21- DİYETLER (TAZMİNATLAR) KİTABI
1- Bir Müslümanı Zulmen Öldürmenin Ağır Vebal Olduğunu
Beyân Eden Hadîsler Babı
2- Bir Mü'mîn'i
(Kasden Ve Bîle Bile) Öldüren
Kimse İçin Tevbe (Kabulü) Var Mı? Babı
3- Bir Yakını Öldürülen
(Mirasçı Durumundaki) Kimse Üç Şeyden Birisini Seçmekte Serbesttir, Babı
4- Katil Kasden Öldürülür De Maktulün Mirasçıları Diyete
Razı Olurlar, Babı
Diyet Açısından Öldürme Çeşitleri
Kasden Öldürme Ve Buna Benzeyen Öldürme Nasıldır ?
Kasden Öldürme Diyeti Nedir, Başka Bir Meblâğ Üzerine
Barış Ve Katili Bağışlama Caiz Mi ?
5- Şibh-İ Amd
(Yâni Kasıtlı Gibi Olan Öldürme) Diyeti, Muğallaza (Yâni Ağırlaştırmış)
Tır, Babı
Âlimlerin Bu Diyet Develeri Yaşları Hakkındaki Görüşleri
6- (Bîr Mü'mînî)
Hatâen (Yanlışlıkla) Öldürme
Diyeti, Babı
Dört Mezheb
Âlimlerinin Hatâen Öldürme Diyetine Dâir Görüşleri
Diyet Deveden
Başka Mallardan Da Ödenir Mi?
9- Hakkında Kısas (Misilleme) Olmayan (Yaralamalar) Babı
10-
(Başkasını) Yaralayan Kişi
Kısas (Misilleme) Olması Cezasi Yerine Fidye (Tazminat) Verir,
Babı
13- Kâfirîn Diyeti (Kan Bahası) Babı
14- Katil
(Maktula) Vâris Olmaz, Babı
Evlâdını Öldüren Baba Kısas, Misilleme Olarak Öldürülür
Mü ?
16- Diş Hakkında Kısas
(Mîsîlleme) Babı
18- Parmakların Diyetinin Babı
19- Mudıha (Yâni
Kemiğe Varan Baş Ve Yüzdeki Yaranın Diyeti)
Babı
21- Hiç Bir Müslüman Her Hangi Bir Kâfir (i
Öldürmesi) Karşılığı Olarak
(Yâni Kısas
22- Baba, Oğlunu Öldürmesi Sebebiyle Kısas Edilmez. Bâbî
23- Hür Kimse, Köle (Yi Öldürmesi) Sebebiyle (Kısas Olarak) Öldürülür Mü, Babı?
24- Katil (Maktulü)
Ne Şekilde Öldürmüş İse Ayni Şekilde Kısas Edilir, Babı
25- Kısas (Cezası) Yalnız Kılıçla Înfaz Edilir, Babı
26- Hiç Kimse Hiç Bir Kimsenin Günahından Dolayı Muahaza
Edilmez, Babı
27- Cübâr (Yâni Kimseye Ödettirilemeyen Zarar) Babı
28- Kasâmet
(Denilen Yeminler) Babı
29- Kim Kölesinin Bir Organını Kesmek Suretiyle İşkence
Ederse O Köle Hürdür, Babı
30- Öldürme Tarzı Yönünden En İffetli (Merhametli)
İnsanlar İmanlılardır, Babı
31- Müslümanların Kanları
(Ktsâs Ve Dîyet Hususunda)
Eşittir, Babı
32- Bir
Muâhed (Kendisine Teminat Verilen Zîmmîy)i Öldüren Kimse (Hakkinda Gelen Hadisler) Babı
33- Bir Adama Can Teminatı Verip Sonra Onu Öldüren Kimse
(Hakkında Gelen Hadîsler) Babı
35- Kısas (Dâvasın) Da Bağışlama Babı
36- Kısas Olarak Öldürülmesi Gerekli Hâmile Kadın
(Hakkinda Gelen Hadîs) Babı
Diyât: Diyet'in çoğuludur. Diyet, bir insanı öldürmek veya vücûdunun bir uzvunu yararsız hâle getirmek, ya da yaralamak karşılığında ödenen tazminattır. Hangi hallerde ne gibi tazminat ödeneceğine dâir bilgiler bu kitabın ilgili bâblarında rivayet olunan hadîslerde ve bunların izahında beyân edilecektir. En büyük diyet adam öldürme olayında gerektiği için müellifimiz bu kitabın birinci babında zulmen insan öldürme günâhının büyüklüğüne dâir hadîsleri rivayet etmiş, bunu takip eden ikinci bâbta bir mü'mini kasden öldüren kimsenin tevbesinin kabul olunup olunmayacağına dâir hadisleri rivayet etmiştir. Daha sonra gelen bâblarda diyetlere âit hadisleri zikretmiştir. [1]
2615) Abdullah (bin Mes'ûd) (Radtyallâkü anh)'den rivayet edildiğine göre: Resulullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) şöyle buyurdu, demiştir:
«Kıyamet günü insanlar arasında verilen ilk hüküm kan dâvaları hakkındadır.»"
2616) Abdullah (bin Mes'ûd) (Radtyallâhü anh)'dan rivayet edildiğine göre; Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) şöyle buyurdu, demiştir :
«Zulüm ile öldürülen her insanın kamdım günahı)ndan bir pay Âdem (Peygamber)'in ilk oğlu (Kabil hesabı) na olur. Çünkü adam öldürme çığırını ilk açan odur. (Kardeşi Hâbil'i öldürdü).»"
2617) Abdullah (bin Mes'ûd) (Radtyallâhü anh)'den rivayet edildiğine göre; Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) şöyle buyurdu, demiştir :
«Kıyamet günü insanlar arasında verilen ilk hüküm kan dâvâ-lan hakkındadır.»"
2618) Ukbe bin Âmir ei-Cühenî (Radtyallâhü atth)'den rivayeti edildiğine göre; Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) şöyle buyurdu, demiştir:
«Kim Allah'a ortak koşmayarak ve haram bir kana bulaşmamış olarak O'na kavuşursa (Yâni bu durumda ölürse) cennete girecektir.-"
Not: Zevâid'de şöyle denilmiştir : RâvI Abdurrahman bin Âİz el-Ezdl, tOc-be bin Âmir (R.A.)'den hadis işitmiş ise bu hadisin senedi sahihtir. Çünkü Ab-durrahman'ın Ukbe'den olan rivayetinin mürsel olduğu söylenmiştir. [2]
Müellifimizin Abdullah bin Mes'ûd (Radıyallâhü anh)'den rivayet ettiği ilk ve üçüncü hadis metni aynidir, senedleri muhteliftir. Bu hadis Kütüb-ı Sitte'nin hepsinde rivayet olunmuştur.
Bu hadis adam öldürmenin ağır günah olduğunu ifâde eder. Çünkü kıyamet günü ilk hükme bağlanacak suçun adam öldürme suçu olduğu ifâde edilmektedir. Ebû Hüreyre (Radıyallâ-hü anh)'den gelen bir hadîste ise kıyamet günü kulun ilk görülecek hesabının namaza âit olacağı bildirilmektedir. îki hadis arasında çelişki yoktur. Çünkü adam öldürme suçu kul hakkına aittir. Namaz kılmama suçu ise Allah hakkıdır. $u halde kul hakları arasında en büyük günah insanın canına kıymaktır. Allah haklarının en önemlisi de beş vakit namazdır.
Bu babın ikinci hadîsini Buhâri ve Müslim de rivayet etmişlerdir.
Bu hadîs, yer yüzünde işlenen bütün cinayetlerin günahında Adem (Aleyhisselâm)'m ilk oğlunun bir payının bulunduğunu ifâde eder. Âdem (Aleyhisselâm)'ın oğlunun kendi kardeşini çe-kemeyerek öldürmesi olayı M â i d e sûresinin 27 ilâ 31'inci âyetlerinde beyân buyurulmaktadır. Bâzı rivayetlere göre Âdem Peygamber'in katil olan oğlunun ismi Kabil ve maktul olan oğlunun ismi de H â b i 1' dir. Bu âyetlerin meali şöyledir:
"Yâ Muhammedi Kureyş müşriklerine Âdem'in iki oğlunun olayını iyice anlat: İkisi birer kurban sunmuşlardı. Birinin (Hâbil'in) kurbanı kabul edilmiş, diğerinin ki edilmemişti. Kurbanı kabul olunmayan (Kabil), "And olsun seni öldüreceğim" deyince, diğeri:
"Allah ancak takva sahibi olanların kurbanını kabul eder. Eğer beni öldürmek üzere elini bana uzatırsan, ben seni öldürmek için elimi uzatıcı değilim. Çünkü ben, âlemlerin Rabbi olan Allah'tan korkarım. Ben, hem benim (kan) günahımla hem de senin (geçmişteki) günahınla dönüp cehennemliklerden olmanı isterim. Zâlimlerin cezası budur, demişti. Bunun üzerine (Kâbiî), kardeşini öldürmek hususunda nefsine uydu ve onu öldürerek hüsrana uğrayanlardan oldu. Sonra Allah, kardeşinin ölüsünü nasıl gömeceğim ona göstermek üzere yeri eşeleyen bir karga gönderdi. (Kabil karganın bu hareketini görünce) ;
Bana yazıklar olsun kardeşimin Ölüsünü gömmek için şu karga kadar olmaktan âciz kaldım, dedi ve ettiğine pişman olanlardan oldu."
Yukarda mealleri bulunan âyetlerin izahı için tefsir kitablanna müracaat edilmelidir.
Yeryüzünde işlenen ilk cinayet K â b i 1' in kendi kardeşim öldürmesi cinayetidir. Kabil, yeryüzünde cinayet işleme çığın açtığı için kıyamete kadar işlenen cinayetlerin günahında onun bir payı' vardır. Hadîs bunu ifâde eder. Bu hadîs, yüce İslâmiyet'in genel kaidelerinden birisini teşkil eder. İyi bir çığır açan bir kimse, o çığırda yürüyen insanların elde ettikleri sevapların bir mislini kazandığı gibi kötü bir çığır açan da o çığırda giden insanların işledikleri günahların bir misli o kimseye aittir. Bu konuda vârid olan hadîslerin bir kısmı Sürtenimizin Mukaddime'sinin 14. babında geçmiştir. 203 - 208 nolu hadîslere bakılabilir.
Zevâid türünden olan U k b e (Radıyallâhü anh)'ın hadîsinde ise haram kana bulaşmak, yâni haksız yere insan öldürme olayına bulaşmak suçu, Allah'a ortak koşma suçuyla birlikte anılarak bu iki suçu işlemeden ölen bir mü'min'in cennetlik olduğu müjdelenmektedir.
Bundan sonra gelen hadisler de adam öldürmenin nasıl ağır günah olduğunu ifâde ederler.
Ukbe bin Âmir (Radıyallâhü anhl'ın hâl tercemesi 558 nolu hadîs bölümünde geçti. îbn-i Mes'ûd (Radıyallâhü anh) 'in hâl tercemesi ise 137 -139 nolu hadîslerde geçmiştir.
2619) el-Berâ bin Âzib (Radtyaltâhü anhyden rivayet edildiğine göre: Resûlullah (Sallaîlahü Aleyhi ve Sellem) şöyle buyurmuştur:
«Şüphesin dünyanın yok olması Allah katında, haksız yere bir mü'mini öldürmekten daha ehvendir.»"
Not: Zevâid'de şöyle denilmiştir : Bunun senedi sahih ve râvîleri sıka zâtlardır. Râvi el-Velîd, bu hadisi Mervân'dan işittiğini belirttiği için tedlîs etme şüphesi gitmiştir. -Müellifimizden başkası da bu hadîsi el-Berâ (.R.AJ'den başka sahâ-bîden rivayet etmiştir. [3]
Zevâid türünden olan bu hadîsi B e y h a k i de rivayet etmiştir. Ayrıca Tirmizî bu hadîsin benzerini Abdullah bin Amr bin eî-Âs (Radıyaîlâhü anhümâ) 'den merfû ve mevkuf olarak rivayet etmiş ve mevkuf olan rivayetin merfû rivayetten daha sahih olduğunu söylemiştir. Tirmizî' nin rivayet ettiği hadis metni şöyledir:
«Şüphesiz dünyanın yok olması Allah katında müslüman bir adamı öldürmekten daha ehvendir.»
Sindi bu hadisin manâsıyla ilgili olarak özetle şöyle der: "Bu hadîs, bir müsiümanı öldürmenin çok büyük ve ağır bir suç olduğuna delâlet eder. Şöyle ki: İnsanların nazarında dünya, yâni yer küresi büyük ve önemli bir varlıktır. Yer küresinin yıkılıp gitmesi de insanların gözünde çok büyük bir musibettir. Bu itibarla "Dünyanın yok olması müsiümanı öldürmekten daha ehven ve basittir" denilince müsiümanı öldürmenin aniatılamıyacak derecede tehlikeli, korkunç, çirkin ve çok büyük bir âfet olduğu belirtilmiş olur.
Bâzılarına göre bu hadîsteki mü'minden maksad Allah Teâlâ'yı kerçek anlamıyla tanıyan, sıfatların mâhiyetine vâkıf olan kâmil mü'mindir. Çünkü yer küresinin yaratılış hikmeti böyle mü'minle-rin yaşaması, Allah'ın azametini düşünmesi, yerde, gökte bulunan varlıklarda tefekkür edip imânla ilâhı sırlara kavuşmasıdır. Şu halde yer küresi ve dünya, kâmil mü'minler için yaratılmıştır. Allah
katında asıl bir yaratık değildir. Asıl yaratık kâmil mü'mindir. Durum bu olunca dünyanın yıkılıp yok olması, kâmil mü'min'in öldü-, rülmesinden daha hafiftir.
2620) Ebû Hüreyre (Radıyallâhü ank)'âen rivayet edildiğine göre; Resûllulah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) şöyle buyurdu, demiştir:
«Kim bir mü'min'i öldürmeye yarım kelime ile (olsun) yardım ederse alnında "Allah'ın rahmetinden ümitsizdir." ibaresi yazıh olduğu halde o kimse Allah Azze ve Celle'nin huzuruna çıkacaktır."
Not; Zevâid'de şöyle denilmiştir : Bunun senedinde bulunan Yezîd bin Ebî Ziyâd'ın zayıflığı hakkında çok söylemişlerdir. Hattâ bu, mevzu bir hadîse benzer, denilmiştir. [4]
Zevâid türünden olan bu hadîsin mislini Beyhakî, îbn-i Ömer (Radıyallâhü anh)'den rivayet etmiştir. Bu hadis, bir mü'-mini öldürmeye en ufak bir işaretle olsun yardım etmenin büyük günah olduğuna işarettir. Cinayete bir işaret ile veya yarım sözle değil de bir takım tahrik ve teşvikle veya maddî yardımla karışan ve maktulün kanına bulaşan kimselerin hâli ne olacak?
Bu hadis sahih ise katil suçuna yardım eden kimsenin alnında y'azılacak «Allah'ın rahmetinden ümitsizdir» ibaresinin mânâsı şöyledir : "Bu adam Allah'ın rahmetinden ümitsiz olmaya müstehaktır." Bu ibareyi böyle yorumlamanın sebebi ise şudur: Zerre mikdarı iman ile ölen bir kimse günahlarının cezasını çekse bile netice itibariyle cennetliktir ve Allah'ın rahmetine kavuşacaktır. Allah'ın rahmeti olmadıkça hiç kimse kurtulamaz. Şu halde bir mü'mini öldürmekte
dahli ve yardımı bulunan kimse zerre mikdarı imanlı ise Allah'ın rahmetinden ümitsiz olmaz. Fakat ümitsiz olmaya müstehak olabilir. Hadîs, mü'mini öldürmeye yardım etmeyi mubah telâkki eden ve bunun haramlığını kabul etmeyenler hakkında olabilir. Bu itikad-da bulunan kimse mü'min sayılmaz ve haliyle Allah'ın rahmetinden ümitvâr olması söz konusu değildir. [5]
2621) Salim bin Ebi'1-Ca'd (Radıyallâhü anh)'den; Şöyle demiştir:
Bir mü'mini kasden (ve bile bile) öldürüp, sonra tevbe ederek îman eden, iyi amel işleyen, sonra hidâyet yolu üzerinde duran kimsenin hükmü (Abdullah) bin Abbâs (Radıyallâhü anhümâ) 'ya sorulmuştur. İbn-i Abbas (buna cevaben) :
Ona yazıklar olsun, nerde onun için hidâyet? Ben sizin Peygamberiniz (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'den:
«Kıyamet günü katil, maktul onu yakalayıp kafasından tuttuğu halde (Allah'ın huzuruna) gelir ve maktul: (Yâ) Rabbi buna sor, niçin beni öldürdü, diyecektir,» -hadîsini işittim.
Allah'a yemin ederim Allah Azze ve Celle Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) 'inize (katilin ebedi cehennemlik olduğuna dâir) âyeti indirdi ve bu âyeti indirdikten sonra (hükmünü) neshet-medi, demiştir." [6]
EI-Münziri' nin beyânına göre Tirmizi ve el-Ev-s&t'mda Taberânî de bunun benzerini rivayet etmişlerdir. Bu hadîsin zahirine göre kasden ve taammüden bir müslümam öldüren kimsenin tevbesi kabul olunmaz. İbn-i Abbâs (Ra-dıyallâhü anh) bu ictihadda idi. İbn-i Ömer (Radıyallâhü anh) 'm da bu görüşte olduğu rivayet olunmuştur. İbn-i Ab-b â s' m hadîste işaret ettiği ve kendi görüşüne mesned saydığı âyet Nisa sûresinin 93. âyetidir, meali şöyledir:
«Kim bir mü'mini kasden Öldürürse cezası, içinde ebedî kalacağı cehennemdir. Allah ona gazab etmiş, lanetlemiş ve büyük azab hazırlamıştır.»
Âlimlerin cumhuruna göre ise bir mü'mini kasden öldüren kimsenin tevbesi sahihtir. Yâni tevbe kapısı ona kapah değildir. Âlimlerin hepsi bu hükümde ittifak halindedir. N e v e v i bu hususta icmâ bulunduğunu kaydeder ve yalnız İbn-i Abbâs'm muhalif kaldığını ifâde eder. İbn-i Abbâs'm mesnedi olup yukarda meali yazılı Nisa sûresinin 93. âyeti âlimlerce çeşitli şekillerde yorumlanmıştır: N e v e v i: Bu âyetin isabetli mânâsı şöyledir; Bir mü'mini kasden öldüren kimsenin cezası cehennemdir, bu ceza ile cezalandırılır veya başka ceza ile cezalandırılır, ya da hiç cezalandırılmaz da Allah tarafından bağışlanır. Eğer bir mü'mini kasden ve katli şer'an helâl olmadığı halde bunun helâl olduğunu iddia ederek ve herhangi bir tevil yoluna da girmeden öldürürse katil, şüphesiz mürted ve kâfir olur ve ebedî olarak cehennemde kalır. Bu hüküm üzerine âlimler icmâ etmişlerdir. Şayet katil mü'mini öldürmenin haramhğım kabul edip bunun helâlliğini iddia etmeksizin öldürürse, fâsık ve âsi olur, büyük bir günah işlemiş sayılır. Cezası, da cehennemde ebedî kalmaktır. Ama imanla ölen hiç bir kimsenin cehennemde ebedî olarak kalmayacağı ve Allah'ın ikramıyla netice itibariyle cennetlik olacağı bildirilmiştir. Bu genel emre göre durumu anlatılan katil de ebedî olarak cehennemde kal-mıyacaktır. Bu katil, Allah tarafından bağışlanırsa hiç cehenneme girmez. Bu olabilir. Diğer günahkâr mü'minler gibi günahına karşılık cehennemde azab görmesi de muhtemeldir. Azabı bitince diğer mü'minler gibi cennete girer ve ebedî olarak cehennemde kalmaz. Bu âyetin doğru mânâsı budur. Mü'mini kasden öldüren katilin belirli bir cezaya müstahak olması, onun behemehal bu cezaya çarptırılmasını gerektirmez. Bu âyette, katilin ebedî olarak cehennemde
kalacağı bildir ilmiyor. Âyetin verdiği haber onun ebedî olarak cehennemde kalmaya müstahak olduğudur.
Bu âyet başka şekillerde de yorumlanmıştır:- Bir kavle göre bu âyet, bir mü'mini kasden öldürmenin helâl olduğuna inanarak öldüren katil hakkındadır. Diğer bir kavle göre bu âyet belirli bir kişi hakkında nazil olmuştur. Bir başka kavle göre âyette geçen Hulûd sözcüğü ebedî ve devamlı kalmak mânâsına olmayıp uzun süre kalmak anlammadır. Dördüncü bir kavle göre âyetin mânâsı şöyledir: Durumu anlatılan katil cezâlandırılırsa cezası budur. Fakat bu kavillerin hepsi âyetteki kelimelerin hakîki mânâlarına aykırı olduğu için ya zayıftır, ya da fâsiddir. Doğrusu yukarda verdiğim mânâdır, diye bilgi verir.
Salim bin Ebi'1-Ca'd Râfi el-Eşcaî el-Kû-fi, Â i ş e (Radıyallâhü anhâ) 'dan ve bir cemaattan mürsel olarak hadîs rivayetinde bulunmuştur. Kendisinden de A m r bin Mürre, Katâde, el-Hakem bin Uteybe ve bir cemâat rivayet etmiştir. Ebû Nuaynı'in dediğine göre hicretin doksan yedinci yılı vefat etmiştir. Diğer bir kavle doksan sekizinci yılı vefat etmiştir. Onun hicretin 100. yılı vefat ettiği de rivayet olunmuştur. Bu râvî hakkında bu bilgiyi veren Hülâsa yazan Abdullah bin Abbâs (Radıyallâhü anh)'m hicretin 68. yık vefat ettiğini yine Ebû Nuaym' den naklen beyân etmektedir. Bu bilgilere göre Salim bin Ebi'l-Ca'd'm İbn-i Abbâs (Radıyallâhü anh) 'den olan rivayeti mürsel olabilir. Çünkü üçüncü tabakadan olan bu râvî'nin çok mürsel rivayetlerde bulunduğu ifâde edilmektedir. Bâzı hadîsleri de Küreyb vasıtasıyla İbn-i Abbâs' dan rivayet etmiştir.
2622) Ebû Saîd-i Hudrî (Radıyallâhü anh)'den; Şöyle demiştir:
(Ey mü'minler) dikkat ediniz Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'in Cmübârek) ağzından işittiğim (şu) şeyi size haber vereceğim hadîsi kulaklarım işitti ve kalbim hıfzetti:
*(îsrâil oğullarından) bir adam doksan dokuz insan öldürdükten sonra tevbe etmek istedi. Yer yüzünün en bilgin adamını soruşturdu. Bunun üzerine kendisine (rahip) bir kimse gösterildi. O da kalkıp ona gitti ve:
— Ben doksan dokuz insan Öldürdüm. Acaba benim için tevbe-(den yararlanma ihtimâli) var mı? diye sordu. (Râhib) adam:
— Doksan dokuz insan (m katlin) den sonra (mi? Yâni yararlanman ihtimâli yoktur), diye cevâb verdi. Râvi demiştir ki, katil
(bu olumsuz cevab üzerine) kılıcını kınından çekip rahibi (de) öldürdü ve böylece öldürdüğü insan sayısını bununla yüze çıkardı. Sonra (yine) tevbe etme arzusu belirdi. Bunun üzerine yer yüzünün en bilgin adamım soruşturdu. Kendisine bir (âlim) adam gösterildi. (Bu kere) ona giderek;
Ben yüz insan öldürdüm, acaba benim için tevbe (den istifâde etmem ihtimâli) var mı? diye sordu. Adam •.
Yazıklar olsun sana! Kim senin ile tevbe arasına girebilir (tev-beden yararlanamazsın diyebilir)? Oturduğun (Kefre isimli) kötü köyden çıkıp iyi olan falan köye (Nasra köyüne) git ve orada Rab-bine ibâdet et, dedi. Bunun üzerine (tevbekâr) katil, tavsiye edilen iyi köye gitmek üzere yola çıktı ve yolda eceli geldi. Rahmet melekleri ile azab melekleri onun hakkında münâkaşa etmeye başladılar : Şeytân! Bu adama ben herkesten fazla yakınım, çünkü hiç bir an bana isyan etmedi (dâima bana uydu) dedi. Rahmet melekleri de: Bu adam tevbe ederek yola çıktı, dediler.»
(Râvi) Hammâm demiştir ki: Humeyd et-Tavil, Bekr bin Abdil-lah aracılığıyla Ebû Râfi (Radıyallâhü anh)'den bana rivayet ettiğine göre Ebû Râfi' şöyle demiştir: (Rahmet melekleri ile azab meleklerinin ihtilâfa düşmeleri üzerine) Allah Azze ve Celle (ihtilâfın halli için) bir melek gönderdi. Melekler ihtilâfın Ijalli için buna baş vurup döndüler. Hakem olan melek: Bakınız. îki köy (yâni ölünün çıktığı kötü köy ile gitmek istediği iyi köy) den hangisi ölünün bulunduğu yere daha yakın ise ölüyü o köy halkının hükmüne tabi tutunuz, diye hüküm verdi.
(Râvi) Katâde demiştir ki: El-Hâsan (el-Basrî) bize şu hadîsi rivayet etti: Bu adama (yolun yarısında) Ölüm erişince, adam kendini (iyi köye doğru) itti ve böylece iyi köye yaklaştı .ve kötü köyü kendisinden uzaklaştırdı. Melekler de kendisini iyi köy halkının hükmüne tabi tuttular (yâni iyi insanlardan saydılar).
Müellifimiz demiştir ki: Ebü'l-Abbâs bin Abdillah bin İsmail el-Bağdadî (de) Affân aracılığıyla Hammâm'dan naklen bu hadîsin benzerini bize rivayet etti." [7]
Bu hadîsi Buhârî ve Müslim de rivayet etmişlerdir. Hadîs metni bâzı rivayetlerde kısadır ve bâzı kelimeler değişiktir. E 1: H â f ı z , el-Fetih'te şöyle der;
"Bu hadîste sözü edilen katilin ve diğer adamların isimleri hakkında bir bilgi edinemedim. Hadîste katilin bir râhib'e baş vurduğu belirtildiği için olayın î s â (Aleyhisselâm)'dan sonra vuku bulduğu anlaşılıyor. Çünkü ruhbanlığın, î s â' ya tâbi toplum tarafından icad edildiği Kur'an-ı Kerîm'de bildirilmiştir. [8]
1. Müslümanı öldürmek suçu dâhil bütün büyük günahlardan tevbe etmek meşrudur. Allah Teâlâ katil adamı bağışladığı zaman maktulü ve diğer hak sahiplerini kendi hazînesinden razı eder. Hadîs böyle yorumlanır.
2. İnsanların işlerine bakmakla görevli meleklerin insanlar hakkındaki ictihadları değişik olabilir. Şöyle ki, meleklerin bir kısmı bir insanın âsilerden sayılması görüşünde iken diğer bir kısmı o insanın Allah'a itaat edenlerden sayılması kanâatma varabilirler. Bu yüzden de melekler arasında bir ihtilâf çıkabilir. Allah yine bir melek vasıtasıyla bu ihtilâfı giderir.
3. İnsanın günah işlemesine çeşitli nedenlerle sebep olan çevreyi ve muhiti değiştirmek ve iyiliklerin hâkim olduğu muhite geçmek uygundur.
4. Hadîs, âlim adamın âlim olmayıp ibâdete düşkün adamdan üstün olduğunu ifâde eder. Çünkü katilin ilk baş vurduğu râhib âlim olmadığı için tevbe etmenin bir yarar sağlıyamıyacağını söyledi. İkinci adam ise âlim olduğu için katile, kimsenin onun tevbe etmesine engel olamıyacağım ve tevbe etmenin yararlı olduğunu ifâde etti.
Kadı Iy âz: Hadîs, tevbenin diğer günahlar için yararlı olduğu gibi katil günahına da yararlı olduğuna delâlet eder. Bu hadîs bizden önceki ümmetlerin şeriatını beyân etmekte ve bu kabîl delillere dayanmanın câizliği ihtilâf konusu ise de bu hüküm ihtilâf konusu meselelerin dışında kalır. Çünkü bu hüküm hakkında şeriatımızda da deliller mevcuttur. Bizim şeriatımızda da delü bulu-"nunca artık ihtilâfa mahal kalmaz. Dînimizdeki delillerden birisi;
«Şüphesiz, Allah
zâtına ortak koşma günahım bağışlamaz ve bundan başka günahları dilediği
kimseler için bağışlar.» âyetidir, demiştir."
[9]
2623) Ebû Şürayh el-Huzâî (Radtyallâhü «»A)'den rivayet edildiğine göre ResûluIIah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) şöyle buyurdu, demiştir :
Yakınının öldürülmesi veya bir uzvunun kesilmesi musibeti başına gelen (mirasçı durumundaki) kimse (şu) üç şeyden birisini seçmekte serbesttir. Eğer dördüncü bir şey isterse manî olunuz. (Üç şey) : Katili öldürmesi veya onu afıv etmesi ya da diyet (tazminat) alması (dır.) Kim bunlardan birisini yaptıktan sonra (diğer bir şeye) dönüş ederse şüphesiz o kimseye, içinde ebedî olarak kalacağı ve ibka edileceği cehennem ateşi vardır.»"
2624) Ebû Hüreyre (Radtyallâhü anhyden rivayet edildiğine göre; ResûluIIah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) şöyle buyurdu, demiştir:
«Bir yakını öldürülen (mirasçı durumundaki) kimse, katili öldürmek veya fidye (tazminat) almaktan uygun gördüğünü seçmeye yetkilidir.»" [10]
Ebû Şurayh (Radıyallâhü anh) 'm hadîsini E b û D â -vûd ve Dârimî de rivayet etmişlerdir. T i r m i z i de bunun bir benzerini yine Ebû Şurayh' tan rivayet etmiştir. Bu hadîste geçen Habl, yara olarak mânâlandırılmıştır. Bu kelimenin bu mânâya olduğuna dâir olup hadîs metni arasında görülen cümlenin kime âit olduğuna dâir bir kayda rastlamadım. Bu cümle Ebû D â v û d ' un rivayetinde yoktur. E 1 - K a r î de bu kelimeyi böyle açıklamıştır. En-Nihâye'de ise bu kelime bir organın bozulması, yâni yararlı halden çıkması mânâsına açıklanmıştır. Sindi de böyle açıklamıştır, Bir organın yararlı halden çıkması o uzvun sakat kalması veya kesilmesi suretiyle olabilir. Böyle bir zarara uğratılan kimseye verilecek tazminat veya suçluya uygulanacak kısas konusu ilerdeki bâblarda izah edilecektir.
Hadîs, maktulün mirasçısı katili öldürmek veya onu afıv etmek ya da tazminat almak hususunda muhayyer olduğuna delâlet eder. Keza, maktulün velîsinin bu üç şeyden ayrı dördüncü bir şey isteyemeyeceğini ve istediği takdirde ona engel olunmasını ifâde ve emreder.
Hadîsin son fırkasından kasdedilen mânâ da şudur: Maktulün velîsi, katili afıv ettikten veya tazminat aldıktan sonra onu öldürmeye dönüş yaparsa veya tazminatsız olarak katili afıv ettikten sonra tazminat istemeye dönüş yaparsa cehennem ateşine müstahak olur. Ebû Davud'un rivayetinde ise «Böyle davranan için ebedî cehennem ateşi vardır» buyurulmuştur. daha önce defalarca anlattığım gibi zerre mikdarı îmanı olan kimsenin ebedî olarak cehennemde kalmıyacağı ve netice itibariyle cennetlik olacağı Kur'an-ı Kerim âyetleriyle ve hadîsi şeriflerle sabittir. Bu itibarla bu hadîs, benzerî hadîsler gibi tevil edilir. Bu tevillerden birisi, böyle davranmayı mubah telâkki eden, yâni meselâ katili öldürmekten vaz ge-"çip tazminat aldıktan sonra onu öldürmeye dönüş yapıp bu dönüşü helâl sayan maktulün velîsi hakkındadır. Bu velî haram olan bir şeyi helâl telâkki ettiği için küfre gitmiş olur ve bu yüzden ebedî olarak cehennemde kalır. Diğer bir yorum, ebedî olarak cehennemde kalmaktan maksad uzun süre kalmaktır, sonsuzluğa dek kalmak değildir.
Ebü Hüreyre (Radıyallâhü anh) 'm hadisi ise Kütübi Sit-te'nin hepsinde rivayet olunmuştur. Bu iki hadis, katili öldürmek veya diyet almak hususunda maktulün velilerinin serbest olduklarına delâlet ederler. Kısas ile diyetten birisini tercih etme yetkisinin maktulün velilerine âit olduğu görüşü cumhur tarafından da kuvvetli görülen görüştür. Fakat, Ebû Hanîfe, Mâlik ve Sev-r i ' ye göre kısas veya diyet hususundaki tercih hakkı katile aittir.
Maktulün velîleri kasden mü'mini öldüren kimseyi öldürmekten vazgeçip diyet istedikleri ve bunu almayı katili öldürmeye tercih ettikleri takdirde ödenecek diyet miktarı ile ilgili gerekli bilgi bundan sonra gelen bâbtaki hadislerin izahı bölümünde verilecektir. [11]
Ebû Şurayh (R.A.Vın Hâl Tercemesi
İlk hadis râvisi Ebû Şurayh el-Huzâî'nin ismi Huveylid bin Amr'dır. Onun isminin Ka'b bin Arar, Abdurrahman bin Amr ve Hâni olduğuna dâir rivayetler, hattâ başka rivayetler de vardır. El-Münzirî'nin beyânına göre en meşhur olan rivayet ilk olanıdır. Hülâsa yazan da bu zât hakkında şu bilgiyi verir :
İsmi Huveylid bin Amr olan bu sahabî, Mekke fetih günü müslüman olmuştur. Yirmi adet hadîsi vardır. Buhâri ile Müslim onun iki hadisini ittifakla rivayet etmişlerdir, Ayn ayrı da birer hadisini almışlardır. Râvileri ise Ebû Saîd el-Makbüri. Nâfi bin Cübeyr ve bir cemaattır. îbn-i Sa'd'm beyânına göre hicretin 68. yılı Medîne-i Münevvere'de vefat etmiştir. Kütüb-i Sitte'nin hepsinde onun rivayeti vardır. (Hülâsa: 452)
2625) Zeyri bin (Sa'cl bin) Dumayra (Radıyallâhü anhümyden; Şöyle demiştir :
Babam (Sa'd) ve amcam bana (şu) hadisi anlattılar. —İkisi de Resûluüah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) 'in beraberinde Huneyn savaşına katılmışlar idi. — İkisi dediler ki: Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) bize öğle namazını kıldırdı. Sonra bir ağacın altında oturdu. Hındıf kabilesi başkanı el-Akra' bin Habis O'nun huzuruna çıkarak (katil durumundaki) Muhallim bin Cessâme'nin kanını (yâni öldürülmemesini) savunmaya başladı. Uyeyne bin Hısn da ayağa kalkarak (maktul) Âmir bin el-Edbat'ın kanını (yâni katili olan Mu halli m'in Öldürülmesini) taleb etmeye başladı. (Maktu!) Âmir el-Eşca' kabilesinden idi. Bunun üzerine Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) maktulün adamlarına:
«Diyeti (=kan bahasını) kabul ediyor (mu) sunuz?» buyurdu. Adam!ar (bundan) imtina ettiler (ve katili öldürmek istediler.) Sonra Benî Leys kabilesinden Mükeytil denilen bir adam ayağa kalkarak t
Yâ Resûlallah Allah'a yemin ederim ki, ben İslâmiyet'in ilk günlerinde öldürülen bu maktul (un kan durumun) u ancak (şöyle olan) bir koyun sürüsü (nün hâli) ne benzetirim-. Sürü su içmeye gelir de (baş kısmı) taşlanıp kovalanır, taşlanmayanı da (korkup) kaçar, (yâni ibret için katil öldürülmelidir), dedi. Sonra Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) (maktulün velîlerine) :
«Size elli (deve) bu yolculuğumuzda (peşin), elli (deve) de (Me-dîne-i Münevvere'ye) döndüğümüz zaman (diyet olarak verilsin)-buyurdu. Onlar da diyeti kabul ettiler." [12]
Bu hadîsi Ebû Dâvûd daha uzun bir metin hâlinde rivayet etmiştir. Hadis, Huneyn savaşı günü buyurulduğu İ b n - i I s h â k ' m el-Mağazî'deki rivayetinde belirtilmiştir. Huneyn, Mekke ile Tâif arasında ve M e k k e' ye üç mil mesafede bir derenin ismidir. Bu savaşın hicretin 8. yılı Şevval ayının 5'inci günü vuku bulmuştur.
Hadîste isimleri geçenler hakkında özlü bilgi verelim:
Katil olan Muhallim bin Cessâme el-Leysi, H i n d i f kabüesindendir. Bu kabilenin isminin H i n d e f olduğu da söylenmiştir. El-Akra' bin Habis (Radıyallâhü anh) da bu kabilenin başkanıdır. Onun hâl tercemesi 2475 nolu hadis bölümünde geçti. Muhallim, onun kabilesinden olduğu için e 1 - A k r a müdafaada bulunmuştur. Muhallim tarafından öldürülen Âmir bin el-Edbat'ın mensup olduğu E ş c a' kabilesi ise Ğ a t f â n isimli büyük bir kabilenin bir koludur. Â m i r' in katili olan M u h a 1 1 i m ' in öldürülmesini isteyen ve bunda isrâr eden Uyeyne bi.n Hısn (Radıyal-lâhü anh) dâ G a t f â n kabüesindendir.
Beni Leys kabilesine mensup Mükeytil isimli zâtın bu olayla koyun sürüsü arasında yaptığı benzetmeden kasdettiği mânâ şudur:
İslâmiyet'in ilk günlerinde çıkan kasden öldürme olayında katile verilecek ceza ibret verici olmalıdır. Bunun için katil öldürülmelidir ki herkes adam öldürmekten sakınsın. Nasıl ki sulanmaya gelen koyun sürüsünün başı taşlandığı zaman arkası da korkudan kaçar.
Maktulün yakınları önce tazminata razı olmayıp katilin öldürülmesinde İsrar etmişler. Sonra Resûl-i Ekrem (Aleyhi's-salâtü ve's-se-Iâm) onlara ellisi peşin ve ellisi de M e d i n e' ye dönüşte verilmek üzere yüz deveyi tazminat olarak ödemeyi teklif edince kabul etmişlerdir. [13]
1. Kasden öldürülen mü'min maktulün mirasçıları katili öldürmekten vaz geçip diyet, yâni tazminat almaları caizdir.
2. Katili öldürmek veya diyet almak hususundaki muhayyerlik hakkı maktulün velilerine ve mirasçılarına aittir, katile âit değildir. Cumhurun görüşü de böyledir. Fakat Ebû Hanife, Mâlik ve S e v r i : Bu konudaki muhayyerlik hakkı katile aittir, demişlerdir.
3. Bir mü'mini kasden öldürmenin diyeti yüz adet devedir. [14]
Müellifimizin rivayetinde bu hadîsi Z e y d, babası Sa'd ile amcasından, bunlar da Resûl-i Ekrem (Aleyhi's-salâtü ve's-selâml'den rivayet etmişlerdir. D u m e y r e (Radıyallâhü anh) ise Z e y d ' in baba babasıdır. Z e y d ' in amcasının ismi hakkında bir bilgi edinemedim. Et-Takrîb'de ; Z e y d ' e Ziyâd da denilmektedir. S a' d , onun babasıdır, D u m a y r e ise onun baba babasıdır. Bu durumda Zeyd bin Sa'd bin Dumayra, denilir. Bir de Zeyd bin Dumayra bin Sa'd denilmektedir. Yâni Z e y d ' in babası Dumayra' dır, D u m a y -r a ' nın babası da S a ' d ' dır, diye bilgi verilmiştir.
Ebû Davud'un rivayetinde ise Ziyâd bin Dumayra ed-Dumarî ve Ziyâd bin Sa'd bin Dumayra es-Sülemi, şeklinde iki tür rivayet vardır. Keza, Ebû Davud'un rivayetine göre bu hadisi Zeyd, kendi babasından ve dedesinden rivayet etmiş ve babası ile dedesinin H u -n e y n savaşına katıldıklarını ifâde etmiştir. Bu rivayete göre hadîsin ilk râvîleri Dumayra ile oğlu Sa'd' dır.
Bu zâtlar hakkında Hülâsa'da verilen bilgiyi aktarmakla yetine-lim. Çünkü sahâbî olan râvînin isminin meçhul olması bile hadisin sıhhatini haleldar etmez.
Dumayra ed-Dumarî veya e s - S ü 1 e m i (Radıyallâhü anh) H u n e y n savaşına katılan sahâbilerdendir. Ravi-si, oğlu Sa'd (Radıyallâhü anhî'dır. Torunu Ziyâd bin S a ' d ' m da kendisinden rivayette bulunduğu söylenmiştir. Ebû Dâvûd ile I bn-i Mâceh onun hadîslerini rivayet etmişlerdir,[15]
Sa'd bin Dumayra CRadıyallâhü anh) da H u n e y n savaşma katılan sahâbîlerdendir. Hadisini, oğlu Ziyâd rivayet etmiştir. Ebû Dâvûd onun hadîsini almıştır.[16]
Ziyâd bin Sa'd bin Dumayra es-Sülemî, babasından rivayette bulunmuştur. Râvisi, Muhammed bin Ca'fer bin ez-Zübeyr' dir. el-Mizân'da beyân edildiğine göre tam tanınmamaktadır. Ebû Dâvûd ile İbn-i Mâceh onun rivayetlerini almışlardır.[17]
2626) Amr bin Şuayb'ın dedesi (Abdullah bin Amr bin el-As) (Ro-dtyallâhü anhüm)'c\en rivayet edildiğine jjöre Resûliillah (Saltaltahü Aleyhi ve Sellem) şöyle buyurdu, demiştir :
«Kim (bir mü'mini) kasden öldürürse o kimse maktulün velîlerine teslim edilir. Maktulün velîleri dilerlerse onu öldürürler, dilerlerse diyet (kan bahası) alırlar. Bu da otuz (aded) hikka (dört yaşına giren dişi deve), otuz aded cezaa (beş yaşma b&san dişi deve) ve kırk aded halıfa (hâmile deve) dir. Bu diyet, kasden öldürme tazminatıdır. Maktulün velîleri ile ne (meblâğ) üzerine sulh yapılırsa bu (meblâğ) onların hakkıdır. Bu da diyetin ağırlaştırılmış olanıdır." [18]
Tirmizi ve Ebû Dâvûd da bu hadîsi rivayet etmişlerdir. T i r m i z i bu hadisin hasen - garîb olduğunu söylemiştir. Bu hadis de bir mü'mini kasten öldüren kimsenin maktulün velilerine teslim edileceğine, maktulün velilerinin katili öldürmek veya kan bahasını almak hususunda muhayyer kılındıklarına ve bir mü'mini kasden öldürme diyetinin belirli yaşlardaki yüz deve olduğuna delâlet eder. Terceme esnasında belirttiğim gibi bu diyet, dört yaşında 30 ve beş yaşında 30 dişi deve ile 40 tane hâmile devedir. Maktulün velîleri bundan fazla bir meblâğ üzerine sulh olurlarsa bu meblâğ onlara verilir. Anılan diyet, ağır diyettir.
Hadiste geçen Akl, diyet manasınadır. Hıkka, Cezaa ve Hahfa kelimelerinin anlamlarını tercemede parantez içi ifâde ile belirttim, [19]
Diyet yönünden öldürme çeşitleri üçtür: Amden, yâni kasden öldürme, Şibh-i Amd, yâni kasden olana benzer öldürme ve hatâen yâni kasden olmadığı kasden olana benzemeyen öldürme. Öldürme çeşitlerinin üç olduğu görüşü Hanefîler'in, Şâfiîler'in, Hanbelîler'in, ve Evzâî, Sevrî, İsh âk, Ebû Sevr gibi âlimlerin mezhebidir. Sahâbîlerin cumhuru ile tabiîlerin cumhuru ve bunlardan sonra gelenlerin görüşü de bu merkezdedir. Bunlara göre kasden öldürme suçunda verilen ceza Kur'an âye-tiyle sabit olduğu üzere kısastır. Maktulün velileri kısastan vaz geçip diyete râzi olsalar, üzerine ittifak edilecek, barış yapılacak meblâğ onlara verilir. Hatâ olan öldürme olayında ise yine Kur'an âye-tiyle sabit olduğu üzere maktulün velîlerine diyet verilir. Bu diyet mikdarı bundan sonra gelecek 6. bâbta anlatılacaktır. Şibh-i Amd, yâni kasden olana benzeyen öldürme olayında ise Diyet-i Muğallaza, yâni ağırlaştırılmış diyet verilir. Bununla ilgili gerekli bilgi de bundan sonra gelecek 5. bâbta anlatılacaktır. [20]
Hanefî mezhebine âit Fıkıh kitablanndan el-Hidâye'de şöyle denilmektedir:
"Kasden öldürme, silâhla veya bilenmiş sopa gibi silâha benzeyen bir cisimle olan öldürmedir. Silâh veya benzerî olmayan bir cisimle olan öldürmeye Ebû Hanîfe Şibh-i Amd, yâni kasden olana benzeyen öldürme demiştir. Ebû Yûsuf, Muham-m e d ve Şafiî ise; Katil büyük bir taş veya büyük bir ağaç vurmak suretiyle öldürürse, bu öldürme kasden öldürme sayılır. Genellikle öldürücü olmayan bir cisimle dövmek niyetiyle vururken öldürürse bu öldürme Şibh-i Amd, yâni kasden olana benzeyen Öldürme çeşitidir, demişlerdir. [21]
Bu hadisi şerife göre kasden öldürülen bir mü'minin diyeti yüz devedir. Develerin yaş durumu terceme ve izahta belirtildi. Tekrara gerek yoktur. Bu diyeti katil peşin olarak ödemek durumundadır. Bu diyetin Muğallaza, yâni ağırlaştırılmış diyet olması şu yönlerdendir : Develerin 30 adedi 4 yaşında, 30 adedi 5 yaşında ve 40 adedinin hâmile olması, diyetin katilin yakınlarından değil de doğrudan doğruya katilden tahsili ve bunun defaten peşin olması gereklidir.
Mâliki, Şafiî ve Han beli mezheblerinin görüşü budur. Hanefîler'e gelince bunlara göre kasden öldürme di-
yeti yine 100 devedir. Ama bunların yaşları farklıdır. Şöyle ki, 2'nci, 3'üncü, dördüncü ve 5'inci yaşlara basmış dişi develerden 25'er aded olacaktır. Bu diyet, katilin baba tarafından mirasçısı durumunda bulunan erkekler tarafından üç yıl içinde taksitle ödenir. Bu diyet 6. bâbta gelecek olan hatâen öldürme nevindeki diyete göre ağırdır. Bu nedenle bu diyete de Muğallaza, yâni ağırlaştırılmış diyet denilir.
Bir mü'mini kasden öldüren katil ile maktulün mirasçıları bir kan bahası üzerine barıştıkları zaman anlaştıkları mal diyet mikda-rından az olsun çok olsun, bu sulh caizdir. Biçilen kan bahası ne ise, yâni diyet miktarından az veya çok ya da tam diyet kadarı ise bunun ödenmesi vâcib olur ve katil kısas yoluyla öldürülmekten kurtulmuş olur. Bu hüküm hususunda imamlar ittifak halindedir. Hadîsin son kısmındaki fıkra kanımca bu hususa aittir. Şu halde maktulün velîleri ne gibi bir mal ve meblâğ üzerine sulh olurlarsa bu mikdar diyetten fazla da olsa onların hakkıdır. Diyetten fazla olursa şiddetlendirilmiş bir diyet olmuştur, denilebilir. [22]
Bu bâbta rivayet olunan hadislerin tercemesine geçmeden önce ğu hususu belirtmekte fayda görüyorum:
Bundan önceki babın hadîslerinin izahım yaparken diyet durumu bakımından öldürme çeşitlerinin üç olduğunu ve bunlara Amden öldürme yâni kasden öldürme, Şibh-i Amd öldürme, yâni kasden olana benzeyen öldürme, Hatâen öldürme, yâni kasıd olmadığı gibi buna benzer sayılan çeşitin dışında kalan, öldürme isimlerinin verildiğini belirtmiştim. Ayrıca bu çeşitlerin âlimlerce yapılan tariflerine de işaret etmiştim.
Bu üç çeşidin özlü tarifini tekrarlayayım : Amden öldürme, silâhla olan veya bilenmiş sopa gibi silâh hükmünde görülen bir cisimle işlenen katil olayıdır. Ebû H a n î fe. böyle tarif etmiştir. Ebû Yûsuf, Muhammed ve Şafii ise: Büyük taş veya büyük bir ağaç parçası vurmak suretiyle olan öldürme olayı da Amden öldürme türüne girer, demişlerdir.
Şibh-i amd Öldürme ise bu üç imama göre, genellikle öldürücü olmayan bir cisimle dövmek isterken bu dövmeden meydana gelen öldürme olayıdır. Ebû Hanîfe ise: Silâh ve bunun hükmün-
de görülen cisimler dışında kalan bir cisimle olan Öldürme olayıdır, demiştir.
Bu nevi öldürme Amden öldürme ile hatâen Öldürme arasında kalan üçüncü bir nevî sayılır. Mâlik bu nevi kabul etmiyor. Amden öldürme ile hatâen öldürme dışında bir öldürme çeşidi yoktur, diyor.
Bu üçüncü nevi öldürmenin varlığına hükmeden âlimler buna şu ismi de verirler: Şibh-i amd olan hatâen öldürme (yâni kasden öldürmeye benzeyen ve fakat hatâen olan öldürme).
Hatâen öldürme nevi ile ilgili bilgi bundan sonra gelen bâbta verilecektir. Amden öldürme diyeti hakkındaki bilgi ise bundan önceki bâbta verilmiştir. Şimdi burada bu iki nevin bir nevi karışımı gibi olan Şibh-i amd öldürmenin diyetini beyân eden hadisleri terce-me edelim.
2627) Abdullah bin Amr {bin el-Âs) (Rodtyallâhü anhümâ)\\m\ rivayet edildiğine göre; Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve SeHcrn) şöyle buyurmuştur:
«Kasden öldürmeye benzeyen hatâen (yanlışlıkla) Öldürme olayının maktulü, kamçı ve sopa ile öldürülen kimsedir. (Bunun diyeti), kırk tanesi hâmile olan yüz devedir.»
Müellifimiz bu hadisin bir mislini ikinci bir senedle de Abdullah bin Amr'den merfû olarak rivayet etmiştir."
2628) (Abdullah) bin Ömer (Radiyallâhü anhümâ)'dan; Şöyle demiştir :
Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) Mekke fetih günü Kabe merdiveni üzerinde ayağa kalkarak Allah'a hamu" ve sena ettikten sonra şöyle buyurdu;
«Hamd (Mekke'nin fethine dâir) va'dini yerine getiren, kuluna — Muhammed (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'e— yardım eden ve düşman topluluklarım yenilgiye yalnızca uğratan Allah'a mahsustur. Bilmiş olunuz ki: (Kasden işlenene benzeyen) hatâen öldürme olayı maktulü, kamçı ve sopa ile öldürülen kimsedir. Bunun diyeti yüz devedir. Develerin kırk tanesi karınlarında yavruları bulunan haîifa (hâmile) develerdir. Bilmiş olunuz ki ı Câhüiyet devrinde iftihar vesilesi edilen her şey ve bütün kan dâvaları şu iki ayağımın altındadır, (yâni bâtıldır, düşmüştür). Ancak olagelen Kâ'be siçtâne-si (hizmet ve bakımı) ve hacı sıkayesi (sulaması) bu hükmün dışındadır. Bilmiş olunuz ki: Bu iki işi evvelce olduğu gibi ellerinde bulunanlara vermeyi onaylıyorum.»" [23]
Bu bâbta rivayet olunan iki hadîsi Ebû Dâvûd ve Ne-s â i de rivayet etmiştir. Râvi el-Kâsını bin Rebîa bu hadisi bir rivayetinde İ bn-i Amr (Radıyalîâhü anh) 'den, diğer bir rivayetinde Ukbe bin Evs aracılığıyla bu sahâbî-
den, bir başka rivayette de bu hadîsi tbn-i Ömer (Radıyal-lâhü anh)'den rivayet etmektedir. Müellifimiz ve Ebû Dâvûd bu üç rivayeti de almışlardır, pârekutnî de bu hadisi rivayet ederek râvîlerin söz konusu ihtilâflarını nakletmiştir. El-Mün-z i r î' nin dediği gibi el-Kasım'm bu hadisi hem 1 b n - i Ömer* den hem de İbn-i Amr' den işitmiş olması muhtemeldir.
Resûl-i Ekrem (Aleyhi's-salâtü ve's-selâm) 'in bu hadisi M e k -k e' nin fethedildiği günü buyurduğu belirtilmektedir. Mekke, hicretin 8. yılı Ramazan ayında fethedildi. Hadîste geçen "Ahzâb" kelimesi "Hizb"in çoğuludur, hizibler, topluluklar anlamındadır. Burda, Hendek savaşma katılan düşman kuvvetleri kas-dedilmiş olabilir. Bu kelime ile genel anlamda düşman kuvvetleri mânâsının kasdedilmiş olması da muhtemeldir.
Me'süre: Geçmişlerin övgüye lâyık meziyetleri ve iyi işleri manasınadır. Burda câhiliyet devri insanlarının iftihar edip iyi iş olarak telâkki ettikleri şeylerdir. İslâmiyet câhiliyet devri insanlarının bu tür işlerinin iftihar vesilesi edilmesini iptal etmiştir. Keza kan gütme dâvalarını da yasaklamıştır. Câhiliyet devri insanlarının iftihar ve övgüye lâyık saydıkları şeylerden iki tanesi bu hükmün dışında tutulmuştur. Bunlar K a' b e Sidâne'si ve hacı Sikaye'si-dir. Sidâne, K a' b e' nin bakım ve hizmetidir. Buna Hicâbe de denilir. Sikaye ise hacılara su sunmak hizmetidir. Bu iki görev câhiliyet devrinde de övgüye lâyık en şerefli hizmet sayılırdı. Hat-tabî: Câhiliyet devrinde Hicâbe, yâni K a ' b e bekçiliği ve hizmeti Abdü'd-Dâr oğullarının elinde idi. Sikaye, yâni hacılara su sunmak hizmeti de H â ş i m oğullarının elinde idi. Resûl-i Ekrem (Aleyhi's-salâtü ve's-selâm) Mekke fetih günü buyurduğu bu hadîsle bu iki şerefli hizmetin bu iki ailede kalmasını uygun bulmuştur. Bu emirden sonra artık K a ' b e hizmetine Şey-b e oğulları ve hacıları sulama işine de A b b â s oğulları bakmaya devam etmişlerdir, der. [24]
1. Öldürme çeşitlerinden birisi de Şibh-i amd, yâni taammüden ve kasden öldürmeye benzeyen bir öldürme nevidir. Yukarda da işaret ettiğim gibi Mâlik, bu nevî öldürme çeşi iinin Kur*an-i Ke-rîm'de bulunmadığım, bu nedenle öldürmenin taammüden ve hatâen olmak üzere iki türden ibaret olduğunu söylemiştir.
2. Kamçı ve sopa ile meydâna gelen öldürme olayı Şibh-i amd nevindendir. Bu hükümle ilgili ilmî görüşlerin özetleri şunlardır:
a) Hanefiler'e göre, silâh ve onun hükmünde olan cisimler dışında kalan bir şeyle döverken ve öldürme niyeti değil de dövme niyeti taşırken meydana gelen öldürme olayıdır. Vurulan cisim, ister ekseriyetle tehlike arz eden büyük taş ve büyük sopa gibi bir şey olsun, ister ekseriyetle tehlike arz etmeyen küçük taş ve küçücük sopa gibi bir şey olsun fark etmez.
b) Şâfiîler, Hanbelîler ve Hanefîler' den Ebû Yûsuf ile Muhammed'e göre ekseriyetle, tehlike arz etmeyen küçük taş gibi bir cisimle dövmek isterken ve ard arda darbeler olmaksızın meydana gelen öldürmedir. Ama derbeler ard arda olursa, bu şekilde meydana gelen öldürme teammüden ve kasden öldürme nevine girer. Zayıf bir kavle göre yine Şibh-i amd sayılır.
c) Bu nevi öldürme kısmının, varlığını kabul etmeyen Mâli-kiler ise: Küçük taş ve küçük sopa ile meydana gelen öldürme teammüden olan öldürme nevine girer, demişlerdir.
3. Şibh-i amd, yâni kasden olan öldürmeye benzeyen öldürme diyeti Muğallaza, yâni ağırlaştırılmış diyettir. Çünkü ödenen 100 devenin 40 adedinin hâmile olması şartı koşulmuştur. [25]
A) Atâ, Şafiî ve Muhammed bin el-Hasan bu hadîsin zahirini tutarak: Bu diyet, kırk aded hâmile, dört yaşma ve beş yaşına basmış otuzar aded dişi olmak üzere yüz devedir, demişlerdir. Muğallaza, yâni ağırlaştırılmış olan bu diyet katilin baba tarafından olan mirasçıları tarafından üç yıl içinde taksitle ödenecektir.
B) Ebû Hanîfe, Ebû Yûsuf, Ahmed ve İ s -hâk'a göre. bu diyet, iki, üç, dört ve beş yaşlarına basmış dişi develerden yirmi beşer adettir. Bu diyet katilin baba tarafından olan erkek mîrasçılarınca üç yıl içinde taksitle ödenir.
C) M â 1 i k î 1 e r ise bu nevî öldürmeyi teammüden öldürme sayarlar ve: Bunun diyeti teammüden öldürme diyetidir, derler ki, A grubunun yuka^c beyân edilen görüşlerinde anlatılan yaşlardaki develerdir. [26]
2629) (Abdullah) bin Abbâs (Radıyallâhü anhümâ)'âan rivayet edildiğine göre :
Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Seîîem), öldürme diyetini on iki bin (dirhem gümüş) kıldı."
2630) Amr bin Şuayb'ın dedesi (Abdullah bin Amr bin el-Âs) (Ra-dtyallâhü anhüm)'den rivayet edildiğine göre; Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) :
Kim hatâen (= yanlışlıkla) öldürülürse onun develerden diyeti otuz bint-i Madhâd (iki yaşma giren dişi deve), otuz bint-i Lebûn (üç yaşma giren dişi deve), otuz hıkka (dört yaşma basan dişi deve) ve. on ibn-i Lebûn (üç yaşına giren erkek deveîdir, buyurmuştur.
BesûluIIah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem), köylülerin ödeyeceği bu diyet için dört yüz dinar (altın) veya buna denk gümüş kıymet takdir ederdi. Deve sahiplerinin ödeyeceği bu diyet için de kıymet takdir ederdi. Develer pahalanınca, (deve sahiplerinin ödeyeceği) diyetin bedelini de artırırdı ve develerin fiatı düşünce diyetin bedelini de eksiltirdi. Resûl-i Ekrem (Sallallahü Aleyhi ve Sellem), (deve sahiplerinin ödeyeceği bu nevî diyetin kıymetini) zamanın (rayiç) durumuna göre ayarlardı. Böylece bu nevî diyetin kıymeti Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) hayatta olduğu dönemde, dört yüz dinar (altın) ile sekiz yüz dinar (altın) arasındaki meblâğlara veya bunun (yâni sekiz yüz dinarın) gümüşten dengi olan sekiz bin dirheme ulaştı.
Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) sığır sürüsü sahipleri tarafından diyeti sığırdan ödenecek maktulün diyetinin iki yüz sığır olduğuna ve koyun sürüsü sahipleri tarafından diyeti koyundan ödenecek maktulün diyetinin iki bin koyun olduğuna hükmetti."
2631) Abdullah bin Mes'üd (Radıyallâhü anh)'âen rivayet edildiğine göre: Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) şöyîe buyurdu, demiştir:
«Hatâen (yanlışlıkla) öldürme diyetinde yirmi hıkka (beş yaşı na giren dişi deve), yirmi cezaa (dört yaşına giren dişi deve), yirmi bint-i mahad (iki yaşına giren dişi deve), yirmi bint-i Lebûn (üç yaşma giren dişi deve) ve yirmi ibn-i mahad (iki yaşma giren erkek deve lâzım)dır.»"
2632) (Abdullah) bin Abbâs (Radtyallâhü anhümâ)'dan; Şöyle demiştir :
Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) öldürme diyetini on iki bin (dirhem gümüş) kıldı. İbn-i Abbâs dedi ki: Allah Teâlâ'mn:
«Allah ve Resulü bol nimetinden onları zenginleştirdi de öç almaya kalktılar,[28] buyruğu, bunun hakkındadır. İbn-i Abbâs dedi ki: Âyette sözü edilenler diyet almakla (zenginleştiler.)" [29]
Ibn-i Abbâs (Radıyallâhü anh)'ın ilk hadisini E b û Dâvûd, Tirmizî, Nesâi, Beyhakî ve Dâre-k u t n î de rivayet etmişlerdir. O'nun diğer hadîsini, yâni bu babın son hadisini N e s â i de rivayet etmiştir.
Amr bin Şuayb'in dedesinin hadîsini Ebû Dâvûd ve N e s â î de rivayet etmişlerdir.
İbn-i Mes'ûd (Radıyallâhü anh) 'in hadîsini Ebû Dâvûd, Tirmizî, Şafiî, Ahmed ve Nesâî de rivayet etmişlerdir.
İbn-i Abbâs (Radıyaliâhü anh) 'in hadîslerine göre diyet, gümüşten ödendiğinde on iki bin dirhemdir. Amr bin Şuayb'in dedesinin hadîsine göre ise köylüler diyeti altın veya gümüşten ödediklerinde, dört yüz dinar altın veya bunun değerindeki gümüşü öderler. Bir dinar on dirhem kabul edildiğine göre dörtyüz dinar altın dört bin dirheme tekabül eder. Bu, meblâğ köylülerden alman diyet miktarıdır. Köylülerden bu kadar diyet aldıran Resûl-i Ekrem (Aleyhi's-salâtü ve's-selâm) deve sahiplerinden bu meblâğı almayıp ödenmesi gerekli develerin günün râyıcına göre olan değerinin tutarı ne ise onu tahsil ettirdiği bu hadîste belirtilmekte ve bu tutarın o dönemde dört yüz dinar ile sekiz yüz dinar arasında oynadığı ifâde edilmektedir. Ayrıca sekiz yüz dinarın sekiz bin dirhem gümüşe tekabül ettiği bildirilmektedir.
Amr bin Şuayb'in dedesinin hadîsinden çıkarılan diğer bir hüküm de sığır sahiplerinden iki yüz sığır ve koyun sahiplerinden iki bin koyun diyet olarak alındığı ifâde edilmektedir.
Şu noktayı da belirteyim: Altın, gümüş, sığır ve koyundan ödenen mezkûr meblâğları hatâ en, yâni yanlışlıkla öldürme diyeti olarak alındığı anlaşılıyor. Altın, gümüş, sığır ve koyundan da diyetin ödenmesinin câizliğine hükraeden âlimlerin bir kısmı: Bu mallardan ödenecek meblâğlar Hatâen olan öldürme diyeti olabildiği gibi Şibh-i amd, yâni teammüden öldürmeye benzeyen öldürme diyeti de olabilir, demişlerdir.
Hatâen, yâni yanlışlıkla öldürme diyeti deve olarak ödendiğinde: Amr bin Şuayb'in dedesinin hadisine göre bu diyet, iki, üç ve dört yaşlarına basmış otuzar aded dişi deve ve üç yaşma basmış on tane erkek devedir. H a t t â b i, el-Maâîim'de: Fıkıh-çılardan bu hadîs ile hükmeden hiç kimseyi bilmiyorum, demiştir. Yâni hatâen öldürme diyetinin bu hadîste yaş, cinsiyet ve sayısı belirtilen develer olduğuna hükmeden fıkıhçı yoktur. Fıkıhçıların bu husustaki görüşleri ve delilleri aşağıda beyân edilecektir.
îbn-i Mes'ûd (Radıyallâhü anh) 'in hadîsine göre hatâen öldürme diyeti, iki, üç dört ve beş yaşlarına basmış yirmişer aded dişi deve ve iki yaşına basmış yirmi adet erkek devedir.
2630 nolu hadîste geçen cümlesi sünenimizin elde mevcut iki nüshasında böyledir. Cümle bu olunca şöyle ter-ceme etmek gerekir kanısındayım:
"Ve Resûl-i Ekrem (Aleyhi's-salâtü ve's-selâm), hatâen —yanlışlıkla— öldürme diyetine develerin zamanlarına göre (yâni develerin değişik zamanlardaki fiatlarına göre) kıymet takdir ederdi."
Sünenimizin bir nüshasında bu cümle yerine cümlesi bulunur. Nesâî' nin rivâyetindeki cümle de böyledir. Cümle böyle olunca mânâsı gayet açıktır ve meâlen şöyledir: «Ve Resûl-i Ekrem (Aleyhi's-salâtü ve's-selâm) hatâen öldürme diyetini (ödemek durumundaki) deve sahipleri üzerine (şöyle) kıymet takdir ederdi.»
Bu cümle Ebû Davud'un süneninde; «Ve Resûi-i Ekrem (Aleyhi's-salâtü ve's-selâm) hatâen öldürme diyetine, develerin Hatlarına göre kıymet takdir ederdi,» şeklindedir. Bu ibarenin anlamı da gayet açıktır. Arap-
ça yazıyı bilenlerin malumu olduğu üzere; «ezmân» kelimesi ile; «esman» kelimesinin yazılışı arasında bir yakınlık vardır. Esman kelimesi mânâ bakımından daha uygun olduğu için sünenimizdeki Ezmân kelimesi bir matbaa hatâsı olabilir. Allah en iyi bilendir. [30]
1. Hanefiler ile Han be li ler'e göre hatâen, yâni yanlışlıkla öldürme diyeti yüz devedir. Develerin yaş ve cinsiyeti şöyledir : İki, üç, dört ve beş yaşlarına basmış yirmişer adet dişi ve iki yaşına basmış yirmi adet erkek devedir. Delilleri ise 2631 nolu İbn-i Mes'ud (Radıyallâhü anh)'m hadisidir. İ b n-i M e s'û d ' un görüşü de böyledir.
2. Şâfiiler ile M â 1 i k i 1 e r'e göre bu diyet birinci grubun belirttiği develerdir. Şu farkla ki, ödenecek yirmi erkek devenin iki yaş değil de üç yaşma girmiş olması gereklidir. E 1 - L e y s bin S a ' d ' m görüşü de budur. Sindi, Nesâi' nin haşiyesinde Şerhü's-Sünne'den naklen şu bilgiyi verir : Şafii1 nin iki yaşındaki erkek deve yerine üç yaşındaki erkek devenin ödenmesine hükmetmesinin sebebi şudur: İbn-i Mes'ûd'un bu hadîsinin râvilerinden Hışf bin Mâlik meçhuldür. Bundan başka hadisi yoktur. H a y b e r maktulleri için Resûl-i Ekrem (Aleyhi's-salâtü ve's-selâm)'in zekât develerinden diyet ödediği rivayet olunmuştur. Zekât olarak ödenen deve yaşlan içinde iki yaşma basmış erkek deve yoktur, iki yaşma girmiş dişi deve bulunmadığı zaman, onun yerine üç yaşma basmış erkek- devenin zekât olarak ödenmesi caizdir.
İbn-i Mes'ûd'un bu hadisine âit senedde H a c c â c bin E r t â t isminde zayıf râvi de mevcuttur.
Dört mezheb âlimlerinin görüşüne göre hatâen öldürme diyeti katilin yakınları tarafından ödenir ve bu diyet hafif bir diyettir. [31]
Bu bâbta rivayet olunan İbn-i A b b â s (Radıyallâhü anhl'ın iki hadisi ile A m r bin Şuayb'in dedesinin hadîsine göre diyet altın, gümüş, sığır ve koyundan da Ödenebilir. Dört mezheb âlimlerinin bu husustaki görüşlerine gelince :
1. Hanefîler Üe Hanbeli ler'e göre diyet deveden ödendiği gibi altın ve gümüşten de ödenebilir. Altın ve gümüşten Ödenebilmesi için develerin bulunamaması şartı yoktur. Diyet bu üç nevi maldan başka şeylerden ödenemez. Diyet altından ödendiğinde bin dinar ödenir. Bir dinar bir miskal demektir. Diyet gümüşten ödenecek olursa on bin dirhem ödenir. Dinar, miskal ve dir-hem'in kaç grama tekabül ettiğini öğrenmek için sünenimizin zekât bölümüne baş vurabilir.
Hanefîler' den Ebü Yûsuf iîe Muhammed'e göre diyet sığır, koyun ve elbiseden de ödenebilir. Diyet, sığırdan iki yüz adet, koyundan bin aded ve elbiseden iki yüz takımdır.
2. Ş â f i î' ye göre diyet, ancak develerden ödenir. Tarafların rızâsı olursa bunun değeri ödenebilir. Şayet deve yok İse mû-temed kavline göre develerin değeri ödenir. Şafii' nin kadim (eski) kavline göre develer bulunmazsa bunun yerine on iki bin dirhem gümüş veya bin dinar altın ödenir. Fakat mûtemed kavli cedid (yeni) olan birinci kavlidir. Diyet, sığır, koyun ve elbise gibi mallardan ödenmez.
3. Mâlikiler'e göre diyet on iki bin dirhem gümüş veya bin dinar altın ödenebilir. Bu kavil, Ahmed, İshâk, Hasan-1 Basrî ve Urve bin Zübeyr' den de rivayet olunmuştur. Mâliki mezhebine göre diyet sığır, koyun ve elbise gibi mallardan ödenemez.
Diyetlerle ilgili geniş bilgi için fıkıh kitablarına baş vurulmalıdır.
Biz bu kadarhk bilgi ile yetindim. [32]
Âkile: Âkil'in çoğuludur. Âkil, diyeti ödeyene denilir. Akl da diyet manasınadır. Diyet kelimesini daha önce açıklamıştım.Tekrar söyleyeyim: Diyet ise kan bahası olarak ödenen tazminata denilir. Akl kelimesinin lügat mânâsı deveyi bağlamaktır. Diyet develerini ödeyenler bu develeri maktulün mirasçılarının evleri önüne getirip bağladıkları için diyete Akl denilmiş ve bunu ödeyene Âkil denilmiştir. Ödeyenler birden fazla kişiler olduğu için de bunlara çoğul mânâsını ifâde eden Âkile ismi verilmiştir. Diyetin aslı develerden ödenir. Şayet develerin değeri olan altın veya gümüş olarak ödenirse buna da Akl denilmiştir, ödeyenlere de Âkile denilmiştir. Âkile katilin baba tarafından olan yakınlarıdır. Ayrıntılı bilgi bu bâbtaki hadîslerin izahı esnasında verilecektir. Hadîsleri terceme ederken diyeti ödeyenleri Âkile ismi ile ifâde edeceğim.
2633) El-Muğîre bin Şu'be[33] (Radtyallâhü ankyden; Şöyle demiştir :
BesûluUah (Sallaîlahü Aleyhi ve Sellem) diyetin (katilin) âkilesi tarafından ödenmesine hükmetti."
2634) El-Mıkdâm eş-Şâmî (bin Madîkerib)[34] (Radtyallâhü anh)'-den. rivayet edildiğine göre; Resûlullah (Sallaîlahü Aleyhi ve Sellem) şöyle buyurdu, demiştir :
-Mirasçısı olamayan (nıüslüman)ın mirasçısı benim. (Yâni malım beytü'1-mala korum). Onun diyetini Öderim ve ona mirasçı olurum. Dayı, mirasçısı olmayan (yeğenin) in mîrasçısıdır. Onun yerine diyet öder ve onun mirasını alır.»" [35]
El-Müğîr e (Radıyallâhü anh)'m hadîsini Müslim, Tirmizî, Ebû Dâvûd ve Nesâi de rivayet etmişlerdir. El-Mikdâm (Radıyallâhü anh) 'm hadîsini Ebû Dâvûd ve Nesâi de rivayet etmişlerdir.
Bu hadîsler, diyetin katilin âkilesi tarafından ödenmesinin gerektiğine delâlet ederler.
Âkile kelimesinin mânâsı hakkında yukarda özlü bilgi vermiştim. Âlimler bu kelime ile kasdedilen mânâ hakkında biraz farkh görüş beyân ettikleri için bu konuya özlü olarak değinmek isterim. Şöyle ki:
1. Hanefîler'e göre hatâen, yâni yanlışlıkla öldürme ve teammüden olmamakla beraber buna benzeyen ve Şibh-i amd ismi verilen öldürme olayı dolayısıyla maktulün mirasçılarına ödenecek diyet, katilin âkilesi tarafından verilir. Bu diyeti verenlere Âkile denilir. Katil, ismi divân denilen ve devlet tarafından tutulan büyük defterlerde yazılı askerlerden ise onun âkilesi bu defterlere isimleri yazılı olanlardır. Bunlar onun diyetini üç yıl içinde öderler. Divân'-da isimleri yazılı bulunan kadınlar ve çocuklar âkile dışında tutulurlar. Divânda yazılı erkeklerin katilin akrabaları olması şartı aranmaz. Şayet katil, divânda yazih değil ise âkilesi onun kabilesidir. Di-vân'da ismi yazılı olmadığı gibi kabilesi ve yakınları da yok ise âkilesi, beytü'î-maldır. Yâni diyeti devlet hazinesinden ödenir. Katilin babası ve oğulları gibi usûl ve furuunun âkileden sayılıp sayılmayacağı hususunda ihtilâf vardır.
2. Şafii ve Hanbeli âlimlere göre de hatâen ve şibh-i amd olan, yâni teammüden olmayan cinayetlerde ödenmesi gerekli diyet, katilin âkilesi tarafından ödenir. Katilin âkiîesi, baba tarafından olup erginlik çağma varmış ve aklı olan erkek yakınlarıdır. Katilin usûl ve furuu, yâni babası, baba babası... oğulları, oğullarının oğulları..., kadınlar ve küçük yaştaki akrabalar âkiîeden sayılmazlar. Katilin bu nevi yakınları yok ise ve âzadlanmış köle durumunda ise âkilesi onu âzadlayan kimsedir. Şayet böyle bir durum da yok ise âkilesi Beytü'l-Maldır. Yâni diyeti devlet hazinesinden ödenir. Bu da yok ise diyet katilin kendisinden tahsil edilir. Bu diyet üç yıl içinde taksitle ödenir.
3. Mâîikiier'e göre katil divân denilen defterde yazılı askerlerden ise âkilesi, divânda yazılı olan kimselerdir. Divân yok, veya katil yazılı değil ya da yazılı olanların sayısı yediyüzden az ise diyetin eksik kalanı veya tamamı katilin asaba ismi verilen yakınları tarafından ödenir. Asaba, yâni katilin oğulları, torunları, erkek kardeşleri, erkek yeğenleri, babası, baba babası gibi mirasçıları nikâhtaki sıraya göre diyeti ödemekle mükelleftir. İlk sıradakiler diyeti ödeyemezlerse, bunlardan sonraki sıralarda olanlar da bu yardıma katılırlar. $âyet katilin mirasçıları yok ise ve âzadlanmış durumda ise âkilesi onu âzadlayan kimsedir. Böyle bir durum da yok ise âkilesi Beytü'l-Maldir. Yâni diyeti devlet hazinesinden ödenir. Diyet üç yıl içinde taksitle ödenir.
Daha geniş bilgi için fıkıh kitablarına baş vurmayı tavsiye ederim.
M i k d â m (Radıyallâhü anh)'in hadîsine göre dayı. mirasçıdır ve yeğeninin diyetini Öder.
Ferâiz kitabında beyân edileceği üzere, kişinin yakınlarından bir kısmının miras hissesi tâyin ve tesbit edilmiştir. Bir kısım yakınlar ise belirli hisseleri bulunan kimseler bu hisseleri aldıktan sonra kalan malı alırlar. Şayet belirli hisse sahibi durumunda mirasçı yok ise malın tamâmım alırlar. Bu nevî mirasçılara Asaba ismi verilir. Belirli hissesi bulunanlara da "Ashab-ı furûd = Belirli pay sahipleri" ismi verilmiştir. Bu iki grubun dışında kalan yakınlara Zevi'l-Arhâm denilir. Dayılar, teyzeler, halalar, kızların çocukları Zevi'l-Arhâm ne-vindendir. Mirasçılardan ashab-ı furuz ve asaba ismi verilen yakınlar bulunmadığı takdirde Zevi'l-arhâm ismi verilen yakınların mirasçı olup olmadığı meselesi ihtilaflıdır. Sahâbilerin çoğu ile tabiîlerin bir kısmına göre bu nevî yakınlar mirasçı sayılırlar. Z e y d bin Sabit (Radıyallâhü anh) ile tabiilerin bir kısmına göre bunlar mirasçı değildir. İlk iki grubtan mirasçı yok ise ölünün malı devlet hazinesine kalır.
M i k d â m (Radıyallâhü anh)'in bu hadisi Zevi'l-Arhâm olan yakınların mirasçı olduğunu söyleyen âlimler için bir delildir. Hanefi âlimler de bu görüştedirler. Fakat Şafiî ve Mâlik bu görüşte olmayıp Zeyd bin Sabit (Radıyallâhü anh)'in görüşünü tutmuşlardır.
Diyetin katilin yakınları tarafından ödenmesi hükmünde gerek katilin bu nevi suçlan tekrarlamasının önlenmesi, gerekse maktulün yakınlarının menfaatlarının korunması açısından büyük hikmetleri vardır. Başka faydalan da bulunan bu hükümün yararlan fıkıh ve hadîslerin şerh kitablarında anlatılmıştır. [36]
2635) (Abdullah) bin Abbâs (Radtyallâhü anhümâydan rivayet edildiğine göre; Peygamber (Sallallakü Aleyhi ve Sellent) şöyle buyurmuştur:
«Kim nasıl olduğu belirsiz bir karışıklık içinde veya yakutlarını savunma esnasında bir taş veya bir kamçı ya da bir sopa ile (öldürme kasdı olmaksızın) öldürürse o kimse üzerine hatâen (yanlışlıkla) öldürme diyeti (vâcib) dir. Kim (bu ortamda) kasden öldürürse bu (öldürme) kısasta sebebidir. Kim de katil ile kısas araşma girer (yâni katilin öldürülmesine engel olur) ise, Allah'ın, meleklerin ve bütün insanların laneti o kimse üzerine olsun (veya üzerinedir). O kimseden ne tevbe kabul olunur, ne de fidye (veya o kimsenin ne nafile ibâdeti ne de farz ibâdeti kabul olunur.»)" [37]
Bu hadîsi Ebû Dâvûd ve Nesâi de rivayet etmişlerdir. Bu hadîste geçen bâzı kelimeleri açıklayalım:
İmmiyyet ( Neden ve nasıl olduğu belirsiz şeye denilir. Bu kelime Amıy kökünden alınmadır. Amıy, âmâlık, körlük ve delâlet demektir. Nasıl ve niçin olduğu anlaşılmayan bir şey için kullanılan "Muamma" kelimesi de kökten alınmadır.Suyûtî ve Nevevi bu kelimeyi böyle açıklamışlar ve buna örnek olarak kabi- lelerin asabiyet nedeniyle dövüşmelerini göstermişlerdir.
Hadîste geçen "Asabiyyet" kelimesi de kişinin yakınlarını koruması ve savunması anlamına yorumlanmıştır.
Hadisten kasdedilen mânâ şu olsa gerek :
İki grup arasında çıkan ve meşru bir nedene dayanmayan bir dövüşme ve karışıklık içinde bir adam Öldürme kaseli yok iken vurduğu bir taş veya bir kamçı ya da bir sopa ile bir müslümanı öldürürse, bu suçtan dolayı katilin kısas olarak öldürülmesi söz konusu değildir. Bu suçtan dolayı hatâen öldürme diyeti gerekir. Bur-daki hatâen öldürme diyetinden maksad "Şibh-i a m d" yâni team-müden öldürmeye benzeyen öldürme nevine âit diyettir. Çünkü 2627 ve 2628 nolu hadislerde kamçı ve sopa ile öldürülen kimsenin Şibh-i amd maktulü olduğu belirtildi.
Bir karışıklık ve arbede içinde bile olsa bir mü'mini kasden ve teammüden öldüren kimse ise kısas cezasına müstehak olmuş olur. Hadis bu durumu da belirttikten sonra katilin kısas olarak öldürülmesini engelleyenin vahim ve çok tehlikeli durumunu belirtir. Bu fıkradan maksad ise, maktulün velileri katilin kısas edilmesinden vaz geçmedikleri ve katili bağışlamadıkları veya diyet almayı kabullenmedikleri halde katili koruyup Allah'ın kısas hükmüne mâni olmanın ağır ve büyük günah olduğunu ifâde etmektir. Ama bir kimse katilin bağışlanması için maktulün velîlerinden ricada bulunur, aralarında sulh yapmaya çalışır ise bunda bir sakınca yoktur. Hadîs bunu yasaklamaz.
Katilin diyet vermesine maktulün velîleri rızâ gösterdikleri halde bunu engellemek de ayni hükme tâbidir, yasaktır. Hadisin;cümlesini kısas ve diyete şümullü olacak bir şekilde açıklamak da mümkündür ve muhtemelen müellifimiz bu mânâyı tercih etmiştir. Babın başlığı bunun belirtisi sayılabilir. Bu takdirde bu cümle şöyle terçeme edilir:
"Kün katil ise kısas veya diyet arasına girerse..." Yâni katilin kısas olarak öldürülmesine veya diyetin tahsiline mâni ve engel olursa...
Hadiste geçen *'Sarf" kelimesi tevbe mânâsına yorumlandığı gibi nafile ibâdet mânâsına da yorumlanmıştır.
"Adi" kelimesi de fidye mânâsına yorumlandığı gibi farz ibâdet mânâsına-'da yorumlanmıştır.
Katilin öldürülmesine veya diyetin ödenmesine mâni olan, zor kullanarak veya bozgunculuk ederek bu işe engel olan kimsenin lanetlenmesinden maksad Allah'ın rahmetinden uzak kılınmasıdır. Bu günahı işleyenin tevbesinin, ibâdetlerinin ve fidyelerinin kabul olunmamasından maksad da korkutma ve tehdiddir. Bunun benzerleri sünenimizde defalarca geçti. Örnek olarak 2609-2611 nolu hadislere müracaat edilebilir.
Diyetin mâhiyeti için 2627, 2628 nolu hadislerin terceme ve izahlarına müracaat edilmelidir. [38]
2636) Câriye (bin Zafar)[39] (Radtyallâhü j«*)'den :
Bir adam başka bir adamın alt koluna kılıç vurup mafsal olmayan bir yerden kesip kopardı. Kolu koparılan adam Peygamber (Sal-lallahü Aleyhi ve Sellemî'e müracaatla, kolunu kesenden hakkını almasını İstedi. Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) kolu kesilene diyet ödemeyi emretti. Adam i
— Yâ Resûlallah ben kısas istiyorum (yâni kolumu kesen hasmımın kolunun kesilmesini istiyorum), dedi. Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) (adama) :
«Diyeti al. Allah diyeti sana mübarek eylesin,» buyurdu ve onun için hasmının kısas edilmesine hükmetmedi."
Not: Zevâid'de şöyle denilmiştir : Bunun senedinde Dehsem bin Kurrân el-Yemâni bulunur. Ebû Dâvûd onu zayıf saymıştır. Zevâid yazan : Müellif (İbn-İ Mâceh)'in yanında Câriye'nin bundan başka hadisi yoktur. Kütüb-i Sitte'nin diğerlerinde ise onun hiç bir hadîsi yoktur, demiştir.
2637) EI-Abbâs bin Abdilmuttalib (Radıyallâhü anhyâen rivayet edildiğine göre; Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Selimi) şöyle buyurdu, demiştir :
«Ne me'mûne (beyin zarına ulaşan yara) da, ne câife (bedenin iç kısmına ulaşan yara) da ne de münakkıla (kemiği kırıp yerinden kaydıran yara) da kısas (yâni misilleme) vardır. (Yâni başkasını böyle yaralayan kimseye ceza olarak misilleme yapılmaz.)»"
Not: Zevâid'de şöyle denilmiştir : Bunun senedinde Rişdin bin Sa'd el-Mısri Ebü'l-Haccâc el-Mehri bulunur. Bir cemaat onu zayıf saymıştır, Ahmed'in onun hakkındaki sözleri değişiktir. Çünkü bir defasında onun zayıf olduğunu söylemiş, başka bir kere : Onun hadîsinin işe yarar durumda olduğunu umarım, demiştir. [40]
Bu babın iki hadisi de Zevâid türündendir.
Bu kitâbm 3. babında rivayet olunan 2623 ve 2624 nolu hadislerin terceme ve izahında belirtildiği gibi bir mü'mini kasden öldüren kimsenin kısas olarak, yâni misilleme olarak öldürülmesi gerekir. Ancak maktulün velileri katili bağışlayabilirler veya maktulü diyet 1: karşılığı serbest bırakabilirler. Keza bir mü'minin el, göz ve diş gibi organlarım yok eden, kesen, koparan kimse de bir cinayet işlemiş olur ve misilleme olmak üzere bu organının kesilmesi, koparılması meşru kılınmıştır. Ancak bu cezanın uygulanabilmesi için fıkıh kitablarında belirtilen bâzı şartların gerçekleşmesi aranır. Bu nevî zulüme uğrayan kimse dilerse hasmını diyet karşılığı veya karşılıksız bağışlayabilir.
Gerek bir organı kesmek ve gerekse yaralamak suçlarının cezâ-, sı bazen kısas, yâni misilleme olmaz da tazminat olur. Çünkü her v yaralama veya organ kesmeye karşılık verilecek kısas cezasının su-:. ça tıpa tıp uyması güç olabilir. Örneğin bu babın hadislerinde sözü , edilen ve Me'mûme ismi verilen kafa yarası. Böyle yaralamada kafa ;. kırılarak yara beyin zarına ulaşmıştır. Bu suçu işleyene misilleme yapmak onun kafasını ayni şekil ve ölçüler içinde yaralamaktır. Bunun güçlüğü apaçıktır, îşte bu gibi yaralamalarda kısas cezası yoktur. Ancak diyet ve hükümet ismi verilen tazminat cezası uygulanır. Hangi durumda kısas ve hangi durumda diyet veya hükümet denilen tazminat cezası verileceği hadîslerde ve fıkıh kitablannda anlatılmıştır. Biz bunlardan sadece sünenimizde rivayet olunan hadîslerde beyân edilen yaralamalar ve organ kesmelerle ilgili hükümleri açıklamakla yetineceğiz. Çünkü bütün yaralamalarla ilgili bilgi çok uzun sürer.
Bu babın ilk hadisinde geçen Saîd, insan kolunun parmak uçla-rından dirseğe kadar olan kısmına denilir. Hadîste sözü edilen adamın kolu bilek ile dirsek arasında kalan bir yerinden kılıçla kesil-1 diği için kendisi hasmının kolunun da ayni şekilde kesilmesini ve ' böylece kısas hükmünün uygulanmasını istemiş. Fakat Resûl-i Ekrem (Aleyhi's-salâtü ve's-selâm) bu isteği kabul etmeyerek diyet ödenmesine hükmetmiştir. S i n d î' nin dediği gibi Resûl-i Ekrem , (Aleyhi's-salâtü ve's-selâm)'in burda kısas hükmünü uygulamamasının sebebi hakkında şöyle denilmiştir: Kemik mafsaldan başka bir yerinden kesildiği zaman buna karşılık, kısas olarak hasmın kemiğini ayni Ölçüde kesmek mümkün değildir. [41]
Hadîste, kolu bileğinin yukarısından kesilen adama diyet verildiği bildiriîmektedir. Fakat diyetin ne olduğu belirtilmemiştir. Dört mezheb âlimleri bir müslümanın eîini bilek mafsalından kasden ve teammüden kesen câni'nin elinin kısas, misilleme olarak kesilmesi üzerine ittifak etmişlerdi*. Bunların delili ise M â i d e sûresinin 45. âyetindeki; "Ve yaralara kısasa hükmettik"emridir. Bu ilâhî hüküm, misilleme cezasını ifâde eder. Bu itibarla misillenme mümkün olduğu zaman kısas hükmü uygulanır. Misillemeye riâyet edilmesi mümkün olmadığı yaralar için kısas durumu yoktur. Eli bilek mafsalından kesmek mümkün olduğu için kısas hükmü burda uygulanır. Ayak, diş ve parmak gibi uzuvlar da böyledir. Fakat mağdur edilen kişi, hasmını diyet karşılığında veya diyetsiz bağışlayabilir. Bir elin diyeti tam diyetin yansıdır. Yâni elli devedir. Bir ayağın diyeti de elli devedir.
Hadiste sözü edilen olayda olduğu gibi şayet kişinin eli bilek mafsalından değil de daha yukardan ve mafsaîsız yerden kemiği kesmek suretiyle koparılırsa, bu olayda kısas tatbiki mümkün olmadığı için Hanefi, Şafiî ve Mâliki mezheblerine göre bilekten parmaklara kadar olan kısım için kolu kesilenin kabulü hâlinde tam diyetin yarısı olan elli deve diyet ödenir. Bilekten yukarı olan kısım için hükümet denilen tazminat ödenir. Hükümet şu demektir : Diyetin tamamı veya belirli bir payının ödenmesine dâir bir hüküm bulunmayan yaralar için şu ölçüye göre bir tazminat takdir edilir. Yaralanan kişi köle olmuş olsaydı yaralanmamış iken kaç lira değerinde idi ve yaralanmış iken kaç lira kıymetindedir. Meselâ bu yara yok iken 100 dinar ve yaralandıktan sonra 90 dinar kıymet takdir edilirse bu yara onun değerini onda bir oranında düşürmüştür. Şu halde bu yaranın tazminatı tam diyet olan 100 devenin onda biri olan 10 devedir, denilir. İşte bu on develik tazminata hükümet denilir.
Kolu bileğinin yukarısında ve dirseğin aşağısında kesilen kimse, diyet ve hükümet denilen tazminatı kabul etmeyip hasmının kısas edilmesinde ısrar ederse bu hadise göre bu istek reddedilecektir. Fakat hadisin senedinin zayıflığını not kısmında belirttim. Yukarda geçen M â i d e sûresinin 45. âyeti yaralar için kısas hükmünü koymuştur. Bu olayda caninin kolunu, mağdurun kolu gibi ve tamamen tıpa tıp ona uygun bir şekilde kesmek mümkün değil ise de bilekten kesmek mümkündür. Bu itibarla dört mezheb imamının bu mesele hakkında ittifakla vardıkları hüküm şöyledir:
Caninin kolu bilekten kesilir. Mağdurun bilekten yukarı kesilen kısım için de caniden tazminat istenir. Şayet bir kimse bir kimsenin kolunu dirsek ile omuz mafsalı .arasında kalan bir yerinden, yâni pazının bir kısmını kesip koparırsa, kısas olarak caninin dirsek mafsalından kolu kesilir. Çünkü pazı kemiğini, mağdûrunki gibi ve ta-
mamen ona uygun bir şekilde kesmek mümkün değildir. Mağdurun dirsek mafsalından yukarı olan kısım karşılığında da caniden tazminat istenir. Mağdur kişi, dilerse caniyi bağışlar veya kolunun ke-silmeyip diyet ve tazminatın ödenmesini taleb edebilir.
îkinci hadîste geçen üç nevi yara ismi geçmektedir. Bunların isimlerini ve Türkçe karşılığım tercemeye geçirdim. Bunları kısaca belirtmekte fayda görüyorum:
Me'mûne -. Beyin zarına ulaşan ve zarı delmeyen kafa tası yara-sıdır. Bu yaraya Âmme ismi de verilir. Bir m.üslümanı böyle yaralayan kimseye misilleme cezası tatbik edilmez. Çünkü daha önce de belirttiğim gibi bunda misilleme tatbiki mümkün değildir. Bu nedenle dört mezheb âlimlerine göre bu yaralama olayında verilecek ceza tam diyetin üçte biridir. Tam diyet yukarda da söylediğim gibi 100 devedir.
Münakkile: Kemiği kırdıktan sonra yerinden oynatan veya kemik zarını gideren yaradır. Bu yara kafa tasında veya yüz nahiyesinde olabilir. Vücûdun başka tarafında olursa ona bu isim verilmez. Münakkile denilen yaralamada da kısas ve misilleme yoktur. Bu yaranın diyeti ise 15 devedir. Bu hususta icmâ bulunduğu rivayet olunmuştur.
Câife: Bedenin iç kısmına veya beyinin iç kısmına kadar derin olan yaradır. Şu halde etek yerinden boğaza kadar ve kafa tası bölümlerinde meydana gelen ve vücûdun iç kısmına nüfuz eden yara bu neviden sayılır. Mide, barsaklar, ciğerler, göğüs boşluğu gibi organlara ve vücûdun iç kısımlarına ulaşan yaraların hepsine Câife ismi verilir. Bunun da kısası yoktur. Diyeti ise tara diyetin üçte biridir. Bu hususta da âlimler müttefiktir.
Âlimlerin bu meseleler hakkında dayandıkları hadîsler, burda rivayet olunmamış ise de başka kitablarda rivayet olunmuş olup fıkıh kitablarında da anılmaktadırlar. Gerek bu hususlarda ve gerekse benzer meselelerle ilgili geniş bilgi için fıkıh kitablarına baş vurulmalıdır. [42]
2638) Âîşe (Radıyallâhü anhây'dan; Şöyle demiştir:
Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) Ebû Cehm bin Huzey-fe[43] (Radıyallâhü anh)'i zekât tahsildarı olarak (taşraya) gönderdi. Bir adam zekâtı hakkında Ebû Cehm ile münâkaşa ediyor. Bunun üzerine Ebû Cehm onu dövüp başını kırıyor. Sonra adamın yalanlan Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'e gelerek i
— Yâ Resûlallah! Kısas (yâni misilleme istiyoruz), dediler. Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) (onlara) :
— «Size şu kadar (mal verilsin), buyurdu. Adamlar razı olmadılar. Resûl-i Ekrem (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) — «(Ödenecek tazminat mikdannı artırarak) size şu kadar (mal verilsin)» buyurdu. Adamlar razı oldular. Bunun üzerine Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) (adamlara) :
— «Ben (öğleden sonra) halka hitabede bulunacağım ve sizin razı olduğunuzu onlara bildireceğim,» buyurdu. Adamlar: Evet, dediler. Buna binâen Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) (cemaata) bir konuşma yaptı ve (bu arada) :
«Şu Leysîler kısas talebinde bulunmak üzere bana baş vurdular. Ben onlara (kısas yerine) şu kadar (tazminat) teklif ettim,» buyurdu. (Sonra onlara.dönüp) : Razı oldunuz mu? dedi. Adamlar;
Hayır, dediler. Bunun üzerine muhacirler onları menetmek istediler. Fakat Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem} muhacirlerin vazgeçmelerini emretti. Muhacirler de vazgeçtiler. Sonra Resûl-i Ekrem (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) onları çağırdı ve kendilerine verilecek mal miktarını artırdı. Sonra (onlara) ;
— «Razı oldunuz mu?» buyurdu. Adamlar: Evet, deyince. Re-sûl-İ Ekrem (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) :
— «Ben halka konuşma yapacağım ve sizin razı olduğunuzu onlara haber vereceğim,» buyurdu. Adamlar;
— Peki, dediler. Sonra Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) halka konuşma yaptı. Sonra (adamlara) :
—«Razı oldunuz mu?» buyurdu. Adamlar da:
— Evet, dediler.
İbn-i Mâceh dedi ki: Ben, Muhammed bin Yahya'dan şu sözleri işittim t Bu hadîsi yalnız Ma'mer rivayet etti. Kendisinden başka kimselerin bunu rivayet ettiklerini bilmiyorum." [44]
Bu hadîsi Ebû Dâvûd ve Nesâî de rivayet etmişlerdir. H a t t â b i, el-Maâlim'de şöyle demiştir: [45]
1. Vali ve benzerî devlet adamları şer'an akıtılması haram olan bir kan akıttıkları zaman başkaları hakkında vâcib olan kısas bunlar hakkında da vâcibtir.
2. Başından yaralanan kimse, hasmının kısas edilmesinde, yâni başınm kırılması için İsrarda bulunursa, şer'an tâyin edilmiş bulunan diyetten fazla mal vermek suretiyle yaralıyı razı etmek caizdir.
3. Zekât konusunda mal sahibinin beyânı muteberdir. Zekât memurunun onu dövmesi ve açıklanmayan malın meydana konulması için zorlama yapması caiz değildir. Memurun böyle bir yetkisi yoktur.
E b û Bekir (Radryallâhü anh) ile Ömer (Radıyalîâhü anh)'ın kısas hükmünü vali gibi devlet adamları hakkında uyguladıkları rivayet olunmuştur.$ âfii, Ahmed, ve İshâk da bu görüştedirler." [46]
Cenin: Kadının rahminde bulunan haml'e denilir. Hamil, kadının karnında gizli olduğu için ona Arap dilinde gizlenmiş şey mânâsını ifâde eden Cenin ismi verilmiştir. Kadının rahminden diri olarak çıkan cenine Veled ismi verilir. Şayet ölü olarak çıkarsa ona Sıkt ismi verilir. Türkçemizde Sıkt'in karşılığı Düşük'tür. Sıkt'a cenin de denilir.
2639) Ebû Htüreyre (Radıyallâhü atıfı)'(\er\ rivayet edildiğine göre; Şöyle demiştir :
Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) cenin Cin tazminatı) hakkında bir ğurre ile hükmetti. Ğurre, köle veya câriyedir. Aleyhinde (yâni ğurre ödemesine) hüküm verilen adam (kafiyeli, seci'lî cümlelerle : Yâ Resûlallah) Henüz içmeyen, yemeyen, bağırmayan, doğarken ses vermeyen cenîn için diyet verecek miyiz. Halbuki bunun misli hederdir (öcü alınmaz)? dedi. Bunun üzerine Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem} :
Şüphesiz bu adam (kafiyeli cümleler sıralayarak) bir şâirin sö-ZÜ ile hükmediyor. Cenîn (in diyeti) bir ğurredir; Bir köle veya bir câriye- buyurdu."
2640) El-Misver bin Mahrama (Radıyallâhü anhyden: Şöyle demiştir :
Ömer bin el-Hattâb (Radıyallâhü anh), kadının karnından darbe yemekle Ölü cenîn düşürmesi (tazminatı) hakkında sahâbîlere danıştı. Bunun üzerine el-Müğîre bin Şu'be (Radıyallâhü anh) :
Ben, Resûlullah (Sallaîlahü Aleyhi ve Sellem}'in bunun hakkında bir ğurre (yâni) bir köle veya bir câriye (tazminat) ile hükmettiğine şah id oldum, dedi. Ömer (el-Müğîre'ye) :
Seninle beraber (bu hükme) şâhidlik edecek bir sahâbî getir, dedi. Sonra Muhammed bin Mesleme (Radıyallâhü anh) de el-Müğîre ile beraber (bu hükme) şâhid olduğunu söyledi."
2641) Ömer bin el-Hattâb (Radtyallâhü anh)'den rivayet edildiğine göre:
Kendisi Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) 'in bu meselede, yâni cenin (in diyeti) hakkındaki hükmünü sahâbîlere sordu. Bunun üzerine Hami bin Mâlik bin en-Nâbiğa ayağa kalkarak : Ben iki karımın arasında idim. Bunlardan birisi diğerini bir çadır direğiy-le dövüp öldürdü ve ceninini (yâni karnındaki bebeğini) de öldür-cjü. Eesûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) cenîn (in tazminatı) hakkında ğurre olan bir kölenin ödenmesine ve Öldürülen kadına karşılık katile kadının öldürülmesine hükmetti." [47]
Ebû Hüreyre (Radıyallâhü anh) 'm hadîsini Buhâ-rî, Ebû Dâvûd ve Tirmizî de rivayet etmişlerdir. E 1-M i s v e r (Radıyallâhü anh)'m hadîsini Müslim ve Ebû Dâvûd da rivayet etmişlerdir. Ö m er (Radıyallâhü anh)'m hadîsi ise Ebû Dâvûd - ve Nesâî tarafından da rivayet edilmiştir.
Hadîslerde geçen bâzı kelimeleri açıklayalım.
Cenîn: Bu babın baş kısmında belirttiğim gibi kadının rahmin- de bulunan bebeğe ve bebek şekline henüz dönüşmemiş olan hani-'le de denilir.
Ğurre: Bu kelimenin asıl mânâsı atın alnındaki beyazlıktır. Sonra mülk edinilen insan, yâni köle ve câriye mânâsına kullanılmıştır. Başka mânâlar da var ise de burada bu mânâ kasdedilmiştir. Hadislerde Ğurre kelimesinin arkasında gelen köle ve câriye bunun açıklaması mahiyetindedir ve cenîn katilinin dilerse köle, dilerse câriye verebileceği anlamını ifâde eder.
İmlâs: Bu kelimenin lügat mânâsı bir şeyi düşürmektir. Burda kadının karnından darbe yemesi sebebiyle doğum zamanından önce çocuk düşürmesi mânâsı kasdedilmiştir. B u h â r î, el-İtisâm bölümünde bu kelimeyi: İmlâs: Kadının karnına vurmakla cenin düşürmesidir, diye açıklamıştır. Ebû. Dâvûd'un rivayetinde de bir râvi bu kelimeyi: Yâni adam karısının karnına vurdu, şeklinde açıklamıştır.
Mistah i Çadır direğidir. [48]
1. Bir kimse, gebe bir kadının karnına bir şey vurmak suretiyle veya başka bir şekilde kadının çocuk düşürmesine sebebiyet verirse ceninin diyeti olarak mirasçılarına bir köle veya bir câriye verilmesi gereklidir. Katil veya yakınları köle ve cariyeden birisini seçmekte serbesttir. Hangisini arzu ederlerse onu verirler.
2. Bir kimse gebe bir kadını dövüp onu ve karnındaki bebeği öldürdüğü takdirde bebek diyeti olarak mirasçılarına bir köle veya bir câriye verilir. Katil kısas olarak öldürülür.
Ömer (Radıyallâhü anh)'in M ü ğ î r e (Radıyallâhü anh)1-den ikinci bir şâhid istemesiyle ilgili olarak şöyle denilmiştir : Ö m e r , bir şahsın hadis rivâyetiyle yetinmiyordu, bir dini mes'elenin halledilmesine esâs olacak bir hadîsin en az iki sahâbi tarafından rivayet edilmesini araştırıyordu. Diğer bir kavle göre. Ömer (Radıyalîâhü anh) ceninin diyetinin bir köle veya bir câriye olduğuna dâir hükmü M ü ğ î r e' den duyunca bu hüküm diyetler hakkındaki bilgilerine uymadığı için Ömer hükmün pekişmesi için başka şâhid istemiştir. Yoksa sanıldığı gibi Ömer, bir sahâbinin rivayetini red etmek için böyle dememiştir. [49]
1. Hanefî mezhebine göre, bir kimse hür bir kadının karnına bir şey vurursa bu yüzden kadın ölü bir cenîn düşürürse bir ğurre vâcib olur. Eğer cenin oğlan çocuğu ise bu ğurre bir erkeğin diyetinin yirmide biri olan beş yüz dirhemdir. Şayet cenîn kız çocuğu ise ğurre, kadının diyetinin onda biri olan beş yüz dirhemdir. Şu halde ceninin oğlan veya kız olması diyet tutarını değiştirmez. Bu diyet kadını dövenin Âkilesi, yâni baba tarafından olan akrabasından alınır ve ceninin mirasçılarına verilir. Bu diyetin ödeme süresi bir yıldır. Şayet cenîn canlı olarak doğduktan sonra, bu darbenin tesiriyle ölürse tam diyetin ödenmesi gereklidir. Şayet cenin ölü olarak düşer ve bunun arkasında kadın da bu darbenin tesiriyle ölürse, cenîn için bir ğurre ve kadın için de bir diyet ödenir. Vücûdunun bâzı organları belirmiş cenîn, vücûdu tamamlanmış cenin gibidir. Bir kadın bir ilâç almak veya bir şey yapmakla kasden cenini düşürürse, kadının yakınları (Âkilesi) bir köle veya cariyeyi tazminat olarak ceninin vârislerine ödemekle mükelleftir. Ancak kadın bu işi kocasının muvafakatıyla yapmış ise ğurre lâzım olmamakla beraber, bir canlıyı katletmişcesine haram ve günah işlemiş olur. (Kürtaj ve çocuk düşürmek meselesi ayrı bir konudur. Bu hususta biraz bilgi 1926 -1928 nolu hadisler bölümünde geçti.)
2. Şafii mezhebine göre, hâmile bir kadın, dövmek, tehdid etmek gibi bir nedenle ölü bir cenin düşürürse bir ğurer, yâni bir köle veya bir câriye olaya sebep olanın Âkile'sinden, yâni baba tarafından gelen yakınlarından alınıp ceninin mirasçılarına verilir. Ceninin dışarıya çıkması ister anasının hayatına rastlasın, ister anasının ölümünü müteakip olsun hüküm aynidir. Şayet hâmile kadına yapılan darp gibi bir işlemden dolayı cenin diri olarak doğup elemsiz bir süre yaşadıktan sonra ölürse bir tazminat lâzım gelmez. Eğer cenin doğduğu zaman ölürse veya doğup elemi devam edip neticede kurtulamayarak ölürse tam bir diyet ödenir. Cenin tam olduğu takdirde hüküm budur. Şayet yukarda anlatıldığı gibi düşürülen cenin bir et parçası şeklinde olup bilir kişiler bunun bâzı organlarının oluştuğunu meselâ el veya ayak gibi bir tarafının teşekkül ettiğini söylerler ise yine bir ğurre gerekir. Ğurre ismi verilen bu diyet üç yıl süre içinde ödenir.
3. Mâliki mezhebine göre cenin bir kan pıhtısı hâlinde bile olsa anasına bir darp veya korkutma gibi yapılan bir işlemden dolayı ölü olarak düşerse ve düştüğünde anası hayatta ise, anasının tam diyetinin onda biri değerinde bir ğurre ödenir. Ğurre denilen tazminat olaya sebep olan şahıstan alınıp ceninin mirasçılarına fa-râizdeki nisbetler dâhilinde ödenir. Şayet cenin henüz düşmemiş iker. anası ölürse ve sonra cenin ölü olarak dışarı çıkarsa cenin için bir diyet verilmez. Eğer cenin diri olarak dışarı çıktıktan sonra ölürse ve velîleri yapılan tehdid ve darp gibi bir müdâheleden dolayı öldüğüne yemin ederlerse cenin için bir diyet verilir.
Bu kadarlık bilgi ile yetinelim ve geniş bilgiyi fıkıh kitablanna havale edelim. [50]
îki Râvînin Hâl Tercemesi
İkinci hadisin râvlsi Misver bin Mahrama (R.A.), Abdurrahman bin Avf (R.A.)'m kız kardeşinin oğludur. 22 aded hadîsi vardır. Buhârî İle Müslim onun İki hadîsini ittifakla, Buhârî dört hadisini ve Müslim bir hadisini münferiden rivayet etmişlerdir. Râvleri Ali bin el-Hüseyn, Urve ve bir cemaattır. (Hülâsa : 377)
2642) Saîd bin el-Müseyyeb'den rivayet edildiğine yöre: Ömer (hin eî-Hattâb) (RadıyaUâhü anlı) :
Diyet âkile'nin (yâni maktulün baba tarafından olan yakınlarının) hakkıdır ve kadın (öldürülen) kocasının diyeti (kan bahası) n-dan hiç bir şeye vâris olmaz, diyordu. Nihayet ed-Dahhâk bin Süf-yân (Radıyallâhü anh) :
Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve SelIemVin, Eşyem ed-Dıbâbi'-nin karısını kocasının diyetine mirasçı kıldığını Ömer'e yazdı. (Bunun üzerine Ömer görüşünden dönüş yaptı.)"
2643) Ubâde bin es-Sâmıt (Radıyallâhü anh)'<\en rivayet edildiğine göre :
Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem), Hami bin Mâlik el-Hü-aselî el-Lihyânî'yi kuması tarafından öldürülen karısına mirasçı kıldı." [51]
Bu babın ilk hadîsi Ebû Dâvûd, Tirmizi, Nesâi, Mâlik ve Ahmed tarafından da rivayet edilmiştir. îkinci hadisin başkaca kim tarafından rivayet edildiğine dâir bilgi edinemedim.
Hami bin Mâlik (R.A.)ın Mâl TOrcemesi
Hami bin Mâlik bin en-Nâbiğa el-Hüzeli Ebû Nadla el-Basrî sahâbidir. Râ-vlsi İbn-İ Abbâs <R.A.)'dır. Cenln'in diyetine âit hadisini rivayet etmiştir. Ebû Dâvûd, Nesâi ve îbn-i Mâceh onun hadisini rivayet etmişlerdir. (Hülâsa: 94)
İlk hadîste geçen "Âkile" kelimesi ile ilgili bilgi 2633, 2634 nolu hadîsler bölümünde verildi. Burada kısaca işaret ettiğim gibi kasde-dilen mânâ maktulün baba tarafından olan erkek, akıllı akrabalarıdır. Ömer (Radıyallâhü anh) ilk zamanlarında diyetin bunların hakkı olduğu ve maktulün karısının bu diyette hakkı bulunmadığı görüşünde idi. Onun bu görüşte olmasının sebebi şu olabilir: Kişi bir adamı kasıdsız olarak öldürdüğü zaman maktulün kan bahasını katilin Akilesi öder. Yâni katilin baba tarafından olan erkek yakınları bu ceremeyi çekerler. Gerektiğinde diyet ödeme yükümlülüğü yalnız bu grup akrabaya âid olduğuna göre buna karşılık olmak üzere diyet alma durumu olunca da yalnız bu grup akrabalar yararlansın. Diğer akrabalara diyetten bir şey verilmesin. Sonra Dahhâk bin Süf yân (Radıyallâhü anh) Resûl-i Ekrem (Aleyhi's-salâtü ve's-selâm) 'in tatbikatım bildirince Ömer (Radıyallâhü anh) söylediği hükümden rücû ederek hadîsle amel etti. Ömer Radıyallâhü anh)'in kendi görüşünden dönüş yaptığına dâir cümle bizim sünenimizde yok ise de E b û Davud'un sü-neninde bulunduğu için tercemede bu cümlenin karşılığını parantez içine aldım.
T i r m i z i bu hadîsi rivayet ettikten sonra bunun hasen - sahih olduğunu ve ilim ehlinin uygulamasının bu hadise göre olduğunu söyler. Şerhü's-Sünne'de: Bu hadîs diyetin önce maktul için vâ-cib bir hak olduğuna ve sonra onun ölümü ile diğer mallan gibi mirasçılarına intikal ettiğine delâlet eder. İlim ehlinin ekserisi böyle hükmetmişlerdir. E 1 - K a r i, el-Mirkat'ta beyân ettiğine göre Ali bin Ebi Tâlib (Radıyallâhü anh)'den rivayet edildiğine göre kendisi, maktulün ana bir kardeşlerini, maktulün eşini ve kadım maktulün diyetine mirasçı kılmamıştır.
Hanefî âlimler ile Şafii' nin mûtemed kavline göre maktulün diyeti, diğer mallan gibi bütün mirasçılarının hakkıdır. Farâiz hükümlerine göre mîrasçılanna verilir. Kadın ile kocası da birbirinin diyetine mirasçıdır. Şafii mezhebinin diğer bir kavline göre diyet maktulün baba tarafından olan erkek akrabasının hakkıdır. Farâizdeki sıraya göre diyet alırlar. Mâlik de bu son görüştedir.
Hadîste Ömer (Radıyallâhü anh)'a mektup yazdığı bildirilen Dahhâk bin Süfyân (Radıyallâhü anh) tanınmış sahâbilerdendir. Resül-i Ekrem . (Aleyhi's-salâtü ve's-selâm) tarafından zekât âmili olarak görevlendirilmişti. El-Mişkâfta beyân edildiğine göre bu zâtın, yüz atlıya bedel bir kahraman olduğu söylenmiş-
tir. Kendisi Resûl-i Ekrem (Aleyhi's-salâtü ve's-selâm)'in nöbetini tutardı. N e c d valiliği yapan bu zâtın künyesi E b û S a' d ' -dır. Dört aded hadîsi vardır. Sünen sahipleri onun hadîslerini rivayet etmişlerdir. Râvîleri Saîd bin el-Me. seyyeb ile H a s a n-ı B as r ı'dir.[52]
Hadiste ismi geçen E ş y e m (Radıyallâhü anh)'in hatâen, yâni yanlışlıkla öldürüldüğü M â 1 i k' in rivayetinde î b n - i Ş i h â b tarafından belirtilmiştir. Bu sahâbinin mensup olduğu Dı-bab , K û f e ' de bir kalenin ismidir.
Ubâde (Radıyaîlâhü anh)'m hadîsinde ismi geçen Hami bin M â-1 i k (Radıyallâhü anh)'in bir karısının diğer karısını öldürdüğü 2641 nolu hadîste de belirtilmişti. Bu kadınlardan birisinin isminin M ü 1 e y k e , diğerinin Ümmü Gutayf olduğu îbn-i Abbâs tarafından belirtilmiştir. Bu ilâve î b n - i Ab-bâs'ın Ebû Davud'un ettiği rivayette mevcuttur. [53]
2644) Amr bin Şuayb'in dedesi (Abdullah bin Amr bin el-Âs) (Ra-dtyallâhü ankütn)'den rivayet edildiğine göre:
Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Selîem) iki kitâb (yâni Tevrat ve İncil) ehlinin diyetinin müslümanların diyetinin yarısı olduğuna hükmetmiştir. İki kitâb ehli, yahüdîler ve hristiyanlardır."
Not : Zevâid'de şöyle denilmiştir : Bu hadisin senedi hasendir, çünkü sahih senedin derecesinden noksandır. Sebebi de şudur : Râvî Abdurrahman bin Ayyâş'ı zayıf sayanı da sıka sayanı da görmedim. Amr bin Şuayb'in dedesi, havlunda da ihtilâf vardır[54]
Zevâid sahibi bu hadisi Zevâid türünden saymıştır. N e s â i de bu hadisin benzerini yine Amr bin Şuayb'in dedesinden ve merfû olarak rivayet etmiştir.
Bu hadîse göre bir hristiyan veya bir yahûdînin kan bahası veya bir organın diyeti bir müslümamn kan bahasının yarısı kadardır. Bir müslümamn kan bahasının ne kadar olduğu bu kitabın 4, 5 ve 6. bâblannda beyân edilmiştir.
Vücûd organlarının diyetine dâir bilgiler de bunun akabinde gelen bâblarda beyân edilmektedir. [55]
1. Hanefiler'e göre, zimmilerin, yâni mal can ve din teminatı verilen gayri müslimlerin diyeti müslümanların diyeti kadardır. E b û Bekir CRadıyallâhü anh) ve Ömer (Radıyal-lâhü anh) de böyle hükmetmişlerdir. Bu diyet ister kasden öldürme diyeti olsun ister hatâen, yanlışlıkla öldürme diyeti olsun fark etmez.
2. Ş â f i î 1 e r' e göre yahûdî, hristiyan, anlaşmalı gayri müs-limler ve güvenlik verilen yabancı gayri müslimlerin diyetleri müslümanların diyetlerinin üçte biri kadardır. Osman (Radıyallâhü anh) ve A m r (Radıyallâhü anh) da böyle hükmetmişlerdir.
3. Mâlikıler'e göre yahûdî ve hris ti yanların diyetleri müslümanların diyetlerinin yarısı kadardır. Kasden öldürme ile yanlışlıkla öldürme diyetleri bu hükme tabidir. Müslümamn diyetinin yansı altı bin dirhem gümüş veya beş yüz dinar altındır. Andlaş-malı müşriklerin diyeti ise müslümamn diyetinin onbeşte biri kadardır.
4. Hanbeliîer'e göre hristiyan veya yahûdî kimseye güvenlik verilmiş iken bir müslüman onu kasden öldürürse onun diyeti bir müslümamn diyeti kadardır. Şayet yanlışlıkla öldürürse onun diyeti müslümamn diyetinin yarısı kadardır.
Notta Amr bin Şuayb'in dedesi hakkında ihtilâf bulunduğu ifâde edildi. Bu ihtilâf şudur: Amr bin Şuayb bin Muhammed bin Abdill ah, Şuayb'in oğludur. Şuayb da Muhammed'in oğludur. Muhammed de Abdullah1 m oğludur. Şu halde A m r' m dedesi Muhammed' dir. Abdullah ise A m r ' in ikinci dedesidir. Bir senedde:
«Amr bin Şuayb, babasından rivayet etmiş, babası da dedesinden rivayet etmiştir» ifâdesi kullanılınca Şuayb'in Muhammed' den mi yoksa Abdullah' dan mı hadis işittiği kasde-diliyor? Şuayb, Abdullah' dan hadîs işitmiş mi? İşte bu noktadan dolayı böyle bir sened sahîh mi, hasen mi? diye ihtilâf olmuştur. Buhârî; Şuayb, Abdullah' dan hadis işitmiş, demiştir. El-Hâfız Ebû Bekir bin Ziyâd da böyle demiştir. Fakat Ebû Dâvûd, böyle bir sened hüccet, yâni delil sayılmaz, demiştir. Kuvvetli olan görüş bunun sahîh olmasıdır ve böyle bir senedden maksad Şuayb'in Abdullah' dan rivayet etmesidir. Bu itibarla bu durumu parantez içi ifâde üe belirtmek isterim. Allah daha iyi bilir. [56]
2645) Ebû Hüreyre (Radtyallâkü anh)'den rivayet edildiğine göre; Resûlullah (Sallallakü Aleyhi ve Selîem) :
«Kati! (öldürdüğü yakınının malına) vâris olmaz» buyurmuştur."
2646) Amr bin Şuayb'den rivayet edildiğine göre :
Müdlic oğullarından Ebû Katâde denilen bir adam oğlunu öldürdü. Ömer (Radıyallâhü anh) kendisinden otuz hikka (beş yaşına basmış dişi deve), otuz cezaa (dört yaşına basmış dişi deve) ve kırk hahfa (hâmile deve) olmak üzere yüz deve aldı. Sonra:
Maktulün erkek kardeşi nerdedir? Ben Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'den işittim buyurdu ki:
«Kâtü'e (maktulün malına) vâris olma hakkı yoktur,» dedi."
Not : Bu hadîsin seneaınin hasen olduğu Zevâid'de belirtilmiştir. [57]
Ebû Hüreyre (Radıyallâhü anh) 'm hadîsini Tirmizi de rivayet etmiştir. N e s a i de büyük süneninde rivayet etmiştir.^ Tirmizi bu hadîsi rivayet ettikten sonra : Bu hadis sahih değildir. Ancak bu senedle bilinmektedir. Senedin râvîlerinden îshâk bin Abdilîah bin Ebi Ferve'yi bâzı ilim adamları terketmişlerdir. A h m e d bin Hanbel de onu terkedenlerdendir. Âlimlerin uygulaması ise bu hadise göredir. İster kasden, ister yanlışlıkla olsur. bir kimse bir yakınını öldürürse, öldürdüğü kişinin mirasçısı olamaz. Bâzı âlimler : Yanlışlıkla öldüren katil maktulün malına mirasçı olur, demişlerdir. Mâlik de böyle söyleyenlerdendir, diye bilgi vermiştir.
Tuhfe yazarı da Ş e v k â n i' den naklen bu hususla ilgili genişçe bilgi vermektedir. Kasden veya yanlışlıkla bir yakınım öldüren kimse ona vâris olamaz, diyen âlimlerin delillerini beyân eden Ş e v -kani de bu görüşün kuvvetli olduğunu söyler. Orda verilen bilgiye göre :
1. Ebû Hanîfe, arkadaşları ve Şafii ile ilim ehlinin ekserisi: Katil, öldürdüğü kimsenin mirasçısı olamaz, öldürme işi kasden olsun, yanlışlıkla olsun fark etmez. Katil, maktulün malına mirasçı olmadığı gibi onun diyetine, kan bahasına da mirasçı olmaz, demişlerdir.
2. Mâlik, Nahaİ ve Hâdevîler; Yanlışlıkla öldüren kişi, maktulün malına mirasçı olur. Fakat diyetine mirasçı olmaz, demişlerdir.
Ömer (Radıyallâhü anh), A 1 i (RadıyaHâhü anh), Ş ü -r e y h (Radıyallâhü anh) ve diğer İslâm kadılarının da katilin mirasçı olamayacağına hükmettikleri rivayet olunmuştur.
Amr bin Şuayb (Radıyallâhü anh)'m hadisi ise Zevâid türündendir. Bundan çıkan hüküm de şöyledir:
1. Baba, öldürdüğü oğlunun malına ve diyetine mirasçı olmaz.
2. Baba oğlunu öldürdüğü takdirde, kısas olarak öldürülmez. Diyet vermekle mükelleftir. Bu diyet katilden sonra gelen ve maktulün baba tarafından olan yakınlarına verilir. [58]
1. Hanefiler, Şâfiiler ve Hanbeiiler: Adam, oğlunu öldürdüğü gerekçesiyle kısas edilmez. Çünkü Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem : «Baba, veledini (çocuğunu) öldürdüğü gerekçesiyle kısas edilmez» buyurmuştur. Bu, meşhur bir hadistir. İslâm ümmeti bu hadisle amel etmiştir. Şu halde bu hadis kısas âyetinin hükmünü hususîleştirmiş olur. Ömer (Radıyallâhü anh) da oğlunu öldüren kimse aleyhinde diyetle hükmetmiş ve hiç bir sahâbi bu hükme karşı çıkmamıştır, derler.
2. M â 1 i k İ 1 e r ise : Baba oğlunu öldürdüğü için kısas edilmez. Ancak oğlunu yere yatırıp boğazlarsa veya aç ve susuz olarak bir yere hapsedip ölümüne sebebiyet verirse, o zaman kısas edilir. Yâni öldürülür. Şayet baba öldürme kasdı olmaksızın oğluna büyük bir taş atsa veya sopa ile dövse ve oğlu bu darbelerden ölse, baba kısas edilmez. Hülâsa baba öldürme kasdını taşıyor idi ise teammü-den öldürdüğünde kısas edilir. Öldürme kasdı yok ise kısas edilmez, demişlerdir. [59]
2647) Amr bin Şuayb'in dedesi (Abdullah bin Amre bin el-As) (Ra-âtyallâhü anhüvı)'öen; Şöyle demiştir:
Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) : Kadının mevcud asa-bası (yâni baba tarafından erkek, akıllı akrabası)nm onun (cinayet işlemesi hâlinde ödenmesi gerekli) diyetini vermelerine ve bunların, kadının vereselerinden (belirli hisse sahiplerinden) artan mal dışında onun hiç bir malına mirasçı olmamalarına hükmetti. (Ayrıca şuna da hükmetti:) Kadın öldürülürse diyeti (kan bahası), onun mirasçıları arasındadır (Farâiz hükümlerine göre aralarında taksim edilir). Bu itibarla katilini onlar öldürür,"
2648) Câbir (bin Abdillah) (Radıyallâhü anhümâ)'dan; Şöyle demiştir :
Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) diyeti, katile kadının âkilesi (baba tarafından erkek ve akıllı yakınları) üzerine yükledi.
Bunun üzerine öldürülmüş olan kadının âkilesi (baba tarafından olan erkek ve akıllı yakınları) :
Yâ Resûlallah! Öldürülen kadının mirası bizedir, dediler. Resûl-i Ekrem (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) :
«Hayır. Mirası kocasına ve çocukların ad ir» buyurdu. [60]
Bu babın ilk hadîsini Ebû Dav û d ve Nesâi de rivayet etmişlerdir. Câbir (Radıyallâhü anh) in hadîsi ise yine Ebû Dâvûd tarafından da rivayet edilmiştir.
Bu hadislerde geçen Asaba kelimesini biraz daha açıklayalım :
Farâiz kitabında görüleceği üzere mirasçılar asaba ve Zevi'l-Furûd, diye iki kısma ayrılır. Kur'ân-i Kerim'de belirli bir payı takdir ve tâyin edilmiş bulunan mirasçılara Zevi'l-Furûd denilir. Böyle belirli bir payı olmayıp da paylardan artanı alan ve Zevi'I-Furüd'dan kimse bulunmadığı takdirde ölünün terekesinin tamamını alan mirasçılara da Asaba denilir.
Âkile kelimesi bu bâblarda sık sık geçmektedir. Bu kelime ile ilgili geniş bilgi bu kitabın 7. babında verilmiştir. Orada beyân edildiği gibi âlimler kişinin usûl ve furûunu, yâni babasını, baba babasını, oğullarını ve torunlarını Âkilesi kavramının dışında tutmuşlardır. Burdaki iki hadis de kişinin babası ile dedesi, evlâdı ve eşinin Âkile'den sayılmıyacağına delâlet ederler. [61]
1. Kadm bir cinayet işlediği takdirde ödenmesi gerekli diyet kadının baba tarafından olan erkek yakınlarına ödettirilir,
2. Asaba durumundaki yakınlar, belirli hisseleri bulunan mirasçılardan artan mala mirasçı olup bunun dışında mîrasçılık hakları yoktur .
3. Kadın öldürüldüğü zaman onun kan bahası mirasçıları arasında taksim edilir. Eğer katili kasden öldürdüğü için kısas cezası verilecekse bu cezayı uygulama yetkisi, öldürülen kadının mirasçılarına aittir.
4. Kadın öldürüldüğü zaman mirası, kocasına ve çocuklarına-dır, âkilesine değildir. Yâni baba tarafından olan erkek yakınlarına değildir. Bu husus, geniş izahat ister. Bu itibarla bunu Farâiz kitabına havale edelim.
5. Belirli hissesi bulunan mirasçılar ve evlâd, kişinin Âkilesi'n-den sayılmaz.
H a 11 â b i ilk hadîsin şerhinde özetle şu bilgiyi verir: Yâni asaba durumundaki akrabalar, katil erkeğin diyetini üstlendikleri gibi katile kadının diyetini de yüklenirler. Diyet ödemeyi gerektiren cinayetler ister bir erkek tarafından ister bir kadın tarafından işlensin, bundan dolayı ödenecek diyet bunların asabasma yüklenir. Cinayet işleyenin erkek veya kadın olması diyetin yükleneceği akrabalarda bir değişiklik yaptırmaz. Bu hadîs, baba ve baba babanın Âkile ismi verilen gruptan sayılmayacağına delildir. Çünkü bunlara altıda bir miras hissesi tâyin edilmiştir. Akıla, amca ve bunun oğullan gibi asabalardır. Hadîsin; «Öldürülen kadının diyeti vârisleri arasında taksim edilir» cümlesinden maksad şudur: Öldürülen kadının kan bahası, onun diğer mallan gibidir. Kocası dâhil bütün mirasçıları buna vâris olurlar. Nitekim Resûl-i Ekrem (Aîeyhi's-salâtü ve's-selâm) Eşyem ed-Dıbâ-b i' nin karısını onun diyetine mirasçı kıldı, (2642 nolu hadise baki demiştir.
Hadîsin bu cümlesinden çıkan hüküm şudur; Öldürülen kadının diyetine bütün mirasçıları vâris olur. Mirastan belirli payı olanlar hisselerini alırlar. Artan malı asaba ismi verilen vârisler alır. Şayet belirli payı olan mirasçılardan kimse yok ise diyetin tamamını asaba denilen mirasçılar alır. [62]
2649) Enes (bin Mâlik) (Radtyallâhü anh)'den; .Şöyle demiştir: Enes'in (yâni kendisinin) halası er-Rubeyyi' (Radıyallâhü anhâ) (bir kere) bir cariyenin ön dişini kırdı. Rubeyyi'in yakınları (karşı taraftan) afıv dilediler. Fakat cariyenin adamları (afıv etmekten) imtina ettiler. Bunun üzerine Rubeyyi'in yakınları dişin tazminatını ödemeyi onlara teklif ettiler. Onlar bunu da kabul etmeyerek Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'e vardılar. Resûl-i Ekrem (Sal-lallahü Aleyhi ve Sellem) de kısasın uygulanmasını emretti. (Rubeyyi'in kardeşi) Enes bin en-Nadr (Radıyallâhü anh) :
Yâ Resûlallah er-Rubeyyi'in ön dişi (misilleme olarak) kırılacak (mı?) Seni hak (din) ile gönderen Allah'a yemin ederim (ve Allah'ın yardımını umarak derim) ki er-Rubeyyi'in dişi kınlmıyacakür, dedi. Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) de :
«Yâ Enes (bin en-Nadr) Allah'ın farz kıldığı hüküm kısastır,» buyurdu.
Hâvi demiştir ki: (Enes'in umutlu yemininden) sonra cariyenin adamları (diyete) razı oldular ve (er-Rubeyyi'i kısas cezasından) afıv ettiler. Bunun üzerine Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) :
«Şüphesiz, Allah'ın kullarından öyle kişi vardır ki, Allah'a yemin etse Allah onun yeminini yerine getirir» buyurdu." [63]
Bu hadisi Buhâri. Ebû Dâvûd ve Nesâi de rivayet etmişlerdir. Er-Rubeyyi (Radıyallâhü anhâ), Enes bin Mâlik (Radıyallâhü anh)Tın halası ve Enes bin en-Nadr (Radıyallâhü anh)'in kız kardeşidir.
Seniyye . Dört ön dişten birisi anlamındadır. Çoğulu Senâyâ'dır.
Hadiste geçen «Kitâbullah» ifâdesi «Allah'ın hükmü» veya «Allah'ın farzı» mânâsına yorumlanmıştır. Bu ifâde ile kısas âyetinin kasdedilmiş olması muhtemeldir. Hangi şekilde yorumlanırsa yorumlansın cümleden kasdedilen mânâ şudur:
«Cariyenin adamları diyete razı olmayınca ve er-Rubeyyi'i bağışlamayınca Allah'ın koyduğu hüküm, er-Rubeyyi'in dişinin kısas olarak kesilmesidir.»
E n e s : «Er-Rubeyyi'in dişi kesilmez» sözü ile Resûl-î Ekrem (Aîeyhi's-salâtü ve's-selâm)'in beyân buyurduğu hükme karşı gelmeyi veya tasvib etmemeyi kasdetmiş değildir. E n e s ' in maksadı Allah Teâlâ'nın cariyenin adamlarım yumuşatmasını, kısastan vaz geçirip diyete razı etmesini ummak ve Allah'ın yardım edeceğini beklemektir. Bunun içindir ki, önce diyete kesinlikle karşı çıkan cariyenin adamları E n e s ' in yemininden sonra birden değişip diyete rızâ gösterince Resûl-i Ekrem (Aleyhi's-salâtü ve's-selâm), E n e s ' in umduğu ilâhî yardımın ulaştığını işaret etmek üzere buyruğunu ifâde etmiştir. [64]
2650) (Abdullah) hin Abbâs (RadiyaUâhü an hü mâ y dan rivayet edildiğine göre: Resûlullah (Sallalhıhü Aleyhi ve Sellenı) şöyle buyurmuştur:
«Dişler (diyet mikdan bakımından) eşittir. Seniyye (denilen ön) diş ve dırs (denilen diğer dişler) eşittir.»"
2651) (Abdullah) bin Abbâs (Radıyallâhii atıhünıâ)\\nn rivayet edildiğine göre :
Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) dişin diyetinin beş deve olduğuna hükmetti."
Not: Bu hadisin senedinin sahih olduğu, Zevâid'de belirtilmiştir. [65]
îbn-i Abbâs (Radıyallâhü anh) 'in ilk hadîsi T i r m i z i ve Ebû Dâvûd tarafından da rivayet edilmiştir. Onun ikinci hadisi Zevâid türündendir. Ebû Dâvûd ve Nesâî bunun bir benzerini Amr bin Şuayb'in dedesinden merfû olarak rivayet etmişlerdir.
Seniyye, ön diş manasınadır. Öndeki dört dişin her birine bu isim verilmiştir. Bunların ikisi yukarda, diğer ikisi de aşağıda olur. Seniyye'nin çoğulu Senayadır, öndeki dört dişe senâyâ ismi verilmiştir. Bunların dışında kalan dişlere de dırs denilir. Dırs'ın çoğulu da Adrâs'tır. îlk hadisten çıkarılan hüküm şudur: Diyet mikdarı bakımından ön dişler ile diğer dişler arasında fark yoktur. İkinci hadîste ise bir dişin diyetinin beş deve olduğu bildirilmektedir.
Bir dişin diyetinin beş deve olduğu hususunda fıkıhçılar ittifak halindedir. Bir kimse bir kimsenin dişini kasden kırar veya kökünden çıkarırsa bunun cezası kısastır. Yân karşı tarafın dişi kesilir veya kökünden çekilir. Ancak dişi kırılan veya çekilen taraf kısas yerine diyete razı olursa kısas yapılmaz ve diyet olarak beş deve ödenir. Keza hatâen, yâni yanlışlıkla diş kesilir, kırılır veya kökünden çıkarılırsa, bunun cezası beş deve diyettir. Hür ve müslüman kadının dişinin diyeti ise hür ve müslüman erkeğin diş diyetinin yansıdır. Yâni iki buçuk devedir. Zimmî, yâni hristiyan ve yahûdinin diş diyeti ise bir deve ve bir devenin üçte ikisidir. Mecûsî, yâni ateşperestin diş diyeti ise bir devenin üçte bindir. [66]
2652) (Abdullah) bin Abbâs (Radtyallâhü anhümâ)'dax\ rivayet edildiğine s«re :
Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) «Şu ve şu» yâni küçük parmak, yüzük parmağı ve baş parmak (diyet mikdarı bakımından) «eşittir» buyurmuştur."
2653) Amr bin Şuayb'in dedesi (Abdullah bin Amr bin el-As) (Ra-dıyaltâhü atthüın)'(\en rivayet edildiğine £Öre; Resûlullah (Sallallahü Aleyhi vr Sellem) şöyir buyurmuştur :
«Parmakların hepsi (diyet mikdarı bakımından) eşittir. Bunlarda onar deve (diyeti) vardır.»"
Not : Bunun senedinin hasen olduğu, Zevâid'de bildirilmiştir.
2654) Ebû Mûs;ı el-Eş'arî (Radıyallâhü anh)'den rivayet edildiğine fîöre; Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) :
-Parmaklar (diyet
mikdarı bakımından) eşittir»
buyurmuştur."
[67]
İ b n - i Abbâs (Radıyallâhü anh) 'in hadisini Müslim1-den başka Kütüb-i Sitte sahiplerinin hepsi rivayet etmişlerdir. Amr bin Şuayb'in hadîsini Zevâid yazarı Zevâid türünden saymıştır. Halbuki Ebû Dâvûd ve Nesâî de bunu rivayet
etmişlerdir. Ancak Ebû Dâvûd'un rivayetinde ilk cümle yoktur. Oradaki rivayette Amr bin Şuayb'in dedesi meâlen şöyle demiştir :
"Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) sırtını Kabe'ye dayanarak okuduğu hutbede «Parmaklarda onar (deve diyet) vardır.» buyurdu."
Ebû Müsâ (Radıyallâhü anh) 'in hadisini Ebû Dâvûd ve N e s â i de rivayet etmişlerdir.
Bu bâbta rivayet olunan hadîslerden çıkarılan hüküm şudur:
El parmağı olsun ayak parmağı olsun, küçük parmak olsun büyük parmak olsun her parmağın diyeti on devedir. Fıkıhçılar bu hükümde ittifak halindedir.
Abdurrahmân el-Cezeri, dört mezhebin fıkhına âit kitabının Hudûd bölümünde parmakların diyeti ile ilgili olarak özetle şu bilgiyi verir :
"Ellerin ve ayakların parmaklarından birisini yanlışlıkla kesen kimsenin tam diyetin onda birisini vermesi gereklidir. Bu hususta el parmaklan ile ayak parmaklan arasında bir fark olmadığı gibi büyük parmak ile küçük parmak arasında da bir fark yoktur. Keza, erkek ile kadın, müslüman ile kâfir, çocuk ile yetişkin insan arasında bir fark yoktur. Yâni her hangi bir insanın her hangi bir parmağım yanlışlıkla kesen kimse on deve diyet vermek durumundadır. Bu hususlarda fıkıhçılar arasında bir fark yoktur. Tam diyetin yüz deve olduğu malumdur. Bir parmağın diyeti de on devedir."
Şu noktayı da belirteyim : Parmakların diyeti yanlışlıkla kesilen parmakla ilgilidir. Çünkü kasden kesilecek olursa onun cezası kısas hükmünün uygulanmasıdır. Yâni bir müslümanın parmağını mafsaldan kasden kesen kimsenin cezası onun parmağım ayni şekilde kesmektir. Ancak parmağı kesilen kişi kısastan vazgeçip diyeti kabul ederse o takdirde diyet verilir. [68]
2655) Anır hin Şııayb'in dedesi (Abdullah bin Amr bin el-Âs) (Radtvaltâhü (whünı)'(\en rivayet edildiğine <*Öre: Peygamber (Sallallahü Aleyhi vr Selimi) şöyle buyurmuştur :
«Mevâdih (kemiğe
dayanan baş ve yüzdeki yaralar) da beşer deve
(diyet) vardır.»"
[69]
İzahı
Bu hadisi Ebû Dâvûd. Tirmizi ve Nesâi de rivayet etmişlerdir.
Mevâdıh, mûdıha'mn çoğuludur. Mûdıha: Eti kemikten ayırıp kemiği vazıh ve açık hâle sokan yara manasınadır. Hadîs böyle bir yaranın diyetinin beş deve olduğunu bildirir. Sözü edilen yaranın başta veya yüzde olmasına dâir bir kayıt hadîste bulunmamakla beraber âlimler bu şekilde yorumlayarak : Başta veya yüzde kemiğe dayanan yaranın diyeti beş devedir. Hadîsten maksad budur. Vücûdun başka tarafında kemiğe dayanan yaranın diyeti beş deve değil, hükümet ismi verilen tazminattır, demişlerdir. Başta ve yüzde kasden böyle bir yara meydana getirmenin cezası kısastır. Yâni yaralayanın başı veya yüzü ayni şekilde yaralanır. Ancak yaralı taraf, yaralayanı bir tazminat karşılığı veya karşılıksız bağışlayabilir.
Mûdıha ismi verilen yara bir yanlışlık eseri ise bunun diyetinin tam diyetin yirmide biri olan beş deve olduğu hususunda âlimler ittifak halindedir. Delil bu hadis ile benzeri hadîslerdir.
Bu diyet hür ve müslüman erkeğe aittir. Hür ve müslüman kadının diyeti ise bunun yarısıdır. Yâni iki buçuk devedir. Çünkü kadının tam diyeti elli devedir.
Geniş bilgiyi fıkıh kitablanna havale edip bu kadarlık bilgi ile yetiniyorum. [70]
2656) tlmeyye oğulları Ya'lâ ve Seleme (Radıyaltâhü anlıümu )\hın rivayet edildiğine göre şöyle demişlerdir :
Biz Tebûk savaşında Resulullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) ile beraber yola çıktık. Bizim beraberimizde bir arkadaşımız da vardı. Biz yolda iken arkadaşımız ile diğer bir adam döğüştüler. Ya'lâ demiştir ki: Adam, (döğüştüğü) arkadaşının elini ısırdı. Arkadaşı da elini onun ağzından (hızla) çekti ve adamın Ön dişini düşürdü. Adam, Resulullah (Sallallahü Aleyhi ve Selîem)'in yanına vararak (düşürülen) ön dişinin diyetini istedi. Bunun üzerine Resulullah (Sal-lalîâhü Aleyhi ve Sellem) :
«Biriniz (din) kardeşine yönelerek erkek devenin ısırması gibi onu ısırır, sonra gelip (düşen dişine) diyet ister. Düşürülen dişe diyet yoktur,» buyurdu. Ya'lâ demiştir ki: Resulullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) (dâvayı red ederek) dişin diyetinin bâtıl olduğuna hükmetti."
2657) İmrân bin Husayn (RadıyaUâhü anfı)'(\en rivayet edildiğine
Bir adam (başka) bir adamın kolunu ısırdı. Işınlan adam da kolunu (hızla) çekti de ısıranın ön dişi düştü. Dâva Peygamber (Sal-lallahü Aleyhi ve Sellem) 'e intikal ettirildi. Peygamber (Sallallahü ASeyhi ve Sellem) dişin diyetinin bâtıl olduğuna hükmetti ve:
-Biriniz erkek devenin dişleriyle sert yem yediği gibi (din kardeşinin kolunu) çatır çatır yiyer (ısırır), (ısıranın düşen dişinin diyeti yoktur), buyurdu." [71]
Bu babın ilk hadîsini Buharı, Müslim. Ebû Dâ* vûd ve Nesâi de benzer cümlelerle rivayet etmişlerdir. İkinci hadîs ise B u h â r i ve Müslim tarafından da rivayet edilmiştir.
Hadîslerde geçen bâzı kelimeleri açıklayalım t Seniyye : Ön diş demektir. Idâd : Isırmaktır.
Kadm: Dişlerin kenarlarıyla yemek manasınadır. FahI: Erkek hayvan manasınadır. Burada erkek ve kuvvetli deve mânâsı kasdedilmiştir.
Akl: Diyet ve tazminat manasınadır.
Zira: Kolun dirsekten parmak uçlarına kadar olan kısmına denilir.
Yed : El mânâsına geldiği gibi, kol mânâsına da gelir.
İki hadiste anlatılan olayın bir olay olması muhtemeldir. Müslim'in rivayeti bunu teyid eder.
Y a'l â (Radıyallâhü anh)'m beraberindeki arkadaşının onun hizmetçisi olduğu bâzı rivayetlerde belirtilmiştir. Diğer bâzı rivayetlerde de Y a ' 1 â (Radıyallâhü anh) ile bir adamın dönüştükleri ve birisinin diğerinin elini ısırdığı belirtilmektedir. Bu itibarla bâzı rivayetlere dayanarak bir kısım âlimler Y a' 1 a ile hizmetçisinin döğüştüklerini, Ya ' 1 â ' nın hizmetçisinin elini ısırdığım ve Y a ' -1 a' nın dişinin düşürüldüğünü ifâde etmektedir. Başka görüşler de var ise de bunları anlatmaya gerek görmüyorum.
Avnü'l-Mabûd yazan Yala (Radıyallâhü anh)'m hadîsinin şerhinde özetle şöyle der:
"Bu hadîs, zararı defetmek amacıyla kişinin kendini savunurken karşı tarafın uğradığı zararın tanzim ettirilemeyeceğine delâlet eder.
Cumhurun görüşü böyledir. Cumhura göre adamın elini ısıran taraf saldırgan durumundadır. Mâlik, Tazmin ettirme görüşünde ise de bu sahih hadîs onun görüşünü reddeder." [72]
2658) Ebû Cühayfe (Veheb bin Abdillah es-Suvâî)[73] (Radtyallâ-%,hü anh)'den; Şöyle demiştir:
Ben Ali bin Ebî Tâlib (Radiyalîâhü anh)'a :
(Allah'ın kitabından başka) halkın yanında bulunmayıp yalnız sizin yakınınızda (yazılı olarak ve vahya âit) bir bilgi var mıdır? diye sordum. Alî:
Ya'Iâ bin Ümeyye (R.A. )'m Hâl Tercemesi
Birinci hadisin râvîsi Ya'Iâ bin Ümeyye (R.A.)'ın hâl tercemesi 1065 nolu hadîs bölümünde geçmiştir. Diğer râvi Seleme bin Ümeyye (R.A.) ise Ya'lâ'nın kardeşidir. Kûfe'ye yerleşen sahâbilerdendir. Buhâri ile Müslim onun bir hadîsini rivayet etmişlerdir. Râvîsi de kardeşi Ya'lâ'nın oğlu Safvân'dır. îbn-i îshâk böyle demiştir. Fakat hıfzedilen rivayet şekli Safvân'ın kendi babası olan Ya'Iâ bin Ümeyye'den rivayetidir. (Hülâsa: 147)
Hayır! Vallahi halkın yanında bulunandan başka bir şey bizim yanımızda yoktur. Ancak (bizde) Allah'ın kişiye Kur'an hükümlerini anlamak kabiliyeti vermesi ve şu sahifede (yazılı) olan hükümler vardır. Şu sahifede Resûlullah (Sallalîahü Aleyhi ve Sellem) tarafından buyurulan diyetlerin hükümleri ve hiç bir müslümanm herhangi bir kâfirfi öldürmesinle karşılık öldürülmemesi hükmü vardır, dedi."
2659) Amr bin Şuayb'in dedesi (Abdullah bin Anır bin el-Âs) (Ra-dtyallâhü anhünı)\len rivayet edildiğine göre; Resûlullah (Sallalîahü Aleyhi ve Sellem) şöyle buyurdu, demiştir :
«Hiç bir müslüman herhangi bir kâfir (i öldürmesin) e karşılık öldürülmez.»*1 '
2660) (Abdullah) bin Abbâs (Radıyaîlâhü anhümâ)Vlan rivayet edildiğine göre; Peygamber (Sallalîahü Aleyhi ve Sellem) şöyle buyurmuştur:
«Hiç bir mü'min herhangi bir kâfirü öldürmesinle karşılık öldürülmez ve ahid (güvence) sahibi (kâfir) ahdi (süresi) içinde öldürülmez.»" [74]
Ebû Cühayfe (Radıyaîlâhü anh) 'm hadisini B u h â r i, Tirmizî, Nesâî ve Ahmed de rivayet etmişlerdir. Amr bin Şuayb'in dedesinin hadisini T i r m i z i, Ebû
Dâvûd ve Ahmed de rivayet etmişlerdir. ! b n-i Abbâs (Radıyaîlâhü anh}'in hadisinin başkaca kim tarafından rivayet edildiğini tesbit edemedim.
İlk hadiste Ebû Cühayfe (Radıyaîlâhü anh), A 1 i (Radıyaîlâhü anh)'a soru tevcih ederken «Sizin yanınızda» diye hitap etmekle çoğul zamirini kullanmıştır. Çoğul zamirini saygı maksadıyla kullandığı muhtemel olduğu gibi bununla Ehl-i Beyti kasdet-miş olması ihtimali de vardır. Yâni sahâbilerin bilmediği ve yalnız Resül-i Ekrem (Aleyhi's-salâtü ve's-selâm)'in Ehl-i Beyti olan A 1 i (Radıyalîâhü anh) ile Fatma ve çocuklarının bildiği vahya dayalı yazılı bir bilginin bulunup bulunmadığı sorulmuş olur. H z. A1İ, Ehl-i Beyt'in reisi olduğu için bu soru kendisine yöneltilmiştir.
Ebû Cühayfe (Radıyaîlâhü anh)'m bu soruyu sormasının sebebine gelince, Tuhfe yazarı bu hususta şöyle der:
"Şiiler1 den bir cemaat : Ehl-i Beyt'in ve özellikle A 1 i' -nin yanında vahye dayalı bâzı bilgiler vardır ki Resûl-i Ekrem (Aleyhi's-salâtü ve's-selâml'in bu bilgileri birer sır olarak onlara vermiş ve onlardan başkası bu bilgilerden haberdar olmamıştır, diye iddiada bulunuyorlardı. Bu iddiada gerçek payının bulunup bulunmadığını Öğrenmek için Kays bin Ubâde ve el-Eşter e n - N a h a i' nin de H z . A 1 i' ye bu soruyu sorduklarını ve burdaki cevâbın benzerini aldıklarını Nesâi ve Ebû Dâvûd rivayet etmişlerdir."
Hz, Ali (Radıyaîlâhü anh), verdiği cevapta bu iddiayı reddeder ve şunu demek ister: Herkesin yanında yazılı olarak bulunan Kur'an-ı Kerim'den başka bizim yanımızda gizli bir şey yoktur. Resûl-i Ekrem (Aleyhi's-salâtü ve's-selâm) irşâd ve tebliğ hizmetini umuma açık olarak yapmıştır. Sahâbiler arasında ilmi açıdan bulunan farklılık Kur'an-ı Kerim'den hükümler çıkarma istidad ve kabiliyet derecesinin değişikliğinden ibarettir. Kur'an-ı Kerim'in âyetlerini mütalâa ve mânâlarım düşünme kudreti verilen kişilere ilimlerin kapılan açılır ve Allah'ın yardım ve lütfü ile başkalarının elde edemediği bilgileri edinirler. A 1 i (Radıyaîlâhü anh), yanındaki sa-hifeye işaretle bundaki bilgilerin başka sahâbilerin yanında bulunmayabildiğim belirtmek ister. Yanındaki sahifede diyetlere âit hükümlerin ve bir kâfiri öldüren müslüman hakkında kısas hükmünün uygulanmayacağı emrinin bulunduğunu beyân eder.
Hadîsin : «Bir kâfiri öldüren müslüman hakkında kısas hükmünün uygulanmamasına» âit cümlenin izahı bölümünde Kadı I y â z özetle: Bu hüküm umûmidir. Kâfir kişi, harbî yâni mal ve can emniyeti verilmemiş ve düşman görülen gayri müslim olsun, ister zim-mî yâni mal ve can emniyeti verilmiş elçi ve vatandaşlık hakkı tanınmış gayri müslim olsun bunu öldüren bir mü'min hakkında kısas hükmü uygulanmaz. Ömer, Osman, Ali ve Zeyd bin Sabit (Allah cümlesinden razı olsun) böyle hükmetmişlerdir. Ata, İkrime, el-Hasan, Ömer bin A b -dilazîz, Sevri, Evzâî, Mâlik, Şafiî, Ahmed ve İ s h â k da böyle demişlerdir.
Nahaî, Sabi ve Ebû Hanîfe' nin arkadaşları ise: Bir mü'min zimmî (Cizye vergisini ödemek karşılığı vatandaşlık hakkı verilen) olan bir gayri müslimi kasden öldürürse kısas hükmü uygulanır. Bu mesele hadîsin umumî hükmünün dışında tutulur, demişler ve dayanakları olan bir hadîsi delil göstermişlerdir. Ancak bunların gösterdikleri delil münkati bir hadîstir, diye bilgi vermiştir. Kadı Iyâz'ın sözü burada bitti.
H a t t â b i ve Avnü'I-Mabûd yazarının konuya ilişkin verdikleri bilgiyi aktarmadan önce kâfirlerin nevileri olan Zimmî, Harbi ve Müstemen ile Zû Ahd hakkında kısa bilgi verip izahta bu terimleri kullanmayı uygun buldum.
Zimmî: Cizye ismi verilen vergiyi ödemeyi kabullenen ve İslâm memleketinde oturup yerleşmesine izin verilen gayri müslimlere denilir. Başka bir deyimle vatandaşlık hakkı verilen gayri müslimler-dir, denilebilir. Bugün memleketimizde oturan hristiyanlar gibi.
Müstemen: Mal ve can emniyeti verilen ve vatandaş olamayan yabancı gayri müslimlere denilir. Elçiler bu neviden sayılır.
Zû Ahd = Ahid sahibi: ise müslümanlarla kendileri arasında andlaşma yapılan ve andlaşmaya aykırı harekette bulunmayan yabancı gayri müsîimlerdir.
Harbî j Yukarda saydığımızın dışında kalan gayri müslimlere denilir. Bunlara bu ismin verilmesinin sebebi ise müslümanlar ya bunlarla savaş halindedir veya savaşmak için hazırlanmaktadır.
Bu bâbta geçen hadîslerde meâlen:
"Hiç bir mü'min hiç bir kâfiri öldürmesi sebebiyle Ckısâs olarak) öldürülmez" buyuru 1 muştur.
H a 11 â b î : Bu cümle apaçık delâlet ediyor ki, müslüman kişi hiç bir kâfire bedel olarak öldürülmez. Müslümanın öldürdüğü kâfir zimmî olsun müstemen olsun başka neviden olsun fark etmez, demiştir.
Avnü'I-Mabûd yazan da özetle şu bilgiyi verir:
"Bu hadîs, bir kâfiri öldürdüğü için bir müslümanın kısas edilmeyeceğine delildir. Öldürülen kâfir harbi ise bu hüküm hakkında ittifak ve icmâ vardır. Öldürülen kâfir şayet zimmî ise cumhura göre hüküm aynıdır. Fakat, Ebû Hanîfe, onun arkadaşları, N a h a i ve Ş a' b i' ye göre öldürülen kâfir zimmî ise onu öldüren müslüman hakkında kısas hükmü uygulanır."
İbn-i Abbâs (Radıyallâhü anh) 'in hadisinin son cümlesi Ali (Radıyallâhü anh) 'in hadîsinin bâzı rivayetlerinde de mevcuttur.
Müslüman kişi, zimmî dâhil her hangi bir kâfiri öldürdüğü zaman onun hakkında kısas hükmü uygulanmaz diyen âlimler î b n - i A b b â s' m hadisini ve onun hadîsinin benzeri olan Ali* nin hadîsinin son kısmını tercemede beyân ettiğim şekilde açıklamışlardır. Onlara göre hadisten kasdedilen mânâ şudur: Hiç bir mü'min her hangi bir kâfiri öldürdüğünden dolayı kısas olarak öldürülmez ve ahid sahibi, yâni güvence verilen bir gayri müsiim öldürülmez. Yâni böylesine can ve mal emniyeti verildiği için, hıyanet etmedikçe veya güven süresi bitmedikçe dokunulmamalıdır, öldürülmesi haramdır.
Zimmi kâfiri öldüren mü'min kısas edilir, diyen Ebû Hanîfe, onun arkadaşları, Nahaî ve Şa'bi ise bu hadisi şöyle yorumlamışlardır:
Hadisteki kâfirden maksad harbî olan kâfirdir ve hadisin mânâsı şöyledir: "Bir mü'min harbî olan bir kâfiri öldürdüğünden dolayı kısas edilmez ve ahid sahibi (yâni güvence verilen - andlaşma yapan) kâfir ahdi (süresesi) içinde (veya ahdine sadakat gösterdiği sürece), harbî olan bir kâfiri öldürdüğünden dolayı kısas olarak öldürülmez."
Bunlara göre hadîsten çıkan hükümler şunlardır i
1. Bir mü'min harbi bir kâfiri öldürdüğünden dolayı kısas edilmez.
2. Zimmî veya müstemen bir kâfir, harbî bir kâfiri öldürdüğünden dolayı kısas edilmez.
3. Hadisteki kâfir harbî kâfir anlamına yorumlandığından dolayı bir mü'min harbî olmayan bir kâfiri (meselâ bir zimmî'yi veya bir müstemeni) öldürdüğünden dolayı kısas edilir.
Birinci grubtaki âlimlere göre hadîsteki kâfir umûmi mânâda kullanılmıştır. O kâfir ister harbi olsun ister zimmî veya müstemen olsun öldürüldüğü zaman onu öldüren mü'min kısas edilmez. Ahid sahibinden maksad ise zimmi ve müstemen gibi can ve mal emniyeti verilen kâfirlerdir. Hadis böyle güvence verilmiş bir kâfiri öldürmenin yasaklığmı ifâde eder. [75]
2661) (Abdullah) bin Abbâs (Radıyallâhü anJtüwâ)\\an rivayet edildiğine tföro: Resûlullah (SaUallahü Aleyhi ve Setimi) şöyle buyurmuştur:
«Baba, oğlunu öldürmesi sebebiyle kısas edilmez.»"
2662) Ömer bin el-Hattâb <Radıyallâhü <mh)\\ex\\ Şiiyle demiştir:
Ben, Resûlullah (SaUallahü Aleyhi ve SellemKi şöyle buyururken işittim :
«Baba oğlunu öldürmesi sebebiyle kısas edilmez.»" [76]
I b n - i Abbâs (Radıyallâhü anh) 'in hadîsini T i r m i z i, A h m e d ve Hâkim de rivayet etmişlerdir. Ömer (Ra-dıyaliâhü anh)'m hadisini T i r m i z i de rivayet etmiştir. Bu iki hadisten çıkarılan hüküm şudur: Bir baba oğlunu kasden öldürmüş olsa bile onun hakkında kısas hükmü uygulanmaz. Şu halde baba, kısasa ait hükümlerin dışında tutulmuştur. B e y h a k i bu hadislerin senedlerinin zayıf olduğunu söylemiştir.' T i r m i z î de ilk hadîsin senedinde bulunan râvi İsmail bin M ü s -1 i m ' in hafızası aleyhinde bâzı âlimlerin konuştuklarını beyân etmiştir. Şafiî de : Babanın evlâdını öldürmesinden dolayı kısas edilmeyeceği hükmünü müteaddid âlimlerden işittim. Ben de bununla hükmediyorum, demiştir. [77]
1. Hanef iler, Şâfiîler ve Hanbelîler: Bu hadîsle hükmederek adam, oğlunu öldürmesi gerekçesiyle kısas edilmez. Bu hadis meşhurdur. Ümraet-i İslâmiyye bunu kabullenmiştir. Bu itibarla öldürme olaylarında kısasın vâcibliğine dâir âyetin hükmünden bu meselenin istisna edilmesi ve böylece bu hadîs sözü edilen âyetin hükmünü husüsîleştirnıeye elverişlidir. Ayrıca Ömer (Radıyallâhü anh) oğlunu öldüren baba aleyhinde diyet cezasını vermiş ve hiç bir sahâbi onun babayı öldürtmeyip diyet ödeme cezasına çarptırması kararma itiraz etmemiştir, derler. Ömer {Radıyallâhü anh)'m bu kararına dâir hadîs 2646 numarada geçti. Keza baba, evlâdının hayatına vesile olmuş iken evlâdın onun hayatının sona erdirilmesine sebep olması uygun olmaz.
2. M â 1 i k i 1 e r' e göre baba evlâdını kasden öldürdüğü takdirde hakkında kısas hükmü uygulanır. Çünkü kısas hükmü umûmîdir. Kısas âyetinin umûmî olan hükmü ahâd hadîsiyle husûsîleş-tirilmez. [78]
2663) Semüre bin Cündeb (Radıyallâhü ank)'Aen rivayet edildiğine ; Resûlullah (SaUallahü Aleyhi ve Scllevi) şöyle buyurdu, demiştir:
«Kim kölesini öldürürse biz (deJ o kimseyi öldürürüz ve kim kölesinin burnunu keserse biz (de) o kimsenin burnunu keseriz.»"
2664) Amr bîn Şuayb'in dedesi (Abdullah bin Amr bin el-Âs) (Ra-dıyallâhü anhüm)\\en\ Şöyle demiştir:
Bir adam kölesini kasden ve teammüden öldürdü. Bunun üzerine Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) (de) o adama yüz sopa attırdı, onu bir yıl süreyle sürgün etti ve müslümanlann (hisselerinin) içinden onun hissesini sildi."
Not: Zevâid'de şöyle denilmiştir : Bunun senedinde İshâk bin Abdillah bin Ebî Ferve bulunur. Bu râvi zayıftır. Senedde İsmail bin Ayyaş da vardır. [79]
Semüre (Radıyallâhü anh) 'in hadîsini T i r m i z î, E b û Dâvûd, Nesâi ve Ahmed de rivayet etmişlerdir. îkinci hadîs Zevâid türündendir.
Birinci hadîste geçen Ced'i kelimesini açıklayalım: En-Nihâye'de: Ced'ı burunu, kulağı ve dudağı kesmek mânâlarına gelir. Genellikle burun kesme mânâsında kullanılır. Bir yerde kayıtsız kullanıldığı zaman ekseriyetle burun kesme mânâsına alınır. Falan kişi Ecda'dır veya Mecdû'dur, denildiği zaman burunu kesiktir denildiği anlaşılır.
Birinci hadisin zahirine göre bir kimse kölesini kasden öldürürse o kimse hakkında kısâş hükmü uygulanır. Keza bir kimse kölesinin burnunu veya kulağını ya da dudağım keserse, misilleme olarak o kimsenin o tarafı kesilir.
Tirmizî bu hadisin rivayetini takiben: Tabiîlerden 1 b -râhîm Nahai gibi bâzı âlimler bu hadîsin zahiriyle hükmetmişlerdir. Hasan-ı Basri ve Ata bin.Rabâh gibi bâzı âlimler ise: Hür kimse bir köleyi öldürür veya bir tarafını keserse o hür kimse hakkında kısas ve misilleme hükmü uygulanmaz, demişlerdir. Ahmed ve İshâk'in kavli de böyledir. Diğer bir kısım âlimler de: Hür kişi kendi kölesini öldürdüğünde o kişi hakkında kısas hükmü uygulanmaz. Fakat başkasının kölesini öldüren hür kimse kısas olarak öldürülür, demişlerdir, Süfyân-ı S e v r î böyle demiştir, diye bilgi verir.
El-Kar i' de Hattâbi' nin şöyle dediğini nakletmektedir :
"Bu hadis köle sahiplerini tehdîd mâhiyetinde olup» kölelerin öldürülmemesi ve burun, kulak, dudak kesme gibi işkencelerin yapılmamasını istemiştir. Bâzılarına göre bu hadis eskiden köle olup sonradan hürriyetine kavuşmuş bir kimse hakkında buyurulmuştur. Bu tevile göre adam, eskiden kölesi olup sonra hürriyetine kavuşan bir adamı öldürmüştür. Bu takdirde hür bir kimseyi öldürmüş olur. Cezası da kısastır. Bir kısım âlimler de : Bu hadîs, Bakara sûresinin 178. âyetinde geçen; Hür kimse, hür kimse(yi öldürmek) ile ve köle kimse köle(yi öldürmek) ile kısas edilir...»
emriyle neshedilmiştir, demiştir."
Ebû Hanîfe' nin arkadaşlarına göre hür kimse kendi kölesini öldürürse, kısas edilmez. Fakat başkasının kölesini Öldürürse kısas edilir.
yi â 1 i k ve Ş â f i i' ye göre hür kimse ne kendi kölesini ne de başkasının kölesini öldürmekle kısas cezasına çarptırılmaz.
Şerhü's-Sünne'de:
Bütün âlimler hür kimsenin bir tarafı, kölenin bir tarafını kesmesi
gerekçesiyle misilleme cezasına çarptırılmaz, demişlerdir. Âlimlerin bu
ittifakı, bu hadîsin ya tehdîd mânâsına yorumlanıl masına ya da mensutı
olduğuna delâlet eder, denilmiştir.
[80]
2665) Enes bin Mâlik (Radtyallâhü anh)\\ew rivayet edildiğine göre:
Yahudi bir adam (Ensâr'dan) bir kadının başım iki taş arasında ezerek onu öldürmüştü. Bunun üzerine Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) yahûdînin başını iki taş arasında ezdirdi (yâni bu şekilde kısas edilmesini emretti.)"
2666) Enes bin Mâlik (Radıyallâhü anh)'ûen rivayet edildiğine göre:
Yahudi bir adam (Ensârdan) genç bir kadını üzerindeki gümüş ziynet eşyasına temaen (başını iki taş arasında ezmek suretiyle) öldürdü. (Kadın henüz can vermemiş iken Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'in huzuruna getirildi.) Resûl-i Ekrem (Sallallahü Aleyhi ve Sellem), kadına:
— «Falan kişi mi seni öldürdü?» diye sordu. Kadın i
— Hayır, diye başıyla işaret etti. Resûl-i Ekrem (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) (başka adamın ismini söyleyerek : «Falan adam mı seni öldürdü,» diye) ikinci kez sordu. Kadın:
(Yine) hayır, diye başıyla işaret etti. Sonra Resûl-i Ekrem (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) (bir başka adamın ismini söyleyerek : «Falan adam mı seni öldürdü,» diye) üçüncü defa kadına soru sordu. Kadm t
Evet, diye başıyla işaret etti. (Kadının işaret ettiği yahûdî adam yakalanarak huzura getirildi. Adam suçunu itiraf etti.) Bunun üzerine Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'in emriyle katil (in başı) iki taş arasında (ezilerek) öldürüldü." [81]
Müellifimizin iki senedle rivayet ettiği ve metinleri birbirine benzeyen, ayni olayı anlatan Enes (Radıyallâhü anh) 'in hadîsi Kü-tüb-i Sitte'nin hepsinde rivayet olunmuştur. Kadın henüz can vermemiş iken katilin kim olduğu yolunda kendisine soru soran zâtın Resûl-i Ekrem (Aleyhi's-salâtü ve's-selâm) olduğu, Ebû Dâvûd ile T i r m i z i' nin rivayetlerinden anlaşıldığı için bu durumu açıkladım. Katilin suçunu itiraf ettiği Buhâri, Müslim, Ebû Dâvûd ve Tirraizî' nin rivayetinde belirtilmiştir. T i r m i z î bu hadîsin sahih olduğunu ifâde etmiştir.
İkinci hadîste geçen "Evdâh" kelimesi "Vadah"ın çoğuludur. En-Nihâye yazarı bu kelimenin gümüşten imal edilen ziynet ve hüliyat mânâsına geldiğini ifâde eder.
Birinci hadîste geçen "Radh" taşla kırıp ezmek manasınadır. 'hadisten çıkarılan hükümler
T i r m i z i bu hadîsi rivayet ettikten sonra : "İlim ehlinin bâzısı bu hadisle hükmetmiştir. (Yâni katili, maktulü öldürdüğü şekilde kısas etmenin câizliğine hükmetmişlerdir.) Ahmed ve t s -h â k'ın kavli böyledir. İlim ehlinin bâzısı ise kısasın ancak kılıçla yapılabildiğine hükmetmişlerdir, der.
Avnü'l-Mabüd yazan? da bu hadîsin şerhinde özetle şu bilgiyi vermiştir:
"Bu hadîsten çıkarılan hükümlerin bir kısmı şunlardır :
1. Bir erkek bir kadını kasden öldürürse o erkek kısas olarak öldürülür. Sözüne itimad edilen âlimler bu hususta ittifak halindedir.
2. Cinayet işleyen Kişi ne şekilde ve nasıl cinayet işlemiş ise ayni şekilde kısas edilir. Eğer cânî kılıçla öldürmüş ise kendisi de kılıçla kısas edilir. Şayet cinayeti taşla veya sopayla veya benzen
bir şeyle işlemiş ise kendisi de o şeyle öldürülür. Çünkü bu hadîste belirtildiği gibi yahûdî, kadını taşla öldürdüğü için kendisi de taşla öldürülmüştür.
3. Kısas cezasını gerektiren katil cinayetinin kılıç, kama ve bıçak gibi keskin bir âletle işlenmiş olması şart değildir. Katil, cinayeti taş, ağaç ve benzerî ağır bir cisimle işlemiş ise yine kısas cezasına çarptırılır. Nitekim bu olayda yahûdî, kadım taşla öldürmüştür. Mâlik, Şafiî, Ahmed ve cumhurun mezhebi budur. Fakat Ebû Hanîfe'ye göre katilin kısfts cezasına çarp-tırılabilmesi için cinayeti keskin bir âletle işlemiş olması şarttır. Bu âlet keskin bir demir veya keskin bir ağaç ya da keskin bir taş olabilir. Yahut cinayetin yüksek yerden bırakmak ve ateşe atmak gibi insanları öldürmek için kullanıldığı bilinen bir yolla işlenmiş olması gereklidir." [82]
2667) Numân bin Beşîr (Radıyallâhü a»A)'den rivayet edildiğine göre; Resûlullah (Sallaltakü Aleyhi ze ScUem) şöyle buyurmuştur :
«Kısas (cezası) ancak kılıçla yerine getiılllr.»"
Not: Zevâid'de şöyle denilmiştir: Bunun senedinde Câbir el-Ca'fi bulunur. Bu r&vî kezzâb <çok yalan sözlü dür.
2668) Ebû Eekre (Radıyallâhü anh)'(\en rivayet edildiğine göre; Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) şöyle buyurdu, demiştir :
«Kılıçtan başka bir şeyle kısas (cezasının) infazı yoktur.»"
Not: Zevâid'de şöyle denilmiştir : Bunun senedinde bulunan Mübarek bin el-Füdâla tedlisçidir ve bu hadisi an'ane ile rivayet etmiştir. Râvi el-Hasan da böyledir. [83]
Bu babın iki hadîsi de Zevâid türündendir. Tuhfe'de bildirildiğine göre Numân bin Beşîr (Radıyallâhü anh)'in hadisini Bezzâr, Tahâvİ, Taberâni ve Beyhaki de değişik metinlerle rivayet etmişlerdir. Ebû Bekre (Radıyallâhü anh) 'm hadisini Bezzâr ve Beyhaki de rivayet etmişlerdir. D â -rekutnî ile Beyhakî bunun bir mislini Ebû Hürey-r e (Radıyallâhü anh)'den de rivayet etmişlerdir. Keza bunun bir benzerini Beyhakî ve Tabarânî, İbn-i Mes'ûd (Radıyallâhü anh)'den rivayet etmişlerdir; Fakat Şevkâni bu hadislerin hepsinin senedlerinde ya zayıf ya da terk edilmiş râvîle-rin bulunduğunu ifâde etmiştir.
Şevkânî: Küfe âlimleri ki Ebû H a n i f e ve arkadaşları da bunlardandır, böyle hükmederek demişler ki; kısas hükmü ancak kılıçla infaz edilir. Katil, maktulün başka şekillerde ve başka cisimlerle öldürmüş olsa bile yine kılıçla öldürülür, diye bilgi vermiştir. Bu grubun delillerinin bir kısmı daha vardır ki bunları anlatmak uzun zaman alır. Bunlara muttali olmak isteyenler hadîs kitablannın şerhlerine başvurabilirler.
Numân bin Beşîr (Radıyallâhü anh) 'm hâl terceme-si 112 nolu, Ebû Bekre (Radıyallâhü anh)'m hâl tercemesi de 233 nolu hadisler bölümünde geçmiştir. [84]
2669) Amr bin el-Ahvas[85] (Rıi(/tyal!â/ıii an/ı)'(\en; Şöyle demiştir:
Ben Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'i Veda haccmda şöyle buyururken işittim :
«Bilmiş olunuz ki her cânî ancak şahsının işlediği günahtan sorumludur. Hiç bir baba oğlunun günahından sorumlu tutulamaz ve hiç bir oğul babasının günahından sorumlu tutulamaz.»"
2670) Târik el-Mühâribî[86] (Radıyallâhü au/ı)\\en Şöyle demiştir:
Ben Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve SellemJ'i koltuk altlan beyazlığını gördüğüm derecede ellerini havaya kaldırarak şöyle buyururken gördüm :
«Bilmiş olunuz ki hiç bir anne oğlunun günahından sorumlu tutulamaz. Bilmiş oîunuz ki hiç bir anne oğlunun günahından sorumlu tutulamaz.»"
Not : Bunun senedinin sahih ve râvilerinin sıka oldukları, Zevâid'de bildirilmiştir.
2671) El-Haşhâş el-Anbarî (Radıynllâhii anh)\\er\; Şöyle demiştir:
Beraberimde oğlum bulunduğu halde ben Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Selleml'in yanına vardım. Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Seîlem) :
«Sen oğlunun günahından sorumlu tutulamazsın, o da senin günahından sorumlu tutulamaz,» buyurdu.
Not : Zevâid'de şöyle denilmiştir : Bunun senedindeki râvîlerin hepsi sıka zâtlardır. Fakat Hüşeym tedlisçi idi. El-Haşhâş'm bundan başka hadisi yoktur. Kütüb-i Sitte'nin kalanlarında onun hadisi yoktur.
2672) Üsâme bin Şerik (Radıyallâhii an/;)'den rivayet edildiğine göre : Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Scllcm) şöyle buyurdu, demiştir :
«Hiç bir şahıs, başka bir şahsın günahından sorumlu tutulamaz.»"
Not : Zevâid'de şöyle denilmiştir : Bunun senedi sahihtir. Râvi Muhammed bin Abdillah'ı İbn-i Hibbân sıka (güveniliri zâtlar arasında anmıştır. Nesâî de onun rivayetinde bir beis olmadığını söylemiştir. Ebü'l-Avvâm el-Kattân'ın adı trnrân bin Dâvûd'dur. Cumhur onun sıka olduğunu söylemiştir. Senedin kalan râvileri de Buhâri ile Müslim'in şartları üzerinedirler. [87]
Bu babın ilk hadisini T i r m i z İ de rivayet etmiştir. Diğer hadisler Zevâid türündendir. Ebû Dâvûd 2671 nolu e 1. Haşhaş (Radıyallâhü anhl'ın hadisinin bir benzerini Ebû H i m s e (Radıyallâhü anh)'den merfû olarak rivayet etmiştir.
Hadislerde geçen ve cinayet masdarmdan yapılan fiiller cinayet işleme mânâsına değil de işlenen cinayetin müâhaza edilme ve sorumlu tutulma mânâsına yorumlanmıştır. El-Mirkat'ta böyle açıklama yapılmıştır.
Sindi de ilk hadisin açıklaması bölümünde: Yâni baba ve oğulun her birisinin işlediği cinayet kendi şahsını ilgilendirir, birisinin işlediği suçtan dolayı diğeri sorumlu tutulamaz ve müahaza edilemez. Hadîslerden kasdedilen mânâ şu olsa gerek: Günah ve kısas konusunda herkes kendi şahsından sorumludur. Kimsenin işlediği günah başkasına yüklenemez ve kimsenin müstehak olduğu kısas cezası başkasına yükletilemez. Baba ile oğul bile birbirlerinin günahından dolayı müahaza edilemez ve bunlardan birisinin müstehak olduğu kısas cezası diğerine tatbik edilemez. Ama diyetler böyle değildir. Kişinin işlediği cinayetin diyeti bazen yakınlarından tazmin ettirilir, demiştir.
En-Nihâye'de de şu bilgi verilmiştir ; Cinayetten maksad dünyada ve âhirette azâb veya kısası gerektiren suç ve günahlardır. Yâni kişi, yakınlarının veya uzaklarının işlediği günah ve suçlardan müâhaza edilmez ve sorumlu tutulmaz. Birisi bir suç veya günah işlerse diğeri bundan mes'ul değildir.
Ebû Davud'un Ebû Rimse (Radıyallâhü anh)'den rivayet ettiği hadîsin sonunda; Resûl-i Ekrem (Aleyhi's-salâtü ve's-sellem buyurduğu hadîsi teyiden;
«Ve günah yüklü hiç kimse başkasının günahını yüklenmez» âyetini okumuştur. (E n 'â m 164, İ s r â 15 ve F â t ı r 18) [88]
Bu bâbtaki hadîslerde geçen Cübâr kelimesinin mânâsım yukarda verdiğim gibi burda da biraz daha açıklayayım
Cübâr: Heder, boşa giden ve karşılığında kimseden diyet veya tazminat alınmayan zarar manasınadır. "Bu cinayet cübârdır" denildiği zaman o cinayetin zararı kimseye öd ettirilemez, anlamı kas-dedilir. Bu bâbta geçen hadislerde sahipli ve yırtıcı olmayan hayvanların verdikleri zararların, maden ocaklarında ve kuyularda uğranılan can zayiatının veya başka zararların ilgililerden tazmin ettirilemeyeceği bildirilmektedir. Bu hadisleri terceme ederken "Cübâr" kelimesi karşılığı olarak "Heder" kelimesini kullanacağım. Bu-nunla yukarda anlattığım mânâyı kasdetmiş oluyorum.
Üsâme bin Şerîk (R-A.)'ın Hâl Tercemesi
Üsârae bin Şerîk es-Su'lebî sahâbilerdendir. Sekiz aded hadîsi vardır. Râvîleri ise Ziyâd bin İlâka ve Alî bin el-Akmar'dır. Sünen sahipleri onun hadîslerini rivayet etmişlerdir. (Hülâsa: 26)
2673) Ebû Hüreyre (Radıyallâhü anhyden rivayet edildiğine göre; Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Scllem) şöyle buyurdu, demiştir:
«Acmâ (yâni yırtıcı olmayan dört ayaklı hayvanın verdiği zarar) hederdir, maden ocağı (nda uğranılan zarar) hederdir. Kuyu (da uğranılan zarar) hederdir. (Yâni bu zararlar kimseye ödettirüe-mez.)»"
2674) Amr bin Avf (el-Müzenî) (Radıyattâkü anh)'den; Şöyle demiştir :
Ben Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve SellemTden şöyle buyururken işittim:
*Acmâ (yâni dilsiz behîme)nin verdiği zarar hederdir. Maden ocağı(nda uğranılan zarar) da hederdir.»"
Not: Zevâid'de şöyle denilmiştir : Bunun senedinde bulunan Kesir bin Ab-dîllah'ı Ahmed ve İbn-i Muin zayıf saymışlardır. Ebû Dâvûd da : O kezzâbtır. demiştir. İmâm Şafiî de : O. yalan sözlülüğün temellerinden biridir, demiştir. İbn-i Abdillah da : Onun zayıflığı üzerinde İcmâ vardır, demiştir.
2675) Ubâde bin es-Sâmıt (Radıyallâhü anhyden; Şöyle demiştir:
Resûlullah (Saîîallahü Aleyhi ve Sellem), maden ocağı (nda uğranılan zararın) hederliğine, kuyu (da uğranılan zararın) hederliği-ne ve acmâ (yâni dilsiz benime) nin verdiği zararın hederliğine hükmetti.
Acmâ: Deve, sığır ve koyun - keçi ve başka behime manasınadır. Cübâr da: (Kimseye) ödettirilemeyen heder manasınadır."
Not : Zevâid'de şöyle denilmiştir. Bunun senedindeki râviler sıka zâtlardır. Ancak Tirmizî ve başkası İshâk bin Yahya'nın Ubâde (R.A.)'ya yetişmediğini söylemişlerdir.
2676) Ebû Hüreyre (Radtyallâhü anh)'den rivayet edildiğine göre; Resûîullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) şöyle buyurdu, demiştir :
«Ateşün yaptığı zarar) hederdir. Kuyu (zararı) da hederdir.»" [89]
Bu bâbm ilk hadîsi Kütüb-i Sitte'nin hepsinde -rivayet olunmuştur.. A m r (Radıyallâhü anh) ile Ubâde (Radıyallâhü anh)'in hadisleri Zevâid türündendir. Ebû Hüreyre {Radıyallâhü anh)'in son hadîsi Ebû Dâvûd ile Nesâi tarafından da rivayet edilmiştir.
Hadîslerde geçen Cübâr kelimesinin açıklamasını babın girişinde yaptım.
Acmâ: Behîme demektir. Hayvanın dili olmadığı için ona bu isim verilmiştir. Behime ve çoğulu olan Behâim dilimizde de kullanılmaktadır. Yırtıcı olmayan ve mülk edinilen deve, sığır, koyun, keçi, katır, merkeb, at ve benzeri hayvanlar demektir. Ü bade' nin hadisinin sonunda Acmâ ve Cübâr kelimelerinin açıklamasına ait cümlelerin râvî Mûsâ bin Ukbe'ye âit olduğu görüşü e 1 - H â f ı z tarafından ifâde edilmektedir. Bunun müellifimize âid olması da muhtemeldir.
Ebü Dâvûd ise Acmâ: Salıverilen, beraberinde kimse bulunmayan ve gündüz zarar veren behimedir, demiştir.
Tirmizi de Ebû Hüreyre {Radıyallâhü anh) 'in ilk hadisini nvâyet ettikten sonra: Bâzı âlimler demişler ki; Acmâ, bağını koparıp sahibinden habersiz giden hayvandır, böyle bir hayvan gidip bir zarar verirse, sahibi bu zararı ödemekle mükellef değildir. Madenle ilgili cümlenin mânâsı da şudur: Bir adam bir maden ocağı kazmıştır. Bir adam gidip bu kazılan ocağa düşerse ocak sahibi bundan dolayı bir tazminat ödemek durumunda değildir. Kuyu da böyledir. Bir adam sebil için bir kuyu kazmış iken başkası o kuyuya düşerse kuyu sahibi bir şey ödemekle mükellef tutulmaz, diye bilgi vermiştir.
Hayvanların yaptıkları zararlar konusu 2332 nolu hadîs bölümünde işlenmiştir. N e v e v i bu hususta özetle şöyle der:
"Hayvanların gündüz verdikleri zararların sahiplerinden tazmin ettirilmemesi hususunda âlimler icmâ etmişlerdir. Ancak hayvanlar gündüz zarar verirken başında bir kimse var ise cumhura göre bu zarar tazmin ettirilir. Şayet hayvan geceleyin zarar verirse Mâ1 i k ' e göre hayvan sahibi bu zararı ödemekle mükelleftir. Şafiî ve arkadaşlarına göre hayvan sahibinin bir kusuru veya ihmâli var ise ona ödettirilir. Aksi takdirde ödettirilmez.
Hanefi âlimlere göre gündüz ve gecenin bir farkı yoktur. Önemli olan husus hayvanın beraberinde sahibinin bulunup bulunmamasıdır. Şayet sahibi beraberinde iken hayvan zarar verirse, sahibi zararı ödemekle mükelleftir. Aksi halde mükellef değildir.
Maden ocakları ve kuyu meselesi hakkında ise Avnü'l-Mabûd yazan özetle şöyle der:
"Yâni bir adam kendi mülkünde veya sahipsiz, mevât bir arazide bir maden ocağını açar. Bir kimse oradan geçerken ocağa düşüp ölürse veya maden ocağı sahibinin ücretle tuttuğu işçiler ocakta çalışırken ocak çöküp işçiler ölürse maden sahibi bir diyet ve tazminat ödemekle mükellef değildir. Kuyu da böyledir. Bir adam kendi mülkünde veya mevât, yâni sahipsiz bir arazide bir kuyu kazar. Sonra bir insan veya başka bir şey kuyuya düşüp telef olursa kuyu sahibine bir şey lâzım gelmez. Keza kuyu kazmak için tuttuğu işçi kuyuya düşüp ölürse kuyu sahibi bir tazminat veya diyet ödemekle mükellef değildir.
El-Hâfız'm el-Fetih'te beyân ettiğine göre Ebû Ubeyd: Bir kimse müslümanlarm yolu üzerinde veya başkasının arazisinde izinsiz bir kuyu kazar da bir insanın telef olmasına sebebiyet verirse, ölenin diyeti kuyu kazanın yakınlarından tahsil edilir, kefareti de kuyu kazan öder. Şayet insandan başka bir mal telef olursa bunun zararını kuyu kazan kişi çeker. Diğer kazılar da kuyu gibidir, demiştir,
îbn-i Battal da: Hanefîler kuyu zararı konusunda cumhura muhalefet ederek: Kuyu kazan kimse mutlaka zararlardan sorumlu tutulur, demişlerdir. Bunlar kuyuyu sahipli hayvana kıyaslamışlardır, Nassa karşı kıyâs geçersizdir, demiştir.
Bu konular hakkında ayrıntılı bilgi için fıkıh kitablanna başvurmak gereklidir.
Ebû Hüreyre (Radıyallâhü anh)'m son hadisiyle ilgili olarak Avnü'l-Mabûd yazarı özetle şu bilgiyi verir:
"Hadîsin «Ateşin verdiği zarar hederdir» cümlesiyle ilgili olarak H a t t â b i : Bu hadîsten kasdedilen mânâ şudur: Kişi kendi mülkünde kendi ihtiyacı için ateş yakar. Sonra kendisinin irâdesi dışında rüzgâr ateşi yayıp başkasının malına veya eşyasına zarar verir. İşte böyle bir durumda ateş sahibine bir sey lâzım gelmez, diye bilgi vermiştir." [90]
Kasâmet: Ekseme fiilinin masdarıdır. Ekseme: Yemin etti, demektir. Yeminlere genellikle kasem ismi verilirken katili meçhul maktul ile ilgili edilen yeminlere Kasâmet ismi verilmiştir.
Kasâmet: Maktulün velileri katil zanlılarından kan bahasını talep ettikleri zaman kendilerine veya katil zanlılarına taksim edilen yeminlere denilir. Îmâmü'l-Haremeyn'in anlattığına göre fıkıhçıîar: Kasâmet, yeminlerin ismidir, demişlerdir. Lügat âlimlerine göre ise Kasâmet, yemin edenlere verilen bir isimdir.
Nevevî' nin naklen beyânına göre Kadı Iyâz: Kasâmet hadisi Şerîât'ın temellerinden biri ve Dîn'in hükümlerine âid bir kaidedir. Sahâbîlerin, Tabiîlerin ve onlardan sonra gelen âlimlerin hepsi Kasâmetle hükmetme keyfiyetinde ihtilâf etmekle beraber bununla amel etmişlerdir.
Bir cemaatın kasâmetie hükmetmedikleri de rivayet olunmuştur.
Kasâmetle amel edilir, diyen âlimler öldürme olayı kasden işlendiğinde kasâmet işlemi neticesinde katil zanlısının kısas olarak öldürülüp öldürülmeyeceği hususunda ihtilâf etmişlerdir. Şöyle ki:
Âlimlerden bir cemaata göre kısas vâcib olur. Mâlik, Ah-med, îshâk ve kadîm kavlinde Şafiî böyle hükmetmişlerdir.
Küfe âlimleri ve en sahih kavlinde Şafiî: Kısas vâcib olmaz, diyet, yâni kan bahasının ödenmesi vâcib olur, demişlerdir.
Kasâmet işleminde hangi tarafın yemin edeceği hususunda da ihtilâf vardır. Şöyle ki:
Mâlik, Şafiî ve cumhura göre maktulün mirasçıları yemin ederler ve yeminleri sonucunda haklan gerçekleşmiş olur. Bu da yukarda anlatıldığı gibi bâzılanna göre katil zanlısının kısas edilmesidir. Bir kısmına göre ise kan bahasının ödenmesidir.
Ebû Hanîfü' nin arkadaşlanna göre ise cinayetin işlendiği şehir veya kasaba, ve köy halkından maktulün velîlerinin seçtikleri kimselerden elli kişi "Allah'a yemin ederiz ki biz bunu öldürmedik ve katilinin kim olduğunu bilmiyoruz" diye yemin ederler. Bu yeminlerden sonra yemin edenlerle beraber o yer sakinlerine ve akılalarına (yakınlarına) diyet ödeme cezasına hükmedilir. Bunlardan alman diyet maktulün mirasçılarına teslim edilir, demiştir. (Kadı Iy âz'ın sözü bitti.)
2677) Sehl bin Ebî Hasme (Radtyallâkü anh)\n kendi kavminin ileri gelen adamlarından rivayetine göre :
Abdullah bin Schl (bin Zcyd) ve Muhayyısa (bin Mes'ûd bin Zeyd) (Rathyallâhü anhiımâ) başlarına gelen fakirlikten dolayı (bir hurma mevsiminde hurması bol olan) Hayber'e (dostları yanında hurma toplamaya) gittiler. (Ve Hayber'e vardıklarında kendi işlerine bakmak üzere birbirinden ayrıldılar. Bir süre) sonra Mu-hayyis'a gelinip, Abdullah bin Sehl'in öldürülüp bir kuyuya veya bir pınara atılmış olduğu haberi verildi. Bunun üzerine Muhayyısa Hayber yahûdîlerîne giderek:
— Allah'a yemin ederim ki onu siz öldürdünüz, deyince yahû-dîler:
— Allah'a and olsun ki onu biz öldürmedik, dediler. Sonra Muhayyısa ordan (Medine'ye) dönüp kavminin yanma varıyor ve durumu onlara anlatıyor. Daha sonra kendisi, ağabeyisi Muhayyısa ve Abdurrahmân bin Sehl kalkıp (Peygamber) (Sallallahü Aleyhi ve Sellem'e) gittiler. (Önce) Muhayyısa söze başladı, (maktul ile beraber) Hayber'de olan kendisi idi. Fakat Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) Muhayyısa'ya yaşça büyüklüğü kasdederek:
«İlk sözü büyüğe bırak, ilk sözü büyüğe bırak», uyarısında bulundu. Bunun üzerine (Muhayyısa sustu ve ağabeyisi) Huvayyısa olayı anlattı. Ondan sonra da Muhayyısa konuştu. Neticede Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) onlara:
«Hayber yahûdîleri ya (öldürülen) arkadaşınızın diyetini (kan bahasmı) öderler, veya onlara (karşı Allah ve Resulü tarafından) bir savaş ilân edilir,» buyurdu. Sonra Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) bu konu hakkında (Hayber yahûdüerine) yazı yazdırdı. (Bu yazıya cevaben) onlar:
Allah'a yemin ederiz ki onu katiyyen biz öldürmedik, diye yazı gönderdiler. Bu cevab üzerine Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sel-lum), Huvayyısa. Muhayyısa ve Abdurrahmân'a:
«Bu cinayetin Hayber yahûdîleri tarafından işlendiğine yemin eder (mi) siniz ve (bu takdirde) arkadaşınızın kan bedeline müstahak olursunuz?» buyurdu. Bunlar:
Hayır, (yanında) bulunmadığımız ve görmediğimiz bir cinayet hakkında nasıl yemin ederiz? dediler. Resûl-i Ekrem (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) :
«Şu halde yahûdîler (bu cinayetten habersiz olduklarına dâir) size yemin ederler,» buyurdu. Bunlar:
Onlar müslüman değiller, (nasıl onların yeminlerine itibar ederiz), dediler. Bunun üzerine Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)
maktulün diyetini kendi yanından verdi. Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) maktulün yakınlarına yüz adet dişi deve gönderip ta evin içinde onlara teslim ettirdi.
Râvî Sehl (bin Ebi Hasme) demiştir ki: O sürüden kırmızı bir dişi deve bana tekme attı."
2678) Amr bin Şuayb'in dedesi (Abdullah bin Amr bin el-As) (Ra-(fıyallâhü an/tüm /den; Şöyle demiştir :
Mes'üd'un oğullan Huvayyısa ve Muhayyısa ile Sehl'in oğullan Abdullah ve Abdurrahmân (Radıyallâhü anhüm), Hayber'de yiyecek temini maksadıyla, (Medîne-i Münevvere'den) çıkıp gittiler. (Hay-ber'de) Abdullah'a zulüm edilip öldürüldü. Sonra durum Hesülullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'e anlatıldı. Resûl-i Ekrem (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) (maktulün arkadaşlarına) =
— «(Abdullah'ın Hayber yahûdîleri tarafından öldürüldüğüne) yemin edersiniz ve (kan bedeline) müstahak olursunuz»? buyurdu. Onlar:
— Yâ HesûlaHah yanında bulunmadığımız bir cinayet hakkında nasıl yemin ederiz? dediler. Resûl-i Ekrem (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) :
— «Şu halde yahûdiler (yemin etmekle) isnad ettiğiniz suçtan beraet ederler.» buyurdu. Onlar;
— Yâ Resûlallah! Yahudiler yemin etmekle beraet edebilince bizi öldürürler, dediler. Râvî demiştir ki: Bunun sonucunda Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) maktulün diyetini kendi yanından verdi."
Not: Zevâid'de şöyle denilmiştir : Bunun senedinde Haccâc bin Ertât vardır, O tedlîsçidir (ve an'ane ile rivayet etmiştir.) [91]
Bu babın ilk hadîsini Buhârî, Müslim, Ebû D â -vûd ve Nesâi de rivayet etmişlerdir. İkinci hadîs ise Zevâid türündendir.
Buradaki rivayete göre ilk hadîsin râvîsi Sehl bin Ebî Hasme (Radıyallâhü anh) hadîsi kendi kavminin ileri gelen adamlarından rivayet etmiştir, Buhârî' nin rivayetinde ise Sehl resen olayı nakletmiştir. Ebû Davud'un rivayetine göre ise Sehl ve onun kavminin ileri gelen adamları bu hadîsi Ebû Leylâ'ya rivayet etmişlerdir.
Hadîste isimleri geçen zâtlara gelince H a y b e r' de öldürülen Ablullah bin Sehl ile Abdurrahmân bin Sehl kardeştirler. Huvayyısa bin Mes'üd ile Muhayyısa bin Mes'ûd da kardeştirler. Abdullah ile Abdurrahmân'm babaları Sehî, Mes'ûd'un kardeşidir. Durum bu olunca bunların evlâdı da amca çocuklarıdır. Huvayyısa, Muhayyısa1 dan, bu da Abdurrahmân' dan yaşça büyüktü, ilk hadîste geçen "Fakır" derin olmayan ve ağzı geniş kuyu manasınadır. "Ayn" da pınar demektir. H a y b e r' de katledilen A b d u 1 1 a h ' in cesedinin kuyu veya pınara atıldığı yolundaki tereddüd râvîye aittir.
Cinayet olayı Resûl-i Ekrem (Aleyhi's-salâtü ve's-selâm)'e arz edileceği zaman Muhayyısa söze başlıyor. Sebebi ise cinayet olayı esnasında kendisinin H a y b e r' de olmasıydı. Fakat Resûl-i Ekrem (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) kendisini îkaz ederek ilk sözü yaşça büyük olan ağabeyisi Huvayyısa'ya bırakmasını işaret buyuruyor. Bu buyruk bir edeb dersi mahiyetindedir. Önce Huvayyısa, sonra Muhayyısa olayı anlatıyorlar.
Resûl-i Ekrem (Aleyhi's-salâtü ve's-selâm) 'in «Yahudiler ya maktulün diyetini öderler ya da onlara karşı savaş ilân edilir» emrinden maksad, cinayetin onlarca işlendiği sabit olması hâlinde onlar bu iki işten birisini yapmak durumunda kalırlar.
Resûl-i Ekrem (Aleyhi's-salâtü ve's-selâm] ile H a y b e r ya-hûdîleri arasında yapılan yazışma neticesinde yahûdiler suçu kabul etmeyince, Resûl-i Ekrem (Aleyhi's-salâtü ve's-selâm) davacılara yemin teklif etmiş ve yemin ettikleri takdirde maktulün kan bedelini almaya hak kazanacaklarım beyân buyurmuştur. Bu hak kısas mı, diyet mi? Bu husustaki ihtilâf yukarda anlatılmıştı. Bilindiği gibi bütün dâvalarda yemin dâvâlıya aittir. Dâvâcı da şâhid getirmekle mükelleftir. Bu hususta Kasâmet meselesi diğer dâvaların dışında tutulmuştur.
Davacılar yemin etmedikleri gibi dâvâlıların müslüman olmayışları nedeniyle yeminlerine itibar edemeyeceklerini söyleyince Peygamber (Aleyhi's-salâtü ve's-selâm) maktulün diyetini kendi yanından ödemiştir. Bunun sebebi hakkında Avnü'l-Mabûd yazarı: Peygamber (Aleyhi's-salâtü ve's-selâm), nizaa son vermek ve tarafların arasını bulmak için ödemede bulunmuştur. Çünkü maktulün tarafı yemin etmek veya dâvâlıya yemin ettirmekten başka bir hakka sahip değildir. Burda ise iki teklife de razı olmadılar. Gönülleri de kırıktı. Bunun için gönüllerini tamir etmek ve nizaı kesmek isteyen Peygamber (Aleyhi's-salâtü ve's-selâm), diyeti yanından ödemiştir, der.
Davacılar maktulün katil zanlıları tarafından öldürüldüğüne dâir yemin etmekten imtina edince, katil zanlıları maktulü öldürmediklerine yemin etmek suretiyle yapılan isnaddan berâet ederler. Bu hüküm bu hadîsten anlaşıldığı gibi ikinci hadîsten daha açık bir şekilde çıkarılır. Kasâmet meselesinde hangi tarafın yemin etmesinin gerektiğine dâir bilgi yukarda, babın girişinde verildi.
Sehl bin Ebi Hasme (Radıyallâhü anh), hadisin sonunda, diyet olarak ödenen develerden birisinin kendisine tekme attığını söylemekle bu hadîsi çok iyi bir şekilde hatırında tuttuğunu belirtmek istemiştir.
îkinci hadiste geçen; cümlesindeki fiil İbra veya Tebrie masdarından türeme olabilir ve «Tübriuküm» veya «Tüberriu-küm» şeklinde okunabilir. Cümlenin mânâsı bakımından bu iki okunuş arasında bir farklılık yoktur. Cümle iki şekilde mânâlandırıla-bilir:
Birincisi tercemede belirttiğim gibi şöyledir : «Şu halde yahûdî-ler (yemin etmekle) isnâd ettiğiniz suçtan berâet ederler.»
îkinci mânâ : «Şu halde yahûdîler (yemin etmekle) sizi yemin etmekten kurtarırlar (ve böylece dâva kapanmış olur.)»
Şöyle bir soru hatıra gelebilir:
Abdurrahman bin Sehl (Radıyallâhü anh), maktul A b d u 1 1 a h ' m kardeşi olduğu halde neden amca oğullan Huvayyısa ile Muhayyisa olayı anlatmışlar ve Resûl-i Ekrem (Aleyhi's-salâtü ve's-selâm) onları dinlemiş de asıl dâva sahibi durumunda olan Abdurrahman'ı konuşturmamış-tır?
Resûl-i Ekrem (Aleyhi's-salâtü ve's-selâm) yaş sırasına göre önce H u v a y y ı s a ' yi, ondan sonra da Muhayyısa'yı dinlemiş ve Tirmizi1 nin rivayetinde belirtildiği gibi Abdurrahman'ı da dinlemiştir. Abdurrahman'in yaşça ikisinden de genç olduğunu yukarda belirtmiştim.
Kasâmet ismi verilen yemin tarzı ve hükümleri fıkıh kitabların-da genişçe izah edilmektedir. [92]
Sehl bin Ebî Hasme (R.A.)'ın Hâl Tercemesi
İlk hadîs râvisi Sehl'in babası Ebû Hasme'nin ismi Âmir bin Sâide'dir. Bir kavle göre ismi Abdullah bin Sâide bin Âmir'dir. Sehl Ensâr'm Hars kabilesinden yaşça küçük sahâbîlerdendir. 25 aded hadisi vardır. Buhâri ile Müslim onun üç hadisini ittifakla rivayet etmişlerdir. Râvîleri Salih bin Havvât, Urve bin Zübeyr ve Zühri'dir.Bir kavle göre mürsel hadîsler rivayet etmiştir. Ebü Hatim: O rıd-vân biahnda bulunan sahâbîlerdendir, demiştir. Hafız Zehebî: Zanrumca o, Muâ-viye (R.A.)'ın halifeliği döneminde vefat etmiştir, der. Kütüb-i Sitte'nin hepsinde onun hadisleri vardır. (Hülâsa : 157)
2679) Zinbâ (Ebû Ravh) (Radtyallâhü ank)'âtn rivayet edildiğine Kendisi bir kölesinin yumurtalarım çekip çıkarmış (veya erkeklik organım kesmiş) oüarak Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sel-lem)'in huzuruna vardı. Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) bu işkenceye karşı köleyi azadladı (azadlığma hükmetti)."
Not: Râvî İshâk bin Ebi Ferve'nia zayıflığı nedeniyle bu senedin zayıflığı, Zevâid'de belirtilmiştir.
2680) Amr bin Şuayb'in dedesi (Abdullah bin Amr bin el-Âs) (Radtyallâhü anhüm)'den rivayet edildiğine göre şöyle demiştir:
(Köle) bir adam imdâd, diye bağırarak Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'in yanına geldi. Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Bellem) ona:
-Neyin var?» buyurdu. Köle:
Efendim beni bir cariyesini öptüğüm esnada gördü, bu nedenle benim erkeklik organımı kesti, dedi. Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) (sahâbilere) :
«O herifi bana getiriniz,» buyurdu. Adam arandı. Fakat bulunamadı. Bunun üzerine Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) «Git. Sen hürsün,» buyurdu.
(Râvî) demiştir ki -. Köle ı
Yâ Resülallah! Efendim beni köleleştirmek isterse bana yardımcı olmanın kimin üzerine (vâcib) olduğunu söyler misin? diye sordu. Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) de:
«Her mü'min veya her müslüman üzerine" (vâcib) dir,» buyurdu." [93]
îlk hadîs Zevâid türündendir. İkinci hadîsi Ebû Dâvüd da rivayet etmiştir. Ebû Dâvûd, kölenin isminin Ravh bin Dînar (Radıyallâhü anh) olduğunu ve onun erkeklik organım kesen efendisinin isminin Zinbâ Ebû Ravh (Radıyallâhü anh) olduğunu söylemiştir. îlk hadîste kölesinin yumurtalarını çıkardığı veya erkeklik organını kestiği bildirilen zâtın Zin-b â olduğu bildirildiğine göre iki hadîsin ayni olaya ve sonucuna âid olduğu ihtimali kuvvetlidir. Birinci hadiste geçen «Hasa» fiili yumurtaları çıkarmak mânâsına geldiği gibi erkeklik organını kesmek mânâsına da geldiğinden bu duruma ilk hadîsin tercemesinde parantez içi ifâde ile işaret ettim.
S i n d İ: Halkın, kölelerine böyle işkence etmelerini önlemek için Peygamber (Aleyhi's-salâtü ve's~selâm)'in anılan kölenin âzad-lığma hükmetmiş olması kuvvetle muhtemeldir, demiştir.
Avnü'l-Mabûd yazarı da: Sahih olanı şudur ki, kim kölesine böyle şeni işkence yaparsa o kimsenin isteği dışında kölesinin âzadlan-masına hükmedilir ve köle hürriyetine kavuşmuş olur, demiştir.
Sözü edilen köleye yardım etmenin her mü'mince veya her müs-lümana düşen görev olduğuna dâir cümledeki «snü'min veya müslim» ifâdesindeki tereddüd râvîye aittir.
Hür bir kimse bir köleyi öldürür veya bir organını keserse, buna karşılık o hür kimse hakkında kısas ve misilleme yapılıp yapılmayacağına dâir bilgiler 2663-2664 nolu hadisler bölümünde geçmiştir. Oraya bakılabilir.
îlk hadîsin râvisi Zinbâ (Radıyallâhü anh) bin Ravh bin Selâme el-Cüzâmi' nin künyesi Ebû Ravh'-dır. Filistin'e giderdi. Ebû Nuaym onun sahâbî olduğunu söylemiştir.[94]
2681) Abdullah (bin Mes'ûd) (Radıyallâhü tm/rj'den rivayet edildiğine göre; Resûlullah (SallaUahü Aleyhi ve Sellem) şöyle buyurmuştur:
-Ehli îman, öldürme tana yönünden insanların en iffetli (merhametli) lerindendir.»"
2682) Abdullah (bin Mes'ûd) (Radıyallâhü onA/den rivayet edildiğine göre; Resûluîlah (Saîlallahü Aleyhi ve Sellcnı) şöyle buyurdu, demiştir :
«Öldürme tarzı yönünden insanların en iffetlisi (merhametlisi) îman ehlidir.»" [95]
Müellifimizin kısmen değişik iki senedle rivayet ettiği î b n - i Mes'ûd (Radıyallâhü anh) 'm hadîsini E b û D â v û d da rivayet etmiştir. Ordaki hadis metni burdaki metnin aynisidir.
Hadîste geçen iffetten maksad helâl olmayan ve iyi karşılanmayan durum ve davranışlardan sakınmaktır. Yâni mü'minler kısas, had veya başka nedenlerle öldürülmesi gerekli veya caiz olan bir
kimseyi öldürecekleri zaman organlarını kesmek, yavaş yavaş ta-zîb etmek gibi işkenceler yapmak suretiyle değil en rahat bir şekilde öldürürler. Çünkü Allah Teâlâ, bütün yaratıklara karşı merhamet ve acıma duygusunu mü'minîerin kalblerine yerleştirmiştir, imansızlarda ise bu derece merhamet ve acıma duygusu yoktur. Mekke müşriklerinin müslümanların bir kısmını işkence ve ta-zîble hunharca öldürmeleri bunun canlı bir örneğidir. [96]
2683) (Abdullah) bin Abbâs (Radıyallâhü anhümâydan rivayet edildiğine göre; Peygamber (SallaUahü Aleyhi ve Sellem) şöyle buyurmuştur:
«Müslümanların kanlan (kısas ve diyet hususunda) eşittir. Ve onlar, başkalarına (yâni düşmanlarına) karşı tek el (gibi olmalı) dır. Onların (kâfirlere verebilecekleri mal, can ve namus) teminatım (mertebece) en düşük olanı akdedebilir (verebilir). Ve (savaşta alınan ganimet düşman saflanna en yakın olanlar tarafından) en uzak olana iade edilir (yâni hissesi verilir),»"
2684) Ma'kil bin Yesâr[97] (Radıyallâhü a«//)'den -ivâyet edildiğine göre; Resûîullah (SallaUahü Aleyhi ve Sellem) şöyle buyurdu, demiştir :
«Müslümanlar başkalarına (düşmanlarına) karşı tek el (gibi olmalı) dır ve kanlan (kısas ve diyet hususunda) eşittir.»"
2685) Amr bin Şuayb'ın dedesi (Abdullah bin Amr bin el-Âs) (Radtyal-lâhü a?ıküm)'den rivayet edildiğine göre; Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve 5e/-lem) şöyle buyurdu, demiştir :
«Müslümanların (birlik ve beraberlik) eli onlardan olmayanlara (düşmanlarına) karşı (olmalı) dır. Müslümanların kanları (kısas ve diyet hususunda) ve malları eşittir. Müslümanların (mertebece) en düşüğü hepsinin adına (kâfire mal, can ve namus) teminatı verebilir ve (savaşta) müslümanlarm en uzak olanları (yâni düşmana en yakın olanları ele geçirdikleri ganimeti düşmana uzak olan) müslü-inanlara iade eder (yâni hisselerini verir).»" [98]
Bu babın ilk hadisi ile ikinci hadîsi Kütüb-i Sitte'nin kalanlarında göremedim. İlk hadîsin mislini Ebû Dâvûd ile Nesâî (Radıyallâhü anhKden merfû olarak rivayet etmişlerdir. Son hadis ise Ebû Dâvûd ve Tirmizî tarafından da rivayet edilmiştir. T i r m i z î bunu ta'likan, yâni senedini anmadan rivayet etmiştir.
Müslümanların kanlarının eşitliğine dâir olup üç hadîste de geçen cümlenin açıklaması ile ilgili olarak Avnü'l-Mabûd yazan, Şer-hü's-Sünne'den naklen şöyle der:
Müslümanların kanlarının eşitliğinden maksad şudur: Müslümanların kanları kısas yönünden eşittir. Yâni öldürülen müslüman eşraftan veya âlimlerden olsa ve katil de eşraftan olmasa veya câhil olsa bile yapılacak iş yalnız katili öldürmektir. Katilden başkasını öldürmek söz konusu değildir. Câhiliyet devrinde durum böyîe değildi. Eşraftan birisi öldürüldüğü zaman buna karşılık yalnız eşraftan olamayan katili öldürmekle yetinilmiyordu, katil ile beraber onun kabilesinden bir kaç kişi öldürülüyordu. İslâmiyet bu kötü âdeti kaldırdı. Eşraftan olan ile olmayan, büyük iîe küçük, âlim ile câhil ve erkek ile kadın kısas bakımından eşit kılındı. Kısas bakımından hiç bir ayrıcalık bırakılmadı. Yukardaki cümle bunu belirtiyor. Yine hadîslerin «Müslümanlar başkalarına karşı tek el (hükmünde) dir.» cümlesinin mânâsı ile ilgili olarak Ebû Ubeyd: Yâni müslümanlar birbirlerini düşmanlarına ezdirmemelidir. Hepsi birlik ve beraberlik içinde yardımlaşma ve dayanışma içinde olmalıdır, demiştir.
Hadîslerin «Müslümanlarm (kâfirlere verecekleri) teminatı (mertebece) en düşük olanı akdedebilir» cümlesinin mânâsı şudur: Müslümanlardan herhangi bir kimse, hattâ bir köle veya bir kadın bir veya birden fazla kâfire teminat verirse, yâni malı, canı ve namusunun garanti altında olduğunu söylerse bu teminat geçerlidir, diğer müslümanlar buna uymak zorundadır. Kâfire böyle bir teminat vermek için müslümanm eşraftan veya devlet yetkilisi ve etiketlisi olması şartı yoktur.
Hadislerin «(Ganimet malı) en uzak olana iade edilir» cümlesinden kasdedilen mânâyı tercemede parantez içi ilâvelerle açıklamak istedim. Yâni savaşa katılanların zayıfları ile kuvvetlileri, düşmana en yakın saflarda çarpışanlar ile geri saflarda ve düşmana uzak olanları ganimetten hisse almak bakımından eşittirler. Küfür diyarına giren gazilerin hepsinin ganimet malına istihkakları vardır. [99]
2686) Abdullah hin Amr (hin el-As) (Radıyallâhü anhiimâ,1'dan rivayet edildiğine göre; Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Setlcm) şöyle buyurdu, demiştir ;
«(Müslümanlardan) kim bir muâhed (yâni zimmîyH (haksız yere) öldürürse o kimse Cennet kokusu kokamaz. Halbuki Cennet kokusu kırk yıllık mesafede bulunur.»"
2687) Ebû Hüreyre (Radıyallâhü anh)'den rivayet edildiğine göre; Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sel/em) şöyle buyurdu, demiştir :
«(Müslümanlardan) kim,
Allah'ın teminatına ve Resulünün teminatına (yâni dînen geçerli sayılan
teminata) sahip olan bir muâd (yâni zimmi'yH (haksız yere) öldürürse, o kimse
Cennet kokusu kokamaz. Halbuki Cennet kokusu yetmiş yıllık mesafede bulunur,»"
[100]
îlk hadisi Buhâri de ve son hadîsi T i r m i z i de rivayet etmişlerdir.
Muâhed ve Muâhid zimmi manasınadır. Zimmî, bilindiği gibi cizye ismi verilen vergiyi devlete vermek üzere kendisine vatandaşlık hakkı, yâni can, mal ve namus teminatı verilen gayri müslim-Iere verilen bir isimdir.
Tuhfe'de beyân edildiğine göre el-Mecma'de : Zimmet ve zimâm; ahid, teminat, garanti, dokunmazlık ve hak manasınadır. İslâm memleketlerinde oturan gayri müslimlere zimmiler isminin verilmesinin sebebi bunların müslümanların teminatı ve taahhüdü altında bulunmalarıdır, denilmiştir.
Birinci hadîste Cennet kokusunun kırk yıllık, ikinci hadîste yetmiş yıllık mesafede duyulduğu bildirilmektedir. Cennet kokusunun yüz yıllık ve bin yıllık mesafeden duyulduğuna dâir rivayetler de vardır. S u y û t î bu rivayetleri belirttikten sonra : Bu rivayetlerin birleştirilmesi şöyle olur: Bu durum, müslümanlann mertebelerine ve amellerinin çokluğu veya azlığına göredir. Allah'ın dilediği kimseler bu kokuyu daha uzak mesafeden veya nisbeten yakm mesafeden duyarlar, demiştir. E 1 - K â r i bunu naklettikten sonra : Bu rivayetlerden maksad Cennet kokusunun uzak mesafelerden duyulabüdiğini bildirmek olabilir. El-Fetih'te bu hususta daha geniş bilgi vardır.
Bir zimmî'yi haksız yere katleden müslümanm Cennet kokusunu kokmaması meselesine gelince bunun benzeri daha önce defalarca geçti. Oralarda açıkladığım gibi bundan maksad, bu suçu işleyen kimselerin, ilk zamanlarda Cennete girecek müslümanlarla birlikte girmeye hak kazanmamış olmasıdır. Böyle bir hakkı bulunmamakla beraber Allah Teâlâ dilerse onu bağışlar. Dilemezse bu suça karşı cezasını çektikten sonra Cennete girer. Çünkü müteaddid kesin nass-lar, zerre mikdarı îmanı bulunan kimselerin sonuç itibariyle cennetlik olduklarına delâlet eder.
Cümlenin mânâsı şöyle de olabilir : Bu suçu işleyen müslüman Cennete girse de onun kokusunu duymaktan mahrum kılınır-.[101]
2688) Rifâa bin Şeddâd el-Fityânî'den; Şöyle demiştir:
Amr bin el-Hamık el-Huzâi (Radıyallâhü anh)'den işittiğim bir kelime (hadis) olmasaydı, beri el-Muhtâr'm başı ile cesedi (ni birbirinden ayırıp) arasında yürüyecektim. Ben Amr bin el-Hamık'tan şöyle söylerken işittim. Resûlullah (SaUallahü Aleyhi ve Sellem) buyurdu ki:
«Kim bir adama can teminatım verip sonra onu öldürürse şüphesiz o kimse kıyamet günü bir gadir (zulüm) sancağını taşıyacaktır.»"
Not : Zevâid'de şöyle denilmiştir : Bunun isnadı sahih ve râvileri sıka (süvenilir) zâtlardır. Çünkü râvî Rıfâa bin Şeddâd'm hadisini Nesâî kendi süne-ninde rivayet ermiş ve sıka olduğunu söylemiştir. İbn-i Hibbân da onu sıka râvî-ler arasında anmıştır. Senedin kalan râvîleri _ Müslim'in şartı üzerinedir.
2689) Rıfâa bin Şecîdâd (RadıyaUâhii anhj'âen; ŞÖyle demiştir:
Ben Muhtâr'ın yanma kendisinin sarayında girdim. Kendisi: Cebrail (Aleyhisselâm) bu saatta benim yanımdan kalktı, dedi. Süleyman bin Sured {Radıyallâhü anh)'ın Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) den bana rivayet ettiği:
«Adam kanı hususunda sana güvendiği zaman sen onu öldürme» hadîsinden başka hiç bir şey beni Muhtâr'ın boynuna (bu iftirasından dolayı kılıç) vurmakdan alakoymadı. İşte beni onun boynunu (kılıçla) vurmaktan meneden şey bu hadistir." [102]
İlk hadîs Zevâid türündendir. Zevâid sahibi ikinci hadîsi Zevâid türünden saymadığı ve R i f â a ' nin hadisleri N e s â i tarafından da rivayet edildiği için bu hadisin N e s a i tarafından da rivayet edilmiş olması muhtemeldir. Fakat ben N e s â i' nin sü-neninde bu hadîse rastlamadım. Gözümden kaçmış olabilir.
Hadîs, bir kimseye can güvenliği veren müslümamn bu güvenceye sadakat göstermesinin gerekliliğine ve aksine hareket etmesinin bir zulüm ve haksızlık sayıldığına delâlet "eder. Çünkü verdiği teminata aykırı hareket etmekle emânete hiyânet etmiş sayılır. Emânete hiyânet etmenin haramlığı müteaddid âyetler ve hadîslerle haram kılınmıştır.
Son hadiste sözü edilen Muhtar ile kimin kasdedildiğine dâir bir kayda rastlamadım. Bununla Muhtâr-i Sak af i' nin kas-dedilmiş olması muhtemeldir. Muhtâr-i Sak afi, Hic-ret-i Nebeviyye esnasında doğmuş, fakat Resûl-i Ekrem (Aleyhi's-salâtü ve's-selâm)'i görme şerefine erişemediği gibi hadîs rivayetinde de bulunmamıştır. H i c â z' da hilâfetini ilân eden Abdullah bin Zübeyr (Radıyallâhü anh)'ın taraftarı iken hicretin 64. yılı O'ndan ayrılarak î r â k ' a geldi ve Küf e'-de Ş i î 1 e r' le iş birliği yaparak K e r b e 1 â olayının intikamını almak üzere Ehl-i Beyt'ten (yâni Resûl-i Ekrem (Aleyhi's-salâ-tü ve's-selâm)'in torunlarından) Mehdi Muhammed bin el-Hanefiyye tarafından görevlendirildiğini iddia etti. E! altından yaptığı faaliyetler neticesinde 12 bin kadar taraftar topladı ve hicretin 65. yılı Kûf e'yi eline geçirdi. K e r b e 1 â olayında bulunan veya oiayı tertipleyen bir çok kimseyi öldürten Muhtar bir buçuk yıl Kûf e'de hükümdarlık ettikten sonra hicretin 67. yılı Mus'ab bin Zübeyr'in gönderdiği askeri kuvvet tarafından katledildi.
Üç Zâtın Hâl Tercemesi
Birinci hadisin râvisi Amr bin el-Hamık bin Habîb bin Amr ei-Huzâî (R.A.) Hudeybiye andlaşmasından sonra Mekke'den Medîne-i Münevvere'ye hicret etmek şerefine erişen sahâbilerdendir. Hz, Osman (R.A.)'ın şehid edilmesi olayında O'nun evine girenlerdendir. Daha sonra Hz. Ali'ye taraftar çıkıp O'nunla birlikte Cemel, Sıffîn ve Nehrevân olaylarına katılmıştır. Râvîleri Cübeyr bin Nüfeyr ve Rıfâa bin Şeddâd'dır. Hicretin 51. yılı Abdurrahman bin Osman es-Sakafi tarafından öldürülerek başı Muâviye'ye gönderilmiştir. İslâm tarihinde hediye edilen ilk baş bu zâtın başıdır. Nesâi ve İbn-i Mâceh onun hadislerini rivayet etmişlerdir. (Hülâsa : 288)
Yine birinci hadisin senedinde ismi geçen Rifâa bin Şeddâd el-Pityânî'nin bağlı bulunduğu Fityân, Büceyle'nin bir koludur. Bu zatın künyesi Ebû Âsim el-Kûfi'dir. (Sünenimizin elde mevcûd nüshalarında el-Kıtbânî, diye yazılı ise tiv Hülâsa'da bu kelime el-Fİtyânî diye beyân edildiği için bu beyânı esas tuttum.) Bu zât, Amr bin el-Hamik'dan hadîs rivayetinde bulunmuştur. Kavileri ise Abdü'l-Melik bin Umeyr ve Beyân bin Bişr'dir. Nesâî onun sıka olduğunu söylemiştir. Hicretin altmış küsur yılında vefat etmiştir, (Hülâsa : 118)
İkinci hadîsin râvîsi Süleyman bin Sured el-Huzâî Ebû Mutarrif el-Kûfî (R.A.), sahâbidlr. 15 aded hadisi vardır. Buhâri ile Müslim onun bir hadîsini ittifakla rivayet etmişlerdir. Buhâri ayrıca bir hadîsini rivayet etmiştir. Râvîleri ise Yahya bin Ya'mur ve Adî bin Sâbiftir. îbn-i Abdi'1-Berr : O, Ali (R.A.) ile beraber Sıffîn olayına katılmış, sonra da Hz. Hüseyin (R.A.)'ın intikamını almak için uğraşmış ve hicretin 65. yılı el-Cezîre'nin Aynü'1-Verd denilen yerinde öldürülmüştür. Bu zâ,t, âlim, sâlih ve kavminin eşrafından idi. Kütüb-i Sitte sahipleri onun hadîslerini rivayet etmişlerdir, (Hülâsa : 152) [103]
2690) Ebû Hüreyre (Radıyallâhıi anh)'den; Şöyle demiştir :
Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) hayatta iken bir adam (bir müslüman kişiyi) öldürmüştü. Dâva Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'e arzedildi. Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) de katili (kısas edilmek üzere) maktulün velîsine teslim etti. Bunun üzerine katil:
Yâ Resûlallah Allah'a yemin ederim ki ben maktulü kasden öldürmedim, dedi. Bunun üzerine Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) , maktulün velîsine:
«Bilmiş olki, katil eğer gerçekten doğru sözlü olup sonra sen onu öldürür isen Cehennem ateşine girersin,» buyurdu.
Ebû Hüreyre dedi ki: Bu buyruk üzerine maktulün velîsi katili serbest bıraktı. Ebû Hüreyre dedi ki: Katilin elleri bir enli ve uzun kayışla arkasından bağlı idi. Katil, kayışını çekerek, yederek çıkıp gitti. Bu nedenle kendisine Ze'n-Nis'a ( = kayış sahibi) ismi verildi,"
2691) Enes bin Mâlik (Radtyallâhü anhyden rivayet edildiğine göre :
Bir adam, velisinin katilini Resûlullah CSallallahü Aleyhi ve Sellem)'e getirdi. Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) (adama) :
«(Katili) bağışla,» buyurdu. Adam bağışlamaktan imtina etti. Bunun üzerine Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) :
«Diyetini (kan bahasını) al,» buyurdu. Adam (bundan da) imtina etti. (Bu kere) Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) :
«Git katili öldür, şüphesiz sen (onu öldürür isen) onun mislisin,» buyurdu. Enes dedi ki: Sonra adama arkadan yetişildi ve kendisine denildi ki, Resûlullah (Sallaîlahü Aleyhi ve Sellem) :
«Katili öldür. Şüphesiz sen (onu öldürürsen) onun mislisin,» buyurdu. Adam bunun üzerine katile yol verdi.
Enes (Radıyallâhü anh) dedi ki: Katil, (bağlı bulunduğu ve son anda çözülen) kayışını yederek, ev halkının yanma doğru gider vaziyette görüldü. Enes (Radıyaliâhü anh) dedi ki; maktulün velîsi galiba katili bağlamıştı.
(Müellifin şeyhi) Ebû Umeyr dedi ki: İbn-i Şevzeb, Abdurrah-man bin eî-Kâsım'in şöyie söylediğini rivayet etti: Peygamber (Sal-lallahü Aleyhi ve Seîleml'den sonra (yâni O'ndan başka) hiç kimse (maktulün velisine) : «Katili Öldür, şüphesiz sen de (onu öldürür-sen) onun mislisin» diyemez.
İbn-i Mâceh dedi ki: Bu, Kemlilerin hadîsidir. Yalnız onların yanında bulunur, (onlardan başka hiç kimsenin yanında bulunmaz.)" [104]
Ebû Hüreyre (Radıyallâhü anh)'in hadisini Tirmi-zî; Ebû Dâvûd ve Nesâî de rivayet etmiştir. Enes (Radıyallâhü anh)'in hadîsini Nesâî de rivayet etmiştir.
Müslim, Ebû Dâvûd ve Nesâî bu hadislerin bir benzerini de Vâil bin H ü c r (Radıyallâhü anh)'den rivayet etmişlerdir.
Hadîslerde geçen "Nis'a" deve ve benzeri hayvanların yularında kullanılan bir nevî kayış manasınadır.
Hadîslerde söz konusu cinayet zahiren kasden işlendiği için Peygamber (Aleyhi's-saîâtü ve's-selâm) katili maktulün velîsine kısas için teslim etmiştir. Katil kasden öldürmediğine yemin edince, Resûl-i Ekrem (Aleyhi's-salâtü ve's-selâm) maktulün velîsini uyarmıştır. Peygamber (Aleyhi's-salâtü ve's-selâm)'in «Eğer katil doğru söylüyor ise» emri, şu hükmü ifâde eder: Zahirine göre kasden işlenmiş bir cinayetin kasden olmadığına dâir katilin yaptığı savunma muteber değildir. Ama maktulün velîsine uygun ve ihtiyatlı olanı o katili öldürmekten vazgeçmesidir. Çünkü katil bu savunmasında samîmi ve doğru sözlü ise maktulün velîsi onu öldürmekle günaha girmiş olur.
İkinci hadîste sözü edilen cinayet olayında Peygamber (Aleyhi's-salâtü ve's-selâm) katilin bağışlanmasını, sonra diyetin alınmasını maktulün velîsine teklif etmiş ise de velî bu iki teklife rızâ göster-meyince katil, kısas edilmek üzere kendisine teslim edilmiş ve bu arada Peygamber (Aleyhi's-salâtü ve's-selâm) :
«Katili öldür sen de (katili öldürürsen) onun mislisin» buyurmuştur. Parantez içi ifâde diğer rivayetlerden yararlanılarak ilâve edilmiştir. Bu cümle ile ilgili olarak şöyle bir soru hatıra gelir .
Bir müslümanı kasden öldürmek büyük bir günahtır. Bu cinayeti işleyen kişiyi öldürmek ve kısas hükmünü tatbik etmek meşrudur. Maktulün velîsi bunu öldürmekle günah" işlemiş olmaz. Halbuki bu hadîste Resûl-i Ekrem maktulün velîsine.- «Sen katili Öldürürsen sen de onun misli olursun» buyurmuştur. Bu nasıl olur?
Buna cevaben Sindi : Yâni adam öldürme bakımından ikisi aynidir. İkisi de adam öldürmüş olur. Ama birisi haksız ve zulüm olarak cinayet işlemiş oîur. Diğeri ise haklı olarak öldürmüş olur. Resûl-i Ekrem (Aleyhi's-salâtü ve's-selâm) arayı bulmak ve bağışlamaya teşvik için bu ayırımı yapmadan bu buyruğu söylemiştir. Bu gibi hallerde tarizde bulunmak caizdir. Kasdedilen mânâ şu olabilir : Katil, maktulü kasden öldürmediğine yemin ediyor. Eğer bu sözünde doğru ise katili öldürmek caiz değildir. Yâni mânevi yönden mes'û-Hyetli bir iştir, demiştir.
N e v e v î de bu cümlenin yorumu hakkında: Sıhhatli yorum şudur : Sen katili öldürürsen, bir tarafın diğer tarafa bir üstünlüğü ve bir ikram ile iyiliği yoktur. Çünkü maktulün velisi katili öldürmekle hakkını tam olarak almış olur. Fakat katili bağışlarsa, üstünlük, minnet, iyilik, bol sevab ve dünyada bol takdir kazanmış olur. Bir kavle göre bundan maksad şudur: Katili öldürmekle maktulün velîsi de adam öldürmüş olur. Fakat birinci cinayet haram olan bir cinayettir. İkincisi ise helâl olan bir cinayettir. Bununla beraber ikisi de öfkeye uymak, nefsi arzuyu gerçekleştirmek hususunda eşittir. Özellikle Resûl-i Ekrem (Aleyhi's-salâtü ve's-selâm), katili bağışlamayı talep ettiğine rağmen maktulün velîsi bu taleb'e rızâ gös-termeyip katili öldürme yolunu tercih ederse ne değeri kalmış olur, diye bilgi vermiştir, [105]
1. Maktulün velisi kasden cinayet işleyen katili, öldürmek, kan bahasını almak ve katili bağışlamak hususunda muhayyerdir.
2. Devlet yetkilisi, kısası gerekli katili bağışlamak için maktulün velisinden ricada bulunabilir.
3. Kısas edilmesi gerekli katilin kaçması endişesi bulunduğu takdirde onu bağlamak caizdir.
4. Bağlı olan sanığın bu durumda, yâni bağlı olduğu halde ifâde vermesi caizdir.
5. Katil bağışlandığı zaman, tazîr ismi verilen cezaya çarptırılması şart değildir. Yâni bağışlanan katilin, teşhir, tahkir, dayağa çekmek gibi cezalarla cezalandırılması mecburiyeti yoktur. H a t -tâbi' nin anlattığına göre Mâlik bin Enes: Bağışlanan katil yüz değnekle dövülür ve bir yıl süre- ile hapsedilir, demiştir.
Son hadîsi Müellifimize üç zât rivayet etmiştir. Bunlar Remli oldukları için Müellifimiz, bu hadisin yalnız Remlilerin yanında bulunduğunu ifâde etmiştir.
Abdurrahmân bin el-Kâsım'ın hadisin sonunda rivayet olunan sözünün mânâsı şudur: Kasden bir müslümanı öldürdüğü sabit olan bir katili kısas olarak Öldüren maktulün velîsi hakkında: "Katili öldürürsen sen de onun gibi olursun" demeye kimsenin hakkı ve yetkisi yoktur. Bu sözü ancak Resûl-i Ekrem (Aleyhi's-salâtü ve's-selâm) buyurmuştur. Başkası böyle söyleyemez.
Resûl-i Ekrem (Aleyhi's-salâtü ve's-selâm) 'in bu sözünün yorumu yukarda beyân edildi. Başkası bu sözü söyleyip maktulün velîsini katile benzetemez. Çünkü katilin cinayeti gayri meşrudur, haramdır. Maktulün velîsinin yaptığı iş ise meşrudur ve bir hakkı kullanmaktan ibarettir. [106]
2692) Enes bin Mâlik (Radıyallâhü ank)'âer\ rivayet edildiğine göre şöyle demiştir :
Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) 'e arzedilen kısasla ilgili her dâvada O, bağışlamayı emir (yâni teşvik) ederdi."
2693) Ebü'd-Derdâ (Radıyallâhü anhyden; Şöyle demiştir:
Ben Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'den işittim, buyurdular ki;
«Vücûdundan bir şey (yâni yaralanma veya bir tarafının kesilmesi) ile başına bir musibet gelip de bunu sadaka eden (yâni hasmını bağışlayıp misillemeden vazgeçen) hiç bir (müslüman) adam yoktur ki, bu (bağışlaması) ndan dolayı Allah onu bir derece yükseltmesin veya bundan dolayı onun bir günahını bağışlamasın.»
(Ebü'd-Derdâ demiştir ki) : Bu hadîsi iki kulağım işitti ve kalbim iyice hıfzetti." [107]
Enes (Radıyallâhü anh)'m hadîsini Ebû Dâvûd ve Nesâi de rivayet etmişlerdir. Bu hadîs kısas, yâni gerek katili öldürme dâvasında ve gerekse bir müslümanın bir organını kestiği için kendisinin de o organının kesilmesi gereken cânî ile ilgili dâvada bağışlama girişimlerinin meşruluğuna delâlet eder. En-Neyl yazarı: Afıv ve bağışlamaya teşvik işi sahîh hadisler ve Kur'an-ı Ke-rîm'in âyetleriyle sabittir. Genel olarak bağışlamanın meşruiyeti konusunda ihtilâf yoktur. Bulunan ihtilâf şudur: Zulüme uğrayanların zâlimleri bağışlaması mı, bağışlamayı bırakması mı evlâdır?
Ebü'd-Derdâ (Radıyallâhü anh) 'm hadîsini T i r m i z î de rivayet etmiştir. T i r m i z î bunu rivayet ettikten sonra: Bu, garîb bir hadistir. Râvi Ebü's-Sefer'in Ebü'd-Derdâ (Radıyallâhü anh)'den hadis işittiğini bilmiyorum. E b ü's-S e -f e r' in ismi Saîd bin Ahmed, bir kavle göre bin Yuh-m i d' dir, der.
Hadis, yaralanan veya vücûdunun bir tarafı kesilen müslümanın caniyi, yâni kendisine bu zararı veren müslümanı bağışlamasının ve misillemeden vazgeçmesinin sevabını bildirmekle bağışlamayı teşvik eder. Hadîsteki tasadduk, sadaka etmek, bağışlamak manasınadır. [108]
2694) Muâz bin Cebel, Ebû übeyde bin el-Cerrâh, Ubâde bin es-Sâ-mit ve Şeddâd bin Evs (Radıyalîâhü anhümyden rivayet edildiğine göre; Re-sûlullah (SallaUahü Aleyhi ve Scllcm) şöyle buyurmuştur :
«Kadın teammüden (bir kimseyi) öldürdüğü zaman, hâmile olursa, hamlini bırakıp bebeğini bir bakıcıya teslim edinceye kadar öldürülmez ve hâmile kadın zina ederse, doğum yapıp bebeğini bir bakıcıya teslim edinceye kadar recmedilmez.»"
Not : Zevâid'de şöyJe denilmiştir : Bu hadîsin senedinde İbn-i En'üm bulunur. Bunun adı Abdurrahmân bin Ziyâd bin Enlim olup zayıftır. Kendisinden rivayet eden Abdullah bin Lehia da böyledir. [109]
Zevâid türünden olan bu hadîs; bir kimseyi öldürdüğü için kısas olarak öldürülmesi gereken veya bekâr olmadığı halde zina ettiği için recmedilmesi gereken kadın hâmile olduğu takdirde bu ce-
zâlann derhal infaz edilemeyip, kadının doğum yapması ve doğacak bebeği besleyip bakacak bir kimseye teslim edinceye kadar erteleneceğine delâlet eder.
Bu hükümler hususunda âlimler ittifak halindedir. Çünkü hâmile kadın kısas veya had olarak Öldürüldüğü takdirde karnındaki cenin de öldürülmüş olur. Ceninin bir günahı söz konusu olmadığı için ceza infazı ertelenir.
Konu hakkında ayrıntılı bilgi için fıkıh kitablarına müracaat edilmelidir.
Bu hadisi rivayet eden dört sahâbinin hâl tercemeleri daha önce beyân edilmiştir. [110]
[1] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi ve Şerhi, Kahraman
Yayınları: 7/255
[2] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi ve Şerhi, Kahraman
Yayınları: 7/255-257
[3] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi ve Şerhi, Kahraman
Yayınları: 7/257-259
[4] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi ve Şerhi, Kahraman
Yayınları: 7/259-260
[5] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi ve Şerhi, Kahraman
Yayınları: 7/260-261
[6] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi ve Şerhi, Kahraman
Yayınları: 7/261
[7] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi ve Şerhi, Kahraman
Yayınları: 7/262-265
[8] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi ve Şerhi, Kahraman
Yayınları: 7/265-266
[9] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi ve Şerhi, Kahraman
Yayınları: 7/266
[10] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi ve Şerhi, Kahraman
Yayınları: 7/267-268
[11] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi ve Şerhi, Kahraman
Yayınları: 7/268-269
[12] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi ve Şerhi, Kahraman
Yayınları: 7/269-270
[13] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi ve Şerhi, Kahraman
Yayınları: 7/270-271
[14] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi ve Şerhi, Kahraman
Yayınları: 7/271
[15] Hülasa:178
[16] Hülasa:134
[17] Hülasa:125
[18] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi ve Şerhi, Kahraman
Yayınları: 7/271-273
[19] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi ve Şerhi, Kahraman
Yayınları: 7/273
[20] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi ve Şerhi, Kahraman
Yayınları: 7/273-274
[21] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi ve Şerhi, Kahraman
Yayınları: 7/274
[22] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi ve Şerhi, Kahraman
Yayınları: 7/274-275
[23] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi ve Şerhi, Kahraman
Yayınları: 7/275-277
[24] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi ve Şerhi, Kahraman
Yayınları: 7/277-278
[25] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi ve Şerhi, Kahraman
Yayınları: 7/278-279
[26] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi ve Şerhi, Kahraman
Yayınları: 7/279
[27] Hatâen öldürmeye misal
olarak: Bir ava ateş ederken yanlışlıkla bir insanı öldürmek, yüksekçe bir
yerden düşerken bir adama çarpıp öldürmek, av sanarak ateş etmekle insan
öldürmek.
[28] Tevbe: 74
[29] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi ve Şerhi, Kahraman
Yayınları: 7/280-282
[30] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi ve Şerhi, Kahraman
Yayınları: 7/282-284
[31] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi ve Şerhi, Kahraman
Yayınları: 7/284-285
[32] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi ve Şerhi, Kahraman
Yayınları: 7/285
[33] Bu sahâbî'nin hâl tercemesi
41 nolu hadîs bölümünde geçti.
[34] Bu sahâbi'nin hâl tercemesi
442 nolu hadîs bölümünde geçti.
[35] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi ve Şerhi, Kahraman Yayınları:
7/285-287
[36] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi ve Şerhi, Kahraman
Yayınları: 7/287-288
[37] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi ve Şerhi, Kahraman
Yayınları: 7/289
[38] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi ve Şerhi, Kahraman
Yayınları: 7/289-291
[39] Câriye bin Zafar âî-Hanafi
el-Kûfl, sahâbidir. Raviai oğlu Nlmrân'&r. İbn-i Mâceh onun hadisini
rivayet etmiştir. (Hülâsa : 60)
[40] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi ve Şerhi, Kahraman
Yayınları: 7/291-292
[41] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi ve Şerhi, Kahraman
Yayınları: 7/292-293
[42] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi ve Şerhi, Kahraman
Yayınları: 7/293-295
[43] Bu sahâbl'nin hâl tercemesi
1869 nolu hadis bölümünde geçti.
[44] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi ve Şerhi, Kahraman
Yayınları: 7/295-297
[45] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi ve Şerhi, Kahraman
Yayınları: 7/297
[46] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi ve Şerhi, Kahraman
Yayınları: 7/297-298
[47] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi ve Şerhi, Kahraman
Yayınları: 7/298-300
[48] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi ve Şerhi, Kahraman
Yayınları: 7/300
[49] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi ve Şerhi, Kahraman
Yayınları: 7/300-301
[50] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi ve Şerhi, Kahraman
Yayınları: 7/301-302
[51] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi ve Şerhi, Kahraman
Yayınları: 7/302-303
[52] Hülâsa: 178
[53] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi ve Şerhi, Kahraman
Yayınları: 7/303-305
[54] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi ve Şerhi, Kahraman
Yayınları: 7/305-306
[55] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi ve Şerhi, Kahraman
Yayınları: 7/306
[56] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi ve Şerhi, Kahraman
Yayınları: 7/306-307
[57] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi ve Şerhi, Kahraman
Yayınları: 7/307-308
[58] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi ve Şerhi, Kahraman
Yayınları: 7/308-309
[59] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi ve Şerhi, Kahraman
Yayınları: 7/309
[60] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi ve Şerhi, Kahraman
Yayınları: 7/310-311
[61] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi ve Şerhi, Kahraman Yayınları:
7/311
[62] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi ve Şerhi, Kahraman
Yayınları: 7/311-312
[63] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi ve Şerhi, Kahraman
Yayınları: 7/312-313
[64] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi ve Şerhi, Kahraman
Yayınları: 7/313-314
[65] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi ve Şerhi, Kahraman
Yayınları: 7/314-315
[66] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi ve Şerhi, Kahraman
Yayınları: 7/315
[67] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi ve Şerhi, Kahraman
Yayınları: 7/315-316
[68] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi ve Şerhi, Kahraman
Yayınları: 7/316-317
[69] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi ve Şerhi, Kahraman
Yayınları: 7/317-318
[70] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi ve Şerhi, Kahraman
Yayınları: 7/318
[71] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi ve Şerhi, Kahraman
Yayınları: 7/318-320
[72] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi ve Şerhi, Kahraman
Yayınları: 7/320-321
[73] Bu sahablnin hâl tercemesi
207 nolu hadîs bölümünde geçti.
[74] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi ve Şerhi, Kahraman
Yayınları: 7/321-322
[75] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi ve Şerhi, Kahraman
Yayınları: 7/322-326
[76] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi ve Şerhi, Kahraman
Yayınları: 7/326
[77] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi ve Şerhi, Kahraman
Yayınları: 7/326-327
[78] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi ve Şerhi, Kahraman
Yayınları: 7/327
[79] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi ve Şerhi, Kahraman
Yayınları: 7/327-328
[80] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi ve Şerhi, Kahraman
Yayınları: 7/328-329
[81] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi ve Şerhi, Kahraman
Yayınları: 7/329-331
[82] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi ve Şerhi, Kahraman
Yayınları: 7/331
[83] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi ve Şerhi, Kahraman
Yayınları: 7/331-332
[84] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi ve Şerhi, Kahraman
Yayınları: 7/332-333
[85] Bu sahâbinin hâl tercemesi
1851 nolu hadis bölümünde geçmiştir.
[86] Bu sahâbinin hâl tercemesi
1021 nolu hadîs bölümünde geçti.
[87] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi ve Şerhi, Kahraman
Yayınları: 7/333
[88] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi ve Şerhi, Kahraman
Yayınları: 7/333-335
[89] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi ve Şerhi, Kahraman
Yayınları: 7/335-336
[90] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi ve Şerhi, Kahraman
Yayınları: 7/336-338
[91] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi ve Şerhi, Kahraman
Yayınları: 7/341-345
[92] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi ve Şerhi, Kahraman
Yayınları: 7/345-347
[93] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi ve Şerhi, Kahraman
Yayınları: 7/347-349
[94] Üsdü'l-Ğabe C. 2, Sah. 189
ve 206
Sünen-i İbni Mâce
Tercemesi ve Şerhi, Kahraman Yayınları: 7/349
[95] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi ve Şerhi, Kahraman
Yayınları: 7/350
[96] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi ve Şerhi, Kahraman
Yayınları: 7/350-351
[97] Bu sahâbî*nin hâl tercemesi
1448 nolu hadîs bölümünde geçti.
[98] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi ve Şerhi, Kahraman Yayınları:
7/351-352
[99] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi ve Şerhi, Kahraman
Yayınları: 7/352-353
[100] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi ve Şerhi, Kahraman
Yayınları: 7/353-354
[101] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi ve Şerhi, Kahraman
Yayınları: 7/354-355
[102] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi ve Şerhi, Kahraman
Yayınları: 7/355-356
[103] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi ve Şerhi, Kahraman
Yayınları: 7/356-357
[104] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi ve Şerhi, Kahraman
Yayınları: 7/358-360
[105] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi ve Şerhi, Kahraman
Yayınları: 7/360-361
[106] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi ve Şerhi, Kahraman
Yayınları: 7/361-362
[107] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi ve Şerhi, Kahraman
Yayınları: 7/362-363
[108] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi ve Şerhi, Kahraman
Yayınları: 7/363-364
[109] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi ve Şerhi, Kahraman
Yayınları: 7/364
[110] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi ve Şerhi, Kahraman
Yayınları: 7/364-365