25- MENÂSİK (HAC VE UMRE İBÂDETİ) KİTABI
2- Hacc'ın Farz Kılınması Babı
3- Hac Ve Umre'nin Fazileti (Ne Dâîr Hadîsler) Babı
4- Rahl (Deve Palanı) Üstünde Hac Yolculuğu Babı
5- Hacının (Hac İbâdeti Esnasında Ve Yolculuğundaki)
Duasının Fadu (Üstünlüğü) Babı
6- Haccin Vâcib Olmasi Şartının Beyânı Babı
7- Kadın Bir Velisi (Yâni Eşi Veya Mahremi Olan Bir
Erkek) Olmaksızın Hacc'a Gidebilir (Mi?), Babı
8- Hac, Kadınların Cihâdıdır, Babı
Kendi Adına Hac Etmemiş Bir Kimsenin Başkası Adına Hac
Etmesine Dâir İlmî Görüşler
11- Çocuğun Haccknın Sahîh Olup Olmadığının Beyânı) Babı
12- Doğum Yapan Kadın Ve Aybaşı Âdeti
Gören Kadın (Kandan
Temizlenmeden) Hac İhramına Girer, Babı
Anılan Mîkatlar Hakkında Özlü Bilgi
14- İhrama Girme
(Zamanının Beyânı) Babı
15- Telbiye
(Lebbeyke Zikrinin Nasıl Olduğunun Beyânı) Babı
Telbiyenin, Yâni Lebbeyke Zikrinin Okunmasının Hükmü
16- Lebbeyke Zikrini Yüksek Sesle Okuma (Nın
Meşruluğu) Babı
17- İhramda Olan Kimse İçin Gölgelikler (Den Yararlanma
Hükmünün Beyânı) Babı
18- İhrama Girileceği Zaman Güzel Koku (Kullanma
Hükmünün Beyânı) Babı
Âişe (Radıyallâhü Anhâ)'Nın Hadîsinden Çıkarılan Hüküm
Şudur
19- İhramda Olan Kimsenin Giyebileceği Elbise(Nin Beyânı)
Babı
21- İhramda İken
(Pek Beğenilmeyen) Hareketlerden Sakınma Babı
22- İhrâmlı Kimse Başını Yıkayabilir, Babı
23- İhramda Olan Kadın, Yüzüne Örtü Salar (Yâni Yüzünü
Örtmesinin Caiz Olup Olmadığının Beyânı) Babı
24- Hac (İçin İhrama Girildiğin)De (Hac İbâdetini
Tamamlamaya Bîr Engel Çıktığı Takdirde İhramdan
Çıkmayı) Şart
Koşma (Hükmünün Beyânı) Babı
25- Haremi Şerife (Yâni Mescid-Î Haram'a) Girme (Âdabının
Beyânı) Babı
26- Mekke'ye Girme (Âdabının Beyânı) Babı
27- Hacer-İ Esved'i İstilâm (Yânî Öpmek Veya El Sürmek
Suretiyle Ziyaret Etmek) Babı
Bu Bâbdaki Hadislerin Fıkıh Yönleri:
29- Ka'be'nin Etrafında Remel (Hafifçe Koşmak Suretiyle Tavaf Etmek
Hükmünün Beyânı) Babı
31- Hicr İ
(İsmail'i) Ziyaret Etmek Babı
32- (Ka'be-İ
Muazzama'yı) Tavaf Etme Fazileti (Nîn
Beyânı) Babı
33- Tavaftan Sonra İki Rekâat Namaz Babı
Yukarda Anılan Hükümler Hakkında İlmî Görüşler
Başka Namaz Tavaf Namazı Yerine Geçer Mi ?
34- Hasta Kimse Binerek Tavaf Edebilir, Babı
35- El-Mültezemün Faziletine Dâir Gelen Hadîs) Bâbî
37- Hacc-ı İfrâd (Yâni Yalnız Hac Niyetiyle Îhrâma
Girmek) Babı
Yukarıda Anlatılan Çeşitlerden Hangisi Efdaldır ?
38- Hac Ve Umre'yi Beraber Edâ Eden (Yâni Hacc-I Kıran
Niyetiyle İhrama Giren) E Ait Hadîsler Babı
39- Hacc-I Kıran Eden Kimsenin (Farz Olan) Tavaf
(Sayısının Beyânı) Babı
Bu Bâbtakî Hadîslerden Çıkan Hükümler
41- Hacc'ı Feshetmek (Yâni Umre'ye Çevirmek) Babı
43- Safa Ve Merve Arasında Sat (Yâni Yedî Defa Gldîp
Gelme) Babı
Umre'nin Rükünleri Ve Şartları
Umre Yılın Herhangi Bir Zamanında Yapılabilir Mi?
45- Ramazan Ayında Umre Yapmanın (Fazîletine Dâir
Hadîsler) Babı
46- Zilkade Ayında Umre Etmek Babı
47- Receb Ayında Umre Etmek Babı
48- Tenimden Umrenin İhramına Girmek Babı
Birinci Hadîsten Çıkan Hükümler
Umrenin İhramına Girmek İçin "Tenim" İsmi
Verilen Yere Gitmek Mecburî Mi?
50- Peygamber (Sallallahü Aleyhi Ve Sellem) Kaç Defa Umre
Etmiştir, Babı
51- Minâ'ya Çıkma
(Zamanı Hakkında Gelen Hadîsler)
Babı
53- (Arefe Günü) Sabahı Minâ'dan Arafat'a Gitmek Babı
54- (Minâ'dan Arafat'a Giderken) Arafat (Yakının) Da
Konaklama Yerî(Nîn Beyânı) Babı
55- Arafat'ta Vakfe Etmek Yeri (Yâni Durulacak Yer Hakkında Gelen Hadîsler)
Babı
56- Arafat'ta Dua Etme (Faziletinin Beyânı) Babı
Arafat Vakfesinin Zamanı Hakkındaki İlmî Görüşler
58- Vakfe'den
Sonra) Arafat'dan (Müzdeüfe Ye) Dönmek
Babı
O Geceye Ait Akşam Ve Yatsı Namazının Başka Bir Yerde
Birlikte Kılınması Île İlgîli İlmî Görüşler
60- Akşam Ve Yatsı Namazlarını Müzdelife'de Cem'etmek,
Yâni Birlikte Ve Ardarda Kılmak Babı
61- Müzdelife'de Vakfe Etmek Babı
Müzdelifede Vakfe, Yâni Durmak İle İlgili Hüküm
62- Cemrelere Taş Atmak İçin Müzdelife'den Minâ'ya Önceden
Gidenler (Hakkında Gelen
Hadîsler) Babı
63- Cemrelere Atılacak Çakıl Taşlarının Büyüklük Mikdârı
Babı
64- Akaba Cemresine
Nereden (Yâni Cemrenin Hangî Tarafında Durulup) Taş Atılır,
Babı
65- Hacı, Akaba Cemresine Taş Attığı Zaman Onun Yanında
Durmaz Babı
66- Cemrelere Binici Olarak Taş Atmak Babı
67- Bir Özürden Dolayı Cemrelere Taş Atmayı Erteleme Babı
68- Çocuklar Yerine Taş Atmak Babı
69- Hacının Lebbeyke Duasını Okumayı Keseceği
Zamanın (Beyânı) Babı
71- (Hac Ve Umre'de) Saç Tıraşı Babı
Saçlarını Anılan Şekilde Birleştiren Kişi İhramdan
Çıkacağı Zaman Saçını Kısaltması
Yeter Mi, Yoksa Tıraş Etmesi Mi Gerekir ?
Âlimlerin Bu Husustaki Görüşleri
75- Teşrik Günleri
(Yâni Bayramın İkinci, Üçüncü Ve
Dördüncü Günleri) Cemrelere Taş Atmak Babı
Cemrelere Sırayla Taş Atmanın Hükmü
76- Kurban Bayramının Îlk Günü (Mina'da) Hutbe Okumak
Babı
77- Ka'be'yi Ziyaret (Tavafı) Babı
78- Zemzem (Suyun) Dan İçmek Babı
80- Minâ Gecelerinde Mekke'de Gecelemek Babı
81- (Minâ'nın Son Günü Mekke'ye Dönüşte) El-Muhassab
Deresinde Konaklamak Babı
83- Ay Başı Âdeti Gören Kadın Veda Tavafı Etmeden
Mekke'den Çıkabilir, Babı
84- Resûlullah (Sallallahu Aleyhi Ye Sellem) İn Haccının
Beyânı Babı
Veda Haccı Yolculuğuyla İlgili Bâzı Açıklamalar
87- İhrâmlı Kimsenin Hacamat Olması Babı
88- İhrâmlının Sürünebileceği Yağ (Hakkında Gelen Hadîs)
Babı
89- İhramda İken Ölen Erkek (Hakkında Gelen Hadîs) Babı
90- İhrâmlının Av Avlamasının Cezası, Babı
91- İhrâmlı Kişinin Öldürülebildiği (Hayvanlarin Beyânı)
Babı
92- İhrâmlı Kimsenin Av Hayvanı Etinden Yemesinin
Yaşarlığı Babı
93- İhrâmlı Kimse Kendisi İçin Avlanılmadığı Zaman Av
Hayvanı Etinden Yiyebileceği (Nin Beyânı)
Babı
95- Ganem (Yâni Koyun Ve Keçiyi) Kıladelemek (Yâni
Boyunlarına Kurbanlık Alâmetini Takmak)
Babı
96- Kurbanlık Olarak Mekke'ye Gönderilen Develeri Ve
Sığırları Nişanlamak Babı
98- Dişi Ve Erkek Hayvanlardan Mekke'ye Kurban Gönderme
Babı
99- Kurbanlık Hayvan Mîkat İle Haremi Şerîf Arasındaki
Yerden Sevkedilebilir, Babı
100- Kurbanlık Olarak Haremi Şerife Yollanan Deve Ve
Sığırlara Binme (Nîn Meşruluğu) Babı
101- Ölüm Tehlikesiyle Karşı Karşıya Kalan Kurbanlık
Hayvan Hakkında (Gelen Hadîsler) Babı
102- Mekke Evlerini Kiraya Vermek Babı
Ağacı Kesene Ne Ceza Gerekir ?
104- Medine-İ Münevvere'nin Fazîleti, Babı
Ka'be Örtüsü İle İlgili Görüşler
106- Ramazan Ayı Orucunu Mekke'de Tutmanın Fazileti Babı
107- Yağmur Yağarken Ka'be'yi Tavaf Etmek Babı
108- Yaya Olarak Hac Etmek Babı
Menasİk: Mensek ve
Mensik kelimelerinin çoğuludur. Mensik ve Mensek, ibâdet yeri, ibâdet zamanı ve
ibâdet işi mânâlanna gelir. Burada bu mânâlann hepsi kasdedilmiştir. Çünkü bu
kitabta Hac ve Umre ibâdeti işi, zamanı ve yeri açıklanmaktadır. Hac ibâdeti işlerinin
tamamına MenasJk denilir.
[1]
Hac ve Hıc kelimeleri
Arab dilinde bir şeyi işlemeye niyetlenmek ve kasdetmektir. Bir yeri veya bir
kimseyi ziyaret etmek mânâsına da gelir.
Şeriat dilinde iseı
belirli günlerde ihrâm'a girip K â b e - i Mu-a z z a m a * yi ziyaret etmek ve
A r a f â t' ta durmaktır, şeklinde tarif edilebilir. Bazıları söyle tarif
etmişler:
Hac belirli zamanda
belirli yeri belirli bir şekilde ziyaret etmektir. Beltrli yerden makeadj K
a'b e ve Arafat'tır. Belirli zamandan maksad Arafat için Arefe günü öğleden
sonra ve Kurban bayramı günü fecri doğmadan önceki süre K a-'-b>mi& alvâf etmek bakımından da
Kurban bayramı günü fecrinden sonraki süredir.
Şer-i Şerife göre şöyle de tarif edilebilir:
Hac s Belirli bir
niyetle ihrama girip K a' b e' yi belirli bir süre içinde tavaf etmek.S afâ ve
Merve arasında sa'y etmek, belirli bir zamanda A r a f â t' ta durmak gibi
özel ibâdet'e denilir.
Hac ibâdetinin bir
takım farzları, vâcibleri ve
sünnetleri var. Hacc'ın farzları i îhrâm, Arafat'ta durmak, ziyaret tavafıdır.
Hacc'ın vâcibleri ve sünnetleri için fıkıh kitablarına müracaat edilmelidir.
Hac ibâdeti bedenle
ifâ edilen bir ibâdettir. Bu ibâdet için gerekli paranın veya başka malın
bulunması ise bu ibâdetin farz olmasının şartıdır.
2882) Ebû Hüreyre (Radtyallâhü anh)'den rivayet edildiğine
göre; Resûkıllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) şöyle buyurdu, demiştir :
Yolculuk azabtan bir
parçadır. O, sizin uykunuzun ve içeceğinizin düzenini bozar (tadım kaçırır).
Bu nedenle biriniz (seferde iken) yolculuğuna ait işini bitirince ailesinin
yanına dönmeye acele etsin.
Ebû Hüreyre
(Radıyallâhü anh)'den rivayet edilen Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'in
bu hadîsinin misli ikinci bir senedi e de müellifimize rivayet
edilmiştir."
[2]
Müellifimizin iki
senedle Ebû Hüreyre (Radıyallâhü anh) 'den rivayet ettiği bu hadîsi Buhârî,
Müslim ve Ah-m e d de rivayet
etmişlerdir.
Yolculuk etmenin
azabtan bir parça olmasından maksad, yolcu-İlıktan hâsıl olan meşakkat ve
eziyetten dolayı duyulan sıkıntı ve elemdir. Hadîsin bundan sonraki cümlesi
bunun gerekçesini ve sebebini açıklar. Çünkü yolcu pir kimse, yiyeceği,
içeceği ve uykusu bakımından evinde gördüğü rahatı bulamaz. Hadîste geçen
"Nehmef* yolculuk etmeye sebeb olan iş manasınadır. Hadîsin son kısmında
ise işini bitiren yolcunun evine dönmeye acele etmesi emredilmektedir.
El-Hâfız, el-Fetih'te
bu hadîsin açıklaması bölümünde özetle şu bilgiyi verir:
Bu hadis, bir iş için
olmaksızın gurbete gitmenin mekruhluğuna ve işini bitiren misafirin evine
dönmeye acele etmesinin müstehab-lığına delâlet eder. Özellikle evde olmadığı
zaman aile ferdlerinin işleri aksayan yolcu işini bitirince biran önce evine
dönmelidir. Çünkü kişi kendi evinde gördüğü rahatlıkla hem dünya işlerini hem
de din işlerini daha düzenli ve kolayca yürütür. İbn-i
Battal: Bu
hadîs ile= «Yolculuk edin, sıhhat
bulursunuz»
hadisi arasında bir
çelişki yoktur. Çünkü yolculuk etmek suretiyle kazanılan sağlık, yolculuğun
sıkıntılı olması yüzünden elem verici bir azab gibi olmasına mâni değildir. Bu
iş, tedavi maksadıyla acı bir ilâcı almaya benzer. îlâç acı olmakla beraber
hastalığı giderebilir, demiştir. H a t t â b i de: Bu hadîs zina eden bekârın
bir yıl süreyle sürgün edilmesi hikmetine de delâlet eder. Çünkü zinâkâr kişi
tazib edilmeye mahkûmdur. Onun sürgün edilmesi de bir nevi azab-tır, demiştir.
2883) El-Fadl bin Abbâs veya Abdullah bin Abbâs
(Radtyallâhü an-AümJ'den rivayet edildiğine göre; Resûlullah (Sallalhhü Aleyhi
ve Scllem) şöyle buyurmuştur
Hacc'a gitmek isteyen
kimse acele etsin. Çünkü bazen kişi hastalanır, binit hayvanı kaybolur ve
(hacca gitmeyi engelleyici) iş peyda olur (meydana gelir)."
Not: Zevâid'de şöyle
denilmiştir : Bunun senedinde İsmail Ebû Halife Ebû tsrâîl el-Melai bulunur.
İbn-i Adi onun hakkında: Onun rivayet ettiği hadislerin hepsi sıka, yâni
güvenilir zâtlardan rivayetlerine aykırıdır, demiş. Nesâi de onun zayıf
olduğunu söylemiş ve Cürcâni onun müfteri ve doğru yoldan sapmış
kişi olduğunu
söylemiştir. Evet; = «Kim hacc'a gitmek
isterse
acele etsin» hadisini başka bir senedle Hâkim rivayet etmiş ve hadisin sahih
oldujunu söylemiştir. Ebû Dâvûd da onun gibi o hadisi rivayet etmiştir.
[3]
Zevâid nevinden olan
bu hadisi Ahmed ve Beyhakİ de rivayet etmişler. Notta belirtildiği gibi hadisin
birinci cümlesini Ebû Dâvûd ve Hâkim de rivayet etmişler. Aynca D â r i m i de
rivayet etmiştir.
Hadis bir engelin
çıkması endişesiyle hac işine acele edilmesini emreder. Yâni hacc'a gitmek isteyen bîr mü'min ilk
fırsatta, bu ibâdeti yapmalıdır. Çünkü hastalık, yolculuğa engel olacak işler
ve binit hayvanının yitirilmesi gibi şeyler çıkarabilir ve bu yüzden hacc'a gitme
fırsat» kaçınlabilir,
Bu hadis, kendisine
hac far? plan bir kimsenin vakit geçirmeden bu ibâdeti yapmasının gerekliliğine
ve gidebildiği halde bunu zu edenler,
Ebû Davud'un süneninin şerhi el-Menhel'e müracaat
edebilirler.
Şafii, Evz&i,
Sevr i ve Muhammed
bin el-H a s a a ise hacc'ın acele yapılmasının vâcib
olmadığını ve gidebilir durumda olup da ilk fırsatta gitmeyenin günahkâr
olmadığını söylemişlerdir. E1 - M â v e
r d î' nin naklen beyanata göre 1 b n - i Abbâs, Câbir,
Atâ ve Tâvüs
(Radıyallâhü anhüm) de bu görüştedir. Bu grubun delili ise şudur: Hac
ibâdeti hicretin 6. yılı farz oldu.
Mekke, hicretin 7. yılı Ramazan
ayında fethedildi ve Resûl-i Ekrem (Aleyhi's-salâtü ve's-selâm) 'in aynı
yılın Şevval ayında Mekke* den
M e d i n e' ye döndü.
Sahâ-bilerin bir kısmı Resûl-i Ekrem (Aleyhi's-salâtü ve's-selâm) 'in emriyle
o yıl hac ettiler. Fakat Resûl-i Ekrem (Aleyhi's-salâtü ve's-selâm), zevceleri
ve sahâbilerin büyük çoğunluğu o yıl M e
d i n e' de kalıp hacc'a gitmediler.
Hicretin 9. yılı T e b û k savaşına gidilip hac mevsiminden önce Medine'ye
dönüldü. O yıl da sahâbilerin bir kısmı Peygamber (Aleyhi's-salâtü
ve's-selâm) 'in emriyle Ebû B e k i r'
in başkanlığında hacc'a gittiler.
Resûl-i Ekrem (Aleyhi's-salâtü ve's-selâm) ile diğer sahâbüer M e d i n e' de ikâmet ettiler. O sıralarda savaş ve başka
meşguliyetleri de yoktu. Sonra Resûl-i Ekrem (Aleyhi's-salâtü ve's-selâm),
zevceleri ve sahâbîler hicretin 10. yılı hacc'a gittiler. Bu durum hac
ibâdetini ilk fırsatta yapmanın vâcib olmadığına ve gidebilir durumda olan bir
kimsenin bunu tehir etmesinin günah olmadığına delâlet eder. Nevevİ,
Şafiî ve arkadaşlarının delilinin bu olduğunu söylemiştir.
El-Menhel yazarı hac
ibâdetinin farz olduğu târih hakkında şu bilgiyi verir:
Hacc'ın farz olduğu
târih hakkında ihtilâf vardır. Hicretin 5. yılı, 6. yık farz olduğunu
söyleyenler olduğu gibi 9. yılı farz olduğunu söyleyenler de vardır.
Îbnü'l-Kayyim ve el-Aynİ son rivayetin sahih olduğunu söylemişlerdir.
[4]
2884) Ali fbin Ebî
Tûlİb) (Radıyallâkü anhyden; Şöyle
demiştir:
"Oraya yol
bulabilen insanlara Allah İçin Ka'be'yi hac etmeleri farzdır." (Âl-i
îmrân; 97) âyeti inince sahâbîler;
Yâ Resûlallah! Hac her
yılda (mı farzdır)? dediler. Resûl-i Ekrem (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) sustu.
Sonra sahâbîler! Her yılda mı (hac etmek farz kılındı) ? diye sordular. Bunun
üzerine Resûl-i Ekrem
(Sallallahü Aleyhi ve
Sellem) :
Hayır. Eğer ben evet
deseydim (her yıl hac etmek) vâcib olurdu, buyurdu. Bunun akebinde;
Ey imân edenler! Size
açıklanırsa hoşunuza gitmeyecek şeyleri sormayınız" (Mâide 101.) âyeti
indi."
2885) Enes bin Mâlik (Radtyallâhü anh)'dtn rivayet
edildiğine göre sabâbîler:
Yâ ResûlaHah! Hacc'a
gitmek her yılda (mı farzdır)? dediler. Resûl-i Ekrem (Sallallahü Aleyhi ve
Sellem) (onlara cevaben) :
«Eğer ben evet
deseydim (her yıl hac etmek) vâcib olurdu, vâcib olsaydı bunu ifâ edemezdiniz
ve ifâ etmeseydiniz tazîb edilirdiniz.» buyurdu."
Not: Zevâid'de şöyle
denilmiştir : Bu sened sahihtir. Çünkü Muhammed bin Ebl Ubeyde bin Maan bin
Abdirrahmân bin Abdülah bin Mes'ûd sıkadır. Babası da onun mislidir.
2886) (Abdullah) bin Abbâs (Radtyallâhü anhümâ)'Am\ Şöyle
demiştir :
El-Akra bin Habis,
Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) 'e: Yâ Resûlallah! Hac her yıl (mı)
veya (hayatta) bir defa (mı farzdır), diye sordu? Resûl-i Ekrem (Sallallahü
Aleyhi ve Sellem) (buna cevaben) :
Hac, her yıl değil,
(hayatta) bir defa farzdır. Bundan sonra kim (birden fazla hac) yapabilirse o
(fazla hac) nafiledir» buyurdu."
[5]
Ali (Radıyallâhü
anh)*ın hadîsini Tirmizi de rivayet etmiştir. Hadîste geçen Âl-i îmrân
sûresinin 97. âyeti hacc'ın farz olduğumu bildirir. Bu âyetin meâl'i şöyledir:
"Ka'befnin
bulunduğu Mekke) yoluna gücü yeten İnsanların Ka'-be'yi hac (ziyaret) etmeleri
Allah'ın onlar üzerinde vâcib bir hakkıdır."
Bu âyet inince
sahâbîler gücü yetenlerin her yıl mı, yoksa hayatta bir defa mı hac
etmelerinin farziyetinde tereddüd ettikleri için durumu Peygamber
(Aleyhi's-salâtü ve's-selâm) *e sormuşlar. Peygamber (Aleyhi's-salâtü
ve's-selâm) soruyu cevapsız bırakınca soru sâhibleri tekrar sormuşlar. Bunun
üzerine Resûl-i Ekrem (Aleyhi's-salâtü ve's-selâm) hacc'ın bir defa ifâsının
farz olduğunu beyân etmiş ve:
«Eğer ben evet
deseydim gücü yetenlerin her yıl hac etmeleri farz olurdu» buyurmuştur.
Tuhfe yazarı bu
hadisin şerhinde şöyle der: Bu hadis hacc'ın ömürde bir defa farz olduğuna
delâlet eder. Nevevî, Hafız ve diğerlerinin dediği gibi bu hususta icmâ vardır.
Umre de, farz olduğunu söyleyenlere göre böyledir. Ancak hac ve Umre
ibâdetlerini edâ eden bir kimse daha sonra bunu yapmak için adakta bulunursa
adağı ifâ etmesi farzdır. Peygamber (Aleyhi's-salâtü ve's-selâm)'in:
-Eğer ben evet deseydim
her yıl hac etmek farz olurdu- buyruğu, O'nun şer'i hükümleri koymaya yetkili
olduğuna delâlet eder. Bu mesele hakkında bulunan ihtilâf Usûl kitablannda
tafsilâtlı olarak anlatılmıştır.
Sindi de bu cümle ile
ilgili olarak: Bu hadisin zahirine göre hacc'ın her yü ifâ edilmesinin farz
kılınması işi Peygamber (Aleyhi's-salâtü ve's-selâm) 'in takdirine
bırakılmıştır. Bu nedenle O, evet deseydi her yıl ifâsı farz olurdu. Bu yorum
uzak değildir. Çünkü Allah Teâlâ'nın hac işini mutlak olarak farz kılması ve
bunun hayatta bir defa veya defalarca yapılmasını farz kılma yetkisini Peygamber
(Aleyhi's-salâtü ve's-selâm)'e vermesi ve gerekli açıklamayı da O'na bırakması
mümkündür, diye bilgi vermiştir.
Hacc'ın hayatta bir
defa mı, her yıl mı ifâ edilmesinin farz kılındığının Peygamber (Sallallahü
Aleyhi ve SellemJ'e sorulması ve gerekli cevabın verilmesi üzerine inen ve
hadîste anılan M â i d e süresinin 101. âyeti ile bunun arkasındaki âyetin
meali şöyledir:
"Ey imân edenler!
Öyle şeyleri sormayınız ki, eğer size açıklanırsa sizi üzecektir ve eğer siz
Kur'an (âyetleri) indirildiği sırada sorarsanız onlar size açıklanır. Allah
sorduğunuz şeyleri affet mistir. Allah bağışlayandır, Halîm'dir.
Sizden önce bir kavim
onları sordu, sonra da o sebeble kâfir oldu."
Bu âyetlerin
açıklaması ile ilgili bilgi için tefsir kitablarma müracaat edilmelidir.
E n e s (Radıyallâhü
anh)'ın hadîsi Zevâid türündendir. Bu hadis de farz ibâdeti ihmal etmenin azabı
mucib olduğuna delâlet eder.
tbn-i Abbâs
(Radıyallâhü anh) 'm hadisini Ebû D â -vûd, Nesâi, Ahmed, Beyhakî, Hâkim ve
DA-rekutnî de rivayet etmişlerdir. Bu hadîs de birden fazla yapılan hacc'ın
nafile olduğuna ve ömürde bir defa hac etmenin gücü yetenlere farz olduğuna
delâlet eder.
Hacc'ın gücü yetenlere
farziyeti Kitâb, Sünnet ve îcmâ ile sabittir. Bilindiği gibi hac ibâdeti
İslâm'ın rükünlerindendir. Hacc'ın meş-rûiyetindeki hikmet Ka'be-i Muazzama'yi
yüceltmek, dünyanın uzak ve yakın ülkelerinde bulunan müslümanlann toplanıp
tanışmalarını ve yardımlaşmalarını sağlamak ve kıyamet gününde Allah'ın
huzuruna tüm insanların toplanması hâlini hatırlatmaktır. Hacc'ın
meşruiyetinde maddi, mânevi, sosyal, kültürel ve ekonomik bir çok yararlar
bulunduğu gibi müslümanlar arasında bulunması gerekli birlik, beraberlik,
yardımlaşma, dayanışma ve sevişme bağlarını da kuvvetlendirir.
Hacc'm ne zaman farz
olduğuna dâir rivayetleri bundan önceki bâbm hadîslerinin izahı bölümünde
açıkladım.
Peygamber
(Aleyhi's-salâtü ve's-selâm)'e soru soran Akra (Radıyallâhü anh)'m hâl
terceroesi 247S. hadîs bölümünde geçti.
[6]
2887) Ömer (bin el-Hattâb) (Radtyallâhü ankyâtn rivayet
edildiğine göre; Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) şöyle -buyurmuştur:
Hac ve Umre'yi ard
arda yapınız. Çünkü bunları ard arda yapmak demirci körüğü demirin kirini,
pasını giderdiği gibi fakirliği re günahları giderir.
Ebû Bekir bin Ebî
Şeybe ... senediyle de Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) 'in bu hadisinin
mislini Cyine) Ömer bin el-Hattab (Radıyallâhü anh) 'den bize rivayet
etti."
Not: Zevâid'de şöyle
denilmiştir: Bu iki senedin dönüm noktası râvî Âsim bin Ubeydillah'tir. Bu râvi
zayıftır. Bu metin İbn-i Mes'ûd (R.A.)'m hadîsi olarak sahihtir. Tİrm&i ve
Nesâî, İbn-i Mes'ûd'un hadîsini rivayet etmişlerdir.
[7]
Hac ve Umre'nin ard
arda yapılması; Önce hac yapıp bunun arkasında Umre yapmak veya bunun tersine
önce Umre yapıp onun arkasında
hac yapmak suretiyle gerçekleşir. Birinci şekle İfrâd ismi verilir, ikinci
şekle de Temettü adı verilir.
Hac ve Umre'nin ard
arda yapılmasıyla giderildiği bildirilen fakirlikten maksad zahiri fakirlik
olabilir. Bununla batini fakirlik, yâni gönül fakirliğinin kasdedilmiş olması
da muhtemeldir. Yâni Hac ve Umre'nin bir arada yapılması, birisini yaptıktan
hemen sonra diğerinin yapılması gönül zenginliğinin hâsıl olmasına vesile
olur.
Ard arda yapılan hac
ve Umre'nin günahları gidermesi ile ilgili ifâdeden maksad bir kavle göre küçük
günahların bağışlanmasıdır. Lâkin hadisteki benzetme bu yoruma engeldir. Çünkü
demirci körüğü demirin küçüklü, ve büyüklü tüm kir ve pasını giderir. Hac ve
Umre'nin ard arda yapılmasının günahları gidermesi buna benzetil-diğine göre
bütün günahların bağışlanması mânâsı çıkar.
Bu hadîsi A h m e d de
rivayet etmiştir. Notta belirtildiği gibi Tirmizl ve Nesâî bu hadîsin metnini
İbn-i Mes'ûd (Radıyallâhü anh) 'den rivayet etmişlerdir. O hadîsin sonunda şu
ilâve de vardır:
"Mebrûr (yâni
makbul) hacc'in sevabı ancak cennette girmek) -tir."
2888) Ebû Hüreyre (Radtyallâhü anhydtn rivayet edildiğine
göre; Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) şöyle buyurmuştur:
Umre, kendisiyle diğer
Umre arasındaki (zaman içinde işlenen küçük) günahlara keffarettir. Mebrûr
(yâni makbul) hacc'ın mükafatı ancak cennet (e dahil olmak) tır."
[8]
Bu hadisi Buhâri,
Müslim, Tirmizî ve Nesâl de rivayet etmiştir.
Umre'nin keffâret
olduğu bildirilen günahlardan maksad küçük günahlardır. Yâni bir mü'min bir
Umre yapar, bir süre sonra tekrar Umre yaparsa ikinci Umre, bu süre zarfında
işlenen küçük günahlara keffâret olur. Cuma namazı hakkında da böyle
rivayetler vardır. O rivayetler de böyle yorumlanmıştır.
Mebrûr Hac'dan maksad
makbul hac'tır. Bâzılarına göre Meb-rûr Hac ile kasdedilen mânâ, hac ibadetiyle
meşgul olunduğu sürece bütün günahlardan uzak kalınarak ifâ edilen hac'dır. N
e-v e v î bu son yorumu tercih etmiştir. K u r t u b î de: Mebrûr hac ile
ilgili yapılan yorumlar birbirine yakın mânâlardır. Hepsinden çıkan sonuç
şudur; Mebrûr hac, mükemmel bir şekilde, bütün hükümlerine riâyet edilerek
istenilen biçimde ikmâl edilen hac'tır, der.
2889) Ebû Hüreyre (Radıyallâkü <z«A)'den rivayet
edildiğine göre; Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) şöyle buyurdu,
demiştir :
Kim bu beyt'i (Yâni
Ka'be-i Muazzama'yı) hac (ziyaret) eder de (bu ibâdetle meşgul olduğu sürece)
cinsel ilişki, şehvanî lâflar ve günah işlemezse o kimse (günahlardan
temizlenip) annesinin kendisini doğurduğu (günkü) duruma dönüşür."
[9]
Bu hadîsi Buhârî ve
Müslim1 de rivayet etmişlerdir. M ü s 1 i m'in bir rivayetinde; oİJI &i jî£
m - "Kim bu Beyt-i Şerife gelirse" ifâdesi kullanılmıştır. Bu ifâde
Hac ve Umreye şümullüdür. Buna göre Umre de bu şartlar dâhilinde ifâ edilirse
ayni sevabı sağlar.
Hadiste geçen
"Yerfüs" fiilinin masdarı olan "Refes" cinsel ilişki
demektir. Şehvani söz söyleme ve çirkin lâf etme mânâlarına da gelir. El-Ezhe
ri: Refes, erkeğin kadından arzuladığı her türlü sevişme mânâsını ifâde eder,
demiştir.
Bakara sûresinin 197. âyetinde; "Hac'ta refes,
fusûk ve cidalyoktur" buyuruluyor. Kadı Iyâz: Bu âyette geçen Refes'ten
maksad cinsel ilişkidir. Cumhurun görüşü budur. Hadisteki Refes de bu
mânâyadır, demiştir. El-H&fız: Bence açık olan yorum şudur: Hadisteki
Refes'den maksad sadece cinsel ilişki değil, daha geniş mânâdır. Yâni cinsel
ilişki, şehvanî sözler ve çirkin lâflardır, der.
Hadîste geçen
"Yefsuk" fiilinin masdan olan fısk ve fusûk ise ibâdet ve taât
yolundan sapmak manasınadır. Burada hatâ ve günâh işlemek mânâsına
yorumlanmıştır.
Hülâsa cinsel ilişki,
kadınla sevişmeye âit sözler ve çirkin lâflar etmeden ve günâh işlemeden hac
ibâdetini sırf Allah rızâsı için ifâ eden bir mü'min annesinden doğduğu gün
gibi bütün günâhlarından arınmış olur. Hadîs bu büyük müjdeyi vermektedir.
El-Hâfız, el-Fetih'te:
Yâni kişi günâhlardan arınmış olur. Hadîsin açık olan mânâsı, küçük ve büyük
bütün günahların bağıs-lanmasıdır. Bu mânâyı teyid eden başka hadîsler de
vardır, diyor. Allah cümlemize böyle hac ve Umre ibâdetini ifâ etmeyi nasib
eyle.
[10]
2890) Enes bin Mâlik (Radtyallâhü anh)'dtn; Şöyle demiştir:
Peygamber (Sallallahü
Aleyhi ve Sellem) eski bir palan ve dört dirhem eder veya etmez bir örtü
üstünde hac yolculuğu etti ve t
Allahım!
(Bu), riyasız ve gösterişsiz bir hac'dır (veya bunu riyasız ve gösterişsiz bir
hac kıl), dedi."
[11]
B u h â r i bu hadîsin
baş kısmını başka bir senedle E n e s (Radıyallâhü anhJ'den rivayet
etmiştir. Buhar î'deki metin şöyledir:
"Resûlullah (Sallallahü Aleyhi
ve Sellem) bir palan üstünde hac
yolculuğu etti. O'nun biniti, azığını ve yolculuk eşyasını da taşırdı."
Müellifimizin
senedindeki râvî Yezîd bin Ebân zayıftır.
Hadîste geçen
"Rahl" deve palanı manasınadır. Binit olarak kullanılan deveye de
"Râhile" denilir.
Katîfe ı Kadife
mânâsına geldiği gibi örtü mânâsına da gelir. Hadîsin ifâde tarzı ikinci
mânâya daha uygundur. Bu takdirde bundan kasdedilen mânâ, deve palanı üstüne
atılan örtüdür. Şu halde hadisden kasdedilen mânâ şöyledir:
Peygamber (Sallallahü
Aleyhi ve Sellem) mütevazı bir şekilde hac yolculuğu etti. O'nun binitinin palanı
eski idi ve palanın üstündeki örtü de yaklaşık olarak dört dirhem değerinde
idi.
Katîfe kelimesi elbise
mânâsma kullanılmış olabilir. Bu takdirde Resûl-i Ekrem (Aleyhi's-salâtü
ve's-selâm) 'in üstündeki elbisenin ancak dört dirhem değerinde olduğu ifâde
edilmek istenmiştir.
Hadis, hac
yolculuğunun gösterişten ve riyakârlıktan uzak tutulmasının önemini ifâde
eder. Şu noktayı da belirteyim: Gösterişsiz ve mütevâzi bir kıyafetle yolculuk
etmek ayrı şey, kirli ve pis kokulu elbise veya araçla yolculuk etmek ayrı
şeydir. Yâni hac yolculuğuna çıkan kimsenin temizliğe son derece dikkat etmesi
kaydıyla mütevâzi ve gösterişsiz bir halde olmalıdır.
Hadîsin son kısmında
Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) 'e âit cümle iki şekilde
yorumlanabildiği için bu duruma parantez içiifâde ile işaret ettim. Her iki
yoruma göre bu cümleden maksad yapılan hac ibâdetinin kabul olunmasını
dilemektir.
2891) (Abdullah) bin Abbâs (Radtyallâhü anhimâ)'d*n; Şöyle
demiştir :
Biz Resûlullah
(Sallallahü Aleyhi ve Sellem) ile beraber Mekke ve Medine arasında (hac
yolculuğu ediyor) idik. (Yolculuk esnasında) bir dereden geçtik. Resûl-i Ekrem
(Sallallahü Aleyhi ve Sellem) :
— Bu, hangi deredir, diye sordular. Sahâbîler
(Radıyallâhü an-hüm) :
— El-Ezrak deresidir, dediler. Resûl-i Ekrem
(Sallallahü Aleyhi ve Sellem) :
— Musa
(Sallallahü Aleyhi ve Sellem) iki
parmağım (n uçlarını) iki kulağına koyup yüksek sesle Lebbeyke duasını okumak
suretiyle Allah'a niyaz ederek bu dereden geçerken gözümün önündedir, buyurdu
(ve Musa'nın saçlarının uzunluğunu anlattı. Fakat râvî Dâ-vûd anlatılanı iyice
hatırlamıyor). İbn-i Abbâs demiş ki:
Sonra ba yolculuğumuza
devam ettik. Nihayet bir dağ yolunun (veya bir dağ geçitinin) üstüne vardık.
Resûl-i Ekrem (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) (orada da) :
Bu, hangi dağ yolu
(veya geçiti)dir? buyurdu. Sahâbiler (Radı-yallâhü anhüm) :
(Bu), Herşâ veya Lift
yolu (veya geçitlidir, dediler. Resûl-i Ekrem (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) :
Yûnus (Aleyhisselâm)
kırmızı bir deve üstünde, yünden mamul bir cübbe giymiş, devesinin yuları hurma
lifinden örülü ince bir sicim olduğu halde lebbeyke duasını okuyarak bu
dereden geçerken gözümün önündedir, buyurdu."
[12]
Bu hadîsi Müslim de
rivayet etmiştir. Hadîste geçen bâzı kelimeleri açıklayalım:
El Ezrak Deresi,
Mekke-i Mükerreme'ye bir mil mesafede bulunan Emeç köyünün arkasında kalır.
El-Hâf u'ın beyânına göre bu köyün arazisi tarıma elverişlidir.
Cüâr: Sesi yükseltmek
ve yardım istemek, yakarışta bulunmaktır.
Telbiye, Lebbeyke
duasını okumaktır. Bu duâ hac ve Umre ibâdeti esnasında yüksek sesle ve bol
bol okunur. Bu duanın tamamı ve hükmü ile mânâsı bu kitabın 15. babında rivayet
olunan hadisler bölümünde anlatılacaktır.
Seniyye: Dağ yolu ve
dağ geçiti gibi mânâlara gelir. Burada bu iki mânâ da muhtemel olduğu için
tercemede buna işaret ettim.
Herşâ t Şâm ve Medine
yolu üzerinde bulunan bir da-, ğın ismidir. Bu dağ C u h f e
yakınlarındadır.
Uft i Mekke ile Me d i
n e arasında bulunan Kadid dağının geçiti veya yoludur. N e v e v i' nin beyânına göre KadıIyâz
ve el-Matâli sahibi; kelimesinin okunuşu hakkında üç
rivayet nakletmişlerdir: Bunlar: Lift, Left ve Lefet'tir.
Hitâm: Deve yularıdır.
Hulbeı Hurma lifinden
örülü sağlam ve ince sicimdir.
Resûl-i Ekrem
(Aleyhi's-salâtü ve's-selâm) 'in eski peygamberlerden Mûsâ ve Yûnus'u hadîste
anılan halde görmesi ve onlara bakar gibi olması buyruğuyla kasdedilen mânâ
hakkında mü-teaddid yorumlar ve açıklamalar yapılmıştır. El-Hâf iz,
el-Fe-tih'te bu yorumları özetle şöyle anlatır:
1. Bundan maksad
Peygamber (Aleyhi's-salâtü
ve's-selâm)'in onları hakikaten görmesi ve onları bu halde görmesidir. Çünkü
peygamberler Allah katında dirilerdir, rızıklanırlar. Bu itibarla dünyalarını
değiştirmiş olmalarına rağmen onların hac etmeleri mümkündür. Buna hiç biF
mâni yoktur. Nitekim Müslim'in Enes (Radıyallâhü anh) 'den olan bir
rivayetine göre Resûl-i Ekrem (Aleyhi's-salâtü ve's-selâm), M i' r a c
gecesi Mûsâ peygamberi kabrinde ayakta namaz kılarken
görmüştür. M i r â c gecesi peygamberlerin ruhları Resûl-i Ekrem
(Aleyhi's-salâtü ve's-selâm)'e arz edildiği gibi hac yolculuğu esnasında da bu
iki peygamberin ruhlarının Resûl-i Ekrem (Aleyhi's-salâtü ve's-selâm) 'e
görünmeleri mümkündür. Peygamberlerin cesedleri ise kabirlerindedir.
2. Eski peygamberlerin dünya hayatında iken ifâ
ettikleri ibâdet şekilleri ve hac yolculukları durumu Resûl-i Ekrem
(Aleyhi's-salâtü ve's-selâm)'e temsilî olarak Allah tarafından
gösterilmiştir.Bu nedenle
Resûl-i Ekrem (Aleyhi's-salâtü
ve's-selâm); "sanki ben..."
ifâdesini kullanmıştır. Yâni "Onlara bakıyor gibiyim, görüyor
gibiyim" buyurmuştur.
3. Anılan iki peygamber'in hac yolculukları hâli Resûl-i
Ekrem (Aleyhi's-salâtü ve's-selâm)'e vahiy yoluyla bildirilmiştir. Bildirilen
durum çok kesin, açık ve seçik olduğu için Resûl-i Ekrem (Aleyhi's-salâtü
ve's-selâm): "Onların bu hali gözlerimin önündedir" buyurmuştur.
4. Resûl-i Ekrem (Aleyhi's-salâtü ve's-selâm) bu iki
peygamber'in anılan halde hac yolculuklarını rüyada görmüştü. Sonra Resûl-i
Ekrem (Aleyhi's-salâtü ve's-selâm) hac yolculuğu esnasında bu rüyayı
hatırlayınca arkadaşlarına anlatmıştır. Peygamberlerin rüyaları da vahiydir.
E 1 - H â f ı z
yukardaki yorumları anlattıktan sonra: Bence en kuvvetli yorum sonuncusudur.
Çünkü diğer bâzı hadisler bu yorumu teyîd eder, demiştir.
[13]
2892) Ebu Hüreyre (Radtyallâhü ank)'Atn rivayet edildiğine
göre; Resûlullah (Saîlallahü Aleyhi ve Setten) :
Hacca gidenler ve
Umre'ye gidenler Allah'ın elçileridir. Onlar Allah'a duâ ederlerse, Allah
dualarını kabul eder ve onlar Allah'tan günahlarının bağışlanmasını isterlerse
Allah onların günahlarını bağışlar, buyurmuştur."
Not: Zevâid'de şöyle
denilmiştir : Bunun senedinde Salih bin Abdillah var. Buhârl onun hadislerinin
münker olduğunu söylemiştir.
2893) (Abdullah) bin Ömer (Radtyallâhü anhwmâyâzx\ rivayet
edildiğine göre; Peygamber (Saîlallahü Aleyhi ve Sellem) çöyle buyurmuştur:
Allah yolunda
(kâfirlerle) savaşa giden, hacca giden ve Umre'ye giden kimseler Allah'ın
elçileridir. Allah bunları (ibadete) davet etti, bunlar da Onun dâvetine
icabet ettiler ve bualar Allah'tan dilekte bulundular, Allah da onlara
dilediklerini verdi.**
Not: Zevâid'de şöyle
denilmiştir : Bunun seaedi haMt'dir. R&vi tznrân'ın sık&h&ı, yâni
güvenilirliği ihtilaflıdır.
2894) Ömer (bin el-Hattâb) (Radtyallâhü a«*)'den rivayet
edildiğine göre:
(Bir kere) kendisi
Umre'ye gitmek için Peygamber (Saîlallahü Aleyhi ve Sellem) 'den izin istedi.
Peygamber de kendisine izin verdi ve ona şöyle buyurdu:
Ey kardeşciğim! Sen
duanın bir parçasına biıi ortak et ve bizi (duadan) unutma.*'
2895) Ebü'd-Derdâ'nın damadı Safvân bin Abdillah bin Safvân
(Ra-dtyallâhü anhümyden rivayet edildiğine göre:
Kendisi (Şam'a
giderek) Ebü'd-Derdâ'mn evine varmış ve (evde) Ümmü'd-Derdâ (Radıyallâhü
anhâ)'yı bulmuş, Ebü'd-Derdâ (Radı-yallâhü anh) ı bulamamış. Ümmü'd-Derdâ
kendisine:
Sen bu yıl hacc'a
(mı) gideceksin? demiş. Kendisi de:
Evet, demiş. Bunun üzerine Ümmü'd-Derdâ (kendisine) demiş ki: O halde Allah'a
bizim için hayır duâ et. Çünkü Peygamber (Sal-lallahü Aleyhi ve Sellem) :
(Müslüman) kişinin
(din) kardeşi için gıyabında (yâni ardından) ettiği duâ makbuldür. O kişinin
baş ucunda, duasına âmin, diyen bir (görevli) melek bulunur. O kişi (din)
kardeşine hayır duâ ettikçe (görevli) melek: Amîn, (din kardeşin için
istediğin) hayrın misli senin için de olsun, der, buyurdu.
Safvân demiş ki: Sonra
ben çarşıya çıktım ve Ebü'd-Derdâ'ya rastladım. O da bu hadîsin mislini
Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'den bana rivayet etti."
[14]
Bu bâbm ilk iki hadisi
Zevâid nevindendir. Ömer (Radıyallâhü anh)'m hadisine Kütüb-i Sitte'nin
diğerlerinde rastlayamadım. Ümmü'-Derdâ ile Ebü'd-Derdâ (Radıyallâhü anh) 'm
hadîsini Müslim de rivayet etmiştir. Ebû Dâvûd ile N e s â î de bunun birer benzerini rivayet
etmişlerdir.
Bu bâbta rivayet
olunan hadisler hac veya Umre'ye gidenlerin duâlarnın makbul olduğuna delâlet
ederler. Son hadîs ise daha umumidir ve bir müslümanın din kardeşine ardında
ettiği duânm makbul olduğuna delâlet eder. Kişinin din kardeşine gıyabında ve
ardından duâ etmekten maksad kendisi için duâ edilen kişinin haberi olmadan
ona duâ etmektir. Çünkü bu şekilde edilen duâ riya ve gösterişten daha uzak ve
ihlâslı olur. Şu halde kendisi için duâ edilen kimse duâ edilen yerde hazır
bulunsa bile onun işitmiyeceği bir gizlilik içinde edilen duâ yine ardından
edilen duâ sayılır.
Âmîn sözünün mânâsı:
"Allahım bu duayı kabul eyle" demektir.
Bu ve bundan önceki
hadisler müslümanları birbirlerine duâ etmeye teşvik eder.
N e v e v i : Eğer
kişi, bir cemaat için duâ ederse ayni sevab ve fazilet hâsıl olun Şayet bütün
müslümanlara duâ ederse yine ayni faziletin kazanılması kuvvetle muhtemeldir.
Selef âlimlerinin bir kısmı kendi nefisleri için duâ etmek istedikleri zaman
ayni duayı din kardeşi için ederlerdi. Çünkü din kardeşi için ettikleri duâ
makbul olur ve böylece kendileri için de bunun misli kabul olunmuş olurdu, der.
[15]
Hâl Tercemeleri:
Son hadisin râvîyesi
Ümmü'd-Derdâ (R.A.) Ebü'd-Derdâ (R.A.Vın karışıdır. Ona küçük Ümmü'd-Derdâ
denilir. îsmi Hüceyme ed-Dımışkiyye'dir. Bir kavle göre ismi Cüheyme'dir.
Tabiilerdendir. Kendisi, kocası Ebü'd-Derdâ'dan, ayrıca Selman-i Fârisi ve Ebû
Hüreyre'den rivayette bulunmuştur. Râvileri ise Cübeyr bin Nüfeyr. Mehdi bin
Abdirrahmân, Salim bin Ebil-Ca'd, Şehr bin Havseb ve bir çok kimsedir. Hicretin
81. yılı vefat etmiştir. (Eİ-Menhei C. 8, Sah. 194)
Ebü'd-Derdâ (B.A.)'m
hâltercemesi 5. hadîs bölümünde geçmiştir.
Safvân bin Abdillah
bin Safvân bin Ümeyye bin Halef el-Cumhl el-Mekkl, dedesinden ve Ali
(R.A.)'den badis rivayet etmiştir. (Ayrıca Ümmü'd-Derdâ ve Ebü'd-Derdâ
(R.A.)'den de hadis rivayetinde bulunmuştur). Râvileri ise Zührl ve
EbÜ'z-Zübeyr'dir. El-îcll onun sıka (güvenilir) olduğunu söylemiştir. (Hülâsa :
174)
2896) (Abdullah) bin Ömer (Radtyaüâhü ankiimâ)'âan rivayet
edildiğine göre :
Bir adam Peygamber
(Sallallahü Aleyhi ve Sellem) in huzurunda ayağa kalkarak:
Yâ Resûlallah! Hacc'ı
vâcib kılan (şart) nedir? dedi. Resûl-i Ekrem (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) :
(Hacc'ın vâcib
olmasının şartı) azık ve binittir, buyurdu. Adam: Yâ Resûlallah! Hacı(nın vaziyeti) nedir?
dedi. Resûl-i Ekrem
(Sallallahü Aleyhi ve
Sellem) :
(Hacı, çeşitli
sıkıntılar nedeniyle) vücûdu kirli ve güzel kokuları kullanmayı bırakandır,
buyurdu. Başka bir adam ayağa kalkarak:
Yâ Resûlallah! Hacetin
belirtisi) nedir? dedi. ResûM Ekrem (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) :
(Hac); «Acc ve sece'tir» buyurdu.
(Râvi Vekî demiş ki:
Acc'tan maksad, Lebbeyke duasını yüksek sesle okumak ve S ece'ten maksad
(kurbanlık) develeri boğazlamaktır."
2897) (Abdullah) bin Abbâs (Radtyaüâhü ankümâydan rivayet
edildiğine göre:
Resûlullah (Sallallahü
Aleyhi ve Sellem), (Âl-i İmrân sûresinin 97. âyetinde geçen); «Onun (yâni
Ka'be'nin) yoluna gücü yetenler» buyruğun (daki güç) ten maksad azık ve binittir,
buyurmuştur."
[16]
Tuhfetü'l-Ahvezi'de
beyân edildiğine göre I b n - i Ömer (Radıyallâhü anh) 'in hadîsini Tirmizî,
Şafii ve Dâre-k u t n i de rivayet etmişler ve Ibn-i Abbâs (Radıyallâhü anh)'in
hadîsini Dârekutni de rivayet etmiştir, t b n-i A b b â s' m hadîsinin Zevâid
nevinden olduğuna dâir bir kayıt bulunmamakla beraber bunu Kütüb-i Sitte'nin
kalanlarında bulamadım.
Birinci hadîste geçen
bâzı kelimeleri açıklayalım:
Zad: Azık demektir.
Râhile: Yük devesi ve
binit olarak kullanılan deve mânâsına gelir. Hacının bineceği diğer vâsıtalar
da bu hükmün şümulüne girer.
Şeis: Bedeni kirlenen
kimse demektir.
Tef il: Kirlilikten
dolayı bedeni fena kokan kimse demektir. Hac yolculuğu esnasında, özellikle
eski devirlerde sık sık yıkanma imkânı bulunmadığı için hacı adaylarının
vücutları kirli ve fena kokulu olurdu. Bu hâl hacı adayının içinde bulunduğu
anormal şartlardan dolayıdır.
Hadisin metninde
geçen; "Es-Secc"kelimelerini râvi V e k i açıklamıştır. Tercemede
belirttiğim gibi bunlardan maksad Lebbeyke duasını yüksek sesle okumak ve kurbanlıkları
kesmektir.
Büdün: Bedene'nin
çoğuludur. Bedene kurbanlık olarak kesilen deve ve sığır mânâlarında
kullanılır. Burada hacıların kestikleri kurbanlık mânâsında kullanılmıştır.
Lebbeyke duasını yüksek sesle bol bol okumak ve kurbanlık kesmek hacc'ın en
açık alâmetleri olduğu için "Hac, bunlardır" buyurulmuştur.
[17]
Hac ibâdetinin bir
müslümana farz olmasının şartı onun K a' -be-i Muazzama ve diğer mukaddes
yerleri ziyaret edebilmesi için gerekli azık ve biniti temin etmesidir. Â 1 -
i î m r â n sûresinin 97. âyetinde "Ka'be'ye gitmeye gücü yetenler"
buyruğun-daki güçten maksadın azık ve binit olduğu, ikinci hadîste beyân edilmiştir.
Hac ibâdetinin bir
kimseye farz olması için akıllı olmak, erginlik çağına varmak,, deli olmamak
gibi bir takım şartlar vardır. Bu şartların gerçekleşmesi hususunda dört mezheb
âlimleri ittifak halindedir. Bunların dışında her mezhebe göre bâzı şartlar
aranır. Bu hususta gerekli bilgi almak için fıkıh kitablarına müracaat edilmelidir.
Biz burada sadece hadîste anılan azık ve binit şartları konusundaki ilmî
görüşleri beyan etmekle yetinmek istiyoruz. Şöyle ki:
Miftâhü'1-Hâce yazan
bu hadîslerin açıklaması bölümünde Özetle şöyle der:
"Bu babın
hadîsleri, azık ve binit teminine gücü yeten kimseye hacc'ın vâcibliğine
delâlet eder. Ibn-i Abbâs, tbn-i Ömer, Sevri ve fıkıhçıların çoğu böyle
hükmetmişlerdir. Bu gruba göre binitin bulunması hacc'ın vâcib olması için
şarttır, tbn-i Zübeyr, Ata, İkrime ve Mâlik'e göre İstitâa, yâni K a' b e * ye
gitmeye güç yetmeden maksad hacının sağlığının yerinde olmasıdır. Yâni bu
kelime sağlık mânâsına yorumlanmıştır. Bu itibarla yaya olarak M e k k e' ye
gidebilen bir kimse Mâlik'e göre hac ibâdetini ifâ etmekle mükelleftir, hac
böyle kimseye vâcibtir. Binitin temini şartı yoktur. Keza, azık bulamayan ve
dilenmek suretiyle yiyecek ihtiyacını temin edebilen kimse de böyledir. Yâni
Mâlik, böyle kimseye de hacc'ın vâcibliğine hükmetmiştir."
A 1 - i I m r â n
sûresinin 97. âyetinde hacc'm vâcib olması için şart koşulan İstitâa, yâni hacı
adayının K a' b e'ye gitmeye gücünün yetmesi hususunda icmâ vardır. Bütün
âlimler bu noktada ittifak halindedir. Ancak güç yetmeden neyin kasdedildiği
hususunda ihtilâf ve görüş aynlığı vardır. Şöyle ki:
1. Hanefiler'e
göre İstitâa, hacı adayının azık ve binit bulmaya gücünün
yetmesidir. Bunların, hacı adayının
borcundan, mesken giyecek, san'atkânn tezgâh ve âletleri gibi ihtiyaçlarından
ve çoluk çocuğunun hac süresine âit nafakasından fazla olması şarttır. Hacı
adayının binitinin de örf ve âdete göre onun durumuna elverişli olması
şarttır. Bu gün memleketimizden gidecek hacı adaylarının bineceği vâsıta gayet
tabiî deve, at gibi şeyler değil, karayolu vâsıtaları, uçak ve vapurdur. Binitin bulunması şartı, memleketi Mekke'
den en az üç konak uzakta bulunanlar
içindir. Mekke'ye daha yakın mesafede oturan ve yürüyerek M e k k e' ye gidebilen bir kimse için
binitin bulunması şart değildir. Yukarda anılan ihtiyaçlarından fazla olarak
azığı temin edebildiği takdirde kendisine hac farz olur.
2. Şâfiîler
ile Hanbelîler'in görüşleri de H a -n e f i 1 e r' in görüşüne yakındır. Yâni bu iki mezheb
âlimleri de hacı adayının çoluk çocuğunun nafakasından, zaruri ihtiyaçlarından
fazla olarak azık ve binit bulabilmesini şart gösterirler. Aksi takdirde hac
vâcib değildir.
3. Mâlik'e göre
hacı adayının azık ve binite muktedir olması şartı yoktur. M e k k e' ye herhangi bir şekilde gidebilen kimseye hac
vaciptir. Yürüyerek M e k k e' ye gidebilen kimsenin memleketi üç konaktan
fazla uzak olsa bile yine hacc'a gitmesi vâcibtir. Ancak yolculuk yapması
hâlinde büyük güçlük ve zorluk çekecek durumda olan kimse için hac vâcib
değildir.
Yukarda özlü olarak
anlatılan görüşleri etraflıca öğrenmek isteyenler fıkıh kitablarına baş
vurmalıdır.
[18]
2898) Ebû Saîd(-i Hudrî) (Radıyallâkü onA/den rivayet
edildiğine göre; Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) şöyle buyurdu,
demiştir :
Kadın, üç günlük ve
daha fazla mesafeye yolculuk edemez. Meğer ki babası, erkek kardeşi, oğlu,
kocası veya mahremi olan (başka) bir erkeğin beraberinde ola."
2899) Ebû Hüreyre (Radıyallâhü anh)'den rivayet edildiğine
göre; Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) şöyle buyurmuştur:
Allah'a ve âhiret
gününe inanan hiç bir kadına, beraberinde mahremi olan bir erkek bulunmadığı
halde tek bir günlük mesafeye yolculuk etmesi helâl değildir."
[19]
Ebû S a i d
(Radıyallâhü anh) 'in hadîsini B u h â r I, Müslim, Tirmizi ve Ebû Dâvûd da
rivayet etmişlerdir. Bu hadîse göre bir kadının beraberinde kocası veya mahremi,
yâni nikâhlanması ebedî olarak haram olan bir erkek bulunmaksızın üç günlük
veya daha uzak mesafeye yolculuk etmesi haramdır.
Ebû Hüreyre
(Radıyallâhü anh) 'in hadîsini B u h â r î, Müslim, Tirmizî ve Ebû Dâvûd da
rivayet etmişlerdir. Bu hadise göre ise kadının, beraberinde kocası veya
mahremi olan bir erkek bulunmadığı halde bir günlük mesafeye yolculuk etmesi
haramdır.
Mahrem: Kan, sıhrî
yakınlık veya süt emzirmeden dolayı nikâhlanması ebedî olarak haram olan kimse
demektir. Meselâ kadının babası, erkek kardeşi, kardeşinin oğlu, amcası,
dayısı, dedesi, kayın babası, üvey oğlu, süt babası, süt erkek kardeşi, süt
oğlu o kadın için mahrem sayılır. Çünkü kadın bunların hiç birisiyle hayatı boyunca
katiyyen evlenemez.
Bu iki hadis, bir
kadının beraberinde mahremi olan bir erkek veya kocası bulunmadığı halde bir
günlük, üç günlük veya daha fazla bir mesafeye yolculuk edemeyeceğine delâlet
ederler.
Mahremi veya kocası
beraberinde bulunmadığı halde kadının yolculuk etmesinin haram olduğu mesafe hususunda
değişik rivayetler mevcuttur. Bu mesafenin bir gün, yarım gün, iki gün, üç gün
ve üç gün ile bundan fazla süre olduğuna dâir sahih rivayetler vardır.
Avnü'l-Mabûd yazarı bu rivayetleri Müslim' den ve diğer sahih kitablanndan
naklen almıştır. Bunları görmek isteyenler anılan kitaba veya Kütüb-i Sitte'ye
baş vurabilir. Bunları buraya aktarmaya gerek görmüyorum. Ben sadece bu
rivayetlerin değişikliğinin sebebine dâir bilgiyi aktarmakla yetineceğim.
Avnü'l Mabûd yazarı bu
hususla ilgili olarak B e y h a k î' den naklen şöyle der:
Bana öyle geliyor ki,
bir defa Resûl-i Ekrem (Aleyhi's-salâtü ve's-selâm) 'e kadının beraberinde bir
mahremi olmaksızın üç günlük yolculuğa çıkması sorulmuş ve Resûl-i Ekrem
(Aleyhi's-salâtü ve's-se-lâm) bunun haram olduğunu bildirmiştir. Kadmm
beraberinde bir mahremi yok iken bir günlük mesafeye yolculuk etmesi hükmü başka
bir zaman sorulmuş. Peygamber (Aleyhi's-salâtü ve's-selâm) buna da hayır
cevabını vermiştir. Bir başka zaman kadının mahremsiz olarak iki günlük yolculuğa
çıkması O'na sorulmuş ve yine hayır cevabı alınmıştır. Diğer bir zaman kadmm
bir berîd, yâni yarım günlük bir yolculuğa beraberinde bir mahremi bulunmadığı
halde çıkması hükmü O'na sorulmuş ve yine hayır cevabı verilmiştir. Bu itibarla
her sahâbî, işittiği buyruğu rivayet etmiştir. Ayni sahâbînin muhtelif
rivayetlerde bulunması sebebine gelince o sahâbî muhtelif yerlerde Resûl-i
Ekrem (Aleyhi's-salâtü ve's-selâm)'den işittiği ce-vabları ayrı ayrı zamanlarda
rivayet etmiştir. Bu rivayetlerin hepsi sahihtir. Bunların hiç birisinde
mesafe tahdidi yoktur. Resûl-i Ekrem (Aleyhi's-salâtü ve's-selâm) de bir
mesafe tahdidi koymayı kas-detmemiştir. Hülâsa bu rivayetlerden çıkan sonuç
şudur: Kadın, kısa veya uzun bir yolculuğa, beraberinde kocası veya mahremi
olan bir erkek bulunmadığı halde çıkamaz. Bu yolculuk yarım gün, bugün, iki
gün, üç gün veya daha fazla sürsün hepsi aynidir. Çünkü Müslim'in İbn-i Abbâs
(Radıyallâhü anhümâ) 'den rivayet ettiği şu hadis'te süre yoktur: «Bir
mahreminin beraberinde olmaksızın hiç bir
kadın yolculuk edemez.»
Bu rivayet yolculuğun
kısasına da uzununa da şümullüdür.
Hacc'ın farz
kılındığına dâir; "Kâ'be'yi hac
(ziyaret) etmek Allah'ın insanlar üzerinde (farz) bir hakkıdır..." âyet
umûmi olduğu için İslâm ümmeti,- kadına, gücü yettiği zaman hacc'ın farz olduğu
noktasında icmâ etmiştir. Kadının gücünün yetmesi durumu erkeğin gücünün
yetmesi durumu gibidir. Lâkin âlimler kadına hacc'ın farz olması için
beraberinde bir mahreminin bulunması şartı hususunda ihtilâf etmişlerdir.
Şöyle ki:
1. Ebû
Hanife'ye göre kadının ikâmet
ettiği yer ile Mekke arasındaki mesafe
üç konak veya daha fazla ise kendisine hacc'ın vâcib olması için beraberinde
bir mahreminin bulunması şarttır. Fakat bu mesafe üç konaktan az olduğu
takdirde kadının beraberinde bir mahremi olmasa bile kendisine hac vâcibtir.
Hadîs ehli ile re'y ehlinden bir cemaat da
Ebû Hanife' nin görüşündedir. Hasan-i
Basrî ile Nahai' den
de bu görüş rivayet edilmiştir.
2. Atâ,
Saîd bin Cübeyr,
İbn-i Şirin, Mâ-. lik,
Evzâî ve meşhur kavlinde Şafii:
Kadına hacc'ın. vâcib olması için beraberinde bir mahreminin bulunması
şart değildir. Şart olan şey, kadının nefsinin güvence içinde olmasıdır,
demişlerdir. Şafiî* nin arkadaşları
demişler ki, bu güven kadına kocası, veya mahremi olan bir erkek ya da
güvenilir bir kaç kadının refakat etmesi ile oluşur. Bu üç refakatçıdan biri
olmadıkça Ş â f i î' ye göre kadına hac
vâcib değildir. Şayet refakatçi güvenilir bir tek kadın ise Ş â f i i' ye göre
kadın hac vâcib değildir. Lâkin o
güvenilir refakatçi kadınla beraber hacc'a gitmesi caizdir."
Kurtubi de: Yukardaki
ihtilâfın sebebi bu hadislerin zahirinin
hacc'ın farziyetine
dâir; âyetinin zahirine muhalif görülmesidir. Çünkü bu âyetin zahirine göre
hac ibâdeti M e k k e' ye gitmeye bedenen güçlü olan herkese farzdır. Bir
mahremi refakat etmeyen kadın vücutça M e k k e ' ye gitmeye muktedir ise bu
âyete göre hac ona vâcibtir. Bu hadislerin zahiri bu hükme muhalif görülünce
âlimler görülen ihtilâfın giderilmesi hususunda değişik yorumlar yapmışlardır
:
Ebû Hanîfe ve onun
görüşünde olan âlimler bu hadîsleri yukardaki âyette geçen "İstitâa =
Gücün yetmesi'* sözünü kadınlar açısından açıklayıcı kılmışlardır. Yâni
kadınların M e k k e' ye gitmeye güçlerinin yetmesi sadece vücutça sağlıklı
olması değil, ayni zamanda beraberinde bir mahreminin bulunması imkânına sâhib
olmasıdır.
- Mâlik ve onun
görüşünde olan âlimlere göre bu hadislerde vâcib olan yolculuklara
değinilmemiştir. Âyetteki "îstitaa" Mekke'ye güven içinde gitmeye
bedenen gücün yetmesi anlamım taşır. Bu hususta erkekler ile kadınlar arasında
bir ayırım yoktur. Anılan hadislere cevaben şöyle de denilmiştir: Bu hadîsler
yol emniyeti olmadığı zaman anlamına yorumlanmıştır. Ez-Zerkanî böyle demiştir,
der.
El-Menhel yazarı da
dört mezheb âlimlerinin konuya ilişkin görüşlerini ayrıntılarıyla ve
delilleriyle birlikte anlatmaktadır. Bunu buraya aktarmak çok geniş yer alır.
Bu itibarla mezheblerin görüşlerinin özetlerini nakletmekle yetineceğim.
El-Menhel yazarı
özetle şöyle der:
1. Hanefî
âlimlere göre bir kadın, beraberinde kocası veya mahremi olan bir erkek
bulunmadığı halde üç günlük veya daha fazla mesafeye yolculuk edemez. Fakat
bundan az mesafeye beraberinde bunlardan kimse olmaksızın yolculuk etmesi
caizdir. Bu itibarla kadının bulunduğu yer ile Mekke
arasındaki mesafe üç günlükten az ise kadın, beraberinde kocası veya
mahremi bir erkek bulunmasa bile hacc'a gidebilir. Şayet bu yer ile Mekke
arasındaki mesafe üç günlük veya daha fazla ise beraberinde kocası veya
mahremi olan bir erkek yok iken kadının hacc'a gitmesi caiz değildir. Kadın
anılan yakınlarından birisini beraberinde götüremediği takdirde hacc'a gitmeye
güçlü sayılmaz ve dolayısıyla ona hac vâcib olmaz.
2. Şâfiiler'e
göre kadının yolculuk edeceği mesafe ne olursa olsun beraberinde bir
mahremi veya kocası yok iken yolculuk edemez.
Hanbelîler'in görüşü de
böyledir. Bu iki mezheb âlimlerine göre hac yolculuğu da böyledir. Yâni
kadının beraberinde kocası veya mahremi olan erkeklerden biri bulunmadıkça ona
hac ibâdeti vâcib olmaz. Şafiî mezhebine göre kadın güvenilir bir kaç
kadının refakatinde hacc'a gidebilir ve böyle refakatçi
bulduğu takdirde ona hac vâcib olur. Kadının bulunduğu yer üe Mekke arasındaki mesafenin yakınlığı veya uzaklığı
fark etmez.
3. M â 1 i k' i âlimlere göre kadının beraberinde kocası
veya bir mahremi yok iken 24 saatlik mesafeye mubah bir yolculuk veya nafile
hac yolculuğu edemez. Fakat farz olan hac yolculuğu mesafesi 24 saat veya daha
fazla olduğu takdirde kadının beraberinde kocası veya mahremi olmayıp da
güvenilir yol arkadaşları var ise ona hac vâcibtir. Ona refakat eden arkadaşlan
güvenilir kimseler olduktan sonra ister bir grup erkek olsun ister bir grup
kadın olsun fark etmez. Keza kadın genç olsun yaşlı olsun hüküm aynidir. Şayet
kadının bulunduğu yer ile Mekke arasmdaki mesafe bir günlük ve bir gecelikten
az ise anılan refakatçi bulunmasa bile kadın hacc'a gidebilir. Hattâ hacc'ın
diğer şartları tahakkuk ettiği takdirde ona hac ibâdeti farz olur.
2900) (Abdullah) bin Abbâs (Radtyallâhü ankümâydan rivayet
edildiğine göre (bir gün) bir bedevi, Peygamber (Sallattahü Aleyhi ve
Sellemyin yanma gelerek:
(Yâ Resûlallah!) Ben
şöyle şöyle bir savaşa (katılmak için) yazıldım. Halbuki, karım hacc'a gitmek
üzeredir, (Ne buyurulur?) dedi. Resûl-i Ekrem (Sallallahü Aleyhi ve
Sellem) (Adama) :
O halde sen karınla
beraber hacc'a gitmek üzere geri dön, buyurdu."
[20]
Bu hadîsi Buhâri ve
Müslim de rivayet etmişlerdir. Onların rivayet ettikleri metin uzuncadır ve
onda, kadının beraberinde bir mahremi olmaksızın yolculuğa çıkmasının ve yanma
yabancı bir erkeğin girmesinin yasaklığma dâir hükümler de vardır.
E 1 - H â f ı z,
el-Fetih'te bu hadîsin şerhinde özetle şöyle der: "Soru sahibinin ve
karısının isimlerine dâir bir bilgi edinemediğim gibi adamın ismini yazdırdığı
savaşın hangi savaş olduğunu da tesbit edemedim. Bâzı âlimler bu hadîsi delil
göstererek: Yolculuğa çıkacak kadının beraberinde bir mahremi bulunmadığı
zaman kocasının ona refakat etmesinin vâcibliğine hükmetmişlerdir. A h -m e d
de böyle hükmetmiştir. Meşhur kavle göre kocası refakat etmeye mecbur
değildir. Şayet kocası masrafının karısı tarafından karşılanmasını taleb
ederse kadın bunu kabullenmek zorundadır.
Keza bu hadîs delil
gösterilerek erkeğin karısını farz olan hac ibâdetinden alakoyma hakkına sâhib
olmadığına hükmetmişlerdir. A h m e d böyle hükmedenlerdendir. (Hanefî âlimler
de kadının beraberinde bir mahremi bulunduğu takdirde kocasının kendisini
farz olan hac'tan men edemeyeceğine hükmetmişlerdir.) Şafiî mezhebinin en
sahîh kavline göre hac ibâdetinin geciktirilmesi caiz olduğu için erkek
karısını farz haçtan alakoyabilir. îbnü'l-M ü n z i r erkeğin karısını bütün
seferlerden men etme hakkına sâhib bulunduğu yolunda icmâ'ın varlığım
söylemiştir. Ancak vâcib olan sefer hususunda âlimler ihtilâf etmişlerdir.
N e v e v î de: Bu
hadîs en önemli işin diğer önemli işlere tercih edilmesinin gerekliliğine
delâlet eder. Nitekim sözü edilen adamın karısıyla beraber hacc'a gitmesi
savaşa gitmesine tercih edilmiştir. Çünkü kadına başkasının refakat etmesi
mümkün değildi. Fakat adamın yerine başkasının savaşa katılması mümkündü,
der." (El-Fe-tih'ten yapılan nakil bitti.)
Buhâri' nin
şerhlerinde beyân edildiği gibi bu hadîste sözü edilen adam savaşa gönüllü
olarak katılmak için ismini mücâhidler defterine yazdırmış ve savaşa katılması
kendi ihtiyarına kalmış olsa gerek. Hadisteki ifâde tarzı da bunu teyid eder.
Çünkü gerek müellifimizin rivayetinde ve gerekse Buhâri' nin
Cihâd bölümün-
deki rivayetinde
adam"Ben şöyle bir savaşa
yazıldım*1
der. Yâni ben şöyle bir savaşa katılmak için ismimi mücâhidler defterine
yazdırdım. Şu halde adam devlet tarafından çağırıldığı umûmi veya özel bir
seferberlik için yazılmış asker durumunda değildi. Bu nedenledir ki, Resûl-i
Ekrem (Aleyhi's-salâtü ve's-selâm) adamın, savaşa gitme işini bırakıp karısıyla
beraber hacc'a gitmesi emrini vermiştir.
[21]
2901) Âi§e (Radtyallâhü anhâydan rivayet edildiğine göre;
Şöyle demiştir :
Ben (bir defa) :
Yâ Resûlallah!
Kadınlara (farz olan) bir cihâd var (mı?) dedim. Resûl-i Ekrem (Sallallahü
Aleyhi ve Sellem) :
Evet. Onlar üzerine
çarpışmasız bir cihâd vardır: Hac ve Umre,
buyurdu."
[22]
Bu hadîsi Buhârî,
Nesâî ve Ahmed de rivayet etmişlerdir.
N e s â î' nin rivayetine göre :
"Âişe
(Radıyallâhü anhâ) (bir kere) ResûM Ekrem (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'e:
Yâ Resûlallah! Biz de
sizlerle beraber çıkıp cihâd edemez iniyiz? Çünkü ben Kur'ân-ı Kerîm'de
bildirilen ibâdetler içinde kâfirlerle savaşmaktan daha sevablı bir ibâdet
nevini bilmiyorum, demiş. Resûl-i Ekrem (Saîlallahü Aleyhi ve Sellem) :
Kadınlar için cihâdın
en güzeli ve en iyisi makbul bir hac etmektir, buyurmuştur.*'
Bu hadis, cihâdın kadınlara
farz olmadığına, onlara hac ve Umrenin farz olduğuna ve bu ibâdetlerin onlar
için cihâd sevabını taşıdığına delâlet eder. Ancak şu var ki, Buhârî ve
Nesâî1-nin rivayetinde Umre'den söz edilmemektedir. Buhârî' nin rivayet ettiği
hadîs meali şöyledir:
"Âişe
(Radıyallâhü anhâ)'dan rivayet edildiğine göre kendisi: Yâ Resûlallah! Biz
cihâdı amellerin en faziletlisi olarak biliyoruz. Biz cihâd'a (yâni düşmanla
çarpışmaya) katılamaz mıyız, diye sormuş
ve Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) :
Hayır, siz cihâda
katılamazsınız. Siz kadınlar için en faziletli cihâd, makbul hac ibâdetidir,
buyurmuştur."
Bu hadis, mücâhidler
savaşa gittikleri zaman kadınların onlara refakat etmesini yasaklamaz, maksad
bu değildir. Gaye kadınların zayıflığı nedeniyle kâfirlerle çarpışmaya muktedir
olmamaları sebebiyle bu sevabtan mahrum olmadıklarını ve onların hac
ibâdetleri ifâ etmeleri hâlinde cihâd sevabını kazanacaklarının beyân
edilmesidir. Kadınların müslümanlarla beraber savaş seferine katılmalarının meşruluğu
Cihâd kitabının 37. bâbmda rivayet edilen 2856. hadîste ve izahı bölümünde
belirtilmiştir. Oraya bakılabilir.
Hacc'ın cihâda
benzetilmesi sebebi, hac yolculuğunun cihâd yolculuğu gibi vücûda zor gelmesi,
malî bir takım harcamalara sebeb olması ve bir takım sıkıntılara katlanmayı
gerektirmesidir.
2902) Ümmü Seleme (Radtyallâhü ankâyâan rivayet edildiğine
göre; Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) şöyle buyurmuştur:
Hac, zayıf olan her
(müslüman) kişinin cihâdıdır."
[23]
Bu hadisin Zevâid
nevinden olduğuna dâir bir kayıt yoktur.Fakat Kütüb-i Sİtte'nin kalanlarında
buna rastlamadım. C&miÜ's-Sağîr'de bu hadisin İbn-i Mâceh tarafından
rivayet edildiği belirtilmektedir. Yâni başkaca kim tarafından rivayet
edildiğine dâir bir işaret yoktur. Bu da bu hadîsin Zevâid nevinden olması
ihtimalini kuvvetlendirir. Allah daha iyi bilir. Bu hadîs de zayıf, yâni savaşmaya
ve düşmanla çarpışmaya muktedir olmayan kimseler için hacc'ın bir nevî cihâd
faziletini taşıdığını bildirir. Hac yolculuğunun cihâd yolculuğuna benzetilmesi
sebebini yukarıdaki hadisin izahı bölümünde belirttim. Tekrarlamaya gerek
yoktur.
[24]
2903) (Abdullah) bin Abbâs (Raâtyallâhü <mhümâ)'âan;
Şöyle demiştir:
Resttlullah
(Sallallahü Aleyhi ve Sellem) (bir
defa) bir adamı AHahım ben Şübrüme yerine senin emrine ama-
deyim, çağrına icabet
ettim" duasını okurken işitti ve bunun üzerine Resûlullah (Sallallahü
Aleyhi ve Sellem) (adama) :
— Şübrüme kimdir? buyurdu. Adam:
— Benim bir yakınımdır, diye cevab verdi. Resûl-i
Ekrem (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)
(adama) :
— Sen (kendi nefsin için) hiç hac ettin mi?
diye sordu. Adam:
— Hayır, dedi. Resûl-i Ekrem (Sallallahü Aleyhi
ve Selİem) :
— Şu halde sen bu hacc'ı kendi nefsin için yap,
sonra Şübrüme yerine (gelecek yıllarda) hac İbâdetini yap, buyurdu.
[25]
Bu hadîsi Ebû Dâvûd,
îbn-i Hibbân ve Bey-h a k î de rivayet etmişlerdir. îbn-i Hibbân ve Beyha-k î
bu hadîsin senedinin sahih olduğunu söylemişler ve B e y h a -k î bu konuda
bundan daha sahih bir hadîsin bulunmadığını söylemiştir. Şafii de bu hadîsi
Ebû Kılâbe' den mevkuf, yâni İbn-i Abbâs (Radıyallâhü anh) 'm eseri ve sözü
olarak rivayet etmiştir.
Şübrüme yerine hacc'a
giden adamın isminin N ü b e y ş e bin
Abdillah olduğu söylenmiştir.
Şübrüme adına Lebbeyke
duasını okuyan adama Resûl-i Ekrem (Aleyhi's-salâtü ve's-selâm) 'in sorduğu
soru şekli Ebû D âv û d' un rivayetinde; "Sen kendi nefsin İçin (daha önce) hac
ettin (mi)?" şeklindedir.
[26]
Kendi nefsi için hac
ibâdetini ifâ etmemiş olan bir kimse başkası adına hac etmek üzere ihrama
girse bile bu ihramı ve niyeti kendi adına değiştirmekle mükelleftir. Çünkü
başlamış olduğu hacc'ı ancak bu şekilde kendi adına çevirebilir. Hüküm bu
olunca, kendisine hac ibâdeti farz olmuş olsun veya olmasın kendi adına hac etmemiş
iken ölü veya diri bir kimse adına hacc'a gidemez. Çünkü Peygamber
(Aleyhi's-salâtü ve's-selâm) Şübrüme adına Lebbeyke duasını okuyan adama hac
ibâdetinin kendisine farz olup olmadığım veya Şübrüme' nin hayatta olup
olmadığını sormadan, bu hacc'ı kendi adına çevirmesini emretmiştir. Resûl-i
Ekrem (Aleyhi's-salâtü ve's-selâm) 'in soruşturma yapmadan bu hükmü buyurması,
bunun genelliğine delâlet eder.
[27]
1. Şâfiîler, Hanbelîler, £ v z â î ve lshâk bu hadîsin
hükmü ile amel ederek: Kendi adına hac etmemiş iken başkası adına hac ibâdetine
başlayan bir kimse bu hacc'ı kendi adına çevirmek
ve bu şekilde tamamlamakla mükelleftir, niyet ettiği kimse adına hac etmiş
sayılamaz, demişlerdir.
2. Ahmed
bin Hanbel' den yapılan diğer bir rivayete göre bu şekilde
başlanan hac ihramı ne adamın kendi hacc'ı için ne de niyet ettiği kimse için
sahih ve geçerli sayılamaz.
3. Hanefiler
ile Mâlik: Kendi nefsi için hac ibâdetini ifâ etmemiş
bir kimsenin başka bir kimse adına hacc'a gitmesi mekruhtur, demişler ve
hadîsteki emri mendubluk mânâsına yorumlamışlardır. Ayrıca Hanefiler
bu hadîsin senedinin zayıf olduğunu söylemişler. T a h â v i
de bu hadisin mevkuf olduğunu, yâni
î b n - i A b b â s' in bir eseri olduğunu söylemiştir. Birinci
grubun hadîsin senediyle ilgili görüşlerini yukarda anlatmıştım. Tekrarlamaya
gerek görmüyorum.
4. S e v r î' ye
göre kendi nefsi için hac etmemiş iken başkası adına hacc'a niyetlenip
ihrama giren kimsenin durumuna bakılır: Eğer kendisine hac farz olmuş ise,
kendi nefsi için hac etmeden başkası adına hacc'a gitmesi caiz değildir. Şayet
kendisine hac farz olmamış ise, başkası adına başladığı hac ibâdeti niyet
ettiği kimse adına sahihtir.
Şu noktayı da
belirteyim: Müellifimiz bu hadîsi "Ölü yerine hac etmek*' başlığı altında
açtığı bu bâbta rivayet etmiştir. Bu duruma göre hadîste sözü edilen ve kendi
adına hacc'a başlanılan Şübrü-m e o târihte ölü imiş. Fakat bu hususta hadîsin
şerhlerinde bir kayda rastlamadım.
2904) (Abdullah) bin Abbâs (Radtyallâhü anhümâydnn; Şöyle
demiştir :
Bir adam (bir gün)
Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'in yanına gelerek:
(Yâ Eesûlallah!) Ben
babam yerine hac etmek isterim (Ne bu-yurulur?), dedi. Resul i Ekrem
(Sallallahü Aleyhi ve Sellem) :
Evet. Baban yerine hac
et. Çünkü sen onun yerine hac etmekle onun hayrını artırmazsan şerrini
arttırmış olmazsın, buyurdu."
Not: Zevâid'de şöyle
denilmiştir: Bunun senedi sahihtir. Seneddekl Süleyman, îtm-i Feyrûz Ebû İshâk
künyeli olan Süleyman'dır, sıka (yâni güvenilir) bir râvldir.
2905) Ebü'1-Ğavs bin Husayn (bu zât, el-Fur' kabilesinden
bir adamdır) (Radtyallâhü öMA/den rivayet edildiğine göre :
Kendisi, hac etmeden
Ölen babasının zimmetinde olan bir hac
(ibâdeti borcu)
hakkında Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'e fetva sordu. Peygamber
(Sallallahü Aleyhi ve Sellem) (de kendisine) :
Baban yerine hacc'a
git, buyurdu ve Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) şöyle de buyurdu:
Adak orucu da
böyledir, (zimmetinde adak orucu bulunan) ölü yerine bu oruç kaza edilir."
Not; Zeyâid'de şöyle
denilmiştir: Bunun senedinde Osman bin Ati el-Hu-râsânf bulunur. İbn-İ Muin onu
zayıf saymıştır. Onun hadislerinin münker olduğu ve rivayetlerinin bırakıldığı
da söylenmiştir. El-Hâküm de: Bu râvt, babMuv dan bir takım mevzu hadisler
rivayet etmiş, demiştir.
[28]
Zevâid nevinden olan
bu iki hadis ölü yerine hacc'a gitmenin meşruluğuna delâlet eder. îbn-i A b b â
s (Radıyallâhü anh) 'm ilk hadîsi de bu hükmü ifâde eder. Hanefiler, Şâfiiler.
Hanbeliler, îshâk, Ebû Sevr, Dâvûd, İbnü'l-Münzir ve Mâlikiler' den îbn-i Habîb
ölü yerine hacc'a gitmenin meşruluğuna hükmetmişlerdir.
Mâlik ve el-Leys'e
göre kimse kimseye bedel olarak hacc'a gidemez. Ancak farz hacc'ı edâ etmeden
ölen bir kimse va-siyyet ettiği takdirde onun yerine hacc'a gidilebilir.
Son hadis de,
zimmetinde adak orucu bulunup da ifâ etmeden ölen bir kimse yerine bu nevî
orucun tutulabileceğine delâlet eder.
Zimmetinde bulunan
adak orucunu tutmaçtan ölen bir kimse yerine oruç tutmanın hükmü ve âlimlerin
bu husustaki görüşleri 1758, 1759 ve 2133 nolu hadîsler bölümünde anlatıldı.
Zimmetinde R a-m a z a n orucu borcu bulunup da kaza etmeden ölen kimse yerine
kaza etmenin hükmü ve âlimlerin konuya ilişkin görüşleri ise 1755. hadîs
bölümünde anlatıldı. Oraya müracaat edilebilir.
Son hadis râvisi
Ebü'1-Ğavs bin Husayn el-H a s - a m i sahâbîdir. Râvisi Atâ el-Hurâsâni1 dir.
Fakat bu râvi ondan hadîs işitmemiştir. Bu itibarla hadisin senedinde bir
inkıta', kopukluk vardır.
[29]
2906) Ebû Rezîn (Lakît bin Âmir) el-Ukaylî (Radtyallâhü anA
rivayet edildiğine göre:
Kendisi Peygamber
(Sallallahü Aleyhi ve SellemVin yanma gelerek:
Yâ Resûlallah! Babam
çok yaşlıdır, ne hacc'a ne Um re'ye ne de yolculuk etmeye (bedenen) gücü yetmez
(Ne Duyurulur?), demiş. Resûl-i Ekrem (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) (de Ebû Rezîn'e) :
Sen baban yerine hac
ve umre et, buyurmuştur."
[30]
Bu hadîsi Tirmizî, Ebü
Dâvûd, Nesâi, Bey-hakî, îbn-i Huzeyme, tbn-i Hibbân ve Hâkim de rivayet
etmişlerdir. Tirmizî bunun hasen - sahih olduğunu. Hâkim de bunun senedinin B u
h â r i ile M ü s 1 i m' in şartlan üzerine sahîh olduğunu söylemişlerdir.
Hadîste geçen;
kelimesi "Zıan, Zaan ve Za'n" şeklinde okunabilir. İlk okunuşu S u y
ü t i, diğer iki şekli S i n d î naklet-mişlerdir. Bu kelime binek hayvanı,
binit üstünde tutunmak ve yolculuk etmek mânâlarına gelir. Burada yolculuk
etmek vd binit üstünde tutunmak mânâsında kullanılmıştır.
[31]
Tekmile yazan bu
hadisin açıklaması bahsinde özetle şöyle der:
"Bu hadîs, hac ve
umre ibâdetlerini ifâ etmeye bedenen gücü
yetmeyen kimse yerine
bu görevin yapılmasının câizliğine
delâlet
eder. Peygamber'in
"Baban yerine umre yap" emrini,
Ş â f i î 1 e r
ile Hanbeliler
delil göstererek umre'nin de hac gibi farz olduğuna hükmetmişlerdir. Müslim,
Ahmed bin Hanb e 1' den şu sözü işittiğini söylemiştir : "Umre
ibâdetinin vâcibliği konusunda bundan daha güzel ve daha sahih bir hadîs
bilmiyorum."
Hanefiler ile Mâliki
ler, umre'nin sünnet olduğunu söylemişler ve hadîse cevaben: Başkası yerine
hac ve umre yapmak, yapan kimse üzerine vâcib değildir. Bu itibarla açık olan
yorum, bu hadisteki emrin mendubluk için olduğunu söylemektir, demişlerdir.
Hadis böyle yorumlanınca, umre'nin farziyetine delîl olamaz."
Hacc'a gitmeye bedenen
gücü yetmeyen kimseye bedel olarak hacc'a gitmek hükmüne dâir ilmî görüşleri bu
babın son hadisinin izahı bölümünde anlatmaya çalışacağım.
2907) Abdullah bin Abbâs (Radıyallâhü anhümâyd&n; Şöyle
demiştir:
(Veda hacc'ı
esnasında) Has'a m (kabilesin) den bir kadın Peygamber
(Sallallahü Aleyhi ve SellemJ'in yanına gelerek:
Ebû Rezin (R.A.)'ın
Hâl Tercemesi
Ebü Rezin'In ismi
Laklt bin Amir bin Sabıra'dır. Bu zât sahâbîdir. 24 aded hadisi vardır.
Râvlleri, oğlu Âsim ve kardeşi Hades oğlu Vekî'dir. Sünen sahib-leri onun
hadislerini rivayet etmişler. Buhar! de Târih'te onun rivayetlerini almıştır.
(Hulâsa: 323)
Yâ Resûlallah! Benim
babam cidden çok yaşlı, ihtiyardır, buna-mıştır. Allah'ın kullarına farz
kıldığı hac babama da erişmiş (yâni farz olmuş) tur. Halbuki bu farizayı edâ
etmeye (bedenen) gücü yetmez (binek hayvanı üstünde duramaz). Onun yerine hac
farizasını benim ifâ etmem ona kâfi gelir mi? diye sordu. Resûlullah (Sallallahü
Aleyhi ve Sellem) :
Evet, buyurdu."
2908) Husayn bin Avf (Kadtyallâkü o* A J'den: Şöyle
demiştir: Ben (bir kere) :
Yâ Resûlallah! Babama
hac (farizası) erişti. Halbuki babamın hacc'a bedenen gücü yetmez, meğer ki
binit üstünde bağlana, dedim. Bunun üzerine Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve
Sellem) bir saat sustu. Sonra:
Babana bedel olarak
sen hacc'a git, buyurdu."
Not: Zevâid'de şöyle
denilmiştir: Bu hadisin senedinde Muhammed bin KÜreyb bulunur. Ahmed: Bu
râvinin hadisleri münkerdir, Husâyobin Avf <R.A.V-den acâib hadisler
getirir, demiştir. Buhâri de : Onun hadisleri münkerdir. rivayetlerine itiraz
vardır, demiştir. MÜteaddid zâtlar onun zayıflığını söylemişlerdir.
2909) tbn-i Abbâs'ın kardeşi el-Fadl (bin Abbâs)
(Radıyaîlâhü an-A«m)'den rivayet edildiğine göre :
Kendisi (Veda
hacc'ında) Kurban bayramının ilk günü sabahı Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve
Sellem) 'in redif'i idi (Yâni Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem), bindiği
devenin arka kısmına onu bindirmişti). Bir ara Has'am (kabilesin) den bir kadın
Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'in yanına vararak:
Yâ Resülallah!
Allah'ın kullan üzerinde hac hususundaki farizası babama çok yaşlı ve ihtiyar
hâlinde erişti (Yâni babama bu halde iken hac farz oldu). Babam (hayvana)
binemez (deve üstünde duramaz) haldedir. Ben ona bedel olarak hac edebilir
miyim? diye sordu. Resûl-i Ekrem (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) :
Evet, (edebilirsin!)
Çünkü eğer babanın zimmetinde bir (kul) borcu olsaydı sen onu öderdin,
buyurdu."
[32]
Has'am kabilesine
mensup kadının, hacc'a gidemeyecek durumdaki babası yerine kendisinin hacc'a
gidip gidemeyeceğine dâir sorusu ile buna Resûl-i Ekrem (Aleyhi's-salâtü
ve's-selâm) tarafından verilen cevâba ait 2907 ve 2909 nolu iki hadîsin meali
ve ifâde ettikleri hükümler hemen hemen aynidir. Bu iki hadîs arasındaki fark
birincisinin râvîsinin Abdullah bin Abbâs ve ikincisinin râvisinin ise el-Fadl
bin Abbâs (Radıyaîlâhü anhüm) olmasıdır. Bu iki hadîs Buhârî, Müslim, Ebû
Dâvûd. Tirmizî, Nesâî, Mâlik, Şafii ve D â -r i m i tarafından da rivayet edilmiştir. Tirmizî
bu hadîsi el-Fadl
(RadıyaHâhü anh) 'den rivayet ettikten sonra: Bu hadis Abdullah bin Abbâs
(Radıyaîlâhü anh) 'dan da rivayet edilmiştir. B u h â r i bu konuda yapılan
rivayetlerin en sıhhatlisi Abdullah bin Abbâs'ın. el-Fadl bin Abbâs
aracılığıyla Peygamber (Aleyhi's-salâtü ve's-selâm)'don olan rivayetidir, dedi,
diyerek bilgi verir.
El-Hâfız da:
Buhârî'nin el-Fadl (Radıyallâhü anh) 'eten olan rivayeti tercih
etmesi sebebi şudur •. Hadîste söaü edilen kadın, Peygamber (Aleyhi's-salâtü ve's-selâm) *e müracaat ettiğinde el-Fadl
(Radıyaîlâhü anh) Peygamber
(Aleyhi' s-salâtü ve's-selâm)'in beraberinde ve O'nun devesi üstünde O'nun
arkasında kalan tarafa binmiş durumda idi.
îbn-i Abbâs ise o sıralarda hasta hacılarla
beraber Müzdelife' den M i n â' ya gitmişti. Bu itibarla bu hadisi
bilâhare el-Fadl bin
Abbâs, kardeşi Abdullah'a rivayet etmişti, der.
Has'am: Yemen
tarafında bir kabile ismidir.
[33]
1. Binek hayvanı kuvvetli olduğu takdirde ona iki
kişinin beraber binmesi caizdir.
2. Büyük zâtların beraberinde ayni hayvana binmek
caizdir.
3. Hac yolculuğunda binerek gitmek yaya yürümekten
efdaldır.
4. Hadiste baba ve anneye hizmet etmeye, ihtiyaçlarını
gidermeye, borçlarını ödemeye ve güçleri yetmediği takdirde onlara bedel
olarak hac etmeye teşvik vardır.
5. Kadın, bir erkek yerine bedel olarak hac edebilir.
6. Hayat boyunca devam edecek bir engelden dolayı,
.hacc'a gidemeyen bir kimseye bedel olarak hacc'a gitmek meşrudur.
[34]
Tekmile yazarı bu
konuda şöyle der:
1. Giderilmesi umulmayan bir engel nedeniyle hacc'a
gitmeye gücü yetmeyen bir kimseye bedel olarak hacc'a gitmek caizdir. Bu
hadîs bunun delilidir. Hanefi ler, Şafiî,
Sevri, Ah-med, İshâk, Ebû Sevr. Dâvûd, İbnü'l-Münzir ve Mâlikîler' den t b n -
i H a b i b böyle hükmetmişlerdir. Bu gruba göre, hacc'a gitmeye mâni hâl
ister hacc'ın kişiye farz olmasından sonra meydana gelsin, ister daha evvel
meydana gelsin, fark yoktur. Meselâ : Adamın sağlığı yerinde iken kendisine
hac farz olur. Fakat adam hacc'a gitmez. Bilâhare sağlığı bozulur ve artık
hacc'a gitmeye sağlık durumu elverişli olmaz, tutulduğu hastalığın geçmesi de
umulmaz. İşte durumu böyle olan kimseye de bedel gitmek caizdir. Bunun aksine
bir adamın sağlığı yerinde iken ona hac farz olmaz. Sonra dâimi bir hastalığa
tutulur ve iyileşmesi ümidi kalmaz. Adam bu duruma düştükten sonra mâli durumu
iyileşir ve hac kendisine farz olur. Böyle bir kimseye de bedel olarak hacc'a
gidilebilir. Ancak bu grubtan Ebû Hanîfe'ye göre böyle bir kimseye bedel olarak
gidilemez. Hanefî mezhebinin özeti şöyledir: Hac ibâdeti bir kimseye farz
olduğu zaman sağlığı yerinde olup bizzat hacc'a gitmeye güçlü olduğuna rağmen
gitmez ve sonra takattan düşer veya ölünceye kadar şifâ bulması umulmayan bir
hastalığa tutulur. Böyle bir kimseye bedel olarak hacc'a gidilebilir. Şayet
hacc'a gitmeye bedeni müsâid iken kendisine hac farz olmaz ve yukarda anlatılan
bir engel meydana geldikten sonra mâlî yönden kendisine hac farz olursa buna
bedei olarak hac farzı ifâ edilemez. Fakat nafile hac bedel yoluyla
yapılabilir. Kendisine bedel farz hac yapılabilen kimseye de nafile hac bedel
yoluyla yapılabilir.
Bedel olarak giden
kimse ihrama girerken bedel olduğu kimse adına niyet etmekle mükelleftir. Bu
şartı yerine getirmesi gerekir. Ayrıca Lebbeyke duasını okurken o kimse adına
okumalıdır. Bedel olan şahsın hür, erkek, menâsiki, yâni hacc'ın hükümlerini ve
yapacağı işleri bilen ve kendi şahsı için daha önce hac ibâdetini ifâ etmiş
bir kimse olması efdaldir. Kölenin, kadının ve kendi nefsi için hac etmemiş bir
kimsenin bedel olarak gitmesi ise mekruhtur. Amir, yâni adına hac yapılacak
kimsenin izin ve müsâadesi olmaksızın bedel giden şahsın hac ibâdetini
başkasına yaptırması caiz değildir. Hattâ bedel giden adam hac yolculuğunda
hastalansa bile hüküm budur. Ancak âmir, bedel giden adama: Sen istediğin gibi
yapabilirsin demiş ise o zaman bedel giden adamın, başkasını vekil etmesi
mümkündür. Bedel giden şahıs, bu takdirde sağlıklı da olsa başkasını kendine
vekil edebilir.
2. Mâlik ve el-Leys'e göre kimse kimseye bedel hacc'a
gidemez. Ancak zimmetinde hac farizesi bulunan bir ölü, bedel gönderilmesini
vasiyyet etmiş ise onun adına bedel gönderilebilir. Bu iki âlime göre hac
ibâdeti vücutça hac yolculuğuna muktedir kimselere farzdır. Vücûdu hac yolculuğuna
müsâid olamayan kimseye hac farz değildir. Keza hac ibâdetini yapmaya muktedir
olan bir kimse bunu başkasına yaptıramaz. Gücünü yitirdiği zaman da bunu
başkasına yaptıramaz. Hac da namaz gibidir. Namaz vekâlet yoluyla İfa
edilemediği gibi hac da İfa edilemez.
Bu iki âlimin delili
ve birinci grubun verdiği cevâbı öğrenmek isteyenler hadîs kitablannın
şerhlerine başvurabilirler.
[35]
Âlimlerin ekserisine
göre böyle bir kimse bilâhare hacc'a gidebilir sağlığa kavuşursa hacc'a
gitmesi farzdır. Çünkü mazereti ve engeli kalkmıştır. Gitmesine mâni bir durum
yoktur. Bizzat hac etmesi gerekir. A, hmed ve İshâk'a göre ise artık onun
hacc'a gitmesi zorunluğu kalmamış olur. Çünkü gitmesi gerekir, denilirse bir
kişiye iki hacc'ın farz olduğuna hükmedilmiş olur. Fakat bu görüş
reddedilmiştir. Çünkü bunlardan birisi nafile sayılır.
[36]
2910) Câbir bin Abdillah (Radıyallâhü anhümâyûm; Şöyle
demi§tir:
Bir hac (yolculuğun)
da bir kadın bir çocuğunu Peygamber (Sal-lallahü Aleyhi ve Sellem) 'e arz
ederek:
Yâ Resul ali ah! Bu
çocuk için hac (fazileti) var mı? diye sordu. Resûl-i Ekrem (Sallallahü Aleyhi
ve Sellem) :
Evet. Senin İçin de
bir sevâb vardır, buyurdu."
[37]
Bu hadisi Tirmizî de
rivayet etmiştir. Aynca Müslim, Ebû Dâvûd, Nesâi ve Ahmed de bunun bir benzerini îbn-i
Abbâs (Radıyallâhü anh) 'den
rivayet etmişler.
Kadının; "Bunun
için hac var mı?1* sözünü âlimler "Çocuk hac ettiği takdirde ona hac
fazileti var mı?" şeklinde yorumlamışlardır. Resûl-i Ekrem
(Aleyhi's-salâtü ve's-selâm) 'in; = "Evet"
buyruğu da çocuğun ettiği hacc'ın
sevabını kazandığı şeklinde yorumlanmıştır.
El-Menhel yazan
Peygamber (Aleyhi's-salâtü ve's-selâm)'in bu sözünü şöyle açıklamıştır; Yâni
çocuğun ettiği hac ilerde ona farz olacak hacc'a mahsub olmamakla beraber
fazileti vardır. Şayet çocuk erginlik çağına vanp kendisine hac farz olursa,
küçük yaşta iken ettiği hac ibâdeti bunun yerine geçmez. Farz olan hac ibâdetini
îfa etmekle mükelleftir. Onun küçüklükte ettiği hac ise onun için fazilet ve
sevabtır. Bu da namaz gibidir. Erginlik çağına varmamış olan çocuklara namaz
farz olmadığı halde kılmaları istenir ve kılmaları hâlinde hem kendileri hem
de onları namaza teşvik edenler se-vab kazanırlar.
Çocuğu hacc'a götüren
kadın da onun bakımıyla meşgul olduğu, gerektiğinde onu sırtında taşıdığı, ona
hac görevini yaptırdığı, ihramda bulunan bir kimsenin yapması haram şeylerden
çocuğu koruduğu için sevab kazanır.
[38]
El-Menhel yazarı bu
hususta özetle şöyle der:
"Bu hadis,
erginlik çağına varmamış olan çocuğun henüz mümeyyiz, yâni kendi kendine
yiyebilecek, içebilecek ve taharetlenebilecek yaşa gelmemiş olsa bile edeceği
hacc'ın sahîhliğine ve geçerliliğine delâlet eder.
Mümeyyiz olmayan çocuk
yerine velisi ihram niyetini getirir, çocuğun elbisesini soyar, ona ihram
giydirir, onun yerine Lebbeyke duasını okur, ona tavaf ettirir. Safa ile Merve
arasında dolaştırır, Arafat'a götürür ve onun yerine Şeytân taşlama işini
yapar.
Çocuğun edeceği
hacc'ın geçerliliğine âlimlerin cumhuru, Mâlik, Şafiî ve Ahmed de
hükmetmişlerdir. Hanefi-ler de böyle demişlerdir. Allâme îbn-i Âbidîn:
El-Vel-vâliciye ve diğer kitablarda deniliyor ki: Baba kendi çocuğuna hac
ettirir. Deli de çocuk gibidir. Çünkü çocuk ve deli ihram ve hac niyetini
getirmekten âciz oldukları için babalarının ettiği ihram onların kendi
ihramları hükmündedir, demiştir.
El-Menhel yazarı daha
sonra özetle şöyle der:
Çocuğun hac ihramına
girmesinin, yâni hacc'a niyet etmesinin sahih olmadığı yolunda Ebû Hanîfe' den
yapılan rivayetin mânâsı şudur: Çocuk ihramda iken ihramlı kimse için haram ve
yasak olan şeylerden birisini işlerse diğer ihramlüar hakkında gerekli
keffâret ve ceza çocuk için gerekli olmaz. Çocuk böyle sakıncalı bir iş
işlerse bundan dolayı muâhaza edilmez. Ebû Hanife' nin maksadı, çocuğun ettiği
haçtan bir sevab ve fazilet kazanmaması değildir. Ebû Hanife' nin maksadı bu
olunca ihrama giren çocuk ihramlı için yasak bir suç işlerse ne çocuğun kendi
malından ne de velîsinin malından bir cezanın ödenmesi gerekmez.
ihrama giren çocuk
ihramlı iken bir suç işlerse Şâfiiler'e göre çocuğun yaş durumuna bakılır: Eğer
çocuk henüz mümeyyiz olmamış ise, yâni 6-7 yaşından küçük ise hiç bir cezanın
ödenmesi gerekmez. Çocuk mümeyyiz ise işlediği suçun cezası velisine ödettirilir.
Şayet çocuk başkasının tahrik ve teşviki ile o suçu işlerse, ceza onu tahrik
ve teşvik edene ödettirilir.
Hanbelîler'e göre ise
çocuğun hac masrafı ve hac esnasında bir suç işlemesi nedeniyle ödenmesi
gerekli keffâretler onun velîsine ödettirilir.
M â 1 i k i 1 e r'
e göre de hüküm şöyledir: Çocuk ihramda iken elbise giymek, koku sürünmek gibi bir suç işlerse
verilecek ceza velîsinden tahsil edilir. Çocuğun Harem mıntıkası dışında avlanması
cezası da velisine aittir. Çocuğun Harem mıntıkası içinde avlanması sebebiyle
ödenmesi gerekli cezaya gelince bu da şöyle olur -. Eğer velî çocuğu kendi
başına bırakması hâlinde çocuğun basma bir felâketin gelmesinden endişe
duymuyor ise avlanma suçunun cezası yine velîsine aittir. Aksi takdirde çocuğa
âit olur.
[39]
2911) Aişe (Radıyallâhü anhâ)\fon; Şöyle demiştir:
(Üvey annem) Esma
bint-i Umeys (el-Has'amiyye) (Radıyallâhü anhâ) (Zü'1-Huleyfe mescidi
yanındaki) eş-Şecere'de (ihrama gireceği sırada) doğum yaptı. Bunun üzerine
Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'in emri üzerine (Esmanın kocası) Ebû
Bekir (Radıyallâhü anh), Esmâ'ya bütün vücûdunu yıkayıp ihrama girmesini emretti."
2912) Ebû Bekir (es-Sıddîk) (Raıltyallâhü anhydtn rivâyel
edildiğine göre :
Kendisi Resûlullah
(Sallallahü Aleyhi ve SelIemJ'in beraberinde hac etmek üzere (Medine-i
Münevvere'den yola) çıktı. Ebû Bekr'İn yanında (zevcesi) Esma bint-i Umeys de
bulunuyordu. Esma (Zül'-Huleyfe mescidi yanındaki) eş-Şecere'de Muhammed bin
Ebî Bekr'i doğurdu. Bunun üzerine Ebû Bekir (Radıyallâhü anh), Peygamber (Sallallahü
Aleyhi ve Sellem)'in yanına giderek durumu O'na arz etti. Resûlullah
(Sallallahü Aleyhi ve Sellem) de Esmâ'ya şu talimatı vermeyi Ebû Bekir
(Radıyallâhü anh)'e emretti-. Esma bütün vücûdunu yıkayacak, sonra hac
niyetiyle ihrama girecek ve herkesin yaptığı hac menâsikini (ibâdetlerini)
yapacak. Ancak (kandan temizleninceye kadar)
Ka'be'yi tavaf etmeyecektir."
2913) Câbir (bin Abdillah) (Radtyallâhü anhümâ)'dan rivayet
edildiğine göre:
Esma bint-i Umeys
(Radıyallâhü anhâ) (hac ihramına gireceği sırada) Muhammed bin Ebi Bekr'i
doğurdu. Bunun üzerine Esma (ne yapacağını öğrenmek için) Peygamber (Sallallahü
Aleyhi ve Sellem) "e haber gönderdi. Peygamber {Sallallahü Aleyhi ve
Sellem) ona vücûdunun tamamını yıkamasını, (kan akmasını engellemek üzere) bir
bez parçasını avret mahalline sıkıca bağlamasını ve ihrama girmesini
emretti."
[40]
 i ş e Radıyallâhü
anhâ) 'nın hadisini Müslim, Ebû Dâ vû d,
Dârimİ ve Beyhakİ
de rivayet etmişler. E b â
Bekir (Radıyallâhü anh) ile C
â b i r (Radıyallâhü anh)*ın
hadîslerini N e s â î de rivayet etmiştir.
Esma bint-i Umeys
(Radıyallâhü anhâ) H z. E b û Bekir (Radıyallâhü anh) 'in zevcelerindendir. Hâl
tercemesi 1611. hadis bölümünde geçmiştir.
Bu bâbta rivayet
edilen hadîsler; doğum yapan kadının hac ibâdetine başlayacağı zaman kandan
temizlenmiş olmasının şart olmadığına, mîkat denilen yere vardığı zaman hac
niyetiyle ihrama gireceğine ve hacc'm bütün vecibelerini, gereklerini ifâ
edeceğine, sâdece Ka'be-i Muazzama'yi ziyaret ve tavaf işini erteleyeceğine,
kandan temizlendikten sonra tavaf yapacağına delâlet eder. Aybaşı âdeti kam da
doğum kanı gibidir. Bunun içindir ki müellifimiz bu babın başlığına aybaşı
âdeti hâlini de ilâve etmiştir. Umre ibâdeti de hac ibâdeti gibidir.
Hadîslerde geçen bâzı
kelimeleri açıklayalım:
İğtisâl: Boy abdesti
almaktır. Burada bütün vücûdu yıkamak mânâsı kasdedilmiştir. Çünkü doğum kanı
veya aybaşı âdeti kam kesilmedikçe şer'î boy abdesti alınamaz.
İhlâl: Yüksek sesle
Lebbeyke duasını okumak mânâsına gelir. Bunun başka mânâları da vardır. Burada
ise ihrama girmek, yâni hacc'a niyetlenmek mânâsında kullanılmıştır. Umre'ye
niyetlenmek mânâsına da gelir. Çünkü hac veya umre'ye niyetlenen kimse yüksek
sesle Lebbeyke duasını okur.
Eş-Şecere, Medine-i Münevvere'den
hacc'a veya umre'ye gidenlerin ihrama girecekleri ve mîkat denilen Zü'l-H u 1 e
y f e isimli yerde bulunan bir dikenli ağaçtır. Kastalâ-n i' nin beyânına göre
bu ağaç Zü'I-Huleyfe mescidi yanında idi.
İstisfâr i Doğum veya
aybaşı âdeti kanmı gören kadının kanı durdurmak amacıyla içine pamuk konulan
genişçe bir bez parçasını tenasül organının üstüne koyup sıkıca bağlaması ve
böylece kanın akmasını önlemeye çalışmasıdır.
[41]
1. Doğum veya aybaşı kanını gören kadın temizlenme
hâlini beklemeden hac niyetiyle ihrama girebilir. Umre de hac gibidir.
2. Bu mazereti gören kadın ihrama girmeden önce boy
abdesti gibi vücûdunun tamamını güzelce yıkamalıdır. Bu yıkanma işi
müs-tehabtır, vâcib değildir. Hanefî, Şafii,
Mâliki âlimlerin ve cumhurun
görüşü; bu yıkanmanın müstehablığıdır.
H a-san-i Basrî il© zâhiriyye mezhebi mensublanna göre bu yıkanma
bir boy abdestidir ve vâcibtir.
3. Bu özrü bulunan kadın hac ibadetiyle ilgili her şeyi
yapacak. Yalnız Ka'be-i Muazzama'yı
tavaf edemez ve tavaftan sonra kılınan tavaf namazını kılamaz.
4. îhrâma girmeden önce kılınan iki rek'at ihram namazı
sünnettir, hacc'ın sağlıklı ve geçerli olması için bu namaz şart değildir.
Çünkü Esma (Radıyallâhü anhâ) bu namazı kılmadı.
5. Safa ile M e r v â
arasındaki sa'y, yâni dolaşmak için abdestli olmak şart değildir. Şu
halde K a ' b e' yi tavaf ettikten sonra aybaşı âdeti veya doğum
kanı gören kadın Safa ile
Mer-v â arasındaki sa'y'ı yapmamış
ise bu özürlü haliyle yapabilir. Cumhurun görüşü böyledir. Yalnız Hasan-i
Basrî ile bazı H a n b e 1
i âlimleri sa'y için de abdestli olmayı
şart koşmuşlar. Bunlar sa'yı tavafa benzetmişlerdir.
6. Doğum "veya aybaşı âdeti gören kadın bu hâlinden
temizlenip boy abdesti almadıkça
Ka'be-i Muazzama'yı tavaf edemez. Cünüb veya abdestsiz kimse de
böyledir. Çünkü H â k i m' in rivayet
ettiği ve senedinin sahih olduğunu söylediği,
îbn-i A b -b â s (Radıyallâhü anhümâVnın merfû bir hadîste;
"Tavaf (bir nevi)
namazdır. Şu farkla ki, Allah Teâlâ tavafta konuşmayı helâl kılmıştır. Artık
kim (tavaf esnasında) konuşursa hayırdan başka bir şey konuşmasın"
buyurulmuştur. Bu itibarla abdestsiz yapılan tavaf sahih değildir, yeniden
yapılması gereklidir. Fakat Hanefıler'e göre sahihtir. Bununla beraber bir kurban
kesmesi gerekir. Ancak tavafı yenilerse kurban kesmeye gerek kalmaz. Bâzı
Hanefîler'e göre ise bir fitre mikdan sadaka vermek kâfidir. Bunlara göre tavaf
ederken abdestli olmak sünnettir.
A h m e d' den yapılan bir rivayete göre ise abdestsiz
tavaf yapmak sahihtir ve hiç bir şey lâzım gelmez.
Tavafın abdestsiz
yapılmasının câizliğine hükmedenler, tavafı; A r a f â t' ta vakfe etmek, yâni
bir süre durmak ve sa'y işine, yâni Safa ile Mervâ arasında dolaşmaya kıyasla
mışlardır. Bunlar ve şeytanı taşlamak gibi hac işlerinde abdestli olmak şart değildir.
Tavaf da böyledir.
[42]
Âfâk î Ufuk'un
çoğuludur, ufuklar manasınadır. Ufuk kelimesi kenar, görüş sahası sınırının
sonu gibi mânâlara gelir. Burada kas-dedilen mânâ mîkat ismi verilen belirli
sınırların ötesinde kalan memleketlerdir. Belirli sınırlar diye ifâde ettiğim
inikatlar bu bâbta rivayet edilen hadislerde bildirilmiştir.
Mevâkît: Mikat'ın
çoğuludur, mîkatlar mânâsmadır. Mîkat, hac veya umre ya da ikisini ifâ etmek
isteyen kişinin ihrama gireceği yer demektir. Dünyanın herhangi bir yerinden
hacca veya umreye giden adayın, mîkat ismi verilen belirli yerlerden
hangisinden veya hizasından geçecek olursa mîkat yerine varacağı zaman orada
usûlüne uygun biçimde niyet etmesi gerekir. İhrama girmeden, yâni etmek
istediği hac veya umre'ye usûlüne uygun olarak niyet etmeden mikat'ı geçmek
yasaktır. Buna ilişkin hükümler bu bâbtaki hadîslerin izahı bölümünde
verilecektir. îhrâma girmek için mikat ismi verilen yerlerin tâyin ve tesbiti
Peygamber (Aleyhi's-salâtü ve's-selâm) tarafından yapılmıştır. Yalnız Irak tarafından
gidenlerin mikatı olan Zât-ı Irk'ın O'nun tarafından mı, Ömer (Radı-yallâhü
anh) tarafından mı tâyin ve tesbit edildiği hususunda ihtilâf vardır.
2914) (Abdullah) bin Ömer (Radtyallâhü ankütttâyâan rivayet
edildiğine göre; Resûlullah (SallaUahü Aleyhi ve Seltem) :
Medine (-i Münevvere)
halkı ZüT-Huleyfe'den, Şam halkı Cuhfe'-den ve Necid halkı Karn'den (hac veya
umre niyetiyle) ihrama girerler (yâni girsinler), buyurdu. Abdullah (bin Ömer)
demiş ki: Bu üç (mîkat) ı ben (bizzat) Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve
Sellem)'-den işittim. Resûlullah
(Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'in;
Yemen halkı da
Yelemlem'den ihrama girerler (girsinler), buyurduğu haberi bana ulaştı."
2915) Câbir (bin Abdillah) (Radtyallâhü anhütttâ)'dan;
Şöyle demiştir :
Resûlullah (SallaUahü
Aleyhi ve Sellem) bize bir hutbe okudu. (Hutbede) .- Medine (i Münevvere)
halkının ihrama girecekleri yer Zü'1-Huleyfe'den başlar. Şâm halkının ihrama
girecekleri yer, Cuh-fe'den başlar. Yemen halkının ihrama girecekleri yer
Yelemlem'den başlar. Necid halkının İhrama girecekleri yer Karn'den başlar.
Doğu (yâni Irak) halkının ihrama girecekleri yer Zât ı Irk'dan başlar, buyurdu.
Sonra (mübarek) yüzünü (doğu tarafındaki) ufuka çevirdi ve:
Allahım! Onların (yâni
doğu halkının) gönüllerini (İslâmiyet'e) yönelt, diye duâ etti."
Not: Zevâid'de şöyle
denilmiştir : Bunun senedinde İbrahim el-Harlrl bulunur. Ahmed ve başkası onun
hadislerinin metruk olduğunu söylemişler. Bir kavle göre onun hadisleri
münkerdir. Onun zayıf olduğu da söylenmiştir.
Bu hadisin aslım
Müslim, Câbir (R.A.)'den rivayet etmiş, fakat o rivayette
ravl:
*Sonra Peygamber (S.A.V.) (mübarek) yüzünü ufuka
döndürdü...»
cümlesiyle başlayan paragrafı söylememiş ve Şam halkının Hilkatini da
anlatmamıştır.
[43]
İbn-i Ömer (Radıyallâhü
anh) 'in hadisini B u h â r i, Müslim, Ebû Dâvûd, Nesâi ve Dârimi de rivayet
etmişlerdir. Câbir (Radıyallâhü anh) 'in hadisi Zevâid ne-vindendir. Ancak
notta belirtildiği gibi Müslim bunun inikatlarla ilgili metnini, yine Câbir
(Radıyallâhü ajıh) 'den rivayet etmiştir. Sâdece Ş â m halkının mikatı ile
ilgili cümle, M ü s-1 i m' in
rivayetinde yoktur.
C â b i r' in hadîsine
âit notta sözü edilen râvi î b r â h i m bin Y e z i d' in el-Harîri olduğu,
Zevâid'den naklen bildirilmektedir. Sindi de böyle ifâde etmiştir. Fakat,
Hulâsa'da ve Tirmizi ile Ebû Dâvûd'un şerhlerinde bu zâtın e 1-H û z î olduğu
bildirilmektedir, e 1-H a r î r i kaydı yoktur. EI-Harirî kelimesi ile el-Hûzî
kelimesinin Arapça yazılışı arasında yakın benzerlik bulunduğu için kalem hatâsı
olarak el-Hariri diye yazılmış olması muhtemeldir.
Birinci hadîste dört
mikat ve bunların hangi bölgelerden hacc'a veya umre'ye giden halka âit olduğu
bildirilmiştir. İbn-i Ömer (Radıyallâhü anh) bunlardan üçünü bizzat Resûl-i
Ekrem (Aleyhi's-salâtü ve's-selâm) 'den işitmiş, Yemen halkı mikatımn Yelem-1 e
m olduğuna dâir buyruğu ise bizzat Peygamber (AleyhiVsalâtü ve's-selâm)'den
işitmemiş ve başka sahâbî aracılığıyla O'ndan işit-miştir. Bu durum onun
hadîsinin ifâde tarzından anlaşılır .
İkinci hadiste de
birinci hadisteki mîkatlar ve ait olduğu memleketler belirtilmekte, ayrıca
doğu tarafından hac veya umre'ye gidecek halkın mikatmın Zât-ı Irk olduğu
bildirilmektedir. Hadis sarihleri doğu söz» ile Irak bölgesinin kasdedildiğini
belirtmektedirler.
[44]
Bu konu hakkında bilgi
vermeye geçmeden önce anılan memleketlerden hac veya umre'ye gidenlerin
inikatları şuralardan başlar, ifâdesinden maksad şudur: O semtten hac veya
umre'ye gidenler inikat denilen yerlere varmadan önce ihrama girebilirler ve
ihrama girmek için son sınır bu belirli yerlerdir. îhrâmsız olarak bu sının
geçemezler. Ama bu sınıra varmadan önce, hattâ bulundukları memlekette ihrama
girebilirler. Bu durumu belirtmek için " ihrama girecekleri yer şuradan
başlar" şeklinde terceme ettim.
1. Medîne-i
Münevvere halkının mîkatı
olan Zü'l-Huleyfe, Medine' nin
güney batısı tarafında ve Medine'ye altı mil mesafede bir yerin ismidir.
Burada Mescidü'ş-Şecere isimli bir cami ve Âbâr-i
Alî denilen kuyular bulunur.
2. Ş â m
halkının mikatı olan Cuhfe, Mekke' nin
kuzey batısında ve M e k k e'
ye 32 mil mesafede bir köyün ismidir.
Bu yer R â b ı ğ şehrine yakındır. Bu yere M ü h e y' a denilirdi. Şu anda Cuhfe
köyü izi ve belirtileri kalmadığı için bu yoldan giden hacı adayları bu
köyün kuzey cephesinde bulunan Râ-b ı
ğ şehrinde ihrama girerler.
3. N e c i d
halkının mikatı olan K a r
n, Mekke' nin kuzey doğusunda ve M e k k e' ye bir gün, bir gecelik mesafede bir dağın
ismidir. Bu dağ silsilesi Arafat'a kadar uzanır. Bu semte Karnü'l-Menâzil de denilir.
Burada bir kaç yol kesiştiği için
Karnü'l-Menâzil ismini aldığı
rivayet olunur.
Necid, Hicaz ile Irak
arasında kalan ve Arabistan Yarımadasından bir bölgedir.
4. Yemen
halkının mikatı olan
Yeleralem, Mek-k e' nin güneyinde ve buraya iki konak mesafede bir
dağın ismidir. Bu dağa E 1 e m 1 e
m de denilir. Hattâ asıl isminin Elem-1 e m
olduğu söyleniyor. Bu mikat
ile Mekke arasındaki mesafenin 30 mil olduğu
söyleniyor. El-Fetih'te: "Hadisin zahirine göre Yelemlem, Yemen
halkının tümünün mikatıdır.
Halbuki bu mânâ kasdedilmemiştir.
Çünkü Yemen halkı iki ayrı yolla M e k k e ' ye gelir:
Yemen'in Tihâme bölgesi halkı Y e -1 e m 1 e m ' den veya hizasından geçerler. Bu bölge halkının mi-katı Y e 1 e m 1 e m ' dir. Y e m e n ' in dağlık bölgesinden Mekke'ye
giden yol ise K a r n mikatından veya hizasından geçer.
Yemen, Necdi ismi verilen bu bölge halkının mikatı Y e -1 e m 1 e m değil,
K a r n isimli mikattır. Şu halde hadiste anılan Yemen" den maksad bu ülkenin tamamı değil, sâdece T i -h â m e bölgesidir," diye bilgi verilmiştir.
5. Doğu, yâni
Irak halkının mîkatı olan Z â t -1
Irk, Mekke' nin kuzey doğusunda
ve M e k k e ' ye 46 mil mesafede bir yerin ismidir. Irak
halkı mîkatının Z â t -1 Irk
olduğu, Müslim'in Câbir
(Radıyallâhü anh) 'den rivayet ettiği hadîste ve Ebû Dâvûd, Nesâî,
Tahâvi ve B e y h a k i'
nin rivayet ettikleri  i ş e
(Radıyallâhü anhâ)'nın hadisinde bildirilmiştir. Bu itibarla
müellifimizin rivayetinde bulunan doğu ifâdesi Irak
mânâsına yorumlanmıştır. Bu
hadislere göre Z â t -1 Irk
Resûlullah (Aleyhi's-salâtü ve's-selâm) tarafından Irak
halkı için inikat kılınmıştır. Cumhur ve A t â bin
Ebi Rabâh'ın görüşü böyledir. Diğer bir kavle göre
Zât-ı Irk'in Irak
halkı için mikat kılınması
Ömer bin el-Hattâb (Radıyallâhü anhüm)'ın içtihadı ile
olmuştur. Câbir bin
Zeyd, Tâvûs, Muhammed
bin Şirin, Gazali, Râfiİ
ve Nevevi bu görüşte olanlardandır.
Yukarda anılan
mikatlar, hadislerde anılan bölgelerde ikamet eden halk için olduğu gibi bu
bölgelerde ikamet etmemekle beraber anılan inikatlardan veya hizalarından M e k
k e' ye giden başka memleket halkı için de mikat sayılır. Meselâ Türkiye' den
hac veya umre niyetiyle yola çıkan bir kimse Medine-i Münevvere üzerinden
geçerse Medine halkının mikatı olan Zü'I-H u 1 e y f e o kimse için de mikat sayılır. Keza bir
kimse Yemen
yoluyla M e k k e' ye
gitmek isterse onun mikatı Yemen halkının mikatı olan Y e 1 e m 1 e m ' dir.
Çünkü Buhârî, Müslim, Ebû Dâvûd ve başkalarının rivayet ettikleri İ b n - i A
b b â s (Radıyallâhü anh)'in hadisinde mikatlar ve âit oldukları memleketler
beyân buyurulduktan sonra:
"Bu mikatlar, hac
ve umre etmek isteyen bu bölgeler halkı ile diğer memleketler halkından yolları
bu yerlere uğrayan kimseler içindir" ilâvesi vardır.
El-Menhel yazan bu
cümlenin izahı bölümünde özetle şöyle der:
"Yâni bu mîkatlar
yukarda anılan memleketler halkı ile yolu bu mîkatlardan veya hizasından geçen
başka memleketler halkı için mikattır. Bir mîkattan geçen kimsenin memleketine
âit belirli bir mîkatı bulunsun veya bulunmasın hüküm budur. Belirli mîkatı
bulunmayan bir memleket halkı hangi mîkat üzerinden geçerse o mikat onun
mîkatıdır ve orada ihrama girmesi gerekir.
Belirli bir mîkatı
bulunup da kendi mîkatına varmadan önce yolu başka bir mikata uğrayan kimse
hangi mîkatta ihrama girecek? Meselâ Şâm'lı bir kimse Medine-i Münevvere1 ye
uğrayıp oradan hacc'a veya umre'ye gidecek olursa, Medine halkının mikatı
Zü'l-H uleyf e'dir ve Medine'ye 6 mil mesafededir. Ş â m halkının mîkatı olan
el-Cuhfe ise Medine ile Mekke arasında ve M e d i n e ' ye bir hayli uzak, M e
k k e ' ye 32 mil mesafededir. Şâm'h kimse Medine'den M e k k e ' ye hareket
edince Medine' Ulerin mikatı olan Zü'1-Huleyfe'de ihrama girerse, Şam halkının
mîkatı olan C u h f e' ye ihramlı olarak uğramış olur. Şayet kendi
memleketinin mîkatında ihrama girecekse. Medine' tilerin mîkatı olan Zü'l-Hu
leyfe' den ihrâmsız geçecek ve Mek-k e" ye yaklaşınca
C u h f e ' de ihrama
girecektir.
Yukarıda verdiğim
misâldeki adam hangi mîkatta ihrama girmelidir?
Âlimlerin bu husustaki
görüşleri şöyledir:
1. Hanefi
mezhebinin meşhur kavline göre adam
Zü'l- H u 1 e y f e ' den
ihrama girmelidir, yâni ilk mikattan ihrama girmesi mendubtur. Şayet ilk
inikatta ihrama girmeden onun sınırını geçerse C u h f e' de, yâni son mîkatta
ihrama girmesi mecburiyeti vardır.
Mâlik de böyle demiştir.
2. Şafii, Ahmed ve İshâk'a göre adam Zü'l-Huleyfe'de
yâni ilk mikatta ihrama girmek mecburiyetindedir. Ebû
Hanife' nin de bir kavli böyledir.
Hanefî mezhebinin
fıkıh kitablarmdan el-Bedâyi'de: Kim bu mîkatlardan birisinden (ihrâmsız) geçer
ve başka bir mikata varırsa, yâni başka mîkatta ihrama girerse caizdir. Fakat
birinci mîkatta ihrama, girmesi müstehabtır. Medine-i Münevvere' ye uğrayıp
da oranın mîkatı olan Z ü ' 1 - H u 1 e y f e ' de ihrama girmeden geçen başka
ülke halkının C u h f e' de ihrama girmelerinin câizliği, fakat en iyisinin
Zü'1-Huleyf e'de ihrama girmeleri hükmü Ebû Hanife' den rivayet olunmuş, diye
bilgi verilmiştir.
İki mikat arasından
geçen bir kimse, Hanefî mezhebine göre bunlardan birisinin hizasına gelince
ihrama girer. Mîkatın semtini inceleme ve araştırma neticesinde varacağı
kanaata göre tâyin ve tesbit eder. Bu iki mikattan hangisi Mekke'ye daha uzak
ise orada ihrama girmesi daha iyidir. Mâliki mezhebinin zahiri de böyledir.
Ahmed'e göre ise adam, M e k k e' ye en uzak inikatta ihrama girmek zorundadır.
Şafiî mezhebinin en sıhhatli kavli de böyledir.
Buhâri, Müslim ve
başkalarının rivayet ettikleri îbn-i
Abbâs (Radıyallâhü anh)'ın
hadisinde bulunan;
"Hac ve umre etmek isteyenlerden..."
ifâdesinin zahirine
göre hadiste anılan mîkatlardan ihrama girmek M e k k e ' ye Hac veya Umre
niyetiyle gitmek isteyenlere vâcibtir. Fakat başka maksadla M e k k e' ye
gitmek isteyenlere bu mîkat-larda ihrama girmek vâcib değildir. Şu halde bir M
e di n e'li, mikatlan olan Zü'l-Hul ey f e' den geçerken hac veya umre niyetini
taşımayıp M e k k e' ye yaklaştıktan sonra hac veya um-re'ye niyet ederse niyet
edeceği yerde ihrama girebilir. Bunun ihram için geri dönüp mîkattan ihrama
girmesi mecburiyeti yoktur.Niyet ettiği yerde ihrama girdiği zaman, mikattan
ihrâmsız geçmiş diye kurban kesmesi de gerekmez.
Bu husustaki ilmî
görüşlere gelince:
1. Yukarıda beyân edilen hüküm, yâni mikattan geçerken
hac veya umre maksadı yok iken bilâhare
M e k k e' ye yaklaşınca hac
veya umre etmek isteyen ve böylece niyetini değiştiren kimsenin bulunduğu
yerde ihrama girmesinin câizliği ve kurban kesmesinin gereksizliği görüşü îbn-i
Ömer ve îbn-i
Abbâs'-tan rivayet olunmuştur.
Şafiî' nin son kavli de
böyledir.
2. Evzâî,
Ebû Hanife, Ahmed,
İshâk ve Cumhura göre bu adam
ihrama girmek için mikata dönmeyip bulunduğu yerde ihrama girerse kurban
kesmesi vâcibtir. Çünkü, Mekke'ye
herhangi bir maksadla gitmek isteyen kimsenin şer'î mazereti yok iken
mîkat'i ihrâmsız geçmesi caiz değildir. Hac veya um-re'den başka bir maksadla
da olsa M e k k e' ye giden kimsenin mîkatta ihrama girmesi
gerekli olduğu halde bu adam buna riâyet etmediği için günah işlemiş olur ve bu
yüzden ceza kurbanı kesmek zorunda kalır.
Yukarıdaki hüküm,
ikametgâhı m i katların dışında kalanlara mahsustur. Ama ikâmet ettiği köy veya
şehir, mikat ile Mekke arasında bulunan kimsenin M e k k e' ye her girişinde
ihrâmh olması şartı yoktur. Böyle bir kimse çeşitli iş ve maksadlarla sık sık
Mekke'ye gider. Her girişinde hac veya umre niyetiyle ihrama girmesi
mecburiyeti olursa büyük sıkıntı ve güçlük doğar, islâmiyet'te güçlük
bulunmadığı Kur'an-i Kerîm'in âyetleriyle sabittir.
El-Ayni, Buhârî'nin
şerhinde özetle şu bilgiyi verir: "Çeşitli iş ve ihtiyaçlar için sık sık
Mekke' ye gitmek ihtiyacını duyan kimse ile mubah savaş veya düşman korkusu
ile M e k k e' ye gitmek isteyen kimselerin M e k k e' ye girebilmeleri için
ihrama girmeleri gerekmez. Çünkü Peygamber (Alyhi's-sa-lâtü ve's-selâm) Fetih
günü başında bir miğfer bulunduğu halde M e k k e' ye girdi. Ashabı da böyle
etmişlerdir. Defalarca Mekke'ye girip çıkan kimsenin her girişinde ihrama girmesi
vâcib olursa adamın bütün zamanının ihrâmh geçmesi gerekecek. Bu isegüçtür. Bu
itibarla hüküm budur. Her giriş için ihrama girmesi vâcib değildir. Şafiî
ve Ahmed de böyle hükmetmişlerdir.
Bir mîkat'tan geçerken
M e k k e' ye uğramak niyetinde olmayıp da sonradan M e k k e' ye girmeye
niyetlenen kimsenin de inikatta ihrama girmesi vâcib değildir. Çünkü inikattan
geçerken M e k k e' ye uğramak niyeti yoktu. Bu nedenle mîkatı geçtikten sonra
Mekke'ye girmeye niyetlenen kimse niyetlendiği yerde ihrama girer ve ceza
kurbanı kesmesi veya başka bir ceza gerekmez. Mâlik, Şafiî, Sevri ve Ebû
Hanîfe' nin iki arkadaşı da böyle demişlerdir. Ahmed ve îshâk1 tan yapılan
rivayete göre bu adamın mikata geri dönüp orada ihrama girmesi vâcibtir."
Şu noktaya da işaret
edeyim: M e k k e' de ikâmet eden bir kimse hac etmek veya hac ile umre'yi
birleştirmek suretiyle ifâ etmek istediği zaman Mekke' nin içinde ihrama
girer. Fakat yalnız umre etmek istediği zaman Harem'in dışına ve umre'nin
mî-katına gidip orada ihrama girer. Mekke' nin içinde, yâni harem sayılan
bölge içinde ihrama giremez.
[45]
2916) (Abdullah) bin Ömer (Radıyallâhü anhümâ)'âan; Şöyle
demiştir :
Resûlullah (Sallallahü
Aleyhi ve Sellem) ayağını özengiye sokup devesi ayağa kalkarak doğrulunca
Zü'1-Huleyfe mescidinin yanından itibaren yüksek sesle lebbeyke duasını okudu
(yâni o zaman ihrama girdi)."
2917) Enes bin Mâlik (Radtyaliâhü ank)'âen; Şöyle demiştir:
(Zü'I-Huleyfe'deki)
ağacın yanında ben Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'in (bindiği)
devesinin sefineleri (yâni çökük iken yere gelen uzuvları) nin yanıbaşında
idim. Deve ayağa kalkıp doğrulunca Resûi-i Ekrem (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)
:"AJIahım! Hac ve umre'yi beraber etmekle dâvetine icabet ediyorum, emrine
amadeyim" buyurdu (yâni o zaman ihrama girdi). Bu (ihrama giriş işi) Veda
hacc'ında oldu."
Not: Zevâid'de şöyle denilmiştir : Bunun senedi
sahih, râvileri de sıka (gür venilir) zâtlardır.
[46]
îbn-i Ömer
(Radiyallâhü anh) 'in hadisini Müslim de rivayet etmiştir. B u h â r î de bunun
bir benzerini rivayet etmiştir. Enes (Radıyallâhü anh)'in hadisi Zevâid
türündendir. Ancak B u h â r i' nin bir rivayetinde Enes (Radıyallâhü anh) :
Resûlullah (Sallallahü
Aleyhi ve Sellem) Medine'de dört rek'at namaz kıldı ve Zü'1-Huleyfe'de iki
rek'at namaz kıldı. Sonra devesine binip devesi doğrulunca yüksek sesle
Lebbeyke duasını okudu, demiştir."
Hadislerde geçen iki
kelimeyi açıklayalım. Sonra manasıyla ilgili bilgi verelim:
"Ğarz"
Devenin palanına bağlı özengi demektir.
"Sefinât"
Sefine'nin çoğuludur. Sefine, devenin çöktüğünde yere gelen ve yere geldiği
için sertleşen uzvuna denilir. Devenin göğü-sünün yere gelen kısmı, dizleri ve
uyluklarının dipleri gibi. E n e s (Radıyallâhü anh) : "Ben O'nun
devesinin sefinelerinin yanıbaşmda idim" demekle O'nun çok yakmmda idim ve
O'nun ne zaman ihrama girip Lebbeyke duasını okuduğunu gördüm, demek ister.
Tekmile'de beyân
edildiğine göre Resûl-i Ekrem (Aleyhi's-aslâtü ve's-selâm) Veda hacc'ına
gittiği zaman Zü'1-Huleyfe mescidini henüz yaptırmamıştı. Bu itibarla mescidin
yamnda denilirken mescidin yapıldığı yer kasdedilmiştir. Eş-Şecere, bu mescidin
yakınında bulunan bir ağaçtır.
Müellifimizin rivayet
ettiği bu iki hadîse göre Resûl-i Ekrem (Aleyhi's-salâtü ve's-selâm) Veda
hacc'ına gittiği zaman M e d î -ne-i Münevvere halkının mîkatı olan
Zü'1-Huleyfe'-de ve burada yapılan mescidin yanındaki ağacın bulunduğu yerde
devesine binip devesi doğrulunca yüksek sesle Lebbeyke duasını okumuş ve
böylece ihrama girmiştir. Ebû Dâvûd, Tirmizî ve N e s â i' nin rivayet
ettikleri tbn-i Abbâs (Radıyallâhü anh)'m bir hadîsine göre Resûl-i Ekrem
(Aleyhi's-salâtü ve's-selâm) Z ü ' 1 - H u 1 e y f e' de iki rekâat namaz
kıldıktan sonra oturduğu yerde yüksek sesle Lebbeyke duasını okumuş, yâni ihrama
girmiştir. Diğer bâzı rivayetlere göre Resûl-i Ekrem (Aleyhi's-salâtü
ve's-selâm) Zü'l-Hul ey f e'den Mekke'ye hareket edip "Beydâ"
denilen ve Z ü' 1 - H u 1 e y f e' ye çok yakın olan semtin yüksek yerine
varınca yüksek sesle Lebbeyke duasını okumuştur.
Bu rivayetlerin
zahirine göre bir ihtilâf var ise de Ebû D â -vûd, Ahmed, Hâkim ve Beyhakî'nin
Said bin C ü b e y r yoluyla rivayet ettikleri İbn-i Abbâs (Radıyallâhü anh)'m
bir hadisi bu ihtilâfın görünüşte var ise de aslında bulunmadığına delâlet
eder. Şöyle ki: Saîd bin Cübeyr, t b n-i
Ab b â s'a:
Resûl-i Ekrem
(Sallallahü Aleyhi ve Sellem) 'in ihlâl'i, yâni Lebbeyke duasını okuyup ihrama
girmesi zamanı hakkında sahâbilerin ihtilâfına
şaşıyorum, demiş. İbn-i Abbâs (Radıyallâhü
anhümâ) da ona şöyle demiştir:
Resûlullah (Sallallahü
Aleyhi ve Sellem) Zü'1-Huleyfe mescidinde (yâni mescidin yapıldığı yerde) iki
rekâat namaz kıldıktan sonra oturduğu yerde Lebbeyke duasını yüksek sesle
okuyup ihrama girmiş. Sahâbîlerin bir kısmı O'nun Lebbeyke sesini işitmiş.
Sonra Resûl-i Ekrem (Sallallahü Aleyhi ve Sellem), devesine binip devesi doğrulunca
da yüksek sesle Lebbeyke duasını okumuş ve sahâbîlerin bir kısmı O'nun bu
sesini işitmiş olduğu için bunu rivayet etmiştir. Çünkü o yolculukta cemaat
dalgalar hâlinde geliyorlardı. Resûl-i Ekrem (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)
Beydâ'nın yüksek yerine çıkınca orada da yüksek sesle Lebbeyke duasını okumuş
ve sahâbîlerin bir kısmı oradaki sesi işittiği için bunu rivayet etmiştir.
Herkes duyduğunu rivayet etmiştir. Allah'a yemin ederim ki O, namaz kıldığı
yerde yüksek sesle Lebbeyke duasını okumuş, devesine binip devesi doğrulunca
da yüksek sesle Lebbeyke duasını okumuş ve Beydâ'nın yüksek yerine çıkınca da
yüksek sesle Lebbeyke duasını okumuştur. Saîd bin Cübeyr demiş ki:
Abdullah bin Abbâs'ın
kavlini tutanlar (inikatta) iki rekâat namaz kıldıktan sonra oturdukları yerde
ihrama girerler."
Nevevi, Ibn-i Ömer
(Radıyallâhü anh) 'in hadîsinin izahı bölümünde: Bu rivayetlerin hepsinin ifâde
ettikleri mânâ arasında bir ihtilâf yoktur. Fıkıhçılar bu rivayetlerin
herhangi birisiyle amel etmenin câizliği hususunda ittifak halindedirler.
Ancak ef-dal olanın hangisi olduğu noktasmda ihtilâf etmişlerdir. Mâlik, Şafii
ve cumhur bu hadîsi delil göstererek demişler ki: Efdal olanı, kişinin mîkattan
ayrılacağı zaman binek hayvanının hareket ettiği anda Lebbeyke duasını okuyup
ihrama girmesidir, demiştir.
Hanefiler, Hanbeliler
ve İshâk ile Şafii-1 e r' in bir kısmı yukarıya mealini aldığım îbn-i Abbâs'in
hadisini delil göstererek: En faziletlisi iki rekâat ihram namazım kıldıktan
sonra Lebbeyke duasını okuyup ihrama girmek ve sonra mî-kat yerinden hareket
etmek üzere araca binmektir, demişlerdir.
E n e s (Radıyallâhü
anh) 'in hadisine göre Resûl-i Ekrem (Aley-hi*s-salâtü ve's-selâm)'in Veda
hacc'ına gittiğinde Zü'1-Huleyf e
ağacının yanında ihrama girerken hac ve umre'ye birlikte niyet etmiştir. Yâni
Hacc'i Kıran ismi verilen şekilde niyet edip ihrama girmiştir. Diğer bâzı
rivayetler de böyledir. Fakat başkaca rivayetler de vardır. Bir kısım
rivayetlere göre Resûl-i Ekrem (Aleyhi's-salâtü ve's-selâm) Hacc'ı İfrâd'a
niyet etmiştir. Yâni Veda hacc'ına gittiğinde yalnız hacc'a niyet etmiştir. Bu
konu bu kitabın 37 ve mü-teâkib bâblannda tekrar gelecektir. Orada değişik
rivayetler mevcuttur. Gerekli bilgi inşâallah orada verilecektir.
[47]
2918) (Abdullah) bin Ömer (Radıyallâhü anhiimâydan; Şöyle
demiştir :
Ben telbiye'yi
Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'lin mübarek ağzın)dan aldım
(belledim), O şöyle buyuruyordu:
Lebbeyk Allah ü m m e
Lebbeyk, Lebbeyk la şerik'e leke Lebbeyk, InneU-Hamde ve'n-ni'mete leke
ve'1-mülk. La şerike lek.
(îbn-i Ömer'in râvîsi)
Nâfi demiş ki: İbn-i Ömer (Radıyallâhü anhümâ), Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve
Sellemî'in telbiyesine şunu ekliyordu:
Lebbeyke, Lebbeyke,
Lebbeyke ve sa'deyke ve'I-hayru fi yedeyke Lebbeyke VeY-rağbâu ileyke
ve'I-amel."
[48]
Bu hadisi Kütüb-i
Sitte sâhibleri, Şafii, Beyhaki ve D â r i m I
rivayet etmişlerdir.
Telbiye: Lebbeyke
demek mânâsında kullanılır. Hac veya um-re'ye niyetlenen kimse ihrama girdiği
zaman ve daha sonra hac veya umre'nin bir takım vecîbelerini tamamlayıncaya
kadar Lebbeyke zikrini okur. Bu hadîste İbn-i Ömer (Radıyallâhü anh). Resûl-i
Ekrem (Aleyhi's-salâtü ve's-selâm)'in telbiye şeklini, yâni O'nun okuduğu
Lebbeyke zikrinin tam metnini O'ndan öğrendiğini ifâde edip bu zikrin tamamını
rivayet etmiştir. îbn-i Ömer (Radıyallâhü anh)'in râvisi Nâfi de İbn-i Ömer'in
bu zikre eklediği ilâveyi rivayet etmiştir.
Lebbeyke sözü çeşitli
şekillerde mânâlandınlarak açıklanmıştır. En meşhur ve açık olan mânâ şudur:
"Ben senin dâvetine defalarca icabet ederim." İkinci bir mânâ
şöyledir: "Ben sana her zaman itaat etmeye hazırım, emrine amadeyim."
Resûl-i Ekrem
(Aleyhi's-salâtü ve's-selâm)'in telbiyesinde, Lebbeyke sözü dört defa
tekrarlanmıştır. O'nun telbiyesinin meali şöyledir:
"Ben senin
dâvetine defalarca icabet ederim Allahım, emrine amadeyim, sana her zaman itaat
etmeye hazırım, (Yâ Rab) Senin şerîk'in (ortağın) yoktur, her emrini ifâya
hazırım. Şüphesiz hamd senindir, nimet senindir ve mülk (saltanat ve
hükümranlık) senindir. (Bunların hiç birisinde) senin ortağın (ve eşin)
yoktur."
İbn-i Ömer
(Radıyallâhü anh) 'in buna yaptığı ilâvede bulunan "Sa'deyke" sözü
de müteaddid şekillerde açıklanmıştır. Bunlardan birisi şudur: "Yardımını
benden hiç esirgeme dâima bana yardımcı ol Allahım." Diğer bir mânâ şudur:
"Sana itaat ve dâvetine İcabet etmekle dâima mutlu olurum Allahım."
Rağbâ ise dilek ve
taleb manasınadır.
îbn-i Ömer
(Radıyallâhü anh) 'm buna yaptığı ilâvede bu-şöyledir:
"Allahım! Senin
davetine tekrar tekrar icabet ederim, emrine amadeyim, her emrini yerine
getirmeye hazırım. Allah'ım! Yardımini
benden hiç esirgeme, sana itaat etmekle dâima mutlu olurum. Her türlü hayır
senin (kudret) ellerindedir. (Rabbim!) Senin her dâvetine icabet etmek benim
borcumdur. Her türlü dilek ve istek (ancak) sanadır (rahmet kapma arz edilir),
amel de (senin rızan içindir ve muvaffakiyet vermenle olur.)"
Telbiye, yâni lebbeyke
zikrinin yukanya alınan tercemesinden de anlaşılacağı üzere telbiye'de Aüch'ın
dâvetine icabet edilmekten söz ediliyor. Demek ki, Allah kullarını Ka'be-i
Muazzama'-yı ziyaret etmeye, hac ibâdetini ifâ etmeye çağırmış ki hacc'a giden
mü'min ettiği telbiyede "Allahım! Senin dâvetine defalarca icabet
ederim..." der. Evet hacc'a Allah Teâlânm çağrısı olmuştur ve bu çağrı î b
r â h i m Peygamber vasıtasıyla vuku bulmuştur. Şöyle ki: Tekmile yazarının
beyânına göre îbn-i Cerir, Ahmed bin Müni ve îbn-i Ebi Hâtem'in yaptıkları bir
rivayete göre, Abdullah bin Abbâs (Radıyallâhü anhü-mâ) şöyle demiştir:
İbrahim (Aleyhisselâm)
Ka'be'nin inşaatını tamamlayınca Allah tarafından kendisine; UXL ^IİJ! j jjîj =
"Ve (Yâ İbrahim!) insanları hac etmeye çağır" diye emir verildi.
ibrahim: Rabbim benim
sesim erişmez ki, dedi. Cenabı Allah, Yâ İbrahim sen çağır» eriştirmek bana
aittir, buyurdu. Bunun üzerine İbrahim Peygamber (Aleyhisselâm) :
Ey insanlar! Beyt-i
Atîk'i (yâni Ka'be-i Muazzama'yı) hac Cziyâ-ret) etmek size farz kılındı. Bu
nedenle hac ediniz, diye çağırdı. İbrahim'in sesini gök ile yer arasındakiler
işittiler. Görmüyor musunuz? Yer küresinin en uzak bölgesinden insanlar
gelerek lebbeyke duasını okurlar (ve Ka'be'yi tavaf ederler)."
Yine İbn-i Ebî Hâtem
ile Ahmed bin Müni'in Ibn-i Abbâs (Radıyallâhü anhümâ) 'dan ettikleri bir
rivayete göre, îbn-i Abbâs
(Radıyallâhü anhümâ) :
İbrahim Peygamber'in
bu çağrışma erkeklerin bellerinde ve kadınların rahimlerinde bulunanlar da
Lebbeyke diyerek icabet ettiler. İlk icabet edenler de Yemenlilerdir.
İbrahim'in çağrıda bulunduğu günden kıyamet kopuncaya kadar yalnız İbrahim'in
çağrışma o gün Lebbeyke demekle cevab verenler hacc'a giderler. O gün İbrahim'e
cevab vermeyenlerden hacca giden olamaz."
[49]
Telbiyenin hükmü
hususunda âlimler arasında ihtilaf vardır. Şöyle ki:
1. Hanefîler'e
göre Telbiye, ihrama girmenin şartların-dandır, Lebbeyke zikri
okunmaksızın ihrama girmek sahih değildir. Ancak şu var ki telbiye yerine her
hangi bir hamd, tekbir, zikir tes-bîh de yapılabilir. Telbiye veya zikir ve teşbihin dille okunması
şarttır. Bir kimse ihrama girerken
bunu yalnız kalbinden geçirirse olmaz. Lübâbül-Menâsik'de böyle denilmiştir.
îhrâma girildiğinde Lebbeyke zikrini bir defa okumak farzdır. Birden fazla
okumak ve hâl ve hareketlerin değişikliğinde bir yere girerken, çıkarken,
otururken, kalkarken, başkalarıyla karşılaşırken, bunu tekrarlamak sünnettir.
Her sabah ve her akşam, bunu sık sık okumak müstehabtır. Hülâsa bol bol
tekrarlanmalıdır.
2. M â 1 i k' in
meşhur kavline göre Telbiye vâcibtir, terk edilmesi ceza kurbanını
gerektirir. Ebû Hanife' nin
de böyle bir kavlinin bulunduğunu
H a 11 â b i nakletmiştir.
El-Mâverdî de bu görüşü bâzı Ş â f i î
1 e r' den nakletmiştir.
3. Şafiî ve Ahmed'e
göre telbiye sünnettir. Mâlik'
den de böyle bir görüş rivayet
edilmiştir. Bunlar, Peygamber
(Aleyhi's-salâtü ve's-selâm)'in sırf telbiye etmiş olması bunun
vâcibliğini gerektirmez, demişlerdir. Fakat Peygamber (Aleyhi's-salâtü ve's-selâm)'in telbiye'yi
emrettiği, Ahmed ve
îbn-i Hibbân'ın rivayet
ettikleri Ümmü Seleme' nin
bir hadîsinden anlaşılmaktadır. Bu itibarla Telbiye'nin vâcibliğine hükmetmek
bâzı hadîs şârihlerince daha uygun görülmektedir.
Bu hadîste îbn-i Ömer
(Radıyallâhü anh) 'in Peygamber (Aleyhi's-salâtü ve's-selâm) 'in telbiyesine
ilâvede bulunduğu N â f i tarafından beyân edilmiştir. Lebbeyke zikrine ilâve
yapılabilir mi?
Tekmile yazan bu
hususta da şu bilgiyi verir:
1. Ebû Hanife, Muhammed bin el-Hasan, E v z â I ve Ahmed'e göre bir ilâve yapmakta beis yoktur. Şafii mezhebinin meşhur kavli de böyledir. Çünkü Ömer bin e 1 - H a 11 â b , oğlu Abdullah ve İbn-i Mes'ûd gibi sahâbiler, Resûl-i Ekrem (Aleyhi's-salâtü ve's-selâm) tarafından buyurulmuş olan Telbiye'ye ek ve ilâveler yapmışlardır.
2. Mâlik ve Ebü Yûsuf'a göre ise Peygamber (Aleyhi's-salâtü ve's-selâm)'in teîbiyesine ilâvede bulunmak mekruhtur. Şafii' nin de böyle bir kavli vardır.
2919) Câbir (bin Abdillah) (Radıyallâhü anhümâyâan; Şöyle demiştir :
Resûhıllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'in telbiyesi şöyle idi:
Lebbeyk Allahümme Lebbeyk Lebbeyk Lâ şerike leke Lebbeyk. İnne'l-hamde ve'n-ni'mete leke ve'1-mülk. Lâ Şerike Iek."
2920) Ebû Hüreyre (Radtyallâkü anhyden rivayet edildiğine göre:
Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem), telbiyesinde şöyle (de) demiştir:
Lebbeyk İlâhe'l-hakki
Lebbeyk = Senin dâvetine icabet ediyorum,
(Ey) hakkın ilâh'ı! Senin emrini yerine getirmeye hazırım."
[50]
Câbir (Radıyallâhü anh) 'in hadîsini Ebû.Dâvûd, Ahmed ve Beyhaki de rivayet etmişlerdir. Onların rivayetlerinde şu ilâve vardır:
"Câbir (Radıyallâhü anhümâ) demiş ki . Cemâat, "Zel-maâ-ric = Ey göklerin sahibi!" sözünü ve benzeri sözleri (Resûlullah (Sal-îallahü Aleyhi ve Sellem) 'in teîbiyesine) ilâve ediyorlardı ve Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) (onların sesini) işitiyordu da onlara bir şey söylemiyordu (yâni mâni olmuyordu)."
Bu hadîste anılan Lebbeyke duası bir öncoki hadîste geçenin ay-nisidir. Meali orada geçti.
Ebû Dâvûd ile diğerlerinin rivayetlerinde bulunan ilâve. Peygamber (Aleyhi's-salâtü ve's-selâm)'in teîbiyesine ilâvede bulunmanın câizliğine delâlet eder. Bu husustaki ilmî görüşleri yukarıdaki hadisin izahı bölümünde verdim.
Ebü Hüreyre (Radıyallâhü anh)'m hadîsini N e s â i ve Ahmed de rivayet etmişlerdir. Resûl-i Ekrem (Aleyhi's-salâtü ve's-selâm) 'in telbiyesinde, hadîste anılan cümlelerin de bazen bulunduğuna delâlet eder. Bu hadîste geçen "Hak" kelimesiyle îslâm dini mânâsı kasdedilmiş olabilir.
2921) Sehl bin Sa'd es-Sâidî (Radıyallâhü anhümâ)'dan rivayet edildiğine göre; Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) §Öyle buyurmuştur :
Herhangi bir mülebbi (lebbeyk zikrini okuyucu) lebbeyke zikrini okuduğu zaman onun sağında ve solunda bulunan taş, ağaç ve
"O kerpiç de lebbeyke zikrini eder. (Resûl-i Ekrem (Sallallahü Aleyhi ve Sellemî doğuya ve batıya işaret ederek) Yer küresi şuradan ve şuradan bitinceye kadar (bulunan bu maddeler lebbeyke zikrini ederler)." [51]
Bu hadisi Tirmizi, Beyhaki, Hâkim ve îbn-i Huzeyme de rivayet etmişlerdir. Hadîs, Lebbeyke zikrinin faziletini beyân eder. Hadîsten kasdedilen mânâ şöyledir: Hac veya umre eden müslüman kişi lebbeyke zikrini ettiği zaman onun sağ ve sol tarafında yer küresinin son noktasına kadar olan bölgede bulunan taşlar, ağaçlar ve kerpiçler de lebbeyke zikrini ederler. 1 s r â sûresinin 44. âyetinde Allah Teâlâ;
"Yedi gök, yer ve bunlarda bulunanlar, O'nu teşbih ederler. O'nu hamd ile teşbih etmeyen hiç bir şey yoktur. Fakat siz onların teşbihlerini anlamazsınız. Şüphesiz O, Halîm'dir, Ğafûr*dur." buyuruyor. Bu âyet de taş, ağaç ve toprak gibi cisimlerin de Allah'ı zikir ve teşbih ettiklerine delâlet eder ve bu hadisi teyid eder. [52]
2922) Hallâd bin es-Sâib'in babası (es-Sâib bin Hallâd el-Ensârî)
(RadıyaMhü anhümâyâan rivayet edildiğine göre; Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) şöyle buyurmuştur :
Cebrail (Aleyhisselâm) bana gelerek, ashabımın lebbeyke duasını yüksek sesle okumalarını onlara emretmemi bana emretti."
2923) Zeyd bin Hâîid el-Cühenî (Radtyaüâhü anhyden rivayet edildiğine göre; Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) şöyle buyurdu, demiştir:
Cebrail (Aleyhisselâm) bana gelerek:
Yâ Muhammedi Ashabına emret lebbeyke duasını yüksek sesle okusunlar. Çünkü telbiye (yâni lebbeyke duasını yüksek sesle okumak) hacc'm alâmetlerindendir, dedi."
2924) Ebû Bekr-i Sıddîk. (Radtyallâhü ö«*)'den rivayet edildiğine göre:
(Hacc'a âit) amellerin hangisinin efdal olduğu, Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) 'e soruldu. O, şöyle cevab verdi:
Lebbeyke duasını yüksek sesle okumak ve kurbanlıkların kanını akıtmak." [53]
Bu babın ilk hadîsini sünen sahihleri, Mâlik, Şafii, Ah-m e d, Dârimî, Hâkim, İbn-i Hibbân ve Bey-haki rivayet etmişlerdir.
Zeyd bin Hâîid (Radıyallâhü anh) 'in hadîsini İbn-i Huzeyme, İbn-i Hibbân, Hâkim ve Ahmed de rivayet etmişlerdir. Zevâid yazan bunu Zevâid nevinden saymadığına rağmen Kütübi Sitte'de rastlayamadım.
E b û Bekir (Radıyallâhü anh) 'm hadîsini T i r m i z i, İbn-i Huzeyme ve Dârimî de rivayet etmişlerdir.
Telbiye: Lebbeyke duasını yüksek sesle okumaktır. Yüksek sesle telbiye denilince, ifâde tarzında görülen mükerrerliğin önlenmesi için telbiye, lebbeyke duasını okumak mânâsına yorumlanır. Bu nevi mânâlandırmaya Arap dili edebiyatında Tecrîd ismi verilir. Çünkü meselâ Telbiye kelimesinin anlamı içinde düşünülen "yüksek ses" kavramı bu kelimenin mânâsının dışında tutuluyor ve bu kelime bu mânâdan tecrîd edilmiş oluyor.
İhlâl: Lebbeyke duasını yüksek sesle okumaktır. Burada bu duayı okumak mânâsında kullanılmıştır. Telbiye kelimesi gibidir.
Şiar: Alâmet manasınadır.
Acc ı Lebbeyke duasını yüksek sesle okumaktır.
Secc: Hacının kurbanlığı kesmesidir.
Bu hadisler, lebbeyke duasını yüksek sesle okumanın meşruluğuna ve müslümanlann bununla emrolunduğuna delâlet eder. Çünkü ilk iki hadîsten; Resûl-i Ekrem (Aleyhi's-salâtü ve's-selâm) 'in sa-hâbîlerine anılan duayı yüksek sesle okumaları için emir vermesinin Cebrail tarafından verilen bir talimatla istendiği anlaşılıyor. Bu emir cumhura göre mendubluk içindir. Yâni lebbeyke duasını yüksek sesle okumak mendûbtur. Z â h i r i y y e mezhebine göre ise bu emir vâciblik içindir.
Hanefîler ve Şâfiilerde Cumhur gibi bu duanın yüksek sesle okunmasının mendubluğuna hükmetmişlerdir. Mâlik ise bu duanın alçak sesle okunmasının müstehablığına hükmetmiştir. O'na göre ne gizli, ne de yüksek sesle okunmamalı, mutedil bir ses tonu ile okunmalıdır.
Lebbeyke duasının yüksek sesle okunmasının meşruluğu hükmü erkeklere mahsustur. Kadınlara gelince, bunlar seslerini yükselte-mezler. Sâdece kendilerinin işitebilecekleri ve başkasının işitemeye-ceği bir ses tonu ile okumalıdırlar. Hattâ Ayni' nin beyânına göre bu hususta icmâ vardır. Şayet kadın yüksek sesle okursa, mekruh bir şey işlemiş olur. Yâni haram işlemiş sayılmaz. Çünkü kadının sesi avret sayılmaz. Sahîh görüş budur;
Konu hakkında geniş bilgi için hadîs kitablarımn şerhlerine baş vurulmalıdır.
E b û Bekir (Ruchyallâhü anh)'in hadîsindeki soru şekli T i r m i z i' de; şeklindedir. Yâni sorulan soru ile hac-
cın rükünlerinden sonra hangi amel ve işinin sevabının daha fazla olduğu sorulmuştur. İslâmiyet'teki bütün hayırların ve amellerin en faziletlisinin hangisi olduğu veya haccın rükünleri dâhil, hacının hac esnasında işlediği hizmetlerin hangisinin daha sevab olduğu sorulmamıştır. Çünkü, sevabça daha önemli bir çok ibâdetler bulunduğu gibi hac ibâdetinin rükünlerinin sevabı, cevabta beyân buyurulan yüksek sesle lebbeyke duasını okumanın ve kurban kesmenin sevabından şüphesiz fazladır. Bu durumu dikkate alarak terceme ettim. [54]
Bir Hâl Tercemesi
Bu babın ilk hadisinin râvisl es-Sâib bin Hallâd bin Süveyd bin Salebe bin Amr el-Hazreci Ebû Sehle (R.A.). sahâbldir. Beş aded hadisi var. Hâvileri oğlu Hallâd ve Salih bin Hayvân'dır. Sünen sâhibleri onun hadfelerini rivayet etmişlerdir. Hicretin 70. yılı vefat etmiştir. (Hülâsa: 132>
İkinci hadisin râvisi Zeyd bin Hâlid el-Cühenl (R.A.)'m hâl tercemesi 945. hadis bölümünde geçmiştir.
2925) Câbir bin Abdillah (Radtyallâhü anhümâ)'d&n rivayet edildiğine göre; Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) şöyle buyurdu, demiştir:
Allah rızâsı için gününü akşama kadar güneş altında geçiren hiç bir muhrim (hac veya umre ihramında bulunan kimse) yoktur ki günahları güneşle beraber batmasın (bağışlanmasın) ve annesinin kendisini doğurduğu (günkü günahsız) hâle dönüşmesin."
Not: Zevâid'de şöyle denilmiştir : Râvilerden Âsim bin UbeydiIIah ve Âsim bin Ömer bin Hafs zayıf oldukları için bu sened zayıftır. [55]
Zevâid nevinden olan bu hadisin senedinin zayıflığı notta belirtildi, îhrâmda bulunan kimsenin Allah katında sevab ve ecir kazanmak niyetiyle güneş altında durmasının, yâni gölgelenmemesinin sevab olduğu bu hadîste belirtiliyor. Bunun zahirine göre gölgelenmek ihramda bulunan kimse için mekruhtur. Bu hadîsi Beyhaki de rivayet etmiştir.
Müslim, Ebû Dâvûd, Nesâi, Ahmed ve Beyhaki' nin rivayet ettikleri bir hadîste; Ümmü Husayn (Radıyallâhü anhâ) şöyle demiştir:
"Biz Resûlullah (Sallailahü Aleyhi ve Sellem) ile beraber Veda haccım eda ettik. Ben (bu esnada) Üsâme (bin Zeyd) ile Bilâl (Radıyallâhü anhümâ)'yı gördüm. Bunlardan birisi Peygamber (Sallal-lâhü Aleyhi ve Sellem)'in devesinin yularından tutup çekiyordu. Diğeri de O'nu güneşin sıcağından korumak (gölgelemek) için elbisesini havaya kaldırıp böylece tutmuştu. Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) Akabe cemresine taş atıncaya kadar bu durum böyle devam etti."
Bilindiği gibi ihramda olan erkeğin başını açık tutması mecburiyeti vardır. Ancak başına değmemek şartıyla şemsiye gibi bir şeyle gölgelenmesi hükmü hususunda ihtilâf vardır. Ümmü Husayn (Radıyallâhü anhâ) 'nın yukarıda meali sunulan hadisine göre şemsiye gibi bir şeyle gölgelenmek caizdir. İhramda olan kişi ister bir yerde dururken ister seyir hâlinde iken fark yoktur. Keza yaya yürümek ile bir araca binerek gitmek arasında bir fark yoktur. Tekmile yazarının beyânına göre âlimlerin cumhurunun görüşü böyledir. Hanefîler ile Şâfiiler de bu görüştedir.
İbn-i Ömer, Mâlik ve Ahmed' den yapılan bir rivayete göre ihramda olan kimsenin binici olarak yürüdüğü zaman güneşten korunmak üzere bir şeyle gölgelenmesi mekruhtur. Mâ-1 i k' e göre bir yerde konaklamış iken de muhrim'in sabit olmayan bir şeyle, yâni şemsiye gibi bir şeyle gölgelenmesi mekruhtur.
Muhrim, yâni ihramda olan kimsenin sabit bir cismin gölgesinde gölgelenmesi ise âlimlerin ittifakıyla caizdir. Meselâ ev ağaç, çadır, oto ve benzeri eşyalar.
Cumhur, Ümmü Husayn (Radıyallâhü anhâ)'nın hadisine dayanmıştır. Mâlik ve Ahmed ise bu babın hadisi ile benzeri hadîsleri delil göstermişlerdir. Kuvvetli görüş ise cumhurun görüşüdür. [56]
2926) Âişe (RadıyaUâhu anhâ)'(\an rivayet edildiğine Rîîrc şüyle demiştir :
Ben, Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve SellemJ'i ihrama girmeden önce ihramı için ve ifâda (ziyaret) tavafı etmeden önce ihramdan çıkması için güzel koku ile kokuladim.
(Râvi) Süfyân (kendi rivayetinde, Âişe'nin şu sözünü de ilâve ederek) : "Bu iki elimle1' demiştir. (Yâni Âişe: Bu ellerimle Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'i kokuladım, demiştir.)."
2927) Âişe (Radıyallâhü anhâydan; Şöyle demiştir:
Resûlullah (Sallallahâ Aleyhi ve Sellem) lebbeyk duasını okurken (mübarek) başında bulunan ıtrin (yâni sürülen güzel kokunun) panldaması hâlâ gözümün önündedir."
2928) Âişe (Radtyallâhü anhâyâan; Şöyle demiştir:
Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) ihrama girdikten üç gün sonra ve ihramda iken (mübarek) başında ıtrin panldamasını sanki hâlâ görüyorum." [57]
Âişe (Radıyallâhü anhâ) 'nın ilk hadîsi Kütüb-i Sitte'nin hepsinde rivayet edilmiştir. Ayrıca Mâlik ve B e y h a k i de rivayet etmişlerdir. Müellifimiz bu hadisi Süfyân bin Uyey-ne ile el-Leys bin Sa'd yoluyla rivayet etmiştir. S ü fy â n'ın rivayetinde A i ş e (Radıyallâhü anhâ)'nın;
"Bu iki elimle..." ilâvesi vardır. Bu ilâve Resûl-i Ekrem (Aleyhi's-sa-lâtü ve's-selâm) 'i anılan iki vakitte kokuladığını pekiştirmek içindir. Yâni Âişe: Ben bu kokulama işini kendi ellerimle şüphesiz yaptım, demek istemiştir.
Âişe (Radıyallâhü anhâ) 'nın ikinci hadisinin benzerini Bu-hâri, Müslim, Ebû Dâvûd ve Nesâî de rivayet etmişlerdir. O'nun son hadîsi ise N e s â i tarafından da rivayet edilmiştir.
Âişe (Radıyallâhü anhâ)'nın ilk hadîsi ile kasdettiği mânâ şöyledir: Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) ihrama girmek istediği zaman, henüz ihrama girmemiş iken, ben O'nun mübarek vücûdunu ve elbisesini güzel kokularla kokulardım. Keza, hac ibâdetini tamamlayacağı zaman, henüz ifâda tavafı etmemiş iken yine O'nu güzel kokularla kokulardım. Tavafın çeşitleri vardır. Bunlar tavaf bölümünde inşâallah anlatılacaktır. Burada sâdece şunu belirtmekle yetmeyim: Tavafın çeşitlerinden birisi de İfâda tavafıdır. Buna Ziyaret tavafı da denilir. Bu tavaf hac ve umre'nin bir rüknüdür. Hacı bayramın birinci günü Minâ'da Akaba cemresine taş atıp, saçını traş ettiği zaman ve bâzı hallerde, bâzı âlimlerin görüşlerine göre kurban da kestikten sonra ihramdan çıkmış sayılır. Yâni farz olan ziyaret tavafı etmeden önce, elbise giyebilir, güzel koku sürünebilir, tırnaklarını kesebilir. Yalnız karısıyla birleşemez. Hacı M i n a' dan M e k k e' ye gelip K a' b e * yi tavaf edince eşiyle birleşmesi de helâl olur ve böylece haccını tamamlamış olur. [58]
1. İhrama girmeden Önce güzel koku kullanmak meşrudur.
2. Hacı, bayramın birinci günü Akabe cemresine taş atıp, gerekiyorsa kurban kestikten ve saçlarını traş ettikten sonra, henüz ifâda tavafı etmemiş iken güzel koku sürünebilir ve sürünmesi meşrudur. Bu iki halde de güzel koku kullanmak müstehabtır.
 i ş e (Radıyallâhü anhâ) 'nın bundan sonraki hadîsleride bu hükümlere delalet eder. Ayrıca şu hükmü de ifâde eder: Hacı, ihrama gireceği zaman kokusu ve rengi kalıcı olan koku nevilerini de kullanabilir. Âlimler bu hususta ihtilâf etmişlerdir. El-Menhel yazan bu ihtilâfı ayrıntıları ve dayanaklanyla beraber anlatmaktadır. Biz sâdece değişik görüşleri ve bu görüşe sâhib olan âlimleri beyân etmekle yetineceğiz:
1. Cumhura göre ihrama girmek isteyen kimsenin ihrama girmeden Önce misk, gül yağı gibi güzel koku ile kokulanması müstehabtır. Sürülen kokunun eserinin ihrama girildikten sonra kalıcı olmasında bir sakınca yoktur. Şu halde sürülen maddenin renginin ve kokusunun kalıcı olması bir zarar vermez. Ebû Hanife, Ebû Yûsuf, Züfer, Şafiî, Ahmed, İshâk, Sevrî ve E v z â i bu görüşte olan âlimlerdendir. Âişe. Sa'd bin Ebi Vakkâs, îbn-i Abbâs, Berâ bin Âzib, Enes bin Mâlik, Ebû Zer, Hüseyin bin Alî, İbnü'l-Hanefiyye, îbn-i Zübeyr, Ebû Said-i Hudrî, Ömer bin Abdilaziz, el-Esved, el-Ka-sım. Salim Hişâm bin Urve Hârice bin Zeyd ve Ibn-i Cüreyc (Radıyallâhü anhümVün de böyle hükmettikleri rivayet olunmuştur.
2. Atâ, Said bin Cübeyr, İbn-i Şirin, Ha-san-ı Basri ve Zührî'ye göre cismi veya kokusu ihramdan sonra kalıcı olan güzel kokulan ihrama girileceği zaman kullanmak haramdır. Ömer, Osman ve İbn-i Ömer (Ra-dıyallâhü anhüm) de böyle hükmetmişlerdir. Bu görüşe göre, ihrama girecek olan bir kimsenin cismi ve kokusu kalıcı olmayan, yâni sürüldükten hemen sonra eseri kalmayan güzel kokular ile kokulanması meşrudur, kalıcı olan ile kokulanması ise gayr-i meşrudur.
3. Mâli ki ler'e göre ihramdan önce güzel bir koku ile kokulanan kimsenin kullandığı kokunun cismi, ihramdan sonra kalırsa böyle bir koku ile kokulanmak haramdır ve bunu kullanan ih-râmhnın fidye vermesi vâcibtir. Şayet sürülen kokunun cismi ihrâmdan sonra kalmayıp da sâdece rengi kalırsa böyle bir kokuyu kullanan ihrâmlıya fidye ödemesinin vâcib olup olmadığı hususunda ihtilâf vardır. Bir kavle göre fidye ödemesi gereklidir. Diğer bir kavle göre gerekli değildir. Eğer kullanılan maddenin yalnız kokusu kalıcı ise ve ihrâmh bu durumu biliyor ise bu koku giderilmeden ihrama girmek mekruhtur. Fakat fidye ödemeye gerek yoktur.
Âişe (Radıyallâhü anhâ) 'nın bu bâbta rivayet olunan ikinci ve üçüncü hadîsi birinci grubun, yâni cumhurun görüşünü teyid eder, mâhiyettedir. Çünkü Âişe (Radıyallâhü anhâ), Resûl-i Ekrem (Aleyhi's-salâtü ve's-selâm) 'in ihrama girmeden önce kullandığı güzel kokunun O'nun mübarek başında, ihramdan sonra da parıldadığını ve bu durumu gördüğünü beyân etmiştir. Hattâ son hadîste;
uJ ilâvesi vardır. Yâni parıldama O'nun ihrama girmesinden
üç gün bonra görülmüştür.
Bu hadîslerde geçen "Vebis" parıldama demektir. Mefarık! Mef-nk'ın çoğuludur. Mefnk, başm saçlarının aynldığı yer manasınadır. [59]
2929) Abdullah bin Ömer (Radtyallâhü anhümâ)'dan rivayet edildiğine göre bir adam, Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Scllem)Je :
İhramda olan kimse elbiselerden ne giyebilir? diye sordu. Bunun üzerine Re sulu İlah (Salîallahü Aleyhi ve Sellem) şöyle buyurdu :
Ne gömlekler, ne sarıklar, ne donlar, ne burnuslar ne mestler giyer. Ancak na'leyn bulamadığı zaman mestler giysin ve (mest giyeceği zaman) bunları topuklarının aşağısına kadar kessin. Ve (siz ihramda iken) za'feran veya vers (bitkisi) ile boyanmış (veya kokulanmış) hiç bir elbise giymeyiniz."
2930) Abdullah bin Ömer (Radıyallâhü ankümây&?u\\ Şöyle demiştir:
Resûlullah (Salîallahü Aleyhi ve Sellem) ihramda olan kimsenin vers veya za'feran (bitkisi) ile boyanmış bir elbiseyi giymesini yasaklamıştır." [60]
îbn-i Ömer (Radıyallâhü anh) 'in ilk hadisini Buhâri, Müslim, Ebû Dâvüd, Nesâî, Şafiî, Dârekut-nî ve Beyhâki de rivayet etmişlerdir. Bâzı rivayetlerde ifâde veya cümle değişikliği var ise.de bunlar çıkarılan hükümler bakımından değişiklik meydana getirmediği için bu durumları belirtmeye gerek görmüyorum.
İbn-i Ömer (Radıyallâhü anh) 'in ikinci hadîsini Müslim de rivayet etmiştir.
Hadîslerden çıkarılan hükümleri beyân etmeden önce bâzı kelimeleri açıklayayım:
Kumus: Kamis'in çogöludur, gömlekler manasınadır. Amâîm: îmâme'nin çoğuludur, sarıklar manasınadır.
Serâvilât j Serâvil'in çoğuludur, donlar manasınadır.
Berânis t Burnus'un çoğuludur. Burnus, başı bedeninden olan ve ona bitişik elbise manasınadır. Kavuk mânasına da gelir. Burada başı örten şey mânâsında kullanılmıştır.
Hıfâf: Huff'un çoğuludur, mestler manasınadır. Bilindiği gibi mest, ayağı topuk kemiklerinin yukarısına kadar örter.
Na'leyn: Ayakların topuk kemiklerinin aşağısını kısmen örten papuç, tokyo, terlik gibi bâzı ayakkabı çeşitlerine denilir.
Ka'beyn: Topuk kemikleri manasınadır. Muhammed bin el-Hasan bu kelimenin burada ayakkabı bağcıklarının hizasında kalan tarak kemiği mânâsında kullanıldığı yorumunu savunmuş ve bu kelimenin Arap dilinde bu mânâya geldiğini söylemiştir.
Za'feran; safran bitkisidir, boya işinde kullanılır.
Vers: Susam bitkisine benzeyen, sarı ve güzel kokulu bir bitki çeşitidir. Boya işinde kullanılır. Yemen tarafının en güzel kokularından sayılır. Za'feran veya vers bitkisiyle boyanan elbise güzel kokulu olduğu için kullanılması ihrâmlı kimseye yasaklanmıştır.
Muhrim: İhramda olan kimse demektir. İhram, hac için veya umre için yahut her ikisi için de olabilir. Bu bâbta rivayet edilen hadîsler ihramda olan kimsenin giyemeyeceği elbiseleri beyân etmiştir.
İhrâmlı kimsenin ne gibi elbise giyebileceğini soran zâtın ismine dâir bir bilgi edinilemediği, Tekmile sahibi tarafından belirtilmiştir. Bu sorunun ihrama girilmeden önce ve Mescid-i Nebevi'de sorulduğu, Nesâi ile Beyhaki'nin rivayetlerinde belirtilmiştir.
Hadiste anılan elbiseleri ve benzeri elbiseleri giymek erkekler için yasaktır. Bu hüküm onlara mahsustur. Kadınlar ihramda iken anılan elbiseleri giyebilirler. Bu hususta icmâ vardır. Ancak kadın ihramda iken yüzünü örtemez. Nitekim Buhârî, Ebû D â -vûd, Nesâi ve diğer bâzı hadisçilerin rivayetlerinde bu hadiste şu ilâve vardır:
da olan kadın yüzünü örtemez ve eldivenler giyemez.
Za'feran veya vers bitkisiyle boyanmış veya kokulanmış elbiseyi giyme yasağı ise kadınlara da şümullüdür. Bu yasaklama ile ilgili cümlede geçen "Mess" ifâdesi temas ve iyice dokunma manasınadır. Yâni bir elbiseye za'feran veya vers bitkisi iyice dokunmuş ise böyle bir elbiseyi giymek ihrâmh erkek veya kadın için yasaktır. Anılan bitkilerin iyice dokunması ve teması, boyama şeklinde olabildiği gibi kokulama şeklinde de olabilir. Bu itibarla bâzı ilim adamları bu ifâdeyi boyanma mânâsına, diğer bir kısmı kokulanma mânâsına yorumlamışlardır. Biz bu duruma parantez içi ifâde ile işaret etmek istedik.
İhrâmlı erkek ve kadın için güzel koku kullanmanın yasaklığı malumdur. Bu iki bitki ile boyanmış elbiselerden güzel koku duyulduğu için bunların giyilmesi yasaklanmıştır. [61]
1. Erkek ihramda iken gömlek, don, ceket, pantolon ve benzeri elbise giyemez. Bedenin tamamını veya bir kısmını örten hiç bir elbiseyi adet ve usûlüne uygun olarak giyemez. Eldivenler de elbiseler gibidir. Tekmile yazarının beyânına göre bu hüküm hususunda icmâ vardır. İhrama girecek veya ihramda olan bir kimse şayet gömlek, entari veya dondan başka bir şey bulamazsa ve bunlarla avret mahallini örtmeye mecbur kalırsa bunları bölerek birisini beline sarmak suretiyle peştemal gibi belden aşağısına örter. Diğer bir parçayı da omuzlarına atar.
2. İhramda olan erkek başını sarık, kasket, takke veya herhangi bir şeyle örtemez. Hattâ âdet olmayan bir biçimde bile örtemez. Meselâ başında bir bohça taşıması caiz değildir. Fakat elini başına koyması, güneşten veya yağmurdan korunmak maksadıyla şemsiye kullanması veya başını suyun içine sokması caizdir. Çünkü bu hareketler örf ve âdete göre başı örtmek nevinden sayılmaz.
3. Ayağa mest geçirmek, çorap, çizme ve topuklara kadar ayağı Örten başka isimli herhangi bir ayakkabı nevini giymek ihramda olan erkek için haramdır. Ayağın tamamını örtmeyen ayakkabıyı giymek ise caizdir. Meselâ, tokyo ve hacılarımızın giydikleri çeşitli, terlikler giyilebilir. Giyilecek ayakkabı topuk kemiklerini örterse, ba-
zi Alimlere göre ayakkabı bağcıklarının hizasına gelen tarak kemiğini örterse giyilmemesi gerekir.
Şâfiiler ile Hanbelîler'e göre ihramh erkeğin yüzünü örtmesi haram değildir. Keza ihramh'kadının yabancı erkeklerden saklanmak niyetiyle elini ve yüzünü örtmesi Hanefî-ler ile Şafii ler'e göre caizdir. Ancak yüze çekilen örtünün yüze dokunmaması, yüz ile bu örtü arasında bir arakğın bulunması şarttır. Hanbelîler'e göre kadının yüzünü ihtiyaç hâlinde örtmesi caizdir. Meselâ yakınından yabancı erkekler geçtiği zaman yüzünü örtebilir ve bu gibi hallerde yüzünü örttüğü zaman örtünün onun yüzüne dokunmasında bir sakınca yoktur. M â -1 i k i 1 e r' e göre kadın ilgi çekici derecede güzel olursa veya yabancı erkeğin ona baktığı muhakkak bilinirse kadın bu maksatla yüzünü ve ellerini örtebilir. Ancak örtü için de bir takım şartlar var. Bu konuda ayrıntılı bilgi için fıkıh kitablanna müracaat edilmeli-dir.
4. İhramh erkek ve kadının elbisesine veya bedenine güzel koku sürmesi haramdır. Vers veya za'feran bitkisiyle boyanmış bir elbiseyi giymeleride haramdır. Hadîsin zahirine göre bu nevi elbisede kokunun eseri kalmamış olsa bile hüküm aynidir. Mâlik böyle hükmetmiştir. Şafii: O elbiseye su serpildiği veya ıslandığı zaman güzel kokusu duyulacak derecede ise giyilemez, kullanılamaz, aksi takdirde kullanılabilir, demiştir.
Hanefîler'e göre bu nevi elbise güzel koku yayamayacak biçimde yıkanmış ise ihramlı kadının bunu giymesinde bir sakınca yoktur. İhramh erkek de giymemek şartıyla kullanabilir. Bu görüş, Nahaî, Sevrî, îshâk, Ahmed ve Ebû Sevr'den de nakledilmiştir. Kullanılıp kullanılmamasının dönüm noktası, ondaki kokunun gidip gitmemesidir. Elbisenin rengi solmuş olsa bile kokusu duyuluyor ise kullanılması yasaktır.
5. İhramh erkek yukarıda durumu anlatılan ayakkabı bulamadığı zaman mest giyebilir. Ancak bunu ayak topukları kemiklerinin aşağısına kadar kesmesi şarttır. Yâni mest giydiği zaman aşık kemikleri tamamen dışarda ve açık olacak. Bu nedenle mestin üst kısmını kesip atması gerekir. Hanefiler, Şafii, Mâlik ve Currthur böyle demişlerdir.
A t â ve meşhur kavline göre A h m e d: îhramh erkek zaruret hâlinde mest giyebilir ve giydiği zaman bunun topuk kemiklerinin aşağısına kadar olan kısmını kesmesine de gerek yoktur. Fidye vermesi de söz konusu değildir. îkrime ve Ali (Radi-yallâhü anh) 'den de bu görüş rivayet olunmuştur. Bu grubun delili îbn-i Abbâs (Radıyallâhü anh) 'in 2931 nolu hadîsidir. A h -m e d ve Ata o hadisi delil gösterdikleri gibi: Mestin üst kısmını kesmek bir malı telef etmektir. Bir malı bozup telef etmek ise Allah katında sevimli bir şey değildir, derler.
Hattâbi, Ahmed'e cevaben: Anılan vasıfta ayakkabı bulamayan kimsenin giyeceği mestin yukarı kısmını kesmesi bir malı kasden telef etmek yasağının şümulüne girmez. Çünkü bir maslahat ve yarar uğruna yapılan mâli zararlar malı telef etmek sayılamaz. Şer-i Şerif in emrine mutlak itaat ve uymak durumu vardır, der.
Cumhur, îbn-i Abbâs'in bu bâbtan sonraki bâbta rivayet edilen 2931. hadîsine şöyle cevab verir:
îbn-i Abbâs'm hadisi mutlaktır. İ b n- i Ömer (Radıyallâhü anh)'in hadîsi ise mesti giyebilmek için topuk kemiklerinin aşağısına kadar olan kısmı kesmek kaydı ile kayıtlanmıştır. Kayıtsız olan îbn-i Abbâs'm hadîsi kayıtlı olan îbn-i Ömer'in hadîsi gibi ve ona uygun biçimde yorumlanır. Ayrıca N e s â i' nin rivayetinde îbn-i Abbâs'ın hadîsinde de;"ve mestleri topuk kemiklerinin aşağısına kadar kessin" kaydı mevcuttur. [62]
2931) (Abdullah) bin Abbâs (Radtyallâhü anhumâ)'âan; Şöyle demiştir :
Ben, Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve SellemKi (Arafat'ta) hutbe okurken (râvi Hişâm dedi ki: "Minber üzerinde" hutbe okurken) dinledim. O, (hutbesinde) :
(Ihrâruhlardan) kim izâr (yâni belden aşağı sarılan peştemalim-si elbise) bulamazsa bir don giysin ve kim na'leyn bulamazsa mestler giysin, buyurdu.
Râvi Hişâm hadîsin baş kısmının kendi rivayetinde; "izâr bulamayan kimse bir don giysin. Don bulamaması hâil müstesna" şeklinde olduğunu söylemiştir."
2932) (Abdullah) bin Ömer (Radtyallâhü anhümâydan rivayet edildiğine göre; Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) şöyle buyurmuştur:
(Ihrâmlılardan) kim na'leyn bulamazsa mestler giysin ve mestleri topuk kemiklerinin aşağısına kadar kessin." [63]
îbn-i Abbâs (Radıyallâhü anh) 'in hadisini Buharı, Müslim ve Tirmizi de rivayet etmişlerdir. Müellifimiz bu hadisi iki şeyhinden rivayet etmiştir: Hişâm bin A m m â r ve Muhammed bin es-Sabbâh. Bu iki üstâd ayni hadîsi müellifimize rivayet etmişlerdir. Ancak şu iki husus yalnız H i ş â m' in rivayetinde bulunur: Peygamber (Aleyhi's-salâtü ve's-selâm)'in anılan hutbeyi minber üzerinde okuması ve izâr bulamayan kimselerin don giymeleri için verilen emrin don bulabilme hâline inhisar etmesidir. Yâni don bulamayan bir kimse, don giymekle mükellef değildir.
Bu hadîsin zahirine göre erkek ihrama gireceği zaman veya ihramda iken bedenin belden aşağı kısmına sarılan ve memleketimizde ihram ismi verilen peştemal bulamazsa don giyebilir. Tabii giyilecek donun göbek ile diz kapağı arasını örtebilecek uzunlukta olması gereklidir. Keza na'Ieyn bulamayan bir ihramlımn mest giymesinin câizliği bu hadîsin zahirinden çıkar. Yâni donu yırtıp peştemal hâline sokmaya ve mesti topuk kemiklerinin aşağısına kadar kesmeye gerek yoktur.
Bundan önceki bâbta belirttiğim gibi Ahmed bin Han-b e 1 ile A t â bu hadisin zahirini tutarak böyle hükmetmişlerdir. Bu görüş Ali bin Ebi Tâlib ile îkrime' den de rivayet edilmiştir. Bu görüşe göre peştemala benzeyen izârı bulamayan kimse uzunca don giyebilir. Keza na'Ieyn bulamayan kimse topuk kemiklerini örten mest giyebilir.
Buhâri ile Müslim'in rivayet ettikleri ikinci hadis, yâni îbn-i Ömer (Radıyallâhü anh) 'm 2932 nolu hadîsi ve 2929. hadis ise na'Ieyn bulamayan kimsenin giyeceği mestleri topuk kemiklerinin aşağısına kadar kesmesinin gerekliliğine delâlet ederler. Buna kıyasla izâr bulamayan kimsenin giyeceği donu yırtıp peştemal hâline sokması gereklidir.
Na'Ieyn bulamayınca ihrâmlının giyeceği mestlerin yukan kısmının kesilmesine dâir gerekli bilgi ve âlimlerin konuya ilişkin görüşleri bundan önceki bâbta verildiği için tekrarlamaya gerek yoktur. Ancak el-Hâf iz'ın el-Fetih*te Ibn-i Abbâs (Radıyallâhü anh)'in hadisinin izahı bölümünde verdiği bilgiyi özetlemekle yetineceğim:
Kurtubi: Ahmed bu hadîsin zahirini tutarak na'Ieyn ve izâr bulamayan ihrâmlının donu ve mesti olduğu gibi giymesinin câizliğine hükmetmiştir. Fakat cumhur, mestin kesilmesini ve donun yırtılmasını şart koşmuştur. Cumhura göre ihrâmlı erkek anılan durumda donu veya mesti olduğu gibi giyerse fidye vermesi gereklidir. Cumhurun delili İ b n-i Ömer (Radıyallâhü anh)"m hadîsin de bulunan; Oy"ve mestleri topuk kemiklerinin aşağısına kadar kessin" kaydıdır. Mutlak, yâni kayıtlı olmayan İ bn-i Abbâs (Radıyallâhü anh) in hadîsi, kayıtlı olan İbn-i Ömer (Radıyallâhü anh)'in hadîsi gibi yorumlanır. Don da mest'e kıyaslanır. Çünkü bunlar ihrâmlıya yasak olması bakımından eşittir. İbn-i Kudâme demiş ki en uygunu mestleri kesmektir Çünkü bu takdirde sahih olan İbn-i Ömer'in hadîsi ile amel edilmiş olur ve ona muhalefet etmekten sakınılmış olur, diye bilgi vermiştir.
El-Hâfız, Kurtubi' nin yukarıdaki sözlerini naklettikten sonra: İzâr bulamayan ihrâmlının donu yırtmadan olduğu gibi giymesinin câizliği Ş â f i i 1 e r' den ve başkaca çok âlimden nakledilmiştir. Bunlar da Ahmed gibi hükmetmişlerdir. Muhammed bin el-Hasan, î m â m ü'l-H a r e m e y n ve bir cemaata göre ise izâr bulamayan kimsenin donu yırtıp peştemal hâline sokması gereklidir. Ebû Hanîfe'ye göre ihrâmh kişi hiç bir surette don giyemez. Bu kavil Mâlik' den de rivayet olunmuştur. Galiba İbn-i Abbâs'ın hadisi M â 1 i k' e ulaşmamıştır. Çünkü el-Muvatta'da şöyle bir bilgi var: Bu hadîsin durumu Mâlik'e soruldu. Mâlik: Ben bu hadîsi işitmedim, diye cevab verdi.
Hanefîler1 den er-Râzi'ye göre izâr bulamayan ihrâmlı donu yırtmadan giyebilir. Fakat fidye vermesi gereklidir. Onun bu görüşü Hanefîler'in mest giyen ihrâmlı hakkındaki görüşleri gibidir.
Donu yırtmadan, olduğu gibi giymenin câizliğine hükmeden âlimler şu şartı koşmuşlardır: Donun yırtıldığı takdirde bir izâr, yâni peştemal gibi olmaya elverişli olmaması gerekir. Çünkü donun izâr hâline sokulması mümkün ise böyle bir dona sâhib olan ihrâmh izâr bulamamış sayılmaz. [64]
2933) Esma bint-i EM Bekir (RadtyaUâhü ankümâyâsn; Şöyle demiştir :
Biz, Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) ile beraber (Veda haccı yolculuğuna) çıktık. Nihayet biz el-Arc (kasabasınla varınca konakladık. Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) oturdu ve Âişe O'nun yanında oturdu. Ben de (babam) Ebû Bekr-i S id dik1 m yanında oturdum. Bizim azığımızı ve yol eşyamızı taşıyan deve ile Ebû Bekir (Radıyallâhü anh) 'in yol eşyasını ve azığını taşıyan deve bir tane idi ve Ebû Bekir (Radıyallâhü anh) 'in hizmetçisinin beraberinde idi. (Biz onun gelmesini bekliyorduk) Esmâ'nın râvîsi demiştir ki, sonra hizmetçi çıkıp geldi. Beraberinde devesi yoktu. Bunun üzerine Ebû Bekir hizmetçiye :
Deven nerededir? diye sordu. Hizmetçi t
Onu dun gece kaybettim, dedi. Ebû Bekir (Radıyallâhü anh) : Senin beraberinde bir tek deve bulunur sen onu kaybedersin? dedi. Esmâ'nın râvisi demiş ki: Sonra Ebû Bekir hizmetçiyi dövmeye başladı.'Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) de:
Şu ihrâmhya bakın ne yapıyor buyuruyordu (ve gülümsüyordu.)" [65]
Bu hadîsi Ebû Dâvûd, Ahmed ve Beyhakî de rivayet etmişlerdir.
El-Arc i Medine-i Münevvere' nin güneybatısında ve buraya 120 Km. mesafede bir kasaba ismidir.
Zimâle: Yolcunun eşyasını ve azığını taşıyan deveye denilir. Hadîste anılan yolculuğun hac yolculuğu olduğu Ebû Davud'un rivayetinde belirtilmiştir. Yine Ebû Dâvûd'un rivayetine göre Ebû Bekir'in hizmetçisinin beraberinde bulunan deve Ebû Bekir (Radıyallâhü anh) ile Peygamber (Aleyhi's-salâtü ve's-selâm) 'in yol eşyasını ve azığını taşıyordu. Durumu böyle olunca müellifimizin rivayetinde Esma' nın "Bizim eşya ve azık devemiz..." sözü şöyle yorumlanabilir: Yâni yukarıda isimleri anılan bizlerin eşya ve azık devesi...
Esma' nın yukarıda andığı zâtlar ise Resûl-i Ekrem (Aleyhi's-salâtü ve's-selâm), Âişe ve kendisidir. Şu halde Resûl-i*Ekrem (Aleyhi's-salâtü ve's-selâm) ve zevcesi Âişe' nin eşyası ve azığı ile Ebû Bekir ve kızı E s m â' nm eşyası ve azığı ayni deveye yüklenmiş ve deve Ebû Bekir'in hizmetçisine teslim edilmişti.
Bilindiği gibi Esma ile Âişe kardeş olup Ebû Bekir'in kızları idi.
Ebû Bekir (Radıyallâhü anh), azık ve eşya taşıyan deveyi ihmal ederek kaybeden hizmetçisini tedîb için döverken Resül-i Ekrem (Aleyhi's-salâtü ve's-selâm) Jin gülümsediği Ebû D â v û d'un rivayetinde belirtilmiştir. Şu halde ihramda olan kimsenin tedib için hizmetçisini hafifçe dövmesi yasak değildir. Çünkü Resûl-i Ekrem (Aleyhi's-salâtü ve's-selâm), E b û Bekir'i men etmemiştir. Bununla beraber hizmetçiyi bağışlaması daha iyidir. Resûl-i Ekrem {Aleyhi's-salâtü ve's-selâm) : "Şu ihram linin yaptığına bakın" buyruğuyla buna işaret etmiştir. [66]
İhramda olan kişi tedîb için hizmetçisini usûlü dâiresinde dövebilir. Bu hareket, hacılar için yasaklanan mücâdele şümulüne dâhil değildir. Çünkü E b û Bekir (Radıyallâhü anh) ihramda iken böyle yapmış ve Resül-i Ekrem (Aleyhi's-salâtü ve's-selâm) onu men etmemiştir. [67]
2934) Abdullah bin Huneyn'den rivayet edildiğine göre :
Abdullah bin Ab bas ile Misver bin Mahreme (Radıyallâhü an-hüm), Ebvâ mevkiinde (ihrâmlı kimsenin başım yıkaması hususunda) ihtilafa düştüler. Abdullah bin Abbâs (Radıyallâhü anh} :
İhrâmlı kimse başını yıkayabilir, dedi- Misver (Radıyallâhü anh) : İhrâmlı kimse başını yıkayamaz, dedi. Bu ihtilâf üzerine İbn-i Abbâs beni meseleyi Ebü Eyyûb el-Ensâri'ye sormak üzere gönderdi. Ben Ebû Eyyûb'u bir kuyunun iki direği arasında başını yıkamak üzere iken buldum. Ebü Eyyûb bir elbise ile örtünüyordu. Kendisine selâm verdim. Kim o? diye sordu. Ben: Abdullah bin Huneyn'im. Beni Abdullah bin Abbâs size gönderdi. Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) ihramda iken başını nasıl yıkardı? sorusunu size arz ediyorum, dedim. Abdullah bin Huneyn demiştir ki: Bunun üzerine Ebü Eyyûb-i Ensârî elini kendisini örten elbise üzerine koydu ve başı (tamamıyla) bana görününceye kadar elbiseyi (başından göğsüne kadar) indirdi. Sonra üzerine su dökmek için bekleyen adama: (su) dök diye emretti. Adam onun başına su döktü. Sonra Ebû Eyyûb elleriyle başım oğuşturup ellerini kâh ileri kâh geri götürdü ve daha sonra şöyle dedi:
Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) in böyle yaptığını (yâni başım böylece yıkadığını) gördüm." [68]
Bu hadisi Buhâri, Müslim ve Ebû Dâvûd da rivayet etmişlerdir.
Ebvâ; M e k k e ' ye yakın bir köyün ismidir.
Karneyn : Kuyunun iki tarafına dikilen direklere denilir. Bir direk de bu iki direğin arasına uzatılır ve kuyudan su çekme işinde bundan yararlanılır. [69]
1. İhrâmlı kimse başını yıkayabilir. Cünüblükten temizlenmek için boy abdesti alması hususunda ise ihtilâf yoktur. Keza kadının âdetten veya lohusalık hâlinden temizlenmesi zamam boy abdesti alması hususunda da ihtilâf yoktur. Ancak ihrâmlı kişinin kirden temizlenmek, serinlenmek ve benzeri maksadlarla başını yıkaması hususunda ihtilâf olmuştu. İ b n - i Ömer (Radıyallâhü anh) 'm ihrâmlı iken yalnız ihtilâm nedeniyle yıkandığı ve başka nedenlerle yıkanmadığı rivayet olunmuştur. Mâlik de ihrâmlının başını suya batırmasından kerahet etmiştir.
2. îhrâmlı kişi başını yıkarken saç tellerinin dökülmesinden emin olduğu zaman saçlarım oğuşturması caizdir.
Yukarıdaki iki hüküm hususunda Hanefiler, Şafiî, Ahmed, İshâk ve Cumhur ittifak halindedir. Ömer, C â -bir ve îbn-i Abbâs (Radıyallâhü anh) 'den de bu görüş rivayet olunmuştur.
3. Şer'i meselelerde tartışmada bulunmak ve gerçeği öğrenmek için bilenlere müracaat etmek meşrudur. İhtilâf konusu edilen mesele hakkında bir nassm varlığı anlaşılınca derhal ona dönülür ve nassa karşı bir görüş savunulamaz.
4. Bir hadisin rivayetinde sıka yâni güvenilir bir zâtın haberi kabul olunur.
5. Boy abdesti alacak veya vücûdunu yıkayacak kimsenin örtünmesi gereklidir.
6. Yıkanırken başkasının yardım etmesi meşrudur.
7. Yıkanırken konuşmak ve yıkanana selâm vermek caizdir.
8. Şer'î bir soru soran kimsenin iyi anlaması için verilecek cevâbın uygulamalı olması icâbında tercih edilmelidir.
Hadîste sözü edilen M i s v e r (Radıyallâhü anh) 'in hâl ter-cemesi 2640. hadîs bölümünde geçmiştir. Abdullah bin Abbâs (Radıyallâhü anh) 'm hâl tercemesi ise 166. hadiste geçmiştir. Ebû Eyyûb' unki de 318. hadîs bölümünde geçmiştir. [70]
2935) Âişe (Radtyallâhü anhâ)'dan; Şöyle demiştir: Biz ihramda olduğumuz halde Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) 'in beraberinde idik. Erkek kervanı bize rastladığı zaman baş örtümüzü başımızın üstünden (yüzümüze) salardık. Kervan bizi geçince biz baş Örtümüzü yukarıya kaldırır (yüzümüzü açar) dik."
Abdullah bin Huneyn (R.A.)'m Hâl Tercemesi
Bu 2ât meşhur kavle göre Abbâs (R.A.)'ın âzadhsıdır. Bir kavle göre İse AH (RA.)'ın âzadlısıdır. Bunlardan ve Ebû Eyyûb, tbn-i Ömer ile Misver bin Mahreme (R.A.)'den hadis rivayetinde bulunmuştur. Hâvileri İse oğlu îbrâhlm, Muhammed bin el-Münkerdir, Üs&me bin Zeyd el-Leysİ, Nâfİ mevlâ îbn-1 Ömer TC başkalarıdır. İclî bu zâtın sıka, güvenilir bir tabii olduğunu söylemiştir, Îbn-İ Hib-b&n de onu sıka, yâni güvenilir zâtlar arasında annuştır. Bu zat, Yezİd bin Abdil-meUk devrinde vefat etmiştir. (Tekmile C. I, S. 153) [71]
Bu hadîsi, Ebû Dâvûd, Ahmed, Beyhaki ve
îbn-i Huzeyme de rivayet etmişlerdir. Müellifimiz bu hadîsi kısmen değişik iki senedle rivayet etmiştir.
Hadiste geçen "Bâkib" süvari erkek manasınadır. E b ü D â -v û d' un rivayetinde bu kelimenin çoğulu olan "Rükban" sözcüğü kullanılmıştır. Bu durumu dikkate alarak erkek kervanı tâbirini kullandım. Kadınlar ihramda iken yüzlerini açık tutarlar. Â i ş e (Radıyallâhü anhâ) 'mn hadiste beyân ettiğine göre kadınlar ihramda iken erkeklerle karşılaştıkları zaman başlarındaki elbiseyi yüzlerine salıp sarkıtmak suretiyle yüzlerini örterler ve erkekler geçince elbiseyi yukarı çekerek yüzlerini açarlardı ve bu durum Peygamber (Aleyhi's-salâtü ve's-selâm)'in huzurunda cereyan ederdi. Peygamber (Aleyhi's-salâtü ve's-seîâm)'in bu duruma itiraz etmemesi bunun meşruluğuna delâlet eder, [72]
1. İhramda olan kadın, yakınından erkeklerin geçmesi gibi bir durum karşısında yüzünü geçici olarak örtebilir. Dört mezheb imamları ile Atâ, Sevri ve îshâk böyle hükmetmişlerdir. Lâkin Hanefîler ile Şâfiîler: Böyle bir ihtiyaç ve lüzum hâlinde kadının yüzüne çekeceği örtünün onun yüzüne dokunmaması ve yüzü ile örtü arasında bir boşluğun bulunması şarttır, demişlerdir. H a n b e 1 i 1 e r' in bir kısmı da böyle demişlerdir. Bunlara göre anılan örtü yüzün bir tarafına değer de hemen aralanır veya kadın uzaklaştırırsa bir ceza gerekmez. Şayet kadm örtüyü yüzünden uzak tutmaya muktedir olduğu halde ihmal ederse fidye cezasına çarptırılır. Çünkü kendi iradesiyle yüzünü sakıncalı bir şekilde örtülü tutmuş olur.
2. îhrâmda olan kadm yüzünü peçe ile örtemez. Ancak zaruret hâlinde başındaki elbiseyi yukarıda anlatılan şekilde üstüne salıverebilir.
3. Şer'i bir lüzum ve zaruret olmadıkça kadın, yabana erkeklere karşı yüzünü açamaz. [73]
2936) Ebû Bekir bin Abdillah bin Zübeyr'in nenesi (râvî demiştir ki: Nenesi sözcüğü ile Esma bint-i Ebî Bekir'in mi, Su'dâ bint-i Avfra mı kas-dedildiğini bilemiyorum) (Radtyallâhü anhüm)'den rivayet edildiğine göre :
Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem), Dubâa bint-i (Zübeyr bin) Abdulmuttalib (Radıyallâhü anhâ) 'nın yanına girdi ve:
Yâ halam! Seni hacc'a gitmekten alakoyan mâni nedir? diye sordu. Dubâa s
Ben hasta bir kadınım ve hastalığımın hac menâsikini (ibâdetini) tamamlamama engel olmasından korkarım, dedi. Resûl-i Ekrem (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) ona •.
Sen ihrama gir ve hac ibadetini ikmâl etmekten (hastalık gibi bir sebeble) alakonulduğun yerde İhramdan çıkmanı şart koş, buyurdu."
Not: Zeviİd'de şöyle denilmiştir: Su'dâ bint-i Avf (R.A.)'ın bundan başka hadisi müellif (tbn-İ Mâceh)'in yanında yoktur. Kütüb-i Sİtte'nin kalanlarında onun hiç bir hadîsi yoktur. Bu hadîs onun müsnedlerindendir. Bu hadisin senedinde Ebü Bekir bin Abdillah bulunur. Bu râvi'nin tenkidi veya güvenilirliği hakkında konuşan kimseyi görmedim. Senedin kalan ravîleri sıka yâni güvenilir zâtlardır.
2937) Dubâa (bînt-i Zübeyr bin Abdilmuttalib) (Radtyallâhü an- rivayet edildiğine göre şöyle demiştir:
Ben hasta iken Resûlullah {Sallallahü Aleyhi ve Sellem) yanıma girdi ve (bana) :
Sen bu yıl hacc'a gitmek istemiyor musun? buyurdu. Ben: Yâ Resûlaüah! Ben cidden hastayım, dedim. Resûl-i Ekrem (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) :
Sen hacc'a git ve (ihrama girerken) de ki: (Allahım!) Beni hac menâsikinî ikmâl etmekten (hastalık gibi bir sebeble) alakoyduğun yerde ihramdan çıkacağım, buyurdu."
Not: Zevâid'de şöyle denilmiştir: Bunun senedindeki raviler, sahüYin râvl-leridir. Dubâa (R.A.)'nm Üçten fazla hadisi yoktur. Bu hadîsini yalnız musannifimiz rivayet etmiştir. Ebû Davud da onun bir hadisini rivayet etmiş, dlgcr hadîsini de Nesâl rivayet etmiştir.
2938) (Abdullah) bin Abbâs (Radtyallâhü anhümâ)'dan; Şöyle demiştir :
Dubâa bint-i Zübeyr bin Abdilmuttalib (Radıyallâhü anhâ) (bir kere) Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'in yanma gelerek ı Ben vücûdunda ağırlık bulunan bir kadınım ve ben cidden hacc'a gitmek istiyorum. Bu durumda, hac niyetiyle nasıl ihrama gireyim? dedi. Resûl-i Ekrem CSallallahü Aleyhi ve Sellem) ona:
Sen hac niyetiyle ihrama gir ve (ihrama girerken Allahım!) Beni hac menâsikini ikmâl etmekten (hastalık gibi bir sebeble) alakoyduğun yerde ihramdan çıkacağım, diye şart koş, buyurdu." [74]
Bu babın ilk iki hadîsi Zevâid nevindendir. Şafii de ikinci hadîsin benzerini rivayet etmiştir. Bu babın son hadîsi ise Tekmile'de beyân edildiğine göre Müslim, Tirmizî, Ebû Dâvûd, Nesâî, Dârimî ve Beyhakî de rivayet etmişlerdir.
Hac'ta şart veya İstırat tabiriyle neyin kasdedildiği, babın başlığında belirtildi. Bunu tekrar hatırlatayım:
Hac etmek niyetiyle ihrama giren kimse ihrama girdiği esnada şu şartı koşar: Ben hastalık veya başka bir nedenle hac menâsikini, yâni ibâdetini ikmâl edemediğim takdirde anılan engelin çıkacağı yerde ihramdan çıkacağım. Buna şart ve iştirat denilir. Bu durum hac'ta olduğu gibi umre'de de olabilir.
Dubâa (Radıyallâhü anh) son hadiste belirtildiği gibi Peygamber (Aleyhi's-salâtü ve's-solâm)'in amcası Zübeyr binAbdilmuttalib'in kızıdır. Birinci hadîste Abdulmut-t a 1 i b ' in kızı olarak gösterilmiştir. Çünkü Abdulmutta-1 i b onun dedesidir. Bu anlamda onun kızıdır.
D u b â a' nın hacca hazırlandığı sıralarda rahatsız olduğu gerek müellifimizin rivayetlerinden ve gerekse diğer rivayetlerden anlaşılmaktadır. Bu nedenle son hadîste geçen " Sakile " sözcüğü ile hastalık nedeniyle vücûdu ağır olan kadın mânâsının kasdedilmesi uygundur. Fakat şerh kitablannda bu kelimenin bu şekilde açıklanması hakkında bir bilgi edinemediğim için terceme ederken "vücûdunda ağırlık bulunan kadın" şeklinde açıklama yapmayı tercih ettim. Çünkü bu ağırlık şişmanlık veya yaşlılık nedeniyle de olabilir. Bu nedenle ihtiyatlı davranma yolunu seçtim. Allah en iyi bilendir. [75]
Tekmile yazarı bu babın son hadîsinin şerhinde bunun fıkıh hükümleri ile ilgili olarak özetle şu bilgiyi verir:
1. Hac veya umre niyetiyle ihrama giren kimse ihrama girdiği esnada şöyle bir şart koşabilir: Hastalık veya başka bir sebebîe bu İbâdeti ikmâl edemediğim zaman ihramdan çıkmayı şart koşuyorum. Bu şartı koşan kimse için böyle bir engel meydana geldiği zaman ihramdan çıkması caizdir.
2. İhrama girerken bu şartı koşmayan kimsenin ihramdan çıkması caiz değildir. Bu ikinci hüküm hususunda âlimler ihtilâf etmişlerdir. Şöyle ki:
a) Zahiriye mezhebi mensublan bu hadislerin zahirini tutarak: Bir engelin çıkması hâlinde ihramdan çıkmayı şart koşmak gerekir. Çünkü hadîslerdeki emrin açık anlamı bunu gerektirir, demişlerdir.
b) H a n e f i 1 e r ile Mâlik ve tabiilerin bâzısı: İhrama girilirken böyle bir şartı koşmak sahih değil ve bir engel çıktığı zaman bu şart, sahibine bir yarar sağlayamaz. Bir engel çıktığı zaman, böyle bir şartı koşmamış bir kimseye ne gerekiyor ise bu şartı koşana da ayni şey gerekir. Şu halde anılan şartı koşan ile koşmayan arasında hiç bir fark yoktur, demişlerdir. Bu görüş t b n - i Ömer (Radıyallâhü anh) ile  işe (Radıyallâhü anhâ)'dan da rivayet edilmiştir.
Hastalık, tutuklanma ve benzeri bir engel yüzünden hac veya umre ibâdetini ikmâl etmekten alakonulan kimsenin ne yapması gerektiği hususunda yeterli bilgi bu kitabın 85 ve 86. bâblannda rivayet edilen 3077 - 3080 nolu hadîsler bölümünde inşâallah verilecektir.
c) Şafii1 nin kuvvetli kavli ile A h m e d' in kavline göre ihrama girilirken anılan şartı koşmak müstehabtır. Çünkü bu hadîslerde anılan şartın koşulması tavsiye edilmiştir. Beyhaki'-nin dediğine göre Şafiî, Menâsik kitabında: Söz konusu şar-tın koşulmasına dâir  i ş e (Radıyallâhü anhâ)'mn hadîsi sabit olsaydı ben o hadîsin dışında bir şeyle hükmetmezdim. Çünkü Resû-Iullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'den sabit olan bir hadise aykırı hüküm vermek bence helâl değildir, demiştir. Bu hadîs müteaddid yollarla sabit olmuştur.
İhrama girilirken anılan şartı koşmanın vâcib olmadığına hükmeden âlimler D u b â a (Radıyallâhü anhâ) 'nın hadîsine şöyle ce-vab verirler: Bu hadisteki emir D u b â a' ya mahsustur.
H a t t â b i: "Bana öyle geliyor ki D u b â a hastalığı veya başka bir hâli nedeniyle başlayacağı hac ibâdetini ikmal edemeyeceği kanısında idi. Bu nedenle ihrama girdiği sırada bu şartı koşmuş ve Resûl-i Ekrem (Aleyhi's-salâtü ve's-selâm) de ona bu husus için izin vermişti, tbn-i Abbâs' tan edilen bir rivayete göre anılan şartı koşma hükmü mensuhtur. Lâkin bu rivayette zayıf bir râ-vi vardır. D u b â a' nın hadîsinde bulunan : "Ben hac menasikini (hastalık gibi bir sebeble) nerede ikmal etmekten alakonulursam orada ihramdan çıkacağım" cümlesi hac menasikini ikmal etmekten alakonulan kimsenin engel ile karşılaştığı yerde ihramdan çıkmasının câizliğine ve ayni yerde kurbanlığını kesebileceğine delâlet eder. Peygamber (Aleyhi's-salâtü ve's-selâm) de Hudeybiye yılı M e k k e' ye giremeyince olduğu yerde kurbanlığını kesip orada ihramdan çıkmıştı. Mâliki, Şafii ve Hanbelî mezheb imamlarının görüşleri böyledir. Fakat Hanefiler'e göre hac menasikini ikmal etmekten alakonulan kimsenin bu nedenle keseceği kurbanlığın haremde kesilmesi şarttır. Harem mıntıkası dışında kesilmesi caiz değildir. Bu itibarla harem mıntıkası dışında me-nâsikini ikmal etmekten alakonulan bir kimse bulunduğu yerde ih-râmh olarak durur ve kurbanlığmı harem'e gönderip orada kesilmesi için vekâlet verir. Kurbanlığının kesilmesi için kendisi ile vekili tarafından bir gün tesbit edilir. Tesbit edilen günde kurbanlığının kesilmiş olduğu kanaatına varıldıktan sonra ihramdan çıkar. Bunların delili ise Ba k a r a sûresinin 196. âyetidir. Bu âyette:
"...Hac veya umreyi ikmal etmekten alakon ur sanız, kolayınıza gelen bir kurbanlık gönderin. Kurbanlığınız yerine ulaşıncaya kadar başlarınızı traş etmeyiniz..."
Hac veya umre için ihrama girildikten sonra hastalık veya tutuklanma gibi bir nedenle bu ibâdetini ikmal edemeyen kimsenin yapması gerekli şeyler hakkında genel bilgi yukarıda işaret ettiğim gibi bu kitabın 85 ve 86. bâblannda inşâallah verilecektir. [76]
Dubâa (ILA.)'nın Hâl Tercemesi
Dubâa bint-i Zübeyr bin Abdilmuttalib, Peygamber (S.A.V.)'in amcası Zü-beyr'in kızıdır. İlk müh&cirlerden olan bu hatun Mıkdâd bin Esved (R.A.)'ın zev-cesidir. 11 aded hadisi vardır. Kendisinden Âişe ve lbn-i Abbâs, rivayette bulunmuşlardır. Aynca kızı Kerime, Satd bin el-Müseyyeb, ürve bin ez-Zübeyr ve başkaları da rivayette bulunmuşlardır. Ebû Dâvûd, Nesâl ve tbn-i Maceh onım hadislerini rivayet etmişlerdir. (Hüi&h 483 ve
2939) Abdullah bin Abbâs (Radıyalİâhü anhümâydan; Şöyle demiştir :
Peygamberler Harem (-i Şerife) yaya ve yalın ayak olarak girerlerdi. Yalın ayak ve yaya olarak Beyt-i Şerifi tavaf edip menâsik'i
(yâni hac ve umre ibâdetini bu şekilde) ifâ ederlerdi."
Not: Zevâid'de şöyle denilmiştir : Bunun senedinde Mübarek bin Hassan bulunur. Bu râvîyi İbn-i Muin sıka (güvenilir) saymış ise de Nesâi: O, kuvvetli değil, demiş ve Ebû Dâvûd da onun hadîsinin münker olduğunu söylemiştir. İbn-i Hibbân da sıka râviler bahsinde onun bazen hatâ edip muhalefet ettiğini söylemiştir. El-Ezdî de onun terkedilmiş olduğunu söylemiştir. Seneddeki râvilerden İsmail'e gelince îbn-i Hibbân onu sikalar arasında anmıştır. Senedin kalan râvileri sıka zâtlardır. [77]
Zevâid nevinden olan bu hadîsin senedine dâir bilgi notta belirtilmiştir. Bu kitabın 28. babında rivayet olunan hadîslerde belirtildiği gibi Resûl-i Ekrem (Aleyhi's-salâtü ve's-selâm) 'in K a' b e - i M u -a z z a m a' yi binek hayvanı üstünde tavaf ettiği sabittir. Keza Buharı' nin "Zi Tuvâ'de Konaklanma" babında I b n - i Ömer (Radıyalİâhü anhümâl'dan rivayet ettiği bir hadîsten Resûl-i Ekrem (Aleyhi's-salâtü ve's-selâm) 'in hac veya umre niyetiyle Mekke'ye gelişlerinde devesini Mescid-i Haram kapısının önünden başka bir yerde çöktürmediği anlaşılır. Bu itibarla bu bâbta rivayet edilen yukarıdaki hadis anılan sahih hadîslere muhalif görülüyor. Allah en iyi bilendir. [78]
2940) (Abdullah) bin Ömer (Radtyallâhü anhümâydan; Şöyle demiştir :
Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) Mekke'ye "Seniyye-i Ulyâ" yolundan girerdi ve Mekke'den çıkmak istediği zaman "Seniyye-i Süflâ" yolundan çıkardı." [79]
Bu hadisi Buhâri. Ebû Dâvûd, Nesâi ve Ah-m e d de rivayet etmişlerdir.
Seniyye» Dağ yolu, dağ geçiti, yüksek yol mânâlarına gelir. Ulyâ: Yüksek demektir. Süflâ ise alçak manasınadır.
Seniyye-i Ulyâ t Mekke mezarlığına inen yoldur. Bilindiği gibi bu yolun yakınında bulunan mezarlığa Ma'lâ ve halkımızın dilinde Cennetü'l-Muallâ denilir. Peygamber (Aleyhi's-salâtü ve's-se-lâmJ'in ilk zevcesi H z . H a d î c e (Radıyallâhü anhâ) da bu me* zarlıkta yatar. Anılan yola Kedâ yolu da denilin Kedâ buradaki bir dağın ismidir. Bu yol Mekke1 nin yukarısındadır. î b n - i Ha-cer el-Fetih'te naklen beyân ettiğine göre bu yol aşılması zor sarp bir dağ yolu idi. Sonra Muâviye, Abdülmelik ve Mehdi tarafından muhtelif zamanlarda tesviye edilip kolay geçilebilecek hâle getirilmiştir. İbn-i Hacer daha sonra: Bizim zamanımızda, önce 811 yılında ve sonra 820 yılında Melik M ü e y y e d zamanında inşâ edildi, der. Şimdi ise bu yol asfaltlanıp bir kaç karayolu vâsıtasının beraber seyredebilecekleri hâle getirilmiştir.
Seniyye-i Süflâ da Mekke' nin alt tarafındadır. Bu yola Küdâ yolu da denilir. Küdâ, yanından bu yolun geçtiği bir dağın ismidir. Bu dağ yolu da şimdi karayolu taşıtlarının geçişine çok elverişli hâle getirilip asfaltlanmış durumdadır.
Tekmile yazarı Resûl-i Ekrem (Aleyhi's-salâtü ve's-selâm) 'in M e k k e' ye Kedâ yolundan girip, çıkarken Küdâ yolunu seçmesinin sebebiyle ilgili olarak: O'nun bir yoldan girip diğer bir yoldan çıkmasının hikmeti, her iki yol çevresinde bulunan halkın O'nun geçişiyle müşerref olmaları ve bereketlenmeleridir. Hikmeti şu olabilir; Resûl-i Ekrem (Aleyhi's-salâtü ve's-selâm) hicret ederken M e k -k e' den gizli çıkmıştı. Bu nedenle aleni olarak girmek istemiş olabilir. Şöyle söyleyenler de vardır: İbrahim (Aleyhisselâm) halkı Hacc'a davet ederken Mekke' nin yukarısında davet etmişti. [80]
Hadis, ihramlı olarak M e k k e ' ye giren herkesin *'Seniyye-i Ulyâ" yolundan girmesinin müstehablığına delâlet eder. îhrâmhnın yolu başka da olsa yolunu değiştirip buradan girmesi müstehabtır. Mekke" den çıkacak kimsenin de "Seniyye-i Süflâ"dan çıkması müstehabtır.
2941) (Abdullah) bin Ömer (Radtyallâhü anhümâ)'âan rivayet edildiğine göre :
Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) Mekke'ye gündüz girmiştir.*'[81]
Bu hadisi Tirmizi ve Ahmed de rivayet etmişlerdir. Müslim ve Ebû Dâvûd da bunun benzerini rivayet etmişlerdir. Oralardaki rivayetlere göre î b n - i Ömer (Radıyallâhü anhümâ) M e k k « ' ye girmek istediği zaman geceyi M e k -k e civarındaki Zi Tuvâ deresinde geçirdi. Sabah olunca boy abdesti aldıktan sonra Mekke'ye gündüz girerdi ve Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'in böyle yaptığını anlatırdı. [82]
İhrâmlı olan kimsenin Mekke'ye gündüz girmesi müste-habtır. İbn-i Ömer, Ata ve İshâk'ın mezhebi budur. Hanefıler de böyle hükmetmişlerdir. Şafii1 nin en sahih kavli de böyledir. Bunun hikmeti İslâmiyet'in azametini ilân etmek olabilir. Özellikle Mekke'ye giren kimse önder ve lider durumunda olsa.
Âişe ve Said bin Cübeyr'e göre Mekke'ye gece girmek müstehabtır. Bunların delili ise Ahmed, Nesâi ve T i r m i z i' nin rivayet ettikleri Muharriş el-Ka'bi1-nin bir hadîsidir. Bu hadise göre Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) akşamleyin umre için ihrama girip e 1 - C u' r â n e ' den geceleyin M e k k e' ye hareket edip M e k k e' de umre me-nâsikini ikmal etmiş, ayni gece Mekke' den çıkıp el-Curâ-n e' ye dönmüş ve burada sabahlamıştır.
Tâvûs, Sevri ve el-Mâverdî'ye göre Mekke'ye girme fazileti bakımından gece ile gündüz arasında bir fark yoktur. En iyisi bu hadîsin zahirini tutup gündüz girmektir. Peygamber (Aleyhi's-salâtü ve's-selâm) 'in el-Cu'râne'den geceleyin M e k k e ' ye girmesinin hikmeti ise böyle yapmanın câizliğini bildirmek içindir.
2942) Üsâme bin Zeyd (Radıyallâhü anhümâydan; Şöyle demiştir:
Ben, (Resûl-i Ekrem (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'e) : Yâ Resûlallah! Yarın (Mekke'de) nereye ineceksin, (evinize mi)? diye sordum. Bu soruyu sormak O'nun (Veda) haccı sırasında idi. Resul i Ekrem (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) :
Akîl (Mekke'de) bize mesken bıraktı mı? buyurdu. Sonra: (înşâallah) biz yann Kinâne oğullarının yurduna (yâni el-Mu-hassab'a) ineceğiz. Kureyş (müşrikleri) küfür üzerine bu yerde ahd etmişlerdi. Bu ahid ve an d I aş ma Kinâne oğullan ile Kureyş (müşrikleri) arasında Hâşim oğulları (ve Muttalib oğulları) aleyhine: "Bunlarla kız alıp vermemek, alış veriş etmemek üzere" akdedilmişti. (Hâşimîlerle Muttalibiler, Resûl-i Ekrem (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'i Kureyş ile Kinâne'ye itaat etmeye ikna edinceye kadar bu akid devam edecekti.)
(Râvi) el-Ma*mer demiş ki: Zührî, el-Hayf'ın dere olduğunu söyledi." [83]
Bu hadisi Buharı. Müslim, Ebû Dâvüd ve Nesâi de rivayet etmişlerdir. Peygamber (Aleyhi's-salâtü ve's-selâm)'in amcası Ebû T â 1 i b ' in oğlu Ak i 1' in Resûl-i Ekrem CAleyhi's-salâtü ve"s-selâm)'e mesken ve ev diye bir şey bırakmadığına dâir bir hadis Ferâiz kitabının 6. babında 2730 numarada geçti. Orada gerekli bilgi verildiği için bu hususla ilgili bilgileri tekrarlamaya gerek görmüyorum. Oraya bakılabilir.
Kureyş ile Kinâne oğullan arasında akdedilen and-laşmanın mâhiyeti ve amacı siyer kitablarında etraflıca .anlatılmaktadır. Andlaşmadan amaç Resul-i Ekrem (Aleyhi's-salâtü ve's-selâm)'i İslâm dâvasından vaz geçirmeyi sağlamaktı. Hâşim oğulları akrabalık duygusuyla Resûl-i Ekrem (Aleyhi's-salâtü ve's-selâm)'i himaye etmekten vaz geçmeyince bunları dize getirmek isteyen müşrikler bu sülâleye karşı boykot ilân etti. Artık bunlara kız alıp vermek, alış veriş etmek yok, bu sülâlenin bulunduğu mahalleye gıda mallan satıcılarını salmak yoktu. Akdedilen andlaşma imzalandıktan sonra Ka'be-i Muazzama' nin iç duvarına asıldı ve uygulanmaya konuldu. Hâşim oğulları bu boykottan geniş çapta zarara uğradılar. Mahsur kalan bu sülâle yiyecekten, içecekten ve her nevî ihtiyaç maddelerinden mahrum bırakıldı. Çocukların ve kadınların açlık feryadı Mekke şehrini inletiyordu. Nübüvvetin' yedinci yılı başında ilân edilen boykot üç yıl sürdürüldü. Sonra Cenâb-ı Hak andlaşmanın yazılı olduğu sahifeye bir kurt musallat edip onda yazılı ne kadar bâtıl ve yersiz fıkralar ve kelimeler varsa hepsini imha ettirdi ve K a' b e duvarına içten asılı bu sahifenin son hâlini Cebrail (Aleyhisselâm) vasıtasıyla Resûl-i Ekrem (Aley-hi's-salâtü ve's-selâm) ıe bildirdi. Kurt, sahifede yazılı mukaddes kelimelere dokunmamıştı. Resûl-i Ekrem (Aleyhi's-salâtü ve's-selâm) de bu durumu amcası E b û Tâlib'e bildirdi. E b û T â 1 i b de Kureyş'e hitaben : Benim kardeşim oğlu Muhammed, K a 'b e' nin içine astığınız boykot sahifesi hakkında bana şu bilgiyi verdi: Allah anılan boykot sahifesine bir kurt musallat etti. Ondaki bâtıl ve yersiz fıkraları o kurt silip imha etti. Yalnız sahifede yazıh Allah'ın ismi kaldı. Ey Kureyş! Ka'be'ye girip bakınız. Eğer yeğenimin sözleri doğru ise bu zulmünüzü, kötü davranışlarınızı bırakınız. Şayet yeğenimin sözleri yalan ise ben onu size teslim edeceğim. İster onu öldürünüz, ister diri bırakınız, dedi. Müşrikler gidip baktılar. Peygamber (Aleyhi's-salâtü ve's-selâm)'in verdiği haber doğru çıktı. Ellerindeki sahife yere düştü ve kendileri de mah-cub kaldılar.
Bu olay hızla M e k k e ' ye yayıldı ve böylece boykot da sona erdi.
N e v e v î de bu olayı özetle anlatır ve: Müşrikler; Resûl-i Ekrem (Aleyhi's-salâtü ve's-selâm) 'i ve Hâşim oğullan ile M u t-talib oğullarını Kinâne oğullarının yurduna, yâni el-Mu-h a s s a b' a sürgün etmeye and etmişlerdi. Resûl-i Ekrem (Aleyhi's-salâtü ve's-selâm) Veda hacc'ında alenen ve açıkça Mekke'ye girme nimetini veren Allah'a şükür etmek üzere Minâ dönüşünde Kinâne oğullarının yurduna inmeye karar vermiştir, der.
Kinâne oğullarının
yurdu, Mekke-i Mükerreme ile M i n â arasında geniş bir alanın ismidir. Bu alan
M i n â ' ya daha yakındır. Bu semte el-Muhassab, Ebtah ve B a t -h â da denilir.
[84]
İstilâm: Bu kelimenin asıl mânâsı taşa el sürmek veya selâmlamaktır. Hacer-i Esved'i öpmek mânâsında da kullanılır. Müellifimiz gerek Hacer-i Esved'i öpmek ve gerekse ona el sürmeye âit hadîsleri bu bâbta rivayet ettiği için babın başlığında geçen İstilâm kelimesini "Öpmek veya el sürmek" mânâsına terceme ettim.
2943) Abdullah bin Sercis (Radtyallâhü anhyûtn : Şöyle demiştir :
Ben Usaylı' (yâni başının saçı dökülmüş olan) Ömer bin el-Hat-tâb (Radıyallâhü anhî'i Hacer-i Esved'i öperken ve şöyle söylerken gördüm:
(Ey Hacer-i Esved)! Ben senin bir taş olduğunu, (aslında kimseye) ne zarar, ne de yarar sağlayamayacağını çok iyi bildiğim halde şüphesiz seni öpüyorum. Eğer ben Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve SellemJ'in seni öptüğünü görmeseydim seni Öpmezdim."
2944) (Abdullah) bin Abbâs (Radıyatlâhü anhümâ)\Un\ Şöyle fle-tnîştir :
Resülullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) buyurdular: And olsun ki şu Hacer(-i Esved) kıyamet günü gören gözleri ve konuşan dili olduğu halde (mahşere) şüphesiz gelecek ve onu hakkıyla istilâm eden (yâni Allah'a itaat ve Resulüne uymak üzere ziyaret eden mümin) kimseler lehinde şâhidlik edecektir."
2945) (Abdullah) bin Ömer (Radıyallâhü anhümâ)'dan rivayet edildiğine göre ;
Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) Hacer(-i Esved)'e karşı durdu. Sonra mübarek dudaklarını onun üzerine bırakıp uzun süre ağladıktan sonra ondan ayrıldı. Baktı ki Ömer (bin el-Hattâb) O'nun yanında ağlıyor. Bunun üzerine buyurdular ki:
Yâ Ömer! Göz yaşlan burada dökülür (dökülmelidir)."
Not: Zevâid'de şöyle denilmiştir : Bunun senedinde Muhammed bin Avn el-Horasâni vardır. Onu İbn-i Muin, Ebû Hatam ve başkaları zayıf saymışlardır.
2946) Sâlim'in babası (Abdullah bin Ömer) (Radtyallâkü anhütnâ)'-dan; Şöyle demiştir :
Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) Ka'be'nin köşelerinden yalnız siyah köşeyi (yâni Hacer-i Esved'in bulunduğu köşeyi) ve Cumhîlerin evlerinin tarafından o köşeyi tâkib eden köşeyi (yâni Rükn-i Yemânîyi) istilâm ederdi (mübarek elini sürerdi.)" [85]
Bu babın ilk hadîsini Kütüb-i Sitte sahihlerinin hepsi rivayet etmişlerdir.
Hadîste geçen "Usayli" kelimesi "Asla"m tasgir ismidir, aslacık demektir. Asla': Başının saçları dökülmüş kimse demektir. Ömer (Radıyallâhü anh)'in başının saçları döküldüğü için râvî Abdul-1 a h onu bu sözcükle vasıflandırmıştır.
Ömer (Radıyallâhü anh) Hacer-i Esved'e: "Sen ne zarar verirsin ne de yarar sağlarsın" derken onun bir taş parçası olması hasebiyle haddi zâtında ve Allah Teâlâ'nın izni olmaksızın kimseye zarar veya yarar sağlayamayacağını ifâde etmek istemiştir. Maksad bu olunca Hacer-i Esved'in ziyaretçileri lehinde kıyamet günü şâhidlik etmesine dâir îbn-i Abbâs (Radıyallâhü anh)'in 2944 nolu hadisine aykırı olmaz. Ömer (Radıyallâhü anh)'in bu sözü söylemesinin sebebi hakkında Tekmile yazarı şu bilgiyi verir.- O devrin insanları müslüman olmadan önce putlara ta-pagelmişlerdi. İslâmiyet'in nuruyla aydınlandıktan sonra putları terk etmişlerdi. Ömer (Radıyallâhü anh) Hacer-i Esved'i öpmenin veya el sürmek suretiyle ziyaret etmenin taşlara bir nevî ibâdet sanılması endişesini duyduğu için câhil halkın böyle bir zan-na kapılmamalarını ve halkın uyarılmasını istemiştir. Çünkü câhili-yet devrinde halk taşlara taparlardı. Ömer (Radıyallâhü anh) bu sözleriyle halka şunu ilân etmek istemiştir: Bu taşı bizatihi zarar veya yarar sağladığı için değil, sırf Resûl-i Ekrem (Aleyhi's-sa-lâtü ye's-selâm) 'e uymak üzere öpüyorum.
Ömer (Radıyallâhü anh) bu sözleriyle şuna da işaret ediyor: Hikmeti bizce bilinmeyen dînî meselelerde Ş â r i - i Hakim olan Resûl-i Ekrem (Aleyhi's-salâtü ve's-selâm) 'e ittibâ etmek, O'na uymak ve talimatlarına tam manâsıyla teslim olmak en doğru ve en güzel davranıştır. [86]
1. Hacer-i Esved'i öpmek sünnettir. İzdiham dolayısıyla öpemeyen kimselerin ona elini sürmesi ve elini öpmesi meşrudur. Şayet elini de süremezse onun hizasına geldiği zaman ona yöne-lip tekbir getirmesi meşrudur. T i r m i z î bu hadîsi rivayet ettikten sonra: Bu hadîs hasen - sahihtir. İlim ehlinin ameli bununla-dır. Âlimler Hacer-i Esved'i öpmeyi, bu mümkün olmadığı takdirde elsürüp, sürülen eli öpmeyi, el sürmek de mümkün olmadığı takdirde onun hizasına gelindiği zaman ona yönelip tekbir getirmeyi müstahab saymışlardır, der.
2. Hikmet ve sebebleri bilinemeyen ve çözülemeyen dîni konularda sünnet'e, yâni Resûl-i Ekrem (Aleyhi's-salâtü ve's-selâm)'in yoluna uymak vâcibtir. Peygamber (Aleyhi's-salâtü ve's-selâm)'in uygulaması, sözleri ve diğer sünneti bizatihi hüccet ve delildir. Şunu da belirteyim : Peygamber (Aleyhi's-salâtü ve's-selâm) 'in Hacer-i Esved'i öpmesi, onun hakkının yüceliğini ilân ve bildirmek içindir. Cenâb-ı Hak bâzı günleri, geceleri ve ayları diğer zamanlardan üstün kıldığı, bâzı yerleri ve beldeleri diğer yerlerden faziletli saydığı gibi bâzı taşlan da diğerlerinden üstün kılmıştır.
İbn-i Abbâs (Radıyallâhü anh) 'in hadîsini T i r m i z î, Dârimî, Ahmed, Hâkim, İbn-i Huzeyme ve İbn-i Hibbân da rivayet etmişlerdir. Bu hadîste Hacer-i E s v e d' in, ziyaretçileri lehinde şâhidlik etmesi için kıyamet günü gören iki gözü ve konuşan dili olduğu halde mahşerde hazır bulunacağını bildirir. Allah Teâlâ cansızlara can vermek kudretine sâ-hibtir. Bunda zerre kadar şüphemiz yoktur. Yüce Rabbimiz çamurdan Âdem (Aleyhisselâm) ".ı ve bir damla sudan insan denilen en mükemmel varlığı yarattığı gibi dilediği zaman taşa görme ve konuşma kabiliyetini ihsan edebilir. Gücü her şeye yeter. Zâten gücü her şeye yetmeyen bir varlık, âciz ve noksan sayılır. Allah ise her nevî âciz ve noksanlıktan pâk ve nezihtir.
Bu hadiste geçen; "Bi hakkın" sözcüğü "IstilânTa bağlanabilir. Hakkıyla istilâm, inanarak ve sevabını Allah'tan bekleyerek Hacer-i Esved'e el sürmek demektir. El-Lemât'ta böyle yorumlanmıştır. Bu takdirde "Hak" kelimesiyle yüce İslâm dininin kasdedilmesi ihtimali de vardır. Buna göre mânâ şöyle olur. İslâm dînine mensub olarak Hacer-i Esved'e el süren...
Hakkıyla istilâm ifadesiyle şu mânâ da kasdedilmiş olabilir: Allah'a itaat ve Resulüne uymak üzere ona el sürmek.
Bi Hakk'ın sözcüğünün şehâdet'e bağlanması da mümkündür. Bu takdirde ifâde edilen mânâ şöyle olur: Hacer-i Esved, el sürmek suretiyle ziyaret edenleri için bir hak ve sevabın varlığı yolunda şâhidlik edecektir.
Tuhfe yazan bu hadîsin şerhinde özetle şu bilgiyi verir: "Hadiste anılan şâhidlik hakîki mânâya yorumlanır. Çünkü Allah Teâlâ cansız varlıklara görme ve konuşma kabiliyetini vermeye muktedirdir. Çünkü bütün cisimler mâhiyet itibariyle birbirine benzerler. Birisinde olabilen değişiklik diğeri için de mümkündür. Fakat kalbinde felsefe hastalığı bulunan bâzı kimseler bu hadîsi tevil ederek, bundan maksad, Hacer-i Esved'i ziyaret edenlerin ecir ve sevablarınm tahakkuk etmesi ve çalışmasının boşa gitmemesinin bildirilmesidir, demişlerdir. Beyzâvi de: Birinci yorum mümkün olmakla beraber ikinci yorumun kasdedilmesi zan-nı daha kuvvetlidir, demiştir. Onun bu sözü hayret vericidir. Fakat şaşmamak gerekir. Çünkü kendisi gerek tefsirde gerekse hadislerin şerhinde felsefe yoluna gitmiştir."
î b n- i Ömer (Radıyallâhü anh)'ın 2945. hadisi Zevâid ne-vindendir. Tekmile yazarının beyânına göre el-Hâkim de bunu sahîh bir senedle rivayet etmiştir. Bu hadîste Resûl-i Ekrem (Aleyhi's-salâtü ve's-selâm)'in mübarek dudaklarını Hacer-i Esved' in üzerine bırakıp uzun süre ağladığı ve ziyareti tamamlayıp döndüğü zaman Ömer {Radıyallâhü anh)'i orada görünce:
"Yâ Ömer! Göz yaşları burada dökülür," buyurduğu bildirilmektedir. Orada ağlamak ya Allah'a olan iştiyaktan, ya da üstün takva ve haya etmekten ileri gelir.
Bu hadis Hacer-i Esved'i öpmenin ve öperken uzun sürece ağlamanın meşruluğuna delâlet eder. N e v e v i: Cum-hur'a göre Hacer-i Esved'in ziyaretine giden mü'min'in önce elini sürmesi, sonra öpmesi, daha sonra alnını onun üzerine bırakması müstehabtır. Alnın onun üzerine bırakılması müstehablığı Cumhurun mezhebidir. İbnü'l-Münzir bu hükmü 1 b n - i Abbâs, Ömer, Tâvûs, Şafiî ve Ahmed' den rivayet etmiş ve kendisinin de bu görüşte olduğunu beyân etmiştir. Fakat Mâlik, âlimlerden ayrılarak alnı Hacer-i Esve d'in üzerine koymanın bid'at olduğunu söylemiştir, diye bilgi verir.
İ b n - i Ömer (Radıyaîlâhü anh) 'in 2946. hadisi T i r m i z i hâriç, Kütüb-i Sitte yazarları tarafından rivayet edilmiştir. Bu hadise göre Resûl-î Ekrem (Aleyhi's-salâtü ve's-selâmî K a ' b e ' nin "Rükn-i Yemâni" denilen köşesini de istilâm etmiş, yâni mübarek elini sürmüştür.
Küp şekline benzeyen Ka'be-i Muazzama' nın dört köşesi bulunur. Hacer-i Esved'in bulunduğu köşe K a ' -b e' nin güney doğusunda, Rükn-i Yemâni, onun güney batısında, Rükn-i Şâmî, onun kuzey batısında ve Rükn-i I r â k î de onun kuzey doğusundadır. İlk iki köşeyi Y e m â n i rükünler ve diğer iki köşeye Ş â m İ rükünler de denilir.
Ka'be-i Muazzama' nın yüksekliği 15 metredir. Kuzey cephesinin genişliği 10 metreye yakındır. Güney cephesindeki ise 10,25 metredir. Batı cephesinin genişliği 12,15 metredir. Doğu cephesinin genişliği ise 11,88 metredir. K a ' b c kapısının eşiğinin yerden yüksekliği de 2 metre kadardır. [87]
1. Hacer-i Esved'in bulunduğu köşeyi ve Rükn-i Y e m â n V yi istilâm etmek sünnettir.
2. Rükn-i Irâki'yi ve Rükn-i Sami'yi istilâm etmek ise meşru değildir. Bu iki köşe ne öpülür, ne de el sürülür.
Bunun hikmeti hakkında âlimler şöyle demişlerdir t
Hacer-i Esved'in bulunduğu köşede iki fazilet vardır:
Bu köşede Hacer-i Esved'in, bulunması ve bu köşenin İbrahim (Aleyhisselâm)'in attığı temel üzerinde oluşu. Rükn-i Yemâni deki fazilet ise bu köşenin î b r â h i m (Aleyhisselâm)'m attığı temel üzerinde oluşudur. K a' b e ' nin diğer iki köşesinde ise anılan fazilet yoktur. Çünkü o iki köşe hizasında bulunan ve Hicr-i îsmâîl ismi verilen yay şeklindeki duvarla çevrili bölgenin bir kısmı K a ' b e ' dendir. Bu itibarla İbrahim (Aleyhisselâm)'in attığı temelin bu cepheye âit köşeleri mevcut köşelerin dışında ve ilerisinde kalmıştır. Hicr-i İsmail'e âit gerekli bilgi İnşâallah 31. bâbta rivayet edilen 2955. hadis bölümünde verilecektir. [88]
1. Hanefi mezhebine göre Hacer-i Esved'i öpmek ve ona el sürmek sünnettir. Bunlar mümkün olmadığı takdirde baston gibi bir şeyi ona sürüp o şeyi öpmek sünnettir. Şayet bir şeyi sürmek de mümkün olmazsa ziyaretçi Hacer-i Esved'in karşısında durup ellerini havaya kaldırır ve ellerinin ayasını ona çevirir, tekbir getirir ve vârid olan malum duayı okur. Bu son şık müstehabtır. Rükn-i Yemânî'yi istilâm etmek, yâni el sürmek suretiyle ziyaret etmek ise müstehabtır, sünnet değildir.
2. Şafii mezhebine göre Hacer-i Esved'i öpmek ve el sürmek suretiyle ziyaret etmek sünnettir. Bu mümkün olmadığı takdirde baston gibi bir şeyi ona sürmek ve sürülen şeyi öpmek sünnettir. Bu da mümkün olmadığı takdirde onun karşısında durulup elle işaret edilir. Bu esnada besmele çekilip tekbir getirilir ve malum duâ okunur. Rükn-i Yemânî'ye el sürmek ve sürülen eli öpmek sünnettir.
3. H a n b e 1 i mezhebine göre Hacer-i Esved'i öpmek ve el sürmek sünnettir. Bu mümkün olmadığı takdirde ona doğru durup elle işaret etmek sünnettir. Rükn-i Yemâni'ye el sürmek de sünnettir. Ondan alınan bir rivayete göre sürülen eli öpmek de sünnettir.
4. Mâliki mezhebine göre Hacer-i Esved'i tekbir getirerek öpmek sünnettir. Bu mümkün olmadığı takdirde ona el sürüp, eli öpmek sünnettir. El sürmek de mümkün olmadığı takdirde herhangi bir şeyi sürüp o şeyi öpmek sünnettir. Bu da mümkün olmazsa karşısında durulup tekbir getirilir. Rükn-i Yemânî'ye el sürmek sonra eli öpmek sünnettir.
Ka'be-i Muazzama' nın diğer iki köşesi öpülmez ve el sürülmez. Âlimlerin cumhurunun görüşü böyledir. Ömer bin el-Hattâb, İbn-i Abbâs, Hanefî, Şafiî, Mâliki ve Hanbelî mezheblerine mensub âlimler, böyle hükmedenlerdendir. Allah cümlesinden razı olsun.
Muâviye, Abdullah bin Zübeyr, Câbir bin Zeyd, Urve bin Zübeyr, Süveyd bin Ga-f e 1 e ise: Bu köşelere de el sürülür, demişlerdir. Onlar Ka'be1-nin hiç bir tarafı ihmal edilmez, demişlerdir. Fakat bu hadîs onların görüşleri aleyhine bir delildir. Anılan köşelere el sürmemek Ka'be-i Muazzama'yi ihmal etmek sayılmaz. Çünkü Resûl-i Ekrem (Aleyhi's-salâtü ve's-selâm) bu iki köşeyi istilâm etmemiştir. O'nun yolu izlenir. Eğer bu iki köşeye el sürmemek ihmal sayılırsa K a' b e ' nin köşeleri arasında kalan duvarlarına el sürmemek de bir ihmal sayılırdı. Halbuki hiç bir ilim adamı bunu ihmal telâkki etmemiştir. [89]
2947) Safiyye bint-i Şeybe (Radıyoilâhü anhâydan; Şöyle demiştir: Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Seîlem) Mekke'nin fetih yıh (fetih işini tamamlamakla) sükûnete kavuşunca devesi üzerinde Ka'-be'yi tavaf etti. Hacer-i Esved'i de mıhcen (denilen değnek) ile istilâm etti (yâni değneği ona sürdü). Sonra Ka'be-i Muazzama nın içine girdi. Orada aydan (denilen hurma ağacından mamul) güvercin suretinde bir put buldu. Onu kırdıktan sonra Ka'be'nin kapısında durup kırdığı putu (dışarı) attı. Ben de O'na bakıyordum."
2948) (Abdullah) bin Abbâs (Radtyallâhü anhümâyâan rivayet edildiğine göre:
Resûlulalh (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) Veda hacc'ında bir deve üzerinde tavaf etti. Hacer-i Esved'i de bir mıhcen ile istilâm ediyordu."
2949) Ebü't-Tufeyl Amir bin Vasile (Radtyallâhü ankyden; Şöyle demiştir:
Ben Resulü İlah (Sallallahü Aleyhi ve SellemJ'i devesi üzerinde Kabe'yi tavaf ederken, mıhcen (denilen değneğH île Hacer-i Esved'i istilâm ederken ve mihcen'i (istilâmdan sonra) öperken gördüm." [90]
S a f i y y e (Radıyallâhü anhâ)'nın hadisini Ebû Dâvûd da rivayet etmiştir.
Mihcen, ucu eğri olan değnektir ki süvari, onunla deveyi sürer ve yere düşen şeyi onun eğri ucuna takarak alır.
Aydan, Aydâne'nin çoğuludur. Aydâne uzun hurma ağacı demektir.
Hamâme : Güvercin manasınadır. K a ' b e içinde görülen put hurma ağacından güvercin suretinde yapıldığı için ona "Hamâmet-i Aydan" denilmiştir. Resûl-i Ekrem (Aleyhi's-salâtü ve's-selâm) Me k -k e' nin fetih işini bitirdikten sonra Ka'be-i Muazzama'-nın içine girdiğinde orada gördüğü bu putu kırarak dışan atmıştır.
B u h â r i ile M üs li m'in rivayet ettikleri bir hadiste İbn-i Mes'ûd (Radıyallâhü anh) şöyle demiştir:
"Resülullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) (Fetih günü) Mekke'ye girdiğinde Ka'be-i Muazzama etrafında 360 aded put bulunuyordu. Resûl-i Ekrem (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) elindeki değnekle bunlara dürtüyor ve şöyle buyuruyordu:
«Hak geldi, bâtıl gitti. Bâtıl gitmeye mahkûmdur. Hak geldi, halbuki (ölen bâtıl) ne icada ne de öleni diriltmeye muktedirdir.» Putlar bir bir yere düştü. Resûl-i Ekrem (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) o gün ihramda olmadığından tavaf etmekle yetinmişti.
Bu hadisin fıkıh yönünü biraz sonra anlatmaya çalışacağız, î b n - i A b b â s (Radıyallâhü anh) 'in hadîsini Tirmizi hâriç, Kütüb-i Sitte sahihlerinin hepsi rivayet etmişlerdir.
Âmir (Radıyallâhü anh)'m hadisini Müslim ve Ebû Dâvûd da rivayet etmişlerdir. [91]
1. Binici olarak tavaf etmek caizdir. Hadislerin zahirine göre özür bulunsun, bulunmasın fark etmez. Şafii, Ibnü'1-Mün-zir ve İbn-i Hazm böyle hükmetmişlerdir. A h m e d ' den yapılan sahih rivayete göre kendisi de böyle hükmetmiştir. Tavafı böyle edâ eden kimseye ceza kurbanı da gerekmez. Fakat en faziletlisi yaya olarak tavaf etmektir. Çünkü Resûl-i Ekrem (Aleyhi's-salâtü ve's-selâm) ve sahâbîleri yaya olarak tavaf etmişler. Ancak Resûl-i Ekrem (Aleyhi's-salâtü ve's-selâm) Veda hacc'ında ve M e k -k e" nin fetih günü deve üzerinde tavaf etmiştir.
Hanefiler ile Mâlik: Bir özür olmadıkça yaya olarak tavaf etmek vâcibtir. Bir kimse özürsüz iken binici olarak tavaf ederse, yaya olarak yeniden yapmak mecburiyetindedir. Şayet tekrar yapmazsa kurban cezasına çarptırılır. Fakat bir mazeret dolayısıyla binici olarak tavaf etmek caizdir ve bir ceza durumu da yoktur, demişlerdir. A h m e d' den de böyle bir görüş rivayet olunmuştur.
Bu grub anılan hadîslere cevaben şöyle derler: Resûl-i Ekrem (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'in deve üzerinde tavaf etmesi özürler nedeniyle idi. Çünkü Müslim, Ebû Dâvûd, Şafii, Ahmed, Nesâî ve başkalarının rivayet ettikleri bir hadiste Câbir bin Abdillah (Radıyallâhü anhümâ) ;
"Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) Veda hacc'ında halk O'nu görebilsin, O halkı görebilsin ve sorusu olan kimseler sorularını Ona sorabilsin diye devesi üzerinde Ka'be'yi tavaf etti ve Safa ile Merva arasında sa'y etti, demiştir." Keza Ebû Dâvûd, Ahmed ve başkasının rivayet ettikleri İbn-i A b b â s (Radı-yallâhü anhümâ) 'nin bir hadîsinde:
"ResûluUah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) (Veda hacc'ında) Mekke'ye vardığında rahatsız idi. Devesi üzerinde tavaf etti. Sonra devesini çöktürüp iki rekât namaz kıldı." denilmektedir.
El-Hâf iz: Resûl-i Ekrem (Aleyhi's-salâtü ve's-selâm) 'in anılan iki nedenle devesi üzerinde tavaf etmiş olması muhtemeldir. Durum bu olunca, bu bâbtaki hadisler, özürsüz iken binici olarak tavaf etmenin câizliğine delâlet etmezler. Fıkıhçılann sözlerine göre ise özür olmasa bile binici olarak tavaf etmek caizdir. Ancak özür yok iken binici olarak tavaf etmek tenzihen mekruhtur ve yaya olarak tavaf etmek daha iyidir. Tercihe şayan olanı ise özür yok iken binici olarak tavaf etmenin yasaklığıdır. Çünkü Resûl-i Ekrem (Aleyhi's-salâtü ve's-selâm), devesi üzerinde tavaf ettiği târihlerde Ka'be'-nin etrafındaki mescidin duvarları yapılmamıştı. Mescidin çevresinde duvar yoktu. Üm mü S e 1 e m r ' nin hadisinde Resûl-i Ekrem (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) ona : = "Sen cemâatin gerisinden tavaf et" buyurmuştur. Bu da tavaf sahasında hayvan üzerinde tavaf etmenin yasaklığına delâlet eder. Mescid-i H a r a m ' in etrafı duvarla çevrildikten sonra Mescid'in içinde hayvan üzerinde tavaf etmek yasak olur. Çünkü Mescid'in kirletilmesinden emin olunamaz. Şu halde Mescid'in etrafında duvar yapıldıktan sonra hayvan üzerinde tavaf etmek caiz değildir. Ama duvar çevrilmemiş iken hüküm ayrı idi, o sıralarda mescid durumu yoktu, diye bilgi verir.
2. Hacer-i Esved'i baston ve benzeri bir şeyle istilâm etmek meşrudur. Resûl-i Ekrem (Aleyhi's-salâtü ve's-selâm)'in değnekle istilâm etmesi O'nun elle istilâm etmesinin güçlüğü hâline yorumlanır. Efdal olan elle istilâm etmektir. Çünkü Resûl-i Ekrem (Aleyhi's-salâtü ve's-selâm) 'in elle de istilâm ettiği sabittir ve ekseriyetle elle istilâm etmiştir. Baston ve benzeri bir şeyle istilâm etmekle ilgili ilmî görüşler bundan önceki bâbta rivayet olunan hadislerin izahı bölümünde verilmiştir.
3. Hacer-i Esved'i öpmek veya elle istilâm etmek mümkün olmadığı veya güç olduğu zaman, bunun üzerine veya benzeri bir şeyle istilâm edildiğinde Hacer-i Esved'e sürülen şeyi öpmek sünnettir.
4. İhrâmsız olarak bile M e k k e ' ye giren mü'minin K a ' -b e ' yi tavaf etmesi sünnettir. Çünkü Resûl-i Ekrem (Aleyhi's-salâtü ve's-selâm) M e k k e' nin fetih günü ihrâmsız girip tavaf etmiştir.
İki Hâl Tercemesi
Birinci hadîsin râvisi Safiyye bint-i Şeybe (R.A.) bin Osman Peygamber ı.S.A.Vj'den rivayette bulunmuştur. Ebû Dâvûd ve İbn-i Mâceh onun rivâyetlerini almışlardır. Bu hâtûn, Âise (R.A.)'dan da rivayette bulunmuştur. Râvİleri ise kardeşinin oğlu Abdülhamid bin Cübeyr ve Katâde'dir. El-Berkani onun sahâbî olmadığını söylemiştir. Fakat İbn-i Mâceh'in rivayetine göre (ki bu hadîstedir) kendisi fetih günü Peygamber (S.A..V)'i görmüştür. Dârekutni de onun Peygamber fS.A.V.Vi gördüğü sabit değildir, demiştir. (Hülâsa : 493)
Son hadisin râvîsi Âmir bin Vasile (R.A.) el-Kinânî el-Leysî Ebü't-Tufeyl, Uhud savaşı yılı doğmuştur. Müslim ile İbn-i Adi onun sahâbiliğini isbatlamışlardır. Bu zât Ebû Bekir ve Ömer'den rivayette bulunmuştur. Katâde. el-Kasım bin Ebi Bez-ze ve bir cemâat kendisinden rivayette bulunmuşlardır. Hz. Ali'nin tarafdarların-dan idi. Sonra Mekke'de ikâmet ederek hicretin yüzüncü veya yüz onuncu yılı orada vefat etmiştir. Buhârl onun bir hadisini, Müslim de iki hadisini rivayet etmiştir. Sünen sahibleri de onun rivayetlerini almışlardır. Kendisinin en son vefat eden sahâbi'olduğu hususunda ittifak vardır (Hülâsa: 185) [92]
Remel: Hızlı yürümek ve yelmek manasınadır. Bu yürüyüşte adımlar sık atılır ve omuzlar hafifçe hareket ettirilir. Bu nevî çalımlı yürüyüş, kuvvetliliğin ve zindeliğin belirtisi olur. Bu babın son hadîsinde işaret edildiği gibi Mekke müşrikleri, M e d î n e - i Mü-nevvere'ye hicret eden müslümanların Medine' nin havasına intibak edemeyip hastalandıklarını, zayıf düştüklerini söylüyor ve bundan dolayı seviniyorlardı. Hudey biye anlaşması gereğince ertesi yıl yâni hicretin 7. yılı Umretü'l-Kazâ'ya, Hudey-b i y e seferinde yapılamayan umre'yi kazaya giden Resûl-i Ekrem (Aleyhi's-salâtü ve's-selâm) müslümanların Mekke müşriklerine karşı zinde ve kuvvetli görünmeleri için K a ' b e ' nin tavafının ilk üç turunda hızlıca yürümelerini, yelmelerini emir etmişti. Tavaftaki Remele'nin açıklanan hikmeti budur. Bunun dışında da hikmetleri olabilir. Bu hususta hadîslerin izahı bölümünde tekrar ele alınacaktır.
2950) (Abdullah) bin Ömer (Radtyallâhü anhümâ)'dan :
ResûluUah (Sallallahü Aleyhi ve Sellemî (Mekke'ye geldiğinde) Ka*be'yi ilk tavaf ettiği zaman Hacer-i Esved'den (tekrar) Hacer-i Esved'e (varıncaya) kadar (ilk) üç turda hızlıca ve (diğer) dört turda normal yürürdü.
(Râvi Nâfi demiştir ,:i) İbn-i Ömer (Radıyallâhü anhümâ) da Öyle yapardı.*'
2951) Câbir (bin Abdillah) (Radıyallâhü anhümâ)\\a,n rivayet edildiğine güre :
Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) (kudüm tavafında) Hacer-i Esved'den (tekrar) Hacer-i Esved'e (varıncaya) kadar (ilk) üç turda hızlıca ve (diğer) dört turda normal yürüdü."
29S2) Ömer (bin el-Hattâb) (Radtyallâhü anh)'dea; Şöyle demiştir:
Allah Teâlâ İslâmiyet'i kökleştirip küfrü ve mensublarını yok ettiği halde tavafta hızlı yürümek şu anda nedendir? (Ama) Allah'a yemin olsun ki, Resûlulah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) hayatta iken yapmış olduğumuz bir şeyi terketmeyiz." [93]
îbn-i Ömer (Radıyallâhü anh) 'in hadisini Müslim, Ebû Dâvûd, Nesâi, Şâfiive Beyhakî de rivayet etmişlerdir.
Câbir (Radıyallâhü anh) 'm hadisini Müslim ve Nesâi de rivayet etmişlerdir.
Ömer (Radıyallâhü anh)'in hadisini Buhâri, Ebû Dâvûd, Şafii ve Ahmed de rivayet etmişlerdir.
İbn-i Ömer (Radıyallâhü anh) 'in hadisinde geçen "Tavaf-ı Ewel"den maksad "Kudüm tavâfT'dır. Hadîs sarihleri böyle yorumlamışlardır. Hac niyetiyle ihrama giren kimsenin M e k k e' ye varır varmaz ettiği ilk tavâf'a kudüm tavafı denilir. Câbir (Radıyallâhü anh)'in hadîsinde bildirilen Remel, yâni tavafta koşma hususu yine kudüm tavafına âit olarak yorumlanmıştır. Çünkü bu iki hadisin Resûl-i Ekrem (Aleyhi's-salâtü ve's-selâm)'in Veda hacc'ına dâir olduğu Tekmile yazan tarafından ifâde edilmiştir.
Bu hadîsler Resûl-i Ekrem (Aleyhi's-salâtü ve's-selâm)'in ve sa-hâbilerin ilk tavafın ilk üç turunda hızlı yürüdüklerine delâlet eder. Bilindiği gibi Ka'be-i Muazzama tavaf edilirken H a -;er-i Esved'in bulunduğu köşenin hizasından tavafa başlanılır ve Kabe' nin etrafında yedi defa dolaşılır. Her dolaşıma "Şavt" denilir. M e k k e ' ye giren ihramlı kişi Ka'be-i M u -a z z a m a ' yi tavaf ederken ilk üç şavt'ta hızlı yürür ki buna Remel denilir. Diğer dört şavt'ta ise normal yürür.
Bu kısa bilgiyi verdikten sonra Remel ismi verilen hızlı yürüyüşün hangi tavaflarda yapılmasının meşruluğuna dâir ilim ehlinin görüşlerini ve bu hadislerden çıkan hükümleri bildirelim:
1. Tavafın ilk üç turunda yelmek ve hızlıca yürümek meşrudur. Âlimlerin bu husustaki görüşleri:
a) Hanef iler'e göre bu hüküm umre için edilen tavafa ve hacc'm kudüm tavafı veya ifâda, yâni rükün tavafına mahsustur. Yâni hac için ihrama giren kimse eğer kudüm tavafından sonra Safa ile M e r v a arasında sa'y edecekse, kudüm tavafının ilk üç turunda hızlı yürüyecektir. Şayet hacı, Safa ile M e r -v a arasındaki sa'y işini ifâda tavafından sonraya bırakmak isterse, kudüm tavafında Remel, yâni ilk üç turda hızlı yürüme durumu yoktur.
Yukarda anılan tavaf çeşitlerinde Remel sünnettir. Bir kimse bunu ilk üç turda yapmadığı takdirde kalan dört turda kaza edemez. Remel denilen hızlı yürüyüş kadınlar için meşru değildir.
b) Mâliki, Şafiî ve Hanbeli mezheblerine göre remel, yâni hızlı yürüme hükmü hac veya umre niyetiyle ihrama giren kimsenin edeceği kudüm tavafına mahsustur.
c) Şafiî mezhebinin diğer bir görüşüne göre bu hüküm, arkasında Safa ile M e r v e arasında sa'y bulunan tavaflara mahsustur. Bu görüşe göre remel işi kudüm tavafında olabildiği gibi ifâda, yâni rükün tavâfda da olabilir.
2. Tavafın ilk üç turundaki hızlı yürüyüş bu turların tamamında uygulanır. Yâni Hacer-i E s v e d' in hizasından başlanılan hızlı yürüyüş, K a ' b e ' nin etrafında dolaşılıp tekrar H a -cer-i Esved'in hizasına gelininceye kadar sürdürülür. Hızlı yürüyüşün Rükn-i Yemâni'ye kadar devam edip bu köşeden H a -cer-i Esved köşesine kadar ise normal yürüneceğine dâir 2953. hadisin hükmü ise mensuhtur. Onun izahı bölümünde tekrar bu hususa değinilecektir.
3. Tavafın diğer turlarında, yâni son dört turda normal yürünür, hızlı yürümek meşru değildir.
Ömer (Radıyallâhü anh) 'in 2952 nolu hadîsinde geçen sözlerinden maksadı şudur : Tavafta hızlı yürümemizin sebebi o dönemde küfrün güçlü ve kuvvetli olması idi. Şimdi ise yüce İslâm dini kök-leşip yerleşmiş ve küfür ile mensubîarı edilmiş, helak olmuştur. Bu duruma bakılacak olursa artık tavafta hızlı yürümek için bir sebeb kalmamıştır. Fakat bunun başka hikmetleri olabilir. Bu itibarla Re-sûl-i Ekrem (Aleyhi's-salâtü ve's-selâm) zamanında uygulanan hızh yürüme işine aynen devam edilecektir. Hikmeti bilinmese bile Resûl-i Ekrem (Aleyhi's-salâtü ve's-selâm)'in sünnetine, yoluna devam edilecek ve katiyyen terk edilmeyecektir.
Ömer (Radıyallâhü anh) in hadîsinden şu hükümler çıkart
1. Resûl-i Ekrem (Aleyhi's-salâtü ve's-selâm) bir hikmete binâen bir şeyin yapılmasını emreder ve sonra o hikmet kalmasa bile emrolunan şeye devam edilir. Süfyân-i Sevri, anılan hızlı yürümenin Sünnet-i Müekkede olduğuna ve bunu bırakanın ceza kurbanını kesmesinin gerektiğine hükmetmiştir. Fakat tüm âlimlere göre bunu terkedene bir ceza gerekmez.
2. Anılan tavaflarda hızlı yürüme hükmü devam eder. Bu hüküm mensuh değildir.
Bu hadis, sahâbilerin imânlarının ne kadar kuvvetli olduğuna ve Resûl-i Ekrem (Aleyhi's-salâtü ve's-selâm)'in sünnetine, hikmetlerini bilmeseler bile ne derece bağlı olduklarına açık bir delildir. Allah onlardan râzi olsun ve bizleri onların yolunda yürümeye muvaffak eylesin.
2953) (Abdullah) bin Abbâs (Radıyallâhü anhümâ)'âm; Şöyle demiştir,:
Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellemî, Hudeybiye (andlaş-masın)dan sonra umre (yolculuğu esna)sında ashabına Mekke'ye girmek istedikleri zaman: Sizin kavminiz (yâni Mekke müşrikleri) şüphesiz yarın (Mekke'de) sizi göreceklerdir. Onlar sizleri güçlü, şiddetli görsünler, buyurdu.
Sonra Resül-i Ekrem (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) ile ashabı Mes-cid-i Haram'a girdikleri zaman Hacer-i Esved'i istilâm ettiler (yâni ellerini sürmek suretiyle ziyaret ettiler) ve (tavafta) hızlı yürüdüler. Peygamber CSallallahü Aleyhi ve Sellem) de onlarla beraber idi. Nihayet Rükn-i Yemânî'ye ulaştıkları zaman (hızlı yürümeyi bırakıp oradan Hacer-i Esved'in bulunduğu) siyah köşeye kadar normal yürüdüler. Sonra (Hacer-i Esved köşesinden) Rürkn-i Yemânî'ye ulaşıncaya kadar hızlı yürüdüler. Oradan Hacer-i Esved köşesine kadar normal yürüdüler. Resûl-i Ekrem (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) üç defa (yâni tavafın üç turunda) böyle yaptı. Sonra (kalan) dört turda normal yürüdü." [94]
Bu hadîsin birer benzerini Buhârî, Müslim, Ebû Dâvûd ve Ahmed de rivayet etmişlerdir.
Hudeybiye seferi hicretin 6. yılı olmuştu. Siyer kitab-larında anlatıldığı gibi Resûl-i Ekrem (Aleyhi's-salâtü ve's-selâm) tarafından düzenlenen bu sefer savaş için değil, sırf bir umre ibâdetinin ifâsı ve Ka'be-i Muazzama' nın ziyareti içindi. Fakat Mekke müşrikleri bu ibâdetin ifâsına karşı çıktılar. M e k k e ' ye bir konak mesafede bulunan Hudeybiye köyünde konaklanan Resül-i Ekrem (Aleyhi's-salâtü ve's-selâm) ile Mekke müşrikleri arasında burada akdedilen bir andlaşma gereğince müslümanlar kurbanlarım bu köyde kesip M e d î n e - i Münevvere'ye döndüler ve ertesi yıl umre'ye gittiler. Bu um-re'ye "Umretü'1-Kazâ'* ismi verilir.
Mekke' den Medine-i Münevvere'ye hicret eden müslümanlar Medîne-i Münevvere' nin havasına intibak edemedikleri ve bir çoğu Medine hummasına yakalandığı için zayıf düşmüşlerdi. Mekke müşrikleri de bu durumu biliyorlardı. Umre için müslümanlar M e k k e' ye girecekleri sıralarda Mekke müşrikleri: Medine hummasıyla zayıf düşen bir kavim size gelecek, diye kendi aralarında ettikleri konuşmayı Allah Teâlâ Resûl-i Ekrem (Aleyhi's-salâtü ve's-selâm)'e bildirdi. Bunun üzerine Resûl-i Ekrem (Aleyhi's-salâtü ve's-selâm) Mekke'ye girileceği esnada sahâbilerine, hadiste anılan talimatı verdi. Bâzı rivayetlerde belirtildiği gibi tavafın ilk üç turunda H a c e r-i Esved' den Rükn-i Yemânî'ye kadar hızlı yürünmeyi ve Rükn-İ Yemânî'den Hacer-i Esved'e kadar normal yürünmeyi Resûl-i Ekrem (Aleyhi's-salâtü ve's-selâm) emretmiştir. Ashâb-i Kiram da bu talimat gereğince bu şekilde tavaf edince onları seyreden Mekke müşrikleri: Şunlar bizlerden daha kuvvetli ve zindedir, demeye başladılar.
Müslümanlar Ka'be-i Muazzama' yx tavaf ederken Mekke müşrikleri Hicr-i İsmail karşısında durup onları seyrediyorlardı. Bu nedenle Hacer-i Esved1 in bulunduğu köşeden Rükn-i Yemânî'ye kadar olan bölge müşriklerce görülüyordu. Fakat Rükn-i Yemâni ile Hacer-i Esved'in bulunduğu köşe arasında kalan bölgeyi müşrikler göremiyorlardı. Bu nedenle müşriklerce görülen bölgede hızlı yürünmek ve onlarca görülmeyen bölgede, normal yürünmek emri verilmişti. Bu durum Ebû Dâvûd'un îbn-i Abbâs (Radıyallâhü anhJ'den olan bir rivayetinde belirtilmiştir. [95]
1. Umre tavafının ilk üç turunda Hacer-i Esve d'den Rükn-i Yemânî'ye kadar hızlı yürünmek sünnettir. Rükn-i Yemânî'den Hacer-İ Esved'e kadar ise normal yürümek sünnettir.
Bundan önceki hadislerin izahı bölümünde belirttiğim gibi bu hadîs, hicretin 7. yılı ifâ edilen umre ibâdeti esnasında buyurulmuş-tur. Bundan önceki 2950 ve 2951. hadîsler ise hicretin 10. yılı ifâ edilen Veda haccındaki uygulamaya aittir. Bu nedenle son uygulama ilk uygulamayı neshetmiştir. Yâni hızlı yürünecek turlarda Hacer-i Esved' den yalnız Rükn-i Yemânî'ye kadar değil, tekrar Hacer-i Esved'e vanlmcaya kadar hızu yürümek sünnettir.
2. Tavafın son dört turunda normal yürümek sünnettir.
3. Düşmana karşı kuvvetli, zinde ve cesur görünmek meşrudur. [96]
Bu babın hadisinin tercemesine geçmeden önce "Iztibâ"ın ne demek olduğunu açıklayalım: Bilindiği gibi umre veya hac niyetiyle ihrama girecek kimse dikişli elbisesini soyar ve ihram ismiyle bilinen iki parçadan ibaret elbiseye bürünür. Bunlardan birisini beline sarmak suretiyle belden aşağı vücûdunu örter. Diğerini de omuzlarına atmak suretiyle vücûdunun yukan kısmını örtmüş olur. Izü-bâ: Omuzlara atılan ve ihram ismi verilen örtünün ortasını sağ koltuğun altından geçirip uçlarını sol omuzun üstüne atmak ve böylece sağ pazıyı açık tutmaktır. Iztıbâ: Zabı', yâni; Dabi" kelimesinden alınmadır. Dabi', pazı demektir. Anılan giyinişte sağ pazı açık tutulduğu için Iztıbâ ismi verilmiştir.
2954) Ya'Iâ (bin Ümeyye et-Temîmî) (Radıyaliâhü anhyâen; Şöyle demiştir:
Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) ıztıbâ'lı olarak tavaf etti.
(Râvî) Kabîsa: O*nun (belden yukan) üstündeki ihram bir hırka idi, demiştir." [97]
Bu hadisi Tirmizi, Ebû Dâvûd, Dârimi, A h -med ve Beyhaki de rivayet etmişlerdir. Bâzı rivayetlerde hırkanın renginin yeşil olduğu belirtilmiştir. Iztıbâ'm hikmeti ise ih-ramlı kimsenin güçlü görünmesi ve hızlı yürümesinin kolaylaştırıl-masıdır. [98]
îhrâmlı erkeğin tavafın bütün turlarmda ıztıbâ etmesi müstehab-tır. Iztıbâ, Hanefîler, Şafiî, Ahmed ve Cumhura göre sünnettir. Iztıbâ'ın hangi nevî tavaflarda sünnet olduğu noktasında ihtilâf vardır. Şöyle ki:
Hanefî ve Şafiî mezheblerine göre umre tavafında ve haccın remel, yâni hızlı yürümenin meşru olduğu tavaflarında ıztıbâ etmek sünnettir. Bu da kudüm tavafıdır. Bir de kudüm tavafından sonra Safa ile Merve arasmda sa'y yapılmamış ise ifâda, yâni rükün olan tavafta da ıztıbâ etmek sünnettir.
H a n b e 1 i mezhebine göre ıztıbâ işi kudüm tavafına mahsustur.
M â 1 i k' e göre ise ıztıbâ müstehab değildir. Kadınlar için ıztıbâ, âlimlerin ittifakı ile meşru değildir. Çünkü kadınlar vücûdlarım örtmekle mükelleftirler.
Müellifimiz'e bu hadîsi rivayet eden Muhammedbin Yahya bunu Muhammed bin Yûsuf ile Kabîsa isimli iki şeyhinden rivayet etmiştir. Kabîsa' nın rivayetinde;
= "O'nun üstünde bir hırka bulunduğu halde" ilâvesi bulunur. Şu halde ResûM Ekrem (Aleyhi's-salâtü ve's-selâm)'in ihram parçalarından birisi hırka idi. Bilindiği gibi hırka gibi dikişli bir elbiseyi normal şekilde giymek ihrâmlı kimse için yasaktır. Ama bu elbiseyi normal giymeyip ihram biçiminde sarılmak caizdir. [99]
2955) Âîşe (Radıyallâkü ankâyâao; Şöyle demiştir:
Ben Resul ul lan fSallallahü Aleyhi ve Sellem)'e Hicr-i (ismail'in Ka'be'den olup olmadığım) sordum. Resûl-i Ekrem (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) :
O, Ka'be'den (bir parça)dır, buyurdu. Ben:
Kureyş'in Hicrt-i İsmail)'i Ka'be'ye idhâl etmelerine engel olan şey ne idi? diye sordum. Resûl-î Ekrem (Sallallahü Aleyhi ve Sellem):
Kureyş'in (helâl) bütçesi Hicr(-i İsmail)'i Ka'be'ye dâhil etmeye yetmedi, (bu yüzden Ka'be'yi daralttılar) diye cevab verdi. Ben:
Peki, Ka'be'nin kapısı niçin bu kadar yüksektir, ancak bir merdivenle kapıya çıkılabilir? diye sordum. Resûl-i Ekrem (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) :
O, senin kavminin işidir. Dilediklerini Ka'be'ye dâhil etmek, dilediklerini de oraya sokmamak içindir. Eğer senin kavminin küfür (dönemin)e yakınlıkları (müslümanhğa girişlerinin yeniliği), gönüllerinin kırılması endişesi olmasaydı Ka'be'nin bir parçası olup (di-şarda bırakılan) noksan kısmını Ka'be'ye idhâl etmek üzere onda bir değişiklik yapmaya (maddi) gücümün yetip yetmeyeceğine bakacaktım ve kapısını zemin seviyesine indirecektim, buyurdu." [100]
Bu hadisi Buhâri ve Müslim de rivayet etmişlerdir. Ebû Dâvûd, Mâlik, Şafii, Tahâvİ ve başkaları da bunun benzerini rivayet etmişlerdir.
Hicr-i İsmail, Ka'be-i Muazzama' nın kuzey cephesinde bulunan bir sahanın ismidir. Hicr kelimesi sözlükte, men'et-me, akıl ve himaye gibi mânâlara gelir. İbrahim (Aleyhisse-lâm)'on oğlu İ s m â î 1 (Aleyhisselâm) bu sahada yetiştirilip himaye edildiği için bu isim verilmiştir.
Hicr-i İsmail, 131 cm. yüksekliğinde ve yarım dâire biçiminde bir duvarla çevrilidir. Bu duvarla Ka'be-i Muazzama anısında kalan sahaya Hicr-i İsmail denilir. Duvarın bir köşesi K a'-b e' nin Rükn i Irâkî denilen köşesinin hizâsmdadır ve iki köşe arasında 230 cm. genişliğinde bir boşluk var. Bu boşluktan Hicr'e girilip çıkılır. Duvarın diğer köşesi ise K a' b e ' nin Rükn-i Şâmi denilen köşesinin hizâsmdadır. Bu iki köşe arasında da 223 cm.lik bir boşluk bulunur. Buradan da Hicr'e girilip çıkılır. Yarım dâire biçimindeki duvarın iki köşesi arasındaki mesafe ise 800 cm.dir. Kata e' nin kuzeyindeki duvarının ortası ile Hicr'in yarım dâire biçimindeki duvarın ortası arasında kalan mesafe de 844 cm.dir.
Müellifimizin rivayetinin zahirine göre Hicr-i İsmail denilen sahanın tamamı K a' b e' den sayılır. Fakat bâzı rivayetlere göre bu sahanın bir kısmı K a ' b e ' dendir. Bir kısım rivayetlerde K a' -b e'den olan kısmın 6 zira olduğu belirtilmiştir. 6 zira yaklaşık olarak 3 metreye tekabül eder.
Hicr-i İsmail'in bir kısmının K a1 b e * den bir parça olduğu kesin olduğundan K a'b e tavaf edilirken Hicr-i İsmail'in etrafındaki mevcut duvarın arkasından dolaşmak gerekir. Bir kimse tavaf ederken Hicr-i İsmâîl ile K a' b e duvarı arasındaki bir girişten girip diğer girişten çıkmak suretiyle dolaşırsa tavaf sahih değildir. Çünkü K a ' b e ' nin içinden geçmiş olur. Mâlik, Şafiî ve Ahmed böyle hükmetmişlerdir.
Hanef iler'e göre ise tavafın anılan duvarın arkasından yapılması vâcibtir. Hicr'in içinden geçmek suretiyle tavaf eden kimse, tavafını yenilemekle mükelleftir. Şayet yenilemeden Mekke'den çıkıp giderse ceza kurbanını kesmekle mükellef olur.
Hicr-i İsmail'in en az 3 metresinin Ka'be' den olduğu kesinlik kazandığına ve bu kısmı Ka'be duvarının bitişiği olduğuna göre bu kısım da namaz kılan bir kimse K a 'b e' nin içinde namaz kılmış olur. Nitekim Ebû Dâvûd, Tirmizî ve Ne-s â i" nin rivayet ettikleri bir hadiste  i ş e (Radıyallâhü anhâ);
"Ben Ka'be'nin içine girip orada namaz kılmayı çok arzuluyordum. Bunun üzerine Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellemî elimden tutup beni Hicr-i İsmail'e koydu ve: Ka'be'ye girmek istediğin zaman Hicr-i İsmail'de namaz kıl. Çünkü Hicr-i İsmâîl, Ka'be'den bir parçadır. Senin kavmin Ka'be'yi (tekrar) bina ettikleri zaman daraltıp Hicr'i ondan çıkardılar, buyurdu, demiştir."
Ka'be-i Muazzama' nin İbrahim (Aleyhisselâm) tarafından inşâ edildiği nassla sabittir. O'ndan önce ilk defa melekler tarafından yapıldığı, daha sonra Âdem (Aleyhisselâm) tarafından yenilendiği rivayetleri de vardır. Fakat o rivayetler sabit görülmemiştir.
î b r â h î m (Aleyhisselâm) 'dan sonra sırayla Amâlika, Haris bin Mudâd-ı Asgar, Kusay bin Kilâb tarafından yenilenmiş ve daha sonra Resül-i Ekrem (Aleyhi's-salâtü ve's-selâm)'in peygamberliğinden beş yıl önce, yâni Resûl-i Ekrem (Aleyhi*s-salâtü ve's-selâm) 35 yaşlarında iken K u r e y ş tarafından yenilenmiştir. Hadîste anılan inşaat bu sonuncusudur. A r a blar Öteden beri Ka'be-i Muazzama'ya saygı duyagel-miş ve Ka'be inşaatına ve onarımına helâl para harcamanın lüzumuna inanmışlardır. Bu itibarla K u r e y ş yenileme işine başladıkları zaman helâl paraları yetmediği için Hicr-i İsmail denilen kısmı K a' b e' nin dışında bırakmak suretiyle K a' b e' yi daraltmışlardı. Hadiste bu durum belirtilmiştir.
Resûl-i Ekrem (Aleyhi's-salâtü ve's-selâm) K u r e y ş tarafından Ka'be dışında bırakılan kısmı K a' b e' ye dâhil etmek ve Ka'be kapısını zemin seviyesine indirmek istemiş. Fakat hadîste belirtildiği gibi müslümanlığı yeni kabullenmiş olan K u -r e y ş 'in gönüllerinin kırılmasından endişe duyduğu için bu ta'di-lâtı yapmaya teşebbüs etmemiştir. K u r e y ş' in gönüllerinin kırılması onların böyle bir ta'dilâtı yanlış değerlendirmeleri yüzünden olabilirdi. Çünkü K u r e y ş kabîlesi Ka'be inşâatını büyük bir iftihar vesilesi ederler ve yaptıkları inşâatla övünürlerdi. Eğer Resûl-i Ekrem (Aleyhi's-salâtü ve's-selâm) onların yaptığı binada anılan değişikliği yapsaydı onlar: Muhammed (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) kendi nefsine münhasır bir şeref elde etmek için böyle davrandı, diyebilirlerdi. Böyle yanlış bir yorumlama ve değerlendirme endişesi Resûl-i Ekrem (Aleyhi's-salâtü ve's-selâm)'in arzuladığı değişikliğe teşebbüs etmesine engel olmuştur. [101]
29S6) Abdullah bin Ömer (Radtyallâkü ankümâ)}dan; Şöyle demiştir:
Ben Resûlullah (SaUallahü Aleyhi ve SellemJ'den şöyle buyururken işittim:
Kim Ka'be'yi (yedi defa dolaşmak suretiyle) tavaf eder ve (tavaftan sonra) iki rekât namaz kılarsa bir rakabe (köle veya câriye) yi azadlamış gibi sevabı olur."
2957) Humeyd bin Ebî Sevîyye'den; Şöyle demiştir:
Atâ bin Ebî Rabâh Ka'be'yi tavaf ederken İbn-i Hişâm (Radıyal-lâhü anhüm)'ün kendisine şöyle soru sorduğuna ve kendisinin şöyle cevab verdiğine şâhid oldum: İbn-i Hişâm (Radıyallâhü anhüm) ;
Rükn-i Yemânîlnin fazileti) hakkında (bilgi verir misin? diye) sordu. Atâ bin Ebî Rabâh (Radıyallâhü anh) :
Ebû Hüreyre (Radıyallâhü anh), Peygamber (SaUallahü Aleyhi ve Sellem)'in (Rükn-i Irâki'nin fazileti hakkında) şöyle buyurduğunu bana rivayet etti, dedi:
Rükn-i Yemânî yanında 70 melek görevlendirilmiştir. Kim orada;
"Allahım şüphesiz ben senden afıv, dünyada ve âhirette afiyet (selâmet) dilerim. Ey Rabbımız bize dünyâda iyiyi, âhirette de iyiyi ver ve bizi ateşin azabından koru" diye dua ederse o melekler âmin, derler.»
Atâ bin Ebı Rabâh Hacer-i Esved'in bulunduğu köşe'ye ulaşınca İbn-i Hişâm (ona) :
Yâ Ebâ Muhammed! Şu Hacer-i Esvedtin fazileti) hakkında sana ne (bilgi) ulaşmış? diye sordu. Bunun üzerine Atâ:
Ebü Hüreyre (Radıyallâhü anh), Resûlullah (SaUallahü Aleyhi ve Selleml'den (Hacer-i Esved'in fazileti hakkında) şöyle buyurduğunu işittiğini bana rivayet etti, dedi:
*Kim Hacer-i Esved'e yönelirse şüphesiz o kimse Rahman (olan AîlahVa yönelmiş (yâni O'na bey'at ve ahıd) etmiş olur.»
İbn-i Hişâm, Atâ bin Ebi Rabâh'a:
Yâ Ebâ Muhammed! Tavaftın fazileti hakkında işittiğin) nedir? dedi.
Atâ:
Ebû Hüreyre (Radıyallâhü anh), Resûlullah (SaUallahü Aleyhi ve Sellem)'den (tavaf hakkında) şöyle buyurduğunu işittiğini bana rivayet etti, dedi:
Kim Ka'be'yi yedi defa tavaf eder ve (tavaf esnasında) :
"Ailah'ın her nevî noksanlıklardan pâk ve nezih olduğuna inanırım. Ha m d Allah'a mahsustur. Allah'tan başka ilâh yoktur ve Allah (her şeyden) büyüktür. Günahlardan dönüş ve ibâdete güç ancak Allah'ın yardımıyladır" sözünden başka bir şey (yâni dünya ile ilgili bir lâf) konuşmazsa, onun on günahı silinir, onun için on ha-sene (sevabl yazılır ve bu ibâdet sayesinde onun mertebesi on derece yükselir. Kim de tavaf eder ve tavaf esnasında (dünya ile ilgili) konuşursa, (yalnız) ayakları suya batan kimse gibi onun (yalnız) ayakları rahmete batar, (yâni vücûdunun kalan kısmı rahmete batmaz)."
Not; Zevâid'de şöyle denilmiştir: Sened, bu hadisin Zevâid nevinden olduğuna delâlet eder. Fakat Zevâid yazan bu sened hakkında bir şey söylememiştir. Sindi bu bilgiyi verdikten sonra: Ed-Dümeyri bu hadîsin mahfuz olmadığına delâlet eden bazı bilgiler nakletmiş tir. [102]
îbn-i Ömer (Radıyallâhü anh) 'in hadîsini T i r m i z i ve îbn-i Huzeyme de rivayet etmişlerdir. H u m e y d (Radıyalâhü anh)'in hadisi ise Zevâid nevindendir.
İlk hadis, tavafın ve tavaftan sonra kılınan iki rek'at namazın faziletine delâlet eder. İkinci hadîs ise tavaf esnasında okunacak mezkûr duaların okunması ve Hacer-i Esved'i istilâm etmenin faziletini ifâde eder.
Tavaf esnasında dünya ile ilgili konuşmalar yasaklanmamış olmakla beraber konuşmamak müstehabtır. İhtiyaç ve zaruret hâlinde konuşmak ise meşrudur.
Tavaf esnasında dünya ile ilgili şeyleri konuşan kimsenin ayaklarının rahmete batmasından maksad şu olabilir: Böyle davranan kimsenin bütün vücûdu rahmetten pek yararlanmaz, vücûdu kısmen yararlanır. Fakat tavaf esnasında zikir ve duâ gibi şeylerle meşgul olan kimse ise vücûdunun tümüyle rahmetten yararlanır.
Tavaftan sonra kılınan iki rekâat namazın hükmü ile ilgili bil giyi bundan sonra gelen bâbtaki hadîslerin izahı bölümünde vermeye çalışacağım.
Bir noktayı belirteyim: İkinci hadîsin notunda bu hadîsin Zevâid nevinden olduğunun senedinden anlaşıldığına işaret edilmektedir, h'a işaret kanımca, senedde Humeyd bin Seviyye' nin bulunmasıdır. Ancak Hüsâsa'da, Humeyd bin Ebi Suveyd el-Mekki olarak tanıtılan bir zâtın rivayetinin yalnız İ b n - i M â c e h tarafından alındığı ifâde edilmektedir. Eğer Humeyd bin Ebi Seviyye ile Humeyd bin Ebi Suveyd ayni zât ise bu hadisin Zevâid nevinden olmasının delili bu zâtın senedde bulunmasıdır. Eğer bunlar ayn zâtlar iseler hadisin Zevâid nevinden olduğuna delâlet eden delil araştırılmalıdır. Allah en iyi bilendir.
Şöyle bir şey de hatıra gelir: Suveyd kelimesi ile Seviyye kelimesinin Arapça yazılışları biribirine benzer. Hulâsa'da Humeyd bin Ebi Seveyye ismine rastlamadım. Humeyd bin Ebi Suveyd ismi ise orada bulunur. Bu itibarla İ b n - i Mâceh'in eldeki nüshalarında mevcut Seviyye kelimesinin bir kalem hatâsı olması muhtemeldir. [103]
2958) El-Muttalİb (bin Ebî Vedâa es-Sehmî) (Radıyallâhü anh)'âen; Şöyle, demiştir:
Ben Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve 5ellem)'i şöyle yaparken gördüm: Ka'be'yi yedi defa tavaf edince gelip Hacer-i Esved'in hizasında durdu. Sonra tavaf sahasının kenarında iki rek'at namaz kıldı ve (namaz kılarken) kendisi ile tavaf edenler arasında (sütre olarak) hiç kimse yoktu.
İbn-i Mâceh dedi ki: Bu durum (yâni sütresiz namaza durmak ve namazın önünden geçmek) Mekke'ye mahsustur." [104]
EI-Fetih yazarının beyânına göre bu hadîs sünen sâhibleri tarafından rivayet edilmiştir. [105]
1. Tavaftan sonra iki rek'at namaz kılmak meşrudur.
2. Tavaf namazı ismi verilen bu iki rekâatı Hacer-i Esved'in bulunduğu köşenin hizasında, yâni İbrahim (Aley-hisselâm) 'in makamında kılmak efdaldır.
3. Anılan namaza matâf'm, yâni Ka'be-i Muazzama'-yı tavaf edenlerin tavaf esnasında işgal ettikleri sahanın kenarında durmak meşrudur.
4. Burada namaza duran kimsenin kendisine bir sütre edinmesi gereği yoktur,
5. K a ' b e ' yi tavaf edenlerin anılan sahada namaza duran kimsenin önünden geçmesinde bir sakınca yoktur. [106]
I. Tavaf namazının hükmü hakkında ihtilâf vardır. Şöyle
ki:
a) Hanefiler'e göre bu namaz vâcibtir. Mâlik ve Şâfiİ1 nin birer kavli de böyledir. Bu grubun delilleri; 2960. hadiste anılan Bakara sûresinin 125. âyeti, bu âyetin anıldığı
mezkûr hadis, benzeri hadisler ve Resûl-i Ekrem (Aleyhi's-salâtü ve's-selâmJ'in bu namaza devam etmesidir.
b) Şafii mezhebinin eri kuvvetli kavli ile A h m e d ' e göre bu namaz sünnettir. Anılan âyetteki emir müstehablık içindir.
c) M â 1 i k' in meşhur kavline göre bu namaz tavafa bağlıdır. Yâni tavaf vâcib ise namaz da vâcib olur. Tavaf sünnet ise namaz da sünnettir. Namazm 1 b r â h i m' in makamında kılınması mendubtur. Şayet başka bir yerde kılınırsa, henüz abdest bozulmamış iken bunun î b r â h i m ' in makamında yeniden kılınması gerekir.
Cumhura göre bu namazın İ b r â h i m ' in makamında kılınması efdaldır. Başka yerde de kılınabilir. [107]
A) Hanefiler ile Mâlik'e göre başka namaz bunun yerine geçmez.
B) Şafiî ve Hanbelî mezheblerine göre ise farz namaz bunun yerine geçer.
2. Bu hadisin zahirine göre Mescid-i Haram 'da namaza duran kimsenin sütre edinmesi mecburiyeti yoktur. Keza burada namaza duran kimsenin önünden geçmekte bir sakınca yoktur. Mescid-i Haram dışında kalan yerlerde namaza duran kimsenin sütre edinmesi ve namaza duranın önünden geçme hükümleri sünenimizin namaz bölümünde etraflıca anlatılmıştır. Tekrarlamaya gerek yoktur. Burada sadece Mescid-i Haram1 daki duruma âit ilmi görüşleri beyân etmekle yetineceğim.
a) Hanefi mezhebi:
Ka'be-i Muazzama'yi tavaf eden kimsenin, namaza duranların önünden geçmesi caizdir. Keza İbrahim (Aîeyhis-selâm)'ın makamında ve Ka'be-i Muazzama içinde namaza duran kimsenin önünden geçmek caizdir. Namaza duran kimse ile onun önünden geçen kimse arasında bir sütre bulunsun veya bulunmasın hüküm budur.
b) Şafii mezhebi:
Ka'be-i Muazzam a'yi tavaf ederken namaza duranın önünden geçmek caizdir. Sütrenin bulunması veya bulunmaması fark etmez.
c) Mâliki mezhebi:
Mescid-i Haram'da bir sütre edinmeden namaza duranın önünden geçmek caizdir. Tavaf eden kimsenin sütre edinerek namaza duranın önünden geçmesi ise mekruhtur.
d) Haıibeli
mezhebi:
M e k k e ' de ve bu mukaddes beldenin harem'inde namaza duranın önünden geçmek caizdir.
2950) (Abdullah) hin Ömer (RadtyaUâhü anhümâ)\\an; Şöyle demiştir :
Resülullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) (Mekke'ye) geldi. Ka'-beyiyedi defa tavaf ettikten sonra iki rek'at namaz kıldı. (Râvi Veki demiş ki : Yâni İbrahim'in makamı yanında,) Sonra (sa'y için) Safâ'ya çıktı."
EMIııttalİh (R.A.Hn Hâl Trrcemrsi :
EIMuttalib (R.A.ı bin Ebi Vedân es-Sehmi Ebü Abdillah Mekke'nin fetih gü-nü müslüman o: ;:nla rehindir. Birkaç hadisi vardır. Müslim,ve sünen sfihibleri onun hadislerini rivfıyiT eimişlerdir. Rıivileri okulları Kesir, Cu'ier ve Abdurrahman'djr. • Hülâsa : 379)
2960) Câbir (bin Abdillah) (Radıyallâhü anhümâ )'d,ın; Şöyle demiştir :
Resûlullah {Sallallahü Aleyhi ve Sellem) Ka'be'yi tavaf işini bitirince (tavaf namazı için) İbrahim'in makamına geldi. Bunun üzerine Ömer (bin el-Hattâb) (Radıyallâhü anh) :
Yâ. ResülaUah! Burası Allah Sübhâne'nin;
"ibrahim'in makamı yanında namaz için bir yer edinin" buyurduğu babamız İbrahim'in makamıdır, dedi.
(Râvi) el-Velîd demiş ki: Ben Mâlik (bin Enes)'e Râvi bu âyeti;
şeklinde (mi) okudu? diye sordum. Mâlik {Radıyallâhü anh) :
Evet, diye cevab verdi. (Yâni âyetteki fiil mazi şeklinde değil emr-i jnuhatab fiilidir)" [108]
Ibn-i Ömer (Radıyallâhü anh) 'in hadîsini B.uhârİ, Müslim ve Nesâî de rivayet etmişlerdir. Bu hadîs de ta-vâftan sonra iki rekâat namaz kılmanın meşruluğuna delâlet eder. Râvi V e k î' in parantez içindeki açıklaması B u h â r i' nin rivayetinde hadîsin metninde mevcuttur. Yâni Resûl-i Ekrem (Aley-hi's-salâtü ve's-selâm)'in bu namazı İ b r â h i m' in makamı yanında kıldığı İ b n - i Ömer tarafından ifâde edilmiştir.
C â b i r (Radıyallâhü anhJ 'in hadîsinin birer benzerini Müslim, Tirmizi ve Ahmed de rivayet etmişlerdir.
Hadîste anılan Allah'ın kelâmı Bakara sûresinin 125. âyetinde geçer. Âyetin bu cümlesindeki fiil mazi ve emri muhatab olmak üzere iki şekilde okunmuştur. Mazi fiili olursa meali şöyle olur: "Ve onlar İbrahim'in makamı yanında bir namaz yeri edindiler." Şayet bu fiil emri muhâtab şeklinde okunursa meali şöyle olur: "Ve İbrahim'in makamı yanında bir namaz yeri edininiz."
Anılan cümle müteaddid şekillerde yorumlanmıştır. Yukardaki yorum bunlardan biridir. Diğer yorumlar hakkında bilgi edinmek isteyenler tefsir kitablarına müracaat etmelidir.
Makam-ı İbrahim' den maksad İbrahim Pey-gamber'in Ka'be-i Muazzama'yi inşâ ederken veya halkı hacc'a davet ederken üstüne çıktığı taştır. Bu taşta İbrahim (Aleyhisselâm) 'm ayak izi bulunur. Taş hâlen Ka'be-i Muazzama' nın yanında bir muhâfazalık içinde duruyor. Hacca gidenler ziyaret ederler. İbrahim (Aleyhisselâm) 'm bir mucizesi olarak taş onun ayağı altında yumuşar ve ayağı taşa batar. Bu iz hâlen mevcuttur.
Resûl-i Ekrem (Aleyhi's-salâtü ve's-selâm) K a' b e ' yi tavaf ettikten sonra bu taşın olduğu yere teşrif eder ve sünenimizin 3074 nolu C â b i r (Radıyallâhü anh)'ın hadîsinde belirtildiği gibi buraya vardıktan sonra anılan âyeti okur. Sonra makamın, yâni taşın arkasında durup iki rekâat tavaf namazı edâ eder.
Makam-ı İbrahim ismi verilen taş Resûl-i Ekrem (Aleyhi's-salâtü ve's-selâm) zamanında K a'b e'ye çok yakın, hemen hemen K a' b e duvarına bitişik idi. Sonra Ömer (Radıyallâhü anh) bunu şimdi bulunduğu yere nakletti. [109]
2961) (Mü'minlerin annesi) Ümmü Seleme (Radıyallâhü anhâ)'dan rivayet edildiğine göre:
Kendisi hastalanmış, bunun üzerine Rcsûlullah (Sallallahü Aleyhi ve SellemKin emriyle (devesine) binerek halkın arkasından tavaf etmiştir. Ümmü Seleme -demiştir ki:
(Ben deve üstünde Ka'be'yi tavaf ederken) Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'in Ka'be'nin (ta) yanında namaza durduğunu ve (namazda); sûresini okuduğunu gördüm.
İbn-i Mâceh dedi ki: Bu, Ebû Bekr'in bana rivayet ettiği hadîs metnidir." [110]
Bu hadis Tirmizi hâriç Kütüb-i Sitte sâhibîerince rivayet edilmiştir. Hadîs, mazeret hâlinde binerek tavaf etmenin câizliğine delâlet eder. Hayvan üstünde tavaf etmek ve hayvanın K a'b e * -nin yanma götürülmesi hususu ile ilgili bilgi bu kitabın 28. babında verilmiştir. Oraya müracaat edilmelidir.
Ümmü Seleme (Radıyallâhü anhâ)'nın bu tavafının veda tavafı olduğu, Resûl-i Ekrem (Aleyhi's-salâtü ve's-selâm)'in K a'-be-i Muazzama' nın tam yanında kıldığı namazın sabah namazı olduğu B u h â r İ' nin "Tavaf namazını Mescid dışında kılan kimse" başlıklı bâbta rivayet ettiği Ümmü Seleme'-nin hadîsinden anlaşılır. Oradaki hadîste belirtildiği gibi Resûl-i Ekrem (Aleyhi's-salâtü ve's-selâm), Ümmü S e 1 e m e ' ye : "Sabah namazına durulduğu zaman cemâat namazda iken sen devenin üstünde (ve halkın arkasında, yâni gerisinde) tavafını et" buyurmuş. Ümmü Seleme de böylece tavafını ifâ etmiştir.
Bu hadîsi Ebû Bekir, İshâk bin Mansûr ve Ahmed bin Sinan isimli zâtlar müellifimize rivayet etmişlerdir. Müellifimiz bu durumu belirtir ve rivayet ettiği metnin Ebû Bekr'e âit olduğunu ifâde eder. [111]
El-Mıiltezem : Ka'be-i Muazzama' nın H a c e r - i E s v e d ile Ka'be kapısı arasında kalan kısmına verilen isimdir. Bu yere mültezem ismi .verilmesinin hikmeti şudur: Hac veya umre için K a ' b e ' yi ziyarete giden kimse memleketine dönmek istediğinde Ka'be-i Muazzama'ya veda ederken duâ için bu yere varıp bir süre duâ eder, burayı iltizam eder. Burada yapılan duanın makbul olduğuna dâir hadisler vardır. Buraya el-Hatîm de denilir. Fakat meşhur olanı Hatîm'in Hicr-i İsmail mânâsında kullanılmasıdır.
2962) Amr bin Şuayb'ın babası aracılığıyla dedesinden rivayet edildiğine güre babası Şuayb (Radtyallâfıü anhüm) söyle demiştir :
Ben (dedem) Abdullah bin Amr (bin el-Âs) ile beraber Ka'be'yi (veda için) tavaf ettim. Yedi defa dolaşmak suretiyle tavafımızı bitirince Ka'be'nin arkasında (yâni güney tarafında) tavaf namazını kıldık. Sonra ben ona: Cehennem ateşinden Allah'a sığınma duasında bulunmayacak mısın? diye sordum. Kendisi:
Cehennem ateşinden Allah'a sığınırım, dedi. Şuayb dedi ki: Sonra Abdullah geçip Hacer-i Esved'i istilâm etti (elini sürdü). Sonra Hacer-i Esved ile Ka'be'nin kapısı arasında ayakta durdu ve göğsünü, kollarını ve yanağını mültezeme (Kabe duvarına) yapıştırdı. Daha sonra şöyle dedi:
Ben Resûlullah (Sallallahü Aleyhi, ve Sellem)'i böyle yaparken gördüm." [112]
Bu hadisi Ebû Dâvûd ve Beyhakî de rivayet etmişlerdir. Müellifimizin senedinin zahirine göre Abdullah bin Amr (Radıyallâhü anh)'m beraberinde bulunan ve hadisi rivayet eden zât A m r' in dedesi Muhammed bin Abdil-1 a h' tır. Fakat Ebû Dâvûd ile Beyhakî' nin rivayetlerine göre A b d u 1 1 a h ' in beraberinde bulunup hadisi rivayet eden zât A m r 'in babası Şuayb' tır. Tekmile yazarı müellifimizin senedinde bulunan; sözünün mahfuz olmadığı kanısındadır. Ben de bu durumu dikkate alarak hadisin râvisi olup A b -d u 1 1 a h ile beraber bulunan zâtın Şuayb olduğu yolunda tercemede bulundum.
Abdullah (Radıyallâhü anh) ile beraberindeki zât, tavaf namazım İ b r â h î m ' in makamında değil,' K a ' b e ' nin arka cephesinde, yâni güney tarafında kılmışlar. Abdullah (Radıyallâhü anh) 'in bu hareketi tavaf namazının İ b r â h î m ' in makamında kılınmasının şart olmadığına delâlet eder, Bâzıları, onların izdiham sebebiyle İbrahim'in makamına gitmediklerini beyân eder. [113]
1. Tavaf K a'b e'nin etrafında yedi defa dolaşmak suretiyle tamamlanır.
2. Tavaftan sonra tavaf namazı İ b r â h î m ' in makamından başka yerde de kılmabilir.
3. Veda tavafından sonra M ü 1 t e z e m denilen yeri ziyaret edip göğüs, karın, kollan ve yanağı K a'b e' nin duvarına dayayıp dua etmek sünnettir.
Tekmile yazarının beyânına göre Hasan-i Basrî duaların şu on beş yerde makbul olduğunu söylemiştir: Tavafta, Mül-tezem'de, Mizâb'da, yâni altın oluk altında, K a'b e * de, Zemzem kuyusu yanında, Safa tepesinde, M e r v e tepesinde, sa'y esnasında, İ b r â h î m ' in makamının arkasında, Arafat'ta, Müzdelife'de, M i n â ' da ve üç cemre, yâni şeytân taşlama yerlerinde. [114]
2963) Âişe (Radtyallâhü onAâJ'dan; Şöyle demiştir: Biz (hac mevsiminde) ancak hac yapılabileceği (yâni umre yapılamayacağı) inancıyla Hesûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'in beraberinde (Medine'den Mekke yolculuğuna) çıktık. SeriTe veya buraya yakın bir yere vardığımız zaman âdet gördüm. Ben (hac görevimi ifâ edemiyeceğim diye) ağlamakta iken Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) yanıma girdi ve: Neyin var? Âdet mi gördün? diye sordu. Ben de: Evet, diye cevab verdim. Resûl-i Ekrem (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) :
Bu, Allah'ın Âdem (Aleyhisselâm)'ın kızlarına yazdığı (takdir ettiği) bir şeydir. Bu itibarla sen menâsik (hac görevler) inin hepsini ifâ et. Sâdece Kabe i Muazzama'yı (hayız âdetinden çıkıncaya kadar) tavaf etme, buyurdu.
Âişe dedi ki: Ve Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) zevceleri adına bir sığır kurban etti." [115]
Bu hadîsi Buharı, Müslim, Ebû Dâvûd, T i r -mizi ve Beyhakî de rivayet etmişlerdir.
islamiyet'ten önceki devirlerde Araplar hac mevsiminde umre yapılamayacağına inanıyorlardı. Veda haccına gidilinceye kadar da bu hususta bir hüküm buyurulmamıştı. Bu nedenle Veda haccı için hicretin 10. yılı Medîne-i Münevvere' den yola çıkıldığı sıralarda herkes ancak hac niyetiyle ihrama girilebileceğine ve umre niyetiyle ihrama girilmesinin caiz olmadığı inancında idi. Âişe
(Radıyallâhü anhâ)'nın sözünde geçen; ^J fiili itikad etmek mâ-nâsına yorumlanır. Bu fiil; "Nûrâ" şeklinde de okunabilir.
Bu takdirde zannetmek mânâsına yorumlanır. Yâni biz hac mevsiminde ancak hac niyetiyle ihrama girilebilepeğini ve umre niyetiyle ihrama girilemeyeceğini zan ediyorduk, demek olur.
Şerif: Mekke'ye 6 veya 7 mil, yâni 10 veya 12 km. mesafede ve Mekke' nin kuzey tarafına düşen bir yerin ismidir.
Veda haccina çıkıldığı zaman yukarıda işaret ettiğim itikad sebebiyle herkes hac niyetiyle ihrama girmişti. Resûl-i Ekrem (Aley-hi's-salâtü ve's-selâm), beraberinde hediy, yâni kurbanlık bulundurduğu için hacca niyet etmişti. Sahâbiler de ona uyarak böyle niyet etmişlerdi. Hacı kafilesi muhtemelen Şerife yaklaşınca veya buraya varınca Resûl-i Ekrem (Aleyhi's-salâtü ve's-selâm), beraberinde kurbanlık getirmeyenlerin niyetlerini umre'ye çevirebileceklerini beyân buyurmakla câhiliyet devrinin bâtıl inanışını yıkmıştır. Hac niyetiyle ihrama giren kimsenin bunu umre'ye çevirmesi meselesi ise Cum-hur'a göre caiz değildir. Veda haccında özel bir hüküm olmak üzere ruhsat verilmiştir. Yeri geldiğinde bunun üzerinde tekrar durulacaktır. Hac mevsiminde umre yapmak ise İslâm âlimlerinin icmâi ile meşrudur. Bundan sonra gelecek bâblarda haccın çeşitleri anlatılırken bunlardan birisinin de Hacc-i Temettü olduğu görülecektir. Hacc-ı Temettü demek, hac mevsiminde önce umre niyetiyle ihrama girip umre menâsikini ifâ ettikten sonra ihramdan çıkmak ve bayrama yakın günlerde hac niyeti ile tekrar ihrama girmek suretiyle önce umre yapmak ve bundan sonra hac etmektir.
Veda haccında  i ş e (Radıyallâhü annâJ'nın hac niyetiyle mi, umre niyetiyle mi ihrama girdiği hususunda değişik rivayetler mevcuttur. El-H âf iz bu değişik rivayetleri naklettikten sonra rivayetler arasında görülen ihtilâfın kaldırılması yolunda şöyle bir ihtimâlin söz konusu olduğunu söyler:
 i ş e {Radıyallâhü anhâ) diğer sahâbiler gibi hac niyetiyle ihrama girmişti. Sonra Peygamber (Aleyhi's-salâtü ve's-selâm), beraberinde kurbanlık getirmemiş olan sahâbilere haclarını umreye çevirmelerini emredince  i ş e (Radıyallâhü anhâ) de onlar gibi yapıp umre'ye başlamış oldu. Sonra M e k k e ' ye gireceği sıralarda âdet hâlini görünce, umre tavafını yapamadı. Çünkü hayıziı kadın tavaf edemez. Bunun üzerine Peygamber (Aleyhi's-salâtü ve's-selâm)'in emriyle hacc'a niyetlendi. Yâni böylece Hacc-ı Kıran'a girmiş oldu.
N e v e v i de e J - H â f ı z ' in yukardaki yorumuna benzer bir yorumla rivayetler arasında görülen zahirî ihtilâfı bertaraf etmiştir. [116]
1. Hayıziı kadın, ihrama girmek, A r a f a t" ta durmak, Müzde lif e'de gecelemek, M i n â' da durmak, şeytânları taşlamak gibi hac menâsikini ifâ edebilir. Hayız hâli görülmeden önce tavaf etmiş ise hayıziı iken Safa ile Merve arasındaki sa'y'ı da yapabilir. Fakat kudüm tavafı veya ziyaret, yâni ifâda tavafı gibi sahih bir tavaf etmemiş iken sa'y etmek cumhura göre sahih olmadığı için bu durumda âdet gören kadın sa'y edemez.
2. Kadın hayız hâlinde iken Ka'be-i Muazzama'yi tavaf edemez. Alimler bu hususta ittifak hâlinde olmakla beraber böyle bir halde iken kadının edeceği tavaf hükmü hakkında şu ihtilâf vardır:
a) Hanef iler: Hadesten taharet, tavafın vâciblerinden-dir. A h m e d' den bir rivayet de böyledir. Şayet bir kimse ab-destsiz olarak tavaf ederse, ettiği tavaf sahîh, yâni geçerlidir. Fakat bir koyun veya keçiyi kurban etmesi gerekir. Eğer bir kimse cünüb veya hayıziı iken tavaf ederse, tavafı geçerli olmakla beraber, bir deve veya sığırı kurban etmesi ve henüz Mekke' den ayrılmamış ise yeniden tavaf etmesi gerekir, demişlerdir. Kişinin, özellikle ha* yızlı veya cünüb olarak tavaf etmesi fiili ise haramdır. Bu halde Mescid-i Harâm'a girmesi de haramdır.
b) Mâlik, Şafiî ve meşhur kavlinde A h m e d ile âlimlerin cumhuru: Tavafın sahîh, yâni geçerli sayıîabilmesi için hadesten taharet ve necasetten taharet şarttır, demişlerdir. Yâni tavaf eden kimsenin vücûdunun ve elbisesinin dinen pis sayılan şeylerden pâk ve temiz olması ve abdestli olması şarttır. Bu şart olmadıkça edilen tavaf geçersizdir.
3. Kişi, zevceleri yerine kurban kesebilir ve bir sığır yedi kişinin ortaklaşmasıyla kurban edilebilir.
Bu hükümle ilgili cümleye âit bir iki noktayı belirtmeyi uygun buldum. Şöyle ki: Hadîsin metninde "Bakar" kelimesi bulunur. "Bakar" sığır mânâsını ifâde eder. Bu, cins isim olduğu için bir ve birden fazla sığır anlamında kullanılır. "Bakara" ise bir sığır mânâsım ifade ©der.
Müellifimizin 3135. hadîsinde  i ş e (Radiyallâhü anhâ) Re-sûl-i Ekrem (Aleyhi's-salâtü ve's-selâm)'in Veda haccmda zevceleri için bir sığır kestiğini beyân ettiği için burada "El-Bakar" kelimesiyle bir sığır mânâsı kasdedilmiştir. Hadîs şerhlerinde beyân edildiği gibi Veda haccmda Resul- Ekrem CAIyehi's-salâtü ve's-selâm)'in beraberinde  i ş e ' den başka yedi zevcesi bulunmuş ve bunlar için bir sığır kurban edilmiştir.
Anılan cümlede; fiili kullanıldığı için bu fiilin zahirine göre Resûl-i Ekrem (Aleyhi's-salâtü ve's-selâm), zevceleri için Udhiyye denilen kurbanı kesmiştir. Udhiyye Kurban bayramı günlerinde kesilen kurbana verilen isimdir. Sindi bu ifâde tarzına bakarak: Bu hadis, Kurban Bayramında kurban kesme hükmünün misafir için de mevcut olduğuna delâlet eder, demiştir. Fakat Tekmile yazarı anılan sığırın temettü haccı nedeniyle kesilmesi vâcib olan kurban olduğunu, çünkü Resûl-i Ekrem (Aleyhi 's-salâtü ve's-selâm)'in A i ş e' den başka zevceleri Veda haccmda Temettü haccım ifâ ettiklerini söylemiştir. [117]
Bu ve bunu takip eden bâblarda Haccı İfrâd, Hacc-ı Kıran ve Hacc-ı Temettü hakkındaki hadîsler rivayet edildiği için önce bu hac çeşitleri hakkında özlü bilgi vermeyi uygun buldum. Şöyle ki:
Hacc-ı İfrâd: Umre'sız Hac, demektir. Bu nevi hac edene de Müf-rid denilir.
Hacc-ı İfrâd şöyle edâ edilir: Hacı adayı inikat, yâni ihrama girme yerine vardığı zaman şöyle niyet eder. Allahım! Hac etmeye niyetlendim. Bunu bana kolaylaştır ve benden kabul eyle, diyerek Leb-beyk duasını okur. Böylece hac ibâdetine başlamış olur. Mekke'ye vardığı zaman Kudüm tavafı eder. îki rekât tavaf namazı kılar. Sonra dilerse Safa ile Merve arasında sa'y eder. Z i I h i c -c e ayının sekizinci günü mümkünse Minâ'ya gider ve bir gün sonra, yâni A r e f e günü oradan Arafat'a çıkar. Z i' I -H i c c e ayının sekizinci günü M i n â' ya gidemezse ayni gün veya A r e f e günü doğruca A rafa t' a gider. A r e f e günü akşamı oradan Müzdelife'ye döner. Sabah namazına kadar burada durur. Şafiî mezhebine göre ise gece yansından sonra buradan hareket edebilir. Sabahleyin Mi n â'ya varır. A k a b a cemresine taş atar. Kurban kesmesi sünnettir. Kurban kesmek isterse bunu da ifâ eder. Sonra saç traşı olur. Mümkünse ayni gün oradan M e kk e' ye gelip rükün olan tavafı ifâ eder. Bu tavafa Ziyaret tavafı ve İfâda tavafı da denilir. Kudüm tavafından sonra Safa ile Merve arasında sa'y etmemiş ise sa'yı-nı da yapar. İhram denilen elbiseden çıkar ve normal elbisesini giyer. Tekrar M i n â ' ya gider. Bayramın ikinci ve üçüncü günleri üç cemreye taş atar ve üçüncü günü öğleden sonra taşlan attıktan sonra oradan M e k k e ' ye döner. Böylece hac menâsikini ifâ etmiş olur. Böylece haccını tamamladıktan sonra bayramın 5. günü veya daha sonraki günlerde umre yapar. Umre için Mekke' nin dışına, yâni Harem mıntıkasının dışına çıkıp orada ihrama girmesi gerekir. Bu gün hacıların çoğu Ten'îm denilen yere gidip orada umre ihramına girerler. Sonra M e k k e' ye dönüp umre tavafı eder. Tavaf namazını eda eder. Sonra Safa ile Merve arasında sa'y eder ve bundan sonra saç traşı olur. Böylece umre me-nâsiki tamamladıktan sonra ihram denilen elbiseyi soyar ve normal elbiseyi giyer.
Hacc-ı Kıran: Hac ile umre'yi birlikte ifâ etmektir. Böyle yapmak isteyen kimse mîkat'ta ihrama girdiği zaman şöyle niyet eder: Allahım! Ben hac ve umre'ye niyetlendim. Bunları bana kolaylaştır ve benden kabul eyle, diyerek Lebbeyk duasını okur. Böylece hac ve umre ibâdetine başlamış olur. Tabii gerek bunda ve gerekse diğer çeşitlerde niyet etmeden önce mümkünse boy abdesti, bu mümkün olmazsa abdest aîmır ve ihram namazı kılınır. Sonra niyet edilir. Böylece ihrama giren kişi M e k k e' ye vardıktan sonra Hanefi mezhebine göre umre tavafı eda eder, tavaf namazı kılar ve umre için Safa ile Merve arasında sa'y eder. Fakat Hacc-ı İfrad'a niyet eden gibi ihramdan çıkamaz. Arafat, Müzdelife. M i n â' ya gider. Bu yerlerde yapılması gerekli menâsiki ifâ eder. Ziyaret tavafı ve Safa ile Merve arasındaki sa'y işini ve diğer menâsiki ikmâl eder. Böylece hac ve umre ibâdetini birlikte edâ etmiş olur. Böyle yapanlara kurban kesmek vâcibtir.
Hacc'i Temettü; Mikat'ta yalnız umre için ihrama girmek ve umre menâsiki bittikten sonra hac niyetiyle ihrama girmektir. Böyle yapmak isteyen kimse mikat'ta şöyle niyet eder: Allahım! Ben um-re'ye niyetlendim. Bunu bana kolaylaştır ve benden kabul eyle, demek suretiyle umre'ye başlamış olur. Tabii bu arada Lebbeyk duasını da okur. M e k k e ' ye vardığı zaman umre tavafını tâvâf namazını Safa- ile Merve arasındaki sa'y işini bitirdikten sonra saç traşı olup ihramdan çıkar. Böylece umre ibâdetini tamamlamış olur. Kurban bayramına iki gün kala M e k k e ' de hac niyetiyle ihrama girer ve hac menâsikini ikmâl etmek suretiyle hâccını bitirmiş olur. Böyle yapana da kurban kesmek vâcibtir. [118]
Bu hususta ihtilâf vardır. Şöyle ki efdaliyet hususunda dört mez-heb âlimleri değişik görüşler beyân etmişlerdir. Efdaliyet sırası mez-heblere göre şöyledir:
1. Hanefi mezhebine göre Hacc-ı Kıran, sonra Hacc-ı Temettü, sonra Hacc-ı İfrad.
2. Şafii mezhebine göre Hacc-ı İfrad, sonra Hacc-ı Temettü. Isonra Hacc-ı Kıran.
3. Mâliki mezhebine göre Hacc-ı İfrad, sonra Hacc-ı Kıran, tonra Hacc-ı Temettü.
4. H a n b e I i mezhebine göre Hacc-ı Temettü, sonra Hacc-ı İfrad, sonra Hacc-ı Kıran.
Hacc-ı ifrad edenlerin kurban kesmeleri sünnettir. Diğer iki çeşitte ise kurban kesmek vâcibtir.
2964) Aişe (Radıyattâhü anftâydan rivayet edildiğine göre: Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) hacc-ı ifrâd etmiştir.
2965) Mü'minlerin annesi Aişe (RadtyaUâhü anhû)\h\n rivfıyet edildiğine göre :
Resûlullah (Sallalluhü Aleyhi ve Sullom) hacc-ı ifrûd etmiştir."
2966) Câhir (Ratİtyatlâhü om A)'den rivayet edildiğine göre: Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) hacc-i ifrâd etmiştir."
Not : Câbir'in hadisine dâir bu senedin sahih olduğu, Zevdid'de belirtilmiştir.
2967) Câbir (Rarİıyaltâkü an/ı)'t\en rivayet edildiğine göre :
Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) ile Ebû Bekir, Ömer ve Osman (Radıyallâhü anhüm) hacc-i ifrâd etmişlerdir."
Not : Zevâid'de şöyle denilmiştir : Bunun senedinde Kasım bin Abdillah bulunur. Bu râvi terkedilmiştir. Ahmed bin Hanbel onu yalanlamış ve hadislerinin mevzu olduğunu söylemiçtir. [119]
Müellifimizin kısmen değişik iki senedle rivayet ettiği Âişe (Ra-dıyallâhüanhâ)'nın hadîsini Müslim, Tirmizi, Ebû Dâ-vüd, Nesâi, Şafiî. Ahmed ve Dârimi de rivayet etmişlerdir. Diğer iki hadîs Z'evâid nevindendir.
Bu bâbtaki hadîslere göre Resûl-i Ekrem (Aleyhi's-salâtü ve's-selâm) Veda haccında Hacc-i İfrâd'ı edâ etmiştir. Yâni yalnız hac niyetiyle ihrama girmiş ve haccını bu şekilde ikmâl etmiştir. Mâ-1 i K i ve Şafiî mezheblerine mensub âlimler ile Evzâi ve başka ilim adamları bu bâbtaki hadîslere ve benzeri hadîslere dayanarak Hacc-ı İfrâd'ın Hacc-ı Temettü ve Hacc ı Kırân'dan efdal olduğunu söylemişlerdir. Dârekutnî' nin rivayet ettiği bir hadîste î b n - i Ömer (Radıyallâhü anh), Resûl-i Ekrem (Aleyhi's-salâtü ve's-selâm)'in, Ebû Bekir, Ömer, Osman, Abdurrahman bin Avf ve îbn-i Abbâs (Radıyallâhü anhüm)'ün Hacc-ı İfrâd ettiklerini rivayet etmiştir. Bey-haki de İbn-i Ömer (Radıyallâhü anh)'den böyle bir hadîs rivayet etmiştir. Geniş bilgi için Sünen-i Ebû Davud'un şerhi Tekmüe'nin I. cildinin 43. sahifesine "Hacc-ı İfrâd" babına bakılabilir.
Hacc-ı Kırân'ın Hacc-ı, İfrâd d an daha faziletli olduğunu söyleyen âlimlerin bu hadîslere karşı verdikleri cevâbı bundan sonra gelen bâbtaki hadîslerin izahı bölümünde vermeye çalışacağım. [120]
2968) Enes bin Mâlik (RadtyaUâhü atth)'den; Şöyle demiştir:
Biz (Veda haccı yılı) Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve SellemJ'in beraberinde Mekke'ye (gitmek üzere Medine'den yola) çıktık. Ben Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'deni
Lebbeyke, bir umre'ye ve bir hacc'a niyetlendim, buyruğunu işittim."
2969) Enes (bin Mâlik) (RadtyaUâhü a»A)'den rivayet edildiğine göre;. Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) (Veda haccında) :
Allahım! Bir umre ve bir hac ile emrine amadeyim (dâvetine icabet etmekteyim) buyurmuştur.1 '
2970) Es-Subey bin Ma'bed (Radtyallâhü anh)'den; Şöyle demiştir:
Ben Hristiyan bir adamdım. Sonra müslüman oldum ve hac ile umre (yâni Hacc-i Kıran) niyetiyle ihrama girdim. Sonra Selmân bin Rebia ve Zeyd bin Sohân (Radıyallâhü anhümâ) Kadisiyye'de benim hac ve umre'nin her ikisi için de Lebbeyk duasını okumakta olduğumu işittiler. Bunun üzerine bu iki zât (bana işaretle) :
Şu adam devesinden daha idraksizdir (yâni Hacc-ı îfrâdın daha faziletli olduğu bilincinden mahrumdur), dediler. Onlar bu sözleriyle sanki bana bir dağ yüklediler. (Yâni sözleri bana çok ağır geldi). Sonra ben Ömer bin el-Hattâb (Radıyallâhü anh)'in yanma vardım ve olup biteni ona arz ettim. Bunun üzerine Ömer (Radıyallâhü anh) onlara yönelip kmamada bulundu. Sonra bana dönüp: Sen Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'in sünnetine hidâyet olundun, sen Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'in sünnetine hidâyet olundun (yâni yaptığın iş O'nun sünnetine uygundur), dedi.
(Râvî) Hişâm kendi rivayetinde dedi ki: Şakîk: Ben ve Mesrûk çok kere gidip es-Subay bin Ma'bed'e bu olayı soruyorduk, demiştir.
......senediyle de es-Subay bin Ma'bed (Radıyallâhü anh)'den rivayet edildiğine göre kendisi: Hrıstiyanhk dininden müslümanlığa yeni dönmüştüm. Müslümanlığı kabul edip (sünnet'e uymak için) gayret ve çalışmamda kusur etmedim. Sonra hac ve umre niyetiyle ihrama girdim (Yâni Hacc-ı Kırân'a başladım), demiş ve yukarıdaki hadîsin mislini anlatmıştır.
2971) Ebû Talha (Radtyallâhü ankyden rivayet edildiğine göre:
Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) hac ve umre'yi beraber ifâ etti (yâni hacc-ı kırân'ı edâ etti.)"
Not: Zevâid'de şöyle denilmiştir : Bunun senedinde Haccâc bin Ertât bulunur. Bu râvî zayıf ve tedlisçidir ve bu hadisi an'ane ile rivayet etmiştir. [121]
E n e s (Radıyallâhü anh) 'in ilk hadîsi N e s â İ, ikinci hadîsi ise Müslim, Tirmizî, Ebû Dâvûd, Nesâî ve Beyhaki tarafından da rivayet edilmiştir.
Es-Subay (Radıyallâhü anh) 'm hadîsini müellifimiz iki se-nedle rivayet etmiştir. N e s â i de bunları rivayet etmiştir. Ebû Dâvûd ise ilk senedle rivayet edilen metnin daha genişini rivayet etmiştir. Ahmed ve Beyhaki ise bunun benzerini rivayet etmişlerdir.
Ebû Talha (Radıyallâhü anh)'in hadîsi, notta belirtildiği gibi Zevâid nevindendir.
Bu bâbtaki hadisler Resûl-i Ekrem (Aleyhi's-salâtü ve's-selâm)'in Hacc-ı Kıran şeklinde menâsikini ifâ ettiğine delâlet eder. Hane-filer, Sevri ve İshâk bu hadîsleri delil göstererek Hacc-ı Kırân'ın Hacc-ı Temettü ve Hacc-ı İfrâd'dan daha faziletli olduğunu söylemişlerdir. Ş â f i i 1 e r ' den Nevevİ, el-Müzeni, Îbnü'l-Münzir ve Takiy ü'd-Di n-i Sibki de Hacc-ı Kırân'ın daha faziletli olduğunu söylemişlerdir.
Gerek bu bâbta rivayet edilen hadisler, gerekse benzeri hadîsler Resûl-i Ekrem (Aleyhi's-salâtü ve's-selâm)'in Hacc-ı Kıran ettiğine açıkça delâlet ederler. Bu durum sahâbilerden bir cemaattan rivayet edilmiştir. îbn-i Ömer, Â işe, Câbir, Ömer bin el-Hattâb, Ali, İmrân bin Husayn ve Süraka bin Mâlik (Radıyallâhü anhüm) anılan cemaattandır. Bundan önceki bâbta rivayet edilen hadîslerin zahirine göre ise Resûl-i Ekrem (Aleyhi's-salâtü ve's-selâm) Hacc-ı İfrâd etmiştir. Hicretten sonra Resûl-i Ekrem (Aleyhi's-salâtü ve's-selâm)'in yalnız bir defa hacca gittiği sabittir. Bu da hicretin 10. yılı edilen meşhur Veda hacadır.
Tekmile yazarının beyânına göre bu bâbta rivayet edilen hadisler ile bundan önceki bâbta rivayet edilen hadisler arasında görülen zahirî ihtilâf şu şekilde halledilmiştir:
Resûl-i Ekrem (Aleyhi's-salâtü ve's-selâm) 'in Hacc-ı İfrâd ettiğini rivayet eden sahâbîler O'nun hac için Lebbeyk duasını işitmişler. Bu nedenle Hacc-ı İfrâd ettiğini anlamışlardır. Hacc-ı Kıran hadislerini rivayet edenler ise O'nun hac ve umre için Lebbeyk duasını işitmişler ve böylece diğer grubun işitmediği umre ile ilgili Lebbeyk .kısmını hıfzetmişlerdir. Resûl-i Ekrem (Aleyhi's-salâtü ve's-selâm) 'in bir söz veya fiilini hıfzedip belleyen sahâbi'nin rivayeti bunu bellemeyen ve hıfzetmeyen sahâbînin rivayetine tercih edilir. Peygamber (Aleyhi's-salâtü ve's-selâm) 'in Hacc-ı Kıran ettiği şu sebeblerle ağırlık kazanır:
1. O'nun Hacc-ı Kıran ettiğini rivayet eden sahâbîler, Hacc-ı İfrâd ettiğini rivayet eden sahâbîlerden fazladır.
2. O'nun Hacc-ı Kıran ettiğine dâir hadîslerde, Hacc-ı İfrâd ettiğine âit hadîslerde bulunmayan ziyâdelik vardır. Güvenilir râvî-nin ziyâde ve ekleri kabul olunur. Özellikle bu ilâve bir çok sıhhatli yollarla, sahâbîlerden oluşan bir cemaattan rivayet edildiği zaman.
3. Hacc-ı Kırân'a dâir rivayetlerin tevili muhtemel değildir. Fakat Hacc-ı İfrâd'a âit rivayetlerin tevili muhtemeldir.
4. Resûl-i Ekrem (Aleyhi's-salâtü ve's-selâm) Veda haccı seferinde sahâbîlerden beraberinde kurbanlık getirenlere Hacc-ı Kırân'ı emretmişti. O da kurbanlık getirmiş iken kurbanlık getiren sahâbîle-rine Hacc-ı Kırân'ı emredip kendisinin Hacc-ı Kırân'dan başka bir hac şeklini edâ etmesi münâsib görülmez.
Resûl-i Ekrem [Aleyhi1 s-salâtü ve's-selâm)'in Hacc-ı Kıran ettiğine delâlet eden başka deliller de mevcuttur. Biz bu kadarlık bilgi ile yetinelim.
2970 nolu hadîste Selmân bin Rebîa ile Zeyd bin Suhân'm Hacc-ı Kırân'a başlamış bulunan S u b e y bin Ma'bed hakkında: "Bu adam devesinden daha sapıktır" demelerinden maksadları onun Hacc-ı İfrâd'ın daha faziletli olduğunu bilmemesini yadırgamaktır. Herhalde Selmân ile Zeyd, Ömer (Radıyallâhü anh) 'm Hacc-ı Kırân'dan hoşlanmadığını sandıkları için böyle söylemişlerdi. Halbuki gerçek böyle değildi. Nitekim Ömer (Radıyallâhü anh) S u b e y y' in niyetlendiği Hacc-ı Kırân'm Resûl-i Ekrem (Aleyhi's-salâtü ve's-selâm) 'in sünnetine uygun olduğunu ifâde etmiştir. Ömer (Radıyallâhü anh) Hacc-ı Temettü veya hac niyetiyle ihrama girildikten sonra bunu um-re'ye çevirmeyi tasvib etmiyordu. [122]
1. Hacc-ı Kıran sünnet'e uygundur.
2. Dîni bir meseleyi bilmeyen kimse, bu alanda ehil ve liyakatli ilim adamlarına baş vurmalıdır.
3. Dînî meseleler hakkında yeterli bilgisi bulunmayan bir kimse dinî vecibelerini ifâ eden kimseye rastgele sataşmamalıdır. Böyle sataşan kimseler yetkililerce kınanmalıdır.
Anılan hadiste isimleri geçen Selmân bin Rebia ve Zeyd bin Suhân (Radıyallâhü anhüm) 'm hâl tercemeleri 2506. hadîsin izahı bölümünde geçmiştir.
Bu hadiste sözü edilen râvî Subey bin Ma'bed et-T a ğ 1 i b î (Radıyallâhü anhüm) bu hadîsi Ömer (Radıyallâhü anh) 'den rivayet etmiştir. Râvîleri ise Ebû Vâil, M e s -rûk, Ebû îshâk es-Sübeyi, Şa'bî ve îbrâhîm en-Nahai' dir. Bu zât muhadram olan tabiîlerdendir. Yâni Resûl-i Ekrem (Aleyhi's-salâtü ve's-selâm) zamanında müslüman olmakla beraber O'nu görme şerefine nail olamamıştır. Müslim bin Kasım, İbn-i Hibbân ve başkası bunun sıka, yâni güvenilir olduğunu söylemişlerdir. Ebû Dâvûd, tbn-i Mâceh ve N e s â i onun hadisini rivayet etmişlerdir.[123]
2972) Câbir bin Abdillah, İbn-i Ömer ve İbn-i Abbâs (Radtyallâhü anhümyden rivayet edildiğine göre:
Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) sahâbileriyle beraber (Veda haccında Mekke'ye) geldikleri zaman Resûllulah ve (Hacc-ı Kırân'a niyetlenen) sahâbîler, umre ve hac için (Ka'be'nin etrafında yedi defa dolaşmak suretiyle) ancak bir defa tavaf ettiler."
Not: Zevâid'de şöyle denilmiştir: Müellifin senedinde Leys bin Ebl Selim bulunur. Bu râvi zayıf ve tedlisçidir. Bu hadisi İbn4 Abbâs'm dışında kalan sahâ-bllerden (yâni Câbir ve îbn-i Ömer'den), başka müe'llifler de rivayet etmişlerdir.
2973) Câbir (bin Abdillah) (Radtyallâhü anhümâyâan rivayet edildiğine göre:
Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) (Veda haccında) hac ve umre için (farz olarak) bir defa tavaf etti."
2974) (Abdullah) bin Ömer (Radtyallâhü ankümâ)'âan rivayet edildiğine göre :
Kendisi Hacc-ı Kırân'a niyet etmiş olarak (Mekke'ye) geldi. Sonra yedi defa Ka'be etrafında dolaşmak suretiyle tavaf etti ve Safa ile Merve arasmda sa'y etti. Sonra: Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) böyle yaptı, dedi."
2975) (Abdullah) bin Ömer (Radtyallâhü anhümâydan rivayet edildiğine göre; Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) şöyle buyurmuştur :
Kim hac ve umre niyetiyle ihrama girerse (yâni Hacc-ı Kırân'a başlarsa) hac ve umresi için bir tavaf kifayet eder ve o kimse hac-cını tamamlayıp da hac ve umrenin her ikisinin ihramından beraber çıkıncaya kadar ihramdan çıkamaz." [124]
Bu babın ilk hadisi Zevâid nevindendir. En kuvvetli rivayetlere göre Resûl-i Ekrem (Aleyhi's-salâtü ve's-selâm) 'in Hacc-ı Kırân'ı eda ettiğini bundan önceki bâbta belirttik. Bu seferde O'na refakat eden sahâbilerden bir kısmı da Hacc-ı Kırân'ı eda etmişlerdi. Bu hadîste, hac ve umre için yalnız bir tavaf ettiği bildirilen sahâbîler, Hacc-ı Kırân'ı eda edenlerdir. îfâ edildiği bildirilen tavaf ise farz ve rükün olan tavaftır ki Arafat' tan M i n â' ya dönüldükten sonra yapılır. Şu noktayı da hatırlatayım: Ka'be' nin etrafında yedi defa dolaşmak suretiyle yapılan ziyaret bir tavaf sayılır. Bir tavaf sözü ile bu mana kasdedilir.C â b i r (Radıyallâhü anh) 'in hadîsini Müslim, Ebû Dâvûd, Tirmizi ve Nesâi de rivayet etmişlerdir. Bu hadis de Resûl-i Ekrem (Aleyhi's-salâtü ve's-selâm)'in Hacc-ı Kıran edâ ettiğine ve umre ile hac için yalnız bir tavaf ettiğine delâlet eder.
İbn-i Ömer (Radıyallâhü anh) 'in ilk hadîsini Müslim N e s a i de rivayet etmişlerdir. Bu hadis de Resûl-i Ekrem (Aley-hi's-salâtü ve's-selâm)'in Hacc-ı Kıran'ı edâ ettiğine ve umre ile hac için yalnız bir tavafla yetindiğine, keza Safa ile Merve arasında bir sa'y ile iktifa ettiğine delâlet eder.
îbn-i Ömer (Radıyallâhü anh) 'in son hadîsi T i r m i z î ve A h m e d tarafından da rivayet edilmiştir. Bu da Hacc-ı Kıran için bir tavafın yeterli olduğuna ve bu nevi hac niyetiyle ihram giren bir kimsenin haccın ihramından çıkıncaya kadar umre'nin ihramından da çıkamıyacağına delâlet eder. Yâni Hacc-ı Kıran niyetiyle mikat'ta ihrama giren bir kimse M e k k e' ye varınca ihramlı hâline devam eder. Tavaf ve sa'y edip, traş olduktan sonra ihramdan çıksın denemez. Çünkü bayrama kadar ihramda kalmak zorundadır. Arafat' tan M i n â ' ya dönüp bayramın birinci günü şeytanı taşladıktan ve kurbanını kestikten sonra saç traşı olur ve bundan sonra ihram denilen elbiseyi soyup normal elbiseyi giyebilir. Daha sonra farz ve rükün olan tavafı edâ eder. Sa'y etmemiş ise bunu yapar ve diğer menâsiki ikmal etmek suretiyle hac ve umre'nin ihramından beraber çıkar. [125]
1. Hacc-i Kıran a niyet etmek suretiyle ihrama giren kimse için bir tavaf ve bir sa'y yeterlidir. Cumhurun kavli de budur. Mâlik, Şafiî ve sahih rivayete göre A h m e d de böyle hükmedenlerdendirler. Bu grubun kavline göre umre işi hac işinin içine karışmış olur. Artık umre için özel bir tavaf ve özel bir sa'y gerekmez.
Hanefîler'e göre bir tavaf ve bir sa'y yeterli değildir. Yâni Hacc'ı Kıran a niyetlenen kimseye iki tavaf ve iki sa'y gerekir. Bir tavaf ile bir sa'y umre için, diğer bir tavaf ile bir sa'y de hac içindir. Bu görüş, Ebû Bekir, Ömer, Ali, tbn-i Mes'ûd ve Ahmed (Radıyallâhü anhüm) 'den rivayet olunmuştur.
2. Hacc-ı Kırân'a niyetlenen kimse hac ve umre menâsikini bitirinceye kadar ihram hâline devam eder. Yâni Hacc-ı Temettüa niyetlenen kimse gibi değildir. Çünkü bilindiği gibi Hacc-ı Temettüa niyetlenen kimse M e k k e ' ye vardığı zaman umre'ye âit tavaf ve sa'y işini tamamlar. Sonra saç traşı olur ve böylece umre'yi ikmâl etmekle ihramdan çıkmış olur. Bayramdan bir iki gün önce bu kere hac niyetiyle ihrama girer. [126]
Bilindiği gibi hac, belirli zamanda belirli niyetle K a' b e - i Muazzama'yi tavaf etmek, belirli zamanda Ar a f â t'ta vakfeye durmak ve hac menâsikini ifâ etmektir. Hac ibâdeti yılın her ayında yapılamaz. Hac niyetiyle ihrama girip menâsikini ifâ etmenin mevsimi Şevval, Zilkade aylan ile Zilhicce ayının ilk on günüdür. Dört mezheb âlimleri bu hususta ittifak halindedir. Bu mevsimden önce, yâni Şevval ayı girmeden önce hac niyetiyle ihrama girmek Hanefi, Mâliki ve Han-beli mezheblerine göre caiz ise de mekruhtur. Şafiî mezhebine göre ise geçersizdir.
Umre ise Kurban bayramı günleri hâriç yılın herhangi bir ayında, belirli bir niyetle ihrama girip Ka'be-i Muazzama*-yı fiavâf etmek, sa'y etmek ve saç traşı olmakla ifâ edilen bir ibâdettir. Câhiliyet devrinde umre ibâdeti hac mevsiminde ifâ edilemezdi, yapılması haram telâkki edilirdi. İslâmiyet bu itikadın bâtıl olduğunu beyanla umre'nin hac mevsiminde de yapılabileceği hükmünü getirmiştir.
Daha önce hacc'ın şekillerini beyân ederken bunlardan birisinin de Hacc-ı Temettü olduğunu, yâni hac mevsiminde önce umre niyetiyle ihrama girip bunu tamamladıktan sonra ihramdan çıkmak ve bayrama bir iki gün kala hac niyetiyle ihrama girip hac menâsiki, edâ etmek olduğunu söylemiştim. Müellifimiz 37. babı Hacc-ı İfrâd'a, 38. babı Hacc-ı Kıran'a tahsis ettiği gibi bu babı da Hacc-i Temettü'a ayırmış ve buna dâir hadîsleri burada rivayet etmiştir. Hadislerin izahı bölümünde konu ile ilgili gerekli bilgi verilecektir.
2976) Ömer bin el-Hattâb (Radtyaîîâhü ankyden; Şöyle demiştir:
ResûluIIah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'in El-Akîk (deresin) de iken şöyle buyurduğunu (kulağımla) işittim;
Bana Rabbim tarafından bir gelen (yâni Cebrail) geldi ve: Bu mübarek derede namaz kıl ve de ki: Bu, hac içinde bir umre'dir, diye talimat verdi.
(İbn-i Mâceh dedi ki:) yukardaki ifâde tarzı, (Bana rivayette bulunan şeyhim) Duhaym'a aittir." [127]
Bu hadisi Buhâri, Ebû Dâvûd, Ahmed ve Bey-h a k î de rivayet etmişlerdir.
El-Akik deresi Medîne-i Münevvere'ye dört mil, yâni yaklaşık yedi buçuk km. mesafede bir derenin ismidir. Bu ha-dişi E v z a I' den rivayet eden el-Velid demiş ki el-Akîk sözcüğü ile Zü'1-Huleyfe ismi verilen mîkat kasdedilmiştir. Bu yer Medine-i Münevvere' den hac veya umre'ye gidenlerin ihrama girecekleri sınırdır. Resûl-i Ekrem (Aleyhi's-salâtü ve's-selâm)'e gelen meleğin Cebrail (Aleyhisselâm) olduğu B e y h a k i' nin rivayetinde belirtilmiştir. Meleğin anılan derede Resûl-i Ekrem (Aleyhi's-salâtü ve's-selâm)'e geceleyin geldiği, B u-h â r İ' nin rivayetinde bildirilmiştir.
Hadis'in; cümlesi değişik şekillerde yorumlanmıştır. Avnü'I-Mabûd yazarı bu mânâ ve yorumlan şöylece açıklamaktadır.
Bâzıları: Bu cümle hac ve umre'yi ifâ etmek mânâsına yorumlanır. Yâni Hacc-ı Temettü'ü edâ et. Çünkü Hacc-ı Temettü şeklinde yapılan umre hac mevsiminde edâ edilir. Önce umre yapılır. Sonra hac edâ edilir, demişlerdir.
Bu yoruma göre cümle şöyle terceme edilebilir; *'Oe ki: Bu, hac mevsiminde yapılan bir umre'dir."
Müellifimiz bu hadîsi bu bâbta rivayet ettiği için böyle yorumlayanlardan olabilir. Cümle böyle yorumlanınca hadis, Hacc-ı Temet-tü'ün meşruluğuna delil sayılabilir.
Bâzı âlimler bu cümleyi Hacc-ı Kıran mânâsına yorumlamışlardır. Cümle bu yoruma müsâiddir. Çünkü Hacc-ı Kırân'da umre, hac içinde ifâ edilir. Hacc-ı Kırân'ın daha faziletli olduğunu söyleyenler bu hadîsi kendileri için delil saymışlar ve: Bu şekilde niyetlenmeyi emreden Resûl-i Ekrem (Aleyhi's-salâtü ve's-selâmî'dir. Şu halde en üstün şekil budur, demişlerdir. Aynî: Buhârî' nin bir rivâyetinde cümle; "Bu, bir umre ve bir hac'tır" şeklin-
dedir. Bu rivayet cümlenin Hacc-ı Kıran mânâsında kullanıldığına delâlet eder, demiştir.
Üçüncü bir yorum şekli de şöyledir: Yâni sen haccını tamamladıktan sonra evine dönmeden önce umre'yi de yap. E 1-Hâ fi z böyle yorum yapanlar uzak bir ihtimâle yer vermiş ve kasdedilen mânâdan uzaklaşmışlar. Çünkü Resûl-i Ekrem (Aleyhi's-salâtü ve's-selâm) 'in Veda haccında böyle yapmadığı sabittir, demiştir.
Hadîste kılınması emredilen namazdan maksad ihram namazıdır. Bir kavle göre sabah namazı kasdedilmiştir. [128]
Tekmile yazan bu hadîsin fıkıh yönü ile ilgili olarak şöyle der:
1. Hadîs, El-Akîk deresinin faziletine ve bu yerde namaz kılmanın üstünlüğüne delâlet eder.
2. Hadis, ihrama girileceği zaman ihram namazını kılmanın faziletine de delâlet eder. Âlimler bu hususta ittifak halindedir. Ancak namaz kılmanın mekruh olduğu vakitlerden birinde ihrama girildiği takdirde ihram namazı kılınmaz. Sâdece Şafiî mezhebine göre ihrama anılan vakitlerden birinde bile girilse ihram namazı kılınır. Çünkü nafile namazın kılınmasının mekruh olduğu vakitlerde ihram, tavaf ve abdest gibi bir sebebe dayalı namaz kılmak mekruh değildir.
2977) Surâka bin (Mâlik) bin Cu'şum (Radıyallâhü an^'den; Şöyle demiştir:
Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) bu derede hitabet etmek üzere ayağa kalktı ve:
Bilmiş olun ki umre
kıyamete dek hacc'a şüphesiz dâhil oldu, buyurdu."
[129]
Bu hadîsi Ebû Dâvûd ve Dârimî de rivayet etmiştir. E b û Davud'un rivayet' ettiği metin burdakinden uzun-cadır. Oradaki metin meâlen şöyledir:
"Allah Teâlâ şüphesiz sizin bu hac anızda üzerinize bir umre de dahil buyurmuştur. Bu itibarla Mekke'ye vardığınız zaman Ka'be'yi tavaf edip Safa ile Merve arasında sa'y eden bir kimse ihramdan çıkmış olur. Ancak beraberinde kurbanlık bulunanlar bu hükmün dışındadır."
Ebû Dâvûd'un rivayet ettiği metnin açık mânâsı Hacc-ı Temettü'ün meşru kılınmasını ifâde eder. Mânânın daha açık şekli şöyledir: Allah Teâlâ hac mevsimi içinde sizin için umre ibâdetini ifâ etmeyi meşru kıldı ve umre'yi hac aylarına da dâhil etti. Hac aylarında umre yapmanın yasaklığına dâir câhiliyet anlayışım iptal etti. Artık hac aylarında önce umre yapıp bundan sonra hac etmeniz meşrudur.
Müellifimizin rivayet ettiği metin de böyle yorumlanabilir ve Hacc-ı Temettü'ün meşruluğuna delâlet eder.
Müslim, Ebû Dâvûd ve Nesâî bu hadîsin bir benzerini îbn-i Abbâs (Radıyallâhü anh) 'den rivayet etmişlerdir. Hattâbî bu hadisin değişik şekillerde yorumlandığını beyanla özetle şöyle der:
Umre'nin farz olduğuna hükmeden âlimler ile farz olmadığına yâni sünnet olduğuna hükmeden âlimler bu hadîsi değişik şekillerde yorumlamışlardır. Şöyle ki:
Umre'nin farz olduğuna hükmeden âlimler bu hadîsi iki şekilde yorumlamışlardır. Bir yorum şöyledir: Umre hac mevsimine dâhil olmuştur. Hac mevsiminde umre yapılabilir. Yorum böyle olunca Resûl-i Ekrem (Aleyhi* s-salâtü ve's-selâm) bu hadisle câhiliyet devrindeki bâtıl inanışı yıkmış ve hac mevsiminde de umre yapmami\ meşruluğunu bildirmiştir. Bu takdirde hadîs, Hacc-ı Temettü'ün meşruluğuna delâlet eder.
İkinci yorum şekli ise şöyledir: Umre menâsiki hac menâsikinin içine girmiştir. Artık Hacc-ı Kırân'a niyetlenen bir kimse için bir ihram, bir tavaf ve bir sa'y yeterlidir. Bu takdirde hadîs Hacc-ı Kırân'ın meşruluğuna delâlet eder.
Umre'nin farz olmadığına hükmeden âlimler ise bu hadisi şöyle yorumlamışlardır: Umre ibâdetinin farziyeti hac ibâdetinin farziyetiyle kaldırılmıştır. Artık umre farz değildir. Umre'nin hacc'a dâhil olmasından maksad umre'nin farzıyetinin kaldırılmasıdır.
S u r â k â (Radiyallâhü anh)'in işaret ettiği dere U s f â n vâdisidir. Bu durum Ebû Davud'un rivayetinde belirtilmiştir. Usfân vadisi Mekke ile Medine arasında ve M e k k e' ye takriben 120 km. mesafede bir derenin ismidir.
S u r â k a (Radıyallâhü anh)'in hâl tercemesi 91. hadîs bölümünde geçmiştir.
2978) Mutarrif bin Abdillah bîn eş-Şıhhîr (Radıyallâhü anhümâ)'-dan rivayet edildiğine göre şöyle demiştir :
İmrân bin el-Husayn (Radıyallâhü anh), bana şöyle dedi: Bu günden sonra Allah'ın seni yararlandıracağı umulan bir hadîsi sana rivayet edeyim: Bilmiş ol ki Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'in ailesinden bir grup Zilhicce ayının (ilk) on gününde şüphesiz umre ettiler. Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve SeIIem)'de bunu menetmedi ve bunun neshine dâir bir âyet inmedi. Sonra bir adam bunun (yâni Hacoı Temettü) hakkında kendi görüşüne dayak dilediği şeyi söyledi (yâni Hacc-ı Temettü'a karşı çıktı)." [130]
Bu hadisi Buhar î, Müslim ve Nesâi de rivayet etmişlerdir, t m r â n (Radıyallâhü anh) bu hadîste Resûl-i Ekrem (Aleyhi's-salâtü ve's-selâm)'in zevcelerinden bir grubun. Resûl-i Ekrem (Aleyhi's-salâtü ve's-selâm) hayatta iken Hacc-ı Temettü'ü edâ ettiklerini, Resûl-i Ekrem (Aleyhi's-salâtü ve's-selâm)'in bunu yasaklamadığını ve Hacc-ı Temettü'ün meşruluğuna dâir Bakara sûresinin 196. âyetindeki hükmün başka bir âyetle neshedilmediğini ifâde etmiştir.
Veda hacc'ında Resûl-i Ekrem (Aleyhi's-salâtü ve's-selâm)'e sekiz zevcesi refakat etmişti. Âişe (Radıyallâhü anhâ)'nın dışında kalan zevcelerin hepsinin Hacc-ı Temettü'ü ifâ ettikleri hadîs şerhlerinde beyân edilmektedir. Müellifimizin süneninde 3133 ve 3135. numaralarda geçen Ebû Hüreyre (Radıyallâhü anh) ile Âişe (Radıyallâhü anhâ)'nın hadislerinde belirtildiği gibi Resûl-i Ekrem (Aleyhi's-salâtü ve's-selâm) Hacc-ı Temettü eden zevceleri için bir sığır kurban etmiştir. Anılan iki hadîsi Ebû Dâvûd da Hac bölümünün "Hedyü'I-Bakara = Sığırı kurban etme" babında rivayet etmiş ve Tekmile yazarı Resûl-i Ekrem (Aleyhi's-salâtü ve's-selâm)'in zevcelerinden Hacc-ı Temettü edenlerin yedi olduğunu ifâde etmiştir.
Hac aylarının Şevval, Zilkade ayları ile Zilhicce ayının ilk on günü olduğunu yukarda belirtmiştim.. î m r â n (Radıyallâhü anh) bu muhterem annelerimizin Zilhicce' nin ilk on gününde, yâni hac mevsiminde, haçtan önce umre ettiklerini belirtmekle Hacc-ı Temettü'ü ifâ ettiklerini açıklamak istemiştir.
Hacc-ı Temettü'ün meşruluğu Bakara sûresinin 196. âyetinde geçen= "Kim hacc'a kadar umre'den faydalanmak (sevabını kazanmak) isterse, kolayına gelen bir kurban kesmek..." Nazm-i İlâhî ile sabittir. î m -r â n (Radıyallâhü anh) bu hükmün neshine dâir bir şeyin inmediğini anlatmak ister.
İmrân (Radıyallâhü anh) 'in hac mevsiminde, haçtan önce umre etmeye, yâni Hacc-ı Temettü'a karşı çıktığını haber verdiği zât ile kimi kasdettiği yolunda çeşitli görüşler vardır. K u r t u b i ve N e v e v i bununla Ömer bin el-Hattâb (Radıyallâhü anh)'in kasdedildiğini söylemişlerdir. î b n ü't-T i n : Bununla ya Ömer veya Osman kasdedilmiştir, der. El-Hâfız bu husustaki sözleri nakleder ve Ömer (Radıyallâhü anh)'in kaşdedildiği ihtimalini tercih eder.
Bundan sonra gelen 2979. hadis de bununla Ömer (Radıyal-lâhü anh) 'in kasdedilmiş olduğu ihtimâlini kuvvetlendirir.
Tekmile yazarı Hacc-ı İfrâd babında: Ömer ve Osman (Radıyallâhü anhümâ)'nm Hacc-ı Temettü'a karşı çıkmaları bunun meşruluğunu inkâr etmeleri anlamında değil, tenzihen mekruhluk ve en faziletli saydıkları Hacc-ı İfrâd'a teşvik içindir. Hacc-ı Temet-tü'ün kerâhatsız câizliği hususunda âlimler bilâhere icmâ ve ittifak etmişlerdir, der.
İ m r â n (Radıyallâhü anh) *ın Mutarrıf'a söylediği sözle şunu kasdettiği, Sindi tarafından ifâde edilmiştir: Bu gün Ömer (Radıyallâhü anh) Hacc-ı Temettü'a karşı olduğu için bununla amel edemezsen bile bu günden sonra, yâni Ömer (Radıyallâhü anh) 'm devrinden sonra bununla amel etmek ve halka bunu öğretmek suretiyle yararlanabilirsin, sevabını kazanabilirsin.
Kadı Iyâz ve başkası Ömer ve Osman (Radıyallâhü anh) 'in karşı çıktıkları umre'nin Hacc-ı Temettü olmayıp hac niyetiyle ihrama girildikten sonra bunu umre'ye çevirmek olduğunu söylemiş ise de gerek bu hadîs ve gerekse bundan sonra gelen E b û M û s â (Radıyallâhü anh)'in hadisi karşı çıkılan umre'nin Hacc-ı Temettü olduğunu gösterir.
2979) Ebû Mûsâ el-Eş'arî (Radtyaİlâhü anhyden rivayet edildiğine göre:
Kendisi Hacc-ı Temettü'a fetva veriyordu. Sonra bir adam kendisine :
Sen fetvanın bâzısını geciktir, fetva işini bırak. Çünkü mü'm inlerin Emirinin (yâni halîfe Ömer'in) senden sonra hac ve umre me-nâsiki hakkında ihdas ettiği şeyi (ki Hacc-ı Temettü menetmektir) bilmiyorsun, dedi.
(Ebû Mûsâ demiş ki) sonra nihayet ben müzminlerin e mirine rastladım ve ona sordum. Bunun üzerine (Halife) Ömer (Radıyallâhü anh) dedi ki:
Ben Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'in ve ashabının hacc-ı temettü'ü yaptıklarını şüphesiz biliyorum. Ve lâkin ben hacı adaylarının (Arafat'a çıkacakları zamana kadar) el-Erâk (ağacı) altında (bile) karılarına yaklaşmaya devam edip sonra başlarından boy abdesti suyu damladığı bir vaziyette hacc'a başlamalarını (Arafat'a çıkmalarını) kerih gördüm." [131]
Bu hadîsi Müslim ve Nesâî de rivayet etmişlerdir. Hadiste geçen bâzı kelimeleri açıklayayım:
Mut'a, Haccı Temettü manasınadır.
Fütyâ, fetva demektir.
Rüveyde, mühlet ver, geciktir, mutedil davran manasınadır. Yâni bu işe fetva vermeyi durdur.
Nüsük: Hac ve umre ile ilgili kavli ve fiili ibâdetler demektir.
İ'ras, zifafa girmektir. Murisin, zifafa giren erkekler, demektir. Burada kadınlarına yaklaşmaya devam edenler mânâsı kasdedilmiş-tir.
El-Erâk bir nevi ağaç ismidir. Hacıların getirdikleri misvak bu ağaçtandır. Süyûti: Ömer (Radıyallâhü anh) bununla Araf â t' a yakın bir ağacı kasdetmiş olabilir, demiştir.
Ömer (Radıyallâhü anh), E b û M û s â (Radıyallâhü anh) 'a verdiği cevabla şunu demek istemiştir.- Hacc-ı Temettü a niyetlenen hacı adayları M e k k e' ye vardıktan sonra umre tavafı ve sa'y'ı yapınca ihramdan çıkarlar ve bayrama yakın zamana kadar her türlü refaha kavuşurlar. Bu arada karılarına da yaklaşmaya devam ederler ve bu halleri bayrama bir iki gün kala hac niyetiyle ihrama girip Arafat'a hareket edecekleri zamana kadar devam edebilir. Halbuki hacı adayları için en faziletli hâl saçlarının dağılması, durumlarının değişmesi ve nefsi arzularından uzak durmalarıdır. Bu nedenle Hacc-ı Temettü şeklinden pek hoşlanmıyorum. Fakat Hacc-ı îfrâd'a veya Hacc-ı Kıran niyetiyle ihrama giren bir kimse ihrama girdiği andan bayram günlerine kadar ihramda kalır ve nefsi arzularından uzak kalır. Bu itibarla bu iki hac nevî diğer neviden daha faziletlidir.
Hacc-ı İfrâd babında rivayet edilen hadîsler bölümünde beyân ettiğim gibi Ömer (Radıyallâhü anh) da Hacc-ı İfrâd'ı tercih edenlerdendir. [132]
2980) Câbir bin Abdillah (Radtyallâhü anhümâ)'dm; Şöyle de-mİştİr:
Biz Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) 'in beraberinde sırf hac niyetiyle ihrama girdik, um re yi hacca katmadık. Sonra Zilhicce ayının dördüncü günü (sabahı) Mekke'ye vardık. Biz Ka'be'yi tavaf edip Safa ile Merve arasında sa'y edince Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) haccımızı umre'ye çevirmemizi ve ihramdan çıkıp kadınlarımıza yaklaşabilmemizi emretti. Bunun üzerine biz kendi aramızda : Bizim ile Arefe (günü veya Arafat) arasında ancak beş gün var. Biz kadınlarımızdan bile yararlanmış olarak Arafat'a çıkacağız (Bu ne hâldir?) diye konuştuk (bu duruma hayret ettik). Sonra Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) :
Ben şüphesiz hepinizden ziyâde hayra düşkün, Allah'a itaatkâr ve doğruyum. Ve (beraberimdeki) kurbanlık olmasaydı (umre1 yi yaptıktan sonra) ben muhakkak ihramdan çıkacaktım, buyurdu. Sonra Surakâ bin Mâlik (Radıyallâhü anh) (Resül-i Ekrem (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) 'e) :
Bu mut'a'mız (yâni umre için ettiğimiz tavaf ve sa'y'den sonra ihramdan çıkmak suretiyle yararlanmamız) bu yılımıza mı mahsustur, yoksa ebediyen meşru mudur? diye sordu. ResûM Ekrem (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) :
Hayır, (bu yıla mahsus değildir). Bilâkis ilelebed meşrudur, buyurdu." [133]
Bu hadisi Müslim, Ebû Dâvûd, Nesâi ve A h -m e d de rivayet etmiştir. Tekmile yazarının dediği gibi Câbir (Radıyallâhü anh) 'm maksadı Veda haccında Resûl-i Ekrem (Aley-hi's-salâtü ve's-selâm)'e refakat eden sahâbilerin çoğunun Hacc-ı İf-rad'a niyet ettiklerini beyân etmektir. Çünkü sahâbîlerin bir kısmının Hacc-ı Kırana, bir kısmının da Hacc-ı Temettü'a niyetlendikleri başka hadislerle sabittir. Bu durum Buhâri, A h m e d EbûD â v û d ve başkalarının rivayet ettikleri  i ş e (Radıyallâhü anhâl'nın bir hadisinde açıklanmıştır.
Buradaki rivayetin zahirine göre Hacc-i İfrâd niyetiyle ihrama giren sahâbîler tavaf ve sa'y ettikten sonra Resûl-i Ekrem (Aleyhi's-salâtü ve's-selâm) onlara, haclarını umre'ye çevirmelerini emretmiştir. Halbuki bu emir Buhâri ve Müslim'in rivayet ettikleri C â b i r (Radıyallâhü anh)'ın bir hadîsinde belirtildiği gibi tavaf ve sa'y'den önce buyurulmuştur. Asıl olan da budur. Anılan emrin mükerrer buyurulduğu kuvvetle muhtemeldir ve buradaki rivayet böyle yorumlanmalıdır. Buhâri, Müslim ve Ebü D â v û d ' un rivayet ettikleri  i ş e (Radıyallâhü anhâ)'nın bir hadîsinden anlaşıldığı gibi Veda haccında M e k k e' ye girilmeden önce Resûl-i Ekrem (Aleyhi's-salâtü ve's-selâm), beraberinde kurbanlık getirenlere hac ve umre'ye niyetlenmelerini emretmiş ve kurbanlığı olmayanlar ise umre'ye niyetlenmişlerdir.
Sahâbiler hac için M e k k e * ye gidenlerin her türlü nefsi arzulardan uzak durmasının gerekliliğine inandıkları için hacc'ı umre'ye çevirmekle ihramdan çıktıktan sonra kadınlara yaklaşmayı ve bunun akabinde ihrama girip Arafat'a çıkmayı fazilet bakımından yadırgamış' olabilirler. Câhiliyet devrinin itikadına göre ise hac aylarında umre yapmak en büyük günahlardandı. Resûl-i Ekrem (Aleyhi's-salâtü ve's-selâm) bu bâtıl itikadı yıkmak üzere beraberinde kurbanlık getirmeyen sahâbîlerin haclannı umre'ye çevirmelerini emretmiş ve bu hükme hayret eden sahâbilerine hadiste anılan cevâbı buyurmuştur. [134]
1. Hacc-ı İfrâd niyetiyle ihrama giren bir kimse tavaf etmeden önce bunu umre'ye çevirebilir. Ahmed, Mücâhid, el-Ha-san ve Zahirîye mezhebi mensublarından bir grub böyle hükmetmişlerdir. Fakat cumhur bu hükmün Veda haccına mahsus olduğu görüşündedir. Veda haccında verilen ruhsat ve izin, hac mevsiminde umre yapmanın büyük günahlardan olduğuna dâir câhiliyet devrinin bâtıl itikadım yıkmak içindir. Bu husus bundan sonra gelen bâbta rivayet edilen hadîslerin izahı bölümünde tekrar ele alınacaktır.
2. Hacc-ı Temettü eden kimseler umre'ye âit ihramdan çıktıktan sonra ihrâmlı kimse için haram olan şeyleri işleyebilirler. Bu cümleden olarak kadınlarına yaklaşabilirler.
3. Hacc-ı îfrâd veya Hacc-ı Kıran niyetiyle ihrama giren ve beraberinde kurban getiren kimseler Veda haccında da hacılarını umre'ye çevirememişlerdir.
Şu noktayı da belirteyim:
Suraka (Radıyallâhü anhî'm Resûl-i Ekrem (Aleyhi's-salâtü
ve's-selâm)'e sorduğu; "Bu mut'a-mız bu yılımıza mı mahsustur, yoksa Uelebed meşru mudur? sorusu ve buna karşılık buyurulan; "Hayır, (bu yıla mahsus değil). Bilâkis ilelebed meşrudur" cevâb değişik şekillerde yorumlanmıştır: Hacc'ın umre'ye çevirilmesine hükmeden A h m e d ve Zahiriye mezhebi mensublarına göre bu hükmün Veda haccı yılma mahsus olmayıp kıyamete dek meşru olduğu yolunda yorum yapmışlardır. Cumhura göre ise bu soru ile verilen cevab Hacc-ı Temettü'ün meşruluğuna dâirdir. Yâni Hacc-ı Temettü dâima meşrudur, meşruluğu Veda haccı yılına mahsus değildir.
2981) Âişe (RadtyaUâhü artkâydan; Şöyle demiştir:
Biz Zilkade ayının bitimine beş gün kala Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) 'in beraberinde (Medine'den hac yolculuğuna) çıktık. (Hac mevsiminde umre değil) ancak hac edilir sanıyorduk. Nihayet varıp (Mekke'ye) yaklaştığımız zaman Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem), beraberinde kurbanlık olmayanların (tavaf ve sa'y'den sonra) ihramdan çıkmalarını emretti. Beraberinde kurbanlık olanlar dışında kalan herkes (tavaf ve sa'y'den sonra) ihramdan çıktı. Kurban bayramı günü olunca bize sığır eti getirildi ve Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) 'in, zevceleri yerine kurban kestiği söylendi." [135]
Bu hadisi Müslim de rivayet etmiştir. Câhiliyet devrindeki inanca göre hac mevsiminde, yâni Şevval, Zilkade aylarında ve Zilhicce ayının ilk on günlerinde umre etmek büyük günahlardan sayıldığı ve Veda haccı yolculuğuna çıkılıncaya kadar bu inancın bâtıl olduğuna dâir şer'î bir hüküm konulmadığı için anılan yolculuğa çıkıldığında sahâbîler ancak hac edilebileceğini sanıyorlardı. Â i ş e (Radıyallâhü anhâ) bu durumu ifâde etmek istemiştir. Yolculuğa çıkıldığında Resûl-i Ekrem (Aleyhi's-salâtü ve's-selâm) ile bâzı sahâbîler kurbanlıklarını götürdüler ve sahâbîlerin çoğunun kurbanlığı yoktu. Resûl-i Ekrem (Aleyhi's-salâtü ve's-selâm), câhiliyet devrinin bâtıl itikadını yıkmak üzere, beraberinde kurbanlık olmayan sahâbîlerin haclarını umre'ye çevirmelerini emretti veya umre'ye niyetlenmelerini buyurdu. Ahraed ve Zahiriye mezhebi mensublanndan bir cemaata göre verilen emir haccı umre'ye çevirmek mâhiyetinde idi. Cumhura göre ise anılan emir umre'ye niyetlenmek içindi veya Veda haccma mahsus olmak üzere haccı umre'ye çevirmek içindi.
Resûl-i Ekrem (Aleyhi's-salâtü ve's-selâm) 'in zevcelerinden  i ş e (Radıyallâhü anhâ) 2963. hadîste belirtildiği gibi âdet görmesi nedeniyle ihramdan çıkmadı. Peygamber (Aleyhi's-salâtü ve's-selâm)'in diğer yedi zevcesi ise beraberinde kurbanlık olmadığı için umre tavafı ile sa'y'mdan sonra ihramdan çıktılar. Yâni Hacc-ı Temettü ettiler ve Resûl-i Ekrem (Aleyhi's-salâtü ve's-selâm) onlar için bir sığın kurban etti. Kurban etinden Âişe (Radıyallâhü anhâ) 'ya da verildi. [136]
1. Hac niyetiyle ihrama giren ve beraberinde kurbanlık götürmeyen bir kimse henüz tavaf etmemiş iken haccım umre'ye çevirebilir. Cumhura göre bu hüküm Veda haccına katılanlara mahsustur. Ahmed, el-Hasan ve Zahiriye mezhebine mensub bir gruba göre ise bu hüküm, umumidir.
2. Umre'ye niyetlenen kimseler tavaf ve sa'y ettikten sonra ihramdan çıkarlar. Sa'y'den sonra saç traşı olup bundan sonra ihramdan çıkarlar.
3. Hac niyetiyle ihrama girip kurban sevkeden kimse haccım umre'ye çeviremez.
4. Hacc-ı Teınettü'a niyetlenen veya birinci maddede belirtildiği gibi haccım umre'jre çevirenler kurban kesmekle mükelleftir.
5. Kişi bu nevî kurban kesmekle mükellef zevceleri adına kurban kesebilir.
6. Bir sığır yedi kişi için kurban olabilir. Çünkü Resûl-i Ekrem (Aleyhi's-salâtü ve's-selâm) yedi zevcesi için bir sığır kurban etmişti.
7. Hacc-ı Temettü için kesilen kurban etinden eşe, dosta ikram edilebilir.
2982) El-Berâ bin Âzib (Radıyailâhü ank)'den; Şöyle demiştir :
R e sû I u II ah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) ve ashabı başımızda (hac yolculuğuna) çıktılar. Biz (sahâbilerin çoğu) hac niyetiyle ihrama girdik. Sonra Mekke'ye vardığımız zaman Resül-i Ekrem (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) (bize) :
Bu haccınızı um re'ye çeviriniz, buyurdu. S ah âbı ler: Yâ Resûlallah! Biz hac niyetiyle ihrama girdik. Haccımızi umre'ye nasıl çevirelim, dediler. Resûl-i Ekrem (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) :
Size emrettiğim şeye bakınız, (onu) yapınız, buyurdu. Sahâbiler: İhramdan çıkmaya yanaşmadılar. Resûl-i Ekrem (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) (bu duruma) hiddetlenip gitti. Sonra Âişe (Radıyailâhü anhâ)'nm yanma öfkeli olarak girdi. Âişe (Radıyailâhü anhâ) :
(Yâ Resûlallah)! Kim seni hiddetlendirdi? Allah o kimsenin cezasını versin, dedi. Resûl-i Ekrem (Sallalîahü Aleyhi ve Sellem) :
Ben bir şeyi emredip de bana uyulmadığı halde nasıl hiddetlenmeyeyim? diye cevab verdi.*'
Not: Zevâid'de şöyle denilmiştir: Bunun senedindeki râvîler sıka (güvenilir) kimselerdir. Ancak senedde Ebû İshâk bulunur. Bunun adı Arar bin Abdillah'-tjr. Bu râvinin hafızası son zamanlarında zayıflamış, rivayetleri karıştırmıştı. R&-vlsi İbn-i Ayyâş'ın ondan bu hâlinden önce mi sonra mı rivayette bulunduğu açıklığa kavuşmamıştır. Bu itibarla İbn-İ Ayyâş'ın rivayet zamanı açıklığa kavuşuncaya kadar Ebû İshâk'ın hadisinin sıhhat durumu hakkında bir şey söylenemez. [137]
Zevâid nevinden olan bu hadîsi A h m e d de rivayet etmiştir. Sahâbilerin ihramdan çıkmaya yanaşmamaları durumuyla ilgili olarak Sindi şöyle der: Sahâbilerin Resûl-i Ekrem (Aleyhi 's-salâtü ve's-selâm)'in emir ve talimatına karşı çıkmaları düşünülemez. Sa-hâbîler Resûl-i Ekrem (Aleyhi's-salâtü ve's-selâm)'in ihramdan çık-mıyacağmi anladıkları için O'na uymaya düşkünlükleri nedeniyle ihramdan çıkmayı arzu etmemiş olabilirler. Amaçlan dileklerinin Resûl-i Ekrem (Aleyhi's-salâtü ve's-selâm) tarafından kabul buyurul-ması idi. Onlar herhalde bu ümidle ihramda kalmayı O'na sezdirmek istemiş olabilirler.
Sindi' nin yukardaki yorumuna şunu ilâve edeyim ki, diğer sahih ve sabit rivayetlerden anlaşıldığı üzere sahâbiler istisnasız Resûl-i Ekrem (Aleyhi's-salâtü ve's-selâm)'in talimatına uydular ve O'nun emrine uygun olarak hareket ettiler. 2981 ve 2983. hadîsler de bu durumu ispatlar.
2983) Esma bint-i Ebî Bekir (Radtyallâhii anhümâydan; Şöyle demiştir :
Biz Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) 'in beraberinde ih-râmlı olarak (Hac yolculuğuna) çıktık. Sonra Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) :
Beraberinde kurbanlık olanlar ihrâmlı kalsınlar ve beraberinde kurbanlık olmayanlar (tavaf ve sa'y'den sonra) ihramdan çıksınlar, buyurdu. Esma demiştir ki:
Benim beraberimde kurbanlık yoktu. Bu nedenle ben ihramdan çıktım. (Kocam) Zübeyr'in beraberinde kurbanlık vardı, o ihramdan çıkmadı. Sonra ben (ziyaret) elbisemi giyip Zübeyr'in yanma varıp oturdum. Zübeyr:
Yanımdan kalk, benden uzak dur, dedi. Ben de i Senin üstüne atılacağımdan mı korkuyorsun, dedim." [138]
Bu hadîsi Müslim de rivayet etmiştir. Bu hadîsten çıkan hükümler bundan önceki hadislerden çıkan hükümler gibidir. Z ü -b e y r ihramh idi,, Esma (Radıyallâhü anhâ) ihramdan çıkmıştı. Ihramlı bir erkeğin, ihramlıveya ihramsız karısından uzak durması gerekir. Çünkü şehvetle dokunması, ellemesi haramdır. Z ü -b e y r ihtiyatlı davranmış ve bir hatâya düşmekten korkmuş, bu sebeble eşinin kendisine yaklaşmamasını istemiştir.
ihrâmh kadın mutad elbisesini soymaz. Ayni elbise ile ihrama girip devam edebilir. Esma (Radıyallâhü anhâ) ihramdan çıktıktan sonra elbisesini giydiğini söyler. Demek ki ihramdan çıktıktan sonra mutad elbisesinden başka elbise giymiş. Bu nedenle giydiği elbisenin süs elbisesi olduğu yorumu çıkar. Parantez içi ifâde ile bu duruma işaret etmek istedim.
Zübeyr (Radıyallâhü anh) 'in hâl tercemesi 122 -124 nolu hadîsler bölümünde geçti. Zübeyr (Radıyallâhü anh)'in zevcesi ve Ebû Bekr-i Sıddik (Radıyallâhü anh) 'in kızı Esma (Radıyallâhü anhâJ'nm hâl tercemesi ise 629. hadis bölümünde geçti. [139]
2984) Bilâl bin el-Haris (Radtyallâkü anh)'den; Şöyle demiştir:
Ben (Resûl-i Ekrem (Sallallahü Aleyhi ve Selle m) 'e) : Yâ Resûlallah! Haccın umre'ye çevirilmesi hükmü (Veda haccı yolculuğuna katılan) bizlere mi mahsustur? yoksa bütün insanlara umumî midir? Bunu bize bildir, dedim. Bunun üzerine Resûlullah
(Sallallahü Aleyhi ve Sellem) :
- Bu hüküm umûmî değil, bize (yâni Veda haccı yolculuğuna katılanlara) mahsustur, buyurdu."
2985) EbûZerr(-i Gıfârî) (RadtyaUâhü a«A)'den; Şöyle demiştir:
Haccın umre'ye çevirilmesi hükmü Muhammed (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'in (beraberinde Veda haccı yolculuğunda bulunan) sa-habilerine mahsustu." [140]
Bilâl (Radıyallâhü anh) 'in hadisini Ebû Dâvûd, Ne-sâi, Ahmed ve Dârimi de rivayet etmişlerdir. Ebû Zer (Radıyallâhü anh) 'm hadisini ise Müslim, Ebû Dâvûd, Nesâî ve Beyhakî de rivayet etmişlerdir.
B i 1 â 1' in hadisi ile Ebû Zerr'in eseri haccın umre'ye çevirilmesinin meşruluğunun Veda haccı yolculuğunda Resûl-i Ekrem (Aleyhi's-salâtü ve's-selâm) 'e refakat eden sahâbiîere, yâni onlardan beraberinde kurbanlık bulundurmayanlara mahsus olduğuna delâlet eder. Başkaları için böyle bir şey caiz değildir. Yâni hac niyetiyle ihrama giren bir kimsenin sonradan niyetini değiştirip M e k k e' ye vardığı zaman umre için tavaf ve sa'y ettikten sonra saçını traş ederek ihramdan çıkması caiz değildir. Hacc-ı İfrfid veya Haccı Kıran niyetiyle ihrama giren bir kimse hacani ikmal etmekle mükelleftir. Bunu umre'ye çeviremez. [141]
1. Cumhurun görüşü bu bâbta rivayet edilen hadis ve esere uygundur. Hac niyetiyle ihrama giren bir kimse sonradan bunu umre1-ye çeviremez. Hanefiler, Mâlik ve Şafiî de böyle hükmedenlerdendir. Cumhur.- Resûl-İ Ekrem (Aleyhi's-salâtü ve's-selâm) câhiliyet devrine âit bâtıl inanışı yıkmak amacıyla Veda hac-çında haccın umre'ye çevirilmesini emretmiştir. Çünkü câhiliyet devrinin inanışına göre hac aylarında umre etmek büyük günahlardan sayılırdı, demiştir. Hattâbî de bu durumu beyân ettikten sonra: Bir kimsenin haccını bozduğu zaman, bozuk haccına devam etmekle mükellef olduğu noktasında âlimler ittifak halindedir, der. Yâni bir kimse haccını bozsa bile bunu umre'ye çeviremez.
2. Ahraed, Mücâhid, el-Hasan ve Zahiriye mezhebine mensub âlimlerden bir grub ise: Haccın umre'ye çeviril-mesi herkes için caizdir. Bu hüküm belirli bir cemaata mahsus değildir, demişlerdir. Bunların delili 2980. hadîstir.
Gerek A h m e d ve arkadaşlarının bu bâbta rivayet olunan hadîslere karşı verdikleri cevab ve gerekse birinci brubun 2980. hadîsteki hükmün yorumu hakkında geniş bilgi almak isteyenler Tek-mile'nin birinci cildinin 99 ve lOO.cü sahifelerine müracaat edebilirler.
Yukardaki ihtilâf haccın umre'ye çevirilmesine aittir. Hac mevsiminde umre etmenin meşruluğu hususunda ihtilâf yoktur. Hacc-ı İfrâd, Hacc-ı Kıran ve Hacc-ı Temettü ismi verilen üç çeşit hac konusu müellifimizin açtığı 37, 38 ve 40.cı bâblarda rivayet olunan hadîslerde ve bunların izahı bölümünde etraflıca açıklandığı için buna ilâve edilecek önemli bir husus görmüyorum. Şunu belirtmekle yetineceğim : Hacc-ı İfrâd edenlere kurban kesmek vâcib değil, Hacc-ı Kıran veya Hacc-ı Temettü edenlere kurban kesmek vâcibtir. Bu hususta dört mezheb âlimleri ittifak halindedir. [142]
Safa: Safât'm çoğuludur. Safât'm asıl mânâsı geniş ve pürüzsüz taştır. Burada kasdedilen mânâ ise K a' b e' nin çevresindeki Mescid-i Haram isimli camiin Safa kapısının yakınında bulunan ve Ebû Kubeys dağının bir uzantısı mâhiyetinde küçük bir kayalıktır. Safa denilen kayalığın uzunluğu 6 mt., genişliği 3 mt. ve yüksekliği yaklaşık olarak 2 mt. kadardır. Eskiden bu kayalığa dört basamakla çıkılıyordu.
Merve: Beyaz taş manasınadır. Burada kasdedilen mânâ ise Mescid-i Haram1 in es-Selâm kapısının yakınında bulunan ve Kuaykıân dağının uzantısı mâhiyetinde yüksekçe bir yerdir. Bu tepeciğin uzunluğu 4 mt., genişliği 2 mt. ve yüksekliği takriben 2 mt. kadardır. Eskiden beş basamakla çıkılıyordu.
Safa ile Me rve arasında umumî bir yol bulunur ki umre veya hac için yapılan sa'y fcju yolda yapılır. Safa ile Merve arasındaki mesafe 420 mt.djfr. Yolun genişliği ise 10-12 mt. kadardır. Safa' dan Merve'ye doğru 80 mt. gidilince orada yeşil bir mil bulunur. Bu milden 70 tfnt. ilerde ikinci bir yeşil mil bulunur. îkin-ci mil ile Merve arasındaki mesafe ise 270 mt.dir. Şimdi söz konusu miller yerine yeşil sütunlar bulunur. Safa ile Merve arasında sa'y edenler miller arasındaki yolu koşarak, diğer kısmı normal yürüyerek katederler. Safa ile Merve arasındaki sa'y işine Safa' dan başlanır ve yedi defa gidilip gelinir. Bir gidiş geliş iki defa sayılır. Yâni Safa' dan M e r v e ' ye 4 defa ve Merve' den S af â'ya 3 defa gidilmek suretiyle sa'y ikmal edilmiş olur. Safa ile Merve tepecikleri ve bunlar arasındaki caddenin üstü bina ile örtülüdür ve Mescid-i Haram ile birleştirilmiş gibi ise de bu kısım camiden sayılmaz ve cami ile bu yer arasında alçak bir duvar bulunur.
Bilâl b. Haris (ILA.)'ın Hâl Tercemesi
Bilâl bin el-Hâris
Abdirrahmân el-Müzenî (B.A.) Peygamber (S.A.V.)'den ve Ömer bin el-Hattâb ile
tbn-l Mes'ûd (R-A.)'dan rivayette bulunmuştur. Kendisinden de oğlu el-Hâris,
Alkarna bin Vakkas, Amr bin Avf ve el-Müğire bin Ab* dUlah rivayette
bulunmuşlardır, tbn-i Sa'd, onu muhacirlerin üçüncü tabakasından saymıştır.
Hicretin 60. yılı 80 yaşında iken vefat etmiştir. Sünen sâhibleri onun
hadislerini rivayet etmişlerdir. (Tekmile : C. 1, Sah. 98)
2986) Urve (bin Zübeyr) (Radtyallâhü anhümâ)'dan; Şöyle demig-
Ben (teyzem) Âişe (Radıyallâhü anhâ) 'ya: Ben (hac veya umre ettiğimde) Safa ile Merve arasında sa'y etmememden dolayı bir günaha gireceğim kanısında değilim, dedim. Âişe (Radıyallâhü anhâ) (bana cevaben) :
Allah:
"Safâ ile Merve
Allah'ın şiarlarından (yâni dini alâmetlerden) dir. Kim Ka'be'yi hac eder veya
umre ederse, bu iki tepe arasında sa'y etmesinde bir günah yoktur"
buyuruyor. Eğer senin dediğin gibi olsaydı: bu iki tepe arasında sa'y etmemesinde
bir günah yoktur" şeklinde olacaktı. Bu âyet, Ensâr'dan bir grup hakkında
indirildi. Onlar (müslüman olmazdan önce) ihrama girdikleri zaman Menât putuna
tapmak niyetiyle ihrama girerlerdi ve (Safa ile Merve tepeleri üstünde dikili
başka putlar bulunduğu için) Safa ile Merve arasında sa'y etmeyi kendilerine
mubah saymazlardı. (Onlar müslümanlığı kabul edip) sonra Veda haccmda
Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellemî'in beraberinde (Mekke'ye) geldikleri
zaman anılan durumu Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sel-lem) 'e anlattılar.
Bunun üzerine Allah mezkûr âyeti indirdi. And olsun ki Safa ile Merve arasında
sa'y etmeyen bir kimsenin haccını Allah (Azze ve Celle) tamam saymaz,
dedi."
[143]
Bu hadis T i r m i z î hâriç Kütüb-i Sitte yazarları ve başkaları tarafından rivayet edilmiştir.
Hadiste anılan âyet, Bakara sûresinin 158. âyetidir. Bu âyet'te hac veya umre eden kimsenin Safa ile Merve tepeleri arasında sa'y etmesinin, yâni yedi defa gidip gelmesinin sakıncalı olmadığı, günah sayılmıyacağı bildiriliyor. Urve (Radıyallâhü anh) bu ifâdeyi sa'y'ın mübahlığı mânâsına yorumlamış, ve dolayısıyla sa'y işini terk etmenin günah olmadığı kanısına varmış, bununla beraber durumu teyzesi Âişe (Radıyallâhü anhâ)'ya sormuştur. Âişe (Radıyallâhü anhâ) Urve (Radıyallâhü anh)'in görüşünü reddederek âyetin iniş sebebini beyân etmiştir. Âişe (Radıyallâhü anhâ) 'nın verdiği cevâbın özeti şudur: Ensâr-ı Kirâm'ın bir kısmı Menât isimli bir puta tapıyorlardı, ona yaklaşmak inancıyla ihrama giriyorlardı. Safa ile Merve tepelerine dikilen putlar ise onların saygı duydukları putlardan değildi. Bu nedenle onlar Safa ile Merve arasında sa'y etmeyi günah sayıyordu. Ensâr, mür.lümanlığı kabul ettikten sonra Veda haccında Resûl-i Ekrem (Aleyhi's-salâtü ve's-selâm)'in refakatinde M e k -k e' ye geldikleri zaman Safa ile Merve arasında sa'y etme işinin günah olup olmadığını Resûl-i Ekrem (Aleyhi's-salâtü ve's-selâm) 'e sordular. Bunun üzerine anılan âyet indirildi. Âyetteki ifâde tarzı sorulan soruya göre buyurulmuştur. Çünkü soru sâhibleri sa'y*ın günah olup olmadığını sormuşlardı. Âyet de bunun günah olmadığını bildirmiştir.
Sa'y etmenin günah olmaması, sa'y etmemenin günah olmamasını gerektirmez. Âişe (Radıyallâhü anhâ) bu inceliği Urve (Radıyallâhü anh) 'a bildirmiş ve: Eğer sa'y işini yapmamak günah olmasaydı âyet-i kerimede bununla ilgili kısım;
*'Safâ ile Merve arasında sa'y etmemesinde bir günah yoktur" şeklinde olacaktı, diye bilgi veriyor.
Nevevî: Âişe (Radıyallâhü anhâ) 'nın cevâbı onun bilgisinin derinliğine, kelime ve cümlelerin inceliklerine üstün vukûfi-yetine ve anlayışının keskinliğine delâlet eder. Çünkü Âyet-i kerîme'-nin metni Safa ile Merve arasında sa'y etmenin günah olmadığına delâlet eder. Fakat sa'y'in vâcib olup olmadığına delâlet etmez. Âişe (Radıyallâhü anhâ) verdiği cevabta anılan âyetin ne sa'y'ın vâcib olduğuna ne de vâcib olmadığına delâlet etmez, demek istiyor ve âyetin iniş sebebini bildiriyor. Bir iş bazen farz olur da bir adam onun belirli bir şekilde yapılmasının yasak olduğunu zanneder. Meselâ, kişinin boynunda bir öğle namazı farzının kaza borcu vardır. Kişi bunu güneşin batmaya yaklaştığı zamanda kaza etmesinin yasak olduğunu zanneder. Bu meseleyi bir ilim adamına sorar. Verilen cevabta: Eğer sen anılan vakitte kaza edersen bir sakınca yoktur, denilir. Bu cevab soruya uygundur ve öğle namazının farz olmadığı mânâsını ifâde etmez, diye bilgi verir.
Âişe (Radıyallâhü anhâ)'nın verdiği cevabta Safa ile Merve arasında sa'y etmeyen kimsenin haccmm tamam olmadığını da bildirir. [144]
Hadis, Safa ile Merve tepeleri arasında sa'y etmenin meşruluğuna delâlet eder. Bu hususta âlimlerin ittifakı vardır. Ancak sa'y'ın hükmü hususunda ihtilâf vardır. Şöyle ki:
1. H a n e f i 1 e r ile S e v r i' ye göre Safa ile Mer-v e arasında sa'y hac ve umre'nin vâciblerindendir, terk edilmesi hâlinde kurban kesmek gerekir. Sa'y ne haccm ne de umre'nin rükünlerinden değildir. Yâni yapılmaması hâlinde hac veya umre bâtıl ve geçersiz sayılmaz.
2. Mâlik, Şafii, İshâk, Ebû Sevr ve D â -v û d ' a göre Safa ile Merve arasında sa'y hac ve umre'nin rükünJerindendir. Onsuz ne hac ne de umre olamaz. Yapılmaması hâlinde kurban kesmekle onarılamaz. Yâni yapılmaması hâlinde hac ve umre geçersiz sayılır.
3. A h m e d' den yapılan bir rivayete göre kendisi sa'y'ın sünnet olduğuna hükmetmiştir. Bu görüş îbn-i Abbâs, Enes ve îb.n-i Zübeyr' den de rivayet edilmiştir.
Sa'y'uı hikmeti şudur: İsmail (Aleyhisselâm)'in annesi H â c e r ihtiyaç duyduğu suyu aramak için Safa ile Merve tepeleri arasında yedi defa dolaşmış ve nihayet Allah'ın yardımıyla Zemzem suyunu bulmuştur. İsmail ile annesi H â -c e r'in şerefini yüceltmek için Allah Teâlâ sa'y işini meşru kılmıştır. Hacılar ve umre'ciler bu tarihî hâtırayı, yaptıkları sa'y ile anmış olurlar.
Hadisin râvisi Urve (Radıyallâhü anh) H z. Âişe (Radıyallâhü anhâ)'nın kız kardeşi Esma (Radıyallâhü anhâ)'nın
oğludur.
2987) Ümmü Veled-i Şeybe (Radıyallâhü ankâ)'dan; Şöyle demiştir: Ben ResûluUah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'i Safa ile Merve arasında sa'y ederken (yâni dere kısmında koşarken) ve: Bu dere ancak koşarak katedilir, buyururken gördüm/'[145]
Bu hadîsi N e s â i de rivayet etmiştir. Müellifimizin rivayetine göre hadisin râviyesi Ümmü- Veled-i Şeybe künyeli bir kadındır. N e s â i' nin rivayetinde ise kadının isim veya künyesi belirtilmeden "bir kadın" diye ifâde edilmiştir. Künyesi müellifimiz tarafından bildirilen kadın hakkında bir bilgi edinemedim. Ma-mafi sahâbi olan râvînin mechûl olması hadisin sıhhatine halel getirmez.
N e s â î'nin rivayetinde; "Dereniniçinde koşarken" ifâdesi kullanıldığı için bu durumu parantez içinde belirttim. Şu halde Resûl-i Ekrem (Aleyhi's-salâtü ve's-selâm) S a-f â ile M e r v e arasında gidip gelirken bu mesafenin tamamında değil, yalnız derenin iç kısmında koşmuş ve diğer kısımlarda normal yürümüştür. Dere kısmının 70 mt. kadar olduğunu ve buranın başlangıç ile nihayetinin iki aded yeşil sütunla tâyin edilmiş olduğunu bu babın girişinde belirtmiştim. [146]
Safa ile Merve arasında sa'y edilirken yeşi! sütunlarla işaretlenmiş olan dere kısmında koşmak meşrudur. Dört mezheb imamları ile cumhur anılan kısımda koşmanın sünnet olduğuna ve diğer kısımda normal yürümenin sünnet olduğuna hükmetmişlerdir. Koşma işi erkekler için sünnettir. Kadınlar için sünnet değildir. Çünkü kadınlar koşarken erkeklere çarpabilirler.
2988) (Abdullah) bin Ömer (Radtyallâhü anhümâ)\\an: Şöyle demiştir :
Eğer ben Safa ile Merve arasında koşarsam şüphesiz Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellemî'in koştuğunu gördüm (de öyle koşuyorum) ve eğer (normal) yürürsem (yine) şüphesiz Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'in (normal) yürüdüğünü gördüm (de öyle yürüyorum). Kaldı ki ben yaşı ilerlemiş bir ihtiyarım." [147]
Bu hadisi diğer sünen sâhibleri ile A h m e d de rivayet etmişlerdir. T i r m i z i bunun hasen - sahih olduğunu söylemiş ise de senedde Ata bin es-Sâib bulunur. Bu râvinin sıkâhgı aleyhinde konuşulmuştur.
Ebû Davud'un rivayetine göre Abdullah bin Ömer (Radıyallâhü anhümâ) Safa ile Merve arasında, yâni koşmanın sünnet olduğu iki yeşil sütun arasında normal yürürken bir adam ona : Yâ Ebâ Abdirrahmân! Ben seni yürüyor, görüyorum, halbuki halk koşuyor, demiş. Bunun üzerine î b n - i Ömer hadiste anılan cevâbı vermiştir.
Tekmile yazarı: îbn-i Ömer muhtemelen Resûl-i Ekrem t Aleyhi's-salâtü ve's-selâm)'i hac'ta veya umre'de yahut da hac ve umre'de anılan durumlarda görmüş olabilir, demiştir.
1 b n - i Ömer (Radıyallâhü anh) 'in; "Ve ben yaşı ilerlemiş bir ihtiyarım" sözü bir mazeret mahiyetindedir. Yâni Resûl-i Ekrem (Aleyhi's-salâtü ve's-selâm)'in anılan yeşil direkler arasında normal yürüdüğünün sabit olmadığı farz edilse bile benim mazeretim var, koşamam. Çünkü yaşım ilerlemiş bir ihtiyarım. [148]
1. İba-i Ömer (Radıyallâhü anh)'a göre Safa ile Merve arasında mevcut yeşil direklerle belirli kısımda normal yürümek de koşmak da meşrudur.
2. Anılan bölümde koşmanın sünnet olup normal yürümenin sünnete muhalefeti farz edilse bile bu hüküm güçlü ve koşmaya muktedir kimselere mahsustur. Zayıf yaşlılar bundan muaftır.
Âlimlerin konuya ilişkin görüşleri bundan önceki hadisin fıkıh yönü bölümünde anlatıldı. [149]
Umre ı Arap dilinde İtimâr'dan alınmadır, ziyaret etmek manâsım ifâde eder. Şer-i Şerifte ise özel bir niyetle ihrama girip K ab e ' yi usûlü dâiresinde ziyaret etmek, Safa ile Merve arasında sa'y etmek ve saç traşı olmaktır. Bunlarla ilgili şartlar fıkıh kitablarmda anlatılmaktadır. Umre'nin faziletine dâir bilgi bu kitabın 3. babında geçen 2887-2889.cu hadisler bölümünde geçti.
Umre'nin hükmü, farzları ve zamanı hakkında gerekli bilgi bu bâbtaki hadislerin izahı bölümünde verilecektir.
2989) Talha bin Ubeydillah[150] (Radıyallâhü anhyden rivayet edildiğine göre :
Kendisi Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve SellemJ'den şunu işit-miştir:
Hac bir cihâddır. Umre de bir tatavvu'dur (yâni sünnettir)." Not: Zevâid'de şöyle denilmiştir: Bunun senedinde Mendel diye tanınan
İbn-i Kays bulunur. Bunu Ahmed, İbn-i Muin ve başkaları da zayıf saymışlardır.
Râvilerden Hasan da zayıftır.
2990) Abdullah bin Ebî Evfâ (Radtyallâhü anhümâ)'dan rivayet edildiğine göre şöyle demiştir:
Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) (kaza) umresi yaptığı zaman biz de beraberinde idik. Resûlullah Ka*be'yi tavaf etti, biz de kendisiyle beraber tavaf ettik. O (Makam-i îbrâhîm arkasında iki rek'at) namaz kıldı, biz de O'nunla beraber kıldık. Biz O'nu Mekke halkından koruyorduk ki kimsenin zararı O*na dokunmasın." [151]
Talha (Radıyallâhü anh) 'm hadisi Zevâid nevindendir. Şafiî de bunu başka bir senedle rivayet etmiştir. Bu hadis, umre'nin sünnet olduğuna hükmeden Hanefİler için bir delildir.
İbn-i Ebi Evfâ (Radıyallâhü anh) 'm hadîsini Buhâ-ri, Müslim, Ebû Dâvûd ve Ahmed de rivayet etmişlerdir. B uhâri' nin rivayetinde Resûl-i Ekrem (Aleyhi's-salâtü ve's-selâm)'in Safa ile Merve arasında sa'y ettiği de bildirilmiştir. Bâzı rivayetlerde ise hadîsin son kısmı var da baş kısmı yoktur. Resûl-i Ekrem (Aleyhi's-salâtü ve's-selâm)'in kıldığı haber verilen namazın tavaf namazı olduğu Ebû Dâvûd'un rivayetinde açıklandığı için bunu parantez içinde belirtmek istedim.
Kaza umre'si hicretin yedinci yılı Zilkade ayında yapıldı. Buna kaza umre'si denilmesinin sebebi şudur: Bir yıl önce umre yapmak üzere Resûl-i Ekrem (Aleyhi's-salâtü ve's-selâm) ve sahâ-bileri Medine' den M e k k e ' ye hareket ettiler. Fakat M e k -k e müşrikleri onlara mâni oldular ve umre yapmalarına yol vermediler. Bunun üzerine meşhur Hudeybiye andlaşması düzenlendi. Bu andlaşma gereğince o yıl umre yapılmadan geri dönüldü. Ertesi yıl, yâni hicretin yedinci yılı andlaşma gereğince umre yapıldı. Bu nedenle kaza umre'si ismi verildi. [152]
1. Umre için tavaf edilir. Tavaf, Ka'be-i Muazzama etrafında yedi defa ve usûlü dâiresinde dolaşmak suretiyle ziyaret etmektir. Tavaf cumhûr'a göre umre'nin rüknüdür, farzıdır. Yapılmaması hâlinde umre geçersizdir ve kurban kesmekle veya başka bir şeyle telâfi edilemez. Mâlik, Şafiî ve Ahmed deböyle demişlerdir. Hanef iler'e göre ise tavafın dört şavt'ı, yâni dört turu rükündür, farzdır. Diğer üç şavt'ı vâcibtir. Vâcib olan kısmın yapılmaması hâlinde ceza kurbanı ile telâfisi mümkündür.
2. Umre tavafından sonra tavaf namazı kılmak meşrudur. Tavaf namazının hükmü ile ilgili gerekli bilgi bu kitabın 33. babında verilmiştir. Hülâsası şudur: Bu namaz Hanef iler'e göre vâcib, diğer üç mezhebe göre sünnettir.
3. Düşmanlardan korunmak için gerekli tedbirin alınması meşrudur. [153]
Umre'nin meşruluğu hususunda âlimlerin ittifakı mevcuttur. Ancak hükmü hakkında ihtilâf vardır. Şöyle ki .-
1. Hanefî mezhebinin muhtar, yâni kuvvetli kavli ile Mâliki mezhebinin meşhur kavline ve Ebû Sevr'e göre umre sünneti müekkede'dir. Hanefi mezhebinin diğer bir kavline göre ise vâcibtir. El-Bedâyi sahibi buna tarafdar çıkarak: Umre fıtır sadakası gibi vâcibtir. Bâzı arkadaşlarımıza göre de farzı kifâye'dir, der.
2. Şafii ve Ahmed'in meşhur kavillerine göre umre farz'dır. Ömer, İbn-i Abbâs, Zeyd bin Sabit, îbn-i Ömer, Saîd bin el-Müseyyeb, Saîd bin Cübeyr, Atâ, Tâvûs, Sevri ve İshâk (Radıyal-lâhü anhüm)'den de böyle rivayet edilmiştir.
Tekmile yazarı bu görüşleri naklettikten sonra her grubun delillerini nakletmektedir. Buna ilişkin bilgiyi aktarmaya gerek görmüyorum. [154]
1. Hanefi mezhebine göre umre'nin farzları ikidir: Umre niyetiyle ihrama girmek —ki buna şart derler— ve tavafın dörtşavtı, yâni K a'b e'nin etrafında dört defa dolaşmak suretiyle ziyaret etmektir. Umre'nin vâcibleri ise tavafın kalan üç turu, S a -f â ile M e r v e arasında sa'y, saç traşı ve mikatların dışmdan umre'ye gidenlerin mikat'ta ihrama girmesi, mîkat sınırları içinden umre'ye gidenlerin de harem dışında, meselâ T e n î m gibi bir yerde ihrama girmesidir.
2. Şafiî mezhebine göre umre'nin rükünleri beştir: Umre niyetiyle ihrama girmek, K a' b e' yi tavaf etmek, Safa ile M e r v e arasında sa'y etmek, saç traşı olmak ve sayılan bu rükünleri sırayla yapmaktır. Umre'nin vacibi ise mîkat dışından umre'ye gidecek olan kimsenin mikatta ihrama girmesi, mîkat sınırları dâhilinden umre'ye gidecek kimsenin ise harem dışında ihrama girmesidir.
3. Mâliki ve Hanbeli mezheblerine göre umre'nin rükünleri: Umre niyetiyle ihrama girmek, tavaf ve sa'y'dir. Umre'nin vacibi ise Şafii mezhebindeki vâcibtir. [155]
1. Mâlik, Şafiî, Ahmed ve Cumhura göre umre yılın herhangi bir gününde yapılabilir, herhangi bir gününde yapılmasında kerâhat yoktur.
2. Ebû Hanife'ye göre umre yılın herhangi bir gününde yapılabilir. Ancak A r e f e günü ile Kurban bayramının dört gününde yapılması tahrimen mekruhtur. Ebû Yûsuf'a göre ise A r e f e günü ile Kurban bayramının ilk üç günü mekruhtur.
Umre için en faziletli zaman ise Ramazan ayıdır. Resûl-i Ekrem (Aleyhi's-salâtü ve's-selâm) umre'yi yalnız hac aylarında yapmıştır. Bunun hikmeti ise, hac aylarında umre yapmanın haramlıgı-na dâir câhiliyet devri inancını yıkmaktır. Ramazan ayında yapılan umre'nin faziletine dâir hadîsler bundan sonra gelen bâbta rivayet edilmiştir. [156]
2991) Vehb bin Hanbeş (Radtyallâhü anh)'den rivayet edildiğine göre; Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) şöyle buyurdu, demiştir:
Ramazan ayında (yapılan) bir umre Csevab bakımından nafile) bir hacca muâdil (denk) tir.
2992) Herim bin Hanbeş (Radtyallâhü anhy dtn rivayet edildiğine göre Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) şöyle buyurdu, demiştir:
Ramazan ayında (yapılan) bir umre (sevab bakımından nafile) bir hacca muâdildir."
Not: Zevâld'de şöyle denilmiştir: Vehb bin Hanbes'İn hadisinin ilk senedi sahihtir. İkinci sened DâvÛd bin Yezfd'in zayıflığı sebebiyle zayıftır.
2993) Ebû Ma'kıl (Radtyallâhü aw/r)'den rivayet edildiğine göre; Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) :
Ramazan ayında bir umre yapmak (sevab bakımından nafile) bir hac etmeye muâdildir, buyurmuştur."
2994) (Abdullah) bin Abbâs (Radtyallâhü anhümâ)'dan rivayet edildiğine göre; Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) :
Ramazan ayında (yapılan) bir umre (sevab bakımından nafile) bir hacc'a muâdildir, buyurmuştur."
2995) Câbİr (Radtyallâhü anh)yden rivayet edildiğine göre; Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) :
Ramazan ayında bir umre yapmak (sevab bakımından nafile) bir hacc'a muâdildir, buyurmuştur." [157]
Müellifimizin Vehb bin Hanbeş ile Herim bin H a n b e ş (Radıyallâhü anh) 'den iki ayrı senedle rivayet ettiği hadis Zevâid nevindendir. Hulâsada belirtildiği gibi bu iki isim ayni sahâbîye aittir. Sahih olan isim ise Vehb bin Hanbeş' tir. Hulâsa yazan 413. sahifede: Herim bin Hanbeş sahâbı-dir. Dâvûd el-Ezdi bu zâtın isminin böyle olduğunu söylemiş ise de doğrusu Vehb bin Hanbeş' tir. Aynı kitabın 418. sahifesinde de; Vehb bin Hanbeş, Tay kabilesinden bir sahâbidir. Nesâî ve îbn-i Mâceh onun hadîsini rivayet etmişlerdir, der,
Müellifimizin E b û Ma'kıl (Radıyallâhü anh) 'den rivayet ettiği hadisi Tirmizi, Ebû Dâvûd ve Nesâİ bu zâtın karısı Ü m m ü M a'k ı I (Radıyallâhü anh)'den rivayet etmişler. Tekmile yazarı 2. cildin 156. sahifesinde: Ebû M a'-k 11' in isminin Heysem bin Nehik bin îsâf olduğu söylenmiştir Beni E s e d kabilesinin halifi olup Ensâr-dandır. Resûl-i Ekrem (Aleyi's-salâtü ve's-selâm)'den hadîs rivayetinde bulunmuştur. Kendisinden de A'meş ve Cami bin Ş e d d â d rivayet etmiştir. U h u d savaşma katılan bahtiyarlardandır. Ebû Dâvûd, Nesâi ve İbn-i Mâceh onun hadislerini rivayet etmişlerdir, diye bilgi verir.
İbn-i Abbâs (Radıyallâhü anh)'in hadîsini B u h â r i, Müslim, Ebû Dâvûd, Ahmed ve İbn-i Huzey-m e de rivayet etmişlerdir.
C â b i r (Radıyallâhü anh)'m hadisini Buharı ve Ahmed de rivayet etmişlerdir.
Bu bâbta rivayet olunan hadîsler Ramazan ayında yapılan umre'nin sevabının nafile bir hac sevabına eşit olduğuna delâlet eder. Bu hadîsler Ramazan ayında yapılan umre'nin farz olan hac yerine geçtiğine delâlet etmez. Bu mânâ kasdedilmemiştir. Şu halde Ramazan ayında umre ibâdetini ifâ eden bir kimse farz olan haccını ifa etmemiş ise bu farzı yerine getirmekle mükelleftir, îfa ettiği umre bunun yerine geçmez. [158]
2996) (Abdullah) bin Abbâs (Radıyallâhü anhümâ)'&A\\\ Şöyle demiştir :
Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) Zilkade ayından başka hiç bir ayda umre etmemiştir."
Not: Zevâid'de şöyle denilmiştir; îbn-İ Abbâs (R.A.)'ın hadisinin senedi zayıftır. Çünkü râvl Muhammed "bin Abdirrahmân bin Ebi Leylâ zayıftır.
2997) Aişe (Radtyaltâhü anhâydan; Şöyle demiştir:
Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) hiç bir umreyi Zilkade ayından başka ayda îfa etmemiştir." [159]
İbn-i Abbâs (Radıyallâhü anh) 'in hadisi Zevâid nevinden-dir. Â i ş e (Badıyallahü anhâ)'mn hadisi Zevâid nevinden sayılmamakla beraber buna Kütüb-i Sitte'nin kalanlarında rastlayamadım. Bu iki hadis Resül-i Ekrem (Aleyhi's-salâtü ve's-selâm) 'in bütün umrelerini Zilkade ayında ettiğine delâlet eder. Buharı, Müslim, Tirmizî, Ebû Dâvûd ve Beyhaki'nin rivayet ettikleri bir hadiste; Enes (Radıyallâhü anh) Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) dört defa umre etti. Veda haccında ettiği umre dışındaki bütün umreleri Zilkade ayında oldu. Bu umreler: Hudeybiye zamanı umresi, Zilkade ayında ettiği kaza umresi, Hu-neyn savaşı ganimetini böldüğü Ci'râneden ettiği umre ve Veda hac-cıyla beraber ettiği umre, demiştir."
Müellifimizin 3003. nolu hadîsinde de anılan umre'ler bildirilmektedir. O hadîsin izahı bölümünde gerekli bilgi verilecektir. Burada şu noktayı belirtmekle yetineceğim : Resûl-i Ekrem (Aleyhi's-salâtü ve's-selâm) 'in Veda haccı ile beraber edâ ettiği umre için Zilkade ayında ihrama girdiğinden bu umre de Z i 1 k â d e' de yapılmış denilebilir. Bu ayda ihrama girilmekle beraber umrenin ihramdan başka menâsiki Zilhicce ayında ifâ edildiğine bakılırsa Zilkade1 de yapılmamış denilebilir.
Resûl-i Ekrem (Aleyhi's-salâtü ve's-selâm) Zilkade ayının fazileti ve câhiliyet devrine muhalefet için umre'lerini anılan ayda ifa etmiştir. Çünkü daha önce defalarca belirttiğim gibi câhiliyet devrinin inancına göre hac aylarında umre etmek en büyük günahlardan idi. îslâmiyet bu bâtıl inancı yıkmış ve Resûl-i Ekrem (Aleyhi's-salâtü ve's-selâm) bu maksadla umrelerini hac aylarına denk getirmiştir. [160]
2998) Urve (bin Zübeyr) (Radtyallâhü anhümâydan rivayet edildiğine göre :
Bir kerre (Abdullah) bin Ömer'e, Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) in hangi ayda umre ettiği soruldu. İbn-i Ömer de: Receb ayında, diye cevab verdi. Sonra (İbn-i Ömer'in bu sözünü işiten) Âişe: Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) Receb ayında katiy-yen umre etmemiştir ve Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'in ettiği bütün umrelerde o (yâni İbn-i Ömer) O'nun beraberinde idi." [161]
Bu hadîsi Buhârî, Müslim ve Tirmizi de rivayet etmişlerdir.
Âişe (Radıyallâhü anhâ) Resûl-i Ekrem (Aleyhi's-salâtü ve's-selâm)'in ettiği bütün umrelerde İbn-i Ömer (Radıyallâhü anh) 'm hazır bulunduğunu ifâde etmekle İbn-i Ö m e r' in keyfiyeti unuttuğunu belirtmek istemiştir. M ü s 1 i m 'in rivayetinde: "İbn-i Ömer, Âişe'nin bu sözünü dinliyordu. Bununla beraber ne evet, ne hayır demedi ve sustu" ziyâdesi vardır. Nevevi bu ziyâde ile ilgili olarak : İbn-i Ömer* in susması ve  i ş e ' ye evet veya hayır, diye bir karşılık vermemesi kendisinin bu hususta te-reddüd duymasına veya keyfiyeti unuttuğuna ya da tam hatırlayamadığına delâlet eder, demiştir.
Bundan önceki bâbta rivayet edilen hadîslerde ve izahında belirtildiği gibi Resûl-i Ekrem (Aleyhi's-salâtü ve's-selâm)'in ettiği bütün umreler Zilkade ayında olmuştur. [162]
2999) Ebû ttekr-İ Siddîk'ın oğlu Atvlıırrahman (Radıyaltâhü atıhÜ-»ıâ)'(hm rivâyel edildiğine şiire :
Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) kendisine (kız kardeşi) Âişe (Radıyallâhü anhâ)yı terkiyesine bindirip Tenim'den (ihramla-yarak) ona umre ettirmesini emretti."
3000) Aişe (Radtyattâhn ankâydsm; Şöyle demiştir:
Biz, Zilhicce hilâhtnın görülebileceği)ne yaklaşmış (yâni Zilkade ayının bitimine beş gün kalmış) iken Resûluilah (Sallallahü Aleyhi ve Sellera)'in beraberinde (Medine'den Veda haccı) yolculuğuna çıktık. Sonra Resûluilah (Sallallahü-Aleyhi ve Sellem) (sahâbîlereî :
Sizlerden kim umre niyetiyle ihrama girmek isterse (o şekilde) ihrama girsin. Kurbanlığımı (Mekke'ye) sevketmiş olmam olmasaydı ben (hacsız) bir umre niyetiyle ihrama girecektim, buyurdu. Âişe
(Radıyallâhü anhâ) :
Bunun üzerine (yalnız) umre niyetiyle ihrama girenler oldu. Hac niyetiyle ihrama girenler de oldu. Ben umre niyetiyle ihrama girenlerdendim, dedi. Âişe (sözlerine devamla) :
Sonra biz (böylece ihrâmlandıktan sonra mikattan) yola çıktık. Nihayet Mekke'ye vardık. Ben Arefe gününü hayızh ve umrenin ihramından çıkmamış olarak idrâk ettim. Sonra bu durumumu Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) e arz ettim, dedi. Resül-i Ekrem (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) (bana) :
Sen umre'ni bırak, saç örgülerini çöz, saçını tara ve hacc'a niyetlen, buyurdu. Âişe dedi ki:
Ben de (Resûl-i Ekrem (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'in buyurduğunu) yaptım. Sonra hasba (yâni Zilhicce ayının ondördüncü) gecesi olup Allah hacc'ıımzı tamamlatınca, Resûl-i Ekrem (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) (kardeşim) Abdurrahmân bin Ebi Bekr'i benim beraberimde gönderdi. Abdurrahmân beni devesinin arkasına bindirip Ten'im'e çıktı. Ben (orada) umre niyetiyle ihrama girdim (ve umre menâsiki yaptım). Böylece Allah bizim hacc'jmızı ve umre'mizi tamamlattı. Bu işte ne kurban vardı, ne sadaka ne de oruç, dedi." [163]
A i ş e (Radıyalâhü anhâ)'nm ilk hadisini Buharı, Müslim. Ebû Dâvûd, N'esâl ve Beyhakî de rivayet etmişler. îkinci hadîsi ise Tirmizi hâriç Kütüb-i Sitte yazarlarının hepsi benzeri cümlelerle rivayet etmişlerdir.
Her iki hadîste sözü geçen "Ten'im" Mekke' nin kuzey tarafından ve M e k k e' ye 6 km.lik mesafede bir yerin ismidir.Mekke ile Medine yolu üzerinde bulunan bu yer H a -rem-i Şerîf mıntıkasının dışında olduğu için M e k k e' de umre ihramına girmek isteyenler buraya çıkıp ihrâmîanırlar. Çünkü Harem-i Şerif mıntıkasının sınırlarından Mekke'ye en yakın burasıdır. [164]
1. Adam mahremi olan bir kadınla yolculuğa yalnızca çıkabilir ve onu terkiyesine bindirebilir.
2. M e k k e ' de bulunan bir kimse umre niyetiyle ihrama girmek istediği zaman Mekke-i Mükerreme harem'i sayılan mıntıka içinde ihrama giremez. Bu bölgenin dışına çıkmak zorundadır. Anılan bölgenin dışma "Hill" ismi verilir. Hill ismi verilen mıntıkalardan birine çıktıktan sonra orada umre'ye niyetlenip ihrâmla-nır. [165]
Hanefi âlimler Mâlik, Şafii ve A h m e d: Umre niyetiyle ihrâmlanmak için mutlaka T e n' i m denilen belirli yere gitmek zorunluğu yoktur. Harem-i Şerîf mıntıkasının dışında kalan herhangi bir yerde ihrâmlanmak caizdir. Bu hususta Ten'im ile başka semtler arasında bir fark yoktur. T e n ' î m , M e k k e' ye yakın olduğu için Resûl-i Ekrem (Aleyhi's-salâtü ve's-selâm) Â i ş e (Radıyalâhü anhâ)'nın buraya gidip ihrâmlanma-sını emretmiştir, derler.
 i ş e (Radıyallâhü anhâTnın ikinci hadîsine göre Resûl-i Ekrem (Aleyhi's-salâtü ve's-selâm) ve sahâbiler Veda haccı yolculuğuna Zilhicce ayı girmeden ve buna yakın bir zamanda çıkmışlardır.  i ş e (Radıyallâhü anhâî'nın 2981 nolu hadîsinde onların Zilkade ayının bitimine beş gün kala yola çıktıkları ve C â b i r (Radıyallâhü anhJ'ın 2980 nolu hadisinde Zilhicce ayının dördüncü günü M e k k e' ye vardıkları bildirilmiştir.
Yine bu hadîse göre Resûl-i Ekrem (Aleyhi's-salâtü ve's-selâm), arkadaşlarını hac veya umre niyetiyle, ya da her ikisine niyetlenmek suretiyle ihrama girmek hususunda serbest bırakmıştır.
Hacc-ı Temettü'ün, yâni mikât'ta yalnız umre niyetiyle ihrâm-lanıp, umre menâsiki bitince ihramdan çıkmak ve bayrama yakın günlerde hac niyetiyle ihrâmlanıp hac menâsikini ifa etmek şekli, Hacc-ı Kıran ve Hacc-ı İfrad şekillerinden daha üstün, daha faziletli olduğunu söyleyenler Resûl-i Ekrem (Aleyhi's-salâtü ve's-selâm)'in bu hadisteki "Kurbanlığımı Mekke'ye sevketmiş olmam olmasaydı ben hacsız bir umre niyetiyle ihrâmlanırdım" buyruğunu delil gösterirler. Bu hususla ilgili gerekli bilgi Hacc-ı İfrâd ve Hacc-ı Kıran a âit bâblarda verilmiştir.
Resûl-i Ekrem (Aleyhi's-salâtü ve's-selâm)'in  i ş e' ye;"Sen umreni bırak, basımdı saç örgülerini) çöz ve saçlarını tara" emri iki şekilde yorumlanmıştır: Hanef îler'e göre bunun mânâsı -. Sen umre'ye âit ihram ve niyeti bırak, saç örgülerini çözüp tara, şeklindedir. Çünkü taramak saç tellerinin dökülmesine sebebiyet verebilir. Bu durum ise ihrâm-h kimse için yasaktır. Şu halde kasdedilen mânâ umre ihramından çıkmak ve yalnız hac niyetiyle ihrâmlanmak tır.  i ş e böyle yapmış ve hac işini bitirdikten sonra Ten'im' den tekrar ihrâmla-narak ettiği umre kaza umresidir. Yâni bayramdan önce yarıda bıraktığı umre'ye bedel ve kaza olarak bayramdan sonra umre etmiştir.
Anılan cümle bu şekilde yorumlanınca çıkan hüküm şöyle olur: Kadın hac mevsiminde umre niyetiyle ihrâmlanıp henüz umre tavafı etmemiş iken aybaşı âdetine başlarsa, umre niyetini ve ihramını bırakıp hac niyetiyle ihrama girebilir. Bu takdirde kadın hac işini tamamladıktan sonra umresini kaza eder.
Cumhur, Mâlik, Şafii ve Ahmed'e göre: Anılan cümleden maksad umre'ye âit niyet ve ihramı bırakmak değil, tavaf, sa'y ve saç kısaltmak gibi umre ile ilgili işleri bırakmak ve hacca da niyetlenmek suretiyle Hacc-ı Kıran etmektir. Umre üzerine haccı eklemek âlimlerin icmâi ile sahihtir. Anılan cümle böyle yorumlanınca çıkan sonuç şudur: Â i ş e (Radıyallâhü anhâ) başladığı umresini bozmamış, umre niyetine hac niyetini de eklemiş ve böylece hac ve umre menâsikini birlikte yürütmüştür. Anılan cümleden çıkan hüküm de şudur: Hac aylarında umre niyetiyle ihrâmlanan kadın henüz%umre tavafını etmemiş iken aybaşı âdetini görünce ve A r e f e gününe kadar temizlenip umre tavafım ikmal etmekle hacc'a başlaması işi tehlikeye düşerse, yâni hayız hâlinin bayrama kadar devam etmesi tehlikesi varsa hemen hac niyetini umre niyetine ekler ve böylece Hacc-ı Kıran'a başlamış olur.
Hadîste geçen "Hasba" gecesi N e v e v i tarafından da ifâde edildiği gibi Zilhicce ayının on dördüncü gecesi, yâni kurban bayramının dördüncü gününü beşinci gününe bağlayan gecedir. Bu geceye "Hasba" gecesi isminin verilmesi sebebi şudur: Resûl-i Ekrem (Aleyhi's-salâtü ve's-selâm) ile sahâbileri Veda haccı işini bitirince M i n â' dan dönüşlerinde Minâ ile Mekke arasında bulunan Muhassab denilen semtte konaklanıp geceyi orada geçirdiler.
 i ş e (Radıyallâhü anhâ) hadisin son kısmında belirttiği gibi Hasba gecesi olunca Resûl-i Ekrem (Aleyhi's-salâtü ve's-selâm)'in emriyle kendi kardeşi olan Abdurrahman (Radıyallâhü anh) ile beraber T e n' İ m denilen yere gidip umre niyetiyle ihrâmla-nır ve dönüp umre menâsikini ifa eder. Böylece hac ve umre işlerini ikmâl etmiş olur.
Hadîsin sonundaki; "Umre'yi yanda bırakıp hacca ihrâmlanmak işinde ne kurban, ne sadaka, ne de oruç vardı" cümlesi, hadisin zahirine göre  i ş e (Radıyallâhü anhâ) 'nm sözüdür. Fakat M ü si im'in bir rivayetinde bu cümle râvî Hişâm bin Urve' nin sözü olarak görülür. Bu itibarla sünenimizdeki rivayeti de böyle yorumlamak uygun olur. Yâni yukardaki cümle H i ş â m ' in sözüdür.
Kadı I y â z bu cümle ile ilgili olarak şöyle der: Bu cümle A i ş e (Radıyallâhü anhâ)'nın Hacc-ı İfrâd ettiğine, ne Hacc-ı Kıran, ne de Hacc-ı Temettü etmediğine delildir. Çünkü bu son iki şekilde edilen hac nedeniyle kurban kesme vâcibliği hususunda icmâ vardır. Ancak Dâvûd-i Zahiri, Hacc-ı Kıran da kurban olmadığını söylemiştir, der.
Tekmile yazarı, Kadı Iyâz'ın yukardaki sözünü naklettikten sonra: Lâkin  i ş e' ye, umre menâsikini yanda bıraktığı için kurban lâzım olmuştu. Nitekim Müslim'in Câbir (Radıyallâhü anh)'den rivayet ettiği bir hadiste Resûl-i Ekrem (Aleyhi's-salâtü ve's-selâm)'in Kurban bayramı günü  i ş e (Radıyallâhü anhâ) yerine bir sığın kurban ettiği bildirilmiştir, der.
Nevevî de: Âişe (Radıyallâhü anhâ) hacc-ı kıran ettiği için kendisine kurban vâcib olur. Bu itibarla "Âişe'ye ne kurban, ne sadaka ne de oruç (borcu) olmadı" mealindeki cümlenin zahiri mânâsı müşkildir. Anılan cümle şöyle yorumlanabilir: Yâni güzel koku sürünmek, yüzü örtmek, saç kesmek, tırnak kesmek gibi ihrâmlı kimseye yasak olan suçlardan herhangi birisi Âişe tarafından işlenmemiştir. En seçkin yorum budur. der. [166]
3001) (Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'in zevcelerinden) Ümmü Seleme (Radtyallâhü anhümâ)'âan rivayet edildiğine göre; Resûluilah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) şöyle buyurmuştur:
Kim Beytü'l-Makdis'ten umre ihramına girerse günahları bağışlanır."
3002) Peygamber (Sallaîlahü Aleyhi ve Sellemy'm zevcesi Ümmu Seleme (Radıyaîlâhü anhâ)'d&n rivayet edildiğine göre; Resûlullah (Sallaîlahü Aleyhi Sellem) şöyle buyurdu, demiştir:
Kim Beytü'I-Makdis'ten umre ihramına girerse o umre, onun geçmişteki günahlarına keffâret olur.
Ününü Seleme demiştir ki: Ben bunun üzerine bir umre'ye (Bey-tül-Makdis'ten) çıktım." [167]
Ümmü Seleme (Radıyaîlâhü anhâ) 'nın ilk hadisini Ne-s â i de rivayet etmiştir. Ebû Dâvûd, Beyhakî ve Tâ-rih'te B u h â r î de bunun birer benzerini rivayet etmişlerdir. İkinci hadis metninin başkaca kim tarafından rivayet edildiğini bilemedim. Bu duruma bakılabilir.
Beytü'l-Makdis' ten ihrama girmekten maksad burada ihrama girip ihrâmh olarak Mekke'ye gitmek ve umre menâsi-kini tamamlayıncaya kadar ihramdan çıkmamaktır. Hadis bunun faziletini beyân eder. [168]
Bu iki hadisten çıkan hüküm, mîkat denilen yere varmadan önce ihrama girmenin câizliğidir.
Mîkat'ta ihrâmlanmak ile mîkat'a varmadan önce ihrâmlanmak-tan hangisinin daha faziletli olduğu hususunda âlimler ihtilâf etmişlerdir. Şöyle ki:
1. Alkarna, el-Esved, Ebû İshâk ve Ebû H a n i f e' ye göre mikat'a varmadan önce ihrama girmek daha faziletlidir. Ş â f i î 1 e r' den de böyle bir kavil rivayet edilmektedir.
2. Ebû Hanîfe' den diğer bir rivayete göre nefsinden emîn olan, yâni ihrâmh kimseye yasak şeyleri işlememek noktasından kendine güvenen kimse için en faziletli olanı mîkat'a yarmadan önce ihrama girmektir. Nefsinden emin olmayan bir kimse için en iyisi mîkat'ta ihrâmlanmaktır.
îbn-i Ömer (Radıyaîlâhü anh) 'in Beytü'l-Makdis' ten, îbn-i Abbâs (Radıyallâhü anh) 'in Şâm' dan ve İbn-i Mes'ûd (Radıyaîlâhü anh) 'un kadisiyye'den ihrama girdikleri rivayet olunmuştur.
3. Atâ, Hasan-i Basri, Mâlik, Ahmed ve î s h â k ' a göre mîkat'tan evvel ihrâmlanmak mekruhtur. Şafii mezhebinin en kuvvetli kavli de böyledir. Bunlar: Resûl-i Ekrem (Aleyhi's-salâtü ve's-selâm) ve O'na refakat eden sahâbiler mikat'ta ihrâmlandılar. O'nun devrinden sonra de sahâbilerin ve tabiilerin cumhuru ile âlimlerin cumhuru da hep mîkat'ta ihrama girdiler, demişlerdir. Bu bâbtaki hadîslere cevaben de: Bu hadîslerin senedleri kuvvetli değildir. Hadislerin sahîhliği farz edilse bile mîkat'tan Önce ihrama girmenin fazileti beyân ediliyor. Ama, böyle yapmanın mîkat'ta ihrama girmekten daha faziletli ve üstün olduğuna dâir kayıt anılan hadîslerde yoktur. Yahut bu fazilet, Beytü'l-Makdis' e mahsustur, derler. [169]
3003) (Abdullah) bin Abbâs (Radtyattâkü anhümâ)'6an; Şöyle demiştir :
Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) (şu) dört umre'yi ifâ etmiştir: Hudeybiye umre'si, bundan bir yıl sonra kaza um re'si, üçüncüsü Cfrâne'den ettiği umre, dördüncüsü de (Veda) haccıyla beraber ettiği umre." [170]
Bu hadisi Tirmizi, Ebû Dâvûd, Ahmed ve D â -r i m i de rivayet etmişlerdir. Hadis hicretten sonra Resûl-i Ekrem (Aleyhi's-salâtü ve's-selâm) 'in ayrı ayrı yıllarda dört defa umre ettiğine delâlet eder. Bunlardan birincisi:
Hudeybiye umresidir. Hudeybiye, Mekke'ye bir konak ve M e d i n e' ye dokuz konak mesafede bir köydür. Bu köy Harem-i Şerif bölgesi içindedir. Bir kavle göre köyün bir kısmı Harem' den, bir kısmı da Harem'in dışındadır. Bu umre hicretin altıncı yılı Zilkade ayında oldu. Şöyle ki Resûl-i Ekrem (Aleyhi's-salâtü ve's-selâm) 1400 kadar sahabi (Radıyallâhü anhüm) ile beraber sırf K a' b e - i Mu a z z a m a ' -yi ziyaret etmek ve umre ibâdetini ifa etmek niyetiyle Zilkade ayı başında Medîne-i Münevvere' den yola çıktılar ve Zü'1-Huleyfe'de ihram landılar. Resûl-i Ekrem (Aleyhi's-salâtü ve's-selâm) ve sahâbîler yediyüz adet kurbanlığı Harem-i Şerife şevkettiler. Nihayet Hudeybiye'ye vardıkları zaman Resûl-i Ekrem (Aleyhi's-salâtü ve's-selâm) gelişlerinin amacını Mekke müşriklerine elçi vasıtasıyla iletti. Fakat Mekke müşrikleri bir türlü anlayış göstermeyip onların Mekke'ye girmelerine rızâ göstermediler. En son meşhur Hudeybiye and-laşması akdedildi. Bu andlaşmaya göre Resûl-i Ekrem (Aleyhi's-salâtü ve's-selâm) ve sahâbîler o yıl M e k k e' ye girmeden geri dönecekler ve ancak ertesi yıl umre için Mekke'ye girebilecekler. Müslümanlardan mürted olup Mekke ',y« gidecek olan kimseler yeri vBftîmeyecafc; Ffekat mû|rfltlW*m müslüraan «lanlar M e kk e * ye geri gönderilecek. On veya yirmi yıl taraflar arasında savaş yapılmayacaktı.
Bu andlaşmanın kabulü üzerine Resûl-i Ekrem (Aleyhi's-salâtü ve's-selâm) ve sahâbîler Hudeybiye'de saçlarını traş edip beraberlerindeki kurbanlıkları kestiler ve umre ihramından çıktılar. Resûl-i Ekrem (Aleyhi's-salâtü ve's-selâm) umre ihramına girdiği ve burada ihramdan çıkmaya mecbur olduğu için bir umre sayılma durumu olmuştur. İkincisi:
Kaza Umresi'dir. Buna Umretü'1-Kazâ, Umretü'l-Kaziyye ve Um-retü'l-Kısâs isimleri verilmiştir. Bu umre ertesi yıl, yâni hicretin yedinci yılı Zilkade ayında ifa edildi. Üçüncüsü :
Cfr&ne Umresi'dir. Ci'râne, Müzdelife ile Arafat arasmda ve Harem-i Şerif sınırında bir yerdir. Bu umre, Mekke fethinden sonra, hicretin sekizinci yılı Zilkade ayında ifa edildi. Resûl-i Ekrem (Aleyhi's-salâtü ve's-selâm), bu yerde iken bir gece umre için ihrama girip umre etti ve ayni gece buraya döndü.
Resûl-i Ekrem (Aleyhi's-salâtü ve's-selâm)'in ifa ettiği dördüncü umre ise Veda haccında hac ile beraber edâ edilen umredir. Bu umre için yine Zilkade ayında ihrama girilmiş ve Zilhicce ayında M e k k e ' ye varılmıştır.
Görüldüğü gibi O'nun bütün umrelerine âit ihramlar hep Zilkade ayında olmuştur. Bu durum anılan ayın faziletine delâlet eder. Daha önce defalarca anlattığım gibi bunun ikinci hikmeti de câhiliyet devrinin bâtıl inanışını yıkmaktır. Çünkü câhiliyet devrinin inanışına göre hac aylarında umre etmek en büyük günahlardan idi. [171]
1. Resûl-i Ekrem (Aleyhi's-salâtü ve's-selâm) hicretten sonra muhtelif yıllarda dört defa umre etmiştir. Bunlardan birincisi tam umre sayılmaz. Sonuncusu da hac ile beraber ifa edildiği için müstakil umre olmaz. Şu halde hicretten sonra O'nun tarafından İfa edilen tam ve müstakil umre sayısı ikidir.
2. ResûM Ekrem (Aleyhi's-salâtü ve's-selâm)'in Veda haccında ifa ettiği menâsik, Hacc-ı Kırân'dır.
Resûl-i Ekrem (Aleyhi's-salâtü ve's-selâm) Z i 1 k a ' d e ayının fazileti ve câhiliyet devrinin bâtıl inanış ve alışkanlığına muhalefet etmek nedeniyle umre'lerini bu ayda ifa etmiştir. [172]
3004) (Abdullah) bin Abbâs (Radıyallâhü ankümâydan rivayet edildiğine göre:
Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) (Veda haccında) tervi-ye (yâni Zilhicce'nin sekizinci) günü öğle, ikindi, akşam, yatsı ve (Are-fe günü) sabah namazını Minâ'da kıldı. (Arefe günü) güneş doğduktan sonra Arafat'a hareket etti."
3005) (Abdullah) bin Ömer (Radtyallâhü diğine göre:'dan rivayet edil
Kendisi beş vakit namazı (yâni Zilhicce'nin sekizinci günü öğle, ikindi, akşam, yatsı ve Arefe günü sabah namazı) Minâ'da kılardı. Sonra Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'in böyle yaptığını arkadaşlarına haber vermiştir."
Not • Zevâid'de şöyle denilmiştir : İbn-i Ömer <RA.Vffl bu hadisinin senedi npftır. Çünkü onda bulunan ravî Abdullah bin Ömer zayıftır. [173]
îbn-i Abbâs (Radıyallâhü anh) 'in hadisini T i r m i z i de rivayet etmiş, Ebû Dâvûd da bunun bir benzerini rivayet etmiştir. Ebû Dâvûd ile Tirmizî' nin bir rivayetlerinde; "İbn-i Abbâs (Radıyallâhü anhümâ), Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'in Terviye günü öğle namazını ve Arefe günü sabah namazını Minâ'da kıldığını" söylemiştir.
Mina: Harem-i Şerif mıntıkasından sayılır. Mekke ile M i n â arasında 6 km.lik bir mesafe bulunur. Çünkü M i n â köyünün Mekke tarafına düşen kenarı ile e 1 - M a' 1 â isimli Mekke mezarlığı arasındaki mesafe 5507 metredir. E 1 - M a' 1 â mezarlığı ile Mescid-i Haram1 in Bâbü's-Selâm kapısı arasındaki mesafe de 1042 metredir. M i n â, 637 mt. genişliğinde ve 3528 mt. uzunluğunda bir deredir. Şeytan taşlama cemreleri (yâni taşların atıldığı çukurlar) buranın sınırları içindedir. Cemretü'l-Akaba ismi verilen çukurun bulunduğu yer M i n â mıntıkasının Mekke tarafına düşen sınırıdır. M i n â' nm Muz-d e 1 i f e tarafına düşen sınırı ise Vadi Mahsir, yâni Mahsir deresi sınırına dayanır. Mescidü'1-Hif buradadır. M e s ci d' in çevresinde bir çok bina yapılmıştır. Diğer saha genellikle boş tutulmaktadır. Bunun hikmeti de hacılara kolaylık sağlamak ve sahayı daraltmamaktır. Bundan sonra gelen bâbta da M i n â' nın umûma âit bir saha olduğuna işaret edilecektir.
Arefe günü bilindiği gibi Kurban bayramından önceki gündür. Terviye günü de Arefe gününden önceki gündür. Ter-viye'nin asıl mânâsı sulamaktır. Eski zamanlarda Arafat dağında su bulunmadığı için hacı adayları Arafat'a çıkacakları zaman Zilhicce'nin sekizinci günü Arafat için ihtiyaç duydukları suyu temin ederlerdi. Bu nedenle o güne bu isim verilmiştir. [174]
Hacıların Zilhicce' nin sekizinci günü güneş doğduktan sonra Mekke* den çıkıp M i n â ' ya gitmeleri, o günün öğle, ikindi, akşam ve yatsı namazı ile A r e f e günü sabah namazını M i n â * da kılmaları ve T e r v i y e gününü A r e f e gününe bağlayan geceyi M i n â ' da geçirmeleri sünnettir.
Anılan geceyi M in â' da geçirmenin sünnetliği hususunda icmâ vardır. Bu itibarla hacılardan geceyi orada geçirmeyen olursa her hangi bir ceza gerekmez. Hacıların T e r v i y e gününden önce M i n â' ya gitmelerinde bir sakınca yoktur. Fakat Mâlik daha önce gitmenin mekruh olduğunu söylemiştir.
Terviye günü Mekke' den M i n â ' ya gitmek ve A r e f e günü M i n â ' dan Arafat'a çıkmak daha iyi ise de bu gün hacıların çoğu ve bunları sevk ve idare eden mutavvıfla-nn ekserisi bu sünnete riâyet etmiyorlar. Bir kısmı Terviye günü doğruca Arafat'a çıkıyor. Bir kısmı da A r e f e günü Mekke1 den doğruca Arafat'a çıkıyor. [175]
3006) Âişe (Radtyallâhü anAâJ'dan; Şöyle demiştir: Ben (bir defa) :
Yâ Resûlallahl Biz senin için Minâ'da bir ev yaptırmayalım mı? dedim. O:
Hayır. Minâ, önce varan kimsenin konaklama yeridir, (yâni umûma aittir, kimsenin inhisarında değildir.) buyurdu."
3007) Âişe (Radtyallâhü anhâ)'âan; Şöyle demiştir:
Biz (bir defa) ;
Ya Resûlallah! Senin için Minâ'da seni güneşten (iyi) koruyacak bir ev yaptırmayalım mı? dedik. O t
Hayır. Minâ, Önce varan kimsenin konaklanma yeridir, buyurdu." [176]
Müellifimizin kısmen değişik iki senedle rivayet ettiği bu hadisi Ebû Dâvûd, Tirmizi, Beyhaki ve Hâkim de rivayet etmişlerdir. T i r m i z î hadîsin senedinin hasen olduğunu söylemiş ise de buna itiraz olmuştur. Çünkü Âişe (Radıyallâhü anhâ) 'dan rivayet eden M ü s e y k e ' nin hâli meçhuldür.
Minâ, hacıların hepsinin en az üç gün durdukları bir sahadır. Hacc'a gidenlerin gördükleri gibi bu alan hacılara dar gelir. Eğer bu alanda Resûl-i Ekrem (Aleyhi's-salâtü ve's-selâm) için bir bina yapılmış olsaydı, bâzı müslümanlar da O'na uymak üzere kendilerine mahsus binalar yaptırırlar ve saha bir hayli daralacaktı.
Hadis, kimsenin M i n
â ' da kendisine mahsus bina yaptırmasının caiz olmadığına delâlet eder. Tekmile
yazarının dediği gibi halkın bir kısmı bu hükme muhalefet ederek anılan sahada
bir sürü bina yaptırmışlardır.
[177]
3008) Enes (RadtyaUâhü tmAJ'den; Şöyle demiştir:
Biz bu gün (yâni Arefe günü) Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'in beraberinde sabahleyin Minâ'dan Arafat'a gittik. Bâzılarımız tekbir getiriyordu, bâzılarımız tehlîl getiriyordu. Ne tekbîr edenler, tehlîl edenleri ayıbladı. Ne de tehlîl edenler tekbîr edenleri ayıbladı. (Enes: Ne şunlar bunlara, ne de bunlar şunlara... tâbirini kullanmış olabilir.)" [178]
Bu hadisi Buharı, Müslim, Mâlik, Tahâvl ve B e y h a k i de rivayet etmişlerdir. Hadisin zahirine göre hacıların bir kısmı tekbir, diğer bir kısmı tehlil getirmişler, tekbîr alanlar tehlîl etmemişler ve tehlîl edenler tekbîr almamışlardır. Halbuki kasde-dilen mânâ öyle değil şöyledir: Hacıların bir kısmı tehlîl ederken diğer bir kısmı tekbir getirmişler. Sonra bunun aksi de olmuştur. Yâni bazen de bir kısmı tekbîr alırken diğerleri tehlil etmişlerdir. Sa-hâbîler bu hususta Resûl-i Ekrem (Aleyhi's-salâtü ve's-selâm)'e uymuşlardır.
Tekbîr: "Allah'u ekber" zikrini söylemektir. Tehlîl ise Lebbeyke duasını okumaktır. Tehlîl, Kelime-i Tevhid'i okumak mânâsına da gelir. Fakat burada bu mânâ kasdedilmemiştir.
Hadis, hacıların M i n â' dan Arafat'a giderken Lebbeyke ve tekbir zikrini tekrarlamalarının müstehablığına delâlet eder.
Telbiye, yâni Lebbeyke zikrini anmak, tekbir almaktan daha faziletlidir. N e v e v i : Lebbeyke zikrinin Arefe günü sabah namazından sonra hac işi bitinceye kadar okunmaz diyenlerin görüşleri bu hadisle reddedilir, demiştir. [179]
3009) (Abdullah) bin Ömer (Radtyallâkü anhümâ)'dan rivayet edildiğine göre:
Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) Arafat (yakının) da Ne-mire deresinde konaklanın!).
İbn-i Ömer demiştir ki; Haccâc(-ı Zâlim), İbn-i Zübeyr (Radıyal-lâhü anhümâ)'yi öldürünce İbn-i Ömer'e adam göndererek: Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) bu gün (yâni Arefe günü) öğleden sonra hangi saatte (Nemire'den ürene deresine) hareket ederdi? diye sordurdu. İbn-i Ömer (Radıyallâhü anh) : Öğleden sonra o saat olunca (Nemire'denî hareket ederiz (ve sana haber veririz), diye cevab verdi.
Sonra İbn-i Ömer (Nemire'den) hareket etmek isteyince: Güneş (tepeden) batıya eğildi mi? diye sordu. Yanındakiler:
Henüz eğilmedi, dediler. Bunun üzerine İbn-i Ömer oturdu. Bir süre sonra:
Güneş batıya eğildi mi? diye (tekrar) sordu. Yanındakiler: Henüz eğilmedi, dediler. İbn-i Ömer (tekrar) oturdu. Biraz sonra İbn-i Ömer:
Güneş batıya eğildi mi? diye (yine) sordu. Yanındakiler: Güneş hâlâ batıya eğilmedi, dediler. Bunun üzerine İbn-i Ömer (tekrar) oturdu. Bir müddet sonra: Güneş batıya eğildi mi? diye (tekrar) sordu. Orada bulunanlar (bu kere) :
Evet. diye cevab verdiler. Oradakiler:
Güneş batıya eğildi, deyince İbn-i Ömer (Hutbe, öğle ve ikindi namazı için Nemire'den Ürene deresine) hareket etti.
(Hâvi) Vekî demiştir ki: Yâni İbn-i Ömer öğle vakti girdikten sonra hareket etti." [180]
Bu hadisi Ebû Dâvûd ve Ahmed de rivayet etmişlerdir. Buhâri ve Nesâî de bunun benzerini rivayet etmişlerdir.
Buhâri ile Nesâİ'nin Salim bin Abdillah bin Ömer (Radıyallâhü anhüm)'den rivayet ettikleri hadisin baş kısmında şu ilâve bulunur: " (Halife) Abdülmelik bin Mervân, (Mekke valiliğine ve hac emirliğine atadığı) H a c -c â c (-1 Zâliml'e bir talimat göndererek, hac ile ilgili meselelerde İbn-i Ömer'e muhalefet etmemesini emretmişti."
Ne mi re; Mekke ile Arafat arasında bir dağın ismidir. Harem mıntıkasının sınırını tesbit eden dikili alâmetler bu dağın üstünde bulunur. Nemire Vadisi de Harem-i Şerif mıntıkasının dışında kalan ve Arafat mıntıkasına yakın bir derenin ismidir. Bu dere ne Harem-i Şerif ten ne de Arafat' tan sayılır. Resûl-i Ekrem (Aleyhi's-salâtü ve's-selâm) A r e -f e günü güneş doğduktan sonra M i n â' dan hareket ederek Nemire deresine varıp orada bir süre durmuş ve güneş tepeden batı tarafına eğilince, yâni öğle vakti girince oradan Ürene Vadisi denilen yere hareket etmiş ve oraya varınca önce hutbe okumuş, sonra öğle ve ikindi namazlarını birleştirerek beraber kılmış, yâni Öğle namazını kıldırdıktan sonra ara vermeden ikindi namazını da kıldırmıştır. Bu husus sünenimizin 3074 nolu hadisinde açıklanmıştır.
İbn-i Ömer (Radıyallâhü anh) bu esnada gözlerini kaybetmiş durumda olduğu için güneşin tepeden batıya doğru eğilip eğil-mediğini, yâni öğle vaktinin girip girmediğini yanındakilere sormuştur. İbn-i Ömer bu soruyu dört defa tekrarlamıştır. Bunun sebebi öğlenin ilk vaktinde Nemire' den Arafat'a hareket etmek suretiyle Resûl-i Ekrem (Aleyhi's-salâtü ve's-selâm)'e tam manâsıyla uymaktır.
Abdullah bin Zübeyr (Radıyallâhü anhümâ) hicretin 64 veya 65. yılı H i c â z' da halifeliğini ilân etmiş ve H İ -c â z halkı ona biat ettiği gibi Mısır, Irak halkı ile Suriye halkının bir kısmı da ona bağlanmıştı. Hicretin 72. yılı E m e -v 1 halifelerinden Abdülmelik bin Mervân, Hac-câc-i Zâlim'i Abdullah bin Zübeyr'i öldürmek üzere M e k k e' ye göndermiş ve H a c c â c, hicretin 73. yılı Cemaziyelâhir ayının ortalarında Abdullah bin Zübeyr (Radıyallâhü anhümâ) 'i Mekke'de öldürüp mübarek cesedini asmıştı. O sıralarda Abdullah bin Zübeyr (Radıyallâhü anhümâ) 72 yaşında idi. Haccâc-i Zâlim, Abdullah bin Zübeyr'i öldürdüğü haberini halîfe Abdülmelik'e bildirince halife, hac ile ilgili dinî meselelerde Abdullah bin Ömer (Radıyallâhü anhümâ) 'in emirlerine muhalefet etmemesini istemişti. Bu nedenle Haccâc-i Zâlim, Resül-i Ekrem (Aleyhi's-salâtü ve's-selâm) 'in Nemire'den Arafat'a hareket saatini İbn-i Ömer (Radıyallâ-hü anh)'den öğrenmek istemişti.
"İrtihâr*: Yolculuğa devam etmek, yolculuğa çıkmak mânâsını ifâde eder. Ama bu yolculuğun günün hangi zamanında olduğunu ifâde etmez. "Revâh" ise öğleden sonra gitmek mânâsını ifâde eder. î b n - i Ömer (Radıyallâhü anh) N e m i r e' den öğleden sonra hareket ettiği için râvî V e k i hadîsin metninde bulunan İrtihâl fiilinin Revâh fiili anlamında kullanıldığını belirtmek istemiştir.
Hadis, Abdullah bin Ömer (Radıyallâhü anhûmâ) '-nin faziletine, devlet yetkililerinin onun fıkıh bilgisine ne derece önem verdiklerine, M i n â' dan Arafat'a giderken Nemire'-de mola vermenin sünnet olduğuna ve Arafat vakfesinin A r e f e günü öğleden sonra olduğuna delâlet eder. [181]
Arafat ve Arefe t Müzdelife ile Tâif arasında geniş bir alanın ismidir. Sınırları, çevresine dikilen işaretlerle gösterilmiştir. N e v e v İ, Menâsik'te: Arafat mıntıkası için arkadaşlar dört cephede dört sınır tarif etmişlerdir: Bunlardan biri doğu cephesinde olan büyük caddedir. İkincisi Arafat bölgesinin arkasındaki dağ silsilesinin etekleridir. Üçüncüsü Arafat köyünün arkasında kalan bahçelerdir. Bu köy, Arafat'ta Ka'be'-ye doğru duran kimsenin sol tarafında kalır. Dördüncüsü Ürene deresinin başlangıç noktasıdır, der. Ürene deresi Müzdelife ile Arafat arasında bulunan bir vadidir. Nemire mescidi bu dere bölgesi içinde veya kenarındadır. Bâzı âlimler Nemire mescidinin Arafat mıntıkası içinde olduğunu söylemişlerdir. Bu konuda ihtilâf olduğu için A r a f â t' ta vakfe eden kimselerin Mescid ile Cebelü'r-Rahme arasında kalan bölgede bir süre durmaları en uygun olanıdır. Bu mescid'e, Mescid-i İbrahim ve Mescid-i Ürene de denilir. Resûl-i Ekrem (Aley-hi's-salâtü ve's-selâm) Arefe günü M i n &' dan Arafat'a hareket ettiği zaman öğleden önce Nemire deresinde bir süre konaklamış ve öğle vakti girince oradan kalkıp Mescid-i Nemire' nin bulunduğu Ürene deresine varmış, burada hutbe irâd ettikten sonra öğle ve ikindi namazım birlikte yâni Cem-i Takdim suretiyle eda ettikten sonra vakfe etmek üzere Cebelü'r-Rahme dağı eteğinde bulunan büyük taşların yanma gidip vakfe etmiştir.
Hacılar Arefe günü öğleden sonra Arafat mıntıkası içinde vakfe ederler, yâni dururlar. Güneş batınca Arafat' tan Müzdelife'ye dönerler. Vakfe etmenin zamanı ile ilgili bilgi 57. bâbta gelen hadislerin izahı bölümünde verilecektir. Burada şunu söylemekle yetineceğim: A r a f â t' ta vakfe etmek hacc'ın rüknüdür. Yâni farzlarındandır. Zamanında vakfe etmeyi kaçıran bir hacı adayı hac etmemiş olur. Ettiği hac geçersizdir.
Nevevi; Arafat'in Mekke tarafında kalan sınırını izah ederken: Bilmiş ol ki Ürene deresi, Nemire deresi ve dağı ve Melik'in Arefe günü öğle ve ikindi namazlarını kıldırdığı mescid, Arafat bölgesinin dışındadır. Bu mes-cid'e İbrahim (Aleyhisselâm)'ın mescidi ve Ürene mescidi denilir. Bu yerlerin hepsi Arafat bölgesinin batısında kalır, Bu cephe. Müzdelife, Minâ ve Mekke taraflarına bakar, der.
İbn-i Hacer el-Heytemî de Nevevî'nin "Me-nâsik" kitabının haşiyesinde: Arafat'm Mekke tarafına bakan cephesinin tâyin ve tesbitinde değişik izahlar vardır. Lâkin et-Taki el-Fâsi diyor ki: Bu sınır artık bellidir. H a r e m - i Şerif ten Arafat'a gidildiği zaman Harem-i Şerif sınırını gösteren dikili iki işaret vardır. Bu işaretlerin biraz ilerisinde Arafat mıntıkasının sınırını gösteren dikili iki işaret bulunur, diye bilgi vermiştir.
Bu gün hacc'a gidenler Arafat, Müzdelife, Minâ ve Harem-i Şerif mıntıkalarının sınırlarını gösteren işaretleri görebilirler. Bu itibarla bu konu üzerinde fazla durmaya gerek görmüyorum. Geniş bilgi almak isteyenler Nevevî' nin Hac Menâsik kitabına ve bunun haşiyesine müracaat edebilirler.
3010) Alî bin Ebî Tâlib (Radıyaüâhü ank)'den; Şöyle demiştir:
Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) (Arefe günü) Arafat'ta (Cebelü'r-Rahme isimli dağın eteğindeki büyük taşların yanında) vakfe etti. Sonra (durduğu yere işaret ederek) :
Burası vakfe etmek yeridir ve Arefe'nin hepsi vakfe etmek yeridir, buyurdu."
3011) Yezîd bin Şeybân (Radıyallâhü anhyden rivayet edildiğine göre kendisi (râvîsi olan Amr bin Abdillah bin Safvân'a hitaben) :
Biz mevkif'ten (Yâni Resûl-i Ekrem (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) 'in vakfe ettiği yerden) uzak saydığın bir yerde vakfe ediyorduk. Sonra Ibn-i Mirba (Radıyallâhü anh) yanımıza gelerek dedi ki: Ben Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) 'in size gönderdiği elçiyim. P (size) buyuruyor ki:
Otedenberi vakfe edegeldiğiniz yerler üzerinde olunuz. (Yâni bulunduğunuz yerlerdeki vakfeniz geçerlidir). Çünkü siz bu gün (babanız) İbrahim (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) 'in mirasından bir miras üzerindesiniz (yâni vakfe ettiğiniz yer İbrahim'in vakfe ettiği yerdir.)
3012) Câbİr bin Abdillah (Radıyalâhü anhümâ)'dan rivayet edildiğine göre; Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) şöyle buyurdu, demiştir:
Arefe'nin hepsi vakfe yeridir ve Ürene deresinden uzak durun (yâni orada vakfe etmeyiniz). Müzdelife'nin hepsi vakfe yeridir ve Muhassir deresinden uzak durun (yâni orada Müzdelife vakfesi olmaz). Minâ'nın hepsi mezbahadır (yâni kurban kesme yeridir). Ancak Akabe cemresinin arkasında kalan bölge kurban kesme yeri değildir." [182]
A 1 i (Radıyallâhü anh)'m hadisini Tirmizi ve Ebû D â v û d da rivayet etmişlerdir.
Yezîd (Radıyallâhü anh)'m hadisini Tirmizî, Ebû Dâvûd, Nesâî, Şafii Ahmed ve Beyhakî de rivayet etmişlerdir. Yezîd bu hadîsi Amr bin Abdillah bin Safvân'a rivayet etmiş ve hadisin baş kısmında ona hi-tab etmiştir.
Meşâir: Meş'ar'm çoğuludur, hac menâsikinin, yâni ibâdetinin îfa edildiği yerler manasınadır. Burada bu kelime ile sahâbîlerin öteden beri vakfe ettikleri yerler mânâsı kasdedilmiştir. Bu yerler Resûl-i Ekrem ı Aleyhi's-salâtü ve's-selâm)'in vakfe ettiği yere bir hayli uzaktı. Çünkü Resûl-i Ekrem (Aleyhi's-salâtü ve's-selâm) A r a -f â t * ta CebehVr-Rahme, yâni rahmet dağı isimli dağın eteğinde bulunan büyük taşların olduğu yerde vakfe etmişti. Sahâbîlerin bir kısmının bulunduğu yerler buradan uzak olduğu için durdukları yerin Arafat' tan sayılmadığını veya haclarında bir noksanlık buJunduğunu zan etmemeleri amacıyla Resûl-i Ekrem (Aleyhi's-salâtü ve's-selâm) görevlendirdiği î b n - i Mirba (Radıyallâhü anh) vasıtasıyla durumu onlara bildirmiş, İbrahim (Aleyhisselâm)'ın da onların durdukları yerlerde vakfe ettiğini haber vermekle onlara tesellide bulunmuştur.
$u halde Arafat mıntıkasının içinde olmak kaydıyla neresinde durulursa durulsun orada vakfe edilebilir ve vakfe etmek hususunda gerek İbrahim (Aleyhisselâm)'ın gerekse Resûl-i Ekrem (Aleyhi's-salâtü ve's-selâm)'in izinde ve yolunda hareket edilmiş olunur.
Hadîs, Arafat mıntıkasının herhangi bir yerinde vakfe etmenin, yâni durmanın caiz olduğuna delâlet eder. Bundan önceki hadis de ayni hükmü ifâde eder. Bu hususta âlimlerin icmâ'ı vardır. Rahmet dağının eteğinde bulunan taşların olduğu yerde vakfe etmek daha faziletlidir. Çünkü Resül-i Ekrem (Aleyhi's-salâtü ve's-selâm) orada vakfe etmiştir.
C â b i r (Radıyallâhü anh)'m hadisini Ebû Dâvûd da rivayet etmiştir. Bu hadîs de bundan önceki hadîslerin hükmünü ifâde eder. Yâni A r a f â t' in herhangi bir yerinde vakfe edilebilir. Bu hadîs ayrıca Ürene deresinin Arafat' tan sayıîmadı-ğına delâlet eder. Ahmed, Bezzâr ve Tabarânî' nin El-Kebîr'de rivayet ettikleri bir hadîste Cübeyr bin Mut'im (Radıyallâhü anh), Resülullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'in;
"Arafat'ın hepsi vakfe etmek yeridir ve siz Ürene deresinden uzaklasın" buyurduğunu söylemiştir.
îbn-i Abdi'1-Ber, Ürene mıntıkasında duran bir kimsenin vakfesinin geçersizliği hususunda âlimlerin icmâ'ının bulunduğunu söylemiştir.
Ürene deresinin Arafat ile Müzdelife arasında kaldığını yukarda beyân etmiştim. O dere Harem-i Şeriften de sayılmaz. Şu halde Harem-i Şerif mıntıkası ile Arafat mıntıkası arasında kalan bir yerdir.
M u h a s s i r vadisi ise Müzdelife ile M i n â arasında kalan bir deredir. Bu dere ne Müzdelife' den ne de
M i n â' dan sayılır A r e f e günü güneş batınca hacılar Arafat' tan Müzdelife'ye hareket ederler ve geceyi orada geçirirler. Bununla ilgili bilgi 61. bâbta verilecektir.
Son hadîs, kurbanların M i n â' nın her tarafında kesilebileceğine ve Akabe cemresinin arka tarafında kalan mıntıkada kesilemeyeceğine delâlet eder. Çünkü Akabe cemresinin arkasında kalan mıntıka ne M i n â ' dan ne de Harem' den sayılır. Bu itibarla kurban oralarda kesilemez. 3048. hadîsin izahı bölümünde bu hususa tekrar değinilecektir. [183]
3013) Abbâs bin Mirdâs es-Selemî (Radtyallâhü anA/den; Şöyle demiştir :
Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem), ümmeti için Arefe günü akşamı (Arafat'ta) mağfiret duasında bulundu. O'na, (Allah tarafından) şöyle cevab verildi: Zâlim müstesna .onları bağışladım. Çünkü ben mazlumun hakkını zâlimden şüphesiz alırım. Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) :
Ey Rabbim! Eğer dilersen mazlum'a (hakkım) cennet'ten verir ve zâlimi bağışlarsın, diye dua etti. Fakat o akşam bu duası kabul olunmadı. Sonra Resûl-i Ekrem (ertesi gün) Müzdelife'de sabahlayınca anılan duayı tekrarladı ve duası kabul olundu. Abbas bin Mirdâs : Sonra Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) güldü, dedi veya gülümsedi, dedi. Bunun üzerine Ebû Bekir ve Ömer (Radıyallâhü anhümâ) (Resûl-i Ekrem (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) 'e) :
Babam ve anam sana feda olsun! Bu saatte gülmezdin. Seni güldüren şey nedir? Allah seni sevindirsin, dediler. Resûl-i Ekrem (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) :
Allah düşmanı İblis, Allah (Azze ve CelleVnin benim duamı kabul ettiğini ve ümmetimi bağışladığını bilince toprağı alıp başına dökmeye ve mahvoldum, helak oldum diye bağırmaya başladı. Gördüğüm onun bu sabırsızlığı ve üzüntüsü beni güldürdü, buyurdu."
Not: Zevâid'de şöyle denilmiştir : Bunun senedinde Abdullah bin Kinâne bulunur. Buhârî, onun hadisinin sahih olmadığını söylemiştir. Fakat ben onu cerh veya tevsik eden kimseyi görmedim. [184]
Zevâid nevinden olan bu hadîsi B e y h a k î de rivayet etmiştir. Sindi bu hadisin izahı ile ilgili olarak özetle şu bilgiyi verir:
Bir Hâl Tercemesİ
3011. hadisin râvisi Yezid bin Şeyb&n (R.A.) el-Ezdl, sahâbîdir. Veda hacc'in-da Resûl-İ Ekrem'e refakat edenlerdendir. Râvisi Amr bin Abdillah bin Safvân'clır. Sünen sahibleri onun hadislerini rivayet etmişlerdir. (Hülâsa: 432)
Kesûl-i Ekrem (Aleyhi's-salâtü ve's-selâm) 'in A r a f â t' ta ümmeti için ettiği duanın hacc'a giden ve gitmeyen bütün ümmeti için edildiği muhtemel olduğu gibi ümmetinden hac görevini ifa edenlere mahsus olması ihtimâli de vardır. Üçüncü bir ihtimal o yıl Veda haccına katılan sahâbîlere mahsus bir dua olmasıdır.
Resûl-i Ekrem (Aleyhi's-salâtü ve's-selâm)'in "Ey Rabbim! Dilersen mazlum'a cennetten verirsin" mealindeki duasının zahirine göre O, müslümanların birbirlerine ettikleri haksızlıkların bağışlanmasını istemiş, zimmilere, yâni gayri müslimlere edilen haksızlıkların bağışlanmasını söz konusu etmemiştir. Çünkü bir gayri müslime, uğradığı haksızlığa karşı cennet'ten bir nimetin verilmesi dilenmez, onlar cennet nimetlerinden tamamen mahrumdurlar. Gerek müslüman-lar arasındaki haksızlıkların gerekse gayri müslimlere edilen haksızlıkların tümünün bağışlanması kasdedilmiş olabilir. Bu takdirde "Cennet'ten verirsin" sözü bir misal anlamında kullanılmış olur. Yâni haksızlığa uğrayan müslümana cennetten ve haksızlığa uğrayan gayri müslimlere azablarmm hafifletilmesi hususunda ikramda bulunursun. Allah daha iyi bilir.
İbnü'l-Cevzi bu hadisi mevzu hadislerden saymış ise de İbn-i Hacer buna karşı çıkarak, mevzu olduğu sabit değildir. Fakat zayıf olduğu söylenebilir. Bu hadîs müteaddid senedlerle rivayet edildiği için bunların toplamından bir kuvvet meydana gelir. Ebû D â v û d bunun bir kısmını rivayet etmiştir. Beyhakî de bunu rivayet ettikten sonra: Bu hadisi teyid eden hadîsler vardır. Şevâhid durumundaki hadîsler sahîh iseler bu hadîs delil sayılır. Aksi takdirde şöyle söylenir: Allah Teâlâ, şirk, yâni Zâtına ortak koşma günahını bağışlamaz. Bunun dışında kalan günahları dilediği kulları için bağışlar. Zulümler, şirk günahı dışındadır, der.
Bir Hâl Tercemesİ
Abbâs bin Mirdâs es-Selemî Ebii'I-Heysem (R.A.) Mekke'nin fetih günü müs-lümanliğı kabul edenlerdendir. Bu sahâbl, eşraftan olup sözü tutulan nüfuzlu simalardan idi. Câhiliyet devrinde de içkiye karşı çıkanlardandı. Birkaç hadisi vardır. Râvisi, oğlu Kinâne'dir. Ebû Dâvûd ile ibn-İ Mâceh onun hadîslerini rivayet etmişlerdir. (Hülasa: 190)
Hacc'ın fazileti ve günahların bağışlanmasına vesile oluşu ile ilgili bilgi bu kitabın 3. babında rivayet olunan 2888 ve 2889. hadîsler bölümünde geçti.
3014) Âişe (Radıyallâhü anhâydan rivayet edildiğine göre; Resûlul-lah (Sallallahü Aleyhi ve Seliem) şöyle buyurdu, demiştir :
Allah (Azze ve Celle) nin Arafe günü ateşten azadladığı kullardan fazla sayıda kulları azadladığı hiç bir gün yoktur. Allah (Azze ve Celle) şüphesiz (Arafe günü) kullarına (rahmetiyle) yaklaşır, sonra meleklere karşı onlarla iftihar ederek: Bunlar ne diliyorlar? buyurur." [185]
Bu hadisi Müslim ve Nesâî de rivayet etmişlerdir. Hadîs, A r e f e gününün faziletini beyân eder ve o gün çok sayıda müslümanm cehennem ateşinden beraat ettirildiğine delâlet eder.
Allah'ın Arefe günü kullarına yaklaşması ve onlarla iftihar etmesi ifadesiyle onlara rahmet, mağfiret ve ikram etmesi mânâsı kasdedilmiştir. Maddî yaklaşma ve iftiharın asıl mânâsı kasdedilme-miştir. [186]
3015) Abdurrahmân bin Ya'mar ed-Dîlî (Radtyallâhü anh)'dtn; Şöyle demiştir:
Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Seliem) Arafat'ta vakfe hâlinde iken ben O'nun yanında hazır bulundum. O esnada Necid halkından birkaç kişi O'nun yanma gelerek:
Yâ Resûlallah! Hac nasıldır (Yâni Arafat vakfesine yetişmeyen kimsenin hacc'ı nasıldır)? diye sordular. Resûl-İ Ekrem (Sallallahü Aleyhi ve Seliem):
Hac, Arafat (vakfesi) dir. Kim Cem' gecesi (yâni Arefe gününü bayram gününe bağlayan gece) sabah namazı (vaktinden, yâni fecirden) önce (Arafat'a) gelirse hacc'ı tamamdır (yâni haccı kaçırma tehlikesinden emindir). Minâ günleri üçtür (Bayramın 2, 3 ve 4. günleridir) . Artık kim iki günde (şeytan taşlamakla yetinip) acele ederse onun üzerinde bir günah yoktur. Kim de gecikir (yâni Minâ'da üç gün kalıp zamanında şeytanı taşlar) ise ona da günah yoktur, buyurdu. Sonra bunun arkasında bir adam gönderdi. Adam bu hükümleri yüksek sesle halka duyurmaya başladı.
... Abdurrahman bin Ya'mer ed-Dîlî (Radıyallâhü anh)'den şöyle de rivayet olunmuştur: Ben Arafat'ta Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve SellemJ'in yanına vardım. Sonra Necid halkından bir nefer (üçten ona kadar olan erkek topluluğu) O'nun yanına geldi. Râvî bundan sonra yukardaki metnin mislini anlattı.
Râvî Muhammed bin Yahya dedi ki: Ben Sevri'nin bundan üstün bir hadîsinin bulunduğunu sanmıyorum." [187]
Bu hadîsi Tirmizi, Ebû Dâvûd, Nesâi, Ah-med, Dârekutnî ve Hâkim de rivayet etmişler ve Tirmizî, Hâkim, Zehebi ve tbn-i Hibbân bunun sahih olduğunu söylemişlerdir.
Müellifimiz bu hadîsi iki ayrı senedle Süfyân-i Sevrî'-den rivayet etmiştir. Müellifimizin şeyhi Muhammed bin Yahya: Ben Süfyân-i Sevri'nin bundan üstün bir hadîsinin bulunduğunu sanmıyorum, demiştir. Tirmizî de İbn-i Ebî Ömer aracılığıyla Süfyân bin U y e y n e ' -nin şöyle söylediğini nakletmiştir :Bu, Süfyân-i Sevri'nin en güzel hadisidir.
Tuhfe yazan S ü y û t i' nin bu cümleyi şöyle açıkladığını nakleder : Yâni Küfe halkının en güzel hadîsi budur. Çünkü K û -f e halkı arasında tedlisçiliğe ve ihtilâfa çok rastlanır. Bu hadîs ise bu durumlardan uzaktır. Zîra S e v r î bunu B ü k e y r' den. Bükeyr de Abdurrahman'dan ve Abdurrahman da Peygamber (Aleyhi's-salâtü ve's-selâm) 'den işitmiştir.
Hadis-i Şerifin manâsıyla ilgili olarak Tekmile yazarı özetle şu bilgiyi verir:
"Hac nasıldır?" cümlesiyle Arafat vakfesini kaçıran kimsenin haccımn nasıl olacağı sorulmak istenmiştir. Bu soruya cevap olarak buyurulan "Hac Arafât'dır" cümlesiyle kasdedilen mânâ şöyle olabilir: Sıhhatli hac, Arefe günü Arafat vakfesine yetişen kimsenin haccıdır. Kim bu vakfeye yetişirse, haccı kaçırma tehlikesinden emin olur. Arafat vakfesinin önemine binâen "Hac Arafât'dır" buyurulmuştur. Çünkü bilindiği gibi haccın başka rükünleri de vardır. Ama o rükünlerin yerine getirilmesi için geniş zaman mevcuttur. Fakat Arafat vakfesinin zamanı aşağıda anlatılacağı üzere sınırlı ve dardır. Bu zamandan önce veya sonra Arafat da yapılan vakfe geçersizdir. Anılan cümlenin mânâsı bir kavle göre şöyledir: Hacc'ın en önemli rüknü Arafat vakfesidir. Çünkü vakfenin kaçırılmasıyla hac kaçırılmış olur.
Hadîs, Arefe gününü bayram gününe bağlayan gece Arafat'ta vakfe eden kimsenin haccı kaçırma tehlikesinden emin olduğunu beyân eder. Böyle bir kimsenin haccımn tamam olması ifadesiyle bu mânâ kasdedilmiştir. Çünkü bilindiği gibi Arafat vakfesiyle hac menâsiki bitmiş olmaz. Bundan sonra Müzdeli-f e vakfesi, şeytan taşlama işi bazen kurban kesme durumu, saç traşı ve ziyaret tavafı ile gerektiğinde Safa ile Merve arasında sa'y menâsiki vardır.
Müellifimizin rivayetinde "Kim bayram gecesi sabah namazından önce Arafat'a gelirse" ifâdesi bulunur. Bu ifâdedeki zamanla fecirden önceki zaman kasdedilmiştir. Nitekim Tirmizî ve Nes â î'nin rivayetlerinde; Cem' gecesi fecirden önce (Arafat'a) gelirse..." buyurulmuştur.
Cem\ M ü z d e 1 i f e ' nin ismidir. Bu kelimenin lügat mânâsı toplamaktır. Müzdelife'ye bu ismin verilmesi sebebiyle ilgili olarak el-Mecma'da şöyle denilmiştir: Âdem ile Havva Cennet'ten yer yüzüne indirildikleri zaman Müzdelife'de bir araya geldikleri için buraya Cem' ismi verilmiştir. Diğer bir kavle göre hacılar bayram gecesi Müzdelife'de toplandıkları için bu isim verilmiştir. M ü z d e 1 i f e gecesi Arefe gününü bayram gününe bağlayan gecedir.
Hadisin bu cümlesinin zahirine göre bayram gecesi Arafat'a yetişen bir kimse Arafat vakfesine yetişmiş sayılır. Yâni Arefe günü güneş batmadan önce Arafat'a yetişmeyip, sonra ye-tişse bu kadar yeterlidir. Bu konu ile ilgili görüşler daha sonra anlatılacaktır. Şunu belirtmekle yetineyim: Cumhür'un görüşü böyledir.
Hadîsin "Minâ günleri üçtür" cümlesiyle kasdedilen günler Zilhicce aymin on bir, on iki ve on üçüncü günleridir. Yâni bayramın ikinci, üçüncü ve dördüncü günleridir. Bu günlere Eyyâm-ı Ma-dûdat (sayılı günler), Eyyâm-ı Teşrik (Tekbîr alma günleri) ve Eyyâm-ı Remy-i Cimâr (cemrelere taş atma günleri) de denilir. Bayramın ilk günü Minâ günlerinden sayılmaz. Yâni hadîste anılan Minâ' nın üç gününe dâhil değildir. Çünkü bayramın ikinci günü Minâ' dan temelli ayrılmanın caiz olmadığı hususunda ic-mâ bulunur. Halbuki bayramın birinci günü anılan üç güne dâhil olsaydı, bu hadise göre bayramın ikinci günü Minâ' dan temelli ayrılmak caiz olacaktı. Caiz olmayışının icmâ ile sabit olması bayramın ilk gününün anılan günlerden sayılmadığına delâlet eder. Bayramın ilk gününe Minâ günü denilmemesinin sebebi ise o günde şeytan taşlamadan başka menâsikin yapılmasıdır. Bilindiği gibi bayramın ilk günü şeytan taşlandıktan sonra, kurban kesilir, saç tra-şı yapılır, vücûdun kirleri giderilir, ihram ismi verilen elbiseler soyulup normal elbise giyilir, genellikle ayni gün M e k k e' ye gidilip ziyaret tavafı yapılır ve daha önce yapılmamış ise Safa ile M e r v e arasında sa'y edilip tekrar M i n â' ya dönülür. Bayramın ikinci ve müteakip günlerinde ise sâdece M i n â' da durulup öğleden sonra şeytan taşlanır. Başka bir menâsik kalmamış olur.
Hadis, Minâ' nın ikinci günü, yâni bayramın üçüncü günü acele edip Minâ' dan M e k k e ' ye gelen kimseye günah olmadığını beyân eder. Tabii o güne âit taşlama işini öğleden sonra yapıp da Minâ' dan temelli ayrılan kimse hakkındaki hüküm budur, O gün öğleden önce taşlama yapmak ise dört mezhebin ittifakı ile caiz değildir. Böylece o günkü taşlama işini öğleden sonra yapıp, ertesi günü beklemeden M i n â' yi terketmek caizdir.
Hadisin bundan sonraki kısmında da Minâ' nın üçüncü gününe kadar bekleyip o günkü taşlama işini öğleden sonra bitirdikten sonra M i n â ' yi terketmenin de meşru olduğuna delâlet eder. En faziletli olanı da budur. Çünkü Resûl-i Ekrem (Aleyhi's-salâtü ve's-selâm) böyle yapmıştır. Bunda günah olmamasından maksad ise. bundan bir gün önce M i n â' yi terketmek yolunda verilen ruhsat ve müsâadeden yararlanmamakta bir sakıncanın bulunmadığını beyân etmek olabilir. [188]
1. Arafat'ta vakfe etmek, hacc'ın en önemli rüknüdür. Bunu zamanında yapamıyan bir kimse hac ibâdetini yapmamış sayılır. Bu hususta icmâ vardır.
2. Cem' gecesi, yâni Arefe gününü bayram gününe bağlayan gecenin bir anında Arafat mıntıkası içinde hazır bulunan bir kimse bu rüknü yerine getirmiş sayılır. Cumhurun görüşü de böyledir. S e v r i' nin anlattığı bir kavle göre anılan gecenin bir lahzası yanında Arefe günü öğleden sonra da bir lahza olsun Ara-f â t' ta bulunmak gereklidir. Fakat sahih hadîsler onun görüşünü reddeder. [189]
Tekmile yazarı bu konuda özetle şöyle der:
1. Hanefiler, Şafii, Mâlik ve Cumhura göre Arafat' taki vakfenin zamanı Arefe günü öğle vaktinden başlar ve bayram günü fecirden hemen önce bitmiş olur. Çünkü Resûl-i Ekrem (Aleyhi's-salâtü ve's-selâm) Arafat vakfesini Arefe günü öğleden sonra yapmıştır. Hanefiler ile Şafii'ye göre vakfe işi anılan süre içinde gündüz veya gece yapılabilir. M â -1 i k i I e r' den bir grup da böyle demiştir. Ancak şu var ki. Ha-nefîler'e göre Arefe günü öğleden sonra vakfe eden bir kimsenin bunu güneş batmcaya kadar uzatması vâcibtir. Yâni güneş batmadan kişi Arafat mıntıkasını terkedemez. M â 1 i k i 1 e r' -den bâzı âlimler de bu görüştedir. Fakat Şafii mezhebinin meşhur kavline göre gündüz vakfesini gün batmcaya kadar uzatmak sünnettir.
2. Mâliki mezhebinin meşhur kavline göre vakfenin asıl zamanı Arefe günü güneşin batması ile bayram günü fecrin doğması arasındaki zamandır. Bu süre içinde vakfe etmeyen bir kimse hacc ibâdetini kaçırmış sayılır. Arefe" günü öğle ile akşam arasındaki süre içinde yapılan vakfe yeterli değildir.
3. A h m e d' e göre ise vakfenin zamanı Arefe günü fecri ile bayram günü fecri arasındaki zamandır. Bu süre içinde gündüzün veya gecenin herhangi bir vaktinde vakfe edilebilir. A h m e d' in delili ise Urve bin Mudarris (Radıyallâhü anhümâhn (3016.) hadîsidir. Çünkü o hadiste "Gündüz veya gece" ifâdesi kullanılmıştır. Fakat cumhur "Gündüz" sözcüğünü öğleden sonraki zaman mânâsına yorumlamış ve Resûl-i Ekrem (Aleyhi's-salâtü ve's-selâm) ile Hulefâ-i Râşidîn'in uygulamasını bu yoruma delil göstermiştir.
Bayramın ilk günü fecrin doğmasıyla vakfe zamanı çıkmış olur. Şu halde bundan sonra Arafat'a gitmek bir anlam ifâde etmez.
4. M i n â ' nın ikinci günü, yâni bayramın üçüncü günü M i -n â * yi terkedip M e k k e ' ye dönmek caizdir Lâkin o gün taşlama işini öğleden sonra yapmak şarttır. Keza kişinin o gün güneş batmadan M i n â' nın sınırlarından çıkmış olması da gereklidir. Çünkü Mâlik, Şafiî, Ahmed ve Cumhura göre bir hacı o gün güneş battığında M i n â sınırları içinde ise geceyi orada geçirmesi ve bayramın dördüncü günü öğleden sonra taşlama işini yapması gereklidir. Ancak Hanefîler'e göre bayramın dördüncü günü fecir doğmadan önce M i n â' yi terkeden bir kimse bayramın dördüncü gününe ait taşlama işi ile mükellef değildir. Bu mezhebe göre güneş battığında M i n â' da bulunan bir kimsenin M i n â * yi terketmesi mekruhtur. Terkettiği takdirde kurban kesmesi gerekmemekle beraber isâe etmiş, yâni iyi etmemiş olur. Çünkü sünneti bırakmış sayılır.
Bir Hâl Tercemesi
Abdurrahmân bin Ya'mer veya Ya'mür ed-Dîli (R.A.) Kûfe*de yerleşen sahâbilerdendir. Dile kabilesine mensubtur. Horasan'da vefat ettiği söylenir. İki hadisi bulunur. Râvlsi Bükeyr bin Atâ*dır. Onun hadislerini sünen sâhibleri tarafından rivayet edilmiştir. (Hülasa : 237 ve Tekmile : C. 2, Sah. 95)
3016) Urve bin Mudarris et-Tâî (Radtyallâhü anh)'den rivayet edildiğine göre:
Kendisi Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) hayatta iken hacc'a gitmiş. Fakat hacılara ancak Müzdelife'de yetişebilmişti. Kendisi (sözünde devamla) şöyle demiştir:
Ben (Müzdelife'de) Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve SellemVin yanına (Sabah namazına çıktığı sıralarda) vardım ve:
Yâ Resûlallah! Ben şüphesiz (size yetişmek için) binek devemi (zorlamak sûretfyle) zayıflattım ve kendimi cidden yordum. Allah'a yemin ederim ki üzerinde vakfe etmediğim tek bir kum tepesini bırakmadım. Hâl böyle olunca benim için hac var mı? (yâni hacı oldum mu?), dedim. Bunun üzerine Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) şöyle buyurdu:
Kim bizimle beraber bu namazda (yâni Müzdelife'de kılınan sabah namazında) hazır bulunur ve (Arefe günü) gündüz veya geceleyin Arafât'dan (Müzdelife'ye) dönerse tefesini (yâni ihrâmlıya uygun kirlilik ve diğer hâlini) ikmal etmiş (veya kirini giderme zamanına kavuşmuş) ve hacci tamamlanmış (yâni haccı kaçırma tehlikesini atlatmış) tır." [190]
Bu hadisi, Tirmizi, Ebû Dâvûd, Nesâi, T a h â -vî, Dârekutnî, Ahmed ve Beyhakî de rivayet etmişlerdir. T i r m i z î, bunun hasen - sahih olduğunu da beyân etmiştir.
Hadîste geçen bâzı kelimeleri açıklayayım:
Cem', Müzdelif e' nin ismidir.
Habl t Kum tepesi demektir. Tirmizi, T a h â v i ve Dârekutnî' nin rivayetlerinde bu kelime yerine "Cebel" kelimesi bulunur. Cebel, dağ manasınadır.
Tef es: Kir manasınadır. Burada kasdedilen mânâya gelince bu kelimenin kullanıldığı cümle iki şekilde yorumlanmıştır. S i n d î şöyle yorum yapmıştır; Yâni o kimse, ihramda bulunan şahısta görülmesi normal olan kirlilik, saç ve tırnak uzaması gibi durumu ikmâl etmiş ve dolayısıyla saç traşı, bıyığı kısaltmak, tırnak kesmek, koltuk altı kıllarını yolmak, etek traşı olmakla kirini gidermesi helâl olma zamanı gelmiştir.
Tekmile yazarı ise bu cümleyi şöyle yorumlamıştır: Yâni o kimse ihramdan çıkıldığı zaman yapılan bıyığı kısaltmak, tırnakları kesmek, etek traşı olmak gibi işleri yapıp kirini giderme zamanına kavuşmuştur. Yâni ihramdan çıkma zamanı gelmiş olur.
Bu hadisin zahirine göre Arafat'ta Arefe günü gündüzünde veya gecesinde vakfe etmek yeterlidir. Ahmed bin Han-b e I bu hadisi delil göstererek: Arafat1 taki vakfe zamanı Arefe günü fecir zamanından başlar ve bayram günü fecir zamanı ile son bulur, diyerek Arafat' taki vakfenin Arefe günü öğleden önce de yapılmasının câizliğine hükmetmiştir. Fakat Cumhur onun bu görüşünü red ederek, hadîsteki gündüzden maksadın öğleden sonraki zamana mahsus olduğunu, bu nedenle öğleden önce vakfe etmenin caiz olmadığını söylemiştir. Bu yorumun mesnedi ise bundan önceki hadîsin izahı bölümünde belirttiğim gibi Resûl-i Ekrem (Aleyhi's-salâtü ve's-selâm)'in ve O'ndan sonra da Hu lef â-i R â ş i d i n ' in uygulamasıdır. Çünkü onlar Arafat' taki vakfeyi öğleden sonra yapmışlardır. [191]
3017) Üsâme bin Zeyd (Radıyallâhü anhümâydsn rivayet edildiğine göre kendisine :
Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) (Veda hacc'mda) Ara-fât'dan (Müzdelife'ye) döndüğü zaman nasıl seyrediyordu (yâni yavaş mı, hızlı mı gidiyordu) ? diye soruldu. Kendisi (Buna cevaben) :
Resûlullah normal seyrediyordu ve bir boş saha bulduğu zaman hızlı gidiyordu. (Binitini hızlandırıyordu), dedi.
Vekî demiştir ki: Yâni (bir boşluk bulduğu zaman) normalin üstünde hızlı gidiyordu."
Bir Hâl Tercemesi
Urve bin Mudarris bin Evs bin Harise bin Lâm et-Tâİ (R.A.) Veda hacc'mda hazır bulunan sahâbilerdendir. 10 aded hadisi vardır. Sünen sâhibleri onun bir hadisini, yâni bu hadisini rivayet etmişlerdir. Râvîsi ise Sadî'dir. (Hülâsa : 265) [192]
Bu hadisi T i r m i z i dışında kalan Kütüb-i Sitte sâhibleri ile Mâlik ve Şafiî de rivayet etmişlerdir.
Anak: Ne hızlı, ne de yavaş sayılan normal seyir demektir.
Nass: Hızlı seyretmektir. Ebû Ubeyd: Nass, binek hayvanını olanca gücüyle koşturmaktır. Burada normalin üstünde bir hızla seyretmek mânâsı kasdediîmiş, demiştir. V e k î de bu kelimeyi böyle yorumlamıştır.
Fecve: İki şey arasında bulunan geniş yer ve boş saha manasınadır. [193]
Hadîs, Resûl-i Ekrem (Aleyhi's-salâtü ve's-selâm) 'in Arafat'tan Müzdelife'ye dönüşlerinde yolu müsâid bulduğu zaman devesini hızlıca sürdürdüğüne ve izdiham olduğu vakit normal seyrettiğine delâlet eder.
îbn-i Abdilberr: Bu hadîs, Arafat'tan Müzdelife'ye dönüşte nasıl seyredileceğini beyân eder. O günkü akşam namazı Müzdelife'de yatsı namazı ile beraber kılınmak üzere tehir edildiğinden dolayı, yolcu boş saha bulduğunda hızlı seyretmeli ve yolda izdiham bulunduğu zaman vakarlı ve normal hareket etmelidir, der. E 1 - H â f ı z da: Bu hadis, selef-i sâlihîn, yâni eski zâtların, Resûl-i Ekrem (Aleyhi's-salâtü ve's-selâm) 'in bütün hâl ve hareketlerini öğrenmeye ne derece itinâ gösterdiklerini bize bildirir, demiştir.
3018) Âişe (Radtyallâhü anhâydaa rivayet edildiğine göre şöyle demiştir :
Kureyş (yâni Nadr bin Kinâne oğulları); Biz Ka'be-i Muazzama sakinleriyiz (Yâni onun yanında ikâmet eden üstün insanlarız). Biz (Vakfe için) Haremi Şerifin dışına (Yâni Arafat'a) çıkmayız. (Vakfemizi Müzdelife'de halktan ayrı olarak yaparız), dediler. Bunun üzerine Allah (Azze ve Celle) buyurdu ki (Sonra siz, halkın döndüğü yerden —Yâni Arafat'tan Müzdelife'ye— dönünüz)."
Not: Zevâid'de şöyle denilmiştir : Bu hadisin senedi, sahih bir seneddir. Ra-vlleri sıka (güvenilir) zâtlardır. Bu hadis mevkuf ise de merfû hükmündedir. Çünkü anılan ilâhi emrin inişi hakkındadır. [194]
Bu eserin benzerini Buhâri ve Tirmizî ile Ebû D â v û d da rivayet etmişlerdir. Ebû Davud'un rivâyetin-deki eserin meali şöyledir:
"Âişe (Radıyallâhü anhâJ'dan rivayet edildiğine göre şöyle demiştir: Kureyş ve onların izini takip edenler (Arefe günü) Müzdelife'de vakfe ederlerdi. Onlara hums (yâni hamasettiler) denilirdi. Diğer Arablar da Arafat'ta vakfe ederlerdi. İslâmiyet gelince Allah Te-âlâ. Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve SellemVe Arafat'a gidip orada vakfe etmesini, vakfeden sonra Arafat'tan (Müzdelife'ye) dönmesini emretti. Allah Teâlâ'mnj kavli şerifi bu hükmü ifâde eder."
Tekmile yazan bu hadîsin izahı bölümünde şöyle der: "Kureyş kabilesi ile onlara tâbi olanlar dini konularda cesur ve müteassıp oldukları için onlara Hums, yâni hamâsetliler ismi verilmişti. Onlar hac veya umre niyetiyle ihrama girdikleri zaman et yemezler, çadır kurmazlar ve evlerine normal giriş yerlerinden girmezlerdi. Şeytân onlara şu vesveseyi yerleştirmişti: Eğer sizler Ha-rem-i Şerif dışında kalan herhangi bir yere, yâni Arafat'a saygı duyarsanız, halk Harem-i Şerife küçük gözle bakmaya başlar. Onlar bu bâtıl vesvesenin tesiri altında kalarak ve kendilerini diğer halktan üstün tutarak vakfe için Harem-i Şerif mıntıkasının dışına, yâni Arafat'a çıkmazlardı. Diğer Arablar ise eskiden beri devam edegelen âdete göre vakfe için A r a-f ât'a çıkarlardı. Resûl-i Ekrem (Aleyhi's-salâtü ve's-selâm) Peygamber olmadan önceki dönemde de diğer Arablar gibi vakfe için Arafat'a çıkar ve vakfe'den sonra Müzdelif e'ye dönerdi. Kureyş ve tabileri ise M ü z d e 1 i f e' de vakfe ederlerdi. Sonra İslâmiyet gelip hac ibâdeti farz olunca Allah Teâlâ anılan Bakara sûresinin 199. âyetiyle Resul i Fkrem (Aleyhi's-salâtü ve's-selâm)'e Arafat'a çıkıp orada vakfe edilmesini ve eski peygamberler gibi vakfe'den sonra oradan Müzdelife'ye dönülmesini emretti.
Bu eser, vakfe'nin A r a f â t' ta yapılmasının mecburiyetine, oradan Müzdelife'ye dönülmesinin gerekliliğine ve K u -reyş'in M ü z d e 1 i f e' de vakfe etmekle yetinmesinin bâtıl olduğuna delâlet eder." [195]
3019) Üsâme bin Zeyd (Radtyallâhü anhümâ)\\an; Şöyle demiştir:
Ben (Veda hacc'ında) Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) 'in beraberinde Arafat'tan Müzdelife'ye döndüm. Resûlullah (bu yolculukta) halîfelerin mola verdikleri şi'b (denilen boğaz) a vardığı zaman devesinden indi ve küçük abdest bozup sonra abdest aldı. Ben -.
(Yâ Resûlallah) akşam namazı (kıl veya kılacak mısın?), dedim. Resûl-i Ekrem (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) :
Namaz, önünde (bulunan Müzdelife'de kılınacaktır.), buyurdu. Sonra Müzdelife'ye varınca ezan okunmasını ve kamet getirilmesini emretti. Sonra akşam namazını kıldırdı. Sonra kalkıp yatsı namazını kıldınncaya kadar halktan hiç kimse develerin sırtındaki eşyasını çözmedi." [196]
Bu hadîsin birer benzerini Buhâri, Müslim, Ebû Dâvûd, Mâlik ve Şafii de rivayet etmişlerdir.
Şi'b: İki dağ arasındaki boğaz manasınadır. Burada Müzde-life yakınında bulunan Arafat' tan dönen kimsenin sol tarafında kalan iki dağ arasındaki boğaz kasdedilmiştir.
Üsâme (Radıyallâhü anhJ'ın söz konusu ettiği Ümerâ (Emirler) sözcüğü ile E m e v i halifeleri kasdetmiştjr. Tekmile'de belirtildiğine göre E m e v î halîfeleri Şî'b denilen yere vardıkları zaman mola verip akşam namazım orada kılarlardı. Sonra oradan Müzdelife'ye hareket ederlerdi. Halbuki burada akşam namazını kılmak, Resûl-i Ekrem (Aleyhi's-salâtü ve's-selâm) 'in Üsâ-m e (Radıyallâhü anh)'a buyurduğu emre. ve O'nun uygulamasına aykırıdır. Çünkü O, akşam namazını Müzdelife'de yatsı namazı ile birleştirerek birlikte kılmıştır. Bu hadîs, bu babı tâkib eden bâbtaki hadîsler ve benzeri bir çok hadis bu duruma delildir. Bu nedenledir ki İkrime, Emevî halîfelerinin bu hareketine karşı çıkarak : Resûl-i Ekrem (Aleyhi's-salâtü ve's-selâm) Şi'b denilen semti abdest ihtiyacını giderme yeri yaptı, siz ise ayni yeri namazgah ettiniz, demişti.'
El-Hâfiz da: Akşam namazı ile yatsı namazım Müzdelife'de birlikte kılmayı, bırakan kimselerin tutumu bu hadîsle reddedilir. Çünkü bu tutum Resûl-i Ekrem (Aleyhi's-salâtü ve's-selâm) 'in kavli ve fiili hadîslerine aykırıdır. îbn ü'1-Münzir'in sahih bir senedle rivayet ettiği bir eserde, C â b i r (Radıyallâhü
anh) "Müzdelife'den başka bir yerde namaz kılmak yoktur, (yâni Arafat'tan Müzdelife'ye dönüldüğü gece akşam ve yatsı namazları ancak Müzdelife'de kılınır,) demiştir." diye bilgi verir.
Yukardaki bilgi Ebû Davud'un "Arafat'tan Müzdelife'ye dönüş" babında rivayet ettiği Ü s â m e ' nin hadisinin açıklaması bölümünde Tekmile yazan tarafından verilen izahattan alınmadır. [197]
1. Resûl-i Ekrem (Aleyhi's-salâtü ve's-selâm) Arafat' tan Müzdelife'ye dönerken yolda devesinden inmiştir. Fakat bu iniş abdest bozma ihtiyacı içindi, bir menâsik ve ibâdet mâhiyetinde değildi.
2. Anılan gece akşam ve yatsı namazlarını M ü z d e 1 i f e ' den başka bir yerde kılmak caiz değildir. Çünkü Resûl-i Ekrem (Aleyhi's-salâtü ve's-selâm), Ü s â m e ' ye *'Namaz önünde (ki Müzdelife'de kılınacaktır.)" buyurmuş. [198]
A. Ebû Hanife ve Muhammed'e göre bir kimse anılan namazları M ü z d e 1 i f e' den başka bir yerde birlikte kılarsa, Müzdelife'ye vardıktan sonra yeniden kılması gerekir. Çünkü o kimse anılan namazları bu hadîsle tesbit edilen vakitten önce kılmış olur. Bu nedenledir ki bu iki âlim: Akşam ile yatsı namazını cemetmek, yâni bir arada kılabilmek için kişinin M ü z -d e 1 i f e' de olması ve hac ihramında bulunması şarttır, demişlerdir.
B. Ebû Yûsuf, Şafiî ve Ahmed'e göre anılan namazları bir arada kılabilmek için kişinin seferi olması şartı vardır, başka bir şart aranmaz. Bu itibarla seferi olan kişi bu namazları Müzdelife'de ve başka yerde akşam namazı vaktinde veyayatsı namazı vaktinde birlikte kılabilir. Bunlara göre iki namazı birlikte kılmanın sebebi kişinin seferi halde olmasıdır, hac menâsiki ile meşgul olması değildir. Ebû Hanife ile Muhammed'e göre ise anılan namazları birlikte kılmanın sebebi seferi olmak değil, hac menâsiki ile meşgul olmaktır. Bu hadîs ilk grubun görüşünü teyid eder.
C. M â 1 i k ' e göre anılan namazları birlikte kılabümenin şartlan şunlardır: Kişinin imamla beraber A r a f â t' ta vakfe etmesi, mazereti yok ise imâmla beraber A r a f â t'tan M ü z d e-1 i f e' ye hareket etmesi ve yatsı namazı vakti girdikten sonra bu namazları Müzdelife'de birlikte kılmasıdır. Şayet kişi anılan namazlan yatsı vakti henüz girmemiş iken birlikte kılarsa, bu iş Müzdelife'de bile olsa yanlıştır. Kişi, yatsı vakti girdikten sonra yatsı namazını yeniden kılmakla mükelleftir. Daha önce kıldığı yatsı namazı fâsid sayılır. Kişi akşam namazını vaktinde kılmış olmakla beraber bunu da yeniden kılması mendubtur. Şayet kişi bu namazlan yatsı vakti girdikten sonra henüz Müzdelife'ye varmamış iken bir yerde birlikte kılarsa, Müzdelife'ye vardıktan sonra yeniden kılması mendubtur.
3. Akşam ve yatsı namazlarını Müzdelife' de, yatsı namazı vakti girdikten sonra birlikte kılmak meşrudur. Bunun hükmü hakkında da ihtilâf vardır. Şöyle ki:
a) Hanefîler, Sevri ve Davud'a göre anılan namazlan Müzdelife'de cemetmek, yâni birlikte kılmak vâ-cibtir.
b) Diğer âlimlere göre anılan cemetme işi sünnettir.
4. Müzdelife'de birlikte kılınacak akşam ve yatsı namazlan için Ü s â m e (Radıyallâhü anh)'ın burdaki rivayetine göre bir ezan ve bir ikâmetle yetinilir. Fakat yine Ü s â m e (Radıyallâhü anh)'den Buhârî, Müslim ve Ebû Dâvûd ile başkaları tarafından rivayet olunan başka bir hadise göre yatsı namazı için de ikâmet getirilmiştir.
Bu maddede yazılı hüküm hususunda bir kaç görüş mevcuttur. Bundan sonra gelen babın hadîsleri izah edilirken aynı konuya değinilecek ve bu görüşler orada inşaallah açıklanacaktır. [199]
3020) Ebû Eyyûb-i Ensârî (Radtyallâhü ankyden; Şöyle demiştir:
Ben Veda haccmda (Arefe gününü bayram gününe bağlayan gece) akşam ve yatsı namazlarını Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sel-lem) ile beraber Müzdelife'de kıldım."
3021) Abdullah bin Ömer (Radtyallâhü ankümâydan; Şöyle demiştir:
Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) (Arefe gününü bayrama bağlayan geceJ akşam namazını Müzdelife'de kıldı (cemaata kıldırdı) Namazdan sonra biz develerimizi çöktürünce:
Namaz ikâmet edilmek suretiyle
(kılınmalı) dır, buyurdu."
[200]
Ebû Eyyûb-i Ensâri (Radıyallâhü anh) 'in hadisini Buhâri, Müslim, N e s â î ve Tahâvi de rivayet etmişlerdir. T a h â v î' nin rivayetinde; "Tek bir ikâmetle" ziyâdesi vardır.
lbn-i Ömer (Radıyallâhü anh)'den bu konuda gerek Kü-tüb-i Sitte'de ve gerekse diğer hadis kitablarında müteaddid hadîsler rivayet olunmuştur. Bâzı rivayetlere göre akşam ve yatsı namazı için bir defa ikâmet edilmiştir. Yâni akşam namazından önce ikâmet edilmiş ve akşam namazından sonra yatsı namazına ikâmet edilmeksizin durulmuştur. Diğer bâzı rivayetlere göre ise yatsı namazı için de ikâmet edilmiş ve böylece iki defa ikâmet edilmiştir.
Anılan gece akşam ve yatsı namazı Cem-i Tehir suretiyle, yâni akşam namazı yatsı namazıyla birlikte Müzdelife'de kılınmak üzere yatsı namazı vaktine tehir edilmesinin meşruluğu bu bâb-taki hadisler ile benzeri hadîslerle sabittir. Bunun hükmü ile ilgili bilgi bundan önceki bâbta verildiği için tekrarlamaya gerek yoktur. Ancak bu iki namaz için kaç ezan ve kaç ikâmet edileceği hususunda ihtilâf vardır. Bu ihtilâflar ve dayanakları Tekmile'de ayrıntılarıyla birlikte beyân edilmiştir. Tuhfe de bunu izah etmiştir. Dört mezhebin kuvvetli görüşleri özetle şöyledir:
1. Hanefî mezhebinin meşhur kavline göre anılan iki namaz için bir ezan ve bir ikâmet edilir. Bundan sonra akşam ve yatsı farzlan ardarda kılınır.
2. Şafiî mezhebinin meşhur görüşü ile A h m e d ' in en sahih kavline göre anılan namazlar için bir ezan ve iki ikâmet edilir. Yâni akşam farzından sonra yatsı namazı için ikâmet edilir.
3. Mâliki mezhebinin meşhur görüşüne göre bu namazlar için iki ezan ve iki ikâmet edilir.
Yukarda anılan görüşlerin mesnedleri ve bunların dışında kalan görüşler hakkında bilgi edinmek isteyenler yukarda söylediğim gibi Tekmile ve Tuhfe'ye başvurabilirler.
Akşam ve yatsı namazlarım Müzdelife'de birlikte kılan bir kimse akşam namazı ile yatsı namazı arasında herhangi bir sünnet kılmayacak ve Hanefîler ile Şafiî ve Ahmed'e göre o kimse yatsı namazının farzını edâ ettikten sonra o günkü akşam ve yatsı namazlarına âit sünnetleri ve vitir namazını kılar, t b -nü'1-Münzir, Müzdelife'de kılınan akşam ve yatsı namazları arasında sünnet kılınmayacağına dâir âlimlerin icmâımn bulunduğunu nakletmiştir. [201]
Müzdelife: Minâ ile Arafat arasında kalan bir deredir. Bu derenin batı tarafında M u h a s s i r deresi bulunur. M u -h a s s i r deresi Müzdelife ile Minâ arasında olup ne M i n â' dan ne de Müzdelife1 den sayılır. Minâ deresi 4 km. uzunluğundadır. Derenin doğusu Me'zimeyn denilen boğazda son bulur. Minâ deresi Me'zimeyn'e doğru daralmaktadır.
Meş'ar-i Haram; Minâ hududu dâhilinde kalan ve K u z a h ismi verilen bir dağdır. Bu dağın M u h a s s i r deresine uzaklığı 2548 mt. mesafededir. Hacc'a gidenler bu durumları görebilirler. Re-sûl-i Ekrem (Aleyhi's-salâtü ve's-selâm), Müzdelife vakfesini Meş'ar-ı Haram'da yapmıştı. En faziletli olanı burada vakfe etmektir. Müzdelife mıntıkası Harem-i Şerif ten sayılır.
3022) Amr bin Meymûn (Radtyallâhü anAJ'den; Şöyle demiştir:
Biz Ömer bin el-Hattâb (Radıyallâhü anh) ile beraber haccettik. (Bu hac esnasında) Müzdelife'den (Minâ'ya) dönmek istediğimiz zaman Ömer bin el-Hattâb şöyle dedi:
Müşrikler (Müzdelife'de vakfe ettiklerinde) : Ey Sebîr (dağı) güneşlen (yâni güneş doğup seni aydınlatsın) ki sür*atla gidelim, derlerdi ve güneş doğuncaya kadar (Müzdelife'den) dönmezlerdi. Bu nedenle Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) onlara muhalefet ederek güneş doğmadan önce (Müzdelife'den Minâ'ya) döndü." [202]
Bu hadîs Müslim hâriç, Kütüb-i Sitte'nin hepsinde rivayet olunmuştur.
Sebîr; Minâ1 nın kuzeyinde bulunan bir dağdır.
Hadis, Güneş doğmadan önce Müzdelife' den M i n â' ya hareket etmenin meşruluğuna delâlet eder. Hanefiler, Şafii, Ahmed ve cumhura göre etraf iyice aydınlandıktan sonra hareket etmek müstehabtır. Bu vakte fıkıh ıstılahında İsfâr denilir. Şu halde isfâr vaktinden sonra Müzdelife' den hareket edilmelidir. Mâlik'e göre isfâr vaktinden önce hareket edilmelidir. [203]
Müzdelife'de bir süre bulunmak dört mezhebin ittifakı ile vâcibtir. Ancak vâcib olan zamanın tâyininde ihtilâf vardır. Şöyle ki:
1. Hanefi mezhebine göre fecirden sonra bir süre durmak vâcibtir.
2. Şafii ve Hanbeli mezheblerine göre gece yansından sonra bir lahza bulunmakla vâcib yerine gelmiş olur.
3. Mâliki mezhebine göre geceleyin develerin yüklerinin çözülüp indirilmesi için gerekli süre kadar durmak vâcib olan vakfe için yeterlidir.
Hanefi mezhebine riâyet etmek bakımından en uygunu diğer mezheb mensublannm da fecirden sonraya kadar Müzdelife'de durmalarıdır.
3023) Câbir (bin Abdiîlah) (Radtyallâhü anhümâ)'dan; Şöyle demiştir :
Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) Veda haccında (Müz-delife'den Minâ'ya) ağır hareket etti. Sahâbîlere de ağır yürümelerini emretti ve (cemrelere) fiske taşları misli (küçük çakıl taşları) atmalarını emretti. Mühassir deresinde de devesini hızlı sürdü ve:
Benim ümmetim, menâsiki (yâni hacla ilgili hükümleri) alsınlar (yâni benden iyice öğrensinler). Çünkü bilemeyeceğim umulurki bu yılımdan sonra onlara rastlıyamayacağım, buyurdu." [204]
Bu hadisi Ebû Dâvûd, Nesâi, Şafii, Ahmed ve Beyhakî de rivayet etmişlerdir. Hadîsin sonundaki Resûl-i Ekrem (Aleyhi's-salâtü ve's-selâm) 'in buyruğu Ebû Dâvüd ile Nesâi' nin rivayetlerinde yok ise de bunun benzeri Beyhakî' nin rivayetinde mevcuttur. Bilindiği gibi O'nun buyurduğu şey gerçekleşti. Çünkü Resûl-i Ekrem (Aleyhi's-salâtü ve's-selâm) Veda Hacc'mdan döndükten bir süre sonra vefat etti.
Hadiste geçen "Hazf" küçücük taşı büyük parmak ile şehâdet parmağı uclanyla atmaktır. Bu gibi taşlara fiske taşlan denilir.
İdâ*: Hızlı yürümektir. Mühassir ise yukarda da belirttiğim gibi Müzdelife ile Minâ arasında kalan bir deredir. Resül-i Ekrem (Aleyhi's-salâtü ve's-selâm) 'in bu dereden hızlı geçmesi hikmeti ile ilgili olarak Tekmile yazarı: Hristiyanlar bu derede dururlardı. Peygamber (Aleyhi's-salâtü ve's-selâm), hızlı gitmekle onlara muhalefet etmiştir, demektedir. [205]
1. Hacıların Müzdelife' den M i n â ' ya ağır gitmeleri müstehabtır.
2. Bu yolculukta Mühassir deresi içinde hızlı gitmeleri müstehabtır. Yayalar hızlı yürümeli, biniciler de bineklerini hızlı sürmelidir.
3. Şeytan taşlamada kullanılacak taşlar fiske taşı gibi küçücük olmalıdır.
4. Hacılar, bütün hac menâsikinde Resûl-i Ekrem (Aîeyhi's-sa-lâtü ve's-selâm)'i örnek tutup olanca güçleriyle O'nun ifa ettiği gibi hac etmeye özen göstermelidir.
3024) (Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'in müezzini) Bilâl bin Rabâh (Radtyallâhü ank)'ûen rivayet edildiğine göre :
Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) Müzdelife sabahı kendisine :
Yâ Bilâl! Halkı sustur veya halkı dinlet, buyurdu. Sonra (halka) şöyle buyurdu ■,
Allah şüphesiz şu Müzdelife'nizde sizlere iyilik ve ihsanda bulunarak kötülük işleyeninizi iyilik işleyeninize bağışladı ve iyilik işleyeninize, dilediğini verdi. Allah'ın adıyla (Minâ'ya) hareket ediniz."
Not: Zevâİd'de şöyle denilmiştir : Bu, zayıf bir seneddir. Seneddeki EbÛ Seleme'nin ismi bilinmiyor ve mechûl bir kimsedir. [206]
Bu hadis Zevâid nevindendir. Senedinin zayıflığı notta belirtildi. Hadîs sahih ise Müzdelife vakfesinde bulunan hacıların Allah'ın lutüf ve ikramına mazhar olmaları için bir müjde sayılabilir.
Evet, bu hadis Veda haccında Resûl-i Ekrem (Aleyhi's-salâtü ve's-selâm)'e refakat eden mübarek sahâbîler hakkında ise de benzer ilâhi lutüflerin O'nun ümmetine şümulü umulur. [207]
Bilâl i Habeşi (R.A.)'ın Kısa Hâl Tercemesi
Bilâl bin Rabâh (R.A.) bilindiği gibi Resûl-i Ekrem (S.A.V.)'in müezzinlerin-dendir. Ebü Bekr-i Sıddik <R.A.) onu kölelikten kurtardı. Onun mütaaddidkünye-leri vardır. O, Bedir ve şâir savaşlarda hazır bulundu. Sonra Şam'da ikâmet etmeyi tercih etti. Onun 44 aded hadisi bulunur. Buhâri ile Müslim onun bir hadîsini müttefikan, yalnız Buhâri onun iki hadisini ve yalnız Müslim onun bir hadîsini rivayet etmişlerdir. Râvileri Ka"b bin Ücra, Kays bin Ebî Hâzim ve Ebû Osman en-Nehdt'dir. Ömer (R.A.); Ebü Bekir bizim büyüğümüzdür ve büyüğümüzü, yâni Bilâl'ı âzadlamıştır, demek suretiyle ona olan saygısını dile getirmiştir. O, Peygamber (S.A.V.)'e müezzinlik etti ve Peygamber (S.A.V.)'den sonra kimseye müezzinlik etmedi. Ancak Resûl-i Ekrem (S.A.V.)'in Ravza-i Mutahharasını ziyaret etmek için Medİne-i Münevvere'ye ettiği bir seferde orada bir defa ezan okumuştu. Rivayete göre ezan esnasında Asr-i Saâdet'i hatırladığı İçin kendisini ağlamak tuttuğundan ezanı tamamlayamamıştı. Bilâl (R.A.) Allah yolunda işkence ve tazîb edilen müslümanlardandır. O, altmış küsur yaşında iken hicretin 20. yılı vefat etmiştir. Kütüb-i Sitte sahihlerinin hepsi onun hadislerini rivayet etmişlerdir. (Hülâsa: 53)
Bu mübarek sahâbî'nin hayatı ve hâl tercemesi bir kitab doldurur. Biz bu kadarlık bilgi ile yetineüm.
3025) (Abdullah) bin Abbâs (Radtyallâhü ankümâyda.n; Şöyle demiştir :
Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem), biz Abdulmattalib oğullarının küçük yaştaki oğlan çocuklarını merkeblerimiz üstünde Müz-delife'den (Minâ'ya) önceden gönderdi ve (yolcu ederken) mübarek el ayasıyla uyluklarımızı hafifçe dövmeye ve şöyle buyurmaya başladı:
Oğulcuklarım! Güneş doğuncaya kadar cemreye taş atmayınız. (Râvilerden) Süfyân bunda şu ilâvede bulunmuştur: Ve hiç kimseyi güneş doğuncaya kadar cemre'ye taş atar sanmıyorum." [208]
Bu hadîsi, Ebû Dâvûd, Nesâi, Ahmed ve Ta-hâvi de rivayet etmişlerdir. Hadîsin senedi munkati (kesik) dir. Çünkü râvi Hasan el-Ureni, İbn-i Abbâs (Radı-yallâhü anh) 'a yetişmemiştir. Lâkin Tirmizi, Tahâvî ve Ebû Dâvûd ile müellif imiz. (3026. noda) bunun benzerini başka senedlerle İbn-i Abbâs (Radıyallâhü anh) 'den rivayet etmişlerdir. Bu senedler birbirini takviye ettikleri için îbn-i Hib-b â n hadîsin senedinin sahih olduğunu söylemiştir.
Tirmizi de : Bu hadis hasen - sahihtir. İlim ehli bununla amel eder ve zayıf hacıları geceleyin M ü z d e 1 i fe ' den Minâ'ya önceden göndermekte sakınca görmemişlerdir. İlim ehlinin ekserisi güneş doğmadıkça bunların cemreye taş atamayacaklarına hükmederek bu hadîsi delil göstermişlerdir. Bâzı ilim adamları ise bunların taşlama işini de geceleyin yapmalarına ruhsat vermişlerdir. Uygulamanın Peygamber (Aleyhi's-salâtü ve's-selâmJ'in hadisine göre yapılması esastır. Sevrî ve Şafiî' nin kavli de böyledir, der.
Hadîsin fıkıh yönü bölümünde tekrar bu konuya değinilecektir.
Hadiste geçen bâzı kelimeleri açıklayalım i
Uğaylimei Ağlime'nin tasgir ismidir. Ağlİme ise Ğülâm'ın çoğuludur
Gülâm,- oğlan çocuğu manasınadır. Resül-i Ekrem (Aleyhi's-salâ-tü ve's-selâm) aile efradından, zayıf olan kadınları da çocuklarla beraber M ü z d e 1 i f e ' den M i n â ' ya erken göndermişti. Çünkü Buhâri ile Müslim ve diğer bâzı hadisçilerin rivayet ettikleri bir hadiste:
"Âişe (Radıyallâhü anhâ), Resûhıllah (Sallallahü Aleyhi ve Sel-lemJ 'in Ümmü Seleme'yi bayram gecesi (Minâ'ya) gönderdiğini ve Ümmü Seleme'nin fecirden önce Cemre'ye taş attığını rivayet etmiştir." Şu halde burada Uğaylime sözcüğü ile çoluk çocuk, yâni zayıf kadınlar ile çocuklar mânâsı kasdedilmiştir.
Humurât: Humur'un çoğuludur. Humur da Himâr'ın çoğuludur, merkebler manasınadır.
Übeyniyye: Oğulcuklarım, demektir. Übeynî: Ebnâ kelimesinin tasgir ismidir. Ebnâ, ibin kelimesinin çoğuludur.
Süfyân ve Mis'ar isimli iki râvi, bu hadîsi Seleme bin Küheyl' den rivayet etmişlerdir. Hadisin sonundaki ziyâde ve ilâve S ü f y â n ' in rivayetinde vardır ve Mis'ar'ın rivayetinde yoktur. Müellifimiz hadisin sonundaki ifâde ile bunu belirtmek istemiştir. S ü f y a n ' in ilâve ettiği cümle ifâde tarzına göre îbn-i Abbâs'a aittir. Bu takdirde îbn-i Abbâs'ın kasdettiği mânâ şu olur: Bayramın ilk günü güneş doğmadan cemre'ye kimsenin taş atar olduğunu sanmıyorum. Yâni atılmamalıdır. Çünkü Resûl-i Ekrem (Aleyhi's-salâtü ve's-selâm) 'in emri bu merkezdedir. Ancak âlimler bu emri mendubluk ve müstehablık için yorumlamışlardır. [209]
1. Zayıflar fecirden önce M ü z d e 1 i f e ' den M i n â ' ya dönebilirler.
2. A*kaba cemresine bayramın ilk günü taş atma zamanı güneşin doğmasıyla başlar. Ancak bu hüküm fazilet vakti mânâsına yorumlanmıştır. Çünkü bâzı âlimlere göre o gün fecirden itibaren cemreye taş atmak caizdir. Diğer bir gruba göre bayram gecesinin son yarısında cemreye taş atılabilir. Yâni fecirden önce de atılabilir.Hanefiler ile Mâlik ilk görüşte, Şafiî ile A h m e d ise son görüşteler.
Bu hususa 75. bâbta, yâni 3053 - 3054. hadisler bölümünde tekrar bilgi verilecektir.
3026) İbn-i Abbâs (Radtyallâhü anhümâ)'âan; Şöyle demiştir:
Ben ResûluUah
(Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'in
(Müzdelife'den önceden gönderdiği
aile ferdlerinin zayıflan içinde idim.*'[210]
Bu hadisi Buhârî, Müslim, Ebû Dâvûd, Şafii ve A h m e d de rivayet etmişlerdir. Resûl-i Ekrem (Aleyhi's-salâtü ve's-selâm) 'in zayıf olan aile ferdleri kadınlar ve çocuklar idi. 1 b n - i Abbâs (Radıyallâhü anh) da onların içinde bulunuyordu. Bilindiği gibi bu zât Resûl-i Ekrem (Aleyhi's-salâtü ve's-selâm) 'in amcası A b b â s' in oğludur. Resûl-i Ekrem (Aleyhi's-salâtü ve's-selâm) bunlara geceleyin Müzdelife' den M i n â' ya gitme izni vermişti. T a h â v î' nin rivayetine göre A t â şöyle demiştir:
"İbn-i Abbâs bana haber vererek dedi ki t Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) Müzdelife gecesi (babam) Abbas'a dedi ki: Bizim zayıflarımıız ve kadınlarımızı götür. Sabah namazını MInâ'da kılsınlar ve halkın izdihamından önce Akaba cemresine taşlarım atsınlar. Râvî demiştir ki t Atâ yaşlanıp zayıf düştükten sonra böyle yapardı." [211]
Zayıflık mazereti bulunan kimselerin fecirden önce Müzdelife' den hareket edip M i n â' ya gitmeleri ve halkın izdihâmından önce sabah namazından sonra Akaba cemresine taşlarını atmaları caizdir. Bu hususta âlimlerin ittifakı mevcuttur.
3027) Aişe (Radtyallâhü anhâ)'dan; Şöyle demiştir:
Şevde bint-i Zem'a iri yapılı ağır canlı bir kadın idi. Halkın izdihamından önce Müzdelife'den (Minâ'ya) gitmek için Resûlullah (Sal-lallahü Aleyhi ve Sellem) 'den izin istedi. Resûlullah da ona izin verdi." [212]
Bu hadisi Buhâri ve Müslim de rivayet etmişlerdir. Bu hadis de bundan önceki hadisin hükmünü ifâde eder. [213]
3028) Süleyman bin Amr bin el-Ahvas'm anası (Ümmü Cündüb el-Es-diyye) (Radtyallâhü anhümyden; Şöyle demiştir:
Ben Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'i Kurban bayramı (nm ilk günü) Akaba cemresi yanında bir katıra binmiş halde gördüm. Bu arada şöyle buyurdu î
Ey insanlar! Cemreye taş atmak istediğiniz zaman fiske taşları mislini atınız. (Yâni iri taş atıp biribirinize zarar vermeyiniz)."
3029) İbn-i Abbâs (Radtyallâhü anhütnâ)'dan; Şöyle demiştir:
Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) Akaba sabahı (yâni Akaba cemresine taş atılacak bayramın ilk günü sabahleyin) devesinin üstünde olduğu halde (bana hitaben) :
Benim için yerden çakıl taşları topla, buyurdu. Bunun üzerine ben O'nun için yedi aded çakıl taşı topladım. O taşlar, fiske taşları (kadar) di. Resul i Ekrem (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) taşları avu-cunda oynatmaya (veya silkelemeye) ve: Ancak şunların emsalini atınız (yâni bundan irilerini atmayınız) buyurmaya başladı. Daha sonra şöyle buyurdu:
Ey insanlar! Dinde haddi aşmaktan - teşdîd'den sakınınız. Çünkü sizden öncekileri dinde aşırılık ve teşdid helak etti. [214]
İlk hadisi Ebû Dâvûd, Ahmed ve Beyhaki de rivayet etmişlerdir. İkinci hadisi Nesâl ve Ahmed de rivayet etmişlerdir.
Cemre: Çakıl taşı manasınadır. Minâ'da taş atılan çukurlara da bu isim verilmiştir. Cemre ismi verilen çukurlar üç tanedir. Birincisi Mescidü'l-Hif'e en yakın olanıdır. Buna küçük cemre de denilir. Bu cemrenin yanında M e k k e' ye doğru gidildiğinde ikinci cemre'ye rastlanılır. Buna da ortanca cemre denilir. İki cemre arasmdaki mesafe 156 mt.dir. Yine ikinci cemre'den M e k -k e'ye doğru 117 mt. gidildiği zaman büyük cemre'ye rastlanılır. Bu cemre'ye Akaba cemresi de denilir. Akaba cemresinin ilerisi ise
M i n â sınırıdır. Anılan cemrelerin hepsi M i n â sınırlan içindedir.
Cemrelere taş atmanın meşrûiyetindeki hikmet konusunda Tekmil© yazan şöyle der:
Bunun hikmeti, âlemlerin Rabb'ına kulluk ve itaat etmenin ve dinî emirlere boyun eğmenin ilân edilmesi, işlenen hatâlardan dolayı pişmanlık duymanın isbâtı ve insanı günaha teşvik eden şeytana karşı duyulan öfkenin gösterilmesidir. Ayrıca Resûl-i Ekrem (Aley-hi's-salâtü ve's-selâm) ile dedesi İbrahim (Aleyhisselâm)'a uymak ve izlerinde olmanın isbâtıdır. Çünkü Resûl-i Ekrem (Aleyhi's-salâtü ve's-selâm) anılan taşlamayı yapmış, ümmetine de bunu yapmalarını emretmiştir. İbn-i Abbâs (Radıyallâhü anhümâ) '-dan rivayet edildiğine göre Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) şöyle buyurmuştur:
«İbrahim (Aleyhisselâm) hac menâsikine geldiği zaman Akaba cemresi yanında şeytan ona görünmüş, bunun üzerine İbrahim onu yedi aded çakıl taşıyla taşlamış, nihayet şeytan yere batmış. Sonra ortana cemre yanında şeytan yine ona görünmüş ve O, şeytanı yedi çakıl taşıyla taşlamış, böylece şeytan yine yere batmıştır. Bir süre sonra küçük cemre yanında tekrar şeytan ona görünmüş ve O, şeytanı yine yedi çalol taşıyla taşlamış, nihayet şeytan yere yığılıp batmıştır.
İbn-i Abbâs (Radıyallâhü anhümâ) : Siz ancak şeytanı taşlıyor ve ancak babanız (İbrâhim)ın yolunu izliyorsunuz, demiştir.» [215]
1. Bayramın ilk günü Akaba cemresine taş atarken binici olmak müstehabtır. Âlimlerin bu husustaki görüşleri şöyledir.-
a) Akaba cemresine gerek bayramın ilk günü ve gerekse bunu tâkib eden günlerde taş atarken binici olmak müstehabtır. Fakat diğer cemrelere yaya olarak taş atmak müstehabtır.
b) Mâlik ve Ş â f i i' ye göre binici olarak M i n â' ya ulaşan kimsenin bayramın ilk günü Akaba cemresine binici olarak taş atması müstehabtır. Yaya olarak M i n â' ya varan kimse ise yaya olarak taşlamayı yapar. Bayramın ikinci ve üçüncü günlerinde ise bütün cemrelere yaya olarak taş atmak müstehabtır. Bayramın dördüncü günü ise binici olarak taşlama işini yapıp M e k k e' ye dönmek müstehabtır.
c) A h m e d ve ilim adamlannın ekserisine göre ise bayramın ilk günü Akaba cemresine taş atarken binici olmak müstehabtır. Diğer günlerde bütün cemrelere yaya olarak taş atmak müstehabtır. Bu bâbtaki hadisler son görüşü teyid ederler.
2. Atılacak taşların fiske taşı gibi küçük olması uygundur. Taşların temiz olması ve Müzdelife' den getirilmesi müstehabtır. M i n a' dan toplanması da caizdir.
Şafiî: Kişi taşlan nereden alırsa olabilir. Ancak mescid'den toplamaktan hoşlanmam. Çünkü mescidin çakıl taşlan alınmamalıdır. Taşların tuvaletten toplatılmasını da mekruh görürüm. Çünkü pistir. Cemrelerin yanından toplatılmasını da mekruh sayarım. Çünkü orada kalan taşlar kabul olunmamış taşlardır, demiştir. Hane-filer ile A h m e d de böyle demiştir.
Dârekutnî, Beyhaki, Tabarâni ve Hakim'in rivayet ettikleri bir hadiste; Ebû Said-i Hudrî (Radıyallâhü anh) şöyle demiştir:
"Biz: Yâ Resûlallah! Şu taşlar her yıl cemrelere atılmaktadır. Biz bunların eksildiğini sanıyoruz, dedik. Resûl-i Ekrem (Aleyhi's-salâtü ve's-selâm) : Atılan taşlardan kabul olunanlar kaldırılır. Eğer böyle olmasaydı siz atılan taşlan dağlar gibi görecektiniz, buyurdu."
3. Akaba cemresine yedi çakıl taşı atmak vâcibtir. Diğer cemrelere de yedişer taş atmak vâcibtir. Cemrelere yedişer taş atmanın vâcibliği ve bunun terki hâlinde kurban kesmenin vâcibliği hususunda dört mezheb âlimleri ittifak halindedir. Ancak bâzı cemrelere, veya hepsine bâzı günlerde taş atmamak veya eksik atmak hâlinde gereken ceza hususunda ihtilâf vardır. Yeri olmadığı için bu ayrıntılara girmeyeceğim. Bu hususta ayrıntılı bilgi için fıkıh kitablarma baş vurmak gerekir.
Taş atmanın hükmü, zamanı ve cemrelere sırayla taş atmaya âit hüküm ile ilgili bilgi bu kitabın 75. babında geçen 3053 - 3054 nolu hadîslerin izahı bölümünde verilecektir. [216]
3030) Abdurrahman bin Yezîd (Radtydlâkü a«A)'den; Şöyle demiştir:
Abdullah bin Mes'ûd (Radıyallâhü anh), Akaba cemresinin yanına vardığı zaman derenin ortasına geçip yüzünü Kabe'ye çevirdi ve cemre'yi sağ kaşının hizasına aldıktan sonra yedi aded çakıl attı ve her çakılla beraber tekbîr alıyordu. (Taşlama işini bitirdikten) sonra şöyle dedi:
Kendisinden başka (hak? ilâh olmayan (Allah) a yemin ederim ki üzerine Bakara sûresi indirilen (Resülullah) çakılları şu (durduğum) yerden attı." [217]
Bu hadisi T i r m i z î de rivayet etmiş. Buharı, Müslim, Ebû Davûd ile A b m e d de bunun birer benzerini rivayet etmişlerdir, tbn-i Mes'ûd (Radıyallâhü anh)'m yemin etmesi sebebi Buharı ve Müslim'in rivayetinde belirtilmiştir. Oralardaki rivayetlere göre râvi Abdurrahman bin Yezîd, îbn-i Mes'ûd (Radıyallâhü anh)'a:
Yâ Ebâ Abdirrahmân! Halk Akaba cemresine yukarısından taş atıyorlar, dedim (Yâni halbuki sen aşağısından attın). Bunun üzerine İbn-i Mes'ûd: Kendisinden başka (hak) ilâh olmayan (Allah)a yemin ederim ki üzerine Bakara sûresi indirilen (Resülullah) in dur* duğu yer şu (durup da taş attığım) yerdir, diye cevab verdi, demiştir.
Müellifimizin rivayeti ile T i r m i z î' nin rivayetine göre îbn-i Mes'ûd (Radıyallâhü anh) Akaba cemresine taş atarken kıble'ye doğru durmuştur. Buhârî, Müslim ve Ebû Davud'un rivayetlerine göre ise İbn-i Mes'ûd, K a' * b e' yi soluna ve M i n â' yi sağ koluna almıştır.
Tuhfe'de beyân edildiğine göre el-Hafız: Sıhhatli olan rivayet Buhârî' ninkidir. T i r m i z i' nin rivayeti şazdır. Senedinde e 1 - M e s' û d i (isimli) râvi bulunur. Bu râvî'nin hafızası son zamanlarında karıştı, der.
Müellifimizin rivayet ettiği senedde ayni râvi mevcuttur.
Hanefiler, Mâlik, Şâfiîler, Ahmed ve Cumhur Buhârî ile Müslim'in rivayetlerine göre hükmederek : Akaba cemresine taş atarken Ka'be-i Muazzama'yı sol kola, M i n â' yi sağ kola almak sünnet olanıdır, demişlerdir.
Anılan cemre'ye taş atarken, bir kavle göre kıbleye doğru durmak, diğer bir kavle göre kıble'ye sırt çevirmek sünnettir. Ancak bu iki görüş zayıf sayılmıştır.
îbn-i Mes'ûd (Radıyallâhü anh) 'm Bakara sûresini söz konusu etmesinin hikmeti ise hac ile ilgili hükümlerin çoğunun bu sûrede bulunmasıdır. [218]
1. Akaba cemresine taş atarken derenin ortasında durmak müs-tehabtır. Şu anda dere durumu kalmamıştır. Cemrenin çevresi tesviye edilmiş vaziyettedir. Derenin cemrenin güney doğusunda olduğu kanaati bu hadisten sezilebilir. Anılan derenin cemrenin hem güney, hem de doğu tarafında bulunmuş olması ihtimâli de vardır. Çünkü taş atarken K a ' b e ' yi sola ve M i n â ' yi sağa almak müstehabtır, diyenler derenin ortasından taş atmanın müstehablığını da söylerler. Şu halde dere cemrenin güney tarafına kadar uzanırdı.
Derenin ortasında durup taşlamanın müstehablığına hükmeden âlimler: Salim bin Abdillah, Sevrî, Şafii, A h -m e d ve I s h â k" tır. Bunlara göre taşları cemrenin yukarısından atmak mekruhtur. T i r m i z î : İlim ehlinin uygulaması böyledir. Derenin ortasından taş atmanın mümkün olmaması hâlinde nereden mümkünse oradan atmaya bâzı âlimler ruhsat vermişlerdir, der. Hanefiler ile îbn-i Battâl'a göre nereden mümkünse oradan atmakta bir kerahet yoktur.
2. Akaba cemresine yedi adet çakıl atmak vâcibtir. Bayramın birinci gününü takip eden günlerde gerek Akaba cemresine ve gerekse diğer cemrelere de yedişer aded taş atmak vâcibtir. Hanefî, Şafiî ve Mâliki mezhebleri ile Cumhur'un görüşü budur. A h m e d' den de böyle bir rivayet vardır. Fakat meşhur kavline göre taş sayısının yediden az olmaması evlâdır. Bir iki taş eksik olsa bile bir sakmca yoktur.
3. Taşlan birer birer atmak vâcibtir. Bu hüküm hadîsin: "Her çakılla beraber tekbir alıyordu" mealindeki cümleden çıkar. Şu halde bir kimse yedi taşı bir defada atarsa bunların hepsi bir taş yerine geçer. Mâlik, Şafii, Ahmed ve el-Muhît'ın yazarının beyânına göre Ebû Hanîfe böyle hükmetmişlerdir. Hanefî fıkıh kitablanndan et-Tavdîh yazarının anlattığına göre ise bu, yedi taş yerine geçer. Ata da böyle hükmetmiştir. Fakat böyle bir şey Resûl-i Ekrem (Aleyhi's-salâtü ve's-selâm)'den rivayet edilmemiştir. O, her taşı ayrı ayrı atmış ve : Hac ile umre menâsikini benden alınız, buyurmuştur.
4. Her taşı atarken tekbîr almak müstehabtır. Âlimler bu hususta ittifak halindedir. Tekbir şöyle alınır:
"Allah'ın adıyla (taşlarımı atıyorum). Allah her şeyden büyüktür. Şeytan'ı ve hizbini kahrediyorum, tahkir ediyorum." Tekbir alırken "Aliahun! Benim haccunı makbul, çalışmamı hayırlı ve günahımı bağışlanmış eyle" mealindeki duayı eklemek de müstehabtır.
E 1 - H â f ı z : Şeytan'ı taşlarken tekbir almayan kimseye herhangi bir cezanın söz konusu olmadığı yolunda âlimler ittifak halindedir. Ancak Sevrî: Tekbir almayan kimse sadaka verir ve bunu kurban ile onarmak bana daha sevimlidir, demiştir, der.
3031) Süleyman bin Amr bin el-Ahvas'ın anası (Üirimü Cündüb el-Ez-diyye) (Radtyallâhü anküntyden; Şöyle demiştir :
Ben Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) 'i Kurban bayramı günü Akaba cemresi yanında derenin ortasında yer alırken gördüm. (Oradan) cemreye yedi aded taş attı. Her taşla beraber tekbîr alıyordu. Taşları attıktan sonra oradan ayrıldı.
Ümmü Cündüb'ün bu merfû hadîsinin mislini Abdurrahim bin Süleyman da Yezîd bin Ebî Ziyâd'dan muttasıl bir senedle rivayet etmiştir." [219]
Bu hadîsi Ebû Dâvûd, Ahmed ve Beyhakî de rivayet etmişlerdir. Hadîsin ihtiva ettiği fıkıh hükümleri bundan önceki hadisin hükümleridir. Gerekli bilgi için oraya bakılabilir.
Müellifimizin Şeyhi Ebû Be kir bin Fbi Şeybe bu hadîsi hem Alî bin Müshir* den hem de.A bdurrahîm bin Süleyman' dan rivayet etmiştir. Bunlar ise Y e z i d bin Ebi Ziyâd" dan rivayette bulunmuşlardır. Süleyman bin Amr bin el-Ahvâs'ın annesi Ü m m ü C ü n d ü b' tür. Şu halde hadîsin ilk râvîsi ayni hanımdır. [220]
3032) (Abdullah) bin Ömer (Radtyallâhü anhümâyâm rivayet edildiğine göre:
Kendisi Akaba cemresine taş atmış ve (bundan sonra) onun yanında durmamıştır. Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'in de böyle yaptığım anlatmıştır."
Bir Hâl Terceznesl
Süleyman bin Amr bin el-Ahvas'm anası Ümmü Cündüb (R.A.) sahâbilerden olup Peygamber (S.A.V.)'den rivayette bulunmuştur. Kavisi oğlu Süleyman, Ab-duliah bin Şeddâd ve Ebû Yezid Mevlâ Abdillah bin el-Hâris'tir. Ebû Davûd ile Ibn-i Mâceh onun hadislerini rivayet etmişlerdir. (Hulâsa : 497 ve Tekmile • C 2 Sah. 118)
3033) İbn-i Abbâs (Radtyallâhü anhümâ)'dan; Şöyle demiştir:
Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) Akaba cemresine taş attığı zaman, geçiyor ve (orada) durmuyordu."
Not: ZevâitTde şöyle denilmiştir; Bunun senedinde Süveyd bin Sald bulunur. Bu râvi hakkında ihtilâf vardır. [221]
İbn-i Ömer (Radıyallâhü anh) 'm hadîsini Buhâri ve N e s â î de rivayet etmişlerdir. Diğer hadîs Zevâid nevindendir.
Bu hadîsler Resûl-i Ekrem (Aleyhi's-salâtü ve's-selâm)'in Akaba cemresine taş attıktan sonra orada durmadığına delâlet ederler. Bu hükme delâlet eden başka hadîsler de vardır. Buharı, Ahmed ve B e y h a k İ' nin rivayetlerine göre î b n - i Ömer (Radıyallâhü anhümâ) şöyle demiştir .-
"Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem), Mescid(-i Hîf)ın yakınındaki Cemre-i Ula (yâni ilk cemre) ye taş attığı zaman oraya yedi aded çakıl atardı, her taşla beraber tekbir alırdı, sonra sol tarafa çekilip derenin ortasında kıbleye doğru durarak ellerini kaldırıp dua ederdi, duraklamayı da uzatırdı. Sonra (gidip) İkinci cemre*ye yedi aded çakıl atar ve her taşın beraberinde tekbîr alırdı. Sonra sol tarafa çekilip derenin ortasında dururdu ve kıble'ye dönerek ellerini açar (duâ eder) di. Sonra oradan ayrılarak Akaba'nın yanındaki cem-re'ye varırdı. Oraya da yedi aded çakıl atar ve her çakılla beraber tekbîr alırdı. (Taş atma işi bittikten) sonra ayrılırdı, (orada) durmazdı."
Bu bâbta rivayet edilen hadîsler ile mealini yukarıya aldığım hadisten çıkarılan hüküm şudur:
Akaba cemresine taş attıktan sonra orada duâ ve zikir için durmak meşru değildir. Bâzıları yer darlığını ve o günkü taşlama işinin bittiğini buna neden göstermişlerdir. Tekmile yazarı böyle diyenlerdendir. Bence en uygun neden Resûl-i Ekrem (Aleyhi's-salâtü ve's-selâm) 'e uymak olmalıdır. Diğer iki cemre'ye taş attıktan sonra oralarda durup duâ ve zikir etmek meşrudur. Dört mezheb imamları ve cumhur sözü edilen iki cemre'ye taş attıktan sonra orada durup duâ ve zikir etmenin sünnet olduğuna hükmetmişlerdir. [222]
3034) İbn-i Abbâs (Radıyallâhü anhümâydan rivayet edildiğine göre :
Peygamber CSallallahü Aleyhi ve Sellem) devesinin üstünde (olduğu halde) Akaba cemresine taşlan attı."
3035) Kudâme bin Abdillah el-Âmirî (Radtyallâhü anh)'den; Şöyle demiştir:
Ben Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) 'i Kurban bayramı günü kırmızı ve beyaza çalan sarı renkli bir devesi üstünde (olduğu halde) Akaba cemresine taş atarken gördüm. (Orada hacılar arasında) ne dövmek, ne kovmak ne de yoldan çekil, yoldan çekil (sözü) vardı." [223]
Ibn-i Abbâs (Radıyallâhü anh) 'in hadîsini T i r m i z i de rivayet etmiştir. Kudâme (Radıyallâhü anh)'in hadîsini Tirmizi, Nesâi, Şafii ve Dârimi de rivayet etmişlerdir. Ancak T i r m i z î' nin rivayetinde "Cimar = Cemreler" tâbiri kullanılmıştır. Oradaki rivayetin zahirine göre Resûl-i Ekrem (Aleyhi's-salâtü ve's-selâm) üç cemre'ye de binici olarak çakılları atmıştır. Gerek bu bâbtaki hadîsler, gerekse 3028 ve 3029 nolu hadisler Resûl-i Ekrem (Aleyhi's-salâtü ve's-selâm)'in yalnız Akaba cemresine taş atarken binici olduğuna delâlet ederler. Bu itibarla bâzı âlimler T i r m i z î' nin rivayetini de diğer rivayetlere uygun olarak yorumlamışlar ve "Cimar" sözcüğü ile Akaba cemresi kasdedilmiştir, derler. Tekmile yazarı da Beyhaki' nin rivayet ettiği ve Tirmizi' nin rivayetine benzeyen Câbir bin Abdillah (Radıyallâhü anhümâ) 'in hadîsini böyle yorumlamıştır. Bu nedenle âlimlerin ekserisi Kurban bayramının ilk günü Akaba cemresine taş atarken binici olmanın daha efdal olduğunu, fakat bunu tâkib eden günlerde gerek anılan cemre'ye gerekse diğer cemrelere taş atarken yaya olmanın daha faziletli olduğunu söylemişlerdir.
Âlimlerin bu husustaki görüşlerini Tekmile yazarı özetle şöyle anlatır:
1. Ahmed ve ilim ehlinin ekserisine göre bayramın ilk günü Akaba cemresine taş atmaya binici olarak ve müteakib günlerde cemrelere taş atmaya giderken yaya olarak gitmek daha fazîlet-üdir.
2. Hanefiler'e göre Akaba cemresine taş atmaya gidilen her gün binici olarak ve diğer cemrelere yaya olarak gitmek efdal-dır.
3. Mâlik ve Şafii'ye göre hüküm şöyledir: M i n â' ya binici olarak giden bir kimsenin bayramın ilk günü Akaba cemresine binici olarak taş atması daha faziletlidir. M i n â' ya yaya giden de bu cemreye yaya olarak taş atmalıdır. Bayramın ikinci ve üçüncü günlerinde ise bütün cemrelere yaya olarak taş atmak daha faziletlidir. Bayramın dördüncü günü binici olarak cemrelere taşlan atıp M i n â ' dan ayrılmak efdaldır.
Kudâme (Radıyallâhü anh)'m hadîsi taşlama esnasında hacıların sükûnet içinde görev yaptıklarını, kimseye eziyet edilmediğini beyan eder. Bugün hacca gidenlerin malûmu olduğu üzere gerek taşlamaya gidilirken, gerek taşlama esnasında ve gerekse oradan dönülürken bir çok kimseye eziyet edenlerin eksik olmadığı, hattâ bazan hayâtın tehlikeye girildiği söylenebilir. [224]
3036) Ebü'I-Beddâh bin Âsım'ın babası (Âsim bin Adî) (Radtyallâhü anhütnây<\an rivayet edildiğine göre:
Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem), çobanlar için bir gün (cemrelere çakıl) atmalarına ve diğer bir gün (çakıl atmayı) terket-melerine ruhsat vermiştir.'^
3037) Ebü'I-Beddâh bin Âsım'ın babası (Âsim bin Adî) (Radıyallâhü mâydan; Şöyle demiştir:
Bir Hâl Tercemesi
Kudâme bin AbdiIIah bin Ammâr el-Kilâbl el-Amirl (R.A.) sahâbldir. Hâvisi kardeşi oğlu Humeyd bin Kilâb'dır. Tirmizî, Nesal ve îbn-i Mâceh onun hadislerini rivayet etmişlerdir. (Hulâsa : 315)
Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) deve çobanları için geceleri Minâ'da geçirme (işini bırakma) k. Kurban bayramı (nın ilk) günü Akaba cemresine taş atıp bundan sonraki iki günlük taşlama işini birleştirerek anılan iki günden birisinde (Mâlik demiş ki: Anılan iki günün birincisinde dediğin sanırım) yapmalarına ruhsat verdi. Çobanlar bayramın dördüncü günü de (gelip başkaları gibi) taş atma işini tamamlarlar. [225]
Bu babın ilk hadîsini Ebû Dâvûd, Nesâi, Ahmed ve B e y h a k i de rivayet etmişlerdir. İkinci hadis ise diğer sünen sâhibleri. Mâlik, Ahmed, Beyhaki, îbn-i Hibbân ve Hâkim tarafından da rivayet edilmiştir.
Cemrelere bir gün taş atıp diğer bir gün atmamak için çobanlara izin verildiğine dâir ilk hadis ile kasdedilen mânâ hususunda Tekmile yazarı şöyle der:
"Yâni çobanların bayramın ilk günü Akaba cemresine taş atıp develerinin başına gitmelerine, geceyi M i n â' da değil, develeri yanında geçirmelerine, bayramın ikinci günü taşlama işini terketme-lerine, yâni o günü ve takip eden geceyi develeri yanında geçirmelerine ve bayramın üçüncü günü M i n â' ya gelip iki günlük taş-İarı atmalarına Resûlullah (Aleyhi's-salâtü ve's-selâm) tarafından izin verilmiştir. Bu yorum Ahmed'in rivayetinden alınmadır. Çünkü onun rivayet ettiği metinde bu yoruma delâlet eden ifâde vardır.
İkinci hadîste de çobanların bayramın ikinci ve üçüncü günlerine âit taşlama işini birleştirmelerine, bu iki günlük taşları bayramın ikinci veya üçüncü günü atmalarına izin verildiğine delâlet eder. Râvilerden Mâlik bin Ene s, anılan iki günlük taşın ilk günde, yâni bayramın ikinci gününde atılmasına izin verildiği yolunda rivayet yapıldığını zannettiğini söylemiştir. [226]
1. Teşrik gecelerini, yâni bayramın birinci gününü ikinci gününe bağlayan geceyi ve bunu tâkib eden bayram gecelerini M i n â' nın dışında geçirmek çobanlar için caizdir. Şakacılar, yâni hacılara su çekenler de çobanlar gibidir. Hastalık ve malın zayi olması tehlikesi gibi mazereti bulunan bir kimse çobanlar gibi geceleri M i n â dışında geçirebilir mi? Bu hususta ihtilâf vardır. Şöyle ki:
a) Hanefiler ile Ahmed'e göre bunlar da çobanların hükmüne tâbidir. Yâni geceleri M i n â' da geçirdiği takdirde malının çalınması veya zayi olması tehlikesini duyan veya hasta olan bir hacı özürlü sayılır. Geceyi M i n â' nın dışında geçirdiği takdirde bir şey lâzım gelmez.
b) M â I i k ' e göre durumlan yukarda anlatılan özürlüler çobanlar gibi sayılamaz. Onlar geceleri M i n â' nın dışında geçiremezler. Ş â f i i 1 e r' in meşhur kavli de böyledir. El-Hâfız'ın naklen beyânına göre Ş a f i i 1 e r, malının zayi olmasından korkan kimse ile bir hastaya bakmakla yükümlü kimseyi şakacılar gibi özürlü saymışlardır. Tekmile yazan; El-Hâfız'ın naklettiği hükmün Şafii' nin ikinci bir görüşü olabilir, demiştir.
2. Çobanlar iki günlük çakılları bir günde atabilirler. Bu da şöyle olabilir:
Hanefîler, Şafiî ve Mâlik'e göre çobanlar bayramın ilk günü Akaba cemresine çakılları atarlar. Sonra bayramın üçüncü günü gelip hem o günün hem de bir önceki günün taşlarını atıp giderler. Bu görüş, A h m e d' den de rivayet olunmuştur.
Bir kavle göre çobanlar bayramın ikinci ve üçüncü günlerine âit taşlan dilerse bayramın ikinci günü atabilir. Bunlan bayramın üçüncü günü atması da caizdir. Artık kendileri nasıl isterlerse olabilir.
Bir Hâl Tercemesi
Asım bin Adi bin el-Ced bin Aclân el-Kudâi (R.A.) Uhud savaşına ve bundan sonraki harblere katılan sahâbilerdendir. Bedir savaşına katılmak için de yola çıkmıştı. Fakat geçirdiği bir kaza neticesinde Resûl-i Ekrem (S.A.V.) onu Ravhâ'dan geri göndererek Kubâ ve el-Âliye halkı başına halîfe tâyin buyurdu. Çünkü o sıralarda bu iki kabile'den Efendimize olumsuz bir haber intikal etmişti. Yukarda anılan durum nedeniyle b,u zât Bedir ehlinden sayılmış ve ona ganimetten pay verilmiştir. Kendisi Resûl-i Ekrem (S.A.V.)'den hadis rivayetinde bulunmuştur. Râvlleri ise Seni bin Sa'd, ŞaT>İ ve oğlu Ebül-Beddâh'tır. Hicretin 40. yılı vefat ettiği söylenmiştir. Sünen sahibleri onun hadislerini rivayet etmişlerdir. (Tekmile : C. 2, S. 131) [227]
3038) Câbir (JRadtyaüâkü an//>'den; Şöyle demiştir:
Biz Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Selîem) İle beraber haccettik. Beraberimizde kadınlar ve çocuklar da vardı. Biz çocuklar yerine telbiye ettik (Yâni hacca niyet edip Lebbeyk duasını okuduk) ve onlar yerine cemrelere taşlar attık." [228]
Bu hadisi Tirmizi, Ahmed ve lbn-i Ebi Şeybe de rivayet etmişlerdir. Hadîs mümeyyiz olmayan, yâni 6-7 yaşlarından küçük olan çocuklar yerine telbiye etmenin ve onlar yerine cemrelere taş atmanın meşruluğuna delâlet eder.
Küçük yaştaki çocukların hacetmeleri ile ilgili hükümler 2910. hadisin izahı bölümünde verildiği için tekrarlamaya gerek yoktur. [229]
3039) İbn-i Abbâs (RadıyaUâhü anhünıâ/dan rivayet edildiğine göre:
Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) (bayramın ilk günü) Akaba cemresine çakılları atıncaya kadar Lebbeyke duasını okumaya devam etti."
Not: Zevâid'de şöyle denilmiştir : Bunun senedi sahihtir ve râvî Eyyûb, Sah-tiyânî olan Eyyûb'tur.
3040) el-Fadl bin Abbâs (Radtyallâhü anhümâ)'dan; Şöyle demiştir:
Ben (Veda haccmda Müzdelife'den Minâ'ya kadar) Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) -in ridfi (yâni terkiyesine binmiş durumda) idim. Akaba cemresine çakıl atıncaya kadar O'nun Lebbeyke duasını okumaya devam ettiğini hep işitiyordum. Akaba cemresine çakıl atınca Lebbeyke duasını okumayı kesti." [230]
İlk hadis Zevâid nevindendir. ikinci hadisi Nesâİ ve Şafii de rivayet etmiştir. Kütüb-i Sitte'nin diğerleri, Tahâvi ve Bey-haki de bunun benzerini rivayet etmişlerdir.
Gerek bu hadîslerde ve gerekse benzeri hadîslerde geçen "Akaba cemresine çakıl atıncaya kadar" mealindeki cümle iki şekilde yorumlanmıştır. Bu yorumlar şunlardır: "Akaba cemresine çakıl atmaya başlayıncaya kadar" veya "Akaba cemresine çakıl atma işini bitirinceye kadar."
B e y h a k i : Resûl-i Ekrem (Aleyhi's-salâtü ve's-selâm)'in her çakılla beraber tekbîr alması, O'nun Lebbeyke duasını ilk çakılı atacağı zamandan itibaren kestiğine delâlet eder, demiştir.
Âlimlerin bu husustaki görüşlerine gelince:
1. Hanef iler, bir rivayete göre Şafiî ve Cumhur: Hacı bayramın ilk günü Akaba cemresine ilk taş atacağı zamandan itibaren Lebbeyke duasını keser, demişlerdir. Çünkü B e y h a k i' -nin bir rivayetinde İbn-i Mes'ûd, Resûî-i Ekrem (Aleyhi's-salâtü ve's-selâm)'in Akaba cemresine ilk taş atmakla Lebbeyke duasını kestiğine şâhid olduğunu söylemiştir.
2. Sahâbîlerin bâzısı ile Şafiî, Ahmed ve îshâk'a göre hacı bayramın ilk günü Akaba cemresine taş atma işini bitirince Lebbeyke duasını okumayı keser. Bu grub, bu bâbtaki hadisleri ve benzeri hadîsleri böyle yorumlamışlardır.
3. Mâlik, Saîd bin el-Müseyyeb, Evzâî ve el-Leys bin Sa'd'a göre hacı Arefe günü öğle zamanına kadar Lebbeyke duasına devam eder ve bu vakitten itibaren keser. İbn-i Ömer, Ali, Âişe ve Medîne-i Münevve-r e fıkıhçıların Cumhuru da bu görüştedir.
4\ Hasan-i Basrî'ye göre ise hacı Arefe günü sabah namazını kıldıktan sonra Lebbeyke duasını okumayı keser.
Tekmile yazan
yukardaki görüşleri ve kısmen delillerini anlattıktan sonra : Kuvvetli görüş,
Hanefiler'in ve onlarla beraber olanlannkidir, der.
[231]
3041) İbn-i Abbâs (Radtyallâhü anhüniâ)\\an; Şöyle demiştir:
Siz (bayramın ilk günü) Akaba cemresine çakılları attığınız (ve bundan sonra saç traşı olduğunuz) zaman (ihrâmlı için haram olan) her şey size helâl olur. (Helâliniz olan) kadınlar müstesna.
Bunun üzerine bir adam İbn-i Abbâs'a: Ve güzel koku (da müstesna değil mi)? dedi. İbn-i Abbâs bu soru üzerine:
Ama ben Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'in (mübarek) başım (anılan taşlama ve tıraştan sonra) misk ile iyice kokulattığını kesinlikle gördüm. Bu, güzel koku sürünmek mi, değil mi? dedi."
3042) Âişe (Radtyatlâkü anhâyâan; Şöyle demiştir:
Ben (Veda haccında) Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'i ihrama girmek istediği zaman, ihrâmlanması için ve ihramdan çıktığı zaman ihramdan çıktığı nedeniyle (ve henüz ziyaret tavafı etmemiş iken) kokuladım." [232]
I b n - i Abbâs (Radıyallâhü anh)'m hadisini N e s â i ve B e y h a k i de rivayet etmişlerdir. Âişe (Radıyallâhü anhâ) 'nın hadisi ise Kütüb-i Sitte'nin hepsinde ve Mâlik, Ahmed ve B e y h a k İ tarafından rivayet edilmiştir. Müellifimizin 2926. hadîsi de bunun bir benzeridir. [233]
1. Hacı bayramın ilk günü Akaba cemresine çakılları atıp bundan sonra vâcib olan kurbanını kesip saç tıraşı olunca, karısıyla sevişmesi dışında kalan ve ihrama girmesiyle kendisine yasak olan şeyler artık helâl olur. Meselâ, dikişli elbise giyebilir, tırnaklarını kesebilir. Etek tıraşı olabilir, güzel koku sürünebilir. Hacı ziyaret tavafı bundan sonraya bırakabilir. Ziyaret tavafından sonra ve önce etmemiş ise sa'y'den sonra ise hacmin karısıyla sevişmesi ve cinsel ilişkide bulunması da helâl olur.
Hanefîler, Şafiî, Tâvûs, Nahai ve sahih kavline göre Ahmed bu hadîslere göre hükmetmişlerdir.
Mâlik ise: Akaba cemresine taş atıldıktan ve kurban kesip saç tıraşı olduktan sonra kadına yaklaşmak, güzel koku sürünmek ve av avlanmak dışında kalan yasaklar kalkar. Fakat anılan üç şey yine yasaktır. Ziyaret tavafından ve sa'y'den sonra helâl olur, demiştir.
Hacının ihrâmlanmak istediği zaman güzel koku sürünmesi ile ilgili, hususlar 2926. hadisin izahı bölümünde açıklandığı için bunu tekrarlamaya gerek görmüyorum. [234]
Bilindiği gibi hac ve umre'nin menâsikinden birisi de saçları tıraş etmektir. Saçları ustura ve benzeri bir şeyle tıraş etmeye "Halk" denilir. Makas ve benzeri bir şeyle kısaltmaya da "Taksir" denilir.
Saçım tıraş eden kimseye "Muhalhk", saçım kısaltana da "Mu-kassır" denilir. Erkek hacılar için en faziletli olanı tıraş olmaktır. Kadın hacılar ise saç uçlarından bir mikdar keserler, onlar için tıraş olmak yoktur.
Saçları tıraş etmek veya kısaltmak Hanefî, Mâlikî ve H a n b e 1 i mezheblerine göre haccın vâciblerindendir. Şafiî mezhebine göre ise haccın rükünlerindendir. Umre de hac gibidir. Geniş izah için fıkıh kitablanna baş vurulmalıdır. Bu bâbta rivayet olunan hadîsler hac veya umre'ye niyetlenen erkeklerin saçlarını, zamanı gelince tıraş etmelerinin daha faziletli olduğuna delâlet ederler. Çünkü Resûl-i Ekrem (Aleyhi's-salâtü ve's-selâm) saçlarım tıraş eden erkeklere defalarca duâ etmiş, sahâbîlerin ricası üzerine saçını kısaltan erkeklere de bir defa duâ buyurmuştur. Hacılar bayramın ilk günü Akaba cemresine taş attıktan sonra kurban kesmeleri vâcib ise kurbanlarını da kestikten sonra saçlarını tıraş eder veya kısaltırlar. Vâcib olan kurbam kesmeden saç tıraşı veya kısaltılması Hanefi mezhebine göre suçtur. Şafii mezhebine göre ise bir sakınca olmamakla beraber en uygunu ve ihtiyata muvafık olanı önce kurban kesmek ve bundan sonra tıraş olmaktır. Bu konu 74. bâbta tekrar ele alınıp gerekli bilgi verilecektir.
3043) Ebû Hüreyre (Radıyallâhü anh)'6en rivayet edildiğine göre; Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Scllcm) ;
AHahun! Saçını tıraş eden erkeklere mağfiret eyle, diye duâ buyurdu, Sahâbîler:
Yâ Resûlallah! Saçını kısaltan erkeklere de (Allah'ın mağfiretini dile), diye ricada bulundular. Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sel-lem) ;
Allahım! Saçını tıraş edenlere mağfiret eyle, diye duâ etti. Bu duayı üç defa tekrar eyledi. Sahâbîler (Radıyallâhü anhüm) :
Yâ Resûlallah! Saçını kısaltan erkeklere de (mağfiret dile) diye (tekrar) ricada bulundular. Resûlullah (bu kere ettiği duada) :
Saçını kısaltan erkeklere de (mağfiret eyle) diye duâ etti.'*
3044) İbn-i Ömer (Radıyallâhü anhümâ)'dan rivayet edildiğine göre; Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Seli em) :
Allah, saçlarını tıraş edenlere rahmet eylesin, diye duâ etti. Sahâbîler (Radıyallâhü anhüm) :
Yâ Resûlallah! Saçını kısaltanlara da (Allah'ın rahmetini dile), dediler. Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) (yine) :
Allah saçlarını tıraş edenlere rahmet eylesin, diye duâ etti. Sa-hâbiler (Radıyallâhü anhüm) :
Saçlarını kısaltanlara da (Allah'ın rahmetini dile) Yâ Resûlallah, dediler. Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) (tekrar) :
Allah saçlarını tıraş edenlere rahmet eylesin, buyurdu. Sahâbi-
Ier (Radıyallâhü anhüm) (yine) :
Saçlarını kısaltanlara da (Allah'ın rahmetini dile), yâ Resûlallah, diye ricada bulundular. Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)
(dördüncü defasında) :
Saçlarını kısaltanlara da (Allah rahmet eylesin), buyurdu."
3045) İbn-i Abbâs (Radıyallâhü onkümâ)'âan rivayet edildiğine göre:
Yâ Resûlallah! Niçin saçlarını tıraş edenlere üç defa ve saçlarını kısaltanlara bir defa dua etmekle saçlarını tıraş edenlere müzahir oldun, destek oldun, diye (hikmeti) soruldu. ResûM Ekrem (Sallallahü
Aleyhi ve Sellem) :
Saçlarını tıraş edenler (saç tıraşı hususunda Resûlullah'a uymanın daha iyi olduğu konusunda) şüphe edercesine katiyyen davran-madılar, buyurdu." [235]
Bu babın ilk hadisini Buhâri ve Ahmed de rivayet etmişlerdir. İkinci hadîs Nesâi hâriç Kütüb-i Sitte sahihleri, Mâlik ve Beyhaki de rivayet etmişlerdir. İbn-i Abbâs (Radıyallâhü anh)'m hadîsine dâir Zevâid notu bulunmamakla beraber Kutub-i Sitte'nin kalanlarında rastlayamadım. Tuhfe ve Tekmile yazarları bunun İbn-i M â c e h tarafindan rivayet edildiğini beyanla yetinmektedir. Bu itibarla bunun Zevâid nevinden olması muhtemeldir.
Müellifimizin bu hadislerine göre Resûlullah (Aleyhi's-salâtü ve's-selam). saçlarını tıraş edenlere üç kez duâ etmiş ve dördüncü defasında saçlarını kısaltanlara da duâ eylemiştir. Fakat son hadisin zahirine göre saçlarını tıraş edenlere üç defa, saçlarım kısaltanlara da bir defa duâ etmiştir. Bâzı rivayetlere göre ise Resül-i Ekrem (Aleyhi s-salatu ve's-selâm) saçlarını tıraş edenlere iki defa duâ etmiş ve uçuncu defada bunlarla beraber saçlarını kısaltanlara da duâ etmiştir. Rivayetler arasında görülen zahirî ihtilâfın giderilmesi noktasında Tekmile yazan: Olayın müteaddid olması ihtimâli vardır demektedir.
Hadiste anılan duâ olayı Hudeybiye umresi esnasında ve Veda haccı sırasında vuku bulmuştur. Tekmile yazarının beyânında belirtildiği gibi anılan duanın mezkûr iki seferde buyurulduğu,rivayet olunan hadislerden anlaşılmaktadır. Ancak bu duanın edilme sebebi değişiktir. Tekmile yazan bu sebebleri şöyle açıklamaktadır:
Hudeybiye umresinde sahâbîlerin bir kısmı Mekke müşriklerinin engellemesine rağmen kendilerini bu mukaddes beldeye girmeye güçlü gördükleri için M e k k e ' ye girmeden geri dönmeleri yolunda yapılan andlaşma onlan çok üzmüştü. Bilindiği gibi Resûl-i Ekrem (Aleyhi's-salâtü ve's-selâm) ile Mekke müşrikleri arasında Hudeybiye'de yapılan andlaşmaya göre müs-lümanlar o yıl M e k k e * ye girmeden Medine-i Münevver e ' ye dönecekler ve ancak ertesi yıl M e k k e ' ye umre ibâdeti için girebileceklerdi. İşte akdedilen bu karar gereğince Resûl-i Ekrem (Aleyhi's-salâtü ve's-selâm), Hudeybiye'de kurbanını kesip, mübarek saçlarını tıraş etmek suretiyle umre ihramından çıktı ve sahâbilerin de ayni şeyi yapmalarını istedi. Sahâbilerin bir kısmı üzüntülerinden dolayı ilk anlarda ihramdan çıkmak istememişlerdi. Bunun üzerine önce Resûl-i Ekrem (Aleyh i's-salâtü ve's-selâm) anlattığım şekilde ihramdan çıktı. Sahâbiler de O'na bakarak ihramdan çıkmak üzere tıraş oldular. Artık bâzılan saçlannı tamamen tıraş ettiler. Bir kısmı da kısalttılar. Resûl-i Ekrem (Aleyh i's-salâtü ve's-selâm), saçlarının tamâmını tıraş ettiği için, O'na uymak niyetiyle saçını tamamen tıraş eden sahâbiler, saçlannı kısaltanlara nazaran daha hızlı ve tam biçimde O'na uymuş sayıldılar. İşte sahâbilerin bir kısmının ihramdan çıkmak hususunda duraklaması Resûl-i Ekrem (Aleyhi's-salâtü ve's-selâm) *ın anılan duasını buyurmasına vesile olmuştur.
Veda haccında bu duanın tekrarlanması sebebine gelince, İbn-i Esir, en-Nihâye'de şöyle der: Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) 'in beraberinde Veda haccına gidenlerin çoğunun beraberinde kurbanlık yoktu. M e k k e ' ye kurbanlık götürmek durumunda olmayanların haclarını umre'ye çevirmeleri ve umre menâsikini bitirip saçlarını tıraş ederek ihramdan çıkmaları yolunda Resül-i Ekrem (Aleyhi's-salâtü ve's-selâm) tarafından emir verilince ve bu emirden dışan çıkmak da mümkün olmayınca bu durumda olanlann ekserisi saçlarını kısalttılar. Bu, saç tıraşından onlara daha hafif geldi. Bir kısmı da saçlarını tıraş ettiler. Resûl-i Ekrem (Aleyhi's-salâtü ve's-selâm) saçlarını tıraş edenlerin hareketini, diğerlerinkine tercih ederek anılan duayı buyurdu. [236]
1. Rahmet dilemek ölülere mahsus değildir. Diriler için de rahmet duasında bulunmak meşrudur.
2. İhramdan çıkmak için saçları kısaltmak, saçları tıraş etmek yerine geçer. Âlimler bu hususta ittifak halindedir.
3. Saçları tamamen tıraş etmek, kısaltmaktan efdaldır.Çünkü Resûl-i Ekrem (Aleyhi's-salâtü ve's-selâm) saçlarını tıraş edenlere defalarca duâ etmiştir.
4. Saçları tıraş etmek veya kısaltmak hac ve umre'nin menâsi-kinden (ibâdetinden) dir. Hanefiler, Mâlik ve zahir olan A h m e d' in görüşüne göre saçları tıraş etmek veya kısaltmak vâ-cibdir. Terkedilmesi hâlinde kurban kesmekle onarılır. Şafii-I e r' in en sahih görüşlerine göre ise rükündür. Yapılmaması hâlinde hac bozulmuş olur. Bu eksiğin kurban kesmekle giderilmesi mümkün değildir. [237]
3046) Peygamber (Saltallakü Aleyhi ve Seilemyin zevcesi Hafsa (Ra-(İtyallâhü ankây<\an\ Şöyle demiştir:
Ben: Ya Resûlallah! İnsanlara ne oluyor ki, sen umre'nin ihramından çıkmadığın halde onlar (bir umre ile) ihramdan çıktılar? diye sordum. O;
Ben başımı telbid ettim (yâni saçımı bir nevî zamk ile toplayıp birleştirdim) ve kurbanlığımı taklid ettim (yâni boynuna kurbanlık nişanını taktım). Artık kurbanımı kesmedikçe ihramdan çıkamam, buyurdu." [238]
Bu hadisi T i r m i z i hâriç, Kütüb-i Sitte yazarları, Mâlik, Şafii ve Beyhaki de rivayet etmişlerdir.
Bu hadîs. Veda haca esnasında buyurulmuştur. En sıhhatli kavle göre Resûl-i Ekrem (Aleyhi's-salâtü ve's-selâm) Hacc-ı Kıran îfa etmiştir. Bu nedenle Hafsa' nın : Sen umre'nin ihramından çıkmadığın halde..." sözü "Hac ile birleştirdiğin umre'nin ihramından çıkmadığın halde..." şeklinde yorumlanmıştır.
Hafsa' nın: "İnsanlar (bir umre ile) ihramdan çıktılar" sözü de "İnsanlar, haclarını umre'ye çevirmek suretiyle ihramdan çıktılar" biçiminde yorumlanmıştır.
Telbîd: Saçları zamk gibi yapıştırıcı bir madde ile toplayıp birleştirmektir. Ebû Dâvûd, Beyhaki ve Hâkim" in t b n - i Ömer (Radıyallâhü anhümâ) 'dan rivayet ettikleri bir hadiste I b n - i Ömer, Resûl-i Ekrem (Aleyhi's-salâtü ve's-selâm)'in mübarek başını Asel denilen bir çeşit zamk ile telbîd etmişti. Asel, Urfut dikenli bir nevî ağacın zamkıdır. Resül-i Ekrem (Aleyhi's-salâtü ve's-selâmî, ihrama gireceği zaman saçını bu zamkla toplayıp birleştirmiştir ki, ihrâmlı iken saçı dökülmesin, dağılmasın ve uzun süre ihramda durması yüzünden bitlenmesin. Resûl-i Ekrem (Aleyhi's-salâtü ve's-selâm)'in başını telbid etmesi O'nun uzun süre ihramda kalmak niyetinde olduğuna delâlet eder.
Veda haccında Resûl-i Ekrem (Aleyhi's-salâtü ve's-selâmî, beraberinde bulunan sahâbîlerden kurbanlığı yanında olmayanların M e k k e' ye vardıklarında bir umre menâsikini îfa edip saçlarını tıraş etmelerini ve ihramdan çıkmalarını; yanında kurbanlığı bulunanların ise bayrama kadar ihramda kalmalarını emretmişti. Bu konu daha önce etraflıca izah edildiği için tekrarlamaya gerek görmüyor, sadece bir hatırlatma ile yetiniyorum. Şu halde bu hadîste H a f -s a ' nın işaret ettiği hacılar, beraberinde kurbanlıkları bulunmayan ve Resûl-i Ekrem (Aleyhi's-salâtü ve's-selâm) 'in emriyle bir umre edâ etmek suretiyle ihramdan çıkan sahâbîlerdir. Resûl-i Ekrem (Aleyhi's-salâtü ve's-selâm) ise* beraberinde kurbanlığı bulunduğu için Hacc-ı Kırân'ı îfa etmişti ve bu nedenle bir umre ile ihramdan çıkmamıştı. Bayrama kadar ihramda kalmıştı. [239]
1. îhrâma girmek isteyen kimsenin saçlarını zamk gibi yapıştırıcı bir madde ile toplayıp birleştirmesi müstehabtır. Şafii, onun arkadaşları ve A h m e d böyle hükmetmişlerdir. Hane-filer ile M â 1 i k i 1 e r de : Saça sürülen madde az mikdarda olup başı örtecek durumda olmazsa müstehabtır. Fakat saça sürülen madde, başın dörtte birini veya daha fazlasını örtecek durumda olursa, sürülmesi haramdır ve sürülüp de bir gün veya daha fazla bir zaman kalırsa ceza kurbanı kesmek gerekir. Ama tam bir gün dolmadan giderilirse, fıtır sadakası gibi bir sadaka ödemek gerekir, demişlerdir.
Yukardaki hüküm, erkeklere aittir. Çünkü bilindiği gibi kadınlar ihramda iken başlarını örterler. [240]
Bu
hususta ihtilaf vardır. Şöyle ki:
aî Hanefiler ve cedid (yeni) kavlinde Şafii: Böyle bir adamın saçını kısaltması kâfidir, tıraş olması mecburiyeti yoktur, demişlerdir. Fakat Resûl-i Ekrem (Aleyhi's-salâtü ve's-selâm)'den sabit olan hareket saçın tıraş edilmesidir.
b) Mâlik, kadim (eski) kavlinde Şafii, Sevri, Ah-m e d ve İshâk: Böyle adamın saçını tıraş etmesi vâcibtir, kısaltmak yetmez, demişlerdir.
2. Kurbanlık olarak M e k k e' ye götürülen hayvanın boynuna kurbanlık nişanını takmak sünnettir.
3. Mekke'ye kurbanlık sevkeden ihrâmh kimse, haccım tamamlamadıkça ve bayram günü kurbanlığını kesmedikçe bir umre ile ihramdan çıkamaz. Ebû Hanife ile Ahmed'in mezhebi böyledir.
4.Veda haccında Resûl-i Ekrem (Aleyhi's-salâtü ve's-selâm) Hacc-ı Kırân'ı edâ etmiştir. Hattâbi: Hafsa' nın bu sözü, Resül-i Ekrem (Aleyhi's-salâtü ve's-selâm)'in bir umre'ye başlamış olduğuna ve sonradan buna bir haccı eklemekle Hacc-ı Kıran ettiğine delâlet eder. Umre'nin tavafına başlanılmamış iken buna haccı eklemenin câiziiği hususunda âlimler arasında bir ihtilâf yoktur. Fakat umre'yi hacc'a eklemek, yâni hacca niyetlendikten sonra buna bir umre'yi dâhil etmek hususunda ihtilâf vardır. Mâlik ve Ş â f i i' ye göre caiz değildir. Re'y ehline göre ise caizdir ve böyle yapan kimse Hacc-ı Kıran etmiş olur
3047) Sâlim'İn babası (Abdullah bin Ömer) (Radıyatlâhü anhütn)'* den; Şöyle demiştir :
Ben, Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellemî'den, başım telbid etmiş olduğu halde yüksek sesle Lebbeyke duasını işittim." [241]
Bu hadisi Buhârî, Müslim, Ebû Dâvûd, Ne-sâî ve Beyhaki de rivayet etmişlerdir.
Tehlîl: Yüksek sesle Lebbeyke duasını okumaktır.
Telbîd kelimesini yukarda açıklamıştım.
Hadis, Resûl-i Ekrem (Aleyhi's-salâtü ve's-selâm)'in ihrama gireceği zaman mübarek saçını bir nevi zamkla toplayıp birleştirdiğine delâlet eder.
Hadisten çıkan hüküm ise Telbîd'in meşruluğu ve ihrâmh iken yüksek sesle Lebbeyke duasını okumanın müstehablığıdır. [242]
3048) Câbir (bin Abrlillah) (Radıyaltâhü anhümâyd&n rivayet edildiğine göre; Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Selinti) şöyle buyurdu, demiştir:
Minâ'nm hepsi kurban kesme yeridir. Mekke (şehrine açılan) boğazların hepsi yol ve kurban kesme yeridir. Arafat'ın hepsi vakfe yeridir ve Müzdelife'nin hepsi vakfe yeridir." [243]
Ebü Dâvûd ve Ahmed de bunun benzerini rivayet etmişlerdir.
Minâ, Arafat ve Müzdelife mmtıkaları ile bu yerlerde yapılan menâsik ile ilgili bilgiler, bu kutsal yerler hakkında daha önce geçen hadisler bölümünde verildiği için tekrarlamaya gerek görmüyor, burada sâdece hadisten çıkan fıkıh hükümlerim özetleyerek sunmakla yetineceğim.
I- îhrâmh kimse kurbanlığını Minâ mıntıkasının her hangi bir yerinde kesebildiği gibi Mekke-i Mükerreme şehrinde ve Harem sayılan çevresinde de kesebilir. Resûl-i Ekrem (Aley-hı's-salâtü ve's-selâm) kurbanlığını Mescid-i Hîfe yakın olan ilk cemrenin yanında kesmişti. Bu yerde kesmek daha faziletli ise de bu gün için orada kesmek sağlık yönünden sakıncalıdır. Görenler bu durumu bilirler.
2. M e k k e ye giden yolların çoğu dağlar arasında ve boğazlar şeklinde M e k k e' ye açılır. Hadis, M e k k e' ye bu yolların herhangi birisinden girmenin, keza çıkmanın meşruluğuna delâlet eder. Resûl-i Ekrem (Aleyhi's-salâtü ve's-selâm) 'in M e k -k e' ye yukarı boğazdan girdiği ve aşağı boğazdan çıktığım bildiren hadîs bu kitabın 26. babında geçmişti. 2940. hadise bakılabilir. Orada konu ile ilgili gerekli bilgi verilmişti.
3. Arafat vakfesi buranın herhangi bir yerinde yapılabilir. Resûl-i Ekrem (Aleyhi's-salâtü ve's-selâm) Cebelü'r-Rahme, rahmet dağı eteğinde bulunan iri taşlar yanında vakfe ettiği için ayni yerde vakfe etmek daha efdaldir.
4. Müzdelife vakfesi de buranın herhangi bir yerinde yapılabilir. Fakat en faziletlisi Resûl-i Ekrem (Aleyhi's-salâtü ve's-selâm)'in vakfe ettiği yerde durmaktır. O, Müzdelife'de bulunan K u -z a h dağı eteğinde vakfe etmişti. [244]
Bu bâbta rivayet olunan hadîsler hacıların Kurban bayramının ilk günü yapmak durumunda oldukları Akabe cemresine çakılları atmak, kurban kesmek, saçları tıraş etmek veya kısaltmak ve ziyaret tavafı etmek işlerinden birisini diğerinden önce yapmanın sakıncası olmadığını beyân ederler. Yukardaki sıraya uymak en faziletli olanıdır. Bu sırayı bozmak ile ilgili hükümleri ve ilim ehlinin konuya ilişkin görüşleri bu bâbtaki hadîslerin izahı bölümünde verilecektir.
Hac veya umre ibâdetleri esnasında yapılması istenen fiil ve sözlere Menâsik ve Nüsük denilir. Menâsikin bâzıları arasında sıraya riâyet etmek mecburiyeti vardır. Meselâ önce ihram, yâni niyet ve Lebbeyke duası, sonra A r a f â t' ta vakfeye durmak, bundan sonra ziyaret tavafı ifa etmek, haccm temel rükünleri ve farzlarıdır. Bu sıraya riâyet etmek zorunludur. Bu bâbtaki hadîslerin konusu olan ve yukarda sıralanan Menâsik arasındaki tertib ve sıra ise bazen bozulabilir ve bir sakınca teşkil etmez.
3049) İhn-i Ahbâs (Radtyallâhü tm/ıümâ)'dan; Şöyle demiştir:
(Veda haccında bayramın ilk günü) herhangi bir şeyi diğer bir şeyden önce yapanların durumları Resûlullah ÎSallallahü Aleyhi ve Sellem)'e sorulduğunda bütün sorulara cevaben mübarek ellerinin ikisiyle işaret buyurarak hiç bir sakınca bulunmadığını bildirdi."
3050) îbn-i Abbâs (Radtyallâhü anhümâ)'dan: Şöyle demiştir:
Minâ günü (yâni Veda haccında bayramın ilk günü) Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) 'e (hac ile ilgili bâzı) sorular soruluyordu. O da Sakınca yok. Sakınca yok, buyuruyordu. Bu arada bir adam gelerek : Ben kurbanımı kesmeden saçımı tıraş ettim, dedi. Resûl-i Ekrem (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) :
Bir sakınca yok, buyurdu. Adam:
Ben çakılları akşam (yâni güneş battık) dan sonra t Akabe cemresine) attım, dedi. Resûl-i Ekrem (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) : Bir sakınca yoktur, buyurdu."
3051) Abdullah bin Amr (bin el-As) (Radtyallâhü ankümâ)'âan rivayet edildiğine göre ;
Saç faraşı olmadan önce kurban kesen veya kurban kesmeden evvel saç tıraşı olan (ihrâmlı) kimsenin durumu Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'e (Veda haccı esnasında Minâ'da) soruldu. Re-süM Ekrem (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) :
Sakınca yok, buyurdu."
3052) Câbir bin Abdillah (Radıyallâhü ankümâ)^sm\ Şöyle ekmiştir:
Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) (Veda haccında) halktın hac ile ilgili sorulan sormaları) için Kurban bayramının ilk günü Minâ'da oturdu. Sonra bir adam O'nun yanma gelerek:
Yâ Resûlallah! Ben kurban kesmeden önce saçımı tıraş ettim dedi. Resûl-i Ekrem (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) :
Bir sakınca yok, buyurdu. Sonra başka bir adam geldi ve: Yâ Resûlallah! Ben (Akabe cemresine) çakılları atmadan Önce kurban kestim ,dedi. Resûl-i Ekrem (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) :
Bir sakınca yok, buyurdu. Hülâsa o gün Resûl-i Ekrem (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'e (Akabe cemresine çakıl atmak, kurban kesmek, tıraş olmak ve tavaf gibi bayramın ilk günü yapılan menâsik-ten) takdim (veya tehir) edilmiş hiç bir şey sorulmadı ki (cevâbında) : Sakınca yok, buyurmasın."
Not: Zevâid'de bunun senedinin sahih ve râvîlerinin sıka (güvenilir) oldukları bildirilmiştir. [245]
îbn-i Abbâs (Radıyallâhü anh) 'in ilk hadîsine Kütüb-i Sit-te'nin kalanlarında rastlayamadım. Onun ikinci hadîsi ise B u h â -rî, Ebû Dâvûd, Nesâi ve Beyhakî tarafından da rivayet edilmiştir.
Abdullah bin Amr (Radıyallâhü anh) 'in hadîsi B u -hâri, Müslim ve Tirmizi tarafından da rivayet olunmuştur. C â b i r (Radıyallâhü anh)'in hadisi, notta işaret edildiğine göre Zevâid nevindendir.
Bu babın girişinde belirttiğim gibi Kurban bayramının ilk günü yapılan menâsik sırayla şöyledir: Akabe cemresine çakılları atmak, kurban kesmek, tıraş olmak veya saçları kısaltmak ve K a ' b e' i Muazzama'yi tavaf etmektir.
Veda haccında bayramın ilk günü M i n â' da Resûl-i Ekrem (Aleyhi's-salâtü ve's-selâm) 'e sorulan sorular, hadîslerde belirtildiği gibi yukarda anılan menâsiklerden bâzısını diğerlerinden önce veya sonra yapmakla ilgilidir. Resûl-i Ekrem (Aleyhi's-salâtü ve's-selâm) verdiği cevablarda "Haraç yok" buyurmuştur. Haraç kelimesini günah mânâsına yorumlayanlar olmuştur. Bu yorumculara göre yukardaki sırayı unutarak veya bilmeyerek bozmakta günah olmadığı buyurulmuştur. Bu cevab anılan sırayı bozmaktan dolayı ceza kurbanının lâzım gelmediğini ifâde etmez. Bu itibarla yukardaki menâsiklerden bâzılarının sırasını bozmaktan dolayı ceza kurbanı gerekir. Bu grubun kimlerden teşekkül ettiğini aşağıda belirteceğim.
Yukarda anılan menâsik arasındaki tertibe (sıralamaya) riâyet etmenin sünnet olduğuna hükmedenler ise "Hare" kelimesini sakınca mânâsına yorumlamışlardır. Onlara göre yukardaki sırayı bozmaktan dolayı ne bir günah, ne bir ceza ne de bir engel olmaz. [246]
Bayramın ilk günü yapılan işlerin Akabe cemresine çakıl atmak, kurban kesmek ve saç tıraşı veya kısaltılmasıdır. Bir de ziyaret tavafıdır. Ziyaret tavafı bayramın ikinci ve üçüncü günü de yapılabilir. Âlimler özellikle diğer üç şey arasında sıra takibinin hükmü hususunda ihtilâf etmişlerdir. Bu değişik görüşleri özetleyerek burada açıklayalım:
1. Ebû Yûsuf, Muhammed bin e 1 - H a s a n, Şafiî, Atâ, Ahmed ve İshâk'a göre anılan üç şey arasında tertibe riâyet etmek, yâni önce Akabe cemresine taş atmak, sonra kurban kesmek ve bundan sonra tıraş olmak sünnettir. Şayet bir kimse bu sırayı bozarsa ne günahı var ne de fidye lâzım. Delilleri bu hadislerdir. Bunlara göre tertibe riâyet etmemek hususu bilgisizlikten olsun, unutmaktan ileri gelsin veya bilerek olsun fark etmez. Cumhurun görüşü budur.
2. Ahmed cumhurun görüşünde olmakla beraber şöyle bir farklı görüş beyân etmiştir: Bir kimse unutarak veya bilmeyerek anılan sırayı bozarsa bir şey lâzım gelmez. Ama bilerek ve hatırlayarak sırayı bozarsa bir rivayete göre kurban kesmesi gerekir. A h -m e d' den yapılan diğer bir rivayete göre bir şey lâzım gelmez.
3. îbn-i Abbâs, Ebû Hanife, Nahai, Ha-san-i Basrî, Katâde ve Mâlikiler' den I b n - i Mâcişûn'a göre anılan sıraya riâyet etmek vâcibtir. Şafiî'-nin de böyle bir kavli vardır. Buna göre bir kimse Akabe cemresine taş atmadan önce veya kurban kesmeden önce saç tıraşı olursa ceza kurbanı kesmesi vâcib olur. Bu grubun delilleri Tekmile'de nakledilmiştir. Arzu edenler bakabilirler.
4. Mâlikîler'e göre saç tıraşı ve ziyaret tavafının Akabe cemresine taş attıktan sonra olması vâcibtir. Bunlardan birisini taşlamadan önce işleyen kimse ceza kurbanı ile mükellef olur. Önce Akabe cemresine taş atmak, sonra kurban kesmek, daha sonra tıraş olmak ve bunları bu sıraya göre ifa etmek ise mendubtur. Bu sırayı bozan kimse suç işlemiş olmaz. Ziyaret tavafını, kurban kesmek ve tıraş olmaktan sonraya bırakmak da mendubtur.
Şunu da belirteyim: N e v e v i, Akabe cemresine taş atmadan önce kurban kesen kimseye hiç bir şeyin lâzım olmadığı hususunda âlimlerin ittifak hâlinde olduklarını söylemiştir.
İbn-i Abbâs (Radıyallâhü anh)'ın ikinci hadîsinden çıkan diğer bir hüküm de bayramın ilk günü güneş battıktan sonra Akabe cemresine taş atan kimseye bir günah veya cezanın gerekmediğidir. Anılan taşlamayı geceye tehir etmek Hanefi, Şafiî ve Mâliki mezheblerine göre mekruhtur. Bununla beraber caizdir ve tehirden dolayı ceza kurbanı gerekmez. Ahmed ve İ s -h â k' a göre gündüz atamayan kimse o günkü taşları ertesi gün öğle vakti girdikten sonra atar ve daha önce atamaz. [247]
3053) Câbir (bin Abdillah) (Radtyallâhü anhütnâ/dan; Şöyle demiştir :
Ben Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve SellemJ'in (bayramın ilk günü) Akabe cemresine çakılları kuşluk zamanı attığını ve bundan (yâni ilk günden) sonra ise çakılları cemrelere güneşin zevalinden (yâni öğle namazı vakti girdikten) sonra attığını gördüm."
30S4) İbn-i Abbâs (Radıyallâhü anhümâyâan; Şöyle demiştir:
Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) (bayramın ilk gününden sonraki günlerde) güneş göğün ortasından batıya kayınca cemrelere çakılları atardı. Şöyle ki taşlama işini bitirince Öğle namazına dururdu." [248]
Câbir (Radıyallâhü anh) 'in hadisini Müslim, Tirmi-zi, Ebû Dâvûd ve Nesâi ile Beyhaki de rivayet etmişlerdir. B u h â r i de tâliken rivayet etmiştir. Ebû Dav û d ile T i r m i z î' nin rivayetlerinde; "Kurban bayramının ilk günü" kaydı vardır. Bu durumu parantez içi ifâde ile belirttim.
tbn-i Abbâs (Radıyallâhü anh) *ın hadisini T i r m i z i ve Ahmed de rivayet etmişlerdir.
Bu iki hadis, Resûl-i Ekrem (Aleyhi's-salâtü ve's-selâm)'in bayramın ilk günü Akabe cemresine çakılları kuşluk zamanı ve bayramın kalan günlerinde öğle namazı vakti girer girmez üç cemreye taşlan attığına delâlet eder. [249]
1. Bayramın ilk günü Akabe cemresine çakılları atma zamanı kuşluk vaktidir. Bu zaman, taşlamanın en iyi zamanıdır. î b n - i Abdi'1-Berr: Resûl-i Ekrem (Aleyhi's-salâtü ve's-selâm) 'in bayramın ilk günü Akabe cemresine bu vakitte taşlan attığı hususunda bütün müslümanlar ittifak halindedir, demiştir.
Bayramın ilk günü Akabe cemresine taş atmanın caiz olduğu süre konusuna gelince âlimler bu konuda ihtilâf etmişlerdir. Gerek anılan sürenin başlangıcında, gerekse bitiminde ihtilâf olmuştur. Şöyle ki:
a) H a n e f î 1 e r, Mâlik ve bir rivayete göre Ahraed: Bayramın ilk günü fecir doğunca Akabe cemresine çakılları atmak caizdir, demişlerdir.
b) Ş â f i i I e r ve meşhur rivayete göre A h m e d: Bu süre bayram gecesinin yansından sonra başlar, demişlerdir.
Anılan sürenin bitim anına gelince, henüz güneş batmamış iken taşlamanın câizliği ve bunda bir mekruhluğun bulunmaması hususunda âlimler ittifak halindedir. Yâni nıüstehab olanı öğleden önce atmaktır. Ama öğleden sonra da güneş batıncaya kadar atılabilir ve bunda bir mekruhluk durumu yoktur. Şayet bir kimse güneş batıncaya kadar taşlama işini yapmamış ise Hanefiler, Mâlik, Şafii, Îbnü'l-Münzir ve îbn-i Ömer'e göre bu işi geceleyin yapar. Bunu geceye bıraktığı için kerâhat işlemiş olur. Bununla beraber ceza kurbanı gerekmez. Ahmed ve îshâk'a göre ise bu işi gece yapmaz. Ertesi gün öğle vakti girince yapar.
Yukarda beyân edilen değişik görüşlerin dayanakları ve delilleri Tekmile ve Tuhfe'de beyân edilmiştir. Onlan buraya aktarmaya gerek görmüyorum.
2. Teşrik günleri, yâni bayramın ikinci, üçüncü ve dördüncü günleri taşlama zamanı öğle namazı vaktinin girmesiyle başlar. Bundan önce taş atılamaz. Dört mezheb imamları ve cumhur bu hükümde müttefiktir. Şu farkla ki, Ebû Hanîfe, bayramın dördüncü günü öğleden önce taşlamanın câizliğine hükmetmiştir.
Kuvvetli mutemed olan hüküm Cumhurun görüşüdür.
Bir kimse bayram
günleri geçip dördüncü günü güneş batınca-ya kadar cemrelere taş atmayı geciktirirse,
artık taş atamaz. Ceza kurbanı kesmesi gerekir. Dört mezheb imamları bu hükümde
birleşmiş durumdadır.
[250]
Daha önceki bablarda belirttiğim gibi cemreler üç adeddlr. M e s -cid-i Hif't en yakın olan cemreye "Cemrt-i ula tik cemre"denilir. Bundan sonraki cemreye "Cemre-i vustâ = Ortana cemre" denilir. Daha sonra gelen cemreye de Akabe cemresi denilir. Bayramın ilk günü yalnız Akabe cemresine taş atılır. Bunu tâkib eden günlerde ise Cemre-i ûlâ'dan taşlamaya başlanır ve sırayla diğer cemrelere atılır. Bu sırayı tâkib etmek Şafii, Mâlik ve Ahmed ' e göre şarttır. Hanefî mezhebinin seçkin görüşüne göre ise sünnettir. [251]
Cemrelere taş atmak dört mezheb âlimlerinin ittifakıyla vâcib-tir. Yapılmaması hâlinde ceza kurbanı kesmek gerekir. Cumhurun görüşü de böyledir. [252]
3055) Amr bin el-Ahvas (el-Cegmî) (Radtyallâkü anh)'den; Şöyle demiştir:
Ben Veda haccında (Minâ'da) Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) 'den şunu işittim %
Ey insanlar! Dikkat ediniz! Hangi gün en mukaddes gündür? Resûl-i Ekrem (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) bu buyruğu üç kez tekrarladı. Sahâbîlç ıRadıyallâhü anhüm) :
En mukaddes gün Hacc-ı Ekber (yâni Kurban bayramının ilk) günüdür, dediler. Resûl-i Ekrem (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) :
İşte bu beldeniz (Mekke) de, bu (Zilhicce) ayınızda bu (bayram) gününüz nasıl mukaddes bir gün ise şüphesiz kanlarınız (yâni canlarınız) , mallarınız ve ırzlarınız kendi aranızda (her yerde ve her zaman) öyle mukaddestir. Dikkat ediniz! Hiç bir suçlu kendi nefsinden başka kimse aleyhine suç işlemez (Yâni onun suçundan dolayı başkası cezalandırılmaz). Evlâd babasının suçundan dolayı cezalandırılmaz. Baba da evlâdının suçundan dolayı mu ah aza edilmez.
Bilmiş olunuz ki, şeytan bu beldeniz (Mekke) de (Allah'tan başkasına ibâdet edilmekle) kendisine itaat edilmekten kesinlikle ebedî surette ümidini yitirmiştir. Lâkin küçümsediğiniz bâzı işlerinizde ona uymak işi vuku bulacak, bu da onu memnun edecektir.
(Ey insanlar)! Bilmiş olunuz ki, Câhiliyet devrinden kalma kan gütme dâvalarının hepsi iptal edilmiştir. Anılan kan dâvalarından ilga ettiğim ilk kan dâvası Abdulmuttalib'in oğlu el Hâris'in kan davasıdır. (El-Hâris, Beni Leys kabilesinde çocuğu için süt anasını arıyordu. Hüzeyl kabilesi onu öldürmüştü).
(Ey insanlar)! Bilmiş olun ki Câhiliyet devrinden kalma faizin her nevi iptal edilmiştir. Mallarınızın sermayesi sizin hakkınızdır. Zulüm etmeyiniz ve zulmolunmayınız, buyurdu.
Resûl-i Ekrem (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) bundan sonra üç kez:
Dikkat ediniz! Ey Ümmetim, Ben (Allah'ın emrini) tebliğ ettim mi?, diye sordu. Sahâbîler (Radıyallâhü anhüm) :
Evet, diye cevab verdiler. Resûl-i Ekrem (SallaHahü Aleyhi ve Sellem) :
Allahım şâhid ol, Allahun şâhid ol, Allahım şâhid ol, dedi." [253]
Bu hadîsin baş kısmı, yâni Câhiliyet devrinden kalma kan gütme davalarıyla ilgili bölümden önceki kısım T i r m i z î tarafından da rivayet edilmiştir.
Kurban bayramı gününün, Zilhicce ayının ve Mekke'nin mukaddesliği ifâdesinden maksad anılan zamanlarda ve yerlerde işlenen günahların ve özellikle savaşmanın vebalinin ağırlığıdır. Resûl-i Ekrem (Aleyhi's-salâtü ve's-selâm) müslümanlarm canları, malları ve ırzları anılan gün, ay ve belde gibi mukaddestir buyurmakla bir benzetme yapmıştır. Çünkü herkes anılan zaman ve yerde cana, mala ve ırza saldırma günahının çok daha büyük olduğuna inamyordu. Resûl-i Ekrem (Aleyhi's-salâtü ve's-selâm) bu benzetme ile diğer zamanlarda ve başka yerlerde anılan suçları işlemenin günahının da çok büyük olduğunu bildirmek istemiştir.
Hadisin; "Hiç bir suçlu kendi nefsinden başka kimse aleyhine suç işlemez" cümlesiyle kasdedilen mânâ tercemede parantez içi ifâde ile belirtilmiştir. Bu cümlede geçen Cinayet : Dünyada veya âhirette azâb veya kısası gerektiren suç ve günah mânâsmı ifâde eder. Bir kimse böyle bir günah ve suç işlerse cezası ve azabı ancak kendisine aittir. Başkası onun yerine cezalandırılmaz veya tâzib edilmez. Câhiliyet devrinde bir kimse bir suç işlediği zaman onun yakınlarından da intikam alınırdı. Hadîste geçen bu cümle ile bunun arkasında gelen cümleler bu kötü âdetin bâtıl ve zulüm olduğuna da delâlet eder. Baba ile evlâd en yakın akraba oldukları için bunlardan birisi suç işlediği zaman onun yerine diğerinin muâhaza edilemeyeceği özellikle belirtilmiştir.
Hiç bir evlâdın, babasının işlediği suçtan veya hiç bir babanın evlâdının işlediği suçtan dolayı muahaza edilemeyeceği mânâsına yorumlanan cümleler şöyle de yorumlanabilir -. Hiç bir baba evlâdı hakkında suç işleyemez ve hiç bir evlâd babası hakkında suç işleyemez.
Baba ile evlâdın birbirine karşı iyi davranmaları ve kötülük istememeye dikkat etmeleri önemli olduğu için özellikle bu durum belirtilmek istenmiş olabilir.
Hadîsin "Câhiliyet devrinden kalma kan gütme dâvalarının hepsi iptal edilmiştir" mealindeki cümleden maksad şudur: Câhiliyet devrinde işlenmiş olan cinayetlerden dolayı cani hakkında ne kısas, ne diyet ne de kefaret cezası uygulanmaz. Ama İslâmiyet döneminde işlenen cinayetler hakkında konulan cezalar tatbik edilir. Hadiste geçen cümle ile bu hükmün tatbik edilmemesi ve suçluların cezasız bırakılması anlamı kasdedilmemiştir.
Resûl-i Ekrem (Aleyhi 's-salâtü ve's-selâm) 'in ilk iptal ettiği kan dâvası, amcası e 1 - H â r i s' in kan dâvası idi. Müellifimizin rivayetinin zahirine göre H ü z e y I kabilesi tarafından öldürülen kişi, el-Hâris bin Abdilrau ttalib1 tir. Müellifimizin Câbir bin Abdillah (RadıyaUâhü anhümâ) 'den rivayet ettiği 3074 nolu hadîste ise Hüzeyl kabilesi tarafından öldürülen zâtın Rebia bin el-Hâris olduğu bildirilmiştir. Müslim ile Ebü Davud'un Câbir (Radıyallâhü anh) 'den olan rivayetlerinde ise söz konusu kanın R e b î a' nın oğlunun kanı olduğu ifâde edilmektedir.
Yukarda belirtilen değişik rivayetlerle ilgili olarak N e v e v İ özetle şöyle der:
"Kadı Iyâz: Müslim'in bâzı rivayetlerinde anılan kanın Rebia bin el-Hâris'in kanı olduğu belirtilmiştir. Ebû Dâvûd da böyle rivayet etmiştir. Ancak bu rivayetin bir zühul eseri olup doğrusunun anılan kanın Rebia' nın oğluna âit olduğu söylenmiştir. Çünkü Rebîa bin el-Hâris Peygamber (Aleyhi's-salâtü ve's-selâm)'den sonra da Ömer bin el-Hattâb (Radıyallâhü anh) 'in hilâfeti dönemine kadar yaşamıştır. Ebû Ubeyd söz konusu kanın R e b i a' ya âit rivayetleri, Rebia1 nın kan davacısı olduğu yolunda yorumlamıştır. Çünkü öldürülen oğlunun velisi kendisidir. Bu nedenle Rebia1-nın ifadesi kullanılmıştır, diye bilgi vermiştir.
Alimlerin cumhuru ve tahkik edici ilim ehli demişler ki, öldürülen kişi îyas bin Rebia bin el-Hâris bin Ab-dllmuttalib' tir, Öldürülen 1 y a •, emekleye enukltye
evler arasında dolaşan küçük yaşta bir çocuktu. Benî S a * d kabilesi ile Benî Leys kabilesi arasında çıkan bir çatışma esnasında ona bir taş değmekle öldürülmüştü.*'
Tekmile yazarı da Ebû Dâvûd'un rivayet ettiği C â -b i r' in hadîsini açıklarken Rebîa bin el-Hâris'in kanı ve İbn-i Rebia' nın kanı yolundaki iki rivayetle ilgili olarak : Doğru olan rivayet anılan kanın Rebîa1 nın oğluna âit olanıdır, der.
Yukarda açıklanan bilgi ışığında müellifimizin rivayeti hakkında şöyle söylemek mümkündür: Öldürülen maktul Peygamber (Aleyhi's-salâtü ve's-selâm)'in amcası e 1-H â r i s'in torunu olduğu için el-Hâris veli olarak kan davacısı durumunda idi. Bu nedenle kan e 1 - H â r i s ' e izafe edilerek onun kanı, denilmiştir. Hadisin metninde parantez içinde bulunan ifâde öldürülen çocuk hakkındadır. Yâni e 1 - H â r i s ' in torunu Leys kabilesinde emzikli çocuk idi ve Hüzeyl kabilesi tarafından öldürülmüştü.
Câhiliyet devrinde vuku bulmuş olan bu cinayetle ilgili kan dâvası Resûl-i Ekrem (Aleyhi's-salâtü ve's-selâm)'in amcası oğullarına âit olduğu için Resûl-i Ekrem (Aleyhi's-salâtü ve's-selâm) önce bu dâvayı iptal buyurmakla tüm müslümanlara örnek olmuştur.
Hadisin bundan sonraki bölümünde faizin her çeşidinin ilga ve iptal edildiği, faizli para verenlerin ancak verdikleri parayı geri alacakları, faizini alamıyacaklan ve böylece ne zulüm etmiş ne de zulme uğramış olacakları bildirilmekte ve sonunda ilâhî emirlerin aynen tebliğ edildiğinin orada bulunan müslümanlarca açıklanması istenmiştir. Müslümanlar da bu güzel şâhidliği yaptıktan sonra Resûl-i Ekrem (Aleyhi's-salâtü ve's-selâm) üç kez "Allahım şâhid ol" buyurmuştur.
3056) Cübeyr bin Mut'un (Kadıyallâhü ank)'âen; Şöyle demiştir:
Besûlullah {Sallallahü Aleyhi ve Sellem) Minâ*nın el-Hayf (denilen dere kenarın) da ayağa kalkarak şöyle buyurdu:
Allah, benim sözümü işitip de (başkasına) tebliğ eden adamın yüzünü ağartsın. Çünkü fıkıh (kaynağı olan hadisleri) ezberleyen nice adamlar fıkıhçı değiller ve fıkıhçı olan nice (hadis) hafızları kendilerinden daha kuvvetli fıkıhçı]ara (hadisleri) iletebilirler. Üç meziyyet vardır ki müslüman bir kişi onlara sahip olduğu sürece kalbi, kin, hıyanet ve husûmet beslemez: Ameli, tam bir ihlâsla sırf Allah rızâsı için işlemek, mü si umanların başındaki yöneticilere hayır dilemek ve müslumanların cemaatından ayrılmamak. Çünkü müslüman cemaatının daveti, arkalanndakileri de kaplar."
Not: Zevâid'de şöyle denilmiştir: Bunun senedinde bulunan Muhammed bin îshâk tedlisçi olup bunu an'ane ile rivayet etmiştir. Hadisin metni bu haliyle sahihtir, [254]
Bu hadîs, notta belirtildiği gibi Zevâid nevindendir. Ancak müellifimizin 230. hadîsi bunun benzeridir. Yine müellifimizin 231. hadîsi buna benzer ve ilk râvîsi bu hadîsin râvîsidir. Hadisin izahı orada yapıldığı için burada tekrarlamaya gerek yoktur. Oraya müracaat edilmesi tavsiye olunur.
3057) Abdullah bin Mes'ud (Radtyallâkü anAJ'den rivayet edildiğine göre:
Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem> Arafat'ta muhadrama (yâni kulakları kesik gibi küçücük olan) devesi üstünde olduğu halde şöyle buyurdu, demiştir:
(Ey sahâbilerim!) Bu gün hangi gündür, bu ay hangi aydır ve bu belde hangi şehirdir biliyor musunuz? diye sordu. Sahâbîler (Ea-dıyallâhü anhüm) :
Bu belde mukaddes bir şehirdir, bu ay mukaddes bir aydır ve bu gün mukaddes bir gündür, diye cevab verdiler. (Bunun üzerine Resûl-i Ekrem (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) :
Bilmiş olunuz ki bu şehriniz (Mekke) de, bu (Arefe) gününüzde, bu (Zilhicce) ayınız nasıl mukaddes ise, mallarınız ve canlarınız da şüphesiz size haram ve mukaddestir.
(Ümmetim!) İyi biliniz ki: Ben Kevser havuzu başında öncünüzü m (yâni orada muhtaç olduğunuz şeylerin önceden hazırlayıcısı-yım) ve diğer ümmetlere karşı çokluğunuzla Övünürüm. Artık (çok günahlar işlemekle) siz benim yüzümü karartmayınız (yâni beni Allah'a karşı mahcub etmeyiniz).
Bilmiş olunuz ki: Ve ben (kıyamet günü) bâzı insanları kurtaracağım. Bâzı insanlar da benden kurtarılacak (yâni zebaniler onlan götürecekleridir. Bent Yâ Rabbi! Arkadaşcıklanm (ne olacaklar?) diyeceğim. Allah şöyle buyuracak:
Senden sonra onların neler ihdas ettiklerini bilmiyorsun."
Not: Zevâid'de şöyle denilmiştir: Bunun senedi sahihtir.
3058) İbn-i Ömer (Radıyallâhü anhiimâ)'dan rivayet edildiğine göre :
Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) Veda haccuıda bayramın ilk günü cemreler arasında durdu. Sonra Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) (beraberinde bulunanlara hitaben) :
— Bu gün hangi gündür? diye sordu. Sahâbüer (Radıyallâhü an-hüm) :
— Nahr (Kurban bayramı) günüdür, dediler. Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) :
— Peki bu şehir hangi şehirdir? diye sordu. Sahâbîler (Radıyallâhü anhüm) :
— Bu şehir, Mukaddes beldetullah (Mekke) dir, dediler. Resûl-i Ekrem (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) :
— Peki bu ay hangi aydır? buyurdu. Sahâbiler (Radıyallâhü anhüm) :
— Bu ay, Allah'ın mukaddes ayıdır, diye cevab verdiler. Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) :
— Bu gün, hacc-ı Ekber günüdür. Bu ayda, bu günde bu beldeniz nasıl mukaddes ise, canlarınız, mallarınız ve ırzlarınız da size mukaddestir, buyurdu. Sonra•.
Ben (Allah'ın emrini) tebliğ ettim mi? buyurdu, Sahâbîler:
— Evet, diye cevab verdiler. Bunun üzerine Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) :
Allahım şâhid ol, demeye başladı. Daha sonra halka veda etti. Bu nedenle sahâbîler; Bu hac. Veda hacadır, dediler." [255]
Bu hadîsi B u h â r î ta'likan rivayet etmiştir. Ebü Dâvûd da kısa olarak rivayet etmiştir.
Bu hadiste Resûl-i Ekrem (Aleyhi's-salâtü ve's-selâmî Kurban bayramının ilk gününe Hacc-ı Ekber günü ismini vermiştir. Gerek bu hadis ve gerekse Tekmile'de nakledilen bâzı hadisler Hacc-ı Ek-ber'in Kurban bayramının ilk günü olduğuna delâlet eder. Cumhur ve mezheb imamları bu hadislere dayanarak böyle hükmetmişlerdir. Bayramın ilk gününe "Hacc-ı Ekber = En büyük hac" günü isminin verilmesi sebebi ise cemreye taş atmak, kurban kesmek, saç tıraşı olmak, farz tavafı ifa etmek gibi haccın bir çok vecibelerinin bu günde yerine getirilmesidir.
İbn-i Sirin'e göre Hacc-ı Ekber günü Resûl-i Ekrem (Aleyhi's-salâtü ve's-selâm)'in ifa ettiği Veda haccına mahsustur. Çünkü o hacc'a Resûl-i Ekrem (Aleyhi's-salâtü ve's-selâm) bizzat katıldığı gibi o gün yahûdilerin, hıristiyanların ve müşriklerin bayram gününe tesadüf etmişti. Resûl-i Ekrem (Aleyhi's-salâtü ve's-selâm) o sıralarda nazil olan N a s r sûresinden vefatının yaklaşmış olduğunu sezdiği için o gün müslümanlara veda etmiş, halka büyük bir hitabede bulunmuş, onlara hac menâsikini bildirmiş, ve câhiliyet devrinin hükümlerini iptal etmişti. Böyle bir gün ne geçmişti ne de gelecekti. Bu itibarla gerek müslümanlar ve gerekse diğer halk o günün muazzamlığım anlamışlardı.
Ömer bin el-Hattâb (Radıyallâhü anhümâ) ile oğlu Abdullah'a göre Hacc-ı Ekber, Arefe günüdür. Onlardan böyle bir rivayet var ise de, diğer rivayetler karşısında tutarsız kalır. [256]
1. Kurban bayramının ilk günü Hacc-ı Ekber günüdür. Bu duruma göre Hacc-ı Asğar, yâni en küçük hac ise umre'dir.
2. Müslümanların canları, malları ve ırzları mukaddestir. Kimseye helâl değildir. Şöyle ki müslümanm kanı ve canı hem kendisine hem de başkasına haramdır. Yâni kişi kendi nefsini intihar etmeye yetkili olmadığı gibi başkası da onu öldürmeye yetkili değildir. Meğer ki şer'i hükümlere göre öldürülmesine karar verilmiş ola. O zaman da yine şer'î hükümlerin ışığı altında öldürülür. Keza müslümanm malı da mukaddes ve haramdır. Kimse buna tecâvüz etmeye yetkili değildir. Müslümanm ırzı, şeref ve haysiyeti de böyledir. Kimsenin bunlara saldırmaya hakkı ve yetkisi yoktur.
3. Hiç kimse başkasının işlediği suçtan dolayı muahaza edilemez, cezalandırılanı az. Âhirette de herkes işlediği suçtan dolayı muahaza edilir. Kimse, kimsenin işlediği günahtan dolayı tâzib edilmez.
4. Faizin her nevi haramdır.
5. Resûl-i Ekrem (Aleyhi's-salâtü ve's-selâm)'in hadislerini rivayet etmek, kutsal bir görevdir.
6. Müslüman işlediği hayırlı işleri sırf Allah rızâsı için yapmalı, müslümanlann yöneticileri hakkında iyi dilekte bulunmalı ve tefrikadan, bozgunculuktan sakınmalıdır. Bu meziyetlere sâhib olan bir müslümanm kalbi kin ve hiyânetten uzak kalır.
7. Hac münâsebetiyle Arefe günü A r a f â t' ta ve Kurban bayramının birinci günü M i n â' da birer hutbe okunması meşrudur. [257]
1. Hanefîler ile Mâlik'e göre hac hutbeleri üç tanedir : Bunlar Zilhicce ayının yedinci, dokuzuncu ve on birinci günlerinde okunur.
2. Ş â f i i' ye göre ise dört hutbe okunur: Bunlar, Z i 1 h i c -c e ayının yedinci, dokuzuncu, onuncu ve on birinci günlerinde okunur.
3. A h m e d' e göre ise hac hutbeleri üçtür : Bunlar, mezkûr ayın dokuzuncu, onuncu ve on ikinci günlerinde okunur.
Hanefiler, Mâlik ve Şafii'ye göre devlet başkanı veya hac emîri Zilhicce ayının yedinci günü M e k k e ' de öğle namazından sonra bir hutbe okur. Bu hutbeyi okumak sünnettir. Hutbede Mekke' den M i n â ' ya çıkış anından Arefe günü öğle namazına kadar yapılması istenen hac menâsiki hakkında hacılara bilgi verilir. Şayet o gün Cumâ'ya rastlarsa Cuma hutbesi okunur ve Cuma namazı kılınır. Namazdan sonra bu hutbe okunur. Çünkü sünnet olan bu hutbenin öğle namazından sonraya bırakılmasıdır. Cuma hutbesi ise bilindiği gibi Cuma namazından önce okunması şarttır.
A h m e d' e göre o gün hutbe okumak sünnet değildir. Herhalde bu hutbe hakkındaki hadîs ona göre sahih değil veya ona intikal etmemiştir.
Arefe günü hutbesi ile bayram günü hutbesi bu babın hadislerinde ve benzeri hadislerde mevcuttur.
Bayramın ilk gününden sonraki günlerde okunan hutbenin bayramın ilk günü okunan hutbenin aynisi olduğu, Ebû Dâvûd ile Beyhaki' nin rivayet ettikleri ve Beni Bekir kabilesinden iki sahâbi'ye âit bir hadîsten anlaşılmaktadır. [258]
3059) Âişe ve İbn-i Abbâs (Radtyallâhü anhüm)'den rivayet edildiğine göre:
Peygamber (Sallalîahü Aleyhi ve Sellem) ziyaret tavafını (bayramın birinci gününü ikinci gününe bağlayan) geceye tehir etmiştir."
3060) Abdullah bin Abbâs (Radtyallâhü anhümâyâan rivayet edildiğine göre:
Peygamber (Sallalîahü Aleyhi ve Sellem) ifaza (yâni ziyaret) tavafının yedi şavtında (turunda) remel etmemiş (yâni hızlı ve çalımlı yürümemiş) tir.
(Râvî) Atâ demiş ki ifâza tavafında remel (yâni hızlı ve çalımlı yürümek) yoktur." [259]
Bu babın ilk hadîsini Tirmizî, Ebû Dâvûd, Ah-med ve Beyhaki de rivayet etmişler, B u h â r i de bunu ta'Iiken rivayette bulunmuştur.Bu hadîsin zahiri, müellifimizin 3074 nolu Câ b i r (Radıyal-lâhü anh)'ın hadîsine muhaliftir. C â b i r ' in hadîsi Müslim ve A h m e d tarafından da rivayet edilen sahih bir hadîstir. Keza Buharı, Müslim, Ebû Dâvûd ve Nesâî' nin rivayet ettikleri î b n-i Ömer (Radıyallâhü anh)'ın hadîsine de muhaliftir. Çünkü Câbir ile İbn-i Ömer'in hadislerinde Resûl-i Ekrem (Aleyhi's-salâtü ve's-selâm)'in ziyaret tavafım bayramın ilk günü gündüz ettiğine delâlet ederler.
Tekmile yazan yukardaki bilgiyi verdikten sonra bu babın hadisi zayıftır. Çünkü Ebû Zübeyr tedlisçidir ve an'ane ile rivayette bulunmuştur. Câbir ile İbn-i Ömer'in hadîsleri ise sahihtir.
İbnü'1-Kayy im: Ebû Zübeyr'in hadîsi açık bir galattır, Resûl-i Ekrem (Aleyhi's-salâtü ve's-selâm) 'in bilinen uygulamasına muhaliftir. (Çünkü Resûl-i Ekrem (Aleyhi's-salâtü ve's-selâm)'in ziyaret tavafını bayramın.ilk günü gündüz ettiği sabittir.) E b'ü Z ü b e y r' in hadîsi faraza sahih ise şöyle yorumlanır: Bu hadisten maksad ziyaret tavafının geceye tehir edilmesine Resûl-i Ekrem (Aleyhi's-salâtü ve's-selâm) cevaz vermiştir. O'nun bunu caiz sayması O'nun bu tavafı bizzat geceye tehir ettiğini gerektirmez, demiştir.
Sindi de bu yorumu beyân ettikten sonra şu ikinci yorumu bildirir : Bu hadisteki ziyaret tavafından maksad haccın farzlarından olan ziyaret tavafı değil de nafile tavaf olabilir. Bu takdirde kasde-dilen mânâ şudur: Resûl-i Ekrem (Aleyhi's-salâtü ve's-selâm) M i-n â gecelerinde nafile tavafa giderdi, gündüz gitmezdi.
Bu babın ikinci hadisini Ebû Dâvûd, Nesâi ve Beyhaki de rivayet etmişlerdir. Bu hadîs, ifaza tavafında Remel denilen hızlı ve çalımlı yürümenin me<?ı û olmadığına delâlet eder. Tavaftan sonra Safa ile M e r v e arasında sa'y yok ise tavafta Remel meşru değildir. Safa ile M e r v e arasında sa'y. Arafat'a çıkmadan da yapılabilir. Böylece yapılmış ise artık ziyaret tavafında Remel söz konusu değildir. Câbir (Radıyallâhü anh)'ın 3074. hadisinde Resûl-i Ekrem (Aleyhi's-salâtü ve's-selâm)'in Arafat'a çıkmadan önce Safa ile Merve arasında sa'y ettiği bildirilmiştir. [260]
Bilindiği gibi ziyaret tavafı haccın farzlarından birisidir. Bu tavafa ifâza tavafı ve rükün tavafı da denilir. Sahih hadîslerle sabit olduğu gibi Resül-i Ekrem (Aleyhi's-salâtü ve's-selâm) bu tavafı bayramın birinci günü gündüz ifa etmiştir. Bu itibarla en müstehabı anılan tavafı bayramın birinci günü henüz güneş batmamış iken etmektir. Bir kimse bunu o gün yapmayıp gece veya teşrik günlerinde, yâni bayramın diğer günlerinde yaparsa farz yerine getirilmiş olur ve ceza kurbanı da gerekmez. Bu hususta icmâ vardır.
Şayet bir kimse mezkûr tavafı teşrik günlerinden sonraya kadar geciktirir ve bundan sonra ederse Mâlik, Şafii, Ahmed ve Cumhura göre farz yerine gelmiş olur ve o kimseye ceza kurbanı da gerekmez. Hanefîler'e göre ceza kurbanı kesmek gerekir.
Hanefi mezhebindeki bir kavle göre bir kimse anılan tavafı bayramın üçüncü günü akşamına kadar yapmayıp bundan sonra yaparsa yine ceza kurbanı kesmesi gerekir. [261]
3061) Muhammed bin Abdirrahman bin Ebî Bekir (Radtyaüâhü an-hüm)'âen rivayet edildiğine göre şöyle demiştir:
Ben (bir defa) İbn-i Abbâs (Radıyallâhü anhümal'nin yanında oturuyordum. Bir adam onun yanına geldi. İbn-i Abbâs (Radıyallâhü anhüma), adama:
— Nereden geldin? diye sordu. Adam:
— Zemzem'den (geliyorum), dedi. İbn-i Abbâs (Radıyallâhü anhüma) ona:
— Zemzemden lâyıkıyla içtin (mi?), dedi. Adam:
— Bu nasıl olur?, diye sordu. İbn-i Abbâs (Radıyallâhü anhümâ):
— Zemzem'den su içmek istediğin zaman kıbleye doğru dur, Allah'ın ismini an, Zemzem suyunu içerken üç defa nefes al ve ondan kana kana iç. Zemzem suyunu böylece içtikten sonra Allah (Azze ve Celle)'ye hamdet. Çünkü Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) buyurdular ki -.
Bizimle münafıklar arasındaki alâmeti farika onların Zemzem'den kana kana içememeleridir."
Not: Zevâid'de şöyle denilmiştir : Bu hadîsin senedi sahih ve ravlleri güvenilir zâtlardır.
3062) Câblr bin Abdillah (Radıyallâhü anhümâ)'dan rivayet edildiğine göre:
Kendisi Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'den şu hadîsi işitmiştir ■.
Zemzem suyu ne maksadla içilirse onun için (yararlı) dır."
Not: Suyûü bu kitabın haşiyesinde : Bu hadîs diller üstünde çok meşhur bir hadîstir. Hadîs hafızlan bu hadîsin sıhhati hususunda ihtilâf etmişlerdir. Bâzılarına göre sahih, bir kısmına göre hasen, diğer bir kısmına göre zayıftır. Kuvvetli olan görüş ilk görüştür, demiştir.
Zevâid'de de şöyle denilmiştir : Râvi Abdullah bin el-Müemmel'in zayıflığı sebebiyle bu sened zayıftır. El-Hâkim bu hadîsi el-Müstedrek'te İbn-i Abbâs yoluyla rivayet ederek, senedinin sahih olduğunu söylemiştir. Sindi de : Ben diyorum ki âlimler bu hadîsin hükmünü denediklerini ve bildirilen sonucu aldıklarını anlatmışlardır. <Yâni zemzem suyu açlığı gidermek, susuzluğu gidermek, bir hastalıktan kurtulmak gibi ne niyetle içilirse Allah'ın lütfü ile o niyete uygun sonuç alınır. Bu durum tecrübelerle sabittir,) der. [262]
3063) İbn-i Ömer (Radtyallâhü anhümâyâan; Şöyle demiştir:
Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem), (Mekke'nin) fetih günü, beraberinde Bilal (bin Rab âh) ve Osman bin Şeybe olduğu halde Ka'be'ye girdi ve kapıyı içerden kilitlediler. Sonra Ka'be'den çıktıkları zaman, Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) in Ka'be'nin neresinde namaz kıldığım Bilâl'a sordum. Bilal, O'nun Ka'be'ye girdi-ğinde sağında kalan iki direk arasında ve yüzüne karşı gelen duvara doğru namaz kıldığını bana haber verdi.
Sonra ben, Resûlullah {Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'in kaç rekât namaz kıldığını Bilâl'a sormamış olmaklığımdan dolayı kendi nefsimi kınadım." [263]
Bu hadîsin birer benzerini Buhâri, Müslim, Ebû Dâvûd, Mâlik ve Beyhaki de rivayet etmişlerdir.
Ka'be-i Muazzama 15 mt. yüksekliğindedir. Kuzey duvarının uzunluğu 10 m\ civarındadır. Güney duvarının uzunluğu ise 10 m . 25 cm.dir. Batı duvarı 12 m:. 15 cm. uzunluğunda olup bunun karşısına gelen doğu cephesinin uzunluğu ise 11 mt. 88 cm.dir. Kapısının eşiğinin yerden yüksekliği de yaklaşık olarak 2 m .dir.
Mekke' nin fetih günü Resûl-i Ekrem (Aleyhi 's-salâtü ve's-selâm) 'in hadiste isimleri anılan sahâbîlerie Ka'be-i Muazzama' ya girmesinden sonra kapının içerden kilitlenmesinin sebebi; ya izdihamı ve halkın tahaccümünü önlemektir ya da O'nun sükûnet ve huzur içinde ibâdet etmesine yardımcı olmaktır.
Ebû Dâvûd'un rivayetinde belirtildiğine göre o zaman K a ' b e ' nin içinde 6 aded direk bulunurdu. Tekmile'de beyân edildiğine göre direk sayısı sonradan 5'e indirilmiştir. [264]
1. Bir sahâbi'nin diğer bir sahâbî'den hadîs rivayet etmesi caizdir. Çünkü î b n - i Ömer (Radıyallâhü anh), Bilâl (Ra-dıyallâhü anh) 'den rivayette bulunmuştur.
2. Dinî bir konuyu sormak isteyen kimse en üstün âlime sormakla mükellef değildir. Yâni konuyu ehil ve liyakatli olan bir başkasına sorabilir. Çünkü îbn-i Ömer (Radıyallâhü anh) söz konusu durumu Resûl-i Ekrem (Aleyhi's-salâtü ve's-selâm)'e sorma-yıp Bilâl (Radıyallâhü anh) 'a sormuştur.
3. Hadîs, I b n - i Ömer (Radıyallâhü anh) 'in Resûl-f Ekrem (Aleyhi's-salâtü ve's-selâm)'in izinde yürümeye olan düşkünlüğünü ifâde eder.
4. Ka'be-i Muazzama'ya girmek hacı olan ve olmayan her ziyaretçi için müstehabtır. Ancak şunu da belirteyim : Ka'be-i Muazzama'ya girmek hac menâsikinden, yâni hac ibâdeti esnasında yapılması istenen ödevlerden değildir. Cumhurun görüşü budur. Kurtubi' nin anlattığına göre bâzı ilim adamları bunu hac menâsiki içinde mütalâa etmişlerdir.
Ka'be-i Muazzama' nın içine giren ziyaretçi çok edeb-li ve mütevazı olmalı, gözlerini secde yerinden ayırmamak, yukarı kaldırmamalı, K a ' b e ' nin tavanına ve duvarlarına bakmamah-dır. Allah (Azze ve CelleVnin yüceliğini ve azametini düşünüp başını ve yüzünü havaya kaldırmaktan sakınmalıdır.
5. K a' b e' nin içinde namaz kılmak meşru ve müstehabtır. Bu konuda âlimlerin ayrıntılı bilgileri şöyledir:
Hanefîler, Şafii, Ahmed, Sevri ve Cumhura göre K a' b e' nin içinde farz ve nafile namaz kılmak caizdir. M â I i k î 1 e r' den Ibn-i Abdilhakem de böyle demiş ve Ibn-i Abdilber ile İbnül'arabi de onun görüşünü desteklemişlerdir. Bu görüşteki âlimler bu hadîsi delil göstermişlerdir.
M â 1 i k ' e göre ise K a ' b e ' nin içinde ancak nafile namaz kılmabilir, farz namaz kılınamaz. Ahmed' den de böyle bir rivayet vardır.
îbn-i Abbâs (Radıyallâhü anh)'a göre ne farz ne de nafile hiç bir namaz K a ' b e ' nin içinde kılınamaz. Mâliki mezhebi ile Zahiriye mezhebi mensublarından bâzıları da böyle demişlerdir. Bunların delili şudur.- Namazda K a' b e ' ye doğru durmak şarttır. Ka'be' nin içinde namaz kılındığı zaman K a' -b e ' nin bir kısmına sırt çevirilmiş olur.
Kuvvetli görüş ilk görüştür. Çünkü Resül-i Ekrem (Aleyhi's-sa-lâtü ve's-selâm). K a ' b e ' de namaz kılmış, kılmayı yasaklamamış* tır. Ve burada farz namaz ile nafile namaz arasında bir ayırım hükmü de vârid değildir.
Resûl-i Ekrem (Aleyhi's-salâtü ve's-selâm) 'in K a' b e' de iki rekât namaz kıldığı Buhâri ve Müslim'in îbn-i Ömer (Radıyallâhü anh)'den rivayet ettikleri bir hadîs ile başka hadîslerle sabittir.
3064) Âişe (Radtyallâhü ö»#â)'dan; Şöyle demiştir :
Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) benim yanımdan sevinçli olarak çıkıp gitti. Bir süre sonra üzgün olarak yanıma döndü. Beni
Yâ Re sû I allan! Sen sevinçli olarak yanımdan çıktın ve üzgün olarak döndün? dedim. Resûl-i Ekrem (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) şöyle buyurdu t
«Ben Ka'be'ye girdim. Ama keski girmeseydim. Çünkü (girmek-ligimle) ümmetime güçlük çıkarmış olduğumdan korkarım.»" [265]
Bu hadisi Tirmizi, Ahmed, Hâkim ve Beyha-k î de rivayet etmişlerdir. Ebû Dâvûd da bunu benzer cümlelerle rivayet etmiştir.
Resûl-i Ekrem (Aleyhi's-salâtü ve's-selâm) K a' b e' ye girdiğine pişman olmuş ve bir daha girmemeye karar vermiştir. Bunum sebebini de beyân buyurmuştur. Şöyle ki, mü'minler Resûl-i Ekrem (Aleyhi's-salâtü ve's-selâm)'in sünnetine olan düşkünlükleri nedeniyle K a ' b e ' ye girmek için can atacaklar, girmeye çalışırken büyük izdihamlar meydana gelecek ve çokları sıkıntı çekecek. Hattâ bu yüzden başkasına eziyet edebilirler veya kendileri zarara uğrayabilirler. Bâzıları da girmek imkân ve fırsatını bulamadan memleketlerine dönecek ve bu sünneti yapamamanın üzüntüsünü duyacaklar. Resûl-i Ekrem (Aleyhi's-salâtü ve's-selâm)'in endişe duyduğu güçlük budun[266]
l. Resûl-i Ekrem (Aleyhi's-salâtü ve's-selâm) Mekke' nin fetih yılından başka bir yılda K a ' b e ' ye girmiştir. Çünkü Â i ş e (Radıyallâhü anhâ) Mekke1 nin fetih seferinde bulunmamıştır. Ancak Veda haccı seferinde hazır bulunmuştur. B e y h a k î bu durumu kesinlikle beyân etmiştir.
Îbnü'l-Kayyim ve bir grub: Peygamber (Aleyhi's-salâtü ve's-selâm) Veda haccı seferinde K a ' b e ' ye girmemiştir. Ancak Mekke' nin fetih seferinde K a ' b e ' ye girmiştir, derler ve bu hadîse şöyle cevab verirler; Peygamber (Aleyhi's-salâtü ve's-selâm) 'in, fetih seferinden dönüp Medine-i Münevvere'-ye vardıktan sonra  i ş e (Radıyallâhü anhâ)'ya bu buyruğu söylemiş olması muhtemeldir.
İbnü'l-Kayyim ve beraberindeki grubun bu yorumu cidden uzak bir ihtimaldir.
2. K a ' b e' ye girmek hac menâsikinden değildir. Cumhurun görüşü de böyledir. Bu durumu bundan önceki hadisin izahı bölümünde de anlattım. [267]
M i n â geceleri; Kurban bayramının birinci, ikinci ve üçüncü günlerini ertesi günlere bağlayan üç gecedir. Hacılar bu geceleri M i n â' da geçirmelidir. Ancak bayramın üçüncü günü Minâdan ayrılanlar o günü ertesi güne bağlayan geceyi M i n â' da geçirmekle mükellef değiller. Bu bâbta rivayet edilen hadîsler Resûl-i Ekrem (Aleyhi's-salâtü ve's-selâm)'in amcası A b b â s (Radıyallâhü anh)'a Sikaye, yâni hacıları Zemzem suyundan suvarmak hizmetini ayarlaması için anılan geceleri M e k k e' de geçirmesine izin verdiğine delâlet eder. Hadîslerden çıkarılan hükümleri ve Minâ gecelerini Mi n â' da geçirmek hükmü hususundaki görüşleri hadîslerin izahı bölümünde anlatılmak üzere şimdi hadislerin terceme-sine geçelim.
3065) İbn-i Ömer (Radıyallâhü anhümâ)'dan rivayet edildiğine göre :
Abbâs bin Abdilmuttalib (Radıyallâhü anh), sikâye (hacıları Zemzem suyundan suvarmak) hizmeti için Minâ günlerinde geceleri Mekke'de geçirmek üzere Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'den izin istedi. Resûl-i Ekrem (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) de ona izin verdi.'*
3066) İbn-i Abbâs (Radtyallâhü anhümâydan; Şöyle demiştir:
Resûlullah {Sallallahü Aleyhi ve Sellem) hiç kimseye (Minâ gecelerinde) geceyi Mekke'de geçirmek ruhsatını (yâni müsaadesini) vermedi. Yalnız (Abdulmuttalib oğlu) Abbâs'a sikaye hizmetinden dolayı müsaade etti." [268]
îbn-i Ömer (Radıyallâhü anhJ'ın hadisini B u h â r i, Müslim, Ebü Dâvûd, Ahmed ve Şafiî de rivayet etmişlerdir. İbn-i Abbâs (Radıyallâhü anh)'ın hadîsinin kimler tarafından da rivayet edildiği hususuna bakılsın. Çünkü ben rastlayamadım.
Sikâye: Yukarda da anlattığım gibi hacılara Zemzem suyunu ikram etmek, onları suvarmak demektir. Peygamber (Aleyhi's-salâtü ve's-selâm) 'in baba babası Abdulmuttalib1 ten sonra bu hizmetin mütevelliliği Abdulmuttalib'in oğlu ve Peygamber (Aleyhi's-salâtü ve's-selâm) 'in amcası Ab b â s ' a tevdî edilmişti. Câhiliyyet devrinde îslâm dönemine kadar bu iş Abbâs (Radıyallâhü anhJ'ın elinde idi. Resûl-i Ekrem (Aleyhi's-salâtü ve's-selâm) Peygamber olduktan sonra bu işi ona bıraktı. Bu nedenle Sikâye görevi bu güne dek Abbâs (Radıyallâhü anhî'ın oğulları tarafından ifa edüegelmiştir. Tekmile yazarının beyânına göre Abbâs ve oğullan Zemzem suyuna kuru üzüm katarak üzüm şerbeti olarak hacılara ikram ederlerdi. [269]
1. M i n â geceleri M i n â 'da geçirilmelidir. Alimler bunun hükmü hususunda ihtilâf etmişlerdir. Şöyle ki:
A) Hanefîler, İbn-i Abbâs ve Hasan-i B a s -r i: M i n â gecelerini M i n â' da geçirmek Sünnet-i Müekke-de'dir. Yâni önemli sünnetlerdendir, demişlerdir. Ahmed' den de böyle bir kavil rivayet edilmiştir. Bu gruba göre bir kimse anılan geceleri M i n â' nın dışında; meselâ, M e k k e' de geçirirse isâe etmiş, yâni fena iş yapmış olur. Çünkü önemli bir sünneti terket-miş olur. Bununla beraber ceza kurbanı kesmesi gerekmez.
B) Ş â f i î I e r ve meşhur kavle göre H a n b e 1 île r :, Mez-İV kûr geceleri M i n â'da geçirmek vâcibtir. fiirhacı bir geceyi başka yerde geçirirse bir müd, yâni yaklaşık olarak 600 gr. buğday veya arpayı sadaka eder. îki geceyi başka yerde geçirirse bunun ikimislini sadaka etmesi gerekir. Şayet üç geceyi başka yerde geçirirse ceza kurbanı kesmesi gerekir, demişler.
C) Mâlik'e göre de anılan geceleri M i n â ' da geçirmek vâcibtir. Başka yerde geçirilen her gece için bir ceza kurbanı gerekir.
2. Sikâye hizmetinde çalışan kimseler anılan geceleri Mekke'de geçirebilirler. Çobanlar da bunlar gibidir. Tekmile yazarının beyânına göre âlimler bu hüküm hususunda ittifak halindedir. [270]
El-Muhassab; H i c û n ile Nur dağı arasında bulunan ve Mekke mezarlığına kadar uzanan geniş bir deredir. Bu saha Minâ ile Mekke arasında kalır. Bu sahada çakıl taşları çok olduğu için bu ismi almıştır. Buraya Ebtah, Bathâ, Hasba ve Hayf-l Benî Kinâne (Yâni Kinâne oğulları yurdu) gibi isimler de verilmiştir.
3067) Âişe (Radtyaîlâhü û»Aâ)'dan: Şöyle demiştir:
(Minâ'dan dönüşte) el Ebtah (deresin) de konaklamak sünnet değildir. Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) (Medine yoluna) çıkması sırf kolay olsun diye orada konakladı.'*
3068) Âişe (Radtyallâhü anhâ)'(\an; Şöyle demiştir:
Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) Minâ'dan döndüğü günü ertesi güne bağlayan gecenin sonunda Bathâ'dan (Medine'ye) hareket etti."
Not: Zevâid'de şöyle denilmiştir : Bu hadisin senedi sahihtir. Râvileri Müslim'in şartı üzerine sıka (güvenilir) kimselerdir.
3069) İbn-i Ömer (Radıyallâhü anhüı>ıâ)'(Uır\: Şöyle demiştir :
Eesûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) ve (O'ndan sonra halîfe olan) Ebû Bekir, Ömer ve Osman (Radıyallâhü anhüm) (Minâ'dan dönüşlerinde) ekEbtah (deresin) de konaklıyorlardı." [271]
Bu babın ilk hadisini Buharı, Müslim, Ebû D â -vûd, Ahmed ve Beyhaki de rivayet etmişlerdir. İkinci hadîs Zevâid nevindendir. Üçüncü hadisi T i r m i z i de rivayet etmiştir.
Muhassab, Bathâ ve Ebtah'ın aynı derenin isimleri olduğunu yukarıda belirtmiştim.
Resûl-i Ekrem (Aleyhi's-salâtü ve's-selâm) M i n â' nın son günü, yâni Zilhicce ayının 13. günü M i n â ' dan hareket edip el-Muhassab ta konaklamış; öğle, ikindi, akşam ve yatsı namaz-lannı orada edâ etmiş ve gecenin çoğunu orada geçirdikten sonra M e kk e'ye girip veda tavafı ifa ettikten sonra dönüp oradan Medîne-i Münevvere'ye seher vaktinde hareket etmiştir.
Âişe (Radıyallâhü anhâ), Resûl-i Ekrem (Aleyhi's-salâtü ve's-selâm)'in el-Muhassab'ta konaklamasının hac menâsikinden olmayıp istirahat ve M e d î n e' ye hareketin kolaylaştırılması için olduğunu bildirmiştir. îbn-i Abbâs, Esma bint-i Ebû Bekir ve Urve bin Zübeyr de böyle demişlerdir. Fakat dört mezheb imamları ve Cumhur Resûl-i Ekrem (Aleyhi's-salâtü ve's-selâm)'e uymak üzere burada konaklamamn sünnet olduğuna hükmetmişlerdir. Ebû Bekir, Ömer, Osman ve İbn-i Ömer (Radıyallâhü anhüm) haccı ifa ederken orada konaklamışlardır.
Bu iki grubun görüşleri arasında zahiren görülen ihtilâf şöyle giderilebilir, kanısındayım :
Resûl-i Ekrem (Aleyhi's-salâtü ve's-selâm)'in anılan derede konaklamasının bir sünnet mâhiyetinde olmayıp hareket kolaylığı için olduğunu söyleyenler, konaklamanın haccın menâsikinden olmadığını belirtmek istemişlerdir. Orada konaklamanın sünnet olduğuna hükmedenler ise Resûl-i Ekrem (Aleyhi's-salâtü ve's-selâm) "e uymak ve O'nun yaptığı gibi yapmak niyetiyle orada konaklamanın bu açıdan sünnet olduğunu söylemek istemişlerdir. Allah daha iyi bilir. [272]
3070) İbn-i Abbâs (Radtyallâhü anhütnâ)'dan; Şöyle demiştir: (Hac için Mekke'ye gelen) halk (farz tavaftan ve Minâ günlerinden sonra) etrafa dağıtıyorlardı. Bunun üzerine Resûlullah (Sallal-
lahü Aleyhi ve Sellem) :
«Sakın hiç kimse Ka'be'yi son kez tavaf etmedikçe (Mekke'den) çıkmasın» buyurdu."
3071) İbn-i Ömer (Radtyallâhü anftümâ)'âan; Şöyle demiştir: Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem), adamın son görevi Ka'-be'yi tavaf (ı Veda) olmadıkça (Mekke'den) çıkmasını yasaklamıştır."
Not: Zevâid'de şöyle denilmiştir. Bunun senedinde İbrahim var. Bu. İsmail el-Mekki eI-Ferberi*nin oğludur, Ahmed ve başkası onun zayıflığına hükmetmişlerdir. [273]
îlk hadîsi Müslim, Ebû Dâvûd, Ahmed. T a -h â v i ve Be yh a k i de rivayet etmişlerdir. İkinci hadis ise Ze-vâid nevindendir.
Tekmile yazan ilk hadîsin açıklaması bölümünde özetle şöyle der;
İbn-i Abbâs şunu söylemek istemiştir; Halk hac niyetiyle M e k k e ' ye geldikleri zaman hac amelini bitirince etrafa dağılmayı itiyad hâline getirmişlerdi. Kimisi veda tavafı eder, kimisi etmeden Mekke' den ayrılırdı. Bunun üzerine Resûl-i Ekrem (Aleyhi 's-salâtü ve's-selâm) bu hadisi buyurdu. Hadistenmaksad ise Mekke ' H olmayan hacıların veda tavafı etmeden Mekke' den ayrılmamalarıdır. [274]
Hacı hangi çeşit haccı ifa ederse etsin; yâni ister Hacc-ı îfrâd, ister Hacc-ı Temettü, ister Hacc-ı Kıran niyetiyle haccını tamamlasın bundan sonra veda tavafı etmesi vâcibtir. Hanefîler, Şâ-fii, Ahmed ve ilim ehlinin çoğu bu hadîslerin zahirini tutarak veda tavafının vâcibliğine hükmetmişlerdir. Bu gruba göre, bir kimse veda tavafını terkederse ceza kurbanı kesmesi gerekir. Veda tavafı; ay başı âdeti gören veya lohusalık hâlinde olan kadına ve mîkat ismi verilen bölgenin dâhilinde ikâmet eden hacılara vâcib değildir.
Mâlik ve bir kavlinde Şafiî veda tavafının sünnet olduğuna hükmetmişlerdir. Bu kavle göre veda tavafını terkeden kimseye ceza kurbanı kesmesi mecburiyeti yoktur.
Îbnü'l-Münzir'e göre ise veda tavafı vâcib olmakla beraber terkedilmesi hâlinde herhangi bir ceza gerekli olmaz.
Veda tavafının müstehab olan zamanı, hacmin Mekke' den çıkmak istediği zamandır. Bir kimse veda tavafı ettikten sonra Mekke'de ikâmet etmeye niyet etmediği halde bir süre daha Mekke'de kalırsa Hanefi mezhebine göre bu tavafı tekrar etmesi gerekmez. Diğer âlimlere göre ise tekrar etmesi gerekir. Meğer ki o kimse veda tavafından sonra sadece yol hazırlığıyla meşguliyetinden dolayı bir kaç saat kalırsa, yeniden tavaf etmesi gerekmez. Şayet veda tavafından sonra yol hazırlığı dışındaki işlerle bir kaç saat meşgul olursa tavafı yenilemesi gerekir. Bu konu ile ilgili geniş bilgi için fıkıh kitabi arına müracaat edilmelidir.
Veda tavafının hac menâsikinden bir parça olduğu veya müstakil bir ibâdet olduğu hususunda da ihtilâf vardır. [275]
3072) Âişe (Radıyallâkü anhâydan; Şöyle demiştir:
(Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'in zevcelerinden) Sa-fiyye bint-i Huyey ifâda (yâni haccm farz olan) tavafı ettikten sonra hayız (yâni aybaşı âdeti) gördü. Âişe demiştir ki: Ben bu durumu Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'e anlattım. Bunun üzerine Resûl-i Ekrem (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) :
«■Safiyye (ifâda tavafını âdet görünceye kadar geciktirmekle) bizim (Medine'ye) hareket etmemizi engelleyici mi?» buyurdu. Ben:
Safiyye ifâda tavafı etti ve ondan sonra âdet gördü, dedim. Re-sül-i Ekrem (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) :
«O halde Safiyye çıksın (yâni veda tavafını beklemeden Medine'ye hareket edebilir.)» buyurdu."
3073) Âişe (Radtyallâhü anhâ)'â&n; Şöyle demiştir:
Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) Safiyye (bint-i Huyey)'-den söz etti (yâni durumunu sordu). Biz de onun ay başı âdeti hâline girdiğini söyledik. Bunun üzerine Resûl-i Ekrem (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) :
«(Yahûdî olan kavmine) uğursuzluk getiren kadın! Ben onu ancak yola çıkmamızı engelleyici sanırım (Yâni galiba onun yüzünden Medine'ye hareketimiz gecikecek)», buyurdu. Bunun üzerine benj
Yâ Resülallah! Safiyye Kurban bayramının ilk günü ifâda tavafı etti, dedim. Resûl-i Ekrem (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) :
«O zaman (Medine'ye hareket etmemize) engel yok. Ona söyleyin yollansın.» buyurdu." [276]
Âişe (Radıyallâhüanhâ)'nın bu hadisleri Buhârî, Müslim, Mâlik, Şafiî, Ebû Dâvûd, Tirmizî, Ta-hâvi ve Beyhakî tarafından değişik senedler ve benzer lafızlarla rivayet edilmiştir.
İkinci hadîs metninde geçen; «Akra halka* kelimeleri ile lügat mânâları kasdedilmemiştir. Bunların masdarları olan Akr, boğazlama, yaralama gibi mânâlara gelir. Halk da saç ve sakal tıraşı gibi mânâlara gelir. Bu iki kelime Arap dilinde beddua, yâni bir kimse aleyhinde duâ etmek mânâsında kullanılır. Lügat mânâları kasdedilmez. sözleri de böyledir, lügatmânâları kasdedilmez, duâ anlamında kullanılır. Resûl-i Ekrem (Aley-hi's-salâtü ve's-selâm)'in bu sözü zevcesi Safiyye bint-i Huyey hakkında kullanması sebebi hakkında bâzı ilim adamları şöyle derler: Hz. Safiyye o sıralarda boğazından rahatsızdı. Resûl-i Ekrem (Aleyhi's-salâtü ve's-selâm) : Senin dilin uzundur, ağzından çıkan nahoş sözlerin cezasıdır bu, demek istemiştir.
EI-Hâfız'in beyânına göre ,K u r t u b i : Bu kelimeler yahûdîlerin hayız gören kadınlar hakkında kullandıkları sözlerdir. Bu kelimelerin aslı budur. Sonra Arablar bunları başka alanlarda da kullanmışlar ve lügat mânâlarını kasdetmemişlerdir, diyor.
Zemahşeri de: Bu kelimeler uğursuz sayılan kadınlar hakkında kullanılır. Yâni uğursuz kadın yüzünden kavmi helak olur ve sanki kadın kendi kavmini boğazlamış, kökünden kazımış olur, der.
Bâzıları bu kelimeleri burada uğursuzluk mânâsına yorumlamışlardır. Şöyle ki: Resûl-i Ekrem (Aleyhi's-salâtü ve's-selâm) S a î i y -y e . CRadıyallâhü anhâ) 'nın ifâda, yâni haccın farz olan tavafını etmediğini sanmıştı. Hayız hâlinde de bu tavafı ifa etmek mümkün olmadığına göre onun bu halden temizlenmesi ve temizlendikten sonra ifâda tavafı etmesi için beklenecek ve onun yüzünden halk M e -d i n e ' ye hareket edemeyecekti. İşte halkın Medine'ye hareketinin gecikmesine sebep olduğu gerekçesiyle S a f i y y e hakkında uğursuzluk anlamını ifâde eden bu kelimeler kullanılmıştır. Ben âcizane bu yorumu uygun görmüyorum. Çünkü Hz. Safiy-y e ifâda tavafını ifa etmiş, sonra âdet görmüştü ve halkın hareketinin gecikmesine sebebiyet vermemişti. Resûl-i Ekrem (Aleyhi's-salâtü ve's-selâm) 'in da uğursuzluk anlamında bu kelimeleri kullanmış olma ihtimâli bence uzaktır. Bu nedenle bence Hz. Safiyye CRadıyallâhü anhâ) 'nin yahûdî olan kavmi için uğurlu olmadığı mânâsını tercih etmek daha uygundur. Bilindiği gibi Hz. Safiyye, H a y b e r yahûdîlerinin eşrafından idi ve H a y b e r' in fetih günü esir alınarak bilâhare ResûM Ekrem (Aleyhi's-salâtü ve's-selâm)'in zevceleri arasında yer almak şerefine mazhar olmuştu. Bu itibarla kavmi için uğurlu olmayışı mânâsı düşünülebilir. Allah en iyi bilendir. [277]
1. ifâda tavafı haccm rükünlerindendir. Buna Ziyaret tavafı da denilir. Bu tavafın sıhhati ve geçerliliği için taharet şarttır. Yâni cünüblük, aybaşı âdeti, lohusalık hâli ve abdestsizlik buna mânidir. Bir kadın anılan durumda iken tavaf edemez. Bu itibarla henüz butavafı etmemiş iken âdet hâlini gören kadın, temizleninceye kadar beklemek zorundadır. Kafile başkanı da böyle kadınlar için hareketini geciktirmelidir. Bu konuya ilişkin fıkhı hükümler için fıkıh kitab-larına baş vurulmalıdır.
2. Henüz veda tavafı etmemiş iken âdet gören kadın bu tavafla mükellef değildir. Bunu yapmadan memleketine hareket edebilir. Bu durumdaki kadının, veda tavafım terkettiğinden dolayı herhangi bir fidye ödemesi de söz konusu değildir. [278]
3074) Ca'fer bin Muhammed'in babası (Muhammed bin Ali bin Hüseyin bin Ali bin Ebî Tâlib) (Radtyallâhü anhümyâen; Şöyle demiştir:
Biz Câbir bin Abdillah ((Radıyallâhü anhümâJ'nın yanına girdik. Yanına vardığımız zaman girenlerin kimler olduğunu (bir bir) sordu. Nihayet sıra bana gelince :
Ben Muhammed bin Ali bin Hüseyin'im, dedim. Bunun üzerine elini başıma uzatarak (gömleğimin yakasındaki) üst düğmemi çözdü. Sonra alt düğmemi de çözdü. Daha sonra avucunu iki mememin arasına (göğsümün üstüne) koydu. Ben o zaman genç bir çocuktum. (Bana) :
Hoş geldin. Dilediğini sor, dedi. Ben de ona (Peygamber (Aleyhi's-salâtü ve's-selâm)'in haccının keyfiyetini) sordum. Kendisi âmâ idi. O sırada namaz vakti geldi. Bunun üzerine bir dokumaya bürünerek (namaza) kalktı. Sarındığı dokuma küçük olduğu için omuzlarına koydukça iki tarafı kendisine doğru geriye dönüyordu. Cübbesi de yambaşuıda askı üstünde (duruyor) idi. Bize namaz kıldırdı. Namazdan sonra ben (kendisine) :
Bize Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) 'in hac edişini anlat, dedim. Bunun üzerine eliyle dokuz sayışma işaret ederek dedi ki:
Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) hac etmeden (Medine'de) dokuz yıl durdu. Sonra onuncu yıl Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) 'in hacedeceğini halka ilân edilmesini emretti. Bunun üzerine Medine'ye çok insan geldi. Hepsi Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) *e uymak (yâni O'nunla beraber hac etmek) ve O'nun yap-
tığının mislini yapmak istiyordu. Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) (Medine'den yola) çıktı. Biz de O'nunla beraber çıktık. Zü'I-Huleyfe'ye vardık. Esma bin t-i Um ey s (orada) Muhammed bin Ebİ Bekr'i doğurdu ve: Ben ne yapacağım? diye Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'e haber gönderdi. Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) (ona) :
«Yıkan, kanın akmasını engelleyici bir bez sarın ve ihrama gir» buyurdu. Sonra Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) Zü'I-Huley-fe mescidinde namaz kıldı. Sonra Kasvâ (denilen deve) ye bindi. Nihayet devesi O'nu Beydâ (denilen mevki) ye çıkarınca (Câbir demiştir ki) O'nun önünde gözümün görebildiği kadar binekli ve yayaya baktım, O'nun sağında da o Kadar insan vardı. Solunda da o miktarda insan bulunurdu ve bir o kadar da arkasında vardı. Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) de aramızda bulunuyordu. Kur'ân (âyetleri) O'na iniyor, mânâlarını da o biliyordu. Artık O, ne yapıyorsa biz de ayni şeyi yapıyorduk. Resûl-i Ekrem, tevhîd'i, (yâni Allah'ın birliğini ihtiva eden şu lebbeyk duasını yüksek sesle okudu) :
"Allahım dâvetine çokça icabet ettim. Senin dâvetine mükerrer icabet ettim. Senin ortağın yoktur. Senin dâvetine tekrar icabet ettim. Şüphesiz, hamd ve nimet senindir mülk de senindir. Hiç bir ortağın yoktur."
Halk ise hâlen yüksek sesle okudukları lebbeyk duasını yüksek sesle okudular. (Yâni Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'in lebbeyk duasına ilâve yaptılar.) Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) de onların okuduklarından bir şeyi reddetmedi (yâni niçin bu ilâveyi yapıyorsunuz demedi). Resûlullah {Sallallahü Aleyhi ve Sellem) kendi telbiyesine devam etti. Câbir demiştir ki: Biz haçtan başka bir şeye niyet etmiyorduk. Biz umreyi bilmiyorduk (Yâni hac ile umrenin birlikte yapılabileceğini veya hac mevsiminde umre yapılabileceğini bilmiyorduk). Nihayet biz O'nunla beraber Ka'be'ye vardığımız zaman rüknü (yâni Hacer-i Esved'i) istilâm etti ve Üç tur hızlı, dört tur da normal yürüyüşle tavaf etti. Sonra İbrahim (Aleyhİs-sliâm)'in makamına gidip; «Ve İbrahim'in makamından namaz yeri edininiz.»[279] âyetini okudu. Sonra M akam i, kendisiyle Kabe araşma aldı (ve makamın arkasında durup iki rekât namaz kıldı). (Râvî Ca'fer demiştir ki:) Babam diyordu ki: O, bu iki rek'at (tavaf namazın) da (Fâtiha'dan sonra) Kâfirûn ve ve İhlas sûrelerini okurdu. (Ben babamın bunu ancak Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'den merfû olarak rivayet ettiğini bilirim.) —Yâni anılan sûreleri okuyan Câbir değil, Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) olduğu rivayet olunmuştur— (Câbir rivayetine devamla şöyle demiştir:) Sonra Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) Ka'be'ye dönerek rüknü (yâni Hacer-i Esved'i) istilâm etti. Sonra (Safa) kapı (sın) dan Safâ'ya çıktı. Nihayet Safâ'ya yaklaşınca;
i»! — "Şüphesiz Saf â ile Merve Allah'ın (me-nâsik) alâmetlerindendir" âyetini okudu ve:
Allah'ın başladığı (Safa tepesi) nden (sa'y'e) başlarız, buyurarak Safâ'dan (sa'y'e) başladı, Ka'be'yi görünceye kadar Safa tepesinin üstüne çıktı. Sonra tekbîr alarak, tehlil ve hamd eyledi ve;
"Allah'tan başka (ibâdete lâyık) hiç bir ilâh yoktur. O, birdir. Ortağı yoktur. Mülk O'nundur. Hamd da O'nundur. Diriltir ve Öldürür. O, her şeye de kadirdir. Allah'tan başka (tapınmaya lâyık) hiç bir ilâh yoktur. O, birdir. Hiç bir ortağı yoktur. (Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'ine verdiği) vaadini yerine getirdi, kuluna zafer verdi ve yalnız basma düşman hiziblerini hezimete uğrattı" dedi. Bu arada duâ etti ve bu zikir ile duayı üç defa tekrarladı. Sonra Safa tepesinden inip Merve ye doğru yürüdü. İnişi bitip derenin ortasına varınca hızlı yürüdü. Ayakları dereden çıkınca Merve tepesine varıncaya kadar (yine) normal yürümeye devam etti. Safa üstünde yaptığını Merve Üstünde de yaptı. Tavaf (yâni yedi tur sa'y'ı) Merve üstünde bitince t
Hac aylarında umre etmenin câizliğini şimdi bildiğim gibi başlangıçta bilseydim kurbanlığımı (Mekke'ye) şevke t m ezdi m ve ihramına başladığım haccı umre'ye çevirirdim. Artık sizlerden (hac niyetiyle ihrama girip de) beraberinde kurbanlığı olmayanlar hemen ihramdan çıksın ve haccını umre'ye çevirsin, buyurdu. Bunun üzerine herkes ihramdan çıkıp saçlarını kısalttılar. Yalnız Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) ile yanında kurbanlığı bulunanlar ihramdan çık-madılar. Sonra Sürâka bin Mâlik bin Cü'şüm ayağa kalkarak:
Yâ Resûlallah! Bu iş (yâni hac aylarında umre etmek veya haccı umre'ye çevirmek), bu yılımıza mı mahsus, yoksa ebedî olarak devam edecek mi? diye sordu. Câbir demiştir ki: Bu soru üzerine Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) bir elinin parmaklarını diğer elinin parmaklarına kenetleyerek:
Umre şöylece (kenetlenen parmaklarım gibi) hacca dâhil olmuştur. Umre şöylece hacca dâhil olmuştur. Hayır (bu yıla mahsus değildir) . Bilâkis ebedî olarak devam edecektir, buyurdu.
Câbir demiştir ki: Ali (Radıyallâhü anh) Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'in develerini (Yemen'den) getirdi. Fâtune (Radıyallâhü anhâ) 'yi da ihramdan çıkanlar mey ânın da, boyalı elbise giymiş ve gözlerine sürme çekilmiş olarak buldu. AH (Radıyallâhü anh) Fâtime'nin ihramdan çıkmasına karşı çıktı. Fâtime:
İhramdan çıkmamı babam bana emretti, dedi. Alî (Radıyallâhü anh) Irak'ta (halîfe) iken şöyle derdi i
Bunun üzerine ben Fâtıme'yi bu yaptığı işten dolayı azarlatmak ve Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) 'den naklen anlattığı husus ile onun yaptığı işe karşı çıkmam meselesi hakkında Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Selîem)'e fetva sormak üzere Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'in yanma gittim. Resûl-i Ekrem (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) :
Fâtime doğru söylemiş, doğru söylemiş. Sen hacca niyetlenirken ne dedin? buyurdu. Ben:
A11 ahım! Resûl'ün (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) neye niyetlen-diyse, ben de ona niyetlendim, cevâbını verdim. Resûl-i Ekrem (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) (bana) :
Benim beraberimde kurbanlığım var. (Yâni bu nedenle ben ihramdan çıkamam) Sen (de) ihramdan çıkma, buyurdu.
Câbir demiştir ki: Alî (Radıyallâhü anh) in Yemen'den getirdiği kurbanlıklar ile Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'in Medine'den getirdiği kurbanlıkların toplamı yüz adetti. Sonra herkes ihramdan çıkıp saçlarını kısalttılar. Yalnız Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) ile beraberinde kurbanlığı olanlar ihramdan çık m adı lar. Sonra terviye (yâni Zilhicce'nin sekizinci) günü olunca ve Minâ'ya doğru hareket edecekleri zaman (ihramdan çıkmış olanlar) hac niyetiyle ihrama girdiler. Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) hayvanına binerek (Minâ'ya) gitti. Resûl-i Ekrem (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) (o günün) öğle, ikindi, akşam ve yatsı namazları ile (ertesi günü) sabah namazını Minâ'da kıldı. Sonra güneş doğuncaya kadar biraz bekledi ve kendisi için (Arafat'a yakın olan) Nemire (denilen yer) de kıldan bir çadırın kurulmasını emretti. Sonra Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) (Minâ'dan Nemire'ye) hareket etti. Kureyş kendilerinin câhiliyet devrinde yaptıkları gibi O'nun da Meş'ar-i Haram yanında veya Müzdelife(nin başka bir yerin) de vakfe edeceğinde (yâni vakfe Arafat'a gitmiyeceğinde) şüphe etmiyorlardı. Halbuki Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) (Kureyş'in kanaati hilâfına) Müzdelife'yi geçerek Arafat (in yakının) a vardı. Nemire'de kendisi için çadırı kurulmuş olarak buldu ve oraya indi. Nihayet güneş göğün ortasında batıya kayınca (yâni öğle vakti girince), Kasvâ (denilen devesi) nüı hazırlanmasını emretti. Bunun üzerine kasva'ya semer vuruldu. Resûl-i Ekrem (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) binip (Ürene denilen) derenin ortasına vardı. Orada halka bir hutbe okuyarak şöyle buyurdu:
Şu (Zilhicce) ayınızda, şu (Mekke) şehrinizde bu (Arefe) gününüz nasıl mukaddes ise (yâni bu yer ve zamanda günah işlemek nasıl ağır biçimde haram ise) şüphesiz kanlarınız ve mallarınız da size haramdır (yâni birbirinizin kanını akıtmanız ve haksız yere birbirinizin mâlını almanız her yerde ve her zaman şiddetle haramdır.) Bilmiş olunuz ki câhiliyet devri işlerinden olan her şey bu iki ayağımın altına konulmuştur (yâni bâtıldır, işlerliği yoktur). Câhiliyet devrine ait kanlar bâtıldır (yâni ne kısası, ne diyeti ne de kefareti vardır). İptal ettiğim kan dâvası (amcam) el Hâris'in oğlu Rebia'nın kan davasıdır. (Maktul Benî Sa'd kabilesinde süt anadaydı, Hüzeyl kabîlesi onu öldürmüştü). —Sahih rivayete göre öldürülen kişi Rebîanut oğlu İyâs'tı — Câhiliyet döneminin faizi de bâtıldır (yâni buna ait işlem geçersizdir). İlk iptal ettiğim faiz bizim faizimiz, (yâni amcam) Abbâs bin Abdulmuttalib'in faizidir. Çünkü faizin hepsi bâtıldır. Kadınlar hakkında Allah'tan korkunuz. Çünkü şüphesiz siz onları Allah'ın emâneti (yâni iyi davranma ahdi) ile aldınız. Onların ırzlarını Allah'ın kelimesi (yâni emri veya nikâh akdi) ile kendinize helâl kıldınız. Yaygılarınıza (yâni evlerinize) hoşlanmadığınız kimselere ayak bastırmamaları şüphesiz sizin onlar üzerindeki hakkınızdır. Bunu yaparlarsa (yâni mahremi olsun veya olmasın hoşlanmadığınız her hangi bir erkek veya kadının evinize girmesine izin verirlerse), onlara zarar vermeyecek biçimde dövünüz. Maruf bir şekilde (yâni hâlinize göre veya normal biçimde) onların nafakasını ve giyeceğini vermek onların sizin üzerinizdeki hakkıdır. Size öyle bir şey bıraktım ki ona sımsıkı sarılırsanız dalâlet'e gitmezsiniz (yâni cennet yolundan sapmazsınız. Size bıraktığım şey) Allah'ın kitabıdır. Ben (kıyamet günü) size sorulacağım. Acaba ne diyeceksiniz? Sahâbîler:
(Emrolunduğun şeyleri) tebliğ ettiğine, görevini hakkıyla îfa ettiğine ve (ümmete) nasîhatta bulunduğuna şehâdet ederiz, dediler. Bunun üzerine Resûl-i Ekrem (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) şehâdet parmağını semâya kaldırıp sonra halka doğru eğerek üç defa:
Allahım şâhid ol, Allahım şâhid ol, Allahım şâhid ol, dedi (Bu hutbeden) sonra Bilâl (Radıyallâhü anh), ezan okudu. Sonra ikâmet etti. Resûl-i Ekrem (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) öğle namazını (iki rekât olarak) kıldırdı. Sonra Bilâl (tekrar) ikâmet etti. Resûl-i Ekrem (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) ikindi namazım (da iki rekât olarak) kıldırdı. (Yâni öğle ve ikindi farzlarını ard arda Cem-i Takdim şeklinde kıldırdı). Resûl-i Ekrem bu iki namaz arasında başka namaz kılmadı. Bundan sonra Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) (devesine) binerek vakfe yerine (yâni Rahmet dağının eteğine) geldi. Devesinin göğsünü kayalara çevirdi. Yayaların yolunu da karşısına aldı ve kıbleye döndü. Akşama kadar orada vakfeye durdu. Nihayet güneşin sarılığı biraz gitti ve güneş tamamen kayboluncaya kadar vakfeye devam etti. Sonra Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) Üsâ-me bin Zeyd'i terkisine alarak oradan (Müzd elife 'ye) hareket etti. Resûl-i Ekrem kasvâ (denilen devesi) nin yularını o derece kas m işti ki neredeyse devenin başı semerin ön kısmındaki deriye değiyordu ve Resûl-i Ekrem (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) sağ eliyle işaret ederek j
Ey insanlar, sükunetten ayrılmayın, sükûnetten ayrılmayın (yâni acele etmeyin) buyuruyordu. Kum tepeciklerinden birine geldikçe düzlüğe çıkıncaya kadar devesinin dizginimi gevşetiyordu. Nihayet Müzdelife'ye vardı. Orada akşam ve yatsı namazlarını bir ezan ve iki ikâmetle kıldırdı. (Yâni bu iki namazı Çem-i Tehir şeklinde kıldırdı) Ve bunlar arasında başka namaz kılmadı. Sonra Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem), fecir doğuncaya kadar uzandı. Fecir doğunca bir ezan ve bir ikâmetle sabah namazını kıldırdı. Sonra Kas-vâ'ya binerek Meş'ari Harâm'a geldi. Bu dağın üstüne çıktı. Orada (kıbleye dönerek) Allah'a hamd etti, tekbîr aldı ve tevhîd'de bulundu (Yâni el-Hamdu lillâh Vellahu Ekber ve Lâ ilahe illallah dedi). Ortalık iyice aydınlanıncaya kadar orada vakfe'ye devam etti. Sonra henüz güneş doğmamış iken oradan yola çıktı ve terkisine Fadl bin Abbâs'ı aldı. Fadl, güzel saçlı beyaz tenli ve yakışıklı bir zât idi. Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) yola çıkınca, yanından bir takım kadınlar koşarak geçtiler. Fadl onlara bakmaya başladı. Bunun üzerine Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem), elini diğer taraftan (Fadl'ın yüzüne) koydu. Fadl da yüzünü o taraftan çevirip baktı. Nihayet Resül-i Ekrem (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) (Müzde-life ile Minâ arasında bulunan) Muhassir deresine vardı ve (devesini) biraz hızlandırdı. Sonra seni büyük cemre'ye çıkaran orta yola girdi ve nihayet ağacın yanındaki (büyük) cemre'ye vardı (buna Akabe cemresi de denilir). (O cemre'ye) fiske taşı gibi yedi aded çakıl attı. Her çakılı atarken tekbîr alıyordu (yâni Allahü Ekber ( diyordu). Taşları derenin ortasından attı. Sonra mezbahaya döndü. 63 deveyi kendi eliyle boğazladı. Sonra (bıçağı) Alî'ye verdi. Ali de (O'nun emriyle) kalan (37) deveyi boğazladı. Resül-i Ekrem (Sallallahü Aleyhi ve Sellem), kurbanlıklarına Alî'yi ortak etti. Sonra, her deveden birer parça etin alınmasını emretti. Bunlar bir çömleğe konularak pişirildi. İkisi de develerin etinden yediler ve et suyundan içtiler. Sonra Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) (ifâda tavafı için Minâ'-dan) Ka'be'ye indi. (Tavaftan sonra) öğle namazını Mekke'de kıldı. Daha sonra Zemzem (kuyusu) üzerinde halka suvarmakta olan Abdulmuttalib'in oğullarının yanma vardı ve (onlara) :
(Kuyudan su) çıkarınız Ey Muttalib oğulları. Su çıkarmanız hususunda halkın size izdiham vermesi korkusu olmasaydı ben de sizinle beraber su çıkarırdım (Yâni su çıkarırsam halk bunu menâsikten
sanarak izdiham vermekle işinizi engelleyebilir), buyurdu. Sonra onlar kendisine bir kova su sundular. O da bundan içti," [280]
Bu hadîsi Müslim ve Ebû Dâvûd da rivayet etmişlerdir. A h m e d de kısaca rivayet etmiştir. Bu hadis pek çok hükümleri ifâde eder. Âlimler hac ile ilgili hükümleri beyân ederken bu hadîsi kaynak gösterirler. Çünkü bu hadis hac menasiki için cidden en zengin kaynaktır. Bu nedenle bir çok ilim adamı bundaki fıkıh hükümlerim beyâna koyulmuşlar ve pek çok hüküm çıkarmışlardır. Ebû Bekir bin el-Münzir bu hadîs hakkında bir cild kitab yazarak ondan yüz elli küsur fıkıh hükmünü çıkarmıştır. Tekmile yazarının dediği gibi eğer bu hadîsteki hükümlerin hepsinin çıkarılmasına çalışılırsa hemen hemen bir o kadar daha çıkarılabilir. Bu hadîsten çıkarılan hükümlerin büyük bir kısmı müellifimizin Menâsik Kitâb'i bölümünde açmış olduğu ve bâbtan önce geçen seksen küsur bâbta rivayet olunan hadislerde ve -izahı bölümünde vardır. Bu itibarla bu hadîsten çıkarılan hükümlerin izahı üzerinde durmak istemiyorum. Ancak bâzı hükümleri özlü olarak ifâde edip, diğer bâzı bilgileri aktarmakla yetineceğim. [281]
1. Mişceb: Sehpa biçimine benzeyen elbise askısıdır.
2. Zü'1-Huleyfe: Medine-i Münevvere'nin güney doğusu tarafında ve Mescid-i Nebeviyye'ye 18 km. mesafede bir yerdir. Burası Medîne-i Münevvere' den hac veya umre niyetiyle Mekke'ye gitmek isteyenlerin mikatı, yâni ihrama girecekleri yerdir.
3. îstisfâr: Hayız veya lohusalık hâlindeki kadının, kanın akmasını engellemek için avret yerini bir bezle sıkıca bağlamasıdır. Bâzı rivayetlerde İstizfâr gelmiştir. Bu da ayni mânâyı ifâde eder.
4. Kasvâ: Peygamber (Aleyhi's-salâtü ve's-selâm)'in devesinin ismidir. Bu kelimenin asıl mânâsı, kulağının dörtte biri kesik olan devedir. Bâzı rivayetlere göre Peygamber (Aleyhi's-salâtü ve's-selâm)'in devesinin kulağı küçük olduğu için bu isim takılmıştır.
5. Remel: Çalımlı ve biraz hızlı yürümektir. Bu nevî yürüyüşte adımlar sık atılır ve omuzlar sallanır.
6. Rükün: Köşe demektir. Fakat burada Hacer-i Esved mânâsı kasdedilmiştir.
7. İstilâm: Hacer-i Esved'i öpmektir. Bu mümkün olmadığı takdirde ona el sürmek ve sürülen eli öpmektir. Bu da mümkün olmazsa baston gibi bir şeyi ona sürüp öpmektir. Şayet izdihamdan dolayı bu da mümkün olmazsa karşısında durup el kaldırmak suretiyle selâmlamaktır.
8. Makamı İbrahim: I b r â h î m (Aleyhisselâm)'in K a'-b e' yi yaparken üstünde durduğu taştır. Bu taş hâlen bir muhafaza içinde bulunuyor. Ziyaretçiler görürler.
9. Safa ile Merve i K a' b e' nin yakınında bulunan iki tepedir. Bu gün Mescid-i Harâm'ın binasının içine alınmış sayılabilir. Bu iki tepe arasında yedi defa gidip gelmek hac ve umre'nin menâsikindendir. Bu gidiş ve gelişe Sa'y denilir. Her gidiş bir tur ve her geliş bir tur sayılır. Şu halde bir gidiş geliş iki tur sayılır.
10. Ahzâb: Hizibler, demektir. Burada; hicretin 4. veya 5. yılı Şevval ayında vuku bulan Hendek savaşma katılan düşman kuvvetleri mânâsı kasdedilmiştir. Bu kelime ile Peygamber (Aleyhi's-salâtü ve's-selâm) 'e savaş ilân eden bütün düşmanların kasdedil-miş olması ihtimâli de vardır,
11. Taksir: Saçları kısaltmaktır.
12. Terviye Günü ı Zilhicce aynım 8. günüdür.
13. Nemire t Arafat'a yakın bir yerdir. Harem mıntıkası dışında kalır.
14. Meş'ar-i Haram: M ü z d e 1 i f e' de bir dağın ismidir. O dağa Kuzah da denilir. Resûl-i Ekrem (Aleyhi's-salâtü ve's-selâm), Müzdelife vakfesini bu dağın üstünde yapmıştır.
15. Câhüiyyet Ribâsi: Alacaklının borçlusundan istediği borç fazlasıdır. Yâni karşılıksız para veya maldır. Bir kavle göre ise gas-bedüen ve meşru olmayan maldır. Hutbede buna önem verilmesinin sebebi; câhiliyet devri insanlarının faizi normal alışveriş gibi telâkki etmesidir.
16. Emânetullah sözcüğünden kadınlarla iyi geçinmek ve müsamahalı davranmak ahdi mânâsı kasdedilmiştir.
17. Kelimetullah sözcüğünden maksad ise kadınlarla evlenmeye ait ilâhı emir veya nikâh akdidir.
18. Hablü'l-Müşât: Yayaların yolu, demektir.
19. Rıhl: Devenin semendir.
20. Mevrik: Semerin önüne yerleştirilen ve küçük yastık şeklinde yapılan deri parçasıdır. Binici yorulduğu zaman ayaklarını onun üstüne koymak suretiyle bağdaş kurarak dinlenir.
21. HabI: Kum tepeciğidir.
22. Zuun, Zaîne'nin çoğuludur, binicisi kadın olan develerdir. Bu kelime devenin üstünde yolculuk eden kadınlar mânâsına da mecazen kullanılır.
23. Muhassir, Müzdelif e ile Minâ arasında bulunan bir deredir. F i 1 ordusunun orada hezimete uğratıldığı rivayet olunmuştur.
24. Sikâye ; K a
' b e ' yi ziyaret edenlere Zemzem
suyunu çıkarıp içirmektir. Bu hizmet Resûl-i Ekrem (Aleyhfs-salâtü ve's-selâm)
zamanında amcası A b b â s (Radıyallâhü anh)'ın oğullarına verilmiştir.
Daha önce de Hz. Abbâs'ın
baba ve dedesinin sülâlesine aitti.
[282]
Hicretin 10. yılı Resüî-i Ekrem (Aleyhi's-salâtü ve's-selâm) hac etmeye niyetlenince durumu müslümanlara ilân etti. Zilkade ayının bitimine 5 gün kala öğle ile ikindi vakti arasında M e d i n e - i Münevvere' den M e k k e ' ye hareket edildi. N e s â i' ninrivayeti böyledir. A h m e d' in rivayetine göre ise anılan ayın bitimine 10 gün kala yola çıkılmıştır. Tekmile yazarı birinci rivayeti tercih eder. Bu yolculukta Resûl-i Ekrem (Aleyhi's-salâtü ve's-selâm) 'e refakat eden hacı sayısı bir kavle göre 90 bin, diğer bir kavle göre 130 bin idi. Bu büyük cemâat Zü'1-Huleyfe denilen mikat yerine vardıktan sonra Resûl-i Ekrem (Aleyhi's-salâtü ve's-selâm) orada konakladı. O gün ikindi, akşam ve yatsı namazı orada kılındı. Gece orada geçirildi. Sabah namazından sonra Resûl-i Ekrem (Aley-hi's-salâtü ve's-selâm) ihram için boy abdesti aldı. Bütün zevceleri O'na refakat ediyorlardı. Oradan hareket eden bu büyük cemâat Zilhicce ayının dördüncü günü sabahı M e k k e' ye vardı. M ek k e ' ye varışın Pazar gününe rastladığı rivayet olunmuştur.
K u r e y ş kabilesi vakfe için Arafat'a çıkmayıp Müzdelif e ' de vakfe ederlerdi ve ; Biz harem halkıyız, vakfe için Harem mıntıkasının dışına çıkmayız, bu nedenle vakfe için ancak Müzdelife'ye gideriz, derlerdi. Bilindiği gibi M ü z d e 1 i f e, Harem mıntıkası içindedir. Etraftan gelen hacılar ise vakfe için Are-fe günü Arafat'a çıkarlardı. Veda haccında Kureyş kabilesi Resül-i Ekrem (Aleyhi's-salâtü ve's-selâm)'in de onlar gibi Müzdelife'de vakfe edeceğini ve Arafat'a çıkmayacağını sanıyorlardı. Hattâ bunda şüphe etmiyorlardı. Fakat hiç de dedikleri gibi olmadı. Resûl-i Ekrem (Aleyhi's-salâtü ve's-selâm) hadîste belirtildiği gibi Arefe günü Minâ' dan hareketle M ü z d e -life' den transit geçti ve vakfe ;çin Arafat'a çıktı. Böylece Kureyş kabilesinin câhiliyet devri alışkanlıkları yıktırıldı. Çünkü Resûl-i Ekrem (Aleyhi's-salâtü ve's-selâm) bu hususta Allah'tan emir aldı. [283]
Yukarda da belirttiğim gibi bu hadisten çıkarılan hükümler çoktur. Ben bunların bir kısmını açıklamakla yetineceğim. Kalan diğer hükümleri Öğrenmek isteyenler M ü s 1 i m ' in şerhi N e v e v î ile E b û D â v û d' un şerhleri Tekmile ve Avnü'l-Mabûd'a müracâat edebilirler.
1. Ziyaret edilen kimse, ziyaretçilerini tanımıyorsa tanımaya çalışmalıdır ki, herkese lâyık olduğu gibi ilgi göstersin. Nitekim C â -bir (Radıyallâhü anh) ziyaretçilerini bir bir sormuş ve Resûl-i Ekrem (Aleyhi's-salâtü ve's-selâm) 'in torunlarından olduğunu öğrendiği Muhammed bin Ali bin Hüseyin (Radıyallâhü anhüm) 'e özel iltifat göstermiştir.
2. Kişi ziyaretçilerine ve misafirlerine merhaba demek suretiyle onları iyi karşıladığını dile getirmelidir.
3. C â b i r (Radıyallâhü anh), Resûl-i Ekrem (Aleyhi's-salâtü ve's-selâm) 'in torunu Muhammed (Radıyallâhü anh) 'a özel iltifat mâhiyetinde olmak üzere yakasının düğmelerini çözerek elini onun göğsünün üstüne ve memelerinin arasına koymuştur. Muhammed de ben o esnada küçük bir gençtim, diye bilgi vermiştir. Bundan çıkan hüküm şudur: Küçük çocuğu sevindirmek için onun çıplak göğsüne ve memelerinin arasına el sürmek meşrudur. Ama yetişkin erkeğin göğsünü ellemek uygun değildir.
4. Âmâ adamın imamlığı caizdir. Ama efdâliyet hususunda ihtilâf vardır.
5. İmamlık ev sahibinin hakkıdır.
6. Fazla elbise bulunsa bile tek bir elbisede namaz kılmak caizdir.
7. Fazla elbiseyi askıya asmak ve yere bırakmamak uygun olanıdır.
8. Resûl-i Ekrem (Aleyhi's-salâtü ve's-selâm)'in kavli ve fiili hadîslerini Öğrenmek için bilginlere başvurmak ve O'nun prensiplerine göre hareket etmeye çalışmak ibâdettir.
9. Önenui işlere hazırlıklı olmak için topluma devlet yetkilisi tarafından duyuru yaptırmak müstehabtır.
10. Lohusalık veya aybaşı âdeti hâlinde olan kadının ihrama girmesi caizdir. Böyle bir kadının ihrama girmeden önce temizlik niyetiyle boy abdesti alması meşrudur. Bu yıkanma' şer'î gusül anlamında değildir. Böyle özürlü kadının yıkanması müstehabtır. Keza kanın akmasını engellemek için bir bez bağlaması da meşrudur.
11. Hacc'a veya umre'ye bir vâsıtaya binerek veya yaya gitmek caizdir. Bu hususta icmâ vardır. Dört mezheb imamları ile Cumhura göre bir vâsıtaya binerek gitmek daha faziletlidir. Çünkü Resûl-i Ekrem (Aleyhi's-salâtü ve's-selâm) binerek yolculuk etmiştir.
12. îhrâmlı erkeğin Lebbeyk duasını yüksek sesle okuması sünnettir. Resûl-i Ekrem (Aleyhi's-salâtü ve's-selâm) 'in okuduğu Lebbeyk duasına ilâvede bulunmak caiz ise de en faziletlisi ilâvede bulunmamaktır.
13. Hac aylarında umre niyetiyle ihrama girmek ve umre'den sonra M e k k e' de hac niyetiyle ihrama girmek caizdir.
14. Hac niyetiyle ihrama giren bir kimsenin bunu umre'ye çevirmesi ve umre'yi tamamladıktan sonra ihramdan çıkması caizdir. Hadîsin zahiri bu hükme delâlet eder. Ahmed ve Zâhiriyye mezhebi mensublannın bâzısı böyle hükmetmişlerdir. Fakat Cumhur ve üç mezheb imamlarına göre bu hüküm Veda haccına katılanlara ve o yıla mahsustur. Bunlar Resûl-i Ekrem (Aleyhi's-salâtü ve's-selâm) 'in «Umre ebedî olarak şöylece hacca dâhil olmuştur- mealindeki buyruğunu hac aylarında umre etmenin meşruluğu mânasına yorumlamışlardır. Câhiliyyet devrinde hac aylarında umre etmek çok büyük günahlardan sayılırdı. Bu buyruk o yanlış inanışı ortadan kaldırmıştır.
15. Arafat'a çıkmadan önce hacmin M e k k e' ye girip kudüm tavafı etmesi sünnettir. Bu tavafın ilk üç turunda hızlı ve çalımlı yürümek, kalan dört turunda normal yürümek sünnettir.
16. Hacer-i Esved'i öpmek sünnettir. Bu mümkün olmadığı takdirde yukarda anlatılan biçimde istilâm etmek sünnettir.
17. Tavaftan sonra iki rekât tavaf namazı kılmak meşrudur. Bunun hükmü hakkında ihtilâf vardır. Bununla ilgili izah, buna âit bâbta geçtiği için tekrarlamaya gerek yoktur.
18. Tavaf namazını İbrahim (Aleyhisselâm)'in makamında kılmak sünnettir. Orada kılmak güç ise Mescid-i Hara m' in başka bir yerinde kıhnabilir.
19. Bu namazda. Fatiha' dan sonra ilk rekâtta Kafi-r û n ve ikinci rekâtta îhUs sûrelerini okumak sünnettir.
20. Tavaf namazından sonra tekrar Hacer-i Esved'i istilâm etmek sünnettir.
21. Sa'y için Mescid-i Harâm'ın Safa kapısından çıkmak sünnettir.
22. Safa tepesine yaklaşılınca; .-i âyetini okumak sünnettir.
23. Sa'y işine Safa tepesinden başlamak gerekir. Safa'-dan başlamanın hükmüne gelince, Hanefîler'e göre vâcib-tir. Mâlik, Şafii ve Ahmed'e göre ise sa'y'ın sıhhatinin şartlarındandır.
24. Sa'y işine başlanacağı zaman Safa tepesinin yukarısına çıkmak ve mümkünse K a " b e ' yi görmek, sonra tekbir alarak duâ ve vârid zikri okumak sünnettir. Bu zikir ve duayı üç kez tekrarlamak da sünnettir.
25. Safa ile Merve arasında sa'y ederken normal yürümek ve yeşil direklerle işaretli kısımda hızlı gitmek erkekler için sünnettir. Kadınlar için koşmak meşru değildir.
26. Merve tepesine varıldığı zaman orada d& S a f â ' da okunan zikir ve duayı aynı şekilde okumak sünnettir.
27. Safa' dan M e r v e ' ye gidiş bir tur, dönüş de ikinci tur sayılır. Cumhûr'un ve mezheb imamlarının görüşü budur. Böylece 7 tur sa'y edilir.
28. Hacının çok sayıda kurban kesmesi müstehabtır. Bu hüküm vâcib olan kurban dışındadır.
29. İhrama girilirken kişinin niyetini bir başka kimsenin niyetine bağlaması, yâni falan adam nasıl niyet ettiyse ben de öyle niyet ediyorum, demesi caizdir.
30. Hacıların terviye günü, yâni Zilhicce ayının sekizinci günü Mekke' den M i n â ' ya gitmeleri, keza Hacc-ı Te-mettü'a niyetlenenlerin aynı gün hac niyetiyle ihrama girmeleri ve M i n â ' ya hareket etmeleri sünnettir. Bundan önce M i n â ' ya gitmek ise sünnete aykırıdır. Hattâ Mâlik bunu mekruh saymıştır.
31. Terviye günü öğle, ikindi, akşam ve yatsı namazı ile ertesi günü sabah namazını M i n â ' da kılmak sünnettir.
32. Terviye gününü, Arefe gününe bağlayan geceyi Mini*-da geçirmek sünnettir.
33. Arefe günü güneş doğduktan sonra M i n â ' dan Nemi-r e ' ye hareket etmek sünnettir.
34. Öğleden önce N e m i r e' ye varıp orada bir süre konaklamak ve öğle namazı vakti girdikten sonra oradan Ürene deresine hareket etmek sünnettir.
35. Öğle vakti girdikten sonra İbrahim (Aleyhi's-salâtü ve's-selâm)'in mescidine gidip orada imamın hutbe okuması, sonra öğle ve ikindi namazını Cem-i Takdim şeklinde, yâni ardarda ve öğle namazı vakti içinde kılmak ve bunları kısaltılmış şekli ile ifa etmek meşrudur. Bunun hükmü hakkındaki gerekli bilgiyi daha önce geçen ilgili bâbta izah etmiştim.
36. Bu namazlar için bir ezan ve iki ikâmet okunur. îki namaz arasında hiç bir namaz kılınmaz.
37. Öğle namazı vakti girmeden Arafat'a gitmek sünnete muhaliftir. Yukarda anlatıldığı gibi namaz kılındıktan sonra bir vâsıtaya binerek Rahmet dağının eteğindeki kayaların yanına gidip vakfe'ye durmak sünnettir. Arafat'ın herhangi bir yerinde vakfe edilebilir.
38. Arefe günü güneş battıktan sonra Arafat' tan Müz-d e 1 i f e ' ye hareket edilirken yol boyunca sükûnet içinde gitmek sünnettir.
39. Arefe gününü bayram gününe bağlayan gece akşam ve yatsı namazı Müzdelife'de Cem-i Tehir şeklinde,, yâni yatsı namazı vakti girdikten sonra, bir ezan ve iki ikâmetle kılınır. İki namaz arasında başka namaz kılınmaz. Hanefi mezhebinin meşhur kavline göre bir ikâmet edilir. Buna âit bilgi de ilgili bâbta verilmiştir.
40. O gece Müzdelife'de uzanıp yatmak sünnettir.
41. Müzdelife vakfesini Meş'ar-i Haram denilen dağın üstünde yapmak sünnettir. Bu dağa Kuzah da denilir. Vakfe Müzdelife' nin herhangi bir yerinde de yapılabilir. Anılan vakfe sabah namazından sonra olursa bütün mezheblere uygun yapılmış olur. Bâzı mezheblere göre vakfe gecenin yansından sonra yapılabilir. Geniş bilgi buna ait bâbta verilmiştir.
42. Hayvan güçlü olduğu takdirde terkisine bir adam almak caizdir.
43. Akabe cemresine derenin ortasından taş atmak ve her taşı atarken tekbîr almak sünnettir.
44. Kişi kurbanını kendi eliyle kesmelidir. Böyle yapmak sünnettir. Başkasını vekil etmek de caizdir.
45. Kesilen kurban deve olduğu takdirde başkasını ortak etmek caizdir. Sığır da deve gibidir.
46. Kişinin kendi kurban etinden yemesi ve et suyundan içmesi sünnettir.
47. Bayramın birinci günü Akabe cemresine taş atıp kurbanı kestikten sonra M e k k e' ye gelip ifâda tavafı etmesi daha faziletlidir.
48. Zaman müsâid ise o günkü öğle namazını M e k k e' de kılmak efdaldir.
49. Tavaftan sonra Zemzem suyundan içmek sünnettir.
50. Zemzem suyunu ikram edenden almak sünnettir.
Hadisten çıkarılan ve bir kısmı yukarıya alman hükümlerin çoğu ba bâbtan önceki bâbta rivayet edilen hadîslerin izahı bölümünde ayrıntılı olarak sunulmuştur. Geniş bilgi için o bâbları gözden geçirmek tavsiye ediliyor. Ben bu kadarlık bilgi ile yetinip Resûl-i Ekrem (Aleyhi's-salâtü ve's-selâm)'in irad buyurduğu hutbe ile ilgili özlü bâzı noktalan işaretlemekle iktifa edeceğim.
Hutbenin; cümlesiyle kasdedilen mânâ şudur: Sizin kendi kanınızı veya bir din kardeşinin kanım akıtmanız haramdır. Keza birbirinizin malını rızâsı dışında ve gayri meşru yollarla yemeniz haramdır.
Câhiliyet devri insanlan cana ve mala saldırmanın Arefe günü Mekke'de işlenmesinin çok şiddetli günah olduğuna inandıklan için Resûl-i Ekrem (Aleyhi's-salâtü ve's-selâm) can ve mala tecâvüzün her zaman ve her yerde aynî şekilde ağır günah olduğunu bildirmek istemiş ve önemini müslümanlara kavratmak için hadisteki benzetmeyi yapmıştır. Hadîsin bu fıkrası, bir hükmün pekiştirilmesi için uygun benzetme yapmanın meşruluğu hükmünü de ifâde eder.cümlesiyle kasdedilen mânâ da şudur: Câhiliyet döneminde işlenen cinayetlerden dolayı suçlu kişiye kısas, diyet veya kefaret gibi herhangi bir ceza uygulanmaz. Ama müslüman-lığı kabullendikten sonra cinayet işleyen kimse hakkında tslâmî ceza uygulanır.
Bu cümleyi tâkib eden cümlelerde Resûl-i Ekrem (Aleyhi's-salâtü ve's-selâm), bâtıl olduğuna hükmettiği ilk kan dâvasının kendisinin amcası oğluna âit kan dâvası olduğunu bildirmiştir. Müellifimizin rivayetinde ve Ebû Davud'un bir rivayetinde söz konusu dâvanın el-Hâris'in oğlu R e b i a * nın kan dâvası olduğu bildirilmiştir. Bu rivayetin zahirine göre öldürülen zât R e b î a' dır.
M ü s 1 i m' in rivayeti ile Ebû Davud'un Osman bin Ebî Şeybe' den olan rivayetine göre ise, söz konusu dâva R e b î a' nın oğluna âit kan davasıdır. Doğru olan rivayet budur. Çünkü Rebîa, Hz. Ömer (Radıyallâhü anh) 'm hilâfeti devrine kadar yaşamıştır. Bu itibarla öldürülen zât R e b İ a değil, onun oğludur. Hadîs şerhlerinde beyân edildiğine göre Re-b i a' nın oğlu Benî S a' d kabilesinde süt anada iken bu kabilenin evleri arasında emekleyerek dolaşıyordu. Bu arada bu kabile ile H ü z e y 1 kabilesi arasında meydana gelen savaşta başına bir taş isabeti neticesinde ölmüştü. Bu olay câhiliyet devrinde vuku bulduğu için buna âit kan dâvası Resûl-i Ekrem (Aleyhi's-salâtü ve's-selâm) tarafından iptal edilmiştir.
cümlesinin zahirî mânâsı"Yataklarınıza hoşlanmadığınız hiç bir kimseye ayak bastırmamak da kadınlarınız üzerindeki hakkınızdır. Şayet kadınlarınız böyle bir şey işlerlerse onları zarar vermeyecek biçimde dövünüz'* şeklindedir.
Âlimler bu cümlelerle kasdedilen mânâ hakkında şöyle derler: Yâni evlerinize girmelerinden hoşlanmadığınız hiç bir kimseye kadınlarınızın izin vermemesi sizin onlar üzerindeki hakkınızdır. Okimse erkek olsun, kadın olsun fark etmez. Keza o kimse mahremi olsun veya olmasın hüküm aynıdır. Yâni hoşlanmadığınız kimse eşinizin babası, kardeşi, amcası, halası, teyzesi de olsa hüküm budur.
N e v e v î de bu mesele hakkında fıkıhçıların hükmü şudur, der ,■
Kadın herhangi bir erkek veya kadını mahremi olsa bile kocasının evine alamaz, almaya yetkili değildir. Ancak kocasının hoşlandığını bildiği veya sandığı kimselere izin verebilir. Çünkü başkasının evine rızâsı veya izni, ya da örf ve âdete göre rızâsının bulunduğu durumu olmadıkça girmek haramdır. Asıl hüküm budur. Bu itibarla ev sahibinin nzâjsmda şüphe bulunduğu zaman onun izni alınmadan girmek helâl değildir.
H a t t â b İ de; Bu cümlenin mânâsı şudur: Kadınlar herhangi bir erkeğin evinize girip de onlarla konuşmalarına izin veremez. Erkeklerin gidip de kadınlarla sohbet etmeleri Arabların âdetlerinden idi. Bunu ayıp saymadıkları gibi uygunsuz bir hâlin meydana gelmesine sebeb olabileceğini de kabul etmezlerdi. Nihayet kadınların örtünmelerine dâir ilâhî hüküm gelince erkeklerin kadınlarla konuşmaları ve onların yanına girmeleri yasaklandı, der.
Yukardaki cümleden maksad kadınların kendi nefislerini başka erkeklere teslim etmemeleri değildir. Çünkü böyle bir suç işledikleri zaman yalnız dövme cezası değil, had cezası verilir. Diğer taraftan erkek hoşlansın veya hoşlanmasın karısının zina etmesi haramdır. Bu nokta da anılan cümleden maksadın bu olmadığına delâlet eder.
Hac esnasında okunması meşru görülen hutbeler ve sayıları ile ilgili gerekli bilgi bu kitabın 76. babında rivayet edilen hadislerin izahı bölümünde verilmiştir.
Bir Hâl Tercemesi
Hadisin râvîsi Muhammed bin Ali bin Hüseyn bin Ali bin Ebi Tâlib (R.A.) el-Hâşimİ Ebû Ca'fer el-Medeni, İmâm Bakır ismi ile tanınmış olup Peygamber (S.A.V.)'in torunlanndandır. Babası Ali'den ve Ebû Said, Câbir, İbn-i Ömer ve bir cemaattan hadîs rivayetinde bulunmuştur. Râvileri ise oğlu Ca'fer, Zührî, Mıhvel bin Râ$id ve bir grubtur. İbn-i Sa'd : O, sıkadır, hadîsleri çoktur, demiştir. Kü-tüb-i Sitte sâhibleri onun hadîslerini rivayet etmişlerdir. Hicretin 114. yılı vefat ettiği rivayet olunmuştur. (Hulâsa: 352)
3075) Biz üç nevi hac niyetiyle Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'in refakatinde yolculuğa çıktık. Bâzı farımız hac ve umreye beraber niyetlenerek ihrama girdi. Bir kısmımız yalnız hac ihramına girdi. Bâzılarımız da yalnız umre ihramına girdi. Hac ve umreyi beraber ifa etmek üzere ihrama girmiş olanlar hac menâsikini tamamlayıncaya kadar ihramdan çıkmadı. Yalnız hac niyetiyle ihrama girenler de hac menâsikini bitirinceye kadar ihramdan çıkmadı ve yalnız umre ihramına girenler, Ka'be'yi tavaf edip Safa ile Merve arasında sa'y ettikten sonra ilerde hac niyetiyle ihrama girmek üzere, umre'nin ihramından çıktılar." [284]
Bu hadîsin benzerini Buhârî, Müslim, Ebû D â -vûd, Nesâi, Mâlik ve Beyhaki de rivayet etmişlerdir. Bu hadîsin zahirine göre Veda haccına katılan sahâbîlerin bir kısmı mîkatta umre niyetiyle ihrama girmişlerdir. Fakat bu mânâ kasdedilmemiştir. Tekmile yazarının belirttiği gibi kasdedilen mânâ şudur: Beraberinde kurbanı bulunmayanlar, mîkatta hac niyetiyle ihrama girdikten sonra, Şerif te ve Mekke' de Resûl-i Ekrem (Aleyhi's-salâtü ve's-selâm)'in emriyle haclarını umre'ye çevirip umre menâsikini tamamladıktan sonra ihramdan çıktılar ve terviye günü hac niyetiyle ihrama girdiler.
Bu hadîs haccın üç çeşidinin de meşru olduğuna delâlet eder: Bu çeşitler: Hacc-ı Kıran, Hacc-i İfrâd ve Hacc-ı Temettü'dür. Bunlarla ilgili ayrıntılı bilgi bunlara âit bâblarda verilmiştir.
3076) Süfyân(-ı Sevrî) (RadtyaUâhü ank)'den; Şöyle demiştir:
ResûluUah (Sallallahü Aleyhi ve Sellenı) üç defa hac etmiştir t İki hacc'ı hicret etmeden önce ve bir haccı hicret ettikten sonra Medine'den gitmek suretiyle ifa etmiştir. Hicretten sonra ettiği hac ile umre'yi birleştirmiştir (Yâni Hacc-ı Kıran etmiştir). (Bu hac'ta) Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) 'in getirdiği kurbanlar ile Alî'nin (Yemen'den) getirdiği kurbanların toplamı yüz deveyi bulmuştur. Bu develerden birisi de burnunda gümüşten bir halka bulunan Ebû Cehl'in erkek devesi idi. Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sel-lem) (bunlardan) 63 tanesini kendi eliyle boğazlamış. Ali de kalanları boğazlamıştir.
Süfyân'at Bu hadîsi kim (sana) anlatmış? diye sorulmuş kendisi t
Ca'fer, babasından, babası da Câbir (Radıyallâhü anh) 'den rivayet etmiştir. İbn-i Ebî Leylâ da el-Hakem'den, bu da Mıksem'den, Mık-sem de İbn-i Abbfts (Radıyallâhü anhümâ)'dan rivayet etmiştir/*[285]
Bu hadîsi Tirmizi de rivayet etmiştir. Müellifimiz bu hadîsi Süfyân-i Sevri' den nakletmiş ve hadîsin sonunda S ü f y â n' a kadar olan râvîlerin kimler olduğunu beyân etmiştir. Bu beyâna göre hadîs hem Câbir (Radıyallâhü anh)'den hem de î bn-i Aobâs (Radıyallâhü anh)'den rivayet edilmiştir. Tirmizi ise bunu tam bir senedle rivayet etmiştir. Oradaki senedde: Süfyân'm; Ca'fer aracılığıyla C a ' f e r' in babasından onun da Câbir bin Abdillah (Radıyallâhü anh)'den rivayet ettiği belirtilmiştir.
Bedene: Hanefiler'e göre deve ve sığır manasınadır. Şafii ler'e göre ise yalnız deve mânâsında kullanılır. Ebû C e h 1' in erkek devesi Bedir savaşı ganimeti meyânında Re-sûl-i Ekrem CAleyhi's-salâtü ve's-selâm)'e intikal etmişti. Neve-v i' nin beyânına göre A 1 i (Radıyallâhü anh) 'm Yemen'-den getirdiği develer, satın aldığı develerdi. Yâni zekât develerinden değildi. [286]
Muhsar kelimesi İhsâr masdarından ajrnmadır. İhsâr kelimesi Arap dilinde, menetmek ve hapsetmek manasınadır. Şer-i Seri f' te ise hac veya umre niyetiyle ihrama girdikten sonra buna âit rükünleri ifa etmekten alakonulmak ve menedilmektir. Bu bâb-taki hadîsler hacc'm rükünlerinden menedilen kimse hakkında vârid olmuştur. Umre de hac gibidir.
3077) Haccâc hin Amr el-Ensârî (Radıyallâhü an/ı)\\en: Şöyle demidir :
Ben Peygamber (SallallaJıü Aleyhi ve Sellem) den şöyle buyururken işittim :
«(İhrama girdikten sonra) vücûdunun bir tarafı kırılan veya topallayan bir kimse ihramdan çıkabilir ve gelecek yıl haccetmekle mükelleftir.»
(Râvi) İkrime demiştir ki: Haccâc'ın bu hadîsini İbn-i Abbâs ve Ebû Hüreyre (Radıyallâhü anhümâ)'ye rivayet ettim. Onlar: Haccâc doğru söylemiştir, dediler."
3078) Abdullah bin Râfi Mevlâ Ümmü Seleme (Raâtvaltâhü an-/'«m)VIen; Şöyle demiştir:
Ben ihrâmh kimsenin (farz menâsikini tamamlamaktan) men edilmesi meselesini Haccâc bin Amr (el-Ensâriy)e sordum. Bunun üzerine Haccâc şöyle dedi: Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) buyurdu ki:
«(İhrama girdikten sonra) vücûdunun bir tarafı kırılan veya hastalanan ya da topallayan kimse ihramdan çıkabilir ve gelecek yıl haccetmekle mükellef olur.-
(Râvî) İkrime demiştir ki: Ben bunu İbn-i Abbâs ve Ebû Hüreyre (Radıyallâhü anhüml'e rivayet ettim. Bunlar; Haccâc doğru söylemiştir, dediler.
(Râvi) Abdürrezzak
demiştir ki: Ben bu hadîsi Destevâi sahibi Hişâm'ın cüz'ünde (yâni küçük
kitabında) buldum ve Ma'mer'e götürdüm. Ma'mer bana okudu veya ben ona
okudum."
[287]
Bu babın ilk hadisini diğer sünen sâhibleri, A h m e d , T a -hâvi, Beyhakî ve Hâkim de rivayet etmişler. Hâkim bunun senedinin B u h â r i' nin şartı üzerine sahih olduğunu, T i r m i z î de bunun senedinin hasen olduğunu söylemişlerdir.
İkinci hadîs Ebû Dâvûd ve Tirmizi tarafından da rivayet edilmiştir. Birinci hadiste, kırıklık veya topallık engelleri beyân buyurulmuştur. İkinci hadiste bunlar yanında hastalık engeli de bildirilmiştir.
Bu iki hadisten kasdedilen mânâ şöyledir : Bir kimse hac niyetiyle ihrama girdikten sonra haccın farzlarından olan A r a f â t' ta vakfe veya farz tavafı İfa etmeye engel olacak şekilde vücûdunun bir tarafı kırılır veya ayağı topal olur, ya da bir hastalığa tutulursa ihramdan çıkabilir. Şayet bu engel kalktıktan sonra kalan süre o yıl yeniden hac etmeye yetmezse ertesi yıl hac etmekle mükelleftir. [288]
1. îhsâr'ın sebebleri vücûdun bir tarafının kırılması, ayağın to-pallanması ve başka hastalıklardır. İbn-i Mes'ûd, Zeyd bin Sabit, Atâ bin Ebi Rab âh, Süfyân-i Sev-rî ve Hanefîler böyle hükmetmişlerdir. A h m e d ' den de böyle bir rivayet gelmiştir. Bunlara göre, ihrâmh kişinin K a ' b e ' yevarmasına mâni olan her şey ihsâr'a sebeb olur. Bu engel, düşman, yolculuğa devam etmeye mâni hastalık, nafakanuı tükenmesi, tutuklanma, yolculuk esnâsmda kadma refakat eden kocasının veya başka mahreminin ölmesi olabilir.
Mâlik ve îshâk'a göre ihsâr; ancak düşmanın hacıyı alakoymasıyla olabilir. Başka engeller dolayısıyla haccı yarıda bırakmak ihsâr sayılmaz, haccı kaçırmak sayılır.
Şafii ve Ahmed'e göre ihrâmlı kimse düşmandan başka bir engel nedeniyle haccm farzlarından alakonulursa, ihramdan çıkamaz. Meğer ki ihrama girdiği zaman bir engelin çıkması hâlinde ihramdan çıkmayı şart koşmuş ise o takdirde ihramdan çıkabilir.
Tekmile yazan yukardaki bilgiyi aktardıktan sonra: Bu bâbtaki hadîsler hastalık ve diğer engellerin de ihsâr sebebi olduğuna delâlet ettiği için bu görüş kuvvetli olanıdır, der.
2. Hadîste anılan nedenlerle haccını yarıda bırakıp ihramdan çıkan ve engel kalktıktan sonra ayni yıl yeniden hac etmeye, zaman bulamayan bir kimse; ertesi yıl hac etmekle mükelleftir. Hane-f î 1 e r' in görüşü bu merkezdedir. Hanefiler'e göre başlanılan hac nafile de olsa hüküm budur.
Mâlik, Şafiî ve sahih rivayete göre Ahmed: İhsâr nedeniyle haccmı yanda bırakmak zorunda kalan bir kimse başlamış olduğu haccı kaza etmekle mükellef değildir. Ancak o kimsenin başladığı hac farz olan hac ise bu farz onun boynunda kalmış olduğu cihetle bu borcunu ödemekle mükelleftir. Engel kalktıktan sonra kalan süre aynı yıl içinde yeniden hac etmeye yeterli ise ve kişinin yanda bıraktığı hac farz olan hac veya vâcib olan hac nevinden ise, kişi aynı yıl yeniden hac etmekle mükelleftir. Fakat başladığı hac nafile idi ise yeniden hac etmek mükellefiyeti yoktur.
Bu konu geniş bilgi ister. Bu itibarla fıkıh kitablanna müracaat etmek gerekir. Biz bu kısa bilgi ile yetindim.
Haccâc (R-A.)'ın Hâl Tercemesi
Haccâc bin Amr bin Gaziyye el-Ensâri (R.A.), Peygamber (S.A.V.)'den yat nız bu hadisi rivayet etmiştir. Râvileri ise İkrime, Abdullah bin Râfi' ve Damire bin Saîd'dir. Üsdü'I-Gâbe'nin Tecridinde beyân edildiğine göre bu zât sahâbldir. Fakat el-İcIİ ile İbnü'l-Berki onu tabiiler arasında anmışlardır. Dört sünen sâhib-leri onun bu hadisini rivayet etmişlerdir. (Tekmile : C. I, Sah. 188) [289]
3079) Abdullah bin Ma'kıl (Radtyallâkü anhümâyAzn; Şöyle demiştir :
Ben (Kûfe'de) Mescid'de Ka'b bin Ucre (Radıyallâhü anhVın ya-nına oturdum ve ona; £1 jl ÛZ* jl jf^> *j* İaii = ... Oruçtan veya sadakadan veya kurbandan bir fidye — gerekir— âyetini sordum. Ka'b dedi ki:
Bu âyet benim hakkımda indirildi. (Ben Hudeybiye'de umre'nin ihramında iken) başımdan bir elemim vardı. Bitler (başımdan) yüzüme dökülür vaziyette ben Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'in yanına götürüldüm. ResûM Ekrem (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) (bana):
-Meşakkatin şu gördüğüm vaziyete ulaştığını sanmıyordum. Bir koyun bulabilir misin?» diye sordu. Ben t
Hayır, diye cevab verdim. Bunun üzerine şu âyet indi:
Ka'b dedi ki: Oruç üç gündür. Sadaka beher fakire yarım sa" yiyecek vermek üzere altı fakiredir. Kurban da bir koyundur."
3080) Ka'b bin ücre (RadtyallâkÜ anh)'âen; Şöyle demiştir:
(Hudeybiye'de) bitler
bana eziyet ettiği zaman Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem). başımı tıraş
etmemi ve (fidye olarak) üç gün oruç tutmamı veya altı fakiri yedirmemi emretti
ve O, kurban edeceğim hayvanın yanımda bulunmadığım biliyordu."
[290]
Bu babın ilk hadisini Buhâri ve Müslim de rivayet etmişlerdir. Kütüb-i Sitte'nin kalanlarında bunun ve ikinci hadîsin benzeri rivayet edilmiştir. Ka'b (Radıyallâhü anh) 'in anlattığı vaziyetin Hudeybiye'de olduğu diğer rivayetlerde belirtilmiştir.
Hudeybiye, Mekke" ye bir günlük ve M e d i n e ' ye dokuz günlük mesafede bir köydür. Resûl-i Ekrem (Aleyhi's-salâtü ve's-selâm) hicretin 6. yılı Zilkade ayının ilk günlerinde 1400 kadar sahâbî ile beraber umre etmek üzere Medine-i Münevvere' den hareket etti. Medine-i Münevvere'-nin mikat yeri olan Zü'1-Huleyfe'de umre niyetiyle ihrama girip yola devam ettiler. Nihayet Hudeybiye'ye vardıkları zaman umre niyetiyle M e k k e ' ye girmek istediklerini bir elçi vasıtasıyla Mekke müşriklerine haber verdiler. Fakat M e k -k e müşrikleri buna engel oldular. Nihayet Hudeybiye1 de yapılan görüşme ve andlaşma gereğince o yıl M e k k e ' ye girmeden geri dönmeye karar verildi. Bunun üzerine Resûl-i Ekrem (Aleyhi's-salâtü ve's-selâm) ve sahâbîler kurbanlarını orada kesip tıraş oldular ve ihramdan böylece çıkmış oldular. Mekke müşriklerinin engellemeleri yüzünden Resûl-i Ekrem (Aleyhi's-salâtü ve's-selâm î ve arkadaşlan Muhsar sayıldılar. Muhsar'ın ne demek olduğunu bu babın başlığında açıkladım, tşte Ka'b (Radıyallâhü anh)'in hadiste anlattığı durum burada vuku bulmuştu.
Bu bâbtaki hadislerin fıkıh hükümlerinin izahına geçmeden önce ilk hadîste anılan âyetin konu ile ilgili kısmının mealini anlatayım : Âyeti Celile'nin baş kısmı şöyledir:
"Ve Allah için hac ve umre'yi tam yapınız. Alıkonursanız kurbandan kolay olanı —size vâcibtir—. Bu kurban yerine varıncaya kadar başlarınızı tıraş etmeyiniz. Ancak sizden kim hasta olur veya başından bir elemi bulunursa (başını tıraş ettiği takdirde) fidye olarak ya oruç tutması, ya sadaka vermesi veya kurban kesmesi gerekir..." (Bakara, 196)
Âyet-i Kerîme'de geçen"Alıkonursanız" fiilinin mas-
darı olan İhsâr kelimesinin şer'i mânâsı noktasında ihtilâf vardır. Şöyle ki:Bâzı âlimlere göre ihrâmlı kimse, ister bir düşman tarafından alıkonsun, ister hastalık ve nafakasını yitirmek veya tüketmek gibi nedenlerle hac veya umre yolculuğuna devam edemez duruma düşmekle alıkonsun, İhsâr hükmüne tâbidir. Yâni böyle bir engel nedeniyle ihramdan çıkabilir. Atâ, Mücâhid, Katâde ve Ebû Hanife böyle yorumlayanlardandır. Bunlar bundan önceki bâbta geçen Haccâc bin Amr (Radıyallâhü anh) 'in hadîsini delil gösterirler.
Diğer bir kısım âlimlere göre ise İhsâr ancak düşmanın engellemesiyle oluşur. İbn-i Ömer, İbn-i Abbâs, Enes, Mâlik, el-Leys bin Sa'd, Şafii ve Ahmed böyle hükmedenlerdendir. Bunlar: Bu âyet Hudeybiye olayı hakkında nazil olmuştur. Mekke müşrikleri Resûl-i Ekrem (Aley-hi's-salâtü ve's-selâm) ile beraberindeki sahâbileri M e k k e' ye sokmadılar. Bunun üzerine Hudeybiye'de kurbanlar kesildi ve ihramdan çıkıldı. Ertesi yıl umre yapıldı. Bu engellemede düşman tarafından vuku buldu, derler. Bu âyeti delil gösterirler.
îki tarafın delilleri ve birbirlerine verdikleri cevablar geniş yer alır. Buna vâkıf olmak isteyenler tefsir veya hadis kitablarına başvurabilirler.
İhsâr nedeniyle kesilmesi emredilen kurbanın kesilmesi yeri hakkında da ihtilâf vardır. Şöyle ki:
Ebû Hanîfe'ye göre kurbanın Harem-i Şerif te kesilmesi gerekir. İhramımın alıkonulduğu yerde kesilemez. îhrâm-lı kişi, kurbanını H a r e m' e gönderir veya bedelini gönderir ve vekil edeceği kimse ile beraber kurbanın kesileceği târihi tesbit eder. Bu târihten sonra ihramdan çıkılır.
Diğer üç mezheb imamlarına göre ise- kurban ihrâmlının alıkonulduğu yerde kesilir ve bunun akebinde ihramdan çıkılır. [291]
1. Hac veya umre ihramında bulunan bir kimse başından dolayı bir elem ve eziyet duyduğu ve saçlarım tıraş etmek zorunda kaldığı zaman saçlarım tıraş eder ve fidye olarak ya üç gün oruç tutar, ya bir koyun kurban eder veya altı fakire üç sa1 yiyecek verir. Beherfakire yarım sa' verir. Saçları kısaltmak da tıraş etmek gibidir. Bu hususta âlimler arasında bir ihtilâf yoktur.
Hadîsin zahirine göre fidye, başın saçının tamamını tıraş etmek hâlinde vâcibtir. Eğer saçın tıraş edilirse fidye'nin vâcibliği hakkında ittifak vardır. Saçın bir kısmının tıraş edilmesi hâlinde ise fidyenin vâcibliği hakkında şu ihtilâf vardır :
a) Hanefîler'e göre başın dörtte birinin tıraş edilmesi hâlinde fidye gerekir. Daha az mikdarını tıraş etmek hâlinde ise sâdece bir sadaka vermek yeterlidir.
b) Şâfiiler'e göre, bir arada üç saç telini tıraş etmek hâlinde de fidye gerekir. Bir saç telinin tıraş edilmesi hâlinde bir müd ve sâdece iki telin tıraş edilmesi hâlinde iki müd, yâni yarım sa' sadaka verilir.
c) H a n b e 1 i mezhebine göre fidyenin vâcibliği için en az dört saç telini tıraş etmek gerekir. Daha az sayıda kıl tıraş edildiği takdirde beher kıl için bir müd sadaka verilir.
d) Mâliki mezhebine göre ise fidyenin vâcibliği için en az onbir aded saçın tıraş edilmesi gerekir. Tıraş edilen kıl sayısı bundan az olduğu ve tıraş bir elem nedeniyle yapıldığı takdirde yine fidye verilir. Aksi takdirde bir avuç yiyecek tasadduk edilir.
2. Hadîsin zahirine göre fidye olarak tutulacak.üç günlük orucun ard arda ve belirli bir zamanda tutulması şart değildir. Tabiî, oruç tutmanın yasak olduğu bayramların ilk günü tutulamaz. Keza Hanefî ve Şafii mezheblerine göre teşrik günlerinde, yâni kurban bayramının 2, 3 ve 4. günlerinde de tutulamaz. Mâlik ve meşhur rivayete göre Ahmed, fidye orucunun teşrik günlerinde tutulabileceğine hükmetmişlerdir.
3. Hadîsin zahirine göre üç sa' yiyecek maddesinin 6 fakire yarımşar olarak dağıtılması gerekir. Âlimlerin ekserisi böyle hükmetmişlerdir. Bunun tamamının bir fakire verileceğine Ebû Hani-f e' nin hükmettiği rivayet edilmiştir.
Bir sa'ın ne kadar olduğu Zekât bölümünde etraflıca anlatılmıştır. Şu kadarını belirtmekle yetineyim: Hanefi mezhebine göre yaklaşık olarak 3333 gr.dır.
4. Keza hadîsin zahirine göre fidye'nin Ödenmesi için belirli bir yer yoktur. Nerede verilirse olabilir. Çünkü hadiste yer tâyini yapılmamıştır. Fidye olarak oruç tutulduğu takdirde bunun belirli bir yerinin olmayışı hususunda âlimler ittifak halindedir. M âl i k ' e göre kurban ve sadaka da böyledir. Ş â f i i' ye göre kurbanın ve sadakanın yâni, fidye olarak ödenecek yiyecek maddesinin H a -rem-i Şerif te verilmesi gerekir. Hanefiler'e göre ise kurbanın Harem-i Şerif te kesilmesi gerekir. Yiyecek maddesi ise herhangi bir yerde verilebilir.
Hadisin zahiri M â î i k ' in görüşünü te'yid eder.
Fidye hususunda tanınan muhayyerlik, bir zaruret neticesinde saçını tıraş eden ihrâmlıya mahsustur. Keyfî olarak saçını tıraş eden ihrâmlı kişi kurban kesmek zorundadır. Oruç tutmak veya yiyecek maddesini vermek yeterli değildir. Ebû Hanîfe, Şafiî ve Ebû Sevr böyle hükmetmişlerdir.
Ka'b bin Ücre {Radıyallâhü anh)'in hâl tercemesi 111. hadisin izahı bölümünde geçmiştir. [292]
3081) îbn-i Abbâs (Radıyallâkü ankümâ)'dan rivayet edildiğine göre:
Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) oruçlu ve ihrâmlı iken hacamat olmuştur."
3082) Câbir (Radtyallâhü onA/den rivayet edildiğine göre:
Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) ihrâmlı iken yakalandığı bir ayak rahatsızlığı nedeniyle hacamat olmuştur."
Not: Zevâid'de şöyle denilmiştir: Bunun senedinde Muhammed bin Ebi'd* Dayf bulunur. Ben onu zayıf sayan veya cerheden bir kimseyi görmedim. Senedin kalan râvîleri sıka (güvenilir) zâtlardır. [293]
İbn-i Abbâs (Radıyallâhü anh) 'm hadisi 1682 nolu hadîsin aynidir. Bunun kimler tarafından da rivayet edildiğini belirttim. Gerekli bilgiyi de verdiğim için tekrarlamaya lüzum görmüyorum.
Câbir (Radıyallâhü anh) *ın hadîsi ise Zevâid nevindendir. Bu hadiste geçen Rahs'ın asıl mânâsı bir şeyi sıkmaktır. Hayvanın ayağına bir şeyin değip incitmesi veya ayakta suyun toplanmasına sebep olması mânâsına da gelir, ki buna apse demek mümkündür. Ebû Dâvûd, Ahmed, Nesâî ve Hâkim'in rivayet ettikleri bir hadiste:
"Enes (Radıyallâhü anh) şöyle demiştir: Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) ihrâmlı iken ayağındaki bir ağrıdan dolayı ayağının sırt kısmından hacamat oldu."
îbn-i Abbâs (Radıyallâhü anh) 'in hadîsinin bâzı rivayetlerinde Resûl-i Ekrem (Aleyhi's-salâtü ve's-selâm) 'in bir baş ağrısı dolayısıyla başından hacamat olduğu kaydı vardır.
Yukardaki rivayetlerden anlaşıldığına göre Resûl-i Ekrem (Aleyhi's-salâtü ve's-selâm) ihrâmlı iken bir ara ayağından hacamat olmuş, diğer bir vakit de başından hacamat olmuştur. [294]
1. Oruçlu iken hacamat olmak caizdir. Bu hükümle ilgili gerekli bilgi 1682. nolu hadis bölümünde verilmiştir.
2. Bir kimse ihrâmlı iken hacamat olabilir. Birinci hadîsin zahirine göre hacamat olmaya ihtiyaç duyulmasa bile hüküm budur. Âlimlerin bu husustaki görüşleri şöyledir:
Ata, îbrâhim Nahâî, Şa'bi, Sevrî, Hane-filer, Şafii, Ahmed ve İshâk bu görüştedirler. Bunlar: Hacamat olan ihrâmlı kişi, hacamattan dolayı fidye ödemekle mükellef değildir. Ancak hacamat nedeniyle kıllar kesilirse o takdirde kıl kesmekten dolayı fidye vâcib olur, demişlerdir. Bakara sûresinin 196. âyeti gereğince fidye ödenir. Bu âyetin emrettiği fidye hakkında gerekli bilgi bundan önceki bâbta verilmiştir.
M â 1 i k' e göre ihrâmlı kişi ancak zaruret hâlinde hacamat olabilir. Çünkü bâzı hadîsler Resûl-i Ekrem (Aleyhi's-salâtü ve's-se-lâmJ'in ihramda iken bir hastalık sebebiyle hacamat olduğunu bildirir. Şu halde bu ruhsat zaruret hâline mahsustur. Z e r k a n i, M â 1 i k ' in maksadı şöyledir, der: 'Yâni zaruret yok iken ihrâmlı kişinin hacamat olması mekruhtur. Çünkü kan vermekle vücûd zayıf düşebilir. Nasıl ki hacının Arefe günü oruç tutması ayni nedenle mekruh sayılır.'
Hasan-i Basrî'ye göre ise hacamat olan ihrâmlı kişi, kıl kesmese bile fidye ödemekle mükelleftir.
3. ikinci hadis ve birinci hadisin diğer bâzı rivayetleri zaruret hâlinde ihrâmlmm hacamat olmasının câizliğine delâlet eder. Bu hüküm hususunda icmâ vardır.
4. Kan aldırmak, yarayı deşmek, çıbanları patlatmak, diş çektirmek gibi tedaviler ihrâmlı kimse için caizdir. Yeter ki koku sürünmek, kıl kesmek gibi ihrâmhya yasak olan şeyler işlenmiş olmasın. [295]
3083) îbn-i Ömer (Radtyallâkü anhümâ)'âan rivayet edildiğine göre :
Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) ihrâmlı iken başına kokusu güzelleştirilmemiş zeytin yağını sürerdi." [296]
Bu hadîsi T i r m i z i ve Ahmed de rivayet etmişlerdir. T i r m i z i : Biz bu hadisi, yalnız Ferkad es-Sebahi' nin Saîd bin Cübeyr' den olan rivâyetiyle tanırız. Yahya bin Saîd de Ferkad es-Sebahi hakkında konuşmuştur. Fakat halk Ferkad' dan rivayette bulunmuşlardır, der.
Hadîste geçen "Mukattat" kokusu güzelleştirilmiş olan demektir. Mukattat zeytin yağı, kokusu güzelleşinceye kadar içinde nane pişirilen zeytin yağıdır. Sindi böyle bilgi vermiştir. Tuhfe yazarının naklen beyânına göre Kamus'ta: Mukattat zeytin yağı, içinde nane pişirilmiş veya güzel başka yağ ile karıştırılmış olan zeytin yağıdır, diye tarif edilmiştir.
Tuhfe yazan hadisin fıkıh hükmü ile ilgili olarak özetle şu bilgiyi verir:
Bu hadîs ihrâmlı kimsenin, güzel kokulu bir şey karıştırılmamış zeytin yağını başına sürebileceğine delâlet eder. Lâkin hadîs zayıftır.
Îbnü'l-Münzir: Âlimler, ihrâmlı kişinin zeytin yağı, sâde yağı ve hayvamn iç yağını yiyebileceği ve başı ile sakalı dışında kalan vücûdunun herhangi bir tarafına sürebileceği hususunda icmâ etmişlerdir. Keza, ihrâmlı kimsenin güzel kokulu bir şeyi bedenine süremiyeceği hükmü hakkında da ittifak ve icmâ etmişlerdir. Âlimler bu hususta zeytin yağı ile güzel kokulu maddeler arasında bir farklüığın bulunduğuna hükmetmişlerdir, der.
Tuhfe yazarı daha sonra: Ben diyorum ki Hanefi fıkıhçı-lann ifâdelerinin zahirine göre vücûdun her hangi bir
Şafii mezhebine göre ihrâmlının sakalına veya başına herhangi bir yağ sürmesi yasaktır. Yâni güzel kokulu herhangi bir maddenin karış tırıl madiği sırf zeytin yağı sakala veya başa sürülemez. Fakat böyle bir zeytin yağı vücûdun diğer tarafına sürülebilir. İhrâmlılık hâline aykırı düşmez. Fakat kokusu güzelleştirilmiş ise diğer güzel kokular gibi vücûdun herhangi bir tarafına sürülemez. [297]
3084) İbn-î Abbâs (Radtyallâhü anhümâ)'dan: Şöyle demiştir:
(Veda haccmda Arafat'ta) bir adam ihrâmlı iken devesi (onu yere düşürüp) boynunu kırdı (ve adam derhal öldü). Bunun üzerine Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) :
«Onu su ve sidr ile yıkayınız ve iki ihramı içinde kefenleyiniz ne yüzüne ne de başına bez sarmayınız. Çünkü o. Kıyamet günü Leb-beyk duasını okuyarak diriltilecektir- buyurdu.
Bu hadisin misli ... senediyle de İbn-i Abbâs'tan bize rivayet edil-
mistir. Ancak bu senedde râvî; . demiş ve Resul i Ekrem (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'iBı .ClU
«Ona güzel koku yaklaştırmayınız. Çünkü o. Kıyamet günü Lebbeyk, diyerek diriltilecektir» buyurduğunu söylemiştir." [298]
Bu hadisi Kütüb-i Sitte yazarları ile B e y h a k i rivayet etmişlerdir.
lbn-i Abbâs (Radıyallâhü anhî'm sözündeki;
fiili yerine bâzı rivayetlerde; iLaij fiili bulunur. İkisinin mânâsı
aynidir. Bunların ikisi de "Vaks" masdarından alınmadır. "Vaks" dövmek, kırmak ve boynu kırmak mânâlarına gelir. Burada kasde-dilen mânâ devenin hacıyı yere atıp boynunu kırması ve öldürmesi-dir.
Bâzı rivayetlerde anılan fiiller yerinde; fiili bulunur. Mânâsı ise devenin hacıyı derhal öldürmesidir. Diğer bâzı rivayetlerde de bunun yerine; fiili kullanılmıştır. Bunun mânâsı devenin hacıyı tepeleyip, ayakları altında çiğneyerek ezmesidir.
Müellifimizin ilk rivayetinde; fiili bulunur, ikinci rivayetinde de; fiili vardır. Bu fiilin asıl mânâsı saçı örüp bük-
mektir. Bu fiil incelememe göre; Kütüb-i Sitte'nin kalanlanndaki rivayetlerde yoktur veya ben rastlayamadım. Asıl mânâsı itibariyle de buraya pek uygun göremediğim için bir kalem hatâsı olabildiği ka-naatına vardım. Ancak elde mevcut sünenin üç nüshasında da ayni fiil yazılıdır. Doğrusunu Allah bilir. Arzettiğim bu durum ehil okuyucularım tarafından da tetkik edilip araştırılabilir. Eğer bu fiil müellifimizin asıl nüshasında var ise mecazi mânâda kullanılmış denilebilir.
Hadîste geçen "Sidr" bir ağacın ismidir. Yaprakları kurutulup dövüldükten sonra toz hâline getirilir ve sabun tozu gibi yıkanmada kullanılır. [299]
1. İhrâmlı erkek öldüğü zaman güzel koku sürülmez, dikişli elbise de kefenlenmez ve başı ile yüzü bezle örtülmez. Çünkü ihrâmlılık hâli devam eder. Gerekçenin bu olduğu hadîsten anlaşılır. Âlimlerin konuya ilişkin görüşlerine gelince :
Şafii, Ahmed ve îshâk bu hadisin zahirini tutarak böyle hükmetmişlerdir. Osman, Ali ve İbn-i Abbâs (Radıyallâhü anhüm) ile Ata ve S e v r i de böyle demişlerdir.
Ebû Hanif e, Mâlik, Tâvûs ve Evzâî ise: Bir erkek ihramda iken öldüğü zaman, dikişli elbisede kefenlenir, başına bez sarılır ve cesedine güzel koku sürülür, demişlerdir. Â i ş e ve İbn-i Ömer (Radıyallâhü anhümâ) 'dan da bu görüş rivayet olunmuştur.
Bu görüşteki ilim adamları: İhrâmhlık hâli, namaz ve oruç gibi bir ibâdettir, ölümle bozulur, demişler ve bu hadîse cevaben: Hadîsteki hüküm o ölüye mahsustur. Çünkü Resûl-i Ekrem (Aleyhi's-salâtü ve's-selâm)'in *O, Lebbeyk duasını okuyarak diriltilecektir» buyruğu onun hakkında bir şâhidlik anlamını taşır, haccınm kabul edildiğini ifâde eder. Bu durum başka kimseler için kesin değildir, demişlerdir.
Bu iki grubun dayanakları ve yekdiğerine verdikleri cevablarını ayrıntılı biçimde incelemek isteyenler, hadîsin şerhlerine başvurabilirler.
2. İhrâmlı kişi yıkanırken sidr denilen tozu kullanabilir. Şafiî, A tâ, İbnü'l-Münzir, Mücâhid ve Atâ böyle hükmetmişlerdir. Ebû Hanîfe, Mâlik ve diğer bâzı âlimler bunu mekruh saymışlardır,
3. Ölünün kefeni onun malının tamamından karşılanır. Çünkü Resûl-i Ekrem (Aleyhi's-salâtü ve's-selâm) adamın malının tamamını götürecek meblâğda borcunun olup olmadığını araştırmamıştır.
4. İhrâmlı kimse öldüğünde, ihram elbisesinde kefenlenebilir.
5. Kefen sayısının tek, yâni üç veya beş olması şart değildir. İki kat kefen yeterli sayılabilir.
6. İhrâmlı iken ölmek büyük bir fazilettir. [300]
3085) Câbir (bin Abdillah) (Radtyallâhü anhütnâydan; Şöyle demiştir :
Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) ihrâmhnm sırtlan avlanması (suçu) sebebiyle bir koç (cezasın) a hükmetti ve sırtlanı av hayvanlarından kıldı." [301]
Bu hadîsi Ebû Dâvûd, Tirmizi, Nesâî, Şafii, İbn-i Hibbân ve Beyhaki de rivayet etmişlerdir. Ebû Dâvûd ile Tirmizi bunu "Atıma" bölümünde rivayet etmişlerdir.
Avnü'l-Mabûd bu hadîsin şerhinde özetle şu bilgiyi verir: H a t t â b i: Resûl-i Ekrem (Aleyhi's-salâtü ve's-selâm), sırtlanı av hayvanlarından sayıp ihrâmlı kişinin bunu avlanması hâlinde fidye olarak bir koçu kurban etmesinin gerekliliğine hükmedince, etinin yenilmesinin mübahlığına hükmetmiş olur. Bu da diğer kara av hayvanları gibi sayılır. Çünkü Resûl-i Ekrem (Aleyhi's-salâtü ve's-selâm) eti yenilmeyen hayvanı öldürmekten dolayı ihrâmlınm fidye vermeyeceğini buyurmuştur. (3087, 3088. hadislere bak), demiştir.
Bu hadis, koçun sırtlana denk sayıldığına delâlet eder. Şu halde denklikte esas olan ölçü, avlanan hayvanın değeri değil, suretidir. Bu itibarla sırtlanı avlanmanın cezası ve fidyesi bir koçtur. Bunların bahâsı eşit olsun, birisi diğerinden bahâlı olsun, fark etmez.
Hadîs, sırtlanın etini yemenin câizliğine delildir. Şafii ve A h m e d böyle hükmetmişlerdir. Şafiî: Halk öteden beri sırtlanın etini yemekte ve Safa ile M e r v e arasında sata gelmektedir. Hiç kimse de buna karşı çıkmamaktadır. Diğer taraftan Arablar onun etinden hoşlanmakta olup överler, demiştir.
Âlimlerin ekserisi ise bunun etini haram saymışlardır. Bunların delili ise sırtlanın yırtıcı hayvanlardan oluşudur. Resûl-i Ekrem (Aley-hi's-salâtü ve's-selâm) dört ayaklı hayvanlardan azı dişleri bulunan yırtıcıların etini yemeyi yasaklamıştır. Bunların diğer bir delili de Huzeyme bin Cüz (Radıyallâhü anh)'ın —3237 nolu — hadisidir. Çünkü Huzeyme sırtlanın hükmünü Ona sormuş ve: Kim sırtlanın etini yiyer? cevâbını almıştır. Fakat H u z e y -m e ' nin hadîsinin senedi râvi Abdülkerim yüzünden zayıf sayılmış, diye cevab verilmiştir.
H a 11 â b i de el-Maâlimde konu hakkındaki ihtilâfı beyanla: Sa'd bin Eb i Vakkas (Radıyallâhü anhJ'den yapılan rivayete göre kendisi sırtlanın etini yiyiyormuş. Ayrıca î bn-i A b b â s (Radıyallâhü anhî'ın da bunun etini yemenin mübah-lığına hükmettiği rivayet olunmuştur. Atâ, Şafii, Ahraed, îshâk ve Ebû Sevr, onun etinin helâllığına hükmeden-lendendir. S e v r İ. re'y ehli ve Mâlik bunun caiz olmadığına hükmetmişlerdir. Said bin el-Müseyyeb'in de bu görüşte olduğu rivayet olunmuştur. Bu hadis, azı dişi bulunan yırtıcı hayvanların etini yasaklayan hadisin hükmünü hususileştirmiş. denilebilir, demiştir.
3086) Ebû Hüreyre (Radtyallâhü a»A/den rivayet edildiğine göre; Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) :
İhrâmh kişinin deve kuşu yumurtasını avlanması (suçu) sebebiyle o yumurta bedeli (fidyesi) vardır» buyurmuştur."
Not: Zevâid'de şöyle denilmiştir : Bunun senedinde Ali bin Abdilaziz bulunur. Bu râvi meçhuldür. İsmi Yezid bin Süfyân olan Ebü'l-Mühezzim de zayıftır. [302]
3087) Âişe (Radtyallâhü ankâydan rivayet edildiğine göre; Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) şöyle buyurmuştur:
•Fâsik olan beş nevi hayvan vardır ki hill (yâni Harem-i Şerif dışın) da ve Harem'de öldürülür: Yılan, ebka* (yâni karnında veya sırtında beyazlık veya siyahlık bulunan) karga, fare. akûr (ısırıcı) köpek ve çaylak.»**
3088) Îbn-İ Ömer (Radtyallâhü anhümâyâan rivayet edildiğine göre; Resulü Hah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) şöyle buyurdu, demiştir:
«Yer yüzünde yürüyen hayvanlardan beş nevî vardır ki, ihrâmh iken onları öldürene (veya buyurdu ki onlan öldürmekte) hiçbir günah yoktur: Akreb, karga, çaylakcık, fare ve kelb-i akûr (yani ısırıcı köpek veya yırtıcı hayvan).»"
3089) Ebû Saîd-i Hudrî (Radtyallâhü a«A)'den rivayet edildiğine göre; Peygamber (Sallattahü Aleyhi ve Settem)
«İhrâmh kimse, yılanı, akrebi, saldırgan yırtıcı hayvanı, kelb-i akûr'u ve fâsıkcık fareyi öldürür- buyurmuştur.
Ebû Saîd-i Hudri'ye i Fareye niçin füveysika (fâsıkcık) denilmiş, diye soruldu. Ebû Saîd:
Çünkü (bir gece) fare evi yakmak üzere yağlı, yanık bir paçavrayı tutup sürüklerken Resulullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellemî bunun için uykudan uyandı, diye cevab verdi."
Not: Zevâid'de şöyle denilmiştir: Bunun senedinde Yezid bin Ebî Ziyâd bulunur. Müslim bunun rivayetini almış ise de zayıf bir râvîdir. [303]
A i ş e (Radıyallâhü anhâKnm hadîsini Buhârî, Müslim ve T i r m i z i de rivayet etmişlerdir. 1 b n - i Ömer (Radıyallâhü anhJ'ın hadîsini Buharı, Müslim, Ebû Dâvüd ve Nesâi de rivayet etmişlerdir. Ebû S a i d - i
Hudrî (Radıyalîâhü anh) 'in hadîsi Zevâid nevinden olup T a -hâvi tarafından da bir benzeri rivayet edilmiştir.
Birinci hadîs yılan, alaca karga, fare, kelb-i akûr ve çaylağın Harem-i Şerif sınırları içinde ve dışında, yâni her yerde öldürülmesinin meşruluğuna delâlet eder.
ikinci hadis ihrâmh kişinin akrebi, kargayı, çaylağı, fareyi ve kelb-i akûru öldürmesinin mübahlığma delâlet eder. Kişi ihramda iken bunları öldürebildiğine göre ihramda değil iken de- öldürmesinin mübahlığı anlaşılır. Bu hadiste yılan yerine akreb anılmıştır.
Üçüncü hadîs ise ihrâmlı kişinin yukarda anılan hayvanlardan yılanı, akrebi, kelb-i akûru ve fareyi öldürebildiği gibi insanlara saldırıp eziyet veren diğer hayvanları da öldürebildiğine delâlet eder.
Bu hayvanlara fâsık denilmesinin sebebi hakkında Nevevi şöyle der: Fâsıklığm lügat mânâsı, bir şeyden çıkmaktır. Allah'a isyan eden kişiye fâsık denilmesi sebebi onun Allah'ın emrinden ve itâatından dışarı çıkmasıdır. Bu hayvanlar da eziyet ve bozgunculuk etmekle diğer hayvanların çoğunun yolundan çıktığı için onlara fâsık denilmiştir. Bir kavle göre bunlara fâsık denilmesi sebebi şudur: Başka hayvanları Harem-i Şerif içinde veya dışında öldürmek haram olduğu halde bu hayvanlar bu hükmün dışına çıkmışlardır.
îlk iki hadîste anılan hayvan sayısı altıyı bulduğu halde, gerek birinci hadîste ve gerek ikinci hadîste öldürülmesi meşru kılınan hayvanlann beş nevî olarak sayılması bir çelişki veya engel teşkil etmez. Çünkü sayı tahdidi yoktur. Âlimlerin ekserisinin görüşü bu merkezdedir. Yâni bir hadîste şu hayvanlar hakkında böyle bir hüküm vardır, buyurulduğu zaman, bu hükmün başka hayvanlar hakkında bulunmadığı mânâsı kasdedilmez. Durum böyle olunca ikinci hadîste akreb'in ve üçüncü hadîste saldırgan hayvanın ayni hükme tâbi tutulması birinci hadîsteki hükümle çelişki teşkil etmez. Şöyle de denilebilir: Resûl-i Ekrem (Aleyhi's-salâtü ve's-selâm) ayrı ayrı zamanlarda bu hükümleri beyân buyurmuştur. Önce beş hayvanın hükmünü bildirmiş, daha sonra da diğer hayvanların hükmünü beyân etmiştir.ikinci hadîsin zahirine göre fâsık sayılan hayvanları öldürmek mendûb değil, mubahtır. Bâzı rivayetlerin zahirine göre ise anılan hayvanların öldürülmesi emrolunmuştur. Emir mendubhık mânâsına da yorumlanabilir.
Ebka olan karga, karnında veya sırtında beyazlık veya siyahlık bulunan karga nevidir. Birinci hadiste bu nevî karganın öldürülmesinin meşruluğu bildirilmiştir. îkinci hadiste ise Ebka kaydı yoktur. Buna göre karganın her nevinin öldürülmesi mubahtır. Âlimler bu hususta ihtilâf etmişlerdir. Şöyle ki:
1. Mâliki mezhebinin meşhur kavline göre karganın her nevî, her yerde ve herkes tarafından öldürülebilir. Öldüren kişi ih-râmlı olsun veya ihrâmsız olsun fark etmez. Keza Harem-i Serî f sınırlan. îdinde olsun veya dışında olsun hüküm aynidir.
2. Hanefîler, Şafiî, Ahmed ve Mâlikîler'in bâzısı: Bu hüküm Ebka olan karga nevine mahsustur. Çünkü ilk hadîste bu kayıt vardır. Ebka nevinden maksad da leş yiyen karga çeşididir, demişlerdir.
Kelb-i Akûr sözcüğünün yorumu hakkmda da ihtilâf vardır. Şöyle ki:
1. Mâlik, Şafii, Ahmed ve ilim adamlarının ekserisi : Kelb-i Akûr insanları ısıran, onlara saldıran ve korkutan hayvanlar, demektir. Bu bilinen köpek, kurt, arslan, kaplan ve diğer yırtıcı hayvanların hepsini kaplar, demişlerdir.
2. Ebû Hanîfe'ye göre bu sözcükle, malum köpek kas-dedilmiştir. Arslan, kurt ve kaplan gibi yırtıcı ve eziyet edici hayvanlar ise köpek hükmüne tâbidir. Akûr, yâni ısırıcı kaydı kasdedil-memiştir. Eziyet ettikten sonra ihrâmlı kişi tarafından öldürülebilir, demiştir.
El-Hâfız: Edinilmesi emrolunmuş olan (meselâ av tazısı ve sürüyü korumak için besleneninin dışında kalan ve fakat ısına olmayan köpekleri öldürme hükmü hakkında ihtilâf vardır: Kadı Hüseyin, Kadı el-Mâverdî ve başkalan bu tür köpekleri öldürmenin haramhğına hükmetmişlerdir. Şafii ise el-Üm'de bunun câizliğine hükmetmiştir. R â f i î ise böyle köpekleri öldürmenin mekruhluğunu söylemiştir. N e v e v İ ise Hac bölümünde R a f i i gibi söylerken Bey' bölümünde öldürmenin haramlığıni söylemiş ve Gasb ile Teyemmüm bölümlerinde öldürülmesinin mubah olduğunu söylemiştir, der. [304]
3090) Sa'b bin Cessâme (Radıyaliâhü a«A)'den; Şöyle demiştir:
Ben Ebvâ veya Veddân'da iken Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) yanıma uğradı. Ben de O'na yabanî bir eşek hediye ettim: Fakat O, (kabul buyurmayarak) bana geri verdi. Sonra yüzümden üzüntü, kırılma belirtisini görünce şöyle buyurdu ı
«Bizde (hediyeni) sana İade etmek yoktur. Lâkin biz ihramdayız.»"
3091) Alî bin Ebî Tâlib (Radıyaliâhü a«A>'den; Şöyle demiştir: Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'e ihramda iken bir av eti getirildi. Fakat Resûl-i Ekrem (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) onu yemedi."
Not: Zevâİd'de şöyle denilmiştir : Bunun senedinde bulunan Abdülkerlm EbÜ'I-Mahânk zayıftır. [305]
Sa'b bin Cessâme (Radıyallâhü anh) 'in hadisini Bu hâri, Tirmizi, Nesâî, Ahmed ve Şafiî de rivayet etmişlerdir. A 1 î (Radıyallâhü anh)'m hadisi ise Zevâid ne-vindendir. Bu hadîsler, ihrâmlı kimsenin kara av hayvanı etinden yemesinin caiz olmadığına delâlet ederler. O av hayvanı ister ihrâmlı bir kimse tarafından, ister ihrâmsız kimse tarafından avlanılmış olsun fark etmez. Keza ihrâmsız bir kimse kendi nefsi için avlamış olsun veya ihrâmlı bir kimse için avlamış olsun hüküm aynıdır. Çünkü Resûl-i Ekrem (Aleyhi's-salâtü ve's-selâm), S a' b ' in hediye etmek istediği yabani eşeği reddederken, bunun sebebinin kendilerinin ihrâmlı olmalarından olduğunu bildirmişlerdir.
Âlimlerin konuya ilişkin görüşlerine gelince, bu hususta değişik görüşler beyân edilmiştir. Şöyle ki:
1. Ali, îbn-i Abbâs ve İbn-i Ömer (Radıyal-lâhü anhüm), yukarda anlattığım gibi hükmetmişlerdir. Bunların delilleri bu ve benzeri hadîsler ile M â i d e sûresinin aşağıya aldığım 96. âyetidir.
"Ve ihrâmlı olduğunuz sürece size kara avı haram kılındı..."
Yukarda bir parçası yazılı Âyet-i Kerîme'nin tamamının meali şöyledir: «Deniz avını avlanmak ve onu yemek size de yolculara da bir temettü olarak helâl kılındı, İhrâmlı olduğunuz sürece de kara avı size haram kılındı. Huzuruna haşredileceğiniz Allah'tan korku-
2. Şafiî, Ahmed ve Cumhura göre kara avı ihrâmlı kişi tarafından avlandığı veya başkası tarafından onun için avlandığı zaman ona haramdır. Fakat ihrâmlı kişinin hiçbir yardımı olmaksızın ihrâmsız kişi tarafından sırf şahsı için avlandığı takdirde, ihrâmlı kişinin bundan yemesi helâldir. Bunların delillerinden birisi 3093 nolu Ebû Katâde (Radıyallâhü anh) 'in hadîsidir. Mâlik de bu görüştedir.
3. Hanefîler'e göre ise, ihrâmlı kişinin hiçbir yardım veya teşviki olmaksızın ihrâmsız kişi tarafından avlanan kara avı etinden yemek ihrâmlı kimse için mubahtır. Hattâ ihrâmsız kişi ihrâmlı kimse için avlanmış olsa bile hüküm budur. Bunların delili de Ebû Katâde (Radıyallâhü anh)'in hadisidir. Çünkü bu hadisin bâzı rivayetlerinde ihrâmsız olan Ebû Katâde' nin avladığı yabanî eşek etinden, ihrâmlı olan bâzı arkadaşlarının yediği ve durumun Resûl-i Ekrem (Aleyhi's-salâtü ve's-selâm)'e sonradan arz edildiğinde O'nun : «Şüphesiz o, Allah Teâlâ'nın size yedirdiği bir yemektir» buyurduğu belirtilmektedir. Bu hadîsin bu görüşe delâlet etmesi yönü şudur: Ebû Katâde (Radıyallâhü anh) sözü edilen hayvanı sırf kendi nefsi için avlamamıştı. Bilâkis kendi nefsi ile arkadaşları için avlanmıştı.
Ömer bin el-Hattâb (Radıyallâhü anh) 'm görüşü de böyledir.
Ebvâ i Medîne-i Münevvere yakınında ve C u h -f e' ye 23 mil mesafede bir dağın ismidir.
Veddân; C u h f e' ye 8 mil mesafede bir semtin veya köyün ismidir. Râvî tereddüd ettiği için "Ebvâ'da veya Veddân'da" ifâdesini kullanmıştır.
Sa'b bin Cessâme (Radıyallâhü anh) 'in hâl terceme-si 2839. hadîs bölümünde geçmiştir. [306]
3092) Talha bin Ubeydillah (Radıyallâhü anh)'den rivayet edildiğine göre:
Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) ona bir yabanî eşek vererek arkadaşlar arasında ihramda bulundukları halde taksim etmesini emretmiştir."
Not: Zevâid'de şöyle denilmiştir : Bunun senedinin râvîleri sıka (güvenilir) zâtlardır. EI-Etrâf ta şöyle denilmiştir: Yakûb bin Şeybe demiş ki: Bu hadisi, Îbn-İ Uyeyne'den başka bir kimsenin bu şekilde rivayet ettiğini bilmem. İbn-I Uyey-ne'nin bunu kısaltmak İstediğini ve kısaltayım derken hatâya düştüğünü sanıyorum. Halkın hepsi ona muhalefet ederek rivayetlerinde şöyle demişlerdir : «Sonra ResÛlullah (S.A.V.) Ebû Bekr'e o yabanî eşeği arkadaşlar arasında, ihramda bulundukları halde taksim etmesini emretti.» [307]
Bu hadis Zevâid nevindendir. Notta Yakûb bin Şeybe'-nin işaret ettiği hadîs, Mâlik, Ahmed, Nesâî ve Bey-haki tarafından rivayet edilen e 1 - B e h z i' nin şu mealdeki hadîsidir:
Bu meal Mâlik ve Nesâî1 nin rivayet ettikleri metne göredir :
"... EI-Behzî (Yezid bin Ka'b) (Radıyallâhü anh)'den rivayet edildiğine göre şöyle demiştir: ResÛlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) Mekke'ye gitmek üzere yola çıktı ve ihrâmlı idi. Nihayet beraberindekilerle Ravhâya vardıklarında yaralı bir yabanî eşekle karşılaştılar. Durum ResÛlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'e anlatıldı. O:
"Hayvanı bırakınız. Yakında sahibi gelir», buyurdu. Biraz sonra sahibi olan el-Behzî ResÛlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'in yanma gelerek: Yâ Resûlallah bu av hayvanı emrinizdedir, dedi. Bunun üzerine ResÛlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) Ebû Bekir'e hayvan etini arkadaşlar arasında taksim etmesini emretti. Sonra yoluna devam etti. Nihayet Ruveyse ile Araç arasında bulunan el-Esâ-ye'ye vardıkları zaman bir gölgelikte uykusuna dalmış bir ceylân ile karşılaştılar. Ceylânda bir ok vardı, (yâni av yarası ile yaralanmış vaziyetteydi.) Râvî demiştir ki s Bunun üzerine ResÛlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) kimsenin hayvana dokunmaması için kervanın tamamı geçinceye kadar orada beklemek üzere bir adama talimat verdi."
Yukarıya mealini yazdığım bu hadîsin Mâlik ile Nesâi1-nin rivayetlerinde; : "Av eti kendilerine taksim edilmesi
emredilenler ihrâmhlardı" cümlesine rastlayamadım. N e s â İ' nin rivayetinde bu cümle bulunmadığı gibi Avnü'l-Mabûd'un Mâlik'-ten ve Tekmile yazarının bunlar ile Ahmed ve Beyhaki'-den naklen aldığı metinlerde de yoktur.
Bu babın hadîsinden çıkan hüküm ise şudur: Av hayvanı ihram-lüar için avlanılmamış durumda olduğu takdirde bunun etini yemek ihrâmlılar için helâldir.
3093) Abdullah bin Ebî Katâde'ain babası (Ebû Katâde d-Ensarf) (Rad%yaÜâkü anktimâ)'dan; Şöyle demiştir:
Hudeybiye (yolculuğu) zamanında ben (de) Resûlullah (Sallal-lahü Aleyhi ve Sellemî'in beraberinde (yolculuğa) çıktım. Resûl-i Ekrem'in arkadaşları ihram 1 andılar. Fakat ben ihrâmlanmadım. Sonra (yolda) bir yabanî eşek gördüm. Ben hemen ona hücum edip avladım. Sonra Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve SellemVe hayvanın durumunu anlattım ve (onu avlanırken) ihrâmlannuş olmadığımı belirtmek için); bunu, senin için avladım (Yâ Resûlallah), dedim. Bunun üzerine Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) onu yemeleri için arkadaşlarına emretti. Fakat Zât-i Nebevileri için avladığımı söyleyince O, bundan yemedi." [308]
Bu hadisi, Mâlik, Şafii, Ahmed, Müslim, Ebû Dâvûd, Beyhakî ve Tahâvi de rivayet etmişlerdir.
Umre niyetiyle Mekke yolculuğuna çıkan Resûl-i Ekrem (Aleyhi's-salâtü ve's-selâm) 'e refakat eden Ebû Katâde (Ra-dıyallâhü anh) 'm ihrâmsız olarak yolculuğa devam etmesi sebebiyle ilgili olarak Tekmile yazan: 'Ebû Katâde, Mekke 'ye girileceğine kesinlikle kanaat etmediği veya inikatların sınırları henüz Resûl-i Ekrem (Aleyhi's-salâtü ve's-selâm) tarafından tâyin ve tesbit edilmediği için ihrama girme işini tehir etmiş olabilir, der. [309]
1. Yabanî eşek eti, yenilen av hay yanlarındandır.
2. İhrâmlı olmayan bir kimse tarafından bir ihrâmk için avlanan av eti o ihrâmhya helâl değildir. Çünkü Ebû Katâde, Peygamber (Aleyhi's-salâtü ve's-selâm) için avlandığını söyleyince Efendimiz (Aleyhi's-salâtü ve's-seîâm) o avın etinden yemedi.
3. îhrâmsız bir kimse tarafından bir ihrâmlı için avlanan av hayvanı o ihrâmlı dışında kalan diğer ihrâmlılar tarafından yenilebilir.
Âlimlerin bu konuya ilişkin görüşlerini bundan önceki bâbta beyân ettiğim için tekrarlamaya lüzum görmüyorum. [310]
Büdün: Bedene'nin çoğuludur. Bedene lügat'ta dişi deve ve inek manasınadır. Burada erkek veya dişi deve ve sığır mânâsında kullanılmıştır. Ş â f i î' ye göre deve mânâsı kasdedilmiştir.
Taklîd: Boyununa kılâde, yâni gerdanlık takmaktır. Burada kasdedilen mânâ ise Allah rızâsı için M e k k e' ye gönderilen kurbanın boynuna kurbanlık alâmeti takmaktır. Bu alâmet bir deri parçası, bükülmüş renkli iplikler veya papuç gibi bir şey olabilir. Kurbanlık hayvan koyun veya keçi olduğu zaman papuç ağırlık yaptığından dolayı ondan başka bir alâmet takılır.
3094) Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellemyin zevcesi Âişe (Ra-dtyaîlâhü a»Aâ/dan; Şöyle demiştir :
Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) (Mekke'ye) Medine'den kurban gönderirdi. Ben de O'nun kurbanının boynuna takılacak iple-ri büküyor (ve hazırlıyor) dum. Kurbanları Mekke'ye yolladıktan sonra Resûl-i Ekrem (Sallallahü Aleyhi ve Sellem), İhrâmlı kimsenin sakındığı şeylerin hiç birisinden sakınmazdı."
3095) Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve SeUem)'in zevcesi Âişe (Ra-dıyallâhü anhâ)'dan; Şöyle demiştir :
Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'in (Mekke'ye göndermek istediği) kurbanlığının boynuna takılacak ipleri ben büküyordum. O da bu İpleri kurbanının boynuna takıyordu. Sonra onu (Mekke'ye) gönderiyordu. Sonra ihrâmh kimsenin sakındığı şeylerin hiç birisinden sakınmaksızuı kendisi (Medine'de) ikâmet ediyordu." [311]
Müellifimizin iki ayrı senedle Âişe (Radıyallâhü anhâ)'den rivayet ettiği bu hadislerinin benzerleri Kütüb-i Sitte yazarları tarafından rivayet edilmiştir.
Buhârî ile Tahâvi' nin rivayetlerinin birisinde Âişe (Radıyallâhü anhâ) 'nın bu mealdeki hadîsi rivayet etmesinin sebebi açıklanmaktadır. Şöyle ki:
"Amre bint-i Abdurrahman'ın rivayetine göre Ziyâd bin Ebî Süf-yân, Âişe (Radıyallâhü anhâ)'ya bir mektup göndererek Abdullah bin Abbâs (Radıyallâhü anhümâ) 'nın :
Kim Mekke'ye bir kurban gönderirse, kurbam orada boğazlanın-caya kadar hac ihramında bulunan kimseye haram olan şeyler kurban sahibine de haramdır, dediğini bildirdi (yâni durumu Âişe'ye sormak istedi). Bunun üzerine Âişe (Radıyallâhü anhâ) :
İbn-i Abbâs'ın dediği gibi değildir. Çiinkü Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'in kurbanlıklarının boyunlarına takılacak ipleri ben kendi elimle büktüm. Sonra Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) bu ipleri kendi elleriyle kurbanlıkların boyunlarına taktı ve kurbanlıkları babamla (Mekke'ye hicretin 9. yılı) gönderdi. Allah'ın Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'e helâl kıldığı hiç bir şey, kurbanları kesilinceye kadar haram kılınmadı, diye cevab verdi."
Bu bâbta rivayet edilen hadîsler ile benzeri hadîsler, hac veya umre ihramına girmeksizin Allah rızâsı için M e k k e ' ye kurbanlık gönderen bir kimsenin, ihrâmlı kimse gibi dikişli elbisesini soyması ve ihrâmh kimsenin sakınması gerekli şeylerden (kurban sahibinin ) sakınmasının vâcib olmadığına delâlet ederler. Yâni gönderdiği kurbanı Mekke' nin harem bölgesi içinde boğazlanınca-ya kadar bir ihrâmlı gibi durması gereği yoktur.
Sahâbilerin ekserisi, dört mezheb imamları, Evzâi ve Sev-r i bu hadislere dayanarak böyle hükmetmişlerdir.
İbn-i Abbâs, Ömer, Ali (Radıyallâhü anhüm) ile Nahaî, Atâ ve İbn-i Sirîn: Mekke'ye kurbanlık gönderip boynuna kurbanlık alâmetini takan kimse ihrama girer. Ayrıca kurbanı M e k k e' de boğazlanıncaya kadar kendi memleketinde oturmasına rağmen kurban sahibine, ihrâmlı kimse için haram olan her şey haramdır, demişlerdir. Bu grubun delilleri hadîs kitablannda anlatılmaktadır. Buraya aktarmaya gerek görmüyorum. [312]
1. Hac veya umre'ye gitmeyen kimselerin Harem-i Şerife kurban göndermeleri müstehabtır.
2. Bu gibi kurbanlar hangi şehir veya köyden gönderilirse kurbanlık alâmetini ayni yerde hayvanın boynuna takmak müstehabtır.
3. Kurbanlık gönderen bir kimse ihrâmlının hükmüne tâbi
değildir. Yâni ihrâmlı için yasak olan şeylerden sakınması ve kurbanı
kesilinceye kadar ihrâmlı gibi durması gereği yoktur.
[313]
3096) Âişe (Radtyallâhü ankâ)'âan; Şöyle demiştir:
Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) Ka'be'ye bir defa kurbanlık ganem (koyunlar veya keçiler) gönderdi ve onların boyunlarına kurbanlık alâmetlerini taktı." [314]
Bu hadisi Müslim, Ebû Dâvûd, Nesâi ve Ah-m e d de rivayet etmişlerdir.
Gftnem i Koyun ve keçi anlamında kullanılır.
Hadis, küçükbaş hayvanları kurbanlık olarak M e k k e'ye göndermenin meşruluğuna ve müstehablığma delâlet eder. Bu hüküm hakkında âlimlerin ittifakı vardır.
Hadîsten çıkan ikinci hüküm ise, kurbanlık olarak Mekke'ye gönderilen koyun ve keçilerin boyunlarına kurbanlık alâmetini takmanın müstehablığıdır. Cumhurun görüşü de böyledir. Bu hadîs, cumhur için delildir. İshâk, Şafii, Ahmed ve Mâliki 1 e r' den İbn-i Habîb de böyle hükmedenlerdendir.
Hanefiler'e göre kurbanlık hayvan koyun veya keçi olduğu takdirde boynuna kurbanlık alâmetini takmak sünnet değildir.
Mâliki mezhebinin meşhur kavline göre küçükbaş hayvanın boynuna kurbanlık alâmetini takmak mekruhtur. [315]
3097) İbn-i Abbâs (Radıyallâftu nnhümâ)\\i\n rivayet edildiğine göre:
Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) (Veda haccmda) kurbanlık devesinin hörgücünün sağ tarafını (bıçakla) nişanladı ve (akan) kanı temizledi.
(Râvî) Alî kendi rivayetinde: Bu iş Zü'1-Huleyfe'de olmuş ve Re-sûl-i Ekrem (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) devesinin boynuna kurbanlık alâmeti olarak iki papuç takmış, dedi." [316]
Bu hadîs Buharı' nin dışında kalan Kütüb-i S itte sâhibleri ve D â r i m î tarafından rivayet edilmiştir.
İş'ar: Arap dilinde kan akıtmak mânâsına gelir. Ş e r - i Ş e -r î f' te ise kurbanlık olduğunun bilinmesi için devenin hörgücünü kan akacak biçimde yarmaktır. Kurbanlık sığırdan olduğu takdirde onu da bu şekilde sırtından nişanlamak meşrudur. Âlimlerin konuya ilişkin görüşlerini aşağıda beyân edeceğim.
Senam: Devenin hörgücü demektir.
Kurbanlık deve veya sığırı böyle nişanlamanın hikmeti; onun kurbanlık olduğunun herkesçe bilinmesi, dokunulmaması, kaybolduğu takdirde sahibine iade edilmesi ve başka develere ve sığırlara karıştığı zaman tanınmasıdır.
Kurbanlığın boynuna alâmet olarak papuç takmanın hikmeti ise; hem kurbanlık olduğunun bilinmesi hem de takılan papuçların H a -r e m - i Ş e r î f" te bir fakire verilmesidir, [317]
l. İhrama giren kimsenin ihrama girdiği yerden kurbanlığını M e k k e' ye sevketmesi, kurbanlığı deve ise hörgücünün sağ tarafını çizip kanatması, sığır ise sırtım bu şekilde işaretlemesi meşrudur. Nişanın hayvanın sağ tarafına yapılması Ş â f ri' ye göre daha faziletlidir. Bu hadîs Şafii' nin görüşünü teyid eder.
M â 1 i k' e göre efdal olanı nişanın sol tarafa atılmasıdır.
H a n e f i 1 e r' den Ebü Yûsuf ile Muhammed'e göre nişanın sağ veya sol tarafa yapılması hususunda bir fark yoktur. Çünkü her iki şekil hakkında rivayetler vardır.
Kurbanlık deve veya sığırın anlatılan şekilde nişanlanması tüm âlimlerce meşru sayılmıştır. Nişanlamanın mekruhluğu hakkında Ebü Hanife' den olan rivayetin sebebi ise! onun zamanmda halkın nişanlama işinde aşırı gitmesi ve âdeta hayvana eziyet etmesidir.
Mâlik: Eğer sığırın hörgücü var ise nişanlanması meşrudur. Aksi takdirde meşru değildir, demiştir.
Âlimler, küçükbaş hayvanın anlatılan şekilde nişanlanmasının meşru olmadığı noktasında ittifak etmişlerdir. Çünkü koyun ve keçi yaralanmaya dayanamaz ve yapılan nişan da, yün ve kıllar altında kaldığından hikmeti gerçekleşmiş olmaz.
2. Kurbanlık devenin boynuna alâmet olarak papuç takmak meşrudur. Bu alâmet deri parçası, yün ipliği ve benzeri şeylerden de olabilir. Sığır ve küçükbaş hayvanın boynuna da alâmet takmak Cumhura göre müstehabtır. Ancak küçükbaş hayvanın boynuna papuç takmak meşru değildir. Çünkü hayvana ağırlık yapabilir.
Hanefi âlimlere göre küçükbaş hayvanın boynuna kurbanlık alâmetini takmak sünnet değildir. Mâliki mezhebinin meşhur kavline göre de bu mekruhtur.
3098) Âişe (Radtyallâhü ankâ)'dan rivayet edildiğine göre: Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) kurbanlığının boynuna kurbanlık alâmetini taktı, nişanladı ve (Mekke'ye) gönderdi, İh-râmlı kişinin sakındığı şeylerden de sakınmadı." [318]
Bu hadisin benzeri kalan Kütüb-i Sittede de rivayet edilmiştir. Bundan önceki 94. bâbta da bunun benzeri rivayet edildiği için ve hadisten çıkan hükümler yukarda anlatıldığından burada kaydedilecek önemli bir husus görmüyorum. [319]
3099) Alî bin Ebî Tâlib (Radtyallâhü anhyden; Şöyle demiştir:
Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) bana, (Veda haccında Mekke'ye sevkettiği kurbanlık) develerine nezâret etmemi, semerleri ile derilerini (fakirlere) taksim etmemi ve kassab'a (ücret olarak) develerden bir şey vermememi emretti ve:
«Kassab'a, (ücretini) biz (yanımızdan) veririz» buyurdu." [320]
Bu hadisi Buhârî, Müslim, Ebû Dâvûd ve A h m e d de rivayet etmişlerdir.
Resûl-i Ekrem (Aleyhfs-salâtü ve's-selâm)'in Veda haccındaki kurbanlarının 100 aded olduğu, bunların 63 tanesini mübarek eliyleboğazladığı, kalanların da O'nun emriyle A 1 i (Radıyallâhü anh) tarafından boğazlandığı 3076. hadîste belirtilmişti.
Teclîl: Devenin sırtına semer vurmak, demektir. Burada bu mânâ kasdedilmiştir.
Cilâl: Cüll'ün çoğuludur. Cüll: Çul ve semer manasınadır. Aslında deve, at, katır ve merkebin sırtına atılan çul ve semerlerin hepsine Cüll deniliyor ise de, yukarda anlattığım gibi âlimler burada devenin sırtma atılan semer mânâsının kasdedildiğini söylemişlerdir.
Cülûd: Cild'in çoğuludur. Cild ise deri demektir.
Kurbanlık olarak M e k k e'ye sunulan hayvanların semerleri ve çulları sahihlerinin mâli durumlarına göre mümkün mertebe iyi olmalıdır. Çünkü bu da orada fakirlere dağıtılır. Bu nedenle selef âlimleri buna önem vermişlerdir. [321]
1. Mekke'ye kurbanlık sevketmek sünnettir.
2. Kurbanlığa nezâret etmek, boğazlayıp etini, semerini ve derisini fakirlere dağıtmak üzere vekil tutmak caizdir.
3. Kurbanlık develerin sırtlarına semer vurmak müstehabtır. Hanefîler, Şafii, Mâlik, Ebû Sevr ve İshâk böyle hükmetmişlerdir.
4. Kurbanı kesen veya etini parçalamak gibi hizmetlerde bulunan kişiye ücret olarak kurbanın etinden, derisinden veya semerinden bir şey vermek caiz değildir.
5. Kasab'a ayrıca ücret vermek meşrudur.
6. Kurbanın derisini veya semerini, çulunu satmak caiz değildir. Cumhur ve dört mezheb imamı böyle hükmetmişlerdir. Hanefîler' den Ebû Yûsuf ile Muhammed'e göre kurbanın derisini satmak akdi bâtıl ve geçersizdir. Ebü Hanîfe ve Muhammed bin el-Hasan'a göre ise tahrîmen mekruhtur.
t bn ü'l-M ün z i r'in beyânına göre İbn-i Ömer, Ahmed ve İshâk: Mekke'ye sunulan kurban derisini satıp bedelini sadaka etmek caizdir, demişlerdir. [322]
3100) İbn-i Abbâs (Radıyallâhü anhümâydan rivayet edildiğine göre:
Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) kurbanlık develeri me-yânında burun halkası gümüşten olan Ebû Cehl'in bir erkek devesini de kurban olarak Mekke'ye yolladı."
3101) İyâs bin Seleme'nin babası (Seleme) (Radtyaüâhü anhümâ)'-den rivayet edildiğine göre :
Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) "in (Harem-i Şerife yolladığı) kurbanlık develeri içinde erkek bir deve de bulunuyordu."
Not: Zevâid'de şöyle
denilmiştir : Bunun senedinde Mûsâ bin Ubeyde es-Ze-bidl bulunur. Ahmed, İbn-i
Muin ve başkaları bunun zayıf olduğunu söylemişlerdir.
[323]
îbn-i Abbâs (Radıyallâhü anh) 'm hadîsini E b û Da-vûd ve Beyhakî de rivayet etmişlerdir. Ebû Dâvûd ile Beyhaki' nin rivayetlerinde Ebû C e h 1' in devesinin dâhil olduğu kurbanlık develerin Hudeybiye umresi münâsebetiyle yollandığı belirtilmiştir. Bu sefer hicretin 6. yılı vuku bulmuştur.
Ebû Cehl'in devesi Bedir savaşı günü ganimeti me-yânında Resûl-i Ekrem (Aleyhi's-salâtü ve's-selâm) 'e intikal etmişti.
Hadîste geçen "Büre" halka manasınadır. Devenin burnuna takılan halkaya devenin yuları bağlanır ve böylece deve istenen yöne daha rahat yöneltilebilir.
Ebû Dâvûd'un en-Nüfeylî'den olan rivayetinde;cümlesi de vardır. Yâni Resûl-i Ekrem (Aleyhi's-
salâtü ve's-selâm) Mekke müşriklerini kızdırmak için Ebû C e h 1' in burnu gümüş halkalı devesini de kurbanlık olarak sunmuştu.
Seleme (Radıyallâhü anh)'m hadîsi notta belirtildiği gibi Zevâid nevindendir. [324]
1. Erkek deveyi kurbanlık olarak M e k k e' ye göndermek caizdir. Cumhurun görüşü böyledir. Bu hadîsle amel etmiştir. Fakat îbn-i Ömer (Radıyallâhü anh) erkek deveyi kurbanlık olarak Harenı-i Şerife sunmaktan hoşlanmazdı. Onun görüşüne göre ancak dişi deve gönderilir.
2. Devenin burnuna gümüş halka takmak caizdir.
Seleme (R.A.)'ın Hâl Tercümesi
Seleme bin Amr bin el-Ekva'ın ismi Sinan bin Abdillah bin Kuşeyr bin Hu-zeyme bin Mâlik el-Medeni (R.A.) Hudeybiye seferinde Rıdvan Bey'at'ında bulunan bahtiyar sahabilerdendir. Bu bey'at işinde sahâbilerin başında ortasında ve sonunda Üç kez Resül-i Ekrem (S.A.V.)'İn mübarek elini tutarak ölmek üzere abld ve akldde bulunmuştur. Çok cesur ve keskin nişancı idi. Atlılarla yaya olarak yarışırdı. Çok hayırseverdi. 77 aded hadisi vardır. Buhar! ile Müslim onun 16 hadisini ittifakla rivayet ettikleri gibi yalnız Buhâri 5 ve yalnız Müslim 9 hadisini rivayet etmişlerdir. Hâvileri İse mevlası Yezld bin Ebİ Ubeyde. Ebû Seleme ve kendi oğlu olan lyfistır. Hicretin 74. yılı 80 yaşında iken vefat etmiştir. (Hulasa: 148) [325]
3102) İbn-i Ömer (Radtyallâhü anJıümâ)'âan rivayet edildiğine göre :
Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) kurbanlığını Kudeyd'-den satın aldı." [326]
Bu hadîsi T i r m i z î de rivayet etmiştir. Tirmizi daha sonra; -Nâfi'den rivayet edildiğine göre İbn-i Ömer (Radıyallâhü anhümâ) kurbanlığı Kudeyd'den satın almıştır», mealindeki mevkuf hadîsi rivayet ederek, bu mevkuf rivayetin daha sıhhatli olduğunu söylemiştir.
B u h â r i de mevkuf olanı rivayet etmiştir. Kudeyd: Mekke ile Medine arasında ve mîkat sınırı dâhilinde bir yerdir.
Hadîs, Mekke'ye gönderilmek istenen kurbanlığın mîkat sınırlan dahilindeki bir yerden satın alınmasının meşruluğuna delâlet eder.
Kastalâni bu hadisin şerhi bölümünde: Hac ve umre niyetiyle ihrama giren kimsenin kurbanlığı kendi şehrinden alıp götürmesi daha faziletlidir. Yoldan satın alması da Mekke' den satın almasından efdaldir. Arafat' tan satın alması da M i n â ' -san satın almasından üstündür. Şayet anılan hiç bir yerden satın almayıp da M i n â' da alıp boğazlarsa yine sahihtir ve kurban sevabını kazanmış olur, demiştir. [327]
3103) Ebû Hüreyre (Radıyallâhü anh)râen rivayet edildiğine göre :
Peygamber CSalIallahü Aleyhi ve Sellem) bir adamın kurbanlık devesini sevk ettiğini, (kendisinin yaya olarak gittiğini) gördü. Bunun üzerine (adama) :
«Deveye bin», buyurdu. Adam:
Bu deve kurbanlıktır, (nasıl bineyim?) dedi. Resûl-i Ekrem (Sal-lallahü Aleyhi ve Sellem) :
«Yazıklar olsun sana, deve'ye bin» buyurdu."
3104) Enes bin Mâlik (Radtyallâhü ankyâen rivayet edildiğine göre :
Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) 'in yanından kurbanlık bir deve geçirildi. Resûl-i Ekrem (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) (Deveyi götürene) :
«Deveye bin» buyurdu. Adam:
Bu deve kurbanlıktır, diye cevab verdi. Resûl-i Ekrem (Sallallahü
Aleyhi ve Sellem) :
«Deveye bin», buyurdu.
Enes demiştir ki: Sonra ben adamı devesine binmiş olduğu halde Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) 'üt beraberinde gördüm. Devenin boynunda bir papuç takılı idi." [328]
Ebû Hüreyre (Radıyallâhü anh) 'in hadîsi T i r m i z î hâriç, Kütüb-i Sitte yazarları ve Şafii tarafından rivayet edilmiştir. Enes (Radıyallâhü anh) 'in hadîsi ise Ebû Dâvûd dışında kalan Kütüb-i Sitte yazarları ve Mâlik tarafından rivayet edilmiştir.
Kurbanlık deveyi sevkedip yaya giden adamın ismine rastlayamadım. [329]
1. Kurbanlık deve veya sığıra zarar vermiyorsa binmek caizdir. Binmeye ihtiyaç duyulsun veya duyulmasın hüküm budur. Çünkü
hadiste ihtiyaç kaydı yoktur.
Âlimlerin bu konudaki görüşleri şöyledir:
a) Hanefîler'e göre zaruret yok ise kurbanlık hayvana binilmez.
b) Şafii, meşhur kavline göre A h m e d ve bir rivayete göre Mâlik; İhtiyaç duyulduğunda, kurbanlık hayvana binile-bilir, demişlerdir.
Yukardaki hükümler taşıma gücüne sahip hayvan hakkındadır.
2. Âlim kimsenin fetvasını tekrarlaması ve fetvasına uymakta tereddüd gösteren kişiyi uyarması, hattâ kınaması meşrudur. [330]
3105) Züeyb el-Huzâî (Radtyallâhü anh)'den rivayet edildiğine göre :
Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) kurbanlık develerini kendisiyle beraber (Mekke'ye) gönderiyor ve şöyle buyuruyordu:
«Kurbanlıklarımdan ölüm tehlikesiyle karşılanan ve öleceğinden korktuğun hayvan olduğu zaman, sen hemen onu boğazla ve (boynuna takılı) papuçu onun kanma batırdıktan sonra hörgücünün üstüne vur (ki Kurbanlık olduğu bilinsin). Ne sen ne de senin beraberindeki kafileden hiç bir kimse onun etinden bir şey yemeyin.»"
3106) Naciye el-Huzâî (Amr kendi rivayetinde diyordu ki: Naciye,
Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellemy'ın kurbanlık develerine refâket eden idi. (Radıyallâhü ank)'den; Şöyle demiştir:
Ben, Yâ Resûlallah! Kurbanlık develerinden ölüm tehlikesiyle karşı karşıya kalana ne yapayım? dedim. Resûl-i Ekrem (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) :
«Onu boğazla ve (boynuna takılı) papuçu kanma batırdıktan sonra hörgücünün üstüne vur (ki kurbanlık olduğu bilinsin). Ve onu halka bırak. Halk onu yesin» buyurdu." [331]
Züeyb (Radıyallâhü anh) 'in hadîsini Müslim ve Ah-m e d de rivayet etmişlerdir. Naciye (Radıyallâhü anh)'in hadisini Ebû Dâvûd, Tirmizi, Şafiî ve Ahmed de rivayet etmişlerdir.
Atb kelimesinin asıl mânâsı helak olmak, ölmek demektir. Burada ölüm tehlikesiyle karşı karşıya kalmak veya yürüyemez hâle gelmek mânâsı kasdedilmiştir.
Rufka: Yol arkadaşları manasınadır. Ancak N e v e v i burada, tüm kafile mânâsına yorumlamıştır. Yâni kurbanlık develeri M e k k e ' ye götürmekte olan kimsenin beraberinde yolculuk eden kafileden hiç kimsenin, hattâ fakir olsa bile söz konusu devenin etinden yemesi yasaklanmıştır. Kafileye karşı konulan bu yasağın hikmeti ise, kurbanlık devenin kafile mensublan tarafından öldürülmesinin önlenmesidir. Çünkü canı et isteyen bir kimsenin deveye bir şey yapıp, onu boğazlama zeminini hazırlaması endişesi duyulabilir. İşte böyle bir duruma karşı tedbir olmak üzere yolda boğazlanan kurbanlık devenin veya diğer hayvanın eti o kafile için yasak kılınmıştır. N e v e v î bu noktadan hareketle Rufka kelimesini kafilenin tamamı mânâsına yorumlamayı tercih etmiştir. [332]
Hadislerin zahirine göre Harem-i Şerif yoluna çıkarılan kurbanlık hayvanlar, nafile kurban olsun, vâcib kurban olsun yolda ölüm tehlikesini geçirdiği zaman boğazlanır ve fakirlere ter-kedilir. Konu hakkındaki mezheblerin görüşleri şöyledir:
1. Hanefî mezhebine göre nafile kurban, Harem-i Serî f' e ulaşmadan önce ölüm tehlikesini geçirdiği zaman, boğazlanıp boynundaki kurbanlık nişanı kanına batırıldıktan sonra sırtına vurulur ve böylece kurban olduğu belirtilir. Sonra eti fakirlere bırakılır. Kurbanlığı H a r e m'e götürmekte olan kimse ve beraberindekiler bunun etinden yiyemezler. Zengin kimse de yiyemez. Hayvanın tamamı fakirlerin hakkıdır. Ancak kafilede bulunan fakirler yiyebilir. Bu kurbanlığı sevkeden sahibi bunun yerine başka bir kurbam vermekle de mükellef değildir.
Şayet vâcib olan kurban, tmeselâ temettü veya kıran haccı nedeniyle kesilecek hayvan veya ihrâmlı halde işlenmesi yasak olan bir suçu işlemek yüzünden kesilmesi gerekli kurban) ölüm tehlikesini geçirir veya kurban olmasına manî bir eksikliği ve aybı meydana gelirse, sahibi onu dilediği gibi harcar. Çünkü bu hayvan sahibinin mülkiyetine dönüşmüş olur ve sahibi bunun yerine başka bir kurbanı boğazlamakla mükelleftir.
2. Şâfiiler'e göre nafile kurban Harem-i Şerife henüz ulaşmamış iken ölüm tehlikesini geçirirse sahibi dilediği gibi onda tasarruf edebilir. Yâni satabilir, boğazlayıp etini yiyebilir, ye-direbilir veya terkedebilir. Çünkü hayvan onun malıdır.
Şayet bacan vâciblerinden birini terketmesi veya ihrâmlı iken yapması yasak olan bir suçu işlemesi ya da bir kurban keseceğini adaması dolayısıyla, bir kurbanlık alıp da bu hayvan Harem'e varmadan ölüm tehlikesiyle karşılaşırsa, veya çalınma, kaybolma gibi bir sebeple elden çıkarsa, sahibi bunun yerine başka bir kurban kesmekle mükelleftir. Çünkü kurban onun zimmetinde bulunuyor. Ama adam belirli bir hayvanı adak olarak tâyin eder de hiç bir taksiratı ve ihmâli olmadığına rağmen hayvan helak olursa, bunun yerine başka bir kurban kesmesi gerekmez. Böyle bir adak hayvanı yolda geçirdiği ölüm tehlikesi nedeniyle boğazlandığı zaman ne sahibi, ne hayvana nezâret edeni, ne de yol arkadaşlarından hiç biri fakir olsa bile ondan yiyemezler.
Mâliki ve Hanbelî mezheblerinin görüşleri de Tekmi-le'de ayrıntılı olarak beyân edilmiştir. Ancak çok geniş yer alacağı endişesiyle buraya geçirmedim. Arzu edenler oraya müracaat edebilirler. [333]
3107) Alkarna bin Nadla (Radtyallâhü ank)'den; §öyle demiştir:
Mekke evlerine ancak sevâib (yâni oturanların mülkü olmayıp ihtiyaç sahihlerine terkedilmiş olarak) denile geldiği halde Resûlul-lah (Sallallahü Aleyhi ve Selem), Ebû Bekir ve Ömer (Radıyallâhü anhümâ) vefat ettiler. Kim (meskene) muhtaç ise (Mekke evlerinde) oturur ve kim muhtaç değil ise ihtiyâcı olanı (kirâsız olarak)
İki Hâl Tercemesi
Züeyb bin Halhala el-Huzâi (R.A.), Kubeysa bin Züeyb (R.A.)'m babasıdır. Mekke fethi savacına katılmıştır. Resûl-i Ekrem (S.A.V.) kurbanlık develerini onun beraberinde Mekke'ye göndermişti. Dört aded hadisi bulunur. Müslim onun bir hadisini rivayet etmiştir. Hâvileri îbn-i Ayyaş ve başkasıdır. Müslim ve Îbn-İ Mâ-ceh onun hadislerini rivayet etmişlerdir. (Hulâsa: 113)
Naciye bin KaTı veya tbn-i Cündüb bin Ka"b el-Eslemî el-Huzâi (R.A.) saha-bidir. Adı Zekvân'dir. Râvlsi Meczee bin Zâhir'dir. tbn-i Kbl Hâtim'in rivayetine göre, Hz. Mu&viye zamanında vefat etmiştir. Sünen sahihleri onun hadislerini ri-vyet etmişlerdir. (Hulâsa: 399)
Not: Zevâid'de şöyle denilmiştir : Bunun senedi Müslim'in şartı üzerine sahihtir. İbn-i Mâceh yanında Alkarna bin Nadla'nın bundan başka hadisi yoktur. Kütüb-i Sitte'nin kalanlarında onun hiç hadisi yoktur.
Sindî: Ben derim ki; Bu hadis rivayet edilmekte olduğu için bir delildir. Lâkin Dümeyrî şöyle demiştir: Alkarna bin Nadla'nın sahâbîliği sahih değildir. Ki-tablarda onun bundan başka hadisi yoktur, Jbn-i Hibbân onu tabiîleri gören sıka, yâni güvenilir zâtlar arasında zikretmiştir. Bu hadisi Hâkim kendi Müstedrek'in-de rivayet etmiş ise de zayıftır. [334]
Zevâid nevinden olan bu hadîsi, benzer lâfızlarla, Hâkim, Tahâvî ve Beyhaki de rivayet etmişlerdir.
Ribâ' kelimesi Reb' kelimesinin çoğuludur. Bina ve mesken mânâsını ifâde eder.
Sevâib: Sâibe'nin çoğuludur. Mânâsı ise içinde oturanların mülkü olmayıp ihtiyaç sâhiblerinin yararına Allah için terkedilmiş meskenler ve binalar, demektir.
Hadîsin B e y h a k î tarafından rivayet edilen metninin meali şöyledir:
«Mekke evleri sevâib olarak hıfzedilirdi. Mekke binaları ne Re-sûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'in devrinde, ne Ebû Bekir ve Ömer (Eadıyallâhü anhümâ)'nın zamanında hiç satılmadı. İhtiyacı olan kimse bu binalarda otururdu ve ihtiyacı olmayanlar ihtiyacı olanları (kirasız) oturturdu.»
Hadîsin Tahâvî tarafından rivayet edilen metninde: "...Mekke binaları satılmaz, kiraya verilmez ve ancak sevâib olarak hıfzedilirdi." ifâdesi bulunuyor.
Bâzı âlimler bu ve benzeri eserlere dayanarak: Mekke evleri satılmaz ve kiraya verilmez, demişlerdir. Ebû Hanîfe, Muhammed, Sevri, Atâ, İbn-i Ebî Rebâh, Mücânid, Mâlik, îshâk ve Ebû Ubeyd böyle hükmedenlerdendir.
Bir grub ilim adamı ise Mekke binalarının diğer memleketlerdeki binalar gibi satılabileceğine ve kiraya verilebileceğine hükmetmişlerdir. Amr bin Dînâr, Tâvûs, Şafiî, A h -med, Îbnv'l-Münzir ve Ebû Yûsuf böyle hükmedenlerdendir. Bunların delili ise Üsâme bin Zeyd (Radı-yallâhü anh) m 2730 numarada geçen hadîsidir.
Buhârî, Üsâme bin Zeyd (Radıyallâhü anh) 'm hadisini "Mekke evlerinin tevrisi, satılması ve satın alınması ve insanların Mescidi Haramda eşit oldukları" başlığı ile açtığı bir bâbta rivayet etmiştir.
Aynî ve Askalânî bu babın girişinde hem Alkarna bin N a d 1 a (Radıyalâhü anh)'in bu hadîsini rivayet ederler, hem de hadisin hükmü konusundaki ihtilâfı ve iki grub âlimlerin görüşleri ile delillerini etraflıca anlatırlar. Arzu edenler oralara başvurabilirler.
Hac sûresinin 25. âyetinde de Allah Teâlâ Mescid-i Hara m' in orada ikâmet edenlere ve etmeyenlere eşit kılındığını beyân buyurmuştur. Mescid-i Haram' dan maksad H a -r e m - i Şerif tir, diye yorum yapan âlimler, bu âyeti de M e k -k e binalarının satılmaması, kiraya verilmemesi ve ihtiyaç sâhiblerinin bu meskenlerden yararlanabilmesi için delil göstermişlerdir. Böylece bu âyet ile Alkarna (Radıyallâhü anh)'in hadîsi arasında bir hüküm birliği bulunduğunu söylemişlerdir.
Mekke binalarının satılması ve kiralanmasının meşruluğuna hükmeden ilim adamları ise bu âyetteki hükmün sırf Mescid'e âid olduğunu ve âyetteki Mescid-i Haram tâbirinden H a -rem-i Şerif in değil, yalnız Mescid'in kasdedildiğini söylemişlerdir. Geniş bilgi için tefsir kitablanna müracaat edilmelidir.
Ur Hâl Tercemesi
Alkarna bin Nadla el-Kinanl veya el-Kindl el-Kûfî, Ömer (R.A.)'den hadisleri mürsel olarak rivayet etmiştir. Râvisi de Osman bin Ebi Süleyman'dır, tbn-i Ma-ceh onun hadisini rivayet etmiştir. (Hulasa: 271) [335]
3108) Abdullah bin Adî bin e!-Hamrâ (Radtyallâhü an*)'den- Söyle demiştir:
Ben Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'i, dişi devesi üstünde olup (Mekke'nin) el-Hazvara (semtin) de durarak şöyle buyururken gördüm:
«(Ey Mekke)! Vallahi sen Allah'ın arzının şüphesiz en hayırhsı-sin ve Allah'ın arzının bana en sevimlisisin. Vallahi (Allah'ın emriyle) senin dışına ihraç edilmem (durumu) olmasaydı senden çıkmaz-dun.»"
3109) Safiyye bint-i Şeybe (Radtyallâhü ü«/fü>"dan; Şöyle demiştir: Mekke'nin fetih yılı Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Selem) "in hutbesini (Ondan) dinledim. O, hutbesinde:
«Ey insanlar! Allah gökleri ve yeri yarattığı gün şüphesiz, Mekke'yi haram kılmış (yâni orada katıl ve her türlü saygısızlığı şiddetle yasaklamış)tur. Artık Mekke, kıyamete dek haramdır. (Şöyle ki:) Ağacı kesilmez, avı rahatsız edilmez ve lukatasım (yerde bulunan malı) münşid (ilânla tamtıcılık eden) kişiden başkası (yerden) almaz» buyurdu.
Abbâs (Radıyallâhü anh) : İzhır (otu) müstesna, çünkü o evler ve kabirler içindir, dedi. (yâni müstesna edilmesini diledi.) Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) de:
«İzhır bu hükmün dışındadır» buyurdu."
Not: Zevâid'de şöyle denilmiştir: Bu hadis Safiyye'nin Peygamber (S-A.V.)'den şahsen işittiğini belirtiyor ise de senedinde Ebân bin Salih bulunur. Bu râvi ise zayıftır.
3110) Ayyaş bin Ebî Rebîa el-Mahzûmî (Radtyallâhü anh)'Ğen rivayet edildiğine göre; Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) şöyle buyurdu, demiştir :
«Bu ümmet, (hac ve umre şiarlarına) şu hürmeti hakkıyla yücelttikleri sürece hayırlı biçimde devam edecektir. Bu tazimi zayi ettikleri zaman helak olurlar.»"
Not: Zevâid'de şöyle
denilmiştir : Bunun senedinde Yezid bin Ebî Ziyâd bulunur. Bu râvi, ömrünün
sonlarına doğru bunamıştır.
[336]
Bu babın ilk hadisini Tirmizi, Nesâi ve Ahmed de rivayet etmişlerdir. Tuhfe yazarı bu hadîsin şerhinde özetle şöyle der:
Bu hadis, M e k k e' de ikâmet eden mü'min bir kimsenin dinî veya dünyevî bir zaruret yok iken Mekke' den başka bir yere gidip yerleşmesinin uygun olmadığına delâlet eder.
Hadis, Resûl-i Ekrem (Aleyhi's-salâtü ve's-selâm) 'in Mekke'ye olan sevgisini ve K a ' b e ' ye olan bağlılığını da ifâde eder.
S a f i y y e (Radıyallâhü anhâ) 'nın hadîsi ise Zevâid nevinden-dir. Ancak Ebû Dâvûd ve Buhârî bunun bir benzerini Ebû Hüreyre (Radıyallâhü anh)'den rivayette bulunmuşlardır.
Mekke' nin, hicretin 8. yılı Ramazan ayında fethe-dildiğini daha önce de defalarca beyân etmiştim.
Mekke' nin haram kılınması ifâdesinden maksad, bu mukaddes belde'de katil ve benzeri günahların işlenmesinin, orada ikâmet edenlerle savaşmanın ve oraya sığınan kimseye dokunmanın haram-lığıdır.
Lukata: Bir kimsenin yerde bulunan yitik malıdır. Münşid: Bu yitik malı gereği gibi ilân etmek suretiyle sahibine teslim etmeye çalışan kimse demektir.
İzhır: Mekke halkı tarafından tanınan bir ot nevidir. Kokusu güzeldir. Bunu evlerin tavan kısmında direklerin üstüne döşemek suretiyle kullandıkları gibi, ölüleri mezara defnettikleri zaman, cesedin üstü kerpiç veya taşlarla örtüldükten sonra aralarını kapatma işinde de kullanırlar.
Resûl-i Ekrem (Aleyhi's-salâtü ve's-selâm)'in İzhır'ı bu hükmün dışında tutması, ya Allah'ın O'na ilham etmesiyledir veya Ceb-r â î 1 CAleyhi's-salâtü ve's-selâm)'in vahiy getirmesiyle olmuştur. Şöyle de olabilir.- Allah Teâlâ daha önce vahiy ederek: Bu hükümleri tebliğ ettiğin zaman sana soru yönelten veya bâzı istisnalar talebinde bulunanlar olursa gerekli cevabı ver, diye bir talimat vermişolabilir. Yoksa hadîsin zahirinden ilk anda sanıldığı gibi A b b â s CRadıyallâhü anhVın isteğine binâen bu istisna yapılmış değildir, [337]
1. Mekke mıntıkası içindeki ağaçlan kesmek haramdır. Yalnız İzhır ağacı bu hükümden müstesnadır. Bunun dışında kalan ağaç* lar ister kendiliğinden yetişen ağaç nevinden olsun, ister insanlar tarafından dikilen veya yetiştirilen ağaçlar olsun hepsi bu hükme tabidir. Hiç birisinden bir şey kesilemez. Bu yasak yalnız ihrâmlıya mahsus değildir. İhrâmsız kimse için de aynen yasaktır.
Şafiî bunu tutarak yukr.rda anlatılan gibi hükmetmiştir. Fakat cumhur bu hükmü kendiliğinden bitip yetişen ağaçlara tahsis etmiş ve insanların dikip yetiştirdiği ağaçları kesmenin bir sakıncası bulunmadığına hükmetmiştir. [338]
Âlimler bu hususta ihtilâf etmişlerdir. Şöyle ki:
a) Ebû H a n i f e' ye göre bir kurban değerini ödemek va-cibtir.
b) Şafii ve Ahmed'e göre büyük ağacı kesmekte bir sığır, küçük ağacı kesmekte ise bir küçükbaş hayvanı, kesmek vâcib-
tir.
c) Mâlik, Atâ ve Ebû Sevr'e göre ise ağaç kesmekle kişi günah işlemiş olmakla beraber fidye vermesi gerekmez.
Âlimler yukarda da belirttiğim gibi Harem-i Şerif mıntıkası içinde bulunan ağaçların bir dalını bile kesmeyi kesinlikle haram saymışlardır. Ancak Şafiî, E r â k isimli ağacın dalından misvak çubuğunu kesmenin câizliğine hükmetmiştir. Keza ağaca zarar vermiyor ise yaprağını ve meyvesini koparmayı da caiz saymıştır. Atâ ile M ü c â h i d de böyle hükmetmişlerdir. Bu üç ilim adamı dikenli ağacı kesmeyi de mubah saymışlar ise de cumhur bunun yasak olduğunu söylemiştir. Ş â f i î 1 e r' den bir cemâat da cumhurun görüşünü desteklemiştir.
Aynî de: İlim adamları Harem-i Şerîf mıntıkası dâhilinde insanlar tarafından ekilip yetiştirilen sebzelerin ve tarım mahsûlünün alıp toplamanın mübahlığı hususunda ittifak etmişlerdir, der.
2. Mekke-i Mükerreme' nin av hayvanlarını rahatsız etmek haramdır. Rahatsız etmek haram olunca, onu kovalamak, yaralamak veya telef etmek gayet tabii daha şiddetli biçimde haram olur.
3. Mekke lukatasını, yâni M e k k e' de yerde görülen malı ordan almak haramdır. Ancak iyice ve gereğinden fazla ilân edip sahibini bulmaya gayret etmek niyetiyle yerden kaldırmak caizdir. Yerden bu maksadla alınan malın sahibi bulunmazsa bile bulan kişinin bunu kendi mülküne geçirmesi caiz değildir. Ama başka bir memlekette yerden alman lukata böyle değildir. Gereği gibi ilân ve duyuru ile araştırmalar yapıldıktan sonra sahibi bulunmazsa icâbında bulan adam o maldan yararlanabilir. Cumhurun görüşü böyledir.
Hanefîler, Mâlik İl er ve Şâfiiler.'in bâzısına göre Mekke lukatasıda diğer memleketlerdeki lukata gibidir. Bunlara göre bu hadîsteki yasaklama yerde bulunan malın iyice tanıtılıp, ilân edilmekle sahibinin bulunmasına gayret etmektir. Çünkü hacılar kendi memleketlerine dönerler ve bazen bir daha Mekke'ye gidemezler. Bu itibarla yerde bulunan malı en iyi şekilde ilân. etmek gerekir.
Bu bâbtaki hadislerin ilk üç râvîsinin hâl tercemesi
Abdullah bin Adi bin el-Hamrâ ez-ZÜhrl el-HicâzI (R.A.). sahâbldir. Tirmizl, Ne-sâi ve İbn-i Mâceh yanında bir hadîsi vardır. Hâvileri EbÛ Seleme ve Muhammed bin Cübeyr bin Mut'im'dir. (Hulâsa : 205)
Safiyye bint-i Şeybe bin Osman (R.A.), Ebû Dâvûd İle İbn-i Mâceh'in sünen-lerinde Peygamber (S.A.V.)'den hadîs rivayetinde bulunmuştur. Ayrıca Âİşe (R.A.)'* dan da rivayette bulunmuştur. Râvileri ise kardeşi oğlu Abdülhamid bin Cübeyr ve Katâde'dİr. El-Berkani onun sahâbî olmadığını söylemiştir. Fakat îbn-i Mâceh'in süneninde Muhammed bin İshâk yoluyla rivayet edildiğine göre bu hatun fetih günü Peygamber (S.A.V.)'i görmüştür. Kütüb-i Sitte yazarları onun hadîslerini rivayet etmişlerdir. (Hulâsa: 493)
Ayyaş bin Ebi Rebla Amr bin el-Müğire el-Mahzûmi (R.A.) Habeşistan'a hicret edenlerdendir. Birkaç hadîsi vardır. Râvileri Enes ve Abdurrahman bin Sâ-bit'tir. Yermûk veya Yemâme savaşında şehid edilmiştir. Hadisleri tbn-İ Maceh tarafından rivayet edilmiştir. (Hulâsa: 300) [339]
3111) EbÛ Hüreyre (Radtyallâkü a«A)'den rivayet edildiğine göre ; Resûlullah (Sallallakü Aleyhi ve Sellem) şöyle buyurdu, demiştir:
«Yılan yuvasına toplandığı gibi imân da Medine'ye toplanır.»" [340]
Bu hadîsi Buhâri ve Müslim de rivayet etmişlerdir. El-Hâfız, el-Fetih'te bu hadîsin şerhinde şöyle der: Yâni yılan kendi maişetini temin için nasıl yuvasından çıkıp dışarıya yayılır ve bir şey onu korkuttuğu zaman yuvasına dönerse bunun gibi, imân da Medîne-i Münevvere' den etrafa yayılmış ve bununla beraber her mü'min Peygamber (Aleyhi's-salâtü ve's-selâm) 'e olan muhabbet ve aşkından dolayı gönlü dâima Medîne-i Münevvere'ye bağlanmıştır. Bu durum A s r -1 Saadet* ten bu güne kadar devam edegeldiği gibi bundan sonra da devam edecektir. Çünkü Resûl-i Ekrem (Aleyhi's-salâtü ve's-selâm) hayatta iken mü'minler O'ndan feyiz ve ilim almak için Medine'de toplanırlardı. O'ndan sonra Sahâbiler, Tabiiler ve bunları görenlerin devirlerinde de müslümanlar onlardan bilgi almak ve izlerini tâkib etmek için yine Medîne-i Münevvere yolunu tutarlardı. Bu devirlerden sonra da müslümanlar Peygamber (Aleyhi's-salâtü ve's-selâm) 'in Ravza-ı Mutahhara' sun ziyaret etmek, Mescid-i Nebevi* de namaz kılmak, gerek O'ndan kalma ve gerekse sahâbîlerinden kalma eserleri müşahede etmek için Medîne-i Münevvere yoluna koyulurlar.
D â v û d i: Bu durum Asr-ı Saadet1 e, sahâbîler ile tabiîler ve onları görenlerin devrine mahsustur, der.
Kurtubî de: Bu hadîs, Medine-i Münevvere halkının mezhebinin sıhhatına, onların bid'atlardan pak olduklarına ve uygulamalarının delil olduğuna delâlet eder. Nitekim Mâlik bu belde'nin tatbikatım delil saymıştır, der.
El-Hâfız daha sonra: Kurtubî' nin dediği husus Resûl-i Ekrem (Aleyhi's-salâtü ve's-selâm) ile H u 1 e f â - i R â -ş i d i n devrine mahsustur. Sahâbîler diğer memleketlere dağıldıktan ve fitneler meydana çıktıktan sonra özellikle hicrî 2.ci yüzyılın sonlarında ve bunu tâkib eden dönemlerde görüldüğü gibi durum böyle kalmadı, der.
T i r m i z i' nin «İslâm garib olarak çıktı ve garib'e dönüşecek» bâbındaki Amr bin Avf (Radıyallâhü anh) 'in rivayet ettiği ve buna benzeyen hadîsin şerhinde Tuhfe yazarı el-Kari'in şöyle dediğini söyler:
Bu hadîsten maksad şudur: Mü'minler, îmanlarını korumak için Medlne-i Münevvere'ye sığınacaklar. Çünkü Medine-i Münevvere, imânın çıkıp kuvvetlendiği anavatandır. Bu hadis İslâmiyet'in zayıfhyacağı son zamandan haber verir.
3112) Ibn-i Ömer (Radıyallâhü ankümâyd&n rivayet edildiğine göre; ResûluIIah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) şöyle buyurdu, demiştir :
«Kim Medine'de (yerleşip ölünceye kadar orada oturmak suretiyle) ölebilirse yapsın (yâni ölünceye kadar orada ikâmet etsin). Çünkü ben orada ölen kimse için şüphesiz şehâdet ederim (yâni şefaat ederim).»'*[341]
Bu hadisi Tirmizi, Ahmed, İbn-i Hibbân ve B e y h a k i de rivayet etmişlerdir. Tirmizi1 nin rivayetinde;
Çünkü ben orada ölen kimse için şüphesiz şehâdet ederim* cümlesi yerine; «Çünkü ben orada ölen kimse için şefaat ederim» cümlesi buyurulmuştur.
Tuhfe yazarının beyânına göre T ı y b i : Mü'min kişiye Medine'de ölmek emri verilmiştir. Halbuki ölmek mü'minin elinde değil, Allah'ın takdirine bağlıdır. Mü'min gücü dışında kalan bu emirden maksad, ölünceye kadar orada ikâmet etmektir. Bu itibarla Hadis-i Şerif, Medine-i Münevvere1 de ikâmet etmeyi teşvik mahiyetindedir, der.
Resûl-i Ekrem (Aleyhi's-salâtü ve's-selâm) 'in şefaati bütün müs-lümanlar için umûmîdir. Medine-i Münevvere'de ölen nıü'min için yapılacağı vaad buyurulan şefaat veya şehâdet özel mâhiyette yapılacak şefaat ve şehâdet mânâsını ifâde eder.
3113) Ebû Hüreyre (Radıyallâhü anhyâen rivayet edildiğine göre; Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) şöyle buyurmuştur:
«Allahım İbrahim (Aleyhisselâm) senin dostun ve peygamberindir ve sen Mekke'yi İbrahim'in dileği üzerine şüphesiz haram (muhterem veya ağacım kesmeyi, avını rahatsız etmeyi ve lukatasını almayı, kıtali haram) kıldın. Allahım! Ben de senin kulun ve peygamberinim. Ben de Medine'nin şu iki lâbetin arasındaki sahayı şüphesiz (ayni şekilde) haram kılıyorum.
(Râvî) Ebû Mervân dedi ki: İki lâbeti, Medine'nin karataşlık iki sahasıdır."
Not: Bu hadîsin aslı Buhârî ve Müslim'de vardır. Ancak bu şekliyle Ze-vâid nevilidendir. Zevâid yazan : Bunun senedinde bulunan Muhammed bin Osman'ı Ebû Hatim sıka (güvenilir) saymıştır. Salih bin Muhammed el-Esedî de: Bu, sıka ve çok sâdıktır. Fakat babasından münker hadîsler rivayet eder, demiştir, îbn-i Hibbân da: Bu, sikalar arasındadır. Ama hatâ eder ve muhalif kalır, demiştir. Ebû Abdillah el-Hftkim de : Bunun rivayetlerinde bazen münker hadis bulunur, demiştir. [342]
Notta belirtildiği gibi bu hadîs Zevâid nevindendir. Ancak B u -hârî ve Müslim bunun benzerini rivayet etmişlerdir. Bu-h â r İ' nin Abdullah bin Zeyd (Radıyallâhü anh) 'den rivayet ettiği ve buna benzeyen hadîsin meali şöyledir: Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) şöyle buyurdu:
«İbrahim, Mekke'yi haram kıldı ve Mekke (nin bereketli olması) için dua etti. İbrahim Mekke'yi haram kıldığı gibi ben de Medine'yi haram kıldım. İbrahim Mekke (nin bereketli olması) için dua ettiği gibi ben de Medine'nin (ölçek birimi olan) müd ve sâ'ıtnın bereketli blması) için dua ettim.»
Mekke' nin ve Medine' nin haram kılınması sözü ile kasdedllen mânâyı yukardaki hadisi terceme ederken parantez içi ifâde ile belirtmeye çalıştım.
Hadîste geçen Harre: Siyah taşlı arazi manasınadır. M e d i -ne-i Münevvere' nin doğusunda ve batısında siyah taşlık saha bulunmakta ve buralara Medine Harresi denilmektedir.
Bu hadîsin zahirine göre Mekke' nin harem bölgesinde bâzı şeylerin işlenmesi haram kılındığı gibi Medîne-i Münevvere' nin iki kara taşlık sahaları arasında kalan kısmı da Harem-i Şeriftir ve buralarda da M e k k e' de olduğu gibi bâzı şeyler haramdır.
Mekke' nin Harem mıntıkası içinde haram olan şeyler 3109. hadiste ve onun izahı bölümünde belirtilmişti. Bu hadise göre aynı hüküm Medîne-i Münevvere' nin harem mıntıkası için de mevcuttur. Fakat âlimler bu hususta ihtilâf etmişlerdir. Şöyle ki:
Cumhur bu ve benzeri sahîh hadîsleri delil göstererek, Medîne-i Münevvere' nin Harem-i Şerif mıntıkası içinde av avlamanın ve ağaç kesmenin haramlığma hükmetmiştir. Mâlik, Şafiî, Ahmed ve İshâk da böyle hükmedenlerdendir. Ancak Mâlik, Şafiî ve Ahmed'e göre bu yasağa aykırı hareket edenin fidye vermesi vâcib değildir. Çünkü Medîne-i Münevvere hac veya umre menâsik yeri değildir.
Hanefîler, Sevrî ve İbnü'l-Mübârek ise: Medine-i Münevvere' nin Harem mmtıkası yoktur. Bu itibarla burada av avlanmak ve ağaç kesmek caizdir, demişlerdir.
Bu iki grub ilim erbabının dayandıkları delillerin bir kısmı Ebû Davud'un süneninin "Medine Tahrimi" ismi altında açtığı bâb-ta rivayet olunan Ali (Radıyallâhü anh)'in bir hadîsini şerhe-den Tekmile yazan beyân etmiştir. Oraya müracaat edilebilir.
3114) Ebû Hüreyre (Radıyallâhü ankyden rivayet edildiğine göre; Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) şöyle buyurdu, demiştir:
«Kim Medine halkına bir kötülük etmek isterse, tuzun suda eridiği gibi Allah o kimseyi eritir (mahveder).»" [343]
Bu hadîsi Müslim de rivayet etmiştir. Ayrıca Buhâri ile Müslim bunun bir benzerini Sa'd bin Ebi V a k -k a s (Radıyallâhü anh)'den rivayet etmişlerdir.
Müslim*in Âmir bin Sa'd yoluyla Sa'd (Ra-dıyallâhü anh) 'den rivayet ettiği bir hadis içinde;
«...ve Medine halkına bir kötülük yapmak isteyen kimseyi Allah, kalayın (ateşte) eridiği veya tuzun suda eridiği gibi ateşte eritir» bu-yurulmuştur.
Kadı Iyâz: Bu ziyâde, yâni; .ateşte- sözcüğü, diğer rivayetlerde, yâni bu sözcüğün bulunmadığı rivayetlerden kas-dedilen mânâya açıklık getirir. Şöyle ki hadîsten kasdedilen mânâ şöyle olur:
«Medine halkına bir kötülük yapmak isteyen kimseleri Allah âhi-rette cehennem ateşinde yakıp eritir. Kalayın ateşte eridiği veya tuzun suda eridiği gibi.»
Hadîsten şu mânânın kasdedilmiş olması da muhtemeldir:
Resûlullah (Aleyhi's-salâtü ve's-selâm) hayatta iken kim M e~ d i n e halkına kötülük etmek isterse, kalayın ateşte eridiği veya tuzun suda eridiği gibi müslümanlar o kimsenin işini görürler ve kötü plânları mahvolur.
Şöyle bir yorum yapmak da mümkündür:
Dünyada kim Medine halkına bir kötülük yapmak isterse Allah ona fırsat vermez, onu emeline kavuşturmaz. Bilâkis kısa bir zaman içinde onu mahveder.
Nitekim E m e v i 1 e r devrinde Medine halkına savaş açan Müslim bin Ukbe helak olduğu gibi onu gönderen de kısa zaman içinde helak olup gitti, diye bilgi verir.
3115) Enes bin Mâlik (Radtyallâhü anhyûen rivayet edildiğine göre; Resûluüah (Sallalîakü Aleyhi ve Sellem) şöyle buyurmuştur:
«Uhud, şüphesiz bizi seven ve bizim sevdiğimiz bir dağdır ve cennet bahçelerinden bir bahçenin üstündedir. Ayr (dağı) da cehennem kapılarından bir kapının üzerindedir.»"
Not: Zevâid'de şöyle denilmiştir : Bunun senedinde tbn-İ İshâk bulunur. Bu râ,vl tedliscidir ve hadisi an'ane ile rivayet etmiştir. Onun şeyh'i Abdullah'tır. Bur hârî : Abdulalh'ın hadîsi üzerinde düşünmek gerekir, demiştir. İbn-i Hibbân da: Abdullah'ın Enes (R.A,)'den hadis işittiğini bilmem, demiştir. Fakat îbn-i Mâcehln rivayetinde Abdullah: Ben Enes'ten İşittim, dediği için tbn-İ Hibbân'ın dediği husus giderilmiştir. [344]
Bu hadîs notta belirtildiği gibi Zevâid nevindendir. Ancak «Uhud, bizi seven ve bizim sevdiğimiz bir dağdır» buyruğu Buhârî ve M ü s 1 i m ' in sahihlerinde yine Enes (Radıyallâhü anh) 'den rivayet edilmiştir.
Hadîs'in bu kısmının izahı bölümünde Nevevî: Seçkin ve sıhhatli mânâ şudur ki: Bu cümîe hakiki mânâda kullanılmıştır. Mecazî mânâ kasdedilmemiştir. Allah Teâlâ Uhud dağına, Resûl-i Ekrem. (Aleyhi's-salâtü ve's-selâm)'i ve kasdettiği kimseleri sevme kabiliyetini ve idrakim vermiştir. Bunun benzerleri çoktur. Kuru hurma kütüğünün Resûl-i Ekrem (Aleyhi's-salâtü ve's-selâm)'in ayrılığına karşı deve iniltisi gibi bir ses çıkarması, çakıl taşlarının Allah'ı teşbih etmesi, Mekke' deki bir taşın Resûl-i Ekrem (Aleyhi's-salâtü ve's-selâm)'i selâmlaması, iki ayrı ağacın Resûl-i Ekrem (Aleyhi's-salâtü ve's-selâm) 'in çağrısı üzerine bir araya gelmesi, H i -ra dağının sallanması ve Resûl-i Ekrem (Aleyhi's-salâtü vo*s-se-lâm) 'in H i r a dağma hitaben: «Ey dağ dur. Çünkü senin üstün-de yalnız bir peygamber, bir sıddîk ve bir şehîd bulunur», buyurması ve Allah Te^lâ'nui;
«Her şey de Allah'ı hamd ile teşbih eder ve lâkin siz onların teşbihini anlamazsınız* buyruğu, buna örnek gösterilebilir. Bir kavle göre hadîsin mânâsı şöyledir:
Uhud dağı çevresinde oturan Ensâr bizi sever biz de onlan severiz.
Hadisin bundan sonra gelen cümlelerine gelince, bu kısımda geçen iki üç kelimeyi açıklayayım. Sonra mânâsı üzerinde iki üç cümle söyleyeyim:
Tura' t Tür'a'nın çoğuludur. -Tür'a, yüksekçe olan bahçe, kapı, kanal ağzı, geniş kanal ve basamak gibi mânâlara gelir.
Ayr: Medîne-i Münevvere* de bir dağdır.
Sindi yukarıdaki kelimeleri açıkladıktan sonra; hadîsin mânâsı bir sırdır. Bunu Allah'ın ilmine havale etmek uygun olur. Anlatılmak istenen şudur: Uhud dağı övülmeye lâyık bir dağdır. Ayr de bunun aksinedir, der. [345]
Bir adam Ka'be'ye hediye olarak bir miktar gümüş para benimle (Mekke'ye) gönderdi. Şakîk; Sonra ben Ka'be'ye girdim. (Ka'be hizmetkârı) Şeybe (Radıyallâhü anh) (Ka'be'de) bir kürsü üstünde oturuyordu. Ben parayı ona teslim ettim, dedi. Şeybe, Şakîk'a ■.
Bu para senin mi? diye sordu. Şakîk:
Hayır. Ve eğer para benim olsaydı sana getirmezdim, diye cevab verdim, (diyor). Şeybe:
Bak sen cidden bu sözü söylersen, (sana şunu anlatacağım :î Ömer bin el-Hattâb (Radıyallâhü anh), şu oturduğun yere oturdu ve dedi ki: Ben Ka'be'nin malını müslümanların fakirleri arasında taksim etmedikçe (Ka'be'den) çıkmiyacağım, dedi. Ben: Sen yapmazsın, dedim. Kendisi: Muhakkak yapacağım dedi ve niçin öyle söyledin? diye sordu. Ben dedim ki:
Çünkü Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) Ka'be malının yerini şüphesiz gördü (yâni bu malın varlığını biliyordu). Ebû Bekir de gördü. Ve onların mala ihtiyaçları seninkinden fazlaydı. Buna rağmen onlar bu ma'ı yerinden oynatmadılar. Bunun üzerine Ömer, olduğu gibi ayağa kalktı ve (malı taksim etmeden Ka'be'den) çıktı, diyerek Şakîk'a cevab verdi." [346]
Bu hadîsi Buhâri, Ebü Dâvûd, Ahmed ye Bey-haki de rivayet etmişlerdir.
Resûl-i Ekrem (Aleyhi's-salâtü ve's-selâm) ile Ebû Bekir (Radıyallâhü anh)'m Ka'be'nin malını, yâni Ka'be'ye he-' diye edilen paralan ve eşyayı fakir müslümanlara dağıtmamaları sebebi, K u r e y ş kabilesinin gönüllerini kırmamak düşüncesi olabilir. Nitekim câhiliyet devrinde K a ' b e * nin duvarları yenilenirken masraftan tasarruf mülahazasıyla Ka'be' nin H i c r - i î s -mail tarafına düşen duvarı geri çekilerek İbrahim (Aley-hi's-salâtü ve's-selâm) tarafından atılan temel Ka'be duvarının dışında bırakılmıştır. Sonra Resûl-i Ekrem (Aleyhi's-salâtü ve's-selâm) Ka'be duvarını yıktırıp ibrahim (Aleyhisselâm) 'in attığı temel üstünde duvarı yenilemek istedi ise de K u r e y ş kabilesinin henüz yeni müslüman oluşlarını dikkate alarak gönüllerini kırmamak için bu isteğinden vazgeçti.
Müslim'in Aişe (Radıyallâhü anhâ) 'dan rivayet ettiği bir hadîste Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) ;
(Yâ Âişe)! Senin kavminin küfür dönemi yakınlığı olmasaydı, ben Ka'be'nin birikmiş malını Allah (Azze ve Celle) yolunda harcardım ve Ka'be kapısı eşiğini zemin seviyyesine göre düzenlerdim* buyurmuştur. Bu hadîs, yukandaki yorumu teyid etmektedir.
Başka yorumlar da var. Fakat yukarıdaki yorum en kuvvetli yorum görüldüğü için diğerlerini buraya aktarmaya gerek yoktur. [347]
1. Hadis sahâbilerin birbirine nasıl nasihat ettiklerini ve hak olduğunu anladıkları hususlara karşı nasıl itaatkâr davranıp boyun eğdiklerini gösteren en ilginç örneklerdendir.
2. K a' b e ' ye hediye edilen mallar onun ihtiyacı dışındaki hayır işlerinde kullanılmak üzere alınamaz, K a ' b e ' den dışarı çıkarılamaz ve ona el uzatılamaz. Hikmeti de yukarda anlattığım gibi bir fitneye yol açmamaktır.
E I - F a k i h i, Mekke kitabında şöyle bir şey anlatır: Peygamber (Aleyhi's-salâtü ve's-seîâm) Fetih günü K a ' b e ' de 60 okka (altın - gümüş) bulmuş ve kendisine: Bunu alıp savaş ihtiyaçlarında harcamahsın, denilmiş. Fakat O, bunu yerinden oynatmamıştır.
Tekmile yazarı yukardaki bilgiyi verdikten sonra: Müslümanlar arasında bir fitnenin çıkmasına yol açmayacağı bilindiği takdirde K a'b e'nin malını hayır işlerine ve fakirlere harcamak caizdir. Nasıl ki Abdullah bin Zübeyr (Radıyallâhü anh) bir fitne endişesini duymayınca K a'b e' nin duvarını kaldırıp ibrahim (Aleyhisselâm)'m temeli üzerinde yeniden duvar ördür-müstür. [348]
Tekmile yazan bu konuda özetle şöyle der: Ka'be örtüsünde tasarruf etmek hususunda âlimler arasında ihtilâf vardır. Şöyle ki:
Şafii 1 e r ' in bir kısmı: Halk, Ka'be örtüsü parçalarını K a'b e' ye hizmet edegelen Ş e y b e oğullarından satın almaktadır. Halbuki, Ka'be örtüsünden parça kesmek, kesilen parçayı başka yere götürmek, satmak, satın almak haramdır. Bunların hiç birisi caiz değildir ve bir parçasını taşıyan kimse, iade etmekle mükelleftir, demiştir.
Îbnü's-Salâh da: Ka'be örtüsü işi Devlet başkanına aittir. O, hazîne'nin bir takım masraflarını karşılamak üzere değerlendirir, satabilir, demiştir. Îbnü's-Salâh bu görüşünde Ömer bin el-Hattâb (Radıyallâhü anh) 'in her yıl K a ' -b e örtüsünü değiştirip eskisini hacılar arasında taksim ettiğine dâir el-Ezrak i' nin rivayet ettiği esere dayanmıştır.
Alkarna bin Ebi Alkarna, anası aracılığıyla rivayet ettiğine göre Âişe (Radıyallâhü anhâ) şöyle demiştir:
"Ka'be bekçiliği görevini yapan Şeybe bin Osman bana gelerek: Ey mü'minierin anası, Ka'be örtüleri bizim yanımızda toplanıp birikiyor ve biz gidip derin kuyular kazarak bunları gömüyoruz ki cünüb ve hayızlı kimseler giymesin, dedi. Âişe (Radıyallâhü anhâ) ona:
İyi etmedin ve yaptığın iş fenadır. Ka'be örtüsü değiştirilince eskisini cünüb kimsenin ve hayızlı kadının giymesinde sakınca yoktur. Bu itibarla sen onu sat ve parasını Allah yolunda fakirlere dağıt, dedi. Artık bundan sonra Şeybe, Ka'be örtülerini Yemen'e gönderirdi. Orada satılıp parası fakirlere, Allah yolunda savaşanlara ve yolda kalmışlara dağıtılırdı."
El-Fâkihi bu eseri hasen bir senedle tahrîç etmiştir. B e y -h a k î de zayıf bir senedle rivayet etmiştir.
N e v e v i, bu görüş iyidir. Hattâ isabetli olanıdır. Çünkü aksi halde zamanla çürür ve telef olur, demiştir.
El-Ezrakı" nin rivayetine göre İbn-i Abbâs ve  i ş e (Radıyallâhü anhâ) : K a' b e örtüsü değiştirildiğinde eskisi satılır ve bedeli gazilere, yolda kalmışlara ve fakirlere dağıtılır, demişlerdir.
İbn-i Abbâs, Âişe ve Ümmü Seleme: Ha-yızlı kadın, cünüb kimse, K a' b e örtüsünden kendisine verilen parçayı giyebilir, demişlerdir.
Yukarıdaki hüküm; üzerinde âyet yazılı olmayan parça hakkındadır.
Hanefi fıkıh kitaplarından İbn-i Âbidîn, Hac kitabının "EI-Hediy" babında özetle şu bilgiyi verir:
Allâme Kut bü'd-Din el-Hanefî: Ka'be örtüsü hakkında bence uygun olan hüküm şudur: Ka'be örtüsü Devlet başkanı tarafından ve hazîne'den sağlanıyor ise yenisi takıldıktan sonra Devlet başkam eskisini Ş e y b e oğullarından veya başka kimselerden uygun gördüğü/ şahıslara verebilir. Şayet bu örtü sultanların veya başkalarının evkafından sağlanıyor ise vâkıfın şartına göre işlem yapılır. Vakıf kime verilmesini şart etmişse ona verilir. Şayet vakıfın şartı bilinmiyor ise, taâmül nasıl cereyan ede-gelmiş ise öyle yapılır. Diğer vakıf mallarına ait hüküm buna da, uygulanır. K a' b e örtüsü şimdilik sultanların evkafından sağlanmaktadır. Vâkıfın şartı da bilinmemektedir. Ş e y b e oğullarının âdeti de şöyledir: Yeni örtü takıldıktan sonra eskisini alıp götürürler. Bu âdet böylece devam edecektir, demiştir.
Ka'be örtüsü üstünde yazı, özellikle Tevhid kelimesi yok ise bunu alan kimse giyebilir. Ancak ipekten mamul olduğu takdirde erkekler giyemezler. Hayızlı kadın veya cünüb kimsenin giymesinde bir sakınca yoktur.
İki Hâl Tercemesî
Şeybe bin Osman bin Abdillah bin Abdüüzzâ bin Osman el-Hacebî el-Mekkl (R.A.), Peygamber <S.A.V.)'den ve Ebû Bekir, Ömer ve Osman bin Talhâ (R.A.V-den rivayette bulunmuştur. Râvîleri ise oğlu Mus'ab, oğlunun oğlu Müsâfi bin Abdillah ve İkrime'dir. Resûlullah (S.A.V.) Mekke'nin fetih günü Ka'be anahtarını kendilerine teslim buyurduğu zâtlardandır. Bu 2ât Ka'be hizmetini yapanlardandır, ResûM Ekrem (S.A.V.) kendisine : «Sen Allah'ın KaT>e'sine O'mın eminisin», buyurmuştur. Hicretin 59. yılı vefat etmiştir. Buhârî. Ebû Dâvûd ve İbn-İ Mâceh onun hadîslerini rivayet etmişlerdir. (Tekmile. C. 2, Sah. 229)
Şeybe (R.A.)'ın râvîsi Şakîk bin Seleme el-Esedi Ebû Vâil el-Kûfî (R.A.), tabiîlerin büyüklerindendir. Muhadramdır, yâni Peygamber (S.A.V.)'in devrine ve câhiliyet devrine yetişmekle beraber Resûl-i Ekrem (S.A.V.)'i görme şerefine kavuşamayanlardandır. Ebû Bekir, Ömer, Osman, Ali, Muâz bin Cebel ve Şeybe (R.A.)'den bir cemaattan rivayette bulunmuştur. Kendisinden de Şa*bi, Amr bin Mürre, Müğîre bin Mıksem, Mensur ve başkası rivayette bulunmuştur. İbn-i Muîn onun sıka olduğunu söylemiştir. El-Vâkıdi'nin beyânına göre Ömer bin Abdilazîz devrinde vefat etmiştir. (Hulâsa, 167) [349]
3117) İbn-i Abbâs (Radtyaİiâhü ankümâ)'da.n rivayet edildiğine göre; Resûlullah (Sallallakü Aleyhi ve Sellem) şöyle buyurdu, demiştir:
«Kim Ramazan ayına Mekke'de kavuşup orucunu tutar ve kolayına geldiği kadar gecesini ibâdetle ihya ederse, Allah, ona Mekke dışında yüzbin Ramazan ayı orucunu tutmak sevabını yazar ve Allah ona beher gün ve beher gece karşılığında bir köleyi âzadlama sevâbuu yazar. Beher gün karşılığında Allah yolunda bir atın (düşmana) saldırısının sevabını yazar. Keza her gün bir hasene, her gece bir hasene yazar.»" [350]
Bu hadisin Zevâid nevinden olduğuna dâir bir kayda rastlayamadım. Buna rağmen Kütüb-i Sitte'nin kalanlarında da buna rastlayamadım. Hadîsin senedinde Abdurrahim bin Zeyd e 1 -A m m i bulunur. B u h â r î bu râvinin terkedilmiş olduğunu söyler. Hulâsa'dan edinilen bilgiye göre bunun rivayetlerini yalnız î b n - i M â c e h almıştır. Bu bilgi de hadîsin Zevâid nevinden olma ihtimâlini kuvvetlendirir.
Hadîs sahîh ise M e k k e ' de Ramazan orucunun faziletinin büyüklüğünü bildirir. [351]
3118) Dâvûd bin Aclân (Radtyallâhü «»A/den; Şöyle demiştir:
Biz yağmurlu bir zamanda Ebû Ikattn beraberinde Ka'be-i Mu-azzama'yı tavaf ettik. Tavafımızı bitirince İbrahim (Aleyhisselâm)'in makamının arkasına geldik. Sonra Ebû Ikal dedi ki:
Ben yağmurlu bir zamanda Enes bin Mâlik (Radıyallâhü anh) ile beraber Ka'be'yi tavaf ettim. Sonra tavafımızı bitirince Makamı îbrahim'e geldik ve iki rek'at namaz kıldık. Sonra Enes bize: İşi (yâni tavafı) yenileyiniz, mağfiret olundunuz. Biz bir defa Resûlullah (Sal-lallahü Aleyhi ve Sellem)'in beraberinde yağmurlu bir zamanda tavaf etmiş durumda iken Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) bize böyle buyurdu, dedi."
Not: Zevâid'de şöyle denilmiştir: Bunun senedinde Dâvûd bin Aclân bulunur. İbn-i Muin, Ebü Dâvûd, Hâkim ve Nakkaş bunun zayıf olduğunu söylemişlerdir. Zevâid yazan : Bu râvî, Ebû İkal'den mevzu hadisler rivayet etmiştir. Bu râvînin şeyh'i Ebû Ikal'ın ismi Hilâl bin Zeyd'dir. Ebû Hatim, Buhârî, Nesâi, tbn-i Adi ve tbn-I Hibbân onun zayıf olduğunu söylemişlerdir. Zevâid yazan : Ebû Ikal, Enes (R.A.)'ın kesinlikle rivayet etmediği bir takım mevzu şeyleri ondan rivayet etmiştir. Hiç bir durumda Ebû Ikal'ın rivayetleri delil gösterilemez, der. [352]
3119) Ebû Saîd (Radtyallâhü anh)"âen; Şöyle demiştir:
Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) hac etti. Ashabı da Medine'den Mekke'ye kadar yaya idiler. Resûl-i Ekrem (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) (onlara) :
bizarlarınızı (yâni peştemallannızı) bellerinize bağlayınız», buyurdu ve bazen yavaş, bazen hızlı yürüdü (veya onların böyle yürümelerini emretti)."
Not; Zevâid'de şöyle denilmiştir : Bu, zayıf bir seneddir. Çünkü îbn-i Muin, râvî Humrân bin A'yan el-Kûfî hakkında: Bu râv! bir şey değildir, demiştir- Ebû Dâvud da onun râfızî olduğunu, Nesâi de onun sıka yâni güvenilir olmadığını söylemişler. Râvî Yahya bin Yemân'ın hadislerinin bâzısını Müslim rivayet etmiş ise de bu râvî son zamanlarında bunamıştı. Kendisinden rivayette bulunan zâtın, onun bunalım döneminden önce mi, sonra mı rivayette bulunduğu da anlaşılmamıştır. Bu itibarla rivayetinin terkedilmesl uygundur.
Dümeyrî de : Bu hadîsi yalnız îbn-i Mâceh rivayet etmiştir. Bu hadîs mün-ker ve zayıftır. Peygamber (S.A.V.) ile sahabilerinin Medfne'den Mekke'ye kadar yaya olmadıklarını beyan eden ve daha önce geçen sahih hadîslerle reddedilmiştir, der. [353]
Zevâid nevinden olduğu yukarda bildirilen bu hadîsin senedinin durumu da yukarıda belirtilmiştir. Hadîs sahih olduğu takdirde sahâ-bîlerin bir kısmının yaya olarak yolculuk ettikleri mânâsına yorumlanması gerekir. Çünkü Peygamber (Aleyhi's-salâtü ve's-selâm) ile sa-hâbîlerinin çoğunun hac yolculuğunda yaya olmadıkları sahih hadîslerle sabittir. Bunun içindir ki cumhur ve dört mezheb imamları hacca vâsıtaya binerek gitmenin, yaya olarak gitmekten daha faziletli olduğuna hükmetmişlerdir. [354]
[1] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi ve Şerhi, Kahraman
Yayınları: 8/41
[2] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi ve Şerhi, Kahraman
Yayınları: 8/41-42
[3] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi ve Şerhi, Kahraman
Yayınları: 8/43-44
[4] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi ve Şerhi, Kahraman
Yayınları: 8/44-45
[5] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi ve Şerhi, Kahraman
Yayınları: 8/45-47
[6] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi ve Şerhi, Kahraman
Yayınları: 8/47-49
[7] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi ve Şerhi, Kahraman
Yayınları: 8/50
[8] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi ve Şerhi, Kahraman
Yayınları: 8/50-51
[9] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi ve Şerhi, Kahraman
Yayınları: 8/51-52
[10] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi ve Şerhi, Kahraman
Yayınları: 8/52-53
[11] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi ve Şerhi, Kahraman
Yayınları: 8/53-54
[12] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi ve Şerhi, Kahraman
Yayınları: 8/54-56
[13] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi ve Şerhi, Kahraman
Yayınları: 8/56-57
[14] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi ve Şerhi, Kahraman
Yayınları: 8/58-60
[15] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi ve Şerhi, Kahraman
Yayınları: 8/60-61
[16] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi ve Şerhi, Kahraman Yayınları:
8/61-63
[17] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi ve Şerhi, Kahraman
Yayınları: 8/63
[18] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi ve Şerhi, Kahraman
Yayınları: 8/64-65
[19] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi ve Şerhi, Kahraman
Yayınları: 8/65-66
[20] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi ve Şerhi, Kahraman
Yayınları: 8/66-70
[21] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi ve Şerhi, Kahraman
Yayınları: 8/70-72
[22] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi ve Şerhi, Kahraman
Yayınları: 8/72
[23] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi ve Şerhi, Kahraman
Yayınları: 8/72-73
[24] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi ve Şerhi, Kahraman
Yayınları: 8/73-74
[25] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi ve Şerhi, Kahraman
Yayınları: 8/74
[26] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi ve Şerhi, Kahraman
Yayınları: 8/75
[27] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi ve Şerhi, Kahraman
Yayınları: 8/75
[28] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi ve Şerhi, Kahraman
Yayınları: 8/75-78
[29] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi ve Şerhi, Kahraman
Yayınları: 8/78
[30] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi ve Şerhi, Kahraman
Yayınları: 8/78-79
[31] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi ve Şerhi, Kahraman
Yayınları: 8/79
[32] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi ve Şerhi, Kahraman
Yayınları: 8/79-82
[33] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi ve Şerhi, Kahraman
Yayınları: 8/82-83
[34] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi ve Şerhi, Kahraman
Yayınları: 8/83
[35] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi ve Şerhi, Kahraman
Yayınları: 8/83-85
[36] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi ve Şerhi, Kahraman
Yayınları: 8/85
[37] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi ve Şerhi, Kahraman
Yayınları: 8/85-86
[38] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi ve Şerhi, Kahraman
Yayınları: 8/86
[39] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi ve Şerhi, Kahraman Yayınları:
8/86-88
[40] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi ve Şerhi, Kahraman
Yayınları: 8/88-89
[41] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi ve Şerhi, Kahraman
Yayınları: 8/89-90
[42] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi ve Şerhi, Kahraman
Yayınları: 8/90-92
[43] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi ve Şerhi, Kahraman
Yayınları: 8/92-94
[44] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi ve Şerhi, Kahraman
Yayınları: 8/94-95
[45] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi ve Şerhi, Kahraman
Yayınları: 8/95-100
[46] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi ve Şerhi, Kahraman
Yayınları: 8/100-101
[47] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi ve Şerhi, Kahraman
Yayınları: 8/101-104
[48] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi ve Şerhi, Kahraman
Yayınları: 8/104
[49] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi ve Şerhi, Kahraman
Yayınları: 8/105-106
[50] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi ve Şerhi, Kahraman
Yayınları: 8/107-108
[51] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi ve Şerhi, Kahraman
Yayınları: 8/109-110
[52] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi ve Şerhi, Kahraman
Yayınları: 8/110
[53] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi ve Şerhi, Kahraman
Yayınları: 8/110-111
[54] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi ve Şerhi, Kahraman Yayınları:
8/112-113
[55] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi ve Şerhi, Kahraman
Yayınları: 8/113-114
[56] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi ve Şerhi, Kahraman
Yayınları: 8/114-115
[57] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi ve Şerhi, Kahraman
Yayınları: 8/115-116
[58] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi ve Şerhi, Kahraman
Yayınları: 8/117
[59] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi ve Şerhi, Kahraman
Yayınları: 8/117-119
[60] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi ve Şerhi, Kahraman
Yayınları: 8/119-120
[61] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi ve Şerhi, Kahraman
Yayınları: 8/120-122
[62] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi ve Şerhi, Kahraman
Yayınları: 8/122-124
[63] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi ve Şerhi, Kahraman
Yayınları: 8/124-125
[64] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi ve Şerhi, Kahraman
Yayınları: 8/125-127
[65] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi ve Şerhi, Kahraman Yayınları:
8/128-129
[66] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi ve Şerhi, Kahraman
Yayınları: 8/129-130
[67] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi ve Şerhi, Kahraman
Yayınları: 8/130
[68] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi ve Şerhi, Kahraman
Yayınları: 8/130-131
[69] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi ve Şerhi, Kahraman
Yayınları: 8/131
[70] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi ve Şerhi, Kahraman
Yayınları: 8/132
[71] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi ve Şerhi, Kahraman
Yayınları: 8/133
[72] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi ve Şerhi, Kahraman
Yayınları: 8/134
[73] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi ve Şerhi, Kahraman
Yayınları: 8/134
[74] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi ve Şerhi, Kahraman
Yayınları: 8/135-137
[75] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi ve Şerhi, Kahraman
Yayınları: 8/137-138
[76] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi ve Şerhi, Kahraman
Yayınları: 8/138-140
[77] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi ve Şerhi, Kahraman
Yayınları: 8/140-141
[78] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi ve Şerhi, Kahraman
Yayınları: 8/141
[79] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi ve Şerhi, Kahraman
Yayınları: 8/141-142
[80] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi ve Şerhi, Kahraman Yayınları:
8/142-143
[81] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi ve Şerhi, Kahraman
Yayınları: 8/143
[82] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi ve Şerhi, Kahraman
Yayınları: 8/143
[83] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi ve Şerhi, Kahraman
Yayınları: 8/144-145
[84] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi ve Şerhi, Kahraman
Yayınları: 8/145-146
[85] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi ve Şerhi, Kahraman
Yayınları: 8/147-149
[86] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi ve Şerhi, Kahraman
Yayınları: 8/149-150
[87] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi ve Şerhi, Kahraman
Yayınları: 8/150-152
[88] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi ve Şerhi, Kahraman
Yayınları: 8/152-153
[89] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi ve Şerhi, Kahraman
Yayınları: 8/153-154
[90] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi ve Şerhi, Kahraman
Yayınları: 8/154-156
[91] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi ve Şerhi, Kahraman
Yayınları: 8/156
[92] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi ve Şerhi, Kahraman
Yayınları: 8/157-158
[93] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi ve Şerhi, Kahraman
Yayınları: 8/159-161
[94] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi ve Şerhi, Kahraman
Yayınları: 8/161-164
[95] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi ve Şerhi, Kahraman
Yayınları: 8/164-165
[96] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi ve Şerhi, Kahraman
Yayınları: 8/165-166
[97] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi ve Şerhi, Kahraman
Yayınları: 8/166-167
[98] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi ve Şerhi, Kahraman
Yayınları: 8/167
[99] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi ve Şerhi, Kahraman
Yayınları: 8/167
[100] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi ve Şerhi, Kahraman
Yayınları: 8/168-169
[101] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi ve Şerhi, Kahraman
Yayınları: 8/169-171
[102] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi ve Şerhi, Kahraman
Yayınları: 8/171-174
[103] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi ve Şerhi, Kahraman
Yayınları: 8/174-175
[104] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi ve Şerhi, Kahraman
Yayınları: 8/175-176
[105] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi ve Şerhi, Kahraman
Yayınları: 8/176
[106] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi ve Şerhi, Kahraman Yayınları:
8/176
[107] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi ve Şerhi, Kahraman
Yayınları: 8/176-177
[108] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi ve Şerhi, Kahraman
Yayınları: 8/177-179
[109] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi ve Şerhi, Kahraman
Yayınları: 8/179-180
[110] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi ve Şerhi, Kahraman
Yayınları: 8/181
[111] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi ve Şerhi, Kahraman
Yayınları: 8/181-182
[112] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi ve Şerhi, Kahraman
Yayınları: 8/182-183
[113] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi ve Şerhi, Kahraman
Yayınları: 8/183-184
[114] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi ve Şerhi, Kahraman
Yayınları: 8/184
[115] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi ve Şerhi, Kahraman
Yayınları: 8/184-185
[116] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi ve Şerhi, Kahraman
Yayınları: 8/185-186
[117] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi ve Şerhi, Kahraman
Yayınları: 8/187-188
[118] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi ve Şerhi, Kahraman
Yayınları: 8/188-190
[119] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi ve Şerhi, Kahraman
Yayınları: 8/190-191
[120] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi ve Şerhi, Kahraman
Yayınları: 8/192
[121] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi ve Şerhi, Kahraman
Yayınları: 8/192-195
[122] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi ve Şerhi, Kahraman
Yayınları: 8/195-197
[123] Tekmile : C. 1, S. 81
[124] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi ve Şerhi, Kahraman
Yayınları: 8/197
[125] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi ve Şerhi, Kahraman
Yayınları: 8/197-199
[126] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi ve Şerhi, Kahraman
Yayınları: 8/199-200
[127] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi ve Şerhi, Kahraman
Yayınları: 8/200-201
[128] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi ve Şerhi, Kahraman
Yayınları: 8/201-202
[129] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi ve Şerhi, Kahraman
Yayınları: 8/202-204
[130] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi ve Şerhi, Kahraman
Yayınları: 8/204
[131] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi ve Şerhi, Kahraman
Yayınları: 8/204-206
[132] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi ve Şerhi, Kahraman
Yayınları: 8/206-209
[133] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi ve Şerhi, Kahraman
Yayınları: 8/209-210
[134] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi ve Şerhi, Kahraman
Yayınları: 8/210-211
[135] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi ve Şerhi, Kahraman
Yayınları: 8/211-212
[136] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi ve Şerhi, Kahraman
Yayınları: 8/212-214
[137] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi ve Şerhi, Kahraman
Yayınları: 8/214
[138] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi ve Şerhi, Kahraman
Yayınları: 8/215-216
[139] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi ve Şerhi, Kahraman
Yayınları: 8/216-217
[140] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi ve Şerhi, Kahraman
Yayınları: 8/218
[141] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi ve Şerhi, Kahraman
Yayınları: 8/218-219
[142] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi ve Şerhi, Kahraman
Yayınları: 8/219
[143] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi ve Şerhi, Kahraman
Yayınları: 8/220
[144] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi ve Şerhi, Kahraman
Yayınları: 8/223-224
[145] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi ve Şerhi, Kahraman
Yayınları: 8/224-225
[146] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi ve Şerhi, Kahraman
Yayınları: 8/225-226
[147] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi ve Şerhi, Kahraman
Yayınları: 8/226
[148] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi ve Şerhi, Kahraman
Yayınları: 8/227
[149] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi ve Şerhi, Kahraman
Yayınları: 8/227
[150] Bu sahâbl'nin hâl tercemesi
125-128. hadis bölümünde geçti.
[151] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi ve Şerhi, Kahraman
Yayınları: 8/227-229
[152] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi ve Şerhi, Kahraman
Yayınları: 8/229
[153] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi ve Şerhi, Kahraman
Yayınları: 8/229-230
[154] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi ve Şerhi, Kahraman
Yayınları: 8/230
[155] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi ve Şerhi, Kahraman
Yayınları: 8/230-231
[156] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi ve Şerhi, Kahraman
Yayınları: 8/231
[157] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi ve Şerhi, Kahraman
Yayınları: 8/232-233
[158] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi ve Şerhi, Kahraman
Yayınları: 8/234
[159] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi ve Şerhi, Kahraman
Yayınları: 8/235
[160] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi ve Şerhi, Kahraman
Yayınları: 8/235-236
[161] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi ve Şerhi, Kahraman
Yayınları: 8/236-237
[162] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi ve Şerhi, Kahraman
Yayınları: 8/237
[163] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi ve Şerhi, Kahraman
Yayınları: 8/237-239
[164] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi ve Şerhi, Kahraman
Yayınları: 8/239-240
[165] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi ve Şerhi, Kahraman
Yayınları: 8/240
[166] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi ve Şerhi, Kahraman
Yayınları: 8/240-243
[167] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi ve Şerhi, Kahraman
Yayınları: 8/243-244
[168] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi ve Şerhi, Kahraman
Yayınları: 8/244
[169] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi ve Şerhi, Kahraman
Yayınları: 8/244-245
[170] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi ve Şerhi, Kahraman
Yayınları: 8/245-246
[171] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi ve Şerhi, Kahraman
Yayınları: 8/246-247
[172] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi ve Şerhi, Kahraman
Yayınları: 8/247-248
[173] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi ve Şerhi, Kahraman
Yayınları: 8/248-249
[174] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi ve Şerhi, Kahraman
Yayınları: 8/249-250
[175] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi ve Şerhi, Kahraman
Yayınları: 8/250
[176] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi ve Şerhi, Kahraman
Yayınları: 8/250-251
[177] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi ve Şerhi, Kahraman
Yayınları: 8/251
[178] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi ve Şerhi, Kahraman
Yayınları: 8/252
[179] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi ve Şerhi, Kahraman
Yayınları: 8/252-253
[180] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi ve Şerhi, Kahraman
Yayınları: 8/253-254
[181] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi ve Şerhi, Kahraman
Yayınları: 8/254-256
[182] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi ve Şerhi, Kahraman
Yayınları: 8/256-259
[183] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi ve Şerhi, Kahraman
Yayınları: 8/259-261
[184] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi ve Şerhi, Kahraman
Yayınları: 8/261-262
[185] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi ve Şerhi, Kahraman
Yayınları: 8/262-264
[186] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi ve Şerhi, Kahraman
Yayınları: 8/264
[187] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi ve Şerhi, Kahraman
Yayınları: 8/265-266
[188] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi ve Şerhi, Kahraman
Yayınları: 8/266-269
[189] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi ve Şerhi, Kahraman
Yayınları: 8/269
[190] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi ve Şerhi, Kahraman
Yayınları: 8/269-272
[191] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi ve Şerhi, Kahraman
Yayınları: 8/272-273
[192] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi ve Şerhi, Kahraman
Yayınları: 8/273
[193] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi ve Şerhi, Kahraman
Yayınları: 8/274
[194] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi ve Şerhi, Kahraman
Yayınları: 8/274-275
[195] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi ve Şerhi, Kahraman
Yayınları: 8/275-276
[196] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi ve Şerhi, Kahraman
Yayınları: 8/276-277
[197] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi ve Şerhi, Kahraman
Yayınları: 8/277-278
[198] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi ve Şerhi, Kahraman
Yayınları: 8/278
[199] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi ve Şerhi, Kahraman
Yayınları: 8/278-279
[200] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi ve Şerhi, Kahraman
Yayınları: 8/280
[201] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi ve Şerhi, Kahraman
Yayınları: 8/280-281
[202] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi ve Şerhi, Kahraman
Yayınları: 8/282
[203] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi ve Şerhi, Kahraman
Yayınları: 8/283
[204] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi ve Şerhi, Kahraman
Yayınları: 8/283-284
[205] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi ve Şerhi, Kahraman
Yayınları: 8/284
[206] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi ve Şerhi, Kahraman
Yayınları: 8/284-285
[207] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi ve Şerhi, Kahraman
Yayınları: 8/285-286
[208] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi ve Şerhi, Kahraman
Yayınları: 8/286-287
[209] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi ve Şerhi, Kahraman
Yayınları: 8/287-288
[210] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi ve Şerhi, Kahraman
Yayınları: 8/288-289
[211] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi ve Şerhi, Kahraman Yayınları:
8/289
[212] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi ve Şerhi, Kahraman
Yayınları: 8/289-290
[213] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi ve Şerhi, Kahraman
Yayınları: 8/290
[214] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi ve Şerhi, Kahraman
Yayınları: 8/290-291
[215] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi ve Şerhi, Kahraman
Yayınları: 8/291-292
[216] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi ve Şerhi, Kahraman
Yayınları: 8/292-294
[217] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi ve Şerhi, Kahraman
Yayınları: 8/294
[218] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi ve Şerhi, Kahraman
Yayınları: 8/294-295
[219] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi ve Şerhi, Kahraman
Yayınları: 8/295-297
[220] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi ve Şerhi, Kahraman
Yayınları: 8/297-298
[221] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi ve Şerhi, Kahraman
Yayınları: 8/298-299
[222] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi ve Şerhi, Kahraman
Yayınları: 8/299
[223] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi ve Şerhi, Kahraman
Yayınları: 8/300
[224] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi ve Şerhi, Kahraman
Yayınları: 8/300-301
[225] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi ve Şerhi, Kahraman
Yayınları: 8/302-303
[226] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi ve Şerhi, Kahraman
Yayınları: 8/303
[227] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi ve Şerhi, Kahraman
Yayınları: 8/303-304
[228] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi ve Şerhi, Kahraman
Yayınları: 8/305
[229] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi ve Şerhi, Kahraman
Yayınları: 8/305
[230] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi ve Şerhi, Kahraman
Yayınları: 8/305-306
[231] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi ve Şerhi, Kahraman
Yayınları: 8/306-307
[232] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi ve Şerhi, Kahraman
Yayınları: 8/307-308
[233] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi ve Şerhi, Kahraman
Yayınları: 8/308
[234] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi ve Şerhi, Kahraman
Yayınları: 8/309
[235] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi ve Şerhi, Kahraman
Yayınları: 8/309-312
[236] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi ve Şerhi, Kahraman
Yayınları: 8/312-313
[237] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi ve Şerhi, Kahraman
Yayınları: 8/314
[238] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi ve Şerhi, Kahraman
Yayınları: 8/314-315
[239] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi ve Şerhi, Kahraman
Yayınları: 8/315-316
[240] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi ve Şerhi, Kahraman
Yayınları: 8/316
[241] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi ve Şerhi, Kahraman Yayınları:
8/316-317
[242] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi ve Şerhi, Kahraman
Yayınları: 8/317
[243] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi ve Şerhi, Kahraman
Yayınları: 8/318
[244] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi ve Şerhi, Kahraman
Yayınları: 8/318-319
[245] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi ve Şerhi, Kahraman
Yayınları: 8/319-322
[246] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi ve Şerhi, Kahraman
Yayınları: 8/322-323
[247] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi ve Şerhi, Kahraman
Yayınları: 8/323-324
[248] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi ve Şerhi, Kahraman
Yayınları: 8/324-325
[249] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi ve Şerhi, Kahraman
Yayınları: 8/325
[250] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi ve Şerhi, Kahraman
Yayınları: 8/325-326
[251] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi ve Şerhi, Kahraman
Yayınları: 8/326-327
[252] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi ve Şerhi, Kahraman
Yayınları: 8/327
[253] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi ve Şerhi, Kahraman
Yayınları: 8/327-329
[254] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi ve Şerhi, Kahraman
Yayınları: 8/329-332
[255] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi ve Şerhi, Kahraman
Yayınları: 8/332-335
[256] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi ve Şerhi, Kahraman
Yayınları: 8/335-336
[257] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi ve Şerhi, Kahraman
Yayınları: 8/336
[258] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi ve Şerhi, Kahraman
Yayınları: 8/337
[259] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi ve Şerhi, Kahraman
Yayınları: 8/338
[260] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi ve Şerhi, Kahraman
Yayınları: 8/338-339
[261] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi ve Şerhi, Kahraman
Yayınları: 8/340
[262] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi ve Şerhi, Kahraman
Yayınları: 8/340-342
[263] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi ve Şerhi, Kahraman
Yayınları: 8/342-343
[264] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi ve Şerhi, Kahraman
Yayınları: 8/343
[265] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi ve Şerhi, Kahraman
Yayınları: 8/343-345
[266] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi ve Şerhi, Kahraman
Yayınları: 8/345-346
[267] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi ve Şerhi, Kahraman
Yayınları: 8/346
[268] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi ve Şerhi, Kahraman
Yayınları: 8/346-347
[269] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi ve Şerhi, Kahraman
Yayınları: 8/348
[270] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi ve Şerhi, Kahraman
Yayınları: 8/348-349
[271] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi ve Şerhi, Kahraman
Yayınları: 8/349-350
[272] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi ve Şerhi, Kahraman
Yayınları: 8/350-351
[273] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi ve Şerhi, Kahraman
Yayınları: 8/351-352
[274] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi ve Şerhi, Kahraman
Yayınları: 8/352-353
[275] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi ve Şerhi, Kahraman
Yayınları: 8/353
[276] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi ve Şerhi, Kahraman
Yayınları: 8/354-355
[277] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi ve Şerhi, Kahraman
Yayınları: 8/355-356
[278] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi ve Şerhi, Kahraman
Yayınları: 8/356-357
[279] Bakara, 135
[280] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi ve Şerhi, Kahraman
Yayınları: 8/357-368
[281] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi ve Şerhi, Kahraman
Yayınları: 8/368
[282] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi ve Şerhi, Kahraman
Yayınları: 8/368-370
[283] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi ve Şerhi, Kahraman
Yayınları: 8/370-371
[284] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi ve Şerhi, Kahraman
Yayınları: 8/371-379
[285] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi ve Şerhi, Kahraman
Yayınları: 8/379-380
[286] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi ve Şerhi, Kahraman
Yayınları: 8/381
[287] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi ve Şerhi, Kahraman
Yayınları: 8/381-383
[288] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi ve Şerhi, Kahraman
Yayınları: 8/383
[289] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi ve Şerhi, Kahraman
Yayınları: 8/383-384
[290] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi ve Şerhi, Kahraman
Yayınları: 8/385-386
[291] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi ve Şerhi, Kahraman
Yayınları: 8/386-388
[292] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi ve Şerhi, Kahraman
Yayınları: 8/388-390
[293] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi ve Şerhi, Kahraman
Yayınları: 8/390-391
[294] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi ve Şerhi, Kahraman
Yayınları: 8/391
[295] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi ve Şerhi, Kahraman
Yayınları: 8/391-392
[296] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi ve Şerhi, Kahraman
Yayınları: 8/392-393
[297] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi ve Şerhi, Kahraman
Yayınları: 8/393-394
[298] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi ve Şerhi, Kahraman
Yayınları: 8/394-395
[299] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi ve Şerhi, Kahraman
Yayınları: 8/395
[300] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi ve Şerhi, Kahraman
Yayınları: 8/396
[301] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi ve Şerhi, Kahraman
Yayınları: 8/397
[302] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi ve Şerhi, Kahraman
Yayınları: 8/397-399
[303] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi ve Şerhi, Kahraman
Yayınları: 8/399-400
[304] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi ve Şerhi, Kahraman
Yayınları: 8/400-402
[305] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi ve Şerhi, Kahraman Yayınları:
8/403-404
[306] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi ve Şerhi, Kahraman
Yayınları: 8/404-405
[307] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi ve Şerhi, Kahraman
Yayınları: 8/405-406
[308] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi ve Şerhi, Kahraman
Yayınları: 8/406-408
[309] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi ve Şerhi, Kahraman
Yayınları: 8/408
[310] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi ve Şerhi, Kahraman
Yayınları: 8/408
[311] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi ve Şerhi, Kahraman
Yayınları: 8/409-410
[312] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi ve Şerhi, Kahraman
Yayınları: 8/410-411
[313] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi ve Şerhi, Kahraman
Yayınları: 8/411
[314] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi ve Şerhi, Kahraman
Yayınları: 8/411-412
[315] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi ve Şerhi, Kahraman
Yayınları: 8/412
[316] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi ve Şerhi, Kahraman
Yayınları: 8/412-413
[317] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi ve Şerhi, Kahraman
Yayınları: 8/413
[318] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi ve Şerhi, Kahraman
Yayınları: 8/413-414
[319] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi ve Şerhi, Kahraman
Yayınları: 8/415
[320] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi ve Şerhi, Kahraman Yayınları:
8/415
[321] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi ve Şerhi, Kahraman
Yayınları: 8/415-416
[322] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi ve Şerhi, Kahraman
Yayınları: 8/416
[323] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi ve Şerhi, Kahraman
Yayınları: 8/417
[324] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi ve Şerhi, Kahraman
Yayınları: 8/418
[325] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi ve Şerhi, Kahraman
Yayınları: 8/418
[326] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi ve Şerhi, Kahraman
Yayınları: 8/419
[327] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi ve Şerhi, Kahraman
Yayınları: 8/419-420
[328] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi ve Şerhi, Kahraman
Yayınları: 8/420-421
[329] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi ve Şerhi, Kahraman
Yayınları: 8/421
[330] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi ve Şerhi, Kahraman
Yayınları: 8/421
[331] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi ve Şerhi, Kahraman
Yayınları: 8/422-423
[332] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi ve Şerhi, Kahraman
Yayınları: 8/423
[333] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi ve Şerhi, Kahraman
Yayınları: 8/423-424
[334] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi ve Şerhi, Kahraman
Yayınları: 8/425-426
[335] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi ve Şerhi, Kahraman
Yayınları: 8/426-427
[336] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi ve Şerhi, Kahraman
Yayınları: 8/428-429
[337] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi ve Şerhi, Kahraman
Yayınları: 8/430-431
[338] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi ve Şerhi, Kahraman
Yayınları: 8/431
[339] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi ve Şerhi, Kahraman
Yayınları: 8/431-432
[340] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi ve Şerhi, Kahraman
Yayınları: 8/433
[341] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi ve Şerhi, Kahraman
Yayınları: 8/433-434
[342] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi ve Şerhi, Kahraman
Yayınları: 8/435-436
[343] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi ve Şerhi, Kahraman
Yayınları: 8/436-437
[344] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi ve Şerhi, Kahraman
Yayınları: 8/438-439
[345] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi ve Şerhi, Kahraman
Yayınları: 8/439-440
[346] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi ve Şerhi, Kahraman
Yayınları: 8/440-441
[347] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi ve Şerhi, Kahraman
Yayınları: 8/441-442
[348] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi ve Şerhi, Kahraman
Yayınları: 8/442
[349] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi ve Şerhi, Kahraman
Yayınları: 8/443-444
[350] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi ve Şerhi, Kahraman
Yayınları: 8/445
[351] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi ve Şerhi, Kahraman
Yayınları: 8/446
[352] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi ve Şerhi, Kahraman
Yayınları: 8/446-447
[353] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi ve Şerhi, Kahraman
Yayınları: 8/447-448
[354] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi ve Şerhi, Kahraman
Yayınları: 8/448