5 - NAMAZI LÂYIKI VEÇHİLE EDA ETMEK VE ONDAKİ SÜNNETLER KİTABI
İftitah Duası Hakkında Âlimlerin Görüşleri
2 - Namazda İstiaze (Eûzü) Çekmek
Babı
3 - Namazda Sağ Eli Sol Elin Üzerine Koymak Babı
5 - Sabah Namaz1ndaki Kıraat Babı
Îlk Rekati İkinci Rek'atten Fazla Uzatmak Hakkında Âlimlerin Görüşleri
6 - Cuma Günü Sabah Namazındaki Kıraat Babı
7 - Öğle Ve İkindi Namazlarındaki Kıraat Babı
Habbâb (Radıyallâhü Anh)'İn Hadisinin Fıkıh Yönü
8 - Öğle Ve İkindi Namazlarında Zaman Zaman Âyeti Açıktan Okuma Babı
9 - Akşam Namazındaki Kıraat Babı
10 - Yatsı Namazındaki Kıraat Babı
11 - İmamın Arkasında İken Okumak Babı
Namazda Fatiha Okumak Farz Mı?
Cumhurun Hanefi Âlimlerine Cevâbı
13 - İmam Okuduğu Zaman Susunuz
Babı
Âlimlerin, İmama Uyanın Fatiha Okuyup Okumaması Hakkındaki Görüşleri
14 - 'Âmîni Açık Sesle Söylemek Babı
15 - Kişinin Rükûa Gittiği Ve Rükûdan
Başını Kaldırdığı Zaman Ellerini
Kaldırması Babı
Rükûa Giderken Ve Ondan Kalkarken El Kaldırılması Hükmü:
17 - (Rüku Da) Elleri Diz Kapakları
Üzerine Koymak Babı
18 - Kişinin, Rüku'dan Başını Kaldırdığı Zaman Söyleyeceği Söz Babı
20 - Rüku' Ve Secdedeki Teşbih Babı
22 - İki Secde Arasındaki Oturuş Babı
23 - İki Secde Arasında(Ki Oturuşta) Kişinin Söyleyeceği Duâ Babı
24 - Teşehhüd Hakkında Gelen Hadisler Babı
Dört Mezhebin Âlimlerinin Teşehhüd Hakkındaki Hükümleri =
25 - Peygamber (Sallallahü Aleyhi Ve Sellem) E Salâvat Getirme Babı
Salavatta İbrahim (Aleyhîsselam)'İn
Anılmasının Hikmeti
Namazdaki Salavatın Fıkhî Hükmü
26 - Teşehhüd Ve Peygamber (Sallallahüaleyhi Ve Sellem) E Salâvât
Getirildikten Sonra Okunan Duâ
27 - Teşehhüd'de (Parmakla) İşaret Bâb1
28 - (Namaz'dan Çıkmak İçin) Selâm Vermek Babı
29 - (Namaz'dan Çıkarken) Bir Defa
Selâm Vermek Babı
30 - İmamın Selâmını Almak Babı
31 - İmam (Namazda) Yalnız Kendi Nefsine Duâ Etmesin, Babı
32 - Selâmdan Sonra Okunan (Zikir Ve Duâ) Babı
Farz Namazlardan Sonra Zikirlere Âit Dört Mezhebin Kavli
34 - Yemek Konup Namaz (İçin) İkâmet
Edildiği Zaman (Hangisine Öncelik Verileceği)
Babı
35 - Yağışlı Gecede Cemâat (A Gitmemek) Babı
36 - Namaza Duranın Sütresi Babı
37 - Namaz Kılanın Önünden Geçmek Babı
Namaz Kılanın Önünden Geçmenin Dört Mezhebe Göre Hükmü
38 - (Namaz Kılanın Önünden
Geçmekle) Namazı Kesen Şeyler Babı
39 - Gücün Yettiği Kadar Geçeni Defet Babı
40 - Kendisi İle Kıble Arasında Bir Şey Varken Namaz Kılanın Babı
41 - İmamdan Önce Rüku' Ve Secde Etmekten Nehiy Babı
Taharrüm Tekbiri, Rükû - Secde Ve Selâmda İmâma Uymanın Hükmü
42 - Namazda (Yapılması)
Mekruh Olan Şeyler Babı
43 - Bir Kavim, İmamlığından Hoşlanmadığı Halde Onlara İmamlık Edenin Babı
44 - İki Kişi Bir Cemâattir1 Babı
45 - İmama Yakın Durması Müstahab Olanları Beyân Babı
46 - İmamlığa Öncelikle Hakkı Olanın Babı
48 - Bir Kavme İmamlık Eden Kişi
(Namazı) Hafif Kıldırsın Babı
49 - Bir Şey Olursa İmam Namazı Hafifletir, Babı
803) Ebû Hümeyd es-Sâidî (Radtyallâkü awA)'den:
Şöyle söylemiştir:
Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)
namaza kalktığı zaman kıbleye doğru durup ellerini kaldırır ve: «Allahu
ekber.» derdi.[1]
Bu hadisi Buhâri, Tirmizi,
Ahmed, Beyhaki, Ebû Dâvûd, Ibn-i Hibbân ve Tahavî de üzün ve kısa metinler
hâlinde rivayet etmişlerdir.
Sindi: 'Hadiste,
ellerin tekbirden önce veya sonra kaldırılacağına delâlet yoktur. Başka
hadîsler, ellerin tekbir alınmadan önce kaldırılacağına delâlet eder. Bu
nedenle mutlak olarak geçen hadisleri böyle yorumlamak uygundur. Diğer
taraftan hadisin zahirine göre Peygamber (Sallallahü Aleyhive Sellem), namaz
için niyet ederken dille söylemezdi. Bunun için bir çok âlim : Dille niyet
etmek bid'attir, demiştir. Lâkin âlimlerin ekserisi, kalble getirilen niyet hususunda,
dil kalbe muvafakat etsin diye niyeti dille söylemenin müs-tahablığına
hükmetmişlerdir,' demiştir.
Namaza başlarken :
'Allahu Ekber1 diyerek namaza girmenin gerekliliğine bu hadis delildir.
Cumhurun ve eski ve yeni tüm ilim ehlinin kavli budur.
Ebû Hanif e: Ta'zime
delâlet eden herhangi bir lafızla namaza başlamak caizdir, demiştir. Fakat
Müellif,Tirmizi , Şafii, Ahmed, Bezzâr, el-Hâkim, İbnü's-Seken, Ebü Dâvûd
ve başkalarının A1i (Radıyallâhü anh) 'den merfû" olarak
rivayet ettikleri; "Namazın tahrimi
tekbirdir.» hadisini, izah etmekte olduğumuz hadisi ve benzeri hadîsleri delil
göstermişlerdir. Cumhur, tekbir ile namaza girileceğine hükmetmiş olmakla
beraber, okunacak tekbir lafzı hususunda kendi aralarında ihtilâf etmişlerdir.
Şöyle ki :
1- Mâlik, Ahmed ve Selef in ekserisi: 'Allahu ekber'
lafzından başka bir tekbir lafzıyla namaza girilemez demişlerdir.
2- Şâfiî «Allahu
Ekber» veya «Allahü'l Ekber» lafzıyla namaza girilebilir. Başka lafızlarla
girilmez, demiştir.
3- Ebû Yûsuf:
Tekbir kelimesinden türeme olan lafızlarla da, meselâ 'AUahü'l-Kebîr'
lafzıyla da namaza girmek caizdir. Tekbir ve ondan türeme lafızlardan başka
cümlelerle namaza girilemez, demiştir.
EI-Menhel yazarı 'Abdest farzları bâbı'nda yukarıdaki
görüşleri naklettikten sonra : 'Allahuekber' lafzından başka hiç bir lafızla namaza
girilemez diyen çoğunluktaki âlimlerin kavli sıhhatlidir, diyerek beş tane
delil zikretmiştir. Bunların buraya aktarılması uzun süreceği için buraya
almaktan .
804) Ebû Saîd-i Hurlrı (Radıyatlöhu uiıh)\\cw:
Şöyle demiştir:
Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)
(Tahar-rüm tekbirinden sonra) namazındaki kırâata şu dua ile başlardı:
-Allahım! Senin
hamdine bürünerek, Seni bütün eksikliklerden tenzih ederim. İsmin çok büyüktür.
Azametin de çok yücedir. Senden başka ibâdete lâyık hiç bir ma'bud yoktur.
[2]
Bu hadisi Ahmed ,Nesâi
,Tirmizi ve Ebû Davüd da rivayet etmişlerdir.
-Seni bütün
eksikliklerden tenzih ederim.» cümlesinin mânâsı : Senin bütün noksanlıklardan
pâk ve nezih' olduğuna kesinlikle inanırım, demektifYoksa hâşâ Allah nezih
değiîde kulOnu tenzih eder paklar mânası düşünülemez.
Senin ismin çok
büyüktür.» cümlesinin mânası Allah adının bütün kâinatı kuşatması ve
bereketinin göklerde ve yerlerde yaygın halde bol olmasıdır.
Cümledeki «isim» ile
Allah'ın adının değil, Onun zâtının kasdedilmiş olması muhtemeldir. Bu takdirde
cümlenin mânası • Senin zâtın çok büyük ve muazzamdır. Ve bereketin boldur,
olur.
Hadis, iftitah duası
olarak hadiste geçen duanın okunmasının meşruluğuna delâlet eder.
805) Ebû Hüreyre (Radıyallâhü
Şöyle demiştir :
Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) (namaza başlarken) tekbir aldığı
zaman, tekbir ile (açıktan) okuyuşu arasında sükût ederdi. (Açıktan bir şey
okumazdı). Ebû Hüreyre (Radıyallâhü anh) demiştir ki: Ben : Babam annem Sana
feda olsun. Tekbîr ile kıraat arasındaki sükûtundan bana haber verir misin? Ne
dediğini bana söyle, dedim. O da :
'Allah'ım! Şark ile
garbı birbirinden uzaklaştırdığın gibi beni ile hatalarımı birbirinden
uzaklaştır. Allahım! Beyaz elbise kirden temizlendiği gibi beni hatalarımdan
pâk eyle. Allah'ım! Su, kar ve dolu (ya benzer mağfiretinin çeşitleri) ile beni
hatalarımdan yıka.' söylerim.» buyurdu.
[3]
Buhâri, Müslim, Nesâi,
Ebû Dâvüd ve Ah-m e d de bu hadisi
rivayet etmişlerdir.
Peygamber (Sallallahü
Aleyhi ve Sellem)'in taharrüm tekbiri ile açıktan kıraati arasındaki sükûtundan
Ebû Hüreyre (Radıyallâhü anh)nin maksadı
Peygamber (Sallallahü Aleyhi
ve Sellem)'in susması değil,
gizli olarak ne okuduğudur. Çünkü Ebû Hüreyre (Radıyallâhü anh) Peygamber
(Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'in sükûtunu sorarken ikinci cümlede: «...Ne
dediğini bana söyle, demiştir. Şu halde Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve
Sellem)'in gizli olarak bir şey okuduğunu, Ebû Hüreyre (Radıyallâhü anh)
seziyordu. Eğer sükût, hakîki mânasında kullanılmış olsaydı Peygamber
(Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'in ne dediğini sorması düşünülemezdi.
Duâ edilirken söylenen
: «... Beni ile hatalarımı birbirinden uzaklaştır...» fıkrasından maksad;
vukubulmuş olan günahları silmek ve gelecekte vukubulmasi muhtemel vakalardan
korumaktır. Bu uzaklaştırmanın mecazi olduğu malûmdur.
«Şark ile garbı
birbirinden uzaklaştırdığın gibi...» terkibindeki teşbihten maksad; şark ile
garbın birbirine yaklaşması ve kavuşması mümkün olmadığı gibi, benim,
işlediğim günahlara veya bundan sonra işlemem muhtemel olan günahlara yaklaşmam
ve kavuşmamın imkânsız kılınmasıdır.
Bundan sonraki duâ cümlesinde
: «Beyaz elbise kirden temizlendiği gibi...» diye bir teşbih vardır. Beyaz
elbiseye benzetmenin hikmeti, beyazlığı nedeniyle temizliğin onda daha açık
bir şekilde görü-
lebilmesidir.
Son duâ cümlesinde su,
kar ve dolu ile yıkatılmak isteniyor. Mânevi pislik olan günahların bu
maddelerle giderilemiyeceği bilinmektedir. Gaye, çeşitli kirler bu maddelerle
giderildiği gibi, çeşitli hataların kökünden giderilmesi için ilâhi mağfiretin
çeşitlerinin istenmesidir.
H a t t â bi , bu duâ
cümlesiyle ilgili olarak şöyle der : Hadiste su, kar ve dolunun kendileri
kasdedilmemiştir. Maksad, hataların kökünden silinmesi ve kişinin bunlardan
iyice temizlenmesidir. Kar ve dolu ellerin dokunmadığı ve hiç kullanılmamış
olan iki su çeşididir. Bunların zikredilmesi, temizlenmenin en iyi şekilde
olmasını pekiştirmek içindir.
Tıy bî: Bu cümlede
sudan sonra kar ve dolunun zikredilmesinden maksad, ilâhi afvdan sonra, son
derece sıcak olan cehennem hararetini söndürmek için son derece soğuk olan kar
ve doluya benzer rahmet ve mağfiret çeşitlerini dilemektir. Nitekim araplar,
bazen duâ ederken : Allah; kabrini soğutsun, derler. Yâni Allah ona rahmet
etsin ve ateş azabından korusun. Keza
Müslim'in rivâyetinde bu
cümlede 'soğuk su' ifâdesi kullanılmıştır. Hatalar, cehennem ateşi mevkiine
konmuş, çünkü Cehennem azabı ondan doğar. Hataların hararetinin söndürülmesi
için soğuk maddelerin kullanılması tercih edilmiştir denilebilir, demiştir.
806) Âişe
(Radıyaİiâhü anfıâ)'den rivayet edildiğine göre şöyle demiştir :
Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) namaza başladığı zaman (taharrüm
tekbirinden sonra) şunu söylerdi;
[4]
Bu hadisi Tirmizi, Ebû
Dâvüd, Darekut ni ve e 1 - H â k i m de rivayet etmişlerdir. Ebû Dâvûd, hadisin
meşhur olmadığını söylemiştir. Darekutni de merfu' olarak rivayet edip, hadisin
kuvvetli olmadığını söylemiştir. Ayrıca bir kaç yoldan Ömer CRadıyallâhü anh)
üzerine mevkuf olarak rivayet etmiş ve : Doğru olanı budur, demiştir.
Müellifimiz ve Tirmizi, Harise bin Ebî Rical tarikinden A m r e aracılığıyla
Âişe (Radıyaİiâhü anhâ)'den rivayet etmişlerdir. El-Hâfız : Harise zayıftır,
demiştir. İbn-i Huzeyme de: Harise ilim ehlinin, hadîslerini delil
gösterdikleri râvilerden değildir. Bu hadîsin, Peygamber (Sallallahü Aleyhive
SeIIem)'den olan rivayeti değil
Ömer (Radıyaİiâhü anh)'den olan
rivayeti sahihtir demiştir.
El-Menhel yazan; duasının okunmsaına ait hadîslerin
rivayetleri üzerinde âlimlerin
görüşlerini 'Sübhâneke ile başlamak
bâbı'nda naklettikten sonra şöyle der:
'Velhasıl 'Sübhaneke'
duasına âit hadis, bir kaç yoldan merfu' olarak rivayet edilmiştir. Bâzı senedleri hakkında itiraz olmuştur.
Bununla beraber
senedleri çok olup, birbirlerini takviye ederler. Ayrıca Ömer (Radıyaİiâhü
anh)'e mevkuf olarak da rivayet edilmiştir. Lâkin bu mevkuf rivayet, merfu1
hükmündedir. Çünkü bu tür şahabı sözü re'y yoluyla söylenmez. Şu halde, hadîs
kuvvetlidir ve bununla amel etmek sahihtir.
[5]
Bu bâbta geçen Ebû
Saîd-i Hudri (Radıyaİiâhü anh) ve Âişe (Radıyaİiâhü anhâî'nin hadîslerine göre
Peygamber (Sallallahü Aleyhive Sellem), taharrüm tekbirinden sonra ve
kıraat-tan önce 'Sübhaneke...' okumuştur. Ebû Hüreyre (Radıyaİiâhü antü'nin
hadîsine göre ise Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) iftitah duası
olarak: «Allâhümme Bâid...» duasını okumuştur.
Şafii, Ahmed, Müslim,
Nesâî, Ebû Dâvûd ve Darekutni' nin rivayet ettikleri Ali bin Ebî Tâ-1 i b
(Radıyaİiâhü anh) 'in hadîsine göre Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)
iftitah duası olarak :
duasını okumuştur.
El-Menhel yazan,
İftitah zamanındaki sekte babında bu konuda şu ma'lûmatı verir :
«Şu üç bâbta mezkûr
rivayetlerin mecmuundan hâsıl olan sonuç şudur ki.- İhtitah duası hakkında bir
kaç rivayet mevcuttur. Namaz kılan kişinin, mezkûr dualardan istediğini
seçebileceği ve kıldığı namazın farz veya nafile oluşu hususunda bir fark
olmadığı anlaşılır.
Mezheb âlimlerinin
iftitah duası hakkındaki ihtiyarları şöyledir :
1 - Hanef iler, 'Sübhaneke...'duasını seçmişlerdir. Ebû
Bekir, yöjm e r, İbn-i Mes'ud, Evzâî, Sevri, İshak ve
Dâvûd (Radıyaİiâhü anhüm)'ün
mezhebi budurBunlar ; 'Veccehtü...' duası okunmaz. Çünkü bu dua ilkin vardı.
Sonra neshedildi, demişlerdir,
İbnü'l-Cevzi:
'Veccehtü...' duası ilk zamanlarda vardı. Sonra- terk edildi veyahut yalnız
nafile namazında okunurdu. Çünkü N e s â i' nin Muhammed bin Mesleme1 den rivayet
ettiğine göre :
Peygamber (Sallaİlahü
Aleyhi ve Sellem) nafile namazına kalktığı zaman: «Veccehtü...» duasını
okurdu. Lâkin bu rivayet, duanın nafileye mahsus olup farzda okunmamasını
gerektirmez. Üstelik t b n-i H i b b â n'ın rivayetine göre Peygamber
(Sallaİlahü Aleyhi ve Sellem), farz namaza kalktığı zaman bu duayı okurdu.
Kesin delil olmadıkça nesh yoluna gidilmez. Burada ise, neshe delâlet eden hiç
bir delil yoktur, demiştir.
2 - Şâfiiler,
Ali (Radıyallâhü anhJ'nin
hadîsiyle hükmederek, iftitah duası olarak 'Veccehtü' duasını müstahab görmüşlerdir.
N e v e v i :
Delilimiz Şudur ki: Peygamber (Sallaİlahü Aleyhi ve Sellem)'in iftitah duası
olarak 'Sübhâneke...' duasını okuduğu sü-but bulmamış ve 'Veccehtü.,.1 duasını
okuduğu sübut bulmuştur. Bu yüzden, 'Veccehtü...' duasının okunması belirlenmiş
olur. Bununla amel etmek gerekir, demiştir. Lâkin Peygamber (Sallaİlahü Aleyhi
ve Sellem)'in 'Sübhâneke...' duasını okuduğu, sahih bir yoldan varid olmamışsa
da birbirini takviye eden müteaddid yollardan varid olmuştur. Dolayısıyla
bununla amel etmek sahihtir.
3 - Ebû
Yûsuf, Ebû İshak,
EI-Meruzî ve el-Kadı Ebû
Hâmid, 'Veccehtü...' duası ile
'Sübhâneke...' duasını toplamayı seçerek;
Okuyucu bunlardan istediği ile başlar, arkasından diğerini okur,
demişlerdir. Onların delili de,
Beyha-k i' nin C â b i r (Radıyallâhü anhVden rivayet ettiği i
'Peygamber (Sallaİlahü
Aleyhi ve Sellem) namaza başlarken her iki düâyı da okuyormuş' mealindeki bir
hadîstir.
4
- Hanbeliler
'Sübhâneke...' duasını okumayı seçmişler ve : Vârid olan diğer duaları
iftitah duası olarak okumak caizdir, bunda kerahet yoktur, demişlerdir,[6]
807) demiştir:
Ben, Resûlullah (Sallaİlahü
Aleyhive Sellem)'i namaza girdiği zaman gördüm. Şunu okudu ı
Üç d Cübeyr bin Mufîm
(Radtyallâhü anh)\\en:
Şöyle efa «Allah her
şeyden büyüktür. Allah her şeyden büyüktür.» üç defa «Allah'a çokça hamd olsun.
Allah'a çokça hamd olsun.- üç defa «Sabah, akşam, Allah'ı bütün noksanlıklardan
tenzih ederim.» «Allah'ım! Şüphesiz ben taşlanmış şeytandan, onun hemzinden,
onun nefhinden ve onun nefsinden sana sığınırım.»
Râvi Amr demiştir ki:
Şeytanın hemzi, mute hastalığıdır. Şeytanın nefsi şiirdir. Şeytanın nefhi de
kibirdir.
[7]
Bu hadîsi Ahmed ve Ebû
Dâvûd da rivayet etmişlerdir, îbn-i Hibbân da şeytandan istiâze ile ilgili
kısmı rivayet ederek, burada A m r '
in verdiği açıklamayı O da vermiştir.
Hadîste «Sabah
akşam...» buyurulmuştur. Bu iki vaktin anılma sının sebebi, gece melekleriyle
gündüz meleklerinin her gün bu zamanlarda toplanmalarıdır. Yahut gece ile
gündüzün değiştiği vakitlerde Allah Teâlâ'nın değişmekten nezih olduğunu anmak
içindir.
T ı y b î : En açjk
yorum şudur ki : «Sabah akşam...» kelimeleriyle devamlılık kasdedilmiştir.
Yâni : Devamlı olarak Allah'ı teşbih ederim, denmek istenmiştir, der.
Râvi A m r : 'Şeytanın
hemzi mute hastalığıdır,' demiştir. Bu hastalık, insanda görülen delilik ve
sar'a hastalığının bir çeşididir. Hasta ayıldığı zaman, aklı tamamen avdet
eder.
'Hemz'in aslı
kötülemek, jurnalcilik etmek, halkın kusurlarını anlatmak ve propaganda
etmektir.
Râvi: 'Şeytanın nefsi
şiirdir,' demiştir. 'Nefs' kelimesinin asıl mânası, az bir tükürükle
üflemektir. Yâni üflemek ile tükürmek arası bir harekettir. Üflemeye benzer,
tükürmekten biraz eksiktir. Şeytan, şâirleri bazen yersiz Övgü, hiciv, tahkir
ve ta'zim mahiyetindeki şiirleri söylemeye sevkettiği için, bu tür şiirleri
sanki şeytan şâirin ağzına üfler. Bu nedenle, şeytanın nefsi şiirdir, diye
yorumlanmıştır.
E 1 - A y n i :
Hadîsteki 'Nefs'ten murad, sihir olabilir. Bu takdirde mânası felâk sûresinin;
= «...ve düğümlere
üfleyen —büyücü—lerin şerrinden...» âyetindeki 'Neffasât' kelimesinin mânasına
uygun olur, demiştir.
Şeytanın nefhi kibirle
yorumlanmıştır. Nefh'in aslı üflemektir. Şeytan, verdiği vesvese ile kişiye
üfler. Kişi de kendisinin büyüklüğüne ve başkalarının küçüklüğüne inanıp
herkesi hakir görür
808) Abdullah İbn-i Mesud (Rathyailâhü anh)\\en: Şöyle
demiştir : Resûlullah (Sallallahü
Aleyhive Sellem) : diye istiaze etti.
Ravi demiştir ki:
Şeytanın hemzi mutedir. Onun nefsi şiirdir. Onun nefhi de kibirdir.[8]
Âlimler, istiâzenin
hükmü, yeri, lafzı, açıktan çekilmesi ve namazın bütün rek'atlarında
tekrarlanması hususlarında ihtilâf etmişlerdir. El-Menhel yazarının, bu
konularda verdiği ma'lumaî.ın özetini buraya aktaralım.
[9]
Sahâbiler, tabiîler ve
onlardan sonra gelen âlimlerin cumhuru, namaz kılanın istiâze etmesini
mfistahab görmüşlerdir.
Ebû Hüreyre, îbn-i
Ömer, A t â' bin Ebi Rabâh, Hasan-ı Basrî, İbn-i Şîrîn, Nahaî, Evzâî, Sevrî,
Ebû Hanîfe ile diğer re'y ehli, A h m e d , İshak, Dâvûd, (Radıyallâhü anhüm)
ve başkaları bununla hükmedenlerdendirler.
Mâlik ve arkadaşlarına
göre istiâze, farz namazda mekruhtur. Nafile namazda mekruh değildir. Fakat
hadîsler, onların görüşünü reddeder. Bu ayırım için de bir neden görülmüyor.
Cumhurun delili ise N
a h 1 sûresinin 98. âyeti ve istiâze hakkında vârid olan hadîslerdir. Âyet
şöyledir:
= «Kur'an okumak iste
diğin zaman, taşlanmış şeytandan Allah'a sığın.
[10]
Fıkıhçı ve hadisçi
âlimlerin ekserisine göre ilk rekatteki kıraatten önce istiâza çekilir.
Ebû Hüreyre, İbn-i
Şîrîn ve Nahaİ (Radıyallâhü anhüm), âyetin zahirini tutarak: Kıraattan sonra
istiâze çekilir, demişlerdir.
[11]
Cumhura göre istiâzanm
lafzi; dir. Sevrî vb Medine
halkına göre lafız şöyledir :
El-Hasan bin
Salih'e göre şöyle istiâze
edilir
Başka şekillerde
söyleyenler de vardır.
Şafii: Şeytanı
Recim' den Allah'a sığınmayı
kap sayan her lafızla istiaza hasıl olur. Lâkin efda'dir demiştir.
[12]
Ebû Hüreyre
(Radıyallâhü anh) : Cehri namazlarda kıraat gibi istiâza da açıktan çekilir,
demiştir.
İbn-i Ömer
(Radıyallâhü anh), Ebû Hanîfe ve râ-cih kavle göre Ş â f i i' ye göre istiâza gizli çekilir.
İbn-i Ebi Leylâ'ya
göre bunun açıktan veya gizli yapılması arasında bir fark yoktur.
[13]
Ş â f i i 1 e r ' e
göre İmam, ona uyan ve tek başına kılan herkes için namazın her rek'atinde
kırâata başlarken istiâza çekmek müstahabtır.
Ebû Hanife ve
Muhammed'e göre yalnız birinci rek'atte istiâza sünnettir. Bu da İmam ve
münferid içindir.
Ebü Yûsuf'a göre imama
uyan için de namazın ilk rek'atinde istiâzc çekmek sünnettir.
[14]
809) Hüllı
(hin Adi) (Radtyallâhü anh)\\cw[15] :
Şöyle demiştir : Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) bize namaz kıldırdı.
Sağ eliyle sol elini tutardı.
810) Vâil hin
Hiicr (Radıyallâhii anh)\\en\
Şöyle demiştir: Ben,
Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem
)'i namaz kılarken gördüm. Sağ eliyle sol elini tutmuştu."
811) Abdullah hin Mes'ud (k'aâıyaljahü ımh)\\ex\ :
Şöyle demiştir : Ben
namazda sol elimi sağ elimin üzerine koymuş iken Peygamber (Sallallahü Aleyhi
ve Sellem) yanımdan geçti ve sağ elimi tutup sol elimin üzerine koydu.
[16]
Bu bâbta geçen
hadisler, namazda sağ elin sol elin üzerine konulacağına delâlet ederler. H ü
1 b (Radıyallâ anh)'ün hadisi T i r-m i z i ' de de rivayet edilmiş ve hasen
olduğu beyan edilmiştir. V â i 1 bin H u c r (Radıyallâhü anh)'ün hadisini
Müslim, Ahm'ed, Ebû Dâvûd, Nesâî. İbn-i Huzeyme ve Beyhaki de uzun metinler
hâlinde rivayet etmişlerdir. Hepsinde Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve
Sellem)'in sağ elini sol elinin üzerine koyduğu, belirtilmiştir. İbn-i Mes'ud
(Radıyallâhü anh)'un hadisini ise Ebû Dâvûd ve Nesâî de rivayet etmişlerdir.
Hanefi. Şafiî ve
Hanbelİ mezheblerine mensub âlimler, bu bâbtaki hadîsleri ve benzerî hadîsleri
delil göstererek, namazda ayakta durulurken sağ elin sol elin üzerine konulmasının
meşruluğuna hükmetmişlerdir.
Ali, Ebû Hüreyre,
Âişe, Said bin Cübeyr. İbrahim en-Nahaî, Süfyân-ı Sevri, İshak, Ebû Sevr, Dâvûd
(Radıyallâhü anhüm) ve bunlardan başka bir çok sahâbî ve tabiinin kavli budur.
El bağlamanın; huşu,
huzur, tavâzu ve benzen kulluğun gereklerine daha uygun olması ve namaza
aykırı düşen hareketlerden kaçınmaya vesile olması hikmetine binâen meşru
kılındığı kuvvetle muhtemeldir.
El-Leys bin Sa'da göre
namazda sağ eli sol elin üzerine koymak meşru değildir. Delili de namazını
hatalı kılan şahsa Peygamber (Sallallahü Aleyhive Sellem)'in namazı târiT
ederken el bağlamayı zikretmemiş olmasıdır. Lâkin bu hadîs delil olamaz. Çünkü
Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) adama namazın yalnız farzlarını
öğretmekle yetinmiştir. Bu sebeple, sünnet olan el bağlamanın anlatılmaması,
bunun meşru olmadığına delâlet etmez.
Mâlik' ten edilen bir
rivayete göre farz ve nafilede el bağlamakta beis yoktur. Diğer bir rivayete
göre farzda mekruhtur. Nafilede beis yoktur. Mâliki mezhebine âit fıkıh
kitablarında bu rivayetler nakledilmiştir. Bununla beraber İbn-i Abdi'l-B e r r
: Mâlik vefat edinceye kadar namazlarda dâima el bağlardı, demiştir.
[17]
1 - Ebû
Hanife, Sevrî, İshak
bin Rahaveyh ve Ş â f i i ' nin arkadaşlarından Ebû
îshak el-Meru-z i "
ye göre eller, göbeğin
aşağısında
bağlanmalıdır.Ibnü'1-Münzir'in anlattığına göre Ebü
Hüreyre, Nahai ve Ebû
Miclez'in kavli budur.
2 - Şâfiîler,
Dâvûd ve Said
bin Cübeyr'e göre elleri göğüsün altında ve
göbeğin yukarısında bağlamak müs-tahabtır.
3 - Ahmed
bin H a n b e 1 ' den, göbeğin aşağısında ve yukarısında olmak
üzere iki rivayet vardır. Üçüncü bir rivayette, kişi iki şekilde bağlamak
hususunda muhayyerdir.Evzâî ve
Ibnü'1-Münzir de Ahmed'in
üçüncü kavli gibi söylemişlerdir.
4 - M â 1 i k' e göre göğüsün aşağısında ve göbeğin
yukarısında el bağlamak müstehabtır.
Sağ el, sol elin
üzerine konulurken sol elin bileklerinden mi? bilekle beraber sol el ve kol
kemiğinden de birer parça tutulacak mı? sağ elin parmakları açık olarak bileğin
üzerinden aşağıya doğru sarkıtılacak mı? Yoksa kol kemiği doğrultusunda sola
doğru uzatılacak mı? diye âlimler arasında değişik görüşler vardır. Geniş
ma'lumat isteyenler muhtelif mezheblere âit fıkıh kitablanna müracaat
etsinler.
[18]
812) Âişe (Radtyallöhü anhâ)'âen;
Şöyle demiştir:
Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)
(na mazda); ile kıraat a
başlardı."
813) Enes bin Mâlik (Radtyallâhü anh)'<\en :
Şöyle demiştir:
Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem), Ebû Bekir ve Ömer (Radıyallâhü
anhümâ) (namazda); ile kıraata başlarlardı."
814) Ebû Hüreyre (Radtyallâhü anh)'den:
Şöyle demiştir: Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem), (namazda); "e Ziraata başlardı.[19]
815) Abdullah
bin el-Mugaffel'in oğlu
(Yezîd) (Radtyallâhü anhü-mâ
J'dan :
Şöyle demiştir: İslâm
dinine yeni bir şey sokmak hususunda babamdan daha hassas ve sert bir adamı
çok az gördüm. Bir defasında
ben
namazda; diye kıraata başlarken sesimi işitti. Bunun üzerine: Ey oğulcuğum!
(Dinde) bir şey ihdas etmekten sakın. Çünkü ben Hesûlullah (Sallallahîi Aleyhi
ve Sellem) ile beraber? Ebû Bekir (Radıyallâhü anh) ile beraber; Ömer
(Radıyallâhü anh) ile beraber ve Osman (Radıyallâhü anh) ile beraber namaz kıldım.
Bunlardan hiç birisinden, kıraata başlarken besmeleyi çektiğini işitmedim.
Bunun için sen kıraata başlarken; diyerek başla, dedi.
[20]
 i ş e (Radıyallâhü
anhâ)'nin hadisini M ü s 1 im ve Ebû D â v û d , uzun metin hâlinde rivayet etmişlerdir.
Enes bin Mâlik
(Radıyallâhü anh)'in hadisini A h-med, Müslim, Nesâi, Darekutnî, Ebû Dâvûd,
Ibn-ı Hibbân, Taberânî, Tahavi ve Tirmizî de rivayet etmişlerdir.
Ebû Hüreyre
(Radıyallâhü anh) nin hadisini müelliften başka, kimsenin rivayet edip
etmediğini bilemedim. Hattâ belirtildiği gibi Kütüb-i Sitte sahiblerinden
yalnız müellifin rivayet .ettiği Zevâidde bildirilmiştir.
Abdullah bin Muğaffel
(Radıyallâhü anh)'in hadîsini Tirmizi ve Nesâi rivayet etmişler; Tirmizî,
bunun hasen olduğunu da söylemiştir. Fakat N e v e v i, el-Hulâ-sa'da: 'Hadis
hafızlan bu hadîsi zayıf saymışlar ve Ib n-i H u -zeyme, îbn-i Abdi'1-Berr ve
el-Hatîb gibi âlimler, Tirmizi1 nin bunu hasen görmesine itiraz ederek: Senedin
dönüm noktası, Abdullah bin Muğaffel (Radıyallâhü anh) in oğlu üzerindedir.
Oysa hâli meçhuldür, demişlerdir, der.
Bu bâbta geçen
hadislere göre Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) ve hadîste anılan
sahâbîler, namazda F â t i h a' ya başlarken besmele ile değil, 'Elhamdü.,.'
ile başlamışlardır. Bu hususta âlimler arasında görüş ayrlığı mevcuttur. Şöyle
ki:
1 - Hanefi âlimlerine göre besmele, müstakil bir
âyettir." Sûrelerin arasını ayırmak ve bereket için indirilmiştir. Ne
Fâtiha' dan ne de başka bir sûreden
bir parça değildir. Gizli ve açık namazlarda besmeleyi gizli olarak çekmek
sünnettir.
Sahabilerden Ali,
İbn-i Mes'ud, Ammâr bin Yâsir,
Evzâî ve Hanbeli
âlimleri de bu görüştedirler.
Bu âlimlerin
delilleri, bu bâbta geçen hadîslerdir. Bunlara göre cehri namazda kıraata
başlarken açıktan besmele çekmek hükmü mensuhtur.
2 - Şâfiiler'e göre besmele. Fa t i h a ' dan ve Nemi
sûresinden birer âyettir. Kur'an'ın diğer sûrelerinden de birer âyet olup
olmadığı hususunda Ş â f i i mezhebinin üç kavli vardır : En meşhur ve en
sahih kavle göre, besmele her sûreden birer âyettir.
Şâfiiler'e göre
namazda F â t i h a' ya başlarken, ondan bir âyet olan besmeleyi çekmek
farzdır. Fatiha gibi, gizli namazlarda gizli; açık namazlarda açıktan okunur.
tbn-i Abbâs, İbn-i
Zübeyr, İbn-i Ömer, Tavus, Ata, Mekhul ve İbnü'l-Münzir (Radıyallâhü anhüml'ün
kavli de budur.
Bunların delilleri ise
îbn-i Huzeyme (Radıyallâhü anh)'nin Ümmü Seleme (Radıyallâhü anhâ)'den rivayet
ettiği şu mealdeki hadistir:
'Peygamber (Sallallahü
Aleyhi ve Sellem). namazda besmeleyi okudu ve onu bir âyet saydı.' İkinci
delilleri, İbn-i Huzeyme (Radıyallâhü anh)'nin İbn-i Abbâs (Radıyallâhü
anhl'dan rivayet ettiği şu mealdeki hadîstir :
'İbn-i Abbâs
(Radıyallâhü anh) :[21]
âyetindeki 'Seb-i Mesâni', Fatiha süresidir, demiştir.' *Elhamd...'den itibaren
Fatiha sûresi altı âyettir. Yedinci âyet nerededir? diye kendisine soru
sorulunca: Yedincisi besmeledir, diye cevab vermiştir.'
Üçüncü delil, Müslim'in
Enes (Radıyallâhü anh) den
rivayet ettiği şu mealdeki hadîstir.
'Peygamber (Sallallahü
Aleyhi ve Sellem) bir gün aramızda iken vahiy haletine geçti sonra tebessümle
başını kaldırdı. Biz: Yâ ResûIallah! Seni gülümseten nedir? diye sorduk. O:
«Bana şimdi bir sûre nazil oldu.» buyurdu, Kevser süresini 'Bismillah...'tan
başlayarak okudu."
Dördüncü delilleri,
Darekutni" nin Ebû Hüreyre (Radıyallâhü anhJ'den merfu' olarak rivayet
ettiği şu mealdeki hadistir :
«'Elhamd...'sûresini
okurken 'Bismillah...ı okuyunuz. 'Bismillah...' Fâtiha'dan bir âyettir.»
Şafii âlimleri, bir de
şöyle savunmuşlardır : Sahâbiler, B e -r â e t sûresi hâriç, bütün sûrelerin
başında besmeleyi âyetlerin yazılış şekline uygun olarak yazmak üzerinde
icmâ" etmişlerdir. Halbuki cüzi bölümlerini ve sürelerin başlığındaki
yazılan âyetlere uygun şekilde yazmamışlar, kırmızı ve benzeri renklerle
yazmayı iti-yad hâline getirmişlerdir. Yâni bunların âyetlerden farklı oluşları
besbellidir. Eğer besmele, K u r' a n ' dan olmasaydı, sahâbîler, âyetlerin
mushaf hattıyla ve farksız olarak yazılmasına müsâade et-miyeceklerdi. Çünkü bu
uygunluk, besmelenin K u r' a n ' dan olduğuna itikad edilmesine halkı
sevkedecek. Böylece müslümanların, K u r ' a n ' dan olmayan bir şeyi K u r ' a
n ' dan saymakla hataya düşmelerine sebep olmuş olurlar. Sahâbiler hakkında
böyle bir şey düşünmek caiz değildir.
Sahâbilerden Ebû
Bekir, Osman, Ibn-i Âbbâs, İbn-i Ömer, Übeyy bin Ka'b, Enes, Ebû Said ve Ebû
Katâde (Radıyallâhü anhüm); Tabiîlerden de Said bin el-Müseyyeb, Mekhul, Atâ, I
bn i Şirin, İkrime, Muhammed bin el-Münkedir, Zühri, Ebû Kılâbe, el-Leys bin
Sa'd, İshak bin R a-h e v e y h (Radıyallâhü anhüm) ve bir çok âlim cehri
namazlarda besmeleyi açıktan çekmenin müstahablığına hükmetmişlerdir.
Ömer (Radıyallâhü
anh)'den üç rivayet vardır: Bir rivayete göre cehri namazlarda açıktan çekilir,
diğer bir rivayete göre gizli çekilir, üçüncü bir rivayete göre besmeleyi
çekmez.
El-Menhel yazan,
besmelenin açıktan çekilmesine dâir bir kaç delili daha zikretmiştir. Fakat
konu çok uzayacağı endişesiyle buraya almaktan feragat ettim.
3 - Mâliki âlimlerine göre farz namazlarda besmeleyi çekmek
mekruhtur. İmam olsun, cemâat olsun, münferid olsun fark etmez. Ne gizli
namazda, ne de cehri namazda besmele çekilmez. Nafile namazda çekilebilir.
Fakat besmelenin çekilmesini vâcib gören âlimlerin görüşlerine aykırı hareket
etmekten kaçınmak maksadıyla farz namazda besmeleyi çekmekte kerahet yoktur.
Keza besmelesiz kıraatla namaz kılınabileceğine itikad etmek kaydıyla farz
namazda besmeleyi çekmekte kerahet yoktur.
M â 1 i k î 1 e r'
in delilleri, bu bâbta geçen
hadîslerdir. El-Menhel yazarı, yukarıda
anlattığım, mezheblerin görüşlerini naklettikten sonra şöyle der :
-Namazda besmelenin
açıktan çekilmesini müstahab gören âlimlerin delil olarak gösterdikleri
hadisler, kuvvetli değillerse de birbirlerini takviye etmek durumundadırlar.
Bu hadislerle. Peygamber (Sal-lallahü Aleyhive Sellem)'in besmeleyi gizli
çektiğine dâir hadisler arasında bir çelişki söz konusu değildir. Çünkü
Peygamber (Sallal-lahü Aleyhi ve SellemJ bazen açıktan besmele çekerdi, bazen
de gizli okurdu.
El-Hüdâ yazarı:
Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) bazen besmeleyi açıktan çekerdi.
Ekseriyetle gizli okurdu. Şüphe yok ki eğer Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve
Sellem) her gün beş defa hazerde ve seferde açıktan besmele çekmiş olsaydı, bu
durumun Hulefâ-i Râşidîn tarafından ve sahâbîlerin Cumhurunca bilinmemesi
mümkün değildir, demiştir.
Yukarıdan beri verilen
ma'lumattan bilmiş oldum ki namazda besmele çekmenin mekruhluğuna ve K u r' a n
' dan bir âyet olmadığına hükmedenlerin elinde bir mesned yoktur. Peygamber
(Sallallahü Aleyhive Sellem)'in ve
Hulefâ-i Râşidin'in;
lle kırâata
başladıklarına dâir bu bâbtaki hadisler ve benzeri hadîslerden maksad, Fatiha
süresiyle kırâata başlanmasıdır. Hadîsler böyle yorumlanınca, namazda
besmelenin çekilmediği mânası çıkarılamaz. Bilâkis bu yorum şekli, besmelenin
çekildiğine delildir. Çünkü Fatiha sûresi denilince besmele de sûre içinde
düşünülür. Dârekutnî' nin Enes (Radıyallâhü anhJ'den rivayet edip sahih
olduğunu belirttiği şu mealdeki hadîs bu yorumu te'yid eder:
'Peygamber (Sallallahü
Aleyhi ve Sellem) in ve Ebû Bekir, Ömer ile Osman (Radıyallâhü anhüm)'ün
arkalarında namaz kılardık. Bu zâtların hepsi cehri namazlarda Fatiha ile
kırâata başlarlardı.
[22]
816) Kutbe bin Mâlik[23] (Radıyallâkü anbyden rivayet edildiğine .
kendisi. Peygamber (Sallallakü Aleyhi ve SeJlem)'İn sabah namazının (ilk
rekatinde) :Ve tomurcukları birbiri üzerine dizilmiş (semâye doğru) uzayan hurma
ağaçları...»[24] âyetitnin içinde,
bulunduğu sûreyi) okurken işittiğini söylemiştir.»"
817) Amr bin Hüre vs (Radıyallâhü anhyöen rivayet
edildiğine göre şöyle demiştir :
Peygamber (Sallallahü
Aleyhi ve Sellem) sabah namazında: ,jm&i\ jljJ-l ^-^-^ (**-*t ^ =
«Şimdi yemin ederim (geceleyin görünüp gündüz} sönen yıldızlara,
dolaşıp yuvasına giren gezegenlere.[25]
âyetleri (nin bulunduğu sûreyi) okurken ben Onunla beraber namaz kılmışımdır.
Şu anda Onun kıraatim işitiyor gibiyim
818) Ebû herze (Radıyallâkü anh)\\cn rivayet edildiğine
j<örc : Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) sabah namazında altmış ile
yüz âyet arası okurdu."
819) Ebû Katâde
(Radtyallâhü anh)\\ç.x\ : Şöyle demiştir:
Resûlullah (Sallallahü
Aleyhi ve Sellem) bize namaz kıldırdı. Öğle ve ikindi farzlarının birinci
rek'atinde kıraati uzatırdı. İkinci rekat te kısaltırdı. Sabah namazı da
öyleydi."
820) Abdullah bin es-Sâib (RaatyaUâhü anhütnâ) dan : Şöyle
söylemiştir:
Resûlullah (Sallallahü
Aleyhi ve Sellem) sabah namazında Mü-minûn' sûresini okudu. İsâ
(Aleyhi's-Seldm) nın zikredildiği yere gelince onu bir şarka
[26]
tuttu. Bunun üzerine hemen rükû 'etti. Yani öksürük (tuttu.)
[27]
K u t b e (Radıyallâhü
anh) 'nin hadîsini Müslim ve T i r -m i z i de rivayet etmişlerdir. Tirmizi' nin
rivayetinde hadisteki âyetin bulunduğu sûrenin sabah namazının ilk rek'atinde
okun-duğu bildirilmiştir. Tirmizi, Kutbe (Radıyallâhü anh)'nin hadisinin hasen
- sahih olduğunu da söylemiştir. M ü s 1 i m ' in bir rivayeti Tirmizi' nin rivayeti gibidir. Diğer bir rivayetinde;
Peygamber (Sallallahü
Aleyhive Sellem)'in : okuduğu tasrih
edilmiştir. Bu hadise göre Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) sabah
namazının ilk rek'atinde 'KâF sûresini okumuştur.
Amr bin Hureys
(Radıyallâhü anh) in hadîsini Müslim, Ebû Dâvûd ve Nesâî de az lafız farkıyla
rivayet etmişlerdir. Bütün rivayetlerden çıkarılan netice. Peygamber (Sallallahü
Aleyhi ve Sellem)'in sabah namazında Tekvîr sûresini okumuş olmasıdır.
Ebû B e r z e
(Radıyallâhü anh) nin hadisini Buharı, Müslim ve Nesâi de rivayet etmişlerdir.
Bu rivayetlere göre Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'in sabah namazında
okuduğu âyetlerin sayısı, altmış ile yüz arasında dolaşırdı.
Ebû Katâde
{Radıyallâhü anh) 'nin hadisini B u h â r i, Müslim, Ebû Dâvûd ve Nesâî de
rivayet etmişlerdir. Bâzı rivayetlerin metni daha uzuncadır.
Bu hadise göre
Peygamber (Sallallahü Aleyhive Sellem), öğle, ikindi ve sabah namazlarının ilk
rek'atlerinde kıraati uzatır. İkinci rek'atlerinde, birinci rek'ate nisbeten
kıraati kısaltırdı.
B u h â r i' nin Ebü
Katâde (Radıyallâhü anh)'den olan rivayetinde Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve
Sellem)'in öğle ve ikindi farzının ilk iki rek'atinin her birisinde Fatiha
sûresini ve başka bir sûreyi okuduğu belirtilmiştir.
Ebû Dâvûd'un rivayeti de,
Buhâri' nin rivayetine benzer.
EI-Menhei yazarı 'Öğle
namazındaki kıraat bâbı'nda rivayet olunan bu hadîsi açıklarken ez cümle şöyle
der:
«Fatiha' dan sonra
kısa dahi olsa bir sûrenin tamamını okumanın, başka bir sûrenin bundan daha
uzun bir parçasını okumaktan daha efdal olduğu, Buhâri ve Ebü Davud'un rivayetinden
anlaşılıyor. Yine bu rivayetlerden anlaşılıyor ki sûre okumak, namazın ilk iki
rek'atine mahsustur. Dört rek'atli farzın son iki rek'atinde F â t i h â ' ya
sûre eklenmez. Cumhurun kavli de budur.
Şafiî âlimlerinin ekserisi
böyle fetva vermişlerdir.
Peygamber (Sallallahü
Aleyhi ve Sellem) in, ilk rek'ati ikinci rek'atten fazla uzatmasının sebebi,
gecikenlerin ilk rek'ate yetişmelerine yardım etmektir. Çünkü Ibn-i Huzeyme ve
Ab-dürrazzâk'ın rivayetlerinde M a ' m e r: Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve
Sellem)'in ilk rek'ati uzatmasından maksadının, halkın ilk rek'ate yetişmeleri
olduğunu zannediyoruz, demiştir.
A t â 'dan rivayet edildiğine göre, kendisi :
Cerçekten ben imamın, her namazın ilk rek'atini uzatmasını istiyorum. Tâ ki
cemâat co-ğaisın, demiştir.
îlk rek'ati uzatmanın
hikmeti, ondaki neş'enin çokluğu ve dolayısıyla huşu ve huzurun çokluğudur,
diyenler de vardır.
Birinci rek'ati
uzatmak, ya çok âyetleri okumakla, yada okunan âyetleri yavaş yavaş ve tecvid
kaidelerine fazlasıyla riâyet etmekle olur.
[28]
1 - Sevri, Mâliki ler, Muhammed bin e 1 -Hasan v©
Şâfiîlerin çoğu, Bütün namazlarda ilk rek'ati ikinci rek'atten daha fazla
uzatmak müstahabtır, demişlerdir. Onların delili Ebû Katâde (Radıyallâhü anh)
nin mezkûr hadisidir. Bir de Müslim'in Ebû Said-i Hudrî (Radıyallâhü anh)'den
rivayet ettiği (Müellifin 825 noda rivayet ettiği) hadîstir.
NevevI: Birinci rek'atte kıraati uzatmakla hükmetmek, hadîslerin
zahirine uygun olan. muhtar ve yegâne sahîh olan kavildir.
2 - Âlimlerden bir cemâat; tik iki rek'atin kıraat
bakımından eşit olması müstahabtır, demişlerdir. Bunların delilleri, Müslim ve
Ahmed'in Ebû Saîd-i Hudrİ (Radıyallâhü anh) 'den rivayet ettikleri :
'Peygamber (Sallallahü
Aleyhi ve Sellem) Öğle farzının ilk rek'a-tinin her birisinde otuz âyet kadar
okurdu.' mealindeki hadîstir. Diğer bir delilleri de buna benzeyen S a ' d bin
Ebi Vakkâs (Radıyallâhü anh)'in hadisidir. Ebû Hanife ve Ebû Yûsuf, bu görüşte
olan âlimlerdendirler. Şu farkla ki: Bu iki zât, sabah vakti gaflet ve uyku
zamanı olduğu için, halkın cemaata yetişmesine yardımcı olmak üzere sabah
namazında birinci rek'atin ikinciden daha fazla uzatılmasına hükmetmişlerdir.
Bu görüşteki âlimlere
göre Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'in, birinci rek'ati ikinci
rek'atten fazla uzatmasının sebebi, ilk rek'atte iftitah duası ve istiâzenin
bulunmasıdır
B e y h a k i, ilk
rek'ati uzatmaya âit hadîsler ile, bu rek'atin ikinci rek'ate eşit olduğuna
dâir hadîslerin arasını şöyle bulmuştur : îmam gelecek bir kimseyi bekliyorsa,
ilk rek'ati uzatır, kimsenin geleceğini ummuyorsa birinci rek'ati ikinci
rek'ate eşit kılar.
İbn-i Hibbân da arasını
şöyle bulmuştur: İlk iki rek'atte okunan miktar eşit olmakla beraber ilk
rek'atteki kıraati, imam çok ağır okuduğu için o rek'at uzatılmış olur»
Abdullah bin es-Sâib
(Radıyallâhü anhl'in hadîsini B u h â r i ta'lîken rivayet etmiş, Müslim, Ebû
D â -vûd ve Nesâî
de rivayet etmişlerdir.
Müslim ve Ebû Davud'un
rivayeti meâlen şöyledir: 'Abdullah bin es-Sâib (Radıyallâhü anh)'den rivayet
edildiğine göre şöyle söylemiştir:
Peygamber (Sallallahü
Aleyhi ve Sellem) Mekke'de bize sabah namazını kıldırdı ve (Fatihadan sonra)
Mü'minûn sûresini okumaya başladı. Musa ile Harun'un yahut İsa'nın zikri geçen
yere varınca (burada râvi tereddüt etmiştir.) Pe'ygamber (Sallallahü Aleyhi ve
Sellem) i öksürük tuttu. Bunun üzerine hemen rükua gitti. Abdullah bin es-Sâib
(Radıyallâhü anh) de bu namazda hazır bulunuyordu.'
Hadiste anlatılan
namaz kıldırıhşı, N e s â i ' nin rivayetinde belirtildiği gibi Mekke' nin
fethi yılında olmuştur.
Peygamber (Sallallahü
Aleyhive Sellem), sabah namazında Fâtiha ' dan sonra
Mü'minûn sûresini başından
itibaren okumuştur.Musa
(Aleyhisselâm)'nın ve Harun (Aleyhisse-lâml'un zikredildiği; ^j^ft âyetine varınca veya
İ s â (Aleyhisselâm)'nın zikredildiği; âyetine
varınca Onu öksürük tutmuş ve bunun
üzerine kıraati keserek rü-kûa varmıştır.
Müslim'in ve
Ebû Davud'un rivayetinde;
kelimesi
yerine; kelimesi geçer 'Sa'le1 ve
'Su'le' diye okunabilen bu kelime, öksürük demektir Müellifin rivayetinde,
yukarıda da anlatıldığı gibi 'Sa'le' kelimesi yerine 'Şarka* kelimesi geçer. Bu
da boğaz tıkanıklığı demektir. El-Menhel'in bildirdiğine göre Peygamber
(Sallallahü Aleyhi ve Sellem), okuduğu âyetlerdeki kıssayı düşününce ağlayacak
hale gelmiş ve bu nedenle boğazı tıkanmış ve Onu öksürük tutmuştur. Artık sûreyi
tamamlıyamadan kıraati keserek rükûa varmıştır.
[29]
1 - Sabah namazında kıraati uzatmak müstahabtır.
2 - Fatihadan sonra sûre okunurken doğacak bir ma'zeret
dolayısıyla kıraati kesip rüküa gitmek caizdir.
3 - îhtiyaç olduğu zaman bir sûrenin bir kısmını
okumak, âlin lerin ittifakıyla bilâkerahet caizdir. İhtiyaç olmadığı zaman
sûren?n bir parçasını okumak, cumhura göre evlâya muhaliftir
4
- Sabah öğle
ve ikindi namazlarının ilk rek'atlerindeki kı-râatı, ikinci rek'atlerindeki kırâattan
daha fazla uzatmak meşrudur[30]
821) İbn-i Abbâs (Radıyallâhü anhüma )'dan: Şöyle elemiştir: Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) Cuma günü sabah
namazın (in ilk
rek'atin)det ve (ikinci rek'atinde); sûrelerini okurdu."
822) Mus'ab'ın
babası Sa'd bin
Ebî \'akkas (Radtyallâhü anhü-mû/dan: Şöyle
söylemiştir:
Resûlullah (Sallallahü
Aleyhi ve Sellem) Cuma günü sabah na-
mazındn ilk
rek'atin)de vp (ikinci rek'atinde) :
sürelerini okurdu.[31]
823) Ebû II ü rey re (Radtyallâhü anft)'ûen : Şöyle
demiştir :
Resûlullah (Sallallahü
Aleyhi ve Sellem) Cuma günü sabah namazın (in ilk rek'atin)de; ve (ikinci
rek'atinde) : sûrelerini okurdu."
824) Abdullah bin Mes'ud (Radıyallâhü anh)'den: Şöyle
demiştir:
Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) Cuma günü sabah
na-mazın (in ilk rek'atin)de:ve (ikinci rek'atinde) : surelerini okurdu.
İshak demiştir ki:
Amr, bize Abdullah'tan böylece tahdis etti. Bunda şüphem yoktur."
Not : Bu hadisin isnadının sahih ve ricalinin
sikalar olduğu Zevâid'de bildirilmiştir.
[32]
İbn-i A b b â s
(Radıyallâhü anh) 'in hadîsini Müslim, Tirmizi
ve Ebû Dâvûd
da rivayet etmişlerdir.
S a1 d (Radıyallâhü
anh)'in hadîsini Kütüb-i Sitte yazarlarından yalnız müellifimiz rivayet
etmiştir.
Ebû Hüreyre
(Radıyallâhü anh) 'nin hadîsini Buhâri ve
N e s â î de rivayet
etmişlerdir.
Abdullah bin Mes'ud
(Radıyallâhü anh)'un hadîsini müelliften başka Kütüb-i Sitte yazarlarından
rivayet eden yoktur. Beyhakî ve Tabarânî
de rivayet etmişlerdir.
Müteaddit senedlerle
ve müteaddit sahâbîlerden rivayet olunan bu hadisler, Peygamber (Sallallahü
Aleyhi ve Sellem)'in Cuma günü sabah namazının ilk rek'atinde Secde sûresini ve
ikinci rek'atinde ' E1 - î n s a n ' sûresini okuduğuna delildirler. Ebû Dâvûd'
un, süneninde buradaki başlığa benzer bir ifâdeyle açtığı bâbta rivayet ettiği
İbn-i A b b â s (Radıyallâhü anh)'in hadîsini açıklayan El-Menhel yazarı şu
bilgiyi verir;
«Hadîs, Cuma günü
sabah namazında bu iki sûrenin okunmasının meşruluğuna delildir. Hadîsin
zahirine göre Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem), Cuma günü sabah
namazında dâima bu iki sûreyi okuyormuş. Tabarânî' nin î b n - i Mes'ud (Radıyallâhü
anh)'dan rivayet ettiği hadîsin sonunda
î b n - i Mes'ud
(Radıyallâhü anh)'un ;
= «Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve
Sellem) Cuma günü
sabah namazında bu iki süreyi okumayı devam
ettirirdi.» cümlesi
bunu te'yid eder.
Yine hadîsin zahirine
göre Peygamber {Sallallahü Aleyhi ve Sellem) bu iki sûrenin tamamını okurdu.
Bâzı adamların. Cuma günü sabah namazında anılan sûrelerin birer parçasını
okumaları, hadîsin zahirine ters düşer.
Nevevî, 'Er-Ravdâ'
adlı kitabında: "Eğer kişi, içinde secde âyetinin bulunduğu bir iki âyeti
sırf tilâvet secdesini yapmak maksadıyla okumak isterse, bunun hükmü hakkında
arkadaşlarımızın her hangi bir sözüne rastlamadım. Selef âlimleri, bu adamın
kıraati hakkında ihtilâf etmişlerdir. Şeyh bin Abdi's-Selâm, bunu yapmanın
yasakhğına ve namazın bozulmasına sebep olduğuna fetva vermiştir.
îbn-i Ebî Şeybe,
Ebü'l-Âliye ile Şa'bİ" nin secdeyi ihtisar etmenin mekruh olduğunu
söylediklerini rivayet etmiştir. Ş a ' b î şunu da söylemiştir : Âlimler
namazda secde âyetini okudukları zaman tilâvet secdesini etmeden, o âyeti
tâkib eden âyetlere geçmekten hoşlanmazlardı.
İbn-i Sirîn ve
el-Hasan da secde ihtisarını mekruh görmüşlerdir.
İbrahim en-Nahaî de,
âlimlerin, secde ihtisarını mekruh gördüklerini nakletmiştir.
Saîd bin el-Müseyyeb
ve Sehl bin Hav-ş e b' den rivayet edildiğine göre secde ihtisarı, halkın ihdas
ettiği bir şeydir.
Secde ihtisarı şudur:
Secde âyetlerini toplayıp onları okumak ve tilâvet secdesini yapmaktır Bir
kavle göre secde ihtfeârı, K u r' a n okuyup secde ayetlerini atlamaktır. Her
iki hareket de mekruhtur. Çünkü, seleften böyle bir şey vârid olmamıştır,'
demiştir.
Sahâbîlerden Cuma günü
sabah namazında hadîste geçen Secde ve El-însân sûrelerini okuyan zâtlar, Ömer
bin el-Hattab, îbn-i Abbâs, İbn-i Mes'ud, İbn-i Ömer ve İbn-i Zübeyr
(Radıyallâhü anhüml'dür. Tabiilerden de İbrahim bin Abdirrahman bin A v f'
tır. Allah hepsinden razı olsun.
Mezheblerin
görüşlerine gelince :
1 - Hanefî
â&mlerine göre, sünnete uymak maksadı olduğu zaman Cuma sabah
namazında bu iki sûreyi okumak müstahab-tır. Ama bu maksad olmaksızın,
dâima K u r' a n' m belirli bir yerini okumak mekruhtur. Çünkü
böyle bir davranış, Kur'an'ın diğer
yerlerini terketmeye ve Onun bir kısmını diğer bir kısmına tercih etmek
zannına yol açar.
2 - Şafiî'ye
ve Ahmed bin
Hanbel'e göre mezkûr sûreleri,
Cuma'mn sabah namazında okumak sünnettir. Fakat Hanbelîler'e göre bunu devamlı yapmak mekruhtur.
3 - Mâlikiler'e
göre içinde secde âyeti bulunan her hangi bir sûreyi kasden farz
namazda okumak mekruhtur. İbn-i Kas ı m ' in Mâlik' ten rivayeti böyledir. Eşheb'in
Mâlik'-ten rivayetine göre imamın arkasında az bir cemâat bulunup namazı
şaşırmalarından korkulmadığı zaman, içinde secde âyeti bulunan bir sûreyi farz
namazda okumak caizdir. îbn-i H a b î b ise şöyle bir ayırım yapmıştır: Gizli
namazlarda secde âyeti bulunan sûreyi okumak caiz değildir. Çünkü cemâati
şaşırtır. Fakat cehri namazlarda caizdir. Çünkü cemâatin şaşırmasından emin
olunur.
Mâliki âlimlerinin
bahsettikleri şaşırma şudur: İmam, zammı sûrede secde âyetini okuyunca hemen
tilâvet secdesine varıp bir defa secde ettikten sonra tekrar ayağa kalkar ve
müteakip âyetlerle kıraatına devam eder. Kıraatini tamamlayınca, normal rüku'
ve secdeye varır. Secde âyeti dolayısıyla varılan tilâvet secdesi, durumdan
haberdar olmayan kişileri şaşırtabilir.)
El-Fetih yazarı:
'Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'in, namazda Se c d e sûresini okurken
secde âyetine vardığı zaman hemen tilâvet secdesini yaptığına dâir herhangi bir
sarahata, mevcud tariklerde rastlamadım. Yalnız î b n -. i Ebî Davud'un
eş-Şeria adlı kitabında İbn-i Abbâs tRadıyallâhü anh)'dan şöyle bir rivayete
rastladım ;
«Ben Cuma günü sabah
namazında Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'in yanına vardım. İçinde
secde âyeti bulunan bir sûre okudu da secde etti.» Bu hadîsin isnadında, hâli
incelenecek râvi vardır.
Bir de Tabarâni' nin
es-Sağîr adlı kitabında A 1 i (Ra-dıyallâhü anhJ'den rivayet edilen şu mealdeki
bir hadîsi gördüm :
«Peygamber (Sallallahü
Aleyhi ve Sellem) sabah namazında «Secde» sûresini okuduğunda tilâvet secdesi
etti.» Lâkin bu hadîsin
isnadında zayıflık
vardır,' der.
Peygamber (Sallallahü
Aleyhi ve Sellem) in Cumanın sabah namazında mezkûr sûreleri okumasının
hikmeti şudur: Bu iki sûre, Cuma günü vuku1 bulmuş ve vuku' bulacak mühim
olaylardan bahseder. Çünkü bu iki sûrede Âdem (Aleyhisselâm)'in yaratılışı,
öldükten sonra diriliş ve kulların mahşere şevkinden bahsedilir. Bu olaylar,
Cuma günü vukubulur. Cuma günü bu sûrelerin okunması ile mezkûr olaylar,
müslümanlara hatırlatılmış olur. Amaç bu olunca, kıraat esnasında tilâvet
secdesi dolaylı olarak yapılır. Yâni sûre, tilâvet secdesi yapmak için okunmuş
olmaz.
El-Hüdâ yazerı:
Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem), Cuma günü sabah namazında «Secde» ve
«El-însan» sûrelerini okurdu. Bir çok câhiller zannediyorlar ki, maksad, o
günkü sabah namazına fazla bir secde ilâve etmektir. Ve o bilgisizler o secdeye
Cuma secdesi ismini verirler. Onlardan
birisi bu sûreyi okumadığı zaman içinde secde âyeti bulunan başka bir sûreyi
okumaktan hoşlanır. Ta ki tilâvet secdesi yapabilsin. Bunun içindir ki
câhillerin yanlış anlamalarını Önlemek maksadıyla bâzı imamlar. Cuma günü sabah
namazında Secde sûresini devamlı okumayı mekruh görmüşlerdir.
[33]
825) Kaz'a (7)
(Radtyallâhü anh)'âen :
Şöyle söylemiştir:
Ben, Ebü Saîd-i Hudrî (Radıyallâhü anh)'ye Resulullah (Sallallahü Aleyhi ve
Sellem)'in namazını sordum. Ebû Saîd (Radıyallâhü anh) : Onda senin için bir
hayır yoktur, dedi. Ben -. Allah sana rahmet eylesin (Onu) açıkla, dedim.
Kendisi:
ResûluIIah (Sallallahü
Aleyhi ve Sellem) için öğle farzının ikâmeti getirildi de birimiz el Bakî'a
çıkardı. Kaza-i hacet ederdi. Sonra (evine) gelerek abdest alır (mescide döner)
di. ResûluIIah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) i Öğle farzının ilk rek'atinde
bulurdu, demiştir.[34]
826) Ebû Ma'mer
[35] (Radıyallâhü anh>'den : Şöyle demiştir :
Ben, Habbâb (Radıyallâhü anh)'a:
Siz, Resûlullah
(Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'in öğle ve ikindi namazlarında kıraat ettiğini
hangi şeyle biliyordunuz? diye sordum. O dedi ki: Peygamber (Sallallahü Aleyhi
ve SellemJ'in mübarek sakalının hareketiyle (kıraat ettiğini)
biliyorduk."
827) Ebû Hüreyre (Radıyallâhü anh)'den: Şöyle demiştir :
Namaz kılma şekli
bakımından Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'e falan adamdan daha ziyade
benzeyen hiç bir kimseyi görmedim. (Süleyman bin Yesâr) demiştir ki s O zât,
öğle namazının ilk iki rekatını uzatırdı. Son iki rekatı de hafifletirdi ve
ikindi namazını hafif kılardı.
828) Ebû Saîd-i
Hudrî (Radıyallâhü anh)"den
:
Şöyle demiştir:
Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Seilem)'in ashabından Bedir savaşına katılmış
olan otuz zât toplanarak birbirlerine :
Geliniz Resûlullah
(Sallallahü Alevin ve Sellem) in açıktan okumadığı namazdaki kıraatinin
tahminen (kaç âyet kadar olduğunu) hesaplayalım, dediler. Onlardan iki kişi
bile ihtilâfa düşmeyerek Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) in öğle
namazının birinci rek*a-tindeki kıraatim otuz âyet kadar ve son rek'atindeki
kıraatini onun yarısı kadar olarak tahmin ettiler İkindi namazındaki kıraatini
da öğle namazına âit'son iki rek'atin (kıraatinin) yansı kadar tahmin ettiler.[36]
825 nolu
Ebû Saîd-i Hu dr i
(Radıyallâhü anh)'nin hadisini
Müslim ve Nesâî
de rivayet etmişlerdir.
826 nolu Habbâb
(Radıyallâhü anh) 'in hadîsini
Buhâri, Ebû Dâvüd, Nesâî
ve Tahavî de az lafız farkıyla rivayet etmişlerdir.
B u h â r î ' nin rivayetinde, soru sahibi H a b b â b (Radiyal-lâhü anh)-a: Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) öğle ve ikindi
namazlarında okuyor muydu? diye soru sormuştur. Galiba öğle ve ikindi namazlarında
açıktan kıraat olmadığı
için E b û M a' -m e r (Radayallâhü anh)
ve arkadaşları, bu
iki namazda kıraat
olmadığını zannettikleri
için bu konuda
sağlam bilgi edinmek
üzere H a b b â b (Radıyallâhü anhJ'a
soru yöneltmişlerdir. H a b b â b (Radıyallâhü anh) da Peygamber (Sallallahü
Aleyhi ve SellemJ'in mübarek sakalının hareket etmesinden, Onun. anılan
namazlarda kıraat ettiğini bildiklerini söylemiştir. JLâkin mübarek sakalının
hareketi, kırâata delâlet etmek için yeterli değildir. Çünkü Peygamber
(Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'in teşbih ve zikirle meşgul olmuş olması
muhtemeldir. Bu nedenle kıraati kesinlikle ispatlayan başka bir alâmete
ihtiyaç vardır. H a b b â b (Radıyallâhü anh)'in mezkûr namazları
cehri namazlara kıyasladığı umulur. Ebû
Katâde (Radıyallâhü anh) 'nin
829 nolu ve B e r â bin  z i b (Radıyallâhü anh)'in 830 nolu hadîslerinde
bu zâtların Peygamber (Sallallahü Aleyhive Sellem)'in, öğle
namazını kıldırırken okuduğu âyetlerin bir kısmım zaman zaman
işittiklerini bildirmek tedirler. Bu bilgi
H a b b â b (Radıyallâhü
anh)'in açıkladığı alâmete eklenince mesele iyice açıklık kazanır. Şu
halde H a b b â b (Raclıyallâhü anh)
cevabı kısa kesmiş olur.
[37]
1 - Öğle ve ikindi namazlarında kıraatin varlığı
sabittir.
2 - Bu namazlardaki kıraat gizlidir.
3 - İmama uyan şahıs, imamın hareketlerini ve
duruşlarını görebilmek için, başını döndürmeden göz ucuyla imama bakabilir.
827 nolu Ebû Hüreyre
(Radıyallâhü anhl'nin hadîsini Ahmed ve Nesâi de rivayet etmişlerdir. N e s â î
' nin rivayetinde, Ebû Hüreyre (Radıyallâhü anh)'nin, namaz kılışını övdüğü
zâtın, Medine1 deki bir imam olduğu ve E b ü Hüreyre (Radıyallâhü anhTnin
râvisi Süleyman bin Y e s â r' m, bu zâtın arkasında namaz kıldığı ve sabah
namazında Tıval, akşam namazının ilk iki rekatinde Kısar ve yatsı' namazının
ilk iki rekatinde Evsât bölümlerindeki sûreleri okuduğu bildirilmiştir.[38]
828 nolu Ebü Sai d-i
Hudri {Radıyallâhü anh)'nin hadisine gelince, notta işaret edildiği gibi
Kütüb-i Sitte sahiplerinden yalnız Müellifimiz tarafından rivayet edilmiş olup,
isnadı zayıftır. Bunun metnine göre Ebû Said-i Hudrî {Radıyallâhü anh) 'nin
hazır bulunduğu Bedir ehlinden otuz kişilik Sahâbîler cemâati, Peygamber
(Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'in, öğle ve ikindi namaz-larındaki kıraat
miktarını tahminen hesaplamak için yaptıkları görüşme neticesinde öğle
namazının ilk rek'atindeki kıraat miktarını otuz âyet kadar ve son rek'attaki
kıraat miktarını bunun yarısı yâni onbeş âyet kadar tahmin etmişlerdir İkindi
namazındaki kıraat miktarının da, öğle namazının son iki rek'atindeki kıraat
miktarının yarısı kadar olduğunu tahmin etmişlerdir. Öğlenin son rek'atindeki
kıraat miktarı onbeş âyet kadar tahmin edildiğine göre ikindi namazındaki
kıraat miktarının bunun yarısı kadar, yâni her rek'atte yedi sekiz âyet kadar
olduğu mânası çıkar. Hadisin zahirinden bu netice alınır. Halbuki Müslim, Ebû
Dâvûd, Nesâi, Ahmed ve Tahavî' nin Ebû Sai d-î Hudrî (Radıyallâhü anh)'den
rivayet ettikleri hadîse göre ikindi namazındaki kıraat miktarı, burada
belirtildiği gibi değildir. Şöyle ki : M ü s 1 i m ' in rivayetinde Ebû Said-i
Hudrî (Radıyallâhü anh) meâ-len şöyle demiştir:
«Peygamber (Sallallahü
Aleyhi ve Sellem), öğle namazının ilk iki rek'atinin her birisinde otuz âyet
kadar ve son rek'atlerde onbeşer âyet okurdu. Yahut demiştir ki: Bunun yarısı
kadar okurdu. İkindi namazının ilk iki rek'atinin her birisinde onbeş âyet
kadar ve son iki rekatinde bunun yarısı kadar okurdu.»
Ebû Dâvûd ve anılan
diğer zâtların rivayeti de M ü s -1 i m ' in
rivayetine benziyor.
Görülüyor ki bu
rivayetlerden anlaşıldığı gibi Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'in
ikindi aamazının ilk iki rek'atindeki kıraat miktarı, öğle namazının son iki
rek'atindeki kıraat kadar imiş. Yâni her rek'atteki kıraat miktarı onbeş âyet
kadarmış. îkindi namazının son iki rek'atindeki kıraat bunun yarısı kadarmış.
El-Menhel yazarının
'Dört rek'atli namazın son iki rek'atini hafifletmek bâbı'nda rivayet olunan
Ebû Said-i Hudrî (Radıyallâhü anh) nin hadisini açıkladıktan sonra, T a h a v
î' den naklettiği ve baş kısmı Müellifin 828 nolu hadîsine benzeyen Ebû S a i
d-i Hudri (Radıyallâhü anh)'nin hadîs metni yukarıya mealini aldığımız M ü s I
i rn ' hi rivayetine uygundur. Bu rivayet şöyledir:
Ebû Said-i Hudri.
(Ftadıyallâhü anh) den rivayet edildiğine göre şöyle demiştir:
Peygamber (Sallallahü
Aleyhi ve Sellem)'in ashabından otuz zât toplanarak: Geliniz, Resulullah
(Sallallahü Aleyhi ve'Sellem)'in açıktan okumadığı namazlardaki kıraatini
tahminen hesaplıyalım, dediler. Onlardan iki kişi bile ihtilâf etmeyerek
Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'in öğle namazının- ilk iki
rek'atindeki kıraatini otuzar âyet kadar ve son iki rek'atindeki kıraatini,
bunun yarısı kadar; ikindi namazının ilk iki rek'atindeki kıraat miktarını, öğle
namazının ilk iki rek'atindeki kıraatin yarısı kadar ve ikindinin son iki
rek'atindeki kıraat miktarını öğlenin son iki rek'atindeki kıraatin yarısı
kadar olmak üzere tahminen hesapladılar.»
M ü s ] i m' in 'Öğle
ve ikindi namazındaki kıraat bâbı'ndaki hadîsler bahsinde N e v e v î özetle şöyle der:
«Bu bâbtaki hadîsler,
Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve SellemKin namazı uzattığına delâlet ederler.
Buhârî ve Müslim'de bulunan ve başka bâblarda rivayet edilen diğer bâzı
hadislerde Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) namazı tam kılmakla beraber,
herkesten daha hafif kıldırırdı ve :
«Ben namaza girerim,
onu uzatmak isterim. Biraz sonra çocuğun ağlama sesini işitirim de çocuğun
annesinin, kendi namazını şaşırmakla fitneye düşmesinden korkarak namazımı hafifletirim.»
buyurmuştur.
Âlimler: Durumların
değişikliğine göre Peygamber {Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'in, namazını
uzatması ve kısaltması değişirdi. Cemâat, uzatmayı tercih ettiği ve ne onların
ne de Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'in işi olmadığı zaman Peygamber
(Sallallahü Aleyhi ve Sellem) namazı uzatırdı. Durum böyle olmadığı zaman
namazı hafifletirdi. Bazen uzatmak isterdi fakat çocuğun ağlaması gibi bir
durum doğunca, uzatmaktan vazgeçerdi. Bazen de vaktin başında değil içinde
namaza girerdi. O zaman da hafif kıldırırdı.
Bâzıları: Peygamber
(Sallallahü Aleyhi ve Sellem), bazen uzatırdı. Bu nâdir olurdu. Ekseriyetle
hafif kıldırırdı. Çünkü efdal olanı hafif kıldırmaktı. Uzatmanın câizliğini
bildirmek için bazen de uzatırdı. Nitekim şöyle buyurmuştur:
«Sizden bâzıları
kaçırıcıdır. Hanginiz halka namaz kıldırırsa hafifletsin. Çünkü içlerinde
hasta, zayıf ve ihtiyaç sahibi vardır.* demişlerdir.
Bâzıları da Fatiha'
dan sonra okunan âyetlerin belirli bir miktarının söz konusu olmadığını beyan
etmek için : Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) bazen kıraatini uzatmış,
bazen de kısa kesmiştir, demişlerdir.
Hulâsa namazı hafif
kıldırmak sünnettir.
Âlimlerin beyânına
göre sabah namazı, bütün namazlardan daha ziyâde uzatılmalıdır. Bundan sonra
öğle naman uzatılmalıdır. İkindi ve yatsı namazları öğle namazından kısa
kesilmelidir. En hafif namaz akşam namazı olmalıdır»[39]
829) Ebû Katâde (Hadtyaliâhü anh )'<kn rivayet
edildiğine göre şöyle demiştir :
«Resûlullah
(Sallallahü Aleyhi ve Sellem) bize kıldırdığı öğle namazının ilk iki
rek'atinde (Fatihadan sonra) Kur'an okurdu ve (gizli okuduğu âyetlerden)
bâzısını zaman zaman bize duyururdu.»"
830) Berâ' bin Azib (RadtyalUhü anh)'den rivayet
edildiğine göre şöyle demiştir :
Resûlullah (Sallallahü
Aleyhi ve Sellem) bize öğle namazını kıldırırdı. Okuduğu Lokman ve Zâriyat
sûresinden olan âyetlerden bâzısını Ondan işitirdik.
[40]
Ebû Katâde' nin
hadisini Buhâri, Müslim, Ebû Dâvûd ve Nesâî de daha uzun metin hâlinde rivayet
etmişlerdir.
Buhâri, Müslim ve Ebû
Dâvûd' daki metin, meâlen şöyle başlar:
'Resülullah
(Sallallahü Aleyhi ve Sellem) bize namaz kıldırırdı. Öğle ve ikindi
namazlarının ilk iki rek'atlerinde Fatihayı ve birer sûreyi okurdu. Bazen âyeti
bize duyururdu...'
Bu rivayetlerden
anlaşılıyor ki, gizli olan öğle ve ikindi namazlarında F â t i h â ' dan veya
Ondan sonra okunan sûreden meselâ bir âyeti açıktan okumak caizdir. İster bunu
kasden yapsın, ister sehven yapsın farketmez. Ve bundan dolayı sehv secdesi
gerekmez. Bâzıları: Sehv secdesi gerekir demişlerse de bu hadîs o kavli
reddeder. Keza bâzıları: Gizli namazlarda kıraati gizli yapmak, namazın
sıhhatinin şartıdır. Yâni gizli namazlarda okunan âyetlerden bir tanesini
açıktan okumak namazı bozar, demişlerse de bu hadîs o görüşü de reddeder.
N e v e v î: Peygamber
(Sallallahü Aleyhi ve Sellem), gizli namazlarda okuduğu âyetlerden birisini
açıktan okumakla, bunun caiz olduğunu ve gizli okumanın namazın sıhhati için
şart olmayıp, ancak sünnet olduğunu beyan etmek istemiştir, diye yorum
yapılmıştır. Şöyle bir ihtimal da var. Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)
namaz kıldırırken tam huşu ve huzura daldığı için, okuduğu âyetlerden birisi
zaman zaman sesli olarak mübarek ağzından çıkmış olabilir, demiştir.
T ı y b i Hadîste
anlatılmak istenen mâna şudur ki: Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)
Fatiha' nın ve ondan sonra okuduğu sûrenin bâzı kelimelerini cemaata duyuracak
şekilde sesli okurdu. Tâ ki ne okuduğu bilinebilsin, demiştir. tbnü'l-Melik de
T ı yb i' nin sözüne şu sözü eklemiştir: Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve
Sellem)'in ne okuduğu cemâat tarafından bilinsin. Tâ ki müs-lümanlar da benzer
namazlarda benzer sûreler okusun.
Sindi de bu hadîsi
açıklarken şöyle der: Gizli namazlarda kıraatin az bir kısmının sesli
okunmasının zarar vermediği, bu hadiste anlaşılıyor. Bir namazda gizli ve açık
kıraati tatbik etmek maksadı güdülmemiştir. Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'in
maksadı şu olabilir: Gizli namazlarda da kıraat vardır. Maksad
ise, zaruret olmadıkça
gizli namazlarda açıktan okumanın câizliği hadîsten çıkarılamaz. Ancak bu
yoruma şöyle itiraz edilebilir: Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) gizli
namazlarda kıraatin varlığını sözle beyân edebilirdi. Bunu beyân etmeyerek,
namaz esnasında kıraatin bir kısmını sesli yapmakla bu hükmü hissettirmesi
zarureti yoktur. Bu sebeple en uygunu şöyle demektir; Gizli namazlarda
kıraatin bir parçasını sesli yapmak caizdir.
Berâ' bin Âzib
(Radıyallâhü anh)'in hadîsini N e s â i de rivayet etmiştir. Onun hadîsi de
Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'in öğle namazında Fatiha' dan sonra
buna sûre eklediğine ve gizli namazda okunan âyetlerden bir tanesinin sesli
okunmasının câizliğine delâlet eder.
[41]
831) İbn-İ Abbâs (Radıyallâhü anhümâydan, O da annesi (Ebû
Bekir bin Şey be demiştir ki: Annesinin adı Lübâbe'dir.)
[42](Rod%y<ülûhü
an-hd)'dan rivayet ettiğine göre annesi;
Resülullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) in, akşam
namazında; (sûresini) okuduğunu
işitmiştir.
[43]
Bu hadisi Kütüb-i
Sitte sahiplerinin hepsi rivayet etmişlerdir. Hadîsin zahirine göre Peygamber
(Sallallahü Aleyhi ve Sellem), akşam namazında
Mürselâf süresinin tamamım okumuştur.
Buhâri ve
Müslim'in rivayeti, meâlen
şöyledir:
-İbn i Abbâs
(Radıyallâhü anh) in annesi Ümmü'1-Fadl bint-i el-Hâris (Radıyallâhü anhâ),
oğlu İbn-i Abbas (Radıyallâhü anh)'in bir akşam namazında 'Mürselât' sûresini
okuduğunu işitmiş ve ; Yavrucuğum! Vallahi bu süreyi okumakla bana
hatırlattın, Bu sûre, Re sûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'in, son defa
akşam namazında okuduğunu işittiğim sûredir, demiştir.-
Bu hadîsin zahirine
göre Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sel-lem) in son kıldığı namaz akşam
namazıdır. Diğer taraftan Buhâ-r i' nin  i ş e (Radıyallâhü anhâ) den rivayet
ettiği bir hadise göre son kıldığı namaz öğle namazıdır. İki hadis arasında
çelişki yoktur. Çünkü Â i ş e (Radıyallâhü anhâ)'nin haber verdiği son namaz,
Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve SellemJ'in son hastalığında mescidde kıldığı
son namazdır. Ü m m ü'l-Fad 1 (Radıyallâhü anh)'in haber verdiği son namaz, N e
s â i' nin rivayetinde belirtildiği gibi Peygamber {Sallallahü Aleyhi ve
Sellem)'in evde kıldığı son namazdır.
832) Cübeyr bin
Mut'im (RadıyaUûkü anh)'den
rivayet edildiğine göre şöyle
demiştir :
«Ben Peygamber
(Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'in, akşam namazında-. jjJ2İ\j (sûresini) okuduğunu işittim.»
Cübeyr (Radıyallâhü
anh), bu hadîsten başka bir hadîste şöyle demiştir:
-Ben, Peygamber
(Sallallahü Aleyhi ve Sellem)in;Âyetlerini okuduğunu İşittiğim zaman, az kaldı
kalbim uçuyordu.
[44]
Bu hadîsi Buhâri,
Müslim, Ebû Dâvüd ve Ne-s â i de rivayet etmişlerdir. Hadîsin zahirine göre
Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve SeHem) 'T û r' süresinin bir kısmını bir
rek'at-te, kalanım da ikinci rek'atte okumuştur. Muhtemelen, sûrenin tamamını
birinci ve ikinci rek'atlerde tekrarlamıştır.
Tahavî ve
Îbnü'l-Cevzî: Bu hadisten maksad. Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve SellemJ'in,
akşam namazında bu sûrenin bir kısmını okuduğunu bildirmektedir, denilebilir.
Nitekim bir adam, Kur'an1 dan bir parça okuduğu zaman, K u r' a n okudu
denilebilir, demişlerdir.
El-Menhel'in dediği
gibi Tahavi ve İbnü'1-Ce vzi'-nin dedikleri ihtimal, hadîsin zahirine
muhaliftir. Çünkü gerek müellifin rivayeti ve gerekse Buhâri' nin *Et-Tefsîr'
bölümündeki rivayeti, Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'in, sûrenin tamamını
okuduğuna delâlet eder. Şöyle ki: Cübeyr bin M u t'î m (Radıyallâhü anh),
Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'in akşam namazındaki 'Tür' sûresini
okuduğunu ve sûrenin 35 ilâ 38. âyetlerine varınca işittiği bu âyetlerden
etkilenerek neredeyse kalbinin uçacağını ifâde etmiştir.
Ayrıca Buhâri' nin Z ü
h r i' den ve Taberânî' nin Üsâme bin Zeyd (Radıyallâhü anh)'den rivayet
ettikleri hadîsler de, Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve SellemJ'in- Tür sûresini
okuduğuna delâlet ederler.
Cübeyr bin Mut'im
(Radıyallâhü anh)'in hâl terce-mesini 231 nolu hadisin izahı bahsinde
vermiştik. Burada Cübeyr (Radıyallâhü anh). Tür sûresinin hadîste anılan
âyetlerden duygulandığını dile getirdiği için bununla ilgili özlü bilgiyi
vermek yerinde olur kanâatindeyim.
Cübeyr (Radıyallâhü
anh*, müslümanlığı kabul etmeden önceki yıllarda vuku bulan Bedir savaşında
müslümanların eline esir düşen müşrikleri fidye karşılığında kurtarmak üzere
Mekke müşrikleri tarafından Medine'ye gönderilmişti. Cübeyr (Radıyallâhü anh),
bu seferi şöyle anlatır: «Bedir esirlerini fidye karşılığı kurtarmak üzere
Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sel-lem) ile görüşmek için Mekke' den Medine'ye
gelmiştim, ikindiden sonra M e d i n e' ye vardım. Yorgun olduğumdan dolayı Mescidi
Nebevi" de uzanıp
yattım Akşam namazı
için ikâmet edildi. Peygamber {Sallallahü
Aleyhi ve Sellem) 'in 'Tur' sûresini okuduğunu işitince korku ve heyecan içinde
kaldım. Mes-cidden çıkıncaya kadar dinledim. İslâm sevgisinin kalbime ilk girdiği
gün, o gündür. Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'den sûrenin 35. ile 38.
âyetlerini işittiğim zaman Hak ve bâtıl, belirgin olarak birbirinden ayrıldığı
için, kalbim neredeyse uçuyordu.- demiştir.
Bu hadîsi şerifte
bahis konusu olan kıssa budur.
Cübeyr bin Mutim
(Radıyallâhü anh)'in, etkilendiğini bildirdiği T û r sûresinden hadîste anılan
35. ilâ 38. âyetlerin meali şöyledir:
35 - Yoksa kendileri halik olmaksızın mı
yaratıldılar? Yoksa onlar mıdır
yaratıcılar.»
36 - Yoksa gökleri ve yeri mi yarattılar? Hayır,
onlar (hakkı gerçek olarak) anlamazlar.»
37 - «Yoksa senin Rabbinin hazîneleri onların yanında mı?
Yoksa onlar mı her şeye hâkimdirler?»
38 - «Yoksa onların bir merdiveni var da (göğe yükselip
meleklere vahy edilen sözü) ondan mı diliyorlar? Öyleyse dinleyicileri (dinlediklerini
ispat edecek) açık bir delil getirsin.»
833)
Ibn-i Ömer (Radıyallâhü an A J'den: Şöyle demiştir :
Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem),
akşam namazında (sûrelerini) okurdu.
[45]
Sindi; Bu hadis,
kanımca Zevâid türündendir. Yani Kütüb-i Sitte sahiplerinden yalnız müellifin
rivayet ettiği hadislerdendir. Bununla beraber Zevâid yazarı, bu duruma
değinmemiştir. E 1 - H â -f ı z' m B u h â r i şerhindeki şu sözü. benim
kanâatimi te"yid eder: «Akşam namazında 'Kısar' diye adlandırılan kısa
sûrelerden herhangi birisinin okunduğunu apaçık ve kesin olarak bildirilen hiç
bir hadis görmedim. Yalnız, I bn-i M â c e h süneninde î b n i Ömer (Radıyailâhü anhfden rivayet edilen bir
hadiste :
«Peygamber (Sallallahü
Aleyhi ve Sellem), akşam namazında 'Kâfirun1 ve 'İhlâs' sürelerini okurdu.-
diye nassan bildirmiştir Bu hadisin isnadı, zahiren sağlamdır. Fakat D a r e k
u tn î' nin dediğine göre bâzı râvileri hatâ etmiştir. Bu sebeple isnâd
maluldür,» demiştir.
EI-Menhel yazarının
bildirdiğine göre İ b n - i H i b b â n , Peygamber (Salîallahü Aleyhi ve
SellemKin Cuma gecesi akşam namazında dâima : Kâfinin' ve İhlâs' sûrelerini
okuduğunu rivayet etmiştir.
Sübülüs Selâm yazan :
Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'in akşam namazında 'Saffât, 'Duhân,
'El-A'lâ, 'Tin, Talâk, ' N a s , ve ' M ü r s e 1 â t' sûrelerini okuduğu
rivayet olunmuştur. Bütün bu rivayetler sahihtir. Bu nedenle akşam namazında
Tıvâ! = uzun', 'Kısar = kısa" ve diğer sûreleri okumak sünnettir. Bâzı
sûreleri devamlı okuyup bunun sünnet olduğuna ve başka sûreleri okumanın
sünnet olmadığına itikad etmek, Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve SellemKin
hidâyet yoluna ters düşer, demiştir. N â s' süresinden itibaren K u r ' a n '
in tamamının bir bolü yedisine 'Mufassal' ismi verilmiştir. Çünkü bu bölümde sûreler
çoktur. Bu da Tıvâl = uzunlar', 'Evsât = ortalar' ve Kısar - kısalar' diye üç
kısma ayrılmıştır. Âlimler, bu kısımların başlangıç ve bitiminin sınırlan
hususunda ihtilâf etmişlerdir :
l - Hanelilere göre uzun sûreler, ' H u c u r â t' sûresinden
başlar. ' B ü r û ç ' sûresinin sonunda biter. Orta sûreler ' B ü r û ç '
sûresinin sonundan başlar, ' B e y y i n e ' sûresinin nihâyetinde biter Ondan
K u r' a n " in sonuna kadar olan kısmı, kısa bölümü teşkil eder.
2 - Şâfi î ler'e
göre uzun sûreler ' H u c u r â
t' tan Amme' sûresine kadardır. 'A m m e' den ' D u h a'
sûresine kadar olan kısım ortadadır. Bundan sonraki sûreler de kısadır.
3 - Mâl iki ler'e
göre ' H u c û r a t' tan 'Nazi ât' sûresine kadar olan kısım
uzundur. 'Abese' sûresinden ' E1 Leyi' sûresine kadar olan kısım ortadır. Bundan sonraki sûre ler de kısadır.
4 - Hanbeliler'e
göre K â f sûresinden
Amme sûresine kadar uzundur.
Oradan D u h â sûresine kadar ortadır. Ondan sonrakiler
kısadır.
Gerek müellifin bu
bâbta rivayet ettiği hadîslerden ve gerekse Kütüb i Sitte sahiblerinin rivayet
ettikleri hadîslerden, Peygamber (Şallallahü Aleyhi ve Sellem)'in akşam
namazında Tıvâl, Evsât ve Kısar bölümlerine dâhil olan sûrelerin bâzılarını
okuduğu anlaşılıyor. E 1 - H â f i z: «Rivayet olunan bu hadisleri
uzlaştırmanın yolu şudur: Peygamber (Şallallahü Aleyhi ve Sellem), akşam namazını
zaman zaman uzatmıştır. Ya uzatmanın câizliğini beyan etmek için, ya da
cemaata, meşakkat olmadığını bildiği içindir. C ü b e y r bin M u t' i m ' in
(832 nolu) hadisinde, Peygamber (Şallallahü Aleyhi ve Sellem)'in Tür sûresini
bir defadan fazla okuduğuna dâir bir delil yoktur. Buhârî, Ebû Dâvûd ve N e s â
î' -nin rivayet ettikleri Zeyd bin Sabit (Radıyallâhü anh) 'in hadîsinden
Mervân bin el-Hakem'ûı, akşam namazlarında hep Kısar bölümündeki sûreleri
okuması üzerine Zeyd bin Sabit (Radıyallâhü anh) müdâhale ederek Peygamber (Şallallahü
Aleyhive Sellem) 'in Tıvâl bölümündeki sürelerden daha uzun olan A'râf ve En'âm
sûrelerini okuduğunu bildirmiştir. Eğer M e r v â n'm, Peygamber (Şallallahü
Aleyhive SellemJ'in akşam namazında dâima kısa sûreleri okuduğuna dâir bir
bilgisi olmuş olsaydı, Zeyd bin Sabit (Radıyallâhü anh) 'in müdâhalesine
karşı cevab verecekti. Şunu da belirtelim ki: Zeyd bin Sabit (Radıyallâhü
anh). Peygamber (Şallallahü Aleyhi ve SellemJ'in akşam namazında dâima uzun
sûreleri okuduğunu kasdetmemiştir.» der.
Hangi namazda,
hangi bölümdeki sûreleri okumak evlâdır?
1 - Hanefiler'e
göre sabah ve öğle namazlarında Tıvâl; ikindi ve yatsı namazlarında
Evsât ve akşam namazlarında Kısar bölümlerinden sûreler okunmalıdır.
2 - Şâfiîler'e
göre de durum H a n e f î 1 e
r gibidir. Yalnız Cuma günü sabah
namazının ilk rek'atinde Secde sûresini ve ikinci rek'atinde El-İnsân
süresini okumak sünnettir. Hanefi ve Şafii mezheblerine göre öğle namazında
okunacak süreler, sabah namazında okunacak sûreleı-den biraz kısa olmalıdır.
3 - Mâlikîler'e
göre sabah ve öğle namazlarında Tıvâl; ikindi ve akşam namazlarında
Kısar ve yatsı namazında Evsât bölümlerindeki süreler okunmalıdır. Bunlara
göre bunun hükmü sünnet değil mendubluktur.
4 - Hanbeliler'e
göre sabah namazında Tıvâl, akşam
namazında Kısar ve
öğle, ikindi ile yatsı namazlarında Evsât bölümlerindeki süreler okunmalıdır.
[46]
834) Berâ' bin Âzib (Radtyallâkü <mA)'den rivayet
edildiğine göre kendisi, Peygamber (Şallallahü Aleyhi ve Sellem) ile beraber
(bir yolculukta) yatsı namazını kılmıştır ve :
Ben, Peygamber
(Sallallahü Aleyhi ve Sellem) 'in, (o namazın bir rek'atinde (sûresini)
okuduğunu İşittim, demiştir."
835) Herâ" hin Azih (Radıyallâhü anh)'(\en
rivayet edildiğine yöre
yukarıdaki hadisin mislini söylemiş ve bu arada sunu da söylemiştir :
Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) den güzel sesli
yahut kırâatlı
[47] hiç bir insanı dinlemiş
değilim."
836) Câbir (Radtyatlâhü anh)\\ex\ rivayet edildiğine
«(üre: Muâz bin Cebel (Radıyallâhü anh) arkadaşlarına yatsı namazını kıldırdı
da onlara namazı uzattı.(Durum, Peygamber
(Sallallahü Aleyhi ve SellemJ'e iletilince) Peygamber (Sallallahü Aleyhi
ve Sel-lem) (Muâz'a) :
*(Halka imamlık
ettiğin zaman) Şems, A'lâ, Leyi ve Alâk sürelerini oku.- buyurmuştur.
[48]
Berâ' bin Âzib
(Radıyallâhü anh) in hadisini Buhâ-r î, Müslim ve diğer Kütüb-i Sitte sahibleri
de rivayet etmişlerdir.
Câbir (Radıyallâhü
anh) in hadisini ise Buhâri, Müslim
ve N e s â i de rivayet etmişlerdir.
Buhâri ve Müslim'in
Berâ' (Radıyallâhü anh) 'dan olan rivayetlerinde Peygamber (Sallallahü Aleyhi
ve Sellem) ile beraber kıldığı yatsı namazı, bir yolculuk esnasındaymış ve Tin
sûresinin bir rek'atte okunduğu belirtilmiştir.
İsmâiIi' nin
rivayetinde, Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) in sefer hâlindeki söz
konusu yatsı namazını iki rekat olarak kıldırdığı bildirilmiştir.
N e s â i ' nin
rivayetinde T i n sûresinin İlk rek'atte okunduğu tasrih edilmiştir.
Peygamber (Sallallahü
Aleyhi ve Sellem) in yatsı namazında Kısar bölümündeki sûreyi okumasının
sebebinin, yolculuk hâli olması kuvvetle muhtemeldir.
Câbir (Radıyallâhü
anh)'in Müslim1 deki rivayeti meâ-len şöyledir:
"Muâz
(Radıyallâhü anh), Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sel-tem) ile beraber namaz
kılar, sonra kavmine vararak onlara namaz kıldırirdı. Bir gece. Peygamber
(Sallallahü Aleyhi ve Sellem) ile beraber yatsıyı kıldıktan sonra kavmine
varıp, onlara namaz kıldırdı ve Bakara sûresini okumaya başladı. Bu arada
adamın birisi dönüp selâm verdi. Sonra kendi kendine namaz kılıp gitti.
Bilâhere cemâat ona: Ey Falan! Sen, münafık mı oidun? diye takıldılar. Adam: Hayır
vallahi. Ben Resûhıllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) e behemhal gidip onu
haberdar edeceğim, dedi. Sonra, adam Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) e
gelerek: Yâ Resûlallah! Biz su taşıyan develere sahibiz. Gündüz çalışırız.
Muâz (Radıyallâhü anh), Seninle beraber yatsıyı kılmış. Sonra (yanımıza)
gelerek bize yatsıyı kıldırmaya başlayınca Bakara sûresini tutturdu..., dedi.
Bunun üzerine Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) Muâz (Radıyallâhü anh)'a
dönerek :
«Yâ Muâz! Sen fitneye
sebep olmak mı istiyorsun? Şu sûreyi oku. Falan sûreyi oku.» buyurdu.
Buraya mealini
aldığımız M ü s 1 i m'in rivayetinden çıkarılan Fıkıh hükümleri ve cemaatla
namaz kılan kimsenin, ikinci defa aynı namazı cemaatla kılması hususundaki
âlimlerin görüşleri, geniş izahat ister. Müellifin rivayeti kısadır. M ü s 1 i
m ' in rivayeti, kitabımızın dışında mütalaa edilebildiği için, bu konudaki
izahattan sarf-ı nazar ettik.
[49]
837) Ubade
bin es-Sânıit (Radtyallâhü anh)\\ex\
rivayet edildİRUie «öre: Peygamber (Sallallahü Aleyhi m<•
ScMeın) şöyle buyurdu, demiştir :
«Namazda Fatiha
(sûresini) okumayanın hiç bir namazı yoktur.
[50]
Bu hadis, Kütüb-i
Sitte sahiblerinin hepsi tarafından rivayet edilmiştir.
Ebû Davud'un süneninin
«Namazında Fatihayı terkeden bâbı-nda el-Menhel şöyle der :
«Hadîsteki «Namaz»
kelimesi, lügattaki mânası olan duada kullanılmamış olup şer'i mânası olan
özel ibâdette kullanılmıştır. Çünkü Şâri-i Hakim, kelimelerin lügat mânalarını
anlatmak için değil dini mânâlarını tanıtmak için gönderilmiştir. Bu nedenle
onun sözleri dâima ıstılâhi mânâya yorumlanır. Şu halde hadîsin anlamı şudur:
«Namazda Fatiha sûresini okumayanın şeriata uygun hiç bir namazı yoktur.» Yâni
Fatiha sûresini okumadan kıldığı namaz, şer'an namaz anlamını taşımaz. Hâl
böyle olunca:
Hadiste «Sıhhatli»
veya «Yeterli» yahut «Mükemmel» kelimesini takdir ederek meali şöyledir, diye
bir tevile hacet yoktur.
«...okumayanın (sıhhatli)
hiç bir namazı...» veya,
«...okumayanın (yeterli) hiç bir...» yahut, «...okumayanın (mükemmel) hiç
bir...»
Faraza: «Namaz yoktur»
denemezse, o zaman cümlenin hakîki mânâsına en yakın olan mecazî mânâsı
seçilir. Yâni «Sıhhatli» veya «Yeterli» kelimesi takdir edilir. Ve meal şöyle
olur:
«Namazda Fatiha (sûresini)
okumayanın (sıhhatli) hiç bir namazı yoktur.» veya: «...okumayanın (yeterli)
hiç.*.»
Hadîste «Mükemmel»
kelimesi takdir edilmekle hakiki mânâya en uzak olan mecazî mânâ alınamaz.
Çünkü daha yakın mânâyı almak mümkündür.
Diğer taraftan
«...sıhhatli (veya) yeterli namaz yoktur.» denilince «...mükemmel namaz
yoktur» mânâsı da ifâde edilmiş olur. Fakat -.
mükemmel namaz yoktur.» denilirse «...sıhhatli namaz yoktur»
mânâsı ifâde edilmiş
olamaz. Zira bir namaz mükemmel olmamakla beraber sıhhatli ve yeterli
olabilir.
Hadis; yukarıda
anlatıldığı gibi namazda Fatiha okumayanın namazının şer'î bir namaz
sayılamayacağına ve sahih olmadığına delâlet eder.
[51]
1 - İbnü'l-Münzir'in nakline göre Ömer, Osman bin
Ebi'l-As, İbn-i Abbâs, Ebû Hüreyre ve Ebû
Said-i Hudri (Radıyallâhü anhüm) :
«Namazda Fatiha okumak
farzdır, onun yerine başka sûreler ve âyetler okumak kâfi gelmez. Ancak onu
okumaya gücü yetmeyenin, başka âyetler okuması caizdir.» demişlerdir.
Sahâbilerle tabiilerin
ve onlardan seyir a gplen âlimlerin cumhurunun kavli budur. Mâlik, Şafiî ve
A,h med bin Han-b e 1' in mezhebleri de
budur.
Şer'i namazın oluşması
için Fatiha sûresinin okunmasının gerekliliğine delâlet eden delillerden birisi
de Darekutnî' nin Ubâde bin es-Samît (Radıyallâhü anhJ'den rivayet ettiği şu
hadistir:
«Namazda Fatiha
okumayan adamın kıldığı namaz yeterli değildir.» Darekutni
bunun isnadının sahih olduğunu söylemiştir.
Başka bir delil
de İbn-i Huzeyme' nin, kendi sahihinde Ebû
Hüreyre (Radıyallâhü anhî'den
rivayet efctiği şu hadîstir.
«de Fatiha okunmayan namaz yeterli değildir.»
2 - Hanefî âlimlerine göre namazda Fatiha okumak farz
değildir. Kur'an-ı Kerim'in her hangi bir âyetini okumak farzdır. F â t i h a'
yi okumak ise vâcibtir. Onlar: Fatiha' nin okunmasının gerekliliği âhâd hadîsi
ile sabittir. Âhâd hadîsi ile sabit olan bir şey farz olmaz, vâcib olur. Onsuz
namaz sahihtir. Fakat F â t i- h a'
yi terkeden kişi günah işlemiş olur,
de-
mislerdir. Delilleri
ise; *Artık Kur'an'dan kolay geleni okuyun»
[52]
âyetidir.
Hanefî âlimleri: Âyet,
kolay olanın okunmasının istendiğini kesinlikle belirtiyor. Bunda bir
muhayyerlik vardır. Yâni namaz kılan kişi serbesttir. Kur'an-ı
Kerîm'in neresini okumak ona
kolay geliyorsa orayı okuyabilir. Eğer F
â t i h a ' yi okumak far?, olsaydı, muhayyerlik hükmünün mensuh olması
gerekecekti. Halbuki kafi delil olan mezkûr âyet zanni delil olan âhâd hadîsi
ile mensûh olmaz, demişlerdir.
Onların bir delili de
Buharı ve Müslim" in Ebû Hüre y re (Radıyallâhü anh)'den merfu olarak
rivayet ettikleri ve namazı hatalı kılan zâta Peygamber (Sallallahü Aleyhi
veSellem)'in nama? tarifine ait hadîsinde şöyle buyurulmuş olan ifâdedir:
sonra Kuran belleyip okuyabildiğini oku.
Bu âyeti delil
gösteren Hanefi âlimleri : Hürmet bakımın dan K u r' a n ' in bütün sûreleri
eşittir. Nitekim cünüb adam hiç bir âyetini okuyamaz. Abdestsiz kimse mushafın
hiç bir yerini elleyemez, demişlerdir. Onlara göre hadisten maksad, Fatiha
okumayanın namazının sahih olmadığı değil, mükemmel olmadığını bildirmektir.
[53]
âyeti farz namazdaki
kıraat miktarı hakkın
da değil, gece namazı
hakkındadır. Yâni geceleyin kolayınıza
gelen namazı kılınız.
Kati delil, zanni
delil ile mensuh olmaz. Halbuki eğer F â t i h a ' yi okumak farzdır, dense,
âyetle getirilmiş olan muhayyerlik mensuh olur.» şeklindeki gerekçeye gelince
bu da vârid değildir. Çünkü nesih durumu yoktur. Itlak ve takyid vardır. Yâni
âyet mutlaktır. Hadis onu takyid etmiş olur. İbham ve tefsir kabilindendir,
demek de mümkündür
Namazını hatalı kılan
/tifa Peygamber (Sallailahü Aleyhi ve Sel-lem) in; jlyül ]y» cSjla J^J U İyi
emri mücmel olup. Fatiha' mn
okunmasını emreden hadislerle
açıklanmıştır. Üstelik, Ebû D â -v ü rl . A ti m e d bin Hanbel ve t b n - i H
i b b â n ' m rivayetlerinde Peygamber (Sallailahü Aleyhi ve Sellem)'in o adama
:
«Sonra Ummü'l-Kur'an'ı
oku- buyurduğu bildirilmiştir,
Kuran sûrelerinin
hürmet bakımından eşit olması namazda okunmalarının yeterliliği yönünden de
eşit olmasını gerektirmez. Kaldı ki
Fatiha' nın okunmasının
gerekliliği sahih hadislerle
sabittir.
Hadisteki : »...namazı
yoktur.» cümlesindeki olumsuzluğun namazın mükemmelliğine âit olmayıp namazın
aslına ve sıhhatına âit olduğu hususu yukarıda anlatılmıştır.
El-Menhel yazarı,
-Namazında kıraati terkedenin bâbı-nda cumhurun görüşünü ve Hanefi âlimlerinin
görüşünü yukarıda anlattığım şekilde naklettikten sonra şöyle der :
-Yukarıda verilen
malûmattan bilmiş oldun ki Fatiha sûresini okumanın namazın rükünlerinden
sayılması ve onsuz kılman namazın sahih olmaması kavli kuvvetlidir.
[54]
Namazda Fatiha okumak
farzdır, diyen âlimler bu hususta ihtilâf etmişlerdir:
1 - Şafii, Ahmed bin Hanbel, Evzâi, Ebû Sevr, Ali ve
Cabir'e göre imam ve tek başına namaz kılanın bütün rek'ailrrdo Fatiha
okumaları farzdır. Mâliki âlimlerinin sahih kavli de budur. (İmama uyan kimse
hakkındaki ayrıntılı bilgi bundun sunraki bâbta verilecektir.)
Delilleri:
I. Namazını hatalı kılan zâta Peygamber (Sallailahü
Aleyhi ve Seliem), namazı târıf ederken ilk rek'atte yapılacak şeyleri
anlattık-
tan sonra : = -Sonra
namazının her rek'-
atinde, onları (anlatılanları) yap.- buyurmuştur. Bunu Buhâri
rivayet etmiştir.
II. Buhâri
ve Ahmed'in Mâlik
bin el-Huvey-r ı s (Radıyallâhü anhJ'den merfü olarak rivayet
ettikleri:
-Benim namaz kılışımı
gördüğünüz gibi
namaz kılınız»
hadisidir. Peygamber (Sallailahü Aleyhi ve Seliem) in her rek'atte Fatiha
okuduğu bilinmektedir.
III. Müslim'in
Ebû Katâde (Radıyallâhü anhJ'den rivayet ettiği;
- Resul ullah
(Sallallahü Aleyhi ve Sellem) öğle ve ikindinin ilk iki rekatlarında Fatiha'yi
okurdu ve (Fâtiha'dan sonra okuduğu) âyeti zaman zaman bize duyururdu. Son iki
rek'atte Fatiha okurdu.>
2 - Hasanı Basri, Dâvûd ve İshak'a göre, namazın her
hangi bir rek'atinde Fatiha ve ondan sonra K u r' a n ' dan bir parça okumak
vacibin yerine getirilmesi için kâfidir. Bir rek'atta Fatiha, başka bir
rek'atta da âyetler okumak yine vacibin ifâsı için yeterli sayılır.
Bunların delili de
Ubâde (Radıyallâhü anhJ'ın (837 nolu) hadisidir. Bunlar: 'Hadiste namazda
Fatiha okunması emredilmiştir. Bir defa okununca emir yerine getirilmiş olur.
Her rek'atte okunması gerekir, diye başka bir delil varsa ona dönülür, demişlerdir.
Bu görüşe şöyle cevab
verilir:
Yukarıda beyan edilen
deliller, her rek'atta Fatiha okumanın gerekliliğine delâlet ederler.
3 - Zeyd bin Ali ve en-Nasır'a göre ilk iki rek'atta
Fatiha okumak farzdır. Son iki rek'atta Fatiha yerine başka âyetler okumak veya
tesbihat yapmak da caizdir.
Ebû Hanife1 nin görüşü
bu görüşe benzer. Şu farkla ki, Ebû Hanîfe'ye göre ilk iki rek'atta kıraat
farzdır. Fatiha okumak farz değil vâcibtir. Yâni Fatiha okunmayıp başka sûre
veya âyetler okunursa farz yerine getirilmiş olur. Sadece vâcib terk edilmiş
olur.
Zeyd bin Ali ve
en-Nasır'ın delili: Ali bin E b i T â I i b (Radıyallâhü anh)'ın ilk iki
rek'atte kıraat ettiğine ve son iki rek'atta tesbihat yaptığına dâir rivayet
olunan hadîstir. Halbuki bu hadîs zayıftır. Çünkü el-Hâris e 1-A'v e r'in
rivayetinden gelmedir. Bu adam hadis hafızları yanında zayıflıkla meşhur bir
kezzabtır.
Bunların ikinci delili
de Hanefi âlimlerinin gösterdikleri âyetidir. Bu
âyetin delil olup olmayacağı hakkında yukarıda yeterli bilgi verilmiştir.»
838) Ebü's-Sâib
[55] (Radtyallâhü anh)'den rivayet edildiğine göre
kendisi Ebû Hüreyre (Radtyallâhü anh))den şunu îşitmİştir: Hesûlullah
(Sallallahü Aleyhi ve Sellem) :
«Kim, içinde Fatiha
okumadığı bir namaz kılarsa o namaz noksandır, tamam değildir.» buyurmuştur.
Ben:
«Yâ Ebâ Hüreyrel
Şüphesiz ki ben zaman zaman imamın arkasında olurum.» dedim. Bunun üzerine Ebû
Hüreyre (Radıyallâhü anh), kolumu tutup bastırdı ve :
«Yâ Fârislit Fatihayı
gizli oku.» diye cevap verdi.
[56]
Bu hadîsi, Mâlik,
Ahmed, Müslim, Ebû Dâvûd, Nesii ve Tirmizî de rivayet etmişlerdir. Rivayetlerin
çoğunda Fatiha süresinin âyetleri ve ifâde ettikleri yüce özelliklere de işaret
vardır. Ve hadîs metni uzuncadır.
El-Menhel yazarı şöyle
der:
«Hadiste 'Salât =
Namaz' kelimesi mutlak geçtiği için farz ve nafile bütün namazlara şümullüdür.
Dârekutnî' nin Abdullah bin Amr
bin el-As (Radıyallâhü anhüm) 'dan rivayet
ettiği :
- «Kim
farz veya nafile namaz kılarsa içinde Fatihayı okusun.» Hadisi bu şümulü te'yid eder.
Hadiste geçen : =
«ÜmmÜ'l-Kitab» lafzı Fatiha'-nın isimlerinden birisidir Bu lafzın mânâsı:
«Kur'ân-ı Kerîm'in anası- demektir. F â t i h a ' ya bu adın verilmesinin
sebebi, Kur'-a n -1 K e r i m ' in ana maksadlarının F a t i h a ' da toplanmış
olmasıdır. Şöyle ki; F â t i h a ' da Allah Teâlâ'ya lâyıkı veçhile hamd ve
sena, ilâhi emir ve yasağa itaat, uhrevi mükâfat ve ceza, dünya ve âhiret
halleri, hidâyet yolundakilere övgü ve sapıkları zem etmek gibi önemli
maksatlar yer almıştır
Hidâc : Noksanlıktır
=-tam değildir.- lafzı Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sel-
lem) in buyruğundan
olup 'Hidac'ın açıklamasıdır. Râvinin sözü olabilir. Bu takdirde hadise
müdrectir
Bu hadis, imam, münferid ve imamın arkasında nama?, kılana şümullüdür.
Hadis, namazda Fatiha
okumak farzdır, diyen cumhur için bir delildir.
Bâzı âlimler: Hadis,
içinde Fatiha okunmayan namazın noksan olduğunu bildirmiş, noksanlık ise
namazın bozulmasını gerektirmez, demişlerdir. Eğer bu noksanlığın namazın
ifsadını gerektirdiğine delâlet eden bir alâmet ve delil bulunmasaydı,
bunların dedi ği doğru olurdu. Fakat Dârekutnî' nin rivayet etmiş olduğu ve bir
önceki hadisin izahında geçen hadîs, bu noksanlıkla kılınan namazın yeterli
olmadığını belirtmiştir.
İbn-i Abdil-Berr:
'Namazda Fatiha okumanın vâcib olmadığını söyleyenler, Peygamber (Sallallahü
Aleyhi ve Sel-lem)'in -Noksandır.» ifâdesi F â t i h a' sız kılınan namazın
câiz-liğine delâlet eder. Ve noksan olan namaz caizdir, demişlerdir. Bu söz
hatâhdır. Çünkü noksan olan bir şey tamamlanmış sayılmaz. Namazını
tamamlamadan çıkan bir kimsenin yeniden ve tam olarak kılması gerekir. Bu
itibarla noksanlığını itiraf ettiği halde, caiz oldu ğunu iddia edenlerin
iddialarını ispatlayıcı delil göstermeleri gerekir', demiştir.
(EI-Menhel yazan e 1 - B â c İ' den de
Ibn-i Abdil-Berr ' in sözüne benzer bir nakil yapmıştır.)
Ebü's-Sâib: «Ben zaman zaman imamın arkasında olurum»
sözü ile şunu demek
istiyor: 'Ben imama uyduğum zaman Fatiha'yı
okuyacak mıyım?'
Ebû Hüreyre
(Radıyallâhü anh), cevabı dikkatle dinlemesini saplamak maksadıyla E b ü's-S
â i b'in
kolunu tutup
bastırmış, ve:
«Ey Fârisî! Fâtiha'yı
gizli oku- diye cevab vermiştir.İmama uyan kimse, gizli ve açık bilumum
namazlarda Fatiha
okur. diyen Ş â t i i
için bu hadîs delildir.
839) Ebû Saîd-i
Hudrî (R attı yat lâhü anh) den:
Şöyle demiştir:
ResuluHah (Sallallahü Aleyhi ve Sel|em) buyurdu ki:
«Farz veya diğer
namazların her rekaünde Fâtiha'yı ve bir sûreyi okumayanın hiç bir namazı
yoktur.[57]
Notta belirtildiği
gibi Kütüb-i Sitte sahihlerinden yalnız müellifin rivayet ettiği bu hadisi
tbn-i Hibbân da rivayet etmiş ve oradaki senedde Ebû Nadra' nın râvisi Ebû
Süfyân'in yerine Katâde bulunmaktadır Şu halde oradaki sened zayıf değildir.
Ebû D â v û d
da «Namazında kıraati bırakanın babı-n d a
K a t â d e' nin Ebü
Nadra vasıtasıyla Ebû
S a î d - i H u d r î
(Radıyallâhü anh)'den şu hadisi rivayet etmiştir. (Namazda) Fatihayı ve
(ondan sonra Kur'an'dan) kolay gelen bir şeyi okumakla emrolunduk.»
El-Menhel'de şöyle
deniliyor:
«Hadîsin mânâsı şudur:
«Resûlullah
(Sallallahü Aleyhi ve Sellem) namazda Fatiha okumamızı emretti.» Şu halde
hadis, namazda F â t i h a' yi okumanın vücûbuna delâlet eder.
' nin mânâsı da :
'Besûlullah
(Sallallahü Aleyhi ve Sellem) Fatihadan sonra Kur'an'dan, kolay bir şey
okumamızı emretti.' demektir. Cumhura göre bu emir sabahın iki rek'atı ile
diğer dört vakit namazının ilk iki rek'at-lanna mahsustur. Dört rek'atlı
namazların son iki rek'atlarında ve akşamın son rek'atmda yalnız Fatiha
okunur.
Sûre okumakla ilgili
emir cumhura göre sünnete yorumlanır. Delilleri de Ubâde bin es-Sâmit
(Radıyallâhü anhVin bu bâbta rivayet olunan (837 nolu) hadîsi ve benzeri
hadislerdir. Çünkü bu hadisler namazın sıhhati için Fatiha okumayı gerekli
kılmışlar, başka âyet veya sûre okumayı gerekli kılmamışlar-dır.
[58]
Ömer bin el-Hattab,
oğlu Abdullah, Osman bin Ebi'l-As, Hanefiler ve Mâlik1 in bâzı arkadaşları
(Radıyallâhü anhüm), Fatiha ile beraber Kur'an1-dan bir şey okumayı vâcib
görmüşlerdir. Bâzıları üç âyet, bâzıları uzunca bir âyet kadar okunmalıdır,
diye bir ölçü vermişler ise de bu ölçü için bir delil yoktur. Çünkü hadis, K u
r' a n ' dan bir şey okumayı hükme bağlamıştır. En kısa âyete de Kuran
denir.»
840) Aişe (Radtyallâhü anhâ/den :
Şöyle demiştir: Ben,
Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'den şöyle buyururken işittim:
«İçinde Fatiha
okunmayan her namaz noksandır.
[59]
Bu hadîsi B u h â r i,
Cüz'ül-Kıraa'da, Ahmed, Tahavî ve
Beyhakî de rivayet etmişlerdir.
Tuhfe yazarı; bu hadis
de imam, münferid ve imamın arkasında namaz kılanlara şâmildir. Hepsinin Fatiha
okumasının gerekliliğine delâlet eder, demiştir.
Hadîste: «.:.Her
namaz...» Duyurulduğu için bu hükmün farz ve nafile bil'umum namazları
kapsadığı anlaşılır.
841) Amr bin Şuayb'm dedesi (Abdullah bin Amr bin el-As
(Radtyallâhü anhümyâen rivayet edildiğine göre şöyle demiştir :
Resûlullah (Sallallahü
Aleyhi ve Sellem) buyurdu ki t «İçinde Fatiha okunmayan her namaz noksandır,
her namaz noksandır.Zevftid'de, isnadının hasen olduğu bildirilmiştir.
[60]
Bu hadîsin metni bir
önceki hadisin metnine benzer. Bu da farz ve nâlile bilûmum namazlarda Fatiha1 mn
okunmasının gerekliliğine delâlet eder. Keza : «Her namaz...»
buyurulduğu için ister imamın arkasında, ister imam veya münferid olarak
kılınsın hepsinde hüküm aynıdır.
Bu hadisi, Buhari
Kıraat cüz'ünde, Beyhaki ve
D â r e k u t n i de rivnvnl
etmişlerdir,
842) Ebu’d Derdâ (Ratltyallâhii <tnfı)'(\en rivayet
('(indiğine yıırı- bir adam ona (namazda okumanın hükmünü)
sor;ır;ik :
'İmam okuduğu halde
ben (de) okuyacağım (mı)?' demiş. Ebü'd Derdâ demiştir ki: 'Bir adam, her
namazda okumak var mı?' diye Re-sûlullah
(Sallallahü Aleyhi ve
Sellem) e (soru) sordu.
Resülullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) de;
«Evet! (Her namazda okumak vardır.)» buyurdu. Bunun
üzerine kavimden bir zât: 'Bu, vâcib oldu." dedi.
[61]
Zevâid yazarı:
İsnaddaki Muâviye bin Yahya es S a d a f i zayıf olduğundan isnad zayıftır,
demiştir. Fakat N e s â i , başka bir senedle rivayet etmiştir. Oradaki metin
şöyledir : Kesir bin Mürre e I - H a d r a m i ' den ri.vâyet edildiğine göre,
kendisi Ebü'd-Derdâ (Radıyallâhü anh) 'den şunu işittim, demiştir :
«Resülullah
(Sallallahü Aleyhi ve Sellem) e : Her namazda kıraat var mı? diye soruldu.
Resülullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) : «Evet!» buyurdu. (Bunun üzerine)
EnâAr'dan bir adam : Bu kıraat vâcib oldu dedi.»
Ebü'd-Derdâ
(Radıyallâhü anh) bunu söyledikten sonra bana döndü. Ben cemâat içinde ona en
yakın bir yerde oturmuştum. Şöyle dedi: «İmam cemaata namaz kıldırdığı zaman,
onun kıraati bence hepsi için yeterdir. Ben böyle bilirim.»
N e s â i" nin
rivayetinden anlaşıldığına göre imamın arkasında namaz kılındığı zaman
Ebü'd-Derdâ (Radıyallâhü anh)'a göre imamın kıraati cemâat için de kâfidir. Bu
takdire göre Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) e sorulan soru, imamın
arkasında kılınan namaza âit değildir, cevabta soruya uygun yorumlanır. Yâni
imam ve münferid kıraat etmek zorundadır. İmamın arkasındaki
cemâat için bu zorunluluk yoktur.
Müellifin rivayetine
göre soru sahibi imamın arkasında iken kıraat edip etmeyeceğini Ebü'd-Derdâ
(Radıyallâhü anh)'a sormuş o da Peygamber (Sallallahü Aleyhive Sellem) e:
Her namazda kıraat var
mı? diye sorulan soruya: Peygamber
(Sallallahü Aleyhi ve
Sellem) : «Evet!- buyurmuştur. Orada bulunan bir zât da t «Kıraat vâcib oldu.»
demiştir.
Bu rivayete göre
Ebü'd-Derdâ (Radıyallâhü anh) imama uyan kişinin kıraat etmesinin gerekliliğine
hükmetmiş olur.
Müellifin isnadının
zayıflığını yukarda naklettik.
Sindi: «Bu vâcib oldu.» cümlesinin mânâsı: «Her
namazda
kıraatin varlığına âit
hüküm sabit oldu.- demektir, der.
843) Câbir hin Abdillah (Radıyallâhü anhümâ)'âan rivayet
edildiğine yöre şöyle demiştir :
Biz imamın arkasında
öğle ve ikindi namazlarının ilk iki rekat lerinde Fatiha ve bir sûre: son iki
rek'atlerinde Fatiha okurduk.[62]
S i n d î' den anlaşıldığına göre bu hadîs Zevâİd 'dendir.
S i n-d i, notta verilen bilgiyi
Zevâid'den naklettikten sonra şöyle der :
«Hadîs, mevkuf olmakla
beraber, merfü hükmündedir, denilebilir. (Çünkü bir sahâbînin 'Peygamber
(Sallallahü Aleyhi ve Sellem) hayatta iken biz şöyle ederdik.' ve benzerî
mevkuf hadîsler, merfû hükmündedfr. Burada ise, sahâbî; «Peygamber (Sallallahü
Aleyhi ve Sellem) hayatta iken» ifâdesini kullanmamıştır. Ama : «Biz şöyle ederdik.»
ifâdesinin zahiri, yine Efendimizin devrine işaret gibidir Bu sebeble, Sindi,
böyle demiştir.)
Şöyle bir ihtimal de
vardır: Sahâbîler, bu bâbta vârid olan hadislerin umumîliğinden mezkûr hükmü
almışlardır. Bu takdirde onların uygulaması hadîsin merfûluğuna delâlet etmez.
Bir de şu vardır: C â
b i r (Radıyallâhü anh)'in bu hadîsi ile (850 nolu) hadîsi arasında bir çelişki
vardır. Çünkü orada : 'imamın kıraati, kendisine uyanların kıraatidir.'
demiştir. Buradaki hadîs, oradaki hadîse tercih edilir. Çünkü oradaki hadisin
isnadı zayıftır. En az şöyle denilebilir. Bu hadîs o hadîsten kuvvetlidir.
Hadîs, imamın
arkasında öğle ve ikindi namazlarını kılan kimsenin bütün rek'atlerinde F â t
i ha okuyacağına hükmeder. M â -lik, tbnü'l-Mübârek, İ s h a k ve Zühri için
de-İîl sayılır. Keza bütün namazların her rek'atinde Fatiha okunur diyen
Şafii'ler, Evzâi, Mekhûl, Ebû Sevr veı
Nasır için bir bakıma delil
sayılabilir.
Hadîs, mezkûr
namazların ilk iki rek'atlerinde Fatiha' dan sonra sûre okumanın meşruluğuna
delâlet eder.
İmamın arkasında iken
Fatiha ve sûre okumak hususundaki âlimlerin görüşlerini, onüçüncü bâbtaki
hadîslerin izahını yaparken nakledeceğim.
[63]
844) Semure hin Cündüb
[65]
(Radıyallâhü anh)'âen; Şöyle demiştir:
Resûlullah (Sallallahü
Aleyhi ve Sellem) den bellediğim iki sekte vardır. İmrân bin el-Husayn
(Radıyallâhü anh) bunu kabul etmedi. Bunun üzerine, biz Medine'de bulunan Übeyy
bin Ka'b (Radıyallâhü anh) a mektub yazarak durumu sorduk. Übeyy (Radıyallâhü
anh), Semure (Radıyallâhü anh) in Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) den
alınanı iyice hıfzettiğini, yazılı cevabla bildirdi.
Râvi Said demiştir
ki: Biz, bu iki sekteyi (yer bakımından)
Ka-tâde'ye sorduk. Katâde dedi ki: Adam
namaza girdiği zaman ve ki râattan boşaldığı zaman' Katâde daha sonra dedi ki:
'Ve okuduğu zaman'
Râvi demiştir ki:
Onlar imamın kırâattan boşaldığı zaman, nefes alıncaya kadar sekte yapmasından
hoşlanırlardı."
845) Hasan(-i Basrî)[66]
(Radtyallâhü anh)'den rivayet edildiğine göre: Semûre (bin Cündüb)
(Radtyallâhü anh)'ün şöyle dediğini söylemiştir:
Ben, kırâattan önce
bir sekte ve rüku' zamanı bir sekte olmak üzere namazda iki sekteyi Peygamber
(Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'-den hıfzettim/ İmrân bin el-Husayn (Radıyallâhü
anh), onun bu sözünü kabul etmedi. Bunun üzerine (durumu) Medine'ye, Übeyy bin
Ka*b (Radıyallâhü anh)'a yazdılar. Übeyy (Radıyallâhü anh), Semûre
(Radıyallâhü anh)'ı tasdik etti.
[67]
Semûre bin Cündüb
(Radıyallâhü anh) 'ün ilk hadîs metnini Tirmizi ve Ebû Dâvüd da rivayet
etmişlerdir.
Semûre (Radıyallâhü
anh)'in hadisinin ikinci metnini Ebû Dâvûd ve Dârekutnî de rivayet etmişlerdir.
Babın başlığında ve hadîste geçen 'Sekte'den maksad, susmak değil, açıktan
okumaya ara vermektir. Çünkü vârid olan rivayetler, Peygamber (Sallallahü
Aleyhi ve Sellem)'in, sekte yaptığında duâ ile meşgul olduğunu te'yid ederler.
EI-Menhel yazarı
sektelerle ilgili rivayet olunan müteaddit metinlerin açıklaması ile ilgili
olarak aşağıdaki malûmatı vermiştir:
S e m û r e
(Radıyallâhü anh), bâzı rivayetlerde belirtildiği gibi bu sekteleri Peygamber
(Sallallahü Aleyhi ve SellemJ'den hıfzet-miştir. Birinci sekte, AUahu Ekber
diyerek namaza girildiğinde henüz kırâata başlanmadan yapılırdı. Bu sekte,
biraz uzunca idi. Çünkü bu sekte esnasında Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve
Sellem), vâ-rid olan duâ ile meşgul olurdu. îkinci sekte, kırâattan sonra ve
rükûa varmak için tekbir alınmadan önce yapılırdı. Bu sekte hafifti. Çünkü
kıraat ile rükû" tekbiri arasında bir fasıla verinceye ve nefes alıncaya
kadardı
Ümran bin Husayn
(Radıyallâhü anh), T i r m i z î' -nin rivayetinde belirtildiği gibi Semûre bin
Cündüb (Radıyallâhü anh) e : Biz bir sekteyi hıfzettik, diyerek iki sekte oluşunu
kabul etmemiş, bunun üzerine Medine-i Münevvere'-de bulunan Ü b e y y
(Radıyallâhü anh)'e yazdıkları mektubta, Semûre (Radıyallâhü anh)'nin anlattığı
husus hakkında bilgi istemişler; Ü b e y y (Radıyallâhü anh) de Semûre
(Radıyal-lâhü anh)'yi tasdik etmiştir.
(845 nolu) Hadise göre
sektelerin birincisi kırâata başlamadan öncedir, ikincisi de rükû' tekbirinden
öncedir.
844 nolu) Hadisin
sonunda râvî S a i d' in sorusu üzerine K a -t â d e (Radıyallâhü anh)'nin
verdiği cevâba göre birinci sekte, diğer rivayette olduğu gibi kırâattan
öncedir. İkincisi de hadîsin zahirine göre yine kıraat bittikten sonra ve
rüku' tekbirinden öncedir. Fakat K a t
â d e (Radıyallâhü anh) :
«Bu arada Fatiha
bittiği zaman sekte olur.» demiştir. Katâde (Radıyallâhü anh)'nin sözü iki
mânâya muhtemeldir:
1 - Katâde
(Radıyallâhü anhî, kırâattan önce ve sonra olmak üzere iki sekte
mahallini bildirdikten sonra, üçüncü bir sekte mahallinin de bulunduğunu haber
vermek istemiş ve bunun yerinin de
Fatiha ile sûre arasında
olduğunu belirtmiştir.
2 - Katâde
(Radıyallâhü anh), ikinci sekte mahallinin. Fatiha kıraati bitiminde olduğunu kasdetmiş ve bu
maksadını;i okuduğu zaman, demekle açıklamıştır.
Ebû Dâvûd,
namazdaki sekteler hadîsini müteaddit yollardan rivayet etmiştir. Bir
rivayette :
«Sektelerden
birisi, taharrüm tekbiri alındığı
zaman, diğeri de Fatiha ve sûre kıraatinin bittiği zamandır.» denilmiştir.
Başka bir riyâyette: -İkinci sektenin yeri. Fatiha bittiği zamandır,
denilmiştir Uçuncu bir rivayet, (844 nolu) rivayetimize benzer. Yukarıda işaret
edildiği gibi bu rivayet, sekte sayısının üçe çıkarıldığına muhtemeldir.
Birincisi taharrüm tekbirinden sonradır, ikincisi Fatiha ile sûre arasındadır.
Üçüncüsü de sûre bittikten sonradır.
Bu rivayetlerin
arasını şöyle bulmak mümkündür:
Peygamber (Sallallahü
Aleyhi ve Sellem) namazda üç sekte yapardı. Birincisi taharrüm tekbirinden
sonra, ikincisi F â t i h a ' dan sonra, üçüncüsü sûreden sonra idi. S e m û r
e (Radıyallâhü anh) bir defasında sektelerin bir kısmını haber vermiş, bir
başka zaman diğerlerini bildirmiştir. Ibn-i Ebi Şeybe (Rad.yallâhü anh)1-nın
kendi kitabında e 1 - H a s a n (Radıyallâhü anh)'dan rivayet ettiği şu hadis,
bu uzlaşmayı teyid eder :
-Peygamber (Sallallahü
Aleyhi ve Sellem) in üç sektesi vardı i İftitah tekbirini aldığı zaman.
Fatihaya başlayıncaya kadar; Fâtiha'yt bitirdiği zaman, sûreye başlayıncaya
kadar ve sûreyi bitirdiği zaman rükû yapıncaya kadar (olan zamanlarda) idi.»
Âlimlerin, bu
husustaki görüşleri:
Şafii, Ahmed bin
Hanbel, Evzâi ve tshak, namazda üç sektenin müstahab olduğuna hükmetmişlerdir:
Birinci sekte,
taharrüm tekbirinden sonra yapılır. O esnada iftitah duası okunur. Bu sekte, imam,
ona uyan ve tek başına namaz kılan için müstehabtır.
ikinci sektenin yeri
Fatiha' dan sonra ve sûreden öncedir. Bu sekte, imam için müstahabtır. Şâfiiler
ve Hanbeli-I e r : İmam bu sekteyi yaparken, ona uyanlar o esnada Fatihayı
okusunlar ve bu sekteden gaye budur, demişlerdir.
Üçüncü sektenin yeri,
kıraat bittiği zaman ve henüz rükûa gidilmeden yapılır. Bundan maksad, rüku'
tekbiriyle kıraat arasında bir fasıla yapmak ve namaz kılanın nefes almasıdır.
[68]
846) Ebû Hüreyre (Radtyailâhu anh)\\ç\\ rivayet edildiğine
göre: Resûluüah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) şöyle buyurdu, demiştir ;
«İmam, kendisine
uyulsun diye imam kılınmıştır. Bundan dolayı, imam tekbir aldığı zaman siz de
tekbir alınız, okuduğu zaman susunuz; dediği zaman ı Âmîn, deyiniz, rü-kua
gittiği zaman siz de rüku'a gidiniz,dediği zaman : deyiniz. Secde ettiğiniz zaman secde ediniz ve
oturarak namaz kıldığı zaman, hepiniz oturarak namaz kılınız.»'
Sindi : Müslim, bu
hadisi sahih saymıştır. Bunu zayıf gösterenlerin sözlerine itibar edilmez,
demiştir.
[70]
Bu hadîsi N e s â i de
rivayet etmiştir. Hadisi bu bâbta rivayet etmekten maksad, hadisteki; -Ve imam okuduğu zaman siz susunuz.»
cümlesidir, imamın arkasında namaz kılan kimsenin Fatiha okumayacağına hükmeden
âlimlerin delillerinden birisi, mezkûr cümledir. Bununla ilgili geniş izahı
bundan sonraki hadisin açıklaması bahsinde yapacağız.
Hadîsin diğer
cümlelerinin izahına gelince :
«İmam taharrüm
tekbirini aldığı zaman siz de alınız.» fıkrası hakkında N e v e v i şöyle der :
Bu fıkrada imama uyanın imamdan sonra tekbir alması emredilmiştir. Fıkra iki
meseleyi içine alır. Birincisi, cemâatin imamdan önce veya imamla beraber
tekbir alamaması ve imam tekbirini aldıktan sonra cemâatin tekbir almaya
başlaması meselesidir. $u halde imam niyet ederken : Allahü Ekber' dediğinde
henüz tekbirin son harfi olan 'R' harfini okumadan Önce ona uymak maksadıyla
tekbire başlayan kişilerin namaza girişleri sahih değildir. Bu hususta âlimler
arasında ihtilâf yoktur. Çünkü henüz imam sayılmayan ve ancak biraz sonra imam
olacak kimseye uymuş olur. Çünkü imam tekbiri tamam almadıkça imam sayılamaz.
Fıkradan alman ikinci mes'ele; İmam tekbirini bitirir bitirmez, cemâatin
gecikmeden tekbir alması meselesidir. Bu takdirde taharrüm tekbirinin tam
faziletine 'kavuşulmuş olur. Şayet gecikmeyle imama uyulursa, imama uymak
sahihtir. Fakat söz konusu fazilet kaçırılmış olur.
Hadîsin : «İmam,
Fatihanın son âyetini okuduktan hemen sonra: Âmin, deyiniz» mealindeki fıkrası,
cemâatin imamdan sonra değil, imamla beraber Âmin demesininclaha efdal olduğunu
söyleyen arkadaşlarımızın ve bitekti âlimlerin kavline açıkça delâlet eder.
İmam :
dediği zaman imamla cemâat beraber: 'Âmin' derler. hadisini bu görüşteki âlimler: «İmam: 'Âmin'
demek istediği zaman
sizde : Âmin, deyiniz.» şeklinde yorumlamışlar ve rivayetleri böylece
uzlaştırmalardır. Bu husustaki geniş izahat bu kitabın 14. babında
yapılacaktır.
Hadis, rüku'a ve
secdeye gidişte cemâatin imamla beraber değil, imamı izlemelerini emretmiştir.
Hadisin: «İmam
'Semiallâhü...' dediği zaman, siz de: 'Allâhüm-me Rabbena ve leke'1-hamd'
duasını okuyunuz.» fıkrası ile ilgili açıklama da, kitabın 18. babında
gelecektir.
Hadisin : «İmam
oturarak namaz kıldığı zaman, hepiniz de oturarak namaz kılınız.» fıkrasına
gelince; âlimler bu hususta ihtilâf etmişlerdir. Bir grubu fıkranın zahiri ile
hükmetmiştir. A h m e d b i n H a n b
e 1 ve Evzâi
böyle hükmedenlerdendirler.
Bir rivayete göre t m
a m Mâlik, ayakta namaz kılabilen kimse, oturarak namaz kılan kişiye, ne ayakta
ne de oturarak uyabilir.
Ebû Hanife, Şafii ve
Selefin cumhuruna göre ayakta namaz kılmaya gücü yeten kişi oturarak namaz
kılan kimseye, ancak ayakta durarak uyabilir. Delilleri de Peygamber
(Sallallahü Aleyhi ve Sellem) in, son hastalığında oturarak namaz kılması, Ebû
Bekir (Radıyallâhü anhl'in ve cemâatin ayakta Ona uyması olayıdır. Bâzı
âlimler söz konusu olayda Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'in Ebû Bekir
(Radıyallâhü anh)'e uyduğunu söy-lemişlerse de hatalıdır. Doğrusu Peygamber
(Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'in imamlık etmiş olmasıdır.
847) Ebû Musa el-Eş'âri (Radtyalfâhiİ anh)'(\en rivayet
edildiğine göre; Resûlullah (Sallallahü
Aleyhi ve Sellem) şöyle buyurdu, demiştir:
İmam okuduğu zaman,
siz susunuz. İmam oturduğu zaman her hangi birinizin ilk zikri teşehhüd olsun.
[71]
Müslim, bu hadisi uzun
bir metin hâlinde rivayet etmiştir. Onun rivayetinde: = «İmam okuduğu zaman susunuz.»
cümlesi yoktur. Müslim; Cerir'in, Süleyman aracılığıyla Katâde {Radıyallâhü
anh)'den yaptığı rivayette mezkûr cümlenin bulunduğunu söylemiştir. Müs1im' in
arkadaşı Ebû İshak demiştir ki: Ebu'n-Nadr'ın kız kardeşinin oğlu Ebû Bekir,
bu hadîs hakkında bir söz söyledi. Müslim, Ona : Sen, hıfzı Süleyman' dan daha
kuvvetli adam mı istiyorsun? dedi. Ebû Bekir (Radıyallâhü anh), bu sefer Ona
şunu sordu : Ebû Hüreyre (Radıyallâhü anh)'nin hadisine ne dersin? MüsliiR:
Ebû Hüreyre (Radıyallâhü anh)'nin hadisi sahihtir,
dedi. Ebû Hüreyre (Radıyallâ-hü anh) nin hadisimden rnaksad; onun, merfu1
olarak rivayet ettiği:*Ve imam okuduğu zaman susunuz.» hadîsidir.
Müslim: Bu hadis bence
sahihtir, deyince; Ebû Bekir (Ra-dıyallâhü anh) Ona : O halde bunu niçin
kitabına almadın? diye sordu. Müslim: Ben, kendimce sahih olan her şeyi buraya
koymuş değilim. Ben, buraya ancak ulama'nın ittifak ettikleri hadîsleri
koydum, dedi.
Nevevi bu hadisin
açıklamasını yaparken şöyle der: * -Bilmiş ol ki ziyâdesinin sıhhati hakkında hadis
hafızları ihtilâf
etmişlerdir. B e y h a k i' nin Sünen-i Kebîr'de Ebû Dâvûd-i Sicistâni"
den rivayet ettiğine göre, bu ziyade mahfuz değildir. Keza B e y h a k İ aynı
durumu Yahya bin Muin, Ebû Hatim er-Râzi, Dârekutni ve el-Hâfız Ebû Âli
en-Nisâburi' den nakletmiştir. Beyhakî1 nin dediğine göre Ebû Ali el-Hâf iz: Bu
lafız mahfuz değildir. Süleyman et-Teymî bu lafzı ilâve etmekle K a t â d e
(Radıyallâhü anh) nin bütün arkadaşlarına muhalefet etmiştir. Şu lafızların
Süleyman'in ilâvesinin zayıflığı üzerinde toplanmış olmaları, M ü si i m ' in
bu ilâveyi sahih,, görmesine tercih edilir. Kaldı ki, Müslim bu ziyâdeyi
senedli olarak sahihinde rivayet etmemiştir.»
T i r m i z i' nin
şerhi Tuhfe yazarı da bu ziyâde hakkında uzun uzadı konuşmuştur. 'Cehri namazda
imamın arkasındayken kıraati terketmek bâbı'nda verdiği bilgi özetle şöyledir :
Hanefi âlimlerinin,
imamın arkasındayken kıraat yapılmayacağına dâir gösterdikleri delillerden
birisi de, Ebû Musa e 1 -Eş'ârî ve Ebû Hüreyre (Radıyallâhü anhümâ) 'dan rivayet
edilen: hadisidir. Ebû Hüreyre
(Radı-
yallâhü anhJ'nin
hadîsini Tirmizi hâriç, diğer Kütüb-i Sitte sâhibleri rivayet etmişlerdir. Ebû
Musa (Radıyallâhü anh) nin hadisini de Ahmed ve Müslim tahric etmişlerdir. Anılan
iki sahâbi'nin rivayet ettikleri hadislerde bulunup, Hanefi âlimlerince delil
olarak gösterilen mezkûr cümle, hadîs hafızlarının ekserisi yanında mahfuz
değildir. Mahfuz olduğu teslim edilse bile imamın arkasındayken okumanın
yasaklığına delil gösterilmesi sıhhatli değildir. Bunun çok yönden izahı
vardır. Bunlardan birisi, mevcud hadîsleri uzlaştırmak için bu cümlede
emredilen susmak ile Fâtih a ' dan başka bir şey okumamak istenmiştir,
şeklinde yapılan yorumdur.
El-Hâfız İbni
Hacer, Fethü'l-Bâri'de: 'Cehri
namazlarda imama uyan kişi, F
â t ih a okumaz, diyen Mâlikiler
ve bu görüşteki âlimler; hadisini delil göstermişlerdir. Bu hadîs
sahihtir. Müslim, bu hadisi Ebû Musa e 1 - E ş ! â r i (Radıyallâhü anh)
"den tahric etmiştir. Fakat bu görüşe delâleti yoktur. Çünkü cemâat, imam
okurken, susmayı ve Fâtih a ' yi okumayı beraber yürütebilir. Şöyle ki: İmam
Fatiha'-yı okurken cemâat dinler. İmam sekte yapınca cemâat Fatiha okur. Ve
imam sûre okuyunca cemâat onu dinler, sûreyi okumaz. Buhâri, Cüz' ül -Kıraat'
ta: Eğer bu hadîs sahih olsaydı şöyle yorumlanabilirdi : Cehri namazlarda
cemâat Fatiha' dan başka bir şey okumaz, imamı dinler, imam sekte yaptığında
cemâatin F â -t i h a okuması, bu
hadise aykırı değildir, demiştir.' der.
Ebû Hüreyre
(Radıyallâhü anh), Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'in vefatından sonra,
cehri namazlar olsun, gizli namazlar olsun, bütün namazlarda imamın
arkasındayken kişinin Fatiha okumasına hükmederdi. Üzerinde konuşulan hadîsin
râ-visi de kendisidir.-
848) îbn-i Ükeyme (el-Leysî)
[72]
(Rtuhyattâhü anh)'(\ew rivayet edildiğine göre şöyle demiştir :
Ben, Ebû Hüreyre
(Badıyallâhü anh)'den şunu söylerken işittim : Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve
Sellem) ashâbma bir namaz kıldırdı. O
namazın sabah namazı olduğunu zannediyorum.
Peygamber
(Sallallahü Aleyhi ve
Sellem) namazdan sonra:
— «Sizden her hangi bir kimse (benimle beraber) okudu mu?» diye sordu. Bîr
adam ;
— Ben (okudum) dedi. Peygamber (Sallallahü
Aleyhi ve Sellem):
— «Ben,
(içimde) : Bana ne oluyor ki Kur'an
(okumuşum) da benimle münazaa
ediliyor, diyorum» buyurdu."
849) İbn-i Ükeyme (Radtyallâhü anh)'den : O(nun) da Ebû
Hüreyre (Radtyallâhü anh)'âen rivayet ettiğine göre Ebû Hüreyre (Radtyallâhü
anh) :
Resûlullah (Sallallahü
Aleyhi ve Sellem) bize namaz kıldırdı diyerek, yukarıdaki hadîsin mislini
söyledi ve ona şu ilâveyi yaparak,' dedi ki: Bundan sonra saha biler, imamın
açıktan okuduğu namazlarda sustular.
[73]
Müellifin, kısmen ayrı
iki senedle ve İbn-i Ükeyme
(Ra-dıyallâhü anh)'nin aracılığıyla rivayet ettiği Ebû
Hüreyre (Rachyallâhü anh) bu
hadisini ikinci senedle rivayet olunan metindeki ziyâdeyle beraber Ebû
Dâvûd, Tirmizî ve
Nesâi de rivayet etmişlerdir.
Tirraizi, hadîsin hasen
olduğunu da söylemiştir. Ayrıca Mâlik,
Şafii, Ahmed ve
İbn-i H i b b â n da rivayet
etmişlerdir.
Hadisin mânâsına
gelince; Ebû Hüreyre (Radıyallâhü anh) Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve
Sellem)'in kıldırdığı namazın sabah namazı olduğunu zannettiklerini
söylemiştir.
Peygamber (Sallallahü
Aleyhi ve Sellem) in-Bana ne oluyor...» ifâdesi hakkında el-Menhel yazarı şöyle
der:
«Bana ne oluyor...*
ibaresi, arap dilinde çeşitli mânâlara kullanılır. Bunlardan birincisi,
kişinin, kendi nefsini kınamakta kullanılmasıdır. Meselâ: Bana ne oluyor ki
şöyle yaptım veya böyle ettim... deniliyor. Yâni: Yapmamalıydım, demek
isteniyor.
İkincisi: Bir adamın
yaptığı bir işten hoşlanmayan bir kimsenin, failini kınamak maksadıyla bu
ifâdeyi kullanmasıdır. Meselâ : Bana ne oluyor ki hakkım engelleniyor? Bana ne
oluyor ki bana eziyet ediliyor... gibi.
Üçüncüsü: Sebebi
meçhul olan bir şeyi tasvib etmemekte kullanılmasıdır. Meselâ, adam : Bana ne
oluyor ki falan işi anlayamıyorum? söyler.
Hadîste üçüncü mânânın
daha münâsib olduğu umulur.» -Kuranda bana münazaa ediliyor.» cümlesine
gelince: Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem), açıktan kıraat ettiğinde
cemaattan birisi de aynı âyetleri açıktan okuduğu için Peygamber (Sallallahü
Aleyhi ve Sellem)'i meşgul etmiş ve sanki âyetleri Peygamber (Sallallahü Aleyhi
ve Sellem)'in mübarek ağzından çekip çıkarıyor-muş. Bu cümle bu durumu ifâde
etmektedir. Münazaa, karşılıklı çekişme ve iki tarafın birbirini mağlûb etmek
için karşılıklı gayret etmeleridir. Burada Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve
Sellem)'in açıktan kıraat ettiği âyetleri cemaattan birisi de açıktan okumakla
Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'in kırâatma müdâhale etmiş. Onu meşgul
etmiş ve âdeta Ona gâlib gelmeye çalışmış sayılmıştır.
îkinci senedle rivayet
olunan hadîsin sonundaki: «Bundan sonra sahâbiler ..- ziyadesi, tercemede Ebû
Hüreyre (Radıyallâhü anh)'in sözü olarak gösterilmiştir. Ebû Dâvûd ve Tirmi-z
i' nin rivayetlerinde bu ziyade :
şeklinde geçer. El-Menhel yazan bu ziyadenin Ebû Hüreyre (Radıyallâhü anh) veya
hadîs râvisi Z ü h r i' ye âit olduğunu söylemiştir. Tirraizi'-nin şerhi Tuhfe
yazarı bu ziyadenin Z ü h r î' nin sözü olduğunu söylemiş ve Z ü h r î' nin
arkadaşlarının bâzılarının, bu ziyadeyi Zührî1 nin sözü olarak rivayet
ettiklerini bildirmiş ve : Bu cümle Zührî' nin kavlinden olup müdreçtir,
demiştir. Ve hadîs hafızlarının, bunun müdreç olduğunu sarahaten
bildirdiklerini beyan etmiştir.
Müellifin rivayeti de
buna muhtemeldir, bu ziyade Zührî'-nin sözü kabul edilince tercem© şöyle
yapılmalıdır:
'Ebû Hüreyre
(Radıyallâhü anh) demiştir ki : Resûlul-lah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) bize
namaz kıldırdı.Zühr î, bir önceki hadisin mislini zikretti ve ona şunu ilâve
ederek dedi ki: Bundan sonra sahâbiler, imamın açıktan okuduğu namazlarda sustular.'
El Menhel yazarı şöyle
der
-Cehrî namazlarda
imama uyan kimse kıraat etmez diyen alimler, bu hadîsi delil göstermişlerdir.
Kıraat etmesi vâcibtir, diyen âlimler ise bu hadisin delil olamıyacağım
söyleyerek şöyle cevab vermişlerdir :
Bir defa hadîs
zayıftır. Çünkü tbn-i Ükeyn. e
(Radıyallâhü anhî 'in rivayetinden gelmedir. İbn-i
Ükeyme (Radıyaİ-lâhü anh
hakkında ise söz edilmiştir. Diğer taraftan hadisin sonundaki.ziyade müdreç olup kimisine
göre Ebû Hüreyre
(Radıyallâhü anh)'nin sözüdür, kimisine göre de Zü h r i' nin sö/ü dür.
Ebû Dâvûd, bu husustaki ihtilâfları da nakletmiş!
ir.Beyhaki de ziyadenin müdreç
olduğunu söyledikten sonra : Ebû
Hüreyre (Radıyallâhü anh). gerek cehri
namazlarda ve gerekse gizli- namazlarda
İmama uyan kimsenin kıraat
etmesini emret tiği halde kıraati terketmeye delâlet eder. Bu
hadisin Ebû Hüreyre (Radıyallâhü anh)'den rivayeti sahih olur
mu? demiştir.
Bir de şu husus
vardır: Hadis, ihtilâf noktasının dışında kalır. Çünkü âlimler arasındaki
ihtilâf noktası, imama uyan kişinin gizli olarak kıraat edip etmemesidir. Bu
hadiste reddedilen nokta ise, imama uyan kişinin açıktan okumasıdır. Çünkü
açıktan okuması hâlinde imamı meşgul etmesi, imamla münazaa durumuna geçmesi
söz konusudur.»
850) Câbir (Radtyallâhü «n/r/den rivayet edildiğine «öre; Kesûlul-lah (Sallallahü Mevki ve Sellem)
şöyle buyurdu, demiştir :
«Namaz kılan bir
kimsenin imamı bulunursa, imamın kıraati, onun için kıraattir.[74]
Bu hadîsi Dârekutnİ ve
Tahavi de rivayet etmişlerdir, imamın arkasında namaz kılan kimse kıraat
etmez, diyen âlimlerin gösterdikleri delillerden birisi de bu hadîstir.
Tuhfetü'l-Ahvezî
yazarı, 'Cehri namazlarda imama uyanın, kıraati terketmesi babında şöyle der:
'İmama uyan kimse
kıraat etmez, diyen âlimlerin delillerinden birisi de Câbir (Radıyallâhü anh)
in bu hadisidir. Ben derim ki: Bu hadisi delil göstermek sahih değildir. Çünkü
hadis bütün talikleriyle zayıftır. E 1 -H â fi z da Fethü'l-Bârî'de bu hadisin
hadîs hafızları yanında zayıf olduğunu söylemiş, Dârekutni. ve başkalarının da
aynı şeyi söylediklerini nakletmiştir.
Hadîsin sahih olduğunu
teslim etsek bile, bizim birkaç «evabı-mız vardır. Bunlardan birisi şudur: Bu
hadis Fatiha' nın okunmayacağına kesin delil değildir. Buna muhtemel olduğu
gibi, sûre kırâatına da muhtemeldir. Öte yandan imama uyanın Fatiha okumasının
vâcibliğine veya müstahsen olduğuna açıkça delâlet eden Übâde (Radıyallâhü
anh)'nin ve başkalarının sahîh rivayetleri ortadadır. Şu halde bu rivayetleri
takdim etmek gerekir.
[75]
El Menhel yazarının bu
konuda verdiği malûmat özetle şöyledir:
l - Ebû Hanife,
Sevri, Ibn-i Uyeyne ve Mâ1ikî1er'
den îbn-i Veheb
ile âlimlerden bir cemâat:
Cehrî ve gizli hiç bir
namazda me'mum (tmama uyan kişi) bir şey
okumaz. Yâni ne Fatiha
ne de sûre.
Delilleri ise:
A) Dârekutnİ1 nin
Abdullah bin Şeddâd' dan, mıirsel olarak rivayet ettiği
şu meAkJeki hadîstir:
«Namaz kılan bir
kimsenin imamı bulunursa, imamın kıraati onun için kıraattir.» Îbnü'l-Hümam:
îlim ehlinin çoğunluğu yanında mürsel hadis, hüccet sayılır. Bunun hüccet
olduğu kabul edilmese. Ebû Hanif e sahîh bir senedle rivayet ettiğine göre
Abdullah bin Şeddâd, Câbir (Radıyallâhü anh) aracılığıyla merfû olarak rivayet
etmiştir.
B) El-Hâki m'in Câbir (Radıyallâhü anh)'den rivayet
ettiğine göre, bir adam Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'in arkasında
namaz kılarken kıraat etmiş, Ashabtan birisi de namazda kıraat etmemesini
kendisine işaret etmiş, adam namazdan çıkınca kendisini uyaran zâta : Sen, beni
Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'in arkasında kırâattan men mi
ediyorsun ?demiş ve niza etmiş, nihayet konuyu Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve
Sellem)'e intikal ettirmişler. Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) de:
«Kim imam arkasında namaz
kılarsa, şüphesiz ki imamın kıraati onun için kıraattir.» buyurmuştur.
C) Tahavi1 nin İbn-i Mes'ûd (Radıyallâhü anh) -den
rivayet ettiği şu mealdeki hadîstir: -İmamın kıraati için sus. Çünkü namazda
bir meşguliyet vardır. İmamın kıraati sana kâfidir. Keşke imamın arkasında
okuyanın ağzı toprakla dolsaydı.»
D) T a h a v î' nin
rivayet ettiğine göre
tbn-i Ömer
(Radıyallâhü anh) e-. îmamın arkasında
bulunan kimse kıraat eder mi?
diye sorulduğu zaman î b n-i Ömer
(Radıyallâhü anh) :
'Biriniz imamın
arkasında namaz kıldığı zaman imamın kıraati ona kâfidir' demiştir.
2 - İmama uyan kişi, gizli ve açık bütün namazların her
rek'a-tinde Fatiha okumak mecburiyetindedir. Mâlik,
Şafiî, Ahmed ve îshak
böyle demişlerdir. Evzâi, Mekhûl ve
Ebû Sevr'in kavli de budur.
T i r m i z i:
Sahâbîlerin ve tabiilerin âlimlerinin ekserisinin kavli, imamın arkasındayken
kıraat etmektir, demiştir.
Bu görüşteki âlimlerin
delilleri (11. bâbta geçen 837 ile 843 no-lu) hadîsler ve benzen hadislerdir.
Bunlar: Bu hadîsler umûmîdir. İmama uyan kişiyi bu hükümden müstesna kılacak
açık bir delil yoktur. Bu sebeble, imama uyan kimse de hükme tâbidir, demişlerdir.
3 - Mâlik,
İbnü'l-Mübârek, İshak ve
Züh-r î' ye göre imama uyan
kişi, gizli namazlarda kıraat eder, cehri namazlarda etmez.
Bunlar : -Kuran okunduğu zaman onu dinleyiniz ve
susunuz.» âyetini delil göstermişlerdir.
İbn-i Abdi'1-Berr:
Âyetin bu mânâda indiği hususunda ihtilâf yoktur. Bilindiği gibi bu durum,
cehri namazda olur. Çünkü gizli namazda imamın kıraatini dinlemek mümkün
değildir. Bu nedenle âyet cehri namazlar hakkındadır. Nerede K u r' a n okunursa,
orada dinleyip susmanın kasdedilmediği hususunda âlimler ittifak etmişlerdir.
Âyette kasdedilen yer namazdır. Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'in imam
hakkında; hadîsi, âyetin böyle
yorumlanmasına şahadet eder, demiştir.
Âyetin namaz hakkında
vârid olduğunu, B e y h a k İ' nin Me-zâhib'den rivayet ettiği şu mealdeki
hadis de te'yid eder: *En-sardan bir adam, Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve
Sellem)'in arkasında namaz kılarken kıraat etmiş, bunun üzerine mezkûr âyet nazil
olmuştur.
Bunlann delillerinden
birisi Ebû Musa el-Eş'ârî (Radıyallâhü anh)'nin (847 nolu) hadîsi ve Ebû
Hüreyre (Radıyallâhü anh)'nin (848 nolui hadîsidir.
4 - Hanbelîler'e göre imama uyan kişi, gizli namazlarda
ve imamın kıraatini işitmediği açık namazlarda kıraat eder, imamın kıraatim
işittiği açık namazlarda kıraat etmez.
Yukarıda anlatılan
görüşler gerek gizli ve gerekse açık namazlarda imamın arkasındakilerin Fatiha
okumasının vâcibliğine hükmeder. Âlimlerin görüşü, delîl bakımından açık olan
görüştür. Çünkü Fatiha okumasına ait hadisler umûmîdir. Bunun, imama ve tek
başına namaz kılana mahsus olduğunu söyleyenlerin elinde kuvvetli bir delîl
yoktur.
«Kim imamın arkasında
namaz kılarsa, imamın kıraati onun için de kıraattir.» mealindeki hadîs
umûmidir. F â t i h a'yı ve sûreyi kapsar. F â t i ha' nin gerekliliğine
delâlet eder. Hadîslerle husustleştirilmiş olur. Yâni imamın Fatiha' dan başka
kıraati, kendisine uyanın kıraati yerine geçer.
Yukarıdaki âyet de
umûmidir. Fatiha'yi ve Kur'an'ın diğer sûre ve âyetlerini kapsar. O da Fatiha
okumanın gerekliliği hakkındaki hadîslerle hususüeştirilir. İmama uyan
kişi, imamın okuduğu süreyi dinler. Ayrıca sûre okuması gerekmez. Kaldı ki
cehri namazda imam Fatiha okurken, me'mum (uyan kişi) onu dinler. İmam Fatiha'
dan sonraki sekteyi yapınca, me'mum, bu arada Fatiha okur. Şu da vardır ki:
Âlimlerin bir kısmı âyeti hutbe hakkında yorumlamıştır. Hutbede K u r' a n
okunduğu için, ona K u r' a n adı verilmiştir. Bu yoruma göre, âyetin,
namazdaki kırâatla ilgisi yoktur.
Bir kısım âlimler de
âyeti, namazda iken konuşmanın terkedil-mesi mânâsına yorumlamışlardır.
Beyhaki' nin Ebû Hürey-re ve Muâviye (Radıyallâhü anhüm)'den rivayet ettiğine
göre ilk zamanlarda halk, namaz içinde konuşurlardı. Bunun üzerine mezkûr âyet
inmiştir. Bu hadîs; âyetin, namaz esnasında konuşmanın yasaklığı hakkında
olduğuna delâlet eder.
İmama uyan kimsenin
Fatiha okumasının vâcib olduğunu söyleyenler, Fatiha' nın okunacağı yer
hususunda ihtilâf etmişlerdir. Bâzıları: îmam, âyetler arasında sekte ederken;
diğer bir kısım âlimler de : İmam, Fatiha' dan sonra sekte ederken me'mum
(uyan kişi) Fatiha okur demişlerdir.
En-Neyl yazarı:
Hadislerin zahirine göre imam kıraat ettiği zaman me'mum da Fatiha okur.
Mümkün olursa, imam sükût ederken me'mum Fatiha okumalıdır. Böyle yapması, daha
ihtiyatlıdır. Ve bu takdirde icmâı tutmuş olur. Yâni bütün âlimlerin
görüşlerine uygun hareket etmiş olur, demiştir.
[76]
Yukarıda muhtelif
mezheblere mensub âlimlerin görüşlerini ve görüşlerine mesned olan delilleri
el-Menhel'den kısaca naklettik. Şimdi ise dört mezhebin görüşlerini çok kısa
olarak el-Fıkıh Ale'1-Mezâ-hibi'l-Erbaa'dan naklen bilginize sunalım ;
1 - Hanefî
mezhebine göre imamın arkasında namaz kılan kimsenin gizli ve açık
namazlarda kıraat etmesi, tahrimen mekruhtur. Büyük sahâbîlerden 80 zâttan
me'mumun kırâattan men edilmesi nakledilmiştir.
2 - Şafiî
mezhebine göre imama uyan kimsenin, bütün namazların her
rek'atinde Fatiha okuması farzdır. Ancak mes-bûk yâni bir Fatiha
okunacak zamandan daha az bir zaman kaldıktan
sonra imama uyan ve taharrüm tekbirinden sonra F â -t i h a okumaya fırsat bulmadan,
imam rüku'a varınca mesbuk, F â t i h a' yi bitirmeden veya Fatiha' dan hiç bir
şey oku-yamadan imamla rüku'a varır ve o rek'atin F a t i h a ' sından muaf
tutulur.
3 - Mâlikîler'e göre imama uyan kişinin gizli namazlarda
kıraat etmesi mendubtur, cehri namazlarda mekruhtur. Ancak cehri namazlarda da
okunmasını gerekli gören âlimlere muhalefet etmekten sakınmak maksadıyla bu
namazlarda da okumak mendubtur.
H a n b e 1 î
mezhebine göre imama uyan kişinin gizli namazlarda kıraat etmesi müstehabtır.
Cehri namazlarda, imamın sektelerinde okumak, yine müstehabtır ve cehri
namazlarda imam kıraat ederken me'munun okuması mekruhtur.
Dört ve üç rek'atli
farz namazların ilk iki rek'atlerinde ve sabah namazının her iki rek'atinde
Fatiha' dan sonra K u r' a n ' -dan bir parça okumak, dört mezhebin ittifakıyla
matlubtur. Maliki, Şafiî ve Hanbeli mezheblerine göre bunun hükmü sünnettir.
Hanefî âlimleri muhalefet etmişlerdir. Onlara göre bir sûre veya üç kısa âyet
yahut uzunca bir âyet okumak vâcibtir. Bu hüküm, îmam ve münferid olarak namaz
kılana aittir. Me'mum Fatiha okumadığı
gibi sûre de okumaz.
Şafiî mezhebine göre
imam, münferid ve me'mumun, mezkûr rek'atlerde en kısa bir âyet bile olsun
Kur'an-ı Kerim'-den bir şey okumaları sünnettir.
Bu konu, geniş izahat
ister. Ayrıntılı bilgi isteyenlerin Fıkıh Ki-tablarına müracaat etmeleri
gerekir.
[77]
851) Ebû Hüreyre (Radtyallâhü anhyâen. rivayet edildiğine
göre; Resûlullah (Sallallahü Aleyih ve Sellcm) şöyle buyurdu, demiştir :
«Okuyucu Âmin demek
istediği zaman siz de âmîn deyiniz. Çünkü melekler: Âmîn derler. Her kim ki,
onun 'Âmin' demesi, meleklerin âmin demesine denk gelir, onun geçmiş günahı
bağışlanmış olur.»*'
852) Ebû Hüreyre (Radtyallâhü anhyden rivayet edildiğine
göre; Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) şöyle buyurdu, demiştir :
«Okuyucu, âmîn demek
istediği zaman siz de âmîn deyiniz. Çünkü herkim ki âmîn demesi meleklerin
âmîn demesine denk gelirse, onun geçmiş günahı bağışlanmış olur.
[78]
Müellifin iki senedle
rivayet ettiği Ebû Hüreyre (Radı-yallâhü anh)'m hadîsi Kütüb-i Sitte'de mânâyı
etkilemeyen az bir lafız farkı ile rivayet edilmiştir. Mâlik de el-Muvatta'da
rivayette bulunmuştur. Ebü Davud'un rivâyetindeki hadisin sonunda î b n - i
Şihâb: Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem); «Âmîn» derdi, demiştir. N e s
â î' nin Ebü Hüreyre (Radı-yallâhü anh)'den merfu' olarak rivayet ettiği bir
hadîsin meali şöyledir :
«İmam i,> dediği
zaman siz de âmîn deyiniz. Çünkü melekler : Âmîn, derler. İmam da t Âmin der.»
Hadîs, me'mum gibi
imamın da âmin demesinin meşru olduğuna delâlet eder.
Hadîste geçen ,
kelimesini 'okuyucu' olarak terceme ettik.
Bunun zahirine göre
imam olsun olmasın herhangi bir kimse Fâtiha'yı okuyup bitirdiğinde âmîn dediği
zaman, onun sesini işitenlerin âmin demesi emredilmiş olur.
Bu kelimeyle imam
kasdedilmiş olabiliı. Kütüb-i Sitte'nin bir kısmındaki rivayette, bu kelime
yerine.kelimesi kullanılmıştır.
Yukarıda mealini
naklettiğimiz, N e s â î * nin Ebû Hürey-r e (Radıyallâhü anh)'den merfu'
olarak rivayet ettiği hadisten ve Buhâri, Ebû Dâvûd ve Mâlik ile başkalarının
rivayet ettikleri benzer hadîslerden anlaşılıyor ki, cemâatin âmin demesi,
imamın âmîn demesiyle beraber olmalıdır. Bâzı rivayetlere göre melekler,
imamla beraber âmîn derler. Cemâat, imamla beraber âmin deyince, meleklerle
beraber âmin demiş olur. Bunun için biz
hadîsin : cümlesini
«Okuyucu âmîn demek istediği zaman • şeklinde terceme ettik. Tâ ki cemâatin
imamla beraber âmin demesi mânâsı ifâde edilmiş olsun. Halbuki cümlenin zahiri
mânâsı: «Okuyucu âmin dediği zaman...» demektir. Bundan sonra gelen cümlenin
başında, tâkib mânâsını ifâde eden *-s
harfi bulunduğu için
hadisin zahirine göre
cemâatin âmîn demesi, imamın âmîn demesini tâkib edecek, onunla beraber
olmayacaktır. Bu takdirde bu hadîs, diğer hadislere ters düşer. Bütün
rivayetlerin arasını bulmak için mezkûr cümleyi, yukarıda anlattığımız gibi
yorumlamak gerekir. E l-.C üv ey n i: Âmin demekten başka, namazın hiç bir
şeyinde imamla beraber olmak müstahab değildir, demiştir.
Bâzıları, mezkûr
cümleyi zahirine göre yorumlamışlar ve: Bu hadîs ile diğer hadîslerden alınan
netice cemâatin, imamla beraber veya imamdan sonra âmîn demesi hususunda
serbest bırakılmış olmasıdır, demişlerdir.
İmamın âmin demek
istediği zaman, me'mum un âmîn demesine âit, hadîsteki emir cumhura göre
mendubluk içindir. 1 b n - i B e z i z e' nin anlattığına göre bazı ilim
adamları, hadîsteki emrin zahirini tutarak me'mumün âmin demesinin vâcibliğine
hükmetmişlerdir, îmanı ve münferidin âmin demeleri de cumhura göre,
men-dubtur.
Zahiriye mezhebine göre, namaz kılan herkesin âmin demesi
vacibtir.
Bu hadisin, açık sesle
âmîn demenin meşruluğuna delil olması mes'elesine gelince; Sindi
bu hususu şöyle açıklar:
Müellif; hadîsin:
«Okuyucu âmin dediği zaman...» ifâdesinden, âmin'in açık sesle denmesi hükmünü
çıkarmıştır. Şöyle ki: Eğer imam gizli olarak âmîn deseydi, cemâat onun ne
zaman âmin dediğini bilemezdi. Hâl böyle olunca imam âmîn dediği zaman cemâatin
âmîn demesinin emredilmesi güzel olmazdı. Bu emir verildiğine göre cemâat,
imamın âmin dediği zamanı bilirler. Bu bilgi ise, imamın sesli olarak âmin
demesinden alınır. Müellif, bu inceliği dikka-ta alarak açık sesle âmîn deme hükmünü
bu hadisten çıkarmıştır. Bundan sonra gelecek olan hadisler, çıkarılan bu hükmü
serahatan kuvvetlendirir.
Şöyle söylenebilir:
Cemâat, imamın F â t i h a ' yi bitirip susmasından, onun âmîn demesi
zamanının geldiğini anlayabilir. Ve onlar da o esnada âmin diyebilirler. Bu
kadarlık bilgi, beraberce âmîn demek emri için kâfidir.
Yukarıda anlatılan
şekilde bir şey söylenebilirse de pek tutarlı değildir. Çünkü imamın
susmasından âmin demesi zamanının geldiğini anlatmak, zayıf bir bilgidir.
Bilâkis çoğu zaman imam Fâ ti-h a' yi bitirince biraz sükût eder, sonra âmîn
der. Hattâ kıraat ile âmîn arasında fasıla yapması daha uygundur. Cemâat onun
susmasına güvenerek âmin dediği zaman, icâbında imam henüz âmîn dememişken,
cemâat âmin demiş olur. Netice olarak; Hadîs, imamın açıktan âmîn dediğine
işaret eder, kanâatindeyim.
uft?' kelimesi birkaç
şekilde okunabilirse de en meşhuru olarak okumaktır.
Bu kelime. Fatiha sûresinden bir parça değildir. Hattâ K u r'a n ' dan da
değildir. Bunun için K u r' a n ' dan olmadığını belirlemek maksadıyla Fatiha
ile onun arasında bir fasıla vermenin sünnet olduğunu müfessirler
söylemişlerdir.
Fatiha' dan sonra âmîn
demek sünnet olduğu gibi duadan sonra da âmin demek sünnettir. Çünkü rivayet
edildiğine göre A1i (Radıyallâhü anh) : «Âmîn, Allah'ın mührüdür. Onunla,
kullarının dualarını mühürler.» demiştir.
'Âmin' kelimesi; Ism-i
faildir. Mânâsı; kabul et, demektir. Kamus sahibinin e 1 - V â h i d i' den hikâye ettiğine göre e1-Vahidi
âmîn kelimesinin Allah'ın bir ismi olduğunu söylemiştir. Bu kelime için
başka mânâlar da söylenmiştir.
Hadisin:
«...Meleklerin âmin demesine denk gelirse...» tâbirine gelince; denk gelişten
maksad, zaman bakımından meleklerle beraber âmin demektir. Çünkü Buhârî ve
Müslim'de Ebû H ü r e y r e (Radıyallâhü anhî'den merfu' olarak rivayet edilen
bir hadîsin meali şöyledir:
«Sizden birisi âmîn
dediği, melekler de gökte âmîn dediği ve bu iki âmin birbirine rastladığı an,
âmîn diyen kulun geçmiş günahı bağışlanır.»
Ibn-i Hibbân ise: Denk
gelişten maksad, zaman bakımından âminlerin beraber olması değil, meleklerin
âmîni gibi riyasız, gösterişsiz ve böbürlenmeden âmin denmesidir, denmiştir.
Meleklerden maksad,
hafaza olan meleklerdir. Bâzıları: Mutlak meleklerdir, demişlerdir.
Bağışlanan günahlar,
küçük günahlardır.
[79]
Hanefi, Şafiî ve
Hanbelî mezheblerine göre imam, me'mum ve münferid için Fatiha' dan sonra âmin
demek sünnettir. Mâlikîler'e sünnet değil, mendubtur.
Âmin kelimesinin
açıktan veya gizli denmesi hususuna gelince:
1. Hanefî
âlimlerine göre gizli ve açık bütün namazlarda, Fatiha' dan sonra imam olsun, münferid olsun, me'mum
olsun hepsinin gizli olarak âmin demesi sünnettir. îster kendisi Fatiha okumuş olsun, ister imamın veya yanındakinin
okuduğu Fatiha'-yı işitmiş olsun
farketmez.
2. Şafii
mezhebine göre imam, me'mum ve münferidin gizli namazlarda gizli olarak
ve cehri namazlarda açık olarak âmin demeleri sünnettir.
3. Hanbelîler
de Şâfiiler gibi demişlerdir.
4. Mâli kiler'e
göre me'mum ve münferidin bütün namazlarda gizli olarak âmin demeleri
mendubtur. İmamın da gizli namazlarda âmin demesi mendubtur. Cehri namazlarda
imamm âmin deyip demiyeceği hususunda
Mâlik' ten muhtelif rivayetler
vardır. Mısırlı' ların rivayetlerine göre Mâlik:
İmam cehri namazlarda
âmin demiyecektir. Çünkü imam dua edendir. Duâ edenin değil, duayı dinleyenin
âmin demesi matlubtur, demiştir. 1 b -nü'1-Macisûn ve başkalarının rivayetine
göre, imamın cehri namazlarda gizli olarak âmin demesini Mâlik meşru görmüştür.
Mezheblerin yukarıda
anlatılan görüşlerine mesned olan deliller T i r m i z î' nin şerhi Tuhfe'de uzun uzun anlatılmıştır.
Müellifin bu bâbta
rivayet ettiği hadîsler, açık sesle âmin demenin meşruluğuna delâlet ederler.
T i r m i z î de : Sahâbîler-den, tabiîlerden ve onlardan sonra gelenlerden bir
çok âlim, açık sesle âmin demeyi meşru görmüşlerdir, der. Şerhi
Tuhfetü'l-Ahvezî yazan da bütün mezheblerin, görüşlerine mesned gösterdikleri
delilleri zikretmekle beraber, açık sesle âmin demeye taraftar görülmüştür.
Çünkü özetle şöyle der: 'Sahâbilerin ve tabiîlerin Ebû Hürey-r e (Radıyallâhü
anh)'nin arkasında namaz kılarlarken açık sesle âmin dedikleri sabittir. B e y
h a k i' nin, H a 1 i d bin E b i E y y û b aracılığıyla A t â' dan rivayet
ettiğine göre A t â ' şöyle demiştir: Ben ikiyüz sahâbiye yetiştim. Bu mescidde
imam F'â t i h a ' yi bitirince onların
âmin sesleriyle mescid dalgalanırdı.
Sahâbilerden hiç
birisinin gizli olarak âmin dediği sahîh bir se-nedle sübut bulmamıştır. Keza
açıktan âmin diyenlere her hangi bir sahâbi' nin itiraz ettiği de sabit
olmamıştır. îbn-i Zübeyr, mescidde açık sesle âmin demiş, orada bulunan
sahâbilerden hiç kimse itirazda bulunmamış, bilâkis ona muvafakat ederek açık
sesle âmin demişler. Şu halde sahâbilerin icmaı sübut bulmuştur.'
853) Ebû
Hüreyre (Radtyallâhü
aıth)'den rivayet edildiğine
göre, şöyle demiştir:
Halk, âmin demeyi terk
etmiştir. Halbuki Resülullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem); dediği zaman,
birinci
saftakilerin işiteceği
seste âmin derdi ve mescid âmin sesiyle dalgalanırdı.[80]
Nottan anlaşıldığına
göre Zevâid yazan, bu hadîsi zevâid kısmından saymıştır. Halbuki Ebû Dâvûd,
'İmamın arkasında âmin demek bâbı'nda bu hadîsi biraz kısa olarak ve son râvi
müstesna aynı senedle rivayet etmiştir. Oradaki sened ve metin şöyledir:
Bu hadîsi Dârekutni,
Hâkim ve Beyhaki de başka bir lafızla rivayet etmişler. Oradaki metinde de
Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) 'in Fatiha'yı bitirince yüksek sesle
âmin dediği bildirilmiştir.
Hafız, Telhis'te
Dârekutnî ile Hâkim'in hadisini zikrettikten sonra Dâreku tni'nin isnadının
hasen olduğunu ve Hâkim'in de isnadının B u h â r i ile Müslim'in şartlarına
uygun olduğunu söylediklerini nakletmiştir. Beyhaki de hadisin hasen - sahîh
olduğunu söylemiştir.
Hadîs, Peygamber
(Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'in açık sesle âmin dediğine ve cemaattan da açık
sesle âmin dediklerine delâlet eder.
854) Ali (bin Ebî Talib)
(Radtyaîlâkü atıh)'den : Şöyle demiştir:
Resûlullah (Sallallahü
Aleyhive Sellem)'den; dediği
zaman öyle dediğini işittim.[81]
855) Vâil (bin Hücr)
(Radıyallâhü ank)'dcn: Şöyle demiştir:
Beri, Peygamber
(Sallallahü Aleyhi ve Sellem) ile beraber namaz kıldım dediği zaman: dedi. Biz
de ûy1 »esini işittik.
[82]
Bu hadîsi Ebû Dâvûd,
Tirmizî, Ahmed, Dare-kutni ve ibn-i Hibbân da mânâyı etkilemeyen az bir lafız
farkıyla rivayet etmişlerdir.
Hadîs, imamın âmin
demesinin ve bunu açık sesle söylemesinin meşruluğuna delâlet eder.
856) Âişe (Radtyallâhü anhâ)'âen rivayet edildiğine göre;
Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) şöyle buyurdu, demiştir :
«Yahudiler, sizin
selâmınızdan ve âmin deyişinizden dolayı size hased ettikleri kadar, hiç bir
şeyinizden hased etmezler.[83]
857) İbn-i Abbâs (Radtyallâhü anhümâydan rivayet
edildiğine göre; Resûlullah (Sallallahü Aleyhive Sellem) şöyle buyurdu,
demiştir :
«Yahudiler, âmin
(deyişiniz) den dolayı size hased ettikleri kadar hiç bir şeyden dolayı size
hased etmezler. Bunun için çokça âmin deyiniz.Zevâid'de : Râvi Talha bin
Amr'ın zayıflığı üzerinde âlimler ittifak ettikleri için isnadı zayıftır,
denilmiştir.
[84]
Bu iki hadîs, Kütüb-i
Sitte'den yalnız müellifin süneninde rivayet edilen zevâid kısmındandır.
Camiu's-Sağîr'den anlaşıldığına göre Âişe (Radıyallâhü anhâ) 'nin hadîsini
Buharı, «el-Edeb» adlı kitabında rivayet etmiştir.
Hadisteki selâmdan
maksad, selâmlaşmaktır. Camiu's-Sağir'in şerhi es-Siracü'I-Mûnîr'de beyan
edildiğine göre et- demîri: 'Âlimler: Âmin kelimesi, bizden önceki ümmetlerden
hiç kimseye ve-
rilmemiştir. Yalnız
Musa (Aleyhisselâm) ve H â r u n (Aleyhisselâm) 'a verilmiştir, demişlerdir.
Hakîm-i Tirmizi Ne-vâdirü'1-Usûl adlı kitabında bu bilgiyi vermiştir.1
demiştir.
Yine Siracü'l-Münir:
Yahudiler, müslümanlarm gerek namazda ve gerekse dua sonunda âmin deyişlerinden
Öfkelenip çekememezlik ederler, demiş ve î b n - i Abbâs (Radıyallâhü anh)'ın
hadîsinin hesen ligayrihi olduğunu söylemiştir.
Muhammed el-Hafnî'nin
Câmlu's-Sağirin haşiyesinde beyân ettiğine göre yahudîler, özellikle cemaatla
kılınan namazda imamın F â t i h a ' sı sonunda birlikte getirilen âmin
sesinden çok hased ederler.
[85]
858) (Abdullah) bin Ömer (Radıyallâhü anhümâ)'âen rivayet
edildiğine göre şöyle demiştir :
Ben Resûlullah
(Sallallahü Aleyhive SellemH namazda iftitah tekbiri aldığı, rükûa gittiği ve
rükûdan mübarek başını kaldırdığı zaman her iki elini omuzlarının hizasına
kad&r kaldırırken gördüm. İki secde arasında (ellerini) kaldırmazdı.'
859) Mâlik bin el-Hüveyris[86]
(Radıyattâkü anh)'den rivayet edildiğine göre şöyle demiştir :
Resûlullah (Sallallahü
Aleyhi ve Sellem) (namaz için) iftitah tekbirini aldığı zaman kulaklarının
yakınına kadar ellerini kaldırırdı. Rüku'a gittiği zaman aynı şeyi yapardı. Ve
rüku'dan başını kaldırdığı zaman onun gibi yapardı.
[87]
Ibn-i Ömer
{Radıyallâhü anh)'in hadîsini B u h â r î, Müslim, Tirmizi, Nesâî, Ebû Dâvûd,
Mâlik, Tahavî, Dârekutni ve Beyhakî de mânâyı etkilemeyen az bir lafız
farkıyla, müteaddit senedlerle rivayet etmişlerdir.
Mâlik bin el-Hüveyris
(Radıyallâhü anh) 'in hadîsini Buhârî, Müslim, Ahmed ve Ebü Dâvûd da rivayet
etmişlerdir.
Her iki hadîste
Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'in namaza başlarken, rüku'a giderken
ve rüku'dan kalkarken ellerini kaldırdığına delâlet ederler.
I - İftitah tekbiri alındığı zaman elleri kaldırmak
cumhura göre müstahabtır. Dâvûd-i Zahirî,
Evzâî, îbn-i Hu-zeyme.
Ahmed bin Seyyar
ve Nisâburi namaza başlarken elleri kaldırmanın vâcib olduğunu söylemişler ise de
her hangi bir delil gösterememişlerdir. Ancak Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve
Sellem)'in dâima böyle yapması vâcibliğe delâlet eder, denilebiliyor ise de
Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'in bir şeye devam etmesinin o şeyin
vâcibliğine delâlet edip etmemesi ihtilaflı bir mes'eledir. Delâlet etmemesi
daha kuvvetlidir.
II - Ellerin nasıl kaldırılacağı hususunda ihtilâf vardır.
El-Men-hel yazarı şöyle der: Bâzılarına
göre eller kaldırılırken açık tutulacak ve el ayası kıbleye yöneltilecektir.
Delilleri de Taberânî'-nin 1bn-i Ömer
(Radıyallâhü anhî'den merfu' olarak rivayet ettiği şu mealdeki
hadistir:
«Sizden birisi namaz
için iftitah tekbiri almak istediği zaman ellerini kaldırsın ve ellerinin içini
kıbleye yöneltsin. Çünkü Allah'ın azameti onun karşısındadır.»Diğer bir delil
Tirmizi' nin E b û H ü r e y r e (Radıyallâhü anh)'den rivayet ettiği şu
mealdeki hadistir :
Resûlullah (Saltallahü
Aleyhi ve Sellem) tekbir alırken parmaklarını açardı.'
Bâzılarına göre eller
dik tutulacak, parmak uçları kıbleye doğru hafifçe eğilecektir.
Bir de şöyle
denmiştir: Eller açılarak içi göğe ve dışı yere doğru tutulacaktır.
Sahnûn ise : Ellerin
ayası yere ve tersi semâya doğru tutulacaktır, demiştir. Gazali: de: Eller
kendi hâli üzerine bırakılacak, parmakları birbirinden uzaklaştırmak veya
birbirine yapıştırmak için bir külfete girmeye hacet yoktur, demiştir.
Birinci hadîste
Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'in mübarek ellerini omuzlarının
hizasına kadar kaldırdığı; ikinci hadîste ise mübarek kulaklarının yanına kadar
kaldırdığı bildirilmiştir.
Bu husus âlimler
arasında ihtilâf konusu olmuştur:
1) Mâlik,
Şafiî, Ahmed ve
İshak ellerin omuzların
hizasına kadar kaldırılmasının müstahab olduğuna hükmetmişlerdir. Delilleri
de İbn-i Ömer
(Radıyallâhü anhJ'in mezkûr hadîsi ve benzerî hadîslerdir.
2) Hanefî
âlimleri ve âlimlerden bir cemâat ellerin kulakların hizasına kadar
kaldırılmasının müstahab olduğunu
hükmetmişlerdir. Bunların delili ise;
Mâlik el-Hüveyris (Radıyallâhü anh)'in hadîsi ve benzerî
hadîslerdir.
Ellerin omuzların
hizasına kadar kaldırılmasına âit rivayetler ile kulakların hizasına kadar
kaldırılmasına âit hadislerin arasını bulmak üzere Şafiî
şöyle demiştir:
'Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) ellerini omuzlarının hizasına öyle bir
şekilde kaldırıyordu ki parmaklarının uçları kulaklarının üst kısmına, baş
parmakları kulaklarının memelerine ve elle rinin ayaları omuzlarına tekabül
ediyordu.'
Şöyle de denilebilir: Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) gâh böyle gah
şöyle etmiştir. Nitekim İbn-i Abdi'1-Berr: Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve
Sellem) 'in ellerini omuzları hizasına kadar kaldırdığı rivayet edilmiş;
kulaklarının hizasına kadar kaldırdığı da rivayet edilmiş ve göğsünün hizasına
kadar kaldırdığı da rivayet olunmuştur. Bütün bu rivayetler meşhur ve
mahfuzdur. Böyle de şöyle de yapılabileceğine delâlet ederler demiştir.
III - Ellerin tekbirle beraber mi yoksa önce mi
kaldırılacağı hususunda da âlimler tarafından farklı hükümler beyan
edilmiştir:
1 - Mâliki* nin
meşhur kavline, Şafiî'
lerin en sıhhatli kavline ve Ahmed
tin Hanbel'e göre ellerin kaldırılmasına ve tekbir
getirilmesine beraber başlanacak ve bunlar beraber bitirilecektir. Hanefî
âlimlerinden yapılan bir rivayette böyledir.
2 - Hanefi
âlimlerinin ekserisine göre önce eller kaldırılacak, sonra tekbire
başlanırken ellerin indirilmesine de başlanacak tekbir bitinceye kadar ellerin
indirilmesi de bitmiş olacaktır.
3 - Râvi'ye göre önce eller kaldırılacak ve eller
kaldırılmış iken tekbir alınacak, tekbir bittikten sonra eller indirilecektir.
Âlimler arasındaki bu
ihtilâf en efdalin yapılması yolundadır. Sünnetin yerine getirilmesi için
mezkûr şekillerin hangisi yapılacaksa olur. El-Menhel'de bildirildiğine göre
Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) 'in anlatılan şekillerin hepsine göre
yaptığı yolunda sahih rivayetler vardır. Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve
Sellem)'in ekseriyetle nasıl yaptığı da kesin olarak bilinmemektedir. Âlimler
kendilerince kuvvetli görülen delillere göre tercihlerini yapmışlardır.
[88]
El-Menhel yazarı, bu
hususta şöyle der:
«Namaza başlarken
elleri kaldırmanın hikmeti, başladığı ibadetin kutsallığını ve yüceliğini
ifâde etmektir. Bâzılarına göre namaza başlayan kişi, ellerini kaldırmakla,
dünyaya sırt çevirdiğine ve bütünüyle namaz ile ilâhi müracaata yöneldiğine
işaret eder. 'Allahti ekber' sözüyle davranışı arasında bir uyumluluğun
bulunduğunu ilân etmektir. Bir kısım âlimler de: Ellerin kaldırılması; tevazu,
teslim olmak ve ilâhi azamete karşı eğilmek işaretidir, demişlerdir.
Hticcetü'llah
el-Bâliğada da: 'Ellerin kaldırıl mas ındaki sır şudur : Ellerin kaldırılması
fiilî bir ta'zimdir. Namaza ve ilâhi münâcaat haline girmeye ters düşen
meşguliyetleri terketmek için nefsi uyarır. Bu uyarıyı yapmak için meşru
kılınmıştır,' denilmiştir.
E 1 - B â c î de :
Namazda bir halden diğer bir hâle intikal etmek için bir vücut hareketi
bulunur Namaza başlama hâlinde ve namazdan çıkma hâlinde bir vücut hareketi
bulunmadığından dolayı, namaza başlarken ellerin kaldırılması ve namazdan
çıkarken, başın döndürülmesi hareketi meşru kılınmıştır, der.
[89]
Mezkûr iki hadiste;
Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve SellemKin rüku'a giderken ve rüku'dan kalkarken
ellerini kaldırdığı bildirilmiştir. Bu hususta da âlimler ihtilâf etmişlerdir.
El-Menhel yazarı, 'Elleri kaldırma bâbı'nda şöyle der :
1 - Şafii,
Ahmed bin Hanbel,
İshak, H a -san-ı Basrî,
İbn-i Şirin, Atâ,
Tavus, Mücâ-hid, el-Kâsım,
Mekhûl, Evzâi ve bunlardan başka bâzı tabiî âlimler,
rüku'a giderken ve rüku'dan kalkarken ellerin kaldırılmasının müstehablığına hükmetmişlerdir. Delilleri
ise mezkûr hadîsler (858 ve 859 nolu) ve benzerî hadîslerdir.
Sahâbîlerden Ebü
Bekir, Ömer, Ali, îbn-i Ömer, tbn-i Abbâs, Enes, İbn-i Zübeyr, Ebû Hüreyre, Ebû
Musa el-Eş'ârî ve sahâbîlerin çoğu (Radıyallâhü anhüm)'ün kavli budur.
2 - Ebû Hanife,
onun arkadaşları ve Küfe halkından bir cemâat, rükûa giderken ve
rüku'dan kalkarken ellerin kal-dırılmamasına hükmetmişlerdir.
Sevrî, İbn-i Ebî
Leylâ, Nahaî ve Şa'bî' nin kavli de budur.
Mâli k' ten muhtelif
rivayetler olmuştur. İbn-i K a -s ı m ' in kendisinden rivayeti, bu âlimlerin
kavline uygundur. Fakat îbn-i Veheb, Eşheb, Ebû Mus'ab ve başkalarının
rivayetlerine göre; İmamı Mâlik, rükûa giderken ve ondan kalkarken ellerini
kaldırıyormuş .
İbn-i Abdi'l-Hakem:
İbn-i Kasım' dan başka, hiç bir kimse
Mâlikin rüku'a giderken ve ondan
kalkarken ellerini kaldırmadığını rivayet etmemiştir. Bizim tuttuğumuz hüküm,
el kaldırmaktır. Çünkü îbn-i Ömer (Radıyallâhü anhJ'in hadîsi bunu
gerektiriyor. İbn-i Veheb ve başkasının Mâlik'-ten rivayet ettikleri hüküm de
budur. Tirmizî de Mâlik' den, el kaldırmaktan başka bir hüküm nakletmemiştir,
demiştir.
H a 11 â b i ve ondan
sonra da Kurtubî, Mâlik'in iki kavlinden sonuncusunun ve en sahihinin, rüku'a
giderken ve ondan kalkarken el kaldırmak olduğunu nakletmişlerdir.
Yukarıdaki malûmatı
edindiğin zaman, bilmiş oluyorsun ki : Mâlik' ten sabit olan hüküm, rüku'a
giderken ve ondan kalkarken ellerin kaldırılması hükmüdür.
B u h â r î 'Elleri
kaldırma cüz'ü'nde : Rüku'a giderken ve rüku'dan kalkarken el kaldırmayı
ondokuz sahâbi rivayet etmiştir. B e y h a k i, el kaldırmayı rivayet eden
otuza yakın sahâbinin adlarını zikrederek : Ben, e 1 - H â ki m ' den işittim.
Dedi ki: Cennetle müjdelenmiş olan on sahâbî ve onlardan başka büyük
sahâbi-ler, el kaldırmak sünnetini rivayet etmek üzerinde ittifak etmişlerdir.'
dedikten sonra : 'Cennetle müjdelenmiş olan on sahâbî ile ileri gelen diğer
sahâbîlerden; birbirinden uzak memleketlerde bulunmalarına rağmen, söz konusu
el kaldırmak sünnetinden başka herhangi bir sünnet üzerinde ittifak ettiklerini
bilmiyoruz' demiştir, der.
[90]
Rükûa giderken ve
ondan kalkarken el kaldırmanın müstehab olmadığını söyleyen âlimlerin delilleri
:
l - Ebû Dâvûd, Dârekutni ve Tahavî1 nin e 1 - B e r â
(Radıyallâhü anhî'den rivayet ettikleri şu mealdeki hadîstir:
Resûlullah (Sallallahü
Aleyhi ve Sellem) namaza başlarken ellerini kulaklarının yakınına kadar
kaldırırdı. Sonra bir daha kaldırmazdı.
Ebû Dâvûd: Bu hadis sahih değildir, demiştir. Bâzı
râvi-ler 'Sonra bir daha kaldırmazdı.' cümlesini zikretmemişlerdir. El-Menhel
yazarı da şöyle der:
«Lâkin B e r â
(Radıyallâhü anh)'ın hadisi, el kaldırmamaya delâlet etmez. Çünkü Buhâri, Ahmed
bin Hanbel, Şafiî, îbn-i Uyeyne, tbn-i Zübeyr, Dârimî ve başka imamlar, bu
hadisi zayıf görmüşlerdir. Ayrıca hadîs hafızları 'Sonra bir daha
kaldırmazdı.' diye terceme ettiğimiz :
syuY jw
cümlesinin hadîsten
olmayıp avi Yezid bin Ebî Ziyad'ın sözü olduğunda ve haberin müdreç olduğunda
ittifak etmişlerdir. Nitekim Şu'be, Sevri, Halid et-Tahhân, Züheyr ve başka
hafızların rivayetinde bu cümle yoktur.
El-Hümeydi: Bu ilâveyi
Yezid yapmıştır. Yezid ilâve yapar, demiştir.
El-Bezzâr da: Bu
ziyade sahîh değildir. Dârekutnî, bu ilâve olmaksızın hadîsi Yezid bin Ebî
Ziyad Yoluyla e 1 - B e r â (Radıyallâhü anh) 'dan rivayet etmiştir. Doğrusu
da budur, demiştir.
Dârekutnî' nin
Ali bin Âsim
yoluyla M u h a m med bin
Ebî Leylâ' dan Onun da
Yezid b. E b 1 Ziyad' dan olan rivayetinde bu ilâve mevcuttur. Ali
demiş» tir ki: Ben K û f
e'ye vardığım zaman Ye z i d'in
hayatta olduğu söylendi. Bunun üzerine, Ona gittim. Kendisi bu hadîsi bana
rivayet etti. Rivayetinde bu ilâve yoktur. Bunun üzerine ben Ona îbn-i Ebi
Leylâ' nın bana haber verdiğine
göre sen :
demişsin, dedim. Yezid,
bana :Ben bunu hatırlayamayacağım, dedi. Ben tekrar Onu ziyaret ettim.
Yine: Ben bunu hatırlamıyorum, dedi.'
2 - Ahmed,
Tirmizî ve Ebû
Davud'un îbn-i M e s' u d (Radıyallâhü anh)'den rivayet ettikleri şu
mealdeki hadîstir : "İbn-i Mes'ud* (Radıyallâhü anh) :
Ben size Resûlullah
(Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'in kıldırışı gibi namaz kıldıracağım, dedi ve
namaz kıldırdı. Ellerini yalnız bir defa kaldırdı.'
Bu hadîsin de zayıf
olduğu Ahmed, Yahya bin Âdem, İbnü'l-Mübârek, Ebû Hatim, İbn-i Hibbân, îbn-i
Abdi'1-Berr ve el-Bezzâr tarafından söylenmiştir.
3 - Beyhakî'nin
el-Hilâfiyât'da îbn-i Ömer
(Radıyallâhü anh) 'den rivayet etliği şu mealdeki hadistir :
'Peygamber (Sallallahü
Aleyhi ve Sellem) namaza başlarken ellerini kaldırırdı, sonra bir daha
kaldırmazdı.'
E 1 - H â k i m : Bu hadîs bâtıl ve mevzu'dur, demiştir. Bu
görüşteki âlimlerin delil olarak gösterdikleri, diğer hadîs ve eserler hakkında
da söz edilmiştir.
Bu âlimlerin bir kısmı
el kaldırmanın müstehablığına delâlet eden İbn-i Ömer (Radıyallâhü anh) 'in
(858 nolu) ve Mâlik bin el-Hüveyris (Radıyallâhü anh) 'in (859 nolu) hadisleri
ile benzerî hadîslerin mensûh olduğunu söylemişlerdir. Fakat buna delâlet eden
her hangi bir delil yoktur. Diğer taraftan Kütüb-i Sitte sahihlerinin ve
başkalarının, sahâbîlerden bir cemaattan rivayet ettikleri hadîsler, el
kaldırmanın müstehablığına delâlet ederler. Bu hadisler; Peygamber (Sallallahü
Aleyhi ve Sellem)'in el kaldırdığına delâlet ederler. Karşı grubun rivayet
ettiği hadîsler, Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) in el kaldırmadığına
delâlet ederler. Bir işin olduğuna delâlet eden delil, o işin olmadığına
delâlet eden delile tercih edilir.
En-Neyl yazarı:
Sahâbîler, Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) in vefatından sonra, el
kaldırmanın meşruluğu üzerinde ittifak etmişlerdir. Sahâbîler Peygamber
(Sallallahü Aleyhi ve Sellem) zamanında bulunmayan bir şey üzerinde ittifak
etmezler. Kaldı ki B e y -h a k î' nin îbn-i Ömer (Radıyallâhü anh)'den olan
rivâye-tiyle sabit olmuştur ki; Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem), vefat
edinceye kadar, namaza başlarken, rüku'a giderken ve rüku'dan kalkarken
ellerini kaldırıyormuş. Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'in el
kaldırmadığı sabit olduğu takdirde, el kaldırmamanın câizliğini beyan etmek
içindir, diye yorum yapılacaktır.-
Tirmizî, rükûa
giderken ve rüku'dan kalkarken el kaldırmanın meşruluğuna delâlet eden I b n -
i Ömer (Radıyallâhü anh) 'in hadîsini rivayet ederek, hadisin hasen - sahih
olduğunu söyledikten ve bu görüşteki bâzı sahâbîler ile tabiîlerin ve onlardan
sonra gelenlerin isimlerini zikrettikten sonra, î b n , Mes'ud (Radıyallâhü
anh)'un :
'Ben size Resûlullah
(Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'in kıldırışı gibi namaz kıldırayım...'
mealindeki hadisini nakletmiş ve onun hasen olduğunu söylemiştir. T i r m i z
î, daha sonra: Sahâbilerden ve tabiîlerden, tbn-i Mes'ud (Radıyallâhü anh) un
hadisine uygun olarak hükmeden âlimler bir kişi değildir. S ü f y â n ve Küfe halkının kavli de budur, demiştir.
El kaldırmak
sünnetinde erkekler ve kadınlar müşterektir. Arada bir fark bulunduğuna
delâlet eden bir delil vârid olmamıştır. Keza el kaldırma miktarı hususunda da
bir şey vârid olmamıştır. Fakat bâzı Hanefî âlimlerine göre teharrüm tekbiri
alındığında erkek, ellerini kulaklarına kadar, kaldırır kadın ise omuzlarına kadar
kaldıracaktır. Çünkü kadının örtünmesine daha uygun olanı budur.
El kaldırmak
bakımından imam, münferid ve me'mum arasında, keza farz ile nafile namaz arasında
bir fark yoktur.
î b n - i Ömer
(Radıyallâhü anhJ'in hadisi iki secde arasında el kaldırılmayacağına delâlet
eder. Cumhur'un mezhebi de budur.
[91]
1 - Taharrum tekbiri alındığında elleri kaldırmak
meşrudur.
2 - Rükûa giderken ve ondan kalkarken de elleri kaldırmak meşrudur.
3 - İki secde arasında elleri kaldırmak meşru değildir.»
El-Menhel yazarı, daha sonra konuyla ilgili, aşağıdaki bilgiyi vermiştir
«Namaz kılan kişinin;
ellerini kaldırması mümkün olmadığı veya yalnız bir elini kaldırması mümkün
olduğu, yahut omuzlara kadar değil de biraz kaldırması mümkün olduğu zaman
kişi, mümkün olanı yapacaktır. Çünkü Buhâri ve Müslim'in rivayet ettikleri bir
hadîse göre; Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) :
«Size bir şey
emrettiğim zaman, ondan, gücünüzün yettiğini yapınız» buyurmuştur.
Eğer adam ellerini
kaldırdığı zaman, bir illet nedeniyle elleri omuzlarını geçiyorsa ellerini
kaldırmalıdır. Çünkü emredilmiş olan şeyi yapmış oluyor ve bu arada iradesi
dışında fazlasını yapmış oluyor.
El kaldırmayı unutan
kişi, henüz tekbiri tamamlamadan hatırlarsa, el kaldırmalıdır. Çünkü henüz
yeri bitmemiştir.
N e v e v î: 'Arkadaşlarımız demişler ki: Adamın iki eli veya birisi bilekten kesik ise, kollarını kaldırır. B a ğ a v i demiştir ki: Adamın eli dirsekten kesilmiş ise, en sıhhatli kavle göre kollarını kaldırır, ikinci kavle göre kollarını kaldırmaz. Çünkü elleri sağlam iken de kollarını Kaldırmaz. El-Mütevel 1 i, kollan kaldırmaya hükmetmiştir." demiştir.
860) Ebû Hüreyre (Radıyallâhü anh)'<\en : Şöyle
demiştir;
Resûlullah (Sallallahü
Aleyhi ve Sellem) in namazda iftitah tekbiri aldığı zaman, rükûa gittiği zaman
ve secde etmek üzere rükû'dan kalktığı zaman, ellerini omuzları hizasına kadar
kaldırdığını gördüm.Zevaid'de : İsnadı zayıftır. Çünkü onda İsmail bin
Ayyaş'ın Hicazhlar-dan rivayeti vardır ki, bu tür rivayeti zayıftır, denmiştir.
[92]
Hadisin Zevâid
türünden olduğu notta da işaret edilmiştir. Hadisin : lafzını:
-ve secde etmek üzere rükû'dan
kalktığı zaman...»
diye terceme ettim. Sindi, bu lafzı böyle yorumlamış ve: Bu yorumla hadîs,
bundan önce geçen hadîslere uygun olur. Zâten babın başlığına uygunluğu da bu
yorumu gerektirir, demiştir.
Ebû Dâvûd Namazın
iftitah babında başka bir senedle Ebû Hüreyre (Radıyallâhü anhî'den buna benzer
bir hadis rivayet etmiştir. Oradaki hadîsin meali şöyledir:
'Resûlullah
(Sallallahü Aleyhi ve Sellem), namaz için iftitah tekbiri aldığı zaman
ellerini omuzlarının hizasında kılardı. Rükûa gittiği zaman bunun mislini
yapardı ve secde etmek için rükû'dan kalktığı zaman bunun mislini yapardı. İki
rek'atten üçüncüye kalktığı zaman da böyle yapardı.'
Bu hadisteki; lafzı,
müfellifin rivâyetindeki lafzının,
Sindi' den naklen beyan ettiğim
şekilde yo-rumlanmasımn isabetli olacağım te'yid eder.
Gerek müellifin ve
gerekse Ebû Davud'un rivayet ettikleri Ebû Hüreyre (Radıyallâhü anhJ'nin metin
bakımından benzer durumdaki hadîsleri de rükûa giderken ve ondan kalkarken
Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'in ellerini kaldırdı gına delâlet
ederler.
861) Umeyr bin Habîb[93] (Radıyallâhü a»A)'den :
Şöyle demiştir:
Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem), farz namazda her tekbir ile beraber
ellerini kaldırırdı.Zevâid'de : Bu hadisin isnadında bulunan Rifde bin Kudâa
zayıftır. Abdullah da babasından hadis işitmemiştir. El- Alâl, bu bilgiyi
tbn-i CÜreyc'den nak-letmiştir. denilmiştir.
[94]
Sindi: 'Bu hadisin :
-Her tekbir ile beraber...» lafzından nıak-sad, her intikal (bir halden başka
bir hâle geçişidir. Çünkü rüku'dan kalkılırken tekbir alınmadığı malumdur. Bu
hadîsin diğer hadislere uygunluğunu sağlamak için, bundan maksad; namaza
başlarken, rükûa giderken ve rüku'dan kalkarken el kaldırmaktır, diye yorum
yapmak gerekir,' demiştir.
Hadisin zahirine göre
secde ederken ve secdeden kalkarken, hattâ iki secde arasında Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) ellerini
kaldırmıştır. Hadisin zahiri, diğer hadîslere uymadığı için S i n -d i böyle bir yorum yapma yolunu seçmiştir.
Ebû Dâvûd' un, 'Elleri
kaldırma bâbı'nda V â i 1 bin H ü c r (Radıyallâhü anhVden rivayet ettiği bir
hadîste de Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) in secdeden mübarek başını
kaldırdığı zaman ellerini kaldırdığı rivayet edilmiştir. El-Menhel yazarı bu
hususta şöyle der:
«Hadîs, Peygamber
(Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'in rüku'dan kalkarken ellerini kaldırdığı gibi,
secdeden kalkarken de ellerini kaldırdığına delâlet eder. Ebû Bekir bin
el-Münzir, T a b e r i ve bâzı hadîs ehli bununla hükmetmişlerdir. Umulur ki
secdeden kalkarken el kaldırmak hükmü. Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve
Sellem)'in secdeden kaldırmadığı hakkında vârid olan çok sayıdaki sahih
hadislerle mensuh olmuştur. Kaldı ki bu hadiste rivayet olunan: «Secdeden
kalkarken ellerini kaldırdığı...» lafzı üzerinde râvilerin ittifakı yoktur.
Nitekim Ebû Dâvûd: R.âvi İbn-i
Cühâde bu lafzı rivayet etmemiş,
demiştir.»
862) Muhammet! bin Anır bin Alâ[95]
(Radıyallâhü anhümyâcn :
Şöyle demiştir: Ben,
Ebû Hümeyd es-Sâidî[96]
(Radıyallâhü anh)'den işittim. Kendisi Resülullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)
in ashabından on zâtın arasındaydı. On sahâbiden birisi Ebû Katâde bin Rib'i
idi. Ebû Hümeyd, orada bulunan on sahâbi'ye =
Ben, Resülullah
(Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'in namaz kılışını hepinizden daha iyi bilirim
Resülullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) namaza durmak istediği zaman dimdik
doğrulurdu ve ellerini omuzları hizasına kadar kaldırdıktan sonra: -Allahü
ekber» derdi, rükû'a varmak istediği zaman da ellerini omuzları hizasına kadar
kaldırırdı.
dediği zaman da ellerini kaldırırdı, sonra tam
doğru-
lurdu. İki rek'atten
(üçüncü rek'ate) kalktığı zaman tekbir alırdı ve iftitah tekbîrini aldığı zaman
yaptığı gibi ellerini omuzlarının hizasına kadar kaldırırdı.
[97]
Râvinin haber verdiği
on sahâbi arasında Muhammed bin .M e s 1 e m e (Radıyallâhü anh), Ebû Üseyd
(Radıyallâhü anh) ve Sehl es-Sâidi (Radıyallâhü anh)'in bulunduğu, bundan
sonraki hadisten anlaşılıyor. Ebû Davud'un 'İftita-hü's-Salâ babı1 n d a
rivayet "ettiği bu hadisin bir rivayetinden anlaşılıyor ki, on sahâbiden
birisi de Ebû Hüreyre (Radıyallâhü anh) 'dir.
Ebü Hümeyd
(Radıyallâhü anh)'in : '... hepinizden daha iyi bilirim.1 sözünden maksadı,
sözünün dinleyiciler yanında makbul olmasıdır.
Hadîsin zahirine göre
Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) namaza başlarken önce ellerini omuzları
hizasına kadar kaldırırdı, sonra iftitah tekbiri alırdı. Âlimlerin bu husustaki
görüşlerini, 858 ve 859 nolu hadislerin açıklanması bahsinde nakletmiştik.
Hadis, Peygamber
(Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'in, rükû'a giderken ve rükû'dan kalkarken
ellerini kaldırdığına delâlet eder. Âlimlerin, bu husustaki görüşleri de orada
anlatıldı.
Hadîs, ayrıca
Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Selleml'in ikinci rek'atten üçüncü rek'ate
kalktığı zaman ellerini kaldırdığına delâlet eder. Şâfiiler ve ikinci rek'atten
üçüncü rek'ate kalkılırken ellerin kaldırılması müstahabtır, diyen âlimlerin
delillerinden birisi bu hadistir.
Bu hadisi rivayet
edenler :
Buhârî, Ahmed, Ebû
Dâvûd, T i r m i z i, Bey-haki, İbn-i Hibbân ve Tahavi, bu hadîsi uzun ve kısa
metinler hâlinde rivayet etmişlerdir.
863) Abbâs bin Sehl-i Sâidî
[98]
(Radıyallâhü anhümâ)'âan :
Şöyle demiştir:
(Sahâbilerden) Ebû Hümeyd (es-Sâidİ), Ebû Üseyd es-Sâidî, Sehl bin Sa'd
(es-Sâîdi) ve Muhammed bin Mesleme (Radıyallâhü anhüm) toplanmıştılar. Bir ara
Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve SellemJin namazını anlattılar. Ebû Hümeyd
(Radıyallâhü
anh) :
Ben Resûlullah
(Sallallahü Aleyhi ve SeüemJ'in namazını hepinizden daha iyi bilirim. Muhakkak
ki Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) namaza kalktı, tekbîr alarak
ellerini kaldırdı. Sonra rü-kü'a varmak için tekbîr aldığı zaman ellerini
kaldırdı. Sonra rükû'dan kalktı da
ellerini kaldırdı ve her kemik yerine dönünceye kadar tam doğruldu,
dedi."
864) Alî bin Ebî Talib (Radtyattdhü <in*J'den :
Şöyle demiştir:
Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellemî farz namaza kalktığı zaman tekbir
getirirdi ve ellerini omuzlarının hizasında oluncaya kadar kaldırırdı. Rükû'a
gitmek istediği zaman bunun mislini yapardı. Rükû'dan başını kaldırdığı zaman
da bunun mislini yapardı. Ve iki rekatten (üçüncü rek'ate) kalktığı zaman bunun
mislini yapardı.
[99]
Bu hadisi Ahmed,
Nesâî, Ebû Dâvûd ve Tir-m i z î de rivayet etmişlerdir. T i r m i z i, sahih
olduğunu da söylemiştir. Bâzı rivayetlerde şu mealde bir ilâve de vardır:
'Peygamber (Sallallahü
Aleyhi ve S eli e m), namazda otururken ellerini kaldırmazdı,' yâni birinci
secdeden kalkarken, ikinci secdeye giderken ve ikinci secdeden kalkarken böyle
yapmazdı.
Hadisin : ve iki
secdeden kalktığı zaman...»
cümlesini: «...iki
rekatten (üçüncü rek'ate) kalktığı zaman...» diye terceme ettik. Secdeden
maksad rek'attir. îki secdeden murad da iki rek'at olmuş olur. Nitekim diğer
rivayetlerde •...iki rek'atten kalktığı zaman...» İfâdesi kullanılmıştır. Ebû
Dâvûd, bu hadisi
rivayet ettiğinde, hadisin bitiminde :
Ebû Hümeyd-i Sâidî (Radıyallâhü anh), Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve
Sellem)'in namaz kılışını anlattığı zaman, hadisinde:
«Peygamber (Sallallahü
Aleyhi ve Sellem) iki rek'atten kalktığı zaman tekbîr getirir ve ellerini
kaldırırdı. ,.» demekle buradaki «...iki secde...»den maksadın «iki rek'at»
olduğunu beyan etmek istemiştir.
El-Menhel yazarı da :
Hadisci ve fıkıhçı âlimler, buradaki iki secde ile iki rek'atin kasdedildiğini
söylemişlerdir. Yalnız H a 11 â b î secdelerin ma'lum mânâda kullanıldığını
zannederek, hadisi müşkül görmüş ve : Ben, fıkıh âlimlerinden, ikinci secdeden
kalkılırken elleri kaldırmanın müstahablığına hükmeden her hangi bir âlim
bilmiyorum. Eğer bu hadis sahih ise, bununla hükmetmek vâcibtir, demiştir.
tb n - i R e s 1 â n :
Her halde H a 11 â b i, hadîsin tariklerini, yâni diğer rivayetlerini
görmemiştir. Eğer buna muttali olmuş olsaydı, imamlar gibi kendisi de iki
secdeyi iki rek'at olarak yorumlayacaktı, demiştir.' der.
805) Abdullah bin Abbâs (Radtyallâhü anhümâ)yfrd\\:
Şöyle demiştir: Resûlullah
(Sallallahü Aleyhi ve Sellem), her tekbir getirişinde ellerini
kaldırırdı.Râvi Ömer bin Ribâh'ın zayıflığı üzerinde âlimler müttefik oldukları
için isnadın zayıf olduğu Zevâid'de bildirilmiştir,
[100]
Hadisin zevâid
türünden olduğuna notta işaret edilmiştir. Hadisin «Her tekbir getirişinde...»
ifâdesi, 861 nolu Ü meyr bin Habîb
(Radıyallâhü anh)'in hadisindeki: ifadesine benzer. Orada yapılan izfth,
burası için de aynen yapılabilir. Oradaki izaha şunu ilâve edelim : Ebû Dâvûd,
'İftitahü's-Salâ bâbı'nda Meymûn el-Mekki (Badıyallâhü anh) 'den şöyle bir
rivayette bulunmuştur: 'Meymûn el-Mekki (Ra-dıyallâhü anh); Abdullah bin Zübeyr
(Radıyallâhü anh)'in, onlara namaz kıldırdığında kalktığı, rükûa gittiği (ikinci),
secdeye gittiği ve ayağa kalktığı zamanlarda elleriyle işaret ettiğini görmüş
ve şöyle demiştir :
Ben bunun üzerine
İbn-i Abbâs (Radıyallâhü anh)'in yanına gittim ve ona: îbn-i Zübeyr
(Radıyallâhü anh) öyle bir namaz kıldı ki, bugüne kadar öyle namaz kılan hiç
kimseyi görmedim, dedim. Ve İbn-i Abbâs (Radıyallâhü anh)'a, İbn-i Zübeyr
(Radiyallâhü anh)'in yaptığı el işaretlerini yaptım. Bunun üzerine İbn-i Abbas
(Radıyallâhü anh) bana = Eğer sen, Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)
'in namaz kılışına bakmak istersen, Abdullah bin Zübeyr (Radıyallâhü anh)'in
namaz kılışına uy, dedi/
El-Menhel yazan, bu
hadîsle ilgili olarak şöyle der:
«Hadîs, ikinci secdeye
gidildiği ve ondan kalkıldığı zaman elleri kaldırmanın câizliğine delâlet eder.
Lâkin hadîs zayıftır. Çünkü râvi İbn-i L a h i a , zayıflıkla meşhurdur. Meymûn
el-Mek-k î de meçhuldür. Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'in gerek
ikinci secdeye giderken ve gerekse ikinci secdeden kalkarken ellerini
kaldırmadığı sahih hadislerle sabittir. Bu nedenle, bu hadîs sahih olsa bile,
diğer sahih hadîslere muarız sayılmaz. Çünkü hadişteki; lafzından murad
«secdeye gittiği zaman...» değil «secdeye gitmek üzere rüku'dan kalktığı
zaman...»dır, diye yorum yapılabilir ve; ifâdesinden maksad : «Birinci teşeh-hüdden
üçüncü rek'ate kalktığı zaman...»dır, denilebilir.»
866) Enes (bin Mâlik) (Radtyallâkü anh)'den
şöyle demiştir: Resûlullah (Sallallahü
Aleyhi ve Sellem), namaza girdiği zaman ve rükû'a gittiği zaman ellerini
kaldırırdı.[101]
867) Vâİl bin Hücr (Radtyallâhü):
Şöyle demiştir:
Ben (kendi kendime) dedim ki:
Resûlullah (Sallallahü
Aleyhi ve Sellem)'e muhakkak ve İyice bakayım, nasıl namaz kılıyor? Bunun
üzerine (baktım) Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) kalktı, kıbleye doğru
durdu. Sonra ellerini kulaklarının hizasına kadar kaldırdı. Sonra rükû'a
gittiği zaman ellerini bu şekilde kaldırdı. Başını rüku'dan kaldırınca
ellerini böylece kaldırdı.
[102]
Bu hadisi Ahmed, Ebû
Dâvûd ve Nesâİ daha uzun bir metin hâlinde rivayet etmişlerdir. İbn-i Huzeyme
ve B e y h a k i de onların metnine benzer bir ifâdeyle rivayet etmişlerdir.
Buradaki rivayette, Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'in, kıbleye doğru
durup tekbir aldığı belirtilmişse de diğer rivayetlerde tekbir aldığı tasrih
edilmiştir.
Bu hadîs rükû'a giderken ve rüku'dan kalkarken
Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'in ellerini kaldırdığına delâlet eder.
868) Ebü'z-ZüİH'yr
[103]
(Radıyailâhii anh)\\tn rivayet edildiğine »öre:
Câbir bin Abdillah
(Radıyailâhii anhümâ) namaza başlarken ellerini kaldırdı ve rükû'a gittiği
zaman ile rükû'dan başını kaldırdığı zaman bunun mislini yapardı. Ve: 'Ben,
Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve SellemJ'i gördüm. Böyle yaptı,' derdi.
Ebû Zübeyr
(Radıyailâhii anhJ'in râvisi ibrahim bin Tahmân
[104] da
ellerini kulaklarına kadar kaldırmıştır.[105]
869) Âişe (Radtyallâhü anhâydtn:
Şöyle demiştir:
Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem), rükû'a vardığı zaman başını ne
yukarıya kaldırır, ne de aşağıya indirir, ikisinin arasında tutardı."
870) Ebû Mes'ud (Ukbe bin Amr el-Ensârî) (Radtyallâhü an
rivayet edildiğine göre; Resûlullah (Sallallahü Meyhive Sellem) şöyle buyurdu
demiştir :
«Rükû1 ve secdede belini düzgün tutmayan adamın
kıldığı namaz, kâfi değildir.-"
871) Ali bin Şeybân [106] (Radtyallâhü anh), kavmi tarafından Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)^ elçi olarak gönderilen heyetten idi. Kendisi şöyle demiştir :
Biz yola çıktık. Nihayet Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'in yanına vardıktan sonra Ona biat ettik. Ve arkasında namaz kıldık. Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem), namazını düzgün kılmayan, yâni rükû' ve secde de belini düzgün tutmayan bir adama kulaktan yana göz ucuyla baktı. Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) namazını bitirince.
«Ey Müslümanlar
cemâati! Rükû' ve secdede belini düzgün tutmayanın namazı yoktur.» buyurdu.[107]
 i ş e (Radıyallâhü anhâJ'nin hadisini Müslim 'Namazın sıfatı bâbı'nda, uzunca bir metin hâlinde rivayet etmiştir. Bu hadîste, Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'in, rükû'da mübarek başını beliyle aynı seviyede tuttuğu, yâni başını belinin seviyesinden ne yüksek tuttuğu, ne de eğdiği bildirilmiştir.
Ebû Mes'ud (Radıyallâhü anh)'m hadîsini E b û D â -vüd, Nesâi, Dârimî ve Tirmizî de rivayet etmişlerdir
Alî bin Şeybân (Radıyallâhü anh) 'in hadîsini de A h -med/İbn-i Huzeyme ve îbn-i Hibbân rivayet etmişlerdir.
Gerek Ebû Mes'ud (Radıyallâhü anh)'in hadîsinde ve gerekse Ali bin Şeybân (Radıyallâhü anh)'in hadîsinde geçen, belin düzgün tutulmasından maksad, rükû1 ve secdede belin bir süre hareketsiz tutulmasıdır. Buna fıkıh lisanında Tume'nine' denilir. El-Menhel, Tuhfetü'l-Ahvezî ve Sindi, belin düzgün tutulmasını, tume'nine ile yorumlamışlardır. Şu halde rükû' ve secdede tume'nine yapmayanın, yâni en az bir sübhanellah denilecek kadar belini hareketsiz tutmayan kimsenin namazının sahih olmadığına bu bâbtaki hadîsler delâlet etmiş oluyor. Bu hususta âlimler arasında görüş ayrılığı vardır. Şöyle ki:
1 - Şâf İller, Mâlikîler, Hanbelİler, Dâvûd-i Zahirî ve H a n e f i 1 e r' den Ebû Yûsuf'a göre namazda tume'nine farzdır. Onsuz namaz sahih değildir. Cumhurun görüşü de budur. Delilleri de, bu bâbta rivayet olunan Ebû M e s'-u d (Radıyallâhü anh)'in hadîsi ile Bu h â r i ve diğerlerinin Ebû Hüreyre (Radıyallâhü anh)'den rivayet ettikleri; namazı eksik kılan kişiye Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'in namazı tarif ettiğine dâir hadîs ve buna benzeyen Enes, Rufâa ve Ali bin Şeybân (Radıyallâhü anhüml'ün hadîsleridir.
2 - Ebû Hanife ve Muhammed'e göre tume'nine, namazın farzlarından değildir. Rükû' ve secdede vâcibtir. Onsuz namaz, günah'olmakla beraber sahihtir. Bu iki âlimin delili; -Rükû' edin ve secde edin...- âyetidir. Derler ki:
Arap dilinde rükû' eğilmektir. Sücûd da alçalmaktır. Eğilmek ile alçalmanın asgarisi, farzın yerine getirilmesi için kâfidir. Rükû' ve secdede tume'ninenin, yâni duraklamanın U z kılınması, K u r' a n nassına bir ilâve yapmak demektir. Mütevatir delile âhad hadisi ile yapılan ilâve muteber değildir.
Cumhur, bu iki âlime şöyle cevap verir: Tume'nine K u r' a n nassına bir ilâve demek değildir. K u r' a n' daki rükû' ve secde ile kasdedilmiş olan mânâyı açıklamaktır. Çünkü arap diline göre secde, alnı yere bırakmaktır. Sünnet (hadîs), şer'î olan secdenin, tume'nine ile yapılan secde olduğunu beyan etmiştir. Secde'nin vücû-bunu te'kid etmek üzere mezkûr âyetin inişi, bu görüşü te'yid eder. Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) ve beraberindekiler, âyetin inişinden önce de namaz kılarlardı. Ve tume'ninesiz kılmazlardı.
Cumhur, bu konuda rivayet olunmuş olan hadislerin tume'ninesiz olarak kılınan namazın sahih olmadığına delâlet ettiklerini söyleyerek, tume'ninenin farz olduğuna hükmetmişlerdir.
Tuhfetü'l-Ahvezî yazarı, 'Rüku' ve secdede belini düzgün tutmayan bâbı'nda rivayet edilen Ebû Mes'ud (Radıyallâhü anh)'un hadîsini açıkladıktan sonra şöyle der: «Cumhura göre namazın bütün rükünlerinde tume'nine farzdır. Hak olanı da budur. E 1 - H â -f ı z : 'Hanefî âlimlerinden meşhur olan rivayet, tume'ninenin sünnet oluşudur. Bir çok müellifleri, bunu belirtmiştir. Fakat T a -havi' nin sö^ü, Hanefî âlimlerine göre tume'ninenin vâcib olduğuna delâlet eder. Çünkü T a h a v î, rüku' ve secde miktarını söz konusu ettiğinde, rüku'da üç defa "Sübhâne Rabbiye'1-Azîm1denileceğine dâir Ebû Davud'un ve başkasının rivayet ettiği hadîsi zikrederek: Bu duanın okunacağı sûre, rüku'un en az süresidir, dedikten sonra şöyle der: Bâzı âlimler: Rüku' ve secdenin miktarı budur. Daha az sûre kâfi değildir, demişlerdir. Bir kısım âlimler, bunlara muhalefet ederek : Rüku' hâlinde durduğu ve secde hâlinde durakladığı zaman, kâfidir, demişlerdir. Ebû Hani-le, Ebıı Y ı'ı s ıı î ve Mııhammed'in kavli budur! de mistir.
Ben derim ki ta'dili erkân ve bütün rükünlerde tume'nine, Ebû Yûsuf'a göre farzdır. Ama Ebû Hanîfe ve Muham-m e d ' e göre kimisi vâcibtir, kimisi sünnettir, demiştir. Es-Siâye sahibi, Hanefi âlimlerinin kitablarında konu ile ilgili ibareleri naklettikten sonra şöyle der: 'Hulâsa rüku' ve secde, âlimlerin ittifakıyla iki rükündür, ihtilâf, bunlardaki tume'nine hakkındadır. Ş â -fii ve Ebû Yûsuf'a göre tume'nine farzdır. Tahavı" nin nakline göre Ebû Hanîfe ile Muhammed'e göre de farzdır. E 1 - C ü r c â n i' nin tahricine göre Ebû Hanîfe ile M u ha m m e d, bunun sünnet olduğuna hükmetmişlerdir. El-Kerhî'nin tahricine göre Ebû H a n i f e ile Muham-m e d , tume'ninenin vâcibliği görüşündedirler. Büyük bir cemâatin Ebû Hanîfe ile Muhammed' den naklettikleri görüş, bu son görüştür. Hanefî mezhebine âit metinler de bu görüş üzerinde toplanmışlardır.'-
872) Vâbısîi bin Ma'bed [108] (Radtyallâhü anh)'\n şöyle dediği rivayet edilmiştir
Ben, Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'i namaz kılarken gördüm. Rüku' ettiği zaman, belini Öyle düzgün tutuyordu ki, eğer üzerine su dökülmüş olsaydı, orada kalacaktı."
Not : Zevâid'de : İsnadında Talha bin Zeyd vardır. Buhârî ve başkaları: O, hadisi münker bir kimsedir, demişlerdir. Ahmed bin el-Medenî de : O, hadis uydurur, demiş, denilmiştir. [109]
873) Mus'ab bin Sa'd (bin Ebî Vakkâs) (Radtyallâhü anhümâ)'dan : Şöyle demiştir: Ben, babam yanında rüku' ettim de tatbik ettim. (Her iki elimin parmaklarını birleştirerek ellerimi iki diz kapağımın arasına koyup diz kapaklarımı birleştirdim.) Babam elime vurdu ve: Biz böyle yapardık. Sonra ellerimizi diz kapaklarımızın üzerine kaldırmakla emrolunduk. dedi."
874) Aişe (Radtyallâkü anhâyden :
Şöyle demiştir: Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) rüku* ederdi de ellerini diz kapakları üzerine koyardı. Pazılarını (yanlarından) uzaklaştırırdı.İsnadındaki Harise bin Ebİ'r-Rical'ın zayıflığı üzerinde alimlerin İttifak ettikleri Zevâid'de bildirilmiştir. [110]
Mus'ab bin Sa'd (Radiyallâhü anh}'ın hadîsini Buhâri, Müslim ve Nesâî de az lafız farkıyla rivayet etmişlerdir. Hadîsteki Sa'd bin Ebî Vakkâs (Radıyallâhü anh)'a âit metin ise Kütüb-i Sitte'nin hepsinde rivayet edilmiştir.
Tatbik: Terceme ederken parantez içi ifâdeyle de belirttiğim gibi, el ayaları üst üste gelecek şekilde elleri birleştirip, parmakları birbirleri arasına geçirmek ve bu şekilde tutulan elleri diz kapakları arasına koymaktır. İlk zamanlarda namaz kılınırken rüku'da tatbik yapılırdı. Sonradan bu rükün neshedilmiş ve rüku'da ellerin diz kapakları üzerine konması emredilmiştir.
Ebü Dâvûd, namazda tatbik yapmanın neshine âit bahiste, Alkarna (Radıyallâhü anh)'dan şu mealde bir hadîs rivayet etmiştir:
'Abdullah bin Mes'ud (Radıyallâhü anh) . Resulullah (Sallallahü Aleyhi ve SeHern) bize namaz kılmayı öğretti. Tekbîr aldı ve ellerini kaldırdı. Rüku1 ettiği zaman, ellerini diz kapakları arasında tatbik etti, dedi. Râvi Alkarna demiştir ki: İbn-i Mes'ud (Radıyallâhü anh)'un bu sözü Sa'd (bin Ebî Vakkâs) a yetişti. Bunun üzerine Sa'd (Radıyallâhü anh) dedi ki: Kardeşim (Abdullah) doğru söylemiştir. Biz öyle yapardık. Sonra böyle yapmakla emredildik. Yâni elleri diz kapakları üzerinde tutmakla...'
El-Menhel yazarı şöyle der: Âlimler, tatbik usulünün mensuh olduğuna delil olarak Sa'd (Radıyallâhü anh)'m hadisini göstermişlerdir. Çünkü emreden de yasaklayan da Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'dir. Tirmizi: ilim ehli yanında tatbik men-şuhtur. Bu hususta aralarında ihtilâf yoktur. Yalnız İbn-i M e s'u d (Radıyallâhü anh) .ve arkadaşlarının tatbik usulüne devam ettikleri rivayet olunmuştur, demiştir. Tatbikin neshedilmiş olduğuna dâir başka hadîsler de vardır. -EI-Menhel yazarı, bu hadîsleri senedleriy-le beraber zikretmiştir. Onları buraya geçirmeye gerek görmedim.»
Bütün bu hadisler, merfu' hükmündedir. Çünkü sahâbî: Sünnet böyledir, dediği zaman, Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'in sünneti böyledir, mânâsına gelir.
Kasta1ânî, 'Rüku'da elleri diz kapakları üzerinde bırakmak b&bı'nda rivayet olunan Sa'd (Radıyallâhü anh)'in hadîsini açıklamak bahsinde anlattığına göre Mesrûk (Radıyallâhü anh), Â i ş e (Radıyallâhü anhâl'ya tatbik meselesini sormuş, Âişe (Radıyallâhü anhâi'nın verdiği cevabın hulâsası şudur: Tatbik, yahudîlerin işidir. Bu sebeple Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Selîem), tatbiki yasakladı. Hakkında vahy gelmeyen hususlarda Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) ilk zamanlarda ehl-i kitaba muvafakat etmeyi uygun görürdü. Bilâhere ehl-i kitaba muhalefet etmekle emrolundu.
î b n - i Mes'ud (Radıyallâhü anh)'un, tatbik usûlünün nes-hedildiğini duymadığı ihtimâli üzerinde durulmuşsa da; î b n-i Mes'ud (Radıyallâhü anh), Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) ile sıkı temas hâlinde bulunduğu için, bunu duymamış olması ihtimali zayıf görülmüştür. Bununla beraber âlimler, tatbikin mensuh olduğu hususunda ittifak etmişlerdir. [111]
875) Ebû Hüreyre (Radıyallâhü ankyden rivayet edildiğine göre : Resûlullah (Sallallahü 'Aleyhi ve Sellem) :
zaman derdi."
876) Enes bin Mâlik (Radtyattâhü ank)'den rivayet edildiğine göre; Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve StUem) :
«İmam dedigri zaman siz de niz.» buyurdu."
877) Ebû Saîd-i Hudrî (Radıyallâhü anh)\\en rivayet edildiğine göre kendisi Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem y\ şöyle buyururken işitmi$tir:
«İmam: » dediği zaman siz de: deyiniz.»"
878) İbn-i Ebî Evfâ (Radıyallâhü anh)'fien: Şöyle demiştir: Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) rüku'dan başını kal-
dır (maya başla) dığı zaman: (ve tam doğrulduktan sonram derdi."
879) Ebû Cuhayfe (Radıyallâhü ank)"6sa\ Şöyle demiştir: Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) namazdayken. Onun yanında nasiblerden bahsedildi. Bir adam: Falanın nasibi atlardadır, dedi. Bir başkası: Falanın nasibi develerdedir, dedi. Diğer birisi: Falanın nasibi koyunlardadır, dedi. Bir başka kişi: Falanın nasibi kölelerdedir, dedi. Bunun üzerine Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) namazını kılıp, son rek'atdn rüku'un)dan başını kaldırınca:
dedi ve Resûlullah (Sallallahü Aleyhive Sellem), onların dediklerinin doğru olmadığını bilmeleri için, sesini 'el-Ced = nasib, -kelimesi ile uzattı.İsnadmdaki râvi Ebû Ömer'in meçhul olup hâlinin bilinmediği Zevâid'de bildirilmiştir. [112]
875 nolu Ebû Hüreyre (Radıyallâhü anhl'nin hadîsini Buharı de rivayet etmiştir. Oradaki rivayette; lafzından önce İ lafzı da vardır. Bu hadise göre Peygamber (Sallallahü Aleyhi
ve Sellem) rüku'dan başını kaldırmaya başladığı zaman «Semiallah...» derdi. Bu cümlenin mânâsı şöyledir: 'Allah, kendisine hamd edenin hamdini kabuletmiştir.' Veyahut: 'Allah, kendisine hamdedenin ham-dini kabul eylesin/ Tuhfetül'-Ahvezî yazarı cümlenin bu iki mânâya da muhtemel olduğunu söylemiştir.
Peygamber (Sallaüahü Aleyhi ve Sellem) rüku'dan kalkıp doğrulduktan sonra : B u h â r i' deki rivayete göre : derdi. Bu cümlenin mânâsı da şöyledir: 'Allah'ım!
Ey Rabbimiz! (İbâdetimizi ve dileğimizi) kabul eyle. Hamd sana mahsustur.'
Tesmî: 'Semiailah...' cümlesini okumaktır.
Tahmîd : 'Rabbena...' veya 'Allâhümme Rabbena. .' cümlesini okumaktır.
Bu hadîse göre imam hem tesmi hem de tahmid cümlelerini okumalıdır.
876 nolu E n e s (Radıyallâhü anh)'in hadîsini de Buharı ve Müslim de rivayet etmişlerdir. Bu hadîse göre İmam tesmi ettiği zaman, ce.mâat tahmîd eder.
El-H af ı z; -Bâzı âlimler, imamın yalnız tesmi edeceğine ve cemâatin da yalnız tahmîd edeceğine bu. ve buna benzer hadîsleri delil göstermişlerse de bunun delil oluşu söz götürür. Bu hadîsten çıkarılan netice, cemâatin tahmidinin, imamın tesmiinden sonra olmasıdır. Uygulama da böyledir. Çünkü imam, başını kaldırmaya başlayınca tesmi eder. Cemâat da doğrulduktan sonra tahmîd eder.Bu okuyuşlar, âmin meselesine benzer. Çünkü: «İmam: dediği zaman, siz de; deyiniz.» buyurulmuştur. Bu emirden imamın
âmin demiyeceği mânâsı çıkarılamaz. Halbuki hadîste imamın âmin diyeceğine değinilmemiştir. Burada da imamın tahmidine değinilme-miştir. Fakat gerek imamın âmin demesi, gerekse imamın tahmîdi, başka sahîh delillerden sarâheten anlaşılmaktadır. Fatiha' nın bitiminde imamın hem duacı, hem de âmin söyleyici olması, bir mahzur teşkil etmediği gibi, burada da imamın hem isteyici hem cevab verici olmasında bir sakınca yoktur,» denilmiştir.
Müslim, Ebû Dâvüd ve Nesâi de Ebü Sâid-i Hudri (Radıyallâhü anh)'den 877 nolu hadis metni yerine 879 nolu Ebû Cuhayfe (Radıyallâhü anhJ'nin hadîsindeki, Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'e âit metin kısmına benzer bir metin rivayet etmiş'erdir. Ebû Davud'un rivayetinde Ebû S a i d (Radıyallâhü anh) şöyle demiştir:
«Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) «Semiallâhü » dediği zaman -Allâhümme Rabbena..." derdi.
Ebû S a i d (Radıyallâhü anh)'in buradaki hadisi, bundan önce geçen E n e s (Radıyallâhü anh)'in hadîsine benzer. O hadîs hakkındaki izah, bu hadîs için de aynen yapılabilir. Bu sebeple tekrarına lüzum görmüyorum.
878 nolu 1 b n-i Ebi Evfâ (Radıyaliâhü anh)'nın hadisini Ebû D â v û d ve Müslim do az bir lafız farkıyla rivayet etmişlerdir. T i r m i z i de benzerini A 1 î (Radıyallâhü anh)'den rivayet etmiştir.
Bu hadîse göre de Peygamber (Sallaliahü Aleyhi ve Sellem) başını kaldırmaya başladığı zaman tesmî' ederdi ve tam doğrulduktan sonra da tahmid ederdi. Bu hadîsdeki tahmîd cümlesi biraz uzunca-dır. Bunu, meâliyle beraber tekrarlıyalım :
-Allah'ım! Ey Rabbimiz! Gökler dolusu, yer dolusu ve onlardan sonra dilediğin şeyler dolusu hamd, ancak Sana lâyıktır, Sana mahsustur.»
878 nolu Ebû Cuhayfe (Radıyallâhü anh) hadisi, zevâid kısmındandır. Bununla.beraber, yukarıda belirttiğimiz gibi M ü s-limde ve Ebû Davud'un süneninde Ebû Cuhayfe (Radıyallâhü anh) in hadîsinde Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) in sözü olarak geçen metin az bir lafız farkıyla, Ebû S a i d - i H u d r i (Radıyallâhü anh)'den merfu' olarak bulunmaktadır. Buradaki tahmidi, meâliyle beraber tekrarlıyalım :
«Allahım! Ey Rabbimiz! Gökler dolusu, yer dolusu ve bunlardan sonra dilediğin şeyler dolusu hamd, ancak Sana lâyıktır. Allahım! Senin verdiğine hiç bir engel yoktur. Senin vermediğini hiç bir verecek yoktur. Senin katında hiç bir zenginlik sahibine zenginliği yarar sağlayamaz.»
Ebû Cuhayfe {Radıyallâhü anh)'n hadisinde geçen 'Cti-dud" kelimesi, 'Cedd'in çoğuludur. 'Cedd* kelimesi, zenginlik, varlık, nasib, şans ve benzeri mânâlara gelir. Biz 'Cüdud' kelimesini 'Nasib-ler' diye terceme ettik. Şanslar, zenginlikler diye de terceme edilebilir. Peygamber (Sallallahü Aleyhive Sellem)'in okuduğu tahmid-de geçen ced kelimesi, âlimlerce s^tl|$nHk diye mânâlandırılmıştır. Buna göre : cümlesinin mânâsı:
«Senin katında zenginlik sahibine zenginliği menfaat sağlayamaz.» -olur. Bu cümledeki kelimesi de «katında* diye yorumlanmış olur.
Cümledeki; kelimesi 'Cidd' olarak da okunabilir. Mânâsı çalışmaktır. Bu takdirde cümlenin mânâsı:
«Senin katında, çalışmak sahibine çalışması menfaat sağlayamaz.» olur. Yâni kişiye menfaat sağlayan husus, çalışmasını kabul etmen ve onu muvaffak kılınandır. Senin rızâna uygun olmayan çalışması hiç bir menfaat sağlayamaz.
Doğrusu, birinci mânâdır.
Rüku'dan kalkarken imam ve me'mum ve münferidin tesmi' ve tahmîd etmeleri hususunda âlimlerin görüşleri :
1 - îbn-i Mes'ud, Ebû Hüreyre, Ebû Hanî-f e, Mâlik (Radıyallâhü anhüm) ve bâzı âlimlere göre, imam yalnız tesmi' edecek, cemâat da yalnız tahmid edecektir. Bunların delilleri ise:
«İmam tesmi' ettiği zaman siz tahmîd edin.» mealindeki E n e s (Radıyallâhü anh)'in 876 nolu hadisi, Ebû S a î d (Radıyallâhü anh)'in 877 nolu hadisi ve benzeri hadislerdir.
2 - Sevri, Evzâi, Hanefiler' den Ebû Yûsuf ile Muhammed ve Hanbeli âlimlerine göre imam, tesmî1 ve tahmîd'in ikisini de yapacak. Cemâat yalnız tahmid edecek. Bunların delilleri de mezkûr hadîslerdir. Bir de B u h â r î ve Müellifin rivayet ettikleri 875 nolu Ebü Hüreyre (Radıyallâhü anh) 'in hadisi ile Müslim ve Müellifin îbn-i Ebû Evfâ (Radıyallâhü anh) 'dan rivayet ettikleri 878 nolu hadisidir. Münferide gelince:
1 - Mâlikiler ve Hanbeliler'e göre münferid, tesmi' ve tahmidin ikisini de yapacaktır.
2 - Hanefî âlimlerinden üç rivayet vardır:
a) Münferid, yalnız tahmid edecektir. Zey lâi: Meşâyihin ekserisi bu görüştedirler. El-Mebsût'ta: En sahih olanı budur. Çünkü tesmi' orada bulunanları hamd etmeye teşviktir. Münferidin beraberinde kimse yoktur ki onu teşvik etsin, denilmiştir, demiştir.
b) Zeylâinin Ebû Bekir Râzi1 den naklen beyan ettiğine göre münferid yalnız tesmî' etmelidir. Çünkü münferid, kendi nebinin imamıdır. Ebû Hanife'ye göre imam, yalnız tesmi' eder. Nevâdir'in rivayeti de böyledir.
c) Yine Z e y 1 â i' nin beyânına göre e 1 - H a s a n , münferidin hem tesmi' hem tahmid edeceğini Ebû Hanife' den nakletmiş; Hidâye sahibi de: En sahih kavil budur, demiştir. Sebebi de şudur: Münferid kişi, kendi nefsinin imamıdır. Önce tesmi' eder. Yaptığı tesmi' üzerine hamdeden kimse bulunmadığı için, kendisi tesmi' dâvetine icabet etmek üzere tahmid eder.
3 - Şâfiiler'e göre namaz kılan kişi, imam olsun münferid olsun me'mum olsun, hapsi hem tesmi' eder, hem tahmid eder. Ata', Ebû Bürde, Muhammed bin Sîrin, î s -hak ve Davud'un kavli de budur. Bunların delili B u h â r i ve Müslim'in Ebû Hüreyre (Radıyallâhü anh)'den rivayet ettikleri ve 875 nolu hadîse benzeyen hadistir. Oradaki hadîste, Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'in rüku'dan başını kaldırmaya başlayınca tesmi' ettiği ve tam doğrulunca tahmid ettiği bildirilmiştir. Diğer bir delil yine Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'in rüku'dan kalkarken tesmî ve tahmîd ettiğine dâir M ü s-lim'in Huzeyfe (Radıyallâhü anh) den rivayet ettiği hadistir.
İbn-i Ebi Evfâ (Radıyallâhü anh) 'nin ve Ebû C u -h a y f e (Radıyallâhü anh)'in hadisleri de onlar için delil olabilir. El Menhel yazan 'Kişinin, rüku'dan başını kaldırdığı zaman söyleyeceği söz bâbı'nda yukarıdaki görüşleri ve en son olarak Şafii-1 e r' in görüşünü naklettikten sonra şöyle der:
Şâfii1er'in gösterdikleri deliller, Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'in imam olarak namaz kıldırışına aittir. Bu sebeple münferid için delil gösterilmesi tam olmamakla beraber şöyle denilebilir : Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) :
«Benim namaz kılışımı gördüğünüz gibi siz de namaz kılın.» buyurmuştur. Bu hadîs. Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'in namaz kılışının imama mahsus olduğuna delâlet etmez.
Ş â f i î 1 e r' in başka bir delili de Dârekutni' nin Büreyde (Radıyallâhü anh)'den rivayet ettiği şu mealdeki hadistir:
«Ey Büreyde! Sen başını rüku'dan kaldırdığın zaman Semiallâhü limen hamiden. Allâhümme rabbena leke'1-Hamd... de-. Bu hadisin zahirine göre Büreyde (Radıyallâhü anh) in imam, münferid veya me'mum olması arasında bir fark yoktur. N e v e v î: '...ve tesmf ile tahmîd bir zikir olup imam için müstahab olduğu gibi başkası için de müstahabtır. Rüku', secde ve diğer hallerdeki teşbihler gibidir. Bir de şu vardır ki: Namazın hiç bir yerinde zikirden boş kalınmamalıdır. Rüku'dan kalkarken ve kalktıktan sonra tesmî ve tahmîdden birisi edildiği takdirde, iki halden birisi boş geçecektir. Halbuki kalkarken tesmi ve kalktıktan sonra tahmîd edilirse iki halde de zikirle meşgul olunmuş olur,' demiştir.
Tahmidin daha uzun şekli, Müslim, Ebû Dâvûd ve başka sahih hadis kitablarında mevcuttur. Ayrıca Buhâ.ri, Müslim, Tirmizi, Nesâi ve diğer sahih kitablarda rivayet olunan bâzı sahîh hadislerde, tahmîdi, meleklerin tahmidine denk gelen kişinin geçmiş (küçük) günahlarının bağışlanacağı bildirilmektedir. Müellifin rivayet ettiği hadîslerde bu husus bulunmadığı için bunun üzerinde durulmadı.
Tesmî' ve tahmid hakkındaki dört mezhebin görüşlerine âit geniş ma'lumat isteyenler, fıkıh kitablarına müracaat etsinler. [113]
880) Meymûne (Radtyallâhü an ha) 'den; Şöyle demiştir :
Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) secde ettiği zaman kollarını (yanlarından) uzaklaştırırdı. Öyle ki, bir kuzu, kollarının arasından geçmek isteseydi geçebilirdi.»"
881) Abdullah bin Ubeydillah bin Akranı el-Huzâi'nin babası L'bey-Hullah bin Akram el-Huzâi (Radıyallâhü anhümâyden; Şöyle demiştir:
Ben, Nemire'nin[114] dağlardan ve tepelerden oldukça uzak bir düzlüğünde babamın beraberindeydim. Yakınımızdan bir süvari kafilesi geçti ve yolun kenarında <develerini) çökerttiler. Bunun üzerine babam (Akram) bana t Sen hayvanların yanında kal. Tâ ki ben şu topluluğun yanına vararak onlarla görüşüp durumlarını sorayım, dedi. Ve çıkıp gitti. Ben de vardım. Yâr.i yaklaştım. Baktım ki Resû lullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) ordadır.
(Namaza durdular.) Ben de namazda hazır bulunarak onlarla beraber namaz kıldım. Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) in her secde edişinde ben O'nun koltuk altlarının beyazlıklarına bakardım.
İbn-i Mâcete demiştir ki: Halk, Ubeydillah bin Abdullah der. Râvi Ebü Bekir bin Ebî Şeybe de dedi ki: Halk Abdullah bin Ubey-dilah der.
Bize Muhammed bin Beşşâr tahdis etti. (O da dedi ki:) Bize Ab-durrahman bin Mehdi, Safvân bin îsâ ve Ebû Dâvûd tahdis ederek dediler ki: Bize, Dâvûd bin Kays, UbeydiUah bin Abdillah bin Ak-ram'dan; O da babasından, O da Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'den bunun mislini tahdîs etti. [115]
Müellif, bu hadisi iki senedle rivayet etmiştir. Her iki senedin ricali, yukarıdaki arapça metinde ismen geçmektedirler. Müellife tah-diste bulunan ilk seneddeki râvi Ebû Bekir bin Ebi Şey-b e ' dir. Onun zikrettiği senedde, sahâbî Akram el-Huzâi'-nin oğlu ve râvisinin adı Ubeydullah' tır. Ubeydulla h'ın râvisi olan oğlunun adı ise Abdullah' tır.
Müellife tahdiste bulunan ikinci seneddeki râvi ise, M u h a m -med bin B e ş ş â r' dır. Bu senede göre sahabi A k r a m ' in râvisi oğlunun adı Abdullah' tır A b d u 1 1 a h ' in râvisi ve oğlunun adı ise Ubeydullah' tır.
Müellif demiştir ki: Halk bu zatları Ubeydullah bin Abdullah olarak söyler. Fakat Ebû Bekir bin Ebî Ş e y b e demiştir ki: Halk bu zatları Abdullah bin Ubeydullah olarak söylerler.
Müellifin, Ubeydullah bin Abdullah deyişinin taraftan olduğu, ifâde tarzından anlaşılıyor.
T i r m i z î' de rivayet olunan bu hadîsin senedinde de mezkûr zatlar Ubeydillah bin Abdullah bin Akram el-Huzâi olarak geçmektedirler. Hulâsa'da da Abdullah, A k r a m ' in oğlu olarak ve Ubeydullah da Abdullah ' in oğlu olarak tanıtılmıştır.[116]
İki hadiste geçen
bâzı kelimeler:
Behme : Kuzunun erkek ve dişisine denilir.
Behm : Kuzular demektir. İkinci hadîste geçen ve hayvanlar diye terceme ettiğimiz Behm'den maksad, kuzular olabilir.
Kaâ: Dağlardan ve tepelerden biraz uzak olan ova ve düzlük araziye denilir. Bunun çoğulu Kıy', Kıy'a, Kıy'an ve Akvâ' gelir.
Ufret: Parlak olmayan beyazlık demektir.
Mezkûr iki hadîs, secde hâlinde kolları açmanın meşruluğuna delâlet eder. Elleri yanlardan uzaklaştırmak, erkeklere mahsustur. Kadınların kollarım yanlarına yapıştırmaları matlubtur. Bu hususta Ebû Davud'un el-Merâsil'de Yezîd bin Ebi H a b i b' ten rivayet ettiği hadîs vardır.
M e y m ü n e (Radıyallâhü anhl'nin hadisini Müslim, Ebû Dâvûd, Nesâî, el-Hâkim ve Tabarânî de
rivayet, etmişlerdir.
882) Vâil bin Hücr (Radıyatlâhü a»/r)'den rivayet edildiğine göre. şöyle demiştir :
Ben, Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'in secdeye giderken ellerinden önce dizlerini yere koyduğunu ve secdeden kalktığı zaman, dizlerinden önce ellerini (yerden) kaldırdığını gördüm. [117]
Bu hadîsi Ebû Dâvûd, Ahmed, Nesâî, Tirmizi, el-Hâkim, Dârekutnî, Dârimi ve Tahavi de rivayet etmişlerdir.
Hadis, secdeye giderken, önce dizlerin ve ondan sonra ellerin yere konmasının ve secdeden kalkarken önce ellerin, ondan sonra dizlerin yerden kaldırılmasının meşruluğuna delâlet eder. Bâzı âlimler, Ebû Hüreyre (Radıyallâhü anh) ve îbn-i Ömer (Radıyallâhü anh)'den rivayet olunan hadîslere dayanarak bunun tersine, secdeye gidildiğinde önce ellerin ve ondan sonra dizlerin yere konulmasına ve secdeden kalkılırken önce dizlerin, ondan sonra ellerin kaldırılmasına hükmetmişlerdir. El Menhel yazarı, özetle şöyle der:
1 - Cumhur Vâil bin Hücr (Radıyallâhü anh)'ın ha-dîsiyle hükmetmiştir. Ebu't-Tayyîb bütün fıkıhçılardan bu görüşü nakletmiştir. İbnü'l-Münzir de Ömer bin el'Hattab, tbrâhim en-Nahaî, Müslim bin Yesâr, Süfyân-ı Sev'rİ, Ahmed, İshak, Ebû H a n î f e ile arkadaşlarının böyle hükmettiklerini anlatmıştır.
2 - Mâlik, İtn-i Hazm ve Evzâi, secdeye giderken önce elleri yere koymanın ve secdeden kalkarken önce elleri yerden kaldırmanın müstahablığına hükmetmişlerdir. İ b n - i Ab-di'1-Hakem'in rivayetine göre Mâlik, iki şekil arasında bir fark olmadığın] söylemiştir.'
883) (Abdullah) İbn-i Abbâs (Radtyallâhü anhümâ/dan rivayet edildiğine göre; Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sel/em) şöyle buyurdu demiştir :
-Ben, yedi kemik üzerinde secde etmekle emrolundum.»"
884) İbn-i Abbâs (Radtyallâhü anhümâJ'dan rivayet edildiğine göre; Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) şöyle buyurdu, demiştir :
«Ben, yedi (kemik) üzerinde secde etmekle ve (secdeye giderken) saç ve elbiseyi toplamamakla emrolundum.»
Râvi İbn-i Tâvûs demiştir ki Babam, (yedi kemiği sayarken) şöyle diyordu: Eller, diz kapakları, ayaklar. Ve babam alın ile burnu bir sayardı."
885) Abbâs bin Abdulmuttalib (Radtyallâhü anhyfan rivayet edildiğine göre kendisi; Resûlullah (Salluilahıı Afcvhi ve Sellem)'den şunu buyururken işitmiştir :
-Kul, secde ettiği zaman onunla beraber yedi uzuv secde eder: (etmelidir.) Yüzü, el avuçları, diz kapakları ve ayakları. [118]
883 nolu İbn-i Abbâs (Radıyallâhü anh) 'in hadîsini E b û Dâvûd, Nesâî, Tirm izi, Bezzâr ve Tahâvİ de
az lafız farkıyla rivayet etmişlerdir. Bâzı rivayetlerde; cümlesi yerine cümlesi bulunur.
884 nolu İbn-i Abbâs (Radıyallâhü anh)'in hadisini de yine az lafız farkı ile Kütüb-i Sitte sahihlerinin hepsi rivayet etmişlerdir.
Bu hadisin sonunda râvi İbn-i Tâvûs demiştir ki: Babam yedi kemiği saymış, alın ve burnu bir uzuv olarak göstermiştir. El-Menhel'de bildirildiğine göre îbn-i Tâvûs'un babası olan Tavus, alın üzerinde secde etmeyi vâcib görmüş, secdede burnun yere değdirilmesini de sünnet saymıştır.
885 nolu Abbâs bin Abdulmuttalib (Radıyallâhü anh)'in hadisini de Ahmed ve Buhâri hâriç, Kütüb-i Sitte sahihleri rivayet etmişlerdir.
Bu hadiste geçen 'A'râb' kelimesi 'İrb'in çoğuludur. 'İrb' uzuv demektir. Hadiste secde uzuvları sayılırken geçen yüzden maksad, alın ve burundur. Çünkü diğer bâzı rivayetlerde bu durum bölirtil-miştir. Alın ve burundan başka, yüzün her hangi bir tarafı üzerinde secde etmek usûlü bilinmemektedir. Ta'zim için yapılan secde, aka ve burun üzerinde yapılanıdır.
Hadisteki ayaklardan maksad da, ayakların parmak uçlarıdır. Nitekim Müslim'in îbn-i Abbâs (Radıyallâhü anhJ'dan olan rivayetinde bu durum belirtilmiştir.
Hadîsler, anılan yedi uzuv üzerinde secde etmenin vâcibliğine delâlet ederler. El-Menhel yazan, âlimlerin bu husustaki görüşlerini şöyle anlatır:
1 - Şafiî' nin kuvvetli kavline göre ve Hanbeliler'e göre yedi uzuv üzerinde secde etmek vâcibtir. Bu uzuvların birer parçasını yere koymak kâfidir.
2 - Ebû Hanife, bir kavline göre Şafiî, Mâlikîler ve fıkıhçıların ekserisine göre alın üzerinde secde etmek vâcibtir. Diğer uzuvları yere koymak sünnettir.
Hadîslerin zahirine göre, secde edilirken, bu uzuvların çıplak olmaları vâcib değildir. Çünkü açık olsun örtülü olsun bu uzuvları yere koymak ile secde hâsıl olur.
Diz kapaklarının çıplak olmasının vâcib olmaması hususunda ihtilâf yoktur. Zâten avret yerinin örtülmesi sebebiyle diz kapaklarının açık tutulması sakıncalıdır.
Ayakların çıplak olmasının şart olmaması hakkında da ihtilâf yoktur. Çünkü mestler üzerinde meshedilerek, mestlerle beraber namaz kılmak meşru kılınmıştır. Eğer ayakların secde hâlinde çıplak olması şart olsaydı, namazda mestleri çıkarmak gerekecekti. Mestler çıkarılınca abdest de bozulmuş olurdu.
Ellerin çıplak tutulması mes'elesine gelince; Bu hususta ihtilâf vardır:
1 - Cumhura göre ellerin çıplak olması vacip değildir.
2 -
Şafiî, bir kavlinde ellerin çıplak olmasını vâcib
görmüştür. Hanbeliler de elleri örtmenin mekruhluğuna hükmetmişlerdir.Zahiri
olan görüş, cumhurun mezhebidir.
Alnın çıplak olması
meselesine gelince:
1 - Dâvûd-i Zahirî, Şâfiîler ve bir rivayetinde Ahmed bin Hanbel, alnın çıplak olmasını vâcib görmüşlerdir. Onlara göre başa konan sarık, takke, bere, sargı ve benzeri her hangi bir şey, çıplak alnın yere değmesine mâni olursa, secde caiz değildir.
Ali bin Ebî Tâlib, îbn-i Ömer, Ubade bin es-Sâmit, ibrahim en-Nehai, tbn-i Şirin, Ömer bin Abdülaziz (Radıyallâhü anhüm) ve başka bâzı âlimlerin kavli budur.
Bunların bir delili, Ebû Davud'un Salih bin Hayvan es-Sebbâî (Radıyalâhü anhümâl'den rivayet ettiği şu mealdeki hadîstir:
'Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) alnı üzerinde sarık sarınarak yanı başında secde eden bir adam görmüş ve sarığım yukarı çekerek alnını açmıştır.' Diğer bir delilleri de îbn-i Ebî Ş e y b e ' nin Iyaz bin Abdillah (Radıyallâhü anhüm)'-den rivayet ettiği şu mealdeki hadîstir .-
'Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem), sarığının bir parçası üzerinde secde eden bir adamı görmüş de, mübarek eliyle işaret ederek, sarığını yukarı kaldırmasını istemiştir.'
2 - Saîd bin el-Müseyyeb, el-Hâsan, Bekir el-Mûzenî, Mekhul ve Zühri: Alnı açmak vâcib değildir, demişlerdir. Mâlik, Hanefî âlimleri, E v z â İ, î s h a k ve bir rivayete göre Ahmed bin Hanbel ile âlimlerin ekserisinin kavli budur. Bunlara göre secde ederken alnı örtmek mekruhtur.
Bu görüşteki âlimlerin delili, Ebû Naim'in el-Hİlyede îbn-i Abbâs (Radıyallâhü anh)'den; T a b e r â n î' nin îbn-i E v f â (Radıyallâhü anhl'den ve îbn-i Ali Câ-b i r (Radıyallâhü anh)'den rivayet ettikleri şu mealdeki hadistir:
'Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem), sarığının bir katı üzerinde secde ederdi.' Fakat bu hadîsin rivayet edildiği bütün tarikler zayıftır. Hattâ Ebû Hatim: Bu hadîs bâtıldır, demiştir. B e y h a k i de : Bu hadîsin rivayetlerinden hiç bir şey sübût bulmamıştır, der. Hadis, sabit olduğu takdirde bu hadîs ile alnın açık tutulmalının gerekliliğine delâlet eden hadisleri uzlaştırmak için şöyle bir yorum yapılabilir: Alnın açık tutulmasını gerekli gören hadisler, ma'zeret olmaması hâline aittir, diğeri de özür hâline aittir.
îbn-i Abbâs (Radıyallâhü anh)'ın hadisinde: «...Saç ve elbiseyi toplamamakla emrolundum.» buyurulmuştur. Yâni namaza durulduğunda saç ve elbiseyi, yere değdirmesin diye toplamak yasaklanmış, bunları kendi hallerine bırakmak ve onların sahibiyle beraber secde etmelerine imkân vermek istenilmiştir.
Fıkradaki nehiy, cumhura göre tenzihen kerahet içindir. Kişi ister namaza duracak diye saçını ve elbisesini toplasın, ister daha önce ve başka maksadla toplamış olsun ve namaza durduğunda bu hal tesadüfen devam etsin, netice değişmez.
Nevevî, Müslim'in şerhinde : 'Âlimler, şu durumlarda namaz kılmaktan nehiy hususunda ittifak etmişlerdir.
Adam elbisesini yukarı çekmişken; yenlerini katlamışken; kollarını sıvamışken; saçlarım örüp bağlamışken; saçlarını sargının altında toplamışken ve benzerî haller. Bütün bunlar, âlimlerin ittifakıyla yasaktır, tenzihen mekruhtur. Eğer böyle yaparak namaza durursa isâe (kötü) etmiş olur. Bununla beraber namazı sahihtir. D â v û d i' ye göre namaz için böyle yapmak mekruhtur. Daha Önce böyle yapmışsa ve tesadüfen bu halde namaza durursa mekruh değildir. İbnü'l-Münzir'in anlattığına göre H a s a n-ı B a s r î: Bu halde kılınan namazın iade edilmesi vâcibtir, demiştir. Sahih ve muhtar kavil, cumhurun kavlidir. Sahâbîlerden ve başkalarından nakledilen zahiri de budur.' demiştir.
Namazda saçları ve elbiseyi toplamanın yasaklanmasının hikmeti şudur : Kişi, yere değmesin diye saçını ve elbisesini toplayınca, kibirli adama benzer. Bir de saçı toplamanın yasaklığı hikmeti hakkında Ebû Davud'un rivayet ettiği bir hadîse göre şeytan namaz esnasında toplanan saç içinde oturur. Bu rivayete göre; Ebû fl â f i' (Radıyallâhü anhJ, H z . Ali (Radıyallâhü anh)'nin oğlu Hasan (Radıyallâhü anhJ'ı namaz kılarken görmüş, saçlarını başı üstünde örmüş durumdaymış. E b ü R â f i' (Radıyal-lâhü anh), Onun örgüsünü çözünce Hasan (Radıyallâhü anh) öfkeyle dönüp Ona bakmıştır. Ebû R â f i' (Radıyallâhü anh) de Ona. Sen namazına yönel ve öfkelenme. Çünkü ben, Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'den işittim. Buyurdu ki: «Şu örgü, şeytan oturağıdır.»
886) Resûlullah (Sallallahü Alryhi vv Sel/emy\n arkadaşı Ahmer [119] (Radıyallâhü anh /den :
Şöyle demiştir: Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) secde ettiği zaman ellerini yanlarından çok uzaklaştırdığından dolayı, biz gerçekten Ona çok acıyorduk. [120]
Bu hadisi Ahmed, Ebû Üâvûd, Tirmizi ve Ta-h a v İ de rivayet etmişlerdir. Hadîs, Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'in secde ederken mübarek kollarını, yanlarından çok uzak tuttuğuna ve bu nedenle meydana gelen meşakkat dolayısıyla Ona bakan sahâbîlerin fazlasıyla acıdıklarına delâlet eder.
Bu hadis de 880 ve 881 nolu hadislerin hükmünü te'yid eder mâhiyettedir. [121]
887) Ukbe bin Amir el-Cühenî (Radtyailâhü anh) den, şöyle demiştir : — •Öyleyse sen. Büyük Rabbinin adını teşbih et.»[122] âyeti nazil olduğu zaman Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) bize :
«Bu (âyetin mefhurnu)nu rüku nuzda kılın.» buyurdu. Sonra; «gen, Yüce Rabbinin adını teşbih et.[123]
âyeti nazil olunca Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) bize: «Bu (âyetin mefhumu>nu secdenizde kılın.» buyurdu. [124]
Bu hadîsi Ahmed, Ebû Dâvûd, el-Hâkim, İbn-i Hibbân ve Dârimi de rivayet etmişlerdir.
El Menhel yazan, bu hadîsin açıklaması bahsinde özetle şöyle der:
«Hadisteki birinci âyetin başındaki 'F' harfi, daha önceki âyetlere terfi1 içindir. Yâni:
'Ey Allah'ın Resulü! Sen, halkı tevhide ve Allah'a itaat etmeye davet et. Geçen âyetleri açıkla. Buna rağmen eğer halk, hidâyet yolunu tutmazsa Sen artık Rabbine dön. Ve Onu bütün noksanlıklardan tenzih et. Tenzih, teşbih lafzıyla olsun, başka zikirlerle olsun far-ketmez.'
Âyetteki isim lafzı ile Allah'ın adı kasdedilmemiş olabilir. Yâni âyet ile büyük Allah'ın zâtının tenzih edilmesi kasdedilmiş olabilir. İkinci ihtimal, isim kelimesinin zâid olmayıp Allah'ın adı anlamında kullanılmış olabileceğidir. Bu takdirde âyette büyük Allah'ın adının tenzih edilmesi emredilmiş olur. İkinci ihtimal daha yakındır. Çünkü Allah'ın zâtını, bütün noksanlıklardan tenzih ve ta'zim etmek, vâ-cib olduğu gibi, onun ismini de tenzih ve ta'zim etmek gerekir.
Bu iki yorum, ikinci âyet için de söz konusudur.
Hadîste: «3u âyeti rükunuzda kılınız.- emrinden maksad; terce-mede parentez içi ifâdeyle işaret edildiği gibi âyeti aynen rüku'da okumak değil, âyetten anlaşılan 'Sübhâne Rabbiye'1-Azîm' zikrini rüku'da okumaktır.
Hadîste «Bu âyeti secdenizde- kılınız.» emrinden maksad; terce-mede parentez içi ifâdeyle işaret edildiği gibi âyeti aynen secdede okumak değil, âyetten anlaşılan 'Sübhâne Rabbiye'1-A'lâ' zikrini secdede okumaktır.
'Azim = Büyük ve azametli' kelimesinin rüku' teşbihine ve 'A'lâ = Yüce ve yüksek' kelimesinin secde teşbihine tahsisinin hikmeti şudur: Secde hâlindeki tevâzû, rüku' hâlindeki tevâzû'dan çok daha derin ve canlıdır Çünkü insan vücûdunun en şerefli uzvu olan alın, ayakların bastığı toprağa sürülüyor. Bu nedenle secde, rüku'-dan efdaldir. 'A'lâ' kelimesinin ifâde ettiği yücelik ve azamet, 'Azîm' kelimesinin mânâsından daha büyük olduğu için secde teşbihinde 'A'lâ' kelimesi uygun kılınmıştır.
Hadis, rüku' ve secdede teşbih yapmanın vâcibliğine delâlet eder. Âlemlerin bu husustaki görüşleri şöyledir:
1 - Hanbelîler ve îshak bin Râheveyh, bu hadîsin zahiriyle hükmederek: Rüku' ve secdede teşbih yapmak vâ-cibtir, demişlerdir. Bunlara göre kişi teşbihi, bilerek terkederse namazı bozulur. Unutursa namazı bozulmaz, sehiv için secde eder.
2 - Dâvûd-i Zahiri'ye göre tssbîh, mutlaka vâcibtir. Unutularak bile terkedilse namaz bozulur. Sehiv secdesi ile tamir edilemez.
Bu iki gruptaki âlimler, mezkûr hadîsi delil gösterdikleri gibi, teşbihi kırâata kıyaslamışlardır.
H a n b e 1 î mezhebine âit el-Muğnî adlı kitabda: Ahmed bin H a n b e 1' den meşhur olan kavil şudur: Eğiliş ve kalkışlar-daki tekbir, rüku' ve secdedeki teşbihler, rüku'dan kalkılırken yapılan t es m i' ile tahini d, iki secde arasında okunan 'Rabbiğfirlî...' duası ve ilk teşehhüd vâcibtir. îshak ve Davud'un kavli de budur.' denilmiştir.
3 - Ebû Hanîfe, Mâlik, Şafii, bir kavline göre Ahmed ve âlimlerin cumhuru, rüku' ve secdedeki teşbihin sünnet olduğuna hükmetmişlerdir. Bunların delili, namazını hatalı kılan kişiye Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'in namaz ta'li-mine âit hadîsidir. Çünkü o hadîste Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) adama namazın vâciblerini ta'lim etmiştir. Ona bu zikrileri öğretmiştir. Eğer bu zikir ve teşbihler vâcib olsaydı, taharrüm tekbirini ve kıraati öğrettiği gibi bunu da öğretecekti. Gerekli açıklamanın ihtiyaç vaktinden te'hiri caiz değildir. Şu halde Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'in adama, mezkûr teşbihleri öğretmemiş olması, bunun vâcib olmadığına delildir.
Bu delil, teşbihin vâcibliğine hükmedenlerin delil olarak gösterdikleri hadislere de cevabtm
Teşbihin vâcibliğine hükmedenlerin, teşbihi kıraata kıyaslamaları da tam değildir. Çünkü ayakta durmak, namazda olduğu gibi namazın dışında da halkın alışkın olduğu bir âdettir. İbâdet duruşunun âdet duruşundan farklı kılınması için, ibâdet duruşunda kıraat vâcib kılınmıştır. Fakat rüku' ve secde hali, ibâdet dışında alışılmış bir duruş değildir. Bu sebeple bu duruşun ibâdet duruşu olduğunu bildirmek için bir alâmete hacet yoktur.
888) Huzeyfe bin el-Vemân (Radıyallâhü tinh)\\ç\\ rivayet edildiğine göre kendisi :
Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'den; rüku'a gittiği zaman üç defa «Sübhâne Rabbiye'I-Azîm» ve secdeye gittiği zaman üç defa «Sübhâne Rabbiye'1-Alâ» dediğini (kulağıyla) işîtmiştir. [125]
Bu hadisi, Ahmed, Müslim, Ebû Dâvûd, Nesâi ve Dârimi de rivayet etmişlerdir Tirmizi de bunun bir benzerini rivayet ederek hasen - sahih olduğunu söylemiştir. Bâzı rivayetlerde Huzeyfe (Radıyallâhü anh)'in, Peygamber (Sal-lailahü Aleyhi ve Sellem) iie beraber namaz kılarken, Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) den bu teşbih sesini işittiği bildirilmiştir. Yine bâzı rivâyetlerdeki metin daha uzuncadır. Ve orada şu ilâve de vardır:
'Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) namazda kıraat ederken rahmet âyeti geçtiğinde durup rahmet dilerdi. Ve azab âyeti geçtiğinde, durup istiâze ederdi.'
Âlimlerin rüku1 ve secdedeki teşbih sayısı ile ilgili görüşlerini biraz sonra gelecek 890 sayılı hadîsin açıklaması bahsinde beyan edeceğiz.
889) Aişe (Rtidtyallâhü anh)\\rw; Şöyle «itmiştir : Resftltaliah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem), rüku' secdesinde:
zi^««i çok söyleyerek Kuranı tefsir ederdi. [126]
Bu hadisi Buhâri, Müslim. Ebû Dâvûd ve Nesâi de rivayet etmişlerdir.
Hadîsin zahirine göre Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) anılan zikri namazda çok söylerdi. Namazın dışında söylemezdi. M ü s 1 i m ' in bir rivayetinden anlaşıldığına göre Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) bu zikri namazın içinde ve dışında bol bol söylerdi. Müslim' deki rivayet şöyledir : ' Â i ş e (Radıyallâhü anhâ)'dan rivayet edildiğine göre, şöyle demiştir:
"Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem); zikrini çok söylerdi. Ben: Yâ Resûlallah: Seni görüyorum. Bu zikri çok söylüyorsun, dedim. B» nün üzerine Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) buyurdu ki: «Benim Rabbim, ümmetim hakkında bir alâmet göreceğimi bana haber verdi. Ben onu gördüğüm zaman :
sözünü çok söyleyeceğim, fcfte
o alâmeti gördüm. (Alâmet şudur:) Allah'ın nusreti ve Fetih —M«k-ke Fethi— geldiği ve insanların dalgalar hâlinde İslâm dinine girdiklerini gördüğün zaman, Rabbinin hamdine bürünerek teşbih et; Ve ondan mağfiret dile. Çünkü Allah, tevbeleri çok kabul edicidir.»"
M ü s 1 i m ' in rivayetinde, Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve anlattığı alâmet, N a s r süresidir.
N a s r süresinde Allah Teâlâ : buyurmuştur. Bu âyette Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'e Allah'ın hamdiyle teşbih etmesi ve istiğfar etmesi emredilmiştir. Hadiste  i ş e (Radıyallâhü anhâ)'nin bildirdiği gibi Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) anılan zikri çok söylemekle bu âyeti te-ftir etan*f olur. Ve emrine uymuş olur.
Mezkûr âyet, iki şekilde yorumlanabilir:
1 - Rabbinin hamdine bürünerek teşbih et...» Bu takdirde Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) e, hem hamd etmek hem de teşbih etmek emri verilmiş oluyor. Ve Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) ikisini de yapmadıkça emre uymuş olmaz.
2 - «Rabbine ha m d etmek suretiyle teşbih et ... Çünkü hamd etmek de bir nevi teşbihtir. O*dn da. Allah'ın eksikliklerden oluşu ifâde ediliyor. Övgüye lâyık fiiller dolayısıyla hamd edilir. Bu takdirde Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellemİ'e hamd etmek emri verilmiş oluyor ve kendisi yalnız hamdetmekle, verilen emri yerine getirmiş oluyor.
Hadisteki zikir lafzı, âyetin birinci şekilde yorumlanmasını te'yid eder. Çünkü 'Sübhâneke'İlahümme' ile 'Bihamdik' arasında atıf harfi olan ' -vav' harfi vardır. Zahirine göre, bu harf, kendisinden önce geçen teşbih ile kendisinden sonra gelen hamd'in ayrı cümleler olduğuna işaret eder. Ehlinin ma'lumu olduğu üzere, bu harf, kendisinden sonra gelen cümleyi, kendisinden önce geçen cümleye atıf eder. Bu takdirde mezkûr zikrin mânâsı şöyle olur ı
«Allah'ım! Seni teşbih ederim ve lâyık olduğun hamd ile sana hamd ederim.»
Bu harf, hâl için olabilir. Bu takdirde mezkûr ibarenin mânâsı şöyle olur:
«Allah'ım! Senin hamdine bürünerek Seni teşbih ederim...»
Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve SeUem)'in mağfiret dilemesine gelince; Bu dilek, tevâzuun en mükemmel ifadesidir. Allah Teâlâ'-nın emrine uymanın büyük idrâkidir ve ümmeti için rehberlik nişâ-nesidir. Çünkü bilindiği gibi Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sel-lem) küçük - büyük bütün günahlardan masumdur. Bâzı âlimlere göre Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) 'in bu nevî mağfiret dilemesi, kendi zâtında ümmeti içindir.
890) (Abdullah) İbn-i Mes'ud (Radtyallâhü ««A/den rivayet edildi gme göre; Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) şöyle buyurdu, demiş.
-Biriniz rüku'a gittiği zaman rüku'unda üç defa 'Sübhane Hab-biye'1-Azîm' desin. Çünkü böyle yaptığı zaman rüku'u tamamlanmış olur. Ve biriniz secde ettiği zaman secdesinde üç defa 'Sübhane Rab-biye'1-A'lâ1 desin. Çünkü bunu yaptığı zaman serdesini tamamlamış olur. Bu (anılan) zikir, en azıdır. [127]
Bu hadisi Bezzâr, Tirmizi ve Ebû Dâvûd da rivayet etmişlerdir. Ebû Dâvûd: Hadîs mürseldir. Çünkü Avn bin Abdillah bin Utbe bin Mes'ud[128], îbn-i Mes'ud (Radıyallâhü anh) 'a yetişmemiş, demiştir. Bu-h â r î de Tarih adlı kitabında A v n ' in îbn-i Me s ' u d (Ra-dıyallâhü anh) 'a yetişmediğini bildirmiştir. Ebû Dâvûd, mür-sel demekle munkati'i kasdetmiştir. Yahut, mürselin, meşhur olmayan mânâsını kasdetmiştir. Ona göre mürsel, senedinin her hangi bir yerinde, bir veya birden fazla râvinin düştüğü hadistir.
Hadîs, rüku' ve secdede teşbihin vâcibliğine hükmedenler için bir delildir. Sübüiü's-Selâm sahibinin anlattığı gibi, hadisin zahirine göre üç defadan eksik yapılan teşbih kâfi değildir.
Hadisin: «Bu (anılan) zikir, en azıdır.» cümlesinden maksad şu olabilir: 'Mükemmel teşbihin en azı üçtür.' Bir cemâat cümleyi böyle yorumlamıştır. Buna göre üç defadan eksik teşbih yapan kimse, sünneti yerine getirmiş olmaz. Üç defa olunca, sünnet yapılmış olur.
Birinci yoruma göre mükemmel teşbihin en azı üç defadan fazla yapılan teşbihtir. Üç defa yapılan teşbih, vâcib olan teşbihtir. Üçten eksik olan teşbih, caiz değildir.
Her iki yorumculara göre teşbihin en mükemmel şekli için belirli bir sayı yoktur. Kıraatin uzunluk ve kısalığına göre bu sayı değişir. Çünkü namazdaki rükünlerin, uzunluk ve kısalık bakımından birbirlerine yakın olmaları sünnettir. Zira Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve SellemJ'in rüku' ve secdesinin uzunluk bakımından, kıyamına yakın olduğu, hadislerle sabittir.
E 1 - M â z ir i: En mükemmel teşbih sayısı, onbir veya dokuzdur. Mükemmellik bakımından ortalama sayısı beştir, demiştir.
T i r m i z i' nin, İbnü'l-Mübârek ile İshak bin R a h e v e y h ' den rivayet ettiğine göre, bunlar: İmam için beş defa teşbih etmek müstehabtır, demişlerdir. S e v ri de bununla hükmetmiştir.
En-Neyl yazarı: Mükemmei teşbihin belirli bir sayıya bağlanma sına dâir hiç bir delil yoktur. Uygun olanı, muayyen bir sayıya bağlanmadan namazdaki kıraatin uzunluğuna göre teşbih sayısını roğalt-maktır, demiştir. [129]
1 - Hanefi âlimlerine göre rüku'da Sübhâne Rabbiye'l Azim ı, secdede Sübhâne Rabbiye'l Alayı üçer defa söylemek sünnettir. Bundan az söylemekle sünnet hâsıl olmaz.
2 - Ş â f i î 1 er ' e göre teşbih, her hangi bir lafızla söylenirse, sünnetin aslı hâsıl olur. Mezkûr lafızla teşbih etmek efdaldır. En mükemmeli anılan teşbih lafızlarını on bir defa tekrarlamaktır. İmam üç defa tekrarlanmalıdır. Daha fazla tekrarlayamaz. Ancak arkasında namaz kılan cemâat, muayyen kişiler olup, uzatmasına razı olduklarını söylerlerse, imam da teşbihi onbir defaya kadar tekrarlıyabiiir.
3 - Hanbeliler'e göre anılan lafızlarla teşbih etmek vâ-cibtir. Bunun tekrarlanması sünnettir.
4 - Mâlikiler'e göre rüku' ve secdede teşbih yapmak mendubtur. Bunun için muayyen bir lafız yoktur. Anılan lafıalarla teşbih etmek, daha efdaldır.[130]
Hadîs, rüku' ve secdedeki tume'ninenin en azının üç teşbih miktarı olduğuna ve bu iki yerde teşbih etmenin vâcibliğine delâlet eder.
Daha önce de anlattığım gibi Hanefi ve Şafiî mez-heblerine göre tume'ninenin en az süresi, vücûdun bir teşbih kadar hareketsiz kalmasıdır. [131]
891) Câbir (Radıyattâhii anh)'den rivayet edildiğine göre: Resûlul-lah (Sallattahü Aleyhi ve Seli em) şöyle buyurdu, demiştir :
«Biriniz secde ettiği zaman i'tidâl etsin. Ve köpeğin yayılması gibi kollarını (yere) yaymasın.*"
892) Enes bin Mâlik (Radıyallâhü anh)'den: Şöyle demiştir: Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) :
«Secdede i'tidâl ediniz. Sakın herhangi biriniz köpek gibi kolla nnı yayarak secde etmesin.» buyurdu. [132]
Câbir (Radıyallâhü anh) 'in hadisini Tirmizİ, Ahmed ve İbn-i Huzeyme de rivayet etmişlerdir. T ir mizi: Hadîs, hasen - sahihtir. İlim ehli bununla amel ederek, secdede i'ti-dalı seçer ve canavar gibi yere yayılmaktan kerahet ederler, demiştir.
Enes (Radıyallâhü anh) in hadisini de Kütüb-i Sitte sâhibleri-nin hepsi mânâyı etküemiyen az bir lafız farkıyla rivayet etmişlerdir.
Secdede i'tidâl: Yere yayı toplanmak arası bir haldir. Âlimler i'tidâl hâlini şöyle tasvir ««mislerdir: Secdede i'tidâl ellerin avuçlarını yere koymak, dirsekleri yerden kaldırmak ve yanlardan uzâ*k tutmak, karnı da uyluklardan uzaklaştırmaktır.
Köpeğin yayılması, ellerle beraber dirsekleri yere koymaktır.
Bu konuda rivayet olunan hadîsler, namaz kılan kimsenin; secde ettiğinde el avuçlarını yere koymasının, dirseklerini yerden kaldırmasının ve yanlarından uzak tutmasının gerekliliğine delâlet eder, Dirsekleri yerden kaldırmak ve koltuk altı görülebilecek derecede kolları yanlardan uzak tutmak, bütün âlimlere göre müstahabtır. Bunu yapmayanın namazı, sahih olmakla beraber, tenzîhen kerahet işlemiş olur.
Hadîslerde buyurulan i'tidâl şeklinin; mütevâziliğe daha muvafık, alın ile burnun yere iyice dokunmasına daha elverişli ve tembellik halinden daha uzak olduğu âlimler tarafından ifâde edilmiştir. [133]
893) Aişe (Radıyallâhü anhâyûen; Şöyle demiştir: Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem), başını rüku'dan kaldırdığı zaman iyice doğrulup, ayakta durmadıkça secdeye gitmezdi ve secde edip başını kaldırdığı zaman, iyice doğrulup oturmadıkça (ikinci) secdeye gitmezdi. Oturduğu zaman sol ayağını iftirâş ederdi, (döşerdi.)"
894) Alî (Radıyallâhü anhyâen; Şöyle demiştir: Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) bana buyurdu ki: «İki secde arasında ik'â oturuşuyla oturma.»"
895) Alî (Radtyallâhü anh)'den; Şöyle demiştir: Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) buyurdu ki:
«Yâ Alî! Köpeğin ilf'â (denilen) oturuşu gibi ik'â oturuşuyla oturma.»"
896) Enes bin Mâlik (Radıyallâhü anhyâen rivayet edildiğine göre kendisi; Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) bana şöyle buyurdu, demiştir :
«Sen başını secdeden kaldırdığın zaman köpeğin ik'â ettiği gibi ik'â etme. Sağrılarını ayaklarının arasına al ve ayaklarının üst kısmını yere yapıştır.Zevâid'de : Bunun isnadında bulunan el-A-lâ'run Enes (R.A.)'den mevzu' hadisler rivayet ettiğini îbn-i Hİbbân ve el-Hâkİm söylemişlerdir. Buhâri ve başkası : O, münkerül hadistir, demişlerdir. İbnü'l-Medenî de demiştir ki: O. hadîs uydurdu, denilmiştir. [134]
 i ş e (Radıyallâhü anhâJ'nin hadisini Müslim de rivayet etmiş, müellifin iki senedle rivayet ettiği A 1 î (Radıyallâhü anh)'in hadisini T i r m i zi de rivayet etmiştir.E n e s (Radıyal-lâhü anh) in hadisi ise zevâid kısmındandır.
Hadîslerde geçen ve konumuzu ilgilendiren bâzı kelimeleri açıklayalım :
İftirâş ; Sol ayağı yere döşeyerek onun üzerinde oturmak ve sağ ayağı dikerek parmak uçlarını kıbleye çevirmektir.
Teverrük: Sağ ayağı dikerek parmak uçlarını kıbleye çevirmek ve sol ayağı yere döşeyerek sağ ayağın altına yerleştirip sağrılar üzerinde oturmaktır. Bu oturuşta sağ ayağın üst kısmı, sol ayağın alt kısmının üzerine gelmiş olur.
İbn-i Z ü b e yr (Radıyallâhü anh), teverrük için ikinci bir ta'rif yapmıştır. Ona göre sağ ayağın üst kısmı yere gelecek şekilde ve üzerinde oturmadan yere yatırmak, sol ayağı sağ uyluğu île baldırı arasına yerleştirmek ve mak'adı üzerine oturmaktır. Bu oturuşta sağ ayağın parmaklan kıbleye çevrilmeyerek, üst kısımları yere gelecek şekilde yatırılır.
Ik'a: Mak"ad üzerinde oturup dizleri dikerek, altları yere gelecek şekilde ayakları yere koymak ve elleriyle yere dayanmaktır. Bu oturuş, köpek oturuşuna benzer.
 i ş e (Radıyallâhü anhâJ'nin hadisinde. Peygamber (Sallal-lahü Aleyhi ve Selleml'in iki secde arasındaki oturuşunun iftirâş şeklinde olduğu bildirilmiştir.
A 1 İ (Radıyallâhü anh) ve E n e s (Radıyallâhü anh)'in hadîslerinden anlaşıldığına göre köpek oturuşuna benziyen ik'â oturuşu yasaklanmıştır.
Biz önce namazdaki oturuşlarla ilgili, âlimlerin görüşlerini nakledelim, ondan sonra ik'â meselesi üzerinde duralım :
1 - Hanefi âlimlerine göre namazdaki bütün oturuşlarda iftirâş şekli sünnettir. Kadınlar, ayaklarını sağ taraftan çıkararak sağrıları üzerinde otururlar.
H a n e f î 1 e r'in delili ise M ü s 1 im ve müellifin rivayet ettikleri  i ş e (Radıyallâhü anhâ))'nin 893 nolu hadisidir. Bir de namazını hatalı kılan a'râbî'nin meşhur hadîsidir. O hadîste : iki Oturduğun zaman sol ayağmın üzerinde otur.» buyurulmuştur.
2 - Şafii ler'e göre namazda beş oturuş vardır : Birincisi : Secdeler arası oturuş; ikincisi : Her rek'atten sonra ayağa kalkmadan önce yapılan istirahat oturuşu; Üçüncüsü : Üç ve dört rek'at-li namazlardaki ilk teşehhüd oturuşu; Dördüncüsü : Arkasında sehv secdesi yapılacak son oturuş; Beşincisi : Arkasında selâm verilecek oturuş. Beşinci oturuşta teverrük, diğerlerinde de iftirâş etmek aî daldır.
Ş â f i i 1 e r ' in delili, Buhâri, Ebû Dâvûd ve başkalarının rivayet ettikleri Ebû Hümeyd-i Sâidi (Radıyallâhü anh) ile burada rivayet olunan  i ş e (Radıyallâhü anhl'nin hadîsidir.
El-Menhel yazarı, Şafii ler'in görüşünü anlatırken, ilk te-şehhüdde İftirâş ve son teşehhüdde teverrük oturuşunun hikmeti hakkında Ş â f i i 1 e r' in şunu söylediklerini nakleder: Bu oturuşlar, namazı hatırlamaya ve rek'at sayılarını karıştırmamaya daha yakındır. Hem de ilk teşehhüdün hafifletilmesi sünnettir. İftirâş edilerek oturulur ki; Bu oturuş kolayca ayağa kalkmak için daha müsaittir. Son teşehhüdü uzatmak sünnettir. Ondan sonra ayağa kalkmak da yoktur. Teverrük edilerek oturmak daha rahattır. Oturuşların değişik oluşunun şu faydası da vardır ■. Namaz esnasında cemaata yetişen kişi, imamı ve cemâati oturuşta gördüğü zaman ilk ve son oturuştan hangisi olduğunu bilmiş olur.
3 - Ma I i ki 1 e r'e göre iki teşehhüdde de teverrük etmek müstahabtır. İki secde arasındaki oturuş da böyledir.
Bunların delili de M â 1 i k ' in el-Muvatta'da Abdullah bin Ömer (Radıyallâhü anh)'in oğlu Abdullah" tan rivayet ettikleri hadistir. Bir de e 1 - K â s ı m bin Muham-m e d ' in, teşehhüddeki oturuşu Yahya bin S a i d ve arkadaşlarına anlatırken, teverrük şeklini ta'rif ettiğine dâir M â 1 İ k ' in rivayetidir.
4 - Hanbeliler'e göre iki teşehhüdlü namazın ilk teşehhüdünde iftirâş, son teşehhüdünde teverrük etmek ve tek teşehhüd lü namazda iftirâş etmek sünnettir.
H a n b e 1 i âlimlerinden el-Muğni yazan şöyle der: -Bizini delilimiz, V â i I bin H ü c r (Radıyallâhü anhJ'ün ş.u meal deki hadisidir :
-Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) teşehhüd için oturunca sol ayağını yere döşedi ve sağ ayağını dikti.» Bu hadiste, arkasında selâm verilen teşehhüd ile selâm verilmeyen teşehhüd arasında bir ayırım yapılmamıştır.
İkinci delilimiz, Müslim'in Âişe (Radıyallâhü anh)'den rivayet ettiği şu mealdeki hadîstir: Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) :
«Her iki rek'atte bir tahiyye vardır.» buyururdu. Sol ayağını yere döşerdi, sağ ayağını da dikerdi.»
Bu iki hadîs, her teşehhüdde iftirâş etmekle hükmederler. Son teşehhüd oturuşu, Ebü Hümeyd (Radıyallâhü anh)'in hadî-siyle bundan müstesnadır. Çünkü ikinci teşehhüdde Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'in teverrük ettiği bu hadîsle sabittir. Şu da vardır ki: İkinci teşehhüdde teverrük etmenin sebebi, iki teşehhüdün birbirinden farklı kılınmasıdır. İçinde tek teşehhüd bulunan namazda teşehhüdlerin karışması endişesi olmadığına göre, farklı oturuş da söz konusu değildir. Beyan edilen görüşler, en efdal oturuşun tesbitiyle ilgilidir. îk'â oturuşu hâriç, nasıl oturulursa oturulsun namaz sahihtir.
İk'â mes'elesine gelince : Bu bâbta geçen hadîslerde köpeğin oturuşuna benzetilen ik'â oturuşu yasaklanmıştır.
Müslim, Ebû Dâvûd ve Tirmizî' nin rivayet ettikleri bir hadîste Tâvûs (Radıyallâhü anh) demiştir ki:
«Biz, İbn-i Abbâs (Radıyallâhü anh) a ayaklar üzerinde ik'a (çö-melmek) hakkında söz ettik. İbn-i Abbâs (Radıyallâhü anh} : O, sünnettir, dedi. Biz Ona: Ama biz onu adama cefâ görüyoruz, dedik. Bunun üzerine İbn-i Abbâs (Radıyallâhü anh) :
Bilâkis o, senin Peygamberinin sünnetidir, dedi.» Bu hadîs, iki secde arasında ökçeier üzerinde çömelmenin sünnet olduğuna delâlet eder.
Şu halde ik'â oturuşu iki türlüdür. Birinci çeşit ik'â, yukarıda anlatıldığı gibi köpek oturuşuna benzeyen ik'âdır. Bu oturuş yasaktır.
İkinci nev'i ik'â : Secdeler arasındaki oturuş da her iki ayağı dikerek, parmaklarını kıbleye çevirmek ve topuklar üzerinde oturmaktır. İbn-i Abbâs (Radıyallâhü anh)'in : Peygamber'imi-zin sünnetidir.' sözüyle kasdatti&j ik'A, budur.Beyhakî ve Kadı Iyaz, İbn-i Abbâs (Radıyallâhü anh)'in hadîsin-deki ik'âyı böyle yorumlamışlardır. Kadı I y a z ' in dediğine göre sahâbilerden ve seleften bir cemâatin secdeler arasında bu şekilde oturduğu rivayet olunm-uştur.
El-Menhel yazan 'Secdeler arasında ik'â bâbı'nda özetle şöyle der : • Mâlik, Nahaî, Hanefîler ve Hanbeliler: İk'â hangi şekilde ta'rif edilirse edilsin mekruhtur, demişlerdir. Bunların delilleri, Tirmizî ve îbn-i Mâceh'in Ali (Ra-dıyallâhü anh)'den rivayet ettikleri (894 ve 895 nolu) hadisler ile İbn-i Mâceh'in Enes {Radıyallâhü anh)'den rivayet ettiği (896 nolu) hadîstir. Bunlara göre bu hadîslerdeki nehiy kerahet içindir. Çünkü diğer taraftan ik'ânın meşruluğuna delâlet eden îbn-i Abbâs (Radıyallâhü anh) 'in hadisi vardır. Eğer İbn-i Abbâs (Radıyallâhü anh)'in hadisi olmasaydı: Bu hadislerdeki nehiy, kerahet için değil haramlık içindir, diyeceklerdi.
Bu bâbtaki hadîsler ile îbn-i Abbâs (Radıyallâhü anh)'in hadisi arasında görülen zahiri çelişkinin def edilmesi hususunda ihtilâf edilmiştir:
Hattâbî ve Mâverdî: İbn-i Abbâs (Radıyallâhü anh) 'm hadîsi, bu bâbtaki hadîslerle mensuhtur. îbn-i Abbâs (Radıyallâhü anh)'in mensuhluğu duymadığı umulur, demişlerdir.
Beyhakî, Kadı îyaz, İbn-i Salâh, Nevevî ve bir cemâat hadisleri uzlaştırmak için şöyle demişlerdir: Bu bâbtaki hadîslerle yasaklanan ik'â, köpek oturuşuna benzeyen oturuştur. Yâni mak'âdı, elleri ve ayakların altını yere koyup dizleri dikmektir, îbn-i Abbâs (Radıyallâhü anh)'in sünnet olduğunu söylediği ik'â ise, ayaklan dikerek, onlar üzerinde çömelmek ve dizleri yere koymaktır.
En-Neyi yazan : Anlatıldığı gibi, hadîsleri uzlaştırmak gerekir. Zâten hadîsler, bu uzlaştırmaya ışık tutar. Çünkü nehiy hadîslerinde köpek oturuşuna benzetmek kaydı mevcuttur. İbn-i Abbâs (Radıyallâhü anh) in hadîsinde ise, ayaklar üzerinde ve parmak uçları üzerinde oturmak kaydı mevcuttur. Bu durumda mensuhluğa hükmetmek, bu kayıtlardan bir nevî gaflettir. Diğer taraftan hadis hafızları : Nehiy hadîsleri ile îbn-i Abbâs (Radıyallâhü anh)'in hadisinin târihleri meçhuldür, demişlerdir. Tarihler bilinmeyince mensuhluk yoluna gidilemez. Bir de şu var ki: Hadisleri uzlaştırmak mümkün iken mensuhluk yoluna gitmek yasaktır, demiştir.
Yukarıda verilen ma'lumattan şu netice çıkıyor ki : İki secde arasında topuklar üzerinde çömelmek de iftirâş gibi meşrudur. N e v e -v İ , el-Mühezzeb şerhinde şöyle demiştir : 'İbn-i Abbâs (Ra-dıyallâhü anh) ve İbn-i Ömer (Radıyallâhü anh)'in rivayet ettikleri ik'â oturuşu, B e y h a k i ' nin yorumladığı şekilde, yâni topuklar üzerinde çömelmek oturuşu, Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) tarafınaan yapılmıştır. Diğer taraftan Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'in iftirâş ettiği Ebü Hümeyd (Radıyallâhü anh)'in ve ona muvafakat edenlerin rivâyetleriyle sabittir. Şu halde ikisi de sünnettir. Ancak Ebû Hümeyd (Radıyallâhü anh)'in rivayet ettiği iftirâş sünneti daha meşhur ve ekseriyetle yapılanıdır. Çünkü bunu Ebü Hümeyd (Radıyallâhü anh) 'e rivayet ederken on sahâbîoriu doğrulamıştır. Vâil bin Hücr (Radıyallâhü anh) ve başkası da-rivayet etmiştir. Bu rivayetler Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'in iki secde arasında iftirâş oturuşuna devam ettiğine ve bu oturuşun sahâbîlerce meşhur olduğuna delâlet eder. Bu sebeple iftirâş oturuşu tercihe şayan olup daha efdaldır. Bununla beraber topuklar üzerinde çömelmek de sünnettir.
N e v e v î' nin bahsettiği İbn-i Ömer (Radıyaflâhü anh)'in hadisi, B e y h a k i ' nin ondan rivayet ettiği şu mealdeki hadîstir :
«İbn-i Ömer (R&dıyallâhü anh)' başını birinci secdeden kaldırdı ğı zaman ayak parmak uçlarının üzerinde otururdu ve : Bu oturuş sünnettendir derdi. [135]
Peygamber (Sallailahü Aleyhi ve Sellem) iki secde arasında(ki oturuşta) := «(Ey) Kabbim! Bnna mağfiret eyle. (Ey) Rabbim! Bana mağfiret eyle.» derdi."
898) İbn-i Ahliiis (Radıyallâhü anhüuiü) rivâvet demiştir :
ResûiuJlah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) gece namazında iki sec-de arasında(ki oturuşta) :
«(Ey) Rabbim! Beni (m günahlarımı) bağışla, bana rahmet eyle. Beni (m kırıklarımı) düzelt. Beni nzıklandır ve beni (m derecelerimi) yükselt.» derdi."
Not : Zevâid'de : Hadisin ricali sikalardır. Fakat Habib bin Ebi Sabit ledlis ederdi. Ve bu hadisi an'aneyle rivayet etmiştir. Hadisin aslı Ebû Dâvûd ve Tirmi-zi'de vardır, denmiştir. [136]
Müellifin kısmen iki senedle rivayet ettiği H uzeyfe (BaoY yallâhü anh)'in hadisini Müslim uzunca ve N e s â i de aynen rivayet etmiştir. Bu hadîs Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'in iki secde arasında hadiste mezkûr duayı okuduğunu bildirmiştir.
İbn-i Abbâs (Radıyallâhü anh)'in hadisini notta işaret ediJdigi gibi Ebû Dâvûd .ve Nesâİ de rivayet etmişler-
dır. Müellifin rivayetinde Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve SellemJ'in mezkûr duayı gece namazında okuduğu kaydedilmiştir. E b û Davud'un rivayetlerinde gece namazı kaydı yoktur. Bu rivayetlerin senedlerinde de Habîb bin Ebi Sabit an'ane ile rivâvet etmiştir.
T i r m i z î hadîsi, rivayet ettikten sonra: Bu hadîs garibtir, A 1 i (Radıyallâhü anh) 'den de böylece rivayet edilmiştir. Ş â f i i, Ahmed ve İshak farz ve nafile namazlarda bu duayı okumakla hükmetmişlerdir. Bâzı âlimler bu hadîsi Kâmil Ebü'l-A 1 â ' dan mürsel olarak rivayet etmişlerdir, demiştir.
T i r m i z i' nin şerhi Tuhfetü'l-Ahvezî'de : T i r m i z i hadîsin sahihliğine veya zayıflığına hükmetmemiştir. E 1 - H â k i m , hadisi rivayet ederek sahih olduğunu söylemiştir. Ebû Dâvûd, da hadîsin sıhhat veya zayıflığı hakkında bir şey söylememiştir, denmiştir.
T i r m i z i ' deki dua lafzı şöyledir
Ebû Dâvûd daki dua da şöyledir:
Hadis iki celse arasındaki oturuşta mezkûr kelimelerle duâ etmenin meşruluğuna delâlet eder.
Duadaki kelimelerin mânâları açıktır. Yalnız bunlardan: Fiili -Cebere, yccburu» fiilinden alınmadır. Bunun asıl mânâsı kırılan bir şeyi düzeltmek ve ıslah etmektir. Kırık kemikler üzerine sarılan cebire ismi bu mânâdan alınmadır. Burada kasdedilen mânâ mânevi kırık mesâbesindeki kusurları, hatâları ve eksikleri islâh ve tamir etmek, düzeltmektir. Bu fiil musibet yaralarının sarılması anlamında da kullanılır. Burada o mânâ da düşünülebilir. Kişi bu duayı yapmakla mânevi yaralarının sarılmasına geçirdiği musibetlerle kaybettiği nimetlerin yerinin benzer nimetlerle doldurulmasını dilemiş olur. [137]
899) Abdullah bin Mes'ud (Radtyallâhü an/rj'den rivayet edildiğine göre şöyle demiştir :
Biz Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve SellemJ ile beraber namaz kıldığımız zaman (teşehhüd için oturduğumuzda) «Selâm Allah'ın kullarına olsun» demeden önce «Selâm Allah'a olsun, Selâm Cebrail'e, Mikâil'e, falan ve falana olsun» derdik. İbn-i Mes'ud ve arkadaşları (falan ve falan sözü ile) melekleri kasdederler. Sonra Resû-lullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) bizim böyle dediğimizi işitti bunun üzerine :
«Selâm Allah'a olsun demeyiniz. Çünkü şüphesiz Allah selâmın kendisidir. Bunun için (teşehhüde) oturduğunuz zaman;deyiniz. Çünkü kişi bunu söylediği zaman selâm cümlesi gökte ve yerde bulunan her salih kula isabet eder.»"
"... Abdullah bin .Mes'ud (Rarfivaliâhii <ın/t)'<\vn rivayet edildiğine yöre: Kendisi, Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve SelleinJ'den bunun mislini rivayet etmiştir."
"... Abdullah bin .Mes'ud (Rmlıvallâhü an/t)\\en rivayet edildiğine ji«ire : Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Seliem) onlara teşehhüdü öğretirdi. Abdullah (Radıyallâhü anh) bu hadisin mislini zikretmiştir. [138]
Müellif bu hadisin metnini, bâzı râvileri aynı olan iki senedle rivayet etmiştir. Daha sonra zikrettiği müteaddit tariklerle de hadisin kendisine intikal ettiğini beyan etmiştir. Son iki senedde A b-dullah 1 b n-i Mes'ud (Radıyallâhü anh) Peygamber {Sallallahü Aleyhi ve Seliem) in, onlara teşehhüdü öğrettiğini ifâde eden bir cümle ilâvesi de mevcuttur. Esasen el-Menhel'de bildirildiğine göre Ebû Bekir bu hadisin yirmi küsur tarikten rivayet edildi ğini söylemiştir.
Bu hadisi Buharı, Müslim, Nesâi, Tirmizi ve Ebü Dâvüd da rivayet etmişlerdir.
= -Namaz kıldığımız zaman...» cümlesi yerine bâzı rivayetlerde «Teşehhüd için oturduğumuz zaman...» cümlesi bulunur. aiUt jla ifâdesini : -Selâm Allah'ın kullarına olsun
demeden önce» diye terceme ettik. Fıkranın mantisi sriylc olur: 'Ibn-i Mes'ud (Radıyallâhü anh) demiştir ki : BU: Es-Selâmü aleynâ ve ala ibâdülah... demeden önce: Es-Selâmü aJa'I-Lâh... derdik.ifâdesi : *Kıbele ıbâdihi' de okunabilir. Bu takdirde lafzın mânâsı : -Allah'ın kulları tarafından..." olur. Buna göre fıkra nın mânâsı şöyle olur . (Radıyallâhü anh) demiştir ki : 'Biz, kulları tarafından A^şJı'a selâm olsun derdik.'
B u h â r i' nin bir rivâyetindeki : «Selâm kulları tarafından Allah'a olsun.» ifâdesi ikinci ihtimali te'yid eder.
Teşehhüdde böyle söyleyen sahâbiler galiba selâmı hamd ve şükür kabilinden saydıkları için 'Allah'a selâm olsun" üemeyi caiz görmüşlerdir.
Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Seliem : -Esselam AIâ'1-Lah = Selâm Allah'a olsun demeyiniz.» buyurarak böyle söylemeyi yasaklamıştır. Çünkü selâmın mânâsı, âfetlerden ve noksanlıklardan selâmette olmaktır. Allah, kullarından dilediğine selâmet verir. Selâmeti veren, ancak Allah'tır. Hâl böyle iken Allah'ın selâmette olması için duâ edilir mi?
Hadisin : -Çünkü şüphesiz Allah, selâmın kendisidir.» cümlesi konan yasağın nedenini bildirmek içindir. Yâni selâm, Allah Teâlâ'-nın isimlerinden bir isimdir. Mânâsı da ortaktan salim olan demek tir. Yahut mânâsı, Dünya'da Peygamberler ve Cennette mü'min kullarına selâm eden demektir. Veyahut mânâsı, mü'min kulunu tehlikelerden ve korkunç hallerden emin kılandır. [139]
-Ettehiyyâtü li'llâhi =: Tahiyyeler Allah'a mahsustur.» Tahiyyât: 'Tahiyye'nin çoğuludur. Tahiyye : Tazim ve saygı demektir. Yeryüzündeki krallara, değişik tazim ifadeleriyle saygı yapılırdı. Bâzılarına : 'Hayırlı sabahlar'; bâzılarına : Günaydın; bâzılarına : Çokça selâmette ol; bâzılarına; Bin sene yaşa denilirdi. Yapılan tazim ifâdelen içerisinde Allah Teâlâya sena etmeye elverişli bir ifâde yoktu. Bunun için, müslümanlara : «Ettehiyyâtü li'llâhi- demeleri emredildi. Yâni her türlü ta'zîm, Allah'a mahsustur. O'na lâyıktır.
-Ve'ssalevâtü = Salâtlar da Allah'a mahsustur.»
Salâvat: 'Salât'm çoğuludur. Salât: Namaz demektir. Bundan maksad, beş vakit namazdır. Veyahut farz olsun, nafile olsun bütün namazlardır.
Bâzıları : Salavâttan maksad, bütün ibâdetlerdir, demişlerdir. Bir kısım âlimler de : Salavât ile rahmetler kasdedilmiştir, demişlerdir.
-Vettayyibâtü : Tayyibeler de Allah'a mahsustur.»
Tayyibât: 'Tabbiye'nin çoğuludur. Tayyibe: Dua ve zikir gibi, yararlı, güzel söz demektir. Bâzı âlimler: Tayyibât, kapsam bakımından sözlerden daha geniştir. Yâni güzel söz olabildiği gibi, güzel amel ve yararlı vasıflar da olabilir. Sözlerin, amellerin ve vasıfların güzelliğinden maksad, bunların mükemmel ve ihlaslı olmasıdır. Her türlü gösteriş ve riyakârlıktan uzak olmasıdır, demişlerdir.
- Esselâmü aleyke eyyühennebiyyü = Selâm sana olsun jy Peygamber.»
Buradaki selâmdan maksad, hoşlanılmayan durumlardan selâmette olmaktır. Yâni: Ey Peygamber! Hoşlanılmayan durumlardan selâmette olasın.
Bâzı âlimlere göre buradaki selâm, Allah'ın adıdır. Cümlenin mânası da: Ey Peygamber! Selâm olan Allah, Seni bütün âfetlerden korusun.
Teşehhüdde Hz. Muhammed (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) önce burada Nübüvvetle vasıflandırılıyor. Teşehhüdün sonunda okunan şahadet kelimesinde de Resûllükle vasıflandırılıyor.
«Verahmetü'llahi ve Be rekât ühu = Allah'ın rahmeti de, bereketleri de sana olsun ey Peygamber!»
Rahmetten maksad, ihsan ve ikramdır. Bereketten maksad da bol hayırdır.
•Esselâmü aleyna = Selâm üzerimize olsun.» Üzerimize demekle, orada hazır bulunan imam, cemâat ve melekler kasdedilir.
«Ve alâ ibâdillahi's Sâlihine = Selâm, Allah'ın sâlih kullarına da olsun.»
Sâlih kullardan maksad, üzerlerinde vâcib olan kul haklarına riâyet edenlerdir. El Menhel yazan böyle yorumlamıştır. Tuhfetü'I-Ahvezİ yazarı: Sâlihin en meşhur tefsiri: 'Üzerinde vâcib olan Allah'ın kullarına ve kulların haklarına riâyet eden kimsedir.' diye yorumlamaktır. Sâlihin dereceleri farklıdır, demiştir. Uygun olan tefsir, Tuhfetü'l-Ahvezî'deki tefsirdir. Hattâ el-Menhel'deki tefsirde matbaa hatâsı olarak Allah hakları anilmamıştır, kanâatindeyim.
El-Fakihânî: Namaz kılan kişi, bu cümleyi okurken, Peygamberlerin, meleklerin ve mü'minlerin hepsini hatırına getirmelidir. Tâ ki sözü ile maksadı birbirine uysun, demiştir.
T i r m i z i: de : Müslümanların namazda okudukları selâm duasından hisse almak isteyenler, sâlih kul olsunlar. Aksi takdirde bu yüce faziletten mahrum kalırlar, demiştir.
Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) sahâbilere teşehhüdü ta'lim ederken, evvelâ zât-ı Nebevilerine özel olarak selâm etmelerini, bundan sonra sahâbilerin, kendi şahıslarına stlâm etmelerini öğretmiştir. Çünkü kendi nefislerine duâ etmeleri önemlidir. Bundan sonra da selâmı, sâlih kullara teşmil etmelerini öğreterek, mü'minlere yapılan duanın umûmi olmasını onlara sezdirmiştir .
Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) Sahâbilere teşehhüdü öğretirken : «Ve alâ ibâdillahi's-Sâlihîn.» ifâdesini öğrettikten sonra ve Kelime-i Şehâdeti öğretmeden önce buyurmuştur ki:
«Biriniz böyle selâm verince, onun selâmı, gökte ve yerde bulunan bütün sâlih kulları kapsar.»
Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'in teşehhüdü öğretmesi esnasında bu durumu bildirmesinin sebebi; bâzı saha bilerle, hadiste de bildirildiği gibi meleklerin adlarını anmaya girişmeleridir. Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem), bu bilgiyi vermekle; Melekleri ismen anmaya lüzum yoktur. Öğretilen şekilde verilen selâm, bütün meleklere. Peygamberlere, sıddıklara rahatlıkla teşmil edilir, demek istemiştir.
«Eshedü en lâ ilahe illa'llah ~ Ben dilimle söyler, kalbimle de tasdik ederim ki; Allah'tan başka, ibâdete müstehak hiç bir şey yoktur ve olması mümkün değildir.»
-Ve eşhedü enne Muhammeden abdühü ve Resulünü = Ve dilimle söyler kalbimle de tasdik ederim kij Muhammed, Allah'ın kulu ve resulüdür.»
Müslim1 in İbn-i Abbâs (Radıyallâhü anhJ'den olan rivayetinde şahadetin ikinci kelimesi: «Ve eşhedü enne Muhamme-derresulüllah» diye geçer.
İbnü'l-Melîk demiştir ki: Rivayet edildiğine göre Mi'-r a c gecesi Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) : «Ettehıyyâ-tü...» kelimeleriyle Allah'a sena etmiş, bunun üzerine Allah Teâlâ da: «Esselâmü aleyke...» diyerek Peygamber {Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'e iltifatta bulunmuş; Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) de: «Esselâmü aleynâ...» diyerek, bu ilâhi lütfün umumîleşme-sini dilemiş, Cebrail (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) de : «Eşhe-du...» diyerek kelime-i Şehâdeti getirmiştir.
Hadîsin zahirine göre teşehhüd okumak vâcibtir. Birinci teşehhüd ile ikinci teşehhüd arasında bir fark yoktur. El-Leys, İshâk ve Ebû Sevr böyle demişlerdir. [140]
1 - Hanefi âlimlerine göre birinci ve ikinci teşehhüdün ikisi de vâcibtir. Bile bile terkedilmeleriyie de namaz bozulmaz.
2 - Şâfiiler'e göre çift teşehhüdlü namazların ikinci teşehhüdü ve sabah namazının teşehhüdü farzdır. Okunmaması hâlinde namaz bozulur. Üç ve dört rek'atli farzların ilk teşehhüdleri önemli sünnetlerdendir. Bilerek veya sehven okunmaması hâlinde sehiv secdesi edilmesi sünnettir. Son teşehhüdün vâcibliğine delil, bu bâb-taki hadîslerdir. İlk teşehhüdün vâcib olmamasının delili ise, B u -hâri, Müslim ve Ebû Davud'un rivayet ettikleri bir hadistir. Bu hadiste Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'in iki rek'at kıldıktan sonra teşehhüd okumadan ayağa kalktığı ve namazı bitirince, selâmdan Önce iki secde ettiği bildirilmiştir
3 - M â i i k il er'e göre birinci ve ikinci teşehhüdün her ikisi de sünnettir. Bunlar şöyle demişlerdir: 'Bizim delilimiz şudur ki: Teşehhüd hiç bir suretle yüksek sesle okunmayan bir zikirdir. Rüku1 ve secdedeki teşbih gibidir. Şu halde vâcib değildir. Bu babtakı hadislerde teşehhüd okunmasına dâir verilen emir, mendupluk içindir. Çünkü namazını hatalı kılan a'rabiye Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) namazı öğretirken teşehhüdü zikretmemiştir.'
M â 1 i k i 1 e r' den Ebû Mus'ab'ın rivayetine göre Mâlik, son teşehhüdün vâcibliğine hükmetmiştir.
4 - Han beli Icr'c göre son teşehhüd rükündür. Terk edilmesiyle namaz bo/ulur. Birinci teşehhüd vâcibtir. Bilmeyerek veya unutarak terkedildiğinde sehiv secdesiyle tamir edilir. Delilleri de bu bâbtakı hadislerdir. İlk teşehhüdün vâcibliğine delil olarak da Ahmed ve Nesâi' nin İ b n - i M e s ' u d (Radıyallâhü anh)'den, merfu' olarak rivayet ettikleri şu mealdeki hadîstir:
«İki rekatta bir oturduğunuz zaman: Ettehıyyâtü lillâhi . deyiniz. [141]
Teşehhüd lâfızları hususundaki rivayetler muhteliftir. Hangi rivayete göre teşehhüd yapılırsa, kâfidir. .Âlimler: Efdal olan teşehhüd lâfızları hususunda ihtilâf etmişlerdir.
Ebû Hanife, Onun arkadaşları, Ahmed bin Han-b e 1 ve fıkıhcıların cumhuru, bu hadîste mezkûr olan ! b n-i M e s' u d (Radıyallâhü anh)'un teşehhüdünü bir kaç nedenle seçmişlerdir. Nedenler şunlardır :
1 - Bu teşehhüd üzerinde Bu har i, Müslim ve diğer sahih hadîs kitabları müttefiktirler. Hattâ Tirmizî, Hattâbi, İbnü'l-M ünz ir ve İbn-i Abd İ'l-Berr: İbn-i Mes'ud {Radıyallâhü anh)'un teşehhüdü, teşehhüd hakkında vâ-rid olan hadislerin en sıhhatlısıdır, demişlerdir. Ebû Bekir de aynı şeyi söyleyerek yirrni küsur tarikten rivayet edildiğine beyan etmiştir. Müslim de: Halk, İbn-i Mes'ud (Radıyallâhü anh)'un tejşehhüdü üzerinde icma' etmişlerdir. Çünkü arkadaşları birbirlerine muhalefet etmemişlerdir. Başka teşehhüdü rivayet edenlerin arkadaşları ihtilâf etmişlerdir.
2 - Ebü Bekir-i Sıddîk (Radıyallâhü anh) bu teşehhüdü minber üzerinde halka öğretmiştir.
3 - Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) İbn-i M e s ' -u d (Radıyallâhü anh)'un elini mübarek elleri arasına alarak Ona bu teşehhüdü öğretmiştir. Demek ki fazla önem verilmiştir
4 - Bu teşehhüdün râvileri, birbirlerine-uygun olarak bunu merfu' bir şekilde nakletmişlerdir. Diğerleri böyle değildirler.
Daha başka nedenler de vardır.
Şâfiiler'in ve Mâlikiler'in seçtikleri teşehhüdü, bundan sonra gelecek olan îbn-i Abbâs (Radıyallâhü anh)'in hadisini açıklarken zikredeceğiz. [142]
1 - Esselâmu Bİallah demek yasaktır.
2 - Hadîste mezkûr kelimelerle teşehhüdü okumak meşrudur.
3 - Duâ ederken, kişinin kendi nefsinden başlaması müstehabtır
4 - Duayı umumîleştirmek müstahabtır.
900) (Abdullah) İbn-i Abbâs (Radtyallâhü anhümâ)'âan; Şöyle de-
ResûJullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) bize Kur'an'dan sûre öğrettiği gibi teşehhüdü öğretirdi. Ve teşehhüdü şöyle okurdu : [143]
Bu hadîsi, Buharı hâriç diğer Kütüb-i Sitte sâhibleri, ayrıca Dârekutni ve Tahavi de rivayet etmişlerdir. de Kelime i Sehüdelm ikinri cümlesi; peklinde rivayet olunmuştu.
Bu teşehhüdde : «Eimübârekât- kelimesi, diğer teşehhüdden fazla olarak bulunmaktadır.
Mübârekât: Mübâreke'nin çoğuludur. 'Bereket*ten alınmadır. Fazlalık ve bol hayır demektir.
Teşehhüd kelimelerinin mânâsını bundan önceki hadîsin açıklamasında vermiştik. Tekrar etmeye lüzum yokîur. Ancak .'junu ilâve edelim :
Bâzı âlimler 'Tahiyyât' kelimesini kavli ve fiili ibâdetlere; 'Tay-yibât' kelimesini de mâli ibâdetlere yorumlamışlardır.
İbn-i Mes'ud (Radıyallâhü anhJ'ın teşehhüdünde Tahiyyât kelimesine atıf edilen kelimelerin başında, atıf harfi olan ' = Vav' vardır. Bu teşehhüdde atıf harfi yoktur.
Şafiî, 'el-Mübârekât' lâfzının I bn-i Mes'ud CRadı-yallâhü anh)'un teşehhüdünden fazla olarak bulunduğu için İbn-i Abbâs fRadıyallâhü anhJ'ın teşehhüdünü seçmiştir. N e v e v i, M ı'i s 1 i m ' in şerhinde : 'Bizim arkadaşlarımız demişler ki : Şâfiî, İbn-i Abbâs (Radıyallâhü anh)'ın teşehhüdünü t b n - i Mes'ud (Radıyallâhü anh)'un teşehhüdüne iki sebeple tercih etmiştir: Birinci sebep; îbn-i Abbâs (Radıyallâhü anh)'ın teşehhüdünde ilâve olarak 'el-Mübârekât' lâfzının bulunmasıdır. İkincisi de; Bu teşehhüdün[144] âyetine uygunluğudur. Bir de İbn-i Abbâs (Radıyallâhü anh)'ın : 'Bize Kur'an'dan sûre öğrettiği gibi...' sözüdür,' demiştir.
Be y h afti de şu gerekçeyle İbn-i Abbâs (Radıyallâhü anhl'ın teşehhüdünü seçmiştir: Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem), İbn-i Abbâs (Radıyallâhü anh) ve yaşıtı olan genç sahâbîlere bu teşehhüdü öğretmiştir. Şu halde bu teşehhüd, İbn-i Mes'ud (Radıyallâhü anh) ve emsalinin teşehhüdünden sonraki târihe rastlar.
Şafiî, İbn-i Abbâs (Radıyallâhü anh)'in hadîsini tah-riç ettikten sonra : Teşehhüd hakkında muhtelif hadîsler, rivayet edilmiştir. İbn-i Abbâs (Radıyallâhü anh)'in teşehhüdü en mükemmel olanı olduğu için diğerlerinden fazla hoşuma gitti, demiştir.
El-Fetih'te: Şafiî'ye îbn-i Abbâs (Radıyallâhü anh) in teşehhüdünü seçmesi sebebi sorulmuş; kendisi şöyle cevap vermiştir : Ben, pnu geniş gördüm ve İbn-i Abbâs (Radıyallâhü anh)'den, sahîh bir senedle dinledim. Bence daha cami ve kelimeleri daha çoktur. Ben bununla hükmettim. Ama sahîh olan başka teşehhüdle hükmedeni kınamadım, denilmiştir.
İmam Mâlik ve arkadaşları ise, Ömer bin el-Hat-t â b (Radıyallâhü anh)'in teşehhüdünü seçmişlerdir. Onun teşehhüdü şöyledir:
Baş kısmı farklı olan Ömer (Radtyallâhü anh)'in teşehhüdünün kalan kısmı, diğer teşehhüdler gibidir. Onun teşehhüdünde fazla olarak bulunan 'Zâkiyât' kelimesi, sâlih ameller diye yorumlanmıştır.
Bu teşehhüdü Tahavi rivayet etmiştir.
El-Bâcî: M â 1 i k ' in seçtiği teşehhüdün sıhhatinin delili, bu teşehhüdün haberi mütevâtir gibi olmasıdır. Çünkü Ömer (Radıyallâhü anh), minber üzerinde ve sah âbı 1 erden bir cemâatin huzurunda halka öğretmiştir. Kimse i'tiraz ve muhalefette bulunmamıştır. Hattâ kimse Ona . Başka teşehhüd vardır, dememiştir. Böylece sahâbîlerin muvafakati ve kabulü sabit olmuştur. Eğer başka teşehhüd lâfızları bunun yerine geçseydi sahâbiler Ona : Sen geniş olan bir şeyi daralttın. Halka sıkıntı verdin. Halk bu teşehhüd ile başka teşehhüdler arasında muhayyer iken. onları bir teşehhüd şeklinde zorladın, diyeceklerdi- demiştir.
Ed-Dâ vûdi de: Mâlik'in bu teşehhüdü seçmesi, istih-sân yolu üzerinedir. Namaz kılan kişi, hangi teşehhüdü okursa, M â -1 ik'e göre caizdir. Ömer (Radiyallâhü anh)in halka bunu öğretmesi, başka teşehhüdü yasaklaması demek değildir, demiştir.
ıbn-i Abdi'l-Berr de: Teşehhüdlerin hepsi güzeldir. Mânâca birbirlerine yakındırlar. Aralarında bir kelime fazlalığı veya noksanlığı vardır ki bu önemli değildir. Sahâbîlerin muhtelif rivayetlerine rağmen Ömer (Radıyallâhü anh)'in Öğretimine muvafakat etmeleri, bütün teşehhüd çeşitlerinin mübahlığma ve mes'elenin kolaylığına delildir, demişlir.
901) Ebû Musa el-Eş'ârî (Radıyallâhü anh)'den; Şöyle demiştir: Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) bize hitabede bulundu ve bize yolumuzu beyan etti. Bize namazımızı öğretti ve bu arada buyurdu ki :
«Namaz kıldığınız zaman, biriniz (teşehhüd için) oturduğunda ilk sözü şu olsun : [145]
Bu hadîsi Müslim ve Ebû Dâvûd, uzunca bir metin hâlinde rivayet etmişlerdir. Nesâi, Dârekutni ve Ta-havi, buradaki gibi rivayet etmişlerdir. Teşehhüd bittikten sonraki cümlesi yalnız müellifin rivayetinde bulunan zevâid türündendir. Bu ilâvenin mânâsı şudur: «Bu teşehhüd yedi kelimedir. Bunlar, namazın tahiyyesidir.»
Sindi yedi kelimeyi şöyle hesaplamıştır: Ettehıyyâtü, Ettay-yibâtü, Essalavâtü üç kelimedir. Çünkü 'UlâhT mânâ bakımından bunların hepsine ayrı ayrı bağlıdır. (Yâni üç cümle hükmündedir.) *Es-selâmü aleyke... ve berekâtühü'ye kadar bir kelimedir. Esselâmü aleynâ" başka bir kelimedir. 'Ve alâ ibâdillahissâlihîn' bir kelimedir. «Şahadet» kelimesi de iki kelimedir.
El-Menhel yazarı şöyle der:Hadisin; cümlesindeki -Min- zaide olabilir.
(Tercemede işaret edildiği gibi) Cümlenin mânâsı: «Teşehhüd için oturduğunda kişinin ilk sözü 'Ettehıyyât...' olsun.» demektir.
'Min' harfi, zâid olmayabilir. Bu takdirde hadîs; teşehhüd için oturulduğunda, önce:denilecek, sonra Et tehiyyâtü... denilecek diyen Hadeviyyeler için delil olur.
902) Cabir bin Abdillâh (Radıyaiiâkü anh)'den; Şöyle demiştir: Resûlullah (SalJallahü Aleyhi ve Sellem) bize Kurandan sûre Öğretir gibi teşehhüdü öğretirdi: [146]
Bu hadîsi N e s â i de rivayet etmiştir. T i r m i z i ise el-İlel1-de rivayet etmiştir. T i r m izi, 'Sünen'inde. Eymen bin Nâbil ol-Mekkî, Ebü'z-Zübeyr aracılığıyla Câbir (Radıyallâhü anhJ rivayette bulunmuş ise de bu rivayet mahfuz değildir, demiştir. Tuhfetti'l-Ahvezî yazan da şöyle der:
- E 1 - H â f ı z , Telhîs'te : 'Eymen bin Nâbil'in Ebü'z-Zübeyr' den olan rivayetinde râvisi hatâ etmiştir. El-Leys'e Eymen muhalefet etmiş oluyor. E b ü ' z - Z ü -bey r' den rivayet hususunda herkesten en sıka olan zât. e 1-L e y s " tir. EI-Leys ise Ebü'z-Zübeyr' den, O da T â -v ü s ' tan, O da Saîd bin Cübeyr1 den,O da 1 b n1- i A b b â s (Radıyallâhü anh)'den rivayet etmiştir. (900 nolu sened kasdedilmiştir.) Semûre e 1 - K i n â n i: 'Ebü'z-Zübey r'in Câbir (Radıyaîlâhi) anh)'den 'sözü hatalıdır. Ben, Eymen bin N â b i 1' den başka teşehhüdde: «Pismillâhi ve billahi...» diyen hiç kimseyi bilmiyorum, demiştir. Dârekutnî de: Eymen, herkese muhalefet etmiştir, demiştir.
T i r m i z i: de r Ben. E y m e n ' in rivayetini Buharı"-ye sordum. Hatâdır, diye cevab verdi, demiştir.
N e s â İ de : Hadîs hatâdır, demiştir.' der.-
Yukarıdaki nakillerden anlaşıldığı gibi Eymen bin Nâbil, sıka olmakla beraber. Onun râvilerinden birisi, bu hadisin rivayetinde hatâ etmiş olabilir Sahihi Buhâri'de Eymen bin N â b i 1' in rivayetlerine yer verildiği halde, B u h â r î bu hadîsi tahriç etmemiştir. Çünkü sıhhatli bir tarîkle E b ü' z - Z ü -bey r'den rivayet olunan ve buna mütâbi' olan hiç bir rivayet yoktur. Fakat Dârekutni, el-îlel'inde Eymen'in Ebü'z-Zübeyr' den olan rivayetinde Sevrî ve I bn-i Cü-r e y c ' in Ona mutâbî olduklarını söylemiştir.
Bu hadisteki teşehhüdün başında bulunan -Bismillâhi ve billahi» lâfzının mânâsı: «Allah'ın adıyla ve Allah'ın yardımıyla başlarım.»demektir.
Kastalani, 'Teşehhüd bâbı'nda bu hadisi naklettikten sonra, N e v e v i' nin el Hulâsa adlı kitabından naklen şöyle der: Bu hadisi el-Hâkim sahih görmüşse de Buhârî, Tir-mizi, Nesâî ve Beyhaki zayıf görmüşlerdir.'
Hadisteki teşehhüdün sonunda geçen duanın mânâsı şudur: «Allah'tan Cennet dilerim ve Cehennem ateşinden Allah'a sığınırım. [147]
Biz: Yâ Resûlallah! Sana (edilen) bu selâm Uâfzı)ı bildik. Sa-lât (lâfzı) nasıldır? diye sorduk. O buyurdu ki: Şöyle deyiniz i
904) (Abdıırrahman) İbn-i Ebî Leylâ[148] (Radıyallâhü anh)den: Şöyle demiştir :
Ka'b bin Ucre[149] (Radıyallâhü anh) bana rastlayarak şöyle dedi : Sana bir hediye vereyim mi? Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) bir defasında yanımıza çıkageldi. Biz (kendisine) : (Yâ Resûlallah!) Sana selâm etmeyi bilmiş olduk. Sana salât nasıl (getirilir.)diye sorduk. O, buyurdu ki: ($Öy)e) deyiniz: [150]
Ebû Said-i Hudrî (Radıyallâhü anh) 'in hadisini B u hâri ve Nesâî de rivayet etmişlerdir.
Ka'b bin Ucre (Radıyallâhü anh)'in hadîsini ise B u~ hâri, Müslim, Ebû Dâvûd, Nesâi ve Ahmed de rivayet etmişlerdir.
Müslim ve Nesâi' nin rivayetinde «Kemâ salleyte alâ ibrâhîme» yerine : -Kemâ salleyte alâ îbrâhime» diye geçer. Keza: «Kemâ bârekte alâ ibrâhime» yerine : «Kemâ bârekte alâ âli ibrâhîme» ifâdesi bulunur.
Salâvâtın mânâsım ve namazda okurımaGinın şer'î hükmünü 906 nolu hadisin açıklanması bahsinde anlatacağız. Burada sadece Ka'b (Radıyallâhü anh)'in hadisinin fıkıh yönünü anlatmakla yetinelim :
1 - Bir şey yapmakla emredilen ve fakat nasıl yapılacağını bilmeyen kişinin, âlimlere müracaat etmesi matlubtur.
2 - Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'e mezkûr lâfızlarla salâvât getirmek meşru'dur.
3 - Sahâbilerin dîni hükümleri iyice tutmaya karşı düşkünlükleri hadisten anlaşılıyor.
4 - Hadis, İbrahim (Aleylıısseiâm)in yüce şeretine delâlet eder.
905) Ebû Hiimeyd es-Saîdî (Radıyaltâhü ank)'Ğen rivayet edildiğine göre :
Sahâbiler Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'e:
Yâ Resûlallah! Sana salâvât getirmekle emrolunduk. Sana nasıl salâvât getireceğiz, diye sordular. O da buyurdu kî: [151]
Bu hadisi, Mâlik, Buhâri, Müslim, Ebıı ») ri -vûd, ve Nesâi de rivayet etmişlerdir.
Müslim, Ebû Dâvûd ve Nesâi de: «Kemâ sal leyte alâ âli ibrâhime» diye geçer. Müellifin rivayetinde ise görüldüğü gibi bu lâfız. «Kemâ salleyte alâ ibrâhime- şeklindedir.
Bu hadisteki salâvât lâfzında : ilâvesi bulunuyor.
Ezvâcihi: Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve SellemJ'in zevcelari demektir.
Zürriyyetihi: Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve SellemJ'in zürriy yeti demektir.
906) Abdulliih bin Ales'ur] (Ratlıynlhîhü ank)\\en: Şöyle demidir: Resûlullah (Sallallahv Aleyhi ve Sellem)e salâvât getirmek istediğiniz zaman, O'na güzelce salâvât getiriniz. Çünkü şüphesiz siz bilemezsiniz. Umulur ki getirdiğiniz salâvât O'na arzedilir.' Râvi demiştir ki: İbn-i Mes'ud (ftadıyallâhü anh)'un yanındakiler kendisine: Şu halde (güzel salâvâtı) bize Öğret, dediler. İbn-i Mes'ud (Radı-yallâhü anh) (onlara) dedi kî: Şöyle söyleyiniz:
Zevâid'de : Bıı senedin rical: "-ikalardır Fakat râvi el Mesûdi önıni: in soniannda rivayetleri Jtanştırmisîir. Bu arızası olmadan önceki hadisleriyîe bur. dar. sonraki hadisleri birbirinden ayird edilmemiştir. Bu sebeple hadislerinir: :er>: edilmesi hakt:r. İbn-i Hibbân da böyle demiştir, diye bilgi verilmiştir. [152]
Bu hadis zevâid türündendir. Yâni müelliften başka diğer Kü-tüb-i Sitte sâhibleri tarafından rivayet edilmemiştir.
Bu bâbta geçen hadislerde Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sel-lem) üzerine getirilecek salâvâtı şerife kelimeleri rivayet edilmiştir. Rivayet olunan lâfızlar arasında az bir fark görülmektedir K a ' b Dere (Radıyallâhü anh)'den rivayet edilen 904 nolu hadisteki salâvât lâfızları, müteaddit senedlerle ve az kelime farkıyla rivayet edilmiştir. Buhar i' deki bir rivayeti şöyledir:
Nesâi' deki bir rivayeti de şöyledir.Bu salâvât çeşitlerinin hepsi makbuldür.
Hadîslerde sahâbîlerin Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'e .- 'Sana edilecek selâm lâfzını bildik' demekle teşehhüdde okunacak selâm lâfzını kasdetmişlerdir. Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) onlara teşehhüdü öğretirken bu meyanda teşehhüdün bir parçası olan -Esselâmü aleyke...»yi öğretmiştir.
Sahâbîler, Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'e salâvât getirmeyi sormuşlardır. Ebû Hümeyd (Fladıyallâhü anhJ'in hadisinde sahâbiler : 'Biz sana salâvât getirmekle emrolunduk, demişlerdir. Sahâbiler bu emirle :
= «Şüphesiz, Allah ve O'nun melekleri Peygamber (Muham-med)'e salât ederler. Ey imân edenler! Siz (de) Ona salât ve selâm ediniz.[153] âyetini kasdetmişlerdir..
Bâzılarına göre sahâbiler, saiâtın mâhiyet ve nev'ini sormuşlar-dır.Çünkü salât; Dua, rahmet ve tazim gibi çeşitli mânâlara gelir. Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) e getirilecek saiâtın hangi mânâda kullanılacağını öğrenmek istemişlerdir. Fakat bu yorum pek tutarlı değildir. Çünkü sahâbiler: 'Nasıl salât...' demişlerdir. Bu deyiş, getirilecek salâvât kelimelerinin öğrenilmesi isteğine delâlet eder,
K u r t u b i: Sahâbiler, salâvât ile kasdedilen mânânın ne olduğunu bilirlerdi. Ancak bunun hangi kelimelerle ifâde edilmesinin daha lâyık olduğunu bilmedikleri için salâvât kelimelerini sormuşlardır, demiştir.
El-Fetih'te: Sahâbileri, bu soruyu sormaya sevkeden neden şudur : Selâm, teşehhüd meyânında belirli bir lâfızla öğretilmişti. O da : «Esselâmü aleyke...» lâfzıdır. Sahâbîler, selâmın belirli bir lâfzının bulunduğunu öğrenince salâvâtında özel bir lâfızla olacağını anladılar. Sahâbiler, salâvât lâfzını selâm lâfzına kıyaslıyarak tesbitine girişmediler. Çünkü sorunu Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) e intikâl ettirmek suretiyle nass yoluyla öğrenmek mümkündü. Bu imkân varken kıyas yoluna gitmediler. Özellikle zikirlere âit lâfızlar genellikle kıyasın dışında kalırlar. Nitekim müracaat neticesinde durum öyle çıktı. Çünkü Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)
onlara selâm lâfzına benzer bir lâfız öğretmedi. Yâni onlara : «Esse-lâtü aleyke eyyühennebîyyü...» veya benzerî bir cümle öğretmedi. Selâm lâfzına hiç benzemeyen: -Allahümme salli...»yi öğretti. [154]
«Allahümme salli alâ Muhammedin» cümlesi, çeşitli şekillerde açıklanmıştır. El-Menhel yazarı: Teşehhüdden sonra Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'e salât bâbı'nda salâvâtın mânâsı ile ilgili olarak şöyle der : «Allahümme salli alâ Muhammedin...» yâni: Al-lahim Muhammed'in zikrini yüceltmek, dînini yaymak ve şeriatini ibkâ etmekle O'nu dünyâ'da azametli kıl. Âhirette de O'na bol se-vab vermek, ümmeti hakkında şefaatçi kılmak ve Makam-ı Mahmud'a yükseltmekle; faziletini te'yid etmekle O'nu yücelt.
E b ü'l-Âl i y e: Allah'ın Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) e salâtı, meleklerin yanında ondan övgü ile bahsetmesidir,
demiştir.
İbn-i Ab'bas ve Dahhâk: Allah'ın Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) e salâtı, O'na rahmet etmesidir, demişlerdir
«Ve alâ âli Muhammed'in Ve Muhammed'in âlini yücelt.» Şu halde O'nun âline salât da yüceltmek demektir. Ancak herkesin yüceltilmesi, lâyık olduğu mertebeye göredir.
Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) in âli ile kimlerin kas
dedildiği hususunda ihtilâf vardır:
Bâzıları: Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'in âli; sadaka almaları haram kılınan Beni Hâşim ve Benî Mut-t a li b sülâlesine mensub. Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) in yakınlarıdır, demişlerdir. Şafiî de böyle demiştir.
Bir kısım âlimlere göre yalnız Beni Hâşim sülâlesine mensub, Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'in yakınlarıdır.
Bir kısım âlimlere göre 'Al' ile. Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'in mümin olan bütün yakınları kasdedilmiştir.
Kadı Ebû Tayyîb ile el-Ezheri' nin anlattıkları bir kavle göre Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) e tâbi' olan bütün müslümanlar kasdedilmiştir. Süfyân-ı Sevrî de böyle demiştir.
Diğer bir kavle göre Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'in âli, takva sahibi müslümanlardır.
Yukarıda anlatılan kavilleri uzlaştırmak mümkündür. Şöyle ki: Yerine göre âl ile başka mânâlar kasdedilebilir. Meselâ dua yapılırken âl ile bütün müslümanlar kasdedilebilir. Zekât bahsinde, âl denilince, zekât alması haram kılınmış olan, Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'in mü'min yakınları kasdedilir. Medhü sena edilirken âl ile takva sâhibleri kasdedilir.
«Kemâ salleyte alâ ibrâhime İbrahim'e salât ettiğin gibi.» Salâvât cümlesi, tümüyle ele alındığı zaman, meali özetle şöyle olur:
Allah'ım! İbrahim (Aleyhisselâm)'e salât ettiğin gibi Muhammecl (Aleyhisselâm)'e ve âline de salât et.»
Bu cümleyle ilgili olarak şöyle bir soru hatıra gelebilir: Benzetme cümlelerinde genel prensip; zayıfın kuvvetliye benzetilmesidir. Meselâ A1 î cesarette arslan gibidir, denilir. Burada Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) imize ve âline istenen salât, İbrahim (AJeyhisselâm)'in salâtına benzetilmiştir. Halbuki Peygamberimiz (Sallallahü Aleyhi ve Sellemî, ibrahim (Aleyhisselâm) dâhil bütün Peygamberlerden efdal olduğu gibi O'nun için istenen salât da, bilumum Peygamberlerin salâtlarından üstündür. Hâl böyle iken, Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'in salâtı nasıl İbrahim (Aleyhisselâm)'in salâtına benzetilir?
Bu soruya bir çok cevap verilmiştir. Biz, bir kaçma özetle değineceğiz ;
1 - Benzetme, salâtın değerine ve miktarına değil, salâtın aslına aittir. Bunda da bir sakınca yoktur. Nitekim K u r' a n' da bunun benzerleri vardır. Meselâ:
a) Ramazan orucuna âit âyette
=Sizden öncekilere farz kılındığı gibi size de oruç farz kılındı.[155] buyurulmuştur. Bu âyetteki benzetme orucun aslına aittir. Orucun zamanına ve şekline âit değildir
line âit değildir.
b) Başka bir âyette :
«Nuh'a ve ondan sonraki peygamberlere vahiy ettiğimiz gibi, şüphesiz sana da vahiy ettik.[156] buyurulmuştur. Bu âyetteki benzetme ve vahiy etme aslına aittir. Vahyin çeşitlerine, değerlerine, mâhiyetine, önemine ve kapsamına âit değildir.
c) -Allah sana ihsan ettiği gibi Sen de ihsan et.[157] Bu âyette de benzetme iyiliğin aslına aittir. Değerine ve miktarına âit değildir.
2 - Salâvâttaki benzetme, Peygamberimizin âline âit salâvât ile İbrahim (Aleyhisselâm)'e âit salâvât arasındadır. Peygamberimiz (Sallallahü Aleyhi ve Soilem)'e âit salâvât, benzetmenin dışında kalır. Bu cevaba göre salavâtm meali şöyle olur:
«Allah'ım! Muhammed (Aleyhisselâm) e salât el. Ve İbrahim (Aleyhisselâm)'e salât ettiğin gibi Muhammed (Aleyhisselâm)'in aline de salât et.»
:i Ben/etme, salâvât cümlesinde anılanların mecmuuna aittir. Yâni : -Şu cemaata salât ettiğin gibi bu cemaata da salât et. Çünkü İbrahim (Aleyhisselâm) in âlinden Peygamberler çoktur. Peygamberimiz (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) de Onun âlinden olan bir peygamberdir.
EI-Hedy yazarı : Peygamberimiz, İ b râ h i m (Aleyhisselâm)'in âlindendir.[158] âyetinin tefsirinde I b n - i A b b â s (Hadıyallâhü anh) : Muhammed (SaJ-lallahü Aleyhi ve Sellem), İbrahim (Aleyhisselâm)"in âlindendir, demiştir.
Şu halde biz, İbrahim (Aleyhisselâm)'e ve Peygamberimiz (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'in de dâhil olduğu İbrahim (Aleyhisselâm)'in âline salât edildiği gibi, özel olarak Peygamberimiz (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'e ve âline salât edilmesini istemiş oluyoruz. [159]
Bütün peygamberler içinde İbrahim (Aleyhisselâm)'in seçilerek salâvâtta anılmasının sebebi, Peygamberimiz (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'den sonra kendisinin, diğer peygamberlerden efdal olmasıdır.
İkinci sebep, M i' r â c gecesi Peygamberimiz (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) bütün Peygamberleri görmüş, Onlarla selâmlaşmıştır. İbrahim (Aleyhisselâm)'den başka hiç bir peygamber, Peygamberimiz (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'in ümmetine selâm göndermemiştir. Onun bu iyiliğine mükâfat olsun diye her namazda Ona sena edilmesini Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) bize emretmiştir.
E 1 - A y n i, üçüncü bir sebep olarak şöyle demiştir: 'Deniliyor ki: İbrahim (Aleyhisselâm) Kabe'yi bina ettikten sonra Hz. Muhammed (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'in ümmetine duâ ederken :
«Allah'ım! Muhammed (Aleyhisselâm) in ümmetinden bu beyti tavaf edene benden selâm hibe et.» demiş. Onun ehli ve evlâdı da bu şekilde duâ etmişler. Biz de onların bu iyi davranışına karşılık olmak üzere, namazda onları anmakla emrolunmuşuzdur.'
-Ve bârik alâ Muhammed in vealââli Muhammed in = Muhammed (Aleyhisselâm)'e ve âline bereketler fazlasıyla hayırlar ve ikramlar eyle.»
Bâzıları: Bu fıkradan maksad, Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve SelJem) ve âlinin tezkiye edilmeleri, her türlü kusurdan temizlenmeleri ve korunmalarıdır, demişlerdir. Bir kısım âlimler de : Bundan maksa^ tyjyır üzerinde sebat etmelerini sağlamaktır.
-İnneKe hamîdün mecid = Şüphesiz Sen en yüce hamd ve senaya lâyıksın. Azamet ve celâl sahibisin.»
'Mecid' kelimesinin asıl mânâsı, şerefli kimse demektir. Burada kasdedilen mânâ, azamet ve celâl sahibi demektir.
İbn-i Mes'ud (Radıyallâhü anh)'ın hadisindeki salâvâ-tın baş kısmı, diğer hadîslerde bulunmadığı için bu kısmın kısa mealini okuyucularımıza takdim edeyim :
-Allah'ım salâtını, rahmetini ve bereketlerini. Resullerin büyüğü, muttakilerin imâmı ve Peygamberlerin sonuncusu olan sevgili kulun ve Resulün Muhammed'e kıl. O Muhammed ki hayrın imamı, hayrın öncüsü ve rahmet resulüdür. Allah'ım! O'nu, önce gelen ve sonra gelen (tüm insan Harın gıpta ettikleri Makamı Mahmud'a (büyük şefaat makamına) gönder. [160]
Her namazın son teşehhüdünden sonra Allahümme salli... ve Bârik... duasını okumak, Hanefi ve Mâliki mezheblerine göre sünnetir. Şafiî ve Hanbeli mezheblerine göre son teşehhüdden sonra Peygamberimiz (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'e sa-lâvât getirmek farzdır. Üç dört rek'atli namazların ilk teşehhüdlerin-den sonra sünnettir. En azı 'Allahümme salli alâ Muhammed'dir. Son teşehhüd'den sonra 'Allahümme salli... ve Pârik...'in tamamını okumak ise sünnettir.
EI-Menhel yazarı, teşehhüdden sonraki salâvâtın şer'î hükmü ile ilgili olarak özetle şöyle der :
«Teşehhüdden sonra Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'e saiâvât getirmek vâcibtir, (farzdır) diyenler, bu bâbta rivayet olunan hadîsleri delil gösterirler, Ömer bin el-Hattâb, oğlu Abdullah, İbn-i Mes'ud, Şâ'bî, Muhammed bin Ka'b el-Kurezî, Ebû Ca'fer el-Bâkır, el-Hâdi, el-Kâsım, Şafiî, Ahmed, İshak ve îbnü'I-Mevvâz (Radıyallâhü anhüm) bununla hükmetmişlerdir. 1 bn ü'l-A ra bi de bu kavli seçmiştir. Fakat bu bâb taki hadîsler, teşehhüdden sonra salâvâtın vâcibliğine tam delil değildir. Çünkü bu hadîslerde namazdan bahis yoktur. Sadece Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'e saiâvât getirilmesi emredilmiştir. Namazın dışında da olsa bir defa saiâvât getirmekle bu emir yerine getirilmiş oluyor. Şu var ki; İbn-i Hibbân, Hâkim, Beyhaki, İbn-i Huzeyme ve Dârekutni' nin tah-riç ettikleri t bn-i Mes'ud (Radıyallâhü anhl'ın hadisindeki şu ilâve delil gösterilebilir:
- «(Yâ Resûlallah!)
Biz namazımızda sana saiâvât getirdiğimiz zaman nasıl getirelim...?»
Bu ziyâde, hadîste anılan salâvâtın yerinin namaz olduğunu tâyin etmiş olur. Ama yerinin teşehhüdden sonra olduğunu ifâde etmez. Ancak Beyhaki şöyle demekle salâvâtın yerinin teşeh-hüdden sonra olduğunu, biraz yakmlaştırmıştır.
Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve SellemVe salât ve selâm getiril-meşini emreden âyeti nazil olduğunda Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) teşehhüddeki selâm lâfızlarını saha bilere öğretmişti. Bu esnada sahâbîler nasıl salâvât getireceklerini Ona sordular. Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) de onlara öğretti. Mesele böyle cereyan ettiği için, daha önce öğretilmiş olan teşehhüdden sonra nasıl salâvât getirileceğinin kasdedildiği söylenebilir.
Bu gruptaki âlimler, başka bir kaç delil göstermişlerse de gösterilen deliller, teşehhüdden sonra salâvât okumanın vâcibliğine tam olarak delâlet etmez.»
N e v e v i: Teşehhüdden sonra salâvâtın vâcib olduğuna hükmedenlerin delillerinden birisi de Ebû Abdillah ile E b û H â t i m " in kendi sahihlerinde Fudâle bin Übeyd (Ra-dıyallâhü anhtden rivayet ettikleri şu mealdeki hadîstir:
'Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) bîr adamın namaz kıldığını görmüş, bu şahıs Allah'a hamd ve temcid etmemiş. Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) e de salâvât getirmemiş. Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) de : *Bu şahıs acele etti.» buyurarak adamı çağırmış ve: «Sizden birisi namaz kıldığında önce Rabbine hamd ve sena etsin! Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) e salâvât getirsin; bundan sonra, istediği duayı etsin.» buyurmuştur.'
E 1 - H â k i m : Bu hadîs, M ü s 1 i m ' in şartı üzere sahihtir, demiştir. der.
El-Menhel yazarı, daha sonra şöyle der: «Cumhura göre namazda teşehhüdden sonra Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) e salâvât getirmek vâcib değildir. Ebû Hanife, Onun arkadaşları. Mâlik, Sevri, Evzâî ve Nasır böyle hükmeden âlimlerdendirler
Bunların delili, İ b n-i M e s'u d (Radıyallâhü anh)'ın te-şehhüd hakkındaki (899 nolu) hadisidir. Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) bu hadiste belirtildiği gibi îbn-i Mes'ud (Radıyallâhü anh)'a yalnız teşehhüdü öğretmiştir. Bâzı rivayetlere gö-ro hadîste şu mealde bir ilâve de vardır:
«Sen bunu söylediğin zaman veya bunu bitirdiğin zaman namazını bitirmiş olursun. Kalkmak İstersen kalkabilirsin. Oturmak istersen oturabilirsin.» Bir rivayette de şöyle bir ilâve vardır : ,
-Teşehhüdden sonra biriniz beğendiği duayı seçebilir.»
Eğer teşehhüdden sonra Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) e salâvât getirmek vâcib olsaydı, Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) lbn-i Mes'ud (Radıyallâhü anh)'a onu da öğretecekti. Çünkü öğretim yerinde vacibin beyânı geciktirilmez. Teşehhüdü rivayet eden sahâbîlerden. Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) in onlara teşehhüdden sonra salâvât getirilmesini öğrettiğine dâir bir şey de rivayet edilmemiştir-
Hanefî mezhebine göre teşehhüdden sonra okunan satâvû-tın en faziletli şekli şöyledir:
S â f i i mezhebine göre de en makbul olan lâfız böyledir. Şu farkla ki ilk lâfzı yoktur. El-Behçetü'I-Kebir .şer-
hinde naklen beyan edildiğine £öre bundan da efdal olan salâvâi lâfızları vardır. Yukarıda da işaret edildiği gibi salâvât laüfızları lirik kında bir çok rivayet vardır Hepsi do makbuldıır
907) Amir bin Rahîa[161] (Radtyallâhü anh)'<\en rivayet edildiğim" göre; Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) şöyle buyurdu, demiştir:
«Benim üzerime salâvât getiren hiç bir müslüman yoktur ki üzerime salâvât getirdiği sürece, melekler onun üzerine salâvât getirmesin. (Ona duâ ve istiğfar etmesin.) Artık kul şu salâvâtı az getirsin, veya çok getirsin.»"
Not : Zevâid'de : Hadisin isnadı zayıftır. Çünkü râvi Âsim bin Ubeydillâh'ın hadislerinin münker olduğunu Buhârî ve başkası söylemiştir, denilmiştir.
908) İbn-i Abbâs (Radıyaliâhü ankümâ)'dan; Şöyle demiştir :
Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) buyurdu ki: -Bana salâvât getirmeyi unutan (terkeden) kişi cennet yolunu terketmiştir.»"
Not : Cübâre zayıf olduğu için bu isnadın zayıflığı Zevâid'de bildirilmiştir. [162]
Sindi şöyle der : Salih amellerin her birisi, cennete giden bir yel mesabesindedir. Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'e salâvât getirmek, sâlih ameller cümlesindendir. Bu sebeple salâvâtı tamamen terketmek, cennetin yolunu terketmek olur. [163]
909) Ebû Hüreyre (RadtyallChü a«/r)'den rivayet edildiğine göre; Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) şöyle buyurdu, demiştir :
«Biriniz son teşehhüdü bitirince dört şeyden Allah'a sığınsın : Cehennem azabından, kabir azabından, hayat ile ölüm fitnesinden ve mesîh olan Deccâl'in fitnesinden. [164]
Bu hadisi Müslim, Ebû Dâvûd ve Nesâî de rivayet etmişlerdir.
Hadîs, son teşehhüdden sonra anılan dört şeyden istiâze etmenin vâcibliğine delâlet eder. Zahiriye mezhebi bununla hükmetmiştir. Hattâ İbn-i Hazm , ilk teşehhüdden sonra da bu istiâ-zenin vâcibli&ine hükmederek : 'Çünkü Buhâri ve Müsli m'in bir rivayetlerinde Ebû Hüreyre (Radıyaliâhü anh) : Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) şöyle buyurdu, demiştir:
Biriniz teşehhüd ettiği zaman dört şeyden Allah'a sığınsın...» Bu rivayet mutlaktır. îlk teşehhüdü de kapsar,' demiştir.
Cumhur hadisteki emrin mendupluk için olduğunu söylemiştir. Hadîs, kabir azabı ve fitnesinin varlığını isbat eder. Ehli S ü n n e t' in mezhebi budur.
«... Hayat ile ölüm fitnesinden...» ifâdesinden maksad, hayat hâlindeki fitne ve ölümden sonraki fitnedir.
«Ölüm fitnesi» ile, ölüm döşeğindeki fitne kasdedilmiş olabilir. Bu takdirde «Hayat fitnesinden maksad, mükelleftik çağından itibaren ömür boyunca karşılaşılan fitnedir.
«Ölüm fitnesi» ile kabir fitnesi murad olabilir. Fitne, aslında imtihan, tecrübe ve denemek gibi anlamlar taşır. Fakat günah, küfür, katil gibi mânâlarda kullanılması çoğalmıştır.
«... Mesih olan Dcccâl'ın fitnesinden...» tâbirine gelince Deccâl; Kelime anlamı itibariyle karıştırıcı, hileci ve aldatıcı demektir. Âhirete yakın günlerde çıkacağı, hadislerle haber verilen malum kâfire bu isim verilmesinin sebebi; kendisinin hakkı bâtıla karıştırması ve hakkı, bâtıl ile örtbas etmeye çalışmasıdır. Ona me-sih denilmesinin sebebi de sağ gözünün kör olmasıdır. Mesih kelimesi, Arap dilinde çeşitli mânâlarda kullanılır. Bu mânâlardan birisi de 'tek gözü olandır.
Mesih; Seyahat eden, çok yol kateden anlamında da kullanılır Deccâl, yeryüzünde çok dolaşacağı için Ona mesih denildiğini söyleyenler de vardır.
î s a (Aleyhisselâm)'ya da mesih denilmiştir. Ona bu ismin verilmesinin sebebi hakkında da çeşitli rivayetler vardır: Annesinden doğarken vücûduna yağ sürülmüş olarak doğduğu için Ona bu isim verilmiştir, diyenler vardır. Bâzilanna göre î s a (Aleyhisselâm), hastaya elini sürdüğü zaman hasta şifâ bulurdu. Bu nedenle Ona mesih denilmiştir. Diğer bir kavle göre î s a (Aleyhisselâm)'m ayağının tabanı düzdü, çukuru yoktur. Onun için kendisine bu isim verilmiştir.
910) Ebû Hüreyre (Radtyallâhii atı/ı)'<\en; Şöyle demiştir: Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) bir adama: «Namazda (oturduğunda) ne diyorsun?» diye sordu. Adam : Ben teşehhüdü okurum. Sonra Allah'tan cennet isterim ve ateşten O'na sığınırım. Amma, Vallahi ben ne senin dendene (gümül-denmelni ne de Muâz'ın dendenesîni bilirim, dedi. Bunun üzerine Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) :
-Biz onun çevresinde gümüldeniriz.» buyurdu."
Not : Bu isnadın sahih ve râvilerinin sika oldukları, Zevâid'de bildirilmiştir. [165]
Zevâid'in bu hadisi zevâid nevinden saydığı anlaşılıyor. Halbuki Süneni Ebû Davud'un «Tahfifu's-Salâ» babında bu hadisin metni rivayet edilmiştir. Ancak oradaki rivayette sahâbînin ismi açıklanmamış ve -Bâzı sahâbilerden rivayet edildiğine göre...» ifâdesi kullanılmıştır.
El Menhel yazarının beyânına göre Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) ile konuşan zâtın Selim el-Ensârî (Radıyal-lâhü anh) olduğu söylenmiştir
Dendene: Duyulabilecek, fakat anlaşılamıyacak ses tonu ile yapılan konuşmadır ki buna gümüldenme denir Burada dendeneden maksat gizlice yapılan duâ ve okunan şeydir.
Sahâbî, teşehhütten sonra Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'in ve M u â z (Radıyallâhü anh) in ne okuduklarını anlıya-madığını söylemek istemiştir. Soru sahibi olan bu zât, H z . M u â z'ın kavminden ve cemaatından olduğu için, M u â z' in ne okuduğunu anhyamadığından söz etmiştir.
Hadisin = «onun çevresinde» lâfzındaki zamir cümleden
anlaşılan «Davet = duâ» kelimesine râcidir. Yâni «senin yaptığın duâ çevresinde •gümüldeniyoruz-
Ebû Davud'un bâzı nüshalarında bu lâfız:
zamiri ile geçer. Bu takdirde zamirin mercii cennet ve cehennem olur. Mânâ da şöyle olur: «Cenneti istemek ve cehennemden Allah'a sığınmak çevresinde gümüldeniyoruz. [166]
l - Hanefi mezhebine göre son teşehhüd ve salâvâttan sonra Kur'an-ı Kerîm lâfızlarına benziyen :
"Ey Rabbimiz! Bizim kalblerimizi saptırma[167] gibi cümlelerle veya hadîslerde vârid olan;
= «Allah'ım! Şüphesiz ben nefsime çok zulüm ettim ve şüphesiz senden başka hiç kimse günahları bağışlayamaz. O halde katından bir bağışla beni bağışla ve bana rahmet eyle. Şüphesiz, Gafur ve Rahim ancak sensin.» gibi lâfızlarla dua etmek sünnettir. İnsanların sözlerine benzer sözlerle dua etmek caiz değildir. Meselâ: «Allah'ım! Beni falanca kızla evlendir.» veya «Şu kadar altın, gümüş ve dünyevî makamlar ver.» ve benzerî sözlerle veya bunu ifâde eden arapça cümlelerle dua edilemez. Eğer bir teşehhüd miktarı oturulmadan böyle dua edilirse namaz bozulur. Mezkûr miktar oturulduktan sonra duâ edilirse vâcib terkedilmiş olur.
2 - Şâ f i i mezhebine göre son teşehhüd ve salâvâttan sonra din ve dünya ile ilgili hayır duasını yapmak sünnettir. Haram, muhal ve şartlı duâ yapmak caiz değildir. Böyle bir şey için duâ edilirse namaz bozulur. En efdalı vârid olan dualardır. Meselâ Müslim'in rivayet ettiği şu dua gibi :
İmam, duayı teşehhüd ve salâvât miktarından fazla uzatmama-hdır.
3 - Mâliki ler'e göre son oturuşta salâvâttan sonra din ve dünya ile ilgili hayırlar için duâ etmek mendubtur. Vârid lâfızlarla duâ etmek daha efdaldır.
4 - H a n b e 1 î mezhebine göre 909 nolu hadîste geçen dört şeyden Allah'a sığınmak için duâ etmek sünnettir. Vârid olan lâfızlarla veya başka lâfızlarla âhiret için duâ etmek caizdir. Başka kişilerin âhiret saadeti için de duâ etmek caizdir. Fakat dünya ile ilgili işler hakkında ne kendisi için ne de başkası için duâ etmek caiz değildir. Böyle bir duâ namazı bozar. Cemaata zor gelmedikçe istendiği kadar duâ uzatılabilir. [168]
911) Nümeyr eJ-Huzâî [169] (Radtynllâhü anh)\[tn rivayet edildiğine göre şöyle demiştir :
Ben, Peygamber (Sallallahü Aleyhive Sellem)'i namazda (teşehhüd için oturduğunda) sağ elini sağ uyluğu üzerine koymuş iken ve şahadet parmağı ile işaret ederken gördüm."
912) V'âil bin Hucr (Radtyallâhii anh)'den, Şöyle demiştir: Ben, Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'i, teşehhüd'de (sağ elinin) baş ve orta parmaklarını halka etmişken ve bu parmaklardan sonra gelen şehâdet parmağını kaldırıp onunla duâ ederken gördüm.Bu hadîsin isnadının sahih ve ricalinin sikalar olduğu, Zevâid'de bildirilmiştir.
913) (Abdullah) bin Ömer (Radtyallâhii unhümâ)'âiin; Şöyle demiştir :
Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) namazda (teşehhüd için) oturduğu zaman ellerini dizlerinin üzerine koyardı ve başparmaktan sonra gelen sağ (şahadet) parmağını kaldırıp onunla dua ederdi. Sol elini de dizi üzerine yayarak koyardı. [170]
N ü m e y r (Radıyallâhü anh)'ın hadisini Ebû Dâvûd, Nesâi, Ahmed, Beyhaki ve tbn-i Huzeyme de rivayet etmişlerdir. Bâzı rivayetlerde Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) in işaret ettiği parmağın şehâdet parmağı olduğu tasrih edilmiştir.
V â i 1 (Radıyallâhü anh)'in hadîsi, Zevâid'den sayılmış ise de Miftahü'l-Hâce'de beyan edildiğine göre Ebû Dâvûd, Nesâi, Beyhaki ve İbni Huzeyme tarafından da rivayet edilmiştir.
Ebû Dâvûd1 un «Elleri kaldırmak babı»nda rivayet olunan V â i 1 (Radıyalâhü anh)'ın uzunca hadisinde şu parça vardır:
= - ..ve Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) sol elini sol uyluğunun üzerine koydu. Sağ dirseğinin de sağ uyluğuna değmesine mâni oldu. (Uzak tuttu.) İki parmağını (serçe parmağı ile ondan sonra gelen parmağı) yumdu. (Beş parmağı ile orta parmağının başlarını birleştirerek) halka yaptı ve ben O'nu şöyle yaparken gördüm. Râvi Bişr baş parmağı ile orta parmağı halka yaptı şehâdet par mağı ile de işaret etti.»
El-Menhel yazarının bildirdiğine göre Ahmed, Nesâi, ı b n - i H u z e y m e ve B u h â r î de bu hadisi rivayet etmişlerdir.
İbn-i Ömer (Radıyallâhü anh)'in hadisini Müslim, Ahmed, Ebü Dâvûd ve Nesâi de az lâfız farkıyla rivayet etmişlerdir. N e s â i' nin bir rivayeti ile T a b a r â n i' nin rivayeti buradaki rivayete benzer.
El Menhel yazan parmaklan yummak, halka yapmak ve parmakla işaret etmek hakkında şu ma'lumatı verir:
«Baş parmağın yumulması iki türlü olabilir: Baş parmak şehâdet parmağının yanına konulur. Şehâdet parmağı açık tutulur. Ve diğer parmaklar yumulur. Bu şekil, arabların bir hesap usûlüne ö-re 53 sayısını ifâde eder.
İkinci türe göre baş parmak orta parmağın yanına konularak yumulur. Diğer parmaklar da yumulur. Yalnız şehâdet parmağı yumulmaz. Bu şekil ise, arabların mezkûr hesap usulüne göre 23 sayısını ifâde eder.
Sağ elin parmakları başka şekillerde de yumulabilir. Örneğin : Baş parmak ile şehâdet parmağı salınır, diğer parmaklar yumulur.
(Vâil bin Hucr (Radıyallâhü anhl'ün hadîsinde bildirilen ( tahlik de iki şekilde olabilir: Birisine göre başparmak ile orta parmağın uçları birleştirilir. Diğer şekle göre orta parmağın ucu baş parmağın iki boğumu arasına konulur.
Şehâdet parmağı ile kıbleye işaret etmek şekli hakkında da ihtilâf vardır : Şöyle ki :
1. Mâliki âlimlerine göre şehâdet. parmağı ile işaret edilir. Ve selâm verilinceye kadar sağa sola oynatılır. Bunun hikmeti ise parmak sinirlerinin kalbe bağlı oluşu ve parmağın hareket ettirilmesi ile kalbin uyarılması ve namaz hallerinin hatırlatümasının sağlanmasıdır.
2. Şâf iiler'e göre kelime-i şehâdet getirilirken «İllellah» denildiği zaman kaldırılır ve birinci teşehhüdden kalkılıncaya, son teşehhüdde selâm verilinceye kadar indirilmez. Parmak işareti ile tevhid ve ihlâs niyeti edilir.
3. Hanefi âlimlerine göre parmak «Lâ ilahe» denilince kaldırılır ve «İllellâh» denilince indirilir. (Hanefi âlimlerinden Muhammed'e göre sağ elin başparmağı ile orta parmağı halka edilir, diğer parmaklar yumulur. Ve şehâdet parmağı kaldırılarak işaret edilir. Bâzılarına göre diğer parmaklar yumulmadan şehâdet parmağı ile işaret edilir. Bir kısım âlimlere göre ise başparmak diğer parmaklarına getirilerek şehâdet parmağı kaldırılır.)
4. Hanbeliler'e göre »Allah» lâfzı geçtikçe şehâdet parmağı tevhide işaret olmak üzere kaldırılır. Ve hareket ettirilmez.»
N u m e y r (Radıyallâhü anh)'in hadîsinde Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'in ellerini uylukları üzerine koyduğuna delâlet eder. Ibn-i Ömer (Radıyallâhü anh)'in hadisine göre ellerini dizleri üzerine koymuştur, tki şekil yapıldığına dâir başka rivayetler de vardır. Bu rivayetler arasında bir ihtilâf söz konusu değildir. Her iki şeklin câizliğini bildirmek için Peygamber (Sallallahü Aleyh ve Sellem) gâh böyle gâh şöyle yapmıştır.
Sağ elin parmaklarının ne zaman yumulacağı hususuna gelince, Şafii, Mâliki ve Hanbelî mezheblerine göre teşeh-hüd'e oturulduğu zaman parmaklar yumulur. Yalnız şehâdet parmağı salınır. Hanefî mezhebinin muhtar kavline göre sağ avuç açık olarak sağ uyluk üzerine konulur. Şehâdet' parmağı ile işaret edildiği zaman parmaklar yukarda anlatıldığı gibi yumulur.
V â i 1 {Radıyallâhü anh)'ın hadisinde :
«Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) şehâdet parmağı ile duâ ederek...» buyurulmuştur.
Sindi diyor ki: Şehâdet parmağı ile tevhid'e işaret ediliyor. Tevhid'e işaret ise bir nevî duâ sayılır. Çünkü tevhid sayesinde kazanılan ilâhi nimetler duâ etmekle elde .edilen nimetlerden üstündür. [171]
1 - Teşehhüd için oturulurken elleri dizler üzerine koymak müs-tahabtır.
2 - Sol avucun açık olarak konulması müstahabtır.
3 - Sağ elin şehâdet parmağı ile işaret etmek müstahabtır. [172]
914) Abdullah (bin Mes'ud) (Radtyaliâkü anh)'âen rivayet edildiğine göre şöyle demiştir :
Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) (namazdan çıfcafken) yanağının beyazlığı görülünceye kadar, sağına ve soluna (başını döndürüp) : «Es-Selâmü aleyküm ve rahmetüllah» (diyerek) selâm verirdi."
915) Sa'd (bin Ebî Vakkâs) (Radtyaliâkü anh)'ûen rivayet edildiğine göre :
Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) (namazdan çıkarken) sağına ve soluna selâm verirdi."
916) Ammâr bin Yâsir (Radtyallâhü a«*)'den; Şöyle demiştir: Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) (namazdan çıkarken) yanağının beyazlığı görülünceye kadar sağına ve soluna (başını döndürüp) : «Es-Selâmü aleyküm ve rahmetüllah. Es-Selâmü aleyküm ve rahmetüllah» (diyerek) selâm verirdi.İsnadının hasen olduğu Zevâid'de bildirilmiştir.
917) Ebû Mûsa (el-£ş'ârî) (Radıyallâkü anh)'den; Şöyie demiştir: Alî (Radiyallâhü anh), Cemel olayı günü bize öyle bir namaz kıldırdı ki, onunla bize ResuluHah (Sallallahü Aleyhi ve SellemKin namaz kılışını hatırlattı. Artık biz, ya O (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'-nun namazını unutmuş oluyoruz. Ya da terk etmiş oluyoruz. Çünkü Ali (Radıyallâhü anh), (namazdan çıkarken) sağına da soluna da selâm verirdi."
Not: Zevâid'de : İsnadı sahihtir, ricali da sikalardır. Ancak râvtlerinden Ebû îshak. tedlis ederdi ve ömrünün son zamanlarında rivayetleri karıştırırdı, denilmiştir. [173]
İbn-i Mes'ud (Radryallâhü anh) un hadisini Ebû D â vûd, Nesâî Ti rm izi ve Tahavî de rivayet etmişlerdir. Bâzı rivayetlerde «Es-Selâmü aleyküm ve rahmetullah» cümlesi iki defa zikredilmiştir.
Sa'd (Radıyallâhü anh)'m hadisini Müslim de şu mealde rivayet etmiştir :
«Ben, Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'i yanağının beyazlığını görünceye kadar sağına ve soluna (başını döndürüp) selâm verirken görürdüm.»
Ammâr bin Yâsir (Radıyallâhü anh) 'in hadîsini D r e k u t n i de rivayet etmiştir
Bu bâbta rivayet olunan hadîsler, namazdan çıkarken sağa ve sola başı dönderip iki defa selâm vermenin meşruluğuna delâlet ederler. Bu hususta imam, cemâat ve tek olarak namaz kılanlar arasında bir fark yoktur. Sahâbîlerin cumhurunun kavli budur. Ebû Bekir-i Sıddik, Ali bin Ebî Tâlib, tbn-i Mes'ud, Ammâr bin Yâsir ve Nâfi' bin el-Hâris (Radıyallâhü anhüm) böyle hükmeden sahâbilerdendirler. Tâbiîlerden de Atâ' bin Ebî Rabah, Alkarna, Şa'bî ve başkaları ile rey ehli, Sevri, Ahmed, îshak, Ebû Sevr böyle hükmetmişlerdir. Hanefi, Hanbeli ve Şafii 1 e r ' in mezhebi de budur. Delilleri ise bu bâbtaki hadîslerdir.
Bir selâmın meşruluğuna hükmeden âlimler vf; görüşleri, bundan sonraki bâbta anlatılacaktır.
El-Menheİ yazarı iki selâmın meşruluğuna hükmedenlerle delillerini ve bir selâmın meşruluğuna hükmeden âlimlerle delillerini zikrettikten sonra şöyle der:
«İmam olsun, cemâat olsun, tek olsun, namaz kılan herkesin, namazdan çıkarken sağma ve soluna iki defa selâm vermesinin meşruluğuna hükmeden âlimlerin dayandıkları deliller kuvvetli olduğundan bu görüş kuvvetlidir. Er-Ravdâ sahibi: 'Yalnız bir selâmın verilmesine dâir vârid olan hadisler, iki selâmın meşruluğuna delâlet eden hadîslere ters düşmez. Çünkü bilindiği gibi, çelişki arzetme-yen rivayetteki fazlalığın kabulü vâcibtir. îki selâmla hükmetmek, vârid olan bütün hadîslerle amel etmek demektir. Fakat bir selâmla hükmetmek böyle değildir. Çünkü bununla hükmetmek gereksiz olarak delillerin çoğunu heder etmek demektir.' demiştir.
El-Hedy sahibi: Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'in namazdan çıkarken sağına ve soluna «Es-Selâmü aleyküm ve rahmetullah» diyerek selâm verdiğini onbeş sahâbî kendisinden rivayet etmiştir. El-Hedy sahibi bunları ismen zikrediyor. .Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve SellemTin namazdan çıkarken önüne bir defa selâm verdiği de kendisinden rivayet edilmiştir. Lâkin sahih bir yolla bu hususta her hangi bir rivayet sübut bulmamıştır. En iyi delil, A i ş e (Radıyallâhü anhâ)'nin (919 nolu) hadisidir ki O da ma'luldur. Sü-nenlerde mevcut ise de gece namazı hakkındadır.1 demiştir. El-Hedy yazarı bir selâmın meşruluğuna dâir hadîslerin zayıflık sebeplerini uzunca izah etmiş, el-Menhel yazarı da bunu nakletmişse de buraya aktarmaya gerek görmüyorum.
El-Hedy yazarı daha sonra şöyle der : Bir selâmın meşruluğuna hükmeden âlimlerin elinde Medine halkının uygulamasından başka tutarlı bir delil yoktur. Medine halkının amelini delil göstermek sahihtir. Çünkü büyük zâtlar, bu şehrin tatbikatını birbirinden miras olarak almışlardır. Fakat bir selâmla ilgili tatbikat hususunda, genellikle fıkıh âlimleri muhalefet etmişlerdir. Doğrusu da fıkıh âlimlerinin görüşüdür. Çünkü Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellemlin sabit olan sünneti, kim olursa olsun, hiç bir şehir halkının ameliyle reddedilmez. Nitekim Medine' deki ve başka şehirlerdeki bâzı emirler, namazda birtakım şeyler ihdas etmişler, bu yoldaki uygulama süregelmiştir. Fakat fıkıhçılar buna iltifat etmemişlerdir. Hu Ufâ-i R â ş i d î n devrindeki Medine halkının ameli, delil sayılırdı. Fakat onların vefa andan sonra ve oradaki sahâbîler tükendikten sonra Medine halkının tatbikatı ile başka şehir halkının tatbikatı arasında değer bakımından bir fark yoktur. Halk arasında hakemlik yapan kaynak, Peygamber (Sallal-lahü Aleyhi ve Sellem)'in sabit sünnetidir. Onun ve dört halifenin vefatından sonra hiç bir kimsenin ameli hüküm kaynağı olamaz.'
Mâliki mezhebinin meşhur kavline göre namaz kılan şahıs imam ve münferid ise bir selâm verir ve bununla namazdan çıkmaya niyet eder. Eğer imama uymuş durumda ise, sağ tarafına selâm verir ve bununla namazdan çıkmayı kasdeder. Soluna da selâm verir bununla da imamın selâmını cevaplamak ister. [174]
Fıkıhçılar ilk selâmın vâcibliği hususunda müttefiktirler. İkinci selâm ise, cumhur'a göre sünnettir. Tahavi, el-Kâdı ve başkalarının dediğine göre Hasan bin Salih, vâcibliği-ne hükmetmiştir. Ahmed bin Hanbel' den yapılan bir rivayet de böyledir. M a 1 i k ' in bâzı arkadaşları da böyle demişlerdir. Zahiriye mezhebine mensub bâzı âlimlerin de böyle dediklerini tbn-i Abdi'I-Berr nakletmiştir.
Hadîslerin zahirine göre selâm lâfzı «Es-Selâmü aieyküm ve rah-metullah-dır.
Hanefî mezhebine göre böyle selâm vermek sünnettir. Kişi eğer yalnız «Es-Selâmü aieyküm' veya -Selâmün aieyküm» derse kâfidir. Fakat sünneti terk etmiş olur.
Şafiî mezhebine göre de böyle selâm vermek sünnettir. Şayet «Es-Selâmü aieyküm» veya «Aleykümü's-Selâm» derse en sıhhatli kavle göre farz ifâde edilmiş olur.
M â 1 i ki I e r'e göre vâcib olan yalnız «Es-Selâmü aley küm-dır «Ve rahmetullah» lâfzı ilâve edilmez.
H a n b e 1 i mezhebine göre «Es-Selâmü aieyküm ve rahmetullah» lâfzı ile selâm vermek farzdır.
Hadislerin zahirine göre selâm verilirken sağa ve sola başı iyice döndürmek meşrudur. Öyle döndürmelidir ki onun arkasında oturan kişi yanağını görebilmelidir. Hanefî, Şafii, Hanbeli âlimlerinin kavli budur. Mâlik' ten yapılan bir rivayete göre imam veya tek olarak namaz kılan için hüküm budur. î b n - i Kası m ' in Mâlik' ten yaptığı rivayete göre imam veya tek olarak namaz kılan kişi önüne selâm verir ve başını hafifçe sağa döndürür. İmama uyan kişi ise yine İbn-i Kasım'in rivayetine göre ilk selâmı verirken hafifçe sağa bakar. İkinci selâmı önüne verir ve imama işaret eder. Eğer solunda kimse varsa ona da üçüncü bir selâm verir.
Bu bâbtaki hadîsler İbn-i Kasım'in rivayetini reddederler. [175]
918) Sehl bin Sa'd es-Sâidî (Radıyallâkü anhyden rivayet edildiğine göre :
Resûlullah (Sâllallahü Aleyhi ve Sellem) (namazdan çıkarken) önüne bir defa selâm verdi."
Not : Buhârî'nin, seneddeki râvi Abdülmüheymin'in hadisinin münker oldu ğunu söylediği zevâid'de bildirilmiştir.Âişe (Rathyullâhü ıınkâ)'(\en rivayet edildiğine göre:
Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) (namazdan çıkarken) önüne bir defa selâm verirdi."
920) Seleme bin e]-Ekvâ'[176] (Radıyallâhü anh)'ı\ex\; Şöyle demiştir :
Ben, Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'i, namaz kılarken gördüm. (Namazdan çıkarken) bir defa selâm verdi.Râvi Yahya bin Râşid zayıf olduğu için isnadın zayıflığı Zevâid'de bildirilmiştir. [177]
S e h 1 (Radıyallâhü anh) ve Seleme (Radıyallâhü anh)'ın hadîslerini yalnız müellif rivayet etmiş olup zayıflığı notta da bildirilmiştir.
 i ş e (Radıyallâhü anhâ)'nın hadîsini T i r m i z î de rivayet etmiştir. N e v e v i nakil ehli yanında bu hadis sübut bulmamıştır, demiştir. B a ğ a v î de Şerhü's-Sünne'de :  i şe (Ra-dıyallâhü anhâ)'nin hadisinin isnadı hakkında söz söylenmiştir, der. Fakat el-Hâki m; Bu hadîs Buharı ve M ü s 1 i m ' in şartı üzerine sahihtir, demiştir.
El-Menhel yazan *Selâm bâbi'nda ez cümle şöyle der: «Namazdan çıkarken bir defa selâm vermenin meşruluğuna hükmedenler şu zâtlardır: tbn-i Ömer, Enes, Seleme bin el-Ekvâ, Âişe, el-Hasan, îbn-i Şîrîn, Ömer bin Abdilaziz, el-Evzâî (Radıyallâhü anhüm) ve bir çok kimsedir. Delilleri ise (bu bâbta mezkûr) hadîslerdir.
İki selâmın meşruluğuna hükmeden âlimler, bunlara şöyle cevap vermişlerdir: Mezkûr hadîsler zayıftır. Bunların sahih olduğu farzedilse bile, yalnız bir defa selâm vermenin câizliğini beyan etmek içindir, iki selâmın meşruluğuna delâlet eden hadisler ise en mükemmel olanı beyan etmek içindir, denilir. Çünkü bu hadîsler daha çok ve daha meşhurdur. Onlarda, sika râvilerin ilâvesi vardır ve makbuldür.
El-Hedy yazarı: 'Âişe (Radıyallâhü anhâl'nin hadisi makbuldür. Çünkü Z ü h e y r' den başka hiç kimse onu merfu' olarak rivayet etmemiştir. Z ü b e y r ise bütün âlimlerce zayıf görülmüş, hatâeı çok olan bir kimsedir. Kaldı ki bu hadis gece namazı hakkındadır. Nitekim b*r rivayeti şöyledir:
«Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) bir defa «Es-Selâmü aleyküm» diyerek selâm verirdi de bununla sesini o derece yükseltirdi ki bizi uykudan uyandırırdı.» îki selâm verdiğini rivayet edenler ise farz ve nafile namazlardaki müşahedelerini rivayet etmişlerdir. Diğer taraftan Âişe (Radıyallâhü anhâi'nin hadîsinde Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'in ikinci selâmı vermediğine dâir bir kayıt yoktur. Sadece bir selâmı onları uykudan uyandıran yüksek sesle verdiğini bildirir. Âişe (Radıyallâhü anhâ) ikinci selâmdan söz etmemiştir. Onun söz etmeyişi ikinci selâmı rivayet edenlerin sözlerine takdim edilmez. Onlar sayıca, çoktur, hadisleri daha sahihtir...' demiştir. [178]
921) Senıûre bin Cündüb (RadtyaUâhü anh)'den rivayet edildiğine göre Peygamber (Stillallahii Aleyhi ı>e Sellem) şöyle buyurmuştur": «İmam selâm verdiği zaman onun selâmını alınız.-*
922) Semûre bin Cündiib (Radıyallâhü anh)den rivâyel edildiğine göre şöyle demiştir :
Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem), imamlarımıza selâm etmemizi ve birbirimizle selamlaşmamızı bize emretti. [179]
Semûre (Radıyallâhü anh)'nin hadîsini Ebû Dâvûd az lâfız farkı ile rivayet etmiştir. Oradaki rivayet meâlen şöyledir:
«Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) imamın selâmını almamızı, birbirimizi sevmemizi ve selamlaşmamızı bize emretti."
Ahmed, el-Hâkim ve el-Bezzâr da Semûre (Radıyallâhü anh)'nin hadîsini rivayet etmişlerdir.
Hadis, imam selâm verdiği zaman, kendisine uymuş olan cemâatin vereceği sel m ile imamın selâmını almayı yâni cevaplamayı niyet edeceğine oelâlet eder. Verilen selâma, selâmla karşılık vermeye, Arap dilinde selâm reddi denir. Dilimizde buna selâm almak denilir. Hadîslerde red tâbiri kullanıldığı için biz de aynı tâbiri kullanalım. Bundan maksadımızın selâmı, selâmla cevaplamak olduğunu tekrar hatırlatalım.
İmama uyanın selâm verirken hangi selâmla imamın selâmını red etmeye niyet edeceği hususundaki dört mezhebin görüşü şöyledir :
1. Hanefî âlimlerine göre, eğer imam, me'mum (=ona uyan)'un sağ tarafında ise me'mum ilk selâmı ile, sağ tarafında bulunan imama, cemaata ve hafaza denilen meleklere selâm vermeye niyet edecektir. Şayet imam onun sol tarafına düşüyorsa, ikinci selâmı ile imama ve o tarafta bulunanlara selâm vermeyi kasdedecektir. Eğer imam onun tam önünde ise her iki selâmla onun selâmını red etmeyi kasdedecektir.
İmam ise her iki selâmı ile de me'mumları ve hafeze'yi kasdedecektir. Sahîh kavil budur.
Tek olarak namaz kılan ise yalnız hafeze'ye selâm etmeyi kasde decektir. Çünkü beraberinde başka kimse yoktur.
2. Şâfiîler'e göre hüküm şöyledir: Eğer imam me'mumun sağ tarafında ise me'mum ilk selâmla; şayet sol tarafta ise ikinci selamla imamın selâmını reddedecektir. İmam onun tam önünde ise ilk selâmla onun selâmını reddetmelidir, tkinci selâmla reddetmesi de caizdir. Me'mum sağma ve soluna verdiği selâmla o tarafta bulunan insanlara, cinlere ve meleklere selâm vermeye niyet edecektir. O tarafta bulunanlar onunla beraber namazda olsunlar, olmasınlar farketmez. Hepsine selâm verecektir.
İmam da sağına ve soluna selâm verirken oralarda bulunan insanları, cinleri ve melekleri kasdedecektir. N e v e v î: 'îmam, me'mum ve münferid verdikleri ilk selâm ile namazdan çıkmaya niyet edebilirler. Bu niyetin vücubu hususunda ihtilâf vardır. Fakat yukarda anlatılan selâmla ilgili niyetlerin hiç birisinin vâcib olmadığı hususunda ihtilâf yoktur,' demiştir. Yâni imam olsun, me'mum olsun, tek olarak namaz kılan olsun bunların kimlere selâm vereceği hususundaki niyetler ve mülâhazaların hiç birisi vâcib değildir. Âlimlerin görüşleri mendubluk hakkındadır.
3. Mâlikîler'e göre, me'mum ilk selâm ile namazdan çıkmaya niyet edecek, önüne doğru verdiği ikinci selâmla imamın selâmını redde niyet edecek, üçüncü selâmla da solunda bulunanları selamlamayı kasdedecektir.
İmam ise verdiği selâm ile hem namazdan çıkmaya hem de meleklere ve beraberinde namaz kılan cemaata selâm vermeye niyet edecektir. Bilindiği gibi Mâliki mezhebin meşhur kavline göre imam bir defa selâm verir.
Tek olarak namaz kılan ise verdiği bir selâm ile hem namazdan çıkmaya hem de meleklere selâm vermeye niyet edecektir.
4. Hanbeliler'e göre namazdan çıkarken verilen selâm ile namazdan çıkmaya niyet edecektir. Bu niyet müstahabtır. Me'mum bu niyetin yanında imamın selâmını red etmeyi ve cemâate, meleklere selâm vermeye niyet etmesi caizdir. İmam da mezkûr niyetle beraber, me'mumlara ve meleklere selâm vermeye niyet edebilir.
Hadîsteki: -ve birbirimizi selâmlamamızı...- ifâdesinden maksad namazdan çıkarken verilen selâmlaşmaktır. Nitekim el-Bezzâr1 m rivayetinde bu husus sarahaten belirtilmiştir. Bu selamlaşma imamın, me'mumları selâmlamasını me'mumlarm imamı selâmlamalarını ve cemâatin birbirini selâmlamalarını ihtiva eder.
Hadisteki selamlaşma maksadına âit emir mendubluk içindir. Cumhurun görüşü budur. [180]
923) Sevbân (Radtyaüâhü anh)'den rivayet edildiğine göre Resûlul-Jah (SaUaUahv Aleyhi ve Sellem) şöyîe buyurdu, demiştir :
«Hiç bir kul imamlık yapıp, cemâati ortak etmeksizin (namazda) yalnız kendi nefsine duâ etmesin. Şayet (böyle) yaparsa cemaata hıyanet etmiş olur. [181]
Bu hadîsi Ahmed, Tirmizi ve Ebû Dâvûd da rivayet etmişlerdir. T i r m i z î hadîsin hasen olduğunu söylemiştir. Hadîsin birer benzeri Ebû Ümâme (Radıyallâhü anh) ve Ebû Hüreyre (Radıyallâhü anh)'den de rivayet edilmiştir. Ebû Dâvûd'un rivayet ettiği metin uzundur. Ve meâlen şöyledir:
«Uç şey vardır ki bunları yapmak hiç bir kimseye helâl değildir: Hiç bir adam bir kavme imamlık yapıp, onları ortak etmeksizin, yalnız kendi nefsine duâ edemez. Şayet (böyle) yaparsa şüphesiz onlara hıyanet etmiş olur. Hiç bir adam, izin istemeden herhangi bir evin içine baka m az. Eğer (böyle) yaparsa (izinsiz olarak o eve) girmiş sayılır ve abdesti dar iken, bunu gidermeden namaz kılamaz...»
Müellifimiz, Ebü Dâvûd'un rivayet ettiği uzunca metnin abdest sıkıştığı ile ilgili fıkrayı Taharet kitabının 114'üncü bâbın-daki 619 nolu hadîste zikretmiştir.
El-Menhei yazarı şöyle der: «Cumhura göre, izin almadan bir evin içine bakmanın helâl olmayışından maksad haram oluşudur. Fakat sıkışık abdestle namaza durmanın ve imamın yalnız kendi nefsine duâ etmesinin helâl olmayışından maksad haramhk değil mekruhluktur.
Namaz içinde yapılan dualar iki çeşittir : Bir çeşidinin kişisel oluşu hadîslerle sabittir ve Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'den böyle vârid olmuştur. Meselâ rüku'da okunan «Sübhâne Rabbiye'l-Azîıh-, sücûdda okunan «Sübhâne Rabbiye'1-A'lâ», iki secde arasında okunan «Allahümmeğfirlî verhamnî. .» ve son oturuşta selâm vermeden önce okunan «Allahümme innî eûzü bike min azâbilkabri...» dualarının hepsi kişisel olarak vârid olmuştur. Hepsindeki zamirler okuyucunun şahsına münhasır tekil zamirleridir. İmam olsun, cemâat olsun, tek olarak namaz kılan olsun herkesin bu duaları böyle okumaları meşru kılınmıştır. Bu itibarla imam bu duaları kendi nefsine tahsis etmiş olur. Şu halde böyle vârid olan dualar burdaki yasaktan müstesnadır.
Diğer çeşit duâ ise çoğul zamiri ile vârid olmuştur. K u n û t duası buna misâl verilebilir. Sabah farzında K u n û t duasının okunması meşru görüldüğü mezheblere göre imam bu duayı açık sesle okur, cemâat da âmin der. Eğer K u n u t duâsındaki zamirleri çoğul için değil de tekil için okursa cemâati bu duadan mahrum etmiş ve sırf kendi nefsi için duâ etmiş olur.
Halbuki arkasında namaz kılan cemâat K u n û t duasını okumaz da onun duasına âmin der. Hâl böyle olunca imam cemaata hi-yânet etmiş olur. Ama imam K u n u t duâsındaki zamirleri çoğul için kullanınca hem kendi nefsine hem de cemaata duâ etmiş olur. Cemâat da âmin demekle duanın kabul olunması için Allah'a niyaz etmiş olur.»
Sabah namazında okunması meşru görülen K u n ü t duası imam için çoğul zamirleri ile, tek olarak namaz kılan için de tekil zamiri ile emrolunmuştur. Baş kısmı şöyledir :
1. İmam için;
= «Allah'ım hidâyete erdirdiğin kullar arasında bizi de hidâyete erdir...»
2. Münferid için;
= «Allah'ım hidâyete erdirdiğin kullar arasında beni de hidâyete erdir...»
Hadisteki; La» lâfzı nehiy (yasaklama) edatı olabilir. Bu takdirde cümleye kazandırdığı mânâ: «Etmesin, yapmasın.»dır. Ter-cemeyi buna göre yaptık. Bu edat nefîy (olumsuzluk) içinde olabilir. Bu takdirde cümleye kazandırdığı mânâ (etmeyecek, yapmayacak) -dır. Eğer nefîy için olursa yine nehiy kasdedilmiştir ve hadîsin mânâsı şöyle olur .
«Hiç bir kul imamlık yapıp, cemâati ortak etmeksizin, yalnız kendi nefsine duâ etmiyecektir, (= edemiyecektir.) Bu da yasaklamayı ifâde eder.
Bâzı âlimler hadîsin yorumu hakkında şöyle demişlerdir: Hadîsten maksad imamın kendi şahsına duâ ederken cemâatin bu duadan istifâde etmemesini dilemesini yasaklamaktır. Nasıl ki sabit olduğu gibi bir a'rabî duâ ederken:
«Allah'ım! Bana ve Muhammed (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'e rahmet eyle ve ikimizle beraber, hiç kimseye rahmet etme.» demiş ve Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) böyle demesinin' hatalı olduğunu bildirmiştir. Böyle davranmak haramdır. [182]
1 - İmamın namazda yalnız kendi nefsine duâ etmesi ve cemâati mahrum bırakması yasaktır. Bu husustaki tafsilât yukarda geçti.
2 - İmam böyle davranırsa cemaata hıyanet etmiş sayılır. [183]
924) Aişe (liadıyallâhü nnhâ)\\en\ Şöyle demiştir :
ResûJullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) (namazın bitiminde) selâm verince ancak;
diyecek kadar otururdu. [184]
Bu hadîsi Müslim, Tirmizî ve Ah me d de rivayet etmişlerdir. Ebû Dâvûd ve Nesâî de bunun benzerini rivayet etmişlerdir.
Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'in okuduğu zikrin mânâsı :
«Allah'ım! Sen selâmsın; Selâm (= selâmet) de ancak sendendir. Hayır ve iyiliğin pek çoktur. Ey azamet ve ihsan sahibi!»
Selâm: Allah Teâlâ'nın yüce isimlerindendir. Mânâsı ise, musibetlerden, âfetlerden ve her çeşit noksanlıklardan pâk ve emin demektir.
El-Menhel yazarının beyânına göre bâzıları: 'Selâm: Dünyada peygamberleri, Cennette de müminleri selamlayandır,' demişlerdir.
Hadiste geçen ikinci 'Selâm' kelimesi ise Allah Teâlâ'nın ismi anlamında kullanılmamıştır. Mânâsı dünya ve âhiretteki âfetlerden emin olmaktır.
Hadîsteki «Tebârekte» cümlesi çeşitli şekillerde mânâlandırıl-mıştır.
El-Menhel yazarına göre bu cümlenin mânâsı: 'Hayır ve iyiliğin pek çoktur.' demektir. Tuhfetü'l-Ahvezi'ye göre ise mânâsı şöyledir: 'Çok yücesin, pek azametlisin.'
Tuhfetü'l-Ahvezi yazarı bu hadîsin izahında der ki: 'Hadisten maksad, Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'in selâmdan sonra, bazen ancak anılan zikri okuyacak kadar oturur olduğunu bildirmektir. Çünkü bazen bu miktardan fazla oturduğu sabittir.
Sindi: de: Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'in selâmdan sonra anılan zikri okuyacak kadar, duruşunu bozmadığı ve bundan sonra kıble istikâmetinden döndüğü ifâde edilmek istenmiştir. Açık olan yorum budur. Çünkü O'nun dâima sabah namazından sonra güneş doğuncaya kadar yerinde oturduğu sabittir, demiştir.
El-Menhel yazarı da bu hadîsi açıklarken : «Resûlullah (Sallal-lahü Aleyhi ve Sellem) namazda selâm verdikten sonra henüz duruşunu bozmayıp kıbleye doğru oturmuş iken, bu zikri okurdu.» demiştir. [185]
1. Namazdan sonra bu zikri okumak meşrudur.
2. Selâmdan sonra bu zikir okununcaya kadar kişi duruşunu bozmamalıdır.
925) Ümmü Seleme (Radtyalldhü anhâ)'den: Şöyle demiştir: Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) sabah farzını kılıp selâm verdiği zaman şu duayı okurdu:
«Allah'ım! Ben Senden yararlı ilim, güzel (= helâl) rızık ve makbul amel dilerim.»"
Not : Zevâİd'de : Hadisin senedindeki râvîlerden Ümmü Seleme'nin mevlâsı hâriç, diğerleri sıka zatlardır. Ümmü Seleme'nin mevlâsı hadis dinlememiştir. Müb-hem râviler hakkında kitab yazanlardan, ondan bahsedeni göremedim ve onun halini bilemiyeceğim, denmiştir. [186]
Zevâid türünden olan bu hadisin açıklaması ile ilgili olarak S i n -ğil, zarar tevlid eder.
-Yararlı ilimden maksad, kendisi ile amel edilen ilimdir. Çünkü ilim adamı, bilgisi ile amel etmediği takdirde, bilgisi ona yarar dedi şöyle der:
Güzel rızıktan maksad, helâl rızıktır. Bunu, lezzetli rızka yorumlamak uzak bir ihtimaldir. Ancak dünya rızkı değil de âhiret rızkı kaydedilmiş olursa lezzetli rızık şjğjşmı kasdedümiş olabilir.
926) Abdullah bin Amr (bin e)-As) (Rathyallâhü anküntâyâen rivayet edildiğine göre Resûlullah (SallaLlakü Aleyhi ve Sellem) şöyle buyurmuştur :
«İki şey vardır ki bunlara devam eden her m üs 1 uman adam behemehal Cennet'e girer. Bunlar kolay şeylerdir de bunlarla amel edenler azdır. (Birincisi şudur:) Müslüman kişi her namazdan sonra on defa teşbih eder, on defa tekbir getirir ve on defa hamd eder.) >
(Abdullah (Radıyallâhü anh) : 'Ben Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'i bu zikirlerin sayısını mübarek el (parmakları) ile zab-tederken (hesaplarken) gördüm,' demiştir. Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) buyruğuna şöyle devam eylemiştir .
-İşte bunlar dille (söylenmesi) itibariyle yüzelli (cümle) dir. Mi-zân'da (ise) binbeşyüz cümle) dir. (İkincisi de şudur:) Müelüman kişi yatağına girdiği zaman yüz defa teşbih, hamd ve tekbir okur. İşte bunlar da dille söylenmesi bakımından yüz (cümle) dir. Lâkin mi-zân'da bin (cümle) dir. Şu halde hanginiz günde ikibin beşyüz kötülük işler?»
Sahâbîler (Radıyallâhü anhüm) :
(Ya Resûlallah!) Müslüman adam nasıl bunlara devam ede-mesin? dediler. (Bunlara devam edememezliği garibsediler.)
Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) :
«Her hangi biriniz namazda iken şeytan ona gelerek: Falan şeyi ve şu şeyi hatırla, der. Tâ ki kul gafletle namazdan çıkıp gitsin ve her hangi biriniz yatağında (uzanmış) iken şeytan onun yanına varır ve kişi uyuyuncaya kadar şeytan durmadan onu uyutmaya çalışır. [187]
T i r m i z i ve N e s â i de bu hadîsi az lâfız farkıyla rivayet etmişlerdir. N e s â i' nin rivayetinde -Beş vekit namazlarından sonra» kaydı mevcuttur. Anılan üç zikir her farz namazdan sonra onar defa okununca toplam yüz elli eder. Her hasene'nin en az on kat arttırılarak mü'min'in hayır defterine geçirileceği âyet ve hadiste sabit olduğu gibi burada da okunan yüz elli cümlenin binbeş-yüz cümle olarak teraziye konacağı bildirilmiştir.
Yatağa girildiği zaman teşbih ve hamd cümlelerinin otuz üçer defa ve tekbir cümlesinin otuz dört defa olması durumu da N e -s â î' nin rivayetinde belirtilmiştir. Toplamı yüz cümle olan bu zi-kir'de on kat arttırılmakla bine ulaşınca günlük zikir toplamı iki-yüz elli eder ve on katı da bilindiği gibi, ikibin beşyüzdür.
Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) : -Hanginiz günde ikİ-bin beşyüz kötülük işler?» ifâdesi ile bir müslümanın normal olarak günde bu kadar hatâ işlemediğine ve ikibin beşyüz hasen^'nin icâbında bu kadar hatâyı giderir durumda olduğuna işaret buyurur.
Sindi: 'Eğer kulun hatâları varsa mezkûr hasenelerle giderilir. Şayet hatâları yoksa veya az ise artan haneseleri onun derecelerinin yükselmesine vesile olur.1 demiştir.
Sahâbîler, bunca sevabı bulunup çok kolay olan bu iki şeye devam edilmemesini garibseyince Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) şeytanın bu güzel hasletlere devam etmeyi engellemeye çalıştığına işaret buyurmuştur.
Teşbih : 'Sübhânellah' demektir. Hamd : -El-hamdü lillah' demektir. Tekbîr : Allah ü Ekber' demektir. [188]
1. Farz namazlardan sonra teşbih, hamd ve tekbîrin onar defa okunması meşrudur.
2. Yatağa girerken teşbih ve hamd'i otuzüçer defa ve tekbiri otuz dört defa okumak meşrudur.
3. Her hasene on kat arttırılarak mizana konur.
4. Bir hasene' bir seyyie'yi (kötülüğü) giderir.
5. Yapılan zikir sayısını elle hesaplamak meşrudur.
927) Ebû Zerr(-i Gifârî) (Radtynllâhü an*)'den rivayet edildiğine
göre kendisi $öyle demiştir :
Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'e denildi ki: Süfyân'in rivayetine göre ise Ebû Zerr (Radıyallâhü anh) şöyle
demiştir : Ben Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'e dedim ki:
— Yâ Hesûlallah! Servet sahihleri sevabı alıp götürdüler. (Şöyle ki:) Bizim dediğimizi derler. Bir de mallarını Allah yolunda harcarlar. Halbuki elimizden infak gelmez.
Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) bana:
— «Ben size öyle bir şey bildireyim ki onu yaptığınız zaman (fazilet bakımından) sizi geçenlere yetişirsiniz ve (fazilet yönünden) sizden sonra gelenler size yetişemezler. (O da şudur:) Her namazdan sonra Allah'a otuzüç, otuzüç ve otuzdört defa hamd'e, teşbih ve tekbir getirirsiniz.» buyurdu."
Süfyân demiştir ki: Hamd, teşbih ve tekbîr'den hangisinin otuzdört (defa) olduğunu bilemiyecegim. [189]
Ebû Dâvûd bu hadisi daha uzun bir metin hâlinde yine Ebû Zerr (Radıyallâhü arttı) 'den rivayet etmiştir. Bunun benzerini Buharı ve Müslim, Ebû Hüreyre (Ra-dıyallâhü anh) 'den ve Tirmizi ile Nesâi de İbn-i Ab-b â s (Radıyallâhü anh) 'den rivayet etmişlerdir. Ebû Hürey-r e (Radıyallâhü anh) ve İbn-i Abbâs (Radıyallâhü anh)'in rivayetlerinde Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'e soru soranların, muhacirlerin fakirleri oldukları belirtilmiştir. Rivayetler arasında çelişki söz konusu değildir. Çünkü Ebû Zerr (Radıyallâhü anh)'de muhacirlerin fakirlerinden idi.
Mezkûr rivayetlerin bâzılarında; Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'e müracaat eden muhacirlerin fakirleri şöyle demişlerdir :
«Yâ Resûlallah! (Sallallahü Aleyhi ve Sellem), varlık sâhibleri yüksek dereceleri ve daimî ni'meti alıp götürdüler. Namaz kıldığımız gibi namaz kılarlar, oruç tuttuğumuz gibi oruç tutarlar. Onların ihtiyaçtan fazla malları vardır. Sadaka verirler biz veremeyiz, köle azâd ederler, biz edemeyiz.»
Muhacirlerin fakirleri, zenginlerin yapmakta oldukları mâli ibâdetlerin ve hayratın benzerlerini yapmak imkânına sâhib olmadıkları için duydukları hasret ve besledikleri hayır yapma ihtirasını Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'e iletmişlerdir. Çünkü onlar sadakanın ancak mal harcamakla mümkün olduğunu zan ediyorlardı. Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) fakirlerin zenginlere başka tür ibâdetle erişebileceklerini bildirerek onların hasretini gidermiştir.
Bu hadis de her namazdan sonra elhamdü lillâh, .Sübhânellah ve Allahu ekber zikrini yapmanın meşruluğuna delâlet eder. Bu üç zikir türlerinden ikisinin otuzüçer defa ve birisinin otuz dört defa tekrarlanmasının meşruluğu hükme bağlanmıştır. Hadîsin râvisi Süf-y â n, zikirlerden hangisinin otuzdört defa olduğunu bilemediğini söylemiştir.
Buhâri ve Müslim, Ebû Hüreyre (Radıyallâhü anh)'den olan rivayetlerinde her üç zikrin otuzüçer defa tekrarlanmasının meşru kılındığı bildirilmiştir.
Nesâi' nin Zeyd bin Sabit (Radıyallâhü anh) 'den olan rivayetinde teşbih ve hamd'ın otuzüçer ve tekbîrin otuz dört defa olduğu bildirilmiştir.
El-Menhel yazan teşbih babında uzunca beyan ettiği gibi namazdan sonra okunması meşru kılman teşbih, hamd ve tekbîr sayısı hususunda muhtelif rivayetler mevcuttur/^Öyle ki:
1. Abdullah bin Amr {Radıyallâhü anh)'in 926 no-lu hadîsine göre bu üç zikir onar defa okunması meşru kılınmıştır.
2. Tirmizî.' nin İbn-i Abbâs (Radıyallâhü anh)'tan ve Nesâi' nin Zeyd bin Sabit (Radıyallâhü anh)'ten olan rivayetlerine göre tesbîh ve hamd'ın otuzüçer ve tekbîrin otuz dört defa tekrarlanması meşru kılınmıştır.
3. Müslim'in Süheyl tarikiyle Ebû Hüreyre (Radıyallâhü anh)'den olan rivayetinde bu zikirlerin onbirer defa okunması meşru kılınmıştır.
4. N e s â î' nin Ebû Hüreyre (Radıyallâhü anh)'den olan bir rivayetinde her farz namazdan sonra yüzer defa teşbih, tekbîr, hamd ve tevhid kelimesinin tekrarlanmasının üstün fazileti bildirilmiştir.
El-Menhel yazan bu rivayetleri naklettikten sonra şöyle der: *Bu rivayetlerden anlaşılıyor ki, namazdan sonra yapılması meşru kılınan bu zikirlerin sayısı hakkında muhtelif rivayetler vardır. Kişi hangi rivayeti tutarsa olabilir. Ancak en kuvvetli rivayet üç zikrin otuzüçer defa tekrarlanmasına âit olan rivayettir. Dolayısıyla bu rivayetle amel etmek daha uygundur. Yine mezkûr rivayetlerden anlaşılıyor ki namazlardan sonra okunması meşru kılınan zikirlerin sayısına riâyet etmek esastır. Vârid olan sayıyı geçmemek gerekir. Aksi takdirde bunun sevabından mahrum kalınır. El-Fetih yazarı: 'Bâzı âlimler derler ki, namazlardan sonra okunması meşru kılınan zikirlerin belirli sayısına karşılık özel bir sevab verildiğine göre kişi bu sayıdan daha fazla bu zikri tekrarlarsa va'd edilen sevabı kazanamaz. Çünkü vârid olan sayının bir hikmet ve özelliğinin bulunması muhtemeldir. Bu takdirde daha fazla tekrarlanınca hikmet ve özelliği kaçırılmış olur. El-Hâfız Ebü'1-Feth, Tirmi-z î' nin şerhinde âlimlerin mezkûr görüşüne itiraz ederek şöyle demiştir : Kişi vârid olan sayıca zikir edince bundan dolayı verilecek olan sevabı kazanmış olur. Aynı zikri bir kaç defa daha tekrarlayınca niçin hâsıl olmuş olan sevab giderilmiş olsun?
Yukarıda gösterilen âlimlerin görüşü ile el-Hâfız Ebü'l-F a d 1' in görüşü şöyle birleştirilebilir: Durum niyete göre değişir. Kişi, anılan zikri vârid olan sayı kadar tekrarlamakla verilen emri yerine getirmeyi düşünür, bu emir uygulandıktan sonra fazlasını okursa yeni bir niyetle okumuş olabilir. Şüphesiz ki iki ayrı niyet olunca Ebü'1-Fadl'm savunduğu görüş yerindedir. Şayet ikinci bir niyet etmeden vârid olan sayıdan fazla tekrarlamakla vârid olan sayı karşılığında va'd edilen sevabı almayı düşünürse yukarıda belirtilen âlimlerin görüşü isabetlidir. Meselâ; Bir zikrin 10 defa okunması hâlinde şu sevab vardır diye bir nass var iken kişi aynı sevabı elde etmek niyetiyle bu zikri on defa yerine yüz defa tekrarlarsa va'd edilen mükâfattan mahrum kalabilir.
El-Karaf i, el-Kavâid adlı eserinde.- Belirli sayı ile şer'ân sınırlandırılmış olan mendub zikirleri bu sınırı aşarak tekrarlamak mekruh bid'atlardandır. Çünkü büyüklerin çizdikleri sınırları aşmak saygısızlıktır, demiştir.
Bâzı âlimler muayyen sayı ile taklid edilmiş olan zikirleri ilâcy, benzetmişlerdir. Meselâ, bir ilâcın terkibinde % 5 oranında şeker varken bu orana muhalefet edilerek % 20 nisbetinde şeker katkısıyla yapılacak o ilâcın faydası yitirilmiş olabilir. Ama ilâçtaki şeker oranına müdâhale edilmez de başka zaman şeker alınırsa ilâcın faydası gölgelenmemiş olabilir. Bir kaç zikrin muayyen sayılarla ve ardarda okunması emredilmişken bunlardan birisinin emredilen sayıdan fazla tekrarlanması onu tâkib eden zikir nev'inin gecikmesine yol açar. Halbuki bu zikirlerin bir arada ve geciktirilmeden okunmasında özel hikmetler bulunabilir.'
Teşbih, hamd ve tekbîr kelimeleri rivayetlerde değişik sırayla anılmışlardır. Meselâ sünenimizin Ebû Zerr (Radıyallâhü anh)'den olan rivayetinde mezkûr kelimeler hamd, teşbih ve tekbîr diye sıralanmıştır. Bir önceki hadiste ise teşbih, tekbir ve hamd diye geçer. Arap dilinde, atıf harflerinden olan «Vav» edatı ile yekdiğerine atıf edilen kelimeler veya cümleler arasında sıralama ve tertip anlamı söz konusu değildir. Bu nedenle mezkûr kelimelerin hadisler de önce veya sonra geçmesi üç zikirden hangisinin önce veya sonra okunmasının gerekliliğine delâlet etmez. Diğer kitablarda bu üç kelime başka şekillerde de sıralanmıştır.
Âlimler, üç zikrin okunmasında mecburi bir sıralama koymamışlar ise de rivayetlerin ekserisinde teşbih başta ve tekbîr sonda geldiği için uygulama böyledir. Yâni önce teşbih, ondan sonra hamd ve son olarak da tekbir zikri okunur.
928) Sevbân XRadtyallâkü anh)'(\en rivayet edildiğine göre şöyle demiştir :
Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem), namazdan çıktığı zaman üç defa istiğfar ederdi ve sonra: [190]
Bu hadîsi Müslim, Ebû Dâvûd, Tirmizî ve N e s â i de rivayet etmişlerdir.
N e v e v i, hadîste geçen «İnsiraf- kelimesini selâm vermek anlamına yorumlamıştır.
Bu hadîsten anlaşılıyor ki Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) namazın bitiminde selâm verirken üç defa istiğfar ederdi ve bunun hemen sonunda, anılan zikri okurdu.
M ü s 1 i m ' in rivayetinde, «Râvi el-Veli d: Ben, el-Evzâi'ye: 'Nasıl istiğfar edilir?' diye sordum. Evzâî dedi ki: 'Estağfi-rullah estağfirullah' dersin.» diye istiğfar şekli bildirilmiştir.
Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) günahlardan tertemiz olup her türlü hatâdan masum olduğu hâlde istiğfar etmesinin hikmeti hususunda Tuhfetü'l-Ahvezi yazarı, İbn-i Seyyidi'n-N â s ' in şöyle dediğini nakletmiştir: 'Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'in istiğfar etmesi kul hakkını vermek ve şükür görevini yapmaktır. Nitekim bir hadîste :
= *Ben niçin çok şükreden bir kul olmayayım?»
buyurmuştur. İstiğfar etmesinin diğer bir nedeni de duâ ve niyaz hususunda sözle olduğu gibi fiilen de müminlere sünnetini beyan etmesidir. Tâ ki onlar da zati nevebilerine iktida etsinler.'
El-Menhel yazarı da : Namazdan çıkılınca istiğfar etmenin hikmeti kulun yaptığı ibâdetle mağrur olmaması, nefsini kusurlu sayması ve Allah Teâlâ'ya lâyıkı veçhiyle kulluk görevini yapmadığını itiraf etmesidir. Bu duygunun iyice yerleşmesi için istiğfarın üç defa tekrarlanması meşru kılınmıştır. Kulun mağrur olmadan ve nefsini kusurlu sayarak yaptığı ibâdet Allah katında daha çok kabule şayan olur,' demiştir.
Hadîste geçen zikrin mânâsı 924 nolu hadîste geçmiştir.
Farz namazlardan sonra yukarıda anlatılan zikirlerden başka bir takım sûre, âyet ve zikirlerin okunmasının meşruluğuna dâir hadîsler vardır. Bunları buraya aktarmak uzun sürer. Bu nedenle sadece dört mezhebin kavlini özlü olarak nakletmekle yetiniyorum. [191]
l - Hanefî mezhebine göre farz namazdan çıkıhnca 424 nolu hadiste geçen zikir okununcaya kadar bir ara verip hemen sonra farza bağlı sünnet varsa bunu kılmaya kalkılmalıdır. Daha uzun ara vermek tenzîhen mekruhtur. Sünnet kılındıktan sonra üç defa istiğfar etmek, Âyetü'l-Kürsi, İhlâs ve Muavve-z e t e y n sûrelerini okumak ve daha sonra otuzüçer defa teşbih, hamd ve tekbîr getirmek, bundan sonra yüzüncü defa olmak üzere;ve bunun arkasında;zikrini okumak müstahabtır.
Kişi bunun akabinde arzuladığı duayı yapar ve sonunu şöyle bağ-lamahdır: ^
2 - Ş â f i i mezhebine göre farz namazdan sonra önce vâ-rid olan zikirler ve duayı yapmak, bundan sonra kalkıp farza bağlı sünneti kılmaya başlamak efdaldır. Zikirler şöyle yapılır: Önce üç defa istiğfar edilir, sonra 924 nolu hadîste geçen zikir okunur. Sonra Fatiha, Âyet'l-Kürsî, İhlâs ve Muavveze-t e y n sûreleri okunur. Sonra otuzüçer defa teşbih, hamd ve tekbîr getirilir ve Hanefî mezhebinde olduğu gibi yukarıdaki «Lâilahe illellâh...» zikri okunur. Başka âyetlerin ve zikirlerin okunması da müstahabtır. Biz bu kadarını aktarmakla yetiniyoruz.
3 - Mâliki mezhebine göre farz namazdan sonra okunması vârid olan Âyet'l-Kürsî, İhlâs sûresi, otuzüçer defa teşbih, hamd ve tekbîr getirildikten sonra yukarıda geçen: «Lâilâhe illallah...» zikrini okumak ve bundan sonra kalkıp farza bağlı sünneti kılmak daha efdaldır.
4 - H a n b e 1 î mezhebine göre de farz namazdan sonra önce zikretmek, ondan sonra farza bağlı sünnete kalkmak sünnettir. Bu mezhebe göre zikir, şu sırayla yapılmalıdır : Üç defa istiğfar edilir, sonra «Allâhümme ente's-Selâm...», «Lâilâhe İİla'llah...» ve «A1-lâhümme lâ mania...* zikirleri okunur. Bundan sonra«Sübhânellah velhamdülillâh vallahü ekber» zikri birlikte otuzüç defa tekrarlanır. Ve yüzüncü defa olmak üzere, diğer mezhebler gibi «Lâilâhe ill'Ilah...-zikri okunur. [192]
929) Hülb (bin Adî) (Radtyallâhü a«A/den; Şöyle demiştir:
Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) bize imamlık etti. (namaz kıldırdı.) (Namazdan çıkınca) sağ tarafına da sol tarafına da dönüp giderdi. [193]
Tirmizî, Ebû Dâvûd ve Beyhaki de bu hadîsi benzer lâfızlarla rivayet etmişlerdir. T i r m i z î' nin rivayet ettiği metin meâlen şöyledir:
Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) bize namaz kıldırırdı. Namazdan sonra her iki tarafına da, sağına da soluna da dönüp giderdi." Tuhfe'de belirtildiği gibi, yâni bazen sağına dönüp giderdi,bazen de soluna giderdi. Tirmizî daha sonra şöyle der : 'Hülb (Radıyallâhü anh)'ün hadîsi hasendir. îlim ehlinin tatbikatı da onun hadîsine uygun. Kişi dilerse sağına dönüp gider, dilerse soluna dönüp gider. Her iki durum da ResûluUah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'-dan rivayeti sabittir. Alî bin Ebî Tâlib (Radıyallâhü anhî'den rivayet edildiğine göre: Namazdan çıkan kişinin işi'sağ tarafında ise o yöne dönüp gider, sol tarafında ise, oraya yönelip gider, demiştir.'
El-Menhel yazarı, benzer başlık altındaki bâbta rivayet olunan bu hadis bahsinde naklettiğine göre Şafiî şöyle demiştir: 'Namazdan çıkan kişinin her hangi bir tarafta işi yoksa ve dilediği yöne yönelip gitmesinde bir fark yoksa sağ tarafına dönüp gitmesini arzularım. Çünkü Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) benzer durumlarda sağdan başlamaktan hoşlanırdı.'
Hanefî fıkhına âit İ b n - i  b i d i n ' in kıraat faslından bir sahife önce şöyle denilmiştir: Kişi, namaz kıldıktan sonra gitmek istediği zaman ya sağ tarafına veya sol tarafına dönüp gidebilir. Çünkü T i r m i z î' nin dediği gibi Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) 'in her iki tarafa dönüp gittiği sabittir. Nevevi: Sağ ve sol tarafa dönüp gitmek, ihtiyaç bakımından eşit olduğu takdirde sağ tarafa gitmek daha faziletlidir. Çünkü güzel işler ve benzerlerinde sağ tarafın üstünlüğü hadîslerle sabittir, demiştir.'
930) Abdullah (bin .Mes'ud) (Radtyattâhü anh)'den rivayet edildiğine güre şöyle demiştir :
Herhangi biriniz (namazdan çıkarken) sağ tarafına dönmek mecburiyetinde olduğuna itikad ederek (bu yüzden) nefsinde şeytana bir hisse ayırmaya kalkışmasın. Çünkü ben. Resuluİlah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'i gördüm. Dönüşlerinin ekserisi sol tarafına idi. [194]
Bu hadîsi Tirmizî hâriç, Kütüb-i Sitte sahihlerinin hepsi ve A h m e'd ile B e y h a k î de mânâyı değiştirmeyen az lâfız farkıyla rivayet etmişlerdir.
îbn-i Mes'ud (Radıyallâhü anh), bu hadîsiyle, namazdan sonra sağ tarafa dönmenin vâcibliğine itikad etmenin mahzurlu olduğunu, çünkü Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'in ekseriyetle sol tarafına dönüp gittiğini gördüğünü bildirmiştir. Vâcib olmayan bir şeyin vâcibliğine itikad etmek günah olduğu için, bu inançta oJan kişi, nefsinde ve inancında şeytana bir hisse ayırmış olur.
Hadîs, Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'in namazdan çıkınca sol tarafına dönüp gitmesinin, sağ tarafına dönüp gitmesinden daha çok olduğuna delâlet eder. Müslim ve Beyhakî'-nin îsmâil bin Abdirrahman es-Südi tarikiyle rivayet ettiklerine göre İsmail (Radıyallâhü anh) şöyle demiştir :
'Namazdan çıktığım zaman sağ tarafıma mı, sol tarafıma mı döneyim.' diye Enes bin Mâlik (Radıyallâhü anh)'e sordum. Enes (Radıyallâhü anh) şöyle cevap verdi: 'Bana gelince; Ben Peygamber (Sallallahü Aleyhive Sellem)'in daha çok sol tarafına döndüğünü gördüm.'
İ b n-i Mes'ud (Radıyallâhü anh)'un hadîsiyle Enes (Radıyallâhü anh)'in hadîsi arasında bir ihtilâf yoktur. Çünkü Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) bazen sağ tarafına, bazen de sol tarafına dönüp giderdi. Her sahâbî daha çok olduğuna itikad ettiğini haber vermiştir.
Ebû Davud'un îbn-i Mes'ud (Radıyallâhü anh)'un rivayetinde râvi Ü m â r e demiştir ki; 'Ben bu hadîsi e I - E s -v e d ' den dinledikten sonra M e d i n e ' ye vardım, Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) in hanelerinin mescidin sol tarafınca bulunduğunu gördüm.'
Sindi de : 'Peygamberin evi mescidin sol tarafında (doğusunda) bulunduğu için sol tarafa dönüp gitmek ihtiyacı daha çok duyulmuş ve bu nedenle Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'in, sol tarafına dönüp gitmesinin daha çok görülmüş olması muhtemeldir.
931) Amr bin Şuayb'ın dedesi (Abdullah bin Amr bin el-Âs) (Radt-yallâhü anhüm)'âen rivayet edildiğine <jöre şöyle demiştir :
Ben, Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'i namazdan çıktığında (bazen) sağ tarafına (bazen de) sol tarafına dönüp giderken gördüm..[195]
932) "... (Müminlerin annesi) Ümmii Seleme (Radiyaİlâkü anhâ )'<\en: Şöyle demiştir :
Resülullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) namazdan selâm verdiğinde selâmını tamamlayınca kadınlar hemen kalkar (evlerine giderler) di. Resülullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) de kalkmazdan önce oturduğu yerde biraz beklerdi. [196]
Bu hadîsi Buhârî de rivayet etmiştir. Ebû Dâvüd, Nesâi, Ahmed ve Bey haki de bunun benzerini rivayet etmişlerdir. Buhâri' nin başka bir rivayetinde Ü m m ü Seleme (Radiyallâhü anhâ) şöyle demiştir:
"Resülullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) namazdan selâm vo-rirdi ve Resülullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) henüz yerinden kalkmamış iken kadınlar selâmdan hemen sonra kalkıp giderek evlerine girerlerdi. Erkekler de Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) ile oturdukları yerde beklerlerdi."
Tabarânî ve Nesâi' nin rivayetlerinde belirtildiği gibi Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) yerinden kalktığı zaman erkek cemâat da kalkardı. Ve sahâbiler, Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'in bekleyiş sebebinin erkeklerden önce kadınların çıkıp evlerine gitmeleri olduğunu zannederlerdi. Hattâ A h m e d' in rivayetinde, Ümmü Seleme (Radıyallâhü anh) cemâat dağılırken erkeklerin kadınlara yetişmemeleri için Peygamber {Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'in beklediğini zannettiklerini söylemiştir.
Yukarıda işaret edilen rivayetlerde belirtilen bekleyiş sebebine göre, cemaatta kadınlar bulunmadığı zamanlarda Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) selâmdan sonra pek beklemezdi. 924 nolu  i ş e (Radıyallâhü anhâ)'nin hadîsi bu durumu te'yid eder. Şunu da belirtelim ki, sabah namazından sonra güneş doğuncaya kadar Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) in yerinden kalkmadığı sahih hadislerle sabittir. [197]
1 - imamın cemâatin durumunu gözönünde bulundurması müstahabtır.
2 - Sakıncalara, fitne ve töhmetlere sebebiyet veren durumlardan sakınmak hususunda ihtiyatlı bulunmak müstahabtır.
3 - Erkeklerle kadınların karışık olarak ibâdet yerinde veya yolunda bulunması mekruhtur.
4 - Zaruret olmadıkça imamın selâm verdikten sonra namaz kıldığı yerde durmaması müstahabtır.
Hanefî fıkıh kitablarından el-Hâniye'de beyan edildiği gibi imam farz namazdan selâm verince; farzdan sonraki sünneti kılmak veya tesbihat yapmak için kendisinin sol tarafına gitmek suretiyle yer değiştirmesi müstahabtır. Başka türlü yer değiştirmesi de meşrudur. Tesbihat yapılırken ve duâ edilirken sol kolunu cemaata ve sağ kolunu kıbleye doğru vererek oturması veya cemaata doğru oturması meşru olan oturuşlardandır.
Şafiî mezhebine göre tesbihat yapılırken imam'ın efdal olan oturuş şekli sağ kolunu cemaata ve sol kolunu kıbleye vererek otur-masıdır. Sünnet için yer değiştirmek sünnettir.
Bu hususta geniş izah için fıkıh kitablarma müracaat olunması tavsiye edilir. [198]
933) Enes bin Mâlik (Radtyallâhü anh)'âen rivayet edildiğine göre Resûlullah (Satlallahü Aleyhi ve Sellem) şöyle buyurmuştur :
«Akşam yemeği konduğu ve namaz (için) ikâmet edildiği zaman siz Önce yemek yeyiniz.»"
934) (Abdullah) bin Ömer (Radtyallâhü anhümâ)'dan rivayet edildiğine göre Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) şöyle buyurdu, demiştir :
«Akşam yemeği konduğu ve namaz (için) ikâmet edildiği zaman siz önce yemek yeyiniz.»
Hâvi demiştir ki: Bu emre binâen bir akşam, lbn-i Ömer (Radı-yallâhü anh) ikâmet sesini işittiği halde (namaza durmayıp önce) akşam yemeğini yedi."
935) Âişe (Radtyaliâhü anhâ)'den rivayet edildiğine göre Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) şöyle buyurdu, demiştir :
«Akşam yemeği hazırlanmış olduğu ve namaz (için) ikâmet edildiği zaman önce yemek yeyiniz. [199]
Enes (Radıyallâhü anh)'in hadîsini Buhârİ, Müslim ve T i r m i z İ de benzer lâfızlarla rivayet etmişlerdir. B u h â -r î' nin rivayeti meâlen şöyledir:
«Akşam yemeğiniz önünüze konduğu vakit akşam namazını kılmadan yemeğe başlayınız. (Namaza) acele edip de yemeğinizi bırakmayınız.»
!bn-i Ömer (Radıyallâhü anh)'in hadisi Nesâi hâriç, Kütü b-i Sitte sâhiblerince rivayet edilmiştir.
Âişe (Radıyallâhü anhâ)'nin hadîsini ise Müslim ve Ebû Dâvûd ile İbn-i Hibbân başka lâfızlarla rivayet etmişlerdir. M ü s 1 i m ' in rivayeti şöyledir:
= «Yemek hazır iken namaza başlamak yoktur.»
Aşâ': Akşam yemeği demektir.
îşâ' : Yatsı namazı demektir.
Bu bâbta rivayet edilen ilk iki hadîste akşam yemeği konduğu zaman namaza ikâmet edilirse namaza üurulmayıp önce yemek yenmesi emredilmiştir.
Üçüncü hadîste, akşam yemeği hazırlanıp namaza ikâmet edildiği zaman akşam yemeğiyle işe başlanması emredilmiştir.
T i r m i z i' nin bu bâbta rivayet ettiği üçüncü hadîsin şerhinde Tuhfetü'l-Ahvezî yazan aşağıdaki bilgiyi vermiştir:
El-Irâ ki: 'Akşam yemeğinin hazırlanmasından maksat yemek yiyenin önüne konmuş durumda olmasıdır. Yemeğin hazırlanmış olması veya kablara konmuş olması kasdedilmemiştir. Çünkü hadîsçilerin ittifakla rivayet ettikleri İbn-i Ömer (Radı-yallâhü anh)'in hadisinde Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) şöyle buyurmuştur:
«Sizden birisinin akşam yemeği önüne konduğu zaman önce yemek yesin ve yemek yiyinceye kadar acele etmesin.»
1 b n-i Ömer (Radıyallâhü anh) için yemek konuldu, bu arada namaz (için) ikâmet ediliyordu. Kendisi imamın kıraatini işittiği halde yemeğini yemedikçe namaza kalkmazdı,1 demiştir.
Buhâri ve Müslim'in rivayet ettikleri E n e s (Radıyallâhü anh) in hadisi el-Ir âk î'nin kavlini teyid eder. Şu halde hadislerdeki hüküm, hazırlanıp henüz adamın önüne konmamış olan yemek hakkında değildir.
Hadislerde namaz kelimesi mutlak olarak geçmiştir. İbn-i Dakik i'l-İyd: 'Namaz kelimesi akşam namazı ile yorumlan-malıdır. Çünkü bir rivayette akşam namazı tâbiri kullanılmıştır. Başka bir sahih rivayette de :
«Biriniz oruçlu iken akşam yemeği konduğu zaman...» buyurul-makla namazdan maksadın akşam namazı olduğu belirtilmiş oluyor.' demiştir.
El-Fâkihâni ise : 'Hadîsteki namaz kelimesi umumi mânâda kabul edilmelidir. Çünkü önce yemek yemenin hikmeti, aç karnına namaza durulduğunda zihnin yemekle meşgul olması ve ibâdette arzulanan huşû'un terkedilmesi endişesidir. Bu endişe akşam namazına münhasır değildir. Bir rivayette akşam namazının zikredilmesi bu hükmün ona münhasır olduğunu gerektirmez. Zira oruçlu olmadığı halde çok acıkmış olan kişi icabında oruçlu kimseden daha fazla yemeğe iştiyakli olabilir, demiştir.
El-Hâfız İbn-i Haceri-l'Askalani el-Fethü-1'Bâ-ri'de bu iki kavli naklettikten sonra: 'Yemeğin namazdan önceye alınması sebebine bakılarak ve acıkmış kişiyi oruçluya ve Öğle yemeğini akşam yemeğine kıyaslamak suretiyle hadiste geçen namaz kelimesini umumî mânâya yorumlamak mümkündür. Fakat vârid olan lafza nazaran umumî mânâya yorumlanamaz,' demiştir.»
Tirmizi, Enes (Radıyallâhü anh)'in hadisini rivayet ettikten sonra söyle der:
'Enes (Radıyallâhü anh)'in hadîsi hasen - sahihtir. E b û Bekir, Ömer, Ibn-i Ömer ve diğer bâzı sahâbiler (Ra-dıyallâhü anhüm)'ün ameli bu hadîse göredir. Ahmed ve ts-h a k da bununla hükmederek; cemaatı kaçırsa bile kişi önce akşam yemeğini yer, demişlerdir. Ben e 1 - C â r û d ' den işittim kendisi V e k i' den işittiğine göre V e k î' bu hadis hakkında : Eğer yemeğin bozulmasından korkarsa kişi önce yemek yer, demiştir. Fakat sahâbilerin ve başkalarının yukarıda geçen kavli uygulanmaya şayandır. Bu âlimlerin maksadı, kişinin kalbi bir şey ile meşgul iken namaza durmamasıdır. İbn-i Abbâs (Radıyallâhü anh)'-den rivayet edildiğine göre :
«İçimizde bir şey var iken namaza durmayız», demiştir.' El-Menhel yazarı; 'Abdesti dar iken adam namaza durur mu?' babında rivayet olunan  i ş e (Radıyallâhü anhâJ'nin mezkûr hadisini açıklarken aşağıdaki bilgiyi vermiştir:
"Hadisten maksat konmuş olan yemekle kalbi meşgul olan kişinin Önce yemek ihtiyacını gidermeden farz bile olsa namaza durmamasıdır. Bu halde namaza durmak Cumhur'a göre tenzihen mekruhtur. Zahirîye mezhebine mensup âlimler, İbn-i Hazm, Ebû Sevr ve bir cemaata göre bu halde namaza durmak haramdır. Kılınan namaz da bâtıldır.
Hazırlanmış ve hemen adamın önüne konabilecek durumdaki yemeğin hükmü, konmuş olan yemeğin hükmü gibidir.
Namazdan önce yemeğe oturma hükmü, namaz vaktinin geniş olması kaydına bağlıdır. Eğer yemeğe oturulduğu takdirde namaz vaktinin çıkmasından korkulursa, kişinin önce namaz kılması vâcib-tir. Cumhurun kavli budur. Çünkü B a ğ â v i' nin Şerhü's-Sünne'-de ve Ebû D â v û d ' un rivayet ettikleri C â b i r (Radıyallâhü anh)'in hadîsine göre Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) :
= «Namaz ne yemek için ne de başka şey için tehir edilemez.» buyurmuştur.
İbnü-Melek, Câbir (Radıyallâhü anh) 'in hadisini şöyle yorumlamıştır : 'Adam pek acıkmamışsa veya vakit daralmış olup namazın kazaya kalması korkusu varsa önce namaz kılınır, namaz tehir edilemez.'
Kalbi meşgul eden ve huşûu gideren engeller yemek hükmündedir. Önce meşguliyetler giderilmeli, sonra namaza durulmalıdır. [200]
936) Ebü'l-Melih [201] (Radıyallâhü aııh)'âen rivayet edildiğine yöre şöyle demiştir :
Ben yağışlı bir gece (cemaatla namaz kılmak için evden) çıktım. Sonra (namazdan) dönünce evin kapısını açtırmak istedim. Babam (Üsâme bin Ümeyr) :
— Kim O? dedi. Ben :
— Ebü'l-Meh'h'dir, dedim. Babam:
— Vallahi iyi bilirim ki, Hudeybiye[202] günü biz Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) ile beraber idik Ayakkabılarımızın altlarını ıslatmayan bir yağmur yağdı. Bunun üzerine Resulü il ah (Sallallahü Aleyhi ve Seilem)'in müezzini «Namazınızı olduğunuz yerlerde kılınız!» diye bağırdı, dedi. [203]
Ebû Dâvûd, el-Hâkim ve Beyhaki, bu hadîs metninin, Üsâme'ye ait olan parçasının benzerini rivayet etmişlerdir. Ebû Dâvûd'un rivayeti meâlen şöyledir :
"Ebü'I-Melih'in, babasından rivayet ettiğine göre babası, Cuma gününe rastlayan Hudeybiye zamanında Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) ile beraber bulunmuş, ayakkabılarının altını ıslatmayan bir yağmur yağmış ve bunun üzerine Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem), onların oldukları yerlerde namaz kılmalarını emretmiştir."
Ebû Dâvûd'un bu hadîsi «Yağışlı günde Cuma namazı» babında rivayet ettiğinden bu hadisi yağışlı günde Cuma namazına gitmemenin câizliğine delil gösterdiği sanılıyor. El-Menhel yazarının dediği gibi, hadîs yağışın Cuma namazına gitmemek için bir mazeret olduğunu belirtmez. Çünkü hadiste söz konusu edilen olay Cuma günü sabah veya ikindi namazında olmuş olabilir. Olayın Cuma günü öğle namazı vaktinde vuku bulduğu kabul edilse bile yine tam delil olamaz. Çünkü Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'in seferde Cuma namazını kıldırdığı sıhhatli bir şekilde sabit değildir. Bu hususta yalnız Onun Batnü'l-Vâdî'de Cuma namazını kıldırdığına dâir siyer ehlinin ve İbn-i S a' d ' in rivayeti vardır.
Hadisin : «Ayakkabılarımızın altlarını ıslatmayan yağmur...» ifâdesi yağmurun az yağdığından kinayedir.
Rihâl: Rahl'ın çoğuludur. Rahl: Konak, mesken ve kalınan yer demektir.
Niâl: Na'l'ın çoğuludur. Na'l: Ayakkabı, nal, çökek ve gevşek olmayan kaba arazi gibi mânâlara gelir. Tercemede ayakkabı olarak mânâlandırdık. Bâzı âlimler sert arazî diye yorumlamışlardır. Çünkü az yağış sert arazinin üzerinden akıp aşağılarını ıslatıverir. Fakat gevşek arazi suyu emerek ileriye doğru akmasını engeller. Ancak bol yağış hâlinde akıntı olabilir. Niâl kelimesi sert arazi anlamında yorumlandığında yine az yağıştan kinaye olmuş olur.
Bir Hâl Tercemesi
Hadisin râvisi Üsâme bin Ümeyr bin Âmir el-Hüzelî el-Basrî'nin sahâbi olduğu Buhârî tarafından ifade edilmiştir. Sünen sahipleri, Ahmed, Ebû Avane, İbn-i Hibbân ve el-Hâkim kendi sahihlerinde onun hadîslerini rivayet etmişlerdir. El-îsâbe'de bildirildiğine göre Halîfe, Üsâme'nin Basra'da ikamet ettiğini ve oğlu Ebül-Melih'ten başka râvisinin bulunmadığını söylemiştir. El-Hulâsa'da Üsâme'nin sahâbi olduğu ve 7 hadîsinin bulunduğu beyan edilmiştir. (El-Menhel C : 1, Sn. 207)
937) (Abdullah) bin Ömer (Radtyaüâhü anhümâ)'den rivayet edildiğine göre şöyle söylemiştir :
Yağışlı gecede veya rüzgârlı soğuk gecede Resûlullah (Sallalla-hü Aleyhi ve Sellem)'in müezzini: Olduğunuz yerlerde namaz kılınız, diye bağırırdı. [204]
Bu hadisi Buhar i, Müslim ve Ebû Dâvûd benzer lâfızlarla ve müteaddit senedlerle rivayet etmişlerdir. Bâzı rivayetlerde sefer kaydı mevcuttur. Bâzılarında ise bu kayıt yoktur. B u h â r i' nin rivayeti meâlen şöyledir :
"Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) seferde iken soğuk veya yağmurlu gecede müezzine, ezan okumasını ve ardından da : Haberiniz olsun! Namazlarınızı olduğunuz yerlerde kılınız, diye bağırmasını emrederdi."
Ebû Dâvûd1 un bir rivayeti B u h â r i' nin yukardaki rivayetinin aynısıdır, denilebilir. Diğer bir rivayetinde ise sefer kaydı yoktur.
El-Menhel yazarı : Sefer kaydı bulunmayan rivayet, sefer kaydı bulunan rivayet gibi yorumlanır, demiştir.
938) (Abdullah) bin Abbâs (Radtyallâhü anhümâ)'âan rivayet edildiğine göre şöyle demiştir :
Peygamber (Sallallahü Aleyhive Sellem) yağışlı bir Cuma günü buyurdu ki:
«Olduğunuz yerlerde namaz kılınız.»*'
939) (Abdullah) bin Abbâs (Radtyallâhü anhümâ)'dan rivayet edildiğine göre :
Kendisi, yağışlı bir Cuma günü müezzine ezan okumasını emretti. Müezzin de Allahu ekber, AUahu ekber, eşhedü enlâilâhe illallah, eşhedü enne Muhammede'r-Resûlullah..., diyerek ezan okumaya başladı. Müezzin Eşhedü enne Muhammede'r-Resüluilah dedikten sonra İbn-i Abbâs (Radıyallâhü anhümâ), müezzine:
(Hayye ale's-Salâh yerine) halka çağrıda bulun. Evlerinde namaz kılsınlar, dedi. Bunun üzerine halk İbn-i Abbâs (Radıyallâhü anh)'a:
Nedir şu senin yaptığın?, dediler. Kendisi:
"Benden (çok) hayırlı olan bir zat şüphesiz bunu yaptı. —Bununla Peygamber Efendimizi kasdetmiştir. — Sen halkı evlerinden çıkartıp dizlerine kadar çamura batmış olarak yanıma gelmelerini bana emrediyorsun" dedi. [205]
Bu hadîsi Buhâri ve Ebû Dâvûd da az lâfız farkıyla rivayet etmişlerdir. Buhâri' nin rivayeti meâlen şöyledir : "İbn-i Abbâs (Radıyallâhü anhümâ)'dan rivayet edildiğine
göre :
Kendisi, çamurlu bir günde halka (Cuma) hutbe (sini) okuyacağı sırada müezzin, Hayye ales-Salâha gelince •. «Namaz evlerde (kılınacaktır) diye çağrıda bulunmasını müezzine emretmiş bunun üzerine halk (bu sözden) hoşlanmamış gibi yekdiğerine bakmışlar. İbn-i Abbâs (Radıyallâhü anh) demiş ki:
— Galiba siz bunu tasvib etmediniz. Şüphesiz bunu benden (çok) hayırlı olan bir zat yapmıştır. — Bununla Peygamber Efendimizi kas-d et mistir' — Şüphesiz Cuma namazı farz olan bir şeydir. Ben ise sizleri (yerlerinizden) çıkarmak istemedim.»
Ebû Davud'un rivayetine göre İbn-i Abbâs (Ra-dıyallâhü anh), müezzine 'Hayye ale's-Salâh' cümlesini okumamasını ve onun yerine 'Evlerinizde namaz kılınız' mânâsını ifâde eden; cümlesini okumasını emretmiştir.
Sürtenimizde bu hususta bir sarahat yoktur.
B u h â r i' nin îbn-i Ömer (Radıyallâhü anhJ 'den olan rivayetinde Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve SellemVin ezan bittikten sonra:
-Bulunduğunuz yerlerde namaz kılınız» çağrısında bulunmayı müezzine emrettiği açıklanmıştır.
Sindi, Süneni m izdeki îbn-i Abbâs (Radıyallâhü anh)'m rivayetini Ebû D â v û d' daki rivayeti gibi yorumlamıştır. Yâni 'Hayye ale's-Salâh' cümlesi yerine mezkûr cümlenin okunması emredilmiştir, diye yorumlamıştır.
El Menhel yazan şöyle der:
«Her ezanda *Hayye ale's-Salâh ve Hayye ale'l-Feîâh' cümlelerinin bulunduğu hususunda âlimler müttefiktirler. B u h â r î ve Ebû Davud'un tbn-i Ömer (Radıyallâhü anhl'den rivayet ettikleri hadîste ezandan sonra bu cümlenin okunmasının Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) tarafından emredildiği açıkça bildirilmiştir. Kuvvetli olanı da budur. Şu halde îbn-i Abbâs (Radıyallâhü anh)'in 'Hayye ale's-Salâh' yerine mezkûr cümleyi okutması onun bir içtihadı olsa gerektir. Kendisinin:
«Benden (çok) hayırlı olan bir zat bunu yapmıştır.» derken 'Hayye ale's-Salâh1 cümlesi yerine mezkûr cümleyi okuma hususunu kas-detmemiş, yağışlı günde halkın Cuma namazına gitmemeleri ve evlerinde namaz kılmaları için çağrıda bulunmayı kasdetmiştir.
N e v e v i: 'Evlerinizde namaz kılınız.' cümlesi, namazın içinde söylenir, tbn-i Ömer (Radıyallâhü anh)'in hadisine göre namazdan sonra söylenir. Şafiî' nin açıkça belirttiği gibi iki şekil de caizdir. Lâkin ezan düzeninin korunması bakımından bu cümlenin ezandan sonra okunması daha güzeldir, demiştir.'
El-Ayni, Buhârî üzerindeki şerhinde N e v e v i' nin sözünü naklettikten sonra : 'Ben derim ki: îbn-i Abbâs (Radıyallâhü anh) 'in hadîsi ezan yoluyla değildir. Görüldüğü gibi İbn-i Abbâs müezzine : Hayye ale's-Salâh deme; = «Evlerinizde namaz kılınız» söyle, demiştir. İbn-i Abbâs (Radıyallâhü anh)'m maksadı yağış mazereti dolayısıyla kolaylık sağlandığının halka bildirilmesidir. Çünkü İbn-i Ömer (Radıyallâhü anh) 'in B u h â r i' deki rivayeti ye Ebû Hüreyre' nin îbn-i A d i y y el-Kâmil'inde tahric ettiği hadîslerinde müezzinin 'Sallû fî büyutiküm» veya 'Sallû fi rihâliküm' Sözünün ezan bittikten sonra söyleneceği belirtilmiştir,' demiştir.
Bu bâbta rivayet edilen hadîsler soğuk rüzgâr ve yağışın Cuma namazına ve vakit namazının cemaatına gitmemek için meşru mazeret olduklarına delâlet ederler. Bu hususta âlimler arasında ihtilâf
vardır:
1 - Hanefi mezhebine göre çok yağmur, fazla çamur ve şiddetli soğuk Cuma ve cemaata gitmemek için meşru mazeretlerdir. Şiddetli karanlık da böyledir. Fakat rüzgâr mazeret değildir. Ancak şiddetli rüzgâr geceleyin mazeret sayılır.
2 - Şâfiîler'e göre şiddetli yağmur veya şiddetli soğuk gece olsun, gündüz olsun cemaata gitmemek için meşru mazerettir. Sahîh kavle göre çamur da böyledir. Elbiseyi ıslatacak durumdaki kar da mazerettir. Şiddetli sıcaklık da böyledir. Rüzgâr mazeret değildir. Ancak geceleyin esen soğuk rüzgâr da mazeret sayılır. Cemaata gitmemek için mazeret sayılan şeyler Cuma namazı için de mazeret sayılır.
3 - Mâlikîler'e göre şiddetli yağmur ve fazla çamur Cuma ve cemaata gitmemek için mazerettir.
4 - Hanbelîler'e göre karanlık gecede esen soğuk rüzgâr şiddetli olmasa bile cemaata gitmemek için mazerettir. Keza yağmur- veya çamur kişiye eziyet veriyorsa Cuma ve cemaata gitmemek için mazeret sayılır. [206]
940) Musa bin Talha'nın babası (Talha bin Ubeydillah) (49) (Radı-yallâhü anhümâydan rivayet edildiğine göre şöyle demiştir:
Fiz namaza dururduk. (Bu esnada) hayvanlar da önümüzden geçerdi. Bu durum Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Selleml'e anlatıldı. Bunun üzerine O:
«Birinizin önünde semerin arka kaşı gibi bir şey olsun. Artık önünden geçen ona zarar vermez.» buyurdu. [207]
Müslim, Tirmizî ve Ebû Dâvûd da bunu benzer lâfızlarla rivayet etmişlerdir. Tirmizî, bunun hasen - sa-hîh olduğunu söylemiştir.
Mu'hiretü'r-Rahl: Semerin arka kaşıdır Binici ona dayanır. Mu'-hara ve Muahhara da okunabilir. El-Menhel'de beyan edildiğine göre semerin arka kaşının uzunluğu hususunda ihtilâf vardır. Bir arşın kadar olduğunu söyleyen vardır. Meşhur kavle göre 2/3 arşın kadardır. Bir arşın veya daha uzun olabildiğini söyleyenler de olmuştur. [208]
El-Menhel yazan «Sütre» babında şöyle der: «Fıkıhçılar sütrenin kalınlığı ve uzunluğunun ne kadar olmasının gerekliliği hususunda ihtilâf etmişlerdir. Şöyle ki:
1 - N e v e v i: 'Sütrenin uzunluğunun semerin arka kaşı kadar olması esastır. Kalınlığı hakkında bağlayıcı bir hüküm yoktur, Bize (=Şâf i! ler'e) göre kalını da incesi de kâfidir. Delilimiz de Ebû Hüreyre (Radıyallâhü anhJ'ın Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellemi'den rivayet ettiği şu mealdeki hadistir:
(49) Cennetle müjdelenen on sahâbiden birisidir. Fazileti ve hâl tercemesi mukaddimenin 125 -128 nolu hadisler bahsinde geçmiştir. Oğlu Musa ise sıka ve seçkin bir tabiidir. Hadisleri çoktur.
«Kıl kadar ince olsa bile semerin arka kaşı misli olan sütre kâfidir.» (Nevevî başka hadîsi de delil göstermiştir. Buraya aktarmaya gerek görmedim.)
2 - Hanbelîler de Şâfiîler gibi hükmetmişlerdir.
3 - Hanefiler'e göre sütrenin uzunluğu bir arşm, kalınlığı da bir parmak kadar olacaktır.
Mâlikiler'e göre uzunluğu bir arşm, kalınlığı da bir mızrak gibi olacaktır. Bu mızraktan küçük olan sütre ile mendupluk hasıl olmaz.
Hadisin : «Artık önünden geçen ona zarar vermez.» cümlesinden kasdedilen mânâ şudur : 'Anlatılan sütre bulununca sütrenin önünden geçenler namaza duran şahsın namaz sevabından bir şey eksiltmez.1 Namaza duran şahıs ile sütresi arasından geçmek ise yasaktır.
Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) sütreye doğru duranın sevabının, sütrenin ilerisinden geçenlerle eksilmiyeceğini haber vermiştir. Çünkü kişi namazda olduğunu bildiren muteber işareti koymuştur.
Hadîsteki zarar ifâdesi ile namazın eksikliği kasdedilmiştir. Şu halde sütre koymadan kırda, çölde ve önü açık olan bir yerde namaza durulduğunda, önünden bir şeyin geçmesi namazın sevabını eksiltir. [209]
Sütreye doğru namaz kılmak dört mezhebin ittifakıyla mendub-tur. İmam ve münferid için hüküm budur. İmamın sütresi, cemâat için de geçerlidir. Sütreyi terketmek günah değildir. Hanefi, Mâliki ve Hanbelî mezheblerine göre sütre, duvar, direk ve kaya gibi taşınmaz eşyadan olabildiği gibi, taşınır eşyadan da olabilir. Şafiî mezhebine göre sütreler değer bakımından dört kısma ayrılır. Bir sıradaki sütrenin ittihaz edilmesi mümkün iken bir sonraki sırada olan sütreyi ittihaz etmek muteber değildir. Yâni sütreye doğru durulmamış sayılır. O kısımlar sırayla şöyledir -.
1 - Duvarlar ve sütunlar gibi taşınmaz ve temiz şeyler.
2 - Yere dikilen harbe, baston gibi taşınır şeyler.
3 - Üzerinde namaz kılınan seccade ve benzeri şeyler. Sergi mescidin mefruşatından olursa sütre sayılamaz. Yâni mescid içinde serili herhangi bir seccade ve benzeri yaygı üzerinde namaza durmakla sütre ittihaz edilmiş sayılamaz.
4 - Yere çizilen çizgi.Sütrenin şartları ve bununla ilgili meseleleri öğrenmek için fıkıh kitablarına müracaat edilmesi gerekir.
941) (Abdullah) bin Ömer (Radtyallâhü anhümâ)'dan rivayet edildiğine göre şöyle söylemiştir :
Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) için seferde bir harbe çıkarılırdı. O, (namaz kılmak istediği zaman) harbeyi yere dikerek ona doğru namaz kılardı. [210]
Buhârî, Müslim, Nesâî ve Ebû Dâvûd da bu hadîsi rivayet etmişlerdir. Buhârî, Müslim ve Ebû D â v û d ' un rivayet ettikleri metin meâlen şöyledir .
«Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) bayram günü (namaza) çıktığı zaman harbenin getirilmesini emrederdi. Harbe Onun önüne dikilirdi. Kendisi ona doğru namaz kılar, halk da arkasında namaza dururlardı. O, seferde de bunu yapardı...»
Harbe: Geniş demirli küçük mızraktır. Geniş hançer ve demir kısmı geniş ölen süngüye de denir.
El-Menhel yazan şöyle der:
-Yâni Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) yolculukta namaza durmak istediği zaman bulunduğu yerde duvar ve benzerî bir şey olmadığı takdirde beraberinde götürülen harbeyi önünde yere dikerek ona doğru namaz kılardı. Halk da O'nun arkasında namaza dururlardı.
Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'in önüne diktiği harbe bir rivayete göre N e c â ş î' nin O'na hediye ettiği harbedir. Bir kavle göre müşriklerden U h u d savaşında öldürülen bir şahsa âit idi. Zübeyr bin el-Avvâm (Radıyallâhü anh) savaşta müşriki öldürünce harbesini Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'e sunmuştur. Birinci rivayet Sa'd el-Kurazî (Radıyallâhü anh) 'ye aittir. İkincisi e 1 - L e y s tarikiyle rivayet edilmiştir, îki rivayetin arasını bulmak mümkündür: îlk harbe Uhud savaşından kalmadır. İkincisi N e c â ş i' nin hediyesidir, denilebilir. [211]
1 - Namaz için sütre ittihazı meşrudur.
2 - Zararları defetmek için siiâh bulundurmak meşrudur Özellikle yolculukta silâh bulundurulmalıdır.
942) Aişe (Radıyallâhü ankâ)'den rivayet edildiğine göre şöyle demiştir :
Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) in bir hasırı vardı. Gündüz yere serilirdi. Peygamber (Aleyhi's-Selâm) geceleyin de o hasın hücre gibi yaparak ona doğru namaz kılardı."
943) Ebû Hüreyre (Radıyallâhü anh)'den rivayet edildiğine göre Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) jöyle buyurdu, demiştir:
«Biriniz namaza durmak istediği zaman (duvar gibi) bir şeye doğru dursun. Eğer bulamazsa yere bir asâ diksin. Şayet (bunu da) bulamazsa bir çizgi çizsin. Artık önünden geçen şeyler ona zarar vermez. [212]
Bu hadîsi Ebü Dâvûd, Ahmed, İbn-i Hibbân ve Beyhaki de rivayet etmişlerdir.
El-Menhel yazarı hadisin açıklamasıyla ilgili olarak şöyle der:
«Yâni kişi namaza durmak istediği zaman duvar, direk, ağaç gibi bir şeye doğru durup namaz kılsın. Sütre edineceği şeyin, en az semerin arka kaşı kadar olması gerekir. Şayet böyle bir şey bulamazsa önündeki yere asayı diksin. Hadîsin zahirine göre asanın in-cesiyle kalını arasında bir fark yoktur.
Şayet asâ, baston ve harbe gibi bir şeyi bulamazsa yere bir çizgi çizsin.
Şafiî' nin kadim kavli ile A h m e d ' e göre sütreye elverişli hiç bir şey bulunmadığı takdirde çizgi çizilmelidir. Hane-f î 1 e r' in de bir kavli böyledir.
Mâl ikil er, Hanefîler'in ekserisi ve cedid kavline göre Şafiî çizginin sütre olamıyacağına hükmetmişlerdir. Gerekçeyi de şöyle belirtmişlerdir: Sütre'den maksat kişinin namazda olduğunu bildirmektir. Çizgi bu bilgiyi vermez. Çizgi çizilmesini emreden bu hadîsin muztarib olduğunu söylemişlerdir. î b n - i Uyeyne, Bağavî, Şafiî ve başkaları da hadîsi zayıf saymışlardır. Lâkin N e v e v î şöyle demiştir :
'Seçkin görüş çizgi çizilmesinin müstahablığıdır. Çünkü bu hususta sabit bir hadîs yok ise de çizgi çizmekle namaza duran kişi için bir sınır hâsıl olmuş olur. Amellerin faziletleri hakkındaki zayıf hadîsle amel edilmesine âlimler ittifak etmişlerdir. Helâl ve haram konusunda zayıf hadîsle amel edilmez. Hat çizmek ise bilindiği gibi amellerin fazileti ile ilgilidir. Çizginin çizilişine gelince; en uygun şekil çizginin namaza duran kişinin yanından kıble doğrultusunda çizilmesidir. Çizgi çizmenin müstahablığına hükmeden âlimler arasında Kadı Ebû Hâmid el-Mervezî, Şeyh Ebû Hâmid, Kadı Ebü't-Tay y i b ve Bendenici de bulunur. B e y h a k î ve başkası da buna temayül göstermişlerdir.»
Hadîsin : «Artık onun önünden geçen şeyler ona zarar vermez.»
cümlesinin bir benzeri 940 nolu hadîste geçmiş ve gerekli açıklama orada yapılmıştı. [213]
1 - Namaza durulduğunda sütre edinmek meşrudur.
2 - Sütre elverişli olan çeşitli şeylerden olabilir.
3 - Sütre edinmekte hadîsteki sıra takibi gerekir. Yâni öncelikle duvar ve benzeri taşınmaz şeyler sütre edinilir. Böyle bir şey yoksa asâ ve benzeri bir şey sütre edilir. O da yoksa çizgi çizilir.
Bâzı âlimler seccade sermeyi çizgi çizmeye kıyaslamışlar ve namaza durulduğu belirtisi olarak seccadenin çizgiden üstün olduğunu söylemiştir. [214]
944) Büsr bin Saîd (Radtyallâhü anhümâyden rivayet edildiğine göre demiştir kî:
Namaz kılanın önünden geçmenin hükmünü sormam İçin beni Zeyd bin Halid (Radıyallâhü anh)'m yanma gönderdiler. (Ben de gidip sordum.) Bunun üzerine Zeyd (Radıyallâhü anh), Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellemî'in şöyle buyurduğunu bana haber verdi:
«Kişinin kırk (zaman) yerinde beklemesi (zahmeti), namaz kılanın önünden geçmesi (günahın) dan onun için daha hayırlıdır.»
(Râvi) Süfyan demiştir ki: «Kırk yıl mı, kırk ay mı, kırk sabah mı, kırk saat mı? bilmiyorum."
945) Büsr bin Saîd (Radtyallâhü anhümâ)'âen rivayet edildiğine göre Zeyd bin Hâlid (Radtyallâhü anh) (kendisini) Ebû Cüheym el-Ensârî (Radtyallâhü anh)'m yanma göndererek :
Namaza duran şahsın önünden geçen adam (m girdiği günah) hakkında Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve SellemJ'den ne işittin? diye sordurmuş. Ebû Cüheym (Radıyallâhü anh) de: Ben Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'den şöyle buyurduğunu işittim, demiş tir:
«Sizden birisi, din kardeşi namaz kılarken onun önünden geçmesi sebebiyle kendisi için ne (kadar günah) bulunduğunu bilseydi, şüphesiz kırk (zaman) beklemesi (zahmeti), kendisinin geçmesinden (dolayı) yüklendiği günahtan) daha hayırlı olurdu.»
Râvi demiştir ki: «Kırk yıl mı, kırk ay mı, kırk gün mü? bilmiyorum. [215]
Ebû Cüheym (Radıyallâhü anh)'in hadîsini Kütüb-i Sitte sahihlerinin hepisi, Mâlik ve Beyhakî rivayet etmişlerdir. Bâzı rivayetlerde bulunan az lâfız farkı, mânâya tesir etmez.
«Kırk yıl mı, kırk ay mı, kırk gün mü? bilmiyorum.» diyerek tereddüd eden râvinin Ebü'n-Nadr olduğu Müslim ve Ebû Davud'un rivayetlerinde belirtilmiştir. Şu halde Ebü'n-Nadr şunu demek istemiştir: Bana bu hadîsi rivayet eden Büsr bin S a î d ' in : «Kırk yıl mı, kırk ay mı, kırk gün mü?» dediğini bilemiyeceğim. Şu halde B ü s r, tereddütsüz ve kesin olarak bekleme süresini bildirmiş, fakat Ebü'n-Nadr hadisi rivayet ederken süreyi kesin olarak hatırlayamamıştır.
Buhârî, Müslim ve Ebû Dav ûd, bu hadîsi, Mâlik bin Enes vâsıtası ile Ebü'n-Nadr' dan rivayet etmişlerdir. Bunların şerhlerinde beyân edildiğine göre Ebü'n- N ad r' in mezkûr tereddüdünü Mâlik bin Enes nak-letmiştir.
Sünenirnizin ilk hadisinde ise tereddüt eden râvinin S ü f y â n bin Üyeyne olduğu belirtilmiş, ikinci rivayette ise mütereddit râvi belirtilmemiştir. Tereddüdün E b ü'n-N a d r1 dan S ü f -y â n ' a geçtiği kuvvetle muhtemeldir.
Hadîsten kasdedilen mânâ şudur: Namaz kılan kimsenin önünden geçen kişi, bunun ne derece günah olduğunu bilse 40 yıl orada bekleme zahmetine katlanmayı geçme vebalini yüklenmeye tercih eder.
Geçmenin yasak olduğu yerin tahdidinde ihtilâf vardır. Bir kavle göre bu yer namaza duran kişi ile secde edeceği yer arasındaki mesafedir. Diğer bir kavle göre kişinin durduğu yerden itibaren kıbleye doğru 3 arşınlık mesafedir. Başka kaviller de vardır. Birinci görüş kuvvetlidir.
Kirmanı' nin beyânına göre 40 sayısının esas alınmasının gerçek hikmetini ancak Allah bilir, denmekle beraber şöyle bir hikmet gösterilebilir; İpsanın nutfeden itibaren ana rahminde geçirdiği tavırların her birisi 40 sayısına bağlıdır. (Yâni 40 gün nutfe, 40 gün kan pıhtısı, 40 gün bir çiğdem et hâlinde gelişmeye devam eder.)
Âlimlerin çoğu 40 sayısının çok zamandan kinaye olduğu ihtimalini kuvvetli gördüğünden bu sayısının anılması yolunda hikmet araştırmamışlardır. Nitekim bundan sonra gelen Ebû Hüreyre (Radıyallâhü anh)'nin hadîsinde 40 yıl ifâdesi yerine 100 yıl ifâdesi buyurulmuştur.
Hadis, namaz kılanın önünden geçmenin çirkin ve haram olduğuna delâlet eder. Hadîsin zahirine göre farz namaz ile nafile namaz arasında bir fark yoktur. Nevevi: Hadîs, geçmenin haram-lığına delâlet eder. Çünkü hadisin anlamında te'kidli yasaklama ve şiddetli azab varlığı ihtar ediliyor, demiştir. [216]
1 - Hanefi ve Mâliki mezheblerine göre namaza duran kişi sütre edinmemiş olsa bile onun önünden geçmek haramdır. Keza başkasının geçtiği yerde sütresiz olarak namaza durmakla halkın namazın önünden geçişine sebebiyet vermek de haramdır. Böyle bir yerde namaza duran kişinin önünden geçen olursa hem geçen adam hem de namaza duran kişi günah işlemiş olur. Şayet önünden geçen olmazsa orada namaza durmakla günah işlemiş olmaz. Çünkü sütre edinilmesi aslında vacip değildir. Kişi halkın geçtiği yerde namaza dursa ve önünden geçen kimselerin başka yerden geçmeleri mümkün ise iki taraf da günaha girer. Şayet tenha bir yerde namaza durulsa, fakat onun önünden geçmekten başka bir çâre yoksa, bu takdirde geçilirse, taraflar günaha girmiş olmazlar. Taraflardan birisi kusurlu olursa, o günaha girer. Kusursuz olan için günah yoktur.
2 - Şâfiîler'e göre; şartlarına uygun olarak sütre edinerek namaza duran kişinin önünden geçmek haramdır. Aksi takdirde geçmek, ne haram ne de mekruhtur. Bununla beraber geçmemek daha uygundur. Şu halde namaza duran kişi, sütre edinmediği zaman, onun önünden geçen olursa, taraflar için günah yoktur. Bununla beraber halkın geçeceği yerde namaza durmak mekruhtur. Önünden geçen olsun olmasın, durmakla kerahet işlemiş olur.
3 - Hanbeliier'e göre başkasının geçmek ihtiyacını duyduğu yerde kişinin namaza durması mekruhtur. Onun önünden geçen olsun olmasın kerahet vardır. Namaza duranın önünden geçene gelince; Eğer başka bir yoldan geçmek mümkün olduğu halde namaz kılanın önünden geçerse günah işlemiş olur. Aksi halde günah yoktur.
1 - Ebû Cüheym Abdullah bin Haris bin Sımmet el-Ensâri. sahâbidir. Bu-hârl ve Müslim iki hadîsini ittifakla rivayet etmişlerdir. Râvileri Bişr bin Said el-Hadremi, Bişr'in kardeşi Müslim bin Said, îbn-i Abbas'ın mevlâsı Ümeyr ve Meymune'nin mevlâsı Abdullah (Radıyallâhü anhüm)'dür. Kütüb-i Sitte sahihlerinin hepisi onun hadislerini rivayet etmişlerdir.(El-Menhel cild 3, sahife 169)
2 - Zeyd bin Hâlid el-Cüheni el-Medenî'nin künyesi Ebû Abdirrahman veya Ebû Talha'dır. Sahabîlerin meşhurlarından ve büyüklerindendir. Hudeybiye safarinde Peygamber (S-A.V.)'in beraberinde bulunmuş, Mekke fethinde Cüheyne ka-bîlesinin sancaktarlığmı yapmıştır. Cüheyne bin Zeyd, o kabilenin babasıdır. Sek-senbir hadîsi vardır. Buharı ile Müslim beş hadîsini müttefikan rivayet etmişlerdir. Râvileri Münbais'in mevlâsı Yezîd, Abdurrahman bin Ebî ömre, îbn-i Mü-seyyeb ve başkalarıdır. Hicretin yetmiş sekizinci yılı Kûfe'de vefat etmiştir. Medine'de vefat ettiğini söyliyenler de vardır. Ebü Dâvûd, Nesâî, Tirmizi ve İbn-i Mâ-ceh, onun hadislerini rivayet etmişlerdir. <E1-Menhel cild 1. sahife 171)
3 - Büsr bin Saîd el-Âbid el-Medenı, sıka bir tabiîdir. Ebû Hüreyre, Osman, Ebû Said, Sa'd bin Ebî Vakkâs, Zeyd bin Hâlid ve başka sahâbiler (Radıyallâhü anhümVden rivayette bulunmuştur. Kendisinden de Ebü'n-Nadr Salim bin Ümeyye, Muhammed bin îbrâhîm, Ya'kub bin el-Eşecc, Ebû Seleme bin Abdirrahman ve başkaları rivayette bulunmuştur. îbn-İ Maîn, Nesâî, İçli ve tbn-i Sa'd, onun sıka olduğuna şahadet edenlerdendirler. Hicrî 100. yılda vefat etmiştir. Ktitüb-İ Sitte sahibleri, onun hadislerini rivayet etmişlerdir. (El-Menhel Cild 5, sahife 94)
946) Ebû Hüreyre (Radıyallâhü anh)'<\en rivayet edildiğine göre Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) şöyle buyurdu, demiştir :
«Her hangi biriniz (din) kardeşi namazdayken önünden aykırı* geçmekte ne kadar günahı yüklendiğini bilse, yüz yıl yerinde durması, attığı adımdan, şüphesiz daha hayırlı olur.»"
Not: Zevâid'de : Hadîsin isnadı hakkında söylenti vardır. Çünkü râvi Ubey-dullah bin Abdirrahman'm amcasının adı Ubeydullah bin Abdillah'tır. Ahmed bin Hanbel, Onun hadîslerinin münker olduğunu söylemiştir. Fakat îbn-i Hibbân; Onun hadislerinin zayıflığının, oğlunun kendisinden rivayet ettiği hadîslere mahsus olduğunu söylemiştir, denilmiştir. [217]
Tirmizi' nin şerhi Tuhf e'de beyân edildiğine göre bu hadîsi İbn-i Hibbân da rivayet etmiştir.
El-Hâfız İbn-i Hacer, el-Fetih'te bu hadisin İbn-i Mâceh ve îbn-i Hibbân tarafından rivayet edildiğini söyledikten sonra: Bu hadiste 100 yıl beklemenin namaza duranın önünden geçmekten daha hayırlı olduğunun bildirilmesi, diğer hadîslerde beyan edilen 40 yıl bekleme tâbirinin işin önemini ve tehlikesini belirtmek için olduğuna delâlet eder, demiştir. Yâni 40 sayısı bir özelliği taşıdığından dolayı değil, uzun süreyi ifâde için kullanılmıştır.
Hadîs namaz kılanın önünden geçmenin büyük bir günah olduğuna delâlet eder.
E I - H â f ı z , Süyutî: Namaza duranın önünden geçmekten maksat kendisiyle kıble arasında ve sağ tarafından sol tarafına veya sol tarafından sağ tarafına geçmektir. (Tercemede bu geçişi aykırı kelimesiyle ifâde ettim. Hadîste bu mânâyı 'm ut ar iz1 kelimesi ifâde etti.) Adam namaz kılanın önünden kıbleye doğru ileriye yürüyecek olursa yasak bir geçiş yapmış sayılmaz, demiştir.
El-Hâfız Ibn-i Hacer, el-Fetih'te: Hadisin zahirine göre yasaklık namaza duranın önünden geçene mahsustur. Kasden onun önünde duran veya oturan yahut uzanan kimse günaha girmiş sayılmaz. Lâkin namaz kılanın önünden geçmenin yasaklanmasının sebebi onu şaşırtmak ise anılan hareketler de aynı sakıncayı taşıdığı için bunların da yasaklığı hükmü çıkarılır, demiştir.
Namaza duranın önünden geçmenin büyük vebal olduğuna delâlet eden başka hadisler de vardır. Bunları buraya aktarmaya lüzum görmedim. [218]
947) (Abdullah) İbn-i Abbâs (Radtyattâhü anhütnâ)'dan; Şöyle de-mİştİr :
Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) Arafe'de (imam olarak) namaz kılıyordu. Bu esnada ben ve el-Fadl (bin Abbâs) (Radı-yallâhü anhümâ) bir dişi merkebe binmiş olarak oraya gelerek (birinci) saffın bir kısmının önünden geçtikten hemen sonra (saffin önünde) m erke bt en inerek saffa girdik. [219]
Bu hadîsi Kütüb i Sitte sahihlerinin hepsi, Ahmed, Mâlik ve B e y h a k i müteaddit senedlerle ve az lâfız farkıyla uzun ve kısa metinler hâlinde rivayet etmişlerdir. E b û D â v û d ' un rivayetinde İbn-i Abbâs (Radıyallâhü anh) o esnada erginlik çağına ermek üzere olduğunu söylemiştir. El-Menhel yazarının naklen açıkladığına göre îbn-i Abbâs o esnada 13 -15 yaşlarında imiş. İbn-i Abbâs'in kendi yaşını belirtmesinin sebebi ise; hareketinin meşru olduğunu belirtmektir. Çünkü henüz erginlik çağına gelmemiş olan mümeyyiz çocukların dînen yasak olan şeylerden men edilmeleri ve gerektiğinde tâzir cezasıyla cezalandırılmaları emredilmiştir. Örneğin 10 yaşına giren çocuğun namaz kılmaması hâlinde döğülmesi emredilmiştir.
Buradaki rivayete göre îbn-i Abbâs'in anlattığı kıssada söz konusu namaz A r a f â t' ta kılınmıştır. M ü s 1 i m ' in İbn-i Uyeyne târikinden olan rivayeti de böyledir. Bâzı rivayetlerde ise söz konusu namazın M i n â' da kılındığı belirtil-- mistir. N e v e v i, olayın 2 defa vuku bulduğu yorumunda bulunmuştur.
El-Fetih yazarı: Kıssanın tekerrür etmemiş olması esastır. Bilhassa hadisin ilk râvisi aynıdır. Olayın Mi n a' da vuku bulmuş olması rivayeti kuvvetlidir. Diğer şazdır, demiştir.
El-Menhel yazarının naklen beyân ettiğine göre Müslim, hâdisenin Veda haccında veya Mekke fethinde vuku bulduğunu rivayet etmiştir. El-Menhel yazarı Veda haccında olduğuna taraftar çıkmıştır.
B u h â r i' nin bir rivayetinde İbn-i Abbâs (Radıyallâhü anh) birinci saffın bir kısmının önünde merkeb üzerinde gittiğini bildirmiştir.
Ebû Davud'un rivayetinde İbn-i Abbâs namazdan sonra hiç kimsenin kendisine bu hareketinden dolayı itirazda bulunmadığını bildirmiştir. Onun bu sözü namaza duranın önünden merkebin geçmesinin namazı bozmadığına delildir. Cumhur'un kavli de budur.
B u h â r i' nin rivayetinde bahis konusu namazda Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'in bir duvara doğru durmamış olduğu açıklanmıştır.
Cumhur'un kavline göre namaz kılanın önünden her hangi bir şeyin geçmesi namazı bozmaz. Hz. Ali, Hz. Osman, îbn-i Müseyyeb, Ubeyde, Şa'bî, Mâlik, Urve, Sev-ri, Şafiî ve Hanefi âlimleri (Radıyallâhü anhüm)'ün kavli budur. Onların en kuvvetli delilleri Ebû Dâvûd, Dârekut-nî, Tahavi ve Beyhakî' nin Ebû Said-i Hudrî'-den merfu' olarak rivayet ettikleri şu mealdeki hadistir:
«(Namaz kılanın önünden geçen) hiç bir şey namazı kesmez, (bozmaz.) Siz gücünüz yettikçe geçmek isteyeni defedin. Çünkü o şeytan işini yapar.»
Cumhur'u-Ulema; merkeb, köpek ve kadın gibi bâzı şeylerin geçmesiyle namazın kesildiğine dâir rivayet edilen hadîsleri namazdaki huşu ve huzurun kesilmesi anlamında yorumlamışlardır. Nevevî: Cevapların en sıhhatlisi ve en güzeli budur. Şafiî, Hattâbî, Fıkıhçılar ile hadîsçilerin muhakkik âlimleri böyle cevab vermişlerdir. Dayandığımız cevab da budur. Bâzı âlimler söz konusu hadîslerin mensuh olduğunu söylemişler ise de bu iddia makbul değildir. Çünkü mensuh olduğuna dâir her hangi bir delil yoktur. Veda haccmm Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'in hayatının sonlarında yapılmış olması ve İ b n - i A b b â s' in bu hadîste anlattığı kıssanın bu seferde vuku bulmuş olması bu hadisin nâsih olduğunu gerektirmez. Çünkü bâzı şeylerle namazın kesildiğine delâlet eden hadîslerin veda haccından sonra buyurulmuş olması mümkündür. Usûl ilminde belirtildiği gibi, böyle durumdaki bir hadîs nâsih olamaz. Ayrıca mensuhluk ihtimali olsa bile hadîslerin arasını bulmak mümkün ise, nesih yoluna gidilmemesi tercih edilir, demiştir.
948) Ümmü's-Seleme (Radtyallâhü anhâ)'den; Şöyle demiştir: Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) Ümmü Seleme (Radı-yallâhü anhâ)'nin odasında namaz kılıyordu. Abdullah veya Ömer bin Ebi Seleme (Radıyallâhü anhüm), Onun önünden geçmek istedi.
Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) eliyle işaret etti. Çocuk da geri döndü. Biraz sonra Zeyneb bint-i Ümmi Seleme (Radıyallâhü an-hümâ), (Onun önünden) geçmek istedi. Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) eliyle şöylece işaret etti. (Buna rağmen) Zeyneb (Radıyallâhü anhâ) (Onun önünden) geçti. Resülullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) namazı bitirince:
«Kadınlar (muhalefet etmekte ve isyan hususunda) erkeklere galibtirler.- buyurdu."
Not: Zevâid'de : Hadisin isnadında zayıflık vardır. Burada râvi Muhammed bin Kays, babasından rivayet etmiştir. Bazı nüshalarda, annesinden rivayet etmiştir. Babası da, annesi de tanınmıyor, denilmiştir. [220]
Bu hadîs, namaza duranın önünden kadının geçmesiyle namazın bozulmadığına delâlet eder. Ayrıca geçmek isteyene engel olmanın ve gerektiğinde el işaretiyle mâni olmanın meşruluğuna delâlet eder. Bu hadîsi Ahmd de rivayet etmiştir.
949) (Abdullah) bin Abbâs (Radıyallâhü anhümâ)'âan rivayet edildiğine göre; Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) şöyle buyurdu demiştir:
«(Namaz kılanın önünden geçen) siyah köpek ve hayızlı kadın, namazı keser. [221]
Bu hadîsi Ebû Dâvûd, Nesâî, Tahâvi ve Beyhakî de rivayet etmişlerdir. Bâzı rivayetlerde «Siyah» kaydı yoktur. «Köpek» kelimesi, mutlak geçmiştir. Fakat burada «Siyah» kaydı bulunduğu için diğer rivayetler de buna göre yorumlanır.
El-Menhel yazarı: ıBu hadisin zahiriyle hükmeden 1 b n - i Abbâs (Radıyallâhü anh) ve Ata (Radıyallâhü anh) : Namaz kilanın önünden geçen şeylerden yalnız hayızlı kadın ve siyah köpek namazı bozar, demişlerdir. Kadının namaz bozmasının hayızlı hâline mahsus olmasının hikmeti, namaz kılanın bulunduğu yere necasetin düşmesi korkusu olabilir. Cumhur'a göre hiç bir şeyin geçmesiyle namazın bozulmayacağı yukarıda anlatılmıştır. Cumhura göre kadın, hayızlı olsun olmasın, Önünden geçtiği şahsın namazını bozmaz. Ancak namazın sevabını noksanlaştırır. Diğer taraftan bu hadîsteki «Hayızlı» kelimesi ile âdet görme yaşma ermiş kadın kasde-dilmiş olabilir/ demiştir.
950) Ebû Hüreyre (Radtyallâhü ank)'âen; Şöyle demiştir: Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) buyurdular ki: • (Namaz kılanın önünden geçen) kadın, köpek ve merkep, namazı keser.Zevâid'de : Hadisin isnadı sahihtir. Nitekim Buhârİ, bunun bütün râ-vileriyle delil getirmiştir, denilmiştir. [222]
Hadiste anılan şeylerin geçmesiyle namazın bozulduğuna hükmedenlerin delillerinden birisi de bu hadistir. Zevâid'in kaydına göre bu hadis, Kütüb-i Sitte sâhiblerinden yalnız müellifimiz tarafından rivayet edilen hadîslerdendir. Halbuki Müslim de bu hadisi aynı lâfızlarla rivayet etmiştir. Sonunda da şu cümle bulunur:
«ve bunu semerin arka kaşı kadar bir şey korur.»
Yukarıda da anlatıldığı gibi Cumhura göre hadisteki «namazı keser.» ifâdesinden maksad; namazın bozulması değil, namazdaki huşu un kesintiye uğratılmasıdır.
951) Abdullah bin Muğaffel (Radtyallâhü anh)'den; Şöyle demiştir: Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) buyurdular ki:
«(Namaz kılanın önünden geçen).Kadın, köpek ve merkep namazı keser.[223]
952) Ebû Zerr(-i Gifâri) (Radtyallâhü anAJ'den: Şöyle demiştir: Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) buyurdular ki:
-(Namaza duran) Adamın önünde semerin arka kası kadar bir şey bulunmadığı zaman (onun önünden geçen) kadın, merkep ve siyah köpek namazı keser.»
(Râvi Abdullah bin Sâmit) Demiştir ki: Ben: Yâ Ebû Zerr! Siyah köpeğin kırmızı köpekten farkı nedir? diye sordum.. Ebû Zerr: Sen bana sorduğun gibi, ben de Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sel lem)'e sordum da; bunun üzerine O:
-Siyah köpek
şeytandır.» buyurdu.
[224]
Bu hadîsi Buhâri hâriç Kütüb-i Sitte sahipleri, Tahâvî ve B e y h a k î de rivayet etmişlerdir.
Namaza duranın önünde semerin arka kaşı kadar bir şeyin bulunması hâlinde kadın, merkep ve siyah köpeğin onun önünden geçmesiyle namazın kesilmiyeceği hükmü çıkarılır. Semerin arka kaşı miktarından maksat sütredir. Çünkü harbe, asâ ve çizgi çizmekle sütre edinilmesinin câizliği 36. bâbta geçti.
Hadîste adam tâbiri kullanılmıştır. Kadın da erkek hükmündedir. Namazın kesilmesi ifâdesinin iki şekilde yorumlandığı bundan önceki hadîslerin izahında geçmiştir.
El-Menhel yazarı bu hadisin açıklaması bahsinde şöyle der: «Sütre edinmeden namaza duran şahsın önünden hadîste anılan şeylerin geçmesiyle namazının bozulduğuna bu hadîs delîl gösterilmiştir. Sahâbi ve tabiîlerden bir cemâatin mezhebi budur. E b û Hüreyre, Enes, îbn-i Ömer, Hasan-ı Basrî, Ebü'l-Ahvas ve Zahirîye mezhebine mensup âlimlerin kavli budur. Bunlar: Köpek diri olsun ölü olsun namaz kılanın önünden geçsin veya önünde dursun, küçük olsun büvük olsun fark etmez. Kadın da böyledir. Hepsi namazı bozar. Ancak kadın namaz kılanın önünde uzanmış ise namazı bozmaz, demişlerdir.
Ahmed bin Hanbel: 'Siyah köpek namaza duran adamın önünden geçmekle namazı bozar. Fakat kadın ve merkebin siyah köpek gibi olması hususunda içimde bir şüphe vardır. Merkep bozar diyemiyorum. Çünkü îbn-i Abbâs'ın (947 nolu) hadîsi vardır. Kadın bozar diyemem, çünkü  i ş e (Radıyallâhü an-hâ)'nin (956 nolu) hadîsi vardır,' diyerek mezkûr hadîsin metnini naklettikten sonra: 'Eğer kadının geçmesi namazı bozsaydı Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'in önünden  i ş e (Radıyallâhü anh)'nin uzanması da namazı bozardı,' demiştir.
Abdullah bin Sâmit {Radıyallâhü anh) siyah köpeğin kırmızı köpekten ne farkı bulunduğunu E b û Z e r r (Radıyallâhü anh)'e sormuş. Ebû Zerr de buna cevaben aynı şeyi Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve SellemVe sorduğunu ve Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'in; *Siyah köpek şeytandır.» buyurduğunu söylemiştir.
Bâzı âlimler bu cümleyi zahirine göre yorumlayarak şeytanın siyah köpekler suretine girdiğini söylemişlerdir. Diğer bir kısım âlimler; Siyah köpeğe burada şeytan denmiştir. Sebebi ise siyah köpeğin diğerlerinden daha çok zararlı olmasıdır, demişlerde. Köpeğin namaz bozmasının hikmeti bu cümleden anlaşılır. Kadının namazı bozmasının sebebi ise; fitne korkusudur. Merkebe gelince onun da anırması ve namaz kılanı şaşırtması korkusu vardır.
Hüccetüllah el-Bâliğa'de : Bu hadîsten anlaşılıyor ki namazın sıhhatinin şartlarından birisi de namaz kılınan sahanın kadın, merkep ve köpekten arındırılmasıdır. Buradaki sır şudur: Namazdan maksat Allah Teâlâ'nın huzuruna çıkmak ve müracaatta bulunmaktır. Kadınlarla ihtilat etmek, onlara yaklaşıp sohbet etmek namazın amacına ters düşebilir. Köpek ise şeytandır. Bilhassa siyahı. Merkep de şeytan gibidir. Çünkü bazen toplumun içinde çiftleşir. Namaz esnasında böyle bir manzaraya şâhid olmak çok çirkindir, denmiştir.»
Namaz kılanın önünden hiç bir şeyin geçmesi ile namazın bo zulmayacağı hükmü cumhurun görüşüdür. 947 nolu hadîsin açıklaması bahsinde cumhurun görüşünü ve bu hadîsleri yorumlama şeklini anlattım. [225]
953) Hasan el-Ureni (Radıyallâhü ank)'âer\ rivayet edildiğine göre şöyle demiştir :
Namaz kılanın önünden geçmekle namazı kesen şeyler Abdullah bin Abbâs (Radıyallâhü anhümâ)'ın yanında anlatıldı. (Konuşmacılar) köpek merkep, ve kadım zikrettiler. Bunun üzerine İbn-i Abbâs (Radıyallâhü anhümâ) : Oğlak hakkında ne dersiniz? Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) bir gün (imam olarak) namaz kılıyordu. Bir oğlak giderek Onun önünden geçmeye çalıştı. Resülullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) (geçmesine mâni olmak için) ondan önce kıble tarafına gitti (geçiş yerini daralttı) dedi.Zevâid'de : Bu hadisin isnadı sahihtir. Lâkin munkatidir, denmiştir. [226]
Zevâid'deki bilgiye göre bu hadis Zevâid türündendir. E b û Dâvûd İbn-i Abbâs (Radıyallâhü anh)'tan buna benzer bir hadîs rivayet etmiştir. «İmamın sütresi cemâat için de sütredir» babında rivayet ettiği hadîsin meali şöyledir : «Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) imam olarak namaz kılıyordu. Bir oğlak Onun önünden geçmek için gitti. Bunun üzerine Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) onun geçmesine mâni oldu.» Ebû Dâvûd, Abdullah bin Amr' den de buna benzer ikinci bir hadîs daha rivayet etmiştir.
El Menhel yazarı şöyle der:
«Bu hadîs imamın sütresinin cemâat için de sütre sayıldığına delâlet eder. Çünkü Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) hayvanın kendisinin önünden geçmesine mâni olmuş fakat cemâatin önünden geçmesine müdahale etmemiş ve ettirmemiştir. Demek ki imamın sütresi cemâat için de sütredir. Ve sütre edinilmesine ait hadîsler imam ve münferide mahsustur, demiştir.» [227]
1 - Namaz kılanın önünden geçmek isteyeni mümkün mertebe def etmek meşrudur.
2 - Geçeni def etmek için az hareket namazı bozmaz.
3 - İmamın sütresi cemâat için de sütredir.
954) Ebû Saîd-i Hudrî (Radtyallâhü ank)'den rivayet edildiğine göre; Resûlullah (Sallallakü Aleyhi ve Sellem) şöyle buyurdu, demiştir:
«Sizden birisi namaza durmak istediğinde bir sütreye doğru durup namaz kılsın, sütreye yakın dursun ve önünden hiç bir kims»yi geçirmesin. Eğer bir kimse (buna rağmen) gelerek geçmeye çalışırsa onunla mukatele etsin. (Onu şiddetle def etsin). Çünkü o ancak bir şeytandır.»" [228]
Buharı", Müslim ve Ebû Dâvûd da Ebû S a i d * in hadîsini uzun ve kısa metinler hâlinde rivayet etmişlerdir.
Hadîs, namaza duran kimsenin sütre edinmesini ve sütreye yakın durmasını emreder. Bu emir mendubluk içindir. Bu hususta geniş izah 36. bâbta geçmiştir.
Hadis namaza duran kimsenin, önünden geçmek isteyeni def etmesini emreder. Müslim ve Ebû Dâvûd'un rivayetinde :
«Gücü yettiği kadar def etsin.» buyurulmuştur. Bu emrin hükmü hakkında el-Menhel yazarı şöyle der:
«Hadîsin zahirine göre bu emir vâcib içindir. Yâni geçmek isteyeni def etmek namaz kılana vâcibtir. Zahir ehli bununla hükmetmişlerdir.
N e v e v î: Bu emir mendubluk içindir. Def etmenin vâcibli-ğkıe herhangi bir âlimin hükmettiğini bilmiyorum. Bilâkis bizim arkadaşlarımız ve diğer âlimler defetmenin vâcib değil, mendubluğu-na açıkça hükmetmişlerdir, demiştir.
Eğer namaz kılanın önünden ve ona yakın bir yerden geçmeye çalışırsa eliyle def etmelidir. Şayet biraz uzaktan geçmeye çalışırsa işaretle veya subhânellah demekle defetmeye çalışmalıdır.
Kadı tyaz: 'Def etmek için geçmeye çalışanın yanına kadar yürümenin caiz olmadığına âlimler ittifak etmişlerdir. Namaz kılan kişi durduğu yerde geçeni def etmeye çalışır. Çünkü namazda yürümek hatâsı bir şeyin geçmesi hatâsından daha büyüktür. Namazdaki şahsın elini yetişebildiği kadar def etmesi mubah kılınmıştır. Bunun içindir ki sütresine yakın durması emredilmiştir. Şayet uzak olursa işaretle veya sübhânellah demekle def edHmesine çalışılır, demiştir.
Geçmek isteyen kişi biraz geçtikten sonra namaz kılan şahıs onu def edebilir durumda ise geri çevirsin mi? Bu hususta ihtilâf vardır, î b n - i M e s ' u d (Radıyallâhü anh), Hasan ve Salim (Rahimehumullah) geri çevirsin demişlerdir. Fakat Cumhur: Geri çevirmesin. Çünkü geri çevirmek ikinci bir geçiş hükmündedir, demişlerdir.
Hadîsin zahirine göre geçmeye çalışan şahıs çocuk da olsa def edilmelidir. (948 nolu hadis de bunu teyid eder.)
Hadiste : «Eğer geçmek isteyen kişi ikazı dinlemezse şiddetle def edilsin.» Duyurulmuştur Hadîsteki ifâde -Mukatele-dir Mukatele-nin asıl mânâsı döğüşmek, avaşmaktır. Kurtubî ve Şafii buradaki mukaiuieu ilk ikazı dinlemeyeni şiddetle def etmek mânâsında yorumlamışlardır.
Ş â f i i 1 e r' den bir cemâat mukateleyi hakiki mânâda yorumlamışlardır. Ama bu yorum namazdaki huşu ve huzura uygun olmadığı için uzak bir yorum sayılmıştır.
Kadı İ y a z ; 'İsrarla geçmaye çalışanla silâhla veya tehlikeli başka şekilde savaşmaya lüzum olmadığı hususunda âlimler ittifak etmişlerdir. Eğer tehlike arzetmeyen bir şekilde onu def etmeye çalışır da adam öiüverirse kısas hükmünün uygulanmayacağı hususunda âlimler müttefiktirler. Ancak diyetin (tazminatın) ödenip ödenmiyeceği hususunda ihtilâf vardır.
Yukarıdaki hükümler namaza sütreli olarak duran hakkındadır', demiştir.
Ibn-i Ebi Cemre: «Çünkü o ancak bir şeytandır.» ifâdesinden, mukatelenin döğüşmek değil, defetmek anlamında kullanıldığının anlaşıldığını savunarak şöyle demiştir:
'Çünkü şeytanla mutakele ancak, istiaza ve besmele gibi şeyleri okumakla yapılır. Namazda az hareket yapmak zaruret dolayısıyle caiz kılınmıştır. Eğer namaz kılan şahıs, önünden geçmeye çalışanla hakikatan döğüşürse, onun hareketi, namazın huşu ve huzurunu ihlâl etmek bakımından, önünden birisinin geçmesinden beterdir.
Geçmemeye çalışanın defedilmesi emri, acaba namaza halel gelmemesi İçin mi, yoksa geçmeye çalışanın günaha girmesine engel olunmak için mi?
İbn-i Ebî Cemre, ikinci şıkka taraftar olmuştur. Fakat diğer âlimler birinci şıkkı tutmuşlardır. Bu şık kuvvetlidir. Ni tekim tbn-i Mes'ud (Radıyallâhü anh) :
«Namaza duranın önünden geçmek namazın faziletinin yarısını giderir.» buyurmuştur. Ömer (Radıyallâhü anh) da :
-Namaz kılan kimse, onun önünden geçirilmekle namazının ne kadar noksânlastığını bilseydi, halkın geçmesine engel olacak sütre olmaksızın hiç namaza durmazdı.» buyurmuştur.
Hanef iler'e göre geçmek isteyeni def etmemek daha ef-daldır. El-Bedâyi' yazarı : Bizim delilimiz Peygamber (Sallallahü
Aleyhi ve sellem)'in: = «Şüphesiz namaz amellerinde bir meşguliyet vardır.» hadisidir. Döğüşmek ve geçeni defetmeye çalışmak namaz içindeki amellerden değildir. Dolayısıyla bununla meşgul olmak caiz değildir. E b û S a i d (Radıyallâhü anh) "in (954 nolu) hadisi namazda hareket etmenin mubah olduğu ilk zamanlarda buyrulmuştur. Sonra neshedilmiştir. Bâzı âlimler: Geçmek isteyeni def etmek ruhsattır. Efdal olanı def etmemektir. Çünkü def etme hareketi namazda yapılan amellerden değildir. E b û H a n î f e ' nin de def etmeyi bırakmanın efdal olduğunu ve hadisteki def etme emrinin ruhsatı açıklamak kabilinden sayıldığını söylediği Şeyh Ebû Mansûr tarafından açıklanmıştır, demiştir.»
EI-Menhel yazarı daha sonra şöyle der :
-Hanefi âlimlerinin : 'Def etmek namazda yapılan amellerden değildir' şeklinde gösterdikleri gerekçe ve illet nassa karşıdır. Yâni tutarsızdır. Ebû S a i d (Radıyallâhü anh)'in (954 nolu) hadisinin mensuhluğu iddiası delil bulunmadıkça sabit sayılamaz. Buna âit bir delil de yoktur. Def etmenin delilleri kuvvetli olduğu için bunun efdaliyetine hükmedenlerin kavli tercihe şayandır.
Hadisin : «Çünkü o ancak bir şeytandır- cümlesinden maksat onun fiilinin şeytan işi olduğunu bildirmektir. Hakiki şeytan olduğu kasdedilmemiştir. Yahut da cinlerden şeytan olduğu gibi insanlardan da şeytanlar bulunduğu cihetle ona insan türünden olan şeytan denilebilir.
îbn-i Battal: 'Bu hadîs dinde fitne çıkaran kişiye şeytan demenin câizliğine ve hüküm vermede asıl olan isimler olmayıp mânâlar olduğuna delâlet eder. Çünkü geçen adamın sırf geçişi ile hakîki mânâda şeytanlaşması imkânsızdır, demiştir.
îbn-i Battal şeytanı cinni olan hakîki şeytan mânâsına yorumlamıştır. Kur'ân-ı Kerim'de insanlardan da şeytanların bulunduğu bildirildiği için bu tür şeytanların varlığı kabul edilmiştir.
Bu cümle şöyle de yorumlanabilir: 'Çünkü namaz kılanın önünden onu geçmeye sevkeden ancak şeytandır,_ Bundan, sonra gelen îbn-i Ömer (Radıyallâhü anh)'in hadîsi bu yorumu teyid eder. [229]
1 - Namaz kılan kimsenin sütre edinmesi mendubtur.
2 - Sütreye yakın durması mendubtur. (Bu yakınlık mesafesi normal secde edebileceği bir yer veya 3 arşın ile tesbit edilmiştir.)
3 - Namazda iken önünden geçmek isteyeni def etmek meşrudur. Bu hüküm sütre edindiği zamana mahsûstur. Sütre ittihaz etmediği veya halkın gelip geçtiği yol üzerinde namaza durduğu zaman önünden geçenleri def edemez. Ve geçenler için bir sakınca yoktur,
îbn-i Dakik ı'l-İy d: 'Sütre olmadığı zaman geçenlerin def edilemiyeceği hükmü bu hadis'e dayandırılmıştır. Şafiî'-nin bâzı arkadaşları: Sütre edinmeyenin veya sütreden uzak duranın önünden ve secde mahallinin biraz ilerisinden geçmekte kerahet yoktur. Secde mahalli ile namaz kılanın arasındaki yerden geçmek mekruhtur, ama namaz kılan kişi geçeni def edemez. Çünkü namaz kılan kusurludur, demişler' diye bilgi vermiştir.
4 - Geçmek isteyeni mümkün mertebe uygun şekilde def etmeli. Zaruret olunca daha sert davranılmalıdıc.
5 - Namaz kılanın önünden geçen kişi namaz kılanı meşgul etmesi hususunda şeytan gibidir.
6 - Din hususunda bozgunculuk edene şeytan demek
955) Abdullah bin Ömer (Radtyallâhü anhümâ)'den rivayet edildiğine göre; Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) şöyle buyurdu demiştir:
«Biriniz namaz kılarken önünden her hangi bir kimseyi geçirmesin. Eğer geçmek isteyen kişi geçmemezlikten imtina ederse namazdaki adam onunla mukatele etsin. Çünkü geçmek isteyenin arkadaşı şeytan onun beraberindedir.»
Hâvi el-Münkediri: «Çünkü el-Uzzâ [230] onun beraberindedir, demiştir.» [231]
Bu hadisi Müslim de rivayet etmiştir. Daha önceki hadisler gibi namaz kılanın önünden geçmek isteyeni usûlü dâiresinde def etmenin ve geçmekte israr edildiği, takdirde mukatele etmenin meşruluğuna delâlet eder. Mukatelenindöğüşmeklveyâ şiddetle def etmek anlamında yorumlandığı hususu bundan önceki hadîsin açıklaması bahsinde geçti. Bundan önceki hadîste geçen adamın şeytan olduğu ifâdesi vardı. Bu hadiste ise geçenin beraberinde şeytanın bulunduğu ifâde edilmiştir. Hadiste geçen 'Karin' kelimesi, devamlı arkadaşlık eden ve dost anlamında kullanılır. [232]
956) Aişe (RadtyaUâkü <in/tâ)<\en rivayet edildiğine «öre şöyle de-
miştir :
Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) geceleyin namaz kılardı. Ben de kendisi ile k»b!e arasında cenaze gibi aykırı uzanmış bulunurdum."
957) (Ümmü Seleme (Radıyaüâhu ankâ)'(\en rivayet edildiğine «öre:
Onun yatağının Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) in secde ettiği yerin hizasında olduğunu söylemiştir."
958) Peygamber (Satİalhıhii Mryhi vr SeUrm)'\n zevcesi Meymûne (Radtyallâhü anhâ)\\en rivayet edildiğine »öre şöyle demiştir :
Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) namaz kılardı. Ben de Onun hizasında bulunurdum. Secde ettiği zaman çok defa elbisesi bana dokunurdu." [233]
A ı ş e (Radıyallâhü anhâTnin hadisini Buhâri, Müslim, Ebû Dâvûd, Nesâi, Ahmed ve Tahâvi de müteaddit senedlerle. kısa ve uzun metinler hâlinde rivayet etmişlerdir.
Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) in gece namaz kılarken  i ş e (Radıyallâhü anhâ)'nin cenaze gibi Onunla kıble arasında yatakta uzanmış olarak uyuduğu müteaddit rivayetlerden anlaşılıyor. Bâzı rivayetlerde şu ilâve de vardır: -Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) vitir namazını kılmak isteyince  i ş e (Radıyallâhü anhâ)'yi uyandırırdı.  i ş e (Radıyallâhü anhâ) de vitir namazını kılardı.»
M e y m u n e (Radıyallâhü anhâ)'nin hadisini Buhâri, Müslim ve Ebû Dâvûd da rivayet etmişlerdir.
Bu üç hadis namaz kılanın önünden kadının geçmesiyle namazın bozulmadığına hükmecien nlimlrr için birer rk-lilclir Çünkü re nâze gibi namaz kılanın önünde aykırı olarak uzanmış olan kadın nama/ı bozmayım a oratlan \en kadının hi(, tlu buzmaması gerekir. Çünkü fitne kuıkusu bakımından kadının u/anmış olarak namaz kılanın önünde de bulunması daha tehlikelidir.
Kadının geçmesiyle namazın bozulduğuna hükmeden âlimler bâzı cevaplar vermişler ise de onları burada anlatmaya gerek görmüyorum. [234]
1 - Uyuyan bir kimseye karşı namaz kılmak caizdir. Bâzıları bundan sonra gelen hadisi delil göstererek mekruh olduğunu söylemiş ise de hadîs zayıf olduğu için bunda kerahet yoktur.
2 - Namaz kılanın önünde kadının uzanmış olması namazı bozmaz.
3 - Namaz kılan erkeğin elbisesinin bir kadına dokunması namaza zarar vermez. Bu hususta temiz kadın ile hayızlı kadın arasında bir fark yoktur.
959) Abdullah hin Abbâ.s (Radtyallâhü anhibnâ)'<\an rivayet ğine göre şöyle demiştir :
«Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) konuşan ve uyuyan kimsenin arkasında namaz kılmayı yasaklamıştır.»" [235]
Bu hadisi Ebû Dâvûd ve Beyhakî de rivayet etmişlerdir. Bunun bir benzerini Bezzâr, îbn-i Ömer (Ra-dıyallâhü anh)'den, Tabarâni de Ebû Hüreyre (Ra-dıyallâhü anhî'den rivayet etmişlerdir.
Uyuyan kişinin arkasında durup namaz kılmanın yasaklanması hikmeti uyuyandan dikkat çekici ve namaz kılanı meşgul edici hallerin görülmesi korkusudur.
Mâlik, Tâvûs ve Mücâhid uyuyan kişiye karşı namaza durmanın mekruhluğuna hükmetmişlerdir. Diğer âlimler daha önce geçen Âişe (Radıyallâhü anhâ), Mey m un e (Ra-dıyallâhü anhâ) ve Ümmü Seleme (Radıyallâhü anhâ) hadislerine dayanarak bunda kerahet olmadığına hükmetmişlerdir. Bu âlimler îbn-i A b b â s (Radıyallâhü anh)'in bu hadîsinin zayıflığına hadîs hafızlarının ittifak ettiklerini söylemekle diğer âlimlere cevap vermişlerdir. Hattâbi, îbn-i Abbâs (Radıyallâhü anh) 'in hadîsinin senedi zayıf olduğu için Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'den sabit değildir, demiştir.
Konuşmakla meşgul olan kimselere karşı namaza durmanın yasaklanmasının hikmeti de namaz kılanın dikkatinin konuşmacılara çekilmesi ve namazını karıştırması tehlikesidir. îbn-i Mes'ud ve Sa id bin Cübeyr konuşan kimsenin arkasında namaz kılmanın mekruhluğuna hükmetmişlerdir. Bunlara göre, konuşmacılar Allah'ı anmakla meşgul iseler onlara karşı namaza durmakta kerahet yoktur. Şafii ve Ahmed de konuşanların arkasında namaza durmanın mekruhluğuna hükmetmişlerdir.
Yukarıda işaret ettiğim gibi bu hadisin birer benzeri îbn-i Ömer (Radıyallâhü anh) ve Ebû Hüreyre (Radıyallâhü anh)'den rivayet edilmiştir. Bu rivayetler zayıf olsa bile birbirini kuvvetlendirirler.
îbn-i Battal: Küfe âlimleri, Sevrî ve Evzâî konuşanların arkasında namaza durmanın câizliğine hükmetmişlerdir, demiştir.
Konuşanın arkasında namaza durmanın mekruh olup olmadığı hususundaki ihtilâf konuşmanın namaz kılanı meşgul etmediği ve huşûunu gidermediği zamana aittir. Eğer konuşmak namaz kılanı meşgul ederek huşûunu giderirse orada durmak âlimlerin ittifakı ile mekruhtur. [236]
960) Ebû Hüreyre (Radtyallâkü o«*/den; Şöyle demiştir :
Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem), imamdan önce rüku1 ve secde etmememizi bize öğretirdi ve ı
«tmam tekbir aldığı zaman siz de tekbir alınız ve secde ettiği zaman siz de secde ediniz.- buyururdu."
961) Ebû Hüreyre (RadtyaJIâhü ankVĞtn rivayet edildiğine göre; Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem), şöyle buyurdu, demiştir:
«Basını imamdan önce kaldıran kişi Allah'ın onun basını eşek basına çevirmesinden korkmaz mı?»
962) Ebû Musa (Radtyallâhü anh)'âan rivayet edildiğine ^üre: Re-sûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Seilem) şöyle buyurdu, demiştir :
-Ben hakikaten yaşlandım. Onun için ben rüku1 ettiğim zaman siz de rüku' ediniz ve ben secde ettiğim zaman siz de secde ediniz. Penden önce ne rükua ne de secdeye gidene rastlamıyayim.[237]
963) Muâviye bin Ebî Süfyân (Radıyallâkü anhümâ)dan rivayet lıjfine göre; Resûlullah (Sallallahü Alevhi ve Seilem) sövle buvurdu demiştir : "
«Benden önce rükû' ve secde etmeye kalkışmayınız. (Çünkü sizden önce) rükû ettiğimde sizi geçtiğim süre ne ise, rükû'dan kalktığım zaman zarfında siz onun (ikmali) ile bana yetişmiş olursunuz ve (sizden önce) secde ettiğimde sizi geçtiğim süre ne ise secdeden kalktığım zaman zarfında siz onun (ikmali) ile bana yetişmiş olursunuz. Ben hakikatan yaşlandım. [238]
Ebû Hüreyre (Radıyallâhü anh>'in ilk hadisini Müs1 i m de rivayet etmiştir. Hadis, imama uyanların imamdan önce rükua gitmelerinin veya secde etmelerinin yasak olduğuna ve cemâatin davranışlarının imamın davranışlarını izlemesinin emredil-diğine delâlet eder
Ebû Hüreyre (Radıyallâhü anhl'nin ikinci hadisini Kü-tüb-i Sitte sahiplerinin hepsi ve B e y h a k i rivayet etmişlerdir. Bâzı rivayetlerde az lâfız farkı vardır.
Hadis, imama uyan kişinin, imamdan önce başını kaldırmama-sının gerekliliğine ve böyle yapanın başının eşek başına çevrilmesinden korkmasının beklendiğine delâlet eder.
«İmamdan Önce başını kaldıranın başının eşek başına çevirilme-si korkusu-na dâir hadisteki tehdit, muhtelif şekillerde yorumlanmıştır.
Tirmizi, bu hadîsi, babımıza benzer bir bâbta rivayet etmiş olup .Şerhi Tuhfe yazarı bu tehdidin yorumlarını şöylece anlatmıştır.
«Hadîsteki tehdidin yorumu hakkında ihtilâf vardır: Bir kavle göre tehdit cümlesi, mecazi mânâ taşır. Çünkü eşek ahmaklıkla meşhurdur. İmama uymanın farz olduğunu bilmiyecek veya bildiği halde küçümsiyecek kadar câhil olan kişi için eşek kelimesi mecazi mânâda kullanılmıştır. Bir çok kimse bu suçu işlediğine rağmen bugüne kadar hiç birisinin başının hakikaten eşek başına çevirilmemiş olması bu yorumu teyid eder, denmiştir. Fakat böyle bir olayın bugüne kadar vuku bulmamış olmasının bu yorumu teyid etmesi kesin değildir. Çünkü hadîs böyle hareket edenin başının eşek başına çevirileceğine ve bunun behemhal olacağına delâlet etmez. Hadisin delâlet ettiği mânâ, böyle davranan şahsın bu cezaya hazırlanmış olmasıdır. Bir şeye hazırlanmak, o işin gerçekleşmesi için yeterli değildir.
tbn-i Dakiki'l-İyd'in bildirdiğine göre İbn-i B ü -reyde: Hadisteki -Çevirilme» ile gerçekten eşek başına meshol-mak veya maddi görünüşün değişmesi yahut mânevi görünüşün değişmesi veyahut maddi ve mânevi görünüşün değişmesi kasdedümiş olabilir. Bâzı âlimler, bu tehdidi zahirine göre yorumlamışlardır. Çünkü buna bir engel yoktur. Hattâ Ebû Mâlik el-Eş'âri (Radıyallâhü anh) 'in hadisi bu ümmet içinde mesholmak olayının meydana gelmesinin mümkün olduğuna delâlet eder, demiştir.
Ibn-i Hibbân'ın bir rivayetinde:
«Allah'ın onun başını köpek başına çevirmesinden...* buyurulmuştur. Bu rivayet mezkûr tehdidin, zahirine göre yorumlanması şeklini kuvvetlendirir. Çünkü başını imamdan önce kaldıranın ahmaklık bakımından eşeğe benzemesi münasebeti bu rivayette yoktur. Diğer taraftan hadiste adamın başının istikbalde eşeğin başına çevirilmesi korkusundan söz edilmiştir. Eğer, adamın ahmakça hareketi bakımından eşeğe benzetilmesi kasdedilmiş olsaydı istikbâl kaydı olmaksızın : «Onun başı eşeğin başına benzer.» gibi bir ifâde kullanılacaktı. Zira adamın ahmakça davranışı bilfiil sabit olmuş olur. Artık böyle olmasından korkulur tâbiri uygun sayılamaz. Bu malûmat Fethü'I-Bâri'den alınmıştır.
Bence kuvvetli ve açık görüş, hadisin zahirine göre mânâlandı-rılmasıdır. Tevile hiç ihtiyaç yoktur. Kaldı ki tevil yorumu hakkında H â f ı z ' in el-Fetih te beyan etliği itirazlar da vardır. Bâzı hadis-çilerden nakledilen şu kıssa da hadîsin zahirine göre mânâlandırıl-masını teyid eder:
Hadîs âlimlerinden birisi, meşhur bir hadis şeyhinden hadîs almak için Şam'a giderek ondan bir hayli hadîs alıyor. Şeyh bu sürece ders verdiği halde yüzünü göstermîyerek perde arkasında hadîs okutuyor. Öğretim süresi uzaymca, şeyh bir gün yüzündeki ni-kabı açıyor. Yüzünün eşek yüzüne dönüştüğünü gören misafir âlim, dehşete kapılıyor. Bunun üzerine şeyh.- Evlâdım! Sakın namaz kılarken imamdan önce başını kaldırma. Çünkü ben bu hadisi okuduğumda, imamdan önce başını kaldıranın başının eşek başına çeviril-mesine pek ihtimal vermedim. Ve imamdan önce başımı kaldırdım da yüzüme bu felâket geldi, demiştir.»
Hadisin: «İmamdan önce başını kaldıran...» lâfzı umumidir. Gerek rüku'dan ve gerekse secdeden başını imamdan önce kaldıran kimse bu tehdide mâruzdur. Ebû Dâvûd hâriç diğer Kütüb-i Sitte sahihlerinin rivayetleri de böyledir. Ebû Dâvûd'un rivayetinde «ve imam secdede İken...» kaydı vardır. Onun zahirine göre tehdit secdeden kalkışa mahsustur. Ancak hadîs âlimleri, bu rivayette secde hâli ile yetiırilm iştir. Rüku da böyledir, demişlerdir. Secde daha önemli olduğu için özellikle dikkatlerin ona çekilmesi istenmiş olabilir.
Ebû Musa (Radıyallâhü anh)'ın hadîsi notta belirtildiği gibi Zevâid türündendir.
Hadîsteki fi'li şeddeli olarak Teni' bâbındandır. Mânâsı da «Yaşlandım.» demektir. fi'li şeddesiz olamaz. Çünkü şeddesiz olunca bedâret (= şişmanlamak) kökünden türeme olur. Mânâsı da «Şişmanladım» demektir. Halbuki. Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) şişman değildi, diyerek fi'lin şeddeli olmasının zaruri olduğunu söyleyenler vardır.
Si n d î ise mezkûr fi'lin iki şekilde de okunabileceğini söyleyerek şeddesiz okunması hâlinde gösterilen engelin, mahzur teşkil etmediğini savunarak şöyle demiştir:
'Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'in mutedil bir şişman olduğu rivayet edilmiştir. Â i ş e (Radıyallâhü anhâ) 'den:
= «Vaktaki yaşlandı ve şişmanladı...» mealinde rivayet vardır.'
Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) şunu buyurmak istemiş olur:
Ben artık yaşlandım. Yâni hızlı eğilip kalkmam veya artık şişmanladım. Hızlı eğilip kalkmam. Namaz kıldırdığımda acele etmeyiniz. Benden önce rüku' etmeyiniz. Ben rüku' edince siz o zaman rüku1 ediniz. Ben rüku'dan başımı kaldırmadıkça siz başınızı kaldırmayın. Keza ben secde edince siz de secde ediniz. Sakın benden önce rüku' edene veya benden evvel secde edene rastlamıyayım.
Hadîs namazdaki eğiliş ve kalkışlarda cemâatin imamdan önce davranmasının yasaklığına ve cemâatin hareketlerinin imamın hareketinden sonra olmasının emredildiğine delâlet eder.
Muâviye (Radıyallâhü anh)'ın hadîsini Ebû Dâvûd ve Ibn-i'Hibban da rivayet etmişlerdir. Bu hadîste Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) şunu buyurmak istemiştir: «Benden önce rükü'a gitmeyiniz. Keza benden önce secdeye gitmeyiniz. Bilâkis ben rükû'a gidince, siz de beni tâkib ediniz. Yâni biraz sonra rükû'a varınız. Ve benden sonra rükû'dan kalkınız. Secdede de böyle davranınız. Hareketinizin benim hareketimden biraz sonra oluşundan dolayı; rükû' ve secdedeki kalışlarınızın, benim kalışımdan şiire bakımından eksik olmasından endişe etmeyiniz. Çünkü rükû' ve secdeye varışınız, benim varışımdan sonra olduğu gibi, kalkışınız da benim kalkışımdan sonradır. Durum böyle olunca sizden biraz önce rüku' ve secdeye varmakla henüz siz varmadan önce kaldığım az miktara karşılık, rüku' ve secdeden kalktığım zaman biraz durmakla o farkı kapatmış olursunuz ve böylece sizin rüku" ve secde miktarı benimki kadar olur.»
Bu bâbta geçen hadîsler imamdan önce rüku' veya secdeye varmanın veya onlardan önce kalkmanın yasak olduğuna ve imama uyan kimsenin imamdan biraz sonra davranmasının gerekliliğine delâlet eder. [239]
Gerek rükû ve gerek secdede gerekse namaza başlarken ve namazdan çıkarken imama uymak hususundaki 4 mezhebin görüşleri hakkında el-Menhel yazarı «İmam oturarak namaz kıldırır» babında şöyle der:
1 - İmama uyanın imamdan sonra taharrum tekribini alması Mâliki, Şafiî, Hanbeli âlimlerine ve Hanef iler'-den Ebû Yûsuf ile Muhammed'e göre mecburidir. Bunlara göre imamla beraber veya imamdan önce taharrum tekbirini alan kimsenin namazı bozulur. İmam taharrum tekbirini alarak namaza başladıktan sonra cemâatin taharrum tekbirini alması gerekir.
Ebû Hanîfe'ye göre cemâat imamla beraber taharrum tekbirini almalıdır. İmamdan önce tekbir alamaz. İmamdan geç kalması da fazileti azaltır.
2 - Rükû ve secdeye varış, bunlardan kalkış ve namazdaki benzeri hareketlere gelince Şafiî, Mâliki ve Hanbelî mezheblerine göre bu hareketleri imamla beraber yapmak mekruhtur. Cemâatin hareketi imamın hareketinden biraz sonra olmalıdır. Meselâ, imam önce rukû'a varmalı ve henüz rukû'dan kalkmamış iken cemâat rukû'a varmalıdır. Beraber rukû'da kalındıktan sonra önco imam kalkmalı cemâat da imamı takip etmelidir.
Bu hareketleri imamdan önce yapmak cumhurun ittifakiyle haramdır. Ama namazı bozmaz. (Bu hususta ayrıntılı bilgi için fıkıh kitaplarına başvurmak gerekir. Çünkü bâzı hallerde bu nevî hareketler namazı bozar.)
İ b n-i Ömer (Radıyallâhü anh), bir rivayete göre A h-med bin Hanbel ve Zahiriye mezhebine mensub âlimler : İmamdan önce rükû ve secdeye varanların veya imamdan önce bunlardan kalkanların namazı bozulur, demişlerdir. Onlara göre namazdaki diğer hareketler de~taöyledir. El-Muğnî'de A h m e d bin Hanbel' den naklen şöyle denilmiştir: 'Namazda imamdan önce davrananın nama/ı yoktur. Eğer böyle yapan için muteber bir.namaz bulunmuş olsaydı, onun azaba müstahak olmasından korkulmayacaktı. Bilâkis sevaba kavuşması umulacaktı.'
3 - Namazda selâm verilmesi konusunda da imama uymak, yâni imamdan sonra selâm vermek gerekir. Eğer imama uyan şahıs, imamla beraber veya imamdan önce bile bile selâm verirse. Mâliki ve Hanbeli âlimlerine göre namazı bozulur. Bunlara göre sehven imamdan önce selâm veren kişi, imamın selâmından sonra tekrar selâm vermek zorundadır. Aksi takdirde namazı bozulur.
Şâ f i i 1 e r'e göre imamdan önce bile bile selâm verenin namazı bozulur. İmamla beraber selâm verenin hükmü de bir kavle göre böyledir. En sahih olan kavle göre mekruhtur.
Selâm hususunda Ebû Hanîfe' den iki rivayet vardır:
Bir rivayete göre imamla beraber selâm verilmelidir.
İkinci rivayete göre imamdan sonra selâm verilmelidir. Ebû
Yûsuf ve Muhammed'in kavli, Ebû Hanif e' den olan ikinci rivayet gibidir. Kuvvetli sayılan kavil budur. [240]
964) Ebû Hürfcyre (Radıyallâhü a?ıh)\\en; Şöyle demiştir : Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) buyurdu ki:
«Henüz namazdan çıkmamış iken kişinin çokça alnını meshet-mesİ cefânın bir çeşididir.-"
Not: Senedin râvllerinden Harun'un zayıflığına âlimlerin ittifak ettikleri, Zevaid'de büdiirlmiştir. [241]
Cefâ.- Arap dilinde ayrılmak, uzaklaşmak, yabanileşmek, kaba ve ağır davranmak ve yerinde olmayan davranış gibi çeşitli mânâlara gelir. Burada kasdedilen mânâya gelince «Câmİü's-Sagîr» şerhinde şöyle deniliyor: 'Cefâ'dan maksat namazdan yüz çevirmektir. Yahut bunu gerektiren hâl ve harekettir. Cefânın asıl mânâsı toplum içinde yabanileşmektir. Bilâhare, sevabtan uzaklaştırıcı davranış da mecazen kullanılmıştır.'
Sindi: de: 'Cefâ'dan maksat, namaz içinde riâyet edilmesi gerekli sınırı aşmaktır. Çünkü secde ederken alına yapışan toz ve çakılları secdeden kalkınca elle gidermek faydasız bir harekettir. Zîra secde edildikçe aynı durum tekerrür eder. Dolayısıyla namazın âdabına aykırı bir durum hâsıl olur.' der.
Câmiü's-Sagîr Şârihi e1-Azizi: 'Namaz esnasında kişinin elini alnına sürmesi mekruhtur. Çünkü böyle davranmak namazda duyulması gerekli huşu ve huzura aykırıdır. Ancak secde ederken alına yapışan maddeler bundan sonra yapılacak secdelerde alın cildinin yere dokunmasına mâni olacak derecede çok ise, o maddeleri gidermek gerekir. Aksi takdirde yapılacak sedceler sahih olmaz, demiştir.
Câmiüs-Sağîr haşiyesinde e!4fafnî de: 'Hadîsin zahirine göre namaz içinde sık sık alını silmek yasaktır. Ara sıra silmek yasak değildir. Fakat maksat bu değildir. Az olsun çok olsun namaz içinde alını silmek hareketi mekruhtur.' demiştir.
965) Ali (bin Ebi Tâlib) {Radtyallâkü anh)'den rivayet edildiğine göre; Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) (kendisine) şöyle buyurdu, demiştir :
«(Yâ Ali!) Sen namazda iken parmaklarını çıtlatma.»"
Not: Hadisin senedinde bulunan, râvi el-Hâris el-A'var'ın zayıflığı Zevâİd'de bildirilmiştir.
966) Ebû Hüreyre (Radtyallâhü anh)'den; Şöyle demiştir: Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem), kişinin, namazda ağzını (bir şeyle) örtmesini yasaklamıştır." [242]
Sindi' nin beyânına göre sarığın bir ucuyla ağızı örtmek arapların âdetlerinden idi. Namazda böyle yapılması yasaklandı.
Namaza duranın ağzını herhangi bir şeyle örtmesi fıkıh âlimlerince mekruh sayılmıştır. Keza bir önceki hadîsle yasaklanan parmakları namaz içinde çıtlatmak da fıkıh âlimlerince mekruh sayılmışta .
967) Kâ'b bin Ücra (Radıyallâhü anh)[243]'den rivayet edildiğine
göre:
ResûluIIah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem). bir adamı namazda el-lerinfn parmaklarını birbirisinin arasına geçirmiş olduğu halde gördü ve ResûluIIah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) onun parmaklarım birbirinden ayırdı.''[244]
Hadîste geçen «Teşbikü'l-Asâbi1» ellerin parmaklarını birbirisinin arasına geçirmektir ki bunu kenetlemek ve taraklamak diye de ifâde etmek mümkündür,
Ahmed, Tirmizî, Ebû Dâvûd. İbn-i Hibbân ve B e y h a k i de Kâ ' b (Radıyallâhü anh)'in hadîsini değişik lâfızlar ve farklı tarîklerle rivayet etmişlerdir Bütün rivayetler namazda Teşbik'in yasaklığına delâlet ederler. Bâzı rivayetlerde evinde abdesti alıp namaz kılmak için camiye giderken de teşbik etmenin yasak olduğuna, çünkü namazda imiş gibi sevap kazanmaya başladığına delâlet etlerler.
Teşbik hakkında fıkıhların hükmü
EI-Menhel yazarı -Namaza gitmek- babında şöyle der: • İbn-i Abbâs, Atâ, Nahaî, Mücâhid ve Said bin Cübeyr (Radıyallâhü anhümâ)"e göre namaz esnasında Teşbik mekruhtur. Namaza giderken mekruh değildir. Mâliki-1 e r ' in ve Ş â f i i 1 e r ' in kavli de budur.
Hanefi âlimlerine göre gerek namazda ve gerekse namaza giderken veya namaz için beklenen Teşbik tahrimen mekruhtur.
Hanbelîler'e göre namaza giderken mekruhtur. Namaz esnasındaki teşbîkin kerâhafi daha şiddetlidir-
968) Ebû Hüreyre (Had t yalla hu anh)\\en rivayet edildiğine «öre ResûluIIah (Salhıllahü Aleyhi vr Srl/rın) $üyle buyurdu, demiştir :
«Biriniz esniyeceği zaman elini ağzının üstüne koysun ve (Haaa diyerek) bağırmasın. Çünkü şeytan, onun bağırmasından dolayı güler.»"
Not: Zevâid'de : Hadisin isnadında Abdullah bin Sald bulunur. Âlimler onun zayıflığına ittifak etmişlerdir, denmiştir. [245]
Buhârî ve Tirmizî de Ebû Hüreyre (Radıyallâhü anh) 'den merfu' olarak rivayet olunan hadîs meâlen şöyledir:
«Namazda esnemek şeytandandır. Bu nedenle birinize esnemek hâli belirince olanca gücü ile onu durdursun.»
Tuhfetü'l-Ahvezî yazarı: 'Esnemenin şeytandan olmasının sebebi. Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) in ondan hoşlanmama-sıdır. Genellikle vücût ağırlaşıp gevşediği ve uyuklayıp tembelleştiği zaman esneme hâli belirir. (Bu durum ise ibâdet esnasında duyulması gereken neş'e, canlılık ve iştiyak ile uyanıklığa ters düşer.) «Esnemek şeytandandır.» ifâdesi ile esnemeye yol açan tikabasa yemek gibi davranışlardan sakındırmanın kasdedilmiş olması da muhtemeldir.' demiştir.
T i r m i z i der ki: «Ebû Hüreyre (Radıyallâhü anh) '-nin hadîsi sahihtir. îlim ehlinden bir cemâat namaz esnasında esnemeyi mekruh saymışlardır. îbrâhim Nahai: Ben esnemeyi öksürmekle durdururum, demiştir.»
Hanefi ve Şafii âlimleri namazda esnemeyi mekruh saymışlardır. Esneme hâli belirince mümkün mertebe durdurmaya çalışılmalıdır. Durdurmak için ya ağız yumulur ve dişler sıkılır, ya elin tersi dudakların üstüne konularak, haaa diye ses çıkarılması önlenir.
Hanefî ve Şafiî fıkıh kitablarında beyan edildiğine göre Peygamberler esnemezlerdi, bundan korunmuşlardı. Bir kimsede esneme belirtisi görülünce, Peygamberler esnemezdi, ben niçin esniyorum diye düşününce esneme hali durur. Ben bunun doğruluğunu kendi nefsimde müşâhade etmişimdir.
969) Adîyy bin Sâbit'in dedesi (Radıyallâhü anhüm)'den rivayet edildiğine göre; Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) şöyle buyurmuştur:
«Namazda iken tükürmek, sümkürmek, hayız hâline girmek ve uyuklamak şeytandandır.»"
Not: Zevâid'de bildirildiğine göre seneddeki râvi Ebü'l-Yakzân'ın adı Osman bin Umeyr'dir. Âlimler onun zayıflığı hususunda ittifak etmişlerdir. [246]
970) "... Abdullah bin Amr (bin el-As) (Radtyallâhü anhumâ)'âzm rivayet edildiğine göre; Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) şöyle buyurdu, demiştir :
«Üç kişi vardır ki; hiç bir namazı makbul değildir: Bir kavim, imamlığından hoşlanmadığı halde onlara imamlık eden adam, namaza hep arkasından (yâni vakti kaçırdıktan sonra) gelen adam ve azat edilmiş olan şahsı köle olarak kullanan adam.»" [247]
Ebû D â v û d ve Beyhakî de bu hadîsi mânâyı etkilemeyen az lâfız farkı ile rivayet etmişlerdir. Ebû Dâvûd, benzer bir başlık altında açtığı bâbta bunu rivayet etmiştir. Şerhi el-Menhel'de şu bilgi vardır:
-Hadîsteki «Makbul olmayışı» ifâdesinden, maksat şu olabilir: Allah onların namazlarını geçerli saymaz. Dolayısıyla namazları namaz sayılmaz. Yâni onlar namaz borcunu ödemiş olmazlar.
«Makbul olmayışı» tâbiri ile onların namazlarından hiç bir sevabın hâsıl olmıyacağı mânâsı kasdedilmiş olabilir. Bu takdirde onların kıldıkları namaz bir sevab kazandırmamış olur. Fakat sahih olup olmadığı hususu anlaşılamaz. Çünkü sevap kazandırmayan bir namaz borç yerine geçebilir, geçmeyebilir.
Namazı makbul olmayan üç kişiden birisi, bir cemâat imamlığından hoşlanmadığına rağmen onlara imamlık eden şahıstır. Hadîsteki tehdit, onun imamlık etmesinin haramlığına delâlet eder. Cemâatin hoşlanmayışı dini bir sebepten ileri geldiği takdirde muteberdir. Şer'î sebeplerden başka nedenlerle imamlığından duyulan hoşnutsuzluk muteber değildir. Yâni hadîsteki tehdit bu hâle şumûl-lü değildir. Keza şer'î bir sebebe dayanan hoşnutsuzluk cemaatın ço-ğunluğunca duyulduğu takdirde muteberdir. Kalabalık bir cemâat içinden 2-3 kişinin hoşnutsuzluğu dikkate alınmaz. Cemâatin hoşnutsuzluğu hususunda din sahasında bilgili olanların sözü dikkate alınır. Cemâat içinde bulunan câhillerin sözü tutarsızdır.»
Sindi de : Hoşlanmayışın tutarlılığı, imamlığa ehil olmadığı halde zorla bu göreve geçenlere mahsustur. İmamlığa liyakatli olan kimsenin imamlığından hoşlanmayan şahıslar kınanmalıdır. Böyle imamın görevi bırakması söz konusu değildir, diye yorum yapanlar olmuştur. Şöyle de denilebilir: İmamlığa daha liyakatli olan kimse varken ondan nisbeten az liyakatli olan şahsın imamlığı almasında cemâatin rızâsı dikkata alınmalıdır.'
Namazi makbul olmayan ikinci kişi ise namazı zamanında kıl-mayıp vakti çıktıktan sonra kılan kişidir.
Tercemede ve metinde parentez içine alınan açıklayıcı mahiyetteki ifâde râviye aittir.
Bâzı âlimler: 'Namaz vakti çıktıktan sonra namaza duran adamdan maksat, namazı kazaya bırakan değil, namazı geciktirmeyi ve cemâat namazdan çıktıktan sonra namaz kılmayı alışkanlık hâline getiren kimsedir,' demişlerdir.
Namazı makbul olmayan üçüncü şahıs ise azat edilmiş olan bir şahsı köleleştiren kimsedir. Bu şahıs, kölesini azat ettiği halde durumu gizliyerek veya inkâr ederek onu köle imiş gibi kullanır. Yahut azat ettiği halde zorla onu köle gibi çalıştırır. [248]
1. Kişinin, hoşlanmayan cemaata imamlık etmesi haramdır.
2. Namazı vaktinden çıkarmak haramdır.
3. Hür adamı köleleştirmek haramdır.
971) (Abdullah) bin Abbâs (Radtya/lâhü anhümâ)dan rivayet edildiğine göre: Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sel/em) şöyle buyurdu, demiştir:
-Üç kişi vardır ki namazları başlarından bir karış yükselemez; Bir kavim, imamlığından hoşlanmadığı halde onlara imamlık eden adam, kocası kendisine kızgın olduğu halde geceleyen kadın ve birbirine küs duran iki kardeş.
Not : Hadisin isnadının sahih ve ricalinin sikalar olduğu, Zevâid de bildirilmiştir. [249]
Namazı bir karış yükselmemesi onun kabul oivuı mamasından kinayedir. Çünkü kabule şayan ibâdetler melekler vasıtasıyla göklere yükselir.
Kocası kendisinden kızgın olduğu halde geceleyen kadından maksat kocasına itaatsiz veya huysuz olan kadındır. Bir haram veya mekruh teklifi red ettiğinden dolayı veya hiç yere kocası kendisinden kızmış olan kadın bu hükme dâhil değildir. Karı koca münâsebetleri ve cinsel arzular ekseriyetle geceleyin olduğundan hadiste «Geceleyen» tâbiri kullanılmıştır. Çünkü gündüz kocasını kızdıran kadının hükmü aynujır.
Küs duran kardeşlerden maksat, öz kardeşler olabildiği gibi dini kardeşler de olabilir. Buradaki küskünlükten maksat caiz olmayanıdır. Yâni üç günden fazla süren küskünlük veya bâtıl uğrunda meydana gelen küskünlüktür. Küs kalan iki kardeş hadîste anılan üç çeşit insandan üçüncüsü olarak sayılmıştır. Çünkü gaye üç fert değil, üç çeşit insandır. [250]
972) Ebû Mûse'l-Kş'arî (RadıyaUâhü anh)\\en rivayet edildiğine ı<«-re; Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sclle.m) $öyle buyurdu, demiştir:
-İki kişi ve yukarısı (fazlası) bir cemâattir.-"
Not r Râvî er-Rabi ve oğlu Bedr'in zayıf oldukları, Zevâid'de bildirilmiştir. [251]
Notta belirtildiği gibi bu hadîs Zevâid nevindendir. Cemaatla namaz kılmanın faziletini kazanmak için iki kişilik cemâatin yeterli olduğuna bu hadis delil sayılır. Camiü's-Sağîr'de rivayet olunan bu hadîsin şerhinde e 1-Azî zi şöyle der:
El-Münavi' nin dediğine göre Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) bir adamın tek başına namaz kıldığını görünce :
«Bu kişiye yardım ederek beraberinde namaz kılacak kimse yok mu?» buyurmuş, bunun üzerine bir adam kalkıp onunla beraber namaz kılmış ve bu arada Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) bu hadisi buyurmuştur.1
Sindi hadisin mânâsı hakkında şöyle der:
'Yâni iki kişi cemâat olup beraber namaz kıldıklarında cemâatin faziletini kazanırlar. Şöyle de yorum yapılabilir: İki kişi bir arada olunca namazlarını ayrı ayrı kümamalı cemâat olmalıdır.
973) (Abdullah) bin Abbâs (Radtyallâhü ankümâydan; Şöyle de-
Ben bir gece teyzem Meymûne (Efendimizin hanımı) (Radıyallâ-hü anhâ)'nın yanında (= odasında) yattım. Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) (bir süre yattıktan sonra) kalkıp gece namazını kılmaya başladı. Ben de Onun sol tarafında namaza durdum. Bunun Üzerine O benim elimden tutup sağ tarafına (çekerek) durdurdu. [252]
Hadis, Kütüb-i Sitte'de uzun ve kısa metinler hâlinde rivayet edilmiştir. Ebû Davud'un süneninin : «İki adamdan birisi diğerine İmam olduğunda namaza nasıl dururlar» babında rivayet olunan metin nisbeten uzundur. Orada Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'in abdest alıp namaza durduğu, daha sonra İbn-i Abbâs (Radıyallâhü anh)'ın abdest aldığı, Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'in sol tarafına durduğu, Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'in kendisinin elinden tutup arkası istikametinden sağ tarafına geçirdiği ve İbn-i Abbâs (Radıyallâhü anh) 'in Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) ile beraber namaz kıldığı belirtilmiştir*
El-Menhel yazarı şöyle der:
« M ü s I i m ' in rivayetinde açıklandığı gibi ibn-i Abbâs (Radıyallâhü anh), Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) ile beraber Hz. Meymûne (Radıyallâhü anhâ) 'nin odasında gecelemişler. Ahmed bin Hanbel'in rivayetinde: İbn-i Abbâs (Radıyallâhü anhümâ) .-
«Ben o zaman on yaşında idim.» demiştir.
Kılınan namazın gece namazı olduğu^ 131 veya 11 rek'at kılındığı, ikişer rek'atten selâm verildiği ve son olarak bir rek'atten selâm verildiği M ü s 1 i m' in bâzı rivayetlerinde bildirilmiştir. [253]
1. Henüz erginlik çağından uzakça olan ve mümeyyiz denilen erkek çocuk mahremi olan kadının odasında kadının eşi ile beraber yatabilir.
2. Gece namazına kalkmak müstahabtır.
3. İmamlığa niyet etmeden namaza durmuş olan kimseye uymak caizdir.
4. Namaz içinde az hareket namazı bozmaz.
5. îmama uyan, bir kişi ise imamın sağ tarafında durmalıdır. Âlimlerin ekserisine göre, imamın sağında durması sünnettir.
6. Mümeyyiz bir çocuk ile imamdan cemâatin oluşması mümkündür. Bu husustaki âlimlerin görüşü şöyledir:
a) Ş â f i î' ye göre farz ve nafile namazları arasında bu hususta bir fark yoktur.
b) tmam-ı A'zam' dan bir rivayete ve M â 1 i k' e göre bu hüküm nafile namaza mahsustur.
c) îmam-ı A'zam' dan olan ikinci rivayete ve arkadaşlarının kavline göre imamın bir çocukla cemâat teşkili sahih değildir.
En-Neyl yazarı: 'Bu tür cemâatin teşkili caiz değildir, diyen âlimlerin elinde bir delîl yoktur. El-Bahr'de, delil olarak : «Çocukların merfuü'l-Kalem yâni mes'ul olmadıklarına dâir hadisten başka her hangi bir delil zikredilmemiştir. Oysa çocukların mes'ul tutulmaması, onların namazlarının sahih olmayıp bununla cemâatin teşkil edile-miyeceğine delâlet etmez. Delâlet etse bile îbn-i Abbas (Ra-dıyallâhü anh)'m hadîsi ile benzer hadîsler, Kalem hadîsini hususî-leştirmiştir, denilir.
7. Nafile namazı cemaatla kılmak meşrudur.»
974) Câbir bin Abdillah (Radıyallâkü anhümâ)'âan rivayet edildiğine göre şöyle söylemiştir :
Resülullah (Sallallahü Aleyhi veSellem), akşam namazını (n farzını) kılıyordu. Ben gelip O'nun solunda namaza durdum. O, beni (çekerek) sağ tarafına durdurdu."
Not: Zevaid'de beyan edildiğine göre, bu hadisin senedindeki râvî Ştirahbil zayıftır. Zayıflığını söyleyen bir kişi değildir. Hattâ bâzıları onu yalancılıkla itham etmişlerdir. Fakat îbn-i Hibban onu sika raviler arasında zikretmiş, kendi sahihinde bu hadisi Şürahbîl tariki İle rivayet etmiştir. İbn-i Huzeyme de kendi sahihinde bunu aynı tarik İle rivayet etmiştir. [254]
1. iki kişi ile cemâat kurulur
2. Birinci maddedeki hüküm farz namaza şümullüdür.
3. Tek başına namaza duran yâni imamlığa niyet etmemiş olan kimseye uymak caizdir.
4. Namaz içinde namazın gereği olan hareket, namazı
bozmaz.
5. İmama uyan bir kişi ise imamın sağ tarafında
durmalıdır.
6. İmama uyan tek kişi imamın sol tarafında durduğu takdirde imam onu sağ tarafına usulü dâiresinde geçirmelidir.
975) Enes (bin Mâlik) (RadtyaUâhü anh)'fex\ rivayet edildiğine göre şöyle demiştir :
Hesûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem), akrabasından bir kadına ve bana namaz kıldırdı. (Namaza durulacağı zaman) beni sağ tarafında durdurdu. Kadın da bizim arkamızda namaza durdu." [255]
Müslim, Ebû Dâvûd, Nesâî ve Beyh«ki de bu hadisi rivayet etmişlerdir.
Buradaki hadisin zahirine göre kadın Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'in akrabasındandır. Halbuki M ü s 1 i m ' in rivayetinde kadının Enes (Radıyallâhü anh) 'in anası ( Ü m m ü S ü 1 e y m ) veya teyzesi (Ümmü Haram) olduğu belirtilmiştir. Ebû Dâvûd ve Nesâi' nin rivayetlerinden de kadının Enes (Radıyallâhü anh)'in yakınlarından olduğu anlaşılıyor. ,
Yukarıda belirtilen durum muvacehesinde buradaki rivayetle ilgili iki ihtimal vardır: Birinci ihtimal, olayın bir olmasıdır. Kadın
Enes (Radıyalâhü anh) in yakınıdır. *i*l ^a lafzındaki zamir. E n e s ' e râcidir. Bundan sonra gelen; «^UU ^j lafızların-daki zamirlerin de bir öncekine uygunluğu bakımından;
«uiUU ajj şeklinde gelmesi beklenirken ehlinin malûmu olduğu üzere burada Gâib zamirinde mütekellim zamirine iltifat1 var denilir, ikinci ihtimal olay tekerrür etmiştir. Buradaki olayda kadın. Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'in yakınlarından imiş. Diğer olayda kadın, Enes (Radıyallâhü anh)'in yakıoı imiş.
Birinci ihtimal kanımca kuvvetlidir. Allah daha iyi bilir. [256]
1. imama uyanlar bir erkek ve bir kadından ibaret olduğu takdirde erkek imamın sağında, kadın ise ikisinin arkasında durmalıdır. Kadın, erkeklerle yanyana duramaz.
2. Kadın, erkeklerin saffında namaza durduğu takdirde cumhura göre namazı sahihtir. Hanefiler'e göre kadının namazı sahih ise de erkeklerin namazı bozulur. [257]
976) Ebû Mes'ud el-Ensârî (Radtyallâhü anh)'den; Şöyle demiştir: Namaz (a durduğumuz) da tSaffuı düzgünlüğünü bilmeli için) Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) omuzlarımızı ellerdi ve:
«(Saflarda) karışık durmayınız ki kalbleriniz de karmakarışık olmasın. Sizden en akıllı olanlar (namazda) bana yakın dursun. Sonra (akıllılık bakımından) onlara yakın olanlar dursunlar. Daha sonra, oldukça onlara yakın olanlar dursun.» buyururdu." [258]
Müslim, Ebû Dâvûd, Tirmizİ, Ahmed ve N e s â i de bu hadîsi az lafız farkıyla rivayet etmişlerdir.
Hadîste geçen «Ahlâm» kelimesi «Hilm»in çoğuludur. Hilm akıl demektir. «Nühâ* kelimesi de *Nühye»nin çoğuludur. Nühye de akıl demektir. $u halde Ahlâm ve Nüha eş anlamlı iki kelimedir.
Tuhfetü'l-Ahvezî'de beyan edildiğine göre, İ b n - i Sey yi-d i' n - N â s , bu iki kelime ile aynı mânâ kasdedilmiş, demiştir. Bâzı âlimler de * Ahlâm' erginlik çağları anlamında kullanılmıştır, demişlerdir.
Hadisten anlaşıldığına göre; Sahâbîler namaz için saf oldukları zaman düzgün ve doğru durup durmadıklarını anlamak için Peygamber (Sallallahü Aleyhive Sellem) onların omuzlarını ellerdi, karışık durmamaları için ikazda bulunarak, safların karışıklığının kalb-lerin karışıklığına sebep olduğunu bildirirdi ve en akıllı zatların O'na yakın durmalarını, diğer safların da akıl ve dirayet derecesine riâyet edilerek dizilmesini emretmiştir.
En akıllı ve dirayetçe kuvvetli olanların imama yakın durmaları emri ile ilgili olarak el-Menhel yazarı şöyle der:
«İmamın namaz kıldırışını iyice bellemek, yanılgı hâlinde imamı uyarmak, imamın namazı bozulunca onun yerine geçmek gibi önemli noktalar nedeni ile en akıllı ve liyakatli kimselerin imama yakın durmaları ve liyakat esasına göre safların düzenlenmesi emredilmiştir.
Hüccetüllah el-Bâliğa'da: Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'in bu emri vermesinin sebebi, büyüklere saygı duygusunun islâm toplumunda iyice yerleşmesidir. Keza liyakatsiz kimselerin, ön safları işgal etmekle liyakatli olanları tedirgin etmemeleridir, denmiştir.
N e v e v i de : Bu emrin hikmeti şudur: En akıllı ve dirayetli kimseye öncelikle ikram edilmelidir. Gerektiğinde imamın yerine o geçmelidir. İmam yanıldığında herkesten önce o farkına varır ve uyarır, namazın kılmış şeklini daha iyi zabtederek, başkasına öğretir, tam mânâsı ile imam gibi hareket etmekle imamın hareketlerini göremeyen arka s af lar da kî cemaata rehberlik eder. AktUı ve dirayetli kişilere öncelik tanınması hükmü namaza mahsus değildir. Her toplulukta böylelerine mutena yer verilmelidir. Meselâ ilim, fetva, istişare, zikir, sohbet ve tedrisat meclislerinde en akıllı adamlara ön sıralarda yer verilmelidir.
Hadisin şöyle yorumlanması da mümkündür:
«Erginlik çağma varmış olan erkekler bana yakın dursun. Onların arkasında da erginlik çağına yaklaşmış olanlar ile mümeyyiz olan erkek çocuklar dursun. Onların arkasında da kadınlar dursun.» [259]
1. En dirayetli kimselerin namazda imama yakın durmaları müstahabtır. Dirayet derecesine göre saflar düzenlenmelidir.
2. İkinci yoruma göre erginlik çağma ermiş olan erkekler imama yakın durmalıdır. Erginlik çağma yaklaşmış olanlar ve mümeyyiz olan erkek çocuklar bunların arkasında durmalıdır. Kadınlar da bunların arkasında saf olmalıdır.
3. İmam, cemâatin bu şekilde ve düzgün olarak saf olup olmadıklarını incelemeli ve hatalı duruşları düzeltmelidir.
Nesâi' nin Berâ' bin Âzib (Radıyallâhü anhJ'den rivayet ettiğine göre şöyle demiştir :
'Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) saflar arasında bir uçtan diğer uca kadar dolaşırdı. Omuzlarımızı ve göğüslerimizi ellerdi ve: Kanşık durmayınız ki kalbleriniz karışık olmasın, buyururdu.'
977) Enes (bin Mâlik) (Radtyallâhü antı)\\en rivayet edildiğine güre şöyle demiştir:
Resul ui I ah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem), muhacirlerin ve Ensa-rın, (namaz hükümlerini) kendisinden almaları için (namazda) zâtına yakın durmalarından hoşlanırdı."
Not: Kavilerinin sıka oldukları Zevâid'de bildirilmiştir. [260]
T i r m i z I bu hadisin rivayet olunduğunu söyleyerek yalnız metnini mânâyı etkilemeyen az bir lafız farkı ile rivayet etmiştir.
Camiü's-Sağir de beyân edildiğine göre Ahmed bin Han-t> e 1 ve Hâkim de bu hadisi rivayet etmişlerdir.
Sindi der ki: 'Muhacirler ve Ensâr'dan maksat, onların erginlik çağına ulaşmış olan ileri gelenleridir. Bedevileri veya henüz erginlik çağına ermemiş olanları değildir.'
T i r m i z i ve Câmiü's-Sağîr'deki rivayette :*O*ndan (bilgi) alsınlar.» ifâdesi yerine: «üt j^İükJ = -Ondan bellesinler.» ifâdesi mevcuttur.
Sâri h el-Azizî: Namazın farzları, vacipleri, sünnetleri ve âdabı iyice bellensin diye seçkin zâtların Ona yakın durmaları istenmiştir. Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'in hoşlanması ya bir sahâbiye bizzat haber vermesiyle yahut bir alâmetle bilinebilir," demiştir.
978) Ebû Saîd(-i Hudrî) (Radtyal/âhü anh)'<\en rivayet edildiğine göre şöyle demiştir ;
Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem), Ashabında bir gerileme (= Ön safta durmaktan kaçınma) gördü ve onlara:
«İleri geliniz ve bana uyunuz. Sizden sonrakiler de size uysunlar. (Ön saftan) geri durmaya devam eden bir kavmi nihayet Allah geriletir.»" [261]
Müslim, Ebû Dâvûd, Nesâi ve Bey haki de bu hadisi rivayet etmişlerdir.
El-Menhel yazarı bu hadîsin rivayet edildiği «Kadınların saffa durması ve birinci saftan gerilemek» babında şöyle der:
«Sahâbîler, galiba Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'in:En akıllı olanlar bana yakın dursunlar...» mealindeki (876 nolu) hadisini işittikleri ve kendilerini liyakatli görmedikleri için birinci saffa geçmekten çekinmişlerdir. Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) de ashabına son hadisi emretmiştir.
«Sizden sonrakiler de size uysunlar.» emrinden maksat, arkalar^ fla bulunanların sahâbileri kendilerine imam edinmeleri değil, Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'in namazdaki hareketlerini gö-remiyecekleri için önlerindeki saflara bakarak hareketlerini uydurmalarıdır. Çünkü bütün cemâatin bir imama uyması gereklidir.
«Geri durmaya devam eden...» Fıkras;nın mânâsı şudur:
On saffın faziletini kazanmayı önemsemeyen ve bu fazileti küçümseyen kimseler bu davranışı alışkanlık hâline getirip bunda İsrar ederlerse Cenâb-ı Allah Âhiret günü onları geriletir. Yâni Cehen-nem'den ilk çıkaracağı müminler meyânında onları çıkarmıyacak. Ön saftan geri duruşlarına karşılık ve uygun olarak onları Cehen-nem'den tehirli çıkaracaktır.
Şöyle de yorum yapmak mümkündür:
Ön saffa geçiş hususunda böyle davrananları Cenâb-ı Hak önce Cehennem'e hapsedecek ve tehirli olarak Cennet'e koyacaktır.
Böylelerin, Cehennem'e giren müminlerin en altında olacakları kasdedilmiş olabilir.
N e v e v i: Allah, böylelerini rahmetinden, muazzam fazlından, yüksek mertebeden, ilimden ve benzerî meziyetlerden geri bırakır, diyerek yorum yapmıştır.
Hadisin zahirine göre bu şiddetli tehdit, birinci saffa geçmeme-yi itiyat hâline getirenlere aittir. Aslında böyle yapan kimse yâni geri saflarda durmayı itiyat hâline getiren veya namazım cemaatla değil tek başına kılan şahıs, bu davranışından dolayı cehenneme müstahak olmaz. Şu halde mezkûr tehdit ön saftan kaçınma yüzünden namazını terkeden veya vaktinden çıkarıp kazaya bırakan kişiye mahsûstur, diye yorum yapmak mümkündür. [262]
1. Ön saf fin yüce sevabını kaçırmamak için bu saffa geçmeye önem verilmelidir. (Ancak ön saffa geçmek için başkasına eziyet etmemelidir. Aksi takdirde sevap yerine günah olur. Başkasına eziyet edeceği endişesiyle ön saffa geçmekten vaz geçen şahsın sevabı ön safta namaz kılanın sevabından daha fazladır. Çünkü Tabarâ-n i'nin İ bn-i Abbâs (Radıyallâhü anh)'den rivayet ettiği bir hadiste Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) şöyle buyurmuştur :
«Bir kimseye eziyet edeceği endişesi ile ön safft bırakan adanı için Allah ilk saffın sevabının iki katını verir.»
2. îmam, fazilet sahihlerinin namazda kendisine yakın durmalarını istemeli ve cemâat için en hayırlı olan şeyi tavsiye etmelidir.
3. îmamı görmeyen arka saflardaki cemâat, önlerindeki safların hareketlerine göre imamı takip edebilirler.
4. Ön saffın sevabını küçümsiyerek gerilemek hatâdır.
[263]
979) Mâlik bin el-Huveyris [264] (RadtyaÜâhü anh)'tien; Şöyle söylemiştir :
Ben bir arkadaşımla beraber Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) in yanına vardık. Geri dönmek istediğimiz zaman O, bize ı
«Namaz vakti olunca ezan okuyunuz, ikamet ediniz ve (yavaşça) büyük olanınız size namaz kıldırsın.» buyurdu." [265]
Buhar i, Müslim, Tirmizi, Ebû Dâvûd ve Beyhaki de bunu uzun ve kısa metin hâlinde rivayet etmişlerdir.
Ebû Dâvûd'un aynı başlık altında açtığı bâbta rivayet ettiği bu hadisin açıklamasını yapan el-Menhei yazarı şu bilgiyi verir :
-Mâlik (Radıyallâhü anhJ'in arkadaşının ismini bilemiyoruz.
«Ezan okuyunuz, ikâmet ediniz.» emrinden maksat, her ikisinin de ezan okuması ve ikâmet etmesi değil, birisinin bu işi yapmasıdır. Ezan ve ikâmet için yaş durumu tercih sebebi olmadığından Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) onları bu hususta serbest bırakmıştır. Fakat imamlık için yaşça büyüklük tercih sebebi kılındığından bu hüküm verilmiştir.
Ezan ve ikâmet emrinde ikisinin muhatap tutulması şöylece de yorumlanabilir: Yâni biriniz okuyunuz, diğeriniz de icabet ediniz.
Şunu da belirtelim : İkâmet etmek ezan okuyanın hakkıdır. Çünkü : = «Kim ezan okursa, o ikâmet eder.» hadisi bunu âmirdir.
-Büyük olanınız namaz kıldırsın.» cümlesindeki büyüklükten maksat, yaşça olan büyüklüktür. Rütbe, makam ve benzeri yönden olan büyüklük kasdedilmemiştir. Çünkü bâzı rivayetlerde yaşça büyüklük' kaydı vardır. Ayrıca Ebü Davud'un rivâyetindeki: -Ve biz o günlerde ilim bakımından birbirimize yakın idik.» ilâvesi de bu durumu teyid eder. [266]
1. İmamlık, müezzinlikten efdaldır. Çünkü ezan ve ikâmet etmek için büyüklük aranmadığı halde imamlık için aranmıştır.
2. Vakit namazlarının cemaatla kılınması emredilmiştir. Cemâatin oluşması için imamın beraberinde bir kişinin bulunması kâfidir.
3. Farz namazların vakti girince ezan ve ikâmet etmek meşrudur
980) Ebû Mes'ud (el-Bedrî)[267] (RadtyaUâhü anh)'den rivayet edildiğine göre şöyle demiştir :
ftesûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) buyurdu ki: «Allah'ın kitabını en çok bilen kişi kavmine imamlık eder. (= etsin) Eğer onların Kur'an bilgisi eşit ise (Mekke'den Medine'ye) önce hicret eden imamlık etsin. Şayet hicretleri beraber ise yaşça büyük olanı imamlık etsin. Evinde ve hükmü altındaki yerde adama imamlık edilmesin. Oturması için evinde kendisine tahsis edilmiş olan yerinde de oturulmasın. Ancak onun izni ile (bu işler) olur.»" [268]
Müslim, Ebü Dâvûd, Ahmed ve lbn-i Hibbân da bunu rivayet etmişlerdir.
Hadisin : lafzını: -Allah'ın kitabını en çok bilen» diye terceme ettim. Bu cümle çeşitli şekillerde yorumlanmıştır. El-Menhel yazan bu bâbta rivayet olunan mezkûr hadîsin açıklamasını yaparken şöyle der:
Bu cümleden maksat K u r' a n ' dan ezberi en çok olanın imamlığa öncelikle geçmesidir. Bâzıları: 'Bu ifâdeden maksat, Kur'-a n okuyuşu en güzel ve Kur'an ahkâmını en iyi bilendir. Böyle olanın ezberi diğerlerinden az bile olsa imamlık onun hakkıdır, demişlerdir.
Bir kısım âlimler de : Bundan maksat fıkıh bilgisi bakımından en âlim olanıdır. Çünkü Ashâb-ı Kiram'ın durumuna bakılırsa onların en kuvvetli fıkıhçılarının aynı zamanda en kuvvetli Kur'an okuyucusu oldukları görülür.
Şu halde sahâbilerin en kuvvetli hafızı en kuvvetli fıkıhçısıdır Nitekim Abdullah bin Mes'ud (Radıyallâhü anh) :
Birimiz Kur'an'dan bir sûre hıfzettiği zaman onunla ilgili İlmi sağlamlaştırmadıkça ve helâlini, haramını iyice tanımadıkça o sûreden çıkıp başka sûreye geçmezdi' demiştir. Abdullah bin Ömer (Hadıyallâhü anhümâ) da: Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'e bir sûre inince biz ondaki emri, yasağı, helâli ve haramı bilmiş olurduk.» demiştir.
Şu halde, Sahâbilerin en kuvvetli hafızı denilince bununla en kuvvetli Fıkıhçısı kastedilmiş olur.
Hadîsin: «Eğer onların Kur'an bilgisi eşit ise...» fıkrasının mânâsı şudur: 'Eğer cemâat fertleri Kur'an hıfzı, okuyuşu ve ilmi bakımından eşit iseler, Mekke Fethinden önceki devirde hangisi daha önce Mekke1 den M e d î n e ' ye hicret etmiş ise imamlık onun hakkıdır.
Erken hicret etmenin imamlıkta tercih sebebi kılınmasının nedeni şu olabilir: Hicret etmekte kıdemli olmak bir şereftir. Bu şerefi ihrâ2 eden zât imamlığa öncelikle lâyıktır. Ayrıca erken hicret eden zâtlar, sonradan hicret edenlere nisbeten umumiyetle daha bilgili olur.
Küfür diyarından İslâm memleketine hicret edenler de bu hükme dâhildir. Çünkü âlimlerin cumhuruna göre hicret hükmü kıyamete kadar devam eder. Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'in;
«Mekke fethinden sonra hicret yoktur.» hadisinin mânâsı şudur : -Fetihten sonra Mekke de İslâm memleketi olduğu için artık oradan M e d i n e ' ye gidip yerleşmek hicret sayılmaz. (Veyahut) Hiç bir hicretin fazileti, Mekke fethinden Önceki devreye rastlayan hicret fazileti gibi olamaz.»
tbnü'l-Melek: 'Bu gün için imamlığa tercih sebebi yönünden muteber olan hicret, mânevi hicrettir. Bu da günahlardan hicret etmektir. Şu halde günahlardan en çok kaçınan kimse imamlığa daha lâyıktır1 demiştir.
Hadisin: «Yaşça büyük olanı...- tâbirinden maksat, müslümanlıkta geçen ömür süresidir. Mutlak yaş uzunluğu değildir. Şu halde yaşlandıktan sonra müslüman olan bir ihtiyar, çocukluğundan beri müslüman olan bir gence veya o ihtiyardan yaşça küçük olmakla beraber ondan önce müslümanlığı kabul etmiş olan kişiye takdim edilmez. Meselâ : 60 yaşındaki bir ihtiyar 5 yıl önce müslüman olmuş, 40 yaşındaki bir orta yaslı da 10 yıl önce müslüman olmuş ise imamlık 40 yaşındakinin hakkıdır.
Hadisin son fıkrasında bir kimsenin evinde veya tasarrufu altındaki her hangi bir yerinde, izni olmadan ona imamlık edilmesi yasaklanıyor. Müslim ve Fbû Dâv û d ' un rivayetlerinde;
3 yerine; lafzı kullanılmıştır. Netice değişmez. Bu fıkraya göre imamlık ev veya yer sahibinin hakkıdır. Cemâat arasında kendisinden daha bilgili şahıslar olsa bile hak onundur. Dilerse başkasını imamlığa geçirir. Cemâat içinden birisine izin verirken en faziletli olan kişiyi seçmesi müstahabtır.
Fıkranın son cümlesinde de bir ev sahibinin oturması için hazırlanmış olan döşek, minder, koltuk, divan ve benzerî yerlere izni olmadan başkasının oturması yasaklanıyor.
Cumhura göre imamlığa öncelik hakkı şu sıraya göredir:
1. Devlet büyüğü,
2. Ev veya o yer sahibi,
3. Namaza âit fıkıh hükümlerini en iyi bilen kişi,
4. Kıraati en güzel olan şahıs.
Hicret, takva ve yaşlılık gibi özelliklerin sıralanışı bakımından fıkıh âlimlerinin görüşleri farklıdır. Geniş malûmat için fıkıh kitaplarına müracaat edilmesi tavsiye olunur.
981) "... Ebû Hazmı [269] (Hadtyallâhu ntıh)'&di\ rivayet edildiğine göre şöyle demiştir :
Sehl bin Sa'd-i Sâidî (Radıyallâhü anh) [270] kavminin gençlerini namaz kıldırmak için Öne geçirirdi. Kendisine :
İslâmiyet'te yüce bir kıdemin bulunduğu halde sen (niçin böyle) yapıyorsun? (Kendin namaz kıldırmıyorsun) denildi. O şöyle dedi:
Ben, Resülullah (Sallallahü Aleyhi ve Sel)em)'i şöyle buyururken işittim :
-İmam zâmin (kefil)dir. Eğer namazı iyi kıldırırsa sevap hem onadır hem cemaatadır. Şayet fena kıldırırsa vebali onadır. Yâni cemaata değildir.Zevâid'de : Bunun isnadında bulunan râvi Abdüthamid'in zayıflığına alimler ittifak etmişlerdir, denmiştir. [271]
İmamın kefil oluşu, cemaata namazı sıhhatli bir şekilde kıldırmak sorumluluğunu yüklenmiş olmasından dolayıdır. Eğer bilerek namazı ifsad eden kusuru varsa ve cemâat bundan habersiz ise cemâatin namazını imam ifsat etmiş olur. Cemâat bu durumu bilmediği için namazını iade etmez. Bütün vebal da imamın boynunda kalır.
Keza imâm namazı sıhhatli olarak kılsa bile sünnetlerine ve âdabına riâyet etmezse fazilet bakımından eksik kıldırmış olur. Halbuki âdab ve sünnetlerine riâyet etmek suretiyle cemaata namaz kıldırmak görevini yüklenmiş, bu hususta cemaata karşı sorumluluk altına girmiş ve cemâat da onu kefil saymıştır Bu noktalarda da kusur işlerse iyi kıldırmış sayılmaz vebal da ona aittir.
982) Haraşa kardeşi Selâmet binti'1-Hür [272] (Rafityallâhü anhâ)'-den rivayet edildiğine göre şöyle demiştir :
Ben, Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve SellemJ'i şöyle buyururken işittim:
«İnsanlar üzerine öyle bir zaman gelecek ki ayakta bîr saat bek-liyecekler de onlara namaz kıldıracak bir imam bulamıyacaklardır.»" [273]
E b û Dâ vûd, Ahmed ve Beyhaki de Selâmet (Radıyallâhü anhJ'nın bu hadîsini şu mealde rivayet etmişlerdir:
«Mescîd halkının (imamlık hakkında) itişmesi ve namaz kıldıracak bir imamı bulamayışları şüphesiz kıyamet alâmetlerindendir.»
Cemâatin bir imam bulamayışı ve imamlık hakkında itişmesi iki şekilde yorumlanmıştır :
1. Herkes imamlıktan kaçınır ve arkadaşını öne sürmek ister. Bunun sebebi ise cemâatin imamlık için gerekli bilgiye sahip olmayışı veya imam seçilmesi ve tâyini hususunda anlaşamaması, yahut Allah rızâsı için ve fahrî olarak imamlık yapacak kimsenin te'min edilememesi gibi şeylerdir.
2. Herkes; Ben imam olayım, der, bundan dolayı cemâat arasında sürtüşme çıkar ve imamsız kalınır.
İlk yorum, bu bâbta anılan diğer hadislere daha uygun olur.
983) Ebû Ali el-Hemedânî (Radtyallâhü anhyden rivayet edildiğine göre:
Bir vapurla yolculuğa çıkmış, vapurda Ukbe bin Âmir el-Cüheni
(Radıyallâhü anh) da varmış. (Ebû Ali şöyle der) :
Farz namazlardan birisinin vakti oldu. Biz Ukbe (Radıyallâhü anh) den bize namaz kıldırmasını istedik ve i Şüphesiz imamlık hepimizden fazla senin hakkındır, sen Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'ın sohbeti ile müşerref olmuş bir sahâbîsin, dedik. Ama o bundan imtina etti ve şöyle dedi: Ben Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Selem) den şöyle buyururken işittim:
«Kim insanlara namaz kıldırır da isabetli ( eksiksiz) kildınr-sa namaz (in sevabı) hem onadır, hem cemaatadır. Ve kim şu namazdan bir şey eksiltirse vebal onun üzerinedir. Cemâatin üzerinde değildir. [274]
Ebû Dâvûd, Ahmed, Beyhaki, İbn-i Hî. taban, İbn-i Huzeyme ve el-Hâkim de Ukbe (Radıyallâhü anh)'m hadîsini az lafız farkı ile rivayet etmişlerdir.
Hadisteki isabet ve eksiltme umumidir. Yâni namazın şartlarını ve rükünlerini tam yapmak suretiyle isabetli kıldıran imama sevap vardır. Cemâat da sevap kazanır. Eğer imam namazın farzlarından bir şeyi eksik yapmak suretiyle noksanlaştınrsa ve cemâat bu eksiği bilmezse cemâatin boynuna bir vebal geçmez. Bütün vebal imama aittir.
Ebü Davud'un rivâyetindeki isabet ve noksanlık vakte bağlanmıştır. Yâni imam, namaz vakti henüz çıkmamış iken cemaata namaz kıldırırsa... ve imam. vakit çıktıktan sonra namaz kıldırırsa... olur[275]
984) Ebû Mes'uH (el-Hedrİ el-Ensârî) (Radtyallâkü ankyten rivayet edildiğine «ore bir adanı[276] Peygamlıer (Sallaltakü Aleyhi ve Srtlcm)'? gelerek :
— Yâ Resûlallah! Ben falanca (imam) yüzünden sabah namazında bile bile (cemaattan) geri kalıyorum. Çünkü çok uzatıyor, dedi. (Fbû Mrs'ûd) (Radıypllahıi nnh) (demiştir ki )
Ben, Resûlullah (Salîailahü Aleyhi ve Sellem)'i hiç bir vaazında o günkü kadar hiddetli görmt iniştim. O (Sullallahu Aleyhi ve Sellem) :
— -Ey insanlar! İçinizden bâzı kimseler (cemaatı) nefret ettiri cidir. Hanginiz cemaata namaz kıldırırsa hafif kıldırsın. Çünkü onların içinde zayıf olanı, yaşlı olanı ve is - güç sahibi olanı vardır.- buyurdu." [277]
Buhar i, Müslim ve Ahmed de bunu rivayet etmişlerdir. Aralarında bulunan lâfız farkı mânâyı etkilemez.
-Mâ salla- cümlesindeki «Mâide (= fazla) dır.
Namazı uzattığından dolayı şikâyet edilen imamın ismi geçmemiş olmakla beraber, Muaz bin Cebel ile Ubeyy bin K âb (Radıyallâhü anhümâ)'dan birisidir. [278]
1. İmam namazı fazla uzatmayı alışkanlık hâline getirdiği takdirde bunun önlenmesi için durumu üst makama iletmek caizdir.
2. îmam namazı fazla uzatıp cemâati kaçırmamalıdır.
3. Müslümanları ibâdetten soğutucu davranışlarda bulunmaya karşı hiddetlenmek meşrudur.
4. İmam cemâat arasında bulunan yaşlıyı, zayıfı ve iş - güç sahibi kimseleri düşünerek namazı hafif kıldırmalıdır.
985) Enes bin Mâlik (Radtyallâkü anh)\\^\: Şöyle demiştir: Resûlullah (Salîailahü Aleyhi ve Sellem), namazı kısa ve tam olarak kıldırırdı." [279]
Buhârİ, Müslim ve Ahmed de bunu rivayet etmişlerdir. Enes (Radıyallâhü anh) şunu demek istemiştir:
Resûlullah (Salîailahü Aleyhi ve Sellem) cemâatin hâlini düşünerek namazı kısa tutardı. Ama namazın rükünlerinden, sünnetlerinden ve âdabından hiç bir şey eksik bırakmazdı. Bunları tam yapardı.
986) Câbir (bin Abdİllâh el-Ensârî) (Radtyallâhü ö«A«mâ>'den; Şöyle demiştir :
Muaz bin Cebel el-Ensârî (Radıyallâhü anh) arkadaşlarına yatsı namazım kıldırdı. Namazı bir hayli uzattı. Bu sebeple cemaatımızdan bir adam ayrıldı ve namazı yalnız kıldı. Muaz (Radıyallâhü anh) a durum bildirilince, Muaz: O, münafıktır, dedi. Adama bu söz ulaşınca Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) in huzuruna girerek, aleyhinde Muaz (Radıyallâhü anh) m söylediği sözü nakletti. Bunun üzerine Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem), Muaz (Radıyallâhü anh)'a-:
«Yâ Muâz! Sen Fettan mı olmak istiyorsun? Halka namaz kıldırdığın zaman Eş-Şems, El-A'la, El-Leyl ve el-AIak sûreleri ile kıldır.» buyurdu." [280]
Kütüb i Sitte sahihleri, Ahmed, îbn-i Hibbân, Ta-baranı, Tahavi ve Beyhakî bunu az lafız farkı ile rivayet etmişlerdir.
Muâz (Radıyallâhü anh)'dan şikâyetçi olan adamın ismi hakkında ihtilâf vardır. Kimisi Haz m bin E b i K â ' b ' dır demiş, kimisi Haram bin Melhan' dır, demiş, kimisi de Selim' dir, demiştir.
Yatsı namazında Muâz (Radıyallâhü anh)'a uyan bu adamın namazdan çıktığını ve kendi kendine yeniden namaza durduğunu buradaki rivayetten çıkarmak mümkündür.
Ebû Davud'un rivayetinde -Cemaattan bir adam ayrılarak yalnız namaz kıldı» ifâdesi kullanılmıştır. El-Menhel yazarı şöyle der:
«Adamın ayrılması iki türlü yorumlanabilir:
1. Adam namazını yarıda kesmiş ve kendi kendine yeniden namaza başlamıştır.
2. Adam imama uymayı bırakarak, kaldığı yerden itibaren kalan rek'atları yalnız kılmıştır.
Şâfi1er ikinci yorumu benimseyerek, böyle yapmanın caiz olduğunu söylemişler ve bu hadisi delil göstermişlerdir. Lâkin Nevevi, bu hadisi delil göstermenin zayıf olduğunu, çünkü ikinci yorumun kesin olmadığını, bilâkis M ü s 1 i m' in rivayetinin ilk yorumun sıhhatli olduğuna delâlet ettiğini söylemiştir.
N e v e v i' nin yukarıdaki sözü ve B u h â r î' nin rivayeti ilk yorumu teyid eder.»
Muâz (Radıyallâhü anh)'in -O münafıktır.- sözünden maksadı, cemaattan ayrılıp yalnız namaz kılmak münafıkın işidir. Müslüman böyle yapmamalıdır. Adamın kasıtlı değil, mazeretine binâen böyle davrandığını Resûl-i Ekrem (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'e arz ettiği bâzı rivayetlerde belirtilmiştir.
Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) (Muâz {Radıyallâhü anh) a «Fettan olmak...» buyurmuştur.
«Fettan» 'Fâtin'in mübalâğasıdır. Fâtin: eziyet veren, azap eden, işkence yapan, nefret ettiren, dini sevmeye mâni olan, günaha sokan gibi mânâlara geilr. Cümlenin mânâsı:
«Yâni Ey Muâz! Sen namazda kıraati uzatmakla halkı dinden soğutucu ve dini vecibelerini yerine getirmekten men edici olmak ister misin?»
Bu soru, kınamak mahiyetindedir. Böyle yapmamış olmalıydın, demek isteniyor. [281]
1. Tâzir cezasında sözle yetinilebilir. (Burada kınama cezası şifahen verilmiştir.)
2. Cemâatin dağılmasına yol açan harekette bulunan kişinin böyle yapmasının engellenmesi meşrudur.
3. îmam, cemaatın durumunu göz önünde bulundurmalıdır.
987) Osman bin ebi'l-As[282] (Radıyallâhii anhyden rivayet edildiğine Köre şöyle demiştir :
Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) beni Taife vali olarak görevlendirdiği zaman bana yaptığı son tavsiye ve emir şu idi: Buyurdu ki:
«Yâ Osman! Namazı hafif kıldır ve halkın hepsini, içlerindeki en zayıf adama göre hesapla. Çünkü şüphesiz onların içinde büyük, küçük, hasta, (evi) uzak ve iş-güç sahibi olanlar vardır.-'
988) Osman bin Ebi'l-As (Radıyallâhii anh)'dan rivayet edildiğine Köre şöyle demiştir:
Resûlullah (Sallallahü Aleyhıve Sellem) in bana buyurduğu son sözü budur:
«Sen bir kavme namaz kıldırdığın zaman hafif kıldır.»" [283]
Osman (Radıyallâhii anh)'ın ilk hadîsini biraz lafız farkı ile Ebû Dâvûd, Nesâi, el-Hâkim ve Beyhaki de, son hadisini ise M ü s 1 im de rivayet etmişlerdir.
Bu hadîs de imamın namazı hafif kıldırmasını emreder. Yukarda da işaret ettiğim gibi imam, namazın farzlarına, vaciplerine, sünnetlerine ve âdabına riâyet etmek suretiyle bunları tastamam yapacak, fakat kıraati, teşbihleri ve duaları pek uzatmıyacaktır. [284]
989) Enes bin Mâlik (Radtyallâhü ü«A>'den rivayet edildiğine göre. Resûlullah (SaUaüahü Aleyhi ve Sellem) şöyle buyurdu, demiştir :
«(Çok defa) ben namaza girerim ve uzatmak isterim de bir çocuğun ağladığını duyunca, ağlaması nedeni ile anasının üzüntüsünü bildiğim için kıraatimi hafifletirim. [285]
Buhârî, Müslim ve Tirmizî de bunu rivayet etmişlerdir.
«Vecd» kelimesi hüzün ve muhabbet mânâlarına gelir. Her iki mânâ da burada düşünülebilir. Hüzün mânâsı daha açık olduğu için bunu üzüntü kelimesi ile ifâde ettim. N e v e v î bu malûmatı verdikten sonra şöyle der: [286]
1. İmama uyanlara şefkat edilmeli, maslahatlarına riâyet edilmelidir.
2. Zaruret olmadıkça onlara zorluk vermemelidir.
3. Kadınlar mescidlerde erkeklerle beraber cemaatla namaz kılabilirler. (Arkada durmaları şarttır.)
4. Küçük çocuğu mescide sokmak caizdir. (Mescidi kirletmesinden emin olunmayanı sokmamak daha iyidir.)
990) Osman bin Ebi'l-Âs (RadtyaUâhü anh)'den rivayet edildiğine göre. Resûiullah (Sallallahü Aleyhi ve Se.'lent) şöyle buyurdu, demiştir:
«Ben (namaz kıldırırken) bir çocuğun ağladığını duyarım. Bunun üzerine kıraatimi hafifletirim.[287]
991) Ebû Katâde (RadtyaUâhü anM)'den; Şöyle demiştir
Resûiullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) buyurdu ki: «Gerçekten (çok kere) ben namaza (kıraati) uzatmak niyetiyle dururum da bir çocuğun ağladığını işitince, anasına zahmet olmasın diye (kıraatimi) kısa keserim.»" [288]
Buhâri, Müslim, Ebû Dâvûd, Nesâi ve Bey-haki de bu hadîsi rivayet etmişlerdir. Resûl-i Ekrem (Sallallahü Aleyhive Sellem)'in arkasında namaz kılan kadınlardan çocuğu ağlayan hatunun kalbi, çocukla meşgul olur, huzurla namaza devam edemez, diye Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) kıraatim kısaltır -dı. Bu hadis, Efendimizin mü'minlere olan büyük şefkatim gösteren delillerdendir
El-Menhel yazarının bu hadis bahsinde naklettiğine göre İbn-i Sabit (Radıyallâhü anh) şöyle demiştir:
«Resûiullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) bir defa ilk rek'atte 60 âyet kadar uzun olan bir sûreyi okudu. Sonra bir çocuğun ağla dığını işitince ikinci rek'atte üç âyet okudu.
Peygamber (Sallallahü Aleyhive Sellem)'in anılan durumda rükû ve secde zikirlerini de hafiflettiği B u h â r İ' nin E n e s (Radıyallâhü anh)'den rivayetinden anlaşılıyor. [289]
Namazda kıraati uzatmak isteyen kişi, ihtiyaç hâlinde bunu kısaltmalıdır.
El-Menhel yazarı şöyle der :
Hattabi bu hadîsi delil göstererek : İmamın rükû'da iken cemaata katılmak isteyen bir kimse için rükû'unu uzatmak suretiyle kişinin rek'ate ulaşmasına imkân vermesi caizdir. Çünkü bir kimsenin dünya ile ilgiH ihtiyacı için imamın namazını kısaltması caiz olunca, âhiretle ilgili bir iş için namazını uzatması da caiz olur, demiştir. Fakat bâzı âlimler imamın mezkûr amaçla rükû'unu uzatmasını mekruh sayarak bundan Allah'a ortak koşmak endişesini duyduğunu söylemişlerdir.
Ali e 1 - K â r i şöyle demiştir :
Hattâbî' nin bu hadîsi delil göstermesine itiraz edilebilir. Çünkü bir maksatla ibâdeti hafifletmek ve uzatmayı bırakmak ile bir şahıs için ibâdeti uzatmak arasında fark vardır. Zira şahıs için ibâdeti uzatmak bilinen riyadan sayılır. Bizce imamın; Allah'a yaklaşmak için değil de geç kalan bir kişinin rek'ate ulaşması için rükû'u uzatması tahrimen mekruhtur. Böyle yapan imam için, büyük tehlike endişesi vardır. Ama bununla kâfir olmaz. Çünkü bu hareketi ile Allah'tan başkasına ibâdet etmeye niyet etmiş değildir...' demiştir.»
Şafii fıkıh âlimleri : İmamın rükû'dayken yeni gelen bir kimsenin cemâate katılmak istediğini anlayınca rükü'u uzatması caizdir, demişlerdir.
Şa'bi, Hasanı Basrİ ve 1bn-i Ebi Leylâ da bu görüştedirler. Cemaata sıkıntı vermemek kaydıyla bunun câiz-liğine Ahmed bin Hanbel, îshak bin Rahaveyh ve E b u S e vr de hükmetmişlerdir.
Evzâî, Ebû Hanîfe, Mâlik, Cedi d kavlinde Şafii ve Ebû Yûsuf ise imamın bu bekleyişini mekruh görmüşlerdir. [290]
992) Câbir bin Semûre es-Süvâî (Rıuhyatlâhü anh)'deı\ rivayet edildiğine göre: Resûlullah (SaHallahü Aleyhi ve Se/tent) şöyle buyurdu, demiştir ;
•Melekler, Rabb'ları katında saf oldukları gibi niçin sizler de saf o1m u yorsun uz? -
Câbir (Radıyallâhü anh) demiştir ki: Biz Melekler, Rabb'ları katında nasıl saf olurlar? dedik. Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) .
-Melekler ön safları tamamlarlar (doldururlar) ve safta boşluk bırakmıyacak şekilde birbirlerine sımsıkı yapışırlar.» buyurdu." [291]
Müslim, Ebû Dâvûd, Nesâİ, Ahmed ve Beyh a k i de mânâyı etkilemeyen az lafız farkı ile rivayet etmişlerdir.
«Allah katında» ifâdesi ile meleklerin ibâdete kalkışları veya Arş-ı A'lâ yanındaki duruşları kasdedilmiş olabilir. Yahut Allah'tan başka kimsenin bilemiyeceği bir makamdaki duruştur. [292]
1. İmam cemâatin duruşunu düzenlemeli ve onlar hakkında en hayırlı olan şeye teşvikte bulunmalıdır.
2. Ön safları doldurmak müstahabtır. Bir saf dolmamış iken arkada başka saf yapılmamalıdır.
3. Cemâat saf yaparken birbirine yapışmahdtr, aralarında boşluk bırakmamalıdır.
993) Enes bin Mâlik (RadıyaMâhü anh)'(\eı\ rivayet edildiğine göre. Resûlullah (Salla/fahü Aleyhi ve Sellem) şöyle buyurdu, demiştir :
- (Namazda) saflarınızı dftzgün tutunuz. Çünkü safları düzeltmek namazın, mükemmelliğinden (güzelliğinden) bir parçadır.»" [293]
Buharı, Müslim, Ebû Dâvûd, Hâkim ve B e y h a k i de bunu rivayet etmişlerdir.
Hadis, namaz sallını düzeltmenin, nama/ın ^üzel ve mükemmel kılınışından bir parça olduğuna delâlet eder. Şu lıalde namazın sıhhatı için saffı düzgün tutmak şart değildir.B uhârî ve Müslim'in Ebû Hüreyre (Radıyallâhü anh)'den rivayet ettikleri şu mealdeki hadis, bu hükmü te'yid eder: «... Çünkü saffı düzeltmek, namazın güzelliğindendir.» Bir şeyin güzelliği, onun mâhiyeti dışında kalan bir sıfatıdır.
İ b n - i H a z m saffı düzeltmeyi namazın farzlarından saymıştır. Ona göre saff düzgün tutulmadan kılınan namaz sahîh değildir. Kendisi bu hadîsi böyle yorumlamıştır.
Cumhur, saffları düzgün tutmanın sünnet olduğuna hükmetmişlerdir. Hattâ bâzı âlimler, bu hususta icmâın varlığını iddia etmişlerdir.
994) Nu'man bin Beşîr (Ensârî)[294] (Radıyallâhü ank)'<\exi; Şöyle demiştir :
Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellern) namaz saffını mızrak veya ok ağacı gibi kılıncaya kadar düzeltirdi. Râvî demiştir ki: (Efendimiz bir defa) bir adamın göğsünü saff tan ileri çıkmış olarak görünce, Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) :
«Saflarınızı düzeltiniz. Yoksa şüphesiz Allah yüzlerinizi birbiri-ne muhalif kılacaktır.» buyurdu." [295]
Buhârî, Müslim, Ebû Dâvûd, Tirmizî, Ne-s â î, Ahmed ve Beyhaki de az lafız farkı ile bunu rivayet etmişlerdir.
Rumh: Mızraktır.
Kıdıh i Ucuna henüz demir çubuk takılmamış olan ok ağacıdır. Saffın, mızraka mı, ok ağacına mı benzetildiğine âit tereddüt ramidendir.
Bâzı rivayetlerde: cümlesi yerine;-Veya Allah şüphesiz kalblerinizi birbirine muhalif kılacaktır.» buyurulmuştur. Kalblerin yek diğerine muhalefeti, aralarında düşmanlık, buğz ve nefretin meydana gelmesidir. Bu hâl yüzlerin muhalefetine, ayrı ayrı yönlere çevirilmesine sebep olur. Safflarda cemâatin düzensiz durması, dış görünüşte bir muhalefettir. Dış muhalefeti iç muhalefetine yol açabilir.
K u r t u b i: Cümlenin mânâsı şudur: Cemâat fertleri arasında bir dağınıklık olur. Herkes arkadaşından farklı durur, kimisi ilerde durur, kimisi geride kalır, gönül kırıcı olan kibir ve böbürlenme zannı doğabilir, cemâat arasında bir kopukluk meydana gelebilir, demiştir. [296]
1. îmanı cemâatin saffını düzeltmelidir.
2. Eğri duran adam uyarılmalıdır.
3. Saffın düzensiz olması ihtilâflara yol açar.
995) Âişe (Radıyallâhü anhâ)'(\en rivayet edildiğine göre Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) şöyle buyurdu, demiştir :
«Şüphesiz, (namazda) saffları dolduranlara Allah rahmet eyler. Melekler de dua ederek günahlarının bağışlanmasını dilerler. Kim safftaki bir boşluğu doldurursa, bu davranışından dolayı Allah onu bir derece yükseltir.Zevâid'de beyan edildiğine göre bu hadis, İsmail bin Ayyaşsın hicaz Ulardan olan rivayeti türündendlr ki bu tür rivayeti zayıftır. [297]
[1] Sünen-i İbni Mace Tercemesi
ve Şerhi, Kahraman Yayınları: 3/5
[2] Sünen-i İbni Mace Tercemesi
ve Şerhi, Kahraman Yayınları: 3/5-7
[3] Sünen-i İbni Mace Tercemesi
ve Şerhi, Kahraman Yayınları: 3/7-8
[4] Sünen-i İbni Mace Tercemesi
ve Şerhi, Kahraman Yayınları: 3/8-10
[5] Sünen-i İbni Mace Tercemesi
ve Şerhi, Kahraman Yayınları: 3/10-11
[6] Sünen-i İbni Mace Tercemesi
ve Şerhi, Kahraman Yayınları: 3/11-12
[7] Sünen-i İbni Mace Tercemesi
ve Şerhi, Kahraman Yayınları: 3/13
[8] Zevâid'de : Bu hadisin isnadı
hakkında söylenti vardır. Çünkü râvi Atâ bin es-Sâib, ömrünün sonlarında
karıştırmıştır. Onun bu halinden sonra Mu-hammed bin Pudayl ondan hadis
işitmiştir. Ayrıca Ebû Abdirrahman es-Sülemi'-nin İbn-i Mes'ud (R.A.)'den hadîs
işitmesi hakkında konuşulmuştur. Şu'be : Ebû Abdirrahman. îbn-i Mes'ud
(R.A.)'dan işitmemiştir, demiştir. Ahmed İse: Ben Şu'be'nin sözünü bir vehim
olarak görürüm, demiştir. Ebû Amr ed-Dânî de : Ebû Abdirrahman, Osman, Ali ve
İbn-i Mes'ud (R.A.)'den arz yoluyla kıraat almış, demiştir, diye bilgi
verilmiştir. Bu hadîsi Ebû Dâvûd, Tirmizi ve Nesâî, Ebû Saİd-i Hudri (R.A.)'den
rivayet etmişlerdir. İbn-i Hibbân da Cübeyr bin Mut'im'den rivayet etmiştir.
Şeytandan istiâze ile ilgili bu hadis, Cübeyr bin
Mut'im'den rivayet olunan bundan Önceki hadîsin son kısmına benzer. Yalnız
orada Hemz, nefs ve nefh kelimelerini râvi Amr yorumlamıştı. Burada ise
yorumcunun kim olduğu anlaşılmamıştır. Tabarânî ve Zeylâî de bu hadîsi İbn-i
Mes'ud (R.A.)'dan rivayet etmişlerdir.
Sünen-i İbni Mace Tercemesi ve Şerhi, Kahraman Yayınları:
3/13-15
[9] Sünen-i İbni Mace Tercemesi
ve Şerhi, Kahraman Yayınları: 3/15
[10] Sünen-i İbni Mace Tercemesi
ve Şerhi, Kahraman Yayınları: 3/15-16
[11] Sünen-i İbni Mace Tercemesi
ve Şerhi, Kahraman Yayınları: 3/16
[12] Sünen-i İbni Mace Tercemesi
ve Şerhi, Kahraman Yayınları: 3/16
[13] Sünen-i İbni Mace Tercemesi
ve Şerhi, Kahraman Yayınları: 3/17
[14] Sünen-i İbni Mace Tercemesi
ve Şerhi, Kahraman Yayınları: 3/17
[15] Hülb bin Adî'nin adının
Yezid olduğu ve Hülb kelimesinin lâkab olduğu söylenmiştir. Hülb, saç demektir.
Kendisi Peygamber (S.A.V.Vin yanına geldiği zaman başı kel idi. Peygamber
(S.A.V.) mübarek elini onun başına sürmüş, bunun üzerine saçları bitmiş ve bu
olay Üzerine Hülb lâkabını almıştır. Kendisi Kûfe'de yerleşmiştir. Peygamber
(S.A.V. )'den hadîs rivayet etmiştir. Râvisi iss oğlu Ka bîsa'dır. (El-Menhel
: C. 6, Shf. 175)
[16] Sünen-i İbni Mace Tercemesi
ve Şerhi, Kahraman Yayınları: 3/17-18
[17] Sünen-i İbni Mace Tercemesi
ve Şerhi, Kahraman Yayınları: 3/18-19
[18] Sünen-i İbni Mace Tercemesi
ve Şerhi, Kahraman Yayınları: 3/19-20
[19] Zevâid'de : Bu hadisin
İsnadı zayıftır. Râvi Ebû Hüreyre (B.A.)*nin amcası oğlu olan Ebû Abdillah
ed-Devsİ'nin hali meçhuldür. Diğer r&vi Bisr bin Râfi* hakkında thn-i Maln
bir defa: Sıkadır, demiştir. Bir defa da : Zayıftır, demiştir. Ahmed onu zayıf
saymış, îbn-i Hibban da : O, mevzu' bir şeyler rivayet eder, demiştir. Hadisin
metni Ebû Hüreyre (R.A.)'den başka sahâbilerin rivayeti İle Buhârİ, Müslim ve
başka sahih hadis kltablarmda sabittir, denilmiştir.
[20] Sünen-i İbni Mace Tercemesi
ve Şerhi, Kahraman Yayınları: 3/20-22
[21] Hicr sûresi âyet : 87
[22] Sünen-i İbni Mace Tercemesi
ve Şerhi, Kahraman Yayınları: 3/22-25
[23] Sahâbidir. Kufe*ye
yerleşmiştir.
[24] Sûre : Kâf. Ayet: 10
[25] Sure: Tekvir, Ayet: 15-16
[26] Şarka gözden yaş akması
nedeniyle boğazın tıkanmasıdır. TükrüğÜn nefes borusuna kaçmasıyla görülen
boğaz tıkanıklığına denir, diyenler de vardır. Burada ise râvinin de
açıkladığı gibi öksürük manası kasdedilmistir. Müslim'de bu kelime yerine Sa'le
(— Öksürük) kelimesi bulunur.
[27] Sünen-i İbni Mace Tercemesi
ve Şerhi, Kahraman Yayınları: 3/26-28
[28] Sünen-i İbni Mace Tercemesi
ve Şerhi, Kahraman Yayınları: 3/28-29
[29] Sünen-i İbni Mace Tercemesi
ve Şerhi, Kahraman Yayınları: 3/29-31
[30] İki Hâl Tercemesi
819 sayıh hadisin râvlsi Amr bin Hüreys bin Amr
bin Osman bin Ubeydullah bin Ömer bin Mahzum Ebû Saİd el-Kufi, sahâbidir. 18
hadisi var. Müslim, iki hadisini rivayet etmiştir, Râvisi oğlu Ca'fer'dir. Bir
de Hasan el-Arni'dir. Buharî'nin dediğine göre Hicretin 85. yılı vefat
etmiştir. (Hülâsa : 288)
820
nolu hadisin râvisi Abdullah bin es-Sâib bin Ebi's-Sâib Sayfi bin Âiz
bin Abdillah bin Ömer bin Mahzum
el-Mahzumİ el-Mekki, sahâbidir. Babası da sahâbidir. Peygamber (S.A.V.)'den
rivayette bulunmuştur. Kendisinden de Abdullah bin Amr, amcası oğlu Abdullah
bin el-Müseyyeb bin Ebi's-Sâib el-Âizi. Ebû Seleme bin Sufyan, Ubeyd el-Mekki.
Atâ' ve bir çok zat rivayet etmişlerdir. Mekke halkının Kur'an
okuyucusuydu. MÜcfthld ve başkaları ondan kıraat almışlardır. Mekke'de ikamet
etmiş ve İbn-İ Zübeyrin emirliği sırasında orada vefat etmiştir. tbn-İ Abbas
(R.A.). onun cenaze namazını kıldırmıştir
Buhâri hariç Kütub-i Sltte sahiblerl onun rivayetlerini almışlardır.
(Sl-lfenhel, C. 5. Sah. 38)
Sünen-i İbni Mace Tercemesi ve Şerhi, Kahraman
Yayınları: 3/31
[31] Zevâid'de : Sa'd
<R.A.)'ın hadisinin isnadı zayıftır. Çünkü âlimler el-Hâ-ris bin Nebhân'ın
zayıflığı üzerinde ittifak etmişlerdir. Müslim ve başkaları bu hadisin metnini,
İbn-i Abbas (R.A.)'ın rivayetinden tahric etmişlerdir, denilmiştir.
[32] Sünen-i İbni Mace Tercemesi
ve Şerhi, Kahraman Yayınları: 3/32-33
[33] Sünen-i İbni Mace Tercemesi
ve Şerhi, Kahraman Yayınları: 3/34-37
[34] Kaz'a bin Yahya'ya
İbnü'l-Esved el-Basri de denilmiştir. Bazıları bu Kelimeyi Kazaa olarak tesbit
etmişlerdir. Kendisi, lîm-i-Ömer, îbn-i Amr, Ebû Salfl-i Hudri, Ebû Hüreyre
(R.A.) ve bir Gemâattan rivayet etmiştir. Râvileri de Müoa-hid, Katâde, Âsim
el-Ahvel, Amr bin Dinar ve başkalarıdır. îcli: O, sıka bir tabiidir, demiştir.
Et-Takrib yazarı da Onun, Üçüncü tabakadan sıka bir tabii olduğunu
söylemişlerdir. Kütüb-i Şİtte sahiblerinin hepsi onun hadislerini rivayet etmişlerdir.
(El-Menhel C : 5. Sah. 388)
[35] Ebû Ma'mer Abdullah bin
Sahbare el-Ezdi'dlr. Ömer, Ali. Ebû Mes'ud. Ukbe bin Amr el-Ensârî, Ebû Musa
el-Eş'âri ve Mikdad (R.A.)'den rivayet etmiştir. Kendisinden de İbrahim
en-Nahaî. Mücâhid, Temim bin Seleme ve Yezid bin Şerik (R.A.) rivayet
etmişlerdir. İbn-i Muin ve İbn-i Sa'd Onun sıka olduğunu söylemişlerdir.
El-lclî de : O, sıka bir tâbii'dir, demiştir. Et-Takrib yazarı da kendisinin
ikinci tabakadan sıka olduğunu söylemiştir. Abdullah bin Ziyâd'ın valiliği sırasında
vefat etmiştir. KÜtüb-i Sitte sahibleri onun rivayetlerini almışlardır.
(EUMenhel : C. 5, Sah. 64)
[36] Zevâid'de : Bunun isnadı
zayıftır. Çünkü râvi Zeyd el-Ammi zayıftır. El-Mesûdl de Ömrünün sonlarında
rivayetleri karıştırmıştır. Karıştırma ânzası belirdikten sonra Ebû Dâvüd
ondan hadis işitmiş, diye bilgi verilmiştir.
Sünen-i İbni Mace Tercemesi ve Şerhi, Kahraman
Yayınları: 3/37-39
[37] Sünen-i İbni Mace Tercemesi
ve Şerhi, Kahraman Yayınları: 3/39-40
[38] Bu terimler için 833 nolu
hadisin izahına bak.
[39] Sünen-i İbni Mace Tercemesi
ve Şerhi, Kahraman Yayınları: 3/40-43
[40] Sünen-i İbni Mace Tercemesi
ve Şerhi, Kahraman Yayınları: 3/43
[41] Sünen-i İbni Mace Tercemesi ve
Şerhi, Kahraman Yayınları: 3/44-45
[42] Künyesi Ümmü'1-Fadl olan
LUbftbe (R.A.)'nin hayatı 522 nolu hadisin izahında geçmiştir.
[43] Sünen-i İbni Mace Tercemesi
ve Şerhi, Kahraman Yayınları: 3/45
[44] Sünen-i İbni Mace Tercemesi
ve Şerhi, Kahraman Yayınları: 3/45-46
[45] Sünen-i İbni Mace Tercemesi
ve Şerhi, Kahraman Yayınları: 3/47-48
[46] Sünen-i İbni Mace Tercemesi
ve Şerhi, Kahraman Yayınları: 3/49-51
[47] Bu tereddüd râvidsndir
[48] Sünen-i İbni Mace Tercemesi
ve Şerhi, Kahraman Yayınları: 3/51-52
[49] Sünen-i İbni Mace Tercemesi
ve Şerhi, Kahraman Yayınları: 3/52-53
[50] Sünen-i İbni Mace Tercemesi
ve Şerhi, Kahraman Yayınları: 3/53
[51] Sünen-i İbni Mace Tercemesi
ve Şerhi, Kahraman Yayınları: 3/54
[52] Müzzemmll Sûresi, Ayet: 30
[53] Sünen-i İbni Mace Tercemesi
ve Şerhi, Kahraman Yayınları: 3/55-56
[54] Sünen-i İbni Mace Tercemesi
ve Şerhi, Kahraman Yayınları: 3/56-57
[55] Ebü's-SâlVin adı Abdullah
bin es-Saib'dir. Hisâm bin Zuhre'nin mevlâ-sıdır, Muğıre bin Şüt>e (R.A.) ve
Ebû Hüreyre (RA.)'den rivayette bulunmuştur. Kendisinden de Esma' bin Ubeyd,
Bükeyr bin Abdillah bin el-Eşca* v-"- ei-Alâ' bin Abdirrahman rivayet
etmişlerdir, tbn-i Abdi'1-Berr : Onun sıka ve makbul -tdu-ğuna alimler ittifak
etmişlerdir, demiştir. Et-Takrib'de : O sıkadır. Üçüncü tabakadandır,
denmiştir. Müslim, Ebû D&vûd, Tir m izi, Nesâİ ve tbn-i Maceh, onun ri~
vayetini almışlardır. (El-Menhel, cild S, Sah. 247)
[56] Sünen-i İbni Mace Tercemesi
ve Şerhi, Kahraman Yayınları: 3/57-59
[57] Zevâid'de : Bu. zayıftır.
Senedindeki Ebû Süfyân es-Sa'dİ'nin zayıflığı üzerinde âlimlerin ittifak
ettiklerini İbn-İ Abdi'1-Berr söylemiştir. Lâkin Katâde Ebû Süfyân'a mutabaat
etmiştir, îbn-i Hibbân, kendi sahihinde öyle rivayet etmiştir, denmiştir.
Sünen-i İbni Mace Tercemesi ve Şerhi, Kahraman
Yayınları: 3/59-61
[58] Sünen-i İbni Mace Tercemesi
ve Şerhi, Kahraman Yayınları: 3/61-62
[59] Sünen-i İbni Mace Tercemesi
ve Şerhi, Kahraman Yayınları: 3/62-63
[60] Sünen-i İbni Mace Tercemesi
ve Şerhi, Kahraman Yayınları: 3/63
[61] Sünen-i İbni Mace Tercemesi
ve Şerhi, Kahraman Yayınları: 3/63-64
[62] Zevâid'de beyan edildiğine
göre ; el-MüzzI ; Bu hadîs mevkuftur, dedikten sonra : isnadı sahih, ricali
sikalardır, demiştir.
Sünen-i İbni Mace Tercemesi ve Şerhi, Kahraman
Yayınları: 3/64-66
[63] Sünen-i İbni Mace Tercemesi
ve Şerhi, Kahraman Yayınları: 3/66
[64] Sekte, durak demektir.
Burada açıktan okumaya ara vermek mânasında kullanılmıştır.
[65] Cündeb de olabilir.
[66] Hasan-ı Basrî, âlim, fazıl
ve sıka bir f ikincidir. Bir çok sahâbî'den rivayette bulunmuştur. Enes
(R.A.), Halka: Hasan'a sorun, çünkü biz unuttuk. O, iyi bellemiş, demiştir.
MÜrsel hadisleri vardır. îbn-i Sa'd'a göre onun mürsel ha' dişleri hüccet
değildir. Fakat tbnül-Medini'ye göre sıka râvilerin Hasan-ı Basrî1-den rivayet
ettikleri mürsel hadisler sahihtir. Sahih olmayanı çok azdır. Kütüb-i Sİtte
sahipleri, onun rivayetlerini almışlardır. Hicretin 110. yılı vefat etmiştir.
(El-Menhel Cild : 1, Sah. 69)
[67] Sünen-i İbni Mace Tercemesi
ve Şerhi, Kahraman Yayınları: 3/67-68
[68] Sünen-i İbni Mace Tercemesi
ve Şerhi, Kahraman Yayınları: 3/68-70
[69] Susmaktan maksad, imamı
dinlemek için susmaktır.
[70] Sünen-i İbni Mace Tercemesi
ve Şerhi, Kahraman Yayınları: 3/71
[71] Sünen-i İbni Mace Tercemesi
ve Şerhi, Kahraman Yayınları: 3/71-73
[72] Adı Ümâre Ebü'l-Velld
el-Medeni'dir. Efcü Hüreyre <R.A.)'den ve îbn-i Ahi-Ebî-Rahm el-Öıfârl'den
rivayet etmiş. Râvisi de Zührî'dir. îbn-i Hİbb&n ve Yahya bin Saîd. onu
sıka saymışlardır. Medine tabiilerinin meşhurlarındandır. Fakat el-Hümeydİ ve
Beyhaki O meçhuldür, demişlerdir. Takrib'de üçüncü tabakanın sıka râvilerinden
sayılmıştır. Hicretin 101. yılı vefat etmiştir. îbn-i M&ceh, Ebû D&vud,
Nesâi ve Tirmizl Onun rivayetlerini almışlardır. (El-Menhel Cild 5. Sah. 259)
[73] Sünen-i İbni Mace Tercemesi
ve Şerhi, Kahraman Yayınları: 3/73-76
[74] Zev&İd'de : Bu hadisin
isnadında Câbir el-Cûfî bulunur ki, O feezzab-tır. Bu hadis Kütüb-i Sitte
sahiplerinin rivayet ettikleri Übâde (R.A.)'nin hadisine muhaliftir,
denilmiştir.
Sünen-i İbni Mace Tercemesi ve Şerhi, Kahraman
Yayınları: 3/76-79
[75] Sünen-i İbni Mace Tercemesi
ve Şerhi, Kahraman Yayınları: 3/79
[76] Sünen-i İbni Mace Tercemesi
ve Şerhi, Kahraman Yayınları: 3/79-82
[77] Sünen-i İbni Mace Tercemesi
ve Şerhi, Kahraman Yayınları: 3/82-83
[78] Sünen-i İbni Mace Tercemesi
ve Şerhi, Kahraman Yayınları: 3/83-84
[79] Sünen-i İbni Mace Tercemesi
ve Şerhi, Kahraman Yayınları: 3/84-87
[80] Zevâid'de : Hadisin
isnadındaki Ebü Abdillah tanınmıyor. Diğer râvi Bişr'in zayıf olduğunu Ahmed
söylemiş. îbn-i Hibbân da : O mevzu hadisleri rivayet eder, demiştir. İbn-i
Hibbân bu hadisi kendi sahihinde başka bir senedle ri-vâyet etmiş, denilmiştir.
Sünen-i İbni Mace Tercemesi ve Şerhi, Kahraman
Yayınları: 3/87-89
[81] Zevâid'de : Bunun senedinde
bulunan İbn-İ Ebî Leylâ, Muhammed idin Ebi Abdirrahman bin Ebi Leylâ'dır. Ki
cumhur onu zayıf saymıştır. Ebû Hatim doğruluğunu savunmuştur. Diğer ricali
sikalardır, denilmiştir.
Bu hadisi el-Hâkim de rivayet etmiştir.
[82] Sünen-i İbni Mace Tercemesi
ve Şerhi, Kahraman Yayınları: 3/89-90
[83] Zevâid'de : Bu isnad
sahihtir. Ricali sikalardır. Müslim bütün râvile-riyle istidlal etmiştir,
denilmiştir.
[84] Sünen-i İbni Mace Tercemesi
ve Şerhi, Kahraman Yayınları: 3/90-91
[85] Sünen-i İbni Mace Tercemesi
ve Şerhi, Kahraman Yayınları: 3/91-92
[86] Mâlik bin el-Hüveyris
el-Leysl, Ebû Süleyman (R.A.Vın İS hadisi vardır. Buh&rİ ve Müslim iki
hadisini müttefikan ve Buhârî bir hadisini münferiden rivayet etmişlerdir.
Râvilerİ Nasr bin Asım el-Leysl ve Ebû Kulâbe el-Cürml'dlr. (Hulâsa:
8.387)
[87] Sünen-i İbni Mace Tercemesi
ve Şerhi, Kahraman Yayınları: 3/92-93
[88] Sünen-i İbni Mace Tercemesi
ve Şerhi, Kahraman Yayınları: 3/93-95
[89] Sünen-i İbni Mace Tercemesi
ve Şerhi, Kahraman Yayınları: 3/95-96
[90] Sünen-i İbni Mace Tercemesi
ve Şerhi, Kahraman Yayınları: 3/96-97
[91] Sünen-i İbni Mace Tercemesi
ve Şerhi, Kahraman Yayınları: 3/97-100
[92] Sünen-i İbni Mace Tercemesi
ve Şerhi, Kahraman Yayınları: 3/100-101
[93] El-Hulâsa'nın beyânına göre
bu zâtın esas ismi, Umeyr bin Habib değil, Umeyr bin Katâde bin Sa'd el-Leysi
el-Kûfİ'dir. Sahâbidir. Hasan bin Ali'den rivayet etmiştir. Râvisi de oğlu
Ubeyd'dir. Tehzib'in beyanına göre başka râvisi yoktur. Umeyr bin Habİb adıyla
yalnız tbn-i Mâceh ondan rivayet etmiştir. Umeyr bin Katâde ismiyle Ebû Dâvûd.
Nesâi ve tbn-i Mâceh rivayet etmişlerdir. (Hulasa : 296-297)
[94] Sünen-i İbni Mace Tercemesi
ve Şerhi, Kahraman Yayınları: 3/101-102
[95] Muhammed bin Amr bin Ata Ebû
Abdillab el-Âmiri el-Medenl el-Kure-sl'dir. tbn-i Abbas, tbn-i Zübeyr, Ebû
Hüreyre. Ebû Hümeyd, Ebû Katâde, Sald bin el-MÜseyyeb (HA.) ve bir cemaattan
rivftyet etmiştir. Hâvileri de Veheb bin Keysân, Yezîd bin el-Hûd, İbn-i Aclân,
îbn-i İshak, Velid bin Kesir ve başkalarıdır. Ebü Zur'a, NesâS ve Ebû Hatim,
onu sıka saymışlardır, tbn-i Sa'd : O sikaydı. Hadisleri vardır, demiştir.
İbnü'l-Kattân da : O. doğruluk ehlindendir, demiştir. Hicretin 154. yılı vefat
etmiştir. Kütüb-i Sitte sahipleri onun rivayetlerini almışlardır. (El-Menhel
Cild : 5, Sah. 132)
[96] Ebû Hümeyd es-Sâidi için 772
nolu hadisin İzahına bak.
[97] Sünen-i İbni Mace Tercemesi
ve Şerhi, Kahraman Yayınları: 3/102-104
[98] Abbâs bin Sehl bin Sa'd
es-Sâidi (R.A.), Ebû Hüreyre (R.A.)'den ve Ebû Üseyd, Ebû Hümeyd, îbn-i Zübeyr
ve başkalarından rivayet etmiştir. Kendisinden de el-Alâ' bin Abdirrahman,
Muhammed bin îshak ve bir cemâat rivayet etmiştir îbn-i Muin ve Nesâi onu sıka
saymışlardır. El-Takrîb'de de dördüncü tabakadan s*ka bir râvl olduğu
söylenmiştir. tTm-i Sâd da hadisi az olan sıka bir rftvi olduğunu söylemdir.
Ebû Dâvûd. Tînnal ve Ibn-i Mâceh onun nvayeUm almışlardır. (El-Menhel Cild : 5,
Sah. 137)
[99] Sünen-i İbni Mace Tercemesi
ve Şerhi, Kahraman Yayınları: 3/104-106
[100] Sünen-i İbni Mace Tercemesi
ve Şerhi, Kahraman Yayınları: 3/106-107
[101] Zevâid'de isnadı sahihtir,
ricali Buhârî ve Müslim'in ricalidir. Fakat Dârekutnl bu hadîsi mevkufla malûl
sayarak: Abdü'-lVehhâb'dan başkası bunu Hümeyd'den merfu' olarak rivayet
etmemiştir. Doğrusu şudur ki : Hadiste yapılan el kaldırma işi, Enes (R.A.)'in
fiilidir, demiştir. İbn-i Huzeyme ve İbn-i Hib-ban bu hadisi kendi sahihlerinde
rivayet etmişlerdir, denilmiştir.
[102] Sünen-i İbni Mace Tercemesi
ve Şerhi, Kahraman Yayınları: 3/107-109
[103] Ebü'z-ZÜbeyr el-Mekki'nin adı, Muhammed bin Müslim bin Tedrüs
el-Esedi'dİr. Hadîs imamlanndandır. sıkadır. Câbir bin Abdillah, İbn-i Abbas,
Âişe, Abdullah bin Itmı ve İbn-i Ömer (R.A.)'den tedlis yapar. Kavileri Eyyûb,
iki Süf-yan. Mâlik ve bir çok aattır. Şeyhlerinden Atâ' da Nesâi de kendisinden
rivayet etmiştir. İbn-i Muin, Nesâi.ve Îbn-İ Adiyy, Onu sıka saymışlardır.
Pakat Ebû Hâ-tem ve Ebü'z-Zür'a : Onun rivâyetleriyle hüccet getirilmez,
demişlerdir. İbnü'1-Me-denî'nin dediğine göre hicretin 128. yılı vefat
etmiştir. Buhar! ve Müslim, birer hadisini rivayet etmişlerdir. (El-Hulâsa
: Sahife : 358)
[104] îbrâhim bin Tahmân bin Şuayb el-Herevî, önce
Nlsâbur'da, sonra Mekke'de İkamet etmiş ve hicretin 168. yılı Orada vefat
etmiştir. Büyük âlimlerdendi. Âdem bin Ali, Semmâk bin Harb, Muhammed bin
Zİyad, EbÜ'z-Zübeyr, Mansur (R.A.) ve bir cemaattan rivayet etmiş; kendisinden de Ebû Hanife, Safvan bin
Süleyman, Yahya b. Eb! Kesir, Muhammed bin Sabık, İbnü'I-Mübârek ve bir çok
kimse rivayette bulunmuştur. Ahmed, Ebû Dâvûd, Ebû Hatem ve Salih bin Muhammed,
Onu sıka saymışlardır. Ahmed: O, Cehmiye
mezhebine şiddetle çatan Mürciye mezhebine mensub bir kimse idi, demiştir.
Mürciyeiikten döndüğü de söylenmiştir. (Hulasa: SW : 18).
[105] Sünen-i İbni Mace Tercemesi
ve Şerhi, Kahraman Yayınları: 3/109-110
[106] AH bin Şeyban el-Yemaml
sahabldir. Birkaç hadisi vardır. Ravisl. oğlu Abdurrahman'dır. Ebû D&vûd ve
tbn-i Mftceh hadîslerini almışlar. Buharl de el-Edebül-Müfred'de rivayetlerini
almıştır. Oğlu Abdurrahman'dan başka ravisi yoktur. (Hulasa Shf : 274)
[107] Zevâİd'de : Bu hadîsin
isnadı sahih olup. ricali sikalardır, tbn-i Hu-zeyme ve îbn-i Hibbân, bu hadisi
kendi sahihlerinde rivayet etmişlerdir, denilmiştir.
Sünen-i İbni Mace Tercemesi ve Şerhi, Kahraman
Yayınları: 3/110-112
[108] Vâbısa bin Mâ'bed bin Utbe
bin el-Hâris bin Mâlik el-Esedi Ebû Salim veya Ebü'ş-Şâ'sa'dır. Peygamber
(S.A.V.)'den, tbn-i Mes'ud (R.A,)'dan ve Ümmü Kays'tan rivayette bulunmuştur.
Kendisinden de Şalim ve Ömer adlı İki oğlu ile Şeddad Mevlâ lyaz, Râşid bin
Sa'd. Ziyâd bin Ebİ>Ca'd ve başkaları rivayette bulunmuşlardır. (El-Menhel
Cİld 5, Sahife 73)
[109] Sünen-i İbni Mace Tercemesi
ve Şerhi, Kahraman Yayınları: 3/112-115
[110] Sünen-i İbni Mace Tercemesi
ve Şerhi, Kahraman Yayınları: 3/115
[111] Sünen-i İbni Mace Tercemesi
ve Şerhi, Kahraman Yayınları: 3/116-117
[112] Sünen-i İbni Mace Tercemesi
ve Şerhi, Kahraman Yayınları: 3/117-119
[113] Sünen-i İbni Mace Tercemesi
ve Şerhi, Kahraman Yayınları: 3/119-124
[114] Arefe'ye yakın bir yerin
adıdır.
[115] Sünen-i İbni Mace Tercemesi
ve Şerhi, Kahraman Yayınları: 3/124-125
[116] Abdullah bin Akram el-Huzâi
Ebû Ma'bed sahâbidir. Bir hadisi vardır. Râvisi. oğlu Ubeydullah'tır. Tirmizi,
hadisinin hasen olduğunu söylemiştir. Tirmizl, Nesâl ve îbn-i Maceh onun
hadisini rivayet etmişlerdir. (Hulâsa : 191)
Ubeydullah bin Abdillah bin Akram el-Huzâi
el-Hicazl, babasından rivayet et mistir. Kendisinden de Dâvûd bin Kays rivayet
etmiştir. Nesâl Onu sıka saymıştır. Tirmizl, Nesâl ve îbn-i M&ceh, Onun
hadisini rivayet etmişlerdir. (Hulâsa : 251)
[117] Sünen-i İbni Mace Tercemesi
ve Şerhi, Kahraman Yayınları: 3/126-127
[118] Sünen-i İbni Mace Tercemesi
ve Şerhi, Kahraman Yayınları: 3/127-129
[119] Ahmer bin Şihâb bin Cezi bm
Su'lebe bin leyd bin Mâlik bin Sinan sa-hâbidir. Râvisi Hasan-ı Basrî'dir. Ebû
DAvûd ve İbn-İ Uâceh, Onun rivayetini almışlardır. (El-Menhel Cild : 5. Sahife
: 3H>)
[120] Sünen-i İbni Mace Tercemesi
ve Şerhi, Kahraman Yayınları: 3/129-133
[121] Sünen-i İbni Mace Tercemesi
ve Şerhi, Kahraman Yayınları: 3/133
[122] El-Hakka 52
[123] El-Alâ 1
[124] Sünen-i İbni Mace Tercemesi
ve Şerhi, Kahraman Yayınları: 3/133
[125] Sünen-i İbni Mace Tercemesi
ve Şerhi, Kahraman Yayınları: 3/134-136
[126] Sünen-i İbni Mace Tercemesi
ve Şerhi, Kahraman Yayınları: 3/136
[127] Sünen-i İbni Mace Tercemesi
ve Şerhi, Kahraman Yayınları: 3/137-139
[128] Avn'ın sıka olduğu, Ahmed,
ttm-İ Muin, Nesâİ ve îcli tarafından bildirilmiştir. Buhari hariç, Kütüb-i
Sitte'de rivayetleri vardır.
[129] Sünen-i İbni Mace Tercemesi
ve Şerhi, Kahraman Yayınları: 3/139-140
[130] Mezheblerin görüşleri
el-Fıkh Ala'l-Mezahibi'I-Arbaa'nuı 'Namazın sünnetleri bahai'nden alınmıştır.
Sünen-i İbni Mace Tercemesi ve Şerhi, Kahraman
Yayınları: 3/140
[131] Sünen-i İbni Mace Tercemesi
ve Şerhi, Kahraman Yayınları: 3/140
[132] Sünen-i İbni Mace Tercemesi
ve Şerhi, Kahraman Yayınları: 3/141
[133] Sünen-i İbni Mace Tercemesi
ve Şerhi, Kahraman Yayınları: 3/141-142
[134] Sünen-i İbni Mace Tercemesi
ve Şerhi, Kahraman Yayınları: 3/142-143
[135] Sünen-i İbni Mace Tercemesi
ve Şerhi, Kahraman Yayınları: 3/143-148
[136] Sünen-i İbni Mace Tercemesi
ve Şerhi, Kahraman Yayınları: 3/148-149
[137] Sünen-i İbni Mace Tercemesi
ve Şerhi, Kahraman Yayınları: 3/149-150
[138] Sünen-i İbni Mace Tercemesi
ve Şerhi, Kahraman Yayınları: 3/150-152
[139] Sünen-i İbni Mace Tercemesi
ve Şerhi, Kahraman Yayınları: 3/152-153
[140] Sünen-i İbni Mace Tercemesi
ve Şerhi, Kahraman Yayınları: 3/153-156
[141] Sünen-i İbni Mace Tercemesi
ve Şerhi, Kahraman Yayınları: 3/156
[142] Sünen-i İbni Mace Tercemesi
ve Şerhi, Kahraman Yayınları: 3/156-157
[143] Sünen-i İbni Mace Tercemesi
ve Şerhi, Kahraman Yayınları: 3/157-158
[144] Nûr Sûresi 61. âyet
[145] Sünen-i İbni Mace Tercemesi
ve Şerhi, Kahraman Yayınları: 3/158-161
[146] Sünen-i İbni Mace Tercemesi
ve Şerhi, Kahraman Yayınları: 3/161-162
[147] Sünen-i İbni Mace Tercemesi
ve Şerhi, Kahraman Yayınları: 3/162-163
[148] Abdurrahman Bin Ebi Leylâ 25
nolu hadîste geçmiştir.
[149] Ka'b bin Ucre 111 nolu
hadiste geçmiştir.
[150] Sünen-i İbni Mace Tercemesi
ve Şerhi, Kahraman Yayınları: 3/163-164
[151] Sünen-i İbni Mace Tercemesi
ve Şerhi, Kahraman Yayınları: 3/164-166
[152] Sünen-i İbni Mace Tercemesi
ve Şerhi, Kahraman Yayınları: 3/166-167
[153] Ahzab sûresi 56. &yet
[154] Sünen-i İbni Mace Tercemesi
ve Şerhi, Kahraman Yayınları: 3/167-169
[155] Bakara: 183
[156] Nisa* : 163
[157] Kassas : 77
[158] Âli İmrân :
33
[159] Sünen-i İbni Mace Tercemesi
ve Şerhi, Kahraman Yayınları: 3/169-171
[160] Sünen-i İbni Mace Tercemesi
ve Şerhi, Kahraman Yayınları: 3/172-173
[161] Âmir bin Rabia bin Ka'b bin
Mâlik el-Anzî Ebû Abdillah, ilk muhacir terdendi. Habeşistan'a da hicret
etmişti. Bedir ve diğer savaşlara katılmıştı. Peygamber (A.S.)'den ve Ebû
Bekir (R.A.) İle Ömer (R.A.)'den rivayet etmiştir. Kendisinden de îbn-i
Zübeyr, îbn-i Ömer ve başkaları rivayet etmiştir. Hz. Ömer (E.A. >
Câbİ'ye gittiğinde Onun sancaktarhğını
yapmıştır. Hz. Osman (R.A > da hacca' gittiği zaman. Onu Medine'de vekil
bırakmıştı. Hicretin 32. veya 34. yılında vefat etmiştir. (El-Menhel. CUd : 6,
Sahife : 186)
[162] Sünen-i İbni Mace Tercemesi
ve Şerhi, Kahraman Yayınları: 3/173-176
[163] Sünen-i İbni Mace Tercemesi
ve Şerhi, Kahraman Yayınları: 3/176
[164] Sünen-i İbni Mace Tercemesi
ve Şerhi, Kahraman Yayınları: 3/176-177
[165] Sünen-i İbni Mace Tercemesi
ve Şerhi, Kahraman Yayınları: 3/177-178
[166] Sünen-i İbni Mace Tercemesi
ve Şerhi, Kahraman Yayınları: 3/179
[167] Al-İ İmrân : 8
[168] Sünen-i İbni Mace Tercemesi
ve Şerhi, Kahraman Yayınları: 3/179-180
[169] Nümeyr bin Ebi Nümeyr
el-Huzâi Ebû Mâlik, Ezd kabilesinin Huzâa koluna mensup olduğu için ona
el-Huzâi denmiştir. Sahâbidir. Peygamber (S.A.V.V-den bu hadisi rivayet
etmiştir. El-Bağavt*nin dediğine göre bundan başka, rivayet olunan hadisi
yoktur. Ravisi ise oğlu Maliktir. Et-Takrtb'te beyan edildiğine göre Malik,
makbul olup 4'üncü tabakadandır. (El-Menhel, clld : 6, sahife : 106)
[170] Sünen-i İbni Mace Tercemesi
ve Şerhi, Kahraman Yayınları: 3/180-182
[171] Sünen-i İbni Mace Tercemesi
ve Şerhi, Kahraman Yayınları: 3/182-184
[172] Sünen-i İbni Mace Tercemesi
ve Şerhi, Kahraman Yayınları: 3/184
[173] Sünen-i İbni Mace Tercemesi
ve Şerhi, Kahraman Yayınları: 3/184-186
[174] Sünen-i İbni Mace Tercemesi
ve Şerhi, Kahraman Yayınları: 3/186-188
[175] Sünen-i İbni Mace Tercemesi
ve Şerhi, Kahraman Yayınları: 3/188-189
[176] Hal tercemesi 688 nolu hadis
bahsinde geçmiştir
[177] Sünen-i İbni Mace Tercemesi
ve Şerhi, Kahraman Yayınları: 3/189-190
[178] Sünen-i İbni Mace Tercemesi
ve Şerhi, Kahraman Yayınları: 3/190-191
[179] Sünen-i İbni Mace Tercemesi
ve Şerhi, Kahraman Yayınları: 3/191-192
[180] Sünen-i İbni Mace Tercemesi
ve Şerhi, Kahraman Yayınları: 3/192-193
[181] Sünen-i İbni Mace Tercemesi
ve Şerhi, Kahraman Yayınları: 3/194
[182] Sünen-i İbni Mace Tercemesi
ve Şerhi, Kahraman Yayınları: 3/194-196
[183] Sünen-i İbni Mace Tercemesi
ve Şerhi, Kahraman Yayınları: 3/196
[184] Sünen-i İbni Mace Tercemesi
ve Şerhi, Kahraman Yayınları: 3/196-197
[185] Sünen-i İbni Mace Tercemesi
ve Şerhi, Kahraman Yayınları: 3/197-198
[186] Sünen-i İbni Mace Tercemesi
ve Şerhi, Kahraman Yayınları: 3/198
[187] Sünen-i İbni Mace Tercemesi
ve Şerhi, Kahraman Yayınları: 3/198-200
[188] Sünen-i İbni Mace Tercemesi
ve Şerhi, Kahraman Yayınları: 3/200
[189] Sünen-i İbni Mace Tercemesi
ve Şerhi, Kahraman Yayınları: 3/200-201
[190] Sünen-i İbni Mace Tercemesi
ve Şerhi, Kahraman Yayınları: 3/201-205
[191] Sünen-i İbni Mace Tercemesi
ve Şerhi, Kahraman Yayınları: 3/205-206
[192] Sünen-i İbni Mace Tercemesi
ve Şerhi, Kahraman Yayınları: 3/206-207
[193] Sünen-i İbni Mace Tercemesi
ve Şerhi, Kahraman Yayınları: 3/207
[194] Sünen-i İbni Mace Tercemesi
ve Şerhi, Kahraman Yayınları: 3/207-208
[195] Zevâid'de bu hadîsin
senedindeki râvüer sikalardır. Müslim, Amr bin Şuayb'ın babası (Şuayb)
aracılığıyla dedesi (Abdullah bin Amr)'den olan rivâyetiy-le delil getirmiştir.
Bu nedenle bu isnad Müslim'in yanında sahihtir, denmiştir.
[196] Sünen-i İbni Mace Tercemesi
ve Şerhi, Kahraman Yayınları: 3/209-210
[197] Sünen-i İbni Mace Tercemesi
ve Şerhi, Kahraman Yayınları: 3/210-211
[198] Sünen-i İbni Mace Tercemesi
ve Şerhi, Kahraman Yayınları: 3/211-212
[199] Sünen-i İbni Mace Tercemesi
ve Şerhi, Kahraman Yayınları: 3/212-213
[200] Sünen-i İbni Mace Tercemesi
ve Şerhi, Kahraman Yayınları: 3/213-215
[201] Adi Âmir bin
Üsâme bin Umeyr bin Âmir
el-Hüzeli el-Basrî'dir. Hz. Aise, tbn-İ Âbbas, İbn-i Ömer. Enes,
Câbir bin Abdillah (Radıyallâhü anhüm)'den ve başkalarından rivayet etmiştir.
Kendisinden de Hâlid el-Hazzâ', Ebû Kılâbe, Salim bin ebi'1-Cad ve çok kimse
rivayet etmiştir. Ebû Zur'a, onu sıka saymıştır. Kü-tüb-i Sitte sahibleri onun
rivayetlerini almışlardır. Hicrî 112. yılı vefat ettiği söylenmiştir.
(El-Menhel cüd 1, sahife : 207)
[202] Hudeybiye, Mekke'ye bir ve Medine'ye dokuz
konak mesafede bir köydür. Harem-i Şerif bölgesinden sayılır. Hicretin 6. yılı
Peygamber (S.A.V.) ile Mekke müşrikleri arasında akdedilen meşhur Hudeybiye
andlaşması burada yapılmıştır. Hadiste geçen «Hudeybiye günü» ifadesi ile o
gün kasdedilmiştir.
[203] Sünen-i İbni Mace Tercemesi
ve Şerhi, Kahraman Yayınları: 3/216
[204] Sünen-i İbni Mace Tercemesi
ve Şerhi, Kahraman Yayınları: 3/216-218
[205] Sünen-i İbni Mace Tercemesi
ve Şerhi, Kahraman Yayınları: 3/218-219
[206] Sünen-i İbni Mace Tercemesi
ve Şerhi, Kahraman Yayınları: 3/219-221
[207] Sünen-i İbni Mace Tercemesi
ve Şerhi, Kahraman Yayınları: 3/221-222
[208] Sünen-i İbni Mace Tercemesi
ve Şerhi, Kahraman Yayınları: 3/222
[209] Sünen-i İbni Mace Tercemesi
ve Şerhi, Kahraman Yayınları: 3/222-223
[210] Sünen-i İbni Mace Tercemesi
ve Şerhi, Kahraman Yayınları: 3/223-224
[211] Sünen-i İbni Mace Tercemesi
ve Şerhi, Kahraman Yayınları: 3/224
[212] Sünen-i İbni Mace Tercemesi
ve Şerhi, Kahraman Yayınları: 3/225
[213] Sünen-i İbni Mace Tercemesi
ve Şerhi, Kahraman Yayınları: 3/226
[214] Sünen-i İbni Mace Tercemesi
ve Şerhi, Kahraman Yayınları: 3/227
[215] Sünen-i İbni Mace Tercemesi
ve Şerhi, Kahraman Yayınları: 3/227-228
[216] Sünen-i İbni Mace Tercemesi
ve Şerhi, Kahraman Yayınları: 3/228-229
[217] Sünen-i İbni Mace Tercemesi
ve Şerhi, Kahraman Yayınları: 3/229-231
[218] Sünen-i İbni Mace Tercemesi
ve Şerhi, Kahraman Yayınları: 3/231-232
[219] Sünen-i İbni Mace Tercemesi
ve Şerhi, Kahraman Yayınları: 3/232
[220] Sünen-i İbni Mace Tercemesi
ve Şerhi, Kahraman Yayınları: 3/232-235
[221] Sünen-i İbni Mace Tercemesi
ve Şerhi, Kahraman Yayınları: 3/235
[222] Sünen-i İbni Mace Tercemesi
ve Şerhi, Kahraman Yayınları: 3/235-236
[223] Zevâid'de : Hadîsin isnadı
hakkında söylenti vardır. Çünkü bâzı âlimler, râvi Cemîl bin el-Hasen'i
yalanlamışlar, diğer bir kısım âlimler Onu sıka say mışlardır, denilmiştir.
[224] Sünen-i İbni Mace Tercemesi
ve Şerhi, Kahraman Yayınları: 3/236-237
[225] Sünen-i İbni Mace Tercemesi
ve Şerhi, Kahraman Yayınları: 3/238-239
[226] Sünen-i İbni Mace Tercemesi
ve Şerhi, Kahraman Yayınları: 3/239-240
[227] Sünen-i İbni Mace Tercemesi
ve Şerhi, Kahraman Yayınları: 3/240
[228] Sünen-i İbni Mace Tercemesi
ve Şerhi, Kahraman Yayınları: 3/240-241
[229] Sünen-i İbni Mace Tercemesi
ve Şerhi, Kahraman Yayınları: 3/241-244
[230] El-Uzzâ: Bir nevi put adı olduğu gibi şeytan anlamında
da kullanılır. Burada şeytan anlamı kasdedilmiştir.
[231] Sünen-i İbni Mace Tercemesi
ve Şerhi, Kahraman Yayınları: 3/244-245
[232] Sünen-i İbni Mace Tercemesi
ve Şerhi, Kahraman Yayınları: 3/245
[233] Sünen-i İbni Mace Tercemesi
ve Şerhi, Kahraman Yayınları: 3/245-246
[234] Sünen-i İbni Mace Tercemesi
ve Şerhi, Kahraman Yayınları: 3/246-247
[235] Sünen-i İbni Mace Tercemesi
ve Şerhi, Kahraman Yayınları: 3/247-248
[236] Sünen-i İbni Mace Tercemesi
ve Şerhi, Kahraman Yayınları: 3/248-249
[237] Zevâid'de : Bunun isnadı
hakkında söylenti vardır. Çünkü râvilerinden DârinVın meçhul olduğunu Zehebi
söylemiş, İbn-i Hibbân ise onu sikalar arasında zikretmiştir, denilmiştir.
[238] Sünen-i İbni Mace Tercemesi
ve Şerhi, Kahraman Yayınları: 3/249-250
[239] Sünen-i İbni Mace Tercemesi
ve Şerhi, Kahraman Yayınları: 3/251-254
[240] Sünen-i İbni Mace Tercemesi
ve Şerhi, Kahraman Yayınları: 3/254-255
[241] Sünen-i İbni Mace Tercemesi
ve Şerhi, Kahraman Yayınları: 3/255-256
[242] Sünen-i İbni Mace Tercemesi
ve Şerhi, Kahraman Yayınları: 3/256-257
[243] Hal tercemesi 111 nolu
hadîsin izahında geçmiştir.
[244] Sünen-i İbni Mace Tercemesi
ve Şerhi, Kahraman Yayınları: 3/257-258
[245] Sünen-i İbni Mace Tercemesi
ve Şerhi, Kahraman Yayınları: 3/258-259
[246] Sünen-i İbni Mace Tercemesi
ve Şerhi, Kahraman Yayınları: 3/259-260
[247] Sünen-i İbni Mace Tercemesi
ve Şerhi, Kahraman Yayınları: 3/260
[248] Sünen-i İbni Mace Tercemesi
ve Şerhi, Kahraman Yayınları: 3/260-261
[249] Sünen-i İbni Mace Tercemesi
ve Şerhi, Kahraman Yayınları: 3/262
[250] Sünen-i İbni Mace Tercemesi
ve Şerhi, Kahraman Yayınları: 3/262-263
[251] Sünen-i İbni Mace Tercemesi
ve Şerhi, Kahraman Yayınları: 3/263
[252] Sünen-i İbni Mace Tercemesi
ve Şerhi, Kahraman Yayınları: 3/263-264
[253] Sünen-i İbni Mace Tercemesi
ve Şerhi, Kahraman Yayınları: 3/264
[254] Sünen-i İbni Mace Tercemesi
ve Şerhi, Kahraman Yayınları: 3/265-266
[255] Sünen-i İbni Mace Tercemesi
ve Şerhi, Kahraman Yayınları: 3/266
[256] Sünen-i İbni Mace Tercemesi
ve Şerhi, Kahraman Yayınları: 3/266-267
[257] Sünen-i İbni Mace Tercemesi
ve Şerhi, Kahraman Yayınları: 3/267
[258] Sünen-i İbni Mace Tercemesi
ve Şerhi, Kahraman Yayınları: 3/267-268
[259] Sünen-i İbni Mace Tercemesi
ve Şerhi, Kahraman Yayınları: 3/268-269
[260] Sünen-i İbni Mace Tercemesi
ve Şerhi, Kahraman Yayınları: 3/269-270
[261] Sünen-i İbni Mace Tercemesi
ve Şerhi, Kahraman Yayınları: 3/270-271
[262] Sünen-i İbni Mace Tercemesi
ve Şerhi, Kahraman Yayınları: 3/271-272
[263] Sünen-i İbni Mace Tercemesi
ve Şerhi, Kahraman Yayınları: 3/272
[264] Bu zâtın hâl tercemesi 859
nolu hadisin izahında geçmiştir.
[265] Sünen-i İbni Mace Tercemesi
ve Şerhi, Kahraman Yayınları: 3/272-273
[266] Sünen-i İbni Mace Tercemesi
ve Şerhi, Kahraman Yayınları: 3/273
[267] Bu zâtın hal tercemesi 668
nolu hadisin İzahında geçmiştir.
[268] Sünen-i İbni Mace Tercemesi
ve Şerhi, Kahraman Yayınları: 3/274
[269] Sıka bir tabiidir. Adı
Seleme bin Dinar'dır. Zühd-ü takvası İle meşhurdur. Sehl (R.A.)'den başka. Ata
bin Ebi Rabâh, Said bin el-Müseyyeb ve başka zatlardan da rivayet etmiştir.
Zühri ve Mâlik dâhil bir çok râvisi vardır. KütÜb-i Süte sahiplfrt onun
rivayetlerini almışlardır. H. 135'te vefat ettiği söylenmiştir. (EI-Menhel '-:id 1. sah. 147)
[270] Bu zâtın hal tercemesi 164 nolu hadisin
izahında geçmiştir.
[271] Sünen-i İbni Mace Tercemesi
ve Şerhi, Kahraman Yayınları: 3/274-276
[272] Bu hâtûn Sahâbîdir. Bu
hadîsi Peygamber (S-A.V.)'den rivayet etmiştir. Hâvileri de Akile ve Ümmü
Dâvûd el-Vâbişiyys^dir. Ebû Dâvûd ve müellifimiz onun rivayetini almışlardır.
(El-Menhel cild 4, Sah. 295)
[273] Sünen-i İbni Mace Tercemesi
ve Şerhi, Kahraman Yayınları: 3/277
[274] Sünen-i İbni Mace Tercemesi
ve Şerhi, Kahraman Yayınları: 3/277-278
[275] Sünen-i İbni Mace Tercemesi
ve Şerhi, Kahraman Yayınları: 3/278-279
[276] Adı belirtilmemiştir.
Bazıları. Hazm b. Ebi KâTj'dır, demiştir.
[277] Sünen-i İbni Mace Tercemesi
ve Şerhi, Kahraman Yayınları: 3/279-280
[278] Sünen-i İbni Mace Tercemesi
ve Şerhi, Kahraman Yayınları: 3/280
[279] Sünen-i İbni Mace Tercemesi
ve Şerhi, Kahraman Yayınları: 3/281
[280] Sünen-i İbni Mace Tercemesi
ve Şerhi, Kahraman Yayınları: 3/281
[281] Sünen-i İbni Mace Tercemesi
ve Şerhi, Kahraman Yayınları: 3/281-282
[282] Hal tercemest 714 nolu
hadisin izahında geçmiştir.
[283] Sünen-i İbni Mace Tercemesi
ve Şerhi, Kahraman Yayınları: 3/282-283
[284] Sünen-i İbni Mace Tercemesi
ve Şerhi, Kahraman Yayınları: 3/283-284
[285] Sünen-i İbni Mace Tercemesi
ve Şerhi, Kahraman Yayınları: 3/284-285
[286] Sünen-i İbni Mace Tercemesi
ve Şerhi, Kahraman Yayınları: 3/285
[287] Zevâid'de şöyle denmiştir:
«Osman bin Ebi'l-As (R.A.)'ın bu hadisine âit isnad aleyhinde konuşulmuştur.
El-Mizzi et-Tehzîb'te : El-Hasan'ın Osman'dan hadis işitmediği söylenmiş,
demiştir. İbn-i Main ve İbn-i Sa'd, senedin diğer râvilerinden Muhammed bin
Abdİllah bin Ulâsa'nın sıka olduğunu söylemişler ise de, Dârekutni onu zayıf
saymış, el-Ezdî onun yalancı olduğunu söylemiş ve İbn<i Hibbân : O, mevzii
hadîsleri sikalardan rivayet eder. Tenkitten başka bir şey için onu anmak
muhtemel değildir, dfmiştir. Senedin kalan râvileri sıkadır.»
[288] Sünen-i İbni Mace Tercemesi
ve Şerhi, Kahraman Yayınları: 3/285
[289] Sünen-i İbni Mace Tercemesi
ve Şerhi, Kahraman Yayınları: 3/285-287
[290] Sünen-i İbni Mace Tercemesi
ve Şerhi, Kahraman Yayınları: 3/287
[291] Sünen-i İbni Mace Tercemesi
ve Şerhi, Kahraman Yayınları: 3/287-288
[292] Sünen-i İbni Mace Tercemesi
ve Şerhi, Kahraman Yayınları: 3/288
[293] Sünen-i İbni Mace Tercemesi
ve Şerhi, Kahraman Yayınları: 3/289
[294] Hal tercemest 112 nolu hadis
bahsinde geçmiştir.
[295] Sünen-i İbni Mace Tercemesi
ve Şerhi, Kahraman Yayınları: 3/289
[296] Sünen-i İbni Mace Tercemesi
ve Şerhi, Kahraman Yayınları: 3/289-290
[297] Sünen-i İbni Mace Tercemesi
ve Şerhi, Kahraman Yayınları: 3/290-291