîslerden çıkarılan hükümler de geçmiştir. Ama bu hadislerden çıkarıldığı belirtilmediği için özlü olarak buna değinmeyi uygun buldum.
1. Mikdarlan eşit olsa bile altım altınla, gümüşü gümüşle, buğdayı buğdayla, arpayı arpayla, hurmayı hurmayla ve tuzu tuzla satmak, satın almak haramdır ve faizdir. Ancak satılan ve satın alınan mikdarlar eşit olup satış akdi yapılırken taraflarca teslim ve tesellümü yapılırsa haram değil ve faiz sayılmaz.
2. Mikdarlan eşit olsun veya olmasın, satış akdi yapılırken teslim ve tesellümü derhal yapmak kayıd ve şartı ile buğdayı arpa ile, arpayı buğdayla satmak veya satın almak caizdir.
U b â d e (Radıyallâhü anhî'ın hadisinin bâzı rivayetlerinde açıkça belirtildiği gibi, 2. maddede yazılı hüküm buğday ve arpaya mahsus değildir. Rebevî olan diğer mallarda da hüküm aynidir. Yâni cinsleri muhtelif iki mal, satış akdi esnasında teslim ve tesellüm edilmek kaydı ile mübadele edilebilir. Bu iki malın mikdarca eşit olması şart değildir. Ubâde (Radıyallâhü anh)'ın hadisinde bulunup da buradaki rivayette bulunmayan ilâve şöyledir;
«(Biribiriyle mübadele edilmek istenen) bu mallar muhtelif olunca Cyâni ayni cinsten olmayınca) elden ele olduğu zaman (yâni ikisi de peşin verildiği zaman) dilediğiniz gibi (yâni mikdarlan eşit veya birisi diğerinden fazla olduğu halde) satabilirsiniz.»
H a t t â b t : Hülâsa rebevi bir mal ayni cins mal ile satılırsa mübadele edilecek mikdarlann eşit olması şarttır. îkisi peşin de olsa birisinin diğerinden fazla olması caiz değildir, faiz sayılır. Rebevi iki ayn cinsten olan iki mal biribiri ile değiştirilmek istendiğinde ikisi de peşin verilirse birisinin diğerinden mikdarca fazla olması caizdir, demiştir.
Ribâ illetinde ortak olan iki mal, meselâ altın ile gümüş veya buğday ile arpa biribiriyle satılmak istendiğinde birisinin veresiye olmasının caiz olmadığı, fakat ikisi de peşin verildiği takdirde mikdarlan eşit olmasa bile satışın sahih ve faizsiz olduğunu yukarda N e v e v î' den naklen beyân etmiştim.
2255) Ebû Hüreyre (Radıyalİâhü anhyâen rivayet edildiğine göre: Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) şöyle buyurmuştur:
«Mikdarca eşit (ve elden ele peşin verilmek üzere) gümüşü gümüşle, altım altınla, arpayı arpayla ve buğdayı buğdayla (satabilirsiniz.)-"
2256) Ebû Saîd(-i Hudri) (Radıyallâhü anhyâen; Şöyle demiştir!
Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) biz (mücâhidlerJe (hazinedeki) kanşık hurmalardan (tayin) verirdi. Biz de bunu iyi kaliteli hurma ile değiştirirdik ve iyi hurmanın değer farkına karşılık olmak üzere aldığımız mikdardan fazla mikdarda hurma verirdik. (Bunun iki saını bir sâ hurmaya satardık). Bunun üzerine Re-sûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) :
«İki sâ (hurmayı) bir sâ hurmaya ve iki dirhem (gümuşu) bir dirhem (gümüş) e satmak olmaz. (İkisi de peşin ve tartıca eşit olmakkaydı ile) dirhem, dirhemle dinar da dinarla (satılabilir) iki dirhem arasında ve iki dinar arasında (satışı bozucu) fazlalık ancak tartı bakımından olan (fazlalık) dır.»" [136]
Ebû Hüreyre (Radıyallâhü anh)'m hadisini Müslim ve N e s â i de rivayet etmişlerdir. Oralardaki metin daha uzundur. Yukarda terceme ederken parantez içinde ifâde ettiğim «Elden ele» sözünün mânâsını veren kelimeleri oralardaki rivâyetten alınmadır. Bu kayıt gereklidir. Çünkü bu hadîste anılan maddelerden herhangi birisi ayni cinsten ayni mikdar ile satılırken satılan ve alman mikdarların ikisinin de peşin verilmesi gereklidir. Aksi takdirde faize girer.
Ebû S a î d (Radıyallâhü anh) 'm hadîsini B u h â r i, Müslim ve Nesâi de rivayet etmişlerdir.
Bu hadiste geçen "Cemi" kelimesi muhtelif nevilerden toplanan karışık hurma yığınına denilir. Bir kavle göre hangi neviden olduğu bilinmeyen ve belirli bir ismi olmayan her renk hurmaya denilir. Bilindiği gibi iyi kaliteli hurma çeşitlerinin özel isimleri vardır. îsimsiz veya karışık olan hurmalara rağbet edilmez, makbul ve iyi sayılmaz. Sadakalardan toplanmış hazine hurmaları gây.et tabii karışık olurdu. İçinde iyisi de kötüsü de bulunurdu. Mücâhidlerin tâyinleri hazîne hurmalarından verilirdi. Onlar da bunun iki sâını bir sâ iyi hurmaya satarlardı. Durum Resûl-i Ekrem (Aleyhi's-salâtü ve's-selâm)'e intikal edince böyle yapmanın caiz olmadığı bildirilerek : «İki sâ hurmayı bir sâ hurmaya ve iki dirhemi bir dirheme satmak olmaz» bu-yurulmuştur. Yukarda belirttiğimiz gibi rebevî fâizsal bir mal ayni cinsten bir mal ile satılırken ikisinin peşin verilmesi ve mikdarca eşit olması gerekir. İki maldan birisi veresiye olursa faiz sayılır. Keza bir mal diğerinden fazla olursa yine faiz olur. Şu halde iyi kaliteli olsun, âdı cinsten olsun biribiriyle satılacak ve mübadele edilecek hurmaların hacım ölçüsü bakımından eşit ve ayni mikdarda olması şarttır. Aksi takdirde faiz olur. Buğday, arpa, tuz ve fâizsel olan diğer maddeler de hurma gibidir.
Dirhem ve dinar da böyledir. Dirhem gümüş mânâsında, dinar da altın mânâsında kullanünuştu-. Çünkü hüküm umumidir. Aslında dirhem sikkeli gümüş para, dinar da sikkeli altın para anlamlarında kullanılır. Fakat faiz hükmü bakımından sikkeli, sikkesiz, ayarı tam olan, olmayan altm ve gümüşün hükmü aynidir. Bu bakımdan genel mânâya almak daha uygundur. Hulâsa bir dirhem gümüş ancak bir dirhem gümüşle satılabilir. Bir dirhemi iki dirheme satmak veya iki dirhemi bir dirheme satmak faizdir. Yukarda belirttiğim gibi bir dirhemin bir dirhemle satılabilmesi için ikisinin de peşin olması ve tartı bakımından eşit olması gerekir. Birisi veresiye veya az, çok ağır olursa satış fâsid ve faizli olmuş olur. Dinar da dirhem gibidir.
Müellifimizin rivâyetindeki hadis metninin;
kısmını diğer rivayetlerde bulamadım. Ebû S a i d (Radıyallâhü anh) 'den rivayet edilen başka hadîslerde bu ilâvenin:
«(İkisi de peşin ve eşit olmak kaydıyla) dirhem dirhemle, dinar da dinarla (satılabilir)» kısmı vardır. Fakat; cümlesi yoktur. Sadece müellifimizin rivayetinde bulunan bir ilâvedir. Başka rivayetlerde bu cümleye rastlayamadım.
Bu hadîsin sonunun mealini tercemede şöyle verdim: «(îkisi de peşin ve tartıca eşit olmak kaydıyla) dirhem dirhemle, dinar da dinarla (satılabilir.) İki dirhem arasında ve iki dinar arasmda (satışı bozucu) fazlalık, ancak tartı açısından olan (fazlalık) dır.»
Yâni biribiriyle değiştirilecek iki dirhemden birisinin kalite, ayar ve tarihî değer gibi yönlerden diğerinden üstün olması ve fazla kıymet taşıması sakıncalı değildir. Satışı bozmaz ve faiz sayılmaz. Sakıncalı olan fazlalık ancak tartı ve ağırlık bakımından olan fazlalıktır, îki dinar da biribiriyle değiştirilmek istendiiğnde, tartı balonundan eşit olmaları gerekir. Sakıncalı olan fazlalık, ağırlık ve tartı açısından olan fazlalıktır. Ayni ağırlıkta olduktan sonra, kalite, ayar ve eski oluşu gibi yönlerden bir dinarın yâni altının diğer dinardan üstün olması ve fazla değer taşıması bir sakınca teşkil etmez. Biribiriyle değiştirilebilir.
Hadisin son kısmının meali -şöyle de olabilir: «Aralarında yalnız tartıca fark bulunan bir dirhemi bir dirheme ve bir dinarı bir dinara satmak da olmaz.» Yftni satışın bozul*
masına sebeb olan fazlalık yalnız tartı bakımından olan fazlalıktır. Kalite üstünlüğü gibi nedenlerle birisinin değerce fazla olması satışın bozulmasına sebebiyet vermez.
Sindi, böyle yorumlamış ve: Muhtemelen böyledir, demiştir. Benim kanaatıma göre daha önce anlattığım gibi de yorumlanabilir. İfâde tarzı da yaptığım yoruma daha müsaid görülür, kanısındayım.
Bunlardan önceki hadîslerden çıkarılan hükümlerden ayrı olarak bu hadîsten çıkarılan hükümler;
l. Adî olsun iyi kaliteden olsun biribiriyle değiştirilmek istenen hurmaların ölçü bakımından eşit olması ve ikisinin de peşin olması gereklidir. Meselâ iki sâ adî hurmayı bir sâ iyi hurmaya satmak veya satın almak caiz değildir. Buğday, arpa ve diğer rebevî mallar da hurma gibidir. Kalitesi düşük hurma ve benzeri zahireyi iyi kaliteli ile değiştirmek isteyen bir kimse, kendi malını satar ve aldığı para ile gider iyi kaliteli mal alır. Nitekim B u h â r î ve M ü s 1 i m' in ittifakla rivayet ettikleri E b û S a i d ile Ebü Hüreyre (Radıyallâhü anhümâî'nın hadisinde meâ-len şöyle denilmektedir:
"Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) bir sahâbîyi Hayber'e haraç âmili olarak tâyin etti. Sonra bu zât Cenîb (denilen iyi cins) hurma getirdi. Kesûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) ona:
«Hayber'in bütün hurmaları böyle midir? »diye sordu. Adam:
Hayır, vallahi Yâ Hesûlallah! Biz bundan bir sâ hurmayı İki sâ âdi hurma karşılığında alırız ve bundan iki sâ hurmayı, üç sâ âdi hurma ile alırız, dedi. Bunun üzerine Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) :
«Öyle yapma! Âdi hurmayı parayla sat. Sonra bu parayla cenîb (denilen iyi cins) hurma al.*M
2. Dirhem dirhemle ve dinar dinarla satılırken tartılarının eşit olması gerekir. Birisi diğerinden tartıca ağır olursa satış caiz olmaz ve faiz sayılır.
3. Tartı bakımından eşit olan sikkeli veya sikkesiz iki parça gümüş veya iki parça altın biribiriyle değiştirilebilir, satılabilir. Bunlardan birisinin değerinin üstün olması satış için sakıncalı değildir. Yani faiz sayılmaz. [137]
2257) Ebû Hüreyre (Radtyattâhü anh)'den; Şöyle demiştir:
Ben Ebû Sald-i Hudri (Radıyallâhü anh)'den: Bir dirhem (gümüş) ancak bir dirhem (gümüş) ile ve bir dinar (altın) da ancak bir dinar (altın) ile (yâni fazlalıksız satılır), sözünü işittim. Bunun üzerine ben kendisine:
Ben îbn-i Abbâs (Radıyallâhü anhümâ) 'dan başka şey (Yâni veresiye olmazsa mübadele edilen gümüşlerin veya altınların ağırlığının eşit olmamasında faiz yoktur) dediğini işittim, dedim. Ebû Saîd şöyle cevab verdi:
Ben İbn-i Abbas'a rastladım ve ona: Sarf (yâni peşin olarak altını fazla altınla ve gümüşü fazla gümüşle değiştirmenin câizliği) hakkında söylemekte olduğun sözün mesnedinden bana haber veri Bu, Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'den işittiğin bir şey mi, yoksa Allah'ın kitabında bulduğun bir hüküm mü? diye sordum. İbn-i Abbâs i
Ben bu hükmü Allah'ın kitabında bulmadım ve Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) 'den de işitmedim ve lâkin Üsâme bin Zeyd bana dedi ki i Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) :
«Faiz, ancak veresiyede bulunur.» buyurdu.1'
2258) Ebü'l-Cevzâ (Radıyallâhü anh)'den; Şöyle demiştir:
Ben Ondan yâni İbn-i Abbâs'dan işittim: Sarf (yâni peşin olmak kaydı ile ağırlığı eşit olsun, olmasın gümüşü gümüşle ve altmı altınla satma) işine fetva veriyordu ve kendisinden bu fetva naklediliyordu. Sonra bu fetvadan rucû (dönüş) ettiği haberi bana ulaştı. Bir sûre sonra Mekke'de kendisine rastladım ve t
Senin bu hükümden rucû ettiğin haberi bana ulaştı, dedim. Kendisi:
Evet. O hüküm benim bir görüşüm idi. Halbuki işte Ebû Saîd (-i Hudrî), Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) 'in sarf işini yasakladığını heber veriyor, dedi." [138]
Ebü SaSd-i Hudri (Radıyallâhü anh)'in hadîsini Buharı, Müslim ve Nesâî de rivayet etmişlerdir. Buhârî ve Müslim' deki rivayetlere göre Ebû S a i d'in râvisi ve kendisine îbn-i Abbâs'm fetvasının durumunu soran zât Ebû S â I i h (Zekvân) 'dır. Halbuki müellifimizin buradaki rivayetine göre Ebû S a î d'in râvisi ve bu sorunun sahibi Ebû Hüreyre'dir. Ebû Hüreyre'nin soru sahibi olması ihtimâli zayıftır. Çünkü Sarf yâni para değiştirme konusunda Ebû Hüreyre' nin yanında merf û hadis vardı. 2255 nolu hadîs örnek gösterilebilir. Bu nedenle Sarf hakkındaki Şer-i Şerifin hükmü Ebû Hüreyre tarafından bilinmekte idi. Buradaki ifâde tarzının zahirine göre Ebû Hüreyr e bu hükmü sanki Ebû S a i d ' den işitiyor. Bir de buna ters düşen bir hükmün de İbn-i Abbâs' dan işitildigini ifâde ediyor. Sünen nüshalarından elinde bulunan üç nüsha da böyledir. Burada Ebû S a î d ' in râvisi Ebû Salih' tir, demek de kolay olmuyor. Bir kalem hatâsı olduğunu söylemeye de dilim varmıyor. Doğrusunu Allah bilir, demekle yetinmek daha uygundur.
Hadîsin Mânâsı:
Ebû S a İ d (Radıyallâhü anh) : Gümüş gümüşle ve altın altınla satılırken satılan ile satın alınan gümüşlerin, altınların ağırlıklarının eşit olması gerekir. Fazla veren veya fazla isteyen kimse faizcilik etmiş olur, demiştir. Buradaki rivayet kısadır. Müslim'deki rivayet uzunca olup orada; ^jl -xâi jbjljl slj ^
= «Verilen ile alman gümüşler, verilen ile alınan altınlar tartı bakımından eşit olacaktır. Fazla veren veya fazla isteyen kimse faizcilik etmiş olur.»
Buna göre iki parça gümüş peşin olarak biribirivle satılmak istendiğinde ayni ağırlıkta olmaları şarttır. Birisi diğerinden fazla ise faiz olur. Keza iki parça altın peşin olarak biribiriyle satılmak istendiğinde ağırlıklarının eşit olması gerekir. Birisi diğerinden ağır ise faiz olmuş olur. Ebü S a i d bu hükmü beyân edince râvisi: Ama İbn-i Abbâs böyle demiyor, diyerek İbn-i Abbâs'm fetvasını hatırlatıyor. Çünkü îbn-i Abbâs peşin olarak değiştirilecek iki parça gümüşün ağırlıklarının eşit olmasını, keza iki parça altın peşin olarak biribiriyle değiştirilirken ağırlıklarının ayni olmasını gerekli görmüyordu. O'na göre eşitlik şartı veresiye satışına münhasır idi. Yukarda etraflıca izah ettiğim gibi birisi veresiye olmak üzere altını altınla, gümüşü gümüşle veya altını gümüşle satmak mutlaka faiz sayılır. Miktarları eşit olsa bile hüküm budur ve bu hususta icmâ vardır.
Ebü S a İ d bu soru üzerine İbn-i Abbâs ile olan mülakatını ve İbn-i A b b â s ' in kendi görüşüne mesned olarak gösterdiği Ü s â m e ' nin hadisini naklediyor. Ü s â m e (Radıyallâhü anh) 'in hadisi sahih bir hadistir. Ama İbn-i Ab-b â s ' in görüşüne mesned olamıyor. Âlimler Ü s â m e ' nin hadîsini değişik şekillerde yorumlamışlardır. Şöyle ki:
N e v e v î bu hususta »öyle der :
"Bir kısım âlimler Ü s â m e (Radıyallâhü anhJ'ın hadîsinin ribâ hakkında vârid olan müteaddid sahih hadislerle mensuhtur. (Çünkü ribâmn yasaklanması tedricen olmuştur. Önce veresiye olanı yasaklamış, daha sonra Ribe'1-Fadl denilen fazlalıklı ribâ yasaklanmıştır.) Bütün müslümanlar Ü s â m e' nin bu hadîsinin zahiri ile amel etmeyi bırakmak hususunda icmâ etmişlerdir. Bu icmâ, hadîsin mensuh olduğuna delildir. Bir kısım âlimler de bu hadisi değişik şekillerde yorumlamışlardır. Bu yorumlardan birisi bu hadîsin değişik cins malların mübadelesi hakkındadır. (Meselâ peşin olmak kaydı ile altın gümüşle, gümüş altınla, buğday arpa ile, arpa hurma ile satıldığında satılan ile alman malların mikdarlannın eşit olması gerekmez. Birisi diğerinden fazla olabilir. Fakat veresiye olunca birisinin fazla olması faizdir.)
Diğer bir yorum da, Ü s â m e' nin hadîsinin mücmel (kapalı) olması ve E b û S a i d ile diğer sahâbilerin rivayet ettikleri hadislerin açıklayıcı olmalarıdır. Bir hadîs icmalli olup, bir başka hadis tafsilâtlı olunca tafsilâtlı olan hadisle amel etmek vâcib-dir.
N e v e v i daha sonra şöyle der: M ü s 1 i m' in rivayet ettiği hadîslerden anlaşılıyor ki tbn-i Abbâs ile îbn-i Ömer; peşin olan satışlarda yâni satılan mal ile satın alman mal satış akdi esnasında teslim ve tesellüm edildiğinde bu mallar faize tâbi mallardan olsa bile birisinin diğerinden miktarca fazla olması caizdir, kanaatında idiler. Buna göre peşin olmak kaydı ile bir dirhem gümüş iki dirhem gümüşle, bir dinar altın iki dinar altınla, bir sâ hurma iki sâ hurma ile ve bir sâ buğday iki sâ buğdayla satılabilir. Ribâya tâbi diğer mallar da böyledir. Bu iki sahâbî faiz durumunun sadece veresiye satışlarda bulunduğu görüşünde idiler. Bu görüşe mesnedde Ü s â m e' nin bu hadîsi idi. Fakat E b û S a î d'in hadîsi ile diğer hadisler bu iki sahabi'ye ulaşmca bu görüşten rucû ettiler ve bir mal ayni cinsten bir mal ile satıldığında satılan mal ile satın alman mal peşin de ödenseler yine miktarlarının eşit olması gerekir, birisi diğerinden fazla olursa faiz olur, dediler. M ü s -1 i m' in rivayet ettiği hadisler gösteriyor ki I b n - i Ömer ile Ibn-i Abbâs bu hadisleri ilk zamanlarda işitmemişlerdi. Sonra işitince eski görüşlerini bıkarak bu hadîslerle amel ettiler." Nevev î' nin sözü bitti.
Müellifin rivayet ettiği Ebü'l-Cevzâ hadisi, Hâki m'in rivayet ettiği Ebü Miclez'in hadisi ve M ü s 1 i m' in rivâyet ettiği Ebü's-Sahbâ'nın hadisi de İ b n - i Abbâ sın anılan görüşten rucû ettiğini açıkça beyân etmektedirler. E b ü ' 1 -C e z v â' nin hadîsinin Zevâid türünden olduğuna dâir bir kayı-da rastlamamakla beraber kalan Kütüb-i Sitte'de de bulamadım. [139]
Bu bâbtaki hadîslerin tercemesine geçmeden önce bir hususu belirtmeyi uygun gördüm: Sarf kelimesinin altını gümüşle, gümüşü altınla satma mânâsına geldiği gibi altım altınla, gümüşü gümüşle satma mânâsına da geldiğini bundan önce geçen 48. bâbta söyle-miştim.O bâbta geçen hadîslerde altım altınla ve gümüşü gümüşle satmanın hükmü bildirilmişti. İstıraf da ayni mânâya gelir. Bu bâbta ise altını gümüşle ve gümüşü altınla satmanın hükmünü bildiren hadîsler bulunur.
Sarf ve istıraf masdarlan, bunlardan türeme fiiller altın ve gümüşten başka malların biribiriyle değiştirilmesi veya mal ile para değişimi anlamlarında kullanıldığı zaman, cer harfi olan "Bâ" edatı verilen şey değil, alınan şeyin başında kullanılır. Fakat alınan da verilen de altın, gümüş ve para nevinden olunca bu kural yoktur. Yâni Bâ harfi verilenin başında gelebildiği gibi alınanın başında da kullanılabilir. Bu nedenle bu babın başlığının tercemesini yaparken "Altını gümüşle değiştirme" ifâdesini kullanmadım da genel bir ifâde kullandım. Zâten bu bâbta rivayet edilen hadisler sadece altını gümüşle değiştirme hükmünü değil, hem bunu hem de gümüşü altınla değiştirme hükmünü beyân ederler.
2259) Ömer bin el-Hattâb (RadtyaUâhii anh)'dea rivayet edildiğine göre; ResÛlullah (Sallaüakv Aleyhi ve Sellem) şöyle buyurdu, demiştir t
«Altını gümüşle (satmak ve gümüşü altınla satmak) ribâ (= faiz)dır. Meğer ki (taraflardan birisi diğerine:) bunu al, (diyerek vereceğini peşin vere) ve (diğeri de ona:) bunu al, (diyerek vereceğini peşin vere).»
(Müellifin şeyhi) Ebû Bekir bin Ebİ Şey be dedi ki: Ben S üfyandan şunu söylerken işittim: «Altını gümüşle» (buyurulmuştur). îyi-ce hıfzediniz." [140]
Bu hadisi N e s â î de rivayet etmiştir. Bundan sonra gelen hadiste Ömer (Radıyallâhü anh)'ın Resûl-i Ekrem (Aleyhi's-sa-lâtü ve's-selâm) 'den rivayet ettiği cümle de bunun benzeridir. O hadisi Kütüb-i Sitte sahihlerinin hepsi de Mâlik de rivayet etmişlerdir. Buradaki hadisin sonunda nakledilen S ü f y â n' in sözü N e s â i' nin rivayetinde yoktur-
Bu hadîs, altının gümüşle veya gümüşün altınla veresiye satılmasının faiz olduğuna delâlet eder. Veresiye olunca verilen ile alınan mikdarı eşit bile olsa yine faizdir. Ancak verilen ile satılanın ikisi de peşin ödenirse yâni satış akdi yapılırken her iki ödeme yapılırsa, ağırlıkları eşit olmasa bile faiz değildir. Meselâ: 100 gram gümüş 10 gram altınla satılabilir. Keza 50 gram altın 500 gram gümüşle satılabilir. Ancak altın ile gümüşün ikisinin de hazır ve peşin ödenmesi şarttır.
Hadîsin sonunda S ü f y â n ' dan rivayet edilen söz ile S ü f -yân dinleyicilerinin dikkatini şu noktaya çekmek istemiştir: Altın altınla veya gümüş gümüşle veresiye satıldığında faiz olduğu gibi bunlar değişik de olsa yâni altın gümüşle veya gümüş altınla veresiye satıldığı zaman yine faiz olur. Ama peşin satışlarda faiz olabilmesi için satılan ile alınanın ayni cinsten olması yâni ikisinin de altın veya ikisinin de gümüş olması gerekir. Bilindiği gibi ikisi ayni cinsten ve peşin olduğunda faiz sayıla bilmesi için ayrıca* ağırlıklarının eşit olması yâni birisinin fazla olması da gerekir.
2260) Mâlik bin Evs bin el-Hadesân (Radtyallâhü anh)'den: Şöyle demiştir:
Ben (bir gün sahabîler meclisine) gelerek: Kim dirhemlerini (altınla) değiştirmek ister? diye sordum. (Cennetle müjdelenen 10 zâttan) Talha bin Ubeydillah, Ömer bin el-Hattâb (Radıyallâhü anhü-mâ)'mn yanında iken (bana) Altınını bize ver. Sonra kesedarımız (Gabe'den) gelince sen bize gel, dirhemlerini vereceğiz, dedi. Bunun üzerine Ömer (Radıyallâhü anh) Talha (Radıyallâhü anh)'a hitaben:
Hayır, (böyle olmaz) vallahi. Sen ya ona dirhemlerini şimdi vereceksin veya onun altınını kendisine geri vereceksin. Çünkü Resü-lullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) :
-Gümüşü altınla satmak faizdir. Meğer ki (taraflardan birisi diğerine:) bunu al, (diyerek vereceğini peşin vere) ve (diğeri de ona:) Bunu al, (diyerek vereceğini peşin vere.)» buyurdu."
2261) Ali bin Ebî Tâlib (Radtyallâkü ank)'âen rivayet edildiğine göre; Resûluliah (Sallattakü Aleyhi ve Sellem) şöyle buyurdu, demiştir:
«Aralarında ağırlık farkı olmaksızın altın altınla, gümüş de gümüşle (değiştirilebilir). Gümüşe ihtiyacı olan bîr kimse, altın im onunla değiştirsin. Altına ihtiyacı olan da, gümüşünü onunla değiştirsin. Sarf (yâni bu değiştirmelerin hepsi) şöyle olur: (Taraflardan birisi diğerine:) Al bunu, (diyerek vereceğini peşin verir) ve (diğeri de ona.:) Al bunu, (diyerek vereceğini peşin verir.)»" [141]
Mâlik (Radıyallâhü anh) m hadîsini Buhâri, Müslim. Tirmizi, Nesâi ve Mâlik bin Enes de rivayet etmişlerdir. A 1 i (Radıyallâhü anh)'in hadîsini Hâkim de rivayet etmiştir. Sünenimizden başka Kütüb-i Sitte'nin herhangi birisinde buna rastlayamadım. Ama Zevâid türünden olduğuna dâir not da yoktur.
M â 1 i k ' in hadîsi altın i!e gümüşün biribiriyle değiştirilebilmesi için ikisinin de peşin verilmesinin şart olduğuna, fakat ağırlıklarının ayni olmasının şart olmadığına ve birisinin veresiye olmasının faiz olduğuna delâlet eder. B u h â r i' de ve başka rivayetlerde belirtildiğine göre T a 1 h a (Radıyallâhü anh)'in Mâlik (Radıyallâhü anh) den almak istediği altın yüz dinar idi ve T a i-h a ' nın bu altınları Mâlik" den alıp elile evirip çevirdiği belirtilmiştir. Ömer (Radıyallâhü anh)'in müdâhalesinde söylediği : "Veya Mâlik'in altınını kendisine geri vereceksin" sözü de T a 1 -h a ' nın altınları eline aldığına delâlet eder. Cennetle müjdelenen 10 güzide sahabîden birisi olan T a 1 h a (Radıyallâhü anh) altın ile gümüş biribiriyle değiştirilirken ikisinin de peşin ve hazır olmasının şart olduğuna dâir hükmü işitmediği ve böyle bir satışın meşru olduğunu zannettiği için bu muameleye girişmiş, sonra Ömer (Radıyallâhü anh) konu hakkındaki hadisi rivayet etmekle durumu bildirmiştir.
T a 1 h a (Radıyallâhü anh)'in hizmetçisinin G a b e isimli köyde olduğu bâzı rivayetlerden anlaşılmaktadır. G a b e , M e -dine-i Münevvere yakınında bulunan bir köydü. Bu yerde T a 1 h a ' nın hurmalığı ve malı olduğu Kastalânî'de belirtilmiştir.
N e v e v i bu hadîsin sert 'ndo şöyle der :
Re b e v î ifâızsel) iki mal mübadele edildiğinde bakılacak : Eğer ikisi faiz illetinde ortak iseler, mübadele esnasında her ikisinin teslim ve tesellümü şarttır. Birisinin veresiye olması hâlinde faiz olur. Bu hadîs, buna delâlet eder. Faiz illetinde ortak olan iki mal ayni cinsten olsun başka başka cinslerden olsun hüküm aynidir.
(N e v e v i' nin yukardaki sözlerini bir örnekle açıklayalım : Meselâ: Altın ve gümüşün faiz illeti, bu malların alım satımlarının tarta usûlü ile yapılmasıdır. Şu halde faiz illeti, altında ve gümüşte aynidir. Bu itibarla altın ve gümüş, faiz illetinde ortakdırlar. İki parça altın da faiz illetinde ortak sayılırlar. Gümüş de böyledir. Yâni iki parça gümüş de faiz illetinde ortak sayılır. Çünkü bunların hepsinin mubayaası tartı usûlü iledir. Altın ve gümüşteki faiz illetinin bu olduğu, Ebû Hanîfe'ye göredir. Ş â f i i' ye göre bunların faiz illeti, bunların mubayaalarda nakid ve bedel olarak kullanılmasıdır. Bunlardaki faiz illetinin başka şey olduğuna dâir bilgiler 48. bâbta verilmiştir. Hülâsa, bütün âlimlere göre altın ve gümüşün faiz illeti aynidir. Şu halde altın altınla veya gümüşle mubayaa ve gümüş veya altınla mubayaa edildiği zaman satılan ve satın alınanın ikisinin de peşin verilmesi gerekir. Birisinin veresiye olması faizdir. Buğday, arpa, hurma ve bunlar gibi fâizsel maddeler de böyledir. Bunların da faiz illeti aynidir. Şu halde buğday buğdayla veya arpayla mubayaa edildiğinde satılanın ve satın alınanın ikisinin de peşin olması şarttır. Aksi halde faiz olur.) [142]
Mâlik ve arkadaşları bu hadisi delil göstererek: Altının altınla veya gümüşle, gümüşün de gümüşle veya altınla mubayaasında satış akdinin hemen arkasında satılan ile satın alınanın teslim ve tesellümü gerekir. Satış akdinden hemen sonra yapılmayıp da biraz ara verildikten sonra ve henüz taraflar satış akdinin yapıldığı yerden ayrılmamış iken teslim ve tesellüm yapılsa bile bu satış bâtıl ve faiz sayılır, demişlerdir,
Ebû Hanife, Şafii ve başka âlimler : Teslim ve tesellümün, satış akdinin yapıldığı yerde ve taraflar biribirinden ayrılmamış iken yapılması gerekir. Fakat satış akdinin hemen arkasında ve hiç ara vermeden yapılması şart değildir. Taraflar satış akdinden sonra biribirinden ayrılmadıkça, aradan bir iki veya daha fazla gün geçse bile teslim ve tesellüm yapılabilir ve faiz sayılmaz. Şu halde önemli olan husus, tarafların biribirinden ayrılmadan teslim ve tesellüm işini yapmalarıdır, demişlerdir. Bu hadis. Mâlik ve arkadaşları için delil olmaz. T a 1 h a (Radıyallâhü anh) m. Mâlik bin Evs (Radıyallâhü anh) in altınlarını teslim alması ve gümüşü bilâhere ona vermesi teklifine gelince, Talha, diğer alım satımlar gibi bu nevi satışın mubah olduğunu zannetmişti. Ömer (Radıyall&hü anh) Peygamber (Aleyhi's-salâtü ve's-selâmj'ın hadîsini okuyunca, T a 1 h a bu satış işini bıraktı." N e v e v i' nin sözü bitti.
A 1 i (Radıyallâhü anh)'m hadîsine gelince, bundan çıkanları hükümler şunlardır :
1. Altın ayni ağırlıktaki altınla, gümüş de ayr.i ağırlıktaki gümüşle satılabilir. Ancak satılan ile almanın ikisinin d: p®Şin verilmesi şarttır.
2. Biribiriyle değiştirilmesi istenen altınların veya gümüşlerin ağırlıkları ayni olmayıp birisi diğerinden fazla olursa veya birisi veresiye olursa, yahut İkisi de veresiye olursa satış bâtıl olup faiz sayılır,
3. Altın, gümüşle satılmak istenirse veya gümüş, altınla satılmak istenirse, satılan ile satın alınanın ağırlıklarının eşit olması şart değildir. Birisi diğerinden tartı açısından fazla olabilir. Ancak satılan ile satın alınanın ikisinin de peşin verilmesi şarttır. Birisinin veya ikisinin veresiye olması faiz sayılır.
Hadîsin sonundaki; cümlesi hadîste geçen bütün alım satımlara şümullüdür. Yâni altın, altınla veya gümüşle, keza gümüş, gümüşle veya altınla değiştirilirken satılan ile alınanın her ikisinin peşin verilmesi gereklidir.
Talha (Radıyallâhü anh)'in hâl terce m esi 125- 128 nolu hadîsler bölümünde geçti. Mâlik bin Evs bin el-Hade-sân (Radıyallâhü anh), âlimlerin cumhuruna göre Tâbii'dir. Bâzı âlimler onun sahabilik şerefine kavuştuğunu söylemişler ise de B u h â r i bu sözü sabit görmemiştir. Hulâsa'da : Mâlik, mu-hadramlardandtr. Kendisi, Ömer, Osman ve başka sahabi-lerden rivayette bulunmuştur. Hâvileri ise Z ü h r i, İ b n ü'l-M ü n k e ' dir ve bir cemaattır. V â k ı d i ' nin dediğine göre hicretin 92. yılı vefat etmiştir. Kütüb-i Sitte'nin hepsinde rivayetleri vardır denilmiştir.[143]
Muhadram ; Câhiliyet devrinde yaşayan sonra Resûlullah (Aley-his-salâtü ves-selâm)'m zamanına yetişip müslüman olan, fakat Re-Sûl-i Ekrem'in sohbetine nail olmayan zâtlar için verilen bir isimdir. Bu gibi zâtlar sahâbî sayılmamakla beraber- tâbiî'lerin büyüklerinden sayılırlar.
Dinar: Sikkeli altındır. Altın para anlamında da kullanılır.
Dirhem ve Verık: Sikkeli gümüştür. Dirhem gümüş para anlamına da gelir. Dinar sikkeli veya sikkesiz alün mânâsında, dirhem ve venk de sikkeli, sikkesiz gümüş mânâsında da kullanılır. Burada ve benzeri hadislerde umumi mânâ kasdedilmiştir. Yâni faiz konusunda sikkeli ve sikkesiz altın ve gümüş arasında bir fark yoktur. [144]
2262) (Abdullah) bin Ömer (Radtyaltâhü o**ümâ)*da*i Şöyle de-mistir:
Ben deve satardım. (Bazen deve bedeli olan) alto yerine gümtt, atatan. (Bazen) dirhemler yerme dinarlar ve (bazen) dinarlar yertae dirhemler aurdun. Sonra (bu durumu) Peygamber (Sallallahü Alev hi ve Sellem)'e sordum.
Sen altın ve gümüşten birisini alıp diğerini verdiğin zaman senin ile (alış veriş ettiğin) arkadaşın arasında (alınıp, verilenden ötürü) bir karışıklık (yâni Ödenmemiş bir şey) varken sakın ondan ay-nlma,- buyurdu.
Bu hadis ikinci bir senedle de yine İbn-i Ömer vasıtasıyla Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve SellemJ'den rivayet edilmiştir." [145]
Bu hadîsi Tirmizi, Ebû Dâvüd ve Nesâi de rivayet etmişlerdir. Yukardaki tercemede parantez içine alınan ifâdeler diğer rivayetlerden istifâde edilerek alınmıştır. Ebû D â-v û d' un rivayeti meâlen şöyledir:
"... İbn-i Ömer (Radıyallâhü anhümâ)'dan; Şeyle demiştir.: Ben Baki (el-Gardak) da deve satardım. (Bazen) dinarlarla satardım da (dinarlar yerine) dirhemler alırdım. (Bazen de) dirhemlerle satardım ve (bunun yerine) dinarlar alırdım. Bunun yerine şunu alırdım ve şunun yerine bunu verirdim. Sonra Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve S eli em) Hafsa (Radıyallâhü anhâî'mn odasında iken, ben Ona müracaat ederek:
Yâ Resûlallah! Biraz müsâade buyurmanızı istirham ediyorum. Zâtına şunu sormak istiyorum ı Ben Bakî'de deve satıyorum. (Bazen) dinarlarla satıyorum da (dinarlar yerine) dirhemler alıyorum. (Bazen) dirhemlerle satıyorum da (bunun yerine) dinarlar alıyorum. Bunun yerine şunu alıyorum ve şunun yerine bunu veriyorum, dedim. Bunun üzerine Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) :
«Günün rayıcına göre, bu (anlattığı) nı almanda bir beis yoktur. Meğer ki seninle ahş veriş ettiğin kişi arasında (altın ve gümüşten henüz ödenmemiş) bir şey varken biribirinizden ayrılmış olasınız.» buyurdu."
H a t t â b i : Hadîs, alıcı ile satıcı arasında teslim ve tesellümü yapılmamış bir şey varken biribirisinden ayrılmamalarım şart koşmaktadır. Çünkü altın yerine gümüş almak veya gümüş yerine altın almak bir sarftır. Yâni bir nakid değiştirmektir. Altın ile gümüşün sarfı yâni biribiriyle değiştirilmesi bunların ikisinin peşinen ve tamamen ödenmesi hâlinde sahihtir. Tamâmı veya bir kısmı veresiye kalırsa faiz olur. Altın yerine gümüş almak veya gümüş yerine altın almak konusunda âlimler ihtilâf etmişlerdir. İlim ehlinin ekserisi bunu caiz görmüşlerdir. Ebû Seleme bin Ab-dirrahman ile tbn-i Şebreme ise bunu sakıncalı görmüşlerdir. î b n - i p bi Leylâ ise: Bu değişiklik günün rayıcına uygun yapılmazsa mekruhtur, demiştir. Diğer âlimler günün rayicim dikkata almamışlardır. Günün rayıcından ucuz veya pahalı olmasına bakmamışlardır. İbn-i Ebî Leylâ' nın görüşü sıhhatli olan görüştür. Hadîs de günün rayicini şart koşmuştur, demiştir.
Tuhfe'de beyân edildiğine göre Şevk ani: Hadîs, kişinin zimmetinde yâni boynunda bulunan altın veya gümüş borcunu diğeri ile değiştirmesinin, yâni borcu altın iken bunun yerine gümüş vermesinin, veya borcu gümüş iken bunun yerine altın Ödemesinin caiz olduğuna ve alacaklının bunu kabul etmesinin de câizliğine delâlet eder. Hadisin zahirine göre, değiştirilmek istenen altın ve gümüşün ikisi hazır olmayıp yalnız birisi hazırdır. Bu da ödenmesi gerekli olan değil, diğeridir. Şu halde hazır olmayan, hazar gibi kabul edilir, demiştir,
Ş e v k â n i' nin ne demek istediği açıktır. Şöyle ki: I b n - İ Ömer (Radıyallâhü anh) develeri meselâ altınla pazarlık edip satış akdini yaptıktan sonra, altın yerine gümüş alıyor. Keza gümüşle satıp, bunun yerine altın alıyor. Bu durumun zahirine göre müşteri, elinde bulunanı ödüyor. Meselâ: Altınla satın aldığı devenin bedelini, altın değil, gümüş olarak ödüyor. Şu halde hazır olan gümüştür. Borç olan altın ise hazır değildir. Artık hazır olmayan altın hazır hükmünde kabul ediliyor. Sanki satıcı satış akdini yaptığı altım teslim alıyor. Sonra bunu müşterinin elinde bulunan gümüşle değiştiriyor. [146]
Bir mal altınla satılırken, altın yerine gümüş ödemek ve bir mal gümüşle satılırken, bunun yerine altın ödemek caizdir. Ancak satış akdini yapanlar biribirinden ayrılmazdan önce mal bedelinin tamâmının ödenmesi gereklidir. Aralarında satışla ilgili bir alâka varken yâni ödeme hesabı bitmemiş iken tarafların biribirinden ayrılmaları hâlinde bu ödeme faiz sayılır. Bu takdirde satış bedelinin aslı ne ise onun ödenmesi gerekir.
Tuhfe yazan şöyle der:
"Gümüş yerine altın ve altın yerine gümüş vermenin câizliğine hükmeden âlimler arasında Ömer bin e 1 - H a t t â b, oğlu Abdullah, el-Hasan, ei-Hakem, Tâ v û s, Züh-ri, £bû Hanife, Mâlik, Şafii, Ahmed, Sev-ri ve E v z â İ (Radıyallâhü anhüm) bulunur.
İbn-i Mes'ûd, tbn-i Abbâs, Said bin el-Müseyyeb ve bir kavlinde Şafii anılan değiştirmenin mekruhluğuna hükmetmişlerdir. Allah cümlesinden râzi olsun.
Birinci grubtaki âlimler şu hususta ihtilâf etmişlerdir: Bunların bir kısmına göre yapılacak değişikliğin günün rayıcına uygunluğu şarttır. Hadisin bâzı rivayetlerinde bu şart mevcuttur. Ah- a m e d' in mezhebi böyledir. Ebû Hanife ve Şafii'ye göre anılan değişikliğin günün rayıcına uygunluğu şart değildir. Daha ucuz veya daha pahalı da yapılabilir. [147]
2263) Alkame'nin babası Abdullah (bin Sinan el-Müzenî) (Radtyal-lahü ankümâ)'öan; Şöyle demiştir:
Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem), müslümanlann tedavüldeki sikkeli (altın ve gümüş) paralarını bir ihtiyaç (ve gerek) yok iken kesip kırmayı yasakladı." [148]
Bu hadîsi Ebû Dâvûd da rivayet etmiştir. Hadis, bir ihtiyaç ve gerek yok iken tedavüldeki altın ve gümüş parayı kesip kırmanın, bozmanın ve parçalamanın yasaklığına, ihtiyaç ve zaruret hâlinde ise bunda bir sakınca bulunmadığına delâlet eder. İhtiyaç ve zaruret şöyle olur: Meselâ bunun sahte olması şübhesi varsa veya düşük ayarlı olduğu halde tam ayarlı gibi gösteriliyorsa, kesip kırmakta sakınca yoktur.
H a t t â b i: Altın ve gümüş parayı kesip kırmanın yasakhğı-nın hikmeti hakkında âlimler ihtilâf etmişlerdir: Bâzılarına göre yasağın hikmeti, para üzerinde Allah'ın isminin yazılı olmasıdır. Bir kısım âlimler: Para bir emanettir, bunda hiyânet etmemek gerekir, ayrıca parayı kesip kırmak, malı zayi etmek demektir, demişlerdir. Ebü'l-Abbâs' tan buna ulaşan bilgiye göre, Asr-ı Saâdet'te bâzı adamlar altın ve gümüş paraların kenarlarım makasla kırpıp, bir nevi gizli hırsızlık yapıyorlardı, kestikleri parçalan değerlendiriyorlardı. Bunun üzerine bu yasak konuldu, demiştir.
Avnü'l-Mabûd yazarı Ha t tâ bi' nin yukardaki sözlerini naklettikten sonra: En-Neyl yazan: Sikkeli sair paralar da bu anlamdadır, özellikle bunlar tedavülde iseler. Çünkü müslümanlann elinde bulunan Islâmî paralan kesip kırmak ve parçalamak, onların malını zayi etmektir, demiştir.
tbn-i Reslân da, es-Sünen şerhinde: Devlet başkanı, kendisinden önceki bir devlet başkanının devrine âit sikkeli gümüş para ile alış veriş etmeyi lağvedip bunun yerine piyasaya başka paralan sürerse, lağvedilmiş parayı kınp eritmek ve gümüşünden yararlanıp değerlendirmek caizdir, demiştir.
Ş e v k â n î de: Gerek ve ihtiyaç yok iken altın ve gümüş parayı kesip kırmayı Şâr-i Hakim yasaklamıştır. Kişilerin yaran ve kazancı uğruna bunlan bozup parçalamak toplum yararına olabilir. Bu itibarla topluma zararı varken kişisel çıkarlar için buna cevaz vermek uygun değildir, demiştir.
Yukarda en-Neyl'den naklen verilen bilgiden anlaşıldığı gibi İslam memleketlerinde tedavülde olan sair paralar da altın ve gümüş paralar hükmündedir. Âcizane kanaatıma göre şâir paralan kesip parçalamak, altın ve gümüş paralara nazaran daha sakıncalıdır. Çünkü altın ve gümüş parçalansa bile ondan yararlanmak mümkündür. Fakat kâğıt para parçalansa bir şeye yaramaz. Oysa piyasadaki kâğıt paranın değerce altın, gümüş ve sair inallardan hiç bir farkı yoktur. Bunu parçalamak, malı açıkça zayi etmektir, sakıncası büyüktür.
Hadisin Rfivîsi (Hâl Tercemesl)
Abdullah bin Sinan el-Medenl O^A.) sahabidir. Öd adet garib hadîsi vardır. Râvtsi Zeyd bin Eslem'dir. Müslümanların sikkeli altın ve gümüş paralarını kesip kırmaya ait hadisini kendisinden ofihı Alkame rivayet etmiştir. Alkame biz Abdİt lan el-Müzenî, onun oğludur. Tirmizt Ebû Davûd ve Îbn4 Maceh onun hadistertai rivayet etmişlerdir. (Hulasa: 200) [149]
2264) Züher oğullarının mevlâsı Zeyd Ebû Ayyaş (Radıyallâhü anh)'~ den rivayet edildiğine göre;
Kendisi arpanın, süit (peygamber arpası) ile satın alınmasının hükmünü Sa'd bin Ebî Vakkas (Radıyallâhü anh)'a sormuştur. Sa'd kendisine: Bunlardan hangisi (hacım ölçüsü bakımından diğerinden) fazla olur? diye sormuş. Kendisi -. Arpa (fazla olur), diye cevab vermiştir. (Zeyd demiş ki:) Bunun üzerine Sa'd (Radıyallâhü anh) beni bu alım satımdan menetti ve şöyle dedi: Ben şu olaya şâhid oldum i Yaş hurmayı kuru hurma ile satın almanın hükmü Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) e soruldu. Bunun üzerine O;
«Yaş hurma kuruduğu zaman (hacım ölçüsü bakımından) eksilir mi?» buyurdu. Sahâbîler -.
Evet, dediler. Bunun üzerine O, bundan (yâni yaş hurmayı kuru hurma ile satın alınmasını) nehiy buyurdu." [150]
Bu hadisi Tirmizi, Ebû Dâvûd, Nesâî ve Mâli k de rivayet etmişlerdir. Hadîste geçen -Beydâ- ve -Süit- kelimeleri değişik şekillerde mânâlandınlmıştır. Beydâ kelimesinin lügat manâsı beyaz §ey, demektir. Burada arpa manâsında kullanûdım söyleyenler olduğu gibi buğday mânâsının kasdedildiğini söyleyenler de vardır. Bâzı âlimler de bunu, yaş süit mânâsına yorumlamışlardır. Süit kelimesini de arpa, buğday ve bunlara benzemekle beraber ayn bir hububat türü mânâsına yorumlayanlar vardır. Bu husustaki nakilleri özlü olarak sunalım: Avnü'l Mabûd yazarı özetle şöyle der:
"Ha tt âbî: Beydâ' buğdayın bir çeşiti olup beyaz renklidir, Mısır taraflarında yetişir. Süit ise buğdaydan ayn bir hububat çeşitidir. Taneleri buğday tanelerinden ufak olur. Bâzıları demişler ki: Beydâ, yaş sült'e denilir. Beydâ'ın bir buğday çeşiti görüşü malum ve meşhurdur, demiştir. El-Mecmâ'da: Süit: Beyaz ve kabuklu bir arpa çeşitidir. Bir kavle göre buğdayın bir nevidir. Birinci söz daha sıhhatlidir. Çünkü Beydâ, buğdaydır, denilmiştir.
Hadiste yaş hurmanın kuruduğu zaman eksilip eksilmediği sorulmuştur. Kadı lyâz bu hususta : Yaş hurmanın kuruduğu zaman eksildiği açık olup herkesçe bilinmektedir. Bu itibarla amaç bu değildir. Bu sorudan gaye, değiştirilmek istenen hurmaların kuru iken hacim ölçüsü bakımından eşit olmalarıdır. Çünkü kuru halde iken tamamen eşit olmalarının gerçekleşmesi şarttır. Aksi takdirde faize girer. Bu itibarla kuru hurma ile yaş hurmanın hacim ölçüsü bakımından eşit olması yeterli değildir. Keza yaş hurmanın kuruyunca ne kadar azalacağını takdir etmek de yeterli sayılamaz. Çünkü bu bir tahminin ötesine geçemez, kesinlik kazanamaz. Şu halde yaş hurma ile kuru hurmanın mubayaası ve değiştirilmesi caiz değildir, ilim ehlinin ekserisi böyle hükmetmişlerdir. Ebû H a-n i f e ise: Hacim ölçüsü bakımından biribirine eşit olan kuru hurma ile yaş hurmayı değiştirmek yâni bunların birisini diğeri ile satmak ve satın almak caizdir, demiştir. Kendisi bu hadîsi yaş hurmayı veresiye olan kuru hurma ile satma mânâsına yorumlamıştır, demiştir. Bu yoruma delil olarak bâzı rivayetlerde bulunan veresiye kaydıdır. Bu rivayet meâlen:
"Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) yaş hurmayı veresiye olan kuru hurma ile satmayı yasaklamıştır." şeklindedir.
Veresiye kaydını rivayet eden râvî Yahya bin Ebî Kesir' dir. Bu râviye karşı Mâlik bin Enes, İsmail bin Ümeyye, Dahhâk bin Osman ve Üsâme bin Zeyd ayni hadîsi Yahya' nın şeyhi olan Abdullah bin Yezid' den rivayet etmişler ve veresiye kaydım rivayet etmemişlerdir. Bu itS>arîa Yahya' mn rivayeti hadîsçi-lerce mazbut sayılmamıştır." K*ldı ki veresiye olunca yaş olsun kuru olsun hepsi karam ve faizdir. Yâni mikdarları eşit bile olsa değiştirilecek burmaların birisi veresiye olunca zâten faize girer. Artık yaş hurmanın kuruyunca eksilip eksilmediğini sormanın ve bu duruma dikkatlan çekmenin mânâsı kalmamış olur.
Tuhfe yazan da özetle şöyle der:
"İmâm Muhammed, el-Muvatta'da: Bir ölçek yaş hurmayı bir ölçek kuru hurmaya satın alan ve sattığım peşin verip satın aldığını da peşin teslim alan kimse hakkında biz bu hadîsle amel ederiz. (Birisi veresiye olursa yasaklığı âlimlerin ittifakı ile sabit olduğu için İmam Muhammed bunların peşin olduğunu belirtir.) Çünkü yaş hurma kuruduğu zaman eksilir ve bir ölçekten az olur, dolayısıyla diğer hurma fazla olmuş olur. Bunun için satış batıldır, demiştir. Ahmed, Mâlik, Şafiî ve diğerleri de bu hadisle amel etmişler ve: Ne peşin, ne veresiye, ne eşit mikdar-da, ne de farklı mikdarda kuru hurmayı yaş hurma ile değiştirmek ve satmak, satın almak hiç bir suretle caiz değildir. Fakat kuru hurmayı kuru hurmayla ve yaş hurmayı yaş hurmayla, ikisinin de peşin ve mikdarca eşit olmaları hâlinde satmak ve satın almak caizdir. . Fakat mikdarlan eşit değilse veya hurmaların birisi veresiye olursa satış caiz değildir. Ebû Hanife' nin görüşü bunların görüşünden farklıdır. Çünkü kendisi mikdarları eşit ve ikisi de peşin olan kuru hurma ile yaş hurmayı biribiriyle mubayaa etmenin câizliğine hükmetmiş ve: Çünkü yaş hurma da hurmadır. Hurmanın hurma ile satılması ise caizdir. Aranan şey bunların eşit olmasıdır, demiştir.
Ebû Hanife' den rivayet edildiğine göre kendisi B a ğ -d a d'a gittiği zaman oranın âlimleri bu fetvasının gerekçesini kendisine sormuşlar. Onlar kendisine şiddetle hücum ederek bu hadisle amel etmemesini ve buna muhalefet etmesini eleştirmişlerdir. Bunun üzerine Ebû Hanîfe onlara: Yaş hurmaya hurmadan sayılır ya da başka bir madde sayılır. Eğer hurma sayılırsa kuru hurma ile mubayaası caizdir. Çünkü Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) : «Mikdarları eşit olan hurmayı hurmayla satmak caizdir,» buyurmuştur. Yaş hurma, hurmadan başka bir madde sayılı* yorsa yine caizdir. Çünkü «Rebevi (fâizsel) malların cinsleri değişik olunca peşin olmak kaydıyla dilediğiniz gibi (yâni mikdarları farklı da olsa) satabilirsiniz» buyurulmuştur, demiştir. Bunun üzerine B a ğ d a d' U âlimler bu hadîsi (yâni 2264 nolu hadîsimiz) £ b û H a nİ f e'ye okumuşlar. Ebû U anife- Bu hadisin dönüm noktası râvi Zeyd bin Ayyaş* tır. Bu râvî ise meçhuldür, demiş veya hadîsi kabul olmayan bir râvîdir, demiştir.
Hadîs âlimleri Ebû Hanîfe' nin râvîyi tenkid etmesini beğenmişlerdir. Hattâ İbnü'l-Mübârek: Ebû Hani-f e hadîs bilmiyor, deniliyor. Nasıl böyle söyleniyor? Oysa kendisi: Zeyd, hadîsi kabul olmayan bir râvîdir, demektedir, diye Ebû Hanîfe1 nin hadîslere vukûfiyetini ifâde etmek istemiştir."
Âlimler Zeyd bin Ayyaş Ebû Ayyâş'ın sıka olduklarım söylemişlerdir. [151]
1. İkisi peşin ve mikdarları eşit de olsa yaş hurmayı kuru hurma ile satmak caiz değildir. Çünkü yaş hurma kuruduğu zaman eksilir ve eşitlik şartı yitirilmiş olur. Kurusunun mikdarı takdir edilerek değiştirilmek istenen kuru hurmaya eşit tutulmasına çalışılsa bile bu takdir bir tahminden ibaret kalır ve sonuç vermez. Ebû Hanîfe' den başka âlimlerin görüşlerinin böyle olduğu yukarda anlatıldı.
Türkçemizde peygamber arpası denilen Süit ile arpayı veya Süit ile buğdayı biribiriyle değiştirmek hükmü de böyledir. Yâni bunların ikisi de peşin ve hacim Ölçüsü bakımından mikdarları eşit bile olsa biribiriyle değiştirilmesi yasaktır ve faiz sayılır. Sebebi de şudur : Süit, Beydâ'ya benzediği için ayni cins sayılır. Artık Beydâ kelimesini arpaya yorumlarsak süit ile arpanın bir cins sayıldığını söyleyeceğiz. Beydâ kelimesini buğday diye yorumlarsak, süit ile buğdayın ayni cins sayıldığını söyleyeceğiz. Buğday ve arpa gibi hububatın ayni cins hububatla mubayaa edilebilmesi için verilen ile alınanın ikisinin eşit ve peşin olmasının şart olduğunu, aksi takdirde faiz sayıldığını 48. bâbta anlatmıştık. Süit denilen hububatın değiştirilmek istendiği Beydâ yâni arpa ile veya buğday ile eşit olması gerekir. Hacim ölçüsü bakımından eksik veya fazla olursa satışı ya-
saktır. Hadîsin; «Süit ile Beydâ'dan hangisi efdaldır cümlesini Mâlik «Hangisi mikdarca fazladır» şeklinde yorumlamıştır. Sindi böyle söylüyor. S a' d (Radıyallâhü anh) 'in bu sorusunu cevablayan Zeyd, Beydâ'm efdal olduğunu söylemiştir. M â 1 i k'in yorumuna göre Beydâ'm mikdarca süitten fazla olduğu Zeyd tarafından ifâde edilmiş oluyor. Bunların mikdarca eşitliği mübadelenin temel şartlarından olması hasebiyle S a ' d bu mübadelenin caiz olmadığına hükmetmiştir.
Beydâ kelimesini ister buğday ile, ister arpa ile yorumlayalım. Bunun sült'ten mikdarca yâni hacim ölçüsü bakımından fazlalığını acizane şu şekilde tasavvur ediyorum:
Meselâ: Bir ölçek buğday veya bir ölçek arpayı alıp bir tarafa bırakalım. Bir ölçek de süit denilen hububatı oraya bırakalım. Bir müddet sonra bunlara baktığımız zaman sültün diğerlerinden çok eksildiğini ve diğerlerinin nisbeten az eksildiğini görürüz. Demek ki süit çok fire vermiş olur. Buğday veya arpa buna nazaran az fire vermiş olur. Dolayısıyla bunlar ölçülecek olursa buğday veya arpanın süitten fazla olduğu görülür. Bu nedenle süit ile bunların hacim ölçüsü bakımından eşitlikleri tam sağlanmamış sayılır ve bu nedenle mübadeleleri yasaklanmıştır. Yukardaki cümlenin açıklaması ve M â 1 i k ' in yaptığı yorum hakkındaki görüşüm budur. Bu hususta açıklayıcı bir bilgiye rastlayamadım. Başka bir İzah şeklini de düşünemiyorum.
Yukardaki cümlede geçen "Efdal" sözünü üstün veya daha değerli, şeklinde yorumlamak yanlıştır. Çünkü rebevî olan ayni cinsten iki mal biribiriyle değiştirilirken kalite veya değer üstünlüğü bir sakmca teşkil etmez. Rebevİ iki cins mal biribiriyle değiştirilirken de durum budur. Bu nedenle bu kelimeden maksad İmâm Mâ-1 i k' in dediği gibi hacim ölçüsü bakımından çokluk ve fazlalıktır. [152]
Müzâbene ve Münâkale kelimeleri bu bâbtaki hadîslerin metinlerinde de geçecektir. Bu itibarla önce bunlann ne tür satış olduklarını anlatalım, sonra hadîslerin tercemesîne geçelim:
Müzâbene: Bu kelimenin sözlük mânâsı karşılıklı savunma ve müdâfaa, demektir. Biraz sonra anlatacağımız bir nevî satışa bu ismin verilmesinin sebebi şudur: Bu nevi satışlarda taraflar kendi haklarını birbirine karşı müdâfaa ederler. Şöyle de söylenebilir: Taraflardan birisi bu nevî satışta aldandığının farkına varınca satışı red ve defetmek ister. Karşı taraf da bu teklifi red ve defetmek ister, satışın kesinleşmesine çalışır. Bazen taraflar arasında bu yüzden husûmet de çakar. Müzabenenin sözlük manalarından birisi de karşılıklı husûmet etmektir. Istılah! manâda bu durumun da dikkata suretiyle bu ismin verildiğini söytemek yerinde olur.
Fıkıh ve hadis ıstılahında ise Müzâbene değişik şekillerde tarif edilmiştir. 2265 nolu hadiste geleceği üzere Abdullah bin Ömer (Radıyallâhü anh) : Müzâbene: Ağacı üzerindeki yaş hurmayı kuru hurma ile, asması üzerindeki yaş üzümü kuru üzümle ve başaktaki hububatı temizlenmiş ayni cins hububatla tahmin ve takdir ederek satmaktır, demiştir. Fakat bâzı âlimler: Başaktaki hububatı, temizlenmiş ayni cins hububatla tahmin ederek satmaya Münâkale denilir. îbn-i Ömer (Radıyallâhü anh) bunu diğerleri ile beraber anlattığı için buna da Müzâbene demiştir, derler.
Avnü'l-Mabûdda belirtildiğine göre Buhâri ve Müslim' de bulunan rivayetlerde N â f i' (Radıyallâhü anh) Müzâ-bene'yi İ b n - i Ömer (Radıyallâhü anh) 'in buradaki tarifi gibi tanımlamıştır. Yâni başaktaki buğdayı, ölçekle tahmin edip safi buğdayla satmaya Müzâbene demiştir.
îbn-i Ömer (Radıyallâhü anh) 'in Buharı' deki bir rivayetinde bulunan Müzâbene tarifinde hububattan söz edilmemiştir. Oradaki rivayete göre Müzâbene: Ağacı üzerindeki yaş hurmayı ölçekle tahmin edip kuru hurmayla satmak ve asması üzerindeki yaş üzümü ölçekle tahmin edip kuru üzümle satmaktır.
Yine B u h â r i' nin bir rivayetine göre 1 b n - i Ömer (Radıyallâhü anh) Müzâbene: Ağaç üzerindeki yaş hurmayı ölçekle tahmini takdir edip kuru hurma ile satmak ve satıcının alıcıya: Tahmininden fazla çıkarsa, fazlası bana âit olur, eksik çıkarsa tamamlarım, demesidir, şeklinde tarif etmiştir.
Müzâbene i Ağacı üzerindeki taze hurmayı tahmin ve takdir ederek kuru hurma ile satmaktır, diye tarif edenler de vardır. Tirm i z i' de böyle tarif edilmiştir.
Münâkale: Başağındaki buğdayı ölçekle tahmin ederek safi buğdayla satmaktır, diye tarif edilmiştir. Süyutî ve Nevevİ böyle tarif etmişlerdir. Müslim'in Said bin el-Müsey-y e b (Radıyallâhü anh)'den rivayet ettiği bir hadîste, Müzâbene ve Muhâkale'nin Resûl-i Ekrem (Aleyhi's-salâtü ve's-selâm) tarafından yasaklandığı belirtildikten sonra: Müzâbene ağacındaki yaş hurmayı (ölçekle tahmin ederek) kuru hurma ile satmaktır. Münâkale de: Henüz biçilmemiş (ve başağından çıkarılmamış) buğdayı safi buğdayla (yine tahmin ve takdir etmek suretiyle) satmaktır, bir de bir araziyi buğday ile kiralamaktır, denilmektedir.
Tuhfe yazarının beyânına göre en Nihâyede şöyle denilmiştir-. Münakalenin tarifinde ihtilâf vardır. Şöyle ki; Bir kavle göre araziyi buğday karşılığında kiralamaktır. Hadiste böyle açıklanmıştır. Ziraatçılar buna Muhârese derler. Diğer bir kavle göre Münâkale, bir araziyi bundan alınacak hâsılatın üçte biri, dörtte biri gibi belirli bir hisse karşılığında işletmektir. Başka bir kavle göre, ba-şagındaki buğdayı, safi bir buğdayla satmaktır. Henüz tam olgunlaşmamış bir mahsûlü satmaya Münâkale, diyenler de vardır. Mu-hâkale'nin yasaklanmasının sebebi şudur: Bir hububat ayni cinsten bir hububatla satılırken satılan ile alınanın ikisinin de peşin ve mik-darca eşit olması şarttır. Münâkale satışında, mikdarlann eşitliği sağlanamadığı gibi bir taraf veresiyedir.
Müzâbene satışının yasaklanmasının sebebi de en-Nihâye'den naklen verilen yukardaki sebebdir.
tir:
2265) Abdullah bin Ömer (Radtyallâhü atthümâ)'âan; Şöyle demiş-
Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) Müzâbene*yi yasaklamıştır. Müzâbene; Adamın, hurmalıgındaki yaş hurmayı (ağacında) ölçekle (tahmin ederek) kuru hurma ile satmasıdır. (Keza) bagın-daki yaş üzümü (dalmda, tahmini) ölçekle kuru üzüm ile satmasıdır ve tarlasında bulunan başağındaki taze buğdayı (yine tahmini) ölçekle safi buğday ile satmasıdır. Resûl-i Ekrem (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) bunların hepsinden nehiy buyurmuştur."
2266) Câbîr bin Abdillah (Radtyallâhü ankümâyâzn; Şöyle demiştir:
Resûlullah {Sallallahü Aleyhi ve Sellem) Münâkale ve Müzâ-bene'den nehiy buyurmuştur."
2267) Râü' bin Hadîc (Radtyallâhü an A)'den; Şöyle demiştir:
ResûluUah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) Münakale ve Müzâbe-ne'den nehiy buyurmuştur." [153]
Ibn-i Ömer (Radıyallâhü anh) 'm hadîsini Buhâri, Müslim, Ebû Dâvûd ve Nesâî de rivayet etmişlerdir. Câbir (Radıyallâhü anh)'m hadisini Müslim ve Nesâi de rivayet etmişlerdir.
Müslim ve Tirmizi' nin R â f i {Radıyallâhü anh) '-den olan rivayetlerinde yalnız Müzâbene'nin yasaklandığından söz edilmekte olup Muhâkale'den bahsedilmemektedir. Kütüb-i Sİtte'nin diğerlerinde ise bu hadisi göremedim.
Bu hadisler Müzâbene ve Münâkale şeklindeki satışların yasak-lığına delâlet ederler. Bu satışın yasaklanmasının sebebi de şudur: Hurma, buğday ve diğer rebevi yâni fâizsel olan bir mal ayni cins bir mal ile satılırken ölçek hesabıyla mikdarlarının eşit olması ve ikisinin de peşin ödenmesi gerekir. Aksi halde faiz sayılır. Ağacın-daki yaş hurma, yaş üzüm ve başağındaki buğday mikdarları ölçek hesabı ile kesin bir şekilde tesbit edilemez. Yapılacak tesbit ancak bir tahminden ibaret kalır. Bu itibarla ağacmdaki yaş hurma ile bunun karşılığında verilen kuru hurmanın, dalındaki yaş üzümle onun karşılığında verilen kuru üzümün ve başağındaki buğday ile bunun karşılığında verilen safi buğdayın mikdarca eşitliğinin sağlanması mümkün değildir. Mutlaka birisinin diğerinden fazla olması ihtimali bulunur. Bu itibarla faiz durumu hâsıl olur. Ayrıca bir mechullük bulunduğu için bir tarafın aldanması da söz konusudur. Anılan yaş hurma, yaş üzüm ve başağmdaki buğday tahmin edilip bunlar karşılığında verilen kuru hurma, kuru üzüm ve safi buğday hazır ve peşin de olsa hüküm budur. Çünkü eşitlik durumu bilinemez. Oysa. ayni cinsten iki rebevî malın mubayaa edilebilmesi için ikisinin peşin olması şart olduğu gibi, mikdarlannın da eşitliği şarttır.
N e v e v î Muza ben e babından önceki bâbta özetle şöyle der: "Araya (yâni muayyen bir ağaçtaki yaş hurmayı yerdeki kürü hurma ile satmak) akdi hariç, yaş hurmanın kuru hurma ile satılmasının haramhğı hususunda âlimler ittifak etmişler ve bunun faiz olduğunu hükmetmişlerdir. Yaş üzümün kuru üzümle satılmasının haramhğı meselesinde de âlimler ittifak halindedirler. Âlimler, başağında ki buğdayın safi buğdayla satılmasının haramlığı üzerinde de ic-mâ etmişlerdir. Bu satışa Muhâkale denilir. Münâkale kelimesi haki kökünden alınmadır. Haki ise, ekin ekmek ve ziraat yeri, demektir.
Kuru hurma ile satılmak istenen yaş hurma ye kuru üzümle satılmak istenen yaş üzüm, ağaçları üstünde iken satışı haram olduğu gibi bu meyvalar ağaçlarından kesilip devşirildikten sonra da bu şekilde satılamaz. (Yâni kısacası yaş hurma kuru hurma ile satılamaz ve yaş üzüm kuru üzümle satılamaz. Bu yaş hurma ve yaş üzüm ağaçları üzerinde ise bu satışın haramhğı üzerinde âlimlerin icmâı vardır. Bunların bu satışları kesilip devşirildikten sonra ise âlimlerin cumhuruna göre yine haramdır. Çünkü yaş hurma ve yaş üzüm kuruyunca fire verip eksilir. Ne kadar ekşiteceğini kesinlikle bilmek mümkün değildir. Bu itibarla bunların karşılığında ahnan kuru hurma ve kuru üzüm ile bunların mikdarlannın eşitliğini temin etmek mümkün değildir ve bu nedenle haramdır.)
Ebû Hanîfe ise: Yaş hurma ve yaş üzüm kesilip devşirildikten sonra kurusundan aynı mikdardaki misli ile satılması caizdir, demiştir. Meselâ bir ölçek yaş hurma bir ölçek kuru hurma ile ye bir ölçek yaş üzüm bir ölçek kuru üzijmle satılabilir-" Başağından yeni ayrılan taze buğdayın, kurumuş buğdaydan misli ile, satılmasına da hükmetmiştir, Hanefî âlimlerden Ebû Yûsuf ve M u h a m m e d * in de dâhil bulunduğu cumhura göre hurmanın yaşı, kurusuyla hiç bir suretle satılamaz. Keza üzümün yaşı hiç bir surette kurusuyla satılamaz. Başaktaki buğday da safi buğdayla hiç bir suretle satılamaz.
Hurma ve buğday gibi rebevî yâni fâizsel bir maddenin tazesi ile kurusunun biribiriyle değiştirilmesi ile ilgili gerekli bilgi 2264 nolii hadisin İzahı bölümünde verilmiştir. [154]
2268) Sâlim'in babası (Abdullah bin Ömer) (Radıyallâhü anhümyden; Şöyle demiştir:
Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellemî 'in Ariyye (yâni belirli bir kaç ağacın üstündeki yaş hurmayı kuru hurma olarak tahminen takdir etmek suretiyle, tahmin edilen mikdardaki peşin kuru hurma ile satılması) hakkında ruhsat verdiğini Zeyd bin Sabit bana haber verdi."
2269) Abdullah bin Ömer (Radtyallâkü an/tsimâ^dan; Şöyle demiştir :
Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Selleml'in Ariyye (yâni belirli bir kaç ağacın üstündeki yaş hurmayı) kuru hurma olarak mikdannı tahmin etmek suretiyle (o mikdardaki peşin kuru hurma ile) satılmasına ruhsat verdiğini Zeyd bin Sabit bana haber verdi.
(Râvi) Yahya demiştir
ki t Ariyye, kişinin aile ferdlerinüı azığı olan kuru hurmasını verip bununla
birkaç hurma ağacının (üstündeki) yaş hurmayı kuru hurma olarak tahminen
takdir etmek Suretiyle satın almasıdır."
[155]
Müellifimizin İbn-i Ömer (Radıyallâhü anh) aracılığı ile rivayet ettiği Zeyd bin Sabit (Radıyallâhü anh) 'in bu hadislerini Buhârî, Müslim, Tirmizi ve Nesâl de rivayet etmişlerdir. E b û D â v û d da bunun benzerini Hârice bin Zeyd aracılığı ile Zeyd (Radıyallâhü anh)'den rivayet etmiştir. Bâzı rivâyetterdeki metin uzuncadır. O rivayetlerde Resûl-i Ekrem (Aleyhi's-salâtü ve's-selâm) 'in Müzâbene ve Münâkale satışlarını yasakladığı, fakat araya satışına izin verdiği belirtilmektedir. Diğer değişikliği belirtmeye gerek görmüyorum. Aşağıda yapacağım izah esnasında gerek duyulursa buna değinilecektir. Şimdi Arâyâ ve Ariyye kelimelerini ve bunların tariflerini açıklayalım:
Tuhfe yazan özetle şöyle der:
"Arâyâ kelimesi Ariyye'nin çoğuludur. Ariyye, ağacı üstündeki yaş hurmayı ağaçsız olarak hediye etmektir. Yâni ağaç hediye edilmiyor, sâdece üstündeki hurmalar hediye ediliyor. Kıtlık zamanlarında hurma bahçeleri bulunanlar, hurmalığı olmayanlara bu ikramda bulunuyorlardı. Arablarda bu âdet vardı. Karşılıksız olarak yapılan bu ikrama Ariyye denilirdi. Sağım hayvanı olmayan ailelere koyun ve deve gibi sağun hayvanı, sütünden faydalanılmak üzere emaneten vermek âdeti de vardı. Sağım hayvanı yine sahibinin malı idi. Bunu emaneten alan aile de karşılıksız olarak bunun sütünden yararlanırdı. . Bu ikrama da Menîha denilir. Şer-i Şerif ıstılahındaki Ariyye'nin tarifi hususunda ihtilâf vardır. Yâni Şeriatte bu kelime ile neyin kasdedildiği hususunda değişik görüşler vardır. Şöyle ki:
1. Mâlik Ariyye'yi şöyle açıklamıştır: Kişi, hurmalığındaki ağaçlardan belirli bir tanesinin üstündeki yaş hurmayı karşılıksız olarak bir adama verir. Sonra adamın hurmalığa girip çıkmasından zahmet duymaya başlar. Hurmalık sahibinin, o ağaç üstündeki yaş hurmayı tahminen takdir edip bu kadar kuru hurmayı peşinen ve defaten adama vermek suretiyle bahçeden ilişiğini kesmesine ruhsat ve izin verilmiştir.
2. Şafii de Arâyâ'yi şöyle tarif etmiştir: Adam belirli bir veya birden fazla ağacın üstündeki yaş hurmanın ne kadar olduğunu tahminen takdir eder. Sonra bu kuruyunca ne kadar eksilece-ğini tahminen hesaplar. Bunun üzerine kuruduğu zaman ne kadar kalacağım tahmin ediyorsa o mikdarda kuru hurmayı ağaç sahibine peşin verip bunun karşılığında ağaç üstündeki yaş hurmayı satın alır. İşte bu alıma Arâyâ (ve Ariyye) denilir. Taraflar teslim ve tesellümü tamamlamadan birbirinden aynlırlarsa bu satış bozulur.
(Şafii' nin anlattığı teslim ve tesellüm şöyle olur: Müşteri takdir edilen kuru hurma mikdan ne .se o kadar kuru hurmayı ağaç sahibine teslim eder. Ağaç sahibi de meyvasını sattığı ağaçları müşterinin emrine verir.)
El-Hâfız, el-Fetih'te : Şafiî1 nin tarifinden çıkan sonuç, ariyye'nin götürü usulle veya veresiye şekli ile olmamasıdır, demiştir.
3. Süfyân bin Hüseyin de: Arâyâ, fakirlere hibe edilen ağaçlar üstündeki yaş hurmalardı. Fakirler bu hurmaları devşirme zamanını bekliyemezlerdi. Bunun için bu yaş hurmaları, diledikleri kuru hurma ile satmalarına ruhsat verildi, demiştir.
El-Hâfız: Ariyye satış şekilleri çoktur. Bunlardan birisi şu* dur: Adam hurma bahçesi sahibine der ki Şu ve bu ağaçların üstündeki yaş hurmadan kaç ölçek kuru hurmanın çıkacağım tahminen takdir et ve bana o kadar kuru hurma ile sat. Bahçe sahibi de tahmin ettiği mikdardaki kuru hurmayı adamdan alır ve anılan hurma ağaçlarını onun emrine verir. Adam da yaş hurmadan yararlanır. Ariyye'nin diğer bir şekli de şöyle olur: Bahçe sahibi belirli bir veya birden fazla ağacın üstündeki yaş hurmayı bir adama hibe eder. Fakat adam hurmaların kuruması mevsimini beklemekle mutazarrır olur ve hurmaları yaş iken yemek istemez. Çünkü kuru hurmaya ihtiyacı vardır. Bunu azık ve zahire yapmak ister. İşte adam ağaçlar üstündeki yaş hurmadan ne kadar kuru hurma çıkacağım tahmin ve takdir eder. Sonra bunu kuru hurma karşılığında ya bahçe sahibine veya başka bir kimseye satar ve kuru hurmayı peşin teslim alır, der. El-Hâfız bu arada Ariyye'nin başka şekillerini de anlatır."
Avnü'l-Mabûd yazan da bu hadisin şerhinde özetle şöyle der: " N e v e v i, Ariyye şöyle olur: Bahçe sahibi belirli ağaçlar üstünde bulunan yaş hurmayı tahmin ve takdir ederek şöyle der: Bu ağaçlar üzerinde bulunan yaş hurmalardan meselâ üç vesk (belirli bir hacim birimidir) kuru hurma hâsıl olur. Sonra bu yaş hur-malan üç vesk kuru hurma ile satar ve kuru hurmayı teslim alır. Bahçe sahibi ile adam birbirinden ayrılmadan önce adam kuru hurmayı teslim etmekle, bahçe sahibi de anılan ağaçlan adamın emrine vermekle teslim ve tesellüm işi yapılır Ariyye denilen bu tür satış beş veskten az mikdardaki hurma için caizdir. Beş veskten fazla mikdardaki hurma için caiz değildir. Yaş hurma karşılığında verilecek kuru hurma tam beş vesk olduğu takdirde ise bunun câiz-liği hususunda Şafii" nin iki kavli vardır. En sahîh kavline göre caiz değildir. Ariyye denilen satış türü için verilen ruhsat fakirlere mahsus olmayıp zenginler de bundan yararlanabilirler. Zayıf bir kavle göre bu ruhsat fakirlere mahsustur. Ariyye satışı en sahih kavle göre yaş hurma ile yaş üzüme mahsustur. Diğer meyva-ları bu şekilde satmak caiz değildir. Zayıf bir kavle göre diğer jney-valan da bu şekilde satmak caizdir, demiştir.
Hattâbi de: Arâyâ türü satışlar, Müzâbene türü satışların yasakhğma âit hükümden müstesnadır. Görüldüğü gibi bu hadiste, Arâyâ türü satışı için ruhsat verildiği bildirilmektedir. Ruhsat vermek, ancak yasaklamadan sonra vuku bulur. (Yâni bir şey yasaklanmamış iken ona cevaz verilirse bu cevaz vermeye ruhsat denilmez.)
Mâlik, Şafiî, Evzâi, Ahmed, İshâk ve Ebû U b e y d ' in dâhil bulundukları fıkıhçıların ekserisi ariyye türü satışa ruhsat verildiğine hükmetmişlerdir. Rey ehli ise buna ruhsat vermemişler ve Müzâbene'nin yasak lığının umumiliği görüşünü savunmuşlardır. Ariyye'ye ruhsat verildiğine dâir bu ve benzeri hadîsleri mânâya uygun olmayan şekilde yorumlamışlardır, demiştir.
Hattâbi' nin, sözünde geçen Münâbeze satışına âit hadîsler 54. bâbta geçti. Orada gerekli izah yapıldı. Hatırlanacağı üzere Müzâbene ağacı üzerindeki yaş üzümü veya yaş hurmayı takdir edip bundan kaç ölçek kuru üzüm veya hurmanın çıkacağını tahmini olarak tesbit etmek ve bu mikdar kuru üzüm veya kuru hurma karşılığında o yaş üzümü veya yaş hurmayı satmaktır. Bu satış yasaklanmıştır. Çünkü meselâ 10 ölçek kuru hurmayla satılan yaş hurmadan 10 ölçek kuru hurmanın ve 15 ölçek kuru üzümle satılan yaş üzümden 15 ölçek kuru üzümün elde edileceği kesinlikle bilinemez. Halbuki bunların eşit olmaması hâlinde faiz sayılır. Bu nedenle Müzâbene ismi verilen satış yasaklanmıştır. Ancak az mikdardaki hurmanın bu şekilde satılmasına ruhsat verilmiştir. Ruhsat verilmiş *olan satışa da Ariyye satışı ismi verilmiştir.
T i r m i z i' nin tbn-i Ömer aracılığı ile Z e y d bin Sabit (Radıyallâhü anhümâ)'dan rivayet ettiğine göre Z e y d şöyle demiştir:
"Resûlullah (Sallaltehü Aleyhi ve Sellem) muhakale ve müzâbene (denilen satış nevilerin)den nehiy etti. Ancak arâyâ sahihlerine arâyâlarını, tahminle takdir etmek suretiyle bundan elde edilecek kuru hurmanın misli ile satmalarına İzin verdi."
T i r m i z İ bundan sonra, beş vesk'den az mikdardaki hurma için arâyâ yolu ile satılmasına Resûl-i Ekrem (Aleyhi's-salâtü ve's-selâm)'in ruhsat verdiğine dâir Zeyd bin Sabit ile Ebû Hüreyre' nin hadîslerini rivayet etmiş ve bunun akbe-nide de beş vesk hurmanın arâyâ şeklinde satılmasına ruhsat verildiğine dâir Mâlik bin Enes'in merfû hadîsini rivayet etmiştir. T i r m i z İ bundan sonra şöyle der: Şafii, Ahmed ve İshâk'in dâhil olduğu bir ilim cemâati demiş ki: Arâyâ satışı, Muhakale ve Müzâbene satışlarına âit yasaklama hükmünden müstesnadır. Bunların delili Zeyd bin Sabit Üe Ebû Hüreyre' nin hadisleridir. Bunlara göre beş veskten az mikdardaki yaş hurmayı ağacı üstünde iken ölçekle tahmin etmek suretiyle kuru hurma ile satmak caizdir. Bâzı âlimler bunun hikmetini şöyle açıklamışlardır: Resûl-i Ekrem (Aleyh i's-salâtü ve's-selâm) bu hususta müslümanlara kolaylık sağlamak istemiştir. Çünkü müslümanlar Resûl-i Ekrem (Aleyh i's-salâtü ve's-selâm)'e müracaat ederek: Yaş hurmayı ancak kuru hurma ile satın alabiliriz. (Başka türlü almamız güçtür. Aksi takdirde taze hurmadan mahrum kalırız) Bunun üzerine onlann taze hurmayı yiyebilmeleri için beş veskten az mikdarı bu şekilde satın almalarına ruhsat ve izin verdi."
Arâyâ şekli ile yapılacak satışa âit ruhsatın beş vesk veya bundan az mikdardaki hurma için olduğuna dâir rivayetler değişiktir. Bâzı rivayetlerde «Beş vesk veya bundan az» ifâdesi mevcuttur. Alimlerin bir kısmı bu ifâdedeki tereddüdün râviye âit olduğunu söylerken bir kısım âlimler de: Bu ifâde tereddüt anlamında değil, bundan maksad muhayyerlik ve serbestliktir, demişlerdir. Yâni beş vesk de olabilir, bundan az da olabilir.
Tuhfe yazan da bu konuda özetle şöyle der:
"Âlimler beş veskten fazla hurmanın arâyâ şekli ile satılmasına cevaz vermemişler ve beş veskten az mikdar için ise cevaz vermişlerdir. Tam beş vesk olunca bu hususta ihtilâf vardır. Mâliki-1 e r' in en sahîh kavline göre caizdir. Şafii ve Hanbell âlimlere göre caiz değildir.
Ebû Hanİfe ise arâyâ şekli ile yapılan satışların hiç birisine cevaz vermemiştir. Kendisi Münâbeze ve Muhâkale'nin yasak-lığma âit hadîsleri umumi olarak mânâlandırmıştır. Arâyâ'ya âit hadisleri de şöyle yorumlamıştır: Bu hadîsler hibe yolu ile verilen yaş hurmaya aittir. Şöyle ki: Bahçe sahibi bir ağacın üstündeki yaş hurmayı bir adama hibe eder. Henüz bunu teslim etmemiş iken bundan dönüş yapmak ister, işte bu durumda bahçe sahibine şöyle bir ruhsat verilmiştir: Dilerse ağacın üstündeki yaş hurmadan ne kadar kuru hurmanın çıkacağını tahminen takdir eder ve adama bu kadar kuru hurma hibe edip adamın ağaçla ilişiğini keser."
Arâyâ satışında yaş hurma karşılığında kuru hurmanın verilmesi gerekir. Ağacın üstündeki yaş hurmayı tahminen takdir etmek suretiyle ve arâyâ şeklinde, ferdeki yaş hurma ile satmak ve değiştirmek caiz değildir. Cumhurun görüşü budur Arâyâ hadislerinin bâzısının rivayetlerinde arâyâ'nın kuru veya yaş hurma ile değiştirilmesine ruhsat verildiği belirtilmiş ise de bu ifâde râvinin tereddüdü şeklinde yorumlanmıştır.
Avnü'l-Mabûd yazarı Kastalânî' den naklen şöyle der: Buhâri ve Müslim'in Zeyd bin Sabit' ten yaptıkları bir rivayette; «Zeyd (Radıyallâhü anh) şöyle demiştir:
Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) arâyâyı kuru hurma veya yaş hurma satmaya ruhsat vermiştir.»"
Bu hadîsin zahirine göre ağacı üstündeki yaş hurmayı arâyâ şeklinde kuru hurma ile satmak caiz olduğu gibi yerdeki yaş hurma ile de satmak caizdir. Şâfiiler'in böyle bir kavli vardır. Buna göre hadîsteki "Veya" ifâdesi muhayyerlik ve serbestlik içindir. Fakat cumhur, arâyâ'nın yaş hurma ile satılmasını caiz görmemiş ve bu hadîsteki "Veya" ifâdesinin râvînin tereddüdünden ileri geldiğini söylemiştir. Cumhur: Çünkü arâyâ hakkındaki hadislerin ekserisinde arayanın kuru hurma ile değiştirilmesine izin verildiği bildirilmektedir. Bunlarda yaş hurmadan bahsedilmemektedir. Bu itibarla rivayetlerin ekserisindeki ifâdelere göre hüküm vermek gerekir, demiştir.
Arâyâ hakkında daha geniş bilgi almak isteyenler, Buhâri'-nin şerhleri ile Tirmizi1 nin Tuhfe adlı şerhine müracaat etsinler.
Bir Vesk, 60 sâ'dır.
Bir sâ 4 müd'dür. Bu konu hakkında gerekli bilgi 1832 -1833 nolu hadisler
bölümünde verilmiştir. 1825 -1826 no-lu fıtır sadakası hadisleri izahı
bölümünde sâ ve müd hakkında gerekli bilgi vardır. Ayrıca Taharet kitabında bu
konu geçmiştir.
[156]
2270) Semûre bin Cündüb (Radtyallâhü oflAJ'den; Şöyle demiştir: Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem), veresiye olarak hayvanı hayvanla satmayı yasakladı.*'
2271) Câbir (bin Semûre) (Radtyaüâhü anh)'den rivayet edildiğine göre; Resûlullah (SalldUahü Aleyhi ve Sellem) :
«Elden ele (yâni peşin olarak) bir hayvanı iki hayvan ile satmakta bîr beis (sakınca) yoktur,» buyurdu ve bu satışın veresiye olarak yapılmasından kerahet etmiştir." [157]
Semûre (Radıyallâhü anh) 'in hadîsini T i r m i z î, E b û Dâvûd ve Nesâî de rivayet etmişlerdir. Tirmizi: S e -mûre'nin hadîsi hasen- sahih bir hadistir. E 1-H a s a n'ın (Yâni Hasan -1 Basrî'nin) S e- m û r e * den hadis işittiği doğrudur. Bunu Ali el-Medeni ve başkası da söylemiştir. As-hab-ı Kirâm'dan ve onlardan sonrakilerden ilim ehlinin ekserisi, veresiye olarak hayvanı hayvanla satmak hususunda bu hadîsle amel etmişlerdir. Süfyân-ı Sevri, Küfe ehlive Ahmedde böyle demişlerdir. Ashâb-ı Kiram'dan ve onlardan sonra gelenlerden bazı alimler de veresiye olarak hayvanı hayvanla satmaya ruhsat ve cevaz vermişlerdir. Şafiî ve îshak'ın kavli de böyledir, demiştir.
Tuhfe yazan da Tirmizi1 nin bu ifâdeleri bölümünde şöyle der :
"Şevkâni, en-Neyl'de: Veresiye olarak hayvanı hayvanla satmak hususundaki âlimlerin görüşleri şöyledir:
1. Cumhura göre veresiye olarak hayvanı hayvanla satmak caizdir. Alınan ile satılan hayvanların eşit sayıda veya ayni cinsten olması şart değildir. (Yâni meselâ bir koyun, veresiye iki keçi ile satılabilir. Bir sığır, veresiye iki sığırla veya üç deveyle satılabilir. Keza bir sığır, veresiye bir sığırla ve bir katır veresiye bir katırla satılabilir.)
2. M&lik'e göre, cinsleri muhtelif hayvanları cumhurun yukarda anlatılan görüşüne uygun satmakta bir salanca yoktur. Fakat ayni cins hayvanlar veresiye olarak birbiriyle satılırken sayılarının eşit olması gerekir. (Yâni meselâ bir koyun, veresiye koyunla satılacaksa iki koyunla satılamaz, ancak bir koyunla satılabilir. Veresiye olduğunda satılanın sayısı ile alınanın sayısının eşitliği şarttır.)
3. Ebû Hanîfe, Küfe' nin diğer âlimleri ve Ah-m e d' e göre veresiye olarak hayvanı hayvanla satmak mutlaka caiz değildir. Yâni birbiriyle satılacak hayvanların sayısı eşit olsun olmasın, ayni cins hayvanlar olsun değişik cins hayvan olsun hiç bir suretle caiz değildir. Bunların delilleri bu bâbta rivayet edilen hadisler ile mevkuf olan başka rivayetlerdir. Ali bin Ebİ T â 1 i b (Radıyallâhü anh)'den rivayet edildiğine göre; Kendisi bir devenin veresiye iki deve ile satılmasından kerahat etmiştir. Îbn-İ Ömer (Radıyallâhü anh) 'den de böyle bir rivayet vardır. Bu rivayetler bilindiği gibi mevkuf türündendir.
Cumhur ise S e m û r e (Radıyallâhü anh) ile C â b i r (Radıyallâhü anh) 'in hadîslerinin senedlerini sahih olmadığını söylemişlerdir. Şöyle ki: Cumhur Hasan-ı Basrî' nin S e m û r e (Radıyallâhü anh)'den hadis işittiğinin ihtilaflı olduğunu ve Câ-b i r (Radıyallâhü anh)'in hadîsinin senedinde bulunan H a c -c â c' in yanılgılarının çok olduğunu ve ayni zamanda tedlisçi olup bu hadisi an'ane ile Ebü'z-Zübeyr* den rivayet ettiğini gerekçe göstermiştir.
Cumhür'un delili ise Ahmed, Ebû Dâvûd ve Bey-haki' nin rivayet ettikleri Abdullah bin Amr bin e 1 - Â s (Radıyallâhü anh) 'in merfû olan bir hadîsidir. Bu hadise göre Peygamber (Aleyhi s-salâtü ve's-selâm), Abdullah bin Amr (Radıyallâhü anh) 'a bir askerî birliği teçhiz edip her askere birer binek devesini vermesini emretmiş, Abdullah mevcut develeri taksim etmiş ve develer bitmiştir. Bunun üzerine Re-sûl-i Ekrem (Aleyhi's-salâtü ve's-selâm) kendisine, zekât develerinden ödenmek üzere deve almasını emretmiş ve bu emre binâen Abdullah, ilerde elde edilecek zekât develerinden iki deve vermek üzere bir deve almaya başlamıştır. (Böylece ihtiyaç duyulan develeri temin etmiştir.)
Cumhur, Abdullah bin Amr (Radıyalâhü anh)'in bu hadîsini delil göstererek veresiye iki deve ile, bir deveyi satmanın ve satın almanın câizliğine hükmetmişlerdir.
Bu nevî satışın yasaklığına hükmeden âlimler ise Abdullah'ın bu hadîsinin diğer hadislerle mensuh olduğunu söylemişlerdir. Şafiî ise hadîslerin arasını bulmak üzere, veresiye olarak hayvanı satmanın yasaklığına dâir Semûre ile Câbi r'in hadîsini şöyle yorumlamıştır: Bu hadîsler alman ve satılan hayvanların ikisinin de veresiye olması hakkındadır. Birisi peşin, diğeri veresiye olursa, veresiye olan hayvan sayısı fazla da olsa bir sakınca yoktur.
Âlimlerin yukarda özetle anlatılan görüşleri ve delilleri ile bu delillere yapılan itirazlar, yorumlar ve cevablar hakkında geniş bilgi almak için Tirmizi ve Ebû Dâvûd'un şerhlerine müracaat edilebilir.
Câbir (Radıyallâhü anh)'in hadisini T ir mi z i de rivayet etmiştir. Müslim, Ebû Dâvûd ve Nesâl de buradaki metnin birer benzerini yine Câbir (Radıyallâhü anh) '-den rivayet etmişlerdir. [158]
1. Satılan ve satın alınan hayvanlar peşin oldukları takdirde sayılan eşit olmasa bile yapılan satış sahihtir, faiz sayılmaz. Bu hususta icmâ bulunduğunu bundan sonra gelen .bâbta anlatacağım.
2. Veresiye olursa hayvanı hayvanla satmak yasaktır. Satılan ve satın alınan hayvanların sayısı eşit olsun olmasın hüküm aynidir. Yukarda anlattığım gibi bu görüş Ebû Hanîfe, Küfe' nin diğer âlimleri ve A h m e d'in görüşüdür. İhtiyata en uygun olan görüşün bu görüş olduğu söylenmiştir.
Cumhura göre peşin bir hayvanı veresiye bir veya birden fazla hayvanla satmak caizdir. Ancak satılan ve satın alınanın ikisi de veresiye olursa satış caiz değildir. Bu hususta da gereken bilgi yukarda verildi. [159]
2272) Enes (bin Mâlik) (Radıyallâhü ank)'den; Şöyle demiştir:
Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem), (mü'minlerin anası) Safiyye (bint-i Huhey) 'yi yedi baş (cariye - köle) ile satın aldı.
(Râvî Abdurrahman dedi ki: (Peygamber, Safiyye'yi) Dihye el-Kelbrden (satın aldı.)" [160]
Zevâid yazan bu hadîsi Zevâid türünden saymış ise de bu bir kalem hatasıdır. Çünkü Müslim de Nikah kitabının 14. babında bu hadîsi rivayet etmiştir. Safiyye (Radıyallâhü anhâ) Beni Kurayza ve Bent Nadir isimli meşhur iki yahudt kabilesinin reisi olan Huyeyy b i n S a'y e'nin Peygamberlerden H â r û n (Aleyhisselâm) 'm sülâlesinden idi. H a y b e r savaşında esir edilenler arasındaydı. Bu rivayete göre Dihye el-Kelbı'nin payına düştükten sonra Resûl-i Ekrem (Aleyhi's-salâtü ve's-selâm) onu satın almış ve ona karşılık Dih-y e ' ye yedi baş câriye - köle vermiştir. Verilenlerin câriye veya köle olduğuna, şayet kanşık ise kaçının câriye, kaçının köle olduğuna dâir bir bilgi edinemedim. Hepsinin câriye veya köle olması da muhtemeldir. Safiyye (Radıyallâhü anhâ)'nin hâl terceme-si 1779 nolu hadisin izahı bölümünde geçtiği için o bilgi ile yetine-lim. Ancak şunu da belirteyim: Buhâri ve Müslim'in Enes (Radıyallâhü anh)'den rivayet ettikleri bir hadise göre H a y b e r esirleri toplandıktan sonra Dihye (Radıyallâhü anh) gelerek: Yâ Resûlallah, esir alınan cariyelerden bir tanesini bana ver, dedi. Dihye de gidip S a f i y y e' yi - aldı. Fakat bir sahâbî Beni Kurayza ile Benî Nâdir'in en büyük hanedanı olan Safiyye' nin Dihye tarafından alınmasına karşı çıkıp durumu Resûi-i Ekrem (Aleyhi's-salâtü ve's-selâm) 'e arz etmesi neticesinde, Dihye' nin Safiyye'yi değil de, başka bir câriye alması emredilmiş, sonra Safiyye ganimet olarak Resûl-i Ekrem (Aleyhi's-salâtü ve's-selâm)'in mülkiyetine geçmiştir. Bilâhare Resûl-i Ekrem (Aleyhi's-salâtü ve's-selâm) onu azâd ederek, mü'minlerin analan arasında idhal buyurmuştur. Safiyye (Radıyallâhü anhâ)'nin Resûl-i Ekrem (Aleyhi's-salâtü ve's-selâm)'e intikal etmesi şekline âit rivayetlerin birleştirilmesi ile ilgili olarak N e v e v i şöyle der: Safiyye' nin D i h y e'nin payına düştüğüne âit cümlenin mânâsı muhtemelen şöyledir: Resûl-i Ekrem (Aleyhi's-salâtü ve's-selâm), Dihye'* ye, bir câriye almasını müsâade ettiği ve Dihye de Safiyye' yi seçtiği için, kendisinin payına düşmüş, denilmiştir. Resûl-i Ekrem (Aleyhi's-salâtü ve's-selâm) 'in Safiyye'yi yedi baş insan karşılığında Dihye' den satın almasına âit cümlenin mânâsı da şöyle olabilir: Resûl-i Ekrem (Aleyhi's-sajâtü ve's-selâm) çıkacak dedikoduları önlemek amacı ile Safiyye'yi Dihye'-ye vermeyi uygun bulmayınca, gönlünü almak üzere kendisine yedi esir vermiştir. Bu yedi kişi, Safiyye' nin yerine verildiği için bu verilişe alım satım denilmiştir. Bu cümleler böyle yorumlanınca rivayetler arasında bir ihtilâf kalmaz. [161]
Satılan ve satın alınanın ikisi de peşin olduğu takdirde bir câriye veya bir köleyi, birden fazla câriye veya köle ile satmak ve satın almak caizdir. Faiz sayılmaz. Hayvanların satışı da böyledir. Yâni satılan ve satın alınanın ikisi de peşin olduğu takdirde bir hayvanı birden fazla hayvanla satmakta ve satın almakta bir sakınca yoktur. Bundan önceki bâbta beyân ettiğim gibi bu hususta âlimlerin icmâı vardır. Avnü'l-Mabûd yazarının İbnü'l-Kayyim1 den naklen verdiği bilgiye göre, ölçülerek veya tartılarak satılan malların dışında kalan, köle, câriye, hayvan, bitki ve şâir mallar peşin olmak kaydı ile birisi diğerinden fazla da olsa birbiriyle satılması caizdir.
Satılan veya satın alınan mal veresiye olursa cumhura göre satış yine sahihtir. Ebû Hanîfe, Küfe' nin diğer âlimleri ve A h m e d' e göre caiz değildir. M â 1 i k' e göre veresiye satılacak ile satın alınacak mal ayni cinsten olup birisi diğerinden fazla ise satış sahih değildir. Mallar sayıca eşit ise veya cinsleri değişik ise satış sahihtir. Bu hususta geniş bilgi bundan önceki bâbta verildi.
D i h y e (Hadıyallâhü anh) Ashab-i Kiram'in büyüklerinden-dir. B e d i r' de ve diğer savaşlarda Resûl-i Ekrem (Aleyhi's-sa-lâtü ve's-selâm)'in beraberinde bulunma şerefine nail olan bir zâttır. Çok defa Cebrail (Aleyh isse lam) onun suretinde Resûl-i Ekrem (Aleyhi's-salâtü ve's-selâm)'e gelirdi. Ümmü Seleme (Radıyallâhü anh) ve' başka bir çok sahâbî Cebrail'i onun suretinde Resûl-i Ekrem (Aleyhi's-salâtü ve's-selâm)'in yanında görmüşlerdir. Bilindiği gibi Resûl-i Ekrem (Aleyhi's-salâtü ve's-selâm), İslâmiyet'e davet etmek üzere bâzı devlet adamlarına mektup göndermişti. Rûm Kayser' ine yazdığı mektubu D i h y e götürmüştü. [162]
Bu bâbta rivayet edilen hadîslerin tercemesine geçmeden* önce faiz hakkında gelen bâzı âyetleri ve mealleri buraya almayı faydalı gördüm. Çünkü bu âyetler faizin haramlıgını açıkça belirttiği gibi ağır, çetin ve büyük bir günah olduğunu da ifâde eder. Faiz oranı düşük olsun, yüksek olsun her nevi, kesinlikle haramdır. Bu hüküm Kur'an âyetleri, hadis-i şerifler ve müslümanlann icmâı ile sabittir. Faizin haramlığını inkâr etmek küfürdür. Allah cümlemizin imanını korusun ve bu hastalı&a tutulanlara şifâ ihsan eylesin.
"Faiz yiyenler (kıyamet günü) ancak şeytanın çarptığı kişinin kalktığı gibi kalkarlar. Bu, onların "Alış veriş muamelesi tıpkı faiz gibidir," demeleri yüzündendir. Oysa, Allah alış verişi helal, faizi haram kılmıştır. Artık kime Rabb'inden bir Öğüt gelir de faizcilikten vazgeçerse, geçmişi kendisine aittir ve onun hükmü Allah'adır. Kim faizciliğe dönerse, işte onlar cehennemliktir. Onlar orada ebedî kalıcılardır." (Bakara: 275)
"Allah faizin bereketini giderir (karıştığı malı) mahveder. Sadakaları ise bereketlendirir (sadakası çıkarılan malı artırır). Allah, çok nankör ve günahkâr olan hiç kimseyi sevmez." (Bakara: 276)
"Ey İman edenler! Eğer mü'min insanlar iseniz, Allah'tan korkunuz ve faizden arta kalanı bırakınız."
"Eğer böyle yapmazsanız, Allah ve Resulü tarafından (size karşı açılan) bir savaş malûmunuz olsun. Eğer tevbe ederseniz, sermayeniz sizindir. Böylece (sermayenizden fazlasını istemekle) zulüm etmiş olmazsınız ve (sermayenizden noksan almakla) zulme uğramış olmazsınız." (Bakara: 278, 279)
"Ey îman edenler! Faizi kat kat artırılmış olarak yemeyiniz ve Allah'tan korkunuz ki iflah olabilesiniz."
"Ve kâfirler İçin hazırlanmış olan ateşten sakınınız."
"Ve Allah'a ve Resulüne itaat ediniz ki rahmete erdirilesiniz."
(Âl-i îmrân: 130, 131 ve 132)
2273) Ebû Hüreyre (Rodıyallâhü ank)'âen rivayet edildiğine göre; Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) şöyle buyurdu, demiştir :
«(Mi'raca) götürüldüğüm gece, karınları odalar gibi (büyük) olan bir kavmin üzerine vardım. Bunların karınlarında dışardan görülen yılanlar vardı. Ben: Bunlar kimlerdir? Yâ Cebrail! diye sordum. Cebrail dedi ki: Bunlar faiz yiyicileridir.»"
Not: Bunun senedinde bulunan Ali bin Zeyd bin Ced'ân'ın zayıf olduğu Ze-vâid'de bildirilmiştir.
2274) Ebû Hüreyre (Radtyallâkü anAJ'den rivayet edildiğine göre; Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) şöyle buyurdu, demiştir:
«Faiz, yetmiş çeşit günahtır. Bunların en hafifi, erkeğin kendi anası ile zina etmesi (veya evlenmesi) günahı kadardır.»"
Not: Bunun senedinde bulunan Neclh bin AMirrahman Ebû Maşerin zayıflığı Özerinde ittifak edildiği, Zevaid'de bildirilmiştir.
2275) Abdullah (bin Mes'ûd) (Radtyallâhü anA)'den rivayet edildiğine göre; Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) şöyle buyurmuştur :
«Faiz yetmişüç kapı (çeşit) dir.»"
Not: Zevaid'de şöyle denilmiştir : Bunun senedi sahihtir. Râvl îbn-i Adl'nin adı Muhammed bin ibrahim olup sıka bir zâttır. Bu hadisi Şutıe'den yalnız kendisi rivayet etmiştir. [163]
Yukardaki hadislerin üçü de Zevâid turündendir. İkinci hadisi Hâkim ve Beyhaki de rivayet etmişlerdir. Bu hadiste faizin yetmiş çeşit günahının bulunduğu ifâde edilmiştir. Yâni faizin çok çeşitleri vardır. Hepsi de günahtır. En hafi sanılan faizin günahı kişinin, anası ile zina etmesi kadar ağır bir günahtır. Bu hadîste geçen "Nikahlanma" sözü evlenme akdi veya cinsel ilişki mânâsına yorumlanabilir, ikisinin sonucu aynidir.
Üçüncü hadîste ise faizin yetmiş kapısının, yâni yetmiş çeşidinin bulunduğu bildirilmektedir. Bundan maksad, faizin çeşitlerinin çokluğudur. Yoksa yetmiş sayısı ile tahdid değildir. Gerek bu ve gerekse bundan önceki hadîste geçen "yetmiş üç" sözü de böyle yorumlanınca iki hadîs arasında zahiren görülen ihtilâf bertaraf edilmiş olur. Sindi böyle yorum yapmıştır.
2276) Ömer Mn el-Hattâb (Radtyallâhü anhydetı; Şöyle demiştir:
Son inen âyet, faiz âyetidir. Resülullah (Sallallahâ Aleyhi ve Sel-lem) de bu âyeti (teferruatı ile) tefsir etmeden vefat etti. Artık siz faizi de faiz şüphesi bulunan muameleyi de bırakınız."
Not: Zevâld'de şöyle
denilmiştir : Bunun senedi sahihtir ve ravileri sıka zâtlardır. Ancak ravl Sald
bin Arûbe'nin hafızası son zamanlarında zayıflamıştı.
[164]
Bu hadîs de Zevâid türündendir. Sindi: tbn-i Ömer (Radıyallâhü anh)'in maksadı faiz âyetinin, helâl ve haramla ilgili âyetlerin sonuncusu olduğunu ve hükmünün sabit olup mensuh olmasının söz konusu olamıyacağım bildirmektir. Resûl-i Ekrem (Aley-hi's-salâtü ve's-selâm) 'in bu âyeti tefsir etmeden vefat ettiğim söylemekle de Ömer (Radıyallâhü anh) şunu demek istemiştir: Yâni faizin bütün teferruatını açıklayıcı ve kıyâsa mahal bırakmıya-cak geniş kapsamlı bir açıklamanın Resûl-i Ekrem (Aleyhi's-salâtü ve's-selâm) tarafından yapılmamış olduğunu bildirmektir. Yoksa bilindiği gibi Resûl-i Ekrem (Aleyhi's-salâtü ve's-selâm) faiz âyetini açıklayıcı ve faiz hükümlerini beyân edici bir çok hadis buyurmuştur, der. Evet yalnız îbn-i Mâceh'in bu bölümde rivayet ettiği 2253 - 2273 nolu 20 kadar hadîs faizin hükümlerini beyân eder. Ömer (Radıyallâhü anh) bu eser ile faiz konusunda çok ihtiyatlı davranmanın gereğine işaret ederek faiz kokusu duyulacak şüpheli muamelelerden uzak durmak için müslümanların dikkatini çekmek istemiştir.
Faizin haram kılınması hakkında kısa bir bilgi vermek uygun olur.
Câhiliyet devrinde ve İslâmiyet'in ilk zamanlarında yaygın olan faiz usûlü daha çok şöyle id* Parası çok olan bankerler, faizciliği san'at hâline getirmişlerdi. Meselâ bir adama yüz dirhemi bir yıl vâde ile yüzde 20 nisbetinde bir faizle ödünç verirlerdi. Vâdesi geldiğinde adam para sahibi ile yeni bir anlaşma yaparak vâdeyi bir yıl daha uzatır ve asıl para ile tahakkuk etmiş olan faize ek olarak vereceği 80 dirhemi ödemeyi kabullenirdi. Böylece ikinci vâde geldiğinde 200 dirhem ödemek durumunda kalırdı. İkinci vâde geldiğinde taraflar sûreyi tekraı uzatır ve buna karşı 250 veya 300 dirhem ödeme yapılması üzerinde ittifak ederlerdi. Bu şekilde sürdürülen faizcilikle paranın bir kaç katı ödenirdi. M e k k e' de inen Â1 - i î m r â n sûresinin yukarda yazıh 130. âyeti ile bu çirkin muamele takbih edilerek müslümanların böyle yapmaları yasaklandı. Bu âyette, faizin kat kat artırılarak yenilmesi yasaklanmış oldu. Günün faiz usûlü kat kat artırmak olduğu için bu durum belirtildi. Yoksa ilk anda sanıldığı gibi kat kat olmayıp normal bir orandaki faizin mübahhğı mânâsı çıkarılamaz. Meselâ: Anasını silâhla yaralayan kişi azarlanırken: Anam silâhla yaralaman çirkin bir suçtur, denildiği zaman, kişinin anasını sopa ile yaralamasının veya dövmesinin çirkin bir suç olmadığı mânâsı çıkarılabilir mi? Bu âyet de böyledir. O günkü faiz durumu Öyle olduğu için bu ifâde buyurulmuştur. Tefsir kitablannda açıkça belirtildiği gibi bu âyetteki "kat kat faiz" tâbiri, böyle olmayan faizin mübahlığmı beyân için olmayıp, o günkü çirkin durumu belirtmek içindir. Bu hususta müslümanların icmâı vardır. Ayet-i Celîle'yi başka türlü yorumlayan hiç bir ilim adamı yoktur. Kaldı ki Medine-i Münevvere devrinde ve Mekke' nin fethi sırasında inen ve yukarda yazılı bulunan B a -kara sûresinin 275 - 279 nolu âyetleri faizin çoğunu da azını da kökünden yasaklamıştır. îbn-i Ömer (Radıyallâhü anh) de bu hadîste helâl ve haramla ilgili âyetlerin sonuncusunun faiz âyeti olduğunu bildirmekle bu âyetleri kasdediyor. îbn-i Abbâs (Radıyallâhü anh) 'den rivayet edildiğine göre kendisi de ribâ, yâni faiz âyetinin en son inen âyet olduğunu bildirmiştir. Buhârl İbn-i Abbâs (Radıyallâhü anh)*m bu rivayetini "Tefsir** bölümünde rivayet etmiştir.
Bâzı rivayetlerde îbn-i Abbâs: En son inen âyet'in;
«Allah'a döndürüleceğiniz sonra zulüme uğramadan herkesin kazancının tamamının verileceği günden korkunuz.» (Bakara: 281) âyetidir, demiştir. Bu iki rivayet arasında ihtilâf yoktur. Çünkü bu âyet ile faiz âyeti toptan inmiştir. Meşhur Veda haccı esnasında inen faiz âyetinin hükmü de bu esnada uygulanmıştır. Çünkü bu hac esnasında Resûl-i Ekrem (Aleyhi's-salâtü ve's-selâm)'in yüzbıni aşkın bir îslâm cemaatına hitaben buyurduğu ve dünya durdukça tüm insanlık âlemine ışık tutacak şaheser hutbesinde câhiliyet devrinin kötü âdetlerinin tümünü kökünden kaldırmış ve faizle ilgili olarak da meâlen:
«Faiz lağvedilmiştir. Fakat borcunuzun aslını vermeniz gerekir. (Faiz almakla) zulüm etmeyiniz ve (borcun aslını almamakla) zu-lüme uğramayımz. Faiz, Allah'ın emriyle artık haramdır. Câhiliyet devrinden kalma bu çirkin âdetin her çeşidini işte ayaklarımın altında çiğniyorum. İlk kaldırdığım faiz Abdülmuttalib'in oğlu Ab-bâs'ın faizidir.» buyurmuştur.
Altın, gümüş, buğday, arpa, hurma ve tuz'un rebevi yâni faizi ihtiva eden mallar olduğu nasslarla sabit olduğunu bundan önceki bâblarda görmüştünüz. Bunların dışında kalan malların hangilerinin bunlara tâbi olduğunu da orada anlatmıştım. Bâzı malların ise bunlara tâbi olup olmadığı hususunda sahâbilerin ve tabiilerin ihtilâf ettiklerini belirtmiştim. Meselâ: Ölçülerek satılan mallardan olan ve yiyecek maddelerinden olmayan kireç faize tâbi midir, değil midir? Ebû Hanife'ye göre tâbidir. Ş â f i î' ye göre tâbi değildir. Yâni bir ölçek kireç veresiye iki ölçek kireçle satılabilir mi, satılamaz mı? Keza, bir koyun veresiye iki koyunla satılabilir mi, satılamaz mı? bunun gibi ihtilaflı olan meseleler vardır. Ömer (Radıyallâhü anh) bu eserinde, faiz şüphesi olan meselelerde ihtiyatlı davranmayı tavsiye etmiştir. O'nun bu tavsiyesinden hareketle âlimler yâni yetkili müctehidler arasında ihtilâf konusu edilen bu gibi meselelerde faiz ihtimali göz önünde bulundurulmalı ve bu gibi muameleleri yapmamalı.
2277) Abdullah bin Mes'ûd (Radtyallâhü ank)'den rivayet edildiğine göre:
Resûlullah (Sallallahü
Aleyhi ve Sellem) faiz yiyene, yedirene, şâhidlerine ve kâtibine şüphesiz lanet
etti."
[165]
Ebû Dâvûd, Tirmizl, Nesâî, îbn-i Hib-bân ve Hâkim de bunu rivayet etmişler ve Tirmizi bunun hasen- sahih olduğunu söylemiştir. Müslim de bu hadis metnini C â b i r (Radıyallâhü anh) 'den merfû olarak rivayet etmiştir. Ayrıca îbn-i Mes'ûd (Radıyallâhü anh) 'den de bunu kısa bir metinle rivayet etmiştir. O metinde yalnız faiz yiyen ile yedirenden söz edilmekte ve bunların Peygamber (Aleyhi's-salatü ve's-selâm) tarafından lanetlendiği belirtilmektedir. Buhar! de bunun bir benzerini Ebû Cuheyfe (Radıyallahü anh) -den merfû olarak rivayet etmiştir. N e s a l'nin rivayet ettiği Ibn-i Mes'ûd'un hadisi şöyledir:
«Faiz yiyen, yediren, faizli işleme şâhid olanlar ve kâtibük eden kimseler bilerek bunu yapınca, Muhammed (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'in dili İle (yâni buyruğu ile) kıyamet günü mel'unlardır.»
Hadis şârihl erince beyân edildiği gibi hadîslerdeki «Faiz yiyen» sözünden maksad faiz alandır. Aldıktan sonra yese de yemese de hüküm aynidir. Yararlanma çeşitlerinin en büyüğü yemek olduğu için bu ifâde kullanılmıştır. Keza, «Faiz yediren-den maksad da faiz verendir.
Faizli muameleye şâhidlik edenler İle kâtiblik edenlerin de ayni suça ve günahına ortak oldukları bildirilmektedir.Müslimdeki C â b i r (Radıyallâhü anh)'in hadisinde; «Bunların hepsi faiz günahında ve vebalinde müsavi, yâni eşittir» ilâvesi vardır. N e v e v i bu hadisin şerhinde: Bu hadis, faiz alan ile veren arasındaki muameleyi yazmanın ve buna şâhidlik etmenin haramlığına ve bâtıl bir işe yardımcı olmanın yasakhğına açıkça delâlet eder, demiştir.
Resûl-i Ekrem (Aleyhi's-salâtü ve's-selâm)'in bunlan lânetleme-sinin iki mânâsı vardır: Birincisi, bunların ilâhî rahmetten uzak olduklarını bildirmektir. İkincisi, bunların ilâhi rahmetten uzak kalmalarını dilemektir. Bu iki mânânın hangisi olursa olsun, bu ve benzeri hadisler faizcilikle iştigal edenlerin ve bunların bu muamelelerine kâtiblik, şâhidlik ve benzerî şeylerle yardıma olanların aki-betlerinin çok fena olduğuna delâlet ederler. Çünkü bunların Allah'ın rahmetinden uzak olduklarının Resûl-i Ekrem (Aleyhi's-salâtü ve's-selâm) tarafından bildirilmesinden daha büyük bir tehdîd düşünülemez. Keza böyle yapanların Allah'ın rahmetinden uzak kalmaları için Resûl-i Ekrem (Aleyhi's-salâtü ve's-selâm)'in beddua etmesi ve dilekte bulunması da bir öncekinden hafif bir tehdid sayılamaz. Zira, Resûl-i Ekrem (Aleyhi's-salâtü ve's-selâm)'in her dileğinin Allah katmda makbul olduğu inancındayız. Allah cümlemizi saklasın.
2278) Ebû Hüreyre (Radtyallâkü anh)'den rivayet edildiğine göre; Resûlullah (Saltallahü Aleyhi ve Seltem) şöyle buyurdu, demiştir:
(And olsun), şübhesiz İnsanlar üzerine Öyle bir zaman gelecek ki, onlardan, faiz yemeyen (yâni almayan) hiç kimse kalmıyacaktır. Artık faiz yemeyene de faizin tozu konacaktır. [166]
Bu hadisi Ebû Dâvûd, Nesâi ve Hâkim de rivayet etmişlerdir. Bu hadîs faizciliğin yaygınlaşacağını, herkesin bu hastalığa tutulacağmı ve faizcilik etmeyenlere de faizin tozunun konacağını haber vermektedir. Bu, ResüM Ekrem (Aleyhi's-selâtü ve's-selâm)'in bir mûcizesidir ve zamanımızda tahakkuk etmiştir. Çünkü görüldüğü gibi faizcilik yaygınlaşmış bir hastalık hâlini almıştır. Zengini de orta hallisi de zor geçineni de bu yola tevessül etmekte ve kendisince bir mazeret de beyân etmektedir. Oysa faizcilik kesinlikle ve nasslarla haram kılınmış olup hiçbir zaman hiç kimse için buna ruhsat verilmemiştir ve hiç bir mazeret de makbul değildir.
Ebû D â v ü d' un bir rivayetinde; «faizin tozundan» ifâdesi yerine; «faizin buharından» ifâdesi vardır.
Sonuç değişmez. Faiz yemeyen adamlara faizin tozunun veya buharının konmasını Avnül-Mabûd yazan şöyle açıklamıştır: Yâni adam, faiz işlemine şâhid veya kâtib olur ya da faizcilik edenlere misafir olup yemeklerinden yiyer. Yahut onların hediyelerini kabul eder. Böylece faiz eseri ve lekesi adama da bulaşır.
E 1 - H a f n i de: Bu hadis dünya malım elde etmek için çalışıp çabalayan ve dünyalığa dalan kimselerin faizcilikten geri kal-mıyacaklarını bildirir. Dünyalığa dalmayan nice takva sahihleri vardır ki, kendilerini bundan korurlar. Kendilerini bu hastalıktan koruyanlar her devirde bulunur, demiştir.
Bile bile faizden kendilerini koruyanlar vardır. Faizcilik etmediği gibi, buna şâhidlik, kâtiblik ve benzeri yolla yardım etmekle bulaşmaktan sakınan müminler bizim zamanımızda da mevcuttur. Alış verişine faiz karışan insanlar pek çok olduğu için, gidilen yemekli evlenme törenine, yemekli mevlidlere. iftar davetlerine ve buna benzer nedenlerle vuku bulan misafirliklere katılan müslüman-lann faiz tozuna mâruz kalmadıklarını söylemek güç olsa gerek. Biraz daha derinleştirirsek, yediğimiz ekmekten giydiğimiz elbiseye kadar alım satımını yaptığımız her şeyde faiz tozunun bulunduğunu söylemek mübalâğa sayılmasa gerek. Allah afıv eylesin.
2279) (Abdullah) bin Mes'ûd (Radıyallâkü a»*)'den rivayet edildiğine göre; Peygamber (Sallallakü Aleyhi ve Settem) şöyle buyurdu, demiştir:
-Faizden mal çoğaltan hiç bir kimse yoktur ki İsinin âkibeti malın azalmasına dönüşmesin.»
Not: Zevaid'de şöyle denilmiştir : Bunun senedi sahih olup râvîleri sıka «âtlardır. Çünkü râvl Abbas bin Caferi, fbn-i Ebt Hatim ile Îbnül-Medenl sıka saymışlar ve îbn-i Hibb&n da sikalar arasında anmiştır. Senedin kalan rftvileri de Müslim'in şartı Üzerine sıka zâtlardır. »-Fetihte, bunun senedinin basen olduğu belirtilmiştir. [167]
Zevâid türünden olan bu hadîsi Hâkim de rivayet etmiştir. Hadis faizin zahiren malı çoğalttığı görülüyor ise de netice itibariyle malı eksilttiğini bildirir.
Abdürrezzak'ın Ma'mer* den rivayet ettiği şu mealdeki hadis de bu durumu teyid eder:
"Ma'mer (Radıyallâhü anh) 'den rivayet edildiğine göre şöyle demiştir: Biz faizcinin kazancı, üzerinden kırk yıl geçmeden muhakkak mahvolur buyurulduğunu İşittik."
Bakara sûresinin 276. âyeti de bu konuya ışık tutar;
«Allah faizin bereketini giderir (karıştığı malı) mahveder, ga? dakalan İse bereketlendirir (sadakası çıkarılan malı artırır). Allah çok nankör ve günahkâr olan hiç kimseyi sevmez*'*
Faizcilik ve tefecilik edenlerin bu yolla zenginleştiğini görmek mümkündür. Ama bunların servetlerinin kısa ömürlü olup bir süre sonra, aksine iflâs ettiklerini müşahede ediyoruz, duyuyoruz. Bunun örneklerini her devirde ve her memlekette görmek mümkündür. Allah islâh eylesin. [168]
Selef: Cinsi, mikdan ve evsafı tesbit edilen bir malın belirli bir vâde'de ve yerde teslim edilmek üzere muayyen ve peşin bir bedelle satılmasıdır. Halkın dilinde bu satışa "Peşin para ile veresiye mal almak'*, denilir. Tabii halk dilindeki bu tarif yetersizdir. Çünkü veresiye alınacak malın cinsi, evsafı ve miktarı tesbit edilecek, ne zaman ve nerede teslim edileceği açıklanacaktır. Ayrıca veresiye alınan mal karşılığında peşin verilecek bedelin para olması şart değildir. İcâbında para verilmez de bir mal verilir.
Bunu bir misal İle açıklayalım: Bir adam. hububatın harmanlarının kaldırıldığı Eylül ayının başında 10 kilo falan nevi buğdayı filan köyde teslim edilmek kaydıyla bu târihten beş ay önce bu şahıstan satın alır ve parayı peşin verir. Veya durumu anlatılan buğdayı bir halı ile satın alır ve halıyı peşin verir. Şu halde buğday veresiye olmuş olur. Bunun bedeli olan para veya hah peşin olur. işte bu ve benzerî satışlara Selef denilir.
Selef denilen satış akdinde veresiye olan mal karşılığında verilen bedel peşin olduğu için bu tür satışlara Selef ismi verilmiştir. Çünkü bu kelimenin sözlük mânâsı önceden vermek ve takdim etmektir. Bedel önceden veriliyor, takdim ediliyor. Bu satışa Selem de denilir. Bu kelime de teslim kelimesi ile ilgilidir. Bu satışta bedel teslim edildiği için bu isim de verilmiştir.
Taraflar ve alım satımı yapılan mallar için fıkıh ıstılahında bazı terimler kullanılır. Bunları da özetle söyüyeyim:
Peşin ödenen bedele, Re'Sü'1-Mal, denilir.
Bedeli veren tarafa, Rabbü's-Selem, denilir.
Veresiye alınan mala, Müslem fin, denilir.
Veresiye mal sahibine de, Müslem ileyh, denilir.
El-Fetih'te beyân edildiğine göre Irak halkı bu satışa Selef, Hicaz halkı da Selem, derler.
Satılan mal satış akdi yapılırken satıcının yanında ve mülkiyetinde bulunmadığı halde Şer-i Şerif bu satışa müsâade etmiştir. Satılan mal hazır olmadığından bir nevi aldanma veya aldatma ihtimâli var ise de duyulan ihtiyaç nedeniyle buna cevaz verilmiştir. Bu satışın meşruluğu Kitâb, Sünnet ve İcmâ ile sabittir. Bakara süresinin 282. âyeti bunun meşruluğuna delildir. Bir kısmı bu bab-ta rivayet edilen hadîsler de bunun meşruluğuna delildir. S a 1 d bin el-Müseyyeb (Radıyallâhü anh) 'm dışında hiç bir âlimin bunun meşruluğuna itiraz ettiği bilinmemektedir. Yâni âlimler bunun meşruluğu üzerinde ittifak etmişlerdir.
Şu noktayı da belirteyim: Caiz olmadığı, Kitab, Sünnet veya îc-ma ile sabit olan satışlar, bundan müstesnadır. Onların dışında kalan muamelelerde bu satış söz konusu edilebilir. Esasen Selem ve Selef dediğimiz akidler, satış akdi sayılamaz. Fıkıh ıstılahında bu akidlere Selem veya Selef denilir ve yapılan pazarlık ve akidde de " Bey*" kelimesi ve " İştira" kelimesi, yâni satmak ve satın almak sözleri kullanılmaz. Yukarda anlattığımız terimler ve bunlardan türeme fiiller kullanılır. Onun için bu muamele, satış muamelelerinden tamamen ayrı bir işlemdir. Bununla beraber normal alım satımlar için koşulan şartlar aynen bu muamelede de aranır. Bunlardan birisi eksik olduğu takdirde yapılan akid geçersizdir. Alım ve satım muamelelerinde bulunması gereken şartlardan ayrı olarak bâzı ek şartların burada bulunması gereklidir. Ancak bu ek şartların mâhiyetleri ve sayılan açısından fikıhçılar farklı görüşler beyân etmişlerdir. Hepsinin ittifakla koştukları şart, Re'sü'1-Mal, yâni veresiye alınacak malın bedelinin, akid meclisinde ve peşin olarak teslim edilmesi şartıdır. Bâzı âlimlere göre şu şartlar da aranır:
1. Peşin ödenen bedel karşılığında satın alman maun veresiye olması.
2. Veresiye satılan malın vâdesi geldiğinde o târihte piyasada bulunması ve temininin mümkün olması.
3. Veresiye olan malın bir yerden başka bir yere taşınması külfetli ise akidde bunun teslim edileceği yerin bildirilmesi.
4. Veresiye olan malın cinsi evsafı ve mikdanmn tâyin ve tes-bit edilmesi.
Avnü'I-Mabûd yazarı da Selef babının girişinde özetle şöyle der: I r a k 11 1 a r' m Selef ve Hicazlılar'ın Selem dedikleri bu akid veresiye olup vasıflan ve mikdan tesbit edilen bir maun satışıdır. Bâzıları, bedelin peşin olması kaydını da tarife dâhil etmişlerdir. Halbuki bu kayıt bir şart mahiyetindedir, tarife dâhil edilmemelidir. Bu akdin meşruluğu üzerinde âlimler ittifak halindedirler. Yalnız Saîd bin el-Müseyyeb'in muhalif kaldığı söylenmiştir. Âlimler bu akdin bâzı şartları hakkında ihtilâf etmişlerdir. Fakat alım satımlarda aranan şartların hepsinin bu akid için de arandığı ve Resü'1-Mal, denilen bedelin, akdin yapıldığı yerde peşin ödenmesinin gerekliliği üzerinde âlimler ittifak etmişlerdir. Bu akid bir ruhsat mı, azimet mi? diye ihtilaf olmuştur. Bâzı âlimler : Bu nevi akidlere ihtiyaç duyulduğundan buna ruhsat verilmiştir. Azimet değildir, demişlerdir.
Selem ve Selef dediğimiz bu akdin rükünleri, şartları ve meseleleri hakkında geniş bilgi için fıkıh kitablanna baş vurulması tavsiye olunur.
2280) (Abdullah) bin Abbâs (Radtyaliâkü anhümâydan; §öyle demiştir :
Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) (Mekke'den Medine-i Münevvere'ye) geldiğinde, halk iki, üç yıllık vâdede hurma (yi teslim etmek ve bedelini peşin ödemek üzere) selef muamelesini yaparlardı. Bunun üzerine Resûl-i Ekrem (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) buyurdu ki t
«Kim selef usûlü İle hurma (gibi bir şey) almak isterse (taraflarca) bilinen bir ölçek veya bilinen bir tartıyla ve muayyen bir vadeye değin akid yapsın.»" [169]
Bu hadîsi Kütüb-i Sitte sâhiblerinin hepsi rivayet etmişlerdir. Bâzı rivayetlerde hurma kelimesi yerine meyva kelimesi bulunuyor. Bir kısım rivayetlerde ise hurma veya meyva kelimeleri yerine «bir şey» ifâdesi kullanılmıştır. Bu değişik rivayetlerden çıkarılan sonuç Selef muamelesinin meşruluğunun hurmaya veya meyvaya mahsus olmayıp ölçülen veya tartılan diğer mallara da şümullü olmasıdır. Selef muamelesinin diğer mallarda da meşru olduğuna delalet eden hadislerin bir kısmı ilerde gelecektir. Tirmizi bu hadîsi rivayet ettikten sonra özetle şöyle der: Bu hadîs hasen - sahihtir. Saha-bilerden ve başkalarından olan ilim ehlinin ekserisi bu hadîsle amel ederek, yiyecek maddeleri, giyecek maddeleri ve tarifi, tesbiti ve evsafı ile tamtüabilen, anlatılabilen diğer mallar hakkında selef muamelesinin yapılmasını caiz görmüşlerdir.
Peygamber (Aleyhi's-salâtü ve's-selâm) 'in Mekke' den M e -dîne-i Münevvere'ye gelişinden maksad hicret buyurduğu zamanki teşrifleridir.
Tuhfe yazan bu hadîsin şerhinde şöyle der:
"Selef ve Selem ayni mânâyı ifâde ederler. El-Cezerl, en-Nihâye'de: Selem şöyledir: Sen belirli bir vâde bitiminde sana teslim edilmek üzere belirli bir mal için altın veya gümüş veriyorsun, işte senin bu parayı peşin ödemene selem denilir. Çünkü sen parayı mal sahibine teslim ediyorsun. Teslim ettiğin için bu muameleye Selem ismi verilmiştir» der.
Genel hükümlere kıyaslama yapılırsa bu muamelenin caiz olmaması gerekir. Çünkü bedeli peşin ödenen mal, satıcının elinde ve mülkiyetinde olmayabilir. (Müellifimizin 2187 - 2189 nolu hadîslerinin izahı bölümünde satıcının sahibi bulunmadığı bir malı satami-yacağı anlatılmıştır.) Ancak selem ve selef denilen satışlar ve alımlar bu genel hükmün dışında kalır. Çünkü bu muamelenin câizliği sahih hadislerle sabittir ve Bakara süresinin (282 nolu) mü-dâyene ayeti de bu satışın câizliğine delâlet eder.
Bu hadis bedeli peşin verilen veresiye mal ölçülen maddelerden ise ölçek hesabı ile, şayet tartılan maddelerden ise tartı hesabı ile mikdannm bilinmesinin vâcibliğine ve veresiye malın teslim edileceği tarihinin ve vâdesinin bilinmesinin gerekliliğine delâlet eder. Malın ölçek veya tartı îtiban ile bilinmemesi hâlinde yapılan akdin geçersizliği de bu hadisten anlaşılır."
Avnü'l-Mabûd yazan da Özetle şöyle der:
"Bu hadisin. bâzı rivayetlerinde hurma ifâdesi, diğer bir kısım rivayetlerinde meyva ifâdesi bulunur. Es-Sübul'de denildiği gibi mey-va ifâdesi umumi bir hüküm ifâde eder. Yâni selem akdinin meşruluğu hurmaya mahsus değildir. Umumidir, Hadiste veresiye malın ölçü ve tartısının bilinmesi, emredilmektedir. Yâni ölçülen maddelerden ise ölçüsünün tartılan maddelerden ise tartısının bilinmesi gereklidir. Yoksa sanıldığı gibi bir malın hem ölçüsünün hem de tartısının bilinmesi şart koşulmamıştır. (Nevevİ de böyle açıklamıştır.)
Bu hadîs, peşin verilen bedel karşılığında ve selem usûlü ile alınan maun veresiye ve belirli bir vâdeye bağlı olmasının muteber olduğuna delâlet eder. Cumhur da bu görüşü tutmuştur. Cumhura göre mal veresiye olmazsa selem akdi caiz değildir. Ş â f i î 1 e r' e göre caizdir. N e v e v i bu hadisin şerhinde şöyle der;
Bu hadis selem akdinin câizliğine ve selem usûlü ile alınan malın ölçü, tartı veya başka şekillerle miktarca bilinmesinin şart olduğuna delâlet eder. Şu halde alman mal kumaş gibi uzunluk ölçü birimleri ile ölçülen cinslerden ise belirli bir ölçü birimiyle mikdannm bilinmesi gerekir. (Meselâ 20 metre uzunluğunda, 80 cm. eninde safi pamuktan mamul düz basma gibi) Şayet hayvan gibi sayı ile satılıyorsa kaç aded olduğu bildirilecektir. (Meselâ 10 aded koyun gibi). Hadisin mânâsı şudur: Selem akdi ölçülen bir mal hakkında ise ölçüsünün bilinmesi gerekir. Tartılan mallardan ise ağırlığı malûm olsun. Veresiye ise vâdesi bilsin. Hadisin mânası bu olunca selemin mutlaka veresiye olması anlamı çıkanlamaz. Bilâkis selem peşin ve hazır malda da caizdir. Çünkü aldanma mümkün olduğuna rağmen veresiyede bu akid caiz olduktan sonra, vadesiz mal için bu akdin öncelikle caiz olması gerekir. Zira veresiye olmayan malda aldanma olmaz. Hadîste anılan vâde, veresiye olmasını şart koşmak için değildir. Bunun mânâsı, şayet veresiye olursa vâdesinin bilinmesidir. Veresiye olan mal için selem akdinin câizliğine icmâ ve ittifakla hükmeden âlimler veresiye olmayan mal için selem akdinin câizliği hususunda ihtilâf etmişlerdir. Şafiî ve diğer bâzı ilim ehli bunun da câizliğine hükmetmişlerdir. Mâlik, Ebû Hanı f e ve başka âlimler de bunun caiz olmadığına hükmetmişlerdir. Selem usûlü ile alınan malın evsafının iyice tâyin ve tesbit edilmesinin gerekliliği üzerinde âlimler ittifak etmişlerdir."
2281) Abdullah bin Selâm[170] (Radtyaltâkü anh)'âen; Şöyle demiştir :
Bir adam (bir gün) Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) 'e geldi ve (Yahudilerden bir kavmi kasdederek) :
Falanın oğulları müslüman oldular. Fakat cidden aç kaldılar. Bundan dolayı dinden dönmelerinden korkuyorum, dedi. Bunun üzerine Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) :
«Kimin yanında (bir şey) vardır?» buyurdu. Yahudilerden bir adam t
Benim yanımda bu kadar Cnakid) vardır, (Zannımca üç yüz dinar, dedi) falanın oğullarının bahçesinden (alınacak meyva üzerine) şu ve bu fiyatla (selem akdini yaparım,) dedi. Bunun üzerine Resû-lullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) :
Şu ve bu fiyatla ve şu şu vâdeyle (olur). Fakat falanın oğullarının bahçesinden (elde edilecek meyva kaydı) olmaz,» buyurdu.
Not: Bunun senedinde bulunan el-Velld bin Müslim'in tedlisçi olduğu Ze-vftid'de bUdİiilmlştir. [171]
Zevâid türünden olan bu hadîs, peşin alman para karşılığında selem usûlü ile satılan malın fiyatının belirtilmesinin ve malm teslim edileceği vâdenin tâyin ve tesbit edilmesinin gerekliliğine, fakat malın yâni meyvanın falan bahçeden elde edilecek mahsulden olması şartının koşulmasının caiz olmadığına delâlet eder. Çünkü o bahçenin o yıl mahsul vermemesi muhtemeldir. [172]
1. Selem akdinde paranın peşin alınması ve malın veresiye olması meşrudur.
2. Meyvalarm selem usûlü ile ve veresiye olarak satılması meşrudur.
3. Selem akdinin meşru olması için malm fiyatının tesbit edilmesi ve vâdenin tâyin edilmesi gereklidir.
4. Muayyen bir bahçeden alınacak mahsul üzerine selem yapmak caiz değildir.
5. Gayn müslimlerle alış veriş etmek caizdir.
6. Muhtaç durumda olan müslümanlara ve bilhassa mühtedi-lere yâni İslâmiyet'i yeni kabullenmiş olanlara yardımcı olmak müs-tahab'dır.
7. Sıkıntı içinde bulunan müslümanlann durumunu büyüklere arzetmek meşrudur.
2282) Abdullah bin Ebi'l-Mücâlid (Radıyallâhü anh)'den; Şöyle demiştir :
Selem (usûlü ile yapılan akid esnasmda satıcının yanında mal yoksa bu akdin caiz olup olmadığı) hususunda Abdullah bin Şeddâd (bin el-Hâd) ile (Küfe kadısı Âmir bin Ebî Müsâ el-Eş arî) Ebû Bür-de arasında ihtilâf çıktı. Bunun üzerine (Tabii olan bu zâtlar) beni (Sahâbîlerden) Abdullah bin Ebi Evfâ (Radıyallâhü anhüml'a gönderdiler Ben de (gidip) ona sordum. (Soruma cevaben) :
Biz, (gerek) Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) hayatta İken ve (gerekse) Ebû Bekir'in ve Ömer'in (halifelikleri) zamanın-da buğday, arpa, kuru üzüm ve kuru hurma için, yanlarında bu mallar bulunmayan bir kavimle selem muamelesini yapardık, dedi.
(Abdullah bin Ebi'l-Mücâlid demiştir ki:) Sonra ben (bu soruyu sahâbilerden) İbn-i Ebzâ (el-Huzâi) (Radıyallâhü anh) a (da) sordum. O da böyle (Yâni Abdullah bin Ebi Evfâ gibi) cevab verdi"[173]
Bu hadîsi Buhâri, Ebû Dâvûd ve Nesâİ de rivayet etmişlerdir.
Hadîsin açıklamasına geçmeden önce sened ve hadiste anılan bir zâtm künyesi ile ilgili bir durumu açıklamak ihtiyacım duydum. Şöyle ki:
Elde mevcut sünenimizin üç nüshasında Abdullah bin Şeddâd ile ihtilâfa düşen zâtm künyesi "Ebû Berze" olarak geçer. Halbuki Buharı, Ebû Dâvûd ve Nesâî'-nin rivayetlerinde bu zâtm künyesi "Ebû Bürde" olarak geçer. B u h â r i' nin K a s t a 1 â n i, Aynî ve Tuhfetü'1-Barî şerhlerinde Ebû Bürde'nîh Küfe kadısı Âmir bin Ebî Musa el-Eş'ari'nin künyesi olduğu belirtilmektedir. Ebû Berze künyeli bir tabiinin bulunduğuna dâir bir bilgi de edinemedim. Bu nedenle olayın müteaddid olduğunu da söyleyemem. Bürde kelimesi ile Berze kelimesinin Arapça yazılışları da birbirine çok benzer. Kanımca sünenimizdeki Bense kelimesi bir kalem hatasıdır. Doğrusu Bürde'dir. Bunun için tercemede Ebû Bürde olarak ifâde ettim.
Hadisin râvisi tbn-i Ebi'l-Mücâlid ise Abdullah bin Ebİ Evfâ (Radıyallâhü anh) 'in kölesidir. Râvi Y a h yâ, onun adının Abdullah olduğunu belirtmiştir. Râ-vi Abdurrahmân ise onun ismini belirtmemiştir. Bâzı rivayetlere göre onun ismi Muhammed' dir.
Hadisin Manası
Daha önceki hadîslerin açıklaması bölümlerinde anlattığım gibi Selem muamelelerinde para ve benzeri bedel peşin ödenir. Mal veresiye olur. Veresiye mal satıcılığını yapan ve Müslem îleyh ismi verilen tarafın elinde ve mülkiyeti altmda o malın bulunması şart değildir. Satıcı, o malı vâdesi geldiğinde temin etmekle mükelleftir. Mal satıcının kendi mahsûlü olabildiği gibi piyasadan temin etmesi de caizdir. Önemli olan husus maun şart koşulan vâdede piyasada bulunmasıdır. Sözü edilen malın Selem akdi yapıldığı sırada Müslem lleyh ismi verilen satıcının mülkiyetinde bulunmasının şart olup olmadığı hususunda, Abdullah bin Şeddâd ile Ebû Bürde arasında ihtilâf olmuştur. Yâni satıcının elinde bu mal yok iken yapılan Selem akdi caiz mi, değil mi? Tabii olan bu iki zât meselenin halli için râvi İbn-i *Ebi'l-Mücâlid'i, Ashâb-i Kirâm'dan Abdullah bin Ebi Evfâ (Radıyallâhü anh)'a göndermişlerdir. Bu râvi de gidip sormuştur. Verilen cevab-ta, sözü edilen malm Selem akdi yapılırken satıcının elinde bulunmasının şart olmadığı sonucu çıkarılıyor. Râvi bu soruyu sahâbîlerden tbn-i E b z â {Radıyallâhü anh)'a da sormuş, O'ndan da ayni cevabı almıştır.
Şu halde bu hadis iki sahâbi'den rivayet edilmiştir.
Hadîsten çıkarılan sonuç: Selem usûlü ile satılan malın akid yapıldığı sıralarda satıcının elinde bulunması şart değildir. Ancak piyasada bulunması hususunda ihtilâf vardır: [174]
Ayni bu hadisin şerhinde şöyle der:
"Selem yolu ile satılan maun piyasada bulunup bulunmaması durumu dört şekilde düşünülebilir:
1. Mal, Selem akdi yapılırken piyasada bulunur. Fakat teslim etmek için koşulan vâde geldiğinde piyasada bulunmaz. Maun durumu böyle ise Selem akdi sahih değildir.
2. Mal, selem akdinin yapıldığı târihten vâdesi gelinceye kadar piyasada devamlı bulunur. Bu takdirde selem akdi âlimlerin ittifakı ile caizdir.
3. Mal, Selem akdi yapıldığı târihte piyasada yoktur. Fakat teslimi için koşulan vâde geldiğinde piyasada bulunur.
4. Mal, hem selem akdi yapıldığında hem de teslim için koşulan vâde geldiğinde piyasada bulunur. Fakat akid ile vâde arasındaki süre içinde kesintiye uğrar.
İşte üçüncü ve dördüncü durumda olan malın selem usûlü ile satılması bizce (Hanefî mezhebince) caiz değildir. Mâlik, Şafii ve Ahmed'e göre caizdir. Bunların gerekçesi, selem akdinde koşulan vâde geldiğinde mal piyasada bulunduğu için temin ve tesliminin mümkün olmasıdır. Biz deriz ki: Teslimi mümkün olmayabilir. Şöyle ki: Satıcı bu esnada ölebilir ve vâde geldiğinde mal teslim edilmez. Dolayısıyla alıcı zarara uğramış olur.
Hadiste, ölçülerek satılan mallardan dört madde bulunur. Ölçülmek suretiyle satılan diğer mallar da bunlara kıyaslanır. [175]
1. Selem muamelesi meşrudur.
2. Çıkan problemlerin ilim ehline intikal ettirilmesi ve aydınlatıcı bilgi alınması gereklidir.
3. Doğrusunun meydana çıkarılması için ilmi meseleler üzerinde usulünce tartışma açılması ve sohbet edilmesi meşrudur."
Avnü'l-Mabüd yazarı da: Selem akdi yapıldığı zaman bulunmayıp da vâdesi geldiğinde bulunması mümkün olan bir malın bu usulle satılmasının câiziiği hususunda âlimler ihtilâf etmişlerdir: Cumhura göre selem akdi caizdir. Teslim etmek için koşulan vâde gelmeden önceki dönemde malın bulunmayışı selem akdinin câiz-liğine zarar vermez. Ebû Hanife'ye göre zarar verir. Malın akid târihinden vâde târihine kadar geçen süre boyunca bulunması şarttır. Sevri ile Evzâi de Ebû Hanlfe'nin görüşüne katılmışlardır. Bunların delili İbn-i Ömer (Radıyallâhü anh)'m hadisidir. (Yâni 2284 nolu hadisimiz). Cumhurun buna verdiği cevab o hadisin izahı bölümünde verilecektir, demiştir.
Cumhurun delili ise Ibn-i Ebi'l-Mücâlid'in rivayet ettiği Abdullah bin Ebl Evfâ ile İbn-i Eb-z a' nın hadisidir. [176]
1. Ashâb-i Kiramdan olan Abdullah bin Ebi Ev-f â (Badiyallâhü anh) in hâl tercemesi 416 nolu hadis bölümünde geçti.
2. Abdurrahman bin Ebza (Radıyallâhü anh)'ın hâl tercemesi de 218 nolu hadîs bölümünde geçmiştir. B u i. â r İ, onun sahâbi olduğunu söylemiştir. Tabii olduğunu söyleyen de vardır.
3. Ebû Bürde (Radıyallâhü anh) Tabiî olup Ashâb-i Kiram' dan Ebû Mûsâ el-Eş'ari (Radıyallâhü anh) 'in oğludur. Küfe kadılığını yapan bir fıkıh âlimidir. Adı Âmir veya e 1 - H â r i s ' dir. Ali, Zübeyr, Huzeyfe {Radıyallâhü anhüm) ve bir cemaattan rivayette bulunmuştur. Kendisinden de oğulları Abdullah, Yûsuf, Said, Bilâl ve bir cemaat rivayet etmiştir. Sıka bir zâttır. V â k ı d i' nin dediğine göre H. 103. yılı vefat etmiştir, Kütüb-İ Sitte yazarları onun rivayetlerini almışlardır.[177]
4. Abdullah bin Şeddâd bin e I - H â d Ebü'I-Velİd el-Medenî (Radıyallâhü anhüm) tabiîlerdendir. Babasından ve Ömer, Ali ve Muâz (Radıyaüâhü anhüm)'den rivayette bulunmuştur. Kendisinden de Muhammed bin Ka'b, Mansûr ve el-Hakem bin Uteybe rivayet etmişlerdir. Nesâi ve İbn-i Sa'd onu sıka saymışlardır. Hicri 81 veya 83. yılı vefat etmiştir. Kütüb-İ Sitte'nin hepsinde onun rivayetleri vardır.[178]
5. Abdullah bin Ebi'l-MücAlid (Radıyallâhü anh) tâbirlerden olup Abdullah bin Ebi Evfâ {Radıyallâhü anh)'in kölesidir. Efendisinden (ve î b n-i E b z â)'dan rivayette bulunmuştur. Kendisinden de Eş'as bin Câbir ve Ebû İshâk eş-Şeybânİ rivayet etmişlerdir. 10 hadisi vardır, t bn-i Muin onu sıka saymıştır. B u h â r i, Ebû Dâvüd, îbn-i Mâceh ve Nesâi onun hadislerini almışlardır.[179]
2283) Ebû Saîd-i Hudrî (Radıyallâhü anh)'den rivayet edildiğine göre; Resûlullah (Sallallakü Aleyhi ve Sellem) şöyle buyurdu, demiştir:
«Sen selem usûlü İle bir mal satın aldığın zaman (teslim almadan önce) onu başka bir mal İle değiştirme.»
(İbn-i Mâceh demiştir ki:) Abdullah bin Said de Ebû Said-i Hudrî (Radıyallâhü anh)'m bu hadisini merfû olarak, ayni metin ve ayni senedle rivayet etti. Ancak kendisi râvî Sa'd'ı zikretmedi.'*[180]
Bu hadisi Ebü Dâvûd da rivayet etmiştir. Sindi bu hadîsin metnini şöyle açıklamıştır: Yâni müşteri, selem usûlü ile satın aldığı malı teslim almadan önce başka bir mal ile değiştiremez.
Hattâbi de: Bir adam selem usûlü ile bir dinan bir kişiye verip bir ay sonra teslim edilmek üzere bir ölçek buğday satın alır. Bir aylık vâde dolar da satıcı buğday bulamaz. Ebü Hani-f e'ye göre satıcı buğday yerine başka bir malı o dinar karşılığında adama satamaz, dinan geri vermesi gerekir. Ebû H a -n İ t e bu hadisin umumiliği ve zahiri ile amel etmiştir. Şafii'-ye göre taraflar selem akdini bozmaya karar verdikleri zaman adam vermiş olduğu dinar karşılığında satıcıdan başka bir mal satın alabilir. Ancak satın alacağı malı, selem akdini bozdukları mecliste, yâni taraflar birbirinden ayrılmazdan önce teslim alması gerekir. O zaman teslim almayıp sonra teslim alırsa caiz değildir. Çünkü bu takdirde bir borcun başka bir borçla değiştirilmesi durumu oluşmuş olur ki bu caiz değildir.
Taraflar selem akdini bozmadan önce, selem usûlü iic satılan malın teslimi yapılmamış iken bunun başka bir mal ile değiştirilmesi, yâni o mal yerine satıcıdan başka bir malın alınması ise caiz değildir. Ş â f i i' ye göre hadisten kasdedilen mânâ budur, demiştir.
El-Alkami de: 'Bu hadis zayıftır. Bu hadis delil gösterilerek, selem usûlü ile satın alınıp henüz teslim alınmamış bir malın ayni cins ve ayni nevi bir mal ile değiştirilemiyeceğine hükme-dilmiştir. Çünkü satın alınıp henüz teslim alınmamış bir malın satılması caiz değildir, bu da onun hükmündedir.D ârekutni de Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'in:
Bir mal için selef akdini yapan bir kimse o maldan veya verdiği bedelden başka bir şey almasın.» buyurduğunu rivayet etmiştir. Bu hadîs de zayıftır. Sözü edilen malın değiştirilmesinin yasak-lığından anlaşılıyor ki, o mal teslim alınmadan önce alıcısı tarafından satılamaz, başkası o mala ortak edilemez ve o malda tasarruf etme yetkisi başkasına verilemez. Bu hükümler böyledir. Aha bu malı satıcının kızı için mehir yaparsa caiz olmaz. Keza satıcısı kadın olup alıcı bu kadınla evlenip bu malı teslim almadan onun için mehir yapsa bu da caiz değildir', demiştir.
El-Münziri. bu hadisin senedinde bulunan A t i y y e bin S a' d ı in rivayetinin delil olamıyacağım söylemiştir, Ebû Davud'un rivâyetindeki hadis metni şöyledir:
Kim selem usûlü ile bir mal satın alırsa (bunu teslim almadan önce) o malı başka bir mal ile değiştirmesin (yahut) o malı başkasına (satmak-hibe etmek gibi bir şekilde) devretmesin.»
Görüldüğü gibi Ebû Davud'un rivayet ettiği hadis metni iki şekilde mânâlandınlabilir: Birincisi o malın başka bir mal ile değiştirilmemesi, yâni o mal yerine satıcıdan başka bir malın alınmaşıdır. İkincisi alıcının bu malı teslim almamış iken başka bir kimseye satmak, hibe etmek gibi bir yolla devretmesidir. El-Mirkaat yazan T ı y b i' nin bu hadîsi, yâni Ebû D â v û d' un rivayet ettiği metni böyle açıkladığını nakletmiştir.
Bu hadisi müellifimize Muhammed bin Abdillah bin Nümeyr ve Abdullah bin Saîd isimli iki zât rivayet etmiştir. Bunların ikisinin beyân ettikleri senedler aynidir. Sadece şu fark vardır: Abdullah'ın senedinde râvi S a' d yoktur. Z i y â d bundan değil, bunun şeyhi olan A t i y -y e * den rivayet etmiştir. [181]
2284) Necrân'lıdan rivayet edildiğine göre şöyle demiştir:
Ben Abdullah bin Ömer (Radıyallâhü anhümâ) 'ya;
Muayyen bir hurmalığın ağaçlan hurma çiçeklerini çıkarmadan önce onun hurmalarını selem usûlü ile satın alırım? (Bu caiz mi?) dedim. Abdullah bin Ömer:
Hayır, (Böyle yapma,) dedi. Ben t
Niçin? diye sordum. Kendisi:
Resûluilah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) hayatta iken bir adam, henüz hurma çiçeklerini çıkarmamış olan hurma ağaçlarımı oah-çesinün vereceği hurmalar) da selem yaptı. (Yâni peşin bedel ödeyerek alınacak hurma mahsûlünü satın aldı). Sonra o hurmalık o yıl hiç mahsul çıkarmadı. Bunun üzerine müşteri: Bu hurmalık mey-va verinceye kadar bana aittir, dedi. Satıcı da: Ben sana bunun yalnız bu yılki meyvalannı sattım, dedi. Sonra müşteri ile satıcı ihtilâflarını Hesûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'e arz ettiler. Bunun Üzerine Resûl-i Ekrem (Sallallahü Aleyhi ve Sellem), satıcıya:
«Müşteri senin hurmalığından bir şey (mahsul) aldı (mı)?» buyurdu. Satıcı i
Hayır, dedi. Resûl-i Ekrem (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) : «O halde sen müşterinin malını ne hakla kendine helâl adeder-sin? Kendisinden aldığını iade et ve (Ey mü'minler) yenilmeye elverişliliği bel irine ey e kadar hurma ağaçları (in mey vasin) da selem muamelesini yapmayınız,- buyurdu." [182]
Bu hadîsi Eb û Dâvûd da rivayet etmiştir. E 1 - M ü n -z i r i, bu hadisin senedinde mechül bir râvinin bulunduğunu söylemiştir. Bu da î b n - i Ömer (Radiyallâhü anh)'ın râvisi olan N e c r â n 1 ı zâttır. Ebü Dâvûd'un rivayetinde "Necran'lı bir adam" ifâdesi kullanılmıştır. Bu adamın kim olduğu bilinmemektedir. Necrân, Yemen ile Hecer arasında bir bölgenin ismidir. S ü y û t İ böyle demiştir.
Avnü'l-Mabûd yazan bu hadisin açıklaması bölümünde şöyle der:
"Ebû Hanife bu hadîsi delil göstererek : Selem usûlü ile satılan malın selem akdinin yapıldığı târihten malın teslim edileceği vâdeye kadar piyasada kesintisiz bulunması gereklidir. Vâde târihinden önce kesintiye uğrayan malın selem yolu ile satılması caiz değildir, demiştir.
Şevkâni de: Bu hadîs sahih olmuş olsaydı bununla amel etmek daha iyi olurdu. Çünkü matluba apaçık delâlet eder. Vâdesinden önceki dönemde bulunmayan malın selem yolu ile satılabileceğine dâir olan Abdullah bin Ebî Evfâ (Radıyal-lâhü anh)'ın —2282 nolu — hadisi ise matluba açıkça delâlet etmiyor. Çünkü Abdullah bin Ebi Evfâ bu hadîste; "Re-sül-İ Ekrem (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) hayatta iken, biz yanlarında mal bulunmayan adamlarla selem muamelesini yapardık..." demektedir. Demek ki Resûl-i Ekrem (Aleyhi's-salâtü ve's-selâm) bu tür muameleye karşı çıkmamıştır. Karşı çıkamamış olması sanılıyor. Hadiste Resûl-i Ekrem (Aleyhi's-salâtü ve's-selâm)'in bu tür muameleyi tasvib buyurduğu kaydı yoktur. Fakat şu var ki, 1 b n-i Ömer (Radıyallâhü anh)'ın bü hadisinin senedinde meçhul bir râvi vardır. Bu nedenle delil olmaya elverişli değildir,
Abdullah bin Ebi Evfâ (Radıyallâhü anh)'ın hadisine dayanarak akid esnasında bulunmayan malın selem usûlü ile mubayaa edilmesinin câizliğine hükmeden cumhur Necrân'-lının bu hadisi hakkında şöyle demişlerdir: Bu hadis sahih olmuş olsaydı, muayyen bir bahçenin mahsûlü hakkında selem yapmaya veya vâdesi çok yakın olan selem işlemine ya da veresiye değil de hazır olan bir mal için yapılan selem akdine âit olarak yorumlanıp anılan şekildeki selemin caiz olmadığı hükmü çıkarılırdı.
Akid yapıldığında mevcut olmayıp vâdesi geldiğinde bulunacak malların selem usûlü ile mubayaasının câizliğine delâlet eden diğer bir delil de iki, üç yıllık vâde ile meyvanm selem yoluyla mubayaa edildiğine dâir (2280 nolu) hadîstir. Bilindiği gibi meyva iki, üç yıl dayanamaz. Eğer malın selem akdinin yapıldığı târihten teslim edileceği târihe kadar kesintisiz bulunması şart olmuş olsa/di yaş hurma için böyle uzun vadeli selem mubayaasının yapılmasının sahih olmaması gerekecekti.
Bu grubun en münasip delili budur, demiştir. (Şevkânl'-nin sözü bitti.)" [183]
2285) (Peygamber (Salîallahü Aleyhi ve SeHem)'\n azadh kölesi) Ebû Râfi' (Radtyallâhü anh)'<\en\ Şiiyle demiştir;
Peygamber (Salîallahü Aleyhi ve Sellem) bir adamdan bir bekr (denilen gencecik deve) ödünç aldı ve: «Zekât develeri geldiğinde (onunla) senin borcunu öderiz,» buyurdu. Sonra zekât develeri geldi. Resül-i Ekrem (Salîallahü Aleyhi ve Sellem) :
«Yâ Ebâ Râfi! Bu adama, alacağı olan bekr*ini (= gencecik devesini) öde,» buyurdu. Ben (getirilen zekât develeri içinde) ancak rebâi (ismi verilen yedi yaşındaki deve) ve daha yüksek yaştaki (üstün) develeri buldum. Bunun üzerine (adamın devesine denk deveyi bulamayıp daha üstün develerin bulunduğunu) Peygamber (Salîallahü Aleyhi ve Sellem)'e haber verdim. Ot
«Adama (devesinden üstün olanı) ver. Çünkü insanların en hayırlısı, borcunu en güzel şekilde verenidir,- buyurdu."
2286) Irbâd bin Sâriye (Radtyallâhü an/r J'den; Şöyle demiştir:
Ben, Peygamber (Sallaîlahü Aleyhi ve Sellem)'in yanında idim. Bör bedevi gelip Resul-i Ekrem (Salîallahü Aleyhi ve Sellem) 'e ı Ala-CB&b olduğum bekrimi (= gencecik devemi) öde, dedi. Resûl-i Ek-mm {Şallallahü. Aleyhi ve Sellem) ona yüksek yaşta (yâni devesinden üstün) bir deve verdi. Bedevi *
Yâ Resûlallah! Bu, benim devemden yaşça üstün (yâni daha kıymetli) dir, dedi. Bunun üzerine Resûlullah (Salîallahü Aleyhi ve Sellem) :
«İnsanların en hayırlısı, borcunu en iyi şekilde ödeyenidir.» buyurdu/'[184]
Ebû Râfi' (Radıyallâhü anhî'ın hadisini Müslim, Tirmizî, Ebû Dâvûd ve Nesâî de rivayet etmişlerdir, î r b â d (Radıyallâhü anhî 'in hadisini Nesâî ve Hâkim de rivayet etmişlerdir. Her iki hadîste sözü edilen bedevilerin isimleri hakkında bir bilgi edinemedim. Hadîslerde geçen Bekr ve Rebâi kelimelerinin mânâlarını tercemede parantez içi ifâdelerle belirttim. Bu hususta şu açıklamayı da yapalım;
Bekr: Gencecik deve, demektir. Bunun 2, 3, 4 ve 5 yaşlarındaki develer hakkında kullanıldığı lügat kitablarından anlaşılmaktadır. Küçük yaştaki develer pek makbul sayılmaz. Resûl-i Ekrem (Aley-hi's-salâtü ve's-selâm)'in ödünç aldığı develerin küçük yaştakiler olduğu hadîslerden anlaşılmaktadır.
Rebâî: Altı yaşını bitirip yedi yaşma giren deve, demektir. Ona bu ismin verilmesinin sebebi: Deve bu yaşa varınca Rebâiyye denilen dişleri çıkarır. Bu dişlerin ikisi altta, ikisi de üstte ve ön dişler ile azı dişleri arasında çıkar. Bunlara dilimizde "Üçüncü çift kesici muahhar dişler" denilir. Rebâî develer Bekr develerden daha kıymetli ve üstün sayılır. Resûl-i Ekrem (Aleyhi's-salâtü ve's-selâm) Bekr denilen küçük yaştaki deve borcunu Rebâî denilen ve daha kıymetli ve üstün develerden ödemiş ve «İnsanların en hayırlısı borcunu en güzel şekilde ödeyendir,» buyurmuştur. Son hadiste ise-, «İnsanların en hayırlısı borcunu en iyi şekilde Ödeyenidir,» buyurmuştur.
Bu babın başlığına dikkat edildi ise "Hayvanda selem babı" şeklindedir, ilk hadîs metninin başında Selef kökünden alınma İstislaf tâbiri kullanılmıştır. Selef ve Selem'in ayni şey olduğunu bundan önceki bâblarda anlatmıştım. Ancak bu bâbta rivayet edilen hadislerin metinleri Resûl-i Ekrem (Aleyhi's-salâtü ve's-selâm)'in, develeri ödünç ve borcunu da deve olarak ödemek üzere muamele yaptığına delâlet ederler. Bu nedenle hadîs sarihleri ilk hadîsteki İsttriaf sözünü selem muamelesi değil, istikraz yâni borçlanma istemi anlamına yorumlamışlardır. Mâmafi aşağıda belirteceğim gibi hayvanda istikraz muamelesini meşru gören âlimler selem muâmelesinide meşru saymışlar ve bu hadîsleri delil göstermişlerdir. Durum böyle olunca bu babın başlığı ile burada rivayet edilen hadîsler arasındaki münâsebet ve ilgi anlaşılmış olur.
Müslim'de Ebû Râfi'in hadisi ile ona benzer E b û H ü r e y r e' nin ve C â b i r' in hadisleri rivayet edilmiştir. N e v e v î bu hadislerin şerhinde özetle şöyle der:
"Bu hadisler borçlanma talebinde bulunmanın ve borçlanmanın câizliğine delâlet ederler. Bilindiği gibi Resûl-i Ekrem (Aleyhi's-sa-lâtü ve's-selâm) borçlu olmaktan Allah'a sığınırdı. Ama ihtiyaç nedeniyle borçlanmıştır.
Hadîsler ödünç hayvan almanın câizliğine delâlet ederler. (Ödünç hayvan almanın mânâsı hayvanı ödünç alıp, vâdesi geldiğinde hayvan ödemektir.) Bu hususta üç mezheb vardır:
1. Ebû Hanîfe ve Küfe âlimlerine göre ödünç hayvan almak caiz değildir. Bunlara göre bu hadîsler mensûhtur. (Bunların delili 56. bâbta rivayet olunan 2270 ve 2271 nolu hadîslerdir. Bu hususta gereken bilgi orada verilmiştir.) Fakat bunların bu hadislerin mensuh olduğu dâvası delilsizdir.
2. Selef ve halef âlimlerin cumhuru ve Mâlik ile Şafii' nin mezhebi, bütün hayvanların ödünç alınmasının câizliğidir. Cariyeyi de mahremi olup cinsel ilişkide bulunması caiz olmayan yakınlarına ve kadına ödünç olarak vermek caizdir. Fakat onunla Cinsel ilişkide bulunabilecek bir erkeğe ödünç vermek caiz değildir.
3. El-Müzeni, îbn-i Cerir ve Davud'un mezhebi: Gerek hayvanları ve gerekse cariyeyi herkese ödünç vermek caizdir.
Bu hadîsler, hayvanlarda selem usûlü muamele yapmanın câizliğine delâlet ederler. Selem'in hükmü ödüncün hükmü gibidir.
Ödünç yoluyla veya başka yollarla borçlu olan bir kimse borcunu öderken, zimmetinde bulunan borçtan daha iyisini ve daha güzelini ödemesi müstahabtır. Bu hüküm de buradaki hadîslerden çıkarılır. Böyle yapmak sünnet ve güzel ahlâktan sayılır. Bu, menfaat çekici ödünçten sayılmaz. Bilindiği gibi alacaklıya bir yarar sağlayan ödünç faiz sayılır ve yasaktır. Ancak, söz konusu yarar, ödünç verme akdinde şart koşulursa yasaktır. Ama böyle bir şart koşulmamış ise (ve alacaklıya bir yarar sağlama amacı güdülmemiş ise) borçlu borcunu öderken fazlasıyla ödemesi, zimmetindekinden daha iyisini ödemesi bizce müstahab'tır. Alacaklı da bu fazlalığı alabilir. Fazlalık ister borcun vasıflarında olsun ister sayı bakımından olsun fark etmez. Meselâ borç 10 şey iken 11 şey verilebilir. Mâli k'in mezhebine göre aded'deki fazlalık caiz değildir, yasaktır. Bizim arkadaşlarımızın delili bu hadisteki «En hayırlınız, borcunu en güzel şekilde ödeyeninizdir» buyruğun umumiliğidir.
Ebû H â f i' in hadîsinde, "Zekât develeri gelince alacaklının devesinden daha üstün deve verildiği" bildirilmektedir. Bu hususta hatıra şöyle bir soru gelebilir:
Zekât malına nezaret eden bir kimse bundan teberru yapamaz. Durum böyle iken Resûl-i Ekrem (Aleyhi's-salâtü ve's-selâm), alacaklıya hakkından daha üstününü nasıl vermiş?
Bu soruya şöyle cevab verilmiştir: Resül-i Ekrem (Aîeyhi's-salâ-tü ve's-selâm), deveyi kendi zâtı için ödünç almış ve zekât develeri gelip müstahaklarma dağıtılınca Resûl-i Ekrem (Aleyhi's-salâtü ve's-selâm) borcundan daha üstün bir deveyi kendi parasıyla zekât müs-tahakkmdan almıştır. Alacaklısına daha üstün deveyi vermekle onun hakkından fazlasını teberru etmiştir. Ebü Hüreyre (Radı-
yallâhü anhJ'ın rivayetinde bulunan«(Alacaklı) bedevî'ye devesinin yaşıtı olan bir deveyi satın alın» emri, bu cevabı teyid eder. Anılan sorunun en kuvvetli ve uygun cevabı budur. Başka cevablar da verilmiştir."
Ebü Râfi'in hâl tercemesi 449. hadîs bölümünde ve ir-b â d' ınki de 42. hadîs bölümünde geçmiştir. [185]
Şirket i Birden fazla kişinin sermayelerini veya mallarını birleştirip ortaklık kurmaları ya da bedenen müşterek çalışmaları, diye tarif edebiliriz. Sermayeleri, şâir ticâret malları ortaklığı olsun iş ve bedenen çalışma ortaklığı olsun bunlara dâir yapılacak akidler, şartlar, rükünler ve hükümler pek geniş izah isteyen konulardır. Fl-kıhçılar arasında bâzı hususlarda görüş ayrılıkları vardır. Bu itibarla bu konu hakkında fıkıh kitablarına müracaat etmek gerekir. Burada bu hususlara deftinmiyeceftim. Çünkü bu bâbta rivayet «dilen hadîsler söz konusu ortaklıkların nevilerini ve hükümlerini beyan etmedikleri için bu geniş konuya değinmek konu dışına çıkmak olur. Ayrıca çok izah ister.
Müdârebe: Ortaklığın bir nevidir. Bu ortaklık, sermaye birisinden, çalışma da diğer taraftan olmak üzere kurulur. Kazanç, ortaklık akdinde belirtilen orana göre taraflar arasında taksim edilir. Meselâ kazancın yansı sermaye sahibine, yansı da emek sahibine veya üçte birisi bir tarafa, üçte ikisi de diğer tarafa olabilir. Zarar ise sermaye sahibine ait olur. Diğer taraf zarara ortak değildir. Çünkü, o taraf bedenen çalışmakla verdiği emek boşa gitmiş iken maddeten de kendisini zarara ortak, etmek adaletsizlik oiur. Bu tür ortaklığa Mukarâda ve Kırâd da denilir. Bunun şartları, rükünleri, hükümleri ve cereyan ettiği alanlar ile taraflann yetki ve sorumluluk-lan pek geniş izah ister. Bu hususlarda mezhebler arasında farklı görüşler de vardır. Bu itibarla geniş bilgi için fıkıh kitablarına müracaat etmek gerekir. Biz şunu belirtmekle yetinelim:
Müdârebe, Mü karada ve Kırâd isimleri verilen bu ortaklık şek-İÖ3İR meşruluğu İcmâ ile sabittir. Bunun meşruluğu hükmüne mu-İtfUefet eden bir ilim adamının varlığı bilinmemektedir. Bu ortak-llk şesjıli câhiliyet devrinde de vardı. Taşıdığı maslahat ve yarar dolayısıyla islâmiyet bunun devamım kabul etmiştir. Hattâ bâzı âlimler bunun sünnet olduğunu söylemiştir. Çünkü sermaye sahibi için de bu parayı işleten emek sahibi için de hayırlı ve yararlı bir iştir. İki şahsı düşünelim: Birisinin parası vardır. Ama bunu çalıştırmaktan âcizdir, ticâretle iştigal edemiyor. Diğer tarafta çalışmak ve ti-«a&ret etmek isteyen fakat parası olmayan bir başka kişi vardır. Bu Öurumda para sahibinin parasını değerlendirmesi ve fakir adamı yararlandırması, fakir adamın da bu parayla ticâret yapıp geçimini sağlamaya çalışması sünnet olmaz mı?
Bu nevî ortaklık için parayı işleten adamın dürüst, dirayetli, çalışkan ve liyakatli olması elbette gereklidir. Bu ve benzerî vasıflan taşımıyan kişilere bu maksatla para vermek ise elbette sakıncalı ve yasaktır. Çünkü böyle bir adama para kaptırmak âdeta bile bile malî gpkağa atmaktır. Halbuki malı korumak dînen vâcibtir.
Bu ortaklık sistemi yüce dînimizin emir ve yasaklarına riâyet «Jenler için uygun ve yerinde bir ticâret sistemidir. Faizciliğe de sed çeken bir tedbirdir. îslâm ahlâkının dejenere olduğu bir toplum gayet tabii bu sisteme yönelmek kolay bir iş değildir ve haliyle fâizcUiğe bir akis görülecektir. Bu muamele iyi işletilirse dinin yasaklamış olduğu faizciliğe mahal kalmaz. Bilindiği gibi faizcilikte kapital sahibi mutlaka bir kazanç sağlar. Emek sahibi faizle aldığı parayı işletirken zarara da uğrasa kapital sahibine, tahakkuk eden faizi ödemek durumunda kalır ki, bu işlem isabetli ve âdilâne bir işlem değildir. Emek sahibi bunca emek sarf etsin, hiy-le ve hiyânet etmediğine rağmen kâr etmeyip üstelik zarar etsin. Bundan sonra da faiz akdi yapılırken istenen faizi de ödesin...
2287) Es-Sâib (Radtyallâkü a«A)'den rivayet edildiğine gör»; Bey-gamber (Sallallahü Aleyhi ve SeUem)'e şöyle demiştir:
Câhiliyet devrinde sen benim ortağım idin. Sen ortafcfom ©İfc hayırlısı idin. Sen bana ne muhalefet ederdin, ne de münakaşa ederdin." [186]
Bu hadîsi Ebû Dâvûd, Hâkim ve Nesâi de rivayet etmişlerdir. Ebû Davud'un rivayet ettiği hadis metni daha uzun olup meâlen şöyledir:
"... Sâib CRadıyallâhü anhJ'den rivayet edildiğine göre. şöyle demiştir: Ben, Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve SellemVin huzuruna vardım. O'nun yanında bulunanlar beni övmeye ve benden bahsetmeye başladılar. Bunun üzerine Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) :
«Ben (onu hepinizden) fazla bilirim,* buyurdu. Ben t Doğru söyledin! Babam ve anam sana feda olsun. Sen bettim ortağım idin. Sen ne muhalefet ederdin ne de münakaşa ederdin, dedim,"
H a t t â b i, hadiste geçen ve "Derd" kökünden alınma mu-zari fiilini muhalefet mânâsına ve "Mira" kökünden alınma muzari fiilini de mümanaat mânâsına yorumlamıştır. Biz de buna göre ter-ceme ettik.
Hadîs, Resül-i Ekrem (Aleyhi's-salâtü ve's-selâm) 'in câhiliyet döneminde bile üstün ahlâka sahib olduğuna delâlet eder.
Hadisin râvîsi S â i b (Radıyailâhü anh) hakkında e 1 - H â -f ı z, el-îsâbe'de: Es-Sâib bin Ebi Sâib'in adı S a y -fi'dir, Abdullah bin Sâib'in babasıdır, demiştir.
Avnü'I-Mabûd yazan da El-Münziri' den naklen özetle şöyle der:
Bu hadisin isnadı hakkında çok ihtilâf vardır. E b û Ömer en-Nemri, bu hadîsin cidden muztarib olduğunu söylemiştir. Bâzıları bu hadisin es-Sâib bin Ebi's-Sâib'e âit olduğunu söylerken, bâzıları da busun Abdullah bin es-Sâib ' e âit olduğunu söylemiştir. Bu ihtilâflar muvacehesinde hadis, delil olamıyor. Es-Sâib bin Ebi's-Sâib (Radıyailâhü anh) Müellefe-i Kûlub (yâni yeni m üs 1 uman olup gönlü henüz İslâmiyet'e yatışmayanlar)dandır.
Hülâsa yazan da: Es-Sâib bin Ebi's-Sâib Sayfî bin Âbid, Mekke Kaari'i (tyi Kur'an okuyucusu) Abdullah'in babasıdır. Senedinde ıztırâb bulunan bir hadîsi vardır. Ebû Dâvûd, Ibn-i Mâceh ve Nesâî onun hadîsini rivayet etmişlerdir, der.[187]
2288) Abdullah (bin Mes'ûd) (Radtyallâkü ank)'den; Şöyle demiştir: Ben, Sa'd ve Ammâr Bedir (savaşı) günü elde edeceğimiz (ganimet) de ortaklık (akdini) yaptık. Sonra (savaş bitiminde) ne ben ne de Ammâr bîr şey getirdik. Sa'd (ise) İki erkek (esir) getirdi." [188]
Bu hadîsi Ebû Dâvûd ve Nesâi de rivayet etmişlerdir. Hadîs münkatidir. Çünkü râvî Ebû Ubeyde, babası tbn-i Mes'ûd (Radıyailâhü anh) 'den hadis işitme m iştir.
Avnü'I-Mabûd yazan bu hadîsin şehrinde şöyle der: Bu hadis, Şirket-i Ebdân'ın câizliğine delîl gösterilmiştir. Şirket, ortaklık, demektir. Ebdân da beden'in çoğuludur. Şu halde Şîrket-i Ebdân, bedenlerin ortaklığı, demektir. Bedenlerin ortaklığı demek, bedenen çalışan iki veya daha çok kişiler, çalışmalarından alacak-lan kazancı kendi aralannda taksim ederler. Her ortak çalışması oranında ücret alır. Bu ortaklık ayni san'at dalında olduğu takdirde Mâlik caiz görmüştür. Meselâ ortaklann hepsi terzilikte veya marangozlukta ya da demircilikte çalışırlarsa olur. Fakat ayn ayn san'at dallarında çalışanların bu şekilde ortak olmaları caiz değildir. Ebû Hanîfe ve arkadaşlan da bunu caiz görmüşlerdir. Fakat Şafiî bu tür ortaklığı caiz görmemiştir. Ona göre herkes kendi işinde ve menfaatlannda kendi basınadır. Herkesin yaptığı iş bellidir. Bu nedenle herkes kendi kazancına sahibtir. Bu ortaklık hayvan sürüleri belli olan iki kişinin kalkıp bu sürülerden elde edilecek süt ve yavrularda ortaklık kurmalan gibidir. Halbuki bu ortaklık sahih değildir. Çünkü herkesin hayvanlan bellidir, bunların verdiği süt belli, doğuracağı yavrular belli ve ayndır. Bu nasıl caiz değil ise diğeri de caiz değildir.
Şafii bu hadîse de şöyle cevab vermiştir: Bedir savaşından elde edilen ganimet Resûl-i Ekrem (Aleyhi's-salâtü ve's-selâm) 'a aitti. Dilediği kimselere verirdi. Gazilerin aldıklan esirler de O'nun emrine tevdi edilmiştir. O dilediği gibi tasarruf etmiştir.
2289) Suheyb[189] (bin Sinan) (Radtyallâhü anh)'âen rivayet edildiğine göre; Resûlullah (SallaUahü Aleyhi ve Sellem) şöyle buyurdu, demiştir:
«Üç şey vardır ki bereket onlardadır: Vadeli satış, mukarada (denilen ortaklık) ve satmak için değil de ev (zahiresi) için arpa ile buğdayın karışımları.»"
Not: Zevâid'de şöyle denilmiştir: Bunun senedinde bulunan Salih bin Suheyb mecfaûl Wr r&vldir, El-Ükayli: Râvi Abdurrahim bin Davud'un hadîsi nif. zedilmemis, demiştir.
Sindf de; BuhârI'nin. Ravİ Nasr bin Kâsım'ın hadisinin meçhul olduğunu söylediğini nakletaıiştir. [190]
2290) Aîşe (Radtyallâhü ankâ)'dan rivayet edildiğine göre; Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) şöyle buyurdu, demiştir:
«Şüphesiz sizin yediğinizin en helâli, (meşru) kazancınızdan olan (lokma) dır. Şüphesiz sizin çocuklarınız da sizin kazancınızdandır.»"
2291} Câbir bin Abdillah (Radtyallâhü ankümâ)'dan rivayet edildiğine göre bîr adam:
Ya Resûlaüah! Benim (biraz) malım ve çocuğum vardır. Babam da cidden benim malımı kökünden tüketmek ister, dedi. Bunun üzerine Resûİ-i Ekrem (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) (adama) :
«Sen babanın (kazancı) sın, malın da babana (helal) dır.» buyurdu."
Not: Bunun senedinin sahih olup ravilerinin de Buhârl*nin şartı Üzerine sık& oldukları. Zevaid'do belirtilmiştir.
2292) Amr bin Şuayb'ın dedesi (Abdullah bin Amr bin el-Âs) (Radtyallâhü anhüm)'dGn rivayet edildiğine göre:
Bir adam Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) 'e geıerek t Babam cidden benim malımı kökünden tüketti, dedi. Bunun üzerine Resûl-i Ekrem (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) ;
«Sen babanın (kazancı) sın, senin malm da ona (helâl) dır.» buyurdu. Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) «Öyle de buyurdu ı
«(Ey mü'minler:) Şüphesiz sizin evladınız sizin en helal kazan-cuuzdandır. Bunun için onların mallarından y ey iniz.-" [191]
A i ş e (Radıyallâhü anhâ) 'nın hadîsini Tirmizî, E b û Dâvûd ve Nesâî de rivayet etmişlerdir. Müellifimizin 2137 nolu hadisi de bunun bir benzeridir.
T i r m i z İ bu hadisi rivayet ettikten sonra -. Ashâb4 Kiram'-dan ve onlardan sonra gelenlerden bazı ilim ehli bu hadisle amel ederek : Çocuğunun malında babanın elleri açık (yâni serbest) tir, dilediği tnikdan alabilir, demişlerdir. Bir kısım âlimler de demişler ki: Baba muhtaç olduğunda çocuğunun malından alabilir. Fakat ihtiyacı olmadığında alamaz, diye bilgi vermiştir.
Tuhfe yazan da şöyle der:
"Hadiste evlâd, babanın bir kazancı sayılmıştır. E I - M ü n â -v İ'nin dediği gibi evlâda kazanç demek, mecazî mânâdadır. Çünkü evlâd babasının bir parçasıdır.
Ş e v k â n î: Bu hadisi Hâkim, îbn-i Hibbân ve A h m e d rivayet etmişlerdir. Bu hususta vârid olan hadîslerin tümü delil olmaya elverişlidir. Bunlar, evlâdın malına babanın ortak olduğuna delâlet ederler. Bu nedenle baba, evlâdının malım ondan izin almadan da yiyebilir ve kendi malında tasarruf ettiği gibi onun malında da tasarruf edebilir. Ancak, israf yollarında ve sefihçe harcayamaz. Fakir olan baba ve anaya nafaka vermenin zengin evlâda vâcibliği hakkında icmâ bulunduğunu El-Bahr yazan naklet-miştir, diye bilgi vermiştir.
lbnü'l-Hümâm da  işe (Radıyallâhü anhâ) 'nın hadisini naklettikten sonra: Hadîste geçen «Sizin evlâdınız da sizin kazancınızdandır» mealindeki cümlenin mânâsı "Çocuğun malı babanın malıdır" şeklinde değildir. Çünkü Allah Teâlâ ölen kişinin ço-cuklan olduğu zaman, ölenin babasına sâdece altıda bir, nisbetinde bir miras payı vermiştir. Eğer kişinin malının mülkiyet hakkı babasına âit olmuş olsaydı kişi öldüğü zaman malının tamamının babasına verilmesi gerekecekti, demiştir."
Avnü'l-Mabûd yazan da bu hadîsin şerhinde özetle şöyle der: "Baba, evlâdın dünyaya gelmesine sebep olduğu için, evlâd onun bir nevi kazancı sayılmış ve dolayısıyla evlâdın kazancından yemek ona helâl kılınmıştır,
H a t t â b i : Bu hadîs, nafaka verebilir durumda olan evlâdın, kendi baba ve anasının nafakasını vermekle mükellef olduğuna delâlet eder. Ne durumda olan baba ye analann nafakalarının evlâdına vâcib olduğu konusunda âlimler arasında ihtilâf vardır: Ş â f i i' ye göre baba fakir ve çalışamaz durumda olursa, nafakası evlâdına vâcibtir. Eğer babanın öz malı varsa veya vücutça bir sakatlığı bulunmayıp çalışabilir durumda ise nafakası evlâdına vâcib değildir. Diğer fıkıhçılar ise: Baba ve ananın nafakası evlâdın üzerinde vâcibtir, demişlerdir. Bunlardan her hangi bir ilim adamının söz konusu nafakanın vâcibliği için babada bir vücut sakatlığını şart koştuğunu bilmiyorum, demiştir.
T ı y b İ de : Ş â f i İ' ye göre, muhtaç ve çalışamaz durumda olan baba ve ananın nafakası evlâda (yâni erkek çocuklara) vâcibtir. Fakat muhtaç olmayan veya çalışabilenlerin nafakası evlâda vâcib değildir. Şafiî' den başkası böyle bir şart koşmadan baba ve ananın nafakasının evlâda vâcib olduğuna hükmetmişlerdir, demiştir."
C â b i r (Radıyallâhü anhVın hadisi Zevâıd türündendir. A m r' in dedesinin hadisini Ahmed, Ebû Dâvûd ve îbn-i Huzeyme de rivayet etmişlerdir.
Resûl-i Ekrem (Aleyhi's-salâtü ve's-selâm)'e müracaat ettiği bu iki hadiste haber verilen adamın İsmi hakkında bir kayda rastlamadım.
Bu iki hadîste geçen ve "İctiyâh" kökünden alma fiilleri "Kökünden tüketmek" mânâsına terceme ettim. İctiyâh masdarının asıl manâsı bir şeyi kökü ile koparmak ve kökünden kazımak, imha etmektir. Burada malı bitirmek ve tüketmek mânâsı kasdedilmiştir.
Resûl-i Ekrem (Aleyhi's-salâtü ve's-selâm)'a müracaatla, babasının kendisinin malını tüketmek istediğini söyleyen adamın sözü hakkında Ha t tâ b i şöyle der: Adamın maksadı şu olabilir: Benim malım azdır. Çocuğum da vardır. Babam da benden nafaka ister. Çoluk çocuğunun nafakasından artan malım babamm nafakasını karşılayamaz. Eğer babamın istediği nafakayı da ödeyecek olursam malım tükenir.
Resûl-i Ekrem (Aleyhi's-salâtü ve's-selâm) adamın bu mazeretini kabul etmeyerek «Sen babanın (bir kazancı) sın, malın da babana (helâl) dır.» buyurmuştur. Resûl-i Ekrem (Aleyhi's-salâtü ve's-selâm) 'in buyruğunun mânâsı şudur: Baban kendi malı gibi senin malını da ihtiyacı nisbetinde alır. Senin malın bulunmadığında çalışarak mal kazanabilirsen, çalışıp babanın nafakasını ödemen vâcibtir.
Babanın bir ihtiyacı yok iken ve nafakadan ayn olarak evlâdının malını elinden alıp dilediği gibi kullanma mânâsı kasdedilmemiş-tir. Böylece evlâdının malını nafakadan başka şeylere harcayıp tüketme ve yok etme mânâsını çıkanp bu şekilde hüküm vermiş bir ilim ve fıkıhçıyı bilmiyorum, demiştir[192]
2293) Âişe (Radtyallâhü û»Aâ/dan; Şöyle demiştir: Hind (Radıyallâhü anhâ), Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'e gelerek t
Ya Resûlallahl (Kocam) Ebû Süfyân cimri bir kimsedir. Bana ve çocuğuma yetecek kadar nafaka vermiyor. Ancak kendisinin bilgisi olmaksızın malından aldığım mikdar bize yetiyor, dedi. (Ve bunun sakıncalı olup olmadığını sordu.) Bunun üzerine Resûl-i Ekrem (Salîallahü Aleyhi ve Sellem) :
•Örfe göre kendine ve çocuğuna yetecek mikdan (onun malından) al» buyurdu." [193]
Bu hadisi Buharı ve Müslim de rivayet etmişlerdir. Buhar i'deki rivayet meâien şöyledir: "... Aişe (Radıyallâhü anhâ) "dan: Şöyle demiştir:" Hind (Radıyallâhü anhâ), Besülullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'e:
(Kocam) Ebû Süfyân cimri bir kimsedir. Bunun malından gizlice almamda bana bir günah var mı? diye sordu. Resûl-i Ekrem (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) :
«Örfe göre kendine ve çocuklarına yetecek mikdan alabilirsin» buyurdu."
Aynî, bu hadîsin şerhinde şöyle der:
"Evlâd erginlik çağına varmış olsa bile nafakasının babasına âit olduğunu söyleyenler bu hadîsi delîl göstermişlerdir. Fakat bu hadis onlar için delîl olmaz. Çünkü hadiste Özel bir durum söz konusudur. Bundan umumi bir hüküm çıkarılamaz. Bu olaydaki çocuk küçük yaşta olabilir. Ya da büyük yaşta olmakla beraber bir vücut sakatlığı bulunmuş olabilir. [194]
1. Bir adam hakkını alenen alamazsa, fırsat bulunduğunda gizli de alabilir.
2. Hakkını alabilmek ve uğradığı haksızlığı yetkililere anlatmak amacıyla ilgili şahısta bulunan kusur ve hatâlan dile getirmek caizdir. Çünkü Resûl-i Ekrem (Aleyhi's-salâtü ve's-selâm) Hind'i dinlemiş ve anlatılana îtiraz etmemiştir.
3. Hanef iler: Bir kimsenin gıyabında onun aleyhinde hüküm verilemez, demişlerdir. Hüküm verilebilir, diyen Şafİfler bu hadîsi kendi görüşlerine delîl göstermişler ise de bu, onlar için bir delil olmaz. Çünkü Hanefiler; Bu olay M e k k e' de cereyan etmiştir. Ebû Süfyân da orada idi, demişlerdir.
Erkek aleyhinde karısı için nafaka bağlayan hâkimin ne kadar nafaka bağlıyacağı hususunda âlimler arasında ihtilâf olmuştur. Şöyle kî:
1. Mâ] ik'e göre kadının zenginlik ve fakirlik durumuna İtibar edilerek nafakasının mikdan tesbit edilir. Nafaka için. maktu bir meblâğ yoktur. Ebû Hanife de böyle demiştir.
2. Ş â f i İ' ye göre kadının değil de kocasının mâlı durumu dikkate alınarak kadının nafaka mikdan hâkim tarafından takdir edilir. Bu takdir şöyle yapılır: Kocası zengin ise iki müd, fakir ise bir müd ve orta halli ise bir buçuk müd yiyecek günlük olarak tesbit ve takdir edilir. Halife'nin kızı ile bekçinin kızı nafaka bakımm-dan eşit tutulur."
N e v e v î de bu hadîsin şerhinde şöyle der: "Bu hadisten elde edilen hükümler şunlardır i
1. Kadının nafakası kocasına vâcibtir.
2. Küçük yaştaki fakir çıx;uklann nafakaları babalarına vâcibtir.
3. Nafaka mikdan müdlerle tesbit edilmeyip kifayet edecek sekilide tesbit edilir. Bizim arkadaşlarımızın mezhebine göre kandan başkasının nafakası kifayet edecek şekilde tesbit edilir. Hadîsin za-hiiri' de bunu emreder. Fakat karının nafaka mikdan müdlere göre tasbit edilir. Onun günlük nafakası şöyle tesbit edilir: Zengin kocaya iki müd, fakir kocaya bir müd ve orta halli kocaya bir müd yükletilir. Müd, sâ'm dörtte biridir. (Sâ'ın mikdan âlimlere göre değişiktir. Zekât bölümünde geniş bilgi verilmiştir. Bir fikir vermesi bakımından yuvarlak bir hesabla, bir sâ yaklaşık olarak 3 kilo 300 gramdır.) Bu hadis bizim arkadaşlarımızın görüşünü reddeder.
4. Hâkim ve müfti, yabancı yâni mahremleri olmayan bir kadının ifâdesini dinleyebilirler.
5. Fetva istemek veya şikâyet etmek ve benzeri işler amacıyla bir kimsenin hoşlanmayacağı hallerini dile getirmek caizdir. Gıybet sayılmaz.
6. Alacağını alamayan bir kimse kendi alacağı kadar borçlusunun malında izinsiz alabilir. Bizim mezhebimiz böyledir. Fakat Ebû Hanife ve Mâlik bunu almayı caiz görmemişlerdir.
7. Fetva soran kişinin ifâdesine göre ve karşı tarafın ifâdesini almadan fetva vermek caizdir. Tabii, verilecek fetvanın geçerliliği, fetva isteyenin anlattığı hususta doğru sözlü olması şartına bağlıdır. Fetva veren zâtın bu şartı açıklaması vâcib değildir. Nitekim Resûl-i Ekrem (Aleyhi's-salâtü ve's-selâm) H i n d' in ifâdesine göre Şer'i hükmü beyan etmiştir. Müfti'nin bu şartı açıklaması da sakıncalı değildir.
8. Kadın kendi çocuklarına, babalarının malından nafakalarını ödemek ve ihtiyaçlarını gidermek hakkına sâhibtir.
9. Şer-i Şerifte bir sınırla tahdid edilmemiş olan hususlarda örf ile amel etmek caizdir.
10. Evli kadın kocasından izin almak kaydıyla, kendi meşru ihtiyaçlarını gidermek için evden dışarı çıkabilir. Keza, kocasının rızası olduğunu bildiği takdirde kendisinden özel izin istemeden de çıkabilir.
11. Bir kimsenin gıyabında onun aleyhinde hüküm verilebilir. Bizim arkadaşlarımız ile diğer bâzı âlimler bu hadisi bu görüş için delil göstermişlerdir. Fakat bu mesele hakkında âlimler arasında ihtilâf vardır:
a) Ebû Hanîfe ve Küfe' nin diğer âlimlerine göre gıyabında kimsenin aleyhinde hüküm verilemez.
b) Şafiî ve cumhura göre, İnsanların haklan ile ilgili dâvalarda kişinin gıyabında da aleyhinde hüküm verilebilir. Fakat Allah'ın hukuku olan cezalarda gıyabında kişinin aleyhinde hüküm verilemez. Bu hadîs bu mesele için delil olamaz. Çünkü bu hüküm M e k k e ' de verilmiştir. Ebû Süfyan da M e k k e " de idi. Aleyhinde gıyabi hüküm verilen kişinin o şehir veya köyde olmaması veya gizlenmiş olup onu buldurmanın mümkün olmaması gerekir. Halbuki bu şart Ebû Süfyan'da mevcut değildi. Bu itibarla Onunla ilgili verilen cevap bir hüküm olmayıp bir fetva idi."
Ebû Süfyân (Radıyallâhü enh) ile H i n d (Radıyal-lâhü anhâ) hakkında birkaç söz:
Ebû Süfyân (Radıyallâhü anh) Mekke'nin fetih günü müslüman olmuştur. Hâl tercemesi 355 nolu hadis bölümünde geçmiştir. Kendisi M u â v i y e (Radıyallâhü anh)*ın babasıdır.
Ebû Süfyân'ın kansı H i n d de kocasından hemen sonra mü si uman lığı kabul etmiştir. Hind, Utbe bin Ha-b i a ' nın kızıdır. Buharı' nin  i ş e (Radıyallâhü arınandan rivayet ettiğine göre, Hind (Radıyallâhü anhâ) Resûl-i Ekrem (Aleyhi's-salâtü ve's-selâm)'e:
"Yâ Resûlallah! Vaktiyle senin evin kadar yıkılmasını İstediğim bir ev ve hiç bir aile yoktur. Bu gün ise hiç bir ev halkı senin hane halkın kadar benim yanımda sevimli değildir, dedi ve hadîste anlatılan fetvayı sordu..."
Bu kadın, müslüman olmazdan evvel Resûl-i Ekrem (Aleyhi's-salâtü ve's-selâm) 'e karşı kin ve husûmetle doluydu. Hattâ Uhud savaşma katılarak müşriklere cesaret vermek ve onları tahrik etmek amacıyla savaş meydanında tahrik edici şiirler okuduğu ve Resûl-i Ekrem (Aleyhi's-salâtü ve's-selâm)'in şehid düşen amcası Ham-za (Radıyallâhü anh)'m ciğerini çiğnediği rivayet edilmiştir. Fakat müslüman olduktan sonra samimiyetle İslâm'a sarılmış ve bundan sonraki savaşların bir kısmına katılarak İslâm askerlerine yardımcı olmuş, onları heyecanlandırıcı şiirler okumuştur. Y e r m u k savaşma kocasıyla beraber katılmış ve fedakârlıklar göstermiştir. Hind (Radıyallâhü anhâ) Ömer (Radıyallâhü anh) 'in halifeliği döneminde ve Ebû Bekir (Radıyallâhü anh)'in babası Ebû Kuhâfe'nân vefat ettiği gün vefat etmiştir.
2294) Âişe (Radtyallâhü anhâydzn rivayet edildiğine göre; Resûlul-lah (Saliallakü Aleyhi ve Sellem) şöyle buyurdu, demiştir:
«Kadın, israf etmeyerek (örf ve âdeta uygun olarak) kocasının evinden (onun rızasıyla) infak (ve ikram) ettiği zaman, (râvi Mu-hammed dedi ki: Babam — Abdullah — kendi rivayetinde: «Kadın yedirdiği zaman» ifâdesini söyledi.) kadının sevabı kendisine olur. Kocası da bu malı kazandığı için o kadar sevab kazanır. Kadın İse infak ettiği için sevab kazanır. Hizmetçiye de bu kadar sevab olur. Allah bunların sevablarından hiç bir şey eksiltmez (veya kocanuı sevabı, karısının ve hizmetçinin sevablarından bir şey eksiltmez.)»" [195]
Bu hadis, KÜtüb-İ Sİtte'nin hepsinde rivayet edilmiştir. Bâzı rivayetlerde az kelime değişikliği var ise de manâyı etkilemez.
N e v e v i bu hadîsin şerhinde özetle şöyle der: "Kadının infak ve yedirmesinden maksad, onun mal sahibinin çoluk çocuklarına, hizmetçilerine, misafirlerine, ziyaretçilerine, bas vuran yolculara ve fakirlere mal sahibinin açık izniyle veya örf ve âdette izin sayılan rızasıyla yedirmesi, sadaka vermesi ve ikramda bulunmasıdır.
Sözü edilen yedirme, infak ve ikram evin dirliğini bozmaz ve israf sayılmaz durumda olursa hüküm budur. İnfak ve sadaka az bir mikdar sayılmayıp örf ve âdete göre mal sahibinin açık iznini gerektirir durumda ise kadın mal sahibinden açık müsaade almadan
tasarrufta bulunamaz. Hadîsin; «Kadın israf etmeyerek- kaydıyla bu mânâ kasdedilmiştir. Resûl-i Ekrem (Aleyhi's-salâ-tü ve's-selâm) bu kayıtla, kadının infak ve ikramının örf ve âdete göre kocasının rızâsı olduğu bilinen az miktarda olmasına işaret buyurmuştur. Hadîsteki «Yedirme» ifâdesi de bu hususa bir işarettir. Çünkü örf ve âdette yemek işinde ikram yapmak normal sayılır. Fakat kocanın parasından ikram yapmak, sadaka vermek veya değerli bir malını vermek bu hükmün dışında kalır.
Şu husus da bilinmelidir: Kadın, hizmetçi, köle ve câriye, mal sahibinden izin almadan malında hiç bir tasarruf ve harcama yapamazlar. Mal sahibinin izni olmadan bunlann yapacakları sadaka harcaması bile bunlara hiç bir sevab sağlayamaz. Bilâkis başkası* nın malında izinsiz tasarrufta bulundukları için vebal ve günah altında kalmış olurlar.
Mal sahibinin izin vermesi iki türlüdür: Birisi, nafaka ve sadaka vermek için açıkça müsaade etmesidir. İkincisi de örf ve âdete göre izin vermiş sayılmasıdır. Meselâ, kapıya gelen dilenciye bir parça ekmek veya buna benzer bir sadaka vermek. Böyle halde bu gibi cüzî sadaka vermek âdettir. Uygulana gelen örf ve âdete göre mal sahibinin buna müsaade ettiği, buna rızâ gösterdiği kanaati hâkim ise bu usul bir izin hükmündedir. Mal sahibi dille izin vermemiş olsa bile rızâsının bulunduğunu bilmek kâfidir. Bir memlekette bu usul ve âdet bulunduğu halde buna rızâ göstermediği bilinen bir aile reisinin malından ondan açıkça izin almadan bir parça ekmek bile sadaka verilemez. Bir şahıs cimri olduğu için buna rızâ göstermediği bilinirse veya rızâsının bulunmadığı kendisinin hâl ve hareketlerinden anlaşılırsa, ne karısı ne de başkası onun malından ondan açık izin almadıkça en ufak bir sadakayı veya en cüzî bir ikramı yapamazlar.
Hadiste anlatılan sevab ortaklığının mânâsı şudur: Hayırlı bir iş ve hizmeti yapmakta ortak olan yâni emeği olanlar, bunun karşılığında verilecek ecir ve sevabta da ortak olurlar. Ecir ve sevabta ortak olmanın mânâsı emeği olan herkesin asıl sahibi kadar ecir ve sevab kazanmasıdır. Birisine verilen sevab diğerinin sevabının eksilmesine sebebiyet vermez."
Bu hadisi müellifimize rivayet eden Muhammed bin Abdillah bin Nümeyr, bunu hem kendi babası Abdullah* tan, hem de Ebû Muâviye' den rivayet etmiştir,. Hadisin baş kısmındaki-eiinote Ebû Muâviye 'nin rivâyetinde «Kadın infak ettiği zaman...» şeklindedir. M u h a m -m e d'in babası A b d u 1 1 ah'ın rivayetinde ise bu cümle «Kadın yedirdiği zaman...» şeklindedir. Müellifimiz bu durumu belirtmiştir. Biz de tercemede bu durumu açıklamaya çalıştık.
Hadîsin metninde kocanın izin ve müsadesi kaydı çok ise de âlimler bu kaydın düşünüldüğünü ifâde etmişlerdir. Yâni gerek nafaka harcama işinde gerekse sadaka vermek hususunda kocanın açık veya kapalı izin vermesi ve rızâsı esastır. Ancak erkek vermekle mükellef bulunduğu karısının ve küçük yaştaki çocuklarının nafakasını ödemekten imtina ederse veya eksik öderse kadmın, onun malından ondan habersiz bile kendi nafakasını ve çocuklarının nafakasını alması meselesinin hükmü ayrıdır. Bu hükümle ilgili gerekli bilgi ve âlimlerin bu mesele hakkındaki görüşleri bundan önceki hadîsin izahı bölümünde verildi.
2295) Ebû Ümâme el-Bâhilî (Radıyallâhü anhyden rivayet edildiğine göre şöyle demiştir:
Ben Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'den işittim, buyurdu kiı
«Kadın kocasının (açık veya kapalı) izni olmaksızın evinden (yâni kocasının malından) hiç bir şey infak (ve sadaka) edemez.» Oradakiler :
Yâ Resûlallah! Yemeği de infak edemez (mi) ? diye sordular. Re-sûl-i Ekrem (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) :
«Yemek en üstün mallannızdandır.» buyurdu." [196]
Bu hadisi Tirmizl de rivayet etmiştir. Oradaki rivayette; e *>• = «Kadının evinden» sözü yerine; lig^jj ^4; O* = «Kocasının evinden» sözü vardır. Kasdedilen mânâ budur. Yâni kocasının malıdır. Hadisin son kısmı buna delâlet eder. Kocasının izninden maksad açık izni veya rızâsının bilinmesidir. Bu husus bundan önceki hadisin izahı bölümünde anlatıldı. Örf ve âdete göre israf sayılmayan cüzî sadakalara aile reislerinin nzâsı olduğu bilindiği takdirde bu rızâ bir nevî izin sayılır.
Hadisin «Yemek en üstün mallanmızdir.» cümlesinin izahı hakkında Tuhfe yazarı şöyle der: Yâni kadın kocasının izni olmaksızın en ufak bir şeyi sadaka etmeye yetkili olmayınca bundan daha aziz ve değerli yemek ve ev azığını infak etmeye nasıl yetkili olabilir?
Bundan önce geçen  i ş e (Radıyallâhü anhâ)'nm hadîsinde; «Kocasının izni» kaydı bulunmadığı halde bu hadîste bu kayıt bulunmaktadır. Orada da bu kayıt melhuzdur.
Bu hadisin râvîsi Ebû Ümâme (Radıyallâhü anhVın hâl tercemesi 449 nolu hadîsin izahı bölümünde geçti. [197]
2296) Enes bin Mâlik (Radıyallâhü anh)'dtn; Şöyle demiştir: Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem), kölenin dâvetinebet ederdi.
2297) Umeyr mevlâ Âbî'1-Lahm (Radıyallâhü anhümâ)'dan; Şöyle demiştir :
Benim efendim (Âbi'1-Lahm) bana yiyecek verirdi. Ben de bundan yedirirdim. Efendim beni (bundan) menetti veya (Umeyr) dedi ki t (Efendim) beni dövdü. Bunun üzerine (bu durumu) Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'e ben sordum veya o (yâni efendim) sordu. Ben i
(Başka adama yedirme işinden) vazgeçmem veya bunu bırakmam, dedim. Resûl-i Ekrem (Sallalîahü Aleyhi ve Sellem) de:
«(Başkasına yedirmeye ait) sevab ikinizin arasındadır.» buyurdu." [198]
E n e s (Radıyallâhü anh) 'm hadîsini T a b a r â n İ de ri-tf&yet etmiştir. Zevaid'den sayilraadtğına göre Kütüb-i Sitte'nin her-b&ngi grisinde de bulunması gerekir. Fakat ben rastlayamadım.
Umeyr (Radıyallâhü anh) 'm hadisini Müslim de rivayet etmiştir.
Sindi, Enes'in hadîsi ile ilgili olarak: Dâvetine icabet edilen köle ticâret etmeye mezun bir köle olabilir. Efendisinin izniyle ticâret eden köle az ikramda bulunabilir. Anılan kölenin davet etmek için efendisinden izin almış olması da muhtemeldir. Hülâsa, ticâret etmek üzere efendisinden izin almamış bir kölenin ondan izin almadan bir kimseyi davet etmesinin câizliği mânâsı bu hadisten çıkarılamaz, demiştir. Çünkü kölenin mülkiyet hakkı yoktur. Kazancı da efendisinin malıdır. Mal sahibinden izin almadan malında tasarruf etmek, hattâ ondan sadaka çıkarmak bile caiz değildir.
Umeyr (Radıyallâhü anh)'m Müslim' deki rivayeti meâ-len şöyledir: "Benim efendim, güneşte et kurutmamı emretti. (Ben de et kuruturken) yanıma bîr fakir geldi. Ben de ona etten yedirdim. Sonra efendimin bundan haberi oldu. Bunun üzerine beni dövdü. Ben de Besülullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'in huzuruna çıkıp O'na bu durumu anlattım. Resûl-i Ekrem (Sallallahü Aleyhi ve Sellem de efendimi çağırttı ve ı
«Niçin bunu dövdün?» diye sordu. Efendim de: Ben buna emretmeksizin bu, benim yiyeceğimi (başkasına) veriyor, dedi. Bunun üzerine Resul i Ekrem (Sallallahü Aleyhi ve Sel «(Buna âit) sevab, ikinizin arasındadır.» buyurdu."
N e v e v i de bu hadîsin şerhinde şöyle der: "Bu hadîs şöyle yorumlanır: Umeyr, efendisinin razı olduğu zannıyla etin bir parçasını sadaka olarak vermiş, efendisi ise buna rızâ göstermemiştir. Umeyr (Radıyallâhü anh), sevab kazanmıştır. Çünkü kendisi bir hayır olduğuna inanarak ve ibâdet niyetiyle bu işi yapmıştır. Efendisi de sevab kazanmıştır. Çünkü kendisinin malı bir hayır yoluna harcanmıştır.
Sevabının ikisinin arasında olmasının mânâsı, fakire yedirilen mal karşılığında verilen sevabın ikisinin arasında taksim edilmesi değildir. (Çünkü bu mal karşılığında verilen sevabın, tamamı, mal sahibine aittir. Ancak, bu hayra vesile olup sadakayı fakire ulaştıran kişi de bu hizmetinin karşılığında sevab kazanır. Birisinin sevabı, diğerinin sevabını azaltmaz.) Bu hususta geniş bilgi daha önce geçmiştir. (2294 nolu hadisin izahında bu bilginin benzeri geçmiştir) .
Bu hadisin en uygun yorumu budur. Bâzıları başka şekilde yorum yapmış ise de o yorum, rızâ gösterilecek bir yorum değildir.
Umeyr (Radıyallâhü anh) 'm efendisi Âbİ'1-Lahm. (Ra-dıyallâhü anh) 'm adı A b d u 1 1 a h' tır. îsmi. Halef veya el-Huveyris el-Ğıfârî, diye rivayetler de vardır. Bir kavle göre kendisi et yemediği için, diğer bir kavle göre putlar adı kesilen kurbanların etini yemediği için bu künyeyi almıştır. Bu
künyenin sözlük mânâsı: Etten imtina eden, demektir. Bu zât saha-bîdir. H u n e y n savaşında şehid edilmiştir. Râvisi de mevlâsı Umeyr (Radıyallâhü anh) 'dır."
Umeyr (Radıyallâhü anh) de sahabîdir. Birkaç hadîsi vardır. Müslim onun bir hadîsini —ki bu hadîstir— rivayet etmiştir. Râvîleri ise Yezîd bin el-Hâd ile Muham-med bin ibrahim et-Teymi'dir. Tirmizi, Ebû Dâvûd, Nesâî ve Ibn-i Mâceh onun hadîslerini rivayet etmişlerdir.[199]
2298) (Guber oğullarından) Abbâd bin Şürahbîl (Radıyattâhü anh)*-den rivayet edildiğine göre şöyle demiştir:
Başımıza bir açlık ve
kıtlık yılı geldi. Ben de Medİne-i M üne v ve-re'ye gittim ve bu yerin
bahçelerinden birisine vardım. Bir miktar başak alıp oğarak tanelerini
çıkardım. Birazını yedim. Kalanını da elbisemin içine koydum. (Bu arada) bahçe
sahibi geldi, beni dövdü ve elbisemi aldı. Ben de Peygamber (Sallallahü Aleyhi
ve Sellem) 'in yanma varıp O'na (bu durumu) anlattım. Resûl-i Ekrem (Sallallahü
Aleyhi ve Sellem) (bahçe sahibi olan) adama: "O, aç iken sen ona (bir şey)
yedirmedin ve o, câhil iken sen ona (bir şey) öğretmedin," buyurdu. Sonra
Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) 'in emri ile bahçe sahibi, Abbâd'm
elbisesini kendisine geri verdi ve Resûl-i Ekrem (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)
Abbâd'a bir veya yarım vesk yiyecek verilmesi için emir buyurdu."
[200]
Bu hadisi Ebû Dâvûd ve Nesâî de rivayet etmişlerdir.
S i n d î bu hadisin açıklaması bölümünde Resûl-i Ekrem (Aleyhi's-salâtü ve's-selâm)'in bahçe sahibine hitaben buyurduğu cümlelerden kasdedilen mânâ şudur: Abbâd. aç ve bilgisiz idî. Sana lâyık davranış şöyle yapmandı: Yere düşen başakların sana âit olduğunu ona öğretecektin, bundan sonra da onun almış olduğu hububatı ona bırakıp yedirecektin. Fakat sen bunların hiç birisini yapmadın, diye açıklamıştır.
Avnü'l-Mabûd yazan da şöyle der:
"H a t t â b î : Resûl-i Ekrem (Aleyhi's-salâtü ve's-selâm) A b b â d' ı bilgisizliği dolayısıyla mazur saymıştır. Çünkü Abbâd, topladığı hububatı götürmenin yasaklığını bilmiyordu. A b -b â d aç olduğu halde ona yiyecek maddesini yedirmediği için bahçe sahibi de Resûl-i Ekrem (Aleyhi's-salâtü ve's-selâm) tarafından kınanmıştır.
Abbâd bin Şürahbil el-Yeşküri el-Anberî (Radıyallâhü anh)'m bundan başka hadîsinin bulunmadığı söylenmiştir. B a ğ a v i, onun Basra'da ikamet ettiğini ve Ebû Bişr Cafer bin Ebi İyâs' tan başka râvisinin bulunmadığını söylemişti
Hadisin sonunda bulunan; "ve ona bir veya yarım vesk yiyecek verilmesi için emir buyurdu." cümlesinden maksad, Resûl-i Ekrem (Aleyhi's-salâtü ve's-selâm)'in Abbâd'a yiyecek yardımında bulunduğunu ifâde etmektir. Bâzıları bu cümleyi: "Resûl'i ekrem (Aleyhi's-salâtü ve's-selâm) bahçe sahibine bir veya yarım vesk yiyecek verilmesi için emir buyurdu", şeklinde yorumlamışlar ise de bu yorum hatalıdır. Çünkü buradaki cümleyi bu şekilde yorumlamak uzak bir ihtimalle mümkün ise de Ebû D â v û d' un rivâyetindeki benzeri cümlenin böyle yorumlanması mümkün değildir. Çünkü oradaki cümle şöyledir: ve Resûl-i Ekrem emretti; Bahçe sahibi benim elbisemi bana iade etti ve Resûl-i Ekrem (Aleyhi's-salâtü ve's-selâm) bana bir veya ya-nm vesk yiyecek verdi."
Hadîsin fıkıh yönünü bu bâbtaki hadîslerin hepsinin terceme-sinden sonra tümünün fıkıh yönü ile birlikte anlatacağım.
2299) Râfi' bin Amr el-Ğifârî (Radtyallâhü o»A/den; Şöyle demiştir:
Ben erginlik çağma yaklaşmış bir yaşta İken (meyvasını düşürüp yemek için) hurma ağaçlarımıza —veya demiş ki— Ensâr'ın hurma ağaçlarına taş atardım. Sonra (bir defa yakalanıp) Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'e getirildim. Resûl-i Ekrem (Sal-lallahü Aleyhi ve Sellem) de bana t
— «Yâ ğulâm (yetişkin çocuk)! — Râvî tbn-İ Kâsib demiş ki, Re-sûl-İ Ekrem (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) : Yâ oğulcuğum! —Sen niçin hurma ağaçlarına taş atıyorsun?» buyurdu. Râfi' demiş ki ı Ben:
— (Düşürdüğüm hurmayı) yiyorum, dedim. Resûl-i Ekrem t
— «Bundan sonra hurma ağaçlarına taş atma da yere düşmüş olan hurmaları ye.» buyurdu. Râfi' demiş kii Sonra Resûl-i Ekrem (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) elini başıma sürdü ve ı
«Allahım bunun karnını doyur.» buyurdu."
2300) Ebû Saîd(-i Hudrî) (Radtyallâhü anh)'den rivayet edildiğine göre; Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) şöyle buyurmuştur:
«Sen bir çobanlın sürüsünün) üzerine vardığınız zaman çobanı üç defa yüksek sesle çağır. Eğer çoban cevab verirse, (ondan izin alıp süt içersin). Eğer çobandan bir ses çıkmazsa (yâni görülemez-se) bozgunculuk etmeksizin (sütü sağıp götürmeksizin)" sürüsünün sütünden içebilirsin. Bir bahçenin duvarının üzerine vardığın zaman da bahçe sahibini üç defa yüksek sesle çağır. Eğer sana cevab verirse, (ondan izin alarak mahsulden yersin). Şayet bahçe sahibinden bir ses çıkmazsa, bozgunculuk etmeksizin (mahsûlü götürmek-fcizin) yiyebilirsin.»"
Not: El-Fetih'te: Bu hadisi Tahâvî de rivayet etml? vs tbn-İ Hibb&n ile Hâkim bu hadisi sahih saymışlar, denilmiştir.
Zevâid'de şöyle denilmiştir: Bunun senedinde bulunan el-CÜreyrî'nin temi Sa'd bin tyâs'tır. Bu râvînin hafızası son zamanlarında zayıflamıştır. RâvI Yezld bin Hârûn da ondan bu hâlinden sonra rivayette bulunmuştur. Lâkin Müslim'de kendi sahih'inde onun hadislerini yine Yezîd bin Harun aracılığıyla rivayet etmiştir.
2301) (Abdullah) bin Ömer (Radtyallâhü anhümâydzn rivayet edildiğine göre; Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) şöyle buyurdu, demiştir:
«Sizden birisi bir bahçenin üzerinden geçtiği zaman (meyvala-nndan) yesin. Fakat ondan bir şeyi elbisesinin içine koyup götürmesin.." [201]
Râfi' (Radıyallahü anh) 'm hadîsini Tirmizî ve Ebû D â v û d da rivayet etmiştir. T i r m i z i bu hadisin hasen - ga-rib - sahîh olduğunu söylemiştir. Ebû Dâvûd bu hadisi "Yere düşen meyvadan yiyebilir, diyenin babı" başlığı ile açtığı bir babta rivayet etmiştir. Avnü'l-Mabûd yazarı da: Bu hadîs yere düşen meyvadan yemenin caizliğine delâlet eder, demiştir.
Tirmizl'nin rivayetine göre Resûl-i Ekrem (Aleyhi's-salâtü ve's-selâm) R & f i' e; Niçin Ensâr'ın hurma ağaçlarına taş atıyorsun? diy« sorunca. R * f i, açlıftuu neden göstermiştir.
Sindi de: Resûl-i Ekrem (Aleyhi's-salâtü ve's-selâm) 'in, R a -f i' e; -Yere düşen meyvalardan ye.» buyurmasını bâzı âlimler delü göstererek, R â f i' in açlık zarureti içinde olmadığını söylemişlerdir. Çünkü açlık zaruretinden dolayı bu işi yapmış olsaydı yalnız yere düşmüş meyvalardan değil, ağaçlan üzerindeki meyvalardan da yemesi için ruhsat verilecekti. Resûl-i Ekrem (Aleyh:1 s-salâtü ve's-selâmJ'in "Allahım! Onun karnını doyur." diye duâ büyümesi Râ-f i' in açlık zarureti içinde olmadığına delâlet eder. Hâl bu olunca bu hadisin zahirine göre açlık zarureti olmasa bile bir bahçenin üzerinden geçerken onun yere düşmüş meyvasından yemek caizdir. Ama meyvadan alıp götürmek caiz değildir. Fakat cumhur, yere düşmüş olsa bile bir bahçenin meyvasından, sahibinin bilgisi dışında yemek caiz değildir. Ancak açlık zarureti hâlinde yerde veya ağacı üzerindeki meyvadan zaruri açlık ihtiyacını gidermek caizdir, demiştir, diye bilgi vermiştir.
E b û S a İ d (Radıyallâhü anh)'m hadisi Zevâid türünden-dir. Notta belirtildiği gibi Tah'âvi de bunu rivayet etmiştir. Ayrıca B e y h a k i de rivayet etmiştir. Ebû Dâvûd ve T i r -mizi de bu hadîsin süt içmekle ilgili kısmının benzerini S e m û -re bin Cündüb (Radıyallâhü anhâ) 'den merfû olarak rivayet etmişlerdir. Oralardaki metin daha ayrıntılı olup meâlen şöyledir : «Biriniz bir mâşiye (yâni koyun, keçi, inek, manda ve deve sürüsü) üzerine vardığında sürü sahibi onların arasında ise ondan izin istesin. Şayet izin verirse süt sağıp içsin. Eğer sürü sahibi orada değil ise yüksek sesle üç kez onu çağırsın. Eğer ondan bir cevab alırsa müsaade istesin (ve izin alırsa sütten içsin). Şayet bîr cevab (ve ses) alamazsa süt sağıp içsin. Fakat süt götürmesin."
Hattâbi bu hadisin şerhinde şöyle der:
"Bu hadisteki hüküm, hiç bir yiyecek maddesini bulamayan ve açlıktan hayatı tehlikeye giren kimse hakkındadır. Eğer adam bu durumda ise böyle yapması caizdir. Hadis ehlinin bâzısı: Durumu böyle olan adamın içtiği sütü Resûl-i Ekrem (Aleyhi's-salâtü ve's-se-lâm) kendisine temlik etmiş sayılır. Artık bu süt adama helâldir ve sütün kıymetini süt sahibine ödemesi gerekmez, demiştir. Fakat fı-kıhçılann ekserisi: Adamın varsa sütün değerini süt sahibine ödemesi gereklidir. Çünkü "Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) : Hiç bir nıüslümamn malı kendisinin gönül hoşluğuyla olmadıkça (hiç kimseye) helâl değildir, buyurmuştur" diye bilgi vermiştir.
1 b n - i Ömer (Radıyalahü anh) 'in hadisini T i r m i z î ve Nesâî de rivayet etmişlerdir. Ebû Dâvûd da bunun bir benzerini Abdullah bin Amr bin el-As (Radı-yallâhü anh) 'den rivayet etmiştir.
Tirmizî bu hadîsi rivayet ettikten sonra: Yolcu bir kimsenin yolculuk esnasında bahçelerin meyvalarını yemesine ilim ehlinin bâzısı ruhsat vermiştir. Bâzıları da değerini ödemeksizin yemesini caiz görmemiştir, der.
Tuhfe yazan da Tirmizî' nin bu sözü ile ilgili olarak şöyle der: N e v e v i, el-Mühezzeb'ih şerhinde: Bağ, bahçe, ziraat ve küçük veya büyük baş hayvan sürüsünün yakmından geçen bir kimsenin bundan bir şey yemesi veya içmesi meselesi hakkında âlimler ihtilâf etmişlerdir:
1. Cumhur ve Ş â f i i' ye göre, zaruret olmadıkça adam bunlardan bir şey alamaz. Zaruret hâlinde alabilir ve aldığının bedelini ödemekle mükelleftir.
2. Selef âlimlerinin bir kısmına göre zaruret hâlinde bunlardan bir şey alıp yediği veya içtiği takdirde bedelini ödemek ona borç olmaz.
3. A h m e d' e göre, eğer bağ ve bahçenin etrafı duvarlarla çevrili değil ise buradaki yaş meyvayı, zaruret olmasa bile yiyebilir. En sahih rivayet böyledir. A h m e d' den yapılan ikinci rivayete göre ancak zaruret hâlinde yiyebilir. Her iki rivayete göre de adamın yediği onun boynunda borç olmaz.
Şafii bu fetvayı, bu konuda rivayet olunan hadîsin sıhhatı-na bağlamıştır. Beyhaki' nin dediğine göre Şafii' nin kas-dettiği hadis tbn-i Ömer'in (2301 nolu) hadisidir. Beyhaki bu hadîsi zayıf sayarak : Kuvvetli olmayan bir kaç yolla rivayet edilen bu hadis sıhhat bulmamıştır, der. E 1 - H â f ı z ise: Hak olan budur ki, bu hadisin senedlerinin toplamı sahih bîr hadîsin derecesinden eksik değildir, demiştir."
Îbnü*l-Kayyim'in dediğine göre Ebû Hanife ve Mâlik de cumhura göre hükmetmişlerdir. Yâni kişi açlıktan dolayı hayatî tehlike ile karşı karşıya kaldığı zaman bedeline borçlanmak kaydıyla başkasının bağ ve bahçesinden veya başkasının davarlarının sütünden açlığım giderecek kadar alabilir.
Bu bâbta rivayet olunan hadîslerin tümünün zahirine göre sahibinden habersiz olarak hayvanın sütünü sağıp içmek, bağ ve bahçe ile benzeri yerlerde bulunan meyva ve diftar sebze ile hububattan yemek caizdir. Fakat bundan sonra gelen bâbta rivayet edilen hadisler ile benzerî sahih hadisler sahibinden izinsiz herhangi bir malı yiyip içmenin haramlığına delâlet ederler. Ayrıca Nisa sûresinin 29. âyeti de sahibinin rızâsı olmaksızın mal yemeyi haram kılmıştır. Âyet'in meali şöyledir: «Ey imân edenler! Mallarınızı aranızda haksızlıkla değil, karşılıklı rızâ ile yapılan ticâretle yeyin. Nefislerinizi de mahvetmeyin. Şüphesiz Allah size çok rahir?* edicidir.-Yukarda işaret ettiğim nedenle bâzı âlimler yasaklamaya âit hadîslerin sahih ve daha kuvvetli rönaattuıa itibar ederek bu bâbtâ. rivayet olunan hadîslerdeki câizlik hükjaaü&ü değişik şekillerde yorumlamışlardır. Tuhfe yazarı bu yorumlan ayrıntılı olarak bildirmektedir. Bunların bir kısmı özetle şöyledir;
1. Bahçe veya hayvan sahibinin rızâsının bulunduğu bilindiği takdirde onun bağ ve bahçe mahsûlünden yemek veya hayvanlarının sütünden içmek caizdir. Bu hadîs böyle yorumlanır.
2. Hadislerde verilen ruhsat yolculara mahsustur.
3. Anılan ruhsat zaruret hâline mahsustur.
4. Anılan ruhsat açlıktan hayatı tehlikeye girenlere mahsustur.
5. Bu ruhsat, böyle yapmanın âdet olduğu memleketlere mahsustur. Îbnü'l-Arabi'nin dediğine göre Hicaz, Şam ve diğer bâzı memleketlerde, sahibinden izinsiz olarak bahçelere girilip meyva yemek ve hayvanın sütünü sağıp içmek âdettir.
6. T a h â v i: Bu ruhsat misafir etmenin vâcib olduğu döneme mahsustur. Bu vâciblik hükmü neshedilince buna atfen konan ruhsat da neshedildi, demiştir. [202]
2302) Abdullah bin Ömer (Radtyallâhü anhümâyâan rivayet edildiğine göre; Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) şöyle buyurdu, demiştir:
«Salon herhangi biriniz, bir adamın izni olmaksızın mâşiye (koyun, keçi, inek, manda ve deve) sinin sütünü sağmasın. Birinizin kilerine gidilip kapısı kırılarak zahiresinin çıkarılması onun hoşuna gider mi? (Bu da böyledir.) Çünkü onların (süt veren) hayvanlarının memeleri şüphesiz onlar için (kiler gibi) gıda maddelerini saklar. Bu itibarla, sakın herhangi biriniz, bir adamın izni olmaksızın maşiyesinin sütünü sağmasın.»"
2303) Ebû Hüreyre (Radtyallâhü ank)'der\ ; Şöyle demiştir: Biz (bir defa) Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'İn berinde yolculuk ederken, memeleri ıdâ (denilen bitki) fle bağh bir deve sürüsü ile karşılaştık. Biz (sütünü saj£ıp içmek üzere) develerin olduğu yerde toplandık. Bunun üzerine Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) bizi çağırdı. Biz de O'nun yanına döndük. BartH Ekrem (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) :
— «Şüphesiz bu deve sürüsü müslümanlardan bir ev halkının malıdır. Sütü de onların azığı ve Allah'tan sonra (muhtaç oldukları) bereket (ve hayırlı malı)dır. İçinde yol azığınız bulunan kablarınızın yanına döndüğünüzde, içindeki azıklarınızın götürülmüş olduğunu anlamanız sizi sevindirir mi? Bunu adalet olarak görüyor musunuz-? buyurdu. Sahâbîler:
— Hayır, dediler. Resül-i Ekrem (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) :
— «Şüphesiz bu da öyledir.» buyurdu. Biz:
— Eğer yiyeceğe ve içeceğe muhtaç olursak ne emredersin? dedik. Bunun üzerine Resûl-i Ekrem (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) :
«— Ye de götürme ve iç de götürme.» buyurdu."
Not: Zevâid'de şöyle denilmiştir : Bunun senedinde Sehyt bin Abditlah vardır. Buharl onun hakkında : Onun isnadı düzgün değildir, demiştir. Sindf de : Ben diyorum ki: Râvf Hacc&c bin Ert&t da tedlisçi idi ve bu hadisi an'ane ile rivayet etmiş, demiştir. [203]
tbn-i Ömer (Radiyallâhü anh) 'in hadisini Buharı. Müslim ve Ebû Dâvûd da rivayet etmişlerdir. E b û H ü r e y r e (Radıyallâhü anh)'in hadîsi ise Zevâid türünden olup A h m e d tarafından da rivayet edilmiştir.
Avnü'l-Mabûd yazarı bu hadîsin şerhinde şöyle der: "El-Kari: Bu hadîsin mânâsı şöyledir, demiştir: Süt veren hayvanların memeleri süt muhafazası bakımından, sizin zahirelerinizi muhafaza eden kilerleriniz gibidir. Başkalarının koyun ve şâir hayvanlarının sütünü sağan kimse, sanki hayvan sahihlerinin kilerlerinin kapılarını kırıp zahirelerini çalmıştır. Şerhü's-Sünne'de şöyle denilmiştir: îlim ehlinin ekserisi bu hadîsle amel etmiştir. Yâni açlıktan doğan bir zaruret olmadıkça sahibinden izin almaksızın anılan hayvanların sütünü sağmak caiz değildir. Ahmed, tshak ve başkasına göre sahibi hazır olmayan mezkûr hayvanların sütünü sağıp içmek açlık zarureti içinde olana da olmayana da caizdir. Çünkü Resûl-i Ekrem (Aleyhi's-salâtü ve's-selâm) hicret yolculuğunda iken O'nun için Ebû Bekir, Kureyş" ten bir adama âit koyun sürüsünün sütünden sağdı. Sürü sahibi hazır değildi, kölesi çobanlık ediyordu.
Bâzıları da îbn-i Ömer (Radıyallâhü anh'm —2301 no-lu —hadisini delil göstererek: Yolcu bir kimse başkasının bahçesindeki meyvalardan yiyebilir, demiştir. Yukarda anlattığım gibi ilim ehlinin ekserisine göre açlıktan doğan bir zaruret olmadıkça sahibinden izinsiz ne hayvan sütü sağılıp içilebilir, ne de bahçenin mey-vası ve benzeri yiyecek yenilebilir, diye bilgi vermiştir."
N e v e v i de 2302 nolu î b n-i Ömer (Radıyallâhü anh)"in hadisinin şerhinde özetle şöyle der:
"Meşrebe, Meşrübe, yiyecek maddeleri ve başka şeylerin hıfze-dildiği yerdir. Hadîsin mânâsı şöyledir: Resûl-i Ekrem (Aleyhi's-salâtü ve's-selâm), memedeki sütü kilerde hıfzedilen yiyecek maddelerine benzetmiştir. Sahibinden izinsiz bunu almak caiz olmadığı gibi onu almak da caiz değildir. [204]
1. Başkasının malını kendisinden izin almadan yemek, almak ve onda tasarrufta bulunmak caiz değildir. Hayvan sütü ile başka mallar arasında bir fark yoktur. Buna muhtaç olan da olmayan da ayni hükme tâbidir. Ancak açlıktan hayati tehlikeye girmiş olup murdar hayvan etini bile bulamayan kimse başkasının malını bulursa zaruret nedeniyle yiyer ve bedelini sahibine öder. Bizim mezhebimiz ile Cumhurun görüşüme göre malın bedelini ödemek gereklidir. Seleften bâzıları ile bir kısım hadisçilere göre malın bedelini ödemek gerekmez. Fakat bu görüş zayıftır. Açlıktan hayatı tehlikeye giren bir kimse başkasının malını ve murdar hayvan etini bulduğunda bunlardan hangisini yiyeceği hususunda âlimler arasında meşhur bir ihtilâf vardır. Bize göre murdar hayvan eti tercih edilecektir.
Açlık zarureti yok iken başkasının hayvanlarının sütünü içmek veya yiyecek maddelerinden bir şey yemek meselesine gelince, süt veya başka yiyecek sahibine nazı geçip rızâsının bulunduğunu bilen veya kuvvetle zanneden kimse onun izni olmaksızın yiyebilir, içebilir. Aksi takdirde bunu yapamaz.
Resûl-i Ekrem (Aleyhi's-salâtü ve's-selâm) ile Ebû B e k i r' in hicret yolculuğunda sahibi hazır olmayan koyun sürüsünün sütünden içmeleri meselesine gelince, bu mesele değişik şekillerde yorumlanır. Şöyle ki:
a. Koyun sahibini tanımaları ve ona nazlarının geçmesi.
b. Oradan geçenlere süt ikramında bulunmak üzere sürü sahibinin çobana izin ve yetki vermiş olması.
c. O bölgede sürünün sütünü içmenin örf ve âdete göre mubah ve serbest olması.
d. Anılan sürünün harbî yâni müslümanlara düşmanlık eden bir gayri müslime ait olması ihtimalleri yorumların bir kısmım teşkil eder.
2. Meseleler arasında kıyas yapmak ve aralarındaki benzerliği beyân etmek meşrudur.
3. Süte yiyecek denilebilir. O halde* bir yiyecek yemiyeceğine yemin eden bir kimse süt içerse yeminini bozmuş olur. Ancak sütün dışındaki şeylere niyet etmiş ise, süt içmekle yeminini bozmuş sayılmaz. [205]
2304) Ümmü Hâni' (Radtyallâhü anhâ)'dan rivayet edildiğine göre; Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem), kendisine :
«Koyun ve keçi edin. Çünkü bu hayvanlarda bereket vardır.» buyurmuştur."
Not: Bunun senedininin sahih ve râvîlerinin sıka oldukları, Zevâid'de îrfl-dirilmiştir.
2305) Urve el-Bârıkî (Radtyallâhü anh)'den merfû olarak rivayet edildiğine göre şöyle buyurulmuştur :
«Develer, sâhibleri için bir izzettir. Koyun ile keçi de berekettir ve hayır, kıyamet gününe kadar atların alınlarında düğümlüdür.»"
Not: Zevâid'de şöyle denilmiştir : Bunun senedi, Buhârî ile Müslim'in şartlan üzerine sahihtir. Hattâ hadîsin bir kısmı bu senedle, Buhârî ve Müslim'de de mevcuttur. Develeri ve koyunla keçileri yalnız İbn-i Mâceh rivayet ettiği için ben bu hadisi Zevâid türü araşma aldım.
2306) (Abdullah) bin Ömer (Radtyallâhü anhümâydân rivayet edildiğine göre Resûlullah (Sallallakü Aleyhi ve Sellem) şöyle buyurdu, demiştir: «Koyun ve keçi cennet hayvanlarındandır.*"
Not: Bunun senedinde bulunan Zerbî bin Abdillah Ebü Yahya el-Ezdî'nin zayıflığı üzerinde ittifak edilmiştir.
2307) Ebû Hüreyre (Radtyallâhü anhyden; Şöyle demiştir: Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) zenginlere koyun ve keçi edinmelerini ve fakirlere tavuk edinmelerini emretti ve buyurdu ki i
Zenginler, tavuk edindiklerinde Allah köylerin helak olmasını diler.-
Not: Zevaid'de şöyle denilmiştir: Bunun senedinde bulunan Ali bin Urve âlimlerce terk edilmiştir, îbn-i Hibbân : O, hadis uydurur, demiştir. RâvI Osman bin Abdirrahman da meçhuldür. İbnü'l-Cevzl bu hadisin metnini mevzu hadisler arasında anmıstir. [206]
Görüldüğü gibi bu babın hadîsleri Zevâid türündendir. Ancak Urve (Radıyallâhü anh)*ın hadîsinin son cümlesi Buhârl ve M ü s 1 i m' de de rivayet edilmiştir. Bu hadîslerde geçen bâzı kelimeleri acıklıyahm .-
Ğanem: Koyun ve keçi türü hakkında kullanılan bir cins isimdir. Bazen koyun anlamında kullanılır. Burada umumî mânâda kullanılmıştır.
Şât da ğanem gibi koyun ve keçi türüne verilen bir cins isimdir.
E b û T â I i b ' in kızı ve Ali (Radıyallâhü anh) 'in kızkar-deşi olan Ü m m ü Hâni (Radıyallâhü anhâ)'nın hâl terceme-si 465 nolu hadis bölümünde geçti. Onun bu hadisini T a b a r â n i ve Hatîb-i Bağdadî de rivayet etmişlerdir. Bu hadîste hayvancılığa teşvik ve koyun ile keçi edinmede bereket bulunduğu bildirilmektedir. Gerçekten tecrübe ile sabit olduğu gibi koyun ve keçi bereketli hayvanlardır. Hızla çoğalır ve çok yönden sahibini yararlandırır
Urve (Radıyallâhü anh) 'in hadisinde de koyun ve keçinin bereketli olduğu bildirilmektedir. Ayrıca hayrın, kıyamete dek, atların alınlarında düğümlü olduğu belirtilmektedir.
Atlarla ilgili cümle B u h â r î ve Müslim'de de rivayet edilmiştir.
Hadîste anılan atlardan maksad savaş için edinilen atlardır. Çünkü B u h â r i' deki metnin sonunda, hayrın sevab ve ganimet olduğu beyân edilmiştir. Oradaki metin meâlen şöyledir: «Atın alınma dökülen saçların kıyamet gününe kadar hayır düğümlüdür. Hayır, (âhirette) sevab ve (dünyada) ganimettir.»
Müslim'in Cerir' den olan bir rivayetinde "Cerir (Radıyallâhü anh) şöyle demiştir:
Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem>'in, savaş atının alnına dökülen saçları mübarek elleriyle büktüğünü ve bükerken i Savaç atının perçeminin örgülerinde kıyamete kadar hayır bağlıdır. Bu hayır, (âhirette) sevab ve (dünyada) ganimettir, buyurduğunu gördüm."
Nevası: Nâsiye'nin çoğuludur. Nâsiye alın, demektir. Burada atın alımndaki saçlar kasdedilmiş olur. Atın kendisinde bulunan meziyet mecazen alınmdaki saçlara izafe edilmiştir. Yâjıi maksad savaş atlarının dünyada ganimet ve âhirette sevab kazanmaya vesile olduğunu belirtmektedir.
El-Fetih yazarı: Buradaki attan maksadm yalnız savaş atı değil de genel mânâsı olabilir. Yâni at, hayır vesilesi olabilir. İyi işlerde kullanılırsa ondan dünya ve âh ir e t için kazançlar elde edilebilir. Ama kötü bir maksad için edinilirse bundaki sakınca ve fenalık atın kendisinde değil, onu bu yolda kullanandadır, demiştir.
Hattâbi de: Bu hadis, at edinmek suretiyle elde edilen kazancın en güzel ve helâl kazançlardan olduğuna işaret eder, demiştir.
Ebû Hüreyre (Radıyallâhü anh) 'den rivayet edilen hadîsin mevzu hadislerden olduğuna notta işaret edilmişti. S i n d î bu hadisin açıklamasıyla ilgili olarak: Fakirler tavukçulukla geçinebilirler, besledikleri tavukları ve mahsullerini satmakla kazanç sağlarlar. Zenginler, tavuk edindikleri takdirde kendi tavuk ihtiyaçlarını kendileri gidermiş olur ve haliyle fakirlerden satın almalarına pek ihtiyaç kalmaz. Bu hâl ise fakirlerin geçim yolunu daraltmış olur. Fakirlerin geçim yolunu tıkatmak ise toplumun helâkına sebebiyet verebilir. Allah böyle bir toplumun helakini diler, demiştir. Ancak bu hadîsin mevzu hadîslerden olduğunu yukarda belirttik.
Hâl Tercemesi
2305 nolu hadisin râvîsi Urve el-Bânki el-Esdİ bin Ebi'1-Ca'd, sahâbldir. Kû-fe'de yerleşmiştir. 13 adet hadîsi vardır. Buhâri ile Müslim onun bir hadisini — ki bu hadistir— ittifakla rivayet etmişlerdir. Râvileri ise Kays bin Ebl Hâzim, ŞaT)t ve Simâk bin Harb'dır. Hz. Ömer'in halifeliği döneminde KÛfe kadılığı yapmıştır. ŞaTaî, onun Kufe*nin ük kadısı olduğunu söylemiştir. Kutüb-i Sittelıin hepsinde onun hadisleri vardır. (Hülâsa : 264)
Urve <R.A.)'ın, bin Ebi'1-Ca'd olmayıp, bin el-Ca'd oldutun* ait rivayetler de vardır. El-Bârık da Yemen tarafında bir dağın İsmi olduğu, el-Fetih'te ifada edilmiştir. Şu halde bu dağa Isftfetan ons el-Bânkl, denilmiştir. [207]
[1] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi ve Şerhi, Kahraman
Yayınları: 6/97-98
[2] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi ve Şerhi, Kahraman
Yayınları: 6/98-99
[3] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi ve Şerhi, Kahraman
Yayınları: 6/100
[4] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi ve Şerhi, Kahraman
Yayınları: 6/101-102
[5] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi ve Şerhi, Kahraman
Yayınları: 6/102
[6] Buzâtm hâl teröentttf 97*
Ööîu hadis bölümüjule gfafett.
[7] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi ve Şerhi, Kahraman
Yayınları: 6/103-104
[8] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi ve Şerhi, Kahraman
Yayınları: 6/104-105
[9] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi ve Şerhi, Kahraman
Yayınları: 6/105-106
[10] Bu sahâblnln hâl tercemeat
460 nolu hadis bölümünde geçti.
[11] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi ve Şerhi, Kahraman
Yayınları: 6/106-107
[12] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi ve Şerhi, Kahraman
Yayınları: 6/108
[13] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi ve Şerhi, Kahraman
Yayınları: 6/108-109
[14] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi ve Şerhi, Kahraman
Yayınları: 6/109-110
[15] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi ve Şerhi, Kahraman
Yayınları: 6/110
[16] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi ve Şerhi, Kahraman
Yayınları: 6/111
[17] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi ve Şerhi, Kahraman
Yayınları: 6/111-113
[18] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi ve Şerhi, Kahraman
Yayınları: 6/114
[19] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi ve Şerhi, Kahraman
Yayınları: 6/114-116
[20] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi ve Şerhi, Kahraman
Yayınları: 6/116-117
[21] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi ve Şerhi, Kahraman
Yayınları: 6/117-118
[22] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi ve Şerhi, Kahraman
Yayınları: 6/119
[23] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi ve Şerhi, Kahraman
Yayınları: 6/119-121
[24] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi ve Şerhi, Kahraman
Yayınları: 6/122-123
[25] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi ve Şerhi, Kahraman
Yayınları: 6/123-124
[26] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi ve Şerhi, Kahraman
Yayınları: 6/124-126
[27] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi ve Şerhi, Kahraman
Yayınları: 6/126-128
[28] Bu badis müellifimizin 1889
nolu hadisidir.
[29] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi ve Şerhi, Kahraman
Yayınları: 6/128-130
[30] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi ve Şerhi, Kahraman
Yayınları: 6/131
[31] Bu Sah&bfnln hâl
tercemesi 668. nolu hadis feömraûnûe geçti
[32] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi ve Şerhi, Kahraman
Yayınları: 6/132-133
[33] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi ve Şerhi, Kahraman
Yayınları: 6/133-136
[34] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi ve Şerhi, Kahraman
Yayınları: 6/136-138
[35] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi ve Şerhi, Kahraman
Yayınları: 6/138-139
[36] Hulâsa: 395
Sünen-i İbni Mâce
Tercemesi ve Şerhi, Kahraman Yayınları: 6/139
[37] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi ve Şerhi, Kahraman
Yayınları: 6/
[38] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi ve Şerhi, Kahraman
Yayınları: 6/139-140
[39] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi ve Şerhi, Kahraman
Yayınları: 6/140-141
[40] Lokman: 8
[41] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi ve Şerhi, Kahraman Yayınları:
6/142
[42] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi ve Şerhi, Kahraman
Yayınları: 6/143
[43] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi ve Şerhi, Kahraman
Yayınları: 6/143-144
[44] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi ve Şerhi, Kahraman
Yayınları: 6/144-146
[45] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi ve Şerhi, Kahraman
Yayınları: 6/146
[46] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi ve Şerhi, Kahraman
Yayınları: 6/147-148
[47] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi ve Şerhi, Kahraman
Yayınları: 6/148
[48] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi ve Şerhi, Kahraman
Yayınları: 6/148-149
[49] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi ve Şerhi, Kahraman
Yayınları: 6/149-150
[50] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi ve Şerhi, Kahraman
Yayınları: 6/150-152
[51] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi ve Şerhi, Kahraman
Yayınları: 6/152-153
[52] Hâl teroemesl 674 nolu hadis
bölümünde geçti.
[53] Hal tercemeei 39 nolu badis
bölümünde geçti.
[54] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi ve Şerhi, Kahraman
Yayınları: 6/153-154
[55] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi ve Şerhi, Kahraman
Yayınları: 6/154-156
[56] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi ve Şerhi, Kahraman
Yayınları: 6/156-157
[57] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi ve Şerhi, Kahraman
Yayınları: 6/157-159
[58] Bu zat. babası tbn-i Mes'ûd
(RA.) ile Ali bin Ebİ Talİb (R.A.)'den rivayet etmiştir. Havileri ise oğulları
Kasım ve Maan'dır. İbn-i Muin: O, sıkadır. Fakat babasından hadis
işitraemistir, demiştir. HaMelün dediğine göre hicretin 77. yılı vefat
etmiştir. Kötflb-I Sitte yazarlarının hepsi onun hadislerini rivayet et
mislerdir. (Hulasa 230) Buradaki hadisi de munkati'dir.
[59] Bu satın hal tçrcemesi 1086
nolu hadis bölümünde geçti.
[60] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi ve Şerhi, Kahraman
Yayınları: 6/159-160
[61] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi ve Şerhi, Kahraman
Yayınları: 6/162-164
[62] HM tercemesi 1819 nolu badis
bölümünde geçtt
[63] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi ve Şerhi, Kahraman
Yayınları: 6/164-166
[64] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi ve Şerhi, Kahraman
Yayınları: 6/166-168
[65] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi ve Şerhi, Kahraman
Yayınları: 6/168-169
[66] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi ve Şerhi, Kahraman
Yayınları: 6/169
[67] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi ve Şerhi, Kahraman
Yayınları: 6/169-170
[68] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi ve Şerhi, Kahraman
Yayınları: 6/170-171
[69] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi ve Şerhi, Kahraman
Yayınları: 6/171-172
[70] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi ve Şerhi, Kahraman
Yayınları: 6/172-174
[71] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi ve Şerhi, Kahraman Yayınları:
6/175
[72] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi ve Şerhi, Kahraman
Yayınları: 6/175-176
[73] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi ve Şerhi, Kahraman
Yayınları: 6/176-178
[74] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi ve Şerhi, Kahraman
Yayınları: 6/178-180
[75] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi ve Şerhi, Kahraman
Yayınları: 6/180-181
[76] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi ve Şerhi, Kahraman
Yayınları: 6/181
[77] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi ve Şerhi, Kahraman
Yayınları: 6/181-182
[78] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi ve Şerhi, Kahraman
Yayınları: 6/182
[79] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi ve Şerhi, Kahraman
Yayınları: 6/182-183
[80] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi ve Şerhi, Kahraman
Yayınları: 6/184-185
[81] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi ve Şerhi, Kahraman
Yayınları: 6/185
[82] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi ve Şerhi, Kahraman
Yayınları: 6/186
[83] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi ve Şerhi, Kahraman
Yayınları: 6/187-188
[84] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi ve Şerhi, Kahraman
Yayınları: 6/188-191
[85] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi ve Şerhi, Kahraman
Yayınları: 6/191
[86] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi ve Şerhi, Kahraman Yayınları:
6/192-193
[87] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi ve Şerhi, Kahraman
Yayınları: 6/193-196
[88] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi ve Şerhi, Kahraman
Yayınları: 6/196-197
[89] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi ve Şerhi, Kahraman
Yayınları: 6/198-199
[90] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi ve Şerhi, Kahraman
Yayınları: 6/200-201
[91] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi ve Şerhi, Kahraman
Yayınları: 6/201-202
[92] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi ve Şerhi, Kahraman
Yayınları: 6/203-206
[93] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi ve Şerhi, Kahraman
Yayınları: 6/206-207
[94] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi ve Şerhi, Kahraman
Yayınları: 6/207-208
[95] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi ve Şerhi, Kahraman
Yayınları: 6/209-210
[96] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi ve Şerhi, Kahraman
Yayınları: 6/210-212
[97] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi ve Şerhi, Kahraman Yayınları:
6/212-213
[98] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi ve Şerhi, Kahraman
Yayınları: 6/213
[99] Hilâl bin el-Hars isimli bu
zât Peygamber (S.A.V.VÜ1 azadlısıdır. Râvi-si Ebû Dâvûd el-Ama'dır. Buhâri :
Onun sahâbl olduğu söyleniyor da hadisleri sahih değildir, demiştir. Yalnız
İbn-i Mâceh onun rivayetlerini almıştır. (Hulâsa Sah: 448)
[100] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi ve Şerhi, Kahraman
Yayınları: 6/213-214
[101] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi ve Şerhi, Kahraman
Yayınları: 6/215
[102] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi ve Şerhi, Kahraman
Yayınları: 6/216
[103] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi ve Şerhi, Kahraman
Yayınları: 6/216-218
[104] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi ve Şerhi, Kahraman
Yayınları: 6/219
[105] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi ve Şerhi, Kahraman
Yayınları: 6/219-220
[106] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi ve Şerhi, Kahraman
Yayınları: 6/220
[107] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi ve Şerhi, Kahraman
Yayınları: 6/220-222
[108] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi ve Şerhi, Kahraman
Yayınları: 6/223
[109] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi ve Şerhi, Kahraman
Yayınları: 6/224
[110] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi ve Şerhi, Kahraman
Yayınları: 6/224-226
[111] Hal tercemesi 1912 nolu
hadis bölümünde geçti.
[112] Hal tercemesi 149-150 nolu
hadis bölümünde
[113] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi ve Şerhi, Kahraman
Yayınları: 6/226-228
[114] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi ve Şerhi, Kahraman
Yayınları: 6/228-229
[115] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi ve Şerhi, Kahraman
Yayınları: 6/229-230
[116] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi ve Şerhi, Kahraman
Yayınları: 6/231-232
[117] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi ve Şerhi, Kahraman
Yayınları: 6/232-233
[118] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi ve Şerhi, Kahraman
Yayınları: 6/233-236
[119] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi ve Şerhi, Kahraman
Yayınları: 6/236-237
[120] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi ve Şerhi, Kahraman
Yayınları: 6/237-238
[121] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi ve Şerhi, Kahraman
Yayınları: 6/238-239
[122] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi ve Şerhi, Kahraman
Yayınları: 6/239-240
[123] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi ve Şerhi, Kahraman
Yayınları: 6/240-241
[124] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi ve Şerhi, Kahraman
Yayınları: 6/241-242
[125] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi ve Şerhi, Kahraman
Yayınları: 6/242-243
[126] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi ve Şerhi, Kahraman
Yayınları: 6/243-244
[127] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi ve Şerhi, Kahraman
Yayınları: 6/244-245
[128] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi ve Şerhi, Kahraman
Yayınları: 6/245-246
[129] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi ve Şerhi, Kahraman
Yayınları: 6/247-248
[130] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi ve Şerhi, Kahraman
Yayınları: 6/248-249
[131] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi ve Şerhi, Kahraman
Yayınları: 6/249-250
[132] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi ve Şerhi, Kahraman
Yayınları: 6/250
[133] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi ve Şerhi, Kahraman
Yayınları: 6/251
[134] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi ve Şerhi, Kahraman
Yayınları: 6/251-252
[135] Parantez içindeki ifadeler
mütercime ait olup açıklamak için ilâve edilmiştir,
Sünen-i İbni Mâce Tercemesi ve Şerhi, Kahraman Yayınları: 6/253-258
[136] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi ve Şerhi, Kahraman
Yayınları: 6/258-260
[137] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi ve Şerhi, Kahraman
Yayınları: 6/260-262
[138] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi ve Şerhi, Kahraman
Yayınları: 6/263-264
[139] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi ve Şerhi, Kahraman
Yayınları: 6/264-267
[140] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi ve Şerhi, Kahraman
Yayınları: 6/267-268
[141] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi ve Şerhi, Kahraman
Yayınları: 6/268-270
[142] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi ve Şerhi, Kahraman Yayınları:
6/270-271
[143] Hulâsa : 366
[144] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi ve Şerhi, Kahraman
Yayınları: 6/271-273
[145] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi ve Şerhi, Kahraman
Yayınları: 6/273-274
[146] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi ve Şerhi, Kahraman
Yayınları: 6/274-275
[147] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi ve Şerhi, Kahraman
Yayınları: 6/275-276
[148] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi ve Şerhi, Kahraman
Yayınları: 6/276
[149] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi ve Şerhi, Kahraman
Yayınları: 6/276-277
[150] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi ve Şerhi, Kahraman
Yayınları: 6/278
[151] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi ve Şerhi, Kahraman
Yayınları: 6/278-281
[152] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi ve Şerhi, Kahraman
Yayınları: 6/281-282
[153] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi ve Şerhi, Kahraman
Yayınları: 6/282-285
[154] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi ve Şerhi, Kahraman
Yayınları: 6/285-286
[155] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi ve Şerhi, Kahraman
Yayınları: 6/287
[156] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi ve Şerhi, Kahraman
Yayınları: 6/288-292
[157] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi ve Şerhi, Kahraman
Yayınları: 6/293
[158] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi ve Şerhi, Kahraman
Yayınları: 6/293-295
[159] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi ve Şerhi, Kahraman
Yayınları: 6/295-296
[160] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi ve Şerhi, Kahraman
Yayınları: 6/296
[161] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi ve Şerhi, Kahraman
Yayınları: 6/296-297
[162] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi ve Şerhi, Kahraman
Yayınları: 6/297-298
[163] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi ve Şerhi, Kahraman
Yayınları: 6/298-301
[164] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi ve Şerhi, Kahraman
Yayınları: 6/301-302
[165] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi ve Şerhi, Kahraman Yayınları:
6/302-304
[166] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi ve Şerhi, Kahraman
Yayınları: 6/304-306
[167] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi ve Şerhi, Kahraman
Yayınları: 6/306-307
[168] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi ve Şerhi, Kahraman
Yayınları: 6/308
[169] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi ve Şerhi, Kahraman
Yayınları: 6/308-311
[170] Bu sab&bfofn hAl
tercemesi 1095 notu hadis bölümünde verilmiştir.
[171] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi ve Şerhi, Kahraman
Yayınları: 6/311-314
[172] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi ve Şerhi, Kahraman
Yayınları: 6/314
[173] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi ve Şerhi, Kahraman
Yayınları: 6/314-315
[174] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi ve Şerhi, Kahraman
Yayınları: 6/315-316
[175] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi ve Şerhi, Kahraman
Yayınları: 6/316-317
[176] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi ve Şerhi, Kahraman
Yayınları: 6/317
[177] Hulâsa; 443
[178] Hulâsa : 201
[179] Hulâsa: 212
Sünen-i İbni Mâce Tercemesi ve Şerhi, Kahraman Yayınları: 6/318
[180] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi ve Şerhi, Kahraman
Yayınları: 6/319
[181] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi ve Şerhi, Kahraman
Yayınları: 6/319-321
[182] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi ve Şerhi, Kahraman
Yayınları: 6/321-322
[183] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi ve Şerhi, Kahraman
Yayınları: 6/322-323
[184] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi ve Şerhi, Kahraman
Yayınları: 6/323-325
[185] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi ve Şerhi, Kahraman Yayınları:
6/325-327
[186] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi ve Şerhi, Kahraman
Yayınları: 6/327-329
[187] Hulasa: 133
[188] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi ve Şerhi, Kahraman
Yayınları: 6/329-330
[189] Bu sahabinin hal teroem.es!
150 nolu hadis bölümünde geçti
[190] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi ve Şerhi, Kahraman
Yayınları: 6/331-332
[191] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi ve Şerhi, Kahraman
Yayınları: 6/332-333
[192] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi ve Şerhi, Kahraman
Yayınları: 6/333-335
[193] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi ve Şerhi, Kahraman
Yayınları: 6/335-336
[194] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi ve Şerhi, Kahraman
Yayınları: 6/336
[195] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi ve Şerhi, Kahraman
Yayınları: 6/337-340
[196] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi ve Şerhi, Kahraman
Yayınları: 6/340-342
[197] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi ve Şerhi, Kahraman Yayınları:
6/342-343
[198] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi ve Şerhi, Kahraman
Yayınları: 6/343-344
[199] Hülâsa: 297
Sünen-i İbni Mâce Tercemesi ve Şerhi, Kahraman Yayınları: 6/344-345
[200] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi ve Şerhi, Kahraman
Yayınları: 6/346
[201] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi ve Şerhi, Kahraman
Yayınları: 6/346-349
[202] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi ve Şerhi, Kahraman
Yayınları: 6/349-352
[203] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi ve Şerhi, Kahraman
Yayınları: 6/352-354
[204] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi ve Şerhi, Kahraman
Yayınları: 6/354-355
[205] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi ve Şerhi, Kahraman
Yayınları: 6/355-356
[206] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi ve Şerhi, Kahraman
Yayınları: 6/356-358
[207] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi ve Şerhi, Kahraman
Yayınları: 6/358-359