TALÂK (BOŞANMA) BAHSİNDE GEÇECEK BAZI TABİRLER
TALÂKIN ÇEŞİTLERİYLE İLGİLİ TABİRLER
A) Hul' (Hal' veya muhâla'a dahi denir):
DUHÛLDEN (GERDEKTEN) ÖNCE BOŞAMA
İCBAR EDİLENİN, DELİNİN, SARHOŞUN TALAKI
(Bu bölümde yedi fasıl var)
BİRİNCİ FASIL
TALÂKTA KULLANILAN ELFAZ
*
İKİNCİ FASIL
DUHÜLDEN (GERDEKTEN) ÖNCE TALÂK
*
ÜÇÜNCÜ FASIL
HAYIZLI KADININ TALÂKI
*
DÖRDÜNCÜ FASIL
İCBAR EDİLENİN (MÜKREH), DELİNİN, SARHOŞUN TALÂKI
*
BEŞİNCİ FASIL
NİKAHDAN ÖNCEKİ TALÂK
*
ALTINCI FASIL
KÖLE VE CARİYENİN TALÂKI
*
YEDİNCİ FASIL
MÜTEFERRİK HÜKÜMLER
Talâk,
Arapçada lügat olarak bağı çözmek ma'nâsına gelir. Gönderme ve terketme ma'nâsına gelen itlâkdan müştaktır.
Şerî bir ıstılah olarak, kadınla erkek arasında evlenme akdi ile tesis edilen
nikah bağının çözülmesidir. Görüldüğü üzere talâk, bu ma'nâsıyla lügavî
medlûlüne muvafık düşmektedir.
İslam dini,
hristiyanlığın aksine talâkı meşru
addeder, ancak hoş karşılamaz. Çünkü talâk içtimâî bir yaradır, çocukların
sahipsiz kalmasına, terbiyelerinin aksamasına, ferdler ve aileler arasına
huzursuzlukların girmesine sebep olur. Bir
cemiyette boşanma nisbeti, bir bakıma içtimâî huzurun göstergesi
durumundadır. Aileler ne kadar sağlam ve ferdleri dayanışma içinde olursa,
cemiyet de o kadar sağlam ve güçlü demektir. Resulullah müslüman ailelere
boşanmayı tavsiye etmez ve onu "Allah'ın en ziyade nefret ettiği
mübah" olarak tarif eder. Evet talâk dinimizde haram değildir, fakat
Cenâb-ı Hakk'ın en çok nefret ettiği bir cevazdır, imkân nisbetinde ondan
kaçınmak gerekir.
Şunu da
bilelim ki, İslam'da talâk bahsi çok teferruatı olan bir mevzudur. Gerek kadın
ve gerekse erkeğin hukukunu korumayı hedefleyen
prensipler, sınırlamalar vardır. Bu cümleden olarak âlimler talâkı
öncelikle, birkaç kategoride ele alırlar:
1- Haram olan talâk: Bu talâku'lbid'a'dır, az ilerde kısaca temas edileceği üzere,
farklı suretlerde cereyan eder.
2- Mekruh olan talâk: Kadın iyi bir hal üzere olduğu
halde, makul, meşru bir sebep olmaksızın
vukua gelen talaktır.
3- Vacib olan talâk: Bu da farklı suretlerde cereyan eder,
geçimsizlik sebebiyle, âyet-i kerimede
zikri geçen iki hakemin (Nisa 35)
boşanmaya hükmetmesi halindeki boşanma gibi.
4- Mendub olan talâk: Kadının iffetini bozması durumundaki boşamadır.
5- Caiz olan talâk: Erkeğin kadını istememesi, cinsî yönden
tatmin bulamadığı için kadının külfetini çekmeye nefsinin razı olmaması halindeki boşamadır. İbnu
Hacer, boşamanın bu çeşidini Nevevî'nin nefyettiğini kaydeder.
Bir başka açıdan talâk üç
kısma ayrılır.
1-
Sünnî talâk Bu, kadını tahâret (temizlik) müddeti
içerisinde temasta bulunmadan boşamaktır. İbnu Mes'uddan gelen bir açıklama,
Rabb Teâlâ'nın "Kadınları iddetleri içerisinde boşayın..." (Talâk 1)
emrinden maksat budur: "Temizlik
müddetlerinde, temas etmeksizin" demektir. Bu tefsir sadece İbnu Mes'ud'a has değildir, Sahâbe ve Tâbiînden
birçokları aynı görüştedir.
Sünnî
talâk, sünni-i hasen ve sünni-i ahsen
kısımlarına ayrılır. Eğer boşama her
tuhur müddetinde temasa yer vermeden üç
kere tekrarlanırsa buna sünni-i hasen
denir. Eğer duhûl edilmiş kadın, tuhur müddeti içerisinde bir
talâk-ı ric'î ile boşanır ve bu şekilde, iddetini tamamlarsa yani üç hayız
müddeti tamam olursa boşanma tamamlanmış olur. Buna sünni-i ahsen denir.
2- Bid'î talâk Bu, kadını hayız
halindeyken veya temizlik halinde temas yapmış olduğu halde boşamaktır. Bu durumda kadının hamile kalmış olma ihtimali
bulunduğu için bu boşanma bid'at addedilmiştir.
3- Üçüncü kısımı sünnî
veya bid'î vasıfları ile tavsif edilemeyen bir kısımdır: Henüz çocuk olan
zevcenin veya âyise olan (yani hayızdan kesilmiş, hamile kalma ihtimali
kalmayan) zevcenin veya doğumu yaklaşmış hamile zevcenin yahutda henüz duhûl edilmemiş zevcenin
boşanması bu kısmı teşkil eder. Hukukî durumu bilen bir kadının, kendi talebi
üzerine vâki olan talâkla, kadının talebiyle vâki olan hul' da buraya girer.
Şâfiîler nazarında bu, talâktır.
Hayızlı kadını boşamak esas itibariyle haram ise de bazı şekilleri
haram değildir. Şöyle ki:
* Eğer kadın hamile ise ve kan görmüşse Şâfiîlere göre, hayız gören
hamilenin boşanması bid'î değildir, hususen, boşama doğuma yakın vâki olmuşsa.
* Hâkim efendiden boşarsa ve bu boşama hayız haline rastlarsa.
* İki hakemin boşaması usulünde, hakemler aradaki geçimsizliğin
bertaraf edilmesi için buna karar vermişlerse.
* Hul' (yani kadının talebi ile) gerçekleşen boşama. Zikredilen bu
dört çeşit boşama, hayız sırasında vukûa
gelse de haram sayılmaz. [1]
Din-i mübîn-i İslam, prensip olarak boşanmayı hoş karşılamaz ise
de, bazı hallerde kadın ve erkek her iki tarafa da boşanma talebinde bulunma
hakkı tanır. Buna fıkıhta hıyâr-ı tefrika denir. Hemen belirtelimki, hıyar-ı
tefrika erkekden ziyade kadın için mevzubahistir. Çünkü erkek boşama yetkisine
sahip olması sebebiyle, İmâm-ı Muhammed gibi bazı fakihler, erkek için bir de
hıyâr-ı tefrikanın mevzubahis olmasını gereksiz bulmuştur.
Bu husustaki teferruata girmeden, şunu belirtmek istiyoruz: Gerek
erkekte ve gerekse kadında bulunan bir kısım özürler, hastalıklar, kötü huylar,
mukabil tarafa boşanmak üzere hâkime müracaat hakkı tanımaktadır. Bu ârazları
şöyle özetleyebiliriz:
1) Cinsî teması önleyen ârazlar: Kadınlarda karn, retak, fetk
denen hallerle erkeklerde hadımlık, innet (adem-i iktidar), mecbubiyet
(erkeklik uzvu ve husyelerin kesilme
hali)... gibi haller. Evlilikten asıl maksad olmamakla birlikte, aranan
hususlardan birinin cinsî tatmin olması sebebiyle, taraflardan birinde buna
mani olan bir ârazın varlığı, mukabil tarafa boşanma hakkı doğurmaktadır.
2) Hunûset: Bir şahısta hem erkek ve hemde
kadına ait tenâsül uzvunun varlığı.
3) Cünûn yani delilik:
4) Bazı irsî bulaşıcı hastalıklar: Bu grupta cüzzam, beres,
zührevî hastalıklar zikredebilir.
Bu ârazların evlilikten sonra malum olma veya vukûa gelme durumları, tedavi edilebilir veya
edilememe durumları, delilikte olduğu üzere tahammül edilebilecek veya
edilemeyecek derecelerde olmaları gibi farklı durumlar vardır. Fıkıh kitapları
meseleyi yeterli genişlikte tahlil ederler. Biz burada işaret etmekle
yetineceğiz.
5) Geçimsizlik: Karı veya kocaya boşanma hakkı getiren bir
diğer husus su-i imtizâctır, yani geçimsizlik diye ifade ettiğimiz huzursuzluk
halidir. Bu, çoğunlukla taraflardan birinin haddini tecavüzde su-i
ahlaktan ileri gelir. Bazan bu haller
her iki tarafta da bulunabilir. Her hâl u kârda İslam dini geçimsizlik halini
de boşanmada meşru bir sebep kabul etmiştir. Bu
prensip, bilhassa boşama yetkisi olmayan kadın için avantajlı bir durum
teşkil etmekte ve hâkime müracaat hakkı tanımaktadır. Hâkim iki hakem tayin
ederek meseleyi tahkik eder, aralarını düzeltmeye çalışır, hakemlerin vereceğ
rapora (ve hatta hükme) göre karara varır.
Bu gruba giren haller meyânında erkeğin kadının hukukunu yerine
getirmemesi: Mesela nafakasını temin etmemesi,
haksız yere dövmesi, tahkir etmesi,
sövmesi, kadını terkedip konuşmaması zikredilebilir. Ancak kadın, kocasının yapacağı yeni evlilik
sebebiyle, dinin kocaya tanıdığı te'dîb hakkını kullanması sebebiyle
muhayyerlik hakkı kullanamaz, şikayete gidemez.
Şu hususu da tekrar etmek
isteriz: İslam sayılan noktalarda talâk
meselesinde muhayyerlik hakkı tanımış ise de, bunun istismar edilmemesi
gerekir. Zikri geçen bu ârâzlar çoğu kere izafi değerlendirmelerdir. Aslolan
evliliğin devamıdır. Evlilikle bir araya gelen insanların birbirlerinin
eksikliklerine, nâhoş taraflarına sabır ve tahammülü prensip edinmeleri gerekmektedir. "Din
bana hak tanıyor" diye boşama veya mahkemeye gitmede istical etmek ne
İslâmî ne de insanî bir davranıştır. İslam ülemâsı, yukarıda belirtilen
ârazların sübutunda dahi sabır ve tahammülü tavsiye eder. Âlimlerimize göre,
evliliğin asıl gayesi, bir aile tesis etmek, karı ile koca arasında bir
dayanışma, bir yardımlaşma ve ünsiyet
vücûda getirmektir. Cinsî tatmin, çocuk sahibi olmak gibi başka hususlar
evliliğin semere ve meyvelerindendir. Öyleyse taraflardan birine gelen ârazla
bu meyvelerden bir veya bir kaçının hâsıl olmaması, evliliğin sona
erdirilmesine sevketmemelidir. Yukarıda sayılan hastalıkların tedavisi,
sakatlıkların giderilmesi, bulaşmalara karşı mukabil tedbirlerin alınması bilhassa günümüz şartlarında imkan dahiline
girmiştir. Fakihlerimiz bu bahisleri günümüzün tıbbî şartlarında yeniden tedvin
edecek olsa, yukarıda sayılan bir kısım ârazları "Boşanmaya sebep olan
haller" listesinden çıkarabilirler.[2]
Talâk bahsinde bilinmesi gereken bir husus hakem meselesidir.
Yani, karıkoca arasındaki geçimsizlikler, boşanmaya vardırılmadan halledilmesi
gerekmektedir. Bunun da en iyi yolu biri erkek, diğeri de kadın tarafından
seçilecek iki hakemin araya girerek, aradaki imtizaçsızlığın mahiyetini
araştırıp hal yoluna gitmesidir. Bunlar barıştırma yollarını denerler. Her iki
tarafa da nasihat ederler. Hakemler, Hanefî, Şâfiî, Zâhirî imamlara ve Ahmed
İbnu Hanbel'den bir kavle göre sadece barıştırma selahiyetine sahiptirler.
Boşandırmaya hükmedemezler. Mâlikîlere göre, boşandırma yetkileri de vardır.
Onlara göre kendilerinehakem denilmesi de bu selahiyetin bir delilidir.[3] Ailevi geçimsizlikte hakem
meselesinin ehemmiyetli bir yer tutacağını, meseleye Kur'an-ı Kerim'de yer
verilmiş olmasından da anlamaktayız: "(Eğer karı ile kocanın) aralarının açılmasından endişeye
düşerseniz, o vakit (kendilerine erkeğin) ailesinden bir hakem, (kadının
ailesinden bir hakem gönderin. Bunlar barıştırmak isterlerse Allah
aralarında(ki dargınlık yerine, geçime) onları (uyuşmaya) muvafık
buyurur." (Nisa 35).
Hakemlerin erkek, reşid, âdil, nüşûz hükümlerine vâkıf, hüküm
verecekleri husus hakkında fakih
olmaları şarttır. Binaenaleyh kadın, çocuk, mecnun, fâsık veya sefih olanların,
nüşûz hükmüne vakıf olmayanların hükme bağlayacakları hususun şerî yönünü
bilmeyenlerin boşanmaya veya evliliğin devamına dair verecekleri hüküm bâtıldır. Ancak fakih olmayanlar ülemâ
ile istişare yaparak hareket etmeleri halinde hükümleri mûteber olur.[4]
Daha önce de belirttiğimiz gibi, talâk bahsi pek çok teferruata
şâmildir. Her bir tâli mesele için müstakil ıstılahlar vardır. Burada onların
hepsine yer vermek bizi mevzumuzun dışına atar. Ancak, müteakiben gelecek
hadislerin açıklanması esnasında kullanılacak bazı ıstılah ve tabirleri burada
açıklamada gerek var[5].[6]
Boşama bahsinde en çok geçecek tabirlerin bir kısmı talak
çeşitleriyle ilgilidir. Öncelikle onların kısaca açıklanması münasiptir. Bunlardan
her biri yeri geldikçe genişçe açıklanacak. Talâkın başlıca şu çeşitleri var:
1- Talâk-ı Bâin.
2- Talâk-ı Ric'î,
3- Talâku'l Bette.
4- Talâk-ı Selâse.
a) Hul'.
b) Lian.
c) İlâ.
5- Zıhâr.[7]
Kesin
boşanmayı ifade eden söz veya işaretle yapılan boşamadır. Erkek, bu suretle
boşadığı hanımına tekrar kavuşabilmek
için kadının rızasını almak, yeniden mehir ödemek ve nikah akdi yapmak zorundadır. Şu dört şekilde cereyan eden
boşamalar bâin'dir.
1) Nikahtan sonra fakat temastan ve halvet-i
sahihadan önceki boşama.
2) Kinâî sözlerle veya mübâlağa ve şiddet-i
ifade eden sözlerle yapılan boşama.
3) Muhâla'a yoluyla yani kadının isteği ile
karşılıklı anlaşarak yapılan boşama.
4) Üçüncü boşama hakkını da kullanarak
yapılan boşama.[8]
Fiilen
evlenip karıkoca olduktan sonra, erkeğin zevcesini sarahaten veya işareten üç
adedine delâlet etmeyen sarih söz ve hareketle boşamasıdır. Bu çeşit boşamadan
sonra, erkek tekrar nikah yapmaya ve mehir ödemeye muhtaç olmadan zevcesiyle normal aile hayatına
dönebilir. Bu suretle kişi, hanımını iki kere boşayabilir, üçüncü kere
boşadı mı, hanım bir başkasıyla evlenip ondan da boşanmış olmadıkça bir daha
karıkoca olamazlar.[9]
el-Bette,
kesinlikle demektir. Talâku'l-Bette, el-Bette kelimesi kullanılarak yapılan bir
talâktır. "Sen kesinlikle boşsun"
cümlesinde olduğu gibi. Şu halde bu ayrı bir talak çeşidi değil.
İçerisinde rakam olmadığı, onun yerine kesinlikle ma'nâsına gelen el-Bette
tâbiri olduğu için bu tabir bâin mi ifade eder, ric'î mi ifade eder, ihtilaf
konusu olmuştur. Müteakiben 4049. hadiste tafsilat gelecektir.[10]
Nikah bağı üç talâk üzerine müessesdir. Şu halde üç adedine
mukârin bir söz veya işaretle yapılan talâktır. Bu talâkla kadın-erkek arasında
nikah bağı kalmaz, beynunet-i kübra denen katî ve kesin ayrılık husule gelir.[11]
Geçimsizlik sebebiyle karı ile kocanın anlaşarak yaptıkları
boşanma. Bu çeşit boşanmada umumiyetle kadın alacağı mehirden vazgeçmek, aldığı
mehiri geri vermek veya kocasına başkaca bir ödeme yapmak gibi bir ivazda
bulunur.[12]
Karısının zina ettiği iddiasında bulunan fakat bunu dört şahitle
ispat edemeyen koca ile, bunu inkâr eden kadın arasında cereyan eden boşanma
şeklidir. Bunlardan her biri doğru söylediğini ifade ettikten sonra, yalan
söyleyene Allah'ın lânetini dilerler ve bunu tam dörder kere tekrar ederler. Bu
lanetleşmelerden sonra hâkim onların evliliğine son verir.[13]
Lügat açısından yemin etmek ma'nâsına gelir. Istılah olarak
zevceye en az dört ay süre ile tekarrüb
etmemek (temasta bulunmamak) üzere yapılan yemindir. Bu yemin bazan belli bir
müddet için yapılır, ki en azı dört aydır. Bazan ebedi olarak temasta
bulunmamak üzere, bazan da vakit belli etmemek suretiyle yapılır. Yeri gelince
gerekli açıklama yapılacaktır.[14]
Lügatte iki şey arasında bir mutabakat ve mümâselet vücuda getirmek ma'nâsındadır.
"Arka" ma'nâsına olan zahr'dan
alınmadır. Istılah olarak "Kocanın, hanımını neseb, reza (süt emme)
veya müsâheret suretiyle mü-ebbeten mahremi olan bir kadının kendisine
bakılması câiz olmayan arkası, karnı, uyluğu gibi bir uzvuna zıhar maksadı ile
benzetmesidir. Bu bir nevi boşamadır. Zira böyle bir teşbihte bulunan kimse
kefârette bulunmadıkça hanımına cinsî temasta bulunamaz, şehvetle dokunamaz ve
öpemez."[15]
Lügat olarak bir şeyi geri
çevirmek, reddetmek ma'nâsına gelir. Boşanma talebi olarak ric'î talâktan
sonra, iddet içinde henüz baki olan nikahı kavlen veya fiilen devam
ettirmektir. Bu suretle zevciyet bağı devam ettirilmiş olur. "Sen benim
hanımımsın", "sana geri dönüyorum" gibi bir söz bu ric'ati
sağlar. Hanıma temas veya şehvetle
kucaklamak veya öpmek de fiilî bir ricat sayılır.[16]
Talakda câri olan
usullerden biri tefvîz'dir. Yani mükellef kimse, hanımını boşama yetkisini
bir vekile veya bizzat zevcesinin velisine tevdi edebilir. İşte bu tevdi işine
tefviz denir. Tefvizde üç tabir kullanılır:
Tahyir, emr bi'lyed, meşiyyet.[17]
Bu, kocanın
hanımına: "nefsini ihtiyar et" veya "Sen muhayyersin" demek suretiyle gerçekleşen
tefvizdir. Kadın bu durumda "İhtiyar ettim" veya "Kendimi
ihtiyar ettim" veya "Talâkı ihtiyar ettim" gibi boşanmayı
ihtiyar ettiğini ifade eden bir tabir kullansa boşanma hâsıl olur.
** Tahyirde sayı, tahyir suretiyle hâsıl olan boşama bâin mi,
ric'î mi ve adedi nedir? Bu husus ihtilaflıdır.
Hz. Ali: "Kadın nefsini tercih ederse bâindir tekdir, kocasını tercih ederse
ric'îdir, tekdir" demiştir.
Zeyd İbnu Sâbit: "Nefsini tercih ederse üçtür, kocasını
tercih ederse bâin ve tekdir" demiştir. İmam Malik bununla amel etmiştir.
Hz. Ömer ve İbnu Mes'ud: "Nefsini tercih ederse bâin ve
tekdir, kocasını tercih ederse bir şey gerekmez" demişlerdir. Ebu Hanîfe
bunların fetvasıyla amel etmiştir.
İmam Şâfiî: "Tahyir bir kinayedir, öyleyse koca karısını
muhayyer bırakırsa ve bununla hanımın kendisini boşamasını veya
beraberliklerinin devamına karar vermesini murad etmişse ve kadın da kendisini ihtiyar
ederek ayrılmaya karar vermişse, artık boşanırlar. Ancak kadın: "Ben
nefsimi ihtiyar etmekle boşanmayı murad etmedim" derse sözü tasdik
edilir" der, bu ifadeden tahyirde "nefs" kelimesini tasrih
etmesi gerektiği ifade edilmiştir.[18]
Bu, kocanın, hanımına
"İşin kendi elindedir" demesi suretiyle beyan ettiği
tefvizdir. Bu suretle vâki olan tefvize mukabil kadın da kocasına hitaben:
"Kendimi ihtiyar ettim"; "Nefsimi sana haram kıldım"; "Nefsimi sana
bâin kıldım"; "Sen bana haramsın"; "Sen benden boşsun"
gibi tabirlerden birini kullansa boşanma meydana gelir.
Tahyir ile emr bi'lyed'e ait sözler birer kinâyedir. Dolayısiyle
bunlarla talâkın tefviz edilmesi niyyete veya delâlet-i hale mütevakkıftır.
Meşiyyete ait sözler, sarih olduğundan niyet aranmaz.[19]
Erkeğin hanımına: "Dilersen nefsini boşa" cümlesiyle
yaptığı tefvizdir. Bu iki suretle yapılır: "Ya meşiyyet-i sarihadır, hemen
kaydettiğimiz cümle bunun örneğidir. Ya da meşiyyet-i zimniye'dir:
"Nefsini tatlik et!" cümlesi
ile tefviz edilen talâk gibi. Bu cümlede meşiyyet yani dileme keyfiyeti zımnen
mevcuttur. Bu çeşit tefvizde kadının boşanma arzusunu ifade etmesiyle boşanma
hâsıl olur: "Nefsimi boşadım"; "Nefsimi bâin kıldım"; "Nefsimi sana haram
kıldım" demesi gibi. Meşiyyet suretiyle yapılan tefvizde kadının "Ben
nefsimi ihtiyar ettim" cümlesinin boşanma ifade etmeyeceği belirtilmiştir.
* Tefvizler ya mutlakdır, ya da zamanla mukayyeddir. Zaman da ya
muayyen ya da gayr-ı muayyendir. Mesela: "nefsini boşa" sözü mutlak
bir tefvizdir. "Nefsini bugün boşa" sözü muayyen bir zamanla mukayyed
bir tefvizdir. "Nefsini ne vakit istersen boşa" sözü ile, gayr-i
mukayyed bulunan bir tefviz-i âmmdır.
Mutlak tefvizler meclis ile
mukayyeddir. Zevce, böyle bir tefvize muttali olduğu mecliste muhayyerdir. O mecliste kullanmadığı takdirde
muhayyerliği kalmaz. Mutlak tarzda yapılan tefvizler kocaya nazaran lâzım
(bağlayıcı), kadına nazaran gayr-ı lâzımdır (bağlayıcı değildir). Bu sebeple
koca yaptığı tefvizden rücu edemez, çünkü tefviz, tevkil değil, temliktir.
Kadın ise bu tefvizi kabule mecbur değildir, dilerse reddeder.
Çok teferruatı olan bu mevzu fıkıh kitaplarından görülmelidir.[20]
Lügat olarak
tâdad, ihsâ (saymak) ve müddet ma'nâsına gelir. Istılah olarak bir erkek veya
kadının boşanmadan sonra yeni bir evlenme yapamayıp beklemesi ma'nâsına gelir. Aynı zamanda
beklemeleri gereken müddete de iddet denir. Boşanan bir kadın için üç hayız
müddeti, kocası ölen kadın için dört ay on gündür.
İddet erkek
için de câri ise de, mutlak kullanılınca kadının iddeti kastedilir.[21]
Not:
Bu umumî açıklama kısmında
son olarak şunu belirtmek isteriz; Boşanma bahsi dinimizin çok ehemmiyet
verdiği, hassasiyet gösterdiği bir mevzudur. Mü'minlerin bu hususta çok dikkatli
olmaları gerekir. Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm), talâkın hiçbir şaka
kabul etmediğini belirtmiş, bilhassa Hanefî ülemâsı yanlışlıkla, gafletle bile
ağızdan sarih bir ifadeyle bir tabir veya "boşamaya delâlet eden bir
tavrın" boşamaya sebep olacağına hükmetmiştir. Şüpheli bir durum vâki
olduğu zaman, bu kitapta dermeyan edilen kısa açıklamalardan fetva
çıkarılmayıp, meseleyi Talâk bahsini iyi bilen, diyaneti güven veren kimselere
danışmalıdır. Aksi takdirde zina hayatı yaşanmış olma muhâtarası mevzubahistir.
el-Iyâzu billah.[22]
ـ4045 ـ1ـ عن
ابن عباس
رَضِيَ
اللّهُ
عَنْهُ قال: ]إذَا
قالَ أنْتِ
طَالِقٌ
ثَثاً بِفَمٍ
وَاحِدٍ
فَهِيَ
وَاحِدَةٌ[.
أخرجه أبو
داود .
1. (4045)- İbnu Abbâs
(radıyallahu anhümâ) demiştir ki: "Bir erkek hanımına bir defada "Sen
üç talâkla boşsun!" dese, bu bir talâk sayılır." [Ebu Dâvud, Talâk
10, (2197).][23]
ـ4046 ـ2ـ
وفي رواية
ذكرها رزين:
]إذَا قالَ:
أنْتِ طَالِقٌ.
أنْتِ
طَالِقٌ.
أنْتِ
طَالِقٌ ثَثَ مَرَّاتٍ،
فَهِيَ
وَاحِدَةٌ،
إنْ أرَادَ التَّوْكِيدَ
لِ‘ُولى، أوْ
كَانَتْ
غَيْرَ
مَدْخُولٍ
بِهَا[ .
2. (4046)- Rezin'in
zikrettiği bir rivayette (İbnu Abbâs şöyle demiştir): "Erkek hanımına
(aynı anda üstüste): "Sen boşsun, sen boşsun, sen boşsun" diye üç
kere söylerse, bu bir boşama sayılır,
yeterki bunlarla birinci defaki söylediği "Sen boşsun!" sözünü tekid etmeyi kastetmiş olsun veya
hanımıyla henüz gerdek yapmamış olsun."[24]
AÇIKLAMA:
1- Hadisin anlaşılması için önce şu husus bilinmelidir: İslam
şeriatine göre, nikah akdi kadınla koca arasında üç bağ te'sis eder. Bu bağlar
varlığını koruduğu müddetçe evlilik devam eder. Boşama, bu bağların şerî
ölçüler çerçevesinde çözülmesiyle gerçekleşir. Bu bağlardan birinin veya
ikisinin çözülmesi evliliğin yenilenerek
devamına mani değildir. Tek bağla da evlilik devam eder ve evliliğin sağladığı
hak ve vazifeler varlığını sürdürür. Hadisten de anlaşılacağı üzere, erkeğin
hanımına "sen boşsun" gibi boşanmayı icab eden bir tabiri sarfetmesi
bu nikah bağlarından birini ortadan kaldırır. Hadiste mevzubahis edilen mesele
şudur: Kişi, bu cümleyi "üç" rakamını ekleyerek "Üç talâkla boşsun"
diyerek sarfetse, üç nikah bağının üçü de
çözülmüş, kadın tamamen boşanmış olur mu?
Bu mesele ihtilaflı bir husustur. Çünkü müteakip hadislerde görüleceği üzere
Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm) devrinde boşama, çoğunlukla her temizlik
müddeti içerisinde bir kere olmak üzere
üç temizlik müddetinde gerçekleşen bir hadisedir; ikisinin veya üçünün de bir
anda icrası bazı rivayetlere göre, pek mevzubahis değildir.
Sadedinde olduğumuz birinci rivayet, İbnu Abbâs'ın herhangi bir
kayda yer vermeksizin, "üç talâkla boşsun!" şeklinde telaffuz edilen
boşayıcı sözlerin bir boşamayı
sağlayacağı kanaatinde olduğunu aksettiriyor. Ancak Rezîn'in ilavesi olan
ikinci rivayette ise bir anda sarfedilen üç ayrı boşamanın, "bir"
sayılması için bazı şartlar kaydediyor.
* Eğer erkek, üç talâk niyeti taşımadan yani ikinci ve üçüncü
"boşsun!" lafzını, ilk defa
söylediği "boşsun" lafzını tekid etmek (pekiştirmek) için söylediyse
üç boşama bir sayılır ve nikâh bağlarından ikisi devam eder. Aksi halde üç
sayılır.
* Diğer bir şarta göre, erkek, henüz gerdek yapmadığı hanımını
bu suretle boşamış ise, niyet aranmaz, bu üç talâk, bir talâk sayılır. Aksi
halde gerdek yaptığı bir hanımı, tamamen boşamak niyetiyle üç kere üst üste
"sen boşsun" dedi mi, bu üç ayrı talâk sayılır ve hanımıyla boşanmış
olurlar.
2- Kaydedilen rivayetler bu ma'nâları ifade ederler. Ebu Dâvud
bu meselede İbnu Abbâs'ın kanaat değiştirerek, neticede diğer birkısım sahâbî
gibi üç talâkla, kadının kocasıyla gerdeğe girmiş olsa da olmasa da boş
sayılacağı ve bir başkasıyla evlenmedikçe eski kocasına helal olmayacağı
görüşünde karar kıldığını belirtir. Ebu
Dâvud'un kaydettiği rivayetlerden birine
göre, Muhammed İbnu İyâs demiştir ki: "İbnu Abbâs, Ebu Hüreyye ve Abdullah
İbu Amr İbni'l-Âs radıyallahu anhüm
ecmâin'den bâkire olan hanımını üç kere boşayan erkek hakkında sormuşlar, hepsi
de: "Bu kadın, artık ona bir başka erkekle evlen(ip boşan)madıkça helal
olmaz" cevabını vermiştir."
Azîmâbâdî, İbnu Abbâs'ın bu meseledeki farklı görüşlerini aksettiren rivayetleri şöyle
özetler: "Ebu Dâvud'un bunlara dikkat çekmekteki maksadı şunu
belirtmektir: İbnu Abbâs, üç talâkın bir olacağına dâir fetvasını terketmiş ve
şu görüşte karar kılmıştır: "Üç talâktan sonra, kadın bir başka erkekle
evlenmedikçe kocasına geri gelemez." İbnu Abbâs'ın eski görüşünü
aksettiren bir rivayeti Abdurrezzâk kaydeder: "Ma'mer bize Eyyub'tan haber
verdiğine göre Eyyub der ki: "Hakem İbnu'l-Uyeyne, Zührî'nin yanına girdi,
ben de onlarla beraberdim. Zührî' ye üç sefer boşanan bâkire hakında sordular.
Cevaben dedi ki: "Bundan İbnu
Abbâs, Ebu Hüreyre ve Abdullah İbnu Ömer'e sordular, hepsi de: "Bir başka
koca ile evlenmedikçe ona helal olmaz"dediler." Eyyub devamla der ki:
"Bunun üzerine Hakem oradan ayrılıp Tâvus'a geldi. O mescidde idi.
Üzerine eğilerek, İbnu Abbâs'ın bu
meseledeki sözünü sordu ve Zührînin söylediklerini haber verdi. Ben Tâvus'un bu
söylenenler karşısında hayretinden ellerini kaldırdığını gördüm. Dedi ki:
"Allah'a yemin olsun, İbnu Abbâs (radıyallahu anh) bu üç talâkı bir
sayıyordu.
Diğer taraftan Muvatta'nın
rivayetinde, henüz gerdek yapmadığı hanımını üç kere boşayan bir bedevinin
durumu hakkında İbnu Abbâs'a sorulduğunu, İbnu Abbâs'ın fetvayı yanında bulunan
Ebu Hüreyre'ye bıraktığını, onun da
"Bir talâk onun boşanmasını sağlar, üç talak ise bir başka kocayla
evlenmedikçe eski kocasına haram kılar" der. İbnu Abbâs'ın da aynı görüşte
olduğu belirtilen rivayetin sonunda İmam Mâlik rahimehullah: "Bizim
nazarımızda da hüküm böyledir dul bir kadınla birisi evlense ve
henüz temasta bulunmamış olsa, bu kadın
hakkındaki hüküm de bâkirenin hükmü
gibidir, bir talâk ayrılmayı gerektirir, üçü ise, bir başka erkekle
evlenmedikçe ona haram kılar."
Cumhur, bir anda verilen talâkın üçünün de vâki olacağına hükmetmiştir. Hatta İbnu
Abdilberr İcmâ'dan bahseder: "Buna muhalefet şâzzdır. İltifat
edilmez" der. 4058 numarada daha geniş açıklama var.[25]
ـ4047 ـ3ـ
وعن ابن عباس
رَضِيَ
اللّهُ
عَنْهما: ]أنَّ
رَجًُ قَالَ
لَهُ: إنِّي
طَلَّقْتُ
امْرَأتِي
مِائَةَ
تَطْلِيقَةٍ،
فَمَاذَا
تَرَى
عَلَيَّ؟ فقَالَ:
طُلِّقَتْ
مِنْكَ
بِثََثٍ،
وَسَبْعٌ
وَتِسْعُونَ
اتَّخَذْتَ
بِهَا آيَاتِ
اللّهِ
هُزُواً[.
أخرجه مالك
بغا .
3. (4047)- İbnu Abbâs
(radıyallahu anhümâ)'nın anlattığına
göre, bir adam kendisine gelip: "Ben hanımımı yüz talâkla boşadım, bu hususta fikriniz nedir (bana bir şey
gerekir mi?)" diye sordu. Benden şu cevabı aldı: "Kadın senden üç talâkla boşanmıştır.
Geri kalan doksan yedisi ile Allah'ın âyetleriyle alay etmiş oluyorsun."
[Muvatta, Talâk 2, (2, 552).][26]
AÇIKLAMA:
1- Hanımını üç talakla bir anda boşayanın talaklarının sahih
olup, hanımın boş sayılacağı bu meselede icma'dan bahsedilebilecek bir
çoğunluğun fikir birliğine sahip olduğu önceki rivayette açıklandı.
2- İbnu Abbâs, üçten fazla talakla boşamayı ciddiyetsizlik,
dinin ahkamıyla istihza olarak tavsif
etmektedir. Çünkü Rabb Teâlâ talakı üç kılmıştır. Ağzından çıkanı tartmakla
sorumlu olan müslüman, hanımını boşamaya karar verince üç talakla boşar,
fazlası ne oluyor?[27]
ـ4048 ـ4ـ
وعن محمود بن
لبيد رَضِيَ
اللّهُ عَنْه
قال:
]أُخْبِرَ
رسولُ اللّهِ
# عَنْ رَجُلٍ
طَلَّقَ
امْرَأتَهُ
ثََثَ
تَطْلِيقَاتٍ
جَمِيعاً،
فقَامَ
غَضْبَانَ،
ثُمَّ قَالَ:
أيُلْعَبُ
بِكِتَابِ
اللّهِ
وَأنَا
بَيْنَ
أَظْهُرِكُمْ؟
حَتّى قَامَ
رَجُلٌ،
فقَالَ يَا
رَسُولَ
اللّهِ: أَّ أقْتُلُهُ[.
أخرجه
النسائي .
4. (4048)- Mahmud İbnu
Lebîd (radıyallahu anh) anlatıyor: "Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm)'a
bir adamın hanımın üç talakla birden boşadığını haber verdiler. Öfke ile
kalkıp: "Daha ben aranızda iken Allah'ın kitabıyla mı oynanıyor?" buyurdu. Derken birisi kalkıp: "Ey
Allah'ın Resulü, onu öldürmeyeyim mi?" dedi." [Nesâî, Talâk 6, (6,
142.)][28]
AÇIKLAMA:
1- Bu rivayet üç talağın birden verilmesinin dindeki yerini ifade etmektedir: "Allah'ın kitabıyla
istihza etmek." Şüphesiz, Aleyhissalâtu vesselâm'ın bu ifadesi meselenin dinen ne kadar reddedilip,
kabih kabul edildiğini gösterir. Resulullah efendimiz, bu sözüyle "Boşama iki defadır, (bundan sonrası) ya iyilikle tutma ya da
iyilik yaparak bırakmadır. ...Allah'ın âyetlerini de alaya almayın..."
(Bakara 229-232) ayetine işaret etmektedir. Bu âyetten, şerî boşamanın toptan
yapılmayıp fasılalı yapılması gereği anlaşılmıştır. İki kere boşama talâk-ı ric'i ifade eder, buna rağmen
evliliğin devamına karar verilebilir. Buna telmihen âyet-i kerime,
"(bundan sonrası) ya iyilikle tutma..." demiştir. Boşamaya azmetmişse ikiden sonra,
iyilik yaparak bırakmak gerekecektir.
2- Hadiste "Allah'ın kitabıyla oynama" tabiri küfür
ifade ettiği için, Ashab irtidad cezasının tatbikini istemiştir. Ancak, Resulullah
öldür emri vermemiştir. Çünkü gaye tevbih ve tağlizdir. Yani üç talakı birden
vermenin kötülüğünü beyanla bundan
zecrdir. Üç talakı birden verme hususunda imamlar biraz ihtilaf ederler. Ebu
Hanîfe, Mâlik, Evzâî, Leys (rahimehümullah)'a göre bu bid'atdır. Şafiî, Ahmed,
Ebu Sevr (rahimehümullah)'a göre haram değildir, ancak onlara göre de evla olan
ayrı ayrı yapılmasıdır. Hadisin zahiri
tahrim ifade eder. Cumhur, üçünü birden veren kimseye üç talakın birden vâki
olacağında müttefiktir, bu hususta muhalif bir görüşün onlar nazarında hiç bir
değeri yoktur.[29]
ـ4049 ـ5ـ
وعن عبداللّه
بن يزيد بن
رُكَانَة عن
أبيه عن جده
قال: ]قلْتُ
يَا رَسُولَ
اللّهِ إنِّى
طَلَّقْتُ
امْرأتِي
ألْبَتَّةَ،
فقَالَ: مَا
أرَدْتَ
بِهَا،
قُلْتُ:
وَاحِدَةً،
فقَالَ:
وَاللّهِ مَا
أرَدْتَ
بِهَا إَّ
وَاحِدَةً؟
قُلْتُ: وَاللّهِ
مَا أرَدْتُ
بِهَا إَّ
وَاحِدَةً،
فقَالَ: هُوَ
مَا أرَدْتَ،
فَرَدَّهَا
إلَيْهِ، فَطَلَّقَهَا
الثَّانِيَةَ
فِي زَمَنِ عُمَرَ،
وَالثَّالِثَةَ
فِى زَمَنِ
عُثْمَانَ
رَضِيَ
اللّهُ
عَنْهما[.
أخرجه أبو
داود والترمذي
.
5. (4049)- Abdullah İbnu
Yezid İbni Rükâne an abîhi an ceddihi anlatıyor: "Dedim ki: "Ey
Allah'ın Resûlü, (vallahi) ben hanımını kesinlikle boşadım."
"Peki bununla ne
kasdettin?" diye sordu. Bir (talak) kastettim" dedim. Bunun
üzerine:
"Bununla bir kastettiğine dair Allah'a yemin eder
misin?" dedi. Ben de: "Vallahi bununla sadece bir talak
kastettim" dedim. Bunun üzerine: "O halde bu senin kastettiğin
şekildedir!" buyurdu ve kadını ona
geri verdi. O ise, hanımı ikinci kere Hz. Ömer (radıyallahu anh) zamanında,
üçüncü kere de Hz. Osmân (radıyallahu anh) zamanında boşadı." [Tirmizî,
Talâk 2, (1177); Ebu Dâvud, Talâk 10, (2196), 14, (2206, 2207, 2208).][30]
AÇIKLAMA:
1- Bu hadiste cedd (dede) ile, Rükâne'nin kastedildiği
belirtilmiştir. Ebb (baba) ile de Ali İbnu Yezid İbni Rükâne kastedilmiştir.
Rükâne de Abdu Yezid İbni Hâşim İbni
Abdi'l-Muttalib'dir.
2- Hadiste geçen elbette kesinlikle demek, yani erkeğin,
"Sen kesin boşsun" demesidir. Bu talâka talâku'lbette denir. Elbette
yani "kesinlikle" tabirinin içinde rakam bulunmadığı için, takdir işi esas
itibariyle niyete bağlı kılınmıştır. Ebu
Dâvud'un rivayetinde bu kadının Süheyme olduğu
tasrih edilir.
Hattâbî der ki: "Bu hadis, birden fazla talakı kastetmemiş
olma halinde talâku'lbette'nin bir tek
sayılması gerekeceğine, dolayısiyle
bunun ricî bir talak olup, bâin olmadığına delalet eder. Kişi bununla iki veya
üç talaka niyet ederse, hükmü niyete göredir." Aliyyu'l-Kari,
talâku'lbette'nin Şâfiî nezdinde "bir ve ricî talak" sayıldığını, onunla iki veya üçe
niyet ederse niyetinin esas olduğunu,
Ebu Hanîfe'ye göre de bir ve bâin sayıldığını, üç niyet ederse üç olacağını; Mâlik'e göre ise üç olduğunu
kaydeder. Aynî, Umde'de Hz. Ali, İbnu
Ömer, İbnu Müseyyeb, Urve, Zührî, İbnu Ebî Leyla, Evzâî, Ebu Ubeyd gibi
selefden bazılarının da "üç" dediklerini kaydeder.
el-Kâdî'ya göre hadiste şu faideler var:
* Sözlerinin zâhiri, tekzib etmediği müddetçe kocanın iddia ettiği
husus yemin edince tasdik edilir.
* Kesinlikle (elbette) tabiri, talâkın adedinde müessirdir (yani
birden fazla talâk ifade edebilir), aksi takdirde Aleyhissalâtu vesselâm,
sadece bir talak kastettiğine dair yemin ettirmezdi. Nitekim Tirmizî'nin
kaydettiği açıklamada talaku'lbetteyi Hz. Ömer'in bir talâk kabul ettiği, Hz.
Ali'nin ise üç talak kabul ettiği
belirtilir.
* "Kendisine yemin terettüp eden kimse, hâkim yemin
ettirmezden önce yemin etmiş olsa bu yemin muteber değildir. Şayet muteber
olsaydı Resulullah, onun önceki yeminiyle yetinir, yemin teklif etmezdi."
Hattâbîyi bu hükmü çıkarmaya götüren husus, rivayetin Ebu Dâvud'daki bir
vechidir. Zira orada Rükâne (radıyallahu anh), Resulullah'ın yanına meselesini
arzetmek üzere varınca, "vallahi..."
diye yeminle başlıyor. Biz bu tabiri, tercümeye köşeli parantez
içerisinde dercettik.
* Hâkimin, muttali olduğu menfî hallere şikayetçi olmadan, muâheze
ve hesaba çekme yetkisi vardır.
3- Son olarak şunu da kaydedelim: Bazı âlimler, hadisteki
ızdırab ve Resulullah devrinde talakın tek olduğuna dair İbnu Abbâs rivayetine
muhalefet gibi sebeplerle ortaya çıkan zaafı sebebiyle, hadisle amel etmenin,
ihticacda bulunmanın mümkün olmayacağını
söylemiştir.[31]
ـ4050 ـ6ـ
وعن مَالِك:
]أنَّهُ
بَلَغَهُ
أنَّهُ كُتِبَ
إلى عُمَرَ
بنِ
الخَطَّابِ
رَضِيَ اللّهُ
عَنْه مِنَ
الْعِرَاقِ:
أنَّ رَجًُ
قَالَ
“مْرأتِهِ:
حَبْلُكِ عَلى
غَارِبِكِ،
فَكَتَبَ إلى
عَامِلِهِ:
أنْ مُرْهُ
أنْ
يُواَفِيَنِي
بِمَكَّةَ في
الْمَوْسِمِ،
فَبَيْنَمَا
عُمَرُ
يَطُوفُ إذْ لَقِيَهُ
الرَّجُلُ
فَسَلَّمَ
عَلَيْهِ، فقَالَ
لَهُ عُمَرُ:
مَنْ أنْتَ؟
فقَالَ: أنَا
الَّذِي
أمَرْتَ أنْ
أُجْلَبَ
إلَيْكَ، فقَالَ
لَهُ عُمَرُ:
أسْألَكَ
بِرَبِّ
هذِهِ
الْبَنِيَّةِ،
مَاذَا
أرَدْتَ
بِقَوْلِكَ:
حَبْلُكَ عَلى
غَارِبِكَ؟
فقَالَ
الرَّجُلُ:
لَوِ اسْتَحْلَفْتَنِي
فِي غَيْرِ
هذَا
المَكَانِ
مَا
صَدَقْتُكَ:
أرَدْتُ
بِذلِكَ
الْفِرَاقَ
فقَالَ
عُمَرُ
رَضِيَ
اللّهُ عَنْه:
هُوَ مَا
أرَدْتَ[.
أخرجه مالك .
6. (4050)- İmam Mâlik'e
ulaştığına göre, Ömer İbnu'l-Hattâb (radıyallahu anh)'a, Irak'tan yazılarak
sorulmuştur: "Bir erkek hanımına: "Senin ipin (benim elimde değil),
boynundadır (dilediğin yere gidebilirsin)" dedi. (Bunun hükmü nedir, hanımı
boş mu değil mi?)" Hz. Ömer bunun üzerine oradaki memuruna: "Hacc mevsiminde beni Mekke'de bulmasını
emret!" diye yazdı... Hz. Ömer (radıyallahu anh) tavaf yaparken adam
yanına gelip selam verdi. Hz. Ömer ona: "Sen kimsin" diye sordu. Adam
kendini tanıtarak: "Ben seni bulmamı emrettiğin (Iraklı)
kimseyim!" dedi. Bunun üzerine Hz.
Ömer: "Ben sana şu Beyt-i Muazzama'nın Rabbi adına soruyorum: "İpin
boynundadır!" derken ne kastettin?" dedi. Adam: "Sen bu mukaddes
mekandan başka bir yerde yemin verseydin sana doğruyu söylemezdim. Ben bununla
ayrılık kastetmiştim" dedi. Hz. Ömer (radıyallahu anh): "Bunun hükmü
senin kastettiğin şeydir"
buyurdu." [Muvatta, Talâk 5, (1, 551).][32]
AÇIKLAMA:
Rivayette geçen "ipin boynundadır" sözü talak ifade eden
kinâî tabirlerden biridir. İfade sarih olmadığından bu tabirle kastedilecek şey
farklı olabileği için terettüp edecek hüküm de farklı olacaktır. Bu sebeple Hz.
Ömer, onunla neyi kastettiğini, onu söyleyen kimseye sorarak o sözün hükmünü
tayin etmiştir. İmam Mâlik Müdevvene'de bunun üç talak sayılacağını
söylemiştir. Kadınla gerdek edilmiş veya edilmemiş olması da belli olmadığı
için her ikisi için de hükmün böyle olacağını söylemiştir.[33]
ـ4051 ـ7ـ
وعن نافع:
]أنَّ ابنَ
عُمَرَ
رَضِيَ اللّهُ
عَنْهما
كَانَ
يَقُولُ: فِي
الْخَلِيَّةِ
وَالْبَرِيَّةِ،
كُلُّ وَاحِدَةٍ
مِنْهُمَا
ثَثُ
تَطْلِيقَاتٍ[.
أخرجه مالك .
7. (4051)- Nâfi anlatıyor:
"İbnu Ömer (radıyallahu anhümâ) haliyye ve beriyye hakkında der ki:
"Bunlardan her biri üç kere boşanmış sayılır." [Muvatta, Talâk 7, (1,
552).][34]
AÇIKLAMA:
Buradaki haliyye ve beriyye kelimeleri boşama ifade eden kinaye
sözlerdendir. Lügat olarak haliyye, bağlandığı ipten boşanan deveye
denmektedir. Beriyye de kocadan
kurtulmuş olan kadın demektir. Şu halde bir erkeğin, karısına: "Sen
ipinden kurtulmuş deve(ola)sın!"
veya "Kocadan halâs olmuş
kadın (gibi) olasın" gibi bir söz
sarfetmesi, İbnu Ömer'e göre üç talak sayılmalıdır. İmam Mâlik bunların ve
benzeri başka kinâî sözlerin, gerdek yapılan kadın hakkında üç talak
sayılacağını, henüz gerdek yapılmayan kadın hakkında ise, bir mi, üç mü
kastettiğinin sorulacağını, "bir" dediği takdirde yemin
ettirileceğini söyler.[35]
ـ4052 ـ8ـ
وعن مالك:
]أنَّهُ
بَلَغَهُ
أنَّ عَلِيّاً
رَضِيَ
اللّهُ عَنْه
كَانَ
يَقُولُ فِي الرَّجُلِ
يَقُولُ
ِمْرَأتِهِ
أنْتِ عَليّ
حَرَامٌ:
أنَّهَا
ثََثُ
تَطْلِيقَاتٍ[
.
8. (4052)- İmam Mâlik'e
ulaştığına göre: "Hz. Ali (radıyallahu anh) karısına: "Sen bana
haramsın" diyen erkek hakkında: "Bu adam hanımını üç talakla
boşadı" diyordu." [Muvatta, Talâk 6, (1, 552).][36]
AÇIKLAMA:
Erkeğin karısına söyleyeceği "sen bana haramsın";
"...haram olasın" gibi sözlerin kaç talak ifade ettiği de
münâkaşalıdır. İbnu Abdilberr, sekiz farklı görüş kaydeder. Bunlardan en şedidi
İmam Mâlik'e aittir: Müdevvene'de: "Niyetine bakılmaksızın,
gerdek yapılmış hakkında üç talaktır" demiştir. Rivayette görüldüğü üzere
Hz. Ali de bu görüştedir. Zeyd İbnu Sâbit ve birçok Tâbiîn'in aynı görüşte
olduğu belirtilir.[37]
ـ4053 ـ9ـ
وعن ابن عباس
رَضِيَ
اللّهُ
عَنْهما: ]أنَّهُ
قَالَ: مَنْ
حَرَّمَ
امْرَأتَهُ
فَلَيْسَ
بِشَىْءٍ
هِيَ يَمِينٌ
يُكَفِّرُهَا،
وَيَقُولُ:
لَقَدْ كَانَ
لَكُمْ فِى
رَسولِ اللّهِ
أُسْوَةٌ
حَسَنَةٌ[.
أخرجه
الشيخان، اللفظ
لهما
والنسائي .
9. (4053)- İbnu Abbâs
(radıyallahu anhümâ) anlatıyor: "Kim hanımını (kendine) haram kılarsa, bu
(boşanma ifade eden) bir şey değildir, bu söz
bir yemindir, yemin kefaretinde bulunur. Nitekim âyet-i kerime'de
Cenab-ı Hakk: "Allah'ın Resulünde
sizin için güzel örnek vardır." (Ahzâb 21) buyurmuştur."
[Buhârî, Talâk 8, Tefsir, Tahrim 1; Müslim, Talâk 19, (1473); Nesâî, Talâk 16,
(6, 151).][38]
ـ4054 ـ10ـ
وعنه: ]أتَى
رَجُلٌ ابنَ
عَبَّاسٍ
رَضِيَ
اللّهُ
عَنْهما
فقَالَ: إنِّى
جَعَلْتُ امْرَأتِي
عَلَىّ
حَرَاماً،
فقَالَ:
كَذَبْتَ
لَيْسَتْ
بِحَرَامٍ،
ثُمَّ تََ
هذِهِ اŒيَةَ:
يَا أيُّهَا
النبيُّ لِمَ
تُحَرِّمُ
مَا أحَلَّ
اللّهُ لَكَ
ثُمَّ قَالَ:
عَلَيْكَ
أغْلَظُ الْكَفَّارَةِ:
عِتْقِ
رَقَبَةٍ[ .
10. (4054)- Yine Nesâî'de şu
rivayet mevcuttur: "Bir adam İbnu Abbâs (radıyallahu anhümâ)'ya gelerek:
"Ben hanımımı kendime haram kıldım! (Ne yapayım, hükmü nedir?)" diye
sordu. İbnu Abbâs: "Yalan söyledin, o haram değildir" dedi ve şu
âyeti okudu. (Meâlen): "Ey Peygamber, Allah'ın sana helal kıldığını sen
niye kendine haram ediyorsun?" (Tahrim 1)
İbnu Abbas âyeti okuduktan sonra dedi ki: "Sen, bu sayılan
kefâretlerin en ağırı olan köle âzadını
yerine getireceksin." [Nesâî, Talâk 16, (6, 151).][39]
AÇIKLAMA:
1- Burada Tahrim suresinin nüzul sebebiyle ilgili bir açıklama
gelmektedir. Hadise göre, kişinin hanımına "sen bana haramsın"
demesi, bir boşama değil, bir yemindir. Zira, Resulullah da buna benzer bir söz
sarfetmiş, bunun üzerine Tahrim suresi nâzil olmuştur. Bu surede talâk ahkâmı
değil, yemini bozmakla ilgili ahkâm beyan edilmektedir.
Evet yukarıda kaydedilen İbnu Abbâs rivayetinin ifade ettiği ma'nâ
budur.
Bu kitabımızın üçüncü cildinde Tahrim suresinin nüzul sebebini izah ederken kitaplarımızda
birçok sebebin zikredildiğine işaret etmiş, "sebeb-i nüzul'den
değil esbab-ı nüzul'den bahsetmek"
gerektiğine dikkat çekmiş, orada kaydedilen hadis gereği bir tanesini yani bal
şerbeti meselesini açıklamıştık (3. cilt, 219-223). Burada onu tekrar
etmeyeceğiz. Ancak, mevzumuza girdiği
için bir diğer sebebe işaret etmemiz gerekmektedir.
Tefsir kitaplarımızın geniş
olarak yer verip açıkladıkları üzere, Tahrim suresinin nüzulüne, Resulullah (aleyhissalâtu
vesselâm)'ın cariyesi Mariye (radıyallahu anhâ) sebep olmuştur. Şöyle ki: Nesâî
ve Taberî de Hz. Enes ve Zeyd İbnu Eslem'den gelen, birbirini tamamlayan bir
kısım rivayetlere göre, Aleyhissalâtu vesselâm, bir gün, oğlu İbrahim'in annesi
olan Mâriye (radıyallahu anhâ)'ya zevcelerinden birinin (Hz. Hafsa'nın)
hücresinde temasta bulunur. Hücre sahibi "Ya Resulullah nasıl olur da
benim odamda ve benim yatağımda.." diyerek
feveran eder. Bunun üzerine Resulullah bunu sır tutması kaydıyla
Mâriye'yi kendisine haram kılar. Hz. Hafsa: Ya Resulullah, sana helal olanı
nasıl haram kılabilirsin?" diye sorar.
Hz. Peygamber cevaben Mâriye'ye temas etmeyeceğine dair Allah'a yemin
eder. İşte bu yemin üzerine Tahrim suresi nâzil olur. Meşhur tâbii Zeyd İbnu
Eslem, bu vak'ayı rivayet eder ve şu hükmü ekler: "Bir erkeğin hanımına
sarfedeceği "Sen bana haramsın!"
sözü lağv'dır (yani bu, talak gerektiren bir söz değildir), şayet yemin
de etmişse, ona yemin kefareti gerekir."
Şu halde İbnu Abbâs (radıyallahu anhümâ) da aynı görüşü taşımakta
ve sadedinde olduğumuz hadis onun bu görüşünü aksettirmektedir. Tahrim
suresinin işaret edilen âyetinin devamında yeminlere karşı Allah'ın kefâreti
farz kıldığı ifade edilerek, Resulullah'a yemin kefareti ödeyerek yemininde
ısrar etmemesi emredilir. Âyet şöyle: "Ey peygamber, sen zevcelerinin hoşnudluğunu arayarak, Allah'ın sana helal
kıldığı şeyi niçin (kendine) haram kılıyorsun? (Bununla beraber üzülme), Allah
çok mağfiret edici, çok esirgeyicidir. Allah yeminlerinizin keffâretle
çözülmesini size farz kılmıştır....
Hani Peygamber, zevcelerinden birine gizli bir söz söylemişti.
Bunun üzerine o (zevce) bunu ifşa edip de Allah da ona bunu açıklayınca Peygamber bunun (ancak) bir
kısmını bildirmiş, bir kısmından da vazgeçmişti..." (Tahrim 1, 3).
2- Yemin kefareti ile ilgili âyet Mâide suresinde gelmiştir.
Orada yemin kefareti olarak şu dört şey sayılır:
* Ailenize yedirmekte olduğunuzun orta (derece)sinden on
yoksulu doyurmak,
* Ya onları giydirmek,
* Yahut bir köle âzad etmektir.
* Fakat kim bunları bulamazsa üç gün oruç (tutması
lazımdır)" (Mâide 89).
Bu sayılan dört şıktan biri, yemin edenin maddî durumuna göre
uygulanacaktır. Sadedinde olduğumuz rivayet, bunlardan en ağırını, üçüncü
sırada kaydedilen "köle âzad etme"nin teşkil ettiğini ifade
etmektedir. İbnu Abbâs'ın soru sahibine bu cezayı takdir etmesini İbnu Hacer:
"Onun zengin olduğunu anlaması"yla izah eder.
3- Yapılan açıklamalar, meselenin fıkhî durumunu nazardan uzak tutmamalı. Önceki açıklamalarda
da belirtildiği üzere, kişinin hanımını kendine haram kılmasının hükmü çok farklı yorumlara sebep
olan bir meseledir. Haram kılınan gerdek yapılmış bir hanım mıdır, henüz gerdek
yapılmamış bir hanım mıdır, hür bir kadın mıdır, cariye midir? bilinmesi
gerekir. Ayrıca bu hususlarda ülemâ farklı hükümlere gitmişlerdir:
A) Hür bir zevce içinse:
* Hanefî mezhebine göre
niyet esastır: "Erkek bu sözüyle hanımını boşamayı niyet etmişse söz, bir
talâk-ı bâindir. Üç talakı niyet etmişse üç talaktır, ikiyi niyet etmişse iki
talaktır. Hiç bir şey niyet etmemişse yemindir, kefaret gerekir. Yalan niyet
etmişse lağv olur. Ne kefaret, ne talak hiç bir şey gerekmez."
* Şâfiî mezhebine göre, erkek bu sözüyle karısını boşamayı niyet
ederse talak: zıhâr niyet ederse zıhâr, sadece kadını kendine haram etmeyi
niyet ederse yemin kefareti lâzım gelir, fakat sözü yemin değildir. Erkek, bu sözüyle hiçbir şey
kasdetmediğini söylerse, -esahh olan kavle göre- yemin kefâreti gerekir.
Şâfiî'nin diğer bir kavline göre bu söz lağv' dır, hiç bir şey terettüp etmez.
* İmam Mâlik'in meşhur sözüne göre kadına temas edilmiş olsun
olmasın, bu sözle üç talak vâki olur. Erkek üç talaktan daha aza niyet ettiğini
söylerse bu iddiası temas edilmemiş kadın hakkında kabul edilir, temas edilen
hakkında kabul edilmez.
B) Bu söz cariye (köle kadın) için söylenmişse:
* İmam Azam'a göre, cariye olsun, yemek gibi başka bir şey
olsun farketmez. Erkeğin kendine haram ettiği şey artık ona haramdır. Sözünden dönmedikçe, buna bir
hüküm terettüp etmezse de döndüğü vakit yemin kefareti vermesi gerekir.
* İmam Şâfiî'ye göre,
cariyesine, " Sen bana haramsın" diyen efendiye niyetine göre
hükmedilir: Âzad etmeyi kasdetmişse âzad olur, kendine haram kılma kasdiyle
söylemişse yemin kefareti gerekir, ancak sözü yemin değildir. Hiç bir şeye niyet
etmemişse yine yemin kefâreti gerekir.
* İmam Mâlik cariyeye
sarfedilen bu sözü lağv addeder ve bir şey gerekmeyeceğine hükmeder.[40]
ـ4055 ـ11ـ
وعن مالك:
]أنَّهُ
بَلَغَهُ
أنَّ رَجًُ أتَى
ابنَ عُمَرَ
رَضِيَ
اللّهُ
عَنْهما فقَالَ:
إنِّي
جَعَلْتُ
أمْرَ امْرَأتِي
بيَدِهَا
فَطَلَّقَتْ
نَفْسَهَا، فَمَاذَا
تَرَى؟
فقَالَ ابنُ
عُمَرَ: أرَاهُ
كَمَا
قَالَتْ؛
فقَالَ يَا
أبَا
عَبْدِالرَّحْمنِ:
َ تَفْعَلْ
قَالَ: أنَا
أفْعَلُ؟ أنْتَ
فَعَلْتَهُ[ .
11. (4055)- İmam Mâlik'e
ulaştığına göre, bir adam İbnu Ömer (radıyallahu anhâ)'ya gelerek:
"Ben, hanımımın işini kendi eline
koydum, o da kendini (benden) boşadı. Bu hususta ne dersiniz?" diye sordu.
İbnu Ömer (radıyallahu anhümâ): "Ben, kadının yaptığı gibi olduğuna kaniyim" deyince adam: "Ey Ebu Abdirrahmân, böyle
yapma!" diye itiraz etti. İbnu Ömer ise: "Bunu ben değil, sen
yaptın!" diye cevap verdi." [Muvatta, Talâk 10, (2, 553).][41]
AÇIKLAMA:
1- Hanımın işini kendi eline koymaktan maksad, talakı hanıma
tefviz etmektir. Bu tarza emr-i bi'lyed denir. "İşin senin elindedir"
demekle sağlanmış olur. Böylece boşanma
işi kendisine bırakılmış olan kadın, kocasına: "Kendimi ihtiyar
ettim" veya "Nefsimi sana
haram kıldım", "Sen bana haramsın" gibi boşanmayı ifade
eden bir sözle kararını ifade etti mi
artık boşanma gerçekleşmiş olur.
Tefviz yoluyla talak hakkında bazı ilave bilgileri Umumî
Açıklamalar kısmında kaydettik.[42]
ـ4056 ـ12ـ
وعن خارجة بن
زيد قال:
]كُنْتُ
جَالِساً عِنْدَ
زَيْدِ بِنِ
ثَابِتٍ
فَأتَاهُ
مُحَمّدُ
ابنُ أبِى
عَتِيقٍ،
وَعَيْنَاهُ
تَدْمَعَانِ،
فَقَالَ لَهُ
زَيْدٌ
رَضِيَ
اللّهُ
عَنْه: مَا
شَأنُكَ؟
فقَالَ:
مَلَّكْتُ
امْرَأتِي
أمْرَهَا
فَفَارَقَتْنِي،
فقَالَ: مَا
حَمَلكَ عَلى
ذلِكَ؟ قَالَ:
الْقَدَرُ.
قَالَ زَيْدٌ
ارْتَجِعْهَا
إنْ شِئْتَ،
إنَّمَا هِىَ
وَاحِدَةٌ،
وَأنْتَ
أمْلَكُ
بِهَا[. أخرجه
مالك .
12. (4056)- Hârice İbnu Zeyd
anlatıyor: "Ben Zeyd İbnu Sâbit (radıyallahu anh)'ın yanında oturuyor
idim. Muhammed İbnu Ebî Atîk gözlerinden yaşlar boşandığı halde ona uğradı.
Zeyd (radıyallahu anh): "Neyin var?" diye sordu: "Ben, dedi,
hanımımın işini kendine bırakmıştım, o da beni bıraktı."
"Peki (boşanma işini ona bırakmaya) seni sevkeden şey ne idi?" dedi.
Muhammed İbnu Ebî Atîk:
"Kader!" deyince, Zeyd: "Dilersen hanımına
dönersin, zira bu bir (talak)dır. Sen ise ona (kadına) daha çok hak
sahibisin" fetvasını verdi." [Muvatta, Talâk 12, (2, 554).][43]
AÇIKLAMA:
Daha önce de belirttiğimiz üzere tefviz suretiyle yapılan talak ric'î midir bâin midir, bir midir, üç
müdür? ihtilaf edilmiştir. Ancak umumiyetle niyete bağlı olduğu benimsenmiştir.
Yani, boşama yetkisini veren erkek, bu
sırada tek talak veya iki veya üç talaka da niyet ederek kadına tefviz
edebilir. Bunu, tefviz sırasında
belirtmelidir. Kadında, yetkisini kullanırken kaç talakla boşadığını belirtmelidir.
Tahyir suretiyle yapılan tefviz mutlak ise, üç talak icabettiği
kabul edilmiştir. Yani erkek, hanımına: "Nefsini ihtiyar et" der de,
kadın da "Nefsimi ihtiyar ettim" dedi mi üç talak vâki olur.
Zürkânî'ye göre, sadedinde olduğumuz rivayet, bu meselede Zeyd İbn
Sabit (radıyallahu anh)'in tahyir suretiyle boşamada kadının mutlak olarak bir
boşama hakkına sahip olduğu kanaatinde olduğunu göstermektedir. Çünkü
rivayette, Muhammed İbnu Atîk'e "Sen ona daha çok hak sahibisin"
diyerek sahip olduğu diğer iki talak yetkisine işaret etmiş olmalıdır.[44]
ـ4057 ـ13ـ
وعن مسروق قال:
]مَا أُبَالِي
خَيَّرْتُ
امْرَأتِي
وَاحِدَةً،
أوْ مِائَةً،
أوْ ألْفاً
بَعْدَ أنْ
تَخْتَارَنِي،
وَلَقَدْ
سَألْتُ
عَائِشَةَ
رَضِيَ
اللّهُ
عَنْها:
خَيَّرَنَا
رسولُ اللّهِ
# أفََكَانَ
طََقاً؟[.
أخرجه الخمسة
13. (4057)- Mesruk
rahimehullah demiştir ki: "O beni ihtiyar ettikten sonra hanımını bir veya
yüz veya bin defa muhayyer kılmama aldırmam. Nitekim Hz. Âişe'ye sordum da
bana: "Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm)
bizi muhayyer bırakmıştı. [Hepimiz onu ihtiyar ettik.] Bu, talak
mıydı?" diye cevap verdi." [Buhârî, Talâk 5; Müslim, Talâk 25, 1477;
Ebu Dâvud, Talâk 12, (2203); Tirmizî, Talâk 4, (1179); Nesâî, Nikah 2, (6,
56).][45]
AÇIKLAMA:
Bu rivayet, muhayyer bırakılan kadının kocasını tercih etmesi
halinde her hangi bir şey gerekmeyeceğini ifade eder. Yani ne mehir vermek, ne de nikah
tazelemek gibi bir şey mevzubahis değildir. Nitekim Hz. Âişe, soru
üzerine, Resulullah'ın zevcelerini muhayyer bıraktığını, kendilerinin de hep
birlikte Aleyhissalâtu vesselâm'ı ihtiyar ettiklerini, bunun bir boşama olmadığını
ifade etmiştir. Dört mezhebin dördü de bu hükümde ittifak etmiştir.
Zeyd İbnu Sâbit, Hasan Basrî, Leys İbnu Sa'd gibi bazı âlimler de:
"Tahyirin kendisiyle bâin talak hasıl olur, kadın zevcesini ihtiyar etse
de etmese de" demişlerdir. Bu görüşü ve bununla ilgili münâkaşayı Hattâbî,
İmam Mâlik'ten hikayeten nakletmiş ise
de, el-Kâdî, bunun İmam Mâlik'ten rivayetinin sıhhatini reddeder ve: "Bu zayıf, merdud bir görüştür. Bunu söyleyenler, sadedinde
olduğumuz hadisi görmemiş olmalıdır. Görselerdi, söylemezlerdi" der. [46]
ـ4058 ـ1ـ عن
طاووس: ]أنَّ
أبَا
الصَّهْبَاءِ
قَالَ بْنِ
عَبَّاسٍ
رَضِيَ
اللّهُ
عَنْهما: أمَا
عَلِمْتَ
أنَّ
الرَّجُلَ
كَانَ إذَا
طَلَّقَ
امْرَأتَهُ
ثَثاً قَبْلَ
الدُّخُولِ بِهَا
جَعَلُوهَا وَاحِدَةً؟
قَالَ ابنُ
عَبَّاسٍ:
بَلَى، كَانَ
الرَّجُلُ
إذَا طَلَّقَ
امْرَأتَهُ
قَبْلَ أنْ
يَدْخُلَ
بِهَا
جَعَلُوهَا
وَاحِدَةً
عَلى عَهْدِ
رَسُولِ
اللّهِ #
وَأبِى بَكْرٍ،
وَصَدْراً
مِنْ
إمَارَةِ
عُمَرَ، فَلَمَّا
رَأى
النَّاسَ
تَتَابَعُوا
فِىهَا. قَالَ:
أجِيزُوهُنَّ
عَلَيْهِمْ[.
أخرجه مسلم،
وأبو داود والنسائي
.
1. (4058)- Tâvus
rahimehullah anlatıyor: "Ebu's-Sahbâ [adında birisi] İbnu Abbâs
(radıyallahu anhümâ)'ya [sık sık sualler sorardı]. Bir defasında: "Bir
kimsenin, hanımını duhûlden (temastan) önce üç kere boşaması halinde, âlimlerin bunu, bir talak addetiklerini
bilmiyor musunuz?" dedi. İbnu Abbâs (radıyallahu anhümâ) şu cevabı verdi:
"Elbette biliyorum. Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm), Hz.Ebu Bekr devirlerinde ve Hz. Ömer (radıyallahu anh)'ın hilafetinin
de ilk yıllarında, bir erkek hanımını,
daha onunla temastan önce boşayacak olsa, bu bir tek talak
addediliyordu. Hz. Ömer, insanların talaka düşkünlüklerini görünce:
"Erkeklerin aleyhine olarak bu
talaklara müsaade ediyorum" dedi." [Müslim, Talâk 17, (1472); Ebu
Dâvud, Talâk 10, (2199, 2200); Nesâî, Talâk 8, (6, 145).][47]
AÇIKLAMA:
1- Bu hadis, "kadına duhûlden sonra boşanma vâki oldu ise
bunun üç talak, duhûlden önce vâki oldu
ise tek talak olacağı"na hükmedenler nezdinde hüccettir.
2- Bu hadis, başka rivayetlere ve ülemânın umumiyetle
benimsedikleri hükme muhalefet ettiği için bir kısım itirazlara sebep olmuştur.
Üç talak bahsinin günümüzde de zaman zaman münâkaşa edildiği, ve hatta bir anda
verilen üç talâkın, Hz. Ömer'den sonra "üç ayrı talak" kabul edilmeye
başlandığı yanlış inancının hâlen mevcudiyeti sebebiyle, meseleye Nevevî'nin
getirdiği açıklamayı tavzih edici küçük tasarruflarla aynen kaydediyoruz:
Bu hadis, müşkil hadislerden
sayılmıştır. Ülemâ, hanımına: "Sen üç talakla boşsun" diyen şahıs
hakkınd ihtilaf etmiştir. Şâfiî, Mâlik, Ebu Hanîfe, Ahmed ve selef ve haleften
cemâhiru'l-ülemâ: "Üç talak da vâki olur" demişlerdir. Tâvus ve Ehl-i
Zâhir'den bazıları: "Bununla tek talak vâki olur" demişlerdir. Bu
görüş, Haccâc İbnu'l-Ertât, Muhammed İbnu İshâk'dan da rivayet edilmiştir.
Haccâc İbnu'l-Ertât'tan meşhur olan görüş: "Bununla hiç bir şeyin vâki
olmayacağı"dır. Bu, İbnu Mukâtil'in de kavli, Muhammed İbnu Ömer'in
hanımını hayızlı iken üç talakla boşayıp buna itibar etmediğine dair rivayetle,
Rükâne hadisinde, onun hanımını üç kere boşamasına rağmen Resulullah'ın
hanımına dönmeyi emrettiğine dair gelen rivayetlerle de ihticac ederler. Cumhur
ise: "Boşanma iki defadır. Ya iyilikle tutma ya da iyilik yaparak
bırakmadır..." Bunlar Allah'ın hudududur. Kim bunları aşarsa onlar
zalimlerdir" (Bakara 229) âyetiyle amel etmiştir. Âyetin başında,
karılarını boşamak isteyenlere bunun usûlü anlatılır, sonunda ise belirtilen
usule uymayanların zalimler olduğu ifade edilir. Cumhur der ki: "Âyette
temas edilen hududu aşıp nefse zulmetmenin ma'nâsı şudur: "Hanımını üç
kere boşayan, sonradan pişmanlık duyar. Ancak beynunet (kesin ayrılık) hâsıl
olduğu için, bunun düzeltilmesi, dolayısiyle karısına dönmesi mümkün değildir.
Eğer üç talak bir sayılsa idi, boşayan
adam karısına dönebilir, pişmanda olmazdı." Rükâne
hadisine gelince,[48] cumhur onu bir başka
tarikten gelen vechiyle değerlendirir. Bu vechine göre: "O, hanımını
talâku'lbette ile boşamıştı. Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm) ona: Sen bir
talak kastettiğine yemin eder misin?" dedi. O da: "Vallahi tek talak
kastettim" dedi.
Bu da gösterir ki, kişi üçe niyet edince, üçü birden vâki
olmaktadır. Aksi takdirde Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm)'ın Rükâne'ye
yemin teklif etmesinin bir ma'nâsı
olmazdı.
Muhalif görüşte olanların kaydettikleri rivayete gelince, buna
göre, "Rükâne hanımını üç talakla boşadı ve bu üç talak bir sayıldı."
Bu rivayet zayıftır. Zira râvileri arasında meçhul olanlar var. Bu meseleyle ilgili
rivayetlerden sahih olanı, Rükâne'nin hanımını talâku'lbette ile boşadığını ve
elbette kelimesinin "bir", "iki" ve "üç"e de delâlet edecek mahiyette olduğunu ifade
eden rivayettir. Bu zayıf rivayeti yapan kimsenin, elbette lafzının,
"üç"ü de iktiza ettiğine
itikad edip, anladığı ma'nâyı esas alan bir rivayette bulunmuş olması
mümkündür, ancak burada bir galata düştüğü de açıktır.
İbnu Ömer (radıyallahu anhümâ) hadisine gelince,[49] Müslim'in ve diğerlerinin
zikrettiği sahih rivayetler onun hanımını bir defada boşadığını ifade
etmektedir. İbnu Abbâs (radıyallahu anhümâ)'nın rivayetiyle[50] ilgili olarak verilen
cevap ve tevilinde ülemâ ihtilaf eder. Esahh olan şu ki: İslam'ın başında (yani Aleyhissalâtu
vesselâm zamanında) bir kimse karısına
"sen boşsun, sen boşsun, sen boşsun" der, ikinci ve üçüncü "boşsun"
cümleleriyle tekid düşünmüş ve ayrı bir boşamaya niyet etmemişse, tek bir
boşamanın vukû bulduğuna hükmedilirdi. Nitekim Resulullah devrinde bu çeşit
ifadelerde ayrı bir boşama kasdı pek az olurdu, dolayısıyla bunun tevilinde
galib durum esas alınmış olmaktadır ki bu da kasd-ı tekid'dir, kasd-ı talak
değil. Ancak Hz. Ömer zamanında, insanlar değişti ve bu siganın kullanımı
arttı. Ayrıca bu sigada geçen müteakip "sen boşsun"larla çoğu durumda
"yeni bir boşama" kastedildi. Bundan ötürü, o zamanda mutlak bir
şekilde kullanılmış olan "sen boşsun"larla, galib durum esas alınarak
"üç ayrı boşama"ya hamledildi.
Çünkü o asırda böyle bir söz işitilince
akla ilk gelen, üç talâkın kastedilmiş olduğu idi.
Şöyle bir izahda yapılmıştır: "Hadisten maksad şudur: Resulullah
(aleyhissalâtu vesselâm) devrinde, umumî adet tek bir talakın verilmesi idi.
Halbuki Hz. Ömer (radıyallahu anh) zamanında âdet değişti, insanlar bir defada
üç talâkı birden vermeyi âdet edindiler. Hz. Ömer de bunu infâz etti. Durum bu olunca, rivayetler, aynı
meseleye ait hükümdeki değişmeyi değil, aksine insanların âdetlerindeki
değişmeyi haber vermiş olmaktadırlar."
Mazirî der ki: "Gerçeği bilmeyen kimse, başlangıçta, bir
defada verilen üç talakın bir
sayıldığını, sonradan bu tatbikatın neshedildiğini zanneder. Bu çok yanlış bir
anlayıştır. Çünkü Hz. Ömer (radıyallahu anh) nesihde bulunmamıştır. Haşa
huzurdan, kazara neshe tevessül etmiş
olsaydı, Ashab (radıyallahu anhüm), ona (bu
usule aykırı davranışı sebebiyle)[51] şiddetle reddedip, karşı
çıkarlardı. Nesh iddiasını ileri süren kimse buradaki neshin Resulullah
devrinde cereyan etmiş bulunduğunu söyleyecek olsa, bu iddia daha makul olur,
ancak, hadisin zâhirinden dışarı çıkar. Zira, böyle bir şey olsaydı, ravinin
"bu hükmün, Hz. Ebu Bekr devri ile Hz. Ömer devrinin ilk yıllarına kadar
devam ettiğini" söylemesi caiz olmazdı."
Şöyle denecek olursa: "Ashab nesh hususunda icma ederse, bu
onlardan kabul edilir." Cevabımız şu olur: "Evet Sahâbenin icmaı
makbuldür, ancak onların icmaları ile nâsihe istidlal edilir. Kendi arzularıyla
neshetmeleri meselesi mevzubahis olursa, maazallah bu düşünülemez. Zira böyle
bir kabul, onların hata üzerine icma etmeleri ma'nâsına gelir. Halbuki onlar
böyle bir duruma düşmekten masumdurlar.
Şöyle denecek olursa: "Böyle bir neshin varlığını Ashabın
önceleri bilemeyip, Hz. Ömer zamanında farkına
varmış olması da mümkündür?" Deriz ki: "Bu düşünce de
yanlıştır. Çünkü bu durumda Hz. Ebu Bekr zamanında hata üzerine icmanın vâki olmuş bulunduğu m'nâsı çıkar. Halbuki usulcü
muhakkikler, icmanın sıhhati için, o asrın inkırazını şart koşmazlar.
Ebu Davud'un Sünen'inde gelen: "Bu hüküm henüz gerdek yapılmamış olan kadın hakkındadır"
ifadesine gelince, bu hükmü, İbnu Abbas'ın ashabından bazıları ileri sürmüştür. Onlar dediler ki:
"Temas edilmemiş olana üç talak vâki olmaz, çünkü böyle bir kadın bir
defa "Sen boşsun" denmekle
talakı bâin ile boş olur, ve "üç talakla" sözü, beynunet (yani kesin ayrılık) vukua geldikten
sonra söylenmiş olur, ayrılığın
husulünden sonra söylenen üç talakla sözüne yeni bir hüküm terettüp
etmez." Cumhur bu iddiaya karşı
demiştir ki: "Bu ifade yanlıştır. Bilakis, üç talakla sözü üzerine üç
talak vâki olur. Çünkü اَنْتِ
طَالِقٌ "sen
boşsun" sözünün ma'nâsı sen talak
sahibisin demektir. Bu söz bir talak için geçerlidir ve aded ifade eder. Ama
ondan sonra söylenen "üç" rakamı bunu tefsir eder ve adedin üç
olduğunu açıklar. Ancak Ebu Dâvud'da
geçen bu rivayet zayıftır. Bunu Eyyub es-Sahtiyâni meçhul şahıslar yoluyla
Tâvus'tan, o da İbnu Abbâs'tan rivayet etmiştir. Bu vasıftaki bir hadisle ihticac edilmez."
Doğrusunu Allah bilir." (Nevevî'nin açıklaması bitti.)[52]
ـ4059 ـ2ـ
وعن محمد بن
إياس بن
البُكَير قال:
]طَلَّقَ
رَجُلٌ
امْرَأتَهُ
ثَثاً قَبْلَ
أنْ يَدْخُلَ
بِهَا، ثُمَّ
بَدَا لَهُ
أنْ يَنْكِحَهَا،
فَجَاءَ
يَسْتَفْتِي
فَذَهَبْتُ
مَعَهُ
فَسَألَ ابنَ
عَبَّاسٍ
وَأبَا
هُرَيْرَةَ
رَضِيَ اللّهُ
عَنْهم
فَقَاَ: َ
نَرَى أنْ
تَنْكِحَهَا
حَتّى
تَنْكِحَ
زَوْجاً
غَيْرَكَ،
فقَالَ
إنَّمَا
طَقِي
إيَّاهَا
وَاحِدَةٌ،
فقَالَ ابنُ
عَبَّاسٍ
رَضِيَ
اللّهُ
عَنْهما: إنَّكَ
أرْسَلْتَ
مِنْ يَدِكَ
مَا كَانَ
لَكَ مِنْ
فَضْلٍ[.
أخرجه مالك،
وهذا لفظه،
وأبو داود .
2. (4059)- Muhammed İbnu
İyâs İbnu'l-Bukeyr anlatıyor: "Bir adam karısını, temastan (gerdekten)
önce üç talakla boşadı. Sonra da onunla nikahının devamını uygun gördü. Fetva sormaya
gitti, ben de beraberinde idim." İbnu Abbâs ve Ebu Hüreyre radıyallahu
anhüm'ün yanlarına geldi. Onlar: "Senden başka bir erkekle evlenmedikçe o hanımla evlenmen
mümkün değil!" dediler. Adam, "İyi ama ben onu bir talakla boşadım" dedi. İbnu
Abbâs (radıyallahu anhümâ): "Sen, kendine ait fazlalığı elinden
bırakmışsın!" buyurdu." [Muvatta, Talâk 37, 39, (2, 570, 571); Ebu
Dâvud, Talâk 10, (2198), Bu metin, Muvatta'daki metindir.][53]
AÇIKLAMA:
Bu rivayet, İbnu Abbâs'ın bir anda verilen üç talak'ın bir değil,
üç talak sayılacağı kanaatinde olduğunu
gösteren rivayetlerdendir. Dolayısıyle 4045 numaralı hadiste ifade edilen
görüşe muârızdır. İşte Ebu Dâvud, bu çeşit rivayetleri gözönüne alarak, İbnu
Abbâs'ın bidayette bir defasında verilen üç talakın bir talak sayılacağı
kanaatini taşıdığı halde, sonradan fikir değiştirerek "üç sayılacağı"
kanaatini benimsediğini söylemiştir.[54]
ـ4060 ـ3ـ
وعن عطاء بن
يسار قال:
]سَألَ رَجُلٌ
ابنَ عَمْرو
بنِ الْعَاصِ
رَضِيَ
اللّهُ
عَنْهما عَنْ
رَجُلٍ
طَلَّقَ
امْرَأتَهُ
ثَثاً قَبْلَ
أنْ
يَمَسَّهَا،
فقَالَ
عَطَاءٌ رَحِمَهُ
اللّهُ
فَقُلْتُ
إنَّمَا
طََقُ الْبِكْرِ
وَاحِدَةٌ:
فقَالَ لِي
عَبْدُاللّهِ:
إنَّمَا
أنْتَ قَاصٌّ.
الْوَاحِدَةُ
تَُبِينُهَا
وَالثََّثُ
تُحَرِّمُهَا
حَتّى تَنْكِحَ
زَوْجاً
غَيْرَهُ[.
أخرجه مالك .
3. (4060)- Atâ İbnu Yesâr
rahimehullah anlatıyor: "Bir adam Abdullah İbnu Amr İbni'l-Âs (radıyallahu
anhümâ)'ya, temastan (gerdekten) önce hanımını üç talakla boşayan kimsenin
durumunu sordu. Atâ rahimehullah der ki: "Ben bakirenin talakı
birdir" dedim. Ancak Abdullah bana dedi ki: "Sen hikâyecisin (kafadan
attın). Bir talak, talâk-ı bâinle kadını boş kılar, üç ise, kadını bir
başkasıyla evlenip ondan boşanıncaya kadar eski kocasına haram kılar."
[Muvatta, Talâk 33, (2, 570).][55]
AÇIKLAMA:
1- Bu rivayet Abdullah İbnu Amr İbni'l-Âs (radıyallahu
anhümâ)'nın da bir anda verilen üç talâkın, temas edilmiş olsun olmasın, kadını
üç talakla boş kılacağı kanaatinde olduğunu gösteriyor.
2- Abdullah'ın, Atâya sarfettiği: "sen hikayecisin" sözü, "Sen bu
meselenin fıkhî hükmünü bilmiyorsun.
Kulağına gelen rastgele sözle fetva verdin" ma'nâsına gelir. Kâss,
"kıssa anlatan" demektir. Dilimizde hikayeci tabiriyle
karşılamamız uygundur. Bilenlerin,
yaşlıların meydanlarda, köşe başlarında, çarşıpazarda halkalar teşkil edip
tarihi kıssalar eyyâmu'l-Arap vs. anlatmaları, Tâha Hüseyin'in bir nevi
otobiyografisi olan el-Eyyâm'dan anlaşıldığına göre, yakın zamana kadar devam
etmiş olan eski bir Arap geleneğidir.[56]
ـ4061 ـ1ـ عن
ابن عمر
رَضِيَ
اللّهُ
عَنْهما:
]أنَّهُ
طَلَّقَ
امْرَأتَهُ
وَهِيَ
حَائِضٌ،
فَسَألَ
عُمََرُ
رَضِيَ
اللّهُ عَنْه
النَّبِيَّ #
فَقَالَ:
مُرْهُ
فَلْيُراجِعْهَا،
ثُمَّ
يُمْسِكْهَا
حَتّى
تَطْهُرَ،
ثُمَّ
تَحِيضَ
فَتَطْهُرَ،
فَإنْ بَدَا
لَهُ أنْ
يُطَلِّقها
فَلْيُطَلِّقْهَا
قَبْلَ أنْ
يَمَسَّهَا،
فَتِلْكَ
الْعِدَّةُ
كَمَا أمَرَ
اللّهُ عَزَّ
وَجَلَّ[.
أخرجه
الستة.وفي
رواية لمسلم:
]مُرْهُ
فَلْيُرَاجِعْهَا،
ثُمَّ ليُطَلِّقْهَا
طَاهِراً،
أوْ حَامًِ[ .
1. (4061)- İbnu Ömer
(radıyallahu anhümâ)'dan rivayet edildiğine göre, hanımını hayızlı iken boşamış,
babası Hz. Ömer (radıyallahu anh), durumu Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm)'a
sormuştur. Aleyhissalâtu vesselâm da: "Ona emret, hanımına dönsün. Kadın
temizleninceye kadar yanında tutsun. Sonra
tekrar hayz olup temizleninceye kadar beklesin. Kadın temizlenince
boşamak dilerse, temastan önce boşasın. İşte bu, azîz ve celîl olan Allah'ın
(boşama hususunda) emir buyurduğu
iddettir" buyurdu.
Müslim'in bir rivayetinde: "...Ona söyle, hanımına dönsün,
sonra onu temizken veya hamile iken
boşasın" demiştir. [Buhârî, Talâk 2, 3, 44, 45, Ahkâm 13, Tefsir, Talâk 1;
Müslim, Talak 1, (1471); Muvatta, Talâk 53, (2, 576); Ebu Dâvud, Talâk 4,
(2179-2185); Tirmizî, Talâk 1, (1175); Nesâî, Talâk 1, 3, 4, (6, 137-141).][57]
AÇIKLAMA:
1- Bu hadis muhtelif vecihlerle rivayet edilmiştir. Bazı
rivayetlerde Hz. Abdullah (radıyallahu anh)'ın boşadığı hanımın Âmine Bintu
Gıfâr olduğu tasrih edilmiştir.
2- Hadiste, kadının boşaması için "Allah'ın emir
buyurduğu iddet" tabiri geçer.
Resulullah bu sözleriyle, Talak suresinin ilk âyetine işaret etmektedir. Orada
meâlen şöyle buyurulmuştur: "Ey
Peygamber, kadınları boşayacağınız vakit iddetlerine doğru boşayın. O iddeti de
sayın. Rabbiniz olan Allah'tan korkun."
Âyet-i kerime'de zikri geçen iddet, sayılı âdet günleridir.
Öyleyse, âyet-i kerime bu müddetin nazar-ı dikkate alınmasını, rastgele boşama
yapılmamasını emretmiş olmaktadır. Yani kadın, bir temizlik müddetini
çıkaracak, o esnada kadına temas edilmeyecek, müteakip bir temizlik müddetine
girince temastan önce boşayacak. Sünnî talakta bu, tam üç hayız müddetidir. Bu suretle kadının
hamile kalıp kalmadığı da ortaya çıkmış olacaktır.
Şâfiîler, âyette geçen iddet
)تِلْكَ
الْعِدَّةُ( tabirinden, boşanan kadınların iddetinin
üç hayız müddeti olduğunu istidlal ettiler. Dediler ki: "Resulullah'ın
kadını tuhur halinde boşamayı emretmesi ve bunu iddet kılması ve hayz
içerisinde boşamayı yasaklaması ve hayızı iddet olmaktan çıkarması sebebiyle
sâbit olmuştur ki, kurû' zamanları[58] temizlik
zamanlarıdır." Hanefîlere göre ise âyette geçen kurû' zamanlar hayız zamanlarıdır. Şafiî görüşü benimseyenlere
göre, iddetin nihayeti üç temizlik devresinden sonraki hayız kanının
görülmesidir. Böylece iddet sona erer. İddetin üç hayız devresi olduğunu
söyleyen Hanefîlere göre iddet, kadının üçüncü
hayızından yıkanması veya bir namaz vaktinin geçmesiyle sona erer.
Kadının, belirtilen üç tuhur müddetinin her birinde bir kere olmak
üzere talaklarının tamamlanarak boşanmasına sünni-i hasen denir. Eğer birinci
talakla üç tuhur müddetinin geçmesi, yani iddetinin tamamlanması sağlanırsa bu
çeşit boşamaya sünni-i ahsen denir.
3- Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm)'ın kadını tutmayı
emretmesindeki hikmet nedir? Bu hususta ülemâ değişik sebepler teklif etmiştir:
* İmam Şâfiî şöyle açıklar: "Bununla, kadını boşamış bulunduğu
hayızdan sonra tam bir tuhur müddeti, arkasından da tam bir hayız müddetince
tutarak istibrasını (hamile mi değil mi, bilinmesini) sağlamayı arzu etmiş
olması muhtemeldir. Kadın, iddetinin hamilelikle mi hayızla mı geçeceğini
böylece bilir. Erkek de kadını hamile olarak mı boşadığını bilir ve yaptığı
işin cahili olmaz. Hamile olduğunu
anlayınca, ola ki bu sebeple boşamaktan da vazgeçer."
* Neylü'l-Evtâr'daki bir açıklamaya göre, "Bundaki hikmet
ric'atın talak garazıyla olmamasıdır. Eğer kadını, boşamanın kendisine helal
olduğu bir müddet boyunca yanında tutarsa ric'atın faydası ortaya çıkar. Zira,
bazan erkeğin, kadınla beraberliği uzar da erkek onunla cima yapar, böylece
kadına karşı duyduğu husumet bertaraf olur ve boşamaktan vazgeçer."
4- Hadisin bazı vecihlerinde Resulullah'ın Hz. Ömer'e:
"Ona emret, kadına rücû etsin, sonra temizlenince onu boşasın..."
dediği rivayet edilmiştir. Hanefîler bunu esas alarak, kadını, boşadığı hayızı
takip eden tuhur müddeti içerisinde boşamanın caiz olduğu hükmüne varmıştır.
Ahmet İbnu Hanbel'den yapılan iki rivayetten biri ve Şâfiî'den gelen iki
vecihten biri de böyledir. Şâfiî'den ve Ahmed İbnu Hanbel'den gelen ikinci
rivayetlerle İmam Ebu Yusuf ve Muhammed'e göre bu tuhur içerisinde boşamanın
yasak olması esastır.
5- Bazı rivayetlerde gelen "..hamile iken boşasın"
ziyadesini değerlendiren ülemâ, ekseriyet itibariyle hamile olduğu belli olan kadını boşamanın caiz
olduğu görüşünde ittifak etmiştir. Hattâbî, "Hamileyi boşayan kimse sünnî
talakla boşamıştır, hamilelik içerisinde ne zaman isterse o vakit boşar" der. Ehl-i Rey'den Ebu
Hanîfe ile Ebu Yusuf rahimehullah "iki boşama arasında bir ay bir müddet
geçmelidir" demişlerdir. İmam
Muhammed, Züfer ve Mâlik ise, "Hamile kadın, doğuruncaya kadar sadece bir
talakla boşanmalıdır, bir talak
verildikten sonra doğuruncaya kadar kadın bırakılır, diğer talaklar
doğmadan sonra vâki olur"
demişlerdir.
6- Hadiste dikkatimizi çeken bir husus Resulullah (aleyhissalâtu
vesselâm)'ın Hz. Ömer'e: "Ona emret..." buyurmasıdır. Ülemâ,
"bir şeyin başkasına emredilmesi, emrinin verilmesi ile o şey emredilmiş
sayılır mı?" diye ihtilaf etmiştir. Bazı âlimler bunun bir emir
sayılmayacağına kâildir, bazıları tam aksine bunun emir olduğuna hükmetmiştir.[59]
ـ4062 ـ1ـ عن
أبي هريرة
رَضِيَ
اللّهُ عَنْه
قال: ]قَالَ
رَسُولُ
اللّهِ #:
كُلُّ طََقٍ
جَائِزٌ إَّ
طََقَ
الْمَعْتُوهِ،
وَالْمُكْرَهِ،
وَالْمَغْلُوبِ
عَلى
عَقْلِهِ[.
أخرجه
الترمذي .
1.(4062)- Hz. Ebu Hüreyre
(radıyallahu anh) anlatıyor: "Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm)
buyurdular ki: "Mâtuh ve mükreh ve mecnunun talakı hariç bütün talaklar
caizdir." [Tirmizî, Talâk 15, (1191).][60]
ـ4063 ـ2ـ
وعن عليّ
رَضِيَ
اللّهُ عَنْه
قال: ]قالَ رَسُولُ
اللّه #: كُلُّ
طََقٍ
جَائِزٌ إَّ
طََقَ
الْمَعْتُوهِ
وَالْمُكْرَهِ،
وَقَالَ: ألَمْ
تَعْلَمْ
أنَّ
الْقَلَمَ
رُفِعَ
عَنْ
ثََثَةٍ: عَنْ
الْمُجْنُونِ
حَتّى
يُفِيقَ،
وَعَنِ
الصَّبِّي
حَتّى يُدْرِكَ،
وَعَنِ
النَّائِمِ
حَتّى
يَسْتَيْقِظَ[.
أخرجه
البخاري في
ترجمة .
2. (4063)- Hz. Ali
(radıyallahu anh) anlatıyor: "Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm)
buyurdular ki: "Mâtuh ve mükreh'inki hariç bütün talaklar mûteberdir" ve ilave ettiler:
"Bilmez misin, kalem üç (kişi)den kaldırılmıştır: İfakat buluncaya kadar
"mecnun"dan, idrak edinceye kadar "çocuk"tan, uyanıncaya
kadar "uyuyan"dan." [Buhârî, Talâk 11. (Bab başlığında senetsiz
olarak kaydedilmiştir.)][61]
ـ4064 ـ3ـ
وفي أخرى له
عن عثمان
رَضِيَ
اللّهُ عَنْه:
]لَيْسَ
لِسَكْرَانَ،
وََ
مَجْنُونٍ
طََقٌ[.
3. (4064)- Yine Buhârî'nin
Hz. Osman (radıyallahu anh)'tan kaydettiği diğer bir rivayette şöyle
buyurulmuştur: "Ne sarhoşun ne de
mecnunun talakı mûteber değildir." [Buhârî, Talak 11. (Bab
başlığında senetsiz olarak kaydedilmiştir.)][62]
ـ4065 ـ4ـ
وله في أخرى
عن ابن عباس
رَضِيَ
اللّهُ عَنْهما
قال: ]لَيْسَ
لِمُسْتَكْرَهٍ،
وََ لِمَجْنُونٍ
طََقٌ[ .
4. (4065)- Yine Buhârî'nin
İbnu Abbâs (radıyallahu anhümâ)'dan kaydettiği bir diğer rivayette şöyle
buyurulmuştur: "Ne müstekreh ne de mecnunun talakı mûteber değildir."
[Buhârî, Talak, 11. (Bab başlığında senetsiz olarak kaydedilmiştir.)][63]
AÇIKLAMA:
1- Bu hadisler, kişinin hür iradesini şuurlu olarak
kullanmadığı hallerde îka ettiği boşamanın hükmüne temas etmektedir. Son üç
hadis Buhârî'de: "İğlâk (gadab, icbar) ve ikrah haliyle, sarhoş ve
mecnundan vaki olan talak..." diye başlayan bir bab'ta senetsiz olarak
kaydedilir.
2- Hadislerde zikri geçen haller, kişinin iradesini normal
olarak kullanmadığı durumları ifade eder. Şöyle ki:
Ma'tûh: Yaşlılık sebebiyle
aklî zaafa (ateh) uğramış kimseye denir. Ma'tûh'un dilimizdeki tam karşılığı bunak'tır.
Mükreh: Korku ile zorlanıp,
bir işi yapmaya icbar edilen demektir.
Yani iradesi ve aklı ile hareket edemeyip şu veya bu tehdid altında iş yapan
kimsedir.
Mecnun: Bilindiği üzere, aklî noksanlığı olan kimsedir, dilimizde
karşılığı delidir.
Çocuk: Dinimize göre, büluğa ermemiş kimseler çocuk sayılır ve
hukuki ehliyeti yoktur, hacr altındadır. Bu onun henüz aklî olgunluğa ermemiş
olmasından ileri gelir.
Uyuyan: Bu da aklî kontrole
sahip olunmayan haldir. Uykuda sarfedilen sözlere konuşma denmez, sayıklama
denir.
Sarhoş: Bu, sekir verici yani alkollü bir şeyi içerek aklî
kontrolünü kaybeden insan demektir.
Hülasa,
zikredilen bu hallerin hepsi de, insan iradesini, aklın kontrolü altında hür
olarak kullanamadığı hallerdir.
3- Bu hallerde kişinin fıkıh açısından sorumluluğu mevzuunda
selef Ulemasının ihtilafı vardır. Yukardaki rivayetlere bakınca, bu altı
meseleyi sorumluluktan istisna etmede
hepsinin ittifak içinde olmadığı ilk nazara çarpan hususlardan biri
olmaktadır. Ayrıca Hz. Osman'a ve İbnu Abbâs'a ait Buhârî rivayetleri merfu
değil, mevkuf olarak kaydedilmiştir. Şimdi bunların her biri hakkındaki
ülemânın hükmünü belirtelim:[64]
İhtilaflıdır. İbrahim Nehâî "mükreh'in talâkı mûteberdir,
çünkü bunlar nefsini kurtarmıştır" der. Ehl-i Rey (Hanefîler) de bu
görüştedir. İbrahim Nehâî: "Mükreh tevriye ile (kelime oyunu ile yanıltma)
boşarsa talak vâki olmaz" demiştir. Şâbî: "Hırsızların zorlaması ile boşarsa vâki olur, sultan
zorlarsa vâki olmaz" der. Hırsızın öldürebileceği, sultan'ın ise
öldürmeyeceği melhuz olduğu için bu
ayrıma yer verir.
Ancak cumhur, mükrehten vâki olan söze itibar edilmemesi
gerektiğine hükmetmiştir.
Bu görüşten olan Atâ
"Gönlü imanla dolu olduğu halde zor altında olan kimse
müstesna, inandıktan sonra Allah'ı inkâr
edip gönlünü kâfirliğe açanlara Allah katında bir gazab vardır. Büyük azab da
onlar içindir." (Nahl 106) âyetine
dayanır. "Şirk, talak'tan daha büyüktür" der.
İmam Şâfiî de bu görüşü benimser ve der ki: "Allah Teâlâ
hazretleri, zor altında küfrü telaffuz
etmek mecburiyetinde kalanı affeder ve o kimseden küfürle ilgili
hükümleri kaldırırsa, zor altında işlenen küfür dışındaki günahları haydi haydi
affeder, çünkü günahların en büyüğü küfürdür. Öyleyse o affedildi mi ondan
küçük olanların affı evleviyetle caizdir."[65]
Sorhoş'un durumu da ihtilaflıdır. Atâ, Tâvus, İkrime, Kasım, Ömer
İbnu Abdilaziz'in sarhoşken verilen talakın vaki olmayacağı kanaatinde
olduklarını İbnu Ebî Şeybe kaydeder. Rebîa, Leys, İshak, Müzenî ve Tahâvî'nin
de sarhoşun talâkının vâki olmayacağı kanaatinde oldukları; Tahâvînin:
"Ulema ma'tuh'un talâkı vâki
değildir demekte icma eder,
sarhoş da sarhoşluğuyla ma'tûhdur" dediğini İbnu Hacer kaydeder.
Ancak Tâbiînden Said İbnu Müseyyeb, Hasan Basrî, İbrahim Nehaî,
Zührî, Şâbî gibi bir kısmı,
sarhoşun talakının vâki olduğuna
hükmetmişlerdir. Evzâî, Sevrî, İmam Mâlik, Ebu Hanîfe de bu görüştedirler. Şâfiî
hazretlerinden iki görüş rivayet edilmiştir. Esahh olanı talakın vukuudur.
Hanbelî görüş ihtilaflıdır.
Sorhoşun talakı mutlak
şekilde vâkidir diyenlerin nokta-ı nazarı şöyledir: "Sarhoş, sekir vericiyi içmekle zâten Allah'a âsi
olmuştur, isyanı sebebiyle ne itaptan ne de günahtan kurtulamaz, çünkü ona
namaz ve sair vâciblerin ifası, sarhoşluğa düşmeden önce emredilmektedir."
Tahâvî bu görüşe şöyle cevap verir: "Aklını kaybedene
terettüp eden ahkâm -aklın gidişi, kendinden gelen bir sebeple veya kendi
dışından gelen bir sebeple olmuş olmamış- farketmemelidir. Zira, namazı
ifadan aciz kalan kimsenin Allah'tan gelen veya nefsinden gelen
bir sebeple aciz kalması arasında fark yoktur. Nitekim kendi ayağını kesen
kimse de böyledir. Ondan namazın "kıyam" (ayakta durmak) farzı
düşer." Tahâvî' ye: "Kıyam düşmemiş, kuûd'a (oturmaya) intikal
etmiştir, namazla sarhoşluğun hükmü
burada karışmaz, ayrıdır" diye itiraz edilmiştir.
İbnu Battâl der ki: "Sarhoşta
asıl olan akıldır, sarhoşluk ise,
onun aklına ârız olan bir haldir. Öyleyse, ondan herhangi bir mefhumu ifade
eden her ne kelam vâki olursa -aklın gittiği sabit olana dek- asla hamledilir.
İbnu Hacer, sarhoşu tarif zımnında şunu söyler: "Sarhoş
bazan, "Sarhoşken ne dediğinizi bilinceye kadar... namaza
yaklaşmayın" (Nisa 43) âyeti mucibince, ayıkken söylemediğini söyler,
yapmadığını yapar. Öyleyse, söylediğini bilen kimsenin sarhoş olmadığına âyette
delil var."[66]
Bu vesile ile şu hususu da kaydetmede fayda var: İslam âlimleri
hangi hallerde talakın vâki olacağını tahlil ederken, kişinin ağzından hatâen
veya nisyânen yani yanılarak ve unutarak talak ifade eden söz çıkacak olsa,
talak vaki olur mu, olmaz mı hususunda münakaşa etmiştir. Bazı âlimler, âyet ve hadisten delil göstererek
"vâki olmaz" derken, bazıları "olur" demiştir. "Vâki
olmaz" diyenler "Ey Rabbimiz, unutur veya hatâ edersek bizi sorumlu
tutma" (Bakara 286) âyeti ile İbnu Mâce'de gelen "Allah Teâlâ
Hazretleri ümmetimden yanılarak, unutarak, zorlanarak yaptıklarını
affetmiştir" hadisine dayanırlar.
Bilhassa bu rivayette, üç durumun hükmü bir tutulmuş, aralarında eşit
kılınmıştır. Hata, unutma, icbar (ikrah). Cumhur bu hallerde
nikah vâki olmaz görüşüne sahip olmuştur. Hanefîler, aksi kanaattedir:
"Bir kimse hanımına bir şey demek istese ancak yanlışlıkla ağzından
"sen boşsun" cümlesi
çıkıverse, hanımı boş olur."[67]
Mecnunun (delinin) fiillerinden sorumlu olmayacağı hussunda
âlimler icma etmişlerdir. Ayrıca talaklarının sayılmayacağı da sarih rivayetler
de gelmiştir.[68]
Çocuğun talakı hususunda bazı ihtilaflar olmuştur. Bu belki de
"çocuk" yani (tıfl ve sabiy) kelimelerinin doğumdan bülûğa kadar olan
safhadakilerin hepsi için kullanılmasından ileri gelmektedir. Halbuki bu yaşlar arasındaki küçüklerin hepsi aynı
akıl ve olgunluk seviyesinde değildir. Nitekim İbnu'l-Müseyyeb ve Hasan
Basrî'nin: "Çocuğun aklı eriyor ve temyiz edebiliyorsa talakının caiz
olduğu"nu söylerler. Ahmed İbnu Hanbel "oruca dayanabilen çocuğa hadd
tatbik edilebileceğini" söyler. Atâ da oniki yaşına gelen çocuğun böyle
olacağını söylemiştir. İmam Mâlik de "büluğa yaklaşmışsa" çocuğa bu
ahkâmın cari olacağını söylemiştir. Ancak
cumhur büluğa ermedikçe çocuğun
hukukî ehliyete sahip olmayacağına, dolayısiyle talakının da caiz olmayacağına
hükmetmiştir.
Buhârî'nin bir rivayetinde Hz. Ali'nin "Ma'tuhunki hariç,
bütün talaklar caizdir" dediği rivayet edilmiş ve buradan çocuğun talakı
da caizdir ma'nâsının çıkarılabileceğine dikkat çekilmiştir. Tirmizî, bu
hadisi, sonuna اَلْمَغْلُوبُ
عَلى
عَقْلِهِ ibaresinin ziyadesiyle merfu olarak
kaydeder. Ülemâ yanlışlığa meydan vermemek için ma'tûhtan muradın
ennâkısu'l-akl yani aklı noksan kimse olduğunu belirtir ve bu ibarenin içine
çocuk, deli ve sarhoş'un girdiğini söyler.
Tekrar edelim: Cumhur ma'tûhtan sâdır olan talaka itibar
edilmemesi gereğine hükmetmiştir.
Bu hadise dayanan âlimler, müvesvis'in de talakının vâki
olmayacağına hükmetmiştir.[69]
ـ4066 ـ1ـ عن
مالك: ]أنَّهُ
بَلَغَهُ
أنَّ عُمَرَ بنَ
الخَطَّابِ،
وَعَبْدَ
اللّهِ بنَ مَسْعُودٍ،
وَسَالِمَ
ابْنَ عَبْدِ
اللّهِ،
وَالْقَاسِمَ
بنَ
مُحَمَّدٍ،
وَابْنَ شِهَابٍ،
وَسُلَيْمَانَ
بنَ يَسَارٍ
رَضِيَ اللّهُ
عَنْهم
كَانُوا
يَقُولُونَ:
إذَا حَلَفَ
الرَّجُلُ
بِطََقِ
المَرأةِ
قَبْلَ اَنْ
يَنْكِحَهَا
ثُمَّ أثِمَ
أنَّ ذلِكَ َزِمٌ
لَهُ إذَا نَكَحَهَا[
.
1. (4066)- İmam Mâlik'e
ulaştığına göre, Ömer İbnu'l-Hattâb ve Abdullah İbnu Mes'ud, Salim İbnu
Abdillah, Kasım İbnu Muhammed, İbnu Şihab, Süleyman İbnu Yesâr (radıyallahu
anhüm) şöyle hükmediyorlardı: "Kişi evlenmezden önce hanımını boşadığına
dair yemin eder de sonra (yeminini
tutmayarak) günah işlerse, işte bu, evlenince o adama gerekli
olur." [Muvatta, Talâk 73, (2, 584).][70]
AÇIKLAMA:
Burada, henüz bekar iken, hanımının nikahı üzerine bir hususta
yemin edip sonra o söylediğini yapamayarak hânis olan kimsenin durumu açıklığa
kavuşturulmaktadır. Evlendiği takdirde hanımı boş olur. Bu mesele, bir şarta
muallak olan talak'ın, o şart yerine getirilmediği takdirde vâki olacağına dair
bahse girmektedir. Rivayette adı geçen zevat dışında başkaları da aynı
görüşü paylaşmıştır.
Ancak cumhur, Ahmed, Şâfiî, Mâlik gibi daha başkaları da böyle bir
durumda talâkın vâki olmayacağına hükmetmişlerdir.
Ebu Hanîfe ve Ashabı: "Mutlak olarak vâki olur, çünkü bir
şarta talik etmek yemindir, yeminin sıhhati, yemin edilen şeyin kendisine sahip
olmayı gerektirmez, nitekim Allah Teâlâ'ya yapılan yeminde öyledir" demiştir.
Görüldüğü üzere bu, Ulemanın ihtilaf ettiği hususlardan biridir.
İbnu Abdilberr der ki: "Talak'ın vuku bulmayacağına dair birçok hadis var
ise de hadisciler nazarında hepsi illetlidir. Gerçi, bazıları bu hadislerden
bir kısmının sahih olduğunu ileri sürmüştür. Bu rivayetlerden en sıhhatlisi
Tirmizî ve Kasım İbnu Esbağ'ın merfu olarak rivayet ettikleri şu hadisle
"Talak nikahtan sonra caizdir"; Ebu Dâvud'un rivayet ettiği
"Malik olunanın talakı caizdir"
hadisleridir. Buhârî: "Bu evlenmezden önce boşama meselesindeki
hadislerin en sahihidir" demiştir. Bu iki hadisin hükmüne, muhalif taraf şu
cevabı verir: "Biz, onların hükmünü reddetmiyoruz. Zira onların delalet
ettikleri şey, nikahtan önce talakın olmaması keyfiyetidir bu hususta ihtilaf
yok. İhtilafımız nikahtan önce ona
uymaklığımızdadır."
İbnu Abbas'a: "Falan kadınla evlenirsem boş olsun" diyen
kimsehakkında sorulunca: "Bunun bir değeri yoktur, zira talak, Mâlik olunan şey hakkındadır"
cevabını vermiştir. Ona: "Ama İbnu Mes'ud: "Bir kimse bir vakte talik
ederek bir şey söylerse, dilediğine göre hükmolunur" buyurdu" denilmişti. "Allah Ebu
Abdirrahman'a rahmet kılsın, eğer dediği gibi olsaydı, Allah şöyle derdi:
"Siz mü'min kadınları boşar sonra da onlarla evlenirseniz..."
cevabını verdi. Bu cevapta demek isteneni şu rivayette daha açık olarak
görmekteyiz:
Taberânî'nin rivayetine göre, İbnu Abbas'a, İbnu Mes'ud'un: "Kişi evlenmediği kadını boşayacak olsa, bu talak caizdir" dediği
ulaşmıştı. İbnu Abbâs: "Bu görüşünde hata etmiştir. Zira Allah Teâlâ: "Mü'min kadınları nikah
ettiğiniz zaman temastan önce onları boşarsanız..." (Ahzâb 49) diyor, ama,
"Mü'min kadınları boşayıp sonra da nikahladığınız zaman.."
demiyor" diye cevap verdi.[71]
ـ4067 ـ2ـ
وعن ابن مسعود
رَضِيَ
اللّهُ عَنْه:
]أنَّهُ كانَ
يَقُولُ
فِيمَنْ
قَالَ: كُلُّ
امْرَأةٍ
أنْكِحُهَا
فَهِيَ
طَالِقٌ إذَا
لَمْ يُسَمِّ
قَبِيلَةً،
أوِ امْرَأةً
بِعَيْنِهَا
فََ شَىْءَ
عَلَيْهِ إَّ
فيما يَمْلِكُ[.
أخرجه مالك .
2. (4067)- İbnu Mes'ud
(radıyallahu anh), "Evleneceğim her kadın boştur diyen kimse hakkında
derdi ki: "Bu kimse, kadının mensup olduğu kabileyi veya muayyen bir kadını ismen belirterek zikretmemişse, -malik
olduğu hariç-onun bu sözüne hiç bir şey gerekmez." [Muvatta, Talâk 73, (2,
585).][72]
AÇIKLAMA:
1- Hadisin, matbu Muvatta
nüshasındaki aslında -malik olduğu hariç- istisnası mevcut değildir.
2- Hadis hakkında İmam Mâlik der ki: "Bu hadis (bu babta)
işittiklerimin en sahihidir." Ve şu
açıklamayla devam eder: "Bir kimse hanımına: Şu şu işim
olmazsa sen boşsun",
"...Nikahladığım her kadın boştur."
"...Malım sadaka olsun" der ve hânis olursa (yani yeminini
yerine getirmezse) bu kimsenin durumu şöyledir: "Hanımı, dediği gibi
boştur. Fakat, "..Nikahladığım her kadın boştur" sözü ise, kadını
ismiyle veya kabilesiyle veya yaşadığı yerle veya benzer bir şeyle iyice
belirtmedikçe boşama terettüp etmez, dilediğiyle evlenebilir. Malını
bağışlayana gelince, o malının üçte
birini tasadduk eder."[73]
ـ4068 ـ3ـ
وعن عمرو بن
شعيب عن أبيه
عن جده رَضِيَ
اللّهُ عَنْه
قال: ]قالَ
رَسُولُ
اللّهِ # َ
طََقَ، وََ
عِتْقَ، وََ
بَيْعَ إَّ
فِيمَا يَمْلِكُ.
مَنْ حَلَفَ
عَلى
مَعْصِيَةٍ
فََ يَمِينَ
لَهُ، وَمَنْ
حَلَفَ عَلى
قَطِيعَةِ
رَحِمٍ فََ
يَمِينَ
لَهُ، وََ
نَذْرَ إَّ فِيمَا
يُبْتَغى
بِهِ وَجْهُ
اللّهِ[.
أخرجه أبو
داود
والترمذي .
3. (4068)- Amr İbnu Şuayb
an ebîhi an ceddihî (radıyallahu anh) anlatıyor: "Resulullah
(aleyhissalâtu vesselâm) buyurdular ki: "Boşama, âzadlık, satış mâlik olunan şeyler için
caizdir. Kim günah bir şey üzerine yemin ederse ona yemin yoktur. Kim sıla-ı
rahmi keseceğim diye yemin ederse, ona da yemin yoktur. Nezir de kendisiyle Allah'ın rızası taleb edilen
şeyler üzerine yapılır." [Ebu Dâvud, Talâk 7, (2190, 2191, 2192); Tirmizî,
Talâk 6, (1181).][74]
ـ4069 ـ4ـ
وعن ابن عباس
رَضِيَ
اللّهُ
عَنْهما قال:
]جَعَلَ
اللّهُ
الطََّقَ
بَعْدَ
النِّكَاحِ[.
أخرجه
البخاري في
ترجمة .
4. (4069)- İbnu Abbâs
(radıyallahu anhümâ) anlatıyor:"Allah talâkı, nikahtan sonraya
koymuştur." [Buhârî, Talâk 9. (Bab başlığında senetsiz olarak
kaydetmiştir.)][75]
AÇIKLAMA:
1- Ülemâ, yabancı kadın için yapılan talak-ı nâciz'in mûteber
olmadığında icma eder. Ancak "falanca kadınla evlenirsem o boştur"
gibi bir şarta tâlik edilen sözle yapılan talak, Sahâbe, Tâbiîn ve daha sonra gelenlerin
cumhuruna göre, vâki olmaz.
* Ebu Hanîfe ve Ashabı'ndan
talakın mutlak olarak caiz olduğunu söyledikleri rivayet edilmiştir.
* İmam Malik -kendisinden meşhur olan- görüşünde Rebîa, Sevrî,
Leys, Evzâî, İbnu Ebî Leyla da bu meseleyi tafsil etmişler, "Eğer kişi:
"Falanlardan veya falan köyden
nikah edeceğim her kadın boştur" dese talak sahihtir, kadın boştur; ama,
umumî bir ifade ile "alacağım kadınlar boştur" dese hiçbir şey
gerekmez." Bunlara göre, nikah vuku bulmadan talâk vâki olmaz.
2- Hadis, kişinin sahibi olmadığı bir şeyi satamayacağını,
mülkiyetinde olmayan bir köleyi âzad edemeyeceğini ifade eder. Meselâ kendine
ait olmadığı halde, "Şu köleyi âzad
ettim" dese bu söz lağvdır. O köleyi bilahare satın alsa yeniden âzad
etmedikce, eski sözüyle köle âzad edilmiş olmaz.
3- Mâsiyet üzerine yemin, "Şu günahı işleyeceğim" diye
yapılan yemindir. Resulullah bir kardeşi ile küsmeye yemin etmeyi de bu gruba dahil ederek
"bu, yemin olmaz" buyurmuştur.
Hattâbî, bu ifadenin iki ma'nâya geldiğini belirtir:
* Bununla mutlak yemini kastetmiş olabilir. Bu durumda ma'nâ şöyle
olur: "Ona yemin yoktur" yani yeminini tutarak paklanma yok, fakat
hânis olarak kefaret öder. Nitekim bir hadiste Resulullah: "Kim bir mesele
için yemin eder, sonra bunun aksini yapmanın daha hayırlı olacağını anlarsa bu
hayırlıyı yapsın ve ettiği yemini bozarak kefarette bulunsun" buyurmuştur.
Şu halde yemin etmişim diyerek zararlı şeylerde inatlaşmanın bir gereği yok.
Rehberimiz, yemin dahi etmiş olsak faydalı varken faydasızda, çok faydalı
varken az faydalıda direnmememizi emretmektedir.
* Hadisten anlaşılan ikinci ma'nâ şu: "Bu sözle yemine dayalı
bir nezirde bulunmuş olabilir." Bir kimsenin, "şu işi yaparsam yemin
olsun çocuğumu keseceğim" demesi gibi. Bu yemin bâtıldır. Buna uymak caiz
değildir. Bu yemin sebebiyle adama ne
kefaret ne de fidye gerekmez. Keza iyilik ve Allah'a yaklaşmak gayesiyle
çocuğunu kesmeyi nezreden kimse hakkındaki
hüküm de böyledir. Burada nezir sahih değildir, böyle bir nezre uymak da
gerekmez, bu sebeple kefaret ödemesi de gerekmez. Zira bu nezir, nezir değil,
yemin de yemin değildir.
Yapılacak nezir, Allah'ın rızasının kazanıldığı şeylerden olmalı, "..şu
kadar oruç tutarım"; "...şu kadar namaz kılarım"; "...şu
miktar sadaka veririm, kurban keserim, bağışta bulunurum" gibi. Bunların
her biri ibadete girer ve onlar Allah'ın rızasını kazanmak için yapılırlar.[76]
ـ4070 ـ1ـ عن
عائشة رَضِيَ
اللّهُ
عَنْها قالت:
]قَالَ
رَسُولُ
اللّهِ #:
طََقُ ا‘مة
تَطْلِيقَتَانِ
وَعِدَّتُهَا
»وفي نسخة
وقُرؤُها«
حَيضتانِ[.
أخرجه أبو
داود والترمذي
.
1. (4070)- Hz. Âişe
radıyallahu anhâ anlatıyor: Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) buyurdular ki:
"Cariyenin talakı iki talaktır, iddeti de -bir nüshada: "kurû'u
da"- iki hayız müddetidir." [Ebu Dâvud, Talâk 6, (2189); Tirmizî,
Talâk 7, (1182); İbnu Mâce, Talâk 30, (2080).][77]
AÇIKLAMA:
Hür olanlarda talâk üç olduğu halde, hadis, kölelerde bunun iki
talâk olduğunu takrir etmektedir. Hattâbî der ki: "Ulema bu meselede
ihtilaf etmiştir. Bir grup, "talak erkeğe, iddet kadına âittir" der.
Bu hüküm, İbnu Ömer ve Zeyd İbnu Sâbit ve İbnu Abbâs radıyallahu anhüm'den
rivayet edilmiştir. Atâ da bu görüşü benimsemiştir. Bu aynı zamanda İmam Mâlik,
Şâfiî, Ahmed ve İshak'ın da kavlidir. Bunlara göre, câriye şâyet hür bir
kimsenin nikâhında ise, bunun talakı üçtür, iddeti de iki kurû'dur. Eğer hür
bir kadın, kölenin nikahında ise bu kadının talâkı ikidir ve iddeti üç
kurû'dur.
Ebu Hanîfe ve Ashâbı'na ve Süfyân-ı Sevrî'ye göre, "hür kadın
üç kurû" müddetince iddet bekler, hür veya kölenin nikahı altında olmuş
farketmez, talakı da üçtür iddette olduğu gibi câriye ise, hür veya kölenin
nikahında olduğuna bakılmaksızın iddeti iki kurû, talakı iki talaktır. Hadîs,
sâbit ise Ehl-i Irak için hüccettir, ancak hadîs ehli, bunu zayıf addederler.
Hatta, kocasının köle olmasıyla da te'vil ettiler."[78]
ـ4071 ـ2ـ
وعن ابن عمر
رَضِيَ
اللّهُ
عَنْهما، أنَّهُ
كانَ يَقُولُ:
]إذَا طَلَّقَ
الْعَبْدُ امْرَأتَهُ
اثْنَتَيْنِ
حَرُمَتْ
عَلَيْهِ
حَتّى
تَنْكِحَ
زَوْجاً
غَيْرَهُ،
حُرَّةً
كَانَتْ
أوْ أمةً،
وَعِدَّةُ
الْحُرَّةِ
ثََثُ حِيَضٍ،
وَعِدَّةُ
ا‘مةِ
حَيْضَتَانِ[.
أخرجه مالك .
2. (4071)- İbnu Ömer
radıyallahu anhümâ derdi ki: "Köle, hanımını iki talakla boşadı mı artık
kadın, başka bir kocaya var(ıp ondan boşan)madıkça ona haram olur. Bu kölenin
hanımı hür de olsa, köle de olsa hüküm böyledir. Hür kadının iddeti üç hayız
müddeti, köle kadının iddeki iki hayız müddetidir." [Muvattâ, Talâk 50,
(2, 574).][79]
AÇIKLAMA:
Bu hadîs boşama meselesinde öncelikle kocanın nazar-ı itibara
alındığını, iddet müddeti meselesinde ise kadının nazar-ı itibare
alındığını göstermektedir.[80]
ـ4072 ـ3ـ
وعن أبي حسن
مولى بني نوفل
قال: ]قلتُ بن عباس
رَضِيَ
اللّهُ
عَنْهما،
مَمْلُوكٌ
كَانَتْ
تَحْتَهُ
مَمْلُوكَةٌ
فَطَلَّقَهَا
تَطْلِيقَتَيْنِ
ثُمَّ
عُتِقَا
بَعْدَ ذلِكَ،
هَلْ
يَصْلُحُ
لَهُ أنْ
يَخْطُبَهَا.
قَالَ: نَعَمْ
بَقِيَتْ
لَهُ
وَاحِدَةٌ،
وَقَضى بِذلِكَ
رَسُولُ
اللّهِ #[.
أخرجه أبو
داود والنسائي
.
3. (4072)- Ebu Hasan Mevlâ
Benî Nevfel anlatıyor: "İbnu Abbâs radıyallahu anhümâ'ya dedim ki:
"Bir köle, nikahı altında bulunan köle bir kadını iki talakla boşasa,
sonra bunlar âzad edilseler, onunla yeniden evlenmek istemesi caiz olur
mu?"
İbnu Abbas radıyallahu anhüma şöyle cevapladı: "Evet! Ona bir
talâk daha kalmıştır, Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) böyle hükmetti."
[Ebu Dâvud, Talâk 6, (2187, 2188); Nesaî, Talâk 19, (6, 154, 155).][81]
AÇIKLAMA:
Hattâbî der ki: "Bildiğim kadarıyla âlimlerden hiç kimse bu
hadîse uygun fetva vermedi. Hadîsin isnadı zayıftır. Ulemanın bu husustaki
görüşü şöyledir: Köle kadın, bir kölenin nikahında ise ve kocası bunu iki
talakla boşamışsa, bu kadın ona, bir başka kocaya gitmedikçe helal olmaz."[82]
ـ4073 ـ4ـ
وعن نافع قال:
]كَانَ ابنُ
عُمَرَ
رَضِيَ اللّهُ
عَنْهما
يقولُ:
مَنْ
أذِنَ
لِعَبْدِهِ
أنْ يَنْكِحَ
فَالطََّقُ
بِيَدِ
الْعَبْدِ.
لَيْسَ بِيَدِ
غَيْرِهِ
مِنْ طََقِهِ
شَىْءٌ
فَأمَّا أنْ
يَأخُذَ
الرَّجُلُ
أمةَ غَُمِهِ
أوْ أمةَ
وَلِيدَتِهِ
فََ جُنَاحَ
عَلَيْهِ[.
أخرجه مالك .
4. (4073)- Nâfi
rahimehullah anlatıyor: "İbnu Ömer radıyallahu anhüma derdi ki: "Kim
kölesine evlenme izni verirse, boşama yetkisi kölenin elinde olur. Onun boşama
yetkisinden hiç biri başkasının elinde olamaz. Ancak, kişi kendi kölesinin
cariyesini veya câriyesinin cariyesini almasında bir günah yoktur."
[Muvattâ, Talâk 51, (2, 575).][83]
AÇIKLAMA:
Efendi kölesinin evlenmesine izin verince boşama yetkisi köleye
ait olmaktadır. Fakat efendi kölesinin cariyesini alabilir, çünkü efendi,
kölesinin malını alma yetkisine sahiptir.[84]
ـ4074 ـ5ـ
وعن سليمان بن
يسار: ]أنَّ
نُفَيْعاً
مُكَاتَباً
كَانَ “مِّ
سَلْمَةَ
زَوْجِ
النَّبيِّ #،
أوْ عَبْداً
كَانَ
تَحْتَهُ
امْرَأةٌ
فَطَلَّقَهَا
ثِنْتَيْنِ
ثُمَّ أرَادَ
أنْ يُرَاجِعَهَا
فَسَألَ
عُثْمَانَ
وَزَيْدَ بنَ
ثَابِتٍ
رَضِيَ
اللّهُ
عَنْهما
فقَاَ: حَرُمَتْ
عَلَيْكَ
حَرُمَتْ
عَلَيْكَ[.
أخرجه مالك .
5. (4074)- Süleyman İbnu
Yesâr rahimehullah anlatıyor: "Nüfey' Resûlullah (aleyhissalâtu
vesselâm)'ın zevce-i pakleri Ümmü Seleme'nin mükâtebi idi veya, nikahında hür
bir kadın olan bir köle idi. Nüfey' bu kadını iki talakla boşadı. Sonra kadını
geri almak istedi. Durumu Hz. Osmân ve Zeyd İbnu Sâbit radıyallahu anhümâ'ya
sordu. Bunlar: "O artık sana haram oldu, o artık sana haram oldu!"
dediler. [Muvatta, Talâk 47, (2, 574).][85]
AÇIKLAMA:
Mûkâteb, kazanacağı para ile hürriyetini satın almak üzere
efendisiyle anlaşma yapmış bulunan köleye denir. Borcunu tamamen ödemedikçe hür
sayılmaz. Öyleyse Nüfey' köledir. Köle olması haysiyetiyle, 4070 numaralı
hadîste görüldüğü üzere, iki talak hakkı bulunan Nüfey', hanımını iki talâkla
boşayınca bir üçüncü talâka hakkı olmadığı için Hz. Osman ve Zeyd İbnu Sâbit
radıyallahu anhümâ, kendisine, zevcesini geri alamayacağını söylemiştir.[86]
ـ4075 ـ6ـ
وعن ابن عباس
رَضِيَ
اللّهُ
عَنْهما قال:
]طَقُ ا‘مةِ
خَمْسٌ:
عِتْقُهَا
وَطََقُ زَوْجِهَا،
وَبَيْعُ
سَيِّدِهَا،
وَهِبَتُهُ
لَهَا،
وَمِيرَاثُهَا[.
أخرجه رزين .
6. (4075)- İbnu Abbâs radıyallahu anhümâ
demiştir ki: "Cariyenin boşanması beş suretle vukûa gelir: Âzad edilmesi,
kocasının boşaması, efendisinin satması, efendisinin hibe etmesi, miras
olmasıyla." [Rezîn tahric etmiştir.][87]
ـ4076 ـ7ـ
وعن عائشة
رَضِيَ
اللّهُ
عَنْها قالت:
]أرَدْتُ أنْ
أعْتِقَ
عَبْدَينِ
لِي زَوْجَيْنِ
فَأمَرَنِي
رَسولُ
اللّهِ # أنْ
أبْدَأ بِالرَّجُلِ
قَبْلَ
الْمَرْأةِ[.
أخرجه أبو داود
والنسائي.وزاد
رزين: »لِئََّ
يَكُونَ لَهَا
خِيارٌ« .
7. (4076)- Hz. Âişe
(radıyallahu anhâ) anlatıyor: "Ben, karıkoca iki kölemi âzad etmek
istemiştim. Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) önce erkekten başlayıp sonra da
kadını âzad etmemi emretti." [Ebu Dâvud, Talâk 22, (2237); Nesâî, Talâk
28, (6, 161).]
Rezîn, (Resûlullah'ın bu emrinin sebebini belirtmek üzere) şu
ziyâdede bulunmuştur: ".kadına hakk-ı hıyâr (erkeği kabul veya reddetme
muhayyerliği) olmasın diye."[88]
AÇIKLAMA:
Önceki rivayet, câriyelerin kocalarından boşanma durumlarını ifâde
etmektedir. Yani cariyeler evli iseler sadece kocalarının
"boşamaları" ile değil, sayılan diğer durumlarda da kocalarından
boşanmış sayılacaklarını ifade ediyor. Bu hadîs mevkuf ise de, Hz. Âişe'nin
rivâyeti (4076), âzad etme şıkkına merfu bir örnek teşkil etmektedir: Eğer önce
kadın âzad olursa ve rızası alınmadan efendisinden başkasıyla evlendirilmiş ise
hür olmakla kalmayıp kocasından boşanmada muhayyer olacaktır. Bu durumda cariye
kocasından ayrılmayı tercih edebilecektir. Bu sebeple Aleyhissalâtu vesselam,
Hz. Âişe'ye önce erkeği âzad etmesini tavsiye eder. Erkeğin âzad olması,
nikahın feshini getirmez. Aliyyu'l-Kârî: "uygun olanı önce erkeği âzad
etmektir, çünkü erkek ekmel ve efdaldir veya, çoğunlukla kadın köle bir kocaya
razı olmaz, erkek ise bilakisdir" diye açıklar. Hattâbî der ki: "Bu
hadis, câriyenin, bir kölenin nikahında olması halinde, âzadlık sonunda, kadına
muhayyerlik hakkının doğduğunu göstermektedir. Câriye, hür bir erkeğin nikahı
altında iken, muhayyerlik hakkı bulunmuş olsaydı, "kocasının ondan önce
âzad edilmesi'nin bir ma'nâsı ve faidesi olmazdı.[89]
ـ4077 ـ8ـ
وعنها رَضِيَ
اللّهُ
عَنْها قالت:
]كَانَ فِي
بَرِيرَةَ
رَضِيَ
اللّهُ
عَنْها ثََثُ
سُنَنٍ
أُعْتِقَتْ
فَخُيِّرَتْ
فِي
زَوْجِهَا،
وَقَالَ النَّبيُّ
# فِيهَا:
الْوََءُ
لِمَنْ
أعْتَقَ، وَدَخَلَ
والْبُرْمَةُ
تَفُورُ
فَقُرِّبَ إلَيْهِ
خُبْزٌ
وَأُدْمٌ
مِنْ أُدْمِ
الْبَيْتِ
فقَالَ: ألَمْ
أرَ
الْبُرْمَةَ
تَفُورُ؟
قَالُوا: إنَّهُ
لَحْمٌ
تُصُدِّقَ
بِهِ عَلى
بَرِيرَةَ،
وَأنْتَ َ
تَأكُلُ
الصَّدَقَةَ.
فقَالَ: هُوَ
عَلَيْهَا
صَدَقَةٌ،
وَلَنَا
هَدِيَّةٌ[.
أخرجه الستة .
8. (4077)- Yine Hz. Âişe radıyallahu anhâ anlatıyor: "Berîre
radıyallahu anhâ'da üç sünnet vardı:
1- Âzad edildi ve kocasını tercih edip etmemede muhayyer kılındı.
2- Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) onun hakkında: "Velâ,
âzad edenedir" buyurdu.
3- Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm), tencere kaynarken eve
girmişti. Kendisine ekmek ve evde bulunan katıktan bir sofra kuruldu."
Galiba bir tencerenin kaynadığını görüyorum" buyurdu."
Oradakiler "Evet ama, bu Berîre'ye tasadduk edilen bir ettir. Sen ise
sadaka yemiyorsun?" dediler. Aleyhissalâtu vesselâm: "Bu ona
sadakadır, (ama ondan) bize hediyedir!" buyurdu. [Buhârî, Talâk 14, Nikâh
18, Et'ime 31, Itk 10, Ferâiz 22, 23, 19, 25; Müslim Itk 14, (1504); Muvatta,
Talâk 25, (2, 562); Ebu Dâvud, Talâk 19, (2233, 2235, 2236); Tirmizî, Radâ'
(1154, 1155); Nesâî, Talâk 29, 30 (6, 162, 163).][90]
AÇIKLAMA:
1- Berîre (radıyallahu anhâ) Hz. Âişe'nin cariyesi idi ve
Muğis adında bir köle ile evli idi. Hz. Âişe, Berîre'yi âzad etmiştir. O âzad
olunca hakk-ı hıyârını kullanarak köle kocasından boşanmayı tercih etmiştir.
Kocası ise, müteakip hadiste görüleceği üzere Berîre'yi hayret uyandıracak
şiddetli bir sevgi ile sevmektedir. Ancak Berîre, Resulullah'ın Muğis'le
evlenmesi hususundaki şefâatini kabul etmeyecek derecede kocasını sevmemektedir.
2- Hz. Âişe radıyallahu anhâ, bu hadîslerinde, Berîre
vesîlesiyle üç ahkâmın teşrî edildiğini belirtir:
* Âzad edilince muhayyerlik hakkı tanınmış, o da bunu kullanmış ve
köle olan kocasından ayrılmıştır. Bir rivayette, Resûlullah (aleyhissalâtu
vesselâm)'ın Berîre'ye "(Muhayyer olduktan sonra hakkını hemen
kullanmalısın. Aksi takdirde hıyâr hakkını kullanmadan önce kocan) sana temasta
bulunursa muhayyerliğin kalmaz" der.
* Hz. Âişe'nin belirttiği ikinci teşriat, Resûlullah'ın: "Velâ
âzad edene aittir" sözüdür. Velâ, hükmî ve hukukî bir akrabalıktır. Verâsete
sebeptir. Velâ akidle te'sis edilirse velâ-i muvâlât denir. Âzad etme ile hâsıl
olursa velâ-i atak denir.
Şu halde hadîs, Berîre'nin velâ'sının Hz. Âişe'ye ait olduğunu,
onun hükmen Hz. Âişe ile akraba sayılacağını, şartlar tahakkuk ettiği takdirde veli
olarak Hz. Âişe'nin Berîre'ye mirasçı olabileceğini belirtmektedir. Ancak bu
hüküm sâdece Berîre-Hz. Âişe arasındaki bir mesele olmayıp köle- âzad eden
arasında umumî bir hükümdür, Aleyhissâlatu vesselam bu vesile ile teşrî
buyurmuştur.
* Hz. Âişe'nin belirttiği üçüncü teşrîat bir kimseye sadaka
olarak verilen bir mal, o kimse tarafından hediye, bağış vs. tarzında tasarrufu
hâlinde sadaka olma vasfını kaybedeceğidir. Bilindiği üzere Resûlullah'a ve
âl-i beyt-i mükerremîne sadaka kesin bir haramdır. Bu sebeple onlara devlet
gelirlerinden zekatsadaka bölümüne giren kısımdan maaş verilmez, pay ayrılmaz.
İşte durumu bu olan Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm), Berîre'ye sadaka
olarak gelen etten yiyor. Bunun ona sadaka olarak geldiği hatırlatılınca, "Bu,
Berîre'ye sadaka ise de, bize değil. Çünkü o, bize sadaka olarak vermiyor,
kendi malından hediye etmiş olmaktadır..." açıklamasında bulunuyor.
2- Berîre'nin kocası hür müdür, köle midir, rivayetlerde
ihtilâf var. Bazısı hür, bazısı da köle olduğunu belirtir. Ancak köle olduğunu
ifâde eden rivayetler esahh kabul edilmiştir.
Kocanın köle olduğunu esas alan bir kısım ülemâ: "Cariye, hür
kocanın nikâhında ise, âzad olunca hakk-ı hıyârı olmaz, hakk-ı hıyâr köle
kocanın nikahında ise doğar" diye hükmetmiştir. Şâfiî, Ahmed, Mâlik, İshak
ve cumhur bu görüştedir.
Berîre'nin kocasının hür olduğunu ifade eden rivayetleri esas alan
bir kısım âlimler ise, câriye, hür kocanın nikahında olsa da, eğer efendisi
tarafından cariyenin rızası hilafına zoraki evlendirilmiş ise âzad edilince
hakk-ı hıyar'a sahip olduğuna hükmetmiştir. Ebu Hanîfe ve Ashabı, Süfyân-ı
Sevrî bu görüştedir.
Delillerin münakaşasını gereksiz görüyoruz.[91]
ـ4078 ـ9ـ
وعن ابن عباس
رَضِيَ
اللّهُ
عَنْهما قال:
]إنَّ زَوْجَ
بَرِيرَةَ
كَانَ
عَبْداً يُقَالُ
مُغِيثٌ، كَأنِّي
أنْظُرُ
إلَيْهِ
خَلْفَهَا
يَطُوفُ،
وَدُمُوعُهُ
تَسِيلُ عَلى
لِحْيَتِهِ. فَقَالَ
رَسُولُ
اللّهِ #
لِلْعَبَّاسِ:
أَ تَعْجَبُ
مِنْ حُبِّ
مُغِيثٍ
بَرِيرَةَ،
وَمِنْ
بُغْضِ
بَرِيرَةَ
مُغِيثاً؟
فقَالَ لَهَا
# لَوْ
رَاجَعْتِيهِ؟
فقَالَتْ: يَا
رَسُولَ
اللّهِ
يَأمُرُنِي؟
قَالَ: َ.
إنَّمَا
أُشْفَعُ قالَتْ:
َ حَاجَةَ لِى
فِيهِ[. أخرجه
الخمسة إ مسلماً
.
9. (4078)- İbnu Abbâs
radıyallahu anhümâ anlatıyor: "Berîre'nin kocası, Muğis adında bir köle
idi. Ben onu, Berîre'nin etrafında ağlayarak tavaf edercesine dolaştığını görür
gibiyim. Gözyaşları sakallarını ıslatmıştı. Hatta Resûlullah (aleyhissalâtu
vesselâm) bir ara amcası Abbâs radıyallahu anh'a: "Muğîs'in Berîre'ye olan
sevgisine mukabil, Berîre'nin Muğîs'e olan nefreti seni hayrete sevketmiyor mu?"
buyurdu. (Muğis'in haline acıyarak) Berîre'ye "Muğîs'e ric'at etmez
misin?" diye şefaatte bulundu. Ancak Berrîre kararlı idi: "Ey
Allah'ın Resûlü, bunu emir mi buyuruyorsunuz? (Eğer, emirse hayhay. Hemen
ayrılma kararımdan döneyim!)" dedi. Resûlullah: "Hayır! ben sâdece
onun lehine şefaatte bulunuyorum!" deyince, Berîre: "Öyleyse ona
ihtiyacım yok!" cevabını verdi." [Buhârî, Talâk 15, 16; Ebu Dâvud,
Talâk 31, (2231, 2232); Tirmizî, Radâ' 7 (1156); Nesâî, Kudât 27, (8, 245).][92]
Bu hadisten, bâzı âlimler, hâkimin hüküm vermezden önce -veya
sonra- hasımlar arasında şefaatte bulunarak meselelerini sulh yoluyla
halletmeye çalışmasının cevazına hükmetmişlerdir.
Rivayet ayrıca, Resûlullah'ın her ricasının kesin bir emir
olmayıp, bazan Ashab tarafından kabul veya reddedilebilecek bir şefaat
mâhiyetinde olduğunu, Ashab'ın, kesinlik ifâde eden nebevî talebleri
reddetmekten kaçındığını da göstermektedir.[93]
ـ4079 ـ10ـ
وعن مالك قال:
]بَلغَنِي
أنَّ
حَفْصَةَ أُمّ
الْمُؤْمِنِينَ
زَوْجَ
النّبيِّ #
رَضِيَ
اللّهُ
عَنْها:
أعْلَمَتْ
زَبْرَاءَ،
أمةً كَانَتْ
لِبَنِي عَدِيٍّ؛
عَتَقَتْ
تَحْتَ
عَبْدٍ،
أنَّهُ إنْ سَكَتِّ
فََ خِيَارَ
لَكِ.
فقَالَتْ:
هُوَ الطََّقُ
ثُمَّ
الطََّقُ
ثُمَّ
الطََّقُ.
فَفَارَقَتْهُ
ثَثاً[ .
10. (4079)- İmam Mâlik'e
ulaştığına göre: "Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm)'ın zevce-i pâkleri,
ümmü'lmü'minîn Hafsa radıyallahu anhâ, Benî Adiyy'e ait bir câriye olan
Zebrâ'ya -ki bir kölenin nikahı altında idi ve efendisi âzad etmişti- haber
salıp yanına çağırttı ve dedi ki: [Şimdi sen, zevcin sana temas etmedikçe muhayyersin.]
Eğer sükût edersen, muhayyerliğin kalmaz."
Böyle bir hakkın varlığını öğrenen kadın derhal: "O boştur,
yine boştur, yine boştur" diyerek kocasını üç talakla boşadı."
[Muvattâ, Talâk 27, (2, 563).][94]
AÇIKLAMA:
1- Bu hadisin Muvattâ'daki aslı daha uzundur. İbnu Deybe,
buraya aktarırken rivayet-i bilma'nâ sûretiyle, ahkâm kısmını özetleyerek
aktarmış. Ma'nânın bütünlüğü için gerekli gördüğümüz bir ibâreyi köşeli
parantez içerisinde aktardık.
2- Rivayet, âzad edilen câriyeye, Hz. Hafsa'nın yeni durumda
sâhip olduğu hak hususunda bilgi verdiğini göstermektedir.
3- Hafsa validemiz, Zebrâ'yı uyarırken "Kocan sana temas
etmedikçe muhayyersin, temas etti mi bu hakkın düşer (artık onu
kullanamazsın)" der. Zebrâ bunu öğrenince beraberliği arzu etmez ve üç
talakla boşar.
İbnu Abdilberr der ki: "Bu hususta Hz. Hafsa ve kardeşi İbnu
Ömer radıyallahu anhüm'e Ashab arasında muhalefet eden var mı bilmiyorum.
Berîre kıssasında, açık bir şekilde buna merfu bir delil rivayet
edilmiştir."
Esasen İmam Mâlik de bu görüşü benimser ve âzad edilen câriye,
fikrini, kocasının temasından sonra beyan ederse kabul edilmeyeceğini,
"ben bilmiyordum, sonradan öğrendim" gibi getireceği mâzeretin de
mûteber addedilmeyeceğini söyler.[95]
ـ4080 ـ1ـ عن
عبداللّهِ بن
عمر رَضِيَ
اللّهُ
عَنْهما قال:
]طََقُ
السُّنَّةِ
أنْ
يُطَلِّقَهَا
طَاهِراً
مِنْ غَيْرِ
جِمَاعٍ[.
أخرجه
النسائي. قلت:
وترجم بهِ
البخاري،
واللّه أعلم .
1. (4080)- Abdullah İbnu
Ömer (radıyallahu anhümâ) anlatıyor: "Talâku'ssünne (sünnete uygun boşama),
kadını temizlik döneminde cimada bulunmadan yapılan boşamadır."
[Nesâî,Talâk 2, (6, 140).][96]
ـ4081 ـ2ـ
وعن مالك قال:
]سَمِعْتُ
ابنَ
المُسَيَّبِ
وَحُمَيدَ
بنَ عَبْدِ
الرَّحْمنِ
بن عُوفٍ
وَعُبَيدَ
اللّهِ بنَ
عَبْداللّهِ
بن عُتبةَ
وَسُلَيْمَانَ
بن يَسَارٍ،
كُلُّهُمْ
يَقُولُ:
سَمِعْتُ
أبَا هُرَيْرَةَ
رَضِيَ
اللّهُ عَنْه
يَقُولُ:
سَمِعْتُ
عُمَرَ
رَضِيَ
اللّهُ عَنْه
يَقُولُ: أيُّمَا
امْرَأةٍ
طَلَّقَهَا
زَوْجُهَا
تَطْلِيِقَةً
أوْ
تَطْلِقَتَيْنِ
ثُمَّ تَرَكَهَا
حَتّى
تَحِلَّ
وَيَتَزوَّجَهَا
زَوْجٌ
غَيْرُهُ فَيَمُوتُ
عَنْهَا أوْ
يُطَلِّقُهَا
ثُمَّ يَرُدُّهَا
ا‘وَّلُ،
أنَّهَا
تَكُونُ
عِنْدَهُ
عَلى مَا
بَقِي مِنْ
طََقِهَا[.قال
مالك رحمه
اللّهُ: وتلك
السنة التي خف فيها
عندنا .
2. (4081)- İmam Mâlik
anlatıyor: "İbnu'l-Müseyyeb'i, Humeyd İbnu Abdirrahmân İbni Avf'ı,
Ubeydullah İbni Abdillah İbni Utbe'yi, Süleyman İbnu Yesâr'ı dinledim, hepside
Ebu Hüreyre'nin şöyle söylediğini işitmiş olduklarını bildirdiler: "Ben
Hz. Ömer (radıyallahu anh)'ı dinledim. Demişti ki: "Bir kadını kocası, bir
veya iki talakla boşayıp, kadını (iddeti bitip de başkasına) helal oluncaya
kadar bıraksa, kadın da bir başka erkekle evlense, bu ikinci koca ölse veya kadını
boşasa, sonra kadın tekrar ilk kocası ile
evlense, bu kadın onun yanında, önceden baki kalan talak(lar) üzerine
olur."
İmam Mâlik der ki: "İşte bu, hiç bir ihtilaf olmaksızın
kabullendiğimiz sünnettir." [Muvatta, Talâk 77, (1, 586).][97]
AÇIKLAMA:
Bu rivayet, bir kadın bir veya iki talakla boşanıp, iddetin
dolması ile talak-ı bâin hâsıl olunca ikinci bir erkekle evlendikten sonra
meşru şartlar çerçevesinde eski kocasına tekrar yeni bir evlilikle dönmesi durumunda, talak adedinin önceki
boşanmadan bâki kalan miktar üzerine olacağını ifade eder.
İmam Mâlik, Dâru'ssünne olan Medine'de bu görüşün benimsendiğini
belirtir. Eimme-i selâse, Sahâbe ve Tâbiîn'in cumhurları da bu görüştedir.
Bunlara göre, ikinci koca, üçten aşağı talakları ketmedemez (yok edemez). Çünkü
o, evlenmezden önce evvelkinin kadına
ricatine mani olamaz.
Ebu Hanîfe ve Sahâbe ve Tâbiînden bazıları ise, ikinci kocanın üçü
ketmettiği gibi üçten aşağı talakları da ketmedeceği görüşündedirler. Öyle ise,
bunlara göre kadın önceki kocaya döndü mü, bununla ismet-i kâmile üzere olur
yani üç talâk bağıyla evlenir.[98]
ـ4082 ـ3ـ
وعن محارب بن
دِثَار عن ابن
عمر رَضِيَ اللّهُ
عَنْهما قال:
]قَالَ رَسولُ
اللّه #: مَا
أحَلَّ اللّهُ
شَيْئاً
أبْغَضَ
إلَيْهِ مِنَ
الطََّقِ[.وفي
أخرى »أبْغَضُ
الحََلِ إلى
اللّهِ الطََّقُ«.
أخرجه أبو
داود .
3. (4082)- Muharib İbnu
Disâr, İbnu Ömer (radıyallahu anhümâ)'dan naklen anlatıyor: "Resulullah
(aleyhissalâtu vesselâm) buyurdular ki: "Allah'ın, helal kıldıkları
arasında en sevmediği şey talaktır."
Bir diğer rivayette ise şöyle gelmiştir: "Allah'ın en
sevmediği helal, talaktır." [Ebu Dâvud, Talâk 3, (2177, 2178).][99]
AÇIKLAMA:
1- Burada, boşama meşru olmakla birlikte Allah'ın en çok nefret
edip, sevmediği bir fiil olarak ifade edilmektedir. Şu halde hadis, her helalin
mahbub (sevilen) bir şey olmadığını
anlatmaktadır. Bu durumda, helalleri sevilen sevilmeyen diye ikiye ayırmak
mümkündür.
Şunu da belirtelim
ki, "boşama" hadisesini mutlak olarak mekruh, çirkin, istenmeyen bir
vakıa kabul etmek de doğru değildir. Hattâbî şöyle der: "Hadiste ifade
edilen kerâheti, boşamaya sevkeden sebeple açıklamak mümkündür. Geçimsizlik,
boşanmayı gerektirecek ciddî bir şey olmaması gibi. Bu çeşit boşamalar çirkindir. Aslında
"boşama" hadisesi mutlak
ma'nâda çirkin değildir. Nitekim Allah
talâkı mübah kılmış ve Resulullah'tan da bazı kadınlarını boşayıp tekrar rücu
ettiği sabit olmuştur. İbnu Ömer karısını seviyordu, ama babası Hz. Ömer, oğlu Abdullah'ın onunla beraberliğini istemiyordu. Durumu
Resulullah'a şikayet etti. Aleyhissalâtu vesselâm İbnu Ömer'i çağırttı ve:
"Ey Abdullah, hanımını boşa!" diye emretti, o da boşadı. Resulullah
Aleyhissalâtu vesselâm Allah'ın hoşlanmayacağı emri vermez."
2- Münâvî, boşamanın kötülenmiş olmasını, ondan hâsıl olan
menfî neticelerle izah eder:
* Birlik bağı kopmakta.
* İsmet bağı çözülmekte, bundan da, ümmetin çoğalma sebebi olan
"nesil" azalmaya uğramaktadır.
Boşanma, cemiyetin huzuruna da menfi tesir eder. Aileler, fertler
arası tatsızlıklara sebep olur. Ayrıca, çocukların terbiye işi aksar.
Âlimler, bu hadisi açıklarken, talakın hadd-î zâtında haram ve
mekruh olmadığını, buna ârız olan haricî bir sebeple kötülendiğini belirtmeye gerek
duyarlar. Resulullah'ın îlâ hadisesini misal vererek: "O Aleyhissalâtu
vesselâm mekruh iş yapmaz!" derler. Talakın kötülüğünü vaktine riayet
etmeden rastgele boşama ile de açıklayan
var. Talakın temizlik vakti içinde, temasta bulunmadan yapılması gerekir.
Sünnete uymayan talaklar çirkindir. Hadiste:
"İnsanlara ne oluyor ki, hanımına "Seni boşadım, geri döndüm,
boşadım geri döndüm" diyerek Allah'ın hududu ile oynarlar?" buyurur.
Bir başka hadiste de: "Niye biriniz hanımına: "Seni boşadım, geri
döndüm" der? Bu müslümanların boşaması değildir. Kadınları
(boşayacaksanız) temizlik müddeti içerisinde boşayın."
Tîbî der ki: "Hadiste, bazı helalleri çirkin addetme, onlara
buğzetmenin meşru olduğu, Allah'ın da onlara buğzettiği belirtilmektedir.
Nitekim, özürsüz olarak evde kılınan münferid namaz, gasbedilen elbise içinde
kılınan namaz da böyledir."
Irâkî der ki: "Hadis, Allah'ın birşeye buğzetmesinin onun
haram olmasını gerektirmediğini de gösterir. Çünkü bazı şeyler vardır, Allah'ın
buğzu sâbit olsa da, asıl vasfı helal
olmaktadır. Öyleyse hadis, birşeyde iki ayrı vasfın birleşebileceğine
delildir: "Allah'ın buğzu ve helallik. Bu iki vasıf, aralarında birbirine
zıdlık arzetmezler."
Bir haberde geldiği üzere, şeytanın en ziyade sevdiği şey karıkoca
arasını açmaktır.
Sadedinde olduğumuz hadisteki buğzdan murad, neticedir, mebde
değil. Zira buğz, Allah'ın değil mahlukatın sıfatlarındandır. Allah ondan
münezzehtir. Benzer sıfatlarla ilgili prensip şudur: "Gadab, rahmet,
ferah, sürûr, haya, tekebbür, istihza gibi nefsani ârazların bir
evveliyatı bir de nihâyâtı vardır.
Bunlar Allah Teâlâ hakkında cisimlerin hâsseleri olan evveliyata değil,
gayelere (nihayetlere) hamledilir. Öyleyse, bu hususu hatırında iyi tut, çünkü
o, çokca karşılaşacağın benzer şeylerde sana faydalıdır."[100]
ـ4083 ـ4ـ
وعن ثوبان
رَضِيَ
اللّهُ عَنْه
قال: ]قَالَ
رَسولُ
اللّهِ #:
أيُّمَا
امْرَأةٍ
سَألَتْ
زَوْجَهَا
طََقَهَا
مِنَ غَيْرِ
مَا بَأسٍ
فَحَرَامٌ
عَلَيْهَا
رَائِحَةُ
الْجَنَّةِ[.
أخرجه أبو
داود
والترمذي .
4. (4083)- Sevbân
(radıyallahu anh) anlatıyor: "Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm)
buyurdular ki: "Hangi kadın, (çok ciddî) bir gerek yokken kocasına boşanma
talebinde bulunursa, bilsin ki, cennetin kokusu kendisine haramdır." [Ebu
Dâvud, Talâk 18, (2226); Tirmizî, Talâk 11, (1187); İbnu Mâce, Talâk 21,
(2055).][101]
AÇIKLAMA:
1- Kadının müracaatı ile hâsıl olan boşamaya muhâla'a veya
hul' denir. Hul' lügat olarak elbiseyi çıkarmak ma'nâsına gelir. Mecazi olarak,
kadın erkeğin elbisesine teşbih edilmiştir. Boşanma bunun çıkarılması
olmaktadır. Umumiyetle bunu sağlayabilmek için kadın kocaya bazı maddî
avantajlar sağlar: Mehirden vazgeçmesi,
mehr-i mu'accel olarak aldıklarını iâde
etmesi vs. gibi. Bunun belli bir miktarı yoktur. Prensip, her iki tarafın
mutabakatıdır.
2- Hul' usülünde
boşanmaya âyet-i kerime temas eder: "Eğer onların Allah'ın sınırlarını
hakkıyle muhafaza ve ifa edemeyeceklerinden
korkarsanız, o halde (kadının serbest boşanması için) fidye vermesinde
(hakkından vazgeçmesinde) ikisi üzerinde de vebal yoktur..." (Bakara
229).]
3- "Cennetin kokusunu
bulamaz" ifadesi şârihlerce iki ma'nâya hamledilmiştir:
1) Burada zecr ve tehdid, vaîd ve mübalağa tarikine yer
verilmiş olmaktadır, değilse kafir olur, ebedî cennet yüzü göremez demek
değildir.
2) Yahut "cennetin kokusundan mahrumiyet", ebedî bir
mahrumiyet değil, bazı vakitlerde mahrum kalmayı ifade eder. Şöyle ki:
"Cennetin kokusunu o kadın, muhsinlerin bulduğu ilk zamanlarda
bulamaz" demektir.
Hadiste, asla bulamaz ma'nâsı da mevcuttur. Bu üslub tehdidde
başvurulan mübalağadan biridir. Hadislerde ve âyetlerde bunun örneğine sıkça
rastlanır.[102]
ـ4084 ـ5ـ
وعن عائشة
رَضِيَ
اللّهُ
عَنْها قالت:
]كَانَ
الرَّجُلُ
يُطَلِّقُ
امْرَأتَهُ
مَا شَاءَ أنْ
يُطَلِّقَ،
وَهِيَ
امْرَأتُهُ إذَا
رَاجَعَهَا
وَهِيَ فِى
الْعِدَّةِ،
وَإنْ
طَلَّقَهَا
مِائَةَ مَرَّةٍ
أوْ أكْثَرَ
حَتّى قَالَ
رَجُلٌ ِمْرَأتِهِ:
واللّهِ َ
أُطَلِّقَكِ
فَتَبِينِينَ
مِنِّي وََ
أُؤْوِيكِ
أبَداً.
قَالت: وَكَيْفَ
ذلِكَ؟ قَالَ:
أُطَلِّقُكِ،
فَكُلَّمَا
هَمَّتْ
عِدَّتُكِ
أنْ
تَنْقَضِيَ
رَاجَعْتُكِ
فَذَهَبَتِ
الْمَرأةُ
فَدَخَلَتْ
عَلى عَائِشَةَ
رَضِيَ
اللّهُ
عَنْها
فَأخْبَرْتُهَا
بِذَلِكَ.
فَسَكَتَتْ
حَتّى جَاءَ
النّبيُّ #
فَأخْبَرْتُهُ
فَسَكَتَ.
فَنَزَلَ
الْقُرآنُ:
الطََّقُ
مَرَّتَانِ
فَإمْسَاكٌ
بِمَعْرُوفٍ
أوْ
تَسْرِيحٌ
بِإحْسَانٍ.
قالت عَائِشَةُ
رَضِيَ
اللّهُ
عَنْها:
فَاسْتَأْنَفَ
النَّاسُ
الطََّقَ
مُسْتَقْبًَ
مَنْ كَانَ
طَلَّقَ وَمَنْ
لَمْ يَكُنْ
طَلَّقَ[.
أخرجه
الترمذي .
5. (4084)- Hz. Âişe
(radıyallahu anhâ) anlatıyor:
"Erkek hanımını boşamak isteyince hemen boşuyordu. Erkek, yüz ve hatta
daha çok kerelerde boşamış olsa, iddeti içerisinde iken, döndüğü takdirde kadın
yine de onun hanımı olmaya devam ediyordu. Bu hal şu hadiseye kadar devam etti.
Bir adam hanımına: "Vallahi seni ne tam
boşayacağım ne de himayeme
alacağım, ebedî şekilde böyle tutacağım!" dedi.
Kadın: "Bu nasıl olur?" deyince:
"Seni boşayacağım, iddetin
bitmek üzere iken geri döneceğim. (Bu şekilde tekrar edeceğim) cevabını verdi. Kadın bunun
üzerine Âişe (radıyallahu anhâ)'ya gidip durumu haber verdi. Âişe, Resulullah
gelinceye kadar cevap vermedi. Durumu O'na anlattı. Aleyhissalâtu vesselâm da
sükut buyurdular. Derken şu âyet indi.
(Meâlen): "Boşama iki def'adır. (Ondan sonrası) ya iyilikle tutmak, ya
güzellikle salmaktır. (Ey kocalar! Boşandığınız zaman) onlara (kadınlara)
verdiğiniz bir şeyi (mehri geri) almanız size helal olmaz...." (Bakara
229). Âişe (radıyallahu anhâ) der ki: "Bunun üzerine halk [o günden
itibaren] talaka [yeniden yönelip] gözden geçirdi, bir kısmı boşadı, bir kısmı
boşamadı." [Tirmizî, Talâk 16, (1192).][103]
AÇIKLAMA:
Hadis, görüldüğü üzere, cahiliye devrinde câri, kadınlar aleyhine
işlenen bir zulmü aksettirmektedir: Erkek kadını dilediği kadar boşayabilmekte,
buna rağmen kendinde tutabilmekte, yeter ki iddeti dolmadan rücû etsin. Rücû
etmediği takdirde beynunet denen kopma
hâsıl olmaktadır.
İslam, talâkı âyet-i kerime ile ikiye indirmiştir. İkiden sonra
,erkek ya rücu edip boşama işine son verecek ya da üçüncü talakı kullandığı
takdirde beynunet-i kübra hasıl olacak, kesin boşanma vukûa gelecektir.
Böyle bir bâin talak vukûa gelince kadın bir başkasıyla
evlenmedikçe, eski kocasına nikahlanamaz.[104]
ـ4085 ـ6ـ
وَعَنْ عمران
بن حُصين
رَضِيَ
اللّهُ عَنْهما:
]أنَّهُ
سألَهُ
رَجُلٌ
طَلَّقَ امْرَأتَهُ
ثُمَّ وَقَعَ
بِهَا وَلَمْ
يُشْهِدْ
عَلى
طََقِهَا وََ
عَلى
رَجْعَتِهَا.
فقَالَ:
طَلَّقْتَ
لِغَيْرِ
السُنَّةِ،
وَرَاجَعْتَ
لِغَيْرِ
السُّنَّةِ.
أشْهِدْ عَلى
طََقِهَا
وَعلى
رَجْعَتِهَا
وََ تَعُدْ[.
أخرجه أبو
داود .
6. (4085)- İmrân İbnu
Husayn (radıyallahu anhümâ)'nın anlattığına göre kendisine, hanımını boşayıp
sonra da onunla cima yapan, kadını ne boşadığı ne de rücu ettiği hususunda
işhâdda (beyanda) bulunmayan bir adam,
durumunusormuş, onun da cevabı şu olmuştur:
"Sen hanımını sünnî olmayan talakla boşamışsın, sünnî olmayan
tarzda geri dönmüşsün. Boşadığına da, döndüğüne de işhadda bulun ve ( şâhidleme
işini) bir daha terketme." [Ebu Dâvud, Talâk 5, (2186); İbnu Mâce, Talâk
5, (2025).] [105]
AÇIKLAMA:
Bu hadisi esas alan bazı
âlimler, talâk ve ric'ata işhad'ın vacib olduğuna hükmetmişlerdir. Ancak Ebu
Hanîfe, Ashabı ve iki kavlinden birinde
Şâfiî ricatte işhad'ın vacib olmadığına hükmetmişlerdir. Bunlar İbnu Ömer'den
gelen bir başka hadisle amel ederler. O
rivayette Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm)
فَلْيُرَا
جِعْهَا "rücû
et" der, fakat işhad'ı zikretmez.
İmam Mâlik ve bir kavlinde Şâfiî: "Ricatte işhad
vacibtir" derler.
Bazı şârihler de bu rivayetle ihticac edilmeyeceğini çünkü
ihticaca elverişli olmadığını, rivayetin ihticacın cari olduğu bir meselede bir Sahabi sözü olduğunu, bu
çeşit ifadelerin hüccet olmayacağını söylemiştir.[106]
ـ4086 ـ7ـ
وعن أبي هريرة
رَضِيَ
اللّهُ عَنْه
قال: ]قال
رَسولُ اللّهِ
#: َ يحِلُّ
مْرَأةٍ أنْ
تَسألَ طََقَ
أُخْتِهَا
لِتَسْتَفْرِغَ
صَحْفَتَهَا
وَلِتَنْكِحَ
فَإنَّمَا
لَهَا مَا
قُدِّرَ لَهَا[.
أخرجه الستة .
7. (4086)- Ebu Hüreyre
(radıyallahu anh) anlatıyor: "Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm)
buyurdular ki: "Bir kadının kız kardeşinin tabağındakini boşaltmak ve
kendisi evlenmek için boşanmasını talebetmesi helal değildir. Kendisine de
(rızık, nafaka nevinden Allah tarafından) takdir edilen şey vardır."
[Buhârî, Nikâh 53, Kader 4; Müslim, Nikâh 38, (1408); Muvatta, Kader 7, (2,
900); Ebu Dâvud, Talâk 2, (2176); Tirmizî, Talâk 14, (1190); Nesâî, Büyû 19,
(7, 258).][107]
AÇIKLAMA:
1- Hadiste geçen kız kardeşinden maksad, din kardeşidir.
2- Bu hadis, kendisi evlenmek gayesiyle bir başka karıyı
kocasından ayırmak isteyecek kadınları bu çeşit davranışlardan yasaklamaktadır. Tabağındakini boşaltmak,
kinayeli bir sözdür, ayırmayı, boşandırmayı kasteder. Hadiste geçen وَلْتَنْكِحْ ibaresi burada "evlensin" şeklinde
emr-i gaibtir. Bazan وَلِتَنْكِحَ
şeklinde gelmiş, "evlenmek
için" ma'nâsını ifade etmiştir. Biz
metinde bu ma'nâya tevcih ettik. Önceki şekil esas alınırsa ma'nâ "evlensin" olur ki,
yapılan birçok tevcihlerden biri şöyledir: "Kardeşinin boşandırılmasını
isteyen bu kadın, bir başkasıyla evlensin, bu kocayı hanımına bıraksın"
veya, "Bu kadın, eğer beraber olmaya sâlih ise, kız kardeşinin
kocasıyla evlensin ve ona ortak (kuma) olsun, ama
boşanmasını istemesin."
Hadisin sonu şöyle tevil edilmiştir: "Allah Teâlâ hazretleri,
bu kadına takdir ettiği nafaka ve saireyi kendisine ulaştıracaktır, tek başına
da olsa başkalarıyla da olsa, farketmez."[108]
ـ4087 ـ8ـ
وعنه رَضِيَ
اللّهُ عَنْه
قال: ]قالَ رَسُولُ
اللّهِ #:
ثََثَةٌ
جَدُّهُنَّ
جَدٌّ وَهَزْلُهُنَّ
جَدٌّ:
النِّكَاحُ،
وَالطََّقُ،
والرَّجْعَةُ[.
أخرجه أبو
داود والترمذي
.
8. (4087)- Yine Ebu Hureyre
(radıyallahu anh) anlatıyor: "Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm)
buyurdular ki: "Üç şey vardır ki onların ciddisi de ciddi, şakası da
ciddidir: Nikâh, talâk, ric'at." [Ebu Dâvud, Talâk 9, (2194); Tirmizî,
Talâk 9, (1184).][109]
AÇIKLAMA:
Hattâbî der ki: "Ehl-i ilmin kâhir çoğunluğu şu hususta
ittifak etmiştir: "Talâka delâlet eden
sarih lafız, bâliğ, âkil bir insanın dilinden dökülecek olursa o bundan
sorumlu tutulur." Onun: "Ben şaka yapıyorum"; "laf olsun
diye söylemiştim"; "boşamaya niyet etmemiştim" gibi mazeretler
ileri sürmesi fayda vermez. Bu hükme, bir kısım âlimler şu âyetten delil
getirmişlerdir: "Allah'ın âyetlerini eğlence yerine tutmayın" (Bakara
231). Denir ki: "Eğer bu meselede halka suhûlet gösterilmiş olsaydı,
bunlarla ilgili hükümler muattal hale gelirdi. Öyle ki boşayan veya evlenen veya köle âzad eden kimsenin
"Ben bu sözümde şaka yapmıştım" demeyeceğinden emin olunamazdı. Bu
davranışla da Allah'ın hükmü iptal olurdu. Bu ise caiz değildir. Bu hadiste
zikri geçen şeylerden herhangi birini kim telaffuz ederse, hükmü ona terettüp
eder. Aksi bir iddiada bulunsa ondan kabul edilmez. Bu üç şeyin zikri ferçle ilgili umurun ehemmiyetini tekid
içindir."
Bazı rivayetlerde şakası olmayan üç şeyin üçüncüsü olarak Itâk
zikredilir: "Üç şey vardır onlarda eğlence
caiz değildir: talâk, nikah, ıtak... Kim bunları telaffuz ederse vacib
oluverirler."[110]
ـ4088 ـ9ـ
وعن
عَبْدُالرَّحْمنِ
بْنِ عَوْفِ
رَضِيَ
اللّهُ عَنْه:
]أنَّهُ
طَلَّقَ
امْرَأتَهُ
فَمَتّعَهَا
بِوَلِيدَةٍ[.
أخرجه مالك.
9. (4088)- Abdurrahman İbnu
Avf (radıyallahu anh)'tan rivayete göre o, "hanımını boşamış, ve onu bir
cariye ile nimetlendirmiştir." [Muvatta, Talâk 45, (2, 573).][111]
AÇIKLAMA:
Abdurrahman İbnu Avf (radıyallahu anh)'ın boşadığı hanım Temâdır
adında bir kadındır. Başka rivayetler daha sarih bir ifadeyle,
Abdurrahman İbnu Avf (radıyallahu anh)'ın, boşadığı Temâdır'a seksen dinar değerinde
siyahî bir cariyeyi bağışladığını
belirtir. Böylece, âyette emredilen "Güzellikle salma"nın bir
örneğine şahid olmaktayız. Şu halde kadın boşanmış olsa da onun gönlünü, rızasını alıcı bağışlar,
ihsanlar yapılması gerekmekte, İslâmî edeb bunu emretmektedir.[112]
[1] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte
Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 11/399-400.
[2] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte
Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 11/401-402.
[3] Ömer Nasuhî Bilmen merhum, günümüz
şartlarında, hakemeyn müessesesinin "eimme-i Mâlikiye hazerâtının akvali
vechile" işletilmesinin "aile hayatı namına pek faideli"
görmektedir. (Istılâhât-ı Fıkhiye Kâmusu 2. Cilt, S. 368.)
[4] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte
Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 11/402-403.
[5] Açıklamaları ve tarifleri, Ömer Nasuhî
Bilmen merhumun Istılâhât-ı Fıkhiye Kâmusu'ndan aldık. Ancak anlaşılır kılmak
için bazı tasarruflarda bulunduk.
[6] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte
Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 11/403.
[7] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte
Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 11/403-404.
[8] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte
Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 11/403-404.
[9] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte
Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 11/404.
[10] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte
Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 11/404.
[11] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte
Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 11/405.
[12] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte
Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 11/405.
[13] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte
Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 11/405.
[14] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte
Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 11/405.
[15] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte
Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 11/405.
[16] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte
Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 11/405.
[17] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte
Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 11/405-406.
[18] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte
Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 11/406.
[19] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte
Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 11/406.
[20] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte
Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 11/407.
[21] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte
Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 11/407.
[22] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte
Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 11/407-408.
[23] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte
Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 11/409.
[24] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte
Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 11/409.
[25] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte
Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 11/409-411.
[26] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte
Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 11/411.
[27] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte
Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 11/412.
[28] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte
Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 11/412.
[29] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte
Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 11/412-413.
[30] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte
Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 11/413.
[31] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte
Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 11/413-414.
[32] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte
Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 11/415.
[33] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte
Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 11/415.
[34] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte
Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 11/416.
[35] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte
Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 11/416.
[36] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte
Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 11/416.
[37] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte
Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 11/416.
[38] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte
Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 11/417.
[39] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte
Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 11/417.
[40] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte
Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 11/417-420.
[41] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte
Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 11/420.
[42] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte
Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 11/420.
[43] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte
Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 11/421.
[44] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte
Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 11/421.
[45] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte
Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 11/422.
[46] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte
Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 11/422.
[47] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte
Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 11/423.
[48] Bununla 4049 numarada geçen rivayet
kastedilir.
[49] Bununla 4061 numaralı hadîsi
kastetmektedir.
[50] Bununla 4045-4046 numaralı
hadîs kastedilir.
[51] Usûle aykırı diyoruz, çünkü
nesh yetkisi sadece Hz. Peygamber'e aittir. Başka kimse neshe yeltenemez.
[52] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte
Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 11/423-426.
[53] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte
Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 11/427.
[54] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte
Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 11/427.
[55] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte
Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 11/428.
[56] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte
Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 11/428.
[57] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte
Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 11/429.
[58] Kurû'dan maksad "Boşanan kadınlar
bizzat kendileri üç kurû' müddeti beklerler" (Bakara 228) ayetinde geçen
kurû'dur. Bu kelime ezdaddandır. Yani zıd manalarda gelen kelimelerdendir. Hem
temizlik devresi hem de hayız devresi mânasına gelir.
[59] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte
Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 11/429-431.
[60] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte
Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 11/432.
[61] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte
Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 11/432.
[62] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte
Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 11/433.
[63] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte
Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 11/433.
[64] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte
Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 11/433-434
[65] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte
Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 11/434.
[66] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte
Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 11/434-435.
[67] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte
Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 11/435-436.
[68] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte
Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 11/436.
[69] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte
Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 11/436.
[70] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte
Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 11/437.
[71] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte
Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 11/437-438.
[72] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte
Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 11/438.
[73] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte
Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 11/438-439.
[74] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte
Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 11/439.
[75] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte
Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 11/439.
[76] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte
Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 11/439-441.
[77] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte
Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 11/442.
[78] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte
Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 11/442.
[79] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte
Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 11/443.
[80] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte
Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 11/443.
[81] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte
Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 11/443.
[82] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte
Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 11/443.
[83] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte
Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 11/444.
[84] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte
Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 11/444.
[85] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte
Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 11/444.
[86] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte
Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 11/444.
[87] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte
Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 11/445.
[88] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte
Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 11/445.
[89] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte
Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 11/445-446.
[90] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte
Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 11/446.
[91] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte
Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 11/446-448.
[92] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte
Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 11/448.
[93] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte
Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 11/448-449.
[94] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte
Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 11/449.
[95] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte
Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 11/449-450.
[96] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte
Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 11/450.
[97] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte
Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 11/451-452.
[98] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte
Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 11/452.
[99] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte
Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 11/452.
[100] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte
Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 11/452-454.
[101] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte
Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 11/454.
[102] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte
Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 11/454-455.
[103] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte
Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 11/455-456.
[104] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte
Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 11/456.
[105] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte
Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 11/456.
[106] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte
Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 11/457.
[107] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte
Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 11/457.
[108] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte
Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 11/457-458.
[109] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte
Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 11/458.
[110] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte
Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 11/458.
[111] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte
Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 11/459.
[112] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte
Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 11/459.