1- Ferâiz (İlmini) Öğretmeye Teşvik Babı
2- Evlâdın (Mîras) Hisseleri Babı
3- Ced (Babanın Babasın) În Miras Hisseleri Babı
4- Cedde (Yâni Baba Anne Ve Anne Anne)nin Mirası Babı
6- Müslümanların Müslüman Olmayanlara Mirasçı Olmaları
(Hükmünün Beyânı) Babı
Üsâme {Radıyallâhü Anh}'İn Hadîslerinden Çıkarılan Hükümler
Amr'ın Hadîsinden Çıkarılan Hüküm
7- Vela (Köle Veya Cariyeyi Azadlamadan Doğan Hak)
Sebebiyle (Azadlanan Kimseye) Mîrasçı Olma Bâbî
8- Katilin
(Öldürdüğü Yakınına) Mirasçı
Olması Babı
9- Zevi'l-Arhâm (Denilen Akrabaların Mîrasçılık) Babı
10- Asabe (İsmi Verilen Kimselerin) Mîrasçılığı Babı
11- Hiç Bir Mirasçısı Bulunmayan (Ölünün Malının Kime
Verileceğine Dâir Gelen Hadîs) Babı
12- Kadın Üç (Çeşit) Miras Toplar, Babı
13- Çocuğunun Kendisinden Olmadığını İddia Edenin
Babı
14- Çocuğun
(Kendisine Âit Olduğunu) İddia Etmek Babı
16- Mirasların Taksim Nevîleri Babı
17- Bebek
(Doğduğunda) İstihlal Edince
(Bağırınca) Mirasçı Olur, Babı
18- (Kâfir) Adam (Müslüman) Adamın Elleri Üzerine Müslüman Olur, Babı
Ferâiz kelimesi Feriza'nın çoğuludur, Farz masdarından alınmadır. Farz masdan, bir şeyi takdir ve tâyin etmek, kesmek mânâları-nadır. Bâzı mirasçıların alacakları hisseler Kur'an-ı Kerîm âyetleri ve sahih hadîslerle tâyin, tesbit, takdir edildiği ve kesip belirlendiği için bu payların her birisine Feriza ismi verilmiştir. Mirasçılardan belirli payı olmayanlara da Asaba ismi verilmiştir. Asaba adı verilen mirasçılar arasında bir sıralama vardır. Bunlar, belirli paylan bulunan mirasçılarla beraber oldukları zaman belirli payları bulunan mirasçılar paylarını aldıktan sonra artakalan mal varsa bunu belirli ölçüler dâhilinde kendi aralarında bölüşürler. Pay sahiplerinden kimse bulunmadığı takdirde yine bâzı ölçüler içinde malın tamamını kendi aralarında taksim ederler. Vasiyyet kitabında belirtildiği gibi gerek pay sahipleri ve gerekse asabalar, murisin, yâni ölünün borcu ve üçte bire kadar olan vasiyyeti hesaplandıktan sonra artan mala mirasçıhk hakkına hâizdirler.
Miras hükümlerini konu edinen ilme Ferâiz ilmi denilir. Bu ilmi bilen âlimlere de Ferazî, Fâriz ve Feriz denilir. [1]
2719) Ebı) Hu rey re (Rıidıyullâhii (iııJı)'den rivayet edildiğine göre; Resûlullah (Sallallahu Aleyhi ve Selimi) şöyle buyurdu, demiştir :
«Yâ Ebâ Hüreyre, Ferâiz (ilmin)i Öğreniniz ve öğretiniz. Çünkü ilmin yansıdır ve bu ilim unutulur. Ümmetimden çekilip çıkarılacak ilk şey bu İlimdir.»"
Not : Zevâid yazan şöyle der : Bu hadisi Hâkim de ei-Müstedrek'te rivayet ederek isnadının sahih olduğunu söylemiştir. Fakat söylediği söze itiraz vâkidir. Çünkü senedde itiraz vâkidir. Çünkü senedde ismi geçen Hafs bin Ömer'in za-yıflığmı îb.n-i Muîn, Buhâri, Nesâi ve Ebû Hatim söylemişlerdir. İbn-i Hibbân da : Hiç bir durumda onun rivayetini delil göstermek caiz değildir, demiştir. İbn-i Adi de : Onun hadisi azdır ve Buhâri'nin dediği gibi münkerdir, demiştir. [2]
Zevâid türünden olan bu hadisi Hâkim ve Dârekutnİ de rivayet etmişlerdir. Bu hadîsin senedi zayıf ise de bu konuda başka hadisler de mevcuttur. El-Hâf ız'm el-Fetih'te beyân ettiğine göre Ahmed, Tirmizi ve Nesâi' nin rivayet ettikleri ve H â k i m ' in de sahih olduğunu söylediği bir hadîste «Abdullah bin Mes'ûd (Radiyallâhü anh), Resûlullah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem)'in şöyle buyurduğunu söylemiştir:
-Ferâiz (ilmin) i öğreniniz ve halka öğretiniz. Çünkü ben ölmüş olacağım ilim de ölmüş olacaktır. Öyle ki iki kişi miras payları hususunda ihtilâfa düşecekler de aralarındaki ihtilâfı (bilip) çözecek kimseyi bulamayacaklardır.»"
Tuhfe yazan bu konuda rivayet olunan başka hadisleride nakletmekte ise de buraya aktarmaya gerek görmüyorum.
Hadisimizin izahına gelince, bu hadîsteki Ferâiz kelimesiyle ferâiz ilminin kasdedilmiş olması kuvvetle muhtemeldir. Meşhur olan da budur. Müellifimiz bu görüşte olduğu için bu hadisi bu bâbta rivayet etmiş, denilebilir. Ferâiz ilminin, dînî ilimlerin yansı olduğu bildirilmektedir. Bu cümlenin yorumları hakkında Sindi şu bilgiyi verir.-
"Ferâiz'in ilmin yarısı olduğunun anlamı şudur: İnsanlar için hayat ve ölüm halleri vardır. Ferâiz ilmî insanın ölüm hâline aittir. Diğer ilimler onun hayat hâline aittir. Şu halde ilim iki kısma ayrılmış olur. Hadîsteki «Yarısı» tâbirinden maksad «Bir kısmı»dır. S i b -ki de : Bir kavle göre ferâiz ilminin önemi belirtilmek üzere ilmin yarısı kılınmıştır. Bâzılarına göre bunun mânâsı şöyledir : Ferâiz ilminin teferruatı ve meseleleri etraflıca ve detaylı bir şekilde izah edilirse fıkıh ilminin diğer bölümlerinin tümü kadar olur. Başka bir kavle göre bu hadis, mânâsı idrak edilemeyen müteşâbih nevinden-dir. Nasıl ki İ h 1 â s sûresinin Kur'an-ı Kerîm'in üçte biri ve Kâfi r û n sûresinin Kur'ân-ı Kerîm'in dörtte biri olduğuna dâir hadîslerin müteşâbih, yâni mânâsı insanlarca idrâk edilmeyen neviden olduğu söylenmiştir."
İbn-i Uyeyne'ye bu cümlenin mânâsı sorulduğunda: Ferâiz ilminin hükümleri her insanın ölümü hâlinde uygulandığı için, bunun ilmin yansı olduğu buyurulmuş, diye cevap vermiştir.
Hadîsin «Bu ilim unutulur» cümlesi ile ilgili olarak Sindi: Çünkü halk buna önem vermiyor, demiştir. Kanımca bu cümle1 şöyle de yorumlanabilir. Çünkü bu ilim bir takım kaideler ve hesaplar ihtiva eder. Devamlı okunup işlenmezse çabuk unutulur, hatırda pek tutulamaz. Bu ilimle iştigal edenler bu duruma vâkıftırlar.
Hadîsin «Ümmetimden çekilip çıkarılacak ilk şey bu ilimdir» cümlesinin izahı bölümünde de Sindi: Yâni bu ilmi bilenler ölür. Başkalan da önemsemez ve böylece kalkmış, müslümanlardan alınmış olur. Yoksa bu ilmin, bilginlerin göğüslerinden çekilip çıkarılması, onlara unutturulması mânâsı kasdedilmemiştir, der.
Hadîsin bu haberi asrımızda hemen hemen gerçekleşmek üzeredir. Çünkü gerçekten memleketimizde bu ilmi bilenlerin sayısı çok azalmıştır. Bilenler de ölürlerse onlardan sonra gelecek nesilde bunu öğrenecek kimse çıkar mı, diye şüpheler duyulmakta ve endişe edilmektedir. [3]
Bu bâbtaki hadislerin terceme ve izahına geçmeden önce şu noktayı belirtmekte fayda görüyorum.
Sulb kelimesi zürriyyet ve nesil mânâları gibi başka mânâlara da gelir. Kişinin erkek ve kız çocukları ile bunların ilânihâye torunlarına da sulb denilir. Ölen erkek veya kadının oğlan çocukları ile bunların erkek evlât ve torunları belirli hissesi olan mirasçılardan olmayıp asaba kısmındandır. Asabanm mânâsını yukarda açıklamıştım. Ölen erkek veya kadının kızları, erkek evlâtlarının kızları ise belirli hisseleri olan mirasçılardandır. Bu bâbta kızların ve erkek evlâdın kızlarının hisseleri bildirilmektedir. Babın başlığında Sulb kelimesini özlü olarak evlât diye terceme ettim. Fakat bundan maksad kızlar ve erkek evlâdm kızlarıdır.
2720) Câbir bin Abdillah (Radıyallâhü anhümây'dan; Şöyle demiştir:
(Ensâr'ın Hazreç kabilesinden) Sa'd bin er-Rabi (Radıyallâhü anh)'m karısı (kocası) Sa'd'ın iki kızım Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) 'in yanına getirerek:
Yâ Resûlallah! Bunîar Sa'd'ın kızlarıdır. Sa'd, seninle beraber katıldığı Uhud (savaşı) günü şehîd edildi. Bu kızların amcası, Sa'd'ın bıraktığı malın hepsini aldı (yâni kızlara hiç bir şey bırakmadı).
Şüphesiz kadın (genellikle) ancak malına tamaen nikahlanır (Yâni malı.olmayan kadınlara pek rağbet edilmez). .Resûhıllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) (bu müracaata cevap vermeyip) sustu. Nihâyet mîras'a âit;âyeti indirildi. Bunun üzerine Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) Sa'd bin er-Rabfin erkek kardeşini çağırttı ve:
«Sa'd'ın malının üçte ikisini onun iki kızma ver. Karısına da sekizde birini ver. Sen de kalanı al,» buyurdu. [4]
Bu hadîsi Tirmizî, Ebû Dâvûd ve Ahmed de rivayet etmişlerdir. Sa'd bin er-Rabi (Radıyallâhü anh) Ensâr-i Kiram'm Hazreç kabilesinden idi. Peygamber (Aleyhi's-salâtü ve's-selâm) Muhacir olan sahâbîler ile Ensâr olan sahâbîler arasında kardeşlik akdini yaptığı esnada Sa'd ile A b -durrahman bin Avf (Radıyallâhü anh) 'ı kardeş etmişti. Sa'd, Uhud savaşında şehîd olunca kardeşi Câhiiiyet devri âdetince kadınların mirastan mahrum olduklarım sanarak onun ma-linin tamamını almıştı. S a ' d ' m karısına ve kızlarına bir şey vermemişti. Bunun üzerine S a ' d ' in karısı durumu Resûl-i Ekrem (Aleyhi's-salâtü ve's-selâm) 'e arz ediyor ve bu olayı takiben hadiste işaret edilen miras âyeti nazil oluyor. Bu âyet, Nisa sûresinin 11 ve 12. âyetleridir. Meali şöyledir:
«Allah, size evlâdınız hakkında erkeğe iki dişi'nin hissesi kadar emrediyor. Eğer dişi olan evlâd, ikiden fazla ise ölünün bıraktığı malın üçte ikisi onlaradır; Şayet bir tek dişi ise malın yarısı onadır. Ölünün çocuğu var ise ölünün babasıyla annesinin her biri için altıda bir hisse vardır. Şayet Ölünün çocuğu yoksa ve kendisine yalnız babası ile annesi vâris ise annesine üçte bir düşer. Eğer ölünün kardeşleri de var ise annesine altına biri verilir. Bu hisseler, ölünün ettiği vâsiyyetten ve borcundan ardakalana aittir. Babalarınız ve oğullarınızdan hangisinin menfaatça size daha yakın olduğunu siz bilmezsiniz. Bütün bunlar Allah tarafından birer ferîzadır. Allah şüphesiz âlimdir, hakimdir. (11)
«Kanlarınızın çocuğu yoksa terekelerinin yansı sizedir. Eğer onların çocuğu var ise terekelerinin dörtte biri sizedir. Onların yapmış oldukları vâsiyyetten veya borçtan sonra. Eğer çocuğunuz yoksa ka-
rılarinıza terekenizin dörtte biri vardır. Şayet çocuğunuz var ise kanlarınıza terekenizin sekizde biri vardır. Yapmış olduğunuz vasiy-yetten veya borçtan sonra. Eğer bir erkek veya bir kadın kelâle (usûl ve furuun dışında kalan) vârisler bırakırsa ve o (ölü) nün (yalnız ana bir) tek erkek kardeşi veya tek kız kardeşi bulunuyor ise onlardan her birine altıda bir hisse vardır. Eğer kardeşler birden fazla iseler terekenin üçte birinde ortaklardır. (Mirasçılara) zarar vermek kasdi olmaksızın edilen vasiyyelten veya borçtan artakalan. (Böyle taksim edilir.) Bütün bunlar Allah tarafından bir ferîzadır. Allah alim ve halimdir.» (12)
İzahını yapmakta olduğumuz hadiste indirildiği haber verilen miras âyeti yukarıya meali alınan Nisa sûresinin 11 ve 12. âyetleridir. Bu âyetlerin izahı için geniş tefsirlere müracaat edilebilir.
Hadîste sözü edilen ölüm vukuatı dolayısıyla kalan mirasçılara verilecek hisseler bu âyetlerde beyân buyurulduğu için Resûl-i Ekrem- (Aleyhi's-salâtü ve's-selâm) buna göre tereke taksimini emretmiştir. Hatırlatmak için meseleyi tekrar gözden geçirelim :
S a ' d (Radıyallâhü anh) öldüğü zaman geriye mirasçı olarak iki kız çocuğunu, karısını ve bir erkek kardeşini bırakmıştır. Bunlardan kızlarına üçte iki, karısına sekizde bir hisse verildikten sonra kalanı asaba olan erkek kardeşine düşer. Meseleleri 24'ten çözülür. 24 hisseden 16 hisse kızlara, 3 hisse kadına verilir. Geri kalan 5 hisse tutarındaki mal S a ' d ' m erkek kardeşine düşer. Yâni erkek kardeş için belirli bir hisse yoktur. Belirli hisse sahipleri hisselerini aldıktan sonra yerde kalan ne ise erkek kardeşe o verilir.
2721) el-Hüzeyl bin Süıahbîl[5] (Rarhyallâhii an/ı)\\en; Şöyle demiştir :
Bir adam (Küfe valisi) Ebû Mûsâ el-Eş'arî ile (Küfe kadısı) Sel-mân bin Rebîa el-Bâhilî (Radıyallâhü anhümâ)'nın yanlarına gelerek, ölen kimsenin bir kızına, bir oğlunun kızına ve ana baba bir tek kız kardeşine ait miras hisselerini sordu. Ebû Mûsâ ile Selmân :
Ölünün kızına terekenin yarısı vardır. Kalan (yarısı) da ölünün kız kardeşinedir. (Böylece ölünün oğlunun kızına bir şey yoktur), dediler. (Ebû Mûsâ, soru sahibine:) Sen (Abdullah) bin Mes'ûd'a da git (Ona da sor) O da (kanaatımca) bizim fetvamıza uygun cevap verecektir, dedi. Bunun üzerine adam Abdullah bin Mes'ûd (Radıyallâhü anh)'a giderek meseleyi ona sordu ve Ebû Mûsâ ile Selmân'in söyledikleri sözleri ona anlattı. Abdullah ; Ben onların verdikleri fetvaya uygun cevap verdiğim zaman delâlete gitmiş olurum ve hidâyet üzerinde onlardan olmam. Ve lâkin ben Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Selleml'in hükmü ile hükmedeceğim. (O da şudur:) ölünün kızına terekenin yarısı var. Ölünün oğlunun kızına, terekenin üçte ikisini tamamlamak üzere altıda bir var. Kalan (üçte biride ölünün kızkardeşinedir." [6]
Buharı, sünen sahipleri, Tahâvi ve Dârimî de bu hadîsi rivayet etmişlerdir. Ebû Mûsâ (Radıyallâhü anh) halife Osman (Radıyallâhü anh) devrinde Küfe valisi iken bu soru kendisine ve o zamanın Küfe kadısı Selmân (Radıyallâhü anh)'a sorulmuştu. Abdullah İbn-i Mes'ûd (Radıyallâhü anhümâ) ise Ebû M û s â ' nın selefi sayılır. Çünkü Ömer (Radıyallâhü anh) halîfe iken Tbn-i Mes'ûd'u Küfe valiliğine tâyin etmişti. Osman (Radıyallâhü anh) halife olduktan sonra İbn-i Mes'ûd'u bu görevden alıp yerine Ebû Mûsâ'yi atamıştı. Ebû Mûsâ ile Selmân sorulan soruya kendi ictihadlarına göre cevap vermekle beraber te-yid için soru sahibini İbn-i Mes'ûd'a göndermişlerdi. Onların verdikleri cevaba göre terekenin yarısı ölünün kızma, diğer yansı da ölünün kız kardeşine verilir. Ölünün oğlunun kızı ise m alıcı) rumdur. Soruya verilen cevab ve İbn-i Mes'ûd'un da bu cevâbı teyid edeceği haberi alınca İbn-i Mes'ûd verilen cevâbın yanlış olduğunu, bunu teyid etmenin kendisi için bir delâlet sayıldığını ve doğru yol üzerinde bulunanların dışına çıkmasına sebebiyet vereceğini bildirdikten sonra Resûl-i Ekrem (Aleyhi's-salâtü ve's-selâm) 'in ayni mesele hakkmda verdiği hükmü bildirerek eeyni-siyle hükmettiğini ifâde etmiştir. Resûl-i Ekrem (Aleyhi's-salâtü ve's-selâm) 'den rivayet ettiği hüküm şudur: Ölünün kızına terekenin yarısı, ölünün oğlunun kızma terekenin altıda biri verilir. Bu iki kızm aldıkları hisselerin toplamı dört bolü altıdır. Başka bir deyimle terekenin tamamının üçte ikisidir. Kız çocukların hepsinin alacakları miras hissesinin âzamisi terekenin üçte ikisidir. Ölünün tek kızı bulunduğu için hissesi terekenin yarısıdır. Üçte ikiyi tamamlamak için altına bir hisseye ihtiyaç vardır. Bu nedenle ölünün oğlunun kızına altıda bir hisse verilmiştir. Bu hisse için «TekmiletüVSülüseyn = İki sülüsü tamamlamak» tâbiri kullanılır. Ölünün kız kardeşleri, ölünün kızlarıyla beraber oldukları zaman asaba sayılırlar. Kızlar, varsa diğer pay sahipleri kendi paylarını aldıktan sonra artakalan mal bunlara verilir. Bu meselede de böyle olmuştur.
Kızkardeşlerin, kızlarla beraber oldukları zaman asaba sayılacaklarına delâlet eden delillerden birisi bu hadîstir. Bütün sahâbî-ler, tabiiler ve tüm fıkıhçılar bu hadîse uygun hükmederek: Ölünün kızlarıyla beraber bulunan kız kardeşler asabadır, demişlerdir. Yalnız İbn-i Abbâs (Radıyallâhü anh) bu hükme muhalif kalarak: Bir kimse öldüğü zaman geriye bir kız çocuğu ye baba ana bir kız kardeş bıraktığı takdirde terekenin yarısı kızmadır. Fakat kız kardeşe bir şey yoktur, demiştir.
îbn-i Mes'ûd (Radıyallâhü anh) yukarda rivayet olunan hükmü açıklayınca ve durum Küfe valisi Ebû M û s â' -ya ulaşınca Buharı' nin rivayetinde belirtildiği gibi «Ebû M û s â (Radıyallâhü anh) :
Bu âlim aranızda bulunduğu müddetçe bana soru sormayınız» demekle îbn-i Mes'ûd'un yüce ilmini takdir etmiştir. [7]
1. Bir kimse öldüğünde oğlan evlâdı olmayıp yalnız bir kızı varsa o kızın miras hakkı terekenin yarısıdır.
2. Bir kimse ölüp de evlâdından yalnız bir kız, ve oğlunun bir kızı var ise kızına terekenin yarısı ye oğlunun kızma- terekenin at-tıda biri verilir.
3. Bir kimse öldüğünde geriye kız evlâd veya oğlunun kız evlâdından bir veya daha çok sayıda mirasçı bırakır ve bunların yanında ölünün baba ve ana bir veya baba bir kız kardeşleri varsa, bunlar kızlarla asaba durumuna düşmüş olurlar. Belirli pay sahipleri paylarını aldıktan sonra artakalan mal var ise bunlara verilir.
4. Müctehid âlim, içtihad ederek bir fetva verdiğinde, tereddüdü olmasa bile görüşünü teyîd bakımından soru sahibini emsali olan veya daha üstün olduğu kanaatini taşıdığı zâtlara göndermelidir. Fetva veya hüküm veren âlim devlet yetkilisi olup, diğerinde resmî yetki olmasa bile hüküm budur.
5. Bir âlim müctehid ve devlet yetkilisi olarak hatalı fetva veya ictihadda bulunduğunun farkına varan ilim ehli susmayıp gerçeği apaçık bir şekilde açıklamalıdır. Hatalı hüküm veya fetva veren zâtın makam ve etiketi ne olursa olsun sonuç değişmez.
6. Müctehid dâhil, bir âlim yanlış fetva veya hüküm verdiği nin farkına vardığı zaman bundan rücû edip hak olana uymak du rumundadır. (Bu son hüküm B u h â r î' deki rivayetten alınma dır.)
Bu hadîste isimleri geçen İbn-i Mes'ûd'un hâl terce-mesi 137 -139, Ebû M û s â ' nınki 88 ve S e 1 m â n ' ınki 25Ot nolu hadîslerin izahı bölümlerinde geçmiştir. Allah cümlesinden râ zı olsun. [8]
2722) Ma'kil bin Yesâr el-Müzenî (Radtyaüâkü anhyâen; Şöyle de mistir:
T*teygamber (Sallallahü Aleyhi ve Selleml'den işittim ki (miras crfar) içinde bir ced (baba babasm)ın bulunduğu bir ferâiz meşe
leşi O'na arz edilmiş ve O, cedd'e üçte bir veya altıda bir hisse vermiştir (buna hükmetmiştir)."
2725) M a'kil bin Yesâr (Rathyallûlıİi <//;//,) >len ; Şöyle demiştir: Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellemî, bizde olan bir cedddn mirası) hakkında altıda bir hisse ile hükmetti." [9]
Müellifimizin iki senedi e rivayet ettiği M a ' k i 1 (Radıyallâ-hü anhî'm hadîsinin ikinci metninin bir benzerini Ebû Dâvûd ve N e s â i rivayet etmişlerdir. Sindi, M a ' k i 1 (Radıyal-lâhü anhl'ın ilk hadîsi ile ilgili olarak: Bu hadîsten bu hüküm anlaşılamaz. Çünkü dedeye üçte bir veya altıda bir verildiği hususunda tereddüd vardır. Keza, dede hangi mirasçılarla beraber iken anılan hissenin verildiği de açıklanmamıştır, der.
M a ' k i 1' in ikinci hadisinde de cedd'e hangi mirasçılarla beraber iken altıda bir hisse verildiği açıklanmamıştır.
Tirmizî, Ebü Dâvûd ve N e s â i' nin İ m r â n bin Husayn (Radıyalîâhü anhl'den rivayet ettikleri bir hadise göre Resül-i Ekrem bir baba babaya altıda bir hisse verdikten sonra asabelik nedeniyle de ikinci bir altıda bir hisse vermiştir. E 1 -Kari: İ m r â n ' in rivayet ettiği hadiste konu edilen miras meselesinde baba babanın beraberinde ölünün iki kızının bulunduğu Resûl-i Ekrem (Aleyhi's-salâtü ve's-selâm) ile sahâbîlerce biliniyordu, demiştir.
Tıybi de: İmrân'ın hadisinde sözü edilen miras meselesi şöyle idi: Ölünün iki kızı ve dedesi, yâni baba babası vardı. Kızlara terekenin üçte ikisi verilir. Geriye terekenin üçte biri kalır. Resûl-i Ekrem (Aleyhi's-salâtü ve's-selâm) dedeye altıda bir hisse farz, yâni tâyin ve takdir edilmiş belirli pay olarak vermiştir. Sonra geri kalan altıda bir nisbetindeki malı da dedeye vermiş ve bunun asabelik nedeniyle olduğunu beyân buyurmuştur ki, dede, kendisinin belirli hissesinin üçte bir olmadığını bilsin, diye demiştir.
Ced, yâni dede sahih ve fâsid diye ikiye ayrılır. Fâsid ced için belirli bir pay olmadığı gibi asabelik hakkı da yoktur. Yâni belirli paylan bulunan mirasçılar kendilerine ait hisseleri aldıktan sonra yerde kalan malı alma hakkına sahip olup asabe ismi verilen mirasçılardan da değildir. Fâsid dede kendisi ile ölü arasında bir veya birden fazla kadın bulunan dedeye denilir. Meselâ ölünün annesinin babası gibi. Görüldüğü gibi bu dede ile ölü arasında bir kadın bulunur.
Sahih ced ise kendisi ile ölü arasında kadın bulunmayan dedeye denilir. Ölünün babasının babası ve bunun babası gibi.
Sahih cedd'in miras durumu hakkında sahâbîler arasında uzun ihtilâf vardır. E 1 - H â f ı z , el-Fetih ve et-Telhîs'te, Ş e v k â n i de en-Neyl'de bu ihtilâfı anlatmışlardır. Oralara bakılabilir.
Şu kadarını söylemekle yetineceğim : Sahih ced, bâzı istisnalar dışında kendisi ile ölü arasındaki erkekler sağ değil ise baba gibi miras alır. Örneğin baba babası ölünün oğlan evlâdı ile beraber olup, ölünün babası yok ise ölünün baba babasına altıda bir hisse verilir. Bu meselede ölünün oğlan evlâdı olmayıp kızları var ise ölünün baba babasına altıda bir hisse verilir. Ayrıca kızlar ve varsa diğer pay sahipleri paylarını aldıktan sonra artan malı da baba babası asa-belik sıfatıyla alır. Şayet ölünün babası ve ölünün ne oğlan ne de kız çocukları ve ölünün oğlan evlâdının çocukları yok ise ölünün baba babası asabe sıfatıyla mirasçı olur. Bu takdirde Ölünün belirli pay sahibi mirasçıları var ise bunlar paylarını aldıktan sonra artakalan mal ölünün baba babasına verilir. Belirli pay sahiplerinden kimse yok ise Ölünün bütün malı baba babaya verilir. [10]
Cedde : Nene ve büyük anne manasınadır. Miras bakımından neneler sahih ve. fâsid, diye iki kısma ayrılır. Mirastan belirli payı bulunan neneye sahih nene ismi verilir. Mirastan belirli payı olmayan neneye de fâsid nene denilir. Ced, yâni büyük babalar da fâsid ve sahih diye iki kısma ayrılır. Kendisi ile ölü arasına bir veya birden fazla kadın giren dedeler fâsid dede sayılır ve mirasçı olamaz. Ölünün annesinin babası gibi. Çünkü bu dede ile ölü arasına bir kadın girmiştir. Kendisi ile ölü arasına kadın girmeyen dedeler ise sahih dede sayılır ve bu nevî dedeler mirasçı olurlar. Ölünün babasının babası gibi.
Sahih nene, kendisi ile ölü arasına fâsid dede girmeyen nenelerdir. Babanın annesi ve annenin annesi gibi. Keza babanın babasının annesi ve annenin annesinin annesi de sahih nenelerdendir.
Fâsid nene, kendisi ile ölü arasına fâsid dede giren nenelerdir. Ölünün annesinin babasının annesi gibi.
Fâsid nene mirasçı değildir. Sahih nene bazen altıda bir hisse alabilir. Bu bâbta rivayet edilen hadîslerde mirasçı olduğu bildirilen nene sahih olan nenedir. Ölünün babasının annesi ve ölünün annesinin annesi gibi.
2724) Kabîsa bin Züeyb (Radıyallâhü a»A)'den; Şöyle demiştir:
(Sahîh) cedde (Yâni ölünün anne annesi) Ebû Bekir es-Sıddîk (Radıyallâhü anh) 'a müracaat ederek mîrasçıhk hakkını sormuş, Ebû Bekir de kendisine:
Allah'ın kitabında senin (nıîrasçılık hakkın) için bir şey yoktur. Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'in sünnetinde (hadîsinde) senin (mirasçılık hakkın) için bir şeyin bulunduğunu da bilmiyorum. Bu itibarla ben (durumu) sahâbilere soruncaya kadar sen git, diye cevap vermiş ve sonra (durumu) sahâbilere sormuştur. (Soruşturma neticesinde) el-Müğîre bin Şu'be (Radıyallâhü anh) : Resûlullah {Sallallahü Aleyhi ve Sellem) ona (yâni sahîh neneye) altıda bir hisse verirken ben O'nun huzurunda bulundum, demiş. Bunun üzerine Ebû Bekir (Radıyallâhü anh) el-Müğîre'ye: Senin beraberinde başka şâhid, var mı? diye sorunca Muhammed bin Mesleme el-Ensâri (Radıyallâhü anh) ayağa kalkarak, el-Müğîre bin Şu'be'nin dediğinin mislini söylemiş. Sonra Ebû Bekir o neneye altıda bir miras hissesinin verilmesine hükmetmiştir.
Daha sonra baba tarafından olan diğer nene (yâni ölünün baba annesi) Ömer (Radıyallâhü anh)ıa başvurarak mîrasçıhk hakkını sormuştur. Ömer de kendisine :
Allah'ın kitabında senin (mirasçılık hakkın) için bir şey yoktur. (Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) ve Ebû Bekir (Radıyallâhü anh) devirlerinde) neneye altıda bir miras hissesine dâir verilen hüküm ancak senden başkası (yâni diğer nene) için idi. Ben miras paylarına bir şey ilâve edici de değilim. Ve lâkin (sahîh) nenenin miras hissesi o südüstür (altıda bir nisbetindeki paydır). Artık bu hissede ikiniz içtima ederseniz bu hisse ikiniz arasmdadır (eşit bölüşürsünüz) .İkinizden hangisi tek basma bu hisseye mirasçı olursa (yâni diğeriniz yok ise) bu hisse onadır, demiştir."
2725) (Abdullah) hin Abbâs (Radıyallâhü anhümâ)'dan; Şöyle demiştir :
Resûlullah (Sallaîlahü Aleyhi ve Sellem) (sahih) neneyi altıda bir hisseye mirasçı kıldı."
Not: Zevâid'de
şöyle denilmiştir : Bu
hadîsin senedinde Leys
bin Selim vardır. Bu râvi zayıf
ve tedlîsçidir.
[11]
K a b î s a [12](Radıyallâhü anh) 'm hadîsini Sünen sahipleri, M â -lik, Ahmed, İbn-i Hibbân ve Hâkim de rivayet etmişlerdir.
Ömer (Radıyallâhü anh) 'a müracaat eden nenenin babaanne olduğu müellifimizin rivayetinde belirtildiği için E b û Bekir (Radıyallâhü anh) 'a müracaat eden nenenin anne anne olduğu anlaşılır. E 1 - K a r î de bu görüştedir. Nenelerden birisinin baba tarafından, diğerinin de anne tarafından olduğu diğer rivayetlerden de anlaşılmaktadır. N e s â i' nin rivayetine göre E b û Bekir (Radıyallâhü anh)'a müracaat eden nene, baba annedir.
Baba anne ile anne anneden hangisinin Ebû Bekir'e ve hangisinin Ö m e r' e müracaat etmiş olması neticeyi değiştirmez. Hüküm aynidir. Yâni sahîh nenenin mîras hissesi altıda birdir. Sahih nene bir veya birden fazla olsa hüküm aynidir. Örneğin ölünün baba annesi ile anne annesi sağ iseler bunların ikisine verilecek mîras hakkı altıda bir oranındaki hissedir. İkisi bu hisseyi eşit olarak kendi aralarında taksim ederler. Şayet bunlardan yalnız bir tanesi bulunursa altıda bir hissenin tamamı kendisine verilir.
ölünün annesi sağ ise anne annesi ve baba annesi için mîras hakkı yoktur. Çünkü ölünün annesi bunları mîrasçılık hakkından düşürür, mahrum eder. Şu halde ölünün annesi bütün neneleri mirastan mahrum bırakır. Keza ölünün babası hayatta ise ölünün baba annesi mirastan mahrum kalır. Çünkü baba, kendisinin vasıtasıyla ölüye ulaşan yakınlarını mahrum bırakır.
Ölünün annesi yok iken anne annesi ölünün babasıyla beraber mirasçı olur. Yâni ölünün babası, ölünün anne annesini mirastan mahrum edemez.
Daha geniş bilgi için fıkıh kitablarına müracaat edilmelidir.
Ömer (Radıyallâhü anh) 'in verdiği hükümle ilgili olarak Tuh-fe yazan; Ömer bu hükmü sahâbilerden bir cemâatin huzurunda vermiş ve kimse karşı çıkmamıştır. Bu itibarla bu hüküm hakkında icmâ oluşmuştur, der.
E 1-H â f ı z, et-Telhis'tc : Bu hadîsin isnadı sahihtir, râvîleri de sıka zâtlardır. Ancak süreten mürseldir. Çünkü K a b i s a ' tim Ebû Bekir (Radıyallâhü anh)'den hadis işitmesi sabit değildir, olayda hazır bulunması da mümkün değildir. K a b i s a ' nın doğum târihinde ihtilâf vardır. Sıhhatli olan rivayet onun Mekke'nin fethedüdiği yılda doğmuş olmasıdır. Bu itibarla onun söz konusu olayda hazır bulunması ihtimâli uzaktır, diye bilgi verir.
Sahîh neneye altıda bir mîras hissesinin verildiğine dâir başka hadîsler de vardır.
Bu hadis, Ebû Bekir (Radıyallâhü anh)'in iki sahâbi tarafından rivayet olunan hadîsle amel ettiğine delâlet eder. Ömer (Radıyallâhü anh)'m da iki sahâbi tarafından rivayet olunan hadîsle amel ettiğine dâir sahîh rivayetler mevcuttur. Bu durum, bu iki halîfe'nin hadîs rivayetinde gösterdikleri hassasiyeti göstermektedir. Yoksa tek bir sahâbinin rivayetine inanmamaları veya herhangi bir sahâbînin hâşâ gerçek dışı hadis rivayetinde bulunma ihtimâlinden dolayı değildir.
Bu hadiste ismi geçen el-Mûğîre bin Şu'be (Radıyallâhü anh) 'in hâl tercemesi 41. ve Muhammed bin M e s -1 e m e (Radıyallâhü anh)'ınki 1864. hadis bölümlerinde geçti. [13]
Kelâle s Arab dilinde, yorulup kuvvetten düşmek, etraftan kuşatılmak gibi mânâlara gelir. Din ıstılahındaki mânâsına gelince, bu hususta ihtilâf vardır: Ebû Bekir, Ömer, Ali, îbn-i M e s ' û d, Zeyd bin Sabit ve İbn-i Abbâs (Ra-dayallâhü anh)'a göre kelâle baba ve çocuk bırakmadan ölen kimse demektir. Kastalânî' nin beyânına göre lügat âlimlerinin cumhuru da böyle demişlerdir. Bâzılarına göre kelâle, ölünün baba ve evlâd dışında bıraktığı mirasçılara verilen isimdir. Bu görüş Ebû Bekir (Radıyallâhü anhî'den de rivayet olunmuştur. Miras bırakılan mala verilen bir isim olduğunu söyleyenler de vardır. N e -v e v î' nin beyânına göre ilk görüş hakkında icmâ bulunduğunu söyleyenler de vardır.
Kadı Iyâz: Mirasçılar arasında ölünün kızı bulunduğu zaman cumhura göre bunlara kelâle denilir. Çünkü kardeşler ve mirastan belirli payı bulunmayıp asabe ismi verilen diğer mirasçılar ölünün kızıyla beraber mîrasçıhk hakkına sahiptirler, demiştir. Kadı Iyâz'm bu beyânına göre Kelâle şöyle tarif edilir: Ölünün babası ve erkek evlâdı dışında geri bıraktığı mirasçılara kelâle denilir. Meselâ kişi öldüğü zaman babası ve erkek evlâdı yok, fakat kızı, kız kardeşleri, oğlan kardeşleri veya amcası gibi mirasçıları vardır.
Hülâsa, Kelâle: Vâris olacak baba ve evîâd bırakmadan ve bunlardan başka mirasçı bırakan ölüye denilebildiği gibi ölünün bu nevî mirasçılarına da denilebilir. Bu kelime bu iki mânâya da yorumlanabilir. Bu babın son hadîsinde bahsi geçen Nisa sûresinin 12 ve 176. âyetlerinde bulunan Kelâle kelimesi bu iki mânâya uygun bir biçimde açıklanmıştır.
2726) Ma'dân bin Ebî Talha el-Ya'mürî (Radtyallâhü anhüm)'âen] Şöyle demiştir:
Ömer bin el-Hattâb (Radıyallâhü anh) Cuma günü hutbe okumak üzere ayağa kalktı veya Cuma günü onlara hutbe okudu. Allah'a hamd ve sena ettikten sonra şöyle dedi:
Allah'a yemin ederim ki ben şüphesiz kelâle işinden daha Önemli hiç bir şeyi kendimden;, sonraya bırakmıyorum. (Yâni arkama bırakacağım en önemli mesele kelâle meselesidir). Ben (Kelâle meselesini) Resûlullah (Salîallahü Aleyhi ve Sellemî'e şüphesiz sordum. Bana karşı bu meselede sert davrandığı kadar hiç bir meselede böyle sert davranmadı. Hattâ (bu meseleyi sorduğum zaman) benim yanıma veya göğsüme mübarek parmağıyla dürttü. Sonra:
«Yâ Ömer! Nisa sûresinin sonunda inen yaz mevsimi âyeti (176. âyet) sana kâfidir.» buyurdu."
2727) Ömer bin el-Hattâb (Radtyallâhü anh)Jdtn; Şöyle demiştir:
Üç mesele vardır ki Resûlullah (Salîallahü Aleyhi ve Sellem) onları (açıklamış olsaydı O'nun) açıklaması bana dünyadan ve dünyadaki bütün şeylerden daha sevimli (olacak)ti: Kelâle, faiz ve hilâfet."
Not: Zevâid'de şöyle denilmiştir : Bu hadîsin senedindeki râvîler sıka (güvenilir) zâtlardır. Fakat sened munkatidir kopuktur).
2728) Câbir bin Abdillah (Radıyailâhü anhümâ)'(\an; Şöyle demiştir: Ben (bir ara) hastalandım. ResûluIIah (Sallallahü Aleyhi ve Sel-lem) ve Ebû Bekir (Radıyailâhü anh) birlikte yaya olarak beni hastalığım nedeniyle ziyarete gelmişler. Ben bu esnada baygın imişim. Bunun üzerine Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Selîem) abdest almış sonra abdest suyundan bir mikdarmı benim üzerime serpmiş. (Ben hemen ayıldım) ve;
Yâ Resûlallah! Nasıl yapayım? Malım hakkında nasıl hükmedeyim? dedim. Nihayet Nisa sûresinin sonundaki miras âyeti indi. (Kelâle mirasına dâir Nisa sûresinin); âyeti (oku),» [14]
Ömer (Radıyailâhü anh)'in ilk hadîsini Müslim de rivayet etmiştir. Ebû Dâvûd ile Tirmizî de bunun birer benzerini rivayet etmişlerdir.
Bu hadîste işaret olunan Nisa sûresinin sonundaki âyetten maksad kelâle mirasını açıklayan bu sûrenin 176. âyetidir. Bu âyet yaz mevsiminde indiği için "Sayf = yaz mevsimi" âyeti ismi verilmiştir. Ömer (Radıyailâhü anh) kelâle meselesini sorduğu zaman Resûl-i Ekrem (Aleyhi's-salâtü ve's-selâm) 'in ona karşı sert davranıp mübarek parmağıyla onun göğsünü veya yanını dürtmesi ile ilgili olarak Nevevi: Peygamber (Aleyhi's-salâtü ve's-selâm)'in Ömer'e karşı sert davranması sebebi kanımca şudur : Resûl-i Ekrem (Aleyhi's-salâtü ve's-selâm), Ö m e r' in ve diğer yetkililerin âyetlerden hüküm çıkarmayı bırakıp sırf âyetlerin apaçık hükmüyle yetinme yolunu tutmalarından endişe duyduğu için böyle davranmıştır. Çünkü âyetlerin apaçık hükümleri, karşılaşılacak meselelerin ancak az bir kısmını belirtir. Eğer yetkili müctehid âlimler bu âyetlerden şer'î hükümleri çıkarma işini ihmal etseydiler meselelerin çoğunda veya bir kısmında hüküm verme yolu tıkanırdı. Bu nedenle Ömer gibi zâtların âyetlerden hükümler çıkarmaları matlûb olan önemli vâciblerdendi, demiştir.
M ü s 1 i m ' in bir rivayetinde; Ömer (Radıyailâhü anh) : "ve eğer ben yaşıyacak olursam kelâle meselesi hakkında öyle bir hüküm
vereceğim ki Kuran okuyan ve okuyamayan herkes bu hükümle amel edecektir" demiştir
Nevevi, Ömer (Radıyailâhü anh) 'in bu eseri ile ilgili olarak da : Ö m e r ' in o anda hüküm beyân etmeyip tehir etmesinin sebebi, vereceği hükmün mâhiyeti hakkında henüz kesin karar vermemiş olmasıdır. Ömer gerekli inceleme ve araştırma yapıp içtihadını ikmâl ettikten sonra varacağı sonuca göre hüküm vermeyi ve bunu müslümanlara açıklamayı düşünmüştür. Bu nedenle o anda bir açıklama yapmamıştır, der.
Ömer (Radıyailâhü anh)'m ikinci hadîsi ise Zevâid türünden-dir. Keîâle, faiz ve hilâfet meseleleri hakkındaki kıyâs ve içtihada yer bırakmıyacak bir açıklamanın Resûl-i Ekrem (Aleyhi's-salâtü ve's-selâm) tarafından yapılması temennisinde bulunan Ömer (Radıyailâhü anh) bu temenniye olan iştiyakını ifâde etmek üzere eğer Resûî-i Ekrem (Aleyhi's-salâtü ve's-selâm) bu üç mesele hakkında açıklamada bulunmuş olsaydı bu açıklamanın dünyadan ve dünyadaki bütün şeylerden daha kıymetli olduğunu, fazla sevindirici olduğunu söylemiştir.
Dînî ilimlerle meşgul olanlar, karşılaştıkları bir ilmî meseleyi çözmenin değerini takdir ederler ve bundan duydukları manevî zevk ve lezzetin dünya nimetlerinin tümünden üstün olduğunu bilirler. Kelâle ve faiz ile ilgili bâzı meseleler hakkında ictihadlarla hükümler verilmiştir. Ömer bu iki konu ile ilgili ayrıntılı bilgilerin hepsinin Resûl-i Ekrem (Aleyhi's-salâtü ve's-selâm) tarafından beyân Duyurulmasını ve içtihada mahal kalmamasını temenni etmiştir. Hilâfet meselesi ve bu konudaki ictihadlarm sonuçları îslâm târihini tetkik edenlerce bilinmektedir. Bu konuda bir şey söylemeye gerek görmüyorum.
Câbir (Radıyailâhü anhJ 'm hadisi Kütüb-i Sitte'nin hepsinde rivayet edilmiştir.
Hattâbİ: Kelâle mirasına dâir Nisa sûresinin sonundaki (176 nolu) âyet indiği zaman Câbir (Radıyailâhü anh)'m ne babası ne de çocuğu vardı. C â b i r ' in babası Abdullah bin H â r â m (Radıyailâhü anh) 'm Uhud savaşında şehîd edildiği ve kelâle âyetinin, yâni yukarda nomarası verilen âyetin Resûl-i Ekrem (Aleyhi's-salâtü ve's-selâm)'in ömrünün sonunda indiği rivayet edilmiştir, der.
Câbir (Radıyailâhü anh) 'in o esnada dokuz aded kız kardeşinin bulunduğu, bâzı rivayetlerde belirtilmiştir. Bâzı rivayetlerde de C â b i r malını nasıl vasiyyet edeceğini sorduğu zaman: Benim ke-lâlem vardır, demiştir. Kelâle kelimesinin usûl ve furû dışında kalan mirasçılar anlamına geldiğini yukarda anlatmıştım.
Bu hadîste Nisa sûresinin 12. âyetinden kelâle mirasına âft parça ile ayni sûrenin sonundaki 176. âyet anılmakta ve bu son ayetin, C â b i r ' in hastalığı esnasında Resûl-i Ekrem (Aleyhi's-salâtü ve's-selâm) 'e sorduğu soru üzerine indiği belirtilmektedir. Bu iki âyette de kelâle mirasından söz edilmektedir. Nisa sûresinin başlarında geçen 12. âyet kış mevsiminde indiği için buna kış mânâsını ifâde eden Şitâ ismi verilerek "Ayetü's-Şitâ" denilmiştir. Sûrenin sonundaki 176. âyet diğer âyetten sonra ve yaz mevsiminde indiği için bu anlama atfen "Ayetü's-Sayf" ismi verilmiştir. Kelâle miras hükümleri 176. âyette daha açık bir biçimde anlatıldığı için bu babın ilk hadîsinde Resûl-i Ekrem (Aleyhi's-salâtü ve's-selâm), Ömer'e: «(Kelâle mirası hususunda) Nisa sûresinin sonunda inen Sayf âyeti sana yeter,» buyurmuştur.
Bu âyetin meali şöyledir:
«Senden fetva istiyorlar. De ki Allah kelâle Babası ve çocuğu olmayan kimse hakkında size (şöyle) fetva veriyor:
Bir kimse çocuğu bulunmaksızın ölüp de kendisinin bîr kız kardeşi bulunursa terekesinin yarısı bu kız kardeşinedir. Bu kız kardeşin çocuğu bulunmazsa o kimse bu kız kardeşine mirasçı olur. Eğer kız kardeşler iki tane iseler (ölen) o kimsenin terekesinin üçte ikisi bunlaradır. Şayet onlar erkek ve kız kardeşler olursa, erkeğe iki kız hissesi kadar vardır. Allah, delâlete düşmeyesiniz diye beyân buyuruyor ve Allah her şeyi bilendir.» (176) Bu âyette geçen kardeşten maksad ana baba bir kardeş veya baba bir ve ana ayrı kardeştir.
Âyetten çıkarılan mîras hükümleri özetle şöyledir:
Çocuğu ve babası bulunmaksızın ölen bir kimsenin ana baba bir kız kardeşi veya yalnız baba bir kız kardeşi varsa terekesinin yarısı o tek kız kardeşinin hissesidir.
Bu meselede ölen kişi kız olup hayatta olan kardeş erkek ise bu da ölen kız kardeşinin malına mirasçıdır.
Ölen kişinin hayatta olan ana baba bir kız kardeşleri veya yalnız baba bir kız kardeşleri iki aded iseler bunlara terekenin üçte ikisi verilir.
Ayni durumdaki kardeşler erkek ve kız karışımı ise beher erkeğe iki kızın hissesi kadar verilir.
Yukarda meali yazılı âyetten çıkarılan mîras hükümlerinin ayrıntıları için tefsir veya fıkıh kitablarına baş vurulmalıdır.
Kelâle mirasına âit hükümlerin bir kısmının beyân edildiği N i -s â sûresinin 12. âyetinde karı ile kocanın birbirlerine mirasçı olan durumları açıklandıktan sonra kelâle mîrasıyla ilgili olarak meâlen şöyle buyuruluyor:
«...ve eğer bir erkeğin veya bir kadının kelâle yönünden mirasına konuluyor ve onun (yalnız ana bir) tek erkek kardeşi veya tek kız kardeşi bulunuyorsa onlardan her birine de altıda bir hisse vardır. Eğer bundan (yâni birden) fazla iseler, üçte bir (oranındaki hisse) de ortaktırlar. (Mirasçılara) zarar vermek kasdı olmaksızın yapılmış olan vasiyyetten veya borçtan sonra. Bütün bunlar Allah'tan bir öğüttür. Allah alîm ve halîm'dir.» (12)
Bu âyetteki kardeşten maksad baba ayrı olup ölünün anasından doğma-olan kardeştir. 176. âyetteki kardeşten maksad ise ana ve baba bir olan veya yalnız baba bir olan kardeştir. Geniş bilgi için tefsir kitablarına baş vurulabilir.
Kelâle mirasına dâir, yukarda mealleri yazılı iki âyetten çıkarılan hükümlerin özetleri şöyledir, denilebilir:
1. Babası ve çocukları olmaksızın ölen bir kimsenin yalnız ana bir, erkek veya kız tek bir kardeşi varsa bu kardeşe altıda bir hisse verilir.
2. Babası ve çocukları olmaksızın ölen kimsenin yalnız ana bir kardeş sayısı birden fazla ise bunların tümüne terekenin üçte biri verilir.
3. Babası ve çocukları olmaksızın ölen kişinin ana baba bir veya yalnız baba bir, tek kız kardeşi varsa ona terekenin yarısı verilir.
4. Üçüncü maddede yazılı meselede kız kardeş sayısı iki veya daha fazla ise bunlara terekenin üçte ikisi verilir.
5. Babası ve çocukları olmaksızın ölen kimse kadın ise ve ana baba bir, veya yalnız baba bir, tek bir erkek kardeşi varsa bu da ölen kız kardeşinin malına mirasçıdır. (Belirli payı bulunan mirasçılar paylarını aldıktan sonra artakalanı alır ve bu nevî mirasçılar yoksa terekenin tamamını alır.
6. Babası ve çocukları olmaksızın ölen kimsenin ana baba bir kardeşleri erkek ve kız olmak üzere karışık iseler beher erkeğe iki kızın hisseleri kadar verilir.
7. Son maddede anlatılan meseledeki kardeşlerin hepsi yalnız baba bir kardeşler iseler hüküm aynidir. [15]
1. Hastayı ziyaret etmek sünnettir. Ziyarete yaya olarak gitmek müstahabtır.
2. Ermiş zâtların ve takva sahiplerinin yedikleri yemek artığı, içtikleri su ve meşrubat artığı ve abdest aldıkları su artığı mübarektir.
3. Hastalık hâlinde edilen vasiyyet geçerlidir. Ancak vasiyyet ederken hastanın ayık, aklının başında olması ve şuurunun yerinde olması şarttır.
4. Müslüman kişi, bilmediği hususları öğrenmek için dînî ilimlerle mücehhez zâtlara müracaat etmelidir.
5. Kendisine soru sorulan dîn âlimi cevabı bilmediği takdirde ictihâd etme güç ve şanlarına sahip olsa bile ictihâd etmek suretiyle kesin bir sonuca varmadıkça cevap vermekte acele edemez. Nitekim C â b i r bu soruyu Hesûl-i Ekrem (Aleyhi's-salâtü ve's-se-lâm)'e arz ettikten sonra Resüi-i Ekrem (Aleyhi's-salâtü ve's-selâm) derhal cevap vermemiştir. Cümhûr bu durumdaki hadîsleri şöyle yorumlar : Soru sorulduğu zaman Resûl-i Ekrem (Aleyhi's-salâtü vesselam) 'e ictihâd yoluyla bir hüküm zuhur etmeyince, vahiy gelmesi ümidiyle soruyu cevapsız bırakmıştır. [16]
2729) Csâme bin Zeyd (Radıyallâhü ankümâ), Peygamber (Sallat-faJıü A ley ki ve Sellem)!Ğen rivayet ettiğine göre; Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) efendimiz:
«Müslüman, kâfire mirasçı olamaz ve kâfir de müslümana vâris olamaz» buyurmuştur."
2730) Üsâme bin Zeyrî (Radıyallâhü anhümâ)'<\an rivayet edildiğine göre kendisi :
Yâ Resûlallah! Mekke'deki evine mi ineceksin? diye sormuş. Re-sûl-i Ekrem (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) :
«Akıl (Mekke'de) bize evden, meskenden bir şey mi bıraktı?» diye cevâb vermiştir. Akil ve (kardeşi) Tâlib, (babaları) Ebû Tâlib'e vâris olmuşlardı. (Ebû Tâlib'in diğer oğullan) Ca'fer ve Alî (Radıyallâhü anhümâ) hiç bir şeye mirasçı olmamışlardı. Çünkü (Ebû Tâlib öldüğünde) bunlar müslüman idiler. Akil ile Tâlib ise kâfir idiler.
Ömer (Radıyallâhü anh) bunun için diyordu ki: Mü'min, kâfire mirasçı olamaz.
Üsâme (Radıyallâhü anh) da şöyle demiştir: Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) buyurdu ki:
«Müslüman, kâfire mirasçı olamaz. Kâfir de müslümana mirasçı olamaz.»" '
2731) Amr bin Şuayb'ın dedesi (Abdullah bin Amr bin el-Âs) (Ra-dıyallâhü anhüm)'den rivayet edildiğine göre; Resûlullah (Sallattahü Aleyhi ve Sellem) şöyle buyurmuştur
-İki milletin insanları biribirine mirasçı olamazlar. [17]
Ü s â m e (Radıyallâhü anh) 'in ilk hadisi Kütüb-i Sitte'nin hepsinde rivayet edilmiştir. îkinci hadîsi T i r m i z i dışında kalan mezkûr kitab sahipleri tarafından rivayet olunmuştur.
A m r' m hadîsini Ebû Dâvûd ve Nesâî de rivayet etmişlerdir.
Ü s â m e' nin ikinci hadîsinde geçen "Ribâ" birkaç odalı dâire veya birkaç evi muhtevi mesken manasınadır-. "Dur" kelimesi de "Dâr"ın çoğuludur. Dâr da ev ve bina manasınadır.
Kirmanı' nin dediğine göre bâzı ilim ehli: Resûl-i Ekrem (Aleyhi's-salâtü ve's-selâm)'in bu hadîste sözünü ettiği ev Peygamber (Aîeyhi's-salâtü ve's-selâm) 'in dedelerinden A b d - i M e -nâf'ın oğlu H â ş i m' in idi. H â ş i m vefat edince ev, oğlu Abdülmuttalib'e kaldı. Abdülmuttalib de evi çocukları arasında taksim etti ve Resûl-i Ekrem (Aleyhi's-salâtü ve's-selâm) de babası Abdullah'm hissesini aldı. Resûl-i Ekrem (Aleyhi's-salâtü ve's-selâm)'in bu evde dünyâya geldiği rivayet olunmuş, demiştir.
Resûl-i Ekrem (Aleyhi's-salâtü ve's-selâm) 'in: «Akıl bize evden, barktan bir şey mi bıraktı?» buyruğuyla ilgili olarak Hattâbi: Ebû T â 1 i b vefat ettiği zaman oğlu A k î 1 henüz müslü-man olmadığı için ona mirasçı oldu. A 1 i (Radıyallâhü anh) ile C a' f e r (Radıyallâhü anh) o târihten önce müslüman oldukları için mirasçı olmadılar. Akil böylece mâlik olduğu dedesi A b-dulmuttalib'in evini sattı. Resûl-i .EkFem (Aleyhi's-salâtü ve's-selâm) bunu ifâde etmek istemiştir, diye bilgi werir.
Şu ihtimal de vardır: Hicretten sonra Ebû Süfyân, muhacirlerin bıraktıkları evlerde tasarruf ettiği gibi Akil de Resûl-i Ekrem (Aleyhi's-salâtü ve's-selâm) 'in Mekke' deki evinde tasarruf etmişti. Resûl-i Ekrem (Aleyhi's-salâtü ve's-selâm) bunu anlatmak istemiştir.
Ebû Tâlib'in oğulları Akil ile T â 1 i b onun malına mirasçı olmuşlardı. Tâlib'in Bedir savaşında öldürülmesi neticesinde Akil onun hissesinede mirasçı olmakla Ebû T â 1 i b ' in bütün malını almış oldu. Akil, Hudeybiye olayından önce müslüman oldu. Mekke' nin fethinden sonra Resûl-i Ekrem (Aleyhi's-salâtü ve's-selâm), müslüman olan K u -r e y ş müşriklerinin câhiliyet devrine ait muamelelerini ve tasarruflarını, gönülleri İslâmiyet'e yatışsın diye geçerli saymıştı. Bu nedenle Akil'in Abdülmuttalib' den ve E b ü T â -1 i b' ten kalma mallarında yapmış olduğu tasarruflar geçerli sayılmıştı. [18]
1. Müslüman kimse, kâfir olan yakınlarına mirasçı
olamaz.
2. Kâfir kimse, müslüman olan yakınlarına mirasçı olamaz.
N e v e v i bu hadisin şerhinde şöyle der: . "Kâfirin müslüman yakınma mirasçı olamıyacağı hususunda müslümanların icmâı vardır. Fakat müslümanm kâfir akrabasına mirasçı olup olamıyacağı hususunda ihtilâf vardır:
Sahâbîlerin, tabiîlerin ve bunlardan sonra gelenlerin cümhûrü-na göre müslüman kimse kâfir bir kimseye mirasçı olamaz.
Muâz bin Cebel, Muâviye, Saİd bin el-Mü-seyyeb ve Mesrûk ile diğer bâzı zâtlara göre müslüman,
kâfire mirasçı olur. Bunların delili; «islâmiyet üste çıkar ve üstüne çıkılmaz» hadîsidir. Cumhurun delili ise bu bâbtaki sahih ve hükmü apaçık olan hadîstir. Djğer grubun deUtt gösterdikleri hadîste mîras konusuna değinilmemiş olup kasdedüen mânâ İslâmiyet'in diğer dinlere üstünlüğü ve faziletidir. Bu itibarla hükmü apaçık olan bir nass bırakılıp başka şeyle amel edilemez. Mürteci: Müslüman iken dinden çıkıp kâfir olan kişiye denilir. Mürted kişi ile yakını olan müslüman kimse arasında mîrasçılık durumu meselesine gelince, mürted kimsenin müslüman kimseye mirasçı olamıyacağı hususunda icmâ vardır. Fakat müslüman kimsenin mürted olan akrabasına mirasçı olup olmaması hususunda yine ihtilâf vardır. Şöyle ki :
Mâlik. Şafiî, Rebîa, İbn-i Ebî Leylâ ve başka bâzı ilim ehline göre müslüman kimse mürted kimseye mirasçı olamaz.
Ebü Han i f e ' ye
göre mürted kişinin, müslüman iken elde etmiş olduğu mal, onun müslüman
mirasçılarına aittir. Onun mürted-lik hâlinde elde etmiş olduğu mal ise devlet
hazinesine aittir.
[19]
Bu hadis iki ayrı milletin insanlarının biribirlerine mirasçı olamayacaklarına delâlet eder. Hadîsin zahirine göre iki milletten birisi kâfir, diğeri müslüman veya ikisi de kâfir milletler olabilir. Fakat cumhur : Hadîsteki iki milletten maksad müslüman millet ile müslüman olmayan millet mânâsı kasdedilmiştir, der. Yâni tüm müslü-manlar bir millet sayılır. Müslüman olmayan bütün milletler de tek bir millet sayılır. Hadîs böyle yorumlanınca Ü s â m e ' nin hadîsi gibi olur.
Kâfir milletlerin biribirine mirasçı olmalarına gelince, meselâ: Yahüdînin Hristiyana, Hristiyanın Yahûdiye, Mecûsinin bunlara ve bunların mecûsîlere mirasçı olmaları hususunda ihtilâf vardır : E b û Hanife, Şafii ve diğer bâzı ilim ehline göre kâfir milletler biribirine mirasçı olurlar.
Mâlik ve Evzâî'ye göre ise kâfir milletler biribirine mirasçı olmazlar. Meselâ bir Yahudi bir Hristiyana veya bir Hris-tiyan bir Yahûdiye mirasçı olamaz. Diğer milletler de böyledir. Ş â -f i i' ye göre şu da vardır :
Bir zimmi, yâni İslâm ülkesinde vatandaşlık hakkı verilen Yahudi veya Hristiyan kimse, harbi, yâni küfür ülkesinde oturan bir gayri müslüme mirasçı olamaz. Harbî kimse de zimmi mirasçı olamaz. Şafiî mezhebine göre, biribiriyle savaş hâlinde bulunan iki kâfir ülke vatandaşı olan gayri müslimler de biribirine mirasçı olamazlar.
İlk iki hadîsin râvîsi Ü s â m e (Radıyallâhü anh)'ın hâl ter-cemesi 795 nolu hadis bölümünde geçmiştir. [20]
Velâ: Yukarda parantez içinde ifâde ettiğim gibi bir köleyi veya bir cariyeyi âzadlamaktan doğan özel hak mânâsına kullanılmıştır. Velâ, başka mânâlara da gelmekte ise de burada bu mânâ kasdedilmiştir. Bu özel hak âzadlayan kişinin ve bâzı yakınlarının âzad-lanan kimseye bâzı durumlarda mirasçı olmaktır. Şöyle ki:
Âzadîanan köle veya câriye öldüğü zaman asabe ismi verilen mirasçı yakınları bulunmadığı takdirde belirli miras pay sahibi durumundaki mirasçıları varsa bunlara verilen paylardan arta kalan malı onu âzadlayan erkek veya kadına verilir. Şayet âzadîanan kişinin belirli pay sahibi durumundaki mirasçıları da yok ise onun malının tamamı, âzadlayan kimseye verilir. Eğer âzadîayan kişi hayatta değilse ona verilecek mal onun erkek asabelerine verilir. Bunu bir örnekle açıklayalım :
Âzadîanan köle öldüğü zaman oğlu ve karısı varsa, sekizde bir hisseye sahip olan karısına malın sekizde biri verilir. Oğlu da asabe olduğu için artakalan malı alır ve onu âzadlayan kişiye bir şey verilmez. Şayet âzadîanan kölenin yalnız karısı var ve başka hiç bir mirasçısı yok ise karıya sekizde bir hisse verilir. Artakalan mal onu âzadlayan erkek veya kadına verilir. Şayet âzadlayan kişi de hayatta değil de bir oğlu ile bir kızı varsa, âzadîanan kölenin karışma verilen sekizde bir oranındaki hisseden artakalan malın tamamı, âzadîayan kişinin oğluna verilir ve âzadlayanın kızma bir şey verilmez.
Âzadîanan köle öldüğü zaman karısı da yok ise, yâni hiç bir mirasçısı yok ise, malının tamamı onu âzadlayana verilir. Âzadlayan da hayatta değilse, âzadlayanın erkek asabesi durumundaki oğluna verilir.
2732) Amr bin Şuayb'ın dedesi (Abdullah bin Amr bin el-Âs) (Ra-dtyallâhü anhüm)'den; Şöyle demiştir:
Riyâb bin Huzeyfe bin Saîd bin Sehm, Ma'mer'in kızı Ümmü Vâil el-Cümehiyye ile evlendi ve ondan üç erkek çocuğu oldu. Sonra çocukların annesi öldü. Oğlan çocuklar, annelerinin bir evine ve annelerinin âzadhlannm velâ hakkına mirasçı oldular. Daha sonra Amr bin el-Âs (Radıyallâhü anh) bu çocukları Şam'a götürdü. Çocuklar Amvâs vebâsmda öldüler. Onların asabesi durumundaki Amr (bin el-Âs) onlara mirasçı oldu. Sonra Ma'mer'in oğulları gelip (halife) Ömer (bin el-Hattâb) (Radıyallâhü anh) 'a müracaat ederek kız-kardeşlerinîn velâ hakkı konusunda Amr'a dâvâcı oldular. Bunun üzerine Ömer (Radıyallâhü anh) :
Ben, Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Seİlemî'den işittiğim hadîsle aranızda hükmedeceğim. Ben, Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) 'den şöyle buyururken işittim, dedi:
«Veled (çocuk) ve vâlid (baba veya annen) in elde ettikleri mî-ras hakkı, o (çocuğun veya babası ile annesi) nin olan asabesinindir.»
Abdullah de$\ ki: Ömer (Radıyallâhü anh), (bu hadîse dayanarak) Ümmü vâü'in velâ hakkının bize ait olduğuna hükmetti ve bizim için bu hükme dâir bir yazı verdi. Bu yazıda Abdurrahman bin Avf, Zeyd bin Sabit ve diğer bir zâtın şâhidliği de vardı. Nihayet
Abdülmelik bin Mervân halîfe olduğu süre içinde Ümmü Vâil'in bir âzadlısı vefat etti ve iki bin dinar mâras bıraktı da (Ömer tarafından verilen) bu hükmün değiştirildiği haberi bana ulaştı. Ma'mer'in oğulları, yâni Ümmü Vâil'in erkek kardeşleri bu kere (velâ hakkı için) Hişâm bin İsmail'e müracaatla (bize) dâvâcı oldular. Hişâm da bizi (halife) Abdülmelik'e havale etti. Biz de Ömer (Radıyallâhü anh) 'in yazılı hükmünü Abdülmelik'e götürdük. Abdülmelik:
Ben gerçekten bu hükmün şüphe götürmez hüküm nevinden olduğu görüşünde idim. Medine-i Münevvere halkının durumunun bu hükümde tereddüd edebilecek dereceye ulaştığını sanmıyordum, dedi.
Sonra Abdülmelik (de) Ümmü Vâii'in velâ hakkının bize âit olduğuna hükmetti. Biz bu ana kadar bu hakkımıza devam edegel-dik." [21]
Bu hadîsi Ebû Dâvûd ve Nesâî de rivayet etmişlerdir.
Amvâs ve Imvâs, Filistin'de bir şehrin ismidir. Hz. Ömer (Radıyallâhü anh)'in hilâfeti döneminde ve Hicretin 19. yılında bu bölgede görülen veba hastalığında yirmi beş bin insanın öldüğü rivayet olunmuştur. Ebû Ubeyde (Radıyallâhü anh) ile Muâz bin Cebel (Radıyallâhü anh) da bu salgın hastalıkta vefat edenlerdendir.
Hadîste sözü edilen Ümmü Vâil'in üç oğlu da bu hastalıktan vefat edince çocukların asabe ismi verilen yakınlarından Amr bin el-Âs (Radıyaîlâhü anh) miraslarını almıştır. Ümmü Vâil1 den kalma meskenlere mirasçı olduğu gibi Ümmü V â i 1' in âzadlı köle - cariyelerin velâ yoluyla olan miras hakkına da sahip olmuştur. Ümmü Vâil'in erkek kardeşleri, Ümmü V â i 1' in velâ hakkını dâva etmişler ise de halîfe Ömer (Radıyallâhü anh) Peygamber (Aleyhi's-salâtü ve's-selâm)'in bir hadîsini delil göstererek söz konusu velâ hakkının kendilerine âit olmadığını ve bu hakkın, Ümmü Vâil'in ölümü dolayısıyla oğullarına ve oğullarının ölümüyle bunların asabe durumundaki Amr bin el-Âs (Radıyallâhü anh) 'a intikal ettiğine hükmetmiştir. Amr bin el-Âs'm ölümüyle de bu hak onun asa-belerine intikal eder.
Ömer (Radıyallâhü anh) 'in rivayet ettiği Resül-i Ekrem (Aleyhi's-salâtü ve's-selâro)'in hadisinin mânâsı şudur:
Bir oğlan veya kız çocuk, babasından veya annesinden miras yoluyla bir mal veya bir hak elde ederse, o çocuğun ölümü hâlinde bu mal veya hak onun asabesine aittir. Yânı çocuğun belirli pay sahibi olan mirasçıları yok ise bu mal ve hakkın tamamı asabeye aittir. Hadiste sözü edilen meselede Ü m m ü V â i I' in oğlan çocukları ölünce annelerinden kendilerine intikal etmiş olan mal ve velâ hakkının bu çocukların asabe durumundaki A m r bin el-Â s (Radryallâhü anh)'a intikal etmesi gerekir. Ölen çocukların dayıları olan Ümmü V â i 1' in kardeşlerine intikal etmez.
Keza bir baba veya bir anne, çocuklarının ölümü dolayısıyla bir mal veya bir hak elde ederlerse bu baba veya annenin ölümüyle bu mal veya hak onun asabelerine intikal eder. Tabii belirli pay sahibi durumundaki mirasçıları yok ise. Şayet bu nevî mirasçıları var ise ferâiz'de belirtildiği ölçülere göre bunlar hisselerini aldıktan sonra artakalan mal asabelere verilir.
Şu noktayı tekrar hatırlatalım : Velâ hakkı yalnız erkek asabelere intikal eder. Kadın asabelere intikal etmez. Meselâ: Bir köleyi âzadlayan kimse öldüğü zaman bir oğlu ile bir kızı varsa, malının üçte ikisi oğluna, üçte biri de kızına verilir. Fakat velâ hakkı oğluna mahsustur. Yâni âzadlanan köle mîrasçısız öldüğü zaman efendisrıin oğlu ona mirasçı olur fakat efendisinin kızı mirasçı olmaz.
A b d ü 1 m e ! i k bin M e r v â n , E m e v i halifelerinden olup hilâfeti Hicri 65 - 86 yılları arasında 2] yıl sürmüştür. Ü m -mü V â i l'in bir AzadliM onun döneminde vefat edince geriye bıraktığı iki bin din.'ıra Ümmü V â i 1 ' in erkek kardeşleri konmak istemiş ve böylece Ömer (Radıyallâhü anh) tarafından verilmiş olan hüküm değiştirilmek istenmiş ve Ümmü V â i I ' İn kardeşleri bu maksadla Hişâm bin İsmail'e başvurmuşlardır. Ebû Davud'un rivayetinde "Hişâm bin İsmail veya İsmail bin Hişâm" şeklinde geçmektedir. Bu zâtın neci olduğu hususunda bir bilgi edinemedim. Ancak bu zâtın davacıları ve dâvâlıları halife Abdülmejik'e gönderdiği belirtildiğine göre bu zâtın Medine Valisi ihtimâli hatıra gelir. Çünkü dâvanın Medîne-i Münevvere' den halife A bd ülmel i k'e gönderildiği, Abdülmelik'in sözünden anlaşılmaktadır. Gönderenin de bu zât olduğu, A b d u 1 1 a h ' m sözünde belirtilmektedir. [22]
1. Âzadlısı bulunan bir kadın öldüğü zaman erkek çocukları ve
erkek kardeşleri varsa, onun malı erkek çocuklarına intikal ettiği gibi, velâ hakkı da çocuklarına intikal eder.
2. Annesinden velâ hakkı kendisine intikal eden çocuk öldüğü zaman bu hak çocuğun asabesine intikal eder, annesinin kardeşlerine intikal etmez.
3. Yetkili ilim adamı ve şer'i hâkim bir hüküm verdiği zaman bunu yazdırması ve şâhidle tevsik etmesi meşrudur.
2733) Âişe (RadıyaUâhü <ınhâ)'(\\\x\; Şöyle demiştir :
Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'in bir âzadlı kölesi bir hurma ağacından düşüp vefat etti. Geriye bir mikdar mal bıraktı. Ne çocuğu ne de başkaca yakım vardı. Bunun üzerine Peygamber (Sal-
iallahü Aleyhi ve Sellem) :
«Onun mirasını, köylülerinden bir adama veriniz» buyurdu." [23]
Bu hadîsi diğer sünen sahipleri de rivayet etmişlerdir. Âzadb köle ve câriye öldüğü zaman soyundan asebesi ve belirli hisse sahipleri yok ise malının efendisine miras olarak kaldığını, babın girişinde beyân etmiştim. Bu hadiste sözü edilen âzadlı kölenin soyundan mirasçısı olmadığına göre malının, efendisi olan Resûl-i Ekrem (Aleyhi's-salâtü ve's-selâm)'e intikal etmesi gerekli idi. Resûl-i Ekrem (Aleyhi's-salâtü ve's-selâmJ'in onun malını köylülerinden birisine verilmesini emretmesi ile ilgili olarak Kadı î y â z : Resûl-i Ekrem (Alevhi's-salâtü ve's-selâm) bu malı sadaka olarak ver-
miş olabilir.Ya da peygamberlerin malları mirasçılarına değil, hazîneye intikal ettiği gibi onlar kimsenin malına da mirasçı olmadıkları için böyle emretmiş olabilir. Bu durumda bu nevî mallar hazîneye intikal eder. Hazineye intikal eden mallar ise müslümanların yararlarında ve ihtiyaçları yolunda kullanıldığı için Resûl-i Ekrem (Aley-hi's-salâtü ve's-selâm) gördüğü yarar icabı bu malın âzadlı kölesinin köylülerinden birisine verilmesini uygun görmüştür, der.
En-Neyl yazarı da: Bu hadîs, bilinen mirasçısı bulunmayan bir kimsenin miras olarak geriye bıraktığı malının o yerdeki insanlardan birisine verilmesinin câizliğine delâlet eder, demiştir.
2734) (Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Scllem)'in amcası) Hamza (Radıyallâhü ank)'m kızı (ki Muhammed bin Ebî Leylâ'nın dediğine göre; Abdullah bin Şeddâd'ın ana bir kız kardeşidir) (Radıyallâhü a«/s<z)'dan; Şöyle demiştir :
Benim bir âzadlı kölem vefat etti ve geriye bir kız bıraktı. Bunun üzerine Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) onun malını benim ile kızı arasında taksim etti. Malının yarısını bana, yarısını da onun kızına hükmetti." [24]
Âzadlı köle, soyundan mirasçı olarak bir kız bıraktığı için kızın hakkı malın yarısıdır. Soyundan asabe durumunda mirasçısı bulunmadığı için yukarda açıkladığım hükümler gereğince artakalan mal, âzadlayana asabe sıfatıyla aittir. H z . Hamza (Radıyallâhü anh)'ın kızının ismi, Miftâhü'l-Hâce'de beyân edildiğine göre S e 1 m â' dır. Yine orada beyân edildiğine göre A h m e d bu hadîsi K a t â d e aracılığıyla Hamza' nm kızı S e 1 m â ' -dan rivayet etmiştir. Bu hadîse diğer sünenlerde rastlayamadım. Nesâi'de rivayet edilmiş olabilir. [25]
Bir âzadlı köle veya câriye öldüğü zaman yalnız bir kızı, bir de kendisini âzadlayan kimse varsa, malının yarısı hisse olarak kızına verilir. Geri kalan da efendisine verilir.
Hz. Hamza (Radıyallâhü anh)'m kızı sahâbîlerdendir. Râ-vîsi, ana bir kardeşi Abdullah bin Şeddâd' dır. [26]
2735) Ebû Hüreyre (Radtyallâhii anhyâen rivayet edildiğine göre; Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) :
«Katil (öldürdüğü kimseye) mirasçı olamaz,* buyurmuştur."
2736) Abdullah bin Amr (bin el-As) (Radıyallâhü ankümây dan; Şöyle demiştir :
Hesûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) Mekke'nin fetih günü ayağa kalkarak şöyle buyurdu.
-Kadın, kocasının diyeti (kan bahası) ndan ve malından miras alır ve erkek de karısının diyetinden ve malından miras alır. Bunlardan birisi arkadaşını (yâni eşini) öldürmedikçe, (hüküm budur.) Karı ve kocadan birisi arkadaşını (eşini) kasden öldürdüğü zaman, diyetinden ve malından hiç bir şeye vâris olamaz. Eğer bunlardan birisi arkadaşını yanlışlıkla öldürürse onun malından mîras alır. Fakat diyetinden mîras alamaz."
Not : Zevâid'de şöyle denilmiştir : Bunun senedinde bulunan Muhammed bin Sa'îd, asılarak öldürülen Said'dir. Ahmed : Onun hadîsleri mevzudur, demiştir ve bir defasında da : O, kasden ve bile bile hadis uydururdu, demiştir. Ebû Ahmed el-Hâkim de : O, hadîs uydururdu ve zındıklık suçundan dolayı asıldı, demiştir. El-Hâkim Ebû Abdillah da : O'nun rivayetinin düşüklüğünde ihtilâf yoktur, demiştir, [27]
Ebû Hüreyre (Radıyallâhü anh)'m hadisi Diyet kitabının 14. babında 2645 nolu olarak geçti ve gerekli bilgi orada verildi. Katil kişinin, öldürdüğü yakınma mirasçı olmayacağı yolundaki ilmi görüşler de orada beyân edildi. Yine orada izah edildiği gibi katil, öldürdüğü' yakınının diyetinden de bir şey alamaz. Öldürme kasden olsun, yanlışlıkla olsun fark etmez. Ancak Mâlik ve bâzı ilim ehline göre cinayet yanlışlıkla işlenmiş ise katil maktulün malına mirasçı olur, fakat diyetine mirasçı olamaz.
Abdullah bin Amr (Radıyallâhü anhJ'm hadîsi Ze-vâid türündendir. Notta belirtildiği gibi senedi zayıftır. [28]
1. Karı ile koca biribirlerinin malına ve diyetine mirasçı olma hakkına sahiplerdir. Ancak bu hüküm bunlardan birisinin diğerini öldürmemesi şartına bağlıdır.
2. Kadın, kocasını veya erkek karısını kasden ve teammüden öldürürse öldüren taraf öldürülen tarafın ne malına ne de diyetine mirasçı olamaz.
3. Kadın kocasını veya erkek karısını yanlışlıkla öldürürse, öldüren taraf öldürülen tarafın malına mirasçı olur. Fakat diyetine mirasçı olamaz.
Yukardaki 1 ve 2. maddelerde beyân edilen hükümler fıkıhçila-nn cumhurunun görüşüne uygundur. 3. maddedeki görüş ise Mâlik ve Nahaî ile Hade vîler'in görüşüne uygundur. Fıkihçıların cumhurunun görüşüne uygun değildir. Çünkü ilim ehlinin ekserisine göre yanlışlıkla öldürmek ile kasden öldürmek ara-, sında, mîras hususunda bir fark yoktur. Katil, maktulün malına ve diyetine hiç bir suretle, yâni cinayet yanlışlıkla da işlenmişse mirasçı olamaz.
Yukarda belirttiğim gibi bu konu 2645 ve 2646 nolu hadislerin izahı bölümünde izah edilmiştir. [29]
Arhâm: Rahm'in çoğuludur. Rahm, akrabalık manasınadır. Zevî % Zû'nun çoğuludur. Zû, sahip manasınadır. Şu halde Zevi'l-Arhâm; Akrabalık sahipleri, yâni akrabalar manasınadır. Konusu miras bırakılan malların vârisler arasında taksimi olan Ferâiz ilminde bu sözcük, belirli hisse sahipleri ve asabe ismi verilen mirasçılar dışında kalan akrabalar mânâsını ifâde eder. Ölünün kızlarının çocukları, ölünün hala ve teyzeleri ile dayıları ve bunların çocukları Ze-vi'1-Erhâm ismi verilen akrabalardandır.
Zevil-Arhâm ismi verilen akrabaların mirasçı olup olmayacakları hususunda ihtilâf vardır. Yâni ölünün belirli hisse sahibi durumundaki mirasçıları ve asabe ismi verilen mirasçıları bulunmadığı takdirde malı Zevi'l-Arhâm adı verilen akrabalarına mı, devlet hazinesine mi verilecek?
Âlimlerin bu husustaki görüşleri şöyledir:
l. Ömer, Ali, İbn-i Mes'ûd, Ebü Ubeyde bin el-Cerrâh, Muâz bin el-Cebel, Ebü'd-D e r d ânın dâhil bulunduğu sahâbîlerin ekserisine göre Ölünün yukarda anlatılan iki nevi mirasçısı bulunmadığı takdirde Zevi'l-Arhâm denilen akrabaları mirasçı olurlar. Tabiilerden Alkarna, Nahai, Şüreyh, eî-Hasan, İbn-i Şîrîn, Ata,
Mücâhid de bu sahâbîlere uymuşlardır. Ebû Hanîfe, Ebû Yûsuf, Muhammed, Züfer ve bunlara tabi âlimler de böyle hükmetmişlerdir.
Sahâbîlerden Zeyd bin Sabit ise: Zevi'l-Arhâm için mîrasçılık hakkı yoktur. Ölünün belirli hisse sahibi durumundaki yakınları ile asabe nevinden olan mirasçıları bulunmadığı takdirde malı devlet hazînesine bırakılır, demiştir. Tabiîlerden S a î d bin el-Müseyyeb ile Saîd bin Cübeyr de böyle demişlerdir. Mâlik ve Şafiî' nin de böyle hükmettikleri rivayet olunmuştur. Allah cümlesinden razı olsun.
Zevi'l-Arhâm ismi verilen yakınların başlıcaları şunlardır:
1. Ölünün kızlarının evlâd ve torunları...
2. Ölünün oğlunun kızlarının evlâdı ve torunları...
3. Ölünün fâsid dedeleri. Yâni ölü ile kendisi arasında bir kadın bulunan dedeler. Meselâ ölünün annesinin babası, ölünün babasının annesinin babası gibi...
4. Fâsid neneler. Bunlar da fâsid bir dede aracılığıyla ölüye ulaşan büyük annelerdir. Meselâ ölünün annesinin babasının annesi gibi.
5. Ölünün kızkardeşlerinin evlâd ve torunları...
6. Ölünün erkek kardeşlerinin kızları ve bu kızların evlâd ve torunları...
7. Halalar ve evlâdı ile torunları
8. Dayılar ve evlâdı ile torunları...
9. Teyzeler ve evlâdı ile torunlan...
Daha geniş bilgi için farâiz kitablanna baş vurulmalıdır.
2737) Ebû Ümâme (Es'ad) bin Sehl bin Huneyf[30] (Radtyallâhü anh) 'den rivayet edildiğine göre :
Bir adam (başka) bir adama bir ok atarak öldürdü. Öldürülen adamın bir dayıdan başka mirasçısı da yoktu. Ebû Ubeyde bin el-Cer-râh (Radıyallâhü anh) bu adamın miras işini (halîfe) Ömer (Radı-yallâhü anh) ra yaslı olarak sordu. Ömer (Radıyallâhü anh), Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) şöyle buyurmuştur, diye Ebü Ubeyde'ye yazılı cevab verdi:
«Allah ve Resulü, hiç bir mirasçısı bulunmayan (müslüman)ın mirasçısıdır. Dayı da hiç mirasçısı bulunmayan (yeğenin) in mîras-çısıdır.»"
2738) Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellemy'm sahabelerinden olup Şâm halkından ol.an Mikdâm Ebû Kerîme (bin Madîkerib)[31] (Radtyallâhü anh)'den rivayet edildiğine göre Resûîullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) şöyle buyurdu, demiştir :
«Kim (ölüp de) bir mal bırakırsa o mal onun mirasçüaruıadır.
Ve kim (ölüp de) bir ağırlık (yâni yardıma muhtaç çoluk çocuk ve borç) bırakırsa o ağırlık (işini yüklenmek) bize aittir, (veya: O agırlık Allah'a ve Resulüne aittir, buyurmuştur). Ve ben hiç bir mirasçısı bulunmayanın mîrasçısıyım. Onun yerine diyet veririm ve onun mirasını alırım. Dayı da hiç bir mirasçısı bulunmayanın mîrasçısıdir. Onun yerine diyet öder ve ona mirasçı olur.»" [32]
Ebû Ümâme (Radıyallâhü anh)'ın hadisini T i r m i z i ve A h m e d de rivayet etmişlerdir. Bu hadiste geçen «Hiç bir mevlâsı bulunmayan (müsiüma)nın m evlâsı Allah ve Resulüdür.»
mealindeki cümleden kasdedilen mânâ tercemede gösterdiğim gibi «Hiç bir mirasçısı bulunmayan ( müslüman ) nın mirasçısı Allah ve Resulüdür.» E 1 - K a r i bu cümleyi böyle yorumlamıştır. Allah ve Resulünün mirasçılığmdan maksad ise o kimsenin malının devlet hazînesine intikal ettirilmesi veya müslümanların ihtiyaçlarına har-canmasıdır. Hadîsin ikinci cümlesine göre belirli hisse sahibi durumundaki mirasçılardan ve asabe ismi verilen, yâni belirli hisse sahiplerinden artakalanı alan ve bunlar yok iken malın tamamını alan mirasçılardan kimse bulunmadığı takdirde ölünün dayısı mirasçı olur. Ölünün dayısı ise yukarda anlattığım gibi "Zevi'I-Arhâm" ismi verilen akraba nevindendir. Bu nevi akrabaların mirasçı olup olmadıkları konusundaki görüşleri yukarda anlatmıştım. Gerek bu ve gerekse bundan sonra gelen hadîs Zevi'I-Arhâm denilen akrabaların mirasçı olduklarına hükmeden âlimler için delildir. T i r m i z î bunun, yâni Ebû Ümâme' nin hadisinin hasen olduğunu söylemiştir.
El-Mıkdâm (Radıyallâhü anh)'ın hadîsini Ebû D â -vûd, Nesâİ, Ahmed, Hâkim ve îbn-i Hibbân da rivayet etmişlerdir. Bu hadîste geçen "Keli" sahibine ağır gelen yük manasınadır. Burada kasdedilen mânâ ölen kişinin geriye bıraktığı fakir çoluk çocuk ve ödeyemediği borcudur. Resûl-i Ekrem (Aley-hi's-salâtü vesselam) in «...Bu yükü yüklenmek bize veya Allah'a ve Resulüne aittir» mealindeki buyruğundan maksad o kimsenin geriye bıraktığı fakir aileye bakıp ihtiyaçlarını gidermenin ve onun borcunu ödemenin Zâti Nebevilerine ait olduğunu belirtmektir.
Diyetler bölümünde etraflıca anlatıldığı gibi cinayet işleyen kimselerin akrabaları bâzı durumlarda cinayetin diyetini öderler. İslâmiyet bâzı durumlarda bu diyeti caninin akrabalarına yüklemiştir. Bu hadîsten mirasçısı bulunmayan müslümamn mirasçısının ve di-
yetini verenin Resûl-i Ekrem (Aleyhi's-salâtü ve's-selâm) olduğu bildirilmektedir.
Hadîsin son kısmında da mirasçı bulunmadığı takdirde dayının, yeğenine mirasçı olduğu ve yeğeni bir cinayet işlediği zaman kendisinin diyeti ödemekle yükümlü olduğu bildirilmektedir. Bu hadîsin ilk kısmının birer benzeri 45, 2415-2416 numaralarda geçmiştir. [33]
Asabe: Belirli hissesi bulunmayan mirasçılara verilen bir isimdir. Mirasçıların bir kısmının mirastan alacakları haklar Kur'an âyetlerinde belirli hisselerle tâyin ve tesbit edilmiştir. Anne, nene, bâzı durumlarda baba, bazen kız çocuğu, yalnız anne bir kardeşler gibi. Yukarda da açıkladığım gibi bu nevî mirasçılara Zevi'I-Furûd denildiği gibi Ashâb-ı Furûd da denilir. Yâni belirli hisse sahipleri.
Asabe ismi verilen mirasçılar ise, ölünün erkek evlâdı, bunların erkek çocukları ana baba bir veya yalnız baba bir, erkek kardeşler, erkek kardeşlerle beraber bulunan bunların kız kardeşleri, bâzı durumlarda baba ve bunun babası gibi.
2739) Alî bin Ebî Tâlib (Radıyallâhü anh)\\en; Şöyle demiştir:
Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem), ana baba bir kardeşlerin biribirlerine mirasçı olduklarına, (bunlarla beraber bulunan) yalnız baba bir kardeşlerinin (bunlara) mirasçı olmadıklarına hükmetti. Adam, baba ve anne bir kardeşine mirasçı olur. Fakat o kardeşin (yalnız) baba bir kardeşleri mirasçı olmazlar."
2740) (Abdullah) bin Abbâs (Radıyallâhü anhümâ)'âan rivayet edildiğine göre; Resûlullah (Sallallahü Aleyhive Sellem) şöyle buyurdu, demiştir:
* (Ölenin) mabnı belirli hisse sahipleri arasında taksim ediniz. Hisselerden artakalanı (ölüye) en yakın erkeğe veriniz.»" [34]
Alî (Radıyallâhü anh) 'm hadisini Tirmizî ve Hâkim de rivayet etmişlerdir.
Hadîste geçen "Âyânu Beni'1-Ümm" ana ve baba bir kardeşler manasınadır. Bunlara "Benü'1-Âyân" da denilir. Yine hadîste geçen "Benü'l-Allat" ise yalnız baba bir kardeşler manasınadır.
Yukardaki terimler erkek ve kız kardeşlerin hepsi hakkında kullanılır. Bu hadîsten kasdedilen mânâ şudur:
Bir kimse öldüğü zaman ana baba bir kardeşleri ve yalnız baba bir kardeşlen varsa, ana baba bir kardeşleri mirasçı olurlar. Fakat yalnız baba bir kardeşleri mirasçı olmazlar. Bu iki grup kardeşler asabe ismi verilen mirasçılardan olmakla beraber birinci grubun, yâni ana baba bir kardeşlerin akrabalığı, ikinci grubun, yâni yalnız baba bir kardeşlerin akrabalığından daha kuvvetli olduğu için birinci grup ikinci grubu mirasçılık hakkından düşürür.
Şayet bir kimsenin ana baba bir kardeşleri yok da yalnız baba bir kardeşleri varsa bunlar da asabe sayılır ve mirasçı olabilirler.
kardeşler bizatihi asabedir. Beraberlerinde bulunan kız kardeşlerini de asabe durumuna geçirirler.
İbn-i Abbâs (Radıyalîâhü anh) 'in hadîsini B u h â r î, Müslim, Tirmizî ve Ebû Dâvûd da rivayet etmişlerdir.
Ferâizi Feriza'mn çoğuludur, Kuranı Kerîm'de tâyin ve takdir edilmiş olan miras hisseleridir. Bu hisseler 1/2, 1/3, 2/3, 1/4, 1/6 ve 1/8
oranındaki paylardır. Kur'an-ı Kerîm bu hisselerin hangi mirasçılara âit olduğunu beyân buyurmuştur. Ayrıca bu hususta hadisler de vardır.
Bir kimse öldüğü zanu:,n ferâiz, yâni belirli hisselere sahip mirasçılardan kimseler varsa önce onların hisseleri verilir. Bundan artakalan varsa ölüye en yakın erkek kişilere verilir.
Belirli hisse sahiplerinin hisseleri ödendikten sonra artakalan malın ölüye en yakın er kişiye verilmesine dâir cümleden kasdedilen mânâ şudur:
Ölenin yakınlarından asabe sayılan er kişiler arasında ölüye en yakın olan mirasçı olur. Diğerleri olmaz. Şayet yakınlık derecesi eşit olan er kişiler çok iseler hepsi mirasçılıkta ortak olurlar. Meselâ ölen kişinin kansı, annesi, iki oğlu ve iki kardeşi bulunursa, bunlardan 1/8 nisbetinde' hisse sahibi olan karısına ve 1/6 nisbetinde hisse sahibi olan annesine hisseleri ödenir. Yâni ölünün malı 24 hisse itibar edilerek bunun 1/8'i olan 3 hisse karıya, 1/6'sı olan 4 hisse ölünün annesine verilir. Geriye 17 hisse kalır. Ölünün oğulları ve kardeşleri asabe sayılır. Ölünün oğulları, ölünün kardeşlerine nisbeten ölüye daha yakın sayılır. Çünkü oğulları doğrudan ölüye ulaşır. Fakat kardeşleri ölünün babası aracılığıyla kendisine ulaşır. Şu halde artakalan 17 hisse ölünün oğullarına verilir ve ölünün kardeşleri mirasçılıktan düşmüş sayılırlar.
Ölünün asabe sayılan er kişilerin beraberlerinde ayni derecedeki kadın kişiler de varsa Nisa süresindeki miras âyetlerinde belirtildiği gibi kadın kişiler er kişilerle beraber mirasçı olurlar. Er kişilere iki kadın kişinin hisseleri kadar verilir. Meselâ ölünün oğlu ve kızı varsa oğluna iki hisse, kızma da bir hisse verilir. Keza ölen kimsenin ana baba bir erkek kardeşleri ve ana baba bir kız kardeşleri varsa kız kardeşler erkek kardeşlerle beraber mirasçı olurlar ve erkek kardeşlerin her birisine iki kız kardeşin hisseleri kadar verilir.
Ölünün er kişi akrabalarının yakınlık sırası genellikle şöyledir: Ölünün oğullan, oğullarının oğulları, ölünün babası, babasının babası, ölünün ana baba bir erkek kardeşleri, bunların oğulları, ölünün baba bir erkek kardeşleri, bunların oğulları, ölünün amcası, amcasının oğulları...
Konu hakkında geniş bilgi ve bâzı noktalardaki ihtilâfları öğrenmek isteyenler fıkıh kitablarma başvurmalıdır. Biz bu özlü bilgi ile yetinmek durumundayız. [35]
2741) (AbHııHah) bin Abbâs ( Radıyallâhii anhümâ)\\ar\\ Şöyle demiştir :
Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) hayatta iken bir adam Öldü ve geriye hiç bir mirasçı bırakmadı. Fakat âzadlamış olduğu bir köle vardı. Bunun üzerine Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) adamın mirasını o âzadlanmiş köleye verdi." [36]
Bu hadisi Tirmizi, Ebû Dâvûd ve Nesâi de rivayet etmişlerdir. Tirmizi bu hadîsin hasen olduğunu söylemiştirEl-K ar i ; Mirasçısız ölen bu adamın malı devlet hazînesine aitti. Bir teberru mâhiyetinde olmak üzere âzadlı köleye verilmiştir. Nasıl ki  i ş e (Radıyallâhü anhî'ın rivayet ettiği (2733 nolu) hadiste mirasçısız ölen bir âzadlı kölenin malının, köylülerinden bir (muhtaç) kimseye verilmesi emredilmişti. El-Mazhar'ın beyânına göre Şüreyh ve Tâvûs demişler ki : Âzadlayan kimse, âzadliğı köle veya cariyenin malına mirasçı olabildiği gibi, âzadlanan köle veya câriye de âzadlayanın malına mirasçı olabilir, diye bilgi vermiştir
Devlet hazinesi İslâmi prensiplere göre bozuk bir düzen içinde olursa, mirasçısız ölen kimsenin malı, müslümanlarm genel yararları, yolunda harcanır. Tuhfe yazarı bu görüşü beyân etmiştir. [37]
2742) Vasile bin el-Eska'[38] (Radıyallâhü anh)'âen rivayet edildiğine göre: Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve. Sellem) şöyle buyurmuştur:
Kadın (şu) üç (çeşit) mirası toplar (alır) ; Âzadlısı, yolda (terk edilmiş olarak) bulup yetiştirdiği bebek ve üzerine, kocasıyla liânlaş-tığı çocuğu (onun mirasları) .»
Muhammed bin Yezîd dedi ki: Bu hadisi Hişâm'dan başkası rivayet etmemiştir." [39]
Bu hadisi Tirmizi, Ebû Dâvûd ve Nesâî de rivayet etmişlerdir. T i r m i z i bu hadîsin hasen - garîb olduğunu söylemiştir.
Bu hadis kadının soy ve sihri akrabalık sebeplerinden başka yollarla olan mirasçılığını beyân eder. Bu yollardan :
Birincisi, köle veya cariyeyi âzadlaması sebebiyle olan mirasçı-hğıdır. Yâni kadın bunları âzadladıktan sonra bunlar mirasçı bırakmadan öldükleri zaman kadın bunların malına mirasçı olur.
İkincisi, kadının yolda bulup yetiştirdiği ve kimin çocuğu olduğu bilinmeyen bebeğe mirasçı olmasıdır. Bu bebeğe Lakît ismi verilir.
H a t t â b i : Lakît bebek, fıkıhçıîarın hepsinin kavillerine göre hur sayılır. Bu durumda hiç kimse ona mevlâîık yoluyla, yani âzudIı köleye mirasçı olma yoluyla bu bebeğe mirasçı olamaz. Mirasçıhk ya soy ya da mevlâîık yoluyla elde edilebilir. Başka bir yolla mirasçı olabilmek mümkün değildir. Yola terkedilmiş bebek ile onu bulup yetiştiren kimse arasında ne soy birliği ne de mevlâîık yakınlığı yoktur. Fakat İshâk bin Râheveyh: Lakît bebeğin mevlâîık hakkı, onu bulup yetiştiren kimseye aittir, diyerek bu hadîsi delil göstermiştir. Ama, bu hadîs, nakil ehli olan âlimlerce sabit sayılmamıştır. Sabit olmayınca bununla hükmetmek gerekli değildir. Bu itibarla tüm âlimlerin görüşü tercih edilir, demiştir.
Tuhf e yazarı yukardaki nakli yaptıktan sonra e 1 - K â d ı' nın şöyle dediğini nakleder:
"Bebeği yolda bulup yetiştiren kadının ona mirasçı olmasından maksad şudur: Mirasçısız ölen kimsenin malı devlet hazînesine verilir ve muhtaç durumdaki müslümanlara dağıtır, onların ihtiyaçlarına harcanır. Lakît bebek sonradan öldüğünde mirasçısı bulunmadığına göre muhtaç müslümanlara verilecek malı öncelikle onu yetiştirip büyüten kimseye verilmelidir. Maksad budur. Yoksa sanıldığı gibi, âzadlayan kişi, âzadladığı kimseye mirasçı olduğu gibi bebeği yolda bulan kimsenin de bebeğe bir nevî âzadlama yoluyla mirasçı olduğu hükmü kasdedilmemiştir."
Üçüncüsü kadın ile kocasının, üzerinde lânetleştikleri çocuğa kadının mirasçı olmasıdır. Lânetleşme meselesi şöyle olur:
Erkek karısını zina ile itham ederek doğan çocuğun kendisinden olmadığını iddia ettiği ve karısının bu iddiayı reddettiği zaman şer'î hâkim bunlar arasında Hân işlemini uygular. Bu konu süneni-mizin Liân babında etraflıca anlatılmıştır. (2066 - 2071 nolu hadîslere bak) Aralarında liân işlemi uygulanan eşlerden kadın, ilgili çocuğuna anne sıfatıyla mirasçı olur. Fakat çocuğun kendisinden olmadığını iddia etmiş olan kadının kocası bu çocuğa mirasçı olamaz.'Çocuk da annesine mirasçı olur. Fakat kadının kocasına, yâni muhtemel babasına mirasçı olamaz. Bu hususlarda fıkıhçılar ittifak halindedir.
Müellifimizin şeyhlerinden Muhammed bin Yezîd, bu hadîsi yalnız Hişâm'm rivayet ettiğini, ondan başka kimsenin rivayet etmediğini söylemiştir. Fakat Ebû Dâvûd bu hadîsi İbrahim bin Mûsâ er-Râzî aracılığıyla ve Tirmizî de Hârûn Ebû Mûsâ el-Müstemlî
el-Bağdâdi vasıtasıyla Muhammed bin Harb' ten rivayet etmişlerdir. Bu duruma göre H i ş â m ' dan başka iki zât da ayni hadîsi Muhammed bin Harb' ten rivayet etmiş olur. Şu halde bu iki. zâtın rivayeti Muhammed bin Yezîd ' e intikal etmemiştir. [40] .
2743) Ebû Hüreyre (Radıyollâhü anh)*(]en; ŞnySe demiştir:
Liân âyeti (Nûf sûresinin 6 - 9. âyetleri) indiği zaman Resulul-lah CSallallahü Aleyhi ve Sellem) şöyle buyurdu :
-Hangi kadın (doğurduğu gayri meşru çocuğun kocasından olduğunu ve meşruluğunu iddia etmek suretiyle) bir aileden olmayan bir kişiyi onlara ilhak eder (katar) sa o kadının Allah (in dini veya rahmeti) ile ilgisi yoktur ve Allah onu cennetine sokmayacaktır. Hangi erkek de çocuğunu tanıdığı (yâni kendisinden olduğunu bildiği) halde inkâr eder (yâni kendisinden olmadığım iddia eder) ise Allah kıyamet günü onu (rahmetinden veya cemâlini görmekten) mahrum edecek ve şâhidler (yâni mahşerdekilerHn huzurunda rezîl edecektir.»"
Not : Zevaid'de şöyle denilmiştir : Bu hadisin senedi zayıftır. Çünkü sened-de Yahya bin Harb bulunur. Zehebî, el-Kâşif'te bu râvinin meçhul olduğunu söylemiştir. [41]
Zevâid sahibi bu hadîsi Zevâid türünden saymış ise de E b û Dâvûd, Nesâİ, Ahmed ve îbn-i Hibbân da bunu rivayet etmişlerdir. £1-Münziri de bu hadîsin E b û Dâvûd ve Nesâî tarafından da rivayet edildiğini beyân etmiştir. Ebû Dâvûd'un senedi değişiktir ve o senedde Yahya bin Harb yoktur. Câmiü's-Sağir sahibi bu hadisin senedinin sahîh olduğunu söylemiştir.
Hadiste işaret edilen Liân âyeti, Nûr sûresinin 6 ilâ 9. âyetleridir. Bu âyetlerle ilgili bilgi sünenimizin Liân babında rivayet olunan 2066 - 2071 nolu hadîsler bölümünde geçmiştir. Burada tekrarlamaya gerek görmüyorum. Şu kadarını söylemekle yetineceğim :
Bir erkek karısını zina ile itham edip bunu dört şâhidle isbatla-yamadığı ve karısı da bu iddiayı red ettiği zaman şer'i hâkim huzurunda bu eşler lânetieşirîer. İşte bu lânetleşme yeminine lian işlemi denilir.
Bir kadın evli iken zinadan olma çocuğunun kocasından ve meşru olduğunu iddia etmekle bu yabancı çocuğu, kocasının ailesine katmış olur. Kadının bu iddiada bulunmakla büyük bir azaba müstahak olduğu belirtilmektedir. Böyle bir kadının Allah'ın rahmetinden ve dîninden muteber bir hisse almaya müstahak olmadığı ve Cennete girmeye hak kazanmadığı ifâde edilmek istenmiştir. Bu hadîsteki cümlelerin benzerleri daha önce de geçmişti. Oralarda defalarca gerekli yorum yapılmıştı. Hülâsa bu cümleler tehdid mahiyetindedir. Korkutmak anlamım ifâde eder. Bu suçu işleyen kadın, kâfir ise, bilindiği gibi din ve İlâhî rahmetle ilgisi olmadığı gibi cennete girmesi de ebedî olarak yasaktır. Devamlı olarak cehennemde kalacaktır. Fakat müslüman ise, işlediği suçun cezasını çektikten sonra cennete girecektir. Demek ki, bu kadın cennete ilk girenlerle beraber girme hakkına sahip değildir ve dinden, rahmetten muteber ve önemli bir hisse almaya da liyakatli değildir. Ama Aîlah Teâiâ dilerse onu mağfiret eder ve hak sahiplerini kendi hazinesinden memnun eder.
Erkek de kendisinden olduğunu bildiği çocuğunun kendisinden olmadığını iddia etmek suretiyle büyük bir günah işlemiş olur. Bu suçu işleyen erkekle ilgili hadîsteki cümleler de ayni şekilde tehdîd mahiyetindedir. Yukardaki yoruma benzer bir biçimde yorumlanır.
2744) Amr hin Şuayb;in dedesi (Abdullah bin Amr bin el-As) (Ra-dtyallâhü an/tüm)tâen rivayet edildiğine göre; Peygamber (Sallatlahiî Aleyhi ve Sellcın) şöyle buyurmuştur :
«Kişinin, bilmediği bir nesebi iddia etmesi veya iç yüzü mechül olsa bile bir nesebi reddetmesi (soy nimetine) bir nankörlüktür.»"
Not : Zevâid'de şöyle denilmiştir : Bu hadis sünenin bazı nüshalarında bulunur, bâzısında bulunmaz. El-Müzzî de el-Atrâfta bu hadîsi zikretmemiştir. Bunun senedi sahihtir. Bu hadîsin İbnü'l-Kattân'ın ilâvelerinden olduğunu sanının. [42]
Bu hadîs Zevâid türündendir. İnsanın soyu, sopu da bir nimettir. Bu nimeti tepmemek gerekir. Bu itibarla bir kimsenin kendisinden olması mümkün bir çocuğun kendisinden olmadığım iddia etmesi caiz değildir. Ancak fıkıh kitablannda koşulan şartlar tahakkuk ettiği takdirde böyle bir iddiada bulunulur. Aksi halde bu nevî iddialar soy nimetine nankörlük sayılır. Kişinin babasına intisabını reddetmesi ve : Babam sen değilsin, ben falanın oğluyum, ondanım demesi de bir soy nimetini inkârdır, caiz değildir. [43]
2745) Amr bin Şuayb'in dedesi (Abdullah bin Amr bin el-Âs) (Radıyal-lâhü atıhüm)\\ew rivayet edildiğine tföre: Resûlulhıh (Sallallahü Aleyhi ve Sri-letn) şöyle buyurmuştur :
«Kim bir câriye veya hür kadınla zina ederse, ondan olma çocuk, zina çocuğudur. Çocuk (o kimseye) mirasçı olamaz ve kendisine mirasçı olunamaz.-"
2746) Amr bin Şuayb'in dedesi (Abdu!l;ıh bin Amr bin el-As) (Rti-dtyallâhü anJwm)'r\en rivayet edildiğine tföre: Resûlullah (Sal/aflatıü Aleyhi ve Settem) şöyle buyurmuştur :
«Nisbet edildiği babasının ölümünden sonra ilhak edilmesi istenen çocuk, babası olduğu söylenen adamın Ölümünden sonra mirasçılarının ilhak iddiasında bulundukları kimsedir.»
Resül-i Ekrem (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) (bu konuda) şöyle hükmetti:
«Adamın cinsel ilişkide bulunduğu zaman mâliki bulunduğu bir cariyeden doğma kimse, onun adamm çocuğu olduğunu iddia eden (mirasçılar) a katılmış olur. Fakat ilhak iddiasından önce (adamın mirasçıları arasında) taksim edilmiş olan miras malından o kimseye bir şey yoktur. Henüz taksim edilmemiş mirastan yetiştiği mikdar-dan hissesi kendisinedir. Nisbet edildiği babası (hayatta iken) onu inkâr etmiş (yâni çocuğu olmadığım söylemiş) olduğu zaman, artık (mirasçılar ilhak iddiasında bulunsa bile) o kimse mirasçılara katılmaz (ve adamın çocuğu sayılamaz). Eğer çocuk, adamın (cinsel ilişkide bulunduğu zaman) mâlik olmadığı bir cariyeden veya zina ettiği hür bir kadından olsa, (adamın mirasçıları ilhak iddiasında bulunsa bile) çocuk adamın evlâdından sayılamaz ve çocuğa mirasçı olunamaz. Kendisine nisbet edilen adam, çocuğun kendisinden olduğunu iddia etse bile hüküm böyledir. Çünkü o, bir zina çocuğudur, hür veya câriye olan annesinin mirasçılarına katılır.»
(Râvi) Muhammed bin Eâşid demiştir ki: Hadisteki "İlhaktan önce taksim edilen miras" sözü ile İslâm'dan önce, câhiliyet devrinde mirasçılar arasında taksim edilmiş olan mal kasdedilmiştir."
Not: Zevâİd'de şöyle denilmiştir : Bunun senedi hasendir. Bu hadîs sünenin bâzı nüshalarında bulunur, bâzılarında bulunmaz ve el-Müzzl bu hadîsi anmamıştır. [44]
Zevâid yazarı bu hadîsi Zevâid türünden saymış ise de bu hadîsi Ebû Dâvûd da rivayet etmiştir. Hadîsin mânâsının izahına geçmeden önce câhiliyet devrinin kötü bir âdetini anlatmak isterim. Çünkü bu âdet bilindikten sonra hadîsin mânâsının anlaşılması daha kolay olur.
Câhiliyet devri adamları, mülkiyetleri altındaki cariyeleri fuhuşta çalıştırırlardı. Ayni zamanda kendileri de bu cariyelerle cinsel ilişkide bulunurlardı. Bu nedenle doğan çocuğun, cariyenin sahibinden mi, yoksa zina edenlerden mi olduğu, çoğu zaman bilinmezdi. Bazen de câriye sahibi ile câriye ile zina eden adam arasında çocuk konusunda ihtilâf doğardı. Câriye sahibi çocuğun kendisinden olduğunu iddia ederken, zinâkâr adam da çocuğun kendisinden olduğunu iddia ederdi. İslâmiyet gelince ResûM Ekrem (Aleyhi's-salâtü ve's-se-lâm) çocuğun cariyenin sahibine âit olduğuna ve zinâkâr kişinin çocuktan mahrumiyetine hükmetti.
H a t t â b î bu hadîsin şerhinde özetle şu bilgiyi verir:
Bu hadiste beyân buyurulan hükümler Resûl-i Ekrem (Aîeyhi's-saîâtü ve's-seîâm)'m İslâmiyet'in ilk zamanlarında ve Şer-i Şerifin kuruluşunun başlangıcında koymuş olduğu hükümlerdir. Hadîsle konulan hükümler şunlardır :
Bir adam ölüp de ölümünden sonra mirasçıları bir çocuğun ondan olduğunu iddia ettikleri zaman duruma bakılır. Eğer adam hayatta iken çocuğun kendisinden olduğunu inkâr etmiş ise, ölümünden sonra mirasçılarının bu iddiası kabul olunmaz ve çocuk, babası olduğu söylenen adama mirasçı olamaz.
Şayet adam hayatta iken çocuğun kendisinden olduğunu inkâr ve red etmemiş ise ve çocuğun annesi de bu adamın cariyesi ise, mirasçıların ilhak, yâni çocuğun adamdan olduğu dâvası kabul olunur ve dâvanın kabulü târihine kadar taksim edilmemiş bulunan adamın malma mirasçı olur. Fakat dâvanın kabulünden önce taksim edilmiş olan miras malından hisse taieb edemez.
Şayet çocuk, adamın cariyesinden değil de başkasının cariyesinden doğma ise, yâni adamın başkasına âit câriye ile gayri meşru cinsel ilişkide bulunması neticesinde kendisinden olma bir çocuk ise veya adamın hür bir kadınla zina etmesi dolayısıyla doğan zina çocuğu ise, adam çocuğun kendisinden olduğunu söylemiş olsa bile çocuk adamın çocuğu sayılamaz, ilhak dâvası kabul edilemez ve çocuk adama mirasçı olamaz. Çünkü gayri meşru birleşme yoluyla neseb oluşamaz.
N e v e v i : de : Hadîsin mânâsı şöyledir: Adamın nikâhlı bir karısı veya mülkiyeti altında olup cinsel ilişkide bulunduğu bir cariyesi olduğu zaman, bakılır. Adam nikâhlı karısı veya câriyesiyîe cinsel ilişkide bulunduktan sonra gebelik süresinin en az süresi geçer ve daha sonra bir çocuk doğarsa, çocuk adama ilhak edilir, yâni onun çocuğu sayılır ve çocuk ile adam arasında mîrascılık ve diğer ilgili hükümler uygulanır. Çocuk adama benzesin veya benzemesin hüküm budur, demiştir.
Hadîsten çıkarılan diğer bir hüküm de, zina çocuğunun annesine ve annesinin yakınlarına akrabalığının geçerliliğidir. Annesi câriye olsun, hür olsun fark etmez. Zina çucuğu hür annesine, annesi de kendisine mirasçı olur. [45]
2747) (Abflullah) bin Ömer (RadıyaHâhü anhümâ)'Ğa.n; Şöyle demiştir :
Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem), velâ (yâni âzadlaya-nın, âzadlariana mirasçı olma hakkı) nın satılmasını ve hibe edilmesini yasaklamıştır."
2748) (Abdullah) bin Ömer (RadıyaUâhü anhum'â)'dan: Şöyle demiştir :
ResûluUah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) velâ'nın satılmasını ve hibe edilmesini yasaklamıştır." [46]
Müellifimizin iki senedle rivayet ettiği bu hadis Kütüb-i Sitte'-nin hepsinde rivayet edilmiştir. Velâ'nın Türkçe karşılığını terceme-de ve babın başlığında parantez içi ifâde ile açıkladım. Bilindiği gibi âzadlanan köle ve câriye öldükleri zaman soy ve sihri akrabalarından mirasçıları bulundukları zaman mirasçı olurlar. O köleyi veya cariyeyi âzadlayan kimse veya onun mirasçıları bu köle ve cariyenin malına mirasçı olamazlar. Fakat âzadlanmış köle ve câriye öldükleri zaman hiç mirasçıları yok ise onları âzadlayan kişi miras-
çı olur. Âzadlayan erkek veya kadın ölmüş ise, önün asabe ismi verilen erkek akrabaları onlara mirasçı olur. İşte âzadlayan kişinin, o ölmüş İse asabe sayılan erkek akrabalarının âzadlanmış kişiye mirasçı olma hakkına "Velâ" ve "Mevlâlık" ismi verilir. Hadîs, bu hak-km satış veya hibe yoluyla başkasına devredilemeyeceği hükmünü beyân eder.
Hattâbi: İbnü'l-A'râbi' nin Muhammed bin Z i y â d' dan naklen beyânına göre Arablar velâ hakkını parayla satarlardı. Bu durum onlar arasında yaygın idi. Sonra Resûl-i Ekrem (Aleyhi's-salâtü ve's-selâm) bu işi yasakladı, diye bilgi verdikten sonra Hattâbi: Bu hüküm hakkında âlimler icmâ etmiş gibidir, der. [47]
2749) Abdullah bin Ömer (Radıyallâhü ankümâ)'dan rivayet edildi-ğine-gşrç; ReşûluUah (Sallallakü Aleyhi ve Sellem) şöyle buyurmuştur:
«Câhiliyet devrinde taksim edilmiş olan miras malı, câhiliyet devrindeki taksim şekli üzerinde (geçerli) dir. İslâmiyet'in yetiştiği miras malı da İslâmiyet'in taksim şekli üzerinde (geçerli)dir.»"
...Not: Zevâid'de şöyle, denilmiştir :. Râvi İbn-i Lehîa'nm zayıflığı nedeniyle bu sened zayıftır. [48]
Zevâid yazarı bu hadîsi Zevâid türünden saymış ise de bunu Ebû Dâvûd da rivayet etmiştir. Ancak şu noktadan Zevâid türünden sayılabilir: Buradaki hadîs İbn-i Ömer (Radıyak lâhü anh) tarafından rivayet edilmiştir. E bû D â v û-d'un süneninde ise müellifimiz de İbn-i Abbâs (Radıyallâhü anhü-mâJ'nın hadisini 2485 numarada rivayet etmiştir. İbn-i A b b â s'm hadisindeki sened değişiktir ve notta zayıflığı belirtilen râvî İbn-i Lehia o senedde yoktur.
H a t t â b ı bu hadisin, yâni İbn-i Abbâs'in Ebû Dâvûd tarafından olan rivayetinin açıklaması bölümünde özetle şöyle der:
Bu hadîs, câhiliyet devrinde olmuş bulunan nikâhlar ve mali konularla ilgili hükümlerin geçerli sayıldığına, câhiliyet devrinde bu hükümlerle amel eden kimseler sonra müslüman olunca evvelce işlemiş oldukları bu nevi hükümlerinin red edilmiyeceğine, fakat müs-lümanlığı kabul edenlerin İslâmiyet'e girdikten sonra bu nevi hükümleri uyguladıkları takdirde bunların geçersiz sayılacağına ve İs-lâmî hükümlere uydurulmasının gerekliliğine delâlet eder. [49]
Bir miras malı câhiliyet devrine göre henüz taksim edilmemiş iken mirasçıların tamamı veya bir kısmı müslüman olurlarsa artık taksimat İslâmî hükümlere göre yapılır. Fakat mirasçılar müslüman olmadan önce mal câhiliyet devri usûlüne göre taksim edilmiş ise artık o taksimat geçerli sayılır.
Îbnü'1-Kayy im bu konu hakkında şu bilgiyi verir: Bir kâfir ölür ve malı henüz taksim edilmemiş iken mirasçılarından biri müslüman olur ise: Ömer bin el-Hattâb, Osman, îbn-i Mes'ûd ve el-Hasan bin Alî (Radıyailâhü anh)'a göre müslüman olan mirasçı İslâm'a göre hissesini alır. Câbirbin Zeyd, el-Hasan, Mekhûl, Kata de, Humeyd, İyâs bin Muâviye, İshâk bin Râheveyh ve bir rivayete göre Ahmed bin H a n -b e 1 de böyle demişlerdir. A h m e d ' in arkadaşlarının ekserisi de bu görüştedir. Fakat fıkıhçıların büyük ekseriyeti ve diğer üç mez-heb imamları: Müslüman olan kişi mirasçı olamaz. Mal taksim edildikten sonra müslüman olduğu takdirde mirasçı olmadığı gibi, mal taksiminden önce de müslüman olduğunda yine mirasçı olamaz, demişlerdir. Çünkü mirasçı ile ölen yakını arasında din ayrılığı vardır. Din ayrılığı ise mirasçılığa mânidir. [50]
2750) Câbir (bin Abdillah} (Radıyallâhü anhümâ)\\i\v\ rivayet edildiğine çöre; Resûlullah (Salla/lahü Aleyhi ve Sellcm) şöyle buyurdu, demiştir:
«Bebek (doğduğunda) istihlâl edince (bağırınca veya hayat belirtisi gösterince) cenaze namazı kılınır ve mirasçı olur.»"
2751) Câbir bin Abdillah ve eî-Misver bin Mahrama[51] (Radıyal-lâhü (whüm)'(\en rivayet edildiğine göre; Resûlullah (Stili ali akü Aleyhi ve Sefirin) şöyle buyurdu, demiştir :
«Bebek (doğduğunda) bağırarak istihlâl etmedikçe (ses çıkarmadıkça) mirasçı olmaz.»
(Râvî) demiştir ki: Bebeğin istihlâl'ı, ağlaması, bağırması veya aksırmasidır." [52]
İlk hadis, sünenimizin 1508 numarasında geçmiştir. Orada da belirtildiği gibi bunu Tirmizi ve Nesâi de rivayet etmişlerdir. Bu hadîste beyân edilen bebeğin cenaze namazı ile ilgili bilgi ve âlimlerin bu husustaki görüşleri orada izah edilmiştir. Tekrarlamaya gerek yoktur.
İkinci hadisi e 1-M i s v e r (Radiyaliâhü anh)'den, müellifimizden başka kim tarafından rivayet edildiğine dâir bilgi edinemedim.
Bebeğin istihlâl'ı, doğduğu zaman ses çıkarması, aksırması, ağlaması mânâlarına yorumlandığı gibi hayat, belirtisini göstermesi mânâsına da yorumlanmıştır. îstihlâl'ı hayat belirtisi mânâsına yorum layan âlimlere göre bebek doğduğunda ağlama, bağırma, aksırma, nefes alıp verme veya hareket etmek gibi her hangi bir hayat belirtisini gösterdiği zaman, mirasçılık hakkını kazanmış olur ve kendisine mirasçı olunur. îstihlâl'ı böylece geniş mânâya yorumlayan âlimler arasında Sevrî, Evzâi, Ebû Hanîfe' nin arkadaşları ve Şafii de bulunur.
Bir kısım âlimler ise istihlâl'ı bağırma mânâsına yorumlamışlardır. Bunlara göre bebeğin mirasçı olabilmesi ve kendisine mirasçı olunabilmesi için doğduğu zaman bağırması şarttır. Sâdece hayat belirtisinin bulunması yeterli değildir. İ bn-i Abbâs, Câbir bin Abdillah, Şüre'yh, Nahaî, Mâlik ve M e -dîne-i Münevvere halkı bu görüşte olanlardandır. Z ü h -r î: Ben aksırmayı istihlâl sayma görüşündeyim, demiştir.
Şerhü's-Sünne yazarı: Bir insan ölüp de mirasçısı anne karnındaki bir bebek ise, bebeğin mirası durdurulur. Eğer diri olarak doğarsa mirasını alır. Şayet ölü olarak doğarsa, mirasçılık hakkı yoktur. Ona düşünülen hisse, diğer mirasçılara verilir, demiştir.
Bebeğin mirasçılık ve kendisine mirasçı olma durumu hakkında geniş bilgi fıkıh kitablarında anlatılmıştır. İsteyenler oralara müracaat edebilirler. [53]
2752) Temini ed-Dârî[54] (Radıyallâhü anh)'den; Şöyle demiştir:
Ben (bir defa) : Yâ Resûlallah! (Müslüman) adamın elleri üzerine müslümanlığı kabul eden Ehl-i Kitâb'tan olan adam hakkındaki sünnet (=şer'i hüküm) nedir? diye sordum. Resûl-i Ekrem (Sallal-lahü Aleyhi ve Sellem) buyurdular ki:
«(Müslüman) adam, müslümanlığı kabul edene, hayatında ve ölümünde herkesten evlâ (fazla yakın)dır.»" [55]
Bu hadisi Tirmizi, Ebû Dâvûd, Nesâi, Ah-med ve Dârimi de rivayet etmişlerdir. Müellifimizin rivayetinde Ehl-i K i t â b , yâni Hristiyan veya Yahudi iken müslümanlığı kabul edenin durumu sorulmuştur. Bâzı rivayetlerde «Müşriklerden bir kimse müslümanlığı kabul edince...» tâbiri kullanılmıştır. Diğer bir kısım rivayetlerde de «Bir adam müslümanlığı kabul...» ifâdesi bulunuyor. Bu değişik rivayetlerden çıkan sonuç şudur: Hadiste buyurulan hüküm umumîdir. Yâni müslümanlığı kabul edecek kimse ister Ehl-i K i t a b ' tan olsun, ister diğer kâfirlerden olsun hüküm aynidir.
Bâzı âlimler bu hadisi şöyle yorumlamışlardır:
Bir kâfirin müslümanlığına vesile olan mü'min ona herkesten fazla yakındır. Yâni mü'min, müslümanlığı kabul edene hayatı boyunca iyilik etmelidir ve mühtedi öldüğü zaman o mü'min ona mirasçı olur. Bir kavle göre hadisin zahir mânâsı budur.
Cumhura göre bu hadis «Velâ hakkı ancak âzadlamakla oluşur» mealindeki hadisle mensuhtur. Yâni kişi, ancak âzadladığı kişiye mirasçı olabilir. Kişi, İslâmiyet'i kabul etmesine vesiyle olduğu kimseye mirasçı olamaz.
Bir kavle göre hadisten kasdedilen mânâ şudur: Kişi, hidâyetine vesiyle olduğu kimseye, hayatı boyunca yardımcı olmalı, iyilik etmelidir. Mühtedi kişi öldüğü zaman da, hidâyetine vesiyle olan mü'min onun cenaze namazını kıldırmak hususunda öncelik hakkına sahiptir.
H a t t â b i bu hadîsin izahı bölümünde şu bilgiyi verir : "Müslüman kimse, elleri üzerine müslümanhğı kabul eden. kâfire mirasçıdır, diyen âlimler bu hadisi delil göstermişlerdir. Re'y ehli bu görüştedirler. Ancak buna şu şartı eklemişlerdir: Sözü edilen müslüman ile hidâyetine vesile olduğu kişi arasında Muvalat akdinin yapılmış olması gerekir. (Muvâlât akdi şöyle olur : Mühtedi kişi, hidâyetine vesile olan mü'min'e : Ben bir cinayet işlediğim zaman benim diyetimi sen öde ve ben öldüğüm zaman mirasçım sen ol, der. Mü'min de bu sözleşmeyi kabul eder.) Şayet taraflar arasında bu akid yapılmamış ise, mü'min kişi, hidâyetine vesile olduğu kimseye mirasçı olamaz.
İshâk bin'Râheveyh de Re'y ehli gibi hükmetmiştir. Fakat taraflar arasında Muvâlât akdinin yapılması şartını koşmamıştır.
Hadîste bu grubun görüşüne delil olacak bir açıklık yoktur. Çünkü hadiste mirasçılık ifâdesi yoktur. «Herkesten fazla yakınlık ve evlâ olmak» ifâdesi mirasçılık mânâsına yorumlanabildiği gibi iyilik etmek, yardımcı olmak ve yakınlık göstermek gibi mânâlara da yorumlanabilir. Dîger taraftan bu hadîs mirasçılık mânâsına yorumlandığı
takdirde;-Velâ (mirasçı olma hakkı) âzadlayana aittir» hadisine ters düşer.
Fıkıhçılarm ekserisine göre mü'min, hidâyetine vesile olduğu kâ-fir'e mirasçı olmaz.
Ahmed bin Hanbel bu hadîsi zayıf saymıştır. A b -d ü 1 a z i z de : Bu hadisin râvîleri hıfız ve İtkân ehli değildir, demiştir."'
Hanefi âlimlerinden Ebü'l-Berekât en-Nesefi de: Muvâlât akdi meşrudur (Muvâlât'ın ne demek olduğunu yukarda parantez içi ifâde İle anlattım. Şöyle de tarif edilebilir: İki müslüman arasında şöyle bir sözleşme yapmaktır: önce hangimiz bir suç işlerse gerekli diyet karşı taraftan ödenecek ve hangimiz ölürse diğeri mirasçı olacaktır. Muvâlât yoluyia mirasçı olabilmek için diğer mirasçılardan kimsenin bulunmaması gerekir.) Muvâlât yoluyla mirasçı olmak sabittir. Tüm sahâbiler bu görüştedir. Hanefi-1 e r ' in görüşü de budur. Bu hadîsin yorumu da şöyledir:
Bir erkek veya bir kadın müsiümanhğı kabul eder ve hiç bir mirasçısı yoktur. Âzadlanmış durumu da yoktur. Müslümanlığı kabul eden kişi, başka bir müsiürnana : Cinayet işlediğim zaman diyetimi ödemen ve öldüğüm zaman mirasçım olman üzere seninle mu-vâlât akdini yaptım, der. Karşı taraf da bunu kabul ederse bu akid kesinleşmiş olur. Müslüman adam, mühtediye mirasçı olma hakkım kazanmış olur.
El-Mazhâr da: Bir müslümanın elleri üzerine bir kâfirin müslüman olması, müslümanın mühtediye mirasçı olması hakkını kazandırmaz. Ebû Hanı f e, Şafiî, Mâlik ve Sevri böyle demişlerdir. Ömer bin Abdilazîz, Saîd bin el-Müsey y eb ve Amr bin el-Leys'e göre miras-çıiık hakkını kazandırır. Yâni velâ hakkı doğar. Bu grup, bu hadîsi delil göstermiştir, der.
Hadîsin sıhhati konusundaki ihtilâfa dâir gerekli bilgi için Av-nü'I-Mabûd'a veya Tuhfe'ye bakılabilir. E 1 - H â f ı z , el-Fetih'te ve Aynî, el-Ümde'de daha geniş bilgi vermişlerdir. [56]
[1] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi ve Şerhi, Kahraman
Yayınları: 7/405
[2] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi ve Şerhi, Kahraman
Yayınları: 7/405-406
[3] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi ve Şerhi, Kahraman
Yayınları: 7/406-407
[4] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi ve Şerhi, Kahraman
Yayınları: 7/408-409
[5] El-Ezdî el-Kûfi, kardeşi
Erkam ve İbn-i Mes'ûd'un râvisidir. Kendisinden de Şa"bi ve Talha bin
Musarrıf rivayet etmiştir. Sıkâ'dır. Buhâri ve sünen sahipleri onun
rivayetlerini almışlardır, (Hülâsa : 414)
[6] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi ve Şerhi, Kahraman
Yayınları: 7/409-411
[7] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi ve Şerhi, Kahraman
Yayınları: 7/411-412
[8] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi ve Şerhi, Kahraman
Yayınları: 7/412-413
[9] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi ve Şerhi, Kahraman
Yayınları: 7/413-414
[10] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi ve Şerhi, Kahraman
Yayınları: 7/414-415
[11] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi ve Şerhi, Kahraman
Yayınları: 7/415-418
[12] Kabîsa bin Züeyb (R.A.) bin
Halha'ın Hâl Tercemesi
Kabİsa
bin Züeyb (R.A.) bin Halha el-Huzâl Ebû İshâk veya Ebû Said el-Me-deni, Şam'a
yerleşen sahabîlerin evlâdmdandır. Resûl-i Ekrem'i görme şerefine ermiştir.
Doğduğu zaman kendisine dua etsin diye Resûl-i Ekrem (S.A.V.)'e götü-rüldüğü
rivayet olunmuştur. Mekke'nin fethedüdiği yıl doğmuştur. Ebû Bekir, Ömer,
Ebü'd-Derdâ, Ebû Hüreyre ve başkalarından rivayetleri vardır. Kendisinden de
Zührî, Mekhûl, Raca bin Hayât, Ebû Kıîâbe ve başka zâtlar rivayet etmişlerdir.
Sıka bir zât ve büyük bir âlimdir. Hicretin 86. yılı vefat ettiği rivayet olunmuştur.
Kütüb-i Sitte sahipleri onun rivayetlerini almışlardır. (Hülâsa : 314, Tuhfe C.
3, Sah. 181 ve Tezkire C. 1, Sah. 60)
[13] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi ve Şerhi, Kahraman
Yayınları: 7/418-419
[14] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi ve Şerhi, Kahraman
Yayınları: 7/419-422
[15] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi ve Şerhi, Kahraman
Yayınları: 7/422-426
[16] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi ve Şerhi, Kahraman
Yayınları: 7/426
[17] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi ve Şerhi, Kahraman
Yayınları: 7/426-428
[18] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi ve Şerhi, Kahraman
Yayınları: 7/428-429
[19] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi ve Şerhi, Kahraman
Yayınları: 7/429-430
[20] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi ve Şerhi, Kahraman
Yayınları: 7/430
[21] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi ve Şerhi, Kahraman
Yayınları: 7/431-433
[22] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi ve Şerhi, Kahraman
Yayınları: 7/433-434
[23] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi ve Şerhi, Kahraman
Yayınları: 7/435
[24] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi ve Şerhi, Kahraman
Yayınları: 7/435-436
[25] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi ve Şerhi, Kahraman
Yayınları: 7/436
[26] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi ve Şerhi, Kahraman
Yayınları: 7/437
[27] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi ve Şerhi, Kahraman Yayınları:
7/437-438
[28] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi ve Şerhi, Kahraman
Yayınları: 7/438
[29] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi ve Şerhi, Kahraman
Yayınları: 7/438-439
[30] Bu sahâblnin hâl tercemesi
2533 nolu hadîste geçti.
[31] Bu zâtın hâl tercemesi 442
nolu hadis bölümünde geçti.
[32] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi ve Şerhi, Kahraman
Yayınları: 7/439-442
[33] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi ve Şerhi, Kahraman
Yayınları: 7/442-443
[34] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi ve Şerhi, Kahraman
Yayınları: 7/443-444
[35] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi ve Şerhi, Kahraman
Yayınları: 7/444-445
[36] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi ve Şerhi, Kahraman
Yayınları: 7/446
[37] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi ve Şerhi, Kahraman
Yayınları: 7/446
[38] Bu zâtın hâl tercemesi 530.
hadîs bölümünde geçti.
[39] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi ve Şerhi, Kahraman
Yayınları: 7/447
[40] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi ve Şerhi, Kahraman
Yayınları: 7/447-449
[41] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi ve Şerhi, Kahraman
Yayınları: 7/449
[42] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi ve Şerhi, Kahraman
Yayınları: 7/450-451
[43] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi ve Şerhi, Kahraman
Yayınları: 7/451
[44] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi ve Şerhi, Kahraman
Yayınları: 7/451-453
[45] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi ve Şerhi, Kahraman
Yayınları: 7/453-454
[46] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi ve Şerhi, Kahraman
Yayınları: 7/455
[47] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi ve Şerhi, Kahraman
Yayınları: 7/455-456
[48] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi ve Şerhi, Kahraman
Yayınları: 7/456
[49] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi ve Şerhi, Kahraman
Yayınları: 7/456-457
[50] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi ve Şerhi, Kahraman Yayınları:
7/457
[51] Bu zâtın hâl tercemesi 2640. hadis bölümünde
geçti.
[52] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi ve Şerhi, Kahraman
Yayınları: 7/458
[53] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi ve Şerhi, Kahraman
Yayınları: 7/458-459
[54] Bu sahâbinin hâl tercemesi
760, hadis bölümünde geçmiştir.
[55] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi ve Şerhi, Kahraman
Yayınları: 7/459-460
[56] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi ve Şerhi, Kahraman
Yayınları: 7/460-462