1- Üç (Suç) Dışındaki
(Huylardan Dolayı) Hiç Bir Müslümanın Kanuni Akıtmak) Helâl Olmaz, Babı
2- (İslâm) Dininden Çıkan Kimse (Nîn Hükmünün
Beyânı) Babı
3- Had
(Cezâ)Ların Dosdoğru Yerine Getirilmesi (Nin Önemine Ait Hadîsler) Bâbî
4- Kendisine Had
(Ceza) Vâcib Olmayanların Babı
6- Had (Cezâ)Larün
Uygulanmaması Yolun) Da Aracı Olmak Babı
7- Zina Haddi
(Yani Cezası) Nın Beyânı Babı
10- (Zina Eden) Yahûdî Erkek Ve Kadını Recmetme Babı
11- Sübût Bulmamakla Beraber Zinakârlığı Şüyu Bulan
Kimse (Hakkında Gelen Hadisler) Babı
12- Lût Kavmini (Lîvâta) İşini İşleyen (În Hükmünü Beyân
Eden Hadîsler) Babı
13- Mahremi (Yânî Kendisiyle Evlenmesi Haram Kılınan
Yakın Akrabası) Olan Bir Kadınla Zina
Eden Ve Bir Hayvanla Cinsel İlişkide Bulunan Kimse
(Hakkında Gelen Hadîs) Babı
14- Cariyelere
(Zina Suçundan Dolayı) Had Cezalarının Tatbiki Babı
15- Kâzif (Îffetlî Bir Müslümana Zînâ İsnad Etme) Haddi
(Cezası) Beyânı Babı
Kimlerin Kimler Hakkındaki Kazif Sözleri Kazif Cezasını
Gerektirir
Hangi Suç İsnadı Kazif Cezasını Gerektirir
Hadîslerin Mânâsı İle İlgili İzahı Verelim
16- Sarhoşun Haddi
(Cezası) Babı
17- Defalarca Şarab İçen Kimse (Hakkında Gelen Hadisler)
Babı
18- Kendisine Had Cezası Vâcib Olan Yaşlı Ve Hasta Kimse
(Ye Âit Hükümler) Babı
19- Biz (Mü'minler)e Silâh Çeken (Hakkında Gelen
Hadisler) Babı
Resulu Ekrem
(Aleyhi's-Salâtü Ve's-Selâmî Canilere Neden Bu Ağır Cezayı Verdi
Develerin İdrarını İçme Emrine Gelince
21- Malını Koruma) Uğrunda Öldürülen Kimse Şehiddir, Babı
22- Hırsızın Haddi
(Cezası) Babı
Çalınan Mal Ne Değerde Olursa Hırsızın Eli Kesilir
Bu Babın İlk Hadîsinin Manâsıyla İlgili Bir Kaç Söz
23- Hırsızın Elini
(Kestikten Sonra) Boynuna Takmak Babı
24- Suçunu İtiraf Eden Hırsız (İn Hükmünü Beyân Eden
Hadîs) Babı
25- Hırsızlık Eden Köle(Nin Hükmünün Beyânı) Babı
Ganimet Malından Bir Şey Çalmanın Hükmü
26- Hâin (Emânet Edilen Mala Hiyânet Eden), Müntehib (Malı Gasbeden) Ve Muhtelis
(El
Çabukluguyla Ve His Ettirmeden Malı Aşıran) Kimseler (İn
Ellerinin Kesilip Kesilmiyeceğîne
27- Ağacı Üzerindeki Meyve Ve Hurma Göbeği (Nîn Çalınması
Hâli)Nde Hırsızın Eli Kesilmez, Babı
Ağacı Üzerinde İken Meyveyi Çalma Suçu El Kestirmeyi
Gerektirebilir Mi?
28- (Bir
Malı) Muhafaza Edildiği Yerden Çalan
Kimse (Nin Hükmünün Beyânı) Babı
29- Hırsıza Telkinde Bulunmak Babı
30- (Suç
İşlemeye) Zorlanan (Kimse Hakkında Gelen Hadîs) Babı
31- Had Cezaları Mescidlerde İnfaz Etmenin Yasaklığı Babı
33- Had (Cezası İşlenen Suça )Kefarettir,Babı
34- Adam Karısının Yanında (Yabancı) Bir Erkek Bulur,
Babı
35- Babasının Ölümünden Sonra Karısıyla Evlenen Kimse
(Hakkında Gelen Hadîsler) Babı
36- Babasından Başkasına Neseb İddia Eden (Yâni Babam
Budur, Diyen) Kişi Ve Kendisini
Âzadlayanlabdan Başkasının Âzadlısı Olduğunu Söyleyen
Kimse (Hakkında Gelen Hadîsler) Babı
38- Muhannesler (= Kadınlaşan Erkekler) Babı
Hudûd : Had'ın çoğuludur. Had kelimesi sözlükte engel, engel olma işi, sınır gibi anlamlara gelir. Suç işleyene tatbik edilmesi Şer-i Şerifte emrolunan cezalara had denilir. Çünkü bu cezalar suç işlemeyi engeller. Burada kasdedilen mânâ cezalardır. Zina haddi, hırsızlık haddi, iffetli kadına zina isnadında bulunup da ispatlayama-yana verilen kâzif haddi, içki içme haddi bunun birer örneğidir, ilerdeki bâblarda geldikçe bu nevi hadlar hakkında genel bilgi verilecektir. [1]
2533) Ebû Ümâme (Es'ad) bin Sehl bin Huneyf (Radıyallâkü ank)'-den ; Şöyle demiştir :
(Halîfe) Osman bin Affân (Radıyallâhü anh) (fitneciler yüzünden evine kapandığı günlerde) bir ara onlara yukardan baktı ve onların (kendisini) öldürmekten sö^etmekte olduklarını işitti. Sonra (bize) şöyle söyledi:
Onlar şüphesiz beni ölümle tehdîd ediyorlar. Niçin beni öldürüyorlar? Halbuki ben Resülullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellemî'den:
«(Şu) üç (suç)dan başka (suçlar)dan dolayı hiçbir müslümanm kam (m akıtmak) helâl olmaz: Sahih bir nikâh ile cinsel ilişkide bulunmuş olduğu halde zina edip recmedilen adam, haksız olarak bir inşam katleden adam ve müslüman olduktan sonra dinden çıkan adam (öldürülürler.)» buyururken işittim. Allah'a yemin ederim ki, ben ne câhîîiyet devrinde ne de İslâmiyet döneminde zina ettim. Müslüman hiç bir kimseyi de öldürmedim ve müslüman olduğum andan bu ana kadar dinden çıkmadım."
2534) Abdullah bin Mes'ûd (Radıyallâhü ««///den rivayet edildiğine snre Resülullah (Sallallahü Aie/hi ve Srltem) şöyle buyurdu, demiştir:
«Allah'tan başka ilâh olmadığına ve benim Allah'ın Resulü olduğuma şehâdet eden hiç bir müslüman kişinin kanı (m akıtmak) helâl olmaz. Ancak (şu) üç kişiden birisinin kam helâl olur i Maktulün hayatına karşılık (öldürülecek! katil, zina eden seyyib (yâni sahih bir nikâh ile cinsel ilişkide bulunmuş kişi) ve İslâm cemaatından ayrılıp dinini terkeden kimse.»" [2]
Ebû Ümâme (Radıyallâhü anh) 'm hadîsini T i r m i z i , Nesâî, Şafiî, Ahmed ve Dârimi de rivayet etmişlerdir. İbn-i Mes'ûd (Radıyallâhü anh)'m hadîsini Kütüb-i Sitte yazarlarının hepsi rivayet etmişlerdir.
Bu iki hadîs, üç suçtan birisini işleyenin öldürülmesinin helâl olduğunu ifâde eder. Bunlar bekâr değil iken zina eden, bile bile bir kimseyi öldüren ve müslüman iken İslâmiyet'ten çıkan kişilerin işledikleri zina, katil ve mürtedliktir.
Birinci hadîste geçen "Muhsan" kelimesi ve ikinci hadîste geçen "Seyyib" kelimesi ile ayni mânâ kasdedümiştir. Muhsan kelimesinin asıl mânâsı korunan, muhafaza altına alınan demektir. Sahih bir nikâh ile evlenip cinsel ilişkide bulunan kişi kötü yola düşmekten korunduğu için erkek ise "Muhsan", kadın ise "Muhsana" denilir. Seyyib kelimesi de dul manasınadır. Fakat burada muhsan mânâsına kullanılmıştır. Şu halde sahîh bir nikâhla evlenip karı koca hayatı bir defa olsun yaşadıktan sonra ayrılanlar da Muhsan sayılır. Yâni bu durum da evli iken boşanma, veya ölüm gibi nedenlerle dul kalan erkek veya kadın dul iken zina ederse Muhsan sayılır.
Nevevi, tbn-i Mes'ûd (Radıyallâhü anh) 'in hadîsinin şerhinde: Bu hadis muhsan zâni'nin öldürülmesinin gerekliliğini ispatlar. Bunun öldürülmesi ise taşa tutmak suretiyle recmedilmesi-dir. Bu hüküm hakkında icmâ vardır. Hadîs öldürülene karşılık olarak katilin öldürülmesini hükme bağlar. Bundan maksad kısas hükmünün tatbikidir. Zimmi'yi, yâni ehli kitab olup vatandaşlık hakkı verilen bir gayrı müslimi öldüren müslüman olup cizye vermek suretiyle İslâm memleketinde ikâmetine izin verilen gayr-i müslim'i öldüren müslüman hakkında ve köleyi öldüren hür kimse hakkında kısas hükmünün uygulanacağını söyleyen Ebû Hanîfe' nin arkadaşları bu hadîsi delîl göstermişlerdir. Fakat Mâlik, Şafiî, Ahmed ve el-Leys dâhil âlimlerin cumhuruna göre zimmîyi öldüren müslüman hakkında kısas tatbik edilmez. Keza köleyi öldüren hür kimse de kısas edilmez, der.
Her iki hadîs mürted olan kimsenin öldürülmesinin gerekliliğine delâlet eder. Bununla ilgili hüküm bundan sonra gelen bâbtaki hadîslerin izahı bölümünde anlatılacaktır. Nevevi bu hususta da şöyle der:
"Hadîsin: «İslâm cemâatinden ayrılıp dinini terkeden kimse» ifâdesi İslâmiyet'ten çıkan her mürted kişiyi kaplar. Bu hüküm umumîdir. Kişi herhangi bir şekilde İslâmiyet'ten çıkar ve tövbe edip İslâmiyet'e dönüş yapmazsa öldürülmesi vâcibtir. Âlimler: İslâm dev-
letine isyan etmek, dinde yeri olmayan bir şeyi dine sokmak veya başka şekilde İslâm camiasından çıkan kişi de bu hükme tâbidir. Hâriciler de böyledir, demişler. Bu hadîslerin zahirine göre anılan üç zümre insandan başka hiç kimsenin öldürülmesi caiz değildir. Halbuki suikast'de bulunup saldıran kimseyi nefis müdâfaası mâhiyetinde öldürmek caizdir. Bu ve buna benzer meseleler bu genel hükmün dışında tutulur. Öyle ise bu hadîslerdeki hüküm umumi değildir. Bununla beraber şöyle de söylenebilir. Öldürülmesi caiz olmayan bir müslürnana saldırıp onu katletmek isteyen kişi tslâm camiasından çıkan gruba dâhildir. Ya da şöyle denilebilir. Bu hadislerden maksad, taammüden, yâni bile bile öldürülmesi caiz olanlar bu üç zümredir. Bunların dışında kalan kimseler taammüden öldürülemezler. Fakat suikast'de bulunup saldıran kişiyi öldürmek nefis müdâfaası mâhiyetinde olduğu için taammüden öldürmek mâhiyetine girmez."
Osman bin Af f ân tRadıyallâhü anh) güzide sahâbi-lerdendir. E b û Bekir (Radıyallâhü anh) ve Ömer (Ra-dıyallâhü anh) 'den sonra Ümmet-i Muhammediye1 nin en faziletli simasıdır. Üçüncü halîfe'dir. O'nun faziletine dâir hadîsler 109-113 nolu olarak geçti. Orada onun hâl tercemesi kısaca anlatıldı.
Tuhfe yazarı burdaki hadîsin şerhinde : Mısırlı' lar halîfe Osman (Radıyallâhü anh)'ı muhasara altına aldılar. Bunun sebebi de halifenin Abdullah bin Sa'd bin Ebi Serh'i Mısır valiliğine ataması idi. M ı s ı r I ı' lar bu atamaya karşı oldukları için böyle davrandılar. Atamaya karşı çıkarak Osman (Radıyallâhü anh)'] evinde muhasara altına aldılar. Bu olay meşhurdur, der.
Halife Osman (Radıyallâhü anh) hicretin 35. yılı Z i 1 h i c -c e ayının yedi veya sekizinci Cuma günü M e d i n e - i Münevvere' deki evinde şehid edildi. O'nun vefat târihi ve günü hakkında başka rivayetler de vardır. O'nun haksız yere öldürülmesi ve şehid -edilmesi bir ilâhi takdirdir. Zâten Resûl-i Ekrem (Aleyhi's-salâtü ve's-selâm)'in bir hadisi onun şehid edileceğine işaret ediyor. Allah onun mertebelerini yüceltsin ve bizi onun şefâatına nail eylesin. Şehîd edilmesi, nedenleri ve bu elim olay hakkında geniş bilgi vermeye gerek görmüyorum. Ancak şöyle söyliyeyim : Bu elim olay İslâm âleminde bugüne kadar kapanmayan derin bir yara açmıştır. Bunu ve benzeri olayları deşmek hiç kimseye fayda sağlamaz. İslâm düşmanları hâriç.
îlk hadisin râvisi Ebû Ümâme Es'ad bin Sehl bin Huzeyf el-Ensârî (Radryallâhü anh) sahâbilerden sayılır. Ebü Ümâme künyesi ile tanınır. Resûl-i Ekrem (Aleyhi's-salâtü ve's-selâm)'i görmek şerefine nail olmakla beraber O'ndan hadîs rivayet etmemiştir,[3]
2535) (Abdullah) bin Abbâs (Radryallâhü anhümâ)\\an rivayet edildiğine jîÖre; Resûlullah (Sallal/n/tii Aleyhi vr Sel t cm) şöyle buyurdu, demiştir; «Her kim (hak olan) dinini değiştirirse, onu hemen öldürünüz.-"
2536) Behzbin Hakînvin dedesi (Muâviye bin Hayda) (Raâtyallâkü anhümyden rivayet edildiğine göre; Resûlullah (Saüallakü Aleyhi ve Sellem) şöyle buyurdu, demiştir :
Müslüman olduktan sonra (Allah'a) ortak koşan bir müşrik kâfirlerden ayrılıp müslümanlar (camiasın) a katılmadıkça Allah onun hiç bir amelini kabul etmez.»" [4]
İ b n - i A b b â s (Radıyallâhü anh) 'm hadisini Buharı, Müslim, Tirmizî ve Ebû Dâvûd da kısa ve uzun metinler hâlinde rivayet etmişlerdir.
Avnü'l-Mabûd yazan bu hadîsin şerhinde «el-Fetih'ten naklen şu bilgiyi verir;
islâmiyet'ten çıkan mürted erkek öldürüldüğü gibi mür-ted kadın da katledilir, diyen âlimler bu hadîsi delil göstermişlerdir. Fakat Hanefi âlimler bu hadisi mürted erkeklere tahsis ederek, kadınları öldürmeyi yasaklayan hadîsi delil göstermişlerdir. Mürted kadın da öldürülür diyen cumhur, kadınların öldürülmesini yasaklayan hadisi savaşa katılmayan ve henüz müslü-manlığı kabul etmemiş olan kadınlara tahsis etmiştir. Cumhurun diğer bir delili de şu mealdeki hadîstir: Resûl-i Ekrem (Aleyhi's-sa-lâtü ve's-selâm) Muâz bin Cebel'i Yemen'e gönderirken kendisine :
«Hangi erkek İslâmiyet'ten irtidad ederse (çıkarsa) sen onu (İslâm'a) davet et. Eğer dönüş yaparsa (Mesele yok). Şayet dönüş yapmazsa onun boynunu vur (kılıçla kes). Hangi kadın İslâmiyet'ten çıkarsa onu (İslâm'a) çağır. Eğer dönerse (mesele yok.) Aksi halde boynuna vur (kılıçla kes)», buyurdu. Bu hadisin senedi hasendir. Âlimler arasında ihtilâf konusu olan meseleye âit bir nass'dır. Ona dönüş yapılmalıdır."
İbn-i Abbâs (Radıyallâhü anh)'ın hadîsinde mürted olan kişinin İslâmiyet'e davet edilmesi ve bu çağrıya icabet etmeyip küfürde İsrar ettiği anlaşıldıktan sonra öldürülmesi hükmünün infazı konusunda bir açıklama olmamakla beraber diğer bâzı hadîsler buna delâU.i ettiği için cumî.ur İstitâbe'y* yâni mürted kişiyi tevbeye davet etmeyi gerekli görmüştür.
İbn-i Battal: Mürted kişinin tevbe etmeye ve İslâmiyet'e dönüş yapmaya çağırılıp çağırılmıyacağı konusunda ihtilâf vardır. Cumhura göre önce istitâbe edilir. Eğer dönüş yaparsa salıverilir. Aksi halde katledilir. El-Hasan, Tâvûs ve Zâ-h i r i y y e mezhebi mensuplarına göre mürted kişiye böyle bir çağrı yapılmaksızın derhal öldürülmesi vâcibtir. İbnü'I-Kas-s a r, cumhurun görüşünü teyid eder mâhiyette sükuti icmâ bulunduğunu söyler, ve bu icmâ'ın oluşması durumunu anlatır. Şu halde hadisin «Hemen onu öldürün» emrinden maksad mürted kişinin İslâm'a dönüş yapmaması hâlidir. Mürted kişinin bir defa veya üç defa İslâm'a davet edileceği ve davet süresinin tâyini hususunda da ihtilâf vardır. Bu sürenin bir celse, bir gün, üç gün ve bir ay olduğu yolunda değişik görüşler vardır, der.
Hadisteki "Din"den maksad İslâm dinidir. Yâni İslâm dininden çıkan kimse mürted sayılır ve öldürülmesi gerekir. Fakat bâtıl bir
dini bırakıp müslüman olan kimse dinini değiştirdiği için katledilmez. Bâtıldan hakka dönüş yaptığı için taltif edilir.
Bâtıl bir dini bırakıp yine bâtıl başka bir dine giren, meselâ Hıristiyanlıktan yahûdîliğe geçen ve bunun aksine hareket eden kimse Hanefîler'e göre katledilmez. Çünkü İslâm dışı dinlerin tümü tek din durumundadır. Nitekim «Küfür tek bir millet yâni dindir» mealinde hadis vardır. Fakat bâzı Şafiî âlimler hadîsin umumîliğini dikkate alarak bâtıl bir dinden yine bâtıl bir dine geçen kimse de katledilir, demişlerdir.
İkinci hadîsin başkaca kimler tarafından rivayet edildiğini tesbit edelim. Bu hadîse göre mürted olan bir kimse tekrar müslümanlığa dönmedikçe yaptığı amellerin hiç birisi Allah katında makbul değildir.
Hanefî âlimlere göre mürted olan bir kimsenin mürted olmadan önce işlemiş olduğu ibâdetlerin ve sâlih amellerin hepsinin sevabı gitmiş olur. Mürted kimse tekrar İslâmiyet'e dönüş yapınca vaktine erdiği namazı edâ eder ve daha önce hac ibâdetini işlemiş olsa bile yine ona hac farz olur. Evvelce yaptığı hac ibâdeti geçersizdir.
Ş â f i i 1 e r' e göre de mürted, İslâm'a dönüş yapınca yeniden hac ibâdetini ifa etmesi farzdır. Mürted olmadan önce yaptığı hac geçerli değildir.[5]
2537) (Abdullah) bin Ömer (Radıyallâhü ankümâyâan rivayet edildiğine göre; ResûluUah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) şöyle buyurmuştur:
«Allah'ın (koyduğu) had (cezâ)Iarmdan birisini dosdoğru infaz etmek Allah Azze ve Celle'nin beldelerinde kırk gece (süreyle) yağan) yağmurdan daha hayırlıdır.»'*
Not : Zevâid'de şöyle denilmiştir : Bunun senedinde bulunan Said bin Si nân'i İbn-i Muin ve başkası zayıf saymışlardır. Dârekutnİ de : O hadîs uydurur, elemişi ir
2538) Ebû Hüreyre (Radıyallâhü <7«//)'den rivayet edildiğine göre; ResûUiUah (Sallallakü Aleyhi ve. Scllcm) şöyle buyurdu, demiştir :
«Yer yüzünde uygulanan (ilâhî) bir had (ceza), yerdekiler için kendilerine kırk gün yağmur verilmesinden daha hayırlıdır.»"
2539) (Abdullah) bin Abbâs (Radıyallâkü ankümâ)'âan rivayet edildiğine göre; Resûlullab (SailaUahü Aleyhi ve Scfle.m) şöyle buyurdu, demiştir:
«Kim Kur'an'dan bir âyet'i inkâr ederse şüphesiz onun boynunu vurmak (öldürmek) helâl olur. Kim de: Allah'tan başka (hak) üâh yoktur, O birdir, ortağı yoktur. Şüphesiz Muhammed (Sallalla-
hü Aleyhi ve Sellem) de Allah'ın kulu ve Resulüdür, derse artık kimse ona dokunamaz. Meğer ki bir (suç işlemekle) bir had (cezây)a uğrar da cezası infaz edile.»"
Not: Zevâid'de şöyle denilmiştir : Bu, zayıf bir sened'dir. Çünkü bunda Hafs bin Ömer eî-Arabî el-Karh bulunur. İbn-i Muin, Ebü Hatim, Nesâî, İbn-i Adî ve Dârekutnî onu zayıf saymışlar. İbn-i E"bi Hatim ise onu sıka saymıştır.
2540) Ubâde bin es-Sâmıt (Radıyaîlâhü anh)}den rivayet edildiğine göre; Resûlullab (SailaUahü Aleyhi ve Sellem) şöyle buyurdu, demiştir;
*(Ey müslümanlar) Siz Allah'ın had (cezâ)larım (Akrabalıkta veya güçlülükte ve güçsüzlükte size) yakın olan ve uzak olan herkes hakkında dosdoğru infaz ediniz. Sakın hiç bir kınayanın kınaması sizi Allah (m hükmünü uygulamak) konusunda tutmasın (yâni ala-koymasın.)-"
Not : Zevâid'de şöyle denilmiştir : Bunun senedi İbn-i Hibbân'm şartı üzerine sahihtir. Çünkü o bunun bütün râvîlerini sikalar arasında anmıştır. [6]
Bu bâbta rivayet olunan İbn-i Ömer (Radıyallâhü anh)'ın hadîsini Taberâni de rivayet etmiştir. Ebû Hüreyre (Radıyallâhü anh) 'm hadisini Ahmed ve Nesâî de rivayet etmiştir. İbn-i Abbâs (Radıyallâhü anh) 'in hadisi ile Ubâde (Radıyallâhü anh) 'in hadîsi ise Zevâid türünden olup başkaca kim tarafından rivayet edildiğini tesbit edemedim.
Bu bâbtaki hadislerin hepsi Allah'ın emretmiş olduğu cezaların aynen tatbik edilmesinin önemini beyân etmektedir. İlk iki hadîs ilâhî cezaların tatbikinin kırk günlük yağmurdan hayırlı olduğunu bildirmektedir. Sindi bu hususta şöyle der:
"Bunun hikmeti hakkında şöyle denilmiştir: Çünkü ilâhi cezaların uygulanması, insanları günahlardan ve suç işlemekten aîakor ve yağmur için gök kapılarının açılmasına vesile olur. İlâhî cezaların uygulanmaması veya bunda gevşeklik göstermek ise insanların günahlara ve suçlara dalmasına sebebiyet verir. Bu ise kıtlık, kuraklık ve halkın helak olmasına yol açar.
îbn-i Abbâs (Radıyallâhü anh) 'in hadisi ise Kur'an-ı Ke-rim'in tek bir âyetini inkâr edenin öldürülmesinin helâl olduğunu ifâde eder. Çünkü Kur'an-ı Kerîm'in tek bir âyetini inkâr eden kimse mürted olur. Yâni İslâmiyet'ten çıkmış olur. Mürted ile ilgili hüküm ise bundan önceki bâbta beyân edildi. Şu noktayı da belirteyim : Kur'an'm bir âyetini inkâr etmek sâdece bunun âyeti olduğunu inkâr etmekten ibaret değildir. Bunun âyet olduğunu, yâni Allah tarafından indirildiğini inkâr eden kimse dinden çıktığı gibi herhangi bir âyetin hükmünü tasvib etmeyen, meselâ falan âyetin hükmü 20. asrın uygarlığı ile bağdaşmaz veya şu âyetin hükmü uygulanmamalıdır, bunu uygulamayı uygun görmüyorum, diyen bir kimse de mürted olur ve İslâmiyet'ten çıkmış olur.
Bu hadîs kelime-i Şehâdet getirip anlamını kalben tasdik eden bir kimsenin öldürülmesinin haram olduğunu ifâde eder. Ancak böylece müslümanlığı kabul eden bir kimse haddi gerektiren bir suç işlerse o takdirde cezası uygulanır.
Son hadîsteki "Karîb = yakın" ve "Baîd = uzak" kelimeleri iki mânâya yorumlanmıştır. Bundaki yakınlık ve uzaklık akrabalık açısından olabildiği gibi kuvvet ve nüfuz bakımından da olabilir. T ı y -b î böyle demiştir. Yâni suç işleyen kişi sizin yakın akrabanız olsun uzak akrabanız olsun onu ilâhî hükme uygun olarak cezalandırmakta bir ayırım yapmayın. Keza o kuvvetli ve nüfuzlu bir kişi olsun zayıf ve nüfuzsuz kimse olsun fark etmez. Herkese ayni şekilde ilâhî cezayı uygulayın. Ve Allah'ın hükümlerini uygularken başkasının sizi ayıplaması, kınaması, yermesi gibi karşı hareketler de sizi engellemesin. İlâhî cezayı tereddüdsüz ve önemle tatbik ediniz. [7]
2541) Atiyye el-Kurazî (Radtyallâhü (7w//,)'den; Şöyle demiştir:
Kurayza (savaşı) günü (müslümanlarca esir edilen) bizler Re-sûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'e arzedildik. (Durumumuz kontrol edildi.) Sonra avret yerinde tüy biten erkek (esirler) öldürüldü ve avret yerinde tüy bitmeyen oğlan (esirler) salıverildiler (yâni öldürülmediler). Ben de avret yerinde tüy bitmeyenlerin içinde idim. Bu nedenle salıverildim."
2542) Atiyye el-Kurazî (Radıyallâhü anh)'den rivayet edildiğine göre şöyle demiştir:
(Ey müslümanlar!) Bilmiş olun ki işte ben aranızdayım."
2543) (Abdullah) bin Ömer (Radtyallâhü anhümâydasi; Şöyîe mistir:
Uhud (savaşı) günü ben on dört yaşında iken Resûlullah (Sal-lallahü Aleyhi ve Sellem)'e arz edildim (Yâni durumum O'nun tarafından gözden geçirildi). O, bana icazet vermedi. (Yâni yaşça ergin değilim, diye savaşa katılmama izin vermedi.) Hendek [savaşı) günü de ben on beş yaşında iken O'na arz edildim. Bu defa bana icazet verdi. (Yâni savaşa katılmama izin verdi.)
Nâfi demiştir ki: Ben bir kere hilâfeti zamanında Ömer bin Ab-düaziz'e bu hadîsi anlattım. Ömer bin Abdilaziz dedi ki: Bu on beş yaş küçük ile büyük arasında bir sınırdır (çocukluğun nihayeti ve erginliğin başlangıcıdır, dedi ve bütün illerdeki valilerine bir genelge göndererek on beş yaşma varan askerlere maaş bağlamalarını emretti,)" [8]
Atiyye el-Kurazi (Radıyallâhü anh) 'm hadisini T i r -m izi, Ebû Dâvûd ve Dârimî de rivayet etmiştir. Onun ikinci hadisine Tirmizi ve Ebû Dâvûd'un sü-nenlerinde rastlayamadım. Bu hadîse göre savaş esirlerinde erginlik çağmın tesbit ölçüsü avret yeri tüylerinin bitmesidir. Beni K u -r a y z a savaşından sonra yakalanan erkeklerden erginlik çağma varanlar ile bu çağa varmamış olanlar böylece tesbit edildi. Erginlik çağma varanlar savaştıkları için öldürüldüler. Bu çağa henüz varmamış olanlar ise öldürülmediler. Hadîsin râvlsi Atiyye-el-Ku-r a z i (Radıyallâhü anh) da tutsaklar içinde idi. Kendisi erginlik çağına varmadığı için öldürülmedi. Benî Kurayza savaşında yalnız savaşan yahûdîlerin katledildiğini ve savaşmayan küçük yaştakilere dokunulmadığmın beyânı için olsa gerek ki bu râ-vî ikinci hadîsinde müslümanlara hitaben : «İşte ben aranızdayım,» der. Yâni ben bu savaştaki esirlerden idim. Erginlik çağma varmadığım için salıverildim ve hâlen yaşamaktayım. Kanımca onun sözünün mânâsı budur.
Müslüman çocuklarının erginlik çağının alâmetleri bundan sonra izahı yapılacak İbn-i Ömer (Radıyallâhü anh)'m hadîsi ile ilgili bilgi verilirken anlatılacaktır. Şunu belirtmekle yetineyim; Müslüman çocuklarının erginlik belirtisi olarak yaş durumu, ihtilâm ve aybaşı âdeti gibi ölçüler varken kâfir çocuklarının erginlik belirtisi olarak avret yeri tüylerinin bitimi esas alınmıştır. Bunun sebebine gelince H a t t â b î şöyle der :
Avret yerinde tüylerin bitmesini rnüslüman çocuklarının erginlik çağma varması için delîl saymayıp kâfir çocuklarının erginlik
çağına varması için delil ve alâmet sayan âlimlerin bu ayırımı yapmaları şu nedene dayanıyor, kanısındayım :
Kâfirlerin çocuklarının yaşça ergin olmalarını tesbit etmek güçtür. Bunların yaşlarının tesbiti hususunda kâfirlerin sözlerine itibar edilemez. Çünkü onların verdikleri bilgilere ve haberlere itibar edilmez ve bunlar öldürülmekten kurtulmak için kendilerini küçük gösterme gayretinden geri durmazlar. Fakat müslüman çocuklarının yaş durumunu tesbit etmek mümkündür. Çünkü m üs 1 umanların verdikleri bilgilere ve haberlere itibar edilir. Bunların çocuklarının yaşlan yakınla.nnca bilinir. Doğum târihleri malum olabilir. Bu nedenle kâfir çocukları için etek kıllarının bitmesine itibar etme yoluna gidilmiştir.
Turbüşti de: Kâfir çocukları için avret yeri tüylerinin bitmesi erginlik çağma varmalarının alâmeti sayılmıştır. Çünkü bu ölçüye baş vurma zarureti vardır. Kâfirler, erginlik çağına varmış olmalarının kendileri için tehlikeli olduğunu bildikleri zaman ihtilâm olmakla veya yaşça erginlik çağma vardıklarını gayet tabii gizlerler ve doğru söylemezler, demiştir.
Şimdi İbn-i Ömer ERadıyallâhü anh)'in hadisinin izahına geçelim :
Bu hadisi Buhâri, Müslim, Tirmizi, Ebû Dâvûd, Beyhaki, İbn-i Hibban ve İbn-i Huzey-m e de rivayet etmişlerdir. Hadîs metninin bâzı kelimelerinde değişiklik var ise de mânâyı ve hükmü etkilemez. Bütün rivayetlere göre İbn-i Ömer (Radıyallâhü anh) Uhud savaşı vuku bulduğunda on dört yaşında idi. Savaşa katılmak için gözden geçirilmiş ve savaşa katılmasına izin verilmemiştir. Ertesi yıl vuku bulan Hendek savaşı için gene Resûl-i Ekrem (Aleyhi's-salâtü ve's-selâm) tarafından gözden geçirilmiş ve savaşa katılmasına izin verilmiştir. Bu esnada on beş yaşında idi. Şu halde on beş yaş, erginlik çağının belirtisi sayılır, S u y u t i' nin naklen beyânına göre Beyhaki: Hükümdar Hendek savaşından bu yana on beş yaşma bağlanmıştır. Daha önce ise mümeyyizlik çağma varmak hükümlerin tatbiki için yeterli görülürdü, demiştir. Mümeyyizlik çağı çocuğun kendi kendine yemek yiyebilmesi, su içebilmesi, ayak yoluna gidip gelebilmesi çağıdır. Bu da yaklaşık olarak 7-8 yaşlarıdır, denilebilir.
Hadisin râvlsi İbn-i Ömer (Radıyallâhü anh) bu hadîsi halîfe Ömer bin Abdilazîz'e anlatınca halife: On
beş yaşın küçüklük ve büyüklük sınırıdır, demiştir. Şu halde on beş yaşma varan çocuk, büyük sayılır ve henüz bu yaşa varmamış çocuk küçük sayılır.
Fethü'l-Vedûd yazan; Çocuk ihtilâm olmak gibi belirtilerle erginlik çağma varmamış ise fıkıhçıiann ekserisine göre on beş yaşına varması erginlik alâmetidir, der.
H a 11 â b i de : Çocuklar hakkında had cezalarının uygulanabilmesi için gereken erginlik çağının sınırı konusunda âlimler ihtilâf etmişlerdir: Ş â f i i' ye göre oğlan çocuğu ihtilâm olur veya on beş yaşına varınca, ergin erkekler gibidir. Had cezaları onlara tatbik edilir. Kız çocuğu ise aybaşı âdeti görünce veya on beş yaşma varınca ergin kadınlar hükmündedir ve hakkında had cezaları uygulanır. Avret yerinde tüy bitme işi ise erginlik çağına varma belirtisi sayılmaz. Bu belirti ancak kâfirler hakkında uygulanır, demiştir.
Tuhfe yazarının beyânına göre Şerhü's-Sünne'de: tlim ehlinin ekserisine göre hüküm şöyledir Oğlan ve kız çocuğu on beş yaşını doldurunca erginlik çağma varmış olur. Şafiî ve Ahmed de böyle demişlerdir. Bunlar dokuz yaşını doldurup on beş yaşına varmadan önce ihtilâm olurlarsa gene erginlik çağma varmış sayılırlar. Keza kız çocuğu dokuz yaşından sonra aybaşı âdeti görünce bulûğ çağma varmış olur. Dokuz yaşma varmadıkça ihtilâm olmak veya kızın hayız kanı görmesi söz konusu değildir, der.
EI-Hidâye'de de: Erkek çocuğun erginlik çağma varması ihtilâm veya cinsel ilişkide bulunduğu zaman menisinin gelmesi veya kadını gebe bırakması ile gerçekleşir. Bunlar yok ise on sekiz yaşını doldurmakla bulûğ çağma varmış olur. Kız çocuğun erginliği ise aybaşı âdeti, ihtilâm olması veya gebe kalması ile oluşur. Bunlar olmazsa on yedi yaşı doldurması ile ergin sayılır. Yukardaki hüküm E b û H a n i f e ' ye göredir. Ebû Yûsuf ile Muhammed'e göre ise oğlan ve kız çocuğu on beş yaşım doldurunca erginlik çağma varmış olurlar. Bu görüş Ebû Hanife' den de rivayet edilmiştir. Şafiî' nin kavli de böyledir, denilmektedir.
Hanefi ve Şafii mezheblerine göre oğlan ve kız çocuğun erginlik çağına varmaları alâmetleri yukarda anlatıldı. Hulâsa bu iki mezhebe göre kız ve oğlan çocuklar on beş yaşını doldurunca erginlik çağına varmış olurlar. Ayrıca dokuz yaşından sonra meninin gelmesi de erginlik çağı sayılır. İhtilâm da böyledir. Kızların aybaşı âdeti de Ml«f alâmetidir. DâğeF iki mezhebe gelince:
Mâliki mezhebine göre ayrıca avret yerinde ufak tüy değil de kılların çıkması ve sesin kalınlaşması gibi alâmetler de vardır.
H a n b e 1 i mezhebine göre ise meninin gelmesi, traşı gerektirecek kalınlıkta etek tüylerinin bitmesi, on beş yaşı doldurmak kız ve oğlan çocuk için erginlik alâmetleridir. Bunlardan birisi yeterlidir. Kızlar için ayrıca aybaşı âdetini görmek veya gebe olmak da bulûğ çağı alâmeti sayılır,
Hadîsler isimleri geçen savaşlara gelince U h u d savaşı hicretin 3. yılı U h u d dağı eteğinde vuku buldu. Hendek ve Beni Kurayza savaşları ise Medîne-i Münevvere' de ve civarında hicretin 5. yılı vuku buldu. Benî Kurayza yahûdileri müslümanlarîa yaptıkları andlaşmaya aykırı olarak Hendek savaşında Mekke ' li müşriklere yardımda bulundukları için bu savaşın hemen akabinde Benî Kurayza yahûdîleri ile savaş emri Allah'tan geldi ve Resûl-i Ekrem (Aleyhi's-salâtü ve's-selâm) bu savaşa gitti. Savaş müslümanların zaferi ile sonuçlandıktan sonra bunlar hakkında uygulanacak hüküm için tutsaklar Ensâr-i kirâm'dan Sa'd bin Muâz (Ra-dıyallâhü anh)'in karar vermesini istediler. Resûl-i Ekrem (Aleyhi's-salâtü ve's-selâm) de bu isteği kabul buyurarak Hendek savaşında aldığı yaradan dolayı hasta yatan S a ' d ' a haber vererek hüküm etmesini istedi. Sa'd (Radıyallâhü anh) da bunların savaşan erkeklerini öldürmeye ve kadınlar ile çoluk çocukları câriye ve köle olarak müslümanların yararına tahsisine karar verdi. Bunlar dörtyüz kişi idi. Sa'd böyle karar verince Resûl-i Ekrem (Aley-hi's-saîâtü ve's-selâm), S a ' d ' a hitaben :
= «Sen Allah'sın bunlar hakkındaki hükmüne isabet ettin, ona uygun hüküm verdin,» buyurdu,
Tirmizî, Sa'd (Radıyallâhü anh) 'in Benî Kuray-z a yahûdîleri hakkında verdiği hükümle ilgili C â b i r (Radıyaî-lâhü anh)'in merfû hadîsini Seyr kitabının 28. babında rivayet etmiş ve hadîsin hasen - sahih olduğunu beyân etmiştir. O hadîsi N e s â î ve îbn-iHibbân da rivayet etmişlerdir.
İşte Atiyye el-Kurazî bu savaşta esir edilenlerden idi ve etek tüyleri bitmeyen küçük yaştakiler içinde salıverilenler-den, yâni öldürülmeyenlerden idi. Kendisi bu durumu anlatır. Bu zât müslüman olup sahâbîlik şerefine erişen mutlu insanlardandır. Hadîs rivayetinde bulunmuştur. Râvîsi M ü c â h i d ve başkalarıdır. Sünen sahipleri onun hadîslerini rivayet etmişlerdir. [9]
2544) Ebû Hüreyre (Radıyallahü an/ı)'c\en rivâyeı edildiğine ı^iire ; Resûlullah (SaUaUahü Aleyhi ve Scllem) şöyle buyurdu, demiştir :
-Kim bir müslüman (kardeşinin aybın)ı örterse Allah da onutn aybmı) dünyada ve âhirette Örter.»"
2545) Ebû Hüreyre (Radıyallâhü atıh)'den rivayet edildiğine göre; Resûlullah (SaUaUahü Aleyhi ve. Scllem) şöyle buyurdu, demiştir:
«Had (cezây)ı defedebildiğiniz sürece (yâni suç sabit olmadıkça) defediniz.»"
Not: Zevâid'de şöyle denilmiştir : Bunun senedinde İbrahim bin el-FadJ el-Mahzûmî bulunur. Bu râvîyi Ahmed, îbn-i Muin, Buhâri ve bankaları zayıf saymışlardır.
2546) (Abdullah) bin Abbâs (Radtyallâhü an humâ) 'dan rivayet edildiğine göre; Peygamber (SaUaUahü Aleyhi ve Srllem) şöyle buyurmuştur:
«Kim müslüman kardeşinin avreti (aybı)m örterse Allah da kıyamet günün onun aybım örter. Kim müslüman kardeşinin avreti (aybı)m açığa vurursa Allah da onu aybmdan dolayı evinin içinde bile rezil etmekle kusurunu meydana çıkarır.»"
Not : Zevâid'de şöyle denilmiştir : Bunun senedinde Muhammed bin Osman bin Safvân el-Cümehi bulunur. Ebû Hatim bunun hadîslerinin münker ve zayıf olduğunu söylemiştir. Dârekutni de : Bu râvi kuvvetli değildir, demiştir. İbn-i Hibbân ise bunu sıka râvîler arasında anmıştir. Senedin kalan râviieri sıka <gj-venilir) râvîlerdir. [10]
Ebû Hüreyre (Radıyallâhü anh)'ın ilk hadîsini Müslim, Ebû Dâvûd, Tirmizi ve Nesâi de rivayet etmişlerdir. Bu hadîs iki şekilde yorumlanır: Birincisi müslümanla-rı giydirmenin fazileti anlamıdır. Yâni kim bir müslümamn vücûdunu örter ve onu giydirirse Allah da kendisini kıyamette giydirir. Yâni kendisinin günahlarını bağışlar ve cezalandırmaz. (Hatırıma şöyle bir şey de geliyor: Allah da kendisini cennet libası ile giydirir. Fakat böyle yorumlayanı tesbit edemedim.)
İkinci yorum şekli ise şöyledir: Kim bir müslümamn gizli bir kusurunu görür de bunu halka anlatmazsa ve böylece aybını örterse, Allah da onun aybmı kıyamet günü örter. Yâni günahım bağışlar.
E 1 - H â fi z , el-Fetih'te bu son yorumu beyân ettikten sonra : Bu hadîs, suçu ve kusuru gören müslümanı kötülükle mücâdele etmekten alıkoymaz. Kişi kusur işleyen adamı bundan menetmeye ve münkeri engellemeye memurdur. Kusurlu görülen şahıs uyanlara ve nasihatlara kulak asmaz ve suça devam ederse, durumu gören şahıs gerektiğinde onun aleyhinde şâhidlik etmek durumundadır. Bu konuda da emirler vardır. Nasıl ki kişi işlediği kusuru gizleme-lidir, bunu başkasına anlatmamalıdır. Ama gider de hâkim huzurunda kendi suçunu ikrar ederse, b.öyle davranması kabul edilir. îş-lenen bir günahın gören tarafından gizlenmesi ve açığa çıkarılmaması kanımca şu durumda olur: Olup biten ve tekerrür etmiyecek bir kusur işlenmiş ise bunu dile getirip suçluyu teşhir etmek uygun
değildir. Suçlara karşı çıkıp buna engel olmaya çalışmak ise suç işlenirken durumu'görenlere aittir. Yâni bir kimse bir suçun işlenmekte olduğunu görünce buna engel olmaya çalışacak ve önlemek isteyecektir. Şayet müdâhalesi etkisiz kalırsa durumu hâkime intikal ettirir ve şâhidlik eder. Suçu gören kişinin durumu hâkime şikâyet etmesi yasak olan gıybetten sayılmaz ve buna bir müslümanın aybını açığa çıkarmak, onu teşhir etmek, denmez). Bilâkis müsîüma-na düşen kutsal bir görevdir ve vâcib olan bir nasihat hizmetidir. Hadîs, gıybet etmenin yasaklığına da işarettir. Çünkü bir müslümanın şahsına münhasır gizli bir kusurunu açıklamak, ayıplan örtmeye ters düşer, demektedir
Ebû Hüreyre (Radiyallâhü anhî'ın ikinci hadîsine gelince, bu hadis suç sabit olmadıkça had cezasının uygulanmamasını emreder. Yâni sanık hakkında iddia edilen suç sübut bulmaz ve suçlu olmaması ihtimâli var ise, hâkim şüphede kaldığı takdirde had cezasını uygulamamalıdır.
T i r m i z î de bu hadisin bir benzerini  i ş e (Radıyaîlâhü anhâ) 'den merfu olarak rivayet etmektedir. O hadis şöyledir:
«Gücünüz > ettikçe müslüm&nlardan hadları Ue'Ahırı) defediniz. Eğer çıkar yolu varsa (Yâni suçu sabit olmazsa) sanığı sahveri-niz. Çünkü hâkim'in affetmekte hatâ etmesi cezalandırmakta hatâ etmesinden iyidir.»
E 1 - K a r i' bu hadisteki hitabın devlet yetkililerine âit olduğu görüşünü destekler. Yâni hâkim kendisine intikal eden ve had cezasını gerektiren dâvada sanığa suçunu itiraf ettirme yoluna gitmemelidir. Hattâ varsa sanığın mazeretlerini dikkate almalıdır ve suçu sabit olmadıkça cezasının tatbikine acele etmemelidir. Fakat suç sabit olduktan sonra cezanın tatbiki hususunda tereddüd veya müsamaha gösteremez. Cezayı aynen ve zamanında uygulamak zorundadır. Bu husus bundan iki bâb önce geçen hadîslerde belirtilmiştir. Tekrarlamaya gerek yoktur.
îbn-i Abbâs (Radıyaîlâhü anhJ'ın hadîside Ebû Hüreyre (Radıyaîlâhü anh)'ın ilk hadîsine benzer. O hadîsle ilgili izah bunun için de söz konusudur. Ancak bu hadîsin son kısmı ikinci yorumu teyid eder. Yâni, müslümam örtmekten maksad,
onun gizli hallerini ve şahsına âit kusurları halka anlatmakla onu teşhir etmemelidir. Ama kendisi uyarılır, kötülüğüne engel olunmaya çalışılır ve buna rağmen kusurlarını devam ettiriyor ise bunu ilgililere şikâyet etmek meşrudur. Bunda bir günah yoktur ve gıybet durumu da söz konusu değildir. Aleni suç işleyenle mücâdele etmek kutsal görevdir. Halkı dolandıran, hırsızlık eden ve buna benzer fâ-sıklığı açıkça yapan şer insanlara karşı müslümanlan ikaz etmek, onları korumak ve haberdar etmek de giymet sayılmaz. Bilâkis görev sayıldığına dâir hadisler vardır. [11]
2547) Âişe (Radtyallâhü ankâ)'dan; Şöyle demiştir:
Benî Mahzûm kabilesinden hırsızlık eden (Fâtıma isimli) kadının durumu Kureyş (kabilesin) i cidden üzdü, ızdıraba soktu. Bunun üzerine bunlar:
Bu kadın (in el kesme cezasının affı veya fidyeye çevirilmesi konusu) hakkında kim Resûhıllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) ile
konuşabilir, diyorlardı. (Kendi aralarında böylece görüştükten sonra) dediler ki: Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'in mahbûbu (sevdiği) Üsâme bin Zeyd (bin el-Hârise) (Radıyallâhü anhümâ) 'dan başka kim bunu arz etmeye cesaret edebilir? (Sonra Kureyş, konuyu Üsâme ile görüşüp aracı olmasını istediler.) Üsâme de (kadının affı veya cezasının paraya çevirilmesi için) Resûl-i Ekrem (Salîalla-hü Aleyhi ve Sellem) ile konuştu. Bunun üzerine Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) (Üsâme'ye) :
«Sen Allah'ın (koyduğu) had (cezâ)lardan birisi (nin terkedil-mesi) hakkında mı aracı oluyorsun?» diyerek onu kınadı. Sonra kalktı ve (halka) yüksek sesle hitabede bulunarak:
«Ey insanlar! Sizden öncekiler — İsrail oğulları — şöyle davrandıkları için helak oldular: Bunlar kuvvetli adam aralarında hırsızlık ettiği zaman onu bırakırlardı da zayıf adam aralarında hırsızlık ettiği zaman onun aleyhinde had (ceza) uygularlardı. (Yâni elini keserlerdi.) Allah'a and olsun ki eğer Muhemmed'in kızı Fâtıma çalmış olsayds şüphesiz ben o (kızım Fâtıma) nm elini keserdim,» buyurdu.
(Müellifin şeyhi) Muhammed bin Rumh dediki: Ben el-Leys bin Sa'd'dan; Allah (Azze ve Celîe) Resûl-i Ekrem (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'in kızı Fâtıma'yı hırsızlık etmekten şüphesiz korumuştur, sözünü söylerken işittim. Her müslüman da bunu söylemelidir."
2548) Mes'ûd bin el-Esved (Radıyallâkü ank)'âcn; Şöyle demiştir: (Fâtıma isimli) kadın Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'in evinden o kadifeyi çaldığı zaman biz bunu büyük (bir olay olarak) gördük. Bu, Kureyş (kabilesin) den bir kadın idi. (Kureyş kabilesine bir leke olmasın düşüncesiyle) biz Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'in yanma gidip O'nunla konuştuk ve: Bu kadım kurtarmak için biz kırk okka (altın veya gümüş) fidye veririz, dedik. Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) :.
«(Cezasını çekmekle) temizlenmesi onun için daha hayırlıdır,» buyurdu. Sonra biz Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Seiîem)'in sözünün yumuşaklığını işitince (cesaretlendik ve) Üsâme'nin yanına gidip (ona) : Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) ile sen konuş (aracı ol) dedik. Resûlulîah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) bunu görünce bir hitabede bulunmak üzere ayağa kalktı ve (bize) :
^Allah'ın cariyelerinden bir câriye üzerine vâcib olan Allah Azze ve Celle'nin (koyduğu) cezalardan birisi (nin terk edilmesi) hakkındaki bu İsrarınız nedir? Muhammed'in nefsi (canı, kudret) elinde olan (Allah) a yemin ederim ki o kadının tenezzül ettiği şey (hır-sızhğ)a Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'m kızı Fâtıma tenezzül etmiş olsaydı şüphesiz Muhammed (Salîallahü Aleyhi ve Sellem) onun elini keserdi,» buyurdu."
Not: Zevâid'de şöyle
denilmiştir : Bunun senedinde Muhammed bin îshâk bulunur. Bu râvî tedlisçidir
(ve bunu an'ane ile rivayet etmiştir.)
[12]
 i ş e (Radıyallâhü anhâ)'nin hadisini Kütüb-i Sitte sahiplerinin hepsi rivayet etmişlerdir. Hadîs metni bâzı rivayetlerde kısacadır. Hırsızlık eden kadm'm isminin Fâtıma olduğu hadîs şerhlerinde belirtilmiştir. Kadın Kureyş'in Beni M a h -z û m isimli büyük bir kabilesinin eşrafından idi. Kadının babası el-Esved bin Abd i'l-Es ed, Bedir savaşında H a m z a (Radıyallâhü anh) tarafından öldürülen bir kâfir idi. Bâzı rivayetlerde kadının Mekke fethi günü (ganimet malından) mücevherat çaldığı, diğer bir kısım rivayetlerde ise kullanılıp geri verilmek üzere emaneten aldığı eşyaları geri vermeyip inkâr etmeyi alışkanlık hâline getirdiği belirtilmektedir. Burdaki rivayette Re-sûl-i Ekrem (Aleyhi's-salâtü ve's-selâm)'in evinden kadife çalmıştı. Hülâsa öyle anlaşılıyor ki kadın defalarca bu suçu işlemişti. İşlediği suçun mâhiyeti hakkında geniş bilgi için hadîs kitablarma ve şerhlerine baş vurmak uygun olur, kanısındayım. Kadın K u r e y ş ' e mensup olduğu için K u r e y ş, onun elinin kesilmesini kendileri için bir leke saydıklarından dolayı, bağışlanması veya cezayı fidyeye çevirme gayreti içine girdiler. Bu iş için de Resül-i Ekrem (Aleyhi's-salâtü ve's-selâm) 'in sevdiği Üsâme bin Zeyd (Radıyallâhü anh) 'ı aracı koydular. Üsâme' nin hâl tercemesi 795 nolu hadîsin izahı bölümünde verildi. Nihayet Üsâme, kadın hakkında el kesme cezasının uygulanmaması için Resûl-i Ekrem (Aleyhi's-salâtü ve's-selâm) nezdinde aracı ve şefaatçi olma cesaretini gösterdi. Fakat Resûl-i Ekrem (Aleyhi's-salâtü ve's-selâm)'den kınama cezasını aldı. Resûl-i Ekrem (Aleyhi's-salâtü ve's-selâm) ilâhi cezaların uygulanmasının önemini belirtmek üzere yüksek sesle bir hitabede bulundu. Bu hitabede î s r â i 1 oğullarının helak olmalarının nedeninin ceza uygulamada adaletsizlik edip eşraftan ve nüfuzlu kimseler suç işledikleri zaman cezasız bırakmaları, fakat nü-fûzsuz ve zayıf insanlar suç işledikleri zaman haklarında ceza tatbik etmeleri olduğunu belirtti. Hadis metninde İsrail oğullarının hırsızlık suçunu işleyenler hakkında ayrıcalık ettikleri belirtilmiş ve diğer suç ve cezalara değinilmemiş ise de î b n - i D a -k i k ' î i d : İsrail oğullan, helak olmalarını gerektiren bir çok suçlan vardı. Bu itibarla burada helak olmalarına neden olarak yalnız hırsızlık edenler arasında ayrıcalık yapmalan gösterilmiş ise de bana öyle geliyor ki amaç onların bütün cezalarda böyle ayrıcalık etmelerini beyân buyurmaktır, der.
Resûl-i Ekrem (Aleyhi's-salâtü ve's-selâm) nezdinde, kızı Falıma (Radıyallâhü anhâ) 'm kıymeti çok olduğu için onu örnek göstermiş ve: O bile hırsızlık etmiş olsaydı elini kestireceğini beyân buyurmuştur. Bu örnekten maksad ilâhî cezaların her mükellef hakkında uygulanmasının Önemini ve suçlular arasında ayrıcalık edilmemesinin gerekliliğini belirtmektir. El-ie y s bin Sa'd'ın dediği gibi Hz. Fâtıma'yı hırsızlık etmekten yüce Allah korumuştur. Her müslüman bu hadîsi anarken el-Ley s bin S a ' d ' m söylediği sözü söylemelidir. Hadîsin sonunda bulunan : «Her müslüman bu sözü söylemelidir» ifâdesini râvî M u -hammed bin Ruhm'un sözü olarak terceme ettim. Bu sözün el-Leys bin Sa'd'ın sözünün devamı olması da muhtemeldir.
Hadîs, ilâhi cezaların uygulanmaması için yetkililer nezdinde aracı olmayı yasaklar. Fakat bir suçlunun dâvası henüz yetkili makama intikal etmemiş iken bunun alışkanlık hâline gelmediği kanaati hâsıl olursa, yetkili makamlara intikal ettirilmemesinin câiz-liğine âit bâzı hadisler vardır. Bir had cezasını gerektiren suç dâvası hâkime intikal ettirildikten sonra suç sübût bulmuş ise hâkim ilâhî cezayı uygulamak mecburiyetindedir. Suçluyu bağışlaması veya fidye karşılığı salıvermesi caiz değildir. Hadis buna da işaret eder.
Zevâid nevinden olan Mes'üd bin el-Esved (Radı-yallâhü anh) 'in hadisinde sözü edilen kadın bir önceki hadîste söz konusu edilen kadındır. [13]
Bu bâbtaki hadîslerin tercemesine geçmeden önce Zina kelimesinin Şer-i Şerifteki mânâsını açıklamayı uygun buldum. Çünkü halk arasındaki kullanılış yeri ayrıdır. Şöyle ki; evli bir erkeğin bir kadınla veya evli bir kadının bir erkekle nikâhsız olarak cinsel ilişkide bulunmalarına zina denilir. Evli olmayan erkek ile kadının birleşmesine veya evli erkeğin genel ev kadını gibi kötü yoldaki bir kadınla birleşmesine fuhuş denilir, zina denilmez. Halbuki yüce dinimize göre bunların hepsine Zina denilir. Bunun içindir ki fıkıh âlimleri Zinâ'yı şöyle tarif etmişlerdir :
Zina: Şer'i nikâh, mülkiyet ve benzerî olmaksızın erginlik çağına varmış ve deli olmayan bir erkeğin şehvet duyulacak yaşa varmış bir kız-kadınla cinsel ilişkide bulunmasıdır. Bu tarif zina cezasının uygulanmasına esas olan tariftir. Çünkü gelecek bâbta rivayet edilen hadislerde görüleceği üzere erkeğin erkekle veya hayvanla birleşmesi gibi gayr-i meşru bir çok fiiller de büyük günah-hk açısından zina hükmündedir.
Mes'ûd bin el-Esved (R.A.)'ın Hâl Tercemesi
İbnü'I-Acmâ künyesi ile meşhur olan bu zât Bey'atÜ'r-Rıdvân'a katılan bahtiyar s ah ahilerdendir. Mu'te savaşında şehîd edildi. Râvîsİ kızı Âîşe'dlr. îbn-i M&* ceh bu zâtın hadîslerini rivayet etmiştir. (Babasının Bedir'de kâfir oiarftfc rüldüğünü yukarda belirttim. (Hülâsa : 374)
2549) Ebû Hüreyre, Zeyd bin Hâlid ve Şibl (Radtyallâhü anhüm)'-den rivayet edildiğine göre (bu üç sahâbî) şöyle demişlerdir:
Biz Resûlullah (Salîallahü Aleyhi ve SellemJ'in yanında idik. (Bedevilerden) bir adam (hasmı ile birlikte) geldi ve Resûl-i Ekrem
(Sallailahü Aleyhi ve Sellemî'e:
(Yâ Resûîallah), Allah'a yemin ederek Allah'ın kitabı (yâni hükmü) ile aramızda hüküm etmeni diliyorum, (Benimle hasmın arasında sulh yoluyla değil de Allah'ın hükmü ile hüküm etmedikçe bu dileğimde İsrar edeceğim), dedi. Hasmı daha dirayetli ve edebli idi. O da i
(Yâ Resûîallah) aramızda Allah'ın kitabı ile hükmet ve bana izin ver ki (durumu) arzedeyim, dedi. îtesûl-i Ekrem (Sallailahü Aleyhi ve Seliem) de (buna hitaben) :
«Söyle», buyurdu. Bunun üzerine söz verilen hasım (yâni ikinci kişi) :
Benim oğlum bunun yanmda işçi (çoban) idi Ve bunun karısı Üe zina etmiş. Bu nedenle ben (bu adama) yüz koyun ve bir hadim (câriye) vererek oğlumu kurtardım. Sonra ben ilim ehlinden birkaç adama sordum. (Henüz bekâr olan) oğluma yüz değnek had (cezası) ve bir yıl sürgün, bu adamın karışma da recim (taşlamak suretiyle öldürülme cezası) nın gerektiği (bu âlimler tarafından) bana haber verildi, dedi. Bundan sonra Resûlullah (Salîallahü Aleyhi ve Seliem),:
•Hayatım, (kudret) elinde olan (Allah) a yemin ederim ki, çüp-hesiz ben, aranızda Allah'ın kitabı (yâni hükmü) ile hükmedeceğim: Verdiğin yüz koyun ve hadim (câriye) sana iade olunur. Oğluna da yüz değnek vurmak ve bir yıl sürgün gerekir» buyurdu. (Sonra sa-hâbüerden Üneys'e de) :
«Yâ Üneys bu (bedevi) nin karısına git. Eğer (isnad edilen suçu) itiraf ederse onu recmet», buyurdu.
(Râvî Hişâm demiştir ki: Sonra Üneys kadına gitti. Kadın da (îsnâd edilen suçu işlediğini) itiraf etti. Üneys de kadım recmetti,"
2550) Ubâde bin es-Sâmit (Radtyallâhü anhyâen rivayet edildiğine göre; Resûlullah (Sallailahü Aleyhi ve Seliem) şöyle buyurdu, demiştir:
«(Zina cezasının hükmünü) benden alınız. Allah şüphesiz o (zina eden) kadınlar için bir yol açtı. Bekâr (erkeğin) bekâr (kadın) la (zina etmesi cezası) yüz değnek ve bir yıl sürgündür. Seyyib (sa-
hîh nikâhla evlenip bir defa olsun eşiyle birleşen erkeğin) seyyib (kadın) la (zina etmesi cezası) yüz değnek ve recim (taşa tutulmak suretiyle öldürülmesi) dir.»" [14]
İlk. hadis Kütüb-i Sitte'nin hepsinde rivayet plunmuştair. Sa-sahih hadîs yukarda isimleri anılan üç sahâbi tarafışdan rivayet edil-
mistir. Buhâri, Müslim ve Ebû Davud'un rivayetlerinde bunlardan Ş i b 1 (Radıyallâhü anh)'m ismi geçmiyor. Bunun sebebi ise bu zâtın sahâbî olup olmadığı hususundaki ihtilâf olabilir. Resûl-i Ekrem (Aleyhi's-salâtü ve's-selâm)'e müracaat eden hasımlar, O'nun Allah'ın kitabı ile hüküm buyurmasını istemişlerdir. Bu istekten amaç O'nun sulh yoluyla meseleyi hâl etmemesidir. Çünkü hâkim hasımların rızasıyla onlar arasında sulh yapabilir. Hasımlar sulh yoluyla değil ilâhî hükümle haklarında karar verilmesini istemek üzere bu ifâdeyi kullanmışlardır. Başka bir amaç söz konusu değildir. Zira, hasımlar da Resûl-i Ekrem (Aleyhi's-salâtü ve's-se-lâm)'in ilâhî hükümden başka bir hüküm ve sisteme göre hüküm vermeyeceğini biliyorlardı. Hadîste; «Allah'ın kitabı ile hüküm verme» ifâdesi kullanılmıştır. Tıy bi : Burada kitâb'tan maksad Kurıan-ı Kerim değil ilâhî hükümdür. Çünkü Kur'an'da zina edenin recmedilmesine dâir bir hüküm yoktur. Kitâb'tan maksad Kur'an-ı Kerîm, olabilir. Bu takdirde hadîste anılan olay zina eden muhsan yâni evlinin recmedilmesine âit âyetin lafzım neshedümesinden önce olmuştur, der. ( T ı y b î' nin değindiği âyet ile ilgili gerekli bilgi 2553 nolu hadîsin izahı bölümünde verilecektir.)
Râvî, ikinci hasmın daha dirayetli ve edebli olduğunu belirtmiştir. Avnü'l-Mabûd yazarı bu nokta hakkında: Ravinin hasımları olaydan önce tanıması muhtemeldir. Bunun için ikinci hasmın daha bilgili olduğunu belirtmiştir. Ravinin maksadı ikinci hasmın bu olayla ilgili dîni hükümler konusunda daha bilgili olduğunu beyân etmek olabilir. Ya da ikinci hasmın huzur-i saadette daha edebli davranması ve konuşmak için Resûl-i Ekrem (Aleyhi's-salâtü ve's-selâm)'den izin istemesi nedeniyle râvî bunun daha dirayetli ve edeb-îi olduğunu belirtmek istemiştir, diyerek İrşâdü's-Sâri'den naklen bilgi verir.
Hadîste geçen "Hadim" kelimesi köle ve câriye mânâlarında kullanılır. Ancak burada câriye mânâsı kasdedilmiştir. Çünkü bâzı rivayetlerde câriye kelimesi kullanılmıştır.
Resûl-i Ekrem (Aîeyhi's-salâtü ve's-selâm) fidye olarak verilen koyunların ve cariyenin geri verilmesine hükmetmiştir. Bu hüküm bâtıl ve fâsid akid ile alman malın geri verilmesinin gerekliliğine delâlet eder. Nitekim bu olayda fâsid bir sulh yoluyla ödenen meblâğın geri verilmesi emredilmiştir.
Hadîsten çıkarılan diğer bir hüküm de bekâr iken zina eden kimsenin cezasının yüz değnek dövülmesi ve bir yıl süreyle başka bir
memlekete sürülmesidir. Muhammed bin Nasr, Kıi-f e âlimleri hâriç, sürgün hükmü üzerinde ittifak edildiğini savunur.
Îbnü'l-Münzir: Resûl-i Ekrem (Aleyhi's-salâtü ve's-selâm) bu olayda Allah'ın kitabı ile hükmedeceğine yemin ettikten sonra zina eden bekâr kişinin yüz değnek dövülmesine ve bir yıl sürgün cezasına çarptırılmasına hükmetmiştir. Allah'ın kitabının yegâne açıklayıcısı Resûl-i Ekrem (Aleyhi's-salâtü ve's-seiâm)'dir. Allah'ın kitabının yegâne açıklayıcısı ve tefsircisi Resûl-i Ekrem (Aleyhi's-salâtü ve's-selâm)'dir. Ömer bin el-Hattâb da be^ kâr zâniyi bir yıl sürgüne mahkûm edip minber üzerinde bu hükmü ilân etti ve dört halîfe'nin tatbikatı böyle devam etti. Sah&oî-lerden bu hükme karşı çıkan da olmadı. Bu itibarla sürgün hükmü üzerine icmâ edilmiştir, der.
Resûl-i Ekrem (Aleyhi's-salâtü ve's-selâm), sahâbüerden Ü n e y s ' e : îlk hasmın karışma git. Eğer zina ettiğini itiraf ederse onu recmet, buyurdu, Bu fıkranın zahirine göre Ü n e y s kadının zina edip etmediğini araştırmak üzere görevlendirilmiştir. Halbuki, zina haddının tatbiki için suçun işlendiği yolunda araştırma ve suçu meydana çıkarmaya çalışılmaz. Bilâkis zina ettiğini itiraf eden kimseye bu itiraftan dönüş yapma telkinini yapmak müstahab-tır. Bu itibarla anılan fıkradan maksadın şu olduğu âlimlerce beyân edilmiş ve yorum yapılmıştır: İkinci hasım ilk hasmın karısına zina isnad etmekle sanık durumuna düşmüştür. îsnad ettiği suç sübut bulmazsa Kâzif haddi olarak kendisine seksen değnek dövülmesi gerekir. Ü n e y s durumu kadına bildirmek ve gereğini yapmak üzere gönderilmiştir. Eğer kadın zina suçunu itiraf etmezse kendisini zina ile itham eden tarafın Kâzif haddine çarptırılmasını taleb edebilir veya bağışlar. Şayet zina suçunu itiraf ederse o zaman is-nadda bulunan taraf Kâzif cezasından kurtulmuş olur' ve itirafta bulunan kadın recmedilir. Çünkü evlidir. Kastalâni ve Neve v î bu fıkradan maksadın bu olduğunu ve âlimlerin böyle yorum yaptıklarım bildirirler. Hadîs, zina eden evlinin recmedilmesi hükmünü de beyân eder.
Ubâde (Radıyallâhü anh) 'm hadîsini Müslim, Ebû Dâvûd, Tirmizî ve Nesâî de rivayet etmişlerdir.
Bu hadîsin «Allah, şüphesiz o (zina eden) kadınlar için bir yol açtı» cümlesinin aşağıda yazılı Nisa sûresinin 15. âyetine işaret olduğu, Nevevi tarafından beyân edilmiştir. '
«Kadınlarınızdan zina edenlere, bunu ispatlayacak aranızdan dört şâhid getirin, şehâdet ederlerse o kadınları, ölünceye veya Allah onlar için bir yol açmcaya kadar evlerde tutunuz.»
Resûl-i Ekrem (Aleyhi's-salâtü ve's-selâm), âyette sözü edilen yolu bu hadîste beyân etmiştir. Bu da bekâr iken zina eden erkek veya kadının yüz değnek dövülmesi ve bir yıl sürgün edilmesidir. Sahih bir nikâh üe evlenip bir defa olsun cinsel ilişkide bulunduktan sonraki hayatında zina eden erkek veya kadının recmedilmesidir. Hadîste durumu böyle olana Seyyib denilmiştir. Seyyib kelimesinin asıl mânâsı dul demektir. Fakat burda bu mânâ kasdedümemiştir. Yukarda anlattığım mânâ kasdedilmiştir.
Yukarda yazılı âyet-i celîlenin mensuh olup olmadığı yolunda ihtilâf vardır: Bir kavle göre âyet mensuh değildir. Bu hadîs bu âyetin tefsir ve açıklamasıdır. Yâni âyet, zina eden kadınların ölünceye veya Allah onlar için bir yol açmcaya kadar evlerde tutulmalarını emreder. Sonra buyurulan hadîs açılan yolun ne olduğunu açıklar. Diğer bir kavle göre bu âyetin, hükmü zina eden erkek ve kadının yüz değnek dövülmelerini emreden N û r sûresinin 2. âyetiy-le neshedilmiştir. Bir başka kavle göre bu âyet Seyyib iken zina edenler N û r süresindeki âyet ise bekâr iken zina edenler hakkındadır.
Bu hadîse göre Seyyib iken zina eden erkek ve kadına önce yüzer değnek vurulur. Sonra recmedilirler. Bir grub âlim bu hadîsin zahirini tutmuşlardır. Alî bin Ebî Tâlib, Hasan-ı Basrî, îshâk bin Râheveyh, Dâvûd ve Şafiî'-nin bâzı arkadaşları böyle hükmedenlerdendir.
Âlimlerin cumhuru ile Seyyib iken zina edenlere ayrıca yüz değnek vurmaya gerek yoktur. Onları recmetmek, yâni taşa tutmak suretiyle öldürmek yeterdir. Cumhurun delili ise 2554, 2555 ve 2558 no-lu hadîsler ve benzerî hadîslerdir. Çünkü bu gibi hadîslerde Resûl-i Ekrem (Aleyhi's-salâtü ve's-selâm)'in zina eden Seyyib'leri recmet-tirdiği bildirilmekte ve ayrıca bunlara yüzer değnek vurulduğundan söz edilmemektedir.
Hadîs zina eden bekâr kişinin bir yıl sürgün edilmesinin vâcib-liğine de delâlet eder. Bu hüküm erkeğe de kadına da şümullüdür.
Cumhûr'un görüşü de böyledir. Yâni kadın ile erkek arasında bir fark yoktur. Bir yıl sürgün edilir.
Mâlik ve Evzâi'ye göre sürgün cezası erkeğe aittir. Kadın sürgün cezasına çarptırılmaz. Alî bin Ebî Tâlib'-den de bu kavil rivayet olunmuştur. Bu grubun gerekçesi şudur: Kadın sürgün edilirse kötülüğe mâruz bırakılmış olur. Nitekim yanında mahremi olmadıkça yolculuğa çıkması yasaklanmıştır.
Hadîste «Bekâr erkek, bekâr kadınla zina ederse, seyyib erkek seyyib kadınla zina ederse...» hükmü umumîdir. Yâni zina edenlerin bu cezalara çarptırılması için iki tarafın bekâr veya iki tarafın evlenmiş olması şart değildir. Bekâr kişi ister bekâr bir kimse ile zina etsin ister evli bir kimse ile zina etsin onun cezası yüz değnek ve sürgündür. Keza evli kişi ister bir bekârla zina etsin ister bir evli ile zina etsin onun cezası recmedilmesidir. [15]
2551) (Küfe emîri Nûmân bin Beşîrin kâtibi) Habîb bin Sâlim'den rivayet edildiğine göre :
Karısının cariyesi ile cinsel ilişkide bulunan bir adam Numân bin Beşîr (Radıyallâhü anhümâ) 'nın huzuruna getirildi. Numân bin Be-
şîr (Radıyallâhü anh) :
Ben bu olay hakkında ancak Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) 'in hükmü ile hükmedeceğim, diyerek şunu söyledi .
Eğer kadın kendi cariyesini kocasına helâl etmiş ise, ben kocasına yüz değnek vurdururum. Şayet kadın kocasma (anılan temas için) izin vermemiş ise ben kocasını recmederim, dedi."
2552) Seleme bin el-Muhabbık (Radıyallâhü anh)'den rivayet edildiğine göre :
ftesûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'e, karısının câriyesiyle cinsel ilişkide bulunan bir adamın dâvası arzedildi. Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) adamı had (cezası) ile cezalandırmadı." [16]
Habîb bin Salim (Radıyallâhü anh) 'in hadisini T i r -mizî, Ebû Dâvûd ve Nesâî de rivayet etmişlerdir. Seleme (Radıyallâhü anh)'in hadîsini ise Nesâî de rivayet etmiştir. Ebû Dâvûd da bunun bir benzerini rivayet etmiştir.
Birinci hadisin zahirine göre karısının iziniyle onun cariyesi ile cinsel ilişkide bulunan erkeğe yüz değnek vurulur. Şayet karısının izni olmaksızın bu işi yaparsa recmedilir. Bilindiği gibi yüz değnek vurmak bekâr iken zina eden kişiye ait had cezasıdır. Yüz değnekten az olan dövme, tekdir ve takbih gibi cezalara îslâm ıstılahında Tazîr denilir. İbnü'l-Arabî: Numân bin Beşîr (Küfe emiri iken) karısının izniyle onun câriyesiyle cinsel ilişkide bulunan adama yüz değnek vurmak suretiyle ona had cezası verme görüşünde değildir. Onun maksadı adamı tazir ve tedib etmektir. Ancak bu tazîr cezasını yüz değnek vurmak suretiyle yükseltmekle onun hakkında şiddetli bir tedîb uygulamıştır, der. Sindi, Îbnü'l-Arabî' nin bu sözünü neklettikten sonra: Çünkü evli iken zina suçunu işleyen kimsenin cezası yüz değnek vurmak değil, onu recmetmektir. Karısının izniyle onun cariyesi ile cinsel ilişkide bulunan adama recmetme cezasını vermeyip dövme ce-zâsmı vermenin sebebi şu olabilir: Kadın kendi câriyesiyle cinsel ilişkide bulunma iznini kocasına verince cariyesinin kadınlığından yararlanma hakkını kocasına vermiş olur. Bu iş ise fâsid ve bâtıl bir
akid olmakla beraber bir nevi şüpheli cinsel ilişki sayılır. (Şüpheli cinsel ilişkiye bir misâl olarak şunu gösterebiliriz: Bir adam karanlık bir odada yatan bir kadını kendi karısını zan ederek onunla cinsel ilişkide bulunur. Sonra da yanıldığını anlar ve başka bir kadın olduğu anlaşılır.) İşte böyle bir şüpheli temas sayıldığı için adama Tazîr cezası verilmiş olur. der. [17]
Avnü'l-Mabûd yazarı bu konuda şöyle der:
"Âlimler bu konuda ihtilâf etmişlerdir: Tirmizi, Ali bin Ebî Tâlib ve İbn-i Ömer1 in dâhil olduğu sa-hâbîlerden bâzı zâtlara göre karısının izni olsun olmasın bu işi yapan adam recmedilir. İbn-i Mes'ûd'a göre adama had cezası verilmez. Tazîr ve tedib edilir. Ahmed ve İshâk ise Numân bin Beşîr' den bu hadîste rivayet edilen hükmü benimsemişlerdir, der.
T i r m i z î : Bu hadîs muztaribtir. Buhârî; Katâde'-nin H a b î b' ten hadîs işitmediğini ve ancak H â 1 i d bin U r f u t a vasıtasıyla ondan hadis rivayet ettiğini söyledi, der. H â -lid bin Urfuta ise meçhuldür. Buhârî: Ben bu hadîsten sakınırım, dedi, diye bilgi vermektedir. H a t t â b î de bu hadîs munkatidir. Âlimlerin uygulaması bu hadîse göre değildir, der.
Seleme bin el-Muhabbık (Radıyallâhü anh) ise karısının câriyesiyle cinsel ilişkide bulunan adama Resûl-i Ekrem (Aleyhi's-salâtü ve's-selâm)'in had cezası vermediğini rivayet eder. Ebû Dâvûd da bunun bir benzerini ayni râvîden rivayet etmiştir. Fethül-Vedûd'da beyân edildiğine göre B e y h a k i kendi süneninde: Tabiîlerden sonra gelen fıkıhçılann hepsi bu hadîsle amel etmemek için ittifak etmiş olmaları bu hadîsin, had hakkında gelen hadîslerle mensûh olduğuna delildir, dedikten sonra, bana ulaşan habere göre bu hadîs hükmü had cezaları konulmadan önce idi.
Numân bin Beşîr (Radıyallâhü anh)'in hâl terceme-si 112 nolu hadîs bölümünde geçti. Seleme bin el-Muhabbık veya el-Muhabbak (Radıyallâhü anh) Ebû S i -
nân el-Hüzeli el-Basri' nin 12 hadîsi vardır. Râvîsi oğlu Sinan ile Hasan-ı Basri' dir. Ebû Dâvûd, Hesâi ve îbn-i Mâceh onun hadîslerini rivayet etmişlerdir.[18]
2553) (Abdullah) bin Abbâs (Radıyallâhü anhümâ)'dan rivayet edildiğine göre :
Ömer bin el-Hattâb (Radıyallâhü anh) (halîfe iken Medîne-i Mü-nevvere'deki Mescid-i Nebevfde bir Cuma hutbesinde) şöyle demiştir:
(Ey müslümanlar) Şüphesiz ben şundan korkarım: Halkın üzerinden uzun bir zaman geçer de nihayet bir adam; Ben Allah'ın kitabında (zina eden evliyi) recmetme (hükmünü) bulmuyorum, der ve bu yüzden halk Allah'ın farizalarından birisini terketmekle dalâlete giderler. Bilmiş olun ki (Zina eden) kişi muhsan (evlenmiş) olup beyyine (dört erkek şâhtdî, veya gebelik, ya da itiraf olduğu zaman şüphesiz recmetmek haktır. Şüphesiz ben recm âyetini okudum. Âyet şudur»
«Şeyh ve Şeyha (yâni muhsan erkek ve kadın) zina ettikleri zaman onları muhakkak recmediniz.»
Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) recmetti ve O'ndan sonra da biz recmettik." [19]
Bu hadis Kütüb-i Sitte'nin hepsinde rivayet edilmiştir.
Ömer bin el-Hattâb {Radıyallâhü anh) 'm bu sözü Medine-i Münevvere* de bir Cuma hutbesinde irâd ettiği hutbenin bir parçasıdır. Buhâri bu hutbeyi ve bunu irâd etmeğe neden olan olayı Hudûd kitabında rivayet etmiştir.
N e v e v S bu hadîsin izahı ile ilgili olarak ; Recm âyeti lafzı neshedilip hükmü kalıcı olan âyetlerdendir. Bâzı âyetlerin ise hükmü neshedilmiş olup lafzı kalıcıdır. Yâni mushafta yazılıdır, okunur. Fakat hükmü yürürlükte değildir. Lafzı ve hükmü neshedilmiş olan âyetler de vardır. Lafzı neshedilmiş olan âyetler, cünübün okuması ve abdestsizin ellemesi haramlığı gibi hususlarda Kur'an-i Kerîm hükmünde değildir. Sahâbîlerin recm âyetini mushaflarda yazmamış olmaları, lafzı neshedilen âyetlerin mushafta yazılmaması-nın gerekliliğine delâlet eder. Ömer (Radıyallâhü anh)'m minber üzerinde Recm hükmünü ilân etmesi, orada bulunan sahâbîlerin ve diğer cemâatin bu ilâna karşı çıkmayıp susmaları Recm hükmünün ispatına delildir, der.
Ömer'in : "Resûl-i Ekrem (Aleyhi's-salâtü ve's-sslâm) recm hükmünü uyguladı ve O'ndan sonra da biz uyguladık" sözü Resûl-i Ekrem (Aleyhi's-salâtü ve's-selâm)'den sonra Recm hükmü üzerinde İcmâ oluştuğuna delildir.
Nevevî; Ömer (Radıyallâhü anh)'m korktuğu husus meydana geldi. Çünkü hâriciler recm hükmünü inkâr ettiler. Bu da Ömer'in kerâmetlerindendir. Ömer'in geleceğe âit bu bilgiyi Resûl-i Ekrem (Aleyhi's-salâtü ve's-selâmî'den almış olması da muhtemeldir, der.
Ömer bu hadîste: «Zina eden kişi Muhsan olduğu zaman»
der. Muhsan kelimesini bundan önceki bâblarda tarif etmiştim. Tekrar hatırlatayım ;
Muhsan s Aklı olup erginlik çağına varan ve hür bir kadınla ev-İenip bir defa olsun onunla cinsel temasta bulunmuş kimsedir. Biz bu dört şartı tercemede belirtem ediğim iz için bazen Muhsan kelimesini «Evli» diye terceme ediyoruz. Tabii bu tam karşılığı değildir. Çünkü evvelce evlenmiş olup sonra dul kalan kişi dul iken zina ederse gene Muhsan sayılır. Muhsan kadın da böyledir, Yâni aklı olup erginlik çağma varan hür bir kadın sahih bir nikâhla bir erkekle evlenip bir defa olsun cinsel ilişkide bulundu mu artık o kadın Muhsan sayılır.
Ömer (Radıyallâhü anh) muhsan erkek veya kadın zina ettikleri takdirde bu suçlan sabit olursa recmedilir, der ve suçun sü-butu için delil olarak şâhidler, gebelik ve itirafı gösterir. Şâhidlerin dört erkek olması üzerinde ittifak ve icmâ vardır. Erkek şâhid sayısı daha az olursa sanıklara had cezası verilmez. Zina suçunun sü-bûtu için gebelik yeterli delil sayılır mı, sayılmaz mı? Bu hususta ihtilâf vardır. Şöyle kû Ömer bin el-Hattâb, Mâlik ve arkadaşları : Bilinen kocası bulunmayan bir kadın hâmile çıkar ve isteği dışında ırzına tecâvüz edildiği bilinmezse ona had cezası verilir. Ancak kadın memleketin yabancısı olup kocalı olduğunu veya bir erkeğin cariyesi olduğunu iddia ederse had edilmez, demişlerdir.
Cumhûr'a göre kadının sırf hâmile çıkması ile had cezası uygulanmaz. Onun had cezasına çarptırılması için ya itirafta bulunması veya dört erkek şahidin usûlüne göre şâhidlik etmeleri şarttır. Cumhurun delili ise had cezalarının şüphelerle defedilmesine dâir gelen hadîslerdir.
Ş e v k â n i : Bu söz Ömer (Radıyalîâhü anh}'a aittir. Canların helak olmasına, yol açan had cezalan gibi önemli olaylar için bir sahâbînin sözü yeterli değildir, ö m e r ' in bu sözü, sa-hâbilerden bir cemâatin huzurunda söylemiş olması ve bu söze karşı çıkılmamış olması durumu icmâ'ın oluşmasını gerektirmez. Çünkü bu kitabın bir çok yerinde belirttiğim gibi ictihâd meselelerinde o içtihada muhalif kalanların karşı çıkması şart değildir, der.
Üçüncü delil olan itirafa gelince, bu, kişinin zina ettiğini itiraf etmesi ve bundan dönüş yapmaması demektir. Muhsan iken zina ettiğini itiraf eden kişinin recm edilmesinin gerekliliği üzerinde icmâ edilmiştir. Kişinin bu itirafı dört defa tekrarlanmasının gerekliliği hususunda da ihtilâf vardır. Yâni bâzı âlimlere göre bir kez itiraf yeterlidir. Bunu dört defa tekrarlaması şart değildir.
Lafzı neshedilmiş olmakla beraber hükmü baki ve kalıcı olan recm âyetinin mânâsı şöyledir: «Şeyh ve şeyha (Yâni muhsan erkek ve kadın) zina ettikleri zaman onları muhakkak recmediniz.»
2554) Ebû Hüreyre (Rodıyaüâhü oh///den rivayet edildiğine .»öre; Mâiz bin Mâlik (el-Eslemî). Peygamber (SalJallahü Aleyhi ve Srltctu)"ın yanına gelerek:
(Yâ Resûlallah) ben şüphesiz zina ettim, dedi. Resûl-i Ekrem (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) ondan yüz çevirdi. (Yâni söylediği söz üzerinde durmadı.) Sonra Mâiz (gene) : Şüphesiz ben zina ettim, dedi. Resûl-i Ekrem (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)' (gene) ondan yüz çevirdi. Daha sonra Mâiz (tekrar) : Ben şüphesiz zina ettim, dedi. Resûl-i Ekrem (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) (tekrar) ondan yüz çevirdi. Sonra Mâiz: Ben zina ettim, dedi. Peygamber (Saîlaîlahü Aleyhi ve Sellem) Cgene) ondan yüz çevirdi. Nihayet Mâiz dört defa ikrar edince Resûl-i Ekrem (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) onun recme-dümesini emretti. Sonra Mâiz (götürülüp) taşlanınca, (dayanamayıp) geri kaçtı. Elinde bir deve çene kemiği bulunan bir adam (Abdullah bin Üneys) ona yetişip vurdu ve yere yığdı. (Böylece öldürüldü.) Taşlann kendisine verdiği ızdıraba dayanamayıp kaçışı sonradan Resûl-i Ekrem (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'e anlatılınca buyurdular kİ :
«Niçin onun peşini bırakmadınız» (belki itirafından dönüş yapardı. Allah da onun tevbesini kabul ederdi.»-" [20]
Bu hadisi T i r m i z İ de rivayet etmiştir. M â i z ' in rec-mine dâir hadisi Kütüb-i Sitte sahipleri müteaddid sahâbüerden, değişik senedlerle ve benzer cümlelerle rivayet etmişlerdir. Bu hadis de evlenmiş iken, yâni Muhsan iken zina eden kimsenin recmedilme-sinin gerekliliğine delâlet eder. Mâiz zina ettiğini itiraf edip bu itirafı dört defa tekrarlamış ve bundan sonra recmedilmesi emredilmiştir, itirafın dört defa tekrarlanmasını şart koşanlar bu hadîsi delil göstermişlerdir. M â i z ' in taşlanınca kaçtığını duyan Resül-i
Ekrem (Aleyhi's-salâtü ve's-selâm) fin: «Niçin onu bırakmadınız» emrini deîîl gösteren âlimler; Zina ettiğini ikrar eden ve bu ikrarına dayanılarak had edilen suçlu kaçtığı zaman peşi bırakılır. Suçlu yaptığı ikrardan dönüş yaptığım söylerse salıverilir. Aksi takdirde takip edilip recmedilir. Şafiî ve Ahmed'in kavli budur. M â 1 i k ' in meşhur kavline göre suçlu kaçınca peşi bırakılmaz ve recmedilir. Başka görüşler de vardır.
Mâlik ve Ş â f i i' ye göre suçlunun zina ettiğini bir defa ikrar etmesi yeterlidir. Bunu dört defa tekrarlaması şart değildir. Yâni bir defa itiraf etmesi onun suçluluğunu ispatlamış olur.
Ebû Hanife, Ahmed ve îshâk ise bu ve benzeri hadisleri delil göstererek ikrarın dört defa tekrarlanması şarttır, demişlerdir. Hattâ Hanefî âlimlere göre ikrarın dört ayrı meclislerde tekrarlanması şarttır. Hadîsten çıkarılan hükümler hakkında geniş bilgi almak isteyenler B u h â r i' nin el-Fetih şerhine başvurabilirler.
2555) İmrân bin Husayn (Radtyallâhü anh)'âen rivayet edildiğine
Bir kadın Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Selîem)'in huzuruna gelerek zina ettiğini itiraf etti. ResûM Ekrem (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) kadının üstündeki elbisenin onan üzerinde sıkıca bağlanmasını emretti. Sonra kadını recmettirdi. Daha sonra kadının cenazesi .üzerine namaz kıldı." [21]
Bu hadîsi Müslim, Tirmizi, Ebû Dâvûd ve N e s â i de rivayet etmişlerdir. Bâzı rivayetlerde kadının Gâmi-d i yye kabilesinden olduğu, diğer bâzı rivayetlerde C ü h e y n e kabilesinden olduğu belirtilmektedir, N e v e v i' nin beyânına göre Ğâmidiyye kabilesi C ü h e y n e kabilesinin bir ko-luduK
Kadının üstündeki elbisenin sıkıca bağlanması sebebi ile ilgili olarak en-Neyl yazan: Bundan maksad kadının çıplak vücûdunun recm esnasında acılmamasıdır. Bunun içindir ki Cumhur'a göre kadın oturtularak recmedilir. Erkek ise ayakta dikilerek recmedilir, Nevevi, kadının oturtularak recmedilmesi hususunda âlimlerin ittifak hâlinde olduğunu söylemiştir. Fakat hadislerde buna delâlet edecek bir cümle yoktur. Şüphesiz örtünme açısından kadının oturtulması en uygun olanıdır, der.
Bâzı rivayetlerde kadının hâmile iken zina itirafında bulunduğu ve doğumunu yapıncaya kadar recm cezasının ertelendiği belirtilmektedir. Hattâ bâzı rivayetlerde kadın doğumunu yaptıktan sonra cezasının uygulanması için vâki mürâcatı üzerine Resûl-i Ekrem (Aleyhi's-salâtü ve's-selâm), çocuğu yemek yiyebilecek yaşa gelinceye kadar kadının cezasını tekrar ertelemiştir, deniliyor.
Buradaki rivayette kadının gebeliği belirtilmemekte ise de diğer rivayetlerde bu durum belirtilmiştir. Hadîs, Muhsan iken zina edenin cezasının recm olduğuna delildir. [22]
2556) (Abdullah) bin Ömer (Radtyallâhü anhümâ)'dan) Şöyle demiştir :
Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve- Selîem) (zina eden) bir ya-hûdî erkek ile bir yahûdî kadını recmettirdi. Ben onları recmeden-lerdenim, (And olsun ki) ben, recmedilen erkeğin (atılan) taşlara karşı kendini recmedilen kadına siper ettiğini gördüm."
2557) Câbir bin Semûre (Radıyallâhü a»A)'den; Şöyle demiştir:
Gerçekten Peygamber CSallallahü Aleyhi ve Sellem) (zina eden) bir yahûdî erkeği ve bir yahûdî kadını recmettirdi."
2558) Berâ' bin Âzib (Radıyallâhü anh)'âen\ Şöyle demiştir:
Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem), yüzü kömür ile karartılmış ve değnekle dövülmüş bir yahûdî erkeğin yanından geçti. Sonra yahûdîleri çağırtıp Conlara) :
«Siz kitabınız (Tevrat) da zina edenin cezasını böyle (mi) buluyorsunuz?» buyurdu. Yahudiler:
Evet, diye cevab verdiler. Bunun üzerine Resûl-i Ekrem (Aleyhi's-salâtü ve's-selâm) onların âlimlerinden (Abdullah bin Surya isimli) bir adamı çağırtıp (ona) :
«Musa'ya Tevrat indiren Allah'a yemin ettirerek sana soruyorum. Siz (Tevrat'ta) zina edenin cezasını böyle mi buluyorsunuz?» buyurdu. Adam:
Eğer bana böyle yemin ettirmen olmasaydı ben (gerçeği) sana bildirmezdim, biz kitabımız (Tevrat) da, zina edenin cezâsmı recmet-mek olarak buluyoruz. Lâkin eşrafımız arasmda recim cezası çoğaldı. Bunun üzerine artık eşraftan olan kimseyi (zina suçuyla) yakaladığımız zaman onu bırakıyorduk ve zayıf kimseyi (zina suçundan) yakaladığımız zaman onun hakkında recim cezâsmı uyguluyorduk. Sonra biz Gelin eşraftan olana ve olmayana tatbik edeceğimiz bir ceza şekli üzerinde ittifak edelim, dedik. Sonra recim cezası yerine yüzü kömürle karartma ve değnekle dövme cezası üzerine ittifak ettik, dedi. Bundan sonra Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) :
«Allahım, Yahudiler senin emrini Öldürdükleri (uygulamadıkları) zamanda, senin emrini ilk ihya eden (uygulayan) benim,» buyurdu ve zâni yahûdînin recmedilmesine hükmetti de bu hüküm infaz edildi.*'[23]
Ibn-i Ömer (Radıyallâhü anh) 'in hadîsini B u h â r î, Müslim, Tirmizî ve Ebû Dâvûd da rivayet etmişlerdir. Câbir (Radıyallâhü anh) 'm hadîsini Tirmizî de rivayet etmiştir. Berâ (Radıyallâhü anh)'m hadîsini Müslim, Ebû Dâvûd ve Ahmed de rivayet etmişlerdir.
Zina eden kadımn isminin B ü s r e olduğu el-Fetih'te beyân edilmiştir. Fakat bu kadında zina eden erkeğin ismi hakkında bir bilgi edinemedim. Resûl-i Ekrem (Aleyhi's-salâtü ve's-selâm) tarafından çağırtılan yahûdî âlimin Abdullah bin Surya olduğu hadîs şerhlerinde belirtilmiştir. Zina eden kimsenin cezasının Tevrat'a göre ne olduğu yolunda Resûl-i Ekrem (Aleyhi's-saîâtü ve's-selâm) tarafından yahûdî âlime soru sorulması ile ilgili olarak N e v e v î şöyle der:
"Âlimler : Bu soru ne yahûdîleri taklid etmek içindir, ne de Tevrat' taki hükmü onlardan öğrenmek içindir. Bu soru yahûdilerin zina suçunu işleyenlere uyguladıkları cezânm Tevrat'a ters düştüğünü onlara itiraf ettirmektir. Zina eden kimsenin recmedilmesine dâir Tevrat âyetinin o günkü Medine ve çevresi yahûdîlerinin ellerinde bulunan Tevrat nüshalarında mevcut
olduğu ve tahrif edilmediği, vahiy yoluyla Resûl-i Ekrem. (Aleyhi's-salâtü ve's-selâm)'e bildirilmiş olabilir. Yahudilerden müslüman olan bilginlerin bu durumu, yâni zina cezasına dâir âyetin elde mevcut Tevrat nüshalarında bulunduğunu Resûl-i Ekrem (Aleyhi's-salâtü ve's-selâm)'e arz etmiş olmaları ihtimali de vardır, demişlerdir."
Avnü'l-Mabûd yazarı da bu hadîslerin şerhinde Özetle şöyle der .
"Taberâni ve başkasının rivayet ettikleri Ebû Hürey-r e (Radıyallâhü anh) 'm bir hadisine göre Tevrat' taki recim âyeti meâlen şöyledir: Muhsan ve muhsana —yâni evlenmiş erkek ve evlenmiş kadm — zina ettikleri ve bu suçları şâhidlerle ispatlandığı zaman recmedilirler. Kadm gebe olursa, doğum yapıncaya kadar cezası ertelenir."
İslâm şeriatına göre de hüküm böyledir. Yâni muhsan olmayıp bekâr olan erkek veya kadın zina ettiği zaman recmedilmez. Resûl-i Ekrem (Aleyhi's-salâtü vesselam) zina ettikleri sabit olan yahûdi erkek ve kadım recmettirdiğine göre bunlar muhsan idi.
Hadîsler, muhsan iken zina eden kişinin recmedilmesi için müslüman olmasının şart olmadığına delâlet ederler. Şafiî ve A h -m e d ' in kavli de böyledir. (Hanefîler' den Ebû Yûsuf da böyle hükmetmiştir.)
Mâlikiler ve
Hanefîler'in çoğu ise recim cezasının uygulanması için suçlunun müslüman olması
şarttır. Bu iki mezheb âlimlerine göre Resûl-i Ekrem (Aleyhi's-salâtü
ve's-selâm) sözü edilen yahûdîleri Tevrat hükmü gereğince recmettirmiştir. İslâm'ın
hükmünü uygulamış değildir. Bu âlimler bu hadîslere böyle cevab veriyorlar.
Fakat bu cevab tatmin edici değildir. Çünkü kâfirler arasında Kur'an ile
hükmedilmesi; &\ \<\ U - *:.. âyetinde emredilmiştir.
[24]
2559) (Abdullah) bin Abbâs (Radıyallâhü anhümâ)'Ğan rivayet edildiğine göre; Resûlullah (Sattallahü Aleyhi ve Sellem) şöyle buyurdu, demiştir:
«(Zina suçundan dolayı) herhangi bir kimseyi şâhidsiz (ve iti-rafsız) recmetmiş olsaydım falan kadını recmedecektim, Çünkü konuşma tarzından, vaziyetinden ve yanına girenlerden dolayı cidden kendisinden şüphe meydana gelmiştir.»
Not: Bunun senedinin sahih ve râvîlerinin sıka olduğu, Zevâid'de belirtilmiştir.
2560) d-Kâsım bin Muhammed (bin Ebibekr-i Sıddık) (Radıyallâhü anhüm)'den\ Şöyle demiştir:
(Abdullah) bin Abbâs (Radıyallâhü anhümâ) liân işlemi usulünce lânetleşen karı-koca kıssasını anlattı. Bunun üzerine (Abdullah) bin Şeddâd (bin el-Hâd), İbn-i Abbâs'a;
Hakkında, Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) 'in: «(Zina suçundan dolayı) her hangi bir kimseyi şâhidsiz (ve itirafsız) recmetmiş olsaydım bu kadını recmedecektim» buyurduğu kadm o (anlattığın kadm mı) dır? diye sordu. İbn-i Abbâs:
(Hayır). Rivayet ettiğin hadîste sözü edilen kadm, (kötülük belirtilerini) açığa vuran bir kadındır."
Not: Bu hadîs Buhârî, Müslim ve başka hadîs kitablannda da vardır. [25]
İlk hadîs Zevâid türündendir. İkinci hadîs, notta belirtildiği gibi Buhârî ve Müslim'de de rivayet olunmuştur.
Bu babın başlığında geçen "Fahişe" çok çirkin günah, hayâsızlık ve zina mânâlarına gelir. Burada zina mânâsı kasdedümiştir. İzhâr kelimesi ise bir şeyi açığa vurmak manasınadır. Âlimler buradaki «fuhuşun izhârı» ifâdesini şâhidler veya suçlunun itirafı yoluyla sübût bulmamakla beraber zina suçunu işleme belirti ve alâmetlerinin meydana çıkması, şüyu bulması, mânâsına yorumlamışlardır. Bu yorum dikkate alınarak başlığın tercemesi yapıldı.
İkinci hadiste sözü edilen Liân işlemi Sünen'imizin Talâk kitabının 27. babında etraflıca anlatılmış ve-lânetleşen kan-koca kıssası da orada rivayet edilen 2066 ve 2067 nolu hadîslerde anlatılmıştır. 2067 nolu hadîsin râvîsi yine îbn-i Abbâs (Radıyallâhü anh) *-dır. îbn-i Abbâs söz konusu olayı orada anlatmıştır. Olayın mâhiyetini öğrenmek isteyen ve Liân işlemi hakkında gerekli bilgi edinmeyi arzulayanlar oraya müracaat edebilirler. Orada belirtildiği gibi Hilâl bin Ümeyye (Radıyallâhü anh), kansı Havle bint-i Âsi m'in Şerîk bin Semhâ isimli bir erkekle zina ettiğini iddia etmiş ve bunun üzerine Hilâl ile karısı arasında Liân işlemi tatbik edilmiştir. Hâmile kalan kadın zina ettiği iddia edilen Ş e r î k ' e benzeyen bir çocuk doğurmuştur. Bunun üzerine Resûl-i Ekrem CAleyhi's-salâtü ve's-selâm); *Eğer Allah'ın Kitâb'ımn (Liân) hükmü infaz edilmemiş olsaydı benimle bu kadın için bir durum (yâni kadını recmetme işi) olacaktı.» buyurmuştur.
İbn-i Şeddâd bu kıssayı îbn-i Abbâs' tan dinledikten sonra rivayet ettiği burdaki hadisin, yâni 2560 nolu hadîsin de sözü edilen Havle hakkında buyurulduğunu zan etmiş ve durumu İbn-i Abbâs'a sormuştur, ibn-i Abbâs ise Ibn-i Şeddâd'ın rivayet ettiği bu hadisin sözü edilen H a v -1 e hakkında olmayıp fuhuşçuluğu sabit olmamakla beraber şüyu bulan bir kadın hakkında buyurulduğunu açıklamıştır.
Soru sahibi Abdullah bin Şeddâd bin el-Hâ d'ın, îbn-i Abbâs'm teyzesi oğlu olduğu, el-Fetih'te beyân edilmiştir.
Bu bâbta rivayet edilen hadîslerde sözü edilen kadının ismi hakkında bir bilgi edinilemediği, el-Hâfu tarafından ifâde edilmiştir.
El-Fetih'te belirtildiği gibi bu hadislerden çıkan hüküm şudur: Bir kimse zina suçuyla itham edilse bile usûlüne uygun bir şekilde şehâdet edecek dört şahidin ifadesiyle veya sanığın itirafıyla suçu ' sabit olmadıkça had cezası verilemez. [26]
L û t (Aleyhisselâm) bir peygamberdir. Onun kavmi livâta fiiline düşkündü. Bilindiği gibi erkeğin erkekle cinsel ilişkide bulunmasına livâta denilir. Erkeğin kadınla bu nevî cinsel ilişkide bulunmasına da livâta denilir. L û t Peygamber'in kavmi arasmda bu çirkin fiil çok yaygın olduğu ve insanlık tarihinde ilk olarak bu kavim tarafından işlendiği için bu çok kötü fiile "Lût kavminin ameli" ismi de verilmiştir. Bu bâbta rivayet edilen hadîsler bu çirkin fiili işleyen tarafların müstehak oldukları cezanın mâhiyeti bildirilmektedir. Sözü edilen ceza konusuna dâir ilim ehlinin görüşleri hadîslerin izahı bölümünde verilecektir. Şunu da ifâde edeyim ki, hadîslerin tercemesi veya izahı bölümünde "Livâta" veya "Lût kavminin ameli" ifâdesini kullanırken erkeğin erkekle cinsel ilişkisi ve erkeğin kadınla bu tür cinsel ilişkisi anlamını kasdediyorum. Çünkü erkeğin erkekle cinsel ilişkide bulunması yasak olduğu gibi erkeğin kadınla bu tür, yâni dübür yoluyla cinsel ilişkide bulunması kesinlikle haramdır.' Bir erkek kendi helâli olan karısıyla da böyle bir cinsel ilişkide bulunamaz. Bulunduğu takdirde çok çirkin ve büyük bir günah işlemiş olur.
2561) (Abdullah) bin Abbâs (Radıyallâhü anhümâyâm rivayet edildiğine göre; Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) şöyle buyurmuştur:
«Kimin Lût kavminin amelini işlediğini bilirseniz, bu (çirkin) fiili işleyeni de kendisi ile bu fiil işleneni de öldürünüz.»"
2562) Ebû Hüreyre (Radıyallâhü anh)'den rivayet edildiğine göre:
Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) Lût kavminin (çirkin) amelini işleyen kimse hakkında:
«Üsttekini ve alttakini recmediniz. Her ikisini de recmediniz» buyurmuştur."
2563) Câbir bin Abdillah (Radıyallâhü anhümâ)'dan rivayet edildiğine göre; Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) şöyle buyurdu, demiştir:
«Ümmetim için en çok korktuğum şeyüerden birisi) Lût kavminin ameli (ni işlemesi) dir. [27]
t b n - i A b b â s {Radıyallâhü an!*) 'm hadisini Ebû Dft. v û d , Tirmizi, Nesâî, Ahmed, Hâkim ve Bey-haki de rivayet etmişlerdir. Ebû Hüreyre (Radıyallâhü anh)'ın hadisini Tirmizi talikan rivayet etmiştir. Hâkim de bunu rivayette bulunmuştur. Câbir (Radıyallâhü anhVin hadîsi Tirmizi tarafından da rivayet edilmiştir.
İlk iki hadîsin zahirine göre erkek erkekle veya kadınla livâta denilen çirkin cinsel ilişkide bulunduğu takdirde iki tarafın da katledilmesi gerekir.
Tuhfe ve Avnü'l-Mabûd yazarlarının naklen beyânlarına göre Şerhü's-Sünne'de konu hakkında şu bilgi verilmiştir:
"Livâta suçunu işleyen homoseksüelin had cezasının tâyin ve tesbiti hususunda ihtilâf vardır. Şöyle ki:
1. Ebû Yûsuf, Muhammed ve en kuvvetli kavlinde Şafii: Livâta suçunu işleyen failin cezası zina edenin cezasıdır. Yâni fail bekâr ise yüz değnekle dövülür. Muhsan, yâni evlenip eşiyle bir defa olsun cinsel ilişkide bulunmuş olduktan sonraki hayatında livâta suçunu işlemiş ise recmedilir. Kendisiyle bu çirkin iş yapılan taraf erkek olsun kadın olsun yüz değnekle dövülür ve Ş ,â -f i î' ye göre ayrıca bir yıllık süreyle sürgüne tâbi tutulur.
2. Mâlik, Ahmed ve Şafiî1 nin diğer bir kavline göre bu işi işleyen taraflar bekâr olsun veya olmasın recmedilirler. Şafii' nin üçüncü bir kavline göre taraflar ilk hadîsin zahiri gereğince katledilirler."
Hanefîler'in bir diğer kavline göre bu suçu işleyenler hâkimin takdir edeceği bir şekilde tazir ve teşhir ile hapis cezasına çarptırılır. Suçun tekerrürü hâlinde tazîr cezası olarak kılıçla öldürülür.
Ebû Bekir-i Sıddik, Ali bin Ebi Tâlib (Radıyallâhü anhümâ) gibi büyük zâtların dâhil olduğu sahâbîlerden bir cemaata göre bu suçu işleyen taraflar kılıçla katledilirler.
Âlimlerin görüşleri ve bu çirkin suçun zararları hakkında gerekli bilgi, Abdurrahman el-Cezerî' nin dört mezhebin fıkhına âit eserinin Hudûd kitabında verilmiştir. Oraya müracaat edilebilir. [28]
2564) (Abdullah) bin Abbâs (Radtyallâhü anhümâ)'dan rivayet edildiğine göre; Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) şöyle buyurdu, demiştir:
«Mahremi olan kadınla zina edeni katlediniz. Bir hayvanla cinsel ilişkide bulunan kimseyi de katlediniz ve o hayvanı da öldürünüz.»" [29]
Bu hadîsin hayvanla cinsel ilişkide bulunmaya âit fıkrası E b û Dâvûd, Tirmizî ve Nesâî'de de rivayet edilmiştir. Mahremiyle cinsel ilişkide bulunmaya âit fıkrayı da Tirmizî "Başkasına Yâ Muhannes! diyen kimse hakkında gelen hadîsler" bâ-bmda rivayet etmiştir.
Mahrem kelimesinin açıklamasını yukarda yaptım. Mahrem kadın, nikâhlanması haram olan âna, teyze, hala, kaymana, üvey ana, kız ve kardeş gibi yakın akraba durumundaki kadın anlamında kullanılır. Bu durumdaki kadınlarla zina etmek en çirkin ve en büyük zinalardandır. Zina cezaları bu kötü harekette bulunanlar hakkında da aynen uygulanır. Yâni bu pis fiili işleyen kişi bekâr ise yüz değnekle dövülür. Bekâr değilse recmedilir. Bu ceza umumîdir. Şayet bu şeni fiili işleyen kişi, bunun haramlığma inanmayarak böyle bir harekette bulunmuş ise mürted, yâni dinden çıkmış sayılır ve kâfir sayıldığı için katledilir. Yâni onun katledilmesi diğer zânilerin katledilmesinden farklıdır. Şöyle ki, bekâr olmayan zâni bir İslâmi ceza olarak recmedilir. Fakat müslüman olduğu için teçhiz ve tekfin ile cenaze namazı gibi dinî görevler ona karşı ifa edilir. Bu ceza in-aşallah onun suçuna kefaret olur ve Allah'ın mağfiretine kavuşur. Mahremi olan bir kadınla zina edip bunu mubah sayan kişi ise İslâmiyet'ten çıkmış sayıldığı için öldürülür ve kâfirlerin mezarlığına gömülür. Yıkama ve kefenleme ile cenaze namazı gibi görevler onun için yapılmaz. Hadîsin ilk fıkrası böyle yorumlanır.
Ebû Dâvûd'un Sünen'inde, mahremiyle zina eden kişi için özel bir bâb ayrılmış ve orada Berâ bin Âzib (Ra-dıyallâhü anh)'den iki senedle bir hadîs rivayet edilmiştir. Orada beyân edildiğine göre üvey anasıyla evlenen bir adamın başının kesilmesi ve malına el konulması için Resûl-i Ekrem (Aleyhi's-salâtü ve's-selâm) bu sahâbînin amcasını görevlendirmiştir. Ancak bu bâb-taki hadîsin sıhhati tartışma konusu olmuştur. Avnü'l-Mabûd'da be-
yân edildiği gibi Câhiliyet devrinde ölen kimsenin karısı da terekesi gibi miras olarak evlâdına intikal ediyordu. Bu yüzden mirasçı durumunda olan evlâd, üvey anasıyla evlenirdi ve bunu meşru bir hak olarak telâkki ediyordu. İslâmiyet bu kötü alışkanlığı yasakladı ve babanın kanlarıyla evlenmeyi evlâda haram kıldı.
âyeti bu hükmü getirdi. Bundan sonra herhangi bir kimse câhiliyet devrinin bu kötü âdetine uyarak, bile bile bu harekette bulunursa ve bunun helâl olduğuna inanırsa mürted olmuş olur. Bu yüzden de öldürülmesi gerekir.
Bu hadîsin ikinci fıkrasına gelince, bunun zahirine göre bir hayvanla cinsel ilişkide bulunan kimsenin ve o hayvanın öldürülmesi gereklidir. Ebû Dâvûd ile Tirmizî' nin rivayetlerinde hayvanın öldürülmesi hikmeti hadîsin râvîsi olan î b n - i Ab-b â s' a sorulduğunda îbn-i Abbâs şöyle cevap vermiştir :
"Ben bunun hikmeti hakkında Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) 'den bir şey işitmedim. Zannımca Resûllullah (Saîlallahü Aleyhi ve Sellem), böyle çirkin fiile mâruz bırakılan hayvanın etinin yenilmesini ve bundan yararlanılmayı hoş görmemiştir."
Ebû Dâvûd ile Tirmizî ve Nesâi' nin rivayet ettikleri başka bir hadîste «İbn-i Abbâs (Radıyallâhü anhümâ) :
Hayvanla cinsel ilişkide bulunan kimseye had lâzım değildir.» demiştir. Ebû Dâvûd ile Tirmizi, İbn-i Abbâs'in bu mevkuf hadîsinin bundan önce rivayet edilen merfû hadîsinden daha sıhhatli olduğunu söylemişlerdir. Bundan dolayıdır ki fıkıhçılarm ekserisi: Hayvanla cinsel ilişkide bulunan kimseye had lâzım gelmez. Onun tazîr edilmesi gereklidir, demişlerdir. Yâni hayvanla bu çirkin fiili işleyen kimse teşhir, terzil edilir, kırka yakın sopayla dövülebilir, hapsedilebilir ve benzeri şekillerde tahkir edilir. Fakat öldürülmez veya yüz değnekle had edilmez. Bu çirkin fiile mâruz bırakılan hayvan da fıkıhçılarm ekserisine göre öldürülmez.
Tuhfe'de naklen beyân edildiğine göre Ebû Hanife, Mâlik, Ahmed ve en zahir kavlinde Ş â M î, hayvanla cinsel ilişkide bulunan kimsenin tazir ile cezalandırılmasının gerekliliğine hükmedenlerdendir. î s h â k ise, bile bile bu çirkin hareketi işleyenin katledilmesi görüşündedir. [30]
Abdurrahman el-Cezerî' nin el-Hudüd kitabında bu hususlarda naklettiği görüşleri özetleyerek buraya aktaralım:
A) Hayvanla cinsel ilişkide bulunmak dört mezheb imamlarının ittifakıyla çirkin büyük günahlardandır. Bu çirkin günahı işleyenin cezasına gelince bu hususta görüş ayrılıkları vardır. Şöyle ki:
1. H a n e f i 1 e r ; Bu fuhuşu işleyen kimsenin had edilmesi hususunda âyet veya sabit hadis bulunmadığı için hâkimin uygun göreceği tazir cezası verilir. Verilmesi vâcib olan tazîr cezası ibret verici, bu kötülüğü önleyici mâhiyette olacaktır. Kınama, teşhir, terzil, hapis ve sopa ile dövmek gibi cezalar verilir, demişlerdir.
2. Mâlikîler; Bu kötü fiili işleyen kimsenin cezası zina cezası gibidir. Bekâr ise yüz değnek vurulur. Muhsan ise recmedilir, demişlerdir.
3. Ş â f i î 1 e r' den yukardaki iki görüş de rivayet edilmektedir. (Birinci görüş Ş â f i î' nin en kuvvetli kavlidir.) Üçüncü görüşe göre bu işi işleyen kimse bekâr olsun, muhsan olsun öldürülür.
4. H a n b e 1 İ 1 e r' in en kuvvetli kavillerine göre tazir cezası verilir. Yâni H a n e f î 1 e r gibi hükmetmişlerdir, ikinci görüşleri ise M â I i k i i e r ' in görüşleri gibidir.
B) Bu çirkin fiile mâruz bırakılan hayvana âit hüküm ise:
1. Hanefiler: Sözü edilen hayvan bu fiili işleyenin malı ise öldürülmelidir. Başkasının malı ise boğazlanması vâcib değildir, demişlerdir.
(Hanefî fıkıh kitablanndan Gurar, Durar ve haşiyesinde bu hususta verilen bilginin özeti şudur: Bu kötü fiile mâruz kalan hayvan, eti yenmeyen neviden ise boğazlanır. Sonra yakılır. Boğazlama ve yakma işleri vâcib değildir. Boğazlanan hayvan başkasına âit ise, bu kötü fiili işleyen suçlu, hayvanın değerini sahibine ödemek zorundadır. Hayvan, eti yenen neviden ise boğazlanır. E b û H a -n î f e ' ye göre eti yenilebilir. Ebû Yûsuf'a göre eti yakılır. Hayvanı boğazlamanın hikmeti, bu fiili işleyen kişi hakkındaki dedikoduların ve kınamaların sona erdirilmesidir.)
2. Mâlikîler'e göre sözü edilen hayvan, eti yenilen cinsten olsun yenilmeyen cinsten olsun öldürülmesi vâcib değildir. Çünkü bu hususta rivayet edilen İbn-i Abbâs'ın hadîsi zayıftır. Eti yenilen cinsten ise etini yemekte bir sakınca yoktur.
3. $ â f i î 1 e r' in bu hususta iki kavilleri vardır. Bir rivayete göre eti yenilen cinsten ise boğazlanır (ve eti yenilir.) Eti yenilmeyen neviden ise öldürülmez. (Eti yenilen cinsten olduğu takdirde boğazlanması vâcib değildir. Yâni öldürülmeyebilir.)
Bunların ikinci rivayetlerine göre eti yenilen cinsten olsun, yenilmeyen cinsten olsun şüyu bulan kınama ve dedikoduları sona erdirmek için öldürülmelidir.
4. Hanbelîler'e göre eti yenilen ve yenilmeyen hayvanlar öldürülür. Bunu öldürmek vâcibtir. Hayvan başkasının malı ise bedeli bu fiili işleyene ödettirilir. Eti yenilen neviden olsa etini yemek caiz değildir.
Daha geniş bilgi için fıkıh kitablarma baş vurulmalıdır. [31]
2565) Ebû Hüreyre, Zeyd bin Hâlid ve Şibl (RaâtyaHâiıü anhüm)'-den rivayet edildiğine göre şöyle demişlerdir :
Biz, Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'in yanında idik. Bir adara, O'na evlenmeden önce zina eden cariyenin (had edilip edilmemesi) hükmünü sordu. ResûH Ekrem (Sallallahü Aleyhi ve
Sellem) :
«(Zina ettiği sabit ise) cariyeyi (elli değnekle) döv. Sonra (tekrar) zina ederse (gene elli değnekle) döv» buyurdu. Sonra Resûl-i Ekrem (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) (ya) üçüncü defasında veya dördüncüsünde:
«Câriye tekrar zina ederse artık (aybını beyân ederek) onu kıldan (mamul) bir ip (değeri) ile de olsa sat,» buyurdu."
2566) Âişe (Radıyallâhü ankâ)'dan rivayet edildiğine göre; Resûlul-lah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) şöyle buyurmuştur:
-Câriye zina ettiği zaman onu (elli değnekle) dövünüz. Eğer (yine) zina ederse yine onu (elli değnekle) dövünüz. Sonra (tekrar) zina ederse (yine) onu (elli değnekle) dövünüz. Sonra (yine) zina ederse (tekrar) onu (elli değnekle) dövünüz. Sonra (aybını beyân ederek) bükülmüş bir ipe de olsa satınız.»
Dafir, (bükülmüş) ip anlamınadır."
Not : Zevâid'de şöyle denilmiştir : Bunun senedinde Ammâr büı Ebî Perve bulunur. Buhâri ve başkasının dediği gibi bu râvi zayıftır. Fakat îbn-i Hibbân onu sıka (güvenilir) zâtlar arasında anmıştır. [32]
İlk hadisi Buhâri, Müslim, Ebû Dâvûd, T i r -m i z î ve N e s â i de rivayet etmişlerdir. Müellifimiz bu hadisi Süfyân bin Uyeyne yoluyla Ebû Hüreyre, Zeyd bin Hâlid ve Ş i b 1! den rivayet etmiştir, Ebü Hüreyre ile Z e y d ' in rivayetlerine bir diyecek yoktur. Fakat Ş i b 1' in sahâbî olmadığı Tirmizi ve îbn-i Muin tarafından ifâde edilmiştir. Bu nedenledir ki diğerleri bu hadisi Ebû Hüreyre ve Zeyd1 den rivayet etmişlerdir. Tirmizi, Hu-dûd kitabının "Bekâr olmayan zâninin recmedilmesi"ne âit 8. babında bu hadîsi rivayet ederek özetle şöyle der: Süfyân bin Uyeyne bu hadisi Ebû Hüreyre, Zeyd bin Hâlid ve Şibl' den rivayet etmiştir. Mâlik bin Enes, M a m e r ve başkaları ise bu hadîsi Ebû Hüreyre ve Zeyd bin Hâlid' den rivayet etmişlerdir. Süfyân bin Uyeyne burada yanılmıştır. Bir hadîsin senedini diğer bir hadîsin senedine dâhil etmiştir. Bu senedlerin doğru şekli şöyledir: Birisinde Zühri, Ubeydullah aracılığıyla Ebû Hüreyre ve Zeyd' den merfû olarak rivayette bulunmuştur. Diğerinde Zührî, Ubeydullah'tan Ubeydullah da Şibl bin Hâlid aracılığıyla Abdullah bin Mâlik e 1 - E v s i' den merfû olarak rivayette bulunmuştur. Her iki se-nedle rivayet edilen hadis metni aynidir .Hadîs âlimlerince sahih olan senedler böyledir. Şibl bin Hâlid, Peygamber (Aleyhi's-salâtü ve's-selâm)'e ulaşmamıştır. Şibl, Abdullah bin Mâlik el-Evsi aracılığıyla Peygamber (Aleyhi's-salâtü ve's-selâm) 'den rivayette bulunmuştur. Süfyân' dan rivayet edildiğine göre Şibl denilen zâtın Şibl bin Hâmid olduğunu söylemiştir. Bu da hatâdır. Doğrusu Şibl bin Hâlid' dir. Bir kavle göre Şibl bin Huleyd' dir.
Hadîsin mânâsına ve ihtiva ettiği hükme gelince, zina eden cariyenin cezasının celd, yâni kamçılamak ve dövmek olduğu, bu ve bundan sonra gelen hadîslerde belirtiliyor. Soru sahibi henüz evlenmemiş durumda olan câriye'nin zina etmesi hâlindeki cezanın mâhiyetini soruyor. Resûl-i Ekrem (Aleyhi's-salâtü ve's-selâm) ise verdiği cevapta cariyenin bekâr ve evlenmiş durumunu söz konusu etmeden celd edilmesini, kamçılanmasını emrediyor. El-Hâfız bu inceliği belirtmektedir. Zâten Muhsan, yâni evlenmiş durumdaki cariyenin zina etmesi hâlinde verilecek cezanın elli değnek dövmek olduğu Nisa sûresinin 25. âyetindeki;
«Cariyeler evlendirildiğinde zina edecek olurlarsa onlara hür (be-
kâr) kadınlara edilen azabın yansı edilir» bildirilmiştir. Şu halde câriye bekâr olsun, evli veya dul olsun zina ettiğinde verilecek ceza elli sopa atmaktır. Bu suç defalarca tekerrür ederse her defa ayni ceza tekrar edilir.
Evli veya dul olan hür kadın zina ettiği takdirde bunun cezasının recmetmek olduğu bilinmektedir. Ayni durumdaki cariyeye öldürme cezasının yarısını vermek mümkün olmadığı için yukardaki âyetten maksadın bekâr olan hür kadına verilecek cezasının yarısı olduğu anlaşılır.
Bekâr olsun veya olmasın cariyeye verilecek cezanın elli değnek dövmek olduğu hususunda Ebû Hanîfe, Mâlik, Şafii ve âlimlerin cumhuru ittifak halindedir. Köle de câriye gibidir.
İbn-i Abbâs, Tâvûs, Ata, İbn-i Cüreyc ve Ebû Ubeyd'in dâhil olduğu seleften bir gruba göre evli olmayan köle ve cariyeye had cezası verilmez.
K astalâni bu hadîsin şerhinde özetle şöyle der;
"Hadisteki emir câriye sâhibinedir. Şu halde köle ve câriye sahibi şâhidleri dinler ve bunların suçu sabit olduğunda bizzat cezayı tatbik eder. Devlet yetkilisinin kararına gerek yoktur. Mâlik, Şafii Ahmedve Cumhur'un görüşü böyledir. Fakat Ebû Hanîfe ve bir cemaata göre bu yetki devlet adamına mahsustur.
Üç veya dört defa zina edince artık o câriye veya köleyi satma emri müstahabhk içindir. Yâni efendisi onu satmak mecburiyetinde değildir. Satarsa onun bu aybını ve kusurunu söylemek zorundadır. Aksi halde müşteri bu kusuru öğrenince satışı bozabilir. Buhâri, Kadı Şüreyh (Radıyallâhü anh)'ın bu konuda verdiği kararı nakleder. Yâni câriye veya kölenin zinâkârlığı satışı iptal ettirebilen kusur ve ayıplardan sayılır.
E 1 - H â f ı z şöyle der: Her mü'min kendi nefsi için arzulamadığı bir şeyi hiç bir mü'min kardeşi için de arzulamamak durumda iken kişinin zinâkâr kölesini veya cariyesini satması emri nasıl izah edilir? diye insanın hatırına bir soru gelebilir. Bu soruya şöyle cevap verilir: Köle ve cariyenin satılmasına sebep olan bu kötü hallerinin müşterinin yanında devam edeceği malum değildir. Bu kötü hâli bırakmaları muhtemeldir. Çünkü köle ve câriye zina suçunu işlemelerinin satılmalarına sebep olduğunu bilirler ise sahip değiştirmenin, "muhit ve memleket değiştirmenin güçlülüğünü düşünebilir ve
bu işten vazgeçebilirler. Çünkü alışılmış bir muhiti terk etmek kolay değildir.
Sonra yer değiştirmek, muhit değiştirmek bazen kötü huylan değiştirmeye vesile olur.
İkinci hadîs Zevâid türündendir. Bunun metninin ihtiva ettiği mânâ bir öncekinin benzeridir. Ayrıca izah edilecek bir yönünü görmüyorum. [33]
2567) Aişe (RadıyaUâhü anhâ)'d<m :
(İtham edildiğim suçtan) berâatime (masumiyetime) dâir âyetler inince Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) minber üzerinde ayağa kalkarak masumiyetimi anlattı ve (inen) Kur'ân (âyetlerin) i okudu. Minberden inince (beni itham eden) iki erkeğin ve bir kadının hadde dilmelerini (cezalandırılmalarını) emretti. Bunlar (kâzif) haddi olarak dövüldüler."
2568) (Abdullah) bin Abbâs (Radıyaüâhü ankümâ)'d&n rivayet edildiğine göre; Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) şöyle buyurmuştur:
«Bir adam bir adama yâ muhannes dediği zaman o (diyen) adamı yirmi (kırbaçla) dövünüz. Ve bir adam bir adama yâ lûtî (livâ-tacı) dediği zaman o (diyen) adamı yirmi (kırbaçla) dövünüz.»" [34]
 i ş e (Radıyallâhü anhâ) 'nın hadîsini Tirnıizî, Ebû Dâvûd ve Nesâî de rivayet etmişlerdir. İbn-i Abbâs (Radıyallâhü anhj'm hadîsini Tirnıizî ve Beyhakî de rivayet etmişlerdir. Tirmizî' nin rivayet ettiği hadîsin meali şöyledir:
«Bir adam bir adama yâ yahûdî dediği zaman o (diyen) adamı yirmi (kırbaçla) dövünüz. Ve bir adam bir adama yâ muhannes dediği zaman o (diyen) adamı yirmi (kırbaçla) dövünüz. Kim bir mah-remiyle (yâni kendisiyle evlenmesi haram olan yakın akrabası durumundaki bir kadınla) cinsel ilişkide bulunursa onu katlediniz.»
Kazif ve bunun cezası olan Hadd-i kazif hakkında genel bilgi verdikten sonra yukardaki hadislerin manâsıyla ilgili gerekli bilgi verelim.
Kazif: Bu kelimenin sözlük anlamı bir şeyi atmaktır. Fıkıhçılar ile hadîsçilerin ıstılahında ise iffetli bir müslümanı açık veya kapalı bir ifâde ile zinayla itham etmektir. Meselâ bir adam iffetli bir müslümana: Sen zânisin, derse onu açıkça zina ile itham etmiş olur. Keza, meselâ bir adam A h m e d oğlu A 1 i' ye sen Velî' nin oğlusun, derse Ali' nin anasını kapalı ve dolaylı yolla zinayla itham etmiş olur. Bu nevî ithama Kazif ismi verilmiştir. Çünkü bu ithamı yapan kişi neye ve kime isabet edeceğini düşünmeden, ne gibi tahribata sebebiyet vereceğini hesaba katmadan elindeki taşı uluorta fırlatan kimse gibi zina isnadı sözünü ağzından fırlatıp atmış olur. Ve bu sözden dolayı iffetli bir müslümanın ve yakınları ile çevresinin şeref, haysiyet, namus ve iffetiyle oynamış olur. İtham altında tutulan müslüman ve onun yakınları büyük ızdırablar altında inim inim inlerken, ithamda bulunan kişi bu ızdırablardan gafil, onların duyduğu acıyı duymaz, hattâ belki bu isnaddan dolayı sevinç duyar.
Kâzif suçuna Firye de denilir. Firyenin sözlük anlamı ise iftira ve yalandan ibaret sözdür.
İffetli bir kadın veya erkeğe zina suçunu isnad edene de Kâazif (kâzfedici) denilir. Adam bu çirkin iddiasını, sanığı zina hâlinde ve uygunsuz vaziyette gözleriyle bizzat gördüklerini usûlü dâiresinde ifâde edecek dört erkek şâhid ile ispatlamadığı takdirde müfteri durumuna düşer ve ceza olarak seksen değnek dövülür. Bu cezaya Kâzif haddi denilir. Kâzif suçunu işleyip ispatlayamayanlarm bu cezaya çarpılacağı N û r sûresinin 4'üncü âyetinde buyurulnıuştur. Bu ve bunu takip eden 5 âyet şöyledir:
-İffetli hür kadınlara (zina çirkefini) atıp bunu (ispatlayıcı) dört şâhid getiremeyenlere seksen değnek vurunuz. Ve bunların şâ-hidliğini îlelebed kabul etmeyiniz. Bunlar şüphesiz fâsıklardır. Ancak bu iftiradan sonra tevbe edip durumlarını İslah edenler müstesnadır, (yâni fâsıklıktan kurtulabilirler.) Çünkü Allah şüphesiz gafurdur, rahimdir.»
Kişinin kendi karısını zina ile itham etmesi ve bu isnadını dört görgü şahidin usûlü dairesindeki ifadeleriyle ispatlayamaması hâlinde eşler arasında Liân işlemine baş vurulur, liân'ın tarifi, hükmü ve bununla ilgili gerekli bilgi 10. Talâk kitabının 27. babında geçti. Oraya müracaat edilebilir. Orada beyân edildiği gibi önce koca liân yemininde bulunma durumundadır. Şayet kendisi bu yeminden imtina ederse kendisine Kâzif haddi uygulanır. Eğer bu yemini yaparsa Kâzif cezasından kurtulur. Bu kere karısına liân yemini teklif edilir. Kadın da liân yemininde bulunursa boşanmaları yoluna gidilir. Şayet kadın yeminden imtina ederse recmedilir.
Yukarda anılan cezayı gerektiren Kâzif nasıl oluşur?
Kâzif sözleri üç kısımda mütalâa edilir : Zina isnadını apaçık ifâde eden "Sen zânisin", "senin arkan zina etti" gibi söz. Bu nevî kâzif sözüne "Sarîh kâzif" denilir. İkinci nevî ise "Sen fâcire bir kadınsın" gibi zina anlamına ve başka anlamlara yorumlanabilen sözlerdir. Bu nevi sözlere "Kinaye kâzif" denilir. Sarîh kâzif sözleri ke-
sinlikle Kâzif suçunu oluşturur. Fakat Kinaye kâzif sözü, kâzif anlamım ifâde ettiği gibi başka mânâyı da ifâde edebilir. Bu nevi sözleri söyleyen kişi, ben bununla zina isnadını kasdettim, der ise kâzif suçunu işlemiş olur. Şayet, ben bununla zina isnadı mânâsını kasdetmedim, der ve hakkında bu söz söylenen şahıs da kendisini doğrularsa kâzif suçu işlenmiş sayılmaz. Eğer hakkında bu söz söylenen şahıs kendisini yalanlayıp, hayır bu adam bana zina isnad etmeyi kasdetti, der ise bu sözü söyleyen adama yemin teklifi edilir. Adam zina isnadı niyetiyle söylemediğine yemin ederse had cezasından kurtulmuş olur. Fakat müslüman kardeşi hakkında uygunsuz sözler kullandığı için Devlet yetkilisinin uygun göreceği tahkir, teşhir, hapis gibi bir tâzir cezasına çarptırılır.
Sarih ve kinaye kâzif sözlerine ait yukarda anlatılan hüküm hususunda mezhep imamları ittifak halindedir.
Kâzif sözlerinin üçüncü nevi ise "Aslını soruştur", Ey meşru doğumlu insan" gibi sözlerdir. Buna Tariz yollu kâzif nevî denilir.
Hanefiler'e ve Şâfiîler'in bir görüşüne göre Tariz sözleri ile kâzif maksadı güdülmüş olsa bile kâzif cezasını gerektirmez. Ş â f ı i 1 e r' in diğer bir kavli ile Hanbeliler'in bir kavline göre bununla zina isnadı kasdedildiği zaman kâzif suçu işlenmiş sayılır.
M â 1 i k i 1 e r' e göre bu nevi sözlerle zina isnadı niyeti olsun veya olmasın kâzif suçu işlenmiş olur. [35]
Dört mezheb imamlarına göre hür, reşîd (akıllı, baliğ), bir müslüman bir baskı altında olmaksızın hür, reşîd ve iffetli bir müslüman erkeği zina ile itham ettiği zaman bu isnadını dört erkek ve âdil şâhid ile ispatlamak durumundadır. İspatlıyamadığı takdirde kazif cezasına çarptırılır. Keza yukarda vasıfları yazılı kişi reşide, iffetli ve hür bir kadını zina ile itham ettiği zaman yukarda belirtildiği gibi isnadını şâhidlerle ispatlıyamazsa kazif cezasına çarptırılır. Daha Önce zina suçundan dolayı cezaya çarptırılmış, sabıkalı bir erkeğe veya kadına zina isnâd eden kimse kazif suçunu işlemiş olmaz. Çünkü itham ettiği kişide bu suç mevcuttur. [36]
Yukarda durumu anlatılan bir müslüman diğer bir müslümanı zina veya livâta ile itham ederse kazif suçunu işlemiş olur. Keza, hür ve müslüman bir kadından doğma bir kimseye : Senin nesebin sahih değildir," diyen kişi kazif suçunu işlemiş olur. Bu hususta mezheb imamları ittifak halindedir. Fakat bir kimse bir kimseyi başka bir günah ile itham ederse kazif suçu işlemiş olmaz ve ona kâzif cezası uygulanmaz. Abdurrahman el-Cezerî' nin "Dört Mezheb'in Fıkhı" adlı kitabının Cezalar bölümünde yukarda-ki bilgiler verilmektedir. Bu arada şu bilgi de veriliyor:
Bir kimse bir müslümana: "Ey'f asık, yâ habis, yâ muhannes, yâ fâcir, yâ namazsız1' sözlerinden birisini söylemekle onu bu suçlardan birisiyle itham ederse, bu suçlar zinadan başka suçlar olduğu için ithamcı kişi kazif suçunu işlemiş olmaz. Yâni kazif cezasıyla cezalandırılmaz. Hâkimin uygun göreceği bir tazir cezasıyla cezalandırılır. Tazîr cezası hapis, dövme, teşhir, kınama gibi önleyici ve İslah edici bir ceza olur.
Kazif cezası olan seksen değnek, itham edilen tarafın talebine binaen uygulanır. Çünkü onun şeref ve haysiyetiyle oynanmıştır. Şayet zina iie itham edilen kimse, itham edeni bağışlarsa, ithamcı taraf kazif cezasından kurtulmuş olur. Bu hususta da imamlar ittifak halindedir.
Kazif ile ilgili hükümler hususunda geniş bilgi almak için fıkıh kitablanna müracaat edilmelidir. [37]
İlk hadîste  i ş e (Radıyallâhü anhâ) : Münafıklar tarafından kendisine yapılan iftira ve asılsız itham olayına işaretle bu dedikoduya katılan müslüman iki erkek ile bir kadının kazif cezasına çarptırıldığını ifâde eder.
 i ş e tRadıyallâhü anhâ)'ya münâfıklarca yapılan iftira ve itham meselesi hakkındaki geniş bilgi B u h â r î' nin Şehâdet, Meğâzî, Tefsir, Cihâd, İtisâm ve Tevhîd bölümlerinde, M ü s 1 i m'in Tevbe bölümünde ve N e s â î' nin Tefsir bölümünde yine Anamız  i s e (Radıyallâhü anhâ)'ya yakıştırılmak istenen suçun tamamen asılsız olup o mübarek hâtûnun iffeti, nezaheti ve masumiyeti Nûr sûresinin ll'nci âyetinden 20'nci âyetine kadar olan 10 âyet ile tescil
ve tevsik edilmiş olup konu hakkında geniş bilgi bu âyetlere ait tefsir kitablannda da mevcuttur. Biz burada söz konusu mesele hakkında özlü bilgi vermekle yetinelim.
N û r sûresinin onbirinci âyetinden yirminci âyetine kadar olan âyetlerin iniş sebebi özetle şöyledir:
Resûl-i Ekrem (Aleyhi's-salâtü ve's-selâm) bir yolculuğa çıktığı zaman muhterem zevceleri arasında kur'a çeker ve kur'a hangisine isabet ederse onu alıp beraberinde götürürdü. Hicretin altıncı yılı "Benî Müstalık" savaşında  i ş e anamızı beraberlerinde götürmüşlerdi. Savaştan sonra Medine-i Münevvere'ye dönüşte Resûl-i Ekrem (Aleyhi's-salâtü ve's-selâm) ve beraberindeki kuvvetler bir sahada akşamlamışlardı. Konaklanan yerde bir kaç saat kalındıktan sonra yola devam emri verilmişti. Bu esnada  i ş e (Radıyallâhü anhâ) defi hacet için kafileden uzakça bir yere çekilmişti. Ve boynundan düştüğünün farkına vardığı gerdanlığını aramaya koyulmuştur.  i ş e (Radıyallâhü anhâ) şütüf ve mahmil denilen etrafı ve üstü örtülü ve deveye yüklenen sandık gibi olan hevdecte yolculuk ediyordu. Konaklandığı zaman hevdec görevlilerce devenin sırtından indirilir. Yola çıkılacağı zaman tekrar devenin sırtına çıkarılıp bağlanırdı.  i ş e gencecik zayıf bir hatundu. Vücûdu çok hafif olduğu için görevliler o konak yerinde hevdeci deveye yüklerken  i ş e (Radıyallâhü anhâl'nın hevdecte olmadığım farkedemediîer. Kafile yola devam etti.  i ş e, kafilenin olduğu yere dönünce kafilenin gitmiş olduğunu gördü. Kendisini muhakkak arayıp bulacaklar ümidiyle orada beklemeyi uygun buldu ve bekledi. Burada beklerken bir ara uykuya daldı. Böyle seferlerde bir âdet var idi. Görevlendirilen bir kişi kafile konakladığı yerden hareket ettikten sonra konaklama yerini kontrol eder, oraları dolaşır, bir şey unutulup unutulmadığını araştırır. Bu seferde bu iş için Safvân bin el-Muttal es-Sele m. i görevlendirilmişti. Bu zât kafilenin konakladığı yeri dolaşırken  i ş e (Radıyallâhü anhâ) anamıza rastlar ve devesini onun emrine verir.  i ş e anamız onun devesine biner. S a f v â n da devesinin başını çekerek nihayet ikinci bir konaklama yerinde kafileye ulaşılır. İşte  i ş e (Radıyallâhü anhâ) anamızın ve Safvân (Radıyallâhü anh)'ın sonradan gelip kafileye yetişmelerini gören münafıkların başkam Abdullah bin Übey denilen herif bu nezih ve pâk iki mübarek şahsiyet hakkında iftira etmeye başladı ve onun gibi dış görünüşte müslüman olmakla beraber kalben kâfir olan münafıkları grubu bu çirkin iftirayı dillerine dolayıp dedikodulara başladılar. Bu hâinlerin hunharca iftiraları ve düşmanca dedikoduları bâzı sâf müslümanları da yanılttı, bunların da dedikodu etmeleri görüldü. Müslümanlardan bu çirkin dedikoduya kapılan iki erkeğin Hassan bin Sabit üe Mistah bin Üsâşe ve kadının Hamne bin t-i Cahş olduğu rivayet edilmiştir. Halbuki  i ş e (Radıyallâhü anhâ) anamızın yüce fıtratı, nezâhat ve paklığı apaçık idi. Safvân (Radıyallâhü anh) da sahâbilerin en hayırlılarından idi. Resûl-i Ekrem (Aley-hi's-salâtü ve's-selâmî'in bütün savaşlarında bulunma şerefine nail olmuştu.  i ş e anamız münafıkların bu çirkin dedikodularını duymadı. Bu seferden dönülünce, hastalandı ve hastalığı bir ay kadar sürdü. Bu sürece Resûl-i Ekrem (Aleyhi's-salâtü ve's-selâm)'in üzgünlüğünü seziyor, fakat nedenini bilemiyordu. Bir ay sonra sıh-hata kavuşan  i ş e anamız bu kere münafıkların çirkef zırıltılarını duyunca üzüntüsünden tekrar hastalanıp yataklık oldu. İffet ve paklığının ilâhî bir tezkiye ile meydana çıkması için Cenâb-ı Allah'a niyazda bulundu. Bu çirkin ve düşmanca dedikoduların şüyu bulması üzerine Resûl-i Ekrem (Aleyhi's-salâtü ve's-selâm) M e s-cid-i Nebevi'de bir hutbe irad ederek meâlen şöyle buyurdu :
«Ey müslümanlar! Benim ehlim (eşim) hakkında bana eziyet eden bir herif hakkında kim bana yardımcı olur? Vallahi ben ehîlm hakkında hayırdan başka bir şey bilmiş değilim. Bu müfteriler bir adamın da ismini ortaya koydular. Bu zât hakkında da ben hayırdan başka bir şey bilmiyorum,» buyurdu. Â i ş e anamız ise : «Allah benim masum olduğumu bilir, ben bir şey demem, ben bir sâlih kul olan Yûsuf Peygamber'in babası Yâkûp Peygamber gibi;
«Şimdi benim işim güzelce sabretmektir. Söylediklerinize karşı sığmağım da Allah'tır.» derdi.
Nihayet Resûl-i Ekrem (Aleyhi's-salâtü ve's-selâm) 'e N û r sûresinin ll'inci âyeti ve bunu takip eden âyetler indi. Böylece  i ş e (Radıyallâhü anhâ) anamızın masumiyeti ve söylenen dedikoduların tamamen iftira olduğu Allah tarafından bildirildi. Bu ilâhî vahiden dolayı son derece sevinen Resûl-i Ekrem (Aleyhi's-salâtü ve's-selâm), ıztırap içinde bulunan hakîkî mü'minleri, özellikle  i ş e anamızı ve onun babasıyla anasını müjdeledi, gönüllerindeki ıztıraba son vermiş oldu.  i ş e anamız, masumiyetinin Kur'an âyetleri ile tescil edildiğini öğrenince: «Ben kimseye değil ancak Allah'a ham-dederim,» dedi.
 i ş e anamızın masumiyetini tescil eden N û r sûresinin 10 - 20'nci âyetlerin tefsirlerine bakıldığı zaman bu olay hakkında daha ayrıntılı bilgi edinmek mümkün olduğu için bu âyetlerin meal ve tefsirlerini buraya geçirmeye lüzum görmüyorum.
 i ş e (Radıyallâhü anhâJ'nm hadîsinde belirtildiği gibi bu âyetler inince Resûl-i Ekrem (Aleyhi's-salâtü ve's-selâm) minbere çıkarak ayakta bu âyetleri okuyor. Sonra münafıkların yaptıkları iftirayı diline dolayarak o mübarek ve pâk anamızı itham eden müs-lüman iki erkek ile bir kadının kazif cezasına çarptırılmasını emrediyor. Müellifimizin rivayetinde bu üç kişinin ismi belirtilmiyor. E b û D â v û d' un bir rivayetinde bu şahısların Hassan bin Sabit, Mistah bin Üsâse ve Hamne bint-i Cahş olduğu ifâde edilmiştir. Hassan, Resûl-i Ekrem (Aleyhi's-salâtü ve"s-Selâm)'in sairi idi. O'nu şiirlerinde lâyıkıyla medhu scnâ ettiği için ona bu lâkab verilmişti. Sahâbilerin Ensar kısmındandır. Ama bu meselede maalesef hatâya düşüp cezalanmayı hak etti. Hamne ise Resûl-i Ekrem (Aleyhi's-salâtü ve's-selâm) 'in zevcelerinden Z e y -neb bint-i Cahş'ın kız kardeşidir, Mistah da Ebû Bekr-i Sıddîk (Radıyallâhü anhJ'ın yakın akrabasıdır.
îbn-i Abbâs (Radıyallâhü anh) 'in hadîsinin T i r m i z i tarafından da rivayet edildiğini yukarda belirttim. T i r m i z î bu hadisin senedinde bulunan râvî îbrâhîm bin İsmail bin Ebî Habîbe' nin zayıf olduğunu belirtmiştir. Bu itibarla bu hadîs zayıf sayılır. Bu hadîse göre bir adam bir adama: «Yâ muhannes» veya «Yâ Lûtî (livâtacı)» derse ona yirmi sopa atılır. Muhannes kelimesinin açıklaması hususunda S i n d î' nin beyânına göre el-Mecma'da şu bilgi verilmiştir: "Muhannes: Kendisiyle livâta edilen kimsedir. Muhannis ise yaratılışı itibarıyla durumu, hareketleri ve sesi kadmlannkine benzeyen erkektir. Bir kavle göre muhannes ve muhannis durumunu, hareketlerini ve sesini kasıtlı olarak kadmlannkine benzeten erkektir. Bu benzetiş kasıtlı olunca laneti mûcibtir. Böylelerine lanet olsun mealinde hadîs vârid olmuştur. (Sünenimizde Nikâh kitabının 22'nci babında geçen 1902 -1904 nolu hadîsler muhannesler hakkındadır.) Sözü edilen benzeme bazen yaratılışta bulunur."
Lutî ise üvâtacı (fail homoseksüel) anlamım ifâde eder. Kendisi ile livâta işi yapılan yâni kullanılan şahıs mânâsına gelir.
Kazif hükümlerini yukarda beyân ederken: Bir kimsenin iffetli bir müslümanı: «Ey zâni» veya «Ey livâtacı» gibi sözlerle zina ile itham ettiği takdirde dört mezheb imamının ittifakıyla kazif suçu-
nu işlemiş sayılır, diye bilgi vermiştim. Kazif suçunu işleyen kimse bu isnadı ispatlamadığı takdirde kazif cezası olan seksen değnek dövülmesi gerekir. Ama kişi zinadan başka bir günahla birisini itham eder, yâni uygunsuz bir söz sarf ederse o takdirde devlet yetkilisinin uygun göreceği bir tazir cezası ile cezalandırılır. Muhannes kelimesi değişik mânâlara, yâni zinadan başka mânâlara da yorumlanabildiği için bu kelime tazîr cezasını gerektirebilir, ki bu durum yukarda etraflıca anlatılmıştır. Fakat "Lûtî = livâtacı" sözü zinadan başka bir mânâya yorumlanamaz ve cezası ancak seksen değnektir.[38]
2569) Ali bin Ebî Tâlib (Radtyallâhü anh)'den; Şöyle demiştir:
Hadd (cezası) nı infaz ettiğim (ve bu cezadan dolayı ölen) hiç kimsenin diyetini (hayat pahasını) vermiş değilim. Ancak şarap içen (ve ona uyguladığım haddan dolayı ölen) kimsenin diyetini öderim. Çünkü Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) şarap içen hakkında (sayısı sınırlı) bir had koymamıştır. O (şarap içene belirli bir sayı ile vurduğumuz) had bizim kendimizin (ictihadla) koyduğumuz bir cezadır."
2570) Enes bin Mâlik (Radtyallâhü ankyden; Şöyle demiştir:
Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) şarap içme (cezasın) da (suçluyu) ayakkabılarla ve yapraklarından soyulmuş hurma dallarıyla (kırk darbe) vurmayı emrederdi."
2571) Hudayn bin el-Münzir er-Rakkaşî (Radıyallâhü anh)'den Şöyle demiştir :
El-Velîd bin Ukbe,
(halîfe) Osman (bin Affân) (Radıyallâhü anh)'in huzuruna getirilerek, (şarab
içtiğine dâir) şâhidler onun aleyhinde ifâde verince, Osman, Ali (bin Ebî
Tâlib) (Radıyallâhü anh) 'a: Amcan oğlunu (yâni el-Velîd'i) al da onun hakkında
(şarab içme) cezasını infaz et, dedi. Ali de onu dövdürdü ve dedi ki: (Şarab
içene) Resûlullah (Salîallahü Aleyhi ve Sellem) kırk dayak attı, Ebû Bekir kırk
dayak attı ve Ömer seksen dayak attı. Kırk dayak da seksen dayak da sünnet
(yâni uygulanması meşru ceza) dır."
[39]
Bu babın ilk hadisini Buhârî, Müslim, Ebû Dâvûd ve Nesâî de rivayet etmişlerdir. İkinci hadis ise Kütüb-i Sitte'nin hepsinde rivayet edilmiştir. Hudayn bin el-Münzir ' in hadîsi Müslim ve Ebû Dâvûd tarafından da rivayet edilmiştir. Bu hadîslerin üçü de sahihtir.
Bu babın son hadîsinde A 1 i (Radıyallâhü anh) Resûl-i Ekrem (Aleyhi's-salâtü ve's-selâm)'in şarab içene kırk dayak attırdığını ifâde eder. E n e s (Radıyallâhü anh)'in M ü s 1 i m ' deki bir rivayetinde; kelimesi ziyâdesi vardır. Yâni bu rivayete göre de Resûl-i Ekrem şarab içene ayakkabılarla ve yapraklarından soyulmuş hurma dallarıyla kırk dayak atılmasını emrederdi. Ebû Dâvûd'un Katâde (Radıyallâhü anh) 'den olan bir rivayeti de M ü s 1 i m' in bu rivayeti gibidir. Hülâsa şarab içene Resûl-i Ekrem (Aleyhi's-salâtü ve's-selâm)'in kırk dayak attırdığı sabittir. Durum bu olunca A 1 i (Radıyallâhü anh)'m ilk hadisi değişik şekillerde yorumlanmıştır. Şöyle ki;
Ali' nin ilk hadîsinin zahirine göre Resûl-i Ekrem, şarab içene atılacak dayak sayısını tâyin ve tesbit etmemiş, ona atılan dayak sayısı sahâbilerce tesbit edilmiştir. Oysa sahih hadîsler, Resûl-i Ekrem'in ona kırk dayak attırdığına delâlet ederler.
Avnü'l-Mabûd yazarı bu husus hakkında özetle aşağıdaki bilgiyi verir:
Ali (Radıyallâhü anh) 'nin bu iki hadîsi (yâni 2569 ve 2571 nolu hadîsler) arasında görülen ihtilâf nasıl giderilir denilecek olursa buna şöyle cevap verilir;
E 1 - H â f ı z bu iki hadîs arasında zahiren görülen ihtilâfın esasta bulunmadığını şöyle ifâde eder: Alî' nin ilk hadisinin mânâsı şöyledir: "Resûl-i Ekrem (Aleyhi's-salâtü ve's-selâm) şarab içene kırk dayaktan fazla olan darbe sayısı hakkında belirli bir rakam koymamıştır. Şarab içene uyguladığımız seksen değnek bizim koyduğumuz bir uygulamadır."
A 1 i (Radıyallâhü anh) bu hadiste «Seksen değnek bizim koyduğumuz bir uygulamadır» derken Ömer (Radıyallâhü anh)'in hilâfeti devrinde halîfeye beyân ettiği kendi görüşüne işaret etmektedir.
(El-Hâfız, Ali' nin kendi görüşü, derken el-Muvatta'-da ve başka kitablarda Ali1 den ve Müslim ile Ebû Dâvûd1 un Abdurrahman bin Avf tan nakledilen şu görüşü kasdediyor : Enes bin Mâlik' ten rivayet edilen bir hadîste Enes şöyle der:
"Şarab içene Resûl-i Ekrem (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) ve Ebû Bekir (Radıyallâhü anh) kırk dayak attırdılar. Ömer (Radıyallâhü anh) halîfe olunca şarab içenlerin sayısı çoğaldı. Bunun üzerine Ömer (Radıyallâhü anh) sahâbîleri topladı ve şarab içene atılacak dayak sayısının tesbiti hakkında onların görüşlerini sordu. Abdur-
rahman bin Avf (Radıyallâhü anh) ve bir rivayete göre Ali bin Ebî Tâlib (Radıyallâhü anh) şarab içene kırk dayak atılmasını teklif ettiler. Bundan sonra Ömer (Radıyallâhü anhJ, şarab içenlere seksen dayak atılmasını emretti."
Yukarıya mealini aldığım E n e s ' in hadisi şarab içene Ö m e r' in halifeliği döneminde seksen dayak atıldığına delâlet eder. Ali' nin 2571 numaralı hadîsi de buna delâlet eder. Şu halde Ö m e r' in hilâfeti döneminde şarab içene seksen dayak atılması hususunda sahâbîlerin icmâı oluşmuştur.)
A 1 i (Radıyallâhü anh)'nin ilk hadisi böyle yorumlanınca hadîsin tamamının meali şuna dönüşmüş olur:
«Cezasını infaz ettiğim ve bu cezanın infazı dolayısıyla ölen hiç bir suçlunun hayat pahasını ödemem. Ancak şarab içene uyguladığım kırk dayaktan fazla olan dövmeden dolayı suçlu Ölecek olursa onun diyetini, yâni hayat pahasını öderim. Çünkü Resûl-i Ekrem (Aleyhi's-salâtü ve's-selâm) ona kırk dayaktan fazla olan dövme için belirli bir sayı koymamıştır. Ona seksen dayak atma işi bizim kendimizin bir uygulamasıdır.»
Beyhakî ve İbn-i Hazm da bu yorumu kesinlikle hükmetmişlerdir. (El-Hâfız* dan naklen alman bilgi buraya kadardır.)
Avnü'l-Mabûd yazarı daha sonra e 1 - M ü n z i r i' den naklen şu bilgiyi verir :
Vâcib olan bir dövme cezasının infazından dolayı ölen bir suçlunun diyeti, yâni hayat pahası ne infaza karar veren şer'î hâkim'e ne de devlet hazînesine düşer. Yâni hâkim böyle bir diyeti vermeyeceği gibi devlet hazînesinden de böyle bir ödeme yapılmaz. Bâzı ilim ehlinin beyânına göre bu hususta âlimler ittifak halindedir.
Suçluya verilen tazîr cezası onun ölümüne sebebiyet verdiği takdirde bir ödeme yapılıp yapılmıyacağı hususunda ise âlimler arasında ihtilâf vardır. Âlimlerin cumhuruna göre bu meselede de ne hâkime ne de devlet hazinesine herhangi bir diyet borcu tahakkuk etmez. Fakat Ş â f i i' ye göre maktulun diyeti, hâkim'in yakınla-nnca ödenir. Hâkim de katil kefaretini öder. Bir kavle göre diyet, devlet hazinesinden ödenir.
Hâkim, şarab içene kırk dayak attırdığında suçlu ölürse hâkimin bir tazminat ödemesi söz konusu değildir. Hâkim ona seksen dayak attırdığında suçlu ölürse hâkim diyetin yansını ödemek du-
rumundadır. (El-Münziri1 den naklen alman bilgi burada bitti.)
Nevevi de Müslim'in şerhinde el-Mü nz i r i'-nin yukarda verdiği beyânın bir benzerini vermektedir. Tazminat ve diyet hususundaki hüküm özetle şudur:
Şer'î bir dövme cezasının infazı dolayısıyla suçlunun ölümü hâlinde ne hükmü veren şer'î hâkim, ne hükmü yerine getiren dövü-cüler, ne de devlet hazînesi bir diyet veya tazminat ödemez. Hâkim veya cellâdların bir kefaret ödemeleri de söz konusu değildir. Bu hükümler hususunda âlimler ittifak halindedir. Verilen bir tazîr cezasından dolayı ölen suçlu için diyet verme meselesine gelince, cumhûr'a göre ne hâkim, ne hükmü yerine getiren cellâd Cdö-vücü) bir tazminat veya diyet öder. Hazîneden de bir şey ödenmez. Ş â f i i ' ye göre hâkimin yakınları tazîr cezasından dolayı ölen suçlunun diyetini Öderler. H â k i m ' in kendi malından da katil kefareti ödenir. Ödemenin nereden tahsil edileceği hususunda Ş â -f i î' den başka kaviller de rivayet edilmiştir.
2570 nolu E n e s (Radıyallâhü anh)'m hadisine göre şarab içene atılacak dayak ayakkabılarla ve yapraklarından soyulmuş hurma dallarıyla olabilir. Yâni mutlaka değnekle, kamçıyla veya sopa ile olması şart değildir.
N e v e v î bu hususta da şu bilgiyi verir:
"Şarab içene ayakkabılarla, yapraklarından soyulmuş hurma dallarıyla ve elbise kenarlarıyla dövmek suretiyle had edilmesinin câizliği üzerinde âlimler ittifak etmişlerdir. Bu suçluyu kamçıyla dövmenin câizliği hususunda ise ihtilâf vardır. Arkadaşlarımızın en sahih kavline göre kamçıyla da olabilir. Kamçıyla dövüldüğü takdirde kamçının mutedil boy ve büyüklükte olması ve mutedil bir vuruşla olması gereklidir. Cellâd döverken elini başının yukarısına kadar kaldırmamah, kolunu mutedil bir şekilde kaldırmalıdır."
E n e s' in burdaki hadîsinde şarab içene atılan dayak sayısı belirtilmemiş ise de yukarda beyân ettiğim gibi onun Müslim' deki rivayetinde «kırk dayak» kaydı mevcuttur. Şarab içene seksen dayak atılır, diyen âlimler bu hadise şöyle cevab verirler: Bu hadîs, Resûl-i Ekrem (Aleyhi's-salâtü ve's-selâm)'in ekseriyetle kırk dayak attığını ifâde eder. Fakat bundan fazla atmadığını ifâde etmez, derler.
A 1 i (Radıyallâhü anh) 'm 2571 nolu hadîsi Müslim ve Ebû Dâvûd tarafından daha uzun bir metin hâlinde rivayet
edilmiştir. Oralardaki rivayetlerde : «El-Velîd bin Ukbe'nin şarab içtiğine şehâdet edenlerden Humrân (bin Ebân) onu şarab içerken gördüğünü, diğer bîr şâhid de onu şarab kusarken gördüğünü ifâde edince halîfe Osman: O, şarab içmeden şarab kusmaz, demiş ve cezasının verilmesini Ali (Radıyallâhü anh)'a teklif etmiştir. (Bu teklif halîfenin Ali'ye bir ikramı mâhiyetini taşır.) Ali bu teklifi kabul ederek suçluyu dövmek için oğlu el-Hasan bin Ali'yi görevlendirmiş, el-Hasan bundan imtina edince Ali bu kere Abdullah bin Câ-fer-i (Tayyarı) görevlendirmiştir. Abdullah eline kamçı alarak suçluyu dövmeye başlamış, Ali de kamçıları saymıştır. Nihayet kamçı sayısı kırkı bulunca Ali, Abdullah'a: "Yeter. Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) kırk dayak attı, Ebû Bekir kırk dayak attı, Ömer de seksen dayak attı. Kırk dayak da seksen dayak da sünnettir (yâni uygulanması meşrudur). Bu bence daha sevimlidir. (Yâni bence kırk dayak seksen dayaktan daha sevimlidir) demiştir.» mealinde bilgi vardır.
Hülâsa görüldüğü gibi şarab içen kimseye verilecek dövme cezası kırk dayaktır. Bâzı rivayetlerde Ömer (Radıyallâhü anh) zamanında dayak sayısının seksene çıktığına delâlet ederler. Ömer (Radıyallâhü anh) zamanında uygulanan ve sahâbîlerce de tasvib edilen seksen dayak atma da meşrudur. Nitekim A 1 i (Radıyallâhü anh) da bunun meşruluğunu ifâde eder. Zâten dört halîfece uygun görülecek hükümlerin meşruluğu "Resûl-i Ekrem (Aleyhi's-salâtü ve's-selâm) 'in: «Benim sünnetime (yoluma) ve benden sonra Hulefa-i Râşidm'imin sünnetine (yollarına) sarılın» mealindeki sahih hadisi dört halifece uygulanacak yolun meşruluğunu tesbit etmiştir. Halife Ömer zamanında sahâbîlerin ittifakıyla şarab içme haddi ve cezası seksen dayağa çıkarılmıştır. Ali (Radıyallâhü anh) da bunlardan birisidir. Hattâ bu cezanın seksen dayağa çıkarılmasını teklif edenlerdendir. Buna rağmen bu devirden sonra başlayan Osman (Radıyallâhü anh) 'm hilâfeti döneminde Ali (Eadıyallâhü anh) e 1 - V e 1 î d' e kırk dayak atmıştır. Ali' nin bu uygulamasına ne halîfe Osman (Radıyallâhü anh) ne de orada bulunan sahâbilerden onun oğlu Hasan (Radıyallâhü anh) ve Abdullah bin Cafer (Radıyallâhü anh) gibi zâtlar itirazda bulunmamışlardır.
N e v e v i bu bâbta rivayet edilen hadîslerin açıklaması bölümünde şu bilgiyi vermektedir:
Şarab içmenin haramlığı, bunu az veya çok içenin had cezasına çarptırılmasının vâcibliği ve şarab içenin bu suçu defalarca tekrarlamış olsa bile katledilmiyecegi hususunda müslümanlar icmâ ~eÇ.
mislerdir. T i r m i z i ve çok sayıda âlimler bu icmâın bulunduğunu ifâde etmektedirler.
Kadı I y â z şarab içme suçundan dolayı dört defa had cezasına çarptırıldıktan sonra bu suçu tekrar işleyenin öldürülmesinin gerekliliğini bir cemaattan naklederek bunların elinde bir hadîsin (Bu hadîsler- 2572 - 2573 noludur) bulunduğunu ifâde ediyor ise de bu görüş bâtıldır, sahâbîlerin ve bunlardan sonra gelenlerin yukarda anlatılan icmâma muhaliftir.
Şarab içene kaç dayak atılacağı hususundaki ihtilâfa gelince :
1. Selefin cumhuru ile içlerinde Ebû Hanîfe, Mâlik, Evzâi, Sevrî, Ahmed ve İshâk'm dâhil bulunduğu fıkıhçıların büyük çoğunluğuna göre şarab içenin haddi seksen dayaktır. Kadı I y â z cumhurun bu görüşte olduğunu naklet-miştir. Bunların delili Ömer (Radıyallâhü anh) devrinde oluşan sahâbîlerin icmaldir. Bunlar: Resûl-i Ekrem (Aleyhi's-salâtü ve's-selâm) 'in şarab içene kırk dayak attırması tahdid için değildir. Bunun içindir ki, bâzı rivayetlerde «kırk dayak kadar» ifâdesi kullanılmıştır, derler.
2. Şafiî, Ebû Sevr, Dâvûd-i Zahiri ve diğer bâzı âlimler: Şarab içen kimsenin haddi kırk dayaktır, demişlerdir. Şafii: Hâkim dayak sayısını seksene çıkarabilir, kırktan yukarısı tazîr mahiyetindedir. Çünkü sarhoş kimse namaz kılmamak, başkalarına eziyet etmek, cinayet işlemek, başkasının şeref ve haysiyetiyle oynamak gibi suçlan işleme zeminini hazırlamış olur, demiştir.
Şarab içen kimse sarhoş olsun veya olmasın mutlaka had cezasına müstehak olduğu noktasında âlimler ittifak halindedir. ( N e -v e v î' den naklen verilen bilgi burada bitti.) [40]
Bu bâbta rivayet edilen hadîslerin tercemesinde ve izahında şarab kelimesini kullandım. Başka içkilerin bu hükmün dışında kaldığı sanılmasın. Şarab kelimesini kullanmamın sebebi "Harar" kelimesinin Arap dilinde şarab anlamında kullanılmasıdır. Şer-i Şe-rîf'te ise sarhoşluk verebilen bütün içkilere "Hamr" denilir. Çünkü
bir hadis-i şerifte; «Sarhoşluk veren her şey hamr'-dır.» buyurulmuştur. Bu mealde başka başka hadisler de vardır. Bunun içindir ki dört mezheb âlimleri sarhoşluk veren her içkinin şa-rab hükmünde olduğu noktası üzerinde ittifak etmişlerdir.
Azı veya çoğu sarhoşluk veren her içkinin haramlığı ve zararları hakkında gerekli bilgi "Eşribe Kitabı" bölümünde rivayet edilen hadislerin izahı bölümünde verilecektir. [41]
2572) Ebû Hüreyre (Radtvallâhü anlı)'fen rivayet edildiğine Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve. Sellem) şöyle buyurdu, demiştir :
«Kişi sarhoş olduğu zaman ona dayak atınız. Eğer tekrar sarhoş olursa (gene) ona dayak atmız. Sonra tekrar sarhoş olursa (tekrar) dayağa çekiniz» Resûl-i Ekrem (Sallallahü Aleyhi ve Seîlem) dördüncü defasında buyurdu ki: «Sonra sarhoşluğa dönüş yaparsa boynunu vurunuz {öldürünüz).»"
Hudayn bin el-Münzir (R.A.)'in Hâl Tercemesİ
Hudayn bin el-Münzir er-Rakkaşi Ebû Sâsân el-Basrî, Osman (R.A.) ve Ali (R.A.)'den hadis rivayetinde bulunmuş ve Sıffîn olayında Ali (R.A.)'nin taraftan olarak bulunmuştur. Kendisinden de Hasan-ı Basrî ve başkaları rivayet etmişlerdir. El-İclî onun sıka olduğunu söylemiştir. Bir rivayete göre hicretin 99. yıli vefat etmiştir. Müslim, Ebû Dâvûd, İbn-i Mâceh ve Nesâi onun hadislerini rivayet etmişlerdir. (Hulâsa : 9ö>
2573) Muâviye bin Ebî Süfyân (Radıyallâhii anhümâ)'âan rivayet edildiğine göre Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sc/lrnt) şöyle buyurmuştur :
-Kişiler şarab içtikleri zaman onlara dayak atınız. Sonra (şa-rab) içtikleri zaman (tekrar) onlara dayak a&mız. Sonra (şarabî içtiklerinde (gene) onlara dayak atınız. Bundan sonra (şarab) içtikleri zaman artık onları öldürünüz.-" [42]
Ebü Hüreyre (Radıyallâhü anh) 'm hadisini Ebû Dâvûd, Nesâi, Hâkim ve İbn-i Hibbân da rivayet etmişlerdir. Muâviye (Radıyallâhü anh)'in hadîsini Ebû Dâvûd, Tir m izi ve Ahmed de rivayet etmişlerdir. Bu iki hadisin zahirine göre üç ayrı defada içki içip beher defasında had cezası olan dövme cezasına çarptırıldığına rağmen dördüncü kez içen kimsenin öldürülmesi gerekir.
T i r m izi, Kitabü'l-tlel'de: Tüm müslümanlar bu hadîsin mensuhluğu üzerinde ittifak etmişlerdir. Bir kavle göre öldürülmeden maksad şiddetle dövmektir, der. S ü y û t i ise bu hadîsle amel edilmesinin gerekliliğini savunarak T i r m i z i' nin haşiyesinde uzunca bilgi vermiştir.
İbn-i Hibbân ise bu hadîslerdeki öldürme emrinin, içki içip bunun haremliğini kabul etmeyen ve helâl olduğuna inanan kimselere ait olduğu yolunda yorum yapmıştır.
Nevevi de Müslim'in şerhinde: Kadı î y â z, bir grubun bu hadîse dayanarak böyle yapan yâni üç defa içki içip beher defadan dolayı dövme cezasına çarpıldığı halde dördüncü kez içki içen kimsenin katledilmesinin gerekliliğine hükmettiklerini naklediyor ise de bu görüş bâtıldır. Sahâbilerin ve onlardan sonra gelenlerin icmâına aykırıdır. Bu hadis mensûhtur. Bâzı âlimler : Mevcut icmâ bu hadisin mensuhluğuna delildir, demişlerdir. Bâzıları da: Bu hadis şu mealdeki hadisle mensuhtur, demişlerdir; «Müslüman hiç bir kimsenin kanı helâl değildir. Ancak şu üç kişinin kanı helâldir : Haksız yere bir müslümam bile bile öldüren katil, bekâr olmayan zâni ve îslâm dininden dönüş yapan mürted» diye bilgi verir.
Hülâsa burada olduğu gibi bâzı hadîslerde Resûl-i Ekrem CAley-hi's-salâtü ve's-selâm) 'in, dördüncü kez içki içen kimsenin katledilmesini emretmiş ise de gerek Resûl-i Ekrem (Aleyhi's-salâtü ve's-selâm} ve gerekse O'ndan sonraki devirde şer'i hükümleri uygulayan sahâbilerden hiç kimse içki içeni öl dür tm emiştir. Hattâ T i r -m i z i' nin rivayet ettiği bir hadîste «Kubeysa bin Züeyb (Radı-yallâhü anh) yukardaki hadîs metninin bir benzerini rivayet ettikten sonra şöyle der: Bir adam içki içti. Resûl-i Ekrem (Aleyhi's-salâtü ve's-selâm)'e getirildi. Resûl-i Ekrem (Aleyhi's-salâtü ve's-selâm) onu dövdürdü. Adam sonra tekrar içki içti. Tekrar Resûl-i Ekrem (Aleyhi's-salâtü ve's-selâm)'e getirildi. Yine Resûl-i Ekrem (Aleyhi's-salâtü ve's-selâm) onu dövdürdü. Adam üçüncü kez tekrar içki içtiğinden dolayı huzura getirildi ve tekrar dövdürdü. Adam dördüncü içki içtiğinden dolayı huzura getirildi. Resûl-i Ekrem (Aleyhi's-salâtü ve's-selâm) gene onu dövdürdü. Böylece (içki içmekten dolayı) öldürme cezası insanların üzerinden kaldırılmış oldu. Artık bu uygulama bir ruhsat oldu.»
Daha geniş bilgi için hadîs ve fıkıh kitablarına baş vurulabilir. [43]
2574) Saîd bin Sa'd bin Ubâde (Radıyallâhü arthümâydm; Şöyle demiştir :
Evlerimiz arasında vücût yapısı noksan ve zayıf bir adam vardı. (Bir defa) binanın cariyelerinden birisiyle kötü vaziyette aniden yakalandı. Bunun üzerine (babam) Sa'd bin Ubâde onun durumunu Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'e arz etti. Resûl-i Ekrem (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) :
— «Ona yüz sopa atınız.» buyurdu. Sahâbîler:
— Ey Allah'ın nebisi adam bu dayağa dayanamıyacak derecede çok zayıftır, ona yüz sopa atmış olsaydık ölecekti, dediler. Resûl-i Ekrem (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)
— «O halde onun için yüz salkı m h bir hurma dalım alınız ve
onu (o dal ile) bir defa dövünüz.» buyurdu.
Bu hadîsin benzeri Ebû Ümâme bin Sehl tarafından doğrudan doğruya (yâni Saîd bin Sa'd'ın aracılığı olmaksızın) Sa'd bin Ubâde'-den merfû olarak ve kısmen değişik bir sened ile de müellifimize intikal etmiştir."
Not: Zevâid'de şöyle denilmiştir : Bu senedin kuvvet durumu rftvl Muham-med bin îshak'm hâline bağlıdır. Bu rftvî tedlîsçidir ve bunu an'aneyle rivayet etmiştir. [44]
Bu hadîs Zevâid türündendir. Ebû Dâvûd da bunun bir benzerini gene Ebû Ümâme bin Sehl bin Huneyf (Radıyallâhü anh) aracılığıyla bir sahâbîden ve merfû olarak rivayet etmiştir. Ordaki senedde Ebû Ümâme sahâbînin ismini açıklamayıp sâdece Ensâr'dan olduğunu belirtmekle yetinmiştir. Bilindiği gibi sahâbînin isminin verilmemesi hadis senedinin kuvvetini haleldar etmez.
i Hadîste geçen bâzı kelimeleri açıklayalım.
İşkâl: Üzerinde küçük dalcıklar bulunan büyük hurma dalıdır.
Şimrâhi Büyük hurma dalı üzerinde bulunan küçük dalcıklardır. T ı y b i bu iki kelimeyi böyle açıklamıştır. En-Nihâye'de de böyle açıklama yapılmakla beraber Şimrâh j Üzerinde hurma bulunan dalcıklar, denilmiştir. Yâni Şimrâh, hurmaları alınmış salkın» çubuğudur.
Sevt: Kamçı, sopa, cop gibi dövme işinde kullanılan şeye denilir. Avnü'l-Mabûd yazarı buna benzer hadisin şerhinde özetle şu bilgiyi verir:
"Had cezasına dayanamayacak durumdaki hasta suçluya, üzerinde yüz dalcık bulunan bir hurma dalı veya benzeriyle bir defa dövmekle cezasının infazının câizliği bu hadîsten anlaşılır. Bütün dalcıkların suçluya değmesi şarttır. Bir kavle göre abılan dalı vurmak yeterlidir. Yâni her dalcığın mutlaka suçlunun vücûduna değmesi şart değildir. Hastalar hakkındaki bu uygulama şer'an caiz olan hilelerdendir.
Hanefî fıkıhçılardan İ bnü'l-Hü m â m: Cezası rec-metmek olan yâni bekâr olmayan bir hasta zina ettiği zaman cezası infaz edilir. Çünkü öldürülmesi gereklidir. Bu sebeple hastalık hâli bu cezânm infazına mâni değildir. Şayet zina eden hastanın cezası yüz dayak atmak ise, yâni bekâr ise, iyileşinceye kadar cezası ertelenir. Çünkü hastalık hâlinde dayak cezasının infazı onun ölümüne sebebiyet verebilir. Eğer .iyileşmesi umulmayan bir hastalığa tutulmuş veya noksan yapılı, zayıf bünyeli ise bize ve Ş â f i î' ye göre yüz dalcıklı bir hurma dalı ile bir defa dövülür ve her dalcığın suçlunun vücûduna değmesi vaciptir. Bunun içindir ki daim yaygın olmasının gerekliliği söylenmiştir, der.
Sa'd bin Ubâde (Radıyallâhü anh)'ın hâl tercemesi 2132 sayılı hadîsin izahı bölümünde geçmiştir. Oğlu S a i d (Ra-dıyalîâhü anh) da sahâbidir. Peygamber (Aleyhi's-salâtü ve's-se-lâm)'dan hadis rivayetinde bulunduğu gibi babasından da rivayette bulunmuştur. Râvisi ise oğlu Ş ü r a h b i 1 ' dir. A 1 i (Radıyallâhü anh)'in hilâfeti döneminde Yemen valiliğinde bulunmuştur, Nesâî ve İbn-i Mâceh onun hadislerini rivayet etmişlerdir. [45]
2575) Ebû Hüreyre (Radtyallâhü anhyâen rivayet edildiğine göre; Peygamber (Sallallakü Aleyhi ve Sellem) şöyle buyurmuştur:
-Kim biz (mü'minler)e silâh çekerse artık o bizden değildir.»"
2576) (Abdullah) bin Ömer (Radtyallâhü anhümâydzn rivayet edil-e göre; Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) şöyle buyurdu, demiştir:
«Kim biz (mü'minler) e silâh çekerse artık o bizden değildir.»"
2577) Ebû Musa el-Eş'arî (Radıyallâhü anh)'den rivayet edildiğine göre; Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) şöyle buyurdu, demiştir :
«Kim biz (mü'minler) e silâh çekerse artık o bizden değildir." [46]
Bu bâbta rivayet edilen hadisler Buhâri ve Müslim tarafından da rivayet edilmiştir. Ebû Musa (Radıyallâhü anlı) 'm hadisini Tirmizi de rivayet etmiştir. îbn-i Ömer (Radıyallâhü anh)'m hadîsini N^s.âî de rivayet etmiştir.
Bu hadislerin zahirine göre müslümanlaria savaşmak veya müs-lümaniarı öldürmek amacıyla silâh çeken bir kimse müslümanlıktan Çıkmış olur. Halbuki îslânı'm esaslarına kesinlikle inanan, helâli helâl ve haramı haram kabul eden bir mü'min katil, zina, isyan ve di-jer büyük günahları işlemekle İslâmiyet'ten çıkmaz. N e v e v î hadîslerin şerhi bölümünde: "Ehl-i Sünnet mezhebince ve fıkıh-pılarca kabul edilen genel kaideye göre haksız yere, yâni savaşmayı neşrû kılan şer'i bir neden yok iken, tevil etmeden ve savaşmayı nübah saymaksızm müslümanlara silâh çekip (silâhlı çatışmaya jiren) bir kimse bu hareketinden dolayı âsi ve günahkâr olmakla beraber kâfir sayılmaz. Eğer giriştiği savaşmayı mubah telâkki eder-;e o takdirde kâfir olur ve İslâmiyet'ten çıkar. Durum bu olunca bu |hadîs zahirine göre olmayıp başka mânâya yorumlanır. Yorum şek-iine gelince;
Bir kavle göre mânâ şöyledir: Bir tevil yoluna gitmeden savaşmayı mubah telâkki eden kimse kâfir olur ve müslümanlıktan çıkar.
Diğer bir kavle göre mânâsı; "Böyle yapan kimse bizim yolumuz ve olgun prensibimiz üzerinde değildir."
Süfyân bin Uyeyne bu son yorumdan hoşlanmayarak :. Bu, hatalı bir yorumdur. Bilâkis daha etkin ve önleyici olması açısından tevil edilmemesi uygundur, demiştir" diye bilgi verir. [47]
2578) Enes bin Mâlik (Radıyallâkii a»A)'den; Şöyle demiştir
Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) hayatta iken Ureyne (kabilesin) den bâzı kimseler Medîne-i Münevvere'ye geldiler. Sonra Medîne (nin su ve havası onlara dokunduğu için bu şehir) de kalmak istemediler. Bunun üzerine Resûl-î Ekrem (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) onlara:
«Bize âit bir deve sürüsünün bulunduğu (Gâbe denilen) yere gidip develerin sütlerinden ve idrarlarından içiniz», buyurdu. Onlar da (böyle) yaptılar. (Bu vahşîler sıhhat bulunca) İslâmiyet'ten (küfre) döndüler ve Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'in (Yesâr isimli) çobanını öldürüp develerini de önlerine katıp götürdüler. (Bundan haberdar olunca) Resûlulîah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) onları yakalamak için (bir fırka) gönderdi. Onlar yakalanıp huzura getirildi. ResûM Ekrem (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) onların ellerini ve ayaklarını kestirdi, ateşte kızdırılmış çivilerle gözlerini sürmeletti ve ölünceye kadar onları Harre (denilen yer) de bıraktırdı."
2579) Âişe (Radtyallâhü anhâ)'â&n; Şöyle demiştir:
Bir güruh insan Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Selîem) ıin sa-ğim develerine baskın yapıp kaçırdılar. Sonra Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) (yakalattığı bu vahşî) topluluğun ellerini ve ayaklarını kestirdi ve gözlerini oydurdu." [48]
İlk hadîs, Buhâri, Müslim, Ebû Dâvûd, Tir-m i z î ve N e s âi tarafından da rivayet edilmiştir. İkinci hadis ise N e s â î tarafından da rivayet edilmiştir.
Hadîslerde geçen bâzı kelimeleri açıklayalım: İctîvâ: Ceviy kökündendir. Ceviy, göğüs hastalığı, mide hastalığı ve benzerî iç hastalıklara tutulma mânâsına gelir. îctivâ ise
uujıc wii ii»oLann.uaiı uuiayı yemeKien, ıçmeKien KesıımeK ve Dır yeri beğenmemek gibi mânâlara gelir. Burada Medi ne-i Münevvere1 nin suyuna ve havasına alışamamak, olumsuz yönden etkilenmek ve hoşlanmamak demektir.
Zevd: Sayısı üçten dokuza kadar olan deve sürüşüdür.
Semere, mazi fiilidir. Bu kelime Semmere, şeklinde de okunabilir. Her iki fiilin mânâsı «Çiviledi" demektir. Burada ateşte kızdırılmış çivi ile gözleri sürmelemek, dağlamak mânâsı kasdedümiştir.
Hârre: Medine-i Münevvere şehrinin dışında ka-rataşh bir arazi ismidir. Yezid bin Muâviye zamanında vuku bulan H a r r e olayı bu yerde vuku bulduğu için buna «Harre olayı» ismi verilmiştir.
İkinci hadiste geçen Semele de mazi fiilidir. Oydu, demektir.
Likan: Sağım develeridir.
Hadiste sözü edilen vahşi mürtedler tarafından kaçırılan develer bâzı rivayetlere göre hazine malı olan develerdir. Bâzı rivayetlerde bunun zekât develeri olduğu belirtilmektedir. Bâzı rivayetlere göre ise bu develer Resûl-i Ekrem (Aleyhi's-salâtü ve's-selâm)'in develeridir. Bâzı âlimler: Bu rivayetler arasında ihtilâf yoktur. Çünkü develerin bir kısmının Resûl-i Ekrem (Aleyhi's-salâtü ve's-selâm)'in ,bir kısmının da zekât develeri olması mümkündür, derler.
Hadislerde sözü edilen mürted vahşîler hakkında E b û Kıla-b e şu bilgiyi de verir: "Bu hunhar adamlar, develer çalan, çobanı Öldüren, müslümanlıktan küfre dönen ve Allah'ın Resulüne savaş açan bir topluluktur."
N e v e v i bu hadisin, yâni 2578 nolu hadisin izahı bölümünde özetle şöyle der:
"Bu hadis, Müslümanlarla savaşanların cezası hakkında bir esas teşkil eder. Bu hadîs M â i d e sûresinin aşağıda yazılı 33. âyetine de uygun durumdadır.
-Allah ile ve Resulü ile savaşanların ve yer yüzünde bozgunculuk edenlerin cezası şüphesiz ancak öldürülmeleri veya asılmaları ya da ellerinin ve ayaklarının çaprazca kesilmesi ve yerden sürülmeleridir. Bu, onlar için dünyada bir zillettir, onlar için âhirette de çok büyük bir azab vardır.»
Âlimler bu âyetten kasdedilen mânâ hususunda ihtilâf etmişlerdir. Şöyle ki:
1. Mâlik: Âyette sıralanan cezalar hususunda hâkim ve devlet yetkilisi serbesttir. Müslümanlarla savaşan suçlu kimseyi öldürmemiş ise hüküm vermeye yetkili zât, âyette sıralanan cezalardan uygun gördüğünü tatbik eder. Fakat suçlu, bir kimseyi öldürmüş ise onun cezası mutlaka ölümdür, demiştir.
2. Ebû Hanife ve Mâlikîler' den E b û Misab: Savaşan suçlular, adam öldürmüş olsalar bile devlet yetkilisi âyette sıralanan cezalardan uygun gördüğünü uygular. Yâni öldürmeden başka cezalar da verebilir, demişlerdir.
3. Şafiî ise : Âyette sıralanan cezalar muhayyerlik için olmayıp suçluların işledikleri suçlara taksim içindir. Şöyle ki, suçlular adam öldürme suçunu işlemişler ve kimsenin malına tecâvüz etmemişler ise bunlara verilecek ceza ölüm cezasıdır. Şayet suçlular katil suçunu işledikleri gibi müslümanların malına da tecâvüz etmişler ise öldürülüp asılacaklardır. Eğer suçlular müslümanların mallarını alıp kimseyi öldürmemişler ise elleri ve ayaklan çaprazca kesilir. Şayet suçlular yollan tehlikeli hâle getirmekle beraber kimsenin malını almamış ve kimseyi öldürmemişler ise tazîr cezasına çarptırılmak üzere yakalanırlar. Bizce âyette geçen sürgünden mak-sad bunları yakalatıp tazîr etmektir. (Bilindiği gibi tazîr cezası, suçluyu dövmek, teşhir etmek, tahkir etmek ve hapsetmek gibi yollarla gerçekleşir.) Bizim arkadaşlarımız: Yukarda anlatılan suçların zararian değişiktir, bu nedenle cezalar da değişik olmalıdır. Bu itibarla âyette sıralanan cezalar suç nevilerine tevzî mâhiyetini taşır, demiştir.
N e v e .v i sözlerine devamla şöyle der:
Müslümanlarla savaşmak için çalışanlara âit yukardaki hükümler bu savaşı sahrada, yâni meskûn saha dışındaki yerlerde sürdürenler hakkındadır. Bu hükümlerin şehirlerde benzerî suçlan işleyenler hakkında da uygulanıp uygulanmıyacağı hususuna gelince bu hususta ihtilâf vardır. Ebû Hanîfe'ye göre bu hükümler uygulanmaz. Mâlik ve Ş â f i i' ye göre aynen uygulanır.
Kadı Iyâz: Bu hadisin mânâsı hususunda âlimler ihtilâf etmişlerdir: Selef âlimlerinden bir kısmı: Bu hadîsin hükmü, hadlar (cezalar) hakkındaki hükümlere âit âyetlerin ve Muharebe âyeti, yâni yukarıya alınan M â i d e suresinin 33. âyetinin inişinden önce ve suçluların uzuvlarının tahribinin yasaklanmasına âit hadîslerin buyurulmasmdan evvelki zamana aitti, demişlerdir. Diğer bir kısım âlimler ise: Hayır bu hadîsin hükmü neshedilnıemiş olup yürürlüktedir ve Muharebe âyeti de bu .hadiste sözü edilen vahşîler hakkında nazil olmuştur, derler. [49]
N e v e v i sözlerine devamla şöyle der:
Resûl-i Ekrem (Aleyhi's-salâtü ve'sselâm) 'm bu canilere anılan ağır cezayı vermesinin sebebi, bunların Resûl-i Ekrem (Aleyhi's-sa-lâtü ve's-selâm)'in çobanlarına benzer işkenceleri yapmış olmalarıdır. Bunlar bu fiilleri işledikleri için onlara bir misilleme olarak, ilâhi vahye dayanılarak anılan cezalar verildi. Nitekim bunların bu fiilleri işledikleri, M ü s 1 i m ' in bâzı rivayetlerinde belirtildiği gibi Tirmizî, İbn-i îshâk, Mûsâ bin Ukbe ve siyer bilginleri tarafından ifâde ve rivayet edilmektedir. [50]
N e v e v i bu hususta da şöyle der:
M â 1 i k' in arkadaşları ve A h m e d bu hadisi delil göstererek : Eti yenen hayvanların idrarı ve tersi temizdir, necis değildir, demişlerdir. Bunun necis olduğuna hükmeden âlimler ve bizim arkadaşlarımız onlara cevaben : Anılan kişiler develerin idrarını tedavi için içmişlerdir. Şarab ve sarhoşluk veren diğer maddeler hâriç .diğer necis maddelerle tedavi olmak caizdir.
Hadisin bâzı rivayetlerinde belirtildiği gibi develer zekât malı iseler bunların sütlerini içmek için bu heriflere Resûl-i Ekrem CAley-hi's-salâtü ve's-selâm) nasıl izin .verdi? şeklinde bir soru hatıra gelebilir. Bunun cevabı şöyledir: Zekât develerinin sütleri fakir müs-lümanlara verilir. Bu adamlar da oraya gönderildiklerinde muhtaç müslümanlardan idi. ( N e v e v i' nin sözü bitti.)
Yukardaki soruya şöyle de cevap verilebilir: Bâzı rivayetlerde belirtildiği gibi sözü edilen develer Resûl-i Ekrem (Aleyhi's-salâtü ve's-selâm) 'in idi. Yâni develerin bir kısmı zekât malı, diğer bir kısmı Resûl-i Ekrem (Aleyhi's-salâtü ve's-selâm)'in idi. O, kendi malı oîan develerin sütünü onlara vermiş olabilir. [51]
2580) Saîd bin Zeyd bin Amr bin Nüfeyİ (Radıyallâhü anhyûtn rivayet edildiğine göre; Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Seİlem) :
«Malı(nı koruma) uğrunda öldürülen kimse şehîddir» buyurmuştur."
2581) (Abdullah) bin Ömer (Radtyaüâhü anhümâ)'âan rivayet edildiğine göre; Resûluîlah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) şöyle buyurdu, demiştir:
«Kim ki malının yanına gidilip (gasbedilmesi için) kendisiyle savaşılır, kendisi de (malını korumak için) savaşır ve öldürülürse o kimse şehîddir.»"
Not: Zevâid'de şöyle denilmiştir: Bunun senedinde bulunan Yezld bin Si-nta et-Temîmi Ebû Rehâvî'nin zayıflığı Ahmed ve başkası tarafından ifâde edilmiştir.
2582) Ebû Hüreyre (Radıyallâhü anh)'ı\ex\ rivayet edildiğine güre; Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sclletn) şöyle buyurdu, demiştir :
«Kimin malı zulüm yoluyla (elinden) alınmak istenip de (bu uğurda) Öldürülürse o kimse şehîddir.»"
Not: Zevâid'de şöyle denilmiştir : Bu, hasen bir seneüdir. Çünkü derecesi h&^iz ve itkanlı râvîlerin derecesinden aşağıdır. [52]
Bu babın ilk hadîsi diğer sünen sâhibleri, Ahmed, îbn-i Hibbân ve Hâkim tarafından da rivayet edilmiştir. Ayrıca Buhârî, Müslim, Ebû Dâvûd, Tirmizi ve N e s â i ayni metni ve merfû olarak Abdullah bin Amr bin el-Âs' (Radiyailâhü anhüm)'den rivayet etmişlerdir. Diğer iki hadis Zevâid türündendir. Bununla beraber ikinci hadîsin bir benzerini Ebû Dâvûd ve Tirmizi yine Abdullah bin Amr (Radıyallâhü anh) 'den merfû olarak rivayet etmişlerdir.
N e v e v i bu hadisin şerhinde şu bilgiyi verir: "Bu hadis, haksız yere az veya çok malı gasbetmek veya çalmak isteyen kimseyi öldürmenin câizliğine delâlet eder. Cumhurun görüşü budur. Böyle bir adamı öldürmenin vâcib olduğunu söyleyenler ise cumhurdan kopmuştur. M â 1 i k i 1 e r ' in bâzısı: Adamın haksız yere almak istediği mal az bir şey ise onu öldürmek caiz değildir, demişlerdir."
Kurtubi: Bu ihtilâfın sebebi bizce şudur Böyle bir adamı öldürmeye izin verilmesinin sebebi münkeri değiştirmek, yâni önlemek ise; malın azlığı veya çokluğu fark etmez. Şayet sebep malı korumak ve zararım defetmek ise az mal ile çok mal arasında bir farklılık olabilir, demiştir.
Ibnü'1-Mü nzir'in anlattığına göre Şafii: Malına veya canına ya da namusuna kasdedilen kimse serbesttir. Diterse saldırmak isteyenle konuşur veya ona karşı çevreden imdâd tttfep eder. Şayet bu yollarla saldırıyı defedebilir veya saldırgan fcra işten vazgeçerse tecâvüze uğranma tehlikesini atlatan kişi, artı4î saldırmak isteyeni öldüremez. Eğer konuşma veya imdâd yoluyla saldırganı defetmeyi gerçekleştiremezse saldırganı öldürmek suretiyle de olsa malını, canım ve namusunu korur ve kendisine hiç bir şey lâzım gelmez. Lâkin adam, saldırganı öldürmeyi kasdetmemeli ve müdâfaa niyetini taşımalıdır, demiştir. İbnü'l-Münzir. Şafiî' nin yukardaki sözlerini naklettikten sonra: Âlimlerin karar kaldıkları görüş şudur ki, haksız yere malına veya canına ya da namusuna kasdedilen kimse her hâl ve durumda kendini savunup saldırganı defetme yetkisine sahiptir. Yâni saldırganla görüşme veya imdâd isteme yoluna baş vurma zorunluğu söz konusu değildir. Ancak Şafii' den hadis hıfzeden âlimler devlet başkanını bu hükmün dışında tutmak üzerinde ittifak etmiş gibidirler. Çünkü devlet başkanına karşı gelmemek, isyan etmemek ve onun zulümüne sabretmek yolunda hadîsler vardır.
Müslim'in Ebû Hüreyre' den rivayet ettiği merfû bir hadis de meâlen şöyledir :
"Bir adam ResûM Ekrem (Aleyhi's-salâtü vesselam) e gelerek: (Yâ Resûlallah) bir adam gelip benim malımı (haksız yere) almak isterse benim ne yapmanın gerektiğini bana bildirir misin? diye sordu. Resûl-i Ekrem (Aleyhi's-salâtü ve's-selâm) :
- (Malım) ona verme,» buyurdu. Adam :
Adam benimle savaşırsa ne edeceğim? diye sordu. ResûJ-i Ekrem (Aleyhi's-salâtü ve's-selâm) :
«Onunla savaş,» buyurdu. Adam :
Peki adam beni öldürürse ne olacak? dedi. Resûl-i Ekrem (Aleyhi's-salâtü ve's-selâm) :
«Sen şehîd olursun.» buyurdu. Adam :
Yâ ben onu öldürürsem? diye hükmünü sordu. Resûl-i Ekrem
(Aleyhi's-salâtü ve's-selâm) :
«O cehennemlik olur.» buyurdu." *' {Yukardaki bilgi el-Fetih'ten alındı.)
Bu bâbta rivayet olunan hadîslerden alınan sonuç şudur,: Bir müslüman malını koruma uğrunda öldürüîürse şehid sayılır. Yâni âhîrette şehid sevabını kazanır. Fakat dünya hükümleri bakımın-
.* dan şehid sayılmaz. Şehîdlerin kısımları hakkında özlü bügi verelim. & Şöyle kî:
Şehîd üç kısma ayrılır:
l. Kâfirlerle savaş edilirken savaş nedenlerinden birisiyle öldürülen müslüman. Bu tür şehîd âhiret sevabı bakımından şehîdlik ^mertebesine kavuştuğu gibi dünya hükümleri bakımından da şe-îhîddir. Dünya hükümlerinden maksad onun cenazesinin yıkanma-.jması ve üzerinde cenaze namazının kıhnmamasıdır. Hanefilere göre namazı kılınır.
2. Sevab bakımından şehid sayılıp dünya hükümleri bakımın-i dan şehîd sayılmayanlardır. Bunlar da depremde ölen, veba hastalığından ölen, malım koruma uğrunda ölen gibi şehîd olduklarına A dâir sahîh hadîs bulunan müslümanlardır. Böylelerinin cenazeleri * yıkanır ve cenaze namazları kılınır. Bunların sevabının birinci maddedeki şehidin sevabı kadar olması gerekmez.
3. Kâfirlerle yapılan savaşta ve savaş nedenlerinden birisiyle öldürülen, fakat ganimet malında hiyânet etmek gibi bir suç işlediğinden şehid sayılmayacağına dâir sahih hadîs bulunan müslü--'manlar. İşte bu gibi kimseler dünya hükümleri bakımından şehid sayılıp birinci maddede yazılı kimseler gibidir. Fakat âhiret sevabı bakımından birinci maddede yazılı şehîdîer gibi olamazlar.
s Şu noktayı da belirtelim. Malı hırsızdan, soyguncudan ve haksız jyere götürmek isteyenden korumak ve buna engel olmak vâcib değil, caizdir. Yâni mal sahibi meselâ malını korumayıp da soyguncu-,, ya teslim ederse günâh işlemiş olmaz. [53]
Bu bâbtaki hadîslerin tercemesine geçmeden önce hırsızlık suçunu işleyen erkek ve kadına verilen cezaya ait M â i d e sûresinin 38. âyetini ve tercemesini okuyuculara hatırlatmak üzere buraya almayı uygun buldum.
«Ve erkek hırsızın ve kadın hırsızın, işledikleri fiilden dolayı Allah tarafından ibret verici bir ceza olarak ellerini kesiniz.»
Bu âyetin hükümleri ve izahı için tefsir kitablarına müracaat edilmesi tavsiye olunur.
2583) Ebû Hiireyre (Radtyallâhü anh)'âen rivayet edildiğine göre; Resûlullah (Sallattahü Aleyhi ve Sellem) şöyle buyurdu, demiştir :
«AHah hırsıza lanet etsin. O yumurta çalar da eli kesilir, bir ip çalar de eli kesilir.»"
2584) (Abdullah) bin Ömer (Radtyallâhü anhümâydzn; Şöyle demiştir :
Peygamber (Saîlallahü Aleyhi ve Sellem) üç dirhem değerindeki bir kalkan (in çalınması olayın) da hırsızın elini kestirdi."
2585) Âişe (Radıyallâhü anhâyd&n rivayet edildiğine göre; Resûlul-Uh (Saîlallahü Aleyhi ve Sellem) şöyle buyurdu, demiştir :
«Hırsızın eli ancak dinarın dörtte biri ve daha fazla (değerdeki malı çalması olayın) da kesilir.*"
2586) Âmir bin Sa'd'ın babası (Sa'd bin Ebî Vakkas (Radtyallâhii anhümâ)"dan rivayet edildiğine göre: Peygamber (SaUallakü Aleyhi ve SelUm) $öyle buyurmuştur :
-(Üç dirhemlik) kalkan değerifnin çalınması olayılnda hırsızın eli kesilir.-"
Zevâid'de şöyle
denilmiştir : Bunun senedinde Ebû Vâkıd bulunur. Bu râvl zayıftır. Bunun
zayıflığını belirten, bir kişi değildir. Bu hadisin aslı Buhâri, Müslim ve
diğer hadis kitablannda Âişe, Ebû Hüreyre ve îbn-i Ömer (R.A.)'un hadîsi olarak
rivayet edilmiştir.
[54]
Ebû Hüreyre (Radıyallâhü anh)'in hadisi Buhâri, Müslim ve Nesâi tarafından, îbn-i Ömer (Radıyallâhü anh)'m hadisi ve Âişe (Radıyallâhü anhâ)'nın hadisi Kütüb-i Sitte'nin hepsinde rivayet olunmuştur. Sa'dbin Ebi Vakkas (Radıyalâhü anh)'in hadîsi ise Zevâid türündendir.
Birinci hadîsin zahirine göre bir yumurta veya bir ipin çalınması hırsızın elinin kestirilmesini gerektirir.
İkinci hadis ise üç dirhem değerindeki bir kalkanı çalan hırsızın elinin Resül-i Ekrem (Aleyhi's-salâtü ve's-selâm)'in emriyle kes-tirildiğini ifâde eder.
Üçüncü hadis ise hırsızın eli ancak bir dinarın dörtte biri veya bu değerdeki bir malı, ya da daha fazla kıymetteki bir malı çalması hâlinde kestirileceğim ve daha az bir malı çalması hâlinde elinin kestirilemiyeceğini ifâde eder. İkinci hadis ile üçüncü hadis ayni mânâyı ifâde eder. Çünkü bu hadislerin şerhlerinde belirtildiği gibi Resûl-i Ekrem (Aleyhi's-salâtü ve's-selâm! devrinde bir dinar on iki dirheme tekabül ediyordu. Dinar altın para birimidir. Dirhem ise gümüş para birimidir. Dinar ve dirhem belirli ağırlıktaki altın ve gümüş parçaları hakkında da kullanılır. Bu hususta geniş bilgi için Zekât kitabına müracaat edilebilir. Orada geniş bilgi verilmiştir.
Dördüncü hadiste kalkanın değeri belirtilmemiş ise de diğer hadislerde bunun değeri üç dirhem olarak belirtilmiştir. [55]
Âlimlerin bu husustaki görüşlerini beyan etmeden önce şu dorumu belirtmekte fayda vardır:
Yukarda yazılı âyet, hırsızın elinin kestirilmesini emreder. Bu itibarla bu ceza Kur'ân-ı Kerim'in nassıyla sabittir. Ancak anılan âyette çalınacak malın değeri belirtilmemiştir. Bu itibarla e 1 - H a -san, Zâhiriyye mezhebi mensupları ve Hâriciler: Anılan âyette çalman malın değeri belirtilmediği için malın azlığı ve çokluğu söz konusu değildir. Malın değeri çok az bile olsa hırsızın eli kesilir, demişlerdir.
Cumhur ise bu bâbta rivayet olunan hadîsleri ve benzeri hadîsleri delü göstererek hırsızın elinin kestirilebilmesi için çalman malın hadîslerde belirtilen değerden az olmamasını şart koşmuştur. Cumhur: Âyet-i Kerîme, mutlaktır. Çalman malın değerini belirtmemiştir. Hadisler ise bu âyeti açıklayıcıdır ve çalman malın en az değerini beyân eder, demiştir. Hak olan, cumhurun sözüdür.
Cumhur da hırsızın elinin kestirilmesini gerektiren malın asgari değerinin tesbiti hususunda ihtilâf etmiştir. Şöyle ki:
N e v e v i âlimlerin görüşlerini özetle şöyle beyân eder:
1. Ebû Hanife ve arkadaşlarına göre çalıntı malın asgari değeri on dirhem gümüş olmadıkça hırsızın eli kestirilemez.
2. Âişe, Ömer bin Abdilaziz, Evzâi, el-Leys, Ebû Sevr, İshâk, Şafii ve bir çok âlim, hattâ âlimlerin ekserisi: Hırsızın elinin kestirilmesi için çaldığı malın değerinin en az altın olan dinarın dörtte biri kadar olması şarttır. Artık dinarın dörtte birinin değeri ister üç dirhem gümüşe denk gelsin ister bundan fazla veya noksan olsun netice değişmez. Çalınan malın değeri altın dinarın dörtte birinden az ise hırsızın eli kestirilemez, demişlerdir.
3. Mâlik, Ahmed ve bir rivayetinde İshâk: Altlfi; dinarın dörtte biri veya üç dirhem gümüş veya bunlardan birisinin-değeri kadar mal çalmak, hırsızın elinin kestirilmesini gerektirir. Anılan meblâğlardan az bir malı çalmak ise hırsızın elinin kestirilmesini gerektirmez, demişlerdir.
4. Süleyman bin Yesâr, İbn-i Şebreme, îbn-i Ebi Leylâ ve el-Hasan'a göre el kestirmeyi gerektiren meblâğ beş dirhem gümüştür. Bundan az değerli ma-lm çalınması hırsızın elinin kestirilmesini gerektirmez. Ömer bin e 1-H a t t â b (Radıyallâhü anh)'den de bu görüş nakledilmiştir.
N e v e v i bu arada başka görüşleri de naklettikten sonra ikinci görüşü destekler ve ResûM Ekrem (Aleyhi's-salâtü ve's-selâm) "in 10 dirhem çalan hırsızın elini kestirdiğine, keza beş dirhemi çalanın elini kestirdiğine dâir rivayetlerin zayıflığını beyân eder ve : Bu rivayetler zayıf olmasa bile sahih ve apaçık olan diğer hadîslere muhaliftir. Ayni zamanda bu olaylarda çalman malm on dirhem veya beş dirhem değerinde olması, bu meblâğın şart olduğunu ifâde etmez, demiştir." ( N e v e v i' nin sözü bitti.)
El-Hâfız, el-Fetih'te konu hakkında 20 kadar görüşün bulunduğunu beyânla hepsinin dayanaklarını açıklar.
Hülâsa en kuvvetli görüş iki tanedir : Birisi Irak âlimlerinin birinci maddede geçen görüşüdür. Diğeri de Hicaz âlimlerinin ikinci maddede geçen görüşüdür. Hadîsçiler ikinci görüşü daha kuvvetli buluyorlar. Geniş bilgi için hadîs şerhlerine müracaat edilebilir. [56]
Yukarda tercemesi verilen ilk hadisten kasdedilen mânâ hakkında değişik görüşler vardır.- N e v e v î bu görüşleri beyân ederken özetle şöyle der:
Bir cemaata göre bu hadîste geçen "Beyda" kelimesi ile yumurta değil, miğfer mânâsı ve "Habl" kelimesiyle ip değil, vapur halatı mânâsı kasdedilmiştir. Anılan kelimelerle bu mânâlar kasdedilince miğfer ve vapur halatının değerinin üç dirhem gümüşten veya bir dinar altının dörtte birinden fazla olduğu açıktır ve bunu çalan hırsızın elinin kestirilmesi sebebi anlaşılmış olur. Eğer bu kelimelerle yumurta ve ip mânâları kasdedümiş olsaydı değeri üç dirhem gümüş ve dinarın dörtte birinden çok düşük olan bu malların çalınması hâlinde hırsızın elinin kesilmesi hükmü, diğer hadîslerin hükmüne ters düşerdi.
N e v e v i bu görüşü beyân ettikten sonra şöyle der: Muhakkik âlimler bu cemâatin tevilini reddederek zayıf bir yorum olduğunu beyân etmişlerdir. Muhakkikler : Miğferin ve vapur halatının apaçık kıymetleri vardır. Hırsız lanetlenirken ve basit bir şeyi çalması yüzünden elinin kestirilmesine sebebiyet verdiği ifâde edilirken, bu yüzden kınanırken miğfer ve vapur halatını anmanın anlamı ne olur? Değerli bir mal için elini tehlikeye atan yerilmez, bilâkis değersiz bir mal için elini tehlikeye atan kimse yerilir. Elini tehlikeye düşüren hırsız lanetlenip yerilirken basit ve cüzî bir mal uğruna bu harekette bulunduğunu ifâde etmek daha uygundur. Bu itibarla doğrusu şudur : Hadisten kasdedilen mânâ, bir yumurta ve bir ip gibi değeri düşük alan dinarın dörtte biri için kişi çok kıymetli olan elini tehlikeye atar mı?
Hadîsten kasdedilen mânâ şu olabilir: Hırsızlığa başlayan kişi yumurta çaldığında eli kesilmeyince cesaretlenir ve daha kıymetli malları çalmaya başlar. Sonra da değerli mal çaldığı için eli kesilir. Şu halde yumurta hırsızlığı onun hırsızlığı ilerletmesine ve elinin kestirilmesine sebebiyet vermiş olur.
Bâzıları da şöyle demişlerdir: Bu hadîs, hırsızın elinin kestirilmesine âit M â i d e sûresinin 38. âyeti indiğinde buyurulmuştur. Çünkü inen âyette elin kestirilmesini gerektiren malın değeri beyân edilmemişti. Resûl-i Ekrem (Aleyhi's-salâtü ve's-selâm) âyetin zahirine göre bu hadîsi buyurmuş, sonra çalman malın değeri tâyin ve tesbit edilmiştir.
Bu hadîs belirli bir kimseyi dile getirmeden günah işleyenleri lanetlemenin câizliğine delâlet eder. Nitekim Kur'ân-ı Kerîm'de: «Bilmiş olun ki Allah'ın laneti zâlimlerin üzerinedir.» buyurulmuştur. Fakat belirli bir günahkâra meselâ "falan hırsıza lanet olsun" şeklinde lanet etmek caiz değildir.
Kişi ilk kez hırsızlık ettiği zaman sağ eli bilekten kesilir. Tekrar hırsızlık edince bu kere sol ayağı bilekten kesilir. Tekrar hırsızlık ederse Mâlik, Şafiî, Ahmed, Zührî, Ebû Sevr, Medine-i Münevvere âlimleri ve başka âlimler : Kişinin sol eli bilekten kesilir. Tekrar hırsızlık suçunu işlerse sağ ayağı bilekten kesilir ve bundan sonra her hırsızlık suçunu işleyişinde tazîr cezasına çarptırılır, demişlerdir. Ebû Hanîfe'-ye göre üçüncü kez hırsızlık edince zindana atılmak gibi tazîr cezası verilir.
Hırsızlık cezasının hükümleri hakkında daha geniş bilgi için fıkıh kitablarına müracaat edilmelidir. Biz teı* kadarlık bilgi ile yeti-nelim.
2586 nolu hadîs râvisi Sa'd bin Ebî Vakkas (Ra-dıyallâhü anh)'in hâl tercemesi 129-132 nolu hadîsler bölümünde ve oğlu Amir (Radıyallâhü anh)'ın hâl tercemesi de 1556 nolu hadîsin dip notunda anlatılmıştır. [57]
2587) (A bd ur rahman) bin Muhayrîz'den Şöyle demiştir: Hırsızın elini (kestirdikten sonra) boynuna takmanın hükmünü Fadâla bin Ubeyd (el-Ensârî) (Radıyallâhü anh) 'a sordum. Fadâla :
Sünnettir, Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) (hırsızlık eden) bir adamın elini kestirdi sonra adamın boynuna taktırdı, diye cevap verdi." [58]
Bu hadîsi Tirmizî, Ebû Dâvûd ve Nesâi de rivayet etmişlerdir. Tirmizî bu hadîsin hasen - garîb olduğunu söylemiş, Ebû Dâvûd ise bir şey söylememiştir. N e s â î ise bunu rivayet ettikten sonra râvî H a c c â c' m zayıflığını belirtmiştir. El-Hâfız da Haccâc ve râvîsinin tedlisçi olduklarım belirtmiştir.
Hırsızın kesilen elini boynuna taktırmak ve teşhir etmek bir ibret olması içindir. Hanefi âlimlerden Îbnü'l-Hümâm bu konuda şöyle demiştir:
"Hırsızın elini kestirildikten sonra boynuna takmanın sünnet olduğuna Şafiî ve Ahmed'in hükmettikleri fiaklolunnıuştur. Bunların delili ise Resûl-i Ekrem (Aleyhi's-salâtü ve's-selâm) 'in bunu emretmesidir. Bizce ise bunu yapıp yapmamak devlet yetkilisinin takdirine aittir. Resûl-i Ekrem (Aleyhi's-salütü ve's-selâm)'in, elini kestirdiği her hırsız hakkında bu hükmü uyguladığı sabit değildir ki, sünnet olsun."
En-Neyl yazarı da : Bu hadîs, hırsızın elini kesth'dikten sonra onun boynuna takmanın meşruluğuna delâlet eder. Hırsızlığı önlemek için bundan daha iyi ibret verici bir şey yapılamaz. Bir taraftan hırsız, boynuna takılı kesik eline bakıp kendisini bu hâle sokan suçu ve uğradığı ağır cezayı düşünüp durur (Bir daha böyle bir şeye yanaşa-maz.) Diğer taraftan hırsızı bu vaziyette gören herkes hırsızlıktan nefretle kaçınır ve hırsızlık etmeye niyetli olan kimseleri de vazge-çirebilir, demiştir.
Fadâla (Radıyallâhü anh)'m hâl tercemesi 1675 nolu hadîsin izahı bölümünde verildi. [59]
2588) Sa'lebe el-Ensârî (Radıyallâhü anh)'den; Şöyle demiştir:
Amr bin Semûre bin Habîb bin Abd-i Şems (Radıyallâhü anh), Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) 'in yanma gelerek:
Yâ Resûlallah! Falanın oğullarına ait bir deveyi çaldım. (Cezamı vermekle) beni (günahtan) temizle, dedi. Bunun üzerine Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) (Amr'ın dediği) kabileye adam göndererek soruşturdu. Adamlar: Gerçekten bir devemizi bulamadık, dediler. Bunun üzerine Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'in emriyle Amr'in eli kesildi.
Sa'lebe demiştir ki: Amr'ın eli (kesilip) yere düştüğü zaman ben ona bakıyordum, kendisi şöyle söylüyordu: (Ey hırsızlık eden el) Beni senden temizleyen Allah'a hamd olsun. Sen cesedimi cehennem ateşine sokmak istedin." [60]
Bu hadîsin Zevâid türünden olduğuna dâir kayıt bulunmamakla beraber diğer sünenlerde ve Buhârî ile Müslim'de bulamadım. Zâten Hulâsa'dan anlaşıldığına göre Sa'lebe el-E n s â r î (Radıyallâhü anh) 'm hadîslerini yalnız müellifimiz rivayet etmiştir. Bu durumda kanımca bu hadîs Zevâid türündendir.
Hadîs, hırsızlık ettiğini itiraf eden suçlunun itirafına dayanılarak had cezasının uygulanmasının meşruluğuna delâlet eder. Hanefî, Şafii ve Mâliki mezheblerine mensup âlimlerin görüşleri de bu merkezdedir. Bunlara göre suçlunun bir kez itirafta bulunması yeterlidir. Fakat H a n b e 1 î mezhebine mensup âlimler ile Hanefîler' den Ebû Yûsuf'a göre suçlunun itirafı iki defa tekrarlanması gereklidir.
Hadîs Amr bin Senıûre (Radıyallâhü anh) 'in imân ve takva derecesini de belirtir. [61]
Sa'lebe bin Amr el-Buhârî el-Ensârî (R.A.) Bedir savaşına katılan büyük sahâbîlerdendir. Râvisi oğlu Abdurrahman'dır. İbn-i Mâceh onun hadîslerini rivayet etmiştir. (Hülâsa: 57)
2589) Ebû Hüreyre (Radıyallâhü anh)'den rivayet edildiğine göre; . Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) şöyle buyurdu, demiştir:
«Köle hırsızlık ettiği zaman onu neşş (yirmi dirhem, yâni yan fiyatla) da olsa satınız.»"
2590) (Abdullah) bin Abbâs (Radıyallâhü anhümâydzn; Şöyle demiştir :
Ganimet malının humus (beşte bir) hissesinden olan kölelerden biri, humus malından bir şey çaldı. Durum Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) 'e arz edildi. Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sel-îem) onun elini kestirmedi ve:
«Allah Azze ve Celle'nin malıdır, bâzısı bâzısını çalmıştır,» buyurdu."
Not: Bunun senedinde bulunan Cübâre'nin zayıflığı Zevâid'de belirtilmiştir. [62]
Ebû Hüreyre (Radıyallâhü anh)'m hadisi Ebû D â -vûd ve Nesâî tarafından da rivayet edilmiştir.
Bu hadiste geçen "Neşş" kelimesi yarım okka, yâni yirmi dirhem manasınadır. Burada kasdedilen mânâ ise düşük, ucuz ve yarı fiat, demektir. Yâni hırsızlık eden köleyi çok düşük bir fiatla da olsa onun bu durumunu ve kusurunu müşteriye açıklamak şartıyla satınız. Müslüman, kendi nefsi için arzulamadığı bir şeyi hiç bir müslüman için de arzulamamalıdır. Bu prensip karşısmda böyle bir
köleyi başkasına ısatma emrinin hikmetine gelince, insan yer ve çevre değiştirmekle, ahlâkını değiştirebilir. Diğer taraftan hırsızlık ettiği için el değiştiren ve alışkın olduğu çevreyi değiştiren köle, hoşlanmadığı bu tasarrufu düşünerek gittiği yeni efendisi ve çevresi yanında nefsini islâh edebilir. Çünkü aksine hareket ettiği takdirde gene arzulamadığı tasarrufa tabi tutulacağına kanaat etmiş olur. Sonra ilk efendisi onu islâh edememiş olabilir. Yeni efendisinin onu islâh etmesi umulur. Bu gibi nedenler ve hikmetler ile kusurunu açıklamak kaydiyle kölenin satılması tavsiye olunmuştur.
Bu hadîste hırsızlık eden kölenin elinin kesilmesi meselesine de-ğinilmemiştir. Hırsızın elinin kesilmesine dâir âyet ve hadîsler umumîdir. Köleler için istisnaî bir emir ve hüküm yoktur. Bu itibarla köle hırsızlık ettiği takdirde onun da eli kesilir.
Avnü'l-Mabûd yazan bu hadîsin şerhi bölümünde Şerhü's-Sünne'den naklen şu bilgiyi verir:
"Âlimler: Köle hırsızlık ettiği zaman eli kesilir. Efendisinin yanında duran köle ile efendisinden kaçıp firar eden köle arasında bu hususta bir fark yoktur, demişlerdir. î b n - i Ömer' den rivayet edildiğine göre bir kölesi firarda iken hırsızlık etmişti. Bunun üzerine 1 b n - i Ömer köleyi Said bin el-Âs'a gönderip elini kestirmesini istemişti. Fakat Saîd bin el-Âs kölenin elini kesmekten imtina ederek : Köle firar iken hırsızlık ettiğinde eli kesilmez, deyince Abdullah bin Ömer (Radıyal-lâhü anh), S a i d' e :
Sen bu hükmü hangi İtitabta buldun, demiş ve kölenin elinin kesilmesini emretmiş ve bu emir infaz edilmiştir. Ömer bin Ab-d i 1 a z î z ' in de hırsızlık eden kölenin elini kestirdiği rivayet olunmuştur. Mâlik, Şafiî ve tüm ilim ehlinin kavli budur."
İkinci hadîs, yukarda da işaret edildiği gibi Zevâid türünden-dir. Hadîsin senedinin zayıflığı da yukarda belirtildi. Cumhurun görüşü şudur: Hazerde olsun, seferde olsun hırsızlık eden kişi hür olsun köle olsun suçu sabit olunca eli kesilir. Ancak bu hadiste bir özellik vardır. O da şudur: Ganimet malının Humus denilen beşte bir hissesi Resûl-i Ekrem (Aleyhi's-salâtü ve's-selâm) 'in emir ve ta-sarrufundadır. Köle humus hissesinden çaldığı mal ile birlikte humusa dâhildir. Yâni çaldığına rağmen gene Resûl-i Ekrem (Aleyhi's-salâtü ve's-selâm)'in emrinde ve tasarrufu altında bulunduğu için muhtemelen bu yüzden kölenin eli kestirilmemiştir. Bir de şu vardır: ©anîmet malından almak, şahısların malını çalmaktan farklı olabi-
lir. Nitekim Kadı I y â z : Ganimet malından alınan mal için alıcının elinin kestirilmesi muhtemelen yasak kılınmıştır, der. Allah daha iyi bilir. [63]
Ganimet malından ve hazîneden mal çalmak âlimlerin ittifakıyla haramdır. Ancak bu suçu işleyen kimsenin elinin kesilip kesilmi-yeceği hususunda ihtilâf vardır. Şöyle ki:
1. Hanefîler'e göre ganimet malından bir şey çalan kimsenin eli kesilmez. Çünkü kendisinin de bunda bir istihkakı vardır.
2. Şâfiîfer'e göre ganimet malı henüz taksim edilmemiş iken bundan bir şey çalan kimsenin eli kesilmez. Çünkü kendisinin de bir istihkakı vardır. Taksimden sonra bu suçu işlerse bakılır. Eğer kendisinin dâhil olmadığı bir gruba âit maldan çalmış ise eli kesilir. Fakat kendisinin veya usûl ve furuundan bir kimsenin dâhil bulunduğu bir gruba âit maldan çalmış ise eli kesilmez. Hülâsa hakkının bulunduğu bir maldan çalmış ise eli kesilmez. Aksi takdirde eli kesilir.
3. Mâlikiler'e göre kişi ganimet malmdan hakkından fazla olarak hırsızın elinin kestirilmesi için şer'an tâyin edilen meblâğ kadar mal çalmış ise eli kesilir. Bir kavle göre mutlaka eli kesilir.
4. Hanbelîler'e göre bu mal umûma âit olduğu ve hırsız da umumdan bir kişi olduğu için eli kesilmez.
Geniş ve ayrıntılı bilgi için fıkıh kitablanna baş vurulmalıdır. [64]
2591) Câbir bin Abdİllah (Radıyallâhü anhümâ)'âa.n rivayet edildiğine göre; Resûlullah (Saüallahü Aleyhi ve Sellem) şöyle buyurmuştur:
«Ne hâin (kendisine mal emânet edilen) in, ne müntehib (malı gasbedenHn ne de muhtelis (el çabukluğuyla, his ettirmeden mal aşıran) in eli kesilir.» (Yâni hiçbirisinin eli kesilmez.)"
2592) Abdurrahman bin Avf (Radıyallâhü anh)'âen; Şöyle demiştir:
Ben, Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'den işittim, buyurdu ki :
«Muhtelis (el çabukluğuyla, hissettirmeden mal aşıran) kimseye el kesme (cezası) yoktur.»"
Not: Bunun râvîlerinîn sıka oldukları. Zevâid'de belirtilmiştir. [65]
îlk hadis Ebû Dâvûd, Tirmizî ve Nesâi tarafından da rivayet edilmiştir. İkinci hadis Zeyâid türündendir.
Bu hadîslerde geçen üç kelimeyi tercemede ve babın başlığında parantez içi ifâde ile açıkladım. Bu kelimelerin açıklaması hususunda bir kaç söz söylemeyi uygun buldum. Şöyle ki:
Hâin kelimesi hiyânet masdarmdan alınmadır, hıyanet eden demektir. Burada kasdedilen mânâ hakkında el-Mirkat'ta: Hiyânet şudur : Bir kimse emin ve güvenilir bilinerek kendisine bir mal emânet bırakılır veya geçici olarak yararlanıp geri verilmek üzere kendisine bir mal teslim edilir. Malı teslim alan bu kimse bilâhare malı in-
kâr eder veya zayi olduğunu iddia eder veya malın kendisine âit olduğunu söyler. İşte güvenilip mal teslim edilen şahsın bu hareketine hiyânet denilir ve kendisine de Hâin denilir, diye bilgi verilmiştir.
Müntehib kelimesi de intihâb kökünden alınmadır, bir malı gabs-eden demektir. İntihâb ve Nehb masdarları, bir malı alenen ve zorla almaktır. Gasbetmek ve yağmalamak suretiyle mal almaya İntihâb denilir,
Muhtelis kelimesi ihtilas masdarından alınmadır, bir malı el çabukluğu yapmak suretiyle ve his ettirmeden aşıran demektir.
Yukarda açıklanan bu suçlar hırsızlık suçundan hafif suçlar değildir. Ama bu bâbta rivayet edilen hadîsler, bu suçları işleyen suçluların ellerinin kestirilemiyeceğine delâlet eder.
Avnü'l-Mabûd yazarı ilk hadîsin açıklaması bölümünde şu bilgiyi verir:
"Bu hadîs bu suçları işleyenlerin ellerinin kestirilmeyeceğine delildir. Hanefî âlimlerden İbnü'l-Hümâm, el-Hidâye'-nin şerhinde: Bizim mezhebimize göre bu üç nevî suçluların elleri kestirilemez. Diğer üç mezheb imamlarının görüşleri de böyledir. Sa-hâbîlerden Ömer (Radıyallâhü anh), İbn-i Mes'üd (Radıyallâhü anh) ve Âiş e (Radıyaliâhü anhâ) 'nın mezhebi de böyledir. Bu hüküm üzerinde âlimlerin icmâ'ımn bulunduğunu nakleden ilim adamları da vardır. Lâkin âriye (yâni geçici olarak yararlanıp geri verilmek üzere verilen malı) inkâr eden hâin'in elinin kestiri-leceği yolunda Ahmed bin Hanbel' den bir rivayet ve îshâk bin Râheveyh' ten bir nakil vardır, der.
Nevfivi de: Kadı îyâz şöyle der: Allah Teâlâ hırsızın elini kesmeyi vacip kılmıştır ve el kesme cezasını başka suçlar için meşru kılmamıştır. Meselâ ihtilas, gasb ve intihâb suçları için el kesmeyi emretmemiştir. Bunun hikmeti şudur: Bu suçlar hırsızlık suçuna nisbeten az işlenir. Bir de bu suçlar.suretiyle malı giden mağdur taraf yetkili makamlara baş vurmak ve bu suçları şâhidlerle ispatlamakla malının iadesini ve hakkının tahsilini talep edebilir. Fakat hırsızlık böyle değildir. Bu nedenle hırsızlık suçuna daha önem verilmemiş ve önlenmesi için ağır müeyyidelere bağlanmıştır, diye bilgi verir.
Bu konu hakkında da bu kadarhk bilgi ile yetinelim. Geniş bilgiyi fıkıhçılara bırakalım. [66]
2593) Râfİ bin Hadîc.(Radıyallâhü anhyden rivayet edildiğine göre; Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) şöyle buyurdu, demiştir:
-Ne ağacı üzerindeki^ meyveyi ne de keser (denilen hurma göbeğini çalması hâlin) de hırsızın elini kesmek yoktur.»"
2594) Ebû Hüreyre (Radıyallâhü anh)'den rivayet edildiğine göre: Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) şöyle buyurdu, demiştir :
«Ne ağacı üzerindeki meyveyi ne de keser (denilen hurma göbeğini çalması hâlin) de hırsızın elini kesmek yoktur.»"
Not: Zevâid'de şöyle denilmiştir : Bunun senedinde bulunan Abdullah bin Said el-Makbürl zayıftır. [67]
Râfi (Radıyallâhü anh) 'in hadîsini dört sünen sahipleri, Ş â -fii, Ahmed, Hâkim, Beyhakî ve İbn-i H i b -b â n rivayet etmişlerdir. Ebû Hüreyre (Radıyallâhü anh)'m hadîsi Zevâid türündendir. İki hadîs metni aynidir.
Hadîste geçen "Semer" kelimesini «ağacı üzerindeki meyve» diye terceme ettim. Âlimler bu kelimeyi ağacı üzerinde olup henüz kesilip toplanmamış meyve olarak tarif etmişlerdir. H a t t â b î bu kelimenin açıklamasıyla ilgili olarak şu bilgiyi verir :
"Şafiî : Semer, ağacı üzerinde olup henüz kesilip toplanmamış olan yaş hurmadır, demiştir. El-Kar i de : Semer, Arap dilinde ekseriyetle ağacı üzerindeki yaş hurma anlamında kullanılır. Bununla beraber bu kelime bütün meyveler için de kullanılır, demiştir. En-Nihâye'de ise: Hurma henüz ağacından kesilmemiş iken ona semer denilir. Kesilince ona rutab denilir ve kurutulup kaldırılınca ona temr denilir, demiştir.
Semer kelimesinden maksad, ağacı üzerindeki meyve olmuş olur. Bir kavle göre bundan maksad çabuk bozulup çürümeye mahkûm olan meyvedir. İster ağacı üzerinde bulunsun ister kesilip harmanda veya başka yerde muhafaza edilmek üzere toplanmış olsun fark etmez.
"Keser" kelimesini hurma göbeği terceme ettim. Buna Şahmü'n-Nahl ve Cümmâr da denilir. Hurma ağacının başında çıkar sığır dili gibidir. Süt tadım verir ve lezzetlidir. Arablar bunu yerler. Keser bir kavle göre hurma koruğu ve hurma çiçeği anlamında kullanılır ve burada bu mânâ kasdedilmiştir. Çünkü bu da yenilir.
Avnü'l-Mabûd yazan bu ilk hadîsin izahı bölümünde özetle şu bilgiyi verir:
"Şerhü's-Sünne'de şöyle denilmiştir: Ebû Hanife bu hadisin zahiriyle amel ederek: Ağacı üzerinde olsun kesilip toplanmış olsun yaş meyve hırsızlığından dolayı kimsenin eli kesilmez, demiş ve etleri, sütleri ve meşrubatı da yaş meyvelere kıyaslamıştır. Fakat diğer âlimler bütün bu maddeler, muhafaza edilecekleri yerlerde iken çahnırsa hırsızın elinin kesilmesinin vâcibliğine hükmetmişlerdir. (Her malın muhafaza yerinden neyin kasdedildiği fıkıh kitablannda uzunca anlatılmıştır. Bu nokta için fıkıh kitabJarma baş vurmak gerekir.) Şafii ve M a 1 i k ' in kavli de böyledir. Şafii bu hadîsi ağaçlan üzerindeki ve muhafazalı olmayan meyveler hakkında yorumlamış ve: Medine-i Münevvere hurma bahçelerinin ekserisinin etrafında duvar yoktur, der. Bu hadîsin böyle yorumlanmasının delili ise A m r bin Şuayb'in (2596 nolu) hadîsidir. Bu hadîs, muhafaza altına alınan meyveleri çalmanın el kestirmeyi gerektirdiğine delâlet eder." [68]
Yukarda da sorunun cevap verilmiş olmakla beraber dört mezhebin bu husustaki görüşlerini özlü olarak aktarayım:
1. Hanefî ve Şafiî mezhebine göre ağacı üzerinde iken meyveleri, cümmar denilen hurma göbeğini ve biçilmemiş zirâi mahsûlü sahibinin izni olmaksızın yemek, el kestirmeyi gerektirmez. Böyle bir hırsızlık eden kişi, yediği mikdarm değerini mal sahibine ödemekle mükelleftir. Şafii mezhebine göre şu da var- • dır: Meyveler ağaçlarından kesilip toplanmış ve harman yeri, depo, ev gibi bir yerde muhafaza altına alınmış ise bu haldeki hırsızlık el kestirmeyi gerektirir. Hanefî mezhebine göre ise yaş meyvelerin muhafaza altına alınma veya alınmaması neticeyi değiştirmez.
2. H a n b e 1 î mezhebine göre ağacı üzerindeki meyveyi çalıp yiyen kimsenin eli kesilmez. Fakat yediği meyvenin bedelinin iki katını sahibine ödemek zorundadır.
3. Mâliki
mezhebine göre ağacı üzerindeki meyveler muhafaza altına alınmış ise
bundan çalıp yiyen kimsenin eli kesilir ve yediği meyvenin bedelini mal
sahibine öder.[69]
Bu bâbtaki hadîslerin tercemesine geçmeden önce babın başlığında bulunan "Hirz" kelimesini açıklayalım. Çünkü bir hırsızlığın el kestirmeyi gerektirip gerektirmemesi hususunda malın çalındığı yerin önemi büyüktür. Bir malı evin içinden çalmak ile sokaktan çalmak arasında her halde bir farklılık vardır. İşte bunun için "Hırz"ın ne demek olduğunu bilmekte yarar vardır. Babın başlığının tercemesini verirken bu kelimenin karşılığı olarak «Malın muhafaza edildiği yer» ifâdesini kullandım.
Hirz: Bir malın emsalinin konulduğu, muhafaza edildiği ve örf, âdete göre bırakıldığı yer, diye tarif edebiliriz. Çünkü örf ve âdette her malın konulduğu bir yer vardır. İşte o yer o malın Hırz'idır. O mal yerden çalınırsa Hirz'ından çalınmış olur ve çalanın elinin kesilmesi hükmü verilebilir. Meselâ evler, dükkânlar, ağıllar, trenler, otobüsler, vapurlar gibi yerler buralara konulan mallar için Hirz sa-
yılır. Çobanlar güttükleri hayvan sürüleri için bir Hirz sayılır. Bekçisi veya sahibi bulunan meydandaki mallar için bekleyen mal sahibi veya bekçi bir Hirz sayılır. Akıllı, ergin bir kimse bir malı-Hırz'ından gizlice götürürse hırsızlık etmiş olur. O mal nisab ise yâni Hanefi mezhebine göre on dirhem gümüş veya bunun değerinde ise, diğer mezheblere göre altın bir dinarın dörtte biri veya üç dirhem gümüş veya bunların değerinde ise hırsızın eli kesilir. Daha ayrıntılı bilgi için fıkıh kitablarına baş vurmak gerekir.
2595) Safvân (bin Ümeyye) (Radıyallâhü ö«A)'den rivayet edildiğine gnre bir kere :
Kendisi Mescid-i Nebevî'de ridâsım (abasını) başına yastık edip uyumuş ve ridâsı başının altından alınmış. Sonra Safvân hırsızını yakalayıp Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve SellemJ'e götürmüş. Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellenı) de (suçu sübut bulan) hırsızın elinin kesilmesini emretmiştir. Bunun üzerine Safvân:
Yâ Resülallah! Ben bunu (yâni elinin kesilmesini) istemedim. Ridâm ona sadaka olsun, deyince Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) Safvân'a:
-Adamı bana getirmeden önce (bu işi) yapmalıydın» buyurdu (ve hırsızın elini kestirdi)."
2596) Amr bin Şuayb'ın dedesi (Abdullah bin Amr bin el-As (Radı~ yallâhü atıhüm)'den rivayet edildiğine göre:
Müzeyne'den bir adam meyveler (i çalmanın) hükmünü Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'e sordu. Resûl-i Ekrem (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) :
«(Ağacı üzerinde ve) kapçıkları içinde iken alınıp götürülen (çalınan) meyvelerin değeri ve bununla beraber bir katı (hırsıza ödettirilir.) Harmandan olan meyve kalkan bahâsına ulaşınca bu değerdeki meyveyi çalmak (olayın) da hırsızın elini kesmek (cezası) vardır. Kişi (fakir ve muhtaç olduğu halde) meyveden yiyer ve (bundan bir şey) alıp götürmezse ona bir şey lâzım gelmez.» buyurdu. Adam ı
Harise (yâni meradan çalman) koyun (hakkında ne buyurursun) Yâ Resûlallah? diye sordu. Resûl-i Ekrem (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) :
«Koyunun bahası, bununla beraber bahasının bir katı ve ceza (yâni tazir cezası) var. Ağılda olan (koyunu çalmak) ta da hırsızın aldığı koyunun değeri kalkanın bahası kadar olunca el kesme cezası vardır.» buyurdu." [70]
S a f v a n (Radiyallâhü anh)'ın hadîsini Ebû Dâvûd ve N e s â i de rivayet etmişlerdir. Bu hadîste geçen "Ridâ" belden yukarı giyilen elbise manasınadır. N e s â i' nin bâzı rivayetlerinde bu kelime yerine «Bürd = Aba» kelimesi geçtiği için terce-mede Ridâ kelimesini aba mânâsına terceme ettim. Uyurken kişinin başının altına koyduğu eşya buradan çalındığı takdirde Hırz'mdan, yâni eşyanın muhafaza edildiği yerden çalma hükmü uygulanır. Şu halde böyle bir hırsızlık edenin eli kesilir. Hadîs buna delâlet eder. Hadîsten çıkarılan diğer bir hüküm ise: Hırsızlık olayı devlet yetkilisine intikal ettirildikten sonra mal sahibinin dâvadan vaz geçmesi veya malını hırsıza bağışlaması bir değer taşımaz. El kesme cezasını durdurmaz. Burdaki rivayette hırsızın elinin kestirildiği ifâde edilmiyor ise de N e s â i' nin rivayetinde bu ziyâde bulunduğu için buraya ilâve ettim. Ama mal sahibi devlet yetkilisine olayı intikal ettirmeden hırsızı bağışlar ve malım kendisine helâl ederse, bu caizdir.
Amr bin Şuayb (Radıyallâhü anh) 'm hadîsini Ebû Dâvûd, Tirmizi ve Nesâi de rivayet etmişlerdir. Meradan çalman koyunla ilgili soru ve cevap kısmı N e s â i tarafından rivayet edilmiştir. Fakat Ebû Dâvûd ile Tirmizi'-nin rivayetlerinde bu fıkra yoktur.
Hadîste geçen bâzı kelimeleri açıklıyalım: Simâr: Semere'nin çoğuludur, meyveler manasınadır, Ekmâm: Kemm'in çoğuludur, tomurcuklar ve ağaç çiçekleri ile meyvelerin kapçıklarıdır.
Çerin: Hurma harmanıdır. Hurmalar burada kurutulur.
Micenn: Kalkan demektir. Hırsızın elinin kesilmesi için çalınan malın değerinin tesbiti bakımından kabul edilen bir değer ölçüsüdür ki, buna Nisâb denilir. Hanefi âlimler 10 dirhem gümüş değerindeki kalkanı Nisâb kabul etmişlerdir. Şafiî ve diğer âlimler ise bir altın dinarın dörtte bir değerindeki kalkanı Nisâb kabul etmişlerdir. Bâzıları 3 dirhem, diğer bir kısım âlimler 5 dirhem değerindeki kalkanı Nisâb saymışlardır. Bu konuda geniş bilgi bu kitabın 22. babında geçti. 2583 - 2586 noiu hadisler bölümüne bakılabilir.
Harise: Merada çalınan koyun anlamına gelir. En-Nihâye'de bu kelime böyle açıklandıktan sonra İhtiras da bir şeyi meradan almaktır, denilir. Sindi ise Harise: Ağılma varmadan önce geceleyen koyundur, der.
Nekâi: İbret verici ceza anlamınadır. Burada tazîr cezası mânâsı kasdedilmiştir. Tazîr hakkında gerekli bilgi bu kitabın 32. babında gelen 2601, 2602 nolu hadisler bölümünde verilecektir.
Mürâh: Koyun sürüsünün geceledikleri yerdir ki buna ağıl denilir. [71]
1. Ağaçları üzerindeki meyveleri, sahibinin izni olmaksızın götüren bir kimse, götürdüğü meyvenin bedelini meyve sahibine ödeyeceği gibi bu bedelin bir katım da ceza olarak ona ödeyecektir. Fakat Ebû Dâvûd' un bir rivayetinde meyvenin bedeli ödenir, denilir. «Bedelden ayrı olarak bir katı da ödenir» hükmü ile ilgili olarak Sindi: Bir kavle göre bu, malî bir ceza mahiyetindedir. Fakat âlimlerin çoğuna göre mâlî ceza şeklindeki tazîr hükmü nesholunmuştur, der. Bâzı rivayetlerde ağacı üzerindeki meyveyi alıp götüren suçlunun tazîr olarak dövüleceği de hükme bağlanıyor.
2. Harman yerinden çalman hurma kalkan bahası kadar veya daha fazla ise hırsızın eli kesilir.
3. Ağacı üzerindeki meyveleri yiyen, fakat bundan hiç bir şey alıp beraberinde götürmeyen kimseye bir vebal yoktur. Tirmi-z î' nin rivayetinde bu fıkrada «ihtiyacı olan» kaydı mevcuttur. Yâni sözü edilen meyveyi yiyen kimse fakir ve buna şiddetli ihtiyaç duyarsa bu işi yaptığından dolayı vebal altına girmez. Cumhura göre böyle fakir bir kimse başkasının bahçesine girip ağaçlardaki meyvelerden yiyerse, yediği meyvenin bahasını mal sahibine ödemekle mükelleftir. Ebû Hanîfe, Mâlik ve Şafii'-nin görüşü de böyledir. Bâzı selef âlimlerine göre fakru zaruretinden dolayı bunu yapan kimse yediği meyvenin bahasını mal sahibine ödemekle mükellef değildir. Ahmed bin Hanbel'e göre etrafı duvarla çevrili olmayan bahçenin ağaçları üzerindeki meyveden yiyen kimse fakir ve mecbur olsun veya olmasın yediği meyvenin bahasını ödemekle mükellef değildir. Bu hususta daha geniş bilgi için 2298 - 2303 nolu hadîslerin izahı bölümüne müracaat edilmelidir.
4. Sürüden geri kalıp merada bulunan bir koyunu alıp götüren hırsız bunun bedelini ve ceza olarak ikinci bir bedelini koyun sahibine ödemekle mükelleftir. Ayrıca bu suçu işlediği için tazîr cezası olarak dövülür. Ancak mâlî ceza olarak koyunun bahasının ikinci katını ödemesi hükmü âlimlerin ekserisince mensuhtur. Yukarda bunun bir benzeri geçti.
5. Ağıl gibi koyunların geceledikleri yerden bir koyun çalan kimsenin çaldığı hayvanın değeri bir kalkan bahası kadar veya daha fazla ise hırsızın eli kesilir.
İlk hadis râvîsi Safvân bin Ümeyye bin Halef (Radıyallâhü anhüm) Mekke fethi esnasında müslüman olanlardandır. Müellefe-i Kulûb, yâni müslümanlığa gönlü henüz iyice yatışmamış olanlardandı. Müslim onun bir
hadîsini rivayet etmiştir. Sünen sahipleri de onun hadîslerini rivayet etmişlerdir. Râvîleri oğlu Ümeyye, Tâvüs ve Atâ'-dır. H u n e y n savaşı için Resûl-i Ekrem (Aleyhi's-salâtü ve's-selâm)'e çok sayıda silâh emaneten vermiştir. Hicretin 41. yılı vefat etmiştir.[72]
Meradan çalman koyun ile merada, dağda rastlanan ve sahibi bilinmeyen, kurt'a yem olması beklenen koyun arasında şer'î hüküm bakımından farklılık vardır. Çünkü lukâta durumundaki koyunu iyi niyetle, yâni sahibini buldurmaya çalışmak, durumu ilân etmek ve sahibi bulunduğu takdirde koyunu ona teslim etmek, bulunmadığı takdirde değerini takdir edip sonra koyunu yemek üzere alıp götürmek caizdir. Bu hususta gerekli bilgi 2503 - 2504 nolu hadisler bölümünde verilmiştir. Oraya müracaat edilebilir. [73]
2397) Sbft Üraeyye [74] (Radıyallâhü anh)yden rivayet edildiğine
hırsız Resttlullah (Sallallahü Aleyhi ve Seilem)'in huzuruna getirildi. Hırsız suçunu sıhhatli bir şekilde itiraf etti. Fakat çalman eşya onun beraberinde, yanında bulunmamıştı. Bunun üzerine Re-sûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) (kendisine hitaben) :
«Senin çaldığını zannetmiyorum», buyurdu. Hırsız t
— Bilâkis (ben çaldım), dedi. Sonra ResûH Ekrem (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) (tekrar) :
«Senin çaldığını sanmıyorum.» buyurdu. Hırsız.-
— Bilâkis (ben çaldım), dedi. Bunun üzerine Resûl-i Ekrem (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) 'in emriyle onun eli kesildi. Sonra Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Seîlem) (hırsıza) :
De ki; «Ben Allah'tan mağiret dilerim ve Ona dönüş yaparım» buyurdu. Hırsız: dedi.
Resûl-i Ekrem (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) de iki kez: «Allahım onun tevbesini kabul eyle» diye duâ etti." [75]
Bu hadîsi Ebû Dâvûd ve Nesâi de rivayet etmiştir. Resûl-i Ekrem (Aleyhi's-salâtü ve's-selâm) 'in hırsıza hitaben: «Senin çaldığım sanmıyorum» buyruğuyla hırsızın suçunu itiraftan dönüş yapması için telkinde bulunmayı kasdettiği, Fethü'I-Vedûd'da nakledilmiştir.
Şevkânî de: Bu hadîs, had cezasını defedici ifâdeler için telkinde bulunmanın müstehablığına, had cezasına çarptırılan suçluya Allah'tan mağfiret dilemesi için emir ve tavsiyede bulunmanın meşruluğuna ve suçlu istiğfarda bulunduktan sonra tevbesinin kabul olunması için kendisine duâ etmenin müstehablığına delâlet eder, demiştir.
Had cezalarının işlenen suça kefaret olup o günahın bağışlanmış olduğuna dâir sahih hadîsler mevcuttur. Hırsızın eli kesildikten sonra hırsızlık günahı bağışlanmış olur. Durum böyle iken Resûl-i Ekrem (Aleyhi's-salâtü ve's-selâm) Tin hırsıza «Allah'tan mağ^ firet dile ve tevbe et» mealindeki emrin hikmeti nedir, diye hatıra bir soru gelebilir. Sindi bu husus için şöyle der:
Emredilen istiğfar ve tevbe hırsızın diğer günahları içindir. Bir daha böyle bir suç işlememesi için tevbe etmesi emredilmiş olabilir. [76]
2598) Vâiİ (bin Hucr el-Hadramî) (Radıyallâhü ank)'den; Şöyle demiştir :
Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) hayatta iken bir kadın (zinaya) zorlandı. Resûl-i Ekrem (Sallallahü Aleyhi ve Sellemî had cezasını kadından defetti ve kadında zina eden adama had (rec-metme) cezasını verdi. Râvî, Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) 'in kadına bir mehir (hakkını) kıldığını anlatmadı." [77]
Bu hadisi Tirmizi, Ebû Dâvûd ve Nesâî de rivayet etmişlerdir. T i r m i z î bu hadîsi iki senedle rivayet etmiştir. Bunlardan birisinde, burada olduğu gibi V â i 1 (Radıyallâhü anh)'m râvîsi, oğlu Abdülcebbâr'dır, Diğerinde ise V â i T in râvîsi diğer oğlu Alkarna' dır. Tirmizi, Alkarna' nın yaşça Abdülcebbâr' dan büyük olduğunu, babasından hadîs işittiğini, fakat Abdülcebbâr'm, babasından hadîs işitmediğini, bu itibarla ilk senedin muttasıl olmadığını ve Alkarna' nın hadîsinin hasen - garîb - sahîh olduğunu beyân etmiştir. [78]
1. Bir erkek zorla bir kadının ırzına geçerse kadına had
cezası gerekmez. Çünkü irâdesi dışında olmuştur. Bu hükümde icmâ vardır.
2. Bir kadının ırzına geçen zâni had edilir. Bu hadiste sözü edilen erkek muhsan olduğu, yâni bekâr olmadığı için recmedilmek suretiyle öldürülmüştür. Bu durum burdaki rivayette belirtilmemiş ise de Ebû Dâvûd ve Tirmizî' nin rivayetlerinde açıklanmıştır. Zânî bekâr ise yüz değnek dövülür ve bâzı âlimlere göre bir yıl süreyle başka memlekette ikâmete mecbur edilir. Ba hususta ayrıntılı bilgi zina bahsinde geçti.
3. Zorla kendisiyle zina edilen kadın için zâai adamdan ffie-hir ismi verilen bir meblâğ malın tahsil edilip edilmeyeceği meselesine gelince, râvî Peygamber (Aleyhi's-salâtü ve's-selânı)'ia katU-dına mehir verilmesine hükmettiğini anlatmamıştır. Yâni râvî bu hususta bir şey nakletmemiştir.
Tuhfe yazarı bu fıkrayla ilgili olarak şöyle der: El-Mazhar ve İbnü'l-Melik: Râvînin bunu anlatmaması, kadın için mehir verilmesinin vacip olmadığına delâlet etmez. Çünkü, kadına mehir verilmesinin vâcipliğine Peygamber (Aleyhi's-salâtü ve's-selâm)'in hükmettiği başka hadîslerle sabittir, demişlerdir.
Hanefi âlimlere göre had cezası ile mehir ödeme işi birleşmez. Yâni had cezası verilen meselelerde mehir ödenmez. Mefeir ödenen yerde had cezası verilmez. İbnü'l-Hümâm, Fethü'l-Kadîr şerhinde böyle der. Şu halde hadîste anlatılan olayda mütecavize had cezası verildiği, için ayrıca kadına mehir ödemesi hükmü verilmez.
Şafiî âlimlere göre ise zâni adam, ırzma geçtiği kadına mehr-i misli ödemekle de mükelleftir. Hem bu meblâğı kadıaa ödeyecek hem de had cezasını çekecektir.
Vâil bin Hucr
(Radıyallâhü anh) 'in hâl tercemesi 659 nolu hadîs bölümünde geçti.
[79]
2599) (Abdullah) bin Abbâs (Radıyollâhü anhümâ)'dan rivayet edildiğine göre; Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Selîem) şöyle buyurmuştur:
«Had cezaları mescidlerde infaz edilmez.»"
2600) Amr bin Şuayb'm dedesi (Abdullah bin Amr bin el-Âs) (Ra~ dtyallâhü anhüm)'âen rivayet edildiğine göre:
Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) had cezasını mescidlerde infaz etmeyi yasaklamıştır."
Not: Zevâid'de şöyle denilmiştir : Bunun senedinde bulunan tbn-i Lehîa zayıf ve tedlisçidir. Muhammed bin Aclân da tedlisçidir. [80]
İbn-i Abbâs (Radıyallâhü anh) 'in hadîsini Tirmizî, Ahmed ve Hâkim de rivayet etmişlerdir. Amr (Radıyallâhü anh)'m hadisi ise Zevâid türündendir.
Had cezalarının mescidlerde infaz edilmesinin yasaklanması mescidlerin kanlarla kirletilmemesi ve mescidlerde gürültülere meydan verilmem esidir. Mescidler ibâdet içindir. Bu nedenledir ki, mescidlerde alış veriş etmek, kayıp ilânım yapmak gibi şeyler de yasaktır. [81]
Bu bâbtaki hadîslerin terceme ve izahına geçmeden önce Tazlr kelimesinin kavramı üzerinde biraz duralım:
Tazâr: Arap dilinde reddetmek, engellemek, mâni olmak mânâsına gelir. Şer-i Şerifte ise had veya kefaret cezasını gerektirmeyen bir günah işleyeni tedîb etmek anlamına gelir. Tazir cezası, kınama, teşhir, dövme ve hapsetme gibi yollarla gerçekleşir. Tazir cezası had cezasından farklıdır. Söyle ki, had cezası herkes hakkında aynen uygulanır. Tazîr cezası ise suçlunun sosyal ve özel durumu dikkate alınarak takdir ve tâyin edilir. Çünkü bu cezadan amaç, suçlunun tekrar o suçu işlememesini sağlamaktır, ibret verici ders vermektir. Öyle adam var ki, işlediği bir suçtan ve günahtan dolayı sadece kınanması veya teşhir edilmesi onun için yeterli bir ders ^olur. Buna karşın öyle adam varki değil teşhir edilmesi, yüzüne kö-tnür sürülüp, merkebe ters bindirilerek çarşı ve pazarda dolaştırılması bile ibret dersi alması açısından yeterli olmaz. Tazîri, had cezasından ayırd eden diğer bir özellik de tazîr meselesinde suçluyu bağışlamak. Yâni dâva hâkim'e intikal ettikten sonra suçlunun bağışlanması mümkündür. Fakat bilindiği gibi had cezasının kaldırılması için aracı olmak veya suçluyu bağışlamak mümkün değildir. Hâkim, kendisine intikal eden had dâvasında cezayı aynen uygulamak zorundadır. Tazir cezası dayak atma yoluyla yapılırsa en çok kaç dayak atılabileceği hususunda ihtilâf vardır. Âlimlerin bu husustaki görüşleri bu bâbtaki hadîslerin izahı bölümünde verilecektir.
2601) Ebû Bürde bin Nîyâr (Radıyallâhü anh)'den rivayet edildiğine göre; Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) şöyle buyururdu:
-Allah'ın (koyduğu) had cezalarından başka hiç bir cezada, kimseye on değnekten fazla vurulamaz.»"
2602) Ebû Hüreyre (Radıyallâhü anh)'den rivayet edildiğine göre; Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) şöyle buyurdu, demiştir :
«On kamçıdan fazla tezîr cezası vermeyiniz.»"
Not: Zevâid'de şöyle denilmiştir : Bunun senedinde Abbâd bin Kesir bulunur. Ahmed bin Hanbel: Bu râvi, işitmediği yalan hadisler rivayet etmiştir, der, Buhârî de : Âlimler bu râvîyi terketmişler, demiştir. Bunlardan başka zâtlar da bu râvi hakkında böyle konuşmuşlardır. [82]
Ebû Bürde (Radıyallâhü anh) 'in hadîsini B u h â r i, Müslim, Ebû Dâvûd ve Tirmizi de rivayet etmişlerdir. Ebû Hüreyre (Radıyallâhü anh) 'in hadisi ise Ze-vâid türündendir.
Ebû Bürde' nin hadîsinde geçen «Allah'ın (koyduğu) had cezaları» ifâdesinden maksad Şâri-i Hakîm'in koymuş olduğu belirli cezalardır. Bu cezalar zina, hırsızlık, içki içme'k, müslümanlar-la savaşmak, iffetli bir müslümanı zina ile itham etmek, adam öldürmek veya bir uzvunu kesmek ve mürted olmak suçlarıdır. Bu saydığım suçlardan son ikisine verilen cezaya had isminin verilip verilemeyeceği hususunda ihtilâf vardır. Yukarda saydığım, suçlara verilecek cezalar tâyin ve tesbit edilmiştir. Bu suçların dışında kalan suçlara verilen cezaya Tazîr ismi verilir. Bu hadîsin zahirine göre yukarda sayılanların dışında kalan suçlara dövme cezası verilirken ancak on değnek vurulabilir. Bundan fazla vurulamaz. Bu hadîsin delâlet ettiği anlam hususunda âlimler ihtilâf etmişlerdir. Avnül-Mabûd yazarının el-Fetih'ten naklen verdiği bilgiye göre söz konusu ihtilâf şöyledir:
1. Ahmed bin Hanbel meşhur kavlinde ve Şafiî-1 e r' in bâzısı bu hadîsin zahiri ile amel ederek: Tazîr cezası 10 değneği geçemez, demişlerdir.
2. Şafii, Mâlik ve EbûHanife' nin iki arkadaşı : Tazîr cezası 10 değneği geçebilir, demişlerdir. Bunlar da muhtelif ve farklı görüşler beyân etmişlerdir. Ş â f i î'ye göre tazîr dayağı, had için tâyin ve tesbit edilmiş sayıya ulaşamaz. Bilindiği gibi hür kimsenin asgarî haddi içki için,atılan kırk dayak ve köleye atılan yirmi dayaktır. Diğerlerine göre, tazîr için atılacak dayak sayısının tesbit ve tâyini devlet yetkilisinin takdirine bağlıdır.
Bu grubun yukardaki hadîse karşı verdikleri cevap ise şöyledir: Sahâbilerin tazîr cezasını uygularken bu hadîsin hükmüne bağlı kalmamaları, yâni 10 sopadan fazla dayak atmaları bu hadîsin niensuhluğu için bir delildir. Nitekim Osman bin Afvân (Radıyallâhü anh) 'in 30 dayak ve Ömer bin el-Hattâb (Radıyallâhü anh)'m had sayısından veya yüzden fazla dayak atmaları ve diğer sahâbilerin bu uygulamaya karşı çıkmamaları rivayet olunmuştur. Bu grubun başka cevaplan da vardır.
En-Neyl'de beyân edildiğine göre Bey haki; Tazîr dayağı sayısı hakkında sahâbîlerden muhtelif eserler rivayet olunmuştur. Bu hususta en iyi şey, Resûl-i Ekrem (Aleyhi's-salâtü ve's-se-lâm)'-den rivayet edildiği sabit olan hadîs, yâni Ebû Bürde (Radıyallâhü anh)'m yukardaki hadisi ile amel etmektir, demiştir.
E 1 - H â f ı z daha sonra: B e y h a k î' nin sahâbîlerden paklettiği bilgiden anlaşılıyor ki tazîr dayağı sayısı hususunda sa-hâbîler belirli bir şey üzerinde ittifak etmemişlerdir. Durum bu olunca sabit hadîsin niensuhluğu nasıl iddia edilir ve mesnedsiz olarak başka görüşlere nasıl gidilir, demiştir. (Avnü'I-Mabûd'dan yapılan nakil bitti.)
N e v e v î de yukardaki iki görüşü beyân ederken başka görüşleri de nakletmektedir. N e v e v î' nin beyânına göre Ebû H a n î f e : Tazîr dayağı kırka ulaştırılamaz, demiştir. Daha geniş bilgi için hadîs şerhlerine veya fıkıh kitablanna müracaat edilmelidir.
Ebû Bürde (R.A.)'ın Hâl Tereemesi
Ebû Bürde el-Belevî
Hâni bin Niyâr bin Amr bin Ubeyd, Bedir ve diğer s&-vaşlara katılmış
şarabîlerdendir. 20 adet hadisi vardır. Buhârî ve Müslim onun bir hadîsini —bu
hadisini— müttefikan rivayet etmişlerdir. Ravîleri kız kardeşinin oğlu Berâ ve
Câbir bin Abdillah'tir. Hicretin 41. yılı vefat ettiği rivayet olunmuştur.
Kütüb-i Sitte'nin hepsinde onun
hadîsleri bulunur.
2603) Ubâde bin Sâmıt (Radıyallâhü anh)'den rivayet edildiğine göre; ResûluIIah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) şöyle buyurdu, demiştir :
«Sîzden herhangi birisinin (işlediği suçtan dolayı) basma had gelmekle cezasını dünyada çekerse o ceza onun (günahının) kefaretidir. Şayet (işlediği suçun) cezâsmı dünyada çekmezse artık (âhi-rette) onun işi Allah'a kalır.»"
2604) Ali (bin Ebî Tâlib) (Radtyallâhü anh)'âen rivayet edildiğine göre; ResûluIIah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) şöyle buyurdu, demiştir :
«Kim dünyada (küfürden başka) bir günah işler de (had veya tazîr) cezası infaz edilirse Allah, kuluna azabını çiftleştirmekten çok daha âdildir. (Yâni âhirette ikinci kez tazib etmez.) Ve kim dünyada bir günah işler de Allah onun o günahını (insanların gözlerinden) örterse Allah bağışladığı bir şey (den dolayı cezalandırmayla dönüş yapmaktan pak, çok kerem ve afıv sahibidir.»" [83]
Ubâde (Radıyaîlâhü anh) 'm hadîsini Buhârî, Müslim ve Tirmizi de rivayet etmişlerdir. Buhârî ve
Müslim' deki hadis metni uzundur. Müellifimiz bunun son kısmını rivayet etmiştir. Metnin tamamının meali şöyledir :
«(Ey sahâbilerim) Allah'a hiç bir şeyi ortak koşmamak, hırsızlık etmemek, zina etmemek, evlâdınızı öldürmemek, kendiliğinizden uyduracağınız hiç bir yalanla (kimseye) iftira etmemek ve mâruf (dinî emirle isyan etmemek için bana âhidde bulununuz. Sizden ahdine vefa (ve sadâkat) gösterenin mükâfatı Allah'a aittir. Bu dediğim günahlardan (küfrün dışında kalan) bir günah işleyip de dünyada (had veya tazîr) cezasına çarptırıhrsa bu ceza ona kefarettir. Bunlardan birini yapıp da işlediği fiili Allah (insanlardan) örterse işi Allah'a kalır: Allah dilerse onu bağışlar, dilerse tâzib eder.»
Bu hadîste geçen «Had» kelimesi dünyaca verilen ceza mânâsına kullanılmış olabilir. Bu kelimenin had cezasını gerektiren suç mânâsına yorumlanması da mümkündür. Ehlinin malumu olduğu üzere bu takdirde had kelimesi, mecazen sebebi anlamında kullanılmış olur. Buna göre hadîsin baş kısmının tercemesi şöyle olur: «Kim (had cezasını gerektiren) bîr günah işler de bunun cezası dünyada verilirse...» [84]
Had cezaları, bu cezaya sebep olan günahın bağışlanmasına vesile olup buna kefarettir. Yâni müslüman kimse o suçtan dolayı âhirette ayrıca azab görmez. Mürted olan kimseye verilen ölüm cezasına had ismi verilmez, diyen âlimlere göre mürtedlik günahım işleyen kimse bu hükmün şümulüne girmez. Fakat mürted kişiye verilen ölüm cezasına da had denilir, diyenlere göre mürted de zahiren bu hükme girer. Halbuki mürted kâfir olarak öldüğü için kendisine verilen ölüm cezası onun mürtedlik günahına kefaret olmaz ve o ebedî olarak cehennemliktir. Bu itibarla mürted bu hükümden müstesnadır, denilir. Bu hükmün hususîleştirilmesinin delili ise;
«Şüphesiz Allah kendisine ortak koşulma günahım bağışlamaz...» âyetidir.
N e v e v i' nin beyânına göre Kadı Iyâz: Âlimlerin ekserisi bu hadîsi delil göstererek hadlann günahlara kefaret olduğunu söylemişler, der.
El-Fetih yazarı da bu hadîsin şerhinde uzun izahlar ve geniş bilgiler verdikten sonra bu hadîsteki bağışlamanın Allah hakkıyla ilgili olması ve kul hakkının suçlunun boynunda kalması yolunda
yorum yapmaya taraftar çıkmaktadır. Buna misal olarak da şöyle der : Hırsızın eli kesilince Allah hakkı bağışlanmış olur. Ama malı çalman tarafın hakkı kalır. Eğer hırsız bu ceza ile beraber çaldığı malı da sahibine verirse o zaman kul hakkı da ödenmiş olur.
Hadisten çıkarılan diğer bir hüküm ise haddi gerektiren bir suç işleyip had cezası verilmeyen müslümanın işinin Allah'a kalmasıdır. Yâni Allah'a ortak koşmaktan başka bir günah işleyip had veya tazîr cezası çekmeden ölen bir müslüman Allah'ın dilemesine göre muamele görecektir. Allah dilerse onu bağışlar, dilerse onu ta-zib eder. Ehl-i Sünnet mezhebi de böyledir. Hârici mezhebine göre mü'min kimse şirkten başka günahla da kâfir olur. Mutezile mezhebine göre bu kişi kâfir olmaz. Ama ebedi olarak cehennemde kalır.
A 1 î (Radıyallâhü anh)'ın hadisini T i r m i z î ve H â-k i m de rivayet etmişlerdir. Bu hadis de had cezasının günaha kefaret olduğuna delâlet eder. Had cezasını çekmeden ölen kimseye gelince, Allah Teâlâ dünyada onun günahını halkın gözlerinden saklamış, suçu gizli kaldığı ve kendisi de itiraf etmediği için had cezasına çarptırılmamış olduğu gibi âhirette de Allah'ın onun günahını bağışlaması umulur. Yâni dünyada günahının gizli kalması, âhirette bağışlanmasının bir alâmetidir.
Abdurrahman el-Cezerî de el-Fıkıh Ala'l-Mezâhib el-Erbaa adlı kitabının Hudûd bölümünde beyân ettiğine göre had cezaları hem suçlular için günahlara kefaret olur, hem de toplumu bozgunculuktan ve kötülüklerden temizletir, korur. Selef âlimlerinin cumhuru ve dört mezheb imamlarının görüşü budur. [85]
2605) Ebû Hüreyre (Radıyallâhü anh)'âen rivayet edildiğine göre; Sa'd bin Ubâde (bin Deylem) el-Ensârî (Radıyallâhü anh) [86] :
Yâ Resûlallah! Adam karısının yanında (yabancı) bir erkek bulur, onu öldürebilir mi? diye sordu. Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) :
«Hayır» (öldüremez),» buyurdu. Sa'd:
Sana Hak dini ikram eden Allah'a and olsun ki (adam kıskançlığı dolayısıyla) bilâkis öldürür, dedi. Bunun üzerine Resûlullah (Saîlallahü Aleyhive Sellem) (orada bulunanlara hitaben) :
«Büyüğünüz (olan Sa'd) in söylediği sözü işitiniz,» buyurdu." [87]
Bu hadisi Müslim ve Ebû Dâvûd da rivayet etmişlerdir. Müslim'in bir rivayetinde Resûl-i Ekrem (Aleyhi's-salâtü ve's-selâm)'in şu buyruğu da vardır:
«Sa'd gerçekten kıskançtır.
Ben ondan daha kıskancım. Allah da benden fazla kıskançtır (Yâni kullarını hayâsızlıktan ve kötülükden menedicidir).»
Resûl-i Ekrem (Aleyhi's-saîâtü ve's-selâm) «Adam, karısının yanında bulduğu yabancı erkeği öldüremez», buyurunca Sa'd (Radıyallâhü anh) : «Bilâkis öldürür» derken bu sözle Resûi-i Ekrem (Aleyhi's-salâtü ve's-selâm)'in beyân buyurduğu hükme karşı çıkmağı kasdetmemiştir. S a'd'm maksadı, karısının yanında yabancı bir erkeği bulan kimsenin hâlini arz etmek ve bu vaziyetle karşılaşan kimsenin Kendine hâkim olamayıp derhal o erkeği öldüreceğini bildirmektedir.
Sa'd böyle deyince Resı"ü-i Ekrem f Aleyhi's-salâtü ve's-selâm) arada bulunanların dikkatini S a'd'm kıskançlığına çekmek üzere : «Büyüğünüzün söylediği sözü işitiniz» buyurmuştur. Müslim' deki bir rivayete göre Resûl-i Ekrem (Aleyhi's-salâtü ve's-selâm) daha sonra: «Sa'd gerçekten kıskançtır. Ben ondan fazla kıskancım. Allah da benden ziyâde kıskançtır,» buyurmuştur. El-Ka-, rî' nin dediği gibi Resûl-i Ekrem (Aleyhi's-salâtü ve's-selâm)'in bu buyruğu S a'd'm kıskançlık nedeniyle bu sözü söylemekte mazur sayıldığını ifâde eder.
N e v e v î : Bir erkeği öldürüp de karısıyla zina hâlinde yakaladığı için öldürdüğünü iddia eden adamın hükmü hakkında âlimler ihtilâf etmişlerdir: Cumhura göre adamın iddiası kabul olunmaz. Adam bu iddiasını şâhidlerle veya maktulun 'mirasçılarının itiraflarıyla isbatlamazsa kısas olarak öldürülmesi gereklidir. Şâhidlerin fâsık olmayan dört erkek olması ve zina fiilini bizzat gördüklerini usûlü dâiresinde beyân etmeleri gereklidir. Öldürülen erkeğin de bekâr olmaması şarttır.
Katilin Allah katındaki durumuna gelince, eğer iddiasında doğru ise bir mes'uliyeti yoktur. Bâzı arkadaşlarımıza göre devlet yetkilisinin emri olmadıkça muhsan iken zina eden kişiyi öldüren katilin kısas olarak öldürülmesi gereklidir. Fakat doğru olan görüş birincisidir. Üçüncü bir görüş olarak bâzı selef âlimleri şöyle demişlerdir : Karısıyla zina ettiği için öldürdüğünü iddia eden katilin iddiası kabul olunur, diye bilgi vermiştir.
Cumhurun görüşüne mesned olan bu ve benzeri hadîslerdeki hükmün ihtiva ettiği hikmet hakkında gerekli bilgi bundan sonra gelen hadîsin izahı bölümünde verilecektir.
2606) Seleme bin el-Muhabbık [88](Radtyallâhü anh)'âen; Şöyle demiştir :
Had cezalan âyeti inince kıskanç bir adam olan Ebû Sabit Sa'd bin Ubâde'ye:
Söyle bakalım, sen karının beraberinde (yabancı) bir erkek bulmuş olursan ne yapmış olursun? diye soruldu. Sa'd
Ben karımı ve erkeği kılıçla vurup tepelemiş olurum. Ben gidip dört erkek şahidi getirinceye kadar bekler (miy)im? O zamana kadar adam işini bitirip gider. Veya: Ben (karım ile falan erkeği zina hâlinde) şöyle böyle gördüm, diyeceğim. Siz de kazif cezası olarak beni (seksen değnek) döveceksiniz ve ebedî olarak hiç bir şâhidli-ğimi kabul etmiyeceksiniz. (Yâni bunu yapmam, ikisini de derhal öldürürüm.) diye cevap verdi.
Râvî demiştir ki: Bu konuşma, Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Selienı)'e anlatıldı. Bunun üzerine Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) :
«Şâhid olarak kılıç kâfidir» buyurdu. Daha sonra: «Hayır. Sarhoşun ve kıskancın bu işte biribirini takip etmelerinden korkarım.» buyurdu.
Ebû Abdillah, yâni İbn-i Mâcete dedi ki: Ben Ebû Zur'a'yi şöyle söylerken işittim: Bu, Ali bin Muhammed et-Tanâfisî'nin hadîsidir. Ben bu hadîsi kendisinden dinlemeyi kaçırdım."
Not: Zevâİd'de şöyle denilmiştir : Bunun senedinde Kabîsa bin Hureys bin Kabisa bulunur. Buhâri : Bu râvînin hadîsi üzerinde düşünmek gerekir, demiştir. İbn-i Hibbân ise onu sikalar arasında anmıştır. Senedin kalan râvileri sıka zâk lardir. [89]
Bu hadis Zevâid türündendir. Hadiste sözü edilen âyet N û r sûresinin dördüncü âyetidir. Bu âyet-i kerîme hür kadınlara zina isnad edenler hakkındadır ve meâlen şöyledir:
«Hür kadınlara zina isnad edip de sonra dört şâhid getiremeyenlere seksen değnek vurun ve ebediyyen onların şâhidliğini kabul etmeyin. İşte onlar fâsıklarm ta kendileridir.»
Hür ve iffetli kadınlara zina isnad edenler bu isnadlarmı dört erkek ve âdil şâhidle ispatlamak zorundadır. Şâhidler zina ile itham edilen kadın ile zâni erkeği uygunsuz vaziyette, zina fiilini işlerken usûlü dâiresinde ifâde vermezlerse ve sanıklar bu suçu itiraf etmezlerse bunlara zina isnad eden kişiye Kazif cezası olarak seksen değnek vurulur ve şâhidliği de kabul edilmez. Bu konu ile ilgili ayrıntılı bilgi bu kitabın 15. babında geçen 2567 - 2568 nolu hadislerin izahı bölümünde verildi. Oraya müracaat edilebilir. Bir erkek karısını zina ile itham edip de sahicilerle ispat edemezse ya seksen değnekle had edilir. Ya da Liân yemininde bulunur. Liân yeminin usûlü ve bununla ilgili bilgi de Talâk kitabının 27. bâbmda geçen 2066 -2071 nolu hadisler bölümünde geçti.
Sa'd bin Ubâde (Radıyallâhü anh) zina hâlindeki kadın ile erkeğin durumunu tesbit etmek için dört erkek şahidi getirip bulundurmanın zorluğunu ve şâhidleri gösteremediği takdirde Kazif cezasına çarptırılmanın kaçınılmazlığını ifâde etmek istemiş ve bu durumda karı ile zâni erkeği öldürme yoluna gideceğini söylemiştir. Onun bu sözleri Resûl-i Ekrem (Aleyhi's-salâtü ve's-se-lâm)'e arz edilince Resûl-i Ekrem (Aleyhi's-salâtü ve's-selâm) : «Şâhid olarak kılıç kâfidir» buyurmuştur. Yâni kadm ile yabancı erkeğin beraber iken birlikte kılıçla öldürülmeleri ve bu vaziyette tepelenmiş olmaları onların bu şeni fiili işlediklerinin belirtisidir. Sonra bu hükmün kötüye kullanılabileceği endişesini beyân buyurarak kıskancı da sarhoşu da katil olayını peşpeşe işliye çeklerinden korkulduğunu bildirmiştir. Hülâsa kötüye kullanılacağı endişesiyle bu hükmü kabul buyurmamış ve kişilere bu yetkiyi vermemiştir. Yâni erkeğin bu vaziyette gördüğü karısını ve yanında bulunan erkeği öldür-, mesi uygun değildir.
Konu hakkındaki cumhurun görüşünü bundan önceki hadîsin izahı bölümünde beyân etmiştim. Abdurrahman el-Ceze-r i de Fıkıh kitabında özetle şöyle der:
"Karısının yanında yabancı bir erkek görüp zina ettiklerine inanarak o erkeği öldüren adamm kısas yoluyla öldürülüp öldürülmeyeceği hususunda âlimler ihtilâf etmişlerdir:
Cumhura göre zina isnadı yapılan erkek bu fiili işlediğini itiraf eder veya karının kocası zina suçunu dört şâhidle ispat ederse ve zina eden adam muhsan, yâni şer'i bir nikâh ile bir kadınla bir defa olsun cinsel ilişkide bulunmuş bir kimse ise onu öldürdüğünden dolayı kadının kocası kısas olarak öldürülmez. Aksi takdirde öldürülür. Yâni kadının kocası zina olayını dört şâhidle ispat edemezse ve zâni şahıs da bu suçu itiraf etmemiş ise veya zina suçu sabit olmakla beraber zâni adam bekâr ise kadının kocası onu öldüremez. Öldürürse kendisi de öldürülür. Şâri-i Hakim'in bu hükmü koymasının sebebi şudur: Adamın öldürmek istediği kişiyi bir iş bahanesiyle evine alması ve sonra karısıyla zina ettiği iddiasıyla onu evinde öldürmesi mümkündür. Keza karısını öldürmek isteyen bir kimse onu Öldürüp, sonra bir adamla zina hâlinde gördüğü için öldürdüğünü iddia etmesi mümkündür. İşte bu gibi kötülükleri önlemek ve canlan korumak için İslâmiyet böyle bir gerekçe ile öldürmeye izin vermemiştir. Ancak zina suçunu anlatılan şekilde ispatlayan kimse karısını veya onunla zina eden erkeği öldürürse bir şey lâzım gelmez.
Bâzı selef âlimlere göre öldürülen adam zinâkârlıkla meşhur olduğu için veya kadının geçmişte bâzı kötü halleri bulunduğundan dolayı kadının kocasının zina iddiasında doğruluğunu kanıtlayın bâzı belirtiler varsa veya dürüst bir tabibin muayenesiyle sanıkların zina ettikleri meydana çıkarsa bunları katleden kadının kocası öldürülmez.
Hanbelîler'e ve Mâlik iler'e göre iki şâhid maktulün zina suçundan dolayı kadının kocası tarafından öldürüldüğünü ifâde ederlerse ve maktul bekâr değilse bu katil suçundan dolayı kadının kocası öldürülmez.
Konu hakkında daha geniş bilgi için fıkıh kitablanna baş vurulmalıdır. [90]
2607) e!-Berâ bin Âzib (Raıhyallâhii a»*/den: Şöyle demiştir:
Dayım (râvî Hüşeym kendi rivayetinde onun isminin el-Haris bin Amr olduğunu belirtmiştir.) bana uğradı. (Bu seferinde) ona Peygamber (Sallailahü Aleyhi ve Sellem) bir sancak tahsis etmiş idi. Ben dayıma: Nereye gitmek istiyorsun? diye (yolculuğunun nedenini) sordum. Dayım şöyle dedi: Resûlullah (Sallailahü Aleyhi ve Sellem) beni babasın (m ölümün) den sonra onun karısıyla (yâni üvey anasıyla) evlenen bir adama gönderdi ve onun boynunu (kılıçla) vurmamı emretti."
2608) Kurre( hin Eyâs bin Hilâl) (Radtyallâhü ankyâen; Şöyle demiştir :
Resûlullah (Sallailahü Aleyhi ve Sellem) beni, babasının (ölümünden sonra) karısıyla evlenen bir adamın boynunu vurmak ve malmı müsadere etmek üzere ona gönderdi."
Not: Bunun senedinin sahîh olduğu, Zevâİd'de belirtilmiştir. [91]
B e r â (Radıyallâhü anh) 'in hadîsini Tirmizî, Ebû D â -vûd, Nesâi ve Dârimî de rivayet etmişlerdir. Tirmi-z i bu hadisin hasen - garîb olduğunu söylemiştir.
Babasının karısıyla, yâni üvey anasıyla evlenen adamın boynunu vurmak üzere Resûl-i Ekrem (Aleyhi's-salâtü ve's-selâm) tarafından görevlendirilen ve B e r â' in dayısı olduğu belirtilen zâtın ismi râvî H ü ş e y m ' e göre el-Hâris bin Amr' dır. T i r m i z İ ise bu zâtın Ebû Bürde bin Niyâr olduğunu belritmiştir. Ebû Bürde (Radıyallâhü anh) 'in hâl ter-cemesi 2601 nolu hadîs bölümünde geçti. Ebû D â v û d' un rivayetinde ise B e r â : «Amcama rastladım...» demiştir. Yâni bu rivayetine göre Resûl-i Ekrem (Aleyhi's-salâtü ve's-selâm) tarafından görevlendirilen zât B e r â' in amcasıdır. Hülâsa'da ise el-Hâris bin Amr'm Bera'm amcası ve dayısı olduğu yolunda rivayetlerin bulunduğunu belirtir. Bu ihtilâflara rağmen Şevkâni: Bu hadisin çok senedleri vardır. Bu senedlerin bir kısmının râvüeri sahih hadislerin râvileridir, demiştir. Bir de şu noktayı belirtmek isterim : Sahâbı 'nin isminin belirtilmemiş olması bir hadîsin sıhhatine helâl getirmez.
Câhiliyet devrindeki insanlar ölen babalarının mallarına mirasçı oldukları gibi onların karılarını yâni kendi üvey analarını nikâh-lamayı da meşru bir hak kabul ederlerdi. Bunu da bir nevi miras telâkki ederlerdi. Câhiliyet devri insanları, babalarının ölümünden, sonra onun karısıyla evlenmeyi miras gibi meşru bir hak telâkki ettikleri için Cenâb-ı Hak bunu özel bir hükümle yasaklayarak :
«Babalarınızın evlendikleri kadınlarla evlenmeyin» [92] buyurmuştur.
Câhiliyetin bu kötü âdetine uyan bir kimse bunun helâl ve meşru olduğuna inanırsa mürted olur, İslâmiyet'ten çıkmış olur. Mür-ted kimsenin öldürülmesi gereklidir. Hadîsin zahirini tutan âlimler: Sözü edilen kişi bu evliliğin helâlliğim iddia ettiği için mürted olmuş ve bu nedenle öldürülmesi yolunda Resûl-i Ekrem (Aleyhi's-salâtü ve's-selâm) talimat vermiştir, derler.
En-Neyl yazarı: Şer-i Şerifin bu mesele gibi kat'î bir hükmüne ; muhalefet eden bir kimsenin öldürülmesi için devlet adamının emir -j vermesinin câizliği hükmü bu hadîsten çıkarılır. Ancak adamın bu mesele hakkındaki şer'î hükmü bilmesi ve bu hükmü tasvip etmemesi şarttır. Keza, şer'î olduğu kesinlikle bilinen bir hükmü bile bile inkâr eden ve böylece mürted olan bir kimse öldürülünce malı da müsadere edilip devlete teslim edilir. Bu hüküm de hadisten çıkarılır, demiştir.
Babasının karısıyla evlenen bir kimse bu evliliğin haramlığını kabul etmekle beraber bu suçu işlerse mürted olmaz. Fakat zina suçundan dolayı cezalandırılır ve kadınla ilişiği derhal kesilir. Zina cezası ayni şekilde kadın hakkında da uygulanır. Şayet cezaları rec-medümek ise bunlar öldürülürler. Fakat kâfir sayılmazlar. Yâni had cezası ile öldürülmüş olurlar. Müslümanlar hakkında uygulanan teçhiz ve tekfin işlemi bunlar hakkında da uygulanır. Ama bilindiği gibi mürted kişi öldürülünce, kâfir sayılır ve kâfir cenazesinin hükmüne tâbi tutulur. [93]
2609) (Abdullah) bin Abbâs (Radtyallâhü ankümâydan rivayet edildiğine göre; Resûhillah (Sallallahü Aleyhi ve Selîem) şöyle buyurdu, demiştir:
«Kim babasından başkasına intisap eder (yâni onun evlâdı olduğunu iddia eder) ise veya kendisini âzadlayan kimselerden başkasının âz adlısı olduğunu söylerse Allah'ın, meleklerin ve bütün insanların laneti onun üzerine olsun (veya onun üzerindedir.)»»"
Not: Zevâid'de şöyle denilmiştir : Bu hadîsin senedinde İbn-i Ebî Dayf bulunur. Bu râvînin sıkâlığı veya zayıflığı konusunda kimsenin bir sözüne rastlamadım. Senedin kalan râvîleri Müslim'in şartı üzerinedir.
2610) Ebû Osman (Abdurrahman bin MÜH) en-Nehdi (Radtyallâhü anhyden: Şöyle demiştir:
Ben Sa'd (bin Ebî Vakkas) ve Ebû Bekre (Nüfey' bin el-Hars bin Kelede) (Radıyallâhü anhümâ)'dan (ayrı ayrı) işittim. Her biri şöyle dedi: Muhammed (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) :
«Her kim babasından başkasına — babası olmadığını bile bile — neseb iddia ederse (yâni onun evlâdı olduğunu iddia ederse) o kimseye cennet haramdır (yasaktır).»"
2611) Abdullah bin Amr (bin el-As) (Radtyallâhü attkiimâydan rivayet edildiğine göre; Resûlullah (Saüallahü Aleyhi ve Sellem) şöyle buyurdu, demiştir:
«Kim babasından başkasına neseb iddia ederse o kimse cennet kokusunu almayacaktır. Halbuki cennet kokusu beşyüz senelik mesafede şüphesiz bulunur.»"
Not; Zevâid'de şöyle denilmiştir: Bunun senedi sahihtir. Çünkü Muhammed bin Sabbâh isimli râvî Ebû Cafer e]-Cürcâni eî-Tâcir'dir. Onun hakkında îbn-s Muin : Onun rivayetinde bir beis yoktur, demiş ve Ebû Hatim de : Onun rivayeti işe yarar, demiştir. Senedin kalan râvileri meşhur zâtlar olduğu için durumlarım soruşturmaya gerek yoktur, [94]
Zevâid türünden olan İbn-i Abbâs (Radıyallâhü anhJ'ın hadisinin bir benzerini Tirmizi, Ali bin Ebî Tâlib (Radıyallâhü anhümâ)'den merfû olarak rivayet etmiştir. İki hadîsin metinleri arasında bir farklılık yoktur.
Ebû Osman en-Nehdi' nin hadîsini Buharı ve Müslim de rivayet etmişlerdir. Bu hadîsi iki sahâbî Resûl-i Ekrem (Aleyhi's-salâtü ve's-selâm)'den işitmişlerdir.
Abdullah bin Amr (Radıyallâhü anhl'ın hadisi de Zevâid türündendir.
Bu üç hadis, kişinin babasından başka bir kimseye bile bile neseb iddia etmesinin, yâni babamdır, demesinin haramlığını ve büyük vebal olduğunu ifâde ederler. Bunun haramağının sebebi açıktır. Böyle bir iddiada bulunan kimse kendi öz babasına karşı nankörlük ve isyan etmiş olur. Diğer taraftan yabancı bir adamın evlâdı olduğunu iddia etmekle onun mirasına konmak ister ve o kimsenin asıl mirasçılarının miras hakkından mahrum bırakılmasına veya hisse nisbetlerinin düşürülmesine sebebiyet vermiş olur.
El-Fetih yazarının beyânına göre İbn-i Battal bu hadis ile ilgili olarak özetle şöyle demiştir:
Bu hadîsten maksad, bir kimsenin bile bile ve kendi arzusuyla öz babasına intisab etmekten dönüş yapıp başka bir kimseye inti-sab etmesi ve babamdır, diye kendini ona evlâd etmesidir. Câhili-yet devrinde bu şekilde evlâd edinme âdeti vardı ve bu usulle evîâd edinme işi yadırganmazdı. Kişi başkasının çocuğunu alıp kendisine evlâd edinirdi ve artık o çocuk onun evlâdı imiş gibi falanın evlâdı
diye çağırılırdı. Nihayet; «Evlâtlıkları babalarına nisbet ediniz, bu, Allah katında en doğru olanıdır. Eğer babalarının kim olduğunu bilmezseniz, bu takdirde onları din kardeşleriniz ve dostlarınız olarak kabul ediniz.» (Ahzâb: 5) âyeti ve; «Ve Allah, evlâtlıklarınızı oğullarınız kılmamıştır.» (Ahzâb; 4) âyeti inince artık herkes hakiki babasına nisbet edildi ve babalıklara nisbet işine son1 verildi, (îbn-i Battâl'ın sözü bitti.)
İlk hadîs âzadlanan kölenin, kendisini âzadlayan efendisini bir tarafa iterek başka bir kimsenin âzadhsı olduğunu iddia etmesininde haramlığını ifâde eder. Meselâ âzadlanan bir köle efendisinden başka bir kimseye: Sen benim mevlâmsm, mevlâlık hakkı sanadır, derse bu söz ve iddia haramdır. Sebebi de şudur: Âzadlanan köle, mîrasçısız öldüğü zaman onun malı, kendisini âzadlayan kişiye kalır. Buna benzer bir takım hak ve hukuk bulunur. Âzadlanan köle kendisini âzadlayandan başkasının âzadlısı olduğunu iddia ederse asıl efendisine karşı nankörlük etmiş olur, onun mîrasçılık gibi bir takım haklarını inkâr etmiş olur. Bu nedenle İslâmiyet böyle bir nankörlüğü yasaklamıştır.
îlk hadîste böyle yapanlara lanet ediliyor. Allah'ın laneti, O'nun bir kimseyi rahmetinden uzaklaştırması ve kovması, demektir. Meleklerin ve insanların lanetinden maksad ise, bunların bir kimsenin ilâhî rahmetten uzaklaştırılması için dua etmeleridir.
Kadı îyâz: Burdaki lanet, kâfire olan lanetten farklıdır. Çünkü burdaki lanetten maksad bu suçu işleyen kimsenin müstahak olduğu ceza ve azabı görmesidir, ebedî olarak ilâhî rahmetten mahrum kalması anlamında değildir. Fakat kâfire yapılan lanet ise ebedî olarak rahmetten mahrum k--'ması mânâsına kullanılır, demiştir.
İkinci hadîste babasından başkasına intisab edene cennetin haram yâni yasak olduğu bildirilmektedir. Bu fıkra iki şekilde yorumlanır : Birincisi; Bu günâhı işleyen kişi bunun helâl olduğuna itikad ederek yaparsa İslâmiyet'ten çıkmış olur, mürted olur. Böylece küfre gittiği için ebedî olarak cehennemliktir ve hiç cennete giremiye-cektir. İkinci yorum: Bunun haramlığını kabul ettiğine rağmen işlerse cennete ilk girenlerle beraber girmiyecek ve bu suçun cezasını çektikten sonra cennete girebilecektir. Şayet tevbe eder ve Allah da onu bağışlarsa cezalandırılmadan cennete girmesi mümkündür.
Üçüncü hadiste ise bu suçu işleyenin cennetin kokusunu almayacağı bildirilmektedir. Bu da ikinci hadîs gibi yorumlanır. Üçüncü bir yorum da şudur: Bu suçu işleyen kimse mü'min olarak ölüp bağışlansa bile, cennet kokusunu almak nimetinden mahrum bırakılmasıdır.
İkinci hadîste isimleri geçen Sa'd bin Ebî Vakkâs (Radıyallâhü anh) 'in hâl tercemesi 129 -132 nolu ve E b û B e k -re N ü f e y (Radıyallâhü anh)'m hâl tercemesi 233 nolu hadîslerde geçmiştir. Bunların râvîsi olan Ebû Osman en-Neh-d î ise tabiilerdendir. 60 defa hac yaptığı ve 130 yaşı geçkin iken vefat ettiği rivayet olunmuştur. Büyük bir şahsiyettir. [95]
2612) El-Eş'as bin Kays (Radıyallâhü a»*)'den; Şöyle demiştir:
Ben kendi elçileri içinde Resûluliah (Sallallahü Aleyhi ve Sel-lem) 'in yanına vardım. Elçiler beni kendilerinden üstün görürlerdi.
Ben:
Yâ Resûlallah! Siz bizden değil misiniz? dedim. Resûl-i Ekrem
(Sallallahü Aleyhi ve Sellem) :
*Biz en-Nadır bin Kinâne oğullarıyız. Biz anamızı iffetsizlikle itham etmeyiz ve babalarımıza nisbetimizi red etmeyiz (veya biz babalarımızın sülâlesine intisab etmeyi bırakıp analarımızın sülâlesine intisab etmeyiz), buyurdu.»
Râvİ demiştir ki: Bundan sonra el-Eş'as bin Kays şöyle derdi: Kureyş kabilesinden her hangi bir adamın en-Nadr bin Kinâne (sülâlesin) den olmadığını iddia eden kim bana getirilirse onu (kazif cezası olarak) had ederim (seksen değnek döverim)."
Not; Zevâid'de şöyle denilmiştir : Bu, sahih bir seneddir, râvileri sıka zâtlardır. Çünkü Akil bin Talhâ'yi İbn-i Muin ve Nesâi sıka saymışlardır. İbn-i Hib-bân da onu sikalar arasında anmıştır. Senedin kalan râvileri de Müslim'in şartı üzerinedir, [96]
Zevâid türünden olan bu sahih hadis bir kimsenin mensup olduğu sülâleden doğma olmadığım iddia etmenin haramlığına ve bu iddianın o sülâleden her hangi bir kimseyi iffetsizlikle itham anlamını taşıdığına delâlet eder. Bilindiği gibi Resûl-i Ekrem (Aleyhi's-sa-lâtü ve's-selâmî'in nesebi 21. babasına kadar malumdur ve buna dâir sahih hadîs vardır. O'nun babalarının isimleri sırayla şöyledir : Abdullah bin Abdi i mu ttalib bin Hâşim bin Abd-i Menâf bin Kusay bin Kilâb bin M u r -re bin Ka'b bin Lüey bin G âli b bin Fehr bin Mâlik bin en-Nadr bin Kinâne bin H u -zeyme bin Müdrike bin İIyâs bin Mudar bin Nizâr bin Ma'd bin Adnan, Resûl-i Ekrem (Aleyhi's-salâtü ve's-selâm) 'in anası ise Âmine bint-i Veheb bin Abd-i Menâf bin Zühre bin Kilâb, Resül-i Ekrem (Aleyhi's-salâtü ve's-selâm) 'in ana tarafından dördüncü babası olan Kilâb, onun baba tarafından altıncı babası olan Kilâb' dır. Bu zât-ı muhterem de O'nun baba ve anasının sülâleleri birleşir.
Resûl-i Ekrem (Aleyhi's-salâtü ve's-selâm)'in mensup olduğu kabilenin ismi Kureyş' dir. Bu kabilenin en-Nadr bin Kinâne' nin sülâlesinden olduğu bu hadîsle sabit olduğu için hadisin râvisi el-Eş'as bin Kays hadîsin sonunda geçen sözü kullanmıştır. Çünkü Kureyş kabilesine mensup insanların hepsinin en-Nadr bin Kinâne' nin sülâlesinden olduğu bu hadîsle sabit iken bir K u r e y ş i' ye: Sen e n -Nadr bin Kinâne' nin sülâlesinden değilsin, demek onun gayr-i meşru bir evlâd olduğunu iddia etmek mâhiyetini taşır. Bu ise seksen değnek, kazif haddini gerektiren bir suçtur.
Hadiste Resül-i Ekrem (Aleyhi's-salâtü ve's-selâm) 'e âit sözler iki şekilde yorumlanabildiği için bu durumu parantez içi ifâdeyi ilâve etmek suretiyle belirtmeye çalıştım. Birinci yorumda Resûl-i Ek-
rem (Aieyhi's-salâtü ve's-selâm) Kureyş kabilesinin gerek baba ve gerekse ana tarafından asil ve iffetli bir kabile olduğunu ifâde etmiş olur. îkinci yoruma göre ise Resûl-i Ekrem (Aleyhi's-salâtü ve's-selâm) Kureyş kabilesinin sülâlesinde baba tarafı esas tutularak ona intisab edildiklerini ve ana tarafına âit sülâleye inti-sab usûlünü uygulamadıklarını belirtmiş olur. Peygamber (Aleyhi's-salât ü ve's-selâm) 'in dedesi Abdu lmüttalib'in anası M e -dîne-i Münevvere' nin Benî Neccâr kabilesinden olduğu için e 1 - E ş ' a s (Radıyallâhü anh) bunu dikkate alarak Resûl-i Ekrem (Aleyhi's-salâtü ve's-selâm)'in onlardan olduğunu söylemek istemiş olabilir. Çünkü milâdî 7. asırda M e d i n e - i Münev. vere doğusunda kalan büyük bir bölgeye Kende ismi veriliyordu. Bu bölgenin isminin Kinde olması da muhtemeldir. Kinde ismi Yemen tarafında kalan bir bölgeye ve bu bölgede oturan büyük bir kabileye verilmiştir. Üsdü'l-Ğâbe'den anladığıma göre E ş' a s (Radıyallâhü anh) Yemen tarafındaki Kin-d e kabîlesindendir.
El-Eş'as (Radıyallâhü anh)'in hâl tercemesi 1986 nolu hadis bölümünde geçti. [97]
Muhannes ve Muhannis: Huyları, konuşması ve hareketleri bakımından kadınlara benzeyen erkeğe denilir. Bu benzeyiş bazen yaratılıştan, bazen de sun'idir. Bu benzeyiş yaratılıştan olursa dînen bir sorumluluk teşkil etmez. Fakat sun'î ve kasıtlı olursa yasaktır ve böylesine lanet olsun mealinde hadîsler vardır. 1902 -1904 nolu hadisler böyleleri hakkındadır. Gerekli bilgi orada verildi. Tekrar etmeye gerek yoktur.
2613) Safvân bin Ümeyye (bin Halef) (Radtyallâhü anh)'den: Şöyle demiştir:
(Bir kere) biz Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'in yanında idik. (Bu arada) Amr bin Mürre geldi ve :
Yâ Resûlallah! Allah şüphesiz benim kaderimde musibet yazmıştır. Çünkü ben elimle tef çalmaktan başka hiç bir yolla rızık I anmamı sanmıyorum. Bu nedenle hayâsızlık durumu olmaksızın şarkıcılık etmem için bana izin ver, dedi. Bunun üzerine Resûlullah (Sal-lallahü Aleyhi ve Sellem) (ona) :
«Sana izin vermem, (sana) ikram yok ve hoşnutluk da yoktur. Yalan söyledin, ey Allah'ın düşmanı Allah şüphesiz sana helâl ve güzel rızık edilme imkânını vermiştir. Ama sen Allah Azze ve Celle*-nin sana helâl kıldığı, rızık yerine Allah'ın sana haram kıldığı rızkı tercih ettin. Eğer bu yasaklama hükmünü daha önce sana iletmiş olsaydım şimdi sana (hak ettiğin) cezayı verirdim. Kalk benim yanımdan ve Allah'a tevbe et. Bilmiş ol ki, bu yasağı duyduktan sonra (bu işi) yaparsan seni fena bir şekilde dövdüreceğim, ibret olarak senin başını (usturayla) traş ettireceğim, seni aile" ferdlerinden uzaklaştırıp sürgün edeceğim ve senin (yağmaladığın malını) ganimet olarak Medine gençlerine helâl kılacağım» buyurdu.
Râvî demiştir ki: Resûl-i Ekrem (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)in bu buyruğundan sonra Amr (bin Mürre) öyle kötü ve rezil bir durumda kalktı ki bunun derecesini ancak Allah bilir. Amr defolup gidince Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) şöyle buyurdu:
«Bunlar âsilerdir. Bunlardan kim tevbe etmeden ölürse Allah Azze ve Celle onu kıyamet günü dünyada olduğu gibi muhannes, çıplak ve insanlara karşı bir ince yaprakla olsun örtünmez vaziyette haşredeçektir, ayağa kalktıkça yere yıkılacaktır.»"
Not; Zevâid'de şöyle denilmiştir : Bunun senedinde Bişr bin Nümeyr el-Bas-rî bulunur. Yahya el-Kattân onun hakkında: O, yalancılığın temellerinden biriydi, demiştir. Ahmed de : Halk onun hadîslerini terketmiş, demiştir. Ahmed'den başkası da böyle demiştir. Râvi Yahya bin el-Alâ hakkında da Ahmed : O, hadîs uydurur, demiştir. Başkaları da Ahmed'in dediğine yakın sözler söylemişlerdir.
2614) (Peygamber'in zevcelerinden) Ümmü Seleme (Rqdtyallâhü an-Aâ)'dan rivayet edildiğine göre :
(Tâif'in muhasarası esnasında) Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) onun yanına girdi. O esnada —Ümmü Seleme'nin kardeşi Abdullah bin Ebî Ümeyye ve kölesi muhannes orda idiler. — Muhan-nes'in Abdullah bin Ebî Ümeyye'ye şöyle söylediğini işitti.
Eğer Allah yarın Tâif'in fethini nasîb etse sana öyle (genç) bir kadın göstereceğim (yâni senin için yakalıyacağım) ki dört büklümle karşılar ve sekiz büklümle arkaya döner.
[1] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi ve Şerhi, Kahraman
Yayınları: 7/125
[2] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi ve Şerhi, Kahraman
Yayınları: 7/125-126
[3] TuhfetÜ'l-Ahvezî C, 3, Sah,
204
Sünen-i İbni Mâce
Tercemesi ve Şerhi, Kahraman Yayınları: 7/127-129
[4] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi ve Şerhi, Kahraman
Yayınları: 7/129
[5] Son hadîs râvîsi Muâviye bin
Hayda (B.A.)'m hâl tercemesl 1820 nolu hadîs bölümünde geçti.
Sünen-i İbni Mâce
Tercemesi ve Şerhi, Kahraman Yayınları: 7/129-131
[6] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi ve Şerhi, Kahraman
Yayınları: 7/131-133
[7] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi ve Şerhi, Kahraman
Yayınları: 7/133-134
[8] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi ve Şerhi, Kahraman
Yayınları: 7/134-136
[9] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi ve Şerhi, Kahraman
Yayınları: 7/136-139
[10] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi ve Şerhi, Kahraman
Yayınları: 7/140-141
[11] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi ve Şerhi, Kahraman
Yayınları: 7/141-143
[12] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi ve Şerhi, Kahraman
Yayınları: 7/143-145
[13] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi ve Şerhi, Kahraman
Yayınları: 7/145-147
[14] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi ve Şerhi, Kahraman
Yayınları: 7/147-149
[15] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi ve Şerhi, Kahraman
Yayınları: 7/149-153
[16] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi ve Şerhi, Kahraman
Yayınları: 7/153-154
[17] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi ve Şerhi, Kahraman
Yayınları: 7/154-155
[18] Hülâsa; 149
Sünen-i İbni Mâce
Tercemesi ve Şerhi, Kahraman Yayınları: 7/155-156
[19] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi ve Şerhi, Kahraman
Yayınları: 7/156
[20] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi ve Şerhi, Kahraman
Yayınları: 7/157-159
[21] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi ve Şerhi, Kahraman
Yayınları: 7/159-160
[22] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi ve Şerhi, Kahraman
Yayınları: 7/160-161
[23] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi ve Şerhi, Kahraman
Yayınları: 7/161-163
[24] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi ve Şerhi, Kahraman
Yayınları: 7/163-164
[25] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi ve Şerhi, Kahraman
Yayınları: 7/164-165
[26] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi ve Şerhi, Kahraman
Yayınları: 7/166-167
[27] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi ve Şerhi, Kahraman
Yayınları: 7/167-168
[28] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi ve Şerhi, Kahraman
Yayınları: 7/168-169
[29] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi ve Şerhi, Kahraman
Yayınları: 7/169-170
[30] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi ve Şerhi, Kahraman
Yayınları: 7/170-171
[31] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi ve Şerhi, Kahraman
Yayınları: 7/172-173
[32] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi ve Şerhi, Kahraman
Yayınları: 7/173-174
[33] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi ve Şerhi, Kahraman
Yayınları: 7/174-177
[34] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi ve Şerhi, Kahraman
Yayınları: 7/177-178
[35] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi ve Şerhi, Kahraman
Yayınları: 7/178-180
[36] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi ve Şerhi, Kahraman
Yayınları: 7/180
[37] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi ve Şerhi, Kahraman
Yayınları: 7/181
[38] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi ve Şerhi, Kahraman
Yayınları: 7/181-185
[39] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi ve Şerhi, Kahraman
Yayınları: 7/185-186
[40] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi ve Şerhi, Kahraman
Yayınları: 7/186-191
[41] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi ve Şerhi, Kahraman
Yayınları: 7/191-192
[42] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi ve Şerhi, Kahraman
Yayınları: 7/192-193
[43] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi ve Şerhi, Kahraman
Yayınları: 7/193-194
[44] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi ve Şerhi, Kahraman
Yayınları: 7/194-195
[45] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi ve Şerhi, Kahraman
Yayınları: 7/195-196
[46] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi ve Şerhi, Kahraman
Yayınları: 7/196-197
[47] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi ve Şerhi, Kahraman
Yayınları: 7/197-198
[48] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi ve Şerhi, Kahraman Yayınları:
7/198-199
[49] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi ve Şerhi, Kahraman
Yayınları: 7/199-202
[50] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi ve Şerhi, Kahraman
Yayınları: 7/202
[51] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi ve Şerhi, Kahraman
Yayınları: 7/202-203
[52] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi ve Şerhi, Kahraman
Yayınları: 7/203-204
[53] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi ve Şerhi, Kahraman
Yayınları: 7/204-206
[54] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi ve Şerhi, Kahraman
Yayınları: 7/206-208
[55] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi ve Şerhi, Kahraman
Yayınları: 7/208
[56] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi ve Şerhi, Kahraman
Yayınları: 7/209-210
[57] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi ve Şerhi, Kahraman
Yayınları: 7/210-212
[58] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi ve Şerhi, Kahraman
Yayınları: 7/212
[59] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi ve Şerhi, Kahraman
Yayınları: 7/212-213
[60] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi ve Şerhi, Kahraman
Yayınları: 7/213-214
[61] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi ve Şerhi, Kahraman
Yayınları: 7/214
[62] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi ve Şerhi, Kahraman
Yayınları: 7/214-215
[63] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi ve Şerhi, Kahraman
Yayınları: 7/215-217
[64] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi ve Şerhi, Kahraman
Yayınları: 7/217
[65] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi ve Şerhi, Kahraman
Yayınları: 7/217-218
[66] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi ve Şerhi, Kahraman
Yayınları: 7/218-219
[67] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi ve Şerhi, Kahraman
Yayınları: 7/220
[68] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi ve Şerhi, Kahraman
Yayınları: 7/220-221
[69] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi ve Şerhi, Kahraman
Yayınları: 7/222
[70] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi ve Şerhi, Kahraman
Yayınları: 7/222-224
[71] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi ve Şerhi, Kahraman
Yayınları: 7/224-225
[72] Hülâsa : 174
[73] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi ve Şerhi, Kahraman
Yayınları: 7/225-227
[74] Bu zât Ensâr'dan ve Beni
Mahzûm kabîlesindendir. Sahâbidir. Râvîsi
Mevlâ Ebî Zer'dir. Ebû Dâvûd, Nesâî ve İbn-i Mâceh onun hadis- itffâyet
etmişlerdir. (Hülâsa : 443)
[75] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi ve Şerhi, Kahraman
Yayınları: 7/227-228
[76] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi ve Şerhi, Kahraman
Yayınları: 7/228
[77] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi ve Şerhi, Kahraman Yayınları:
7/229
[78] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi ve Şerhi, Kahraman
Yayınları: 7/229
[79] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi ve Şerhi, Kahraman
Yayınları: 7/229-230
[80] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi ve Şerhi, Kahraman
Yayınları: 7/230-231
[81] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi ve Şerhi, Kahraman
Yayınları: 7/231
[82] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi ve Şerhi, Kahraman
Yayınları: 7/231-233
[83] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi ve Şerhi, Kahraman
Yayınları: 7/233-234
[84] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi ve Şerhi, Kahraman
Yayınları: 7/235
[85] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi ve Şerhi, Kahraman
Yayınları: 7/235-236
[86] Ensâr-ı Kirâm'ın Hazreç
kabilesinin reisi bulunan bu zâtın hâl terce- 2132 boiu hadîs bölümünde geçti.
[87] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi ve Şerhi, Kahraman
Yayınları: 7/236-237
[88] Bu zâtın hâl tercemesi 2552
nolu hadîs bölümünde verildi.
[89] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi ve Şerhi, Kahraman
Yayınları: 7/237-238
[90] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi ve Şerhi, Kahraman
Yayınları: 7/238-240
[91] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi ve Şerhi, Kahraman
Yayınları: 7/240-242
[92] Nisa: 22
[93] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi ve Şerhi, Kahraman
Yayınları: 7/242-243
[94] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi ve Şerhi, Kahraman
Yayınları: 7/243-245
[95] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi ve Şerhi, Kahraman
Yayınları: 7/245-246
[96] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi ve Şerhi, Kahraman Yayınları:
7/247-248
[97] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi ve Şerhi, Kahraman
Yayınları: 7/249-250