1- Baba ve Ananın Haklarına Riayet Ktmkt ve Onlara Karşı Görevi Yapmak
Babı
3- Babanın Çocuklarına İyi Davranması, İyilik Etmesi Ve Kız Çocuklarına
İhsan'da Bulunmak Babı
Cumhurun Ukbe Bin. Âmir (Radıyallâhü Anhj'ın Hadîsine Verdiği Yorumlar
6- Yetim Hakkı (İle İlgili
Hadîsler) Babı
7- (Gelen Gidene) Eziyet Veren Şeyi Yoldan Gidermek Babı
8- Suyu Sadaka Etmenin Faziletinin Beyânı Babı
9- Rıfk (Yumuşaklıkla Muamele Etmek, Arkadaşlarla Îyi Geçinmek Ve Mutedil
Davranmak) Babı
10- Kölelere (Ve Cariyelere) İyilik Etmek, Onlara İyi Davranmak Babı
12- Selâm Almak (Yâni Verilen
Selâmı Cevablamak) Babı
14- Çocuklara Ve Kadınlara Selâm Vermek Babı
Sabah ve İkindi Namazından Sonra Cemâatin Tokalaşması Hükmü
16- Erkek. Erkeğin Elini Öper, Babı
17- (Başkasının Evine Girmek İçin) İzin İstemek Babı
18- Nasıl Sabahladın? Diye Hâli Sorulan Adam (Hakkında Gelen Hadîsler)
Babı
19- Bîr Kavmin Ulusu Size Geldiği Zaman Ona İkram Ediniz, Babı
20- Aksıran (Müslüman) A Teşmit
(Yâni Hayır Ve Bereketle Duâ Etmek) Babı
21- Adamın, Yanında Oturana İkram Etmesi (Kıymet Vermesi) Babı
22- Kim Dönerse Oturduğu Yerden Kalkıp Sonba Geri Dönerse O Yere Öncelikle
Hak Sahibidir, Bâbı
25- Saç Ve Sakaldan Ağaran Telleri Yolmanın Yaşarlığı Babı
27- Yüzükoyun Yatmanın Yaşarlığı Babı
28- Yıldızlar İlmini Öğrenmek Babı
29- Rüzgârı Sövmenin Yas Aklığı Bâb1
30- Adlardan Müstahab Olanlar Babı
32- (Uygun Görülmeyen) Adları
Degiştihmek Babı
34- Bir Adamın Çocuğu Olmadan Önce Künye (Yânî Falanın Babası Soyadını)
Alması Babı
36- Bir Kimsenin Başka Bir Kimseyi Övmesi Babı
37- Müsteşar (Yâni Kendisine
Danışılan) Kişi Emin (Güvenilir)
Bir Kimsedir, Babı
39- Vücudun Hamam Otu İle Sıvanması Babı
40- Halka Kıssa - Hikâye Anlatmak Babı
41- Şîir (Hakkında Gelen Hadîsler) Babı
42- Kerahat Edilen (Yâni Câîz Sayılmayan) Şîir (Çeşidinin Beyânı) Babı
45- Bir Kimsenin Yalnız Başına Kalmasının Mekruhluğu Babı
46- Yatma Zamanında Ateşi Söndürmek Bâb1
47- Yol Üzerinde Konaklamanın Yasaklığı Babı
48- Bir Binek Hayvanına Üç Kişinin Binmesi Babı
50- Üç Kîşî Bîr Arada Îken Bunlardan) İkisi Üçuncu (Arkadaş) Tan Ayrı
Gizli Konuşmasınlar, Babı
52- Kur'ân-I Kerîmi Okumanın Sevabı Babı
53- Zikîr (Yâni Allah'ı Anma)
Fazileti Babı
54- "Lâ İlâha İllallah = Allah'tan Başka Lâyık Hiç Bir İlâh
Yoktur" Zikrinin Fazileti Babı
55- Allah'a Hamdedenlerin Fazileti Babı
56- Tesbîh (Yâni Sübhânallah Zikrinin) Fazîleti Babı
57- İstiğfar (Günahların Bağışlanmasını Allah'tan Dilemek) Babı
58- Amel (Yânî Farz, Vâcib ve Sünnet Olan Her Türlü İbâdet ve Hayır
İşlemen) İn Fazîleti Babı
59- "Lâ Havle ve Lâ Kuvvete İllâ Billahi" Zikri Hakkında Gelen
Hadîsler Babı
Edeb: Övgüye lâyık söz ve fiilleri kullanmak, diye tarif edilmiştir. Edeb'in güzel ahlâkı tutmak, büyüklere saygı, küçüklere şetimt etmek gibi tarifleri de vardır.[1]
3657) "... (Htdâf) bin Sti&mt es-Sttkmî (RadyaHâhü ankydtn rivayet edildiğine göre; Peygamber (SamlİM Aleyhi ve Sdhm) şöyle buyurmuştur:
-(Her) adama anasını <n hakkına riâyeti) tavsiye ederim. (Her-adama anasını(n hakkına riâyeti) tavsiye ederim. (Her) adama ana-sınıfn hakkına riâyet etmesini) tavsiye ederim (tavsiye cümlesini üç kez tekrarladı). (Her) adama babasını(n hakkına riâyet etmesini) tavsiye ederim. (Her) adama, işine bakan velisini (n hakkına riâyet etmesini) tavsiye ederim, velisi tarafından ona eziyet olsa bile.»"
Not: Zevâid yazarı bu hadisin Zevâid nevinden olduğunu belirtmiş Fakat senedin durumuna değinmemiş ve : Müellifin yanında bu İbn-i Selâme'nin bun-dan başka hadisi yoktur. Kütüb-i Sitte'nin kalanlarında onun hiç hadisi yoktur demiştir.
3658) -... Kbû Hüreyre (Radtyaltâkü ankyden: Şöyle demiştir: Sahâbiler:
Yâ Resûlallah! Kime iyi davranayım, diye sordular. Bunun üzerine Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) : -Anana», buyurdu. Sahâbi:
Ondan sonra kime? diye sordu. Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve aeılern) (gene) :
«Anana-, buyurdu. Soru sahibi:
Sonra kime? dedi. Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) :
«Babana», buyurdu. Soru sahibi:
Sonra kime? diye sordu. Resûl-i Ekrem (Sallallahü Aleyhi ve Sel-ıemj ;
«Sonra en yakın akrabana ve ondan sonra da sırayla en yakın olanlara» buyurdu."
Not: Zevaid'de şöyle denilmiştir : Bunun senedi sahih olup ravüert sıka, güvenilir zâtlardır. Bu badis Buhart ve Müslim de;
«Güzel hizmet ve İltifat etmeme insanlar içinde en liyakatli ve en çok hak aâhlbi olan kimdir?» cümlesiyle baslar. Ana ve baba İle ilgili kısımdan sonra;
«Sonra sana en yakın olan». Duyurulur. Hadisin diğer kısmı buradaki gibidir.[2]
Bu iki hadis de Zevâid nevindendir. Ancak ikinci hadisin benze ri notta belirtildiği gibi Buhâri ve Müslim* de de mevcuttur. Tirmizi ve Ebü Davud'un Muâviye bin Hayda (Hadıyallâhü anh)'den rivayet ettikleri hadis metni de buradakinin mislidir.
Bu babın başlığında ve ikinci hadiste geçen "Birr" kelimesi ihsanda bulunmak, iyilik etmek ve güzel davranmak manalarını ifade eder.
En-Nihaye'de: Birr, ihsanda bulunmaktır. Bu kelime baba ve ana hakkında kullanıldığı zaman onlara isyan etmemek, haklarına riayet etmek ve onlara karşı görevde kusur etmemek manasınadır. Akrabalar hakkında kullanıldığı zaman da bu mânâ kasdedilir, diye bilgi verilmiştir.
Nevevl de Ebû Hüreyre (Radıyallâhü anh) in hadisinin izahı bölümünde şöyle der:
Bu hadis, bütün akrabalara karşı ihsan ve iyilikte bulunmayı teşvik eder ve akrabalar içinde ihsan ve iyiliğe en liyakatli ve öncelikle hak sahibi olanın ana olduğuna, ondan sonra sıranın babaya geldiğine, bundan sonra da diğer akrabaların yakınlık sırasına göre hak sahibi olduğuna delâlet eder. Âlimler demişler ki: Ananın herkesten önce hak sahibi olmasının sebebi, onun fazla zahmet ve sıkıntı çekmesi, şefkatinin fazlalığı ve hizmetidir, diye bilgi vermiştir.
İlk hadisin râvisi İbn-i Selâme es-Sülemi (Radıyallâhü anhümâ) 'nın adı H ı d â ş' tır. Bu zât sahâbidir. Yalnız İbn-i Mâceh yanında bir hadisi vardır. O da budur.
3659) ,.. Ebû Hüreyre (Kadtyallâhü ankyden rivayet edildiğine göre: Resûlullah (Sallallahii Aleyhi ve Seli em) şöyle buyurdu, demiştir:
Hiç bir çocuk babasının iyiliğine denk bir iyilikte bulunmuş olmaz. Ancak babasını köle olarak bulup da onu satın aldığı ve (böylece) nrınHndığpı zamut (babasının iyiliğine denk iyilikte bulunmuş olur).»"[3]
Bu hadisi Müslim, Tirmizi, Ebü D â v û d ve Nes&İ de rivayet etmişlerdir.
Bir kimse köle olan babasını satın aldığı zaman, baba âz ad lanmış olur. Yâni o kimsenin babasını âzadlaması akdine ihtiyaç yoktur. Cumhurun görüşü budur. Hattâ el-Cezeri, en-Nihâye'de: Bir kimse köle olan babasını satın aldığı zaman baba derhal âzad lanmış sayılır. Hibe veya başka yolla köle olan babayı mülkiyet altına almanın hükmü de budur. Bu hususta icmâ vardır. Bu itibarla hadisin mânâsı; köle olan babasını satın alan kimsenin satış akdinden sonra onu âzadlaması değildir. Çünkü anlattığım gibi satış akdi ile baba âzadlanmış olur. Hadisin mânâsı şudur: Kişi babasını satın aldığı zaman mülkiyetine geçmiş olur ve böylece âzadlanmış sayılır Satın alma işi, babanın âzadlaıtmasına sebep olduğu için âzadlama fiili evlâda nisbet edilmiş, yâni sanki evlâd babasını âzadlamiştır, der.
Köle oJan babayı azadlamamn, babanın evlâdına yaptığı iyiliğe denk sayılması sebebi şudur: Bir kimseyi kölelikten kurtarıp hürriyete kavuşturmak en büyük nimettir. Çünkü köle olan kişi, helak olan kimse gibidir. Onu kölelikten kurtarmak onu hayata kavuşturmak gibidir. Baba, çocuğun hayata kavuşmasına vesile olduğu gibi çocuk da köle olan babasını satın almak suretiyle hürriyete kavuşturmakla onu hayata kavuşturmuş gibidir.
3660) "... Ebû Hüreyre (Radtyallâhü a»A)'den rivayet edildiğine göre; Peygamber (Sallallakü Aleyhi ve Sellem)
«Kıntâr on iki bin okka'dır. Her okka gök ve yer arasında bulunan şeylerin tümünden hayırlıdır» buyurmuş ve Resûİullah (Şallal-lahü Aleyhi ve Sellem) şöyle buyurmuştur t
•Şüphesiz, adamın cennet'te makamı yükseltilir (yâni olduğu makamdan daha yüksek makama çıkarılır).» Bunun üzerine adam t
Bu, (terfi) nereden (gelme) dir?» diye sorar. Kendisine denilir ki i Çocuğunun sana istiğfarı sebebiyledir.*"
Not: Zevâid'de şöyle denilmiştir: Bunun senedi sahih olup râvileri güvenilir zâtlardır.[4]
Zevâid nevinden olan bu hadis iki fıkradan ibarettir. Câmiü's-Sağîr şerhinde belirtildiğine göre birinci fıkra İbn-i Hibb&n ve ikinci fıkra Ahmed ve Beyhaki tarafından da rivayet edilmiştir.
E 1 - A z î z i * nin naklen beyânına göre hayır ve hasenat'tan herbirinin karşılığında on kıntâr mükâfat verileceği Duyurulunca, kıntâr'ın ne kadar olduğu sorulmuş ve bunun üzerine kıntâr mikda-nnı açıklayıcı bu hadîs buyurulmuştur.
Sindi de kmtâr ile ilgili fıkranın izahı bölümünde: Yâni yapılan hayırlı bir iş, bir ibâdet karşılığında âhiret'te şu kadar kmtâr verileceği buyurulduğu zaman kıntâr'ın mikdarı bu hadiste belirtildiği kadardır, der.
El-Münâvi de Âl-i îmrân süresinin 14. âyetinde geçen; îjaüll _/J?UiÜI nın açıklaması bölümünde: Ebû Ubeyd demiş ki, Araplar kıntâr'ın gerçek ağırlık mikdânnı bilmezler, der.
Tefsir kitablarında yukardaki âyetin açıklaması bölümünde Kıntâr'ın ağırlık mikdarı hakkındaki değişik görüşler beyân edilmiştir. Arzu edenler Hâzin tefsirine bakabilirler. Oradaki görüşleri buraya aktarmaya gerek görmüyorum. Çünkü bu hadîs âhiret günü mü'-min'e işlediği beher amel karşılığında verilen sevabın değerini ifâde eder. Bu sevabın bir okkası yer ile gök arasında bulunan bütün nimetlerden, başka bir deyimle bütün varlık ve servetten üstündür.
Hadîsin son fıkrasında da mü'min kişinin geride bıraktığı çocuğunun istiğfarı sayesinde Cennet'teki makamının yükseldiği ifâde edilir. Demek ki istiğfar günahların bağışlanmasına ve cennet'teki makamın yükselmesine vesile olur. Keza mü'min baba ve ananın geride bıraktıkları çocuğun istiğfarı onların istiğfarı gibi kendilerine yararlıdır. Çünkü çocuk baba ve anasının bir kazana ve eseridir. Bu itibarla baba ve ana, evlâdının hayırlarından ve ibâdetlerinden sevab kazanırlar.
İstiğfar: Günahın bağışlanmasını dilemektir.
3661) "... M ikdam bin Ma'dîkerib (Radtyallâhü a«A/den rivayet edildiğine göre; Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Selîem) şöyle buyurmuştur:
«Allah size analarınız (a iyi davranmanızı, hakkına riâyet etmeniz) i cidden tavsiye eder (Bu cümleyi üç kez tekrarladı). Allah sîze, babalarınızla iyi davranmanızı, hakkına riâyet etmeniz)i cidden tavsiye eder. Allah size en yakın akrabanızı, sonra yakınlık derecesine göre diğer akrabalarınızla iyi davranmanızı ve hukuklarına riâyet etmeniz)i cidden tavsiye eder.»"
Not: Zevâid'de şöyle denilmiştir : Bunun senedinde İsmail bulunur. Onun burada olduğu gibi Hicâz'Ulardan olan rivayeti zayıftır.
3662) ' ... Ebû İ/mâme (Radtyallâhü atîh)'den rivayet edildiğine göre bir adam :
Yâ Resûlallah! Çocuğu üzerine baba ve ananın hakkı nedir? diye sordu. Resül-i Ekrem (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) :
«Onlar (yâni baban ve anan) senin Cennet*in ve Cehennem'in-dir», buyurdu.'*
Not: ZevAid'de şöyle denilmiştir : İbn-i Muin : «Ali bin Yezid, el-Kâsım'dan o da Ebû Ümâme'den» biçimindeki sened tamamen zayıftır, demiştir. Es-Sâcİ de: Nakil ehli, Ali bin Yezidin zayıflığı üzerinde ittifak etmişlerdir, der.
3663) "... Ebü'd-Derdâ (RadıyallÛhü ankydtn rivayet edildiğine güre kendisi Peygamber (Sallailahü Aleyhi ve Sellem)'den şu buyruğu İşitmiştir:
«Baba, Cennet kapılarının en hayırlısı (ndan girmeye vesile) dir. Artık (ya baba hakkını ihmal etmekle) o kapıyı yitir veya fonun hakkına riâyetle) o kapıyı koru (elde etmeye çalış).»"[5]
M i k d â m (Radıyallâhü anh) ve Ümmü Ümâme (Ra dıyallâhü anhâ) *nın hadisleri Zevâid nevindendir. Ebü Ümâme (Radıyallâhü anh)'in hadîsindeki «Onlar senin Cennet'indir» cümlesinden maksad şudur: Baba ve anaya itaat etmenin dinen meşru sayıldığı hususlarda eğer sen onlara itaat edersen onlar senin cennet'e girmene vesile olurlar. Hadîsin «... ve senin cehennem'indir» cümlesi de böyle yorumlanır. Yâni baba ve anaya itaat edilmesi gerektiği yerde evlâd itaatsizlik ederse baba ve ana onun cehennem ateşine girmesine sebep olurlar.
Ebû'd-Derdâ (Radıyallâhü anh) 'm hadisini; T i r m i z i, Hâkim ve İbn-i Hibbân da rivayet etmişlerdir. Müellifimizin 2089 nolu hadîsi de bunun benzeridir.
Bu hadiste geçen "Vâlid" kelimesi baba demektir. Burada bu mânâda kullanılmış olabilir. Bu takdirde ananın hakkının önemi de dolaylı olarak ifâde edilmiş olur. Çünkü bir çok hadis ananın hakkının daha fazla olduğuna delâlet eder. Vâlid kelimesi doğurucu mânâsına, yâni baba ve anaya şümullü olarak da yorumlanabilir.
Hadisin ilk cümlesinden kasdedilen mânâ şudur: Cennet'in en hayırlı ve yüksek kapısından girmeye ve en yüce makamlara erişmeye vesile olan güzel amel, ana ve babanın hukukuna riâyet etmek ve onlara itaat etmektir.
Hadisin ikinci cümlesinden maksad ise evlâdı anılan kapıyı zayi etmek veya elde etmek hususunda serbest ve muhayyer kılmak değildir. Bilâkis evlâdı o kapıyı elde etmeye teşviktir ve kapıyı zayi etmesinin pişmanlığa yol açacağını vurgulamaktır, bir uyandır.[6]
3664) "... Ebû Üseyd Mâlik bin Rebîa (RadtyaUâhü anhyden; Şöyle demiştir:
Biz, Peygamber (Sallailahü Aleyhi ve Sellem) 'in yanında bulunduğumuz esnada Benî Selime'den bir adam O'nun yanına gelerek t
Yâ Resûlallah, babam ve anama karşı yükümlü olduğum ödevlerden ölümlerinden sonra yapacağım bir şey kaldı mı? diye sordu. Peygamber (Sallailahü Aleyhi ve Sellem) :
«Evet. Onlara rahmet dilemek, onlar için istiğfar (yâni günahlarının bağışlanması için duâ) etmek, ahidlerini (vasiyetlerini) ölümlerinden sonra yerine getirmek, dostlarına ikram-hürmet etmek ve yakınlığı ancak onlar vasıtasıyla olan akrabalarla ilgilenip onlara karşı üzerine düşeni yapmak», buyurdu."[7]
Bu hadîsi Ebû Dâvûd, İbn-i Hibbân ve Bey-haki de rivayet etmişlerdir. Hadîste geçen Rahim, akraba mânasında kullanılmıştır. Mirasçı durumunda olmayan ve mahrem sayılmayan dayı ve teyze çocukları gibi yakınlar da Banim sayılır.
Süa-i rahim ise kişinin, akraba ile ilgilenip onlara karşı üzerine düşen iyiliği yapmasıdır.
Tuhfe yazan Tirmizi1 nin "Sılatü'r-Rahim" babında yu-kardaki bilgiyi verdikten sonra şöyle der:
îbn-i Ebi Cemre demiştir ki: Sıla-ı rahim, akrabaya mâli yardımda bulunmak, ihtiyaçlarını gidermek, başlarına gelmesi muhtemel zaran defetmek, güler yüz göstermek ve duâ etmekle olur. Hulâsa mümkün olan her iyiliği yapmak ve şerri defetmek gayretini göstermektir. Akraba kısmı dürüst ve dindar olduğu sürece anılan iyi ilişkiler devam ettirilmelidir. Şayet kâfir veya fâsık, yâni kötülüklere dalan tiplerden olursa önce gerekli nasihat yapılır, yollarının yanlış olduğu anlatılarak doğru yola yönelmelerine gayret edilir. Buna rağmen akraba durumundaki kişi veya kişiler kendilerine çeki ve düzen vermedikleri takdirde olumsuz tutum ve davranışları gerekçe gösterilerek ve uyarıda bulunularak onlarla münâsebet ve ilişki kesilir. Bu kesinti, Allah yolunda olduğu için Sıla-i rahim sayılır. İlişki kesmekle beraber doğru yola yönelmeleri için Allah'a duâ etmeye de devam edilir.
Bu hadîs baba ve ananın ölümünden sonra geride bıraktıkları çocuklarının yapmakla yükümlü oldukları haklarını bildirir. Haklar şunlardır:
1. Onlara duâ etmek, rahmetle anmak.
2. Onlar için istiğfar etmek, yâni günahlarının ve kusurlarının bağışlanması için Allah'a yalvarmak,
3. Vasiyetlerini infaz etmek, tavsiyelerini yerine getirmek.
4. Dostlarına ikramda bulunmak, hürmet etmek,
5. Akrabaları ile ilgilenmek, onlara karşı üzerine düşeni yapmak.[8]
3665) "... Âişe (Radtyallâhü anhâ)'dan rivayet edildiğine göre:
Bir kere Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) 'e bedevilerden birkaç adam gelerek:
Siz çocuklarınızı öper (sever) misiniz? dediler. (Mecliste bulunan) sahâbileri
Evet, dediler. Bunun üzerine bedeviler:
Lâkin biz, vallahi (çocuklarımızı) öpüp okşamayız, dediler. Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) (bedevilere) :
«Allah siz (in gönülleriniz) den merhamet ve şefkati çekip çıkarmış olduktan sonra ben sizin gönüllerinize merhamet koymaya malik (ve muktedir) değilim», buyurdu."
3666) "... Ya'lâ bin Mürre (Radtyallâhü anh)'den; Şöyle demiştir:
(Ali'nin oğullan) Hasan ve Hüseyin koşarak Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) 'e geldiler. Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) onları bağrına bastı ve:
«Çocuk, cimriliğe ve korkaklığa bir nevî sebep teşkil eder», buyurdu."
Not: Bunun senedinin sahih ve rftvüerinin güvenilir z&tlar olduğu Zevftld'de belirtilmiştir.[9]
 i ş e (Radıyallâhü anhâ) 'nın hadîsi Buhâri ve Müslim'de de rivayet olunmuştur. Y â'l â (Radıyallâhü anh)'ın hadîsi Zevâid nevindendir.
Bir noktayı belirtmek gerekir: Elde mevcut sünenimizin üç nüshasında bu hadisin râvisi Y a' 1 a el-Âmiri gösterilmiştir. Halbuki Ya'l â el-Âmiri sahâbî değil ve dördüncü tabakaya dâhil râvilerdendir, hicretin 120. yılı vefat etmiştir. Câmiü*s~Sa-gîr'de bu hadîsin îbn-i Mâceh tarafından Ya'lâ bin M ü r r e' den rivayet edildiği belirtilmiştir. Doğrusu da budur. Çünkü Yâ'lâ bin Mürre (Radıyallâhü anh) sahâbîdir. Hâl tercemesi 144. hadis bölümünde geçmiştir. Bu itibarla terceme-ye esas alınan nüsha tashih edilmiştir. El-Âmiri kaydı bir kalem hatasıdır, kanısındayım.
Çocuğun cimriliğe ve korkaklığa sebep olması şöyle olur: Bir kimse çocuk sahibi olunca onu yetiştirmek kaygısıyla düşmanla savaşmaktan korkar, cesaretle savaşmaz. Çünkü şehit olduğu takdirde çocuğunun yetim ve sâhibsiz kalacağım düşünür. Keza varlığını ve malını çocuğu için harcamayı ve saklamayı düşündüğünden dolayı cömertçe davranmaktan çekinir.
Bu iki hadîs çocukları öpüp okşamanın ve bağrına basıp sevmenin sevap olduğuna delâlet eder.
3667) "... Süraka bin Mâlik (Radıyallâhü ûwA>'den rivayet edildiğine göre; Peygamber (SallaUakü Aleyhi ve Sellem) şöyle buyurmuştur :
-İyi dinleyiniz. Size sadakanın en faziletlisini gösterip bildireyim: (Boşanma, kocasının ölümü gibi bir sebeple) sana iade edilmiş vaziyette ve senden başka çalışanı (yâni nafakasını temin edecek bir kimsesi) olmayan kızın.»"
Not: Zevâid'de şöyle denilmiştir : Bunun senedinin râvüeri güvenilir zâtlardır. Ancak şu var ki. râvi üley bin Rebâh, Suraka'dan hadis işitmemişttr.
3668) "... El-Ahnef (bin Kays)ın amcası Sa'saa (bin Muâviye) (Radt-yallâhü an*umâ)'dan; Şöyle demiştir;
Bir kadın, beraberinde iki kız çocuğu olduğu halde (bir gün) Âişe (Radıyallâhü anhâî'mn yanına (yardım dilemek için) girmiş. Âişe de ona üç tane kuru hurma vermiş. Bunun üzerine kadın her çocuğa bir hurma verip kalan üçüncü hurmayı da iki çocuğuna taksim etmiş (ve kendisi hurmadan yememiş)ti. Âişe demiştir ki* Sonra Peygamber (Sallalîahü Aleyhi ve Sellem) geldi. Ben de (durumu) O'na anlattım. Peygamber (Sallalîahü Aleyhi ve Sellem) :
•Senin hayretin ne (için)dir? (And olsun ki) Kadın o merhameti sebebiyle cennet'e girmiş (olacak) tır,» buyurdu.1'
Not: Zevâid'de şöyle denilmiştir: Bunun senedi sahih olup rftvUeri güvenilir zatlardır. Bu hadisin aslı; Buhart, Müslim ve başka kitablarda başka bir İfade tara ile mevcuttur.[10]
S a's a a (Radıyallâhü anh) ile S ü r a k a (Radıyallâhü anh)'in hadîsleri Zevâid nevindendir. S ü r â k a (Radıyallâhü anh) 'm hadîsine göre, boşanma veya kocasının ölümü gibi bir sebeple babasının evine geri dönen bir kız çocuğunun babasından başka çalışanı olmadığı, yâni geçim kaynağı olmadığı takdirde babasının ona harcadığı nafaka sadakanın en faziletlisi sayılır.
S a' s a a (Radıyallâhü anh) 'in hadisi de kız çocuklarının nafakasını temine çalışmanın ve onlara şefkat etmenin cennet'e girmeye vesile olduğuna, gelen fakire mümkün olan yardımı yapmanın faziletine delâlet eder.
 i ş e (Radıyallâhü anhâ) 'nın bu hadisinin benzeri notta belirtildiği gibi Buharı ve Müslim tarafından Edeb bölümünde ve T i r m i z İ tarafından Birr bölümünde rivayet edilmiştir.
Süraka (Radıyallâhü anh)'in hâl tercemesi 91. hadîs bölümünde geçti.
işittim:
3669) "... Ukbe bin Amir (Radıyallâhü anhyden; Şöyle demiştir:
Ben, Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'den şu buyruğu im •
•Kim ki üç tane kız çocuğu olur da buna sabreder (yâni çocuklarının kız olduğundan şikâyetçi olmaz), varlığından onları yedirir,
Sa'saa (RA.)'m Hâl Tercemesi:
Sa'saa bin Mu&viye et-Teym! es-Sa'dl (R.A.) sahabl olup, el-Annef bin Kays (.R.A.) isimli sahâblnin amcasidır. îbn-i Mâceh, Nesâİ ve el-Edebül-MÜfred'de Buhârİ onun hadisini rivayet etmişlerdir. Kavileri Hasan-i Bssrl ve kendi oğlu Abdullah'tır. Haccâc, Irak'ta hükümdar iken bu zat vefat etmiştir. (Hulâsa, 174) içirir ve giydirirse kıyamet günü o kız çocukları onun için cehennem ateşine perde (engel) olurlar.»"
3670) "... İbn-i Abbâs (Radıyallâhü anhümâydan rivayet edildiğine göre; Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) şöyle buyurdu, demiştir:
«Kim ki iki kız çocuğu erginlik çağma vardıktan sonra yanında kaldıkları veya o kimse onların yanında kaldığı sürece onlara iyi davramp ihsanda bulunursa kızları onu cennet'e dâhil ederler (yâni o kimse kızlarına ettiği iyilik sayesinde cennetlik olur).»"
Not: Zevâid'de şöyle denilmiştir: Bunun senedinde Ebû Said var, adı Şa> rahbll'dir. Bu râviyi İbn-i Hibbân, güvenilir râviler arasında zikretmiş İse de mü-teaddid âlimler onu zayıf saymışlardır. İbn-i Ebl Zi*b de : Bunun doğruluğundan şüphe edilirdi, demiştir. El-Hâkim de bu hadisi rivayet ederek senedinin sahih olduğunu söylemiştir.
3671) "... Enes bin Mâlik (Radıyallâhü anhyden rivayet edildiğine göre; Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) şöyle buyurmuştur:
-Evlâdınıza gereken ikramı yapınız ve güzelce te'dîb ediniz.»"
Not: Zevâid'de şöyle denilmiştir : Bunun senedinde el-Haris bin en-Numan vardır. Bu râviyi îbn-i Hfbbân güvenilir râviler arasında anmış ise de Ebû Hfitem gevşek saymıştır.[11]
3672) "... Ebû Şürayh el-Huzâî (RadtyaUâhü ö«A)'den rivayet edildiğine göre; Peygamber (SaUallahü Aleyhi ve Sellem) şöyle buyurmuştur:
•Kim Allah'a ve âhiret gününe inanıyorsa, komşusuna iyilik etsin ve kim Allah'a ve âhiret gününe inanıyorsa misafirine ikram etsin ve kim Allah'a ve âhiret gününe inanıyorsa ya hayır söylesin ya (da) sussun."
3673) '... Aişe (Radıyallâhü anhâ)'âan rivayet edildiğine göre; Resülul-lan (SallaUahü Aleyhi ve Sellem) söyle buyurmuştur:
-Cibril, devamlı bana komşu (hakkına riâyet etme)yi o kadar tavsiye etti ki. nihayet komşuyu (Allah'tan bir emirle komşuya) mirasçı kılacağını sandım.*"
3674) "... Ebû Hüreyre (Radıyallâhü anh)'den rivayet edildiğine güre: Resulullah (SallaUahü Aleyhi ve Setlem) şöyle buyurdu, demiştir :
«Cebrail, komşu (hakkına riâyet etme) yi bana o kadar devamlı tavsiye etti ki nihayet komşuyu (Allah'ın emriyle komşuya) mirasçı yapacağını zannettim.*"
Not: Zevâid'de şöyle denilmiştir : Bu hadisin senedi sahih olup r&vileri güvenilir z&tlardkr.[12]
Ebû Şürayh (Radıyallâhü anh)'ın hadîsini Buhâri, Müslim, Nesâî ve Ahmed de rivayet etmişlerdir. Â i ş e (Radıyallâhü anhâ) 'nın hadîsi ise Buhârî, Müslim, T i r -mizi ve Ebû Dâvüd tarafından da rivayet olunmuştur. Zevâid nevinden olan son hadis tbn-i Hibbân tarafından da rivayet edilmiştir.
Ebû Şürayh (Radıyallâhü anh)'ın hadisinde komşuya iyilik etmenin, misafire ikramda bulunmanın ve ağızdan çıkan sözlerin hayırlı olmasının önemi belirtilmektedir. Bu hadiste geçen imân'dan maksad kâmil ve olgun imândır.
Hadiste belirtilen ve teşvik edilen hasletlerin kökleştirilmesi için insanın yaratılışına ve âkibetine işaret edilmek üzere Allah'a âhiret gününe imân kaydı konulmuştur. Yâni kendisini yoktan var eden Allah'a ve işlediği amellere göre mükâfat veya ceza göreceğine imân eden olgun ve kâmil mü'min bu güzel hasletleri kaçırmasın.
Hadîsin ilk cümlesinde komşuya iyilik edilmesi tavsiye olunmuştur.
B u h â r i' nin "Kim Allah'a ve âhiret gününe imân ediyorsa komşusuna eziyet etmesin" başlıklı babında rivayet olunan hadîslerin izahı bölümünde e 1 - H â f ı z, el-Fetih'te bir kaç yolla rivayet olunan hadîsleri derleyip sonunda şöyle der:
Bu hadîslere göre sahâbiler:
Yâ Resûlallah! Komşunun komşu üzerindeki hakkı nedir? diye sordular. Resul i Ekrem (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) :
-Komşu senden bir şey ödünç isterse, ödünç olarak vereceksin, senden yardım dilerse ona yardım edeceksin, hastalanırsa ziyaret edersin, ihtiyacı olursa yardım edersin, hayırlı bir işi olursa tebrik edersin, başına bir musibet gelirse tâziyet ve tesellide bulunursun, öldüğü zaman cenazesine iştirak edersin, meskeni hava alamayacak biçimde bitişiğinde ondan izin almadan meskeninden yüksek bina yapmazsın, tencerenin yemek kokusuyla ona eziyet etmezsin meğer ki yemekten ona da sunsan, meyve alırsan ona da hediye et. Şayet hediye etmeyeceksen meyveyi (ona göstermeden) gizlice eve götür de senin çocuğun meyveyi dışarı çıkarmasın ki komşunun çocuğu görmesin.»
E I - H â f ı z müteaddid hadîslerden derlediği ve mealleri yukarda yazılı metinleri naklettikten sonra: Bu hadîslerin senedleri zayıf ise de muhtelif yollarla rivayet olunmuş olmaları bunun bir aslının bulunduğunu kanıtlar. Komşuya ikram ve iyilik etmek şahıslara ve durumlara göre değişir. Bâzan farz-ı ayn olur, bâzan farz-ı kifâye olur. Bâzan da müstehap olur. Hülâsa komşuya iyilik etmek, iyi davranmak İslâm'ın fazilet-i ahlâkiyesindendir, der.
Hadisin ikinci cümlesinde misafire ikramda bulunma tavsiye edilmektedir. Bununla ilgili gerekli izah bundan sonra gelen bâbtaki hadîslerin açıklaması bölümünde verilecektir.
Hadisin son cümlesinde ise mü'min kişinin ya hayır söylemesi veya susması tavsiye buyurulmuştur. Nevevi bu buyruğun izahı ile ilgili olarak aşağıdaki bilgiyi vermiştir:
Bu buyruğun mânâsı şudur: Mü'min kişi konuşmak istediği zaman düşünmelidir. Şayet konuşacağı şey vâcib veya mendub olup muhakkak hayır ve sevaba vesile olacaksa konuşsun. Eğer konuşacağı şeyde bir sevap ve hayır görmüyorsa konuşmasın. Konuşacağı şey haram veya mekruh olduğu zaman konuşmaktan kaçınacağı gibi mubah şeyleri konuşmaktan da çekinmelidir. Şu halde hadîs ne mekruh ne de mendub olan konuşmayı bırakmanın müstehablığına delâlet eder. Çünkü mubah bir konuşmaya başlandıktan sonra çoğu zaman mekruh veya haram lâflara dalınabilir. Halbuki Allah Teâlâ;
= «İnsan ne söylerse (onu yazmakla görevli) hazır bir murakıp onun üzerinde vardır[13] buyurur.
İnsanın ağzından çıkan ve ne sevab ne de ceza gerektirmeyen mubah sözler de görevli melekler tarafından yazılır mı, yoksa bu nevi konuşmalar yazılmayip da yalnız sevab veya cezayı gerektiren konuşmalar mı yazılır?
Âlimler bu hususta ihtilâf etmişlerdir. Bâzıları mezkûr âyetin umumîliği nedeniyle ağızdan çıkan her sözün yazıldığı görüşündedirler, îbn-i Abbâs (Radıyallâhü anhümâ) ve bâzı ilim adamları ise sevab veya cezayı gerektiren sözlerin yazıldığı ve bunun dışında kalan sözlerin yazılmadığı görüşündedir. Bu görüşe göre mezkûr âyetin hükmü husüsileştirilmiş, yâni sevab veya cezayı gerektiren konuşmalara âit olarak yorumlanmış olur.
Üstad E b ü ' 1 - K â s ı m el Kuşeyri (Rahimehullah) .-Susmak selâmettir ve asıl olanıdır. Yerinde konuşmak hasletlerin en şereflilerinden olduğu gibi zamanında susmak da erkeklerin vasfıdır. Ben Ebû Âli ed-Dakkak' tan şunu işittim : Hakkı söylemekten çekinip susan kimse dilsiz şeytandır. Nefisle cihâda koyulan zâtların susmayı tercih etmelerine gelince, onlar konuşmanın âfet ve tehlikelerini bildikleri için susmayı tercih etmişlerdir.[14]
Dayf; ikâmetgâhında bulunan kimseye gelen yolcu demektir. Şu halde aynı köy veya şehirde oturan kimseler biribirlerinin evlerine ziyarete gittikleri zaman onlara Dayf denmez. Yâni bu bâbta rivâyet olunan hadîslerin şümulüne girmezler. Terceme ve izahta Dayf kelimesi yerine misafir kelimesini kullanıp yukarıda anılan mânâyı kasd edeceğiz.
Dayf kelimesi bir ve birden fazla misafir hakkında kullanılır. Yâni misafir sayısı iki üç veya daha fazla olduğu zaman da aynı kelimeyi kullanmak mümkündür. Bununla beraber bu kelimenin çoğulu da vardır ki Duyûf, Adyaf'tır. Daha geniş bilgi için lügat kitabla-nna bakılabilir.
3675) -.., Ebû Şürayh el-Huzâî (Radıyallâhü atık)'den rivayet edildiğine ; Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellcm) şöyle buyurmuştur :
•Kim Allah'a ve âh ire t gününe inanıyorsa misafirine ikram etsin. Misafirin caizesi (yâni ailenin mutad yemeğinden farklı, özel ikramla ağırlanması) bir gün bir gecedir. (Misafirlik süresini üç günden fazla uzatıp) ev sahibini sıkıntıya düşürünceye kadar yanında ikâmet etmek misafire helâl değildir. Misafirlik süresi üç gündür. Ev sahibi üç günden sonra misafire ne harcarsa o bir sadakadır.»"
3676) "... Ukbe bin Âmir (Radtyallâhü anA/den; Şöyle demiştir:
Biz, Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) *e: (Yâ Resûlallah!) Sen bizi (bir hey'et olarak elçiliğe veya bir askerî müfreze hâlinde savaşa) gönderiyorsun. Biz (bâzan) bir kavme misafir oluyoruz - konaklıyoruz da onlar bizi ağırlamıyorlar. Bu hususta ne buyurursun? dedik. Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) bize şöyle buyurdu:
«Siz bir kavmin yanma inerseniz de onlar misafire lâyık ikramı size gösterirlerse, kabul ediniz. Eğer (gereken misafirperverliği) yapmazlarsa misafirlere lâyık olan hakkı onlardan alınız.»"
3677) \.. Mıkdâm Ebû Kerîme (Radtyallâhü anA/den rivayet edildiğine göre; Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) şöyle buyurdu, demiştir:
■Misafir gecesi (her müslüman'a) vâcibtir. Bu itibarla eğer misafir bir kimsenin evinin çevresine inerse misafirlik hakkı ev sahibinin üzerinde bir borçtur. Artık misafir dilerse hakkını ister ve dilerse hakkını terkeder.»"[15]
Bu babın ilk iki hadîsi Buharı, Müslim, Tirmizi ve Ebû Dâvûd tarafından da rivayet olunmuştur. Son hadîsi Ebû Dâvûd da rivayet etmiştir.
Birinci hadiste misafire ikram tavsiyesi yapıldıktan sonra Caize*-sinin bir gün bir gece olduğu bildiriliyor. Câize'nin asıl mânası ödül, bağış, bahşiş ve hediye olarak verilen mal ve paradır. Burada ise misafir için yapılan özel ikram anlamında kullanılmıştır. Bununla ilgili cümlenin mânâsı şöyledir: Misafir için bir gün bir gece ev halkının mûtad yemeğinden farklı yiyecek ve içecek hazırlanır. Misafir bir günden fazla kalırsa ikinci ve üçüncü gün ailenin mutad yemeği ne ise misafire de ondan ikram edilir. Hadiste misafirlik süresinin üç gün olduğu belirtilmiştir. Caize gününün bu üç güne dâhil olup olmadığı yolunda iki görüş vardır. Misafir üç günden fazla kalırsa bundan sonra verilecek yemeğin ve yapılan masrafın sadaka olduğu belirtilmiştir. Sadaka tâbiri misafirin üç günden fazla kalmaması için kullanılmıştır. Çünkü halkın çoğu, özellikle zengin olanlar sadaka yemekten kaçınırlar.
Ha,dis, misafirin üç günden fazla kalmakla ev sahibine sıkıntı vermesinin helâl olmadığını bildirir. Hadisin metninde bu cümlede üç gün kaydı yok ise de, N e v e v i ve Tuhfe yazan bu kaydın melhuz olduğunu ifâde etmektedirler. Çünkü üç gün misafirlik hakkı vardır. Bu süre içinde sıkıntı olsa bile bir hak söz konusu olduğundan haram sayılmaz.
İkinci hadîsin zahirine göre bir yolcu bir eve misafir olmak istediği zaman ev sahibi onu ağırlamaktan imtina ederse yolcu kişi misafirlik hakkını ev sahibinden almaya yetkilidir. Üçüncü hadise göre de misafiri bir gece ağırlamak vâcibtir. Ancak misafiri ağırlamanın vâcib olup olmadığı hususunda ihtilâf vardır. Şöyle ki:
Ahmed ve el-Leys bin Sa'd, bu hadisler ile benzeri hadîslere dayanarak misafiri bir gün bir gece ağırlamanın vâ-cibliğine hükmetmişler ve Ahmed bu hükmün köylerde veya çadırlarda oturanlara mahsus olduğunu, şehirlerde otel, han, lokanta ve fırın bulunduğu için misafirin açıkta kalması söz konusu olmadığından şehirlerde oturanların bu hükmün dışında kaldığını söylemiştir.
Ebû Hanîfe, Şafiî, Mâlik ve cumhura göre misafiri ağırlamak vâcib değil, sünnettir ve İslâm'ın önemli prensiplerindendir. Misafiri ağırlamanın üstün fazileti hususunda müslüman-lar icma v« ittifak etmişlerdir.
Cumhur bu hadisleri ve benzerlerini müstehablık mânâsına yorumlamıştır. Hat tâbi ve başkaları da bu gibi hadîsleri muz-tar durumda kalan yolcuları ağırlamak mânâsına yorumlamışlardır.
Misafirin üç günden fazla kalmakla ev sahibini sıkıntıya sokmasının helâl olmadığına dâir hükmün izahı bölümünde N e v e v î özetle şöyle der:
Şayet ev sahibi misafiri evine davet edip üç günden fazla kalmasını gönüllü olarak isterse veya misafir üç günden fazla kalmasına ev sahibinin rızâsının bulunduğunu bilir, ya da kuvvetle zannederse fazla kalması haram değildir. Çünkü bu durumlarda ev sahibini sıkıntıya düşürmesi yoktur. Yasaklama ise sıkıntıya düşürmek içindir.[16]
N e v e v i bu konuda şu bilgiyi verir:
"Ahmed ve ei-Leys bu hadisi zahirine göre yorum!*1 mışlardır. Yâni misafiri ağırlamak vâcibtir. Ev sahibi bu hakka riayet etmezse misafir bunu isteyip alır.
Cumhur ise bu hadisi aşağıda beyân edilen şekillen» yorvmla-mıştır:
1. Bu hadis muztar durumda olan olculara mahsustur. Çünkü muztar olan yâni aç, susuz kalan misafiri ağırlamak vâcibtir.
2. Hadîsten maksad şudur: Siz misafirperverlikten imtina edenler aleyhinde konuşup onları kınayabilirsiniz, cimriliklerini halka anlatabilirsiniz. — Avnü'I-Mâbûd yazarının dediği gibi bu yorum, isabetli olmaktan çok uzaktır —
3. Bu hüküm İslâmiyet'in ilk zamanlarına mahsustu. Çünkü o günlerde yardımlaşmak vâcibti. Büâhere İslâmiyet her tarafa yayılınca bu hüküm iptal edildi. Bu yorum bâtıldır. Çünkü yorumcunun iddia ettiği hususun sahibi meçhuldür. Yâni bu hükmün sonradan iptal edildiğini söyleyen kimdir, kaynak sayılacak bir delil ve mes-ned var mı?
4. Bu hüküm, müslüman yolcuları ağırlamaları hususunda kendileri ile sözleşme yapılmış durumda olan zimmilere misafir olanlara mahsustur. Bu yorum da zayıftır. Çünkü zimmilerle böyle bir sözleşme ancak Ömer bin el-Hattâb (Radıyallâhü anh) 'm hilâfeti döneminde yapılmıştır.
Misafiri ağırlamanın vâcibliğine hükmedenlerin delilleri Avnü'l-Mâbûd'da beyân edilmiştir. Oraya bakılabilir.[17]
3678) "... Ebû Hüreyre (Radıyallâhü ank)'den rivayet edildiğine göre; Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) şöyle buyurdu, demiştir:
«AUahım! (Sen şâhid ol) Ben şu iki zayıfın hakkının zayi edilmesinden (insanları) şiddetle cidden sakındırırım, menederimi Yetim ve kadın.»"
Not: Zevâid'de şöyle denilmiştir: Bunun senedi sahih olup râvilerl güvenilir zâtlardır.
Ebû Şurayh (R.A.)'ın Hâl Tercemesi:
Ebû Ştırayb el-Huzâî (R.A.)'m adı Huveylid bin Amr'dır. Adının Amr bin Huveylid olduğunu söyleyenler de vardır. Bazıları: Adı Hâni bin Amr'dır, demiştir. Diğer bir kavle göre adı Huveylid bin Şurayh bin Amr'dir. Bu zât Mekke'nin fetih günü müslüman olmuştur, yirmi aded hadisi vardır. Buhârî ile Müslim.onun İki hadîsini müştereken rivayet ettikleri gibi birer hadîsini münferiden rivayet etmişlerdir. Kendisinden Ebû Saîd el-Makberi, Nâfİ bin Cübeyr ve bir cemâat rivayette bulunmuştur. İbn-i Sa'd, onun Medine'de hicri 68 yılında vefat ettiğini söylemiştir. (Bu zât bâzı rivayetlerde Ebû Şurayh el-Adevî, diğer bâzı rivayetlerde Ebû Şurayh el-KaTjl diye anılır).
İkinci hadisin râvisi Ukbe bin AmJr'in hâl tercemesi 558. hadiste, üçüncü hadis râvisi el-Mıkdâm Ebû Kerime*am hâl tercemesi de 442. hadis bölümünde geçmiştir.
3679) "... Ebû Hüreyre (RadtyaUâhü anh)'den rivayet edildiğine göre; Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) şöyle buyurmuştur:
«Müslüman toplumundaki evlerin en hayırlısı, kendisine İyilik edilen bir yetimin bulunduğu evdir ve müslüman toplumundaki evlerin en şerlisi kendisine kötülük edilen bir yetimin bulundufu evdirV
Not: Zevâid'de şöyle denilmiştir: Bunun senedinde Yahyft bin Süleyman
Ebû Salih bulunur. Buhârl, onun hadisinin münker olduğunu söylemiş. Xbû Hâ-tem onun hadisinin muztarib olduğunu beyân etmiştir. îbn-1 Hİbban İse onu jü-venilir zâtlar arasında anmıştır. İbn-i Huzeyme de kendi sahlh'inde onun hadisini rivayet etmiş ve : Bu râvlnin hadisi hakkında İçimde bir şey, yâni tereddüd vardır, çünkü ben râvi Yahya'yı ne adaletle ne de cerh ile tanırım. Alimler onun hadisinin sağlığı hakkında ihtilaf ettikleri İçin ben hadisini rivayet ettim, demiştir. Ben derim ki: tbn-i Huzeyme'ce aydınlığa kavuşmamış durum, Buhârl ve Ebû Hâtem tarafından bilinmiştir. Bu itibarla Buhârl ve Ebû Hâtem'İn râvlyl cerh etmesi, yâni güvensizlik göstermesi, o râviyi tezkiye edenlerin sözünden önce gelir, yani tercih edilir.
3680) "... Abdullah bin Abbâs (Radtyallâhü anhümâ)'dan rivayet edildiğine göre; Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem): Şöyle buyurdu demiştir •
«Kim yetimlerden üç kişinin nafakasını, yetiştirilmesini' üstlenirse gecesini ibâdetle ihya edip gündüzünü oruçla geçiren ve kılıcını çekerek sabah akşam Allah yolunda cihâd eden kimse gibi (sevab sahibi) olur ve benle o şu iki kardeş (parmak) gibi cennet'te kardeş oluruz», buyurdu ve şehâdet parmağı ile orta parmağını birbirine yapıştırdı."
Not: Zevâid'de şöyle denilmiştir : Bunun senedinde İsmail bin İbrahim bulunur. Bu ravi meçhul olduğu gibi kendisinden rivayet eden zât da zayıftır.[18]
3681) "... Ebû Berze el-Eslemî (Radtyallâhü anh)'den; Şöyle demiştir: Ben, Yâ Resûlallah bana yararlanacağım (yâni sevab kazanmama vesile olacak) bir iş göster, dedim. O:
•Müslümanların yolundan zararlı şeyi uzaklaştır,» buyurdu.1'
3682) "... Ebû Hüreyre (Radtyallâkü anh)'den rivayet edildiğine göre; Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) şöyle buyurmuştur:
«Yol Üstünde halka zarar veren bir ağaç dalı vardı. Bir adam o dah yoldan uzaklaştırdı ve bundan dolayı cennet'e dâhil edildi.»*1
3683) "... Ebû Zerr (Radtyallâhü an A)'den rivayet edildiğine göre; Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) şöyle buyurmuştur:
Ümmetim, amellerinin iyisi ve kötüsüyle beraber bana arzolun-du. İyi amelleri içinde yoldan uzaklaştırılan eziyet verici şey gördüm. Kötü amelleri içinde de gömülmeyip mescidde olan balgamı gördüm.*"[19]
Bu babın hadisleri Müslim tarafından da rivayet edilmiştir. Ebû Hüreyre (Radıyallâhü anh)'ın hadisi Buhârİ ve T i r m i z i tarafından da rivayet olunmuştur.
Bu hadîsler; yol üstünde bulunan taş, ağaç, diken gibi gelen gidenlere zarar veya sıkıntı veren şeyleri oradan uzaklaştırmanın fazilet ve sevabını ifâde eder. Mescidde tükürmek ve balgamı rastgele atmanın hükmü Mesâcid kitabının 10 babında geçtiği için burada tekrarlamaya lüzum yoktur.[20]
3684) "... Sa'd bin Ubâde (Radtyattâhü anhyâen; Şöyle detnİ$tir:
Ben: Yâ Resûlallah! Hangi nevi sadaka daha faziletlidir (Yâni sevabı daha çoktur) ? dedim. O ı
«Suvarmak (yâni canlı veya bitkiye su vermek),» buyurdu."[21]
Bu hadisi; Ebû Dâvûd, N e s â î, H â k i m ve başkaları da rivayet etmiştir. Ebû Davud'un bir rivayetine göre Sa'd bin Ubâde (Radıyallâhü anhJ'ın anası vefat etmiş ve S a' d; Yâ Resûlallah! Sa'd'ın anası öldü. Sadakanın hangi nevi daha faziletlidir? diye sordu. O su buyurdu. Bunun üzerine Sa'd bir kuyu kazdı ve i Bu, Sa'd'ın anası (nuı hayratı) içindir, dedi.
Menhel yazan bu hadîsin izahı bölümünde; Suyu sadaka etmek umûmidir. Yâni ister insanların veya hayvanların içmesi için olsun, ister bitkileri sulamak için olsun fark etmez. Keza; abdest, gusül ve temizlik işleri için kullanılan su veya başka türlü istifâde edilen su bu hadisin şümulüne girer, demiştir.
3685) "... Enes bin Mâlik (Radtyallâhü ankyûen rivayet edildiğine göre; Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) şöyle buyurdu, demiştir:
Kıyamet günü insanlar saflara ayrılırlar (İbn-i Nümeyr kendi rivayetinde: Cennet ehli saflara ayrılırlar, demiştir). Bu arada cehennemlik olanlardan biri (cennetlik olan) adamın yanından geçer ve ona: Yâ falan (dünyada iken) benden içme suyu İstediğin ve benim sana su içirdiğim günü hatırlamıyor musun? der (Böylece ondan şefaat diler). Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) buyurdu kli Adam o kimseye şefaat eder. (Yine cehennemlik olan) başka adam (cennetlik olan bir kimsenin yanından) geçer ve (ona) : San» bir abdest suyu verdiğim günü hatırlamıyor musun? der. O da o adama şefaat eder. .
(Râvi) İbn-i Nümeyr şöyle demiştir (yani rivayetinde şu ziyâde var) : "ve (cehennemlik olanlardan biri cennetlik olanlardan birine) : Ey filân! Beni şöyle şöyle bir işe gönderdiğin, benim de senin için gittiğim günü hatırlamıyor musun? der. (Cennetlik olan) kimse ona şefaat eder."
Not: Zevâid'de şöyle denilmiştir : Bunun senedinde Yezid bin Ebân er-Rak-kâşl bulunur. Bu râvi zayıftır.
3686) "... Süraka bin Cu'şum (Radtyallâkü anh)'den; Şöyle demiştir: Kendi develerim İçin onarıp sıvadığım havuzlanma gelen yitik
deveyi sularsam benim İçin bir sevab olup olmadığını Resûlullah (Sal-
lallahü Aleyhi ve Selle m) 'e sordum. O:
«Evet, hararetli her ciğer sahibin (e su vermek) de bir sevab vardır», buyurdu."
Not: Zevâid'de şöyle denilmiştir: Bunun senedinde Muhammed Din İshale bulunur. Bu râvi tedlisçidir.[22]
Rıfk* Arkadaşlarla iyi geçinmek, halkla münâsebetlerde iyi hareket etmek, yumuşak davranmak ve günâha girmemek kaydı ile dâima her işte en kolay olanı seçmek, demektir. Şu tarife göre özetleyecek olursak, Rıfk; halkla ilişkilerde güzel huylu olmaktır denilebilir. Tercemede bu kelimeyi yumuşaklıkla muamele etmek biçiminde yorumlamayı uygun buldum.
3687) "... Cerîr bin AbdiIIah el-Becelî (Radtyallâhü anh)'den rivayet edildiğine göre; Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) şöyle buyurdu, demiştir :
•Kim yumuşaklıkla muamele etmekten mahrum olursa hayırdan mahrum olur.»"
3688) u... Ebû Hüreyre (Radtyallâhü anhyden rivayet edildiğine göre; Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) şöyle buyurmuştur:
«Allah şüphesiz refîk'tir (yâni kullarına lütuf edip kolaylık ihsan eder, güçleri dışında kalan görevleri yüklemez), kullarının (da) yumuşaklıkla muamele etmelerini sever ve sert davranmakla vermediği (muvaffâkiyet ve sevabı) yumuşaklıkla davranma ile (kuluna) verir.»"
3689) "... Âişe (Radtyallâhü anhâ)'daa rivayet edildiğine göre; Peygamber (Sallallakü Aleyhi ve Sellem) şöyle buyurmuştur :
«Allah, şüphesiz refîk'tir (yâni kullarına kolaylık diler, güçlük dilemez, takatlan yetmeyen işleri yüklemez), kullarının (da) her hususta yumuşaklıkla muamele etmelerini sever.»"[23]
Cerir (Radıyallâhü anh) 'in hadîsini Müslim ve Ebû D â v û d da rivayet etmişlerdir. Bu hadise göre yumuşaklıkla muamele etmeyen, arkadaşlarıyla iyi geçinmeyen, mutedil davranmayıp haşin ve sert davranan bir kimse her türlü hayırdan mahrum kalır, şu halde nfk hasletine sahip olan bir kimse her nevî hayırlı işlerde başarılı olur.
Ebû Hüreyre {Radıyallâhüanh)'mhadisi İbn-i Hib-b â n tarafından da rivayet edilmiştir. Kütüb-i Sitte'nin kalanlarından hangisinde rivayet edildiğine bakılmalıdır. Müslim bunun benzerini  i ş e (Radıyallâhü anhâ)'dan ve Ebû Davûd da Abdullah bin Muğaffel (Radıyallâhü anhümâ) 'den rivayet etmişlerdir.
Bu hadise göre dünyada amaçlara ulaşmak, arzulanan şeyleri gerçekleştirmek ve çevrenin memnuniyet ve rızâsını elde etmek, keza âhirette sevab ve ecir kazanmak için yumuşaklıkla muamele etmek, arkadaşlarla iyi geçinmek ve mutedil davranmak gerekir. Sert davranmak, güçlük çıkarmak ve hırçınlıkla anılan müsbet sonuçlara varılmaz.
Sindi bu hadîsin izahında: Yâni ortam, halkı hem yumuşaklıkla hem de sertçe irşad etmek, hidâyet yoluna çağırmak için müsâid iken bu hizmeti yumuşaklıkla ifâde eden kişi bunu sertçe ifa eden kimseden hayırlıdır. Şayet ortam bu iki yoldan yalnız birisini izlemeye müsâid ise o yol izlenir, demiştir.
 i ş e (Radıyallâhü anhâ) nın hadisi Buharı ve M ü s -1 i m tarafından da rivayet edilmiştir. B u h â r i' nin rivayet ettiği metin uzunca olup bu hadisin buyurulmasına sebep olan olay da anlatılmaktadır. Şöyle ki:
Yahudilerden beş on kişilik bir hey'et Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'in huzuruna girerek O'na selâm vereceklerine "Es-Sâmü aleyküm" demişler (Bu cümle: "Ölüm üzerinize olsun" anlamını ifâde eder), Â i ş e (Radıyallâhü anhâ), bu küstah hey'etin söylediği sözü anlamış ve: "ölüm ve lanet sizin üzerinize olsun" diyerek karşılık vermiştir. A i ş e demiştir ki: Bunun üzerine Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem):
«Yâ Âişe, acele etme, ağır ol. Allah şüphesiz her hususta yumu Sak davranmayı sever», buyurdu. Ben:
Yâ Besûlallah! Sen onların dedikleri lâfı işitmedin mi? dedim. Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) :
Ben de «Ve aleyküm = Sizin üzerinize olsun- dedim, buyurdu."[24]
3690) "... Ebû Zerrft- Gifârî) (Radtyallâhü anhyüen rivayet edildiğine göre; Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) şöyle buyurdu, demiştir:
«(Onlar, yâni köleler ve cariyeler) sizin kardeşlerinizdir. Allah onları sizin elleriniz (yâni tasarruflarınız) m altına koymuştur. Artık yediğinizden onlara yediriniz, giydiğinizden onlara giydiriniz ve güçlerini aşan İşleri onlara teklif etmeyiniz. Şayet (güçleri yetmeyecek işleri) onlara yüklerseniz onlara şahsen veya (başka kimselerle) yardım ediniz.»"
3691) ''... Ebû Bekr-İ Sıddîk (RadtyaUâhü anh)'den rivayet edildiğine jjöre: Resûlullah (SalhUahü Aleyhi ve Sellem) :
«Mülkiyet altındaki (kölelere-câriye)lere kötü davranan -kimse cennet*e girmeyecek» buyurdu. Sahâbîler s
Yâ Resûlallah! Memluk (yâni köle ve câriye) olanları ve yetimleri en çok bulunan ümmetin bu ümmet (yâni senin ümmetin) olduğunu sen bize haber vermedin mi? dediler. Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) :
«Evet. Artık evlâdınıza değer verdiğiniz gibi onlara da ikramda bulununuz ve yediğiniz yemeklerden onlara de yediriniz», buyurdu. Sahâbîler;
Peki, memluk (yâni köle - câriye) bize dünyada ne menfaat sağlar? dediler. Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) :
«Bağlayıp beslediğin bir at üstünde Allah yolunda savaşırsın. Senin memlukün (de) senin ihtiyacını giderir. Namaz kıldığı zaman artık o senin kardeşindir», buyurdu.'*
Not: Zevâid'de şöyle söylenmiştir : Bunun senedinde Ferkad es-Sebehi vardır. İbn-İ Muin onu bir rivayette güvenilir saymış İse de, diğer bir rivayette onu zayıf saymıştır. Buhâri ve başkası da onu zayıf saymışlardır.[25]
E b ü Z e r r (Radıyallâhü anh) 'm hadisini T i r m i z i ve Ebû Dâvûd ile Ahmed de rivayet etmişlerdir. AvnÜ*l-Mâbûd yazarının beyânına göre Nevevi bu hadisin izahı ile ilgili olarak: Kölelere - cariyelere efendisinin yediği yemekten yedirmek ve giydiği elbiseden giydirmek emri müstehablık anlamına yorumlamış olup vâciblik için değildir. Bu hususta müslümanlann icmâ'ı vardır. Efendiye vâçib olan şey, köle ve cariyesinin nafakasını memleketin ve şahısların sosyal durumuna, örf ve âdete göre vermektir. Bu ölçüye göre verilen nafaka ister efendinin nafakası gibi olsun, ister onunkinden aşağı veya yukarı olsun fark etmez. Hattâ efendi, cimriliğinden veya sofuluğundan dolayı kendi nafakasını emsalinin nafakasın^ nazaran kısarsa, kölesinin veya cariyesinin nafakasını kısa-maz ve onları kendi nefsine uyduramaz. Meğer ki kölesinin ve cariyesinin nzâsı ola, demiştir.
Ebû Bekir (Radıyallâhü anh) 'in hadisi Zevâid nevinden-dir. T i r m i z i bunun yalnız; cümlesini rivayet etmiştir. Bu hadîs de köle ve cariyeye ikramda bulunmayı emretmiştir. Bu emir Nevevi' nin dediği gibi müstehablık içindir.
Bu babın hadislerinde köle ve cariyenin efendisinin kardeşi olduğu bildirilmektedir. Bu, din kardeşliği anlamında veya bütün insanların Âdem (Aleyhisselâm) 'in neslinden olması itibariyle olabilir.[26]
İfşa kelimesinin asıl mânâsı bir şeyi açığa vurmak, açıktan yapmaktır. Selâm vermenin ifşasından maksad selamlaşmayı yaygınlaştırmak, tanıdık olsun olmasın her m üs 1 uman a selâm vermek, bunu hiç bir müslümandan esirgememek ve selâm verilen kişinin duyabileceği bir ses tonu ile selâm vermektir.
Selam, selâmette olmak, her türlü kaza ve belâlardan salim olmak ve esenlik içinde yaşamak, demektir. 3u itibarla selâm, bir duâ ve iyi dilekte bulunmak olup sevgi ve saygı belirtisidir. Müslümanlar arasında birlik, beraberlik, sevgi, saygı, iyi duygu ve güzel dileklerde bulunmaya özen gösteren yüce dinimiz selamlaşmaya büyük önem vermiş, selâm vermeyi sünnet ve bunu almayı, »yâni selâm verilen tarafın selâm verene selâmla karşılık vermesini farz kılmıştır.
3692) "... Ebû Hüreyre (Radtyallâhü ank)'<\en rivayet edildiğine güre; Resûlullah (Salhlfahü Aleyhi ve Sellem) şöyle buyurdu, demiştir :
«Nefsim (canım) kudret elinde bulunan (Allah) a yemin ederim ki siz imân etmedikçe cennet'e giremezsiniz. Birbirinizi sevmedikçe de (tam) imân etmiş olmazsınız. Size bir şey göstermiyeyim mi; Onu yaptığınız zaman bir birinizi seversiniz? Selâm vermeyi aranızda yay gınlaştınnız (yâni tamdık olsun olmasın her müslümana açıktan selâm veriniz).»"[27]
Bu hadisi Müslim, Tirmizî ve Ebû Dâvûd da rivayet etmiştir.
N e v e v i, hadisin «Siz birbirinizi sevmedikçe imân etmiş olmazsınız» cümlesinin mânâsı hakkında: Yâni birbirinizi sevmedikçe kâmil ve olgun imân sahibi olmazsınız, demiş ve hadisin «Siz imân etmedikçe cennet'e giremezsiniz» cümlesini zahirine göre yorumlamıştır. Çünkü imansız ölen kimseler cennet'e giremez ve zerre mik-dan imânı olan kimseler netice itibariyle cennet'e girecekler. Yâni imânı kâmil ve olgun olmayan müslümanlar da cennet'e girecekler.
N e v e v i daha sonra: Eş-Şeyh Ebû Amr demiştir ki: Hadisin mânâsı şöyledir: îmânınız ancak birbirinizi sevmekle kemâle erer, olgunlaşır ve siz böyle olmazsanız siz, cennet ehli cennet'e gireceği zaman giremezsiniz. (Yâni onlarla beraber giremezsiniz, daha sonra gireceksiniz). Eş-Şeyh Ebû Amr'in dediği bu yorum da muhtemeldir, der.
3693) ... Ebû Ümâme (Radtyallâhü anAJ'den; Şöyle demiştir:
Peygamberimiz (Sallailahü Aleyhi ve Sellem) bize, selâmı yaygınlaştırmamızı (yâni tanıdık olsun olmasın her müslümana selâm vermemizi) emretmiştir."
Not: Zevaid'de şöyle denilmiştir : Bunun senedi sahih olup r&vileri güvenilir zâtlardır.
3694) '... Abdullah bin Amr (bin el-Âs) (Radtyallâhü anhümâ)'âan rivayet edildiğine göre; Resûlullah (Sallailahü Aleyhi ve Sellem) şöyle buyurdu,
demiştir :
«Rahman (olan Allah) a ibâdet ediniz ve selâmı ifşa ediniz (yâni tanıdık olsun olmasın her müslümana açıktan selâm vermekle bunu yaygmlaştınnız).»"[28]
E b ü Ümâme (Radıyallâhü anh)'ın hadisi Zevâid nevin-dendir. Abdullah (Radıyallâhü anh) 'm hadisini T i r m i z i de "Atıma = Yiyecekler" bölümünde rivayet etmiştir. T i r m i z i' -nin rivayet ettiği metin uzunca olup şöyledir:
-risC illi \js-x
«Rahman'a ibâdet ediniz, yemek yediliniz ve selâmı ifşa ediniz. Böyle yaparsanız selâmetle cennete girersiniz.-"
T i r m i z i bu hadîsin hasen - sahih olduğunu söylemiştir.
Bu bâbta rivayet olunan hadisler müslümanın tanıdığı veya tanımadığı her müslümana selâm vermesinin faziletine delâlet eder. Bu hadislerdeki emir müstehabhk içindir. Yâni selâm vermek sünnettir.
Birkaç müslüman beraber olduğu zaman karşılaştıkları müslü-manlara hepsinin selâm vermesi daha faziletlidir. Bununla beraber onlardan yalnız bir kişinin selâm vermesiyle de sünnet ifâ edilmiş olur. Selâm "Es-Selâmü aleyküm" cümlesiyle verilir. "Selâmün aley-küm" demekle de selâm verilmiş oluyor ise de en faziletlisi "Es-Selâmü aleyküm"dür.
İki müslüman karşılaştıkları zaman önce selâmlaşmak, ondan sonra konuşmaya başlamalıdır. Selâm, muhatabın duyabileceği bir ses tonu ile verilir. Aksi takdirde selâm sünneti İfa edilmiş olmaz. Aile reisi ev halkının yanma girdiği zaman onlara selâm vermesi sünnettir.
Küçüğün büyüğe, süvarinin yayaya, ayakta olanın oturana ve azın çoğa selâm vermesi sünnettir. Bunun aksi yapıldığı zaman yine sünnet yerine gelmiş olur.
Erkeğin yabancı kadına, yâni mahremi olmayan kadına selâm vermesi mekruhtur. Ancak çok yaşlı veya çirkinliğinden dolayı şehvet duyulmayan kadına selâm verebilir. Erkeğin; teyzesi, halası, anası, nenesi, kız kardeşi gibi mahremi olan kadına selâm vermesi sünnettir.
Daha geniş bilgi için fıkıh kitablarına müracaat edilmelidir.[29]
"... Kbû Hüreyre (Radtyallâhü tf«//>'den rivayet edildiğine göre :
Bir adam (ki Hailâd
bin Râfi'dir), Mescid-i Nebeviyye'ye girdi. O sırada Resülullah (Sallallahü
Aleyhi ve Sellem) de mescidin bir kenarında oturuyordu. Adam namaz kıldıktan
sonra (Peygamber (Sal-Jallahü Aleyhi ve Sellem)'in yanına gelerek O'na) selâm
verdi. Resû-İullah (Sallallahü Aleyhi ve Selîem) da «Ve aleykeVselâm ^ S«i4m'
sana da olsun» buyurdu."
3696) ,Ai$e (Radtyallâhü a»hâ)'dnn rivâyfi edildiğine Röre: Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) kendisine :
* (Yâ Âişe!) Cebrail sana selâm sunuyor-, buyurmuş. Kendisi de: 'Ve aleyhfs-selâmü ve rahmetullahi = Selâm ve Allah'ın rahmeti ona da olsun" diye cevab vermiştir."[30]
Bu babın hadisleri Buhâri, Müslim ve Tirmizî tarafından da rivayet olunmuştur. Ebû Hüreyre (Radıyal-
lâhü anh) 'in hadisini Ebû Dâvûd, Nesâi, Dârekutni ve T a h a v i de rivayet etmişlerdir. Bu hadis daha uzun bir metin hâlinde sünenimizin 1060 numarasında geçti.[31]
1. Selâm almak, yâni verilen selâma selâmla cevab vermek meşrudur, îbn-i Abdilberr ve başkası selâm vermenin sünnet ve selâma selâmla cevab vermenin farz olduğu hususunda müslü-manlann icmâ ettiğini söylemişlerdir. Kendisine selâm verilen bir kişi ise, cevablamak ona farzdır. Şayet birden fazla kişiler ise onlardan birisinin cevab vermesiyle farz ifa edilmiş olur. Fakat hepsinin cevab vermesi daha faziletlidir. Ebû Yûsuf'a göre hepsinin cevab vermesi farzdır. Yâni kendilerine selâm verilen guruptan bir kısmının cevablaması yeterli sayılmaz.
2. Selâma cevab verilirken "Ve aleykümü's-selâm" sözü ile yetinmekle farz ifâ edilmiş olur. Cevabta "ve rahmetullahı"yi ilâve etmek daha faziletlidir.
3. Bir kimse bir adamdan selâm getirdiği zaman kendisine selâm, getirilen kişinin "Ve aleyhi's-selâmü ve rahmetuUah" biçiminde cevab vermesi daha faziletlidir. Ama "Ve aleyhi's-selâm" sözü ile yetinirse farzı yerine getirmiş sayılır.
4. Bir kimseden selâm getirmek meşrudur. Nitekim Peygamber (Aleyhi's-selâtü ve's-selâm), Cebrail (Aleyhisselâm) 'dan  i ş e (Radıyaîlâhü anhâVya selâm tebliğ etmiştir.
Tuhfe yazarı T i r m i z i' nin İstfzân bölümünde rivayet ef-tiği Ebü Hüreyre (Radıyaîlâhü anh) ile  i ş e (Radıyaîlâhü anhâ) 'nm hadîslerinin izahı bölümünde N e v e v î' den naklen özetle şu bilgiyi verir:
Selâm alınırken en mükemmel ve en faziletli cevab "Ve aleykü-mü's-selâmü ve rahmetullahi ve berekâtuhu"dur. Cevâbın başındaki "Ve" harfini kullanmamak caizdir. Ama en faziletlisi bırakılmış olur. Şayet "Ve aleykümü's-Selam" veya "Aleykümü's-Selâm" sözü ile ye-tinilirse farz ifâ edilmiş olur.
 i ş e (Radıyaîlâhü anhâ)'nın hadisi, selâm göndermenin meşruluğuna delâlet eder. Selâm götüren kişinin bunu ilgilisine tebliğ etmesi farzdır. Çünkü selâm bir emânettir. Gönderilen selâmı tebellüğ eden veya aldığı mektubla yazılı selâmı okurken derhal selâm alması farzdır. Bir adam bir selâm getirdiği zaman ilgilisine tebliğ edince tebellüğ eden şahıs o selâmı alırken getiren kişiyi de selâma katması müstehabtır. Yâni "ve aleyke ve aleyhi's-selâm =Sana da ona da selâm olsun" biçiminde cevab vermelidir.[32]
3697) "... Enes bin Mâlik (Radtyallâhü ank)'den rivayet edildiğine göre; Resûlullah (Sallattahü Aleyhi ve Sellem) şöyle buyurdu, demiştir:
Ehl-i Kitâb (olan gayri müslimler) den biri size selâm verdiği zaman "ve aleyküm = üzerinize de" diye cevab veriniz."
3698) Âİşe (Radtyallâhü a»Aâ)'dan rivayet edildiğine göre: Yahudilerden bir kaç adam Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'in yanma gelerek selâm yerine "Es-Sâm aleyke = ölüm sanaM Yâ Ebel-Kâsım! dediler. Bunun üzerine O da: «Ve aleyküm = Size de- diye cevab verdi."[33]
£ n e s (Radıyallâhü anh) 'm hadîsini Buhâri, Müslim, Ebû Dâvûd ve Ahmed de rivayet etmişlerdir. Â i ş e (Radıyallâhü anhâ) 'nın hadîsi ise Buhar I. Müslim, Tir-m i z i ve N e s â î tarafından da rivayet olunmuştur.
 i ş e (Radıyallâhü anhâ) "nın hadîsinde geçen "es-Sâm" ölüm mânâsına geldiği gibi âcil ölüm mânâsına da yorumlanmıştır. Ehl-i Kitâb, Resûl-i Ekrem (Aleyhi's-salâtü ve's-selâm) 'e veya sahâbîlere uğradıkları veya onlarla karşılaştıkları zaman normal selâm yerine "es-Sâmü aleyküm" derlerdi. Bu cümlenin mânâsı "ölüm size olsun" veya "âcil ölüm size olsun" demektir. Resûl-i Ekrem (Aleyhi's-salâtü ve's-selâm) onların bu küstahlığını bildiği için "ve aleyküm" diye karşılık vermiştir. Bâzı rivayetlerde "aleyküm" tâbiri vardır. Yâni atıf harfi olan "Ve" yoktur. Resûl-i Ekrem (Aleyhi's-salâtü ve's-selâm) sahâbilerin de Ehl-i K i t â b ' in selâmını bu şekilde almalarını emretmiştir. Verilen cevab "aleyküm" biçiminde olduğu zaman mânâsı "Sizin dediğiniz şey size olsun" demektir. Yâni ölüm veya âcil ölüm size olsun, demektir. Verilen cevab bâzı rivayetlerde ve müellifimizin rivayetinde olduğu gibi "ve aleyküm" biçiminde olunca ve Sam kelimesi de ölüm mânâsına yorumlanırsa bu cümlenin mânâsı şöyle olur: "Ölüm size de olsun." Yâni Ey Ehl-i Kitâb! Sizin bizim için dilediğiniz ölüm umûmidir. Herkes ölüme mahkûmdur.
Sam kelimesi âcil ölüm mânâsına yorumlanırsa "ve aleyküm" cümlesinin mânâsı "Âcil ölüm size olsun" demektir. Yâni ve harfi atıf için değil, istinaf içindir. Aksi takdirde ve harfi atıf için kabul edildiğinde cümlenin mânâsı "âcil ölüm size de olsun" biçiminde olur ki bu mânâ uygun değildir. Çünkü bundan çıkan sonuç şöyle olur: "Âcil Ölüm size de size de olsun." Böyle bir anlamın kasdedilmesi. düşünülemez.
H a t t â b î, "ve" harfi bulunmayan rivayetin doğru olduğunu, ve harfinin bulunduğu rivayetin doğru olmadığını söylemiş ise de yukarda işaret edilen yorumla "ve" harfinin bulunduğu rivayetin de doğruluğu anlaşılır.[34]
Müellifimiz bu konuya âit hadîsleri rivayet etmemiştir. Müslim, Ebû Dâvûd ve Tirmizi1 nin Ebû Hüreyre (Radıyaîlâhü anh)'den rivayet ettikleri;
"Yahudilere ve hıristiyanlara selâm vermeyiniz..." hadisinde onlara müslümanların selâm vermesi yasaklanmıştır. Tirraizi bu hadîsin hasen-sahih olduğunu ifâde etmiştir.
N e v e v i : Bâzı arkadaşlarımız Ehl-i Kitâb'a selâm vermenin mekruh olduğunu söylemişler ise de bu görüş zayıftır. Çünkü yasaklama haramlık içindir. Bu itibarla doğrusu, onlara selâm vermenin haramlığıdır. Kadı Iyâz, zaruret ve ihtiyaç hâlinde onlara selâm verilebileceğini bir guruptan nakletmiş t ir. AI ka m a ve N a h a î böyle söylemişlerdir. E v z â î de demiş ki: Eğer ben onlara selâm verirsem, dayanağım bâzı takva sahihlerinin onlara selâm vermiş olmalarıdır. Şayet onlara selâm vermezsem yine dayanağım bâzı takva sahihlerinin onlara selâm vermemiş olmasıdır. Bid'at ehline gelince seçkin olan görüş bir fitne ve mazeret olmadıkça onlara selâm veriimemesidir, diye bilgi vermiştir.
Hülâsa: Âlimlerin büyük çoğunluğuna ve tüm selef âlimlerine göre hıristiyanlara ve yahûdîlere selâm verilmez. Onlar selâm verdikleri zaman, "aleyküm" biçiminde veya "ve aleyküm" şeklinde cevab verilir.
3699) "... Ebû Abdirrahmân el-Cühenl (Radtyaüâhü «ffAJ'den rivayet edildiğine göre; Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Seltem) şöyle buyurdu, demiştir :
Ben yarın binip yahûd ilere gideceğim. Siz onlara selâm vermeyiniz. Onlar size selâm verdikleri zaman siz "ve aleyküm" diye ce-vab veriniz."
Not: Zevâid'de şöyle denilmiştir: Bunun senedinde îbn-i İshâk var. Bu zât tedlisçidir. Bundan başka hadisi müellifin Etmeninde yoktur. Kütüb-i Sitte'nin kalanlarında ise onun hiç bir hadisi yoktur.[35]
3700) "... Enes (bin Mâlik) (Raâtyallâhü anh)'ûen rivayet edildiğine göre şöyle demiştir:
Biz çocuk iken (bir gün) Resulullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) yanımıza geldi ve bize selâm verdi."[36]
Bu hadisi Ebû Dâvûd da rivayet etmiştir. B u h â r i de Enes (Radıyallâhü anh) 'den şu mealde bir hadîs rivayet etmiştir:
"Enes (Radıyallâhü anh), bir gün çocukların yanından geçmiş ve onlara selâm verip •. Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) çocuklara böylece selâm verirdi, demiştir.'*
Bu konuda Buhâri, Müslim, Tirmizİ ve Ne-s â î' de başka hadîs vardır.
Bu ve benzeri hadisler, çocuklara selâm vermenin müstehablığı-na ve Resûl-i Ekrem (Aleyhi's-salâtü ve's-selâm) 'in üstün tevâzuuna delâlet eder. edildiğine göre; Resûlullah' (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) şöyle buyurdu, demiştir :
Ben yann binip yahûdîlere gideceğim. Siz onlara selâm vermeyiniz. Onlar size selâm verdikleri zaman siz "ve aleyküm" diye ce-vab veriniz."
Not: Zevâid'de şöyle denilmiştir: Bunun senedinde İbn-i îshâk var. Bu zât tedlisçidir. Bundan başka hadisi müellifin süneninde yoktur. Kütüb-İ Sltte'nin kalanlarında ise onun hiç bir hadisi yoktur.[37]
Bu hadisi Tirmizi ve Ebû Dâvûd da rivayet etmişler. Tirmizi bunun hasen olduğunu söylemiştir.
AvnÜ'l-Mâbûd yazan bu hadisin izahı bölümünde şöyle der;
El-Huleymî: Resûlullah (Aleyhi's-salâtü ve*s-selâm), her türlü fitneden emin ve günahsız idi. Artık kendi nefsine güvenen kimse kadınlara selâm versin. Aksi takdirde selâm vermemek en se-lâmetli davranıştır, demiştir.
İbn-i Battal da: Bir fitne, yâni günaha girmek ve şehvet duygusunun uyanması tehlikesi yok ise kadınların erkeklere ve erkeklerin kadınlara selâm vermeleri caizdir. M â 1 i k î 1 e r ise genç kadın ile yaşlı kadın arasında fark olduğunu söyleyerek genç kadına selâm vermeyi veya onun erkeklere selâm vermesini yasak saymışlardır. R e b i a ise: Kadın genç olsun yaşlı olsun onunla selâmlaşmak haramdır, demiştir.
Küfe âlimleri de: Kadınların erkeklere selâm vermeleri meşru değildir. Çünkü kadınlar, ezan okumaktan ve kamet getirmekten menedilmiştir ve açıktan Kur'an okumaları yasaklanmıştır. Ancak kadın kendi mahremi olan erkeklere, yâni babası, amcası, dayısı gibi aralarında nikâh kıyılması ebedî olarak haram olan. erkek akrabalarına selâm verebilir, demişlerdir, diye bilgi vermiştir.
Abdurrahmân el-Cezeri de şöyle der: Erkeğin kadına selâm vermesi mekruhtur. Ancak kadın çok yaşlı olursa veya genç olmasına rağmen şehvet duyulmayacak derecede çok çirkin olursa ona selâm verilebilir. Erkek kendi çoluk çocuklarına selâm verdiği gibi mahremi olan kadınlara da selâm verebilir, selâm vermesi sünnettir. Ş â f i i 1 e r demişler ki: Genç kadın ister şehvet duyulmayacak derecede çirkin olsun ister şehvet edilebilecek durumda olsun bir yerde tek başına bulunduğu zaman erkeğin ona selâm yermesi, onun erkeğin selâmını alması veya onun erkeğe selâm vermesi kesinlikle haramdır. Kadın bir gurup erkekle veya bir kadın topluluğu ile beraber olduğu zaman selâm vermek ve selâm almak bakımından onun hükmü erkeğin hükmü gibidir, demiştir.[38]
3702) «... Enes bin Mâlik (Radtyallâhü mAJ'den; Şöyle demiştir:
Biz i Ya Besûlallahl Bâzımız bâzımız için (saygı mâhiyetinde) eğilebilir (yâni başım ve belini eğebilir) mi? dedik. Ot
«Hayır*, diye cevab verdi. Biz» Bâzımız bâzımızla kucaklaşabİUr mi? diye sorduk. O: Hayır ve lâkin tokalaşımz., buyurdu."
3703) "... Berâ bin Âzib (Radtyallâhü anAJ'den rivayet edildiğine göre; Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) şöyle buyurdu, demiştir :
«Birbirine rastlayıp da tokalaşan hiç İki mü si uman yoktur ki, birbirinden ayrılmadan önce ikisinin günahları bağışlanmasın.-"[39]
Enes (Radıyallâhü anh)'in hadisini T i r m i z î de rivayet etmiştir. Berâ (Radıyallâhü anh) 'in hadisi ise T i r m i z i. E b û Dâvûd ve Ahmed tarafından da rivayet olunmuştur.
T i r m i z i' nin başka bir rivayetine göre K a t â d e şöyle demiştir:
"Ben Enes bin Mâlik (Radıyallâhü anh) a: Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'in sahâbîleri arasında tokalaşmak var mı İdi? diye sordum. Enes: Evet, diye cevab verdi." T i r m i z î bu hadisi rivayet ettikten sonra hadisin hasen- sahih olduğunu söylemiştir.
Bu hadisler müslümanlann birbirlerine rastladıkları zaman tokalaşmalarının meşru ve sünnet olduğuna delâlet eder. İkinci hadis, tokalaşan müslümanlann henüz birbirlerinin ellerini bırakmadan veya kendileri birbirlerinden ayrılmadan önce günahlarının bağışlandığına delâlet eder. Bilindiği gibi bu nevi hadislerden maksad küçük günahların bağışlanmasıdır.
Meşru ve sünnet olan tokalaşma, sağ ellerle yapılanıdır. Bu husustaki deliller Tuhfe'de ayrıntılı olarak beyân edilmiştir.
Tokalaşmanın tek elle yapıldığının delillerinden birisi î b n - i Abdilberr'in, et-Temhîd'de rivayet ettiği Ubeydullah bin Büsr'ün şu mealdeki hadîsidir: "Benim şu elimi görüyorsunuz. Ben onunla Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) İle toka-laştım."[40]
1. Birbirine rastlayan iki müslümanın tokalaşması sünnettir. N e v e v î bu hususta icmâ bulunduğunu söylemiştir. E 1 - H â f ı z da; Yabancı kadınla, yâni mahrem olmayan kadınla ve yetişkin güzel oğlan çocuğu ile tokalaşmak bu umûmi hükümden müstesnadır, demiştir.[41]
Bilindiği gibi bâzı yerlerde bu âdet ötedenberi devam edegelmiş-tir. Avnü'l-Mâbûd yazan bu hususla ilgili aşağıdaki bilgiyi vermiştir;
N e v e v i , el Ezkâr adlı kitabında : Her karşılaşmada tokalaşmak müstehabtır. Ama sabah ve ikindi namazından sonra halkın âdet hâline getirdikleri tokalaşmanın Şer-i Şerif te bir mesnedi yoktur. Bununla beraber bunda bir dîni sakınca yoktur. Çünkü aslında tokalaşmak bir sünnettir. Halkın bâzı hallerde buna devam etmeleri ve bir çok durumlarda bunu ihmal etmeleri yapılan tokalaşmayı Şer-i Şerif in dışına çıkarmaz. (Yâni anılan iki vakitteki tokalaşma âdeti sünnet olan tokalaşma sınırı dışında düşünülmez) . Ayrıca İmâm E b û Muhammed bin Ab-disselâm bid'ati; Vâcib, Haram, Mekruh, Müstehab ve Mübâh olmak üzere beş kısma ayırmış ve demiş ki: Sabah ve ikindi namazlarından sonra yapılan tokalaşmak işi mubah bid'at örneklerindendir, diye bilgi vermiştir.
Aliyy ü'l-Kari ise el-Mişkât şerhinde N e v e v i' nin sözünü reddederek: İmâmın, yâni N e v e v i' nin sözündeki bir nevi çelişki kapalı değildir, görülebilir. Çünkü sünnet olan bir şeyi bâzı vakitlerde ifa etmek bid'at sayılmaz. Şu da var: Halkın anılan iki vakitteki uygulaması, meşru ve müstehab olan tokalaşma şeklinde değildir. Çünkü meşru tokalaşma zamanı kişilerin birbirlerine rastladıkları ilk andır. Halbuki bazen bir gurup, tokalaşmadan bir araya gelir, görüşüp sohbet ederler, uzun süre beraber kalıp ilmî ve dinî konuşmalar yaparlar. Sonra namaz kılınca tokalaşırlar. Bu durumdaki tokalaşmanın neresi sünnet olan tokalaşmadan sayılır? Bunun içindir ki bâzı âlimlerimiz, yâni Hanefi âlimler; anılan âdetin yerilen bid'at nevinden ve mekruh olanından olduğunu söylemişlerdir, demiştir.
Avnü'l-Mâbûd yazarı yukardaki nakilleri yaptıktan sonra: Ben derim ki; Aliyyü'1-Kari' nin dediği şey, hak ve doğru olandır. Nevevi1 nin görüşü hatalıdır. Bâzı muhakkik âlimler bid'at-lerin beş kısma ayrıldığına dâir İbn-i Abdisselâm'ın görüşüne karşı çıkmışlardır, dedikten sonra; bayram namazlarından sonra yapılan tokalaşma ve kucaklaşmanın da Şer-i Şerife aykırı ve yerilen bid'atlerden olduğunu savunmuştur.
2. Birinci hadisten çıkan bir hüküm de herhangi bir insana karşı baş ve bel eğmenin yasakhğıdır. Çünkü böyle saygı, bir nevî rükû hükmündedir. Oysa rükû ve secde ancak Allah Teâlâ'ya bir ibâdet mâhiyetinde yapılır. Allah'tan, başka hiç bir varlığa ibâdet biçiminde bir saygı yapılamaz. Müslüman kimse ancak Allah'a karşı boyun eğer.
3. Yine birinci hadisten çıkan diğer bir hüküm de kucaklaşmanın yasakhğıdır. Fakat yolculuktan gelen kimse ile kucaklaşmak bu umûmî hükmün dışında tutulur. Çünkü yolculuktan gelen kimse ile kucaklaşmanın meşruluğu hakkında müteaddid hadîsler vardır: Tİjv-mizî' nin "Kucaklaşmak ve öpmek" babında rivayet ettiği bir hadiste; "Âişe (Radıyallâhü anhâ) meâlen şöyle demiştir: Resûlullah (Sal-lallahü Aleyhi ve Sellem) benim evimde iken Zeyd bin Harise (Radıyallâhü anh), Medine'ye geldi. Zeyd, Resûl-i Ekrem (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) 'i ziyaret etmek üzere gelip kapıyı çaldı. Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) (onun gelişine o kadar sevindi ki) ridâsını yerde sürükleyerek, belden yukarısı çıplak olduğu halde ona doğru gitti. Allah'a yemin ederim ki ben ne o günden önce ne de o günden sonra Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'i (kimseyi karşılarken) çıplak görmedim. Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) Zeyd'i kucaklayıp öptü."
Ebû D â v û d da "Kucaklaşmak" babım açarak bunun meşruluğuna dâir Ebû Zerr (Radıyallâhü anh)'den bir hadîs rivayet etmiştir.[42]
3704) İbn-i Ömer (Radtyaİiâhü anhümâ) dan: Şöyle demiştir:
Biz, Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'in elini öptük.
3705) .. Safvân bin Assâl (Radtyatfâftü atth)'rivayet edildiğine
Yahudilerden bir gurup. Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sel-lem)'in elini ve ayaklarını öptüler."[43]
İbn-i Ömer (Radıyallâhü anhümâ) "nın hadîsini Tirnıi-zi ve Ebü Dâvûd da rivayet etmişlerdir. Safvân (Radıyallâhü anh) 'in hadisini Tirmizi, Mesâi ve Hâkim de rivayet etmişlerdir. Bu hadîsler erkeğin elini ve ayağını öpmenin erkek için helâl olduğuna delâlet eder. Tuhfe yazarının beyânına göre İbn-i Battal bu konuda şöyle demiştir:
Âlimler el öpmek meselesi hakkında ihtilâf etmişlerdir: Mâlik el öpmeye karşı çıkarak, bunun meşruluğu yolunda rivayet olunan hadisleri sabit görmemiştir. Diğer âlimler el öpmeyi caiz saymışlardır. E b h e r i demiş ki.- Mâlik, kibir ve gurura sebebiyet veren el öpme ve kibirden dolayı el öptürme işine karşı çıkmıştır. Şayet bir erkeğin dindarlığı, ilmi veya şerefi gibi bir faziletinden dolayı eli Allah rızâsı için öpülürse Mâlik bunu caiz görmüştür.
N e v e v i de: Bir adamın: zühd ve takvası veya dîn bilgini oluşu, ya da faziletli eşraftan oluşu gibi dîni meziyetlerinden dolayi elinin öpülmesi mekruh değildir, hattâ müstehaptır. Fakat zenginliği, nüfuzu veya dünya etiketi için elinin öpülmesi şiddetle mekruhtur. Ebû S a id el-Mü tevelü bunun caiz olmadığını söylemiştir, der.
Hanefi mezhebine âit İbn-i  b i d i n adlı kitabın "El-Hazar ve'1-İbâha" bölümünde bu hususla ilgili verilen bilginin özeti şöyledir:
Sevap ve ikram, mâhiyetinde olmak üzere ve şehvet duygusu olmaksızın erkeğin başka bir erkeğin elini öpmesi caizdir. Bu hususta icmâ vardır. El-Hâniye ve el-Hakâik'ta böyle denilmiştir. Din bilgininin ve dînî vecibeleri ifâ eden devlet adamının elini öpmek ise, sünnet veya mendûb'tur. Din bilgininin başını öpmek daha çok se-vabtır. Bir erkek, din bilgininin ayağım öpmek istediği zaman o bilginin ayağını öptürmesi meşrudur. Bir kavle göre öptürme mel idir.
Bir kavle göre Öptürmenin beş çeşidi vardır:
Baba, sevgi için oğlunun yanağından öper. Evlâd, merhamet duygusuyla baba ve anasının başından öper. Erkek kardeş, erkek kardeşinin abımdan öper. Koca karısını şehvet maksadıyla dudağından öper. Mü'min erkeklerin eli; saygı ve ikram maksadıyla erkekle!* tarafından öpülür.[44]
3706) "... EbÛ Saîd-i Hudrî (Rodtyallâhü <mh)\\en; Şöyle demiştir:
Ebû Müsâ (el-Eş'arî) (Radıyallâhü anhJ, (halife) Ömer (Radı-yaliâhü anh)'ın yanına (evine) girmek için üç defa izin istedi ve kendisine izin verilmedi. O da geri döndü. Sonra Ömer (Radıyallâhü anh), niçin geri döndün? diye ona haber gönderdi (ve gelmesini istedi. Bunun üzerine gelen) Ebü Mûsâ (Radıyallâhü anh) ;
Ben, Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve SellemJ'in bize emrettiği üç kez izin isteme usûlü ile izin istedim, (üç defa izin istedikten) Sonra bize izin verilirse gireriz ve bize izin verilmezse geri döneriz, dedi. Ebû Said demiştir ki: Bunun üzerine Ömer (Radıyallâhü anh)
(Ebû Musa'ya) :
And olsun ki ya sen bu hadîsin sübûtuna dâir bana bir şâhid getireceksin veya ben (sana yapacağımı) yaparım, dedi. Bunun üzerine Ebû Müsâ kavminin meclisine (yâni Ensâr-i Kirâm'ın toplu halde bulunduğu yere) varıp onların bu hadisin sübûtuna şâhidlik etmelerini istedi. Onlar(dan bâzısı) da onun için şâhidlik ettiler de (halife) Ömer, onu serbest bıraktı."[45]
Bu hadis Kütüb-i Sitte'nin hepsinde benzer lâfızlarla rivayet olunmuştur. Bu rivayette Resûl-i Ekrem (Aleyhi's-salâtü ve*s-selâm)'e âit buyruk sarahaten anıl ma m ıştır. Müslim ve Ebû Davud'un rivayetinde bu buyruk şöyledir :
= «Biriniz (başkasının evine girmek için) üç defa izin ister de ona izin verilmediği zaman o kimse geri dönsün.»
Isti'zân: İzin istemektir. Burada ziyaret etmek isteyen kimsenin, ziyaret edeceği zâtın yanma girmesi için izin istemesi mânâsında kullanılmıştır, îzin istemeden girmek îslâm âdabına aykırıdır. îzin isteme işi üç defa tekrarlanır. Şayet izin verilirse girilir. Aksi takdirde geri dönülür.
Nevevî, Müslim'in şerhinde bu hadisin izahı bölümünde şu bilgiyi verir:
Alimler isti'zân'ın, yâni izin istemenin meşruluğu hususunda ic-mâ etmişlerdir. Kur'&n-ı Kerim, Sünnet, yâni sahih hadisler ve ümmetin icmâı bu hükmün delilleridir. Sünnet olan isti'zân şekli şöyledir : Ziyaretçi, selâm vererek içeri girmek içirt izin ister. Bunu üç defa tekrarlar. Şu halde ziyaretçi selâm vermeyi ve izin istemeyi birleştirir. Önce selâm verip sonra izin istemenin mi, yoksa önce izin isteyip sonra selâm vermenin mi müstehap olduğu hususunda ihtilâf vardır. Hadislerin beyân ettiği ve muhakkik âlimlerin söylediği sıhhatli görüş, önce selâm verip ondan sonra izin istemektir. Ziyaretçi şöyle demelidir: "Es-Selâmü aleyküm, içeri girebilir miyim?" İkinci görüşe göre önce içeri girmek için izin istenir. Ondan sonra selâm verilir. Arkadaşlarımızdan el-Mâ verdi' nin tercih ettiği üçüncü görüş ise şöyledir -. Ziyaretçinin gözü ev sahibine ilişirse önce selâm verir, sonra içeri girmek için izin ister. Aksi halde önce izin ister, sonra selâm verir.
Ziyaretçi üç defa izin istediği halde içeri girmesi için izin verilmediği, ziyaretçinin ev halkının bunu duymadığını zan etmesi üzerine, tekrar izin mi istiyecek, yoksa geri mi dönecek? Bu hususta üç görüş vardır: En kuvvetli görüş, ziyaretçinin geri dönmesi ve izm istemeyi tekrarlamamasıdır. İkinci bir görüşe göre izin istemeyi tekrarlayabilir. Üçüncü görüşe göre, eğer izin isteme şekli yukarda anlatıldığı gibi sözlü ise tekrarlamaz. Şayet başka türlü ise, meselâ kâ-pıyı çalmak biçiminde olursa tekrarlayabilir.
Haber-i Vâhid, yâni mütevâtir olmayan hadis, delil sayılmaz diyenler bu hadîsi mesned göstererek : Ebû Mûsâ el-Eş'ari (Radıyallâhü anh)'in bu hadisi Haber-i Vâhid oiduğu için Ömer (Radjyallâhü anh) kabul etmemiştir, demişler ise de; bu bâtıl bir mez-hebtir. Sözleri muteber olan âlimler; Haber-i Vâhid durumundaki hadislerin delil sayılması ve bununla amel etmenin gerekliliği hususu üzerinde ittifak ve icmâ etmişlerdir. Âlimlerin buna dâir mesnedleri sayılmayacak kadar çoktur. Ömer (Radıyallâhü anh),'m, Ebû Mûsâ (Radıyallâhü anh)'den şâhid istemesinin mânâsı, onun Haber-i Vâhid durumundaki hadisi kabul etmemesi değildir. Lâkin Ömer (Radıyallâhü anh), halkın Peygamber (Aleyhi's-salâtü ve's-selâm)'den hadis rivayetine koşuşmasından ve netice itibariyle bid'-atçıların, yalancıların ve münafıkların bir takım uydurma hadîs rivayetinden korkmuştur. Bu itibarla Ömer (Radıyallâhü anh),
E b û M û s â (Radıyallâhü anh)'in rivayet ettiği hadisin sıhhatin dan şüphelenmemiş, fakat başka kimselerin böyle bir çığır açmasından korktuğu için tedbir almak istemiştir. Halifenin E b û M û s â gibi bir şahsiyetin rivayetinde böyle titizlik gösterdiğini duyan herkes, uluorta hadîs rivayet etmekten sakınır, özellikle kötü maksad-U kişiler böyle bir işe cesaret edemezler.
Ömer (Radıyallâhü anh)'m E b û M û s â (Radıyallâhü anh)'in hadîsini Haberi Vâhid olduğu için reddetmek istemediğini gösteren delillerinden biri de ondan bir şâhid istemesidir. Halbuki bir hadis iki sahâbi tarafından rivayet edilmekle Haber-i Vâhid olmaktan çıkmaz ve mütevâtir hadîs sayılmaz. Bir hadisi rivayet eden sa-hâbîlerin sayısı tevatür sınırına kavuşmadıkça o hadis Haber-i Vâhid olmaktan çıkmaz.
Ömer (Radıyallâhü anh)'m amacının yukarda anlatılan husus olduğu ve Ebû Mûsâ (Radıyallâhü anhKın hadisini reddetmek olmadığını teyid eden diğer bir husus da, M ü s 1 i m ' in rivayet ettiği şu ilâvedir: Ü b e y (Radıyallâhü anh), Ebû Mûsâ (Radıyallâhü anh)'in bu meselesi hakkında Ömer (Radıyallâhü anh) 'a:
Ey Hattâb'm oğlu; Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'in ashabı üzerinde bir azap olma, dedi. Bunun üzerine Ömer (Radıyallâhü anh) :
Sübhânallah! Ben ancak bir şey işittim de bunun sabitliğini soruşturmak istedim, diye cevab vermiştir.
3707) "... E bu Eyyûb el-Ensârı (Radtyattâhü anh) c\en\ Şöyle demiştir: Biz: Yâ Resülallah! Şu selâm (mâlum)dur. İstizan nedir? diye
sorduk. O buyurdu ki:
«(Başkasının evine girmek isteyen) adam (seslice) bir teşbih, bir
tekbîr ve bir hamd eder, öksürüp boğazını temizler ve (içeri girmek
istediğini) ev halkına duyurur.»"
Not; Zevâid'de şöyle denilmiştir : Bunun senedinde Ebü Sevre bulunur. Bu-h&rî onun hadislerinin münker olduğunu ve Ebû Eyyûb <R.A.)'den başka kimselerce teyid edilmeyen münker hadisler rivayet ettiğini söylemiştir
3708) ... Ali (Radtyallâhü anh)'tlen; Şöyle demiştir: Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) (in yanına girmek üzere Onun) tarafından benîm için (verilen) iki giriş zamanı vardı t Bir giriş zamanı gece, bir giriş zamanı da gündüz idi. O namazda iken yanına vardığım zaman benim (içeri girmem) için öksürüp boğazını temizler (gibi olur)du."[46]
Bu hadisi N e s â î namaz bölümünde rivayet etmiştir. N e -s â i' nin bâzı rivayetlerinde "Tenahnuh = Öksürüp boğazı temizleme" ifâdesi yerine "Sebbeha = Sübhânallah derdi" ifâdesi mevcuttur. T i r m i z i de namaz bölümünde A 1 i (Radıyallâhü anh)'in bu hadisini ta'likan, yâni senedini anlatmadan rivayet etmiştir. Oradaki metin meâlen şöyledir:
"Ben Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) in yamna girmek için izin istediğimde O namazda iken öksürüp boğazını temizler (gibi olur)du."
Tuhfe yazarı T i r m i z i' deki hadisin izahı bölümünde şöyle der:
Bu hadîsi A h m e d, İbn-i Mâceh ve Nesâî de rivayet etmişler ve Îbnü's-Seken bunun sahih olduğunu söylemiştir. Beyhaki de; Bu hadis gerek sened gerekse metin bakımından ihtilaflıdır. Çünkü metninde "Sebbaha = Teşbih etti" rivayeti var. Bâzı rivayetlerde bunun yerine "Tenahnaha = Öksürdü" ifâdesi var. Hadisin senedinin dönüm noktası ise Abdullah bin Nücey' dir. E 1 - H â f ı z demiş ki: Bir rivayette A b -dullah bin Nücey, Ali (Radiyallâhü anh)'den rivayet etmiş. Diğer bir rivayete göre Abdullah bin Nücey, babasından, babası da Ali (Radıyallâhü anh)'den rivayet etmiştir. Buhâri, Abdullah bin Nü c e y y' in rivayetine itiraz etmiştir. B u' h â r î' den başka zâtlar da onu zayıf saymışlardır. Nesâi ve İbn-i Hibbân ise onu sıka, yâni güvenilir saymışlardır. Yahya bin Muin ise Abdullah bin Nüceyy'in Ali (Radiyallâhü anh) 'den hadis işitmediğini ve Ali ile kendisi arasında babasının bulunduğunu söylemiştir.
Bu hadîs sahih ise; namazda bulunan bir kimsenin, namazda olduğunu başkasına sezdirmek üzere öksürüp boğazını temizler gibi olmasıyla namazının bozulmadığına delâlet eder.
3709) "... Câbir (bin Abdillah) (Radtyattâhü anhümâyâan; Şöyle demiştir:
(Babamın bir borcundan dolayı) Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'in yanma girmek için (kapıyı çalmak suretiyle) izin istedim. Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) :
«Kim o?» buyurdu. Ben de: Ene (= Benim), dedim. Bunun üzerine Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) (böyle cevab vermemden hoşlanmamış olacak ki) :
«Ene ene (= Benim benim-, buyurdu."[47]
Bu hadis Kütüb-i Sitte'nin hepsinde rivayet olunmuştur. Peygamber (Aleyhi's-salâtü ve's-selâm)'in «Kim o» sorusuna kapı çalanın münâsip cevâbı kendi adını söylemesi iken "Benim" demesi uygun bir cevap sayılmaz. Çünkü böyle bir cevap kapıyı çalanın ev sahibi tarafından tanınmasına yeterli olmayabilir. Bunun içindir ki Peygamber (Aleyhi's-salâtü ve's-selâm), kapıyı çalan Câbir (Radıyallâhü anh)'in "Ene= Benim" demesinden hoşlanmamış olacak ki «Ene ene» sözcüğünü tekrarlamakla tenkidde bulunmuştur. Peygamber (Aleyhi's-salâtü ve's-selâm î'in böyle bir cevabtan hoşlanmadığı ka-
naati, bâzı rivayetlerde bulunan; l^ijS" «J15"= "O, bu cevabtan hoşlanmamış gibi idi." cümlesinden anlaşılır.
N e v e v i demiştir ki: Âlimler şöyle demişlerdir: Bir kimsenin; bir eve girmek için izin istediğinde, "Kim o" veya "Kimsin" diye sorulduğu zaman "Benim" demesi mekruhtur. Bu hadis, böyle cevab vermenin mekruhluğuna delâlet eder. Böyle bir cevâbm mekruh olmasının sebebi ise girmek isteyenin tanınması için yararlı olmamasıdır. Bu itibarla uygun cevab, kişinin kendi adını söylemesidir. Şayet "Ben falanım'* derse bunda bir sakınca yoktur. Hattâ yalnız isim vermek tanınması için yeterli değilse; tanıtmaya yararlı soyadını, görevini, mesleğini de açıklayabilir.[48]
3710) "... Câbir (RadtyaUâhü anh)'den; Şöyle demiştir:
Ben: (Bu gece) nasıl sabahladın? Yâ Resûlallah, diyerek hâlini sordum. O (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) :
• (Nafile) oruç tutamayan ve hiç bir hastayı ziyaret edemeyen bir adam olarak hayır ile (bu gece) sabahladım», buyurdu."
Not: Zevâid'de şöyle denilmiştir; Bunun senedinde Abdullah bin Müslim bulunur. Bu râvi, Mü'min el-Mekkİtafet oğludur. Ahmed, tbn-i Muin ve başkası onu zayıf saymışlardır.
3711) "... Ebû İ'seycl es-.Sâirlî (HadtyaUâhü anh)'(\en rivayet edildiğine jjöre $öyle demiştir :
Resûlullah (Sallailahü Aleyhi ve Sellem) (bir gün amcası) Ab-bâs bin Abdilmuttalibin evine girerken Abbâs (Radıyallâhü anh)'a: «Es'Selâmü Aleyküm», buyurmuş. Onlar da:
Ve aleyke's Selâmü ve rahmetullahi ve berekâtuhu (= Selâm, Allah'ın rahmeti ve bereketleri sana da), diyerek selâmım almışlar. (Sonra) Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)
-Nasıl sabahladınız (yâni nasılsınız?) - diyerek onların hâlini sormuş. Onlar da:
Hayır İle sabahladık (Yâni iyiyiz). Allah'a hamdederiz. Babamu ve anamız sana feda olsun, sen nasıl sabahladın (yâni nasılsın) ye Resûlallah, diye karşılık vermişler. Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) (de) :
«Hayır ile sabahladım (yâni iyiyim). Allah'a hamdederim,» buyurmuştur."
Not: Zevâid'de şöyle denilmiştir : Buhâri demiş ki: Mâlik bin Hamza, babasından, babası da dedesinden rivayetle Peygamber (S.A.V.), el-Abbâs'ı çağırdı ...senediyle naklolunan hadîs, başka yolla teyid edilmemiş durumdadır. Ebû Ha-tem de: Abdullah bin Osman, karışık-şüphe götüren bir takım hadisler rivayet eden bir râvidir. demiştir.[49]
Bu bâbta rivayet olunan hadisler, notta belirtildiği gibi Zevâid nevinden olup senedleri sıhhatli değildir. Hadislerde geçen; cümlesinin asıl mânâsı "Nasıl sabahladın, sabaha girdin" demektir. Araplar bu cümleyi hâl ve hatır sormakta kullanırlar. Bu itibarla "Nasılsın" demek olur.
Buhâri "İsti'zân" kitabında "Muanaka ve adamın % Keyfe asbahta, sözü" yâni "Kucaklaşmak ve adamın i Nasıl sabahladın, sözü" başlığı altında açtığı bir bâbta; Peygamber (Aleyhi's-salâtü ve's-selâmKin son hastalığı ile ilgili Ali bin Ebi Tâlib (Radıyallâhü anh)'den rivayet ettiği bir hadiste rivayet edildiğine göre "Ali bin Ebi Tâlib (Radıyallâhü anh), Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) in yanından son hastalığında çıktı. Halk:
"Yâ Ebe'I-Hasan, Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) (bu gece) nasıl sabahladı (yâni sağlık durumu nasıldır)? diye sordular..."
Bu hadis, sahâbilerin Asr-ı Saâdet'te hâl, hatır sormakta bu cümleyi kullandıklarına delâlet eder.
E 1 - H â f ı z , bu hadisin izahı bölümünde şöyle der: İslâm dini, karşılaşan iki müslümanın selamlaşmasını meşru kıldı. Sonra hâl hatır sormak usûlü ihdas edildi, yâni karşılaşan iki mü si uman;
= "Nasıl sabahladın, nasılsın" cümlesini kullanmaya
başladılar ve selâm cümlesi ile bu cümleyi beraber kullananların sayısı azaldı. Sünnet olanı ise selâmlaşmakla söze başlamaktır. Bana öyle geliyor ki, anılan cümleyi kullanma sebebi (hicretin 19. yılında salgın hastalık hâlinde görülen) Amvâs taunudur. Çünkü o salgın hastalık, karşılaşan iki müslümamn birbirine sağlık durumunu sormasını gerektiriyordu. Daha sonra bu cümle yaygınlaştı. Hattâ selamlaşmayı bırakıp bu cümle ile yetinenler oldu.
Bu bâbta rivayet edilen Ebû Üseyd (Radıyallâhü anh)'in hadîsine göre Resûlullah (Aleyhi's-salâtü ve's-selâm) ile amcası A b -b â s (Radıyallâhü anh) 'm ev halkı arasında önce selamlaşma olmuş, sonra hâl hatır soruşturulması yapılmıştır.
Bu hadîsten çıkan bir hüküm de hâl hatırı sorulan kişinin vereceği cevabta Allah'a hamdetmesinin müstehablığıdır. Ancak hadisin senedindeki zayıflık nedeniyle sabitliği bilinmemektedir. Şayet sabit olursa ondan bu hüküm çıkarılır.[50]
3712) "... İbn-i Ömer (Radtyallâkü ankümâ)'âan rivayet edildiğine göre Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) şöyle buyurdu, demiştir:
«Size bir kavmin büyüğü geldiği zaman ona ikram ediniz.*"
Not: Zevâid'de şöyle denilmiştir: Bunun senedinde Saîd bin Mesleme bulunur. Bu râvi zayıftır.[51]
Zevâid nevinden olan bu hadisin izahı bölümünde Câmiü's-Sağir haşiyesinde el-Hafnî şöyle der:
Yâni bir kavmin eşrafından, ileri gelenlerinden biri fâsık bile olsa ona değer verilip iltifat edilmelidir. Çünkü ona değer verilmediği zaman kendisinde bir kin ve husûmet doğabilir. Bu itibarla zararını defetmek için değer verilmesi uygundur. Hattâ kıymet verilmemesi hâlinde müslümanlara zarar vermesinden endişe duyulan kişi kâfir bile olsa kıymet verilmelidir. Bu hadisin buyurulmasına sebep olan olay şudur: Bir gün Peygamber (Aleyhi's-salâtü ve's-selâm) evinde oturuyordu. Oda sahâbilerle dolu vaziyette idi. Bu arada C e -rir bin Abdillah el-Beceli geldi ve boş bir yer bulamayınca kapıda oturdu. Bunun üzerine Peygamber (Aleyhi's-salâtü ve's-selâm), kendi ridâsım kaldırarak onun için yere serdi ve ona: Bunun üzerine otur, buyurdu. C e r i r ise rida'yı alıp yüzüne koyup öpmeye ve ağlamaya başladı. Sonra Peygamber (Aleyhi's-salâtü ve's-selâm) 'a geri verdi ve: Ben senin elbisen üzerinde oturacak değilim. Bana ikramda bulunduğun gibi Allah da sana ikram etsin, dedi. Sonra Peygamber (Aleyhi's-salâtü ve's-selâm), sağına ve soluna baktı ve bu hadisi buyurdu.
Ed-Dümeyri demiş ki: Benim itikadıma göre Peygamber (Aleyhi's-salâtü ve's-selâm)'in maksadı, takvaca üstün olan kimseye ikram etmektir. Yâni takva sahibi olmayan bir kimse bir kavmin büyüğü olduğu zaman ona ikram edilmesi istenmemiştir. Hadisteki
"Kerim = Kerem sahibi" sözcüğünün ölçüsü;
«Allah katında en kerim (üstün) olanınız, takvaca en üstün ola-nınızdır» âyetidir. Bu itibarla kâfir bir kimse bu hadisin şümulüne girmez ve zimmı bir kimse kendi kavminin büyüğü olsa bile ona saygı gösterilmez ve odanın mutena köşesinde oturtulmaz. Çünkü Allah,-onları zelil ve hakir kılmıştır.
Bu hadîsin buyurulmasına sebep olduğu yukarda belirtilen C e -rir (Radıyallâhü anh)'in hâl tercemesi 159. hadis bölümünde geçmiştir.[52]
3713) ... Enes bin .Mâlik (Radıyallâhü ank)'ûex\\ Şöyle demiştir:
Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve SellemJ'in yanında iki kişi (ayrı ayrı) aksırdı da O, bunlardan birisine teşmît etti (hayır ve bereketle duâ etti) ve diğerine etmedi. Bunun üzerine:
Yâ Resûlailah! Senin yanında iki adam aksırdı da sen birisine teşmit ettin (hayır ve bereketle duâ ettin) ve diğerine etmedin? diye bunun sebebi soruldu. O buyurdu ki:
«Bu (yâni kendisi için duâ ettiğim adam) Allah'a hamdetti. Şu
3714) "... Seleme bin el-Ekva" (RtulıyaUâhii </«//)"den rivayet edildiğin? jjöre Kesûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Se/fcm) şöyle buyurdu, demiştir :
«Üç defa (yâni bir iki ve üç defaya kadar) ak sıran (müslüman)a teşmît edilir (hayır ve bereketle duâ edilir). Daha fazla aksıran kimse ise nezleye yakalanmıştır (yâni ona teşmit edilme/)
3715) "... Enes bin Mâlik (Radıyallâhü anh)\\e\\: Şöyle demiştir:
Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'in yanında iki kişi (ayrı ayn) aksırdı da O, bunlardan birisine teşmit etti (hayır ve bereketle dua etti) ve diğerine etmedi. Bunun üzerine:
Yâ Resûlallah! Senin yanında iki adam aksırdı da sen birisine teşmit ettin (hayır ve bereketle dua ettin) ve diğerine etmedin? diye bunun sebebi soruldu. O buyurdu ki:
-Bu (yâni kendisi için dua ettiğim adam) Allah'a hamdetti. Şu fyâni diğeri) Allah'a hamdetmedi.»"
3715) "... Ali (bin Ebî Tâlib) (RadtyaUâhü anh)'<\çx\ rivayet edildiğine göre Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Srllem) şöyle buyurdu, demiştir :
«Biriniz aksırdığı zaman "el-Hamdü lillâh = Hamd Allah'a mahsustur" desin ve etrafındakiler de ona "Yerhamükâllah = Allah sana rahmet eylesin" diye karşılık versinler. Kendisi de etrafındakilere "Yehdîkümullahü ve yüslihu bâleküm = Allah sizi hidâyet eylesin ve hâlinizi düzgün eylesin" duâsıyla karşılasın.-"
Not: Zev&id'de şöyle denilmiştir : Bunun senedinde İton-i Ebi Leylâ bulunur. Adı Muhammed bin Abdirrahman'dır, Bu râvi zayıftır.[53]
Bu babın ilk hadisi Kütüb-i Sitte'nin hepsinde rivayet olunmuştur. İkinci hadisin benzeri Müslim, Tirmizi ve Nesâi tarafından rivayet olunmuştur. Üçüncü hadîs Zevâid nevinden sayılmıştır. Fakat Tirmizi bunun mislini Ebû Eyyûb (Radıyal-lâhü anh) 'den rivayet ettikten sonra beyân ettiği bir sened ile bunun mislinin A I i (Radıyallâhü anh) 'den rivayet edildiğini ifâde etmektedir. Bu itibarla Zevâid nevinden sayılmamasının mümkün olduğu görüşündeyim. Ancak ifâde tarzında ufak bir değişiklik vardır. B u -hâri, Ebû Dâvüd ve Nesâi de bunun benzerini Ebû H ü r e y r e (Radıyallâhü anh) den rivayet etmişlerdir.
Teşmit: Aksıran kişiye "Yerhamükâllah = Allah sana rahmet eylesin" diye duâ etmektir. Tuhfe yazarı Teşmit'i böyle tanımladıktan sonra şöyle der: En-Nihâye'de: Teşmit ve Teşmit, hayır ve bereketle duâ etmektir. Teşmit'in mânâsı bir kavle göre şöyledir: Allah senin düşmanını senin üzerine güldürmesin, diye bilgi verilmiştir.
Avnü'I-Mâbûd yazarı da : Teşmit, düşmanın şamatasından uzak kalınmayı dilemektir. Şemtet ise düşmanın sevinip gülmesidir. Teşmit de hidâyetin güzel bir mertebesini dilemektir. Her iki kelime aksıran kişiye "Yerhamükâllah = Allah sana rahmet eylesin" diye duâ etmek mânâsında kullanılır, demiştir.
İlk hadiste Teşmit ve Teşmit tâbirleri kullanılmıştır.
Âtıs t Aksıran kimse demektir.
Son hadiste geçen "BâT kelimesi gönül, hâl ve iyi yaşantı mânâlarına gelmiştir. Bunların hepsiyle yorumlanabilir. Hâlin düzgünlüğü, gönül rahatlığını ve mutlu yaşamayı da içerdiğinden dolayı Bâl kelimesini hâl mânâsına yorumlamak tercih edilmiştir.
Birinci hadiste sözü edilen iki kişiden biri aksınnca hamdetmiş, diğeri ise aksınnca hamdetmemiş ve Resül-i Ekrem (Aleyhi's-salâtü ve's-selâm), hamdedene duâ etmiştir. Bu iki kişinin ismi Taberâ-n i' nin rivayetinde belirtilmiştir: Âmir bin Tufeyl ile erkek kardeşinin oğludur. Süyûti, Ebü Davud'un haşiyesinde : Hamdetmeyen kişi Amir bin et-Tufeyl' dir, kâfir olarak ölmüştür, der. Allah cümlemize mağfiret ve afiyet ihsan eylesin.
Nevevi, el-Ezkâr'da: Âlimler, aksıran kişinin aksırmayı müteakiben "El-Hamdu lillâhi = Hamd Allah'a mahsustur" demesinin müstehablığı hususunda ittifak etmişlerdir. Şayet "El-Ham-dü lillâhi Rabbilâlemin = Hamd, âlemlerin Rabbi olan Allah'a mahsustur" derse daha güzel olur. Eğer "El-Hamdü lillâhi alâ külli hâl = Hamd her durumda Allah'a mahsustur" derse daha faziletli olur, demiştir.
Aksınnca hamdeden kişi müslüman ise yamndakilerin "Yerha-mükellah" demesinin hükmüne gelince âlimler bu hususta değişik görüşler beyân etmişlerdir. Tuhfe yazan bu görüşleri ayrıntılı olarak beyân etmiştir. Özeti şudur:
1. Zahiriye mezhebinin cumhuruna göre vâcibtir. 1 b -nü'1-Kayyım ve Mâlikîler' den îbn-i Müzeyyen de bu görüştedir.
2. Hanefî ler ve Hanbeliler'in cumhuruna göre farz-ı kifâye'dir.
3. Mâlikîler' den bir cemâat ve Ş â f i İ 1 e r' e göre ise müstehabtır.
Aksırdığı zaman hamdetmeyene "Yerhamükellah" diye duâ etmek ise müstehab değildir. Çünkü kendisi hamdetmediği için cevâba lâyık değildir.
Bu babın ikinci hadisinde üç defadan fazla aksıran kimse nezleye yakalanmıştır, buyuruluyor. Süyûti, yâni bundan sonra ona cevab verilmez. Çünkü aksırması bir hastalıktan dolayıdır, demiştir.
Aksıran kişi hamd edince yanındakiler ona duâ ederler. Kendisi de üçüncü hadiste belirtildiği gibi onlara duâ eder. İ b n - i Battal: Cumhura göre bu şekilde duâ eder. Fakat Küfe âlimlerine göre aksıran kişi "Yağfirullahu lenâ ve leküm =r Allah bize ve size mağfiret eylesin" biçiminde duâ eder. Mâlik ve Şafiî ise şöyle demişlerdir - Aksıran kişi bu iki şekilden dilediği ile duâ eder, diye bilgi vermiştir. Bir kavle göre her iki duayı söylemek daha iyidir. Hanef İler1 den T a h â v i de üçüncü hadîste geçen biçimdeki duayı tercih etmiştir.[54]
3716) '... Enes bin Mâlik (Radıyalîâhü ö«/r)'den; Şöyle demiştir:
Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) (yolda) bir adama rastlayıp da onunla konuştuğu zaman, adam gidinceye kadar Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem), mübarek yüzünü ondan çevirmezdi ve adamla tokalaştığı zaman, adam elini çekinceye kadar O. mübarek elini adamın elinden çekmezdi. Hiç bir zaman Onun mübarek dizleri de yanında oturan adamın dizlerinden ileri görülmemiştir."
Not: Zevâid'de şöyle denilmiştir: Bu hadisin sıhhatinin dönüm noktası ra-vi Zeyd el-Araml üzerindedir. Bu r&vi İse zayıftır.[55]
3717) '... Khû Hürcyrr (Kattı yallah ti <wh)'fWn rivâyrt t'<İildijîine zön IVyyamher (Salİallahii Aleyhi ve Sillem) jjüyle buyurmuştur:
«Biriniz oturduğu yerden kalkıp sonra geri geldiği zaman o yere Öncelikle hak sahibidir.-"[56]
Bu hadîsi Müslim ve Ebû Dâvûd da rivayet etmişlerdir. N e v e v i bu hadisin izahı ile ilgili olarak özetle şöyle der:
Bu hadis, mescid - cami veya başka bir yerde namaz gibi bir gaye ile oturan, sonra abdest almak veya kısa süreli bir işini görüp geri dönmek üzere o yerden ayrılıp geri gelen kimse hakkındadır. Böyle bir durumda o yer öncelikle onun hakkıdır. Ancak bu hak o namaza mahsustur. Adam geri geldiği zaman o yerde oturan bir kimse varsa onu kaldırabilir. Adam yerinden bu maksadla ayrıldığında ister namazlık gibi bir şey bırakmış olsun ister bırakmamış olsun hüküm aynıdır Fakat başka bir namaz vakti için onun hakkı kalıcı değildir.[57]
3718) "... Cevzân (el-Kûfî) (Radıyallâhü anh)\\eı\ rivayet edildiğin? »tire Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Selle m) $tfy!e buyurmuş, elemiştir :
-Kim bir mazeretinin kabulünü (din) kardeşinden talep eder de kardeşi o mazereti kabul etmezse onun üzerinde, meks sahibinin günahı kadar vebal olur.»
Bize Muhammed bin İsmail de aynı senedle bunun mislini Cevzân aracılığıyla Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'den rivayet etmiştir."
Not: Zevâid de şöyle denilmiştir : Bu hadisin senedindeki râviler güvenilir zâtlardır. Fakat hadis mürsel'dir. Çünkü IÇbû Hâtem : Bu Cevzân, sahftbt değildir ve meçhuldür, demiştir.[58]
Hadiste geçen "Meks sahibi" Câmiü's-Sağir şerhinde el-Azi-z i tarafından şöyle açıklanır: Meks sahibi o kimsedir ki, yanından geçen tüccar kervanından öşür adı altında bir miktar para - mal alır. Allah'ın zenginlere farz kıldığı öşürü usûlüne uygun olarak alanlara gelince, bu işlem güzel ve iyi bir şeydir. Bu mesele fıkıh kitablann-da anlatılmıştır.
Meks denilen çıkar sağlayana, mâkis ve âşir de denilir. Bu tür kazanç haram olduğu gibi din kardeşinin samimi ve meşru mazeretini kabul etmek mümkün iken reddetmek de bu hadise göre günahtır.
Sindi: Bu hadis, beyân edilen mazeretin yalan olduğunun bilinmemesi ve ortada bir hıyanetin bulunmaması hâline mahsûs olabilir. Böyle bir durumda mümkün ise müslümanm mazeretini kabul etmek uygun olanıdır, der. Şu halde ileri sürülen mazeretin uydurma olduğu ve bir hıyanetin yapıldığı bilindiği zaman ileri sürülen mazereti kabui etmemekte bir sakınca yoktur.[59]
Müzâh : "Açılıp ferahlanmak maksadıyla söylenen ve kimsenin kırılıp gücenmesine yol açmayan söze denilir. Söylenen söz ölçülü olmayıp bir kimsenin kırılıp gücenmesine sebebiyet verirse buna Suhri-yet denilir. Mizah ise müzâh denilen sözü söylemek, şaka etmek işine denilir.
Cevzân <K.A.)'ın Hâl Tercemesi :
Cevzân el-Kûfİ'yi İbn-i Hibbân tabiilerin güvenilirleri arasında anmıştir. Sa-hâbiliği hususunda ihtilâf vardır, Râvisi ea^Sftib bin Mâlik'dir. îbn-i Mâceh onun hadisini rivayet etmiştir. (Hulâsa, 66)
3719) '-... Ümmü Seleme (Radtyallâhü anhâ)'dan rivayet edildiğine göre şöyle demiştir:
Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve SellemJ'in vefatından bir yıl önce bir kere Ebû Bekir (Radıyallâhü anh), ticâret maksadıyla Bus-râ'ya gitti. Beraberinde Nuaymân ve Harmala oğlu SÜveybıt; trtadı-yallâhü anhümâ) bulunuyordu. Bu iki zât, Bedir savaşma katılmış-lar idi. Nuaymân (yolculukta), azık işine nezâret ederdi. Süveybıt da çok şakacı bir adam idi. (Yolculuk esnasında bir ara) Nuaymân'a:
Bana yemek ver, dedi. Nuaymân (ise) Ebû Bekir, gelinceye kadar bekle, dedi. Bunun üzerine Süveybıt:
(And olsun ki) Ben seni muhakkak hiddetlendireceğim, dedi. Râ-vi demiştir ki:
Sonra bunlar bir kavme uğradılar. Süveybıt o kavme: Benden bir kölemi satın alır (mı) siniz? dedi. Onlar da t Evet, dediler. Süveybıt (bu kere onlara) :
Benim (size satacağım köle), konuşkan bir köledir ve size: Ben muhakkak hür bir kimseyim, diyecektir. O size böyle söylediği zaman eğer siz onu bırakacak iseniz, kölemi bana karşı bozguncu ettirmeyiniz, dedi. Onlar t
Hayır. Bilâkis biz onu senden satın a Ur iz (kölenin bu gibi lâflarına bakmayız), dediler ve Nuaymân'i, Süveybıt'ten on sağlam deve ile satın aldılar. Sonra Nuaymân'ın yanına vararak boynuna bir sargı veya ip geçirdiler. Nuaymân i Şu adam (yâni Süveybit) sizlerle cidden alay ediyor ve ben kesinlikle hür olup köle değilim, dedi. Fakat onlar:
Senin efendin (Süveybıt) senin durumunu (yâni konuşkan olup köleliğini inkâr edeceğini) bize haber verdi, diyerek onu alıp götürdüler. Sonra Ebû Bekir geldi. Orada bulunanlar durumu ona anlattılar. Bâvi demiştir ki:
Bunun üzerine Ebû Bekir (Radıyallâhü anh), adamların arkasında giderek, develerini kendilerine geri verip Nuaymân'ı alıp getirdi. Râvi demiştir ki:
Sonra Ebû Bekir ve arkadaşları (yolculuktan dönüp) Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve SelIemJ'in yanına vararak O'na (bu durumu) arzedince bundan dolayı Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) güldü, sahâbileri de bir yıl (bu durumu kendi aralarında konuşup) güldüler."
Not: Zevâid'de şöyle denilmiştir: Bunun senedinde Zam'a bin Salih bulunur. Müslim bu zâtın rivayetini almış ise de ancak başka râvilerce teyid edilmiş durumdaki rivayetini almaştır. Bu râviyi îbn-i Muin, Ahmed ve başkası zayıf saymışta r.
3720) ... Enes bin Mâlik (RadtyaUâhü an!ı)\\en; Şöyle demiştir:
Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) bize katılır (ve güler yüzle bizimle şakalaşır)di. Hattâ (kuşu ölen) küçük bir kardeşime; Ey Ebû Umeyr, Nügayr (kuşcağız) ne oldu der (şakalaşır) di.
Vekî demiştir ki: O, (nügayr ile) bîr kuş kasdeder ki Enes "in kardeşi onunla oynardı.[60]
Bu babın ilk hadisi Zevâid nevindendir. İkinci hadîsi B u h â r i, Müslim ve T i r m i z i de rivayet etmişlerdir.
Ebû Umeyr, Enes'in ana bir kardeşi idi. Babası ise Ebû Talha Zeyd bin Sehl el-Ensâri'dir. Ebû U m e y r' in sütten yeni kesilmiş çocuk olduğuna B u h â r i' de işaret vardır. Yâni Peygamber (Aleyhi's-salâtü ve's-selâm), küçük çocuklarla şakalaşırdı. Nügayr, gagası kırmızı olup serçe kuşuna benzer bir kuştur. Medin e ' lilerin buna bülbül dedikleri rivayet olunmuştur.
Bâzıları N ü ğ a y r ' in serçe kuşu olduğunu söylemişlerdir. Ebû Umeyr isimli küçük çocuğun böyle bir kuşu ölmüştü. Peygamber (Aleyhi's-salâtü vesselam), Ebü Umeyr'e teselli vermek için onunla şakalaşıp : "Nügayr ne oldu?" buyururdu.
E n e s ' in "Peygamber bize katılırdı" sözünden maksadı T ı y -b i şöyle yorumlar: Yâni Peygamber {Aleyhi's-salâtü ve's-selAm), Ehes'in ev halkının hepsi ile ilgilenirdi, aralarına karışırdı, hattâ çocukların arasına katılıp çok küçük yaştaki çocukla oynaşıp, kuş-cağızının ne olduğunu sorardı.
E I - H â f ı z, el-Fetih'te şunu söyler: Şafiî fıkıhçılarından tbnü'l-Kâsım Ahmed bin Ebi Ahmed et-Ta-bari, kitabının başında: Bâzı insanlar hadisçileri tenkid ederek faydasız şeyleri rivayet ettiklerini ileri sürer ve bu hadîsi örnek gösterirler. Halbuki bu hadîsten fıkıh ve adaba âit 60 kadar hüküm çıkar. Onlar bu durumdan habersizdir, dedikten sonra bu hadisten çıkan hükümleri sıralamıştır. E 1 - H â f ı z da bu hükümleri el-Fetih'te naklen beyân ettikten sonra, başkaca hükümleri de çıkarmıştır. Arzu edenler Buhâri' nin Edeb kitabının "Babü'l-Künye Ii's-SabiyyT bölümünde rivayet olunan Enes {Radıyallâhü anh)'in bu hadisinin şerhine dâir el-Fetih'in 10. cildinin 480 ve bunu takip eden s ah ifel erine baksınlar.
Bu hadis, kimseyi kırıcı veya gücendirici olmayan şakanın meşru olduğuna delâlet eder. Nevevi bu konuda şöyle der:
Yasak olan şaka ve mizah, ifrata kaçan ve sürekli yapılanıdır. Çünkü böyle bir şaka, gülmeye ve kalbin katılaşmasına, gafletine sebebiyet verebilir. Ayrıca müslümanı, Allah'ı anmaktan ve dininin önemli hizmetlerinden alıkoyabilir, tefekküre engel olabilir. Çoğu zaman başkasının kırılıp gücenmesine ve kin ile husûmetin doğmasına yol açabilir. Ayrıca ağırbaşlılığı ve vakarı kırıcı olabilir. Yukarda anılan sakıncaları taşımayan şakalaşma ise, mubah sayılanıdır. Peygamber (Aleyhi's-salâtü ve's-selâm)'ın da nadiren yaptığı şaka bu türden olanıdır. Arkadaşın veya muhatabın gönlünü hoşetmek ve sevindirmek için böyle ölçülü şaka meşrudur. Çünkü meşru yolla bir müslümanın gönlünü hoşetmek, müstehab sünnetlerdendir. Bu izahatı iyi bilmelisin. Çünkü bu bilgiye geniş çapta ihtiyaç duyulur.[61]
3721) "... Amr bin Şuayb'ın dedesi (Abdullah bin Amr bin el-Âs) (Ra-dtyallâkü anhüm)'den; Şöyle demiştir:
Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) saç ve sakaldan ağaran telleri yolmayı menederek: «O, müminin nurudur.» buyurdu."[62]
Bu hadisi Tirmizi, Ebû Dâvûd ve Nesâi de rivayet etmişlerdir.
Hadîste geçen "Şeyb" kelimesi saç ve sakaldan ağaran kıllar mâ-nâsuıa yorumlanmıştır. Ağaran kıllar mü'min'in kibir ve gururdan uzaklaşmasını sağlamaya yanyan olgunluk alâmetidir, nefsi arzuların, şehvet duygusunun kırılmasının belirtisidir. Saç ve sakalında beyaz kılların meydana gelmesi ile mü'min kişi ibâdetlere ve hayırlı
hizmetlere daha çok yönelir. Böylece işlediği bol hayratın nuru onun kabrini aydınlatır ve mahşer günü onu nurlandınr.
Tuhfe yazarının beyânına göre İbnü'l-Arabi şöyle demiştir: Ağaran saç ve sakalı kına ile boyamanın caiz kılınması, fakat ağaran kılları yolmanın yasaklanması sebebi şudur: Ağaran kılları yolmak, saç ve sakalın tabii hâlini kökünden değiştirir. Kına ile boyamak ise tabii şeklini değiştirmez. Bakan bir kimse saç ve sakalın boyandığını sezer.
Âlimlerin bir kısmı saç ve sakaldan ağaran kulan yolmanın mek-ruhluğuna hükmetmişlerdir. Müslim de Katâde yoluyla rivayet ettiği bir hadiste E n e s (Radıyallâhü anh) şöyle demişdir:
"Biz, erkeğin başından ve sakalından beyaz kılı yolmasından ke-râhat ederdik."
Hanefi mezhebine göre saç ve sakaldan ağaran teli yolmakta bir sakınca görülmemiştir. İbn-i Âbidîn'de el-Bez-z â z i y e' den naklen verilen bilgiye göre saç ve sakaldan ağaran telleri yolmanın süslenmek maksadıyla olmaması gerekir. Yani süslenme maksadıyla yolmak caiz değildir.[63]
3722) "... Büreyde (bin el-Husayb) (Radtyaîlâhü anh)'den rivayet edildiğine göre:
Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) gölge ve güneş ara-sında (yâni bedenin, bir kısmı gölgede, diğer kısmı güneşte olduğu halde) oturmayı yasaklamıştır."
Not: Zevâid'de, İbn-i Büreyde'nin bu hadisine dâir senedin hasen olduğu belirtilmiştir.[64]
Bu hadîs Zevâid nevindendir. Bu hadis, bedenin bir kısmı gölgede ve bir kısmı güneşte olduğu halde oturmanın yasakligına delâlet eder,
Sindi bu hadîsin izahı bölümünde şöyle der; B e y h a k i demiş ki, Ebû Hüreyre (Radıyallâhü anh)'den rivayet edilen bir hadîste Ebû Hüreyre şöyle demiştir:
"Ben Hesûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) i, Ka'be'nin duvarı dibinde bedeninin bir kısmı gölgede ve bir kısmı güneşte olduğu halde oturmuş iken gördüm."
İbn-i Büreyde yoluyla yine Ebû Hüreyre (Radıyallâhü anh) 'den rivayet edilen bir hadîse göre :
«Resûiullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) şöyle buyurmuştur: Biriniz gölgede olup da gölge kalktığı (ve bedeninin bir kısmı güneşte, diğer kısmı gölgede olduğu) zaman kalksın. Çünkü Öyle yer, şeytanın oturduğu yerdir.» Bu rivayet diğer iki hadîs arasında görülen çelişkiyi giderir.
Avnü'l-Mâbûd yazan da Ebü Hüreyre (Radıyallâhü anh) 'in son hadîsinin izahı bölümünde şöyle der: Bedenin bir kısmı gölgede bir kısmı da güneşte olduğu halde oturmanın sağlık açısından zararlı olduğu söylenmiştir. Fakat en iyisi, Şâr-i Haki m'in, yâni Peygamber (Aleyhi's-salâtü ve's-selâm)'in beyân ettiği gerekçeyi belirtmektedir: -Öyle yer şeytanın meclisidir.»[65]
3723) "... Kays bin Tıhfc el-Gıfârî'nin babası (Tıhfe) (Radtyaltâhü an' an-. Şöyle demiştir:
Resûiullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) beni Mescidf-ı Nebevi) de yüzükoyun yatarken bulup ayağıyla dürttü ve şöyle buyurdu :
«Sana ne oluyor ki böyle yatıyorsun. Bu, Allah'ın hoşlanmadığı veya Allah'ın buğzettiği (sevmediği) bir yatıştır.»"
3724) "... Ebû Zerr(-i Gıfârî) (Radtyaltâhü a«A>'den; Şöyle demiştir: Ben yüzükoyun yatmış iken Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) yanımdan geçti ve ayağıyla beni dürterek:
•Yâ Cündübcik! Şüphesiz bu, ateş (yâni cehennem) halkının yatışıdır,» buyurdu."
Not: Zevâid'de şöyle denilmiştir : Bunun senedinde Muhammed bin Nuaym bulunur. Ben ne onu cerhedeni ne de güvenilir olduğunu söyleyeni gördüm. R&vİ Yakûb bin Humeyd hakkında ise ihtilâf vardır. Senedin kalan ravileri güvenilir zâtlardır.
3725) "... Ebû Ümâme (Radtyallâhü anh)'âen; Şöyle demiştir:
Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) Mescid(-i Nebevi) de yüzükoyun yatıp uyuyan bir adamın yanından geçti ve ayağıyla dürterek (adama) :
«Kalk, otur. Çünkü bu, cehennemi bir yatıştır.» buyurdu."
Not: Zevâid'de şöyle denilmiştir: Râvi el-Velld bin Cemil'i, Ebû Zur'a gevşek saymıştır. Ebû Hatem de bu râvi hakkında : O, el-Kâsım'dan münker bir takım hadisler rivayet eden bir şeyh'tir, demiştir. Ebû Dâvûd ise; onun rivayetinde bir sakınca olmadığım söylemiştir. îbn-i Hibbân da onu güvenilir râviler arasında anmıştir. Râvi Seleme bin Recâ ve Yakûb bin Humeyd hakkında ihtilâf edilmiştir.[66]
Bu babın ilk hadisi Ebû Dâvûd, Nesâi ve İbn-i Hibbân tarafından da rivayet edilmiştir. Fakat râvi K a y s ' in babasının ismi hakkında çok ihtilâf vardır: Tıhfe, Tığfe, Tıkfe ve Tihfe diyenler vardır. Bu zâtın râvisinin ismi hakkında da ihtilâf vardır: K a y s bin Tıhfe biçiminde rivayet bulunduğu gibi Yalş bin Tıhfe diyenler de vardır. Bir rivayette de Abdullah bin Tıhfe bu hadisi Peygamber (Aleyhi's-salâtü ve's-selâm)'den rivayet etmiştir.
Bu babın hadîsleri, mazereti olmayan kimsenin yüzükoyun yatmasının caiz olmadığına delâlet eder .[67]
3726) "... İbn-i Abbâs (Radtyallâhü anhümâ)'dan rivayet edildiğine göre Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) şöyle buyurdu, demiştir :
«Kim yıldızlardan bir ilim alırsa, sihir (ilmin) den bir dal almış olur. Yıldızlar ilmini artırdıkça sihir ilmini artırmış olur."[68]
Bu hadisi Ebû Dâvûd ve Ahmed de rivayet etmişlerdir.
Bu hadiste yasak kılınan yıldızlar ilmi, yıldızların hareket ve durumlarından ilerde vuku bulacak olayları bildiğini iddia edenlerin meşgul oldukları şeylerdir. Çünkü bir takım adamlar yıldızların hareket ve durumlarından ilerde falan ve filân olayların meydana geleceğini, eşya fiatlannın yükseleceğini, kıtlık olacağını, savaş yapılacağını ve yapılmayacağını bildiklerini iddia ederler. Oysa ilerde vuku bulacak şeyleri ve olayları ancak Allah bilir. Gayıbtan haber vermek, kehânette bulunmak ve kâhinleri doğrulamak küfürdür.
Rasathane uzmanlarının bir takım gözlem ve hesaplamaları neticesinde kameri ayların başlangıcını, hilâl'ın görülmesini tesbit etmeleri ve ay veya güneşin tutulması zamanını tâyin etmeleri, meteorolojik âletler ve hesaplamalar neticesinde hava durumu hakkında
Tıhfe (R.A.)'ın Hâl Tercemesi
Tıhfe bin Kays el-Gıfâri (R.A.)'ın ismi hakkında ihtilâf vardır. Bu zât sahâ-bkUr. EbÛ Dâvûd, Nesâi ve İbn-i Mâceh onun bir hadisini (ki bu hadistir) rivayet etmişlerdir. Hadisinin senedinde ıztırap vardır. (Hulâsa, 181)
talimin veya biîgi vermeleri yasaklanan yıldız ilminin şümulüne girmez. Keza astronomi ilmi bu yasağın dışındadır.
E I-H a f n İ. Câmiü's-Sagir in şerhinde* bu hadisi izah ederken şöyle eter: Yani bir kimse yıldızların dünyada olup biten şeyleri meydana getirdiğine inanırsa veya yıldızlar vasıtasıyla gaybt bildiğini iddia ederse, meselâ falan yıldız görüldüğü zaman şöyle bir olayın meydana geleceğini bilirim derse, bu iddia ve inanış bâtıl olup bir sihir dalıdır. Ama yıldızlara bakmak suretiyle vakit ve zamanı tes-bit etmek ve bu alanda bil^i sahibi olmak arzulanan bir ilim dalıdır.
Hadisin sonundaki; SljU *\j cümlesinin râvinin sözü olması da muhtemeldir. Bu takdirde mânâ m şöyledir: "Peygamber (Salla İlah ü Aleyhi ve Sellem) yıldızlardan ilim çıkarmayı daha da takbih etti,"[69]
3727) ''... Ebû Hüreyre (RadtyaUâhü ank)'den rivayet edildiğine göre Resûlullah (Saltallahü Aleyhi ve Sellem) şöyle buyurdu, demiştir :
-Rüzgârı sövmeyiniz (ayıplamayınız). Çünkü o, Allah'ın (kullarına) rahmetindendir. Rahmet ve azab getirir. Lâkin Allah'tan rüzgârın hayrından isteyiniz ve şerrinden Allah'a sığınınız.»"[70]
Bu hadisi Ebû Dâvûd ve Nesâi de rivayet etmişlerdir. Hadîste geçen "Ravh" rahmet demektir. Hadis, rüzgârın aleyhinde konuşmanın yasak olduğuna delâlet eder. Çünkü rüzgâr Allah'ın emriyle esen bir memurdur. O mü'minlere rahmet, zâlimlere de bir azabtır. Rüzgâr bâzan müslümanlara da zarar verir. Bu zarar onlara bir uyarıdır, bir tedîbtir. Tedib olunca güzeldir ve günahlarına kefarettir. Bu itibarla rüzgâr estiği zaman Allah'a duâ edilmelidir. Hayrı dilenmeli ve şerrinden, yâni zarar vermesinden Allah'a sığınıl malidir[71]
3728) "... İbn-i Ömer (RadtyaUâhü anhümâ) dan rivayet edildiğine göre Peygamber (SaUallahü Aleyhi ve Sellem) şöyle buyurmuştur :
«Allah Azze ve Celle katında adlann en sevimlisi Abdullah ve Ab-durrahman'dır.-"[72]
Bu hadisi Müslim, Tirmizi ve Ebû Dâvûd da rivayet etmişlerdir. Bu iki adın en faziletli olmasının sebebi şöyle anlatılmıştır : Abdullah, Allah'ın kulu anlamındadır. Abdur-rahman da Rahman (olan Allah) in kulu mânâsını ifâde eder. Bu iki isimde, sahibinin kulluğu itirafı ve Allah'ı ta'zim ve yüceltmesi vardır. Adım her söyleyişinde ve her çağırılışında bu iki meziyet ve fazileti anar ve andırır. Allah Kur'ân-ı Kerim'de Peygamber (Aleyhi's-salâtü ve's-selâm)'i Abdullah ismiyle ve "Abduhu = Allah'ın kulu" ifadesiyle anmıştir. Bu da Allah'a kulluk anlamını ifâde eden isimlerin diğer isimlerden faziletli olduğuna delâlet eder. Sindi' nin beyânına göre: Bu hadîsten maksad peygamberlerin isimlerinden sonra en sevimli isimler Abdullah ve Abdur-rahman' dır, diye yorum yapanlar vardır.
KurtubJ ve Sindi, Allah'ın kulu anlamını ifâde eden Abdurrahim. Abdülmelik ve A b d u s s a m e d gibi isimler de bu hükme dâhildir. Yâni Allah katında en sevimli isim-îerdendır.[73]
3729) „. Ömer bin el-Hattâb (Radtyallâhü a«A>'den rivayet edildiğine göre Resûlullah (SallallaHü AleyHİ Ve SeUem) Şöyle buyurdu, demdir
Yesâr tîîf0İSUI! H\ InŞâaUah yaŞarSam Rebâh* NeCÎh' ™*h> Nâfi ve Tesar adların takılmasın, muhakkak yasaklayacağım.."
3730) "... Semûre (Radtyallâhü a»*;'den; Şöyle demiştir •
ismi tIlUİUUah (SallalIahü Ale*hi ve Sellem) kölelerimize (şu) dört ismi takmamızı yasakladı, Eflah, Nâfi. Rebâh ve Yesâr."
3731) «... Mesrûk (Radtyollâkü a*k)>den; Şöyle demiştir:
Ben, Ömer bin el Hattâb (Radıyallâhü anh) ile karşılaştım da: Adın nedir? diye sordu. Ben de: Mesrûk bin el-Ecda1, dedim. Bunun üzerine (Hz.) Ömer; Ben, Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'-den işittim, buyurdu ki: «El-Ecda' bir şeytanın adıdır.»"[74]
Bu babın ilk hadisi T i r m i z i tarafından da rivayet edilmiştir. Fakat oradaki rivayette takılması yasaklanan isimler R â f i, Bereket ve Yesâr' dır. Müslim de bunun benzerini direk C â b i r (Radıyallâhü anh)'den, yâni Ömer (Radıyallâhü anh) araya girmeden merfû olarak rivayet etmiştir. M ü s -1 i m' in rivâyetindeki isimler ise Ya'Ii. Bereket, Eflah, Yesâr ve Nâfi' dir. Bu isimlerin mekruh sayılması sebebini aşağıda anlatacağım.
Semûre (Radıyallâhü anh)'in hadîsi Müslim, Ti r ■ mizi ve Ebû Dâvûd tarafından da rivayet olunmuştur. Mesrûk (Radıyallâhü anh) 'in hadîsini Ebû Davûd da rivayet etmiştir.
Birinci hadîsin zahirine göre Peygamber (Aleyhi's-salâtü ve's* selâm) anılan adlan takmayı yasaklamamıştır. Halbuki ikinci hadis ile yasakladığı anlaşılıyor. N e v e v İ, birinci hadisteki yasaklamadan maksad haram kılmaktır. İkinci hadisteki yasaklama ise ten-zihen mekruhluk manasınadır, der. Şu halde anılan isimleri takmak haram değildir. Fakat tenzihen mekruhtur.
Anılan isimlerin mânâsı ve takılması mekruhluğunun sebebi: Rebâh: Kâr etmektir. Necin •. Dileğine kavuşan demektir. Eflah da aynı mânâyı ifâde eder. Nâfi: Yararlı olan demektir. Yesâr, kolaylıktan isimdir.
Bu ve benzeri adları takmanın mekruhluğu sebebi Semûre (Radıyallâhü anhî'ın hadîsinin bâzı rivayetlerinde beyân buyurul-muştur: T i r m i z i' nin rivayetinde;
«Oğlan çocuğuna (veya kölene) Rebâh, Eflah, Yesâr ve Necin adlarından hiç birisini takma. Çünkü O, orda mı? diye sorulur ve yok.diye cevab verilir.» buyurulmuştur Yâni bu isimlerden birisini çocuğa veya köleye takmanın mekruhluğu sebebi şudur. Bir kimse bu isimlerden birisi ile sorulduğu zaman, meselâ evde olup olmadığı so rulduğu zaman o ismin lügat mânâsı ister istemez hatıra gelir. Soruyu cevablamak durumunda olan kimse burada yoktur, diye cevab verdiği zaman adın lügat mânâsı da hatıra geleceği için cevab hoşa gitmez ve uygunsuz olur. Bu nedenle hoşa gitmeyen bir cevaba yol açan isimlendirme de hoş sayılmayıp mekruh görülmüştür. Meselâ bir kimsenin adı Y e s â r' dır. Y e s â r ' m lügat mânâsı kolaylıktır. Y e s â r evde mi? diyen bir adama verilecek cevabta "Ye-sâr burda yok" denilince Yesâr'ın lügat mânâsı itibariyle cevab şu anlamı ifâde eder: "Kolaylık burada yok." Bu cümlenin anlamının hoş olmayışı açıktır. Diğer isimler de böyledir.
Şerhu's-Sünne'de de şöyle denilmiştir: Anılan adların takılma-ması gerekçesi olarak hadiste buyurulan cümlenin mânâsı şöyledir: Halk bu isimlerin lâfızlarının ve mânâlarının güzelliğinden tefâül, yâni iyiye yorumlamayı kasdeder. Bu maksadla bu adlan taktırır. Sonra meselâ Y e s â r orda mı? diye sorulduğu zaman Y e s â r burada yok, diye cevab verilebilir. Y e s â r kelimesinin lügat mânası kolaylıktır, dolayısıyla kolaylık burada yoktur gibi bir mânâ çıkabilir ki, bu anlam fena bir yoruma yol açmış sayılır. Bu itibarla böyle bir isim takılırken düşünülen iyi yorum yerine bazen kötü yorum ile karşılaşılabilir[75]
3732) «... Ebû Hüreyre (RadtyMhü ankyden rivayet edildiğine «ore :
Zeyneb'in adı Berre idi. Bu kadın adiyle kendisine tezkiye eder töver), denildi. Bunun özerine Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sel-lemî ona Zeyneb adını verdi."[76]
Bü hadisi B u h â r i ve Müslim de rivayet etmişlerdir.
Berre adı hem Peygamber (Aleyhi's-salâtü ve's-selam)'in zevcelerinden C a h ş kızı Zeyneb'in, hem de Peygamber (Aleyhi's-salâtü ve's-selâm)'in üvey kızı Zeyneb bin t-i Ebi Selem e ' nin adı idi. Sonra Peygamber (Aleyhi's-salâtü ve's-se-lâm) bu iki kadının Berre adını Zeyneb adiyle değiştirdi.
Berre: Hayratı ve iyilikleri bol olan kadın demektir. Zeyneb kelimesi Zeneb kökünden alınma olabilir. Ezneb, semiz demektir. Zeyneb de bundan yapılmış olabilir. Zeyneb kelimesinin Zeyb kökünden alınması da muhtemeldir. Zeyb, manzarası güzel ve kokusu hoş bir ağaç türüdür. Zeyneb kelimesi; Zcyn-Eb kelimelerinin bileşimi de olabilir. Zeyn-Eb, baba ziyneti anlamım ifade eder.
3733) '... İbn-i Ömer (RadtyaUâhü anhümâ)'frdn rivayet edildiğine göre :
Ömer (bin el-Hattâb) (Radıyallâhü anh)'in Âsiye denilen bir kızı vardı. Sonra Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) ona Cemile adını verdi."[77]
Bu hadisi Müslim,
Tirmizi ve Ebû Dâvûd da rivayet etmişlerdir. Araplar oğlan çocuklarına Asi ve
kız çocukları
na Âsiye adlarını verirlerdi. Bunun mânâsı isyan edici demektir. Denildiğine göre bu ismi şu anlamla vermiştir: Noksanlıkları kabullenmekten çekinen, ayıp ve kusurlara rızâ göstermeyen.
İslâmiyet gelince bu iki ismin takılması menedildi. "Âsiye = İsyan edici kadın" anlamını taşıdığına göre bunun zıddı "Mutia =: İtaat edici kadın"dır. Peygamber (Aleyhi's-salâtü ve's-selâm), Âsiye adını Mutia adı ile değiştirmemiştir. Sebebi Mutia kelimesinin anlamındaki tezkiye ve övgü endişesi olabilir.
En-Nihâye'de: Âsiye adının değiştirilmesi sebebi şudur ■ Mümin kimsenin vasfı itâatkârlıktır. İsyan ise bunun zıddıdır, denilmiştir.
3734) -... Abdullah bin Selâm (Radtyallâhü atth)'den; Şöyle demiştir: Ben, Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'in yanma adım Abdullah bin Selâm değil iken vardım. Sonra (ben müslümanlığı kabul edince) Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) bana Abdullah bin Selâm adını verdi."
Not: Senedde Abdullah bin Sel&m'ın râvisi durumundaki kardeşinin oğlunun İsmi belirtilmemiştir. Senedin kalan râvileri grüvenilir zâtlardır.[78]
Arap dili âlimleri özel isimleri üç kısma ayırmışlardır: Bir kimseye verilen ad; lügat mânası itibariyle övmeyi veya yermeyi ifâde ediyorsa lâkab denilir. Zeynüddin = Dinin süsü, gibi. Şayet; E b û Bekir. Ümmü Gülsüm ve İbn-i Abbâs örneklerinde görüldüğü gibi falanın babası, filânın anası veya falanın oğlu biçiminde verilen ad ise, başka bir deyimle verilen adın başında Eb, Üm veya İbn kelimesi varsa ona "Künye" denilir. Hadisleri terce-me ederken künye yerine soyadı tâbirini kullanacağım. Lâkab ve künye dışında kalan özel isimlere Arap dilinde isim denilir.
Peygamber (Aleyhi's-salâtü ve's-selâm)'in adı Muhammed ve A h m e d ' dir. Lâkabı Resûlullah ve Nebiyyullah'dır. Künyesi ise Ebü'l-Kâsım' dır.
3735) ... Ebû Hüreyre (Radtyallâhü anAJ'clen rivayet edildiğine göre: EbÜ'l-Kâsım (Muhammed) (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) şöyle buyurdu, demiştir :
«Benim adımla adlanınız. Fakat soyadım (olan Ebü'l-Kâsım) İle
soyadılanmayımz.»"
3736) "... Câbir (Radtyallâhü anhyûen rivayet edildiğine göre Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sdlan) şöyle buyurdu, demiştir:
•Benim adımda adlanınız. Fakat soyadın la soyadılanmayımz.-"
3737) "... Enes (Radıyallâhü anh)'dea rivayet edildiğine göre:
Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) Bakî'de idi. (Orada) bir adam, bir adamı Yâ E be'I-Kasım diye çağırdı. Bunun üzerine Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) (Zâtı Nebevilerinin çağırıldığını sanarak) seslenen adama dönüp baktı. Adam da: Ben, Zâtınızı kasdetmedim (şu adamı çağırdım), dedi. Bunun üzerine Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) şöyle buyurdu:
■Benim adımla adlanınız. Fakat soyadımla soyadlanmayınız.»"[79]
Bu babın hadisleri Buhâri ve Müslim'de de rivayet olunmuştur. Ayrıca ilk hadîs Ebû Dâvûd, son hadîs Tir-m i z i tarafından da rivayet olunmuştur.
Bu bâbtaki hadislerin zahirine göre Peygamber (Aleyhi's-salâtü ve's-selâm) 'in adım bir kimseye vermek caizdir. Fakat onun Ebü'l-Kasım künyesini, yâni soyadını bir kimseye vermek caiz değildir. Sebebi ise son hadiste belirtilmiştir. Şöyle ki; başkası da Ebü'l-Kasım soyadını aldığı takdirde, Yâ Ebe'l-Kâsım diye seslenildiği zaman Peygamber (Aleyhi's-salâtü ve's-selâm)'a mı, başkasına mı seslenildiği bilinmez. Bu karışıklığı önlemek için O'nun soyadını almak yasak kılınmıştır. Bu karışıklık O'nun isminde olmaz. Çünkü herhangi bir kimsenin Resûl-i Ekrem (Aleyhi's-salâtü ve's-selâm) 'a, Yâ M u h a m m e d diye seslenmesi; âyeti ile yasaklanmıştır. Hattâ Allah Teâlâ, Resül-i Ekrem (Aleyhi's-salâtü ve's-selâm)'e ses-leniş şeklini kullarına öğretmek üzere Kur'ân-i Kerim'de : "Ey Nebi" gibi tâbirlerle O'na hitâbda bulunmuştur.
Avnti'l-Mâbud yazarının beyânına göre e I - M e ş â r ı k' in şerhi el-Mebârık'ta şöyle denilmiştir: Peygamber (Aleyhi's-salâtü ve's-selâm) 'in soyadını almanın yasaklıgı hükmü tenzihen mekruhluk içindir. Bunun haramlık için olduğunu söyleyenler de var. Hadisin zâhirine göre yasaklık umûmîdir. Yâni adı Muhammed olsun olmasın hiç kimse bu soyadını alamaz. Bir görüşe göre bu yasaklık Peygamber (Aleyhi's-salâtü ve's-selâm)'in adını alanlara mahsustur. Yâni adı Muhammed olan bir kimse Ebü'l-Kâsım soyadını alamaz. Fakat adı anılan isimden başka olan bir kimse bu soyadını alabilir. Hadisin şöyle yorumlanması da mümkündür .- O'nun soyadını almak mekruhtur. Hem adını hem de soyadını almak ise daha şiddetli biçimde mekruhtur. Mâlik, bu yasağın O'nun hayatta olduğu döneme mahsus olduğunu söylemiştir. Şafii ise, bu yasağın O'nun vefatından sonraya da şümullü olduğunu söylemiştir. N e v e v î de bu konuda şöyle der:
Âlimler bu mesele hakkında çok ihtilâf etmişlerdir. Kadı ve başkası bu görüşlerin hepsini nakletmiştir. Görüşler şunlardır:
1. Şafii ve Zâhiriyye mezhebine göre Ebü'l-Kasım künyesini, yâni soyadını almak hiç bir kimse için helâl değildir. Adı Muhammed veya A h m e d olan kimse ile, adı başka olan arasında bu hüküm bakımından bir fark yoktur.
2. M â 1 i k ' e göre bu yasaklık mensuhtur. Çünkü konulan yasaklık Enes (Radıyallâhü anh)'ın hadisinde belirtilen karışıklık sebebiyle idi. Peygamber (Aleyhi's-salâtü ve's-selâm)'in vefatından sonra söz konusu karışıklık olmaz. Durum bu olunca; artık adı M uh a m m e d veya A h m e d , ya da başka olan herkes Ebü'l-Kâsım soyadını alabilir.
Kadı I y â z demiştir ki, selefin cumhuru, âlimlerin cumhuru ve tüm memleketlerin fıkıhçıları bu görüşü tutarak: Gerek birinci yüzyılda ve gerekse daha sonraki dönemlerde birçok kimse. Ebü'l-Kâsım künyesini almış ve ilim adamları buna karşı çıkmamıştır, demişler.
3. îbn-i Cerir'e göre yasaklık tenzîhen mekruhluk ve saygı içindir, haramlık anlamında değildir.
4. Yasaklık hükmü; adı Muhammed veya A h m e d olan kimselere mahsustur. Adı Muhammed veya A h m e d olmayan bir kimsenin bu künyeyi almasında bir sakınca yoktur. Selef âlimlerinden bir grup böyle demiştir. Bu grubun delili Câbir (Radıyallâhü anh)'den rivayet olunan merfû bir hadîstir.
5. Ebü'l-Kasım soyadını almak, adı Muhammed veya A h m e d olmayan kimseler için de yasaktır. Hattâ bir kimseye Kasım ismini vermek de yasaktır. Çünkü bu isim verildiği zaman babasına Kâsım'in babası anlamını ifâde eden Ebü'l-Kâsım soyadı verilebilir. Nitekim E m e v i halifelerinden M e r v â n bin el-Hakem bu hadisi duyunca oğluna daha önce verdiği Kasım adını A b d ü 1 m e 1 i k adı ile değiştirmiştir. E n s â r - i Kiram' dan da böyle yapanlar olmuştur.
6. Bir kimseye Muhammed adını vermek yasaktır. İster o kimsenin künyesi bulunsun veya bulunmasın. Bu hususta şu mealde bir hadis de vardır: «Siz oğlan çocuklarınıza Muhammed adını veriyorsunuz. Sonra da onlara lanet ediyorsunuz.» Hattâ Ömer (Radıyallâhü anh) Kûf e'ye bir talimat göndererek kimseye bir peygamberin adını takmamalarım istemiş ve Medine-i Münevvere" de çocuklarına Muhammed adını takan bir grubtan çocuklarının adını değiştirmelerini istemişti. Sonra bir cemâat, bu hususta Peygamber (Aleyhi's-salâtü ve's-selâmî'in kendilerine izin verdiğini ve bâzı kimselere bu ismi taktığını söylediler. Bunun üzerine Ömer (Radıyaliâhü anh) bu teklifinden vazgeçti. Kadı demiştir ki, bana öyle geliyor ki. Ömer (Radıyallâhü anh) bu isteğiyle Peygamber (Aleyhi's-salâtü ve's-selâm)'in adının yüceliğini korumak istemiştir. Bir kavle göre Ömer (Radıyallâhü anh) 'in böyle davranmasının sebebi şu idi: Bir gün Muhammed isimli bir adama bir beddua edildiğine şâhid oldu. Bunun üzerine onu çağırarak: Senin yüzünden sanki Peygamber (Aleyhi's-salâtü ve's-selâm) aleyhinde konuşuluyor gibi oluyor. Allah'a yemin ederim ki bundan sonra hayatta olduğun sürece sana Muhammed diye kimse seslenmeyecek, dedi ve ona Abdur rahman adını verdi.[80]
3738) "... Hamza bin Suhayb (Radtyallâkü anhümâ)x\an rivayet edildiğine göre bir defa Ömer (RadtyaUâhü anh), Suhayb'a :
Senin oğlan çocuğun olmadığı halde niçin Ebû Yahya = Yahya'nın babası künyesi (soyadı ile) künyeleniyorsun? dedi. Suhayb t
Ebû Yahya künyesini bana ResüluUah (Sallallahü Aleyhi ve Sel-lem) verdi, dedi."
Not: Zevâid'de şöyle denilmiştir : Bunun senedi hasen'dir. Çünkü rftvl Abdullah bin Muhammed hakkında ihtilâf vardır.
3739) "... Aişe (RadtyaUâhü ü«Aü)dan rivayet edildiğine göre kendisi, Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Scllcmye :
Sen bütün zevcelerine künye verdin. Yalnız bana vermedin, demiş. Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) de (ona) :
«O halde sen de Ümmü Abdillah'sm- (yâni künyen Ümmü Ab-dillah olsun), buyurmuştur."
3740) "... Enes (Radtyallâkü aıAJ'den; Şöyle demiştir
Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) bize (yâni evimize) gelirdi ve benim bir erkek kardeşime :
«Yâ Ebâ Umeyr.» buyurdu. Kardeşim küçük yaşta bir çocuk idi."[81]
Bu bâbm ilk hadisi Zevâid nevindendir. Â i ş e (Radıyallâhü anhâ)'nın hadîsini Ebû Dâvûd da rivayet etmiştir. E n e s (Radıyallâhü anh)'ın hadîsi 3720 numarada geçti. Bu hadîsler çocuğu olmayan bir kimseye Ebû falan şeklinde künye, yâni soyadı vermenin câizliğine delâlet eder.
Peygamber (Aleyhi's-salâtü ve's-selâm) 'in  i ş e (Radıyallâhü anhâ) 'ya Ümmü Abdillah, yâni Abdullah'ın anası künyesini vermesinin şu münâsebetle olduğu, Ebû D â -v û d' un rivayetinden anlaşılmaktadır: A i ş e (Radıyalâhü anhâ) 'mn kız kardeşi Esma (Radıyallâhü anhâ) 'nın Abdullah isimli oğlu vardı.  i ş e (Radıyallâhü anhâ), Abdullah (Radıyallâhü anh)'ın teyzesi oluyordu. Teyze de ana gibi olduğu için Ümmü Abdillah künyesini alması uygun görülmüştür. Kaldı ki künye bir özel isim mahiyetindedir. Böyle bir künye alabilmek için künyenin lügat mânâsının a kişids bulunması şart değildir.
Sindi: Suhayb (Radıyallâhü anh)'ın hadîsinin şerhinde şu bilgiyi verir:
Peygamber (Aleyhi's-salâtü ve's-selâm)'in Yahya isminde çocuğu olmayan Suhayb (Radıyallâhü anh)'a Ebû Yahya, yâni Yahya' nın babası şeklinde künye ve soyadı vermesinden anlaşılıyor ki, böyle künye vermenin doğruluğu* künye sahibinin çocuğunun bulunmasına bağlı değildir. Yâni çocuğu olmasa bile böyle künye verilebilir.
İlk hadîsin râvisi Hamza bin Suhayb bin Sinan, babasından rivayette bulunmuş olup kendisinden de oğlu A b d u 1 -1 a h rivayet etmiştir. îbn-i Hibbân onu güvenilir râviler-den saymıştır. Onun rivayetini 1 b n - i Mâceh almıştır. [82]
Elkab: Lâkab'ın çoğuludur. Lâkab, bundan Önceki bâbta belirtildiği gibi bir kimseye verilen ve lügat mânâsı itibariyle övme veya yermeyi ifâde eden özel isimdir. Şemsüddin ve Nuruddin adları gibi. Şemsüddin bir kimseye takılan özel isim olup, lügat mânâsı din'in güneşi, demektir. Nuruddin de din'in nuru demektir.
3741) "... Ebû Cebire bin ed-Dahhâk (Radıyallâhü a»A>'den; Şöyle demiştir :
= "ve birbirinizi kötü lâkablarla çağırmayınız" âyeti biz Ensâr cemaatı hakkında indi. Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) bize (yâni Mekke'den Medine-i Münevvere'ye) teşrif etti. O zaman bizden olan adamın iki üç adı bulunuyordu. Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) de bazen adamlara bu adların birisiyle seslenirdi de:
Yâ Resûlallah! O bu ad (ile çağırılmakJdan kızıyor, deniliyordu. Bunun üzerine! vüİVl (,££- Vj = "ve biribirinizi kötü Iâkablar-Ia çağırmayınız*' ayeti indi."[83]
Bu hadis Tirmizi, Ebû Dâvûd ve Ahmed tarafından da rivayet olunmuştur. Bu hadis, müslümanlara kötü lâ-kab takmanın ve ona hoşlanmayacağı bir lâkab ile seslenmenin caiz olmadığına delâlet eder. Hadiste anılan âyet de aynı hükmü ifâde eder.[84]
3742) "... El-Mıkdâd bin Amr (Radıyallâhü atıhyden; Şöyle demiştir:
ResûluUah (Salîallahü Aleyhi ve Sellem) bize, meddah (yâni dalkavuk -çığırtkan)ların yüzlerine toprak saçmamızı emretti."
Ebü Cebire (R.A.)ın Hâl Tercemesi:
Ebû Cebire bin ed-Dahhâk el-Ensâri el-Medeni (R.A.) sahâbl olup dört hadisi vardır. Sünen sâhibleri onun hadislerini rivayet etmişlerdir. Râvileri ise oğlu Mahmûd ve Kays bin Ebi Hâzimdir. Ebû Cebire'nin adı bilinmiyor. Bâzı ilim adamları onun sahâbi olmadığını söylemişlerdir. Bu zat Sabit bin ed-Dahnate (R A )'ın kardeşidir. (Hulâsa, 446; Avnü'l-Mâbûd, C. 13, Sah. 302
3743) '... Muâviye (Radtyallâhü atth)'den\ Şöyle demiştir:
Ben, ResûluUah (Salîallahü Aleyhi ve Sellem)'den şu buyruğu işittim:
-Biribirinizi (dalkavukça) medhetmekten sakınınız. Çünkü bu, boğazlamak (yâni medhedileni bir nevi öldürmek) dir.»"
Not: Zevâİd'de şöyle denilmiştir : Muâviye bin' Ebi Süfyân'ın bu hadisinin senedi hasen'dir. Çünkü râvi Ma'bed el-Cühenî hakkında ihtilâf vardır. Senedin kalan râvileri güvenilir zâtlardır.
3744) "... Ebû Bekre (Nufey' bin el-Hâris) (Radtyallâhü an//>'den; Şöyle demiştir:
Bir adam ResûluUah (Salîallahü Aleyhi ve Sellem)'in yanında başka bir adamı (aşın derecede) övdü. Bunun üzerine Resûlullah
(Salîallahü Aleyhi ve Sellem) (öven kişiye) :
-Vay sana yazıklar olsun! Sen dostunun boynunu kestin (öldürdün),» buyurdu. Bu buyruğu defalarca tekrarladı. Daha sonra şöyle buyurdu:
«Biriniz (din) kardeşini övecek olursa: Onu (şöyle iyi) sanırım ve Allah'a karşı hiç kimseyi tezkiye edemem,» desin."[85]
Bu babın ilk hadisi; Müslim, Tirmizi ve Ebû Dâvûd tarafından da rivayet edilmiştir. İkinci hadîs Zevâid nevindendir. Son hadis; Buhâri, Müslim ve Ebû Dâvûd tarafından da rivayet edilmiştir.
Birinci hadîste geçen "Meddahın" kelimesi Meddah'ın çoğuludur. Meddah, çok övücü manasınadır.
H a t t â b i ,- Burada Meddahtan maksad; halkı övmeyi âdet hâline getirerek bu yolla kişisel maddî kazanç sağlayan, onları sömüren, diğer taraftan da onları kibir, gurur ve nefsi beğenme tehlikesine sokan dalkavuklardır. Ama bir adamı yaptığı iyi, bir fiilden dolayı öven ve övgü ile adamı bu gibi iyi fiiller işlemeye teşvik etmeyi, başkalarının da ondan örnek almasını amaçlayan kişi Meddah sayılmaz, demiştir.
Bu hadiste dalkavukların yüzlerine toprak saçılması emredilmiştir. Ebû Dâvûd'un rivayetine göre bir adam Osman (Radıyallâhü anh) 'ı, yüzüne karşı övmüş. Bunun üzerine M i k d â d (Radıyallâhü anh) da adamın yüzüne toprak saçarak bu hadîsi rivayet etmiştir. Bu rivayetten anlaşılıyor ki, M i k d â d (Radıyallâhü anh) bu emri zahirine göre yorumlamıştır. Sindi' nin beyânına göre bir kısım ilim adamları bu emri; dalkavuklara bir şey vermemek, dileklerini yerine getirmemek ve amaçladıkları menfaati engellemek mânâsına yorumlamışlardır.
İkinci ve üçüncü hadislerde de kişiyi aşırı derecede övmenin onu boğazlamak olduğu ifâde edilmektedir. Yâni mânevi yönden öldürmektir. Çünkü övülen kişi bu övgüden dolayı kibirlenip mağrur olabilir. Kibir ve gurur ise insanı mânevi yönden mahveder.
Ney evi, Müslim'in şerhinde şöyle der:
Kişiyi övmenin yasakliğına dâir hadisler bulunduğu gibi, kişiyi yüzüne karşı övmenin meşruluğu hakkında da Buhâri ve Müslim'de rivayet edilen hadîsler vardır. Âlimler bu hadisler arasında görülen zahiri ihtilâfı şöyle cevablamışlardır :
Kişiyi övmek hususunda aşırı gitmek yasaklanmıştır. Keza övüldüğünü duyan kişi bundan dolayı kendini beğenip kibir ve gurura kapılacak karekterde bir kimse ise onu övmek yasaktır. Fakat olgun, takva sahibi olup akıllı ve şuurlu bir mü'min için kibirlenme ve gururlanma tehlikesi olmaz. Bu itibarla övüldüğü takdirde kibirlenmesinden endişe duyulmayan böyle bir kimseyi yüzüne karşı bile Övmekte bir sakınca yoktur. Tabii övgüde aşırı gitmemek şarttır. Karek-teri mazbut böyle bir kişiyi övmek şayet onun hayırlı hizmetlere karşı şevkini, hevesini artırır, çalışma aşkını kamçılar veya başka kimselerin onu örnek almasına vesile olursa bu takdirde onu övmek müstehabtır.[86]
3745) "... Ebû Hüreyre (Radıyallâhü anhyĞtn rivayet edildiğine göre Re-sûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) şöyle buyurdu, demiştir :
«Müsteşar (yâni bir hususta kendisine danışılan) kişi güvenilen bir kimsedir.»"
3746) '... Ebû Mes'ûd (Radtyallâkü anhyden rivayet edildiğine göre Re-sûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) şöyle buyurdu, demiştir:
«Kendisiyle istişare edilen kişi, güvenilen bir kimsedir.»"
Not: Zevâid'de şöyle denilmiştir : Ebû Mes'ûd (RA.)'ın hadisine dâir sened sahih olup râvileri güvenilir zâtlardır.
3747) '... Câbir (Radıyallâhü anh)'den rivayet edildiğine göre Resûlul-lah (Saltallahu Aleyhi ve Selletn) şöyle buyurdu, demiştir:
«Biriniz (din) kardeşine danıştığı zaman, danışılan adam ona (yararlı gördüğü) görüşünü belirtsin.»"
Not: Zevâid'de şöyle denilmiştir : Bunun senedinde İbn-i Ebİ Leylâ bulunur. Adı Muhammed bin Abdirrahman bin Ebİ Leylâ'dır. Babası da Abdurrahman el-Ensârî el-Kadı'dır. Muhammed zayıf bir râvidir.[87]
Bu babın ilk hadisini Ebû Dâvûd, Tirmizî ve Ne-s â i de rivayet etmişlerdir. Tirmizî bu hadisin hasen - garib olduğunu söylemiştir. Diğer hadisler Zevâid nevindendir.
Tıybi; Ebû Hüreyre (Radiyallâhü anh)'ın hadisinin mânâsı şöyledir: Bir mesele hakkında görüşüne başvurulan ve kendisiyle istişare edilen kimseye itimad edilir, emin bilinir ve ona güvenilir. Şu halde danışılan taraf, yararlı gördüğü şeyi gizlemek suretiyle hıyanet etmemelidir, demiştir.
Sindi de : Kendisine danışılan kimse, danışma konusu olan mesele hakkında samimi görüş ve kanaatim gizlememelidir. Nasıl hareket edilmesinin iyi olduğu noktasında bir görüşü var ise bunu söylemelidir, der.[88]
3748) "... Abdullah bin Amr (Radıyallâhü anhümâ)'dan rivayet edildiğine göre Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellcm) şöyle buyurdu, demiştir:
-Acemlerin memleketi sizin için fethedilecek ve siz orada hamamlar denilen evler bulacaksınız. Erkekler hamamlara peştemalsız girmesin ve kadınları oralara girmekten menediniz. Meğer ki hasta veya lohusa ola.»"
3749) u Aişe (Radtyallâhü anhâ)'ı\an rivayet edildiğine göre :
Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) erkekleri ve kadınları hamamlardan menetti. Sonra erkeklere [göbek ile diz kapağı arasını örten) peştemaller içinde oralara girmelerine ruhsat (izin) verdi ve kadınlara İzin vermedi.**
3750) ;... Ebül-.Melih el-Hüzelî (Radtyatfâhü anft)'c\en; Şöyle demiştir: Humus halkından birkaç kadın Âişe (Radıyallâhü anhâ)'nın yanına girmek için izin istedi. (İzin verilip odaya alındıktan) sonra Âişe (Radıyallâhü anhâ) (onlara) :
Galiba siz hamamlara giren kadınlardansınız. Ben, Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) 'den şu buyruğu işittim, dedi:
«Hangi kadın kocasının evinden başka bir evde elbisesini bırakır (soyunur) sa o kadın kendisi ile Allah arasındaki (haya ve edebe dâir) perdeyi yırtmış olur.»"[89]
Abdullah bin Amr (Radıyallâhü anh) 'm hadisi E b û D â v û d tarafından da rivayet olunmuştur. Âişe (Radıyallâhü anhâ)'nın hadîsleri ise Ebû Dâvüd ve Tirmizi tarafından da rivayet olunmuştur. Onun son hadîsi Hâkim tarafından da rivayet olunmuştur.
Meyâzir, mi'zerin çoğuludur. Mi'zer ve izâr, göbek ile diz kapağı arasım örten peştemal demektir.
Avnü'l-Mâbûd yazan Âişe (Radıyallâhü anhâ)'nın ilk hadîsinin izahı bölümünde özetle şöyle der :
Bazı ilim adamları şöyle demişler; Kadınlara hamama girmek için izin verilmemesinin sebebi şudur: Kadınların vücüdlarının tümü avrettir, yâni örtülmesi gerekir ve zaruret olmadıkça vücüdlarının herhangi bir tarafım açmaları caiz değildir. Zaruret de şöyle olur: Kadın hastadır, tedavi için hamama girmek ister. Ya da Iohu-salık halindedir, kam kesilir ve bunun için temizlenmek üzere hamama gitmek ister veya kadın cünübdür. Hava da çok soğuktur. Suyu ısıtması mümkün değildir ve soğuk su ile boy abdesti alması hâlinde zarar görmekten korkar. îşte bu gibi mazeretlerle hamama girebilir. (Tabii vücûdunu örtmesi şartıyla), Erkeklerin ise peştemalsız hamama girmeleri caiz değildir. Şayet göbek ile diz kapağı arasını iyice örten peştemal ile girmek isterlerse bu takdirde girebilirler.
En-Neyi yazarı da şöyle der: Bu hadis, erkeklerin peştemal ile hamama girmelerinin câizliğine ve peştemalsız girmelerinin haram-lığma delâlet eder. Keza kadınların peştemallı da olsa hamama girmelerinin haramhğma delâlet eder. Âişe (Radıyallâhü anhâ) 'nın gelecek hadîsi, yâni 3750. hadisi de buna delâlet eder. Ancak hasta kadın ve lohusalık hâlinden temizlenen kadın için ruhsat vardır. Abdullah bin Amr (Radıyallâhü anh)'in hadisi buna delâlet eder.
Âişe (Radıyallâhü anhâ)'nın son hadisi kadının ancak kocasının evinde soyunabileceğine delâlet eder. El-Kari bu hadîsin şerhinde : Kadın babasının veya anasının evinde bile soyunursa bu hadîse göre haya perdesini yırtmış sayılır, demiştir.
Avnü'I-Mâbud yazarı bu hususla ilgili olarak şöyle der: Kocasının evinden başka bir evde soyunan kadının kendisi ile Allah arasındaki haya ve edeb perdesini yırtmış sayılmasının sebebi şudur: Kadın örtünmekle mükelleftir. Yabancı erkeklere görünmemesi gerekir. Hattâ hiç kimsenin bulunmadığı boş bir odada bile soyunup çıplak durması caiz değildir. Ancak kocası için soyunabilir. Bu itibarla zaruret olmadığı halde hamama gidip vücûdunun bir kısmını açan kadın Allah'ın emrettiği örtünme prensibine aykırı davranmakla perdeyi yırtmış olur.
Hastalık veya lohusalık mazeretinden dolayı hamama gitmeye mecbur kalan kadın ya göbekten aşağı bedenini iyice örten bir peştemal ile girer veya kendisine tahsis edilen ve kendisinden başka hiçbir kadının da bulunmadığı hamama girebilir.[90]
3751) "... İ'nıınü Seleme (Rudıyailâhü ankâ)'&dn rivayet edildiğine »öre :
Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) (vücudundaki kılları gidermek için) hamam otu ile sıvanmak istediği zaman avret mahallinden başlayarak, orayı hamam otu ile sıvardı. Bedeninin diğer kısmını zevcesi sıvardı."
Not: Zevâid'de şöyle denilmiştir: Bu, râvileri güvenilir zâtlar olan bir hadîstir. Fakat munkati (yâni senedi kesik)dir. çünkü Habib bin Ebî Sabit Ümmü Seleme <R.A.)'dan hadis işitmemistir. Bu durumu Ebû Zur'a söylemiştir.
3752) "... Unımii Seleme (RadtyaUâhü a«//ö/dan rivayet edildiğine »Öre :
Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) (vücudundaki kılları gidermek için) hamam otu ile sıvanmış ve kasığını sıvama işini bizzat kendi eliyle yapmıştır."
Not: Zevâid'de şöyle denilmiştir: Bu. râvİİeri güvenilir bir hadistir. Fakat senedi kesiktir. Çünkü Habîb bin Ebl Sâbifin Ümmü Seleme <R..A)'den hadis işitmediğini Ebü Zur'a söylemiştir.[91]
Bu babın her iki hadîsinin Zevâid nevinden olup, senedinde bir kopukluğun bulunduğu notta belirtildi.
Nûre: Hamam otudur. Kamus tercemesi Okyanus ta belirtildiğine göre Nûre, kireç ile zırnıktan mamul olup kılların giderilmesinde kullanılır.
Bu hadîslere göre Peygamber (Aleyhi's-salâtü ve's-selâm) kasık-larındaki kılları gidermek için hamam otunu kendi eliyle buralara sürmüş ve vücûdunun diğer tarafına da zevceleri sürmüştür.
İncâhü'1-Hâce yazarı: Bu hadîsler erkeğin vücudundaki kılları gidermek üzere hamam otunu kullanmasının câizliğine delâlet eder. Fakat erkekler için, traş yapmak suretiyle kasıklarını temizlemesi daha iyidir. Kadınlar için ise anılan otu sürmek suretiyle kıllarını gidermesi daha iyidir, der.[92]
3753) '... Amr bin Şuayb'ın dedesi (Abdullah bin Amr bin el-As) (Ra-dtyallâkü ankümyâen rivayet edildiğine göre Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) şöyle buyurmuştur:
Emir, (görevli) memur ve riyakâr kişiden başka kimseler halka kıssa-hikâye anlatmaz (veya hutbe okumaz) .>
Not: Zevâid'de şöyle denilmiştir : Bunun senedinde Abdullah bin Âmir el-Esleml bulunur. Bu ravi zayıftır.
3754) "... Ibn-i Ömer (Radıyallâhü ankümâydzn; Şöyle demigtir:
Ne Besûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) zamanında, ne Ebû Bekir zamanında ne de Ömer (Radıyallâhü anhümâ) zamanında (topluma) kıssa - hikâye anlatmak olmadı.[93]
Bu babın son hadîsinin başkaca kim tarafından rivayet edildiğine bakılmalıdır. İlk hadîs A h m e d tarafından da rivayet edilmiştir. Ebû D â v û d da ilk hadisin benzerini "KitâbÜ'l-İlm" bölümünde Avf bin Mâlik eş-Eşcaî (Radıyallâhü anh)'-den rivayet etmiştir.
Kasas î Kıssaları, hikâyeleri ve geçmişte vuku bulan ibret verici olayları anlatmak suretiyle va'z ve irşadda bulunmak mânâsına yorumlanmıştır.
Kasas ilk hadiste hutbe okumak mânâsına da yorumlanmıştır. Birinci hadis hutbe okumak mânâsına yorumlandığı takdirde mânâ şöyle olur:
Cemaata hutbe okumak Emir'in, yâni devlet bakanının hakkıdır. Dilerse bizzat okur. Dilerse bu görevi ifâ etmek üzere bir münâsibini tâyin eder. Başka bir kimse kendiliğinden bu işe girişirse, riyakâr sayılır.
Sindi bu yorumu anlattıktan sonra Kasas'ın diğer mânâsı; yâni kıssa ve hikâyeler anlatmak suretiyle va'z etmek yorumu ile ilgili olarak şöyle der: Halka va'z etmek isteyenler de bu işi ancak devlet yetkililerinden izin almak suretiyle yapmalıdır. Aksi takdirde gösterişçi, riyakâr sınıfına dâhil olur. Çünkü halkın durumunu ve ihtiyacını devlet başkanı daha iyi bilir ve bu işe en liyakatli kişileri tâyin eder. Bu itibarla kendiliğinden bu işe girişen bir kimsenin zaran, yararından fazla olabilir ve bu hizmeti bir riyakârlık maksadıyla yapabilir.
Avnü'l-Mâbûd yazarı da Kasas'ın yukarda anılan iki mânâsını anlattıktan sonra ilk hadisteki "Memur" kelimesini; ya devlet tarafından görevlendirilen ya da Allah tarafından görevlendirilen yetkililer mânâsına yorumlar. Allah tarafından görevlendirilmiş zâtlara misal olarak âlimleri ve velileri gösterir. Tabii bu görüşe katılmamak mümkün değildir. Çünkü dînî ilimlerle mücehhez şahsiyetlerin toplumu aydınlatması, ibret verici kıssaları, hikâyeleri, özellikle Kur'ân-ı Kerim'de beyân buyurulan ve geçmiş ümmetlere âit olayları anlatmaları çok yararlıdır. Öyle mübarek zâtların riyakârlık etmeleri endişesi de söz konusu değildir.
En-Nihâye'de de ilk hadîsin izahı ile ilgili olarak şöyle denilir: Hadisten maksad şudur: Kıssaları ve hikâyeleri halka anlatmak suretiyle vaaz etmek hizmeti ya devlet başkanı tarafından verilir. Devlet başkanı halka edeceği vaaz ve nasihat meyânında ibret verici geçmiş olayları anlatır. Ya da bu görev emir tarafından tâyin edilen ehliyetli ilim adamı tarafından ifâ edilir. Böyle devlet tarafından görevlendirilmeyen bir kimse bu işe giriştiği zaman; bunu kibirlenmek, gururlanmak ve gösteriş için yapabilir. Bu takdirde onun sözü ve konuşması gerçekçi ve ihlâslı olmaz. Bir kavle göre hadisten maksad hutbe okumaktır. Çünkü ilk zamanlarda hutbe okuma işini devlet başkanı yapardı ve hutbelerinde halka vaaz ederek geçmiş ümmetlerin durumlarını ibret için anlatırlardı,
Hattâbi de: İbn-i Süreye' den bana ulaştığına göre kendisi, bu hadisin hutbe hakkında olduğunu söylemiştir. Emirler hutbe okurlardı ve hutbede cemaata vaaz ederek uyarıcı kıssalar anlatırlardı. Hadîsteki memurdan maksad ise Emir tarafından tâyin edilen hatiblerdir. Bunlar da aynı hizmeti ifâ ederler. Mürâi veya bâzı rivayetlerde bulunan Muhtâl ise; görevlendirilmediği halde kendi kendini bu işe tâyin eden kimse olup riyaset ve baş olmak için topluma kıssalar anlatan kimsedir.
Halka vaaz ve nasihat etmek üzere kıssalar, hikâyeler anlatan konuşmacıların üç grup olduğu söylenmiştir: Müzekkir, vaiz ve Kass.
Müzekkirt Halka Allah'ın nimetlerini hatırlatarak onlan şükür etmeye teşvik eder.
Vaiz t Halka Allah korkusunu telkin ederek, azabtan korkutur ve böylece günahlardan uzak durmalarım sağlamaya çalışır.
Kass i Halka geçmiş ümmetlerin olaylarını, başlarından geçen hâdiseleri anlatarak hikâyeler ve kıssaları dile getirir. Bu kimse eksik veya fazla anlatmaktan emin değildir. Yâni eksik veya fazla anlatabilir. Mûzekkir ile Vâtz bu tehlikeden uzaktır, der.
Son hadisteki Kasâs'ın hutbe mânâsına yorumlanması mümkün değildir. Diğer mânâya yorumlanması gerekir.[94]
3755) "... übey bin Ka'b (Radtyallâhü ank)'den rivayet edildiğine göre Resûlullah (SaUallahü Aleyhi ve Seüem) jöyle buyurmuştur :
«Şiirin bir kısmı gerçekten bir hikmet (doğru söz - öğüt ve ibret verici tablo) dur.»"[95]
Bu iki hadis Buhar!. Tirmizî ve E b û Dâvûd tarafından da rivayet edilmiştir. Ancak B u h â ri ikinci hadisi El-Edebü'I-Müfred adlı kitabında rivayet etmiştir.
Hikem i Hikmefin çoğuludur. Hikmet ise, gerçeğe uygun doğru söz manasına yorumlandığı gibi öğüt ve ibret verici örnek mânâsına da yorumlanmıştır. Bu değişik yorumlara parantez içi ifâde ile işaret ettim.
İkinci hadisteki; 1^ kelimesi Hükmen veya Hikemen okuna-
biür. Hükmen okunduğu takdirde hikmet mânâsı kasdedilir. Hikem ise yukarda işaret ettiğim gibi hikmetin çoğuludur.
Sindi bu hadislerin izahı bölümünde özetle şöyle der: Yâni şiirin dinen güzel veya çirkin sayılması hususunda onu meydana getiren kelimelerin ve cümlelerin bir fonksiyonu yoktur. Bir şiirin dinen iyi veya kötü sayılması içerdiği mânâ bakımındandır. Durum bu olunca ifâde tarzının nesir veya nâzım olması da neticeyi değiştirmez. Yâni din açısından iyi veya kötü diye vasıflandınlma-sına sebeb olmaz. Çünkü gerek nesir, gerekse nâzım meram ve maksadı ifâde etmek için birer yoldur. Bu itibarla önemli olan husus kelime ve cümlelerin ifâde ettikleri mânâdır. Eğer mânâ gerçeğe uygun, doğru bir şey ise, başka bir deyimle ibret verici öğüt ise din bakımından güzel ve iyi sayılır. Şayet bunun tersine; yalan, mübalağalı veya haksız bir kötüleme gibi, çirkin bir şey ise kötü ve fena sayılır. Şiirin iyiliği veya kötülüğü buna göredir. Dinin yerdiği şiir liyakatli olmayan kimseleri övmek, gerçek dışı şeyleri gerçek gibi göstermek ve benzeri şeyleri ihtiva eden şiirlerdir.
3757) "... Ebû Hüreyre (Radtyallâhü an*;'den rivayet edildiğine göre Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) şöyle buyurmuştur :
«Şâir (zümresin) in söylediği sözlerin en doğrusu Lebid tbin Ra-bia'ıDın; ^İÇ -Al Sü- L ^ *jf yf = "Bilmiş olunuz ki Allah'tan başka her şey bâtıl (fâni) dır" sözüdür. Ümeyye bin Ebi's-Salt dtf (şiirlerinde) müslüman olmaya yaklaşmıştı."
3758) Amr bin eş-Şerîd'in babası (eş-Şerîd bin Süveyd es-Sakafi) (Radı-yallâhü ankümâ)'âa.n; Şöyle demiştir:
Ben, Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) e Ümeyye bin Ebi's-Salfın şiirinden yüz kâfiye (beyit) okudum. O, her kâfiye (beyit) arasında: «Devam et», Duyuruyordu ve (sonra) :
«Ümeyye müslüman olmaya yaklaşmıştı», buyurdu."[96]
Ebû Hüreyre (Radıyallâhü anh) 'in hadisini Buhâri, Müslim ve Tirmizi de rivayet etmiştir. Amr (Radıyallâhü anh)'in hadîsi ise Müslim tarafından da rivayet olunmuştur.
Birinci hadiste sözü edilen Lebid bin Rebîa (Radıyallâhü anh), Arablann en büyük şâirlerinden ve MuaUakat-ı Seb'a sâhiblerindendir. Bir mısraı hadiste anılan şiiri on beyittir. Bu mısra şiirinin ilk beytinin birinci mısrâıdır. îkinci mısraı da şöyledir:
= "ve her nimet şüphesiz gidicidir.' *
Lebid (Radıyallâhü anh), muhadramûn'dandır. Yâni hem câ-hiliyet devrini hem de îslâm hayatını yaşamış olup her iki dönemde de eşraftan sayılmış bir şahsiyettir. L e b i d' in kavmini temsilen Benu Ca'fer bin Kilâb hey'eti Medins-i Münevver e' ye gelip müslümanlığı kabul ettiği yıl Lebid de müslüman olmuş ve sahâbîlik şerefine mazhar olmuştur. Bilâhare K û -t e'ye yerleşerek hicretin 41. yılı 140 yaşında iken bir rivayete göre 157 yaşında iken vefat etmiştir. Onun faziletlerinden birisi; Müslümanlığı kabul ettikten sonra şiir söylemeyi bırakarak; Kur'ân bana kâfidir, demesidir.
Ümeyye bin Ebi's-Salt da câhiliyet devrinin meşhur şairlerindendir. Allah'ın birliğine, âhiret gününe inananlardan idi. V â k ı d î' nin beyânına göre bu şâir hayatının gençlik döneminde bir ara Allah'ın birliğine inanarak imânını şiirlerinde dile getirmiş. Sonra peygamberlik iddiasında bulunmuş ve son zamanlarında imânını da bırakarak tamamen dalalete sapmıştır. Hattâ bir rivayete göre A' r â f sûresinin 175. âyeti onun hakkında İnmiştir.
İkinci hadiste geçen "HUbi" konuşmacının sözüne devam etmesini istemek anlamında kullanılan bir kelimedir. Hadîsten maksad şudur : Peygamber (Aleyhi's-salâtü ve's-selâm), Ümeyye' nin şiirini beğenmiş ve okunmasına devam edilmesini eş-Şerid (Radıyallâhü anh)'den istemiştir. Çünkü N e v e v i' nin de beyân ettiği gibi o şiirde Allah'ın varlığı ve ölümden sonra dirilme gerçeği dile getirilmişti.[97]
Mübalâğa, aşırılık, yalan ve uygunsuz ifâdeler taşımayan şiirleri okumak ve dinlemek caizdir. Bu nevi şiirler ister câhiliyet devrine âit olsun ister İslâm dönemine âit olsun fark etmez.
Şerld bin Süveyd es-Sakafi (Radıyallâhü anh) 'in hâl tercemesi 2427. hadis bölümünde geçmiştir.[98]
3759) "... Ebû Hüreyre (Radtyallâkü anh)'den rivayet edildiğine göre Resûlullah (Sdltallahü Aleyhi ve Sellem) şöyle buyurdu, demiştir:
«Şüphesiz, adamın İçinin irin ile dolup nihayet çürütmesi - yemesi onun için şiir ile dolmasından hayırlıdır.»
Lakin râvi Hafs; ±j, cümlesini söylememiştir."
3760) "... Sa'd bin Ebi Vakkas (Radtyallâhü anhyden rivayet edildiğine göre; Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) şöyle buyurmuştur:
•Şüphesiz, birinizin içinin irin tfe dolup, nihayet çürütmesi onun için şür İle dolmasından hayırlıdır.-"
3761) '... Âişe (Radtyallâhü anhâ)'â&n rivayet edildiğine göre: Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) şöyle buyurdu, demiştir:
•Şüphesiz en büyük iftiracı insan; (şiiriyle) bir adamı hiciv (yerip) edip de bu meyanda adamın mensup olduğu kabilenin tümünü (şiiriyle) hiciv eden kişi ve babasından olmadığını ileri sürerek anasını zina ile itham eden adamdır.»"
Not: Zevâid'de şöyle denilmiştir : Bunun senedi sahih olup r&viieri güvenilir zâtlardır. Râvi Ubeydullah, Îbn-İ Musa el-Kaysl Ebû Muhammed'dir. R&vt Şeybân da, îbn-i Abdirrahman en-Nahavi Ebû Muâviye el-Müeddeb'dir. R&vİ el-A'meş ise Süleyman bin Mihran'dır. Senedde biribirinden rivayet eden dört tabii bulunur.[99]
Ebû Hüreyre (Radıyallâhü anh) 'm hadisini; B u h â r İ, Müslim, Tirmizi ve Ebû Dâvûd da rivayet etmişlerdir. Bu hadîsi müellifin şeyhi Ebû Bekr'e üç zât rivayet
etmiştir. Bunlardan Hafs, hadisteki; *iji cümlesini rivayet etmemiştir. Bu cümle Tirmizi' nin rivayetinde de mevcuttur. Cümledeki fiil 4Verî" masdanndan türemedir. Veri, insanın içini çürütüp yiyen bir hastalığa denilir ve bu hastalığa yakalanma anlamında kullanılır.
S a' d (Radıyallâhü anh) "in hadisi; Müslim ve Tirmi-2 İ tarafından da rivayet olunmuştur. Son hadis ise Zevâid nevin-dendir.
E 1 - H â f ı z, Ebû Hüreyre (Radıyallâhü anh) 'in hadisinin izahı bölümünde: Bu hadîsin zahirine göre her nevî şiir kötüdür. Fakat bu hüküm umûmi değildir. Çünkü Allah ve Resulünü övücü şiirler, insanları takvaya, Allah'ı anmaya, O'nun yoluna teşvik eden şiirler, vaaz ve nasihat mâhiyetinde olup ifrata kaçmayan şiirler bu hükümden müstesnadır, der.
Bu hüküm, ahlâksızlığa dalkavukluğa ve haksız hicivlere dâir veya aşın övgüye yol açan şiirler gibi kısma aittir.
Hadîslerdeki «Kişinin içinin şiir ile dolması» ifâdesinden kasde-dilen mânâ hakkında N e v e v i şöyle der:
Yâni adam şiirlere öyle ağırlık verir ki, şiir onu Kur'ân-ı Kerîm ve dinî ilimlerle meşgul olmaktan alıkor. Böylece şiire dalmak mez-m umdur, yâni yerilmeye mahkûmdur. Şayet Kur'ân-ı Kerîm, hadisler ve diğer dinî bilgilerle iştigali ve bilgisi daha çok olup bunun yanında biraz şiir de bellerse bunda bir sakınca olmaz. Çünkü böyle bir kimsenin içi şiirle dolu sayılmaz.[100]
3762) "... Ebû Mûsâ (el-Eş'ari) ( Radtyallâhü anhyden rivayet edildiğine göre; Resûlullah (Sallallûhü Aleyhi ve Setten) şöyle buyurdu, demiştir:
«Kim zar ile oynarsa şüphesiz Allah'a ve Resulüne isyan etmiş olur.»"
3763) '... Süleyman bin Büreyde'nin babası (Büreyde) (Radıyallâhü an-an rivayet edildiğine göre: Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Settem) şöyle buyurmuştur:
«Kim zar ile oynarsa elini domuzun etine ve kanına (domuz etini yerken) batırmış gibidir.»"[101]
Ebû Mûsâ (Radıyallâhü anh) 'in hadisini Ebû Davûd, Mâlik, Hâkim ve Beyhaki de rivayet etmişlerdir. Süleyman (Radıyallâhü anh) 'in hadisini EbûDâvûd ye Müslim de rivayet etmişlerdir.
Nerd ve Nerdeşir, zar demektir. Bu oyuna tavla oyunu denilir.
Bu hadîsler tavla oyununun haram olduğuna delâlet eder. Cumhurun görüşü bu doğrultudadır. İkinci hadiste bu oyunun takbihi ve çirkinliği ifâde edilmek üzere bu oyun ile oynayan kişi elini domuzun etine ve kanma batırmış gibidir, buyurulmuştur. N e v e v i : Yâni domuzun etini ve kanını yiyerken mânâsı kasdedilmiştir. Şu halde zar ile oynamanın haramlığı, domuzun etini ve kanını yemenin haramlığına benzetilmiştir, der.[102]
3764) "... Âişe (Radtyallâhü anhâ)'dan rivayet edildiğine göre:
Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) bir kuşu izleyen (onunla oynayan) bir insana baktı ve «(Şu herif) bir şeytanı İzleyen bir şeytandır,» buyurdu."
Not: Zevaid'de şöyle denilmiştir: Âişe (R.A,)'nm bu hadisinin senedi sahih olup ravilerf güvenilir Batlardır.
3765) "... Ebû Hüreyre (Radtyallâhü anh)'den rivayet edildiğine göre:
Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) bir güvercin arkasında giden (onunla oynayan) bir adamı gördü ve t
- (Şu herif) bir şeytanı tâkibeden bir şeytandır,- buyurdu."
3766) "... Osman bin Affân (Radtyallâhü a«Â)'den rivayet edildiğine göre:
Resûluilah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) bir güvercinin peşine takılan bir adam gördü ve t
(Şu adam) -Bir şeytanı tâkibeden bir şeytandır,, buyurdu."
Not: Zevâid'de şöyle denilmiştir: Bu senedin râvileri güvenilir »Atlardır. Fakat sened kesiktir. Çünkü Ebû Zur'a, demiş ki: El-Hasan, Osman bin Attan (R.A.)'den hadis işUmemlştir.
3767) "... Enes bin Mâlik (Radtyallâhü an/t/den rivayet edildiğine göre :
Resûluilah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) bir güvercinin arkasında giden (onunla oynayan) bir adam gördü ve:
«(Şu adam) bir şeytanı izleyen bir şeytandır.» buyurdu."
Not: Zevaid'de şöyle denilmiştir: Bunun senedinde bulunan Revv&d bin eKferrah zayıf bir ravidir.[103]
Bu babın hadîsleri Zevâid nevindendir. Yalnız Ebû Hürey-r e (Radıyallâhü anh) 'm hadisi Ebû Dâvûd ve îbn-i H i b b â n tarafından da rivayet edilmiştir.
Hamam: Erkek güvercindir. Hamâme de d i şişidir.
Kuşun ve güvercinin arkasında giden onunla oynayan kişiye şeytan denilmesinin sebebi; faydasız şeyle meşgul olması ve hak yoldan uzaklaşmasıdır. Kuşa ve güvercine şeytan denilmesi sebebi ise; bir insanın gafletine ve Allah'ı anmaktan uzaklaşmasına vâsıta olmasıdır.
N e v e v i : Bir güvercini uçurmak ve onunla oynamak için edinmek sıhhatli görüşe göre mekruhtur. Hele kumar oynamak için edinmek ise kesinlikle haramdır ve böyle yapanın şahidliği kabul olunmaz. Şayet yumurtası veya yavrulanması gibi meşru bir mak-sad için güvercin edinirse caizdir, demiştir.[104]
3768) "... İbn-i Ömer (Radıyallâhü anhümâ)'âan rivayet edildiğine güre; Kesûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) şöyle buyurdu, demiştir :
«Eğer herkes yalnız başına yolculuk etmekteki sakıncaları bilseydi hiç kimse yalnız başına gece yolculuğu etmezdi.»"[105]
Bu hadîsi; Buhârî, Tirmizi, Nesâi ve Ahmed benzer lâfızlarla rivayet etmişlerdir. Âlimler bu hadisi yalnız başına yolculuk etmek mânâsına yorumlamışlardır.
T ı y b i : îfâde tarzının zahiren uygun olanı, gece kaydının olmayışı idi. Fakat gece yolculuğu tehlikeleri daha çok olduğu için bu kayıt konulmuştur, der.
E I - H â f ı z ' in beyânına göre İbnü'I-Münir: Savaş yararına gece yolculuğu normal yolculuktan farklı olup, özellik taşır. Bu hadis normal yolculuk hakkındadır. Peygamber (Aleyhi's-sa-lâtü ve's-selâm) Hendek savaşında Z ü b e y r (Radıyallâhü anh)'ı yalnız başına geceleyin câsûs olarak Benî Kurayza tarafına göndermesine dâir C â b i r (Radıyallâhü anh)'ın hadisi zaruret hâlinde ve ancak bir kişinin gitmesinde yarar görülen durumlarda bir kişinin yalnız başına gece yolculuğu etmesinin câizliği-ne delâlet eder. Meselâ savaşta gözcü veya casus göndermek gibi. Yalnız başına gece yolculuğu etmenin yasakhğı ise bu gibi durumların dışında kalan hallere mahsustur. Şöyle de olabilir: Yalnız başına yolculuk etmenin câizliği yolculuğa ihtiyaç bulunup yolculuk etmenin emniyeti hâline mahsustur. Yasaklık hükmü ise zaruretin bulunmadığı ve yolculuğun tehlikeli olduğu duruma mahsustur, demiştir.[106]
3769) ... İbn-i Ömer (Radıyallâhü anhümâj'dan rivayet edildiğine göre; Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) şöyle buyurmuştur :
«Yutacağınız zaman evlerinizde ateş (i yanar halde) bırakmayınız.»"
3770) "... Ebû Mûsâ (el-Eş'arî) (Radtyaüâhü anh)'den rivayet edildiğine göre:
Medine (-i Münevvere)'de bir ev, içinde oturanların başında gece yandı. Sonra durumları Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'e anlatıldı. Bunun üzerine:
«Bu ateş şüphesiz sizin düşmamnızdır. Bu itibarla uyumak istediğiniz zaman söndürünüz,- buyurdu."
3771) "... Câbir (Radtyalâhü a»AJ'den; Şöyle demiştir:
Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) bize (bâzı şeyleri) emretti ve (bazı şeyleri) yasakladı. Bu meyanda (uyumak istediğimiz zaman) lambamızı söndürmemizi emretti,[107]
İbn-i Ömer (Radıyallâhü anhümâ) ile C â b i r (Badı-yallâhü anh)'ın hadisi, N e s â i hâriç Kütüb-i Sitte'nin hepsinde rivayet olunmuştur. C â b i r (Radıyallâhü anhî'ın hadisi bâzı rivayetlerde uzun olup verilen emirler anlatılmaktadır. E b û M ü -s â {Radıyallâhü anh)'ın hadisini B u h â r î de rivayet etmiştir.
İbnü'l-A rabi; Ateşin bize düşman sayılması sebebi şudur: Ateşte bizim için bir takım yararlar var ise de tedbîr alınmadığı takdirde hem vücûdumuza hem de mallarımıza zarar verir. Onun için düşman hükmündedir, demiştir.
K u r t u b i de: Bu hadislerdeki emir ve nehiy, irşad içindir. Yâni doğru ve emniyetli yolu gösterir. Bu emirler mendubluk için olabilir, demiştir.
N e v e v İ de: Bu emir, dünyamızla ilgili yararlan ihtiva ettiği için irşâd mahiyetindedir. Bununla beraber bu emirlerde dini yararlar da vardır. Çünkü canı ve malı korumak dinî bir ödevdir, demiştir. N e v e v i ilk hadisin izahı bölümünde şöyle der:
Yatacağınız zaman evlerinizde ateş bırakmayın emri umûmîdir. Lâmba gibi ışıklar da bu emre girer. Mescidlerde ve başka yerlerde bulunan kandillere gelince eğer bir yangına sebebiyet vermesi tehlikesi varsa bu hükme girer. Fakat ekseriyetle böyle bir tehlikeye yol açmaz. Şayet yangın tehlikesi yok ise söndürülmemesinde dini bir sakınca olmadığı kanısındayım. Çünkü Peygamber (Aleyhi's-salâtü ve's-selâmJ'ın beyân buyurduğu yangın tehlikesi olmaz.
El-Hâfız, Medine-i Münevvere'de yandığı haber verilen evin kimlere âit olduğu yolunda bir bilgi edinemediğini ifâde etmiştir.[108]
3772) "... Câbir (Radtyallâhü anh)'den rivayet edildiğine göre; Resûlul-lah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) şöyle buyurdu, demiştir:
İşlek yol üzerinde konaklamayınız ve üzerinde ihtiyaçlarınızı gi-dermeyiniz (yâni abdest bozmayınız).»"[109]
Bu hadisin bir benzeri Taharet kitabının 21. babında geçti. Bu hadis yollar üzerinde konaklamanın ve abdest bozmanın yasakhğma delâlet eder. Sindi: Yırtıcı hayvanların ve davarların özellikle gece vaktinde yollardan geçtiğine dâir hadîs rivayetleri vardır, der. Bu itibarla yol üzerinde konaklamak hem tehlikelidir, hem de gelen geçenlere sıkıntı verir. Yol üzerinde abdest bozmak da, oradan geçenlerin lanetlemesine yol açtığı gibi onlara bir eziyettir.
Zevâid yazarı bu hadîsi Zevâid nevinden saymamış ise de aynı metne kalan Kütüb-i Sitte'de rastlamadım. Ancak Ebû D â v û d, Cihâd kitabının 63. babında kısmen benzer bir hadîs rivayet etmiştir. Avnü'l-Mâbûd yazarının beyânına göre Nesâi de benzerini rivayet etmiştir.
Hadîsin senedi munkatidir. Çünkü Ebû Z u r' a' mn beyânına göre el-Hasan, Câbir bin Abdiîlah (Radıyal-lâhü anh) 'den hadîs işitmemiş tir.[110]
3773) "... Abdullah bin CVfer (bin Ebî Tâlib) (RadtyaUâkü ankümâ)'-dan; Şöyle demiştir :
Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) bir yolculuktan geldiği zaman biz Onu karşılamaya götürü İtiyorduk. (Bir defa) ben ve Hasan veya Hüseyin (O'nu) karşılamaya götürüldük. Abdullah bin Cafer demiştir ki: O, birimizi önüne, diğerini de terkisine aldı ve nihayet böylece Medine'ye vardık."[111]
Bu hadîsi Müslim, Ebû Dâvûd ve Nesâî de rivayet etmişlerdir. Hadîs, bir binit hayvanına üç kişinin birlikte binmesinin ve binicinin bunlardan birisini önüne, diğerini de terkisine almasının câizliğine delâlet eder. Tabii, hayvanın gücünün buna yetmesi şarttır. Aksi takdirde caiz değildir.
N e v e v İ : Binit hayvanı üç kişiyi taşıyabilir durumda olduğu zaman hepsinin birlikte binmesinin câizliği hususunda âlimler ittifak halindedir. Kadı I y â z, hayvanın gücü yetse bile üç kişinin beraber binmesinin caiz olmadığını bâzı âlimlerden nakletmiş ise de bu görüş geçersizdir, demiştir. E 1 - H â f ı z da demiş ki, hayvanın gücü yetmediği halde üç kişinin binmesinin câizliği ve gücü yettiği halde üç kişinin binmesinin caiz olmadığı yolunda kimse açık bir hüküm beyân etmemiştir. Caiz olmadığına dâir nakiller, hayvanın takatinin yetmemesi hâline yorumlanır ve caiz olduğuna dâir nakiller de hayvanın takatinin yetmesi durumuna yorumlanır.[112]
3774) "... Câbir (Radtyallâhü anh)\]en rivayet edildiğine güre; Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) şöyle buyurmuştur:
(Mürekkeple yazdığınız) sahifelerinizin üzerine toprak serpiniz. SahifçlerUn mürekkebinin dağılmaması) için en verimli yöntem budur. Çünkü toprak mübarektir."
Not: Bu hadîs Zevâid nevindendir.[113]
Tirmizi bu hadisi şu metinle rivayet etmiştir: = -Biriniz (mürekkeple)
bir kitab yazdığı zaman (mürekkebi kurutmak için) üzerine toprak serpsin. Çünkü toprak serpmek (mürekkebi kurutma) ihtiyacını en iyi biçimde karşılar.»"
Gerek babın başlığında ve gerekse hadîs metninde geçen Tetrîb kelimesi ve dolayısıyla hadîs metni çeşitli şekillerde yorumlanmıştır. Şöyle ki:
Kitabın Tetrib'i; yazılan kitabı toprağın üstüne bırakmak, mürekkeple yazılan sahifelerin mürekkebinin dağılmaması ve yazının bozulmaması için üzerine toprak serpmek veya kâtibe karşı mütevazı davranmak gibi üç biçimde yorumlanmıştır.
T i r m i z i bu hadîsi İsti'zân ve Âdâb bölümünde "Tetrîbü'l-Kitâb" başlığı ile açtığı bir bâbta rivayet etmiştir.
Tuhfe yazarı da bu hadisin izahı bölümünde özetle şöyle der: El Mecma'de: 'Yâni biriniz bir kitab yazdığı zaman amaca ulaşması hususunda Allah'a dayanarak toprağın üstüne bıraksın. Bu hadîsten maksad mürekkeb ile yazılan yazının üzerine toprak serpmek anlamı olabilir. Şöyle de yorum yapılabilir: Biriniz bir yazı yazdırdığı zaman kâtibe karşı mütevâzi davransın' diye üç biçim'de yorum yapılmışir.
Tuhfe yazan daha sonra: Bir kavle göre Tetrib'den maksad mürekkebin dağılmaması ve yazının bozulmaması için üzerine toprak serpmektir. Şüphe yok ki mürekkebin kurutulması ve yazının korunması yazılan yazıdan istenen neticeyi elde etmek için en uygun yöntemdir. Mürekkebin dağılmasıyla yazının okunamaz hâle gelmesi ise amacı ihlâl eder. Bence en uygun yorum budur. Yâni Tetrîb'den mak-sad mürekkebi kurutmak için üzerine toprak serpmektir. Mûtemed olan yorum şekli de budur. Nitekim Kamus sahibi ile en-Nihâye yazan İtrâb s Bir şeyin üzerine toprak koymaktır, demişlerdir.
İtrâb ve Tetrib aynı anlamı ifâde eden iki masdardır. Kökü Tü-râb'tır. Türab ise toprak demektir.
Eski zamanlarda kurutma kâğıdı olmadığı için âlimler mürekkeple yazdıkları kitab ve mektublann mürekkebini kurutmak için toprak cinsinden bir nevi tozu serperlerdi. Bu uygulamanın, bu hadîsten alınmış olması muhtemeldir. Bu gün kurutma kâğıdı bulunduğu için artık toprak serpmeye ihtiyaç kalmamıştır, denilebilir.[114]
T i r m i z î, yukardaki metni rivayet ettikten sonra: Râvi H a m z a, Amr en-Nasibî' nin oğludur ve zayıf tu*, demiştir.
Müellifimizin rivayetinde bu râvi yoktur. Fakat Tuhfe yazarı müellifimizin senedindeki Ebû Ahmed ed-Dımışkî' nin meçhul olduğunu söylemiştir.
Sindi' nin beyânına göre Sirâcü'd-Dîn el Kaz-v i n İ bu hadisin mevzu olduğunu söylemiştir. Daha geniş bilgi için Sindi veya Tuhfe'ye bakılabilir.[115]
3775) "... Abdullah (bin Mes'ûd) (Radtyallâkü ankyden rivayet edildiğine göre; Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) şöyle buyurdu, demiştir :
«Siz üç kişi (bir arada) olduğunuz zaman (bunlardan ikisi (üçüncü) arkadaşlarından ayrı gizli konuşmayacaklar (yâni konuşmasınlar) . Çünkü ikisinin gizli konuşması üçüncü arkadaşı şüphesiz üzer.»"
3776) "... İbn-i Ömer (Radtyallâkü anhümâydan rivayet edildiğine göre:
Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) (bir arada bulunan) iki kişinin (yanlarındaki) üçüncü (arkadaşların) dan ayrı gizli konuşmalarım yasaklamıştır.*"[116]
Bu bâbm ilk hadisi; Buharı, Müslim, Tirmizl, Ebû Dâvûd ve Ahmed tarafından da rivayet olunmuştur. İkinci hadis ise Buharı, Müslim ve Ebû Dâvûd tarafından da rivayet olunmuştur.
Bu hadîsler bir arada bulunan üç kişiden ikisinin üçüncü arkadaşlarından ayrı, gizli konuşmalarının onun üzülmesine sebebiyet verdiğinden yasak olduğuna delâlet eder.
Ebû Davud'un rivayetinde şu ilâve vardır: Râvi Ebû Salih şöyle demiştir: Ben îbn-i Ömer'e: Bir arada bulunanlar dört kişi olursa hüküm nedir? dedim. İbn-i Ömer: O zaman sana zarar vermez (yâni iki kişinin diğer iki arkadaşlarından ayrı gizli konuşmalarında sakınca yoktur), diye cevab verdi.
N e v e v i: Bu hadisler, üçüncü bir arkadaşın huzurunda iki kişinin kendi aralarında ve ondan ayrı olarak gizli konuşmalarının yasak olduğuna delâlet eder. Üç veya daha fazla kişilerin kendi aralarında aynı yerde bulunan bir kimseden gizli konuşmaları hükmü de böyledir. Bu yasak haramlık içindir. Şu halde bir cemaatın aynı yerde bulunan bir kişiden ayrı gizli konuşması da haramdır. Meğer ki o kişi bunların gizli konuşmalarına müsade etse, o zaman haram değildir.
îbn-i Ömer (Radıyallâhü anhümâ) 'mn, M â 1 i k ' in ve âlimlerin cumhurunun mezhebi şudur:
Bu yasak umûmîdir. Yâni yolculuk hâli olsun, ikâmet hâli olsun her zaman böyle yapmak haramdır. Şayet bir arada bulunanlar dört kişi ise bunlardan ikisinin diğer iki arkadaşlarından gizli konuşmalarında bir sakınca yoktur. Bu hususta icmâ vardır.
Bâzı âlimler bu yasağın yolculuk hâline mahsus olduğunu, çünkü yolculuk hâlinde üç arkadaştan ikisinin diğer arkadaştan ayrı gizli konuşmalarının şüphe ve endişeye sebeb olabileceğini, ikâmet yerinde ise endişeye mahal olmadığını söylemişlerdir, diye bilgi vermiştir.[117]
3777) "... Câbir bin Abdillah (Radtyallâkü mkümâyâm rivayet edildiğine göre:
Bir adam, yanında (temrenleri açıkta olan) oklarla Mescid(-i Nebevi) den geçti. (Adam okları sadaka olarak dağıtıyordu). Bunun üzerine Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) (adama) -
«Temrenlerinden tut (ki kimseye dokunmasın),» buyurdu. Adam da t
Peki, dedi."
3778) "... Ebû Mûsâ (el-Eş'arî) (Radtyallâhü onA/den rivayet edildiğine göre; Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) jöyle buyurmuştur:
«Biriniz, yanında ok varken mescidimizden veya çarşımızdan geçtiği zaman herhangi bir müslümana değmemesi için eliyle temrenlerinden tutsun (da öyle geçsin) veya elini temrenlerin üstüne koysun.."[118]
Bu babın hadisleri; Buhâri, Müslim ve Ebû Di-v û d tarafından da rivayet edilmiştir.
Sîhâm: Sehm'in çoğuludur, oklar demektir. Nısâl: Nasl'ın çoğuludur. Nasl, okun ucundaki demirdir. Buna temren deriz.
Nebi de Sihâm-i Arabiyye denilen Arap oklarıdır.
Mescid-i Nebevi' den oklarla geçen zâtın bunu sadaka olarak müslümanlara dağıttığı Ebû Davud'un rivayetinde belirtilmiştir. Bu rivayet sadakanın mescidde verilmesinin câizliğine delâlet eder.
Hadîste geçen «Bizim mescidimiz veya çarşımız» ifâdesinden mak-sad, müslümanlann mescidleri ve çarşılarıdır. Yâni sâdece Medine -i Münevvere1 de bulunan Mescid-i Nebevi ve oranın çarşısı kasdedilmemiştir. Bu cümlenin mânâsı açıktır. G«rek mescidden gerekse çarşıdan geçen bir kimsenin yanında oklar varsa herhangi bir müslümanı yaralamaması, incitmemesi için okların demir aksamından tutması veya ellerini bunun üzerine koyması emredilmiştir.[119]
3779) "... Âişe (Radtyallâhü anhâ)'da.n rivayet edildiğine göre; Resûlul-lah (Sattallahü Aleyhi ve Sellem) şöyle buyurdu, demiştir:
«Kur'ân-ı Kerim'de maharetli olan (mü'min), Allah'a itaatkâr ve saygın meleklerle beraberdir. Okuyuşunda güçlük çekerek ve âyet ile kelimeleri tekrarlamak suretiyle (yâni okuyuşunda pişkin olmayarak) okuyan (müslüman) a iki sevab vardır.»[120]
Bu hadîs Kütüb-i Sitte'nin hepsinde rivayet olunmuştur.
Mahir, maharetli olan demektir. Kur'ân-ı Kerîm'de maharetli olmaktan maksad, hafızlıkta pişkinlik veya yüzünden okumakta pişkinlik mânâsıdır. Maharet ifadesiyle daha umûmî bir mânânın kas-dedilmiş olması da muhtemeldir. Yâni ister yüzünden okumakta, ister ezbere okumakta pişkin olan bir müslüman anılan mertebeye liyakatlidir.
Sefere t Sâfir'in çoğuludur. Safir, elçi demektir. Burada melekler kasdedilmiştir. Çünkü melekler Allah.ile kullar arasında elçilik görevini yaparlar. Burada, Abese sûresinin 15 ve 16. âyetlerinde geçen yazıcı meleklerin kasdedilmiş olması da muhtemeldir.
Kiram: Kerim'in çoğuludur, saygınlar demektir. Berere de Barr'ın çoğuludur. Allah'a itaatkâr olanlar manasınadır.
Kur'ân-ı Kerîmi pişkin olanların meleklerle beraber olmasının mânâsı hakkmda Kadı şöyle demiştir:
Anılan beraberlikten maksad şöyle olabilir: Böyle olan bir müslüman cennette öyle yüce mertebelere ve mevkilere yücelecek ki elçilik yapan meleklere arkadaş olacak. Çünkü o da bu nevi melekler gibi Allah'ın Kitabını kalbinde taşımıştır. Maksad şu da olabilir: Bu durumda olan müslüman, elçilik görevini ifâ eden meleklerin amelini işler ve onların meslekdaşı sayılır.
Kur'ân-ı Kerîm okuyuşunda pişkin olmayan müslümana iki sevab verilmesi sebebi şudur: O, Kur'ân okumakla bir sevab kazanır. Okurken, okuyuşta çektiği güçlükten dolayı da ayn bir sevab kazanır.
Kadı Iyâz ve başka âlimler demişler ki: Hadisten maksad, Kur'ân-ı Kerim okuyuşu pişkin olmayan müslümanın sevabının okuyuşu pişkin olanın sevabından fazla olduğu mânâsı değildir. Bilâkis maharetli olanın derecesi daha üstün ve sevabı daha çoktur. O, Sefere meleklerle beraberdir ve sevablan çoktur. Onun için bildirilen makam ve mevki başkası için bildirilmemiştir. Onun kadar Kur'ân-ı Kerîm'i ezberlemeye önem ve özen göstermemiş olan bir kimse nasıl onun kadar sevab kazanır?
Şu noktayı da belirteyim: Hadîste anılan sevab Ve mertebeler, Kur'ân-ı Kerim ile amel eden müslümanlara mahsustur. Yâni Kur'ân-i Kerîm'i okuduğu gibi durum ve davranışlarını da o kutsal kitaba göre ayarlayan mü'minler anılan sevab ve makamlara Allah'ın yardımıyla erişirler. Fakat Kur'ân-ı Kerîm'i pişkin olmasına rağmen; durum ve davranışları, başka bir deyimle yaşantısı Kur'ân'a ters düşen bir kimse makbul bir müslüman sayılamaz. Bu şart buna benzer hadîslerde vaad edilen mükâfatlara erişebilmek için de mevcuttur.
3780) "... Ebû Saîd-i Hudrî (Radtyallâhü anhyden rivayet edildiğine göre; Resûiullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) şöyle buyurmuştur;
«Kur'ân ehli (yâni O'nu devamlı okuyup O'nunla amel ede) ne, cennete gireceği zaman -. Oku ve (cennetin mertebelerine) yüksel, denilecektir. Bunun üzerine okumaya başlayacak ve Kur'ân'dan bildiğini bitirinceye kadar beher âyete karşılık bir derece yükselecektir."
Not: Zevâid'de şöyle denilmiştir: Bunun senedinde bulunan Atiyye el-Avfl zayıftır.[121]
Bu hadisin benzerini Ebû Dâvûd ve Tirmizi, Abdullah bin Amr (Radıyallâhü anh)'den rivayet etmişlerdir.
Ebû Dâvûd'un "Kur'ân okumanın tertilinin müstehabkğı" babında rivayet ettiği hadîsin meali şöyledir:
" (Âhirette) Kur'ân ehline: Oku ve yüksel. (Okurken) de dünyada nasıl acele etmeksizin okuduğun gibi tertil ile (yâni acele etmeksizin) oku. Çünkü (cennette) senin konağın, okuyacağın son âyetin bitireceği yerdir, denilecektir.»
Avnü'l-Mâbûd yazarı da bu hadîsin izahı bölümünde özetle şöyle der:
Cennetteki derecelerin Kur'ân-ı Kerîm âyetlerinin sayısı kadar olduğuna dâir hadis rivayet olunmuştur. E d - D â n i demiştir ki : Âlimler Kur'ân-ı Kerîm âyetlerinin altı bin olduğu hususunda ittifak etmişler. Fakat altı binden sonraki sayı hususunda ihtilâf etmişlerdir .- Bunun 204, 214, 219, 225 ve 236 âyet olduğuna dâir değişik görüşler vardır
Avnü'l-Mâbûd yazarı daha sonra: Bu hadisten anlaşılıyor ki, bu muazzam sevaba ancak Kur'ân-ı Kerim i ezberleyip de usûlüne uygun biçimde ve hatasız okuyanlara verilir, der.
Hattâbi de: Kur'ân-ı Kerim'in tamamını okuyabilenler, cennetin en yüksek mertebesine erişirler. Bir kısmını okuyabilenler ise buna göre yükselirler, demiştir.
T ı y b î de: Kur'ân ehlinin cennette yükselişleri sonsuzdur. Çünkü dünyada iken Kur'ân ı hatmettikçe tekrar başından okumaya devam ettiği gibi cennette de devamlı okuyacak ve devamlı yükselecektir. Bu yükselişin nihayeti yoktur. Kur'ân ehlinin cennette okumaya devam etmeleri onların cennet nimetlerinden zevk duymalarını engellemez. Bilâkis bu okuyuş onlara en büyük lezzet ve zevk kaynağı olur, demiştir.
Avnü'l-Mâbûd yazarı bundan sonra sözlerine devamla: Bâzı âlimler demişler ki; Kur'ân-ı Kerîm ile amel edenler, yâni durum ve davranışlarım O'na uydurup yaşantılarını bu ölçüye göre düzenleyenler, Kur'ân okumasını bilmeseler bile devamlı okuyormuş gibidir. Kur'ân ile amel etmeyenler, yâni yaşantılarını O'na göre düzenlenmeyenler ise devamlı okusalar bile hiç okumamış gibi sayılır. Bu itibarla sırf okuyup ezberlemek cennetteki yüce mertebelere erişmeye vesile olmaz. Önemli olan, O'nunla amel etmektir.
3781) "... İbn-i Büreyde'nin babası (Büreyde) (Radtyallâhü fl«A/dcn rivayet edildiğine göre: Resûiullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) şöyle buyurdu, demiştir :
«Kur'ân, kıyamet günü (hastalık veya yolculuk gibi bir sebeb-ten dolayı) rengi değişmiş adam şeklinde gelir ve (okuyucusuna) : Seni gece uykusuz ve gündüz susuz bırakan benim diyecektir.»"
Not: Zevâid'de şöyle denilmiştir : Bunun senedi sahih olup râvileri güvenilir zâtlardır.[122]
Zevâid nevinden olan bu hadîsin izahı bölümünde S ü y û t i şöyle der:
Şâhıb adam; hastalık veya yolculuk gibi bir nedenle rengi ve bedeni değişmiş olan kimsedir. Kur'ân-ı Kerim'in âhirette bu şekilde gelmesinin sebebi, okuyucusunun dünyadaki durumuna benzemesi için olabilir veya şundan dolayı olabilir: Kur'ân ehli olan bir kimse, dünyada iken Kur'ân-ı Kerim i okumaya, ezberlemeye ve O'nunla amel etmeye enerjisini harcamasından dolayı rengi değiştiği ve benzi gittiği gibi âhirette Kur'ân-ı Kerim'de ona şefaat etmekle yüce mertebelere erişmesi için mesâi harcadığını ona sezdirmek için böyle bir adam şeklinde görülür.
Allah (Azze ve Celle) biz günahkâr kullarını da Kur'ân-ı Kerim ehlinden saysın.
3782) "... Ebû Hüreyre (Radtyallâhü awA)'den rivayet edildiğine göre; Resuluİlah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)
«Biriniz aile ferdlerinin yanına döndüğü zaman yanlarında iri yapılı ve semiz üç aded hâmile deve bulmayı sever mi?* buyurdu. Biz t Evet dedik. Resûl-i Ekrem (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) : «O halde birinizin namazında okuduğu üç âyet onun İçin İri yapılı ve semiz üç Aded hâmile deveden-hj|yırhdxr,- buyurdu."
3783) "... İbn-î Ömer (Radtyallâhü anhümâyâan rivayet edildiğine göre ; Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) şöyle buyurdu, demiştir:
«(Ezberlenen) Kur'ân'ın durumu, bağlı devenin durumuna benzer. Eğer deve sahibi devesini bağlamak suretiyle muhafaza ederse onu tutar ve şayet bağlarını salıverirse deve gider.»"[123]
Ebû Hüreyre (Radıyallâhü anh) 'in hadîsini Müslim de rivayet etmiştir. İbn-i Ömer (Radıyallâhü anhümâVnın hadîsi ise Buhâri ve Müslim tarafından da rivayet edilmiştir.
Halifât: Halife'nin çoğuludur, hâmile develer manasınadır. Hâmile deve Arapların en değerli mallarından sayılırdı. Onun için örnek gösterilmiştir.
Ukul ise Ikal'm çoğuludur. Ikal, devenin ayağına bağlanan iptir.
İkinci hadisten maksad; Kur'ân-ı Kerîmi hıfzedenlerin unutmamaları için devamlı okumalarına özen göstermeleridir. Ikal denilen bağla bağlanmayan deve, nasıl sahibinin yanında durmayıp gidecek ise Kur'ân-ı Kerim'i ezberleyen bir kimse de hafızasında tutmak için sık sık okumazsa çabuk unutur. Hadiste bu durum güzel bir benzetme ile belirtilmiştir.
3784) !:... Ebû Hüreyre (Radtyallâhü tinh)'den rivayet edildiğine <î<>re; Resûlullah (SallaUahü Aleyhi ve Selicm) 'den şu buyruğu işittim, demiştir:
«Allah (Azze ve Celle) buyurdu ki: Ben salâtı (yâni Fatiha sûresini) kendim ile kulum arasında ikiye taksim ettim ve kuluma istediğini veririm.» Ebû Hüreyre demiştir ki: Sonra Resûlullah (Sallal-lahü Aleyhi ye Sellem) şöyle buyurdu:
-(Fatiha'yi) okuyunuz: Kul; = "Hamd, âlemlerin Rabb'ı olan Allah'a mahsustur" der. Bunun üzerine Allah (Azze ve Celle)) :
Kulum bana hamdetti ve kuluma istediğini veririm, buyurur. Sonra kul: = "Rahman ve Rahim olan (Allah)" der. Bunun üzerine Allah:
Kulum bana sena etti, kuluma dilediğini veririm, buyurur. Kul (bundan sonra) = Din-hesâb, ceza gününün mâliki olan (Allah), der. Bunun üzerine Allah:
Kulum beni ta'zim etti. İşte bu (yâni Fatihanın buraya kadar olan kısmı) baha (hamd, sena ve ta'zim etmeye) aittir. Şu âyetin de yansı bana, yarısı kulumadır: Kulum: = Yalnız sana kulluk ederiz ve yalmz senden yardım dileriz, der. Yâni işte bu, benim ve kulum arasmdadır. Kuluma dilediğini veririm. Fatiha sûresinin sonu (yâni bundan sonraki kısmı) da kuluma (âit dilekleri) dır. Kul:
«Bizi dosdoğru yola, gazabına uğramış olan (yahûdîler)den ve dalalete düşen (Hıristiyanlar) dan başka olup, nimetlendirdigin (peygamberler, sıddikler, şehîdler ve sâlih) kulların yoluna hidâyet eyle (yâni İslâm dini üzerinde sabit kıl), der. İşte bu âyetler (deki dilek) kuluma (ait)dir ve kuluma dilediğini veririm."[124]
Bu hadîsi Müslim, Tirmizi ve Nesâi de rivayet etmişlerdir. Tuhfe yazarı bunun Ebû Dâvûd tarafından da rivayet edildiğini söylemiştir.
Âlimler hadisteki; i^dJI kelimesinin Fatiha sûresi mânâsında kullanıldığını söylemişlerdir. Zâten hadîsin metni de bunu gösteriyor. Bilindiği gibi Salât kelimesi daha çok namaz anlamında kullanılır. Burada Fatiha sûresine Salât denilmesinin sebebine gelince, namaz F â t i h a ' sız olmaz ve F â t i h a ' sız kılınması ge? çerli değildir. Bu itibarla Fatiha sûresi namazın en önemli par-
çasıdır. Bu da; = -Hac, arafa*dır, yâni Arafat dağında vakfe etmektir» hadîsi gibidir. Halbuki belirli bir zamanda Arafat dağında bir süre beklemek hacc'ın bir parçasıdır ve hac bundan ibaret değildir.
Fatiha sûresini okumak namazın farzlarındandır, diyen âlimler bu hadisi de delil sayarlar.
Bu sûrenin Allah tarafından Zâtı Sübhâni'si ile kulu arasında taksim edilmesi sûrenin mânâsı açısındandır. Söyle ki:
Sûrenin ilk yarısı Allah'a hamd, sena ve ta'zimi ifâde eder. Diğer yansı da kulun dileğini, yakanşını ve muhtaçlığını belirtir. âyetinin Allah ile kulu arasında ikiye taksim
edildiğine dâir buyruğunu açıklaması bölümünde Kurtubî şöyle demiştir:
Allah Teâlâ'nın bu buyruğu buyurmasımn sebebi şudur: Bu âyette kulun Allah'a karşı zilletini itiraf etmesi ve O'ndan yardım dilemesi var. Bu itiraf ve dilek, Allah'ı ta'zim etmeyi ve dilenen yardıma muktedir olduğunu içerir. Yâni bu âyette hem dilek, hem de Allah'ın kudret ve azametini itiraf vardır.
Bu hadîs, besmelenin Fatiha' dan olmadığı görüşündeki âlimler için bir delil sayılmıştır. Çünkü bu hadîste Allah Fatiha sûresini kendi zâtı ile kulu arasında iki eşit parçaya taksim eylediğini, E 1 - H a m d âyetinden Mâlik-i yevmiddîn âyetine kadar olan üç âyetlik bölümün Zat-i Bârı'ye hamd, sena ve ta'zim ifâde ettiğini, İyâke âyetini Zât-i Bârı ile kulu arasında ikiye böldüğünü ve îhdînâ'-dan sonuna kadar olan kısmın kuluna âit olduğunu beyân buyurmuştur. Fatiha sûresinin yedi âyetten ibaret olduğuna dâir ic-mâ vardır. Yâni bütün âlimler bu hususta ittifak halindedir. Şu halde İhdinâ'dan itibaren sûrenin sonuna kadar olan bölüm de üç âyettir ve böylece 3,5 âyet Allah'a, diğer 3,5 âyet de kula âit olmuş olur. Eğer besmele, Fatiha' dan bir âyet olsaydı hadîste besmelenin durumu da ifâde edilirdi.
Besmele, Fatiha' dan bir âyettir, diyenlere göre Sıratallezi-ne'den itibaren sûrenin sonuna kadar olan bölüm bir âyettir ve böylece Fatiha yine yedi âyetten ibaret olur.
Besmele, Fatiha' dan sayılır diyen âlimlerin bu hadisi delil sayanlara karşı verdikleri cevabları Nevevî, Müslim'in şerhinde bu hadîsin izahı bölümünde açıklamıştır. Arzu edenler oraya bakabilirler.
3785) "... Ebû Saîd bin el-Muallâ (Radıyaüâhü anh)'dexı; Şöyle demiştir:
Bir gün Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) bana hitaben: Bilmiş ol ki ben Mescid(-i Nebevi) den çıkmadan önce sana Kur'-ân'daki (sevab yönünden) en büyük sûreyi muhakkak öğreteceğim (yâni en büyük sûrenin hangi sûre olduğunu bildireceğim), buyurdu. Ebû Saîd bin el-Muallâ demiştir ki:
Sonra Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) (Mescid'den) çıkmak için gitti. Bunun üzerine ben O'na (sözünü) hatırlattım. O da buyurdu ki:
«(O sûre); dir (yâni Fatiha süresidir). O sûre es-Sebü'1-Mesânî (adlı) dır ve bana verilen Kur'ân-ı Azîm'dir.»"[125]
Bu hadisi Buhârî, Ebû Dâvûd ve Nesâi de rivayet etmişlerdir. Hadis Fatiha sûresinin en büyük sûre olduğuna delâlet eder. Büyüklükten maksad sevab bakımından olan büyüklüktür.
Es-Sebu'1-Mesânî de Fatiha sûresinin bir ismidir. Hadîs buna da delâlet eder. Es-Seb' yedi demektir. Mesânî de mesnâ'nm çoğuludur. Mesnâ, ikişer ve çift mânâsına geldiği gibi bu kelimenin Sena kökünden veya istisna masdarmdan alınması da muhtemeldir. Bu ihtimallere göre Fatiha sûresine Seb-i Mesânî denmesinin sebebi de değişik şekillerde yorumlanmıştır:
Fatiha sûresi namazın her rek'âtinde tekrarlandığı için çift ve ikişer mânâsına gelen Mesânî denilmiştir. Keza F â t i h â' da Allah'a hamd ve sena edildiği için bu ismi almıştır. Fatiha süresi Hz. Muhammed (Aleyhi's-salâtü ve's-selâm) 'in ümmetine mahsus ve müstesna olmak üzere ihsan buyurulmuş ve bu nedenle anılan isim verilmiştir.
Bu hadisten çıkan diğer bir hüküm de Fatiha sûresine Kur'ân denilebilme hükmüdür. Yâni Kur'ân-ı Kerim'in; belirli bir bölümüne, bir sûresine veya bir âyetine de Kur'ân denilebilir.
Keza Fatiha sûresine; sûresi isminin verildiği de hadisten anlaşılıyor.
Fatiha sûresinin yedi âyetten ibaret olduğu hususunda ic-mâ bulunduğunu bundan önceki hadîsin izahı bölümünde belirtmiştim. Bu hadis de bunu gösterir.
Hanefi âlimlere göre Besmele Fatiha' dan bir âyet de-ğildir ve yedinci âyet \*4re- vj-****' J^ den sonuna kadar olan parçadır. Ş â f i i 1 e r' e göre ise Fatiha süresinin birinci âyeti besmele'dir. Yedinci âyet ise ûı^İ h\^> den sûrenin sonuna kadar olan parçadır.
Gerek Fatiha süresine verilen isimler, gerekse sürenin geniş mânâ ve açıklaması hakkında geniş bilgi almak isteyenler tefsir kitablarına müracaat edebilirler.
3786) "... Ebû Hiireyre (Radıyallâhü anh)'âen rivayet edildiğine göre; ResûluDah (Sallallahü Aleyhi ve SeUem) şöyle buyurmuştur:
Ebû Saîd (RjMIn Hâl Tercemesi:
Ebû Sald bin el-Muallâ (B.A.) Medfne-i Münevvere halkından olup Ensâr-ı Kirâm'dan sayılır. Adı kesinlikle bilinmiyor. Bir kavle göre Râfi ismindedir. Bu-hârl onun yalnız bu hadisini rivayet etmiştir. Müslim, ise ondan hadis rivayetinde bulunmamıştır. îbn-i Mâceh, Ebü Dâvûd ve Nesâi de onun hadislerini rivayet etmişlerdir. (Hulasa, 450; Avnü'İ-Mâbûd, C. 4. sah. 232
«Kur'ân'da bir sûre otuz âyet olup sahibi (yâni okuyucusu) ba-ğışlamncaya kadar onun için şefaat eder: (O sûre); (yâni Mülk sûresi) dir.»"
3787) '... Ebû Hüreyre (Radıyallâhü ank)\\en rivayet edildiğine göre; Resûluilah (Salfallahü Aleyhi ve Sellem) şöyle buyurdu, demiştir : (yâni İhlâs sûresi sevab bakımından) Kur'ân-ı Ke-rîm'in üçte birisine muâdildir (eşittir).-"
3788) '... Enes bin Mâlik (Radtyallâhü anhy&en rivayet edildiğine göre; Kesûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) şöyle buyurdu, demiştir : (yâni îhlâs sûresi sevab bakımından) Kur'ân'ın üçte birisine muâdildir.»"
3789) "... Ebû Mes'ûd el-Ensârî (Radtyaîiâhü anh)fden rivayet edildiğine göre; Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) şöyle buyurdu, demiştir: (yâni îhlâs sûresi sevab bakımından) Kur'-an'ın üçte birisine muâdildir.»"
Not: Zevâid'de şöyle denilmiştir : Bunun senedi sahih olup ravüeri güvenilir zatlardır. Râvi Ebû Kays, Abdurrahmân bin Servân'dır.[126]
Mülk sûresinin faziletine dâir Ebû Hüreyre (Radıyallâhü anh)'mhadîsini; Tirmizî, Ebû Dâvûd, Nesâî, Hâkim ve îbn-i Hibbân da rivayet etmişlerdir. Bu hadîs, Besmele'nin sûre'den müstakil bir âyet olmadığına delildir. Çünkü Besmele hâriç, sûrenin âyet sayısı 30'dur. Ebû Hanife, Mâlik ve âlimlerin çoğunun görüşü budur. Yâni sûrelerin başındaki besmele sûrenin bir âyeti sayılmaz. Şafiî' nin mûtemed kavline göre ise Besmele her sûrenin birinci âyetidir. Şafiî mezhebinin diğer bir rivayetine göre sûrelerin başlarındaki besmele o sûrenin birinci âyetinden bir parçadır.
Bu hadîs. Mülk süresinin okuyucusu için kabirde veya âhi-ret günü şefaatçi olduğuna delâlet eder. Özellikle her gün yatsı namazından sonra ve yatmadan önce bu sûreyi okumayı itiyad hâline getiren müslümana inşâallah şefaatçi olacaktır.
thlâs sûresinin faziletine dâir Ebû Hüreyre (Radıyallâhü anh) 'm hadîsini Buhârî, Müslim ve Tirmizî de rivayet etmişlerdir. E n e s (Radıyallâhü anh)'m hadîsi ise Tirmizî tarafından da rivayet olunmuştur.
Zevâid nevinden olan Ebû Mes'ûd (Radıyallâhü anh) 'm hadîsinde; «Allahu ahed, el-Vâhıdu's-Samed Kur'ân'ın üçte birisine (sevab bakımından) eşittir» buyurulmuştur.
Bilindiği gibi thlâs sûresinin başında; ji *Ji "Kul huve" kelimeleri mevcuttur ve sûrenin ikinci âyeti; alLj| Â\ "Allahu' Samed"dir. Halbuki bu hadîste "el-Vahıdu's-Samed" ifâdesi bulunur, bu durumda hadîsteki ifâde tarzı sûrenin ilgili âyetlerinin taşıdığı mânâ itibariyledir veya bu ifâde sûrenin bir ismidir.
thlâs süresinin Kur'ân-ı Kerim'in üçte birisine denk olması, sûreyi okumanın yüce faziletini ifâde eder. Yâni bir kimse bu sûreyi okuduğu zaman Kur'ân-ı Kerîm'in üçte birisini okumuşcasma sevab kazanır. Bilindiği gibi her âyetin ve her sûrenin sevabı en az on kat ve en çok yediyüz kat veya daha fazla artırılarak okuyucusuna ihsan edilir. Bâzı ilim adamları bu hadisin mânâsını şöyle yorumlamışlardır : î h 1 â s sûresini okuyan bir kimsenin katlanan sevabı, Kurf-ân-ı Kerim'in üçte birisini okuyan bir kimsenin sevabının aslı, yâni katlanmamış mikdan denktir. Fakat KurTân-ı Kerîmin üçte birisini okuyan bir kimsenin anılan ölçüye göre katlanan sevabı kadar değildir. Fakat bu yorumun bir dayanağı yoktur,-
Bâzı âlimler ise hadîsleri şöyle yorumlamışlardır: Kur'ân-ı Kerimde bulunan mânâlar üç bölümde mütalâa edilebilir: Hükümler, haberler ve tevhîd. î h 1 â s sûresi Tevhîd'i ifâde ettiği için Kur'ân-ı Kerim'in üçte birine denk sayılmıştır. Yâni bu itibarla üçte biri sayılır.
Bir kısım ilim adamları da şöyle demişlerdir: Yâni thlâs sûresinin ifâde ettiği ihlâs ve tevhid sistemine sarılan bir kimse Kur'an-ı Kerim'in üçte birisini okumuşcasma sevab kazanır.
Tirmizî'nin îhlâs sûresi babında rivayet ettiği hadîslerin izahı bölümünde Tuhfe yazan yukardaki yorumları naklettikten sonra şöyle der:
Ben derim ki Ebû Eyyûb'un;
Kim kul huvallahu ahedl okursa şüphesiz Kur'ân'ın üçte birini okumuştur» hadîsi îhlâs sûresini okumanın Kur'ân'ın üçte birisini okumaya, denk olduğunu açıkça ifâde eder. Ebü'd-Derdâ (Radıyallâhü anh) 'in ve Ebû Hüreyre (Radıyallâhü anh) 'm hadisleri de böyledir. Bu itibarla diğer hadîsler de böyle yorumlanmalıdır.[127]
Zikir: Allah'ı anmak mânâsında kullanılmıştır. Bu kelime Arap dilinde bir çok mânâlara gelir: Hatırlamak, anmak, ezberlemek, anlatmak, şükretmek, tenkid etmek ve bildirmek...
Tuhfe yazarı Zikir kelimesi ile kasdedilen mânânın izahı bölümünde şöyle der:
Zikir t Allah Teâlâ'yı anmaktır. Burada kasdedilen mânâ söylenmesi ve bol bol tekrarlanması fazileti hakkında hadis bulunan şu ve
benzeri
sözlerdir:
1. Subhânallahi vel Hamdu lillâhi ve lâ ilâha illallah vellâhu ekber.
2. Lâ havle ve lâ kuvvete illâ billâhil aliyyil Azîm.
3. Hasbünallâhu ve nimel-Vekil. Ni'mel-Mevlâ ve nime'n-Nasir.
Besmele ve istiğfar, dualar da bunun şümulüne eklenir.
Zikir, bâzan söylenmesi ve okunması vâcib veya mendub olan Kur'ân-ı Kerim tilâvetine, hadisleri okumaya, dînî ilimlerle meşgul olmaya ve nafile namaza devam etmek rriânâsmda kullanılır.
Diğer taraftan zikir bâzan dille olur. Dille edilen zikirin mânâsı düşünülürse daha çok sevab kazanılır. Şayet kişi diliyle söylediği zik-. rin mânâsını düşünmezse yine sevab kazanır.
Bir kimse diliyle zikrederken, kalbini de dünya meşgalelerinden uzak tutup kalben de zikir ile meşgul olursa ve ettiği zikrin mânâsını mülâhaza ederse, daha çok makbul ve üstün bir zikir ibâdetini ifâ etmiş saydır.
3790) "... Ebü'd-Derdâ (Radtyallâhü a«A/den rivayet edildiğine göre; Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) (sahâbîlere) :
•Ben size amellerinizin en hayırlısını, mâlikiniz (Allah) katında en çok beğenilen, (cennetteki) derecelerinizi en çok yükselten, altın ve gümüşü (Allah yoluna) vermekten size daha sevablı olan ve düşmanınıza rastlayıp da boyunlarını vurmanız I gazi olmanız) İle düşmanınızın sizin boyunlarınızı vurmasından (şehid edilmenizden) daha üstün faziletli işi haber vermiyeyim mi? (veya bilmiş olunuz ki size haber veririm) * buyurdu. Sah&bîler:
Bu amel nedir? Yâ Resûlallah dediler. Resûl-i Ekrem (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) :
«Zikrullah (yâni Allah'ı anmak) tır,» buyurdu. Ve (Ziyâd bin Ebî Ziyâd'dan anılan senedle rivayet edildiğine göre) Muâz bin Cebel (Radıyallâhü anh), söyle demiştir 1
Hiç bir adam. kendisini Allah (Azze ve Celle)nin azabından, Allah*! anmak (ibâdetin) den daha çok kurtarıcı hiç bir amel (ibâdet) işlemedi."
3791) "... Ebû Hüreyre ve Ebû Saîd(-i Hudrî) (Radtyaltâkü anhüntâ)'-dan rivayet edildiğine göre bu iki zât Peygamber (SallaUahii A ley ki ve Sellem)'in şöyle buyurduğuna şehâdet etmişlerdir :
«Bir mecliste oturup da orada Allah'ı anan her (müslüman) cemaatı melekler kuşatır, onları rahmet kaplar, üzerlerine sekînet (Allah'ın rızâsı, vakar ve sükûnet) peyderpey iner ve Allah, katındaki (melek) ler arasında onlardan (övgü ile) s öze d er.»"[128]
Ebü'd-Derdâ (Radıyallâhü anh) 'in hadisini; Tirmizi, Hâkim, Ahmed, Mâlik, Beyhakî ve Tabarâni de rivayet etmişlerdir. Bu hadîsin sonunda bulunan M u â z bin Cebel (Radıyallâhü anh)'in sözü hadîsin senedine bağlıdır. Râ-visi Ziyâd bin Ebî Ziyâd' dır. Tuhfe yazarının beyânına göre bu durum M â 1 i k ' in rivayetinde belirtilmiştir. Buradaki rivayete göre M u â z (Radıyallâhü anh) 'in rivayet ettiği parça onun sözüdür, yâni Peygamber (Aleyhi's-salâtü ve's-selâm) 'in buyruğundan değildir. Fakat Ahmed, Beyhaki ve îbn-i Abdilberr bu parçayı merfû olarak, yâni Peygamber (Aleyhi's-salâtü ve's-selâm)'dan rivayet edilmiş şekilde nakletmişlerdir. Bu hadîs Allah'ı anmanın, kişinin kendi malını ve canını Allah uğrunda feda etmesinden daha çok sevab olduğuna delâlet eder.
Ebû Hûreyre (Radıyallâhü anh) ile Ebû Saîd (Radıyallâhü anh) 'den rivayet edilen ikinci hadisi; Müslim, T i r -mizî ve Ahmed de rivayet etmişlerdir. Bu hadîste geçen "Sekînet** sükûnet, vakar ve rahmet mânâlarına yorumlanmıştır.
Bu hadis, birkaç müslümanın bir araya gelerek Kur*ân-i Kerim, hadisler, fıkıh kitablan ve benzeri dini eserleri okumaları, dinî sohbetlerde bulunmaları veya yukarda bir kısmı anılan zikir ve teşbihlerde bulunmalarının meşru ve çok sevab olduğuna delâlet eder.
3792) "... Ebû Hüreyre (Radıyallâhü afth)'dtn rivayet edildiğine göre; Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Selletn) şöyie buyurmuştur:
«Allah (Azze ve Celle) buyuruyor ki -.
Kulum beni andığı ve dudakları benim zikrimle teprendiği zaman ben onunla beraberim.»"
Not: Zevâid'de şöyle denilmiştir: Bunun senedinde Muhammed bin Mus'ab el-Karkasani bulunur. Salih bin Muhammed bunun zayıf olduğunu söylemiştir. La-kin îbn-i Hibban bunu Eyyub bin Süveyd yoluyla' yine Evzal'den rivftyet etmiştir. O da zayıftır.
3793) "... Abdullah bin Büsr (Radtyallâhü ankümâ)'dan; Şöyle demiştir:
(Bir gün) bir bedevi, Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'e t İslâm şeriatleri (yâni nafile ibâdetler) cidden bana çok geldi (yâni zayıflığım nedeniyle hepsini yapamam). Onun için bana onlardan sarılıp yapışacağım bir şeyi bildir (tavsiye buyur), dedi. Resûl-i Ekrem (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) (de ona) :
«Senin dilin devamlı surette Allah (Azze ve Celle)'nin zikri ile meşgul olsun,» buyurdu.[129]
Zevâid nevinden olan 3792. hadîsi notta belirtildiği gibi î b n - i Hibban da rivayet etmiştir. Fakat onun senedinde bulunan Eyyûb bin Süveyd de müellifimizin senedindeki M u -hammed bin Mus'ab gibi zayıftır.
Abdullah bin Büsr (Radıyallâhü anh)'ın hadisini Tirmizi, Ibn-i Hibbân, Hâkim ve Ahmed de rivayet etmişlerdir.
Birinci hadîste buyurulan «Ben kulumla beraberim» ifâdesinden maksad Allah'ın o kula yardımcı, destekleyici ve muvaffak kılıcı olmasıdır.
İkinci hadiste geçen 'Şerâyi" Şerîat'ın çoğuludur. Şeriat kelimesi Arap dilinde işlek yol, akar su yolu, develerin sulandığı akar su kanalı, kapı eşiği ve din mânâlarına gelir. Tıy bi : Burada kas-dedilen mânâ, Allah'ın kullan için koymuş olduğu farzlar ve sünnetlerdir, demiştir.
E 1 - K a r i: Burada kasdedilen mânâ nafile ibâdetlerdir. Çünkü bedevî'nin "İslâm şeriatleri bana çok oldu" yâni zayıflığım nedeniyle hepsini ifâ etmekten âcizim, sözü nafile ibâdetlerin kasdedildi-ğine delâlet eder, demiştir.
T ı y b i .- Bedevi'nin : Şerîatlerden benim sarılıp yapışacağım bir ibâdeti bana bildir, sözünden maksadı farz ibâdetlerden sonra devamlı yapacağı nafile ibâdetinin belirlenmesidir. Yoksa tavsiye edilecek ibâdeti yapmakla yetinip farz ibâdetleri bırakmak değildir, demiştir.[130]
3794) "... Ebû Hüreyre ve Ebû Saîd(-i Hudrî) (Radtyallâhü anhümâ)'-dan rivayet edildiğine göre :
Bu iki zât Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) in şu hadisi buyurduğuna şâhid olmuşlardır (yâni bizzat O'ndan işi t mislerdir) :
«Kul; "Lâ ilahe illâllahu vellahu ekber = Allah'tan başka (ibâdete lâyık) hiç bir ilâh yoktur ve Allah herşeyden büyüktür» dediği zaman, Allah (Azze ve Celle) :
Kulum doğru söyledi. Benden başka (ibâdete lâyık) hiç bir ilâh yoktur ve ben en uluyum, buyurur. Kul ;"Lâ ilahe illâllahu vahdehu = Allah'tan başka hiçbir ilâh yoktur. O yalnızdır, birdir dediği zaman AUah:
Kulum doğru söyledi. Benden başka ilâh yoktur, ben yalnızım, birim, buyurur. Kul; "Lâ ilahe illâllahu lâ şerike lehu = Allah'tan başka ilâh yoktur, ortağı yoktur" dediği zaman Allah:
Kulum doğru söyledi. Benden başka ilâh yoktur ve ortağım yo -tur, buyurur. Kul; "Lâ ilahe illâllahu Lehü'l-mülkü ve lehu'I-hamdu = Allah'tan başka ilâh yoktur. Mülk (hâkimiyet) O'nundur, hamd O'nundur" dediği zaman, Allah:
Kulum doğru söyledi. Benden başka ilâh yoktur. Mülk (hâkimiyet) benimdir, hamd benimdir, buyurur. Kul; "Lâ ilahe illâllahu ve lâ havle ve lâ kuvvetei illâ billahi = Allah'tan başka ilâh yoktur ve günahlardan dönüş, ibâdete kuvvet ancak Allah'ın yardımıyladır" dediği zaman, Allah =
Kulum doğru söyledi. Benden başka ilâh yok, günahlardan dönüş ve ibâdete kuvvet ancak benim yardımımladır, buyurur.»
Râvi Ebû îshâk demiştir ki: Sonra (şeyhim) el-Ağarr, anlamadığım bir şey söyledi. Bunun üzerine ben Ebû Ca'fer'e ı O (yâni el-Ağarr) ne dedi? diye sordum. Ebû Cater dedi ki: (senin anlamadığın şey, hadîsin şu cümlesidir) :
«Bu zikirler kime ölüm döşeğinde nasip edilirse o kimseye ateş dokunmayacak (yâni cehennem ateşi onu yakmayacak) tır.»"
3795) "... Su'dâ el-Mürriyye (Radtyallâhü anhâydm; Şöyle demiştir:
Ömer (Radıyallâhü anh), Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'in vefatından sonra bir gün (kocam) Talha (bin Ubeydillah) (Radıyallâhü anh) 'a uğradı da (onu üzgün görünce) :
Niçin üzgünsün? Amcan oğlunun (Ebû Bekir es-Sıddik)'ın halîfe oluşu mu seni üzdü? dedi. Talha: Hayır. Lâkin Ben, Resûlullah
(Sallallahü Aleyhi ve Sellem) 'den:
«Şüphesiz ben bir kelimeyi çok iyi bilirim ki herhangi bir kimse ölüm döşeğinde o kelimeyi söylediği takdirde, mutlaka o kelime o kimsenin sahifesine (yâni amel defterine) bir nur olur ve muhakkak o kimsenin cesedi ve ruhu ölüm döşeğinde o kelime sayesinde behemehal bir ravh (yâni rahmet, rızâ-ı Bari ve rahatlık) bulacaklardır,» buyruğunu kulağımla işittim de o kelimenin ne olduğunu O'na vefat edinceye kadar sormadım (üzüntüm bundandır), dedi. (Bunun üzerine) Ömer (Radıyallâhü anh) :
Ben o kelimeyi bilirim. O, Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) 'in amcasına (yâni Ebû Tâlib'e ölüm döşeğinde) teklif ettiği (söylemesini istediği tevhîd) kelimesidir. Eğer Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem), amcası (Ebû Tâlib) için tevhîd kelimesinden daha fazla kurtarıcı bir şey bilseydi o şeyi emredecekti, dedi.'*
Not: Zevâid'de şöyle denilmiştir : Bu hadisin senedinde râvi Satıl üzerinde çok ihtilâf olmuştur. Şöyle ki: Müellifin senedinde olduğu gibi Şa*bl'den rivftyet olunmuştur. Başka bir rivayette «... Şati'den o da Ebû Talha"dan o da babanından» şeklinde bir sened söylenmiştir. Başka bir rivayette «... Şattİ'den o da Yahya'dan o da anası Su'dâ'dan o da Talha'dan» biçiminde bir sened söylenmiştir. Diğer bir rivayette «... Şa'bi'den o da Talha'dan mürsel olarak» şeklinde bir sened vardır.[131]
Bu babın ilk hadîsi, Tirmizi, N e s â i, Hâkim ve îbn-i Hibbân tarafından da rivayet olunmuştur. Mânâsı da açıktır.
Zevâid nevinden olan ikinci hadîsin izahı bölümünde încâhu*l-Hâce'de şu bilgi verilmiştir:
Bâzı sarihler demişler ki: Hadîsin; sözünden maksad, Ebû Bekr-i Sıddik (Radıyallâhü anh) 'in hilâfetidir. Talha (Radıyallâhü anh) ile Ebû Bekir (Radıyallâhü anh), Teym bin Mürre' nin sülâlesindendirler. Şöyle ki: Talha bin Ubeydillah bin Osman bin Amr bin Ka'b bin Sa'd bin Teym bin M u r r e' dir. Ebû Bekir de bin Osman bin Âmir bin Amr bin Ka'b bin Sa'd bin Teym bin Mürre' dir.
Bu hadîste fazileti beyân buyurulan kelime tevhîd kelimesidir. Yâni "Lâ ilahe İllâllah"dır. Ömer (Radıyallâhü anh) bunu T a 1 -h â (Radıyallâhü anh)'a bildirmek üzere o kelimenin Resül-i Ekrem (Aleyhi's-salâtü ve's-selâm)'in amcası E b ü Tâli b'e ölüm döşeğinde iken teklif buyurduğu Tevhîd kelimesi olduğuna işaret etmiştir.
Buhâri' nin el-Müseyyeb bin Hazn (Radıyallâhü anh)'den rivayet ettiği bir hadîste belirtildiği gibi E b ü T â -1 i b'de ölüm belirtileri görülünce; Resûl-i Ekrem (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) ona;
«Ey amcam "Lâ ilahe illallah" kelimesini söyle, ben Allah katında senin için bu kelime ile şehâdet - şefaat edeceğim» buyurdu ise de Ebû T â 1 i b' in başında bekleyen Ebû Cehil ve Abdullah bin Ebi Ümeyye:
Yâ E b â T â 1 i b, sen Abdulmuttalib'in milletinden yüz mü çevireceksin, demekle mâni oldular. Nihayet Ebû T â 1 i b Kelime-i Tevhid getirmedi ve son sözü : O (yâni ben) A b -dulmuttalib'in milleti üzerindedir, oldu.
Allah cümlemizin imânını korusun ve son nefeslerimizde Kelime-i Tevhid, sağlam imân ve ilâhi mağfiret ve hoşnutluk ihsan buyursun.
Su'dâ (R.A.)nın Hâl Tercemesi:
Su'dâ bint-i el-Hâris bin Avı el-Mürriyye (R.A.) sahâbi hanımlardandır. Râvisi oğlu Yahya bin Talha'dır. Ebû Dâvûd ve tbn-i Mâceh onun hadislerini rivayet etmişlerdir.
3796) "... Muâz bin Cebel (RadtyaUâkü u«//,)'den rivayet edildiğine «Üre; Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) şöyle buyurdu, demiştir :
-Hiç bir kimse yoktur ki Allah'tan başka ilâh olmadığına ve benim A İlah'm Resulü (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) olduğuma şehâdet edip bunu kalben de tasdik ederek ölsün de, Allah ona mağfiret etmesin (bağışlamasın).-"
Not: Zevâid'de şöyle denilmiştir : Bu hadîsi Nesâi, Amelü'1-Yevm ve'l- yl'de birkaç yoldan rivayet etmiştir.
3797) "... Ürnmu Hâni' (Radtyallâhü atthâ)'âan rivayet edildiğine göre: Resûlullah (Sallatlahâ Aleyhi ve Sellem) şöyle buyurdu, demiştir :
«"Lâ ilahe illallah" kelimesini hiç bir amel (faziletçe) geçmez ve bu kelime hiç bir günahı bırakmaz.»
Not: Zevâid'de şöyle denilmiştir : Bunun senedinde Zekeriyyâ bin Manzûr bulunur. Bu râvi zayıftır.
3798) "... Ebû Hüreyre (Radtyallâhü anh)'âen rivayet edildiğine göre; Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) şöyle buyurdu, demiştir :
«Kim bir günde yüz defa "Lâ ilahe illâllahu, vahdehu lâ şerike lehu, Iehü'l-mülkü ve lehü'I-hamdu ve hüve alâ külli şey'in kadir = Allah'tan başka ilâh yoktur, O yalnızdır (yâni tektir) ortağı yoktur, mülk (hâkimiyet) O'nundur ve hamd O'nundur, O, herşeye kadirdir" derse bu zikir o kimse için on köleyi azâdlamak sevabına denktir ve ona yüz hasene yazılır, yüz günah da ondan silinir. Bu zikir o kimse için akşama kadar şeytanın şerrinden güvence olur. Hiç kimse de onun ettiği bu zikirden daha faziletli bir zikir getiremez. Ancak bu zikri ondan fazla söyleyen kimse daha fazla fazilet kazanır.»"
3799) "... Ebû Saîd(-i Hudrî) (Radtyallâhü anh)'den rivayet edildiğine göre; Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) şöyle buyurmuştur :
«Kim sabah namazından hemen sonra "Lâ ilahe illâllahu, vahdehu lâ şerike lehu, lehü'l-mülkü ve lehü'I-hamdu, bi yedihi'1-haym, ve hüve alâ külli şey'in kadir = Allah'tan başka ilah yoktur, O, yalnız (tek)dir ortağı yoktur, mülk O'nundur ve hamd O'nundur, hayır O'nun (kudret) eliyledir ve O, her şeye kadirdir" derse bu zikir (se-vab bakımından) İsmail (Aleyhisselâm)'in evlâdından olan bir köleyi azâdlamak gibidir.»"
Not: Zevâid'de şöyle denilmiştir : Bunun, senedinde Atiyye el-Avfl bulunur. Bu râvi zayıftır. Ondan rivayet eden zât da zayıftır.[132]
3800) "... Câbir bin Abdillah (Radtyallâhü anhümâyâan rivayet edildiğine göre; Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellemyden şu buyruğu işittim, demiştir :
«Zikrin (yâni Allah'ı anmanın) en faziletlisi "Lâ ilahe illallah = Allah'tan başka ilâh yoktur" kelimesidir ve duanın en faziletlisi "El-hamdu lillâh = Hamd Allah'adır" sözüdür (veya "El-hamdu lillah" sûresi, yâni Fatiha süresidir).»"[133]
Bu hadîsi; Tirmizi, Nesâi, İbn-i Hibbân ve Hâkim de rivayet etmişlerdir.
Hadiste «Lâ ilâha illallah» kelimesinin zikrin en faziletlisi olduğu bildiriliyor. Çünkü bu zikir, Tevhîd kelimesidir. Yâni Allah'ın varlığını, birliğini, kemâl sıfatlarım taşıdığım ve her türlü eksikliklerden pâk ve nezih olduğunu ifâde eden bir sözdür. Hiç bir şey Tevhid ile eş değerde değildir. Küfür ile imân arasındaki fark bununladır. Kalbi Allah'tan başka şeylerle meşgul olmaktan en iyi şekilde ala-koyan, nefsi en iyi şekilde temizleyen, insanın içini en güzel surette arındıran ve şeytânı en çok uzaklaştıran bu mübarek Tevhîd kelimesidir.
Hadîsin ikinci cümlesinde de duânm en faziletlisinin «El-hamdu lillah» olduğu ifâde ediliyor. Sindi ve başkası: Bundan maksad Fatiha sûresi olabilir. Çünkü Fatiha sûresinin isimlerinden biri de "El-hamdü lillah" adıdır. Fatiha sûresinde duanın en güzeli bulunur. Hadîs, Fatiha süresindeki duaya işaret olabilir. Bu ifâdeden, duânm en faziletlisinin Allah'a hamdetmek olduğu kasdedilmiş olabilir. Çünkü bu ifâde, her ne kadar Allah'a hamdet-mekten ibaret ise de dolaylı olarak bir duayı içerir. Çünkü hamd, Allah'ın nimetlerine şükür etmeyi ifâde eder. Nimetlere şükretmek ise nimetlerin çoğalmasını dilemeyi de ifâde eder. Nitekim Allah Teâlâ;
y = «Eğer şükrederseniz muhakkak ben size nimetlerimi artırırım» buyurmuştur. Duâ da Allah'ı anarak O'ndan dilekte bulunmaktır. Hamd hem Allah'ı anmayı hem de nimetlerin çoğalması dileğini ifâde eder.
3801) "... Kudâme bin îbrâhîm el-Cümahî (Radtyallâhü ankyâen rivayet edildiğine göre :
Kendisi bir genç iken üstünde aspurla boyalı iki parçadan İbaret bir elbise bulunduğu halde Abdullah bin Ömer bin el-Hattâb (Ra-dıyalâhü anhümâ) 'mn yanma gidip gelirdi. Kudâme demiştir ki: Abdullah bin Ömer (Radıyallâhü anhümâ) bir gün bize hadis rivayet ederek Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve SellemJ'in onlara şu buyruğu buyurduğunu söyledi:
«Allah'ın kullarından biri: "Yâ Rabbi leke'l-hamdu kemâ yenbaği li celâli vechike ve li azîmi sültânike = Ey benim Rabbim, Senin zâtının celâlına ve senin hâkimiyetinin azametine layık biçimde sana hamd olsun" dedi. Bu hamd, kulun amelini yazmakla görevli iki meleği âciz bırakarak, nasıl yazacaklarını bilemediler. Bunun Üzeru» melekler göğe çıktılar ve: Ey Rabbımız, Senin kulun öyle bir söz (hamd) söyledi ki nasıl yazacağımızı bilemiyeceğiz, dediler. Allah (Azze ve Celle) kulunun söylediği sözü en iyi bilen olduğu halde t
Benîm kulum ne söyledi? diye sordu. Melekler i Ey Rabbimiz o kul: "Yâ Rabbi Leke'l-hamdu kemâ yenbaği li celali vechike ve azîmi sültânike" söyledi, dediler. Bunun üzerine Allah (Azze ve Celle) o iki meleğe buyurdu ki:
Kulum bana kavuşup da ben onu söylediği söz (hamd) e karşılık mükâfatlandırıncaya kadar siz o sözü kulumun söylediği gibi yazınız, buyurdu.»"
Not: Zevâld'de şöyle denilmiştir: Bunun senedinde Kudâme bin İbrahim bulunur. Onu İbn-i Hibban, güvenilir zâtlar arasında yazmıştır. R4vİ Sadaka bin Beştr'i ne cerheden ne de güvenilir sayan kimseyi görmedim. Senedin kalan râvileri güvenilir zâtlardır.
3802) "... Abdülcebbâr bin Vâli'in babası (Vâil bin Hucr) (Radtyallâhü ankümâyda.n; Şöyle demiştir :
Ben, Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) ile beraber (yâni O'nun arkasında) namaz kıldım. Bir adam fnamaz içinde "El-hamdü lillahi hamden kesiren tayyıben mübarek en fihi = Çok, güzel ve mübarek hamd AIIah*adir" dedi. Sonra Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) namazı bitirince:
«Bunu söyleyen kimdir?- diye sordu. Adam:
Benim. Hayırdan başka bir şey kasdetmedim, dedi. Bunun üzerine Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) şöyle buyurdu i
«O hamd için muhakkak göğün kapıları açıldı ve Arşa yükselmesine hiçbir şey engel olmadı.»"
3803) "... Âişe (Radtyallâhü anhâ)'âan; Şöyle demiştir: —Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) sevdiği bir şey gördüğü zaman «El-hamdu lillahi'1-lezî bini'metihi tetimmü's-sâlihât = Hamd O Allah'adır ki yararlı şeyler ancak O'nun nîmetiyle tamamlanır" derdi- ve hoşlanmadığı bir şey gördüğü zaman «Elhamdü lillahi ala külli hâlin = Her durum üzerine hamd Allah'adır» derdi."
Not: Zevâid'de şöyle denilmiştir : Bunun senedi sahih olup râvileri güvenilir zâtlardır.
3804) "... Ebû Hüreyre (Radtyallâhü anh)'âen rivayet edildiğine göre; Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) şöyle derdi:
«El-hamdü lillahi ala külli halin. Rabbi Eûzu bike min hâli ehli'n-nâri = Her hal üzerine hamd Allah'adır. Rabbi m! Ben cehennem halkının hâlinden sana sığınının.*"
Not: Zevaid'de şöyle denilmiştir : Bunun senedinde Mûsâ, bin Ubeyde yar. Bu ravi zayıftır. Şeyhi Muhammed bin Sabit de meçhuldür.
3805) "... Enes (Radtyallâhü a»A/den rivayet edildiğine göre Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) şöyle buyurdu, demiştir :
«Allah herhangi bir kuluna bir nimet ikram edip de kul da "el-fıamdü lillah = Hamd Allah'adır" derse kulun verdiği (yâni ödediği hamd), aldığı (ni'meti)nden mutlaka efdal (üstün) olur.»"
Not: Zevâİd'de şöyle denilmiştir: Bunun senedi hasen'dir. Şebtt» bin Bİsr hakkında ihtilaf olmuştur.[134]
Yukarda tercemesini verdiğim hadîsler Zevâid nevindendir. Yalnız 3802. hadis N e s â i tarafından da rivayet olunmuştur. Hadîsler çeşitli ifâdelerle hamdetmenin üstün faziletini beyân eder. Hadîslerin anlamı açık olduğu için başkaca bir şey söylemeye gerek görmüyorum.[135]
Teşbih: "Sübhânallah" demektir. Bâzan bu söze başka kelimeler eklenir ve Allah'ın yüceliği bu sözlerle dile getirilir. "Sübhânallah" sözünün özlü mânâsı şöyledir: Ben, Allah Teâlâ'nın; yüce zâtına lâyık olmayan her türlü noksanlıklardan ve vasıflardan pak ve nezih olduğuna inanarak dilimle itiraf ederim.
3806) "... Ebû Hüreyre (Radıyallâhü û»AJ'den rivayet edildiğine göre Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) şöyle buyurdu, demiştir:
-Sübhânallahi ve bi hamdın, Sübhânallahi'l Azim = Ben, AUah'a hamdederek O'nun her türlü noksanlıklardan pak-nezih olduğuna İnanıp itiraf ederim, Azametli olan Allah'ı teşbih ederim; zikri, dile hafif (kolay), âhiretteki amel terazisinde ağır ve Rahman (olan Allah) a sevimli iki kelime (söz) dür.*"[136]
Bu hadis; Buhâri, Müslim, Tirmizî, Nesâi, Ahmed ve Ibn-i Hibbân tarafından d» rivayet edilmiştir.
Hadiste anılan teşbih zikri iki bağımsız cümledir. Bu itibarla bunlara iki kelime denilmiş ise de, burada kelime bağımsız cümle mânâsında kullanılmıştır. Arap dilinde bazen bağımsız ve müstakil bir veya daha fazla cümleye kelime denilir. Kelime-i Şehâdet bunun bir misalidir. Bilindiği gibi Kelime-i Şehâdet iki müstakil cümleden ibarettir.
El-Hâfız bu hadîsin şerhinde özetle şöyle der: Hadiste tes-bîh zikri hafiflik ve ağırlık sıfatlan ile nitelendirilmiştir. Bundan maksad buna harcanın emeğin azlığım ve sevâbm çokluğunu ifâde etmektir. T ı y b i : demiş ki: Hafiflik, kolaylık mânâsında kullanılmıştır. Ağırlık ifâdesi ise hakîkî mânâsında kullanılmıştır. Çünkü âhirette ameller tartıhrken cisim şekline döndürülecektir, demiştir. Bâzıları demişler ki; âhirette amellerin defterleri tartılacaktır. El-Hâfız sözüne devamla: Sıhhatli olan görüş budur ki; âhirette amellerin kendileri tartılacaktır. Selef âlimlerinden birisine iyi amelin ağırlığı ve fena amelin hafifliği hikmeti sorulmuş ve şöyle cevab verilmiştir: Dünyâ hayatında iyi amelin tatlılığı gizlenmiş olup ağırlığı duyulur. Kötü amelin ise bunun tersine tatlı görülüp acılığı görülmemektedir. Şu halde; iyi amelin görünüşteki ağırlığı seni. onu terketmeye sevketmesin ve kötü amelin görünüşteki tatlılığı seni onu işlemeye sevketmesin.
3807) "... Ebû Hüreyre (RadtyeUâkü a»AJ'den rivayet edildiğine göre:
Bir defa kendisi bir fidan dikmekle meşgul iken Resulullah (Sal-lallahü Aleyhi ve Sellem) oradan geçmiş ve ona:
-Yâ Ebâ Hüreyre! Dikdiğin nedir?» diye sormuş. (Ebû Hüreyre dem iş ki) Ben (de) :
Kendim için bir fidan dikiyorum, dedim. Resül-î Ekrem (Sallal-lahü Aleyhi ve Sellem) :
«Senin için daha hayırlı bir dikilecek fidanı göster miyeyim mi?, buyurmuş. Ebû Hüreyre (de) :
Göster Yâ Resûlallah, demiş. (Bunun üzerine) Resûlullah (Sal-lallahü Aleyhi vo Sellem) :
«Sübhânallahİ ve'1-hamdu lillahi ve la ilahe illallahü vellahu ek-ber = Allah'ı bütün noksanlıklardan tenzih ederim, hamd Allah'adır, Allah'tan başka ilâh yoktur ve Allah en büyük olandır» de. Böyle söylersen beher kelimeye karşılık cennette senin için bir ağaç dikilir,» buyurdu."
Not: Zevâid'de şöyle denilmiştir : Bunun senedi hasendir. Râvi Ebû Sinan'ın adı İsâ bin Sinan el-Haneö'dir. Bu zâtın güvenilirliği hususunda ihtilâf vardır.
3808) "... (Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'in zevcelerinden) Cüveyriye (Radtyaîlâhü anhâ)'dm rivayet edildiğine göre Kendisi Allah'ın zikri ile meşgul iken Resûiullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) sabah namazını kılmak İstediği zaman veya sabah namazını kıldıktan sonra ona uğramış. Sonra Resûlullah (Sallallahi Aleyhi ve Sellem), güneş yükseldiği (veya râvi demiş ki gün yanlan dığı) zaman onun yanma dönmüş. Cüveyriye hâlâ o vaziyette (yân zikir ile meşgul) idi. Bunun üzerine Resûl-i Ekrem (Sallallahü Aleyh; ve Sellem) (ona) :
«(And olsun ki:) Ben senin yanından kalktığım zamandan beri dört kelime (cümle) yi üç defa söyledim. Halbuki o kelimeler (se vab bakımından) senin (bu sürece) söylediğinden daha çok, daha ağır (veya daha fazla tartıya gelen) zikirdir: "Sübhânallahİ adede halkım. Sübhânallahİ rıdâ nefsihi. Sübhânallahİ zinete arşını. Süb hânallahi midâde kelimâtihi = Ben yaratıkları sayısınca Allah'ı tenzih ederim. Ben rızâsı olacak kadar Allah'ı tenzih ederim. Ben, Arşının ağırlığınca Allah'ı teşbih ederim. Ben kelimelerinin sayısı kadar Allah'ı tenzih ederim.*"[137]
Cüveyriye (Radıyallâhü anhâ) fnm hadisini; Müslim,, Tirmizi ve Nesâi de rivayet etmişlerdir. Hadis bu tesbijı ve zikrin faziletinin aklımızın düşünemiyeceği üstün fazileti taşıdığına delâlet eder.
3809) "... Numân bin Beşîr (Radtyaîlâhü anhy&tn rivayet edildiğine göre Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) şöyle buyurdu, demiştir :
«Söylediğiniz "Sübhânallah, lâ ilahe illallah ve el-hamdulillah" sözleri, şüphesiz Allah'ın yüceliğini ifâde eden zikirlerinizdendir. Bunlar (yâni bu üç zikir çeşidi), Arş'm çevresinde dönüp dolaşırlar, bal arısı sürüsünün uğultusu gibi bir uğultusu olur, sahibini (yâni bu zikri edeni) andırırlar. Sizden birisi kendisini (Arş'ın çevresinde) andıracak bir kimsenin olmasını (veya devamlı olmasını) sevmez mi?»"
Not: Zevâid'de şöyle denilmiştir: Bunun senedi sahih olup ravileri güvenilir zatlardır. Hâvi Avn'm kardeşinin adı Ubeydullah bin Utbe'dir.[138]
Zevâid nevinden olan bu hadîste geçen "Teşbih" Sübhanallah demektir.
Tehül ı Lâ ilahe illallah, demektir. Tahmid de, elhamdü HUah, demektir. Devî ise, bal ansının uğultusu demektir.
Hadis, bu üç zikir çeşitinin üstün faziletini ifâde eder. Ayrıca bu zikirlerin şekillenerek yüce Arş'm etrafında dönüp dolaşacaklarına ve bu güzel fikri ifâ eden mü'mini sitayişle hatırlatarak, bal arısının uğultusu gibi bir uğultu yayacaklarına delâlet eder. Bu uğultu, kanımca, o mü'mini övgü ile anmaları uğultusudur.
3810) "... Ümmü Hâni (Radtyallâhü anhâyâtuı; Şöyle demiştir: Ben, HesûluUah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) 'in yanına giderek:
Yâ Resûlallah, bana (yapabileceğim nafile) bir amel göster (tavsiye buyur). Çünkü ben gerçekten yaşlandım, güç bakımından zayıfladım ve şişmanladım, dedim. Bunun üzerine O, şöyle buyurdu t
* (Günde) yüz defa 'AHahü ekber" de, yüz defa "Elhamdü lillah" de ve yüz defa "Sübhânallah" de. (Bu zikir sevab bakımından) Allah yolunda (savaş için) gemlenmiş, eğer vurulmuş yüz attan, (kurban edilen) yüz deveden ve (azâdlanan) yüz köleden hayırlıdır.-"
Not: Zevâid'de şöyle denilmiştir : Bunun senedinde bulunan Zekeriyya İsimli r&vi zayıftır.
3811) "... Semûre bin Cündüb (Radtyallâhü anA)'den rivayet edildiğine göre; Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) şöyle buyurmuştur:
«Dört cümle vardır ki (zikir olarak) sözlerin en fariletltaidir. Bu dört cümleden hangisinden başlasan zarar etmez t "SÛbbanallatıl ve'l-hamdü lillahi ve lâ ilahe illallahü vellahü ekber = Allah'ı teşbih ederim, hamd Allah'adır, Allah'tan başka ilâh yoktur ve Allah en büyük olandır.»"
3812) "... Ebû Hüreyre (RadtyaUâkm a«*)'den rivayet edildiğine göre; Resûlullah (Settallah* Aleyhi ve Sellem) förb buyurdu, demiştir :
«Kim (günde) yüz defa "Sübhânallahi ve bi hamdihi = Allah'ı teşbih ve Ona hamdederim" derse o kimsenin (kul hakkı dışında kalan) günahları deniz köpüğü kadar çok olsa bile mağfiret olunur.»"
3813) "... Ebü'd-Derdâ (Radtyallâhü a«A/den; Şöyle demiştir: Besûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) bana buyurdu ki: «Sen "Sübhânallah'i vel-hamdü lillah'i ve lâ ilahe illallah'u vel-lah'u ekber = Ben Allah'ı teşbih ederim, hamd Allah'adır, Allah'tan başka ilâh yoktur ve Allah en büyük olandır" zikrine devam et Çünkü ağaç yapraklarını düşürdüğü gibi bunlar (da küçük) günahları düşürür (giderir).»"
Not: Zevâİd'de şöyle denilmiştir: Bunun senedinde Ömer bin Eâşid bulunur. Bu râvi hakkında Buhârî: Onun îbn-i Kesîr'den olan rivayeti muztarib ne-vindendir, dürüst değildir, demiştir. İbn-i Hibbân da : O, hadis uydurur, yermekten başka bîr maksadla ondan söz etmek helâl değildir, demiştir.[139]
Yukardaki hadislerden Zevâid nevinden olanlar altlarındaki notlardan anlaşılır. 3811. hadîs, N e s â î tarafından da rivayet edilmiştir. Bu hadiste üstün fazileti beyân buyurulan dört zikirden hangisi Önce ve hangisi sonra okunursa bir sakınca olmaz. Bu durum hadiste belirtilmiştir.
Ebû Hüreyre (Radıyallâhü anh)'m 3812. hadisi ise; Bu-hâri, Müslim, Tirmizi ve Nesâi tarafından da rivayet edilmiştir. Buhâri ve Müslim'in rivayetinde; jpl J = «Bir günde» kaydı mevcuttur. Ben de bu noktayı parantez
içi ifâde ile belirttim. Yâni hadiste anılan zikri bir günde yüz defa tekrarlayan bir kimsenin kul hakkı dışında kalan günahları bağışlanır. Âlimler bu ve benzeri hadîslerde bağışlanacağı belirtilen günahları bu şekilde sınırlandırmışlardır.
Son hadîsteki hatâlar da küçük günahlar ile yorumlanmıştır.[140]
3814) "... İbn-i Ömer (Radtyallâhü anhümâ)'dan; Şöyle demiştir: Biz, Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'in -Rabb'i-ğfir Iî ve tüb aleyye, inneke ente't-Tevvâbü'r-Râhîm = Ey Rabbim! Bana mağfiret eyle ve tevbemi kabul buyur, çünkü Tevvâb (yâni tevbeleri çokça kabul eden), sensin; Rahim (yâni mü'minlere merhamet eden), sensin» istiğfarını bir oturumda yüz defa tekrarladığını sayı ile tesbit ederdik."
3815) Ebû Hüreyre (Radtyallâhü anAJ'den rivayet edildiğine göre; Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) şöyle buyurdu, demiştir :
3816) ... Ebû Musa (Radıyallâhü anh)>dtn rivayet edildiğine güre; Re-sûlullah (SallaUahü Aleyhi ve Scllem) şöyle buyurmuştur :
«Ben günde muhakkak yetmiş defa Allah'tan mağfiret taleb ederek O'ndan tevbemin kabulünü dilerim.»"
Not: Zevâid'de şöyle denilmiştir: Nesâi bu hadisi; «Amelü'1-Yevm ve'l-Leyls'de İbrahim bin Yakûb'dan, o da Ebû Naîm'den. o da Muğire'den bu senedle rivayet etmiştir.[141]
İbn-i Ömer (Radıyallâhü anhümâ) 'nın hadîsini Tirmi-zi, Ebû Dâvûd ve Nesâi de rivayet etmişlerdir. E b ü H ü r e y r e (Radıyallâhü anhî'ın ve Ebû Mûsâ (Radıyal-lâhü anh) 'xn hadîsleri ise Zevâid nevindendir.
Resûl-i Ekrem (Aleyhi's-salâtü ve's-selâm)'in masum yâni günahsız olduğu, ne küçük ne de büyük hiç bir günah işlemediği malumdur. Bu itibarla O'nun istiğfar ve tevbe etmesi ve buna dâir duayı günde defalarca tekrarlaması hikmeti çeşitli şekillerde anlatılmıştır :
Sindi: Bana öyle geliyor ki O, Allah Teâlâ'nın;
Teâlânın; = «Ve O'nA İstiğfar et. Şüphesiz O, tevbeleri çokça kabul edendir»[142] âyetinin gereğini yapmak ve yüce Rabbimizin;-Şüphesiz Allah, dâima tevbe edenleri sever»[143] âyetinin hükmüne sarılarak istiğfar ve tevbeyi tekrarlardı. Diğer taraftan istiğfar ve tevbe bir ibâdettir. O, bu ibâdeti ifâ etmekten geri kalmak istememiş, demiştir.
Sindi daha sonra S ü y û t î' nin Zeynü'1-Arab' dan şu nakilde bulunduğunu söyler : Peygamber (Aleyhi's-salâtü ve's-selâm)'in istiğfar ve tevbe duasını defalarca okuması bir günah işlemesinden dolayı değildir. Çünkü O, bütün günahlardan masumdur. Peygamber (Aleyhi's-salâtü ve's-selâm), yüce Allah'ın sânına lâyıkı veçhiyle kulluk edemediği kanaatında olduğu için istiğfar ve tevbe duasını sık sık tekrarlardı.
Câmiü's-Sağîr şerhinde beyân edildiğine göre el-Münâvi: Bâzı hadislerde Resûl-i Ekrem (Aleyhi's-salâtü ve's-selâm)'in günde yüz defa, diğer bâzı rivayetlerde yetmiş defa istiğfar ettiği bildirilmektedir. Bu rivayetlerden maksad O'nun çokça istiğfar ve tevbe duasını oku maşıdır, maksad rivayetlerde anılan sayı ile tahdîd değildir. Bu itibarla rivayetler arasında ihtilâf söz konusu değildir, demiştir.
Bâzı ilim adamları da : Peygamber (Aleyhi's-salâtü ve's-selâm)'in istiğfan, ümmetinin günahlarının bağışlanması içindir, demişlerdir.
El-Hâfız da: O'nun istiğfar ve tevbe etmesi, yemek, içmek, uyumak, istirahat etmek, eşleriyle meşgul olmak, halkın ihtiyaçlarıyla ilgilenmek, düşmanlarla savaşmak gibi işlerle geçirdiği zamanlar için olabilir. Çünkü bu meselelerle meşgul olduğu zaman; zikir, niyaz ve murakabe gibi özel ibâdetlerden bir parça ve kısmen ayrılması, O'nun yüce makamı bakımından ve O'nun bakış açısından istiğfar etmesine vesile olurdu. Aslmda yukarda anılan işlerle meşgul olmak da bir ibâdettir. Peygamber (Aleyhi's-salâtü ve's-selâm)'in istiğfar etmesi: ümmetine istiğfar yolunu göstermesi ve bir ibâdet nevini te'sis etmesi için olabilir, demiştir.
3817) "... Huzeyfe (Radtyallâhü anh)}den; Şöyle demiştir:
Benim dilimde aile ferdi erime karşı bir acılık, ölçüsüzlük vardı. Fakat başkalarına karşı yoktu. Sonra bir gün bu durumu Peygamber
(Sallallahü Aleyhi ve Selle m)'e anlattım. Bunun üzerine buyurdular ki :
«İstiğfar etmek bakımından senin durumun ne merkezde? (8u hatânın bağışlanması için) günde yetmiş defa istiğfar edersin.»'*
Not: Zevâid'de şöyle denilmiştir : Bunun senedinde Ebü'l-Muğîre el-Beceli bulunur. Onun Huzeyfe (R.A.)'den rivayeti muztarib'tir. Zehebi, el-Kâşif'te böyle demiştir.
3818) "... Abdullah bin Büsr (Radtyallâhü ank)'den rivayet edildiğine göre; Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sel/cm) şöyle buyurdu, demiştir:
«Cennet, her nevî mutluluk o kimseye lâyıktır ki amel defterinde çok istiğfar bulur.»"
Not: Zevâid'de şöyle denilmiştir : Bunun senedi sahih olup râvileri güvenilir zâtlardır.
3819) "... Abdullah bin Abbâs (Radtyallâhü anhümâ)'dan rivayet edildiğine göre; Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) şöyle buyurdu, demiştir:
«Kim istiğfar etmeye devam ederse, Allah o kimse için her kederden bir kurtuluş ve her sıkıntıdan bir çıkış yolu ihsan eder ve onu ummadığı yerden (helâl, güzel nzık iîe) nzıklandırır.»"
3820) "... Âişe (Radtyallâhü anhâydan rivayet edildiğine göre; Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) şöyle dua ederdi:
-Allahım, beni o kimselerden eyle ki ihlâsla güzel amel işledikleri zaman (bunun mükâfatıyla) müjdelenir ve hatâ işledikleri zaman istiğfar ederler.»"
Not: Zevâid'de şöyle denilmiştir: Bunun senedinde Ali bin Zeyd bulunur. Bu, zayıf bir r&vidir.[144]
Yukardaki hadisler Zevâid nevindendir. Yalnız 3819. hadis; E b û Dâvûd, Nesâi, îbn-i Hibbân ve Beyhaki tarafından da rivayet olunmuştur. 3818. hadis B e y h a k î tarafından ve son hadis îbn-i Hibbân tarafından da rivayet edilmiştir.
3817. hadîste geçen "Zereb" ölçüsüz ve kırıcı veya acı söz söylemektir.
3818. hadiste geçen "Tûbâ" cennet, cennetteki bir ağaç anlamlarına geldiği gibi mutluluk ve saadet mânâsına da gelir. Burada her üç mânâya da yorumlanabilir. Tabii mutluluktan maksad âhiret mutluluğudur.
Son hadisteki İhsan: Sırf Allah rızâsı için güzel amel işlemektir. Burada bu mânâ kasdedilmiştir. îhsân kelimesinin başka mânâları da vardır.
Son hadîs, ümmet için bir irşâd ve talimattır. Yâni müslüman-Iar böyle duâ etmeli ve istiğfar etmeyi elden bırakmamalıdır. Çünkü istiğfar günahları giderici olup ilâhî mağfirete vesile olur. Bu hadisteki duâ Resûl-i Ekrem (Aleyhi's-salâtü ve's-selâm)'in Zât-i Nebevileri için değildir. Çünkü Allah Teâlâ O'na cennetin en yüksek makamını lütuf etmiş ve O'nu her nevî günahtan korumuştur.[145]
3821) "... Ebû Zerr(-i Gıfârî) (Radtyaliâkü anh)'den rivayet edildiğine göre; Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve. Sellem) şöyle buyurdu, demiştir:
«Allah Tebâreke ve Teâlâ buyurur ki: Kim güzel (ibâdet, hayır) işlerse o kimseye işlediğinin on misli (sevab) vardır ve (dilediğimin sevabım daha da) arttırırım. Kim kötülük işlerse bir kötülüğün cezası o kötülüğün mislidir veya bağışlarım. Kim bana bir karış yaklaşırsa ben ona bir zira yaklaşırım ve kim bana bir zira yaklaşırsa ben ona bir kulaç yaklaşırım. Kim bana yürüyerek gelirse ben ona koşarak varırım. Kim bana bir şeyi ortak etmeksizin hemen hemen yer dolusu hatâ ile huzuruma gelirse ben onu o kadar mağfiretle karşılarım.»"
3822) "... Ebû Hüreyre (Radıyallâhü ö«A/den rivayet edildiğine göre; Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) şöyle buyurdu, demiştir:
«Allah Sübhânehû buyurur ki: Ben (mü'min) kulumun benim hakkımdaki zannı (kanaati) yanındayım ve kulum beni andığı zaman muhakkak onunla beraberim. Artık kulum beni gizli anarsa ben de onu gizli anarım. Eğer o beni bir cemâat içinde anarsa ben de onu o cemaattan daha hayırlı bir topluluk içinde anarım. Kulum bana bir karış yaklaşırsa ben ona bir zira yaklaşırım. O yürüyerek bana gelirse ben ona koşarak varın m.»"
3823) "... Ebû Hüreyre (Radtyattâhü anh)'âen rivayet edildiğine göre; Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Selletn) şöyle buyurdu, demiştir:
«Âdem oğlunun İşlediği her (hayırlı) amel onun için (sevab bakımından) kat kat arttırılır: Her hasene (ibâdet, hayır) on mislinden yedi yüz misline kadar (sevab yönünden) arttırılır. Allah Sübhânehu buyurdu ki: Fakat oruç (sevabı) böyle değildir (yâni sevabı çok daha fazladır). Çünkü oruç şüphesiz benim içindir ve onun mükâfatını ben veririm.»[146]
Bu babın ilk hadîsi Müslim tarafmdan da rivayet edilmiştir. İkinci hadis; Buhâri, Müslim, Tirmizi ve Nesâl tarafından da rivayet edilmiştir. Son hadis ise 1638 numarada geçti.
Birinci hadîs Müslim'in rivayetinde; iu-*- Aji ^ Jj «Allah buyurur ki: Kim bir hasene İşlerse» diye başlar.
Bu hadisin baş kısmında mü'min bir kimsenin işlediği ibâdet ve hayırlı işlerin sevabının en az on kat arttırıldığı, Allah Teâlâ'nın dilediği kullarının sevabını daha da arttırdığı ve mü'min bir kimsenin işlediği kötülüğün cezasının ancak o kötülük kadar olduğu veya Allah tarafmdan bağışlandığı belirtilmektedir. Hadisin bundan sonraki bölümünde:
Kulun Allah'a bir karış, bir zira ve bir kulaç kadar yaklaşması ve kulun yürüyerek Allah'a gitmesi ifâdeleri bulunur. Bu ifâdelerden maksad, mecazi mânâlardır. Keza Allah'ın kuluna bir zira, bir kulaç yaklaşması ve koşarak kuluna gitmesi ifâdeleri de mecazi mânâlarda kullanılmıştır.
N e v e v i bu hadîsin şerhinde şöyle der:
Bu hadis, Sıfât-ı İlâhiyye'ye âit hadislerdendir. Bunun zahiri mânâsının kasdedilmesi muhal ve imkânsızdır. Kasdedilen mânâ şöyledir : Kim ibâdet ve hayır işlemekle bana yaklaşırsa ben de rahmet, desteklemek, yardımcı olmak ve başarılı kılmakla ona yaklaşırım. Kulum ibâdet ve hayratım arttırırsa ben de bu ikramımı arttırırım. Şayet kulum ibâdet ve tâatıma hız verirse ben de bol rahmetimi ona yağdırmakla yaptığının fazlasını veririm ve maksadına ulaşması için fazla yorulmasını şart koşmam. Yâni kul Allah'a kulluk görevini ifâ etmek hususunda gösterdiği gayret derecesine göre ilâhi lûtfa kavuşur.
Hadisin son kısmında da Allah'ın mü'min kuluna olan hesapsız lütuf ve mağfireti belirtilir.
Hadiste geçen bâzı kelimeleri açıklayayım t
Şibr t Karış demektir. Zira ise parmak uçlarından dirseğe kadar olan kısma denilir. Bir de uzunluk ölçüsü olan arşın manâsına da gelir.
Bâ1 da bir kulaç demektir. Nevevi der ki: Bâ, iki kolun ve kollar arasında kalan beden kısmının uzunluğu kadar bir uzunluk demektir .
Meşiy: Yürümektir. Hervele ise hızlı yürümektir.
Kırab ve Kurâb: Bir
boşluğun dolusuna yakın mikdan demektir. Yer küresinin Kırab'ı veya Kurâb'i;
onun dolusuna yakın mikdan demektir. Hadîsin son kısmında bir mü'minin
günahları yer küresini dolduracak mikdara yalan bir meblâğda olsa bile, Allah
Teâlâ'nın o kuluna o kadar mağfiret lütfedeceği müjdelenir. Tabii bu müjde
Allah'ın irâde ve dilemesine bağlıdır. Bir mü'min buna güvenerek hatâ işlemeye
cür'et etmemelidir. Çünkü Allah Teâlâ
Nisa sûresının 116. âyetinde; ,
«Allah kendisine ortak koşulmasını kesinlikle bağışlamaz, bundan başkasını dilediğine bağışlar» buyurmaktadır. Bu itibarla hadîsin son bölümünü bu şekilde yorumlamak gerekir.
Ebû Hüreyre (Radıyallâhü anh) 'in hadîsinin izahına gelince :
Bu hadiste geçen Allah'ın «Ben (mü'min) kulumun benim hakkımdaki zanni (kanaati) yanındayım» buyruğu iki şekilde yorumlanmıştır:
Birincisi: Yâni mü'min kulum, benim onu bağışlıyacağımı umarak cezalandırmama daha az ihtimal verirse, umduğu gibi muamele ederim. Şayet cezalandırmam ihtimalini daha kuvvetli görürse yine umduğu gibi muamele ederim, yâni bu kere cezalandırırım. Şu halde mü'min bir kimse ilâhî mağfirete kavuşma ihtimâline ağırlık vermeli ve cezalandırma ihtimâline ağırlık vermemelidir.
fi Hâiız, Buharı' nin şerhinde bu hadisi izah ederken bu yorum hakkında: Bu yorum şekli, mü'minin ölüm döşeğine girdiği zamana mahsustur. Muhakkik âlimler böyle demişlerdir. Başka zamanlara gelince bu hususta bir kaç görüş vardır. Bâzılarına göre mü'min korku ile ümit içinde olmalıdır ve cezalandırılma ihtimâli ile bağışlanma ihtimâlini dengede tutmalı, eşit bilmelidir. Bir kısım âlimlere göre cezalandırılma ihtimâline ağırlık vermelidir. Bir başka görüşe göre bağışlanma ihtimâline ağırlık vermelidir, der.
İkincisi: Buyruktan maksad şudur: Mü'min kul işlediği günahtan dolayı mağfiret dilediği zaman, bağışlanma, tevbe ettiği zaman tevbesinin kabul edilmesi ve duâ ettiği zaman duasının geçerliliği ihtimâline ağırlık vermelidir. Kul böyle ümit beslerse Allah da onun günahını bağışlar, tevbesini ve duasını kabul buyurur.
Hadisin «Kulum beni andığı zaman muhakkak onunla beraberim» buyruğundan maksad şudur: Kulum beni andığı zaman benim rahmetim, hidâyetim, yardımım ve tevfîkim onunla beraberdir.
Hadîsin «Kulum beni gizli anarsa ben de onu gizli anarım» buyruğundan maksad şudur: Kulum beni gizli olarak takdis ve tenzih ederse, ben de gizli olarak onu bağışlayıp sevablandırırım, melekler bile bundan haberdar olmazlar.
El-Hâf ız'uı beyânına göre İbn-i Ebi Cemre: Bu zikirden maksad yalnız dil ile veya yalnız kalb ile ya da hem dil hem de kalb ile yapılan zikir olabilir, bunların hepsi muhtemeldir. Bundan maksat ilâhi emirlere itaat ve yasaklardan sakınmak da olabilir, demiştir. ;
Hadisin «Kulum beni bir cemâat içinde anarsa ben de onu o cemaattan daha hayırlı bir topluluk içinde anarım- buyruğundan maksad şudur: Kulum açıktan beni anar, zikrederse ben de onu yüce melekler topluluğunun haberdar olacağı bir sevab ile mükâfatlandırırım.
N e v e v i bu fıkranın izahı bölümünde özetle şöyle der: Hadisin bu bölümü, meleklerin peygamberlerden üstün olduğunu iddia eden Mutezile mezhebi mensubları ile onların görüşüne katılanlar için bir delil olarak gösterilir. Bizim arkadaşlarımızın ve başka âlimlerin görüşlerine göre ise peygamberler meleklerden üstündür. (Ehl~i Sünnet mezhebinin cumhurunun malum görüşü de böyledir. Bu hadîsin Mutezile için delil sayılamayacağı şöyle izah edilir: Cemâat hâlinde zikredenler arasında genellikle bir peygamber bulunmaz. Bu itibarla yüce Allah, bu kullan melekler cemaatında andığı zaman melekler cemâati o insanlar cemaatından üstün olmuş olur. Durum bu olunca meleklerin peygamberlerden üstünlüğü hükmü çıkmaz.
El-Hâf iz şu cevâbı da beyân eder: Melekler cemâatinin üstünlüğü şu sebebîedir, denilebilir: Yüce Allah melekler topluluğuna O'nu anan kuluna verdiği sevabı ilân buyurur. Bu itibarla melekler topluluğunda kulu anan yüce Allah'tır. Elbette yüce Allah'ın, kulunu andığı topluluk başka topluluktan üstün olur.
Hadisin bundan sonraki bölümü Ebû Zerr (Radıyallâhü anh) 'in hadîsindeki bölüme benzediği için bununla ilgili izah orada verilmiştir, artık burada tekrarlamaya gerek yoktur.
Hadisin «Kulum beni bir cemâat içinde anarsa ben de onu o cemaattan daha hayırlı bir topluluk içinde anarım» buyruğundan mak-sad şudur: Kulum açıktan beni anar, zikrederse ben de onu yüce melekler topluluğunun haberdar olacağı bir sevab ile mükâfatlandırırım.
N e v e v i bu fıkranın izahı bölümünde özetle şöyle der: Hadisin bu bölümü, meleklerin peygamberlerden üstün olduğunu iddia eden Mutezile mezhebi mensubları ile onların görüşüne katılanlar için bir delil olarak gösterilir. Bizim arkadaşlarımızın ve başka âlimlerin görüşlerine göre ise peygamberler meleklerden üstündür. (Ehl-i Sünnet mezhebinin cumhurunun malum görüşü de böyledir. Bu hadisin Mutezile için delil sayılamayacağı şöyle izah edilir: Cemâat hâlinde zikredenler arasında genellikle bir peygamber bulunmaz. Bu itibarla yüce Allah, bu kulları melekler cemaatında andığı zaman melekler cemâati o insanlar cemaatından üstün olmuş olur. Durum bu olunca meleklerin peygamberlerden üstünlüğü hükmü çıkmaz.
E 1 - H â f ı z şu cevâbı da beyân eder: Melekler cemaatının üstünlüğü şu sebebledir, denilebilir -. Yüce Allah melekler topluluğuna O'nu anan kuluna verdiği sevabı ilân buyurur. Bu itibarla melekler topluluğunda kulu anan yüce Allah'tır. Elbette yüce Allah'ın, kulunu andığı topluluk başka topluluktan üstün olur.
Hadisin bundan sonraki bölümü E b û Zerr (Radıyallâhü anh)'ın hadîsindeki bölüme benzediği için bununla ilgili izah orada verilmiştir, artık burada tekrarlamaya gerek yoktur.[147]
3824) "... Ebû Mûsâ (el-Eş'arî) (Radtyallâhü anh)'den rivayet edildiğine göre şöyle demiştir:
Ben "Lahavle ve lâ kuvvete illâ bJIah'f' derken Peygamber (Sal-lallahü Aleyhi ve Sellera) benim sesimi işitti ve (bana) :
«Yâ Abdullah bin Kays! Sana cennet hazinelerinden bir kelime (cümle) yi göstermiyeyim (bildirmiyeyim) mi?- buyurdu. Ben (de) : Bildir, Yâ Resûlullah dedim. O buyurdu ki: «Lâ havle ve lâ kuvvete illâ billahi* de.»"
3825) «... Ebû Zerr(-i Gıfârî) (Radtyallâhü anh)'den; Şöyle demiştir : Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) bana: -Ben sana cennet hazînelerinden bir hazîne göstermiyeyim (bil-miyeyim) mi?» buyurdu. Ben (de) .
Bildir, Yâ Resûlallah dedim. O:
«(Dediğim hazine) "Lâ havle ve lâ kuvvete illâ bilIahT'dir- buyurdu."
fOt\ ftevâid'de Ş^e denilmiştir: Ebû Zerr (R-A.)'ın hadisinin senedi sa olup râvileri güvenilir zâtlardır.
3826) "... Hâzim bin Harmele (Radtyallâhü anh)'den; Şöyle demiştir:
Ben bir gün Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) *e uğradım. Bunun üzerine bana buyurdu ki:
«Yâ Hâzim "Lâ havle ve lâ kuvvete illâ billahi" zikrini çok söyle. Çünkü bu cümle şüphesiz cennetin hazinelerindendir.»"
Not: Bunun senedi hakkında söylenen söz vardır: Şöyle ki, Ebû Zeyneb'ln adı verilmemiştir. Ben ne onu yeren ne de güvenilir olduğunu söyleyen kimseyi görmedim. Râvilerden Halid bin Said ise îbn-i Ebî Meryem et-Teymİ'dir. tbn-İ Hlb-bân onu güvenilir zatlar arasında anmıştır. Râvi Muhammed bin Mattın rivayetini Buharl kendi Sahih'ine almıştır. Râvi Yâkûb bin Humeyd hakkında ihtilaf vardır. Sonra Mussanıf Hâzim bin Harmele (R.A.)'ın bundan başka h^mni rt vâyet etmemiştir. Bu zâtm hiçbir hadisi kalan Kütüb-i Sitte'de yoktur.[148]
Bu babın ilk hadisi Kütüb-i Sitte'nin hepsinde rivayet edilmiştir. Diğer iki hadis Zevâid nevindendir. Bunlardan Ebû Zerr (Ra-dıyallâhü anh) 'uı hadîsi İbn-i Hibbân tarafından da rivayet edilmiştir.
Bu hadîslerde «Lâ havle ve lâ kuvvete illâ billah'i» zikrinin cennetin hazinelerinden olduğu bildiriliyor. Bundan maksad, bu zikri söyleyen mü'min'in bu sayede cennetin bir hazinesini kazanmasıdır. En-Nihâye'de, yâni bu zikir, sahibi için bir azıktır, denilmiştir.
N e v e v i de: Âlimler şöyle demişlerdir: Bu zikrin cennetin hazinelerinden biri sayılması sebebi şudur: Bu cümle, Allah'a tam teslim olmayı, O'na dayanmayı ve boyun eğmeyi ifâde eder. Keza O'ndan başka yaratıcı olmadığını, hiç bir kuvvetin O'nun dilediğine engel olamayacağını ve kulun elinde hiç bir şeyin hâkimiyetinin söz-konusu olmadığım beyân eder.
Lügat âlimleri demişler ki; Havi: Hareket, davranış ve çâre demektir. Şu halde cümlenin mânâsı şöyle olur: Hiç bir hareket, davranış ve kuvvet Allah'ın dilemesi olmaksızın olamaz, her şey O'nun dilemesiyledir.
Bir kavle göre mânâ şöyledir: Her nevî şerrin defi ve her çeşit hayrın kazanılması ancak Allah'ın yardımıyla olur.
Diğer bir kavle göre mânâ şöyledir: Günahlardan dönüş ancak O'nun korunmasıyla olur, O'na itaat da ancak O'nun yardımıyla mümkündür. Bu son yorum şekli îbn-i Mes'ûd (Radıyallâhü anh) 'den rivayet olunmuştur, der.
Hâzim bin Harmele (Radıyallâhü anh) G ı f â r kabilesinden olup sahâbîdir. Onun îbn-i Mâceh tarafından rivayet edilen bir tek hadisi vardır. Râvisi de azâdlı kölesi E b ü Z e y n e b' tir.[149]
[1] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi ve Şerhi, Kahraman
Yayınları: 9/445.
[2] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi ve Şerhi, Kahraman
Yayınları: 9/445-447.
[3] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi ve Şerhi, Kahraman
Yayınları: 9/447-448.
[4] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi ve Şerhi, Kahraman
Yayınları: 9/448-449.
[5] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi ve Şerhi, Kahraman
Yayınları: 9/449-452.
[6] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi ve Şerhi, Kahraman
Yayınları: 9/452.
[7] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi ve Şerhi, Kahraman
Yayınları: 9/453.
[8] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi ve Şerhi, Kahraman
Yayınları: 9/453-454.
[9] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi ve Şerhi, Kahraman
Yayınları: 9/454-455.
[10] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi ve Şerhi, Kahraman
Yayınları: 9/456-457.
[11] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi ve Şerhi, Kahraman
Yayınları: 9/458-459.
[12] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi ve Şerhi, Kahraman
Yayınları: 9/460-461.
[13] Kât. 18
[14] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi ve Şerhi, Kahraman
Yayınları: 9/461-463.
[15] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi ve Şerhi, Kahraman
Yayınları: 9/463-465.
[16] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi ve Şerhi, Kahraman
Yayınları: 9/465-467.
[17] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi ve Şerhi, Kahraman
Yayınları: 9/467-468.
[18] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi ve Şerhi, Kahraman
Yayınları: 9/468-470.
[19] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi ve Şerhi, Kahraman
Yayınları: 9/470-471.
[20] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi ve Şerhi, Kahraman
Yayınları: 9/471.
[21] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi ve Şerhi, Kahraman
Yayınları: 9/472.
[22] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi ve Şerhi, Kahraman Yayınları:
9/472-474.
[23] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi ve Şerhi, Kahraman
Yayınları: 9/474-475.
[24] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi ve Şerhi, Kahraman
Yayınları: 9/476-477.
[25] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi ve Şerhi, Kahraman
Yayınları: 9/477-478.
[26] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi ve Şerhi, Kahraman
Yayınları: 9/478-479.
[27] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi ve Şerhi, Kahraman
Yayınları: 9/479-480.
[28] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi ve Şerhi, Kahraman
Yayınları: 9/480-481.
[29] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi ve Şerhi, Kahraman
Yayınları: 9/482.
[30] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi ve Şerhi, Kahraman
Yayınları: 9/483.
[31] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi ve Şerhi, Kahraman
Yayınları: 9/483-484.
[32] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi ve Şerhi, Kahraman
Yayınları: 9/484-485.
[33] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi ve Şerhi, Kahraman
Yayınları: 9/485.
[34] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi ve Şerhi, Kahraman
Yayınları: 9/486.
[35] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi ve Şerhi, Kahraman
Yayınları: 9/487-488.
[36] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi ve Şerhi, Kahraman
Yayınları: 9/488.
[37] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi ve Şerhi, Kahraman
Yayınları: 9/488-489.
[38] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi ve Şerhi, Kahraman
Yayınları: 9/489-490.
[39] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi ve Şerhi, Kahraman
Yayınları: 9/490-491.
[40] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi ve Şerhi, Kahraman
Yayınları: 9/491.
[41] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi ve Şerhi, Kahraman
Yayınları: 9/491-492.
[42] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi ve Şerhi, Kahraman
Yayınları: 9/492-493.
[43] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi ve Şerhi, Kahraman
Yayınları: 9/493-494.
[44] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi ve Şerhi, Kahraman
Yayınları: 9/494-495.
[45] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi ve Şerhi, Kahraman
Yayınları: 9/495-496.
[46] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi ve Şerhi, Kahraman
Yayınları: 9/496-499.
[47] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi ve Şerhi, Kahraman
Yayınları: 9/499-500.
[48] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi ve Şerhi, Kahraman
Yayınları: 9/501.
[49] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi ve Şerhi, Kahraman
Yayınları: 9/501-503.
[50] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi ve Şerhi, Kahraman
Yayınları: 9/503-504.
[51] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi ve Şerhi, Kahraman
Yayınları: 9/504.
[52] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi ve Şerhi, Kahraman
Yayınları: 9/504-505.
[53] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi ve Şerhi, Kahraman
Yayınları: 9/505-507.
[54] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi ve Şerhi, Kahraman
Yayınları: 9/507-509.
[55] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi ve Şerhi, Kahraman
Yayınları: 9/509.
[56] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi ve Şerhi, Kahraman
Yayınları: 9/510.
[57] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi ve Şerhi, Kahraman
Yayınları: 9/510.
[58] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi ve Şerhi, Kahraman
Yayınları: 9/510-511.
[59] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi ve Şerhi, Kahraman
Yayınları: 9/511-512.
[60] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi ve Şerhi, Kahraman
Yayınları: 9/512-514.
[61] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi ve Şerhi, Kahraman
Yayınları: 9/515-516.
[62] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi ve Şerhi, Kahraman
Yayınları: 9/516.
[63] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi ve Şerhi, Kahraman
Yayınları: 9/516-517.
[64] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi ve Şerhi, Kahraman
Yayınları: 9/517-518.
[65] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi ve Şerhi, Kahraman
Yayınları: 9/518.
[66] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi ve Şerhi, Kahraman Yayınları:
9/518-520.
[67] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi ve Şerhi, Kahraman
Yayınları: 9/520.
[68] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi ve Şerhi, Kahraman
Yayınları: 9/521.
[69] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi ve Şerhi, Kahraman
Yayınları: 9/521-522.
[70] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi ve Şerhi, Kahraman
Yayınları: 9/522.
[71] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi ve Şerhi, Kahraman
Yayınları: 9/522-523.
[72] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi ve Şerhi, Kahraman
Yayınları: 9/523.
[73] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi ve Şerhi, Kahraman
Yayınları: 9/523-524.
[74] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi ve Şerhi, Kahraman
Yayınları: 9/524-525.
[75] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi ve Şerhi, Kahraman
Yayınları: 9/525-526.
[76] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi ve Şerhi, Kahraman
Yayınları: 9/526-527.
[77] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi ve Şerhi, Kahraman Yayınları:
9/527.
[78] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi ve Şerhi, Kahraman
Yayınları: 9/527-528.
[79] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi ve Şerhi, Kahraman
Yayınları: 9/528-530.
[80] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi ve Şerhi, Kahraman
Yayınları: 9/530-532.
[81] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi ve Şerhi, Kahraman
Yayınları: 9/532-534.
[82] Hulâsa, 93 Sünen-i İbni Mâce Tercemesi ve Şerhi, Kahraman
Yayınları: 9/534.
[83] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi ve Şerhi, Kahraman
Yayınları: 9/535.
[84] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi ve Şerhi, Kahraman
Yayınları: 9/536.
[85] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi ve Şerhi, Kahraman
Yayınları: 9/536-537.
[86] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi ve Şerhi, Kahraman
Yayınları: 9/537-539.
[87] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi ve Şerhi, Kahraman
Yayınları: 9/539-540.
[88] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi ve Şerhi, Kahraman
Yayınları: 9/540.
[89] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi ve Şerhi, Kahraman
Yayınları: 9/541-542.
[90] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi ve Şerhi, Kahraman
Yayınları: 9/542-543.
[91] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi ve Şerhi, Kahraman
Yayınları: 9/544.
[92] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi ve Şerhi, Kahraman
Yayınları: 9/545.
[93] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi ve Şerhi, Kahraman
Yayınları: 9/545-546.
[94] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi ve Şerhi, Kahraman
Yayınları: 9/546-548.
[95] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi ve Şerhi, Kahraman
Yayınları: 9/548.
[96] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi ve Şerhi, Kahraman
Yayınları: 9/549-550.
[97] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi ve Şerhi, Kahraman
Yayınları: 9/550-551.
[98] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi ve Şerhi, Kahraman
Yayınları: 9/551.
[99] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi ve Şerhi, Kahraman Yayınları:
9/552-553.
[100] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi ve Şerhi, Kahraman
Yayınları: 9/553-554.
[101] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi ve Şerhi, Kahraman
Yayınları: 9/554-555.
[102] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi ve Şerhi, Kahraman
Yayınları: 9/555.
[103] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi ve Şerhi, Kahraman
Yayınları: 9/555-557.
[104] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi ve Şerhi, Kahraman
Yayınları: 9/557.
[105] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi ve Şerhi, Kahraman
Yayınları: 9/558.
[106] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi ve Şerhi, Kahraman
Yayınları: 9/558.
[107] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi ve Şerhi, Kahraman
Yayınları: 9/559.
[108] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi ve Şerhi, Kahraman
Yayınları: 9/560.
[109] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi ve Şerhi, Kahraman
Yayınları: 9/560-561.
[110] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi ve Şerhi, Kahraman
Yayınları: 9/561.
[111] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi ve Şerhi, Kahraman
Yayınları: 9/561-562.
[112] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi ve Şerhi, Kahraman
Yayınları: 9/562.
[113] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi ve Şerhi, Kahraman
Yayınları: 9/562-563.
[114] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi ve Şerhi, Kahraman
Yayınları: 9/563-564.
[115] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi ve Şerhi, Kahraman
Yayınları: 9/564.
[116] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi ve Şerhi, Kahraman
Yayınları: 9/564-565.
[117] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi ve Şerhi, Kahraman
Yayınları: 9/565-566.
[118] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi ve Şerhi, Kahraman
Yayınları: 9/566-567.
[119] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi ve Şerhi, Kahraman
Yayınları: 9/567-568.
[120] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi ve Şerhi, Kahraman
Yayınları: 9/568.
[121] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi ve Şerhi, Kahraman
Yayınları: 9/568-570.
[122] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi ve Şerhi, Kahraman
Yayınları: 9/570-572.
[123] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi ve Şerhi, Kahraman
Yayınları: 9/572-573.
[124] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi ve Şerhi, Kahraman
Yayınları: 9/573-575.
[125] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi ve Şerhi, Kahraman
Yayınları: 9/575-577.
[126] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi ve Şerhi, Kahraman
Yayınları: 9/577-580.
[127] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi ve Şerhi, Kahraman
Yayınları: 9/580-581.
[128] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi ve Şerhi, Kahraman
Yayınları: 9/582-584.
[129] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi ve Şerhi, Kahraman
Yayınları: 9/584-585.
[130] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi ve Şerhi, Kahraman
Yayınları: 9/585-586.
[131] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi ve Şerhi, Kahraman
Yayınları: 9/586-589.
[132] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi ve Şerhi, Kahraman Yayınları:
9/589-593.
[133] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi ve Şerhi, Kahraman
Yayınları: 9/593.
[134] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi ve Şerhi, Kahraman
Yayınları: 9/593-597.
[135] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi ve Şerhi, Kahraman
Yayınları: 9/597-598.
[136] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi ve Şerhi, Kahraman
Yayınları: 9/598.
[137] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi ve Şerhi, Kahraman
Yayınları: 9/598-601.
[138] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi ve Şerhi, Kahraman
Yayınları: 9/601-602.
[139] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi ve Şerhi, Kahraman
Yayınları: 9/602-604.
[140] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi ve Şerhi, Kahraman
Yayınları: 9/604-605.
[141] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi ve Şerhi, Kahraman
Yayınları: 9/605-606.
[142] Nasr sûresinin son ayeti
[143] Bakara, 322. ayet
[144] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi ve Şerhi, Kahraman
Yayınları: 9/606-609.
[145] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi ve Şerhi, Kahraman
Yayınları: 9/610.
[146] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi ve Şerhi, Kahraman
Yayınları: 9/610-912.
[147] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi ve Şerhi, Kahraman
Yayınları: 9/612-615.
[148] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi ve Şerhi, Kahraman
Yayınları: 9/615-617.
[149] Hulasa, 97 ünen-i İbni Mâce Tercemesi ve Şerhi, Kahraman
Yayınları: 9/617-618.