51 - Ön Saffın Fazileti Babı 7

52 - Kadınların (Namazdaki) Saffları Babı 7

53 - Sütunlar Arasında Saff (Olup) Da Namaz Kılmak Bâbı 8

Fıkıhçıların Bu Konudaki Görüşleri 8

54 - Saffın Arkasında Yalnız Bir Kişinin Namaza Durması Babı 9

Saffta Boş Yer Bulamıyan Kişî Hakkındaki Âlimlerin İhtilâfı 10

55 - Saffın Sağ (Kısmı) Nın Fazileti Babı 10

56 - Kıble Babı 11

57 - Kim Mescide Girerse Namaz Kılmadıkça Oturmasın, Babı 15

Tahiyyetüt-Mescid Kılınmadan Oturulunca Kaçırılmış Oluyor Mu?. 15

Mescide Bir Kaç Defa Girip Çıkan İçin, Her Girişte Bu Namazı Kılmak Meşru Mudur?. 16

58 - Sarımsak Yiyen Kimse Mescide Yaklaşmasınbabı 16

59 - Namazda İken Kendisine Selâm Verilen Kişî Nasıl Selâm Alır Babı 17

Namaz Kılanın Selâm Alması 18

60 - Bilmiyerek Kıbleden Başka Bir Yöne Doğru Namaz Kılanın Babı 18

61 - Namaz İçindeyken Tükürenin Babı 19

62 - namazda  (secde yerindeki) çakıllara el sürmek babı 20

63 - Humre (Küçük Hasır)  Üzerinde Namaz Kılmak Babı 21

64 - Sıcakta Ve Soğukta Elbise Üzerinde Secde Etmek Babı 22

65 -  (İkaz İçin)   Namazda Sübhanallah Demek Erkeklere, El Çırpmak Da Kadınlara Uygundur, Babı 23

Namazdaki Uyarı Hakkında Âlimlerden : 24

66 - Ayakkabılarla Namaz Kılmak Babı 25

67 - Namazda Saç Ve Elbiseyi Toplamak Bâbı 25

68 - Namazda Huşu Babı 26

69 - Bir Tek Elbise İçinde Namaz Kılmak Babı 28

70 - Kur'an(dakî Tilavet) Secdesi Babı 29

71 - Kuran Secdeleri Sayısı 30

Kur'an'daki Secde Âyetlerinin Sayısı Hakkındaki Âlimlerin Kavilleri 32

Hangi Namazda Secde Âyeti Okununca Tilâvet Secdesi Yapılır?. 32

Tilâvet Secdesinin Hükmü. 33

Secde Âyetini İşitenin Hükmü. 33

72 - Namazı Tam Kılmanın   (Beyânı)   Babı 33

73 - Yolculukta Namazı Kısaltmak Babı 36

74 - Yolculukta İki Farz Namazı Beraber Kılmak Babı 38

Seferde Cemi Salât Hakkında Âlimlerin Görüşleri 39

75 - Yolculukta  (Farza  Bağli» Sünnetleri Kılmak Babı 39

76 - Yolcu, Bir Şehirde İkamet Ettiği Zaman Kaç Gün Namazını Kısaltır? Bâbı?. 41

Bir Yerde İkâmet Eden Yolcunun Kaç Gün Kasır Yapacağı Hususunda Âlimlerin Görüşleri 43

77 - Namazı Terkeden Hakkında Gelen (Hadîsler) Babı 43

78 - Cuma (Namazı) Nın Farziyeti Hakkındaki Bâbı 44

Cuma Namazının Sıhhati İçin Kaç Kişilik Cemâat Gerekir?. 46

79 - Cuma Gününün Fazileti Babı 47

80 - Cuma Günü Guslü Hakkında Gelen (Hadisler)  Babı 50

81- Cuma Guslünü Yapmamak Hakkındaki Ruhsata Ait Gelen Hadîsler Babı 52

82 - Cuma Namazına Tehcir (Erken Gitmek) Hakkında Gelen   (Hadisler)  Babı 52

83 - Cuma Günü Süslenmek Hakkında Gelen (Hadisler) Babı 54

84 - Cuma (Namazı) Vakti Hakkında Gelen (Hadîsler) Babı 55

85 - Cuma Günü Hutbesi Hakkında Gelen (Hadîsler)  Babı 57

Peygamber (Sallallahü Aleyhi Ve Sellemj'in Minberi 59

86 - Hutbeyi Dinlemek Ve Onun İçin Susmak Hakkında Gelen (Hadîsler) Babı 60

87 - İmam Hutbe Okurken Mescide Giren Hakkında Gelen   (Hadîsler)  Babı 61

88 - Cuma Günü Cemâatin Üstünden Atlamaktan Nehiy Hakkında Gelen  (Hadisler) Babı 62

89 - İmam Minberden İndikten Sonra Konuşmak Hakkında Gelen(Hadisler)  Babı 63

90 - Cuma Namazındaki Kıraat Hakkında gelen   (Hadîsler)   Babı 64

91 - Cuma Namazından (Yalnız) Bir Rekate Yetişen Hakkında Gelen (Hadîsler)   Babı 65

Cuma Namazının Bîr Rekatine Yetişen Hakkındaki Âlimlerin Görüşleri 66

Cuma Namazının Bir Rek1 Atinden Daha Bir Miktarına Yetişen Nasıl Niyet Eder?. 66

92 - Cuma Namazına Ne Kadar Mesafeden Gelineceğine Dair Varid Olan Hadîs Babı 66

93 - Özürsüz Olarak Cuma Namazını Terkeden Hakkındaki Bâb. 67

94 - Cuma Farzından Önce (Kılınacak/ Namaz Hakkında Gelen  (Hadîs)  Babı 68

95 - Cuma Farzından Sonra  (Kılınacak) Namaz Hakkında Gelen (Hadisler)  Babı 69

Zuhr-İ Âhir Kılmak Meselesi 70

96 - Cuma Günü Namazdan Önce Halka Halinde Oturmak Ve İmam Hutbe Okurken İhtibâ Biçiminde Oturmak Hakkında Gelen  (Hadîsler) Babı 71

97 - Cuma Günü Ezan Hakkında Gelen   (Hadis)  Babı 72

98 - İmam Hutbe Okurken Cemâatin Ona Yönelmesi Hakkında Gelen (Hadîsler) Babı 73

99 - Cuma Gününde (Duanın Makbul Olduğu) Umulan Belirli Saat Hakkında Gelen   (Hadîsler)   Babı 74

100 - On İki Rek'at Sünnet Hakkında Gelen (Hadîsler) Babı 76

Farza Bağu Sünnet Namaz Hakkında Dört Mezhebin Görüşleri 77

101 - Sabah Farzından Önceki İki Rekat (Sünnet) Hakkında Gelen (Hadîsler) Babı 77

102 - Sabah Farzından Önceki İki Rek'atte Okunan (Sûreler) Hakkında Gelen (Hadîsler) Babı 78

103 - Namaz İçin İkamete Başlanacağı Zaman Farzdan Başka Namaz Kılınamaz1 Hakkında Gelen Hadîsler Babı 79

104 - Sabah Farzından Önceki İki Rekat (Sünnet) 1 Kaçıran Kimsenin Bunu Ne Zaman Kaza Edeceğine Dâir Gelen (Hadîsler)   Babı 81

105 - Öğle (Namazı) Farzından Öncekî Dört Rekat (Namaz) Hakkında Gelen Hadîsler Babı 81

106 - Öğleden Önceki Dört Rekatı Kaçıran Hakkındaki Bab. 82

107 - Öğle Farzından Sonraki İki Rekatı Kaçıran Hakkında Bir Bâb. 83

108 - Öğle Farzından Önce Dört, Sonra Da Dört (Rek'at)  Kılan Hakkında Gelen  (Hadîs)  Babı 84

109 - Gündüz Kılınması Müstehap Olan Sünnet Hakkında Gelen  (Hadisler)   Babı 85

110 - akşam farzından önceki iki rek'at hakkında gelen hadîsler babı 86

111 - Akşam Farzından Sonraki İki Rekat Hakkında Gelen  (Hadîsler)  Babı 87

112 - Akşam Farzından Sonraki İki Rekat (Sünnet) Te   (Fâtiha'dan Sonra) Okunan (Sûreler) Babı 87

113 - Akşam Farzından Sonraki Altı Rekat (Sünnet) Hakkında Gelen (Hadîs) Babı 88

114 - Vitir (Namazı) Hakkında Gelen (Hadîsler)  Babı 88

115 - Vitir Namazında (Fâtîha'dan Sonra) Okunan Sûreler Hakkında Gelen (Hadisler)  Babı 89

116 - Vitir Namazını Bir Rekat Olarak Kılmak Hakkında Gelen Hadisler Babı 90

117 - Vitir Namazındaki Kunût (Duası) Hakkında Gelen Hadîsler Babı 92

Kunût Hakkındaki Dört Mezhebin Görüşleri 93

118 - Kunutta Ellerini Kaldırmayanın (Beyânı)  Babı 94

119 - Dua Ederken Ellerini Kaldıran Ve (Sonunda) Ellerini Yüzüne Sürenin Babı 94

Hadîslerin Arasını Bulmak. 95

Kunutta El Kaldırıp Kaldırmamak Hususundaki Âlimlerin Görüşleri 95

120 - Rükû'dan Önce Ve Sonra Kunut Okumak Hakkında Gelen  (Hadîsler)   Babı 96

121 - Gecenin Sonunda Vitir   (Namazını) Kılmak Hakkında Gelen (Hadîsler)  Babı 96

122 - Vitir Kılmadan Üyuyakalan Veya Unutanın Babı 97

Vaktinde Kılınmayan Vitir Ne Zaman Kaza Edilir ?. 97

123 - Üç, Beş, Yedi Ve Dokuz Rekat Olarak Vitir (Namazını)  Kılmak Hakkında Gelen  (Hadîsler)  Babı 98

124 - Yolculukta Vitir Kılmak Hakkında Gelen (Hadisler)  Babı 100

125 - Vitirden Sonra Oturarak İki Rek'at (Namaz)  Kılmak Hakkında Gelen  (Hadîsler)  Babı 101

126 - Vitirden Sonra Ve Sabah Sünnetinden Sonra (Sag) Yan Üstünde Yatmak Hakkında Gelen  (Hadîsler)  Babı 102

127 - Binek Devesi Üzerinde Vitir Namazı Kılmak Hakkında Gelen (Hadîsler) Babı 103

Hayvan Üstünde Sünnet Kılmak. 104

Hayvan Sırtında Farz Kılmak. 104

128 - Gecenin Evvelinde Vitir Kılmak Hakkında Gelen Hadisler Bâbı 104

129 - Namazda Sehiv Etmek (Unutmak) Babı 105

130 - Öğle Namazını Sehven Beş Rekat Kılanın Babı 106

131 - İkinci Rekatten (Sonra Teşehhüde Oturmadan) Sehven Kalkan Kişi Hakkında Gelen Hadîs Babı 107

132 - Namazın (Rek'at Sayısın)Da Şek (= Tereddüt) Edip Şüphesiz Bildiği (Rekat Adedi)Ne Dönen Kişi 108

Hakkında Gelen (Hadîsler) Babı 108

 


51 - Ön Saffın Fazileti Babı

 

996) İrbâd bin Sâriye[1] (Radtyallâkü anh)'âen: Şöyle demiştir: Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) ön saff (tâ ki cemâat) İçin üç defa ve ikinci saff (takiler) için bir defa İstiğfar ederdi." [2]

 

İzahı

 

Bu  hadîsi    Nesâi:= -Resûlullah (Salİallahü Aleyhi ve Sellem) birinci saff (takı cemâat)'a üç defa ve ikinci saff (takiler) e bir defa salevât ederdi» cümlesi ile rivayet et­miştir.

İstiğfarı Günahların bağışlanmasını dilemektir.

Salâvat t Salât'ın çoğuludur. Bu kelime çeşitli mânâlara gelir. Al­lah'ın salât etmesi, rahmet etmesidir. Meleklerin salât etmesi, mağ­firet için duâ etmesidir. İnsanların salât etmesi, istiğfar ve rahmet dilemesidir.

Burada Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) in salâtından maksat, cemâatin günahlarının bağışlanması ve ilâhi rahmete ka­vuşması için duâ buyurmasıdır.

Hâl bu olunca iki ifâde tarzının mânâsı aynıdır.

Hadis ilk sat fin faziletini beyan eder. tik saffta duranlar ima­mın sesini daha iyi duyarlar, iftitah tekbirini imamın hemen aka­binde getirirler, imamla beraber âmin, derler, imamın hareketleri­ni rahatça izlerler, iznim yanılır veya kırâatmda tutulursa yardım­cı olurlar, imamın bir özür dolayısıyla namazdan çıkması  hâlinde onun yerine geçebilirler. Diğer safflarda duranlar bu faydaları ko­layca elde edemezler.

Ön safftan maksat, imamın hemen arkasındaki ilk safftır. Bâzı âlimlere göre bundan maksat, vakit namazını ilk cemaatla kılanlar-

dır. Bâzıları da bâzı rivâyetlerdeki; -İlk safflar» tâbirine bakarak, son safftan önceki saffların kast edildiğini söylemiş­lerdir.

 

997) Berâ' bin Azib (Radtyallâhü anh)\\w. Şöyle demiştir: Ben Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'den şöyle buyurdu­ğunu işittim:

Şübhesiz Allah ve melekleri ilk saff (takilere) salât ederler.[3]

 

998) Ebû Hüreyre  (Radtyallâhü a«AJ'den rivayet edildiğine göre: Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) şöyle buyurdu, demiştir:

«Eğer ilk saffta bulunan (hayır ve bereket) 'i buseydiler (bu saff* ta yer alabilmek için) kura atmak tahakkuk edecekti.»" [4]

 

İzahı

 

Buharı ve Müslim de bu hadîsi rivayet etmişlerdir. Buharı1 nin rivayeti daha uzundur. Onda ezan okumanın va­kit namazlarını ilk vakitte kılmanın ve sabah ile yatsı namazlarını cemaatla kılmanın faziletinden de bahis edilmektedir.

Hadîs ilk safta durmanın ne kadar hayır ve berekete vesile ol­duğunu işaret buyurur.    Ebü'ş-Şeyh'in   rivayetinde:

-Hayır ve bereketten» ilâvesi bulunduğu için ter-cemede parentez içinde bu ifâdeyi kaydettik.

 

999) Abdurrahman bin Avf (Radıyallâhü aw/r)'den rivayet edildiği­ne göre, ResûJullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellent) şöyle buyurdu, demiştir :

«Şüphesiz Allah ve melekleri ilk safftta duranlarla salât eder­ler.Bunun isnadının sahîh ve ricalinin sıka olduğu Zevâid'de bildirilmiştir. [5]

 

52 - Kadınların (Namazdaki) Saffları Babı

 

1000) Ebû Hüreyre  (Radtyaltâhü anh)'den  rivayet edildiğine göre. Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) şöyle buyurdu, demiştir:

«Kadınların şaftlarının en hayırlısı en gerideki saf fidir. Sevabı en az olanı da en öndeki saf fidir. Erkeklerin safflar inin en hayırlısı en öndeki saf fidir. Sevabı en az olanı da en gerideki saffıdır.."

 

1001) Câbir bin Abdillah (Radtyallâhü anhümâ)>dan rivayet edildi­ğine göre. Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) şöyle buyurdu, demiştir:

«Erkeklerin safflarimn en hayırlısı öndeki safftır, sevabı en az olanı da en geridekidir. Kadınlarının safflarının en hayırlısı en son saffıdır. Sevabı en az olanı da en öndeki saffıdır.»"

Not: Sindi demiştir ki bu hadîs Zevâid'türündendir. (Yâni Kütüb-i Sitte'-den yalnız bu sünende rivayet olunmuştur.) Zevâid adlı kitabtan da bu durum an­laşılmaktadır. Lâkin Zevâid yazarı bu hadîsin, senedinin hâlini açıklamamıştır. [6]

 

İzahı

 

Ebû Hüreyre (Radıyallâhü anhJ'den rivayet olunan ilk hadisi Müslim, Tirmizİ, Ebû Dâvûd, Nesâî ve B e y h a k î   de rivayet etmişlerdir.

Erkeklerin arkasında kadınlar bulunsun, bulunmasın sevabı eri çok olan saffı, imamın hemen arkasındakidir. Sevabı en az olanı da en gerideki saffıdır. Bundan önceki bâbta bu durum açıklanmıştır.

Kadınların safflarma gelince, eğer erkeklerle beraber namaz kı­larlarsa sevabı en çok olan kadın saffı en geridekidir. Çünkü erkek­lerden en uzak olanıdır. Sevabı en az olan kadın saffı ise en öndekidir. Çünkü erkeklerin saffına en yakın olanıdır.

Şayet kadınlar erkeklerle beraber değil de yalnız kendi araların­da cemâat olurlarsa sevabı en çok olanı ilk saff ve sevabı en az ola­nı da son saffıdır.

Şu halde, kadınların saffları ile ilgili hadisteki hüküm onların erkeklerle beraber cemâat olmaları hâline mahsustur. Sindi bu kavli naklettikten sonra: Hükmün umumî olması da muhtemeldir. Yâni erkekler beraber olsun olmasın kadınların safflarımn hükmü budur. Bunun hikmeti ise kadınların örtünmeye çok riâyet etme­leri gösterilebilir, demiştir. [7]

 

53 - Sütunlar Arasında Saff (Olup) Da Namaz Kılmak Bâbı

 

1002) Kurre (bin Eyâs bin Hilâl)[8] (Hadtyallâhü anh)'r\en; Şöy­le demiştir :

Resülullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) hayatta iken sütunlar arasında saff olmaktan menedilirdik ve sütunlardan cidden kovulur­duk.'

Not : ZeVâid'de : Bunun isnadında Harun bin Müslim bulunur. Ebû Hâtim'İn dediği gibi bu zât meçhuldür. îbn-i Mâceh hâriç üç sünen sahipleri bu hadisi Enss bin Mâlik (R.A.)'den rivayet etmişlerdir, denmiştir. [9]

 

İzahı

 

Notta belirtildiği gibi bu hadisin benzerini T i r m i z i, Ebû Dâvûd ve Nesâi rivayet etmişlerdir. Ayrıca A h m e d, Beyhaki    ve    Hâkim    de rivayette bulunmuşlardır.

Tirmizi' nin Abdülhamid bin Mahmud' dan rivayeti şöyledir: «Ben devlet büyüklerinden birisinin arkasında na­maza durdum. Cemaatta büyük izdiham vardı. Biz iki sütun ara­sında namaza durduk. Namazımız bitince Enes bin Mâlik (Radıyallâhü anh) :

'Resülullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) hayattayken biz sütun­lar arasında namaza durmaktan sakınırdık,' dedi.»

Hadisimizde Kurre (Radıyallâhü anh), «...menedilirdik...» demekle Resülullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'in kendilerini menettiğini kasdetmiştir.

Beyhaki' nin rivayet ettiğine göre İbn-iMes'ûd (Radıyallâhü anh) : «Sütunlar arasında saff olmayınız.» demiştir.

El-Menhel yazarı 'Sütunlar arasındaki safflar bâbı'nda aşağı­daki bilgiyi vermiştir:

«Hadîs, sütunlar arasında namaza durmanın mekruhluğuna de­lâlet eder. Bunu yasaklamanın hikmetine gelince; Bâzıları saffın ke­sikliğini neden göstermişlerdir. Bâzıları da : Sütunlar arası, ayak­kabıların yeri olduğu için, burada namaz kılınması mekruh kılın­mış, demişlerdir.

İbn-i Seyyidi'n-Nâs: Birinci hikmet daha yerinde­dir. Çünkü sütunlar arasının ayakkabılık olarak kullanılması, son­radan âdet olmuş, demiştir.

K u r t u b i: Mü'min olan Cinler, sütunlar arasında namaz kıl­dıkları ve bu yer onların namazgahı olduğu için burada namaza dur­manın mekruh kılındığı rivayeti var, demiştir. [10]

 

Fıkıhçıların Bu Konudaki Görüşleri

 

1. İbrahim   en-Nehaî,    İshak    ve   Mâlikiler, bu hadîsi ve benzerî hadîsleri delil göstererek, cemâatin ve münferi­din sütunlar arasmda namaza durmasının mekruhluğuna hükmet­mişlerdir.

2. Hanbeiiler'e   göre cemaatla namaz kılınırken sütun-Jar arasında durmak, saffın kesilmesine sebep olursa; cemâatin bir kısmının  burada  namaz kılması  mekruhtur,  tmama  uymayanların sütunlar arasında namaza durmaları mekruh değildir. Delil olarak tâ    Hanbeliler,    Kurre    (Radıyallâhü anh) in hadisini göstermişlerdir.

3. Hasan-ı    Basri,    ibn-i    Şîrîn    ve    Küfe    âlim­leri : (Cemâat olsun, münferid clsun sütunlar arasında namaza dur­makta kerahet yoktur, demişlerdir.Saîd   bin   Cübeyr,  Ibrâhim-i   Teymî    ve   Süveyd   bin   Cufle,    kendi kavimleri sütunlar arasında namaza dururken onlara namaz kıldır-mışlardır. Delilleri ise;   B e y h a k î' nin   Abdullah   bin Ömer    (Radıyallâhü anhümâ)'den rivayet ettikleri şu mealdeki hadîstir:

"Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Seliem>'in Kâ'be'nin içinde na­maz kıldığında hangi yerde durduğunu Bilâl (Radıyallâhü anh)'a sordum. Bilâl (Radıyallâhü anh) : 'Öndeki iki direk arasında.' dedi."

Han beliler: Kurre (Radıyallâhü anh) 'in hadîsi zayıf­tır. E n e s (Radıyallâhü anh)'in hadîsi ise Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'in fiiliyle merduddur, demişlerdir.

4. Şafiî    ve   İbnü'1-Mü n zir:   Cemâatin sütunlar arasında saff olması mekruhtur. Tek başına namaza duran için mek­ruh değildir.    Çünkü Peygamber   (Sallallahü Aleyhi ve  Sellem)'in Kâ'be'de   iki direk arasında namaz kıldığı sabittir, demişlerdir.

Yasağın cemaata münhasır olduğuna Kurre (Radıyallâhü anh)'m hadîsi delâlet eder. Çünkü Kurre (Radıyallâhü anh) : "Sütunlar arasında saff olmaktan menedilirdik." demiştir. Sütunlar arasında namaza durmaktan: menedilirdik şeklinde bir ifâde kullan­mamıştır. Şu halde sütunlar arasında namaz kılın mamasına delâlet eden hadisler, cemaata münhasır Kurre (Radıyallâhü anh)'m hadîsi gibi yorumlanarak hadisler arasında birlik sağlanır.

Fıkıhçılar arasındaki mezkûr ihtilâf, namaz kılınan yerin geniş ve müsait olması şartına bağlıdır. Yer dar olduğu zaman gerek ce­mâatin ve gerekse münferidin sütunlar arasında namaza durmasın­da kerahetin bulunmaması hususunda fıkıhçılar arasında ihtilâf yok­tur." [11]

 

54 - Saffın Arkasında Yalnız Bir Kişinin Namaza Durması Babı

 

1003) Kavmi tarafından elçi olarak Peygamber (Sallaltakü Aleyhi ve Seliem)'e gönderilen hey'etten olan Ali bin Şeybân (Radtyallâhü ank)'den; Şöyle demiştir :

Biz (Medine'ye gitmek üzere Yemâme'den yola) çıktık. Nihayet Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'in huzuruna vardık. Ve O'na biat ettik. Arkasında namaz kıldık. Sonra arkasında diğer bir namazı kıldık. O, namazı bitirince saffın arkasında tek duran bir adamı gördü. Râvi demiştir ki: O adam dönüp gideceği zaman Al­lah'ın Peygamberi (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) onun başına diki­lerek ona:

«Namazına yönel. (Çünkü) Saffın arkasında tek duranın nama­zı yoktur.» buyurdu."

Not :   Hadisin isnadının sahih ve ricalinin sıka olduğu Zevâid'de bildirilmiştir.

 

1004) Vâbisabin Ma'bed [12] (Radtyallâhüa«A>'den; Şöyle demiştir:

Bir adam, saffın arkasında tek olarak namaza durdu. Namazdan sonra Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem), Ona (namazını) iade etmesini emretti." [13]

 

İzahı

 

Tirmizi ve Ebû D â v û d ile Beyhaki de bu hadîsi rivayet etmişlerdir.

Bu bâbta rivayet edilen iki hadîsin zahirine göre saffın arkasın­da yalnız durup imama uyanın namazı sahih değildir ve yeniden na­maz kılması gerekir. Bu hususta âlimler ihtilâf etmişlerdir. El-Men-hel yazarı, aynı başlık altında açılan bâbta rivayet edilen Vâbisa (Radıyallâhü anhî'ın hadîsini açıklarken şöyle der:

Hadis, saffın arkasında yalnız duran kişinin namazının sahih ol­madığına delâlet eder.

1 - Nehai,    Vekî    bin    Cerrah,   îbn-i   Ebİ Leylâ,   Hasan   bin   Salih,   İbnü'l-Münzir,   Ah-med   ve   İshak   saff arkasında yalnız duranın namazı sahih değil demişlerdir.

Nevevî: Ahmed ve İshak' tan meşhur rivayete göre saffın arkasında yalnız duran şahsın namaza girişi sahihtir. Eğer rükû'a varmadan önce saffın içine girerse imama uyması sa­hihtir. Şayet rükû'dan önce saffa katılmazsa namazı bozulur,' demiş­tir.

İbn-i Mâceh'in Ali bin Şeybân (Radıyallâhü anhümâ)'dari rivayet ettiği hadis de bu âlimler için bir delildir.

2 - Cumhura göre saffın arkasında bir kişinin yalnız durarak imama uyması mekruhtur. Namazı bozulmaz. Cumhurun delili de Buhârî,   Ebû   Dâvûd,   Nesâi,   Ahmed,   Tahavi ve   Beyhaki' nin   rivayet ettikleri   Ebû   Bekrete    (Radı­yallâhü anh)'ın şu mealdeki hadîsidir: 'Peygamber (Sallallahü Aley­hi ve Sellem) rükû'dayken   Ebû   Berkete   mescide girmiş ve saffın arkasında durup hemen rükû'a varmış, (rükû'dan sonra) iler-Jiyerek saffa katılmıştır. Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) na­mazdan sonra Ona.

-Allah senin hayra düşkünlüğünü artırsın. Bir daha böyle yap­ma (yâni saffın arkasında namaza durup rukü'a varma.)* buyurdu.

Cumhur: 'Ebû Berkete namazın bir kısmını saffın arkasında kıldığı halde Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) kendisine namazı iade etmesini emretmemiş, sadece «Bir daha böyle yapma* buyurmakla en faziletli olanı göstermiştir. Eğer saffın arkasında yalnız duranın namazı sahih olmasaydı, böyle durup na­maza giren kimse namaza başlamış sayılmazdı. Ebû Bekrete'-nin saffın arkasında namaza girişi sıhhatli bir giriş olunca nama­zının tamamını saffın arkasında kılanın namazı da sahih olur.' demiş­lerdir. Namazın iadesine âit hadîslerdeki emir cumhura göre müs-tahabhk içindir.

Cumhura göre «Saffın arkasında duranın namazı yoktur.» mea­lindeki hadisten maksad, mükemmel namaz yoktur. Yâni bu namaz, olgun ve dolgun sayılmaz. Sevabı eksik olur. Nitekim Ali bin Şeybân (Radıyallâhü anhümâ)'ın hadîsinde belirtildiği gibi saf­fın arkasında namaza duran şahsın yanıbaşında duran Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem), onun namazını bitirmesini beklemiş ve adamın namazı bitince onu uyarmıştır. Eğer adamın kıldığı na­maz bâtıl olsaydı Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) adamın namazını tamamlamasını beklemiyerek müdâhale edecekti. [14]

 

Saffta Boş Yer Bulamıyan Kişî Hakkındaki Âlimlerin İhtilâfı

 

Cemâat namazdayken gelerek cemaata katılmak isteyen, fakat saffta boş yer bulamıyan kişinin nasıl namaza duracağı hususunda âlimler ihtilâf etmişlerdir. Şöyle ki:

1 - Ebû   Hanîfe' den   rivayet edildiğine göre; Saffta boş yer bulamıyan kişi, başka bir kimsenin gelişini bekler. Ve gelecek şahısla beraber namaza durur. Şayet imam rükû'a gideceği zamana kadar gelen olmazsa safftan bir kişiyi geri çekerek onunla beraber namaza durur.    Böylece mekruh olan yalnız durmaktan    sakınmış olur.

2 - Şafiî' den   rivayet edildiğine göre kişi yalnız durur ve safftan kimseyi geri çekmez. Çünkü geri çekeceği kişinin, ilk saffın faziletini kaçırmasına sebebiyet vermiş olur. Ayrıca saffta bir boş­luk meydana getirmiş olur.    Evzâî,    Ahmed,    İs hak   ve D â v û d   da safftan adam çekmenin mekruhluğuna hükmetmişler­dir. Fakat   Şafiî   âlimlerinin çoğuna göre kişi yalnız olarak na­maza başladıktan sonra safftan bir adamı yanma çeker ve çekilmek istenen kişinin çekilmesi müstahabtır.   A tâ',    îbrâhim   en-Nehaİ    ve başka âlimler de bu görüştedirler.    (El-Menhel yazarı bu görüşteki âlimlerin delil olarak gösterdikleri hadîsleri nakletmiş-tir. Konunun uzatılmaması için delilleri buraya aktarmaktan vazgeç­tim )

3 - Mâ 1 i k'e göre saffın arkasında yalnız olarak duranın namazı sahihtir. Ve yeterlidir. Safftan kimseyi çekmez. Çekilmesi is­tenen şahıs, çekilmemelidir. Çekmek işi hatâdır. Bâzı Mâliki âlimleri: Adamı safftan geri çekmek bir çeşit zulümdür, demişlerdir. [15]

 

55 - Saffın Sağ (Kısmı) Nın Fazileti Babı

 

1005) Âişe (Radıyalâhü anhâ)'dex\ rivayet edildiğine göre Resûlullah (Sallattahü Aleyhi ve Seilem) şöyle buyurdu, demiştir :

«Şüphesiz Allah ve melekleri (namazdaki) saflfarın sağ taraf­larına (öncelikle) salât ederler.» [16]

 

İzahı

 

Ebû   Dâvûd    ve   Beyhakî    de bu hadîsi rivayet etmiştir

Allah ve Meleklerin salât etmesinin mânâsını 996 nolu hadîsin izahı bahsinde anlattım. Tekrarlamaya hacet yoktur.

Allah ve Meleklerinin saffta duranların hepsine salât ettikleri 51. bâbta rivayet olunan hadîslerle sabittir. Şu halde bu hadîsten maksat, Allah ve Meleklerinin önce sarfların sağ tarafına ve ondan sonra sol tarafına salât ettiklerini bildirmektir. Yâni Allah, imamın hizasından itibaren saffın sağ kanadında duranlar üzerine rahmeti­ni indirir. Onlardan sonra saffın sol kısmında duranlara rahmet in­dirir. Keza melekler, önce saffın sağ kısmındakilere, sonra soldakilere istiğfar ederler.

Hadîs, saffın sağ tarafında durmanın daha faziletli olduğuna de­lâlet eder. Bu üstünlük, saffın sol tarafının ihmal edilmemiş olma­sı hâline mahsustur. Aksi takdirde sol tarafın boş bırakılmaması için orada durmak daha sevabtır. Nitekim 1007 sayılı 'lbn-i Ömer Radıyallâhü anh)'in hadîsi buna delâlet öder

 

1006) Herâ bin Azib (Radıyalıâhii anh)'den; Şöyle demiştir:

Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'in arkasında namaz kıl-diğimiz zaman (Mis'ar'ın dediğine göre) bizi çok sevindiren veya be­ni çok sevindiren şeylerden birisi de O'nun sağ tarafında durmamızdı." [17]

 

İzahı

 

Müslim, Ebû Dâvûd ve Nesâî de bu hadîsi ri­vayet etmişlerdir.   Ebû   Dâvûd'un   rivayeti meâlen şöyledir:

"Biz Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve SellemJ'in arkasında na­maz kılmak istediğimiz zaman (namazdan sonra) mübarek yüzü ile bize doğru yönelsin diye O'nun sağ tarafında olmayı çok severdik."

Mü s 1 i m ' in   rivayetinde de sağ tarafta durmak iştiyakının bu nedeni zikredilmiştir.

Müslim ve Ebû Dâvûd'un rivayetleri Peygamber {Sallallahü Aleyhi ve SellemJ'in namazdan sonra sağ tarafa doğru oturduğuna delîl gösterilmiştir. Yönelişten maksat oturuş olabildiği gibi namazdan sonra mescidden çıkmak isterken kalkıp sağ tarafa doğru gidiş de kastedilmiş olabilir. Her iki ihtimalde de Sahâbîler Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellemî'in teveccühüne mazhar ol­mak için sağ tarafta namaza durmayı tercih etmişlerdir.

Mâlikîler, Şâfiîler ve Hanbelîler, imamın sol tarafta işi yoksa namazdan sonra sağ tarafa doğru oturması ve kal­kıp giderken de sağ taraftan çıkması müstahabtır, demişlerdir.

Hanefî1er ise imamın sol tarafa doğru oturmasını müs-tahap görmüşler, sağa veya cemaata doğru oturmasını da meşru say­mışlardır.

Bu husus, 33. bâbta geçen 929 - 932 nolu hadîsler bölümünde de açıklanmıştır.

Hadisin metnindeki: «Bizi... veya beni...» ifâdesindeki tereddüt râvi Mis'ar'a aittir. Yâni Sahâbî B e r â ' (Radıyallâhü anh) bu hadîsi buyururken : «Bizi...» mi demiş, «Beni...» mi demiş? Bu iki ifâdeden hangisini kullandığını râvi    Mis'ar   kestirememiştir.

Hadîs, namazdan sonra imamın sağa doğru oturmasının müs-tahabhğına ve namaza durulurken imamın sağ tarafında durmanın faziletine delâlet eder.

 

1007) (Abdullah) bin Ömer (Radıyallûhü ankümâ)\\en: Şöyle de­miştir :

Mescidin sol kısmının muattal (cemâatsız) kaldığı Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'e söylendi. Bunun üzerine Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) :

«Mescidin solunu (orada namaza durmak suretiyle) imar eden kimseye iki kat sevap yazılır.» buyurdu.Hadisin isnadında, zayıf olan Leys bin Ebi Sellm'in bulunduğu Zevâid'de bildirilmiştir. [18]

 

İzahı

 

Zevâid nevinden olan bu hadîs, mescidin sol tarafında cemâatin bulunmaması veya sağa nazaran az olması hâlinde orada durmanın sağ tarafta durmaktan daha faziletli olduğuna delâlet eder.   Taba-r â n i' nin    î b n - i    A b b â s    (Radıyallâhıi anh)'den merfu' ola rak rivayet ettiği:               

-Mescidin sol tarafındaki cemâatin azlığı nedeni ile orada na­maza durmakla imar eden kimseye iki sevap vardır.» hadîsi de bu hadisi takviye erler. [19]

 

56 - Kıble Babı

 

1008) Tâbir (bin Abrlillah) (Rtıdı yatla kii amkümfyâen; Şöyle de­miştir :

(Veda haccımta) Resû4ullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) Kâ'be tavafını tamamlayınca (Hz.) İbrahim (Aleyhisselâm)'in makamına geldi. Ömer (bin Hattâb)   (Radıyallâhü anh) :

Yâ Resûlallah! Allah'ın: İbrahim'in makamından bir namazgah ittihaz ediniz- âyetinde[20] bu­yurduğu babamız İbrahim'in makamı burasıdır, dedi.

Râvi el-Velîd demiştir ki ben Mâlik (bin Enesl'e:

Ömer (Radıyallâhü anh) :  naam-ı celîlini şöyle mi  (yâni

ittihaz ediniz, anlamını ifâde eden emir fiili ofcuraJc mı) okumuştur? diye sordum. Mâlik : Evet, dedi." [21]

 

İzahı

 

Buhârî' nin:«Makâm-ı İbrahim arkasında tavaf sünnetini kılanın b*bı-nda    Kastalanî' nin    beyânına göre bu hadis Buharı ve başkası tarafından da rivayet edilmiştir. Yine Kasta1ânî' nin   nakline göre   Bu h â r î' deki hadis şöyledir:

"Ömer (Radıyalâhü anh) : Yâ Resûlallah! Burası babamız İbrahim (Aleyhisselâm)'in makamıdır? demiş. Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) de: «Evet» buyurmuştur."

Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'in veda haccını tahriç eden Buhârî, Müslim, Ebû Dâvûd ve Müellifimi­zin Câbir bin Abdillah (Radıyallâhü anhümâ)'den ri­vayet ettikleri uzun hadîste Câbir (Radıyallâhü anh), Efendi­miz (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'in Tavaftan sonra İbrahim (Aleyhisselâmhn makamına geldiğini ve yukarda anılan âyeti oku­duğunu sonra iki rek'at tavaf namazını kıldığını rivayet etmiştir. Yâni o rivayetlere göre mezkûr âyeti okuyan Resûl-i Ekrem (Sallal­lahü Aleyhi ve Sellem)'dir.

Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'in soyunun İ b r â-h i m (Aleyhisselâm)'e dayandığı malûmdur. Ömer {Radıyal­lâhü anh) 'in soyu 9. babası olan K â ' b ' de Peygamber (Sallalla­hü Aleyhi ve Sellem) 'in soyu ile birleşiyor. Çünkü K â ' b , Efen-dimiz'in 8. babasıdır. Bu nedenle İbrahim (Aleyhisselâm) iki­sinin de babası sayılır.

İbrahim (Aleyhisselâm)'in makamı en sahîh kavle göre K â' b e' nin karşısında bulunan ve bugün de aynı ismi taşıyan mübarek yerdir. İbrahim (Aleyhisselâm)'in ayak izinin bu­lunduğu taş da oradadır. İbrahim (Aleyhisselâm), K â' b e duvarını yaparken bu taşın üstünde durmuştur. Keza bu taş üstüne çıkarak insanları K â ' b e ' yi tavaf etmeye çağırmıştır. Bâzılarına göre makam o taşın kendisidir.

Bir kısım âlimlere göre î b r â h i m (Aleyhisselâm)'in maka­mından maksat harem mıntıkasının tümüdür. Diğer bir kısım âlim­lere göre ise hac ibâdetinin ifâsı için varılan Arafat, Müzde1ife ve   M i n a   gibi yerlerin tümüdür.

Makamın namazgah ittihaz edilmesinden maksat ise tavaftan son­ra orada iki rek'at namaz kılmaktır. Bu namaz bâzı fıkıhçılara göre vacip, diğerlerine göre müstahabtır.

Bütün harem İbrahim (Aleyhisselâm)'in makamıdır, di­yen   Ibn-i   Abbâs,   Mücâhid   ve.   Ata' nin   kavline gö-re 'Musalla' kelimesinden maksat namazgah değil, dua ve Allah'a yaklaşma yeri demektir. Hac ibâdetinin ifâ edildiği bütün mıntıka İbrahim (Aleyhisselâm)'in makamından sayılır, diyenlere göre de 'Musalla' duâ ve ibâdet yeri demektir.

Âyetteki:  fiili iki şekilde okunmuştur. Cumhura göre ba

fiil muhatap emridir. Mânâsı:  'İttihaz ediniz? demektir.İmam M â 1 i k' in    bu fiili emir şeklinde rivayet ettiğini, râvisi olan   e 1 - Velîd    bin    Müslim    beyan etmiştir.

N â f i ve îbn-i Âmir ise : lâfzını mâzî fiili ola­rak okumuşlardır. Bu kırâata göre cümlenin mânâsı şöyle olur:

«...ve insanlar İbrahim'in makamından namazgah ittihâz etti­ler.

 

1009) Enes hin Mâlik (RadıyaUâini unb)'<ien rivayet edildiğine gö­re Ömer (bin eJvHattâb)  (Radıyallâhü anh) şöyle demiştir :

Ben: 'Yâ Resûlallah! İbrahim'in makamından bir namazgah itti­haz etsen?' dedim. Arkasında :

him'in makamından bir namazgah ittihaz ediniz» emri nazil oldu." [22]

 

İzahı

 

Buhârî ve M ü s 1 im bu hadîsi uzun metin hâlinde riva­yet etmişlerdir.    Buhârî' nin   rivayeti meâlen şöyledir  :

"Ben üç hususta Rabbime muvafakat ettim: (Önceden açıkladı­ğım görüşüm, sonradan gelen âyetlerin hükümlerine uydu.) *Yâ Re­sûlallah! İbrahim'in makamından bir namazgah ittihaz etsek' de­dim.

Yâ Resûlallah! (Muhterem) eşlerine perdelenmelerini emretsen, çün-

Âyeti indi. Bir de  Hicab = Perde, âyeti*kü sâlih ve fâsık adamlar onlarla konuşabiliyor.' dedim. Arkasından Hicab, âyeti nazil oldu.[23] Keza Peygamber  (Sallallahü Aleyhi ve SellemTin hanımları (bir defa) ona karşı kıskançlık göstermek üzere ittifak ettiler. Ben onlara :

dedim. Sonra bu ayet indi.[24] Meali: «Eğer O sizi bozarsa umulur İd Rabbi sizin ye­tinize Ona sizden daha hayırlı eşler verir...»"

İnen âyetlere uygun olarak    Hz.   Ömer    (Radıyallâhü anh) tarafından daha önce beyan edilen görüşler yalnız bunlar değildir. Bedir   savaşı esirleri, içkilerin yasaklanması ve münafıkların ce naze namazının kılınmama.sı gibi hususlar da    H / .    Ömer    (Ra dıyaüâhü anh) 'in bu tür görüşlerindendir. Bu görüşlerin sayısının on-beşe ulaştığı rivayet olunmuştur. Bu görüşleri   İmam   Celâleddin   Suyûti,    Katfü's-'Simer fi Muvafakati Ömer (Radıyallâhü anh) adlı kitabında toplamıştır.

 

1010) Berâ" (bin Azib) (Radıyallâhü anAJ'den; Şöyle demiştir: •Biz Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) ile beraber onse-kiz ay (Kudüs'teki) Beytü'l-Makdis'e doğru namaz kıldık. Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'in Medine'ye girişinden iki ay sonra Kıble (Beytü'l-Makdisten) Kâ'be'ye çevirildi. Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) Beytü'l-Makdis'e doğru namaz kıldığı sürede yü­zünü göğe doğru çok çevirirdi. Allah da Nebisi (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) in Kâ'be'yi sevdiğini kalbinden bilirdi. Cebrail (bir gün gö­ğe doğru) çıktı ve yerle gök arasında yükselirken Resûlullah (Sallal­lahü Aleyhi ve Sellem), gözü ile onu takip etmeye başlıyarak Ceb­rail'in ne emir getireceğine bakıyordu. Allah:

«Biz senin yüzünün göğe doğru çevirilip durduğunu muhakkak görüyoruz...» âyetini indirdi. Biz (farzın) iki rek'atını Beytü'l-Makdis e doğru kılarak ruku'da iken bize bir adam gelerek Kıblenin Kâ'be'ye çevirildiğini söyledi. Biz de hemen Kâ'be'ye doğru döndük ve evvelce kıldığımız rek'atler üzerine (kalan rek'atleri ekliyerek) namazımızı tamamladık. Kıble'nin Kâ'be'ye çevirilmesinden sonra Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) : Ceb­rail (Aleyhisselâm)a:

«Yâ Cibril!  Beytü'l-Makdis'e doğru   (şimdiye kadar kıldığımız) namaz hususundaki durumumuz nasıldır?» diye sordu. Bunun akabin-

de Allah (Azze ve Celle) :   "ve Allah sizin (vaktiyle Beytü'l-Makdis'e doğru kılmış olduğunuz) namazı zayi (sevabtan mahrum) kılacak değildir.»[25] âyetini indirdi."

Not: Sindl"nin beyanına göre el-Hâfız İbn-i Hacer, Fethü'l-Bârİ'nİn îman ki­tabında : 'Bâvi Ebû İshak'm Berâ (R.A.)'den hadîs işittiği vârid olduğu için Ebû İshak'ın burada tedlis yapmasından dolayı senedde bir zayıflık yoktur,' demiştir.

Zevâicl'de belirtildiğine göre hadis sahihtir, ricali de sikadır. [26]

 

İzahı

 

Ebû Dâvûd hâriç, Kütüb-i Sitte sahiplerinin hepisi bu ha­dîsi kısmen lafız, farkı ile rivayet etmişlerdir. Ancak müellifin riva­yeti Berâ (Radıyalâhü anhJ'ın hadîsine âit meşhur rivayetlere muhaliftir. Çünkü yalnız hicretten sonra Peygamber (Sallallahü Aley­hi ve Sellem)'in arkasında namaz kıldığı sabit olan Berâ (Ra-dıyallâhü anh)'ın 18 ay Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) ile beraber Beytü'l-Makdis'e doğru namaz kıldığı burada ri­vayet ediliyor. Halbuki hicretten sonra 18 ay değil, 16 -17 ay Bey­tü'l-Makdis'e doğru namaz kılınmıştır. Diğer taraftan mü­ellifin rivayetinde hicretten iki ay sonra kıblenin Kâ'be' ye çevirildiği kaydedilmiştir. Sindi müellifin rivayeti hakkında şöyle der; Burada rivayet edilen :

"Bİfc Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) ile beraber Beytü'l-Makdis'e doğru 18 ay namaz kıldık." sözü ile : "Kıble, Peygamber (Sal­lallahü Aleyhi ve Sellem)'in Medine'ye girişinden iki ay sonra Kâ'-be'ye doğru çevirildiği." sözü arasında bulunan çelişki açıktır. Çün­kü birinci söz, kıblenin hicretten 18 ay sonra Kâ'b e' ye çeviril-diğine delâlet eder. Zira Berâ (Radıyallâhü anh)'ın Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) ile beraber namaz kılması Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) Mn Medine'ye duhulünden son­ra olmuştur, îkinci söz ise Medin e' ye girişten iki ay sonra Kıble'nin tahviline delâlet eder.

El-Hâfız, İbn-i Hacer: 'Peygamber (Sallallahü Aley­hi ve Sellem) 'in Medîne-i Münevvere'ye teşrifi R e -b î ü' 1 - E V v e 1 ayında olmuştur. Bunda ihtilâf yoktur. Sahih kavle göre Kıble'nin K â b e ' ye çevirilmesi de hicretin 2. yılı  Re c e b ayinin ortasında olmuştur. Cumhur kesinlikle bununla hük­metmiş,' demiştir.

Hulasa müellifin rivayeti Berâ (Radıyallâhü anhJ'ın hadi­sine âit meşhur rivayetlere muhalif ve şaz bir rivayettir. Çünkü meş­hur rivayetlerde buradaki ikinci söz hiç yoktur. Birinci söz de meş­hur rivayetlerin bir kısmında 16 veya 17 ay diye tereddütlü olarak geçer, bâzılarında 16 ay olarak kesin ifâde edilir, bir kısmında da 17 ay olarak bildirilmiştir.

El-Hâfız İbn-i Hacer, müellifin birinci sözüne âit rivayetin sazlığına (meşhur rivayetlere aykırılığına) hükmederek: Bu rivayet, Ebû Bekir bin Ayyaş'm tarikindendir. Ebû B e k i r' in hafızası zayıftır. Bu rivayeti muztaribtir, diyerek ıztırabını açıklamıştır."

T a b e r â n i' nin İbn-i Cüreyc' den rivayetine göre; Peygamber (Sallallahü Aleyhive Sellem) 'in ilk kıblesi K â ' b e iken, sonradan kıble Beytü'l-Makdis'e çevirilmiş ve üç yıl de­vam etmiştir. Bu sürenin bitiminde kıble tekrar K â' b e' ye çe-virilmiştir.  

Ahmed bin Hanbel'in îbn-i Abbâs (Radı­yallâhü anh)'den olan bir rivayetinde de efendimiz, M e k k e'de iken Bey tü'1-Makdis ile Kâ'be' nin her ikisine doğ­ru durup namaz kılardı. Bu rivayet de efendimiz henüz Mekke'­de iken Beyt ü'1-Makdi s'e doğru namaz kıldığına delâlet eder.

Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'in kalbi ilk ve son kıb­lesi olan K â ' b e ' ye bağlı idi. Dedesi İbrahim (Aleyhisse-lâm) 'in kıblesi olduğu için K â' b e' ye doğru namaz kılmak işti­yakı dinmiyordu. "Bu sebeple M e k k e ' de iken K â ' b e' nin rükn-i Y e m â n i ile rükn-i Hicri İsmail (Aleyhisselâm) arasında namaz kılardı. Çünkü orada B ey t ü'l-Ma kd i s'e doğru durunca K âb e' ye doğru durmuş olurdu. Böylece hem ilâhi emri ifa ederdi, hem de müştak olduğu Kâ'be'ye de yönel­miş olurdu. Hicretten sonra her iki kıbleye doğru namaz kılmasına imkân kalmamıştı. Çünkü Mekke, Medine' nin güneyin-dedir. Kudüs ise, Medine' nin kuzey tarafına düşer. Bu sebeple Medine'de 16 ay Beytü'l-Makdis'e doğru namaz kılan efendimizin gönlü hep K â' b e' ye mütemayil idi. Bakara sûresinin 144. âyeti ve Berâ (Radıyallâhü anh)'m ha­dîsi bu iştiyakı belirtiyorlar. Nihayet inen mezkûr âyetle kıble Kâ'­be'ye   çevirildi.

Kıble'nin   K â'b e ' ye   çevirilmesine âit vahiy bir öğle veya ikindi namazı esnasında inmiştir.

KastaUni: "Kıbleye yönelmek" babında şöyle der: "îbn-i S a ' d , Tabakat'ta naklettiğine göre Peygamber (Sal-lallahü Aleyhi ve Sellem) Medine mescidinde müslümanlara öğle farzından iki rek'at kıldırdıktan sonra Mescidi Harama ( = K â ' b e ' ye) yönelmesi emri inmiş ve hemen K â ' b e ' ye doğ­ru durmuş, cemâat da onunla beraber dönmüştür.

Bir de şöyle denmiştir: Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sel­lem) Beni Selime kabilesine giderek Ümmü Bişr el-Berâ1 bin Ma'rûr (Radıyallâhü anhâKye uğramış. Ümrrü Bişr (Radıyallâhü anhâ) Ona öğle yemeğini hazırlamış, bu esnada öğle vakti olunca Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) ashabına öğ­le namazından iki rek'at kıldırdıktan sonra K â ' b e ' ye doğru dur­ması emredilmiş ve bunun üzerine K â ' b e' ye yönelerek Mizab'a doğru durmuştur. Bu olay dolayısıyla bu kabilenin mescidine ' M e s -ci dü'i-Kıb le te y n = iki kıble mescidi' adı verilmiştir.

t bn-i   S a' d ' in   dediğine göre    V â k i d i    bu ikinci riva­yeti daha isabetli görmüştür.

Kıblenin K â ' b e ' ye çevirildiğini, B e r â ' ve arkadaşları na haber veren zâtın ismi burada amlmamıştır. Kastalâni, Aynî ve «Tuh/e» yazarının nakline göre bu zât A b b â d bin Bişr veya Abbâd bin Nehik' dir. Bu zat Beni H â r i * e kabilesine vardığında Ensar-ı Kiram dan B e r â ' ve arkadaşlarını ikindi namazını kılarken görmüş ve hemen kıble tah­vili emrim' tebliğ etmiştir. Bu emri duyan cemâat hemen yer değiş­tirmek suretiyle K â ' b e ' ye yönelmişlerdir. İmam önden en ar­kaya geçmiş ve yüzünü arka duvara ( K â ' b e ' yönüne) çevirmiş, erkek cemâat onun arkasında, kadınlar da erkeklerin arkasında saff durmuşlardır.

Buhâri, Müslim ve Nesâi1 nin rivayet ettikleri t b n - i Ömer (Radıyallâhü anhJ'in hadisine göre Küba hal­kı da ertesi gün sabah namazı esnasında bu haberi almışlar ve aynı şeyi yapmışlardır. [27]

 

Hadisten Çıkarılan Hükümler

 

" N e v â v i    şöyle der:

1. Şer'i bir hüküm, şer'İ bir delil ile yürürlükten kalkabilir, ni­tekim burada fiilen kalkmıştır.

2. Bir kişinin verdiği haber makbuldür.

3. Bir namazı iki yöne doğru kılmak caizdir. Bizim arkadaşla­rımız böyle hükmetmişlerdir. Bir adam kıblenin şu tarafta olduğu­na kanaat getirerek namaza durduktan sonra kanâati değiştiğinde namaz esnasında yeni kanâatına göre yön değiştirir. Hattâ dört rek'-atlı bir namazın her rek.'atını kanâat değişmesi dolayısıyla ayrı ayrı yönlere doğru eda ederse en sahih kavle göre namaz sahihtir. Çün­kü hadiste söz konusu mescid halkı namaz esnasında yön değiştir­mişler, buna rağmen namazlarına devam etmişler namazı baştan iade etmemişlerdir.

4. Mükellefler,  bir  hükmün  neshedildiğini  duymadıkça  mesul değillerdir.

Bizim arkadaşlarımız ve diğer mezheblere mensup âlimler Bey-lül'l-Makdis'e doğru durmak hükmünün K u r ' a n ' la mı. Peygamber (Sallallahü Aleyhive Sellem)'in içtihadıyla mı sabit ol­duğu hususunda ihtilâf etmişlerdir. Kadı lyâz; Âlimlerin ço­ğu bu hüküm K u r' a n' la değil, Sünnetle sabittir, demişler, di­yor. Buna göre Kuran sünneti nesheder, diyen mütaahhirin olan usul âlimlerinin çoğunluğu için bu hadîs delil sayılır. Şafiî'-nin    bir kavli de böyledir :

Şafii' nin diğer bir kavline ve bir grup âlimlere göre Kur'-an,- sünneti neshetmez. Çünkü sünnet, K u r' a n ' in açıklama­sıdır, nasıl    K u r' a n   onu neshetsin.

Bu grup âlimlere göre Bey tü'l-Ma kdis'e doğru dur­mak hükmü sünnetle değil, vahiyle sabittir.  Nitekim Allah Teâlâ :«ve senin evvelce    tarafına yönelik olduğun Beytü'l-Makdis i ancak...»[28]  buyurmuştur.

Sünnetin Kuranı neshedip etmemesi de ihtilaflıdır. Âlim­lerin ekserisi bunu caiz görmüşlerdir. Şafiî ve bir grup âlim caiz görmemişlerdir."

Cemaatın    K  â'b e' ye    doğru   durması  için  yer  değiştirmesi amel-i kesir  (namaz içinde çok hareket)tir   Bâzı âlimler: Bu olay ameli kesirin yasaklanmasından önce vuku bulmuş olabilir, demiş­lerdir. Nitekim ilk zamanlarda namaz içinde konuşmak da namazı bozmazdı.

 

1011) Ebû Hüreyre(Radtyallâhü (inh)'(len rivayet edildiğine göre Re-lah (Sallallahü Aleyhi ve Sel/em) şöyle buyurdu, demiştir: «Doğu ile batının arası kıbledir.» [29]

 

İzahı

 

Tirmizi, Hâkim ve Dârekutnî de bunu rivayet etmişlerdir. Tirmizi müteaddit senedlerle bunu rivayet ettik­ten sonra hasen - sahih olduğunu söylemiştir. Tirmizi' nin şer­hi Tuhfe'de şu bilgi veriliyor:

" S u y u t i: Bu hüküm bütün memleketlere şümullü değil, ancak, Medîne-i Münevvere ve onun istikametinde bu­lunan yerlere mahsustur, demiştir. Beyhaki ve El-Irakî de aynı şeyi söylemişlerdir.

E 1 - £ s r e m :    'Ben   Ahmed    bin   HanbeJ'e    bu hadi­sin mânâsını sordum. Dedi ki:   Mekke'de   Kâ'be' nin   yanın­da duran kimse tam    K â ' b e ' ye   doğru durmak zorundadır, biraz sağa veya sola saptımı kıble'yi terketmiş sayılır. Fakat başka mem­leketlerde olan bir kimse tam   K âb e ' ye   doğru durmak için ge­reken araştırma ve içtihadı ihmal etmiyecek, doğu ve batının ara­sında ve   M e k k e ' ye   karşı dursa kıble'ye doğru durmuş olur. Şurası doğudur , bu taraf da batıdır, dedi ve eli ile işaret etti.   Son­ra sözüne devamla, işte bu iki yönün arası kıbledir, dedi. Ben Ona: Şu halde doğu ile batı yönleri arasındaki yöne doğru duranın na­mazı sahih midir? diye sorunca, evet, ancak doğu ile batının arasın­da kalan yönün tam ortasını bulmaya gayret etmeli, dedi,' diye. ma­lûmat vermiştir.

îbn-i   Abdi'1-Berr:   Ahmed   bin   Hanbel'in: Başka memleketlerde olan' sözünün yorumu şudur, demiştir:

Medine-i   Münevvere   halkı için kıble güney yönüdür. Çünkü   Kâ'be   o yöndedir, onlar batı yönünü sağ taraflarına ve doğu yönünü sol taraflarına alarak güney istikametinde durdular mı kıble'ye doğru durmuş olurlar. Medine gibi Mekke' nin kuzeyinde bujunan diğer memleketler de böyledir. Yemen hal­kı için de durum aynıdır. Şu farkla ki Yemen, Mekke1 nin güneyinde kaldığı için onlar batıyı sollarına ve doğuyu sağlarına ala­rak kuzeye doğru durduklarında kıble'ye doğru durmuş olurlar. Irak, Horasan halkı için de ayni şeyler söylenebilir. Yâ­ni Mekke' den uzak yerlerde bulunanlar Mekke içinde oturanlar gibi mutlaka K â ' b e ' nin tam doğrultusunda durma­ya zorlanmazlar. Çünkü Kâ'b e' nin tam hizasında ve hiç sağa, sola sapmadan durmak uzak memleket halkı için çok güçtür. Me­safe uzadıkça yön tâyininde beliren güçlüğe göre kolaylık verilmiş­tir."

Hadisin hükmü umumi değildir. Çünkü Mekke' nin doğu­suna düşen yakın ve uzak memleketlerin kıblesi tam batıya doğru­dur. Keza Mekke' nin batısında kalan ülkelerin kıblesi doğu yönündedir. [30]

 

57 - Kim Mescide Girerse Namaz Kılmadıkça Oturmasın, Babı

 

1012) Ebû Hüreyre (Radtyallâhü anAJ'den rivayet edildiğine göre Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) şöyle buyurmuştur :

«Biriniz mescide gireceği zaman iki rek'at namaz kılmadıkça oturmasın.»"

Not: Zevâİd'de bildirildiğine göre bu senedin râvileri sıka olmakia beraber, sened münkati'dir. Ebû Hatim: Ravi el-Muttahb bin Abdillah'ın Ebû Hüreyre (R-A.)'den rivayeti mürseldir, demiştir.

 

1013) Kbû katâde (Radtyallâhü anh)\Ww rivayet edildiğine göre Peygamber (Sallatluhü Aleyhi ve Sel/em) şöyle buyurmuştur:

"Piriniz mescide gireceği zaman, oturmadan önce iki rekat na­maz kılsın.»" [31]

 

İzahı

 

E bu Hüre y re (Radıyallâhü anh)'ın hadîsi zevâid türün-dendir.

Ebû Katâde (Radıyallâhü anh)'nin hadîsi ise Kütiib-i Sitte sahihleri, Ahmed, Beyhakî ve Dârekutni tarafın­dan rivayet edilmiştir.

Mescide girildiği zaman kılınması emredilen namaza fıkıh dilin­de «Tahiyyetü'I-Mescid namazı» denilir. Tahiyye, saygı demektir. Mes-cid saygısından maksat, mescid sahibi olan Allah'a ta'zim ve saygıda bulunmaktır.

Tahiyyetü'I-Mescid namazı, en az iki rek'at kılmakla gerçekle şebilir. Yâni bir rek'at kılmakla olmaz. Fakat dört veya daha çok rek'atle bu namaz kılınmış olabilir. Mescide giren kişi oturmadan başka sünnet veya farz namaza dursa, bununla da Tahiyyetül'-Mes-cid sevabı kazanmış olur.

Cumhura göre bu namaz sünnettir.   Zahiriye   mezhebine göre vaciptir.

Hadîsin zahirine göre her hangi bir vakitte, hattâ hutbe esna­sında bile mescide girildiğinde iki rek'at (Tahiyyetü'I-Mescid sünneti) kılmak meşrudur. Bu hususta fıkıhçıların görüşleri şöyledir:

l - Şafii ler, İbn-i Uyeyne, Ebû Sevr, Dâ-vûd, Hasanı Basri, Mekhûl ve diğer bâzı âlimlere göre ne zaman mescide girilirse girilsin, anılan namazı kılmak sün­nettir. Sabah namazından sonra gün doğuncaya ve ikindiden sonra gün batıncaya kadar namaz kılmayı yasaklayan hadîslerin, bir se­bebe dayalı olmayan nafile namazlara mahsûs olduğunu söyleyen bu âlimlerin delilleri el-Menhel'de zikredilmiştir.

2  - İbn-i    Şîrîn,    Ata1    bin    Ebî    Rabah,    Ne hâi,    Katâde,    Re'y    ehli,   «Leys,    Şüreyh    ve    Said bin   Abdülaziz'e   göre namaz kılmanın yasaklandığı vakit­lerde ve   Cuma    hutbesi okunurken bu namazı kılmak mekruh­tur.

3 - Mâliki ler'e   göre yasaklanan vakitlerde bunu kılmak mekruh; gün doğarken, batarken ve hutbe okunurken kılmak ise ha­ramdır. [32]

 

Tahiyyetüt-Mescid Kılınmadan Oturulunca Kaçırılmış Oluyor Mu?

 

1 - Hanefî    ve    Mâliki    âlimlerine göre mescide giril­diğinde bu namazı kılmadan oturmak mekruhtur. Bununla beraber kılmadan oturan kişi, uzun süre otursa dahi bunu kaçırmış olmaz. Yani kalkıp kılabilir.

2 - Hanbeiiler'e    göre uzun oturuşla kaçırılmış olur.

3 - Şafiî ler'e    göre bile bile oturan kimse, oturuşu uzun olsun, kısa olsun kaçırmış olur. Kalkıp kılamaz. Fakat mescide gir­dikten sonra unutarak veya yanılarak oturan kişi, farkına varınca kalkıp kılabilir. [33]

 

Mescide Bir Kaç Defa Girip Çıkan İçin, Her Girişte Bu Namazı Kılmak Meşru Mudur?

 

Hadîsin zahirine göre meşrudur. Safîler böyle demişler­dir. Hanefi ler'e göre sık sık mescide girip çıkan için gün­de iki rek'at kâfidir. M â 1 i k i 1 e r' e göre sık sık girip çıkar­sa bir defa kılmak kâfidir. Aralıklı girerse, her girişte kılmalıdır. Hanbeiiler'e göre yasak vakitler dışında mescide abdestlı olarak giren kişi, sık sık da olsa her giriş için kılmalıdır. Ancak hut­be okumak için mescide giren hatip, bayram namazı için gelen kim­se ve mescidin kayyımı bundan müstesnadır.

liu namaz her mescid için meşrudur. Bundan yalnız. Mes­cidi Haram müstesnadır. Çünkü Mescidi Haram'in tahiyyosi Kâ'be'yi tavaf etmektir. Fakat tavaftan önce Mes­cid - i Haram'da oturmak isteyen bir kimse için bu namazı kılmıtk mnşrûdıır. [34]

 

58 - Sarımsak Yiyen Kimse Mescide Yaklaşmasınbabı

 

1014) Ma'dân bin Ebî Talha el- Ya 'merî (Radıyallâhü anh)'<ien; Şöy­le demiştir :

Ömer bin el-Hattâb (Radıyallâhü anh), Cuma günü hutbe İra el­etmek üzere ayağa kalktı veya Cuma günü hutbe iradetmek istedi. Allah'a hamd ve sena ettikten sonra:

Ey İnsanlar! Benim ancak habis sandığım şu sarımsak ve soğan (denilen) iki yeşilliği gerçekten yiyorsunuz. Halbuki Resülullah (Sal-lallahü Aleyhi ve Sellem) hayatta iken, (mescidde) kendisinden mez­kûr yeşillik konusu hâsıl olan adam görürdüm. (Mescidden) uzak­laştırılarak) Baki tarafına çıkarılıncaya kadar elinden tutuluyor (gö­türülüyor) du. Şu halde kim bunu behemehal yiyecek (niyetinde) ise bari pişirmek suretiyle kokusunu gidersin, dedi." [35]

 

İzahı

 

Bu hadisi Müslim ve N esâi de rivayet etmişlerdir. M ü s 1 i m ' in rivâyetindeki H z . Ömer (Radıyallâhü anh) 'in hutbesi bir hayli uzundur. Burada rivayet edilen hutbe parçası ora­da şu mealde geçmektedir

"Ey insanlar! Siz iki yeşillik yiyorsunuz. Ben onların habis oldu­ğunu sanıyorum. Ö yeşillikler soğan ve sarımsaktır. Ben şüphesiz gördüm. Resülullah (Sallallahü Aleyhive Sellem) bu yeşilliklerin kokusunu mescidde bir adamda bulduğu zaman emir buyururdu. Adam mescidden çıkarılarak Baki tarafına götürülürdü. Şu halde kim bu yeşillikleri yemek isterse pişirmek suretiyle kokusunu gider­sin."

N e v e v î : Soğan, sarımsak ve benzerî şeylerden dolayı ken­disinden pis koku duyuran şahısların mescidden çıkarılmasına ve imkân elverdiğinde dînen yasak olan şeylere fiilen engel olmanın gerekliliğine bu hadîs delildir, demiştir.

 

1015) Ebû Hüreyre (Radıyallâkü anh)'6en rivayet edildiğine göre; Resülullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) şöyle buyurdu, demiştir:

-Sarmısak (denilen) şu yeşillikten yiyen kimse, bu mescidimizde onun (kokusu) ile bize eziyet etmesin.-

Râvi demiştir ki: Babam, sarmısak hakkındaki Ebû Hüreyre (Ra­dıyallâhü anh)'nin Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'den ri­vayet ettiği bu hadîsine pırasa ve soğanı ilâve ederdi."

 

1016) (Abdullah) bin Ömer (Radtyallâhü ankümâ)'den rivayet edil­diğine göre Resülullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) şöyle buyurdu, demiştir :

«Kim şu yeşillikten (sarımsaktan) bir şey yerse (kokusu gidin­ceye kadar) sakın mescide gelmesin.-" [36]

 

İzahı

 

Ebû Hüreyre (Radıyallâhü anhJ'in hadîsini Müslim ve N e s â i de az lafız farkıyla rivayet etmişlerdir, M ü s 1 i m ' in rivayeti meâlen şöyledir .-

«Şu yeşillikten yiyen kişi sakın mescidimize yaklaşmasın ve sa­rımsak kokusuyla bize eziyet etmesin.»

î bn-i Ömer (Radıyallâhü anhJ'in hadisini Bu h â r i. Müslim, Ebû Dâvûd ve Ahmed de rivayet etmişler­dir. M ü s 1 i m ' in rivayetinde Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'in, bu hadisi H a y b e r savaşı sırasında buyurduğu be­lirtilmiştir.    Müslim 'in    bir rivayetinde :

«kokusu gidinceye kadar...» kaydı vardır

N e v e v i .    İ b n - i    Ömer    (Radıyallâhü anh)'in hadîsi bah­sinde şu bilgiyi vermiştir:

Hadis; sarımsak, soğan ve benzeri şeyleri yemeyi yasaklamamış­tır. Bu yeşillikler, ^ozü muteber olan âlimlerin icmâı ile heiâidir. Hadis, bâ/.ı  âlimlerin,   bu  yasağın   Peygamber     (Sallallahü   Aleyhi  vu  Scl-lem)'in    mescidine mahsus olduğunu  söylediklerini nakletmişse de, bu  söz tutarsızdır.     Âlimlerin ^cumhuruna göre yasaklama hükmü unriumîdir.    Çünkü  bâzı  rivayetlerde:  «... mescidlere yaklaşmasın.» buyurulmuştur.

Hadis; sarımsak, soğan ve benzerî şeyleri yemeyi yasaklamıştır. Bu yeşillikler, sözü muteber olan âlimlerin icmâı ile helâldir. Hadîs, bunları yiyen kimsenin, bu haliyle mescidlere gitmesini yasaklamış­tır.

K â d ı I y â z ' m anlattığına göre Zahiriye mezhebine mensup olan âlimler, bunları yemeyi haram saymışlar, gerekçe ola­rak da : Çünkü bunları yemek cemaata gitmeye engel olur, Farz na­mazları cemaatla kılmak ise Farz-j Ayn'dır, demişlerdir.

Âlimler; sarımsak, soğan ve pırasaya pis kokulu yiyecek ve ben­zerî maddeleri de eklemişlerdir.

Bâzı âlimler, yarasından pis koku duyulan veya ağzı pis kokan kimselerin de aynı hükme tâbi olduğunu söylemişlerdir.

Yine âlimler bayram ve cenaze namazı kılınan mescid dışı yer­leri, eğitim ve öğretim yapılan yerleri, düğün ve benzerî toplantı yerleri mescidlere kıyaslayarak, sarımsak ve benzeri pis kokulu şey­leri alan şahısların, bu çeşit toplantılara katılmasını yasak saymış­lardır. Fakat çarşı ve pazar yerlerini bu hükme tâbi tutmamışlardır.

Müslim'in Câbir (Radıyallâhü anhJ'den olan bir riva­yetinde sarımsak ve pırasayı yiyen kimsenin mescide yaklaşmasının yasaklanmasına gerekçe olarak şöyle buyurulmuştur:

«Çünkü insanların eziyet duydukları şeylerden melekler de ezi­yet duyarlar,»

Bu gerekçe, mescidin boş olduğu zamanlarda bile anılan şahıs­ların oraya girmesinin yasakhğına delâlet eder." [37]

 

59 - Namazda İken Kendisine Selâm Verilen Kişî Nasıl Selâm Alır Babı

 

1017) Abdullah bin Ömer (Radıyallâhü atıhümâ)\\en: Şöyle demiştir: Resülullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem), Küba[38] mescidine uğrayarak içinde namaz kılarken Ensar-ı Kiram'dan bir kaç zât ge­lip O'na selâm vermişler. (Orada) Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'in beraberinde bulunan Suhayb[39] (Radıyallâhü anh)'a: Resülullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem), onların selâmını nasıl alır­dı? dedim. Suhayb:

Efendimiz eli ile işaret ederdi, dedi." [40]

 

İzahı

 

Ebû Dâvûd, Tirmizi, Nesâî ve Ahmed de bu hadîsi rivayet etmişlerdir. Bâzı rivayetlerde İbn-i Ömer (Radıyallâhü anh), mezkûr soruyu Bilâl (Radıyallâhü anh)'a sormuştur. Ebû Dâvûd'un rivayetinde Bilâl (Radıyal-lâhü anh) :

"Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) eliyle şöyle işaret eder­di, demiş ve avucun içi yere, ters yüzü yukarıya bakacak şekilde eli­ni açmıştır."

Bu rivayette el ile işaret şekli tarif edilmiştir.

 

1018) Câbir   (bin Abdillah)   (Hadtyallâkü  anhümâ)'ûen;   Şöyle de-

Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem), beni bir işe gönderdi. Sonra (dönüşümde) O, namaz kılarken yanma vardım ve O'na se­lâm verdim. Bana (elile) işaret etti. Namazını bitirince beni çağır­dı. Ve:

«Sen demin bana selâm verdin.    Ben namaz kılıyordum.»  buyurdu." [41]

 

İzahı

 

Müslim, Ebû Dâvüd, Tirmizî, Tahavî ve Nesâî de bu hadîsi az lafız farkıyla rivayet etmişlerdir. Müs­lim ve Ebû Dâvûd'un rivayetine göre Peygamber (Sal­lallahü Aleyhi ve Sellem) Benî Mustalik savaşına git­mek üzereyken Câbir bin Abdillah (Radıyallâhü anh) 'ı O kabileye önceden göndermişti. Benî Müstalik yahudî-lerinin durumundan haber getirmek veya başka maksadlarla gön­derilmişti.

Câbir (Radıyallâhü anh) Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'e selâm verince Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'in el ile işaret ettiği, Müslim ve Ebû Dâvûd'un rivaye­tinde belirtilmiştir.

Bu ve bundan önceki hadîs, ihtiyaç hâlinde namazda işaret et­menin câizliğine delâlet eder. Mâliki ve Hanbelî âlim­leri böyle hükmetmişler. En kuvvetli kavle göre $ â f i î 1 e r de böyle demişlerdir. Ş â f i î 1 er'e göre, yapılan işaretin az olma­sı şarttır. Çok olduğunda namaz bozulur. Hanefî âlimlerine göre ise; namazda işaret etmek mekruhtur.

Bu iki hadis, namazda olmayan kişinin, namazda olan kişiye se­lâm vermesinin meşruluğuna ve namazda olanın da işaretle selâm almasının câizliğine delâlet eder.

Bu iki hususta âlimler ihtilâf etmişlerdir. Şöyle ki.

1 - Mâlikîler   ve   Şâfiîler:   Namazda olan kimse­ye selâm  vermek caizdir,     bunda  mekruhluk  yoktur, demişlerdir. M â 1 i k î 1 e r' in    mûtemed kavli budur.    îbn-i    Ömer    ve Ahmed   de böyle demişlerdir.    Nevevi:    Sahih hadislerin ge­rektirdiği hüküm budur, demiştir.

2 - Hanefiler'e    göre namaz kılana selâm vermek mek­ruhtur.    Câbir,    Atâ',    Şa'bî,    Ebî    Miclez    ve    îshak bin   Rahaveyh'in   kavli budur.   M â 1 i k î 1 e r' in   mute-med olmayan bir kavli de böyledir. [42]

 

Namaz Kılanın Selâm Alması

 

1 - Mâliki,    Şafii    ve    Hanbeli    âlimleri: Namaz da bulunan kişinin, verilen selâmı işaretle almasını meşru görmüş­lerdir.İbn-i Ömer, İbn-i   Abbâs   ve   Ishak   böy­le demişlerdir.   Âlimlerin çoğundan nakledilen hüküm budur.

2 - Ebû   Zer,    Ata',    Nehaî   ve   Sevrî'ye   göre namazı bitinceye kadar selâm almamak müstahabtır.

3 - Ebû   Hanife'ye   göre namaz esnasında ne sözle, ne de işaretle selâm almamak gerekir. Eğer dille selâm alınırsa namaz bozulur. İşaretle selâm almak ise mekruhtur.

EI-Menhel yazarı, yukarıda anlatılan değişik görüş sahiplerinin delillerini ayrıntılı olarak zikretmiştir. Konunun uzamaması için bu ma'lumâtı almadım.

 

1019) Abdullah (bin Mes'ud) (Radıyallâhü a«A)'den: Şöyle demiştir: Biz namaz içinde (bulunanlara) selâm verirdik. Bilâhere bize bu-yuruldu ki:

«Şüphesiz namaz içinde (önemli) meşguliyet vardır.»" [43]

 

İzahı

 

Buhâri, Müslim, Ebû Dâvûd ve Nesâi de bu hadîsi rivayet etmişlerdir. Ebû Dâvûd'un bir rivayeti şöyledir:

"Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) namazdayken biz O'na selâm verirdik. O da selâmımızı alırdı. Sonra biz (Habeşistan kralı) Necâsînin yanından (Medine'ye döndüğümüz zaman) Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'e namaz içindeyken selâm verdik. O, selâmımızı almadı ve namazı bitirince:

«Şüphesiz namazda (önemli) meşguliyet vardır.» buyurdu." Hadiste geçen «...meşguliyet...»ten maksad; Kur'an,   zikir ve dua ile meşgul olmak ve yüce Allah'ın huzurunda durulduğunu düşünmek işidir. Bu yüce meşguliyet namazda konuşmaya mânidir.

Abdullah bin Mes'ud (Radıyallâhü anh)'un Ebû Dâvûd ve Nesâi' deki başka bir rivayetinde Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'in selâm verdikten sonra selâmını al­dığı bildirilmiştir. [44]

 

60 - Bilmiyerek Kıbleden Başka Bir Yöne Doğru Namaz Kılanın Babı

 

1020) Amir bin Rebîa[45] (Radtyaltâha anh)'der\; Şöyle demiştir: Biz bir yolculukta Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'in beraberinde idik. Hava bulutlandı ve kıble yönünü bilemedik. Ni­hayet namaz kıldık ve (durduğumuz yönün doğru olup olmadığını anlamak için) bir işaret koyduk. Sonra güneş doğunca kıble'den baş­ka bir yöne doğru namaz kılmış olduğumuz anlaşıldı. Biz bu duru­mu Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'e anlattık. Bunun aka­binde Allah Teâlâ:

«Nereye dönerseniz Allah'ın yönü orasıdır.»âyetini indirdi.[46]

 

İzahı

 

Bu hadîsi T i r m i z i de rivayet etmiştir. Oradaki hadîs meâ-len şöyledir:

"Biz bir yolculukta, karanlık bir gece Peygamber (Sallallahü Aley­hi ve Sellem)'in beraberinde idik. Kıble'nin hangi yönde olduğunu biz bilemedik. Artık her birimiz kendi yönünde namaz kıldı. Sabah olunca bu durumu Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'e anlat­tık. Bunun üzerine akabinde; âyeti indi."

Tirmizi bu hadîsin isnadının kuvvetli olmadığını söyledik­ten sonra: 'ilim ehlinin ekserisi bununla hükmederek demişler ki: Hava kapalı iken kişi kıbleden başka bir yöne namaz kıldıktan son­ra, yanlış durduğunu anlarsa onun kıldığı namaz sahihtir.

Süfyân-ı   Sevrî,   İbnü'l-Mübârek,   Ahmed ve   1 s h a k   böyle hükmedenlerdendirler,' demiştir. Tuhfetü'I-Ahvezî yazarı da burada şunları söyler: "Taberâni' nin   Muâz   bin   Cebel    (Radıyallâhü anh) 'den rivayet ettiği şu mealdeki hadîs de bu hadîsi takviye eder:

"Bulutlu bir günde bir yolculukta biz Resûlullah (Sallallahü Aley­hi ve Sellem) İle beraber kıbleden başka bir yöne doğru durup na­maz kıldık. Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) namazı bitirin­ce güneş görüldü. Bunun üzerine biz: Yâ Resûlallah! Kıbleden baş­ka bir yöne doğru namaz kılmışız, dedik. O (Sallallahü Aleyhi ve Sel­lem) :

«Şüphesiz sizin namazınız hakkıyla Allah katma kaldırılmıştır.» buyurdu."

Ebü't-Tayyib el-Medenî: 'Bizim Hanefi âlim­lerimiz bununla hükmederek, kıblenin hangi yönde olduğunu bilme­yen kişi gereken araştırmaları yaptıktan sonra kanâat ettiği yöne dönüp namaz kılar. Bilâhere hatalı durduğunu anlasa bile kıldığı nama?,! iade etmez. Çünkü mükellef olduğu şey, araştırma yapıp na­maz kılmaktır. Kişi de bunu yapmış, demişlerdir,' der.

Şafiî: Hatalı yöne doğru kılındığı anlaşılan namazın iadesi gerekir. O namazın vakti henüz çıkmamış iken veya vakti çıktıktan sonra durumun anlaşılması farketmez. Çünkü kıbleye doğru dur­mak şarttır.   Â m i r' in   hadisi ise zayıftır, demiştir.

Sübülü's-Selâm sahibi Şafii' nin sözünü naklettikten sonra : Azhar olanı Â m i r' in hadîsi ile amel etmektir. Çünkü bu hadis M u â z' in hadîsi ile kuvvet bulur. Hattâ yalnız başına da delil sayılır.

Hadiste anılan âyet-i celile'nin iniş sebebinin başka şeyler oldu­ğu rivayetleri de vardır. Diğer taraftan âyetin meali hakkında da değişik yorumlar vardır. Bu sebeple âyet, hadîsteki hüküm için ke­sin bir delil değildir. Zâten kesin delil olsaydı bu hüküm hususun­da âlimler arasında bir ihtilâf söz konusu olamazdı.

Âyetin yorumlan ve iniş sebepleri hakkında geniş izahat isteyen­ler tefsir kitablarına baş vursunlar. [47]

 

61 - Namaz İçindeyken Tükürenin Babı

 

1021) Târik bin  Abdillah  el-Muhâribi[48] (Radıyallâhü  a«/r,)'den rivayet edildiğine göre Peygamber (Sollallahü Aleyhi ve Sellem) şöyle buyurdu

demiştir :

«Namaz kıldığın zaman sakın önüne ve sağına tükürme. Lâkin solun (boş ise o taraf) a veya (sol) ayağm altına tükür.»"

 

1022) Ebû Hüreyre (Radtyallâhü anh)\\en: Şöyle demiştir:

Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) mescidin kıble duva­rında bir balgam gördü. Bunun üzerine orada kilere yönelerek:

«Sizden birisine ne oluyor ki kalkıp Rabb'ine yönelir (namaza) durur sonra önüne balgam atar? Sizden herhangi birisi kendisine dönülüp yüzüne karşı balgam atılmasından hoşlanır mı? biriniz tü­kürdüğü zaman soluna tükürsün. Yahut (mendil gibi bir) elbisesi içine şöylece tükürsün.» buyurdu.

Râvi demiştir ki: (Bu hadisi bana rivayet eden râvi) İsmail el­bisesi içine tükürüp elbisesini ovalamak suretiyle yapılacak işi ba­na gösterdi."

 

1023) Huzeyfe (Radıyallâhü ank)'(\en rivayet edildiğine göre Şebes[49] bin Reb'î önüne tükürürken kendisi görmüş ve :

Yâ Şebes! Önüne tükürme. Çünkü Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem), bunu menediyordu ve şöyle buyurmuş, demiştir:

«Şüphesiz adam kalkıp namaza başladığı zaman, namazdan çı­kıp gidinceye veya fena bir şey işleyinceye kadar Allah Teâlâ ona yönelir, (rahmeti ile ona) teveccüh eder.[50]

 

1024) Enes bin Mâlik (Radıyallâhü anh)'den; Şöyle demiştir: Resûlullah    (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)    (bir defa)   namazda iken elbisesinin içine tükürdü. Sonra ovaladı. [51]

 

İzahı

 

Târik (Radıyallâhü anh)'m hadisini Ti r m i z i, E b ü Dâvûd    ve    Nesâî   de az lafız farkı ile rivayet etmişlerdir.

Ebû Hüreyre (Radıyallâhü anh)'ın hadîsini Müslim de rivayet etmiştir. Ebû Dâvûd da benzer lafızla bir hadîsi Ebû    Said-i    Hudri    (Radıyallâhü anh) den rivayet etmiştir.

Huzeyfe    (Radıyallâhü anh) in hadîsi zevâid nevindendir. Bu hadîsteki;  cümlesi ile: "Dîne muhalif bir şey ihdas etmek.

yapmak yâni günah işlemek» kasdedilmiştir. Bu cümle ile abdestin bozulması anlamının kasdedilmesi ihtimâli uzaktır. Ancak, ihtiyaç yok iken ve irâde içinde bile bile abdest bozmak anlamını çıkarmak da mümkündür.  Yâni cümleyi böyle yorumlamak hatıra gelebilir.

Bu takdirde; *lrjb£   abdest bozar anlamını taşır.

Enes (Radıyallâhü anh)'in hadîsinin benzeri Ebû D â-vüd'un   süneninde   rivayet edilmiştir.

Namaz esnasında, namaz dışında, mescid içinde ve dışında tü­kürmek, balgam atmakla ilgili hadîslerin açıklaması, bunun dînî hükmü ve bu husustaki âlimlerin görüşleri: "Mescidler ve Cemaatlar'1 kitabının 10. babında rivayet edilen (761 - 764) nolu hadîsler bahsin­de beyan edildiği için oraya bakılabilir. [52]

 

62 - namazda  (secde yerindeki) çakıllara el sürmek babı

 

1025) Ebû Hüreyre (Radıyallâhü anh)'<\en rivayet edildiğine göre Re­sûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) şöyle buyurdu, demiştir :

«Namaz içinde çakıllara el süren kimse abesle iştigal etmiş olur.»"

 

1026) Muaykıb [53]  (Radıyallâhü ank)'âen rivayet edildiğine göre :

Namaz esnasında çakıllara el sürmek hakkında Resûlullah (Sal-Jallahü Aleyhi ve Sellem) şöyle buyurdu, demiştir:

«Eğer çakıllara (mecburen) el sürecek olursan tek bir defa (el sür).»"

 

1027) Ebû Zerr  (Radıyallâhü ü«A,)'den rivayet edildiğine göre Re-sûlullah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) şöyle buyurdu, demiştir:

«Biriniz namaza başladığı zaman, şüphesiz ona rahmet yönelir. Bu nedenle sakın (secde yerindeki) çakıllara el sürmesin.» [54]

 

İzahı

 

Ebû   Hüreyre    (Radıyallâhü anh)'nin hadîsinin müellif­ten başka kimler tarafından rivayet edildiğini görmedim. Hadîs, na­maz içinde çakıl taşlarını ellemenin doğru bir hareket olmadığına delâlet eder. Sindi:  Cuma namazı bahsinde;  «ve abesle iştigal eden için sevâb yoktur.» buyurulmustur.Cuma sevabını gideren bir harekette çirkinlik bulunur.    Bilhassa hutbeyi dinlemekten alıkoyarsa şüphesiz yasak bir hareket sayılır, demiştir.

M u a y k ı b (Radıyallâhü anh)'ın hadîsini Kütüb-i Sitte sa-hiblerinin hepsi ve A h m e d rivayet etmişlerdir. B u h â r î' nin rivayeti meâlen şöyledir:

"Secde yerinin toprağını (elile) düzelten adama Resûlullah (Sal-lallahü Aleyhi ve Sellem) : «Eğer (secde edeceğin) yerin toprağını düzeltmeye mecbur olursan, (elini) bir defa sür.»"

"Ebû Davud'un rivayetinde Peygamber (Sallallahu Aley­hi ve Sellem)'in buyruğunun meali şudur:

«Sen namazda iken çakıllara elsürme. Eğer bilmecburiyc yapa­cak olursan çakılları tesviye etmek üzere bir defa el sürmek yeter.»

Buhâri ve Ebû Davud'un rivayetinden anlaşıldığı gibi secde yerindeki toprağı ve çakıl taşlarını tesviye etmek için na­maz içinde secde yerine bir defa el sürmek caizdir, câizliğin sebebi de secde ederken eziyete mâruz kalmamaktır.

Ebû Zerr (Radıyallâhü anh) in hadisini Ebû Dâvûd, Tirmizî, Nesâî, Ahmed ve îbn-i Hibbân da rivayet etmişlerdir.

El-Menhel yazarı: Namaza giriş sayesinde kişiye yöneltilen ilâ­hî rahmetin kesintiye uğramaması için secde yerindeki çakıl taşla­rını tesviye etmekle meşgul olmamak gerekir. Secde yerindeki top­rak ve kum da çakıl taşları hükmündedir. Bunları tesviye etmekle meşgul olmak namazdaki huzur ve huşuun kesilmesine, dolayısıyla rahmetin kesilmesine yol açar, demiştir-.

El-Menhel yazarı daha sonra şöyle der:

"Bu bâbta rivayet olunan hadîsler, namaz içinde, secde yerinde­ki çakılları, toprağı, kumu ve benzeri şeyleri tesviye etmenin kerâ-hatine ve zaruret hâlinde bir defa el sürmenin câizliğine delâlet eder.

Bu husustaki âlimlerin görüşüne gelince:

l. Ömer, Câbir, Mesrûk, İbrahim en-Na-haî. Hasanı Basri ve cumhura göre secde yerindeki çakıllara el sürmenin mekruhluğuna hükmetmişlerdir.

Mâlik' ten: Secdeden başını kaldırınca alnına yapışık top­rağın yüzüne dökülüp dağılmasıyla eziyete mâruz kalacak adamın, secde yerine el sürmesinde bir beis olmadığını söylediği rivayet edilmistir. EI-Muvatta'da Ebû Ca'fer el-Kâri' den rivayet ettiğine göre kendisi şöyle demiştir: Ben Abdullah bin Ömer (Radıyallâhü anh)'ı secde için eğildiği zaman alnını koya­cağı yerdeki çakıllara hafifçe elini sürerken gördüm.

Zahiriye mezhebine mensup âlimler, hadislerin zahiri ile hükmederek bir defadan fazla çakıllara el sürmek haramdır, demiş­lerdir.

Abdullah bin Mes'ud, Ebû Hüreyre, Hu-zeyfe ve Ebû Zerr (Radıyallâhü anhüm), bir defa el sür­meye ruhsat verenlerdendirler.

îbn-i Huzeyme, kendi sahihinde rivayet ettiğine göre C â b i r (Radıyallâhü anh) : Namaz içinde çakıllara el sürmenin hükmünü Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve SellemTe sorduk. Buyur­du ki:

«Bir defa, bunu yapmaktan sakınman tümü kara gözlü olan yüz deveden daha hayırlıdır.»

Secde yerindeki çakıllara el sürme yasağının hikmetine gelince, namaz kılana yönelen ilâhi rahmetten dönüp başka şeylerle meşgul olmamak ve rahmetten alacağı nasibi kaçırmamaktır.

Bâzıları demiş ki: Bunun hikmeti secde mahallinde bulunan ça kılları basıp toprağa gömmek veya temizlemekle, üzerlerinde secde edilmesinden hoşlanan çakılları mahrum etmemektir. Nitekim İ b n-i E b i Ş e y b e ' nin rivayetine göre Ebû Salih: Secdeye varmak istediğin zaman çakıllara el sürme. Çünkü her çakıl, üzerin­de secde edilmesini sever, demiştir.

Bir kısım âlimler de: Çakıllara elsürüp secde yerini düzenlemek tavazua aykırıdır, demişlerdir. [55]

 

Hadîslerden Çıkarılan Hükümler

 

1. Zaruret olmadıkça,    namazda iken secde yerine el sürmek mekruhtur. Abesle iştigaldir.

2. Zaruret hâlinde bir defa el sürmek caizdir.

3. Namaza durana ilâhi rahmet yönelir. [56]

 

63 - Humre (Küçük Hasır)  Üzerinde Namaz Kılmak Babı

 

1028) Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellemy'm eşi Meymûne (Radtyallâhü anhâ) şöyle demiştir:

Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) humre üzerinde namaz kılardı." [57]

 

İzahı

 

T i r m i z i' den başka Kütüb-i Sitte müelliflerinin hepsi bu hadisi rivayet etmişlerdir.

Humre : Bu kelime 632 nolu hadîste de geçmiş ve orada tarif edil­miştir. El-Menhel yazarı bu kelimenin mânâsı hakkındaki âlimlerin sözlerini şöyle nakleder:

"Mİsbah'ta: Humre secde yeri kadar küçük olan hasırdır, demiş, H a t t â b i de : Üzerinde namaz kılınan seccadedir. Söylendiğine göre seccade, namaz kılanın yüzünü yerden koruyup örttüğü için örtünme anlamını taşıyan bu isim ve'rilmiştir, der. Nihâye'de ise : Secde edildiğinde yüzün hizasına gelen yeri kaplayan büyüklükteki hasır veya hurma yaprağı gibi bitkiden mamul seccadeciktir. Bü­yüklüğü bu kadar olmazsa ona humre adı verilmez. İpleri hurma yaprakları ve benzeri madde altında gizli kaldığı için ona bu isim verilmiştir, der. Diğer taraftan sünen-i Ebü Dâvüd'da îbn-i A b b â s (Radıyallâhü anh)'dan rivayet edilen bir hadisten anla­şıldığına göre normal seccadeye de humre denilir."

Hulasa görüldüğü gibi humre küçük veya normal hasır secca­deye denilebilir.

Hadîs, hasır üzerinde secde etmenin ve namaz kılmanın meşru­luğuna delâlet eder.

îbn-i Battal demiştir ki: Hasır üzerinde namaz kılma­nın câizliği hususunda muhtelif îslâm memleketlerinde bulunan fikıh âlimleri arasında hiç bir ihtilâf yoktur. Yalnız Ömer bin A b d i 1 a z i z' in* toprak getirip hasır seccadesinin secde yerine koyduğu toprak üzerine secde ettiği rivayeti vardır. Bu da olsa olsa kendisinin aşırı tevazuundan ileri gelmiş olabilir ki bu hal İslâm âlim­lerine muhalefet sayılmaz.

Hasır, kilim, halı gibi sergiler üzerinde namaz kılmak hususun­daki âlimlerin sözlerini bundan sonraki iki hadîsin tercemesinden sonra nakledeceğiz.

 

 1029) Ebû Saîd(-i Hudrî (RadıyaHâhii üwAJ'den; Şöyle demiştir: Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem), hasır üzerinde namaz kılmıştır."

 

1030) Amr[58] bin Dînâr (Radıyallâhü a»*;'deri; Şöyle demiştir: (Abdullah) bin Ab bas (Radıyallâhü anhümâ), Basra'da iken yay­gısı üzerinde namaz kılmış ve sonra arkadaşlarına : Resûlullah (Sal­lallahü Aleyhi ve Sellem), yaygısı üzerinde namaz kılardı, demiştir." Not :   Zevâid'de belirtildiğine göre bu hadisin senedindeki  râvi Zam'a zayıf­tır, Müslim O'nun hadîsini rivayet etmiş, ama orada Zam'a'nın beraberinde başka râvi vardır. Yalnız değildir. Ahmed, îbn-i Main ve başkaları da Zam'a'nın zayıflığını söylemişlerdir. [59]

 

İzahı

 

Ebû S a î d (Radıyallâhü anh)'in hadisini Müslim ve T i r m i z i de rivayet etmişlerdir. Amr (Radıyallâhü anh'ın hadîsini de   Ahmed   rivayet etmiştir.

Ebû S a i d (Radıyallâhü anh)'in hadîsi. Peygamber (Sallal­lahü Aleyhi ve Sellem)'in hasır üzerinde namaz kıldığına delildir.

Amr (Radıyallâhü anh)'ın hadîsinde geçen Bisat kelimesini yaygı olarak terceme ettim.

Bisat: Yere serilen sergi demektir. Yâni bisat'ın lügat anlamı ha­sır, kilim, seccade, halı gibi eşyanın hepsini kaplar.

T i r m i z i Humre, Hasır ve Bisat için ayrı ayrı bâblar açmış­tır. Bisat üzerinde namaz kılmak babında E n e s (Radıyallâhü anh)'den bir hadîs rivayet ettikten sonra: Sahâbilerin ve onlardan sonra gelen âlimlerin çoğu tüylü ve tüysüz yaygılar üzerinde namaz kılmakta bir sakınca görmemişlerdir, demiştir.

Bâzı âlimler Bisat kelimesi ile hasır kasdedildiğini söylemişlerdir.

El-Menhel yazan da: "Hayvani ve nebatî olan bütün yaygılar hasır hükmünde olup hepsinin üzerinde namaz kılmanın câizliği bu. hadislerden anlaşılıyor. Ahmed, Evzâi, Şafiî, İshak ve Fıkıhçıların Cumhurunun kavli budur. Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'in hasır ve başka şeyler üzerinde namaz kıldığı sahih hadîslerle sabittir.

Tabiîlerden bir cemâat çıplak yer üzerinde namaz kılmayı arzu-lamışlar ve her hangi bir şey üzerinde namaz kılmayı mekruh say­mışlardır. Said bin el-Müseyyeb ve Muhammed bin Si ri.n'in yaygı üzerinde namaz kılmanın sonradan ihdas edilen bir şey olduğunu söylediklerini îbn-i Ebî Şeybe ri­vayet etmiştir.

Câbir bin Zeyd'in de nebati olan yaygılar üzerinde namaz kılmayı müstahap ve hayvani yaygılar üzerinde namaz kıl­mayı mekruh adettiği rivayet olunmuştur.

Urve bin Zübeyr ise çıplak yerden başka bir şey üze­rinde secde etmekten kerahet ediyordu.

M â 1 i k i 1 e r' e göre rahat verici ve refahlı sergi üzerinde namaz kılmak mekruhtur. Hasır ve benzeri şeyler üzerinde ise mek­ruh değildir. Mamafih çıplak yerde namaz kılmak daha iyidir. M â -1 i k : Soğuk ve sıcak gibi bir özür olmadıkça pamuk veya keten­den mamul elbise ve aba üzerinde secde edilemez demiştir." diye ma­lumat verir. [60]

 

64 - Sıcakta Ve Soğukta Elbise Üzerinde Secde Etmek Babı

 

1031) Abdullah bin Abdirrahman (Radtyallâhü anh) (babası vasıta­sıyla dedesinden naklen) şöyle demiştir :

Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) bize geldi. Beni Abdfl-Eşhel mescidinde namaz kıldırdı. Secde ettiği zaman ellerini elbise­sinin üzerine koyduğunu gördüm."

Not :   Bundan sonra gelen rivayette olduğu gibi bunun senedinde;

= «Abdullah bin Abdirrahman'dan, O da babasından, O da dedesi Sabit bin eş-Sa-nut'tan...» ifâdesi vardır. Senedin aslı böyle olunca muttasıl bir sened olmuş olur. diye Zevâid'de açıklama vardır. (76)

(76) Çünkü senedde sahâbi olan flk râvi Sabit bin es-Samit ve onun râvisi olan oğlu Abdurrahman'ın ismi geçmiyor. Ancak Abdurrahman'ın râvisi olan oğlu Abdullah'ın ismi vardır.

 

1032) Abdullah bin Abdirrahman bin Sabit bin es-Sâmi'ten. O da babası (Abdurnthman)dan, O da dedesi (Sabit) (Raıityullâhü tirtfıüm)'(\en rivâ-yel ettiğine yöre :

Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) bir elbiseye bürünmüş olarak, Benî Eşhel kabilesi içinde namaz kılmış, (secde ederken) el­lerini elbisesinin üzerine koyup çakılların soğukluğundan korunmuş­tur."

Not : Zevâid'de : Bu senedde bulunan İbrahim bin İsmail el-Eşheli'nin ha­dislerinin münker olduğunu Buharı söylemiştir. Başkası da onu zayıf saymıştır. Ahmed ve el-İcli İse onu sıka göstermişlerdir. Diğer râvi Abdullah bin Abdurrah-man aleyhinde konuşanı veya onu sıka göstereni görmedim. Geri kalan ravileri sıkadır, diye bilgi verilmiştir. [61]

 

İzahı

 

Sindi de: Hulâsa toprak üzerinde secde etmek hadisi sabit­tir. Konuşma konusu, elbise üzerinde secde etmenin caiz olup olma­masıdır. Bunu caiz görenlerin kavlinin yolu vardır, demiştir.

 

1033) Enes bin Mâlik (Radtvaüâhü <ıw//)'den: Şöyle demiştir: Sıcaklığın şiddetli zamanlarında Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) ile beraber namaz kılardık. Birimiz (secde yerinin hara­retinden dolayı) alnını yere iyice koymaya muktedir olmadığı za­man (büründüğü) elbisesinin bir tarafını yere yayarak üzerinde sec­de ederdi. [62]

İzahı

 

Bu hadîsi Kütüb-i Sittc sahiplerinin hepsi ve A h m e d rivayet etmişlerdir. Bundan önceki hadîs soğuktan korunmak için elbise­nin bir tarafı üzerinde secde etmenin cevazına delâlet ettiği gibi bu hadîs de sıcaktan korunmak için aynı şeyi yapmanın câizliğine de­lâlet eder.

Hadisin: «...alnını iyice yere koymaya muktedir olmadığı za­man...» cümlesi, çıplak yere secde etmenin asıl olduğuna işaret eder. Çünkü bu cümlede, elbisenin bir tarafı üzerinde secde etmek, alını çıplak yere koymanın güçlüğüne bağlanmıştır.

Elbisenin bir tarafı üzerinde secde etmenin hükmü hakkındaki âlimlerin görüşleri.

1. Ebû Hanîfe ve Cumhur'a göre kişi, büründügü elbi­senin bir tarafı üzerinde secde edebilir. Delilleri de bu bâbtaki ha­dîslerdir. Cumhur: Hâkim ve Beyhakî' nin rivayet et­tikleri Habbâb bin el-Eret tRadıyallâhü anhJ'in aşa­ğıdaki hadîsi bu hükme muarız değildir. Çünkü H a b b â b ' in hadîsindeki Sahâbîlerin şikâyeti bir elbise üzerinde secde etmek iz­ni için değil, sıcağın şiddeti kırıhncaya kadar öğle farzını tehir et­mek içindir. Eğer şikâyetleri bir elbise üzerinde secde etmekle gide­rilmiş olsaydı, bu izin verilecekti, diye yorum yapmışlardır.

 «üt

= (Üzerinde secde ettiğimiz) kızgın taşların alınlarımızdaki ha­rareti Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'e şikâyet ettik. (= Hâ­limizi arzettik) de O, şikâyetimizi gidermedi. (= Bir çâre bildir­medi.)-

2. Ş â f i î' ye göre, bürünülen elbiseden namazdaki eğiliş ve kalkışlarda kişi ile beraber, hareket eden kısımlar üzerinde secde et­mek caiz değil, hareket etmeyen (yâni yere yayılıp kalan) kısımlar üzerinde secde etmek caizdir. Şafii' nin zayıf olan bir kavline göre hareket etmeyen kısım da hareket eden kısım gibidir. Şafii, bu bâbtaki hadislerde sözkonusu edilen elbiseden maksat namaz es­nasında kişiden ayrı olan elbisesidir. Büründügü elbise değildir, de­miştir. Ama bu yorum hadisin zahirine uygun görülmüyor. Çünkü : "Elbisesi" tâbirinden hatıra ilk gelen şey, bürünülen elbisedir. İ b n - i E b î Ş e y b e ' nin 1 k r i m e yolu ile tbn-i A b b â s (Ra-dıyallâhü anh)'dan rivayet ettiği su mealdeki hadîs de hadîsin zâhiri mânâsım teyid eder: "Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem), yerin sıcaklığından ve soğukluğundan, fazla kısmı ile korunduğu bir elbise içinde namaz kılmıştır.

Şafiî' nin    delili ise yukarda nakledilen    Habbâb    (Ra-dıyallâhü anh)'ın hadîsidir.

İhtiyaç yok iken elbise üzerinde secde etmek   Ebû   Hanîfe ve Cumhur'a göre mekruhtur. [63]

 

Hadîsin Fıkıh Yönü

 

1. Namaz maslahatı için namazda az hareket caizdir.

2. Kişi, büründügü elbisenin bir tarafı üzerinde secde edebilir.

3. Namazda huşuun devamı için gayret edilmelidir. Çünkü ye­rin hararetinden dolayı huşu gitmesin diye Sahâbiler elbiseleri üze­rinde secde etmişlerdir. [64]

 

65 -  (İkaz İçin)   Namazda Sübhanallah Demek Erkeklere, El Çırpmak Da Kadınlara Uygundur, Babı

 

1034) Ebû Hüreyre (Radıvallâhii anh)\\en rivayet edildiğine göre: Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) şöyle buyurdu, demiştir :

-Sübhânallah demek erkeklere, el çırpmak da kadınlara uygun­dur.»"

 

1035) Sehl bin Sa'd es-Sâirlî (Radıyallâhü anhümâ)'âan rivayet edil­diğine göre Resûlullah (Sallatlahü Afcvfıİ ve Sel/em) şöyle buyurdu, demiştir :

«Sübhânallah demek erkeklere; el çırpmak da kadınlara uygundur.»"

 

1036) (Abdullah)   bin  Ömer  (Radıyaliâkü anküınâ)'iVdu;   Şöyle de­miştir :

Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem), el çırpmak hakkında kadınlara ve sübhânallah demek hakkında erkeklere ruhsat vermiş­tir."Bu hadîsin senedinin hasen olduğu Zevâid'de belirtilmiştir. [65]

 

İzahı

 

Ebû Hüreyre (Radıyallâhü anh)'nin hadîsini Kütüb-i Sitte sahihleri ve    A h m e d    rivayet etmişlerdir.

Sehl (Radıyallâhü anh)'in hadîsini de T i r m i z î ' den baş­ka Kütüb-i Sitte sahipleri ve Mâlik, el-Muvatta'da rivayet et­mişlerdir.

I b n-i Ömer (Radıyallâhü anh)'in hadîsi ise zevâid türün-dendir.

Kişi namazda iken vuku bulan bir durum karşısında namazda ol­duğunu sezdirmek veya herhangi bir uyarıda bulunmak için işaret verecek. Bu bâbtaki hadisler, erkeklerin sübhânallah demekle, ka­dınların ise el çırpmakla işaret vermelerinin uygun olduğuna hük­mederler. Meselâ, kör adamı tehlikeye karşı uyarmak, yanılanı uyar­mak, içeri girmek isteyene izin vermek ve kapı çalana  içerdekinin namazda olduğunu sezdirmek için hadislerde belirtilen şekilde işa­ret verilir. Teşbih, zikir niyeti ile edilir.

Kadınların, seslerini yükseltmeleri sakıncalı olduğu için el çırp­maları uygun görülmüştür. El çırpmak umumiyetle kadınlara yakı­şır bir iş olduğundan erkeklerin el çırpmaları uygun görülmemiştir. [66]

 

Namazdaki Uyarı Hakkında Âlimlerden :

 

1. Şâfiîler   ve   Hanbeliler   bu hadîslerin zahiri ile hükmederek demişler ki: Sübhânallah sözü namazdaki zikir nevin­den olduğu için çokça tekrarlansa dahi namaza zarar vermez.    Fa­kat el çırpmak namaza yabancı bir hareket olduğu için çok yapılır­sa namaz bozulur. Teşbih edilirken sırf ikaz niyetiyle edilmez. Niyet zikir olacak. İkaz kendiliğinden gerçekleşir.

2. Hanefiler   ve   M â li ki ler   demişler ki:  Kadınlar da erkekler gibi teşbih ederçjk ikazlarını yayarlar el çırpmazlar. Ka­dınların el çırpması   M â 1 i k i 1 e r' e   göre mekruh,   Ebû   H a -n i f e' ye   göre ise namazı bozar.

Bu âlimler derler ki, Sehl bin Sa'd (Radıyallâhü an-hümâJ'ın uzun metin hâlinde rivayet ettiği hadîste şöyle buyurul-

muştur:

= «Namaz içinde iken kime bir şey peyda olursa sübhânallah desin. Çünkü sübhânallah deyince ona dönülür. El çırpmak ancak kadınlara aittir.»

Bu hadîste erkek, kadın ayırımı yapılmadan  «kime bir şey...» buyurulmuştur. Bu ifâdenin şümulüne kadınlar da girer. Hadisin son kısmının mânâsı ise şudur :

«El çırpmak kadınların namaz dışındaki işidir. Eğlence için yap­tıkları bir harekettir. Namaza yakışmaz.»

Bu bâbta rivayet edilen hadislerin Ş â f i i i e r ' le H a n b e 1 i -1 e r' in görüşlerini teyid ettikleri Kurtubi ve Ibn-i Ab-d i' I - B e r r   tarafından ifâde edilmiştir. Müellif de bu görüştedir.

Birinci görüşteki âlimler derler ki, Sehl (Radıyallâhü anh) 'in hadisi bizim delilimizdir. Şöyle ki, bu hadîsin başkısmında anlatıldı­ğı gibi    Ebû   Bekir    (Radıyallâhü anh)    Benî   A m r   kabilesinde sahâbilere namaz kıldırmaya başladıktan sonra Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) gelerek birinci saf fa girince cemâat, durumu E b û Bekir (Radıyallâhü anhJ'a sezdirmek için el çırpmaya başlamıştır, çok kimse el çırpmış. Nihayet E b û Bekir durumu sezince geri çekilmiş ve Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) imamlığa geçmiştir. Namazdan sonra Peygamber (Sallalla­hü Aleyhi ve Sellem) cemaata:

«Size ne oluyordu? Niçin bu kadar çok kişi el çırptı. Kime bir şey arız olursa sübhânallah desin. Çünkü sübhânallah deyince kendisine dönülür, dikkat edilir. El çırpmak kadınlara mahsustur.» buyurmuş­tur.

Hadisteki: «El çırpmak kadınlara mahsustur.» cümlesinin mâ­nâsı şudur: Kadınlara namaz içinde bir şey arız olursa onlar el çır­parlar (siz erkekler böyle yapmayın sübhânallah deyin). [67]

 

Hadîslerden Çıkarılan Hükümler

 

1. Erkekler namazda ikaz mâhiyetinde   (ve fakat zikir niyeti ile) sübhânallah diyebilir.

2. Kadınlar ikaz için el çırpabilirler.

3. Az hareket namazı bozmaz. [68]

 

66 - Ayakkabılarla Namaz Kılmak Babı

 

1037) İbn-i Ebî Evs (Radıyallâhü anft)'den; Şöyle demiştir: Dedem Evs (es-Sakafi) namaz kılarken zaman zaman namaz es­nasında bana işaret ederdi. Ben de ayakkabılarını kendisine verir­dim ve derdi ki i

Ben Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) i ayakkabıları ile namaz kılarken gördüm."

Not :   Hadisin senedinin sahih olduğu Zevâid'de bildirilmiştir.

 

1038) Amr bin Şuayb (bin Muhaınmed bin Abdi İlah bin Amr bin el'Â$)'dan, O da babası (Şuayb)'den, O da dedesi (Abdullah bin Amr) (Radt-yallâkü anhümyden; Şöyle demiştir:

Ben Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'i (bazen) yalın ayak ve (başka zamanlarda) ayakkabılarım giymiş olarak namaz kı­larken gördüm. [69]

 

İzahı

 

Abdullah bin Amr (Radıyallâhü anhümâ)'ın hadi­sini Ebû Dâvûd da rivayet etmiştir. Tercemede paren tez içi ifâdelerle belirttiğim gibi A m r' m babası Şu ay b' tır. Şuayb'ın babası Muhammed' dir. Muhammed'in babası da Abdullah bin Amr bin el-As (Radıyal­lâhü anhümî'dır. Amr, babası Ş u a y b ' dan rivayet etmiştir. Ş u a y b de babası Muhammed' den değil, dedesi A b -d u 1 1 a h    (Radıyallâhü anh)'dan rivayette bulunmuştur. Bu ne-

denle seneddeki:  = «dedesinden» sözündeki zamir   Şua y b ' e râci ise Ş u a y b ' m dedesi Abdullah' tır. Zâ­ten ilk râvi de Abdullah' dır. Ancak bu takdirde ehlinin ma­lumu olduğu üzere «Tefkikü'z-Zamîr» yapılmış olur. Arap edebi­yatında mecbur kalınmadıkça bu yola gidilmez. Şayet mezkûr za­mir A m r' e râci ise mânâ şu olur: Ş u a y b de bu hadisi A m r' in dedesinden rivayet etmiştir. A m r' m dedesinden mak­sat birinci dedesi olan Muhammed değil, iKinci dedesi olan Abdullah' tır.

Hadîs Resûl-i Ekrem (Sailallahü Aleyhi ve Sellem) in bazen ya­lın ayak olarak namaz kıldığına, diğer bâzı vakitlerde ayakkabıla­rını giymiş olarak namaz kıldığına delâlet eder.

El Menhel yazarı bu hadisin açıklaması bahsinde şunları söyler:

"Hadis, ayakkabı ile de yalın ayak da namaz kılmanın cevazına delâlet eder. Aynı zamanda : «Ayakkabılarınızla namaz kılın.> mea­lindeki hadislerde buyurulmuş olan emrin vücup için değil de mü-bahlık için olduğuna delâlet eder. Yâni ayakkabılarla kılabilirsiniz demek oluyor.

Kadı I y â z : Ayakkabı ile namaz kılmak mubah bir ruh­sattır. Resûl-i Ekrem (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) ve Sahâbiler böy­le yapmışlardır. Ancak ayakkabıların necis olduğunun bilinmemesi şarttır. Eğer necis olduğu bilinirse bununla namaz kılınamaz' de­miştir.

Namazda ayakkabı giyen sahâbiler arasında, Hz Ömer bin    el-Hattâb,    Osman    bin    Affân,    Abdullah

bin Mes'ud, Üveymir bin Sâide, Enes bin Mâlik, Seleme bin el-Ekva' ve Evs es-Sakafi (Radiyallâhü anhüm) bulunur. Tabiilerden de S a î d bin e 1-Müseyyeb, el-Kâsım, Urve bin Zübeyr, Sa­lim bin Abdillah, Atâ bin Yesâr, Atâ bin Ebi Rabah, Mücâhid. Tâvûs, Kadı Şüreyh, Ebıİ Miclez, Ebû Amr eş-Şeybâni, el-Esved bin Yezid, İbrahim en-Nahaî, İbrahim et-Teymi, Ali bin el-Hüsey.in ve oğlu Ebû Ca'fer (Radıyailâhü anhüm) ayakkabıyla namaz kılmışlardır."

 

1039) Abdullah (bin Mes'ud) (Radtyatlâhü mıh )den; ^öyle demiştir: Şüphesiz biz Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) i ayakka­bılarla ve mestlerle namaz kılarken gördük."

Not : Zevâid'de Ebû ZurVdan naklen bildirildiğine göre bu hadîsin İsnadın-daki râvi Ebû İshak'm hafızası ömrünün son zamanlarında karışmış ve Zühayr bin Muâviye bin CÜfeyc'in ondan rivayeti de o zamanlarında olmuştur. [70]

 

67 - Namazda Saç Ve Elbiseyi Toplamak Bâbı

 

1040) (Abdullah) bin Abbâs (Radıyailâhü anhümâ)fdan rivayet edil­diğine göre Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) şöyle buyurdu, demiştir :

«(Namaz kılarken) saç ve elbiseyi (durumu bozulmasın veya toz­lanmasın diye) toplamamakla emrolundum.*"

 

1041) Abdullah (bin Mes'ud) (Radıyallilhü a«A^'den; Şöyle demiştir: (Namaz kılarken) saç ve elbiseyi toplamamakla ve pis yere bas­maktan dolayı abdest almamakla emrolunduk.

 

1042) Medîne-i   Münevvere halkından  Ebû  Sa'd[71]   (künyeli)   bir adanı (Radıyallâhü ««/f^'den rivayet edildiğine göre ben şunu gördüm demiştir:

Hasan bin Ali (bin ©bi Tâlib) (Radiyallâhü anhümâ) (bir gün) saçlarını tepesinde toplamış olduğu halde (ayakta) namaz kılarken; Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) 'in mevlâsı Ebû Râfi' (Radı-yallâhü anh) Onu gördü. Ebû Râfi1 onun saçlarını salıvererek veya onu böyle yapmaktan menederek:

Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem), erkeğin saçlarını tepe­sinde toplamış olduğu halde namaz kılmasını yasaklamıştır, dedi. [72]

 

İzahı

 

İbn-i A b b â s (Radıyallâhü anh) in hadîsini B u h â r î, Müslim    ve   Nesâi   de rivayet etmişlerdir.

Ebû*i Mes'ud (Radıyailâhü anh)'m hadîsini müelliften başka kimlerin rivayet ettiğini bilmedim. Tuhfetü'l-Ahvezî yazarı bu hadisin sahih bir sened ile İ b n - i M â c e h tarafından tahriç edildiğini bildirmiştir. Bu hadîste geçen :

«Pis yere basmaktan dolayı abdest almamakla emrolunduk.» fık­rasından maksat şudur: 'Abdestli iken necis olan bir yere basmak­la abdest bozulmaz. Abdesti yenilemeye gerek yoktur.' Bilindiği gi­bi necasetin bulaştığı yeri yıkamak gerekir.

Ebû R a f i' in hadîsini Tirmizî ve Ebû Dâvûd da rivayet etmişlerdir.

Aks: Bu hadiste mazi fiili geçen bu kelime, saçları başın tepe­sinde toplamak, saç örgülerini başın etrafına dolamak, saçın uzanan uçlarını kıvırıp kök kısmının arasına sokmak mânâlarına gelir. Bu mânâların hangisi alınırsa alınsın erkeğin, saçlarını böylece topla­mış olarak namaza durmasının yasakhğı burada rivayet olunan ha­dislerden anlaşılmaktadır.

Saçları ve elbiseyi toplamanın yasaklanmasının hikmeti hakkın­da âlimler şöyle demişlerdir:

Saçların ve elbisenin secdeden hisselerini almalarıdır. Toplamak ise bunların secde etmelerine mânidir.

Hattâbî: "Ebû Râfi' (Radıyallâhü anh) 'in Hasan bin Ali (Radıyallâhü anh) in saçlarını salıvermesinin sebebi Hz. Hasan (Radıyallâhü anh)'in secde ederken saçlarının da secdeye varması ve saç örgülerinin yere değmesidir. Nitekim 1 b n - i E b i Ş e y b e' nin sahih bir sened ile Abdullah bin M e s'u d (Radıyallâhü anh)'den rivayet ettiğine göre bir gün 1 b n - i    Mes'ud    mescide girmiş ve bir adamı, saçlarını tepesinin başında toplamış olarak namaz kılarken görmüş. Adam nama­zı bitirdikten sonra   tbn-i   Mes'ud   Ona:

"Namaz kılacağın zaman saçlarını toplama. Çünkü senin saçla­rın da seninle beraber secde eder ve her saç telinin secde edişi do­layısıyla sana bir ecir vardır, deyince adam: Ben saçlarımın tozlan­masından korkuyorum, demiş. İbn-i Mes'ud (Radıyallâhü anh) da "Saçlarının tozlanması senin için daha hayırlıdır", diye cevap vermiş­tir," der.

El-Menhel yazan H a t t â b i' nin mezkûr sözünü naklettik­ten sonra şöyle der:

"Ebû R â f i' in hadîsi, saçlarını toplamış olarak erkeğin na­maza durmasının mekruhluğuna delâlet eder.

Hanefiler, Şâfiîler ve Hanbelîler'e göre, kişi saçım ister namaz için toplasın, ister başka maksatla toplasın böy­le namaz kılması mekruhtur.

M â 1 i k' e göre, kişi namaz için böyle yapmış ise mekruhtur, aksi takdirde mekruh değildir.

İbnü'l-Münzir'in dediğine göre Hasan-ı Basri: Böyle kılınan namaz iade edilir, demiştir.

N e v e v î: Sahih hadîslerde ve sahâbilerden yapılan nakille­rin zahirinde saç toplamanın namaz için olması kaydı yoktur. Şu halde namaz için olsun, olmasın saçları toplamış olarak namaza dur­manın mekruhluğu gerekir, demiştir.

Ashâb-ı Kiram (Radıyallâhü anh) dan saçları toplamanın mek­ruhluğuna hükmeden cemâat içinde, Ömer, Osman, Ali, Huzeyfe, İbn-i Ömer, Ebû Hüreyre, îbn-i Mes'ud ve İbn-i Abbâs (Radıyallâhü anhüm) vardır. Tabiilerden   îbrâhim    Nahaî    de aynı görüştedir.

Mezkûr kerahet erkeklere mahsustur. Kadınlara şümulü yoktur. Çünkü kadınların saçı avrettir. Örtülmesi gerekir. Kadın, saçını çöz­düğü zaman dağılır ve icabında iyice örtülmesi güçleşir, dolayısıy­la saçının görülmesi ile namazı bozulur."

Namazda elbiseyi toplamak da saçları toplamak gibi mekruhtur. Fazla harekete yol açarsa icabında namazın bozulmasına sebep ola­bilir. Elbisenin tozlanmaması, üstünün bozulmaması düşüncesi na­mazın huşûuna ters düşer. Bu da ayrı bir sakıncadır. [73]

 

68 - Namazda Huşu Babı

 

Huşu: Sakin durmak, boyun eğmek, korkmak, yere bakmak, se­sini alçaltmak gibi mânâlara gelir. Tuhfetü'l-Ahvezî yazarı 'Namaz­da huşu' babında : Huşu, sükûnet ve alçak gönüllülüktür. Bâzıları; Huşu ile Hudû kelimelerinin mânâları ile birbirine yakındır, çünkü hudû bedenin eğilmesidir. Huşu ise beden, göz ve sesin eğilip alçal-masıdır, demişler. Bir kısım ilim adamları da; hudû, zahirî eğilmek­tir; huşu ise mânevi ve ruhî eğilmektir, demişlerdir. Ama ikisinin eş manâlı olması kuvvetlidir. Çünkü bir hadiste Peygamber (Sallalla-hü Aleyhi ve Sellem) meâlen şöyle buyurmuştur:

«Eğer onun kalbi huşu duysaydı, dış organları da huşu duya­caktı.»

 

1043) (Abdullah) bin Ömer (RadtyaUâkü anhümâ)'dtn rivayet edil­diğine göre Resûlullah (Sallallakü Aleyhi ve Sellem) şöyle buyurdu, demiştir :

-Gözlerinizin hızla kör olmaması için (namaz içinde) onları se­mâya dikmeyiniz.»"

Not : Bu isnadın sahih ve râvîlerinin sıka oldukları Zevâid'de bildirilmişti?. Nesâi, (el-Müctebâ adlı) küçük süneninde bu hadisi Enes bin Mâlik (R.A.)'den ri­vayet etmiştir.

 

1044) Enes bin Mâlik (Radıyallâhü anh)'den; Şöyle demiştir: Resûiullah  (Sallallahü Aleyhi ve Sellem), bir gün ashabına na­maz kıldırdı. Namazı bitirince cemaata mübarek yüzünü döndürerek :

-Bâzı kimselere ne oluyor ki (namaz kılarken) gözlerini semâya dikerler.» buyurdu. Bu husustaki (uyarıcı) sözleri o kadar şiddet­lendi ki nihayet: Böyle yapanlar ya yaptıklarından kesinlikle vazge­çecekler ya da Allah onların gözlerini muhakkak kör edecektir.» bu­yurdu."

 

1045) Câbir bin Senıûre {Radiyallâhİi anh)'(\en: Şöyle demiştir: Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) buyurdular ki:

«Namazda gözlerini göğe diken bir takım kimseler ya (bundan) kesinlikle vaz geçecekler, yahut gözleri, kör olmadan kendilerine dönmiyecek.

 

1046) (Abdullah) bin Abbâs (Radıyallâhü atıhümâ)'<\an\ Şöyle de­miştir :

İnsanların en güzellerinden olan güzel bir kadın. Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'in arkasında namaz kılardı. Bâzı kimseler, o kadını görmesinler diye ön saffa geçerlerdi. Bir takım kim­seler de en son saffta olsun diye geri kalırlardı ve rükû'a vardığı za­man koltuğu altından (kadına) şöyle bakarlardı. Bunun üzerine Al lah Teâlâ o kadınla ilgili durum hakkında:

«Andolsun ki sizden Öne geçenleri biliriz. Andolsun ki geri kalan­ları da biliriz.»  (Hicr: 24) âyetini indirdi. [74]

 

İzahı

 

Bu bâbtaki ilk hadisi Tabarâni ve Ibn-i Hibbân da rivayet etmişlerdir. Notta belirtildiği gibi N e s â î de bunu E n e s    (Radıyallâhü anhKden rivayet etmiştir.

' ikinci hadisi    Buharı,    Nesâî,    Ebû   Dâvûd    ve   Ah-m e d   de rivayet etmişlerdir.

C â b i r    (Radıyallâhü anh)'in hadîsini    Müslim    ve   Ebû D â v ü d    az lafız farkıyla rivayet etmişlerdir.

Ibn-i    Abbâs    (Radıyallâhü anh)'ın hadisini   T i r m i z î ve   Nesâî   de rivayet etmişlerdir.

Bu bâbtaki hadîsler, namazda bulunması gerekli huşûu giderici hareketlerin ve bilhassa gözlerin semâya dikilmesinin veya koltuk al­tından gerilere yahut sağa sola bakmanın yasaklısına delâlet ederler. Hadîsler, namaz içinde gözleri semâya dikmenin, gözlerin kör ol­masına sebebiyet verebildiğine delâlet ederler. Bu tehdidin hikmeti, böyle hareket etmenin namazdaki huşûa aykırı düşmesidir. Hikme­ti hakkında şöyle de denilebilir: Melekler namaza duranlara nur in­dirirler. Semâya bakan gözler, indirilen nurlara ilişince dayanarmya-rak kör olur. Körlük ile manevî körlük kasdedilmiş olabilir.

İkinci ve üçüncü hadîs, semâya bakmaktan vazgeçmek veya gözlerin kör olmasından birisinin behemehal vuku bulacağını haber verir.

Hadîslerdeki çetin tehdidten namaz içinde semâya bakmanın ha-ramlığı hükmü çıkarılabilir. Çünkü gözlerin kör olması cezası, an­cak haram bir şeyi işlemekten olabilir. İbn-i Hazm, bu ha­dîslere dayanarak semâya bakmanın namazı bozduğunu söylemiştir.

Dört mezhep âlimleri: Namaz içinde semâya bakmak mekruh­tur, demişlerdir. Her hâlde onlara göre kör olmak tehdidi, onun ha-ramlığım gerektirmez.

Namaz içinde gözleri semâya dikmek, bu hadîslerle yasaklandı­ğı için namaz içinde duâ edilirken, ister kıraat veya ister başka zi­kirlerle meşgul olunurken, bu hüküm vardır.

N e v e v î, bu yasaklama hakkında icmâ bulunduğunu söy­lemiştir.

Kadı I y â z : Namaz dışında duâ edilirken gözleri semâ­ya dikmenin mekruhluğu hususunda âlimler ihtilâf etmişlerdir. Bir cemâat mekruhtur demişse de âlimlerin çoğu bunu caiz görerek de­mişler ki: K â' b e namaz için kıble olduğu gibi gök de duâ için kıbledir. Bu nedenle duâ edilirken elleri semâya kaldırmak mekruh olmadığı gibi, gözleri semâya dikmek de mekruh değildir, diye bilgi vermiştir.

Son hadîste iniş sebebi bildirilen âyetin yorumu ve iniş sebebi hakkında başka rivayetler de mevcuttur. Geniş bilgi edinmek için tefsir kitablanna baş vurulması tavsiye edilir. [75]

 

69 - Bir Tek Elbise İçinde Namaz Kılmak Babı

 

1047) Kbû Hüreyre (Radtvallâhü anh)\ien:  Şöyle demiştir: Eir adam Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'e gelip:

Yâ Resul al lah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)! Birimiz bir tek el­bise içinde namaz kılar, dedi. (Bunun hükmünü sordu.) Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) :

-Herbiriniz ikişer elbise bulur mu?» buyurdu. [76]

 

İzahı

 

Buhârî, Müslim, Ebû Dâvûd, Nesâi, Ah-med ve Beyhaki de bu hadîsi benzer lafızlarla rivayet et­mişlerdir.

Ebû    Dâvûd'un    rivayeti meâlen şöyledir : "Bir tek elbise içinde namaz kılmanın hükmü Resülullah  (Sal-lallahü Aleyhi ve Sellem) e soruldu. Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) de: «Her birinizin ikişer elbisesi var mı?» buyurdu." El-Menhel yazarı şu malumatı vermiştir:

" S e r a h s î el-Mebsut'ta anlattığına göre soru sahibi Sev-ban1 dır. Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'in: «Herbiri-niz ikişer elbise bulur mu?» sorusu olumsuzluk anlamında bir istif­hamdır. Yâni bulamayanlarınız vardır. $u halde bu cevap, bir elbise içinde namaz kılmanın câizliğini ifâde eder.

Hadîs bir elbise içinde namaz kılmanın cevazına delâlet eder.

N e v e v i :    Tek bir elbise içinde namaz kılmanın câizliğini hu­susunda herhangi bir ihtilâf yoktur. Yalnız    Abdullah    bin M e s ' u d    (Radıyallâhü anhümâ)'den hikâye edilen ve sıhhatli ol­duğunu bilemeyeceğim bir muhalif söz vardır. Âlimler iki elbise için­de namaz kılmanın efdaliyeti üzerinde icma' etmişlerdir. Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'in ve Sahâbiler (Radıyallâhü anhüm)'in tek bir elbise içinde namaz kılmaları sebebine gelince, bazen birden fazla elbisenin bulunmayışı, bazen de başka elbise bulunduğu hal­de bir elbise ile namaz kılmanın cevazını beyan etmek içindir.    Ni­tekim    B u  h â r î ' nin    rivayet ettiğine göre; Câbir bin  Abdillah (Radıyallâhü anhümâî  bir elbise içinde namaz kıldırmış, namazdan sonra kendisine Yâ Ebâ Abdillah! Bidan yere bırakılmış olduğu halde (onu umuzuna alrmyarak)  bir elbise içinde namaz kılıyorsun? diye­rek garibseyen olmuş. Kendisi de:   Evet, sizler gibi bilmiyenlerin be­ni görmelerini (bunun caiz olduğunu öğrenmelerini)  sevdim." diye cevap vermiştir.

Ibn-i Ebi Şeybe' nin, senedle rivayet ettiğine göre Ebû    Hüreyre    (Radıyallâhü anh> :

"Ben Suffe ehlinden 70 sahâbî gördüm, tek bir elbise içinde na­maz kılıyorlardı. Kimisinin elbisesi diz kapaklarına ulaşırdı, kimisi­nin ki daha aşağılara ulaşırdı. Rükû'a vardıkları zaman avret mahal­linin açılması endişesiyle elbisesini tutarlardı." demiştir.

Rivayet edildiğine göre Abdullah bin Mes'ud (Ra­dıyallâhü anhümâ) ile Übeyy bin Kâ'b, Hz. Ömer (Radıyallâhü anhüm) yanında bir elbise içinde namaz kılınıp kılın-mıyacağı konusunda ihtilâf etmişler. Ubeyy (Radıyallâhü anh), bir sakınca yoktur, demiş. î b n - i Mes'ud (Radıyallâhü anh) ise:

"Bir elbise içinde kılmanın câizliği, halkın elbiseler bulamadığı zamanlara âit idi. Birden fazla elbise bulacakları zaman namaz iki elbise içinde kılınır..'1 demiş. Bunun üzerine Ömer (Radıyallâhü anh) minbere çıkarak: Doğrusu Übeyy (Radiyallâhü anh) in dediğidir. İbn-i Mes'ud (Radıyallâhü anh) un dediği değildir, demiştir."

O zamanlarda hülle denilen tam takım elbise iki parçadan iba­ret idi. îzar adı verilen parça bele bağlanır, Ridâ denilen parça da omuza alınırdı.

Bir elbise içinde namaz kılınırken O elbisenin vücûdun göbek ile diz kapağı arasını ve omuzlara kadar yukarı kısmını örtmesi esas­tır. Çünkü Buhârİ, Müslim, Ebû Dâvûd veNer s â i' nin Ebü Hüreyre (Radıyallâhü anh)'den rivayet et­tikleri bir hadiste Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) :

«Bir kısmı omuzlar üzerinde bulunmayan tek bir elbise İçinde herhangi biriniz namaz kılmasın.»

Cumhura göre bu hadîsteki nehiy tenzihen mekruhluk içindir. Omuzlan da örtebilecek bir elbise varken yalnız göbekle diz kapa­ğı arasını örten bir elbise içinde kılınan namaz sahih olmakla bera­ber mekruhtur. $âyet yalnız avret yerini örtebilecek bir elbisesi bu­lunan ve başkaca elbisesi bulunmayan kişinin bu elbise içinde na­maz kılmasında kerahet yoktur.

A h m e d ve bâzı selef âlimlerine göre omuzlarını da örtmeye muktedir olduğu halde, burayı örtmeden namaz kılanın namazı sa­hih değildir.

Yukarıda belirtilen durum muvacehesinde âlimler tek bir elbi­se içinde namaz kılındığında giyilen eİbise îzar ise yâni bele bağ^ lanmış durumda ise uçlarına çapraz olarak omuzlar üzerine koyup bağlamak gerekir. Şayet ridâ ise yâni omuzlara alman elbise ise sağ omuz üzerindeki ucu sol koltuk altından arkaya ve sol omuz üzerindeki ucu sağ koltuk altından arkaya geçirip bel üzerinde veyâ göğüs üzerinde bağlamak şeklinde olabilir ki  bu nevî giyinişe Teveşşüh, istimal ve îltihaf denilir.

Omuz üzerine alınan tek elbisenin göbekle diz kapağı arasında­ki avret mahallini örtmesinin gerekliliği malumdur.

 

1048) Ehû  Saîd-i  Hudrî   (Radıyallâhü  anh)'den  rivayet  edildiğine

Resûlullah  (Sallallahü Aleyhi ve Sellem), boynuna doladığı tek bir elbise içinde namaz kılarken kendisi O'nun yanma girmiştir."

demiştir :

 

1049) Ömer [77] bin Ebî Seleme (Radıyallâhü anhümây&en; Şöyle

Ben Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) i (bir defa) iki ucu­nu çapraz olarak omuzları üzerine koyduğu bir tek elbise içinde na­maz kılarken gördüm. [78]

 

İzahı

 

Ebû Saîd-i Hudrî {Radıyallâhü anhJ'nin hadîsini Müslim ve Ahmed de aynı mânâyı ifâde eden benzer la­fızlarla rivayet etmişlerdir.

Ömer (Radıyallâhü anh) 'in hadîsini Buhâri, Müslim, Ebû Dâvûd, Tirmizî, Nesâî ve Ahmed de ben­zer lafızlarla rivayet etmişlerdir.

Bu iki hadîste 'Teveşşüh, kökünden alınan 'Müteveşşih' kelimesi kullanılmıştır. M ü s 1 i m' in rivayetinde 'Müştemil, Ebû D â -v û d' un rivayetinde 'Mültehif, kelimeleri kullanılmıştır. Hepsinin kökleri olan Teveşşüh, İstimal ve İltihaf aynı mânâda kullanılmıştır. İlk hadîsin izahında belirtildiği gibi bu kelimelerle kasdedilen mânâ, omuzlara alınan ridanın sağ omuz üzerindeki uç sol koltuğun altın­dan ve sol omuz üzerindeki uç da sağ koltuğun altından geçirilerek arkada veya göğüs üzerinde uçları birbirine bağlamaktır. Ridayı böy­lece boyunu dolamanın hikmeti vücûdun üst kısmının örülmesi rü-kû'a gidildiğinde göbekten aşağı avret mahallinin, sahibi tarafından görülmemesini ve rükû'a veya secdeye gidildiği zaman ridanın ye­re düşmemesini sağlamaktır.

Bu iki hadîs de uçları omuzlar üzerine çapraz olarak konan, bo­yuna dolanan tek bir elbise içinde namaz kılmanın câizliğine delâ­let ederler.

Elbise bol ve geniş olduğu takdirde rida olarak giyilip namaza durulur. Şayet elbise dar ise izar olarak giyilmelidir. Yâni bele bağ­lanıp mümkünse uçları çapraz olarak omuzlar üzerine alınır ve en­se tarafında bağlanır. Çünkü Buhâri' nin Câbir (Radıyal­lâhü anh)'den rivayet ettiği bir hadîste Peygamber (Sallallahü Aley­hi ve Sellem) şöyle buyurmuştur: «Tek bir elbise içinde namaz kıl­dığın zaman eğer elbise geniş ise iltihaf et (ona bürün), dar ise be­line bağla.»

Ahmed'in bir rivayetinde ise Peygamber (Sallallahü Aley­hi ve Seİlem) şöyle buyurmuştur:

-Elbise geniş ise uçlarım omuzlara çapraz olarak at. Buna mü­sait değil ise böğürlerine bağla ve ridâsız olarak namaz kıl.»

 

1050) Keysân [79] (Radtyallâhü anhy'den; Şöyle demiştir :

Ben, Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'i Bi'r-i Ulyâ'da bir elbise içinde namaz kılarken gördüm.[80]

 

1051) Keysân (Radtyallâhü anhyden; Şöyle demiştir:

Ben, Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellemî'i (mübarek göğü-sü üzerinde) topladığı bir tek elbise içinde öğle ve ikindi namazları­nı kılarken gördüm.Zevâid'de : Bunun isnadı hasendir. tbn-i Mâce'de yanında Keysân (R.A.)'ın bu ve bundan önceki hadîslerinden başka hadîsi yoktur. Bu iki hadîs bir hadîstir. Kütüb-i Sitte'nin diğerlerinde Keysân'dan rivayet olma hiç bir î>.adis yok­tur, denilmiştir. [81]

 

70 - Kur'an(dakî Tilavet) Secdesi Babı

 

1052) Ebû Hüreyre (Radıyallâhü anh)'âen rivayet edildiğine göre; Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) şöyle buyurdu, demiştir :

Âdem oğlu secde âyetini okuyup secde ettiği zaman şeytan ağ-Uyarak ve, Vay hâlime! Âdem oğlu secde etmekle emrolundu. (Em­re uyup) Secde etti. Bu nedenle Cennet Onadır. Ben de secde etmek­le emrolundum da secde etmekten imtina ettim. Cehennem ateşi ba­nadır, diyerek (oradan) uzaklaşır.»"

 

1053) (Abdullah)  bin Abbâs (Radtyallâhü anhümâydan; Şöyle de­miştir :

Ben (bir gün) Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) in ya­nında idim. Bir adam O'na gelerek: Ben bu gece rüyamda gördüm ki. Ben bir ağacın gövdesine doğru namaz kılıyorum. Secde âyetini okuyup secde ettim. Benim secde etmem nedeni ile ağaç da secde etti. Ağacın (secdede) :

= «Ali a hım bu (secde.) ile benim bir günahımı düşür, bununla bana bir ecir yaz ve bunu benim için (yüce) katında azık (sevap) kıl dediğini işittim.

İbn-i Abbâs (Radıyallâhü anh) demiştir ki: Fundan sonra ben Resülullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'i secde âyetini okuyup sec­de ederken gördüm ve efendimizi secdede, adamın ağaçtan naklet­miş olduğu (mezkûr) sözün mislini okurken işittim. [82]

 

İzahı

 

Ebû Hüreyre (Radıyallâhü anh)'nin hadisini Müs­lim de rivayet etmiştir. Bu hadîste geçen 'Veyl' kelimesi azab, zil­let, belâ, cehennem deresi gibi mânâlara gelir. Beddua da kullanı­lır. Yazıklar olsun, vay hâline gibi sözlerle mânâlandırmak mümkün­dür. Zamiri şeytana racidir.

Hadis, secde âyeti okununca secde edilmesinin faziletine, şeyta­nın zikirden kaçıp uzaklaştığına, îman ve ibâdetin Cennete vesile ol­duğuna, küfür ve isyanın cehenneme sürükleyici olduğuna delâlet eder.

î b n - i    Abbâs    (Radıyallâhü anh) 'in hadîsini   T i r m i z î, Hâkim   ve    İbn-i    Hibbân   da rivayet etmişlerdir. T i r m i z İ' nin    rivayetinde duanın sonunda :

 (Aleyhisse-

lâm)'ın secdesini kabul ettiğin gibi benim secdemi de kabul eyle.» İlâvesi vardır.

Tuhfetü'l-Ahvezi yazan şu malumatı verir:

"Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'e gelen adamın Ebû S a İ d - i Hudrİ (Radıyallâhü anh) olduğu, M i r e k tara* fından açıklanmıştır. Gelen zâtın bir melek olduğu kavli hayli uzak­tır.    (Sindi   de beyân edildiğine göre   Tıybi,   Turbeştl'nin : Bu gelen adam Ebû Saîd-i Hudrİ (Radıyallâhü anh)'-dir. Zâten bu hadis ondan da rivayet edilmiştir, dediğini nakleder.)

Adamın yaptığı secde namazdaki secde olabilir. Kuvvetli olan ih­timal, yapılan secdenin tilâvet secdesi ve okunan secde âyetinin 'Sâd' süresindeki âyet olmasıdır. (Çünkü Tirmizi' nin rivâ-yetindeki duanın son kısmında D â v û d (Aleyhisselâm)'ın sec­desinden bahsedilir. Sâd süresindeki secde âyetinde de Dâvûd (Aleyhisselâm)'ın secdesinden bahsedilir."

Bu hadiste secde âyetinin okunması hâlinde secde edilmesinin ve anılan duanın tilâvet secdesinde okunmasının meşruluğuna, sec­denin sevabın kazanılmasına, günahın bağışlanmasına ve âhiret için Allah katında bir azık olmasının umulduğuna delâlet eder.

Duada geçen 'Zuhr1 kelimesini azık olarak terceme ettim. Bun­dan maksat mânevi azık olan sevabtır.

 

1054) Ali bin Ebî Tâlib (Radtyallâkü ank)'âen; Şöyle demiştir: Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem), secde ettiği zaman:derdi. [83]

 

İzahı

 

Bu hadîsi, Müslim, Nesâî, Şafiî-, Ahmed ve Dârekutnî uzun metinler hâlinde rivayet etmişlerdir. O rivâ-» yetlerde İftitah tekbîrinden sonra rükû'da, rükû'dan kalkarken sec­dede ve selâmdan önce yapılacak dualar da anılıyor. O rivayetlerde namaz secdesi yapılırken Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) 'in bu duayı okuduğu bildirilmektedir. Buradaki rivayet umumîdir. Yâ­ni namaz secdesi veya tilâvet secdesi kaydı yoktur. Bâzı rivayetler­de bu duada ziyâde vardır. [84]

 

71 - Kuran Secdeleri Sayısı

 

1055) Ebü'd-Derdâ' (Kadtyalİâhü anhyden rivayet edildiğine göre: Kendisi Peygamber    (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)  ile beraber (Kur'an tilâveti münâsebetiyle) on bir secde etmiştir. En-Necm (sü­resindeki secde) onlardan birisidir."

 

1056) Ebüd-Derdâ' (Radıyallâhü anhyûen; Şöyle demiştir: Ben Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) ile beraber on bir secde ettim. Onlar içinde el Mufassal (bölümün) den hiç bir âyet yoktu. Onlar (in bulunduğu sûreler:) El-A'raf, er-Ra'd, en-Nahl, Be­nî İsrail (= İsrâ), Meryem, el-Hac, el-Furkan, en-Nemi, es-Secde, Sad ve Fussilat sûrelerinin secdeleridir.Bu senedin râvilerinden Osman bin Pâid'in zayıf olduğu Zevâid'de bil­dirilmiştir. [85]

 

İzahı

 

Ebüd-Derdâ    (Radıyallâhü anh)'ın ilk hadisini   T i r m i z i ve   Ebû   Dâvûd   da rivayet etmişlerdir.   Ebû   Davud'un rivayetinde buradaki son cümle yâni «En-Necm secdesi onlardan bi­risidir.» kısmı yoktur. T i r m i z i, bu hadîsin garib olduğunu söy­lemiştir.

En-Necm sûresinin sonundaki:  âyetinin Sec­de âyetlerinden olup olmadığı hususunda ihtilâf vardır.

İbn-i Ömer, îbn-i Abbâs, Atâ', Ebû Sevr, Hasanı Basri, Said bin Cübeyr, Said bin el-Müseyyeb, İkrime, Tavus ve Mâlik (Radı­yallâhü anhüm), en-Necm âyetinde secde olmadığını söylemişlerdir. Delilleri de   Ebû   Dâvûd'un   rivayet ettiği:

"Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem), Medine-i Münevve-re'ye intikalinden bu yana Mufassal sûrelerin hiç bir âyetinde secde etmedi." mealindeki İbn-i Abbâs (Radıyallâhü anh) 'm ha­disidir. Fakat el-Menhel yazarı hadîsin zayıflığını gerekçeli olarak nakletmiştir. Diğer bir delil de Ibn-i Mâceh hâriç diğer Kü-tüb-i Sitte'de rivayet edilen Zeyd bin Sabit (Radıyallâhü anh) in şu mealdeki hadîsidir:

«Fen Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'in huzurunda en-Necm sûresini okudum. O, secde etmedi."

En-Necm âyetinde secde vardır, diyen âlimler Zeyd (Ra­dıyallâhü anh) 'in hadisine şöyle cevap verirler:

Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) en-Necm âyeti okun­duğunda muhtemelen abdestsiz idi, yahut vakit kerahet vakti idi veyahut secde etmemenin câizliğini beyân etmek içindi.

EI-Fetih yazarı, secde etmemenin câizliğini beyan etmek ihtimâli en kuvvetli olan ihtimaldir. Şafiî bu sebep ve hikmet kesindir, demiştir, der.

Âlimlerin bir kısmı en-Necm âyetinde secde vardır, demişlerdir. T i r m i z î bu kavli kuvvetli bularak: En sahih olanı budur, der. Hanefi, Şafiî âlimleri, bir rivayete göre A h m e d , böyle demişlerdir. Sevrî, İbnül-Mübârek, îshak, E 1 -Leys ve Dâvûd böyle hükmedenlerdendirler. (Radıyallâhü anhüm).

Bunların delilleri ise Buharı, Müslim, Ebû Dâ­vûd, Nesâî ve başkalarının rivayet ettikleri Abdullah bin   M e s'u d    (Radıyallâhü anh)'m şu mealdeki hadisidir:

"Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) Mekke'de en-Necm sûresini okudu ve secde etti. Bir yaşlı hâriç orada bulunan mümin ve müşrik herkes secde etti. Yaşlı herif ise yerden bir avuç çakıl ve­ya toprak alıp alnına götürdü ve: Bu bana yeter dedi. Sonra (Bedir savaşında) bu yaşlının kâfir olarak öldürüldüğünü gördüm."

İbn-i Abbâs (Radıyallâhü anh) ve Ebû Hüreyre (Radıyallâhü anh)'den rivayet edilen hadîsler de bu gruptaki âlim­lerin delillerindendir.

1057 nolu Amr bin el-As (Radıyallâhü anh)'in hadisi bu grubun delillerinden birisidir.

Ebü'd-Derdâ' nın ikinci hadîsi Zevâid türündendir. Bu­rada on bir secdenin bulunduğu sûreler anılmıştır. Ancak birinci ha­dîsteki en-Necm sûresi anılmadığı gibi, olmamasının gerektiği zım­nen ifâde edilmiştir. Çünkü burada :

"On bir secde içinde el-Mufassal sûrelerden hiç bir şey yoktur." deniliyor. En-Neem sûresi Mufassal sûrelerden sayıldığı için bu sû­renin hâriç tutulduğu tasrih edilmiş olur.

Mufassal: Kur'an-ı Kerîm'in sonundan itibaren bir bolü yedisine denir. K u r' a n ' in bu bölümü sık sık besmelelerle birbirinden ayrılan sûreler hâlinde olduğu için bu ismi almıştır. Çün­kü kelimenin sözlük mânâsı ayrılan demektir.

K u r' a n ' m mufassal bölümünün başlangıç sûresine gelince Hanefî, Mâliki ve Şafiî mezheblerine göre Hucurât sûresi, H a n b e 1 i mezhebine göre Kâf sûresi bu bölümün baş­langıcıdır. Her iki kavle göre en-Necm sûresi bu bölümdendir.

1056 nolu hadîste anılan on bir secde âyeti şunlardır:

1. A'raf 206

2. Ra'd 15

3. Nahl 50

4. Beni İsrail = İsrâ 109

5. Meryem 58

6. Hac l8

7. Furkan 60

8. Neml 26

Bu sûrede    Süleyman    (Aleyhisselâm)'dan bahsedildiği için hadîste   Süleyman   ismi sûre ile birlikte geçmektedir.

9. Secde 15

10. Sad 24

Hanefî   âlimlerine göre bu âyeti takip eden 25. âyetin so­nunda secde edilir.

11. Fussılet 37

Bir kavle göre bunu takip eden 38. âyetin bitiminde secde edilir.

Yukarıda geçen secde âyetlerinden «Sâd» süresindeki hâriç di­ğerlerin hepsi âlimlerin ittifakı ile secde âyetidir. Yâni bu âyetlerde tilâvet secdesi yapılır

«Sâd» süresindeki âyette yapılacak secde, Hanefi âlimleri, Mâlik, Süfyân, İbnü'l-Mübârek, İshak've Cum­hura göre tilâvet secdesidir.

Ş â f i i' ye göre bu secde tilâvet secdesi değil, şükür secdesi­dir. Namaz dışında mezkûr âyet okununca secde edilir. Namaz için­de okununca secde edilmez, edenin namazı bozulur. Meşhur kavline göre A h m e d de böyle demiştir. A tâ' ve Alkarna' dan da bu hüküm rivayet edilmiştir.

El-Menhel yazarı "Sâd süresindeki secde" babında iki tarafın de­lillerini ayrıntılı olarak zikretmiştir. Geniş malûmat için oraya mü­racâat edilmesi tavsiye olunur.

 

1057) Amr bin el-As (Radıyalühü anh)'den rivayet edildiğine göre: Resûlullah (Şallallahü Aleyhi ve Sellem), O'na Kur'an-ı Kerîm'de bulunan onbeş secde âyetini öğretmiştir. Bunlardan üç tanesi Mu­fassal bölümünde, iki tanesi de Hac sûresindedir. [86]

 

İzahı

 

Ebû   Dâvûd,   Dârekutni,   Hâkim   ve   Beyhakî de bu hadisi rivayet etmişlerdir. El-Menhel yazarı şöyle der:

"Hadîsin : cümlesinin mânâsı =

"Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem), ona, her birisinde secdenin zikredildiği onbeş Kur'an âyetini öğretti." Bu cümleden kas-dedilen mânânın: "Peygamber {Sallallahü Aleyhi ve Sellem), ona, her birisinde secdenin zikredildiği onbeş Kur'an âyetini huzurda oku­masını emretti." olması muhtemeldir.    Nihâye'de :    Adam üstadının huzurunda    K u r' a n   veya hadîs okuduğu zaman: 

= "Falan zât bana okutturdu" der, denilmiştir."

Hadiste sözü edilen onbeş âyetten on biri bundan önceki hadi­sin izahı bahsinde bulundukları sûrelerle birlikte gösterilmiştir. Ka­lan dördünden, Mufassal bölümünde olan uçü şunlardır:

1. Necm sûresinin son âyeti.

2. İnşikâk 21

3. Alak sûresinin son âyeti.

Hac sûresinin ilk secde âyeti bundan önceki hadîsin izahında geç-mistir. îkincisi de :  diye biten 77. âyettir.

Bu ikinci âyetin secde âyeti olup olmadığı hususunda ihtilâf var­dır. Bu hadis, secde âyeti olduğunu söyleyenler için delildir. Tir-mizi, Ebû Dâvûd ve başkalarının Ukbe bin Âmir (Radıyallâhü anh)'den rivayet ettikleri bir hadis de bunlarm delili­dir. Ömer bin el-Hattâb ve oğlu Abdullah (Ra­dıyallâhü anhümâ) 'nm :

«içinde iki secde âyetinin bulunmasıyla Hac sûresi üstün tutul­muştur.» mealindeki hadis de bir delildir.

tbnü'İ-Mübârek, Şafii, Ahmed, Dâvûd ve İs hak   böyle hükmetmişlerdir.

îbn-i Abbâs, Ebû Hanîfe, Küfe âlimleri, M â -likîler ve Süfyan-ı Sevrİ'ye göre ikinci âyet secde âyeti değildir. [87]

 

Kur'an'daki Secde Âyetlerinin Sayısı Hakkındaki Âlimlerin Kavilleri

 

1. Ebû   Hanife   ve   M a 1 i k I 1 e r' den   1 b n - i   V e -h e b' e   göre secde âyetleri on dörttür. Yukarda anılan onbeş yer­den Hac süresindeki ikinci secde âyeti müstesnadır. Yâni o âyet oku­nunca secde edilmez.

2. $âfiler,    Hanbelîler   ve   Davud'a   göre secde âyeti ondörttür. Mezkûr onbeş âyetten Sâd süresindeki âyet müstesnadır. Onlara göre Sâd secdesi şükür secdesidir. Namaz için­de secde yapılamaz. Namaz dışında okununca şükür niyeti ile sec­de etmek meşrudur.

3. Mâliktler'e   göre secde âyetleri onbirdir. Mufassal kıs­mındaki üç âyet ve Hac süresindeki ikincisi bunlarca secde âyeti de­ğildir.

4. El-Leys,    İshak,    Îbnü'l-Münzir,    Maliki-ler1 den    îbn-i   Habîb   ve   İbn-i   Veheb'e   göre yu­karda anılan onbeş âyetin hepsi secde âyetidir.   A h m e d' in   bir rivayeti de böyledir. [88]

 

Hangi Namazda Secde Âyeti Okununca Tilâvet Secdesi Yapılır?

 

1. Âlimlerin cumhuru, farz, nafile,  gizli  namaz, açık namaz, imam, münferid farkı gözetmeksizin secde edilir, demiştir.

2. Ebû   Hanife,    Ahmed,    Mâlikiler' den   İbn-i Habîb   demişler ki imamın gizli namazlarda secde âyetini oku­yup secde etmesi mekruhtur. Çünkü cemâatin şaşırması endişesi var­dır. Fakat açık namazlarda kerahet yoktur.

3. Mâlik   ve arkadaşları demişler ki gizli olsun, açık olsun farz namazlarda imamın ve münferidin secde etmesi mekruhtur. [89]

 

Tilâvet Secdesinin Hükmü

 

Cumhûr'a göre tilâvet secdesi sünnettir. Ömer, S e İmânı Fârisî, İbn-i Abbâs, İmrân bin Husayn, Mâ­lik, Şafiî, Eyzâî, Ahmed, İshak, Ebû Sevr ve   Dâvûd    (Radıyallâhü anhüm) böyle hükmedenlerdendirler.

Ebû    Hanife    (Radıyallâhü anh)  ise vâcibtir, demiştir. Fıkıhçıların cumhuru :    Tilâvet secdesini    yapmak için abdestli olmak şarttır, demişlerdir. [90]

 

Secde Âyetini İşitenin Hükmü

 

1. Ebû   Hanîfe'ye   göre secde âyetini işiten kişi, dinle­meyi niyet etmemiş olsa bile secde etmesi gerekir.

2. Mâlik   ve   Ahmed'e   göre dinlemek niyeti şarttır.

3. Şafiî:   Dinlemek niyeti olmasa bile işitenin secde etmesi sünnettir, demiştir.

Hane fîler, Şâfiîler ve Mâli kiler: Okuyucu secde etmese bile işiten veya dinleyen secde eder, demişlerdir. Han-beliler ise: Okuyucu secde etmezse dinleyen de etmez, demiş­lerdir.

 

1058)    "... Ebû  Hiireyre (Radıyallâhü ««/r/den:   Şöyle demiştir: Biz Resülullah  (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) ile beraber:sûreîerindeki secde âyetlerinde secde ettik."

Not : Bunun senedindeki îbn-i Minâ'nm meçhul olduğunu Îbnü'l-Kattân söy­lemiştir. [91]

 

İzahı

 

Müslim, Ebû Dâvûd, Tirmizi, Âhmed ve B e y h a k i de bu hadîsi rivayet etmişlerdir. îbnü'İ-Kattân, İ b n - i M î n â ' iutı meçhul olduğunu söylemiş ise dle bundan do­layı hadisin zayıflığı iddia edilemez. Çünkü başka yollarla da riva­yet edilmiştir. Meselâ : Müslim başka bir senedle, N e s â î ayr» iki senedle rivayet, etmiştir.

Hadîs, Resûl-i Ekrem (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'in Medi-ne-i Münevvere'ye teşrif ettikten sonra Mufassal sûrelerde-ki secde âyetlerinde secde ettiğine delâlet eden kuvvetli delillerden­dir. Çünkü Ebû Hüreyre (Radıyallâhü anh)'in sohbetle şe-refyab olmasının hicretin 6. yılına rastladığını Ebü Dâvûd söy­lemiştir.

 

1059) Ebû Hüreyre (Radıyallâhü ank)'den; Şöyle demiştir: Şüphesiz Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem);

süresindeki secde âyetinde secde etti.

Râvi Ebû Bekir bin Ebî Şeybe: Bu hadîs, Yahya bin Said'den ri­vayet edilmiştir. Yahya'dan başkasının bunu zikrettiğini hiç bir kim­seden işitmedim, demiştir. [92]

 

İzahı

 

Bu hadisin benzerini Buhârî, Müslim, Ebü Dâ­vûd, Nesâi ve başkaları da değişik senedlerle rivayet etmiş­lerdir.

Buhârî' deki   metnin meali şöyledir:

"Ebû Hüreyre (Radıyallâhü anh)  (bir namazda); o

(sûresini) okuyup ondan dolayı secde etmiş. Kendisine bu (secde­nin sebebi) nedir? diye sorulmuş O da: Eğer ben Peygamber (Sal­lallahü Aleyhi ve Sellem)'i (bu sûrede) secde ederken görmemiş ol­saydım, secde etmezdim, diye cevap vermiştir."

Bu hadîs de Mufassal sûrelerde secde bulunduğunun delilidir. [93]

 

72 - Namazı Tam Kılmanın   (Beyânı)   Babı

 

1060) Ebû Hüreyre (Radtyaltâhü ö»/f/den; Şöyle demiştir: (Bir gün) Bir adam[94] Mescid'e girerek (iki rek'at) namaz kıl­mış. Resülullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) de mescidin bir tara­fında imiş.   Adam namaz kıldıktan sonra    (Peygamber  (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'e) gelerek selâm vermiş. O, da:

«Ve aleyke'(s-Selâm) dön de (yeniden) namaz kıl. Çünkü sen namaz kılmış olmadın.» buyurmuş. Adam dönüp (tekrar) namaz kıldıktan sonra gelerek Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'e selâm vermiş. O, da:

-Ve aleyke'(s-Selâm) dön de (yeniden) namaz kıl. Çünkü sen hâlâ namaz kılmış olmadın.» buyurmuş. (Adam tekrar namaz kılıp gelmiş. Selamlaşmadan sonra kıldığı namazın yine olmadığını anla­yınca) üçüncü (görüşme)de adam:

Şu halde bana öğret Yâ Resülallah! demiş. O, da :

«Namaza kalkacağın zaman abdestini tam al. Sonra kıbleye doğ­ru durup tekbir al. (Namaza böylece başladıktan) sonra Kurandan sana kolay olanı oku. Sonra rükû* edip uzuvların yatışıncaya kadar rükû hâlinde kal. Sonra (başını) kaldırıp kemikler mafsallarında yerleşinceye kadar ayakta dik dur. Sonra secdeye vararak uzuvlar yatışmcaya kadar secdede dur. Sonra başını kaldır ve kemikler maf­sallarında yerleşinceye kadar otur. Sonra (tekbir hâriç) bunu na­mazının bütün rek'atlerinde yap.» buyurmuştur. [95]

 

İzahı

 

Buhârî, Müslim, Tirmizî, Ebû Dâvûd, Ne-sâî, Dârekutnî ve Tahavî de bunu rivayet etmişlerdir. El-Menhel yazarı bu hadisin açıklaması bahsinde şöyle der:

Mescide giren zâtın Hallâd bin Râfi' olduğu îbn-i E b i Ş e y b e' nin rivayetinde tasrih edilmiştir. El-Hâf ız: O, Hallâd bin Râfi' el Ensâri (Radıyallâhü anh) 'dır. Bedir savaşında şehit olduğu rivayet edilmiştir. Hicretin ikinci yılı vuku bulan Bedir savaşında vefat eden Hallâd (Ra­dıyallâhü anh)'m namaz kılışı ile ilgili olayın, hicretin 7. yılı Müs­lüman olan Ebû Hüreyre (Radıyallâhü anh) tarafından ri vâyet edilmesinde bir mahzur yoktur. Çünkü Ebû Hüreyre (Radıyallâhü anh)'in bu hadîsi olaya şahit olan bazı sahâbilerden mürsel olarak rivayet etmiş olması muhtemeldir. Nitekim Buhârî, Ubeydullah bin Numeyr (Radıyallâhü anh) 'den, Tir­mizî de Rufâa bin Râfi' (Radıyallâhü anh)'den riva­yet etmiştir.

Mescide giren zâtın iki rek'at namaz kıldığı Nesâ i1 nin ri­vayetinde belirtilmiştir. Bu namazın Tahiyyetül-Mescid namazı olma­sı kuvvetle muhtemeldir.

Adam önce Allah hakkı olan "Tahiyyetül-Mescid" namazını kıl­mış, sonra Efendimiz hakkı olan selâmı vermiştir. Zâten bu namazı kılmadan mescidde efendimize selâm verenlere, efendimiz, anılan na­mazın selâm vermeden önce kılınmasını emretmişti.

Adam tadil-i erkâna riâyet etmedifti için kıldığı namazın sahih olmadığı ve namaz kılmış sayılmadığı buyurulmuştur. Adam üç defa aynı şekilde namaz kıldıktan sonra yine de olmadığını anlayınca, doğrusunun öğretilmesini istemiştir,

Adamın hatalı kılışının yanılgıdan, dalgınlıktan veya. acele et­mesinden ileri geldiği muhtemel olduğu ve adam öğrenme isteğinde bulunmadığı için efendimiz ilk defasında tâlim buyurmamıştır. An­cak adam üçüncü defasında bir rivayetle belirtildiği gibi:

«O halde bana göster ve öğret. Çünkü ben ancak isabet de hatâ da işleyen bir beşerim» de­mekle bildiğinin bu kadar olduğunu ve doğrusunun öğretilmesini is­teyince efendimiz öğretmiştir.

Hadisin:  = «Sonra Kur'an'dan sana kolay olanı oku.» cümlesi namazda Fatiha okumanın farz olmadığı­na hükmeden âlimler için delildir. Bu konuda geniş malumat 5. ki­tabın 11. babında 837-843 nolu hadîsler bahsinde geçmiştir.

Hadiste öğretilen işlerin hepsinin tam olarak yapılmasının ve rü-kü'dan kalkıp doğruluşta, secdede ve iki secde arasındaki oturuşta vücûdun bir süre hareketsiz durmasının gerekliliği anlaşılır.

Şâfiiler, M ali ki ler, Ahmed, Dâvûd-i Za­hirî ve Hanbeliler' den Ebû Yûsuf böyle hükmet­mişlerdir.

Ebû Hanife ve Muhammed, anılan bekleyişler farz değildir. Yalnız rükû' ve secdede vâcibtir, onsuz kılman namaz sa­hihtir, ama böyle yapan kimse günah işlemiş olur, demişlerdir. Bun­lara göre itidal yâni rükû'dan doğrulmak ve iki secde arasında tam doğrulup oturmak sünnettir. Rükû'dan doğrudan doğruya secdeye git­mek ve iki secde arasında hafif baş kaldırmak kâfidir. Delil olarak :

«Rükû edin ve secde ediniz.» âyetini göstermiş­lerdir. Fakat itidal ve iki secde arasındaki oturuş hakkında vârid olan bu hadîs ve benzeri sahih hadîsler bunların kavlini reddeder. Mezkûr âyet, hadîslere muhalif bir hüküm ifâde etmez. Çünkü âyet, itidal ve bekleyişten bahsetmemiştir. Hadîsler bunların gerekliliğini hükme bağlamışlardır.

lbn-i Dakîk'i'1-îyd: 'Hadîste zikredilen şeylerin na­mazın farzları olduğu ve zikredilmeyen şeylerin farz olmadığı husu­sunda fıkıh âlimleri defalarca bu hadîsi delîl göstermişlerdir.Hadişte zikredilen şeylerin farziyeti açıktır. Çünkü yapılması emredil­miştir. Zikredilmemiş şeylerin farz olmamasının sebebine gelince, bir şeyin yapılması emredilmedikçe onun farz olmaması asıldır. Ayrıca Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) bilmeyen adama namaz kı­lınışını öğretiyor. Öğretme mevkiindeki zât, bilmeyen kişiye nama­zın farzlarını tarif etmek, açıklama yapmak ve gerekeni öğretmek durumundadır. $u halde yapılması mecburî olan şeyler, hadiste an­latılanlardan ibarettir. Adam namazın bir kısmını (yâni tâdili erkâ­nı) hatalı yapmış, Resûl-i Ekrem (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) ise, yalnız hatalı kısmı anlatmakla yetinmiyerek, diğer kısmı da anlat­mıştır. Bu da gösteriyor ki efendimiz yapılması gereken şeylerin tü­münü anlatmıştır.

Durumun böyle olduğu anlaşılınca, bu hadiste mezkûr olan bir hususun namazın faydalarından olup olmadığı konusunda fıkıhçı-lar arasında bir ihtilâf belirdiği zaman biz bu hadîsi delîl göstererek o şeyin farziyetine hükmederiz. Keza: Burada anılmayan bir şeyin farziyetini söyleyen olduğunda bu şey hadîste bulunmadığı için farz değildir, diyebiliriz. Çünkü yukarda belirtildiği gibi, öğretme maka­mında olunduğu halde bu şey anılmamıştır.

Tahkik ehli, bu hadisin bütün rivayetlerini incelemelidirler. Han­gi rivayetinde ne gibi ilâve varsa onları da hesaba katmalıdır,' de­miştir.'

El-Hâfız, el-Fetih'te: Bu hadîsin Ebû Hüreyre ve R u f â a (Radıyallâhü anhümâ)'dan olan bütün rivayetlerini topla­dım. Rivayetlerde gördüğüm ilâveleri not ettim. Âlimlerin ittifakı ile farz olan niyet ve son oturuş burada açıkça anılmamıştır. Farz ol­duğu ihtilaflı olanlardan da son teşehhüd ve efendimize salâvat yok­tur, demiştir.

Namazın farzlarından olup bu hadîste anlatılmayan noktalar, herkesçe bilindiği için anlatılmamıştır, denilebilir. [96]

 

Hadîsin Fıkıh Yönü

 

1. Her karşılaşmada selâmlaşmak meşrudur. Karşılaşma sık sık da olsa hüküm budur.

2. Öğretimde yumuşaklık ve tatlılıkla güzel anlatış esas tutul malıdır.

3. Hükümlerde eksik olan kimse kusurlarını itiraf etmelidir. (Bu hüküm bâzı rivayetlerden alınmadır.)

4. Hakiki âlimlerin emirlerini kabul etmek ve uymak gerekir.

5. Yalnış kılınan namazın iadesi gerekir.

6. Müftüye bir şey sorulduğunda cevap verilirken soran kişinin muhtaç olduğu bâzı noktalar sorulmamış olsa bile anlatılmalıdır.

7. Tekbirle namaza girmek, namazın bütün fiili rükünlerinde tâdili erkâna riâyet etmek, namazın her rek'atında kıraat farzdır. Bu hususlar ilgili bâblarda anlatılmıştır.

 

1061) Muhammed bin Amr bin Atâ' (Radtyallâhü a«/r)'den; Şöyle

demiştir:

İçlerinde Ebû Katâde (Radıyallâhü anh)'nin bulunduğu on sa-hâbî'nln bulunduğu bir yerde Ebû Humeyd es-Sâidî [97](Radıyallâ­hü anhüm)'den şöyle söylerken işittim i Ebû Humeyd oradaki sahâ-bîlere i

 Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'in namaz kılışını he­pinizden daha iyi bilirim, dedi. Sahâbîler On a >

— Neden (sen daha iyi bilirsin)? Sen hepimizden daha çok Onun izini takip etmiş değilsin. Hepimizden önce Onun sohbetinde bulunmuş da değilsin, dediler. Ebû Humeyd  (Radıyallâhü anh) :

  Hayır, ben Onun kılışını hepinizden daha iyi bilirim, dedi. Sa­hâbîler, Ona:

  Öyle ise anlat (bakalım), dediler. Ebû Humeyd  (Radıyallâhü anh) :

  Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Seliem) namaza kalktığı za­man tekbir alırdı. (Tekbir alırken) ellerini omuzlarının hizasına ka­dar kaldırarak biraz öyle durdururdu. Sonra okurdu. Sonra tekbir alır ve ellerini omuzlarının hizasına kadar kaldırırdı. Sonra rükû ede­rek, avuçlarının içini diz kapaklarının üzerine bırakır, onlara daya­nırdı. Basını ne bel hizasından aşağı indirir, ne de yukarı kaldırır,

ense İle beli bir hizada tutardı. Sonra:  diyerek ellerini omuzları hizasına kadar kaldırırdı. (Omurganın) bütün ke­mikleri mafsallarında yerleşinceye kadar (ayakta dururdu.) Sonra (secde için) yere inerdi. (Secdede) kollarını yanlarından uzak tutar­dı. Sonra (secdeden) başını kaldırırdı ve sol ayağını yere yatırarak üstünde otururdu. Secde ettiği zaman her iki ayağının parmaklarını, (uçları kıbleye ve altları yere gelecek şekilde) eğerdi. Sonra (ikinci defa) secde ederdi. Sonra tekbir alarak sol ayağı (m yere yatırarak) üstünde ve (omurganın) her kemiği yerine dönünceye kadar oturur­du. Sonra ayağa kalkardı. Ve ikinci rek'atte bunun mislini yapardı. Sonra ikinci rek'atten (üçüncü rek'ate) kalktığı zaman namaza baş­larken yaptığı gibi ellerini omuzlarının hizasına kadar kaldırırdı. Son­ra namazının kalan re k'ati er ini böylece kılardı. Nihayet ardından selâm verilecek secdeyi yaptıktan sonra sol ayağını geri çekerek (= al­tından sağ tarafına doğru çıkararak) sol yanı üstünde müteverrik olarak otururdu, dedi. Sahâbiler:

— Doğru söyledin. Resulullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem), an­lattığın şekilde namaz kılardı, dediler. [98]

 

İzahı

 

Buhâri, Tirmizi, Ebû Dâvûd, A h m e d, Ta-havi, îbn-i Hibbân ve Beyhakî de bu hadisi uzun ve kısa metinler hâlinde rivayet etmişlerdir.

Ebû Humeyd (Radıyallâhü anh) 'in beraberinde bulunan sahâbîler arasında Ebû Katâde (Radıyallâhü anh) den başka, Ebû Üseyd-i Saidi, Sehl b. Sa'd-i Saİdi, M u -hammed b. Mesleme ve Ebû Hüreyre (Radıyallâ­hü anhüm) 'nin de bulunduğu Ebû Dâvûd'un rivayetlerinden anlaşılıyor.

Ebû Humeyd (Radıyallâhü anh) 'in : "Ben hepinizden da­ha iyi bilirim." sözünden maksadı, vereceği malûmatın dinleyiciler tarafından kabul edilmesini sağlamaktır.

Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) ile uzun sohbette bu­lunmak veya O'nun izini itine ile takip ederek çokça arkasında na­maz kılmak O'nun namaz kılışını daha iyi bilmeye vesile olduğundan Sahâbîler   Ebû   Humeyd    (Radıyallâhü anh) 'a "Bu İki nokta de sen bizden ileri değilsin" demişlerdir.

Hadisten çıkan fıkıh hükümleri tercemeden anlaşıldığı için tek­rarlamaya lüzum yoktur. Tâdil-i Erkânla ilgili özlü malûmat bu ki-tabta geçen ve mezkûr farzlar için ayrılan özel bâblarda anlatılmış­tır. Fihristte bu bâblann yerini bulup oralara müracaat etmek müm­kündür

 

1062) Amrete (Radıyallâkü cm/ra/dan; Şöyle demiştir: Ben, Âişe  (Radıyallâhü anhâ)'ye, Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) 'in namaz kılışı nasıl idi? diye sordum. Dedi ki ı

Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem), abdest almak İstediğin­de ellerini su kabına koyduğu zaman Allah'ın ismini anardı ve ab-destini tam (ve mükemmel) alırdı. Sonra kıbleye doğru ayakta du­rarak tekbir alır ve ellerini omuzlarının hizasına kadar kaldırırdı. Sonra rükû ederdi. (Rükûda) ellerini diz kapaklarının üzerine koyar ve kollarını (yanlarından) uzak tutardı. Sonra başını kaldırıp belini doğrultu rdu ve ayakta kalışı sizinkinden biraz daha uzun sürerdi. (Secdede) ellerini kıbleye doğru (yere) koyar, gördüğüm kadarıyla olanca gücüyle kollarını (yanlarından) uzaklaştırırdı. Sonra başını kaldırıp (yere döşediği) sol ayağı üzerinde oturur, sağ ayağını da dikerdi. Sol yanı üzerine eğilmek (oturmak) ten kerahet ederdi. [99]

 

73 - Yolculukta Namazı Kısaltmak Babı

 

Kasır, Taksir ve İksar-ı Salât ı Yolculuk hâlinde dört rek'atlı farz namazları kısaltıp iki rek'at olarak kılmaktır. Sabah ve Akşam farz­larında kısaltma olmaması, icma' ile sabittir. Kasır, yalnız öğle, ikin­di ve yatsı namazlarının farzlarında me$lüdur.

 

1063) Ömer (bin el-Hattâb) (Radtyallâhü anh)'den; Şöyle demiştir: "Muhammed (Sallailahü Aleyhi ve Sellem)'in diliyle sabit Oldu­ğu üzere (dört rek'atlı)   farz namaz yolculukta iki rek'attir, Cuma farzı iki rek'attir, Bayram namazı iki rek'attir. Bu tamamdır, kasır değildir."

 

1064) Ömer (bin el-Hattâb) (Radtyattâhü ank)'den: Şöyle demiştir:

Muhammed (Sallallahü Aleyhi ve SellemVin diliyle sabit olduğu üzere (dört rek'atli) farz namaz yolculukta iki rekattır. Cuma farzı iki rek'attir, iki bayram namazı ikişer rekattır. Bu tamamdır, kasır

değildir.

 

1065) Ya'lâ bin Ümeyye (Radtyallâhü anh'den[100] ; Şöyle demiştir Ben, Ömer bin el-Hattâb (Radıyallâhü anh)'a! Allah î

= -Yer yüzünde yolculuk ettiğiniz zaman kâfirlerin size eziyet ve zarar vermelerinden korkarsanız namazınızı kısaltmanızdan do­layı size günah yoktur.[101] (buyurmuştur.) Halbuki şimdi halk güven içindedir. (Halkın güvenlik içindeyken namazı kıseltmalarına) ne dersin? diye sordum. Ömer (Radıyallâhü anh) : Senin şaştırın şu işe ben de şaşmıştım da bunu Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sel-lem)'e sormuştum. Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) şöylo buyurmuştu:

«Bu, Allah'ın size verdiği bir sadakadır. Onun için siz Allah'ın sadakasını kabul ediniz.» dedi. [102]

 

İzahı

 

1063 ve 1064 noda geçen Ömer (Radıyallâhü anh)'m hadi­sini Nesâi, Ahmed ve İbn-i Hibbân da rivayet et­mişlerdir.

El-Menhel yazarı Y âl â (Radıyallâhü anh)'in hadisini açık­larken şöyle der:

"Y a'l â (Radıyallâhü anh) e şunu demek istemiştir: 'Anılan âyette namazın kısaltılması için kâfirlerin fitnesinden korkmak se­bep olarak gösterilmiştir. Kâfirlerin fitnesinden korkmak tehlikesi kalmamıştır. Şu halde halk niçin hâlâ namazı kısaltıyor? Bunun se­bebini bana bildirir misin?

Ömer (Radıyallâhü anh) bu işe kendisinin de şaştığını ve Pey­gamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'e konuyu sorduğunu, Peygam­ber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'in şöyle cevap buyurduğunu Ya'-1 â    (Radıyallâhü anh)'a anlatmıştır.

Namazı kısaltmanın sadaka oluşundan maksat, yolculuk zorlu­ğundan dolayı bu işin ilâhi bir ikram ve rahmet olmasıdır.

Tercemede bulunan parentez içi ifâdeler, Ebû Davud'un rivayetinden alınmadır.

Bu bâbta rivayet olunan hadisler, yolculuk hâlinde dört rek'at­li farz namazların iki rek'at olarak kılınmasının meşruluğuna delâ­let ederler. Ancak yolculuk hâlinde kılınacak, öğle, ikindi ve yatsı farzlarının doğrudan doğruya iki rek'at olarak mı farz kılındığı, yok­sa hazer hâli gibi dört rek'atli olarak farz kılınıp sonradan mı iki rek'ate indirildiği hususunda âlimlerin ihtilâfı vardır. (Eğer baştan iKi rek'at olarak farz kılınmış ise, yolculuk hâlinde böyle kılmak, Fıkıh dilinde Azimet olur. Şayet kolaylık olsun diye sonradan iki rek'ate indirilmişse buna Ruhat denilir.)

Sahâbüerden Ömer, Ali, İ bn-i Abbâs, İbn-i M e s ' u d , İbn-i Ömer ve Câbir (Radıyallâhü anhüzn); 'Azimet'tir demişlerdir. Hanefî âlimleri de böyle hükmetmişler­dir. Bu gruptaki âlimlerin delil gösterdikleri hadîslerden birisi (1063 ve 1084) nolu) Ömer (Radıyallâhü anh)'in hadîsi ve diğeri İbn-i Abbâs (Radıyallâhü anh)'ın (gelecek olan 1068 nolu) hadisidir. İbn-i Ömer (Radıyallâhü anh)'in (1067 nolu) ha­dîsi de delil gösterilmiştir. Dördüncü delîl de Buhâri, Müs­lim, Ebû Dâvûd, Nesâî ve başkalarının  i ş e (Ra-dıyallâhü anh) 'dan rivayet ettikleri şu mealdeki hadîstir:

«Namaz hazerde ve seferde ikişer rek'at olarak farz kılınmış, se­ferdeki namaz öyle kalmış, hazerdeki namaz arttırılmıştır.» Akşam namazı, Ahmed bin Hanbel'in rivayetinde belirtildiği gibi bu hükümden müstesna kılınmıştır. Yâni o, baştan beri üç rek'at olarak tutulmuştur.  i ş e (Radıyallâhü anh) 'nin hadîsini açıkla­yan âlimlerin beyânına göre M i r â c gecesi ikişer rek'at olarak kılınması emri verilmiş, tbn-i Hibbân, Buhâri, Bey-h a k i ve İbn-i H ü z e y m e ' den rivayet edilen  i ş e (Ra­dıyallâhü anh) 'nin başka bir hadisinde açıklandığı üzere Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) Medine'de yerleştikten sonra öğle, ikindi ve yatsı farzları dört rek'ate çıkarılmıştır.

Osman, Sa'd bin EbiVakkâs, Âişe, Hasan-ı B a s r i, meşhur kavline göre Mâlik, Şafiî, Ahmed bin Hanbel, Ebû Sevr ve Dâvûd: Yolculukta na­mazı kısaltmak Ruhsattır demişlerdir. Beyhaki' nin rivayet ettiğine göre Selmân-i Fârisî1 nin de dâhil olduğu on iki sahâbi böyle demişlerdir. Enes, Misver bin Mahreme, Abdurrahman bin el-Esved, î bn ü' 1-M üs e y y e b ve   Ebû   K u 1 â b e   de 'Ruhsat'tır, diyenlerdendirler.

Bu görüşteki âlimlerin birinci delili (1065 noda geçen) âyet-i ke­rîmedir. Bunlar derler ki, âyette:

«Namazı kısaltmakta cünah (= günah) yoktur.» buyurulmuştur.

Cünahın yokluğu, yalnız mubah anlamında kullanılıyor. (El-Menhel yazan bu hususta uzun izahat vermişse de buraya aktarmaya gerek görmedim.)

Bu gruptaki âlimlerin ikinci delili (1065 nolu) Ömer (Radı-yallâhü anh)'in hadîsidir. Şöyle ki.- Eğer yolculuk namazı doğrudan doğruya iki rek'at olarak farz kılınmış olsaydı   Ömer    (Radıyallâhü anh)'m ve râvisi   Y a'l â    (Radıyallâhü anh)'in şaşmasında mânâ yoktu.

Üçüncü delîl Müslim'in İbn-i Ömer (Radıyallâhü anh) 'den rivayet ettiği şu mealdeki hadistir:

"Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) Mîna'da dört rek'allı namazı iki rek'at olarak kıldı. Ondan sonra Ebû Bekir (Radıyallâhü anh) böyle kıldı. Ebû Bekir (Radıyallâhü anh) 'den sonra Ömer (Ra­dıyallâhü anh) böyle kıldı. Ömer (Radıyallâhü anh)'den sonra Os­man (Radıyallâhü anh) hilâfetinin ilk zamanlarında böyle kıldı. Bi-Iâhere dört rek'at olarak kıldı."

İbn-i Ömer (Radıyallâhü anh) imama uyduğunda dört rek'at; yalınız başına kıldığında iki rek'at kılardı. Eğer seferde kı­saltmak Azimet olsaydı Osman (Radıyallâhü anh) bunu ter­ke tm ezdi. Sahâbiler de onun terkinde kendisine uymazlardı.

Bu gruptaki âlimler, birinci grubun delil olarak gösterdikleri Âişe (Radıyallâhü anhâ)'nin : «Namaz ikişer rek'at farz kılındı.» hadîsini ve Ömer (Radıyallâhü anh) 'in : «Yolculukta namaz iki rek'attir.» hadîsini yorumlayarak: Bundan maksad, istiyenlerin böy­le kılabilmeleridir.

N e v e v i : Hadîslerin arasım bulmak için bu yorum yolunu tutmaktan başka yol yoktur. Âişe (Radıyallâhü anh) 'nin, kısalt­ma hadîsini rivayet etmesi yanında, yolculukta namazı dört rek'at olarak kılması, bu yorumu kuvvetlendirir. Demek ki Âişe (Ra­dıyallâhü anhâ) ve Osman (Radıyallâhü anh) iki şekilde kıl­mayı caiz görmüşlerdir. Misafirin iki rek'at olarak kıldığı namaza kasırh namaz ismini vermekte tüm müslümanlann icmâ' etmesi ve zikredilen âyette kısaltma tâbiri bu yorumu te'yid ettiği gibi birin­ci grubun delil gösterdiği Âişe (Radıyallâhü anhâ)'nin hadîsi­nin zahirini tutmak, K u r' a n ' m nassına ve müslümanların ic-mâına ters düşer. Âhâd hadîsi K u r' a n ' m nassına veya icmâa muhalif olduğu zaman o hadisin zahirini terk etmek vâcib olur, der.

Bu gruptaki âlimler,   Ömer    (Radıyallâhü anh)'in (1063 –1064 nolu)    hadisinde geçen:  cümlesini:   «Sevabı tamdır,

noksan değildir.» şeklinde yorumlamışlardır.

İbn-i Ömer (Radıyallâhü anh)'in (1067 nolu) hadisinde Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'in yolculukta dört rek'atli farzları hep iki rek'at olarak kıldığı hususuna gelince Peygamber nın rivayetleri bunu ifâde ederler Öele ittnrfi I! » dört rekate ç.kanlmasmdan bir sûr7S0nra aoes nn, çen) Kasır Âyeti inince yolculuk hâlLde                     

"Sefer namazı iki rek'at olarak Mirâc gecesinde değil, Kasır Ayetinden sonraki durumun Miraç gecesindeki duruma dönüşmesini ifâde etmektir.Bu söz kısaltmanın Azîmet olmasını gerektirmez der.

 

1066) Ümeyye bin Abdillah bin  Hâlid[103] (Radıyallâhü a»AJ'den rivayet edildiğine göre kendisi Abdullah bin Ömer (Radtyattâkü anhümâyya.:

Biz hazerdeki namazın ve korku hükmünü Kur an'da buluyoruz. Fakat yolculuk (hâlindeki) namazın hükmünü Kur'an'da bulamıyo­ruz, diye sormuş, Abdullah (Radıyallâhü anh) kendisine:

Biz hiç bir şey bilmezken Allah bize Muhammed (Sallallahü Aley­hi ve Sellem)'i Peygamber olarak gönderdi. Bunun için Muhammed (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)   nasıl yaparsa, biz de ancak Ondan gördüğümüz gibi yaparız, diye cevap vermiştir. [104]

 

İzahı

 

Bu hadîsi    N e s â î   de rivayet etmiştir.

Soru sahibi: Hazerdeki namazın hükmünü Kuranda buluyo ruz derken, Kur'an'da namazla ilgili mutlak emirleri kasdetmiştir. Mutlak emirler, Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'in tatbi­katı ve kavli hadîsleriyle açıklanmıştır. Bu itibarla hazerde kılınan farz namazların rek'at sayısı, soru sahibince de bilinmektedir.

Korku namazı derken 1065 nolu hadîste geçen Nisa sûre­sinin 101 nolu âyeti kasdedilmiştir. Namazı kısaltmaya âit bu âyette: «Kâfirlerin fitnesinden korkarsaniz . • ifâdesi bulunduğu için düş­mandan korkulduğunda seferde kılınan kısaltılmış namaza korku namazı denilmiştir. Soru sahibi korku yokken seferde kısaltılmış olarak kılınan namazın, bu âyetin hükmüne dâhil olmadığı zanniyle bu soruyu sormuştur. İbn-i Ömer (Radıyallâhü anh), cevap verirken söz konusu namazın da bu âyetin hükmüne dâhil olduğu yolunda cevap vermiyerek daha etkin ve genel bilgi verici tarzda cevap vermiştir. Yâni şer'i bir hükmün varlığı için Kur'an'da bir nassm bulunması şart değildir. Resülullah (Sallallahü Aleyhi ve Sel­lem)'in fiilî, şer'î bir hüküm için Kur'an gibi delildir. .Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem), düşman korkusu olmaksızın yolcu­lukta namazı kısaltmıştır. 1 b n-i Ömer (Radıyallâhü anh) : Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'in bu tatbikatı delîl olarak bize kâfidir, diyerek cevap vermiştir. Başka konular için de durum aynıdır.

 

1067) (Abdullah) İbn-i Ömer (Radtyallâhü anhümâyâen; Şöyle de­miştir :

Resülullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem), şu belde (Medîne-i Mü­nevvere)'den çıktığı zaman Ona dönünceye kadar (akşam farzı ha­riç hiç bir farzı) İki rekatten fazla kılmazdı."

 

1068) (Abdullah) İbn-i Abbâs (Radtyallâhü ankümâ)'dan; Şöyle de­miştir :

Allah, sizin Peygamberiniz (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'in lisa-niyle hazerde dört rek'at ve seferde iki rek'at olarak (dört rek'atli namazı) farz kılmıştır. [105]

 

İzahı

 

Bu hadîsi Müslim ve Nesâî de rivayet etmiştir. Öğ­le, ikindi ve yatsı farzlarının hazerde dört rek'at olarak farziyeti ve seferde iki rek'at olarak kılınması konusuyla ilgili geniş ma'lumat ve bu hadisin, yolculuk hâlindeki kısaltılmış namazın Azimet oldu­ğunu savunan âlimler için delil gösterildiği hususuyla ilgili geniş ma'lumat yukarda verilmiştir. [106]

 

74 - Yolculukta İki Farz Namazı Beraber Kılmak Babı

 

Fıkıh dilinde "Cem-i Salât" diye irâde edilen, iki farz namazı beraber kılmaktan maksat öğle ile ikindi farzını ya öğle farzı vak­tinde veya ikisini ikindi namazı vaktinde; Keza akşam ile yatsı farz­larını da ya akşam vaktinde veya ikisini yatsı vaktinde birlikte kıl­maktır. İkindi farzı öğle vaktine ve yatsı akşam vaktine alındığın­da öne alınmış olduğu için buna "Cem-i Takdim" denilir. Bunun aksi­ne öğle farzı ikindi vaktine ve akşam farzı yatsı vaktine tehir edil­diğinde buna "Cemi Tehir" denilir. Cem-i Salât'ın caiz olup olma­dığı hususunda âlimler arasında bulunan ihtilâfı hadîs tercemesin-den sonra açıklayacağım.

 

1069) (Abdullah) bin Abbâs (Radtyallâhü anhümâ)'dan: Şöyle de­miştir :

Resulullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) hiç bir düşman O'nu takip etmezken, hiç bir düşman korkusu yokken ve O'na acele etti­recek hiç bir sebep yokken yolculukta akşam ile yatsı farzlarını be­raber kılardı."

 

1070) Mtıâz bin Cebel (Radtyallâhü anh )'den; Şöyle demiştir: Tebük savaşı yolculuğunda Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sel-lenı) öğle ile ikindi farzlarını keza akşam ile yatsı farzlarını bera­ber kılmıştır. [107]

 

İzahı

 

İbn-i Abbâs (Radıyallâhü anh) 'in hadisini A h m e d ve B e y h a k i de rivayet etmişlerdir. İbn-i Abbâs (Radıyal­lâhü anh)'in Müslim' deki rivayetlerinin birisi, M u â z bin Cebel (Radıyallâhü anh)'m hadisinin benzeridir. Bâzı rivayet­lerinde: "Korku ve yolculuk hâli olmaksızın..." kaydı mevcuttur. Bu rivayetler Nesâî, Tahavî ve Mâlik'in Muvatta'ındk. mevcuttur. Bunların izahı ve âlimlerin yorumları çok geniş olup babımızın konusu dışında kaldığı için bu konuya değinmiyeceğim.

Muâz bin Cebel (Radıyallâhü anh) 'in hadîsini Müs­lim, Ebû Dâvûd, Nesâî, Ahmed, Beyhakî ve Mâlik de rivayet etmişlerdir. Bâzı rivayetler uzundur. Ebû D â v û d ' un   bir rivayeti meâJen şöyledir:

"Muâz bin Cebel (Radıyallâhü anh)'den rivayet edildiğine göre Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sel]em) Tebük savaşı yolculuğunda konakladığı bir yerde iken öğle vakti olunca öğle ve ikindi farzını beraber kıldıktan sonra yola devam ederdi. Henüz Öğle vakti girme­miş iken, konakladığı yerden yola çıktığı zaman öğle farzını ikindi namazı vaktine kadar geciktirirdi. İkindi vakti olunca namaz için mola vererek ikisini beraber kılardı. Akşam farzında da şöyle idi: Konak yerinden hareket etmeden önce güneş batarsa önce akşam ve yatsı farzlarını beraber kılar, sonra yola çıkardı. Güneş batmadan yola çıkarsa yatsı farzını kılmak üzere mola verinceye kadar akşam farzını tehir ederek ikisini beraber kılardı. [108]

 

Seferde Cemi Salât Hakkında Âlimlerin Görüşleri

 

1. Selef ve halefin cumhuru "Cem-i Salât"ın câizliğine hükme-derek : Bu hususta Arafat ve Müzdelife ile başka yer­ler arasında bir fark yoktur. Yolculuk hâlinde öğle ile ikindi na­mazları birleştirilebilir. Keza akşam ile yatsı farzları da birleştirile­bilir.   Bunda takdim ve tehirin farkı yoktur.

Sa'd bin E bi Vakkâs, İbn-i Ömer, İbn-i Abbâs, Ebû Musa el-Eş'ari, Usâme bin Zeyd, Ömer, Osman, Mâlik, Şafiî, Ahmed ve Ebû Sevr (Radıyallâhü anhüm) böyle hükmedenlerdendirler. Bunla­rın delilleri Muâz bin Cebel (Radıyallâhü anh)'ın 1070 nolu hadîsi ile Beyhaki ve İsmâili1 nin sahih senedle E n e s (Radıyallâhü anh) 'den rivayet ettikleri şu mealdeki hadîstir : "Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) yolculukta olduğu zaman öğle vakti olunca öğle ve ikindi farzlarını beraber kılar, sonra yola devam ederdi."

El-Menhel yazarı başka delilleri de zikretmişse de ben bu ka­darla yetiniyorum. El-Menhel yazarı daha sonra şöyle der :

"Nevevi; Cem-i Salât Sahâbîler ve Tabiîler arasında meş­hur olan ve uygulanan şeylerdendir, demiştir.

2. Hasan-i Basrî, îbrâhîm en-Nehai, Şirin, Mekhûl, Ebû Hanif e ve arkadaşları demişler ki: 'Cem'i Salât caiz değildir. Yalnız arafe günü ikindi namazını öne alarak öğle namazı ile birlikte kılmak caizdir. Bir de Müzdelife'de akşam farzını yatsı vaktine tehir etmek caizdir. Arafe ve   MüzdeIife'deki cemi salât, seferi olan ve olmayan herkese caizdir.' Ş â f i î 1 e r ' den el-Müzeni' nin de böyle dediği rivayet olun­muştur.

Bu grubtaki âlimlerin delillerinden birisi. Buharı ve Müs­lim" in İbn-i Mes'ud (Radıyallâhü anh) den rivayet et­tikleri şu mealdeki hadîstir: "Kendisinden başka İlâh olmayana ye­min ederim ki, Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) hiç bir farz namazı vaktinin dışında kılmamıştır. Yalnız Arefe'de öğle ile ikin­diyi ve Müzdelifede akşam ile yatsıyı cem etmiştir."

İkinci delilleri Mü si im'in Ebü Katâde (Radıyallâhü anh)'den rivayet ettiği şu mealdeki hadistir:

"Resûlullah (Sallallahü Aleyhive Sellem) buyurmuş ki: -Uyku hâlinde (vakti çıkıncaya kadar namazı geciktirmekte) taksirat yok­tur. Taksirat, başka namazın vakti girinceye kadar bir namazı uya­nıkken geciktirmekle olur.»" Bu âlimler, bir de namaz vakitlerinin tâyinine ait hadisleri delil göstermişlerdir.

Arefe ve Müzdelife dışında cem-i salât'a âit vârid olan hadîsleri de şöyle yorumlamışlardır : Bu hadislerden kasdedilen mânâ şudur: Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem), birinci na­mazı vaktinin sonunda, ikinci namazı da vaktinin başında kılmıştır. Dolayısıyla bu iki namaz, sûreten birleştirilmiştir. Hakiki birleştir­me yoktur. Müslim'in İbn-i Abbâs (Radıyallâhü anh)'-den rivayet ettiği şu mealdeki hadis bu yorumun delilidir.' Düşman korkusu ve yolculuk yokken Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sel­lem) öğle ile ikindi farzlarını ve akşam ite yatsı farzlarım beraber kılmıştır.' Hazerde yağmur yokken iki namazı gerçek mânâda cem etmenin câizliğini hiç kimse söylememiştir. Şu halde hadislerdoki cemi salât'tan maksat hakiki değil sûretendir.

El-Menhel yazarı Cumhûr'un bu gruptaki âlimlere verdiği cevâbı nakletmiş ise de buraya aktarmadım. [109]

 

75 - Yolculukta  (Farza  Bağli» Sünnetleri Kılmak Babı

 

1071) Hafs bin Asım bin Ömer bin el-Hattâb (Radıyallâhü anhum)'-den; Şöyle demiştir:

Biz yolculukta (amcam Abdullah) bin Ömer (Radıyallâhü anh)'in beraberin dey dik. İbn-i Ömer (Radıyallâhü anh) bize namaz kıldırdı. Farzdan sonra  (sünnet kılmadan)  kendisi de,  biz de dönüp gittik. İbn-i  Ömer  (Hadıyallâhü  anh),  dönüşünde  cemâatin bir kısmının (kalkıp)  namaza durduklarını görünce: Bunlar ne yapıyorlar? di­ye sordu. Ben de: Sünnet kılıyorlar, dedim. İbn-i Ömer (Radıyallâ­hü anh) : 'Eğer ben (yolculukta) Sünnet kılmış olsaydım farzımı (ka-sırlı değil) tam kılardım. Ey kardeşimin oğlu! Ben Resûlullah  (Sal­lallahü Aleyhi ve Sellem) ile arkadaşlık ettim. Vefat edinceye kadar yolculukta iki rek'at  (farz) dan fazla (sünnet namaz) kılmadı. Son­ra Ebû Bekir (Radıyallâhü anh) ile arkadaşlık ettim. O da iki rek-atten fazla kılmadı. Sonra Ömer (Radıyallâhü anh) ile arkadaşlık et­tim. Kendisi de iki rek'atten fazla kılmadı. Ondan sonra Osman (Ha­dıyallâhü anh) ile arkadaşlık ettim. O da iki rek'atten fazla kılmadı. Pu zâtlar vefat edinceye kadar durum böyleydi. Allah Teâlâ da:

"Ey Mü'minler! Andolsun ki sizin için Resûlullah en güzel örnektir buyuruyor' dedi. [110]

 

İzahı

 

Buhar i, Müslim, Ebû Dâvûd, Nesâi, Mâ­li K ve Beyhakİ de bu hadîsi rivayet etmişlerdir. Hadîste H a y s a (Radıyallâhü anhâ)'nm bahsettiği İb n-i Ömer (Radıyallâhü anhümâ) ile olan yolculuğu M e k k e' ye doğru yaptıkları bir seferdir. Bu durum Müs lim'rn rivayetinde be­lirtilmiştir. Bâzı rivayetlerde şöyle deniliyor .-

'İbn-i Ömer (Radıyallâhü anhümâ) bize öğle namazını iki rek'at olarak kıldırdıktan sonra kendisiyle beraber kalkıp eşyamızın yanı­na varıp oturduk. Oturduktan sonra İbn-i Ömer (Radıyallâhü an­hümâ), bâzı kimselerin sünnet kılmaya kalkmış olduklarını görün­ce ı Bunlar ne yapıyorlar? diye sordu...'

I b n-i Ömer (Radıyallâhü anh)'in bu soruyu yöneltmek­ten maksadı yolculuk hâlinde sünneti kılmalarını uygun görmediğini açıklamaktır.

îbn-i Ömer (Radıyallâhü anh)'in : "Eğer ben sünnet kıl­mış olsaydım..." sözünden maksadı, farzlara bağlı sünnetlerdir. Di­ğer nafile namazlar değildir. Çünkü kendisinin yolculukta nafile namazları kıldığı sabittir. Nitekim B u h â r i' nin kendisinden ri­vayet ettiğine göre şöyle demiştir :

"Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) binek hayvanının sır-tındayken yüzü hangi yöne dönerse dönsün nafile namazı kılar, sec­de için başıyla işaret ederdi. İbn-i Ömer (Radıyallâhü anh) de bunu yapardı.'

Hadîsin: "...İki rek'atten fazla kılmazdı." cümlesinden maksad, farz namazlara bağlı olan sünnetleri kılmazdı. Bu ifâde Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'in yolculuk ederken dört rek'atli farz­larını dâima kısalttığına ve vakit namazlarına bağlı sünnetleri yol­culukta hiç kılmadığına delâlet eder.

Osman (Radıyallâhü anh) 'in son zamanlarında yolculuk yapar­ken dört rek'atli farzları kısaltmadan kıldığı sabittir. Bu sebeple bu hadîste :

"Osman (Radıyallâhü anh) da iki rek'atten fazla kılmazdı." şek­linde geçen cümleden maksad, yolculukta farza bağlı sünnetleri hiç kılmadığını belirtmektedir.

Yolculukta farza bağlı sünnetlerin kılınıp kıhnmaması hususun­da âlimlerin görüşleri:

1. îbn-i Ömer (Radıyallâhü anh) ve diğer bâzı âlim­lere göre yolculukta farza bağlı sünnetleri kılmak müstahab değil­dir. Delilleri de bu hadîstir.

2. Cumhura göre müstahabtır. Delilleri de sünnetlerin kılınma­sına âit hadislerdir. Bir de Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) ve Sahâbîlerin bir yolculuk esnasında gün doğuncaya kadar sabah namazı için uyanmamaları üzerine kazaya kalan sabah farzını kı­larken ona âit iki rek'at sünneti kıldıklarına dâir hadîstir.

îbn-i Ömer (Radıyallâhü anh) 'in : 'Eğer ben sünnet kıl­mış olsaydım farzım tam kılardım.* sözüyle ilgili olarak   e 1 - H â f ı z ,el-Fetih'te şöyle der: İ b n-i Ömer (Radıyallâhü anhJ'in mak­sadı şudur: Eğer kendisi farzını tam olarak kılmakla farza bağlı sün­netleri kılmak hususunda serbest bırakılmış ve bunlardan birisini tercih etmek durumunda olmuş olsaydı farzını tam olarak kılmayı, sünneti kılmaya tercih edecekti. Farzı kısaltmaktan amaç işi kolaylaş­tırmaktır. Bunun için İ b n - i Ömer (Radıyallâhü anh) sünnet­leri kılmazdı. Farzını da tam yapmazdı.

Cumhur, Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'in farza bağlı sünnetleri kıldığım görmediğine dâir İ b n - i Ömer (Radıyal­lâhü anh)'in sözüne şöyle cevap vermiştir:

Peygamber (Sallailahü Aleyhi ve SellemTin, çadırında veya kal­dığı yerde sünnet kılmış olması ve İbn-i Ömer (Radıyallâhü anh)'in bunu görmemesi muhtemeldir. Veyahut Peygamber (Sallal­lahü Aleyhi ve Sellem) bâzı seferlerinde sünnet kılmazdı. Tâ ki bu­nun câizliğini halk bilsin.

Hulâsa yolculuk hâlinde farzlara bağlı sünnet kılmak hususun­da âlimler ihtilâf etmişlerdir:

t bn-i Ömer {Radıyallâhü anh)'e göre gündüz hiçbir su­retle kılınmaz. Gece yerde veya binek hayvanı sırtında kılmak caiz­dir.

Selef âlimlerinin kahir çoğunluğuna göre gece ve gündüz binek hayvanı sırtında olsun, yerde olsun kılınır.

Üçüncü bir kavle göre hiç kılınmaz.

T i r m i z i : Sahâbîlerin bir kısmı yolculukta farza bağlı olma­yan nafileyi kılmayı uygun görmüşlerdir. Ahmed ve İsha k'ın kavli de böyledir. İlim ehlinden bir cemâat da farzlardan önce ve sonra sünnet kılmama hükmünü vermişlerdir, demiştir. Cumhur ve diğer üç mezheb imamları da Ahmed bin H a n b e 1 ' in kavli gibi hükmetmişlerdir.

 

1072) (Ahriullah) bin Abhâs (Hudt\nUâhü <ıtthünıâ)\\an: Şöyle de­miştir :

Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) hazer namazını ve se­fer namazını farz kılmıştır. Biz hazerde farzdan önce ve sonra sünnet kılardık. Seferde de farzdan önce ve sonra sünnet kılardık.Hadîsin isnadının ha sen olduğu Zevâid'de bildirilmiştir. [111]

 

76 - Yolcu, Bir Şehirde İkamet Ettiği Zaman Kaç Gün Namazını Kısaltır? Bâbı?

 

1073) Abdurrahnıaıı bin Iluıncyd ez-Zührî (Kathyaliûhiı anhümıi)'-den ; Şöyle demiştir :

Ben es-Sâib bin Yezîd (Radıyallâhü anh) a :

Mekke'de ikamet etmek hakkında ne (hüküm) işitmişsin? diye sordum. Dedi ki t Ben el-Alâ' bin el-Hadramî (Radıyallâhü anh)'den şöyle söylerken işittim: Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) buyurdu ki;

«Sadır tavâfmdan sonra muhacir için (Mekke'de) üç (gece ikâ­met etmeye ruhsat vardır. [112]

 

İzahı

 

Buhâri, Müslim ve Nesâi de Sâib (Radıyal­lâhü anh)'in hadisini rivayet etmişlerdir.

Sadır tavafı, hacıların memleketlerine dönüşlerinde yaptıkları Veda tavafıdır. M i n â' dan M e k k e ' ye dönüşte bu tavaf ya­pılır, böylece hac ibâdeti bitirilmiş olur. Mekke fethinden ön­ce Resûl-i Ekrem   (Sallallahü Aleyhi ve Sellem),    M e k k e' den M e d i n e' ye hicret etmiş olan muhacirler için veda tavafı ya­pıldıktan sonra yalnız üç gün M e k k e ' de ikâmet edebilecekle­rini bildirmiştir. Umre için gidenler de umre bittikten sonra ancak üç gün   Mekke'de   kalabilirlerdi.

N e' v e v i, bu hadîsi delil göstererek : Muhacirlerin Mek­ke'de üç günden fazla ikâmet etmeleri haramdır, demiştir. Cum­hurun içtihadının da bu merkezde olduğu Kadı I y â z tarafın­dan nakledilmiştir. Mekke' nin fethinden sonra Muhacirlerin M e k k e' de ikâmet etmelerinin caiz olduğuna bir çok âlim fetva vermiştir. Bu duruma göre muhacirlerin üç günden fazla M e k -ke'de ikâmet etmelerine âit bu yasak, Mekke fethinden ön­ce içindir. Çünkü fetihten önce Hicret vâcib kılınmıştı. Mekke fethinden sonra ise Hicret durumu kalmamıştır.

Sindi   şöyle der: Bu hadîsten anlaşılıyor ki Muhacir üç ge­ceden fazla   M e k k e' de   kalacağı zaman   M e k k e' de   ikâ­met etmiş sayılır. Yâni yerleşmiş sayılır. Allah'ın emriyle   Medi­ne'ye   hicret ettikten sonra muhacirin   M e k k e ' de   yerleşmesi izni yoktur. Bu nedenle yerleşmiş sayılmaması için dört gece   M e k -k e' de   kalmasına müsaade edilmemiştir. Şu halde dört gece bir yerde kalmaya niyetlenen kişi, mukîm sayılır. Mukîm ve seferi sa­yılmak için sınır dört gündür. Dört günden az olan süre sefer sû­resi, dört gün ve daha fazlası mukîm sayılma süresidir.    Bundan sonraki hadislerde belirtildiği gibi Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'in   M e k k e' de   on veya onbeş gün ikâmet etmesi mese­lesine gelince, başlangıçta bu kadar süre kalmak niyeti olmadığı ih­timali vardır. Veyahut bu süre, yalnız   M e k k e ' de   değil,   M e k -k e    ve çevresinde geçirilmiştir. Bunun için Peygamber  (Sallallahü Aleyhi ve Sellemî kasır namazını sürdürmüştür.

 

1074) Câbir bin Abdillah (Radıyallâhü anhümâ)'dan; Şöyle demiştir;

(Veda haccı seferinde) Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Seli em) Zilhicce ayının dördüncü günü sabahı Mekke'ye vardı. [113]

 

İzahı

 

Buhârî   ve   Müslim   de bu hadisi rivayet etmişlerdir.

Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) bu yolculuğunda Zil­hicce ayının sekizinci günü sabahı Mekke' den M i n â' ya çıkmıştır. Bu durumda Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) dört gece M e k k e' de kalmış oluyor. Bu yolculuğunda Peygam­ber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'in dâima kasır namazını kıldığı bilinmektedir. Mukîm sayılmamak için bir yerde dört günden az kal­manın gerekliliğini söyliyen âlimler. Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'in M e k k e ' deki kalışının tam dört gün olmayabil­diğim, çünkü Zilhicce' nin dördüncü günü sabahı Mek­ke'ye girdiği vakit ne ise, sekizinci günü o vakitten daha önce, yâni dört gün tamamlanmadan önce M i n â' ya çıkmış olması mümkündür.

 

1075) Abdullah İbn-i Abbâs (Radtyallâhü ankümâyd&n; Şöyle de­miştir :

(Mekke fethinde) Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) Mek­ke'de ondokuz gün ikâmet ederek (dört rek*atli farz namazları) iki­şer rek'at olarak kıldı. Biz de ondokuz gün kalacağımız zaman nama­zımızı ikişer rek'at kılarız. Bundan fazla kıldığımız zaman dörder rek'at kılarız."

 

1076) Abdullah  İbn-i Abbâs  (Radıyallâhü anhümâydan:  Şöyle de­miştir :

Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) Fetih yılı Mekke'de on-beş gece ikâmet ederek namazı kasır yapardı. [114]

 

İzahı

 

İbn-i Abbâs {Radıyallâhü anh)'m ilk hadisini Buhâ-ri, Ebü Dâvûd, Tirmi zi, Nesâi ve başkaları da rivayet etmiştir.

tkinci hadîsi de Ebü Dâvûd ve Nesâi de rivayet et­mişlerdir

Ebü    Davud'un    İmrân    bin   Husayn    (Radıyal­lâhü anh)'dan olan rivayetinde ise Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'in    M e k k e ' de     onsekiz gece ikâmet ettiği bildirilmiştir. Ei-Menhel yazarı, bu konuda şöyle der:

Fetih yılı Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'in M e k-k e ' deki ikâmet sûresine âit hadîslerde ihtilâf vardır. Onbeş, on-yedi, onsekiz, ondokuz ve yirmi gün rivayetleri vardır. Beyhaki: Rivayetlerin en sahihi on dokuz gün rivayetidir, demiştir. İ m â -mü'1-Harameyn ve Beyhaki bu rivayetler arasındaki ihtilâfı şu yorumda bertaraf etmişlerdir. Ondokuz gün olduğunu söy-liyenler, giriş ve çıkış günlerini saymışlar, onyedi gün olduğunu söy-liyenler giriş ve çıkış günlerini saymamışlar, onsekiz gün olduğunu söyleyenler giriş ve çıkış günlerinden birisini saymamışlardır. On beş gün olduğunu söyliyenler ise asıl sürenin on yedi gün olduğunu zan­nederek giriş ve çıkış günlerini düşmüşlerdir. Yirmi gün olduğunu söyliyenlerin isnadı sahîh ise de bundaki sıka râvi, cemaata muha­lefet ettiği için rivayeti şazdır. Ondokuz gün olduğu rivayeti çok ol­duğu için en kuvvetli rivayettir.

Fetih yılı Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'in M e k-k e ' deki ikâmetine âit hadîsler, bir şehirde misafir kalan ve her gün işinin biteceğini umarak memleketine dönmek niyetinde olan kişinin on sekiz güne kadar namazını seferi kılacağına delil göste­rilmiştir.    Şafii 1 e r' in    meşhur kavli budur.

Ebû Hanîfe, Mâlik, Ahmed bir rivayete göre Şafii,    işinin bitmesini bekliyen ve her gün biteceğini uman şahis misafir olduğu yerde kaldığı  sürece seferi sayılır, demişlerdir. El Menhel yazan bu husustaki delilleri zikretmiştir.

 

1077) Enes bin Mâlik (Radtyalâhü ank)'<\en; Şöyle demiştir: Biz Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'in beraberinde Me­dine'den Mekke'ye  (Veda haccı için yola)  çıktık. Peygamber  (Sal­lallahü Aleyhi ve Sellem)   (dört rek'atli farz namazları)    Medine'ye dönüşümüze kadar ikişer rek'at olarak kıldı.

Râvi demiştir ki: Ben Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'in Mekke'de kaç gün kaldığını sordum. Enes (Radıyallâhü anh) : On gün diye cevap verdi. [115]

 

İzahı

 

Kütüb-i Sitte sahihlerinin hepsi ve B e y h a k i de bu hadi­si rivayet etmişlerdir. El Menhel yazarı şöyle der:

Hadîste beyan edilen on günlük sürenin tamamının Mekke içinde değil, Mekke, Minâ ve Arafat'ta geçirildiği kasdedilmiştir. Çünkü bu yolculuk Veda Haccı yolculuğudur. Sahih hadislerle sabit olduğu üzere Peygember (Sallallahü Aleyhi ve Sel­lem) Zilhicce ayının dördüncü günü M e k k e' ye var­mış, aynı ayın sekizinci günü Mekke' den M i n â ' ya çıkmış, bir gece M i n â ' da kaldıktan sonra dokuzuncu günü Arafat'a çıkmış, onuncu gün M i n â ' ya dönmüş, onüçüncü gün M i n â' -dan ilişiğini keserek M e k k e' ye gelmiş ve bir gün sonra da Mekke' den    Medine    yoluna çıkmıştır.

Beyhaki: Enes (Radıyallâhü anh)'in maksadı, on gün­lük sürenin Mekke, Minâ ve Arafat'ta geçirilmiş olduğunu bildirmektir. Çünkü sahih hadislerden anlaşıldığı gibi Pey­gamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) Zilhicce' nin dördüncü günü   M e k k e' ye   varmış.   Mekke' de   üç gün ikâmet et-

mistir. Mekke* ye geliş günü ve oradan M i n i ' ya çıkış günü, ikâmet günlerinden sayılamaz. Dokuzuncu gün Minâ' dan Arafat'a çıkmış, güneş battıktan sonra oradan Müzdeli-f e ' ye dönerek, sabaha kadar geceyi Müzdelife'de geçir­miş, sabahleyin oradan M i n â ' ya vararak Minâ' daki me-nâsiki tamamladıktan sonra ayni gün M e k k e ' ye giderek rükün tavafını yapmış ve tekrar M i n â' ya dönmüş, M i n â' da üç gece ikâmet etmiş, sonra tekrar M e d î n e ' ye dönerek sabah na­mazından, önce veda tavafını yapıp Medine yoluna çıkmıştır. Görüldüğü gibi bu seferinde hiç bir yerde dört gün ikâmet etme­miştir. Bu yolculuğunda namazlarını kasır etmiştir. E n e s (Ra-dıyallâhü anh)'in hadîsi, îbn-i Abbâs (Radıyallâhü anh)'in hadîsine ters düşmez. Çünkü E n e s (Radıyallâhü anh)'in ha­dîsi, Veda Haccı yolculuğuna aittir. İbn-i. Abbâs (Radıyal­lâhü anh) 'in hadîsi ise   Mekke   fethi yolculuğuna aittir. [116]

 

Bir Yerde İkâmet Eden Yolcunun Kaç Gün Kasır Yapacağı Hususunda Âlimlerin Görüşleri

 

1. Şafii,   E n e s    (Radıyallâhü anh)'in  (1077 nolu) hadi­sine ve (1073 nolu)    S â i b    (Radıyallâhü anh)'in hadisine daya­narak demiştir ki: Giriş ve çıkış günleri hâriç dört günden az bir müddet bir yerde ikâmet etmeye niyet eden yolcu seferi sayılır. Dört gün veya daha fazla kalmaya niyet eden kişi, namazını kasırlı değil tam kılar.   Ebû   Sevr,   İbnü'l-Müseyyeb   ve bir riva­yete göre   A h m e d   de böyle demişlerdir.

2. M â 1 i k İ 1 e r   de dört gün ikâmete niyet eden kişinin se­feri sayılmayacağını söylemişlerdir. Bunlara göre giriş ve çıkış gün­leri dört güne dâhildir.

3. İbn-i   Ömer,   Ebû   Hanîfe,   Sevrî,   Müzenî ve   Leys   bin   Sa'd    (Radıyallâhü anhüm) demişler ki: On beş günden az bir süre için ikâmet etmeye niyet eden, seferidir. Bir yerde on beş gün veya daha fazla kalmaya niyetlenen kişi seferi sa­yılmaz.

4. Ahmed   bin   Hanbel'e   göre bir yerde yirmi iki veya daha fazla vakit namazını kılmaya niyet eden, seferi olmaktan çıkar. Daha az sayıdaki namaz için ikâmete niyetlenen seferi sayı­lır. Onun kavli   Mâlik   ve   Şafiî' nin   kavline yakındır."

El-Menheî yazarı her grubun delillerini zikrederek geniş izahat vermiştir. İsteyenler oraya müracaat edebilirler. [117]

 

77 - Namazı Terkeden Hakkında Gelen (Hadîsler) Babı

 

1078) Câbir bin Abdillah (Radıyailâhü anhümâ)'dan rivayet edil­diğine göre; Resûlullah (Sallollahü Aleyhi ve Seüem) şöyle buyurdu, demiştir :

«Kul ile küfür arasında (yalnız) namazı terketmek vardır. [118]

 

İzahı

 

Müslim, Tirmizi ve Ebû Dâvûd da bunu riva­yet etmişlerdir. İlk bakışta hadîsin ifâde tarzı müşkil görülür. Çün­kü kul ile küfür arasında namazı terketmek değil namaz kılmak var­dır. Eğer kasdedilen mânâ kul ile küfür arasında bulunan engelin belirtilmesi olursa normal ifâde tarzı: «kul İle küfür arasında namaz kılmak vardır.» şeklinde olur. Şayet, namazı bırakmanın küfre gö­türücü bir vâsıta olduğunu belirtmek istenirse hadisteki ifâde tarzı en uygun olanıdır. Bâzı âlimler böyle yorumlamışlardır.

Namazı terketmenin küfre götürücü bir vâsıta olduğunu ifâde eden hadîsin yorumu hakkında   S u y û t i   şöyle der:

1. Hadis, namazı bırakmanın mübahlığım itikat edenler hak­kındadır. (Namazın farziyetini inkâr edenin küfre gittiği malûmdur.)

2. Namazı terketme işi kâfire yakışır bir iştir.

3. Namazı -bırakan kişi kâfir gibi cezalanmayı haketmiştir ki, bu ceza onun öldürülmesidir.

Bâzıları da Hadîs ağır tehdit için böyle buyurulmuştur. Kasdedi­len mânâ şudur: Namazı bırakan kişi zahiren kâfire benzer. Ken­disi ile kâfir arasında görünüşte fark yok*,":1. Namaz mü'mini kâfir­den ayırt eden açık bir alâmettir, demişlerdir.

Namazı terkedenin şer'î hükmüne gelince, namazın farziyetini inkâr ettiğinden dolayı terkeden kişi âlimlerin icmaı ile kâfir olmuş olur. Tembelliğinden, işlerinin çokluğundan ve buna benzer nedenlerle namaz kılmayan, fakat farziyetini kabul eden kimseye verile­cek ceza ve onun hakkındaki şer'i hüküm ise şöyledir:

1. Mâlik    ve   Şafiî'ye   göre şer'î hakim namaz kılma­yana tevbe edip  namaza başlamasını emredecektir.  Buna rağmen kılmamakta israr ederse ceza olarak öldürülür ve müslüman ölüsü hakkında yapılan dinî görev onun cenazesi hakkında tatbik edilir. Yâni kâfir değil fâsık bir mü'min sayılır.

2. Ahmed   bin   Hanbel' den   rivayete göre namazı kıl­mamakta israr eden kişi kâfir olur.    H z .    Ali    (Radıyallâhü anh)'-nin de böyle hükmettiği rivayet edilmiştir.   Îbnü'l-Mübârek, İshak   bin   Rehaveyh   ve başka bir grup âlimin kavli de budur. Onlar bu ve benzeri hadislerin zahiri ile amel etmişlerdir.

3. Ebû   Hanife,   Küfe   âlimleri ve   $â f i i 1 e r' den e 1 - Mü z e n i' ye   göre namazı terkeden kişi öldürülmez de hap­sedilir, tazir ve terzil edilir. Tevbe edip muntazam namaz kılınca sa­lıverilir.

 

1079) Büreyde[119] (Radtyallâhü anh)'den rivayet edildiğine göre; Resûlullah (Sallallahü Alevhi ve Scllrm) şöyle buyurdu, demiştir:

«Bizimle onlar arasında (aktediJen) ahit, namazdır. Kim namazı terkederse küfre gitmiş olur. [120]

 

İzahı

 

N e s â i' nin de rivayet ettiği bü hadîsle ilgili olarak N e s â i' -nin şerhinde   S u y u t i   şöyle der:

"E1 - H â f ı z : 'Bu hadis, namazı terkedeni kınayan, onu küf­re gitmek tehlikesinden sakındıran bir tehdittir. Yâni namaza kar­şı beslediği tembelliği sürdürdüğü takdirde bu hal onu küfre götürecektir. Beyhaki: Burdaki küfürden mürad hakîkî küfür olmayıp kanını akıtmayı helâl eden bir ağır suç olabilir. Çünkü ri­vayet edildiğine göre Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) beş vakit namaz kılmayı, kişinin kanının haram kılınması sebeblerinden saymış demiştir,' der.

Nihâye'de deniliyor ki, 'Hadîs, namazın farziyetini inkâr eden­ler hakkındadır, diyenler vardır. Hadîsin münafıklar hakkında bu-yurulduğunu söyleyenler de olmuştu. Çünkü münafıklar gösteriş için namaz kılarlardı. Zahiren müslüman olup dinî vecîbeleri görü­nürde yaptıkları için onlar hakkında bir ceza ve hüküm tatbik edil­miyordu. Eğer namazı terketmiş olsalardı zahiren de küfürlerine hükmetmeye bir engel kalmazdı.

Bâzıları da: Hadîs, farziyetine inandığı halde namaz kılmayan veya bile bile vakti çıkıncaya kadar tehir edenler hakkındadır, de­mişlerdir. Ahmed bin Hanbel böyle diyenlerden olduğu için hadîsin zahiri ile amel ederek namaz kılmayanların küfrüne hükmetmiştir.',,

Sindi de : 'Hadisteki âhitten maksat Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'in mü'minlerden aldığı ahit ve misaktır. Çünkü mü'minler, namaz kılacaklarına dâir Efendimize biat etmişlerdi.

Hadisteki küfürden maksat, sûreten küfür ve kâfirlere benze­mektir. Çünkü namaz kılmayan mü'min ile kâfir arasında görünüş­te bir fark yoktur. Fakat namazına devam eden mü'min günün beş vaktinde kâfirden ayırtedilir.'

Sindi   daha sonra yukarda nakledilen yorumlan anlatır.

 

1080) Enes bin Mâlik (Radtyallâhü anh)'den rivayet edildiğine göre; Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem} şöyle buyurmuştur :

«Kul ile şirk arasında namazı bırakmaktan başka hiç bir şey yoktur. Bu itibarla kul namazı bıraktığı zaman şirk etmiş olur.»"

Not: R&vi Yeztd bin Ebân er-Rakkâ*i'nin zayıflığı nedeni ile isnadın zayıf­lığı Zevâid'de bUdir«miştir.  [121]                    

 

78 - Cuma (Namazı) Nın Farziyeti Hakkındaki Bâbı

 

1081) Câbir bin Abdillah (Radtyaliâhü anhümâ)'f\an ; Şöyle demiştir : Resûlullah   (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)   bize şu hutbeyi irad buyurdu:

«Ey İnsanlar! Ölmeden Önce Allah'a tevbe ediniz. Meşgul olma­dan önce sâlih amellere koşunuz. Rabbinizi çok anmakla ve gizli -açık bol sadaka (vermek) ile O'nun, sizin üzerinizdeki hakkı yerine ulaştırınız ki nzıklan asınız, yardım olunasınız ve İslah olunasınız. Bilmiş olunuz ki içinde bulunduğum bu yılın bu ayının bu gününde ve burada kıyamet gününe kadar Allah size Cuma namazını şüphesiz farz kıldı. Ben hayatta İken veya benden sonra, başında âdil veya zâlim bir devlet başkanı varken kim Cuma namazını küçüm-siyerek veya farziyetini inkâr ederek bırakırsa Allah onun işini dü­zene sokmasın ve işinde ona bereket vermesin. Bilmiş olunuz ki tev­be etmedikçe böylesinin ne namazı, ne zekâtı, ne haccı, ne orucu, ne de hiç bir hayrı (sahihtir.) Kim de tevbe ederse Allah tevbesini kabul eder (veya kabul eylesin). Bilmiş olunuz ki, hiç bir kadın hiç bir erkeğe namaz kıldıranı az. Hiç bir bedevi hiç bir muhacire imam ola­maz. Hiç bir fâsık, hiç bir mü'm in (= fâsık olmayan) e namaz kıldı-ramaz. Meğer ki fâsık zor kullanır, mümin de onun kılıcından ve copundan korktuğu zaman (mü'min uyar.)-"Hâvilerden Ali bin Zeyd bin Cüd'ân ve Abdullah bin Muhammet! el-Adevl zayıf oldukları için isnadın zayıflığı Zev&id'de bildirilmiştir. [122]

 

İzahı

 

Zevâid türünden olan bu hadisi  B e y h a k i   de rivayet etmiştir. Cuma namazının farziyeti Kitab, Sünnet ve îcmâ' ile sabittir.

= «Ey imân edenler! Cuma günü Cuma namazı için ezan okun­duğu zaman Allah'ı anmaya gidiniz.[123] âyeti Cuma namazının farziyetine delâlet eder.

Müteaddit sahih hadîsler de Cuma namazının farziyetine delil­dir. Buradaki hadîs gibi bu kitabın 93. babında rivayet edilen ha­dîsler de bu hükmün delillerinden sayılır.

Hadisteki: «Meşgul olmadan...» ifâdesindeki meşguliyet ile has­talık, yaşlılık gibi engeller kasdedilmiştir.

Hadîs, Allah Teâlâ'yı her zaman anmanın, gizli ve açık olarak sadaka vermenin Allah'a karşı ödevler ve Allah Teâlâ'nın hakları ol­duğuna delâlet eder, bu ödevlerin ihlâslı yapılmasının, mü'minin rız­kının bollanmasına, eksik ve kusurlarının onarılmasına ve ilâhî ina­yete kavuşmasına vesile olduğu müjdesini verir.

Hadîste, Cuma namazını küçümsiyerek veya farziyetini inkâr ederek terk edene beddua ediliyor ve yaptığı ibâdetle tüm hayratın kabul olunmıyacağı haber veriliyor. Çünkü farziyetini inkâr veya istihfaf etmekle kişi tslâmiyetten çıkmış olur. Usûlü dâiresinde îman tecdidi ve tevbe etmedikçe hiç bir ibâdeti makbul ve sahih sayıla­maz.

Hadîsin son kısmında kadının erkeğe, bedevinin muhacire ve fâ-sıkın, fâsık olmayana imamlık etmesi yasaklanıyor.

Kadının erkeğe imamlığının sahih olmadığı ma'lumdur. Muhâ-cirîn-i Kiram (Radıyallâhü anhüm)'ün ilim ve fazilet sahibi oluşla­rı, bedevilerin genellikle câhil oluşları nedeni ile bedevilerin muha­cirlere namaz kıldırmaları, keza fısk ve fucûra mübtelâ olanın böyle fenalıkları işlemeyenlere imamlık etmeleri yasaklanıyor. Bu yasak ise âlimlerin çoğunluğunca kerahet anlamındadır. Çünkü fâsıkın ar­kasında fâsık olmayanın namazı, keza bedevî'nin arkasında muha­cirin namazı sahihtir.

 

1082) Abdurrahman bin Ka'b bin Mâlik (Radtyallökü ankümâ)'dan, Şöyle demiştir :

Babam (Kâ'b)ın gözleri kaybolunca onu ben yederdim. Onu Cu­ma namazına (her) götürdüğümde Cuma ezanını işitince Ebû Ümâ-me Es'ad bin Zürâre için istiğfar ve duâ ederdi. Ben ondan bunu işit­tiğim halde bir süre bekledim. (Hikmetini sormadım.) Sonra içimden dedim ki = Vallahi benim bu bekleyişim bir acizliktir. Kendisi ne za­man Cuma ezanını işitirse Ebû Ümâme için istiğfar ve duâ ettiğini hep işitiyorum da: 'Nedir bu.*? diyerek hikmetini sormuyorum. Son­ra daha önce kendisini her Cuma günü götürdüğüm gibi yine götür­düm. Ezanı işitince her zaman yaptığı gibi yine (Ebû Ümâme için) istiğfar etti. Ben de ona :

Babacığım! Cuma ezanını ne zaman işitirsen Es'ad bin Zürâre için duâ ediyorsun. Bunun sebebinin ne olduğunu bana bildiriver, dedim. Kendisi:

Ey oğulcuğum! Resülullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem), henüz Mekke'den teşrif etmemiş İken, Nakiü'l Hadamât (mıntıkasın)daki Beni Peyâda'ya âit Harrr (köyü)nün Hezm (denilen semtinlde bize ilk Cuma namazını kıldıran zât odur. dedi. Ben:

Ogün (Cuma nanıa/ında) kaç kişi idiniz? diye sordum. Dedi ki: Kırk erkek (idik.) [124]

 

İzahı

 

Ebû Dâvûd, Hibbân, Beyhakî, Dârekutni ve   e 1 - H â k i m   de bu hadîsi rivayet etmişlerdir.

Hadiste geçen Es'ad bin Zürâre bin Adi bin Ubeyd Ebü Ümâme el-Hazrecî (Radıyallâhü anh) Ensâr-ı Kirâm'ın ilk müslümanlarındandır. M e k k e' ye bir iş için gittiğinde Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) i işitmiş ve arkadaşı Zekvân bin Abdülkays ile beraber Peygam­ber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) ile görüşmüşler. Bu görüşme es­nasında müslümanlığı kabul ederek M e d î n e ' ye dönmüşlerdir Böylece müslümanlığı Medi ne'ye ilk getirenler bunlardır. Es'ad (Radıyallâhü anh) her iki Akabe görüşmelerinde bulun­muştur. Akabe görüşmelerinin yapıldığı gece Peygamber (Sal­lallahü Aleyhi ve Sellem) ile ilk biat eden, hicretten sonra sahâbî-lerden ilk vefat eden, Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)  tarafından cenaze namazı ilk kıldırılan ve Bakî mezarlığına ilk defte-dilen sahâbi olduğu söyleniyor.[125]

Hadîste geçen bâzı kelimeleri açıklayalım :

Nakîü'l-Hadamât: Medine-i Münvvere dolayların­da bulunan bir bölgenin adıdır.

Benî Beyâda:  Ensâr-ı Kirâm'ın bir koludur.

Harre: Medine-i Münevvere'ye bir mil mesafede bulunan bir köyün adıdır. Ensâr'ın bu kolu o köyde idiler.

Hezm: Bu köyün içindeki bir mevkiin adıdır.[126]

Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'in hicretten önce En­sâr-ı Kirâm'ın Cuma namazı kıldıkları ve ilk Cuma'nın Harre köyünde Es'ad bin Zürâre (Radıyallâhü anh) tarafın­dan kıldırıldığı bu hadîsten anlaşılıyor.

El-Menhel yazarı şöyle der:

Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) M e k k e'de iken Cuma namazı farz kılınmış idi. Fakat müşriklerin yüzünden orada Cuma namazını kıldırmak imkânı bulunamadı. (Hicret esnasında Küba' dan M e d î n e ' ye giderken, Rân û n â deresinde ilk Cuma'yı kıldırdığı rivayet olunur.) Sahâbılerin bir kısmı hicret edin­ce Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) onlara Cuma namazı­nı kılmalarını emretti. Onlar da kıldılar.

Bâzı âlimler bu hadisi delîl göstererek Cuma namazının sıhhati için 40 erkeğin bulunması şarttır, demiş ise de bu hadis delîl olmaz. Çünkü hadîste, kırk kişiden eksik olunca Cuma namazının kılınmı-yacağına dâir bir hüküm yoktur. O günkü cemâatin kırk kişiden oluş­ması bir tesadüf eseri olabilir. Muayyen olayların umumî hükümler için delîl olamıyacağı usul âlimlerince kabul edilmiştir. [127]

 

Cuma Namazının Sıhhati İçin Kaç Kişilik Cemâat Gerekir?

 

1. Ebû Hanîfe ve Muhammed'e göre imamdan başka üç kişilik bir cemâat gerekir. Üç kişide aranan vasıf, dinen imamlık yapabilmeleridir. Evzâî, el-Müzeni, Süyûtî ve   S e v r î   de böyle demişlerdir.

Ebû Yûsuf ve el-Leys'e göre imamdan başka iki kişilik cemâat kâfidir.

2. Mâ 1 ikî le r'e   göre imamdan başka 12 kişilik erkek ce­mâatin bulunması şarttır. Bunlarda aranan vasıflar ise: Erginlik ça­ğına varmış olmak, hür olmak, yolcu olmamak ve o yerde temelli yerleşmek niyeti ile ikâmet etmektir.

Zuhrî,    Evzâî,   Muhammed   bin   el-Hasan    ve Rabia   da böyle demişlerdir.

3. Şâfiîler,   Hanbelîler   ve   İshak:    İmamla be­raber en az kırk kişilik cemâat şarttır.    Cemaatta aranan vasıflar Mâliki   mezhebindeki vasıflara benzer."

El-Menhel yazarı her grubun delillerini naklederek mukayese yapmış ve başka görüşleri de nakletmiştir.

 

1083) Huzeyfe ve Ebû Hüreyre (Radıyallâhü anhümâ)'<\en rivayet edildiğine göre Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) şöyle buyurmuştur :

«Allah bizden öncekilerini Cuma gününden sapıttırdı. (İbâdet günü olarak) Yahudiler için Cumartesi günü var. Pazar günü da Hristiyanlarındır. Artık bunlar kıyamet gününe kadar bizden geri kalmış oldular. Biz dünya ehlinin en sona kalanlarıyız. Ve (kıyamet günü) başa geçip bütün yaratıklardan evvel haklarında hüküm veri­lecek olanlarız.»"

Kâ'b bin Mâlik (R.A.)in Hâl Tercemesi

Ensâr-ı Kiram'dan olan bu zât Akabe görüşmelerinde bulunup Peygamber (S.A.V.)'e bîat eden bahtiyarlardandır. Uhud savaşına katılmış ve aldığı on kü­sur yaradan akan kanlar içinde savaş meydanından geri taşınmıştır. Muâviye (R.A.) devrinde vefat etmiştir. Tebük savaşma, özür olmaksızın katılmayan ve bu hatâ­dan dolayı yaptıkları tevbenin kabul buyurulduğu inen âyetle (Tevbe sûresi : 118. ayet) tevsik edilen 3 zâttan birisidir. Şairliği meşhurdur.

Peygamber (S.A.V.) ve Üseyd bin Hudayf (R.A.)'den rivayeti vardır. Râvhe-ri ise, Abdullah, Abdurrahman, Ubeydullah ve Muhammed adlarındaki dört oğlu ile îbn-i Abbâs, Cabir, Ebû Ümfime, el-BahilI ve başkalarıdır. (Radıyallfthü an-nüm.) [128]

 

İzahı

 

Müslim ve Nesâî de bunu rivayet etmişlerdir. Hadîsin baş kısmında:

«Allah bizden öncekilerini Cuma gününden sapıttırdı.- buyurul-muştur. Buharı ve Müslim'in yine Ebû Hüreyre (Radıyallâhü anh)'den merfu1 olarak rivayet ettikleri bir hadîsin meali şöyledir:

«Biz (ehli kitaba nazaran) en sonraya kalmışız. (Dünyaya geliş­te böyle olduğumuza rağmen) kıyamet gününde (faziletçe) en ba­şa geçecek olanlarız. Şundan dolayı ki, Bizden evvel onlara kitap verildi. Sonra Allah'ın onlara farz kıldığı gün bu (Cuma günü) iken onlar bu gün hakkında ihtilâfa düştüler (başka günü tazim ettiler) Bize o günü değerlendirmek için Allah hidâyet verdi. Artık onlar bu hususta bizden geri kalmış oldular. Yahudilerin ibâdet cünü ya­rındır. Hıristiyan!armki yarından sonradır.»

Nevevî, Kadı Iyâz'ın şöyle dediğini nakleder: Hadîsin zahirine göre Allah Teâlâ Yahudilere ve Hristiyanlara Cuma gününün tazimini farz kılmış ve bu günün tesbitini onların içtihadına bırakmıştır. Günün tesbiti hususunda yaptıkları ictihadda ihtilâfa düşmüşlerdir. Allah Teâlâ onlara bu hususta hidâyet ver­memiştir. Sonra Allah Ümmet-i Muhammediyyeye Cuma gününün ta'zimini emrederken günü de tâyin etmiştir. Yapacakları ictihadla bulmasına terketmemiştir. Böylece günü ilâhî inayetle tanıyan üm­metimiz günün ta'zimini yaparak bol bol feyiz almışlardır. Rivayete göre Musa (Aleyhisselâm), Yahudilere Cuma gününü ta'zim et­meyi emretmiş. Fakat onlar Musa (Aleyhisselâm) ile münâkaşa ederek Cumartesinin tazime daha lâyık olduğunu iddia etmişler. Bu­nun üzerine Yahudilere münâkaşa etmemesi için Musa (Aley­hisselâm)'a talimat verilmiştir. Yahudiler böylece Cuma gününden sapmışlardır. Eğer tazim için Cuma günü ismen tâyin edilmiş ol­saydı, Yahudilerin ve Hıristiyanların buna muhalefet etmeleri mâkul olmazdı.'

Nevevî   daha sonra şöyle der :

'Ehl-î Kitabın Cuma gününü tazim etmekle emrolunduklarında Cuma gününün ismen ve apaçık olarak onlara tanıtılmış olması müm­kündür. Onlar bu emri aldıktan sonra emre uymak mecburiyetinin varlığı ve bu günü başka bir günle değiştirme yetkisinin kendilerin­de bulunması hususunda ihtilâfa düşmüş olabilirler ve nihayet Yahûdiler Cuma gününü Cumartesi günü ile değiştererek Cuma yeri­ne Cumartesi'yi tazim etmişler, Hıristiyanlar da Cuma yerine Pazar gününü tazim etmeye girişmişler. Böyle olması muhtemeldir, der. Yukarıdan beri verilen ma'lumat terceme ettiğim hadîsin:

«Allah bizden öncekilerini Cuma gününden sapıttır di... * cüm­lesinin açıklamasına ışık tutar kanaatındayım.

Hadisin : «Artık onlar kıyamet gününe kadar bizden geri kalmış­lar.» cümlesinin mânâsı şu olabilir: Cumartesi ve Pazar günü, Cuma gününden sonra geldiği için bizim kutsal günümüz onlannkinden öncedir, böylece onlar bu bakımdan bizden geri kalmış oldular."

îkinci bir ihtimal: "Bol bol feyiz ve sevap kazanmaya vesile olan haftanın en mübarek günü Cuma günüdür. Biz bu günü Allah'ın yar­dım ve hidâyeti ile tanımış olduk. îyi değerlendirdik. Böylece sevap kazanmak alanında çok ilerledik. Ehl-i Kitab ise bu feyizli günü ta­nımadılar, sapıttılar, dolayısı ile bu mübarek günü değerlendirme­diler, bunun sevabından mahrum kaldılar ve böylece hayat boyunca sevap kazanmak bakımından bizden geri kaldılar.

Hadîsin: «...Bütün yaratıklardan önce haklarında hüküm veri­lecek olanlarız.» cümlesi ile ilgili olarak S i n d î şöyle der: "Yâ­ni bu ümmet diğer ümmetlerden sonra dünyaya geldiği halde Ahiret günü hepsinden önce, hasredilecek, evvelâ onun hesabı görülüp hük­me bağlanacak, cennete öncelikle girecektir. [129]

 

79 - Cuma Gününün Fazileti Babı

 

1084) Ebû Lübâbe[130] bin Abdilmünzir (Radtyallâhü anhyden riva­yet edildiğine göre: Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Selletn), şöyle buyurdu, demiştir:

«Şüphesiz Cuma günü, Allah katında günlerin büyüğü ve en aza­met lisidir. Allah katında Kurban bayramı ve Ramazan bayramı gün­lerinden daha büyüktür. Onda beş meziyet vardır. Allah, Âdem (Aley­hisselâm) ı o gün yarattı, Allah, Âdem (Aleyhisselâm)'ı (Cennetten) yere o gün indirdi, Allah, Âdem (Aleyhisselâm)'ı o gün öldürdü. O günde öyle bir saat vardır ki, (mü'min) kul haram bir şey isteme­dikçe Allah Teâlâ'dan ne isterse mutlaka Allah verecektir. Kıyamet o günde kopacaktır. Yüce makama erişen melekler, gök, yer, rüzgâr­lar, dağlar ve deniz Cuma gününden korkarlar. (Anılan varlıklar­dan) bu günden korkmayan tek bir ferd yoktur.»"

Not:   İsnadının hasen olduğu Zevâid'de bildirilmiştir. [131]

 

İzahı

 

Hadîs, Cuma gününün bütün günlerden üstün olduğuna delâlet eder. Müslim, Tirmizî, Ebü Dâvûd, Nesâi ve başkalarının rivayet ettiği ve;

«Güneşi doğan en hayırlı gün Cuma günüdür. Âdem (Aleyhisselâm) onda yaratıldı...»

diye başlıyan hadîs de bu üstünlüğü ifâde eder, bu hadîste anılan me­ziyetleri bildirir, bu arada başka meziyetleri de belirtir.

Hadîs Cuma gününün bayram günlerinden de daha büyük ol­duğunu bildirir.

Günlerin en faziletlisinin Kurban bayramı günü olduğu hususun­da rivayet bulunduğu gibi Arefe günü hakkında da benzer riva­yetler vardır. El-Menhel yazarı Cuma günü fazileti babında bu ri­vayetleri naklederken : Bu rivayetlerin Cuma'nın faziletine ait Ebû Hü r e y r e (Radıyallâhü anhJ'ın hadîsine muhalif değildir. Çün­kü Cuma'nın faziletine âit hadîs, haftanın en üstün gününün Cuma günü olduğunu bildirir, der. Burada e 1 -1 r a k î' nin Cuma fazi­letine âit hadîsin Kurban Bayramı ve Arefe günü fazileıine âit ha­dîslerden daha sahih olduğunu söylediğini nakletmiştir.

N e v e v i de Arefe gününün yılın en faziletli günü olduğu­nu, Cuma gününün fazilet bakımından bunu takip ettiğini söyler. Bi­lindiği gibi müellifimizin rivayetinde Arefe gününden bahsedilme­miş, Cuma gününün iki bayram günlerinden üstün olduğu bildiril­miştir.

Hadiste anılan beş meziyete gelince el-Menhel yazarı bu hususta şu bilgiyi vermiştir:

l. Âdem (Aleyhisselâm)'ın Cuma gününde yaratılmasın­dan maksat ona ruh üfürülmesidir.

2. Âdem    (Aleyhisselâm)'in Cuma günü cennetten yere indi­rilmesidir.   Âdem    (Aleyhisselâm)    Hindistan'in   Seren-d i p   denilen yerine indirilmiştir. Onun cennetten çıkarılıp yere in­dirilmesi de bir meziyettir. Çünkü bu olay bol hayra vesile olmuş­tur. En büyük hayır Resûl-i Ekrem (Sallallahü Aleyhi ve SellemJ'in dünyaya şeref vermesidir.

Îbnü'l-Arabi, Tirmizî' nin şerhinde: 'Âdem (Aleyhisselâm)'in cennetten çıkması, insan neslinin meydana gel­mesine vesile olmuştur. Bu arada nice peygamberler, velîler ve sâlih-ler doğmuştur. Âdem (Aleyhisselâm)'in cennetten çıkması bir kovulma mâhiyetinde değil, bir takım hikmetli işlerin hâsıl olması amacını taşır. Nitekim tekrar cennete girer,' demiştir.

3. Âdem    (Aleyhisselâm)'in Cuma günü vefat etmesidir. Ne­reye defnedildiği kesin olarak belli değildir.    Hindistan'da, Mekke' nin   Ebû   Kubeys   mağarasında ve   K u d ü s ' te defnedildiği rivayetleri vardır.   Âdem    (Aleyhisselâm)'in ölümü Cuma'nın meziyetlerindendir. Çünkü   el-Hâkim   ve   Beyha-k î' nin   tbn-i   Ömer    (Radıyallâhü anh) 'den rivayet ettikleri

mevkuf bir hadiste= «Ölüm mü'min için bir ne-, d iyedir.- buyurulmuştur.

4. Haram bir istekte bulunmamak şartı ile yapılacak duaların mutlaka kabul buyurulacağı bir saatin Cuma gününde mevcut ol­masıdır.

(Bu saatin hangi zamana rastladığı kesinlikle malûmumuz de­ğildir. Bâzı rivayetlere göre imamın minbere çıkıp oturduğu zaman ile Cuma farzının selâmı arasındaki süredir. Diğer bazı rivayetlere göre Cuma günü gün batmadan biraz önceki zamandır. Sahâbîlerle tabiîlerin cumhurunun ikinci rivayetle hükmettikleri nakledilmiştir. EI-Menhel yazarı bu saat için açılan özel bâbta bu konu ile ilgili riva­yetleri ve âlimlerin görüşlerini genişçe anlatmıştır.)

5. Kıyametin Cuma günü kopmasıdır. Bu da Cuma'nın meziyet­lerinden sayılmıştır. Çünkü mü'minler için kıyamet günü iki büyük nimet vardır. Birisi ebedî cennete kavuşmalarıdır. Diğeri de din düş­manlarının cehennem cezasına çarptırılması ve adaletin tecelli et­mesidir."

Hadisin sonunda bütün meleklerin, gök'ün, yerin, rüzgârların, dağların ve denizin dâima Cuma gününden korktukları belirtiliyor. Ebû   Davud'un   rivayetinde meâlen:

«Cinler ve insanlar hâriç yürüyen her canlı kıyametin kopması endişesi içinde her Cuma günü şafaktan gün doğuşuna kadar bakıp durur.» buyurulmuştur.

Bu rivayet, kıyametin Cuma günü şafak ile gün doğuşu arasın­daki zaman içinde vuku bulacağına ve Allah'ın verdiği ilham ile tüm canlıların bunun şuuru içinde Cuma günlerinin anılan zama­nında kıyametin kopması endişesini duyduklarına, yalnız insanlarla cinlerin bu korkuyu taşımadıklarına delâlet eder. İnsanlar ve cinler bunu bilmediklerinden dolayı değil, aşırı gafletlerinden dolayı bu korkuyu duymazlar.

Müellifin rivayetinde canlı olmayan varlıkların da bu korku için­de oldukları bildirilmiştir. Buna benzer hükümler Kur'an'da  da

mevcuttur. Meselâ; 

= «Hiç bir şey yoktur ki Allah'a hamd ederek teşbih etmesin. Lâkin siz onların teşbihlerini anlıyamazsınız.[132]

Hadîs, bütün mahlûka tın günleri ve kıyametin Cuma günü ko­pacağını bildiklerine ve duygu, idrak sahibi olduklarına delâlet eder.

 

1085) Şeddâd [133] bin Evs (Radtyallâhü ank)'6en rivayet edildiğine göre; Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) şöyle buyurdu, demiştir:

«Şüphesiz Cuma günü en faziletli günlerinizdendir. Âdem (Aley-hisselâm) onda yaratılmıştır. Nefha (ikinci sûr üfürülmesi) onda­dır. Ve sa'ka (birinci sûr üfürülmesi) ondadır. Artık onda benim üze­rime bol bol salavât getiriniz. Çünkü (o günkü) salavâtınız bana sunulur.» Bir adam i

Ya Resûlallah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem), senin bedenin yer tarafından yenmişken (Şeddâd dedi ki) yâni çürümüşken bizim sa­la vatımız nasıl sana sunulur, diye sordu. Peygamber (Sallallahü Aley­hi ve Sellem) :

«Allah, Peygamberlerin cesetlerini yemesini yere yasak etmiştir.»

buyurdu. [134]

 

İzahı

 

Ebû Dâvûd, Nesâi, Ahmed, Hâkim, Ibn-i Hibbân ve Beyhaki de bunu rivayet etmişlerdir. Bâzıların­da ilk râvi   Evs   bin   Evs    (Radıyallâhü anh) 'dır.

Kıyamete yakın günlerde İsrafil (Aleyhisselâm) Sûr'a üfürecek, bununla yerde ve gökte canlılardan ne varsa hepsi ölecek, yalnız dört büyük melek kalacaktır. Z ü m e r sûresinin 68. âyetinde

=  «Ve Sûr'a muhakkak üfürülecektir. Göklerde ve yerde kim varsa hemen öl üve re çektir. Allah'ın dilediği kimseler müstesna...»

bu olaydan haber veriliyor. îbn-i Cerîr-i Taberi' nin Enes bin Mâlik (Radıyallâhü anhümâî'den rivayet ettiği­ne göre Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve SellemJ bir gün bu âyeti okumuş, âyette sûr üfürülmesi sonucunda ölmeyeceği haber verilen­lerin kimler olduğu kendisine sorulmuş. Ve bunlar Cebrail, Mîykâîl ve Azrail' dir, cevabını vermiştir. Sûr'a uf üren de İsrafil olduğu için onun da hayatta kaldığı ve bu âyette müs­tesna kılınanlardan olduğu malûmdur. Enes (Radıyallâhü anh)'m bu hadîsi çok uzun olup sûr üfürülmesinden sonra   M î k â i I,  Azr â,î 1 ve Cebrail (Aleyhisselâm)'m öleceğinden de bahse­der.

Bu sûr üfürülmesi ilk üfürme olduğu için buna Nafha-i Ûla de-nir.Bu üfürme ile âyette de bildirildiği gibi bütün canlılar öleceğin­den dolayı bu üfürmeye Sa'ka da denir. Hadîsimizde Sa'ka diye ge­çer. Sa'ka'nın sözlük mânâsı: İnsanın, işittiği çok şiddetli bir sesten dolayı bayıl m asıdır. Bazen de ölümüne sebep olur. Bu kelime daha sonra çoğu zaman ölmek anlamında kullanılmıştır.

Hadîste Sa'ka diye geçen olay Sür'a ilk üfürme olayıdır. Bu olayın Cuma günü vuku bulacağına bu hadis delildir.

Bâzıları: Sa'ka ile Musa (Aleyhisselâm)'ın bayılması olayı kasdedilmiştir, derler. Bu olay A ' r a f sûresinin 143. âyetinde an­latılmıştır. Buna göre bu olay da Cuma günü vuku bulmuştur. Olay özetle şöyle olmuştur:

Musa (Aleyhîsselâm) Allah Teâlâ'nm zâtını görmek istemiş, Allah da ona buyurmuş ki:

«Yâ Musa! Sen bana bakmaya dayanamazsın. Dağa bak eğer dağ yerinde durabilirse sen de beni görebileceksin. Bunun üzerine Allah dağa tecelli edince dağ paramparça olmuş, Musa da bayılıp ye­re düşmüştür.»

Hadîsteki: "Nafha" ile ikinci sûr üfürülmesi olayı kasdedilmiş­tir. Bu da Cuma günü vuku bulacaktır. Bununla bütün canlılar diri-lip haşrolacaklardır.

Sûr'a birinci üfürme ile ilgili yukarıdaki âyetin son kısmında ikinci üfürmeden de şöyle bahis buyurulmuştur:

= «Sonra muhakkak tekrar

Sûr'a üfürülecek. O anda bütün ölüler (dirilip)  kalkacaklar ve ba­kı saçaklardı r.-

Bu üfürme olayına Nafha-i Saniye ve Nafha-i Baas denilir.

Hadîsin : «O günkü salavâtımz bana sunulur.» cümlesinin mâ­nâsı açıktır. Yâni hediyeler ve ikramlar ilgililere takdim edildiği gi­bi Cuma günü okunan salavât-i Şerifeler hediye gibi Efendimize tak­dim edilir.

Hadisteki; fiilinin asli; dir. İrmam masdarından alın­madır.

İrmam: Bir şeyin yenmiş olmasıdır. Bu fi'lin mânâsı: "Sen yer tarafından yenmişsin, yenmiş olacaksın." Râvi   Ş e d d â d   Arapların bu sözle toprakta çürümüş olmayı kasdettiklerini; cümlesi ile ifâde etmiştir.

Mezkûr fi'lin; «Yok olmuşsun, yok olmuş olacaksın» ola­rak okunabildiğim söyleyenler de vardır.

Soru sahibi, çürümüş cesede veya mücerred ruha sunuşu kavra­yamadığından durumun aydınlatılmasını istemiş, bunun üzerine Pey­gamber {Sallallahü Aleyhi ve Sellem), peygamberlerin cesedlerinin toprakta çürümediğini ve çürümeyeceğini bildirmiştir. Bunun mâ­nâsı peygamberlerin, kabirlerde yaşamalarıdır.

El-Menhel yazarı Peygamber'imizin kabirde yaşamasına devam edeceğine dâir bir çok hadisleri Cuma gününün fazileti .babında zik­retmiştir.

 

Hadisin Fıkıh Yönü

 

1. Birinci ve ikinci defa sûr üfürülmesi olayı Cuma günü ola­caktır.

2. Cuma günü Efendimize bol bol salavât edilmelidir.

3. Okunan salavât Efendimize kabirde sunulur.

4. Yer peygamberlerin cesedterini çürütmez.

 

1086) Ebû Hüreyre (Radtyattâhü anh)'âen rivayet edildiğine göre; Re-sûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) şöyle buyurmuştur:

«Büyük günahlar işlenmedikçe iki Cuma arasında işlenen (kü­çük) günahlara Cuma (namazı) keffâret olur. [135]

 

İzahı

 

Müslim de müteaddit senedlerle bunu daha uzunca riva­yet etmiştir. Oradaki rivayetlerde beş vakit namazın da, namazlar arasında işlenen (küçük) günahlara keffâret olduğu ilâvesi vardır. Müellifin Ebû Eyyub-i Ensâri (Radıyallâhü anh) 'den rivayet ettiği 598 nolu hadiste de beş vakit namazın ve Cuma na­mazının bu fazileti bildirilmiştir.

Hadisin zahirine göre hafta içinde büyük bir günah işlendiği tak­dirde Cuma namazı küçük günahlara keffâret olmaz. N e v e v İ "Taharet Kitabı» mn 5. babında şöyle der:

"Bu konuda rivayet edilen hadislerden maksat vakit namazları arasında ve iki Cuma namazı arasında işlenen küçük günahlara bu namazların keffâret olduğu ve fakat büyük günahlara keffâret ol­madığıdır. Büyük günah işlendiği takdirde küçük günahların mezkûr namazlarla bağışlanmıyacağı mânâsı kasdedilmiştir. Vakıa bu mâ­nâ muhtemel ise de hadislerin sunuşu buna mânidir.

Kadı Iyâz: Küçük günahların anılan namazlarla bağışlan­ması, ehl-i Sünnet mezhebidir. Büyük günahlar ise ancak usûlüne uy­gun tevbe ile veyahut Allah'ın rahmet ve ikramı ile bağışlanabilir, de­miştir.

Bâzı rivayetlerde Ramazan orucu da anılıyor, yâni iki Ramazan ayı orucu, aralarındaki küçük günahlara keffâret olduğu hükmü vardır.

Şöyle bir soru hatıra gelebilir: Vakit namazları aradaki günah­lara keffâret oluyorsa Cuma namazları neye keffâret olur? Keza Ra­mazan aylarındaki oruçlar neye keffâret olacak?

Âlimler bu soruyu şöyle cevaplamışlardır: Bunların hepsi kef­fâret olmaya elverişlidir. Bunların birisi, keffâret olacağı bir günah bulursa ona keffâret olur, bulamazsa ve adamın büyük günahı da yoksa, derecesinin yükselmesine ve sevap kazanmasına vesile olur. Büyük günahı varsa bunu da hafifletmesini Allah'tan umarız. [136]

 

80 - Cuma Günü Guslü Hakkında Gelen (Hadisler)  Babı

 

1087) Evs[137] bin Evs es-Sakafî (Radtyallâhü anA/den rivayet edil­diğine göre kendisi demiş ki; Ben Resûlullah (SaiiaUakü Aleyhi ve Seltemi'den işittim, buyurdu ki:

«Kim Cuma günü eşi ile cinsî temas edip boy abdestini alır, (Cuma namazı için camiye) erken gider; (orada) ibâdetle meşgul olur (veya hutbenin başına yetişir); yürüyerek gider ve bineğe hiç bin­mez; imama yakın oturur; (hutbeyi) dinler ve hiç konuşmazsa, (at­tığı) her adıma karşılık (gündüzü) oruçlu ve gecesi ibâdetle geçiri­len bir yıllık amelin sevabı kazanmış olur. [138]

 

İzahı

 

Tirmizî, Ebû Dâvûd, Nesâî, Hâkim ve Bey-haki de bunu rivayet etmişlerdir. Tirmizî bunun hasen ol­duğunu söylemiştir.

Hadisin:  cümlesindeki fiil şeddeli;, ola­bildiği gibi şeddesiz;  de olabilir. Her iki şekilde mânâsı terce-

mede belirtildiği gibi: «Kim eşi ile cinsî temas ederse...* olur. Cuma namazına gitmeden önce bu işin yapılmasının sevaba vesile kılın­ması hikmeti Cuma namazına gidilirken nâ mahreme bakmak arzu­sunun dindirilmiş olmasıdır.

Mezkûr cümle başkaca bir kaç şekilde yorumlanmıştır. Birinci­si yukardaki sayılırsa:

2. Kim başkasına boy abdestini aldırırsa...

Su da birinci mânâyı andırır. Çünkü kişi eşi ile cinsî temas ya­pınca iki tarafa da gusül gerekir. Böylece kendisi gusül yapacağı gibi eşine de gusül aldırmış olur.

Kişi Cuma namazı için gusül aldığı gibi Cuma'ya gidecek olan başka bir din kardeşine tavsiyede bulunmak suretiyle onun da Cuma guslünü almasına vâsıta olursa kanaatımca yine bu cümlenin gere­ğini yapmış sayılır.

3. Kim abdest alırsa... veyahut kim başını yıkarsa... (ikinci cüm­leyi de eklersek) ve sonra boy abdesti alırsa...

N e v e v î,   el-Mühezzeb şerhinde : 'Hadîsin başındaki; fiili şeddeli ve şeddesiz olarak rivayet olunur. Muhakkjk âlimlere göre şeddesiz olması tercihe şayandır. Mânâsı bakımından ise en uygun ve ihtiyar edileni: 'Başı yıkamak' anlamıdır. Eb û   Dâvüd' un; «Kim Cuma günü ba-

şım yıkar ve boy abdesti alırsa...» şeklindeki rivayeti bu yorumu te-yid eder. Araplar, önce başlarını yıkamayı, ondan sonra boy abdes­ti almayı itiyad ettikleri için bu rivayette baş yıkamak kaydı kon­muştur,' der.

Hadîsin : filini "(Cuma namazına) erken giderse" diye ter­leme ettim. İ b n ü '. 1-Enbâri,    bu cümleyi sadaka vermek mâ­nâsına yorumlamıştır.  Yâni:  "Cuma namazından önce sadaka veJ rirse..."

Hadîsin : cümlesi de iki şekilde yorumlanmıştır: Birinci yo­rum : "Erken gidenlerin yaptığı gibi camide namaz kılmak, Kur'an okumak vesâir tâatlarla meşgul olursa..." ikinci yorum: "Hutbenin baş kısmına yetişirse..."

Hadîsin : cümlesi ile Cuma namazına yayan giden kim­senin yolda kısmen de olsa hiç bilmemesi isteniyor. Şu halde yolun bir kısmını binerek giderse vaad buyurulan fazileti alamâzT

Hadîsin bundan sonraki kısmında imama yakın bir yerde otur­mak, hutbeyi dinlemek ve dünya ile ilgili hiç bir şeyi konuşmamak şartı koşuluyor. Bunlardan birisi olmazsa anılan ecir kazanılmış ol­maz.

Hutbe okunurken konuşmak Ebû Hanîfe, Mâlik ve Cumhur'a göre haramdır. Sahih hadîsler de bu hükmü gerektirir. Şafiî   mezhebine göre tenzihen mekruhtur. [139]

 

Hadîsin Fıkıh Yönü

 

1. Cuma günü boy abdesti alınmalıdır.

2. Cuma namazına erken ve yaya olarak gidilmelidir.   Kısmen de olsa binerek gidilmemelidir.

3. Camide imama yakın oturmalı ve hutbeyi dinlemelidir. Hut­be esnasında başka şeylerle meşgul olunmamalıdır.

4. Hadîste anılan şartlar dâiresinde Cuma namazına gitmek bü­yük sevap kazandırır.

 

1088) (Abdullah)  bin Ömer  (Radtyaüâhü ankümâydan;  Şöyle de­miştir :

fien, Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'den, minber üze­rinde şöyle buyururken işittim:

-Kim Cuma namazına gelirse (önce) gusül etsin.»

 

1089) Ebû Saîd-İ Hudrî (Radıyallâhü anhyûen rivayet edildiğine gö­re; Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Seltem) şöyle buyurmuştur :

"İhtilâm olma çağına gelmiş olan herkese Cuma günü guslü vâcibtir. [140]

 

İzahı

 

t b n - i Ömer (Radıyallâhü anh) in hadisini T i r m i z î de rivayet ederek hasen - sahîh olduğunu söylemiştir. Buhâri, Müslim, Tirmi zi ve Mâlik ile başkaları bu hadîsi Ömer (Radıyallâhü anh)'den rivayet etmişlerdir. Ayrıca benzeri­ni Müslim, Ebû Dâvûd ve Beyhakî, Ebû Hü­re y r e (Radıyallâhü anh)'den rivayet etmişlerdir. Bunların riva­yeti meâlen şöyledir:

"Ebü Hüreyre (Radıyallâhü anh) den rivayet edildiğine göre Ömer (Radıyallâhü anh), bir gün Cuma hutbesini okurken bir adam (Müslim'in rivayetinde gelen zâtın Osman bin Affân olduğu tasrîh edilmiştir) camiye girdi. Ömer (Radıyallâhü anh) (adamı kasdede-rek) Cuma namazına erken gelmekten men mi oluyorsunuz? diye tenkit etti. Adam: Ben ezan sesini işitir işitmez hemen abdest al­makla meşgul oldum (gecikmem bundan oldu) dedi. Ömer (Radı­yallâhü anh) (geç kalmak kusuru yanında) bir de (gusül etmemek ve) abdestle yetinmek var? Siz Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sel-Iem)'den: «Biriniz Cuma namazına geleceği zaman gusletsin.» bu­yururken işitmediniz mi? dedi."

H a t t â b i : Bu hadîs Cuma guslünün vacip olmadığına delil­dir. Eğer vacip olmuş olsaydı Ömer (Radıyallâhü anh), O s-m a n (Radıyallâhü anh)'in geri dönüp gusletmesini emredecekti. Ömer (Radıyallâhü anh) ve orada hazır olan sahâbîlerin susma­sı, peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'in gusletmekle ilgili ver­diği emrin vâciblik için değil, müstehablık için olduğuna delâlet eder. Ömer (Radıyallâhü anh), Osman (Radıyallâhü anh) ve ora­da bulunan muhacirler ile Ensâr'ın bir vacibin terki üzerinde top­lanmaları düşünülemez, demiştir.

El-Fetih'te   $ â f i î' den   naklen şöyle söylenmiştir.

'Osman    (Radıyallâhü anh), gusül etmediği için Cuma na­mazını terketmediğine ve gusül için camiden çıkmasını Ömer  (Radıyallâhü anh) emretmediğine göre ikisi de Cuma guslüne âit emrin müstehablık için olduğunu biliyorlarmış.'

Hafız: 'İbn-i Huzeyme, Taberî, Tahavî, îbn-i Hibbân, İbn-i Abdi'1-Berr ve diğer müel­liflerin çoğu ve mesele hakkında aynı sonuca varmışlardır. Hattâ âlimlerin bir kısmı: (Camide bulunan sahâbîlerin Ömer (Ra­dıyallâhü anh) ile Osman (Radıyallâhü anh)'a bu meselede muvafakat etmeleri, Cuma namazının sıhhati için guslün şart olma­dığı hususunda icmâ' mâhiyetini teşkil eder, demişlerdir. Zâten H a t t â b i ve başkaları: Gusül etmeksizin Cuma namazının sıh­hati hakkında icmâ' vardır, demişlerdir.

T a b e r i bâzı âlimlerin Cuma guslünün vâcibliğine hükmet­tiklerini, ancak Cuma namazının sıhhati için şart olmadığını söyle­diklerini nakletmiş,' demiştir.

Hulâsa Ebû Hüreyre, Ammâr bin Yâsir, H a -san-ı Basri ve Zahiriye mezhebine mensup âlimler. Cuma guslünün vücûbuna hükmetmişlerse de âlimlerin selef ve ha­lef cumhuru, sünnet olduğuna hükmetmişlerdir. Cumhurun delille­rinden birisi, Ebû Hüreyre (Radıyallâhü anh) in yukarıya mealini aldığımız Ömer (Radıyallâhü anh) ve Osman (Ra­dıyallâhü anh) ile ilgili hadisidir. İkinci delît, 1091 nolu E n e s bin Mâlik (Radıyallâhü anh) 'in rivayet ettiği ve Tirmizi, Ebû Dâvûd ve N e s â i ile başkalarının Semûre bin Cün-d ü b    (Radıyallâhü anh)'den rivayet ettikleri hadisdir.

Diğer bir delil M ü s 1 i m ' in de rivayet ettiği 1090 nolu ha-dîsdir. El Menhel yazarı, cumhurun başka delillerini de zikrettikten sonra şöyle der :

"Cuma guslünün yapılmasını emreden hadislere karşı cumhurun cevabı şudur: 'Cuma guslünün vâcib olmadığını ifâde eden hadîs­ler ile Cuma guslünü emreden hadislerin arasını bulmak için, veri­len emrin müstahablık için olduğuna hükmetmek gerekir. Guslün vâcipliğini ifâde eden hadîslerdeki 'vücub' sözünü kuvvetli sünnet anlamıyla yorumlamak îcab eder. Bu vücubtan maksat, yapılmama­sı hâlinde cezalanmayı gerektiren vücub değildir. Yorumladığımız an­lamda vücub kelimesi Arap dilinde kullanılır. Meselâ kişi arkada­şına : Senin hakkın bana vâcibtir. Seni ziyaret etmek bana vâcib ol­du, derken dediğimiz mânâyı kasdeder."

1089 nolu -Ebû Said-i Hudrî (Radıyallâhü anh) 'm ha­disini T i r m i z i hâriç Kütüb-i Sitte sahipleri ve Beyhaki rivayet etmiştir. Bu hadiste Cuma guslünün vâcib olduğu bildirilmiş­tir. Yukarda anlattığım gibi cumhura göre vâciblikten maksat, kuv­vetli sünnet olup terk edilmemesinin gerekliliğini ifâde etmektir. Gus-Ietmeyenin günaha girdiği anlamında değildir.

E 1 - A y n i: Bâzı arkadaşlarımız, Cuma guslünün vâcibliğine zahiren delâlet eden hadîslerin, (1091 nolu) hadis ve benzerleriyle mensuh olduğunu söylemişlerdir, demiştir. Cumhura göre Cuma gus­lünün müstahabhğı, Cuma namazına gidenlere mahsustur. Ebû H ü r e y r e (Radıyallâhü anh) 'in (1090 nolu) hadîsi cumhur için bir delildir.

Cuma namazına gitmeyen kadınlar ve Cumaya gitmesi farz ol­mayan yolcu, hasta ve benzeri kimselerin de Cuma guslünü yapma­larının müstehapliğını söyleyen âlimlerin (1089 nolu) hadîsi delil gösterdiklerini el-Fetih sahibi e E1 - H â f ı z beyân etmiştir. Fakat cumhura göre bu hadîs delil gösterilemez. Çünkü hadîsteki: «İhtilâm olma çağına gelen...» ifâdesi, bu hadîsin hükmünün erkeklere mün­hasır olduğuna delildir. Çünkü ihtilâm, genellikle erkeklerin ergin­lik çağına varmalarının belirtisidir. Kadınların belirtisi ise umumi­yetle aybaşı âdetidir. [141]

 

81- Cuma Guslünü Yapmamak Hakkındaki Ruhsata Ait Gelen Hadîsler Babı

 

 

1090) Ebu Hüreyre (Radt>ıallâhü anhr^ rivayet edildiğine göre; Resulullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) şöyle buyurdu, demiştir:

«Kim güzelce abdest aldıktan sonra Cuma namazına gidip (ima­ma) yakın durur ve (hutbe okunurken) susup (hutbeyi) dinlerse o Cuma ile diğer Cuma arasındaki (küçük) günahları bağışlanır. Bu­na ilaveten üç günlük (küçük) günahı da bağışlanır. (Hutbe okunur­ken) çakıl taşlarım elleyen kimse şüphesiz sevabtan mahrum olmuş olur.

 

1091) Enes bin Mâlik (Radtyallâhü anh)'den rivayet edildiğine göre; Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) şöyle buyurmuştur :

«Cuma günü abdest alan kimse bu (abdest ruhsatı) ile yetinmiş olur, fazilet kazanmış olur. Bu (ruhsat) ne güzeldir. Farzı yeterince yapmış olur. Kim de guslederse gusül daha faziletlidir.Râvi Yezîd bin Eban er-Rakkâşî zayıf olduğu için isnadın zayıflığı Zevâ-ld'de bildirilmiştir. Diğer hadîs kitablarmda bu hadîs metni;

 cümlesi müstesna Âişe ve Semûre bin Cündüb  (R.A.) tarafından rivayet edilmiştir. [142]

 

İzahı

 

Ebû Hüreyre (Radıyallâhü anh) 'in hadîsini Müslim, Ebû   Dâvüd   ve   Beyhakî   de rivayet etmişlerdir.

«Güzelce abdest almak-tan maksat şartlarına ve âdabına riâ­yet etmektir.

Hadisteki: «Diğer Cuma» tâbiri ile bir önceki Cuma kasdedil-raiştir.

«Çakıl taşlarını ellemek» ten maksat çakıl taşlan ile oynamak ve­ya secde yerindeki çakılları tesviye etmek veya gidermektir. Cuma namazı kılınan o zamanki camilerin tabanı döşeli olmadığı ve çakıl taşları üzerinde namaz kılındığı için çakıl taşlan ifâdesi vardır. Top­rakla meşgul olan veya cami döşemesi ile meşgul olan, bununla eğ­lenen de aynı durumda düşünülür. Çünkü bütün mesele hutbeyi dinlemeyip mâlâyani şeylerle meşgul olmaktır.

Hadîsteki 'Lağa' fi'li 'Lağıv' kökünden alınmadır. Lağıv: Mute­ber olmayan söz ve işlerdir, abesle iştigaldir.

Nihâye'de: Hadîsteki cümlenin mânâsı şudur : "Çakıl taşları ile oynayan kimse konuşmuş sayılır." (Hutbe esnasında konuşan kim­se ise Cuma için va'd edilen sevabtan mahrum kalır.) Bâzılarına gö­re mânâ şöyledir: "...kişi, doğru yoldan sapmış olur." Bir kısım âlim­ler de şöyledir, demiştir: "...kişi, dilediği sevabı kaçırmış olur." Asıl mânâ, birincisidir, denilmiştir.

E n e s (Radıyallâhü anhVın hadîs metni ise bir çok yoldan Semûre bin Cündüb, Âişe, Abdurrahman bin Semûre, Ebû Said-i Hudrî ve Câbir (Ra­dıyallâhü anhüm)'den rivayet edilmiştir.    Müellifimizin rivayetinde

bulunan  ziyâdesi diğer rivayetlerde yoktur. En meşhur rivayet,    Ebû    Dâvûd,    Tirmizi    ve    N e s â i' nin Semûre    (Radıyallâhü anh)'den ettikleri rivayettir.

Hadîsin : li-i lafzındaki zamir mercii ve car ile mecrurun bağ­landığı mukadder fiil hakkında değişik yorumlar vardır. El-Menhel yazarı şöyle der :

Zamirin mercii abdest almakla yetinme ruhsatıdır. Mukadder fiil de: J^aiJİ Jllî     Fazilete kavuşur fiilidir. Mânâsı şöyledir:

"Cuma günü abdest alan kişi, abdest almakla iktifa etmek ruhsa­tı ile Cuma'mn faziletine kavuşmuştur."    Bâzıları:    Zamirin mercii

'Sünnet' lazfıdır. Mukadder fiil de : «tuttu- fiilidir ve cümle­nin mânâsı: "...abdest alan kişi sünneti tutmuştur." şeklindedir, de­miş ise de bu mânâ uygun değildir. Çünkü sünnet olanı abdest al­mak değil gusül etmektir. Abdest almak farzdır.

Ha11âbi: Hadis, Cuma günü gusletmenin vacip olmayıp fa­ziletli olduğuna ve abdest almakla yetinmenin câizliğine açık bir de­lildir, demiştir. [143]                                    

 

82 - Cuma Namazına Tehcir (Erken Gitmek) Hakkında Gelen   (Hadisler)  Babı

 

1092) Ebû Hüreyre (Radtyallâkü anh)'ûen rivayet edildiğine göre; Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve SeUem) şöyle buyurdu, demiştir:

«Cuma günü olunca mescidin kapılarının her birisinde melekler bulunur. Bunlar- (mescide gelen) insanları, ilk geleni, ondan sonra ilk geleni (birinci, ikinci, üçüncü diye) gelişleri sırasına göre yazar­lar. İmam (minbere) çıkacağı zaman melekler defterleri dürerek hutbeyi dinlerler. Artık namaza tehcir eden (erken gelen), bir deve, ondan sonra gelen, bir sığır, ondan sonra gelen, bir koç sadaka et­miş gibidir. (Nihayet bir tavuk ve bir yumurtayı zikretti. Râvi Sehl, rivayetinde şunu da ilâve etti.) İmam minbere çıktıktan sonra mes­cide gelen, artık yalnız namaz sevabını almak için gelmiş olur.İsnadın sahih olduğu Zevâid'de bildirilmiştir. [144]

 

İzahı

 

Buharı ve Müslim, Sehl (Radıyallâhü anh)'in ilâ­vesi müstesna bunu aynen rivayet etmişlerdir. Kütüb-i Sitte'nin di­ğerlerinde de buna benzer lafızlarla ve az bir değişiklikle rivayet edilmiştir. Müellifimiz bunu hem   Hişâm   bin   Ammâr1 dan hem de   Sehl    bin   Ebi   S e h 1' den   rivayet etmiştir. Hadi­sin sonundaki;

= «İmam minbere çıktıktan sonra gelen, artık yalnız namaz se­vabını almak için gelmiş olur» fıkrasını Sehl rivayet etmiş, H i -ş â m   etmemiştir.

Tehcir: Sindi' nin açıklamasına göre bazılarınca sabah­tan hemen sonra Cuma'ya gitmektir. Bazıları da: Öğleye doğru Cu-ma'ya gitmektir, demiştir.

Nevevî:   Doğrusu budur ki tehcir erken namaza gitmektir, der.

Buhâri ve Müslim'in rivayetlerinde Cuma'ya giden­lerin sıralanışında birinci saat, ikinci' saat, üçüncü saat, dördüncü saat ve beşinci saat ifâdesi kullanılmıştır. Bizim müellifimizin riva­yetinde ise saat tâbiri kullanılmamış, ancak tehcir eden bir deveyi, ondan sonra gelen ve bundan sonra gelen... ifâdesi kullanılmıştır.

M ü s 1 i m ' in   rivayetinde saatlar ve Revâh ifâdesi kullanıl­mıştır.

Revân {   Nevevî' nin   açıklamasına göre sabahleyin gitmek

anlamında kullanılmıştır.

E1 - E z h e r i: Arap dilinde Re vah j Öğleden evvel, öğleden son­ra ve geceleyin gitmek mânâlarında kullanılır, demiştir. Şu halde Revah'm lügat mânâsı gitmektin Fakat burada sabahleyin yâni öğ­leden önce gitmek anlamında kullanılmıştır. Nevevî, Revâh'la ilgili bu bilgiyi verdikten sonra şöyle der:

"Cuma namazına erken gitmek mes'elesi hususunda âlimler ara­sında ihtilâf meşhurdur. Şöyle ki:

Mâlik ve arkadaşlarının çoğunun mezhebi, Kadı Hü­seyin ve Şâfiiler' den Îmamü'l-Harem e yn'e göre hadisteki saatlardan maksat, öğle vakti girdikten sonraki kısa sürelerdir. Revâh da öğle vakti girdikten sonra gitmektir. Bunlara göre Revah'ın lügat mânâsı da budur.

Şafiî, onun arkadaşları, Mâlikıler' den î b n - i H a -b i b ve âlimlerin cumhuruna göre Cuma namazına günün ilk saa-tında gitmek müstahabtır. Bunlara göre hadîsteki saatlar da günün başlangıcından başlar. Revan gitmek demektir. İster öğleden evvel, ister sonra ister gece olsun fark etmez. Hepsine Revah denir. Hadisin gerektirdiği doğru mânâ budur. Çünkü hadîste Peygamber (Sallal-lahü Aleyhi ve Sellem) :

«Melekler birinci saatta geleni yazarlar... sonra ikinci... sonra üçüncü... sonra dördüncü... sonra beşinci...» buyurmuştur. Ne-s â î' nin rivayetinde altıncı saatta gelenler... de var. Hadîsin de­vamında :

«İmam (minbere) çıkınca melekler defterleri dürerler ve artık bundan sonra gelenleri yazmazlar.» buyuruluyor. Öğle vaktinin gir­mesi ile Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'in Cuma'ya çıktığı ma'lumdur. Bu çıkış vakti hadîsteki altıncı saatin bitiminden sonra­ya rastlar. Şu halde öğle vakti girdikten sonra gelene söz konusu faziletten ve sadaka sevabından hiç bir şey yoktur.

Diğer taraftan, saatların anlatılmasından maksat Cuma'ya er­ken gitmeye teşvik, ilk saffın faziletini kazanmak, Cuma namazının vaktini cami içinde beklemek sevabını elde etmek, zikir, nafile na­maz ve K u r' a n okumak gibi taatlarla meşgul olmak fırsatını vermektir. Öğle vakti girdikten sonra mescide girenin bunların tü­münü yapması mümkün değildir. Zâten öğle vakti girdikten sonra mescide giden için bir fazîlet yoktur. Çünkü o sırada ezan okunmak­tadır ve ezan okunduktan sonra geri kalmak haramdır.

Tehcir ve saatların başlangıcı nedir. Bu hususta arkadaşlarımız arasında ihtilâf vardır. Bâzılarına göre bu sûre fecrin doğuşu ile başlar. Bir kavle göre gün doğması ile başlar. En sıhhatli kavil birin­cisidir.

Fecir veya gün doğuşundan imamın minbere çıkacağı ana kadar geçen süre 5 eşit parçaya, N e s â i' nin rivayetine göre 6 eşit par­çaya bölündükten sonra birinci bölüm birinci saat olmuş olur. Di­ğer bölümler de böyle düşünülür. Bir bölümün başında veya sonun­da gelen kişi o saat için tâyin edilen deve mi, sığır mı, koç mu ne ise onun sevabı verilir. Ama bölümün başında gelenin sadakası da­ha mükemmel, bölümün ortalarında gelenin ondan az mükemmel olur. Bölümün bitiminde gelenin ise mükemmel olmaz. Bu da tıpkı cemaatla namaz kılanın sevabı gibidir. Meselâ üç kişi ile cemâat olan ile on bin kişi ile cemâat olanın her ikisinin namaz fazileti tek ba­şına kılanın fezîletinden 27 veya 25 derece üstün olmakla beraber binlerce mü'minin katıldığı cemâatin sevabı ile 2-3 kişilik cemaa­tın sevabı bir olur mu?

Mescidlerin kapılarına gelen meleklerin   Ha faza   meleklerin­den başka olduğunu âlimler söylemiştir."

 

1093) Semûre bin Cündüb (Radıyallâhü ank)'den; Şöyle demiştir: Resûlullah   (Saîlallahü  Aleyhi ve Sellem), Cuma'yı ve   (buna) erken gitme misâlini, (sadaka olarak) deveyi boğazhyana, sığırı bo-ğazlıyana, koyunu boğazhyana, benzeterek beyan buyurdu. Bu ben­zetmeyi yaparken nihayet tavuğu da zikretti.[145]

 

1094) Alkarna (Radıyallâkü anh)'âen; Şöyle (İtmiştir :

»en Abdullah (bin Mes'ûd) (Radıyallâhü anh) iie beraber Cuma namazına gittim. Kendisinden önce gitmiş olan üç kişiyi (mescidde) bulunca: (Ben) dört kişinin dördüncüsüyüm. Dördüncü olan (ilâhi ikram ve rahmetten) uzak değildir. Şüphesiz ben Resûlullah (Saîlal­lahü Aleyhi ve Sellem) den şöyle buyururken işittim, dedi:

«İnsanlar Cumalara birinci, ikinci ve üçüncü olarak erken gi­diş sırası ölçüsüne göre kıyamet günü Allah'a yakın (rahmet ve ikramına yakın) makam sahibi olurlar.» Sonra Abdullah: (Ben) dört kişinin d ördü ne usuyum, dördüncü olan (ilâhi ikram ve rahmetten) uzak değildir, dedi.Zevâid'de şöyle denmiştir : Bunun isnadı söz götürür. Çünkü râvi Ab-dü'l-Mecld bin Abdilazlz'in rivayetini Müslim, kendi sahihine almış ise de alman rivayet başka râvi ile teyid edildiği için almıştır. Çünkü bu râvi MÜrciye mezh3-binin aşırılarından olup halkı bu mezhebe davet ederdi. Bununla beraber cum­hur, Ahmed, İbn-i Maîn. Dâvud ve Nesâi onu sıka saymışlar; Ebû Hatim de onu orta ve İbn-i Ebi Hatim ise zayıf saymışlardır. İsnadın diğer ricâh sıkadır. Bu nedenle isnad hasendir. [146]

 

İzahı

 

Bu hadîsi İbn-i Ebi Asım da rivayet etmiş t>ftfr:-ZefV£td türündendir. Cuma namazına erken gidenlerin, erken gidiş derece­sine göre kıyamet günü Allah katında O'na yakın otururlar, demek­ten maksat Allah Teâlâ'nın rahmet ve ikramına yakınlıktır, yoksa sanıldığı gibi Allah Teâlâ'nın zâtına yakın otururlar demek değildir. Çünkü Allah yerden pâk ve nezihtir. Hâşa Allah surdadır, burda de­ğildir denmez. Allah Teâlâ mekân'a muhtaç değil ve bundan münez­zehtir.

Hadis Cuma namazına erken gitmenin faziletini ifâde eder. Er­ken gitmenin kıyamet günü ilâhî rahmet ve ikrama kavuşmaya ve­sile olduğunu müjdeler. Herkes gidiş nisbetine göre payını almış ola­caktır. [147]

 

83 - Cuma Günü Süslenmek Hakkında Gelen (Hadisler) Babı

 

1095) Abdullah[148] bin Selâm (Radıyallâhü ank)'den rivayet edil­diğine göre; Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) bir Cuma günü minber üze­rinde şöyle buyururken, kendisi (kulağı) ile) işitmiştir :

«Herhangi birinizin, iş elbisesinden başka Cuma günü için bir takım elbise satın almasında hiç bir sakınca yoktur.Zevâid'de belirtildiğine göre bunun İsnadı sahih ve ricali sikalardır. Ebû Dâvûd başka bir senedle rivayet etmiştir. [149]

 

İzahı

 

Müellif bu hadîs için iki sened zikretmiştir. Birinci senedde M u -hammed bin Yahya, Abdullah bin Selâm' dan rivayet etmiş görülüyor. Halbuki Abdullah (Radıyallâhü anh) H. 43. yılı vefat etmiş, M u h a m m e d ise 47. yılı doğmuştur. Bu sebeple senedde bir inkıta' vardır. Fakat ikinci sened muttasıldır. Çünkü mezkûr Muhammed, anılan A b d u 11 a h ' m oğlu Yûsuf tan, Yûsuf da babasından rivayet etmişlerdir. Ebû D â v û d ' un rivayet ettiği sened'de sırayla şu zatlar vardır: Ebû Dâvûd, Vehb bin Cerîr, Vehb'in babası C e r i r, Yahya bin Eyyub, Yezid bin Ebî Habîb, Mu­sa bin Sa'd, Yûsuf bin Abdillah bin Selâm, Ebû Dâvûd bu arada başka senedlerle de rivayette bulun­muştur.

Mâlik   ve   Beyhakî   de bu hadîsi rivayet etmişlerdir.

Hadîsin: cümlesindeki: "Mâ" harfini olumsuzluk edatı olarak yorumlıyarak terceme ettim. Hadîsten kasdedilen mânâ şudur.- İş elbisesinden ayrı olarak Cuma günü için bir takım elbise edinmek mubahtır. Yâni israf sayılmaz. Ebû Davud'un ri­vayetinde : «eğer (maddi imkân) bulursa» kaydı vardır. Bundan sonra rivayet olunan  i ş e (Radıyallâhü anhâVnin aynı mealdeki hadisinde bulunan; kaydı da bu mânâyı ifâ­de eder.

Hadîs şöyle de yorumlanabilir: "Herhangi birinizin, iş elbisesin­den başka Cuma günü için bir takım elbiseyi satın almasında, mâli durumu müsait ise bir külfet (ve güçlük) yoktur."

 * cümlesindeki "Mâ" istifham için olabilir.   Buna göre meal şöyle olur.

"Ne olur, her biriniz iş elbisesinden ayrı olarak Cuma günü için bir takım elbise alı verse?"

Bu takdirde hadîsten maksat, maddi durumu müsait olanları Cu­ma günü için özel elbise edinmeye teşviktir. Hadis, Cuma günü özel elbise giymenin müstahablığına delil olur.

Hadîsteki: "İki elbise" kelimesini "Bir takım" diye terceme ettim. Çünkü Arapların bir takım elbisesi iki parçadan ibaret idi. Izar dedikleri parçayı bellerine bağlarlardı. Ridâ dedikleri par­çayı da omuzlarına alırlardı ve ikisine Hülle derlerdi.

Hadîs Cuma namazı için süslenmenin ve en güzel elbiseyi giyme­nin meşruluğuna delâlet eder.

 

1096) Âişe (Radtyallâhü ankâyden; Şöyle demiştir:

Peygamber (Salİallahü Aleyhi ve S^Uem) Cuma günü halka hutbe okumuş da onların üzerinde nimâr[150] hırkalarını görmüş ve Re-sülullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem), şöyle buyurmuştur:

«Her hangi biriniz maddî imkân bulursa iş elbisesinden başka Cuma günü için bir takım elbise edinmesinde hiç bir sakınca yoktur."

 

1097) Ebû Zerr (Radtyallâhü ankyâen rivayet edildiğine göre: Pey­gamber (Sallaltahü Aleyhi ve Sellem) şöyle buyurdu, demiştir :

«Kim Cuma günü (usulüne uygun olarak) iyice gusleder, güzelce temizlenir, en güzel elbiselerinden bir takım giyer, ev halkına ait güzel kokudan Allah'ın yazdığı payı sürünür, sonra Cuma namazı­na varır, usulünce hutbeyi dinler ve yan yana oturan iki kişinin ara­sını açmaz (eziyet etmez) ise o Cuma ile diğer (geçmiş) Cuma ara­sındaki (küçük) günahları bağışlanır.İsnadının sahih ve ricâlmın sıka olduğu Zevâid'de belirtilmiştir. [151]

 

İzahı

 

Zevâid türünden olan bu hadîsin bir benzerini Buharı, Se1mânı Fârisî    (Radıyallâhü anh)'den merfü' olarak rivayet etmiştir.

Hadîsin: cümlesi, boy abdestini güzelce al­mayı ifâde eden bir önceki cümlenin tefsiri mâhiyetinde olabildiği gibi bıyıklarla tırnakları kesmek, koltuk altı kıllarını yolmak, etek traşı olmak, başı ve bütün vücûdu güzelce yıkamak, anlamında da kullanılmış olabilir.

Güzel koku sürünmekle ilgili olarak M ü s 1 i m ' in Ebû S a î d - i  Hu d r i    (Radıyallâhü anh)'den merfû' bir rivayetinde :

«ve bulabildiği hoş kokulu bir şey sürünmek...- diğer rivayetinde;   «Kadınlara mahsûs kokudan da olsa sürünsün.» buyurulmuştur. Rengi zahir olup, râyihası hafif kokuların kullanılması kadınlara mahsûstur. Bu çe­şit kokuları kullanmak erkekler için mekruh olduğu halde başkası bulunmadığı takdirde bu konuyu Cuma namazı için kullanma izni verilmiştir. Şu halde müellifin rivayeti ruhsat mahiyetindedir. Yâni başka koku bulunduğu takdirde kişi ev halkından kadınlara ait olan kokuyu sürünmemelidir. Sürünse kerahet işlemiş olur. Fakat başka koku bulamadığı zaman, bulabildiği kokuyu sürünsün.

Cuma namazına gidenin o Cuma ile bir önceki Cuma arasında işlemiş olduğu küçük günahların bağışlanması, bu hadîste aşağıdaki işlerin yapılmasına bağlanmış ve bu işlerin hepsinin müstahabhğı-na delâlet etmiştir :

1. Cuma namazına gitmeden önce şartlarına ve âdabına riâyet ederek güzelce gusletmek.

2. Vücudu güzelce temizlemek, giderilmesi gereken kılları gider­mek, tırnakları kesmek ve iyice yıkanmak.

3. En güzel elbiselerden bir takım giymek.

4. Mümkünse kadınlara mahsûs    olmayan güzel bir koku sü­rünmek, değilse bunu sürünmek.

5. Hutbe okunurken susup hutbeyi dinlemek, başka şeylerle meş­gul olmamak.

6. Yan yana oturan iki kişinin arasını açmamak yâni hiç kim­seye eziyet etmemek.

 

1098) (Abdullah) bin Abbâs (Radtyallâhü nahiimâ)'âan rivayet edil­diğine göre; Peygamber (Sallallakü Aleyhi ve Sellem) şöyle buyurdu, demiştir :

«Şüphesiz bu Cuma, Allah'ın müslumanlara tahsis buyurduğu bir bayram günüdür. Artık Cuma namazına gelmek istiyen kimse boy abdesti alsın. Ve eğer güzel koku varsa ondan sürünsün. Misvak kullanmayı hiç bırakmayınız.»"

Not: Bunun senedindeki Salih bin Ebi'l-Ahdar'm gevşek olduğunu cumhur söylemiştir. Diğer ricali sikalardır. Zevâid'de bu bilgi verilmiştir. [152]

 

84 - Cuma (Namazı) Vakti Hakkında Gelen (Hadîsler) Babı

 

1099) Sehl [153] bin Sa'd (Radtyallâhü anhümâ)'dan şöyle demiştir: Biz Kaylûlet istirahatı ve gada yemeği işini dâima cuma nama­zından sonra yapardık. [154]

 

İzahı

 

Kütüb-i Sitte sahihleri, Ahmed, Dârekutnî ve Bey-haki   bunu rivayet etmişlerdir.   T i r m i z i' nin   rivayetinde :

"Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) hayatta iken" kaydı vardır.

Kaylûlet i Gündüzün ortasında uyumaktır. Bu vakitte sırf istira­hat etmeye de denilir.

Gadâ: Gündüzün ortasından önce yenen yemektir.

Öğle vakti olmadan önce cuma namazı kılınabilir, diyen H a n -beli âlimleri ve î s h a k bu hadîsi delil göstermişlerdir. Bun­lar derler ki: Kaylûlet ve Gadâ'mn zamanı gündüzün ortasıdır.İbn- i Kuteybe : Öğle vakti olduktan sonra istirahat etmeye ve uy maya Kaylûlet denmez. Yemek yemeye de gada denmez, demişti Şu halde öğle vakti olmadan cuma namazı kılımyormuş.

Cumhur: Hadîsten maksat cuma namazının hiç tehir edilmede ve öğle namazının vakti girer girmez hemen kılındığım ifâde etmei tir. Sahâbîler, cuma günleri sabahleyin cuma namazına hazırlanma! la meşgul oldukları ve cuma namazına çok erken gittikleri için öğ yemeğini ve istirahatını cumadan sonraya bırakırlardı. Hadisten ma] sat, öğle yemeği ve istirahat işinin öğle vaktinin girdiği ilk anınd yapıldığını ifâde etmek değildir, ki bu hadîs cuma namazının öğ] vaktinden önce kılındığına delâlet etsin, demiştir.    .

Sübülü's-Selâm'da t Bu hadîs, cuma namazının öğle vaktinde önce kılındığına delâlet etmez. Böyle bir mânâ çıkarılamaz. Çünk Mekke ve Medine halkı dâima öğle namazından sonra öğ le yemeğini yer ve istirahat ederlerdi. Evet Resûl-i Ekrem (Sallalle hü Aleyhi ve Sellem) cemâat toplanıncaya kadar öğle namazını bâ zen geciktirirdi. Fakat cuma namazını hiç geciktirmezdi. Öğlenin il] vaktinde kıldırırdı, demiştir.

 

1100) Seleme[155] bin el-Ekvâ' (Radtyallâhüanh)'den; Şöye demiştir:

Biz Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) in beraberinde cuma namazını kılardık. Namazdan sonra döndüğümüzde bizi gölgeliyecek kadar duvarlar gölgesini göremezdik. [156]

 

İzahı

 

Tirmizî1 den başka Kütüb-i Sitte sahibleri, B e y h a k î ve Dârekutnî   bunu az lafız farkıyla rivayet etmişlerdir.

Hadîs, cuma namazından çıkılıp evlere dönüldüğünde duvarla­rın gölgesinin bulunmadığını ifâde etmez. Çünkü ne öğleden evvelne de öğleden sonra duvarlar gölgesizdir. Hadis, cuma namazından sonra cemâat dağıldığında, duvarların gölgesinin az olduğundan ora­dan geçenin gölgeden istifâde edemediğini ifâde eder. Durum bu olunca cuma namazının öğlenin ilk vaktinde edâ edildiğine bu hadîs de delil olmuş olur.

 

1101) Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sdlem)'in müezzini Sa'd[157] el-Karaz (Radtyailâhü anky&en rivayet edildiğine göre :

Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) hayatta iken Sa'd (Ra-dıyallâhü anh), cuma günü gölge nalın tasması kadar olunca ezan okurdu."

Not: Zevâid'de bildirildiğine göre âlimler bu hadîsin senedindeki râvî Ab-durrahman bin Sa'd'ın zayıflığına İcma' etmişler, babası olan diğer rftvi Sa'd bin Ammar ise İbnü'l-Kattan onun hakkında : Ne bunun hâli ne de babası Ammar'ın hâli bilinir, demiştir. [158]

 

İzahı

 

Bu hadîs de cuma ezanının öğle vakti girince okunduğuna ve do­layısıyla cuma namazının öğle vakti girdikten sonra kılınacağına de­lâlet eder.

Şirâk: Nalın tasmasıdır. Tasma ince olduğundan ve ezan vak­tinde görülen gölge az olduğu için tasmaya benzetilmiştir. Demek ki o esnada gölge ince bir şerit hâlinde bulunurmuş.

Şirâk: Çayırlıkta bulunan ince yolcağız anlamına da gelir. Bu mânâ da muhtemel ise de bu ihtimali âcizane zayıf görüyorum. Çün­kü alçak olan o günkü duvarların gölgesi ezan okunacağı zaman bir ince yol kadar olursa ezanın öğle vaktinin başlangıcında değil biraz gecikme ile okunduğu anlamını ifâde eder. Bir de ezandan sonra hutbe okumak ve namaz kılmak için geçen süre de hesaba katılır­sa namazdan çıkıldığında gölgenin istifade edilebilir bir miktara ulaş­ması düşünülebilir. Halbuki diğer hadîsler namazdan çıkıldığında gölgenin geçene faydalı olamıyacak kadar az olduğuna delâlet eder­ler.

 

1102) Enes (bin Mâlik) (RadtyaUühü anhyûen: Şöyle demiştir:

Biz cuma namazını kılar, sonra  (evlerimize)  döner ve Kaylûiet istirahatını yapar idik."

Not :   İsnadının sahih ve ricalinin sıka oldukları Zevâid'de bildirilmiştir. [159]

 

İzahı

 

Bu hadîs, 1099 nolu S e h 1 (Radıyallâhü anh)'in hadîsine ben­zer. Orada Kaylület'in izahı yapılmıştır. Bu hadîs de diğeri gibi sa-hâbîlerin cuma günleri cuma namazına sabahtan hazırlanmakla meş­gul oldukları ve erken namaza gittikleri nedeni ile öğle istirahatını cuma namazından sonraya bıraktıklarına delâlet eder.

Hulâsa cuma namazının vaktini bildiren hadîsler, cuma namazı­nın öğle vakti girdikten sonra kılındığına delâlet ederler. Bu sebep­le Ebû Hanîfe, Şafii, Mâlik bununla hükmetmişler­dir. Sahâbilerin cumhuru ile tabiilerin cumhuru ve bunlardan son­ra gelen âlimlerin cumhuru da bu hükmü vermişlerdir. Cumhurun delillerinden birisi Seleme (Radıyallâhü anhâ)'nin 1100 nolu hadisidir. Diğer bir kuvvetli delil Buhârî, Tirmizî, Ebû Dâvûd ve Beyhakî' nin rivayet ettikleri Enes (Radı yallâhü anh)'in şu hadîsidir:

"ResüluJlah (Sallallahü Aleyhive Sellem), cuma namazını güneş (semânın ortasından batıya) kaydığı zaman kıldırırdı."

Nevevî: Şafiî şöyle demiştir, der : 'Peygamber (Sallal­lahü Aleyhi ve Sellem), Ebû Bekir, Ömer, Osman ve bunlardan sonra gelen imamlar (Radıyallâhü anhüm), tüm Cumala­rı dâima öğle vakti girdikten sonra kıldırmışlardır."

Hanbelîler ve îshâk, Cuma namazının öğle vakti girmeden önce kılınabileceğini söylemişlerdir.

Bunların delillerinden birisi S e h 1 (Radıyallâhü anh)'ın 1099 nolu hadîsidir. Bu hadisi açıklarken delil oluşunu ve Cumhur'un ce­vabını bildirmiştim. Diğer bir delîl de Ahmed, Müslim ve N e s â î' nin C â b i r (Radıyallâhü anhJ'den rivayet ettikleri şu mealdeki hadîstir:

"Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) Cuma namazını kıl­dırırdı. Sonra biz develerimizin yanına giderdik. Güneş semânın or­tasından batıya kayınca develerimizi ağıla sokardık."

Cumhur bu hadîsi, Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'in Cuma namazını öğle namazı gibi serinliğe tehir etmediği ve öğlenin ilk vaktinde kıldırdığı anlamında yorumlamışlardır. Bu yorumun de­lili de diğer hadîslerdir. Aksi takdirde hadîsler arasında bir tenakuz bulunur. Tenakuzun bulunduğu farz edilse dahi diğer hadîsler daha kuvvetli olduğu için onlarla amel edilir. Bu hadîs de onlara uygun yorumlanırsa tenakuz kalmaz ve hadislerin hepsi ile amel edilmiş olur. H a n b e 1 î 1 e r' in gösterdikleri Abdullah bin S e y d â n ' in hadîsini cumhur zayıf görmüştür. Dâreku tnî ve A h m e d ' in rivayet ettikleri bu hadîsin mealini buraya ak­tarmaya lüzum görmedim. [160]

 

85 - Cuma Günü Hutbesi Hakkında Gelen (Hadîsler)  Babı

 

1103) (Abdullah) bin Ömer (Radtyallâhü anhümâ)'dan; Şöyle de­miştir :

Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) (cuma namazından ön­ce) iki hutbe okurdu. İki hutbe arasında biraz otururdu (bu oturu­şunda konuşmazdı). Bişr, rivayetinde: "ayakta iken" cümlesini İlâve etmiştir."

 

1104) Amr [161] bin Hüreys (Radıyallâhü anh)'den;  Şöyle demiştir: Een Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'i minber üzerinde

tıutbe okurken ve   (mübarek)  başında siyah bir sarık varken gör

iüm."

 

1105) Câbir bin Semûre (Radıyallâhü «»///den; Şöyle elemiştir:

Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) ayakta hutbe okurdu. Ancak şu var ki biraz otururdu. Sonra kalkardı."

 

1106) Câbîr bin Semûre (Radıyollâhü ö«/r^'den; Şöyle demiştir : Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem), ayakta hutbe okurdu. Sonra otururdu. Daha sonra ayağa kalkardı,  (ikinci hutbede)  âyet­ler okurdu ve Allah'ı anardı. Onun hutbesi ne uzundu ne kısa idi. Cuma namazı da ne uzundu ne de kısaydı. [162]

 

Hadîslerin Îzahı

 

î b n - i Ömer (Radıyallâhü anh)'ın hadîsini Buhâri, Müslim, Tirmizi, Ebû Dâvûd, Nesâi, Dâre-kutnî ve Beyhaki benzer lafızlarla rivayet etmişlerdir. Bü­tün rivayetler, efendimizin iki hutbe okuduğuna, hutbeler arasında oturduğuna ve hutbeleri ayakta okuduğuna delâlet ederler.

C â b i r (Radıyallâhü anh)'m hadîsini Müslim, Ebû Dâvûd, Nesâi ve Beyhakî de rivayet etmişlerdir. Bâ­zı rivayetlerde lafız farkı var ise de hepsinden Peygamber (Sallalla­hü Aleyhi ve Sellem)'in ayakta iki hutbe okuduğu, hutbeler arasın­da oturduğu, hutbede âyet okuduğu ve Allah'ı andığı anlaşılır.

Amr bin el-Huveyris (Radıyallâhü anhl'ın hadîsi­ne başka kitaplarda rastlayamadım. Zevâid türünden sayılmadığı-na göre Kütüb-i Sitte'nin diğerlerinde bulunması gerekir. Bu hadîs de Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'in minber üzerinde hut­be okuduğuna delâlet eder

Bu hadîslerin ihtiva ettikleri hususları maddeler hâlinde aşağıya aldıktan sonra her husus için âlimlerin görüşlerini nakledeceğim.

1. Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) cuma namazından önce iki hutbe okurdu.

2. Hutbeleri ayakta okurdu.

3. İki hutbe arasında biraz otururdu.

4. ikinci hutbede   K u r' a n ' dan   âyetler okur, Allah'ı anardı.

5. Hutbeleri minber üstünde okurdu.

6. Hutbesi ve namazı mutedildi.

1. Cuma namazından önce iki hutbe okumak hususundaki âlim­lerin görüşleri:

a) Mâliki, Şafiî ve Hanbeli mezheblerine göre cuma namazından önce iki hutbenin okunması farzdır ve cuma na­mazının sıhhati için şarttır. Hutbeler okunmadan kılınacak cuma namazı sahih değildir.

Delilleri de Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'in her cu­ma günü namazdan önce dâima iki hutbe okumuş olduğuna delâlet eden sahih hadîslerdir.Bir de Buhâri   ve   A h m e d ' in   rivayet ettikleri efendimizin «Beni namaz

kılarken gördüğünüz gibi namaz kılınız, hadîsidir. Peygamber (Sal­lallahü Aleyhi ve Sellem)'in iki hutbe okumadan bir defa olsun cu­ma namazı kıldığı sübût bulmuş değildir.

Bunların bir delili de; aüijS'i JHyunl» ... = « Allah'ı anmaya gi­diniz» mealindeki Cuma sûresinin 9. âyetidir. Çünkü cuma eza­nından sonraki zikir hutbedir, diye bu âlimler yorum yapmışlardır.

b) Hanefî âlimlerine göre bir hutbe kâfidir. İkinci hutbe sünnettir. Z e y 1 â î : Bir kaç sahâbînin tek hutbe okudukları ve kimsenin onlara itiraz etmediği rivayet edilmiştir, der. E vzâi, İshak bin Râhaveyh, Ebû Sevr, lbnü'1-Mün-z i r ve bir rivayetinde A h m e d ' in böyle hükmettiklerini e 1 -I r a k i   anlatmıştır,

2. Hutbelerin ayakta okunmasının hükmü;

a) Cumhura göre ayakta okumak şarttır.

Delilleri bu bâbda rivayet edilen hadîsler ve benzeri hadîslerdir. N e v e v i : Çünkü hutbe Cumanın iki farzından birisidir. Namaz gibi bunda da ayakta durmak gerekir, demiştir.

b) Hanefi    alimleri ile bir rivayete göre   A h m e d,   hut­beyi ayakta okumak sünnettir, demişlerdir. Çünkü Peygamber (Sal­lallahü Aleyhi ve Sellem) 'in ve   H u 1 e f â - i    R â ş i d i n ' in   tat­bikatı budur, vâcib değildir. Çünkü yalnız tatbikatın bu oluşu vâcib-liği gerektirmez. Başka delil de yoktur.    N e v e v i' nin : Çünkü, hutbe Cumanın iki farzından birisidir. Namaz gibi bunda da ayak­ta durmak gerekir,  sözüne şöyle cevap verilebilir:  Kıbleye doğru durmak namazın şartlarından olduğu halde,  hutbenin şartı olma­makla hutbe namaza muhalif olur. Bu nedenle hutbe namazdan zi­yâde ezana benzer.                  

3. iki hutbe arasında oturmak;

a) Cumhûr'a göre, oturmak sünnettir, oturmaksızın Cuma hut­beleri sahihtir.

b) Şâfii1er'e   göre hutbeler arasında oturmak şarttır. On-sız hutbe sahih değildir. Çünkü Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sel-lem) lıutbeleri arasında oturmayı hiç terk etmemiştir.Şâfiî1er bu gerekçe yanında :  hadîsini delil göstermiş­lerdir.

El-Ayni,    Şâf iiler'e   cevaben:    İbn-i    Battal'in dediğine göre   Muğîre   bin   Şube    CRadıyallâhü anh)'nin hutbeler esnasında oturmadığı rivayet olunmuştur.    Eğer oturmak şart olsaydı,   Muğîre    (Radıyallâhü anhJ'nin bunu bilmemesi düşünülemez. Faraza bilmeseydi orada bulunan sahâbîlerin ve tabii­lerin buna müdâhale etmemesi düşünülemez, dedikten sonra   e I -Aynî   sözüne şöyle devam eder: 'İki hutbe arasında oturmak farz dır, diyenin elinde hiç bir delil yoktur. Çünkü söz konusu oturuş hatip için bir dinlenmedir. Hutbe'den bir parça değildir. Hutbe, ya­pılan konuşmadır.   Şafii' den   başka kimse bu oturuşun farziyeti-ne hükmetmemiştir. Bu hüküm icmaa muhaliftir...   Ş â f iî' nin,   Pey­gamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'in sırf dâimi tatbikatını ge­rekçe göstererek iki hutbeyi ve bunlar arasındaki oturmayı farz kıl­ması ve iki hutbeden önce minber üzerinde oturmayı farz sayma­ması şaşılacak şeydir. Çünkü Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sel-lemJ'in minbere çıktığında oturması sabittir.1 4.   Hutbede âyetlerin okunması;

a) Şafii:    İki hutbeden birisinde bir âyet okumak farzdır. Kaf sûresini okumak müstahabtır, demiştir.    Şafii' nin   I r a k' lı arkadaşları ve   H a n b e 1 i' lerden   e 1 - K a d ı,   her iki hutbe­de de âyet okumak gerekir, demişlerdir.

b) Cumhûr'a göre, hutbede   K u r' ö n   okumak vacip değil­dir. Daha önce de belirtildiği gibi sırf tatbikatın böyle oluşu bunu gerekli kılmaz.

5. Hutbelerin minber üstünde okunması;

Hutbenin minber üzerinde okunmasının meşruluğu hususundaki cumhurun kavline göre hatip, halife olsun başkası olsun farkı yoktur. [163]

 

Peygamber (Sallallahü Aleyhi Ve Sellemj'in Minberi

 

El-Menhel yazan 'Minber edinmek, babında efendimizin minbe­rini tarif ederken ezcümle şunu söyler :

"Bütün tarihçilerin sözleri Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sel-lem)'in minberinin üç basamaklı olduğunu gerektirir. Minberin yük­sekliği iki zira, uzunluğu iki zira ve genişliği bir zira idi. Birinci ve ikinci basamağın yüksekliği yarımşar zira, üzerinde oturduğu üçün­cü basamağın yüksekliği bir zira idi. Bu basamağın uzunluğu ve ge-nişliği de birer zira idi.

M u â v i y e (Radıyallâhü anh) devrinde Medîne'i Mü­nevvere valisi olan M e r v â n zamanına kadar Minber-i Nebevi böyle idi. Nihayet M e r v â n minberin alt kısmına 3 ba­samak ilâve ederek basamak sayısını altıya çıkardı. Olay şöyle ce­reyan etmiştir: Muâviye (Radıyallâhü anh), minberin söktü­rülerek Şam'a gönderilmesi için M e r v a n ' a emir vermiş, M e r v a n da minberi söktürmüş ve Şam'a göndermeyi dü­şünürken güneş tutulmuş, Medine karanlıkta kalmış, gündüz olmasına rağmen yıldızlar görülmüş ve şiddetli bir fırtına kopmuş­tur. M e r v â n bunun üzerine Medine cemaatına bir hita­bede bulunarak :

Ey Medine halkı! Siz Emirü'l-Mü'min'in minberi Şam'a göndermemi istediğini sanıyorsunuz. Halbuki Emir, Peygamber (Sal­lallahü Aleyhi ve Sellem)'in koymuş olduğu minberi değiştirmenin hatalı olduğunu bilir, Emîr'in bana emri, Minberi büyütmek ve yük­seltmektir, demiş ve bir marangoz çağırtarak mezkûr ilâveyi yap­tırmıştır.

Nihayet h. 654 yılı Mescid-i Nebevi'de vuku bulan yangında Mescid ile beraber minber de yandı.

Yangın olayından sonra Yemen Meliki Muzaffer 656. yılı yeni minber yaptırmış, yirmi yıl sonra Mısır Meliki Zahir Baybars, Muzaffer'in minberini kaldırtarak yeni bir minber yaptırmıştır. H. 820. yılı Mısır pâdişâhı Melik M ü -e y y e d   yeni bir minber göndermiştir."

6.   Hutbesi ve namazı mutedil idi.

Yâni cuma hutbesi, cemâati yoracak kadar, uzun değildi, me­ramı ifâde etmiyecek kadar kısa da değildi, diğer hutbeleri kadar uzun değildi.

Keza, cuma namazı da böyleydi. Diğer namazlara göre ne kısa sayılırdı, ne de uzun.

Cuma hutbesinin kısa kesilmesine ve cuma namazının uzatılma­sına dâir Peygamber (Sallallahü Aleyhiv© Sellem) 'in hadîsini Müs­lim   rivayet etmiştir. Meali şöyledir:

"Ammâr (Radıyallâhü anh)den rivayet edildiğine göre kendisi: Ben Resülullah (Sallallahü Aleyhi ve SellemVden şöyle buyururken işittim: "Adamın namazının uzunluğu ve hutbesinin kısalığı onun fıkıh bilgisinin alâmetidir. Şu halde namazı uzatınız ve hutbeyi kısa kesiniz.»

M ü s 1 i m ' in bu hadisi, babımızda rivayet olunan C â b i r {Radıyallâhü anhJ'in hadîsine muhalif değildir. Çünkü C â b i r (Radıyallâhü anh)'in hadîsinin mânâsı hutbe ile namazın birbirine denk olması değildir. Maksat Cuma hutbesinin diğer hutbelere nis-beten ve Cuma namazının da diğer namazlara nisbeten mutedil ol­malarıdır.

C â b i r    (Radıyallâhü anh)'in 1105 sayılı hadisindeki;

biraz otururdu." cümlesi ile iki hutbe ara­sındaki oturuş kasdedilmiş ise bu oturuşun şer'î hükmünü 3. madde­de anlattım. Cümlenin böyle yorumlanması muhtemeldir. Ve C â -b i r (Radıyallâhü anh)'in 1106 nolu hadisine uygun ve benzeri olur.

İkinci ihtimal: Mezkûr cümle ile minbere çıkarken hutbeye baş­lamadan önce biraz oturmak mânâsının ifâde edilmesidir. Mezkûr cümle bu yoruma da müsaiddir. Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) 'in minbere çıkarken biraz oturduğu Buhârî, Ebû Da-vüd, Nesâi ve başkalarının rivayet ettikleri îbn-i Ömer {Radıyallâhü anh)'in bir hadisi ile sabittir. Bu oturuşun gayesi, bu esnada okunan ezanın bitmesini beklemektir.

Bu oturuş cumhurun kavline göre sünnettir.

 

1107) Sa'd  (el-Karaz)  (RadıyaUâhü «n/r^'den:  Şöyle demiştir : Resülullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) savaşta hitabede bulu­nurken (eline) yay (alarak on) a dayanırdı ve Cumada hutbe okudu­ğu zaman (eline aldığı) asaya dayanırdı.Râvi Abdurrahman bin Sa'd zayıf olduğu için isnadın zayıflığı Zevâid'de bildirilmiştir. [164]

 

İzahı

 

Hadîs hutbe okuyanın eline asâ alarak buna dayanmasının meş­ruluğuna delâlet eder. Ebû Dâvûd, Ahmed ve Beyha-k i' nin el-Hakem bin Hazm el-Külefî namındaki bir sahâbî'den rivayet ettikleri bir hadiste de Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'in Cuma hutbesini okurken asaya veya yaya da­yandığı bildirilmiştir. Asâ mı yay mı yolundaki tereddüt râviden ileri gelmiştir.

El-Menhel yazarı şöyle der:

'Hadis, hatibin hutbe okurken asâ veya benzeri bir şeyi eline alıp ona dayanmasının meşruluğuna delâlet eder. Bundaki hikmet, elin abesle iştigal etmesinden uzak kalmasıdır. Fıkıhçıların bu konudaki görüşleri şöyledir:

1. Hanefîler'e   göre sulh yoluyla fethedilmiş olan belde­lerde hatip eline bir yay veya bir asâ alır, savaşla fethedilmiş bel­delerde ise hatip sol eline kılıç almalıdır. Böyle yapmak sünnettir.

2. Mâ1iki1er : Hatibin hutbe okurken sağ eline asâ, yay veya kılıç alarak buna dayanması müstehabtır. Hatip minbere da-yanmamahdır, demişlerdir.

3. Şâfiî1er : Hatibin anılan şeylerden birisini sol eline al­ması ve sağ elini minberin kenarı üzerine bırakması müstehabtır. Çünkü selef ve halef âlimleri böyle yapmışlardır. Eğer bir şey bula­mazsa sağ elini sol elinin üzerine bağlar veya ellerini yanlarına sa­lıverir. Sağ eliyle minberin kenarını tutması ve sol elini salıverme­sinde de beis yoktur, demişlerdir.

Hanbelîler de: Hatibin kılıç, yay ve asâ'dan birisini eli­ne alıp ona dayanması sünnettir. Sol eline alması ve sağ elini min­berin kenarı üzerine koyması veya salıvermesi de münâsiptir, demiş­lerdir.

 

1108) Alkarna (Radtyaİlâhü anh)'den; Şöyle demiştir: Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem), ayakta mı, oturarak mı hutbe okurdu? diye Abdullah  (bin Mes'ud)   (Radıyallâhü anh)'a soru sorulmuş. Abdullah (Radıyallâhü anh)  da (soru sahibine) :

Sen : «ve seni ayakta bıraktılar» âyetini okumu­yorsun, diye cevap verdi."

Ebû Abdi 11 ah (yâni müellifimiz) demiştir ki; Bu hadîs garibtir. Çünkü râvi İbn-i Ebi Şeybe'den başka hiç kimse bunu rivayet etmi­yor.İsnadının sahih ve ricalinin sıka oldukları Zevâid'de bildirilmiştir. [165]

 

İzahı

 

Zevâid türünden olan bu hadîs de Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'in hutbeyi ayakta okuduğuna delâlet eder. Hutbenin ayak­ta okunması ile ilgili ayrıntılı bilgi bundan önceki izah bölümünde verilmiştir.

Bu hadiste, Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'in hutbeyi ayakta okuduğuna delil olarak Cuma sûresinin il. âyetinde geçen :    nazm-ı celil gösterilmiştir. Ayetin tamamının meali şöyledir:

«Ve bir ticâret veya bir eğlence gördükleri zaman ona yönelip seni (hutbe okurken) ayakta bıraktılar. De ki: Allah'ın katındaki, eğlenceden de, ticâretten de hayırlıdır ve Allah rızık verenlerin en hayır Usıdır.»

 

1109) Câbir bin Abdillah (RadıyaUdhü anhümâ)'dan; Şöyle demiştir:

Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) minbere çıkacağı za­man (oradakilere) selâm verirdi.Seneddeki tbn-i Lahia'nuı zayıflığı Zevâid'de bildirilmiştir. [166]

 

İzahı

 

Hadîs, hatibin minbere çıkarken cemaata selâm vermesinin meş­ruluğuna delâlet eder.

Hatibin minbere çıkarken oradakilere selâm vermesi, Şafiî ve A h m e d ' e göre sünnettir. Ş â f i i' ye göre ayrıca hatip minbere çıktıktan sonra ve henüz müezzin içerdeki ezanı okumaya başlamadan önce ikinci kez cemaata selâm vermesi sünnettir.

Ebû Hanîfe ve Mâlik'e göre hatibin selâm vermesi sünnet değildir. Bunlar selâma âit rivayeti zayıf görmüşlerdir.[167]

 

86 - Hutbeyi Dinlemek Ve Onun İçin Susmak Hakkında Gelen (Hadîsler) Babı

 

1110) Ebû Hüreyre (Radıyallâhü ankyden rivayet edildiğine göre Peygamber (Sallallakü Aleyhi ve Sellem) çöylc buyurdu, demiştir:

«Cuma günü imam hutbe okurken sen arkadaşına (sadece) 'sus' dediğin zaman (yine) lağv  (=: Abes ile iştigal) etmiş olursun. [168]

 

İzahı

 

Kütüb-i Sitte sahihleri, Mâlik, Ahmed ve Beyhakl de bunu rivayet etmişlerdir.

Lağv t Faydasız sözdür. Bir kavle göre günâh işlemektir. Diğer bir kavle göre doğru işten sapmaktır. Burada lağvdan maksat, cu­manın fazilet ve sevabını giderici harekettir.

Hadîs, cuma hutbesi okunurken irşâd dâhil, her tür konuşma­nın yasak olduğuna delâlet eder. Bu husustaki âlimlerin görüşleri şöyledir:

1 - Mâlik,   Evzâi,    Ebû    Yûsuf,    Muhammed, A h m e d    ve bir çok âlim, hutbe okunurken her tür konuşmanın haramlığına hükmetmişlerdir.

2 - Şafii   âlimlerinin meşhur kavline göre hutbe esnasında konuşmak haram değil mekruhtur. Bu ve benzen hadîsleri faziletin kemâlini giderici olarak yorumlamışlardır. Yâni konuşma, fazilet de­recesini düşürür.

3 - Ebû    Hanif e:    İmam minbere çıktığı zamandan hut­beyi  bitirinceye kadar geçen  sürece  konuşmak haram  ve susmak vâcibtir, diyerek Peygamber  (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'in:«İmam (minbere) çıktığı zaman

artık hiç bir namaz ve hiçbir konuşma yoktur- hadisini delil gös­termiştir.

Kemâl Îbnü'l-Hümâm: Bu hadisin merfu1 oluşu ga-ribtir. Malum olanı, bu sözün Z ü h r î' ye âit olduğudur. Malik, el-Muvatta'da bunu rivayet etmiştir. İb n - i E b i Şeybe, kendi kitabında Alî, İbn-i Abbâs ve İbn-i Ömer (Radıyallâhü anhümJ'den yaptığı rivayete göre bu üç sa-hâbî, imamın minbere çıkmasından sonra namaz kılmayı ve konuş­mayı mekruh görmüşlerdir. Sahâbînin sözü hüccet değildir. Onun ak­sine Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'in bir hadîsi bulunma­dıkça sahâbînin sözünü taklîd etmek bizce vâcibtir, demiştir.

El-Menhel yazarı bunu naklettikten sonra :

Sahâbî bu gibi sözleri, içtihada dayalı söylemez. Bu nedenle mer­fu' hükmündedir, demiştir.

İbn-i   Abdi 1-Berr,   Zühri' nin : = 'İmamın minbere çıkması

namaz kılmayı, hutbeye başlaması da konuşmayı keser.' sözünü nak­lederken : Bu söz, susma ve namazı kesme emrinin bir ictihad mâ­hiyetinde olmayıp hadîse dayalı olduğunu gösterir. Çünkü Zühri kesin bildiği bir bilgiyi aktarmış olarak delil göstermiştir. Şahsi iç­tihadı olarak göstermemiştir. Ömer (Radıyallâhü anh) ve baş­kalarının zamanında yapılan bir uygulamayı yansıtır, der.

4 - Ebû Yûsuf ve Muhammed: İmam minbere çıktığı ve henüz hutbeye başlamadığı süre içinde; keza hutbeyi bi­tirdikten sonra ve henüz namaza başlamadığı süre içinde konuşmak­ta sakınca yoktur, demişlerdir. Âlimlerin ekserisi bu görüştedirler.

Şafiî: İmam minber üzerindeyken hutbeye başlamadıkça konuşmakta beis yoktur, imam hutbeye başladığı zamandan hutbeyi bitirinceye kadar konuşmayı hoş görmem. Hutbe ile namaz arasın­daki zamanda konuşmakta beis yoktur. Edebe en uygun olanı, hut­benin başlangıcından namazın bitimine kadar hiç konuşmamaktır. Hele imam hutbe okurken bir adamın konuşmasını hiç sevmem, de­miştir.

E1-Hâfız : Hutbe esnasında her türlü konuşmayı yasaklıyanlar, bu hadîsi delîl göstermişlerdir. Hutbeyi işitenler hakkında cumhurun hükmü budur, demiştir.

 

1111) Übeyy bin Ka'b (Radıyallâkü an/rj'den: Şöyle demiştir: Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) Cuma günü  (hutbesin­de) 'Tebâreke' sûresini ayakta okudu. Allah'ın günleri (nde vuku bu lacak büyük olaylardan bahis) ile bize (uyarıcı)  nasi hatta bulunda. Ebü'd-Derdâ veya Ebû Zerr (Radıyallâhü anh) beni dürterek:

Bu sûre ne zaman indirildi. Ben bu ana kadar bu sûreyi işitme­dim, dedi. Übeyy  (Radıyallâhü anh) Ona:

Sus! diye işaret etti. Bunlar namazdan dönüp gidince soru sa­hibi (Übeyy (Radıyallâhü anh) 'a) ı

Ben bu sûre ne zaman indirildi diye sana soru sordum.   Sen ba­na bildir m edin? dedi. Übeyy (Radıyallâhü anh) :

Bu günkü namazından senin için bu sorudan başka hiç bir ka­zancın yoktur, dedi. Soru sahibi Resulullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)"e giderek kendisiyle Übeyy (Radıyallâhü anh) arasında hut­be esnasında geçeni anlattı ve Übeyy (Radıyallâhü anh)'in namaz­dan sonra kendisine söylediği sözü nakletti. Übeyy (Radıyallâhü anh) demiştir ki t Resul ullah (Sallallahü Aleyhi ve Sel I em) :

«Übeyy doğru söylemiştir.» buyurmuştur.İsnadının sahih ve ricfihnın sıka olduğu Zevâld'ds bildirilmiştir. [169]

 

İzahı

 

A h m e d de bu hadîsi rivayet etmiştir. Hadîs, hutbe esna­sında din ile ilgili konuşmaların bile yasak olduğuna delâlet eder. Übeyy (Radıyallâhü anh)'a soru soran sahâbînin E b ü'd-D e r d â veya E b û Z e r r (Radıyallâhü anh) olduğunda râ-vî tereddüt etmiştir. Übeyy (Radıyallâhü anh) Tebâreke-sûresinin ne zaman indiğini soran sahâbiye 'Sus' dememiş ancak bu kelimeyi ifâde eden bir işaret yapmıştır. Bu sorunun bile Cuma fa­ziletinin kaçırılmasına sebebiyet verdiği Übeyy (Radıyallâhü anh) tarafından bildirilmiştir. Sonra Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'e yapılan müracaatta Peygamber Efendimiz Übeyy (Radıyallâhü anh)'i doğrulamıştır. [170]

 

87 - İmam Hutbe Okurken Mescide Giren Hakkında Gelen   (Hadîsler)  Babı

 

1112) Câbir bin Abdülah (Radtyallâhü anhümâ/dan; Şöyle demiştir:

Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) (cuma günü) hutbe okurken Süleyk[171] el-Catafâni (Radıyallâhü anh) mescide girdi. Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) :

  «Namaz kıldın mı?» diye sordu. Süleyk (Radıyallâhü anh) :

  Hayır! dedi. Efendimiz (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) :

  «O halde iki rek'at kıl» buyurdu.

Râvi Amr. rivayetinde Süleyk (Radıyallâhü anh)'ı ismen zikret-memiştir.[172]

 

1113) Ebû Saîd-i Hudrî (Radtyalâhü anh)'den; Şöyle demiştir : Peygamber  (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)   (cuma günü)  hutbe

okurken bir adam geldi. Peygamber  (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)

Ona:

  «Namaz kıldın mı?» diye sordu. Adam:

  Hayır! dedi. Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) :

  «İki rek'at kıl» buyurdu."

 

1114) Ebû Hüreyre ve Câbir (Radtyallâhü anhiimâ)'dan; Şöyle söy­lemişlerdir :

Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) hutbe okurken Süleyk el-Ğatafânî (Radıyallâhü anh) geldi. Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)   Ona:

  «Sen gelmeden Önce iki rek'at namaz kıldın mı?» diye sordu. Süleyk  (Radıyallâhü anh) :

  Hayır, dedi. Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) :

  "İki rek'at namaz kıl ve bunları hafif tut» buyurdu. [173]

 

İzahı

 

Câbir (Radıyallâhü anh) 'in ilk hadîsini Buhâri, Müs­lim, Ebû Dâvûd, Tirmizî, Dârekutni ve Bey-h a k i de rivayet etmişlerdir. Rivayetlerin bir kısmında Süleyk (Radıyallâhü anh)'in ismi belirtilmemiştir. Bâzı rivayetlerde:

=  «Kalk da namaz kıl.» ifâdesi geçmektedir.

Ebû S a i d (Radıyallâhü anh)'in hadisini Ebû Dâvûd hâriç, Kütüb-i Sitte sâhibleri rivayet etmişlerdir.

C â b i r (Radıyallâhü anh) ve Ebû Hüreyre (Radı­yallâhü anh)'in 1114 nolu hadîsini Müslim, Ebû Dâvûd, Dârekutnî ve Bey haki de rivayet etmişlerdir. E b ü Dâvûd'un Câbir (Radıyallâhü anh)'den olan bir rivayetin­de şu ilâve vardır:

= «İmam hutbe okurken biriniz (mescide)  geldiği zaman iki rek'at namaz kılsın ve bunları hafif tutsun.»

Bu bâbtaki hadîsler, hutbe esnasında mescide girenin iki rek'at "Tahiyyetü'l-Mescid" kılmasının meşruluğuna delâlet ederler.

Tirmizî, Ebü Saîd (Radıyallâhü anh)'in hadîsini ri­vayet ettikten sonra: Bu hadîs hasen - sahihtir. îlim ehlinin bâzısı­nın uygulaması bu hadîse göredir. Şafiî, Ahmed ve İshak bununla hükmetmişlerdir. Bâzı âlimler : İmam hutbe okurken mes­cide giren hemen oturur, hutbeyi dinler, namaz kılmaz demişlerdir. Süfyan-ı Sevrî ve Küfe ehlinin kavli budur. Birinci kavil daha sahihtir, demiştir.

Tuhfe müellifi, Nevevi' nin M ü s 1 i m ' in şerhinde şöyle dediğini nakletmiştir:    M ü s 1 i m ' in    rivayet ettiği bu hadîslerin hepsi Şafii, Ahmed, İshak ve hadisçilerin Fıkıhçılannın kavline delildir. Bu zâtların kavline göre cuma günü imam hutbe okurken mescide girenin iki rek'at Tahiyyetü'l-Mescid namazı kıl­ması müstahabtır. Kılmadan oturması mekruhtur. Bir an önce hut­beyi dinlemesi için bu namazı hafif tutması müstahabtır. H a s a n - i B a s r i ve diğer bâzı Mütekaddimînin mezhebinin bu olduğu nak-ledilmişdir. El-Kadî' nin dediğine göre Mâlik, El-Leys, Ebû Hanife, Sevri, sahâbilerle tabiîlerin cumhuru, bu namazı kılmamaya hükmetmişlerdir. Ömer, Osman ve A 1 i {Radıyallâhü anhümKden bu yolda rivayet vardır. Bu grup­taki âlimlerin delili, imamı dinlemek ve susmak hakkındaki delil­dir. Bunlar, bu bâbta rivayet edilen hadisleri tevil etmişlerdir, de­miştir.

Tuhfetü'J-Ahvezî yazarı ve El Menhel yazarı, her iki grubun de­lillerini, yorumlarını ve birbirlerine vermiş oldukları cevablan çok geniş almışlardır. Netice her ikisi, birinci gruptaki âlimlerin görü­şünü tercih etmişlerdir. [174]

 

88 - Cuma Günü Cemâatin Üstünden Atlamaktan Nehiy Hakkında Gelen  (Hadisler) Babı

 

1115) Câbir bin Abdillah (Radtyallâhü anhümâydan; Şöyle demiştir: Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) cuma günü hutbe okur­ken bir adam mescide girdi ve cemâatin üstünden atlamaya başladı. Bunun üzerine Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)  (Ona) :

«(Artık) otur! Sen hem (cemaata) eziyet ettin hem de geç kal­dın.» buyurdu. [175]

 

İzahı

 

Ahmed ve Beyhakî de bunu rivayet etmişlerdir. Ebû D â v û d ve N e s â i de; (Artık otur! Sen ce­mâate) eziyet ettin.» lafzını rivayet etmişlerdir. Onların rivayetinde; '    = «Hem de geç kaldın» cümlesi yoktur. Müellif bunu    C âbir    bin   Abdalla h'tan   diğerleri ise  A d d u 1 1 a h    bin ETü s r    (Radıyallâhü anhümâ)'den rivayet etmişlerdir.

Hadisin zahirine göre Cuma günü cemâatin üstünden atlıyarak ön saflara geçmek haramdır. El-Menhel yazarı şöyle der :

"Ebû Hâmid'in nakline göre Şafiî bunu haram say­mıştır. Bâzı âlimler : Büyük günahlardandır, demiştir. N e v e v î de Zevâidü'r-Ravda'da: Muhtar kavle göre haramdır. Çünkü sahih ha­dîsler bunu yasaklamış, demiştir.

Şafii mezhebinin meşhur kavline göre hutbeye başlanmış olsun olmasın ön saflarda boş yer varken oraya geçmek için cemâa­ti yarmak mekruh değildir. (Erken gidenlerin boş yerleri doldurma­sı beklenirken bunu yapmadıkları için kusur onlarındır.) Boş yer yok ise cemâatin üstünden atlamak mekruhtur.

Hanbeliler   de   Şafii ler   gibi hükmetmişlerdir.

Hanefî ler'e göre, imam hutbeye başlamadıkça ve kimse­ye eziyet etmedikçe cemâatin üstünden ön saflara geçmekte beis yok­tur. Aksi takdirde geçmek sakıncalıdır. Ancak önde boşluk varsa zaruret icabı geçilir.

Maliki ler'e göre imam minbere çıkıp oturduktan sonra ilerdeki bir boşluğu doldurmak için bile olsa cemâatin üstünden at­lamak haramdır- İmam henüz minber üzerinde oturmamış iken iler­deki bir boş yere oturmak için cemâatin üstünden atlamak caizdir. Bir boşluğu doldurmak için değilse mekruhtur.

Bu ayrıntılara dâir bir delil yoktur. Tercihe şayan hüküm, hutbe esnasında olsun, henüz hutbeye başlanmamış olsun cemâatin üstün­den geçmenin yasak kılınmasıdır. Çünkü bu geçiş, oturanlara eziyet verir. Ancak geçmek isteyen kişi imam ise veyahut ilerde bir boş yer bulunur, başkaca boş yer yok ve oraya geçmek için cemâatin üstün­den atlamaktan başka bir çare yok ise bunda sakınca olmamalıdır.'1

El-Menhel yazarı yukarıdaki âlimlerin görüşlerini ve son parag­rafta kendi kişisel görüşünü anlattıktan sonra şöyle der:

"Hadiste Cuma günü kaydının zahirine göre cemâatin üstünden atlama yasağı Cuma namazına mahsustur. Hükmün umumî olması muhtemeldir. Cuma namazında izdiham fazla olduğu için bu kayıt konmuş, diğer namazları hükümden istisna etmek için değildir, deni­lebilir. Bu son ihtimâl zahiridir. Çünkü yasaklama sebebi cemaata eziyet etmektir. Bu sebep başka namazlarda da olabilir.

En-Neyl yazarı: Bu sebebe göre anılan yasaklama hükmü ilim ve benzeri toplantılar için de vâriddir, demiştir."

 

1116) Muâz[176] bin Enes (el-Cühenî) (Radıyallâhü anh)'den riva­yet edildiğine göre :

Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) şöyle buyurdu, demiştin

-Kim Cuma günü (mescidde oturan) halkın üzerinden atlayıp geçerse, o kimse cehennem yolu üzerinde köprü ittihaz edilir. [177]

 

İzahı

 

T i r m i z i   de bunu rivayet etmiştir.

Köprü ittihaz edilmesinden maksat kıyamet günü cehennem yo­lu üzerinde yere yatırılıp üzerinde halkın basa basa gitmesidir.

Hadisteki: fiili meçhul için okunursa mânâ "İttihaz edilir." demektir. Cümle de yukarda anlatılan mânâyı ifâde eder. Mezkûr fi'lin:"İttihaz eder." diye malum  binası olarak okunması

mümkündür. Böyle de rivayet vardır- Bu takdirde cümlenin mânâsı şu olur: "...yaparsa cehennem'e gitmek için kendisine bir köprü itti­haz etmiş olur. [178]

 

89 - İmam Minberden İndikten Sonra Konuşmak Hakkında Gelen(Hadisler)  Babı

 

1117) Enes bin Mâlik (Radıyallâhü <tnh)'den. Şöyle demiştir : Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) Cuma günü (hutbeden sonra) minberden indiği zaman ihtiyaç olduğunda konuşurdu. [179]

 

İzahı

 

Tirmizî, Ebû Dâvûd, Nesâi ve Beyhakİ de bunu rivayet etmişlerdir. Bâzı rivayetler biraz uzuncadır. Ebû D â v ü d ' un    rivayeti meâlen şöyledir:

"Enes (Radıyallâhü anh) demiştir ki: Ben Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) i minberden iniyor, cemaattan bir adam ihtiyacı hakkında O'nunla konuşuyor. O da ayakta bekliyor ve adamın işi bitince, O namaza başlıyor iken gördüm."

Hadîs, hutbe bittikten sonra ve henüz namaza başlamamış iken imamın konuşmasının câizliğine delâlet eder.

El-Menhel yazarının dediğine göre Ata', Tavus, Z ü h -ri, Bekr el-Müzeni, Nahai, Mâlik, Şafii, Is-hak ve Yakup böyle hükmetmişlerdir. I b n-i Ömer (Radıyallâhü anh)'in de böyle dediği rivayet olunmuştur.

Hanefi âlimlerinden Ebû Yûsuf ile Muhammed de : Bunda beis yok, demişlerdir. Âlimlerin çoğunun görüşü budur.

Ibnü'l-Arabi: Bence en sahihi, hutbeden sonra konuşma­maktır. Çünkü cuma gününde duaların makbul olduğu saatin, ima­mın minbere çıktığı anla namazın kılındığı an arasındaki sürede Olduğunu Müslim rivayet etmiştir. Artık bu zamanın zikir ve düâ ile geçirilmesi uygun olanıdır, demiştir.

El-Menhel yazarı: Bu hadis, namaz bitinceye kadar susmayı em­reden hadislere muhalif değildir. Çünkü bu hadîs, ihtiyaç hâlinde konuşmaya izin verir, demiştir.

Sindi: Bu ve benzerî hadîslerin zahiri hutbeden önce ve son­ra olsun, imamın sustuğu başka zaman olsun konuşmanın yasaklığına delâlet eder, demiştir. [180]

 

90 - Cuma Namazındaki Kıraat Hakkında gelen   (Hadîsler)   Babı

 

 

1118) Ubeydullah [181] bin Ebî Râfi' (Radıyallâhü anhümâydan ri­vayet edildiğine göre şöyle demiştir:

(Medine-i Münevvere valisi)  Mervân [182] (bin el-Hakem)   (Radıyallâhü anhümâ), Ebû Hüreyre (Radıyallâhü anh)'a Medine vali­liği vekâletini vererek Mekke'ye gitti. Bunun üzerine Ebû Hüreyre (Radıyallâhü anh) bize Cuma namazım kıldırdı. (Fatihadan) sonra birinci rekatta el-Cumua, sûresini ve son rek'atte, el-Münafikûn sû­resini okudu*                                                                                 '

Ubeydullah demiştir ki t Ebu Hüreyre (Radıyallâhü anh) namaz­dan dönüp gidince ben ona yetişerek dedim ki: Ali  (Radıyallâhü anh) in Küfede Cuma namazında devamlı okuduğu iki sûreyi oku dum. Ebû Hüreyre (Radıyallâhü anh) dedi ki: Ben Resûlullah (Sal lallahü Aleyhi ve Sellem)'den bu iki sûreyi (cumada)  okurken işit tim."

 

1119) Ubeydullah bin AbdiIIah (bin Utbe)  (Radtyallâhü ankümâ)'-dan, rivayet edildiğine göre şöyle demiştir :

Dahhâk[183] bin Kays (Radıyallâhü anh), Numan bin Be-şîr (Radıyallâhü anhümâ)'ya mektup yazarak Peygamber (Sallalla­hü Aleyhi ve Sellem)'in Cuma namazında (birinci rek'atte okuduğu) Cuma sûresi ile beraber (ikinci rek'atte) ne okuduğunu bize bildirin diye sordu? Numan:

Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) Cuma namazı (mn ikin-ci rekatında; (sûresini okurdu, diye cevap

verdi."

 

1120) Ebû İnebe el-Havlânî  (Radtyallâhü tf«/r/den: Şöyle demiştir: Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) Cuma namazında (bi­rinci rek'atte)!sûresini ve  (ikinci rek'atte); sûresini okurdu."

Not : Zevâid'de : Râvi Said bin Sinan zayıftır. Hadisin aslı Buhari, Müslim ve diğer kitablarda, başka bir sened ile rivayet edilmiştir, diye bilgi vardır. [184]

 

Hadîslerin İzahı

 

1118 nolu Ubeydullah bin Ebî Râfi' (Radıyallâhü anh) 'm hadîsini Müslim, Tirmizi, Ebû Dâvûd, Ne-sâî ve Beyhaki de az lafız farkı ile rivayet etmişlerdir. Hep­sinden, Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) 'in Cuma namazının ilk rek'atinde Cuma sûresini ve ikinci rek'atinde el Münâfikûn sûre­sini okuduğu anlaşılır.

Ebû Hüreyre (Radıyallâhü anh)'ın sözü sanki bir soru­nun cevabıdır. Çünkü Ubeydullah (Radıyallâhü anh) : Ali (Radıyallâhü anh) 'in Kûfe' de devamlı okuduğu mezkûr sûre­leri okudun! derken; bunun Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sel­lem)'e dayalı bir yönü var mı demek istemiş?

Bu iki sûreyi cuma namazında okumanın hikmetini el-Menhel yazarı şöyle anlatır:

"Cuma sûresinde Cuma ile ilgili hükümler, Mü'minlere övgü, Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'in gönderilmesinin fazi­letleri ve ibâdete teşvik vardır. Münâfikûn sûresinde de, mü­nafıklar, tevbe etmeyişlerinden ve Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'e kendilerinin günahlarının bağışlanması yolunda duâ ve is­tiğfar etmesi için müracaat etmeyişlerinden dolayı kınanıyor ve güzel nasihatlar ihtiva ediyor."

1119 nolu Ubeydullah bin Abdillah'ın hadîsini Mâlik, Ahmed, Müslim, Ebû Dâvûd, Nesâi ve   Beyhaki   de rivayet etmişlerdir.

Dahhak (Radıyallâhü anh) 'in yazışma suretiyle N u ' m a n (Radıyallâhü anh)'a mezkûr soruyu sorduğu M ü s 1 i m ' in riva­yetinde de belirtilmiştir.Dahhâk (Radıyallâhü anh) ve çevre­si Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'in cumanın ilk rek'atin-de Cuma sûresini okuduğunu bildikleri için yalnız 2. rek'atte ne oku­duğunu sormuşlardır.

1120 nolu Ebû tnebe (Radıyallâhü anh)'in hadisini A h -med, Ebû Dav û d, Nesâi ve Beyhaki, Ebû îne-b e (Radıyallâhü anh)'den değil Semûre bin Cündüb (Radıyallâhü anh)'den başka bir senedle rivayet etmişlerdir.

Bu hadis, Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'in Cuma na­mazının ilk rekatinde El-A'lâ sûresini ve ikinci rek'atte El-Ğâşiye sü­resini okuduğuna delâlet eder.

Bu bâbta rivayet olunan hadislerden alınan netice şudur ki cu­ma namazının ilk rek'atinde Cuma sûresini, son rek'atte El-Münâfi-kûn sûresini; yahut ilk rek'atte Cuma ve son rek'atte El-Ğâşiye sû­relerini veyahut ilk rek'atte El-A'lâ ve ikincisinde El-Gâşiye sûrele­rini okumak sünnettir. Bunlardan hangilerinin afdal olduğu hususun­da ihtilâf vardır.

1. Şafii    ve   Ahmed.   Cuma ve MÜnâfikün sûrelerini ter­cih etmişler.

2. Mâlik,    Cuma ve Gaşiy e sûrelerini ihtiyar etmiştir.

3. Hanefi    âlimleri : İmam vakit namazlarında olduğu gibi Cuma namazında da istediği yerden okur. Bu rivayetlerin hepsi sa­bittir. Şunu buna tercih etmenin nedeni yoktur, demişlerdir. [185]

 

91 - Cuma Namazından (Yalnız) Bir Rekate Yetişen Hakkında Gelen (Hadîsler)   Babı

 

1121) Ebû Hüreyre (Radıyallâhü anh)'den rivayet edildiğine göre, Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) şöyle buyurdu, demiştir:

«Cuma namazının bir re k'atine yetişen kimse o rek'ate bir rek'at eklesin.»"

Not:   İsnadındaki râvi Ömer bin Habib'in zayıflığı hususunda âlimlerin itti-.fak. ettikleri Zevâid'de bildirilmiştir.

 

1122) Ebû Hüreyre  (Radıyallâhü ««/f/den  rivayet edildiğine göre. Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) şöyle buyurdu, demiştir :

«Namazın bir rek'atine yetişen kimse, (o namaza) yetişmiş olur. [186]

 

İzahı

 

Zevâid türünden olan ilk hadisi Dârekutni ve Beyha-k i de rivayet etmişlerdir. El-Menhel yazarının nakline göre bunla­rın rivayetlerinde şu ziyade vardır:

«Eğer kişi. Cuma namazı cemaatına teşehhüdde yetişirse, dört rek'at kılsın.»

Bu ziyade ile beraber düşünülürse hadîsten çıkarılan hüküm şu olmuş olur: Cuma namazına geç kalan kişi mescide vardığında ce­mâat Cuma namazının bir rekatını kılmış ise, gelen şahıs hemen ima­ma uyar, cemaatla beraber bir rek'at kılar. îmam selâm verdikten sonra kalkar bir rek'at daha kılar ve selâm verir. Şayet cemâat iki rek'atı kılmış ve teşehhüd için oturmuş iken, cemaata yetişirse, imam selâm verdikten sonra kalkar dört rek'at öğle namazını kılar.

Ebû Hüreyre (Radıyallâhü anh) in ikinci hadîsini T i r -mizi, Ebû Dâvûd, Nesâi. Beyhaki ve Dârekut-n i   de rivayet etmişlerdir.    Ebû   Dâvûd1 un   rivayetinde hadişin ikinci cümlesinde; = «O namaza yetişmiş olur.» buyurulur. Yâni: kelimesi vardır. Bu kelimenin anlamını ter-cemede parentez içine aldım.

Hadisin ilk cümlesi olan:Namazın bir rek'atina yetişen» cüm­lesindeki namazdan maksat cuma namazı olabilir. Babımıza uygun olanı budur. Ebû Hüreyre (Radıyallâhü anhî'ın ilk hadîsi, cuma namazına âit olduğu için ona mutabakat da hâsıl olur.

Namaz kelimesi umumi olarak yorumlanabilir. Yâni cuma na­mazı olsun vakit namazı olsun, hepsinin hükmü aynidir. Umumî mâ­nâda düşünülünce cuma namazını da kapsamına almış olur. Ve ha­dis, yine bu baba mutabakat halindedir. El-Menhel yazarının nak­len beyânına göre Z ü h r i ikinci yorumun doğru olduğunu söyle­miştir.

Hadîsin ikinci cümlesi olan «... O namaza yetişmiş olur.» ifâdesi çeşitli şekillerde yorumlanmıştır. Zahir olan yorum şudur:

Cuma namazının bir rek'atine yetişen kimse cuma namazına ye­tişmiş olur. Yâni imam selâm verince kalkar bir rek'at daha kıldık­tan sonra selâm verir. Cumanın bir rek'atine de yetişemeyen, mese­lâ teşehhüdde cemaata yetişen kimse cuma namazına yetişmiş sa­yılmaz. Yâni imam selâm verince kalkıp dört rek'at namaz kılar. Bu yorum bir önceki hadîsin Dârekutnî ve Beyhakî' nin rivayetlerine uygun olur.

Şayet hadîsteki namaz vakit namazlarını da kapsıyan şekilde yo­rumlanırsa ikinci cümlesini aşağıdaki şekillerde yorumlamak müm­kündür :

1. Cemaatla namaz kılınırken yalnız bir rek'atine yetişen kim­se cemâatin faziletine yetişmiş olur.

2. Henüz vakit çıkmadan farz namazın bir rek'atine yetişen ve kalan rek'atleri vakit çıktıktan sonra kılan kimse o namazı vaktin­de kılmış olur, kazaya bırakmış sayılmaz. [187]

 

Cuma Namazının Bîr Rekatine Yetişen Hakkındaki Âlimlerin Görüşleri

 

1. Şâfiîler, Mâlikîler, Ahmed, Hanefi' ler-den Muhammed, ayrıca İshak, Ebû Sevr, Züh-ri,   Evzâi,    Sevrî,   îbn-i   Mes'ud,   İbn-i   Ömer, Enes, Said bin el-Müseyyeb, el-Esved, A lk a-me. Hasanı Basrî, Urve bin Zübeyr, Nahaî ve lbnü'l-Münzir (Radıyallâhü anhüm)'a göre cuma na­mazının bir rek'atine yetişen kişi, imamın selâmından sonra kalkar, bir rek'at daha kılarak selâm verir ve cuma namazına yetişmiş olur. Şayet teşehhüdde cemaata yetişirse imamın selâmından sonra dört rek'at kılar ve Cuma namazına yetişmiş sayılmaz. Kıldığı namaz o günkü öğle farzı yerine geçmiş olur.

2. El-Hakem, Hammâd, Ebû Hanîfe ve Ebû Yûsuf demişler ki: Teşehhüdde imama yetişen kimse cuma na­mazına yetişmiş olur. imamın selâmından sonra kalkıp iki rek'at kı­lar ve selâm verir.

Bu grubun delili Buhâri, Müslim ve diğerlerinin riva­yet ettikleri Efendimizin şu hadîsidir :

«Yetişebildiğiniz!   (imamla)    kılı­nız, kaçırdığınızı da (imamın selâmından sonra) tamamlayınız.»

Ebû Hanife ve Ebû Yûsuf: Bu hadis umumi olu­şu itibariyle henüz imam selâm vermeden teşehhüdde ona yetişen kimseye şâmildir. Çünkü bu hadise göre teşehhüdde imama yetişen şahıs niyet etmiş olduğu cuma namazını tamamlamak zorundadır. Hattâ imama sehiv secdesinde yetişen kişi de bu hükme tâbidir, de­mişlerdir.

Birinci grup, mezkûr hadisin bu bâbta rivayet edilen hadîslerle hususilik kazandığını yâni cuma namazının bu umumî hükümden is­tisna edildiğini söylerler. [188]

 

Cuma Namazının Bir Rek1 Atinden Daha Bir Miktarına Yetişen Nasıl Niyet Eder?

 

1. Hanefi   âlimlerine göre meselâ teşehhüdde imama uyan kimse cuma namazına niyet ederek namaza başlar ve imamın selâ­mından sonra kalkıp iki rek'at kılarak selâm verir, kıldığı namaz cuma namazı sayılır,

2. Şâfiîler   ve   Hanbeliler' den   Muhammed: İkinci rek'atın rükûundan sonra, imama uyan kimse cuma namazı niyeti ile namaza başlar, imamın selâmından sonra dört rek'at kılarak selâm verir, demişlerdir. Yâni Cumaya niyet etmiş, fakat öğleyi kılmış olur.

3. Hanbeliler: Durumu yukarda anlatılan kimse, eğer öğleye niyet etmiş ise ve öğle vakti girmiş ise, imam selâm verince, adam dört rek'at kılar ve kıldığı öğle namazı sayılır.    Şayet niyet ederken Cumaya niyet etmiş ise veyahut henüz öğle vakti girmeden cuma namazına başlamış ise kıldığı namaz nafile sayılır, demişler­dir.

4. Mâ1iki1er: Anılan adam, Cuma'ya niyet edecek ve imam selâm verince öğle namazı olarak tamamhyacak, demişlerdir.

 

1123) (Abdullah) bin Ömer (Radtyaüâhü anhümâ)'&dr\ rivayet edil­diğine göre. Resûluüah (SaUallahü Aleyhi ve Sellem) şöyle buyurdu, demiştir :

«Cuma namazının veya başka namazın bir rek'atine yetişen kim­se o namaza yetişmiş olur.» [189]

 

İzahı

 

Nesâi ve-Dârekutni de bunu rivayet etmişlerdir. Bu hadis, umumidir. Cuma namazı olsun başka namaz olsun bir rek'atı cemaatla kılan kimse cemâatin faziletine kavuşmuş olur, veya o na­mazı edâ etmiş, yâni kazaya bırakmadan kılmış olur. Hadis daha önceki hadîslere benzediği için oradaki izahla yetineyim. [190]

 

92 - Cuma Namazına Ne Kadar Mesafeden Gelineceğine Dair Varid Olan Hadîs Babı

 

1124) (Abdullah) bin Ömer (Radıyallâhü önA«wiö)'dan; Şöyle de­miştir :

Küba ehli Cuma günü Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'in (mescidine gelerek)  beraberinde Cuma namazını kılarlardı.Bunun senedindeki Nâfi'nin râvisi olan Abdullah'ın zayıf olduğu Ze-vâid'de bildirilmiştir. [191]

 

İzahı

 

Cuma namazının kılındığı şehirde oturan ve seran özürlü olma­yan erkeklere cuma namazı farzdır. Şehir içindekilerin evleri ezan sesini işitmeyecek kadar camiden uzak olsa bile âlimlerin icmâı ile cuma namazına gitmek mecburiyetindedir. Şehrin dışında oturanla­ra cumanın farz olup olmadığı hususunda ihtilâf vardır.

El-Menhel yazarı bu ihtilâfla ilgili olarak şunları söyler:

1. Amr bin el-As, Saîd bin el-Müseyyeb, Ahmed ve İshak (Radıyallâhü anhüm) : Şehir dışındakiler cuma ezanını işitir durumda iseler onlara cuma namazı farzdır, işit­mez derecede uzakta ise farz değil, demişlerdir. Ş â f i il e r de ayni şeyi söyliyerek : Ezan sesini işitmek hususunda muteber olan du­rum şudur: Rüzgârın esmediği ve seslerle gürültülerin kesildiği bir vakitte şehrin kenarında müezzin ezan okurken, şehrin dışında ve o yönde bulunan mükellef, kulağını ezan sesine verdiği takdirde ezan sesini işitirse Cuma namazına gitmesi farzdır, işitmezse farz değildir, demişlerdir.

2. Ibn-i   Ömer,    Ebû   Hüreyre,   Enes,   el-Ha-san,    Ati',    Nâfi',   îkritne,   el-Hakem    ve   Evzâi (Radıyallâhü anhüm) : Şehrin dışındaki kimse, şehirde cuma nama­zını kıldıktan sonra, akşam karanlığından önce evine ulaşabilirse cu­ma namazına gitmesi farzdır, demişlerdir.

3. Zeyd bin Ali, el-Bdkır, Ebû Hanife   ve re'y ehli: Şehrin dışında olanlar ezan sesini işitseler bile onlara cu­ma namazına gitmek farz değil, deirtişler.Hanefî1er'den Muhammed,    Şâfiîler   gibi: Ezan sesini işitme farzdır, de­miştir.

4. Mâlik   ve   el-Leys:    Şehirden âzami üç mil uzakta bulunana farzdır, demişlerdir.

5. İbnü'1 - M ü n z i r ,    Rabia    ve bir rivayete göre   Züh-r i    bu mesafeyi dört mil olarak tayin etmişlerdir.1

El-Menhel yazarı bu arada başka kavilleri de nakletmiştir.

Küba, Medine-i.Münevvere'ye 2-3 mil mesafe­dedir. Buranın cemaatının cuma namazı için Medîne-i Mü­nevvere'ye   gittikleri bu hadiste bildirilir. [192]

 

93 - Özürsüz Olarak Cuma Namazını Terkeden Hakkındaki Bâb

 

1125) Sahâbîlik şerefine mazhar olmuş olan EbiTl-Ca'd ed-Demrî[193] (RadıyaUâhü anh)'den rivayet edildiğine göre; Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) şöyle buyurdu demiştir :

«Her kim pek önemsemediğinden dolayı Cuma namazını üç defa t erkede rse kalbi mühürlenir.-" [194]

 

İzahı

 

Tirmizi, p b û Dâvûd, Nesâi, Bey h ak î, Dâ-remî   ve   el-Hâkim   de bunu rivayet etmişlerdir.

Tehavün Bu kelimenin sözlük mânâsı istihfaf ve küçümsemek­tir. Hadîsteki bu kelime ile bu mânâ kasdedilmemiştir. Çünkü, Cuma namazını küçümsemek küfrü mûcibtir. Bu nedenle burada kastedilen mânâ, tembellik ederek önem vermemektir. E 1 -1 r a k i: Te-havünden maksat, özürsüz olarak terketmektir, demiştir.

Tabı': Mühürlemektir. Burada kasdedilen mânâ Hayrın ulaşmasına engel olan kasvet, katılık ve kararmaktır. E b û M u â z : Kalbin mühürlenmesinden maksat, günahlar yüzünden kalbin kapkara bir hale düşmesidir, demiştir. E 1 -1 r a k i de.: Kalbin mühürlenmesi, onun, münafık kalbine dönüşmesidir, demiştir.

Hadîsin zahirine göre, üç Cumayı aralıklı da terk edenin kalbi mühürlenir. Bâzı âlimler böyle hükmetmişlerdir.

Üst üste üç Cumayı terkedenlerin kasdedilmiş olması da muh­temeldir. 1127 nolu hadis ve B e y h a k i' nin C â b i r (Radıyal-lâhü anh)'den ve D e y 1 e m i' nin  E n e s  (RadıyaUâhü anhî'den ri-

vâyet ettikleri:-Özürsüz olarak üst üste üç Cumayı terk edenin kalbini Allah mü­hürler.» hadîsi, son ihtimali te'yid eder.

Üç Cumaya kadar kalbin mühürlenmemesi ilâhî bir müsamaha ve kulun doğru yola yönelmesine bir fırsattır.

 

1126) Câbİr bin Abdillah (RadıyaUâhü anküvtâydan rivayet edildi­ğine göre; Resûlulah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) şöyle buyurdu, demiştir:

«Zaruret (şer'î özür) olmaksızın üç defa Cuma namazını terke-denin kalbini Allah mühürler.[195]

 

1127) Ebû Hüreyre (Radtyallâhii anh)'(\en rivayet edildiğine göre; Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) $öyle buyurdu, demiştir :

«Herhangi birinizden hiç umulur mu ki: (Şehirden) bir iki mit uzakta, davar sürüsünü ittihaz etsin, orada ot temin imkansızlaşır da daha uzaklara gitsin, sonra Cuma namazı vakti olur da kendisi gelip kılmasın, (ikinci) Cuma olur da (yine) kılmasın, (üçüncü) Cuma olur da gelip kılmasın. (Hiç birinizden umulmayan bu hareket) ni­hayet (sahibinin) kalbinin mühürlenmesine sebep olur.»

Not : Râvi Ma'dİ bin Süleyman zayıf olduğundan isnadın zayıflığı Zevald'de belirtilmiştir. [196]

 

İzahı

 

Zevâid türünden olan bunu tbn-i Huzeyme de rivayet etmiştir. Hadîs üst üste üç Cumayı özürsüz terketmenin kalbin mü­hürlenmesine sebep olduğuna şehirden iki milden daha uzakta bu­lunanlara Cuma namazına gitmenin farz olduğuna ve hayvancılık­la iştigal etmenin Cuma namazına gitmemek için bir mazeret sayıl-mıyacağına delâlet eder.

Hadîste geçen Subbe: At veya koyun - keçi veya deve sürüşüdür. Bu sürüdeki davar toplamı 20 ilâ 30 veya on ile kırk arasında değişir. Bu kadarlık sürüye Seriyye de denilebilir.

Şehir dışındakilerin Cuma namazına gitmeleri ile ilgili âlimlerin görüşlerini bundan önceki bâbta anlattım.

 

1128) Semûre bin Cündüb (RadtyaUâhü anh)'ûen rivayet edidiğine göre; Peygamber (Sallallakü Aleyhi ve Sellem) şöyle buyurmuştur:

«Bile bile (bir) Cuma namazına gitmeyen kimse bir altını sadaka olarak versin, (buna) gücü yetmezse yarım altın tasadduk etsin.»" [197]

 

İzahı

 

Nesâî, Ebû Dâvûd, el-Hâkim ve Beyhaki de Semûre (Radiyallâhü anhJ'nin bu hadisini değişik senedle rivayet etmişlerdir.

Hadîs, bilerek ve hatırlıyarak bir Cuma namazına gitmeyenin bu keffareti ödemesini emretmiştir. Bu emir mendübluk içindir. Vü-cüp için değildir. Çünkü Cuma namazı kılınmayınca onun yerine öğ­le namazı kılınır. Hadîste anılan keffâret, Cuma namazına gitme­mek günâhını hafifletmek içindir, kökünden gidermek için değildir. Zira vârid olan sahih hadîslerden anlaşıldığı gibi özürsüz Cumayı ter-ketmek büyük günahlardandır. Cuma namazına özürsüz olarak git­memenin günahından kurtulmak için o günkü öğle namazını kılmak, varsa bir altını sadaka olarak dağıtmak ve bir daha gitmemezlik et­memek kararı ile tevbe etmek şarttır.

Bir altını sadaka veremeyen kimse, maddî imkânları yarım altı­ vermeye elverişli ise bunu yapması menduptur. [198]

 

94 - Cuma Farzından Önce (Kılınacak/ Namaz Hakkında Gelen  (Hadîs)  Babı

 

1129) (Abdullah) bin Abbâs (Radıyallâhü ankümâ)'da.n \ Şöyle de­miştir :

ResuluHah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem), Cuma farzından önce dört rek'at namaz kılardı. Bu dört rekatın arasında selâm vermezdi.Zevâid'de: Bu isnad, zayıf râviler zincirinden kuruludur. Çünkü r&vî-lerden Atiyye'nfn zayıflığı hususunda ittifak edilmiştir. Haccac, tedliscidir, Mübeş-şİr bin Ubeyd, Kezzabtır, İbnü'I-Velİd olan Bakiyye de tedliscidir, denmiştir. [199]

 

İzahı

 

Hadîs, Cuma farzından önce dört rek'at sünnet kılmanın meşru­luğuna delâlet eder. Tirmizî de: îbn-i Mes'ud (Ra­dıyallâhü anhJ'den rivayet edildiğine göre kendisi Cuma farzından önce ve sonra dörder rek'at namaz kılardı. İbnü'l-Mübârek ve   S e v r i   böyle hükmetmişlerdir, der.

Cuma farzından önce sünnetin kılınmasına hükmeden âlimlerin delillerinden bir kısmı da 87. bâbta geçen (1112 -1114) nolu ve Süleyk   el-Catafânî    (Radıyallâhü anh) ile ilgili hadîslerdir.

Buhârî ve Müslim'in Abdullah bin Muğaffel (Radıyallâhü anh)'den merfu' olarak rivayet ettikleri:

»"%& ûrJİil Af ûy = «Her ezan ile ikamet arasında bir namaz vardır.» hadîsidir.

Cumadan evvel sünnet vardır, diyen âlimlerin delilleri yanında şu beyanları da vardır:

Cuma namazı öğle namazından bedeldir. Öğle namazı için mev­cut sünnet, Cuma namazı için de aynen mevcuttur.

El-Menhel yazan Cuma farzından önce sünnet vardır diyenlerin delillerini ve yoktur diyenlerin bu delillere itirazlarını uzunca izah et­miştir. Hülâsa olarak:

Mâlik, meşhur kavline göre Ahmed ve Şafiî' nin bazı arkadaşları: Cuma farzından önce, sünnet yoktur, demişlerdir. Bu husustaki dört mezhebin hükmü şudur;

1. Hanefî   mezhebine göre dört rekat sünnet bir selâmla

kılınır.

2. Şafiî   mezhebine göre iki rek'at müekked ve iki rek'at gayr-ı müekked olmak üzere dört rek'at sünnet kılınır. İkişer rek'at-ten selâm vermek daha faziletlidir.

3. Hanbelî   mezhebine göre asgari 2 ve azamî 6 rek'at sün­net kılınır. Ama bu namaz. Cumaya bağlı râtib türünden değildir.

4. Mâliki   mezhebine göre Cuma farzından önce sünnet yoktur. [200]

 

95 - Cuma Farzından Sonra  (Kılınacak) Namaz Hakkında Gelen (Hadisler)  Babı

 

1130) Abdullah bin Ömer (Radtyallâhü anhümâ)'dan rivayet edildi­ğine göre :

Cuma farzını kılınca (mesciddenî dönüp giderdi de evinde İki rek'at namaz kılardı. Sonra demiştir ki: Resûlullah (Sallallahü Aley­hi ve Sellem), böyle yapardı."

 

1131) Sâlinvin babası (tbn-i Ömer) (Radıyallâhü anhümâyâan; Şöy­le demiştir :

Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem). Cuma farzından sonra (evinde) iki rek'at namaz kılardı."

 

1132) Ebû Hüreyre (Radtyallâhü anh)'den rivayet edildiğine göre-Resûlullah (Sallaliahü Aleyhi ve Sefam) şöyle buyurdu; demiştir :

«Cuma farzından sonra namaz kıldığınızda dört rek'at kılınız.»" [201]

 

İzahı

 

î b n - i Ömer (Radıyallâhü anh) 'in ilk hadîsini Müslim, Nesaı ve Tirmizi de rivayet etmişler. Ebû Dâvûd ve B e y h a k i de benzerini rivayet etmişlerdir. Ebû Dâvûd ve^Beyhakî'nin   rivayetinde hadîsin başında şu ziyâde vardır:«İbn-İÖmer (Radıyallâhü anhü-mâ) Cuma'dan önceki namazı uzun tutardı.*

rid"Cuma>dan önce sünnet vardır, diyen âlimler için bir de İ b n - i Ömer (Radıyallâhü anh)'in ikinci hadîsini M ü s -lım.Tirmizî ve Beyhakî de rivayet etmişlerdir. Ebû Davudve Nesâi de bunu rivayet etmişler, bunların rivaye­tinde : "evinde" ziyâdesi vardır.   Tercemede bu ziyâde parentez içi ifâde ile gösterilmiştir.   Bu ziyâde, efendimizin Cuma'dan sonraki ıkı rek'atı evinde kıldığını belirtir.

Ebû   Hüreyre    (Radıyallâhü anh) 'in hadîsini   Müslim Ebu    Dâvûd,    Tirmizî,    Nesâi    ve    Beyhaki    de rivayet etmişlerdir. Bâzı rivayetler şöyledir :

«Cuma'dan sonra kim na­maz kilacaksa dört rek'at kılsın.»

Âlimler bu hadîsteki emrin mendubluk için olduğunu söylemiş­lerdir. Bu hadis Cuma'dan sonra dört rek'at sünnet kılmanın müstahablığına delâlet eder. Bunun mescidde veya evde kılınmasına dâir bir kayıt yoktur.

Bu bâbtaki ilk iki hadis Peygamber (Sallaliahü Aleyhi ve Sel-lem)'in Cuma'dan sonra, eve dönüp orada iki rek'at kıldığına delâlet eder. Son hadîste, Cuma'dan sonra dört rek'at kılınması emredil­miştir.

N e v e v i   bu hususta özetle şöyle der:

'Resûlullah (Sallaliahü Aleyhi ve Sellem), bâzı vakitlerde Cu­ma'dan sonra yalnız iki rek'at kılmakla en azın iki rek'at olduğunu beyan etmiştir. Peygamber (Sallaliahü Aleyhi ve Sellem)'in ekseri zamanlarda Cuma'dan sonra dört rek'at kıldığı ma'lumdur. Çünkü dört rek'at kılmayı bize emreden ve bizi buna teşvik eden odur. Hal­buki Onun hayra düşkünlüğü ve ibâdete iştiyakı, bizimkinden çok fazladır.'

El-Irâki, Nevevî' nin bu sözüne itiraz ederek Cuma­dan sonra Peygamber (Sallaliahü Aleyhi ve Sellem}'in ekseri vakit­lerde dört rek'at kıldığının mâ'lum olmadığını hattâ sanılmadığmi, çünkü Peygamber (Sallaliahü Aleyhi ve Sellem)'in Cuma'dan sonra evinde iki rek'at kıldığının sabit olduğunu söylemiştir. El-Irâkî sözlerine devamla: Peygamber (Sallaliahü Aleyhi ve Sellem) 'in dört rek'at kılmayı emretmesi, kendisinin dört rek'at kılmasını gerektir­mez, demiştir.

EI-Menhel yazarı, Nevevi ve El-Irâkî' nin özetini buraya aldığımız sözlerini naklettikten sonra şöyle der :

"Velhâsıl Peygamber (Sallaliahü Aleyhi ve Sellem), Cuma'dan sonra dört rek'at namaz kılmayı ümmetine emretmiştir. Bu emir üm­metine mahsustur. Yâni zâtına şumûlü yoktur. Kılınacak dört rek'a-ti evde kılmak kayıt ve şartını koşmamıştır. Ibn-i Ömer (Ra­dıyallâhü anh)'in hadîsinde belirtildiği gibi Peygamber (Sallaliahü Aleyhi ve Sellem)'in sadece iki rek'at kılması, ümmeti için dört rek'a-tin meşru kılınmasına mâni değildir.

Z e r k â n i' nin nakline göre îbn-i Battal şöyle de­miştir: Peygamber (Sallaliahü Aleyhi ve Sellem)'in Cuma namazın­dan sonra iki rek'at namazı evinde kılmasının hikmeti şudur: Cu­ma namazı öğle namazından bedel olduğu için mescidde sünnet kıl­mayı terk etmiş, tâ ki yanlış anlaşılmasın. Çünkü Cuma farzından sonra hemen aynı yerde iki rek'at sünnet kılsaydı bunun öğle nama­zından kısılmış iki rek'at olduğu sanılırdı.

Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'in Cuma farzından he­men önce mescidde iki rek'at sünnet kılmaması da bu endişeden do­layı olabilir.

Cuma'd an sonraki sünnetler hakkında âlimlerin görüşleri t

Bu bâbtaki hadîsler, Cuma'dan sonra sünnetin meşruluğuna de­lâlet ederler. Bu husustaki âlimlerin görüşleri şöyledir:

1. Hanefî   âlimlerine göre Cuma'dan sonra dört rek'at sün­net kılınır. Ve iki rek'atte bir selâm verilmez. Dört rek'atin bitimin­de selâm verilir.    îbn-i   Mes'ûd    (Radıyallâhü anh) ve   Ne-h a İ' den   bu kavil nakledilmiştir.

2. Şafiî   âlimlerine göre ikisi müekked ve ikisi gayri müek-ked olmak üzere dört rek'at sünnet kılınır. İkişer rek'atte selâm ver­mek daha sevaptır. Eğer Cuma'dan sonra öğle namazını kılarsa, Cu­madan sonraki sünneti kılmaya gerek kalmaz. Çünkü kılacağı öğle farzından önceki sünnet, Cuma sünneti yerine geçer.

3. H a n b e 1 î   âlimlerine göre Cuma'dan sonraki sünnet en az iki ve en çok altı rek'attir.

4. Mâliki   mezhebine göre Cuma namazına bağlı sünnet yoktur.

Bu bâbtaki hadisler,    Mâliki   âlimlerinin aleyhinde delildir.

Bu bâbtaki hadîsler, Cuma namazından sonraki sünnetlerin mes­cidde veya evde kılınabileceğine delâlet eder. Rivayetlerin ekserisi evde kılınmasına aittir. Efdal olanı da budur. Çünkü nafilelerin ev­lerde kılınmasına teşvik edici hadîsler vardır. [202]

 

Zuhr-İ Âhir Kılmak Meselesi

 

Türkiye'de Hanefî ve Şafiî mezhebleri mensup­larının bulunduğu ma'lumdur. Birden fazla camide Cuma namazını kılan Ş â f i i 1 e r, bundan sonra öğle namazını kılarlar. H a -n e f i 1 e r de Zuhr-i Ahir kılarlar. Bu husustaki mezheblerin görüş­lerini özeti iyerek buraya almayı uygun gördüm :

Bü husustaki bilgiyi Abdurrahman el-Cezîrî' nin te'lif ettiği dört mezhebin fıkhına âit kitabın "Cuma" bahsinden ak­tarıyorum :

"Müslümanların bir yerde toplu halde Allah'a ibâdet etmeleri, müslümanlar arasında bulunması gereken muhabbet, şefkat, saygı ve yardımlaşma bağlarının kuvvetlenmesi ve bu duygulara ters dü­şen duyguların bertaraf edilmesi gibi pek çok hikmetlere binâen Cu­ma namazı farz kılınmıştır. İhtiyaçtan fazla mescidlerde Cuma na­mazının kılınması, bu hikmetlere ters düşer. Bunun izahına gerek gör­müyorum.

Bâzı İslâm âlimleri: İhtiyaç olmaksızın Cuma namazı bir çok ca­mide kılındığı takdirde, ihtiyâca cevap verecek ve daha önce Cuma namazı kılınan camilerdeki Cuma sahihtir. Diğerleri sahih değildir. (Meselâ bir şehir halkından Cuma namazına gidenler için on cami kâfi iken on beş camide Cuma namazı kılındığı takdirde, namazi ilk kılan on cami cemâatinin Cuması sahihtir. Geç kalan beş cami cemâa­tinin Cuması sahih değildir, öğle namazı kılmaları gerekir.) Bu hu­sustaki mezheblerin görüşleri şöyledir:

1 - Hanefî   mezhebine göre müteaddit yerlerde kılınan Cu­ma namazı sahihtir. Yerlerin çokluğu, Cumanın sıhhatına zarar ver­mez. Hattâ hepsinin bir anda kılması mecburiyeti de yoktur. Lâkin bir mescidde Cuma namazını kılanlar, başka câmilerdekilerin daha önce kıldıklarını bildikleri zaman Zuhr-i Ahır niyetiyle dört rek'at namaz kılmaları vâcibtir. Bu dört rek'ati bir selâmla kılarlar. Avam taba­kasının bunu farz olarak itikat etmemesi için bu namazın evde kı­lınması efdaldır. Bilindiği gibi   Hanefi   mezhebinde vâcib, farz kadar kuvvetli değildir. İstersen zuhr-i ahiri kılmanın sünneti mü-ekkede olduğunu söyliyebilirsin. Şayet başka camilerin daha erken Cumayı kıldıklarından şüphe edilirse zuhr-i ahîr niyetiyle dört rek'at namaz kılmak mendubtur. Her rek'atte   Fatiha' dan   sonra bir sûre veya üç kısa âyet okumak gerekir. Çünkü bu namazın nafile ol­ması muhtemeldir.

Cuma farzından sonra Cumanın dört rek'at sünneti kılınmalıdır. Ondan sonra zuhr-i ahîr kılınmalı, daha sonra öğle vakti sünneti ni­yetiyle iki rek'at kılınmalıdır.

2 - Şafiî   mezhebine göre Cuma namazı kılınan yerlerin sa­yısı tam ihtiyaca göre ise hepsinin Cuması sahihtir. Cumadan sonra öğle namazı kılmaları menduptur. Şayet yer sayısı ihtiyaçtan fazla ise ihtiyaç fazlası olanların Cuması sahîh değildir. İlk kılan ve ih­tiyaca cevap verecek sayıdaki yerlerin Cuması sahihtir.   Namazdan geç çıkan diğerlerininki sahîh değildir. (Yukarıda   Hanefî   mez­hebinin görüşü anlatılırken paren tez içinde verilen misal, burası için de verilebilir.)

Eğer bütün camilerdeki cemaatların aynı anda Cuma farzına baş­ladıkları tesbit edilirse veya muhtemel ise yahut da hangi cemâatin önce ve hangisinin sonra başladığı meçhul ise hepsinin Cuması bo­zulur. Bu takdirde ihtiyaç fazlası yerlerin kapatılması ve ihtiyaca kâfi gelen yerlerde cemâatin toplanıp Cuma namazını yeniden kılma­ları gerekir. Bu mümkün olmadığı takdirde o günkü öğle namazını kılmaları gerekir.

3 - Mâliki   mezhebine göre bir şehirde müteaddit mescidler bulunup hangisinde daha önce Cuma namazı kılınmış ise her hafta Cuma namazını o mescidde kılmak mecburiyeti vardır. Bu hükmün dört şartı vardır.    Mâliki   mezhebi mensupları memleketimizde bulunmadığı için bu şartları aktarmaya gerek görmüyorum.

4 - H a n b e I i   mezhebi âlimleri,   Şafii   mezhebi âlim­lerinin görüşlerine yakın bir görüşe sahiptirler. Bunlara göre Cuma namazı kılman yerlerin sayısı, tam ihtiyaca göre ayarlanmış ise Cu­madan sonra öğle namazı kılmak evlâdır. Şayet Cuma namazı kılı­nan yerlerin sayısı ihtiyaçtan fazla ise devlet yetkilisinin Cuma için izin verdiği camilerdeki Cuma namazı sahihtir. Şu şartla ki: Onun izin verdiği camilerin sayısı ihtiyaçtan fazla olmamalıdır. Aksi takdir­de izin alanlardan, Cumayı ilk kılanlarınla sahihtir. Diğerleri sahih değildir. Kimlerin önce kıldıkları bilinmezse   Şafii   mezhebinde olduğu gibi tekrar şartlara uygun olarak Cuma için toplanmaları mümkün olmadığı takdirde o günkü öğle namazını kılmaları gerekir. [203]

 

96 - Cuma Günü Namazdan Önce Halka Halinde Oturmak Ve İmam Hutbe Okurken İhtibâ Biçiminde Oturmak Hakkında Gelen  (Hadîsler) Babı

 

1133) Amr bin Şuayb'ın dedesi (Abdullah bin Amr bin el-As) (Ra-dtyattâhü anhüm)'den: Şöyle demiştir :

Resul ullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) Cuma günü namazdan önce mescidde halka biçiminde oturmaktan nehly etmiştir." [204]

 

İzahı

 

Tirmizî, Ebû Dâvûd, Nesâî ve Ahmed de bunu rivayet etmişlerdir.

Cemâatin camide halka biçiminde oturması yasaklanmıştır. Çün­kü Cuma namazına erken gitmek ve ön safları sırayla düzenli bir şe­kilde doldurmak emri vardır. Halka biçiminde oturmak, bu emrin ye­rine getirilmesine engel olur. Cumhur, buradaki nehyi mekruhluk an­lamında yorumlamıştır. YaSak olan halka teşkili umumîdir. Yâni ister müzakere için ister va'zı veya K u r' a n -1 dinlemek için ol­sun, ister başka maksatlarla olsun hüküm değişmez.

Hadîste bu tür oturmanın yasaklığı "Cuma namazından önce" kaydına bağlanmıştır. Şu halde Cuma gününden başka günlerde na­mazdan önce böyle oturmak, keza Cuma günü namazdan sonra bu tür oturmak yasak değildir. Müslim ve Beyhakî' nin Ebû Vâkid el-Leysî (Radıyallâhü anh) 'den rivayet ettikleri şu mealdeki hadîs de buna delâlet eder:

"Resulullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) bir gün ashabı arasın­da oturuyorken üç kişi geliverdi. Gelenlerden birisi (sâhâbîlerin teş­kil ettikleri) halkada boş bir yer bularak orada oturdu. Diğer birisi hemen oturuverdi. Râvi demiştir ki: Halkanın arkasında oturdu, de­diğini zannediyorum birisi ise gidiverdi. Bunun üzerine Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) ashabına:

«Şu gelen üç kişinin durumundan size haber vereyim. Halkada oturan adam barınmak istedi. Allah da onu barındırdı. Halka arka­sında hemen oturuveren ise haya etti. Allah da onu utangaçlığına karşılık mükâfatlandırdı. Beklemeyip gidiveren ise yüz çevirdi. Al­lah da ondan yüz çevirdi.» buyurdu."

Dünya işleri için mescidde halka kurmak ise caiz değildir. Çün­kü mescidler ibâdet için yapılmıştır.

Bir de îbn-i M e s ' u d (Radıyallahü anh) 'un şu mealdeki hadîsi bu maksatla mescidlerde halka kurmanın caiz olmadığına de­lâlet eder:

«Dünyanın sonuna doğru bâzı kimseler mescidlerde halka halka oturacaklardır. Onların emelleri dünyadır. Sakın onların yanında oturmayınız. Çünkü, Allah'ın böylelerine İhtiyacı yoktur.»

 

1134) Amr bin Şuayb'ın dedesi  (Abdullah bin Amr bin el-Âs)  (Radt-yallâkü anküm)'den ; Şöyle demiştir :

Resûluliah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) Cuma günü ihtibâ bi­çiminde oturmaktan nehiy etmiştir.* Râvi demiştir ki: Yâni imam hutbe okurken.Zevâid'de beyan edildiğine göre bu hadisin isnadındaki râvi Bakiyye tedllsçîdir. Onun şeyhi (Abdullah bin VâkidDyi Tirmizl sıka saymışsa da meç­huldür. [205]

 

İzahı

 

Ebû Dâvûd, Tirmizî, Ahmed, el-Hâkim ve Beyhaki de rivayet etmişlerdir. Şu farkla ki: Bunlar Abdul­lah bin Amr (Radıyallâhü anhî 'dan değil M u â z bin E n e s (Radıyallâhü anhJ'den rivayet etmişlerdir. Ebû D â -v û d ' un   rivayet ettiği metin meâlen şöyledir:

''Cuma günü İmam hutbe okurken hubvet biçiminde oturmaktan Resûluliah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) nehiy etmiştir."

Hubvet i "İhtibâ" masdarından alınma bir kelimedir. İki kelime de aynı mânâyı taşır.

İhtibâ ve hubvet, kişinin kabaları üzerinde oturup bacaklarını dikerek ellerini önden bağlamasıdır. Veyahut kuşak gibi bir şeyi be­line dolıyarak bacaklarının önüne geçirerek oturmasıdır. Araplar dinlenmek için böyle oturmayı âdet edinmişlerdir.

Cuma günü hutbe okunurken bu biçim oturuşun yasaklanmasm-daki hikmet, abdestin bozulmasına elverişli ve uykuyu celbedici ol­masıdır.

E1 - A y n i: Duvara veya başka bir şeye dayanmak da mekruh-luk bakımından ihtibâ gibidir, demiştir.

Ubâde bin Nesih, Evzâi, Mekhûl, Atâ' ve Hasan-ı Basrî' nin dâhil olduğu âlimlerden bir cemâat, hut­be okunurken böyle oturmanın mekruh olduğuna hükmetmişlerdir. Delilleri de bu hadîslerdir. Sindi: Birinci hadîsteki "Yuhallaka" fi'lini traş olmak anlamında yorumlamak hatâsına düşen bâzı kim­seler, kırk yıl gibi uzun bir zaman Cuma günü başını traş etmekten imtina etmiştir. Halbuki bu fi'il traş olmak değil, halka biçiminde oturmak nıânâsmdadır, demiştir.

Ebû Dâvûd'un rivayet ettiği bir hadise göre sahâbîlerin bir kısmı hutbe okunurken ihtibâ biçiminde oturmuşlardır. Ebû Dâvûd; İbn-i Ömer, Enes bin Mâlik, Şüreyh, Sa'saa bin Sûhân, Said bin el-Müseyyeb, İbrahim en-Nahâî (Radıyallâhü anhüm) gibi zâtlar bu bi­çimde oturmuşlardır, der.

Ebû Dâvûd'un Ya'lâ bin Şeddâd (Radıyallâhü anh)'den rivayet ettiği bu hadîs, ihtibâ biçiminde oturmanın câizli-ğine hükmeden âlimler için delildir.

El-Menhel yazarı, ihtibânın câizliğine hükmedenler arasında Salim bin Abd i İlah, Kasım bin Muhammed, Atâ', İbn-i Şirin, Amr bin Dinar, Ebû Z ü -beyr, îkrime bin Hâlid, Ahmed bin Hanbel ve İshak'm bulunduğunu ve Hanefi, Mâliki ile Ş â -f i i   mezheblerinin bu olduğunu söylemiştir.

Bu gruptaki âlimler: İhtibânın yasaklığına âit hadîsler zayıftır. Delil olamazlar, demişlerdir.

T a h a v i : Sahâbîlerin uyguladıkları ihtibâ biçimiyle yasak olan ihtibâ biçiminin arasındaki farkın şu olduğunu söylemiştir: Ya­sak olan ihtibâ, hutbeye başlandıktan sonra yapılacak olan ihtibâdır. Çünkü hutbe esnasında ihtibâ etmek, hutbeyi dinlemeye mâni olabi­lir. Sahâbilerin caiz gördükleri ihtibâ ise, henüz hutbeye başlama­dan önce bu biçim oturmak ve hutbe bitinceye kadar vaziyeti değiş­tirmemektir. [206]

 

97 - Cuma Günü Ezan Hakkında Gelen   (Hadis)  Babı

 

1135) Sâib bin Yezîd (Radıyallâhü ank)'den; Şöyle demiştir: Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'in yalnız bir tek müez­zini vardı.   Resûiullah    (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)   (cuma günü minbere) çıktığı zaman müezzin ezan okurdu ve  (hutbeden sonra minberden) indiği zaman ikamet getirirdi. Ebû Bekir ve Ömer (Ra-dıyalâhü anhümâ) da (halifeyken) beyleydiler. Osman (Radıyallâhü anh)  (halîfe) olunca ve cemâat çoğalınca çarşıdaki Zevrâ adlı bina üstünde üçüncü çağrıyı (şimdi okunmakta olan ilk ezanı) ilâve etti. Osman (Radıyallâhü anh) minbere çıktığı zaman müezzin ezan okur­du ve minberden indiği zaman müezzin ikâmet ederdi." [207]

 

İzahı

 

Bunu,   Buhar i,   Tirmizi,   Nesâi    ve   Ebû   Dâvûd da rivayet etmişlerdir.   Buharı" nin   rivayeti meâlen şöyledir:

"Cuma günü ilk nida (ezan) Resûiullah (Sallallahü Aleyhi ve Sel­lem), Ebû Bekir ve Ömer (Radıyallâhü anhümâ) zamanlarında imam minbere oturduğu vakit başlardı. Osman (Radıyallâhü anh) (halîfe) olup halk da çoğalınca Zevrâ' üzerinde (okunan) üçüncü çağrıyı (eza­nı) ilâve etti."

Zevrâ': Buhâri' nin dediği gibi M e d î n e ' nin çarşı­sında bir yerin adıdır. Müellifimizin, Taberânî' nin ve İ b n - i H u z e y m e ' nin   rivayetine göre çarşıdaki bir evin adıdır.

Hadîsin çeşitli-rivayetlerinden anlaşıldığına göre Resûiullah (Sal­lallahü Aleyhive Sellem) devrinde ve Ondan sonra Ebû Bekir (Radıyallâhü anh) ve Ömer (Radıyallâhü anh) zamanlarında Cuma günü imam minbere çıkıp oturduğu zaman ezan okunurdu. Daha önce ezan okunmazdı. Osman (Radıyallâhü anh) halife olunca bu durum Ebû Naîm'in rivayetinde belirtildiği gibi bir müddet devam etti. Sonra cemâat çoğalınca Cuma günü öğle yak­tı olunca mescide yakın olan Zevrâ' adlı evin damında ezan okunmasını halife emretmiştir, tmam minbere çıkınca daha önce olduğu gi­bi ikinci kez ezan okunmuş ve hutbenin hitamında ikâmet edilmiştir. Meşruluk bakımından ilk ezan sonuncu olduğu için hadîste Zevrâ' üzerinde okunan ezana üçüncü çağrı denilmiştir. Bunun üçüncü sa­yılması, hutbeden sonra okunan ikâmetin ikinci çağrı olarak hesap­lanması nedeniyledir. Osman (Radıyallâhü anh) zamanında ih­das edilen ezana bâzı rivayetlerde ilk ezan denilmiştir. Çünkü okunuş sırası bakımından ilk ezandır. Bâzı rivayetlerde bu ezana "İkinci" de­nilmiştir. Bunun nedeni açıktır. Çünkü ikâmet hesaba katılmasa ve imam minbere çıktığında okunan ezana birinci ezan denilirse vaktin girişinde okunan ezan ikinci olur.

Bu gün Cuma vaktinde minarelerde okunan ezan, Osman (Radıyallâhü anh) zamanında ihdas edilen ezandır. Bu ezan, Os­man (Radıyallâhü anh) 'in içtihadıyla ihdas edilmiştir. Buna bidat demek pek doğru olmaz. $âyet bidat olduğu kabul edilse bile bid'at-ı hasene'dir. Aslında bid'at dememek gerekir. Çünkü müteaddit riva­yetlerle sabit olduğu gibi Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem} :

«Benim sünnetime ve benden sonra Hulafâ-i Râşidîn'in sünnetine uyun.uz.» buyurmuştur. Diğer taraftan Osman (Radıyallâhü anh)'in bu içtihadı, bütün sahâbîlerin susması ve sükuti icmâıyla meşru olmuştur. Hiç bir sahâbî tarafından itiraz edildiğine dâir ri­vayet yoktur. Bu sebepledir ki asırlardan beri devam edegelmiştir.

Hadîste : - "Resûiullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'in yalnız bir tek müezzini vardı" denilmektedir. Ebû    Dâvûd'un   rivayetinde bu cümle şöyle geçer:

ResûluIlah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) 'in yalnız tek bir müezzini vardı. (O da) Bilâl   (Radıyallâhü anh)'di.

El Menhel yazarı şöyle der:

"Yâni Cuma namazında yalnız Bilâl (Radıyallâhü anh) müezzinlik yapardı. Hadîs böyle yorumlanınca Bilâl (Radıyal­lâhü anh)'den başka Resûiullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'in îbn-i Ümm-i Mektum, Ebû Mahzura, Sa'd el-Karaz ve Ziyâd bin el-Hâris (Radıyallâhü an-hüm) adlarında başka müezzinleri vardı diye itiraz edilemez. Çünkü bu zâtlar Cuma günü Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'in müezzinliğini yapmazlardı. İbn-i Ümm-i Mektûm (Ra­dıyallâhü anh) şafak sökünce sabah ezanını okurdu. Başka vakit­lerde okumazdı. Nitekim   Buhâri1 nin   rivayetinde :

İbn-i Ümm-j Mek-tûm'un ezanını işitinceye kadar (sahurda) yeyiniz ve içiniz.» buyu-rulmuştur. Ebû Mahzura (Radıyallâhü anh) Mekke'­de müezzindi. Sa'd e 1 - K a r a z (Radıyallâhü anh) ise; Pey­gamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) Onu Küba mescidine mü­ezzin tâyin etmişti. Ziyâd bin el-Hâris (Radıyallâhü anh) ise kendi kavmine ezan okumak için ezanı öğrenmişti. E 1 - A y -n i    bu bilgiyi vermiştir.

îbn-i Habib el-Mâliki: Peygamber (Sallallahü Aley­hi ve Sellem) minbere çıkıp oturduğu zaman üç müezzin ardarda ezan okurlardı. Üçüncü müezzin ezanı bitirince Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) kalkıp hutbe okurdu, demişse de bu husus sahih bir yoldan rivayet edilmemiştir. Buradaki S â i b (Radıyallâhü anh) 'in rivayeti İbn-i H a b ! b ' in sözünü reddeder. E 1 - H â -f ı z ve Şafiî de İbn-i H a b i b ' in dediğinin muttasıl bir tarik ile vârid olmadığını söylemişlerdir.

Ahmed'in Sâib (Radıyallâhü anh)'den olan bir rivaye­tinde :

"Ne Cuma namazında ne de vakit namazlarında Peygamber (Sal­lallahü Aleyhi ve Sellem)'in Bilâl (Radıyallâhü anh)'dan başka mü­ezzini vardı." denilmiştir."

Şu halde beş vakit namazda müezzinlik görevini devamlı yapan Bilâl (Radıyallâhü anh) idi. İbn-i Ü m m - i Mektüm (Radıyallâhü anh) sabah namazında fecir doğunca ezan okurdu. Fe­cir doğmadan önce ilk ezanın Bilâl (Radıyallâhü anh) tarafın­dan okunduğu rivayet edilmiştir. Cuma namazında ise ezan ve ikâ­met görevini    Bilâl    (Radıyallâhü anh)  yapardı. [208]

 

98 - İmam Hutbe Okurken Cemâatin Ona Yönelmesi Hakkında Gelen (Hadîsler) Babı

 

1136) Adiyy bin Sâbit'in babası (Sabit) (Radtyallâhü anhümâ)>âan\ Şöyle demiştir :

Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) minber üzerinde hutbe için ayakta durduğu zaman Ashabı, yüzlerini O'na döndürürlerdi.İsnaddaki ricalin sıka oldukları, fakat hadisin mürsel olduğu Zevaid'-de bildirilmiştir. [209]

 

İzahı

 

Bu hadîs, Zevâid türündendir. İmam hutbe okurken cemâatin, yüz­lerini ona döndürmelerinin meşruluğuna delâlet eder. T i r m i z i aynı başlıkla açtığı bâbta îbn-i Mes'ûd (Radıyallâhü anh)'-den şu hadîsi rivayet etmiştir :

= Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) minber üzerinde doğrulduğu (= ayağa kalktığı) zaman biz yüzlerimizi Ona döndürür­dük. T i r m i z i Sahâbilerin ve onlardan sonra gelen âlimlerin tatbikatı bu hadîse göredir. Hutbe okunurken imama yönelmeyi müs-tahab görürler. Süfyân-ı Sevrî, Şafii, Ahmed ve î s h a k ' in kavli budur. Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'-den bu konuda sarahaten bir şey sabit değildir. Çünkü İbn-i M e s ' u d (Radıyallâhü anh)'m hadîsindeki râvi Muhammed bin   e 1 - F a d 1   zayıftır.' demiştir.

T i r m i z i' nin   şerhi Tuhfetüi-Ahvezî'de şu ma'Iumat vardır: "Hadisin 'Yüzlerimizi Ona döndürürdük' mealindeki cümlesiyle ilgili olarak   Îbnü'l-Melik:    Yâni Ona bakardık. Şu halde ce­mâatin hatibe, hatibin de cemaata bakması sünnettir, demiştir.

Ebü't-Tayyib el-Medeni, Tirmizi' nin şerhin­de : Bu cümleden maksad, cemâatin minber etrafında halka kurma­sı değildir. Çünkü Cuma günü halka kurmak yasaklığı hakkında ha­dîsler vardır. Bu cümleden maksad, safları bozmadan hatibe bakmak­tır. B u h â r î' nin bayram hutbesi hakkında Ebû S a i d - i H u d r î (Radıyallâhü anh)'den rivayet ettiği şu hadîs, dediğim yo­rumu te'yid eder: "Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) önce bayram namazını kıldırır,    sonra namazdan dönüp cemaata karşı ayakta dururdu. Cemâat da saflarında oturmuş halde beklerlerdi."

Ebû   Saîd-i   Hudrî    (Radıyallâhü anh) 'den    Buhârî' nin rivayet ettiği  "Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) bir gün minber üze­rinde oturdu. Biz de Onun etrafında oturduk.' mealindeki hadîs ise, bunu Cuma ve bayramdan başka bir zamana yorumlamak mümkün­dür, demiştir."

Tuhfetü'l-Ahvezî yazarı daha sonra şöyle der:

"îbn-i Mâceh'in rivayet ettiği Adiyy bin Sabit (Radıyallâhü anh) 'in (136 nolu) hadisi ile ilgili olarak t b n - i Mâ­ceh'in şöyle dediği en-Neyl'de bildirilmiştir; 'Ben bu hadisin mut­tasıl olduğunu umuyorum. A d i y y ' in babası (Sabit) sahâbî değildir. (Bu nedenle mürseldir.) Ancak "babası" kelimesiyle Adiyy (Radıyallâhü anh)'in öz babası değil baba babasının kasdedilmesi hâlinde hadis muttasıl olur. Çünkü müteahhirin âlimlerden olan bâzı hadis hafızlarının görüşüne göre Adiyy (Radıyallâhü anh)'in baba babası sahâbîdir.'

Şafiî ve Hanbelî gibi Hanefî âlimlerinin kavli de cemâatin hatibe bakmasının müstahablığıdır. E 1 - K a r î' el-Mir-kat da; 'Hutbe okunurken cemâatin hatibe yönelmesi müstahabtır. Lâkin fazla izdiham nedeniyle bilâhere safların düzeltilmesi güç oldu­ğundan dolayı bu günkü tatbikat, cemâatin kıbleye doğru durması­dır. Bununla beraber cemâatin imama yönelmesi, onların kıbleye doğ­ru durmasına mâni değildir. Bayram namazı bahsinde gelecek olana hadîs de bunu te'yid eder. Şöyle ki: Hatîb cemaata karşı ayakta du­rur. Cemâat da saflarında oturdukları yerde hatibe bakarlar. Bu tat­bikat, yalnız Mescid-i Haram'da imamın bulunduğu yön­den başka yönlerde ve K â b e ' ye doğru duran cemâat için müm­kün değildir.' demiştir.

İki Hâl Tercemesi

Adiyy bin Sabit el-Ensârî el-Kûfî. babasından ve ana babası Abdullah bin Yezid el-Hıtmt'den rivayet etmiştir. Ravileri de el-A'meş, Yahya bin Sald el-Ensart ve Zeyd bin Ebi Enise'dir. cemâat onu sıka saymıştır. Ibn-i Karnin dediğine göre 116. yılı vefat etmiştir. Kütüb-i Sitte sahihleri bunun rivayetlerini almışlardır. (Hu-l&sa: 263)

Sabit el-Ensârî. babasından rivayet etmiştir. Babasının isminde ihtilaf olmuş­tur. Bâzıları, Kays bin el-Hâtim'dir, demiştir. Muhammed bin Maîn ise Onun adı Dinar'dır, demiştir. Râvisi, oğlu Adî'dir. Zehebİ, Mizân'da Şöyle der : Sabit, Adi' nin babasıdır, denmiş ise de doğrusu, Ad!'nin babasının adı Ebân'dır. Ebân da Sâ-bit'in oğludur. Sâbit'in babasının adı da Kays bin el-Hatlm el-Ensâri'dir. Adi, baba babası dlan Sâbit'e mensup olmakla meşhur olduğu İçin ona Adi bin Sâbİt denmiştir. (Hulâsa : Sah. 57) [210]

 

99 - Cuma Gününde (Duanın Makbul Olduğu) Umulan Belirli Saat Hakkında Gelen   (Hadîsler)   Babı

 

1137) Ebû Hüreyre (RadtyaUâhü ünh)\\en; Şöyle demiştir:

ResuluHah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) :

-Cuma gününde öyle bir saat vardır ki O saata rastlıyarak onda namaz kılıp Allah'tan hayır dileyen her müslüman adamın dileğini Allah bahşeder.» buyurdu. Ve (O saatin) kısa olduğunu anlatmak için  (mübarek)  eliyle işaret etti."

 

1138) Amr bin Avf el-Müzeni (Radtyallâhü unh)\\en. Şöyle de­miştir :

Ben, Resülullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) den işittim. Bu­yurdu ki:

— «Cuma günü gündüzünde bir saat vardır. Mü'min kul onda Allah'dan ne isterse behemehal onun dileği verilir.»

— Hangi saattir? diye soruldu. Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) :

— «Cuma namazına ikamet edildiği zamandan, namazdan çıkı-lıncaya kadardır.» buyurdu."

 

1139) Abdullaiı bin Selâm (Radtyallâhü anh)>den; Şöyle demiştir Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) in oturduğu bir mecliste Den dedim ki, Şüphesiz biz Allah'ın Kitabında (Tevrat'ta) şunu bu­luyoruz : Cuma gününde öyle bir saat vardır ki onu denk getirerek onda namaz kılıp Allah'tan bir şey dileyen her mü'min kulun dileğini Allah bahşeder.' SeIâm demiStir ki:    Bu sözüm üzerine Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) :

— «Yahut bir saatin bir parçasıdır.» diye bana işaret buyurdu. Ben i

^ Doğru söyledin, (veya bir saatin bir parçasıdır) diye sözümü tas­hih ettim. (Bu arada) Ben:

— Bu saat hangi saattir? diye sordum. O:

— «Gündüz saatlarınm sonuncusudur.» buyurdu. Ben:

— Gündüzün son saati namaz saati değildir, dedim. O:

— «Hayır (namaz saatidir.)   Çünkü mü'min kul namaz kıldığı ve namazdan sonra gelecek namaz vaktini beklemek niyetiyle yerin­de oturduğu sürece şüphesiz o fazilet bakımından namaz içinde sa­yılır.» buyurdu."

Not :  Bu hadisin İsnadının sahih ve ricalinin sıka olduğu Zevâtd'de bildirilir. [211]

 

İzahı

 

Ebû   Hüreyre    (Radıyallâhü anh) in hadîsini   B u h â r İ ve   Müslim   de rivayet etmişlerdir.

N e v e v i    bu hadîsin şerhinde şöyle der:

"Bir rivayette; lafzı yoktur.  Bir rivayette: «O kısa bir saattir.-, bir rivayette = «O saatin kı­sa olduğunu anlatmak üzere eliyle işaret etti.» denilmiştir.

E 1 - K â d ı : Selef âlimleri bu saatin vakti hususunda ihtilâf etmişlerdir. Keza; . cümlesinin mânâsında da ihtilâf etmiş­lerdir. Bâzı âümler: Bu saat ikindiden sonra güneş batıncaya kadar-

dır ve;  'nin mânâsı «namaz kılar» değil «dua eder» demektir.' nün mânâsı da «ayakta durur» değil «dua ve ibâdete devam

eder» demektir, demişlerdir.

Bir kısım âlimler de: İmamın minbere çıktığı zamandan namaz bitinceye kadar olan süredir, demişlerdir.

Başka bir grup âlim de : Cuma namazına ikâmet edildiği zaman­dan, namazdan çıkıhncaya kadar geçen süredir, demişlerdir.

1 Bunlara göre; fi'li namaz kılar anlamındadır.

Bâzıları da: Cuma gününün son saatidir, demişlerdir. Başka tür söyliyenler de vardır.' demiştir.

Kadı 1 y â z , sözlerine devamla : Yukarıda aldığım kavilleri açıklayan hadisler, Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'den ri­vayet edilmiştir. Bütün bu zamanların mezkûr saatin şümulüne gir­diği anlamı kasdedilmiştir. Çünkü o sürenin çok az olduğu belirtil­miştir. Mezkûr saat, bu vakitler esnasındadır, demiştir.

Sahih olanı, hattâ doğrusu Müslim'in Ebû Musa (Ra­dıyallâhü anh)'dan merfu' olarak rivayet ettiği Peygamber (Sallal­lahü Aleyhi ve Sellem)'in şu hadisi ile beyan edilenidir:

minbere otur-duğu an İle namazın bitimi arasındaki süredir.»"

A m r bin Avf (Radıyallâhü anh)'ın hadîsini T i r m i z i de rivayet etmiştir. Bu hadîse göre mezkûr saat, Cuma namazına ikâ­met edildiği an başlar ve namazın bitimi ile son bulur.

Abdullah bin Selâm (Radıyallâhü anhi'ın hadîsi Zevâid türündendir. Buna göre mezkûr saat, Cuma gündüzünün son saatidir.

Ebü Davud'un Ebû Hüreyre (Radıyallâhü ânh)'den rivayet ettiği uzunca bir hadîste Abdullah bin Selâm (Radıyallâhü anh) in hadisine kısmen benzeyen şu parça vardır:

"Ebû Hüreyre (Radıyallâhü anh) demiştir ki: Kâ'b bin el Ahbâr (Radıyallâhü anh), mezkûr saatin yılda yalnız bir Cuma gününde bulunduğunu söyledi. Ben: Hayır. Her Cumada bu saat vardır, de­dim. Kâ'b (Radıyallâhü anh) Tevrat'ı tetkik ettikten sonra: Resûlul-lah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) doğru söylemiş, dedi. Ben bilâhe-re Kâ'b (Radıyallâhü anh) ile aramızdaki konuşmayı Abdullah bin Selâm (Radıyallâhü anh)'a anlattım. Abdullah (Radıyallâhü anh) :

— Bu saatin hangi saat olduğunu bilirim dedi. Ebû Hüreyre (Ra­dıyallâhü anh) :

— O saati bana bildir, dedim dedi. Bunun üzerine Abdullah (Ra­dıyallâhü anh) :

— Cuma gününün son saatidir, dedi. Ben:

— Bu saat nasıl Cuma gününün son saati olur? Oysaki Resülullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) .

«Bu saati denk getirerek onda namaz kılan bir kul...- buyurmuş­tur. Halbuki şu dediğin saatte namaz kılınmaz, dedim. Abdullah (Radıyallâhü anh) :

— Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)  buyurmamış mı ki: «Bir yerde oturup namaz kılmak için bekliyen bir kimse, namaz

kılınıncaya kadar namazda sayılır.» dedi. Ebû Hüreyre (Radıyallâhü anh) demiştir ki: Ben :

  Evet Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) öyle buyurmuş­tur, dedim. Abdullah  (Radıyallâhü anh) da:

  Bu odur, dedi."

Ebû Dâvûd' dan mealini yukarıya aldığım Ebû Hü­reyre (Radıyallâhü anh)'nin hadîs parçası dikkate alınırsa 1139 nolu    Abdullah    (Radıyallâhü anh) in hadisindeki :

'Bu saat hangi saattir? diye sordum' sözünün Abdullah (Radıyallâhü anh)'in olmayıp, râvisi olan Ebû Selem e ' nin sözü olması ve buna verilen cevâbın da Peygamber (Sallallahü Aley­hi ve Sellem) 'e âit olmayıp Abdullah bin Selâm (Radı­yallâhü anh) a âit olması; keza bundan sonra devam eden karşılıklı konuşmanın bu iki zâta âit bulunması muhtemeldir. Fakat terceme ederken bu ihtimâlin açık bir belirtisi görülmediği için mezkûr ko­nuşmayı Abdullah bin Selâm (Radıyallâhü anh) ile Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) arasında cereyan etmiş ola­rak gösterdim. Zâten mezkûr saatin Cuma gününün son saati oldu­ğuna dâir merfu' rivayet vardır. Keza namaz kılmak için oturduğu yerde bekliyen kişinin fazilet bakımından namaz içinde sayıldığına dâir merfu1 rivayetler vardır.

Tuhfetü'l-Ahvezî yazarı mezkûr saat hakkında şöyle der: "Âlimler, bu saatin hangi saat olduğu hususunda ihtilâf etmiş­lerdir. Hafız îbn-i Hacer, el-Fetih'te bu hususta kırktan fazla kavil rivayet ettikten sonra: Şüphe yok ki mezkûr kavillerin en kuvvetlisi, Ebû Musa (Radıyallâhü anh) 'in hadisi ile Ab­dullah bin Selâm (Radıyallâhü anh) 'in hadîsidir, demiş­tir. Ebû Musa (Radıyallâhü anh)'in hadîsinden maksad; mez­kûr saatin minber üzerinde oturduğu an ile namazın bitimi arasın­daki süre olduğuna dâir M ü s 1 i m ' in kendisinden rivayet ettiği hadîstir. Abdullah bin Selâm (Radıyallâhü anhî'ın ha­dîsinden maksad da, mezkûr saatin, ikindiden sonra gün batışına kadar olan süre olduğuna dâir. Tirmizî, Ebû Dâvûd ve başkalarının rivayet ettikleri Ebû Hüreyre (Radıyallâhü anh) 'nin hadîsi içinde bulunan Abdullah bin Selâm (Ra­dıyallâhü anh)'in hadisidir.

EI-Hâfız İbn-i Hacer, Taberi'nin: Mezkûr saat hakkında rivayet olunan hadîsler içinde en sahihi, Ebû Musa (Radıyallâhü anh)'m hadîsidir ve bu saat hakkında söylenen kavil­lerin en meşhuru, Abdullah bin Selâm (Radıyallâhü anh)'in kavlidir, dediğini söylemiştir.

Hafız, daha sonra: 'Bu iki hadisin dışında kalan rivayetler ya ikisine veya birisine muvafıktır yâhud isnadı zayıftır veyahut mev­kuftur. Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'in önceden bu saa­ti bildiği, sonradan unutturulduğu yolundaki Ebû S a î d (Radı-yâllahü anh) in hadisi, bu iki hadise muarız değildir. Çünkü Bey-haki ve başkalarının rivayet ettiği gibi unutturulma olayı vuku' bulmadan önce   Ebû   Musa   ve   Abdullah   bin   Selâm (Radıyallâhü anhümâ)'nın Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'-den işitmiş olmaları muhtemeldir.

Bu iki rivayetten hangisinin daha kuvvetli olduğu hususunda da ihtilâf olmuştur. Müslim, Beyhakî, Îbnü'l-Arabi ve bir cemâat E b û Musa (Radıyallâhü anh) 'nın hadîsini ter­cih etmişlerdir. Ahmed, İbn-i Abdi'1-Berr, Ishak, Şafiî ve bir cemâat Abdullah bin Selâm (Radıyallâ­hü anh) 'in hadîsini tercih etmişlerdir.

Said bin Mansûr'un sahih bir senedle E b û Sele­me bin Abdurrahman' dan rivayet ettiğine göre sahâ-bilerden bir cemâat, toplanarak mezkûr saatin hangi saat olduğu hu­susunda müzâkere etmişler, Cuma gününün son saati olduğunda it­tifak ederek dağılmışlardır.

Bâzı âlimler, her iki rivayeti fırsat bilerek bu iki saati iyice de­ğerlendirme yolunu tercih etmişlerdir.' demiştir.

Gazali de makbul saatin sabit olmayıp Cuma günü içinde dolaştığı yolundaki kavli tercih etmiştir. Muhibb-i Taberi ve   tbn-i   Asâkîr   de bu görüşü paylaşmışlardır.

El-Menhel yazarı da: Sahâbîlerin ve Tabiilerin cumhuruna göre bu saat, Cuma gününün son saatidir, demiştir. [212]

 

100 - On İki Rek'at Sünnet Hakkında Gelen (Hadîsler) Babı

 

1140) Âîşe (Radıyallâhü anhâ)'dan rivayet edildiğine göre; Resûlul-lah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) şöyle buyurdu, demiştir:

«Kim (her gün şu) on iki rekat sünnet kılmaya devam ederse cennette onun için bir ev yapılır, öğle farzından önce dört rekat, öğle farzından sonra iki rekat, akşam farzından sonra iki rekat, yat­sı farzından sonra iki rek'at ve sabah farzından önce iki rek'at.-"

 

1141) (Peygamber {Sallallahü Aleyhi ve Sellem)"m muhterem eşle­rinden) Ümmâ Habîbe bint-i Ebî Süfyân (Radtyallâhü anhümâ)'daxı rivayet edildiğine göre Resûlullah (Sallallakü Aleyhive Sellem) şöyle buyurmuştur:

«Kim (her) gün ve gecede on İki rek'at (sünnet) kılarsa cennette onun için bir ev yapılır.»"

 

1142) Ebû Hüreyre (Radtyallâhü )*den rivayet edildiğine göre; Resûlullah (Sallalahü Aleyhi ve Sellem) şöyle buyurdu, demiştir:

«Kim (her) günde (farzdan başka şu) on iki rek'at (sünneti) kı­larsa cennette onun için bir ev yapılır. İki rek'at sabah farzından önce, ikişer rek'at Öğle farzından önce ve sonra, iki rek'at (zan ediyo­rum dedi ki) ikindi farzından önce, iki rek'at akşam farzından sonra ve iki rek'at (zan ediyorum dedi ki) yatsı farzından sonra.»"

Not:  îsnadmdaki Îbnti'l-Asbah&nl'nin zayıflığı Zevâid'de bildirilmiştir. [213]

 

İzahı

 

 i ş e (Radıyallâhü anh)'nin hadîsini Tirmizî ve Ne-s â î   de rivayet etmişlerdir.

Ümmü Habîbe (Radıyallâhü anh)'nin hadisini Müs­lim, Ebû Dâvûd, Tirmizî, Nesâi, Ahmed, el-Hâkim    ve   Beyhakî    de rivayet etmişlerdir.

Burada olduğu gibi bâzı rivayetlerde bu rek'atlerin yerleri belir­tilmemiştir. T i r m i z i' nin rivayetinde bu yerler aynen  i ş e (Radıyallâhü anh)'nin hadisindeki gibi zikredilmiştir. N e s â î' nin rivayetinde de yerler zikredilmiştir. Şu farkla ki -Yatsı d an sonra iki rek'at» yerine «ikindiden önce iki rek'at» denilmiştir.

Ebû Hüreyre (Radıyallâhü anh)'m hadîsini Nesâi de rivayet etmiştir. Zevâid sahibinin bunu Zevâid türünden sayma­sının nedenini bilemedim. Bu hadîste gösterilen yerlerin  i ş e (Radıyallâhü anhâ) 'nin hadisindeki yerlerden farklı durumu, görüldü­ğü gibi bu hadîste öğle farzından önce iki rek'at gösterilmiş ve diğer iki rek'at yerine ikindiden önce iki rek'at gösterilmiştir. Toplam yine on iki rek'at tir.

El-Menhel yazarı şöyle der

"Beş vakit farz namaza tâbi sünnetlerin 12 rek'at olduğuna bu hadisler delildir. Hasanı Basri' nin sabah namazından ön­ceki iki rek'at ile akşam namazından sonraki iki rekatın vücûbuna dâir kavli bu hadislerle reddedilmiştir. Ümmü Habibe (Ra­dıyallâhü anhâ) 'nin hadisindeki ihtilâfı bilmiş oldunuz. Şöyle ki: T i r m izi' nin rivayetinde yatsıdan sonraki iki rek'at var, ikin­diden önceki iki rek'at yoktur. Nesâi' nin rivayeti bunun tam aksinedir.

Bu rivayetlerin tümünde anlatılan sünnetlerin hepsini tutmak sa­hihtir. Hepsi ile amel edilince günlük sünnet 14 rek'at olur. Halbuki anılan sevabın on iki rek'atle hâsıl olduğu belirtilmiştir. Şöyle deni­lebilir. Rivayetler muhtelif olduğu için ondört rek'at kılınmadıkça mezkûr vakitlerde kılınması Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) tarafından emredilen on iki rekatın kılındığı kesin söylenemez.

Mezkûr sünnetlere devam eden kimse için mükâfat olarak cen­nette köşk yapılması, farzlarını eksiksiz yapması halindedir. Farzlar­da noksanlığı varsa bu noksanlığı sünnet namazları ile doldurulur. Nitekim Ebû Hüreyre (Radıyallâhü anh)'ın rivayet ettiği bir hadîste Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) şöyle buyur­muştur :

«Kişinin tam kılmadığı farz namazının eksiklikleri onun kıldığı sünnetlerinden doldurulur.» [214]

 

Farza Bağu Sünnet Namaz Hakkında Dört Mezhebin Görüşleri

 

1. Hanefi   mezhebine göre beş vakit farz namaza bağlı sün­net namaz on iki rek'attir. Görüşleri   Â i ş e    (Radıyallâhü anhâ) 'nin hadîsine tamamen uyuyor. Yâni sabah farzından önce iki, öğle far­zından önce dört, farzdan sonra iki, akşam ve yatsı farzlarından son­ra ikişer rek'attir.

Bir de mendup olanı vardır. O da şunlardır: İkindi farzından önce iki veya dört rek'at, akşam farzından sonra altı rek'at, yatsı farzından önce ve sonra dörder rek'at.

Öğleden önceki dört rek'at sünnet, yatsıdan önceki ve sonraki dörder rek'at bir selâmla kılınır. Fakat ikindiden önceki dört rek'at ve akşamdan sonraki altı rek'at namazda iki rek'atten bir selâm ve­rilebildiği gibi hepsi bir selâmla da kıhnabilir.

2. Şafii    mezhebine göre farz namazlara bağlı sünnetler, müekked ve gayr-i müekked olarak ikiye ayrılır.   Müekked sünnet­ler, sabah farzından önce iki, öğle farzından önce ve sonra ikişer, ak­şam ve yatsı farzlarından sonra ikişer rek'at olmak üzere toplam on rek'attir. Bunların delili ise    Buhâri,   Müslim,    Ebû   Dâ­vûd,    Nesâi   ve    Beyhakî' nin    î b n - i   Ömer    (Radı­yallâhü anh)'den rivayet ettikleri merfu' bir hadîstir: Bu hadise gö­re Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) öğleden önce, Öğleden sonra, akşam ve yatsıdan sonra ikişer rek'ati evinde kılardı.

Gayri müekked olan sünnet de şunlardır: Öğleden önce ve son­ra (müekkedden başka) ikişer, ikindiden önce dört, akşam ve yatsı farzlarından önce ikişer rek'at olmak üzere toplam on iki rek'attir.

3. Mâliki   mezhebine göre farzlara tâbi nafileler revâtib ve gayr-i revâtib olmak üzere ikiye ayrılır.

Revâtib: Öğle farzından önce ve sonra, ikindi farzından önce ve akşam farzından sonra kılınan nafilelerdir. Bunlar belirli bir sayı ile tahdit edilmemiştir. Lâkin en efdalı, öğle farzından önce ve sonra dörder, ikindi farzından önce dört, akşam farzından sonra altı rek'at­tir. Bunlar kuvvetli mendup sayılır.

Gayr-i Revâtib ise, sabah farzından önce iki rek'attir. Buna < ağîbe denir. Rağîbe, kuvvet bakımından sünnetten aşağı ve müstahabtan yukarıdır. Bir de yatsıdan sonra ve vitirden önce kılınan ve şefi' de­nilen nafile de gayr-i revâtib sayılır. En az iki rek'attir. En çoğu için sınır yoktur. Bu namaz mendup türündendir. Vitir de gayr-ı revâtib-den sayılır...

4. Hanbe1î mezhebine göre vakit namazların^ bağlı sün­netler Kâtibe ve Gayr-i râtibe olmak üzere ikiye ayrılır. Râtibeler ay­nen Şafiî mezhebindekilerdir. Gayr-i râtibeler ise öğle farzın­dan önce ve sonra dörder, ikindiden önce dört ve yatsıdan sonra dörder rek'attir. [215]

 

101 - Sabah Farzından Önceki İki Rekat (Sünnet) Hakkında Gelen (Hadîsler) Babı

 

1143) İbn-i Ömer (Radtyallâkü a«A«mâ)'dan; Şöyle demiştir: Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem), şafak (yeri) aydınla­nınca (sabah farzından önce) iki rekat kılardı."

 

1144) İbn-i Ömer (Radıyaüâhü anhümâ)'dan; Şöyle demiştir: Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) sabah (farzın) dan ön­ce ezan sesi Onun kulaklarında imiş gibi (çarçabuk) iki rek'at kı­lardı,"

 

1145) (Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellemyin muhterem eşlerin­den Hafsa bint-i Ömer (Radtyallâhü anhümâydan; Şöyle demiştir :

Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem), sabah namazı için ezan okunduğu zaman, farza kalkmadan önce hafif tuttuğu iki rek'at kı­lardı."

 

1146) Âişe (Radtyallâhü anhâyâan; Şöyle demiştir: Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) abdest aldığı zaman iki rek'at kıldıktan sonra namaza çıkar (gider) di."

Not:  İsnadın sahih ve ricalinin Buhâri ile Müslim'in ricali olduğu Zev&id'de bildirilmiştir.

 

1147) Alî (Radtyallâhü üKA)'den; Şöyle demiştir : Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem), ikâmet edileceği zaman iki rek'at kılardı.Zayıflığına ittilak edilmiş olan el-Hâris bin Abdillah el-A'ver bu isnad-da bulunduğu için isnadın zayıflığı Zevâid'de bildirilmiştir. [216]

 

İzahı

 

î b n - i Ömer (Radıyallâhü anh) 'in ilk hadisini N e s â i de rivayet etmiştir. İkinci hadîsin müelliften başka kim tarafından ri­vayet edildiğini bilemiyorum.

İlk hadis, şafak yeri ağardığı zaman Peygamber (Sallallahü Aley­hi ve Sellem)'in sabah sünnetini kıldığına delâlet eder. İkinci hadis de bu sünneti hafif tuttuğuna delildir. Hadîsteki: "Ezan sesi kulakla­rında imiş gibi..." tâbiri, iki rek'atı hafif tuttuğundan kinayedir. Yâ­ni namaz çağrısı kulaklarında bulunan kişi, namaza yetişmek için kıldığı namazı hafif tuttuğu gibi, Resûlullah  (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) bu iki rek'atı hafif tutardı.

H a f s a    (Radiyallâhü anhâ)'nın hadîsi   Ebû'Dâvûd hâriç Kütüb-i Sitte sâhibleri tarafından rivayet edilmiştir.

Bu hadis de efendimizin sabah farzından önce kıldığı iki rek'a­tı hafif tuttuğuna ve farza yakın bir zamanda kıldığına delâlet eder.

 i ş e ve Ali (Radıyallâhü anhümâJ'nın hadîslerinin ze-vâid türünden olduğu Sindi1 den anlaşılıyor. Bunlar da bu bâb-ta rivayet edildiğine göre Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'in sabah farzı için mescide çıkmadan önce abdest aldıktan sonra iki rek'at kılıp ondan sonra Mescide gittiğine, keza bu iki rek'atı ikâmet edileceği zamana yakın kıldığına delâlet eder.

Mezkûr iki rek'at hakkındaki dört mezhep âlimlerinin görüşlerr .bundan önceki bâbta anlatılmıştır.

Mezkûr iki rek'atın hafif tutmasının hikmetine gelince el-Menhel yazarı şöyle der:

"Kurtubi: Bunda acele edilmesinin hikmeti, sabah farzının ilk vakitte edâ edilmesinin sağlanmasıdır, demiştir.

Bâzıları: Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) gece namazı­nı hafif tuttuğu iki rek'atla başlattığı gibi gündüz namazını da hafif bir namazla başlatmış, tâki geceyi bol nafilelerle geçirsin ve farzla meşgul olmak için bundan başlasın, demişlerdir."

Hadisler sabah sünnetinin hafif tutulmasının meşruluğuna delâ­let ederler. Cumhurun mezhebi de budur. [217]

 

102 - Sabah Farzından Önceki İki Rek'atte Okunan (Sûreler) Hakkında Gelen (Hadîsler) Babı

 

1148) Ebû Hüreyre (Radtyallâhü an*/den; Şöyle demiştir:

Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem), sabah farzından önce­ki iki rek'atte (Fatihadan sonra) : ve;  sûrelerini okurdu.'*

 

1149) İbn-i Ömer (Radıyallâhü anhümây&dn: Şöyle demiştir: Ben bir ay Peygamber  (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'e baktım.

Sabah farzından önceki iki rek'atte (Fatihadan sonra); sûrelerini okurdu."

 

1150) A işe (Radt yatla fıü anhâ)'dan ; Şöyle demiştir : Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem), sabah farzından Önce iki rek'at kılardı ve şöyle buyururdu :

«Bu iki sûre ne güzeldir.    Sabah farzından önceki iki rek'atte

(Fatihadan sonra) okunur.   (Bu sûreler);  (sûreleri)dir.Zevâid'de şöyle denmiştir : İsnaddaki el-Cüreyrl'yi, Buhâri ve Müslim kendi sahihlerinde hüccet saymışlardır. Fakat ömrünün sonlarında hafızası karış-mıştır. İsnadın diğer râvîieri sıkadır. [218]

 

İzahı

 

Ebû Hüreyre (Radıyallâhü anh) 'in hadisini Müslim, Ebû Dâvûd, Nesâî, Beyhaki ve Tahevî de ri­vayet etmişlerdir.

I b n - i Ö me r (Radıyallâhü anh) 'in hadisi de N e s â i hâ­riç Kütüb i Sitte sâhibleri tarafından rivayet edilmiştir.

 i ş e    (Radıyallâhü anhâ)'nin hadîsi ise Zevâid türündendir.

Sabah farzından önce kılman iki rek'atte okunduğu haber veri­len Kâfİrûn ve İhlâs sûrelerinin Fatihadan sonra okunduğu malum olduğu için hadîslerde bu durum tasrih edilmemiştir.

Mezkûr namazın ilk rek'atinde Fâtiha'dan sonra Kâfir un süre­sinin ve ikinci rek'atın Fatihasından sonra İhlâs süresinin okunma­sının müstahab olduğuna hükmeden cumhur için bu hadîsler delildir.

Müslim, Ebû Dâvûd, Nesâî ve başkalarının İbn-i Abbâs (Radıyallâhü anhümâ) 'dan rivayet ettiklerine göre; Peygamber ^Sallallahü Aleyhi ve Sellem), sabah farzından ön-

çeki iki rek'atın birincisinde,[219] âye­tini ve ikincisinde[220] âyetini okuduğu çok vâki olmuştur.

Bu hadis mezkûr âyetlerin anılan namazda okunmasının müsta-habhğına delâlet eder.

Başka âyetleri okuduğu rivayetleri de vardır.

Bu hadîsler, mezkûr namazda Fâtiha'dan sonra Kâfirûn ve İhlâs sûrelerinin veyahut baş kısımlarını yukarda yazdığım âyetlerin okun­masının müstahablığına delâlet eder.

Cumhurun görüşü de budur. Bunun dışındaki görüşler ise şun­lardır :

1. M â 1 i k' in meşhur kavline göre, bu namazda yalnız Fatiha okunmalıdır, buna sûre veya âyet eklenmemelidir. Abdullah bin Amr bin el-Âs (Radıyallâhü anh)'in da böyle dediği rivayet olunmuştur. Bunun delîli de   Buhârî,   Müslim, Mâlik,   Nesâî   ve başkalarının rivayet ettikleri şu mealdeki   Â i ş e (Radıyallâhü anhâ) 'nm hadîsidir:

"Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) sabah farzından önce­ki iki rekatı o derece hafif tutuyordu ki: 'Acaba Fâtiha'yı okudu mu?' diyordum."

2. Zahirîye   mezhebine mensup bâzılarına göre   Fatiha okunmaz, yalnız Kâfirûn ve İhlâs sûreleri okunur. Bu görüş her na­mazda Fâtiha'nın okunmasının gerekliliğine âit hadîslerle merduttur.

3. Zâhiriyye1 nin   bâzısı ile   Ebû   Bekir   el-Asam ve   îbn-i    Aliyye'ye   göre hiç bir şey okunmaz. Bu da mer­duttur.

Bâzı âlimler demişler ki: Gece okumasını itiyat ettiği âyetleri veya sûreleri gece okumamış olan bir kimsenin bunu mezkûr namaz­da okumasında beis yoktur. Çünkü Ibn-i Ebî Şeybe, H a -san-ı Basrİ' nin böyle hükmettiğini rivayet etmiştir. Mücâhid ve Sevri de böyle demişlerdir. Ebû Hanîfe de: Geceden kalma hizbimi bazen sabah namazı sünnetinde kılmışım-dır, demiştir. [221]

 

103 - Namaz İçin İkamete Başlanacağı Zaman Farzdan Başka Namaz Kılınamaz1 Hakkında Gelen Hadîsler Babı

 

1151) Ebû Hüreyre (Radtyallâhü ankyâen rivayet edildiğine göre. Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) şöyle buyurdu, demiştir:

«Namaz için ikâmet edileceği zaman (O) farzdan başka hiç bir namaz kılınmasın   (veya kılınmaz.)»" [222]

 

İzahı

 

B u h â r i' den başka Kütüb-i Sitte sahipleri, Beyhakİ, Dârimi    ve   Tahavi   bu hadîsi rivayet etmişlerdir.

cümlesinin mânâsı: «Namaz için ikâmete başla-

nacağı zamanadır. Nitekim    İbn-i   Hibbân'ın    Amr   bin Di nâr" dan   olan rivayetinde :

«Müezzin ikâmet etmeğe başlayacağı za­man...» buyurulmuştur cümlesindeki olumsuzluk, nehiy   (yasaklama)  anlamında

olabilir. Yâni ikâmet edilecek farzdan başka bir namaza başlamak yasaktır.

İkâmetten önce başlanmış olan namaz bu yasağın şümulüne gir­mez.   Aksi takdirde o namazı bozmak gerekir.    Halbuki; o  =  «amellerinizi bozmayınız.» âyeti başlanmış bir ibâdeti bozmayı yasak kılmıştır.[223]

Mezkûr cümledeki olumsuzluk asıl mânâsında İbkâ edilebilir. Ar­tık cümlenin mânâsı şöyle olur:

«... İkâmet edilecek farzdan başka başlanacak namaz sahih değil (veya mükemmel bir namaz sayılmaz.)»

Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem), bir gün sabah farzını kıldırırken mescide girip sabah sünnetini kıldıktan sonra cemaata iltihak eden kişiyi Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) ikaz eder­ken; sabah sünnetini yeniden kılmasını emretmediği, bundan sonra gelen Abdullah bin Serûs (Radıyallâhü anh)'ın hadî­sinden anlaşılmaktadır. Şu halde o zâtın kıldığı sünnet sahih sayıl­mıştır. Bu olay, hadîsimizdeki olumsuzluğun, namazın mükemmelli­ği ile ilgili olduğuna delildir. Yâni ikâmete başlandıktan sonra kılı­nacak başka namaz sahih ise de mükemmel değildir.

İkâmete başlanınca, ilgili farzdan başka bir namaza durmanın yasaklanmasının hikmeti, başından itibaren farza yetişmek, iftitah tekbirinin faziletine kavuşmak, imâma muhalefet gibi yanlış yorum­lara meydan vermemektir.

Hadis ikâmete başlanınca, ikâmet edilen farzdan başka her han­gi bir namaza durmanın caiz olmadığına delâlet eder. Bu hususta sabah namazı sünneti ile başka namazlar arasında bir fark yoktur. Bu konuda âlimler arasında ihtilâf vardır. Tuhfetü'l-Ahvezî sahibi âlimlerden dokuz kavil rivayet etmiştir. El Menhel yazan da bunla­rın çoğunu anlatmıştır. Bunu şöyle özetleyebiliriz  :

1. Ömer,   Ebû    Hüreyre,   Urve   bin   Zübeyr, İbn-i   Sirîn,   Said    bin   Cübeyr,    İbnü'1-Mübâ-rek,    Şafiî.    Ahmed    ve   İshak    (Radıyallâhü anhüm)'a göre ikâmete başlanınca, başka namaza durmak mekruhtur.

2. Ibn-i    Abdi'l-Berr   ve   Zahiriyye   mezhebine göre, ikâmete başlanınca sünnete durmak caiz değildir. Sabah sün­neti ile başka sünnet arasında fark yoktur.

3. îbn-i   Mes'ûd,    îbn-i   Ömer,    İbn-i    Abbâs, Ebü'd-Derdâ,    Mesrûk,    Hasan-ı    Basri,    M e k -hûl,   Mücâhid,   Evzâi,   Ebû    Hanife   ve arkadaşla­rı (Radıyallâhü anhümJ'a göre imam sabah farzını kıldırırken, far­zın son rek'atinde imama yetişeceğine inanan kişi mescidin dışında veya içinde önce sabah sünnetini kılabilir. Bunların delili, bu hadi­sin sonunda   Beyhakİ' nin    rivayet ettiği:

— «Sabah sünneti müstesna» ziyâdesidir. Fakat    Beyhakİ,    bu ziyâdenin aslı yoktur. Çünkü râvileri zayıftır, demiştir.

El Menhel yazarı bu grubun başka delillerini de zikretmiştir.

4. Mâlike   göre, ilk rek'atte imama yetişmemek endişesi yok ise mescidin dışında sabah sünneti kılınır.    İlk rek'atı kaçırma endişesi var ise sünnet kılınmadan hemen imama uyulur.    Sevrl de böyle demiştir. Şu fark ile ki   S e v r i' ye   göre söz konusu hal­de sabah sünneti mescidin dışında kıhnabildiği gibi mescidin içinde de kılınabıiir

El-Menhel yazan ile Tuhfetü*l-Ahvezî yazarı birinci kavlin tercih edildiğini söylemişlerdir.

 

1152) Abdullah bin Sercîs[224]  Radtyallâhü anh)'den rivayet edil-e eöre:

diğine göre:

Resulullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) (bir gün) sabah farzı­nı kılmakta iken: bir adamı,sabah farzından Önceki iki rekatı kıl­makla meşgul olarak görmüş ve namazı kıldıktan sonra adama:

«(Ey Filân)! Sen bu iki namazından hangisini namaz sayıyor­sun?» buyurdu." [225]

 

İzahı

 

Müslim,   N e s â i   ve   Tahavi   de bunu rivayet etmişler­dir.   M ü s 1 i m ' in   rivayetinde şu ziyâde vardır:

«Yalnız kıldığın namazı mı, yoksa bizimle birlikte kıldığını mı?»

El-Menhel yazarı şöyle der:

"Hadîsin mânâsı şudur: Sen hangi namazı kasdederek mescide geldin, kendi başına kıldığın sünnet için mi, yoksa bizimle beraber kıldığın sabah farzı için mi? Eğer kendi başına kıldığın sünnet için geldi isen bunu evde kılmak daha iyidir. Şayet farz için geldi isen, gelir gelmez niçin buna başlamadın da sünnetle meşgul oldun?

Bu soruyu yöneltmekle, adamın farza başlamayı geciktirmesi ve sünnetle meşgul olmasının hatalı olduğu bildirilmiş olur.

Hadîs, îmam farza başlamış iken gelen adamların ilk rek'atte ima­ma yetişeceklerini zanetseler bile sünnete durmamalarına ve hemen farza başlamalarına delildir ve bâzı âlimlerin: İlk rek'atte imama yetişeceğine inanan  kimse önce sabah sün^jptini kılar, keza diğer bir kısım âlimlerin: 'Son rek'atte imama yetişeceğine inanan kimse önce sabah sünnetini kılar', diye verdikleri hükmü reddeder.

İmama bir veya iki rek'atte yetişeceğine inanan kimse önce sa­bah sünnetini kılar, diyen âlimler, bu hadisi tevil ederek. Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) in itiraz sebebi, adamın sabah sünne­ti îte sabah farzını ard arda ve aynı yerde kılması veyahut sabah sünnetini, farza durmuş olan cemâatin saffı içinde kılmasıdır, demiş­lerdir. Fakat bu yorumlar tutarlı değildir. Çünkü hadisin zahirine göre imam farza durmuş iken nafileye başlamak, doğru görülmüyor. Beyhakî' nin rivayetinde Abdullah bin Sercis (Ra-dıyallâhü anh) :

"Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem), sabah namazını kıl­dırmakta iken; bir adam mescide girdi ve saffa ulaşmadan sabah sün­netini kıldı..." demiştir. M ü s 1 i m' in rivayetinde de adamın, mescidin bir kenarında sabah sünnetini kıldıktan sonra cemaata ka­tıldığı bildirilmiştir. Bu iki rivayet, adamın sünneti ve farzı başka başka yerlerde kıldığına delâlet eder."

 

1153) Abdullah bin Mâlik bin Buhayne (e!-Ezdî) (Radtyallâhü anh)'-den; Şöyle demiştir :

(Bir gün) sabah namazı için İkâmet edilmiş iken Peygamber (Sal­lallahü Aleyhi ve Sellem) sünnete durmuş olan bir adamın yanın­dan geçti ve ona bir şey söyledi. Ne buyurduğunu bilemedim. Namaz­dan çıkınca biz bu adamın etrafında toplanarak: Resûlullah (Sallal­lahü Aleyhi ve Sellem), sana ne buyurdu, diye sorduk. Adam şöyle dedi: Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) bana buyurdu ki ı

Nerede ise sabah namazını dört (rek'at) kılacaksınız.»" [226]

 

İzahı

 

B u h â r i ve Müslim de bunu az lafız farkı ile rivayet etmişlerdir. Buradaki rivayete göre Resûlullah (SallaJlahü Aleyhi ve Sellem) in adamla konuşması namazdan sonra değil, o adam sünnet kıldığı esnada olmuştur. İkâmet edildiği vakit farza durmak zamanı gelmiş olur. Bu zaman zarfında sünnet ile farz ard arda kılınınca sabah farzı dört rek'at imiş gibi bir durum görülebilir.

Hadîs, ikâmet edildiği vakit, farza durmanın icap ettiğine ve baş­ka namazla meşgul olmanın hatâ olduğuna delâlet eder. Bâzı riva­yetlerde, râvi Abdullah (Radıyallâhü anh)'in bir gün sünnet kılarken müezzinin ikâmet etmeye başladığı ve Resûlullah (Sallalla-hü Aleyhi ve Sellem)'in kendisini çekerek:    

— «Sabah namazını dört rek'at mı kılıyorsun?» buyurduğu bildiril­mektedir. Ahmed, İbn-i Huzeyme, İbn-i Hibbân ve Hâkim ile başkasının rivayet ettiği bu kıssa, müellifin riva­yet ettiği kıssadan ayrı olduğu için bir çelişki söz konusu değildir. [227]

 

104 - Sabah Farzından Önceki İki Rekat (Sünnet) 1 Kaçıran Kimsenin Bunu Ne Zaman Kaza Edeceğine Dâir Gelen (Hadîsler)   Babı

 

1154) Kays bin Amr[228]  (Rad,yallahü anh)\\,n:   Şöyle demdir: Peygamber   (Sallallahü Aleyhi  ve Sellem)   (bir *ün)   bir adam sabah farzından sonra iki rek'at namaz kılarken görmüş ve Peygam­ber {Sallallahü Aleyhi ve Sellem) ona:

  «Sabah namazını iki defa mı (kılıyorsun)?» buyurmuş, adam da O'na :

  Ben sabah namazından Önceki iki rek'atı kılmamış idim de onu kıldım, cevabını vermiştir. Râvi demiştir ki, Peygamber   (Sallallahü

Aleyhi ve Sellem), (bu cevabtan sonra) susmuştur." [229]

 

İzahı

 

Tirmızî, Ebû Dâvûd, Dârekutni, el-Hâkim ve  Beyhaki   de bunu rivayet, etmişlerdir.

Sabah namazından sonra sünneti kılan zâtın râvi Kays (Ra­dıyallâhü anh)'in kendisi olduğu T i r m i z î' nin rivayetinde tas­rih edilmiştir. Hattâ o rivayette Kays (Radıyallâhü anh) Peygam­ber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'in sorusunu cevaplayınca Peygam-

ber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'in  = «Hâl böyle olunca bir beis yoktur.» buyurmuştur.

Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'in susması takrir ve tasvip anlamım taşır. Yâni adamın sabah farzından sonra ve henüz güneş doğmamış iken sabah sünnetini kılmasını Peygamber (Sallal­lahü Aleyhive Sellem) uygun görmüştür. Mezkûr sünnetin kaza edil­mesi hususunda âlimlerin kavilleri şöyledir:

l. Güneş doğmadan kılmanın veya doğduktan sonra kaza et­menin müstahablığıdır. İbn-i Ö me r, A tâ', Tavus, İbn-i Cüreyc, Şafii, Ahmed ve îshak (Radıyal­lâhü anhüm) böyle demişlerdir. Delilleri bu hadistir. Bir de Tirmi-z i' nin Ebû Hüreyre (Radıyallâhü anh)'den merfu' olarak rivayet ettiği şu hadîstir:

= «Sabah sün­netini kılmamış olan bir kimse bunu güneş doğduktan sonra kılsın.»

Bu gruptaki âlimler: Sabah farzından sonra gün doğuncaya ka­dar namaz kılma yasağını bir sebebe dayanmayan mutlak nafile tü­rüne tahsis etmişlerdir.

2. Güneş doğup bir veya iki mızrak boyu kadar yükseldiği va­kit ile güneşin istiva yâni gök ortasına varacağı zaman arasındaki süre için kaza edilmesinin müstahablığıdır. Sabah farzından sonra ve henüz güneş doğmamış veya doğmuş da bu kadar yükselmem iş iken kılınmaz.   Kasım   bin   Muhammed,   Evzâî,   Mâ­lik,   Hanef iler' den   Muhammed   bin   el-Hasan (Radıyallâhü anhümî'ün kavli budur.

Bu grubun delili T i r m i z i' nin mezkûr hadisidir. Bunlara göre gün doğmadan kılınmaz. Çünkü bu vakitte namaz kılmaktan nehiy edilmiştir.

3. Sabah sünneti farzdan önce kılınmayınca sonradan kaza edil­mez.   Ancak farzla beraber kazaya kalmış ise, güneş henüz gök or­tasına varmamış iken sabah farzından önce onun sünneti kaza edi­lir. Sonra farz kaza edilir.   Ebû   Hanİfe   ve   Ebû   Yûsuf (Radıyallâhü anhümâ)'nın kavli budur.

Bunların delili de B u h â r î, Müslim ve başkalarının ri­vayet ettikleri îmran bin Husayn {Radıyallâhü anh)'in şu mealdeki hadîsidir:

"Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem), bir yolculuğunda sa-hâbîlerle beraber sabah namazına uyanamamışlar ve nihayet güne­şin harareti ile uyanmışlar, konakladıkları yerden hareket ederek bi­raz gittikten sonra müezzine ezan okumasını emir buyurmuş, ezan okunduktan sonra sabah farzından önceki iki rekatı kılmış, sonra ikamet edilerek sabah farzı kılınmıştır."

 

1155) Ebû Hüreyre (Radtyallâhü tzn/tj'den; Şöyle demiştir :

Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem), uykuda kalarak sabah sünnetini kaçırmış ve güneş doğduktan sonra bunları kaza etmiştir.Zevâid'de : îsnadındaki râvîler sikalardır. Ancak râvi Mervân bin Mua-viye tedlis ederdi. Burda an'ane ile rivayet etmiştir. Evet Buhârî ve Müslim kendi sahihlerinde Mervan'dan rivayette bulunmuşlardır, diye bilgi verilmiştir. [230]

 

105 - Öğle (Namazı) Farzından Öncekî Dört Rekat (Namaz) Hakkında Gelen Hadîsler Babı

 

1156) Kaabûs[231] (bin ebi'l-Mahârık) (Radtyallâhü anh), babası Ebü'l-Mahânk (Radtyallâhü anh)'den rivayetle şöyle demiştir:

Babam (Ebü'l-Mahârık), Âişe (Radıyallâhü anhâl'ya haber gön­dererek: Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'in (sünnetlerden) devamlı kılmaktan en çok hoşlandığı namazın hangisi olduğunu sormuş ve Âişe (Radıyallâhü anhâ) şöyle cevap vermiştir: Resûlullah (Sallallahü AJeyhi ve SeJlem) öğle farzından önce dört rek'at kılar­dı. Bundaki kıyamı (= Kıraati) uzun tutardı ve rüku' ile secdelerini güzel yapardı.Zevâid'de bildirildiğine göre senedindeki Kaabûs (R.A.)'un sıka veya zayıf olduğu hususunda ihtilâf vardır. İbn-i Hibbân ve Nesâi onu zayıf sayarken îbn-i Muin ve Ahmed, sıka saymışlardır. Senedin kalan ricâh sikalardır. [232]

 

İzahı

 

Zevâid türünden olan bu hadis Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'in öğle farzından önce dâima dört rek'at sünnet kıldığına de­lâlet eder. Diğer taraftan Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'in iki rek'at kıldığı rivayeti vardır. Şu halde bazen iki rek'atle yetindiği, kuvvetle muhtemeldir. Sünnet olanı ise dört rekattır. Zahir olan ne­tice budur.

Hadisten zahiren anlaşılan bu dört rekatı bir selâmla kılmış ol­masıdır. Bundan sonraki hadîste bu durum açıkça belirtilmiştir.

Buhâri ile Müslim'in Âişe (Radıyallâhü anhâ) dan rivayet ettikleri bir hadiste Âişe (Radıyaİlâhü anhâ) şöyle de­miştir :

"Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem), Öğle namazının far­zından önce dört rek'at ve sabah namazının farzından önce iki rek'at (sünneti) hiç bırakmazdı."

Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) in öğle farzından ön­ce iki rek'at (sünneti kıldığına dâir 1 b n - i Ömer (Radıyallâhü anh)'den olan rivayet, bu rivayetlerden farklı görülmüş ve Ayni bu hususta şunları yazmıştır;

l. I b n-i Ömer (Radıyallâhü anh)'in iki rek'atı unutup iki rekatı rivayet etmesi.

2. Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'in bazen iki, diğer zamanlarda dört rek'at kılması.

3. Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) 'in evde dört ve mes-cidde iki rek'at kılması   Âişe    (Radıyallâhü anhâ)'nın evdekini, 1 b n - i   Ömer    (Radıyallâhü anh) "m de mesciddekini rivayet et­mesi gibi değişik yorumlar muhtemeldir.

Bütün bu ihtimallere göre öğleden önceki sünneti dört rek'atten düşürmemelidir. Çünkü İbn-i Ömer (Radıyallâhü anh) Pey­gamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'in yalnız mesciddeki hâline muttali idi. Âişe (Radıyallâhü anhâ) ise hem mesciddeki hem de evdeki hâline muttali idi. îkisi de muttali oldukları durumu bildir­mişlerdir'

 

1157) Ebû Eyyub (el-Ensârî) (Radıyallâhü anh)'âen: Şöyle de­miştir :

Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem), öğle vakti girince öğ­le namazının farzından önce dört rek'at (namaz) kılardı, dört rek'a-tın arasında selâm vermezdi. Ve şöyle buyurdu =

«Güneş, gök'ün ortasından batıya kaydığı zaman şüphesiz semâ­nın kapıları (o dört rek'at için) açılır.»" [233]

 

İzahı

 

Ebû Dâvûd, Tirmizi, Tahavi ve Taberi de bunu benzer lafızlarla rivayet etmişlerdir. T a b a r â n i' nin el-Kebîr ve el-Evsat'ta rivayet ettiğine göre Ebû Eyyûb (Ra­dıyallâhü anh) şöyle demiştir: Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sel­lem) bana misafir olduğu sürede öğle farzından önce dört rek'ati dâi­ma kıldığım gördüm ve şöyle buyurdu:

«Güneş semânın ortasından zail olunca (batıya kayınca) semâ­nın kapıları açılır ve öğle namazı kılınmadıkça hiç bir kapısı kapan­maz. O saat içinde benim için hayrın (semâye) yüksel m 3sini seve­rim."

Hadiste anlatılan dört rek'at, öğle farzından önce kılınan sünnet­tir. Bu sünnet kılınırken iki rek'atte bir selâm verilmeyip dördünün bitiminde selâm verildiği bildiriliyor. Semânın kapılarının, o nama­zın göklere çıkarılması için açıldığı Ebû Davud'un rivayetin­den anlaşılıyor. Bundan maksad, onun kabul buyurulmasıdır.

Hadis, öğle namazından önce dört rek'at sünnetin kılınmasının çok müstahap olduğuna, faziletinin azametine ve iki rek'atte bir de­ğil, dört rek'atın bitiminde selâm verilmesinin daha faziletli olduğu­na delâlet eder. Hanefi âlimlerine göre efdal olanı dört rek'a­tın bir selâmla kılınmasıdır. Diğer üç mezhebe göre iki rek'atten se­lâm vermek daha faziletlidir. [234]

 

106 - Öğleden Önceki Dört Rekatı Kaçıran Hakkındaki Bab

 

1158) Aişe (Radtyallâhü ankâ)ydan; Şöyle demiştir:

Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) öğle farzından önceki

dört rek'at  (sünnet) i kaçırdığı zaman, öğle farzının sonundaki iki

rek'atten sonra onu kılardı."

Ebû AbdiIIah (Müellifimiz) demiştir ki: Bu hadîsi Şubeden yal­nız Kays rivayet etmiştir. [235]

 

İzahı

 

T i r m i z i bunu iki senedle rivayet etmiştir. Kays bin Rabı'in Şube aracılığı ile Hâlid el-Hazzâ'dan olan rivayetinden sonra Tirmizi de müellifimiz gibi 'Bunu Ş û -be1 den   yalnız   Kays   bin   Rab Tin   rivayet ettiğini biliyoruz, der ve Abdurrahman bin Ebi Leylâ (Radıyal-lâhü anh)'ın da bunun bir benzerini Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'den rivayet ettiğini kaydeder. T i r m i z i'nin riva­yetinde Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'in öğleden önceki sünneti öğlenin son sünnetinden sonra kıldığı tasrih edilmemiş sa­dece öğle farzından sonra kıldığı bildirilmiştir.   T i r m i z î' nin lafzı şudur: T i r m i z i' nin şerhi Tuhfe yazarı kitabımızdaki rivayete da­yanarak T i r m izi' deki bu rivayeti aynı şekilde yorumlamıştır. Yâni bu rivayetten maksad, öğle farzından önce kılmadığı sünneti öğlenin son sünnetinden sonra kılardı, der.

Tuhfe yazarı şöyle der:

"Hadis, farz namazların ilk sünnetlerinin devamlı kılınmasının meşruluğuna ve farzın vaktinin bitimine kadar bu sünnetlerin vakit­lerinin devam ettiğine delâlet eder. Çünkü eğer farzın kılınması ile ilk sünnetin vakti çıkmış olsaydı farzdan sonra kılınması kaza sayı­lırdı. Ve son sünnetten önce kılınacaktı. Halbuki son sünnetten son­ra kılındığı bu hadîsle sabit olmuştur. El-Iraki bu mânâyı çı­kararak Ş â f i 11 e r' ce sahih olanı budur, demiştir. Daha sonra: Bunun aksi de söylenebilir. Yâni eğer farzdan sonra da ilk sünnetin vakti devam etmiş olsaydı, son sünnetten önce kılınmalı idi. E 1-I r â k i   ilk mânâya taraftar olmuştur."

Hanefi âlimlerine göre öğle farzının ilk sünnetinin vakti öğ­le farzının kılınması ile sona erer. Farzdan sonra kaza olarak kılı­nır.   H a n b e I i   mezhebi de böyledir.

Hanefî âlimlerinin bir kısmı öğlenin ilk sünneti son sün­netinden önce kaza edilir, demişler ise de, Ebû H a n i f e ve Ebû   Yûsuf'a   göre son sünnetten sonra kaza edilmelidir.

Şafiî âlimlerine göre farzların ilk sünnetinin vakti yukarda da işaret edildiği gibi farzların vaktinin bitimlerine kadar devam eder. [236]

 

107 - Öğle Farzından Sonraki İki Rekatı Kaçıran Hakkında Bir Bâb

 

1159) Abdullah bin el-Hâris (Radıyallâhü anh)'t\en) ; Şöyle demiştir: Muâviye (Radıyallâhü anh), (bir gün Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'in muhterem eşi) Ümmü Seleme (Radıyallâhü an­hâ)'ya (bir elçi) gönderdi. Ben elçi ile beraber gittim. Elçi Ümmü Se­leme (Radıyallâhü anhâ)ya sordu. Ümmü Seleme (Radıyallâhü an-hâ) şöyle cevap verdi:

Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem), (zekât toplamak üze­re) bir memur göndermiş idi. (Bir gün) öğle namazı için benim odam­da abdest alıyordu. Onun yanında çok muhacir vardı. Onların hâli­ne çok ihtimam gösteriyordu. Bu esnada kapı çalındı. O da kapıya çıktı. Sonra öğle farzını kıldırdı ve tahsildarın getirdiği zekâtı tak­sim etmeye oturdu. Ümmü Seleme (Radıyallâhü anhâ) demiştir ki: O, ikindi namazına kadar bu işle meşgul oldu. İkindi farzını kıldır­dıktan sonra odama girdi ve iki rek'at (namaz) kıldı. Sonra buyur du ki:

-Tahsildarın işi ile meşguliyetim dolayısı ile bu iki rek'atı Öğle na­mazından sonra kılmadım, ikindiden sonra kıldım.»"

Not: Zevâid'de şöyle denmiştir : Bunun senedindeki râvi Yezid bin Ziyâd'ın sıka olduğu hususunda ihtilâf vardır. Bu nedenle isnad hasen olur. Ancak bu râvi tedlis ederdi, bunu da an'ana ile rivayet etmiştir. Buhâri, Müslim, Ebû Dâvûd bu hadisi başka lafızlarla rivayet etmişlerdir. [237]

 

İzahı

 

Zevâid türünden olan bu hadisin bir benzerini î b n - i E b i Şeybe, Abdullah bin el-Hâris (Radıyallâhü anh) '-den meâlen şöyle rivayet etmiştir:

"Abdullah demiştir ki: Ben İbn-i Abbâs (Radıyallâhü anhümâ) ile beraber Muâviye (Radıyallâhü anh) m yanına girdik. Muâviye (Radıyallâhü anh), İbn-i Abbâs (Radıyallâhü anh)'ı taht üzerinde oturttu ve: İkindi namazından sonra halkın kılmakta olduğu iki rek'at, ne namazdır? diye sordu. İbn-i Abbâs (Radıyallâhü anh) :

Bu, İbnü'z-Zübeyr (Radıyallâhü anh) in halka verdiği fetva ile­dir, diye cevap verdi. Muâviye, İbnü'z-Zübeyr (Radıyallâhü anh) e (adam) gönderip sordurdu. İbnü'z-Zübeyr (Radıyallâhü anh); Bunu Âişe (RadıyaHâhü anhâ) bana söylemiştir diye cevap verdi. Muârİye, Âişe (Radıyallâhü anhâ) ye gönderdi. O da: Ümmü Seleme (Radı­yallâhü anhâ) bana haber vermiştir, deyince, Muâviye (Radıyallâhü anh) bu kere Ümmü Seleme'ye adam gönderdi. Ben de elçinin be­raberinde gittim."

Ümmü Seleme (Radıyallâhü anhâ)'ya gönderilen elçinin Kesir bin es-Salt (Radıyallâhü anh) olduğu sahih bir se-nedle T a h a v î' nin Ebû Seleme (Radıyallâhü anh)'den olan şu rivayetinden anlaşılmıştır:

"Muâviye (Radıyallâhü anh) minber üzerinde iken Kesir bin es-Salt (Radıyallâhü anh)'a: Âişe (Radıyallâhü anhâ)'ya git de Pey­gamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) in ikindiden sonra kıldığı iki rek'atin (mâhiyetini) sor, dedi. Ebû Seleme (Radıyallâhü anh) de­miştir ki: 'Ben de onunla beraber kalktım. İbn-i Abbâs (Radıyallâ-hü anh) : Abdullah bin el-Hâris (Radıyallâhü anh) a: Sen de onun­la beraber git, dedi. Bunun üzerine hepimiz Âişe (Radıyallâhü anhâ) -ya varıp sorduk. Kendisi: Ben bilemem, dedi..." Mezkûr hadîsin devamı nakledilmiştir.

Buhâri. Müslim ve Ebû Dâvûd'un rivayet et­tikleri Ümmü Seleme (Radıyallâhü anhâ)'nin hadîsi, bir hayli uzundur. Bu rivayetin özeti şudur :

'Küreyb Mevlâ İbn-i Abbâs (Radıyallâhü anhüm), üç sahâbi tarafından Âişe (Radıyallâhü anhâ)'ya gönderilerek ikindiden sonraki iki rek'atın hükmü sorulmuş, Âişe (Radıyal­lâhü anhâ) : Ümmü Seleme (Radıyallâhü anhâ)'ya sor, demiş. Niha­yet Ümmü Seleme (Radıyallâhü anhâ) ya vâki müracaat neticesinde Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) in bu hususta şöyle buyur­duğu, anlaşılmıştır:

"Ey Ebû Ümeyye kızı [238], ikindi namazından sonra kıldığım iki rek'at namazı sormuştun . Bana, Abdül'1-Kays kabilesinden bâzı kimseler, (kendi kabilesine mensup bir cemâatin müslüman olduğu­nu bildirmek için) gelmişlerdi ve beni öğlenin son iki rek'atını kıl­maktan alakoymuşlardı. Bu kıldığım iki rek'at (sünnet) öğlenin o son iki rek'atıdır."

El-Menhel yazarı şöyle der:

"Namaz kılmanın yasak olduğu vakitte bir sebebe bağlı nafile namazın kılınmasının mekruh olmadığına hükmeden Şafii mez­hebine mensup âlimler bu hadisi delil göstermişlerdir. $ â f i i 1 e r: Anılan vakitte, bir sebebe bağlı olmayan nafileyi kılmak mekruhtur, demişlerdir. (Sebebe bağlı nafile için misâl olarak, abdest almak se­bebiyle kılınacak iki rek'atlık abdest sünneti, mescide girmek sebe-bile kılınacak iki rek'atlık Tahiyyetü'l-Mescid sünneti gösterilebilir.)

Ş â f i i 1 e r yine bu hadisi delil göstererek : Farzlara bağlı sün­netler, vakitlerinde kılınmadığı zaman kaza edilmesi müstahabtır, de­mişlerdir.

E b û H a n î f e ile Mâlik ise : Yasak vakitlerde ne sebebe bağlı sünnetler, ne de bağlı olmayan nafileler kılınır. Farzlara bağlı sünnetlerden yalnız sabah namazının sünneti kaza edilir, demişler dir.

A h m e d de : Yasak vakitlerde hiç bir nafile namaz kılınmaz. Sebebe bağlı olan ile olmayan arasında fark yoktur. Farzlara bağlı sünnetler bunun dışındaki zamanlarda kaza edilir, demiştir.

Üç mezheb imamları: Bu hadîsin hükmü Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'e mahsustur, demişlerdir.

El-Menhel yazarı, mezkûr hadiste anlatılan, öğlenin son sünne­tinin ikindi namazından sonra kılınması mes'elesinin Peygamber (Sal­lallahü Aleyhi ve Sellem)'e mahsus olduğuna delil gösterilen riva­yeti nakletmiştir. Ahmed ve Tahavî' nin rivayet ettikleri delil şudur:

"Ümmü Seleme (Radıyallâhü anhâ) : Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'e:    =   «Şu halde bu iki rek'atı

vaktinde kılmadığımız zaman kaza edelim mi?' diye sormuş, Resûlul-

lah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem), «Hayır» buyurmuştur.

Tahavî: 'Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'den baş­kası öğlenin son sünnetini kaçırdığı zaman, ikindiden sonra kaza ede-miyeceği bu rivayetten anlaşılıyor. Şu halde mezkûr hüküm Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'e mahsustur. Başkası bunu ikindi namazından sonra kaza edemez ve başka nafile de kılamaz* demiştir.

B e y h a k i bu rivayetin zayıf olduğunu söylemiş ise de, bu söz sıhhatli değildir. Çünkü senedin ricali sikalardır.

Mezkûr hadîsimizdeki hükmün Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) "e mahsus olmadığını kabul etsek bile, bu hadis yalnız öğlenin son sünnetinin ikindi namazından sonra kaza edilmesinin câizliğine delâlet eder. Sebebe bağlı bütün sünnetlerin böyle olduğuna delâlet etmez." [239]              

 

108 - Öğle Farzından Önce Dört, Sonra Da Dört (Rek'at)  Kılan Hakkında Gelen  (Hadîs)  Babı

 

1160) (Mü'minlerin anası) Ümmü Habîbe (Radtyallâkü anttaydım rivayet edildiğine göre; Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem), şöyle buyur­du demiştir :

"Kim öğle farzından önce dört (rek'at) ve öğle farzından sonra dört (rek'at sünnet) kılarsa Allah onu cehennem ateşine haram eder." [240]

 

İzahı

 

Tirmizî, Ebû Dâvûd, Nesâi, Hâkim ve Ah med de bunu rivayet etmişlerdir. Tirmizî ve Ebû Dâ vûd ' un   rivayeti şöyledir:

 *    = "Kîm ö^e farzın­dan önceki dört rek'at ile sonraki dört rekatı devamlı kılarsa..."

N e s â i' nin bir rivayetinde : - .Allah onun etini cehennem ateşine haram eder.» buyurulmuştur.

Tirmizi ve Ebû Davud'un rivayetinden anlaşıldı­ğı gibi bu yüce fazileti elde etmek için mezkûr dörder rek'at sün­neti dâima kılmak gerekir. Yalnız bir iki defa kılmak bu fazileti ka­zanmak için kâfi değildir.

-Cehennem ateşine haram edilmesi- ifâdesi çeşitli şekillerde yo­rumlanmıştır. Tuhfe yazarı şöyle der:

'Bu cümle ile kasdedilen mânâ hakkında ihtilâf edilmiştir. Mak­sat, buna devam edenin hiç cehennem ateşine girmiyeceği mi, yok­sa cehenneme girmesi mukadder olsa bile ateşin onu yakmıyacağı mı, veyahut ateşin onun bütün vücudunu kapsamıyarak, kısmen do­kunabileceği mi?

En iyisi bunu hakiki mânâsına yorumlayarak mezkûr sekiz rek'at sünnete devam edenin cehennem ateşinde yanmayacağını ifâde et­mektir. Allah'ın fazlı daha geniş, rahmeti de daha umumîdir.'

El-Menhel yazarı ise cümleyi şöyle yorumJar: 'Maksat, bu rek'atlere devam etmenin, cehennem ateşini gerekti­ren günahları işlemeye engel olmasıdır. [241]

 

109 - Gündüz Kılınması Müstehap Olan Sünnet Hakkında Gelen  (Hadisler)   Babı

 

1161) Asım bin Damra es-Selûlî (Radtyallâhü ö«A/den; Şöyle de­miştir :

Biz Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellemt'in gündüz kıldığı sünnet namazı Ali  (Radıyallâhü anh)'den sorduk. O:

  Bu sünneti (devamlı) kılmaya gücünüz yetmez dedi. Biz Ona i

  Sen bize bildir, biz bundan gücümüzün yettiği miktarı alı­rız, dedik. O dedi ki:

Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Selle m) sabah farzını kılınca, artık namaz kılmayı tehir ederdi. Nihayet güneş ikindi namazı vak­tinde şuradan yâni batı ufkundan ne kadar (irtifada) ise güneş o kadar şuradan yâni doğu ufkundan yüksek olunca kalkar iki rek'at (sünnet) kılardı. Bundan sonra namaz kılmayı geciktirirdi. Ta öğle namazı vaktinde güneş şuradan (yâni batı ufkundan) uzak olduğu miktar şuradan yâni doğu ufkundan yüksek olunca kalkıp dört rek'at (sünnet) kılardı. Güneş gök ortasından ayrılınca (= öğle vakti girin­ce) de öğle farzından önce dört rek'at (sünnet) kılardı. Öğle farzın­dan sonra da iki rek'at (sünnet) kılardı ve ikindi farzından önce dört rek'at (sünnet) kılardı. Bu dört rekatın ilk iki rek'atı ile son iki rek'a-tını, Mukarrabîn meleklere. Peygamberlere ve bunlara tâbi olan müs-lümanlarla mü'minlere selâm vermekle birbirinden ayırırdı.

Ali (Radıyallâhü anh) : Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sel-lemt'in gündüz sünneti işte şu on altı rek'attır. Buna devam eden az­dır, dedi.

Râvi Vekî' demiştir ki: Babam şunu da ilâve etmiştir: Habib bin Ebi Sabit (şeyhine hitaben) : Ey Ebâ İshak! Senin bu hadîsin, se­nin şu mescidin dolusu altından bence daha sevimlidir, dedi." [242]

 

İzahı

 

Tirmizi ve Nesâî de bunu rivayet etmişlerdir. Yalnız hadîsin: diye başlayan son paragrafı yoktur. Di­ğer lafızlarında mânâyı etkilemeyen az bir değişiklik vardır.

Tuhfe yazarı hadisin şerhinde şöyle der:

"Hadîsten anlaşılıyor ki, ikindi vaktinde güneş batı ufkundan yüksek olduğu kadar doğu ufkundan yükselince (yâni kuşluk zama­nı) Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) iki rekat sünnet kı­lardı. Bu namaz duhâ (= kuşluk) sünnetidir. îşrak sünneti olduğu da söylenmiştir: Fakat ben derim ki: 'Eğer işrak namazından mak­sat, güneş doğduktan sonra Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sel­lem)'in kıldığı namaz ise, bu hadîsteki namazın o namaz olmadığı açıktır. (Çünkü hadîsteki namaz güneşin doğuşundan bir hayli za­man sonra kılınırdı. Hadîs bunu açıkça belirtiyor.)

İncâhü'1-Hace sahibi hadisteki iki rek'at namaza 'Küçük kuşluk namazı* adını vermiş ve öğleye doğru kılındığı bildirilen dört rek'at hk namaza 'Büyük kuşluk namazı* ismini vermiştir."

Öğle namazının zamanı güneşin semânın ortasından batıya doğru bir miktar kaydığı mûlumdur. O sırada güneşle batı ufku arasında ne kadar mesafe varsa öğleye yakın bir zamanda güneş ile doğu ufku arasında o kadarlık mesafe olduğu zaman Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'in dört rek'at sünnet kıldığı hadîste belirtiliyor.

Hadiste, Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'in öğle farzın­dan önce dört, sonra iki ve ikindi farzından önce dört rek'at kıldığı bildirilmiştir.

İkindinin dört rek*atlik sünnetinin ortasında meleklere, Peygam­berlere ve mü'minlere selâm vermesi ifâdesi iki şekilde yorumlan­mıştır.

Birinci yorum: İkinci rek'atte teşehhüde oturmasıdır. Çünkü te-şehhüdde:

«Selâm bize ve Allah'ın sâlih kullarına» deniliyor. 'Sâlih kullar' ifâdesi Peygamberleri, melekleri ve mü'minleri kapsar.

İkinci yorum ikinci rek'atte selâm vermek ve dolayısıyla namaz­dan çıkmaktır.

Tuhfe yazan bu hususta şöyle der:

" E 1 -1 r a k î : 'Bâzıları bu ifâdeyi teşehhüd okumakla yorum­lamışlardır. Çünkü teşehhüdde Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sel­lem)'e ve sâlih kullara selâm vermek vardır. îshak bin İb­rahim böyle yorum yapmıştır. Zira onun görüşüne göre gündüz sünnetleri dörder rek'at kılınır. Fakat İ s h a k' in bu yorumu biraz uzaktır, demiştir. Tirmizi: Bilâkis 1 s h a k ' in yoru­mu açık ve yakın olanıdır. Hattâ bu yorum doğru olanıdır. Çünkü Peygamberler, namaz kılanın yanında değiller ki kişi namazın so­nunda selâm verirken onlara selâm vermeye niyetlensin. Hâl böyle olunca hadisteki selâm ile nasıl namaz bitimindeki selâm kasdedilir? Benim görüşüm ve bilgim budur. Allah daha iyi bilir, demiştir.

El-Mirkât yazarının beyânına göre Bağavi, lbnü'1-Me1ek ve   T ı y b î   de bu yorumu te'yid etmişlerdir.

îbn-i Hacer el-Mekki-Heysemî: 'Hadisin lafzı bu yoruma mânidir. Hadisteki ifâdeden maksad, namazdan çıkmak için verilen selâmdır, başka bir mânâ kasdedilmemiştir. Bu sebeple iki rek'atın sonunda kişi selâm verirken sağında, solunda ve arka­sında bulunan meleklere ins ve cinlerden mü'min olanlara selâm et­meye niyet eder, demiştir.

îbn-i Hacer'in yorumuna şu itiraz vardır: Bu yoruma göre kişi namazdan çıktığında "Esselâmü aleyküm" derken Peygam­berlere de selâm vermeye niyetlenmesi gerekir. Halbuki Peygamber­ler orada hazır değiller, kişinin ne sağında ne solunda ne de arkasın-dadırlar." [243]

 

110 - akşam farzından önceki iki rek'at hakkında gelen hadîsler babı

 

1162) Abdullah bin Muğaffel (el-Müzenî) (Radtyallâhü anh)'den rivayet edildiğine göre; Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) şöyle buyur­du, demiştir :

«Her iki ezan (yâni her iki ezan ile ikâmet) arasında bir namaz vardır.»

Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) bunu üç defa buyurdu. Üçüncü defasında : -Dileyen kimse için- buyurdu."

 

1163) Enes bin Mâlik (Radtyaiiâhü anh)\\en. Şöyle demiştir:

Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) hayatta iken (akşam farzı için) müezzin gerçekten ezan okurdu. (Ama) kalkıp akşam farzından önceki iki rek'at (nafileyi) kılanların çokluğu nedeni ile okunanın ikâmet olduğu sanılırdı." [244]

 

İzahı

 

Abdullah (Badıyallâhü anh)'ın hadîsini B u h â r î, Müslim, Nesâi, Ebû Dâvûd, Tir mizi ve Bey-haki    de rivayet etmişlerdir.

Tercemede işaret ettiğim gibi -iki ezan-dan maksat, ezan ve ikâ­mettir. İkâmete de ezan denmiştir. Çünkü ezan vaktin girdiğini ilâm olduğu gibi ikâmet de namaza başlamanın ilâmıdır. Hadîsin zahirine göre mânâlandırmak doğru değildir. Zira her iki ezan arasında farz

namaz vardır. Halbuki hadîsin sonundaki: -Dileyen için»

kaydı bu namazın vacip olmadığına delâlet eder. Şu halde hadîsteki namazdan maksat nafile namazdır.

Hadis, emir mahiyetindedir. Yâni her ezan ile ikâmet arasında bir nafile namaz kılınız.

Hadîsin • "İki ezan" ifâdesini zahirine göre bırakmak mümkün­dür. Bu takdirde şöyle yorum yapmak gerekir: Her iki ezan arasın­da (Farzdan başka) bir nafile namaz kılınız.

Hadîs, umumîliği ile her farzdan önce bir nafile namazın kılın­masının m usta hab lığına delâlet eder. Bu genel hükmün içine akşam namazından önceki nafile de girer. Bundaki hikmet de ezan sesini işiten ve hazır olmayan kimselerin cemaata yetişmesine bir nafile ile fırsat vermektir. Ezandan hemen sonra ikâmet edilirse orada bu­lunmayanların cemaata yetişmesi güçleşir. Bu hikmetin yanında başka hikmet ve faydaların mevcudiyeti malumdur.

Enes (Badıyallâhü anhJ'in hadisi Buhâri, Müslim ve Nesâi' nin büyük süneninde başka lafızlarla rivayet edilmiş­tir. Mü s li m' in rivayeti meâlen şöyledir: "Enes (Radıyallâhü anh) demiştir ki: Biz Medine'de idik. Müezzin akşam ezanını oku­duğu zaman sahâbller acele direklere doğru durup iki rek'at (nafile) kılarlardı. Öyle ki, namaza duranların çokluğu nedeni ile yabancı adam mescide girdiğinde farzın kılınmış olduğunu sanırdı."

Hadîs, akşam farzından önce iki rek'at nafile kılmanın müsta-hablığına delâlet eder. [245]

 

Bu Husustaki Âlimlerin Görüşleri

 

El-Menhel yazan şöyle der:

"Sahâbîlerden, Tabiilerden ve fıkıhçılardan bir cemâat bu nama­zın müstahablığına hükmetmişlerdir. Abdurrahman bin Avf, Übeyy bin Kâ'b, Enes, Câbir, Abdurrah­man bin Ebî Leylâ, Hasan-ı Basri, Ahmed ve î s h a k (Radıyallâhü anhüm), böyle diyenlerdendirler. Hanefi ve Şafiî muhakkikleri ile hadis ehli de bununla hükmetmiş­lerdir. Müstahablığına dâir   M â 1 i k) 'in de bir kavli vardır.

Başka bir cemâat bunun müstahab olmadığına hükmetmişlerdir. Mâliki ve Hanefî mezheblerınin meşhur kavli budur. Şa­fiî 1 e r' in bir kavli de böyledir. Hulafâ-i Râşidîn (Ra­dıyallâhü anhüm)'den de bu kavil nakledilmiştir.

Nahâî: Ne Ebû Bekir, ne Ömer, ne Osman (Radıyallâhü anhüm) kılmıştır. Ali, İbn-i Mes'ûd, A m -mâr, Huzeyfe ve Ebû Mes'ud (Radıyallâhü anhüm) gibi seçkin sahâbîler K û f e" de idiler. Bunların hepsini gören bir zât bana haber verdi ki bunların hiç birisinin akşam farzından ön­ceki sünneti kıldığını görmemiştir."

El-Menhel yazarı iki grubun delillerini ayrıntılı olarak beyan et­tikten sonra şöyle der:

Bu ma'Iumatı edindikten sonra, bilmiş oldum ki hak, bu nama­zın mustahabhgına hükmedenlerin elindedir. Çünkü bu nama ^allallahü Aleyhi ve Sellem) *in emri, fili ve Z£i iîe sabittir. Nitekim İbn-i Hibbân'ın, Ibn-i Muftaffa! (Radıyallâhü anhümâ)'dan rivayet ettiğine göre Peygamber lahü Aleyhi ve Sellem) akŞam farzındaf önce iki rekat kılmıştır.

E 1-Haf ,z,   el-Fetih'te: Delillerin toplam., sabah sünnetinde olduğu gibi bu namazın da hafif kıhnmasınm müstahabhğına defa let eder, demiştir. [246]                                                                

 

111 - Akşam Farzından Sonraki İki Rekat Hakkında Gelen  (Hadîsler)  Babı

 

1164) Aîşe (Radtyallâhü onkâ)'âan; Şöyle demiştir  Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem), akşam namazını(n far­zını mescidde) kılardı sonra odama dönüp ik. rek'at (sünneti) kı-

 

1165) Râfi' bin Hadîc (Radtyallâhü a«A/den; Şöyle demiştir:

Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem}, Benî Abdil-Eşhel kabi­lesinde bizim yanımıza teşrif etmişti. Mescidimizde bize akşam nama­zını kıldırdı. Sonra:

«Bu iki rek'at (sünnet) i evlerinizde kılınız.» buyurdu."

Not: Zevâid'de şöyle denmiştir : 'Bunun senedi zayıftır. Çünkü îsmâil bin Ayyâş'm Şamlılardan olan rivayeti zayıftır. Ravî Abdülvahhab ise kezzabtır.'

Sindi de: îsmâil bin Ayyâs'ın Şamlılardan değil, Şamlı olmayanlardan olan rivayetinin zayıflığı doğru olanıdır, demiştir. [247]

 

İzahı

 

 i ş e (Radıyallâhü anhâ) 'nin hadîsini, Müslim uzun bir metin hâlinde rivayet etmiştir.

Râfi' (Radıyallâhü anh) 'in hadisi Zevâid türündendir. An­cak Ebû Dâvûd, Nesâî, Ahmed ve Tahavî bu­nun bir benzerini Kâ'b bin Ucre (Radıyallâhü anh)'den rivayet etmişlerdir. O rivayetin meali şöyledir:

"Kâ'b bin Ucre demiştir ki: Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem), Benî Abdil-Eşhel mescidine geldi. Orada aksam namazını kıldırdı. Cemâat namazını bitirince, Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem), onların sünnet kılmaya başladıklarını gördü ve: -Bu namaz evlerde kılınmalıdır.» buyurdu." Bu hadîsin senedindeki râvi tshak   bin   Kâ'b   de meçhuldür.

Akşam namazının son sünneti hakkında sahih olan bir hadis de İbn-i   Ömer    (Radıyallâhü anhümâ) 'nın şu hadisidir:

= "Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem), akşam farzından sonraki iki rek'at (sünnet) i evinde kılardı." Buhârî ve Müs­lim   rivayet etmişlerdir.

Benî Abdi'l-Eşhel kabilesi Ensâr-ı kirâm'ın bir kolu­dur.

tbn-i Ebi Leylâ bu hadislerin zahirini tutarak; Akşam namazının son sünnetinin mescidde kılınması caiz değildir, demiştir. Ahmed   de onun bu hükmünü beğenip tasvip etmiştir.

Cumhur i Bu hadislerdeki emir mendubluk içindir, demiştir. Cum-hur'a göre tüm nafilelerin ve bilhassa akşam namazının son sürmetinin evde kılınması daha efdaldır. Çünkü evde kılmak, gösterişten uzak ve ihlâsa yakın olanıdır. Bir de namaz sayesinde evler bereket­lenir.

Bu hüküm, itikâf a yâni ibâdet maksadı ile bir süre camide dur­maya niyet edenleri kapsamaz. îtikâfa giren kimse zaruri hailer dı­şında tüm zamanını camide geçirmek durumunda olduğu için sün­netlerini de camide kılar. Bu hususta âlimler müttefiktir.

Her iki hadis, sünnetlerin evlerde kılınmasının daha faziletli ol­duğuna delâlet eder. [248]

 

112 - Akşam Farzından Sonraki İki Rekat (Sünnet) Te   (Fâtiha'dan Sonra) Okunan (Sûreler) Babı

 

1166) Abdullah bin Mes'ud (Radtyallâhü anhyden; Şöyle demiştir: Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem), akşam farzından son­raki iki rek'atte  (Fâtiha'dan sonra) :  (sürelerin)i okurdu." [249]

 

İzahı

 

Tirmizi de bunu benzer lafızlarla rivayet etmiştir. Ti r-m i z İ' nin rivayetinde tbn-i Mes'ud (Radıyallâhü anh) meâlen şöyle der:

"Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'in akşamın son ün-netinde ve sabah namazının sünnetinde (Fâtiha'dan sonra) KAfirûn ve İhlâs sûrelerini okuduğuna kaç defa şahit olduğumu sayamam/

Hadîs, akşam namazının son sünnetinde Fâtiha'dan sonra ilk rek'atte Kâfirûn ve son rek'atte İhlâs sûrelerini okumanın müstahab-lığına delâlet eder. Sabah namazının sünnetinde de bu sûreleri oku­manın müstehabhğuıa   Tirmizi' nin    rivayeti delildir. [250]

 

113 - Akşam Farzından Sonraki Altı Rekat (Sünnet) Hakkında Gelen (Hadîs) Babı

 

1167) Ebû Hüreyre (Radtyallâhü ank)'den rivayet edildiğine göre; Peygamber (Sallailahü Aleyhi ve Setlem), şöyle buyurmuştur :

«Kim akşam namazın (in farzın) dan sonra altı rekat (sünnet) i, arasında fena söz söylemeden kılarsa bu (sünnet), onun için on iki yıllık ibâdete denk tutulur.»" [251]

 

İzahı

 

Tirmizî ve îbn-i Huzeyme de bunu rivayet etmiş­lerdir.

Tuhfe yazan şöyle der:

"Tıybi' nin dediği gibi, akşamın son iki rek'atımn bu altı rek'atın içinde olduğu anlaşılıyor. El-Karİ: Kişi akşamın mü-ekked olan iki rek'atlik son sünnetini kılıp selâm verir. Kalan dört rek'ati dilediği gibi kılar, demiştir. Yâni isterse onu da böyle kılar. Dilerse dört rek'ati bir kılıp yalnız sonunda selâm verir.

Hadîsin: "Arasında fena söz söylemeden" kaydından maksat bu altı rek'at namazı kıldığı esnada kötü söz söylememektir. 1 b n-i H a c e r : Yâni iki rek'atten bir selâm verince o sırada fena söz söylememektir, demiştir.   

Hadîsin: -On İki yıllık...» ifâdesi T ı y b î'nin dediğine göre teşvik ve tahrik kabilindendir. Kadı Iyâz ise: Anılan zaman­da kılınan az ibâdet başka zaman ve ahvalde yapılan ibâdetten kat kat faziletli olması umulur, demiştir. [252]

 

114 - Vitir (Namazı) Hakkında Gelen (Hadîsler)  Babı

 

1168) Hârice bin Huzâfe el-Adevî[253] (Radtyallâhü an*)'den; Şöy­le demiştir :

Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem), (sabah namazı için evinden çıkıp) yanımıza geldi ve:

«Şüphesiz Allah, hakkınızda dünya ve içindekilerin tümünden daha hayırlı olan bir namaz ile size ihsanda bulunmuştur. Bu, vitir namazıdır. Allah Teâlâ bu namazı yatsı namazıyla fecrin doğuşu arasında kılmayı size meşru etmiştir.» buyurdu. [254]

 

İzahı

 

Tirmizî, Ebû Dâvûd, Ahmed, Beyhakî, Dâ-rekutnî   ve   Hâkim   de bunu rivayet etmişlerdir.

«...hakkınızda dünya ve içindekilerin    tümünden daha hayırlı olan bir namaz...» diye terceme ettiğim :  

cümlesindeki "Naam" genellikle "develer" anlamında kullanılır. "Hu-mur" "Kırmızılar" demektir. Bu iki kelimenin mânâsı, "Kırmızı de­veler" demektir. Ve cümlenin asıl mânâsı;

«Şüphesiz o namaz, sizin için kırmızı develerden daha hayırlıdır.»

demektir. Araplar yanında malların en kıymetlisi kırmızı develer ol­duğu için bu ifâde kullanılmıştır. Bu cümle, tercemede verdiğimiz an­lamdan kinayedir. [255]

 

Hadîsin Fıkıh Yönü

 

1 - Vitir namazını kılmaya teşvik edilmiştir,

2 - Vitir namazı vâcib değildir. Çünkü eğer vâcib olmuş olsay­dı ifâde tarzı teşvik mâhiyetinde değil, gereklilik mâhiyetinde ola­caktı. Meselâ: "Allah size farz kıldı; veya vâcib kıldı." gibi bir ifâde kullanılacaktı.

3 - Vitir namazının vakti yatsı namazı ile şafak sökmesi ara­sındaki vakittir.   Îbnü'l-M ünzi r'in   dediği gibi bu hususta âlimler müttefiktirler.

 

1169) Alî bin Ebî Ta'lib (Radtyallâhü a«A>'den; Şöyle demiştir:

Şüphesiz vitir namazı behemahal yapılması gerekli değildir. Farz namazlarınız gibi de değildir. Lâkin Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) vitir namazı kılmış, sonra buyurmuştur ki:

«Ey Kur'an ehli! Vitir namazını kılınız. Çünkü Allah vitirdir t= birdir) ve vitri sever.»" [256]

 

İzahı

 

Tirmizi, Ahmed ve Hâkim de bunu rivayet etmiş­lerdir. Ebû Dâvûd ve Nesâî ise Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve SellemKe âit olan kısmını rivayet etmişlerdir. Bunlarda A 1 i    (Radıyallahü anh) a âit olan kısım yoktur.

Hatm: Nihâye'de bu kelime yapılması behemahal gerekli olan, lüzumlu ve vâcib diye tarif edilmiştir.

Hadîsini «Ey Kuran ehli!» hı tabıyla, okur-yazar olan ve olma­yan tüm mü'minler kasdedilmiştir. Hepsine K uran ehli denil­mesinin sebebi, hepsinin Onu tasdik etmesi, emirlerine uyması ve yasaklarından sakınmasıdır.

H a 11 â b i' nin dediği gibi bu hitab ile K u r' a n -1 hıfze­denlerin kasdedilmiş olması muhtemeldir. Vitir namazı, bütün mü'­minler hakkında meşru olmakla beraber, hafızların daha şerefli ve önemli olması nedeniyle hitap bunlara tahsis edilmiştir.

Hadisin «Çünkü, Allah Vitirdir...» cümlesindeki vitirden maksat; birdir ve tektir. Yâni Allah, zâtında tektir, bölünmez; sıfatlarında tek­tir, benzeri ve misli yoktur; fiillerinde tektir, ortağı ve yardımcısı yoktur.

Hadisin «...vitri sever- cümlesinden maksad; vitir namazını ka­bul buyurur ve sahibini mükâfatlandırır.

Hadîsteki emir, sahâbilerin, tabiîlerin ve onlardan sonra gelen­lerin cumhurunca mendupluk anlamına yorumlanmıştır. Hattâ Kâdi Ebû Tayyıb: Bu emrin mendupluğu tüm âlimlerin kav­lidir, demiştir. Şeyh Ebû Hâmid de: Vitir Sünnet-i mü-ekkededir. Ne farzdır, ne de vâcibtir. Ebû Hanife hâriç, imamların kavli de budur, demiştir. .Cumhurun delillerinden birisi bu hadistir. Bundan önceki hadîs de ayrı bir delildir.

El-Menhel yazarı, cumhurun kavlini ve delillerini zikrettikten sonra Ebû Hanife' nin vitir namazının vâcibliğine hükmet­tiğini beyân ederek delillerini zikretmiştir. Kitabımızın 1188 ve 1190 nolu hadislerinin de onun delilleri olduğunu söylemiştir. Daha sonra Ebû   Hanife' nin   delillerine yapılan itirazları zikretmiştir.

 

1170) Abdullah bin Mes'ud (Radıyallahü anh)yden rivayet edildiğine göre (kendisi) Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sel/emyin şöyle buyurduğunu söylemiş :

«Şüphesiz Allah vitirdir (tekdir), vitri sever. Ey Kur'an ehli! Vi­tir namazınızı kılınız.»

Bir a'râbi, Abdullah (Radıyallahü anh)'a: Resûlullah (Sallalla­hü Aleyhi ve Sallem) ne buyuruyor? diye sormuşi Abdullah (Radı­yallahü anh)

— Bu hüküm ne sanadır, ne de arkadaslarınadır. (Hafızlara mahsustur) demiştir." [257]

 

İzahı

 

Ebû    Dâvûd    ve   Beyhakî   de bunun benzerini rivayet etmişlerdir.

Hadisin Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve SellemKe âit olan kıs­mı, bir önceki hadiste geçen metin gibidir.

A'rabînin sorusu,    Ebû    Davud'un    rivayetinde;  «Ey İbn-i Mes'ud! Sen ne diyorsun?» şeklindedir.

îbn-i    Mes'ud    (Radıyallahü anh)'un Arabi'ye verdiği ce vabın anlamı şudur : Vitir namazıyla ilgili bu hüküm,    Kur'an-ı hıfzedenlere mahsustur. Sana ve senin arkadaşlarına, yâni senin gi­bi  Kur'an-ı hıfzetmemiş olanlara şümullü değildir.'

İbn-i Mes'ud (Radıyallahü anh)'un cevâbına göre ha­dîsteki vitir namazı üe*gece namazı kasdedilmiştir. Ve Kur'an ehlinden maksad, hafızlardır. Çünkü İbn-i Mes'ud (Radı­yallahü anh)'un görüşüne göre vitir, geceleyin Kur'an okuyan hafızlar için sünnettir.

Bir önceki hadîste belirttiği gibi cumhura göre K u r' a n' a inanan herkes, Kur'an ehlindendir. Ve vitir namazı her mümin için sünnettir. [258]

 

115 - Vitir Namazında (Fâtîha'dan Sonra) Okunan Sûreler Hakkında Gelen (Hadisler)  Babı

 

1171) Übeyy bin Kâ'b (Radtyallâhü unA/den: Şöyle demiştir: Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) vitir namazını (Fâtiha' süreleriyle kılardı."

 

1172) îbn-i Abbâs (Radtyallâhü anh)'âan; Şöyle demiştir: Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) vitir namazını (Fatiha'-dan sonra);       ve; süreleriyle kılardı.

... Senediyle İbn-i Abbâs (Radıyallâhü anhümâJ'dan bunun misli rivayet edilmiştir."

 

1173) Abdülaziz bin Güreye[259] (Radtyallâhü anh)'den; Şöyle de­miştir :

Biz Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'in vitir namazında (Fâtiha'dan sonra) ne okuduğunu Âişe  (Radıyallâhü anhâl'ya sor­duk. Dedi ki: O Fâtiha'dan sonra ilk rekatte ve üçüncü rek'atte;  sûrelerini okurdu, diye cevap verdi." [260]

 

İzahı

 

Bu bâbta rivayet edilen Übeyy (Radıyallâhü anh)'in hadî­sini Ebü Dâvûd, Nesâi, Ahmed ve Beyhakî de rivayet etmişlerdir.

I b n - i Abbâs (Radıyallâhü anh) 'in hadîsini tirmizl, Nesâi    ve   Ahmed   de rivayet etmişlerdir.

Abdülaziz (Radıyalâhü anh) 'in hadîsini T i r m i z î, Ebû Dâvüd, İbn-i Hibban, Beyhakî, Dâre-kutni   ve   Hâkim   rivayet etmişlerdir.

Bütün hadîsler; Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) 'in, vi­tir namazında Fâtiha'dan sonra ilk rek'atte A'lâ [261]ikinci rek'atts

Kâfirûn[262] ve üçüncü rek'atte İhlâs[263] sûrelerini okuduğunu beyân ediyorlar. Bunlardan  i ş e (Radıyallâhü anhâ)nin hadî­si, Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'in, vitrin son sûresin­de İhlâs süresiyle beraber onu takip eden Felâk ve Nas[264] sûrele­rini de okuduğuna delâlet eder.

Bu hadisler, vitrin üç rek'atinde mezkûr sürelerin okunmasının müstahablığına delâlet ederler. Mâlikîler ve Şâfiîler, Â i ş e (Radıyallâhü anhâVnin hadîsiyle hükmetmişlerdir. Hane-filer ve Hanbelîler, diğer hadîslerle amel etmişlerdir. Yâni vitrin son rek'atinde Felâk ve Nâs sûrelerinin okunmamasına hükmetmişlerdir.

Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'in ekseriyetle bu sü­releri okuduğu, bazen de başka sûreleri okuduğu rivayet edilmiştir.

El-Menhel yazarı, gerek Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sel-lem)'in ve gerekse bâzı sahâbilerin, vitir namazında başka sûreler okuduklarına dâir rivayetleri zikretmiştir. [265]

 

116 - Vitir Namazını Bir Rekat Olarak Kılmak Hakkında Gelen Hadisler Babı

 

1174) Abdullah bin Ömer (Radıyallâhü ankümâ)'âan; Şöyle demiştir: Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) gece namazını ikişer iki­şer rek'at olarak kılardı ve bir rek'at vitir kılardı."

 

1175) Ebû Miclez (Radıyallâhü anh)'m, (Abdullah) bin Ömer (Ra­dıyallâhü anhümâ)'âan rivayet ettiğine göre; İbn-i Ömer, Resûlullah (Sallal­lahü Aleyhi ve Sellem), şöyle buyurdu, demiştir :

Gece namazı ikişer, ikişer (rek'at) dır, vitir (namazı) da bir rek'-attir."

Ebû Miclez: Ben, İbn-i Ömer (Radıyallâhü anhümâî'ya:

  Söyleyiver! Eğer uykudan gözümü aç am azsa m,. Söyle baka­lım! Yâ eğer uyuya kalsam? dedim. İbn-i Ömer (Radıyallâhü anhü-mâ), bana:

(Vitrini) Şu yıldızın (gözükmesi) vaktinde kılı versene, dedi.

Ben başımı (semâya) kaldırdım. Baktım ki (işaret ettiği)  Si-mâk [266] yıldızı (görülüyor.) Sonra İbn-i Ömer            (Radıyallâhü anhü-mâ) hadîsi tekrarlıyarak: Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem), şöyle buyurdu, dedi:

        Gece namazı ikişer ikişer rek'attir. Vitir (namazı) da fecirden önce (kılınan) bir rek'attir.»" [267]

 

İzahı

 

İbn-i Ömer (Radıyallâhü anh)'in ilk hadisini B u h â r İ, Müslim   ve   Tirraizî   de rivayet etmişlerdir.

İbn-i Ömer (Radıyallâhü anh) in ikinci hadîsini, Buhâ-rî, Müslim, Ebû Dâvûd, Tirmizi, Nesâî, Mâ­li k ve T a h a v î de benzer lafızlarla rivayet etmişlerdir. An­cak Kütüb-i Sitte'deki rivayetlerde Ibn-i Ömer (Radıyallâ­hü anh) ile râvisi Ebû Miclez (Radıyallâhü anh) arasında cereyan eden konuşma rivayet edilmemiştir.

Buhârî ve Ebû Davud'un Ibn-i Ömer (R*-Öiyallâhü anh)'den rivayeti meâlen şöyledir:

Birisi Resulullah (Sallallahü Aleyhi ve SellemTe gece namazını (n kaç rek'at olduğunu veya kaç rek'atten sonra selâm verildiğini sordu* Buyurdu ki:

 namazı ikişer ikişer (rek'at) dır. Biriniz sabah namazı vak­tinin girdiğinden (şafak'ın sökmesinden) korktuğu zaman tek bir rek'at kılar. Bu rek'at, onun evvelce kılmış olduğu rek'atleri tek leş­tir ir.»

Her iki hadisteki:  «İkişer ikişer rekat» ifâdesinden maksat her iki rek'atten sonra selâm vermek olabilir. Müslim ve A h m e d'in rivayetine göre Ibn-i Ömer (Radıyallâ-hu anh) böyle yorumlamıştır, ilk anda hatıra gelen de budur. Eğer böyle yorumlanırsa hadîs, tek bir rek'at olarak vitir namazını kıl­mak caizdir, diyenler için bir delildir. Müellifin bu hadîsleri bu bâb-ta zikretmesi kendisinin de mezkûr ifâdeyi anlattığım biçimde yorum­ladığına işaret sayılabilir.

Tek bir rek'atle vitir namazı kılınmaz. Üç rek'atı bir niyetle kıl­mak ve yalnız sonunda selâm vermek gerekir, diyen âlimler mez­kûr ifâdeden maksat her iki rek'atin sonunda teşehhüde oturmaktır, demişlerdir.

El-Hâfız, bu ifâdeyi, her iki rek'atten sonra selâm vermek anlamında yorumlıyarak : 'Cumhur, her iki rek'atten sonra selâm ver­mek hükmünü ifâde eden bu hadîs, efdal olanı beyan etmek içindir, diye yorum yapmışlardır. (Yâni efdal olan şekil her iki rek'atten sonra selâm vermektir.) der.

Hadîs, en hafif şekli göstermek için buyurulmuş olabilir. Çünkü her iki rek'atten sonra selâm vermek dört veya daha ziyâde rek'at-lerden sonra selâm vermekten hafiftir.' demiştir.

EI-Menhel yazarı şöyle der:

"Bu hadis, gece namazında her iki rek'atten sonra selâm verme­nin efdal olduğuna delâlet eder. Mâlik, Şafiî, Ahmed, Ebû Yûsuf ve Muhammed böyle demişlerdir. Gündüz sünneti de böyledir.

Ebü Hanîfe'ye göre gece ve gündüz sünnetlerinde dört rek'atten sonra selâm vermek efdal olanıdır."

Bu hususta geniş tafsilâtı inşaalllah 1318 -1325 nolu hadisler bah­e vereceğiz.

El-Menhel yazarı daha sonra şöyle der:

"Vitir namazı tek bir rek'at olarak kılınabilir, diyen Mâlik S â f i i (Rahimehumullah) 'nin delillerinden birisi bu hadîstir. Cuiîı-hur'un kavli de budur.

Ebû Hanîfe ve arkadaşları: Tek bir rekat, vitir namazı olamaz. Tek rek'ath hiç bir namaz yoktur, diyerek şu delillere da­yanmışlardır :

1. N e s â i' nin   rivayetine göre;

Âişe (Radıyallâhü anhâ) : 'Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sel-lem), vitrin iki rek atinde selâm vermezdi' demiştir.

2. El H â k i m' in   rivayetine göre;

Âişe (Radıyallâhü anhâ) : 'Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sel-lem) vitir namazını üç rek'at olarak kılar ve yalnız sonunda selâm verirdi/ demiştir.

Hanefî âlimlerinin İhn-i Ömer (Radıyallâhü anh) 'in ha­dîsine verdikleri cevâbı T a h a v i şöyle anlatır: Yâni Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) bir rek'atı daha önce kıldığı iki rek'at­le beraber kılmıştır. Böylece hadislerin arası bulunmuş olur.''

Hanefi ler   Hadîsteki: tek rek'atı kılmış olduğu rek'atleri teklestirir." cümlesi, tek rek'atin, daha önce kılınan rek'atlere bitişik ol­duğuna bir belirtidir. Tek bir rek'at kılan kimse, daha önce kıldığı rek'atleri selâmla aralamış ise, onun kıldığı son rek'at, diğer rek'at­leri nasıl tekleştirir, demişlerdir?

Hanefilerin, tbn-i Ömer (Radıyallâhü anh> hadisi Be ilgili bu yorum hadisin zahirine muhaliftir.

Hadîs, şafak m sökmesi ile vitir namazının vaktinin çıktığına de­lâlet eder.

İkinci hadîsin;  cümlesinin mânâsı: -Vitir bir rek'attir.» Bu cümle tek bir rek'at olarak vitir namazı kılınır, diyenler için açık bir delildir. Başka tür yorum uzaktır.

îlk hadîsteki: cümlesinin zahirî yukardaki cümleye uygundur. Çünkü ilk hatıra gelen mânâ : «Ve bir rek'atla vitir nama­zını kılardı.» şeklidir.

İkinci ihtimal: «Ve bir rek'atle tekleştirirdi.»

 

1176) El-Muttaüb bin Abdülah   (Radtyallâhü anhümâ)'dan;  Şöyle demiştir :

Bir adam, İbn-i Ömer (Radıyallâhü anhümâ)'ya :

  Ben vitir namazını nasıl kılayım? diye sordu. İbn-i Ömer (Ra­dıyallâhü anhümâ) :

  Tek bir rek'at vitir kıl, diye cevap verince, adam:

— Halkın  (kılacağım tek rek'atli namaza)  büteyrâ  ( = güdük) demelerinden korkarım, dedi. İbn-i Ömer (Radıyallâhü anhümâ) : dedi. Yâni: (Tek bir rek'atli) bu namaz, Allah ve Re­sulünün sünnetidir. ( Meşru kıldıkları bir ibâdettir.)"Zevâid'de belirtildiğine göre, hadisin isnadındaki râviler sıkadır. Fa­kat sened munkatidir. Nitekim Buhârî: El-Muttalib'in her hangi bir sahâbîden ha­dis dinlediğini bilemiyeceğim, demiştir. [268]

 

İzahı

 

Zevâid türünden olan bu hadîs de vitir namazının bir rek'at ola­rak kılınmasının meşruluğuna delâlet eder.

Büteyrâ s Beter'in ism-i tasgiridir. Beter î Kesik demektir. Bütey­râ' : Kesikcik, olur. Sindi: 'Büteyrâ namaz, tek rek'atli namaz diye tarif edilmiştir. Bâzıları demişler ki, iki rek'at olarak niyet edi­lip tek rek'at olarak kesilen namazdır.' demiştir.

Buhârî' nin: "Kitabü'l-Mağazf'de rivayet ettiğine göre Sa'd   bin   Ebi'l-Vakkâs    (Radıyallâhü anh) 'in vitir namazını tek rek'at olarak kıldığını rivayet etmiştir. E 1 - A y n i: Sa'd (Radıyallâhü anh) 'm bu namazına İbn-i Mes'ûd (Ra­dıyallâhü anh) :

— "Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) hayatta iken gör­mediğimiz şu güdük namaz nedir?" diye itirazda bulunduğunu söy­lemiştir.   Dârekutnî'de   beyan edildiğine göre;

"Kays bin Ebî Hazım (Radıyallâhü anh) -. Bu nasıl namaz?" de­yince, Sa'd (Radıyallâhü anh) 'Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sel­lem) 'i, vitir namazını tek rek'at olarak kılarken gördüm.' diye cevap vermiştir.

Yine B u h â r i "Kitabü'l-Menâkıb"da S â i b bin Y e -z i d (Radıyallâhü anh)'den rivayet ettiğine göre M u â v i y e (Radıyallâhü anh) yalnız bir rek'at vitir kılmış, îbn-i Abbâs (Radıyallâhü anh) da onun bu fiilini tasvip etmiştir.

Vitir namazının kılmışı ve rek'at sayısı hakkındaki âlimlerin gö­rüşlerini 1190-1192 nolu hadîsler bahsinde inşaallah anlatırım.

 

1177) Âişe (Radıyallâhü ankâyûzn; Şöyle demiştir: Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) her iki rek'atın sonun­da selâm verirdi ve bir tek rek'at olarak vitir kılardı."

Not:   İsnadın sahih ve ricalinin sıka oldukları Zevâid'de bildirilmiştir. [269]

 

117 - Vitir Namazındaki Kunût (Duası) Hakkında Gelen Hadîsler Babı

 

1178) Hasan bin Ali   (bin Ebî Tâlib)   (Radtyattâkü ankümâ)'dan; Şöyle demiştir:

Vitir (namazı)  kunutunda okumakta olduğum şu cümleleri ba­na, dedem ResûluUah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem), öğretmiştir:

= Allah'ım! Dünyada ve âhirette dertten âzâd eylediklerin me yânında beni de azat eyle. (Veya sevdiğin) adamlar meyânında be­nim işlerimi de düzenle (veya beni de sev), hidâyete erdirdiklerinle beraber beni de erdir. Kaderin şerrinden beni sen koru. bana verdiğin nimetleri bereketlendir. Şüphesiz (dilediğinle) hükmedersin, sana hükmedilemez. Şüphesiz sevdiğin (kul) zelil olmaz, sen her tür ek­sikliklerden paksın. Ey Rabbimiz! İhsan (ve iyiliğin) boldur, zâtına lâyık olmayan her şeyden nezih ve temizsin." [270]

 

İzahı

 

Tirmizî, Ebû Dâvûd, Nesâi, Ahmed, İbn-i Huzeyme, İbn-i Hibbân, el-Hâkim, Dârekut-nî ve B e y hia ki de bunu rivayet etmişlerdir. Bâzı rivayetler­de cümlelerin sıralanışında takdim, tehir vardır. Ebû Dâvûd, Nesâi,    ve   Tirmizi' deki cümlelerin sıralanışı şöyledir:

cümlesi   Ebû   Dâvûd'un   rivayetinde mev­cuttur. El-Menhel yazarı bu ziyâdenin sabit olduğunu söylemiştir.

Beyhaki ve Tabarâni' njn rivayetlerinde mevcuttur. E 1 - H â f ı z da et-Telhîs'te muttasıl bir senedle yaptığı rivayetle bu ziyâde mevcuttur.

cümlesi   Nesâi   ve   Tirmizi'de: diye geçer.

cümlesi yerine   Tirmizi   ve   Ebû D â v û d ' da cümlesi bulunur.

Nesâi' nin   rivayetinde mezkur cümlelerin sonunda:

cümlesi vardır. Tuhfe yazarı mezkûr cümlelerin şerhinde şöyle der:  cümlesinin mânâsı:

«Allah'ım! Beni hidâyet üzerinde sabit kıl, bundan ayırma.» Ve­yahut : «Allah'ım! Benim için hidâyet sebeplerini artır.»

 lafzından maksad şudur: «Hidâyete erdirdiğin Peygam­ber ve veliler arasında.. -

İbnü'l-Melek: 'Yâni: Dosdoğru yola erdirdiklerin arası­na beni kat.' demiştir.

Afiyet, Muafiyet: Îbnü'l-Melek, bu kelimeden maksat, kötülüklerin defidir. (Biz bunu dertden azâd olmak diye terceme ettik.)

fiili, "Tevelli" kökünden alınmadır. "Tevelli" sevgi, koruma, işi düzenleme anlamlarını ifâde eder. Cümlenin mânâsı şudur:(.

"Allah'ım! Sevdiğin, koruduğun ve İşlerini güzel düzenlediğin kul^ lar arasında beni sev, koru ve işlerimi düzenle.",

"Kaderin şerrinden beni koru" cümlesinden maksat: 'Kaderin şer cilveleri karşısında sabırsızlık ve öfkelenmek gibi nizama aykı­rı hareketlerden beri koru.' demektir. Kaderin kendisinden korunmak kasdedilmemiştir. Çünkü bilindiği gibi hayır olsun, şer olsun kader ne ise aynen gerçekleşir, bunun değişmesi söz konusu değildir. Bu cümleden maksat, Kaderi ilâhiyye karşı isyan etmemek ve sabret­mektir. Bu husus için Allah'tan yardım dilemektir.

-Şüphesiz senin sevdiğin (kul)  zelil olmaz.»

cümlesindeki "Vâleyte" fiilinin kökü olan "Muvalât" kelimesi ile il­gili olarak Tuhfe'de şöyle deniliyor :

'Muvâiât: Muadât'ın zıddıdır. (Yâni düşmanlığın zıddı olan mu­habbettir.)

îbn-i Hacer: Yâni, senin sevdiğin kullar, âhiret günü ve­ya dünya ve âhirette zelil olmazlar. Dünyada hakarete uğrasalar, başlarına belâ ve .musibetler gelse dahi buna bakılmaz. Çünkü gö­rülen zillet zahiridir, hakîki değildir. Zîra zahiren hakaret ve zillet sayılan haller, Allah katında ve velîler gözünde en büyük izzet ve şereftir, yüceliktir. Önemli olan da Allah ve sevdiklerinin nazarmda-ki haldir. Bunun içindir ki, Peygamberler (Sallallahü Aleyhi ve Sel-lem)'in başına çok acaib belâlar ve pek garib sıkıntılar gelmiştir.

"Senin düşmanlık ettiğin kimse âhirette veya dünya ve âhirette aziz olamaz." Böylesine dünya nimetlerinden ne kadar çok verilirse verilsin, Allah'ın emirlerine uymadığı ve yasaklarından sakınmadı­ğı için Allah ve sevgili kulları katında aziz ve şerefli olamaz.'

T i r m i z i bu hadisi rivayet ettikten sonra şöyle der: "Kunût hususunda Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'den bundan daha güzel bir şeyin sabit olduğunu bilmiyoruz. Vitir nama-zındaki kunût hakkında âlimler ihtilâf etmiştir. Abdullah bin M e s' û d (Radıyallâhü anh) bütün yıl vitir namazında Kunut duasını okumayı ve Kunût'un vitir namazının (son rck'atinin) rü-ku'undan önce okumayı seçmiştir, tlim ehlinin kavli budur. S ü f-yân-ı Sevrî, İbnü'l-Mübârek, îshak ve Küfe ehli   bununla hükmetmişlerdir.

A1i (Radıyallâhü anh)'den rivayet edildiğine göre kendisi yal­nız Ramazan ayının son onbeş gününde vitir namazında Kunût dua­sını okurdu ve Kunüt'u rüku'dan sonra ederdi. Bâzı âlimler de böy­le hükmetmişlerdir.    Şafiî   ve   Ahmed   böyle demişlerdir."

El-Menhel yazarı bu hadîsin şerhinde şöyle der:

"Hadîs, vitir namazında Kunût okumanın meşruluğuna delâlet eder. Hadisin zahirine göre bu hususta Ramazan ayı ile başka za­manlar arasında fark yoktur. Hanefîler ve Hanbelîler böyle hükmetmişlerdir.

İbn-i Mes'ud, Ebû Hanîfe, Süfyân-ı Sev­rî,   İbnü'l-Mübârek,    îshak,   Kûfeliler   Berâ1,

Ebû Musa, İbn-i Abbâs, Enes. Ömer bin A b-dülaziz, Ubeyde, Abdurrahman bin Ebî Ley­lâ ve Hamid et-Tavil (Radıyallâhü anhüm), Kunût'un rüku'dan önce okunmasına hükmetmişlerdir.

Bir cemâat, Kunût duasının yalnız Ramazan ayının son yansın­da vitir namazında okunmasına hükmetmişlerdir. Alî, îbn-i Sirîn, Said bin Ebi'l-Hasen, Zühri, Yahya bin Sabit, Mâlik ve Şafiî bu grubtaki âlimlerden­dirler.

Kunût'un rüku'dan önce mi sonra mı okunması hususunda, yu­karda işaret ettiğim gibi ihtilâf vardır:

Hulefâ-i Râşidîn ve Said bin Çubeyr gibi zâtlar, rüku'dan sonra olduğuna hükmetmişlerdir. Â h m e d bin H a n b e 1' in   kavli ve   Şafiî   mezhebinin meşhur kavli budur.

îbn-i Mes'ud, Süfyân-i Sevrî, tbnü'1-Mû-bârek, Ebû Hanîfe ve yukarıda isimleri geçen âlimler, rü­ku'dan önce olduğunu söylemişlerdir.

(El-Menhel yazarı, bu arada bunların delillerini zikrettikten son­ra şöyle der:)

Kunût'un rüku'dan önce veya sonra okunmasına dâir rivayetler arasında bir çelişki söz konusu değildir. Çünkü iki şekil de mubah kâbilindendir. Artık rüku'dan önce de okunabilir, rüku'dan sonra da. Çünkü ikisi de Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellemî'den vâ-rid olmuştur. Nitekim rüku'dan önce ve sonra Kunût etme hükmü, Enes    (Radıyallâhü anh)'e sorulmuş, kendisi:

"Biz rüku'dan önce de sonra da Kunût ederdik" diye cevap ver­miştir." (1183 nolu hadîstir.) [271]

 

Kunût Hakkındaki Dört Mezhebin Görüşleri

 

Vitir namazı Hanefiler'e göre vâcib, diğer üç mezhebe göre sünnettir. Kunût duasına gelince :

1 - Hanefiler'e göre vitrin son rek'atinin kıraati bitin­ce el kaldırıp tekbir almak ve Kunût okumak vâcîbtir. Kunût Al­lah'a övgüyü ve duâayı ihtiva eden sözlerdir. Lâkin îbn-i M e s' -u d (Radıyallâhü anh)'den rivayet edilen şu sözleri okumak sün­nettir.

«Allah'ıml Biz Senden yardım ve mağfiret dileriz. Senden hidâ­yet üzere sabit kalmamızı dileriz. Sana imanımız var. Sana tevekkül ederiz. Tüm övgü vasıfları ile seni överiz. Sana şükrederiz. Sana nan­körlük etmeyiz. Sana muhalefetle isyan edeni başımızdan atarak ter-kederiz. Allah'ım! Yalnız sana ibâdet ederiz. Ancak senin için namaz kılar, secde ederiz. Koşmamız ve çabalamamız yalnız sana yaklaşmak içindir. Senin rahmetini umarız. Senin azabından korkarız. Şüphesiz senin azabın kâfirlere yapışır.»

Bundan sonra Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) e, âline ve ashabına salavât okunur.

Ayrıca büyük âfetler ve musibetler geldiğinde sabah namazında ve ikinci rükû'dan sonra imamın Kunût etmesi sünnettir.

2 - Şafii mezhebine göre yıl boyunca sabah farzının ikinci rek'atinde rükû'dan kalkınca Kunût okumak sünnettir. Keza Rama­zan ayının son yarısında vitir namazının son rek'atinde yine rükû'-ın kalkınca Kunût etmek sünnettir. Kunût, Allah'a övgü ve duayı kapsayan sözlerden meydana gelir. Lâkin Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'den vârid olan lafızları okumak sünnettir. Bu la­fızlar, hadlsimizdeki lafızlardır. Ancak hadisteki lafızlardan sonra şunu ilâve etmek sünnettir.

Belâ ve musibetler zamanında bütün vakit namazlarında Kunût okumak hem imam hem münferid için sünnettir.

3 - Hanbeliler'e göre vitrin son rek'atinin rükü'undan kalkınca Kunût etmek, yıl boyunca sünnettir. Ramazan ayı ile diğer aylar arasında bir fark yoktur. Vârid olan lafızları okumak daha ef-daldır. Vârid olan lafızlar, yukarıdaki iki Kunût'tur.

Vitir namazı dışındaki namazlarda Kunût etmek mekruhtur. Fa­kat müslümanlara taundan başka bir belâ geldiği zaman devlet rei­si veya vekilinin beş vakit namazda Kunût etmesi sünnettir. Ku­nût, vitrin son rek'atinin rükü'undan önce okunabiliyor ise de, ef-dal olanı rükû'dan sonradır.

4 - Mâ1iki mezhebine göre Vitir namazında Kunût yoktur. Sabah namazında Kunût okumak menduptur. Rükû'dan önce okuıv malıdır. Unutarak rükû'a varınca Kunüt etmediğini hatırlarsa Ku­nût için geri dönülmez. Rükû'dan kalktıktan sonra Kunût edilir.[272]

Geniş malûmat için Fıkıh kitablarına müracaat edilmesi gerekir.

 

1179) Ali bin Ebî Tâlib (Radıyattâhü anhyden; Şöyle demiştir : Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem), vitir namazındn sela­mın) dan sonra şöyle derdi:

«Allah'ım! Senin öfkenden, senin rızâna sığınırım. Senin asa­bından senin afvine sığınırım, sentin cezan)dan sana sığınırım. Şa­na Iâyıkı veçhile hamd-ü sena edemem. Sen zâtını övdüğün yüce va­sıflara ve üstün kemalâta sahipsin.» [273]

 

İzahı

 

Tirmizî, Ebû Dâvûd, Nesâi, Hâkim, D â re­mi, îbn-i Hibbân ve İbn-i Huzeyme de bunu rivayet etmişlerdir.

Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'in bu duayı vitir nama­zının selâmından sonra okuduğu N e s â i' nin rivayetinde açıkça belirtilmiştir.

Hadisin : "Senin öfkenden..." cümlesinin mânâsı şudur : "Senin öfkeni mucip şeylerden, senin rızânı mucip şeyleri işle­mekle, kendimi korumaya çalışırım. Senin azabını mucip şeylerden, senin afvını mucip şeyleri yapmakla korunmaya çalışırım. Senin aza­bından senin zâtına sığınırım. cümlesinden maksad şudur: "Sana hamdü sena etmeyi gerektiren nimetleri saymıya gücüm yetmez." [274]

 

118 - Kunutta Ellerini Kaldırmayanın (Beyânı)  Babı

 

1180) Enes bin Mâlik (Radtyallâhü anhyûen; Şöyle demiştir: Peygamber  (Sallallahü Aleyhi ve Sellem),  yağmur duasından başka hiç bir duasında ellerini (havaya) kaldırmazdı. (Yağmur dua­sında) koltuk altlarının beyazlığı görülecek kadar ellerini    (havaya) kaldırırdı." [275]

 

İzahı

 

Buharı, Müslim, Ebû Dâvûd, Dârek.utnî, Hâkim   ve   Beyhakî   de bunu rivayet etmişlerdir.

Hadîsin zahirine göre Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) yağmur duasından başka hiç bir duada ellerini kaldırmazdı. Lâkin bu hadîsin zahiri yağmur duasından başka dualarda ellerin havaya kaldırılmasına dâir gelen çok sayıdaki hadislere ters düşer.

Buharı 'Dualar Kitabının' bir babını duada ellerin kaldırılma­sına tahsis ederek müteaddit hadîsleri rivayet etmiştir. El-Münzirî de bu konuda bir küçük kitab te'Iif etmiştir. N e v e v i: Bu konu­da sayılmayacak kadar hadîs vardır. Ben Buhâri ve Müs­lim' den   otuz kadar hadîs topladım, demiştir.

Müellifimiz de bundan sonraki babı buna tahsis ederek bir hadîs rivayet etmiştir.

Hadîslerin arasını bulmak hususundaki âlimlerin yorumunu bun­dan sonraki bâbta rivayet olunan hadîsin izahında anlatacağım. [276]

 

119 - Dua Ederken Ellerini Kaldıran Ve (Sonunda) Ellerini Yüzüne Sürenin Babı

 

1181) (Abdullah) bin Abbâs (Radıyallâhü anhümây&a.n rivayet edil­diğine göre Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Selietn) şöyle buyurdu, demiştir :

«Sen duâ ettiğin zaman avuçlarının içitni havaya kaldırmak) ile duâ et. Avuçlarının dışları (nı havaya kaldırmak) ile duâ etme. Duaya son verdiğin zaman avuçlarının içlerini, yüzüne sür.Râvi Sâllh bin Hassân'ın zayıflığı dolayısıyla isnadının zayıflığı Zevâr id'de belirtilmiştir. [277]

 

İzahı

 

Zevâid yazarı bunu zevâid türünden saymış ise de bu türden de­ğildir. Çünkü Ebû Dâvûd bunu 'Duâ' babında rivayet etmiş­tir. Lafızları farklı olmakla beraber mânâları aynidir. Ebû Da­vud'un    rivayeti şöyledir:

= -Duvarları (süslemek üzere kumaşlar, halılar ve benzerleri ile) örtmeyiniz. (Din) kardeşinin kitabına izin almadan bakan kim­se cehennem ateşine bakmış (buna müstahak olmuş) olur. Avuçla­rınızın içleri (ni havaya kaldırmak) ile Allah'a dua ediniz. Avuçları­nızın dışları ile Allah'a dua etmeyiniz. Duanıza son verdiğiniz zaman avuçlarınızın içlerini yüzlerinize sürünüz.-

Hadis, dua edilirken avuçların içlerini semâya doğru açmanın, elleri havaya kaldırmanın meşruluğuna ve dua ederken avuçların içi yere dönük olacak şekilde elleri havaya kaldırmanın yasaklığına de­lâlet eder. Bunun hikmeti, avuç açmanın Allah'a muhtaçlığın, tavâ-zuun ve dilemenin bir ifâdesi oluşudur. Ellerin tersini havaya kaldır­mak ise, dilenen şeye rağbet etmemek ve buna önem vermemek an­lamını ifâde eder.

Hadisin zahirine göre, hayırlı bir şeyin istenmesi veya bir şerrin defedilmesi için duâ edilirken avuçların içini havaya doğru açmak meşrudur.   T ı y b î   böyle demiştir.

İbn-i Hacer ise hadîsteki emri, bir hayırlı şeyin verilmesi yolunda yapılacak duaya hamlederek şöyle demiştir: Çünkü bir şe­yi kazanmak için istekte bulunan kimseye uygun olanı, baş vur­duğu zâta doğru elini açması ve gönül alçaklığı ile ellerini, uzatıp bol ihsanla doldurulmasına çalışmasıdır. Kişi bir şerrin defi için duâ ede­ceği zaman ellerinin tersini semâya doğru kaldırması ve avuçlarının içini yere çevirmesi sünnettir. Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sel-lem) böyle yapmıştır.

Bunun hikmeti bir şeyin verilmesi dilenirken bunun alınması­nın umulduğunu avuç açmakla belirtmektir. Bir şerrin defi için elin ters çevirilmesi, o şerrin kovulmakta olduğunun umulduğunu ifâde eder.

Duâ bitince etlerin yüze sürülmesinin hikmeti de şudur: Duâ edi­lirken, rahmeti ilâhi ellerin üzerine iner. Bu rahmet en şerefli uzuv olan yüze de ulaşsın diye eller, yüze süniHhr. [278]

 

Hadîslerin Arasını Bulmak

 

Bu hadis, duâ edilirken avuçların içi semâya bakacak tarzda el­leri havaya kaldırmanın meşruluğuna delâlet eder.

Bundan önceki babta geçen Enes (Radıyallâhü anh)'in haslîsinin zahirine göre yağmur duası hâriç Peygamber (Sallallahü Aley­hi Ve Sellöm) duâ ederken ellerini havaya kaldırmazdı.

Buâ ederken Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) 'in ellerini havaya kaldırdığı bir çok hadîsle sabittir. Bu hadîslerle Enes (Ra­dıyallâhü anh)'in hadisi arasında görülen zahiri çelişkinin bertaraf edilmesi yolunda el-Menhei yazarı şu yorumu beyan eder:

E n e s (Radıyallâhü anhî'ın gayesi Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'in yağmur duasında ellerini havaya çok kaldırdı­ğını, diğer dualarda bu kadar kaldırmadığını ve normal bir şekilde kaldırdığını ifâde etmektir.

Veyahut Enes (Radıyallâhü anh)'ın gayesi yağmur duâ-sındaki ellerin kaldırılışı diğer zamanlardaki kaldırılışından tamamen farklıdır. Yâni yağmur duasında ellerin tersi semâya doğru ve avuç­ların içi yere doğru tutulurdu. Bu tür kaldırış yağmur duasından baş­ka dualarda olmazdı. Çünkü diğer dualarda avuçların içi semâya doğ­ru tutulurdu.

Hadîslerin arasını bulmanın imkânsızlığı faraza düşünülecek olursa Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'in duâ ederken elle­rini kaldırdığına dâir hadisler, kaldırmadığına dâir hadislere tercih edilir. Çünkü müsbit (bir olayın olduğunu beyan eden) hadisler, nâ-fi (o olayın olmadığını açıklayan) hadislere tercih edilir. [279]

 

Hadisin Fıkıh Yönü

 

1. Duâ ederken elleri havaya kaldırmak meşrudur..

2. Avuçların içini semâya doğru tutmak meşrudur. Avuç içini yere doğru çevirmek yasaktır.

3. Duanın bitiminde elleri yüze sürmek meşrudur.

 

Kunutta El Kaldırıp Kaldırmamak Hususundaki Âlimlerin Görüşleri

 

A h m e d , Rey ehli ve tshak: Kunût'ta ellerin kaldırılması sünnettir, demişlerdir. N e v e v i' nin dediğine göre Şafiî-1 e r' in   sahih kavli de budur.

Mâlik ve Evzâî' nin dâhil olduğu bir ilim cemaatına göre Kunût'ta el kaldırmak yoktur. [280]

 

120 - Rükû'dan Önce Ve Sonra Kunut Okumak Hakkında Gelen  (Hadîsler)   Babı

 

1182) Übeyy bin Kâ'b (Radtyallâhü anAJ'den: Şöyle demiştir: Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem), vitir namazını kılardı, (vitrin son rek'atinde)  rükû'dan önce Kunut okurdu."

 

1183) Enes bin Mâlik (Radtyallâhü ankyâen rivayet edildiğine göre : Kendisine sabah namazındaki Kunut hakkında soru sorulmuş;

Kendisi: Biz rükû'dan önce de sonra da Kunut okurduk, diye cevap

vermiştir. İsnadının sahîh ve ricalinin sıka olduğu Zevâid'de bildirilmiştir.

 

1184) Muhammed (bin Şîrîn) (Radtyallâhü anh)\\en rivayet edildi­ğine göre şöyle demiştir:

Ben Enes bin Mâlik (Radıyallâhü anh)'a (sabah namazındaki) Kunüt durumunu sordum. Dedi ki: Resûlullah (Sallallahü Aleyhi vs Sellem) rükû'dan sonra Kunût okumuştur." [281]

 

İzahı

 

Übeyy (Radıyallâhü anh)'ın hadisini Ebû Dâvûd ve N e s â i   de rivayet etmişlerdir.

Vitir namazında Kunût duasının rükûdan önce okunduğuna hükmeden    Hanefi    âlimleri, bu hadîsi delil göstermişlerdir.

Enes (Radıyallâhü anh)'in ilk hadîsi Zevâid türündendir. Tahavi de rivayet etmiştir. İkinci hadîsini Buhâri, Müs­lim, Nesâi, Ebû Dâvûd ve Tahavi de rivayet et­mişlerdir.    Ebû    Dâvûd'un    rivayeti meâlen şöyledir :

"Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) sabah namazında Ku­nut okumuş mu? diye Enes (Radıyallâhü anhl'a sorulmuş, kendisi t Evet diye cevap vermiş. Bunun üzerine : Rükû'dan önce mi, sonra mı? diye sorulmuş, kendisi: Rükû'dan sonra diye cevap vermiştir. Râvi Müsedded : '(Kunut okunması) az bir müddet (sürmüş)' kaydını ilâve etmiştir."

Enes (Radıyallâhü anhl'in ilk hadîsi, sabah namazında Ku-nut'un rükû'dan önce de, sonra da okunabileceğine delildir. İkinci ha­dîsi ise, Kunut'un rükû'dan sonra okunmasına delildir.

Sabah namazında Kunut okunup okunmaması ihtilaflı bir mes'e-ledir. 117. bâbta anlattığım gibi sahâbîlerden ve tabiîlerden bir ce­mâat, sabah namazında Kunut'un meşru olduğuna hükmetmişlerdir. Mâlik   ve   Şafiî' nin   kavli de budur.

Yine sahâbîlerden ve tabiîlerden bir cemâat: Bir belâ olmadıkça sabah namazında Kunut okumak meşru değildir, demişlerdir.

El-Menhel yazarı, iki grubun delillerini uzunca nakletmiştir.

Sabah namazında Kunut vardır, diyen âlimlerin bir kısmı: Rü­kû'dan sonra okunur, demişlerdir. Böyle hükmedenlerin başında Hulafâ-i Râşidin, Ebû Kılâbe, Şafiî ve Mâ­li k i 1 e r' den   İ b n - i    H a b î b   bulunur.

Rükû'dan öncedir, diyen âlimlerin başında İ b n - i A b b â s, Beri1, Ömer bin Abdülaziz, îbn-i Ebi Leylâ. Mâlik    ve   tshak    (Radıyallâhü anhüm) bulunur.

El-Müdevvene'de beyân edildiğine göre sabah namazındaki Ku­nut hakkında Mâlik: Kunut, rükû'dan önce de, sonra da oku­nabilir. Ben şahsen rükû'dan önce okumayı tercih ederim, demiş­tir.

El-Menhel yazarı: Kunût'un rükû'dan sonra okunması tercihe şa­yandır. Çünkü merfû hadislerle sabittir, demiştir. E 1 - H â k i m ' in rivayetine göre Hasan-ı Basrî: Ben Bedir ehlinden yirmisekiz zâtın arkasında sabah namazım kıldım. Hepsi rükû'dan sonra Kunut okurdu, demiştir. Fakat e 1 - H â f ı z, bu hadîsin is­nadının zayıf olduğunu söylemiştir.

Dört mezhebin bu husustaki görüşlerini 1178 nolu hadisin izahın­da anlatmıştık. [282]

 

121 - Gecenin Sonunda Vitir   (Namazını) Kılmak Hakkında Gelen (Hadîsler)  Babı

 

1185) Mesrûk (Radıyallâkü ank)'den: Şöyle demiştir: Ben, Âişe (Radıyallâhü anhâî'ye, Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'in vitir namazını (ne vakit kıldığını) sordum. Âişe (Ra-dıyallâhü anhâ) dedi ki j O, gecenin evvelinde, ortasında, her vaktin­de vitir kılmıştır. Ömrünün sonlarında vitir namazı seher vaktine doğru biterdi."

 

1186) Alî (bin Ebî Tâlib)   (Radtyallâhü anft)'den; Şöyle demiştir: Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem), gecenin her vaktinde,

gecenin evvelinde ve ortasında vitir namazını kılmıştır. Vitri seher

vaktine doğru sona ermiştir."

 

1187) Câbir (Radıyallâhü anhyden rivayet edildiğine göre, Resûlul-lalı (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) şöyle buyurdu, demiştir:

«Gece uyanamıyacağından korkanlarınız, gecenin evvelinde vitir namazını kılsın, sonra uyusun. Gece sonunda uyanacağını umanla­rınız vitir namazını gecenin sonunda kılsın. Çünkü gece sonundaki Kuran okumada melekler hazır olur. Gece sonunda Kuran okumak ef daldır.» [283]

 

İzahı

 

Âişe (Radıyallâhü anhâ)'nin hadisini Kütüb-i Sitte sahipleri, Ahmed ve Beyhakî rivayet etmişlerdir. Bu hadis, Peygam­ber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'in gecenin muhtelif zamanlarında vitir namazını kıldığına ve ömrünün sonlarında vitir namazını gece­nin sonuna bıraktığına delâlet eder. Ömrünün sonunda vitir nama­zını gecenin sonuna bıraktığı için efdal olanı budur.

Bu hadîs, gecenin tümünün vitir namazı için vakit olduğuna de­lâlet eder. Lâkin cumhura göre vitir namazı vaktinin başlangıcı yat­sı namazından sonradır. Yâni yatsı farzı kılınmadıkça vitir namazı vakti girmiş olmaz.

Ebû Hanîfe'ye göre yatsı vakti olunca vitir namazı vak­ti olmuş olur. Lâkin bile bile vitir namazı yatsı namazından önce kılınamaz.

A 1 i (Radıyallâhü anh)'in hadîsi, Âişe (Radıyallâhü anhâ)'-nin hadisine benziyor. Müelliften başka kim tarafından rivayet edil­diğini bilemedim. Zevâid türünden olması muhtemeldir.

Câbir (Radıyallâhü anh) 'in hadîsini Müslim, Tirmizî   ve   Ahmed   de rivayet etmişlerdir.

T i r m i z İ' nin' rivayetinde hadîsin son kısmı şöyledir:

«Çünkü gecenin sonunda kuran okuma mahdûredir.  (= Yâni rahmet melekleri hazır bulu­nup dinlerler). Gece sonundaki kırâet efdaldır.»

Müs1im' in   rivayetinde son cümle şöyledir: «Çünkü gece sonundaki namaz meşhudedir. (= Yâni kılınırken rahmet melekleri hazır bulunup şehâdet ederler.)  Bu vakitteki namaz efdaldır.»

Bu hadîs, gecenin sonunda uyanmamaktan korkan kimsenin ge­ce uyumadan önce vitir namazını kılmasını ve gece sonunda uyana­cağını ümid edenin vitrini o vakte bırakmasını hükme bağlar.

Nevevi, bu hadisin altında şöyle der: 'Gece sonunda uya­nacağına güvenen kimsenin vitrini bu vakte tehir etmesinin ve bu­na güvenemiyenin uyumadan önce kılmasının efdal olduğuna açık de­lildir. Doğrusu budur. Mutlak olan hadîsler buna göre yorumlanma-lıdır.'[284]

 

122 - Vitir Kılmadan Üyuyakalan Veya Unutanın Babı

 

1188) Ebû Saîd-i Hurin (Radtyallûkü anh)\\en rivayet edildiğine uü-re. Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Set/em) şiiyle buyurdu, demiştir:

-Her kim vitir namazını kılmadan {fecir doğuncaya kadar) uyu-yakalırsa veya unutursa, sabahladığı zaman veya hatırına geldiği zaman kılsın.»" [285]

 

İzahı

 

Tirmizi, Ebû Dâvûd ve Hâkim de bu hadisi rivayet etmişlerdir.

Vitir namazını kılmadan uyuyup şafak'doğuncaya kadar uyan­mayan, keza vitir namazını unutup şafaktan sonra hatırlayan kim­senin vitir namazını kılacağına bu hadis delildir. Uyuyan kimse uyan­dığı zaman, unutan kişi de hatırlayınca kılacaktır.

El-Menhel yazarı, bu hadisin şerhinde aşağıdaki bilgiyi vermiştir: "Hadis, vitir namazının vâcibliğine hükmedenlerin delîllerinden-dir ve vitir namazının kaza edilmesinin meşruluğuna delâlet eder.

Sahâbîlerin, tabiilerin ve onlardan sonra gelenlerin cumhuru, vi­tir namazının kaza edilmesinin meşruluğuna hükmetmişlerdir. Sa'd bin Ebî Vakkâs, Alî, tbn-i Mes'ûd, İbn-i Ömer, Ubâde bin Sâmit, Âmir bin Rabîa, Ebû Derdâ', Muâz bin Cebel ve İbn-i Abbâs gibi sahâbüer (Radıyallâhü anhüm) böyle hükmedenlerdendirler. Ke­za İbrahim en-Nehâi, Sevri, dört mezheb imamları, Evzâi   ve   îshâk   da böyle demişlerdir. [286]

 

Vaktinde Kılınmayan Vitir Ne Zaman Kaza Edilir ?

 

Bu hususta ihtilâf vardır. Şöyle ki:

1 - İbn-i Abbâs, Mesrûk, Hasan-ı Basrî, Nehai, Mekhûl, Katâde, Mâlik, Ahmed ve İ s h â k (Radıyallâhü anhüm) : Fecirden sonra ve sabah namazın­dan önce kaza edilir, demişlerdir.

Tirmizi:   Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve SellemJ'den: Jl }%         j*i   =  «Sabah namazından sonra vitir namazı

kılmak yoktur.» hadisi rivayet edilmiştir. Bâzı âlimler bununla hük­metmiştir. Şafii, Ahmed ve t s h â k bunlardandır, de­miştir.

El Menhel yazan, bu âlimlerin delillerini zikrettikten sonra söz­lerine devamla şöyle der:

İbn-i N a s r, sahâbîlerden ve diğerlerinden bir çok eser zik­rederek bunların fecirden sonra ve sabah namazından önce vitir kıldıklarını nakletmiştir.

2 - N a h a i' ye göre güneş doğmadıkça sabah namazından sonra da olsa vitir kaza edilir.

3 - Şa'bi,    el-Hasan,    Tavus,    Mücâhid    ve H a m m â d :    Vitir namazı sabah namazından sonra da, güneş doğ­duktan sonra da öğle vaktine kadar kaza edilebilir,    demişlerdir, tbn-i    Ömer    (Radıyallâhü anh)'den de bu kavil rivayet edil­miştir.

4 - İbn-i   Hazm,    unutmak veya uyuyakalmak nedeniy­le veya bile bile kılmamak arasında fark olduğunu söyliyerek şöyle demiştir: Eğer bilerek terk ederse kaza etmez. Fakat diğer hallerde gece veya gündüz ne zaman isterse kaza eder.

5 - Şafiî   mezhebinin meşhur kavline göre gece de gündüz de kaza edebilir.

6 - Hanefi   âlimleri : Kerahet vakitleri dışındaki zamanlar­da kaza edilir, demişlerdir.

El-Menhel yazarı, yukardaki ihtilâfları ve delilleri zikrettikten sonra: Tercihe şayan kavil, kerahet vakitleri dışında her zaman ka­za edilebilmesi şeklindeki kavildir. Böyle hükmedildiğinde delillerin arası bulunmuş olur. Hadîs, uyuyakalana ve unutana âit ise de bile bile kılmıyanın kaza etmesi daha tabiidir. Nitekim farz namazın ka­za edilmesinde cumhurun kavli bu merkezdedir. Yâni bile bile farz namazı terkedenin kaza etmesi gerekir, der."

 

1189) Ebû Saîd-i Hudrî (Radtyallâkü anh)'âen rivayet edildiğine gö­re, Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Selletn) şöyle buyurdu, demiştir:

«Henüz sabahlamamışken (= fecir doğmamışken) vitir namazım kılınız.»

Ravi Muhammed bin Yahya i Bu hadîs delildir ki; Abdurrahmanın hadîsi (= bir önceki hadis) vahidir, demiştir. [287]

 

İzahı

 

Bu hadîsi Müslim, Tirmizî ve Nesâî de riva­yet etmişlerdir.

Hadîs, vitir namazının fecirden önce kılınmasının gerekliliğine delâlet eder. Hadîsin zahirine göre fecirden sonra vitir kılınamaz. Sindi: 'Müellif, fecirden sonra vitir kılmanın caiz olmadığına ve vaktinde kılınmayınca kaza edilemiyeceğine bu hadisi delil gös­termiş ise de, bunun delil olarak gösterilmesi zayıftır,' demiştir. Çün­kü hadîs vitir namazının edâ vaktinin fecirle son bulduğunu hükme bağlamış olur. Fecrin doğmasıyla vitrin edâ vakti çıkmış olur. Bu­nun için fecre kadar vitir namazını geciktirmemelidir.

Bâzı âlimler, bu ve benzeri hadisleri delil göstererek: Vitri kıl­madan fecre kadar uyuyakalan veya unutan yahut bile bile terke-den kimse fecirden sonra kaza edemez. Çünkü vitir farz değildir. An­cak vaktinde kılınır. Vakti çıkınca kaza edilemez, demişlerdir. A t â', böyle diyenlerdendir.

1189 nolu hadîsi müellife rivayet eden Muhammed bin Yahya bu hadîsi Abdurrahraan'ın rivayet ettiği (1188 nolu) hadisin vâhî olduğuna delâlet eder demiştir. Fakat el-Menhel yazan; Abdurrahman'm zayıflığının; Ebû Dâvûd ve H â k i m ' in rivayetinde Muhammed bin Mutar-r i f' in mutabaatıyla ve T i r m i z i' nin rivayetinde Abdul­lah bin Zeyd'in mutabaatı ile giderildiğini söylemiştir. Çün­kü Tirmizi' nin rivayetinde Abdurrahman bin Z e y d yerine Abdullah bin Zeyd râvi gösterilmiştir. EbûDâvûd ve Hâkim'in rivayetlerinde ise Abdur­rahman yerine Muhammed bin Mutaarrif rivayet etmiştir. [288]

 

123 - Üç, Beş, Yedi Ve Dokuz Rekat Olarak Vitir (Namazını)  Kılmak Hakkında Gelen  (Hadîsler)  Babı

 

1190) Ebû Eyyııb-i Ensârî (Radıyallâhü a«A>'den rivayet edildiğine göre. Resûlullah (SallaUahü Aleyhi ve Sel/em) $Öyle buyurdu, demiştir :

-Vitir (namazı ilâhi) bir haktır. Artık dileyen beş rek'at vitir kıl­sın, dileyen üç rek'at vitir kılsın, dileyen bir rek'at vitir kılsın.»" [289]

 

İzahı

 

Ebû   Dâvud,    Nesâî,   Ta havi,    Dârekutni, Beyhaki   ve   el-Hâkim   de bunu rivayet etmişlerdir. Ebû    Davud'un   rivayetinde ilk cümle şöyledir :

-Vitir, her müslümanın zimmetinde sabit (ilâhi) bir haktır-

Sindi: Vitir namazının vâcib olduğuna hükmedenler bu ha­disi delîl gösterebilirler. Çünkü, 'Hak' -. Zimmette sabit ve yapılması lüzumlu olan şeydir. Bâzı rivayetlerde vitir kılmayanlar hakkında tehdit de vardır, vitrin vacip olmadığını hükmedenler ise 'Hak': Sa­bit ve meşru' demektir. Vitir kılmayan hakkında buvurulan;

= «Vitir kılmayan bizden değildir.» tehdidinin

yorumu şudur: "Vitir kılmayan, bizim sünnetimiz ve yolumuz ehlin­den değildir. (Veyahut sünnetimizden yüz çevirmek ve hoşlanmamak üzere vitir kılmayan bizden değildir...)" demişlerdir.

Hadisin : -Artık dileyen beş, dileyen üç rek'at...» cümleleri ile il­gili olarak el Menhel yazan şunları söyler:

"EI-Hâkim'in Âişe (Radıyallâhü anh)'den rivayeti ile sabit olduğu üzere Peygamber vitir namazını beş rek'at kıldığı zaman beşinci rek'atten başka hiç bir rek'atte oturmazdı ve yalnız beşinci rek'atten sonra selâm verirdi. Buradaki cümle böyle yorumlanmalı-dır. Peygamber (SallaUahü Aleyhi ve Sellem)'in dördüncü rek'atten sonra teşehhüde oturması ve teşehhüdden sonra selâm vermeden beşinci rek'ate kalkıp bu rek'ati de kıldıktan sonra teşehhüde otur­ması ve selâm vermesi şeklinde yorum yapmak da mümkündür.

Peygamber (SallaUahü Aleyhi ve Sellem)'in vitri üç rek'at ola­rak kıldığı zaman bunu yine bir teşehhüd ve bir selâmla kıldığı, el-Hâkim'in Âişe (Radıyallâhü anhâ)'den rivayeti ile sa­bittir. Şu halde üç rek'atla ilgili cümleyi buna göre yorumlamak uy­gun olur. Ömer (Radıyallâhü anhî'ın vitir kılışı böyle idi. M e -dine   halkı bu vitir şeklini ondan almışlardır.

Vitir üç rek'at olarak kılındığı zaman iki teşehhüd ve bir se­lâmla kılınması yorumu muhtemeldir. Ebû Hanife ile arka­daşları ve   Sevri' nin   kavli budur.

Üç rek'at vitirle alâkalı olarak el-Hâkim ve Dârekut-n i' nin rivayet ettikleri Ebû Hüreyre (Radıyallâhü anh)'ın şu merfû hadîsi değişik şekillerde yorumlanmıştır.

= «Vitri üç rek'at olarak kılmayın. Beş veya yedi (rek'at olarak) kılınız. Akşam farzına benzetmeyiniz.»

Ebü Hanife ve arkadaşları; bu hadisteki nehiy, tenzihen mekruhluk içindir. Gaye gece namazını kılmayıp yalnız üç rek'atlık vitirle yetinmemektir, demişlerdir.

Diğerleri : Bu yorum hadîsin zahirinden uzaktır. Hadisteki ne­hiy, vitir üç rek'at olarak kılındığı zaman akşam namazı gibi iki te­şehhüd ve bir selâmla kılınması içindir. Fakat üç rek'at bir teşeh­hüt ve bir selâmla kılındığı zaman akşam farzından farklı olmuş olur. demişlerdir.

Hadîs, bir rek'atla vitir kılınabildiğine delildir. Bu konuda gelen bâzı hadîsler 116. bâbta rivayet olunmuştur.

 

1191) Sa’d bin Hişâm (bin Âmir el-Ensârî)[290] (Radıyallâhü an-hutnâ)'(\an rivayet edildiğine göre şöyle demiştir:

— Ben Âişe (Radıyallâhü anhâ)'ya:

Ey Müzminlerin anası! Bana Resûlullah (Sallallahu Aleyhi ve Sel-lem)'in vitir namazını(n keyfiyetini, vaktini ve rek'at sayısını) an-latıver, diye dilekte bulundum. Dedi ki:

Biz Onun için misvakini ve abdest suyunu hazırlardık. Geceleyin Allah dilediği zaman Onu uykudan kaldırırdı. (Uykudan uyanınca) misvak kullanır, abdest alır ve dokuz rek'atı (üst üste ve aralarında selâm vermeden) kılardı. Sekizinci rek'ate kadar teşehhüde oturmaz­dı. Sekizinci rek'atten sonra (teşehhüde) oturup, Rabbine duâ ederdi. Allah'ı zikreder, ham d eder ve Ona duâ ederdi. Sonra selâm verme­den ayağa kalkarak, ayakta dururdu. Dokuzuncu rek'atı kıldıktan sonra oturup Allah'ı anar, Ona hamdeder, Rabbine duâ eder ve Pey-gamber'ine salâvat getirirdi. Sonra bize duyuracak şekilde selâm ve­rirdi. Selâmdan sonra iki rek'atı oturarak kılardı. İşte hepsi on bir rek'attir. Resûlullah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) yaşlanıp etlenin­ce yedi rek'at vitir kılardı. Ve bundan selâm verdikten sonra iki rek'atı (oturarak) kılardı." [291]

 

İzahı

 

Müslim, Ebû Dâvûd, Nesâİ, Ahmed ve Ta­na v î de bunu rivayet etmişlerdir. Rivayetlerde az lafız farkı var­dır. Bâzı rivayetler çok uzundur. Ve başka konulara da değinilmiş­tir. Onları buraya aktarmaya gerek görmüyorum.

Hadîsin;   «O'nun vitri hakkında fetva ver»

cümlesi yerine   Müslim' de;  «Onun vitrinden bana haber ver» buyurulmuş,    Ebû    Dâvûd1 un   rivayeti;

«O'nun vitrini bana tahdîs et» şeklindedir.

M ü s 1 i m ' in rivayetinde; cümlesi yoktur.  Ebû  D â -v ü d ' un    rivayetinde hadisin son kısmı şöyledir :

= «O, yaşlanıp etlenince, vitrini yedi rek'at olarak kılmaya baş­ladı. Yalnız altıncı ve yedinci rek'atlerde (teşehhüde) oturdu. Ve yalnız yedinci rek'atten sonra selâm verdi. Selâmdan sonra iki rek'at daha oturarak kıldı. İşte hepsi dokuz rek'attir...»

Hadîs, Peygamber (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) in dokuz rek'at vitir kıldığını, hepsini bir niyet ve bir selâmla îfa ettiğini, yalnız se­kizinci ve dokuzuncu rek'atte teşehhüde oturduğunu, teşehhüdde Al­lah'ı anarak, hamdederek duâ ettiğini, açıktan selâm verdiğini, se­lâmdan sonra iki rek'at daha ve oturarak kıldığını, yaşlanıp şişman­ladıktan sonra 7 rek'at vitir kıldığını, yine son iki rek'atte teşehhüde oturduğunu, yalnız yedinci rek'atten sonra selâm verdiğini, selâm­dan sonra ayni şekilde iki rek'at daha kıldığını beyan eder.

Hadîsin : "Vitirden sonra oturarak iki rek'at kılmakla" cümlesi ile ilgili olarak   N e v e v i   şöyle der:

'Kadı Iyâz'm nakline göre Evzâi ve Ahmed bu hadisin zahirini tutarak vitirden sonra iki rek'atı oturarak kılmayı mubah görmüşlerdir. Ahmed: Ben bu iki rek'atı kılmam, kı­lınmasından da kimseyi menetmem, Mâlik, kılınmasını kabul etmemiştir, der.    N e v e v i   daha sonra şöyle der :

'Bence doğrusu budur ki Peygamber (Sallallahu Aleyhi ve Sel­lem) vitirden sonra namaz kılmanın ve oturarak namaz kılmanın câizliğini beyan etmek için bu iki rek'atı oturarak kılmıştır. Pey­gamber    (Sallallahu Aleyhi ve Sellem)    devamlı bunu kılmamıştır.

Bir iki defa veya bir kaç defa kılmıştır. Hadisteki;"Na­maz kılardı" ifâdesi seni aldatmasın. Çünkü âlimlerin ekserisi ve usûlcülerin muhakkıklari; fö lafzı tekrarlamak ve devamlılık mâ­nâsını gerektirmez. Mazi bir fiildir. Bir şeyin geçmişte vuku buldu­ğunu ifâde eder. Eğer o şeyin tekerrür ettiğine delâlet eden bir delil

bulunursa devamlılık mânâsı verilir, yoksa; jli" kelimesi beheme­hal bunu ifâde eder, denmez..."

N e v e v i   daha sonra bu fiilin devamlılık ifâde etmediğine dâir hadîslerden müteaddit örnekler verir.

 

1192) Ümmü Seleme (RadtyaUâhü ankâ)'ı\ar\; Şöyle demiştir: Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem), yedi veya beş (rek'at) olarak vitir kılardı. Bu rek'atler arasında ne selâm ne de konuşmak­la ara verirdi." [292]

 

İzahı

 

Nesâi ve Ahmed de bunu rivayet etmişlerdir. Bu ha­dîs de Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'in vitir namazını yedi veya beş rek'at olarak kıldığına ve yalnız son rek'atten sonra selâm verdiğine delildir.

Bu bâbta rivayet edilen hadislerden çıkarılan sonuç Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'in vitir namazının bir, üç, beş, yedi ve dokuz rek'at olarak kılınabileceğini bildirmiştir.

Bu husustaki imamların görüşleri şöyledir  :

1. Ebû   Hanîfe'ye   göre vitir namazı üç rekattır. îkinci rek'atte teşehhüde oturulur. Selâm verilmeden üçüncü rek'ate kalkı­lır, bunun kıraati bitince tekbir alınarak ve eller kulaklara kadar kaldırılıp bağlanır. Sonra Kunût duası okunur ve rüku'a gidilir...

2. M â 1 i k ' e    göre vitir namazı bir rekattır.

3. Şafii    ve    Ahmed'e    göre asgari, bir rekattır. Üç, beş, yedi, dokuz ve en çok onbir rek'at kılınabilir. Bunlara göre üç rek'at kılındığında şu iki şekilde kılmak caizdir.

a) Önce iki rek'at kılınıp selâm verilir. Sonra tek rek'at kılınır.

b) Üç rek'at bir niyetle kılınır, ikinci rek'atte teşehhüde oturul­madan ve selâm verilmeden üçüncü rek'ate kalkılır. Üçüncü rek'at­ten sonra teşehhüd okunur ve selâm verilir.

Beş, yedi, dokuz veya onbir rek'at kılındığı zaman üç şekilde kı-hnsbilir.

a) Her iki rekatın sonunda teşehhüde oturulur ve teşehhüdden sonra selâm verilir. Son tek rek'at ayrı kılınır.

b) Hepsine bir niyet edilir. Yalnız sondan ikinci rek'atte teşeh­hüde oturulur. Teşehhüdden sonra selâm verilmeden ayağa kalkılır, sonuncu rek'at de kılınıp teşehhüdden sonra selâm verilir.

c) Hepsine bir niyet edilir. Yalnız sonuncu rek'atte teşehhüde oturulur ve teşehhüdden sonra selâm verilir.

Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'in yaşlanıp şişmanla­dıktan sonra vitir namazını yedi rek'at kılması, el-Menhel yazarının beyânına göre vefatından bir yıl önce başlamış ve vefatına kadar de­vam etmiştir. [293]

 

124 - Yolculukta Vitir Kılmak Hakkında Gelen (Hadisler)  Babı

 

 

1193) Salim,in babası   (Abdullah  bin   Ömer)      (Hadivalfâhü  anhümâ)'dan; Şöyle dernijtir :

''Resûlullah fS.i.. tJlahü Aleyhi ve Sellem) yolculukta (dört rek'at-lı farzları) iki rek'ut olarak kılardı. Bu iki rek'ate bir şey ilâve et­mezdi. Geceleyin teheccüd namazını kılardı.' (Salim diyor ki) ben (babama) dedim ki: Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem), (yol­culukta vitir namazını da kılıyor (mu) du? Pabam : Evet, dedi."

İsnadında  Câbir  el-Ca'fi'nin   bulunduğu  ve  kezzabın  biri   olduğu  Ze vâid'de bildirilmiştir. [294]

 

İzahı

 

Zevâid türünden olan bu hadis Peygamber (Sallailahü Aleyhi ve Sellem)'in dört rek'atlı farz namazları yolculuk hâlinde iki rek'at ola­rak kıldığına, farzların ilk ve son sünnetlerini yolculukta kılmadığı­na, gece namazını ve vitrini seferde de kıldığına delâlet eder.

 

1194) (Abdullah) bin Abbâs ve (Abdullah) bin Ömer (Radıyallâhü anhümâyûan: Şöyle demiştir :

Resûlullah (Sallailahü Aleyhi ve Sellem), (dört rek'atlı farzları) yolculuk hâlinde iki rek'at olarak meşru kılmıştır. İki rek'at, tamdır, kısaltılmış değildir. Yolculukta vitir namazını kılmak sünnettir." [295]

 

 

İzahı

 

Hadisin bu lafızlarla, Kütüb-i Sitte'nin (İb n - i M â c e ' den başka) hangisinde rivayet edildiğini göremedim. Fakat dört rek'atli farzların yolculukta iki rek'at olarak meşru kılındığına ve bunun kı­saltılmış olmayıp tam olduğuna dâir sahih hadîsler Kütüb-i Sitte'de vardır. Bir kısmı 73. bâbta 1063 -1068 numaralarla geçmiştir.

Sindi: Hadîsteki 'Sünnet' kelimesi ile istilahî mânâ kasdedil-memiş, meşru mânâsı kasdedilmiştir. Sünnet, meşru mânâsına yo­rumlanınca, vacip ve sünneti kapsar. Hadîsin bu bâbta zikredilmesi de bu yorumu teyid eder. Sünnet, böyle yorumlanınca, vitir namazı­nın vacip olmadığı mânâsı bu hadîsten çıkarılamaz, demiştir.

Daha önce belirttiğim gibi vitir namazı Ebû Hanîfe'ye göre vacip, diğer üç imama göre sünnettir. Hadîs diğer imamların görüşü için de delil gösterilebilir. Şöyle ki, yolculukta dört rek'atli farzlar iki rek'at olarak kılınır. Farzlara bağlı sünnetler yolculukta kılınmayabilir. Peygamber (Sallailahü Aleyhi ve Sellem)'in kılmadığı sabittir. Acaba yolculukta vitir namazı kılınır mı, bırakılır mı? Ha­dîs, vitir namazını, farzlara bağlı sünnetlerden ayırmış ve ikamet hâ­linde sünnet olan vitir, yolculuk hâlinde de sünnettir, kılınmalıdır, hükmünü ifâde eder. denilebilir. [296]

 

125 - Vitirden Sonra Oturarak İki Rek'at (Namaz)  Kılmak Hakkında Gelen  (Hadîsler)  Babı

 

1195) Ümmü Seleme (Radıyallâh üanhâ)'dan\ Şöyle demiştir:

Peygamber (Sallailahü Aleyhi ve Sellem), vitirden sonra hafif tuttuğu iki rek'at (nafileyi) oturarak kılardı."

Zevâid'de şöyle denmiştir : Bunun isnadı aleyhinde konuşulmuştur. Çünkü seneddeki râvilerden Meymûn bin Musa hakkında Ahmed : Ben bunun ri­vayetinde bir beis görmüyorum, demiş, Ebû Hatim : O çok doğru sözlüdür, de­miş. Ebû Dâvûd : Bunun rivayetinde beis yoktur, demiştir. Bâzıları ise onu gev­şek görmüştür. İbn-i Hibbân onu hem sikalar arasında hem de zayıflar arasında zikretmiş ve : Yalnız rivayet ettiğinde onun hadîsleri hüccet olmaz, hadisleri mün-kerdir, demiştir.

 

1196) Âişe (Radtyailâhü ankAyAsn-, Şöyle demiştir:

Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem), vitrin tek rek'atını kı­lardı. Sonra İki rekatı kılardı. Bu iki rek'atın kıraatim oturarak eder­di. Kıraatten sonra rüku' etmek istediği zaman uyağa kalkar, sonra rüku'a varırdı."

Not : Bunun isnadının sahih ve ricalinin sıka oldukları Zevstid'rîe bildiril­miştir. [297]

 

İzahı

 

Bu bâbtaki iki hadisin Zevâid türünden olduğu Zevaid'de bildiril­miştir. Ancak ikinci hadîsin benzen Müslim, Ku Davûd ve    N e s â i' de    mevcuttur.    M ü s 1 i m ' in    rivayeti şöyledir :

... Aişe (R.A)\\ı\n  rivayet edildiğine göre  >tir :

"Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) (gece) on Üç rek'at na­maz kılardı (önce) sekiz rek'at kılardı. Sonra (tek rek'at) vitir kı­lardı. Sonra iki rek'atı oturarak kılardı. Bunda rükû etmek istediği zaman ayağa kalktıktan sonra rükû ederdi. Sonra sabah namazının ezanı ile ikameti arasında iki rekV (sabah sünneti) kılardı."

El-Menhel yazarı Gece namazı' babında rivayet olunan bu ha­dîs bahsinde şöyle der:

"Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) vitir namazından son­ra namaz kılmanın câizliğini beyan etmek için vitirden sonra söz ko­nusu iki rek'atı kılmıştır. Bundan anlaşılıyor ki, B u h â r i ve M ü s 1 i m ' in merfu1 olarak rivayet ettikleri Peygamber (Sallalla­hü Aleyhi ve Sellem)'in «Gece nama­zınızın sonuncusunu vitir eyleyiniz.» emri mendupluk içindir.

Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) mezkûr iki rekatı de­vamlı kılmamıştır. Â i ş e (Radıyallâhü anhâ) ve başkalarından rivayet olunan sahih hadîslerle Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'in gece namazının sonuncusunun vitir olduğu sabittir. Bu hadisler ve bu emir muvacehesinde Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) in söz konusu iki rek'atı devamlı kılması uzak bir ihtimaldir

K â d ı I y â z, mezkûr hadîsleri tutarak, söz konusu iki rek'-atle ilgili rivayeti kabul etmemiş ise de onun tutumu sıhhatli bir ha­reket değildir. Çünkü hadîsler sahih olduğunda aralarını bulmak mümkün ise tek yol, aralarını bulmaktır. Bu husustaki hadîslerin arasını bulmanın mümkün olduğu yukardaki yorumla açıklanmıştır.

îkinci hadîsten anlaşıldığına göre Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) vitirden sonraki iki rek'ata oturarak başlardı. Kıraati bi­tirip rükû' etmek istediği zaman ayağa kalkarak doğrulduktan son­ra rükû'a giderdi.

İmam Evzâi ve bir rivayete göre A h m e d , bu hadîs­lerin zahirini tutarak Vitirden hemen sonra iki rek'at namaz kılmak mubahtır, demişlerdir. Mâlik ve başkaları Vitirden hemen son­ra nafile kılmayı mekruh saymışlardır. Bu konudaki hadîslere karşı şöyle müdafaa yapmışlardır: Bu hadîslerin hükmü Peygamber (Sal­lallahü Aleyhi ve Sellem)'e mahsûstur. Çünkü ümmetine, gece na­mazının sonuncusunun Vitir olmasını emretmiştir. Peygamber (Sal­lallahü Aleyhi ve Sellem)'in fiili, ümmetine mahsûs sözüne muarız sayılamaz." [298]

 

126 - Vitirden Sonra Ve Sabah Sünnetinden Sonra (Sag) Yan Üstünde Yatmak Hakkında Gelen  (Hadîsler)  Babı

 

1197) Âişe (Radtyallâhü anhq)'dan; Şöyle demiştir: Ben, Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'i gecenin sonunda ancak yanımda yatmış olarak bulurdum.(Veya Ona rastlar­dım.[299]

(Râvî) Vekî' demiş ki Âişe (Radıyallâhü anhâ)  ('gecenin sonun­da' sözü ile) Vitirden sonrayı kasdetmiştir." [300]

 

İzahı

 

Hadis Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'in vitirden son­ra yattığına delâlet eder. B u h â r î' nin Vitir babında İbn-i A b b â s (Radıyallâhü anhJ'den, M ü s 1 i m ' in de gece namazı babında Âişe (Radıyallâhü anh) 'dan rivayet ettikleri benzer ha­dislerde Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'in vitirden sonra ve sabah sünnetinden önce sağ yanı üstünde yattığı beyan edilmiş­tir.

M ü s 1 i m ' in rivayeti meâlen şöyledir: Âişe (Radıyallâhü an­hâ) *den şöyle demşitir:

"Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) geceleyin onbir rek'at namaz kılardı. Bunların bir rekatını tek kılardı. Vitir namazından boşalınca müezzin Ona gelinceye kadar sağ yanı üstünde yatardı. Müezzin geldikten sonra iki rek'at (sabah) sünneti kılardı."

Ebû Davud'un Âişe (Radıyallâhü anhâ)'dan rivayet ettiği benzer hadîste de Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'in Vitir ve ondan sonraki iki rek'atı (oturarak) kıldıktan sonra müezzin sabah namazının vaktinin girdiğini bildirmek üzere gelinceye kadar, (sağ) yanı üstünde yattığı ve müezzin gelip haber verdikten sonra hafif iki rek'at sabah sünnetini kılıp farzı kıldırmak için mescide çık­tığı bildirilmiştir.

Bu hadîsler sabah sünnetinden önce sag yan üstünde yatmanın meşruluğuna delâlet ederler.

 

1198) Âişe (Radtyallâhü d«/râ)'dan; Şöyle demiştir: Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) sabah sünnetini kıldığı zaman sağ yanı Üstünde yatardı."

 

1199) Ebû Hüreyre (Radtyallâhü anA/den;  Şöyle demiştir:

Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) sabah sünnetini kıldığı zaman (sağ) yanı üstünde yatardı." [301]

 

İzahı

 

Âişe (Radıyallâhü anhâ) 'nın hadîsini Buharı, Müslim ve T i r m i z i benzer lafızlarla rivayet etmişlerdir. T i r m i z î' -nin rivayetinde "Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'in sabah sünnetini evinde kıldığı" kaydı da mevcuttur.

Ebû Hüreyre (Radıyallâhü anh) 'in hadîsini Ebû Dâvûd, Tirmizi, Ahmed ve Beyhaki de benzer lafız­larla rivayet etmişlerdir

Tirmizi ve Ebû Davud'un rivayetleri kavlî hadîs mâhiyetinde olup meali şöyledir:

'Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) buyurdu ki: "Sizden birisi sabah sünnetini kıldığı zaman sağ yanı üzerinde yatsın.",

İbn-i H a z m , mealini yazdığım hadisteki emri, vâciblik için yorumlamakla sabah sünnetinden sonraki yatışın vacip olduğunu söylemiştir. Cumhur, bu emri müstahabhk için yorumlamıştır. Cum-hur'un delili de Buhâri, Müslim, E b û Dâvüd ve başkalarının rivayet ettiği Âişe (Radıyallâhü anh) nin şu meal­deki hadîsidir:

"Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) sabah sünnetini kıldı­ğı zaman eğer ben uykuda isem sağ yanı üzerinde yatardı. Şayet ben uyanık isem benimle konuşurdu."

Bu hadîsin zahirine göre Âişe (Radıyallâhü anhâ) uyanık olduğu zaman Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) yatmazdı. Şu halde yatmak vâcib değildir.

El Menhel yazarı, sabah sünnetinden sonra yatmak hakkında âlimlerin ihtilâf ettiklerini söyliyerek, bu husustaki görüşleri şöyle nakleder:

1- Sabah sünnetinden sonra sağ yanı üzerinde yatmak sün­nettir. Ebû Musa el-Eş'ârî, Raf i' bin Hadîc, Enes, Ebû Hüreyre ve başka sahâbîler (Radıyallâhü an-hüm) ileîbn-i Sirîn, Saîd bin el-Müseyyeb, Urve bin Zübeyr ve başka tabiinin kavli budur. Şafiî ve   A h m e d   de böyle hükmetmişlerdir.

2 - Vâcibtir.  Bu kavlin sahibi   î b n - i   H a z m ' dır.   Ancak bunun tutarsız olduğunu yukarda anlattık.

3 - Abdullah   bin   Mes'ud   ve   İbn-i   Ömer (Radıyallâhü anhüm)'e göre bid'attır. Tabiîlerden   Esved   bin Yezid,   İbrahim   Nehaî   ve   Saîd   bin   Cübeyr'in bunu mekruh gördükleri rivayet olunmuştur.   Mâlik   ve Cum­hurun da bunu mekruh saydıklarını   Kadı   I y a z   nakletmiştir. Bunlara göre Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'in yatışı, yor­gunluk nedeniyledir.

4 - Gece namazına kalkan kimsenin dinlenmesi için yatması müstahabtır.    Gece namazına kalkmamış olan için meşru değildir. İbnü'l-Arabi    bunu seçmiştir.

5 - Sabah sünnetini evinde kılan kimse için evinde yatması müstahabtır. Mescidde bunu yapmak müstahab değildir. Selef âlim­lerinin bir kısmı bununla hükmetmiştir. î b n - i   Ömer    (Radı­yallâhü anh)'in de böyle dediği rivayet olunmuştur.

Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) 'in mescidde böyle yap­tığına dâir her hangi bir rivayetin olmaması, bu görüşü teyid eder. Bunun içindir ki îbn-i Ömer (Radıyallâhü anh), mescidde böyle yapmayı yasaklıyarak: Bu, bid'attır demiştir. Eğer Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) mescidde böyle yapsaydı İ b n-i Ömer (Radıyallâhü anh) ve îbn-i Mes'ud (Radıyallâhü anh) gi­bi zatların bundan haberdar olmamaları akıldan uzaktır. Zâten bilin­diği gibi Peygamber (Sallalalhü Aleyhi ve Sellem), sünnetleri evde kılardı. Bu yatış, sabah sünnetinden hemen sonra olduğu için evde yapılırdı. [302]

 

127 - Binek Devesi Üzerinde Vitir Namazı Kılmak Hakkında Gelen (Hadîsler) Babı

 

1200) Saîd bin Yesâr[303] (Radıyallâhü anh)'den; Şöyle demiştir: (Mekke'ye yapılan bir yolculukta) ben (Abdullah) bin Ömer (Ra­dıyallâhü anhümâ)'nın beraberinde idim. (Gece sonuna doğru) ge­ride kalarak vitrimi kıldım. Sonra (Ona yetişince) niçin geri kaldın? diye sordu. Ben: Vitir namazını kıldım, diye cevap verince kendisi; Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem), senin için bir güzel örnek değil mi? dedi. Ben, evet (güzel örnektir.) dedim. Kendisi: Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem), devesi üstünde vitir kılardı, dedi."

 

1201) (Abdullah)  bin Abbâs (Radıyallâhü anhümâ)'dan;  Şöyle de­miştir :

Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) vitir namazını devesi üstünde kılardı.İsnadındaki Abbâd bin Mansûr'un zayıflığı Zevâid'de bildirilmiştir. [304]

 

İzahı

 

İbn-i Ömer (Radıyallâhü anh)'in hadisi Kütüb-i Sitte sa­hipleri tarafından rivayet edilmiştir. Buhâri' nin rivayetinde, söz konusu yolculuğun   M e k k e' ye   yapılan yolculuk olduğu be-

lirtilmiştir. Hadîsin: cümleleri yerine oradaki cümle­ler şöyledir: = "Ben şafakın doğmasından korkunca (devemden) indim ve vitrimi kıldım. Sonra ona (= ibn-i Ömer (Radıyallâhü anh)'e) iltihak ettim." İbn-i Ömer (Radıyallâhü anh) niçin geride kaldığını sorunca Said (Radıyallâhü anh) 'in verdiği cevap, orada şöyledir:

"Şafakın doğmasından korktum da (devemden) indim ve vitrimi kıldım."

Râhile : Binek devesi demektir.

Bu bâbtaki iki hadîs, Vitir namazının yolculuk hâlinde binek hay­vanı üzerinde kılınmasının câizliğine delildir. İçlerinde Mâlik, Şafii   ve   Ahmed'in   bulunduğu cumhurun kavli budur.

Hanefi âlimleri, yolculukta Vitir namazının hayvan üstün­de kılınmasını caiz görmemişlerdir. Çünkü vitir, onlara göre vâcib-tir. Farz namaz hayvan sırtında kıhnmadığı gibi Vitir de kılınmaz. Ancak şer'î bir zaruret varsa farz namazlar ve Vitir namazı hayvan üstünde kılınabilir, demişlerdir.

Hanefi âlimleri İbn-i Ömer (Radıyallâhü anh) 'in yu­karıda rivayet olunan hadîsine şöyle cevap vermişlerdir:

Ibn-i Ömer (Radıyallâhü anh) Vitrin vâcibliği görüşün­de değildir. Bu nedenle onun yanında Vitir namazı şâir nafileler gi­biydi. Yerde de hayvan sırtında da kılınması caizdi. Peygamber (Sal­lallahü Aleyhi ve Sellem)'in hayvan üstünde Vitir kılmasına gelince; Yâ bu fiil Ona mahsus idi, veyahut Vitir namazının henüz fazla önem kazanmadığı zamanda olmuştu.

Cumhur, Hanef îler'in bu cevabını uygun görmeyerek şöyle demiştir: 'Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'in hayvan üstünde Vitir namazı kılmasının, Vitrin henüz pek önem kazanma­dığı devreye mahsus olduğuna dâir açık bir delil yoktur. Bu tatbika­tın Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'e mahsûs olmaması asıl­dır, tbn-i Ömer (Radıyalâhü anh), deve üstünde Vitir kıl­dığı gibi, Vitir için hayvandan inip yerde kılana itiraz ederdi.'

Hanefîler'in delillerinden ikisi de Tahavi' nin İbn-i Ömer (Radıyallâhü anh)'den rivayet ettiği şu mealdeki hadîsler­dir:

'İbn-i Ömer (Radıyallâhü anh) yolculukta hayvan sırtında namaz kılardı. Vitrini yerde kılardı ve Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sel­lem)'in böyle yaptığını söylerdi.'

'İbn-i Ömer (Radıyallâhü anh) yolculukta devesi hangi yöne yö­nelirse yönelsin (nafile) namaz kılardı. Seher vakti olunca hayvan­dan inip Vitir kılardı.'

Cumhur: Bu rivayetler, hayvan sırtında Vitir kılmanın caiz olma­masını gerektirmez, demiştir. [305]

 

Hayvan Üstünde Sünnet Kılmak

 

Yolculuk hâlinde hayvan sırtında sünnet kılmak âlimlerin icmâı ile sabittir. Namaz esnasında yol istikâmeti kıble'ye ters düşse bile zarar vermez. Şu var ki Şafiî, Mâlikîler' den İbn-i H a b i b ve bir rivayete göre Ahraed: Sünnete niyet ederken kıble'ye doğru durmak gerekir, demişlerdir. Diğer âlimler: Gerek­mez demişlerdir. Yolculuğun uzunluğu ve kısalığı farketmez. Yal­nız   Mâlik'e   göre uzun yolculuk şarttır. [306]

 

Hayvan Sırtında Farz Kılmak

 

El-Menhel yazarı, bu hususta aşağıdaki bilgiyi vermiştir:

1. Hanefiler'e göre düşman veya yırtıcı hayvan korku­su, fazla çamurun bulunması, arkadaşlardan geride kalmak, hasta­lanmak gibi mazeretler dolayısıyla binek hayvanından inmenin im­kânsız olduğu hallerde zaruret nedeniyle binek üstünde farz namaz kılmak caizdir. Rüku' için kişi eğilir, secde için daha fazla eğilir. Kıblesi hayvanın gittiği yöndür. Hayvanın veya binicinin altındaki palan ve benzerinin necaseti zarar vermez.

2. Şâfii1er' e göre zaruret olmadıkça hayvan sırtında farz namaz kılınmaz. Ancak hayvan durmuş iken üstünde namaz boyun­ca kıble'ye doğru durmak ve ayakta namaz kılmak, rüku' ve secde yapmak mümkün ise farz namaz kılmabilir, aksi takdirde kılınmaz. Hayvan yürürken farz kılmak.sahih değildir. Zayıf bir kavle göre hayvan yürürken farz kılmak sahihtir. Hayvan, gemi gibidir. Çün­kü geminin içinde farz namaz kılmak, âlimlerin icmaı ile sabittir. Şayet kişi bir kafile içinde yolculuk ediyor ve farz için binek hayva­nından indiği takdirde kafileden ayrılacak ve zarara uğrayacak du­rumda ise, hayvan sırtında, imkân nisbetinde farzını kılacak, bilâhere o namazı iade edecektir.

3. Mâliki Ie r'e göre hayvan sırtında kıble'ye doğru du­rulsa dahi farz namaz kılınamaz. Ancak savaş veya yırtıcı hayvan tehlikesi nedeniyle hayvandan inmek mümkün olmadığı takdirde, hayvandan inmeden farz kılınabilir. Tehlike atlatıldıktan sonra o na­mazın vakti henüz çıkmamış ise yerde tekrar kılınır. Yahut yer ça­mur olduğu için yerde kılmak mümkün değilse hayvan sırtında kılı­nabilir. Bütün bu hallerde namaz boyunca kıble'ye doğru durmak mümkün ise böyle durmak vâcibtir. Şayet mümkün değilse gidiş isti­kâmetinde kılınır.

4. Ahmed ve îshak'a göre yerde kılmak mümkün ol­madığı takdirde hayvan sırtında farz kılmak caizdir. Aksi takdirde caiz değildir. [307]

 

128 - Gecenin Evvelinde Vitir Kılmak Hakkında Gelen Hadisler Bâbı

 

1202) Câbir bin Abdillâh (Radıyallâhü anhümâ)'dan; Şöyle de­miştir :

Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) Ebû Bekir (Radıyallâhü

anh)'a:

«Sen vitrini ne zaman kılarsın?» diye sordu. Ebû Bekir (Radıyal­lâhü anh) : Yatsıdan sonra, gecenin evvelinde diye cevap verdi. Pey­gamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) :

«Sen Yâ Ömer! (ne zaman kılarsın?)» diye sordu. Ömer (Radı­yallâhü anh) : Gecenin sonunda, diye cevap verdi. Bunun üzerine Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) şöyle buyurdu:

-Yâ Ebâ Bekir! Sen mazbut (ihtiyatlı) olanı tutmuşsun. Yâ Ömer! Sen de kuvvet (yolunu) tutmuşsun.»

İbn-i Ömer (Radıyallâhü anhümâ)'dan rivayet edildiğine göre; rc'-flramber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem), Ebû Bekir (Radıyallâhü anlı)'a şöyle buyurdu, demiş ve bunun mislini anlatmıştır."

Not : Zevâid'de şöyle söylenmiştir : Bunun isnadı hasendir. İkinci rivayetin isnadı sahih, ricali de sikalardır. Ebû D&vûd bu hadisi Ebû Katâde (R.A.)'den ri­vayet etmiştir. [308]

 

İzahı

 

Müellif bu hadisi iki senedle rivayet etmiştir. Birinci senedin ilk râvisi Câbir (Radıyallâhü anhl'dir. Müslim, Tirmizî ve Ahmed de Câbir (Radıyallâhü anh)'den bunun ben­zerini rivayet etmişlerdir. Hâkim ve Beyhaki de îbn-i Ömer (Radıyallâhü anh)'den benzerini rivayet etmişlerdir. T a-berâni ve Bezzâr da bir benzerini Ebû Hüreyre (Radıyallâhü anh)'den rivayet etmişlerdir. Ebû Dâvûd ise bir benzerini    Ebû    Katâde    (Radıyallâhü anh) 'den rivayet etmiştir.

Bütün rivayetlerden çıkarılan sonuç şudur: Gece sonunda uyan­mamaktan korkan kimse için ihtiyatlı olanı gece uyumadan önce vitrini kılmasıdır. Gece sonunda uyanacağına güvenen için efdal ola­nı vitir namazını gece sonuna bırakmasıdır.    Ebû    Bekir    (Radıyallâhü anh) ihtiyatlı davranarak yatsıdan sonra vitrini kılardı. Ömer (Radıyallâhü anh) ise gece sonunda uyanacağına güvendi­ği için vitrini gece sonuna bırakırdı. Ömer (Radıyallâhü anh)'in şöyle söylediği el-Menhel'de nakledilmiştir:

"Şüphesiz akıllı adamlar vitrini gecenin evvelinde kılanlardır. Kuv­vetli adamlar da vitrini gece sonuna bırakanlardır. Gece sonuna bı­rakmak efdal olanıdır." [309]

 

129 - Namazda Sehiv Etmek (Unutmak) Babı

 

1203) Abdullah   (bin  Mes'ud)   (Radtyallâhü anh)'den; Şöyle söyle­miştir :

Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) namaz kıldırdı. Ya faz­la yaptı, yâ eksik yaptı. (Râvi İbrahim : Bu tereddüt bendendir, de­miştir.) Bunun üzerine:

— Yâ Resûlallah! Namaza bir şey mi ilâve edildi? denildi. Resû­lullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) :

«Ben ancak bir insanım. Siz unuttuğunuz gibi ben de unuturum. Biriniz unuttuğu vakit, oturduğu halde iki secde yapı versin- buyurdu. Sonra Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) kıble ye dönerek iki secde etti.» buyurdu."

 

1204) İyâz [310] (Radtyallâhü anh)'den rivayet edildiğine göre, ken­disi Ebû Saîd-i Hudrî (Radtyallâhü anh)'a :

Birimiz namaz kılıyor da kaç rek'at kıldığını bilemiyor, diyerek soru sormuş. Ebû Said-i Hudrî (Radıyallâhü anh.) da: Resûlullah (Sal­lallahü Aleyhi ve Sellem) şöyle buyurdu, demiştir:

«Sizden birisi namaz kılacağı zaman kaç rek'at kıldığını bilemez­se, (kesin bildiği rek'at sayısına göre namazım tamamlasın ve selâm­dan önce) oturduğu halde iki secde etsin.»" [311]

 

İzahı

 

İbn-i Mes'ud (Radıyallâhü anh)'in hadîsini Buharı, Müslim, Ebû Dâvûd, Nesâi ve Ahmed de rivayet etmişlerdir.

t y â z {Radıyallâhü anh)'in hadisini ise Müslim, Ebû Dâvûd,   Tirmizî   ve   Ahmed   de rivayet etmişlerdir.

Ebû Dâvûd'un rivayetinde Ebû Said-i Hudrî (Radıyallâhü anhî 'a soru soran zâtın ismi Hilâl bin İyâz olarak geçmektedir. Bu hadiste Ebû S a i d (Radıyallâhü anh) 'in Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'den rivayet ettiği metin kı­sa olup 1210 numarada uzun ve tafsilâtlı olarak geçecektir.

Abdullah' İbn-i Mes'ud (Radıyallâhü anhümâJ'un hadisinde Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'in kıldırdığı na­mazı fazla mı, eksik mi kıldırdığı hususundaki tereddüdün râvî î b -rahim   N e h a i' ye   âit olduğu hadîste belirtilmiştir. Yâni îbrahim, Alkarna bin Kays' tan aldırı rivayette Pey­gamber (Sallallahü Aleyhi ve SellemJ'in yapmış olduğu sehiv secde­sinin sebebini namazdaki fazlalık mı eksiklik mi olduğunda tereddüt etmiştir. Bu hadiste İ b r â h i m ' in râvisi e 1-A'm eş' tir. 1205 nolu hadiste İbrahim'in Alkame' den olan rivayetinde Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve SellemJ'in öğle namazını beş rek'at olarak kıldığı belirtilmiştir. Bu rivayette I b r â h i m ' in bir te­reddüdü yoktur. Burada İ b r â h i m ' in râvisi e 1 - H a k e m ' dir. Şöyle olmuş olabilir : İbrahim, el-A'meş'e rivayet eder­ken tereddüdü varmış, fakat e 1 - H a k e m ' e rivayet ederken na­mazda bir fazlalık olduğunu kesinlikle hatırlamış. Mamafih e I -A ' m e ş ' in rivayetinden de sehiv secdesinin sebebinin fazlalık ol­duğu anlaşılıyor. Çünkü bu hadîste Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'e arzedilen soru : 'Namaza birşey mi ilâve edildi?' şeklindedir.

Sahâbîlerin bu soruyu sormaları sebebine gelince; Peygamber fSallallahü Aleyhi ve SellemJ'e namaz içinde ve dışında vahiy gele­bilirdi. Sahâbiler, bu durumu biliyorlardı. Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) öğle farzını beş rek'at kıldırınca ilâhi bir emirle rek'at sayısının beşe çıktığını zan eden sahâbiler, durumu öğrenmek için bu soruyu sormuşlardır. Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) verdiği cevapta durumun bir unutmadan meydana geldiğini bildir­miş, sonra iki secde yapmıştır.

Hadîs, Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve SellemJ'in ibâdette se­hiv etmesinin câizliğine delâlet eder. El-Menhel yazarı, bu konuda şöyle der:

"1b n - i Dakîku'1-İyd: 'Bilûmum âlimlerin mezhebi budur. Hadis de buna delildir. Bâzı kimseler: Peygamber (Sallalla­hü Aleyhi ve Sellem) 'in sehiv etmesi caiz değildir, şer'î bir hükme esas olsun diye bile bile, fakat unutmuş suretiyle fazla rek'at kılmıştır, de­mişler ise de bu söz bâtıldır. Çünkü hadiste görüldüğü gibi Peygam­ber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) bizzat:

«Ben ancak bir insanım. Siz unuttuğunuz gibi ben de unutu­rum...» buyurmuştur. Diğer taraftan unutmuş suretinde görünerek bile bile fazla veya eksik kılmak namazı bozar.

Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'in unutmasının câizli­ğine hükmeden âlimler: Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve SellemJ'in unuttuğu şeyin olduğu gibi bırakılması söz konusu değildir. Bunun tamiri için ya hemen, ya da bilâhere O'nun tarafından gereken açık­lama yapılır. Nitekim hadiste söz konusu unutma olayının hemen arkasından gerekli açıklama yapılmış ve tamir edilmiştir. Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'in unutmasının hikmeti, bu konuda şer'î hükmün beyan edilmesidir.

Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve SellemJ'in konuşmalarında unutma mes'elesine gelince; şer'î hükümlerin tebliği ile ilgili konuş­malarında unutmasının mümkün olmadığı hususunda icmâ bulun­duğunu Kadı Iyâz ve Nevevî nakletmişlerdir. Vahiyle ilgisi olmayan; şer'î hükümlere mesned olmayan ve tebliğle alâkası bulunmayan konuşmalara gelince; bâzı âlimler: Bu tür konuşma­larda unutma caizdir. Çünkü tebliğ kabilinden ve şer'î hükümlere esas olan konuşma kabilinden değildir, demişler ise da Kadı I y â z : Şüphesiz hak ve gerçek olanı, hiç bir konuşmada Peygam­berlerin unutmasının caiz olmadığına hükmeden âlimlerin kavlini tercih etmektir. Peygamberlerin konuşmalarında bile bile gerçek dı­şı konuşmaları caiz olmadığı gibi yanılarak dahi olsa hilaf konuş­maları caiz değildir, demiştir.' diye bilgi vermiştir.'

Namazda selâm verildikten sonra Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve SellemJ'e :

'Namaza bir şey mi ilâve edildi?' diye sorulunca Peygamber (Sal­lallahü Aleyhi ve Sellem) : «Ben ancak bir insanım...» buyruğunu bu­yurduktan sonra iki secde yapmıştır.

1211 nolu î b n - i M e s ' û d (Radıyallâhü anhJ'un hadîsinde ise Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'in önce iki secde yap­tığı, sonra: «Ben ancak bir insanım...» buyurduğu bildirilmiştir.

Buradaki hadîsin İ b n-i M e s' û d (Radıyallâhü anh)'den itibaren dördüncü râvisi e 1 - A ' m e ş ' tir. Orada ise Mansur'-dur.

Mezkûr hadisler, diğer hadîs kitablarında aynı şekilde rivayet edildiği gibi her iki rivayeti te'yid eden başka senedler de vardır. Hu­lâsa bâzı rivayetlere göre Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) önce sehiv secdesi etmiş, sonra: «Ben ancak bir insanım...» buyur­muştur. Bâzı rivayetler de bunun aksinedir. B e y h a k î ve el-Hâfız,   Mansûr'un   rivayetini tercih etmişlerdir.

El-Menhel yazarı: maslahatı için yapılan konuşma namazı boz­maz diyenler için bu hadîs delîl olabilir demiştir.

Hadîsin zahirine göre sehiv secdesi vaciptir. Hanbelîler bununla hükmederek,  emirde vaciplik asıldır.  Burada da unutma nedeniyle secde edilmesi emredilmiştir.Eğer selâmdan önce yapıl­masını gerektiren bir durumdan [312] dolayı iken bile bile terk eder­se namaz bozulur. Şayet selâmdan sonra yapılmasını gerektiren bir durumdan dolayı ise bu secdenin terk edilmesi namazı bozmaz. Çün­kü bu secde namazın dışındadır, eksiklerini tamamlar Gerek selâm­dan önce yapılması icap eden sehiv secdesi gerekse selâmdan sonra yapılması icab eden sehiv secdesi unutularak terkedilip uzun zaman geçmeden hatırlanırsa hemen yapılır. Bu arada kişi yüzünü kıble'den döndürmüş olsa veya konuşma yapmış olsa bile zarar vermez. Fakat uzun fâsıîa verse veya mescıdden çıksa, veyahut abdesti bozuîsa ar­tık sehiv secdesi yapmaz. Kıldığı namaz da sahihtir.

Ebû Hanife ve arkadaşları: Sehiv secdesi vaciptir. Terk etmek günahtır. Ama namaz bozulmaz. Günahtan çıkmak için na­mazı iade etmek gerekir, demişlerdir. Zayıf bir kavle göre sünnettir.

Şâfiîler'e ve Mâ 1 i k i 1 e r' in meşhur kavline göre sehiv secdesi sünnettir.

Ebû    S a i d - i    Hudri    (Radıyallâhü anh)'in hadisiyle il­gili İzah 1210 noiu hadis bahsinde verilecektir. [313]

 

130 - Öğle Namazını Sehven Beş Rekat Kılanın Babı

 

1205) Abdullah (bin Mes'ud) (Radıyallâhü anh)'âen; Şöyle demiştir: Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem), bize öğle namazını beş

rek'at olarak kıldırdı. Selâm verince kendisine:

— Namaz (rek'atlerin) da ilâve mi yapıldı? denildi. Efendimiz: «Ne o?» diye sordu.   Kendisine durum anlatıldı.   Bunun üzerine

Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) bacağını bükerek (secdeye

hazırlandı), iki secde etti." [314]

 

İzahı

 

Buhâri, Müslim, Tirmizi, Nesâî, Ebû D â-vûd    ve    Ahmed    de bunu rivayet etmişlerdir.

Bâzı rivayetlerde : 'Sahâbîler: Sen beş rek'at kıldın, dediler.' diye geçer. Yine bâzı rivayetlerde:

'Selâm verdikten sonra iki secde etti.* denilmiştir.

Bâzı âlimler, bu rivayeti delil göstererek: Her tür sehiv secde­si selâmdan sonradır demişlerse de, hadîs buna delâlet etmez. Çün­kü Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) selâm verinceye kadar, bir rek'ati fazla kıldığını bilmiyordu. Sahâbîler, kendisine soru sor­duktan sonra farkına vardı. El-Fet i h yazarı: Âlimler bu olay­da sehiv secdesinin selâmdan sonra edildiğinde ittifak etmişlerdir. Çünkü Peygamber (Sallalahü Aleyhi ve Sellem) sehiv ettiğini bil­mediği için selâm vermeden sehiv secdesi etmesi mümkün değildi. Sahâbîlerin Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'e uyarak beşin­ci rek'ati kılmalarına gelince; Namazın rek'at sayısının bir ilâhi emir­le değişebileceğine ihtimal verdikleri içindir.

Hadîsin :  cümlesi bâzı rivayetlerde: "Bacaklarını büktü" diye geçer. Bu cümleden maksat; bacaklarının va­ziyetini değiştirerek secde etmeye elverişli bir hâle getirmesidir. Bâ­zı rivayetlerde: "ve kıble'ye döndü." ilâvesi vardır.

Hadîs, sehven bir rek'at fazla kılanın namazının bozulmadığına delâlet eder. El-Menhel yazarı bu konuda şu bilgiyi vermiştir:

"Nevevî: 'Mâlik, Şafiî, Ahmed ve Selef ile halefin cumhuru, sehven bir rek'at fazla kılmakla namazın bozulma­dığına hükmetmişlerdir. Hattâ selâmdan sonra farkına varan kişinin kılmış olduğu namaz sahihtir. Ve uzun bir ara vermeden hatırlayın­ca sehiv secdesi yapar. Şayet uzun ara verirse, bizce sahîh olanı, ar­tık secde etmemesidir. Eğer fazla rek'atin kıyamında veya rükûunda veya secdesinde, yahut herhangi bir yerinde iken durumu hatırlarsa hemen oturup teşehhüd eder ve sehiv secdesini ederek selâm verir' de­miştir.

M â 1 i k î 1 e r' e göre selâmdan çok sonra da durumu hatırla­yan kişi sehiv secdesi yapar.

Hanefîler şöyle demişlerdir: Dört rek'atli farzın son te­şehhüdüne oturmadan sehven beşinci rek'ate kalkan kişi, henüz be­şinci rek'atin secdesine varmadan farkına varırsa hemen teşehhüde oturur ve selâmdan sonra sehiv secdesi yapar. Şayet beşinci rek'atı secdeye bağladıktan sonra farkına varırsa başını secdeden kaldır­makla farzı bozulur, kıldığı namaz nafile olur. Bunun için de altın­cı bir rek'ati ekler. Çünkü tek rek'atli nafile meşru değildir.

Şayet dördüncü rek'ate oturduktan sonra bunun ilk oturuş oldu­ğu zannıyla ayağa kalkar ve beşinci rek'atin secdesine varmadan du­rumu hatırlarsa hemen oturup selâm verir. Eğer beşinci rek'atin sec­desine vardıktan sonra hatırlarsa farzı tamamdır. Çünkü o kişi yal­nız selâm vermemiştir. Selâm ise farz değildir. Bunun için beşinci rek'ate bir rek'at daha ekler, tâ ki o iki rek'at nafile olsun." [315]

 

131 - İkinci Rekatten (Sonra Teşehhüde Oturmadan) Sehven Kalkan Kişi Hakkında Gelen Hadîs Babı

 

1206) (Abdullah)  bin Buhayne [316] (Radtyallâhü anh)'den:  Şöyle demiştir :

Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) (bize) bir namaz kıldır­dı. Zannımca öğle namazıydı. İkinci rek'atte olunca (teşehhüde) otur­madan ayağa kalktı. Sonra selâm vermeden önce iki secde etti."

 

1207) (Abdullah) bin Buhayne (Radıyallâhü anh)'âen; Şöyle de­miştir :

Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) öğle namazının İkinci rek'atinde oturmayı unutarak ayağa kalktı. Namazını bitirip selâm vereceği zaman iki sehiv secdesi yaptı ve selâm verdi." [317]

 

İzahı

 

Kütüb i Sitte sahipleri ve Beyhakî, îbn-i Buhayne (Radıyallâhü anhümâJ'nin hadîsini az lafız farkıyla rivayet etmişler­dir. Bütün rivayetlerden çıkarılan sonuç şudur:

Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem} bir öğle farzının ikinci rek'atinden sonra teşehhüde oturmadan ayağa kalkmış ve namazını tamamhyarak selâmdan önce sehiv için iki secde yapmış, sonra selâm vermiştir.

Hadîs, namazdaki eksiklik dolayısıyla selâmdan önce secde edilir, diyenler İçin delildir. Ayrıca ilk teşehhüd ve onun için oturuşun, na­mazın farzlarından olmadığına delâlet eder. Çünkü eğer bunlar farz olsaydı, diğer farzlar gibi sehiv secdesiyle tamir edilemezdi. Sahâbî-lerle tabiîlerin cumhuru, Ebû Hanife, Mâlik ve Şafii böyle demişlerdir.

Ahmed ve Zahirîye mezhebi mensupları: Bunlar na­mazın vâciblerindendir. Sehiv secdesi ile tamir edilirler, demişlerdir.

Tirmizi ve Buhârî' nin rivayetinde 'cemaatın da Pey­gamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) ile beraber bu iki secdeyi yap­tıkları' ilâvesi vardır.

 

1208) El-Muğîre bin Şube (Radtyallâhü anh)'den rivayet edildiğine göre:  Peygamber (SaUallahü Aleyhi ve Selîem) şöyle buyurdu, demiştir:

«Biriniz (ilk teşehhüde oturmadan) ikinci rek'atten (üçüncü rek'-ate) kalktığı zaman tam doğrulmadan (farkına varırsa) hemen otu-ruversin. Ve tam doğrulunca (farkına varırsa) artık oturmasın. (Na­mazın sonunda) sehvin iki secdesini yapsın.-" [318]

 

İzahı

 

Ebû Dâvûd, Ahmed, Beyhakî, Tahavî ve Dârekutnî de bu hadîsi benzer cümlelerle rivayet etmişlerdir. Ebû    Dâvûd'un   rivâyetindeki hadîs metni meâlen şöyledir:

«İmam iki rek'attefn sonra) kalktığı zaman eğer tam doğrulma­dan hatırlarsa hemen (teşehhüde) otursun. Eğer tam doğrulursa ar­tık oturmasın. Sehvin iki secdesini yapsın.»

El-Menhel yazan, bu hadîsin şerhinde şöyle der: "Hadis, açıkça bildiriyor ki namaz kılan kişi ilk oturuşu ve te­şehhüdü sehven terkettiği zaman tam doğrulmadıkça hatırladığında geri döner. Tam doğrulursa geri dönmez, sehiv secdesi yapar,   Cum-hur'un kavli budur. Hanefî    ve    Şafiî    âlimleri, böyle hük­medenlerdendirler. Bu iki mezhebe göre kişi tam doğrulduktan sonra geri dönerse namazı bozulur.   Nevevî:   'Cumhur, kesinlikle buna hükmetmiştir.   Mu gire   (Radıyallâhü anh)'in hadîsi buna delildir. Eğer bile bile geri dönerse namazı bozulur. Tam doğrulmamışsa dö­nebilir. Bu takdirde sehiv secdesini  yapıp yapmıyacağı hususunda iki kavil vardır. En sahih olan kavle göre sehiv secdesi gerekmez. K a f f â 1   ve bir cemaata göre ayağa kalktığı zaman farkına var­dığında, tam doğrulmaya daha yakın ise geri döndükten sonra sehiv secdesini yapar. Eğer hatırladığında oturmaya daha yakın veya doğrulma ile oturmanın tam ortasında ise sehiv secdesi yapmaz,' de­miştir.

Hanbeliler'e göre kişi tam doğrulup henüz kırâata baş­lamamış ise dönmemesi daha iyidir, dönebilir. Çünkü önemli ve asıl olan farz, ayakta durmak değil, ayakta okumaktır. Henüz bu farza başlamamıştır. Bütün bu hallerde sehiv secdesi yapar.

M âli kiler'e göre kişi ayağa kalktığında henüz elleri ve dizleri yerden ayrılmamışken hatırlarsa geri döner, sehiv secdesi de gerekmez. Eğer mezkûr uzuvlar yerden ayrıhrsa artık dönmez. Şa­yet dönerse namazının bozulup bozulmıyacağı hususunda ihtilâf var­dır, Tercih edilen kavle göre bozulmaz.' Eğer tam doğrulduktan son­ra, hattâ Fâtiha'dan bir parça okumuşsa da döndüğünde namaz bo­zulmaz. Fakat Fâtiha'nm tamamını okuduktan sonra dönerse nama­zı bozulur.

Yukarıda anlatılan mezheplerin görüşleri imam ve tek başına namaz kılanlar hakkındadır. İmama uyana gelince; eğer bu adam sehven teşehhüdü terkedip ayağa kalkarsa ve imamı teşehhüde otur-muşsa, durum ne olursa olsun, dönmek zorundadır. Çünkü imama uy­ması gerekir. Mâlikîler, Hanefîler ve Hanbeliler böyle hükmetmişlerdir. Ş â f i î 1 e r ' ce en kuvvetli olan kavil bu­dur." [319]

 

132 - Namazın (Rek'at Sayısın)Da Şek (= Tereddüt) Edip Şüphesiz Bildiği (Rekat Adedi)Ne Dönen Kişi

Hakkında Gelen (Hadîsler) Babı

 

1209) Abdurrahman bin Avf (Radtyaüâhü anh)'den rivayet edildi­ğine göre kendisi:

Ben, Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'den şöyle buyurur­ken işittim, demiştir:

«Biriniz (namaz kılarken) bir (rek'at mi) iki rek'at mi) üç (rek*at mi kıldığın) da şek edince kıldığını İki rek'at saysın. Ve üç (rek'at mi) dört (rek'at mi kıldığın) da şek ettiği zaman onu üç rek'at saysın. Sonra (bütün bu hallerde) namazından kalan (rek'atler)ı tamamla­sın. Ta ki fazla kıldığında şüphesi olsun. Sonra selâm vermeden Önce oturduğu yerde iki secde etsin.»"

 

1210) Ebû Saîd-i Hudrî (Radtyallâhü anhyden rivayet edildiğine gö­re; Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellent) şöyle buyurdu, demiştir:

«Biriniz namazının rek'atlerinde şek ettiği zaman şekki atsın ve şüphesiz bildiği (rek'atleri)ne bina etsin. (Rek'atlerin) tamam oldu­ğuna inandığı zaman (selâmdan Önce) iki secde etsin. Eğer namazı tam idiyse (fazla) (iki sehiv secdesi ile beraber) bir nafile olur. Eğer namazı noksan idiyse o rek'at, namazını tamamlamak için olmuş olur. Ve namaz sonunda yaptığı iki (sehiv) secdesi de şeytan burnunun toprağa sürünmesi için olmuş olur.»" [320]

 

İzahı

 

Abdurrahman (Radıyallâhü anh) 'in hadîsini T i r m i z î ve    A h m e d   de rivayet etmişlerdir.

Ebû Said (Radıyallâhü anh)'inhadîsini Müslim, Ah-med, tbn-i Hibbân, Hâkim, Beyhaki ve D a -r e k u t n i   de rivayet etmişlerdir.

Abdurrahman (Radıyallâhü anh)'in hadîsine göre kişi namaz kılarken bir mi iki mi kıldığında veya iki mi üç mü kıldığın­da yahut üç mü dört mü kıldığında şek ederse, şüpheli olan sayıyı hesaba katmıyacak ve az olan rek'at sayısını esas alarak buna gö­re kalan rek'atleri kılmakla namazını tamamlayacak, nihayet bir rek'at fazla kıldığında şüphesi olmuş olur. Bilâhere selâmdan sonra sehiv secdesi edecektir.

Görüldüğü gibi bu hadis şek hâlinde az rek'at sayısına bina et­mek hükmünü getirmiş oluyor.

Ebû S a î d (Radıyallâhü anh)'in hadisine göre kişi, rek'at sayısında şek ettiği zaman şüpheli olanı atacak ve kesin bildiği rek'at sayısına bina edecek. Namazın tamamlandığına inanınca selâmdan önce sehiv secdesi edecek. Eğer şüpheyi gidermek için kıldığı rek'at hâriç, namazı tam ise kıldığı fazla rek'at ve namaz sonunda yaptığı sehiv secdesi, iki rek'at nafile yerine geçer. Bununla ilgili cümle, Ebû   Davud'un   rivayetinde şöyledir:

«Eğer namazı tamidiyse o fazla rek'at ile iki secde, bir nafile olmuş olur.»

Şüpheyi gidermek için kıldığı rek'at ile namazı tamamlanmış ise namazın sonunda yaptığı sehiv secdesi, şeytan burnunun toprağa sü­rülmesine vesile olur. Yâni şeytanın tahkir ve hiddetlendirilmesine vesile olur.

Hadisin: cümlesi, Ebû Dâvûd' un rivayetinde : şeklinde ge­çer. Bunun mânâsı: O iki secde şeytanı hiddetlendirici ve tahkir edici olmuş olur.»

İrğâm: Toprağa sürmektir. Riğam: Topraktır.

Araplar: = 'Allah onun burnunu toprağa sürsün.' diyerek beddua ederler.

Yapılan sehiv secdesinin şeytanı tahkir ve hiddetlendirmesinin sebebi şudur: Şeytan, kişinin namazını karıştırıp kalbine şüpheler getirmekle namazını bozmaya çalışınca, bu iki secde şeytanın soktu­ğu karışıklığı ve şüpheleri gidermek için bir silâh olarak kullanılır. Şeytan, umduğunu bulamadan kovulur. Kişinin namazı tam olur. Üs­telik iki secde ilâve edilmiş olur. Böylece şeytan çatlatılmış olur.

Bu hadisten çıkarılan sonuç şudur: Rek'at sayısında şek eden ki­şi, şekki atarak kesin bildiğine bina eder. Bundan önceki hadisten çı­karılan sonuç, orada anlattığım gibi şekki atarak az sayıya bina eder. Az sayı kesin bilinen sayı olduğu için bu iki hadîsin sonucu aynı ol­muş olur.

Şimdi iki hadiste geçen "Şek" kelimesi hakkındaki âlimlerin gö­rüşlerini ve rek'at sayısında şek edildiğinde ne yapılacağı hususun­daki âlimlerin kavillerini sunmaya çalışacağım :

Şekk : Arap dilinde iki şey arasında tereddüt etmektir. Konumuz­dan misal vermek gerekirse, meselâ; namaz kılarken, kişi iki rek'at mı üç rek'at mı kıldığında tereddüt ederse; buna şek denilir. îki rek'at veya üç rek'at kıldığı hususundaki kanâati eşit olsun veya birisi kuv­vetli, diğeri zayıf olsun farketmez. Yâni verdiğim örnekte adamın yüzde elli kanâati iki rek'at ve yüzde elli kanâati üç rek'at olsun. Veyahut meselâ birisi yüzde yirmi, diğeri yüzde seksen olsun. Hep­sine şek denilir. îki tarafa âit kanâatin eşit olması yolunda meşhur olan şek tarifi, sonradan meydana gelen bir örf mahsulüdür. EI-Men-hel yazarının dediğine göre; şekkin bu son anlamı, usûl âlimlerince bilâhere kabul edilen bir ıstılahtır. Hadîs, sonradan kabul edilen is-tilahi mânâya yorumlanamaz. Lügat mânâsına yorumlanır.

Sindi şöyle der: Bizim Hanefi âlimlerimiz, buradaki "Şek"i iki tarafı eşit olan tereddüt anlamına yorumlamışlardır. Bir taraf kuvvet kazanarak zan-ı gâlib hâline gelince artık şek kalma­mış olur. (Verdiğimiz örneği Sindi' nin nakline göre açıklaya­cak olursak şöyle demek gerekir: Kişi meselâ yüzde yetmiş ihtimal ile üç rek'at ve yüzde otuz ihtimal ile iki rek'at kıldığına kani ise zann-ı gâlib olan yüzde yetmiş ihtimali tutacak ve kıldığı rek'atleri üç olarak hesaplayıp namazı tamamlayacaktır.)

'Şekk'in yukarıda yapılan tarifine göre ise, bu takdirde de az ve kesin olan iki rek'at esas tutularak ona göre namaz tamamlanır.'

"Şekk" kelimesini böyle tarif edenin namazını nasıl kılacağına dâir âlimlerin görüşünü el-Menhel'den naklen aşağıya alıyorum.

1 - Hanefi âlimleri, Evzâi ve Ş a ' b i' ye göre ha-yatında ilk defa namaz rek'atlerindfi «öfc eden veyahut o namazda ilk defa şek eden kimse, namazını yeniden kılacaktır. İ b n - i A b b â s , İbn-i Ömer ve Abdullah bin Amr bin el-Âs (Radıyallâhü anhüm)'den bu kavil rivayet edilmiştir.

Namazda şek etmeyi alışkanlık hâline getiren kimse ise, kaç rek'at kıldığını araştıracak ve kuvvetli kanâatına göre hareket ede­cek. Eğer her iki ihtimâle âit kanâati eşit ise, az olan rek'at sayısına göre namazını tamamlayacak. Sonunda da sehiv secdesini yapacak­tır.

2 - Ş âf i II er'e   göre rek'at sayısında şek eden kişi, şüp­heli rek'atı hesaba katmıyacak, az ve kesin olan rek'at sayısını dik­kate alarak ona göre namazını tamamlayacaktır. Şekkin iki tarafının eşit olması veya biş1 ihtimalin kuvvetli olması,    neticeyi değiştirmez. Zann-ı Galip ile amel edilmez. Şek etmeyi alışkanlık hâline getirip getirmemesi de neticeyi etkilemez. Nevevi' nin   Şeyh   Eb û H â m i d ' den   naklen dediğine göre   Ebû    Bekir,   Ömer, îbn-i   Mes'ud,    Said   bin   el-Müseyyeb,    Atâ', Şüreyh,    Rabia,   Mâlik   ve   Sevri    (Radıyallâhü an-hüm)'ün kavli de budur.

3 - Mâlikİler'e   göre rek'at sayısında şek eden kişi, az olan rek'at sayısına bina eder. Eğer şüpheli olan çok rek'at sayısına göre namazını tamamlarsa, namazı bozulur. Ancak hergün namazın­da şek ediyorsa, yâni bunu alışkanlık hâline getirmiş ise artık çok olan rek'at sayısına göre namazını ikmal edecek ve gördüğü şek'den vaz geçecek. Selâmdan sonra da, sehiv secdesi edecek." [321]

 

 

 

 



[1] Hal tercemesi 42 hadis bahsinde geçmiştir.

[2] Sünen-i İbni Mace Tercemesi ve Şerhi, Kahraman Yayınları: 3/291

[3] Bunun isnadının sahih  ve  ravilerinin sıka olduğu Zevâİd'de bildiril­miştir

[4] Sünen-i İbni Mace Tercemesi ve Şerhi, Kahraman Yayınları: 3/292

[5] Sünen-i İbni Mace Tercemesi ve Şerhi, Kahraman Yayınları: 3/292-293

[6] Sünen-i İbni Mace Tercemesi ve Şerhi, Kahraman Yayınları: 3/294

[7] Sünen-i İbni Mace Tercemesi ve Şerhi, Kahraman Yayınları: 3/294-295

[8] Hâl tercemesi 6. hadis bahsinde geçmiştir.

[9] Sünen-i İbni Mace Tercemesi ve Şerhi, Kahraman Yayınları: 3/295-296

[10] Sünen-i İbni Mace Tercemesi ve Şerhi, Kahraman Yayınları: 3/296

[11] Sünen-i İbni Mace Tercemesi ve Şerhi, Kahraman Yayınları: 3/296-297

[12] 872 notu hadis bahsinde bu zâtın hftl tercemesi geçmiştir.

[13] Sünen-i İbni Mace Tercemesi ve Şerhi, Kahraman Yayınları: 3/297-298

[14] Sünen-i İbni Mace Tercemesi ve Şerhi, Kahraman Yayınları: 3/298-299

[15] Sünen-i İbni Mace Tercemesi ve Şerhi, Kahraman Yayınları: 3/300-301

[16] Sünen-i İbni Mace Tercemesi ve Şerhi, Kahraman Yayınları: 3/301-302

[17] Sünen-i İbni Mace Tercemesi ve Şerhi, Kahraman Yayınları: 3/302

[18] Sünen-i İbni Mace Tercemesi ve Şerhi, Kahraman Yayınları: 3/302-303

[19] Sünen-i İbni Mace Tercemesi ve Şerhi, Kahraman Yayınları: 3/303-304

[20] Bakara, 125

[21] Sünen-i İbni Mace Tercemesi ve Şerhi, Kahraman Yayınları: 3/304-305

[22] Sünen-i İbni Mace Tercemesi ve Şerhi, Kahraman Yayınları: 3/305

[23] Kastalâni ve Ayninin beyanlarına söre Hicab âyeti şudur

- «Ey Nebî! üşteriıte, kızlarma ve mü'minlerin hanmüanııa de ki. Üzerlerin* fe-rııeı terini sıkı örtünsünh'r   » (Ahzab :  59)

Bâzı rivayetlere görp Hical) âyeti şudur :

Üzümlü bir şey soraraçiımz maman « (Ah­zab : 53)

[24] Tahrim, 5

[25] Bakara, 144

[26] Sünen-i İbni Mace Tercemesi ve Şerhi, Kahraman Yayınları: 3/307-310

[27] Sünen-i İbni Mace Tercemesi ve Şerhi, Kahraman Yayınları: 3/310-312

[28] Bakara., 143

[29] Sünen-i İbni Mace Tercemesi ve Şerhi, Kahraman Yayınları: 3/312-314

[30] Sünen-i İbni Mace Tercemesi ve Şerhi, Kahraman Yayınları: 3/314-315

[31] Sünen-i İbni Mace Tercemesi ve Şerhi, Kahraman Yayınları: 3/315-316

[32] Sünen-i İbni Mace Tercemesi ve Şerhi, Kahraman Yayınları: 3/316-317

[33] Sünen-i İbni Mace Tercemesi ve Şerhi, Kahraman Yayınları: 3/317

[34] Sünen-i İbni Mace Tercemesi ve Şerhi, Kahraman Yayınları: 3/317

[35] Sünen-i İbni Mace Tercemesi ve Şerhi, Kahraman Yayınları: 3/318

[36] Sünen-i İbni Mace Tercemesi ve Şerhi, Kahraman Yayınları: 3/318-320

[37] Sünen-i İbni Mace Tercemesi ve Şerhi, Kahraman Yayınları: 3/320-321

[38] Küba Medine-i Münevvere'ye 2-3 mil mesafede bir köydür. îslâm tari­hinde ilk mescid bu köyde inşâ edilmiştir. Fazileti özel hadîslerle bildirilmiştir

[39] Suhayb'ın hâl tercemesi 150 nolu hadis bahsinde geçmiştir.

[40] Sünen-i İbni Mace Tercemesi ve Şerhi, Kahraman Yayınları: 3/321

[41] Sünen-i İbni Mace Tercemesi ve Şerhi, Kahraman Yayınları: 3/322

[42] Sünen-i İbni Mace Tercemesi ve Şerhi, Kahraman Yayınları: 3/322-323

[43] Sünen-i İbni Mace Tercemesi ve Şerhi, Kahraman Yayınları: 3/323-324

[44] Sünen-i İbni Mace Tercemesi ve Şerhi, Kahraman Yayınları: 3/324

[45] Âmir'in hâl tercemesi 907 nolu hadis bahsinde geçmiştir.

[46] Bakara, 116

Sünen-i İbni Mace Tercemesi ve Şerhi, Kahraman Yayınları: 3/324-325

[47] Sünen-i İbni Mace Tercemesi ve Şerhi, Kahraman Yayınları: 3/325-326

[48] Târik (R.A.) Sahâbidir. Kûfeli olduğu için kendisi Küfe halkı arasında yaygındır. Râvlleri Rib'İ, Kâmil bin Şeddâd ve Ebü'ş-Şa'sâ'dır. Ebû Dâvûd, Nesaİ, Tirmizİ ve lbn-i Maceh, Onun hadîslerini almışlardır. (El-Menhel 4. C, 93. S.)

[49] Hz. Osman'ın katline yardım etmiş, büâhere Hz. Ali'ye karşı çıkmış, Hz. Hüseyin'in katlinde hazır olmuştur. Ali ve Huzeyfe'den rivayeti vardır. Mu-hammed bin Ka'b ve Süleyman-ı Teymİ bir hadisini almıştır. (Hulâsa, 168)

[50] Senedindeki râvilerin sıka olduğu Zevâid'de belirtilmiştir.

[51] Sünen-i İbni Mace Tercemesi ve Şerhi, Kahraman Yayınları: 3/326-328

[52] Sünen-i İbni Mace Tercemesi ve Şerhi, Kahraman Yayınları: 3/328-329

[53] İbn-i Ebi Pâtime ed-Devsî'dir. Mekke'de ilk müslümanlardandır. Habeşis­tan ve Medîne-i Münevvere hicretlerinde bulunmuştur. Bîatü'r-Rıdvan'da ve ondan sonra meydana gelen savaşlarda bulunmuştur. Ebû Bekir ve Ömer (R.A.) devir­lerinde hazine eminliği yapmıştır. Osman (R.A.) devrinde Efendimiz'den kalma mühre nezaret ederdi. (Mührü Erişe kuyusuna düşüren odur. Bilindiği gibi bütün aramalarına rağmen mühür bulunamamış ve zayi olmuştur.) Osman (R.A.) dev­rinde vefat etmiştir. Peygamber <S.A.V.)'den rivayeti vardır. Kavileri ise iki oğlu Muhammed ile el-Hâris, oğlunun oğlu İyas ve Ebû Seleme bin Abdurrahman bin Avftır. (El-Menhel C. 6. Sah. 51)   ,

[54] Sünen-i İbni Mace Tercemesi ve Şerhi, Kahraman Yayınları: 3/329-330

[55] Sünen-i İbni Mace Tercemesi ve Şerhi, Kahraman Yayınları: 3/330-332

[56] Sünen-i İbni Mace Tercemesi ve Şerhi, Kahraman Yayınları: 3/332

[57] Sünen-i İbni Mace Tercemesi ve Şerhi, Kahraman Yayınları: 3/333

[58] Ebû Muhammed el-Mekkî el-Esrem tanınmış âlimlerdendir. Abdullah bin Mes'ud ve Abdullah bin Ömer (R.A.)'den rivayet etmiştir. Ayrıca KÜreyb ve Mü-cahid ile bir cemâat'tan da .rivayeti vardır. Râvilerinin başında Katâde, Eyyub, ŞuT>e, Süfyanlar ve Hammadlar gelir. İbnü'l-Medenl'nin dediğine göre 500 hadîsi vardır. H. 115 veya 116 yılında vefat ettiği rivayetleri vardır. (Hulâsa : 388)

[59] Sünen-i İbni Mace Tercemesi ve Şerhi, Kahraman Yayınları: 3/333-334

[60] Sünen-i İbni Mace Tercemesi ve Şerhi, Kahraman Yayınları: 3/335

[61] Sünen-i İbni Mace Tercemesi ve Şerhi, Kahraman Yayınları: 3/336-337

[62] Sünen-i İbni Mace Tercemesi ve Şerhi, Kahraman Yayınları: 3/337

[63] Sünen-i İbni Mace Tercemesi ve Şerhi, Kahraman Yayınları: 3/338-339

[64] Sünen-i İbni Mace Tercemesi ve Şerhi, Kahraman Yayınları: 3/339

[65] Sünen-i İbni Mace Tercemesi ve Şerhi, Kahraman Yayınları: 3/339-340

[66] Sünen-i İbni Mace Tercemesi ve Şerhi, Kahraman Yayınları: 3/340-341

[67] Sünen-i İbni Mace Tercemesi ve Şerhi, Kahraman Yayınları: 3/341-342

[68] Sünen-i İbni Mace Tercemesi ve Şerhi, Kahraman Yayınları: 3/342

[69] Sünen-i İbni Mace Tercemesi ve Şerhi, Kahraman Yayınları: 3/342-343

[70] Sünen-i İbni Mace Tercemesi ve Şerhi, Kahraman Yayınları: 3/343-344

[71] Ebû Sa'd el-Medenl (R.A.) Ebû Bâfi' (R.A.)'den rivayette bulunmuştur. Râvlsi de Muhayyel bin Rfişid'dir. Ebû Sa'd künyeli bu zâtın adının Şarahbil bin Sa'd olduğu söylenmiştir, tbn-i Maceh onun rivayetini almıştır. (Hulasa : 450)

[72] Sünen-i İbni Mace Tercemesi ve Şerhi, Kahraman Yayınları: 3/345-346

[73] Sünen-i İbni Mace Tercemesi ve Şerhi, Kahraman Yayınları: 3/346-347

[74] Sünen-i İbni Mace Tercemesi ve Şerhi, Kahraman Yayınları: 3/348-350

[75] Sünen-i İbni Mace Tercemesi ve Şerhi, Kahraman Yayınları: 3/350-351

[76] Sünen-i İbni Mace Tercemesi ve Şerhi, Kahraman Yayınları: 3/351

[77] Bu zât, Peygamber <S.A.V.)'in muhterem zevcelerinden Ümmü Salsme <R.Â.)nin eski kocası olan Ebû Seleme (R.A.)'nin oğlu ve Efendimiz'in üvey oğlu­dur. Habeşistan'da doğmuştur. Efendimiz'den ve pederinden rivayetleri vardır. Bâ-vlleri İse oğlu RÎuhammed, Said bin el-Müseyyeb, Urve, Veheb bin Keysân ve Ebû ümâme (R.A.)'dir. Hz. Ali (R.A.) devrinde Bahreyn emirliğini yapmış, Cemel vak'a-sında onunla beraber bulunmuştur. Hicri 83 yılı Mfdînp'de vefat etmiştir. (El-Men htfl .  C. 5. S   İC)

[78] Sünen-i İbni Mace Tercemesi ve Şerhi, Kahraman Yayınları: 3/352-354

[79] Babasının adı Cerir'dir. Babasının adınm Abdullah bin Tank olduğunu söyleyenler de vardır. Medine'li sahâbîlerdendir. Râvisi oğlu Abdurrahman'dır. KÜ-tüb-i Sitte'den yanhz hu sünende rivayeti vardır. (Hulâsa :  322)

[80] Zevâİd'de belirtildiğine göre bu isnad aleyhinde konuşulabilir. Çünkü îbn-i Hibbân, Râvi Abdurrahman bin Keysân ile râvi Muhammed bin Hanzala'yı sikalar arasında zikretmiştir. Râvi Mâruf bin Müşkân hakkında konuşan kimseyi görmedim. Râvi Ebû İshak eş-Şâfü de sıkadır. İsnadın zayıflığı bundan neticelen­dirilir. (Çünkü durumu bilinmeyen Mârufun rivayeti an'ane iledir.)

[81] Sünen-i İbni Mace Tercemesi ve Şerhi, Kahraman Yayınları: 3/355-356

[82] Sünen-i İbni Mace Tercemesi ve Şerhi, Kahraman Yayınları: 3/357-358

[83] Sünen-i İbni Mace Tercemesi ve Şerhi, Kahraman Yayınları: 3/358-359

[84] Sünen-i İbni Mace Tercemesi ve Şerhi, Kahraman Yayınları: 3/359

[85] Sünen-i İbni Mace Tercemesi ve Şerhi, Kahraman Yayınları: 3/360

[86] Sünen-i İbni Mace Tercemesi ve Şerhi, Kahraman Yayınları: 3/360-364

[87] Sünen-i İbni Mace Tercemesi ve Şerhi, Kahraman Yayınları: 3/364

[88] Sünen-i İbni Mace Tercemesi ve Şerhi, Kahraman Yayınları: 3/365

[89] Sünen-i İbni Mace Tercemesi ve Şerhi, Kahraman Yayınları: 3/365

[90] Sünen-i İbni Mace Tercemesi ve Şerhi, Kahraman Yayınları: 3/365-366

[91] Sünen-i İbni Mace Tercemesi ve Şerhi, Kahraman Yayınları: 3/366

[92] Sünen-i İbni Mace Tercemesi ve Şerhi, Kahraman Yayınları: 3/366-367

[93] Sünen-i İbni Mace Tercemesi ve Şerhi, Kahraman Yayınları: 3/367

[94] İbni Ebi Şeybe'nin rivayetinde bu adamın Hallâd bin Râfi1 olduğu tas­rih edilmiştir.

[95] Sünen-i İbni Mace Tercemesi ve Şerhi, Kahraman Yayınları: 3/368-369

[96] Sünen-i İbni Mace Tercemesi ve Şerhi, Kahraman Yayınları: 3/369-371

[97] Hftl tercçmesi 772 nolu hadis bahsinde geçmiştir.

[98] Sünen-i İbni Mace Tercemesi ve Şerhi, Kahraman Yayınları: 3/371-374

[99] Sünen-i İbni Mace Tercemesi ve Şerhi, Kahraman Yayınları: 3/374-375

[100] Bin Ebl Ubeyde bin Ebû Halef el-Mekki; Peygamber <S.A.V.)'den ve Ömer ile Anbese bin Ebî Süfyân (R.A.)*dan rivayet etmiştir. Kendisinden de üç oğ­lu Safvân, Muhammed, Osman ayrıca Abdullah bin Deyleml, Abdullah bin Babeyh ve  Câhid  rivayet  etmişlerdir.  Hz.  Ömer  (R.A.)  devrinde  Necrân Vâlisiydi.  Pey­gamber <S.A.V.)'den 28 hadisi var. Buhârİ ile Müslim üç hadisini rivayet etmiş­lerdir. (El-Menhel: C. 7, Sah. 50)

[101] Nisa : 101

[102] Sünen-i İbni Mace Tercemesi ve Şerhi, Kahraman Yayınları: 3/375-377

[103] Mekke'li olan bu zât, îbn-1 Ömer (R.A.)'in râvisidir. Kendisinden de Zührİ ve Atiyye bin Kays rivayet etmişlerdir. İcJİ, Onu sıka göstermiştir. Hicri 34 veya 87 yılında vefat etmiştir. (Hulasa ; Shf. 40)

[104] Sünen-i İbni Mace Tercemesi ve Şerhi, Kahraman Yayınları: 3/377-381

[105] Sünen-i İbni Mace Tercemesi ve Şerhi, Kahraman Yayınları: 3/381-382

[106] Sünen-i İbni Mace Tercemesi ve Şerhi, Kahraman Yayınları: 3/382

[107] Sünen-i İbni Mace Tercemesi ve Şerhi, Kahraman Yayınları: 3/382-383

[108] Sünen-i İbni Mace Tercemesi ve Şerhi, Kahraman Yayınları: 3/383-384

[109] Sünen-i İbni Mace Tercemesi ve Şerhi, Kahraman Yayınları: 3/384-385

[110] Sünen-i İbni Mace Tercemesi ve Şerhi, Kahraman Yayınları: 3/385-386

[111] Sünen-i İbni Mace Tercemesi ve Şerhi, Kahraman Yayınları: 3/386-389

[112] Sünen-i İbni Mace Tercemesi ve Şerhi, Kahraman Yayınları: 3/389

[113] Sünen-i İbni Mace Tercemesi ve Şerhi, Kahraman Yayınları: 3/389-390

[114] Sünen-i İbni Mace Tercemesi ve Şerhi, Kahraman Yayınları: 3/391-392

[115] Sünen-i İbni Mace Tercemesi ve Şerhi, Kahraman Yayınları: 3/392-393

[116] Sünen-i İbni Mace Tercemesi ve Şerhi, Kahraman Yayınları: 3/393-394

[117] Sünen-i İbni Mace Tercemesi ve Şerhi, Kahraman Yayınları: 3/394

[118] Sünen-i İbni Mace Tercemesi ve Şerhi, Kahraman Yayınları: 3/395

[119] Hâl tercemesi 149. hadis bahsinde geçmiştir.

[120] Sünen-i İbni Mace Tercemesi ve Şerhi, Kahraman Yayınları: 3/395-396

[121] Sünen-i İbni Mace Tercemesi ve Şerhi, Kahraman Yayınları: 3/396-397

[122] Sünen-i İbni Mace Tercemesi ve Şerhi, Kahraman Yayınları: 3/398-399

[123] Cuma sûresi, âyet 9

[124] Sünen-i İbni Mace Tercemesi ve Şerhi, Kahraman Yayınları: 3/399-401

[125] El-Menhel : C. 6, Sah. 218

[126] El-Menhel : C. 6, Sah. 219

[127] Sünen-i İbni Mace Tercemesi ve Şerhi, Kahraman Yayınları: 3/401-402

[128] Sünen-i İbni Mace Tercemesi ve Şerhi, Kahraman Yayınları: 3/402-403

[129] Sünen-i İbni Mace Tercemesi ve Şerhi, Kahraman Yayınları: 3/404-405

[130] Ebû Lübâbe el-Ensârİ (R.A.)'nin adı Beşlr veya Rufâa'dır. Babası Ab-dülrriünzir el-Evsî'dir. Bedir ehlindendir. Bir rivayete göre Peygamber (S.A.V * Onu Medine emlri tayin ederek Bedir'den geri göndermiş ve savaşa katılmış gibi ganimet malından kendisine pay ayırmıştır. Onbeş hadisi vardır. Buharl ile Müs­lim bir hadisinde ittifak etmişlerdir. Hâvileri lbn-i Ömer (R.A.) ve bir cemâat­tir. Hz. Ali (RA.)'ın hilâfeti zamanında vefat etmiştir. Hulasa: 458)

[131] Sünen-i İbni Mace Tercemesi ve Şerhi, Kahraman Yayınları: 3/405-406

[132] Isrâ sûresi, 44. âyet

[133] Şeddâd bin Evs bin Sabit bin Münzir Ensâr'ın beni Neccâr koluna mensuptur. Hassan bin Sâbit'in yeğenidir. 50 hadîsinden Buhâri ve Müslim birer hadisini rivayet etmişlerdir. Hâvileri, oğlu Ya'la ve Muhammed bin Rabİ'dir. İlim ve hilim ehlinden olduğunu übâde bin Samıt söylemiştir. H. 58. yılı Kudüs'te vefat etmiştir. (Hulâsa:  164)

[134] Sünen-i İbni Mace Tercemesi ve Şerhi, Kahraman Yayınları: 3/406-409

[135] Sünen-i İbni Mace Tercemesi ve Şerhi, Kahraman Yayınları: 3/409-411

[136] Sünen-i İbni Mace Tercemesi ve Şerhi, Kahraman Yayınları: 3/411-412

[137] Evs bin Evs es-Sakafİ Peygamber (S-A.V.)'den rivayet etmiştir. Ken­disinden de Ebü'l-Es'as es-San'ânî ve TJbade bin Nesi rivayet etmişlerdir. îbn-i Muin ve Ebû Dâvûd. bu zâtm Evs bin Ebî Evs es-Sakafî olduğunu söylemişler isa de bu, hatâdır. Çünkü Evs bin Ebl Evs, Huzeyfe*nin oğlu olan Evs'tir. Ebû Da-vûd, îbn-i Mâceh, Tirmizî ve Nesâî râvimlz olan Evs (R.A.) hadislerini almışlardır. (El-Menhel: C. 3, Sah. 208)

[138] Sünen-i İbni Mace Tercemesi ve Şerhi, Kahraman Yayınları: 3/412-413

[139] Sünen-i İbni Mace Tercemesi ve Şerhi, Kahraman Yayınları: 3/413

[140] Sünen-i İbni Mace Tercemesi ve Şerhi, Kahraman Yayınları: 3/413-415

[141] Sünen-i İbni Mace Tercemesi ve Şerhi, Kahraman Yayınları: 3/415-416

[142] Sünen-i İbni Mace Tercemesi ve Şerhi, Kahraman Yayınları: 3/416-418

[143] Sünen-i İbni Mace Tercemesi ve Şerhi, Kahraman Yayınları: 3/418-419

[144] Sünen-i İbni Mace Tercemesi ve Şerhi, Kahraman Yayınları: 3/419-420

[145] İsnadının sahih olduğu Zevâid'de bildirilmiştir.

[146] Sünen-i İbni Mace Tercemesi ve Şerhi, Kahraman Yayınları: 3/421

[147] Sünen-i İbni Mace Tercemesi ve Şerhi, Kahraman Yayınları: 3/421-425

[148] Abdulîah bin Selâm bin el-Hâris el-tsrâîlî, Ensâr-i Kiram'm Hazrec ka­bilesine mensubtur. Peygamber (S.A.V.) Medine'ye teşriflerinde mtislüman olan Abdullah (R.A.) Kudüs fethine katılmıştır. 25 hadisinden birisini Buhârî ile Müs­lim ve birisini yalnız Buhâri rivayet etmiştir. Peygamber (S.A.V.) Onu cennetle

müjdelemiştir âyetleri onun hakkındadır. Kavileri: Oğlu Yûsuf, Ebû Hüreyre ve Enes (RA.)'dir. H. 43. yılı Medine'de vefat etmiştir. (Hulasa : 200)

[149] Sünen-i İbni Mace Tercemesi ve Şerhi, Kahraman Yayınları: 3/425-426

[150] Nimar nemlre'nin çoğuludur. Nemire : Kaplan demektir. Bedevilerin giydiği çizgili hırka çeşitli kaplan renginde olduğu İçin ona nemire ismi verilmiştir.

[151] Sünen-i İbni Mace Tercemesi ve Şerhi, Kahraman Yayınları: 3/426-428

[152] Sünen-i İbni Mace Tercemesi ve Şerhi, Kahraman Yayınları: 3/428-430

[153] Hal Tercemesi 164. hadis bahsinde geçti.

[154] Sünen-i İbni Mace Tercemesi ve Şerhi, Kahraman Yayınları: 3/430

[155] Hâl Tercemesi 688. hadis bahsinde geçti.

[156] Sünen-i İbni Mace Tercemesi ve Şerhi, Kahraman Yayınları: 3/430-431

[157] Hal tercemesi 710. hadi* bahsinde geçti.

[158] Sünen-i İbni Mace Tercemesi ve Şerhi, Kahraman Yayınları: 3/431-432

[159] Sünen-i İbni Mace Tercemesi ve Şerhi, Kahraman Yayınları: 3/432-433

[160] Sünen-i İbni Mace Tercemesi ve Şerhi, Kahraman Yayınları: 3/433-434

[161] Hal tercemesi 817. hadis bahsinde geçmiştir.

[162] Sünen-i İbni Mace Tercemesi ve Şerhi, Kahraman Yayınları: 3/434-436

[163] Sünen-i İbni Mace Tercemesi ve Şerhi, Kahraman Yayınları: 3/436-438

[164] Sünen-i İbni Mace Tercemesi ve Şerhi, Kahraman Yayınları: 3/438-440

[165] Sünen-i İbni Mace Tercemesi ve Şerhi, Kahraman Yayınları: 3/441-442

[166] Sünen-i İbni Mace Tercemesi ve Şerhi, Kahraman Yayınları: 3/442-443

[167] Sünen-i İbni Mace Tercemesi ve Şerhi, Kahraman Yayınları: 3/443

[168] Sünen-i İbni Mace Tercemesi ve Şerhi, Kahraman Yayınları: 3/443

[169] Sünen-i İbni Mace Tercemesi ve Şerhi, Kahraman Yayınları: 3/443-446

[170] Sünen-i İbni Mace Tercemesi ve Şerhi, Kahraman Yayınları: 3/446

[171] Süleyk bin Öatafân bin Sald bin Kays'dır.

[172] Bu hadisi Amr bin Dinar ile EbU'z-ZUbeyr'ln İkisi de Câbir (R.A.)'den işitmelerdir. Ebü'z-Zübeyr'in rivayetinde mescide giren zâtın Süleyk (R.A.) oldu­ğu bildirilmiştir. Amr'ın rivayetinde Süleyk (R.A.) ismi geçmemiştir. Yâni : 'Mes­cide bir adam girdi' şeklinde rivayet etmiştir.

[173] Sünen-i İbni Mace Tercemesi ve Şerhi, Kahraman Yayınları: 3/446-448

[174] Sünen-i İbni Mace Tercemesi ve Şerhi, Kahraman Yayınları: 3/448-449

[175] Sünen-i İbni Mace Tercemesi ve Şerhi, Kahraman Yayınları: 3/449

[176] Sahabidir. Mısır'a gitmiş ve Abdülmelik'in halifeliği zamanına kadar orada kalmıştır. (TeMetül-AhvezI c. 1. Sah. 386)

[177] Sünen-i İbni Mace Tercemesi ve Şerhi, Kahraman Yayınları: 3/450-451

[178] Sünen-i İbni Mace Tercemesi ve Şerhi, Kahraman Yayınları: 3/451

[179] Sünen-i İbni Mace Tercemesi ve Şerhi, Kahraman Yayınları: 3/452

[180] Sünen-i İbni Mace Tercemesi ve Şerhi, Kahraman Yayınları: 3/452-453

[181] Medlnelidir Babasından, anasından, Ali'den ve Ebû Hüreyre <R.A.)'den rivayet etmiştir. R&vileri ise îbrâhim ve Abdullah ismindeki iki oğlu Muhainnıed bin el-Münke'dir, el-Mutemir bin Süleyman, El-A'rac ve çok kimsedir. Sıka bir râ-vidir.  Hadisçüer onun rivayetlerini almışlardır.  (El-Menhel:   Cilt 5, Sah. 150

[182] Mervân Sahâbtdir. Fakat Peygamber (S.A.V.)'den rivayeti sabit değil­dir. Hicri 2. yıh doğmuş, Hz. Osman halife İken kâtipliğini yapmış, fıkıhçılardan sayılmıştır Ömer, Osman, Ali, Zeyd bin Sabit ve başka sahâbllerden rivayet et­miştir. Kendisinden de sahâbllerden Sehl bin Sa'd ve Tabiilerden oğlu Abdülme-lik. Ali bin el-Hüseyn, Urve bin Zübeyr. Saİd bin el-Müseyyeb (R.A.) ve başkaları rivayet etmişlerdir. Muâviye (R.A.) devrinde Medine valiliği yapmıştır. Muaviye bin Yezfd Öldüğünde Şam'da bulunan Merv&n'a bazıları biat etti. Bir ara Mısır'ı da kendine bağladı. O'nun halifeliği 6 ay sürdü. Hicri 65. yılı Ramazan ayında vefat etti < El-Menhel :  Cild 2, Sah. 191)

[183] el-Pehrl, Peygamber (S.A.V.)'den ve Ömer  (R.A.)'den rivayet etmiş, kendisinden de Şairi. Said bin Cübeyr, Meymun bin Mihr&n ve sahâbllerden Muâ-viye (R.A.), rivayet etmişlerdir. Şam fethinde bulunmuş, Yezidin ölümünden son­ra idareyi ele alarak halktan biat etmelerini istemiş, Mervân İle arasında çıkan savaşta katledilmiştir. (H. 64). Peygamber (S-A.V.)ln vefatından 8 yıl Önce doğduğu söylenmiştir. (Hulâsa : 177)

(106)    Hâl Tercemesi 112. hadis izahında geçmiştir.

[184] Sünen-i İbni Mace Tercemesi ve Şerhi, Kahraman Yayınları: 3/453-455

[185] Sünen-i İbni Mace Tercemesi ve Şerhi, Kahraman Yayınları: 3/455-456

[186] Sünen-i İbni Mace Tercemesi ve Şerhi, Kahraman Yayınları: 3/456-457

[187] Sünen-i İbni Mace Tercemesi ve Şerhi, Kahraman Yayınları: 3/457-458

[188] Sünen-i İbni Mace Tercemesi ve Şerhi, Kahraman Yayınları: 3/458-459

[189] Sünen-i İbni Mace Tercemesi ve Şerhi, Kahraman Yayınları: 3/459-460

[190] Sünen-i İbni Mace Tercemesi ve Şerhi, Kahraman Yayınları: 3/460

[191] Sünen-i İbni Mace Tercemesi ve Şerhi, Kahraman Yayınları: 3/460-461

[192] Sünen-i İbni Mace Tercemesi ve Şerhi, Kahraman Yayınları: 3/461-462

[193] Adı ya Edra' veya Aror bin Bükeyr'dir. Peygamber (S.A.V.)'den ve Selmân-ı Fârisi <R.A.)'den rivayeti vardır. Ravisi Ubeyde bin Süfyân'dır. Mekke fethinde ve Tebük seferinde kavmine kumandan kılınmıştır. Cemel vak'asında Aişe (R.A.) yanlısı olarak katledilmiştir. Dört sünen sahîblerf anım rivayetlerini almış­lardır. (El-Menhel : 6. C. 195. Sah.)

[194] Sünen-i İbni Mace Tercemesi ve Şerhi, Kahraman Yayınları: 3/462

[195] İsnadının sahih ve ricalinin sıka oldukları  Zevâid'de bildirilmiştir.

[196] Sünen-i İbni Mace Tercemesi ve Şerhi, Kahraman Yayınları: 3/462-464

[197] Sünen-i İbni Mace Tercemesi ve Şerhi, Kahraman Yayınları: 3/464-465

[198] Sünen-i İbni Mace Tercemesi ve Şerhi, Kahraman Yayınları: 3/465

[199] Sünen-i İbni Mace Tercemesi ve Şerhi, Kahraman Yayınları: 3/465-466

[200] Sünen-i İbni Mace Tercemesi ve Şerhi, Kahraman Yayınları: 3/466-467

[201] Sünen-i İbni Mace Tercemesi ve Şerhi, Kahraman Yayınları: 3/467-468

[202] Sünen-i İbni Mace Tercemesi ve Şerhi, Kahraman Yayınları: 3/468-470

[203] Sünen-i İbni Mace Tercemesi ve Şerhi, Kahraman Yayınları: 3/470-472

[204] Sünen-i İbni Mace Tercemesi ve Şerhi, Kahraman Yayınları: 3/472

[205] Sünen-i İbni Mace Tercemesi ve Şerhi, Kahraman Yayınları: 3/473-474

[206] Sünen-i İbni Mace Tercemesi ve Şerhi, Kahraman Yayınları: 3/474-475

[207] Sünen-i İbni Mace Tercemesi ve Şerhi, Kahraman Yayınları: 3/475-476

[208] Sünen-i İbni Mace Tercemesi ve Şerhi, Kahraman Yayınları: 3/476-478

[209] Sünen-i İbni Mace Tercemesi ve Şerhi, Kahraman Yayınları: 3/478-479

[210] Sünen-i İbni Mace Tercemesi ve Şerhi, Kahraman Yayınları: 3/479-480

[211] Sünen-i İbni Mace Tercemesi ve Şerhi, Kahraman Yayınları: 3/481-482

[212] Sünen-i İbni Mace Tercemesi ve Şerhi, Kahraman Yayınları: 3/483-486

[213] Sünen-i İbni Mace Tercemesi ve Şerhi, Kahraman Yayınları: 3/486-487

[214] Sünen-i İbni Mace Tercemesi ve Şerhi, Kahraman Yayınları: 3/487-488

[215] Sünen-i İbni Mace Tercemesi ve Şerhi, Kahraman Yayınları: 3/489-490

[216] Sünen-i İbni Mace Tercemesi ve Şerhi, Kahraman Yayınları: 3/490-491

[217] Sünen-i İbni Mace Tercemesi ve Şerhi, Kahraman Yayınları: 3/491-492

[218] Sünen-i İbni Mace Tercemesi ve Şerhi, Kahraman Yayınları: 3/492-493

[219] Bakara: 136

[220] Al-i îmran: 52

[221] Sünen-i İbni Mace Tercemesi ve Şerhi, Kahraman Yayınları: 3/494-495

[222] Sünen-i İbni Mace Tercemesi ve Şerhi, Kahraman Yayınları: 3/495-496

[223] Muhammed sûresi, âyet : 33

[224] Hal tercemesi 374 nolu hadis bahsinde geçmiştir.

[225] Sünen-i İbni Mace Tercemesi ve Şerhi, Kahraman Yayınları: 3/496-498

[226] Sünen-i İbni Mace Tercemesi ve Şerhi, Kahraman Yayınları: 3/498-499

[227] Sünen-i İbni Mace Tercemesi ve Şerhi, Kahraman Yayınları: 3/500

[228] Bin Sehl bin Su'lebe bin el-Hâris bin Zeyd bin Su'lebe bin Ganem bin Mâlik, bin Neccâr el-Ensârî (R.A.) sahâbidir. Peygamber (S.A.V.)'den rivayet et-mısür. Rııvüeri de oğlu Said, Kays bin Ebi Hâzim ve Muhammed bin İbrahim bin el-Hâris'dir. Müellif, Ebû Dâvûd ve Tirmİzi onun rivayetlerini almışlardır. (El-Men-hel :  C. 7.)

[229] Sünen-i İbni Mace Tercemesi ve Şerhi, Kahraman Yayınları: 3/500-501

[230] Sünen-i İbni Mace Tercemesi ve Şerhi, Kahraman Yayınları: 3/501-503

[231] Kaabûs bin Ebil-Mah&rik es-Şeybanl el-Kufl, babasından ve Hz. Abbâs'm zevcesi ÜmmÜ'l-Fadl'dan rivayet etmiştir. R&vİsİ de Simak bin Harb (ve CerirKBr. Nesal onun rivayetinde beis yoktur, demiştir. (Hulasa: 311)

[232] Sünen-i İbni Mace Tercemesi ve Şerhi, Kahraman Yayınları: 3/503-504

[233] Sünen-i İbni Mace Tercemesi ve Şerhi, Kahraman Yayınları: 3/504-505

[234] Sünen-i İbni Mace Tercemesi ve Şerhi, Kahraman Yayınları: 3/505-506

[235] Sünen-i İbni Mace Tercemesi ve Şerhi, Kahraman Yayınları: 3/506

[236] Sünen-i İbni Mace Tercemesi ve Şerhi, Kahraman Yayınları: 3/506-507

[237] Sünen-i İbni Mace Tercemesi ve Şerhi, Kahraman Yayınları: 3/507-508

[238] Ebû Ümeyye, Ümmü Seleme (R.A.)'nin babasının künyesidir. Adı Sü­heyl veya Huzeyfe bin Muğire'dir.

[239] Sünen-i İbni Mace Tercemesi ve Şerhi, Kahraman Yayınları: 3/508-511

[240] Sünen-i İbni Mace Tercemesi ve Şerhi, Kahraman Yayınları: 3/511

[241] Sünen-i İbni Mace Tercemesi ve Şerhi, Kahraman Yayınları: 3/511-512

[242] Sünen-i İbni Mace Tercemesi ve Şerhi, Kahraman Yayınları: 3/512-513

[243] Sünen-i İbni Mace Tercemesi ve Şerhi, Kahraman Yayınları: 3/514-515

[244] Sünen-i İbni Mace Tercemesi ve Şerhi, Kahraman Yayınları: 3/515-516

[245] Sünen-i İbni Mace Tercemesi ve Şerhi, Kahraman Yayınları: 3/516-517

[246] Sünen-i İbni Mace Tercemesi ve Şerhi, Kahraman Yayınları: 3/517-518

[247] Sünen-i İbni Mace Tercemesi ve Şerhi, Kahraman Yayınları: 3/518-519

[248] Sünen-i İbni Mace Tercemesi ve Şerhi, Kahraman Yayınları: 3/519-520

[249] Sünen-i İbni Mace Tercemesi ve Şerhi, Kahraman Yayınları: 3/520

[250] Sünen-i İbni Mace Tercemesi ve Şerhi, Kahraman Yayınları: 3/520-521

[251] Sünen-i İbni Mace Tercemesi ve Şerhi, Kahraman Yayınları: 3/521

[252] Sünen-i İbni Mace Tercemesi ve Şerhi, Kahraman Yayınları: 3/521-522

[253] EI-Kureşl el-Adev! sahabidir. Bir hadisi vardır. Râvisi Abdullah bin Ebl Mürre ve Abdurrahman bin Cübeyr'dir. Mısır fethine katılmış, Amr bin el-As (R.A.)'ın emirliği döneminde Mısır Emniyet Müdürlüğ yapmış. Hicretin 40. yılı Amr olduğu sanılarak bir harici tarafından katledilmiştir, tbn-i M&ceh, Ebû Dâ­vûd ve Tirmizl Onun hadislerini rivayet etmişlerdir. (Sİ Menhel: C. 8, Sah. 43)

[254] Sünen-i İbni Mace Tercemesi ve Şerhi, Kahraman Yayınları: 3/522

[255] Sünen-i İbni Mace Tercemesi ve Şerhi, Kahraman Yayınları: 3/522-523

[256] Sünen-i İbni Mace Tercemesi ve Şerhi, Kahraman Yayınları: 3/523

[257] Sünen-i İbni Mace Tercemesi ve Şerhi, Kahraman Yayınları: 3/524-525

[258] Sünen-i İbni Mace Tercemesi ve Şerhi, Kahraman Yayınları: 3/525

[259] El-Mekkİ, el-Kureşt (R.A.), Âişe, îbn-i Abbas, îbn-i Ebî Melike, Sald bin Cübeyr ve Abdullah bin Eb! Hâlid'den rivayet etmiştir. Kendisinden oğlu Abdül-melik ve Husayf rivayet etmişlerdir. îbn-i Hibbân, Onu sıka saymıştır. Ebû Dâ­vûd, Nesâî, îbn-İ M&ceh ve Tirmizİ onun rivayetini almışlardır. (El-Menhel: Cild 8. Sahf. 53)

[260] Sünen-i İbni Mace Tercemesi ve Şerhi, Kahraman Yayınları: 3/526-527

[261] 87. sûre

[262] 109. sûre

[263] 112. sûre

[264] 113-114. sûre

[265] Sünen-i İbni Mace Tercemesi ve Şerhi, Kahraman Yayınları: 3/527-528

[266] Simâk : Bu isimli iki parlak yıldız vardır. Birisine SimakÜ'l-A'zal de­nilir ki bu yıldız ay burçlanndandır. Diğerine Simâkü'r-Râhim denilir.

[267] Sünen-i İbni Mace Tercemesi ve Şerhi, Kahraman Yayınları: 3/528-529

[268] Sünen-i İbni Mace Tercemesi ve Şerhi, Kahraman Yayınları: 3/529-532

[269] Sünen-i İbni Mace Tercemesi ve Şerhi, Kahraman Yayınları: 3/532-533

[270] Sünen-i İbni Mace Tercemesi ve Şerhi, Kahraman Yayınları: 3/533-534

[271] Sünen-i İbni Mace Tercemesi ve Şerhi, Kahraman Yayınları: 3/534-537

[272] Dört meshebin görüşleri ile ilgili bu bilgi el-Fıkıh Alal-Mezahibil-Ar-baa adlı kitabtan kısaltılarak alınmıştır.

[273] Sünen-i İbni Mace Tercemesi ve Şerhi, Kahraman Yayınları: 3/537-539

[274] Sünen-i İbni Mace Tercemesi ve Şerhi, Kahraman Yayınları: 3/539-540

[275] Sünen-i İbni Mace Tercemesi ve Şerhi, Kahraman Yayınları: 3/540

[276] Sünen-i İbni Mace Tercemesi ve Şerhi, Kahraman Yayınları: 3/540-541

[277] Sünen-i İbni Mace Tercemesi ve Şerhi, Kahraman Yayınları: 3/541

[278] Sünen-i İbni Mace Tercemesi ve Şerhi, Kahraman Yayınları: 3/541-542

[279] Sünen-i İbni Mace Tercemesi ve Şerhi, Kahraman Yayınları: 3/542-543

[280] Sünen-i İbni Mace Tercemesi ve Şerhi, Kahraman Yayınları: 3/543

[281] Sünen-i İbni Mace Tercemesi ve Şerhi, Kahraman Yayınları: 3/544

[282] Sünen-i İbni Mace Tercemesi ve Şerhi, Kahraman Yayınları: 3/545-546

[283] Sünen-i İbni Mace Tercemesi ve Şerhi, Kahraman Yayınları: 3/546-547

[284] Sünen-i İbni Mace Tercemesi ve Şerhi, Kahraman Yayınları: 3/547-548

[285] Sünen-i İbni Mace Tercemesi ve Şerhi, Kahraman Yayınları: 3/548

[286] Sünen-i İbni Mace Tercemesi ve Şerhi, Kahraman Yayınları: 3/548-549

[287] Sünen-i İbni Mace Tercemesi ve Şerhi, Kahraman Yayınları: 3/549-550

[288] Sünen-i İbni Mace Tercemesi ve Şerhi, Kahraman Yayınları: 3/551

[289] Sünen-i İbni Mace Tercemesi ve Şerhi, Kahraman Yayınları: 3/551-552

[290] Sa'd, babasından, Âişe'den ve Ebû HÜreyre (R.A.)'dan rivayet etmiştir. Kendisinden de, Zürare bin Evfa, el-Hasan ve başkası rivayet etmiştir. Nesaî onu sıka saymıştır. Kütüb-i Sitte sahipleri onun rivayetini almışlardır. (Hulasa : 135)

[291] Sünen-i İbni Mace Tercemesi ve Şerhi, Kahraman Yayınları: 3/552-554

[292] Sünen-i İbni Mace Tercemesi ve Şerhi, Kahraman Yayınları: 3/554-556

[293] Sünen-i İbni Mace Tercemesi ve Şerhi, Kahraman Yayınları: 3/556-557

[294] Sünen-i İbni Mace Tercemesi ve Şerhi, Kahraman Yayınları: 3/557

[295] Sünen-i İbni Mace Tercemesi ve Şerhi, Kahraman Yayınları: 3/558

[296] Sünen-i İbni Mace Tercemesi ve Şerhi, Kahraman Yayınları: 3/558

[297] Sünen-i İbni Mace Tercemesi ve Şerhi, Kahraman Yayınları: 3/559-560

[298] Sünen-i İbni Mace Tercemesi ve Şerhi, Kahraman Yayınları: 3/560-561

[299]   Bu tereddüt râvidendir.

[300] Sünen-i İbni Mace Tercemesi ve Şerhi, Kahraman Yayınları: 3/561-562

[301] Sünen-i İbni Mace Tercemesi ve Şerhi, Kahraman Yayınları: 3/562-563

[302] Sünen-i İbni Mace Tercemesi ve Şerhi, Kahraman Yayınları: 3/563-564

[303] El-Medenî Mevlâ Meymûne'dir. Mevlâ Benî Neccâr olduğunu söyliyen-ler vardır. Ebû Hüreyre, Âişe, îbn-i Abbâs, îbn-i Ömer ve Zeyd bin Hâlid el-Cü-neni (R.A.)'den rivayette bulunmuştur. Kendisinden de Süheyl bin Salih, Saİd el-Makberî, Yahya bin Saîd, İbn-i Aclân ve bir cemâat rivayet etmiştir. Sıkadır. Hadisleri çoktur. H. 117 veya 116. yılı vefat etmiştir. KÜtüb-i Sitte'de rivayetleri vardır. (EIMenhel C. 7, S. 84)

[304] Sünen-i İbni Mace Tercemesi ve Şerhi, Kahraman Yayınları: 3/565-566

[305] Sünen-i İbni Mace Tercemesi ve Şerhi, Kahraman Yayınları: 3/566-567

[306] Sünen-i İbni Mace Tercemesi ve Şerhi, Kahraman Yayınları: 3/567

[307] Sünen-i İbni Mace Tercemesi ve Şerhi, Kahraman Yayınları: 3/567-568

[308] Sünen-i İbni Mace Tercemesi ve Şerhi, Kahraman Yayınları: 3/568-569

[309] Sünen-i İbni Mace Tercemesi ve Şerhi, Kahraman Yayınları: 3/569-570

[310] Bu zâtın hangi îyâz olduğu hususunda ihtilaf vardır. El-Menhel yaza­rının nakline göre tbn-1 Huzeyme, Buhart, Müslim, Dâreleutni ve tbni- Hibban bu zatın İy&z bin Hilâl olduğunu tercih etmişlerdir.

[311] Sünen-i İbni Mace Tercemesi ve Şerhi, Kahraman Yayınları: 3/570-571

[312] Selâmdan önce veya. sonra secdeyi gerektiren durumlar için 1219. hadis zahına müracaat.

[313] Sünen-i İbni Mace Tercemesi ve Şerhi, Kahraman Yayınları: 3/571-574

[314] Sünen-i İbni Mace Tercemesi ve Şerhi, Kahraman Yayınları: 3/574

[315] Sünen-i İbni Mace Tercemesi ve Şerhi, Kahraman Yayınları: 3/575-576

[316] Buhayne, Abdullah'ın annesinin adıdır. Babasının adı Mâlik bin el-Üşr el-Ezdî'dir. Muttalib oğullarının hatifidir. îbn-i Sa'd : Abdullah, ilk müslümanlar-dandır. İbâdete düşkün, üstün bir şahsiyettir. Bütün yıl oruç tutardı, demiştir. Mervân'ın Medîne-İ Münevvere'nin ikinci valiliği devrinde vefat etmiştir. (El-Men-hel C. 6, Sah. 162)

[317] Sünen-i İbni Mace Tercemesi ve Şerhi, Kahraman Yayınları: 3/576-577

[318] Sünen-i İbni Mace Tercemesi ve Şerhi, Kahraman Yayınları: 3/577-578

[319] Sünen-i İbni Mace Tercemesi ve Şerhi, Kahraman Yayınları: 3/578-579

[320] Sünen-i İbni Mace Tercemesi ve Şerhi, Kahraman Yayınları: 3/579-580

[321] Sünen-i İbni Mace Tercemesi ve Şerhi, Kahraman Yayınları: 3/580-583