GIYBET VE NEMÎME (SÖZ TAŞIMA) BÖLÜMÜ
GIYBET EDENE NASIL MUKABELE EDİLMELİ?
1- Gıybet, İbnu'l-Esir'e göre, "kişiyi, gıyabında kötü
bir haliyle zikretmektir. Şayet zikredilen kötü hal o adamda yoksa bu gıybet
olmaz bühtân olur. Bühtân, insana, onda bulunmayan bir kötülüğü nisbet etmek
olunca gıybetten daha kötü bir davranıştır. İslam dini, insanlara verdiği ehemmiyetin bir gereği olarak, şahsiyetleri korumaya ayrı bir
itina göstermiştir. Kişinin temel haklarından biri olan "ırz"
şahsiyetin başta gelen unsurlarından biridir. Şu halde gıybet yasağını kişinin
ırzını koruma tedbirlerinden biri olarak mütalaa edebiliriz.
2- Gıybet, ferd ve cemiyet hayatında müthiş yaralar açtığı
için, mühim bir içtimâî marazdır. Ehemmiyeti sebebiyle, yasaklama işi bizzat
Kur'ân-ı Kerim'de ele alınmış, Resulullah pekçok hadisleriyle mü'minleri bundan zecretmiştir. Bu bölümde
hadislerden bazılarını göreceğiz.
Kur'ân-ı Kerim'in gıybet telakkisini, onun ruhuna uygun vüs'atte
kavrayabilmek için ilgili ayeti yer ettiği muhteva içerisinde değerlendirmek
kanaatindeyiz. Yani, gıybeti yasaklayan Hucurât suresinin 12. ayeti'ni tek
başına okumayıp en az iki ayet önceden 10. ve 11. ayetten itibaren okumalı ve
13. ayetin sonuna kadar devam etmelidir. Bu dört ayette yer verilen meseleler
bir birine yakın ve bir diğerini
tamamlayıcı mahiyettedir. Mesela 13. ayette yasaklanan ırkçılık düşüncesini
gıybet yasağının bir devamı, bir vechi görmek, ırkçılığı bir nevi gıybet
anlamak mümkündür. Mezkur âyetler şöyle bir tablo ortaya koyar:
10. ayet: Mü'minlerin kardeş olduğunu ifade eder.
11. âyet: Mü'minler birbirleriyle alay etmemelidirler.
12. âyet: Mü'minler zanda ve gıybette bulunmasınlar.
13. âyet: İnsanlar bir kadınla bir erkekten yaratıldı, sonra
kavimlere ayrıldılar, üstünlük takvadadır.
Bu pasajda işlenen temaların merkezini gıybet yasağı teşkil
etmektedir. Şöyle
ki: 10. ayette mü'minlerin kardeş olduğu belirtildikten sonra bu kardeşliği
yaralayan durumlar meyanında 11. âyette alay etmek, 12. âyette ise zanda
bulunmak ve gıybet etmek, 13. âyette ise
ırkçılık zikredilmiş olmaktadır. Şu halde, Allah'ın belli bir maksadla yaratmış
olduğu kavim kabile farkını, takvaya bakmadan büyütmek bir nevi gıybet, hatta
küllî bir gıybet olmaktadır. Örfen gıybet deyince muayyen bir kimsenin
gıyabında onun kusurunun zikredilmesi anlaşılır. İnsanların yaptığı ırkçılık da
küllî bir gıybettir, çünkü ırkî ayırım yapan kimse, kendi ırkdaşlarını üstün,
gayrısını aşağı addetmiş olmaktadır.
Halbuki ayette verilen ölçüye göre üstünlük takvadadır. Takvaya bakmadan, ırkî
farklılığı esas alan ırkdaşını kayırmak gibi adaletsizliğe düşeceğinden 10. âyette
ilan edilen kardeşlik de dinamitlenmiş olur.
Şimdi
yukarIda temas ettiğimiz âyetlerin meallerini dikkatle takip edelim:
10.
"Mü'minler kardeştirler; siz de kardeşlerinizin arasını düzeltin ve
Allah'tan korkun ki rahmete erişesiniz."
11.
"Ey iman edenler! Bir topluluk diğer bir topluluğu alaya almasın. Belki
onlar kendilerinden daha hayırlıdır. Kadınlar da diğer kadınları alaya almasın.
Belki onlar kendilerinden daha hayırlıdır. Birbirinizi ayıplamayın, birbirinize
kötü lakablar da takmayın. İman ettikten sonra bir mü'mine fasıklık yakıştırmak
ne kötüdür! Kim bu günahları işler ve tevbe etmezse işte onlar zalimlerin tâ
kendisidir."
12.
"Ey iman edenler! Zannın bir çoğundan kaçının. Çünkü zannın bir kısmı
büyük günahtır. Birbirinizin gizli hallerini ve kusurlarını araştırmayın.
Birbirinizi gıybet de etmeyin. Sizden
biri, ölü kardeşinin etini yemekten hoşalnır mı? Bundan tiksinirsiniz. Öyleyse
Allah'tan korkun. ŞYphesiz ki Allah tevbeleri kabul edici ve çok merhamet
edicidir."
13.
"Ey insanlar! Biz sizi bir erkekle bir kadından yarattık, sonra da,
birbirinizi tanıyıp kaynaşasınız ve aranızdaki münâsebetleri bilesiniz diye
sizi milletlere ve kabilelere ayırdık. Allah katında en şerefliniz, O'ndan en
çok korkanınızdır. Muhakkak ki Allah
herşeyi hakkıyla bilir, herşeyden hakkıyla haberdardır."[1]
3- Gıybetle İlgili Âyetin Açıklanması
Bediüzzaman merhum, gıybet ayetine nefis bir tahlil sunar. Aynen
kaydediyoruz: "...Bir tek ayetin, mucizâne altı tarzda gıybetten tenfir
etmesi; Kur'ân'ın nazarında gıybet ne kadar şen'î bir şey olduğunu tamamiyle
gösterdğindenbaşka beyana ihtiyaç bırakmamış. Evet, Kur'an'ın beyanından sonra
beyan olmaz; ihtiyaç da yoktur. İşte: "Sizden biri ölmüş kardeşinin etini yemeyi sever mi?"
ayetinde altı derece zemmi zemmeder.
Gıybetten altı mertebe şiddetle zecreder. Şu âyet bilfiil gıybet edenlere
müteveccih olduğu vakit, manası gelecek altı tarzda oluyor. Şöyle ki:
Malumdur: Ayetin başındaki hemze sormak (âyâ) manasındadır. O
"sormak" manası şu gibi ayetin bütün kelimelerine girer. Her kelimede
bir hükm-ü zımmî var.
* İşte birincisi, hemze ile der: Âyâ, sual ve cevap mahalli olan
aklınız yok mu ki, bu derece çirkin bir şeyi anlamıyor.
* İkincisi: يُحِبّ lafzıyla der:
Âyâ, sevmek ve nefret etmek mahalli olan kalbiniz bozulmuş mu ki, en
menfur bir işi sever?
* Üçüncüsü اَحَدُكُمْ
kelimesiyle
der: Cemaatten hayatım olan hayat-ı
içtimaiye ve medeniyetiniz ne olmuş ki, böyle hayatınızı zehirleyen bir ameli
kabul eder?
* Dördüncüsü اَنْ
يَأكُلَ
لَحْم kelamiyle der: İnsaniyetiniz ne olmuş ki:
böyle canavarcasına arkadaşınızı diş ile parçalamayı yapıyorsunuz?
* Beşincisi: اَخِيهِ
kelimesiyle
der: Hiç rikkat-i cinsiyeniz, hiç sıla-i
rahminiz yok mu ki, böyle çok cihetlerle kardeşiniz olan bir mazlumun şahs-ı
mânevisini insafsızca dişliyorsunuz? Ve
hiç aklınız yok mu ki, kendi azanızı
kendi dişinizle divane gibi ısıryorsunuz?
* Altıncısı: مَيْتاً
kelamiyle
der : Vicdanınız nerede? Fıtratınız bozulmuş mu ki, en muhterem bir halde bir
kardaşenize karşı etini yemek gibi en müstekreh bir işi yapıyorsunuz?
Demek şu âyetin ifadesiyle ve kelimlerin ayrı ayrı delâletiyle
zemm ve gıybet aklen ve kalben insaniyeten ve vicdanen e fıtraten ve milliyeten
mezmumdur.
İşte bak: Nasıl şu âyet, icazkârane altı mertebe zemmi
zemmetmekle, icazkârâne altı derce o cürümden zecreder. Gıybet, ehl-i adavet ve
hased ve inadın en çok istimal
ettikleri alçak bir silahtır. İzzet- i
nefis sâhibi bu pis silaha tenezzül etmez. Nasıl meşhur bir zât demiş: Yâni: "Düşmanıma gıybetle
ceza vermekten nefsimi yüksek tutuyorum ve tenezzül etmiyorum. Çünkü gıybet,
zayıf ve zelil ve aşağıların silahıdır."
Bediüzzaman gıybet hakkında bazı teknik bilgi de verir:
"Gıybet odur ki: Gıybet edilen adam hazır olsa idi ve işitse
idi, kerâhet edip darılacaktı. Eğer doğrusu ise, zaten gıybettir. Eğer yalan dese, hem gıybet, hem iftiradır. İki katlı çirkin bir
günahtır.
Gıybet, mahsus birkaç maddede câiz olabilir:
Birisi: Şekva suretinde bir vazifedâr adama der, tâ yardım edip o
münkeri o kabahati ondan izale etsin. Ve hakkını ondan alsın.
Birisi de: Bir adam onunla teşrik-i mesai etmek ister. Senin ile
meşveret eder. Sen de sırf maslahat için garazsız olarak, meşveretin hakkını
eda etmek için desen: “Onun ile teşrîk-i mesâi etme. Çünkü zarar göreceksin.”
Birisi de: “Maksadı, tahkir ve teşhir değil, belki maksadı, târif
ve tanıttırmak için dese: “O topal ve serseri adam filan yere gitti”
Birisi de: O gıybet edilen adam fâsık-ı mütecâhirdir. Yani
fenalıktan sıkılmıyor belki işledği seyyiatla iftihar ediyor, zulmü ile
telezzüz ediyor, sıkılmayarak aşikâre bir surette işliyor.
İşte bu mahsus maddelerde garazsız ve sırf hak ve maslahat için
gıybet caiz olabilir. Yoksa, gıybet, nasıl ateş odunu yer bitirir; gıybet dahi
amel-i sâlihayı yer bitirir.
Eğer gıybet etti veyahut isteyerek dinledi, o vakit اَللُّهُمَّ
اغْفِرْ
لَنَا وَلِمَنْ
اغْتَبْنَاهُ
demeli,
sonra gıybet edilen adama ne vakit rastgelse "Beni helal et"
demeli."[2]
4- Gıybet edene nasıl mukabele etmeli?
Gıybet mevzuunda mühim bir husus,
gıybeti edilen kimsenin, işitmesi halinde gıybet edene karşı takınacağı
tavırdır. Bu da onun gıybetini yapmalı mı?
4325 numarada gelecek hadiste "haksız yere" tabiri,
gıybet edilen kimseye bir hak tanımakta ise de gıybete gıybetle mukabele çok
muhataralı bir davranıştır. Çünkü Kur'ân-ı Kerim bize yapılana ancak misliyle
mukabele etmeye izin vermiş, haddi aşmayı haram kılmış ve karşılık vermeyip
"sabretme"nin hayırlı olacağını irşad buyurmuştur. (Bakara 194; Nahl
126). فَمَنِ
اعْتَدى
عَلَيْكُمْ
فَاعْتَدُوا
عَلَيْهِمْ
بِمِثْلِ مَا
اعْتَدى عَلَيْكُمْ
ve وَاِنْ
عَاقَبْتُمْ
فَعَاقِبُوا
بِمِثْلِ مَا
عُوقِبْتُمْ
بِهِ
وَلَئِنْ
صَبَرْتُمْ
لَهُوَ
خَيْرٌ
لِلصَّابِرِينَ
Hatta Resulullah da: لَىُّ
الْوَاجِدِ
يُحِلُّ
عُقُوبَتَهُ
وَعِرْضَهُ "Borcunu zamanında ödemeyen, cezayı da
ırzını da helal kılar" buyurarak alacaklının böylesi kimselere borç
ödemedeki kötülüğünü zikretmek suretiyle gıybetini tecviz etmiştir.
Ancak, gıybet meselesinde mislini bulmak, haklı olunan sınırda
durmak oldukça zordur. Haddi tecâvüz ederek zarara düşme ihtimali fazladır. Bu
sebeple, böyle muhataralı (riskli) bir hakkı kullanmaktansa, kârlı cihet olan
"sabr"ı tercih etmek en selametli
tavırdır. Bu hadiste "Fakirlik günün için ırzından karzda
bulun" buyrulmuştur. Bunun manası:
"Seni ayıplamak, zemmetmek suretiyle gıybet eden kimseye hemen mukabele
etmeye, hakkını dünyada almaya kalkma. Karzda bulun (yani ödünç ver), onu fakir
olacağın kıyamet gününde alırsın" demektir. Yani bağışlama tavsiye
edilmektedir.
Bir başka hadiste "Allahım! Irzımı kullarına bağışladım"
buyrulmuştur ki "Ben, ayıplanmasını bana helal kılacak şekilde hakkımda
kötü söz sarfeden kimselere ırzımı bağışladım, mukabelede bulunmuyorum"
demek olur.
Şu halde, bu meselede takip edilecek en selametli yol, gıybet
ateşini sükut ve bağışlama suyu ile söndürmektir. Gıybete gıybetle mukabele,
hayırları yiyip tüketen yangına körükle gitmektir.[3]
GIYBET
EDENE NASIL MUKABELE EDİLMELİ?
ـ4321 ـ1ـ
عَنْ أبِي
هريرة رَضِيَ
اللّهُ عَنْه
قَالَ: ]قالَ
رسُولُ
اللّهِ #
أتَدْرُونَ
مَا الْغِيبَةُ؟
قَالُوا:
اَللّهُ
وَرَسُولُهُ أعْلَمُ.
قَالَ: ذِكْرُ
أحَدِكُمْ
أخَاهُ بِمَا
يَكْرَهُ.
فقَالَ
رَجُلٌ:
أَرَأيْتَ
إنْ كَانَ فِي
أخِى مَا
أقُولُ؟
قَالَ: إنْ
كَان فيهِ مَا
تَقُولُ،
فقَدْ
اِغْتَبْتَهُ.
وَانْ لَمْ
يَكُنْ فىهِ
مَا تَقُولُ
فقَدْ
بَهَتَّهُ[.
أخرجه أبو
داود
والترمذي
وصححه.»البهت«
الكذبُ وافتراء
على ا“نسان .
1. (4321)- Hz. Ebû Hüreyre
(radıyallahu anh) anlatıyor: "Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm)
buyurdular ki:
"Gıybetin ne olduğunu biliyor musunuz?"
"Allah ve Resulü daha iyi bilir!" dediler. Bunun
üzerine:
"Birinizin, kardeşini hoşlanmayacağı şeyle anmasıdır!"
açıklamasını yaptı. Orada bulunan bir adam:
"Ya benim söylediğim onda varsa, (Bu da mı
gıybettir?)"dedi. Aleyhissalâtu vesselâm:
"Eğer söylediğin onda varsa gıybetini yapmış oldun. Eğer
söylediğin onda yoksa bir de bühtanda (iftirada) bulundun demektir." [Ebû
Dâvud, Edeb 40, (4874); Tirmizi, Birr 23, (1935); Müslim, Birr 70 (2589).][4]
AÇIKLAMA:
Görüldüğü
üzere, Resulullah, gıybeti, hakkında konuşulan kimse işittiği takdirde
hoşlanmayacağı bir vasfı ile onu anmak olarak tarif etmektedir. Bu vasfın onda
olması şuçu hafifletmiyor. Olmaması, gıybetten de büyük olan iftirayı teşkil
etmektedir. Gıybetle ilgili ülemânın sunduğu tarifler, aslını bu tariften almış
olmalıdır.[5]
ـ4322 ـ2ـ
وعَنْ
عَائِشَةَ
رَضِيَ
اللّهُ عَنْها
قَالَ:
]قُلْتُ يَا
رَسُولَ
اللّهِ؟
حَسْبُكَ
مِنْ
صَفِيَّةَ قِصَرُهَا.
قَالَ: لَقَدْ
قُلْتِ
كَلِمَةً لَوْ
مُزِجَ بِهَا
الْبَحْرُ
لَمَزَجَتْهُ.
قَالَتْ:
وَحَكَيْتُ
لَهُ
إنْسَاناً.
فَقَالَ: مَا
أُحِبُّ
أنِّى
حَكَيْتُ
إنْسَاناً وَإنَّ
لِى كَذَا
وَكذَا[.
أخرجه أبو
داود والترمذي
.
2. (4322)- Hz. Âişe
(radıyallahu anhâ) anlatıyor: "Ey Allah'ın Resûlü, sana Safiyye'deki şu şu
hal yeter!" demiştim. (Bundan memnun kalmadı ve):
"Öyle bir kelime sarfettin ki, eğer o denize karıştırılsaydı (denizin suyuna galebe çalıp)
ifsad edecekti" buyurdu. Hz. Âişe
ilaveten der ki: "Ben Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm)'a bir
insanın (tahkir maksadıyla) taklidini
yapmıştım. Bana hemen şunu söyledi:
"Ben bir başkasını
(kusuru sebebiyle söz ve fiille) taklid etmem. Hatta (buna mukabil) bana, şu şu
kadar (pek çok dünyalık) verilse bile!" [Ebû Dâvud, Edeb 40, (4875);
Tirmizî, Sıatu'l-Kıyame 52, (2503, 2504).][6]
ـ4323 ـ3ـ
وَعَنْ أنسٍ
رَضِيَ
اللّهُ عَنْه
قَالَ: ]قَالَ
رَسُولُ
اللّهِ #:
مَرَرْتُ
لَيْلَةَ
الْمِعْرَاجِ
بِقَوْمٍ
لَهُمْ
أظْفَارٌ مِنْ
نُحَاسٍ
يَخْمِشُونَ
بِهَا
وُجُوهَهُمْ.
فَقُلْتُ:
مَنْ هؤَُءِ
يَا
جِبْرِيلُ؟
فَقَالَ: هؤَُءِ
الَّذِىنَ
يَأكُلُونَ
لُحُومَ
النَّاسِ
وَيَقَعُونَ
فِى
أعْرَاضِهِمْ[.
3. (4323)- Hz. Enes
(radıyallahu anh) anlatıyor: "Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm)
buyurdular ki:
"Mîrac gecesinde,
bakır tırnakları olan bir kavme uğradım. Bunlarla yüzlerini (ve
göğüslerini) tırmalıyorlardı.
"Ey Cebrâil! Bunlar da kim?" diye sordum:
"Bunlar, dedi, insanların etlerini yiyenler ve ırzlarını
(şereflerini) payimal edenlerdir." [Ebû Dâvud, Edeb 40, (4878, 4879).][7]
AÇIKLAMA:
1- Hadiste geçen "insanların etlerini yiyenler"
tabiriyle, ayet-i kerimeye tevkifen gıybet edenler kastedilmektedir.
2- Bu kimselerin yüzlerini ve göğüslerini tırmalamakla
cezalandırılmaları hususunda Tîbî şu açıklamayı yapar: "Yüz ve göğüs
yolmak matem tutan kadınların vasfı olması münasebeti ile müslümanları gıybet
edip şereflerini pâyimâl edenlere ceza
kılınmıştır. Böylece bu iki sıfatın erkeklere yakışmadığı aksine en kötü halde ve en çirkin surette olan kadınların sıfatı
oldukları iş'ar edilmiş olmaktadır."[8]
ـ4324 ـ4ـ
وَعَنْ
الْمَسْتُورَدِ
رَضِيَ اللّهُ
عَنْه: ]أنَّ
رَسُولَ
اللّهِ #
قَالَ: مَنْ
أكَلَ
بِرَجُلٍ
مُسْلِمٍ
أُكْلَةً
فَإنَّ اللّهَ
يُطْعِمُهُ
مِثْلَهَا
مِنْ
جَهَنَّمَ،
وَمَنْ
كُسِىَ
ثَوْباً
بِرَجُلٍ
مُسْلِمٍ
فَإنَّ
اللّهَ
يَكْسُوهُ
مِثْلَهُ
مِنْ
جَهَنَّمَ.
وَمَنْ قَامَ
بِرَجُلٍ مَقَامَ
سُمْعَةٍ
وَرِيَاءٍ
فإنَّ اللّهَ
يَقُومُ بِهِ
مَقَامَ
سُمْعَةٍ
وَرِيَاءٍ
يَوْمَ
الْقِيَامَةِ[.
أخرجهما أبو
داود .
4. (4324)- Müstevred (radıyallahu anh) anlatıyor: "Resulullah
(aleyhissalâtu vesselâm) buyurdular ki:
"Kim bir müslüman(ı gıybet ve şerefini payimal etmek)
sebebiyle tek lokma dahi yese, Allah ona mutlaka onun mislini cehennemden
tattıracaktır. Kime de müslüman bir kimse(ye yaptığı iftira, gıybet gibi bir)
sebeple (mükâfaat olarak) bir elbise giydirilse, Allah Teâla Hazretleri
mutlaka, onun bir mislini cehennemden ona giydirecektir. Kim de (malı, makamı
olan büyüklerden) bir adam sebeiyle bir makam elde eder (orada salâh ve takva sahibi
bilinerek para ve makama konmak için riyakarlıklara girer)se Allah Teâla Hazretleri Kıyamet günü onu mürâiler makamına
oturtarak (rezil eder ve mürâîlere münasib azabla azablandırır.)" [Ebû
Dâvud, Edeb 40, (4881).][9]
ـ4325 ـ5ـ
وَعَنْ
سَعِيدِ بْنِ
زَيْدٍ
رَضِيَ اللّهُ
عَنْه قَالَ:
]قَالَ
رَسُولُ
اللّهِ # إنَّ
مِنْ أرْبَى
الرِّبَا
اِسْتِطَالَةَ
فِى عِرْضِ الْمُسْلِمِ
بِغَيْرِ
حَقٍّ[. أخرجه
أبو داود .
5. (4325)- Sa'îd İbnu Zeyd
(radıyallahu anh) anlatıyor: "Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm)
buyurdular ki:
"Ribânın en kötüsü, haksız yere müslümanın ırzını (mânevî
şahsiyetini) rencide etmektir." [Ebû Davdu, Edeb 40, (4876).][10]
AÇIKLAMA:
1- Ribanın en kötüsü diye tercüme ettiğimiz erbâ'rriba tabiri
"en çok vebâle sebep olan", "en ziyade haram olan" gibi
mübâlağalı bir mana ifade etmektedir. Burada kötülüğü zihinde tesbit edilmek
istenen şey gıybettir. Çünkü ırzı rencide, gıybetle olur. Gıybetin bu kadar
kötü olması, kişinin nazarında şerefin maldan daha kıymetli olmasından ileri
gelir. Irzla kişinin manevi şahsiyetinin, içtimai itibar ve şerefinin
kastedildiğini bir kere daha hatırlatabiliriz. İbnu'l-Esir, en-Nihaye'de:
"Irz, insanın medh ve zemm yeridir. Nefsi de, selefi de veya durumunun
taalluk ettiği bir başkası da olabilir" diye tarif ettikten sonra
"kişinin nefsini ve hasebini (itibarını) koruyan, onu noksanlaşma ve
yaralanmalardan koruyan yönü de dendi" diye açıklar. Hadiste Aleyhissalâtu
vesselâm "Her müslümanın kanı, malı, ırzı bir diğer müslümana haramdır"
buyrulmuştur. Şu halde, insanın kan ve maldan sonra gelen varlığı, onun ırzını
teşkil etmektedir. İnsan ecdadıyla itibar kazanır, intisab ettiği cemaatle, köy
veya şehri veya beldesiyle itibar kazanır, şeref duyar. Şu halde, yukarıdaki
tarifteki medh ve zemm yeri tabiri ile insana itibar getiren, şeref kazandıran
her hususun kastedildiğini anlamamız
gerekir. Böylece kişiyi dolaylı olarak rencide edici sözlerin daima gıybet
hanesine yazılacağını bilmemiz gerekir. Dinimizin insan mevzuundaki bu hassasiyeti,
ona verdiği yüce değerden kaynaklanır.
2- Gıybeti kötülemede, onu riba ile mukayese etmek de başka
incelik. Çünkü dinimizde riba en çok
kötülenen, kaçınılması hususunda en çok dikkat çekilen, hassasiyet gösterilen bir
günahtır. Kur'an-ı Kerim'de "Ribâ (faiz) yiyen kimselerin kıyamet günü,
kabirlerinden şeytan çarpmış kimselerin kalkışı gibi kalkacakları... Allah'ın
riba'yı helâl sayan kâfirleri sevmediği" ifade edilir (Bakara 275-276).
Şu halde, sadedinde olduğumuz hadis, gıybetin bu pis günahtan daha
pis bir günah olduğunu belirtmektedir.
Tîbî der ki: "Resulullah "ırz"ı, mübalağa kasdıyla mal cinsine
sokmuş ve ribayı iki çeşit kılmıştır: Bir çeşidi müteârif riba'dır yani
borçludan, malını fazlasıyla almaktır.
Müteârif olmayan riba ise kişinin dilini
arkadaşının ırzına uzatmasıdır. Hadiste ikinci riba birinciden daha kötü ilan
edilmiştir."
Gıybetin böylece kötülenmesi İslam'ın çok ehemmiyet verdiği
içtimâî tesanüdü zedeleyici olmasından ileri gelir. Başka çeşit yaraların
tedavisi kolay ise de, manevi yaraların, içtimaî hastalıkların tedavisi zordur.
Çoğu kere mümkün değildir. Üstelik bu, ferdî hukuka girmektedir, affedilmesi,
öncelikle gıybeti edilen kimsenin affetmesine bağlıdır. Halbuki bazan ırkî,
mezhebî, siyasî cemaatî mülahazalarla kitlelerin gıybeti yapılmakta, böylece
hem ümmet birliği ciddi şekilde yaralar
alarak günümüzdeki darmadağanıklıkta olduğu gibi gıyr-i İslam unsurlar karşısında güçsüz
duruma düşülmekte; hem de öbür dünyaya büyük veballe gidilmektedir. Gıybete
giren ufak bir kelamla, icabında bir
millet, bir hizib, bir aile mensupları toptan rencide edildiği için günahı
büyük olmaktadır. Dinimizde bu korkunç hal, "gıybetin, bütün sâlih
amelleri, ateşin odunu yiyip bitirdiği gibi yiyip bitireceği" şeklinde
ifade edilmiştir. Evet ateş, kıymık kıymık toplanan odunu ân-ı vahidde yok
eder. Bir hayat boyu binbir zahmetle
kılınan namazlar, tutulan oruçlar ve nice fedakârlıklarla verilen sadakalar
hesapsız bir çift sözle bir anda yakılıp yok edilebilecek bir nezâhet
arzetmektedir. Resulullah'ın ikazı bilhassa bu meslede iyi dinlenilmelidir.
3- Hadiste geçen istitâle, dil uzatma demektir. Bunun
içine rencide edici her çeşit sözün
gireceği açıktır.
4- Hadiste yer verilen "haksız yere" tabirinden âlimler, bazı hallerde
gıybetin caiz olacağı hükmünü çıkarmışlardır. Zulme uğrayan, hakkı rencide
edilen kimsenin şikayet etmeye, zâlimin yüzüne zulmünü haykırmaya hakkı vardır.
Bu günah olan gıybet değilir. Müteâkiben (4327. hadis) görüleceği üzere ehl-i
bid'anın, fâsığın kötülükleri, onların
şerrinden mü'minleri korumak kasdıyla hallerinin beyanı caizdir, yasağa girmez. [11]
ـ4326 ـ6ـ
وعَنْ
مُعَاذِ بْنِ
أسَدٍ
الْجُهَنِىِّ
رَضِيَ
اللّهُ عَنْه
قَالَ: ]قَالَ
رَسُولُ
اللّهِ #: مَنْ
حَمى
مُؤْمناً
مِنْ
مُنَافِقٍ
بَعَثَ
اللّهُ لَهُ
مَلكاً
يَحْمِى
لَحْمَهُ يَوْمَ
الْقِيَامَةِ
مِن نَارِ
جَهَنَّمَ، وَمَنْ
رَمَى
مُسْلِماً
بِشئٍ
يُرِيدُ شَأنَهُ
بِهِ حبَسَهُ
اللّهُ
يَوْمَ
الْقِيَامَةِ
عَلى جِسْرٍ
مَنْ جُسُورِ
جَهَنَّمَ، حَتّى
يَخْرُجَ
مِمَّا
قَالَ[. أخرجه
أبو داود .
6. (4326)- Muaz İbnu Esed
el-Cühenî (radıyallahu anh) anlatıyor: "Resulullah (aleyhissalâtu
vesselâm) buyurdular ki:
"Kim bir mü'mini bir münafığa (gıybetçiye) karşı himaye
ederse, Allah da onun için, Kıyamet günü, etini cehennem ateşinden koruyacak
bir melek gönderir. Kim de müslümana kötülenmesini dileyerek bir iftira atarsa,
Allah onu, kıyamet günü, cehennem köprülerinden birinin üstünde, söylediğinin
(günahından paklanıp) çıkıncaya kadar hapseder." [Ebû Dâvud, Edeb 41,
(4883).][12]
AÇIKLAMA:
1- Sadedinde olduğumuz hadis, bir mü'min gıybet edildiği zaman
sessiz kalmayıp, onun müdâfaa edilmesini teşvik etmektedir. Hadisteki
"münafık"tan maksad gıybetçidir. Mü'minin yüzüne karşı değilde
gıyabında zemmettiği için münafık denmiş olmaktadır. Öyleyse mü'minin himayesi
ile kastedilen şey, onun şerefinin (ırzının) korunmasıdır. Bu, lehinde konuşmak
veya en azından gıybet etmesine meydan vermemekle olur.
2- "Söylediğinden çıkıncaya kadar" ibaresi
"söylediğinin sebep olduğu mesuliyetten yani günahtan halâs oluncaya
kadar" demektir. Daha açık olarak şöyle söyleyebiliriz: "Gıybet eden
kimse, gıybetiyle kazandığı günahtan -hasmını râzı etmek veya bir şefaate, bir
affa uğramak veya günahı miktarınca azab görmek suretiyle- temizleninceye kadar
köprünün üzerinde hapsedilir."[13]
ـ4327 ـ7ـ
وَعَنْ
جَابِرٍ
وَأبِي هريرة
رَضِيَ
اللّهُ
عَنْهما قَاَ:
]قَالَ
رَسُولُ
اللّهِ #: َ
غِيْبَةَ
لِفَاسِقٍ
وََ
مُجَاهِرٍ،
وَكُلُّ
أُمَّتِى
مُعَافىً إَّ
الْمُجَاهِرُونَ[.
أخرجه رزين.
7. (4327)- Hz. Câbir ve Hz. Ebû Hüreyre (radıyallahu anhümâ) anlatıyor:
"Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm) buyurdular ki:
"Ne fâsık ne de mücâhir (günahı açıktan işleyen) kimse için
söylenen gıybet sayılmaz. Mücâhir olan hariç, bütün ümmetim affa mazhar
olmuştur." [Rezîn ilavesidir. Buhârî'de ikinci kısım mevcuttur. Edeb, 60;
Müslim, Zühd 52, (2990).][14]
AÇIKLAMA:
1- Rezîn merhumun ilavesi olan bu rivayetin kaynağı
bulunmamıştır. Ancak hadisin ikinci kısmı yani "...mücahir olan dışında
bütün ümmetin affa mazhar olacağını" beyan eden cümle Müslim ve Buhârî'de
gelmiştir.
2- Mücâhir, masiyetini açığa vuran, Allah'ın örttüğü günahını
söyleyerek açan kimsedir. Sadedinde olduğumuz rivayetin Buhârî'deki vechi
mücâhereyi açıklar: "Mücâhere (günahı aleni işlemek)den biri şudur:
"Kişi gece (haram) bir amelde bulunur, sonra sabah olur, Allah onu
örtmüştür (kimse bilmez) ama o der ki: "Ey filan bu gece ben şunu şunu
yaptım." Bazan da (gündüz günah işlemiştir) akşam olur, Rabbi onu
örtmüştür, (kimse bilmez) ertesi sabah, kendi lehine Allah'ın örtmüş olduğunu
açar."
3- Hadis, işlenen günahların setrini emretmektedir. Yani her ne
kadar yasak da olsa, günahtan kaçınmak mümkün olmayabilir. Öyleyse mü'min şu
veya bu şekilde, bilerek veya bilmeyerek bir günah işleyecek olsa, ona düşen,
tevbe etmek ve bu günahını kimseye söylememektir. Resulullah, günahını
sıkılmadan herkese söylenen veya herkesin gözü önünde çekinmeden günah işleyen
kimselerin İlahî aftan istifade edemeyeceklerini haber veriyor. İslâm aleyhine
yapılan sistemli ve ısrarlı organize propogandalar sonucu, dinin yasakladığı
haramları işlemek bir marifet, bir
ilericilikmiş havası hakim olunca, kendini bilmeyen sefih ve beyinsiz takım,
içki, kumar, zina, rüşvet, aldatma, kaytarma gibi pek çok çirkefliklerini, bir marifet
işlemişcesine herkesin yanında anlatır veya alenen işler. Bu durum, cemiyette
"kötülüğe kötü demek, günahı günah bilmek" marifetini de yok edeceği,
hatta pek çok zayıf kimselere teşvik olacağı için çok kötü bir gelişmedir, pek
ciddi içtimâî bir marazdır. Bu dereceye ulaşan kötülükten dönüş de zor olur.
Nehy-i ani'lmünker de yapılamaz. Onun için Resulullah kötülüğü aleni yapan veya
gizli yapsa bile ilan eden kimselerin durumlarının ciddiyetini duyurmak için
"onların affedilmeyeceklerini" söylemiştir. Bir parça Allah ve âhiret
inancı olana, bu tehdid-i nebevi çok şey söyler. İbnu Battâl der ki: "Günahı
âleni yapmada Allah ve Resulünün ve sâlih mü'minlerin haklarını istihfâf vardır.
Ayrıca bunda mücâhirlerin bir nevi inadı yatar. Örtmede ise istihfaftan selamet
vardır. Çünkü günah, sahibini alçaltır. Keza örtmede -eğer haddi gerektiren bir
günahsa- hadd cezasından kurtuluş; taziri gerektiriyorsa ta'zir cezasından
kurtuluş vardır. Allah'ın hakkına tam riayet edildiği takdirde,
Ekremu'l-Ekremîn olan ve rahmeti gadabını aşan Rabb Teâlâ onu dünyada örttüğü
için ahirette de rüsvay etmez. Günahını açığa vuran, bütün bunlardan mahrum
kalır."
Nevevî'nin zikrettiğine göre "fıskını veya bid'asını aleni
yapan kimsenin aleni olan günahları ile gıybeti câizdir; aleni olmayan
günahları sebebiyle gıybeti câiz değildir.[15]
ـ4328 ـ8ـ
وَعَنْ
حُذَيْفَةَ
رَضِيَ
اللّهُ عَنْه
قَالَ: ]قَالَ
رَسُولُ
اللّهِ #: َ
يَدْخُلُ
الْجَنَّةَ قَتَّاتٌ[.
أخرجه الخمسة
إ
النسائي.ولفظُ
مسلم: ]َ
يَدْخُلُ
الْجَنَّةَ
نَمَّامٌ[ .
8. (4328)- Hz. Huzeyfe
radıyallahu anh anlatıyor: "Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) buyurdular
ki: "Kattat (söz taşıyan) cennete girmeyecektir."
Müslim'in rivayetinde "nemmâm cennete girmeyecektir"
şeklinde gelmiştir. [Buhârî, Edeb 50, Müslim, İman 169, (105); Ebû Dâvud, Edeb
38, (4771); Tirmizî, Birr 79, (2027).][16]
ـ4329 ـ9ـ
وَعَنْ
اِبْنِ
مَسْعُودٍ
رَضِيَ اللّهُ
عَنْه قَالَ:
]قَالَ
رَسُولُ
اللّهِ #: َ
يُبَلِّغُنِى
أحَدٌ عَنْ
أحَدٍ مِنْ
أصْحَابِى
شَيْئاً
فَإنِّى أُحِبُّ
أنْ أخْرُجَ
إلَيْكُمْ
وَأنَا سَلِيمُ
الصَّدْرِ[.
أخرجه أبو
داود
والترمذي .
9. (4329)- İbnu Mes'ud
(radıyallahu anh) anlatıyor: "Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) buyurdular
ki: "Bana kimse ashabımın birinden (canımı sıkacak bir ) şey getirmesin.
Zira ben, sizin karşınıza, içimde hiç bir şey olmadığı halde çıkmak
istiyorum." [Tirmizî, Menâkıb (3893); Ebû Dâvud, Edeb 33, (5860).][17]
AÇIKLAMA:
1- Son iki hadis, laf getirip götürme ile alâkalıdır.
Dinimizin üzerinde durduğu kötü ahlâklardan biri de laf getirip götürme
huyudur. Fertler arasındaki münasebetleri bozarak cemiyetin huzuruna te'sir edecek,
içtimaî bütünlüğü yaralayacağı için şiddetle yasaklanan huylar arasında yer
almıştır. Kur'ân'da buna yer verilmesi,
meselenin ehemmiyetini anlatmada yeterlidir: "Çok yemin edene, haysiyetsiz
kimseye, kusur arayana, söz taşıyana, hayırdan alıkoyana, haddini aşana, çok
günahkâr olana... iltifat etme!" (Kalem 10-12). Hümeze sûresi de burada
zikre değer. Onda her ne kadar doğrudan laf taşıyıcılık mevzubahis edilmiyorsa
da, buna yakın tavırlar takınanlara tehdit ifâde edilmektedir: "Yazıklar
olsun arkadan çekiştirmeyi ve yüze karşı kaş göz işaretiyle eğlenip ayıplamayı
âdet edinene" (1. ayet).
2- Hadîste geçen kattât ve nemmâm aynı mânaya gelmektedir.
Nitekim rivayetin vecihleri değiştikçe kelimelerden her ikisine de yer
verildiği görülmektedir. Bazı âlimler nemmâm, sözü bizzât dinleyip nakleden,
kattât ise, söylenenlere kulak kabartıp işittiği gelişi güzel dedikoduları
nakledendir diye arada bir fark görmek istemiştir.
İmam Gazâli der ki: "Kendisine dedikodu ulaşan kimseye düşen,
onu tasdîk etmemek, hakkında söz edilen kimsenin de, söylendiği şekilde olduğu
zannına düşmemesi, "acaba" diyerekten, söyleneni tahkike de
kalkmaması, ayrıca laf getireni ayıplayıp, bunu bir daha yapmamasını söylemesi,
vazgeçmezse ona öfkelenmesi, kendisi için de, nemmâmı, zecrettiği şeyi hoş
görüp o işittiğini yaymaya kalkmamasıdır. Aksi takdirde kendisi nemmâm
olur." Gazâli'nin kaydettiğine göre, Ömer İbnu Abdilaziz'e bir adam
gelerek:
"Senin hakkında falanca şöyle söyledi" der. Ömer de:
"İstersen bunu tahkik edelim. Eğer yalancı çıkarsan "Bir
fasık size haber getirince araştırın" (Hucurât, 6) hükmüne girersin. Şayet
duyduğun doğru çıkarsa "Dili ile
iğneleyen, koğuculuk eden..." (Kalem, 11) hükmüne girersin ki, her iki
halde de mes'ulsun. İstersen senin için üçüncü şıkkı tercih edelim, seni
affedelim de bu iş böyle kalsın!"der. Adam:
"Af diliyorum, bir daha böyle bir işe girişmeyeceğim"
der.
Nevevî der ki: "Bütün
bu yasaklar, nakledilen şeyde şer'î bir maslahat yoksa câridir. Aksi takdirde,
müstehab veya vâcibtir. Şöyle ki: "Bir adam, bir kimsenin başka bir
kimseye haksız olarak ezâ vereceğine muttali olursa, öbür şahsı uyarıp ezadan
koruması gerekir. Keza bir kimse imamı veya sorumluluğu olan kimseyi, yerine
bakacak olan nâibinin davranışı hakkında ihbarda bulunacak olursa, bu
yasaklanmaz." Yine Gazâlî şöyle demiştir: "Nemîme aslında, hakkında
söz edilen kimseye söz götürmektir. Meselâ falanca senin hakkında şöyle söyledi
demek gibi. Ancak nemîme deyince sadece bu kastedilmez, daha umumî kullanışı
vardır. Normal olarak, açıklanması hoşa gitmeyen her şeyi açıklamaya, nemîme
denir. Hoşa gitmeme deyince kendisinden nakil yapılanın hoşlanmaması ile
kendisine nakil yapılanın veya bir başkasının hoşlanmaması birdir, hepsi de
nemîmeye girer. Kezâ menkul sözle veya işâretle de olsa; bir kusur veya bir
başka şey de olsa birdir. Meselâ bir kimsenin malını gizlediğini gören kimse
bunu ifşa etse bu da nemîmeye girer. Yani kısacası nemîme, açıklanması hoşa
gitmeyecek bir şeyi açıklamaktır."
"Gıybet ve nemîme bir midir faklı mıdır? Bu hususta ulemâ
ihtilaf etmiştir. Râcih olan, farklı olmaları ve aralarında umumhusus münasebetinin
bulunmasıdır. Yani nemîme, bir kimsenin halini bir başkasına fesâda bâis olacak
bir muhtevada, rızası olmadan nakletmektir. Bu nakilden o şahsın haberi olmuş
olmamış farketmez. Yeterki rızasız olsun, nemimedir. Gıybet ise, gıyabında,
hoşlanmayacağı bir şeylerle adamı zikretmektir. Nemîme ifsâd kasdıyla temâyüz
eder, gıybette bu kasdın varlığı şart koşulmaz. Gıybet ise hakkında konuşulanın
gıyabında olmakla temâyüz eder. Bu vasıflar dışında gıybet ve nemime
müşterektirler. Alimlerden bazısı, gıybette, hakkında konuşulan kimsenin gâib
olmasını şart koşmuştur."
4- 4329 numaları hadiste Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm),
Ashabından herhangi biri hakkında hoşuna gitmeyecek bir söz, bir davranış bir
kötü huy vs. getirilmemesini, Ashabı hakkındaki hüsn-ü zannını rencide edecek
bir şikayetin olmamasını taleb etmektedir. Sebebini de açıklıyor.
"Evden, herkese karşı iyi duygularla çıkıp o duygularla
onlarla karşılaşmak istiyorum..." Bazı âlimler, bu temenniyi şöyle
anlamışlardır: "Ben dünyadan, hepsine karşı iyi duygularla ayrılıp,
Kıyamet günü bu duygularla onları karşılamak istiyorum." Yani, Ashabından
hiçbirine karşı içinde bir öfke, bir kırgınlık olmadan dünyadan ayrılmayı
temenni etmiş olmaktadır. [18]
[1] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte
Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 12/307-308.
[2] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte
Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 12/308-310.
[3] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte
Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 12/309-310.
[4] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte
Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 12/311-312.
[5] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte
Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 12/312.
[6] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte
Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 12/312.
[7] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte
Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 12/313.
[8] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte
Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 12/313.
[9] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte
Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 12/313-314.
[10] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte
Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 12/314.
[11] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte
Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 12/314-315.
[12] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte
Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 12/316.
[13] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte
Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 12/316.
[14] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte
Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 12/317.
[15] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte
Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 12/317-318.
[16] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte
Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 12/318.
[17] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte
Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 12/318.
[18] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte
Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 12/318-319.