1- Dünyada Zühd (Yâni Dünyaya Rağbet
Göstermeyîp Ondan Yüz Çevirme) Babı
2- Dünyayı Arzulamak, Gaye Ve Maksad
Edinmek Babı
3- Dünya (Rahatı Ve Nimetlerinin
Kıymeti) Nîn Durumu Babı
4- (Toplum Tarafından) Hiç Kıymet
Verilmeyen, İltifat Edilmeyen (Mübarek Mü'mîn) Ler Babı
5- Fakirlerin Fazileti (Yâni Allah
Katında Üstünlükleri) Babı
6- Fakirlerin (Allah Katındaki)
Makamları Babı
7- Fakirlerle Beraber Oturmak Babı
8- Malı Çok Olan Zenginler Hakkında
Bir Bâb
9- (Verilen Rızka) Kanâat Etmek Babı
10- Muhammed (Sallallahü Aleyhi Ve
Sellem)İn Ev Halkının Maişeti (Yâni Geçim Tarzı) Babı
11- Muhammed (Sallallahü Aleyhi ve
Sellem)’ in Ev Halkının Yatağı Babı
12- Peygamber {Sallallahü Aleyhi Ve
Sellem) İn Sahâbîlerinin Maişeti (Yâni Geçim Tarzı) Babı
13- Bina Yapımı Ve Harap Olması
Hakkında Bir Bab
14- Tevekkül Ve Yakîn (Yâni Her
Şeyîn Ancak Allah'tan Olduğuna Kesin İnanmak) Babı
16- Kibirden Uzak Durmak ve Tevazu
(Alçak Gönüllü Olmak) Babı
19- (Allah Korkusundan Dolayı)
Üzülüp Ağlamak Babı
20- Amel (Yânî İbâdet İşin) E Endişe
İle Titizlik Göstermek Babı
22- Hased (Bir Kimsede Bulunan Bîr
Nîmeti Çekememek Veya Güzel Haslete İmrenmek) Babı
23- Bağıy (Yâni Zulüm ve Yaratıklara
Kötü Muamele Yapmak) Babı
25- Kişiyi İyi Haslet ve Güzel
Sıfatlarıyla Anmak Babı
27- Emel (Yâni Uzun Ömür Ve Bol Mal
Gibi Nefsin Hoşlandığı Şeyleri Ummak) Ve Ecel Babı
28- Amel (Yânî İbâdet) e Devam Etmek
Babı
31- Ölümü Hatırlamak ve Ona
Hazırlanmak Babı
32- Mezar ve Cesedin Çürümesi
Hakkında Gelen Hadisler Babı
Ehl-i Sünnet Mezhebinin Kabir Azabı
Hakkındaki Görüşü
33- Ba's (Yâni Ölümden Sonra
Dirîlme) Hakkında Gelen Hadîsler Babı
34- Hz. Mvhammed (Sallallahü Aleyhî
Ve Sellem)in Ümmetinin (Kıyametteki) Sıfatı Babı
35- Allah'ın Umulan Kıyametteki
Rahmeti Babı
36- (Kevser) Havzı Beyânı Babı
37- Şefaat Hakkında Gelen Hadîsler
Babı
Peygamberler Günah İşlemişler mi?
İşlemeleri Mümkün mü?
38- Cehennem Ateşinin Sıfatı Babı
Zühd
t Arap dilinde rağbet göstermenin zıddıdır. Burada len mânâ ise Kur'ân-ı Kerîm
ve hadîslerin ışığında dünyaya rağbet göstermemek, dünyadan yüz çevirmektir.
Sindi* nin beyanına göre Ibnü'l-Kayyım: Zühd ve Vera' arasındaki fark şudur:
Zühd, âhirette yararlı olmayan şeyleri bırakmaktır. Vera' ise âhirette zararlı
olmasından korkulan şeyleri bırakmaktır, demiştir.
Zehâdet
de Zühd manasınadır. Dini kaynakların ışığında dünyadan yüz çeviren ve ona
rağbet etmeyen mü'min'e de zahid denilir.[1]
4100) "... Ebû
Zerr-i Gifârî (Radtyallâhü anhyden rivayet edildiğine göre ; Resûlullah
(Sallallahü Aleyhi ve Sellem) şöyle buyurdu, demiştir:
Dünyaya
rağbet göstermemek, ondan yüz çevirmek, ne helâl şeyi haram etmekledir, ne de
malı zayi etmek (atmak veya yersiz harcamak) tadır. Ve lâkin dünyaya rağbet
göstermemek, senin ellerinde bulunan (nimet ve imkânlar) a Allah'ın elinde
(yâni hazînesinde) olan (nimet ve imkânlar) dan fazla güvenir (umutlanır)
olmamandır ve basma bir musibet geldiği zaman sevabından dolayı ona gösterdiğin
rağbet (ve rızan) m, basma o musibetin faraza gelmemiş olması arzusundan fazla
olmasıdır.
Hişâm
dediki: Ebû İdrîs el Havlan», konuşmasında t Hadisler İçinde bu hadîsin durumu
altın içinde som altının durumu gibidir, demiştir."[2]
Bu
hadisi T i r m i z î de Zühd bölümünde rivayet etmiş ve Ebû İ d r i s
el-Havlâni1 nin adının Âizullah
bin A b d i 11 ah olduğunu
söyledikten sonra: Amr bin
Vâkıd hadîsi münker olan bir râvidir, demiştir. Bu râvi Müellifimizin
senedinde de mevcuttur.
Zühd
ve Zehâdet'in dünyadan yüz çevirmek ve dünyaya rağbet göstermemek olduğunu
babın girişinde söylemiştim. Hadiste gerçek ve muteber zühdün ne olduğu ve ne
olmadığı ifâde buyurulmakta-dır. Şöyle ki:
Hadîsin
baş kısmında "Dünyaya rağbet göstermemek ve ondan yüz çevirmek ne helâl
şeyi haram etmekledir, ne de malı zayi etmektedir" Duyurulmuştur. Yâni
dünyadan yüz çevirmek bâzı cahillerin yaptığı gibi Allah'ın helâl kıldığı
şeyleri kendine haram etmek suretiyle değildir. Bir kısım câhiller et,
tatlıları ve meyveleri yemekten, yeni elbise giymekten, evlenmekten ve benzeri
meşru nimetlerden kaçınarak bunun zâhidliğin gereği ve olgun derecesi olduğunu
sanırlar. Halbuki Resûl-i Ekrem (Aleyhi's-salâtü ve's-selâm), diğer alanlarda
olduğu gibi dünyaya rağbet göstermemek konusunda da eşsiz olduğu halde helâl
olan şeyleri kendi zâtına haram etmemiş ve anılan nîmetlerden istifâde
etmiştir. Allah Teâlâ da M â i d e sûresinin 87. âyetinde meâlen: "Ey imân
edenler Allah'ın size helâl kıldığı nimetlerin temiz ve hoşlarını kendinize
haram etmeyiniz ve aşırı gitmeyiniz. Şüphesiz, Allah aşırı gidenleri
sevmez." buyurmuştur.
Hadîsin
bu bölümünde zâhidliğin, dünyaya rağbet göstermemenin malı zayi etmekle de
olmadığı da belirtilmektedir. Yâni malı denize atmak veya zengin fakir ayırımı
yapmaksızın malı rastgele herkese dağıtmak, yersiz ve anlamsız harcamak
zâhidlik ve dünyaya rağbet göstermemek değildir. Bunun zâhidlikle bir ilgisi
yoktur.
Hadisin
bundan sonraki bölümünde muteber ve kemâl derecesine ulaşan zâhidliğin iki
alâmeti vurgulanmaktadır. Bunlardan birincisi kişinin elinde bulunan mallar,
san'atlar, işler, yetkiler ve benzeri tüm nimetlere Allah'ın hazînesinde
bulunan nimetlerden fazla güvenmemesi, ümit bağlamamasıdır. Çünkü kişinin
elindeki bütün nimetler bir anda yok olabilir, tükenebilir. Fakat Allah'ın
hazînesinde-ki nimetler sayısızdır, tükenmesi düşünülemez. Allah, kullarına
nzık-larını vermeyi taahhüt buyurmuş ve umulmadık yollardan onlara nimetler
ihsan ve ikram edebilir. Şu halde mü'min kişi elindeki nimet' lerden ziyâde
Allah'ın hazînesindeki nimetlere ümit bağlamalıdır.
Muteber
ve kemâle eren zâhidliğin ikinci alâmetine dâir cümleler müteaddid biçimlerde
yorumlanmıştır. Tuhfetü'l-Ahvezİ yazan ter-cemede belirttiğim biçimde
yorumlamıştır. Buna göre kasdedilen manânın özeti şudur: Gerçek zâhidliğin,
yâni dünyadan yüz çevirmenin bir alâmeti de sevabını elde etmek üzere basma
gelen musibetin gelişine olan rağbetinin o musibetin gelmemiş olması
arzusundan kuvvetli ve fazla olmasıdır.
Sindr
ise bu cümlelerden kasdedilen mânânın şöyle olduğunu söylemiştir: Yâni başına
gelen musibetin sevabı senin nazarında o musibet dolayısıyla yitirdiğin maldan
üstün ve hayırlı olmalıdır. Muteber zâhidlik senin bu görüşte olmandır.
El-Hafni
ise Câmiu's-Sağir haşiyesinde bu cümlelerden kasdedilen mânâyı şöyle bir misal
ile izah etmeye çalışmıştır: Yâni hırsızlık ve suya batmak gibi bir musibetle
malın gittiği zaman buna, malının gitmemesinden fazla memnun olmalısın, tam
manâsıyla bu musibetin gelişine rızâ göstermelisin ve bu hâle daha çok
sevinmelisin, şöyle demelisin: Malım gitmemiş olsaydı belki ondan hiç hayır
yapmaz ve dolayısıyla bir sevab kazanmazdım. Fakat malımın gitmesiyle ben
sevab kazanmış oldum. Durum bu olunca malının telef olması mü'min kişinin
nazarında telef olmamasından daha sevimli olur.
Hadisin
üstün değerini ifâde eden son cümleyi Ebû Idrîs el-Havlâni'nin sözü olarak
terceme ettim. Bu cümlenin Ebû Zerr-i Gifâri (Radıyallâhü anh) veya başka
râviye ait olması ihtimâli de vardır. Allah en iyi bilendir.
4101) "...
Sahâbîlik şerefine kavuşan Ebû Hallâd (Radtyallahü a*AJ'den rivayet edildiğine
göre; Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) şöyle buyurdu, demiştir:
Siz,
kendisine dünyaya rağbet göstermemek ve az konuşmak hasleti verilmiş olarak
bir adam gördüğünüz zaman ona yaklaşınız (sözlerini dikkatle dinleyiniz). Çünkü
o kimse hikmetli söz söyler (veya kalbine hikmet ilham edilir)."
Not:
Zevâid'de şöyle denilmiştir : tbn-i Mâce de Ebû Hallâd'm bundan başka hadisini
rivayet etmemiştir. Kütüb-i Sitte'nin kalanlarının sahihleri ise onun biç bir
hadisini rivayet etmemişlerdir.[3]
Zevâid
nevinden olan bu hadîsi Beyhaki de rivayet etmiştir.
Hadîste
geçen "Az konuşmak"tan maksad ibâdet sayılmayan sözlerden ancak
ihtiyaç kadar olan meşru konuşmadır.
Hikmet
de yararlı ilim ve kalbin mânevi hastalıklarına şifâ sunan, kişiyi nefsin
arzularına uymadan alıkoyan veciz sözler, diye yorumlanmıştır.
Hadîsin
sonundaki cümle; XSJ~\ Ji£ şeklinde de okunabilir. Tercemede parantez içi ifâde
ile bu duruma işaret ettim.
Bu
hadis, dînen muteber ve makbul olan zâhidlik, yâni dünyadan yüz çevirmek
meziyetine ve lüzumsuz, faydasız konuşmalardan kaçınıp da ancak ihtiyaç hâlinde
konuşma hasletine sahip zâtların sohbetlerinden istifâde etmeye teşviktir.
Hadîsin
râvisi Ebû H al 1 â d
(Radıyallâhü anh) sahâbîdir. Râvisi
Ebû Ferve' dir. Hulâsada bu zât
hakkında başka bir bilgi yoktur.
4102) "... Sehl bin
Sa'd es-Sâidî (Radıyallâhü anhyâen; Şöyle demiştir:
Bir
adam (bir gün) Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve SellemVİn yanına gelerek:
Yâ
Resûlallah! Bana öyle bir amel (ibâdet) göster ki ben onu işlediğim zaman beni
Allah sevsin ve insanlar da sevsin, dedi. Bunun üzerine Resûlullah (Sallallahü
Aleyhi ve Sellem) (ona) :
Dünyaya
rağbet gösterme ki Allah seni sevsin ve insanların ellerinde bulunan (nimet ve
imkânlar) dan yüz çevir ki onlar (da) seni sevsin, buyurdu."
Not:
Zevâid'de şöyle denilmiştir : Bunun senedinde Hâlid bin Amr bulunur. Bu râvi
zayıf olup, zayıflığı hakkında ittifak edilmiş ve hadis uydurmakla itham
edilmiştir. El-Aklli onun bu hadîsini rivayet ederek : Bunun Sevri'den
rivayetinin aslı yoktur, demiştir. Lâkin Nevevî bu hadîsin sonunda : Bunu îbn-i
Mâceh ve başkası hasen senedlerle rivayet etmişler, demiştir.
4103) "... Ebû Vâil
(Şakîk bin Seleme)nin kavminden bir adam olan Semûre bin Sehm (Radıyallâhü
anhümâydm; Şöyle demiştir :
Ebû
Hâşim bin Utbe (Radıyallâhü anh), veba hastalığına yakalanmış halde iken
yanına vardım. Biraz sonra Muâviye (bin Ebî Süf-yân) (Radıyallâhü anhümâ), onun
ziyaretine geldi. Ebû Hâşim bir ara ağladı. Bunun üzerine Muâviye:
Seni
ağlatan şey nedir? Ey Dayım! Seni ızdıraba sokan bir acı mı, yoksa artık safası
gitti (diye) dünyaya düşkünlük mü? dedi. Ebû Hâşim: Onların hiç birisi için
değildir. Ve lâkin Resûlullah (Sallal-lahü Aleyhi ve Sellem) bana bir tavsiyede
bulundu, keski o tavsiyeye uymuş olaydım (diye hayıflanıyorum). O i
(Ey
Ebâ Haşim!) Senin, bâzı kavimler arasmda taksim edilecek (hazîneye âit) bir
takım mallara yetişmen kuvvetle umulur. O mallardan sana ancak bir hizmetçi ve
Allah yolunda (üstünde yolculuk edeceğin) bir binek hayvanı yeter, buyurdu
(idi). Sonra ben (o mallara) yetiştim de (o tavsiye hilâfına mal)
biriktirdim."[4]
Bu
hadîsi Tirmizî, Nesâî ve îbn-i Hibbân da rivayet etmişlerdir.
T
i r m i z i' nin rivâyetindeki senedde Semûre bin Sehm yoktur. Olayı Ebû Vâil
anlatıp hadîsi rivayet etmiştir. Müellifimizin senedinde ise Ebû Vâil, Semûre
bin Sehm aracılığıyla rivayette bulunmuştur. îbn-i Hibbân'ın rivayeti de
böyledir. E 1 - M ü n z î r î' nin et-Terğîb ve't-Terhîb'te naklen beyânına
göre îbn-i Mâceh'în senedinde bu hadisi Semûre bin Sehm, ismini vermediği ve
kendi kavmine men-sub bir adamdan rivayet etmiştir. Bundan anlaşılıyor ki
Müellifimizin süneninin bâzı nüshalarındaki sened bu şekildedir.
Tirmizî'
nin rivayetine göre, Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) 'in Ebû
Hâşim bin Utbe
(Radıyallâhü anh) 'a yaptığı tavsiye; = "Mal biriktirme bakımından
yalnız bir hizmetçi ve Allah yolunda (binilecek) bir binek hayvanı sana
yeter" şeklindedir. Ebû Hâşim bu tavsiyeyi rivayet ettikten sonra oradaki
rivayete göre;
= "Halbuki ben kendimi mal biriktirmiş
olarak görüyorum (veya kendimi böyle biliyorum)" demiştir.
Tuhfe
yazan ile el-Münziri' nin beyânlarına göre R e -z I n * in rivayetinde şu ilâve
vardır: "Ebû Hâşim (Radıyallâhü anh) vefat edince geriye bıraktığı mal
tesbit edildi. Toplamı otuz dirheme ulaştı. Hamur yoğurmak ve yemek yemek için
kullandığı çanak bu meblâğa dâhildi."
Hadîste
geçen "Taın" Tâûn, yâni veba hastalığına yakalanan demektir. Mat'ûn
da aynı mânâyı ifâde eder. İbn-i Hibbân'm rivayetinde Mat'ûn kelimesi
kullanılmıştır.
Iş'âz:
Iztırap veren, kıvrandıran demektir. Bu kelime "Şe*z" künden
alınmadır. Şe'zın asıl mânâsı sert ve çok taşlı arazidir.
Ebû
Haşini (R.A.)'ın Hâl Tercemesİ
Ebû
Hâşim bin Utbe bin Rebla bin Abd-i Şems el-Kureşl el-Abşî, Muâviye bin Ebl
Süfyân'in dayısı ve Mus'ab bin Umeyr'in ana bir kardeşidir. Allah cümlesinden
razı olsun. Bu zâtın adının Heşim veya Hâlid ya da Şeybe olduğu rivayetleri vardır.
Kendisi Mekke'nin fethinde müslüman olanlardandır. Râvisi Ebû Vâil'dir. Tirmizî,
Nesâî ve İbn-i Mâceh hadis rivayetinde bulunmuşlardır. (Hülâsa, 462)
Râvisi
Ebû Vâil Şaklk bin Seleme'nin h&l tercemesl de 413. nolu hadis bölümünde
geçmiştir.
Semûrö
bin Sehm el-Kureşl veya el-Esedl, tbn-i Mes'ûd (R.A.)'ın rftvisidlr.
Kendisinden de Ebû Vâil, rivayette bulunmuştur, tbn-i Hibbân onu güvenilir saymıştır.
(Hülasa, 156)
4104) "... Enes
(Radtyallâhü fl»/r)'den; Şöyle demiştir:
Selmân (ı
Fârisî) (Radiyallâhü anh) hastalandı. Sa'd (bin Ebî Vakkas) (Radıyallâhü anh)
da onu ziyarete gitti. Baktı ki Selmân ağlıyor. Bunun üzerine Sa'd, ona:
Kardeşim!
Seni ağlatan nedir? Sen Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) ile arkadaşlık
etmek şerefine kavuşmadın mı? (Şöyle) değil mi, (böyle) değil mi? (yâni şu ve
bu faziletlerin var), dedi. Sel-mân:
(Şu)
iki şeyden birisi için ağlamıyorum: Ben ne dünyaya bir düşkünlükten dolayı ne
de âhiretten hoşlanmamaktan dolayı ağlıyorum-Ve lâkin Resûlullah (Sallallahü
Aleyhi ve Sellem) bana bir tavsiyede bulundu (idi) de ben kendimi o tavsiyenin
sınırlarım mutlaka aşmış sanırım (yâni bundan dolayı ağlıyorum), dedi. Sa'd:
O,
sana ne tavsiye buyurdu? diye sordu. Selmân» O, bana: Binek hayvanı üstünde
yolculuk edenin azığı kadar (mal) birinize yeter, diye tavsiyede bulundu (idi).
Halbuki ben kendimi o tavsiyenin sınırlarını mutlaka aşmış sanırım. Sana
gelince Yâ Sa'd: Hüküm vereceğin zaman hükmünde, (hakları) taksim edeceğin
zaman dağıtımında ve bir şeye niyetlendiğin zaman azminde Allah'tan kork
(azabından sakın), dedi.
(Râvilerden)
Sabit demiştir ki: Selmân (Radıyallâhü anh) 'm (vefat ettiğinde) yanında olan
yirmi küsur dirhemlik nafakadan başka bir mal bırakmadığı haberi bana
ulaştı."
Not:
Zevâid'de şöyle denilmiştir: Buhun senedinde Ca'fer bin Süleyman ed-Dubaî
bulunur. Bu râvinin hadîsini Müslim kendi Sahîh'inde rivayet etmiş ve îbn-i Mum
de onu güvenilir saymış İse de Îbnü'l-Medîni: O bizce grüvenilir, fakat
Sâbit'ten münker olan bir hayli hadîs rivayet etmiş, demiştir. Buhârî de zayıf
ra-viler bölümünde : O, hadîsinin bâzısında muhalefet eder. demiştir. îbn-i
Hibbân da güvenilir raviler bölümünde: O, Ebû Bekir ve Ömer (R.A.)'ya
buğzederdi, demiştir. Yahya bin. Saîd de onu zayıf sayardı.[5]
Zevâid
nevinden olan bu hadîsin bir benzerini Hâkim de rivayet ederek senedinin sahih
olduğunu söylemiştir.
El-Münzirî,
et-Terğîb ve't-Terhîb'te hem Müellifimizin hadîsini hem de H â k i m' in
hadîsini rivayet etmiş ve Müellifimizin senedindeki bütün râvilerin güvenilir
zâtlar olup Buhârî ve M ü s 1 i m' in bu râvilerin rivayetlerini kendi
sahihlerine aldıklarını, yalnız Ca'fer bin Süleyman'ın rivayetlerini sâdece M
ü s 1 i m' in aldığını, yâni Buharı' nin almadığını ifâde etmiştir.
Et-Terğîb
ve't-Terhîb'teki rivayette hadisin sonunda
S â b i t * e
"Selmân
(Radıyallâhü anh) 'in (vefat ettiğinde) yanında olan btoazeık azık ile beraber
yirmi küsur dirhemden başka mal bırakmadığı haberi bana ulaştı"
şeklindedir.
Bundan
anlaşılıyor ki S ün enimizin bâzı nüshalarında S â b İ t' in sözü bu
şekildedir. Bu durum S i n d î' nin ifâdesinden de anlaşılıyor.
Müslümanların
biribirlerine hakkı tavsiye etmeleri îsîâmî hir prensip olduğu için Selmân
(Radıyallâhü anh), ziyaretine gelen Sa'd bin Ebi Vakkas (Radıyallâhü anh) 'a
anılan tavsiyelerde bulunmuştur.[6]
Hemm
i Kasdetmek, niyetlenmek, gaye edinmek ve arzulamak gibi kelimelerden biriyle
terceme edilebilir. Çünkü bunların hepsinin mânâsı hemen hemen aynıdır,
denilebilir. Tuhf e yazarı Hemm kelimesini maksad ve niyet diye tanımlamıştır.
Bu bâbta geçen hadîslerin tercemesinde Hemm kelimesini arzu kelimesine
çevirmeyi uygun gördüm. Ama diğer kelimelerle de terceme edilebilir.
4105) "... Ebân bin
Osman bin Affân (Radtyaltâhü anhümâ)'da.n; Şöyle demiştir:
Zeyd bin
Sabit (Radıyallâhü anh) (bir defa) gündüz yansı (halîfe) Mervân (bin el-Hakem)
'in yanından çıktı. Ben: Mervân bu (zamansız) saatte Zeyd bin Sâbit'e mutlaka
sormak istediği bir şey için ona haber gönderdi (yanına çağırttı), dedim ve
(çağırılma sebebini) Zeyd bin Sâbit'e sordum. Bunun üzerine Zeyd t
Mervân,
bize Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve SellemVden işittiğimiz bâzı şeyler
sordu. Ben, Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sel-lem) 'den şu buyruğu işittim,
dedi:
Kim
ki arzusu, amacı dünya olursa Allah o kimsenin aleyhine İşini darmadağın eder,
fakirliğini iki gözünün arasında kılar (yâni dünyalığı elde etmek uğrunda
sıkıntılar çeker, ihtirası da dinmez) ve dünya (nimet ve malın) dan kendisi
için (kaderinde) yazılmış olan miktardan başka hiç bir şey ona gelmez. Kimin
niyeti, arzusu âhiret olursa Allah o kimse için (dağınık) işini toparlar
(düzenler), zenginliğini kalbine yerleştirir, dünya (nimetleri ile malı) da
boyun eğerek ona (rahatlıkla) gider."
Not:
Zevâid'de şöyle söylenmiştir: Bunun senedi sahih olup râvileri güvenilir
zâtlardır.[7]
Zevâid
nevinden olan bu hadisi Taberânî ve İbn-i H i b b â n da rivayet etmişlerdir. T
i r m i z İ de Zühd bölümünde bunun benzerini Enes bin Mâlik (Radıyallâhü anh)
'den merfû olarak rivayet etmiştir.
Sindi
bu hadîsin izahı bölümünde şöyle der: Hülâsa, Allah'ın kulu için takdir ve
tâyin eylemiş olduğu rızık ne ise şüphesiz o rızık sahibini mutlaka bulur.
Ancak şu var ki, arzu ve amacı âhiret mutluluğu olan kulun rızkı kolayca ve
rahatlıkla onu bulur. Arzu ve amacı dünya malını toplamak olan kulun rızkı ise
sıkıntılar, (telaşlar ve ihtiraslar) neticesinde ona varır. Şu halde âhiret
mutluluğunu amaç edinen kul, hem âhiret mutluluğunu hem de dünya mutluluğunu
elde etmiş olur. Çünkü dünya malını toplamaktan gaye dünyada rahat etmek,
gönül huzuruna kavuşmaktır. Âhiret mutluluğuna namzed olan kişiye dünya
rahatlığı, gönül huzuru ve zenginliği verilmiş olur. Amaç ve arzusu dünya malı
olan kimse ise hem dünya bakımından hem de âhiret açısmdan hüsran ve zarardadır.
Çünkü hayat boyunca dünya malını elde etmek uğrunda devamlı sıkıntı, telaş ve
rahatsızlıklar çeker. Böyle bir kimsenin rahatı bozulduktan sonra malının ne
faydası olur?
4106) Abdullah (bin
Mes'ûd) (Radtyallâhü a«A)'den; Şöyle
demiştir:
Ben,
Peygamberimiz (Sallallahü Aleyhi ve SellemVden şu buyruğu İşittim t
Kim
çok arzuları tek arzu — Âhiret arzusu — hâline döndürürse, Allah onun dünyaya
ait arzusu için yeterdir. Ve kim ki dünya ahvali
Ebân
bin Osman (R-A.)*nın Hâl Tercemesi
Ebân
bin Osman bin Affân el-Emevl Ebû Sald veyft Ebû Abdfflah el-Medenl (RJU,
babasından ve Zeyd bin Sabit (R.A.)'den hadîs rivayetinde bulunmuştur. Râvileri
ise oğlu Abdurrahmân ile ZÜhrl ve Ebü'z-Zinâd'dır. El-Kattân: Medbıe-1
Münevvere fıkıhçılan on zâttır. Ebân, onlardan biridir, demiştir. El-İcll, onun
güvenilir râvilerden olduğunu söylemiştir. Hicretin 105. yılında vefat ettiği
rivayet olunmuştur. Müslim ve sünen sahibleri onun rivayetlerini almışlardır.
(Hulâsa, 15) hakkındaki arzuları dağıhrsa veya arzular kendisini dağıtırsa,
derelerinin hangisinde helak olduğuna Allah iltifat etmeyecektir.*'
Not: Zev&id'de şöyle denilmiştir: Bu hadis
daha önce geçti. Geçen hadis 257 numaralıdır.
4107) "... Ebû
Hüreyre (Radtyallâhü anh)'âen merfû olarak (yâni Peygamber (Sallallahü Aleyhi
ve Se//emJ'den naklen) rivayet edildiğine göre Allah Subhânehu şöyle buyurur:
Ey
Âdem oğlu! Bana ibâdet (kulluk) etmek için (dünya ile ilgili arzularından)
feragat et ki, ben senin göğsüne (kalbine) zenginlik doldurayım ve senin
fakirliğine sed çekeyim. Şayet (böyle) yapmazsan senin göğsüne (kalbine)
meşguliyetler dolduracağım ve fakirliğine sed çekmiyeceğim."[8]
Bu
hadîsi Tirmizî, Ahmed, îbn-i Hibbân, Bey-haki ve Hâkim de rivayet etmişler. T i
r m i z İ' deki rivayet de merfûdur. Yâni Ebû Hüreyre (Radıyallâhü anh), Allah
Teâlâ'nın bu buyruğunu Peygamber (Aleyhi's-salâtü ve*s-selâm)f-den naklen
rivayet etmiştir.
Bu
buyruktan açıkça anlaşılıyor ki, insan oğlu dünya ile ilgili arzu ve
isteklerden sıyrılarak kendini tamamen Allah'a kulluk etmeye, ibâdete verdiği
takdirde Allah Teâlâ ona gönül zenginliğini verir, ihtiyaçlarını giderir,
yaratıklardan müstağni kılar. Şayet insan oğlu böyle yapmazsa Allah onun
kalbini çeşitli dünya meşgûliyetleriyle doldurur, yaratıklara muhtaçlığına son
vermez ve böylece fakirliği devam eder.[9]
4108) "... Benî
Fihr'in kardeşi el-Müstevrid (Radtyallâhü on A)'den; Şöyle demiştir:
Ben,
Resühıllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) 'den şöyle buyururken işittim t
Âhiret (nimetleri) karşısında dünya (nimetleri) nin durumu (ve değeri) ancak
birinizin (el) parmağım denizin içine koyması durumu (gibi)dir. Artık parmağın
(o sudan) ne ile döneceğine bir bakıversin."
4109) "... Abdullah
(bin Mes'ûd) (Radtyallâhü ff»*)'den; Şöyle demiştir:
Peygamber
(Sallallahü Aleyhi ve Sellem) bir hasır Üzerinde yattı. Hasır O'nun (mübarek)
derisinde iz yaptı. Bunun üzerine ben i
Babam
anam sana feda olsun Yâ Resûlaüah! Keski bize haber vereydin de senin için
hasır üstüne, seni on (un iz yapmasın) dan koruyacak bir şey sereydik, dedim.
Sonra Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve
Sellem)
:
Ben,
dünya (nimetleri) ile beraber değilim. Benim dünya ile beraberliğim ancak bir
ağacm altında biraz gölgelenip (dinlenip), sonra giden ve ağacı bırakan
(yolcu) bir binici (nin ağaçla beraberliği) gibidir, buyurdu."[10]
El-Müstevrid
(Radıyallâhü anh) 'in hadîsini Müslim ve T i r m i z i de rivayet etmişlerdir.
Bu hadîste dünya hayatı ve nimetlerinin âhiret hayatı ve nimetleri karşısında
değersiz olduğuna işaret edilerek âhiret nimetleri karşısında dünyanın bütün
nimetleri; bir el parmağını denize sokup çıkarma neticesinde parmakla gelecek
suya benzetilmiştir. Evet, denize sokulup çıkarılan el parmağı ile çıkarılacak
su miktarı ne kadar az ise âhiret nimetleri ve mutluluğu karşısında dünya
mutluluğu ve nimetleri de o kadar az ve değersizdir.
îbn-i
Mes'ûd (Radıyallâhü anhümâ) 'nın hadîsini T i r m i z i, Ahmed ve Hâkim de
rivayet etmişlerdir. Bu hadîste de dünya hayatının hızlı geçiciliği ve azlığı
yolcunun bir ağacın gölgesinde biraz gölgelenip oradan ayrılmasına benzetilmiştir.
Bu hadîs Resûl-i Ekrem (Aleyhi's-salâtü ve's-selâm)'in sâde hayatını da
göstermektedir.
Birinci
hadîsin râvisi el-Müstevrid bin Şeddâd (Radıyallâhü anh) 'in hâl tercemesi 446.
hadîsin izahı bölümünde geçti.
4110) "... Sehl bin
Sa'd (Radtyallâhü anhümâ)'ten; Şöyle demiştir:
Biz,
Zü'1-Huleyfe'de Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) 'in beraberinde idik.
O, şişkinlikten ayağı havaya kalkmış murdar bir davarla ani olarak karşılaştı.
Bunun üzerine O t
Şu
murdar davarın sahibinin yanında kıymetsiz olduğunu görüyor musunuz (veya
biliyor musunuz)? Nefsim (kudret) elinde olan (Allah) a yemin ederim ki Allah
katında dünya, sahibi yanında şu davardan daha kıymetsizdir ve eğer dünya
Allah katında bir sivrisinek kanadı kadar kıymetli olsaydı Allah bir kafire
dünya (suların) dan bir damla (bile) hiç içirmezdi, buyurdu/'
Not:
Zevâid'de şöyle denilmiştir: Bunun senedinde Zekeriyyâ, bin Manzûr bulunur. Bu
râvi zayıftır. Ancak şu var ki hadîsin aşıl metni sahihtir.
4111) "...
El-Müstevrid bin Şeddâd (Radtyallâhü ank)'dtn; Şöyle demiştir :
Resûlullah
(Sallallahü Aleyhi ve Sellem), atılmış murdar bir sah-le (yâni kuzu veya oğlak)
üzerine vardığı zaman beraberinde bulunan kervan içinde ben (de) muhakkak
vardım. El-Müstevrid demiştir ki î Resûl-i Ekrem (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)
(o ölü hayvanın başına vardıktan) sonra:
Şu
murdar hayvanın sahipleri yanında kıymetsiz olduğunu görüyor (veya biliyor)
musunuz? buyurdu — veya buyurduğu gibidir —. El-Müstevrid demiştir ki (bu soru
üzerine) :
Yâ
Resülallah! Sahipleri onu ancak kıymetsizliğinden dolayı atmışlar, denildi.
Resûl-İ Ekrem (Sallalahü Aeyhi ve Sellem) :
Nefsim
(kudret) elinde olan (Allah) a yemin ederim ki Allah yanında dflnya, sahipleri
yanında şu hayvandan daha kıymetsizdir, buyurdu."[11]
S
e h 1 (Radıyallâhü anh) 'm hadîsinin Resül-i Ekrem (Aleyhi's-salâtü ve's-selâm)
'e âit bölümünün bir benzerini T i r m i z i de rivayet etmiş ve sahih - garîb
olduğunu söylemiştir. Oradaki metin şöyleOİT:
"Eğer
dünya Allah katında bir sivrisinek kanadı kadar kıymet taşısaydi, Allah kâfire
ondan bir yudum su içirmezdi."
El-Müstevrid
(Radıyallâhü anh) 'in hadîsini Tirmizî ve A h m e d de rivayet etmişlerdir.
Müslim de bunun bir benzerini Zühd kitabının başında Câbir bin Abdillah
(Radıyallâhü anh) 'den rivayet etmiştir.
Tuhfe
yazarı S e h 1 (Radıyallâhü anh) *ın hadîsinin izahı bölümünde özetle şöyle
der:
Yâni
eğer Allah katında dünya hayatının bir kıymeti olmuş olsaydı kâfire bir yudum
su bile verilmezdi. Çünkü kâfir kişi Allah'ın düşmanıdır. Düşmana kıymetli sayılan
hiç bir şey verilmez. Dünya Allah katında hiç bir değer taşımadığı için Velî,
yâni Allah'ın sevgili kulu durumunda olan mübarek zâtlara dünyalık şeyler pek
verilmez. Nitekim bir hadîste;
"Biriniz
hasta kişiyi (gerektiğinde) sudan koruduğu gibi şüphesiz Allah (da) mü'min
kulunu dünyadan korur." buyurulmuştur.
4112) '... Ebû Hüreyre (Radtyallâhü anhydtn; Şöyle
demiştir:
Ben,
ResûluIIah (Sal I allan ü Aleyhi ve Sellem) 'den şunu buyururken işittim t
Dünya,
mel'ûn (yâni Allah katında kabule şayan olmaktan, O'nun iltifatından uzak) dır.
Dünyadaki şeyler de mel'ündur. Ancak Allah'ı anmak, Allah'ın sevdiği (veya
Allah'ı anmaya yakın, uygun) şeyler, âlim ve ilim öğrenen (in dînî ilimlerle
meşguliyetleri) bu hükmün dışındadır."[12]
Bu
hadisi Tirmizî ve
Beyhakî de rivayet etmişlerdir.
Mel'ûn:
La'netlenmiş, yâni Allah'ın rahmetinden uzak olan şey demektir. Burada Allah
katında makbul olmayan, O'nun iltifat ve sevgisinden uzak olan, şey demektir.
Dünyadan
maksad da insanı, Allah'ı anmaktan alıkoyan, Allah'tan uzaklaştıran şeylerdir.
Dünyanın aldatıcı şeyleri, kulu yaratıcısından uzaklaştırdığı için Allah
katında makbul ve sevimli sayılmamıştır,
Tuhfe
yazarının beyânına göre el-Kari, el-Mirkat'ta: Bana öyle geliyor ki hadîsten şu
mânâ kasdedilmiştir: Dünyada Allah'ı anmak, din âlimi ve dini ilimleri
öğrenmeye çalışanlardan başka ne varsa hiç biri övgüye lâyık değildir, bilâkis
aldatıcı olması hasebiyle ye-rilmiştir, der.
El-Münâvî'de:
"Dünya melundur" cümlesi şöyle yorumlanır: Dünyanın aldatıcı şeyleri
peygamber ve ermiş kullar tarafından terkedilmiştir, diyor.
Hadîsin;
»^Hj l*j cümlesi iki şekilde mânâlandırılabilir: Birincisi "Allah'ın
sevdiği iyi işler", tkincisi "Allah'ı anmaya yakın, uygun
şeyler". Tercemede bu duruma işaret edilmiştir.
Hülâsa:
Dünya hayatında Allah'ı anmak, O'na kulluk ve ibâdet etmek, buna uygun söz,
fiil, durum ve davranışlar ile dinî ilimlerle meşguliyetler dışında kalan ve
insanı Allah'tan uzaklaştıran dünya cilveleri ve aldatıcı şeyler Allah
nazarında makbul ve sevimli olmayıp bilâkis, menfurdur.
4113) "... Ebû
Hüreyre (Radtyallâhü anh)'âen rivayet edildiğine göre; Resûlullah (Sallallahü
Aleyhi ve Sellem) şöyle buyurdu, demiştir: Dünya mü'minin zindanı ve kâfirin
cennetidir."[13]
Bu
hadîsi Müslim, Tirmizi ve Ahjned de rivayet etmişler.
Sindi:
Dünyanın mü'min için zindan ve kâfir için cennet sayılması sebebiyle ilgili
olarak: Çünkü mü'min dünya hayatında bol nimetler içinde olsa bile cennetteki
nimetler onun için çok daha üstün ve hayırlıdır. Kâfir dünya hayatında sıkıntı
içinde olsa bile o sıkıntılı hayatı, cehennemdeki hâline nazaran cennet hayatı
gibidir, der.
Tuhfe
yazarının naklen beyânına göre N e v e v i bu hadisin izahı bölümünde: Bu
hadisin mânâsı şöyledir: Mü'min, dünya hayatında haram olan nefsi arzulardan
ve şehvete yönelik davranışlardan, keza mekruh olan şeylerden menedilmekle ve
nefse zor gelen bir takım ibâdetlerin yükümlülüğü altına sokulmakla bir nevî
zindana atılmış gibidir. Çünkü hareketleri kısıtlanmıştır. Vefat ettiği zaman,
yasaklamalar ve yükümlülükler kalktığı için rahata kavuşmuş, serbest
bırakılmış olarak Allah'ın kendisi için hazırlamış olduğu ebedi nimetlere ve
tam mutluluğa erişmiş olur. Kâfir ise geçici olan dünya hayatında bir takım
nimetlere kavuşmuş olabilir. Öldüğü zaman ise sonsuza dek azab içinde kalacak
mutsuz bir kimsedir, der.
EI-Münâvî
de: Mü'min haram olan nefsi arzulardan menedildiği için sanki zindandadır.
Kâfir ise onun aksine nefsi arzuların peşinde sorumsuzca hareket ettiği için
canki cennettedir, demiştir.
4114) '..,
(Abdullah) bin Ömer (Radtyallâhü
anhümâydan; Şöyle demiştir :
Resûlullah
(Sallallahü Aleyhi ve Sellem) vücûdumun bazısını (iki smuzu) tuttu ve *
Yâ
Abdallah! Sen dünyada (vatanından uzak) bir yabancı gibi yahut bir yoldan geçen
(yolcu) gibi ol ve kendi nefsini mezarlar halkından (ölülerden) say,
buyurdu."[14]
Bu
hadisi Tirmizi ve Ahmed de rivayet etmişlerdir. B u h â r İ de bunu rivayet etmiş, fakat hadisin son
cümlesi olan; = "ve kendi nefsini
mezarlar halkından say" cümlesini rivayet etmemiştir. Resûl-i Ekrem
(Aleyhi's-salâtü ve's-selâm) 'in İbn-i Ömer (Radıyallâhü anhümâ) 'run iki
omuzu-nu tuttuğu, B u h â r i' nin rivayetinde açıklanmıştır. Bu rivayet,
Müellifimizin ve T i r m i z i *
nin rivayetlerini açıklamış olur.
Resûl-i
Ekrem (Aleyhi's-salâtü ve's-selâm) 'in îbn-i Ömer (Radıyallâhü anhümâ) 'nin
omuzlarını tutması hikmeti, buyurmak istediği nasihat için İbn-i Ömer
(Radıyallâhü anhümâ) 'nin dikkatini çekmek, iyi dinlemesini sağlamaktır.
Hadîste
geçen "Garîb" kelimesi memleketinden ve yakınlarından uzak olan
kimsedir ki buna yabancı denilir. "Âbir-i Sebil" kelimesi ise bir
yoldan geçen yolcu demektir.
Tuhfe
yazarının beyânına göre T ı y b i bu hadisin izahı bölümünde şöyle demiştir:
"Garîb
bir kimse veya bir yoldan geçen bir yolcu gibi ol" cümlesinde geçen
"Ev = veya" kelimesi tereddüd ve şüphe anlamında değil, muhayyerlik
ve mübahlık içindir. Yâni istersen garîb gibi ol, istersen geçici yolcu gibi
ol. Bunlardan birisine benzemekte serbestsin. En güzeli bu kelimenin
"Bel,/ yâni bilâkis mânâsına olmasıdır. Yâni kendisini Allah yoluna veren
şuurlu mü'min önce gurbet diyarında bulunan yurtsuz ve kimsesiz kimseye
benzetilmiş, daha sonra bundan vazgeçilerek yoldan geçen yolcuya
benzetilmiştir. Çünkü gurbet diyarında bulunan kimsesiz kişi bazen bir barınak
bulur ve bir çevre yapar, eş dost edinir. Yoldan geçen yolcunun ise
kimsesizlik, yalnızlık ve tehlikeler bakımından durumu daha fenadır. Yolcu
kişi, hareket ettiği memleketten varacağı memlekete kadar yol boyunca nice
dereleri tepeleri katetmek, yırtıcı hayvanlar, soyguncular ve benzeri zarar
verici şeylerle karşılaşmak durumunda olabilir, can ve mal güvenliğini
yitirmiş olabilir. Bu itibarla bir saat bile durmadan, mola vermeden yoluna
devam etmek zaruretini duyabilir. Bu itibarla Allah yolunda yürüyen kişinin
yolcuya benzetilmesi daha güzeldir. Bunun içindir ki İbn-i Ömer bu hadîsi
rivayet ettikten sonra ravisi L e y s' e, bir rivayette de Mücâhid'e hitaben
"Akşama erişince, sabahı gözleme, sabaha erişince de akşamı gözleme.
Sağıkh olduğun zamanının bir bölümünü hastalık zamanın için ayır, hayatının bir
kısmını da ölümün için tahsis et, demiştir."[15]
EBH
* Önem vermek, iltifat etmek, değerli görmek, anmak ve dikkat etmek gibi
birbirine yakın mânâlara gelir. Burada bu mânâlardan herhangi birisi ile
terceme etmek mümkündür. Bu bâbta rivayet edilen hadîsler, alçak gönüllülüğü,
maddî durumunun zayıflığı ve dünyalığı bırakması dolayısıyla halk nazarında
hiçe sayılan, önem verilmeyen ve iltifat edilmeyen mü'min kulların Allah
katındaki kıymetlerini bildirirler.
4115) ;'... Muâz bin
Cebel (Radtyallâhü ank)'âen; Şöyle demiştir:
Resülullah
(Sallallahü Aleyhi ve Sellemî (bana) :
Sana cennetin padişahların (m sıfatların) dan haber vermiyeyim mi? buyurdu.
Ben:
Belâ
(haber ver), dedim. (Bunun,üzerine) O:
Zayıf
olup (toplum nazarında) zayıf görülen, eski iki parça elbiseye bürünen,
kendisine hiç değer ve iltifat gösterilmeyen ve (bir şeyin olması veya
olmaması için) Allah'a yemin (veya duâ) ederse Allah onun duası (veya yemini)
nin gereğini (keremiyle) yapacak (derecede Allah katında kıymetli mü'min) olan
her adamdır, buyurdu."[16]
Bu
hadisin Zevâid nevinden olduğuna dâir bir kayıt yoktur. Câ-miu's-Sağîr'de de bu
hadîsin Müellifimiz tarafından rivayet edildiği belirtilmektedir.
Hadîste
geçen bâzı kelimeleri açıklayalım
Mülûk:
Melik'in çoğuludur. Melik: Padişah, kral, hükümdar ve mülk sahibi gibi değişik
mânâlara gelir. Burada cennetin üst derecelerine erişen mü'minler mânâsı
kasdedilmiştir.
Daîf:
Zayıf demektir. Burada zayıflıktan maksad maddi sıkıntı ve fakirlik olabilir.
îbn-i Hacer'in beyânına göre E b ü' 1 -Baka böyle yorumlamıştır. Kendisi de ■. Zayıflıktan maksad, alçak gönüllülüğünden
ve maddî durumundan dolayı güçsüz olandır.
Müstad'af:
Halk tarafından zayıf ve hakir görülen, hakaret ve haksızlığa uğratılan kimse
demektir.
Müstad'ıf:
Alçak gönüllü olup kendi nefsini hiçe sayan, hakir gören kimse demektir. E1 -
K i r m â n i böyle demiştir. Sindi ise Müstad'ıf: Çok zayıf olan, dünyayı ve
dünya ehlini bırakmakla daha zayıf olma gayreti içine giren kimsedir, demiş ve
hadîsteki kelimenin Müstad'ıf, yâni ismi fail olduğunu belirtmiştir. Fakat E b
ü' 1 - B a k a bu kelimenin Müstad'af, yâni ismi mef'ûl olarak okunmasına
taraftar çıkmıştır.
Tımr:
Eski elbise demektir.
Hadîsin;
cümlesi iki şekilde yorumlanabilir.
Birincisi
"Eğer bir şeyin olması veya olmaması için Allah'ın lütuf ve keremini
umarak O'nun adına yemin ederse, Allah onun hatırı için o şeyi arzusuna uygun
biçimde gerçekleştirir." Yâni o mübarek mü'min Allah katında çok kıymetli
bir kuldur. O kul Allah'tan bir şey dilerse ve meselâ: Allah'a yemin ederim ki
bu iş böyle olacak, derse Allah onun hatırı için o işi öyle gerçekleştirir.
Keza: Allah'a yemin ederim ki bu iş olmayacak, derse Allah onun hatırı için o
işi onun arzusu doğrultusunda sonuçlandırır.
Bu
cümlede geçen İbrâr: Yemin edenin yemininde doğru çıkması için onun arzu
ettiği şeyi yerine getirmektir. Meselâ bir kimse size hitaben: Allah'a yemin
ederim ki siz bu işi yapacaksınız, dediğinde onun yemini doğrultusunda hareket
etmeniz, o işi yapmanız Ibrâr'dır.
Bu
hadiste Allah'ın sevgili kulunu yemininde İbrâr buyurduğu, belirtilmektedir.
Anılan
cümlenin ikinci yorum şekli budur: "O kul Allah'a duâ ederse Allah onun
duasını kabul buyurur."
Hadîsin;
İJ İJjJ V cümlesiyle ilgili bilgi babın girişinde verildiği için tekrarlamaya
gerek yoktur.
Bu
hadîs, cennetin üstün makamlarına erişen mü'minlerin sıfatlarım bildirir.
Tabii bu hüküm ve sıfatlar umûmi değil, çoğunluk itibariyledir. Yâni cennetin
üstün makamlarına ancak bu sıfatları taşıyanlar erişecek, bunlar dışında kimse
erişmiyecek, mânâsı kasdedil-memiştir. Gaye, o makamlara erişecek olanların
çoğunluğunun bu insanlar olduğunu belirtmektir.
4116) "... Harise
bin Vehb (el-Huzâî) (Radıyattâhü anhyden rivayet edildiğine göre; Resûlullah
(Sallallahü Aleyhi ve Sellem) şöyle buyurdu, demiştir :
Dikkat
ediniz! Ben size cennetlik olanları haber veriyorum: Zayıf olup (toplum
nazarında) zayıf görülen her (mü'minî kimse. Dikkat ediniz! Ben size
cehennemlik olanları (da) haber veriyorum: Katı yürekli, mal biriktirmeye çok
düşkün olup hayırda harcamamak için çok cimrilik eden ve ululuk tashyan
kimseler,"[17]
Bu
hadîsi Buhâri, Müslim, Tirmizî ve Nesâl de rivayet etmişlerdir.
Hadîste
geçen bâzı kelimeleri açıklayayım:
Daîf
kelimesinin açıklaması bundan önceki hadisin izahı bölümünde geçtiği için tekrarlamaya
gerek görmüyorum.
Müteda'uf:
Kendini hiçe sayan alçak gönüllü, demektir. Müteda'aaf: Toplum nazarında zayıf görülen, tahkir
edilen demektir.
Ütüll:
Bu kelime değişik ve müteaddid şekillerde yorumlanmıştır, tbn-i Hacer,
el-Fetih'te, yâni Fethü'l-Bârî'de " N û n ve el-Kalem' sûresine ait
bölümde bu hadîsin izahı meyânında bu kelimenin açıklamasına dâir görüşleri
şöyle nakletmektedir:
Bu
kelime, el-Ferrâ'a göre düşmanlık ve husûmeti şiddetli olan demektir. Bir kavle
göre irşâd ve nasîhata sırt çeviren kimse demektir.
Ebû
Ubeyde ise: Ütüll: Katı yürekli, sert mizaçlı kişi demektir. Burada kâfir
mânâsı kasdedümiş, demiştir.
E
1 - H a s a n : Ütüll: Hayâsız, günahkâr kimse anlamını ifâde eder, der.
Ed-Dâvûdî'ye
göre bu kelime, boynu ve karnı büyük, şişman kişi anlamındadır.
El-Herevî:
Utüll, çok mal biriktirmeye düşkün ve hayra harcamaya şiddetle karşı olan kimse
demektir, der.
Bir
başka kavle göre boyu kısa ve karnı büyük olan kimse demektir.
Cevvâz
i Çok şişman olup böbürlenerek kibirli yürüyen kimsedir. H a 11 â b i bu kavli
nakletmiştir. îbn-i Fârîs, Cevvâz'ın obur olan kimseye denildiğini söylemiştir.
Bir kavle göre ise fâcir, yalancı ve günahkâr demektir.
Sindi
de bu kelimenin açıklaması bölümünde: Cevvâz; mal biriktirmeye çok düşkün olup
hayra harcamaya şiddetle karşı olan kimse demektir, dedikten sonra yukardaki
görüşlerin bâzısını nakleder. Daha sonra şöyle der:
Hadîsten
maksad, çoğunlukla birinci kısımda anılan sıfatları taşıyanların cennetlik ve
ikinci kısımda anılan sıfatları taşıyanların cehennemlik olmasıdır. Yâni bu
hüküm genel değildir.
Harise
(R.A.)'ın Hâl Tercemesi
Harise
bin Vehb el-Huz&l (R.A.), Küfeye yerleşen sahâbî ler dendir. 6 aded hadisi
vardır. Buhâri ile Müslim onun 4 hadisini beraber rivayet etmişler. Sünen sa*
hipleride onun hadislerini rivayet etmişler. Kavileri Kbû İshak ile Mat«d bin
H&-lid'dir. (Hulasa. 60)
4117) "... Ebû
Ümâme (Radıyallâhü ankyâen rivayet edildiğine göre; Resûlullah (Sallattahü A
leyhi ve Sellem) şöyle buyurmuştur:
Benim
itikadıma göre hâline insanlann en çok imrenmeleri uygun olan kişi şu sıfatlan
taşıyan kimsedir: (Yükü ve) Hâli hafif, namazdan pay sahibi, insanlar içinde
gizli kalan (pek tanınmayan) ve (toplumda) kendisine değer verilmeyip iltifat
edilmeyen mü'min. Onun rızkı yetecek kadar olup buna sabretti. Ölümü de çabuk
oldu, mîras olarak geriye bıraktığı mal az, (arkasında) ağlıyan kadınları da
azdı."
Not:
Zevâid'de şöyle denilmiştir : Râvl Eyyûb bin Süleyman'ın zayıflığı sebebiyle
bunun senedi zayıftır. Ebû Hâtem onun meçhul olduğunu söylemiş, Zehebl de
Tabakat'ta ve başka kitablarmda bu hususta Ebû Hatem'i te'yid etmiştir. Râvi
Sadaka bin Abdillah'm zayıflığı hususunda da ittifak vardır. Zevâid'in sözü
burar da bitti. (Sindi demiştir ki) Ben derim ki: Ebû Ümâme (R.A.)'ın bu
hadîsini Tir-mizî, hasen saydığı başka bir senedle ve daha uzun bir metin
hâlinde rivayet etmiştir.[18]
S
i n d î' nin belirttiği gibi T i r m i z î bu hadisi Zühd kitabında
"El-Kifâf ve's-Sabrü Aleyh" babında rivayet etmiştir. Tuhfe yazarının
beyânına göre bu hadîsi Ah'ued de rivayet etmiştir. Bu hadîs T i r m i z İ
tarafından da rivayet edildiğine göre Zevâid nevinden sayılmaması gerekir,
kanısındayım.
Bu
hadîste, hâline gıbta edilecek, imrenilecek mü'minin sıfatları sıralanmıştır.
Bu sıfatları sırayla ele ahp açıkhyalım:
1. Hafif halli
olmaktır. Hadîste geçen Haz % Hâl diye yorumlanmıştır. Tuhfe yazarı: Hafif
halliden maksad, malı ve bakmakla yükümlü bulunduğu aile ferdlerinin azlığı
dolayısıyla sırtındaki manevî yükü hafif olandır. T ı y b î
de : Yâni bakmakla yükümlü olduğu
yakınları ve fazla meşguliyeti olmayan, demektir, der.
2. Namazdan pay
sahibi olmaktır. Bu sıfat da müteaddid şekillerde yorumlanmıştır. Sindi:
Yâni huşu ve huzur ile namaz kılmak veya bol bol namaz kılmakla bundan
payını alır. Bir kavle göre kasdedilen mânâ şudur: Yâni namaza durmakla dünya
sıkıntılarından kurtulup Allah'a yakarışta bulunmak suretiyle huzur ve rahata
kavuşur, demiştir.
Tuhfe
yazan da: Yâni Allah'ın huzuruna çıkmakla manevî zevk, lezzet ve rahatlık
bulur. Çünkü şuurlu mü'min namaza durduğu zaman bütünüyle Allah'a yönelir,
dünyanın bütün meşguliyetlerinden tamamen sıyrılır. Murakabe, münâcat ve
müşahede deryasına dalar. Nitekim bir hadîste vârid olduğuna göre "Resûl-i
Ekrem (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) : «Yâ Bilâl! Bizi namaz (a çağırmak) İle
rahata kavuştur», buyurmuştur" der.
3. İnsanlar içinde
gizli kalmaktır. Yâni şöhret ve nam sahibi olmamak, insanlar tarafından
tanınmamaktır.
4. Toplumun kendisine
kıymet vermemesi, iltifat etmemesidir. Yâni o kimse dünyayı ve dünya ehlini
tamamen bıraktığı, inzivaya çekildiği, tamamen Allah'a kulluk etmeye yöneldiği
için hiç kimse onunla ilgilenmez, toplumda ona yer verilmez ve hiçe sayılır.
5. Rızkının yetecek
kadar olmasıdır. Yâni ne ihtiyacından az ne de fazladır.
6. Rızkına kanaat
etmek, sabretmek ve fazlalaşmasını istememektir. Sabırla ilgili cümlenin
yalnız nzık hususuna tahsis edilmeyip yukarda geçen bütün sıfatlarla ilgili
olarak yorumlanması da mümkündür. Yâni sayılan bütün hâl ve durumlarına
sabreder, hâlinden şikâyetçi değildir.
7. ölümünün çabuk
olmasıdır. Bu da müteaddid şekillerde yorumlanmıştır. S i n d î :
Yâni halk arasında tanınmayan, meşhur olmayan bir kimse olması hasebiyle
hastalığı uzun sürse bile pek kimse farkına varmaz ve bir de bakılır ki vefat
etmiştir, der.
Tuhfe
yazarının beyânına göre el-Mecma'de: Yâni dünya ile ilgisinin azlığı ve
âhirete şevkinin ağır basması dolayısıyle ruhunu ç&-. buk teslim eder.
Maksad şu olabilir: Bu mü'minin dünyada iken yükü ve masrafı az olduğu gibi
ölümünde de yükü ve masrafı az olur, denilmiştir.
8. Miras olarak
geriye bıraktığı malının azlığıdır.
9. Öldüğünde onun
için ağlayan kadınların azlığıdır.
4118) "... Ebû
Ümâme el-Hârisî (Radtyallâkü anh)'der\ rivayet edildiğine göre; Resûlullah
(Sallallahü Aleyhi ve Seltem) şöyle buyurdu, demiştir:
«Bezâze,
imândandır.»
Hâvi
demiştir ki Bezâze kişinin üst ve başmın eskiliğidir. Yâni (gönül alçaklığı
maksadıyla) sert ve süssüz eski elbise giymektir."[19]
Bu
hadisi Hâkim ve Ahmed de rivayet etmişlerdir. Câ-miü's-Sağîr şerhinde el-Azizi1
nin naklen beyânına göre e 1 -M ü n â v i: Yâni kıyafetin eskiliği, alçak
gönüllülük, dünya süsünü bırakmak, nefsi kibirlenmekten alakoymak gibi iyi
niyetli olduğu takdirde imân ehlinin ahlâkından biri sayılır. Ama mala cimrilik
veya fakir görünmek maksadıyla olursa onun imân ehlinin ahlâkı ile bir ilgisi
olmaz, demiştir. E 1 - H a f n i de: Yâni eski, sert elbise giymek ve
süslenmeyi bırakmak, nefsi kötü duygulardan arındırmak maksadıyla olursa imân
şubelerinden sayılır. Şayet, zâhidlik ve takva ile övülmek veya kendisine
yardım edilmesini sağlamak maksadıyla olursa o takdirde kılık kıyafet
pejmürdeliği ve perişanlığı şeytan şubelerinden biridir. Eski giysi giymenin
imân şubelerinden sayılması sebebine gelince yoldan gelen geçene eziyet veren
bir maddeyi oradan atmak nasıl imân şûblerinden biri sayılmış ise kibir gibi
mânevi pislikleri atmak da imân şubelerinden sayılmıştır, der.
4119) "... Esma
bint-i Yezîd (Radıyailâhü «»AüJ'dan rivayet edildiğine göre; Kendisi Resûlullah
(Sallallahü Aleyhi ve Sellemyin (sahâbîlerine) :
«Dikkat
ediniz! Ben size en hayırlı olanlarınızı bildirmlyeyim mi?» buyurduğuna,
sahâbîlerin (de) :
Belâ
(yâni bize bildir) Yâ Resûlallah, diye karşılık verdiklerine ve Resûl-i Ekrem
(Sallallahü Aleyhi ve SellemVin (bunun üzerine) :
•Sizin
en hayırlılarınız o (mü'min) kimselerdir ki görüldükleri zaman Allah (Azze ve
Celle) hatırlanır», buyurduğuna şâhid olmuştur."
Not:
Zevâid'de şöyle denilmiştir : Bunun senedi hasendir. Hâvilerden Şehr bin Havşeb
ile Süveyd bin Said hakkında ihtilâf vardır. Senedin kalan râvileri güvenilir
zâtlardır.[20]
Zevâid
nevinden olan bu hadîsi Ahmed de rivayet etmiştir. Bu hadis, bâzı mü'minlerin
görülmesinin Allah'ın hatırlanmasına vesile olduğunu bildirir. Allah'ı
hatırlamaya vesile olmalarının sebebine gelince o mü*minler, ya Allah'ı çok
andıkları veya O'ndan çok korktuklan, üstün takva sahibi oldukları için
görüldükleri, yanlarına varıldığı zaman Allah hatırlanır. Bunun tipik misâli,
dâima müslü-manlara vaaz ve nasihat ederek doğru yolu gösteren, bol bol Allah'ı
zikir ve teşbih eden, bulundukları meclislerde dünya ile ilgili konuşmalar
değil, dâima dinî sohbetler yapılan ve gerçek mürşidde aranan şartlan taşıyan
Allah'ın has kullarıdır. Böyle mübarek zâtlarla oturup kalkan, onların
sohbetlerinden istifâde eden ve tavsiyeleri doğrultusunda Allah'a karşı kulluk
görevlerini ifâ etmeye çalışan müslü-manlar bu hadîsin sırrını o mübarek
zâtlarda rahatça görürler. Yâni onları gördükleri zaman, mümtaz meziyetleri
dolayısiyle Allah'ı anarlar.
Hadis,
görülmeleri Allah'ı anmaya vesile olan mü'minlerin Allah katında en değerli
mü'minlerden olduğuna delâlet eder.[21]
4120) "... Sehl bin
Sa'd es-Sâidî (Radıyallâhü anh)'dtn; Şöyle demiştir:
Bir kere
Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'in yanından (zengin) bir adam geçti.
Bunun üzerine Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) (yanında bulunanlara) :
Bu
(zengin) adam hakkında ne dersiniz? buyurdu. Orada bulunanlar:
Bu
adam hakkında senin görüşüne uygun söz söyleriz. (Dış görünüşe göre ve
dünyalık açısından ise) şöyle söyleriz: Bu adam İnsanların en
şereflilerindendir. Bu adam (bir kız - kadın ile) evlenmek isterse
evlenilmeye, (bir şey için) şefaatçi (aracı) olursa, şefaatçiliği (aracılığı)
kabul edilmeye, bir şey söylerse sözü dinlenmeye lâyık bir kimsedir, dediler.
Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) de sustu. Bu esnada (fakir olan) başka
bir adam geçti. Bunun üzerine Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) :
Bu
adam hakkında ne dersiniz? diye sordu. Orada bulunanlar t Vallahi Yâ
Resûlallah! Biz şöyle deriz: Bu adam, müsittmanlann fakirlerindendir. Bu şuna
layıktır! (Bir kız-kadın ile) evlenmeye taIİp olursa onunla evlenilmez, (bir
şey için) şefaatçi (aracı) olursa şefaatçiliği (aracılığı) kabul edilmez ve
bir şey söylerse sözü dinlenmez, dediler. Bunun üzerine Peygamber (Sallallahü
Aleyhi ve Sellem) :
«Bu
(fakir) şüphesiz, öbür (zengin) adam gibi dünya dolusu insanlardan hayırlıdır»
buyurdu.[22]
Bu
hadisi BuhârI, Nikâh ve Rikak bölümlerinde rivayet etmiştir, tbn-i Hacer'in
bildirdiğine göre îbn-i Hibbân da rivayet etmiştir.
Resûl-i
Ekrem (Aleyhi's-salâtü ve's-selâm)'in zengin adam hakkında görüşlerini sorduğu
sahâbîlerin "Bu adam hakkında senin görüşüne uygun söz söyleriz"
şeklinde verdikleri cevapla ilgili olarak S i n d î: Sahâbiler doğru
söylemişler. Çünkü onlar adamın dünya ile ilgili durumunu belirtmişler. Ancak
Resûl-i Ekrem (Aleyhi's-salâtü ve's-selâm), âhiret durumunun dünya durumunun
aksine olduğunu bildirmiştir, der.
îbn-i
Hacer; hadîste sözü edilen zengin ve fakirin adlan hakkında bilgi
edinemediğini, ancak E b û Z e r r (Radıyallâhü anh) 'den yapılan bir rivayete
göre fakir adamın isminin C u a y 1 veya
Caîl bin Suraka
olduğunu belirtmiştir.
îbn-i
Hacer: Resûl-i Ekrem (Aleyhi's-salâtü ve's-selâm) oradan geçen fakirin oradan
geçen zenginden üstün olduğunu bildirmiştir. Bu hüküm her fakirin her
zenginden üstün olduğunu gerektirmez, demiştir.
El-Kermânî
de: Eğer oradan geçen zengin kişi kâfir bir kimse ise fakir müslümanın ondan
üstünlüğü sebebi açıktır. Şayet müslüman ise bu üstünlük Resûl-i Ekrem
(Aleyhi's-salâtü ve's-selâm) 'e vahiy yoluyla malum olmuştur, der.
4121) "... tmrân
bin Husayn (Radıyallâhü anhyden rivayet edildiğine göre; Resûlullah (Saüallahü
Aleyhi ve Sellem) şöyle buyurdu, demiştir :
Allah
şüphesiz, maddî yönden bakıma muhtaç çoluk çocuk sahibi olup dilencilik ve
haram kazançtan kaçman, fakir mü'min kulunu sever."
Not:
Zevâid'de şöyle denilmiştir : Bunun senedinde el-Kâsım bin Mİhrân bulunur.
El-Ukayll: Bunun îmrân (R.A.)'den hadis işitmesi sabit değil, demiştir. Râvi
Mûsâ bin Ubeyde'nin de rivayeti bırakılmıştır.[23]
Zevâid
nevinden olan bu hadîste geçen Müteaffif kelimesi, haram kazanç ve
dilencilikten kaçınan diye açıklanmıştır. Câmiü's-Sağîr şerhi el-Azîzî'de
böyle açıklandıktan sonra: E 1 - M ü n â v i demiş ki: Yâni basiretini ve
kalbini yaratıklardan çevirip yaratıcı olan Allah'a yönelttiği için maddî
yardıma muhtaç olmasına rağmen tok gözlüdür, yüzsüzlük etmez ve kimseden bir
şey istemez, denilmektedir.
tyâl
% Maddî yardıma ve bakıma muhtaç kimseler, aile ferdleri demektir. Ebü'1-İyâl
da bunların babası anlamındadır. Ancak el-Haf-n İ' nin de dediği gibi burada
kasdedilen mânâ maddî yardıma muhtaç olan aile ferdlerine bakan, onların
geçimini sağlamaya çalışan aile reisidir. Aile reisi baba olabildiği gibi
kardeş veya başka akraba da olabilir. Bu itibarla Ebü*l-îyâl kelimesini
"Maddî yönden bakıma muhtaç çoluk çocuk sahibi" diye terceme etmeyi
uygun buldum.
Bu
hadis, fakir aile reisinin müstağni, tok gözlü ve kalben zengin olması ve
hâlinden şikâyetçi olmamasının faziletine delâlet eder.[24]
4122) "... Ebû
Hüreyre (Radıyallâhü osAJ'den rivayet edildiğine göre; Resûlullah (Sallallahü
Aleyhi ve Sellem) şöyle buyurdu, demiştir:
Müzminlerin
fakirleri cennete zenginlerden yarım gün (yâni) beş-yüz yıl Önce girerler.*'
4123) "... Ebû
Saîd-i Hudrî (Radıyallâhü anh)'den rivayet edildiğine göre; Resûlullah
(Sallallahü Aleyhi ve Sellem) şöyle buyurmuştur :
Şüphesiz,
muhacirlerin fakirleri cennete onların zenginlerinden beşyüz yıl kadar önce
girerler."
4124) "... Abdullah
bin Ömer (Radıyallâhü tmkümâ)'â&n; Şöyle demiştir:
Muhacirlerin
fakirleri, Allah'ın zengin muhacirlere kendilerinden fazla mazhar kıldığı
fazilet (bir takım mâlî ibâdetler) hususunda Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve
Sellem)'e şikâyette bulundular (yani zenginleri gibi mâli ibâdetler yapamamanın
üzüntüsünü arz ettiler). Bunun üzerine O:
Ey
fakirler gurubu, dikkat ediniz! Ben mü'mirilerin fakirlerinin cennete
zenginlerinden yarım gün, (yâni) beşyüz yıl önce gireceklerini size
müjdeliyorum, buyurdu.*'
(Hâvilerden)
Mûsâ (bu hadîsi rivayet ettikten) sonra şu âyeti okudu: = "ve şüphesiz,
senin Rabbin katındaki bir gün, sizin
saymakta olduğunuz bin yıl gibidir." (Hac, 47)
Not
: Zevâid'de şöyle denilmiştir: Abdullah bin Dlnâr, Abdullah bin Ömer (R.A.)'den
hadis işitmemiştir. (Halbuki ondan rivayet ediyor). Râvi Mûsâ bin Ubeyde de
zayıftır.[25]
Ebû
Hüreyre (Radıyallâhü anh) 'in hadîsini Tirmizl ve îbn-i Hibbân da rivayet
etmişler. Ebû S a î d (Radıyallâhü anh) 'in hadîsinin başkaca kim tarafından
rivayet edildiğine bakılmalıdır. Son hadîs ise Zevâid nevindendir. Bu hadisin
sonundaki âyet, kıyamette bir günün uzunluğunun dünyanın bin yılı kadar
olduğuna delâlet eder.
Bu
hadîsler, hâline şükreden, rızkından şikâyetçi olmayan, sabırlı fakirlerin
faziletine delâlet eder.[26]
4125) "... Ebû
Hüreyre (Radtyallâkü a«A)'den; Şöyle demiştir:
Ca'fer
bin Ebî Tâlib (Radıyallâhü anh), fakirleri (çok) sever, onların yanında
oturur, onlarla konuşur (sohbet eder) ve onlar da onunla konuşur (sohbet eder)
di. Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) de ona Ebü'l-Mesâkin (yâni
fakirlerin babası) ismini verirdi."[27]
Tirmizî
bu hadîsi Ca'fer bin Ebi Tâlib (Radıyallâhü anh) 'm fazileti bölümünde rivayet
etmiştir. Bu hadis, büyük
adamların
ve eşraftan olanların fakirleri, düşkünleri sevmesinin, alçak gönüllülük
ederek ilgilenmesinin bir fazilet ve övgüye lâyık bir meziyet olduğuna dalâlet
eder.
4126) "... Ebû
Saîd-i Hudrî (Radtyallâkü ankyâen; Şöyle demiştir :
Miskinleri
seviniz. Çünkü ben Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) 'i duasında şöyle
derken işittim:
Allahım!
Beni miskin olarak yaşat, miskin olarak öldür ve beni miskinler zümresi içinde
hasret."
Not:
Zevâid'de şöyle denilmiştir : Râvi Ebtil-Mübârek künyeli zâtın adı bilinmiyor
ve kendisi tanınmıyor. Râvi Yezîd bin Sinan da zayıftır. El-HâHm İni hadisi
sahüı saymış. İbnü'l-Cevzî ise mevzu (uydurma) hadislerden saymıştır.[28]
Zevâid
nevinden olan bu hadisin bir benzerini T i r m i z İ Zühd bölümünde E n e s
(Radıyallâhü anh) 'den rivayet etmiştir. Bey-haki de yine bir benzerini Ubâde
bin Sâmit (Radıyallâhü anh)'den rivayet etmiştir.
Hadîste
geçen "Miskin" kelimesi fakir mânâsına geldiği gibi mü-tevâzi, alçak
gönüllü mânâsına da gelir. Resûl-i Ekrem (Aleyhi's-sa-lâtü ve's-selâm) 'in
hangi mânâyı kasdettiği yolunda ilim adamları değişik görüşler beyân etmişler.
Beybaki: Resûl-i Ekrem (Aley-hi's-salâtü ve's-selâm)'in vefat ettiği zamandaki
maddi durumu, O'nun Miskin kelimesi ile fakirlik ve geçim sıkıntısı anlamını
kasdet-mediğine delâlet eder. Çünkü O, vefat ettiği dönemde Allah'ın verdi1ği
yeterli rızık ile geçiniyordu. Bu itibarla Miskin kelimesi ile kasdet-tiği mânâ
tevazu ve alçak gönüllülüktür. Bana öyle geliyor ki Resû-Iullah (Sallallahü
Aleyhi ve Sellem) kibirli kimselerden olmaması ve varlıklarıyla gururlanan
zenginler içinde haşrolunmaması için dua etmiş. Allah'a yalvarmıştır, der.
E
1 - K a y s i de: Miskin ve Meskenet, Sükûn kökünden alınmadır. Sükûn ise huşu
ve tevazu, yâni Allah korkusu ve alçak gönüllülük demektir.
Kadı
Tâcü'd-Din es-Sibkî, et-Tevşîh'te: Ben âlim ve imâm olan babamdan şunu işittim
demiştir: Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) mal bakımından fakir
değildi ve hâli de bir fakir hâli değildi. O, Allah'ın yardımı ile gönül
zengini olduğu gibi kendisinin ve çoluk çocuğunun nafakasını da Allah ihsan
ediyordu. O'nun "A 11 ahi m! Beni miskin olarak yaşat" duası ile
maksadı kalbin sükûna kavuşması idi, fakirliğin bir nevi olan miskinlik
değildi. T â c ü' -Din es-Sibki babasının bu sözünü naklettikten sonra: Ve babam
bu duayı başka şekilde yorumlayanlara karşı şiddetle çıkardı, der.
Sindi
de yukarda verilen bilginin benzerini naklettikten sonra: El-Hâfız İbn-i Hacer
demiş ki: Îbnü'l-Cevzî bu hadîsi mevzu hadisler arasına almakla ileri
gitmiştir. Bana öyle geliyor ki onun böyle hareket etmesine sebep, bu hadisi
Peygamber (Sallallahü Aleyhi, ve Sellem)'in vefatı dönemindeki maddi durumuna
aykırı görmüş olmasıdır. Çünkü Resül-i Ekrem (Sallallahü Aleyhi ve Sellem).
vefatı döneminde normal nafakasını karşılayacak kadar mal sahibi idi. İbn-i
Hacer daha sonra hadîsin yorumlanma-sıyla ilgili B e y h a k i' nin yukarda
geçen sözlerini nakletmiştir, der.
Sindi daha sonra:
Ben
derim ki Resûl-i Ekrem (Aleyhi's-salâtü ve's-selâm) 'in yaşantısına dâir
Buhârî, Tirmizi ve Müellifimiz tarafından rivayet edilen hadisler, bu hadîsin
zahiri mânâsına yorumlanmasının uzak bir ihtimal olmadığına delâlet eder.
Hadîsin râvisi olan E b û Saîd-i Hudrİ (Radıyalîâhü anh) bunu zahiri mânâsına
yorumlamış iken bu ihtimal nasıl uzak bir ihtimal olarak kabul edilebilir. Bu
hadîsin zahiri mânâsının Resûl-i Ekrem (Aleyhi's-salâtü ve's-selâm) 'in vefatı
dönemindeki yaşantısına aykırı olduğuna dâir söz de şaşılacak şeydir. Çünkü
sahih hadîsle sabit olduğu gibi O, vefat ettiği zaman zırhlı elbisesi aile
ferdlerinin nafakası için bir yahûdî yanında rehinde idi. Allah durumu en iyi
bilendir, der.
Yukarda
verilen bilgiye şunu da ilâve edeyim: Müellifimizin bu hadîsi bu bâbta rivayet
etmesinden; kendisinin de Miskin kelimesini fakir anlamına yorumladığı sonucu
çıkarılabilir. Bilindiği gibi hadîsi rivayet eden sahâbî Ebû Saîd-i Hudri
(Radıyalîâhü anh) hadîsin girişinde "Miskinleri seviniz. Çünkü..."
demiştir. Bu ifâde tarzı kendisinin de Miskin kelimesini zahiri mânâsına
yorumladığını gösterir.
T
i r m i z i' nin Zühd kitabında E n e s (Radıyalîâhü anh) '-den rivayet ettiği
buna benzer hadisin izahı bölümünde Tuhfe yazarı şu soruyu ve cevâbını kaydeder
:
Bu
hadiste Peygamber (Aleyhi's-salâtü ve's-selâm), miskin olarak yaşamayı, miskin
olarak ölmeyi ve miskinler zümresinde hasrolunmayı dilemiş, bunun için duâ
etmiştir. Â i ş e (Radıyalîâhü anhâ) 'den rivayet edilen bir hadiste ise
Peygamber (Aleyhi's-salâtü ve's-selâm), fakirlikten Allah'a sığınmıştır. Bu iki
hadis arasında görülen çelişki nasıl bertaraf edilir?
Bu
soruya cevaben e 1 - H â f ı z , et-Telhîs'te şöyle demiştir: Peygamber
(Aleyhi's-salâtü ve's-selâm) 'in hoşlanmadığı ve ondan Allah'a sığındığı
fakirlik, gönül fakirliğidir. Arzuladığı ve dilediği fakirlik ise dünyalığı
atmaktır.
İbn-i
Abdi'1-Berr ise: Peygamber (Aleyhi's-salâtü ve's-selâm)'in hoşlanmadığı ve Allah'a
sığındığı fakirlik, geçim sıkıntısına, yetecek kadar nafaka bulamamaya yol
açacak ve gönül zenginliğini gölgeleyici fakirliktir. Çünkü O'nun katında
gerçek zenginlik gönül zenginliğidir. Allah Teâlâ O'na hitaben; ^&U ^Ulc- iİ^Vjj
gönül
zenginliğidi
"Ve
seni yoksul iken zengin etmedi mi?" (Duhâ, 8) buyurmuştur. O'nun
zenginliği kendisinin ve aile ferdlerinin bir yıllık nafakasından fazla
değildi. Asıl zenginliği de Rabb'ına güvenerek beslediği gönül zenginliği idi.
Diğer taraftan O, Allah'tan gafil olmaya sebep olacak fakirlikten ve azdıracak
zenginlikten hoşlanmıyarak Allah'a sığınmıştır. Bundan çıkan sonuç şudur ki,
gerek zenginliğin ve gerekse fakirliğin yerilen birer tarafı vardır. Bu
itibarla hadîsler ancak bu şekil yorum yapmakla bütünleşmiş olur ve aralarında
görülen çelişkinin zahirî olup özde olmadığı anlaşılmış olur, demiştir.[29]
Hadisin
tercemesinin altında Zevâid'den verilen nakilde belirtildiği gibi râvi Ebü'1-Mübâ-rek'in tanınmadığı ve Y e z i d bin Sinan'ın zayıflığı sebebiyle
senedin zayıflığı söylenmiştir. Îbnü'l-Cevzi de hadîsin mevzu olduğunu
söylemiştir. S i n -d i' nin naklen beyânına göre Süyûti şöyle demiştir:
El-Hâ-fız Salâhuddin bin Ala demiş ki: Bu hadisin senedi zayıf ise de
mevzûluğuna hükmedilemez. Râvi Ebü'l-Mübârek'in meçhul, yâni tanınmaz olduğunu
T i r m i z î söylemiş ise de î b n - i H i b b â n onun tanınmış râvi olduğunu
söylemiş ve güvenilir râvi-ler arasında anmıştır. Râvi Yezîd bin Sinan'a
gelince î b n - i Muin onun bir şey olmadığım söylemiş, fakat E b û H â t e m
onun dürüst bir kimse olduğunu, ancak rivayetinin delil sayılamayacağını
söylemiştir. Senedin kalan râvileri meşhur zâtlardır. E 1 - A 1 â : Bu hadîs,
senedlerinin tümü ile sahih hadis derecesine ulaşır, demiştir. El-Hâfız İbn-i
Hacer de: Tirmizi bu hadîsi hasen saymıştır. Çünkü te'yid eder mâhiyette başka
hadîs vardır, demiş.
Zerkeşi
de: tbnü'l-Cevzi bu hadisin mevzu olduğuna hükmetmekle fena bir şey yapmıştır.
Çünkü Hâkim bu hadîsi başka bir senedle A t â aracılığıyla Ebû Saîd-i Hud-r 1
(Radıyallâhü anh) 'den, rivayet ederek sahih olduğunu söylemiştir. Z e h e b î
de et-Telhîs'te H â k i m ' in hadîsinin şahinliğini te'yid etmiştir. B e y h a
k i aynı senedle rivayet etmiştir. Ayrıca t i r m i z î' nin E n e s
(Radıyallâhü anh) 'den rivayet ettiği bir hadîs ile Tabarâni ve Beyhakî' nin U
b â d e bin e s - S â m i t (Radıyallâhü anh) 'den rivayet ettikleri bir hadis
bu hadîsin şahidi durumundadır ( yâni metinleri aynıdır. Hadisi te'yid eden
başka hadîs de vardır.
Sindi'
nin S ü y û t î' den naklen verdiği bilgi burada bitti.
4127) "... Habbâb
(bin Eret) (Radtyallâhü anh)'den
rivayet edildiğine göre kendisi Allah Teâlâ'mn;
"Sabah
akşam, Rab'Ierinin nzâsını dileyerek O'na duâ edenleri (yanından) kovma.
Onların hesabından sana bir sorumluluk yoktur, senin hesabından da onlara bir
sorumluluk yoktur ki onları kovup da zâlimlerden olasın." (En'âm, 52)
buyruğu hakkında şöyle demiştir:
EI-Akra'
bin Habis et-Temîmi ve Uyeyne bin Hısn el-Fezârî (Re-sûlullah (Sallallahü
Aleyhi ve Sellem)'in ziyaretine) geldiler ve Re-sûlullah (Sallalahü Aleyhi ve
Sellem) 'i mü'minerin zayıflarından bir gurubun içinde oturup Suheyb, Bilâl,
Ammâr ve Habbâb ile beraber iken buldular; Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve
Sellem) 'in etrafında onları (yâni zayıf, fakir, nüfuzsuz sahâbileri) görünce o
zayıf sahâbî-leri küçümsediler, hakir gördüler. Nihayet Onun yanına varıp
O'nun-la yalnız kaldılar (yâni biz de bir kenara çekildik) ve onlar: (Yâ
Re-sûlallah, ziyaretine geldiğimizde) bir oturumu bize tahsis etmeni muhakkak
isteriz ki Araplar bununla bizim üstünlüğümüzü tanısınlar. Çünkü senin yanma
Arap hey'etleri gelir.. Bu itibarla Arablann bizi şu kölelerle (yâni fakir mü
si umanlarla) beraber görmelerinden utanırız. Onun için biz senin yanına
geldiğimiz zaman köleleri yanından kaldır. Sonra biz huzurundan ayrılınca
dilersen onlarla beraber otur, dediler. Resûl-i Ekrem (Sallallahü Aleyhi ve
Sellem) (de) :
Peki,
buyurdu. Bu kere onlar:
O
halde bu teklifimizi kabul buyurduğuna dâir bizim için bir ya* zı yazdır,
dediler. Habbâb dedi ki: Bunun üzerine Resûl-i Ekrem (Sallallahü Aleyhi ve
Sellem) bir yaprak kâğıd istedi ve yazı yazması için Ali (Radıyallâhü anh)'ı
çağırttı. Biz de meclisin bir kenarında oturuyorduk. O sırada Cebrail (Aleyhisselâm)
indi ve;
"Sabah
akşam Rab'lerinin rızâsını dileyerek O'na duâ edenleri (yanından) kovma.
Onların hesabından sana bir sorumluluk yoktur, senin hesabından da onlara bir
sorumluluk yoktur ki onları kovup da zâlimlerden olasın." (Enam, 52)
âyetini (indirip) söyledi. Sonra el-Ak-ra' bin Habis ve Uyeyne bin Hısn'ı
anlatarak:
"Ve
işte böylece, "Allah aramızdan şunlara mı lütûfta bulundu?" deyiversinler
diye bâzısını bâzısıyla imtihan ettik. Allah şükredenleri en iyi bilen değil
midir?" (En'âm, 53) âyetini (indirip) söyledi. Bundan sonra:
"Âyetlerimize
imân edenler sana geldikleri zaman (onlara) de ki: Selâm sizlere. Rabb'iniz
rahmet etmeyi kendi üzerine aldı — vaadetti —." (En'âm, 54) âyetini
(indirip) söyledi.
Habbâb
dedi ki: Bu âyetler indikten sonra biz O'na öyle yaklaştık ki dizlerimizi
O'nun dizi üzerine bıraktık ve ResûluIIah (Sallallahü Aleyhive Sellem) bizimle
beraber otururdu. Sonra kalkmak istediği zaman kalkar ve bizi bırakırdı (yâni
biz ondan sonra kalkıp dağılırdık) . Sonra Allah (Azze ve Celle) :
"Rablerinin
rızâsını dileyerek sabah akşam O'na duâ edenlerle beraber nefsini sabırlı tut
(yâni onlarla sohbet etmeye tahsis et); dünya hayatının süsünü arzulayarak
gözlerini o kimselerden (başkasına) çevirme (eşraf kimselerle—özel— oturum yapma).
Bizi anmak hususunda kalbine gaflet verdiğimiz ve hevesine uyup da işi furut
(yâni helak olmak) olan (yâni Uyeyne ve el-Akra')a uyma" (Kehf, 28)
âyetini indirdi. Habbâb: ( >_^j dan
maksad) uyeyne ve el-Akra'ın
işidir,
dedi. (Habbâb sözüne devamla) Sur.ra Allah onlara (yâni mü1-minlere ve
kâfirlere) iki adamın misâlini (Kehf sûresinin 32 ilâ 44. âyetlerinde) ve dünya
hayatının misâlini (Kehf sûresinin 45. âyetinde) getirdi (yâni anılan âyetleri
indirdi).
Habbâb
dedi ki: (Kehf sûresinin 28. âyeti indirildikten)
sonra biz (yâni fakir-zayıf saha biler) Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve
Sellem)'in beraberinde otururduk. O'nun kalkacağı saate varınca biz O'nu
bırakıp kalkıyorduk ki, O da kalksın."
Not:
Zevaid'de şöyle denilmiştir : Bunun senedi sahih olup râviteri güvenilir
zâtlardır. Müslim, Nesâi ve Müellif, yâni İbn-i Mâceh bu hadisin bâzısını Sa'd
bin Ebİ Vakkas (R.A.)'ın hadîsi olarak rivayet etmişler —4128 nolu hadise bak—.[30]
Zevâid
nevinden olan bu hadiste E n' a m sûresinin 52, 53 ve 54. âyetleri ile K e h f
süresinin 28. âyetinin iniş sebepleri bildirilmekte, keza K e h f sûresinin 32
ilâ 44. âyetleri ile 45. âyetinin bununla ilgili olduğu belirtilmektedir. Bu
hadiste anılan âyetlerin açıklaması geniş yer alacağından bu hususla ilgili
bilgi edinmek isteyenler tefsir kitablanna başvurmalıdır, demekle yetinmek
isterim. Ancak şunu belirteyim:
EI-Hâzin
tefsirinde beyân edildiğine göre Temim kabilesinin büyüğü El-Akra' bin Habis
ve Fezâr kabilesinin büyüğü Uyeyne bin Hısn, Resûl-iEkrem (Aleyhi's-salâtü
ve's-selâm) 'e bu teklifte bulundukları zaman yeni ihtida etmiş durumda idiler
ki böylelerine Müellefe-i Kulûb denilir. Yâni gönülleri henüz İslâm'a tam
yatışmamış durumda idiler. Yine el-Hazin tefsirinde Kehf süresinin 28.
âyetinin izahı bölümünde beyân edildiğine göre Uyeyne bin Hısn'm bu teklifi
henüz ihtida etmediği bir günde vuku bulmuştur.
Bâzı
rivayetlere göre ise bu âyetlerin iniş sebebi Mekke müşriklerinin bu teklifte
bulunmasıdır. 4128. hadis de bunu te'yid eder mâhiyettedir. Ancak şöyle yorum
yapılabilir: Bu teklif iki taraftan da vuku bulmuş olabilir. Yâni hem e 1 - A k
r a' bin Habis'-ten, hem de Mekke müşriklerinden gelmiş ve bu teklifler üzerine
anılan âyetler inmiştir.
Notta
belirtildiği gibi Zevâid yazarı bu hadîsin bir bölümünün Müslim, Nesâi ve tbn-i
Mâceh tarafından Sa'd bin Ebİ Vakkâs (Radıyallâhü anh)'m hadîsi olarak rivayet
edilmiş olduğunu söylemiştir. Fakat Sindi bu söze itiraz ederek: Bu iki hadis
birbirinden ayrı iki hadîstir. Sa'd (Radıyallâhü anh)'in hadîsine göre En'âm
sûresinin 52. âyetinin iniş sebebi Kureyş, yâni Mekke müşriklerinin bu teklifte
bulunmasıdır. H a b b â b (Radıyallâhü anh) 'm hadisine göre ise anılan âyetin
iniş sebebi Akra' bin Habis ile Uyeyne bin Hısn'ın vâki teklifidir. Bu itibarla iki hadisin
zahiri bile birbirine uymazken S a' d' m hadisi nasıl Habb&b'm hadisinin
bir parçası olur. İki hadis arasında görülen zahiri ihtilâf şöyle bertaraf
edilebilir: Akra' bin Habis ile Uyeyne bin H ı s n' in söylediği şeyi Mekke
müşrikleri de söylemişler ve bu âyet bunun üzerine inmiştir, diye bilgi verir.
Hadisin
sonunda H a b b â b "Kehf sûresinin 28. âyeti indikten sonra Resûl-i
Ekrem (Aleyh i's-salâtü ve's-selâm) 'in meclisimizden kalkacağı saat gelince
biz O'nu bırakıp kalkıyorduk ki O da kalksın"
mealindeki
sözünün mânâsı ve maksadı şudur: Bu âyet inmeden önce Resûl-i Ekrem
(Aleyhi's-salâtü ve's-selâm), biz fakirlerle oturup sohbet ederdi. Sohbet
bitince önce kendisi kalkıp gidiyordu, mecliste biz kalmış oluyorduk. Fakat bu
âyet indikten sonra O, bizi bırakıp gitmek, bizden önce meclisten ayrılmak
istemezdi. Bunun için sohbetin bitiminde evvelâ biz kalkıp giderdik, O da
bizden sonra o yerden ay nlırdL
Şu
noktayı da belirteyim: Resûl-İ Ekrem (Aleyhi's-salâtü ve's-selâm) 'in e 1 - A
k r a' bin Habis, Uyeyne bin H ı s n veya müşriklerin ulularının, kendileri
için ayrı oturum düzenlenmesi ve o oturumlara fakir müslümanlann alınmaması
yolundaki tekliflerine olumlu cevap vermeye taraftar olması, teklif
sahiplerinin nüfuzlu, eşraf ve zenginlikleri dolayısıyla değil, sırf
müslümanlığın güçlenmesi, yayılması ve yeni müslümanlann imânlarının
kökleşmesi içindir.
Bu
hadis ve arasında geçen âyetler, fakirlerle oturup kalkmanın, onlarla sohbet
etmenin, alçak gönüllülük etmenin üstün faziletine delâlet eder.
4128) "... Sa'd
(bin Ebî Vakkas) (Radtyallâhü anhyden; Şöyle demiştir:
Şu âyet
biz altı kişi hakkında indi: Benim
hakkımda ve İbn-i Mes'ûd, Suheyb, Ammâr, Mıkdâd ve Bilâl (Radiyallâhü anhüm)
hak kında.
Sa'd
dediki, Kureyş (müşrikleri) Resulullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) 'e: Biz
onlara (yâni yukarda isimleri geçen sahâbîlere) tâbi olmaya kesinlikle razı
olmayız. Bu sebeple onları yanından kov, diye teklifte bulundular. Sa'd, dedi
ki: Bunun üzerine Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'in kalbine girmesini
Allah'ın dilediği bir şey (yâni tekliflerine uymak düşüncesi) de O'nun kalbine
girdi. Sonra Allah (Azze ve Celle) :
"Rablerinin
rızâsmı dileyerek sabah akşam O'na dua edenleri (yanından) kovma..."
âyetini (En'âm, 52) indirdi."[31]
Bu
hadîsi Müslim ve Nesâî de rivayet etmişlerdir. Müslim bunu Sa'd bin Ebî Vakkas
(Radıyallâhü anh) 'm fazileti bölümünde rivayet etmiş olup metninde biraz
değişiklik var ise de mânâyı etkileyecek bir durum görmediğim için değişikliği
belirtmeye gerek görmüyorum.
Bu
hadîse göre En'âm sûresinin 52. âyeti hadîste ismi geçen sahâbîler hakkında
nazil olmuştur. Âyetin iniş sebebi de Mekke müşriklerinin hadiste sözü edilen
teklifleridir. Bundan önceki hadîse göre ise âyetin iniş sebebi el-Akra' bin
Habis ile Uyey-n e bin H i s n tarafından yapılan benzer tekliftir. Konu hakkında
gerekli bilgiyi bundan önceki hadisin izahı bölümünde verdiğim için oraya
bakılmalıdır.[32]
4129) "... Ebû
Saîd-i Hudrî (Radtyallâhü ank)'dea. rivayet edildiğine göre; Resûlullah
(Sallallahü Aleyhi ve Sellem) :
Malı
şöyle, şöyle, şöyle ve şöyle yapanlar hâriç, dünyalığı çok olanlara yazıklar
olsun, buyurdu. IJ&* —
"Şöyle" kelimesi) dört
(defa
Duyurulmuş) tur: (Yâni) Sağından, solundan, önünden ve arkasından (fakirlere,
hayır yollarına harcayanlar).
1
.-mi I Not: Zevâid'de şöyle
denilmiştir : Atiyye el-Avfî ve kendisinden rivayet eden
râvi
zayıftır. Ahmed de kendi Müsned'inde bu hadisi Muhammed bin Ubeyd'dâi el-A'meş
aracılığıyla Atıyye'den bu senedle rivayet etmiştir.
4130) "... Ebû Zerr
(Radtyallâhü anh)'den rivayet edildiğine göre; Resû lullah (Sallallahü Aleyhi
ve Sellem) şöyle buyurdu, demiştir :
Malı
şöyle ve şöyle yapan (yâni belirli bir parçasını etrafındak fakirlere, hayır
yollarına harcayan) ve onu helâl yoldan kazananla] hâriç, dünyalığı en çok
olanlar, kıyamet günü (rütbece) en aşağı olan lardır."
Not:
Zevâid'de şöyle denilmiştir : Bunun senedi sahih olup râvileri güvenili
zâtlardır.
4131) "... Ebû
Hüreyre (Radtyallâhü anh)*dea rivayet edildiğine göre; Resûlullah (Sallallahü
Aleyhi ve Selletn) :
Şöyle,
şöyle ve şöyle yapanlar (yâni malının belirli bir kısmını fakirlere, hayır
yollarına harcayanlar) hâriç, dünyalığı en çok olanlar.
(âturette
rütbece) en aşağı olanlardır, buyurdu.
\j£* = "Şöyle" kelimesi)
üç defa (buyurulmuş)tur."[33]
Zevâid
nevinden olan bu üç hadîs, dünyalığı çok olup da çevresine yardımda
bulunmayan, malının bir kısmını fakirlere ve benzeri hayır yollarına harcamayan
kimselerin kıyamet günü rütbece en düşük insanlar olduğuna delâlet eder.
Miftâhü'1-Hâce yazarının beyânına göre bâzı ilim adamları: Yâni zekât fitre
gibi zorunlu olan malî ibâdetler dışında sadaka ve bağış yapmaktan imtina eden
varlıklı mü'minlerin rütbesi, fakir mü'minlerin rütbesinden aşağıdır. Fakat
sadaka ve bağış gibi hayrat yapan varlıklı mü'minler bu hükmün dışında kalır,
diye yorum yapmışlardır.
Ebû
Saîd-iHudrî (Radıyallâhü anh) 'm hadîsinde geçen "Veyl" kelimesi bu
yoruma uygun olarak "Yazıklar olsun" biçiminde terceme edilmiştir.
Hadiste
geçen "Hakeza" kelimesiyle işaret olunan hayır yolları zekât mânâsına
yorumlandığı takdirde "Veyl" kelimesi "Azâb veya helak
olma" mânâsına da yorumlanabilir. Çünkü zekâtını vermeyen varlıklı mü'min
azaba müstehak olmuş olur.
Hadîslerde
geçen "Kaale" kelimesi "Faale" mânâsına yorumlanmıştır.
En-Nihâye'de: Araplar, Kavi masdannı ve bundan türeyen fiilleri her türlü
fiil, eylem ve iş yapma mânâsında kullanırlar, denilmiştir.
4132) "... Ebû
Hüreyre (Radtyallâhü ank)'den rivayet edildiğine göre; Peygamber (Sallallahü
Aleyhi ve Sellem) şöyle buyurmuştur:
Yanımda
Uhud (dağı) kadar altın olup da ondan bir parça yanımda kaldığı halde (iki gün
geçip) üçüncü bir gecenin gelmesini sevmem. Bir borcu ödemek üzere (o
altından) saklıyacağım parça hâriç."
Not:
Zevâld'de şöyle denilmiştir: Bunun senedi hasendir. Rftvİ YakÛb bin Humeyd
hakkında ihtilâf vardır. Ebû Süheyl'in adı Nâfi bin Malik bin Ebl Amir
el-Asbahi'dir, bu zât Mâlik bin Enes'in amcasıdır.[34]
Bu
hadîsin bir benzerini Buharı, Rikak kitabının "Bâbû
Kavli'n-Nebiyyi..." babında rivayet etmiştir. Oradaki hadîsin baş kısmı; =
"Uhud dağı kadar altınım olsa..." şeklindedir.
Bu
hadîs, malı Allah yoluna harcamayı teşvik eder ve Peygamber (Sallallahü Aleyhi
ve Sellem) 'in dünyadan yüz çevirmenin en üstün derecesinde olduğuna, kişinin
kendisine veya başkasına âit bir borcu ödemek için yetecek kadar mal
saklamasının Zühd'e, yâni dünyadan yüz çevirme faziletine gölge düşürmediğine
delâlet eder.
4133) "... Anır bin
Ğaylân es-Sakafî (Radtyallâhü anhümâydan -rivayet edildiğine göre; Resûlullah
(Sallallahü Aleyhi ve Sellem) şöyle buyurdu, demiştir:
Allahım!
Kim bana imân edip beni tasdik eder (doğrular) ve getirdiğim (Din) in senin
katından (gelme) yegâne hak (din) olduğunu bilirse, sen o kimseye az mal ve az
çocuk ver, sana kavuşmayı ona sevimli kıl ve ölümünü çabuklaştır (yâni ömrünü
uzun tutma). Kim de bana imân etmez, beni tasdik etmez (doğrulama?.) ve benim
getirdiğim (Din)in senin katından (gelme) yegâne hak (din) olduğunu bilmezse
o kimseye çok mal ve çok çocuk ver ve ömrünü uzat."
Not:
Zevâid'de şöyle denilmiştir : Bu senedin râvileri güvenilir zâtlardır. Hadîs
mürseldir. Zevâid yazan demiş ki: tbn-İ Mâce'ie, bu Amr'ın bundan başka
hadisini rivayet etmemiştir. Kütüb-i Sitte'nin kalanlarında Amr'ın hiç bir
hadîsi yoktur.[35]
Resûl-i
Ekrem (Aleyhi's-salâtü ve's-selânı), bu hadîste mü'min kulun malının ve
çocuğunun az olmasını dilemiştir. Çünkü malın ve çocuğun çokluğu mânevi
sınavda başarısızlığa yol açması kuvvetle muhtemeldir. Keza mal az iken çocuğun
çokluğu da helâl haram ayırımı yapmaksızın nafaka teminine ve dolayısıyla
günaha girmeye yol açabilir. Mü'minin ömrünün uzun olmaması dileğine gelince,
ömrün uzunluğu dünya sıkıntılarının daha çok çekilmesine sebebiyet verebilir.
Mü'min
olmayan kimsenin mal ve evlâdının çokluğu ve ömrünün uzunluğu, onun azabının
şiddetine sebep olur. Çünkü, dünya hayatında ne kadar çok kalsa ve malı ile
çocuğu ne kadar çok olsa o kadar fazla günah işlemiş olur.
4134) "... N'ukade
el-Esedî (Radtyallâhü anh)'den; Şöyle demiştir;
Resûlullah
(Sallaîlahü Aleyhi ve Sellem) beni bir adama göndererek ondan meniha (yâni
geçici bir süre için karşılıksız sütünden yararlanılacak) bir dişi deve
istedi. Adam bu isteği yerine getirmedi. Sonra Resûluilah (Sallaîlahü Aleyhi ve
Sellem) beni başka bir adama gönderdi. Bu adam O'na (sağmal) bir deve
gönderdi. Resûluilah (Sallaîlahü Aleyhi ve Sellem) deveyi görünce : A11 ahi m!
Bu deveyi ve onu göndereni bereketlendir, diye duâ buyurdu.
Amr
bin Ceylân (R.A.)'nm Hâl Tercemesi
Amr
bin Ğeylân bin Seleme es-Sakaü (R.A.)'ın sahâbi olup olmadığı hususunda
ihtilâf vardır. Bu zât Şam'a yerleşmiştir. Kendisi İbn-i Mes'ûd (R.A.)'den
hadis rivayet etmiştir. Râvisi ise Katâde'dir. Abdülğanî; Onun sahâbiliğine
dâir söz, sağlıklı bir kaynağa dayalı değildir, demiştir. Onun babası ise
sahâbîdir, kardeşi de Muâviye (R.A.)'ın vâlilerindendir. El-Müzzt : Onun
sahâbiliği uzak bir ihtimal değildir, demiştir. (Hulâsa, 292)
Notta
Zevâid'den naklen verilen bilgide hadisin mursel olduğu belirtilmiştir. Sebebi
ise Amr (R.A.)'m Resûl-i Ekrem (S.A.V.)'in sohbetiyle müşerref olmadığına dâir
görüştür, Sahâbi olduğuna dâir görüşe göre ise hadîs mürsel değil, mev-sûldttr.
Nukade
demiş ki: Bunun üzerine ben Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'e;
(bereket duası) Deveyi getirene de (şümullen-dirilse), dedim. O:
Ve
deveyi getireni (de bereketlendir), diye duâ buyurdu. Sonra devenin sağılmasını
emretti. Bunun üzerine deve sağıldı ve bol süt verdi. Sonra Resûlullah
(Sallallahü Aleyhi ve Sellem) (sağmal deve vermekten imtina eden ilk adam
için):
A
İlahım! Falanın malını çoğalt, diye duâ etti ve deve gönderen adam için de:
(Allahım!)
Falanın rızkım gün be gün eyle, diye duâ etti."
Not:
Zevâid'de şöyle denilmiştir: Bunun senedinde el-Berâ bulunur. İbn-i Hibbân onu güvenilir
râviler arasında anmıştır. Zehebi de onun meçhul olduğunu söylemiştir. Senedin
kalan râvileri güvenilir bâtlardır. Zevâid yazan : Yalnız îbn-i Mâce'nin
rivayet ettiği bu hadisten başka Nukade (R.A.)'ın hiç bir hadisi Kütüb-i
Sitte'de yoktur, demiştir.[36]
Sindi
bu hadisin izahı bölümünde şöyle der: Resûl-i Ekrem (Aleyhi's-salâtü
ve's-selâm) 'in, geçici bir süre için karşılıksız olarak sütünden yararlanılmak
üzere deve istemesi ihtiyacı olan bâzı kimseler için olabilir. Sağmal deve
vermekten imtina edene malının çoğalması için duâ edilmesinin sebebi şu
olabilir: O adam malının azlığından dolayı verememiş olabilir. Bu sebeple
sadaka verebilir ve sadaka vermenin faziletine kavuşabilir hâle gelmesi için
malının çoğalması doğrultusunda duâ buyurulmuştur. Şöyle bir ihtimal da var:
Adam deve vermekten imtina ettiğinden dolayı Resûl-i Ekrem (Aleyhi's-salâtü
ve's-selâm), ona kızmış ve âhirette payı az olsun diye dünyada malının
çoğalması için duâ etmiştir. Bu ihtimal kuvvetli görülür. Resûl-i Ekrem (Aleyhi's-salâtü
ve's-eelâm) 'in deveyi verenin rızkının günlük rızık hâline gelmesi için duâ
etmesi sebebJ de şu olabilir: O, adamın malının çok olduğunu görmüş ve malının
çokluğu yüzünden bir fetneye düşmesinden endişelendiği için malının azalmasını
dilemiştir. Allah gerçeği en iyi bilendir.
Nukade
(İLA.Kın Hâl Tercemesl
Nukade
bin Abdillah el-Esedî (R.A.), sahibidir. Peygamber (S.A.V.Vden hadis
rivayetinde bulunmuştur. Kendisinden de Zeyd bin Eşlem ve oğlu Sa'd bin Nukade
rivayette bulunmuşlardır. İbn-i Mâceh onun hadisini rivayet etmiştir. Hulasa,
406)
4135) "... Ebû
Hüreyre (Radtyaîlâhü ankyden rivayet edildiğine göre; Resûlullah (Sallallahü
Aleyhi ve Sellem) şöyle buyurdu, demiştir;
Altın
kulu, gümüş kulu, saçaklı elbise kulu ve kareli elbise kulu olan kimse mutsuz
olsun. O (çıkar düşkünü muhteris) kişiye (dilediği) verilirse memnun olur,
verilmezse (ödevini) îfâ etmez."
4136) "... Ebû
Hüreyre (Radıyallâhü anh)'dtn rivayet edildiğine göre; Resûlullah (Sallallahü
Aleyhi ve Sellem) şöyle buyurdu, demiştir:
Altın
kulu, gümüş kulu ve kareli elbise kulu olan kimse, sürünsün ve baş aşağı
yuvarlansın. Vücûduna diken batınca da cımbızla çıkaran bir kimseyi
bulamasın."[37]
Ebû
Hüreyre (Radıyallâhü anh) 'in bu hadisini B u h a -r t, Cihâd kitabı ile Rikak kitabında rivayet
etmiştir.
Hadiste
geçen "Taise" fiili çeşitli şekillerde mânâlandınlmıştır. İbn-i
Hacer, el-Fetih'te bu fiilin manâsıyla ilgili olarak özetle şöyle der:
Ta's
masdarı, yere düşmek demektir. Burada helak olmak mânâsı kasdedilmiştir. Îbnü'l-Enbâri : Ta's, serdir, demiştir.
İbn-i
Hacer, Rikak bölümündeki hadîsin izahı esnasında yukardakı bilgiyi verdiği gibi
Cihâd kitabında bu hadisin izahım yaparken de: Ta's t Mutsuzluktur. Bir kavle
göre, yüzükoyun yere düşmektir. E 1 • H a 11 I : Ta's, kayıp yere düşmek ve
bir daha doğru-lamamaktır, demiştir.
Neks
i Baş aşağı yuvarlanmaktır. İntikâs, bir kavle göre yere düşünce doğrulmak
isterken tekrar yere düşmektir. İntikâs, hastalığın nüksetmesi, yâni geri
gelmesidir.
Ta's
ve İntikâs'den maksad para ve mala kulluk ederek buna düşkün olan kişinin
mutlu olmaması ve hüsrana uğramasıdır. Şevke, dikendir. Minkaş: Cımbızdır.
Bu
hadîste, dünya malına taparcasına düşkün olan kimse aleyhine dua edilmiştir.
Çünkü ihtiyacından fazla mal biriktirmeye aşın derecede düşkün olup bununla
meşguliyetinden dolayı yükümlü bulunduğu dîni vecîbeleri yerine getirmeyen,
farz, vâcib ve mendub ibâdetleri yapmayan bir kimse doğru yoldan sapmış,
dalâlete düşmüş demektir.
Hadisin
sonunda: "Vücûduna bir diken batınca da cımbızla çıkaran bir kimse
bulunmasın" şeklinde beddua edilmiştir. Yâni çalışma ve hareket etmekten
alakonsun. Çünkü çalışması ve hareketi, manevî sorumluluğunu, vebalini
çoğaltmaktan başka bir şeye yaramaz, kendisine bir yarar sağlamaz. Bir dikeni
cımbızla çıkarmak yardım çeşitlerinin en basiti, en kolayıdır. Böyle bir
yardımdan yoksun kalmasını dilemek, her nevî dünyalık yardımın kesilmesini
dilemeyi ifâde eder.
En-Nihâye'de
Katîfe, saçaklı elbise, Hamîsa da kareli elbise, çizgili elbise diye açıklanmıştır.
Bu iki kelime başka çeşit elbise ve yaygı anlamlarında da kullanılır. Burada
kasdedilen mânâ, süslü elbisedir.[38]
4137)
"...
Ebû Hüreyre (Radıyallâhü anAJ'den rivayet edildiğine göre; Resûlullah
(SalîaUahü Aleyhi ve Sellem) şöyle buyurdu, demiştir :
Zenginlik
mal çokluğundan değildir. Lâkin zenginlik nefis (ve gönül)
zenginliğidir."[39]
Bu
hadisi Buhâri, Mü slim, Tirmizî ve Ahmed de rivayet etmişlerdir.
Hadîste
geçen "Araz" kelimesi yararlanılan dünyalık şeyler anlamında
kullanılmıştır. İbn-i Battal: Hadîsten kasdedilen mânâ şöyledir: Zenginlik mal
çokluğu değildir. Çünkü varlıklı olanların çoğu, servetiyle yetinmiyerek daha
çok zengin olmaya gayret eder ve kazancının helâl veya haram yoldan geldiğine
de pek bakmaz. Bu itibarla aşın ihtirasından dolayı öyle kimseler fakir
gibidir. Hakiki zenginlik gönül ve nefis zenginliğidir. Bu tür zenginlik,
rızkına kanâat ederek hâline şükreden, varlığının çoğalması için ihtiraslı
olmayan, tok gözlü kişinin zenginliğidir, der.
K
u r t u b i de : Hadisten kasdedilen mânâ şöyledir: Övgüye lâyık veya yararlı
zenginlik nefis zenginliğidir. Çünkü nefis ve gönül zengin olunca, bir takım
emeller peşine düşmez ve dolayısıyla izzet ve şerefini korumuş olur. Varlık
sahibi olup da kalbi zengin olmayan bir kimse ise, cimriliği, muhterisliği ve
aç gözlülüğü onu bir takım âdi işlere, onur kırıcı hareketlere ve fena
durumlara düşürebilir. Böylesi halk nazarında küçük düşer, yerilir, hattâ
menfur olur, demiştir.
4138) "... Abdullah
bin Amr bin el-As (Radtyallâhü anhümâyâan rivâ yet edildiğine göre; Resûlullah
(Sallallahü Aleyhi ve Sellem) şöyle buyurmuştur
fslâm
dinine erdirilen, yetecek derecede rızkı verilen ve buna ka naatkâr olan kimse
muhakkak felah bulmuştur."
4139) "... Ebû
Hüreyre (Radtyailâhü a»*)'den rivayet edildiğine göre; Resulullah (Sallallahü
Aleyhi ve Sellem) şöyle buyurdu, demiştir;
AUahıml
Muhanuned'in ev halkının rızkını geçinecek kadarcık kıL"[40]
Abdullah
(Radıyallâhü anh) 'in hadîsini Müslim, Tir-m i z I ve Ahmed de rivayet
etmişlerdir. Bu hadiste, İslâm dînine erdirilerek, Rabb'ine itaat eden,
ihtiyacına cevap verebilecek derecede helâl rızık verilen ve kanaatkar olan
mü'minin felah, yâni mutluluk bulduğunu bildirir.
Felah:
Hedefe ulaşmak, zafer kazanmak ve kurtuluşa ermek gibi mânâlara gelir. Burada
bunların hepsi düşünülebilir.
Ebû
Hüreyre (Radıyallâhü anh) 'in hadisini BuhârI, Müslim, Tirmizi ve Nesâi de
rivayet etmişlerdir. 'Kût'\ açlığı giderecek kadar olan yiyecek demektir.
Kurtubi
bu hadisin izahında: Yâni "AHahım! Onlara öyle bir rızık ver ki,
dilencilik zilletine zorlamasın ve refah ile bolluğa yol açacak derecede fazla
olmasın. Böyle bir rızık sahibi ne fakir ne de zengin sayılır" demiştir.
4140) "... Enes
(Radtyailâhü oıA/den rivayet edildiğine göre; Resûlul-lah (Sallallahü Aleyhi ve
Sellem) şöyle buyurdu, demiştir:
Her
zengin ve her fakir kıyamet günü dünyada rızkının geçinecek kadarcık verilmiş
olmasını muhakkak arzu 1 ayacaktır."
Not:
SUyûtl demiş ki: Bu hadisi Îbnü'l-Cevzt, mevzu hadislere dahil etmiş ve
senedinin râvi Nufey' İle malul olduğunu söylemiştir. Çünkü bu râvf terkedilmiştir.
Bu hadis Ahmed'ln Müsned'inde de mevcuttur. El-Hatlb'in, kendi Tarih'in-de
rivayet ettiği îbn-i Mes'ûd (R-A.)'ın hadisi de bu hadis İçin şâhid
durumundadır.
4141) ... UbeyduIIah bin
Mıhsan el-Ensârî (Radtyailâhü anhyden rivayet edildiğine göre; Resûlullah
(Sallallahü Aleyhi ve Sellem) şöyle buyurdu, demiştir :
(Ey
Mü'minier!) Sizden kim vücutça sağlıklı, kalben emin olup yanında gününün
yetecek kadarcık rızkı bulunursa bütün dünya ona verilmiş gibidir."[41]
Bu
hadîsi Tirmiz; de rivayet etmiştir. BuhârI de eI-Edebü*l-Müfred'de rivayet
etmiştir. Tuhfe yazarı bu hadîsin izahı bölümünde şöyle der:
Hadiste
geçen "Sirb" nefis demektir. Bir kavle göre topluluk d,e-mektir. Bu
takdirde maksad, kişinin aile ferdleri ve ey halkıdır.
Bir
kavle göre bu kelime "Serb" olarak okunur ve meslek, yol anlamım
ifâde eder. Bir başka kavle göre "Sereb" okunabilir ve ev mânâsında
kullanılmış olur. Bu kelime ile ilgili yukarda verilen bilgi e 1-Kari'den nakledilmiştir.
Tercemede
bu kelime karşılığında kalb kelimesi kullanılmıştır. Çünkü Kamus'ta Sirb
kelimesinin kalb, nefis, yol ve cemâat mânâlarına geldiği bildirilmiştir.
Hadiste kişinin düşman tehlikesinden ve korkusundan uzak ve emin olması mânâsı
kasdedildiğinden iç huzuru ve gönülce emniyet içinde bulunmak esas
alınmalıdır.
Hadisteki
"Hîzet" fiili "Hıyâzet" masdanndan alınmadır. Hıyâzet,
toplamak ve birleştirmek demektir.[42]
1. Beden sağlığı büyük
bir nimettir.
2. Düşman şerrinden
ve korkusundan emin olmak, güvenlik içinde yaşamak büyük bir nimettir.
3. Günlük nafakaya
sahip olmak büyük bir nimettir.
4. Yukarda sayılan üç
nimete sahip olan bir kimse, bütün dünya kendisine verilmiş gibidir. Kendisini
böyle görmeli, nimetlere şük-rctmeli, âhirct mutluluğuna erişmeye çalışmalıdır.
4142) "... Ebû
Hüreyre (Radtyallâhü anhyden rivayet edildiğine göre; Resûlullah (Sallallahü
Aleyhi veSellem) şöyle buyurdu, demiştir:
Siz
(dünya işlerinde) kendinizden aşağı olanlara bakınız ve (dünyalık bakımından)
sizden yukarı olanlara bakmayınız. Çünkü bu, Allah'ın nimetini küçümsememenize
daha lâyıktır.
(Râvi)
Ebû Muâviye (kendi rivayetinde) "üzerinizde olan — nimetini —"
demiştir."[43]
Bu
hadisi Müslim, Tirmizi ve Ahmed de rivayet etmişlerdir. Bu hadîsi
Müellifimizin şeyhi Ebû Bekir'e,
Ubcydullah
(R-A.)'ın Hâl Tercemesf
Ubeydullah
bin Mıhsan el-Ensârî (R.A.)'m sahâbl olup olmadığı hususunda ihtilâf vardır.
Tehzibü't-Tehzib'te, îbn-u Abdil-Berr'den naklen şu bilgi verilmiştir.
Âlimlerin çoğunluğu bu zâtın sahâbl olduğuna dâir rivayeti sağlıklı saymışlar.
Ebû Naim : O, Peygamber <S.A.V.))'in zamanına yetişmiş ve Cnu görmek
şerefine kavuşmuştur, der. Et-Tafcrlb'te: Bu zâtın İsmi Abdullah bin
Mıhsan'dır. Adının Ubeydullah olduğu da söylenir ve bu kavil tercih edilmiş,
diye bilgi verilir. (Tuh-fetül-Ahvezi 3. cUd. sah. 269)
Vekl
ve Ebû Muâviye isimli iki zât rivayet etmişlerdir. Ebû Muâviye' nin rivayetinde
"Aleyküm", yâni üzerinizde olan nîmet ilâvesi vardır ki V e k i' nin
rivayetinde yoktur. Hadisin sonunda bu durum belirtilmiştir.
Hadîste
dünyalık bakımından yukarda olanlara değil, aşağıda olanlara bakılma emri
verilmiştir. Çünkü kişi dünyalık bakımından kendisinden yukarı, yâni daha
varlıklı kimselere baktığı zaman, Allah'ın kendisine verdiği nimetleri
küçümseyebilir. Bu hâl onun öfkelenmesine, nankörlüğüne ve büyük günahlara
girmesine sebebiyet verebilir. Fakat kendisinden aşağı olanlara baktığı zaman,
elindeki nimetlere şükreder, hamdeder ve günaha girmekten uzak kalmış olur.
4143) "... Ebû
Hüreyre (Radtyailâhü anhyden rivayet edildiğine göre; Resûlullah (Sallallahü
Aleyhi ve Selletn) şöyle buyurmuştur:
Allah
şüphesiz (mükâfatlandırma veya cezalandırma bakımından) sizin suretlerinize ve
mallarınıza bakmaz ve lâkin ancak amellerinize ve kalblerinize bakar."[44]
Bu
hadisi Müslim ve
Tirmizi de rivayet etmişlerdir.
Bilindiği
gibi Allah her şeyi görür ve O'ndan gizli hiçbir şey yoktur. Bu itibarla
hadîsten maksad mükâfatlandırma veya cezalandırma bakımından olan bakıştır.
Yâni mükâfatlandırması veya cezalandırması kalblerdeki niyetlere ve amellere
göredir. Kişilerin suretlerinin güzelliğine veya çirkinliğine, keza malının
çokluğuna veya azlığına göre değildir.
Sindi:
Yâni amellerinizi ve kalbi erin izi ıslah ediniz, düzeltiniz. Gayret ve
çalışmalarınızı bedenlerinizin güzelliğine ve mallarınızı çoğaltmaya teksif
etmeyiniz. Allah'ın bakıp bakmamasından maksad kanımca şudur: Allah kulunu, suretinin güzelliğiyle veya
malının çokluğuyla kabul buyurmaz, onu katında yüceltmez. Keza bunun aksine
kulunu suretinin çirkinliğiyle veya malının azlığıyla da kabul buyurmaz,
yüceltmez. O, kulunu amelinin güzelliğiyle ve kalbinin ihlâslı olması, yâni
niyetinin sırf Allah rızâsı olmasıyla kabul buyurur, katında yüceltir. Keza O,
kulunu amelinin çirkinliğiyle ve niyetinin bozukluğuyla reddeder, demiştir.[45]
4144) "... Aişe
(Radtyallâhü ankâ)'dan; Şöyle demiştir:
Şüphesiz
biz Muhammed (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'in âli (yâni ev halkı) kesinlikle
bir ay durup (bir yiyecek pişirmek için) o süre içinde ateş yakmazdık. O, (yâni
yiyecek ve içecek olarak evde kullanılan şey) yalnız kuru hurma ve su idi.
(Râvi îbn-i Nümeyr: "Bir ay kalırdık" demiştir.)"
4145) "... Âişe
(Radtyallâhü «lAâ^'dan; Şöyle demiştir:
(And
olsun ki) Muhammed (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'in evlerinin hiç birisinde
ateş dumanı görülmeksizin Onun ev halkının (üzerinden bir ay geçerdi ve)
üzerlerine yeni ay gelirdi.
(Âişe'nin
râvisi Ebû Seleme demiş ki) Ben (Âişe'ye* :
Peki
onların yemeği ne idi? dedim. Âişe:
Siyah
iki şey: Kuru hurma ve su. Bir de şu var ki, Ensâr'dan olan sadakatli
komşularımız vardı. Bunların sağmalları bulunurdu. İşte bunlar sağmallarının
sütlerim O'na gönderirlerdi. (O da bize içirirdi), dedi.
(Râvi)
Muhammed demiş ki: Ve onlar (yâni Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'in
Ehli Beyt'i) dokuz evdi."
Not:
Zevâid'de şöyle denilmiştir : Bunun senedi sahih olup râvileri güveni* lir zâtlardır.
Müslim, bu hadîsin bâzısını bu cihetten rivayet etmiştir.
4146) "... Ömer bin
el-Hattâb (Radıyallâhü anh)'âen; Şöyle demiştir:
Ben,
Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve SellemVi açlıktan bütün gün kıvranıp karnını
doyuracak kötü hurma (bile) bulamıyorken gördüm.[46]
Bu
babın ilk hadisini Buhâri, Müslim ve Tirmizî de rivayet etmişlerdir.
Müellifimizin şeyhi Ebû Bekir bin Ebi Şeybe'ye Abdullah bin Nümeyr ve Ebû Ü s â
m e rivayet etmişlerdir. îbn-i Nümeyr, hadisteki "Nemküsü" fiili
yerine "Nelbesu" fiilini rivayet etmiştir. Bu iki fiilin ifâde ettiği
mânâ hemen hemen aynıdır. Hadisin sonunda bu değişiklik belirtilmiştir.
A
i ş e (Radıyallâhü anhâ) 'nın ikinci hadisi notta belirtildiği gibi Zevâid
nevindendir. Müslim de Zühd kitabında bunun bir benzerini rivayet etmiştir. B u
h â r i' nin Hibenin Fazileti bölümünde rivayet ettiği  i ş e (Radıyallâhü
anhâ)'nın hadîsi de buna benzer. Bu hadîste geçen Rebâib: Rebibe'nin
çoğuludur. Rebîbe, evde beslenen davar demektir.
Â
i ş e (Radıyallâhü anhâ), kuru hurma ve suya "Esvedân = İki siyah"
demiştir. Medîne-i Münevvere hurmalarının çoğu siyahtır. Fakat bilindiği gibi
suyun rengi yoktur, kaba göre renk alır. Ona siyah denmesi sebebi ya onların su
kablarınm ekserisinin siyah olması veya tağlîbtir. Yâni kuru hurmanın siyahlık
sıfatının suya da verilmesi ve böylece hurmanın suya galip kılınmasıdır.
Resûl-i
Ekrem (Aleyhi's-salâtü ve's-selâm) 'e süt hediye eden En-sâr komşularının Sa'd
binUbâde, Abdullah bin Amr, Ebû Eyyûb Hâlid bin Zeyd ve Es'ad bin Z ü r â r e
gibi zâtlar olduğu, K a s t a 1 â n i tarafından belirtilmektedir.
Râvi
Muhammed'in "ve onlar dokuz ev idi" sözü, E h 1 - i B e y t'in dokuz
ev olduğu biçiminde terceme edildi. Çünkü 4147. hadiste de belirtildiği gibi
Resûl-i Ekrem (Aleyhi's-salâtü ve's-selâm)'in dokuz zevcesi bulunurdu. Her
zevcenin odası ayrı olduğu için Ehl-i
Beyt'in dokuz hanesi bulunurdu.
Râvinin
sözündeki zamirin süt hediye eden komşulara âit olması uzak bir ihtimaldir. Bu
takdirde cümlenin mânâsı şöyle olur: Süt hediye edenler dokuz evdi.
Ömer
(Radıyallâhü anh)'ın hadisini Müslim de rivayet etmiştir. Bu hadiste geçen
Dekal: Âdi ve kötü cins hurma demektir.
İltivâ
î Öne, sağa ve sola eğilmektir. Fakat Tıybi: İltivâ ve Televvî: Açlıktan dolayı
kıvranmak veya dövülürken acıdan dolayı kıvranmaktır, dRmiştir.
4147) "... Enes bin
Mâlik (Radtyattâhü a«A/den; Şöyle demiştir: Ben, Resûlullah (Sallallahü Aleyhi
ve Sellem) 'den defalarca t Muhammed'in canı (kudret) elinde olan (Allah) a
yemin ederim ki Muhammed'in ev halkı yanında ne bir sâ dâne (yâni hububat) ne
de bir sâ kuru hurma sabahladı, buyruğunu işittim. O gün O'nun dokuz zevcesi
şüphesiz vardı."
Not:
Zevâid'de şöyle denilmiştir: Bunun senedi sahih olup râvileri güveni. Jir
zâtlardır. îbn-i Hibbân da bunu Ebân el-Attâr yoluyla Katade'den bu senedle
kendi Sahth'inde rivayet etmiştir.[47]
Sindi:
Ben derim ki, bu hadisin aslını Buhârl kendi Sahih'inde Kitâbü'l-Bey'de rivayet
etmiştir. Ancak sarihleri o rivayetin mevkuf veya merfû olduğu hususunda
ihtilâf etmişler. Lakin Müellifin (yâni İbn-i Mâceh'in) bu rivayeti hadisin
Enes (Radıyallâhü anh) üzerinde mevkuf olduğunu söyleyenin kavlini reddeder.
4148) "... Abdullah
(Radtyallâhu ank)'den rivayet edildiğine göre; Resûlullah (Sallallakü Aleyhi
ve Sellem) :
"Muhammed'in
ev halkında bir müd yemekten başka (azık olarak) bir şey sabahlamadı"
veya "Muhammed'in ev halkında bir müd yemek (bile) sabahlamadı"
buyurdu, demiştir."
Not:
Zevâid'de şöyle denilmiştir: Bu, râvileri güvenilir bir seneddir. Râvi
Ebü'l-Muğire'nin adı Abdülkuddüs bin Haccâc el-Havlânl'dir.
4149) "... Süleyman
bin Sured (Radtyallâhü anhyâen: Şöyle demiştir:
Resûlullah
(Sallallahü Aleyhi ve Sellem) yanımıza geldi ve bir yiyecek maddesine gücümüz
yetmediği (veya O'nun gücü yetmediği) halde üç gece (yemeksiz) durduk."
Not:
Zevâid'de şöyle denilmiştir : Tâbü olan râvi meçhuldür. Râvilerİn isimlerine
dâir kitab yazanlardan ondan söz edeni görmedim ve onu bilemedim.
4150) "... Ebû
Hüreyre (Radıyaltâhü anh)'den: Şöyle demiştir:
Bir
gün Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'e sıcak bir yemek getirildi. O da
yedi ve yemekten sonra:
El
Hamdü lillâh (=Hamd Allah'a mahsustur). Şu ve şu kadar zamandan beri karnıma
sıcak bir yemek girmedi (idi), buyurdu."
Not:
Zevâid'de şöyle denilmiştir : Bunun senedi hasendir. Râvi SÜveyd hakkında
ihtilâf vardır.[48]
4147
ilâ 4150 nolu hadisler Zevâid nevindendir. Ancak 4147. hadisin bir benzeri
notta da belirtildiği gibi B u h â r i tarafından rivayet edilmiştir. B u h â
r i benzer hadîsi Büyü, İstikraz, Cihâd, Selem, Şirket, Rehin ve Meğâzi gibi
bölümlerde on bir defa rivayet etmiştir. 4150 nolu Ebû Hüreyre (Radıyallâhü
anh)'ın hadisini B e y h a k i de rivayet etmiştir.
Bu
bâbta rivayet olunan tüm hadîsler gerek Resûl-i Ekrem (Aley-hi's-salâtü
ve's-selâm)'in ve gerekse Ehl-i Beyt'in, yâni muhterem zevcelerinin nasıl bir
geçim ve yaşantı içinde olduklarım bildirir. Tabiî ki, O büyük insan ve
âlemlerin medâr-ı intiharı (Sallallahü Aleyhi ve Sellem), bir çok hadîsle
sabit olduğu gibi bu hayat tarzını tercih eylemiş, dünya lezzetlerine ve
süslerine iltifat ve itibar etmemiştir. Muhterem zevceleri de O'nun bu
prensibine sadakatla bağlı kalmışlardır. Aslında Resûl-i Ekrem
(Aleyhi's-salâtü ve's-selâm), her zevcesinin yıllık nafakasını, yâni geçinecek
kadar azıklarını verirdi. Fakat onlarda Resûl-i Ekrem (Aleyhi's-salâtü
ve's-selâm)'in yolunu izleyerek fakirleri, yoksulları kendi nefislerine tercih
ederlerdi ve dolayısıyla yıllık nafakaları yılın yansına bile yetmezdi.
Bu
hadisler, her gün iki üç defa tıkabasa karınlarını çeşitli yemeklerle
dolduran, hattâ bunun yanında gıda maddelerini israf eden, çöplükleri yemek
artıkları ve ekmek parçalarıyla dolup taşan bu günkü müslümanlar için büyük
birer derstir.[49]
4151) "... Aişe
(Radıyallâhü anhâ)Aan\ Şöyle demiştir:
Resûlullah
(Sallallahü Aleyhi ve Sellem) in, üstünde yattığı yatak, içi Hf (yâni hurma
yaprağı) ile dolu tabaklanmış deri idi."
4152) "... Alî (bin
Ebî Tâlib) (Radtyallâhü anh)\\en: Şöyle
demiştir:
Ali
(bin Ebî Tâlib) ve (eşi) Fâtıma (Radıyallâhü anhümâ) kendilerine âit bir hamil
(hamil, yünden mamul, saçaklı beyaz çarşaftır) içinde (yatmakta) iken
Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) onlara vardı. Resûlullah (Sallallahü
Aleyhi ve Sellem) o çarşafı, içi iz-hır (yâni Mekke şamam denilen ot) ile
doldurulmuş bir yastığı ve bir kırbayı (su tulumunu) cehiz olarak onlara vermişti."
4153) ... Ömer bin
el-Hattâb (Radıyallâhü anh) den; Şöyle demiştir:
Ben,
Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'in huzuruna (oda-sma)girdim. O, bir
hasır üstünde (uzanmış) idi. Ömer demiştir ki: Biraz sonra oturdum. Baktım ki
O'nun üzerinde bir îzâr (belden aşağı bedeni örten elbise) var ve üzerinde
ondan başka bir şey yok. Bir de gördüm ki hasır O'nun mübarek böğründe iyice iz
yapmış. Odasının bir kenarında da bir sâ (ölçeği) kadar bir tutam arpa ve
biraz karaz (deri tabaklamada kullanılan selem ağacı meyvesi) gözüme ilişti.
Henüz tabaklanmamış bir deriyi de asılı gördüm. Bu vaziyet karşısında gözlerim
yaşardı (ağladım). Bunun üzerine O: Seni ağlatan nedir, Ey Hattâbın oğlu?
buyurdu. Ben de: Ey Allah'ın Peygamberi! Nasıl ağlamıyayım? Şu hasır senin (mübarek)
böğründe iyice iz yapmış, şu hazânen (yâni azık için ayırdığın
köşe) de
gördüğüm şeyden başka bir şey göremiyorum. Halbuki şu Klsrâ ve Kayser, meyveler
ile nehirler (nimetlerin) de bulunurlar. Sen ise Allah'ın peygamberi ve seçkin
kulusun, kilerciğin de işte budur, dedim. Resûl-i Ekrem {Sallallahü Aleyhi ve
Sellem) :
Ey
Hattâb'ın oğlu! Âhİretin bize, dünyanın da onlara olmasına râ-zî olmaz mısın?
buyurdu. Ben:
Razı
olurum, dedim."
4154) ... AH (bin Ebf
Tâlib) (Radtyallâhü atıh)'den; Şöyle demiştir:
Resûlullah
(Sallallahü Aleyhi ve Sellem) İn kızı (Fâtıma gerdek gecesi) bana gönderildi.
Zifaf gecesi yatağımız, bir koç derisinden başka bir şey değildi."
Not:
Zevâiö'de şöyle denilmiştir : Bunun senedinde el-Hâris ve Müc&Üd var, ikisi
de zayıftır.[50]
Â
i ş e (Radıyallâhü an ha) nın hadisi Buhâri, Müslim ve T i r m i z İ tarafından
da rivayet edilmiştir. Bu hadîste geçen 14 Dicâ1" i Üstünde yatılan yatak
demektir. Edem: Edîm'in çoğuludur, tabaklanmış deri demektir.
4152.
nolu A 1 î (Radıyallâhü anh)'ın hadîsi İ b n-i H i b -ban tarafından da rivayet
edilmiştir. Kalan Kütüb-î Sitte'nin hangisinde bulunduğuna bakılmalıdır. Bu
hadîste geçen "Hamil" hadis metni arasında parantez içinde tarif
edilmiştir. T a b e r â n i' nin Ata bin es-Sâib aracılığıyla Abdullah bin Ömer
(Radıyallâhü anh)'den rivayet ettiği bir hadîste Resûl-i Ekrem
(Aley-hi's-salâtü ve's-selâm)'in cehiz olarak Fâtıma (Radıyallâhü an-hâ) ile
beraber bir hamil, içi hurma yaprağı ve izhır (denilen Mekke samanı) ile dolu,
tabaklanmış deri bir yastık ve bir su tulumu gönderdiği, Al! İle Fâtıma
(Radıyallâhü anhümâ) 'nın o hamil denilen çarşafın yansını altlarına serip,
diğer yarısını üstlerine atmak suretiyle yatak yaptıklan bildirilmiştir. O
rivayette A t â, hamil'in ne olduğunu sormuş ve: Hamil, bir katîfe (yâni
saçaklı çarşaf) tır, cevâbını almıştır. Bu cevâbm babası e s - S â i b
tarafından verildiği kanaatındayım. Çünkü şeyhi babasıdır. Bu itibarla Müellifimizin
rivâyetindeki tarifin de e s - S â i b ' e âit olması kuvvetle muhtemeldir.
Hadiste
geçen "İzhır" güzel kokulu bir ottur. Kuruduğu zaman rengi
beyazlaşır. Okyanos'ta beyân edildiğine göre Türkçede ona Mekke samanı denilir.
"Kırba" su tulumudur. Süt tulumuna da denilir.
Ömer
(ftadıyallâhü anhl'ın hadîsini Müslim, Talâk kitabının 5. babında uzun bir
hadis metni içinde rivayet etmiş. Ayrıca Hâkim
de bunu rivayet etmiştir.
Zevâid
nevinden olan son hadîste geçen Meşk: Deri demektir. Kebş de koçtur.
Bu
bâbtaki hadisler de Resûl-i Ekrem (Aleyhi's-salâtü ve's-se-lâm)'in ve ev
halkının, başka bir deyimle E h 1 - i B e y t' in yataklarının nasıl olduğunu
bildirir.
Akşamdan
sabaha kadar çok yumuşak ve süslü yataklar içinde mışıl mışıl uykuya dalan biz
gafil kullara yüce Rabbim şuur ve kanaat ihsan eylesin ve bu nimetlerin
şükrünü edâ etmeye muvaffak eylesin ve bunca nimetlerin hesabını lütfü ve
keremi ile sormasın.[51]
4155) "... Ebû
Mes'ûd (el-Ensârî) (RadtyaUâkü a»A)'den
şöyle rivayet edilmiştir:
ResûluUah
(Sallallahü Aleyhi ve Sellem) sadaka vermeyi emrederdi. Bunun üzerine (sadaka
vermeye mâlî gücü olmayan) herhangi birimiz iki avuç (hurma) getirebilmek için
gidip sırtında (ücretle) yük taşırdı. Bu gün ise bunların birisinin yüz bin
derle servet) i vardır.
(Ebû
Mes'ûd'un râvisi) Şakîk demiş ki: Bana Öyle geliyor ki Ebû Mes'ûd (bu sözle)
kendi şahsını(n mâli durumunu) kasdediyor(du)."
4156) '... Hâlid bin
Umeyr (Radtyallâhü anh)\\çn\ Şöyle demiştir:
Utbe
bin Ğazvân (bin Câbir) minber üstünde bize bir hutbe okudu ve (hutbesinde ez
cümle) şöyle dedi: Gerçekten ben kendimi Re-sûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'in
beraberinde bulunan (ilk müslüman) yedi kişinin yedincisi olarak gördüm. Ağaç
yaprağından başka yiyeceğimiz bir yemek yoktu. Hattâ (ağaç yapraklarını yediğimizden
dolayı) ağızlarımızın etrafı yara oldu.' '
4157) "... Ebû
Hüreyre (Radtyallâhü anhyden rivayet edildiğine güre:
(Bir
gün arkadaşları ile) yedi kişi olarak (çok) acıkmışlar. Ebü Hüreyre demiş ki:
Bunun üzerine Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) beher kişiye bir aded
olmak üzere bana yedi tane kuru hurma verdi."
4158) "... Zübeyr bin
el-Avvâm (Radıyallâkü ankyâtn rivayet edildiğine «jttre :
= (And olsun ki) sonra o gün (kıyamette)
nimet
(in şükrün) den muhakkak sorulacaksınız." (Tekâsür, 8) âyeti inince Zübeyr
(bin el- Avvâmî (Radıyallâhü anh) :
(Yâ
Resûlallah!) Biz hangi nimettin şükrün)den sorulacağız? (Bizdeki) nîmet ancak
(şu) siyah iki şeydir: Kuru hurma ve su, dedi. Resul-i Ekrem (Sallallahü Aleyhi
ve Sellem) :
Bilmiş
olunuz ki, muhakkak o (sorulacağınız nîmet) olacaktır (yâni bolluğa
kavuşacaksınız), buyurdu."[52]
Ebü
Mes'ûd (Radıyallâhü anh) in hadîsini B u h â r i ve N e s â î de rivayet
etmiştir. Bu hadisin sonunda râvi Ş a k i k' a âit cümleden maksadı şudur: Bana
öyle geliyor ki Ebû Mes'ûd (Radıyallâhü anh), kendisinin de ilk zamanlarda
fakir olduğunu, o sıralarda bir sadaka verebilmek için diğer bâzı sahâbiler
gibi gidip hammallık ederek ücret aldığını ve bundan sadaka verdiğini, ama daha
sonra zenginleştiğini üstü kapalı ifâdelerle anlatmak istemiştir.
Müslim
de Zekât kitabının 21. babında bu hadisi kısmen değişik bir ifâde ile rivayet
etmiştir.
Hâlid
bin Umeyr (Radıyallâhü anh)'in hadisini Müslim de Zühd kitabının başlarında
rivayet etmiştir. Oradaki bir rivayette Utbe bin Cazvân (Radıyallâhü anh)'in
hutbe okurken Basra valisi olduğu ifâde edilmiştir. Bu hadis de sa-hâbilerin
ilk zamanlarda nasıl bir maddî sıkıntı çektiklerini apaçık ifâde etmektedir.
Utbe
bin Gazvân ve Rivisi Hâildin Hâl Tercemesi
Utbe
bin Öazvân bin Câbir bin Veheb el-Mâzinl Ebû Abdillah (R.A.), Bedir savaşına
katılan bahtiyarlardandır. Dört tane hadisi vardır. Müslim onun bir ha-
(Devamı
431.ci sahlfe'de)
Ebû
Hüreyre- (Radıyallâhü anh) in hadisini Tirmizi kısa bir metin hâlinde rivayet
etmiştir. Oradaki rivayete göre "Ebû Hüreyre (Radıyallâhü anh), şöyle
demiştir: Onlar (yâni sahâbiler) bir ara çok acıktılar. Bunun üzerine
Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) onlara birer kuru hurma verdi."
Tuhfe'de
beyân edildiğine göre el-Kari : Zahir olan şudur ki bu durum uzun bir yolculuk
esnasında vuku bulmuş ve çok acıkan sahâbiler S o f f e ehli olanlardır,
demiştir. Tuhfe yazarı daha sonra : O sahâbilerin S o f f e ehli olduklarına
dâir açık bir rivayet bulamadım, demiştir.
Zübeyr
bin el-Avvâm (Radıyallâhü anh) 'in hadisini Tirmizi, Tekâsür sûresinin tefsiri
bölümünde rivayet etmiştir. A h m e d de
bunu rivayet etmiştir.
Zübeyr
(Radıyallâhü anh)'in hadîste geçen soruyu Resüi-i Ekrem (Aleyhi's-salâtü
ve's-selâm) 'e sorduğu ve hadîste geçen cevâbı aldığı Tirmizi' nin rivayetinde belirtilmiştir.
Hadiste
geçen Tekâsür sûresinin 8. âyetine göre âhiret günü dünyadaki nimetlerin
şükrünün hesabı muhakkak sorulacaktır. Bu âyet inince Zübeyr bin el-Avvâm
(Radıyallâhü anh), o günkü nimetin kuru hurma ve sudan ibaret olduğunu, insanın
ya-şıyabilmesi için bu iki nimetin zarurî nîmet mâhiyetinde bulunduğunu ve
hesabı sorulacak önemli nimetler olmadığım söylemek istemiş.
Resûl-i
Ekrem (Aleyhi's-salâtü ve's-selâm) de onun bu sorusuna cevaben; öj&?~ *»| Ul buyurmuştur.
Bu cevab cümlesi iki şekilde yorumlanmıştır:
Birincisi:
Âhirette şükrü sorulacak nimete kavuşulacaktır. Yâni o gün için duyulan maddi
sıkıntı geçecek ve dünyalık şeyler çoğalacaktır.
Utbe
bin Gazvân (Baştarafi 43O.cu sahife'de)
dişini
rivayet etmiştir. Râvileri Hâlid bin Umeyr ve Şüveys Ebü'r-Rakad'dır. îbn-i
Sa'd: O, Habeşistan'a hicret etti ve altı erkekten sonra, yedinci erkek olarak
müs-lümanhğı kabul etti. Hicretin 17. yılı, bir kavle göre 15. yılı Rabze'de
vefat etti, demiştir. Müslim, Tirmizi, Nesâi ve İbn-i Mâceh onun hadislerini
rivayet etmişler. Utbe bin öazvân isimli bir zat daha vardır. Bu zat ise
tabiidir. Ebû Musa'dan rivayette bulunmuştur. Ona Utbe bin Öazvân er-RakkaşI
denilir. (Hulâsa, 258)
Hâlid
bin Umeyr el-Adevi el-Basrl, Utbe bin Öazvân'ın râvisidir. Kendisinden de Hamld
bin Hilâl ve başkaları rivayette bulunmuştur. îbn-i Hibbân onu güvenilir
ravilerden saymıştır. (Hulâsa, 102)
İkincisi:
Kuru hurma ve su nimetinin hesabı sorulacaktır. Çünkü bunlar da Allah'ın büyük
nimetlerindendir.
Tuhfe
yazan bu iki yorumu da beyân eder. Sindi ise birinci yorumu belirtmekle
yetinerek: Bundan anlaşılıyor ki, insanın yaşıyabilmesi için zaruri olan helâl
nafaka şükrünün hesabı sorulmayacaktır, der. Tabii Sindi' nin çıkardığı hüküm
birinci yoruma aittir. İkinci yoruma göre âhirette büyük, küçük her nimetin
şükrünün hesabı sorulacaktır. O nimet zaruri nimet de olsa hüküm budur.
4159) "... Câbir
bin Abdillah (Radtyallâhü anhümâydan; Şöyle demiştir:
Resûlullah
(Sallallahü Aleyhi ve Sellem) bizi üç yüz kişilik müfreze olarak bir sefere
yolladı. Azıklarımızı (azlığından dolayı) boyunlarımızda taşıyorduk. Sonra
azığımız tüken (meye başla) di. Öyle ki bizden beher adam (başın) a bir tane
kuru kurma (nafaka verilir) oldu. (Câbir bu durumu anlatınca râvisi Vehb bin
Keysân tarafından) :
Yâ
Ebâ Abdillah! Bir kuru hurma (aç) adam için ne yerine düşer? denildi. Bunun
üzerine Câbir:
Bir
kuru hurma (yi bile) bulamadığımız zaman yokluğunu (n ne olduğunu) cidden
duyduk, dedi (ve sözüne devamla) sonra biz denize vardık. Orada denizin sahile
attığı bir büyük balıkla aniden karşılaştık ve on sekiz gün o balıktan
yedik." ,[53]
Bu
hadisi Buhârî, Müslim ve Tirmizî de rivayet etmişlerdir. Buhârî' nin
Mağâzi'deki bir rivayetinde Câbir (Radıyallâhü anhümâ) şöyle demiştir.-
"Resûlullah
(Sallallahü Aleyhi ve Sellem), bizi üç yüz. kişilik bir süvari müfrezesi olarak
bir sefere yolladı. Kumandanımız da Ebû Ubeyde bin el-Carrâh (Radıyallâhü anh)
idi. Kureyş kervanım gözetlemek üzere görevlendirilmiştik. Deniz sahilinde
yanm ay konakladık..."
Bâzı
rivayetlere göre bu müfreze C ü h e y n e kabilesinin bir kolu üzerine
gönderilmişti. İbn-i Hacer: Bu rivayetler arasında ihtilâf yoktur. Çünkü bu
müfrezenin hem Kureyş kervanını gözetleme, hem de anılan kabile koluna
gönderilmiş olması mümkündür, demiştir.
Câbir
(Radıyallâhü anh)'a soru soran zâtın Vehb bin Keysân olduğu,
Buhâri' nin bir rivayetinden
anlaşılmaktadır^
Bu
hadis, sahâbilerin maddî açıdan çektikleri sıkıntılara bir,örnektir. Ayrıca
denizin sahile atıp orada bıraktığı ve orada Ölen baliğin yenilebileceğine
delâlet eder. •
Bu
şekilde ölen deniz avının yenilip yenilmiyeceğine dâir hük^M-leri 3246, 3247
nolu hadislerin izahı bölümünde anlattım. Burada, $dt-rarlamaya gerek
görmüyorum.[54]
4160) "... Abdullah
bin Ömer (Radtyallâhü anhümâ)'dan; Şöyle demiştir:
Biz
kendimize âit bir kulübeyi onarmakla meşgul iken Resûlullah (Sallallahü Aleyhi
ve Sellem) yanıbaşımızdan geçti ve i Bu nedir? diye sordu. Ben de t
Zayıflayıp
eğilen bir kulübemizdtr, biz onanyoruz. dedim. Bunun Özerine Resûlullah
(Sallallahü Aleyhi ve Sellem) :
(Ölüm)
işin (in) ondan daha acele olduğunu sanırım, buyurdu."[55]
Bu
hadisi Tirmizi, Ebû Dâvûd, Ahmed ve îbn-i H i b b â n da rivayet etmişlerdir.
Ancak şu durum vardır: Tirmizi ve Ebû Dâvûd bu hadisi Abdullah bin Amr bin e 1
- A s (Radıyallâhü anh) 'den rivayet etmişler. Tuhfe ve Av-nü'1-Mabûdda bunun,
yâni Abdullah bin Amr bin e 1 -Â s (Radıyallâhü anh) 'm bu hadisinin îbn-i
Mâceh tarafından da rivayet edildiği belirtilmektedir. Câmiü's-Sağîr'de de Ti
r-mizive îbn-i Mâceh1 in bu hadîsi Abdullah bin Amr bin el-Âs (Radıyallâhü
anh)'den rivayet ettiklerini belirtir.
E
1 - M ü n z i r i ise et-Terğîb'te bu hadîsi Abdullah bin Ömer (Radıyallâhü
anh) *den naklen rivayet etmekte ve bunun Ebû Dâvûd, Tirmizî, îbn-i Mâceh ve
İbn-i H i b b â n tarafından rivayet
edildiğini bildirmektedir.
Elimizde
mevcut Müellifimizin sünen nüshalarında râvi A b -dullah bin Ömer (Radıyallâhü
anh) olarak yazılıdır. Bilindiği gibi Ömer ve Amr kelimelerinin Arapça yazılış
şekilleri aynıdır. Aralarındaki yegâne fark, Amr kelimesinin sonunda bir vav
harfinin yazılması, Ömer kelimesinin sonunda ise vav harfinin yazılmamasıdır.
Doğrusunu Allah bilir.
Huss:
Kamıştan ve ahşabtan yapılan kulübe ve çardak gibi yapılardır.
Peygamber
(Aleyhi's-salâtü ve's-selâm)'in buyruğunda geçen "El-Emr" Ecel ve
ölüm işi mânâlarına yorumlanmıştır. Hadîsin bir yorumu şöyledir:
Ecel,
bu kulübenin harap olmasından daha yakındır. Yâni kulübenin senin ölümünden
önce yıkılmasından endişe ediyorsun. Halbuki senin daha önce ölmen
muhtemeldir. Bu itibarla amelini islâh etmen bu kulübeyi islâh etmenden daha
önemlidir.
T
ı y b i de hadisi şöyle yorumlamıştır:
Yâni
bizim, yoldan geçen veya bir ağacın gölgesinde biraz gölgelenip yoluna devam
eden yolcu gibi dünyada oluşumuz, bina onanını ile meşguliyetinden daha
hızlıdır.
Hadisten
maksad Abdullah (Radıyallâhü anh) 'm ölümünün yaklaştığını haber vermek
değildir.
4160
"...
Enes (Radtyallâhii anhyâen; Şöyle demiştir:
Resûlullah
(Sallallahü Aleyhi ve Sellem), Ensârdan bir adamın ev kapısının üstünde (yaptırdığı)
bir binanın yanından geçti ve»
Nedir
bu? diye sordu. Orada bulunanlar:
Bu,
falan adamın yaptığı bir binadır, dediler. Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve
Sellem) (de) :
Böyle
(gereksiz binaya harcanan) her mal kıyamet günü sahibi aleyhinde bir vebaldir,
buyurdu. Sonra bu buyruk (ev sahibi olan) Ensâriye ulaştı. O da binayı (yıkıp)
indirdi. Bir süre sonra Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) (tekrar)
oradan geçti ve o binayı göremedi, Bunun üzerine binaya ne olduğunu sordu.
Sahibi senin buyruğunu işittiği için binayı (yıkıp) indirdi, diye O'na cevap
verildi. O da t
Allah
o adama rahmet eylesin, Allah o adama rahmet eylesin, diye duâ etti.**
Not:
Zevâid'de şöyle denilmiştir: Bunun senedinde İsâ bin Abdil-A'la var dır. Ben ne
bunu cerheden ne de güvenilir sayan kimseyi görmedim. Senedin kalan ravileri
güvenilir zatlardır. Ebû Dftvûd da bu hadisi başka bir İfade İle bu cihetten
riTİvet etmiştir.
4162) "... İbn-i
Ömer (Radtyallâhü anhümâ)'âan; Şöyle demiştir:
Ben,
Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) zamanında kendimi yağmurdan ve
güneşten koruyan (yâni basit) bir evü elimle) yaptım. O evin yapımında Allah
Teâlâ'nın hiç bir yaratığı bana yardım etmedi. O çalışmam sanki gözümün
önündedir."
4163) "... Harise
bin Mudarrib (Radtyallâhü ankyâen; Şöyle demiştir:
Biz
Habbâb (bin el-Erett) (Radıyallâhü anh)'ı hastalığı dolayısıyla
ziyarete gittik. Habbâb dedi ki;
Hastalığım
cidden uzadı ve eğer ben, Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'i t Ölümü
temenni etmeyiniz, buyururken işitmiş olmasaydım, (hastalığın ıztırabından
kurtulmak için) ölümü temenni edecektim. Kul (meşru olan) harcamasının
hepsinde muhakkak sevapla-nır. Yalnız toprağa yaptığın veya dedi ki; Binaya
yaptığı harcama hâriç."[56]
E
n e s (Radıyallâhü anh) 'in hadisi
Zevâid nevindendir. Ancak notta da belirtildiği gibi E b û
D â v û d bunun bir hançerini
Edeb
kitabının "Bâbün FH-Binâ" bölümünde rivayet etmiştir. Arzu edenler oraya da bakabilirler.
İbn-i
Ömer (Radıyallâhü anhümâ) 'nın hadîsini Buhâ-r î, İsti'zan kitabının son
babında rivayet etmiştir. Oradaki rivayette îbn-i Ömer (Radıyallâhü anhümâî
söz konusu evi kendi eliyle yaptığını ifâde eder. "Yağmurdan ve güneşten
koruyan" ifâdesi ve ev yapımında başkasının yardım etmemesi durumunun
belirtilmesi evin basit bir yuva olduğunu bildirmek içindir.
Habbâb
(Radıyallâhü anh) 'in hadisini T i r m i z i "Ebvâ-bu
Sıfâti'l-Kıyâme" bölümünün sonlarında rivayet etmiştir. B u h a -r i de:
"Kitâbü'l-Mardâ" bölümünün "Hastanın Ölümü temenni etmesi"
babında rivayet etmiştir. Aynca Rıkak bölümünde de rivayet etmiştir.[57]
1. Ölümü temenni
etmek caiz değildir. Bâzı âlimlere göre mekruh, diğer bir kısım ilim ehline
göre haramdır. B uh ârî'nin ines (Radıyallâhü anh) 'den yukarda verilen bâbta
rivayet ettiği bir hadisin meali de şöyledir:
Sakın
herhangi biriniz başına gelen bir zarardan dol*yı temenni etmesin. Şayet böyle
bir dilekte bulunma zarureti İle karşı karşıya kalırsa şöyle duâ etsin:
"Aliahım! Hayat benim için hAfOİı olduğu sürece beni yaşat ve ölmek benim
için hayırlı okluğu zaman beni öldür."
İbn-i
Hacer de bu hadîsin izahı bölümünde: Selef âlimlerinden bâzıları hadisteki
zararı dünya ile ilgili zarar anlamına yorumlamıştır. Şayet âhiretle ilgili
bir zarar söz konusu ise, meselâ din yönünden bir fitneye düşmekten korkuyor
ise kişinin ölümü temenni etmesi bu yasağın şümulüne girmez, diye bilgi verir.
2. Mü'min kişi meşru
yollarda yaptığı her türlü harcamadan dolayı sevap kazanır.
3. Bina yapımına
yaptığı harcama kişiye sevap kazandırmaz. Bu hüküm ihtiyaç dışı olan veya Allah
rızâsı dışında bir maksadla yapılan yapı harcamalarına mahsustur.
Bina
yapımına gereksiz harcamanın tasvib edilmemesinin mutlaka bir takım hikmetleri
vardır. Şu anda hatırıma gelen bir hikmet binalara yapılan gereksiz
yatırımların ölü yatırım oluşudur. Büyük paraların sırf gayri menkulden Ura
gelirini sağlamak için harcanmasının pek doğru olmadığı açık bir gerçektir.
Servetlerin ticaret, sanayi, tarım ve benzeri alanlarda değerlendirilmesi hem
sahibi için hem de işsiz kesime iş sahası açma bakımından kanımca daha isabetli
olur.
H
a b b â b (Radıyallâhü anh) 'm hadîsinin bina ile ilgili paragrafı
Müellifimizin rivayetinde mevkuf, yâni Habbâb'ın sözü veya merfû, yâni
Peygamber (Aleyhi's-salâtü ve's-selâm)'in hadisi olması muhtemeldir. B u h â r
i' nin "Hastanın ölümü temenni etmesi" bâbındaki rivayet mevkuftur.
İbn-i Hacer'in beyânına göre bu paragraf T a b e r â n i' nin rivayetinde
merfûdur. Tuhfe yazan Tirmizî1 deki rivayeti merfû olarak açıklamıştır. T i r m
i z i' deki ifâde tarzı Müellifimizin rivâyetindeki ifâde tarzının aynıdır.
Tuhfe yazan muhtemelen Taberâni' deki rivayeti esas alarak bu paragrafı merfû
saymıştır. Ama ben bu yolu ihtiyat bakımından tercih etmedim. Allah en iyi
bilendir.[58]
4164) "... Ömer
(bin el-Hattâb) (Radtyallâhü ankyden; Şöyle demiştir:
Ben,
Resûlullah CSallallahü Aleyhi ve SellemKi şöyle buyururken işittim:
Eğer
siz hakkıyle Allah'a tevekkül etseydiniz sabahleyin aç gidip akşamleyin tok
olarak (yuvalarına) dönen kuşlan rızıklandırdığı gibi sizi (de) muhakkak
nzıklandırırdı."
Harise
bin Mudarribin Hâl Tercemesi
Harise
bin Mudarrib el-Abdî el-Kûfl. Ömer ve îbn-i Mes*üd (R.A.)'den rivft-yette
bulunmuştur. Râvisi ise Ebû İshâk'tır. îbn-i Muin ve başkaları onu güvenilir
saymışlar. Sünen sahipleri onun rivayetlerini almışlardır. (Hulâsa, 69)[59]
Bu
hadisi Tirmizî, Ahmed, Hâkim. Nesat ve îbn-i
Hibbân da rivayet etmişlerdir.
Tevekkül:
îtimad etmek, güvenmek ve dayanmak demektir.
Himâs:
Hamîs'in çoğuludur. Hamiş: Karnı aç olan demektir. Bitân: Batinin çoğuludur.
Batin:
karnı tok ve dolu olan demektir.
Allah
Teâlâ'ya hakkıyle tevekkül şöyle olur: Her şeyi yaratan, dilediğine dilediğini
veren, dilediği şeyi dilediği kimseden alan ancak Allah'tır. O'ndan başka ve
irâdesi dışında ne veren ne de alan vardır. Kişinin bu inançla gerekli tedbiri
alıp elinden gelen gayreti göstererek ve Allah'a dayanarak rızkım ve
menfaatini araması şekli Allah'a hakkıyle tevekkül edilerek yapılan
çalışmadır.
Tuhfe
yazarının beyânma göre el-Münavl bu hadîsin izahı bölümünde şöyle demiştir:
Yâni
kuşlar sabahleyin aç kanuna gidip akşam tok kanuna dönerler Allah onların
rızıklarını verir. Şu halde rızkı veren çalışma değil, Allah'tır. Şu halde
hadis, tevekkülün tembel durmak ve bogıgez-mez olmadığına, bilakis rızık
yollarına baş vurmanın gerekliliğine işaret eder. Çünkü kuşlar çalışmak, gayret
göstermek ve aramakla nzıklamrlar. Bunun içindir ki Ahmed demiş ki, hadîste
çalışmayı bırakmaya delâlet eden bir yön yoktur. Resûl-i Ekrem
(Aleyhi's-salâtü ve's-selâm) şunu buyurmak istemiştir: Eğer onlar gidiş gelişlerinde,
yaptıklan işlerde Allah'a tevekkül etseydi ve her hayır ile iyiliğin ancak
Allah'ın elinde olduğunu kesinlikle bilseydi, kuşlar gibi bol rızıkla ve
salimen döneceklerdi. Fakat onlar, güçlerine ve çalışmalarına güvenip
dayandılar. Bu ise tevekkül prensibine ters düşer.
Eş-Şeyh
Ebû Hâmid de: Tevekkülün mânâsının bedenle çalışmayı bırakmak, kalb ile
tedbîri terketmek ve atılan çaput gibi yere yığılıp kalmak, olduğu sanılır. Bu
ancak câhillerin zannıdır. Çünkü böyle tembel durup beklemek dînen haramdır.
Diğer taraftan din, tevekkülü övmüştür. Dinin haram kıldığı bir şeyi övmesi
nasıl düşünülebilir, demiştir.
îmâm
Ebû Kasım el-Kuşeyrî de: Tevekkülün yeri kalbtir. Kul rızkın ancak Allah
tarafmdan verildiğine kesinlikle inandıktan sonra bedenen çalışması, gayret
etmesi kalbte beslediği tevekkül inanana aykırı olmaz. Kul bir işte başarılı
olursa, bunun Allah'ın yardım ve keremiyle olduğuna ve başarısız olursa bunun
da ilâhi takdir olduğuna inanmalıdır, demiştir.
4165) "... Hâlid'in
oğulları Habbe ve Sevâ1 (Raâtyallâkü anhümâ)rdan; Şöyle demişlerdir:
Peygamber
(Sallallahü Aleyhi ve Sellem) bir şeyi tamir etmekle meşgul iken onun yanına
girdik. Biz de o işte O'na yardım ettik. Sonra bize şöyle buyurdu:
Başlarınız
hareket ettiği (yâni yaşadığınız) sürece rızaktan ümitsiz olmayınız. Çünkü
şüphesiz insanı kırmızı ve üstünde hiç bir elbise olmıyarak annesi doğurur.
Sonra Allah Azze ve Celle onu rızıklandı-nr."
Not:
Zevâid'de şöyle denilmiştir: Bunun senedi sahihtir. Râvi Sellâm bin Şurahbil'i,
İbn-i Hibbân güvenilir râviler arasında anmıştır. Ben onun hakkında konuşan
kimseyi görmedim. Senedin kalan râvileri güvenilir zâtlardır.[60]
Hadiste
geçen "Kişr" kelimesi elbise mânâsına yorumlanabildiği gibi kabuk
mânâsına da yorumlanabilir. Yâni bebek doğduğunda çıplak olarak doğar, sonra
Allah ona elbise verir. Kışr, kabuk mânâsına yorumlandığı zaman mânâ şöyle
olur.- Bebek doğduğunda derisi çok zayıf olduğu için derişiz et parçası
gibidir. Sonra Allah kabuğunu, yâni derisini kuvvetlendirir.
Habbe
ve Sevâ (İLA. Km Hâl Tercemeleri
Habbe
bin Hâlid el-Esedi (R.A.), sahâbldir. Hadisi vardır. Kavisi Sellâm bin
Şurahbİl'dir. Onun hadisini Buhâri, el-Edebü'1-Müfred'de ve İbn-i Mâceh rivayet
etmişler. (Hulâsa, 70)
Sevâ'
bin Hâlid (R.A.) de sahâbidir. Hadisi vardır. Râvisi Sellâm bin Şurah-bll'dir.
Hadisini Buhâri, el-Edebü'1-Müfred'de ve Îbn-İ Mâceh rivayet etmişlerdir.
(Hulâsa, 158)
Bu
iki sahâblnin kardeş oldukları hadisten anlaşılır. Sindfnin naklen beyanına
göre Sevâ (R.A.)in bundan başka hadisi yoktur.
4166) "... Amr bin
el-Âs (Radtyallâhü anh)'den rivayet edildiğine göre; Resûlullah (Sallallahü
Aleyhi ve Sellem) şöyle buyurdu, demiştir:
Şüphesiz
her derede Âdem oğlunun kalbinden bir parça
kalbin
rağbet edilen her şeyle bir ilişkisi) bulunur. Artık o parçaların hepsine
uyarsa (yâni tüm arzulara peşkeş olursa) o kimseyi hangi derede (yâni arzu
peşinde) helak ettiğine İltifat etmez (bakmaz). Kim de Allah'a tevekkül
ederse, kalbinin da&mıkh-ğı (m önlemek) için o kimseye Allah
yeterdir."
; r-
Not:
Zevâid'de şöyle denilmiştir : Bunun senedi zayıftır. Salih bin BÜzayk'ıtı
bundan başka hadisi yoktur. El-MIzân'da bunun hadisinin münker olduğu bildirilmiştir.
4167) "... Câbir
(bin Abdillah) (Radtyallâhü anhütnâyâan rivayet edildiğine göre; Resûlullah
(Sallallahü Aleyhi ve Sellem) şöyle buyurdu, demiştir :
Sakın
sizden herhangi bir kimse Allah hakkında güzel zan (yâni bağışlama ümidi)
beslemekten başka bir halde ölmesin."[61]
Bu
hadisi Müslim "Kitâbü'l-Cenne"de, Ebû
Dâvûd da "Kitabfi'l-Cenfliz"de rivayet etmişlerdir.
Hadisten
maksad ölüm döşeğine düşen mü'minin Allah'ın rahmet ve mağfiretine kuvvetle
ümid bağlamasıdır. Bilindiği gibi mü'min sağlığında hem Allah'ın rahmetinden
ümidini kesmeyecek, hem de Allah'ın azabından korkacak ve azabı gerektiren
fenalıklardan kaçınmaya dâima gayret edecektir. Bunun için deniliyor ki:
Mü'min korku ile ümit arasında olacaktır. Ölüm döşeğinde ise ümit tarafı, korku
tarafına ağır basmalıdır. Bu da Allah'ın kerem ve mağfiretine dâir âyetleri ve
hadisleri okuyup düşünmek, mü'minler için vaad edilen ilâhi mükâfatlan
hatırlamakla gerçekleşir. Nitekim Allah (Azze ve Celle) bir kudsi hadiste
meâlen: "Ben kulumun benim hakkımdaki zannımn yanındayım. Artık benim
hakkımda dilediğini zannetsin" buyurmuştur.
N
e v e v î bu yorumu Şerhü'I Münezzehte beyân ettikten sonra : Hadisin doğru
mânâsı budur. Alimlerin cumhuru böyle yorumlamıştır. H a t t â b i ise
âlimlerden aynlarak şu yorumda bulunmuştur : Yâni "Amellerini
güzelleşiriniz ki Rabb'iniz hakkındaki zan-nınız da güzellessin." Çünkü ameli
güzel olanın zannı da güzel olur ve ameli kötü olanın zannı da kötü olur, diye
bilgi vermiştir.
R
â f i i de: Bu hadisten maksad, tevbe etmeye ve zulümlere son vermeye teşvik
olabilir. Çünkü kul tevbe edip haksızlıklara son verince zannı iyi olur ve ilâhî
rahmet umar.
4168) "... Ebû
Hüreyre (Radtyallâkü anAj'den rivayet edildiğine göre; Peygamber (SaUallahü
Aleyhi ve Sellem) şöyle buyurmuştur:
Kuvvetli
mü'min zayıf mü'minden daha hayırlı ve Allah'a daha sevimlidir. Her ikisinde de
hayır vardır. Sana menfaati olan (ibâdet ve mükâfatı gibi) şeylere düşkün ol ve
(bu hususta) gevşeklik gösterme. Şayet bir İş seni yenerse "Allah'ın
takdiridir ve O, dilediğini yapar, de. Lev (= şunu yapsaydım, böyle olsaydı
sözün) den iyice sakın. Çünkü Lev (= şunu yapsaydım, böyle olsaydı kelimesi),
şeytân işine (ve vesvesesine) yol açar (= Kadere karşı gelmek düşüncesini kalbe
sokar)."[62]
Bu
hadis çok az bir değişiklikle ve başka bir senedle 79 numarada geçti. Gerekli
bilgi orada verildiği için ona ilâve edilecek bir husus yoktur. Hadis
metnindeki değişiklik pek az olduğu için belirtmeye gerek görmüyorum. Bu
itibarla oraya bakılmalıdır.[63]
Hikmet
■. Çeşitli mânâlara gelir ve ilim
adamları tarafından mü-teaddid şekillerde tarif edilmiştir. Bu bâbta rivayet
edilen hadislerin konusu ve anlamı dikkate alınarak şöyle tarif edilmesi uygun
olur: Nasihat edici, fazilet ve meziyetlere davet edici, kötülüklerden
sjL-kındıncı veya bunlara benzer ilâhî rızâya götürücü her söze HfknMtt
denilir. Bâzı ilim adamları hikmeti ilim ve bilgi diye tarif etmişler ise de
yukardaki tarife göre hikmet ilmin bir bölümünü teşkil eder. Yani her ilim
hikmet sayılamaz fakat her hikmet ilim sayılır.
166.
hadisin izahında da Hikmet'in bâzı tarifleri nakledilmiştir.
4169) "... Ebû Hüreyre
(Radtyallâkü ank)'den rivayet edildiğine göre; Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve
Sellem) şöyle buyurdu, demiştir:
Hikmeti!
söz, müminin yitiği (gibi)dir. Onu nerede bulursa almaya en çok hak
sahibidir."[64]
Dalle
t Kaybolan mala denilir. Daha çok, yitik olan büyük baş veya küçük baş hayvan
hakkında kullanılır. Kişi yitik malını şiddetle sıkı aramaya koyulduğu için
hikmetli söz yitik mala benzetilmiştir. Yâni mü'min kişi hikmetli söz peşinde
koşmalı, aramalı ve bulduğunda herkesten ziyâde elde etmeye çalışmalıdır.
Hadisin: "Nerede bulursa" ifâdesi, hikmetli sözün sahibine
bakılmaksızın, sözün kapılmasının önemine işaret eder. Araplar arasında
kullanılan şöyle bir ata sözü vardır: Söylediği söze bak ve söyleyene bakma.
Şu
noktayı da belirteyim: Bilindiği gibi bir çok mü'min hikmetli sözlere pek Oftem
vermez. Halbuki bu hadis hikmetli sözün mü'min kişinin yitik malı gibi olduğunu
ve dolayısıyla önemle arayıp bulmasını bildirir. Bu itibarla bir yoruma göre
bu hadisin hükmü şuurlu ve olgun imâna sahip kimselere aittir. Yâni bu nevi
mü'minler hikmetli sözleri yitik malı gibi arar ve bulduğu yerde herkesten
önce alır.
Diğer
bir yoruma göre hadîs, teşvik mahiyetindedir. Yâni mü'min kişi hikmetli sözü
yitik malı gibi önemle aramalı ve bulduğu yerde herkesten fazla hak sahibi
sıfatıyla almalıdır.
T
i r m i z i bu hadisi İlim kitabının son babında rivayet ederek seneddeki râvi
ibrahim bin el-Fadl el-Mahzümî'-nin zayıf olduğunu söylemiştir. Tuhfe yazarı bu
hadisin başka yorumlarım beyân etmekte ise de buraya aktarmaya gerek görmedim.
Ancak şunu belirteyim. Oradaki bir yoruma göre kasdedilen mânâ şöyledir :
Hakîm, yâni hikmetli sözlere düşkün kişi hikmetli sözleri aramalıdır ve
bulduğu zaman alıp onunla amel etmeli, uygulamaya koymalı ve ona uymalıdır.
Yâni hikmetli sözü sırf öğrenmekle yetinmek bir anlam taşımaz. Mühim olan husus
o sözün gereğini yapmaktır.
4170) "... îbn-i
Abbâs (Radıyallâhü anhümâ)'da.n rivayet edildiğine göre; Resûlullah (Saüallahü
Aleyhi ve Şellem) şöyle buyurdu, demiştir :
İki
nimet vardır ki çok insanlar bu nimetler (i kullanma işin) de aldanmıştır t
Sıhhat (yâni insan sağlığı) ve boş vakit.[65]
Bu
hadisi Buhar! ve
Tirmizî de rivayet etmişlerdir.
Hadiste geçen "Mağbûn" kelimesi "Ğabn" masdanndan alınmadır.
Ğabn
ise bir malı gerçek değerinin birkaç katı ile satın almak veya değerinin çok
altında bir fiatla satmak sebebiyle alışverişte aldanmaktır. Beden ve ruh
sağlığı nimeti ile boş zaman, müsâid vakit nimeti elde eden bir kimse fırsatı
ganimet bilerek âhiret mutluluğu için çalışması gerekirken bunu yapmazsa,
alışverişte aldanmış kimseye benzer.
Hadisten
maksad şudur:
Çok
kimseler sağlık ve boş zaman nimetlerini iyi değerlendirmiyor, onlardan gereği
gibi yararlanmıyor ve yersiz kullanıyor. Dolayısıyla bu nimetler bu tip
insanlar için nimet olmaktan çıkıp manevî vebal hâline gelmiş olur.
Tuhfe
yazarı bu hadîsin izahı bölümünde özetle şöyle der: Hadisten kasdedilen mânâ
şudur: Çok kimseler bu iki nimetin kıymetini bilmez, onlardan gereği gibi
yararlanmaz. Çünkü bu îfci nir meti fırsat bilip âhiretleri için gerekli
hazırlığı yapmazlar. Sonra ömürleri tükenince pişmanlık duyarlar ama
pişmanlığın hiç biö f> dası olmaz.
4171) "... Ebû
Eyyûb (el-Ensârî) (Radtyallâhüankyâen) Şöyle demiştir:
Bir
adam Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve SeHem) 'in yanına gelerek:
Yâ
Resûlallah! Bana (faydalı şeyi) öğret ve özlü söyle, dedi. Re-sûl-i Ekrem
(Sallallahü Aleyhi ve Sellem) (de adama):
Namazına
durduğun zaman veda edenin namazı gibi namaz kıl. özflr dilemeni gerektiren bir
sözü konuşma ve insanların ellerindeki (dünyalık) şeylerden ümidini kesmeye
azım ve karar ver, buyurdu.**
Not:
Zevâid'de şöyle denilmiştir : Bunun senedi zayıftır. Râvi Osman bin Cübeyr'in mechûl
olduğunu Zehebi, Tabakat'ta söylemiştir, tbn-i Hibbân ise onu güvenilirlerden
saymıştır. Buhâri ve Ebû Hâtem de : O, babasından, dedesi aracılığıyla Ebû
Eyyûb (R.A.)'den rivayette bulunmuş, demişler. Ben derim ki: Hadisin, sözlerin
en vecizlerinden ve hikmeti en iyi şekilde toplayıcı olması onun sabit olmasına
yakınlığına delâlet eder. Bu açıdan düşünülmelidir.[66]
Zevâid
nevinden olan bu hadîste geçen "Evciz" fiilini "özlü söyle"
diye terceme ettim. Bu cümle iki şekilde yorumlanabilir :
Birincisi:
Buyuracağın şeyi bellemenin kolay olması için işin özetini söylemekle yetin.
İkincisi:
îstenen bilgiyi veciz sözle ver.
Veciz:
Mânâsı çok olup kelimeleri az olan söze denilir.
Hadîsin
"... Veda edenin namazı" ifâdesinden maksad, dünyadan ayrılmak üzere
bulunan mü'minin kıldığı son namaz, olabilir. Yâni sanki sen son namazını
kılıyorsun. Bu itibarla namazım dikkatli, huzurlu, mânevi zevk ve iştiyakla,
huşu içinde kıl.
Bu
ifâdeden maksad şu olabilir: Namaza durduğun zaman bütün dünyayı hatırından
çıkart, tam anlamıyla Allah'a yönel, O'nun huzurunda olduğunu bir an bile
unutma. Böylece dünyaya veda etmiş gibi ol.
4172) "... Ebû
Hüreyre (Radtyallâhü anh)'der\ rivayet edildiğine göre; Resûlullah (Sallallahü
Aleyhi ve Sellem) şöyle buyurdu, demiştir:
(Bir
yerde) oturup hikmetli konuşmayı dinledikten sonra (konuşmacı) arkadaşından
işittiği (sözlerin) yalnız şer (yâni yanılma, unutma veya dil sürçmesi eseri)
olanı anlatan kişinin durumu şu adamın durumuna benzer ki, bir çobanın yanına
varır ve t Ey çoban! Bana koyunlarından kesilmeye elverişli (semiz) bir koyun
ver, diye talebte bulunur. Çoban (da) : Git de koyunların en iyisinin
kulağından tut (götür), der. Bunun üzerine adam gidip sürünün köpeğinin
kulağın* dan tutar.
Bu
hadisin mislini ... senediyle Ebü'l-Hasan bin Seleme de bize rivayet etti. Şu
farkla ki râvi bu senedle rivayet ettiği hadis metnlnd«t
=
"Sürünün en iyi koyununun kulağından" söyledi. (Yâni "şât =
Koyun" kelimesini ilâve etti ki bu kelinte vâyette yoktur.)."
Not:
Zevâid'de şöyle denilmiştir : Bu hadisin senedi iki taraftan (yollardan)
sayıttır. Çünkü senedin dönüm noktası râvi Ali bin Zeyd bin Ced'an'dır. Bu
rftvi İse zayıftır. (Her iki sened bu ravide birleşir).[67]
Kibir:
Kişinin kendisini insanlardan üstün görmesi, onlan küçük ve hakir sayması, hak
olan şeyi kabul etmemesidir.
Tevazu
t Kibirin karşıtıdır. EI-Azizi. Tevâzu'u şöyle tarif etmiştir: Tevazu: Hak olan
şeyi kabul etmek, hakka teslim olmak ve bu konu için hâkim tarafından verilecek
hükmü beklememektir. Bir kavle göre Tevazu t Halka karşı alçak gönüllü
olmaktır. Diğer bir kavle göre ise büyük, küçük demeden herhangi bir kimse
tarafından gelme hak şeyi kabul etmektir.
4173) "... Abdullah
(bin Mes'ûd) (Radıyallâhü anh)'âen rivayet edildiğine göre; Resûlullah
(Sallallahü Aleyih ve Sellcm) şöyle buyurdu, demiştir:
Kalbinde
hardal danesi ağırlığı kadar kibir bulunan kimse cennete girmiyecek ve
kalbinde hardal danesi ağırlığı kadar imân bulunan kimse (ebedi) ateşe
girmiyecek tir."[68]
Bu
hadisi Müslim, Tirmizi ve Ebü Dâvûd da rivayet etmişlerdir. Müellifimizin
süneninde aynı hadis 59 numarada da geçti. Şu farkla ki hadîsin birinci
paragrafında geçen "Habbe = Dane" kelimesi yerine orada
"Zerre" kelimesi bulunur. Bu değişiklik mânâyı etkilemez. Çünkü bu
iki kelime ile kasdedilen mânâ en az miktar, demektin
Hadisin
mânâsı ile ilgili gerekli bilgi orada verildiği için tekrarlamaya gerek
görmüyorum. Ancak şu noktayı belirtmek isterim:
Müellifimizin
bu hadisi bu bâbta rivayet etmesi, hadîste geçen "Kibir" kelimesini
babın girişinde tarif ettiğim şekilde yorumladığına delil sayılabilir. Çünkü
kibir bu mânâya geldiği gibi, imân etmeye tenezzül etmemek, küfürde İsrar etmek
ve hakka karşı eğilmemek mânâsına da gelebilir. Nitekim H a 11 â b i' nin bir yorumuna göre bu hadisteki Kibir'inden
maksad imân etmeye tenezzül etmemek, imansızlıkta israr etmektir. Fakat N e v e v i
bu yoruma karşı çıkarak : Kibir kelimesi bilinen meşhur mânâsında
kullanılmıştır. O da kişinin kendisini halktan üstün görmesi, insanları küçük ve hakir sayması ve hak
olan şeyi kabul etmemesidir. Hadisin açık olan yorumu da Kadı
I y â z ile muhakkak âlimlerin
dediği gibi kibirli kişilerin kibir günahına âit cezayı çekmeden cennete
girmemeleridir. Ancak cezalandırılması veya bağışlanması Allah'ın dilemesine
bağlıdır. Allah dilerse o kişiyi cezalandırmadan cennete kavuşturur. Dilerse
cezasını verir ve ceza bitince cennete sokar, der.
4174) "... Ebû
Hüreyre (Radtyallâhü anA)'den rivayet edildiğine göre; Resûlullah (Sallallahü
Aleyhi ve Sellem) şöyle buyurdu, demiştir:
Allah
Sübhânehu buyuruyor ki ■. Büyüklük ve
azamet bana mahsus sıfatlarımda*. Kim bu iki sıfattan birisinde (bile) benimle
nizala-şırsa (yâni bu sıfatları kısmen de olsa takınmaya kalkışırsa) o kimseyi
cehenneme atarım."[69]
Bu
hadisi Ebû Dâvûd, Kitâbü'l-Iibâs'ta "Kibir hakkında gelen hadîsler
bâbı"nda rivayet etmiştir. İ b n - i Hibbân da bu hadîsi rivayet etmiş,
ayrıca Müslim bunun benzerini Ebû Hüreyre (Radıyallâhüanh) ile Ebû Said-i HudrI
(Radıyallâhü anh) 'in hadîsi olarak rivayet etmiştir.
Ridâ:
Bedenîn belden yukan kısmı için kullanılan elbisedir. İzar da bedenin belden
aşağı kısmı için kullanılan elbisedir. Allah Teâlâ bu hadîste "Kibriya
benim ridâ'ımdır ve azamet benim izârımdır" buyurmaktadır. Tabiî Allah
Teâlâ giysiden pâk ve nezihtir. O'n.un hakkında böyle bir şey de düşünülemez.
Çünkü O, bir cisim değildir. Av-nü'1-Mabüd yazarının beyânına göre H a t t â b
i bu cümleyi açıklarken özetle şöyle demiştir:
Bu
cümlelerin mânâsı şudur: Kibriya, yâni büyüklük ve azamet Allah Sübhânehu'ya
mahsus iki sıfattır. Hiç bir kimse bu iki sıfatta Allah'a ortak olamaz ve hiç
bir yaratığa bu sıfatlan takınmaya kalkışması yakışmaz. Çünkü yaratığın şaşmaz
ve kaçınılmaz sıfatı alçak gönüllülük ve küçüklüktür. Ridâ ve İzâr denilen
giysi bir misâl olarak kullanılmıştır. Yâni bir insanın üstündeki elbiseye
aynı anda bir başkasının bürünmesi, böylece ortak olması nasıl düşünülemiyor
ise Allah'a mahsus bu iki sıfatta başka bir varlığın ortaklık taslaması da
düşünülemez.
Sindi
de bu hadisin izahı bölümünde özetle şöyle der: Hadisten maksad şudur: Bir
insanın elbisesine başkasının ortak olması nasıl düşünülmüyorsa, Allah'ın bu
iki sıfatına da başkasının ortak olması, bu sıfatların başkası hakkında
kullanılması veya başkasının bu sıfatları taşıması düşünülemez. Bilindiği gibi
Allah'ın Rahmet ve Kerem sıfatları mecazi anlamda başkaları hakkında
kullanılabilir. Meselâ falan adam merhametlidir, filân kişi kerem sahibidir,
denilir. Fakat Kibriya ve Azamet sıfatlan böyle değildir. Mecazi anlamda da
olsa başkaları bu sıfatları takınamaz. Hadisin zahirine göre Kibriya ve Azamet
kelimelerinin mânâları arasında bir fark vardır. Bu iki kelimenin mânâları
arasında bir farkm olmadığı lügat kitablanndan anlaşılmaktadır. Bu itibarla bu
kelimelerin mânâları arasında bir farkın bulunup bulunmadığı hususunda ilim
adamlarının bâzısı duraklamış, bir şey söylememeyi ve görüş beyân etmemeyi
tercih etmiştir. Diğer bir kısım âlimler şu farkın bulunduğunu söylemişlerdir:
Kibriya:
Allah Teâlâ'nın büyüklüğü yaratıklar tarafından takdir edilsin edilmesin,
bilinsin veya bilinmesin O'nun haddi zâtında büyük olmasıdır. Azamet ise
yaratıkların O'nun büyüklüğünü takdir ve kabul etmiş olmasıdır. Bu duruma göre
Kibriya, zatî bir sıfat mahiyetindedir, izafi değildir ve Azamet sıfatından
daha yüksektir. Çünkü Azamet sıfatı izafidir, yâni yaratıkların takdir ve
kabulü ile ilgisi bulunan bir sıfattır. Bu nedenledir ki Kibriya, bedenin üst
kısmına giyilen Ridâ'ya benzetilmiş, Azamet de bedenin alt kısmını örten
tzâr'a benzetilmiştir.
4175)
"...
tbn-i Abbâs (Radtyallâhü arthümâ)'dan rivayet edildiğine göre ; Resûlullah
(Saîlallahü Aleyhi ve Sellem) şöyle buyurdu, demiştir:
Allah
Sübhanehu buyuruyor ki: Kibriya, benim rıdâımdır. Azamet de benim izanındır.
Cyâniv bana mahsus sıfatlarımdır). Kim bu iki sıfattan birisinde (bile) benimle
nizâlaşırsa (yâni bu sıfatlan kısmen de olsa takınmaya kalkışırsa) o kimseyi
ateşe atarım."
Not:
Zevâid'de şöyle denilmiştir : Bunun râvileri güvenilir zâtlardır. Fakat su var
ki, râvi Atâ bin es-Sâib'in hafızası son zamanlarında bozulmuştu. Râvisi
el-Muhâribî. ondan bu hâlinden önce mi, sonra mı rivayet etti?
4176) "... Ebû
Saîd(-i Hudrî) (Radtyallâhü ank)'den rivayet edildiğine göre; Resûlullah (Sallallakü
Aleyhi ve Sellem) şöyle buyurdu, demigtir:
Kim
Allah Sübhanehu (rızâsı) için bir derece tevazu (alçak gönüllülük) ederse
Allah o kimseyi buna karşılık olarak bir derece yükseltir. Kim de Allah
(rızâsı) hilâfına bir derece kibirlenirse Allah bu kimseyi kibirlenmesine
karşılık olarak bir derece alçaltır ki, nihayet onu aşağıların en aşağısında
kılsın."
Not:
Zevâid'de şöyle denilmiştir: Bunun senedi zayıftır. Râvi Derrâc bin Sem'ân
EbÜ's-Semh el-Misrî'yi îbn-i Muin güvenilir saymış ise de Ebû Dâvûd ve başkası
onun Ebül-Heysem'den olan rivayeti dışında kalan rivayetlerinin doğru olduğunu
söylemişler, tbn-i Adi de : Derrâc'm bütün hadisleri, başka rivayetlerle te'yid
edilen hadislerdendir, demiştir. Ebû Hâtem, Nesâİ ve Darekutnl de onu zayıf
saymışlardır.
4177) "... Enes bin
Mâlik (Radtyallâhü attk)'den; Şöyle demiştir:
Şüphesiz,
Medine halkından câriye (durumundaki yaşlı kadın bile) Resûlullah (Sallallahü
Aleyhi ve Sellem)'in elinden tutar ve kendi ihtiyacı - işi için istediği
Medine'nin her hangi bir semtine götürün-ceye kadar Resûl-i Ekrem (Sallallahü
Aleyhi ve Sellem) mübarek elini (yaşlı) kadının elinden çekip çıkarmazdı (yâni
bu derece üstün tevazu gösterirdi)."
Not:
Zevâid'de şöyle denilmiştir : Bunun senedinde AH bin Zeyd bin Ced'ân bulunur.
Bu râvi zayıftır.
4178) "... Enes bin
Mâlik (RadıyaUâhü atıtt)\\en; Şöyle elemiştir:
Resûlullah
(Sallallahü Aleyhi ve Sellem), hastayı ziyaret eder, cenazeyi takip eder,
kölenin dâvetine icabet eder ve merkebe binerdi. O, Kurayza ve Nadir (savaş)
günü bir merkeb üstünde idi. Hay-ber (savaş) günü de burnuna hurma yaprağından
yapılma bir yuların takılı bulunduğu bir merkeb üstünde idi ve altında hurma
yapra-ğmdan mamul (yâni sert - kaba) bir semer vardı."
4179) "... Iyâz bin
Himâr (Radtyallâhü anA/den rivayet edildiğine göre :
Peygamber
(Sallallahü Aleyhi ve Sellem) onlara bir konuşma yaparak şöyle buyurmuştur:
Allah
(Azze ve Celle) : Birbirinize karşı alçak gönüllülük ediniz ki hiç kimse hiç
kimseye üstünlük taslamasın, diye bana vahiy etti."[70]
Enes
(Radıyallâhü anh) 'in 4178 nolu hadîsini Tirmizî de rivayet ederek râvi Müslim
el-A'var'ın zayıf sayıldığım bildirmiştir. Bu hadîste geçen bâzı kelimeleri
açıklıyalım:
Resen:
Yulardır. lif: Hurma yaprağıdır. İkaf: Merkeb semeridir. Hadîste sözü edilen
Kurayza savaşı hicretin 5. yılı, Nadir savaşı 4. yıh ve H a y b e r savaşı 7.
yılı vuku bulmuştur. Bu savaş müslümanlarla yahûdîler arasında meydana
gelmiştir. Savaş nedenleri, safhâlan ve sonuçları hakkındaki bilgi için siyer
kitabları-na bakılmalıdır. Şunu belirtmekle yetineyim: Bu savaşlarda zafer
müslumanların oldu.[71]
Hastayı
ziyaret etmek, cenazeye gitmek, davete icabet etmek ve merkebe binmek
sünnettir, bunların hepsi tevâzuun birer güzel Örnekleridir.
Bir
noktayı açıklıyayım:
Bilindiği
gibi köle olan bir kimse, mülkiyet ve mal edinme hak ve yetkisine sahip
değildir. Bütün kazancı sahibine aittir. Bu itibarla sahibinin izni olmaksızın
ne kazancından ne de sahibinin malından kimseye bir ikramda bulunamaz,
yediremez. içiremez. Fakat sahibi kendisine izin verdiği takdirde izin
çerçevesi içinde tasarrufta bulunur. Bu nedenle Resûl-i Ekrem (Aleyhi's-salâtü
ve's-selâm) 'in dâvetine icabet ettiği köle yetkili ve mezun olan köledir.
Yâni sahibi kendisine bu davet için izin vermiştir. Sindi
böyle yorum yapmıştır.
Iyâz
bin Himâr (Radıyallâhü anh) 'm hadîsini E b û D â v û d, Edeb kitabında Tevazu
hakkında açtığı bir bâbta rivayet etmiştir. Bu hadiste geçen Fahr kelimesi,
azamet ve kibir iddiasında bulunmak demektir.[72]
4180) "... Ebû
Saîd-i Hudrî (Radıyallâhü anh)'den; Şöyle demiştir;
Resûlullah
(Sallallahü Aleyhi ve Sellem), örtülü köşesinde duran bakire bir kızdan daha
çok utangaçtı ve bir şeyden hoşlanmadığı zaman hoşnutsuzluğu (mübarek) yüzünde görülürdü.[73]
Bu
hadîsi Buhâri, Müslim ve Ahmed de rivayet etmiştir. Azrâ: Bakire kız demektir.
Hidr
t Evin bir köşesinde bakire kız için ayrılan örtülü yere denilir. Bakire kız
tenhâ bir yerde yalnız iken daha fazla utangaç olur. E 1 - A 1 k a m i demiş
ki: Bakire kız kendi köşesinde yalnız iken yanına bir erkek girdiği zaman çok
utanır. Yanma bir erkek girmediği zaman kız kendi köşesinde yalnız iken
utangaçlığının bir sebebi pek görülmez. Bu itibarla zahir olan şudur ki,
erkeğin onun yanma girdiği an kasdedilmiştir, der.
Hadiste
Resûl-i Ekrem (Aleyhi's-salâtü ve's-selâm) 'in üstün utangaçlığının, yukarda
durumu belirtilen bakire bir kızın utangaçlığından fazla olduğu belirtildikten
sonra O'nun bir şeyden hoşlanmadığı zaman, utangaçlığından dolayı hoşnutsuzluğunun
mübarek yüzünde görüldüğü ifâde edilmektedir. Yâni O, hoşlanmadığı zaman hoşnutsuzluğunu
dile getirmez, bu konuda bir şey söylemez, ilgilinin yüzüne vurmazdı. Fakat
hoşnutsuzluğu mübarek çehresinin değişmesinden anlaşılırdı.
Şu
noktayı da belirteyim: Resûl-i Ekrem (Aleyhi's-salâtü ve's-se-lâm)'in
hoşlanmadığı bir durum karşısında susması ve hoşnutsuzluğunu dile getirmemesi,
şer'i meseleler dışındaki durumlara aittir. Şer'I bir mesele söz konusu olduğu
zaman konu hakkında gerekli konuşma ne ise o yapılırdı. Haya duygusunun
güçlülüğü, gerekli konuşmayı kesinlikle gölgelemezdi. Meselâ, Resûl-i Ekrem
(Aleyhi's-salâtü ve*s-
selâm),
zina ettiğini itiraf eden M â i z isimli kişiye;
"Peki
sen kadınla cinsel ilişkide bulundun mu?" diye açık bir ifade ile soru
yöneltmiş ve kinaye yoluyla, üstü kapalı sözlerle soruşturma yapmamıştır. Bu
olayla ilgili hadisi Buhâri ve Tirmizl, Hudûd kitabında rivayet etmişler.
4181) "... Enes
(Radtyallâkü anA)'den rivayet edildiğine göre; Resûlul-lah (Saîlallahü Aleyhi
ve Sellem) şöyle buyurdu, demiştir:
Şüphesiz
her dinin (mensuplarına Özgü) bir huyu - karakteri vardır. İslâm (mensuplarına
özgü) huyu - karakteri de hayadır.**
Not:
Zevâid'de şöyle denilmiştir: Enes (R.A.Vm hadisinin senedi zayıftır. Muaviye
bin Yahya es-Sadafl Ebû Ravh ed-Dimeşki*yi zayıf saymışlar.
4182) "... lbn-i
Abbâs (Radtyallâkü anhümâydan rivayet edildiğine göre ; Resûlullah (SaÜaUohü
Aleyhi ve Sellem) söyle buyurdu, demiştir :
Şüphesiz
her dinin (mensuplarına özgü) bir huyu - karakteri vardır. İslâm (dini
mensuplarına özgü) huyu - karakteri de şüphesiz hayadır."
Not:
Zevâid'de şöyle denilmiştir : Râviler'den Salih bin Hayyân ve Saîd bin
Muhanımed el-Verrâk'ın zayıflığı sebebiyle bu sened zayıftır.
4183) "... Ukbe bin
Amr Ebû Mes'ûd (Radtyallâhü ank)'dea rivayet edildiğine göre; Resûlullah
(Sallallakü Aleyhi ve Sellem) şöyle buyurdu, demiştir:
Şüphesiz
peygamberlerin sözlerinden (eksiksiz ve kesintisiz) İnsanların eriştiği
haberlerden birisi de: Sen utanmayınca dilediğini işle! (sözü) dür."[74]
Bu
hadîsi Buhârl ve
Ebû Dâvûd da rivayet etmişler.
Hadiste
geçen *'Nübüvvet-İ ÛIâ"dan Peygamberimiz (Aleyhi's-sa-lâtü ve's-selâm)
'den önceki peygamberliktir. î b n - i H a c e r böyle yorumlamıştır. Bu
takdirde hadîsten maksad Hz. Muham-m e d (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) 'den
önce gelip geçen bütün peygamberlerin ittifakla söyleyip insanlara
duyurdukları ve hiç bir peygamberin dininde yürürlükten kaldırılmamış olup
devam edegelen sözlerden birisi de:
"Sen
utanmayınca dilediğini işle" sözüdür.
E
1 - A z i z i, "Nübüvvet-i Ûla"dan maksadın Âdem (Aley-hi's-salâtü
ve's-selâm)'in peygamberliği olduğunu söylemiştir. Yâni Adem (Aleyhi's-salâtü
ve's-selâm)'in sözlerinden câhiliyet devri insanlarına kadar eksiksiz,
kesintisiz olarak ve hiç bir dönemde yürürlükten kaldırılmamış olan
haberlerden birisi de bu sözdür.
Hadîste
buyurulan söze eriştiği bildirilen insanlar câhiliyet devri insanları olarak
yorumlanmıştır. Avnü'I-Mabûd yazarı bu yorumu belirtmektedir.
"Utanmadığın
zaman dilediğini işle" sözü çeşitli şekillerde yorumlanmıştır.-
Avnü'I-Mabûd yazarının beyânına göre Şerhu's-Sürmede bu yorumlar şöyle
sıralanmıştır:
Birincisi
ı Utanma duygusu seni frenlemediği zaman nefsinin istediği çirkin şeyleri
işlersin. Bu takdirde ehlinin malumu olduğu üzere cümledeki emir fiili ihbar
mahiyetindedir. Ebû Ubeyd böyle yorum yapmıştır.
İkincisi
t Bu söz tehdid mahiyetindedir. Yâni dilediğini yap bakalım. Cezasını mutlaka
görürsün. Ebü'l-Abbâs böyle yorumlamıştır.
Üçüncüsü
ı Yapmak istediğin bir şey için düşünmelisin. Çğer seni utandıracak bir şey
ise yapmamalısın. Utandıracak bir durumu yok ise yapabilirsin. Ebû İshâk
el-Merüzi böyle yorumlamıştır.
Ukbe bin
Amr Ebû Mes'üd
(Radıyallâhü anh)'ın hâl tercemesi 668. hadis bölümünde geçmiştir.
4184) "... Ebû
Bekre (Radtyallâkü ankyden rivayet edildiğine göre; Resûlullah (Sallallahü
Aleyhi ve Sellem) şöyle buyurdu, demiştir:
Haya
(utangaçlık) imândan (bir parça) dır. İmân (sahibi) de cennettedir. Hayâsızlık
(ve bundan dolayı yapılan çirkin konuşma) ise cefâ'dan (bir parça) dır. Cefâ
(eden) de ateştedir."
Not:
Zev&id'de şöyle denilmiştir : Bu hadisi îbn-i Hibbân da kendi sahihinde
rivayet etmiştir. Dâreitutni'nin: Râvi el-Hasan, Ebû Bekre'den hadis
isitmemis-tir, diye söylediği söze cevap şudur : Bubâri, kendi Sahlh'inde dört
hadisle el-Ha-san'ın Ebû Bekre'den olan rivayetini hüccet saymıştır. Ayrıca
Ahmed'in Müsned'in-de ve Taberânf nin el-Mu'cemü'1-Kebİr'inde el-Hasan'ın Ebû
Bekre'den hadis işittiği, bir kaç hadis bölümünde açıkça belirtilmiştir. Bir
ravinin diğer bir raviden hadis işittiğini söyleyenin sözO, İşitmedi, diyenin
sözüne takdim ve tercih edilir. Bu bir kuraldır.[75]
Zevâid
nevinden olan bu hadisin benzeri B u h â r i' nin el-Ede-bü'1-Müfred'inde,
ayrıca Hâkim ve Beyhaki' nin rivayet ettikleri Tuhfe'de bildirilmiştir.
Tirmizi, Ahmed, İbn-i Hibbân, Hâkim ve Beyhaki' nin bu hadisin mislini Ebû
Hüreyre (Radıyallâhü anh) 'den rivayet ettikleri de Tuhfe'de ifâde edilmiştir.
Hadîste
geçen "Bezâ" kelimesini Tuhf e yazan şöyle tarif etmiştir: Bezâ î
Hayâsızlık ve bundan doğan çirkin lâflar ve kötü huylar, demektir. Sindi de
Bezâ kelimesini çirkin lâf etmek, diye açıklamıştır. Çirkin lâf etmek
bilindiği gibi hayâsızlıktan kaynaklanır. Çünkü haya ve utanma duygusuna sahip
bir kimse çirkin lâf etmez.
Cefâ:
Beşeri münâsebetlerde kaba hareket etmek, sert huylu olmak, katı yüreklilik,
vefasızlık ve kötü muamele etmek anlamlarına gelir. Cefâ kelimesinin dilimizde
eziyet etmek anlamında kullanılması kanaatimca bu anlamlardan kaynaklanır.
Cefâ kelimesinin yukarda sıralanan mânâlarını içeren özlü bir kelimeyi
bulamadığım için tercenıede aynen kullanmayı tercih ettim. Cefâ kelimesini bir
nevi eziyet etmek olarak terceme etmek de pek hatalı sayılmaz.
4185) ",.. Enes
(Radıyallâhü ank)yden rivayet edildiğine göre; Resul ul-lah (Sallalîahü Aleyhi
ve Sellcm) şöyle buyurmuştur:
Çok
çirkin lâf hangi şey (yâni kişiJde olduysa mutlaka onu lekeleyip
çirkinleştirdi. Haya da hangi şey (kişi) de olduysa mutlaka onu süsledi."[76]
Bu
hadisi Tirmizi ve
Ahmed de rivayet etmişlerdir.
Hadîste
geçen "Fuhş" kelimesi çok çirkin lâf diye tarif edildiği gibi din ile
ilgili olup da işitilmesinden hoşlanılmayan lâf, diye de tarif edilmiştir.
En-Nih&ye'de
bu kelimenin değişik mânâlara geldiği belirtilerek: Fuhş t Çirkin günahlar
anlamına geldiği gibi zina ve çirkin olan her türlü fiil ve sözler mânâlarına
da gelir, denilmiştir.
Hadîs,
çirkin lâfların sahibini lekelediğini, çirkinleştirdiğini ve değerini
düşürdüğünü, hayanın da sahibini süslediğini, güzelleştirdi-ğini bildirir.[77]
Hilim
i Akıllı davranmak, sabırlı ve hazımlı olmak, geniş olmak, pek öfkelenmemek,
öfkelendiği zaman nefsini tutabilmek mânâlarına gelir. Dilimizde de: Falan
kişi halim ve selim bir kimsedir, denilir.
4186) "... Muâz bin
Enes (el-Ciihenî) (Radtyallâhü ankyâen rivayet edildiğine göre; Resûlullah
(Sallalîahü Aleyhi ve Scllem) şöyle buyurmuştur:
Kim
bir öfkeyi, gereğini yapmaya gücü yettiği halde yutarsa Allah kıyamet günü o
kimseyi bütün yaratıklara övgü ile tanınıp meşhur eder. Nihayet onu huriler
içinden dilediğini seçmek hususunda serbest kılar.[78]
Bu
hadisi Ebû Dâvûd, Tirmizi ve Ahmed de rivayet etmişlerdir.
Hadis,
öfkeyi yenmenin faziletine delâlet eder. Çünkü öfkeyi yenmek, dâima kötülüğü
emredici olan nefsi yenmek demektir. Hadiste bu faziletin öfkelendiği zaman
gereğini yapmaya muktedir olan kimseye ait olduğunu bildirir. Çünkü asıl hüner
ve meziyet intikam almaya muktedir olduğu halde bundan vazgeçip, öfkeyi
yenmenin faziletini beklemektedir.
Hadîste
belirtildiği gibi bu şekilde öfkesini yenen bir mü'min ahi-ret günü Allah'ın
takdir ve lütfûna kavuşur. Bu hasletinden dolayı övgü ile tüm yaratıklara
tanıtılıp durumu ilân edilir ve cennete dâhil edilip yüksek dereceye
eriştirilir. Onun cennetlik olduğu huriler içinde beğendiğini seçmek hususunda
serbest kılınmasına dâir cümleden anlaşılır.
4187) "... Ebû Saîd
el-Hudrî (Radıyallâhü anhyden; Şöyle demiştir:
Biz
Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ye Sellem)'in yanında oturuyorduk. ResûM Ekrem
(Sallallahü Aleyhi ve Sellem) (bu arada)
:
Size
Abdü'I-Kays heyetleri geldi, buyurdu. Halbuki içimizde hiç bir kimse öyle
görmedi (yâni O, henüz Medine'ye varmamış hey'et-lerin geldiğini mu'cize olarak
söyledi). Bir süre sonra gelip konakladılar ve sonra Resûlullah (Sallallahü
Aleyhi ve Sellem)'in huzuruna çıktılar. Onlardan El-Eşeccü'1-Asari kaldı. O,
sonra geldi. Çünkü o, bir konağa indi, devesini çökertti ve (yolculuk)
elbisesini bir tarafa bıraktı. Sonra (teiniz elbise giyip) Resûlullah
(Sallallahü Aleyhi ve Sellem) 'in yanına vardı. Resûlullah (Sallallahü Aleyhi
ve Sellem) de onat
Yâ
Eşecc! Sende Allah'ın sevdiği iki haslet gerçekten vardır i Akıllılık ve acele
etmeyip teenniyle hareket etmek, buyurdu. Eşecc ı
Yâ
ResülaUah! (Bu hasletler), yaratılışımda bulunan bir şey mi, yoksa sonra mı
bende meydana geldi? diye sordu. Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) :
Hayır,
yaratılışında bulunan bir şeydir, buyurdu."
Not:
Zevâidde şöyle denilmiştir : Râvî Umâre bin Cûyen Ebû Hârûn el-Ab-dî*yi İbn-i
Muin, Osman bin Ebi Şeybe ve İbn-i Aliyye yalanlamışlar. îbn-i Abdİl-Perr de :
Âlimler onuri zayıflığı üzerinde ittifak etmişler, demiştir.
4188) "... İbn-i
Abbâs (Radtyallâkü anhümâ)'Ğan rivayet edildiğine göre; Peygamber (Sallallahü
Aleyhi ve Sellem) el-Eşeccü'I-Asarî'ye:
Şüphesiz,
sende Allah'ın sevdiği iki haslet vardır: Akıllılık ve teenniyle hareket edip
acele etmemek, buyurdu."
Not:
Zevaid'de şöyle denilmiştir : Bunun senedinde el-Abbâs bin el-Padl, Kurre bin
Hâlid'den rivayet etmiştir. Tirmizl'nin rivayetinde olduğu gibi Bişr bin
el-Fadl, bu hadîsi Kurre bin Hâlid'den rivayetle el-Abbâs bin el-Fadl'a tâbi
olmuştur.
4189) "... îbn-i
Ömer (Radtyallâhü anhümâyâan rivayet edildiğine göre; Resûlullah (Sallallahü
Aleyhi ve Settem) şöyle buyurdu, demiştir:
Bir
(mü'min) kulun sırf Allah rızâsını talep etmek için yuttuğu bir öfke yudumundan
Allah katında sevap bakımından daha büyük bir yudum yoktur."
Not:
Zevâid'de şöyle denilmiştir : Bunun senedi sahih olup r&vileri güvenilir
zâtlardır.[79]
İbn-i
Abbâs (Radıyallâhü anh) 'in hadisini T i r m i z 1 "Ebvabü'l-Birri
Ve's-Sıla" bölümünde açtığı "Teenni Ve'1-Acele" babında rivayet
etmiştir. Bu durum notta da belirtildi. Aynca Müslim de İman kitabında İbn-i
Abbâs (Radıyallâhü anhü-mâ) 'nın bu hadisini rivayet etmiştir. Bu itibarla bu
hadîs Zevâid nevinden değildir.
Ebû
Said-i Hudri (Radıyallâhü anh)'in hadisi Zevâid nevindendir.
Tuhfe
yazan ibn-i Abbâs (Radıyallâhü anhümâ) 'nın hadîsinin izahı bölümünde özetle
şu bilgiyi verir:
N
e v e v i demiştir ki: "Hilm" akıl demektir. Enât da acele etmeyip
teenniyle hareket etmektir. Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) 'in
el-Eşccü'1-Asarî'ye böyle söylemesinin sebebi gelen hey'et ile ilgili hadîste
belirtilen şu durumdur: Hey'et, Medîne-i Münevvere'ye vardığı zaman Peygamber (Sallallahü
Aleyhi ve Sellem) 'in yanma varmaya acele etti. Fakat onlardan E ş e c (Radıyallâhü
anh), acele etmedi. Eşyaların indirildiği yerde durup önce eşyayı topladı,
devesini bir tarafa bağladı ve en güzel elbisesesini giydikten sonra Peygamber
(Sallallahü Aleyhi ve Sellem) 'in huzuruna yöneldi. Peygamber (Sallallahü
Aleyhi ve Sellem) de onu yaklaştırarak yanında oturttu. Sonra Peygamber
(Sallallahü Aleyhi ve Sellem) hey'ete:
Kendi
nefisleriniz ye kavminiz İçin bey'at ediyor (mu) sunuz? buyurdu. Hey'et de:
Evet,
diye cevab verdi. Bunun üzerine el-Eşecc t Yâ Resûlallah! Sen adamdan
kendisince, dininden daha çetin bir ?ey istemedin. Biz kendi nefislerimiz İçin
sana bey'at ederiz. Kavmimize de onları (İslâm'a) davet edecek elçi göndeririz.
Artık onlardan bize uyan kimse bizden olur. Kim de davetimizin gereğini
yapmaktan imtina ederse onunla savaşırız, dedi. Bunun üzerine Resül-i Ekrem
(Sallallahü
Aleyhi ve Sellem) (ona) :
Doğru
söyledin. Sende iki haslet vardır... hadîsini buyurdu.
Kadı
Iyâz: Eşecc {Radıyallâhü anh) 'm acele etmeyip teenniyle hareket etmesi,
konaklanan yerde işini görüp hazırlığını yaptıktan sonra huzura yönelmesidir.
Onun hilmi ve akıllılığı da bu sözüdür. Çünkü bu sözü onun akıllı, ileri
görüşlü ve dirayetli olduğuna delâlet eder, demiştir.
îbn-i
Ömer (Radıyallâhü anhümâ)'nın hadîsi de öfkeyi yenmenin sevabının çok büyük
olduğuna delâlet eder.[80]
4190) "... Ebû
Zerr(-i Gİfârî) (Radıyallâhü anh)'den rivayet edildiğine göre; Resûlullah
(Sallallahü Aleyhi ve Sellem) :
«Şüphesiz,
ben sizin görmediğiniz (gerçekler) i görürüm ve işitmediğiniz (gerçekler) i
işitirim. Gök (âdeta) gıcırdadı ve gıcırdaması da hakkıdır. (Çünkü) gökte dört
parmak yeri yoktur ki bir melek Allah'a secde etmek üzere (o yere) alnını
koymasın. Allah'a yemin ederim ki. Benim bildiğim (gerçekleri) siz bilseydiniz
az gülerdiniz ve çok ağlardınız. Yataklar üstünde kadınlardan da zevk
duymazdınız ve (meskenlerinizden) yollara çıkıp Allah'a yüksek sesle yakarışta
bulunurdunuz», buyurdu. (Ebü Zerr sözüne devamla) Vallahi ben kesilen bir ağaç
olmamı cidden temenni ettim, dedi."[81]
Bu
hadisi Tirmizi, Ahmed ve Hâkim de rivayet etmişler.
Resûl-i
Ekrem (Aleyhi's-salâtü ve's-selâm), peygamberlik gözü ve kulağıyla kâinatın gerçeklerini,
melekût âlemini, Allah'ın azametini, âhiret hayatı ile ilgili olayları,
cehennem azabının şiddetini, mahşerdeki dehşetli halleri gibi dünya gözü ve
kulağıyla görülüp işitilmesi mümkün olmayan gerçeklen Allah'ın izin ve
yardımıyla bilir, görür ve işi tirdi. Hadîsin "Sizin görmediğinizi görürüm
ve işitmediğinizi işitirim" bölümü ile "Benim bildiğimi siz
bilseydiniz" bölümünde bu gerçeklere işaret buyurulmuştur.
Göğün
gıcırdaması ifâdesi, meleklerin çokluğunu belirtmek içindir. Yoksa meleklerin
ağırlık yapması dolayısıyla semânın gerçekten gıcırdaması mânâsı
kaydedilmemiştir. T ı y b i bu ifâdeyi böyle yorumlamıştır. Tuhfe yazarı T x y
b i' nin bu yorumunu naklettikten sonra e 1 - K a r î' nin şöyle dediğini
nakleder: Resûl-i Ekrem (Aleyhi's-salâtü ve's-selâm)'in bu buyruğunun hakiki
mânâsında tutulması aklen ve din açısından mümkün iken ve mecazi bir mânâ ile
yorumlanmasına ne ihtiyaç vardır. Hele Resûl-i Ekrem (Aleyhi's-salâtü
ve's-selâm)'in: "Ben sizin işitmediğiniz (gerçekler) i işitirim" buyruğu
göğün gıcırdamasının hakiki mânâsında tutulmasını te'yid eder. Kaldı ki göğün
"AtitT* gıcırdaması değil de meleklerin tesbîh, hamd, takdis ve
zikirleriyle inlemesi, uğultu çıkarması mânâsına da muhtemeldir.
Hadiste
geçen kelimelerden "Fürüşât" Fürûşün çoğuludur. Fürûş da Firâşın
çoğuludur.
Firâş
s Yatak demektir. "Suudât" da Suud'un çoğuludur. Suud da Saidin
çoğuludur, yollar demektir. Bu kelime başka şekilde de yorumlanmıştır. Bir
kavle göre bu kelime çöller ve meskun olmayan sahalar anlamında
kullanılmıştır.
4191) "... Enes bin
Mâlik (Radtyallâhü ank)'den rivayet edildiğine göre; Resûlullah (Sallallahü
Aleyhi ve Seliem) şöyle buyurdu, demiştir :
Eğer
benim bildiğim (gerçekler) i siz bilseydiniz az gülerdiniz ve çok
ağlardınız."[82]
Bu
hadîsi B u h â r i de rivayet etmiştir. Keza B u h â r i, Tirmizi ve Nesâİ
bunun mislini Ebû Hüreyre (Ra-dıyallâhü anh) 'den rivayet etmişler.
Hadiste
geçen "Benim bildiğim" ifâdesi ile işaret edilen bilgi, Allah'ın
günahkâr kullarına vereceği azab ve kıyamet günü yapılacak hesap ve sorgunun
şiddet ve dehşetiyle ilgili bilgidir.
Hadisin
"Çok ağlardınız" ifâdesinden maksad Allah korkusundan ağlama işinin
çokluğu veya ağlama zamanının çokluğudur. Yâni Allah korkusu, Allah'ın
mağfiret etme ümidine ağırlık edecekti. Siz bağışlama ümidinden ziyâde korku
besliyecektiniz.
Hafız
İbn-i Hacer şöyle der: Hadisteki bilgiden jnak-sad Allah'ın azameti,
günahkârlardan intikam alması, ruhun alındığı anlardaki korkunç durum, kabirde
ve kıyamet günü duyulacak dehşetli hallerle ilgili bilgidir. Hadîs, tehdîd
mahiyetindedir. Bu hadisin buyurulmasının sebebi Taberâni' nin İbn-i Ömer
(Ra-dıyallâhü anhümâ)'dan rivayet ettiği bir hadiste şöyle beyân ediliyor:
"Resûlullah
(Sallallahü Aleyhi ve Seliem) Mescid'e çıktı. O esnada bir topluluğun kendi
aralarında konuşup gülüştüklerini gördü. Bunun üzerine:
Nefsim
(kudret) elinde olan (Aîlahîa yemin ederim ki..." diyerek İbn-i Ömer
bu hadîsi anlattı.
Hasan-i
Basri: Nihayetinin ölüm, varacağı yerin kıyamet ve bulunacağı yerin Allah'ın
huzuru olduğunu bilen bir kimsenin hakkı dünyada uzun uzun düşünüp üzülmektir,
demiştir.
4192) "... Abdullah
bin Zübeyr (Radıyallâhü anhümâydan rivayet edildiğine göre:
Kendilerinin
müslümanhğı kabul etmeleri ile Allah'ın onları azarladığına dair (şu) âyetin
inmesi arasında dört yıldan fazla zaman olmadığını söylemiştir ı
«İmân
edenler bundan önce kendilerine kitâb verilen, sonra üzerlerinden uzun zaman
geçip de kalbleri katılaşan ve çoğu dinden çıkan
(yahûdiler
ile hnstiyan) lar gibi olmasın.»" (Hadid, 16)
Not: Zevâid'de şöyle denilmiştir : Bunun senedi
sahih olup râvilerl güvenilir zatlardır.
4193) "... Ebû
Hüreyre (Radtyallâhü ankyâen rivayet edildiğine göre; Resûlullah (Sallallahü
Aleyhi ve Sellem) şöyle buyurdu, demiştir :
Çok
gülmeyiniz. Çünkü gülmenin çokluğu kalbi öldürür (yâni ka-tılaştınr)."
Not:
Zevâid'de şöyle denilmiştir: Bunun senedi şahin olup râvlleri güvenilir zâtlardır.
4194) "... Abdullah
(bin Mes'ûd) (Radıyallâhü anh)'den; Şöyle demiştir:
Peygamber
(Sallallahü Aleyhi ve Sellem) bana: (Yâ îbn-i Mes'ûd!) Bana Kur'ân oku, diye
emretti. Ben de O'na Nisa sûresini okumaya başladım. Nihayet;
"Her
ümmetten (onun peygamberini) birer şâhid getirdiğimiz, Mal de onlar üzerine
şâhid olarak getirdiğimiz zaman (bakalım kâfirlerin hâli nasıl olacak?)"
— Nisa, 41 — âyetine ulaştığım zaman O'na baktım, O'nun iki gözünden yaşların
akmakta olduğunu gördüm.[83]
Bu
hadisi Buhâri, Müslim ve Tirmizî de rivayet etmişler.
Bu
âyet-i kerime âhiret günü her peygamberin kendi ümmeti hakkında ve Peygamberimiz
(Aleyhi's-salâtü ve's-selâmî'in mü'min-ler, kâfirler ve münafıklar hakkında
şâhidlik edeceklerini, o gün kâfirlerin hâlinin perişan olduğunu bildirir.
Tabiî mü'minlerin imân ettikleri ve kâfirler ile münafıkların imân etmedikleri
yolunda şâhidlik edilecektir.
Tuhfe
yazarının beyânına göre Îbnü'l-Mübârek, ZÜhd bölümünde Said bin el-Müseyyeb'
den şu mürsel hadîsi rivayet etmiştir: "Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve
Sellem)'in Ümmetinin O'na sabah ve akşam arzedilmediği hiç bir gün yoktur.
Artık O, ümmetini si mâl arıyla ve amelleriyle tanır ve bunun içindir ki onlar
hakkında şâhidlik edecektir."
Resûl-i
Ekrem (Aleyhi's-salâtü ve's-selâm) 'in ağlaması sebebi hakkında müteaddid
görüşler bildirilmiştir. Şöyle ki:
lbn-i
Battal: Çünkü O. bu âyet okunduğu zaman kıyamet gününün korkularını, ümmeti
için sahicilik etmesini gerektiren durumun şiddetini ve mahşer halkı için
şefaatçi olma talebini göz önüne getirmişti. Bu tablo için ağlamak haktır,
demiştir.
E
1 - H â f ı z da : Bence O, ümmetine merhametinden dolayı ağlamıştır. Çünkü O,
ümmetinin ameline göre şâhidlik edeceğini bilirdi. Ümmetinin bir kısmının ameli
doğru olmayabilir. Bu hâl ise onların azaba girmelerine sebep olur, demiştir.
G
a z â I î : Kur'ân okurken ağlamak müstehabtır. Ağlamayı sağlıyabilmek için
tehdîd ve azab âyetleri, ilâhî emirlere ve yasaklara dâir âyetleri, Allah'ın
kullarından istediği itaat hakkındaki âyetleri ve buna benzer konulara ilişkin
âyetleri okurken anlamlan düşünülmeli, dikkatler bunun üzerine
yoğunlaştırılmalıdıc. Sonra okuyucu kendi durumunu bu âyetlere göre inceleyip
kusurlarını tesbit edip ağlamalıdır, üzülmelidir. Şayet kalbine hüzün ve üzüntü
girmezse, bu kere gaflet ve katı yürekliliği için ağlamalıdır. Çünkü bu hâl, büyük
musibetlerdendir, demiştir.
4195) "... El-Berâ
(Radtyallâhü ank)'âen; Şöyle demiştir: Biz, Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve
Sellem) ile beraber bir cenazede idik. Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve
Sellem) kabrin kenarı üzerinde oturdu. Sonra o kadar agadı ki, toprak (O'nun
göz yaşlarıyla) ıslandı. Daha sonra şöyle buyurdu:
Ey
kardeşlerim! İşte bunun misli için (iyi amel) hazırlayınız."
Not:
Zevâid'de şöyle denilmiştir: Bunun senedi zayıftır. îbn-i Hibbân güvenilir
râviler bölümünde : Muhammed bin Mâlik, Berâ (R.A.)'den hadis işitmemiş, demiş.
Sonra onu zayıf râviler arasında anlatmıştır.
4196) "... Sa'd bin
Ebî Vakkas (Radtyallâhü anh)'âen rivayet edildiğine göre; Resûlullah
(Sallallahü Aleyhi ve Sellem) şöyle buyurdu, demiştir:
(Allah
korkusundan dolayı) ağlayınız. Eğer ağlamanız gelmezse, ağlamak için kendinizi
zorlaymız."
4197) "... Abdullah
bin Mes'ûd (Radtyallâhü <z»A)'den rivayet edildiğine göre; Resûlullah
(Sallallahü Aleyhi ve Sellem) şöyle buyurdu, demiştir :
Allah
korkusundan dolayı karasinek başı kadar (ufak) bile olsa iki gözünden yaşlar
çıkıp dayanak yumrusunun bir yerine değen hiç bii' mü'min kul yoktur ki, Allah
onu ateşe haram etmesin."
Not:
Zevâid'de şöyle denilmiştir: Bunun senedi zayıftır. Adı Muhammed bin Ebl Humeyd
olan Hammâd bin Ebi Humeyd zayıftır.[84]
Bu
babın başlığı "Amel üzerine tevakki" şeklinde tesbit edilmiştir. S i
n d î bunun mânâsı: Yapılan ibâdetin
Allah tarafından reddedilmesi endişesi ve ibâdetin bozulmasına sebep olan
şeylerden uzak durmak suretiyle gerekli titizliği göstermektir, demiştir. Ben
de bu açıklamayı dikkate alarak özlü biçimde terceme ettim. Bu bâbta rivayet
edilen hadislerin de bu mânâ ile yakın ilgisi görülür.
4198) "... Aişe
(Radtyallâhü antâj'dan; Şöyle demiştir:
Bent
Yâ Resûlallah; (Mü'minûn, 60)
âyetinde
— durumu belirtilen — mü'min zina eden, hırsızlık yapan ve içki içen kişi
midir? diye sordum. O t
Hayır.
Ey Ebû Bekir'in kızı (veya "Ey Siddîk'm kızı)! Ve lâkin o, kendisinden
kabul olunmaması korkusu içinde oruç tutan, sadaka veren ve namaz kılan
adamdır, buyurdu."[85]
Bu
hadîsi îirmizî, Mü'minûn sûresinin tefsiri bölümünde rivayet etmiştir. Hadîste
kimler hakkında olduğu sorulan Nazm-i Celil, Mü'minûn sûresinin 60. âyetinden
bir parçadır. Âyet-i Kerîme'nin tamamının meali şöyledir: "Ve Rab'lerinin
huzuruna dönecekleri için kalbleri ürpererek verdikleri (yâni zekât ve sadakaları)
m verirler."
Bâzı
âlimler bu âyetin mealinin şöyle olduğunu söylerler:
"Ve
Rab'lerinin huzuruna dönecekleri için kalbleri ürpererek İşledikleri (iyi âmel
ve ibâdetleri) ni işlerler."
Ayetteki
"Âtev" fiili bâzı kıraatlarda "Etev" diye okunmuştur. Bu
kıraate göre meal şöyle olur: "Ve Rab'lerinin huzuruna dönecekleri için
kalbleri ürpererek yaptıkları (iyi işlerle ibâdetleri) ni yaparlar."
A
i ş e (Radıyallâhü anhâ), Allah korkusunun iyi ameller değil de kötü ameller
işleme hâline daha münâsib olduğunu zannetmiş olabilir ve bu zandan hareketle
hadiste anılan ilâhî nazmın mânâsının "Ve (câhiliyet devrinde) işledikleri
(kötü amelleri) ni İşlerler** mâhiyetinde olduğunu sanmış ve bu nedenle: Bu
âyette durumu belirtilen kişi zina, hırsızlık ve içki günahları işleyen kimse
mi? diye soru sormuştur.
Resûl-i
Ekrem (Aleyhi's-salâtü ve's-selâm) verdiği cevabta bu âyette durumu
belirtilenlerin namaz, oruç ve zekât ibâdetlerini İfâ etmekle beraber mağrur
olmayıp bu ibâdetlerin Allah katında kabul olunmaması endişesini duyanlar
olduğuna işaret buyurmuştur.
Ayet-i
Kerîme'nin geniş anlamı hakkında gerekli bilgi edinmek isteyenler tefsir
kitablanna baş vurmalıdır.
Hadisten
çıkarılan hüküm mü'min kişinin ibâdetini İfa etmekle beraber mağrur olmaması,
ibâdetinin kabul olunmaması endişesini duyması ve Allah'tan korkmasıdır.
4199) "... Muâviye
bin Ebî Süfyân (Radtyaüâhü art*fima)'dan;
Şöyle demiştir:
Ben.
Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve SellemJ'i şöyle buyururken
işittim:
Ameller
ancak kab (içinde bulunan madde) gibidir. En aşağısı (yani dibteki kısım)
güzelse en yukarısı (yâni üst kısmı) da güzel olur ve en aşağısı (yâni dibteki
kısım) bozulursa en Üst kısmı da bozulur."
Not:
Zev&Ut'de şöyle denilmiştir: Bunun senedinde Osman bin İsmail bulunur, Ben
bu ravi hakkında konuşan kimseyi görmedim. Senedin kalan r&vileri güvenilir
zatlardır.[86]
Câmiü's
Sağır şerhinde e 1 - A z i z i : Amellerin kab içindeki maddeye
benzetilmesinden nıaksad, herhangi bir şeyin dışının içinin belirtisi ve aynası
olduğunu bildirmektir. Bu itibarla bir kimsenin içi iyi olursa dişi da iyi
olur, demiştir.
El-Hafnî
de.- Bir kabta bal veya yağ gibi bir madde bulunduğunda, altı iyi olursa üstü
de iyi olur. Bunun aksine dibteki kısım bozuk olursa üste de sirayet eder ve
üst kısmı da bozulur. Kişinin amel ve davranışları da böyledir. Kişinin amel ve
hareketleri iyi olursa nurları bedenin dışına yansır ve dışım da iyileştirir.
Bunun aksine kişinin fiil ve hareketleri kötü olursa bunun izi bedenin dışına
intikal eder ve dış kısmı manen lekeleyip kirletir. Hadîsten maksad şu da
olabilir: İç amel olan ihlâs ve temiz niyet, dış ameli yâni bedenle veya dille
yapılan ameli kabule lâyık hâle getirmekle düzenlenmiş olur, islâh etmiş olur.
Hulâsa ihlâs, amellerin makbul olmasına vesile olur. İhlasın zıddı olan
riyakârlık ve gösteriş de bir iç amel ve kalb işidir. Kişinin kalbindeki niyet
riyakârlık, yâni bozuk olduğu zaman bu niyetle yapılan ibâdet de bozuk
sayılır. Şu halde iç bozukluk dış bozukluğa sebep olur, demiştir.
4200) "Ebû Hüreyre
(Radıyallâhü anhyûtn rivayet edildiğine göre; Re-îûlullah (Sallallahü Aleyhi ve
Sellem) şöyle buyurdu, demiştir:
Kul,
açıkta (yâni başkası tarafından görüldüğü yerde) namaz kılarken güzel (yâni
usûlüne uygun ve gösterişsiz) kıldığı, gizli (yâni raşkası tarafından
görülmediği yerde) namaz kılarken de güzel kıl-iığı zaman Allah (Azze ve Celle)
(o kulu överek) : Bu, benim hak-uyla (ödevini yapan) kulumdur, buyurur."
Not:
Zevâid'de şöyle denilmiştir : Bunun senedinde Bakiyye bulunur. O, ted-tsçidir,
hadisi an'ane ile rivayet etmiştir.[87]
Bu
hadîs, sırf Allah rızâsı için ve her türlü gösteriş ve riyakârlıktan uzak
olarak namazını usûlüne uygun edâ eden, bu ibâdeti başkasının gördüğü yerde
veya görmediği yerde îfâ etmek hususunda bir farklılık göstermeyen mü'minin
Allah'ın övgüsüne kavuştuğunu bildirir. Yüce Allah böyle kulunu sevdiğini,
beğendiğini meleklerine ilân eder. Melekler de o kulu sever ve nihayet sevgisi
yerdekilerin kalb-lerine de girer. Böyle bir kul kulluk görevini hakkıyla
yerine getirmiş olur.
4201) "... Ebû
Hüreyre (Radıyallâhü ankyâen rivayet edildiğine göre; Resûlullah (Sallallahü
Aleyhi ve Sellem) :
(Ey
Mü'minler!) Amel ve ibâdetlerinizde itidal ile hareket edip ifrattan (yâni
ibâdette aşırı gitmekten) kaçınınız. Çünkü hiç birinizi (güzel) ibâdeti - işi
kurtarıcı değildir, buyurdu. Sahâbîler:
Seni
de mi kurtaramaz? Yâ Resûlallah, diye sordular. ResûM Ekrem (Sallallahü Aleyhi
ve Sellem) :
Evet,
beni de Allah'ın rahmet ve fazlı bürümedikçe yalnız ibâdetim kurtarıcı
değildir, buyurdu."
Not:
Zevâid'de şöyle denilmiştir: Bu basen bir seneddir. Hâvi Şerik hakkında
ihtilâf vardır.[88]
Zevâid
nevinden olan bu hadisin benzerini B u h â r î Rıkak kitabında "El-Kasd
Ve'I-Müdavemetu Ale'l-Amel" babında rivayet etmiştir.
Hadisin;
Ij-alu-j [^ jli fiilleri ile kasdedilen mânâ: İyi amel ve ibâdetlerde ifrata
kaçmayınız, aşın gitmeyiniz, mutedil ve orta yolu bulup ona yaklaşınız.
İbn-i
Hacer şöyle yorum yapmıştır: "Karibû" cümlesinin mânâsı: ifrata kaçıp
da ibâdet uğrunda kendinizi aşırı derecede zor-lamayınız. Çünkü böyle
yaparsanız yorulursunuz, ibâdetten soğursunuz ve neticede ibâdette gevşeklik
yapıp bu kere tefrit, yâni kusur edersiniz. Hadisteki "Seddidu"
cümlesi de: Doğru yolu, yâni ihlâs ve benzeri Islâmi prensipler yolunu
izleyiniz.
Sindi
de: "Karibû" cümlesi: Mutedil, yâni orta yola yaklaşınız, îfrât ve
tefritin ortası olan itidalli hareket etmeye bakınız, anlamında
kullanılmıştır. "Seddidû" cümlesi de: Orta yol üzerinde dosdoğru
durunuz, ifrat veya tefrit tarafına sapmayınız, mânâsını ifâde eder. Bu iki
cümle ile kasdedilen mânâ şudur: Amel ve ibâdette ifrata kaçmayınız, diye
bilgi verir.
Şu
noktayı belirteyim: Amel ve ibâdette mutedil davranma ve orta yol dediğimiz
şey, Allah'ın Resulünün izlediği yoldur, ifrat ve tefrit yolu da O'nun yoluna
ters düşen yollardır. Daha açık bir ifâde ile şunu söylemek isterim: Allah'ın
farz, vâcib veya sünnet kıldığı İbâdetleri gereği gibi yapmak, İslâm'ın helâl
kıldığı şeyleri helâl kabul etmek, haramları haram kabul etmek itidalli hareket
yoludur. İşte orta yol da budur. Bunun aksine helâl olan bir şeyi kişinin
kendi nefsine haram etmesi, farz veya vâcib bir ibâdeti zaman zaman ihmal
etmek gibi hareketler de bu yola ters düşer.[89]
Riya
i İbâdet ve hayır işini halk görüp de sahibini övsünler diye açık ve aleni
yapmaktır. Süm'a da: İbâdet ve hayır işini halk İşitip de sahibini Övsünler
diye aleni ve açık yapmaktır.
Bilindiği
gibi ibâdet ve her türlü hayırlı işler sırf Allah nzâsı için yapıldığı takdirde
ibâdet ve hayır sayılır. İnsanların sevgi, saygı ve takdirini kazanmak gibi süfli
ve basit gaye ile yapılan ibâdet ve hayırdan bir sevab beklenemez. Böyle bir
maksadla yapılan ibadet ve hayır makbul sayılmaz, bilâkis sahibi için büyük bir
günahtır, gizli şirktir. Yani dolaylı olarak Allah'a ortak koşmak sayılır.
Çünkü her türlü ibâdet Allah rızâsı ve sevgisi için yapılır. Riyakârlıkla
yapılan ibâdet, halkm rızâsı ve sevgisi için yapılmış olur ve böylece halk Allah'a
ortak edilmiş olur.
4202) "... Ebû
Hüreyre (Radtyallâhü ün A)'den rivayet edildiğine göre; Resûlullah (Sallallahü
Aleyhi ve Seüem) şöyle buyurmuştur:
Allah
(Azze ve Celle) buyurdu ki t Ben ortak edinmekten müstağniyim (yâni hiçbir
varlığı zâtıma ortak etmeye ihtiyacım yoktur). Artık kim benden başkasını bana
ortak ettiği bir İbadeti - hayn benim için işlerse benim o ibadet - hayır ile
ilişkim yoktur ve o ibadet -hayır, (bana) ortak ettiği kimseyedir."
Not:
Zevftld'de şöyle denilmiştir: Bunun senedi sahih olup r&vileri güvenilir
zâtlardır.[90]
Zevaid
nevinden olan bu hadisin kısmen benzerini Müslim. Zühd kitabının beşinci bâbmda
rivayet etmiştir. Hadisin mânâsı şöyledir : Allah Teâlâ'nın her hangi bir
ortağa ihtiyacı yoktur. Bu itibarla kim bir ibâdeti hem Allah nzâsı hem de
başkasının rızâsı için işlerse Allah o ibâdeti kabul etmez ve Zâtına ortak
koşulan, yâni rızâsının sağlanması düşünülen kimseye bırakır. Bundan maksad
şudur: Riyakârlıkla yapılan ibâdet ve hayır geçersizdir, bâtıldır. Hiç bir sevabı
yoktur. Bilâkis günah sayılır.
4203) "...
Sahâbîlerden olan Ebû Sa'd bin Ebî Fadâle el-Ensârî (Radtyal-lâhü anhyâen
rivayet edildiğine göre; Resûlullah (Saüallahü Aleyhi ve Sellem) şöyle buyurdu,
demiştir:
Allah
önce gelenleri ve sonra gelenleri (yâni tüm insanları ve cinleri) kıyamet
günü, vuku bulmasında şüphe olmayan (hesab) günü için topladığı zaman bir çağına:
Kim
Allah (rızâsı) için işlediği bir ibadete (Allah'tan başka bir kimsenin
rızâsını) ortak etti ise sevabını Allah'tan başkasının (yâni ortak koştuğu
kimsenin) yanından taleb etsin. Çünkü Allah, ortakların ortaklıktan en
müstağni olanıdır (yâni hiçbir ortaklığa ihtiyacı yoktur), diye çağrıda
bulunacaktır."
4204) "... Ebû
Saîd(-i Hudrî) (Radtyallâhü anh)'âen; Şöyle demiştir: Biz (sahâbUer bir gün)
Mesîh-i DeccâlıCn fitnesi hakkında kendi aramızda) müzâkere ederken
Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)
.üzerimize çıkageldi ve:
Bence
sizin için Mesîh-i Deccâl'dan daha korkunç olan şeyi size haber vermeyeyim mi?
buyurdu. Ebû Saîd demiştir ki: Biz de: Buyur (haber ver), dedik. Bunun üzerine:
(Sizin
için daha korkunç şey) gizli şirk (tir) ki: Adamın namaza durup da gördüğü bir
başka adamın (kendisine) bakmasından dolayı namazını güzelleştirmesidir."
buyurdu.
Not:
Zevâid'de şöyle denilmiştir : Bunun senedi hasendir. Râvilerden Kesir bin Zeyd
ve Rübayh bin Abdirrahmân hakkında ihtilâf vardır.
4205) "... Şeddâd
bin Evs (Radtyallâhü ank)'den rivayet edildiğine göre; Resûlullah (Sallallahü
Aleyhi ve Sellem) şöyle buyurdu, demiştir:
Ümmetim,
hakkında en çok korktuğum şey, Allah'a ortak koşma (suçunu işlemeleri) dir.
Bilmiş olunuz ki: Şüphesiz onlar güneşe, aya veya puta tapacaklar diyecek
değilim ve lâkin bir takım ibâdetleri Allah'tan başkası için işliyecekler ve
gizli bir şehvet arzulayacaklar."
Not:
Zevâid'de şöyle denilmiştir: Bunun senedinde Âmir bin Abdillah bulunur. Ben
onun hakkında konuşan kimseyi görmedim. Senedin kalan râvileri güvenilir
zâtlardır.[91]
Ebû
Sa'd bin Ebî Fadâle (Radıyallâhü anhJ'ın hadisini Tirmizi, Ahmed, İbn-i Hibbân
ve Bey-haki de rivayet etmişler.
Ebû
Saîd (Radıyallâhü anh) 'in hadisi Zevâid nevindendir. Bu hadiste namazı
gösteriş için güzel kılmanın Şirk-i hafi, yâni Allah'a gizlice ortak koşmak
olduğu bildirilir. Çünkü namaz Allah rızası fçin güzel, yâni usûl ve adabına
riâyet edilerek kılınmalıdır. Başkası bakıyor diye güzel kılmak ise o bakan
adamı bir açıdan Allah'a ortak etmek demektir. Diğer ibâdetler ve her türlü
hayırlı işler de böyledir.
Zevâid
nevinden olan Şeddâd bin Evs (Radıyallâhü anh) 'in hadisinde geçen
"Şehvet-i hafiyye = Gizli şehvet" ifadesiyle kasdedilen mânâ
hakkında S ü y û t i ezcümle şöyle der:
A
h m e d * in Müsned'inde, Nevâdirül-Usûl'de ve el-Müstedrek*-te olan bâzı
rivayetlerde bu hadiste geçen "Şehvet-i hafiyye"yi açıklayıcı şu
ilâve vardır:
"Gizli
şehvet nedir? diye soruldu. Resûl-i Ekrem (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) :
Kul
oruçlu olarak sabahlar. Sonra şehvetlerinden biri kendisine sunulur. Kendisi de
o şehvete uyar ve orucunu bırakır (yâni bozar), buyurdu/'
Bir
hadiste geçen bir ifâdenin açıklaması Resulullah (Sallallahü Aleyhive Sellem)
tarafından buyurulunca başka bir yorumlama yoluna gidilemez.
Sindi
gizli şehvet ifâdesi ile ilgili başka yorumları da anlatıyor. Fakat yukardaki
ilâve karşısında o yorumlar kanaatımca cılız kaldığından dolayı buraya
aktarmaya gerek görmüyorum.
Bu
hadiste, mü'minler için en çok endişe duyulan şeyin onların küfre gitmeleri,
putperest olmaları değil de riyakârlık etmek suretiyle gizli şirk günahını
işlemeleri olduğu bildirilir.
Bir
Hâl Tercemesi
4203
nolu hadisin ravisi Ebû Sa'd bin Ebt Fadale el-Ensart (R.A.), sahâbller-dendir.
Râvİsi Ziyad bin MIni'dır. Bu Mhâbinin bir hadisi vardır. (Hulasa, 490)
4206) "... Ebû
Saîd-i Hudrî (Radtyallâhü ankyden rivayet edildiğine göre; Peygamber
(Sallallahü Aleyhi ve Sellem) şöyle buyurmuştur:
Her
kim (ibâdetini gösteriş için halka) işittirirse Allah o kimseyi (yâni
maksadını halka) işittirir ve kim (ibâdetinde) riyakârlık ederse Allah onun
riyakârlığının cezasını verir."
Not:
Zevâid'de şöyle denilmiştir: Bunun senedinde Atiyye el-Avfl bulunur ve
zayıftır. Râvi Muhammed bin Ebİ Leylâ da onun gibidir. Bu hadîs. Cündüb
<R-A.)'ın hadisi olarak Buhârt ve Müslim'de vardır. (Sünenimizdâ de bu
hadisten sonra gelir).
4207) "... Cündüb
(Radıyallâhü anA)'den rivayet edildiğine göre; ResÛ-lullah (Sallallahü Aleyki
ve Sellem) şöyle buyurdu, demiştir:
Kim
(ibâdetinde) riyakârlık ederse Allah onun riyakârlığının cezasını verir ve kim
(ibâdetini gösteriş için halka) işittirse Allah onu(n niyetini halka)
işittirir."[92]
Zevâid
yazan Ebû S a i d (Radıyallâhü anh) 'in hadisini Zevâid nevinden saymıştır.
Halbuki bu hadîsi T i r m i z i de Zühd kitabının "Riya ve Süm'a"
babında rivayet etmiştir. Aradaki fark şudur : Hadisin birinci fıkrası orada
ikinci fıkra olarak bulunur. İkinci fıkra da orada birinci fıkra olarak
bulunur. Bir de "Yürâî" fiili ce-zimli değildir. Bilindiği gibi bu
değişiklik hadîsin hüküm ve mânâsını değiştirmez. Bu itibarla Zevâid nevinden
sayılmasını gerektiren bir durum görmüyorum. Bu hadîs A h m e d tarafından da
rivayet edilmiştir.
Cündüb
(Radıyallâhü anh)'m hadîsini Buhârl ve Müslim
de rivayet etmişler.
Bu
iki hadis çeşitli şekillerde yorumlanmıştır. Bu yorumları sıra ile meâlen
buraya almayı uygun buldum:
Birincisi:
Kim ibâdet sayılan bir şeyi halk görsünler diye işlerse, Allah onun bu niyet ve
maksadını meydana çıkarmak suretiyle onu cezalandırır, teşhir eder. Kim de
ibâdet sayılan bir şeyi halk işitsinler diye işlerse Allah kıyamet günü onu
mahşer halkı içinde teşhir ve rusvay eder.
İkincisi:
Kim ibâdet sayılan bir şeyi halk nazarında kıymet değer ve saygı kazanmak
niyetiyle işlerse Allah onu halkın gözünden düşürür ve âhirette de ona bir
sevab vermez.
Üçüncüsü:
Kim işlemediği bir ibâdeti işlemiş görünürse Allah onun yalancılığını meydana
çıkarıp teşhir eder.
Dördüncüsü:
Kim halkın kusurlarını, eksikliklerini tâkib edip etrafa yayarsa Allah o
kimsenin ayıp ve kusurlarını meydana çıkarıp hoşnutsuz eder.
Yukardaki
yorumlar Fethü'l-Bâri'den ve Nihâye'den alınmadır.
El-Fetih
yazan yukardaki yorumları açıklarken şunu da belirtir:
Bu
hadis, ibâdet ve hayır işlerini gizlemenin müstehablığma delâlet eder. Ancak
rehber durumundaki kimse, başkalarını teşvik için ve riyakârlık maksadı
olmaksızın aleni olarak hayır işleyebilir. Tabii bunun meydanda ve aleni
yapılması da ölçülü olmalıdır. Yâni ihtiyaç derecesine göre duyurulur gereksiz
veya ihtiyaçtan fazla ise duyurul-mamalıdır, der.
Şu
noktayı da belirteyim: İbâdet ve hayratın gizliliği, mü'min kişinin dînen
mükellef olduğu farz namaz, farz oruç ve zekât gibi ibâdetler dışında kalan
hayırlı işler için söz konusudur. Çünkü kişinin farz ibâdeti bir tabii ödev
sayılır. Bunda gösteriş ve riyakârlık için pek yer yoktur. Herkesin yaptığı
işlerdir. Ancak çok aptal ve kafasız bir kimse bu tabii ödevlerden dolayı
halkın takdir, sevgi ve saygısını kazanma hevesine kapılabilir.[93]
Hased
kelimesinin asıl mânâsı bir kimsede bulunan bir nimeti çe-kememek, o nimetin o
kimsenin elinden çıkmasını temenni etmektir. Bir nimetin sahibinin elinden
çıkmasını temenni ve arzu eden kişi bu yolda bir çalışma ve gayretin içine
girsin veya girmesin hased suçunu işlemiş sayılır. Bu yolda bir çalışma ve
gayreti varsa o zaman hased ve çekememezlik suçu yanında zulüm suçunu da
işlemiş olur. Şâyet bir kimse başkasının elindeki nimetin elinden çıkması
arzusunu irâdesi dışında duyuyor ve bu fena duygudan sıyrılmak istiyor ise
in-şâallah mazur sayılır. Çünkü irâde ve istek dışındaki duygunun peşine
düşülmedikçe, bilâkis o duygudan nefret edilip temizlenmek İstendikçe sırf
duygu suç mâhiyetini pek taşımaz.
Hased'in
bir de mecazî mânâsı vardır ki ona gıbta ve imrenme denilir. Yâni bir kimsenin
elindeki bir nimetin o kimsenin elinden çıkması arzulanmıyor da benzerine
kavuşulmak isteniyor. O nimet dünyalık bir nimet ise benzerine kavuşmayı
arzulamak, mubah bir arzudur, sakıncalı bir tarafı yoktur. Şayet din ile
ilgili bir nimet ise benzerine kavuşmayı arzulamak müstehabtır.
Bu
bâbta rivayet olunan ilk iki hadîste geçen "Hased" kelimesi mecazi
mânâya, yâni imrenme ve gıbta anlamına yorumlanmıştır. Bu itibarla terceme
ederken imrenme ifâdesini kullanacağım.
4208) "... Abdullah
bin Mes'ûd (Radtyallâhü û«A)'den rivayet edildiğine göre; Resûlullah
(Sallallahü Aleyhi ve Sellem) şöyle buyurdu, demiştir:
(Allah
katında sevimli) imrenme'yalnız (şu) iki (haslet) de vardır : Allah'ın bir mal
verip de onu hak (yolun) da harcamaya muvaffak ettiği adam (m bu hasleti) ve
Allah'ın bir hikmet verip de o hikmetle hükmeden ve onu öğreten adam (in bu
hasleti)."
4209) "... Abdullah
bin Ömer (Radıyallâhü anhümâ)'dan rivayet edildiğine göre; Resûlullah
(Sallallahü Aleyhi ve Settem) şöyle buyurdu, demiştir:
(Allah
katında sevimli) imrenme yalnız (şu) iki (haslet) de vardır: Allah'ın Kur'ân
(bilgisini) verip de gece saatlerinde ve gündüz saatlerinde onunla amel eden
adam (in bu hasleti) ve Allah'ın mal verip de onu gece vakitlerinde ve gündüz
saatlerinde hayır yolunda harcayan adam (in bu hasleti)."
4210) "... Enes
(Radtyallâhü anh)'den rivayet edildiğine göre; Resûlullah (Sallallahü Aleyhi
ve Sellem) şöyle buyurmuştur:
Hased
(yâni başkasındaki bir nimeti çekememek), ateşin odunu yediği (mahvettiği) gibi
sevablan yiyer (tüketir). Sadaka da suyun ateşi söndürdüğü gibi hatâyı
söndürür. Namaz mü'minin nurudur. Oruç da ateşten koruyucu bir kalkandır/'
Not:
Zevaid'de şöyle denilmiştir: Hadisin ilk cümlesini Ebû DâvÛd kendi süneninde
Ebû Hüreyre <R.A.)'ın hadisi olarak rivayet etmiştir. Enes bin Mâlik
(R.A.)'ın bu hadisinin senedinde tsâ bin Ebi îsa bulunur. Bu râvi zayıftır.[94]
Ibn-i
Mes'ûd (Radıyallâhü anh) 'in hadîsini B u h â r î, Müslim ve Nesâi de rivayet
etmişler, tbn-i Ömer (Radıyallâhü anhümâ) 'nın hadisini Buhârî, Müslim ve
Tirmizî de rivayet etmişlerdir. Enes (Radıyallâhü anh)'in hadîsi ise Zevâid
nevilidendir.
Hased
kelimesi ilk iki hadîste sevimli ve makbul imrenme ve gıb-ta etme manasınadır.
Son hadiste ise çekememezlik manasınadır.
Başka
bir kimsede bulunan bir nimeti, bir hasleti çekememek, o nîmet veya hasletin
sahibinin elinden çıkmasını arzulamak Kitâb, Sünnet ve İcmâ ile haramdır. Son
hadiste belirtildiği gibi bu mânevi hastalık, sahibinin sevablannı giderip
mahveder. Başkasının elinde bulunan bir nîmet ve haslete gıbta etmek, imrenmek,
yâni bir benzerine kavuşmayı arzulamak ise meşrudur, yasak değildir. Şayet o
nîmet ve haslet dinsel ise ona imrenmek müstehabtır, sevabtır. İlk iki hadiste
meşruluğu belirtilen hased, yâni imrenme ve gıbta etme bu nevîdendir.
Birinci
hadiste meşruluğu belirtilen iki haslet şunlardır:
1. Bir mü'minin
elindeki malı bir ölçü dâhilinde hak yolunda ve hayır uğruna harcaması
hasletidir. Belirli bir ölçü dâhilinde dedim. Aslmda hadîste bu kayıt yoktur.
Ama, kişinin malının tamamını hayır yollarına harcayıp da aile ferdlerini
halka el avuç açacak hâle sokması dînen makbul bir davranış değildir. Bu
hususta vârid olan hadîsler mevcut olduğu gibi bâzı âyetlerde buna işaret
vardır. Bu nedenle bu kayıt melhuzdur.
2. Bir mü'minin
edindiği dini ilim ve hükmetmesi ve bildirini başkasma Öğretmesi hasletidir.
İkinci
hadiste meşruluğu belirtilen iki hasletten birisi yukarda birinci maddede
geçen haslettir. Diğeri de Kur'an-ı Kerimi bilip onun-la amel etme hasletidir.
Bu haslet de birinci hadiste geçen dîni bilgi hasletinin aynısıdır,
denilebilir. Çünkü "Kur'ân-ı Kerim*! bilip onunla amel etmek",
ifâdesi geniş kapsamlıdır. Kur'ân-ı Kerîm'i okumak, öğretmen, onunla hükmetmek
ve benzeri hususları kapsar. Bu hadîste geçen "Ânâ" kelimesinin
tekilinin "İnâ", "Enâ'\ "Inyün" ve "İn-vün"
biçiminde olabildiği N e v e v î tarafından belirtilmiştir. Ne-v e v i bu
kelimenin saatler demek olduğunu da bildirmiştir.
Son
hadisin ilk cümlesinin Ebû Dâvûd tarafından da rivayet edildiği notta
belirtildi. Ebû Dâvûd' un, Edeb kitabında 'Hased hakkında gelen hadisler"
babında Ebû Hüreyre (Radıyallâhü anh)'den rivayet ettiği hadîs şöyledir:
"...
Ebû Hüreyre (Radıyallâhü anh)'den rivayet edildiğine göre Peygamber (Sallallahü
Aleyhi ve Sellem) şöyle buyurmuştur i
Hasedden
uzak durun. Çünkü hased, ateşin odunu (veya râvi dedi ki) yaş otu yediği
(yakıp mahvettiği) gibi sevablan yiyer (giderip mahveder)."[95]
1. Hased, sahibinin
sevablarını tüketir.
2. Sadaka, sahibinin
günahlarını bağışlatır. Günahlarından dolayı müstehak olduğu ateşi söndürür.
3. Namaz, sahibi için
bir nurdur.
4. Oruç, cehennem
ateşine karşı koruyucu bir kalkandır. Sahibini bir takım günahlardan korur ve
bir takım günahlarının da bağışlanmasına vesile olur. Böylece cehennem ateşine
karşı bir perdedir, engeldir.[96]
4211) "... Ebû
Bekre (Radıyallâhü anhyûta rivayet edildiğine göre; Re-sûlullah (Sallallahü
Aleyhi ve Sellem) şöyle buyurdu, demiştir:
Allah'ın,
sahibi için âhirete ertelediği ceza ile beraber dünyada (da) cezasını
çabuklaştırmasına zulüm ve akraba ile iyi ilişkiyi kesme günahlarından daha
lâyık bir günah yoktur."
4212) "...
Mü'minlerin anası Âişe (Radıyallâhü anhâ)'dan rivayet edildiğine göre;
Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) şöyle buyurdu, demiştir:
Sevabı en
çabuk olan hayır, yaratıklardan herhangi birisine iyilik etmek ve akraba ile
iyi ilgilenmektir. Cezası en çabuk olan şer de, zulüm - yaratıklara kötü
davranmak ve akraba ile iyi ilişkiyi kesmektir."
Not
r Zevâid'de şöyle denilmiştir : Bunun senedinde Salih bin Musa vardır. Bu râvi
zayıftır.
4213) "... Ebû
Hüreyre (Radtyallâhü onA/den rivayet edildiğine göre; Resûlullah (Sallallahü
Aleyhi ve Sellem) şöyle buyurmuştur:
Müslüman
kardeşini küçümsemek (suçu) adama şer (huy) olarak yeterdir."
4214) "... Enes bin
Mâlik (Radtyallâhü a«A)'den rivayet edildiğine göre;
Resûlullah
(Sallallahü Aleyhi ve Sellem) şöyle buyurmuştur:
Allah, alçak gönüllü olunuz ve bâzınız bâzınıza
zulüm edemez (etmesin) diye bana vahiy etti."
Not:
Zevâid'de şöyle denilmiştir : Bu, basen bir seneddir. Çünkü ravi Sinan bin
Sa'd'ın adının böyle mi, yoksa Sa'd bin Sinan mı olduğu yolunda ihtilaf vardır.[97]
Ebû
Bekre (Radıyallâhü anh) 'in hadisini T i r m i z I, Ebû Dâvûd, Hâkim ve tbn-i
Hibbân da rivayet etmişler. Ebû Hüreyre (Radıyallâhü anh)'m hadisinin benzeri Müslim
ve Tirmizl tarafından rivayet edilmiştir.
Â
i ş e ile Enes
(Radıyallâhü anhümâ) 'nın hadisleri Zevâid ne-vindendir.
Bağıy
i Zulüm etmek, haktan ayrılmak, İslâm devletine isyan etmek, yaratıklara karşı
kötü davranmak ve kibirli olmak gibi mânâlara gelir. Sindi, hadîste geçen bu
kelimeyi zulüm ve yaratıklara kötülük etmek şeklinde yorumlamıştır.
Katiat-ı
Rahim: Akraba ile ilgiyi kesmek, onlara gerekli ilgiyi göstermemek ve onlara
karşı üzerine düşeni yapmamaktır. Sıla-i Rahim de bunun zıddı ve tersidir.
Yâni akraba ile iyi ilişki kurmak, onlara karşı üzerine düşeni yapmaktır.
Zulüm,
haksızlık ve yaratıklara kötülük etmek ile akraba ile ilgisizlik suçlanna
karşı âhirette verilecek cezadan başka dünya hayatında da ceza verileceği, hem
de diğer günahların cezalarından önce verileceği, ilk iki hadiste
bildirilmiştir. Bilindiği gibi bâzı suçların cezasının bir kısmı âhirete
bırakılmakla beraber bir kısmı da dünyada verilir. İşte bu iki günah bu tür
suçlardandır.
Üçüncü
hadisten kasdedilen mânâ şudur: Bir adamın kötü huylu ve fena haslet sahibi sayılması
için onun bir müslümam küçümsemesi yeter. Yâni başka bir kötülüğü olmasa bile
bu suçundan dolayı şerir ve ahlâksız sayılır.[98]
4215) "... Atiyye
eş-Sa'dî —ki Peygamber (Sattallahü Aleyhi ve Sel-i sahâbîlerinden idi— (Radtyallâhü ankydtn
rivayet edildiğine göre; Re-sûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) şöyle
buyurmuştur:
Kul.
sakıncalı şeyden korktuğundan dolayı sakıncasız şeyi de bırakmadıkça
müttakiler derecesine erişemez."[99]
Bu
hadisi T i r m i z i "Ebvabû Sıfati'l-Kıyâme" bölümünde ve Hâkim de rivayet etmişlerdir.
El-Münâvi,
sakıncalı şeyi, haram olan şeyler diye yorumlamış ve sakıncasız şeyi de
ihtiyaç fazlası helâl şeyler şeklinde açıklamıştır. Yâni "Kul haram bir
şeyi işlemek korkusuyla haram olmayan ihtiyaç fazlası helal şeyi bırakmadıkça
müttakiler derecesine erişemez."
Bir
kavle göre sakıncasız şeyden maksad, lezzetli olan helâl şeylerdir. Yâni kul
helâl olan lezzetli bol şeylere kendisini pek alıştırma-malıdır. Çünkü böyle
alışırsa günün birinde helâl yoldan bulamazsa alışkanlığı yüzünden haram
yollardan temin etmeye eğilmesi tehlikesi vardır. İşte kul bu tehlikeyi
önceden sezerek harama düşmemek için helâl olan lezzetli bol şeyleri
terketmedikçe müttakiler derecesine erişemez.
Muttaki:
Takva sahibi demektir.
Takva
ı Allah'tan korkmak, O'na itaat etmek, azaba sebep olan suçlardan sakınmak
mânâlarına gelir.
Tuhfe
yazarı Takvâ'nın şu üç mertebeye ayrıldığını bildirir: Birincisi: Küfürden,
imansızlıktan arınmak suretiyle ebedi azab-tan sakınmak mertebesidir. (Bu
mertebeye, müslüman olmakla erişilir).
İkincisi
î Bütün günahlardan sakınmaktır. Yâni farz ve vâcib olan ibâdetleri yerine
getirmek ve haram kılınan şeylerin tamamından sakınmaktır. Bir gurub âlime
göre bu dereceye erişebilmek için küçük günahlardan da sakınmak gerekir. Din
ıstılahında meşhur olan mânâ budur.
Üçüncüsü:
Kulun içini ve kalbini Hak Teâlâ'dan başka her şeyden arındırması, bütünüyle
Allah'a yönelmesi, aklı, fikri, zikri ve kalbinin dâima Allah ile meşgul
olmasıdır.
Bu
hadis, takvanın ikinci mertebesi için delil gösterilmiş ise de üçüncü mertebeye
de delil olabilir.
4216) '... Abdullah bin
Amr (bin el-As) (Radtyallâkü anhümâyâan; Şöyle demiştir:
Resûlullah
(Sallallahü Aleyhi ve Sellem) 'e:
(Yâ
Resûlallah)! İnsanların hangisi daha faziletlidir? diye soruldu. O :
Kalbi
mahmûm (pâk) ve dili çok doğru olan her Cmü'min) kişi, buyurdu. Sahâbîler:
(Yâ
Resûlallah>! Dili çok doğru olanı (n ne demek olduğunu) biliriz. Mahmûm
kalb nedir? diye sordular. O:
(Mahmûm
kalb), Allah'tan korkan, tertemiz, içinde ne günah, ne zulüm ile yaratıklara
kötülük etmek, ne kin ne de hased (çekememez-lik) olan (kalb) dir,
buyurdu."
Not:
Zevâid'de şöyle denilmiştir : Bu sahih bir sened olup râvileri güveni-ir
zâtlardır.
4217) "... Ebû
Hüreyre (Radtyallâkü ank)'den rivayet edildiğine göre; Lesûlullah (SaUallahü
Aleyhi ve Selfem) şöyle buyurdu, demiştir:
Yâ Ebâ
Hüreyre! Şüpheli (yâni helâl mı, haram mı diye tereddüd ettiğin) şeylerden
titizlikle sakın, (o takdirde) insanların (Allah'a) en çok kulluk edeni
olursun. (Sana verilen dünyalığa) kanaatkar ol, (o zaman) insanların (Allah'a)
en çok şükredeni olursun. Kendi nefsin için sevdiğin (iyi) şeyi insanlar için
(de) sev (yâni arzula, o zaman olgun) mü'min olursun. Sana komşu olanlara iyi
komşuluk et, (o takdirde kâmil) müslüman olursun ve az gül. Çünkü gülmenin
çokluğu kalbi öldürür (yâni karartıp katılaştınr)."
Not:
Zevâid'de şöyle denilmiştir : Bu, hasen bir seneddir. RâvI EbÛ Recâ'nın adı
Muhriz bin Abdülah el-Cezeri'dir,[100]
VeraT:
Yukarda da belirttiğim gibi haram şeyler yanında şüpheli olan şeylerden de
titizlikle sakınmaktır. Bu hasleti nefsinde bulunduran kimseye "
Veri*" denilir. Yasaklanan şeyler ile yasak olması muhtemel şeylerden
sakınmak ve bu hususta titizlik göstermek emredilmiş şeyleri yapmaktan daha
kolay değil; bilâkis daha zordur. Bu sebeble bu alanda kulluk etmek çok
önemlidir.
Hadisin:
'İnsanların (Allah'a) en çok kulluk edeni olursun" ifâdesi "En çok
kulluk edenlerden olursun" şeklinde yorumlanır. Hadîsin "En çok
şükredeni olursun" ifâdesi de "En çok şükredenlerden olursun"
biçiminde yorumlanır.
Hadîsin
"mü'min" ve "müslim" kelimeleri de olgun ve kâmil olan
mü'min ve müslüman diye yorumlanır.
Hadis,
sayılan hasletlerin fazilet ve güzel sonuçlarını bildirir.
4218) "... Ebû Zerr
(Radtyallâkü anhyden rivayet edildiğine göre; Resû-hıllab (Sallallahü Aleyhi ve
Sellem) şöyle buyurdu, demiştir:
Tedbir
gibi bir akıl yok, nefsi (müslümanlara eziyet etmekten) alıkoymak gibi bir
vera* (= günah ve şüpheli şeylerden dikkatle sakınmak) yok ve huy güzelliği
gibi bir şeref yoktur."
Not:
Zevâid'de şöyle denilmiştir: Bunun senedinde el-K&sim bin Muham-med
el-Misrl bulunur. Bu râvi zayıftır.[101]
Hadiste
geçen "Tedbîr" kelimesinden maksad ileri görüşlü, işlerin
sonuçlarını düşünen, yararlı ve zararlı yönleri iyi kestirebilen akıldır. Yâni
en değerli akıl bu niteliği taşıyan akıldır.
Vera*:
Yukarda müteaddid defa belirttiğim gibi haram ve şüpheli şeylerden titizlikle
sakınmaktır. Keff de hemen hemen aynı mânâyı ifâde eder. Çünkü bu da nefsi
yasak şeylerden vazgeçirmek, alıkoymak demektir. Bu itibarla T ı y b î :
Burada Keff'ten maksad nefsi müslümanlara eziyet etmekten alıkoymaktır,
demiştir. Biz de buna göre terceme etmeyi tercih ettik.
4219) "... Semûre
bin Cündüb (Radtyallâhü o» A J'den rivayet edildiğine göre; Resûlullah
(Sallallahü Aleyhi ve Sellem) şöyle buyurdu, demiştir :
Haseb
(yâni kişiyi halk nazarında yücelten şey) maldır. Kerem (yâni kişiyi Allah
katında yücelten şey) de takvadır."[102]
Bu
hadisi Tirmizi "Hucürât" sûresinin tefsiri'bölümünde rivayet
etmiştir. Ayrıca Ahmed ve Hâkim de rivayet etmişler.
Hadiste
geçen "Haseb" kelimesinin asıl mânâsı kişinin iftihar vesilesi
ettiği gerek kendisine gerekse baba ve dedelerine âit dünyalık meziyetler ve
şereflerdir. "Kerem" de kişinin hayır, şeref ve faziletleri
kendisinde toplamasıdır. T ı y b i: Bu tarifler kelimelerin lügat mânâlarıdır,
dedikten sonra sözüne devamla söyle der:
Resûl-i
Ekrem (Aleyhi's-salâtü ve's-selâm) bu iki kelimeyi lügat mânâlarından alarak
halk arasında meşhur olan mânâ ile Allah katında makbul olan mânâlara
aktarmıştır. Yâni halk nazarında fakir olan kimse için hiç bir şeref yoktur.
Çünkü fakire hürmet edilmez, önemli toplantılara çağınlmaz. Şeref ve değer
yalnız dünyalığı olanlara veriliyor. Allah katında ise değer, kıymet, şeref ve
üstünlük ancak takva, yâni Allah korkusu ve O'na itaat etmekledir.
4220) "... Ebû Zerr
(Radtyallâhü <m*;'den rivayet edildiğine göre; Resûlullah (Sallallahü
Aleyhi ve Sellem) :
Şüphesiz
ben öyle bir kelime (Osman — kendi rivayetinde — de-diki: öyle bir âyet)
bilirim ki eğer insanların hepsi onu tutsaydilar, hepsine yetecekti, buyurdu.
Sahâbilert
Yâ
Resûlallah! Hangi âyettir? dediler. O, buyurdu ki: = «ve kim Allah'tan
korkarsa, Allah o kimseye (doruktan genişliğe) bir çıkış yolu ihsan eder.»
(Talâk, 2) demiştir."
Not:
Zevâid'de şöyle denilmiştir: Bu hadisin ravileri güvenilir zâtlardır. Fakat
sened munkati (kesik)tir. Çünkü Ebü's-Selil, Ebû Zerr (R.A.)'a yetişmemiş* tir.
Bu durumu et-Tehzito yazan söylemiştir.[103]
4221) "... Ebû
Züheyr es-Sakafî (Radıyaltâhü anhyâen; Şöyle demiştir:
Resûlullah
(Sallallahü Aleyhi ve Sellem), Nebâvet veya Benâ-vefte (râvi dedi ki Nebâvet
Tâif'ten bir yerdir) bize bir konuşma yaparak :
Nerde
ise cennetlik olanları cehennemlik olanlardan ayırdedip tanıyabilirsiniz,
buyurdu. Sahâbîler:
Onları
ayırdedip tanımak ne ile (olabilir) ? diye sordular. ResûM Ekrem (Sallallahü
Aleyhi ve Sellem) :
İyilikle
anmak ve kötülükle anmak suretiyle (olur). (Çünkü) siz birbiriniz hakkında
(şâhidlik eden) Allah'ın şâhidterisiniz, buyurdu."
Not:
Zevâid'de şöyle denilmiştir: Bunun senedi sahîh olup râvilerî güvenilir
zâtlardır. Ebû Züheyr (R.A.)'ın bundan başka hadisi İbn-i Mâcete yanında yoktur.
Kütüb-i Sitte'nin kalanlarında onun hadisi hiç yoktur.[104]
Sena
i Hasan: Kişiyi iyi hasletleri ve güzel sıfatlarıyla anmaktır.
Senâ-i
Seyyi s Kişiyi kötü hasletleri ve fena sıfatlarıyla anmaktır.
Sena
kelimesi aslında iyilikle anma işinde kullanılır. Burada edebî san'at gereği
olarak, müşâkele için kötülükle anma işinde de kullanılmıştır.
Bu
hadise göre cennetlik olmanın alâmeti kişinin iyilikle anılma-sidir.
Cehennemlik olmanın alâmeti de kişinin kötülükle anılmasıdır.
Hadisin;
= "Siz (yer yüzünde) Allah'ın
şâhidlerisiniz," cümlesindeki muhâtablar sahâbilerdir. Yâni sahâbiler bir
kimseyi tezkiye ederek iyi olduğunu söyler ve hayırla anarlarsa, bu tezkiye
ve şâhidlik o kimsenin cennetlik olduğunun alâmetidir. Bunun aksine bir
kimsenin kötü olduğunu söyleyip onu şer ile anarlarsa bu şâhidlik o kimsenin
cehennemlik olduğunun alâmetidir.
Bâzı
âlimler bu hükmün sahâbilere mahsus olduğunu söylemişler. Fakat diğer bâzı
ilim adamları bu hükmün sahâbîlerin izinde yürüyen dindar müslümanlara da
şümullü olduğunu söylemişler.
Sindi
bu iki görüşü naklettikten sonra: Bir kavle göre hayır ile anmak, kişinin fiil
ve hareketlerine uygun ise, yâni gerçekten o kişi Allah'a bağlı, ibâdetine düşkün
ve güzel ahlâk sahibi ise o takdirde tezkiye sayılır ve onun cennetlik
olduğunun alâmeti sayılır. Aksi takdirde sayılmaz. N e v e v i şöyle demiştir:
Sağlıklı olan görüş şudur ki bu hüküm umûmîdir ve kayıtsızdır. Bu itibarla bir
müslü-man ölür de herkes veya halkm çoğunluğu Allah'ın ilhamı ile o müs-lümanı
tezkiye ederek hayır ile anarsa, iyi bir kimse olduğunu söylerlerse, bu
tezkiye ve şâhidlik o kişinin cennetlik olduğunun alâmetidir. Hattâ bu tezkiye
onun fiil ve davranışlarına pek uymasa bile hüküm budur. Çünkü kötülük işleyen
kimsenin mutlaka azab çekmesi ve cehenneme atılması vâcib değildir. Allah
dilediğini bağışlar. Allah'ın o ölüyü halkın çoğunluğuna tezkiye ettirmesi onu
mağfiretine kavuşturmasının belirtisidir, diye bilgi vermiştir.
Buharı,
Cenaze kitabının "İnsanların ölüyü iyilikle anması" babında E n e s
(Radıyallâhü anhî'den buna benzer bir hadis rivayet etmiştir. O hadis bizim
sünenimizde 1491 numarada geçti. Bu-h â r i' nin o hadisi ile arkasındakinin
izahı bölümünde î b n - i H a c e r
özetle şu bilgiyi verir .-
Kişi
hakkında iyi şâhidlik ve hayır ile anmak hususunda Da-v û d i şöyle demiştir:
Bu konuda muteber ve geçerli olanı, fazilet sahibi dürüst insanların şâhidliği
ve tezkiyesidir. Fâsık ve günahkâr insanların şâhidliği muteber değildir. Çünkü
bu gibi insanlar bazen kendileri gibi olan insanları övüp iyilikle anarlar.
Keza ilgili şahıs ile aleyhinde konuşacak kimse arasında bir düşmanlığın da
bulunmaması gerekir. Çünkü düşmanın şâhidliği muteber değildir.
Müellifimizin
1491. hadisinde "Mü'minler Allah'ın yer yüzünde şâ-hidleridir"
ifâdesi kullanılmıştır. Bu ifâde, kişinin iyilikle veya kötülükle anılması
hakkındaki şâhidliğin sâdece sahâbilere ait olmayıp mü'm inlere de şümullü
olduğuna delâlet eder. Bu konu ile ilgili gerekli bilgi kısmen orada
verilmiştir. Oraya da bakılabilir.
Hadisin
râvisi Ebû Züheyr es-Sakafi (Radıyallâhü anh) sahâbîdir. Adı M u â z veya Ammâr
bin H a m i d' -dir. Bir tek hadîsi îbn-i Mâcete tarafmdan rivayet edilmiştir.
Râvisi de oğlu Ebû Bekir' dir.[105]
4222) "... Külsûm
el-Huzâîe(Radtyallâhü ankyden; Şöyle demiştir:
Bir
adam Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) 'in yanına gelerek t
Yâ
Resûlallah! İyilik ettiğim zaman iyilik ettiğimi ve fenalık ettiğim zaman
fenalık ettiğimi nasıl bilebilirim? diye sordu. Bunun üzerine Resûlullah
(Sallallahü Aleyhi ve Sellem) :
Senin
(ne ettiğini bilen) komşuların: İyilik ettin, dedikleri zaman hakikaten iyilik
etmişsin ve onlar t Fenalık ettin, dedikleri zaman gerçekten fenalık etmişsin,
buyurdu."
Not:
Zevâid'de şöyle denilmiştir: Külsûm el-Huzâl'nin hadisine dâir çenedin
râvileri güvenilir zâtlardır. Fakat sened mürseldir. Külsûm bin Alkarna ki ona
İbnül-Mustaük da denilir. îbn-i Hibbân onu güvenilir zâtlar arasında anmıştır.
îbn-İ Abdi'1-Berr, onun hadislerinin mürsel olduğunu, çünkü sahâbiliğinin
sübuta ermediğini söylemiştir. Ebû Naîm de aynı şeyi söylemiştir. Alimler onun
babasının sahâbl olduğunu söylemişlerdir.
4223) "... Abdullah
(bin Mes'ûd) (Radtyallâkü a«A)'den rivayet edildiğine göre bir adam; Peygamber
(Sallallahü Aleyhi ve Settem)*e:
İyilik
ettiğim zaman (yaptığım işin iyi olduğunu) ve fenalık ettiğim zaman (yaptığım
işin fena olduğunu) nasıl bilebilirim? diye sordu. Peygamber (Sallallahü Aleyhi
ve Sellem) (de):
Sen
(ne yaptığını bilen dindar) komşularını i İyilik ettin, söylerken işittiğin
zaman muhakkak iyilik etmiş (olur) sun ve sen onlun ı Fenalık ettin, derken
işitince gerçekten fenalık etmiş (olur) sun, buyurdu."
Not:
Zevâid'de şöyle denilmiştir: Abdullah bin Mes'ûd (R.A.)'m bu hadisine dâir
sened sahihtir, râvileride güvenilir zâtlardır. İbn-i Hibbân da bu hadisi
Abdurrezz&k yoluyla bu senedle rivayet etmiştir.[106]
Zevâid
nevinden olan 1 b n - i Mes'ûd (Radıyallâhü anh) 'in hadîsini Ahmed ve Taberâni
de rivayet etmişlerdir. Ondan önceki hadis de Zevâid nevindendir.
Bu
iki hadîs de komşuların kendilerine komşu durumunda olan bir kimsenin durum ve
davranışları, fiilleri, yaşantısı ve ahlâkı ile diğer halleri hakkında leh
veya aleyhte şâhid olduklarına işaret eder. Şu halde komşular onun bu
durumlarını tasvib ederek iyi bir insan olduğunu söylerlerse o kimse iyi
sayılır ve bunun aksine durumunu tasvib etmeyip kötülük ettiğini, fena insan
olduğunu söylerlerse o kimse fena sayılır.
Sindi:
Maksad adamm yaptığı şeyleri bilen komşulardır, demiştir. El-Azîzl de: Maksad
dindar olan komşulardır, demiştir. Bu iki kayda ihtiyaç olduğu için tercemede
parantez içi ifâde ile işarette bulundum. Çünkü dindar olmayan, yâni yaşantısı
İslam'a uygun olmayan ve çeşitli günahları işlemeyi alışkanlık hâline getirmiş
durumda olan komşular, bazen kendileri gibi olanları tasvib ederler, hattâ
kendileri gibi olmayan müslümanları tenkid ederler, beğenmezler. Keza kişinin
yaptığı şeylerden tamamen habersiz olan komşuların leh veya aleyhteki
şahidlikleri de pek yerinde sayılmaz.
Hülâsa:
Kişinin yaptığı şeyleri bilen dindar komşuları onu iyilikle anarlarsa o kimse
iyidir ve şayet onu kötülükle anarlarsa o takdirde fena bir kimsedir.
4224) "... İbn-i
Abbas (Radtyallâhü anhümâyâa.n rivayet edildiğine gÖ-re; Resulullah (SaUaUahü
Aleyhi ve Sellem) şöyle buyurdu, demiştir:
Cennetlik
olan (mü'min) o kimsedir ki Allah onun iki kulağını, (işlediği) iyi bir şeyden
dolayı insanların övgüsü ile doldurur. Kendisi de (hayır ile anıldığını)
işitir. Cehennemlik olan da o kimsedir ki Allah onun iki kulağım (işlediği) şer
bir şeyden dolayı insanların (onu) fena anmaları sözleriyle doldurur. Kendisi
de (şer ile anıldığını) duyar."
Not:
Zevâid'de şöyle denilmiştir : Bunun senedi sahih olup râvileri güvenilir
zâtlardır. Râvi Ebü'l-Cevzâ'nın adı Üveys bin Abdiilah er-Rib'i'dir. Râvi Ebû
Hi-lâhn adı da Muhammed bin Süleym'dir.
Külsûm
(R.A.)'in Hâl Tercemesi
4222.
hadîsin râvisi Külsûm (R.A.) bin Alkarna bin Naciye bin el-Mustalık el-Huzâî
sahâbîdir. Bir hadisi vardır. Aynca İbn-i Mes'ûd, Cüveyriye ve Zeyneb bint-i
Cahş (R.A.Vden rivayette bulunmuştur. Râvisi ise îmrân bin Umeyr ve Zü-beyr bin
Arabi veya bin Adİ'dir. Ebû Dâvûd, Nesâl ve Îbn-İ Mâceh onun rivayetlerini
almışlar. (Hulâsa, 321)
4225) "... Kbû Zı-rr
{Radıyaliâhü a>ıh)\\w. Şöyle
cienııştir :
Ben,
Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'e:
Adam
Allah (rızâsı) için (hayırlı) şey işler. İnsanlar da bu işten dolayı onu
severler (yâni bu duruma ne buyurulur)? dedim. Resûl-i Ekrem (Sallallahü Aleyhi
ve Sellem) :
Bu
(sevgi), mü'mhıin (kavuşacağı) müjdenin âcil olanıdır, buyurdu."[107]
İbn-i
Abbâs (Radıyaliâhü anhümâ)'nın hadisi Zevâid nevindendir. Bu hadîsten maksad
şudur: Cennetlik olan mü'min o kimsedir ki Allah onu hayırlı şeyleri yapmaya
muvaffak eder. Sonra onun bu hayırlı işi yaptığını halk arasında yayar ve
böylece herkes durumdan haberdar olur. Nihayet herkes veya halkın çoğunluğu o
kimseyi hayır ile o kadar anar ki kendisi de bunu çokça işitir. Tabii, adamın o
hayırlı şeyleri sırf Allah rızâsı için yapması ve gösterişten riyakârlıktan
uzak olması şarttır. Aksi takdirde o iş hayır olmaktan çıkıp vebal hâline
gelmiş olur. Bir de adamın o hayırlı şeyden dolayı halkın takdir ve sevgisini
taleb etmemesi, bu hususta bir gayret içine girmemesi gerekir. Çünkü bir hayırda
ihlâs zedelendiği zaman pek kıymeti kalmaz. Cehennemlik olan da o kimsedir ki
şer ve fena şeyler işler. Allah onun bu durumunu insanlara duyurur ve neticede
o kişi halkın diline düşer. Herkes onu fenalık ve şer ile anar. Nihayet kendisi
de halkın bu tepkisini çokça duyar.
Ebû
Zerr-i Gıfâri (Radıyaliâhü anh)'in hadisini Müslim de "Kitâbü'1-Birr
Ve*s-Sı!a" bölümünün son babında rivayet etmiştir. N e v e v i bu hadisin izahı bölümünde özetle şöyle der:
Âlimler
demişler ki: "Bu (sevgi) mü'minin (kavuşacağı) müjdenin âcil
olanıdır" cümlesinin mânâsı şudur: Halkın o hayır sahibini sevmesi, onun
için hayırlı peşin bir müjdedir ve âhireti için saklanan müjdenin belirtisidir.
O peşin müjde, Allah'ın kendisinden razı olduğunun ve onu sevdiğinin alâmetidir.
Bir hadiste belirtildiği gibi Allah kulunu sevince onu halka da sevdirir.
Tabii
yukarda anlatılan durum, hayır sahibi kişinin bir teşviki ve gayreti olmaksızın
halkın kendiliğinden onu hayır ile anması hâline mahsustur. Şayet kendisinin
teşvik ve gayreti sonucu halk onu överse bir değeri kalmaz.
4226) "... Ebû
Hüreyre (Radıyallâhü anh)'den; Şöyle demiştir: Bir adam:
Yâ
Resûlallah! Ben (hayırlı) bir iş yapanın. Sonra (o işi yaptığım) duyulur. Ben
de duyulmasından hoşlanırım (yâni bu duruma ne buyurulur)? dedi. Resûl-i Ekrem
(Sallallahü Aleyhi ve Sellem) :
Senin
İçin iki sevab vardır: Gizli yapmak sevabı ve açıktan yapma sevabı,
buyurdu."[108]
Bu
hadîsin başkaca kim tarafından rivayet edildiğine bakılmalıdır. Bu hadîs,
yapılan hayırlı bir şeyin başkası tarafından duyulması ve hayır sahibinin
bundan hoşlanmasının sakıncalı olmadığına delâlet eder. Hattâ, hayır sahibinin
teşvik ve gayreti olmaksızın başkası tarafından duyulması hayır sahibi için
ikinci bir sevab vesilesidir. Çünkü başkası için örnek olma durumu vardır.
Bilindiği
gibi gizli ve aşikâr her türlü hayrın Allah katında makbul olması için ihlâs,
yâni sırf Allah rızâsı için yapılmış olması şarttır. Bu ihlâs zedelenmedikten
sonra hayrın aşikâr yapılmasında bir sakınca yoktur. Bilâkis başkasının hayra
teşviki açısından sevab olur.
Resûl-i
Ekrem (Aleyhi's-salâtü ve's-selâm)'e soru soran zât, ihlâslı olarak yaptığı
işin başkası tarafından duyulmasının o gibi hayra teşvik vesilesi olacağını
umduğu için hoşlanmıştır. Yoksa bir takdir veya şöhret gibi dünyalık bir gaye
için değildir. Bu sebepledir ki hem gizli hayır yapma hem de aşikâr hayır yapma
sevabını kazanmış olur.[109]
Niyyet
* Lügatta kalbin bir şeye karar vermesidir. N e v e v i böyle tanımlamıştır. K
i r m â n î ise: Niyyet, bir şeyi kasdetmek-tir. Kalbin karar vermesi ise bir
şeyi kasdettikten sonra oluşur, demiştir. Beyzâvî de: Niyyet: Kalbin, yararlı
bir şeyi elde etmeye veya zararlı bir şeyi defetmeye uygun gördüğü bir fiil
veya işe yönelmesidir, demiştir.
Niyyet:
Şer-i Şerifte ise Allah rızâsını kazanmak ve emrine uymak için bir işe
yönelmeye kalben karar vermek ve serbest irâdeyi o yöne yöneltmektir.
Bu
babın ilk hadisinde Niyyet kelimesi lügat mânâsında kullanılmıştır.
4227) "... Ömer bin
el-Hattâb (Radıyallâhü anh)'den rivayet edildiğine göre kendisi: Ben,
Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'i şöyle buyururken işittim, demiştir:
Ameller
(yâni kişilerin kendi iradeleriyle işlediği şeylerin değeri) ancak niyetlere
göredir ve herkese ancak niyet ettiği şey vardır.
Artık
kimin (küfür diyarından İslâm memleketine) hicreti (nden niyet ve gayesi)
Allah ve Resûl'üne yönelik olursa o kimsenin hicreti (gerçekten) Allah'a ve
Resûl'ünedir. Kimin hicreti elde edeceği dünyalık veya evleneceği bir kadın
için olursa o kimsenin hicreti (sevaba yönelik olmayıp) göç etmesine sebep
olan (dünyalık veya kadın) a-dır."[110]
Bu
hadis Kütüb-i Sitte'nin hepsinde rivayet edilmiştir. Sindi bu hadisin izahı
bölümünde özetle şu bilgiyi verir: Âlimler bu hadîs hakkında sahifeler dolusu
konuşmalar yaparak müteaddid mânâlar vermişler. Bence mânâsı şöyledir:
Kişilerin kendi iradeleriyle işledikleri fiiller ancak niyet, yâni kalbin
kararıyla oluşur. Başka türlü hiç bir fiil meydana gelemez. Bir fiil ve işten
elde edilecek menfaat veya zarar ancak niyete göredir. Yapılan bir şeyin
ibâdet sayılması veya cezayı gerektiren suç olması ancak niyetten kaynaklanır.
(Meselâ hayırlı bir harcama yapan kişinin niyeti Allah rızâsı olduğu takdirde
bu harcama ibâdet sayılır ve sevaba vesile olur. Eğer niyet ve gaye riyakârlık
ve gösteriş ise o harcama ibâdet değil, günah sayılır ve cezayı gerektirir).
Küfür diyarından İslâm memleketine göçeden kimsenin maksad ve gayesi Allah ve
Resulünün rızâsını kazanmak ise bu hicret sevabtır, ibâdettir. (Şayet hicretten
maksad dünyalık kazanmak veya bir kadınla evlenmek ise bu hicretten dolayı
sevab kazanmak sözkonusu değildir.) Ben bâzı derkenar yazılarımda bu hadisin
mânâsını bu doğrultuda izah ettim. Hadisin ifâde tarzını düşünen bir kimse
mânâsının böyle olduğunu müşahede eder.
Tuhfe
yazan da hadisin izahına geniş yer vermiştir. Bâzı bölümlerini nakletmekle
yetineceğim. Yazar özetle şöyle der:
Amellerin
geçerliliği niyete bağlıdır. Niyetsiz işlenen ibâdet ve amel geçersiz sayılır.
Nevevi böyle yorum yapmıştır. Bu yoruma göre ameller ifâdesinden umûmî bir
mânâ kasdedilmiş olur.Yâ-ni işlenen şey fiil veya söz olabilir. Keza farz
olsun, vâcib veya nafile -sünnet olsun, az olsun çok olsun fark etmez. Ancak bu
şeylerin sorumluluk şartlarını taşıyan mü'minler tarafından işlenmesi gerekir.
Yâni bir mü'minin ettiği herhangi bir ibâdetin geçerli ve makbul sayılması
için niyet şarttır.
Bâzı
ilim adamları: Hadîsin "Ameller ancak niyetlere göredir" cümlesinden
maksad amellerin olgun sayılması için niyet gerekir, demisler. Diğer bir kısım
ilim adamlarına göre bundan maksad amellerin sağlıklı olması için niyet
şarttır.
Hicret
kelimesinin lügat mânâsı bir şeyi terketmektir. Bir yere hicret ise başka
yerden oraya göç etmektir. Şer-i Şerifte ise Hicret t Allah'ın yasaklamış
olduğu şeyi terketmektir. Bir yerden başka bir yere göç etmek mânâsına olan
Hicret, İslâm târihinde iki biçimde olmuştur :
Birincisi:
Mekke devrinde müslümanlann korkudan, yâni Mekke müşriklerinin baskısından
dolayı oradan Habeşistan'a göç etmeleridir. Buna tehlikeli bölgeden, güvenilir
bölgeye hicret denilir. Mekke' den Medîne-i Münevvere'ye hicretin ilk
sıralarındaki hicret de bu tür hicretten sayılır.
İkincisi
s Küfür memleketinden îslâm memleketine hicrettir. Bu da müslümanlann M e d i n
e" de iyice yerleşmesinden sonra Mekke' nin fethine kadar olan süre içinde
müslümanlann Medine'ye yaptıkları hicrettir. Mekke fethedildikten sonra ise
hicret ancak küfür diyarından îslâm memleketine olabilir.
Hadîste
dünyalık için yapılan hicretin ibâdet sayılamıyacağına işaret edilmiştir. Bir
adamın evleneceği kadın için hicreti de dünyalık için yapılan hicretin
şümulüne girdiği halde hadîste yer alması bu hadisin buyurulmasma neden olan
olay dolayısıyladır. Şöyle ki, T a -berâni' nin râvileri güvenilir zâtlardan
oluşan bir senedle rivayet ettiği bir hadîste "îbn-i Mes'ûd (Radıyallâhü
anh), şöyle demiştir: İçimizde Ümmü Kays isimli bir kadınla evlenmek isteyen
bir adam vardı. Kadın evlenmeyi kabullenmesi için adamın (Mekke'den Medîne-i
Münevvere'yeî hicret etmesini şart koştu. Adam da bunun üzerine hicret etti ve
sonra kadmla evlendi. İbn-i Mes'üd (sözüne devamla) demiş ki: Biz adama Ümmü
Kays muhaciri, derdik/'
îbn-i
Mes'ûd (Radıyallâhü anhî bunu anlatmakla adamın söz konusu niyetinden dolayı
hicretin sevabım yitirdiğine işaret etmiştir. Halbuki adam ettiği hicret
dolayısıyla büyük bir sünnet olan evlenme ibâdetini de kasdetmişti. Artık sırf
dünyalık için hicret eden bir kimsenin sevab kazanması düşünülmemelidir.
Hadisin
izah edilecek başka yönleri de mevcuttur. Biz bu kadar-hk bilgi ile yetinelim.
Daha geniş bilgi edinmek isteyenler Kütüb-i Sitte'nin şerhlerine
başvurabilirler.
4228) "... Ebû
Kebşe el-Enmârî (Radtydttâhü ank)'den rivayet edildiğine göre; Resulu 11 ah
(SallaUahü Aleyhi ve Selletn) şöyle buyurdu, demiştir:
Bu
ümmetin durumu, şu dört kişinin durumu gibidir t (Birincisi), Allah'ın mal ve
(dinî) ilim verdiği bir adamdır. Bu adam, malı (m harcama) hakkında ilmiyle
amel ederek (yâni dinî bilgisinin ışığında hareketle) onu hakkı (olan zekât, sadaka
ve ikram) uğrunda harcar. (îkincisi), Allah'ın (dinî) ilim verip de mal
vermediği adamdır. Bu da (Kalbinde) : Eğer şu malın misli benim olsaydı, ben
(de) şu adamın İşlediğinin mislini işlerdim, der. Resûlullah (SallaUahü Aleyhi
ve Sellem) :
Bu
İki adam (asıl) sevabta eşittir, buyurduktan sonra ve (üçüncüsü) Allah'ın mal
verip de (dînî) İlim vermediği adamdır. Bu adam, maunda şuursuzca hareket
ederek hakkının dışında (yani nefsi arzulan uğrunda) harcar ve (dördüncüsü),
Allah'ın ne (dinî) ilim ne de mal verdiği adamdır. Bu da: Eğer bu malın misil
benim olsaydı, ben (de) bu adamın maunda yaptığı şeylerin mislini yapardım
(yâni nefsi arzulanırı yolunda harcardım), der. Resûlullah (SallaUahü Aleyhi
ve Sellem) buyurdu ki:
Bu
iki adam (asıl) günahta eşittir.
(İbn-i
Mâcete demiş ki) bu hadisin mislini ... senediyle İshâk bin Mervezî ve bir
mislini ... senediyle Muhammed bin İsmail bin Semû-re bize rivayet etti."[111]
Bu
hadisi T i r m i z İ de Zühd kitabında rivayet etmiştir. Ay-nca Abmed
de bunu rivayet etmiştir.
Hadiste
geçen ilim kelimesi dîni ilim mânâsına yorumlanmıştır.
Bu
hadîste malı olup da bunun bir miktarını hayır yollarında harcayan mü'minin
sevabı ile malım olsa ben de falan adam gibi bir miktarını hayır yollarına
harcarım diye kalben azim ve karar veren mü'minin sevabının eşit olduğu
belirtiliyor. Sindi der ki yâni sevabın aslı bakımından eşitlik vardır. Fakat
sevâbm miktarı hakkında eşitlik yoktur. Çünkü başka hadîsle sabit olduğu gibi
hayırlı bir şeye kalben karar veren, niyetlenen mü'min için bir sevab yazılır.
Mü'-min o hayrı işleyince sevabı 10 kata çıkarılır.
Malım
şuursuzca nefsi arzular uğrunda ve bâtıl yollarda harcayan câhil kişinin
hâlini görüp de benim malım olsaydı ben de bunun gibi harcardım diyen câhil de
günahkâr sayılır. Hadîste bu iki câhilin günahta eşit olduğu belirtilir.
Burada da maksad günahın aslında eşitliktir, miktarında eşitlik
kasdedümemiştir. Çünkü birisi malını bâtıl yollarda bilfiil harcamış, diğeri
ise böyle bir şey işlememiştir. Bir günahı işlemeyen kimse, o günahı işlemiş
sayılmaz. Ancak bu câhil o tür günahı işlememekle beraber benim malım olsaydı
ben de falan kişi gibi malımı sefahat yollarında harcardım, demekle günah işlemiş
olur. Çünkü böyle bir söz söylemek günahtır.
Müellifimiz
bu hadîsi kısmen değişik üç ayrı senedle Ebû Keb* ş e (Hadıyallâhü anh) 'den rivayet etmiştir.
Ebû
Kebşe (R.A.)'nİn Hâl Tercemcsi
Ebû
Kebşe el-Enmârl (R.A.)'ın adı Sa'd bin Ömer veya bunun aksi, yâni Ömer bin
Sa'd'dır. Bu zat sahabldir. Ravisi Salim bin Ebİ1-Ca*d'dır. Tirmİzl Ebû Dft-vûd
ve tbn-i Mftceh onun hadislerini rivayet etmişler. (Hulasa, 468)
4229) "... Ebû
Hüreyre (Radıyallâhü anh)'âen rivayet edildiğine göre: Resûlullah (Sallallahü
Aleyhi ve Scllem) şöyie buyurdu, demiştir:
İnsanlar
(ölürken taşıdıkları) niyetleri üzerine diriltilirler."
Not:
Zevâid'de şöyle denilmiştir : Bunun senedinde Leys bin Selim bulunur. Bu râvi
zayıftır. Ama Müslim'in rivayet ettiği Câbir (R.A.)'ın hadîsi bu hadis için bir
şâhiddir. Yâni te'yid eder.
4230) "... Câbir
(Radtyallâkü onA)'den rivayet edildiğine göre; Resûlullah (Saltallakü Aleyhi
ve Sellem) şöyle buyurdu, demiştir:
İnsanlar
(ölürken taşıdıkları) niyetler üzerine haşrolunurlar."[112]
Zevâid
nevinden olan Ebû Hüreyre (Radıyallâhü anh) 'in hadîsini A h m e d de rivayet
etmiştir. Zevâid yazan Câbir (Radıyallâhü anh)'m hadisini Zevâid nevinden
saymamıştır. Müslim, bunun benzerini "Kitâbü'I-Cenneti" bölümünün
son babında rivayet etmiştir. M ü s li
m ' in rivayet ettiği Câbir
(Radıyal-
lâhü
anh)'in hadîs metni; <Xs~ oUU Ji- jŞ '^ c^L = "Her kul öldüğü hâl
üzerine diriltilir" şeklindedir. Zevâid yazarının Ebû Hüreyre
(Radıyallâhü anh)'in hadisi için şâhid durumunda olduğunu söylediği Câbir
(Radıyallâhü anh)'m hadisi budur.
Ne
v e v i, Câbir (Radıyallâhü anh)'m hadîsi ile ilgili olarak : Alimler bu
hadisin mânâsının şöyle olduğunu söylemişler:"Yâni her kul öldüğü hâl
üzerine diriltilir, demiştir.
Câmiü's-Sağîr
haşiyesinde el-Hıfnİ, Ebü Hüreyre (Radıyallâhü anh)'in hadîsinin izahı
meyânında şöyle der: Yâni insanlar öldüğü zaman taşıdıkları niyetleri ne ise
ona göre diriltilir. Bu nedenle bir cinayet işleme kararında olup bu suçu
işlemek için fırsat kollarken bunu gerçekleştiremeden ölen bir kimse bu çirkin
niyeti ve kararı taşıyarak diriltilir ve azminden dolayı sorumlu tutulur.
Mahşerde
bu sıfatı taşıyarak teşhir edilir. Bunun aksine dîni ilim öğrenmek veya oruç
tutmak niyet ve kararında iken bunu gerçekleştirmeden ölen bir kimse bu güzel
sıfatı taşıyarak diriltilir ve sanki o hayrı işlemiş gibi sevablandırıhr.
El-Azizî
de; Yâni insanlar ölürken taşıdıkları hayır veya şer niyetler üzerine
diriltilir ve bu niyetlere göre sevab veya ceza görürler, demiştir. El Azizi
"Yâ" harfi bölümünde ise Ebû Hüreyre (Radıyallâhü anh)'in hadîsinde
bulunan "Niyyetler" kelimesini "Ameller" diye
yorumlamıştır. Bu yoruma göre hadîsin mânâsı şöyle olur: "İnsanlar
işledikleri ameller üzerine diriltilir." Artık Allah'a itaat eden mü'min
mükâfatlanır. Günahkâr mü'min ise Allah'ın dilemesi hükmü altındadır. Yâni
Allah dilerse bağışlar. Dilerse cezalandırır.
E
1 - H ı f n î de bu bölümde e 1 - A z i z î gibi niyetleri ameller diye
yorumlamıştır. Bu iki âlimin böyle yorum yapmalarının sebebi benim kanaatıma
göre Câbir (Radıyallâhü anh) 'in hadisidir. Çünkü Câbir (Radıyallâhü anh) 'in
hadisini yukarda N e -v e v İ' den naklen beyân ettiğim gibi ilim adamları
böyle yorumlamışlar.[113]
Emel
i Yukarda tarif edildi. Böyle de tarif edilmiştir: Emel: Ak-len mümkün olan
şeyleri elde etmeyi arzulamak ve istemektir. Tûl-i emel ise emelin uzayıp
gitmesidir. Bu haslet ve huy, insanlann çoğunda mevcuttur. İnsanoğlu
genellikle bitmek tükenmek bilmeyen emeller peşinde koşar ve ömrü buna yetmez.
Ancak Allah'ın inayet ve yardımına muvaffak olan ve toplumda sayısı az olan
bâzı mü'minler uzayıp giden emeller girdabına kapılmaz.
4231) "... Abdullah
bin Mes'ûd (Radıyallâhü ank)'den rivayet edildiğine
Peygamber
(Sallallahü Aleyhi ve Seli em) (sahâbiler için toprak -kum üzerine değnekle)
kare biçiminde bir şekil, o şeklin ortasına bir çizgi, ortadaki çizginin yanma
doğru çizgiler ve kare biçimindeki o şeklin dışında bir çizgi çizdi. Sonra
(sahâbilere) .-
Bunun
ne olduğunu bilir misiniz? buyurdu. Sahâbîler:
Allah
ve Resulü en iyi bilendir, dediler. Resûl-i Ekrem (Sallallahü
Aleyhi
ve Sellem) :
İnşân
(karenin içindeki) orta çizgidir. O çizginin yanına doğru olan çizgiler, insana
arız olan (hastalık, açlık vesâir) musibetler - afetlerdir. Bu arızalar her
yerden onu (zehirli yılan - akrep gibi) sokup ısırmaya yönelir. Şayet bu
musibet - âfet ona isabet etmez (yakahya-maz) ise bu musibet - âfet ona isabet
eder (yakalayıp sokar). Kare biçimindeki şekil de onu çevreleyen eceldir.
Karenin dışındaki çizgi de emeldir, buyurdu.[114]
Bu
hadisi BuhârI, Tirmizi
ve Nesâl de rivayet etmişlerdir.
Resûl-i
Ekrem (Aleyhi's-salâtü ve's-selâm), insanı, dünya hayatında başına gelen
çeşitli musibet ve âfetleri, eceli ve kavuşamıyacağı emeli çizdiği şekil ile
sahâbilere anlatmıştır. Âlimler Resûl-i Ekrem (Aleyhi's-salâtü ve's-selâm) 'in
bu şekli mübarek eliyle toprak ve kum üzerine çizdiği ihtimâlini kuvvetli
gördükleri için bu duruma parantez içi ifâde ile işaret ettim. O'nun konuyu
çizdiği şekille anlatması muhâtablann ve sonradan gelen müslümanların bunu daha
yi kavraması içindir, kanaatmdayım.
Hadîste
beyân buyurulan şeklin okuyucularım tarafından daha iyi anlaşılması için
aşağıda gösterilmesini uygun buldum. Şekil şöyledir:
Kare
kenarları Eceldir, Ölümdür
|
|
J9 |
|
snifli |
|
mv |
|
İnsan |
t * |
• \ |
' « |
' > |
• \ |
f
> |
' |
Y |
t
> |
' * |
|
<- * |
> / |
|
|
|
Âfet |
er. |
Uüs |
öetk |
îr |
|
|
Emel,
Arzu
Hadiste
geçen bâzı kelimeleri açıklayalım t
Mürebba'ı
Dört köşe, kare demektir.
Hatt
t Çizgi demektir. Çoğulu Hutût gelir.
A'radt
Aradın çoğuludur, arızalar demektir. Burada insanoğlunun basma gelen hastalık,
fakirlik, açlık, perişanlık ve diğer musibetler ve âfetler kasdedilmiştir.
Nehş
t Zehirli hayvanın sokması, bir şeyi ısırmak ağıza almak mânasına gelir. Nehs
de aynı mânâyı ifâde eder.
İnsanoğlunun
başına musibetler ve âfetlerin gelmesi Nehş veya Nehs fiili ile ifâde edilmekle
zehirli hayvanın sokması gibi insana elem ve ıztırab verdiğini vurgulamak
kasdedilmiştir.
Hadis,
emel ve arzuların kısa tutulmasını ve ölüm için hazırlıklı olunmayı tavsiye ve
teşvik eder.
4232) "... Enes bin
Mâlik (Radtyhllâkü anhyden rivayet edildiğine göre; Resûlullah (SaOaUakü Aleyhi
ve SetUm (bir yere ijâret ederek):
Bu, Âdem
oğludur (yâni insandır). Bu da ecelidir, ensesi yanındadır, buyurdu ve elini,
ecel yeri (olarak gösterdiği nokta) mn ilerisine doğru açarak;
Ve
insanın emeli oradadır, buyurdu."[115]
Bu
hadisi N e s â î de rivayet etmiştir. Aynca T i r m i z î ile İbn-i Hibbân
bunun mislini rivayet etmişler.
Tuhfe
yazan diyor ki: Herhalde Resûl-i Ekrem (Aleyhi's-salâtü ve's-selâm), ile emeli
arasında ecelin yer aldığım ve insanoğlunun, emeline kavuşmadan Öleceğini
belirtmek için yer yüzünün belli bir noktasına veya havada bir noktaya işaret
ederek : "Bu, Âdem oğludur" buyurmuş ve noktanm yanındaki ikinci bir
yere işaret ederek: "Bu da ecelidir" buyurduktan sonra uzak bir
noktayı göstermiş ve: "İnsanın emeli de oradadır" buyurmuştur.
E
1 - H â f ı z : Ecelin emel ve arzulardan daha yakın olduğu hususunda hadisler
ittifak halindedir, demiştir.
4233) '... Ebû Hüreyre
(Radtyallâhü anh)'âen rivayet edildiğine göre; Resûlullah (Saliallahü Aleyhi ve
Seİlem) şöyle buyurmuştur:
Yaşlı
kişinin kalbi iki hasleti sevmek hususunda gençtir (yâni kuvvetli ve şendir) :
(O hasletler) yaşama sevgisi ve mal çokluğu sevgisi (dir)."
Not: Zevâid'de şöyle denilmiştir : İbn-i Mâce'nin bu hadise dâir senedi
sahihtir,
râvileri de güvenilir zâtlardır.
4234) "... Enes
(Radtyallâhü anh)\\en rivayet edildiğine göre; Resûlullah {Sailallahü Aleyhi
ve Scllem) şöyle buyurdu, demiştir :
Âdemoğlu
yaşlanır. Fakat on (un ahlâkın) dan iki haslet gençleşir (yâni kuvvetlenip
gelişir) : Mal (biriktirme ve çoğaltma) üzerine ihtiras ve ömür (uzunluğu)
üzerine ihtiras."[116]
Ebû
Hüreyre (Radıyallâhü anh)'ın hadisinin benzerim Buhâri ile Nesâi, Rikak
kitabında, Müslim Zekât kitabında ve T
i r m i z i Zühd kitabında rivayet
etmişlerdir.
Kalbin
gençleşmesi ifâdesi mecazi mânâdadır. Maksad yaşlı kimsenin kalbinin mal
çokluğuna ve çok yaşamaya düşkünlüğü, bunları çok sevmesidir. Genç bir kimse
nasıl güçlü ise yaşlının kalbindeki mal ve uzun ömür sevgisi de öylece
güçlüdür-
E
n e s (Radıyallâhü anh)'ın hadisini Buhâri, Müslim ve T i r m i z î de rivayet etmişlerdir.
Bu
hadîs de insanoğlunun yaşlandığı zaman mal biriktirip çoğaltma arzusu ile çok
yaşama arzusunun gençleştiğini, yâni güçlendiğini bildirir.
Yaşlılık
döneminde gerek mal sevgisi gerekse yaşama sevgisinin güçlenmesi geneldir.
İnsanların çoğunda görülür. Çünkü dindar kimse âhirete daha çok ibâdetle
gidebilmek için çok yaşamak ister. Pek dindar olmayan kimseler de dünya
hayatının zevkine alıştıkları için uzun süre yaşamak isterler. Mal sevgisine
gelince dindar kimseler, yaşlandıktan sonra bakıma ve hizmete daha çok ihtiyaç
olduğunu düşünerek bu ihtiyaçlarının giderilmesi bakımından onlarda mal sevgisi
kendini gösterir. Dîni duygulan zayıf olan ve nefsi arzulara dalanlarda zevk
ve sefa sürdürmek için mal düşkünlüğü güçlenir.
4235) "... Ebû
Hüreyre (Radıyallâhü a«A>'den rivayet edildiğine göre; Resûlullah
(Sattallahü Aleyhi ve Sellem) şöyle buyurdu, demiştir:
Âdemoğlunun
İki dere dolusu malı olsa bunlarla beraber bir üçün* cüsünü ister. Âdemoğiunun
(ihtiraslı) nefsini topraktan başka hiçbir şey dolduramaz. Allah tevbe edenin
tevbesini kabul eder.'*
Not:
Zevâid'de şöyle denilmiştir: İbn-i M&ceteltfn bu hadisi dâir senedi sahih
olup r&vileri güvenilir zâtlardır.[117]
Zevaid
nevinden olan bu hadîsin benzerini Buharl, Müslim, Tirmiz! ve Ahmed, Enes
(Radıyallâhü anh) 'den rivayet etmişler.
Hadisin
"Âdemoğlunun nefsini topraktan başka hiç bir şey dolduramaz"
cümlesinden maksad şudur: însanoğlu ölüp de karnı mezar toprağıyla doluncaya
kadar dünya mauna ihtirası devam eder. Bu hüküm insanların çoğunluğu
itibariyledir. Aşırı ihtirastan uzak duran takva sahibi mü'minler de vardır.
Hadisin
"Allah tevbe edenin tevbesini kabul eder" cümlesi şöyle
yorumlanmıştır: Yâni Allah diğer kullarının tövbelerini kabul buyurduğu gibi
ihtiraslı olan kimsenin de tevbesini kabul eder.
Hadîsin
bu cümlesi dünya malına asın ihtirasın kötü bir hastalık olduğuna ve
ihtirastan dönüş yapan bir kimseye: Tevbe etti, de-nilebildiğini işaret eder.
Cümledeki
Tevbe sözcüğü lügat mânâsında kullanılmış olabilir ki dönüş yapmak demektir. Bu
takdirde cümlenin mânâsı şöyle olur: Allah dünya malına ihtirastan dönüş
yapanın dönüşünü kabul eder.
T
ı y b i ise bu hadisin şöyle de yorumlanmasının mümkün olduğunu söylemiştir:
Dünya malını sevmek, elde etmeye gayret gös- • termek ve ondan doymamak huyu,
insanların yaratılışında bulunan bir haslettir. Ancak Allah'ın koruyup muvaffak
kıldığı kimseler bu huyu giderirler. Bu nevi kimselerin sayısı ise azdır.
İnsanoğlunun söz-konusu ihtiras huyunun fena bir şey ve günah gibi olup
giderilmesinin mümkün olduğuna işaret edilmek üzere hadiste tevbe kelimesi
kullanılmıştır.
4236) "... Ebû
Hüreyre (Radıyallâhü anAJ'den rivayet edildiğine göre; Resûlullah (Sallallahü
Aleyhi ve Sellem) şöyle buyurdu, demiştir:
Ümmetimin
ömürleri altmış (yaş) ile yetmiş (yaş) arasıdır ve bu yaşı geçenleri çok
azdır."[118]
Bu
hadisi T i r m i z i de rivayet etmiştir. Sindi: Yâni uzun ömürlü olanları
çoğunlukla altmış ile yetmiş yaş arası yaşar, demiştir.
E
1 - K a r i de: Zahir olan mânâ ve maksad şudur: Bu ümmetin mutedil ve sevimli
ömrü altmış ile yetmiş arasındaki yaştır. Re-sül-i Ekrem (Aleyhi's-salâtü
ve's-selâm), Ebû Bekir, Ömer ve Ali (Radıyallâhü anhüm) gibi büyük halîfeler,
çok sayıda âlim ve veli zâtlar, altmış ile yetmiş arasındaki yaşlarda vefat
etmişler, demiştir.[119]
4237) "...
(Mü'minlerin anası) Ümmü Seleme
(Radtyatlâhü Şöyle demiştir:
Peygamber
(Sallallahü Aleyhi ve Sellem) in ruhunu (atıp) götüren (Rabb'im)e yemin ederim
ki O, ömrünün son zamanlarında (farz olanı hâriç) namaz(lar)inin çoğu(nu)
oturarak (kılıyor) idi. O'na en sevimli amel de az bile olsa (mümin) kulun
devamlı işlediği sâlih amel (vâni ibâdet)
idi."
4238) "... Aişe
(Radtyallâhü tmhâ)\kın; Şöyle demiştir:
(Bir gün)
bir kadın yanımda bulunuyordu. Biraz sonra Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve
Sellem) odama girdi ve "Bu kadın kimdir?" diye sordu. Ben de:
Falancadır.
(Geceleyin) hiç uyumaz, dedim (Âişe kadının kıldığı namazları anlatmaya
başladı). Bunun üzerine Peygamber (Saltallahü Aleyhi ve Sellem) :
Bırak.
(Devamlı) yapabileceğiniz ameller (yâni nafile ibâdetler) ile meşgul otunuz.
Çünkü Allah'a yemin ederim ki, siz (ibâdetten) usanmcaya kadar Allah size
ihsanını kesmez, buyurdu. Âişe demiştir ki: Resul i Ekrem (Sallallahü Aleyhi ve
Sellem) e en sevimli din (yâni ibâdet), sahibinin devamlı ifâ ettiği (ibâdet) idi."[120]
Ümmü
Seleme (Radıyallâhü anhâ)'nın hadîsi, süneni-mizde "Oturarak nafile namazı
kılmak" babında 1225 numarada geçti. Orada gerekli bilgi verildiği için
tekrar bilgi vermeye gerek görmüyorum. Ancak şunu belirtmekle yetineceğim :
Resûl-i Ekrem (Aleyhi's-salâtü ve's-selâmKin vefatına yakın zamanlarda
oturarak kıldığı* namazın.nâfile olduğuna dâir kayıt Nesâi' nin rivayetinde mevcuttur.
O hususa parantez içi ifâde ile işaret ettim.
Âişe
(Radıyallâhü anhâJ'mn hadîsini Buhâri, Müslim, E.bû Dâvüd, Nesâî, Mâlik ve
Ahmed de rivayet etmişlerdir.
H
z. Âişe (Radıyallâhü anhâ) 'nın yanında bulunan kadının el-Havlâ (bint-i
Tuveyt) olduğu M ü s I i m'in rivayetinde belirtilmiştir. Âişe (Radıyallâhü
anhâ), kadının geceleri uyumadığını arz edip nafile namazlarını anlatmıştır.
El-H&fız, bu hadisin izahı bölümünde geniş bilgi vermiştir. Ben bunun bâzı
bölümlerini aktarmakla yetineceğim:
î
b n ü ' t - T i n: Umulur ki Âişe (Radıyallâhü anhâ), kadının mağrur
olmayacağı kanaatinde olduğu için yüzünde onu övmüştür, der. Ben ise derim
kiHammâd bin Seleme' nin H i -ş â m' dan olan rivayetine göre kadın huzurdan
ayrıldıktan sonra Âişe (Radıyallâhü anhâ) onu övmüştür. (Bu rivayete göre yüzünde
övme durumu yoktur.)
Hadîste
geçen "Meh" kelimesi Arapçada ism-i fiildir. Mânâsı "Bırak"
demektir. Davudi' nin dediğine göre bu kelimenin aslı "Mâ hâzâ"dır.
Yâni "Bu nedir?" demektir.
Resûl-i
Ekrem (Aleyhi's-salâtü ve's-selâm)'in kullandığı bu kelime ile karşı çıktığı
şey Âişe (Radıyallâhü anhâ)'nın yaptığı övgü olabilir. Yâni "Yâ Âişe!
Kadını çok namaz kılmak ile övme işini bırak", demek olur. îkinci bir
ihtimal, Resül-i Ekrem (Aleyhi's-salâtü ve's-selâm) 'in kadının yaptığı işe
karşı çıkmasıdır. Yâni bir mü'minin gece hiç uyumayıp sabaha kadar namaz
kılması uygun bir iş değildir. Çünkü bu durum sahibinin usanmasına yol
açabilir, bu hâli devam ettirmesi çok zordur.
Hadisin
"Yapabileceğiniz amellerle meşgul olunuz" mealindeki cümleden maksad:
Amellerden devam ettirebileceğimiz çeşitlerle meşgul olunuz, bir süre yapıp da
sonra bırakacağınız amellerle meşgul olmayınız.
Bu
cümleden iki hüküm çıkar: Birincisi, gücün yettiği nafile ibâdetle yetinme
emri. İkincisi gücün dışında kalan nafile ibâdetlere kişinin kendi nefsini
zorlamasının yasaklığıdır.
Kadı
Iyâz: Bu cümle ile verilen emrin gece namazına mahsus olması muhtemeldir.
îkinci ihtimal ise bu hükmün tüm şer'î meselelere şümullü olmasıdır, demiştir.
Ben derim ki: Bu hadîsin buyu-rulmasına vesile olan olay kadının bütün geceyi
namazla geçirmesidir. Fakat verilen emir umûmidir. Resûl-i Ekrem
(Aleyhi's-salâtü ve's-selâm)'in o olayda muhâtabları kadınlar olduğu halde
erkeklere âit muhâtab zamiri kullanması da bu hükmün umumîliğini te'yid eder.
Hadîsin;
\J& Jl* .Jıl Ji V cümlesinin asıl mânâsı "Siz usanıncaya kadar Allah
usanmaz" şeklindedir. Fakat Allah Teâlâ, usanmak ve bıkmak sıfatlarından
pâk ve nezihtir. Usanmak ve bıkmak yaratıkların sıfatlanndandır. Bu ifâde
tarzı Müşâkele denilen edebî san'at bakımındandır, mecazî anlamda
kullanılmıştır. Bu nedenle bu cümle çeşitli şekillerde yorumlanmıştır:
Birincisi tercemede belirtildiği gibi şöyledir: "Siz ibâdetten usamncaya
kadar Allah size ihsan ve lüt-funu kesmez. Ama siz ibâdetten usanınca O da
ibâdet karşılığında verdiği ihsan ve lütfunu keser."
El-Herevî
demiş ki bu cümleden kasdedilen mânâ şöyledir: "Siz duâ ve dilekte
bulunmaktan usanmadıkça Allah size İhsan ve lutfünü kesmez."
Kastalâni
de: Bu cümlenin mânâsı şöyle olabilir, Allah en iyi bilendir: "Siz kendi
güç ve kudretiniz çerçevesinde nafile İbâdetinize devam ediniz. Çünkü siz
neş'e ve zevkle ibâdet ettiğiniz sürece Allah sizin ibâdetinizin sevabını
eksiltmez ve usanırcasına muamele etmez. Bu itibarla ibâdetten usanacak hâle
gelecek olursanız bu duruma düşmeden önce oturunuz, usanmaya meydan vermeyiniz.
Çünkü İbâdetten usanırsanız ve fütura düşüp de angarya gibi ibâdet edecek
olursanız, Allah Teâlâ usanan kimsenin muamelesine benzer bir muamele ile
hakkınızda işlem yapar."
H
a 11 â b i ise bu cümlenin mânâsı şöyledir, demiştir: Siz ibâdetten usanıp
bıksanız bile Allah usanmaz. Bir kavle göre ise mânâ şöyledir :"Siz ibâdet
ve amelden usanmadıkça Allah sevab vermeyi bırakmaz."
Bu
hadîsin daha geniş izahını almak isteyenler şerh kitablanna müracaat
edebilirler.
Bu
iki hadîste bildirilen hükümlerden biri de Allah ve Resulü nez-dinde en sevimli
ve en makbul nafile ibâdetin devamlı yapılanı olduğudur. Şu halde nafile bir
ibâdet etmek isteyen mü'min önceden düşünmelidir. Bunu sürdürebilir ve bir
süre yapıp da sonra bırakmıya-cak ise başlamalıdır. Aksi takdirde başlamaması
daha uygundur. Çünkü onu bırakması ibâdetten bıkmak ve usanmak şeklinde olursa
iyi olmaz.
4239) "... Hanzala
el-Kâtib et-Temîmî el-Üseyyidî (Radtyallâhü anh)'-den rivayet edildiğine göre
şöyle demiştir:
Biz
Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'in yanında bulunuyorduk. Bize cennet
ve cehennemi öyle hatırlattı ki biz (cennet ve cehennemi) gözle görüyor gibi
olduk. Sonra ben kalkıp ailemin ve çocuğumun yanma gittim ve (o hâli unutup)
güldüm, eğlendim. Hanzala dedi ki: Biraz sonra (kendimi toparlayıp Resül-i Ekrem
(Sallallahü Aleyhi ve Sellem) 'in yanında iken) içinde olduğumuz hali hatırladım.
Hemen (evden) çıktım ve Ebû Bekir (Radıyallâhü anh)'a rastladım .Ona: (tçine
düştüğüm gafleti anlatarak) münafık oldum, münafık oldum, dedim, Ebû Bekir:
Muhakkak biz onu (yâni aile ferd-lerimizle eğlenip gülme işini) işliyoruz,
dedi. Sonra Hanzala gidip bu hâli Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) 'e
anlattı. Bunun üzerine Resûl-i Ekrem (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) :
Yâ
Hanzala! (Benim yanımda olmadığınız zaman) benim yanımda olduğunuz gibi
olsaydınız melekler yataklarınız üstünde (veya yollarınız üzerinde) sizlerle
tokalaşacaktı. Yâ Hanzalal Bir saat şöyle, bir saat böyle, buyurdu."[121]
Bu
hadisi Müslim, Tevbe kitabının 3. babında rivayet etmiş, T i r m i z î de
Sıfatü'l-Kıyâme bâblannın sonlarında rivayet etmiştir.
Hanzala
(Radıyallâhü anh), Resûl-i Ekrem (Aleyhi's-salâtü ve's-selam) 'in kâtiblerinden
olduğu için ona el-Kâtib, denmiştir. Tuhr fe yazarının bu hadisin izahı
bölümünde verdiği bilgiye göre Resûl-i Ekrem (Aleyhi's-salâtü ve's-selâm)'in
kâtibliğini yapan sahâbîler şunlardır : Ebü Bekir, Ömer, Osman, Alî, Übeyy bin
Kâ'b, Zeyd bin Sabit el-Ensâri. Muâvi-ye bin Ebi Süfyân, Hanzala el-Üseyyidî,
Hâlid bin Said bin el-Âs, Ebân bin Said ve el-Alâ bin el-Hadrami (Radıyaîlâhü
anhüm) İ O'nun devamlı kâtibleri ise
Zeyd bin Sabit
ile M u â v i y e idi.
Hanzala
(Radıyaîlâhü anh) 'in : "Ben münafık oldum" sözünü söylemesinin
sebebi ve mânâsı şöyledir: Hanzala, Resûl-i Ekrem (Aleyhi's-salâtü ve's-selâm)'in
meclisinde ve sohbetinde bulunduğu zaman, Allah korkusu, âhiret kaygısı, Allah
zikri, murakabe ve tefekkür gibi dini ve mânevi işlere tamamen yönelip dünyayı,
çoluk çocuğu unutmuş durumda idi. Sonra huzurdan ayrılıp aile ferd-lerinin
yanına gelince bu defa dünya işleriyle meşgul oldu. Hâlindeki bu değişikliğin
bir nevî münafıklık sayılmasından korktuğu için bu sözü söylemiş ve nihayet
durumu Resûl-i Ekrem (Aleyhi's-salâtü ve's-selâm)'e arz etmiş, Resûl-i Ekrem
(Aleyhi's-salâtü ve's-selâm) da bu hâl değişikliğinin münafıklık sayılmadığını,
mü'minlerin devamlı surette din işiyle uğraşıp dünya işlerini tamamen
bırakmakla mükellef olmadıklarını ve bâzı zamanlarda din işiyle, diğer bâzı
zamanlarda dünya işleriyle meşgul olmalarının tabii olduğunu bildirmiştir.
Meleklerin
mü'minlerle yataklar üstünde veya yollarda tokalaşmasından maksad aleni ve göz
göre göre tokalaşmalarıdır. Çünkü meleklerin zikir ehli ile tokalaştığı
sabittir. Ancak zikir ile meşgul olanlar bu tokalaşmayı gözle görmezler. Bu itibarla
hadisteki tokalaşma aleni olan tokalaşmadır.
Resül-i
Ekrem (Aleyhi's-salâtü ve's-selâmVın "Bir saat şöyle, bir saat böyle"
buyruğunun mânâsı şöyledir: Yâni adam, bâzı zamanlarda Allah'ı anmakla ve
diğer bâzı zamanlarda Allah'ı anmayıp dünya işleriyle meşgul olmakla münafık
sayılmaz. Allah'ı andığınız zamanda kulluk görevinizi yerine getirirsiniz.
Allah'ı anmayı gevşettiğiniz vakitlerde meşru olmak kaydı ile nefsi
arzularınızı ve dünya işlerinizi görürsünüz.
Hanzala
(R.A.) Hâl Tercemcsî
Hanzala
bin Rabf bin SayfI et-Temimî e'l-Üseyyfdi Ebû Rib'î el-Kûfî (R.A.) sahâbidir.
18 aded hadisi vardır. Müslim onun bir hadisini rivayet etmiştir. Tir-mizf,
Nesâl ve İbn-i Mâce de onun hadislerini rivayet etmişler. Râvileri Yeztd bin
eş-Şıhhlr ve Ebû Osman en-Nehdİ'dir. Bu zât, Irak fetihlerinde Hâlid bin
el-Ve-lld (R.A.)'m refakatinde bulunmuştur. Vahiy kâtibligi görevini yaptığı
nakiolmus-tur. Bir kavle göre Ali (RA.)'den sonra vefat etmiştir. (Hulâsa, 96)
4240) "... Ebû
Hüreyre (RadtyaHâhü anh)'âen rivayet edildiğine göre; Resûlullah (Sallallahü
Aleyhi ve Sellem) şöyle buyurdu, demiştir:
Amel
(yâni farz olmayan ibâdet) den (devamlı yapmaya) gücünüzün yettiği miktarı
yükleniniz. Çünkü amelin en hayırlısı az bile olsa en çok devam
ettirilenidir."
Not:
Zevâid'de şöyle denilmiştir : Bunun senedinde İbn-i Lehla bulunur. Bu ravi
zayıftır.
4241) "... Câbir
bin Abdillah (RadtyaHâhü anhümâ)'dan; Şöyle demiştir:
Resûlullah
(Sallallahü Aleyhi ve Sellem), bir taş üstünde namaz kılan bir adamın yanından
geçip Mekke'nin kenarına vardı. (Orada) uzun bir süre kaldıktan sonra geri
döndü ve taş üstünde namaz kılan adama aynı durumda namaz kılarken rastladı.
Bunun üzerine Resûl-İ Ekrem (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) ayağa kalkarak İki
elini birleştirdi ve üç kere t
Ey
insanlar! Mutedil davranın (yâni ifrat ve tefritten sakının), buyurdu. (Sonra
buyruğuna şöyle devam etti) : Çünkü şüphesiz, siz (ibâdetten) usamncaya kadar
Allah size ihsanını kesmez."
Not:
Zev&id'de şöyle denilmiştir: Bunun senedi basendir. Ravi Yftkûb bin Abdillah
hakkında ihtilaf vardır. Senedin kalan râvileri güvenilir zâtlardır.[122]
4242) "... Abdullah
(bin Mes'ûd) (Radtyallâhü onAJ'den; Şöyle demiştir:
Bizi
Yâ Resûlallah! Câhiliyet devrinde (yâni müslüman olmazdan önce) işlemiş olduğumuz
günahlardan dolayı cezalandırılır mıyız? diye sorduk. Bunun üzerine Resûlullah
(Sallallahü Aleyhi ve Sel-lem) :
Kİm
müslümanhkta güzel hareket ederse câhiliyet devrinde (yâni müslüman olmazdan
önce) olan (günahların) dan dolayı cezalandırılmaz. Kim (müslüman olduktan
sonra) kötü hareket ederse hem (müslüman olmazdan) önceki hem (müslüman
olduktan) sonraki (günahları) ile muaheze edilir (yâni sorumlu tutulur),
buyurdu."[123]
Bu
hadîsi B u h â r î, "Kitâbu İstitâbeti'l-Mürteddîn" bölümünün birinci
babında, Müslim de "Kitâbü'İ-İmân" bölümünün 53. babında rivayet
etmişlerdir.
Müslümanlığı
kabul eden, yâni Kelime-i Şehâdet'i dili ile söyleyip kalben tasdik eden bir
mühtedinin İslâmiyet'i kabullenmeden önceki hayatına âit tüm günahlarının
bağışlandığı, gerek E n f â 1 sûresinin 38. âyeti ve gerekse sahih hadîslerle
sabittir. Bu hususta icm'â da vardır. Bu hadîsin zahirine göre ise müslümanhğı
kabul eden bir mühtedi, müslümanhğı kabul ettikten sonraki hayatında kötü davrandığı
takdirde hem müslüman olduktan sonraki günahlanndan hem de küfür döneminde
işlemiş olduğu günahlardan sorumlu tutulacaktır. Oysa bu hüküm yukarda
anlattığım gibi âyet, hadis ve icmaa aykırıdır. Bu nedenle bu hadis muhtelif
şekillerde yorumlanmıştır. E 1 Hafız, B
u h â r t' nin şerhinde bu hadisi izah ederken yorumlan nakletmektedir. Ben o
yorumların bir kısmını belirtmekle yetineceğim.
Hattâbî
bu hadîsi şöyle yorumlamıştır: Kafir olan bir kimse müslümanlığı kabullendiği
takdirde geçmiş hayatında işlemiş olduğu günahlardan sorumlu tutulmaz. Fakat
müslümanlığı kabullendikten sonraki hayat döneminde çok kötü hareketlerde
bulunup en şiddetli günahları işlerse ve buna rağmen m üs 1 uman olarak ölürse
bu kimse, müslüman olduktan sonra işlemiş olduğu günahlardan sorumlu tutulur
ve müslüman olmazdan önceki hayat döneminde işlemiş olduğu günahlar için de
kınanır, susturulur ve kendisine meselâ şöyle denilir: Sen kâfir iken şöyle
şöyle günahlar elemedin mi? Hiç olmazsa müslümanlığı kabullenmekle bu fenalığı
bırakmalıydın, niçin bırakmadın, denilecek.
Hattâbî'
nin bu yorumuna göre ihtida ettikten sonra kötü hareket eden bir kimsenin
âhirette göreceği muahaze iki türlüdür: Küfür döneminde işlemiş olduğu
günahlardan dolayı kınanır, ayıplanır, takbih edilir. Müslümanlığı kabullendikten
sonra işlemiş olduğu günahlardan dolayı ise cezalandırılır, sorguya çekilir.
Bâzı
âlimler ise hadîsteki "İsâe"yi küfür mânâsına yorumlamıştır. Bu
yoruma göre hadisin mânâsı şöyle olur: Bir kimse îslâm dinine girip bundan
sonra güzel hareket eder ve samimî müslüman olursa, küfür döneminde işlemiş
olduğu günahlardan sorumlu tutulmaz. Ama o kimse tekrar küfre dönüş yaparsa,
mürted olursa o takdirde o kimse hem müslümanlığı kabul ettiği dönemde işlemiş
olduğu günahlardan hem de küfür döneminde işlemiş olduğu günahlardan sorumlu
tutulur.
îbn-i
Battal: Ben bu yorumu bir gurup ilim adamlarına arz ettim. Dediler ki, bu
hadisin bundan başka mânâsı yoktur. Ve hadisteki "İsae"den maksad
ancak küfür günahıdır. Çünkü müslüman-lığı kabullenen bir kimsenin câhiliyet
döneminde, yâni müslümanhk dinine girmeden önceki hayatında işlemiş olduğu
günahlardan sorumlu tutulmayacağı yolunda icmâ vardır, diye bilgi vermiştir.
Bâzı
âlimler ise hadisteki **îhsân" kelimesini îslâm dinini samimî olarak kabul
etmek anlamına, "îsâe" kelimesini de îslâm dinini şeklen ve gayri
samimi kabullenmek mânâsına yorumlamışlar. Yâni bir kimse îslâm dinini
gerçekten benimseyip Keîime-i Şehâdeti dili söyleyip kalben de inanırsa
islâmiyet'i kabullenmeden önceki dönemde İşlediği günahlardan sorumlu tutulmaz.
Fakat bir kimse Kelime-i Şehâdeti diliyle söylediği halde kalben inanmazsa,
onun bundan önce ve bundan sonra işlediği tüm günahlardan sorumlu tutulur.
Çünkü böylesi münafıktır, müslüman sayılmaz.
4243) "... Aişe
(Radtyallâhü a»Aâ,)'dan; Şöyle demiştir:
Resûlullah
{Sallallahü Aleyhi ve Sellem) bana:
Yâ
Âişe (Günah sayılan) amellerin küçümsenenlerinden (de) sakın. Çünkü şüphesiz,
onlar için (de) Allah (tarafın) dan bir araştırıcı (melek) vardır,
buyurdu."
Not:
Zevâid'de şöyle denilmiştir : Bunun senedi sahih olup râvileri eüvenl-lir
zâtlardır.
4244) "... Ebû
Hüreyre (Radtyallâhü a»AJ'den rivayet edildiğine göre; Reeûlullah (Sallallahü
Aleyhi ve Sellem) şöyle buyurmuştur:
Mümin
günah işlediği zaman kalbinde siyah bir iz olur. Sonra o kişi tevbe edip
(nefsini o günahtan) çekip çıkarır ve (Allah'tan) mağfiret dilerse kalbi (o iz
pasından) cilalanıp temizlenir. Eğer mü1-min günahı fazlalaştırırca kalbindeki
siyah iz (ve leke) fazlalaşır. İşte Allah'ın, Kitâb'ında; •« Oj?Jo* 1/6"U j*r> fc
"j\j ]£ ^j"
"Hayır,
(onların sandıklan gibi değil). Onların kazandıkları günahlar, kalblerini
paslandınp karartmıştır" (Mutaffıfin, 14) âyetinde buyurduğu rân budur.[124]
Bu
hadîsi Tirmizl, Nesâî, Ahmed, îbn-i Hib-bân ve Hakim de rivayet etmişler.
Tirmizi bu hadisi Mutaffifln sûresinin
tefsiri bölümünde rivayet etmiştir.
Mü'min
bir günah işlediği zaman bunun etkisiyle kalbinde mânevi siyah bir leke
oluşur. Tuhfe yazarı o lekeyi, ayna ve kılıç üstünde oluşan kir lekesine
benzetir. El-Kari de, beyaz kâğıda damlatılan siyah mürekkeb damlasına
benzetir. Kalbte oluşan siyah iz ve lekenin kapladığı yer, işlenen günahın
büyüklük ve ağırlık derecesine göredir. Sonra mü'min kul işlediği günahtan
tevbe ve dönüş yapıp günahı kesinlikle terkeder ve Allah'tan mağfiret ve
bağışlanmasını dilerse, kalbi cilalanır. Yâni kalbinin aynası arınıp
temizlenir. Çünkü tevbe ve istiğfar gerçek olduğu zaman kalbin cilâsıdır. Şayet
kul, günah işlemeye devam ederse, o leke gelişir, büyür ve nihayet kalbi
tamamiyle kaplar, nurunu söndürür ve basireti körletir.
El-Hâfız
İbn-i Kesir, bu âyetin tefsirinde özetle şöyle der:
Yâni
durum, kâfirlerin sandığı gibi değildir. Onlar Kur'ân'ın ilâhi olmayıp daha
önce gelip geçmişlerin masalları olduğunu iddia ederler. Bu iddia asılsızdır.
Kur'ân, Allah'ın kitabıdır, Resulüne vahiy suretiyle indirdi. Kâfirleri
Kur'ân'a inanmaktan alıkoyan şey ise, onların kazandıkları gJnahlar
dolayısıyla kalblerini paslandırıp karartan, körleten ve tamanen kaplayan
simsiyah lekelerdir.
Tuhfe
yazarı bundan sonra: Rân ve Reyn kelimelerinin asıl mânâsı bir şeyi örten,
kaplayan örtüdür. Bu örtü, cilâlı bir maddenin üstündeki pas gibidir, der
ve T ı y b İ' den naklen şu bilgiyi verir:
Rân
ve Reyn aynı mânâyı ifâde eden iki kelimedir. Bu âyet, kâfirler hakkındadır.
Ancak mü'min kişi günah işlemek suretiyle kalbinin kararması ve günah işlemeye
devam etmesi yüzünden kalbinin kararmasının fazlalaşması bakımından kâfirlere
benzer. î b n ü' 1 -Melik demiş ki: Bu âyet, kâfirler hakkındadır. Fakat Resûl-i
Ekrem (Aleyhi's-salâtü ve's-selâm) mü'minleri
korkutmak için bunu okumuş ki, mü'minler günahları çoğaltmaktan
sakınsınlar ve kâfirlerin kalbleri karardığı gibi onların kalbleri de
kararmasın. Bunun içindir ki: Günahlar küfrün postasıdır, demişler.
4245) "... Sevbân
(Radtyallâhü a«A)'den rivayet edildiğine göre; Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve
Sellem) şöyle buyurmuştur :
Ümmetimden
birtakım kimseleri bilirim ki onlar kıyamet günü Tihâme dağlan emsali (çok) ve
bembeyaz (yâni tertemiz) sevaplar getirirler de Allah (Azze ve Celle) o
sevabları saçılmış toz eder (yani mahveder, kabul etmez). Sevbân (Radıyallâhü
anh) :
Yâ
Resûlallah! Bİlmiyerek onlardan olmamamız için bize onların sıfatlarını söyle
ve bize onların durumunu açıkla, dedi. Resül-i Ekrem
(Sallallahü
Aleyhi ve Sellem) :
Bilmiş
olunuz ki onlar sizin (din) kardeşleriniz ve sizin cinsinizden (bir takım
insanlar) dır. Sizin aldığınız gibi onlar geceden (ibâdet nasibini) de
alırlar. Ve lâkin onlar, Allah'ın yasak kıldığı şeylerle tenha yerde başbaşa
kaldıkları zaman o yasakların sınırlarını çiğnerler, buyurdu."
Not:
Zevâld'de şöyle denilmiştir : Bunun senedi sahih olup rftvilerf güvenilir
zâtlardır. R&vi Ebû Amir el-ÜhânITım adı Abdullah bin öabir'dir.
4246) "... Ebû
Hüreyre (RadtyaUâkü anA/den rivayet edildiğine göre; Peygamber (Sallallahü
Aleyhi ve Sellemye:
(Mü'mini)
cennete dâhil eden (yâni cennete girmesine sebep olan) amellerin en çoğu
hangisidir? diye soruldu. O
Takva
(yâni Allah korkusu) ve huy güzelliğidir, buyurdu. Ve O'na:
(Mü'mini)
cehenneme sokan günahların en çoğu hangisidir? diye soruldu. O t
(Şu)
iki organ t Ağız ve tenasül uzvu, buyurdu.'[125]
Tevbe
ı Lügatta, dönmek, bir şeyden dönüş yapmak manasınadır. Burada ise günah
işlemekten dönüş yapmak anlamında kullanılmıştır.
Günahtan
tevbe etmenin geçerli sayılabilmesi için üç rüknü ve temeli vardır. Bu rükün ve
temeller oluşmadıkça tevbe geçerli olamaz, kabule şayan görülmez. Bu şartlar
şunlardır:
Birincisi
t îşlenen günahtan tamamen sıyrılmak, ona son vermektir.
İkincisi
t O günahı işlemekten dolayı nedamet ve pişmanlık duymaktır. Tabii bu
pişmanlığın dilde kalmayıp içten gelmesi gerekir.
Üçüncüsü
t Bir daha o günahı işlememeye kesinlikle azim ve karar vermektir.
Şayet
işlenen günah, bir kul hakkı ile ilgili ise hak sahibinden helâllik almak veya
o hakkı ödemek de dördüncü bir rükün olarak eklenir.
Tevbenin
asıl temeli ve en büyük rüknü günahtan nedamet ve pişmanlık duymaktır.
Bütün
günahlardan tevbe etmek ve tevbe işini geciktirmemek tüm âlimlerce vâcib
görülmüştür. İşlenen günah küçük olsun büyük olsun ondan tevbe etmeyi
geciktirmek kesinlikle caiz değildir. Tevbe, İslâmiyet'in önemli
prensiplerindendir. Tevbe yukarda anılan rükünlere tamamen uygun olarak
edildiği takdirde Allah Teâlâ'nın lutüf ve ke-remiyle kabul olunur. Âyetler,
hadisler bunu gösterir. Ayrıca bu konuda icmâ da vardır. Ancak şunu belirtmek
gerekir. Allah hiç bir kimsenin tövbesini kabul etmek zorunda değildir. O,
tamamen iradesiyle, yâni dilemesi ve arzusuyla işlemleri gerçekleştirir. Hiç
bir kuvvet O'nu herhangi bir şeye zorlayamaz.
Bir
kimse işlediği günahtan usûlüne uygun ve rükünlerine riâyetle tevbe ettikten
sonra o günahı şayet anlatırsa pişmanlığını yenilemesi gerekir mi, gerekmez
mi? Bu hususta ihtilâf vardır. En ihtiyatlısı o günahı anlatmaması ve
hatırladıkça, pişmanlık duymasıdır.
Bir
kimse birden fazla günah işlemeye devam ederken bunlardan yalnız birisinden
tevbe etmesi mümkündür. Yâni diğer günaha devam etmesi buna mâni değildir.
Bir
kimse işlediği bir günahtan dolayı şartlarına uygun olarak tevbe ettikten bir
süre sonra aynı günahı tekrar işlerse, onun birinci tevbesi bozulmaz. Ancak
ikinci defa işlediği günah onun aleyhine yazılır.
Kâfir
bir kimsenin küfürden pişmanlık duyarak müslümanlığı kabul etmek suretiyle olan
tevbesinin Allah katında kabul olunduğu kesinlikle bilinmektedir. Bu hususta
Nass vardır. Fakat mü'min kişinin günahlardan ettiği tevbenin kabul olunması
kesinlikle malum değil, zannedilir. Yâni kabul olunması ihtimâli yüzde ellinin
üstündedir, yüzde yüz değildir. Ehl-i Sünnet âlimlerinin bir kısmına göre bu
da kesindir. Îmâmü'l-Haremeyn bunun kesin olmadığına dâir görüşü tercih
etmiştir. N e v e v î de o görüşün daha sağlıklı olduğunu bildirmiştir. Allah
en iyi bilendir.
4247) "... Ebû
Hüreyre (Radtyallâhü anh)\\ç\\ rivayet edildiğine göre; Peygamber (Sallallahü
Aleyhi ve Sellem) şöyle buyurmuştur :
Allah
(Azze ve Celle) birinizin tevbe etmesine o kimsenin kayıp hayvanını bulunca
duyduğu sevinçten muhakkak daha çok sevinir (yâni razı olur)."[126]
Bu
hadîsi Müslim de Tevbe kitabının 1. babında rivayet etmiştir.
Allah
Teâlâ Hazretleri sevinmek ve üzülmek gibi zaaf belirtisi olan sıfat ve
hallerden pâk ve münezzehtir. Bu itibarla burada Allah hakkında kullanılan
sevinme ifâdesi razı olmak mânâsına yorumlanmıştır. Yâni bir çölde yolculuk
ederken binit hayvanını kaybedip perişan olan bir yolcu, hayvanını bulmaktan
ümidini kestikten ve çölde ölüm tehlikesi ile karşı karşıya kaldıktan sonra
birdenbire o yitik hayvanını buluverdiği zaman ne kadar seviniyor ise Allah
Teâ-lâ'mn kulunun günahlardan tevbe etmesine olan rızâsı o kulun sevinmesinden
daha çoktur. Buradaki hadîste adamın hayvanım çölde kaybetmesi, onu bulmaktan
ümidini kesmesi ve ölüm tehlikesi ile karşı karşıya kalması kayıtları yok ise
de bu kayıtlar konu hakkında vârid olan diğer hadîslerde bulunduğu için izahta
bu kayıtları ilâve etmeyi uygun buldum. Çünkü bu ağır şartlar altında kayıp
hayvanını bulanın sevinci daha fazla olur. 4249. hadiste de bu kayıtlar
mevcuttur.
Hadis,
kulları tevbeye teşvik eder. Çünkü tevbe Allah'ın rızâsına ve dolayısıyla kulun
bağışlanmasına en iyi vesilelerdendir.
4248) "...Ebû
Hüreyre (Radtyallâhü anhyâen rivayet edildiğine göre; Peygamber (Sallallahü
Aleyhi ve Sellem) şöyle buyurmuştur;
Hatalarınız
göğe ulaşacak kadar günah işleyip de sonra (onlardan) tevbe etmiş olsanız,
Allah tevbenizi kabul eder."
Not: Zevâid'de şöyle denilmiştir: Bu, hasen bir
seneddir Ravi Y&kûb bin Humeyd hakkında ihtilâf vardır. Senedin kalan
râvileri güvenilir zatlardır.
4249) "... Ebû Saîd
(Radtyatlâkü ankyâen rivayet edildiğine göre; Re-sûlullah (Sallallahü Aleyhi ve
Sellem) şöyle buyurdu, demiştir:
Allah,
kulunun tevbesine şu adamın sevinmesinden daha çok sevinir (yâni razı olur) ki
(yolculuk hâlinde olan) o adam bir susuz çölde binit devesini kaybeder. Bunun
üzerine adamcağız yitik devesini aramaya koyulur. Nihayet o arayış, adamı
cidden yorup âciz bırakınca (susuzluk ve sıcaktan dolayı olduğu yerde ölmek
üzere başını yere koyup) elbisesini başına çekip örtünür. İşte kendisi o halde
olduğu sırada devesini kaybettiği yerde aniden hayvanının ayak sesini duyar.
Bunun üzerine yüzüne çektiği örtüyü açar ve hemen binit hayvanı ile
karşılaşır."
Not:
Zevâid'de şöyle denilmiştir: Bunun senedinde Atiyye el-Avfl ve SÜf-yân bin Vekl
bulunur, tkisi de zayıftır. Fakat hadisin aslını Buharİ ile Müslim, İbn-i
Mes'ûd ve Enes (R.A.Vnın rivayet ettikleri hadis olarak nakletmişler.
4250) "... Abdullah
(bin Mes'ûd) (Radıyaîlâhü a»A)'den rivayet edildiğine göre; Resûlullah
(Sallallahü Aleyhi ve Sellem) şöyle buyurdu, demiştir:
Günahtan
tevbe eden kimse, hiç günahı olmayan kimse gibidir."
Not:
Sindi şöyle demiştir : Zevâid sahibi bu hadisi Zevâid adlı kitabında anlatmış
ve: Bunun senedi sahih olup râvileri güvenilir zâtlardır, dedikten sonra bu sözüne
bir şey eklememiş, bu kadarla yetinmiş ve hadisi kendi haline bırakmıştır.
El-Makasıdü'1-Hasana'da da: Bu hadisi İbn-i Mâce de, Taberânî el-Kebîr'de ve
Bey-haki eş-Şuabta Ebû Ubeyde bin Abdullah bin Mes'ûd aracılığıyla babasından
(yani Abdullah bin Mes'ûd'den) merfû hadis olarak rivayet etmişler ve râvileri
güvenilir zâtlardır. Hattâ şeyhimiz bu hadisi hasen saymıştır. Sebebi ise bu
hadisi te*yid eder mâhiyette başka hadislerin bulunmasıdır. Aksi takdirde hasen
sayılmaman gerekir. Çünkü Ebû Ubeyde'nin babasından hadîs işitmediğini
kesinlikle söyleyen» lerin sayısı bir değildir, diye bilgi verilmiştir.[127]
4248.
hadis Zevâid nevindendir. Bu hadis, günahların çokluğunun tevbeye mâni
olmadığına ve günahlar ne kadar çok olursa olsun onlardan edilecek tevbenin
kabule şayan olduğuna delâlet eder.
4249.
hadis de Zevâid nevindendir. Bu hadîste geçen bâzı kelimeleri açıklayalım:
Râhile:
Binit ve yük taşıyan deve demektir. ,
Felât
i Susuz ve canlının yaşamasına müsâid olmayan çöl ve sahra demektir.
Vecbe:
Hayvanın ayak sesi mânâsında kullanılmıştır. Bu hadîste, Allah'ın kulunun tevbe
etmesine çok razı olduğu bir misal ile bildirilmektedir.
4250.
hadîste, günahtan tevbe eden kimsenin günahsız kimse gibi olduğu
bildirilmektedir. Bu hadis, günah çeşidi ne olursa olsun ondan tevbe etmenin
geçerli olduğuna delâlet eder. Çünkü hadîste herhangi bir kayıt ve sınırlama
yoktur. Ayrıca sağlıklı yâni şartlarına ve usûlüne uygun olarak edilen tevbenin
kabul olunacağı da hadisin zahirinden anlaşılır. Hadiste günahtan tevbe eden
kimse, günahsız kimseye benzetilmiştir. Bu benzetmeden maksad tevbe eden
kişinin o günahtan dolayı cezalandırılmaması olabilir. Yâni günah işlememiş
olan kimse nasıl cezalandırılmıyacaksa, günahından tevbe eden de onun gibi cezâlandırılmıyacaktır.
ikinci bir ihtimal tevbe eden kişinin günahının defterinden silinmesidir.
Bu
hadiste de tevbe etmenin faziletine delâlet eder ve günahkâr
V.ullan
tevbe etmeye teşvikte bulunur.
4251) "... Enes
(Radıyallâhü anh)'den rivayet edildiğine göre; Resûlul-lah (Sattallakü Aleyhi
ve Sclletn) şöyle buyurdu, demiştir:
Âdem
oğullarının hepsi çok günah işler. Çok günah işleyenlerin en hayırlısı çokça
tevbe edenlerdir."[128]
Bu
hadisi Tirmizî, Ahmed,
Dârimi ve Hâkim de rivayet etmişlerdir.
Tuhfe
yazan bu hadîsin izahı bölümünde özetle şu bilgiyi verir. Hadîsin; ,ol ^ 'J^
ifâdesi "insanların tümü ve bütünü" olarak yorumlanabilir. Bu
takdirde insanlann büyük çoğunluğunun günah işlediği anlamı çıkabilir. Çünkü
insanlann çoğu günah işlediği zaman bu hüküm tümüne verilebilir. Bu takdirde
peygamberler bu hükmün dışında kalır. Yukardaki ifâde "Her insan"
şeklinde yorumlanabilir. Bu takdirde peygamberler müstesna tutulur. Yâni
hadisten maksad şu olur.- "Peygamberler dışında kalan her insan bâzı
günahları İşler." Tuhfe yazan birinci yorumun daha sağlıklı olduğunu
söyler. Bilindiği gibi peygamberler küçük ve büyük her nevi günahtan, paktır.
Yâni Allah onlan günah işlemekten korumuştur. Bâzı peygamberlerden meydana
gelen ve hatâ olarak tanımlanan şeyler, aslında günah değil de evlâ ve en uygun
olana muhalif davranışlardır. Şöyle de söylenebilir: Bâzı peygamberlere isnad
edilen hatâlar, günah işleme kasdı olmaksızın bir yanılma veya unutma eseri
olarak onlarda görülen davranışlardır.
4252) "...
(Abdullah) bin Ma'kÜ (bin Mukrin) (Radtyallâhü anhümâ)*-dan; Şöyle demiştir:
Ben babam
(Ma'kil) ile beraber Abdullah (bin Mes'ûd) (Radıyal-lâhü anh)'m yanına girdik
de ben onu (yâni îbn-i Mes'ûd'u) şöyle söylerken işittim: Resûlullah
(Sallallahü Aleyhi ve Sellem) :
(Günahtan)
pişmanlık duymak, bir tevbe di r, buyurdu. Bunun üzerine babam (Ma'kil),
Abdullah (İbn-i Mes'ûd)a:
"(Günahtan)
pişmanlık duymak bir tevbedir" hadîsini Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve
Sellem)'den sen işittin (mi)? dedi. Abdullah (îbn-i Mes'ûd) :
Evet,
diye cevap verdi.'*
Not: Bu hadîs Zevâid nevilidendir. Ahmed ve Hakim
de rivayet etmişler.[129]
Nedm
ve Nedamet: Bir şeyden pişmanlık duymak demektir. Burada günahtan pişman
olmaktır. Tabii pişmanlığın tevbe sayılabilme-si için işlenen şeyin günahlığı
dolayısıyla olması gerekir. Başka yönden pişmanlık duymak, meselâ içki
içmekten haramhğı için değil de ona para verildiğinden dolayı pişmanlık duymak
tevbe sayılmaz.
Günahtan
tevbe etmenin üç temel rüknünün bulunduğunu bu babın girişinde anlatmıştım.
Bunlar: Günahı kesinlikle bırakmak, günahlığı dolayısıyla ondan pişmanlık
duymak ve bir daha işleme-meye kesin karar vermektir. Bu durumda pişmanlık
duymak tevbe-nin tamamı değil sâdece bir parçasıdır. Ancak en önemli parça olması
hasebiyle sanki tamamı imiş gibi ifâde edilmiş ve "(günahtan) pişmanlık
duymak bir tevbedir" buyurulmuştur. Bu ifâde pişmanlığın önemini belirtmek
içindir. Çünkü usul ve şartlanna uygun geçerli bir
tevbeye
yönelmek için önce günahtan pişmanlık duymak gerekir. Bu duygu meydana gelince
kişi günahı bırakır ve bundan sonra o günahı tekrar işlememeye karar verir.
Böylece tevbe oluşmuş olur. Şunu da belirteyim ki, işlenen günah kul hakkı ile
ilgili ise o hakkı ödemek veya hak sahibi ile helâllaşmak, başka bir deyimle
hak sahibinin suçluyu bağışlaması gerekir. Şayet işlenen günah kaza edilmesi
gereken bir ibâdet ise tevbenin tamamlanması için o ibâdeti kaza etmek de
gerekir.
4253) "... Abdullah
bin Amr (bin el-As) (Radtyallâhü ankümâ)'dan rivayet edildiğine göre; Peygamber
(Sailallahü Aleyhi ve Sellem) şöyle buyurmuştur:
Allah
(Azze ve Celle), kulun tevbesini ruhu boğazına gelmedikçe muhakkak kabul
eder."
Not;
Zevâld'de şöyle denilmiştir : Bunun senedinde el-Velid bin Müslim bulunur. Bu
râvi tedlisçidir ve hadisi an'ane ile rivayet etmiştir. Râvi Mekhûl ed-Dı-meşki
de öyledir.[130]
Tirmizî,
Hâkim, Ahmed, İbn-i Hibbân ve Beyhaki bu hadisi Abdullah bin Amr (Radıyallâhü
anh) 'den değil de Abdullah bin Ömer bin el-Hat-t â b (Radıyallâhü anhümî'den
rivayet etmişler. Diğer taraftan el-Münzirî, et-Tergîb ve't-Terhîb'te, Tuhfe
yazarı, T i r m i -z I' nin şerhinde ve Celâlü'd-Din, Câmiu VSağir'de bu hadisi
Abdullah bin Ömer bin el-Hattâb (Radıyaf-lâhü anhümâ) 'nın hadîsi olarak
kitabına alan âlimleri sayarken î n - i M â c e h ' in ismini de veriyorlar.
Yâni yukarda isimlerini verdiğim üç kitaba göre îbn-i Mâceh bu hadîsi Abdullah
bin Amr bin el-Âs (Radıyallâhü anhümâ) 'dan değil de Abdullah bin
Ömer bin el-Hattâb
(Radıyallâhü anhümâ) 'dan rivayet etmiştir. Bu takdirde hadîs, Zevâid
nevinden sayılmaz. Çünkü T i r m i z i de rivayet etmiştir. Ancak Zevâid yazan
elde mevcut sünen nüshalarında Abdullah bin Ömer değil de Abdullah bin Amr'ın
yazılı olduğunu dikkate alarak bunu Zevâid nevinden saymakla beraber yukardaki
durumu da belirtir.
Hadîste
geçen "Gargara" kelimesinin asıl mânâsı su veya benzeri bir sıvı
maddeyi ağıza alıp gargara etmektir. Burada ise ruhun boğaza gelmesi mânâsı
kasdedilmiştir. Tuhfe yazan: Bundan maksad hayattan ümidin kesilip ölümün
kesinlik kazandığı zamandır. Yâni bir kimse hayattan ümidini kesip de artık
ölmesi zamanının geldiğini anlayınca, tevbe ederse o tevbe geçerli değildir.
Ama henüz bu hâle düşmeden tevbe ederse tevbesi kabul olunur, der, ve N i s â
sûresinin 18. âyetini te'yid için nakleder. Bu âyetin meali şöyledir:
"Kötülükleri
işlemeye devam edip de nihayet Ölüm kendisine geldiği zaman "Ben şimdi
tevbe ettim'* diyenler ile kâfir olarak ölenler için tevbe yoktur. îşte biz
onlar için acıklı azab hazırladık.'*
Tuhfe
yazan yukarda mealini verdiğim âyeti naklettikten sonra: îbn-i Abbâs
(Radıyallâhü anhümâ) âyette geçen "Ölümün gelmesi - hazır olması"
ifâdesini ölüm döşeğindeki kişinin Azrail (Aleyhisselâm) 'ı görmesi biçiminde
yorumlamıştır. Ancak bu yorum, yâni can alan meleğin hastaya görünmesi durumu,
umûmî değildir, çoğunluk itibariyledir. Çünkü can alıcı meleği görmeyen de
çoktur ve ruh.boğaza gelmeden önce onu gören de çoktur, der.
Sindi
de "Gargara" ifâdesinden maksad, hastanın âhiret ile ilgili halleri
görmesi anıdır, demiştir.
Hulâsa:
îster bu ifâdeyi hayattan ümidin kesildiği an, ister âhiret ahvalinin
görülmeye başlandığı an biçiminde yorumlayalım, bundan önce edilen tevbe kabul
olunur. Bundan sonraki tevbe geçerli değildir. Çünkü âhiret ahvâlini gördükten
sonra tevbenin bir değeri ve kıymeti kalmaz. Diğer taraftan hayattan ümidini
kestikten sonra kişi hangi günahı işleyebilir ki bir daha işlememeye söz ve
karar versin. Oysa tevbenin şartlarından birisi de işlenen günahı bir daha işlememeye
kesin karar vermektir.
Hadîsin
zahirine göre bu hüküm umûmîdir. Yâni gerek kâfirin küfürden tevbe edip imân
etmesi, gerekse müslüman kimsenin günahlardan tevbe etmesi, kabul olunur.
Fakat can boğaza gelince ne kâfirin ne de müslümamn tevbesi kabul olunmaz.
Bâzı Hanefi âlimleri bu hadisin hükmünü
kâfir kişiye tahsis etmişler. Bu yoruma göre müslüman kişinin ruhu boğazına
geldikten sonra da tevbesi kabul olunur.
42S4) "...
(Abdullah) bin Mes'ûd (Radtyallâhü an*)'den; Şöyle demiştir:
Bir
adam Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) 'in yanma gelerek (helâh
olamayan) bir kadından bir öpücük aldığını anlattı ve bu günahın keffâretinl
sormaya başladı. Resul4 Ekrem (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) İse ona bir şey
söylemedi. Sonra Allah (Azze ve CeUe) :
«ve
namazı gündüzün iki tarafında, geceden de gündüze yakın saat-larda dosdoğru
kıl. Şüphesiz, iyilikler kötülükleri giderir. Bu, iyi düşünüp öğütlenenler
için bir nasihattir. (Hûd, 114) âyetini indirdi. Bunun üzerine adamı Yâ
Resûlullah! Bu âyettin hükmü) yalnız benim için inidir? diye sordu. Resûl-i
Ekrem (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) :
Bu
âyet (in hükmü) benim ümmetimden onunla amel edenler için. (umûmi) dir,
buyurdu.[131]
Bu
hadisi Buhârî, Müslim
ve Tirmizi de rivayet etmişlerdir. Müellifimizin 1398
numarada yine îbn-i Mes'ûd (Radıyallâhü anhKdan rivayet ettiği
hadisi de bunun benzeridir. Gerekli bilgi orada verildiği için burada
tekrarlamaya gerek görmüyorum. Ancak şunu belirteyim: Âyetteki
"Hasanât" dinen güzel sayılan, ibâdet kabul edilen iyi şeylerdir.
Beş vakit namaz gibi. Âyetteki "Seyyiât" da kötülüklerdir. Yâni
dînen çirkin ve günah sayılan şeylerdir. Âyetin zahirine göre büyük günahlar
da hayırlı işler ve ibâdetlerle giderilir. Fakat birçok ilim adamı
"Seyyiât" kelimesini küçük günahlar mânâsına yorumlamışlardır.
4255) "... Ebû
Hüreyre (Radtyallâhü ankyden rivayet edildiğine göre; Resûlullah (Sallallahü
Aleyhivc Sellem) şöyle buyurmuştur:
Bir
adam kendine israf etti (yâni aşırı derecede günahlar işledi). Sonra ölüm
döşeğine düşünce oğullarına vasiyet ederek: Ben öldüğüm zaman cesedimi
yakınız, sonra ufaltıp kül hâline getiriniz ve beni (m külümü) rüzgâra ve
denize saçınız. Çünkü Allah'a yemin ederim ki, eğer Rabb'ım bana kadir olursa
hiç kimseye vermediği bir asabı bana muhakkak verecektir, dedi. Resûl-i Ekrem
(Sallallahü Aleyhi ve Sellem) buyurdu ki:
Onlar
da adama öyle yaptılar (yâni vasiyyetini yerine getirdiler). Bunun üzerine
(Allah) yere :
Aldığını
(geri) ver, buyurdu. Adamda o anda kalkıverdi ve Al' lah ona:
Seni
bu yaptığına sürükleyen nedir? dedi. Adam:
Senin
haşyetin (veya senin mahâfetin» —Yâni senden olan korkum. Yâ Rabbi! dedi.
Allah da onu bu sebebten dolayı[132]
Bu
hadisi Buhâri, "Tevhîd", "Rıkak" ve "Beni İsrail"
kitaba lannda, Müslim de "Tevbe" kitabının 4. babında rivayet etmişler.
Adamın
"Rabb'im bana kadir olursa" sözünün zahirine göne kendisi ölümden
sonra dirilmeye ve Allah'ın ölüleri diriltmeye kadir olduğuna inanmamıştır.
Böyle inkarcı bir kimsenin bağışlanması durumu nasıl izah edilir? diye insanın
hatırına bir soru gelir. îlim adamları bu soruya çeşitli cevablar vermişler.
Sindi:
Adamın böyle söylemesinin sebebi şu olabilir: Adam cesedi yakılıp kül hâline
getirildikten sonra rüzgâra ve denize saçılan bir kimsenin zerrelerinin
birleştirilerek diriltilmesinin mümkün olmadığı, muhal olduğu görüşünde
olabilir. Allah'ın kudreti muhal olmayan şeyleri kaplar. Aklen ve dînen muhal
ve imkânsız olan şeylere şümulü yoktur. (Meselâ Allah'ın benzeri ve dengi olan
ikinci bir varlığın bulunması aklen ve dînen muhal ve imkânsızdır. Allah'ın
kudreti böyle bir varlığa taalluk etmez. Başka bir deyimle Allah'ın böyle bir
varlığı meydana getirmesi düşünülemez. Çünkü meydana getireceği varlık O'nun
tarafından yaratılmış bir varlık olur. Yaratık olan hiç bir şey Allah'a
benzemez ve dengi olamaz.). Bu adam da vasiyyeti infaz edildiği takdirde tekrar
dirilmesinin mümkün olmadığı, muhal olduğu görüşünü taşıdığı için "Rabbim
bana kadir olursa" demiş. Bu görüş onun Allah'ın kudretini inkâr etmesini
gerektirmez ki: Bununla kâfir olur. Artık nasıl bağışlanır? diye bir soru
sorulsun. Çünkü adam aklen ve dînen mümkün olan bir şeye Allah'ın gücünün
yetmediği kanaatim taşımamış. Ancak muhal olmayan bir şeyi muhal sanmış ve
dindeki durumu bilmemiştir. Küfür ise dinden olduğu kesinlik kazanan bir hükmü
veya Allah'ın aklen mümkün olan her şeye kadir olduğunu inkâr etmektir.
îkinci
bir ihtimal şudur: Adam Allah'tan çok korktuğu için aklını kaçırmış, dengesini
yitirmiş ve ne yaptığını, ne söylediğini bilmez hâle gelmiş olabilir. Bu hâle
düşen bir kimse yararlı olan şeyi yararlı olmayan şeyden ayıramaz hâle gelir.
Hayatta bunun örnekleri çok-' tur. Meselâ bir tehlike anında kişi yararlı
olmayan bir şeye yararlı olabilir ümidiyle sarılır. (Denize düşen, yılana
sarılır sözü tipik bir örnektir). Bu durumda olan kimse fiil ve hareketlerinde
deli gibi olur. Bu yoruma göre adam bu sözünde özürlü sayılır ve bununla kâfir
ol-maı.
Bâzıları
o adamın fetret ehlinden olduğunu söylemiştir. Yâni hiç bir peygamberin
şeriatının yürürlükte olmadığı bir devirde yaşamıştır.
Diğer
bir yoruma göre adam herhangi bir peygamberin dininden haberdar değildir, bu
hususta bir duygusu yoktur, demiştir. Sin-d i' nin sözü bitti.
H
a t t â b î de bu ifâde ile ilgili olarak çeşitli yorumları nak-letmiştir. H a
t t â b î bu arada: Adam öldükten sonra dirilmeyi inkâr etmemiş, fakat
vücûdunun yakılıp tozunun rüzgâra ve denize saçılması hâlinde
diriltilmiyeceğini cehaleti dolayısıyla sanmıştır. Adamın imanlı olduğu, bu
vasiyeti Allah korkusuyla yaptığını itiraf etmesinden anlaşılır, der.
El-Hâfız:
îbn-i Akil'in dediği gibi bu hadîs, kıyamet günü adamın karşılaşacağı durumu ve
Allah'ın onu bağışlıyacağıni haber vermek mahiyetindedir. Bâzıları demişler ki
Allah, adamm ruhunu sorguya çekmiş, demiş ise de bu görüş uygun değildir.
Çünkü hadîste adamın cesedinin zerrelerinin toplatıldığı, birleştirildiği ve
kendisinin ayağa kalktığı bildirilmiştir. Bu olaylar ise kıyamet günü vuku
bulur, diye bilgi vermiştir.
4256) "... Ebû
Hüreyre (Radtyallâkü anh)'âen rivayet edildiğine göre; Resûlullah (Sallallahü
Aleyhi ve Seiîem) şöyle buyurmuştur:
Bir
kadın bağladığı (hapsettiği) bir kedi sebebiyle cehenneme girdi. Çünkü ne
kendisi kediye (bir şey) yedirdi, ne de yerin haşerâtın-dan yesin diye
salıverdi ve nihayet kedi (açlıktan) öldü.
(îbret
verici bu ve bundan önceki hadîsi Ma'mer'e rivayet eden) Zührî demiş ki: (İbret
verici bu iki hadîsi birlikte rivayet etmem) herhangi bir adamın (kulluk
görevini ihmal edip ilâhî rahmete) dar yanmaması ve hiç bir kimsenin (ilâhi
rahmetten) ümidini kesmemesi içindir."[133]
Bu
hadisi Buharı, Müslim ve Ahmed de rivayet etmişlerdir. Bu hadis ile bundan
önceki hadisi Z ü h r i' den rivayet eden zât M a ' m e r ' dir. Birinci
hadîsin girişinde belirtildiği gibi Z ü h r i, râvisi M a ' m e r ' e :
"Dikkat et ben hayret (ve ibret) verici iki hadîsi sana rivayet
edeceğim" dedikten sonra bu hadîsleri rivayet etmiştir. Birinci hadîs,
Allah'ın rahmetinin bolluğuna, ikinci hadis de O'nun azabından emin
olunma;naşının gerektiğine delâlet eder. Bilindiği gibi mü'min kişinin, âhiret
hayatının muharebesi için ümit ile korku arasında olması gerekir. Bir taraftan
Allah'ın rahmetinden ümidini kesmiyecek, diğer taraftan Allah'ın azabından korkacaktır.
Kur'ân-ı Kerîm'in irşad metodu da böyledir. Yâni âyetlerin çoğunda korku ile
ümit bir arada bulunur. Zührî de bu metodu takip ederek bu iki hadîsi birlikte
rivayet etmiştir. N e v e v İ bu hadisin izahı bölümünde: Âlimler demişler ki,
vaizin ettiği vaaz ve irşadında korku ile ümidi birleştirmesi müstehabtır. Bu
metod takip edilmeli ki kimse Allah'ın rahmetinden ümidini kesmesin veya rahmetine
tamamen bağlanıp da azabından kendini emin bilmesin. Vaiz, konuşmalarında
korkuya ağırlık vermelidir. Çünkü nefisler yaratılışı itibariyle ümitlenmeye,
istirahata, tevekküllü olmaya ve bâzı kulluk görevlerini ihmal etmeye taraftar
olur. Bu nedenle korkutma tarafına biraz ağırlık verilmelidir, diye bilgi
vermiştir.
İbn-i
Hacer; Kediyi bağlayıp aç bırakmak suretiyle ölümüne sebebiyet veren kadının
isminin ne olduğuna dâir bir bilgiye rastlayamadım. Bir rivayete göre H i m y e
r kabilesine mensub-tur. Bir başka rivayette yahüdi olduğu ifâde edilmiştir.
Hadisin zahirine göre kadın kediyi hapsedip ölümüne sebebiyet verdiğinden dolayı
azaba çarptırılmıştır. Kadı I y â z demiş ki: Kadının kâfire olması muhtemeldir.
Bu takdirde küfründen dolayı azabtadır. Kedinin ölümüne sebebiyet verdiği için
azabı arttırılmıştır. İkinci bir ihtimal kadın müslümandır da kedinin ölümüne
sebebiyet verdiğinden dolayı cehennemlik olmuştur. N e v e v î de ikinci
ihtimali tercih eder, dedikten sonra İbn-i Hacer, kadının kâfire olduğunu
te'yid eder mâhiyetteki rivayetleri nakleder.
4257) tJ... Ebû Zerr(-i
Gifârî) (Radıyallâhü anhyfan rivayet edildiğine göre; Resûlullah (Sallallahü
Aleyhi ve Sellem) şöyle buyurdu, demiştir :
Allah
Tebârek ve Teâlâ buyurur ki: Ey kullarım! Benim koruduğum (ermiş kimseler)
hâriç hepiniz günah işleyebilirsiniz. Bu itibarla benden mağfiret dileyiniz ki
sizi bağışlıyayım. Sizden kim bağışlamaya gücümün yettiğini bilir de
kudretimle benden mağfiret dilerse o kimseyi bağışlarım. Hidâyete erdirdiğim
kimseler hâriç, hepiniz dalâlettesiniz. Onun için benden hidâyet dileyiniz,
sizi hidâyete erdireyim. Zengin ettiğim kimseler hâriç hepiniz fakirsiniz. Bu
itibarla benden (rızık) isteyiniz, sizi nzıklandırayım. Eğer hayatta olanınız,
ölmüş olanınız, önce gelenleriniz, sonra gelenleriniz, yaş olanınız ve kuru
olanınız (yâni bütün kullar) toplanıp da kullarımdan en çok takva sahibi
kulumun kalbi üzerinde (yâni hepsinin kalbi onun kalbi gibi) olsa, benim
mülkümde (yâni hükümranlığım ve saltanatımda) bir sivrisinek kanadı (kadar bir
şey) artmaz. Şayet onlar (yâni tüm kullar) toplanıp da kullarımdan en sapık -
şerir kulumun kalbi Üzerinde (yâni hepisinin kalbi onun kalbi gibi) olsa benim
mülkümden bir sivrisinek kanadı (kadar bir şey) eksilmez. Eğer hayatta olanınız,
ölmüş olanınız, önce gelenleriniz, sonra gelenleriniz, yaş olanınız ve kuru
olanınız (yâni bütün kullar) toplanıp da her biri hatınndan geçen bütün ihtiyaç
ve isteklerini (benden) dilerse, onların bütün dileklerini yerine getirmem,
benim mülkümden ancak birinizin deniz kenarından geçip de bir dikiş iğnesini
denize sokup çıkarması ile deniz suyunu eksilttiği kadar eksiltir, (yâni bu
misalde nasıl deniz suyu hiç eksilmiyorsa kulların bütün isteklerini yerine
getirmekle ilâhi hazineden hiç bir şey eksilmez). Benim mülkümden hiç bir
şeyin eksilmemesi sebebi şudur: Şüphesiz ben çok cömerdim, keremim boldur.
Bağış yapmam bir söz söylemek (ten ibaret) tir (yâni çalışmayı, didinmeyi
gerektirmez). Ben bir şeyi dilediğim zaman sâdece ona "Ol" derim. O
da hemen olur."[134]
Bu
hadîsi T i r m i z î "Ebvâbu Sıfat'il-Kıyâme" bölümünün sonlarında
rivayet etmiştir. Tuhfe yazarının beyânına göre bu hadîsi A h m e d de rivayet etmiş, ayrıca Müslim
de bunun benzerini
rivayet
etmiştir.
Hadîsin;
c~*U ^ VI ^jJu *£l£ cümlesi iki şekilde yorumlanabilir.
Birincisi
tercemede belirtildiği gibi "Benim koruduğum (ermiş kimseler) hâriç,
hepiniz günah işleyebilirsiniz, günah işlemeniz düşünülebilir"
şeklindedir. Cümlede geçen "Afiyet" korumak mânâsında kullanılmıştır.
Allah'ın koruduğu kimselerden maksad peygamberler ve velî zâtlardır. Günah
işlemeden koruma anlamının afiyet sözcüğü ile ifâde edilmesi sebebi, günah
işlemenin bir manevî hastalık olduğuna ve günahtan korunmanın bir mânevi
sağlık, afiyet ve selâmet olduğuna işaret etmektir.
İkinci
yorum şöyledir: "Benim afiyette kıldığım, yani mağfiret rahmet ve tevbe
ile günahlarını giderdiğim kimseler hâriç, hepiniz günah işlersiniz." Bu
yoruma göre bütün kullar günahkâr sayılır. Ancak herkesin günahı Allah
katındaki durumuna göredir. Meselâ bir velînin bir namazı veya namazın bir
parçasını gafletle kılması, başka bir deyimle namaz esnasında dünya ile ilgili
bir şeyi hatırına getirmesi onun makamı açısından bir kusur, hattâ bir günah
sayılır.
Hadisin; cJâ* *jl VI JÜ> JjâC cümlesini "Hidâyete erdirdiğim
kimseler
hâriç, hepiniz dalâlettesiniz" şeklinde terceme ettim. Bundan maksad
şudur: Eğer kullar kendi halleriyle başbaşa bırakılmış olsaydılar dalâlete
gidecektiler, sapacaktılar. Yâni imân ile ilgili hükümleri ve islâm dinindeki
emir ve yasaklan bilmezlerdi ve dolayısıyla hak yoldan sapacaklardı. Bu yoruma
göre cümledeki "Dalâlet"-ten maksad imân hükümlerini ve İslâm'ın emir
ve yasaklarını bilmemektir. Bu hadîs; £İmH J^ ^ji *£*'j$ — "Doğan her
çocuk fıtrat üzerine doğar" hadisine aykın değildir. Çünkü o hadîsteki
"Fıtrat" kelimesi Tevhîd manasınadır, yâni Allah'a imân demektir.
Allah'a imân etmek başka şeydir. İmân ile ilgili hükümleri ve İslâm'ın emir ve
yasaklarını bilmek başka şeydir.
Bir
kavle göre cümledeki dalâletten maksad câhiliyet devrindeki haldir. Yâni Hz.
Muhammed (Sallallahü Aleyhi ve Sel-lemJ'in İslâm dinini tebliğ etmekle
görevlendirilmeden önceki dönemde bulunan kullar dalâlette idiler. Fakat bu yorum
uzak bir ihtimaldir. Yukardaki yorum tercih edilmiştir.
Hadîste
geçen "Yaş olanınız" ifâdesinden maksad genç olanlarınız veya dinî
ilimler bilenleriniz, ya da Allah'a itaatkâr olanlannızdır. Hadisin "Kuru
olanlarınız" ifâdesinden maksad ise yaşlı olanlarınız veya câhil
olanlarınız ya da Allah'a karşı gelenleriniz, günahkârlannızdır.
Hadîste
geçen "En çok takva sahibi kulum" ifâdesinden Resûl-i Ekrem
(Aleyhi's-salâtü ve's-selâm) kasdedilmiştir. Yine hadiste geçen "En sapık
- şerîr kulum"dan maksad da şeytân aleyhi'n-na'ledir.
Baûda:
Sivrisinektir. Ümniyyet: Arzulanan, ihtiyaç duyulan şey demektir. İbre: Dikiş
iğnesidir.
Hadîsin
son kısmında bütün kulların Resûl-i Ekrem (Aleyhi's-salâtü ve's-selâm) gibi
Allah'a kulluk etmek üzere toplanıp O'na bağlanmasıyla O'nun mülkünde,
hükümranlığında, saltanatında, azametinde bir fazlalığın söz konusu olmadığı
ifâde edilir. Çünkü Allah'ın hükümranlığı ve sayılan diğer sıfatlarının bir
sınırı yoktur ki bir şeyle fazlalaşsın, artsın. Keza bütün kulların tüm
isteklerini yerine getirmek O'nun hazinelerinden bir şey eksiltmez. Çünkü
hadîste de buyurulduğu gibi O, bir şey dilediği zaman "Or buyurmakla o şey
hemen oluverir. Yâni O'nun çalışması, uğraşması, meşgul olması veya yorulması
gibi bir durum söz konusu değildir. O, her türlü noksanlıklardan pak ve
münezzehtir.[135]
4258) :... Ebû Hüreyre
(RadıyaHâhü anh)\\en rivayet edildiğine göre; Resulullah (Saîlallahü Aleyhi ve
Setlcm) :
Lezzet
(ve zevkHeri kesen (ona son veren) i
çokça hatırlayınız, buyurdu, demiştir. Yâni ölümü (çokça hatırlayınız)."
4259) "...
(Abdullah) bin Ömer (RadtyaUâhü atthumâydan; Şöyle demiştir ;
Ben,
Resûlullah (Saîlallahü Aleyhi ve Sellem)'in beraberinde idim. Ensâr'dan bir
adam Ona geldi ve Peygamber (Saîlallahü Aleyhi ve Sellem)'e selâm verdikten
sonra:
Yâ
Hesülallah! Mü'minlerin hangisi daha faziletlidir? diye sordu. Resul i Ekrem
(Saîlallahü Aleyhi ve Sellem) :
Huy
bakımından en güzel olanı, buyurdu. Adam: Peki, mü'minlerin hangisi daha akıllı
- şuurludur? diye sordu. Re-sûl-i Ekrem (Saîlallahü Aleyhi ve Sellem) :
Ölümü
en çok hatırlayanı ve ölümden sonraki (hayatı) için en güzel şekilde
hazırlananı. İşte onlar en akıllı - şuurlu olanlardır, buyurdu."
Not:
Zevâid'de şöyle denilmiştir : Bunun senedinde bulunan Ferve bin Kays,
meçhuldür. Ondan rivayet eden (Nâfi) de öyledir ve rivayeti bâtıldır. Bunu
Zehebİ, Tabakatü't-Tehzib'te söylemiştir.
4260) "-. Ebû Ya'lâ
Şeddud bin Evs (RadıyaHâhü anh)\\çn rivayet edildiğine göre; Resûlullah
(Saîlallahü Aleyhi ve Sellem) şöyle buyurdu, demiştir:
Akıllı
- şuurlu adam o kimsedir ki nefsini (Allah'a karşı) köleleş-tirir (veya hesaba
çeker) ve ölümden sonraki (hayat) için (iyi) amel işler. (Nefsini yenmekten)
Âciz adam da o kimsedir ki nefsini arzusuna uydurur (yâni nefsini haramdan
alıkoymaz). Sonra Allah'tan (mağfiret) temenni eder."[136]
Ebü
Hüreyre (RadıyaHâhü anh) 'in hadisini Tirmizl, Nesâi, T a b e r â n i,
el-Evsat'ta ve î b n - i H i b b â n da rivayet etmişlerdir.
Bu
hadîste geçen "Hâzîm" kesen, son veren demektir. Tüm zevkleri kesip
onlara son verdiği için ölüme Hâzim denilmiştir. Hâzim kelimesiyle ölümün
kasdedildiğine dâir hadisin sonundaki ilâve râviye aittir. Bâzı rivayetlerde
Hâzim kelimesi yerine Hadim kelimesi bulunur. Hadim yıkıcı demektir. Bu
rivayetlere göre zevkler, lezzetler ve nefsi arzular bir binaya benzetilmiş,
ölüm de o binayı yerle bir eden deprem gibi felâketlere benzetilmiştir.
İ
b n-i Ömer (RadıyaHâhü anhümâJ'nın hadîsi Zevâid ne-vindendir. Ebû Y a'l â
(Radıyallâhü anh)'m hadisini T i r -mizi,
Ahmed ve Hâkim
de rivayet etmişlerdir.
Keyyisi
Akıllı, şuurlu ve ileri görüşlü demektir. Ekyes de ism-i tafdildir. Yâni Keyyis
kelimesinin ifâde ettiği mânâdan daha kuvvetli bir mânâ ifâde eder. Bu
itibarla Ekyes: En akıllı, en şuurlu ve en ileri görüşlü demektir.
Âciz:
Güçsüz demektir. Burada nefsini yenmekten âciz olup nefsinin esiri durumunda
olan kimse anlamında kullanılmıştır.
Bu
iki hadîse göre akıllı, şuurlu ve ileri görüşlü adam o kimsedir ki, nefsini
hesaba çeker, Allah'a karşı kulluk görevini yapar, ölümü sık sık hatırlar ve
ölüm sonrası için gerekli hazırlığı yapar.
Âciz
de o kimsedir ki nefsinin esiri olur, canı ne çekerse helâl haram demeden onu
işler, Rabb'ine karşı kulluk görevini ihmal eder ve ölümden sonraki hayat için
hiç bir hazırlıkta bulunmaz. Üstelik, Allah Gâfûr ve Rahîm dir, keremi boldur.
Bana ve benim amelime ihtiyaca yoktur, O, beni bağışlar gibi laflarla bir
takım temennilerde bulunur.[137]
1. Ölümü bol bol
hatırlamak çok sevabtır.
2. Ahlâk bakımından
en iyi olanlar en faziletli mü'minlerdir.
3. En akıllı ve
şuurlu mü'min, ölümü bol bol hatırlayıp ölüm sonrası için hazırlıklı olan
kimsedir.
4. Allah'a karşı
kulluk görevini ihmal edip nefsine mahkûm olan ve Allah beni affedecek diye
temennide bulunan kimse, âciz ve şuursuz kişi sayılır.
4261) "... Enes
(Radtyattâkü anh)'âen; Şöyle demiştir:
Peygamber
(Sallallahü Aleyhi ve Sellem) Ölüm döşeğinde olan bir gencin yanına girdi ve
ona:
Sen
kendini nasıl buluyorsun? diye sordu. Genç i
Ben,
Allah (m afvınh umarım Yâ Resûlallah! Ve günahlarımdan korkarım, dedi. Bunun
üzerine Resülullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) buyurdu ki s
Bu
vakitte (yâni ölüm döşeğinde) her hangi bir (mü'min) kulun kalbinde bağışlanma
umudu ve günah korkusu birleşince mutlaka Allah o kuluna dilediği (mağfireti)
ni verir ve onu korktuğu (azabı)n-dan emin kılar."[138]
Bu
hadîsi Tirmizi Cenâiz kitabında rivayet etmiştir.
Hadisin
"Sen kendini nasıl buluyorsun'* cümlesinin açıklaması bölümünde
Îbnü'l-Melik: Yâni dünyadan âhirete göçüşünde kalbin nasıldır, Allah'ın
rahmetini mi umuyorsun, yoksa Allah'ın gazabından mı korkuyorsun? demiştir.
Bu
hadîs, mü'min kimsenin hayat boyunca dâima Allah korkusu ile mağfiret ümidini
birlikte beslemesinin, hattâ ölüm döşeğinde bile Allah'ın azabından kendisini
emin görmemesinin uygun olduğuna delâlet eder. Bilindiği gibi ölüm döşeğinde
mağfiret umudunun azab korkusuna ağır basmasının fazileti ve uygunluğu
hakkında hadîsler vardır. Bu itibarla burada, ölüm döşeğinde azabtan kesin
biçimde emin olmamak mânâsı kasdedilmiştir.
4262) "... Ebû
Hüreyre (Radıyallâhü anhyden rivayet edildiğine göre; Peygamber (Salİalîahü
Aleyhi ve Scllcm) şöyle buyurmuştur :
Ölüm
döşeğinde olan kimsenin yanında melekler hazır bulunur. Kişi dindar olunca
melekler: Ey güzel cesedde olan güzel nefis (rûh)! Övülerek (cesedden) çık ve
rahmet, güzellik ve öfkeli olmayan RabbCa kavuşmak) ile müjdelen, derler. Artık
can çıkıncaya kadar devamlı ona böyle söylenir. Sonra o ruh göğe yükseltilir ve
gök (kapısı) onun için açılır. Sonra, bu kimdir? diye sorulur. Onu götüren
melekler: Falancadır, derler. Bu kere (Gökte görevli melekler) tarafından:
Güzel nefse merhaba, güzel cesedde idi. Övgüye lâyık olarak gir ve rahmet,
güzellik ve öfkeli olmayan Rabb(a kavuşmak) ile müjdelen, denilir. Sonra Allah
(Azze ve Celle) nin (hükümlerinin açıklanıp melekler tarafından alınmakta)
olduğu göğe götürülünceye kadar ona devamlı olarak böyle söylenir. (Ölüm
döşeğinde) kötü adam olduğu zaman (görevli) melek: Çık ey pis cesedde olan pis
nefis. Yerilmiş olarak çık ve kaynar su, cehennem halkının irini ve bunların
misli çeşitli başka azab ile müjdelen, der. O habis nefis (cesedden) çıkıncaya
kadar ona devamlı olarak böyle (tehdidler) söylenir. Sonra o nefis (yâni ruh),
göğe çıkarılır. Fakat gök (kapısı) ona açılmaz ve: Bu kimdir? denilir.
Falancadır, diye cevab verilir. Bunun üzerine: Habis nefse merhaba olmaz, o pis
nefis pis cesedde idi. Kınanmış olarak geri dön. Çünkü sana göğün kapılan
kesinlikle açılmıyacaktır, denilir ve bunun üzerine o ruh gökten (yere)
gönderilir ve sonra cesedin bulunduğu mezara varır."
Not: Zevâid'de şöyle denilmiştir: Bunun senedi
sahih olup râvüeri güvenilir zâtlardır.[139]
Zevâid
nevinden olan bu hadis dinî ödevlerini yerine getirerek kulluk görevini îfâ
eden mü'minin ölüm döşeğinde iken ilâhi lutuf-larla müjdelendiğine ve ruhunun
göklerin fevkına yükseltildiğine ve Rabb'ının rızâsına kavuştuğuna delâlet
eder. Diğer taraftan günahkâr ve kötü insanın da ölüm döşeğinde iken fenalığı
yüzüne vurula-" rak, karşılaşacağı vahim sonuçlarla tehdid edileceğine,
ruhunun gökten geri çevrileceğine ve cesedinin bulunduğu yere iade edileceğine
delâlet eder.
Hadiste
geçen bazı kelimeleri açıklayalım i
Ravh
ı İstirahat, rahmet ve ferah mânâlarına yorumlanmıştır.
Reyhan:
Güzel rızık, rahatlık, güzel nzık ve cennetin güzel kokulu reyhan adlı bitkisi
mânâlarına yorumlanmıştır.
E
1 - V â k x a sûresinin 88 ve 89. âyetlerinde de dindarlıkta ileri giden
mü'minlerin ölüm döşeğinde Ravh, Reyhan ve nimetleri tükenmez kedersiz
cennetle müjdelendiği haber verilmektedir. Bu âyetlerin tefsirine de
bakılmalıdır.
Hamim:
Kaynar su demektir. Gassâk: Cehennem halkının irini, kokmuş zemherîr suyu,
cehennemde bir pınar mânâlarına yorumlanmıştır.
S
â d sûresinin 57 ve 58. âyetlerinde azgın günahkarlara bu tür azabların
verileceği haber verilmektedir. Bu âyetlerin de tefsirlerine bakılmalıdır.
Allah
bizi ölüm döşeğinde ilâhî müjdelere mazhar olanlardan eylesin ve nefis ile
şeytanın şerrinden korusun.
4263) "... Abdullah
bin Mes'ûd (RadtyaUâkü anhyten rivayet edildiğine göre; Peygamber (Sallallahü
Aleyhi ve Sellem) şöyle buyurmuştur:
Birinizin
eceli bir yerde olduğu zaman ihtiyaç - iş onu oraya sıçratır (yâni o yere
zamanında gitmesine vesile oluverir). Sonra kalan ömrünün sonuna varınca, Allah
sübhânehû onun ruhunu (orada) alır. Kıyamet günü de o yer: Ey Rabb'ım! İşte bu,
bana emanet ettiğin (cesed)dir, der."
Not:
Zevâid'de şöyle denilmiştir : Bunun senedi sahih olup râvüeri güvenilir
zâtlardır.
4264) "... Âişe
(Radtyallâhü a«/ta.)'dan; Şöyle demiştir:
Resûlullah
(Sallallahü Aleyhi ve Sellem) :
Her
kim Allah'a kavuşmayı severse, Allah (da) ona kavuşmayı sever. Her kim de
Allah'a kavuşmaktan hoşlanmazsa Allah (da) ona kavuşmaktan hoşlanmaz, buyurdu.
Bunun üzerine O'na:
Yâ
Resûlallah! Allah'a kavuşmaktan hoşlanmamak. Ölüme kavuşmaktan hoşlanmamak
dolayısıyladır ve hiç birimiz ölümden hoşlanmayız (ne buyurulur?) denildi.
Resûl-i Ekrem (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) buyurdu ki:
Hayır,
(öyle değil). Bu (yâni Allah'a kavuşmayı sevmek veya sevmemek) ancak kişinin
öleceği anda olur. Ölüm döşeğinde kişi Allah'ın rahmet ve mağfiretiyle
müjdelendiği zaman Allah'a kavuşmayı sever. Allah da ona kavuşmayı sever. Ölüm
döşeğinde kişi Allah'ın azabı ile müjdelenince (yâni tehdid edilince) Allah'a
kavuşmak istemez. Allah da ona kavuşmaktan hoşlanmaz."[140]
Bu
hadîsi Buhâri, Müslim ve Tirmizi az lâfız değişikliği ile rivayet etmişler.
El-C
ezeri, en-Nihâye'de: Allah'a kavuşmaktan maksad, âhiret hayatına intikal etmek
ve Allah katındaki nimetleri arzulamaktır. Maksad ölmek değildir. Çünkü hiç
bir kimse, ölümden hoşlanmaz. Allah'a kavuşmak yukarda belirtilen mânâda
yorumlanınca bundan hoşlananların imân ve takva ehli olduğu tabiidir. Çünkü
dünya-
ya
gönül bağlamayan, bilâkis nefret eden mü'min âhiret mutluluğuna gönül verir ve
ebedi hayata intikal etmekten hoşlanır. Onun aksine dünyaya gönül verip
zevklere dalan kimseler ise âhirete intikal etmeyi sevmez, demiştir.
Nevevî
de: Hadîsin sonu baş kısmını açıklar. Yâni Allah'a kavuşmaktan ve ölümden
hoşlanmamak veya hoşlanmak hususunda dikkat alınacak durum, ölüm döşeğindeki
haldir, sağlık hâli değildir. Çünkü ölüm döşeğinde, artık tevbenin de kabul
olunmayacağı anda, her insana gideceği yer ve kendisi için hazırlanmış olan
nimet veya azab bildirilir ve gösterilir. Artık saadet ve cennet ehli olanlar o
esnada ölümü ve Allah'a kavuşmayı severler, o güzel makamlara ve üstün
nimetlere bir an önce erişmek istemezler. Allah da onlara kavuşmayı sever,
yâni onlara lutüf ve keremlerini sergiler. Şakavet ve cehennem ehli olanlar
ise, gidecekleri yerin fena olduğunu anladıkları için ölümden hoşlanmazlar,
Allah'a kavuşmak istemezler. Allah da onlara kavuşmayı sevmez. Yâni onları
rahmet ve kereminden uzak tutar, rahmet etmeyi dilemez. Allah'ın onlara
kavuşmayı sevmemesinin mânâsı budur. Hadis cennetlik ve cehennemlik olanların
hâl ve sıfatlarını beyân eder. Hadisten maksad şu değildir: Bâzı insanların
Allah'a kavuşmayı sevmeleri, Allah'ın onlara kavuşmayı »sevmesine sebep olur.
Keza bâzı insanların Allah'a kavuşmayı sevmemeleri, Allah'ın onlara kavuşmayı
sevmemesine sebep olur. Böyle bir mâna kasdedilmemiştir, diye bilgi verir.
Allah'ın
kuluna kavuşmayı sevmesi veya kavuşmadan hoşlanmaması ifâdesinden kasdedilen
mânâ ile ilgili olarak î b n - i H a c e r: Âlimler demişler ki: Allah'ın
kulunu sevmesi, ona hayır dilemesi, onu hayır yoluna yöneltmesi ve ona lutüf ve
ihsanda bulunmasıdır. Allah'ın kulundan hoşlanmaması da bunun zıddı demektir.
Yâni kulu için şer dilemesi, hayırlı yola yöneltmemesi ve ikramda bulunmaması
demektir, der.
H
a 11 â b î de : Kulun Allah'a kavuşmayı sevmesi, âhireti dünyaya tercih
etmesidir. Böyle olan kul, dünyada devamlı kalmayı sevmez. Bilâkis dünyadan
göçetmeye hazırlanır. Kulun Allah'a kavuşmadan hoşlanmaması da bunun zıddıdır,
der.
Hulâsa
yukarda âlimlerden naklen verilen bilgiden çıkan sonuç şudur:
Allah'a
kavuşmayı sevmek, kulun sağlıklı iken ölmeyi arzulaması demek değildir. Keza
O'na kavuşmaktan hoşlanmamak da kulun sağlıklı iken ölmeyi arzulamaması demek
değildir. Çünkü takva sâhibi olan mü'min daha çok hayırh işler ve ibâdetler
işlemek için dünyada uzun süre kalmayı arzular ve ölmek istemez. İmansız kişi
de âhiret hayatına inanmadığı ve dlümü yokluk olarak sandığı için ölmek
istemez. îmânh olup da günahlara dalmış durumdaki gafil kişi de şuursuzluğundan
dolayı ve ölümün acı bir şey olması hasebiyle ölmek istemez.
Allah'a
kavuşmayı sevmek veya bundan hoşlanmamak, ölüm döşeğinde kişinin gideceği yeri
görmesi anına mahsustur. Kasdedilen mânâ budur. Takva sahibi mü'min, son nefesini
vermek üzere iken cennetteki makamı seyretmesi veya ilâhî mükâfatlara dâir
müjdeyi alması hâlinde canını seve seve verir ve bu nimetlere kavuşmak ister.
Azaba müstehak olan kul da ölüm döşeğinde fecî manzarayı görünce uğrayacağını
anladığı vahim durum dolayısıyla ölmekten hoşlanmaz.
Allah'ın
kuluna kavuşmayı sevmesi ise ona lutüf ve ikramda bulunması demektir. Allah'ın
kuluna kavuşmaktan hoşlanmaması da kulunu rahmetinden ve lütuf1 arından
uzaklaştırması demektir.
4265) "... Enes
(Radtyallâhü anh)'den rivayet edildiğine göre; Resûluİ-lah (Sallallahü Aleyhi
ve Seliem) şöyle buyurdu, demiştir:
(Sakın)
herhangi biriniz, başına gelen zarardan dolayı ölmeyi temenni edemez (etmesin).
Eğer mutlaka ölümü temenni etmek zorunda kalırsa şöyle desin »
AUahım!
Yaşamak benim İçin hayırlı olduğu sûrece beni yaşat ve Ölüm benim için hayırlı
olduğu zaman beni öldür."[141]
Bu
hadisi Buhârî, Müslim
ve Tir m izi de rivayet etmişlerdir
Bu
hadîs, hastalık, yoksulluk, afet ve musibetler gibi bedeni veya mâlî bir
zarardan dolayı ölümü temenni etmenin yasaklığına delâlet eder.
ölümü
mutlaka temenni etmek zorunda kalan bir kimse için gösterilen duâ şekli ile
ölümü temenni etmesi emri vâciblik için değil de bir ruhsat ve izin
mahiyetindedir. Ölümü temenni etmenin yasaklı-ğı hikmetine gelince, böyle bir
temenni, belâ ve musibetlere karşı bir sabırsızlık ve kadere rızâ göstermemek
anlamını ifâde eder.
Şayet
mü'minin basma gelen musibet dînî ile ilgili bir musibet ise böyle bir
musibetten dolayı dînî hayatının perişan olmaması ve bir takım günahlara mâruz
kalmaması amacıyla ölümü temenni etmesi
caizdir.
Konu
ile ilgili biraz bilgi 4163. hadisin izahı bölümünde de geçti.[142]
4266) "... Ebû
Hüreyre (Radıyaüâhü anhyden rivayet edildiğine göre; Resûlullah (Salîaîlahü
Aleyhi ve Selîem) şöyle buyurdu, demiştir:
Bir
kemik hâriç insan (cesedin) den çürümeyen hiç bir şey yoktur. O (çürümeyen
kemik) de kuyruk sokumudur ve kıyamet günü cesedin yaratılışı o kemikten
kurulur."[143]
Bu
hadîsi B u h â r î Tefsîr'de, Müslim, Fitnelerde, Ebû Dâvûd Sünnet'te, N e s â
î Cenazeler'de rivayet etmişlerdir.
Kuyruk
sokumu diye terceme ettiğim "AcbÜ'z-Zeneb" kuyruk sc-kumundaki
kemiğin başı ve en ufak bir parçasıdır. Hakim, Ebû Dâvûd ve Ebû Ya'Iâ'nın Ebû
Sâîd-i Hudrî (Ra-dıyallâhü anlı)'den rivayet ettikleri bir hadise göre
Acbü'z-Zeneb'in ne olduğu Resûl-i Ekrem (Aleyhi 's-salâtü ve's-selâm)'e
sorulmuş ve "Bir hardal tanesi misli (gibi küçücük bir parça) dır" cevâbı
buyu-rulmuştur.
îbn-i
Hacer'in beyânına göre İbnü'l-Cevzl, tbn-i
AKîl'in şöyle dediğini
nakletmiştir:
Hadîste
bildirilen küçücük kemik parçasının çürümemesi ve kıyamet günü insanların
cesedlerinin bu kemikten teşekkül etmesi meselesinde Allah'tan başka kimsenin
bilmediği bir sır ve hikmet vardır. Çünkü yoktan var eden Allah insan cesedini
böyle bir kemik üzerine kurmaya hâşâ muhtaç değildir. Bilindiği gibi kıyamet
günü cesedin bir benzeri değil, toprağa karışmış olan zerreler Allah'ın
emriyle birleşir ve Acbü'z-Zeneb üstünde kurulur. Acbü'z-Zeneb cesed binasının
bir temelini teşkil eder. Bu kemiğin diğer parçalar gibi dağılmaması hikmeti
meleklerin bu olağanüstü olaydan haberdar edilmesi olabilir. Çünkü eğer bu
parça da çürümüş olsaydı, melekler dirilişin dağınık parçaların birleşmesi
suretiyle değil de eski cesedlerin benzerlerinin yaratılması ve ruhların bu
benzer cesedlere girmesi suretiyle olacakını zannedebilirlerdi. Hadîsin
"însan (cesedin) den çürûmeyen hiç bir şey yoktur" cümlesinden maksad
cesedin parçalarının tamamen çürüyüp yokluğa gitmesi olabilir. İkinci bir
ihtimal parçaların yokluğa gitmeyip şekil değiştirmesi ve zerrelerinin toprağa
karışması anlamı kasdedilmiş olabilir. Birinci yoruma göre anılan kemik parçası
cesedin bir tohumcuğunu teşkil eder ve cesed bundan oluşup teşekkül eder.
İkinci yoruma göre ise cesedlerin dirilmesi emri verildiği zaman toprağa
karışmış olan zerreler birleşir ve anılan kemik üzerinde kurulur.
S
i n d î de bu hadîsin izahı bölümünde
özetle şöyle der:
Bu
hadîsin zahirine göre Acbü'z-Zeneb denilen kemik parçası çürümez. Kıyamet günü
cesedin yaratılışı bu kemik üzerinde kurulur.
Yâni
bu kemik cesedin temelini oluşturur.
İbn-i
Hacer: Âlimler demişler ki peygamberler bu hadîsin hükmünün dışında kalır.
Çünkü toprak onların cesedlerini çürüte--mez, yiyemez. înb-i Abdi'1-Berr,
şehîdleri de peygamberlere eklemiş, yâni şehidler de bu hadîsin hükmü dışında
tutulur, demiştir. K u r t u b î de fahrî olarak müezzinlik görevini ifâ
edenleri bunlara ilâve etmiştir. Kadı Iyâz bu hadisi şöyle yorumlamıştır :
Toprağın yiyebildiği cesedler çürür. Ama peygamberlerin cesed-leri gibi bazı
cesedleri toprak yiyemez, diye bü*i vermiştir.
Hülâsa:
Acbü'z-Zeneb denilen kuyruk sokumunun hardal tanesi küçüklüğündeki parçacık
çürümez. Allah Teâlâ, kıyamet günü cesedleri diriltmeyi dilediği zaman eski
cesedler iade edilir. Bu iade şekli ya bu kemik parçasının tohum gibi
gelişmesi ve cesedin bundan meydana gelmesi suretiyledir veya çürüyüp toprağa
karışmış olan cesedin bütün zerreleri Allah'ın emriyle âdeta mıknatıs gibi
birleşerek bu kemik parçası üstünde toplanır ve bu kemik cesedin temelini
teşkil eder ve böylece cesed oluşup ruhun girmesiyle dirilir.
Cümhûr
anılan kemik parçasının çürümiyeceği hükmü üzerinde ittifak ederek bu hadisi zahirî
mânâsında tutmuşlardır. Çünkü bâzı rivayetlerde yerin o kemiği ebedi olarak
yiyemiyeceği açıkça belirtilmiştir.
4267) "... Hâni'
Mevlâ Osman (bin Affân) (Radtyallâhü ankümâyâzn; Şöyle demiştir:
Osman bin
Affân (Radıyallâhü anh), bir mezar başında durduğu zaman sakalını (göz
yaşlarıyla) ıslatmcaya kadar ağlardı. Bu sebeple kendisine: Sen cenneti ve
cehennemi anıyorsun, ağlamıyorsun da bundan (yâni kabir korkusundan) dolayı
ağlıyorsun? denildi. Osman (Radıyallâhü anh), dedi ki: Resûlullah (Sallallahü Aleyhi
ve Sel' lem) :
Muhakkak
mezar, âhiret konaklarının ilkidir. Eğer ölü on (un azabın) dan kurtulursa
ondan sonraki (konaklar) ondan kolay olur.
Şayet
ölü on (un azabın) dan kurtulmazsa ondan sonraki (konaklar) ondan şiddetli
olur, buyurdu. Osman dedi ki: Besûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) şöyle de
buyurdu
Mezar
kadar korkunç hiç bir fecî manzara görmedim."[144]
Bu
hadîsi Tirmizî de Zühd bâblannın başlarında rivayet etmiştir.
H
z. Osman (Radıyallâhü anh) bilindiği gibi cennetle müjdelenen 10 sahâbîdendir.
Buna rağmen bir mezar başında durduğu zaman mübarek sakalı göz yaşlarıyla
ıslanacak derecede ağlamasının sebebi hakkında müteaddid ihtimaller üzerinde
durulmuştur.
Birincisi,
cennetle müjdelenmek, kabir azabının kesinlikle olmamasını gerektirmez.
İkinci
ihtimal, cennetle müjdelenme işi bilinen veya malum olmayan bir kayda bağlı
olabilir.
Üçüncü
ihtimal, kabir azabının korkunçluğu ve fecaati dolayısıyla Osman (Radıyallâhü
anh) o esnada cennet müjdesini unutmuş olabilir.
Dördüncü
bir ihtimal, Onun ağlaması kabir Dağtası, yâni kabrin ölüyü sıkması korkusundan
dolayı olabilir. Çünkü S a' d (Radıyallâhü anh) hakkında vârid olan bir hadîse
göre peygamberler dışında kalan cennetlikler bile Dagta denilen kabir
sıkıştırması olayından kurtulamazlar.
Tuhfe
yazarının beyânına göre bu ihtimalleri e 1 - K a r i bildirmiştir.
Bu
hadîs, âhiretin müteaddid konaklarının bulunduğuna delâlet eder. Bu konaklar:
Mezar, mahşerde toplanma yeri, hesablarm görüldüğü mizan yeri, Sırat köprüsü,
cennet veya cehennem.
Kabir
azabından kurtulan kimseye diğer konakların daha kolay olması sebebi şudur:
Ölünün günahları var ise kabir azabı ile cezasını çekmiş olur. Şayet ölü kabir
azabından kurtulmayıp da âhirete dek cezası devam ederse bundan sonraki azabı
cehennemde verilir. Cehennem azabı kabir azabından daha şiddetlidir. Çünkü
hadîslerde vârid olduğu gibi kabir cehennem derelerinden bir deredir.
4268) "... Ebû
Hüreyre (Radtyallâkü anh)'den rivayet edildiğine göre; Peygamber (Sallallahü
Aleyhi ve Sellem) şöyle buyurmuştur:
Hâni1
(R.A.)'ın Hâl Tercemesİ
Hâni'
el-Berbert Ebû Saîd ed-Dimeskî CR.A.), mevlâsı Osman bin Atfân (RJU'den hadîs
rivayet etmiştir. Râvisi de AbduUah bin Becîr es-San'ânî el-Kas-tir. Nesâî, bu
zâtın rivayetinde bir beis olmadığını söylemiştir, iki tane hadisi vardır.
Tirmizî, Ebû Dâvûd ve îbn-i Mâce de onun hadislerini rivayet etmişler, mu-lâsa.
408)
ÖIÜ
mezara konulur. Salih (yâni kulluk görevini yapan mü'min) kişi kabrinde
endişesiz've korkusuz oturtulur. Sonra ona i
Sen
hangi dinde idin? diye sorulur. O: Ben îslâm dininde idim, diye cevab verir.
Sonra ona i Şu adam nedir? diye (Resûl-i Ekrem (Sallallahü Aleyhive Sellem)
hakkındaki itikadı ve kanaati) sorulur. O da s
Muhammed
(Sallallahü Aleyhi ve Sellem) Allah'ın Resulüdür. O, bize Allah katından apaçık
âyetler getirdi. Biz de O'nu doğruladık, diye cevab verir. Daha sonra bu
(mü'min) ölüye t
Sen
Allah'ı gördün mü? diye sorulur. O da t
Hiç
bir kimse Allah'ı (dünyada) görmeye lâyık değildir, diye cevab verir. Bu soru
ve cevablardan sonra onun için ateş tarafına bir pencere açılır. Ölü ona
bakarak ateş alevlerinin (şiddetli hararet ve sıkışıklıktan) birbirini kırıp
yenmeye çalıştığını görür. Sonra ona: Allah'ın seni koruduğu ateşe bak,
denilir. Sonra onun için cennet tarafına bir pencere açılır. O da bu defa
cennetin süsüne ve nimetlerine bakar ve kendisine i İşte bu güzel yer senin
makamındır, denildikten sonra: Sen (dünyada) samimi imân üzerinde idin, bu
sağlam İmân üzerine öldün ve (kıyamet günü) inşâallah imân üzerine dirileceksin,
denilir.
Kötü
kişi de dehşet ve korku içinde mezarında oturtulur ve kendisine:
Sen
hangi dinde idin? diye sorulur. Kendisi:
Bilmiyorum,
diye cevab verir. Sonra ona:
Şu
adam nedir? diye (Resûl-i Ekrem (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) hakkındaki
İtikad ve kanaati) sorulur. O da:
Halk
(onun hakkında) bir söz (yâni peygamber olduğunu) söylüyordu. Ben de o sözü
söyledim, der. Bunun üzerine onun için cennet tarafına bir pencere açılır. O
da cennetin süsüne ve içindeki (nimet) lere bakar. Sonra kendisine:
Allah'ın
senden geri çevirdiği (yâni kötülüğünden dolayı sana na-sib etmediği) cennete
bak, denilir. Daha sonra onun için ateş tarafına bir pencere açılır. Bu kere
ateşe alevlerinin bazısı bâzısını kırıp yenmeye çalıştığı halde bakar ve bunun
üzerine ona: İşte bu, senin yerindir. (İslâm'a inanmak bakımından) şüphe
üzerinde (yaşadı) idin, şüphe üzerine öldün ve inşâallah Teâlâ (kıyamet günü)
şüphe üzerine diriltilirsin, denilir.'*
Not: Zevâid'de bunun senedinin sahih olduğu
söylenmiştir.
4269) "... El-Berâ'
bin Azib (RadtyaUâhü ank)ıdca rivayet edildiğine göre; Peygamber (Sallallahü
Aleyhi ve Sellem) buyurdu ki:
"Allah
imân edenleri sabit kavil (yâni şehâdet kelimesi) ile metanetli kılar"
(âyeti) kabir azabı (yâni sorgusu) hakkında indi. Ölüye (kabirde) : Senin
Rabbin kim? diye sorulur. O da* Rabbim Allah'tır ve Peygamberim Muhammed
(Sallallahü Aleyhi ve Sellem) 'dir, diye cevab verir. İşte mü'min ölünün böyle
(metanetle) cevâbı, Allah (Azze ve Celle) 'nin:
"Allah
imân edenleri sabit kavil (yâni şehâdet kelimesi) İle dünya hayatında ve
âhirette (yâni kabirde) metanetli kılar" mealindeki âyeti (nin canlı bir
ifâdesi) dir." (İbrahim, 27)[145]
Bu
hadîs Kütüb-i Sitte'nin hepsinde rivayet edilmiştir. Bâzı rivayetlerde kabirde
ölüye sorulan sorular "Rabbin kimdir, dinin nedir ve peygamberin
kimdir" diye üçe çıkarılmıştır.
Hadiste
geçen âyetteki Kavl-i Sabit Kelîme-i Şehâdet ve Kelime-i Teyhîd olarak tefsir
edilmiştir. Bu hadîs de bu tafsiri te'yid eder.
Allah'ın
mü'minleri sabit kılması, onlara metanet ve sebat ihsan etmesi dünyada imândan
tâviz vermemeleri suretiyle gerçekleşir. Yâni mü'minler dünya hayatlarında
baskı ve tehdide mâruz bırakılsa, hattâ ateşe bile atılsalar, gönüllerinde
yerleşen imân ve dillerindeki tevhîd kelimesinden Allah'ın yardım ve desteği
ile ayrılmazlar. Mü'-nünlerin kabirde sebat göstermeleri ve Allah'ın onlara
yardım ve metanet ihsan buyurması ise meleklerin sorularına karşı verilecek cevâbı
telkin buyurması ve onları doğru cevab vermeye muvaffak etmesi suretiyle olur.
Cümhûr,
âyetteki âhiret kelimesini kabir mânâsına yorumlamıştır. Bu hadis de anılan
kelimeden kabir mân4sının kasdedildiğine delâlet eder. Çünkü gerek
müellifimizin ve gerekse B u h â r i ile M ü s 1 i m' in rivayetlerinde bu
âyetin kabir azabı, yâni kabir sorgusu hakkmda indiği açıklanmıştır.
S
i n d î, hadîsteki "Kabir azabı" ifâdesini kabir sorgusu mânâsına
yorumlamış ve: Kabir sorgusu bâzan azaba sebep olduğu için sorgu kelimesi
yerine azab kelimesi kullanılmıştır. Âhiretteki sebattan maksad kabirde
meleklerin sorulan karşısında mü'minin metanet ve sebat göstermesidir,
demiştir.
El-Kermânî
de: Bu âyette kabir azabından söz edilmemiştir. Bu itibarla kabirde kulun
basma gelen hallere kabir azabı isminin verildiği kanaatındayım. Kabirde
meleklerle karşılaşmak, insanoğlu için alışılmış bir şey olmadığı için korku ve
dehşete vesile olabilir. Ayrıca kabir bizatihi endişe verici bir konaktır. Bu
gibi durumlar nedeniyle azab kelimesi kullanılmış olabilir, demiştir.
Mezkûr
âyetin geniş tefsiri için tefsir kitablanna müracaat edilmelidir.
Bu
hadîs ve hadîste geçen âyet, mü'minler için bir müjdedir. Çünkü gerek âyet ve
gerekse hadis, Allah'ın mü'min ölüden korkuyu gidereceğine, onu olumlu ve
sağlıklı cevablara muvaffak kılacağına delâlet eder.
4270) "... îbn-i
Ömer (Radtyaüâhü anhümâydan rivayet edildiğine göre; Peygamber (Sallattakü
Aleyhi ve Sellem) şöyle buyurmuştur :
Bîriniz
öldüğü zaman varacağı yer sabah akşam kendisine gösterilir. Ölü cennet
ehlinden ise cennetliklerin makamlarından bir makam kendisine gösterilir. Şayet
ölü cehennemliklerden ise cehennem ehlinin hücrelerinden biri kendisine
gösterilir. (Her) ölüye: İşte kıyamet günü diriltilinceye kadar senin durağın
buradır (veya: îşte kıyamet günü diriltilinceye kadar yerin sana
gösterilecektir), denilir."[146]
Bu
hadîsi Buharı, Müslim, Tirmizî ve Nesâî de rivayet etmişlerdir.
Tuhfe
yazarının beyânına göre Kurtubi: Cennet veya cehennemdeki yerin ölünün
cesedine değil de yalnız ruhuna gösterilmesi muhtemeldir. Gösterme işinin ruh
ile beraber cesedin bir parçasına da olması mümkündür. Yâni Allah Teâlâ cesedin
bir parçasına canlılık verir ve o parça ruhla beraber cennet veya cehennemdeki
yeri görür. Sabah akşam ifâdesinden maksad bu iki vakittir. Yoksa bilindiği
gibi ölü için sabah ve akşam kavramı söz konusu değildir. Cennetteki yerin
ilâhî mağfirete kavuşarak cennetlik olan mü'minlere ve cehennemdeki yerin küfür
üzerine ölen kişiye gösterilmesi mânâsı açıktır. Günahkâr mü'minin durumuna
gelince sonuç itibariyle cennetlik olması hasebiyle ona da cennetteki yerin
gösterilmesi mümkündür. Hadisteki hüküm şehidlerin dışında kalanlara
mahsustur. Çünkü şehidlerin ruhları cennette gezip dolaşır, nimetlenip
rızıklanır ve onlar hayattadır. Şöyle de olabilir. Bu hadîsin hükmü şehidleri
de kapsar. Şöyle ki, şehidlere cennetteki makamların sabah akşam gösterilmesinin
faydası, kıyamet günü cesedleriyle beraber cennette yerleşeceklerini onlara
müjdelemektir. Çünkü şehidler kıyamet kopun-caya kadar yalnız ruhları
bakımından cennettedir, cesedleri ise toprak altındadır. Kıyamette ise
cesedleri de dirilip ruhlarla birlikte cennette onlar için hazırlanan makamlara
kavuşacaklardır, demiştir.
Hadisin
son fıkrası iki şekilde yorumlanabilir. Bir yoruma göre bu fıkrada işaret
edilen yer ve durak kabirdir. Diğer yoruma göre ise işaret edilen yer kıyamet
günü vanlaca k cennetteki makam veya cehennemdeki hücredir. Tercemede bu iki
yoruma parantez içi ifâde ile işaret edilmiştir.
4271) "... Ka'b
(bin Mâlik) el-Ensârî (Radtyallâhü a»A>'den rivayet edildiğine göre;
Resûlullah (SaUalîahü Aleyhi ve Sellem) şöyle buyurmu§tur:
Mü'minin
ruhu, kendisinin dirileceği (kıyamet) giin(ü) cesedine geri dön üne ey e kadar
cennet ağaçlarında rızıklanan bir kuştur."[147]
Bu
hadîsi Nesâi ve TaberânI de rivayet etmişlerdir. Kurtubî, Süyûti ve Sindi gibi
âlimler bu hadîsin şe-hid olan mü'minler hakkında olduğunu beyân ederek bu
görüşe sü-nenimizde 2801 numarada geçen îbn-i Mes'ûd (Radıyal-lahü anh) 'm
hadîsini ve Ka'b bin Mâlik (Ratfıyallâhü anh) 'in bu bâbta rivayet edilen
hadîsinin bâzı rivâyetlerdeki metnini delil göstermişlerdir. Taberâni1 nin Ka'b
(Radıyallâhü anh)'den müteaddid yollarla rivayet ettiği hadîs metni bazı
rivayetlerde Müellifimizin rivayet ettiği metin gibidir. Diğer bâzı rivayetlerde
ise meâlen "Şehidlerin ruhları yeşil Kuşlardadır, (cennette) diledikleri
yerlerde rızıklanırlar" biçimindedir. Bu mealdeki rivayet diğer
rivayetlerin de şehidler hakkında olduğuna delâlet eder.
Süyûti,
Nesâi1 nin rivayet ettiği bu hadisin izahı bölümünde özetle şöyle der:
K
u r t u b i : Bu hadîs, şehid olan mü'min hakkındadır. Buna benzer diğer
hadisler de şehidlere âit olarak yorumlanır. Şehidler dışında kalan
mü'minlerin ruhları ise bâzan gökte, bâzan da mezarlar çevresinde bulunur.
Fakat cennette olmazlar. Şehidlerin ruhlarının ölümü müteakip rızıklandıklan ve
cennette oldukları Kitâb ve Sünnet ile sabittir. Şehidler dışında kalan
mü'minlerin ruhlarına gelince kıyamet gününe kadar rızıklanmadıkları hususunda
ümmetin icmaı vardır. Kadı Ebû Bekir bin el-Arabi, Tirmizİ'-nin şerhinde bu
icmâın bulunduğunu anlatmıştır, demiştir.
Eş-Şeyh
Izzü'd-Din bin Abdi's-Selâm da bu hadîsin şehidlere mahsus olduğunu
söylemiştir.
S
i n d î de: Bu hadisin zahiri şehidin ruhunun, Allah'ın emriyle şekillenerek
kuş suretine girdiğine delâlet eder. Nasıl ki melek bâzan insan şekline girer.
Süyûtî, Ebû Davud'un haşiyesinde demiş ki: Biz hadîsi ruhun kuş şekline
girdiği anlamına yorumladığımız zaman en uygunu bunu uçma gücü bakımından ele
almaktır. Yâni ruh, uçma gücü bakımından kuşa benzer. Maksad ruhun kuş suretine
girmesi değildir, demek daha isabetli olur. Çünkü insan sureti, suretlerin en
güzelidir, dedikten sonra sözüne devamla Sindi çöyle söyler:
Şayet
insan ruhunun bir şekli var ise ve bu şekil insan suretinde ise, Süyûti1 nin bu
görüşüne ve yorumuna bir diyecek yoktur. Ama insan ruhunun bir şekli yok ise ve
Allah, onu herhangi bir hikmete binâen şekillendirmek isterse, ruhun kuş
suretinde şekillenmesi uzak bir ihtimal değildir.
Yukarda
belirttiğim gibi 2801 nolu îbn-i Mes'ûd (Radı-yallâhü anhVın hadisi bu hadîsin
benzeri olup şehidlerin ruhlarının cennetteki yaşantısını belirtir. Konu ile
ilgili gerekli bilgi orada verildiği için oraya da bakılmalıdır.
4272) "... Câbir
(bin Abdillah) (Radıyallâhü anhümâyd&n rivayet edildiğine göre Peygamber
(Sallallakü Aleyhi ve Sellem) şöyle buyurmuştur:
(Mü'min)
ölü, kabre girdiği zaman güneş, batmak üzere bulunduğu şekilde (ona) temsil
edilir (yâni sanki akşam namazı vakti gelmiş gibi bir görüntü ona gösterilir).
Bunun üzerine ölü oturup ellerini gözlerine sürer ve: Beni bırakınız namaz
kılayım, der."
Not:
Eğer Talha bin Nâfi İsimli Ebû SÜfyân, Câbir bin Abdillah <R.A.Vdan hadis
işitmiş ise bu hadisin senedi hasen'dir. Râvi îsmâil bin Hafs hakkında da
ihtilâf vardır.[148]
Zevâid
nevinden olan bu hadis, mü'min kulun Allah'ın lutüf ve yardımına mazhar
olduğuna delâlet eder. Çünkü ölü kabre girdiği zaman akşam namazı vakti gelmiş
gibi ona bir görüntü sunulması ve onun: Beni bırakınız, namaz kılayım, sözünü
söylemesi, ilâhî mağfirete kavuşmasının bir canlı belirtisidir. Hadîste bir
kayıt bulunmamakla beraber kanaatımca böyle bir görüntü beş vakit namaza düşkün
olan mü'minlere sunulur. Çünkü namaza devam etmeyen veya zaman zaman namazı
ihmal eden bir kimse; böyle görüntüyü hayatında defalarca gerçek olarak
müşahede ettiği halde akşam namazına kalkmamıştır. Kul hayatta iken namazı
önemsememiş ise kabirde faraza böyle görüntü görse acaba: Beni bırakınız namaz
kılayım, diyecek mi? Tabii bunu ancak Allah bilir, ama pek tahmin etmem. Bununla
beraber hadîs diğer mü'minlere şümullü değildir, demek de mümkün değildir.
Allah bizide bu görüntüyü görüp böyle söyleyecek mü'minlerden eylesin.[149]
Gerek
bu bâbta rivayet edilen hadîsler ve gerekse, Kütüb-i Sitte*-nin kalanlarında
rivayet edilen ve kabir hallerine dâir benzer hadisler kabir azabının hak
olduğuna delâlet eder. Ehl-i Sünnet mezhebine göre kabir azabı hak ve
gerçektir. M ü' m i n sûresinin "Onlar sabah akşam ateşe sunulurlar.
Kıyamet günü de, "Fir'avn'ın adamlarını azabın en çetinine sokunuz"
denilir" mealindeki 46. âyeti ve sahâbîlerden bir cemâat tarafmdan rivayet
edilen sahih hadîsler bunu ispatlar. Allah Teâlâ'nm ölünün cesedinden bir
parçaya hayat ve duygu vermesi ve o parçaya azab çektirmesi aklen de mümkündür.
Aklın kabul ettiği bu olay Kitâb ve Sünnet ile sabit olduğu için buna inanmak
ve aynen kabul etmek gerekir. Hâriciler, Mu'te-z i 1 e mezhebine mensup
olanların çoğunluğu ve M ü r c i e mezhebi mensupları kabir azâbma
inanmamaktadır. Tabii bu mezhebler Ehl-i
Sünnet mezhebi dışmda kalan
bâtıl mezheblerdir.
Nevevi,
Müslim'in şerhinde Kitâbü'I-Cenneti bölümünde rivayet olunan kabir azabı
hadislerinin izahını yaparken özetle şu bilgiyi verir:
Ehl-i
Sünnet mezhebine göre cesed aynen veya bir parçası azab görür ve ruh azab
gören cesede veya parçasına girer. Ehl-i Sünnet mezhebine mensub Muhammed bin
Cerîr, Abdullah bin Kiram ve bir gurup, ruhun cesede geri dönmesinin şart
olmadığı görüşünü savunmuşlar ise de arkadaşlarımız bu görüşün fâsid ve bâtıl
olduğunu söylemişlerdir. Çünkü elem ve duygu ancak canlı bir varlıkta olabilir.
Arkadaşlarımız: Cesedin parçalara dağılması, yırtıcı hayvanlar veya balıklar
tarafından yenmesi veya başka türlü imha edilmesi ilâhî azabın gerçekleşmesine
engel değildir. Çünkü Allah Teâlâ, cesedi kıyamet günü dirilteceği ve
diriltmeye gücü yettiği gibi cesed dağılmış, yırtıcı hayvanlar veya balıklar
tarafından yenmiş olsa bile bunun bir parçasına veya bir kaç parçasına hayat
vermeye de gücü yeter. Şöyle bir şey sorulabilir: Ölü gömüldükten bir süre
sonra kabri açılırsa cesedde bir değişiklik görülmez, kabre konulduğu gibi
müşahede edilir. Peki ona nasıl sorular sorulur, nasıl oturtulur ve demirden
tokmaklarla nasıl dövülür da hiç bir izi görülmez? Bu soruya şöyle cevab
verilir:
Ölünün
başına gelen felâketleri görmememiz olağandır ve örneğini uyku hâlindeki
kişide görebiliriz. Yanımızda uyuyan kişi rü'ya-sında bir takım zevkli şeyler
veya elemler görür. Fakat yanıbaşında olduğumuz halde farkında değiliz. Keza
kişi uyanık iken işittiği veya düşündüğü bir şeyden dolayı zevk veya acı duyar.
Buna rağmen yanında oturan bir kimse farkında değildir ve bir şey görmez. Cebrail
(Aleyhisselâmî, Resûl-i Ekrem (Aleyhi's-salâtü ve's-selâm) 'e vahiy getirirdi.
Fakat Resûl-i Ekrem (Aleyhi's-salâtü ve's-selâm)'in yanında oturanlar Cebrail
(Aleyhisselâmî 'ı görmezlerdi.
Ölünün
oturtulması olayının kabre gömülen ölülere mahsus olması ve cesedi herhangi
bir şekilde imha edilen ölülerde bu olayın vuku bulmaması muhtemeldir.[150]
4273) "... Ebü Saîd
(Radtyallâhü ank)'den rivayet edildiğine göre; Re-sûlullah (Sallallahü Aleyhi
ve Sellem) şöyle buyurdu, demiştir:
Sûr'un
iki sahibinin ellerinde (lifleyecekleri) iki boynuz bulunur. Ne zaman (üflemekle)
em rolü nacaklarını dikkatle gözleyip düşünürler."
Not:
Zev&id'de şöyle denilmiştir : Râvilerden Haccâc bin Ert&t ve Atiyye
el-Avtt'nin zayıflığı nedeniyle bunun senedi zayıftır.[151]
Sûr
.• Boynuz şeklinde borazan ve düdüktür.
Kam
s Boynuz demektir.
En-Nihâye'de:
Sür: Kıyamet günü ölülerin diriltüeceği zaman î s r â f i 1 (Aleyhisselâm)'ın
üfleyeceği boynuz şeklindeki borazandır, denilmiştir.
Tirmizi.
Ebû Dâvûd ve
Mesâi" nin rivayet ettikleri
bir hadiste :
"Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem);"Sûr,
içine üflenen bir boynuzdur" buyurmuştur. Avnü'I-Mabûd ya-zaruım naklen
beyânına göre e 1 - E r d e b i 1 i demiş ki. Mücâhid ve başkaları: Sûr,
borazan şeklindedir. Ruhlar onun içine konulur. Sonra üflenir, demişlerdir.
Bu
hadis, üfleme olayının iki defa vuku bulacağına, her üflemenin ayrı bir melek
tarafından bir borazana olacağına delâlet eder. Ancak bu hadisin senedinin
zayıflığı yukarda belirtilmiştir. Bundan sonra gelen hadiste anılan Z ü m e r
sûresinin 68. âyetine göre Sûr bir tanedir ve ona iki defa üflenecektir.
Müfessirler ve hadîs sarihlerinin çoğu üfleme işinin İsrafil (Aleyhisselâm)
tarafından yapılacağını bildirirler.
4274) "... Ebû
Hüreyre (RadtyaHâhü anft)'ûttt: Şöyle demiştir;
Yahudilerden
bir adam, Medine (i Münevvere) çarşısında Mî sâ'yı insanlar üzerine seçip
tercih eden (Rabb'im)e yemin ederin diye yemin etti. Bunun üzerine Ensâr'dan
bir adam (yahûdi kişiye) İçimizde Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) bulunduğu
hald sen bu sözü (nasıl) söylersin? diyerek elini kaldırıp ona bir tokat al U.
Sonra o olay Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'e anlatıld Bunun üzerine
Resûlullah {Sallallahü Aleyhi ve Sellem) şöyle bu yurdu:
Allah
(Azze ve Celle) "Ve Sûr'a üflenir, bunun üzerine Allah'u dilediği kimseler
hâriç, göklerde olanlar ve yerde olanlar çarpılıp yi kılırlar. Sonra Sûr'a bir
daha üflenir. Bu defa onlar (kabirlerinden hemen kalkarak bakımp dururlar.
(Zümer, 68), buyurmuştur. Beı başım kaldıranların ilki olurum. O anda ben Arş'm
ayaklarından bi risini tutan Mûsâ ile karşılaşırım. Artık bilmem o, başını
benden ön ce mi kaldırdı, yoksa o. Allah (Azze ve Celle)'nin çarpılıp yıkılmak
tan müstesna (ve muaf) tuttuğu kimselerden mi oldu. Kim de s Beı Yûnus bin Mettâ'dan
daha hayırlıyım (üstünüm), derse şüphesiz yalan söylemiş olur."
Not:
Zevâid'de şöyle denilmiştir: Bunun senedi sahih olup râvileri güreni lir
zâtlardır,[152]
Zevâid
yazarının Zevâid nevinden saydığı bu hadîsin mislini Tirmizi, Zümer sûresinin
tefsiri bölümünde rivayet ederek hasen -sahih olduğunu söylemiştir. B u h â r i
Husûmet, Tevhîd ve Rıkak bölümlerinde, Müslim, Mûsâ (Aleyhisselâm)'in
faziletleri bölümünde, Ebû Dâvüd Sünnet bölümünde ve N e s â î Nuût ve Tefsir
bölümlerinde bunun benzerini rivayet etmişlerdir.
Bu
hadiste geçen Zümer sûresinin 68. âyeti, Sûr'a üfleme olayım ve sonuçlarını
bildirir. Sûr'un ne olduğu konusunda gerekli bilgi bundan önceki hadîsin izahı
bölümünde verildi.
Saak:
Şiddetli korkudan bayılmak, yıldırımın çarpması, çarpılıp yıkılmak ve ölmek
gibi mânâlara gelir.
Yukarda
anılan âyette geçen Saak, müfessirlerin çoğuna göre ölmek manasınadır.
Bâzılarına göre ise çarpılıp bayılmak manasınadır.
Müfessirlerin
ekserisine göre bu âyette beyân edilen Sûr'a ilk üfleme neticesinde Allah'ın
diledikleri kimseler dışında kalan, lerde olanların ve yerde olanların hepsi
ölür. Sûra ikinci kez üfleme sonucunda da ölülerin hepsi diriltilir.
Birinci
kez üfleme sonucunda ölmeleri takdir edilmeyen ve Allah'ın dilemesiyle hayatta
kalanların kimler olduğu hususunda çeşitli rivayetler vardır. Bir rivayete göre
onlar, şehidlerdir. Diğer bir rivayete göre dört büyük melek, yâni Cebrail,
Mîkâil, îsrâ-fil ve Azrail (Aleyhimüsselâm)'dır. Üçüncü bir kavle göre Rıdvan,
Mâlik isimli iki melek ile huriler ve zebanilerdir. Bir kavle göre M û s â
da onlardandır.
Bu
görüşler hakkında bilgi edinmek isteyenler bu hadisin izahı esnasında şerhlerde
beyân edilen rivayetlere ve tefsir kitablarında naklen bildirilen hadislere
bakabilirler.
Nemi
sûresinin 87. âyetinde de Sûr'a üfleme olayı meâlen şöyle beyân buyurular:
"ve Sûr'a üfürüldüğü gün Allah'ın diledikleri hâriç, göklerde olanlar ve
yerde olanlar korku içinde kalırlar. Hepsi boyunları bükük olarak Ona
gelirler."
Bu
âyette geçen «Feza» sözcüğü şiddetli korku mânâsına yorumlandığı gibi ölüm
mânâsına da yorumlanmıştır. Ölüm mânâsına yorumlayanlara göre bu âyette beyân
buyurulan Sûr üfleme olayı, kıyametin kopacağı zaman Allah'ın dilediği
kimseler dışında kalanların hepsinin ölümüne sebep olan üfleme olayıdır. Yâni Z
ü m e r sûresinin 68. âyetinde beyân buyurulan üfleme olayının aynısıdır.
Bâzı
müfessirler ise Nemi sûresinde geçen Feza' ve Z ü m e r sûresinde geçen Saak
sözcüklerini şiddetli korkudan dolayı bayılmak ve çarpılmak mânâsına
yorumlamışlar ve bu olayın ilk Sûr'a üfleme neticesinde meydana geleceğini,
bundan sonra da Allah'ın diledikleri hâriç göklerdeki ve yerdekilerin hepsinin
öleceği mânâsını vermişlerdir.
Fahrüddîn-i
Râzî, Zûmer sûresinin 68. âyetinin tefsiri bölümünde geniş bilgi vermiş ve bu
arada özetle şöyle demiştir:
Bâzılarına
göre bu âyetteki Saak üfleme olayı ile Nemi sûresinin 87. âyetinde geçen Feza*
üfleme olayı aynı şey olup şiddetli korku ve çarpılma manasınadır. Bu olay
Sûr'a ilk üfleme esnasında vuku bulur. Bu kavle göre Sûr'a üfleme olayı iki
defa meydana gelir. Birincisi budur. İkincisi de tüm ölülerin dirilmesine sebep
olan Sûr'a üfleme olayıdır.
Diğer
bir kısım ilim adamlarına göre Z ü m e r sûresinin 68. âyetinde geçen Saak,
ölüm demektir. Buna göre üfleme olayı üç defa meydana gelecek.
Birincisi
Feza* üflemesi olup Nemi sûresinde geçen üfleme olayıdır.
İkincisi
Saak uflemesi'dir.
Üçüncüsü
de Kıyam uflemesi'dir, yâni ölülerin dirilmesi için olan üflemedir. İkinci ve
üçüncü üfleme olayları Z ü m e r sûresinde geçen üflemelerdir.
Fahr-i
Râzî bundan sonra Saak üflemesi sonucunda ölmeyeceği bildirilenlerin kimler
olduğu yolunda vârid olan rivayetleri nakleder.
Bu
hadise göre Resûl-i Ekrem (Aleyhi's-salâtü ve's-selâm) kıyamet günü başım
kaldıracağı zaman M û s â (Aleyhisselâm)'ı Arşın bir ayağmı tutmuş halde
görecek ve Resûl-i Ekrem (Aleyhi's-saUUü ve's-selâm), M û s â'nın kendisinden
önce mi başını kaldıracağını veya âyette istisna edilen zâtlardan mı olduğunu
bilmemiştir. Burada çözümlenmesi gerekli iki nokta vardır:
Birincisi
i M û s â (Aleyhisselâm) vefat etmiştir. Kıyametin kopacağına yakın zamanda
Sûr'a ilk üflendiğinde M û s â (Aloy-hisselâm)'in hayatta kalmak üzere istisna
edilen zâtlardan olması nasıl olur?
İkincisi
ı Resûl-i Ekrem (Aleyhi's-salâtü ve's-selâm) 'İn ilk dirilecek zât olduğu
sahih hadîslerle sabit iken M û s â (Aleyhisselâm) 'in kendisinden Önce başını
kaldırması ihtimâli nasıl izah edilir?
Müslim'in
Ebû Hüreyre (Radıyaîlâhü anh) "den rivayet ettiği buna benzer hadisin
izahı bölümünde N e v e v î özetle şu bilgiyi verir:
Kadı
demiştir ki: Bu, çözümlenmesi ve izahı en güç hadîslerdendir. Çünkü M û s â
(Aleyhisselâm) vefat etmiştir. Kıyamete yakın zamanda vuku bulacak Sür'a ilk
üfleme olayına nasıl yetişir veya bundan nasıl etkilenir? Çünkü bundan
etkilenmek hayatta olanlara mahsustur. Sûr'a üflendiğinde hayatta kalmaları
takdir buyurulan-lar arasında M û s â (Aleyhisselâm) 'm bulunması nasıl olur?
Çünkü böyle bir istisna onun hayatta olduğuna delâlet eder. Halbuki onun
hayatta olduğuna dâir veya öldükten sonra dirildiğine ait bir şey v£-rid
olmamıştır. Bu itibarla hadîste beyân buyurulan Saak, kıyamet koptuktan ve
ölüler dirilttirildikten sonra göklerin ve yerin yarıldığı zaman meydana
gelecek şiddetli korku Saak'ı olabilir. Yâni o zaman tekrar Sûr'a bir üfleme
olayı meydana gelir ve herkes şiddetli korkudan bayılıp yere yıkılır. M û s â
(Aleyhisselâm) ise T û r dağında Allah Teâlâ'yı görmek istediğinde başına
gelen bayılma olayı dolayısıyla kıyamet günü vuku bulacak bu Saak etkisinden
ve bayılmaktan muaf tutulmuş olur.
Resül-i
Ekrem (Aleyhi's-salâtü ve's-selâm)'in "Bilmem Mûsâ benden önce mi başını
kaldırdı" mealindeki ifâdesi, zâtının herkesten önce diriltileceği
hükmünün kendisine bildirilmeden önceki döneme ait olabilir. Şöyle bir ihtimal de
vardır:
Müslim
ve Ebû Davud'un rivayet ettikleri E b û H ü r e y r e (Radıyallâhü anh) 'm bir
hadisinde Resûl-i Ekrem (Aleyhi's-salâtü ve's-selâm) "... Ben kabrinden
dirileceklerin ilkiyim" buyurmuştur. Bu hadis şöyle yorumlanabilir: Yâni
"Ben kabirleri yatılıp ilk dirilecek zümredenim." Bu zümre
peygamberler zümresidir. Mûsâ (Aleyhisselâm) da bu zümreye dâhil olduğu için
Resûl-i Ekrem (Aleyhi's-salâtü ve's-selâm) onun kendisinden önce mi kalktığını
bilmediğini ifâde buyurmuş olabilir.
Kadı' nm sözü bitti.
Sindi
de şöyle der: Mûsâ çok önce vefat ettiği halde kıyamete yakın zamanda meydana
gelecek Sür üfleme esnasında ölenlerden istisna edilmesi veya ölenler içinde
bulunması nasıl olur, diye bir soru hatıra gelir. Bu soruya şöyle cevap
verilir: Peygamberler kabirlerinde hayatlarını sürdürürler. Bu itibarla
kıyamete yakın zamanda meydana gelecek Sûr üfleme olayından etkilenmeleri veya
etkiden muaf tutulmaları mümkündür.
Yahudi
kişinin M ü s â (Aleyhisselâm) 'in seçkinliğini ifâde eder mâhiyette yemin etmesi olayı ile
ilgili olarak B u h â r i ve Müslim' deki bir rivayete göre yahûdî kişi satışa arz
ettiği bir malına verilen fiatı az' görünce böyle yemin etmiş. Diğer bir
rivayete göre kendisi ile bir müslüman arasında çıkan münakaşa dolayısıyla
müslüman kişi *'Muhammed (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'i âlemlere üstün kılan
(Allah)a yemin ederim'*, diye yemin etmiş ve buna karşın, yahûdî de Mûsâ
(Aleyhisselâm) 'ı âlemlere üstün kılan (Allah)'a yemin ederim, diye
yemin etmiş. Bunun üzerine müslüman kişi yahûdîye bir tokat yapıştırmıştır.
Müslümanın yahûdiye tokat atması sebebi ile ilgili olarak Hâf iz:
Müslüman, yahûdî'nin yemin şeklinin umumîliğinden kızmıştır. Çünkü bu
umûmi ifâdeye göre yahûdî, M ü s
â (Aleyhisselâm)'m Muhammed
(Aleyhi's-salâtü ve's-selâm)'den de üstün olduğunu iddia etmiş ve
böylece yalan söylemiştir. Müslüman zât ise Resûl-i Ekrem (Aleyhi's-salâtü
ve's-selâm)'in bütün peygamberlerden üstün olduğunu bildiği için yahûdiyi
söylediği yalandan dolayı cezalandırmak üzere tokatlamıştır.
Tokatlama
olayı Resûl-i Ekrem (Aleyhi's-salâtü ve's-selâm) 'e intikal edince O, Mûsâ
(Aleyhisselâm)'m faziletini beyân buyurmuştur. Yâni yukarda belirtilen Kadı' nın
yorumuna göre kıyamet kopup insanlar dirildikten sonra vuku bulacak
Sûr'a üfürülme olayı neticesinde ister M û s â (Aleyhisselâm) bayılma dışında
tutulanlardan olsun ister bayılıp da Resûl-i Ekrem (Aleyhi's-salâtü
ve's-selâm)'den önce ayılıp kalksın her iki ihtimale göre onun bu açıdan
insanlara üstünlüğü meziyeti vardır. Bu itibarla yahûdî şahsı böyle bir
sözünden dolayı tokatlamamak gerekir.
Hadisin
sonunda "Kim de . Ben Yûnus bin 'Mettâ'dan daha hayırlıyım (üstünüm)
derse şüphesiz yalan söylemiş olur" mealindeki fıkrada geçen
"Ben" zamiri böyle bir söz söyleyen kimseye âit olabilir. Bu takdirde
mânâ şöyle olur. Her hangi bir kimse kendi şahsının Yûnus bin Mettâ
(Aieyhisselâm)'dan üstünlüğünü iddia etmesin, ederse yalan söylemiş olur.
İkinci
bir ihtimal: Cümlede geçen "Ben" zamirinin Resül-i Ekrem (Aleyhi's-salâtü
ve's-selâm)'e âit olmasıdır. Bu takdirde cümlenin mânâsı şöyle olur: "Kim
Resûl-i Ekrem (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'in Yûnus peygamberden üstün
olduğunu söylerse yalan söylemiş olur."
Birinci
yoruma göre yalandan maksad küfürdür. Çünkü peygamber olmayan bir kimsenin bir
peygamberden üstün olması düşünülemez. EI-Mirkat'ta belirtildiği gibi
peygamber olmayan bir kimsenin bir peygamberden üstün olduğunu söylemesi küfre
denk bir yalan sayılır.
İkinci
yoruma gelince, Resûl-i Ekrem (Aleyhi's-salâtü ve's-selâm) bütün yaratıklardan
üstündür. Müslim ve
Ebû Davud'un
rivayet
ettikleri; = "Ben Âdem'in neslinin büyüğüyüm..." hadîsi gibi bir çok
delil O'nun tüm insanlardan üstün olduğuna delâlet eder. Bu itibarla yukardaki
hadîsin son fıkrası ikinci şekilde yorumlandığı takdirde, bu buyruğun önce
buyurulduğu ve daha sonra bütün yaratıklardan üstünlüğü Allah tarafından
kendisine bildirildiği yolunda yorum yapılır.
İkinci
yorumla ilgili diğer bir ihtimal şudur: Resûl-i Ekrem (Aleyhi's-salâtü ve's-selâm).
Yûnus (Aleyhisselâm)'in Kur'ân-ı Ke-rîm'de beyân edilen mes'elesinden dolayı
câhil kişilerin Yûnus (Aleyhisselâm) "m mertebesinin düşük olduğunu
sanmamalan için ve söz konusu meselesinin onu peygamberlik derecesinden
düşürmediğini belirtmek maksadıyla böyle buyurmuştur.
4275) "... Abdullah
bin Ömer (Radtyallâhü anhümâydzn rivayet edildiğine göre; Resûlullah
(Sallallahü Aleyhi ve Sellem) minber Üstünde şöyle buyururken işittim,
demiştir:
Cebb&r
(olan Allah kıyamet günü) mülkü olan gökleri ve yerleri eline (şöyle) alır.
(Râvi Abdullah bin Ömer dedi ki: Ve Resûlullah rSallallahü Aleyhi ve Sellem)
böyle buyururken avucunu kapadı sonra da açıp kapatmaya başladı).
(Resûlullah
(Sallallahü Aleyhi ve Sellem) sözlerine devamla şöyle buyurdu):
Sonra
Allah buyurur ki: Cebbar benim, Melik benim. Hani (dünyadaki) cebbarlar
nerede? Mütekebbirler nerede?
Râvi
Abdullah bin Ömer dedi ki: Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) bu
konuşmasını yaparken sağma ve soluna eğiliyordu. Hattâ baktım minber altından
(yukarısına kadar) öyle sallanıyor ki ben kendi kendime artık minber Resûlullah
(Sallallahü Aleyhi ve Sellem) İle beraber düşecek mi? diyor (ve endişeleniyor)
dum."[153]
Bu
hadîs, sünenimizde 198 numarada geçti. Orada belirttiğim gibi bu hadisi Müslim
de rivayet etmiştir. Ayrıca E b û D a • v û d da bunun bir benzerini Sünnet
kitabının "Bâbün Fi'r Reddi Ale'l-Cehmiyye" bölümünde rivayet
etmiştir. Hadisin gerekli izahı orada, yâni 198 numarada yapıldığı için
tekrarlamaya gerek yoktur. Ancak şunu ilâve edeyim:
Bu
hadîs, Zümer sûresinin 67. âyetinde geçen;
"Ve
yer (küresi) tümüyle kıyamet günü Allah'ın avucundadır. Gökler de O'nun sağ
eliyle durulmuş olacaktır." Nazm-i Ilâhİ'nin tefsir ve açıklaması gibidir.
Hadisten kasdedilen mânâ, Allah Teâlâ'nın azametinin ve kudretinin büyüklüğünü
ifâde etmek ve akıllara durgunluk veren büyük şeylerin ve işlemlerin O'nun
azameti karşısında çok basit ve küçük olduğunu belirtmektir.
El,
avuç, parmak gibi organları ifâde eden kelimeler Allah Teâ-İâ hakkında vârid olduğu
yerlerde bildiğimiz organlar mânâsında kullanılmamıştır. Çünkü Allah cisim
değildir, bildiğimiz anlamda organlar O'nun hakkında düşünülemez. Bu
kelimelerin nasıl yorumlanacağı hususu ile ilgili gerekli bilgi 198 nolu
hadisin izahı bölümünde verilmiştir. Oraya bakılmalıdır.
4276) "... Aişe
(Radtyaüâhü anAâ)'dan; Şöyle demiştir:
Ben:
Yâ Resülallah! Kıyamet günü insanlar nasıl hasredilecekler? diye sordum. O t
Yalınayak
ve çıplak olarak (hasredilecekler), buyurdu. Beni Kadınlar da (çıplak mı olacaklar)?
dedim. Ot Kadınlar da (çıplak olacaklar), buyurdu. Ben: Ya Resülallah! Peki
haya edilmez mi? diye sordum. O: Ya Âişe! Haşr İşi çok şiddetli olup insanların
birbirlerine bakmaları hatırlarına bile gelmez (yâni herkes sorgu ve azab korkusundan kendi
derdiyle meşguldür, başkasının hâlinden habersizdir). buyurdu."
4277) "... Ebû Musa
el-Eş'arî (Radtyallâhü un A J'den rivayet edildiğine göre; Resûlullah
(SallaHahü Aleyhi ve Scllcm) şöyle buyurdu, demiştir:
Kıyamet
günü insanlar üç defa Allah'a arzolunacaklar (yâni huzurda sorguya
çekilecekler). İki arz (yâni sunuş) mücâdele ve mazeretlerden ibarettir.
Üçüncü sunuşa gelince (insanların işledikleri amellerin yazılı olduğu)
defterler o zaman ellere uçacaklar (yâni hızla verilecektir). Artık (defteri)
kimisi sağ eliyle tutacak ve kimisi sol eliyle tutacaktır."
Not:
Zevâid'de şöyle denilmiştir : Senedin râvileri güvenilir zâtlardır. Fakat
sened munkatidir (yâni kopuktur). Çünkü el-Hasan, Ebû Musa'dan hadis
işit-memiştir. Bu durumu Ali bin el-Medini, Ebû Hatim ve Ebû Zur'a
söylemişlerdir. Tirmizl de bu hadisi el-Hasan aracılığıyla Ebû Hüreyre
(R.A.)'den rivayet ederek t EI-Hasan'ın Ebü Hüreyre <R.A.)'den hadis
işitmemesi açısından bu hadîs sahih değildir, demiştir.[154]
A
i ş e (Radıyallâhü anha) "nın hadisini Buhâri, Müslim ve N e s â î de
rivayet etmişler. Bu hadîs, mahşer gününün şiddetini, erkek - kadın tüm
insanların anadan doğma gibi bütün vücud-larmm çıplak ve yalınayak olduklarım
ve herkesin kendi derdiyle meşgul olması sebebiyle başkasının hâline bakacak
durumu olmayacağını ifâde eder.
Ebû
M û s â (Radıyallâhü anhî 'm hadîsini A h m e d de rivayet etmşitir. T i r m i
z î de "Ebvâbu Sıfati'l-Kıyâme" bölümünün "Bâbu Mâ Câe
Fİ'l-Ard" babında Ebû Hüreyre (Radı-yalîâhü anhî'den rivayet etmiştir.
Tuhfe
yazarı Tirmizi 'nin şerhinde bu hadisi açıklarken özetle şu bilgiyi verir:
Yâni
insanlar kıyamet günü Allah'ın huzurunda üç defa sorguya çekilirler. Birinci
defada insanlar kendilerini savunurlar ve peygamberin tebliğlerinden haberimiz
yoktur, diyerek Allah ile münakaşa etmeye girişirler. İkincisinde insanlar
suçlarını itiraf ederek, bil-miyerek, yanılarak ve unutarak suç işledik gibi
lâflarla mazeretler ileri sürecekler. Fakat iş bununla bitmiyecek. Üçüncü defa
sorguya çekilirken herkesin amel defteri eline hızla verilecek, defterler âdeta
kuş gibi uçarcasına aniden ellerde bulunuverecektir. Cennetlik olanların
defterleri sağ ellerine verilecek ve cehennemlik olanların defterleri de sol
ellerine verilecektir. Bu bilgi el-Mirkat'tan naklen verilmiştir.
El-Fetih
yazarı da bu hadisi naklettikten sonra: T i r m i z İ, e 1 - H a k îm demiş ki:
Mücâdele ve münakaşa ile geçen sorgu bölümü kâfirlere mahsustur. Çünkü
kâfirler Rablerini tanımazlar vp münakaşa etmekle kurtulacaklarını sanırlar.
Mazeretlere âit sorgu ise Allah'ın peygamberleri haklı çıkarması ve görevlerim
yaptıklarını belirtmesiyle geçecek. Bu celsede, insanların bir kısmının küfür
üzerinde kalmaları hususunda peygamberlerin bir kusuru bulunmadığı ve
peygamberlerin bu koruda mazur görüldükleri Allah tarafından beyân
buyurulacaktır. Üçüncü sunuş, mü'minlere aittir. Buna büyük arz denilir, diye
bilgi vermiştir.
4278) "... İbn-i
Ömer (Radtyallâhü ankümâydan rivayet edildiğine göre:
Peygamber
(Sallallahü Aleyhi ve Sellem) "Âlemlerin Rabbifnin emri, hesabı ve ceza ya
da mükâfatı) için insanların (kabirlerinden) kalktıkları gün"
(Mutaffifîn, 6) âyeti hakkında şöyle
buyurmuştur ı
Onların
her biri iki kulağının yarılarına kadar tere batmış olarak ayakta (bekleyip)
durur."[155]
Bu
hadisi B u h & r î Rıkâk kitabında, Müslim Cennet kitabında, Tirmizi
Sıfat'ü-Kıyâme ve Tefsir bölümlerinde ve N e s â 1 Tefsir bölümünde rivayet
etmişler. Bu hadis de mahşer gününün dehşetini ve şiddetini beyân eder. î b n - i
Hacer, el-Fetih'te Hâkim'in Ukbe
bin Âmir (Radıyallâhü anh)*-den rivayet ettiği bir hadîsi delil göstererek: Bu
hadiste beyân edilen hâl, en çok tere batan kişinin hâlini bildirir. Mahşerde
herkesin bu kadar ter içinde kaldığı mânâsı kasdedilmemiş olabilir. Evlâ olan
yorum budur, demiştir.
K
u r t u b i de: Şüphesiz, kâmil imân sahipleri ile Arş-ı A'lâ gölgesinde
gölgelenen insanlar mahşerin bu dehşetli hâlinden zarar görmeyecekler demiştir.
N
e v e v î de bu hadîsin izahı bölümünde : Bir rivayette, insanlar amellerine
göre ter içinde kalacaklar, Duyurulmuştur. Kadı demiş ki: Kişinin içinde
kalacağı terin hem kendisine hem de başkasına âit ter olması muhtemeldir.
Herkesin kendi teri içinde kalması mânâsının kasdedilmiş olması da muhtemeldir.
Terin çokluğunun sebebi ise korku ve dehşetin çokluğu, güneşin mahşer halkma
çok yakınlığı ve mahşerdeki izdihamdır, diye bilgi verir.
4279) "... Âişe
(Radtyallâhü a«/ta>'dan; Şöyle demiştir:
Ben,
Resülullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'e, yer (küresin) in» yerden başka bir
şeyle ve göklerin değiştirileceği günü (hatırlayıp gözle) âyetini (İbrahim, 48)
sordum. İnsanlar o gün nerede olacak? dedim. O t
Sırat
üzerinde, buyurdu."[156]
Bu
hadîsi Müslim Kitâbü Sıfati'l-Münafikm bölümünün başlarında, Tirmizî,
İbrahim sûresinin tefsiri bölümünde
ri vâyet etmişler. Ayrıca A h m e
d de rivayet etmiştir.
Yer
küresinin ve göklerin tebdili, değiştirilmesi iki şekildd olabilir. Birincisi
bunların giderilerek yerine başka şeylerin konulmasıdır. Meselâ altının gümüş
ile tebdili ve değiştirilmesi meselesinde olduğu gibi. ikincisi yer küresinin
ve göklerin şekil değiştirmesidir.
Hadişte verilen cevâba göre bunların değişmesi birinci biçimde gerçekleşir.
Müslim'in Sehl bin Sa'd (Radıyallâhü anh) 'den rivayet ettiği bir hadiste:
"Rcsûlullah
(Sallallahü Aleyhi ve Sellem) : İnsanlar kıyamet günü beyaz, kızıl beyaz bir
yerin üstünde toplanacaklar. O yer beyaz undan mamul çörek gibidir. Orada hiç
kimse için bir alâmet olmayacaktır." buyurmuştur.
Bu
ve benzeri hadislerden anlaşılıyor ki kıyamet günü insanlar yer küresinden
başka bir yerde toplanacaklar ve ölüler kabirlerinden kalktıktan sonra oraya
aktarılacaktır.
Beyhaki:
İnsanların Sırat üstünde olmaları geçicidir. Yâni Sırat bir durak ve uğrak
olacaktır. Çünkü insanlar Sırât'tan geçecekler, demiştir.
Bâzı
müfessirler ise yer küresi ile göklerin kıyamet günü şekil değiştireceği
görüşünü benimsemişlerdir. Konu hakkında geniş bilgi almak isteyenler bu
hadisin şerhine dâir .kitablara ve tefsirlere başvurabilirler. Tuhfe yazan
Tirmizi1 nin şerhinde bu hadisi izah ederken konu hakkında geniş bilgi
vermiştir. Oraya aktarılan bilgiyi buraya nakletmek bir hayli yer alacağı
endişesiyle buraya aktarmaktan vazgeçtim.
4280) "... Ebû
Said(-i Hudrî) (Radtyattâhü ö«A)'den rivayet edildiğine göre; Resûlullah (Sallallahü
Aleyhi ve Sellem) şöyle buyurdu, demiştir:
Sırat
(köprüsü), cehennemin ortasının üstüne, sa'dân dikenleri gibi (ateşten)
dikenler üzerine (kurulup) konulur. Sonra insanlar (onun üstünden) geçmeye
çalışacaklar. Artık kimisi sapasağlam (geçip) kurtulur. Kimisi o (ateşten)
dikenle tırmalanmış olup sonra (geçerek) kurtulur. Kimisi de o dikene
takılarak cehenneme baş aşağı
lıhr."
4281) "... Hafsa
(Radtyallâhü atthâ)'âan; Şöyle demiştir:
Peygamber
(Sallallahü Aleyhi ve Sellem) :
İnşâallah
Teâlâ, Bedir (harbin) de ve Hudeybiye (seferin) de hazır bulunan (müslüman
Hardan hiç kimsenin cehennem ateşine girmemesini cidden kuvvetle umanın,
buyurdu. Hafsa demiş ki i Ben ı
Yâ
Resûlallah! Allah "Sizden cehenneme varmıyacak hiç bir kimse yoktur. Bu,
senin Rab bin katında kesinleşmiş bir hükümdür." (Meryem, 71) muhakkak
buyurmadi mı, dedim. (Bunun üzerine) Re-sûl-i Ekrem (Sallallahü Aleyhi ve
Sellem) :
(Yâ
Hafsa!) Sen Allah'ın: "Sonra biz Allah'tan korkup (O'na karşı gelmekten)
sakınanları kurtarır, zâlimleri de toptan orada bırakırız." (Meryem, 72)
buyruğunu işitmedin mi? buyurdu."
Not:
Zev&id'de şöyle denilmiştir : Eğer Ebû Süfyân, Câbir bin Abdillah
(R.A.)'den hadîs işitmiş ise Hafsa (R.A.)'nın bu hadisi sahih olup ravileri
güvenilir zatlardır.[157]
Ebû
S a i d (Radıyallâhü anh) 'm hadisinin benzerini Müslim, İmân kitabının 81. babında uzun bir metin
içinde rivayet etmistir. Bu hadiste geçen Hasek: Hasekenin çoğuludur. Asıl
mânâs» pıtrak dikenleridir. Burada ateşten çengel ve kancalar mânâsında kullanılmıştır.
Sa'dân
t Dikenli bir bitkidir. Devenin en değerli ve besleyici otu sayılır. Bu hadiste
Sırat köprüsünden geçecek durumda ve zorunda bırakılan insanlar üç sınıfa
ayrılmıştır:
Birincisi
sapasağlam geçecek ve kurtuluşa erişecek bahtiyar mü'-minlerdir.
İkincisi,
derisi o dikenlerle tahriş edilip tırmalandıktan sonra kurtulabilecek
mü'minlerdir.
Üçüncüsü
ise ateşten kanca ve çengellere takılıp kalacak ve baş aşağı cehenneme
yuvarlanacak olan kimselerdir. Allah bizi hızlıca ve salimen geçecek olanlardan
eylesin. Âmin.
H
a f s a (Radıyallâhü anhâl'nın hadisi Zevâid nevindendîr. Bu hadiste geçen
Meryem sûresinin 71 ve 72. âyetlerinin izahı ve açıklaması için tefsir
kitablarına müracaat edilmesi uygun olur. Çünkü bunları açıklamak bir hayli
yer alır. Ancak şunu söylemekle yetineceğim :
Bu
âyetlerden de anlaşılacağı üzere bütün insanlar cehenneme uğrayacaklar veya
girecekler. Fakat Allah'ın mağfiretine mazhar olan mü'minler hiç bir zarar
görmeden ve salimen geçip cennete kavuşacaklar. Müşrikler ise cehennemde ebedi
azab görecekler. Mümin olup da günahları olan kimselerin cehennemde azab
görmeden mi, yoksa cezalarını çektikten sonra mı cennete gideceklerini ancak
Allah bilir.[158]
4282) ... Ebü Hüreyre
(Radıyallâhü üH//)'den rivayet edildiğine göre; Resûlullah (Sallal!ahu Aleyhi
ve ScHem) şöyle buyurdu, demiştir:
Siz
(kıyamet günü) benim yanıma abdest izlerinden dolayı yüzleriniz, kol ve
bacaklarınız nurlu olarak geleceksiniz. (Bu nur), Ümmetimin alâmeti olup ondan
başka hiç bir kimsede bulunmaz."[159]
Bu
hadisi Buhârl ve Müslim de rivayet etmişlerdir. Müellifimizin 284 nolu îbn-i
Mes'ûd (Radıyallâhü anh) 'in hadîsi de buna benzer. Hadîste geçen
"Gurr" ve "Muhaccel" kelimeleri ile ilgili açıklama ve
abdest alırken yüz, kolit r ve ayakların yıkanması farz olan kısmının ötesinde
kalanı yıkamanın fazileti ve hükmü bildirilmiştir.
Abdest
izlerinden dolayı yüz, kollar ve ayakların kıyamet günü nurlu olması Resûl-i
Ekrem (Aleyhi's-salâtü ve's-selâm)'in ümmetine mahsus bir alâmettir. Bu alâmet
başka ümmetlerde bulunmaz ve bu alâmet Resûl-i Ekrem (Aleyhi's-salâtü
ve's-selâm)'in kendi ümmetini tanımasına ve dolayısıyla Kevser Havzı başında
onlan kabul buyurmasına vesile, olur.
4283) "... Abdullah
(bin Mes'ûd) (Radtyallâhü onAJ'den; Şöyle demiştir:
Biz,
Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Selle m) 'in beraberinde bir kubbe (yâni
deriden mamul çadır) da İdik. O (bize) :
Siz
cennetliklerin dörtte biri olmanıza razı mısınız? buyurdu. Biz ı
Evet,
dedik. O. (bu kere):
Siz
cennet ehlinin Üçte biri olmanıza razı mısınız? buyurdu. Biz ı
Evet,
dedik. O şöyle buyurdu:
Nefsim
(kudret) elinde olan (Allah) a yemin ederim ki, ben sizin cennetliklerin yansı
olmanızı çok kuvvetle umarım. Sebebi de şudur t Cennete yalnız müslüman olan
kimse girecek, başkası giremiyecektir ve sizler müşrikler (yâni kâfirler)
içinde ancak, siyah öküzün cildindeki beyaz bir kıl veya kırmızı öküzün
derisindeki siyah bir kıl gibisiniz."
4284) "... Ebû
Saîd(-i Hudri) (Radtyaîlâkü ank)'den rivayet edildiğine göre; Resûlullah
(Sallallahü Aleyhi ve Settem) şöyle buyurdu, demiştir:
(Kıyamet
günü bir) peygamber beraberinde '(ümmeti olarak) iki adam olduğu halde gelir.
Bir başka peygamber, beraberinde (ümmeti olarak) üç kişi bulunduğu halde
gelir. Bundan fazla ve az (ümmetle gelen peygamber) de olur. Sonra o (geltm
her) peygambere: Sen kendi kavmine (dini) tebliğ ettin mi? diye sorulur. O da:
Evet, der. Sonra onun kavmi (huzura) çağrılarak: Peygamberiniz size (dini)
tebliğ etti mi? denilir. Onlar: Hayır, derler. Bunun üzerine (onların
peygamberine) : Senin (dini kavmine tebliğ ettiğine dâir) şahidin kimdir?
denilir. O da: Muhammed (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) ve ümmeti der. Bunun
üzerine Muhammed (Sallallahü Aleyhi ve
Sel-
lem)
'İn ümmeti çağırılır ve (onlara) : Bu peygamber (dinini kavmine) tebliğ etti
mi? diye sorulur. Onlar da: Evet, derler. Sonra Allah Teâlâ (Ümmet-i
Muhammedi'ye) : Bu peygamberin kendi kavmine dinî tebliğ ettiğine dâir
bilginiz nedir (yâni bu durumu nasıl bilebilirsiniz) ? der. Onlar da:
Peygamberlerin (dinlerini kendi kavimlerine) tebliğ ettiklerini bize
Peygamberimiz (Muhammed) (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) haber verdi, biz de O'nu
doğruladık, derler. İşte bu açıklamam Allah Teâlâ'nın t
'Ve
böylece sizi hayırlı ve âdil bir ümmet kıldık ki bütün insanlar Üzerine ş âh
id ler olasınız. Peygamber (iniz) de üzerinize şâhid olsun." (Bakara,
143) buyruğunun muhtevasıdır (içeriğidir)."[160]
tbn-i
Mes'ûd (Badıyallâhü anh) 'in hadisini B u h â r İ, Rikak ile Eymân ve Nüzûr
kitablarında, Müslim îmân kitabının 95. babında ve T i r m i z i "Ebvâbû
Sıfati'l-Cenne" bölümünde rivayet etmişlerdir.
Kubbe
ı Deriden yapılan çadır demektir.
İbnü't-Tin:
Resûl-i Ekrem (Aleyhi's-salâtü ve's-selâmî 'in cennetlik olan ümmetinin cennet
ehlinin kaçta kaçı olacağını beyân buyururken bunu soru şekline sokması müjdeyi
pekiştirmek içindir. Keza önce dörtte bir, sonra üçte bir..., diye cennetlik
olan ümmetinin miktarını tedrici olarak beyân buyurması da ümmetini daha ziyâde
sevindirmek içindir, demiştir.
Hadiste
bu ümmet, kâfirler içinde ve onlara nazaran azınlıkta kalması bakımından siyah
bir öküzün derisindeki beyaz bir kıla veya kırmızı öküzün derisindeki siyah bir
kıla benzetilmiştir. Bununla ilgili olarak da İbnü't-Tin: Burada hakikaten tek
kıl mânâsı kasdedilmemiştir. Çünkü bir öküzün renginden olmayan kıl sayısı tek
bir tane değil en az bir kaç tane olur. Tek bir kılı, renginden başka renkte
olan bir öküz yoktur, demiştir.
E
b û S a i d (Radıyallâhü anh) 'in hadisini B u h â r i ve Tirmizi, Bakara
sûresinin tefsiri bölümünde rivayet etmişlerdir. Oralardaki rivayette
hadisin baş kısmi; = "(Kıyamet günü) Nûh çağırılır'* diye başlar. Bu hadîste
anılan âyetin izahını tefsirlere bırakıyoruz. Ancak şunu belirtmekle
yetineceğim:
Âyette
geçen Vasat kelimesi, hayırlı mânâsına yorumlandığı gibi, adaletli ve mutedil
mânâsına da yorumlanmıştır. Mutedilden maksad, ifrat ve tefritten kaçınıp orta
yolu seçendir. Yani bu ümmet ne ifrata kaçan, aşın giden, ne de tefrit ve kusur
yoluna sapan bir ümmettir. Bu hadis
Nesâî ve Ahmed
tarafından da rivayet edilmiştir.
Onların rivâyetlerindeki metin Müellifimizin rivâyetindeki metne uyar.
4285) "... Rifâa
el-Cühenî (Radtyallâkü ank)'dtn\ Şöyle demiştir:
Biz,
Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve SelIemJ'in beraberinde bir yolculuk (veya
savaş) tan geri döndük. O sıralarda Resûl-i Ekrem (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)
:
Muhammed'İn
cam (kudret) elinde olan (Allah) a yemin ederim ki: İmân edip, sonra doğru
yoldan ayrılmayan hiç bir kul yoktur ki cennete dâhil edilmesin. Siz ve iyi (=
dindar) nesliniz cennetteki meskenlere (köşklere) yerleşmedikçe (diğer
ümmetlerin mü'-minleri olan) cennetliklerin cennete girmemelerini de ümit
ederim ve Rabbim (Azze ve Celle), ümmetimden yetmiş bin kişiyi hesabsız olarak
cennete dâhil etmeyi bana kesin vaadetti, buyurdu.'*
Not:
Zevâid'de şöyle denilmiştir : Bunun senedinde Muhammed bin Mus'ab bulunur. Onun
hakkında Salih bin Muhammed el-Bağdâdl: El-Evzât'den rivayet hususunda zayıftır
ve onun el-Evzâi'den olan bütün hadisleri maklûb'tur, demiştir. Ancak şu var ki
Muhammed bin Mus'ab, bu hadisi el-Evzât'den rivayet bakımından yalnız değildir,
çünkü Nesâî de Amelü'1-Yevm ve'1-Leyl'de bu hadisi Yahya bin Hamza aracılığıyla
el-Evzâi'den rivayet etmiştir.
4286) "... Ebû
Ümâme el-Bâhilî (Radıyaîlâhü û«A>'den rivayet edildiğine göre kendisi:
Ben,
Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'i şu buyruğu buyururken işittim,
demiştir i
Rabbim
Sübhânehû benim ümmetimden yetmiş bini, üzerlerinde ne hesab ne de azab
olmaksızın cennete dâhil etmeyi bana vaadettİ. (Bunlardan) beher binin
beraberinde yetmiş bin (kişi) ve Rabbim (Azze ve CelleJ'nin avuçlarıyla üç avuç
dolusu, (yâni ümmetimden çok sayada kişi) bulunur."[161]
R
i f â a (Radıyaîlâhü anh) 'in hadisi Zevâid nevindendir. E b ü Ümâme
(Radıyaîlâhü anh)'in hadisini Tirmizi ve Ah-m e d de rivayet etmişler. Bu
hadiste geçen Haseyât kelimesi Has-yet'in çoğuludur.
Haşyet
ve Hasvet: İnsanın iki elini birleştirerek avuçlayıp verdiği şeye denilir.
Allah Teâlâ hazretleri hakkında Kur'ân ve hadîslerde gelen el, avuç, parmak
gibi kelimeler bâzı âlimlerce te'vil edilir. Diğer bir kısım ilim ehline göre
mâhiyet ve anlamı bilinmeyen terimlerdir. Çünkü defalarca anlattığım gibi
Allah Teâlâ bir cisim değildir ki el, yüz, avuç ve parmak gibi organları
bulunsun. Burada avuç kelimesi çokluğu ifâde etmek için kullanılmıştır. Z ü m e r
sûresinin 67. âyetinde geçen; = "ve gökler Allah'ın sağ elinde
durulmuştur" Nazm-i îlâhi de bu hadis gibidir. Bu âyete göre Allah'ın bir
avucu Hz. Muhammed (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) 'in ümmetinin tamamına yeter.
Bu itibarla üç avuç ifâdesi Ümmet-i Muhammediye'nin şereflendirilmesi için
olabilir. Allah, bunun hikmetini en iyi bilendir.
Hadîs
şöyle de yorumlanabilir: "Rabbim Sübhânehu, benim ümmetimden yetmiş bini,
üzerlerinde ne hesab ne de azab olmaksızın ve Rabbim (Azze ve CelleJ'nin
avuçlarıyla üç avuç dolusunu (yâni ümmetimden çok sayıda kimseyi) cennete
dâhil etmeyi bana vaadetti. (Bu yetmiş binden) beher bini beraberinde yetmiş
bin kişi bulunur."
Birinci
yoruma göre cennete hesabsız ve azabsız girenlerin sayısı daha çok olur.
Ahmed'in Ebû Ümâme (Radıyallâhü anh)'den rivayet ettiği ve Tuhfe yazarının bu
babın hadisini izah ederken naklettiği bir hadis ikinci yorumu te'yid eder.
Ama bâzı ilim ehlinin de dediği gibi inşâallah birinci yorum kasdedilmiştir.
4287) "... Behz bin
Hakîm'in baba babası (Muâviye bin Hayda el-Ku-şeyrî) (Radıyallâhü anküm)'dm
rivayet edildiğine güre; Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) şöyle
buyurdu, demiştir :
Biz
(yâni Ümmeti Muhammediye) kıyamet günü yetmiş ümmeti tamamlarız (yâni
ümmetlerin sayısı bizimle yetmişe ulaşır). Biz (dünyaya geliş bakımından)
ümmetlerin sonuncusuyuz ve (de) en hayır-bsıyız."
288) "... Behz bin
Hakîm'in baba babası (Muâviye bin Hayda el-Kuşeyrî) (Radıyallâhü anhümyden
rivayet edildiğine göre kendisi: Ben, Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve SeHem)'i
şöyle buyururken işittim, demiştir:
Siz
(ümmetim), ümmetlerin sayışım yetmişe tamamladınız. Siz Ümmetlerin en hayırlısı ve Allah katında
en değerlisisiniz."
4289) "... Süleyman
bîn Büreyde'nin babası (Büreyde bin el-Husayb) (Radtyaltâkü anhümâ)'dan rivayet
edildiğine göre; Peygamber (Sallallahü Aley-hive Sellem) şöyle buyurmuştur:
Cennet
ehli yüz yirmi saftır. Seksen (saf) bu ümmetten, kırk saf d» diğer ümmetlerden
oluşur."[162]
B
e h z bin Hakim'in dedesinin hadisleri, ümmetlerin sayısının Peygamberimizin
ümmetiyle yetmişe ulaştığına, bu ümmetin en hayırlı ve Allah katında en
değerli ümmet olduğuna delâlet eder. Ümmet-i Muhammediye'nin ümmetlerin en
hayırlısı olduğu, Kur'ân-ı Kerîm âyetiyle de sabittir.
Büreyde
(Radıyallâhü anh) 'in hadisini T i r m i z 1, Ah-med, Hâkim, îbn-i Hibbân ve
Beyhaki de rivayet etmişlerdir.
T
i r m i z i bu hadîsi "Ebvâbu Sıfati'l-Cenneti" bölümünde "Cennetlikler
kaç saftır'* babında rivayet etmiş ve hasen olduğunu söylemiştir.
Tuhfe
yazan bu hadîsin izahı bölümünde özetle şöyle der: Bu hadîsten maksad bu
ümmetin çokluğu ve cennetliklerin üçte İkisini teşkil ettiğini ifâde etmektir.
Bu hadîs, Resûl-i Ekrem (Aley-hi's-salâtü ve's-selâm) 'in ümmetinin cennet
ehlinin yarısını teşkil etmesinin O'nun tarafından umulduğunu bildirir (4283
nolu) îbn-i M e s ' û d (Radıyallâhü anh) 'm hadisine muhalif değildir. Çünkü
eş-Şeyh Abdülhakk'ın el-Lemeât'ta dediği gibi durumun şöyle olması
muhtemeldir: Resûl-i Ekrem (Aleyhi's-salâtü ve'sselâm), önce ümmetinin
cennetliklerin yansını teşkil etmesini ümit etmişti. Sonra ümmetinin, cennetlik
olanların yarısından fazla olduğu Allah tarafından kendisine müjdelen mistir.
Ümmet-i
Muhammediyye'den oluşan seksen saffın, diğer ümmetlerden oluşan kırk saffa
eşit olması ve böyle yorum yapmakla bu hadîs ile 1 b n - i M e s ' û d
(Radıyallâhü anh)'ın hadisi arasında görülen zahiri ihtilâfın bertaraf
edilmesi yoluna T ı y b î ve başkası gitmiş ise de bu yorum, hadîs metninin
açık ifâdesine pek uygun görülmez.
4290) "... İbn-i
Abbâs (Radtyallâhü anhümâyâan rivayet edildiğine göre; Peygamber (Sdliallakü
Aleyki ve Sellem) şöyle buyurmuştur:
Biz
(dünyaya geliş bakımından) Ümmetlerin sonuncusuyuz ve (kıyamet günü) hesabı
görüleceklerin ilkiyiz, (Kıyamet günü) "Üm-mi olan ümmet ve peygamberi
nerededir?" denilir (yâni bu ümmete öncelik verilir). Bu itibarla biz
(dünyaya gelişte) sonuncu (kıyamet günü hesabın görülmesi ve cennete girmek
bakımından) önde olanlarız."
Not:
Zevâİd'de şöyle denilmiştir : Bunun senedi sahih olup râvileri güvenilir
zâtlardır. Râvİ Ebû Seleme'nin adı Mûsâ bin tsmâil el-Basrî et-Tebûzkî'dir.
4291) "... Ebû
Bürde'nin babası (Ebû Mûsâ el-Eş'arî) (Radtyallâhü an-n rivayet edildiğine
göre; Resûlullah (Saîlallahü Aleyhi ve Sellem) şöyle buyurdu,
demiştir:
Allah,
kıyamet günü yaratıkları topladığı zaman secde etmek hususunda Muhammed
(Saîlallahü Aleyhi ve Sellem)'in ümmetine İzin verilecek ve bunun üzerine bu
ümmet Allah'a uzun sürecek bir secde edecekler. Sonra onlara: "Başlarınızı
(secdeden) kaldırınız. Biz sayınız kadar (kâfirleri) ateşten (kurtuluşunuz
için) fidyeleriniz yaptık, buyurulacaktır."
Not:
Zevâid'de şöyle denilmiştir: Müslim bu hadisin mânâsını ifâde eden değişik bir
metin rivayet ederek buradaki senedden daha sıhhatli bir senedi Ebû Bürde
aracılığıyla onun babasından rivayetle tamamlamıştır. Bununla beraber Bu-hârl
bu senedi malul saymıştır.
4292) "... Enes bin
Mâlik (Radtyallâhü an/ı)'den rivayet edildiğine göre; Resûlullah (Saîlallahü
Aleyhi ve Sellem) şöyle buyurdu, demiştir:
Şüphesiz,
bu ümmet (Allah tarafından) rahmete mazhar olmuştur. Azabı da kendi
elleriyledir. Sonra kıyamet günü olunca müslü-manlardan her kişiye,
müşriklerden bir kişi verilecek ve: Bu senin ateşten (kurtuluş) fidyendir,
denilecektir."
Not:
Zevâid'de şöyle denilmiştir : Sahih-i Müslim'de Ebû Bürde bin Ebi Mûsâ
(el-Eş'arİ)'nin babasından rivayet ettiği bir hadis, bu hadis için şâhid, yâni
te"yid edici durumdadır. Ancak bundan önceki hadisin notunda belirtildiği
gibi BuhârI bunu malul saymıştır.[163]
Bu
üç hadis de Zevâid nevindendir. Ancak Ebü Bürde' nin hadisinin benzerini Müslim
de Ebû Bürde1 den
rivayet etmiştir. E b ü B ü rd e' nin buradaki iki hadisinden anlaşılan
hüküm şudur ki: Âhiret günü Allah Teâlâ Hz. Muhammed (Sallallahü Aleyhi ve
Sellem) 'in ümmetini bağışlayacak ve her müs-lüman yerine bir kâfiri cehenneme
atacaktır.
Müslim,
Ebû Bürde' nin hadîsini Tevbe kitabının 8. babında müteaddid senedlerle ve mânâ
bakımından birbirine benzeyen metinlerle rivayet etmiştir. Oradaki metinlerden
biri meâlen şöyledir : Ebû Bürde' nin Ebû M û s â (el-Eş'ari) (Radıyal-lâhü
anh)'den rivayet ettiğine göre Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) şöyle
buyurmuştur:
"Kıyamet
günü olunca Allah (Azze ve Celle) her müslümana bir yahûdî veya bir hıristiyan
verecek ve: İşte bu, senin ateşten (kurtuluş) fidyendir, buyuracaktır."
Ömer
bin Abdilaziz ile Şafiî: Bu hadis, müslü-manlara en çok ümit veren hadistir,
demişlerdir. N e v e v i de aynı görüşü benimseyerek: Çünkü hadîste her
müslüman için bir kurtuluş fidyesi olacağı belirtilmiştir, der.
Sindi
de : Bu hadîsten maksad, kâfirlerin sırf müslümanlara fidye olarak cehenneme
atılması değildir. Maksad şudur: Kâfirler işlemiş oldukları küfür ve diğer
günahlar yüzünden cehennem azabım hak etmiş durumdadır. Bunların cehenneme
atılmasıyla yetinilecek, yâni cehennem bunlarla dolacak ve müslümanların
cehenneme atılması yoluna gidilmiyecektir. Bu bakımdan kâfirler sanki müslümanlara
fidye olmuş olacaktır. Her insan için biri cennette, diğeri cehennemde olmak
üzere iki yerin hazırlandığına dâir hadis vârid olmuştur. Hadîsten maksad şu
olabilir. Kâfir olan kişi cehennemlik olunca cennetteki yeri müslümana
verilecek ve bunun aksine müslümamn cehennemdeki yeride kâfire verilecektir,
diye bilgi vermiştir.[164]
4293) "... Ebû
Hüreyre (Radıyallâhü anh)'âen rivayet edildiğine göre; Peygamber (Satlallahü
Aleyhi ve Selletn) şöyle buyurdu, demiştir:
Allah'ın
yüz rahmeti şüphesiz vardır. Onlardan bir rahmeti bütün yaratıklar arasında
taksim buyurmuştur. İşte yaratıklar birbirlerine ancak o rahmet sebebiyle
merhamet ederler, bu sebeble şefkatlaşır-Iar. Vahşi hayvan da yavrularına bu
rahmet sebebiyle acır. Allah, doksan dokuz rahmeti de geciktirerek kıyamet günü
(mü'min) kullarına onlarla merhamet edecektir."
4294) "... Ebû Saîd
(Radtyaüâhü anhydea rivayet edildiğine göre; Resû-lullah (Sallallahü Aleyhi ve
Selletn) şöyle buyurdu, demiştir:
Allah
(Azze ve Celle), gökleri ve yeri yarattığı gün yüz rahmet yaratarak onlardan
bir rahmeti yerde kıldı. İşte anne, yavrusuna, hayvanlar birbirine ve kuşlar
(birbirine) bu rahmetle şefkat ederler. Allah, doksan dokuz rahmeti de kıyamet
gününe erteledi. Kıyamet günü olunca Allah yüz rahmeti bu rahmetle
tamamlar."
Not:
Zevâid'de şöyle denilmiştir : Ebû Saîd (R.A.Vın hadisi sahih olup ra-vileri
güvenilir zâtlardır.
4295) "... Ebû
Hüreyre (Radtyaîlâhü ank)'âen rivayet edildiğine göre; Resûlullah (Sallallakü
Aleyhi ve Sellem) şöyle buyurdu, demiştir:
Allah
(Azze ve Celle), yaratıkları yarattığı zaman kendi zâtı için: Benim rahmetim
gadabıma galebe çalar, diye bizzat yazdı (yâni vaad edip bu vaadini yerine
getirmeyi taahhüt etti)."[165]
Ebû
Hüreyre (Radiyallâhü'anh) 'in her iki hadîsini B u -hârl, Müslim ve Tirmizî de
rivayet etmişlerdir. İlk iki hadis, Allah'ın âhiret günü mü'minlere olan
rahmetinin çokluğuna delâlet eder. Tıybi: Bu hadîslerden maksad rahmetin
sınırlı olduğunu ifâde etmek değildir. Çünkü ilâhî rahmet sonsuzdur. Bu
itibarla maksad, Allah'ın dünyada tüm yaratıklara ettiği merhamet payı ile
âhirette mü*minlere ihsan edeceği merhamet payı arasındaki büyük farklılığı
tasvir etmektir, demiştir.
Ü
b b 1 de: Bu hadîslerden maksad Allah'ın rahmetinin çokluğunu ifâde etmektir.
Bununla beraber rahmetin çeşitlere ve kısımlara ayrılması mânâsı da
kasdedilmiş olabilir. Ancak bilinen çeşidin dışında kalan çeşitlerin ve
kısımların nasıl olduğunu ancak Allah bilir, demiştir.
İlâhî
rahmetin, ilâhî gadaba galebe çaldığına dâir hadîsten maksad da Allah'ın
rahmetinin çokluğunu ifâde etmektir. Çünkü Allah'ın rahmeti, O'nun sevab
dilemesi sıfatına aittir, gadabı da ceza dilemesi sıfatına aittir. Allah'ın
sıfatlarından birinin diğerine galebe çalması düşünülemez. Ancak mecazi mânâda
olabilir. Buradaki ifâdeden maksad rahmetin çokluğudur.
Tıybi
4295. hadîsten kasdedilen mânâ ile ilgili olarak şöyle der: Yâni Allah
yaratıkları yarattığı zaman rahmetinin gadabına galebe çaldığına, onu
geçtiğine kesin hükmederek, kafi surette vaadet-ti. Bu hükmün değişmesi ve
verilen vaaddan dönüş yapılması söz konusu değildir. Çünkü Allah'ın hükmü
kesindir, vaadinden de caymaz.
4296) "... Muâz bin
Cebel (RadtyaUâhü anh)'âen; Şöyle demiştir:
Ben bir
merkeb üstünde iken Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) yanımdan geçti ve:
Yâ
Muâz! Allah'ın kullar üzerindeki hakkının ne olduğunu ve kulların Allah
üzerindeki hakkının ne olduğunu bilir misin? buyurdu. Ben de:
Allah
ve Resulü daha İyi bilir, dedim. Resûl-i Ekrem (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) :
Şüphesiz,
Allah'ın kullar üzerindeki hakkı, kulların Ona ibâdet (ve kulluk) etmeleri ve
O'na hiç bir şeyi ortak koşmam alandır. Bunu yaptıkları zaman kulların Allah
üzerindeki hakkı da onlara azab vermemesidir, buyurdu."[166]
Bu
hadisi Buhâri, Müslim, Nesâî ve Ahmed de benzer metinlerle rivayet etmişler.
Allah'ın kullar üzerindeki hakkından maksad vâcib olan görevdir. Yâni kullar
Allah'a hiç bir şeyi ortak koşmaksızm O'na kulluk etmek, yâni ibâdetleri ifâ
edip haram şeylerden sakınmakla görevlidir. Burada ortak koşmamak ile kulluk
etmek birlikte anılmıştır. Çünkü Allah'a ortak koşan kâfirler de Allah'a
ibâdet ve kulluk ettiklerini iddia ederlerdi. Ama bu arada başka ilâhlara da
taparlardı. îşte bu nedenle ortak koşmamak kaydıyla kulluk etmenin vâcibliği
beyân buyurulmuştur.
Kulların
Allah üzerindeki hakkına gelince bundan maksad Allah'ın vaadi ve kesin
sözüdür. Yoksa vâcib olan bir hak veya kazanılmış bir istihkak mânâsı
kasdedilmemiştir. Çünkü hiç bir şey Allah'a vâcib değildir, Allah hiç kimseye
hâşâ borçlu değildir. O, her şeyi irâde ve dilemesiyle yaratır, yapar, ferman
eder. Zorlanması, isteği dışında bir şeyi yapması düşünülemez. Allah böyle
noksanlık anlamını taşıyan şeylerden pâk ve nezihtir. Bu itibarla burada
müşâke-le denilen edebî san'at icâbı hak kelimesi kullanılmıştır. Yâni Allah'ın
kullar üzerindeki hakkı beyân buyurulurken buna karşılık Allah'ın kullara olan
vaadi ve kesin sözü, hak kelimesiyle ifâde edilmiştir.
"Kulların
Allah üzerindeki hakkı" ifâdesinde geçen hak kelimesi bâzı ilim adamları
tarafından "tahakkuk eden, sübut bulan veya lâyık olan" gibi mânâlara
yorumlanmıştır. Diğer bir kısım ilim adamları : Yâni kullar kulluk görevini
yapınca Allah'ın onlara azab vermemesi onların Allah üzerindeki hakkıdır, yâni
sanki hakkıdır. Hak olan bir şey nasıl gerçekleşiyor ise bu da onun gibi
gerçekleşecektir, demişlerdir.
Şu
noktayı da belirteyim: İbn-i Hacer'in dediği gibi mü'minîerin günahkârlarından
bir kısmının cehenneme girecekleri nass durumunda olan âyet ve hadislerle
sabittir. Bu ve benzeri hadislerin zahiri ise o nasslara ters düşer. Bu
itibarla bu hadisler çeşitli şekillerde yorumlanmıştır: Bir yoruma göre maksad
kâfirlerin cehennemine girmemektir. Diğer bir yoruma göre mü'minîerin bütün
vücudlarınm ateşte yanmamasıdır. Çünkü bilindiği gibi cehennem ateşi secde
organlarını ve abdest uzuvlarını yakmaz. Başka bir kavle göre bu hadis ihlâsla
amel eden mü'minlere mahsustur. Çünkü imân aşkı kalbine yerleşmiş olan bir
kimse günah işlemeye İsrar etmez. Bilâkis, kalbi Allah sevgisi ve korkusuyla
dolar ve organları da yavaş yavaş Allah'a itaat etmeye başlar. İbn-i Hacer bu
arada diğer yorumlan da naklen beyân eder.
4297) "... İbn-i
Ömer (Radıyallâhü anhümâydan; Şöyle demiştir:
Biz
savaşlarının birisinde ResûluIIah (Sallallahü Aleyhi ve Selle m) 'in
beraberinde bulunuyorduk. O (bu seferde) bir kavme uğrayarak : Bunlar kimdir?
diye sordu. O kavim de: Biz müslümanız, dediler. Bir kadın da tandırına
yakacak atmakla meşguldü ve beraberinde bir oğlu vardı. Tandırın alevi
yükselince kadın çocuğunu uzaklaştırırdı. Sonra kadm Peygamber (Sallallahü
Aleyhi ve Sellem)'in yanına geldi ve t
Sen
Allah'ın Resulü (mü)sün? dedi. O da:
Evet,
buyurdu. (Bunun üzerine) kadın (O'na) :
Babam,
anam sana feda olsun! Allah merhametli olanların en çok merhametlisi değil mi?
dedi. Resûl-i Ekrem (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) :
Evet,
(en merhametlisidir), buyurdu. Kadın i
Allah,
kullarına, annenin çocuğuna şefkatinden daha çok merhametli değil midir? dedi.
Resûl-i Ekrem (Sallallahü Aleyhi ve Sellem):
Evet,
(daha merhametlidir), buyurdu. Kadın:
Peki,
anne, çocuğunu ateşe kesinlikle atmaz, (yâni merhametlilerin en merhametlisi
olan Allah, kullarının bâzısını nasıl ateşe atacak), dedi. Bunun üzerine
ResûluIIah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) ağlıya-rak mübarek başını eğip uzun
zaman yere baktı. Sonra mübarek başını kadına doğru kaldırarak:
Şüphesiz
Allah, hak yoldan sapıp O'na itaat etmeye tenezzül etmeyen ve Tevhîd
kelimesini söylemekten imtina eden azgın kulundan başka kullarına azab
vermeyecektir, buyurdu."
Not:
Zevâid'de şöyle denilmiştir : Râvi İsmail bin Yahya'nın zayıflığı sebebiyle
İbn-i Ömer (R.A.Vnm bu hadisine âit sened zayıftır. Bu râvinin zayıflığı hususunda
ittifak vardır. Sindi de : Ben derim ki bu hadisin aslı Zevâid nevinden değildir.
4298) "... Ebû
Hüreyre (Radtyallâhü a»/r)'den rivayet edildiğine göre; Resûlullah (Sallallahü
Aleyhi ve Scllcm) :
Şaki olan
kişiden başka kimse ateşe girmiyecek, buyurdu. Yâ Re-sûlallah t Şaki kimdir?
diye sorulunca da O:
(Şaki),
ibâdet olarak Allah için hiç bir amel işlemeyen ve günahtır diye hiç bir
günahı bırakmayan kimsedir, buyurdu."
Not: Zev&id'de şöyle denilmiştir: Bunun
senedinde îbn-i Lehla bulunur. Bu râvi zayıftır.
4299) "... Enes bin
Mâlik (Radtyallâhü anh)'âen rivayet edildiğine göre ; Resûlullah (Sallallahü
Aleyhi ve Sellem); şjiîiı [jiîj ^>uJI *lil ji (Müddessir, 56) âyetini okudu
(veya tilâvet etti). Sonra buyurdu ki t
Allah
(Azze ve Celle) (bu âyette) : Ben (azabımdan) sakınılarak benden başka ilâh
edinilmemeye (yâni bana ortak koşulmamaya) lâyıkım. Artık kim benimle beraber
başka bir ilâh edinmekten sakınırsa o kimseyi ben bağışlarım, buyurdu.
...
Enes (Radıyallâhü anhl'den rivayet edildiğine göre Resûlullah
(Sallallahü
Aleyhi ve Sellem); »^*ll J*lj o>^
J*'i* Müddessir, 56) âyeti hakkında
şöyle buyurdu:
Rabbiniz
buyurdu ki: Ben (azabımdan) sakınılarak benden başkasının bana ortak koşul
mamasına lâyıkım ve bana ortak koşmaktan sakınan kimseyi bağışlamaya lâyık olan
(da ancak) benim."
4300) "... Abdullah
bin Amr (bin el-Âs) (Radtyaîlâhü anhümâydan rivayet edildiğine göre kendisi:
Ben, Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)"ı şöyle buyururken işittim,
demiştir :
Kıyamet
günü bütün yaratıkların duyacağı biçimde ümmetimden bir adam (hesaba) çağırılır
ve ona (günahlarının yazılı olduğu) doksan dokuz sicil (yâni büyük defter
açılıp) yayılır. Her defter gözün görebildiği saha kadar uzundur. Sonra Allah
(Azze ve Celle) (o kula) :
Bu
sicillerde yanlı (günahlar) dan bir şey inkâr eder misin? buyurur. Kült Hayır,
ya Kabbi, der. sonra Allah (ona):
(Kulların
sevablanm ve günahlarını) kaydedip tutan yazıcı melekler sana haksızlık
ettiler mi? buyurur. Sonra (yine) Allah (Azze ve Celle) :
Şu
(kadar günahlarına karşılık bir iyiliğin - hayrın var mı? diye sorar. Bunun
üzerine adam büyük bir korkuya kapılarak (telaşından) :
Hayır
(hiç bir iyi amelim yok), diyecek. Sonra Allah (Azze ve Ceîle) :
Bilâkis
(vardır). Şüphesiz katımızda senin bir takım iyi amellerin bulunur ve şüphesiz
bu gün sana hiç bir zulüm yoktur, buyurur. Sonra o adam için bir yaprak kâğıt çıkarılır
ki onda "Eşhedü ellâ ilahe illallah ve eşhedü enne Muhammeden abdühu ve
Eesûlühu = Dilimle söyler, kalbimle de tasdik ederim ki Allah'tan başka
ibâdete-tapınmaya lâyık hiç bir ilâh yoktur ve dilimle söyler, kalbimle de
tasdik ederim ki Muhammed, Allah'ın kulu ve (son) elçisi, peygamberidir."
bulunur. ResûM Ekrem (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) buyur-muş ki:
Adam
: Yâ Rabbi, şu (koskoca) büyük defterler yanında bu kağıt nedir? Allah (ona) :
Şüphesiz,
sana zulüm edilmiyecek, buyurur. Sonra siciller (yâni günahlarının yazıh olduğu
büyük defterler) terazinin bir kefesine konulur. Şehâdet kelimesinin yazılı
olduğu kâğıd da terazinin diğer kefesine konulur (ve tartılır). Büyük
defterler hafif gelir ve o kağıt parçası ağır gelir.
Hâvilerden
Muhammed bin Yahya dedi ki: Bıtâka, kâğıt parçasıdır. Mısır halkı kâğıda
Bıtâka derler."[167]
4297
nolu î b n - i Ömer (Radıyallâhü anhümâ) 'nın Zevâid nevinden olan hadisinin
notunda S i n d î, bu hadisin aslının Zevâid nevinden olmadığını belirtmişti.
Evet, Buhâri' nin Edeb kitabının 18. babında ve M ü s 1 i m ' in Tevbe
kitabının 4. babında Ömer {Radıyallâhü anhl'den rivayet ettikleri bir hadiste
tutsak bir kadın, başka bir tutsak gurubu içinde emzikli çocuğunu görüp onu
bağrına basarak emzirince Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) :
"Şüphesiz
Allah, kullarına bu kadının emzikli çocuğuna şefkatinden daha
merhametlidir." buyurmuştur. Bu babın son hadîsi de Allah'ın imân ehlini
bağışlıyacağını müjdeler. 4296 nolu hadîs de aynı hükmü ifâde eder. Ancak orada
belirttiğim gibi ilim adamları bâzı kayıtların melhuz olduğunu söylemişlerdir.
Yine
Zevâid nevinden olan 4298. hadîste şakı olan kimseden başkasının cehenneme
girmeyeceği beyân edilerek şakinin ne demek olduğu da tarif ediliyor. Şaki,
ibâdet niyetiyle hiç iyi bir iş yapmayan ve şu iş günahtır, diye bir kötülüğü
günahlığı sebebiyle bırakmayan günahkâr kimse demektir. Ancak bu hadîsin senedi
notta belirtildiği gibi zayıftır.
E
n e s (Radıyallâhü anh) 'm 4299. hadîsini Tirmizî, M ü d -d e s s i r sûresinin
tefsiri bölümünde rivayet etmiştir. Ayrıca N e -s â i ve
Ahmed de rivayet etmişlerdir.
Bu
hadîste, azabından sakmılmaya liyakatli olanın da, bağışlamaya liyakatli
olanın da ancak Allah olduğu belirtilir. M ü d d e s -s i r sûresinin 56.
âyetinde geçen İlâhi Nazmın bir tefsir ve açıklaması mâhiyetini taşıyan bu
hadis de Allah'a ve Resulüne imân edenler için bir müjdedir.
Abdullah
bin Amr (Radıyallâhü anh)'in hadîsini Tirmizî İmân bâblarının sonlarında
rivayet etmiştir. Ayrıca tbn-i Hibbân, Hâkim ve Beyhakî de rivayet etmişlerdir.
Bu hadîs de Kelime-i Şehâdet'in yüce faziletini ve âhiret günü mü'minin sevab
defterini ağırlaştıracağını beyân eder.[168]
4301) "... Ebû
Saîd-İ Hudrî (Radıyallâhü awA)'den rivayet edildiğine göre; Resulü İlah
(Salîallahü Aleyhi ve Sellem) çöyle buyurmuştur:
Şüphesiz,
Ka'be ile Beytü'I-Makdis (yâni Kudüs'teki Mescid-i Aksa) arası kadar (büyük)
bir havuzum vardır. Süt gibi beyaz olup kab-lan yıldızlar sayısıncadır. Kıyamet
günü şüphesiz, ümmeti en çok olan peygamber toenim."
Not: Zevâid'de şöyle denilmiştir : Bunun
senedinde Atiyye el-Avfî bulunur.
£
Urâvi zayıftır.
4302)
"...
Huzeyfe (bin el-Yemân) (Radtyallâhü anh)'den rivayet edildiğine göre;
Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) :
Şüphesiz,
benim havuzum, Eyle'den Aden'e kadar olan mesafeden cidden daha uzundur. Nefsim
(kudret) elinde olan (Allah)'a yemin ederim ki muhakkak kablan yıldızların
sayısından daha çoktur ve muhakkak o, sütten daha beyaz ve baldan daha
tatlıdır. Ruhum (kudret) elinde olan (Allah) a yemin ederim ki adam yabancı
develeri kendi havuzundan kovduğu gibi ben de bir takım adamları havuzumdan
kovarım, buyurdu, demiştir. (Bunun üzerine sahâbiler tarafından) :
Yâ
Resülallah! Sen bizi tanıyacak mısın? diye soruldu. O: Evet. Siz benim yanıma
abdest izinden yüzleriniz, kollarınız ve ayaklarınız nurlu olarak varacaksınız.
Bu alâmet sizden başka hiç bir kimsede olmayacaktır, buyurdu."
4303) "... Ebû
Sellâm el-Hubşî (Meiritûr el-Esved) (Radıyallâhü anh)'-den; Şöyle demiştir:
(Halife)
Ömer bin Abdilaziz bana haber göndererek yanına çağırttı. Ben de bir katır
sırtında onun yanına gittim. Nihayet yanına vardığım zaman (bana) :
Yâ
Ebâ Sellâm! Buraya kadar bindirip getirmek hususunda cidden sana meşakkat
verdik, dedi. Ebû Sellâm da:
Vallahi
doğrudur, Yâ Emîre*l-Mü'minin, dedi. Ömer bin Abdilaziz ı
Allah'a
yemin ederim ki, sana eziyyet çektirmek istemedim. Ve lâkin (kevser) havuzu
hakkında Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'in mevlâsı Sevbân
(Radıyallâhü anh)'den senin rivayet ettiğini haber aldığım bir hadis var. O
hadisi kendi ağzınla bana rivayet etmeni sevdim (de bunun için seni çağırttım),
dedi. Ebû Sellâm el-Hubşî demiştir ki, bunun üzerine ben dedim:
Bana
Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve SellemKin mevlâsı Sevbân (Radıyallâhü anh)'m
rivayet ettiğine göre Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) şöyle
buyurmuştur:
Şüphesiz,
benim havuzum Aden ile Eyle arasındaki mesafe kadar (uzun) dur. Sütten daha
beyaz ve baldan daha tatlıdır. Bardakları gökteki yıldızlar sayısı gibi (çok)
dur. Kim ondan bir yudum içerse artık ebediyen susamaz. O havuzun basma yanıma
gelenlerin ilki, (dünyada iken) elbiseleri kirli başlarındaki saçlar dağınık,
karışık (yâni maddî sıkıntıdan üstü başı perişan) olan muhacirlerin fakirleridir
ki varlıklı eşraftan olan kadınlarla evlenemez ve kapılar onlara açılmaz.
Râvi
demiştir ki: Ömer (bin Abdilaziz), sakalı ıslanıncaya kadar ağladı. Sonra şöyle
söyledi: Lâkin ben bol nîmetlenmiş kadınlarla evlendim ve kapılar bana açıldı.
Artık çâre yok, vücûdum Üstündeki elbiseyi yıkamıyacağım ki iyice kirlensin ve
başımı yağlamıyacağım ki saçım dağılıp karışsın, dedi."
4304) "... Enes
(Radıyaliâhü ankyden rivayet edildiğine göre; Resûlul-lah (Salîalîahü Aleyhi ve
Scüem) şöyle buyurdu, demiştir:
Benim
havuzumun iki kenarı arasındaki mesafe San'a İle Medine arasındaki mesafe gibi
veya Medine ile Amman arasındaki mesafe gibidir."
4305) "... Enes bin
Mâlik (Radıyaliâhü anh)'dtn rivayet edildiğine göre; Allah'ın N'ebîsi
(SaUallahü Aleyhi ve Sellem) şöyle buyurdu, demiştir:
Havuzumda
gökteki yıldızlar sayısınca altın ve gümüş bardaklar görülür."
4306) "... EbÛ
Hüreyre (Radıyallâhü anhyden rivayet edildiğine göre:
Peygamber
(Sallallahü Aleyhi ve Sellem) bir mezarlığa giderek kabristan (da yatanlar) a
şöyle selâm verdi:
Selâm
size ey mü'minler topluluğunun diyarında olanlar! Biz de inşâallah Teâlâ, size
katılacağız. Sonra Resûl-i Ekrem (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) :
(Din)
kardeşlerimizi (dünyada) görmüş olmayı çok arzu ederdim, buyurdu. Sahâbîler:
Yâ
Resûlallah! Biz senin (din) kardeşlerin değil miyiz? dediler. O: Siz benim
sahâbilerim (arkadaşlarım) siniz. Kardeşlerim de benden sonra gelen (mü'min)
lerdir ve ben havuz üstünde öncünüzüm, buyurdu. Sahâbîler i
Yâ
Resûlallah! Senin ümmetinden olup da henüz (dünyaya) gelmemiş olanları nasıl
tanıyacaksın? diye sordular.
Söyleyin
bakayım, yağız ve doru at sürüsü içinde bir adamın sakar ve sekir atları
bulunsa, adam kendi atlarını tanır olmaz mı? diye sordu. Sahabîlert
Evet
(tanır), dediler. Resûl-i Ekrem (Sallallhaü Aleyhi ve Sel-lem):
İşte
onlar da kıyamet günü abdest izinden dolayı yüzleri, kolları ve ayakları nurlu
olarak gelirler, buyurduktan sonra: Ben havuz üstünde sizin (ve onların)
öncüsüyüm, buyurdu. Daha sonra (Buyruğuna devamla) :
Bir
takım adamlar kayıp devenin (sudan) kovulduğu gibi benim havuzumdan muhakkak
kovulacaklar. Ben (onlara hitaben) dikkat ediniz, buraya geliniz, diye onları
çağıracağım. Fakat (bana) :
Onlar
senden sonra muhakkak (dinde) değişiklik yaptılar, denilecek ve onlar geri
dönmeye devam edecekler. Ben de haydin uzaklasın, uzaklasın diyeceğim,
buyurdu."[169]
Bu
babın ilk hadîsi Zevâid nevindendir. Bu hadîste Kevser havuzunun Mekke'deki
Ka'be-i Muazzama ile Kudüs'teki Mescid-i Aksa arasındaki mesafeden daha uzun
olduğu belirtilir. Beytü'I-Makdis, Kudüs'teki Mescid-i Ak-s â' nın ismidir.
Huzeyfe
(Radayallâhü anh) 'in 4302 nolu hadîsini Müslim de Taharet kitabının 12.
babında rivayet etmiştir. Bu hadîste de Kevser havuzunun Eyle ile Aden
arasındaki mesafeden daha uzun olduğunu ifâde eder.
Eyle:
Ş â m dolaylarında deniz sahilinde bir şehirdi. Hâlen harabedir. N e v e v î'
nin beyânma göre Eyle şehri, Şam'a 12, Medîne-i Münevvere'ye 15 ve Mısır'a 8 konak
mesafededir. Bu şehrin Hicaz ile Suriye arasmdaki sınır üstünde olduğu
söylenmiştir. Aden ise Yemen'de Hind denizi sahilinde bir şehirdir.
Bu
hadîs ile bu babın son hadîsinde geçen "Gurr" ve Muhaccel
kelimelerinin gerekli açıklaması 284 nolu hadîsin izahı bölümünde geçmiştir.
Tekrarlamaya gerek yoktur. Şunu belirtmekle yetineyim: Burada kasdedilen mânâ
Peygamber (Aleyhi's-salâtü vefs-selâm)ımızın ümmetinden olan kimselerin abdest
izleri dolayısıyla âhiret günü yüzleri, kollan ve ellerinin nurlu olacağını ve
bu nurun onlar için bir alâmet olacağım ifâde etmektir.
Bu
hadiste Resûl-i Ekrem (Aleyhi's-salâtü ve's-selâm) 'm bâzı adamları havuzundan
kovacağı ifâde edilmektedir. Yabancı develerin kovulduğu gibi havuzdan
kovulacak kimseler başka ümmetlerden olacaktır. Bunların kovulmasının sebebine
gelince ya ümmet-i Mu-hammediyye'nin bir izdihama mâruz bırakılmamasıdır veya
başka ümmetlerin bu havuzdan yararlanmaya haklarının olmamasıdır.
Resûl-i
Ekrem (Aleyhi's-salâtü ve's-selâm)'in ümmetinin başka ümmetlerden en açık
ayırıcı alâmeti ise, bu ve benzeri hadîslerde belirtildiği gibi Hz. Muhammed
(Aleyhi's-salâtü ve's-selâm)'in ümmetinin abdest izlerinden dolayı yüzleri,
kollan ve ayaklarının nurlu oluşudur.
Bu
alâmetin bu ümmete mahsus olması, diğer ümmetlerde ya abdest alma ibâdetinin
olmadığına veya olmuş olsa bile bundan dolayı söz konusu nurun onlara ihsan
edilmeyeceğine delâlet eder.
4303
nolu Ebû Sellâm el-Hubşî (Radıyallâhü anh) 'm hadisini T i r m i z i,
"Havuz kablan sıfatı" babında rivayet etmiştir. Tuhfe yazannın
beyânma göre Hâkim ve Ahmed de rivayet etmişlerdir.
Bu
hadîste geçen "Berîd" belirli konaklarda elçi için bekletilen binek
hayvanıdır. Elçi, gerekli bilgiyi ilgili yere çok acele ulaştırabilmesi için
bindiği hayvanı vardığı konakta bırakır ve o konakta onun için bekletilen
dinlenmiş binek hayvanına atlayıp yola devam eder. Sonra vardığı ikinci konakta
da aynı şekilde o hayvanı bırakıp yeni bir hayvana biner ve böylece belirli
konaklarda onun için bekletilen binek hayvanlarına sırayla binmek suretiyle
gitmek istediği yere erken varmış olur. Berîd kelimesi bilâhare haberci
kimseye de denilmiştir. Tuhfe yazarı Berîd'in asıl mânâsı katır olup bilâhare
ona binen postacıya, haberciye de denilmiştir, der.
Bu
hadiste geçen ve Ebû Sellâm'a
âit;
fiş
[}£■ 4İu;U cümlesini "Fe eteytuhu
alâ berîdin" şeklinde okuyup "Ben de bir katır sırtında onun yanına
gittim" diye terceme ettim. Fakat Sindi bu cümleyi; = "Başımda bir
postacı - haberci bulunduğu halde ben onun yanına gittim" anlamını İfade
edecek biçimde kayıtlamıştır. Buna göre mânâ şöyle olur: Yâni ben onun
gönderdiği haberciyi binek hayvanımın, terkisine alarak veya onunla beraber
gittim.
Bu
hadiste geçen "Ek&vİb" kelimesi "Ekvâb'ın çoğuludur. Ekvâb
da "Kûb"un çoğuludur.
Kûb
t Kulpsuz bardak demektir. Düns t Denesin çoğuludur. Denes, kir demektir. Şu's
da: Eş'as'ın çoğuludur.
Eş'fts
t Saçı dağınık, karışık ve düzensiz kimse demektir. Mttnaamat: Münaarae'nin
çoğuludur.
Münaame
t Aziz, mutlu ve bol nimetlenmiş eşraftan olan bayan demektir.
Süded
s Südde'nin çoğuludur, kapılar demektir.
Ömer
bin Abdilaziz, bu hadisi işitince ağlamış ve Kevser havuzuna ilk varanlardan
olmayışının hasretini çekmiştir. Bu arada izzet ve ikbâl sahibi eşraftan
kadınla evli olduğunu söylemiştir. Tuhfe yazarının beyânına göre hanımı Fatma,
halife A b d ü 1 -m e 1 i k' in kızı idi. Dolayısıyla baba babası halife M e r
v a n * in da torunu idi. Fatma' nın dört kardeşi Süleyman, Ye-z i d, Hişâm ve
Velîd de halîfe idiler. Böylece Fatma, halîfenin, hanımı olduğu gibi bir
halîfenin kızı bir halîfenin torunu ve dört halifenin kardeşi idi.
E
n e s (Radıyallâhü anh) 'm 4304 ve 4305 nolu hadîslerini Bu-h â r î ile Müslim
de rivayet etmişler. Bunlardan birinci hadîste geçen San'â, Yeme a'de meşhur
bir şehirdir. Amman da Ü r d ü n'
ün meşhur başkentidir. Nevevî,
Sindi ve e l-H&f iz hadîsteki;
■ j> kelimesini böyle tesbit etmişler ve
el-Hâfız, ilim ehlinin çoğunluğu böyle kaydetmiş demiştir. Bâzıları da bu
kelimeyi "Uman" diye okumuşlar ve Y e m e n' de bir köyün adı
olduğunu söylemişlerdir.
Bu
hadis Kevser hazuvunun iki kenan arasındaki mesafenin Medîne-i Münevvere ile
San'a arası veya M e d i -ne-i Münevvere ile Amman veya Uman arası kadar
olduğunu ifâde eder. E b û S e 11 â m (Radıyallâhü anh) 'in hadîsine göre
havuz, Aden ile Eyle arasındaki mesafe kadardır, H u z e y f e (Radıyallâhü
anh) 'in hadîsine göre ise havuzun uzunluğu Aden ile Eyle arasındaki mesafeden
daha fazladır.
Havuzun
genişliğinin de uzunluğu kadar olduğuna dâir rivayetler mevcuttur. Yukardaki
hadîslerde havuzun uzunluğu veya büyüklüğüne dâir beyanlar arasında bir
ihtilâf veya çelişki söz konusu değildir, M ü s 1 i m' in Fadâil bölümünde
Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) 'in havuzu ve sıfatlan hakkında açtığı
bâbta rivayet ettiği hadîslerin izahı bölümünde N e v e v i havuzun büyüklüğüne
dâir rivayetleri naklettikten sonra Kadı Iyâz: Havuzun büyüklüğü ve
genişliğinin miktarı ile ilgili gelen bu rivayetler arasında bir ihtilâf
yoktur. Çünkü bu değişik beyanlar aynı hadiste değil muhtelif hadîslerde ve
râvileri ayrı ayrı olan hadîslerde bulunur. Bu hadîsler sahâbîlerden bir
cemâat tarafından muhtelif yerlerde ve meclislerde Resûl-i Ekrem
(Aleyhi's-salâtü ve's-selâm) 'den işitil-mistir. Resûl-i Ekrem (Aleyhi's-salâtü
ve's-selâm) her mecliste havuzun büyüklüğünü açıklarken orada bulunanların
anlıyabilecekleri dille ve biribirinden uzak iki şehir arasını örnek olmak
üzere bildirmiştir. Gaye verdiği mesafenin tâyin ve tahdidi, yâni havuzun
yüzölçümü, veya uzunluğu tam şu kadardır, demek değildir. Maksad havuzun
büyüklüğünü belirtmektir. Durum böyle olunca rivayetler arasında bir ihtilâf
ve farklılık kalmamış olur, demiştir, der. N e v e v î bu nakli yaptıktan
sonra: Havuzun büyüklüğü ile ilgili vârid olan küçük mesafeler, büyük
mesafelere dâir rivayetlere aykın olmaz. Çünkü küçük mesafe büyük mesafeye mâni
değil ve büyük mesafelere âit rivayetler sabittir, der.
N
e v e v i aynı bölümde şu noktayı da belirtir: Kadı Iyâz: Havuz hakkındaki
hadîsler sahihtir. Buna imân etmek farzdır ve havuzun bulunmasını tasdik etmek
imândan bir parçadır. Ehl-i Sünnet mezhebine göre havuz hakkında gelen
hadîsler zahiri mânâsı ile kabul olunmuştur, başka türlü te'vili söz konusu
değildir. Havuz hsdfsterini rivayet edenler sahâbîlerden bir cemaat teşkil
ettiği için mütevârir hadîslerden sayılır, demiş ve havuz hadîslerini rivayet
eden sahâbîterin isimlerini sırayla nakletmiştir.
Îbnü'l-Kayyim
el-Cevzi de Sünen-i Ebû Davud'un haşiyesinde havjz hadîslerinin kırk sahibi
tarafından rivayet edildiğini açıklayarak bunların isimlerini sıralamıştır.
Bu
konuda daha geniş bilgi almak isteyenler Kütüb-i Sitte'nin şerhlerine
bakabilirler.
Bu
babın son hadisini Müslim de Taharet kitabının 12. bâ-bmda rivayet etmiştir. Bu
hadîse göre bâzı adamlar Peygamber (Aleyhi's-salâtü ve's-selâm)'in havuzuna
varmak isteyecekler de melekler tarafından kayıp deve gibi kovulacaklar ve
Resûl-i Ekrem (Aleyhi's-salâtü ve's-selâm), o adamları havuza davet edecek ise
de: Onlar senden sonra (dinde) değişiklik yaptılar, denilecek ve onlar gerisin
geriye gidecekler. Resûl-i Ekrem (Aleyhi's-salâtü ve's-selâm) da onlara :
"Uzaklasın, uzaklasın", buyuracak veya: "Onlar uzaklaşsın,
uzaklaşsın" buyuracaktır.
Önce
havuza kabul olunmak istenip de sonra uzaklaştırılacak gurubun kimler olduğu
yolunda değişik görüşler vardır. N e v e v î bu hadîsin izahı bölümünde özetle
şöyle der:
Âlimler
bu konuda ihtilâf etmişlerdir: Bir kavle göre bunlar münafıklar ve mürtedler,
yâni dinden çıkanlardır. Bu tip kişiler bir zamanlar abdest aldıkları için
yüzleri, kol ve ayaklan müslümanlannki gibi muhtemelen nurlu görülünce Resûl-i
Ekrem (Aleyhi's-salâtü ve's-selâm) bu alâmet dolayısıyla onları çağırır. Fakat
durumları O'na açıklanacak ve onların küfür üzerinde öldükleri bildirilecektir.
İkinci
bir kavle göre onlar Resûl-i Ekrem (Aleyhi's-salâtü ve's-selâm) hayatta iken
müslüman olup O'nun vefatından sonra küfre gidenlerdir. Resül-i Ekrem
(Aleyhi's-salâtü ve's-selâm) böylelerini şahsen tanıdığı için havuza davet
edecek, fakat mürted oldukları O'na bildirilince iş değişecektir.
Üçüncü
bir kavle göre onlar büyük günahlar işleyen ve bid'at-lara dalan
müslümanlardır. Yâni küfrü gerektiren bir günah veya bid'at işlememekle beraber
başka türlü büyük günahları ve bid'atları bulunduğu için havuzdan kovulurlar.[170]
4307) "... Ebû
Hüreyre (Radtyallâhü ankyâen rivayet edildiğine göre; Resûlullah (Sallallahü
Aleyhi ve Seîlem) şöyle buyurdu, demiştir:
Her
peygamberin kabul edilen bir duası olur ve her peygamber bu duasını acele etti
(yâni dünyada etti). Fakat ben (makbul) duamı ümmetime şefaat için sakladım.
Bu sakladığım duâ ümmetimden olup da Allah'a hiç bir şeyi ortak koşmadan ölen
herkese nasip olur."[171]
Bu
hadisi Buharı, "Daavât" kitabında, Müslim de İman kitabının 86.
babında rivayet etmişlerdir. Buhar! ile Müslim bunun bir benzerini de E n e s
(Radıyallâhü anhVden rivayet etmişler.
Nevevl,
Müslim'in şerhinde bu hadis ile benzeri hadislerin izahını yaparken bu
konudaki diğer bâzı rivayetleri de aldıktan sonra özetle şu bilgiyi verir:
.
Konuya ilişkin bu hadisler birbirini açıklar durumda olup mânâsı şöyledir: Her
peygamberin kabul olunması kesin olan bir duası vardır ve her peygamber
kesinlikle kabul olunan duasının hangisi olduğunu bilir. Peygamberlerin diğer
dualarının kabul olunması yüzde yüz kesin değildir, ama kabul olunmasını
kuvvetle umarlar. Dualarının bâzısı kabul olunur, bâzısı kabul olunmaz.
Kadı
Iyâz: Bu hadisten kasdedilen mânânın şöyle olması muhtemeldir, demiştir: Yâni
her peygamberin kendi ümmeti ile ilgili olup kesinlikle kabul olunan bir duası
vardır. -'
Bu
hadîs Peygamber (Aleyhi's-salâtü ve's-selâm) 'in ümmeti hakkında nasıl bir
şefkat ve merhamet beslediğini, ebedi mutlulukları için nasıl düşündüğünü
gösterir. O, yüzde yüz kabul olunan duasını ümmetinin en çok muhtaç olduğu,
sıkıntılı âhiret gününe ertelemiş-tir.
. •
Bu
hadîs, Allah'a ortak koşmaksızın, yâni imân üzerine ölenlerin cehennemde ebedî
kalmıyacaklarına ve her müslümanm Resûl-i Ekrem (Aleyhi's-salâtü ve's-selâm)'in
şefâatmdan nasibini alacağına delâlet eder.
Sindi
de : Yâni her peygamberin, ümmetinin tümünün helak olması veya kurtuluşa
kavuşması hakkında ettiği umûmî bir duası kabul olunmuştur. Peygamberlerin
diğer duâlan genellikle yine kabul olunmakla beraber kabul olunması yüzde yüz
kesin değildi. Çünkü bâzan kabul olunmazdı. Bu hadîs, Resûl-i Ekrem
(Aleyhi's-salâtü ve's-selâm) 'in şefaatinin bütün ümmetini kapladığına, büyük
günahlar işlemek suretiyle cehenneme müstehak olan günahkâr mü'minle-rin de bu
şefâattan yararlanacaklarına delâlet eder ve O'nun şefaatinin, sâdece cennetlik
olan mü'minlerin derecelerinin yükselmesi için olduğunu savunan sapık mezheb
mensuplarının görüşünü reddeder. Bu sapık görüş sahiplerine göre büyük günahlar
işleyen mü'minler için şefaat yoktur ve onlar cehennemde ebedi kalırlar, diye
bilgi verir. Bu hususa 4310. hadîsin izahı bölümünde de değinilecektir.
Peygamberlerin
kabul olunmuş dualarına örnek olmak üzere şunları söylemekle yetinelim : Âdem
(Aleyhisselâm)'ın tevbe duası, N û h (Aleyhisselâm) 'm kendi kavminin helak
olması yolundaki duası, M ü s â (Aleyhisselâm)'m Fir'avun ve kavminin mahvolmasına
dâir duası, I s â (Aleyhisselâm)'in mâide, yâni t s -râiloğulları için gökten
yemek sofrasının indirilmesi hakkında ettiği duâ. Resûl-i Ekrem
(Aleyhi's-salâtü ve's-selâm)'in bizler için sakladığı makbul duasını da
Allah'ın izniyle âhiret günü şefaat yoluyla alacağız ve O Habib-i A'zam'm
duası bereketiyle Allah biz âcizlerin günahlarını bağışlayıp cennetinde
cemâlıyla müşerref kılacaktır.
4308) "... Ebû
Saîd(-i Hudrî) (Radtyallâhü anh)'den rivayet edildiğine göre; Resûlullah
(SaUalîakü Aleyhi ve Scllcm) şöyle buyurdu, demiştir:
Ben
Âdem oğlunun (yâni bütün insanların) büyüğüyüm de böbürlenme yoktur. Kıyamet
günü (dirilmek için) yerin yanlmasıyla (kabirden) ilk çıkacak olan da benim.
Bununla beraber böbürlenme yoktur. İlk şefaat edecek ve şefaati ilk kabul
olunacak kimse de benim ve (bununla) iftihar etmek yoktur. Kıyamet günü Hamd
Bayrağı benim elimde bulunacak. Bununla beraber böbürlenmek yoktur."[172]
T
i r m i z î bu hadisi Benî î s r â i 1 sûresinin tefsiri bölümü ile Menâkib
bölümünde rivayet etmiştir. Ayrıca Ahmed de rivayet etmiştir.
Resûl-i
Ekrem (Aleyhi's-salâtü ve's-selâm)'in bütün insanların seyyidi, yâni büyüğü
olduğunu beyân etmesinin sebep ve hikmeti hakkında değişik görüşler beyân
edilmiştir. Bir kavle göre bunu söylemekle Allah'ın emrini yerine getirmiş
olur. Çünkü D u h â sûresinin sonundaki âyette Allah Teâlâ, Rabbinin nimetini
anlat, mealinde bir emir buyurmuştur. Allah O'na bu yüce mertebeyi ihsan etmiş,
O da bu nimeti bildirmiştir. îkinci bir kavle göre bunu söylemesi, Allah'ın
kendisine verdiği görevi tebliğ mahiyetindedir. Yâni Allah O'nu tüm insanların
büyüğü etmiş ve bunu ümmetine duyurmasını emretmiş ki, ümmeti de O'nun Allah
katındaki değerini ve mertebesini bilsin, buna göre saygı ve bağlılık
göstersin.
Resûl-i
Ekrem (Aleyhi's-salâtü ve's-selâm) "fakat bununla böbürlenme yoktur"
mealindeki buyruğuyla şunu demek istemiştir: Yâni benim eriştiğim mertebe ve
fazilet Allah'ın bir lutüf ve keremidir, benim gücümle elde ettiğim bir şey
değildir. Bu itibarla iftihar etmeye, böbürlenmeye mahal yoktur.
Bu
hadîs, Resûl-i Ekrem (Aleyhi's-salâtü ve's-selâm)'in kıyamet günü ilk dirilecek
zât olduğuna da delâlet eder. Bu cümle 4274. hadîste geçen M û s â
(Aleyhisselâm) ile ilgili cümleye muhalif değildir. Oraya da bakılabilir.
Hadîste
geçen "Hamd bayrağı" ifâdesi bâzı ilim adamlarına göre hakiki mânâda
tutulmuştur. Yâni kıyamet günü Allah Teâlâ Hamd bayrağını O'na teslim edecek ve
bir hadiste buyurulduğu gibi Âdem (Aleyhisselâm) ile ondan sonra gelen
peygamberler bile O'nun bayrağı altında toplanacaktır. Tuhfe yazarı da bu
yorumu destekliyor. Çünkü bu cümleyi hakiki mânâsında tutmaya bir engel
olmadığına göre mecazî bir mânâ yoluna gitmeye gerek yoktur, der.
T
ı y b i gibi bâzı ilim adamları ise: Bu ifâdeden maksad Resûl-i Ekrem
(Aleyhi's-salâtü ve's-selâm) 'in şöhreti ve tüm mahşer halkı içinde hamd
etmekle sivrilmesidir, der. T ı y b î bu arada yukar-daki yorumu da beyân
ederek bunun da muhtemel olduğunu söyler.
Turbüştî
de: Allah'ın sevgili kullarının makamları içinde Hamd makamından daha yüksek
bir makam yoktur. Diğer tüm makamlar onun altında kalır. Resûl-i Ekrem
(Aleyhi's-salâtü ve's-selâm), hem dünyada hem de âhirette bütün mahlükattan
çok fazla hamd etitği için Hamd bayrağı O'na verilecek ki herkes O'nun bayrağı
altında toplansın, demiştir.
4309) "... Ebû
Saîd(-i Hudrî) (Radtyallâhü o»A>'den rivayet edildiğine göre; Resûlullah
(Sallaüakü Aleyhi ve Sellem) :
Ateş
ehli olan (yâni ebedî olarak cehennemde kalacakları Kur'-ân'da bildirilen)
cehennemliklere gelince, şüphesiz onlar ateşte ne Ölürler ne de yaşarlar (yâni
devamlı azabta olurlar). Lâkin günahları yüzünden veya hatâları sebebiyle
kendilerine cehennem ateşi isabet eden bir takım insanlar da vardır ki ateş
onları tam manâsıyla öldürür. Nihayet onlar (yanıp) kömür olunca onlar için
şefâata izin verilir ve onlar guruplar hâlinde getirilip cennet nehirlerine
dağıtılırlar. Sonra: (Cennet halkına hitaben) :
Ey
Cennetlik olanlar! Şunların üzerine cennet nehirlerinin sularını dökünüz,
denilir. Bunun üzerine (su dökülünce) onlar selin taşıdığı (çamur ve benzeri)
kalıntıda olan tohum (hızla) bittiği gibi biti-verirler, buyurdu.
Bu
buyruk üzerine cemaattan biri: Resûlullah (Sallallahü Aley-hive Sellem) (sel
durumlarını bilmesi açısından) çölde imiş gibidir, dedi."[173]
Bu
hadîsi B u h â r î İmân kitabı ile Rikak kitabında, M ü s -1 i d İmân kitabında
rivayet etmişler. Ayrıca N e s â î de rivayet etmiştir.
Hadiste
geçen bâzı kelimeleri açıklayalım: Fahm: Kömür demektir.
Dabâİr:
Dıbâra veya Dabâra'nın çoğuludur. Lügat âlimleri Da-bâir'in ayrı ayrı guruplar
anlamını ifâde ettiğini söylemişler. Seylı Sel demektir.
Hamîlü's-Seyl:
Selin taşıyıp götürdüğü ve belli bir noktada bıraktığı, çer çöp ve çamur gibi
kalıntısı demektir.
N
e v e v i bu hadîsin izahı bölümünde özetle şöyle der: Bu hadîsin açık mânâsı
anladığım kadarıyla şöyledir: Cehennem ateşinin gerçek liyakatlisi ve ebedî
müstahakkı olan kâfirler cehennemde ne ölürler (Çünkü ölürlerse azabın acısını
duymacaklar) ne de yararlanabilecekleri ve istirahat edebilecekleri bir yaşayış
bulabilirler. Nitekim Allah Teâlâ F a
t ı r sûresinin 36. âyetinde kâfirler
hakkında;
= "Ölümlerine hükmedilmez ki ölsünler, kendilerinden cehennem azabı da
hafifletilmez." ve e \ - A' 1
â sûresinin 13. âyetinde yine kâfir
kişi hakkında; = "Sonra orada ne ölecek ne de hayat bulacaktır"
buyurmaktadır.
Zâten
hak olan mezheb de budur. Yâni cennet halkı sonsuza dek ilâhî nimetlerden
yararlanacaklar ve cehennemde ebedî kalacak olan kâfirler de sonsuza dek
devamlı azab çekecekler.
Hadisin
"Lâkin günahları yüzünden veya hatâları sebebiyle.." fıkrasının
mânâsı da şudur: Günahkâr mü'minler Allah'ın dilediği sürece azab edildikten
sonra cehennemde hakikaten ölürler ve artık azab acısını duymazlar. Sonra
Allah'ın onlar için takdir buyurduğu süre tamamlanınca kömür hâline gelmiş olan
cesetleri cehennemden çıkarılıp guruplar hâlinde cennet nehirlerine
götürülürler ve hayat suyu onların üzerine dökülür. Bunun üzerine selin
kalıntısı durumundaki çamurdan tohumun çarçabuk filizlenip bittiği gibi
onların cesed-lerı de neşvü nema bulur ve normal güce sahip olduktan sonra cennetteki
yerlerine intikal ederler. Hadisin zahir olan mânâsı budur.
Cehennemde
azab edilen mü'minlerin ölümü ile ilgili cümlenin iki şekilde yorumlandığını
nakleden Kadı I y â z yukarda belirttiğim şeklin yanında şunu da belirtir:
Bundan maksad şu olabilir: Yâni cehennemde azab edilen mü'minler, bir süre
sonra azab acısını duymayacak hâle gelecek veya acısı çok hafifliyecek ve böylece
ölü gibi olacaktır.
Tercih
edilen yorum yukarda verdiğim ilk yorumdur.
Sindi ise bu hadisin izahı bölümünde şöyle der: Bu
hadis, cehenneme giren mü'minlerin ateşte kömür hâline gelinceye kadar azab
duyacaklarına delâlet eder. Şu halde bundan sonra orada kalacakları sürece
azab acısını duymazlar ve süreleri tamamlanınca cehennemden çıkarılıp cennete
götürülürler. S i n d î' nin yorumu günahkâr mü'minler lehinde olup bir müjde
mâhiyetini taşıyor. Allah m iyi bilendir.
4310) "... Câbir
(bin Abdillah) (Radtyallâkü anhümâyâ&n rivayet edildiğine göre kendisi:
Ben,
Resûlullah f Sallallahü Aleyhi ve Sellem) 'i şöyle buyururken işittim,
demiştir:
Şüphesiz,
kıyamet günü benim şefaatim, ümmetimden büyük günahlar işleyenleredir."
4311) "... Ebû Mûsâ
el-Eş'arî (Radıyaüâhü anh)'den rivayet edildiğine göre; Resûlullah (Sallallahü
Aleyhi ve Sellem) şöyle buyurdu, demiştir:
Ben
şefaat etmek ve (ya) ümmetimin yansının cennete girmesi arasında muhayyer
(serbest) kılındım. Ben şefaat etmeyi seçtim. Çünkü şefaat daha umûmî ve daha
çok yeterlidir. Siz bu şefaatimi takva sahibi (yâni Allah'tan korkup kulluk
görevlerini yerine getiren ve yasaklardan sakınan) mü'minler için mi
sanırsınız? Hayır (öyle san
mayınız).
Ve lâkin o (şefaatim) günahkâr, hatalı ve pis işlere karışan (müslüman) lar
içindir.**
Not:
Zevâid'de şöyle denilmiştir : Bunun senedi sahih olup râvileri güvenilir
E&tlardır.[174]
C&bir
(Radıyallâhü anh) 'in hadisini T i r m i z i de rivayet etmiştir. Ayrıca yine
Tirmizi, Ebû Dâvûd, Nesâî ve A h m e d bunun bir mislini E n e s (Radıyallâhü
anh) 'in hadisi olarak rivayet etmişlerdir.
Alimler:
Bu hadîsteki şefâattan maksad, Allah'ın Resûl-i Ekrem (Aleyhi's-salâtü
ve's-selâm) 'e vaad edip kabul edilmesi kesin olan ve âhiret gününe saklanan
özel şefaattir, demiştir. Tıybi: Yâni cehenneme müstehak olanları kurtaracak
olan şefaat, büyük günah sahiplerine mahsustur, der.
Bu
şefaat nevi dışında çeşitli şefâatlar vardır. Meselâ cennete giren mü'minlerin
makamlarının daha da yücelmesi için yapılan şefaat çeşidi ve mahşer halkının
bir an önce hesaba çekilmesi, daha fazla bekletilmemesi hakkındaki şefaat başka
bir çeşit sayılır.
Nevevî,
Kadı I y â z' dan naklen şu bilgiyi verir: EhM Sünnet mezhebine göre şefaat işi
aklen mümkün olup dînen sabit ve gerçektir. Çünkü Allah Teâlâ T â h â
sûresinin 109. âyetinde;
=
"O gün Rahman (olan Allah) in izin verdiklerinden başka hiç bir kimseye
şefaat fayda vermez1*
buyurur.
S e b e' sûresinin 33. âyeti de bunun gibidir. Daha buna benzer âyetler ve
toplamı tevatür sınırını bulan hadîsler âhirette şefâatm hak ve gerçek olduğunu
isbatlar. Selef-i Sâlihln dediğimiz büyük eski âlimlerimiz ve onları takip eden
diğer İslâm âlimleri ve E hl-i Sünnet mezhebine mensup bütün ilim adamları bu
konu hakkında icma ve ittifak etmişlerdir. Sapık mezheb sayılan Hâriciler ile
Mutezile mezhebine mensub bâzı kimseler şefaati inkâr etmişlerdir. Bunlara göre
günahkâr mü'minler ebedi olarak cehennemde kalacaklar. Bir de onlar kâfirler
hakkında İnen şu iki âyeti kendilerince delil sayarlar:
1) üutilldi itU2 ^**aL" l^ = "Onlara (yâni ahiret gününü inkar
eden
kâfirlere) şefâatçüann şefaati fayda vermiyecektir. (Müddes-sir, 48)
2) g-UaT ^çJLi % ^ 'c^ içllku ü = "Zâlimler için (o gün) ne
bir dost
var, ne de sözü dinlenen bir şefaatçi vardır." (Câfir, 18)
Oysa
yukarda da belirttiğim gibi bu ikûâyet kâfirler hakkındadır ve ikinci âyette
geçen zulümden maksad küfürdür.
Bu
sapık mezheb mensupları şefaat hakkındaki hadisleri cennetlik olan mü'minlerin
makamlarının daha da yücelmesi yolunda yorumlamakta iseler de hadislerin açık
ifâdeleri bu görüşü kesinlikle reddeder, mezheblerinin bâtıl olduğunu gösterir
ve cehenneme müs-tehak olan mü'minlerin cehennemden kurtarılmasına mahsûs
şefaat çeşidinin de bulunduğunu isbatlar.
Bu
bâbtaki hadîslerin bir kısmı da şefaatin bir bölümünün günahkâr mü'minlere ait
olduğuna delâlet eder.
N
e v e v i Tuhfe yazarı ve başkalarının beyânına göre şefaat başlıca beş kısma
ayrılır:
1. Mahşer halkının
korkunç bekleyişlerine son vermek ve hesaba çekilmeyi çabuklaştırmak için
edilen şefaattir ki, bu şefaat Peygamber (Aleyhi's-salâtü ve's-selâm)'e
mahsustur.
2. Bir gurubun
hesapsız olarak cennete dâhil edilmesi için edilen şefaat çeşididir. Bu da Peygamberimiz (Aleyhi's-salâtü ve's-selâm)'e
verilen bir şefaat çeşididir.
3. Cehenneme müstehak
olan bâzı mü'minler için edilen şefaattir. Bunlar hakkında yine Peygamberimiz
(Aleyhi's-salâtü ve's-selâm) şefaat eder.
4.
Mü'minlerden
cehenneme giren günahkârlar hakkındadır. Bunların cehennemden çıkarılması için
gerek Peygamber (Aleyhi's-salâtü ve's-selâm) 'in ve gerekse melekler ile
cennetlik olan din kardeşlerinin şefaat edecekleri hakkında hadîsler vârid
olmuştur. Tev-hid ehli olan, yâni imân üzerinde ölen bütün günahkârlar netice
itibarı ile Allah'ın izni ile cehennemden çıkarılacak ve cehennemde yalnız
kâfirler kalacaktır,
5. Cennette olanların
daha yüksek makamlara erişmeleri için edilecek şefaattir.
4312) "... Enes bin
Mâlik (Radıyallâhü anh)fâen rivayet edildiğine göre; Resûlullah (Sallallahü
Aleyhi ve Seîlem) şöyle buyurdu, demiştir:
Mü'minler
kıyamet günü toplanarak t Rabbimize bir şefaatçi gön-dersek de Rabbimİz bizi bu
(sıkıntılı) yerimizden rahata kavuştursa, diyecekler (Bunu söylemeleri için
Allah tarafından) gönüllerine İlham edilir (veya onlar bu sıkıntıya gereken
önemi verirler. — Bu tereddüd ravi Saİd'e aittir—). Bunun üzerine mü'minler
Âdem (Aleyhisse-lam) 'a varırlar ve (ona) :
Sen
Âdem'sin, bütün insanların babasının, Allah seni (kudret) eliyle yarattı ve
meleklerini sana secde ettirdi. Artık (ne olur) bizim için Rabbin katında
şefaat et de bizi şu (sıkıntılı) yerimizden (kurtarıp) rahata kavuştursun,
derler. Fakat Âdem (Aleyhisselâm) :
Ben
sizin dediğiniz (şefaat) makamında değilim (ve Âdem vaktiyle işlediği hatâyı
onlara yakınarak anlatarak bundan dolayı haya eder) ve lakin Nuh'a gidiniz.
Çünkü O, Allah'ın yer yüzündekilere gönderdiği ilk resul (elçi)dir, der. Bunun
Üzerine mü'minler Nuh (Aleyhisselâm) 'a varırlar. O da:
Ben
sizin dediğiniz (şefaat) mevkiinde değilim, (ve Nûh, hakkında bilgisi olmayan
bir şeyi — ki oğlunun aile ferdlerinden oluşu dolayısıyla tufanda boğulmaması
isteğidir— Rabbinden dilediğini anlatır ve bundan dolayı haya eder) ve lâkin
Halilu'r-Rahmân (yâni Allah'ın dostu) İbrâhîm (Aleyhisselâm)'m yanma gidiniz,
der. Sonra mü'minler İbrâhîm peygambere varırlar. Fakat O da t
Ben
sizin dediğiniz şefaat mevkiinde değilim. Ve lâkin Allah'ın kendisi İle
konuştuğu ve Tevrat'ı verdiği kulu Mûsâ (Aleyhisselâm)'a gidiniz, der. O da t
Ben
orada (yâni şefaat makamında) yokum (ve Mûsâ bu arada vaktiyle kısas durumu
olmaksızın bir adamı öldürdüğünü anlatır) ve lâkin siz, Allah'ın kulu, resulü,
kelimesi ve ruhu (denilen) İsa (Aleyhisselâm) 'm yanma gidiniz, der. Bunun
üzerine mü'minler İsa'ya varırlar. O da i
Ben
sizin dediğiniz şefaat makamında yokum ve lâkin Muham-med (Sallallahü Aleyhi ve
SellemVe, Allah'ın kendisinin geçmiş ve gelecek hatâlarını bağışladığı (o yüce)
kula gidiniz, der. Resûl-i Ekrem (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) buyurdu ki:
Bunun
üzerine mü'minler benim yanıma gelirler. Ben de kalkıp giderim (râvi demiştir
ki: Şeyhim: "Ve mü'minlerden İki saf arasında yürürüm" buyruk
cümlesini el-Hasan'dan naklen anlattı). Râvi demiştir ki sonra Enes
(Radıyallâhü anh) 'in hadisine döndü. Resûl-i Ekrem (Sallallahü Aleyhi ve
Sellem) (sözüne devamla) buyurdu ki t
Bunun
üzerine ben Rabbimin huzuruna çıkmak için izin isterim. Bana izin verilir.
Sonra Rabbimi gördüğüm zaman hemen secdeye kapanının. Allah dilediği sürece
beni secde hâlinde bırakır. Sonra (bana):
(Başını)
kaldır Yâ Muhammedi Ve söyle, işitilirsin; iste, istediğin verilir ve şefaat
et, şefaatin kabul olunur, buyurulur. Bunun üzerine ben (başımı secdeden
kaldırarak) O'na, Zâtının bana öğrettiği bir hamd şekliyle hamdederim. Sonra
(genel ve özel) şefâatta bulunurum. Bunun üzerine Rabbim bana bir sınır (ve
çerçeve) çizer. Ben de o sınır (yâni ölçü) içinde kalanları cennete dâhil
ederim. Sonra ikinci defa (şefaat için) dönerim ve O'nu görünce secdeye
varırım, Allah beni dilediği kadar secdede bırakır. Sonra bana t
(Başını)
kaldır (yâ) Muhammedi Söyle, dinlenirsin iste, istediğin verilir ve şefaat et
şefaatin kabul olunur, buyurulur. Bunun üzerine ben de başımı kaldırıp O'na
bana öğrettiği bir hamd şekliyle hamdederim. Sonra (tekrar) şefaat ederim.
Rabbim benim (şefaat edeceğim kimseler) için bir sınır (ve çerçeve) çizer. Ben
de o Ölçü içine girenleri cennete dâhil ederim. Sonra üçüncü defa (şefaat
etmeye) dönerim ve Rabbimi görünce secdeye kapanırım. Rabbim beni dilediği
kadar (secdede) bırakır. Sonra t
(Başmı)
kaldır (yâ) Muhammedi Söyle, işitilirsin; iste, istediğin verilir ve şefaat et,
şefaatin kabul olunur, buyurulur. Ben de başımı kaldırıp O'na bana öğrettiği
biçimde hamdederim. Sonra şefaat ederim. Allahım (yine) bana bir sınır tâyin
eder. Ben de onları cennete dâhil ederim. Sonra dördüncü kez (Rabbimin
huzuruna) dönerek:
Yâ
Rabbî (cehennemde) Kur'ân'm hapsettiği (yâni ebedi olarak cehennemde
kalmalarına hükmettiği) kişilerden başka hiç kimse kalmadı, diyeceğim.
Râvi
demiştir ki: Katade bu hadîsin hemen arkasında şöyle dedi t Ve Enes bin Mâlik
(Radıyallâhü anh), Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) 'in şöyle
buyurduğunu da bize rivayet etti t
Kalbinde
bir arpa (tanesi) ağırlığınca hayır (yâni iman) bulunduğu halde "lâ ilahe
illallah = Allah'tan başka ilâh yoktur" diyen herkes cehennemden çıkacaktır.
Keza: kalbinde bir buğday (tanesi) ağırlığınca hayır (yâni imân) bulunduğu
halde "Lâ ilahe illallah" diyen herkes cehennemden çıkacaktır.
Kalbinde zerre ağırlığı kadar hayır (yâni imân) bulunup da "Lâ ilahe
illallah" diyen herkes de cehennemden çıkacaktır."[175]
Bu
hadisi B u h â r i, Tefsir, Tevhîd ve Rikak bölümlerinde ve Müslim îmân
bölümünde, N e s â î de Tefsir bölümünde benzer lâfızlarla rivayet
etmişlerdir.
Bu
hadîs Resûl-i Ekrem (Aleyhi's-salâtü ve's-selâm) 'in en büyük şefaatim beyân
eder. Bu şefaat, hem mahşer halkının mahşerde daha fazla bekletilmemesi,
hesapların görülmesine bir an önce başlanması, hem de cehenneme müstahak olan
ve bâzı rivayetlerde belirtildiği gibi fiilen cehenneme girmiş durumda olan
günahkâr bâzı mü'min-lerin bağışlanıp cennete kavuşturulması için edilen bir
şefaattir. Bu nedenle buna Şefâat-ı uzmâ, yâni azametli ve büyük şefaat ismi verilmiştir.
Şefaatin
bir kaç çeşit olduğu yolunda özlü bilgi bundan önceki hadislerin izahı
bölümünde verilmişti. Oraya da bakılabilir.
Hadîsin
bazı önemli noktalarım belirtmekle yetineceğim. Çünkü ihtiva ettiği bütün
hususları gereği gibi izah etmek en az beş on sa-hif e alır.
Hadisin
baş kısmında kıyamet günü mü'minlerin bir araya gelerek mahşer sıkıntı ve
kederinden bir an önce kurtulmak için Allah'a bir şefaatçi, ricacı bulma işini
görüşecekleri belirtilir. Bu konuyu görüşme teşebbüsü ya Allah tarafından
onların gönüllerine konulan bir ilham neticesinde veya onların mahşerdeki
sıkıntı ve kederin vahametini ve önemini düşünmeleri sonucunda vuku bulmuştur.
Bu noktadaki tereddüd, yâni Resûl-i Ekrem (Aleyhi's-salâtü ve's-selâm) böyle
mi buyurdu yoksa şöyle mi buyurdu, yolundaki şüphe râvi S a I d'e aittir.
Allah
Teâlâ'mn mü'minlerin kalblerine önce Âdem (Aleyhis-selâm) *a ve sırayla diğer
peygamberlere başvurmayı ilham etmesinin ve baştan Hz. Muhammed (Sallallahü
Aleyhi ve Sellem) 'e müracaat etmeleri için onlara ilham vermemesinin sebebi,
Peygamberimizin üstünlüğünü ilân etmektir, kanaatındayım. Bâzı sarihler de aynı
kanaati belirtirler. Çünkü eğer mü'minler hiç bir peygambere başvurmadan
doğruca Resûl-i Ekrem (Aleyhi's-salâtü ve's-selâm)'e müracaat etseydiler, diğer
peygamberlerin de bu işi yapma gücüne sahip olmalarına ihtimal verilirdi. Fakat
mü'minler önce Âdem peygamberden başlamak suretiyle sırayla seçkin
peygamberlere başvurup olumsuz cevab aldıktan sonra Hz. Muhammed (Sal-lallahü
Aleyhi ve Sellem) 'e müracaat edince ve O'ndan olumlu cevab alınca bu durum
Resûl-i Ekrem (Aleyhi's-salâtü ve's-selâm) 'in üstün faziletini, Allah
katındaki kıymet ve nazlılığını, yüce rütbesini ortaya kor. Bu hal, Resûl-i
Ekrem (Aleyhi's-salâtü ve's-selâm) 'in bütün peygamberlerden, tüm meleklerden
ve ne kadar yaratık varsa hepsinden üstün olduğuna delildir. Çünkü Şefâat-ı
uzmâ denilen bu büyük şefaat işine O'ndan başka hiç bir kimse girişemez, buna
cesaret edemez ve gücü yetmez.
Adem
(Aleyhisselâm) ile onu takip eden diğer peygamberler (Aleyhimisselâm) 'in
"Ben sizin dediğiniz şefaat mevkiinde değilim", biçiminde verdikleri
cevâbın hikmet ve sebebi hakkında N e v e v î, Kadı Iyâz' dan
özetle şu bilgiyi nakleder:
Peygamberler,
bu cevâbı tevazu, yâni alçak gönüllülük ve şefaat işinin ağırlığını idrak
ettikleri için söylemişler. Bu cevab, şefaat yetkisinin kendilerinde
olmadığına ve başka zâtta bulunduğuna sırayla İşaret mâhiyetinde de olabilir.
Peygamberlerin söz konusu genel şefaat yetkisinin Hz. Muhammed
(Aleyhi's-salâtü ve's-selâm) 'a mahsus olduğunu bildikleri ve mü'minleri
birbirlerine havale etmek suretiyle onları asıl yetkili zâta yollama metodunu
takip etmiş oldukları da muhtemeldir.
Mü'minler
Resûl-i Ekrem (Aleyhi's-salâtü ve's-selâm) 'e müracaat edince O'nun hemen işe
girişmesi ve acele etmesi sebebine gelince, bu yetki ve üstün makamın kendisine
âit olduğunu bilmesidir.
Müellifimizin
rivayetine göre şefaat işi için mü'minlerin başvurdukları peygamberlerden Âdem
(Aleyhisselâm) işlemiş olduğu günahı, yâni ağaçtan yemesi hatâsını, N û h
(Aleyhisselâm) bilmediği bir şeyi Allah'tan dilemesi, yâni gemiye binmeyen
oğlunun kendi aile ferdlerinden olduğu gerekçesiyle ve ailesinden olanların tufanda
boğulmayacaklanna dâir ilâhî vaade istinaden oğlunun kurtulmasını Allah'tan
dilemesi hatâsını ve M û s â (Aleyhisselâm) da Isrâîl ile Kıpti kavga ederken
aralarına girip kıptiyi defetmesi neticesinde kıbtî kişiyi öldürmesi hatâsını
mazeret göstererek Allah'a karşı yüzlerinin olmadığını beyân etmişlerdir.[176]
Nevevî,
Müslim'in şerhinde bu hadisi izah ederken bu konuda Kadı Iyâz' dan naklen şu
bilgiyi verir. Biz biraz özetleyerek önemine binaen buraya aktaralım:
Âlimler
bütün peygamberlerin peygamberlik dönemlerinden önceki hayatlarında küfür
üzerinde bir an bile bulunmadıkları hususunda ittifak halindedir. Küfür
dışında kalan günahlara gelince, yine bütün âlimler tüm peygamberlerin büyük
günahlardan masum ve pak oldukları noktası üzerinde ittifak etmişlerdir. Ancak
günahsızlıkları akıl yönünden mi din ve şeriat yönünden mi sabit olduğu
noktasında görüş ayrılığı olmuştur ki bu farklı görüş, neticeyi değiştirmez.
Peygamberlerden
küçük günahların meydana gelip gelmemesi meselesi ise bu husustaki görüşler
şöyledir:
Bütün
peygamberler mertebelerine gölge düşürücü, Onları küçültücü ve mürüvvetlerini
zedeleyici en ufak günahlardan bile pak ve münezzeh oldukları hususunda âlimler
arasmda bir ihtilâf yoktur. Hepsi bu noktada da ittifak halindedir.
Yukarda
sıraladığımız günahlar dışında kalan basit hatâlara ve önemsiz isabetsizliklere
gelince fıkıhçıların, hadîsçilerin ve kelâmcı-ların selef ve halef sayılan
âlimlerinin büyük çoğunluğuna göre bu tür hatâları işlemeleri de caizdir. Yâni
mümkündür. Bunların delilleri ise bâzı âyetlerin ve hadislerin zahiri
mânâlarıdır. Fakat imamlarımız durumundaki muhakkik fıkıhçılar ve kelâmcılar
tüm peygamberlerin büyük günahlardan olduğu gibi her nevi küçük günahlardan da
masum olduklarına hükmetmişler ve bâzı âyetler ile bâzı hadislerde görülen
durumu inceleyerek: Peygamberlerden görülen bu hâl ya bir te'vil neticesinde
veya yanılma eseri yahut Allah'tan aldıkları izinle meydana gelmiş, bir kısmı
da peygamberlik döneminden önce vuku bulmuş, demişlerdir. Hak olan mezheb de
budur.
Birlikte
bakalım: Peygamberlere isnad edilen hatâlar nelerdir: Bunlar, Adem
(Aleyhisselâm) 'm unutarak cennetteki ağaçtan yemesi, N û h (Aleyhisselâm) 'm
kâfir olan kavmi aleyhinde bedduada bulunması, M û s â (Aleyhisselâm) 'in
izinsiz olarak bir kâfiri öldürmesi ve î b r â h î m (Aleyhisselâm) 'in kendi
kavminin şerrinden korunması için tevriye yollu olup aslında doğru olan söz söylemesidir.
Şu
saydığım hangisi başka insanlar için günah sayılır. Aslında hiç birisi günah
sayılmaz. Bununla beraber onlar bu işleri Allah'tan izin almadan işledikleri
için üzülüp korkmuşlar, haya etmişler ve yüce mertebeleri ile bağdaşmadığı
için bâzılarından dolayı Allah tarafından kınanmışlar. Hepsi bu kadardır.
Bu
hadîse göre, yer yüzündeki insanlara gönderilen ilk resul, yâni elçi
durumundaki peygamber N û h (Aleyhisselâm)'dır. Ondan önce Âdem (Aleyhisselâm)
ve Ş i t (Aleyhisselâm) gelmişler ise de bu iki resulden Âdem (Aleyhisselâm),
yalnız kendi evlâdının irşadı için gönderilmişti. Evlâdı içinde küfür üzerinde
olan yoktur. Onun halefi durumundaki Ş î t (Aleyhisselâm) da öyle idi. Yâni
sâdece o günkü mü'minlere Allah'a itaat yolunu göstermek ve imân esaslarını
öğretmekle görevli idi. Fakat N û h (Aleyhisselâm)'a gelince o, yer yüzündeki
kâfirleri imâna davet etmek üzere gönderilmiş bir resul ve elçi idi: Bu bilgi
de Kadı I y â z' dan naklen verilmiştir.
"Resûl-i
Ekrem (Aleyhi's-salâtü ve's-selâm) 'in geçmiş ve gelecek günahlarının
bağışlanmış olması" meselesine gelince bu ifâdenin benzeri Fe t i h
sûresinin ikinci âyetinde de bulunur. Âlimler bu ifâdenin mânâsı hususunda
müteaddid yorumlar ve beyanlarda bulunmuşlar. Kadı Iyâz: Bir kavle göre geçmiş
günahlardan mak-sad, peygamberlik döneminden önceki dönemde faraza olabilen kusur,
gelecek günahlardan maksad da peygamberlik dönemindeki günahsızlık hâlidir.
Diğer bir kavle göre bundan maksad O'nun ümmetinin günahlarıdır. Bu ifâde
böyle yorumlamrsa günahların bağışlanmasından maksad ümmetin bir kısmının
bağışlanması veya tümünün cehennemde ebedî kalmaktan muaf tutulmasıdır. Bir
başka kavle göre bundan maksad Resûl-i Ekrem (Aleyhi's-salâtü ve's-selâm) 'dan
bir yanılma veya te'vil yoluyla meydana gelen hallerdir. T a b e r I bu kavli
nakletmiş ve Kuşeyrî de bunu tercih etmiştir. Bir diğer görüşe göre bundan
maksad O'nun babası Âdem (Aleyhisselâm) 'm geçmişte işlemiş olduğu hatâ ve
gelecekte ümmetinin işleyeceği günahlardır. Bâzılarına göre maksad şudur:
Faraza O'ndan bir kusur veya hatâ meydana gelse bile bundan dolayı bir muahaza
edilmemesidir. Başka bir görüşe göre maksad O'nun her türlü kusur ve hatâdan
pak ve nezih olduğunu ifâde etmekdir. Allah en iyi bilendir, demiştir.
Hadîse
göre Resûl-i Ekrem (Aleyhi's-salâtü ve's-selâm) şefaat için dördüncü defa
Allah'ın huzuruna çıktığında: Yâ Rabbil Kur'ân'ın hapsettiği kimselerden
başkası (cehennemde) kalmadı, diyecek. Buh â r i ve Müslim1 deki bir rivayete
göre hadisin râvisi Katâ-d e; "Kur'ân'ın hapsettiği" ifâdesinden
maksad cehennemde ebedi kalması vâcib olan kimselerdir, demiştir.
Bu
ifâdeden maksad haklarında hiç bir kimsenin şefaatinin kabul edilmemesi Kur'ân
veya O'nun açıklaması hükmünde olan sünnetle sabit olan kimseler de olabilir.
Yâni bâzı günahkâr mü'minler olabilir ki Allah hiç bir şefaatçi ve aracı
olmaksızın sırf lütuf ve keremiyle azad eder, cehennemden çıkarıp cennetlik
eder.
Hadisin
sonlarında yine K a t â d e' nin Enes bin Mâlik (Radıyallâhü anh) 'den rivayet
ettiği paragraf Buhâri ve M ü s -1 i m' de İman kitabı bölümlerinde ayn olarak
rivayet edilmiştir. A h m e d' in
rivayeti buradaki gibidir.
Hadisin
bu paragrafında Tevhîd kelimesini diliyle söyleyip de kalbinde bir arpa veya
bir buğday ya da bir zerre ağırlığı kadar hayır bulunan kimselerin netice
itibariyle cehennemden çıkacakları müjdeleniyor. Buradaki hayırdan maksad
imândır. Sindi' nin belirttiği gibi bazı rivayetlerde hayır kelimesi yerine
imân kelimesi bulunur. Yâni Tevhîd kelimesini diliyle söyleyen kişinin kalben
de inanması gerekir. Şayet münafıklıkla Tevhid kelimesini getirir, fakat kalbinde
zerre miktarı imân yoksa böyle bir kimse mü'min sayılmaz ve kâfirdir. Haliyle
cehennemde ebedi kahr.
Tevhîd
kelimesi yanında Hz. Muhammed (Aleyhi's-salâ-tü ve's-selâm) 'in peygamberliğine
imân etmek ve şehâdet kelimesini getirmek de gerekir. Sâdece Allah'ın varlığını
bildiğini kabul ve ikrar etmek bilindiği gibi mü'min sayılmak için yeterli
değildir. Bu hususta bir çok hadîs ve âyet mevcuttur. Maksadın böyle olduğunu
hatırlatma -kabilinden belirtmekte fayda mülâhaza ettiğim için bu noktaya
işaret ettim.
4313) "... Osman
bin Affân (Radtyallâhü ank)'dtn rivayet edildiğine gÖ-re; Resûlullah
(Sallaltahû Aîeyki ve Seltem) şöyle buyurdu, demiştir:
Kıyamet
günü üç (zümre) şefaat eder i Peygamberler, sonra din bilginleri, sonra
şehîdler."
Not: Bu hadis zayıftır, çünkü Zev&id'de
belirtildiği gibi senedinde Hâk bin Ebl Müslim bulunur.
4314) "... Übeyy
bin Kâ'b (Radtyallâhü anA)'den rivayet edildiğine göre; Resûlullah (Saîlallahü
Aleyhi ve Sellem) şöyle buyurmuştur:
Kıyamet
günü olduğu zaman ben peygamberlerin imamı, hatibi ve şefaatlerinin sahibi
olurum. (8u sözüm) bir böbürlenme değildir."
4315) "... Imrân
bin Husayn (Radtyallâhü a«A)'den rivayet edildiğine göre; Peygamber (Saîlallahü
Aleyhi ve Sellem) şöyle buyurmuştur:
Muhakkak
bir takım (mü'min) insanlar cehennemden benim şe-fâatımla çıkacaklar (ve
cennete girecekleridir. Onlar cehennemlikler, diye adlandırılacaklardır."[177]
Osman
(Hadıyallâhü anh)'m hadisi Zevâid nevinden olup âlimlerin şehidlerden faziletçe
üstünlüğüne dalâlet eder. Âlimlerden maksad dini bilgilerle cihazlamp
bilgisinin ışığında hareket eden ih-lâsh zâtlardır.
Übeyy
(Radıyallâhü anh) 'in hadîsini T i r m i z i, Menakib bölümünde Peygamber
(Aleyhi's-salâtü ve's-selâm) 'in faziletine tahsis ettiği bâbta rivayet
etmiştir. Resûl-i Ekrem (Aleyhi's-salâtü ve's-selâmJ'in bütün peygamberlerin
imâmı, büyüğü ve hatibi oluşunun anlamı açıktır. Peygamberlerin şefaatlerine
sâhib oluşu mes'elesine gelince, çünkü O'nun mahşer halkına şefaati umûmîdir ve
dolayısıyla peygamberleri de kapsar. Şöyle de söylenebilir; O, mahşer halkı
için şefaat edince diğer peygamberlerin ümmetleri için de şefaat etmiş olur.
Halbuki başka ümmetlere şefaat etme işi onların peygamberlerinin görevi
olmalıydı. Bu ıjibarla O, diğer peygamberlerin şefaat görevini üstlenmiş olur.
Bu ifâde şöyle de açıklanabilir: Mahşer halkı şefaat işi için peygamberlere baş
vurunca bu ricayı kabullenip şefaat etmeleri onlara lâyık ve beklenen davranış
olarak görülürdü. Fakat neticede bu işi Resûl-i Ekrem (Aleyhi's-salâtü
ve's-selâm) yapınca peygamberlerin yapması beklenen şefaat görevini yapmış
olur. î m r â n (Radıyallâhü anh)'m hadîsini B u h â r i Rıkak'ta, T i r m i z
i Cehennem sıfatı bâblarında ve Ebû Dâvûd, Sünnet bölümünde rivayet
etmişlerdir.
Resûl-i
Ekrem (Aleyhi's-salâtü ve's-selâm)'in şefâatıyla cehennemden çıkarılacak bir
takım insanlara Cehennemlikler veya Cehennemiler adının takılması ve cennet
ehlinin onları bu isimle çağırmaları onları tahkir veya eksikliklerini dile
getirmek için değil de Allah Teâlâ'nın âzadlı kullan olmaları hasebiyle bu
isimle anılmak suretiyle sevinçlerini sık sık tazelemek ve ilâhî lutfu onlara
hatırlatmaktır. Hadîs sarihleri böyle açıklama yapmışlardır. Ancak Tuhfe yazarının
beyânına göre Müslim'in Ebû Saîd (Radıyallâhü anh) '-den olan bir rivayetinde
şöyle bir ilâve vardır: Bu ismi alan azadlılar bir süre sonra Allah'a duâ
ederler ve Allah da bu ismi onlardan giderir. Gerek bu rivayet ve gerekse B e
y h a k i' nin H u z e y f e (Radıyallâhü anh) 'den ettiği benzer rivayet, bu
adın onların sevinçlerinin tazelenmesine vesile olduğuna dâir yoruma gölge
düşürür durumdadır.
4316) "... Abdullah
bin Ebi'l-Ced'ân (Radıyallâkü anhyûtn rivayet edildiğine göre kendisi Peygamber
(Sallallahü Aleyhi ve'SeUemyi:
Benim
ümmetimden bir adamın şefâatıyla Temim oğullan (kabilesi) nden daha çok
(mü'min) kimseler muhakkak cennete girecektir, buyururken işitmiş (ve orada
hazır bulunanlar) :
Yâ
Resûlallah! Senden başka bir adam (mı) ? diye sorunca O t Evet, buyurmuştur.
(Hâvi
Abdullah bin Şakîk demiş ki) :Ben (Abdullah bin Ebl'1-Ced1-ân'a:) Bu hadîsi
Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'den sen kendin (mi) işittin? dedim. O
t
Ben
kendim O'ndan işittim, dedi."
4317) "... Avf bin
Mâlik el-Eşcaî (Radtydlâhü <mA)'den rivayet edildiğine göre; Resûlullah
(Saüallakü Aleyhi ve Sellent) :
Rabbimin
bu gece beni ne hakkında muhayyer (serbest) kıldığını bilir misiniz? diye
(bize) sordu. Biz t
Allah
ve Resulü (her şeyi) en iyi bilenlerdir, dedik. O:
îşte
Rabbim ümmetimin yansını cennete dâhil etmek ve şefaat (etmem) arasında
şüphesiz beni muhayyer kıldı. Ben şefaat etmeyi seçtim, buyurdu. Biz:
Yâ
Resûlallah! Bizi şefaat edeceğin kimselerden etmesi İçin Allah'a duâ buyur,
dedik. O t
Şefaatim
her müslümanadır, buyurdu."[178]
Abdullah
bin E b i'l-C e d'an (Radıyallâhü anhl'ın hadîsini Tirmizf ve Dârimİ de rivayet
etmişler. Temim Oğulları kabilesi büyük bir kabiledir. Bu hadiste Peygamberimiz
(Aleyhi's-salâtü ve's-selâm) 'in ümmetinden bir zâtın şefâatıyla bu kabileden
daha çok mü'minin cennete gireceği müjdeleniyor. Tuhfe yazarının e 1 - K a r i'
den naklen beyânına göre bu zâttan maksadın Osman bin Affân (Radıyallâhü anh)
olduğu söylendiği gibi Üveys el-Karani (Radıyallâhü anh) olduğunu söyleyenler
de vardır. Bu arada başka isimlerden de söz edilmiştir. Tuhfe yazan bu
nakilleri yaptıktan sonra: Ben derim ki: Hadiste sözü edilen zâtın kim
olduğuna dâir bir delil varsa o delile göre hükmedilir. Şayet bir delil yoksa
bundan maksadın kim olduğunu Allah en iyi bilendir, demiştir.[179]
İki
Hâl Tercçmesi
Abdullah
bin Ebi'I-Ced'an (R.A.), Basra'ya yerleşen bir sahabldir. Bir hadi* sini
TirmİEİ rivayet ederek sahih olduğunu söylemiştir (ki bu hadistir). Onun başka
bir hadisi de vardır. Ravisi Abdullah bin Şaklk'tİr. Tuhfe yazarının beyânına
göre et-Takrlbte bu zâtın isminin Abdullah bin Ebi'l-Cez'ân olduğu
belirtilmiştir.
Avf
bin Mâlik el-Eşcal (R.A.)'m hadisini Tirmİzl de rivayet etmiştir. Bu hadiste
Resûl-i Ekrem (S.A.V.)'in ümmeti İçin şefaat etme şıkkını, ümmetinin yansının
şefftatsız olarak cennete girme şıkkına tercih ettiği, çünkü şefaatinin umûmi
olup imân üzerine ölen her müslümana şümullü olduğu belirtilmiştir. Çünkü imân
Üzerinde ölen bir kimse günahları dolayısıyla cehenneme girse bile O'nun
şefaati sayesinde netice itibariyle İnşaallah cehennemden çıkıp cennete
kavuşacaktır.
4318) "... Enes bin
Mâlik (Radtyallâhü anA)'den rivayet edildiğine göre; Resûlullah (Sallallahü
Aleyhi ve Sellem) şöyle buyurdu, demiştir:
Şüphesiz
sizin şu (dünya) ateşiniz, cehennem ateşinin yetmiş parçasından bir parçadır
ve eğer su ile iki defa söndürülmemiş (yâni ha-râreti giderilmemiş) olsaydı siz
(dünyada) ondan yararlanamazdınız. Şüphe yok ki, dünya ateşi, (kendisinden)
giderilmiş sıcaklığı ona iade etmemesi için Allah (Azze ve Celle) 'ye duâ
eder."
Not:
Zevâid'de şöyle denilmiştir : Sl-Hâkim, bu hadisi Müellifin rivayet ettiği
gibi tahriç ederek: Senedinin Buhâri ile Müslim'in şartlan üzerine sahih olduğunu
söylemiştir. Bu hadisin metninin bir bölümü Buhâri ve Müslim'in sahi-hayn'ında
Ebû Hüreyre (R.A.)'den rivayet edilmiş olarak bulunur.
4319) "... Ebû
Hüreyre (Radtyallâhü ank)*dtn rivayet edildiğine göre; Resûlullah (Sallallahü
Aleyhi ve Sellem) şöyle buyurdu, demiştir:
Cehenem,
Rabbine şikâyet ederek i Yâ Rabbit Ben kendi kendimi yedim, dedi. Bunun üzerine
Allah ona iki (defa) nefes (vermesi) için İzin verdi. Bir nefes kışın, bir
nefes de yazın (dır). İşte bulduğunuz şiddetli soğuk, cehennemin
zemherîrindendir, bulduğunuz şiddetli sıcak da onun harâretindendir."[180]
Enes
(Radıyaîlâhü anh) 'in hadisi notta belirtildiği gibi Zevâid nevindendir. Ancak
orada da işaret edildiği gibi Buhâri ve Müslim onun bir bölümünü Ebû Hüreyre
(Radıyallâhü anh) 'in hadisi olarak rivayet etmişlerdir. Buhâri
"Bedü'1-Halk" kitabının 9. babında ve Müslim de Cennet
kitabının 12. babında rivayet etmişlerdir. Gerek buradaki rivayetten ve
gerekse Bu-hâri ile Müslim' deki rivayetlerden anlaşılan hüküm, cehennem
ateşinin hararetinin dünyadaki ateşin hararetinin yetmiş katı oluşudur.
Sindi
bu hadisin izahı bölümünde: Yâni dünyadaki ateş cehennemden çıkarıldıktan
sonra hararetinin şiddeti iki defa su ile giderilmiş ve böylece hararet
derecesi bugünkü duruma düşürülmüştür. Eğer harareti düşürülmemiş olsaydı,
herhangi bir kimsenin dünya ateşine yaklaşıp ondan yararlanması mümkün
olmayacaktı. Dünya ateşi, eskiden kendisinde bulunmuş olup da sonradan
giderilmiş durumdaki sıcaklığın tekrar kendisine geri verilmemesi için Allah
(Az ze ve Celle)'ye dua eder. Bu durum, şiddetli hararetin ateşe bile eziyet
verdiğine dalâlet eder. İkinci hadîs de buna dalâlet eder, demiştir.
E
b û H. ü r e y r e (Radıyallâhü anh) 'in hadîsini B u h â r İ
"Mevakîtu's-Sala" ile "Bedü'I-Halk" kitablarında ve Müslim
"el-Mesâcid" kitabında ve Ti r m i z i Cehennem sıfatı bölümünde
rivayet etmişlerdir.
Bu
hadîste cehennemin şiddetinden dolayı kendi kendisini yemesinden dolayı
Allah'a hâlini arz ettiği ifâde edilmiştir. Cehennemin hâlini arz ve şikâyet
keyfiyeti hakîki mânâda tutulduğu gibi mecazî mânâda yorumlanmıştır. Şerh
kitablarında bu hususta uzun izahat vardır. Biz Tuhfe yazarının el-Fetih'ten
naklen verdiği bilgiyi özetleyip bununla yetineceğiz:
Hafız
İbn-i Hacer, el-Fetih'te şöyle der: Cehennemin söz konusu şikâyetinin
cehennemin söz söyleme gücüne kavuşturulmak suretiyle sözlü olması ve böylece
hadisteki ifâdenin hakikî mânâda tutulmasına tarafdar olanlar olduğu gibi, bu
ifâdeyi mecazî mânâya yorumlayanlar da olmuştur.
îbn-i
Abdi'1-Berr: Her iki görüş de mâkuldür ve emsali bulunur. Birinci görüş
tercihli görülür, demiştir. Kadı Iyâz da birinci görüşü tercih etmiştir. K u r
t u b î de : Hadîsteki ifâdeyi hakiki mânâsında tutmaya mâni bir durum yoktur,
diyerek birinci görüşe tarafdar çıkmıştır. N e v e v i de böyle söyledikten
sonra : Doğrusu budur, demiştir.
Be
y z â v î ise : Bu hadîsi mecazi mânâya yorumlayarak şöyle
demiştir:
Cehennemin
şikâyeti, onun kükreyip galayana gelmesi demektir. Cehennemin kendi kendisini
yemesinden maksad da şiddetli izdihamından ve ateşin yoğunluğundan meydana
gelen sıkışma (ve alevlerin birbirini yenercesine dalgalanması) dır.
Cehennemin nefes vermesi de cehennemden dışarı çıkan sıcaklık veya
soğukluktur, demiştir. (Fetih'ten nakil bitti.)
Bu
hadîste geçen "Semûm" kelimesinin asıl mânâsı gündüz sıcağı veya esen
sıcak rüzgâr demektir. Bu tür rüzgârlar genellikle gündüz eser.
Bu
hadis, cehennemin hâlen mevcut olduğuna dalâlet eder ve cehennemin kıyamet
günü yaratılacağı görüşünü savunan Mûtezi-1 e
mezhebi gibi bâtıl mezheblerin görüşünü reddeder.
4320) "... Ebû
Hüreyre (Radtyallâkü onAJ'den rivayet edildiğine göre; Peygamber (Sattallakü
Aleyhi ve Sellem) şöyle buyurmuştur:
Cehennem
ateşi bin yıl yakılarak beyazlaştı. Sonra bin yıl daha yakılarak
kıpkırmızılaştı. Daha sonra bin yıl yakılmak suretiyle nihayet simsiyah hâle
geldi. Artık karanlık gece gibi kapkaradır."
4321) "... Enes bin Mâlik (Radtyallâhü
anh)'âen rivayet edildiğine göre;
Resûlullah
(Sallallahü Aleyhi ve Sellem) şöyle buyurdu, demiştir :
Kâfirlerden
dünya nimetlerinden en çok yararlanıp müreffeh ya-şıyanı kıyamet günü getirilir
ve t Şu herifi ateşe bir kere daldırınız, denilir. Bu emir üzerine adam ateşe
(bir kere) daldırıldıktan sonra kendisine t
Ey
Falan (kişi)! Geçmiş zaman boyunca herhangi bir nimet senin eline geçti mi?
denilir. Kendisi:
Hayır,
geçmiş sürece bana hiç bir nimet bana isabet etmedi, der. Mü'minlerin (dünyada
iken) en şiddetli sıkıntı ve belâ çekeni de (kıyamet günü) getirilir ve: Bunu
cennete bir kere daldırınız, denilir. Bunun üzerine o mü'm in cennete bir kere
daldırılır. Sonra ona:
Ey
Falan (Mü'min)! Geçmiş zaman boyunca herhangi bir sıkıntı veya belâ çektin mi?
denilir. O da t (Hayır)! Şu ana kadar hiç bir sıkıntı ve hiç bir belâ çekmedim,
der."
4322) "... Ebû
Saîd-i Hudrî (Radtyallâhü anhyden rivayet edildiğine göre; Peygamber
(Sallallahü Aleyhi ve Sellem) şöyle buyurmuştur:
Kâfir
kişi (cehennemde) şüphesiz öyle iri yapılı olur ki dişi Uhud (dağın) dan
muhakkak daha büyük olur ve vücûdunun dişinden büyüklüğü (de) herhangi
birinizin vücûdunun dişinden büyüklüğü gibidir."
Not:
Zevâid'de şöyle denilmiştir: Bunun senedinde bulunan Atiyye el-Avfl ve onun
râvisi zayıftırlar. Müslim ve Tirmlzl bunun bir bölümünü Ebû Hüreyre (R.A.)'in
merfû hadisi olarak riv&yet etmişler.[181]
4320.
hadîsi T i r m i z î Cehennem sıfatı bâblannda rivayet etmiştir. Ayrıca
Beyhaki ve Mâlik de rivayet etmişler. Karanlık gece her türlü şer ve
tehlikelere müsâid olduğundan dolayı cehennem ateşinin siyahlığı gecenin
karanlığına, başka bir deyimle simsiyah cehennem ateşi, kapkaranlık geceye
benzetilmiştir. T ir-m i z i'nin rivayet ettiği hadîs metnine göre cehennem
ateşi bin yıl yakılarak nihayet kıpkırmızı olmuş, sonra bin yıl yakılarak neticede
beyazlaşmış ve bundan sonra bin yıl yakılarak neticede simsiyah hâle
gelmiştir. Yâni Müellifimizin rivayetine göre ateşin renk değiştirmesi sırayla
beyazlaşma, kırmızılaşma ve siyahlaşmadır. Oradaki rivayete göre bu sıralama
kırmızılaşma, beyazlaşma ve siyahlaşma şeklindedir. Hulâsa bu hadîs, cehennem
ateşinin şiddetini beyân eden delillerdendir.
E
n e s (Kadıyallâhü anh) 'm hadîsini Müslim de "Sıfatü'l-M ün af ikin"
kitabının 12. babında rivayet etmiştir. Bu hadisten kasde-dilen mânâ kanaatımca
şudur:
Dünyada
en çok refah ve mutluluk içinde yaşayan kâfir, kıyamet günü bir defacık
cehennem ateşine daldırılıp çıkarıldıktan sonra, dünyadaki yaşamı boyunca
görmüş olduğu tüm nimetler yokmuş gibi olur ve hayatında gördüğü nimet, refah
ve mutluluk rü'ya gibi olur. Diğer taraftan dünya hayatında en çok çile,
sıkıntı ve belâlara mâruz kalmış durumdaki mü'min kişi kıyamet günü cennete
bir defacık daldırıldıktan sonra dünyada iken çekmiş olduğu bütün çile, sıkıntı
ve belâları tamamen unutmuş olur.
Mü'minin
cennete daldırılması ifâdesinden maksad cennetteki nehirlere daldırılması
anlamı olabilir veya bundan maksad cennete dâhil edilmesidir. Edebî san'atta
Müşâkele denilen usûl gereği daldırma ifâdesi kullanılmıştır. Yâni bundan
önceki cümlede kâfirin cehennem ateşine atılması işi, daldırma biçiminde ifâde
edilmiştir. Mü'minin cennete dâhil edilmesi işi de bir önceki cümle ile uyum
içinde bulunmak üzere daldırma biçiminde anlatılmıştır.
E
b û S a i d (Hadıyallâhü anh) 'm hadisi notta işaret edildiği gibi Zevâid
nevindendir. M ü s 1 i m' in, Cennet kitabının 13. babında ve T i r m i z i'
nin Cehennem sıfatı bâblarımn başında E b û H ü r e y r e (Radıyallâhü anh)
'den rivayet ettikleri bir hadîste kıyamet günü kâfirin dişinin U h u d
(dağı) misli olacağı bildirilmiştir.
Müellifimizin
rivayetinde belirtildiği gibi kâfirin dişi bu kadar büyük olunca cesedinin
durumu da bu oran ve ölçüye göre iri hâle gelir. Kâfirin cesedinin böyle iri
hâle gelmesinden gaye vücûdunun her zerresinin daha çok azab çekmesidir.
Nevevİ: Allah, kafirin cesedi bu kadar iri hâle getirmeye Kadirdir. Resûl-i
Ekrem (Aley-hi's-salâtü ve's-selâm) da bunu bildirmiştir. Bu itibarla buna inanmak
vâcibtir, der.
4323) "... El-Hâris
bin Ukayş (Radtyallâhü anhyden rivayet edildiğine göre; Resûlullah (Salla!lahü
Aleyhi ve Sellem) şöyle buyurdu, demiştir:
Şüphesiz
benim ümmetimden (şefaati makbul) Öyle kimseler vardır ki onların şefâatıyla
Mudar (kabilesin) den daha çok kişiler cennete girer. Şüphesiz benim (davet)
ümmetimden Öyle kimseler de bulunur ki, ateş (te yanmak) için cehennemin bir
köşesini teşkil edecek kadar iri yapılı olur.**
Not:
Zevâid'de şöyle denilmiştir: Bunun senedinde Abdullah bin Ukayş (veya. Kay s)
en-Nahal bulunur, İbn-i Hibban onu güvenilir r&vilerden saymış ve : EbÛ
İshâkbu İsimde bir z&t vasıtasıyla îbn-i Abbâs (R.A.)'den rivayette bulunmuştur.
Ben bu ravinin o z&t olduğunu zannediyorum, demiştir. Zev&İd yazan daha
sonra: Abdullah bin Ukayş (veya Kay s) en-Nahaî'den, Dâvûd bin Ebİ Hind'den
başka bir kimse rivayette bulunmamıştır ve bu hadisin senedi safi, yani tam
sağlıklı değildir, demiştir.[182]
Bu
hadis Zevâid nevindendir. Hadîsin ifâde ettiği mânâya geçmeden önce bir
noktayı belirtmekte fayda vardır. Şöyle ki:
Resûl-i
Ekrem (Aleyhi's-salâtü ve's-selâm), bilindiği gibi bütün insanlara ve cinlere
peygamber olarak gönderilmiştir. Bu itibarla dâvet ve tebliği hepsine
şümullüdür ve dolayısıyla mü'min ve kâfir tüm insanlar ve cinler O'nun
"Davet ümmeti" sayılır. Yâni O, hepsini îs-lâm'a davet etmiştir.
Bunlardan O'nun dâvetine icabet ederek İslâmiyet'i kabul edenlere mahsus olmak
üzere "İcabet ümmeti" denilir.
Hadiste
iki yerde geçen ümmet kelimesi Davet ümmeti anlamına yorumlanabilir. Bu
takdirde M u d a r kabilesinden daha fazla kişi için şefaat edeceği haber
verilen kimseler "Davet ümmetf'nden olup da O'na imân eden büyük zâtlardır
ve cehennemin bir köşesini teşkil edecek derecede cesedi iri olacağı haber
verilen kimseler de "Davet ümmetf'nden olup da O'na imân etmeyen
kâfirlerdir, denilir.
Şöyle
de söylenebilir: Hadîste ilk geçen Ümmet kelimesi İcabet ümmeti anlamınadır ve
ikinci kez geçen ümmetten maksad Davet ümmetidir. Bu takdirde bir çok kişiye
şefaat edeceği haber verilen zâtlardan maksad Allah'ın sevgili kullarıdır.
Cehennemde cesedinin iri olacağı haber verilen kişilerden maksad da
kâfirlerdir.
4324) "... Enes bin
Mâlik (Radtyattâhü cnA^'den rivayet edildiğine göre; ResûluIIah (Salîaliahü
Aleyhi ve Sellem) şöyle buyurdu, demiştir:
Cehennem
halkının Üzerine ağlama gönderilir (yani ilâhi emirle onları bir ağlamak tutar)
ve göz yaşları tükeninceye kadar ağlarlar. Sonra da kan ağlarlar. Nihayet
yüzlerinde kanal biçimi gibi öyle çukur oluşurki eğer o kanala gemiler sahmrsa
hızlı gidecektir.*'
Not:
Zev&id'de şöyle denilmiştir : Bunun senedinde Yezld bin Eb&n
er-Rak-kâşl bulunur. Bu r&vi zayıftır.
Bir
Hâl Tercemest
Hadisin
ravisi el-Harls bin Ukayş Haltfü'l-Ensâr fJUU sahâbldir. Ona îbn-i Vukayş da
denilmiştir. Bir hadisi vardır, —ki budur- H&vİsi Abdullah bin Kaya
en-Nahal'cÜr. tbn-1 Maceh onun hadisini rivayet etmeli. (Hulâsa, 07)
4325) "... İbn-i
Abbâs (Radtyallâhü ankümâydvn; Şöyle demiştir Besûlullah (Sallallahü Aleyhi ve
Sellem) :
"Ey
im&n edenler Allah'tan sakınılması gerektiği gibi sakının ve herhalde
mûslüman olarak can veriniz" (Âl-i îmrân, 102) âyetini okuyup şöyle
buyurdu t
Eğer
zakkûm'dan bir damla yere damlatılmış olsaydı, o damla dünyadaki canlıların
geçim vesilesi (olan tüm gıda maddeleri) nl bozardı. Artık zakkûm'dan başka
yiyeceği olmayan (cehennem halkın) in hali nasıl (elem verici) dir?"[183]
Ibn-i
Abbâs (Radıyallâhü anhümâ) 'nın hadîsini Tir-mizl, Nesfti ve îbn-i Hibbân ile
Ahmed de rivayet etmişlerdir. Tirmizî bu hadîsi "Cehennem sıfatı
bâbları" bölümünde merfû olarak rivayet etmiştir. Yâni âyetten sonra
anılan ve zakkûm'un nasıl bir şey olduğunu beyân eden cümleleri Resûl-i Ekrem
(Aleyhi's-salâtü ve's-selâm) 'in buyruğu olarak rivayet etmiştir. El-Münziri
de Et-Terğîb'te bu hadîsi naklettikten sonra : Bunu Tirmizî, Nesâi, îbn-i
Mâceh ve îbn-i Hibbân rivayet etmişler, der ve bâzı rivâyetlerdeki farklı
cümleleri belirtir. Daha sonra bu hadisin mevkuf, yâni 1 b n - i Abbâs
(Radıyallâhü anhümâ) 'nın sözü olarak da rivayet edildiğini bildirir.
El-Münzlrt*
nin ifâde tarzı Müellifimizin rivayetinin T i r -m iz î'nin rivayeti gibi merfû
olduğuna işaret sayılır. Tercemeyi buna göre yaptım. Benim de âcizane kanaatıma
göre Müellifimizin ifâde tarzı bu hadîsin merfû olduğunu gösterir. Bu duruma göre tbn-i Abbâs (Radıyallâhü
anhümâ) şunu beyân etmek istemiştir: Resûl-i Ekrem (Aleyhi's-salâtü
ve's-selâm), lâyıkı veçhiyle Allah'tan korkmayı, yâni farz ve vâcibleri ifâ
etmek ve haram ile mekruhlardan sakınmak suretiyle Allah'ın azabından sakınmayı
ve-îslâm dininden son nefese kadar ayrılmamayı emreder mâhiyetteki âyeti
okuduktan sonra imân üzerine sebat göstermenin lüzumunu belirtmek için
cehennemliklerin yegâne yiyecek maddesi sayılan zak-kûm'un nasıl bir şey
olduğunu ifâde buyurmuştur.
El-Mecma'da:
Zakkum: Tadı ve kokusu fena olup acı bir ağaçtır. Cehennem halkı onu yemeye
zorlanır, diye bilgi verilmiştir.
S
â f f â t sûresinin 63 - 66. âyetleri
zakkum ağacının nasıl bir şey olduğunu ve cehennemliklerin yiyeceği olduğunu
meâlen şöyle beyân eder:
"Gerçekten
biz zakkum ağacını kafirler İçin (Kıyamette) bir azab yaptık. (63)
O,
cehennemin dibinde çıkan bir ağaçtır. (64)
Meyveleri (tiksindirici - çirkin) şeytan başlan
gibidir. (65)
tşte
kâfirler muhakkak bundan yiyecekler, karınlarını bununla
dolduracaklardır." (66)
4326) "... Ebû
Hüreyre (Radtyallâkü ankyâen rivayet edildiğine göre; Peygamber (SaüaUahü
Aleyhi ve Sellem) şöyle buyurmuştur :
Cehennem
ateşi (mü'min olan) Âdem oğlunun secde yeri (yâni organları) dışında kalan
bedenini yiyer. Allah cehennem ateşine secde eserini (yâni organlarını) yemeyi
(yakmayı) yasakladı."[184]
Nesâl
bu hadisin benzerini "Kitâbü't-Tatbîk11 bölümünde "Babü
Mavdn's-Sücûdİ" babında rivayet edilmiştir. Oradaki farklı durumu görmek
isteyenler bakabilirler. O durumu buraya aktarmaya gerek görmüyorum.
Hadiste
geçen "Eserü's-SScûd = Secde eseri" Secde organları olarak
yorumlanmıştır. Yâni cehennem ateşine müstehak olan mü'min bir kimse şayet
bağışlanmayıp da cehennem azabı ile cezalandırılırca ateş onun secde organlarım
yakamayacak, vücûdunun diğer taraflarım yakacaktır. Bu da namaz kılanların
faziletine delâlet eder.
Câmiü's-Sağir
şerhinde bu hadîsin İbn-i Mâceh tarafından rivayet edildiği ifâde
edilmektedir. Yâni N e s â i tarafından da rivayet edildiği belirtilmemektedir.
N e s â I' deki rivayet tarzı buradakinden çok farklı olduğu için aynı hadisin
N e s â î tarafından da rivayet edildiğinin söylenmemiş olması yerindedir,
kanaatin-dayım.
4327) "... Ebû
Hüreyre (Radtyallâhü anh)'den rivayet edildiğine göre; Rcsûlullah (Sallallakü
Aleyhi ve Sellem) şöyle buyurdu, demiştir:
Kıyamet
günü ölüm (bir koç gibi) getirilip Sırat (köprüsü) Üstün" de durdurulur
ve: Ey cennet halkı, diye çağırılırlar. Cennettekİler (bu çağn üzerine) İçinde
bulundukları (güzel) yerden çıkarılacakları endişe ve korkusu ile bakarlar.
Sonra: Ey Cehennem halkı, denilir. Onlar da İçinde oldukları (kötü) yerden
çıkarılacakları ümidiyle sevinçH ve ferahh bakarlar. Daha sonra (Cennettekiler
ile cehennemdekile-re): Bunu tanır mısınız? diye sorulur. Onlar da t Evet, bu
ölümdür, derler, ResûM Ekrem (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) buyurdu ki t Bunun
üzerine emir verilerek ölüm. Surat (köprüsü) üstünde boğazlanıp kesilir ve sonra
cennet halkı ile cehennem halkmm her ikisine de i İçinde bulunduğunuz halde
devamlı kabalarsınız. Onda sonsuza dek Ölüm yoktur, denilir."
Not:
Zev&ld'de şöyle denilmiştir : Bunun senedi sahih olup r&vileri
güvenilir zâtlardır. Buhar! bunun bir kısmını bu biçimde rivayet etmiştir.
Ayrıca Buharl ve Müslim'de bulunan Ebû Sald (R.A.)'ın hadisi bunun için şahid
durumundadır.[185]
Notta
işaret edilen Ebû S a i d (Hadıyallâhü anh)'ın hadisini B u h â r i Tefsir ve
Rıkak bölümlerinde, Müslim de Cennet kitabında rivayet etmişler. Ayrıca Tirmizl
ve Nesal de Tefsir bölümünde rivayet etmişlerdir. Buhârî, îbn-i Ömer
CRadıyallâhü anhümâ)'dan da bunun şahidi durumunda bir hadîsi Rıkak bölümünde
rivayet etmiştir.
ölümün
Sırat köprüsü üstüne getirilip kesilmesi olayını belirten hadisteki ifâde
çeşitli şekillerde yorumlanmıştır; Kütüb-i Sitte şerhleri de bu yorumları
etraflıca izah etmişlerdir.
Tuhfe
yazan da Tirmizî' nin şerhinde bu yorumların bir kısmını naklettikten sonra
Kurtubi' nin aşağıdaki yorumunu ve nihayet kendisinin taraf dar olduğu bir
yorumu nakletmekle yetineceğim:
Kurtubi:
ölüm, haddi zâtında bir cisim olmayıp manevî bir şeydir. Mânâların cisimlere
dönüşmesi olağan bir şey değildir. Allah Teâlâ amellerin sevablanndan bir takım
cisimler yarattığı gibi bir koç yaratıp ona ölüm adını verir ve gerek cennet
halkının ve gerekse cehennem halkının kalblerine şu hususu yerleştirip
kökleştirir: Ölüm adı verilen o koçun boğazlanıp kesilmesi cennet ve
cehennemdeki kalışın ebedi olduğuna delâlet eder, demiştir.
Başkası:
Allah'ın ölümden bir madde ve cesed yaratmasına hiç bir engel yoktur. (Yâni
ölümü maddeleştirmesi mümkündür).. Bunun örnekleri de mevcuttur. Meselâ Bakara
ve Al-i îmrân isimli Kur'ân-ı Kerîm'in iki sûresinin kıyamet günü iki bulut
parçası hâlinde geleceğine dâir hadis, M ü s 1 i m' de mevcuttur. Buna benzer
başka hadisler de vardır, demiştir.
Sindi
de: Bâzılan demişler ki Sırat köprüsü üstünde kesilen ölüm öyle bir şeydir ki
kesildiği zaman Allah cennetliklerin ve cehennemliklerin kalblerinde şu apaçık
bilgiyi yaratır: Artık sonsuza dek ölüm kesinlikle yoktur.
Eğer
Allah dilerse söz konusu ölümün kesimi olayı olmaksızın da bu kesin bilgiyi
onların kalblerinde yaratır. Ama O'nun, yaptığı hiç bir şeyden sorulmaz. Yoksa,
ölümün kesilmesi, ondan sonra artık Ölümün olmaması bilgisini gerektirmez.
Çünkü Allah her şeye Kadirdir. Tüm ölüleri dirilttiği gibi faraza koç hâline
dönüştürülmüş ve kesilmiş durumdaki ölümü de diriltmeye Kadirdir, diye bilgi
verir.
Hülasa
i Hadisten çıkan sonuç şudur ki: Mü'minler cennete, kâfirler de cehenneme
girdikten sonra hadiste amlan olayla mü'minler cennette mutlu olarak,
kâfirlerin de cehennemde azab içinde sonsuza dek kalacaklarına ve artık ölüm
diye bir şeyin söz konusu olmayacağına kesin bilgi sahibi edileceklerdir.[186]
4328) "... Ebû
Hüreyre (Radtyallâhü anh)'âen rivayet edildiğine göre; Resûlullah (Sallallahü
Aleyhi ve Sellem) şöyle buyurdu, demiştir:
Allah
(Azze ve Celle) : Ben sâlih (yâni ibâdete düşkün, yasak şeylerden çekingen,
ahlaken faziletli mü'min) kullarım için hiç bir gözün görmediği, hiç bir
kulağın işitmediği ve hiç bir insanın kalbinden geçmeyen bir takım nimetler
hazırladım, buyurur.
Ebû
Hûreyre de demiş ki ı Ve (bu nimetler) Allah'ın size (Kur'-ân'da) bildirdiği
nimetlerden başkadır. İsterseniz;
"İşledikleri
İbâdetlere mükafat olarak mü'minler için — Allah katında saklanmış gözler
aydınlığı nimetleri hiç kimse bilemez" (32 - Secde - 17. âyet) İ
okuyunuz.
RâvI
demiştir ki i Ebû Hûreyre bu âyeti= "Gözler aydınlıkları" diye
okurdu.[187]
Bu
hadisi Buharl ve Tirmizl, Secde sûresinin tefsiri bölümünde, Müslim de Cennet
kitabının başlarında rivayet etmişler. Tuhfe yazarının beyânına göre A h m e d
de rivayet etmiştir.
Müellifimizin
rivayetinde Ebû Hûreyre (Radıyallahü anhl'ın sözü olarak geçen "Belhe*1
kelimesi bir kavle göre "Bırak" demektir. Bu takdirde cümleden
kasdedilen mânâ şöyle olur: Allah'ın size bildirdiği cennet nimetlerini bir
tarafa bırakınız. (Çünkü onlar Allah'ın mü'minler için katında sakladığı
nimetler yanında çok hafif gelir).
Sindi'
nin de beyân ettiği gibi Hattâbi; Bütün nüshalar "Min belhe"
biçiminde rivayet bakımından ittifak halindedir. Yâni bütün kitablarda bu
cümlenin başında "Min" harfi vardır. Doğrusu ise "Min"
harfinin düşürülmesidir, demiştir. H a t t â b î' nin böyle söylemesinin sebebi
Arapça dil bilgisi açısından "Min" harfinin fazlalığıdır. Çünkü
Arapça dilini bilenlerce malum olduğu üzere "Belhe" kelimesi Îsm-İ
fiil sayılır ve başında "Min" harfinin kullanılmasına gerek yoktur.
Bir
kavle göre "Belhe" kelimesi başka sözcüğünün anlamını ifâde eden bir
isimdir. Bu takdirde cümlenin mânâsı şöyle olur: Bu hadiste haber verilen
nimetler, Allah'ın Kur'ân'da size bildirdiği nimetlerden başkadır.
Bu
yoruma göre "Min" harfi fazla sayılmaz.
Bu
hadîs, iyi mü'minler için her türlü takdirin fevkinde büyük nimetlerin Allah
katında saklı bulunduğuna delâlet eder. Allah bizi de bunlara erişenlerden
eylesin.
4329) "... Ebû
Saîd-i Hudri (Radıyallâhü anh)'den rivayet edildiğine göre ; Peygamber
(Sallaîlahü Aleyhi ve Selletn) şöyle buyurmuştur:
Şüphesiz
cennetteki bir karış (hk saha) yer (küresin) den ve üzerinde bulunan şeylerden
(yâni dünya ve içindeki bütün nimetlerden) hayırlıdır."
Not:
Zevâİd'de şöyle denilmiştir: Bunun senedinde Haccâc bin Ertât ve Atİyye el-Avfİ
vardır. Bu İki râvi de zayıftır.
4330) "... Sehl bin
Sa'd (es-Sâidî) (Radtyallâhü ankyden rivayet edildiğine göre; Resûlullah
(Sollallahü Aleyhi ve Sellem) şöyle buyurdu, demiştir:
Cennette
bir kamçının (azıcık) yeri (bile) dünyadan ve dünyada bulunan her şeyden
hayırlıdır."
Not:
Zevâid'de şöyle denilmiştir: Bunun senedinde bulunan Zekeriyyâ zayıftır.[188]
Sehl
bin Sa'd (Radıyallâhü anh) 'm hadîsini Buhar i, "Bedü'1-Halk"
kitabının 7. ve "Rıkak" kitabının 1. bâblannda rivayet etmiştir. Câmiü's-Sağir'de
beyân edildiğine göre T i r m i z i de bunu rivayet etmiştir. Bu itibarla bu
hadîs Zevâid nevinden değildir. Zevâd yazarının bunu ne sebeble Zevâid nevinden
saydığını anlamak-
ta
güçlük çekilir. Bu iki hadîs, cennetteki bir kanşlık veya bir kam-çılık yer
gibi en az bir sahanın bile bütün dünya ve üstündeki şeylerden hayırlı
olduğuna delâlet eder.
Cennette
bir karış gibi az bir yerin dünyadan ve dünyadaki şeylerden hayırlı ve üstün
olduğunu ifâde eden bu ve benzeri hadisler iki şekilde yorumlanabilir.
îbn-i
Hacer, Buharı' nin şerhinde Cihad kitabının 5. babında rivayet olunan E n e s
bin Mâlik (Radıyallâhü anh) 'in benzer hadîsini izah ederken İbn-i
Dakİki'l-îyd'in şöyle dediğini nakleder:
Dünya
ve ondaki nimetler bilinip görülen nimetlerdir. İnsanların gözünde çok değerli
şeylerdir. Cennet ve ondaki nimetler ise görülmeyen ve duyu organları ile
hissedilmeyen nimetlerdir. Cennet ve nimetlerinin değerinin insanlarca gereği
gibi takdir edilebilmesi için cennetin bir kanşlık veya bir kamçının işgal
ettiği azıcık yeri dünya ve ondaki nimetlerle mukayese edilmiş ve daha üstün
olduğu belirtilmiştir. Eğer bu maksad güdülmemiş olsaydı, bunu belirtmeye gerek
yoktu. Çünkü dünyada bulunan bütün nimetlerin cennetin bir zerresine bile denk
olmadığı malumdur.
ikinci
yorum: Yarım gün Allah yolunda cihad etmenin sevabı, bütün dünya varlığını elde
edip hepsini Allah yolunda harcama sevabından üstündür.
Tabii
bu ikinci yorum bizim buradaki hadislerin izahına ve yorumuna uygun değildir.
Bu yorum E n e s (Radıyallâhü anh) 'in cihadın faziletine dâir hadisle ilgili
bir yorum şeklidir.
Hulasa,:
Cennetteki en az bir yerin bile bütün dünyadan ve dünyadaki bütün nimetlerden
daha üstün olması sebebi acıktır. Çünkü cennet ebedidir. Dünya ise fânidir.
4331) "... Muâz bin
Cebel (Radtyallâhü anh)'âen rivayet edildiğine göre kendisi: Ben, Resûlullah
(SaÜallahü Aleyhi ve Sdlem)% şöyle buyururken işittim, demiştir:
Muhakkak
cennet yüz derecedir. Onlardan her bir derece (nin yüksekliği) gök İle yer
arasındaki mesafe kadardır. Şüphesiz o derecelerin en yücesi Firdevs'tir, en
fazîletliside Firdevs'tir. Arş, muhakkak Firdevs'in üstündedir. Cennetin
ırmakları da Firdevs'ten çıkıp akar. Bu itibarla siz Allah'tan (cennet) dilemek
istediğiniz zaman O'ndan Firdevs'İ isteyiniz."[189]
Bu
hadisi Tirmizî de Ebvâbu Sıfati'l-Cenne" bölümünde rivayet etmiştir.
E1
- K a r i' nin dediği gibi derecelerden maksat yüce mertebeler ve makamlardır.
Hadîste her derecenin gök ile yer arası kadar olduğu belirtilir. Sindi: En
açık olan mânâ her derecenin yüksekliğinin bu kadar oluşudur. Uzak bir
ihtimâle göre maksad her derecenin genişliğinin bu kadar olmasıdır, der.
Tuhfe
yazarının beyânına göre el-Kari: "Cennet yüz derecedir" ifâdesinden
maksad tahdid ve sınırlama değil de çokluk olabilir. Çünkü B e y h a k î' nin
 i ş e (Radıyallâhü anhâ) 'dan merfû olarak rivayet ettiği bir hadîste meâlen
şöyle buyurulur:
"Cennetin
derecelerinin sayısı Kur'ân âyetlerinin sayısı kadardır. Kim cennete girip de
Kur'ân ehlinden olursa onun fevkinde derece yoktur, buyurulmuştur." Şu
mânâ da kasdedilmiş olabilir: Cennete giren herkes için yüz derece vardır. Bu
takdirde hadîs, cennetteki nimet çeşitlerinin en azmi ve cennetlik olan bir
kimsenin işgal edeceği en az yerin miktarım beyân etmiş olur, demiştir.
Hadiste
geçen "Evsaf kelimesi efdal ve en iyi diye yorumlandığı gibi en geniş diye
de yorumlanabilir.
Firdevs'ten
çıkıp aktığı haber verilen cennet nehirleri Kur'ân-ı Kerim'de belirtildiği gibi
su, süt, şarab ve bal ırmaklarıdır ki çeşit bakımından dörde ayrılar. F i r d e
v s' ten akan nehirlerin dört olduğu T
i r m i z İ' nin rivayetinde
belirtilmiştir.
4332) "... Üsâme
bin Zeyd (Radtyallâkü anhümâydan rivayet edildiğine göre; Resûlullah
(Sallallahü Aleyhi ve Setlem) bir gün sahâbîlerİne şöyle buyurdu, demiştir:
(İçinizde)
cennet için çabalayıp gayret edecek kimse yok mu? Şüphesiz, cennete denk hiç
bir şey yoktur. Kâ'be'nin Rabbine yemin ederim ki, cennet, güzel, sağlam ve
yüksek saraylarda, yüz parlaklığı ve mutluluk - refah içinde sonsuza dek devamlı
kalınacak, parlayan nur, (rüzgâr esintisiyle) sallanıp dalgalanan güzel kokulu
yeşillik, sağlam köşk, akan nehir, olgunlaşmış bol meyve, (huyu) beğenilen ve
(şeklen) güzel hanım ve çok giysiden ibarettir. Sahâbîler:
Cennet
için çabalayıp gayret edenler bizleriz, yâ Resûlallah, dediler. O:
İnşâallah
deyiniz, buyurdu. Sonra cihad etmeyi anlatarak (sahâ-bileri) ona teşvik
etti."
Not:
Zevaid'de şöyle denmiştir: Bunun senedi söz götürür. Râvl Dahhak el-Meâfiri
ed-Dımışkt'yi lbn-i Hibban güvenilir zâtlar arasında anmıştır. Zehebl de
Tabakâtü't-Tehzlb'te O'nun meçhul olduğunu söylemiştir. Râvi Süleyman bin Mû-sâ
hakkında da ihtilaf vardır. Senedin kalan râvileri güvenilir zâtlardır, tbn-i
Hib-b&n da bu hadisi kendi Sahihinde rivayet etmiştir.
4333) "... Ebû Hüreyre
(Radıyallâhü ank)'den rivayet edildiğine göre; Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve
Sellem) şöyle buyurdu, demiştir:
Cennete
giren ilk zümre ayın on dördüncü gecesindeki suretinde (parlak) dır. Onların
ardından girenler de gökteki en şiddetli ışık saçan yıldız parlakhğındadır.
Küçük abdest yapmazlar, büyük abdest yapmazlar, sümkürmezler ve tükürmezler.
Tarakları altındır. Terleri de misk (gibi)dir ve (buhurdanhklarındaki)
buhurları öd ağacıdır. Zevceleri (yâni hanımları) büyük gözlü hurilerdir.
Huyları bir adamın huyu üzerinde (yâni huyları aynı) dır. Onlar, babaları Âdem
(Aleyhisselâm) 'm suretinde (boylan da) altmış arşındır. .
Ebû
Bekir bin Ebî Şeybe bize İbn-i Fudayl'ın Umâre'den rivayet ettiği (şu) hadisin
mislini ... senediyle de yine Ebû Hüreyre'den mer-fû olarak rivayet etmiştir.[190]
Z
e y d (Radıyallâhü anh) 'in hadîsi Zevâid nevindendir, cennetin güzelliğini ve
nimetlerini beyân eder. Bu hadiste geçen bâzı kelimeleri açıkhyayım:
Hatar:
Misil demektir. Yâni cennetin misli ve benzeri güzel mekân, makam ve nimet
yoktur.
Reyhâne:
Fesleğen denilen güzel kokulu bitkiye denildiği gibi güzel kokulu bitki
anlamına da gelir. Burada genel mânâyı tercih ettim.
Habre:
Nîmet, bolluk içinde yaşamak ve refah demektir.
Nadra:
Yüz güzelliğidir ki memnuniyet ve mutluluğu ifâde eder.
Resûl-i
Ekrem (Aleyhi's-salâtü ve's-selâm) cennetin güzelliğini beyân ederek buna
kavuşmak isteyip de gayret gösterecek, çabalıya-cak kimse yok mu? buyurunca
sahâbîler: Biz varız, şeklinde cevab vermişler. Bunun üzerine Resûl-i Ekrem
(Aleyhi's-salâtü ve's-selâm) : înşâallah deyiniz, buyurmuştur. Çünkü önemli
olan bu güzel hâl üzerine ölmektir. Allah cümlemize Hüsn-i Hatime, yâni İslâm
ölçülerine göre en iyi hâl üzerine ölmeyi nasib eylesin. Âmin.
Resûl-i
Ekrem (Aleyhi's-salâtü ve's-selâm) 'm bu buyruktan maksadı şu da olabilir:
Cennete hazırlanmak, büyük gayret ve fazla çalışmak ister. İnşâallah buna
muvaffak olursunuz.
Ebû
Hüreyre (Radıyallâhü anh) 'm hadîsini B u h â r î, Enbiyâ kitabında ve Müslim,
Cennet kitâbmda rivayet etmişler.
Bilindiği
gibi hilâl ayın on dördüncü gecesinde dolunay hâline gelir. O gece tam dâire
biçimini alıp en çok nurlu olur. Cennete giren ilk zümre dolunaya
benzetilmiştir. Yâni bu zümre dolunay gibi nurlu olurlar. Tuhfe yazarı bu
zümrenin peygamberler zümresi olduğunu beyân etmiştir. Gökteki en parlak
yıldız gibi olan zümre de Allah'ın veli kulları ve sâlihlerdir. Yâni
ibâdetlerine düşkün, haramlardan ve mekruhlardan kaçınan ve güzel huylu
mü'minlerdir.
Hadîste
cennetlik olan bu zümrelerin bedenlerinden küçük ve büyük abdest, sümkürük ve
tükürüğün çıkmıyacağı ifâde edilmiştir. Yâni bedenlerinde bu gibi işe yaramayan
fâsid maddeler bulunmayacaktır. Çünkü cennet güzel yerdir ve her bakımdan
temiz olan mübareklerin mekânıdır. Bu itibarla pisliklere ve necasetlere orada
yer yoktur.
Tuhfe
yazarının beyânına göre İbnü'l-Cevzî: Cennet halkının gıda maddeleri çok nefis
ve değerli olduğu için artıkları ve vücûda yaramıyacak kısmı yoktur ki abdest
yollan gibi organlarla dışarı atılsın. O gıda maddeleri vücudda hazmedilince
bundan sâdece en güzel ve en zevkli koku meydana gelir, demiştir.
Emşât
i Muşt'un çoğuludur. Muşt: Saç tarağıdır. Buna Maşt ve Mışt denilir.
Mec&mir:
Mücmer'in çoğuludur.
Mücmer
i Buhurdanlıkta yakılan nesne demektir. Micmer ise buhurdanlık demektir. Bunun
da çoğulu Mecâmir'dir.
Eluvve
t Öd ağacıdır. Nevevi, Hindistan'da çıkan öd ağacının ismi olduğunu
söylemiştir.
K
u r t u b î şöyle demiştir: Şöyle bir şey hatıra gelebilir: Cennet halkının
hepsi tertemiz, güzel kokulu gencecik olacaklardır. Artık onların saçlarını
taramaya, buhur gibi güzel kokulara ne ihtiyaçları vardır? Buna şöyle cevab
verilir: Cennet halkına ikram edilen yiyecek, içecek, giyecek ve güzel kokular
gibi nimetler, duydukları açlığı, susuzluğu, gidermek, çıplaklığı önlemek veya
duyulan pis bir kokuyu defetmek için değildir. Bu nimetler sırf cennet halkını
devamlı zevk, safa ve mutluluk içinde yaşatmak içindir. Cennet halkını bu tür
nimetlerle nîmetlendirmenin hikmeti ise onları dünya hayatında görülen nimet
çeşitleri ile nimetlendirmektir. Nevevi de:Ehl-i Sünnet mezhebine göre cennet
halkının nîmetlenişleri, dünya halkının nîmetlenişleri biçimindedir. Şu farkla
ki cennet halkının nimetlerinin lezzet ve zevki çok üstündür. Kur'ân-ı Kerim
ve hadîsler, cennet halkının nimetlerinin kesintisiz ve sonsuza dek olduğuna delâlet
eder, demiştir.
Tuhfe
yazan yukardaki bilgileri el-Fetih'ten naklettiğini beyân eder.
4334) "... tbn-i
Ömer (Radtyallâhü anhümâyd&n rivayet edildiğine göre; Resûlullah
(Sallallahü Aleyhi ve Sellem) şöyle buyurdu, demiştir:
Kevser,
cennette bir ırmaktır. Irmağın iki kenarı altındır. Yakut ve büyük inciler
üzerinde akar. Toprağı miskten daha güzel kokuludur. Suyu baldan tatlı ve
kardan daha beyazdır."
4335) "... Ebû
Hüreyre (Radtyallâhü anh)'den rivayet edildiğine göre; Resûlullah (Sallaîlahü
Aleyhi ve Sellem) şöyle buyurdu, demiştir:
Muhakkak
cennette Öyle bir ağaç vardır ki süvari kimse onun gölgesinde yüz yıl yürür
onutn dallarının kapladığı sahayı) bitiremez."
(Ebû
Hüreyre demiştir ki) : Ve dilersenizı ^ J&j "ve cennet halkı uzanmış
bir gölgededir" (Vakıa, 30. âyet) t okuyunuz.[191]
î
b n - i Ömer (Radıyallâhü anhümâ) 'mn hadisini Tirmi-zi, Ahmed, Ibn-i Ebî Hatim
ve îbn-i Cerlr de rivayet etmişlerdir. Tirmizl bu hadîsi Kevser sûresinin
tefsiri bölümünde rivayet etmiştir. Bilindiği gibi bu sûrede Re-sûl-i Ekrem
(Aleyhi's-salâtü ve's-selam) 'e Kevser ihsan edildiği bildirilir. Bâzı
âlimler: Bu sûrede anılan kevserden maksad cennetteki ırmaktır, demişlerdir.
Sindi
de bu hadisin izahı bölümünde: Yâni Kevser sûresinde anılan Kevser, bu durumda
olan cennetteki ırmaktır, demiştir. Sûrede geçen Kevser kelimesi başka mânâlara
da yorumlanmıştır. Arzu edenler tefsir kitablanna bakabilirler.
Bu
hadiste Kevser denilen cennetteki ırmağın iki kenarının altın, nehir yatağının
yakut ile büyük incilerden ibaret, toprağının miskten daha güzel kokulu ve
suyunun baldan tatlı ve kardan ak olduğu bildirilir.
Ebû
Hüreyre (Radıyallâhü anh) 'm hadisini B u h â r 1, Müslim ve Tirmizi de rivayet
etmişlerdir. Ebû Hüreyre (Radıyallâhü anh)'m bu hadîsi te'yid eder mâhiyetteki
Vakıa sûresinin 30. âyetini okumakla ilgili sözü B u h â r 1' nin bir
rivayetinde mevcuttur.
Bu
ağacın T û b â ağacı olduğu söylenir. Îbnü'l-Cevzl bu kavli nakletmiş ve el-Hâf
iz da onun görüşünü desteklemiştir.
Ağacın
gölgesi, ağacın dallarının kapladığı saha mânâsına yorumlanmıştır. K u r t u b
î: Böyle yorum yapmanın sebebi şudur: Gölge, halkın nazarında, güneşin
hararetinden ve eziyetinden koruyan bir şeydir. Halbuki cennette ne güneş var
ne de eziyet var, demiştir.
Sindi
de: Cennetteki aydınlık cennete tavan sayılan Arş-ı A'lâ tarafından gelme
olduğu takdirde bu hadisteki gölge ifâdesi açık mânâsında tutulur. Çünkü bu
takdirde kesif ve yoğun cisimler için gölge durumu olabilir. Şayet cennetteki aydınlık
herhangi bir taraftan gelme olmayıp cennetin kendisi bizatihi aydınlık ise o
takdirde gölgeden maksad şudur: Yâni faraza gölge olsa şu kadar sahayı kaplar.
4336) "... Saîd bin
el-Müseyyeb (Radtyallâhü anhyden rivayet edildiğine göre :
Kendisi (bir
gün) Ebû Hüreyre (Radıyallâhü anh)'a rastlamış ve Ebû Hüreyre (Radıyallâhü anh)
kendisine t Beni ye seni cennet çarşısında (da) biraraya getirmesini Allah'tan
isterim, demiş. (Bunun üze-rinej Saldı
Cennette
çarşı var mı? diye sormuş. Ebû Hüreyre (Radıyallâhü anh) (de);
Resûlullah
(Sallallahü Aleyhi ve Sellem) bana şu haberi verdi, demiştir.
Cennet
halkı cennete girdikleri zaman (iyi) amellerinin çokluk derecesine göre
makamlarına yerleşirler. Sonra dünya günlerinden Cuma günü kadar bir süre için
onlara izin verilerek Allah (Azze ve Celle) 'yi ziyaret ederler. Allah onlar
için Arş'ını açar ve cennet bahçelerinden bir bahçede onlara görünür. Cennet
halkı için nurdan koltuklar, inciden koltuklar, yakuttan koltuklar, zeberced
(cevherin) den koltuklar, altından koltuklar ve gümüşten koltuklar konulur.
Cennet halkının (makamca) en aşağı olanı (onların içinde deni-âdî kimse yoktur)
da misk ve kâfur yığınları (yâni tepecikleri) üstünde otururlar. Bunlar
koltuklarda oturanların yerlerinin kendilerinin oturdukları yerlerden üstün
olduğunu sanmazlar (ki üzülmesinler).
Ebû
Hüreyre demiş ki: Ben:
Yâ
Resul ali ah! Biz (cennette) Rabbimizi görecek miyiz? dedim. O:
Evet
(göreceksiniz).Siz güneşi görmek ve (gök) ayı on dördüncü gecesinde (yâni
dolunay hâlinde iken) görmek hususunda şüpheye düşer misiniz? diye sordu. Biz:
Hayır
(şüpheye düşmeyiz, alenen görürüz), dedik. O t İşte böylece Rabbiniz (Azze ve
Celle)'yi (Cennette) görmek hususunda da şüpheye düşmiyeceksiniz (yâni O'nun
Zâtını açıkça görmek şerefine kavuşacaksınız) ve o mecliste bulunan herkesle
Allah (Azze ve Celle) (ayrı ayrı) konuşacaktır. Hattâ Allah sizden bir adama t
Yâ Fulân! Şöyle şöyle yaptığın günü hatırlamıyor musun? diyecek (dünyadaki
bâzı vefasızlıklarını —günahlarını— ona hatırlatacaktır) . Adam da t
Yâ
Rabbil Beni bağışlamadın mı? diyecek. Bunun üzerine Allah (o adama):
Evet,
seni bağışladım. Sen şu mertebene ancak benim mağfiretimin bolluğuyla eriştin,
buyuracaktır. İşte cennet halkı böyle (ce Allah'ın cemal ve sohbetiyle
müşerref) oldukları sıralarda bir bulut parçası üstten onları kaplıyarak
üzerlerine öyle güzel bir koku yağdıracak ki onun kokusu gibi güzel bir şeyi
hiç duymamışlar. Sonra Allah (onlara):
Sizin
için hazırladığım ikrama kalkıp gidiniz ve arzuladığınızı -canınızın çektiği şeyleri
alınız, buyuracaktır. (Peygamber buyurdu ki) Bunun üzerine meleklerin kuşattığı
bir çarşıya varacağız. Misline gözlerin bakmadığı, kulakların işitmediği ve
kalblerden geçmeyen şeyler o çarşıda bulunur. (Peygamber buyurdu ki) : O
çarşıda hiç bir şey satılmadığı ve satın alınmadığı (yâni her şeyin bedava
olduğu) halde arzuladığımız şeyler bizim için (köşklerimize) nakledilecektir.
Cennet halkı birbirlerini o çarşıda göreceklerdir. Yüksek makam sahibi olan
adam gelip kendisinden dûn (yâni makamca düşük) adama rastlar (Cennet halkı
içinde deni - âdî kimse yoktur). Makamca düşük olan adam, makamca kendisinden
yüksek olan adamın Üstündeki elbiseyi beğenir - hoşuna gider. Fakat henüz
beğenme işi tamamlanmamış İken kendisinin üstündeki elbise gözünde ondan daha
güzel hal alır. Bunun sebebi de cennette hiç bir kimsenin üzülmesine meydan
verilmemesidir.
Peygamber
buyurdu ki: Sonra (çarşıdan) konaklarımıza döneceğiz. Zevcelerimiz bizi
karşılayarak: Merhaba, hoş geldin. And olsun ki bizden ayrıldığın vakitteki
güzellik ve güzel kokudan daha üstün bir güzellik ve daha güzel koku ile
geldin, diyecekler. Biz de diyeceğiz ki t Bu gün biz Cebbar olan Rabbimiz
(Azze ve Celle) nin meclisinde oturduk (yâni sohbet ve cemâli ile şereflendik)
ve şu gördüğünüz üstün güzellik ve daha güzel koku misli ile dönmemiz bize
lâyıktır, diyeceğiz."
4337) "... Ebû
Ümâme (Radıyallâhü a»A)'den rivayet edildiğine göre; Resûhıtyah (Sallaltahü
Aleyhi ve Sellem) şöyle buyurdu, demiştir:
Allah
(Azze ve Celle) sizden cennete dahil ettiği her adama yetmiş İki zevce verir.
Bunlardan İkisi gözleri geniş hurilerden ve yetmişi cehennemlik olanlardan
kalma mîrasındandır. Bu zevcelerin hepsinin kadınlığı çok şehvet çekicidir ve
cennetlik olan her adamın şehvet gücü daimidir.
Hİşam
bin Hâild hadîsin; jlİJI jil ^ £\j*
'& ifadesinden maksad şudur, demiştir: Bâzı erkekler cehenneme (ebedî
olarak) girerler ve Fir'avun'un kansı (Âsiye) miras olarak (kıyamette) alınmış
(olacağı) gibi cennet ehli olan erkekler onların (imanlı) kadınlarını miras olarak
alırlar.1*
Not:
Zev&ld'de şöyle denilmiştir: Bunun senedi söz götürür durumdadır. ÇÛnkü
rftvilerinden H&lİd bin Yezld bin Ebl Mâliki, el-tcll ve Ahmed bin Salih
el-Mısrl güvenilir saymışlardır. Ama Ahmed, îbn-i Mutn, Ebû Davûd, Nesat, tb*
nül-Carûd es-Sacl, el-Ukayll ve başkaları bu râviyl zayıf saymışlardır.[192]
Said
bin el-Müseyyeb (Radıyallâhü anh) 'in hadisini T i r m i z I Ebvâbu
Sıfatİ'l-Cenne" bölümünde "Çenet Çarşısı" adlı babında rivayet
etmiştir.
Bilindiği
gibi cennette güneş, gündüz ve gece olmadığı için günler ve haftalar da olmaz.
Çarşıdan maksad da cennet halkının toplanıp görüştükleri ve arzuladıkları her
türlü eşyanın onların emrine verildiği yer demektir. Cennet halkının bu yerde
görüşmeleri süresinin dünya günleri ile mukayese edildiğinde bir Cuma günü
kadar olduğu burada ifâde edilmiştir.
Müslim
de Cennet kitabının 5. babını cennet çarşısına tahsis ederek orada Enes bin
Mâlik (Radıyallâhü anh) 'den rivayet ettiği bir hadîste Resûl-i Ekrem
(Sallallahü Aleyhi ve Sellem) meâlen; "Cennette muhakkak bir çarşı vardır.
Cennet halkı her Cuma günü oraya varırlar. Sonra şimal rüzgârı eserek
yüzlerine ve elbiselerine (güzel kokular) serper. Bu suretle güzellikleri ve
parlaklıkları artar. Sonra ev halkının yanlarına cemal ve güzellikleri artmış
olarak dönerler. Ev halkı da t Vallahi siz bizden ayrıldıktan sonra cemal ve
güzelliğiniz cidden artmıştır, derler. Onlar da t Vallahi siz de biz aynlalı
daha güzel ve parlak hâle gelmişsiniz, derler.*'
M
ü s 1İ m' in yukarıya mealini aldığım hadise göre cennet ehli her Cuma günü
anılan çarşıda toplanacaklar. Ancak yukarda işaret ettiğim gibi maksad dünya
hesablanna göre bir haftalık süre geçtikçe o sürenin yedide biri miktarınca
çarşı denilen yerde toplanırlar ve birbirleriyle görüşüp ziyâretleşirler.
Hadiste
geçen Minberlerden maksad yüksek koltuklar ve tahtlardır.
KÜsban
t Kesîb'in çoğuludur, kum yığınları ve tepecikler demektir.
Bedir
t On dört günlük gök ayıdır ki buna dolunay denilir. Açık havada gündüzün
ortasında güneşe bakan ve on dördüncü gecesinde gök ayına geceleyin bakan bir
kimse güneşi ve dolunayı hiç bir şüphe ve tereddüde meydan kalmıyacak biçimde
gördüğü gibi cennet halkı da Allah (Azze ve Celle) 'yi görüp cemâli ile
müşerref olacaklar. Hadîste bu durum belirtiliyor. Allah bizleri de cemali ile
müşerref edeceği sevgili kullarından eylesin.
E
b û Ümâme (Radıyallâhü anh) 'm hadîsi Zevaid nevinden-dir. Notta belirtildiği
gibi senedi pek sağlıklı değildir. T i r m İ z I' -nin Ebû Sald-i Hu.drl
(Radıyallâhü anh) 'den rivayet ettiği bir hadiste de cennet ehli olan
erkeklerden makamı en aşağı olanın yetmiş iki zevcesi bulunduğu ifâde
edilmiştir.
Müellifimizin
rivayet ettiği hadîse göre yetmiş İki zevcenin ikisi Hûrü'1-îyn' dendir. Hür kelimesi Havra'nın çoğuludur.
Havra
t Gözünün beyaz kısmı bembeyaz ve siyah kısmı da simsiyah olan kadın demektir.
lyni
Aynâ'nın çoğuludur.
Ayna
i Gözü geniş olan kadın demektir.
Diğer
yetmiş kadın da kocası küfür üzerinde Ölen imânh kadınlardandır. Bu tür
kaçanlar cehennem halkından cennet halkına miras kalan zevcelerdir. Râvi Hişâm
bin Hâlid hadîsin bu bölümünü açıklarken Örnek olarak Fir'avun'un karısını
göstermiştir. Bilindiği gibi F i r' a v u n küfür üzerinde Ölmüş, karısı Asiye
(Radıyallâhü anhâ) ise imân etmiştir. T a h r î m sûresinin 11. âyetinde
Fir'avun'un karısı (Âsiye) mü'minler için örnek gösterilmiştir. Bu hâtûn,
âhirette Resûl-i Ekrem (Aleyhi's-salâ-tü ve's-selâm) 'in zevcesi olmak şerefine
kavuşacaktır.
CâmİuVSağİr'in
yazarının beyânına göre Taberâni, S a' d bin Cenâde (Radıyallâhü anh) 'den şu
merfû hadîsi rivayet etmiştir
"(Resûlullah
(Sallallahü Aleyhi ve Sellem) buyurdu ki) Allah, İmrân'ın kızı Meryem'i,
Fir'avun'un karışım (yâni Asiye'yi) ve Musa'nın kız kardeşini (Külsûm'u)
cennette bana zevce olarak vermeye hüküm eyledi."
Tefsirlerden
Celâleyn üzerine yazılmış Sâvl ve Rûhu'l-Maani gibi kitablarda da bu konuda
vârid olan bâzı hadîsler nakledilmiştir. Arzu edenler oralara bakabilirler.
Biz bu kadarhk bilgi ile yetinelim.
4338) Ebû Saîd-İ Hudrî
(Radtyaliâhü anh)'den rivayet edildiğine göre; Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve
Sellem) şöyle buyurdu, demiştir:
Mü'mİn
kişi, cennette çocuk istediği zaman, arzu ettiği gibi çocuğun ceninliği,
doğumu (ve erginlik çağma varması) tek bir saatte olur."[193]
nBu
hadîsi T i r m i z 1, Cennet sıfatı bâbları bölümünde rivayet etmiş. ve: Bu
hadîs, hasen - garib'tir. İlim ehli bu mes'ele hususunda ihtilâf etmişlerdir.
Bâzıları; Cennette cinsel ilişki vardır. Fakat çocuk olmaz, demişlerdir. Tâvûs,
Mücâhid ve İbrâhîm N a h a î' den bu görüş rivayet edilmiştir. Muhammed (yâni
Buhârl):lshâk bin İbrahim, bu hadisin izahmda demiş ki: Lâkin cennet ehli
çocuk istemez, diye nakilde bulunmuştur. Yine Muhammed (bin İsmail el-Buhâri
demiş ki: Ebû Rezin el-Ukaylî (Radıyallâhü anh) 'den rivayet edildiğine göre
Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem): "Cennet ehlinin cennette çocuğu
olmaz" buyurmuştur, diye bilgi vermiştir.
Tuhfe
yazarının beyânına göre bu hadîsi Ahmed, î b n - i Hibbân ve
Dârîmi de rivayet etmişlerdir.
B
u h â r î' nin î s h â k' tan olan rivayetinin ve yorumunun özeti şudur: Yâni
cennetteki mü'minler faraza çocuk sahibi olmak isteseler, çocuğun ceninliği,
doğumu ve erginlik çağına varması bir saatte tamamlanır ve arzularına uygun,
yâni erkek çocuğu mu, kız çocuğu mu arzu ediyorlarsa arzu ettikleri gibi olur.
Lâkin cennet ehlinde bu arzu ve istek olmayacaktır.
4339) "... Abdullah
bin Mes'ûd (Radtyallâhü anh)'den rivayet edildiğine göre; Resûlullah
(Sallallahü Aleyhi ve Sellem) şöyle buyurdu, demiştir:
Ben
cehennemlik olanlardan en son cehennemden çıkan ve cennetlik olanlardan en son
cennete giren adamı şüphesiz bilirim. (O kişi), cehennemden emekleyerek çıkan
bir adamdır, (Allah tarafın-den) onat Git de cennete gir, denilecek. Bunun
üzerine adam cennete gidecek, fakat ona cennet dolu gibi görünecektir. Adam da
geri dönerek t
Ya
Rabbi! Ben cenneti dolu buldum, diyecek. Allah (da ona): Git cennete gir,
diyecek. O da cennete varacak. Fakat ona cennet (yine) dolu görünecek ve tekrar
geri dönecek. Sonra t
Yft
Rabbi! Ben cenneti dolu buldum, diyecektir. Allah SÜbhanehu (ona):
Git
cennete gir, buyuracak. O da (tekrar) cennete varacak ve (yine) ona cennet
dolmuş gibi görünecek. Tekrar dönüp ı
Ya
Rabbi! Cennet şüphesiz doludur, diyecektir. Bunun üzerine Allah (ona):
Git
de cennete gir. Çünkü şüphesiz (orada) dünya kadar ve dünyanın on misli
sanadır (veya muhakkak dünyanın on katı kadar sanadır) , buyuracaktır. Adam da
t
(Ya
Rabbi!) Yegâne hükümdar olduğun halde benimle alay mı ediyorsun (veya benim
aklıma mı gülüyorsun) ? diyecektir.
Abdullah
bin Mes'ûd demiştir ki: (Vallahi) ben ResûluUah (Sal-lallahü Aleyhi ve Sellem)
İ (bu hadîsin sonunu buyururken) azı dişleri görülecek derecede gülerken
gördüm, demiştir.
(İbn-i
Mes'ûd sözüne devamla) Bu adam cennetliklerin mertebece en aşağı olanıdır,
söyleniyordu."[194]
Bu
hadisi B u h â r İ "Tevhîd" ve "Rıkak" bölümlerinde, Müslim
"İmân" bölümünde ve Tirmizİ "Cehennem sıfatı'* bölümünde
rivayet etmişlerdir.
Hadiste
geçen "Habv" emeklemek veya oturarak sürünmek demektir. N e v e v İ:
Habv, lügat âlimlerine göre eller ile ayaklar üstünde yürümek anlamına geldiği
gibi eller ile dizler üstünde yürümek manâsına, keza ellerle mak'ad üstünde
yürümek, yâni oturarak sürünmek mânasına da gelir.
En
son cehennemden çıkıp en son cennete giren adamın ismi hakkında değişik
görüşler vardır. Bâzı rivayetlere göre adı H e n n â d' -dır. Diğer bir görüşe
göre adı Cüheyne' dir.
Bu
adam bir kaç defa cennete varıp orada kendisi için boş yer kalmadığı zannı ile
geri döner ve her dönüşte durumu Allah'a arz edince, cennete gir, fermanı alır.
Nihayet Allah (Azze ve Celle) kendisine ; "Git de cennete gir. Şüphesiz
dünya kadar ve onun on misli sanadır (veya şüphesiz dünyanın on katı kadar
sanadır)" buyurur. Bunun üzerine adamın:
(Yâ
Rabbi!) Yegâne hükümdar olduğun halde benimle alay mı ediyorsun? (veya benim
aklıma mı gülüyorsun)? şeklindeki sözü Üe ilgili olarak âlimler değişik
yorumlar yapmışlardır.
Önce
şunu söyleyeyim: Allah'ın gülmesi ifâdesi hakikî gülme mânâsına değildir.
Çünkü gülmek, şaşmak, üzülmek gibi insanlara mahsus hallerden Allah (Azze ve
Celle) pâk ve münezzehtir. Bâzı yerlerde vârid olan Dihk, yâni gülme kelimesi
O'nun rızası mânâsına yorumlanmıştır. Burada gülme ifâdesinin rızâ mânâsına
yorumlanması uygun görülmediği için istihza ve alay manasına yorumlanmıştır.
Çünkü genellikle alay eden kimse, hakaret ettiği kişiye güler. Bu itibarla alay
etmekle gülmek arasında manâ bakımından bir münasebet vardır.
Adamın
"Benimle alay im ediyorsun?" sözü ile ilgili olup yukarda işaret
ettiğim görüşler Özetle şunlardır:
1. Bundan maksad
"Benim vefasızlığım ve sözümde durmamamın cezasını mı veriyorsun?"
demektir, diyenler vardır. Sebebi de şudur :
B u h â r i' nin Rıkak kitabında
"Sırat cehennem köprüsüdür" açtığı bâbta Ebû Hüreyre (Radıyallâhü anh)'den rivayet ettiği bir
uzun hadîse göre bu adam önce cehennem ateşinden kurtarılmasını dileyecek,
Allah'a yalvaracaktır. Allah ona: Senin bu dileğini kabul edersem benden başka
şey istemen umulur, buyuracak. Adam başka bir şey istemiyeceğine söz
verecek. Fakat Allah onu cehennemden
kurtarınca o, bu kere cennetin kapışma yaklaştmlmasını dileyecek ve başka hiç
bir şey istemiyeceğine söz verecektir. Nihayet Allah yine: Sana dilediğini
verirsem başka şey de istemen umulur, buyuracaktır. Adam başka şey
istemiyeceğine kesin söz verdiği halde Allah onu cennet kapısına yaklaştırınca
bu defa adam cennete dâhil edilmesini isteyecektir...
Hulâsa
bu hadîste beyân edildiği üzere adam sözünde bir türlü durmayıp vefasızlık
gösterince onun bu hâli bir nevi istihza ve alay etmek yerine konulmuştur.
Sonra Allah'ın izni ile adam bir kaç defa cennete gidip orayı dolu imiş gibi
görüp dönmesi neticesinde, cennete girmesi ümidinin boşa gittiği kanaatına
varır ve işlemiş olduğu vefasızlık suçuna karşı cennete girme ümidinin verilip
de gerçekleştirilmemesi biçiminde cezalandırıldığını zanneder ve bu yüzden bu
sözü söyler. Yâni Yâ Rabbi! Ben vefasızlıklar işledim, sözlerimde durmadım ve
böylece bir nevi alay etme suçunu işledim. Sen beni dolmuş durumdaki cennete
gönderip git oraya gir demekle bu suçumun cezasını mı veriyorsun? El-Mâziri
bu cümleyi böyle yorumlamıştır.
2. Ebû Bekir
es-Sayrafî demiş ki: Bu
cümledeki istifham edatı olumsuzluk içindir. Yâni "Yâ Rabbi! Sen yegâne
hükümdar iken bilirim ki benimle alay etmezsin. Bana ihsan ettiğin bunca geniş
cennete liyakatim yoktur. Lâyık olmadığım bunca mertebeleri bana lütuf etmene
şaşarım" hayranlıkla hayret ederim.
3. Kadı Iyâz'a
göre adam aşırı sevincinden şuurunu kay-bedercesine ne söylediğinin
farkında olamayarak böyle konuşacak. Nitekim başka bir adamla ilgili bir
hadiste buyuruluyor ki: "Adam aşın sevincinden şaşırarak Allah'a: (Sen
Rabbimsin, ben de senin kulunum) diyeceği yerde Sen kulumsun, ben de Rabbinim,
diyecek."
Nevcîz:
Azı dişleri mânâsına yorumlanmıştır. Nevcîz'in asıl mânâsı avurt dişleridir.
Burada yan dişleri veya öğütücü dişlerdir, diyenler de vardır. Bu cümle, aşın
olmamak şartı ile bazen gülmenin mekruh olmadığına delâlet eder.
Hadisin
sonundaki paragraf, yâni "Bu adam cennetliklerin mertebece en aşağı
olanıdır, söyleniyordu" cümlesi râviye aittir. İ b n - i H a c e r,
el-Fetih'te şöyle söyler: El-Kermâni: Bu cümle Resûl-i Ekrem (Aleyhi's-salâtü
ve's-selâm) 'in buyruğunun devamı değildir. Râvi'nin sözüdür. Bu sözü
sahâbilerden veya başka âlimlerden nakletmiştir, der. 1 b n - i H a c e r daha
sonra şöyle der: Evet, "Böyle söyleniyordu" ifâdesi K e r m â n i'
nin dediği gibi râviye aittir. Ama "Bu adam cennetliklerin mertebece en
aşağı olanıdır'* sözünün asıl kaynağı ve sahibi Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve
Sel-lem) 'dir. Çünkü bu buyruk, Müslim'in Ebû Saîd (Radı-yallâhü anh) 'den
rivayet ettiği bir hadisin başında;
*v Üji. ilil
Jil ,Ji\ ifadesiyle bulunur.
Resûl-i
Ekrem (Aleyhi's-salâtü ve's-selâm) 'in hadiste durumu belirtilen adamın
kavuşacağı bunca lütuf ve ikramı beyân ettikten sonra mübarek azı dişleri
görülecek derecede gülmesinin sebebi, Allah'ın günahkâr mü'min kuluna olan
merhamet, lütuf ve keremine sevinmesi ve memnuniyetidir.
4340) "... Enes bin
Mâlik (Radtyallâhü anhyten rivayet edildiğine göre; Resulullah (Sallallahü
Aleyhi ve Sellem) şöyle buyurdu, demiştir :
Kim
(Allah'tan) cenneti üç defa isterse cennet: Allahım onu cennete dâhil et, der.
Kim de cehennem ateşinden korunmasını (Allah'tan) üç defa dilerse, cehennem
ateşi: Allahım onu cehennem ateşin-dn koru, der."[195]
Bu
hadisi Tirmizi, Nesâi, 1 b n - i Hibb&n ve Hâkim de rivayet etmişlerdir.
Allah'tan
cenneti istemek, "Allahım senden cennet isterim" veya "Allahım,
beni cennete dâhil eyle" gibi dua biçimi ile olur. Bu duayı üç defa
tekrarlamak aynı oturumda veya başka başka yerlerde olabilir. Duanın adabından
biri de duaya devam ve İsrar etmektir, peşini bırakmamaktır.
Cennetin
o kişi için dua etmesi hâl diliyle olabildiği gibi Allah'ın izniyle sözlü de
olabilir. Çünkü Allah cansızları bile konuşturmaya Kadirdir.
Cehennem
ateşinden korunmak için duâ etmek de çeşitli şekillerde olabilir. Meselâ
"Allahım, beni cehennem ateşinden koru" diye duâ edilebilir. Cehennem
ateşinin o kimse için duâ etmesi de cennetin duâ etmesi gibidir.
4341) "... Ebû
Hüreyre (Radtyallâhü anh)'âen rivayet edildiğine göre; Resûlullah (Sallallahü
Aleyhi ve Sellem) şöyle buyurdu, demiştir:
Sizden
hiç bir kimse yoktur ki iki konağı olmasın: Bir konak cennette, diğer bir
konak da ateşte cehennemdedir. Bu itibarla bir adam ölüp de ateşe girdiği zaman
cennet halkı o kimsenin (cennetteki) konağına vâris olurlar. İşte cennet
ehlinin cehennemliklerin cennetteki'' konaklarına varis olmaları Allah
Teâlâ'nım bu sıfatlan taşıyanlar, vârislerdir." (Mü'minûn, 10} buyruğunun
te'yid ettiği bir hükümdür."
Not:
Zevâid'de şöyle denilmiştir: Bunun senedi Buhart ile Müslim'in şartlan üzerine
sahihtir.[196]
Zevâid
nevinden olan bu hadîsin sonunda anılan Ayet, Mü'minûn sûresinin 10. âyetidir.
Bu sûrenin birinci âyetinden 9. âyetine kadar olan bölümde mü'minlerin
taşıdıkları önemli sıfatlan beyân buyurularak gerçek felah ve kurtuluşa
erenlerin bu sıfatları taşıyanlar olduğu bildirildikten sonra 10 ve 11.
âyetlerinde meâlen şöyle buyurulur:
"İşte
bu sıfatlan taşıyanlar vâris olanlardır.*' (10) "Ki onlar Firdevs (cennetinle vâris olacaklardır. Onlar orada
ebedî olarak kalacaklardır.' (11)
Bu
hadîse göre her insan için biri cennette, diğeri cehennemde olmak üzere iki
konak bulunur. Küfür üzerinde ölen bir kimsenin cennetteki konağı, mü'minlere
kalacak ve böylece mü'minler o makamlara mirasçı gibi konacaklardır.
Bâzı
rivayetlere göre cennetlik olan mü'minlerin cehennemdeki yerlerine de
cehennemlik olanlar mirasçı olacaklar. Yâni bu yerler cehennemliklere kalacaktır.
Mütercimin
Notu: El-îmâm el-Hâfız Ebû Abdil-lah Muhammed bin Yezîd el-Kazvinî'nin Sünen
adlı kitabı burada sona erdi. Âlemlerin Rabbi olan Allah'a hamd olsun. Salât
ve selâm seyyidimiz, nebilerin sonuncusu Resûlullah (Sal-lallanü Aleyhi ve
Sellem) 'e, âlinin ve sahâbîlerinin hepsine olsun. Yâ Rabbi! Bu hizmetimi
ihlâslı ve âhiret azığı olarak kabul eyleyip, gü-nahlanmızın bağışlanmasına
vesile eyle, terceme ve izah ederken bil-miyerek hatâ ve kusurlarım varsa, beni
muahaze etme, lütuf ve keriminle muamele eyle. Çünkü mümkün mertebe hatâ ve
kusur etmemeye nâçiz gücüm dâhilinde gayret ettim.
İlim
ehli olan yetkili zâtlardan istirhamım:
Gerek
hadîs terceme işinde, gerekse Şer'i bir hükmün beyânında ilmi delil ve sağlıklı
kaynağa dayalı olarak yapıcı tenkidleri olursa, sağ kaldığım sürece bunu baş
göz üstünde minnet ve şükranla kabul edip gelecek baskıda düzeltmeyi taahhüd
ederim. Ölümümden sonra böyle bir şey vuku bulursa bunu yetkili ve yetenekli
din âlimlerinin tetkik ve tasvibini aldıktan sonra ek broşür hâlinde
yayınlanmak üzere yayın evine veya mirasçılarıma vermelerini bir dînî Ödev
olarak kabul ve telâkki ederim.
Allah
cümlemizi bu hadis kitabından yararlandırsın. Âmin, âmin, âmin.
Sünen-i
Ibni Mâce Terceme ve Şerhi burada sona erdi. Okuyucularımızın bu nâdîde
eserden daha kolay bir şekilde istifade edebilmelerini sağlamak için ileride
inşaattan bir genel İndeksin (fihrist) yapılacağını okuyucularımıza
du-"jruruz.[197]
[1] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi ve Şerhi, Kahraman
Yayınları: 10/365.
[2] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi ve Şerhi, Kahraman
Yayınları: 10/365-366.
[3] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi ve Şerhi, Kahraman
Yayınları: 10/366-368.
[4] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi ve Şerhi, Kahraman
Yayınları: 10/368-370.
[5] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi ve Şerhi, Kahraman
Yayınları: 10/370-372.
[6] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi ve Şerhi, Kahraman
Yayınları: 10/373.
[7] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi ve Şerhi, Kahraman
Yayınları: 10/373-374.
[8] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi ve Şerhi, Kahraman
Yayınları: 10/374-376.
[9] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi ve Şerhi, Kahraman
Yayınları: 10/376.
[10] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi ve Şerhi, Kahraman
Yayınları: 10/377-378.
[11] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi ve Şerhi, Kahraman
Yayınları: 10/378-379.
[12] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi ve Şerhi, Kahraman
Yayınları: 10/380-381.
[13] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi ve Şerhi, Kahraman
Yayınları: 10/381-382.
[14] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi ve Şerhi, Kahraman
Yayınları: 10/382-383.
[15] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi ve Şerhi, Kahraman
Yayınları: 10/383-384.
[16] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi ve Şerhi, Kahraman
Yayınları: 10/384.
[17] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi ve Şerhi, Kahraman
Yayınları: 10/385-386.
[18] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi ve Şerhi, Kahraman
Yayınları: 10/386-388.
[19] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi ve Şerhi, Kahraman
Yayınları: 10/388-390.
[20] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi ve Şerhi, Kahraman
Yayınları: 10/390-391.
[21] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi ve Şerhi, Kahraman
Yayınları: 10/391.
[22] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi ve Şerhi, Kahraman
Yayınları: 10/392-393.
[23] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi ve Şerhi, Kahraman
Yayınları: 10/393-394.
[24] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi ve Şerhi, Kahraman
Yayınları: 10/394.
[25] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi ve Şerhi, Kahraman
Yayınları: 10/394-396.
[26] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi ve Şerhi, Kahraman
Yayınları: 10/396.
[27] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi ve Şerhi, Kahraman Yayınları:
10/396.
[28] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi ve Şerhi, Kahraman
Yayınları: 10/396-397.
[29] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi ve Şerhi, Kahraman
Yayınları: 10/397-399.
[30] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi ve Şerhi, Kahraman
Yayınları: 10/399-404.
[31] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi ve Şerhi, Kahraman
Yayınları: 10/404-406.
[32] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi ve Şerhi, Kahraman
Yayınları: 10/406.
[33] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi ve Şerhi, Kahraman
Yayınları: 10/407-408.
[34] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi ve Şerhi, Kahraman
Yayınları: 10/408-409.
[35] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi ve Şerhi, Kahraman
Yayınları: 10/409-410.
[36] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi ve Şerhi, Kahraman
Yayınları: 10/410-412.
[37] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi ve Şerhi, Kahraman
Yayınları: 10/412-413.
[38] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi ve Şerhi, Kahraman
Yayınları: 10/413-414.
[39] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi ve Şerhi, Kahraman
Yayınları: 10/414.
[40] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi ve Şerhi, Kahraman
Yayınları: 10/415-416.
[41] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi ve Şerhi, Kahraman
Yayınları: 10/416-417.
[42] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi ve Şerhi, Kahraman
Yayınları: 10/417.
[43] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi ve Şerhi, Kahraman
Yayınları: 10/418.
[44] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi ve Şerhi, Kahraman
Yayınları: 10/418-419.
[45] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi ve Şerhi, Kahraman Yayınları:
10/419-420.
[46] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi ve Şerhi, Kahraman
Yayınları: 10/420-421.
[47] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi ve Şerhi, Kahraman
Yayınları: 10/421-423.
[48] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi ve Şerhi, Kahraman
Yayınları: 10/423-424.
[49] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi ve Şerhi, Kahraman
Yayınları: 10/424-425.
[50] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi ve Şerhi, Kahraman
Yayınları: 10/425-427.
[51] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi ve Şerhi, Kahraman
Yayınları: 10/427-428.
[52] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi ve Şerhi, Kahraman
Yayınları: 10/428-430.
[53] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi ve Şerhi, Kahraman
Yayınları: 10/430-432.
[54] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi ve Şerhi, Kahraman
Yayınları: 10/432-433.
[55] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi ve Şerhi, Kahraman
Yayınları: 10/433-434.
[56] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi ve Şerhi, Kahraman
Yayınları: 10/434-436.
[57] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi ve Şerhi, Kahraman
Yayınları: 10/436-437.
[58] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi ve Şerhi, Kahraman
Yayınları: 10/437-438.
[59] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi ve Şerhi, Kahraman
Yayınları: 10/438.
[60] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi ve Şerhi, Kahraman
Yayınları: 10/439-440.
[61] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi ve Şerhi, Kahraman
Yayınları: 10/440-441.
[62] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi ve Şerhi, Kahraman
Yayınları: 10/441-443.
[63] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi ve Şerhi, Kahraman
Yayınları: 10/443.
[64] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi ve Şerhi, Kahraman
Yayınları: 10/443.
[65] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi ve Şerhi, Kahraman
Yayınları: 10/443-444.
[66] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi ve Şerhi, Kahraman
Yayınları: 10/444-446.
[67] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi ve Şerhi, Kahraman
Yayınları: 10/446-447.
[68] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi ve Şerhi, Kahraman
Yayınları: 10/447-448.
[69] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi ve Şerhi, Kahraman
Yayınları: 10/448-449.
[70] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi ve Şerhi, Kahraman
Yayınları: 10/449-453.
[71] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi ve Şerhi, Kahraman
Yayınları: 10/453.
[72] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi ve Şerhi, Kahraman
Yayınları: 10/453.
[73] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi ve Şerhi, Kahraman
Yayınları: 10/454.
[74] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi ve Şerhi, Kahraman
Yayınları: 10/454-456.
[75] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi ve Şerhi, Kahraman
Yayınları: 10/456-457.
[76] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi ve Şerhi, Kahraman
Yayınları: 10/458.
[77] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi ve Şerhi, Kahraman
Yayınları: 10/458-459.
[78] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi ve Şerhi, Kahraman
Yayınları: 10/459.
[79] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi ve Şerhi, Kahraman
Yayınları: 10/459-462.
[80] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi ve Şerhi, Kahraman
Yayınları: 10/462-463.
[81] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi ve Şerhi, Kahraman Yayınları:
10/463-464.
[82] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi ve Şerhi, Kahraman
Yayınları: 10/464-465.
[83] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi ve Şerhi, Kahraman
Yayınları: 10/465-467.
[84] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi ve Şerhi, Kahraman
Yayınları: 10/467-469.
[85] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi ve Şerhi, Kahraman
Yayınları: 10/469-470.
[86] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi ve Şerhi, Kahraman
Yayınları: 10/470-471.
[87] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi ve Şerhi, Kahraman
Yayınları: 10/472.
[88] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi ve Şerhi, Kahraman
Yayınları: 10/473.
[89] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi ve Şerhi, Kahraman
Yayınları: 10/473-474.
[90] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi ve Şerhi, Kahraman
Yayınları: 10/474-475.
[91] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi ve Şerhi, Kahraman
Yayınları: 10/475-477.
[92] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi ve Şerhi, Kahraman
Yayınları: 10/477-479.
[93] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi ve Şerhi, Kahraman
Yayınları: 10/479-480.
[94] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi ve Şerhi, Kahraman
Yayınları: 10/480-482.
[95] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi ve Şerhi, Kahraman
Yayınları: 10/482-483.
[96] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi ve Şerhi, Kahraman
Yayınları: 10/484.
[97] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi ve Şerhi, Kahraman
Yayınları: 10/484-485.
[98] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi ve Şerhi, Kahraman
Yayınları: 10/485-486.
[99] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi ve Şerhi, Kahraman Yayınları:
10/486-487.
[100] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi ve Şerhi, Kahraman
Yayınları: 10/487-489.
[101] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi ve Şerhi, Kahraman
Yayınları: 10/489-490.
[102] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi ve Şerhi, Kahraman
Yayınları: 10/490.
[103] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi ve Şerhi, Kahraman
Yayınları: 10/490-491.
[104] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi ve Şerhi, Kahraman
Yayınları: 10/491-492.
[105] Hulâsa, 460
[106] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi ve Şerhi, Kahraman
Yayınları: 10/492-495.
[107] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi ve Şerhi, Kahraman Yayınları:
10/495-497.
[108] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi ve Şerhi, Kahraman
Yayınları: 10/497-498.
[109] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi ve Şerhi, Kahraman
Yayınları: 10/498-499.
[110] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi ve Şerhi, Kahraman
Yayınları: 10/499-500.
[111] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi ve Şerhi, Kahraman
Yayınları: 10/500-503.
[112] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi ve Şerhi, Kahraman
Yayınları: 10/503-504.
[113] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi ve Şerhi, Kahraman
Yayınları: 10/504-505.
[114] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi ve Şerhi, Kahraman
Yayınları: 10/505-506.
[115] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi ve Şerhi, Kahraman
Yayınları: 10/506-508.
[116] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi ve Şerhi, Kahraman
Yayınları: 10/508-509.
[117] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi ve Şerhi, Kahraman
Yayınları: 10/509-510.
[118] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi ve Şerhi, Kahraman
Yayınları: 10/510-511.
[119] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi ve Şerhi, Kahraman
Yayınları: 10/511.
[120] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi ve Şerhi, Kahraman
Yayınları: 10/511-512.
[121] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi ve Şerhi, Kahraman
Yayınları: 10/512-515.
[122] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi ve Şerhi, Kahraman
Yayınları: 10/515-517.
[123] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi ve Şerhi, Kahraman
Yayınları: 10/518.
[124] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi ve Şerhi, Kahraman
Yayınları: 10/518-521.
[125] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi ve Şerhi, Kahraman
Yayınları: 10/521-523.
[126] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi ve Şerhi, Kahraman
Yayınları: 10/523-525.
[127] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi ve Şerhi, Kahraman
Yayınları: 10/525-527.
[128] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi ve Şerhi, Kahraman
Yayınları: 10/527-528.
[129] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi ve Şerhi, Kahraman
Yayınları: 10/528-529.
[130] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi ve Şerhi, Kahraman
Yayınları: 10/529-530.
[131] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi ve Şerhi, Kahraman
Yayınları: 10/530-532.
[132] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi ve Şerhi, Kahraman Yayınları:
10/532-533.
[133] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi ve Şerhi, Kahraman
Yayınları: 10/534-535.
[134] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi ve Şerhi, Kahraman
Yayınları: 10/536-538.
[135] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi ve Şerhi, Kahraman
Yayınları: 10/538-539.
[136] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi ve Şerhi, Kahraman
Yayınları: 10/539-541.
[137] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi ve Şerhi, Kahraman
Yayınları: 10/541-542.
[138] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi ve Şerhi, Kahraman
Yayınları: 10/542.
[139] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi ve Şerhi, Kahraman
Yayınları: 10/543-544.
[140] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi ve Şerhi, Kahraman
Yayınları: 10/544-546.
[141] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi ve Şerhi, Kahraman
Yayınları: 10/546-548.
[142] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi ve Şerhi, Kahraman
Yayınları: 10/548-549.
[143] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi ve Şerhi, Kahraman
Yayınları: 10/549.
[144] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi ve Şerhi, Kahraman
Yayınları: 10/549-552.
[145] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi ve Şerhi, Kahraman
Yayınları: 10/552-555.
[146] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi ve Şerhi, Kahraman
Yayınları: 10/555-557.
[147] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi ve Şerhi, Kahraman
Yayınları: 10/557-558.
[148] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi ve Şerhi, Kahraman
Yayınları: 10/558-559.
[149] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi ve Şerhi, Kahraman
Yayınları: 10/559-560.
[150] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi ve Şerhi, Kahraman
Yayınları: 10/560-561.
[151] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi ve Şerhi, Kahraman
Yayınları: 10/561.
[152] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi ve Şerhi, Kahraman
Yayınları: 10/562-563.
[153] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi ve Şerhi, Kahraman
Yayınları: 10/563-568.
[154] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi ve Şerhi, Kahraman
Yayınları: 10/568-570.
[155] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi ve Şerhi, Kahraman
Yayınları: 10/570-571.
[156] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi ve Şerhi, Kahraman
Yayınları: 10/571-572.
[157] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi ve Şerhi, Kahraman Yayınları:
10/572-574.
[158] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi ve Şerhi, Kahraman
Yayınları: 10/574-575.
[159] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi ve Şerhi, Kahraman
Yayınları: 10/575-576.
[160] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi ve Şerhi, Kahraman
Yayınları: 10/576-578.
[161] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi ve Şerhi, Kahraman
Yayınları: 10/578-580.
[162] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi ve Şerhi, Kahraman
Yayınları: 10/580-582.
[163] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi ve Şerhi, Kahraman
Yayınları: 10/582-584.
[164] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi ve Şerhi, Kahraman
Yayınları: 10/584-585.
[165] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi ve Şerhi, Kahraman
Yayınları: 10/585-587.
[166] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi ve Şerhi, Kahraman
Yayınları: 10/587-588.
[167] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi ve Şerhi, Kahraman
Yayınları: 10/588-593.
[168] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi ve Şerhi, Kahraman
Yayınları: 10/593-594.
[169] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi ve Şerhi, Kahraman
Yayınları: 10/594-599.
[170] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi ve Şerhi, Kahraman
Yayınları: 10/599-603.
[171] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi ve Şerhi, Kahraman
Yayınları: 10/603-604.
[172] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi ve Şerhi, Kahraman
Yayınları: 10/604-605.
[173] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi ve Şerhi, Kahraman
Yayınları: 10/605-607.
[174] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi ve Şerhi, Kahraman
Yayınları: 10/607-610.
[175] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi ve Şerhi, Kahraman
Yayınları: 10/610-615.
[176] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi ve Şerhi, Kahraman
Yayınları: 10/615-616.
[177] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi ve Şerhi, Kahraman
Yayınları: 10/617-620.
[178] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi ve Şerhi, Kahraman
Yayınları: 10/620-622.
[179] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi ve Şerhi, Kahraman
Yayınları: 10/623.
[180] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi ve Şerhi, Kahraman
Yayınları: 10/623-624.
[181] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi ve Şerhi, Kahraman
Yayınları: 10/624-627.
[182] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi ve Şerhi, Kahraman Yayınları:
10/628-629.
[183] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi ve Şerhi, Kahraman
Yayınları: 10/629-631.
[184] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi ve Şerhi, Kahraman
Yayınları: 10/631-632.
[185] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi ve Şerhi, Kahraman
Yayınları: 10/632-634.
[186] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi ve Şerhi, Kahraman
Yayınları: 10/634-635.
[187] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi ve Şerhi, Kahraman
Yayınları: 10/635-636.
[188] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi ve Şerhi, Kahraman
Yayınları: 10/636-637.
[189] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi ve Şerhi, Kahraman
Yayınları: 10/637-639.
[190] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi ve Şerhi, Kahraman
Yayınları: 10/639-641.
[191] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi ve Şerhi, Kahraman
Yayınları: 10/641-644.
[192] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi ve Şerhi, Kahraman
Yayınları: 10/644-648.
[193] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi ve Şerhi, Kahraman
Yayınları: 10/648-650.
[194] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi ve Şerhi, Kahraman
Yayınları: 10/650-653.
[195] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi ve Şerhi, Kahraman
Yayınları: 10/653-655.
[196] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi ve Şerhi, Kahraman
Yayınları: 10/656-657.
[197] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi ve Şerhi, Kahraman
Yayınları: 10/657-658.