ZİKİR Mİ ÜSTÜN, TİLÂVET-İ KUR'ÂN MI?
ـ1ـ عن أبى
هريرة رَضِى
اللّهُ عَنْهُ
قال: ]قال
رسولُ اللّه #:
إنَّ للّهِ
مََئِكَةً
يَطُوفُونَ
في الطُّرُقِ
يَلْتَمِسُونَ
أهْلَ
الذِّكْرِ.
فَإذَا
وَجَدُوا
قَوْماً
يَذْكُرُونَ
اللّهَ
تَعالى
تَنَادَوْا: هَلُمُّوا
إلى
حَاجَتِكُمْ
فَيَحُفُّونَهُمْ
بِأجْنِحَتِهِمْ
إلى سَمَاءِ
الدُّنْيَا
فَيَسْأَلُهُمْ
رَبُّهُمْ،
وَهُوَ
أعْلَمُ
بِهِمْ: مَا
يَقُولُ
عِبَادِى؟
فَيَقُولُونَ:
يُسَبِّحُونَكَ،
وَيُكَبِّرُونَكَ،
وَيَحْمَدُونَكَ،
وَيُمَجِّدُونَكَ.
قال فيقولُ: هَل
رأوْنِى؟
فيقولونَ: َ.
فيقولُ:
كَيْفَ لو رأوْنِِى؟
فيقولُونَ: لو
رأوْكَ كانوا
أشدَّ لَكَ
عِبادةً
وَأشَدَّ
لَكَ
تَمْجِيداً
وَأكْثَرَ لَكَ
تَسْبِيحاً.
قال فيقولُ:
فَمَا
يَسْألُونَ؟
فَيَقُولُنَ:
يَسْألُونَكَ
الجَنَّةَ. فيقولُ:
هَلْ
رَأوْهَا؟
فيقولُونَ: َ
يارَبِّ. فيقولُ:
كَيْفَ لَوْ
رَأوْهَا؟
فيقولُونَ: لَوْ
رَأوْهَا
كَانُوا
أشَدَّ
عَلَيْهَا حِرْصاً
وَأشَدَّ
لَهَا
طَلَباً
وَأعْظَم
فِيهَا رَغْبَةً.
قال: فَمِمَّ
يَتَعَوَّذُونَ؟
فيقولُونَ:
يَتَعَوَّذُونَ
مِنَ النَّار.
فيقولُ: هَلْ
رَأوْهَا؟
فيقولُونَ: َ
يَا رَبِّ. فيقولُ:
كَيْفَ لَوْ
رَأوْهَا؟
فيقُولُون:
لَوْ
رَأوْهَا
كَانُوا
أشَدَّ
مِنْهَا
فِرَاراً
وَأشَدَّ
لَهَا
مَخَافَةً.
قالَ فيقولُ:
أُشْهِدُكُمْ
أَنِّى قد
غفرتُ لهم.
قال: فيقولُ
مَلَكٌ منهمْ
فيهمْ فنٌ
عَبْدٌ
خطَّاءٌ
لَيْسَ مِنْهُمْ
إنَّمَا
مَرَّ
لِحَاجَةٍ
فَجَلَسَ، فيقولُ:
وله قد غفرتُ،
هُمُ
الْقَوْمُ َ
يَشْقَى
بِهِمْ
جَلِيسُهُمْ[.
أخرجه
الشيخان والترمذي
.
1. (1941)- Hz. Ebû Hüreyre (radıyallâhu
anh) anlatıyor: "Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) buyurdular ki:
"Allah'ın, yollarda dolaşıp zikredenleri araştıran melekleri vardır.
Allahu Teâlâ'yı zikreden bir cemaate rastlarlarsa, birbirlerini "Aradığınıza
gelin!" diye çağırırlar. (Hepsi gelip) onları kanatlarıyla kuşatarak dünya
semasına kadar arayı doldururlar. Allah, -onları en iyi bilen olduğu halde-
meleklere sorar:
"Kullarım
ne diyorlar?"
"Seni
tesbih ediyorlar, sana tekbir okuyorlar, sana tahmid okuyorlar. Sana ta'zim
(temcîd) ediyorlar" derler. Rabb Teâlâ sormaya devam eder:
"Onlar
beni gördüler mi?"
"Hayır!"
derler.
"Ya
görselerdi ne yaparlardı?"
"Eğer
seni görselerdi ibâdette çok daha ileri giderler; çok daha fazla ta'zim, çok
daha fazla tesbihde bulunurlardı" derler. Allah tekrar sorar:
"Onlar
ne istiyorlar?"
"Senden,
derler, cennet istiyorlar."
"Cenneti
gördüler mi?" der.
"Hayır
ey Rabbimiz!" derler.
"Ya
görselerdi ne yaparlardı?" der.
"Eğer
görselerdi, derler, cennet için daha çok hırs gösterirler, onu daha ısrarla
isterler, ona daha çok rağbet gösterirlerdi." Allah Teâla sormaya devam
eder:
"Neden
istiâze ediyorlar?"
"Cehennemden
istiâze ediyorlar" derler.
"Onu
gördüler mi?" der.
"Hayır
Rabbimiz, görmediler!" derler.
"Ya
görselerdi ne yaparlardı?" der.
"Eğer
cehennemi görselerdi ondan daha şiddetli kaçarlar, daha şiddetli
korkarlardı" derler. Bunun üzerini Rabb Teâla şunu söyler:
"Sizi
şâhid kılıyorum, onları affettim!"
Resûlullah
(aleyhissalâtu vesselâm) sözüne devamla şunu anlattı: "Onlardan bir melek
der ki: "Bunların arasında falanca günahkâr kul dahi var. Bu onlardan
değil. O başka bir maksadla uğramıştı, oturuverdi." Allah Teâla: "Onu
da affettim, onlar öyle bir cemaat ki onlarla oturanlar da onlar sayesinde
bedbaht olmazlar" buyurur." [Buhârî, Daavât 66, Müslim, Zikr 25,
(2689); Tirmizî, Daavât 140, (3595).][1]
AÇIKLAMA:
İbnu
Hacer, ulemânın hadisten çıkardığı bazı inceliklere dikkat çeker:
*
Hadis, Allah'ın zikredildiği meclislerin, buralarda Allah'ı zikredenlerin ve bu
maksadla bir araya gelmenin faziletini beyan etmektedir.
Ayrıca,
bunlara karışan kimseler, aslında zikir için gelmemiş olsalar bile aynen
öbürleri gibi, Cenâb-ı Hakk'ın lutfedeceği her çeşit ikramdan istifâde edeceği,
hisse sahibi olacağı da anlaşılmaktadır.
*
Hadis, meleklerin insanları ne kadar sevip, onlara ne kadar yakından ilgi ve
îtina gösterdiklerini de ifâde etmektedir.
*
Hadiste, suâl sâhibi, sorulandan daha iyi bilse bile, sorulanın kadrini
yüceltmek, makamının şerefini îlan etmek, yakın ilgisini göstermek gibi sebeplere
binâen, bazan soru sorduğunu görmekteyiz. Bâzı âlimler derler ki: "Cenâb-ı
Hakk'ın melâikeye ehl-i zikirden bu suali, Kur'an'da geçen şu âyete işârette
bulunmaktadır: "(Melekler) "Biz seni hamdinle tesbih ve seni takdis
edip dururken orada (yeryüzünde) bozgunculuk edecek, kanlar dökecek kimse mi
yaratacaksın?" demişlerdi" (Bakara 30). Sanki meleklere şöyle
denmektedir: Onlara şehvetler, şeytanların vesveseleri musallat edilmiş
olmasına rağmen, onlardan hasıl olan şu tesbîhat şu takdîsâta bakın! Onlar
nasıl buna giriştiler tesbîh ve takdîste sizlere benzeyiverdiler?"
*
Bâzı âlimler derler ki: "Bu hadisten şu netice çıkmaktadır: İnsanoğlundan
hâsıl olan zikir, meleklerden hâsıl olan zikirden daha üstün ve daha
şereflidir. Zîra, insanların zikri, pek çok meşguliyetlere ve ibâdetten
uzaklaştırıcı pek çok engellerin varlığına rağmen hâsıl olmakta ve gayb
âleminde ortaya çıkmakta, takdir görmektedir. Melekler için bunların hiçbiri
mevzubahis değildir."
*
Hadis, zındıklar tarafından: "Allah yeryüzünde iken görülebilir" diye
iddia edilen sözü de tekzib etmektedir. Nitekin bir Müslim hadisi de: وَاعْلَمُوا
اَنَّكُمْ
لَمْ تَرَوْا
رَبَّكُمْ
حَتّى
تَمُوتُوا "Biliniz ki, ölünceye kadar Rabbinizi
göremezsiniz" der.
*
Hadis kesinlikle bilinen meselelerde bile, onu te'kid ve şânını yüceltmek için
yemin etmenin câiz olduğunu gösterir.
*
Cennetin şâmil olduğu güzellikler, cehennemin şâmil olduğu çirkinlikler,
tavsiflerin ötesinde kalmaktadır. Cenneti kazandıracak sebeplerden biri de onu
Allah'tan taleb ve rağbette mübâlağaya yer vermektir.[2]
ـ2ـ وعنه
رَضِى اللّهُ
عَنْهُ قال:
]قال رَسُولُ
اللّهِ #: مَنْ
قَعَدَ
مَقْعَداً
لَمْ يَذْكُرِ
اللّهَ تعالى
فيهِ كَانَتْ
عليهِ مِنَ اللّهِ
تِرَةٌ.
وَمَنِ
اضْطجعَ
مُضْطَجَعاً
َ يَذْكُرُ
اللّهَ فيهِ
كَانَتْ
عَلَيْهِ
مِنَ اللّهِ تِرَةٌ،
وَمَا مَشى
أحَدٌ
مَمْشَى َ
يَذْكُرُ
اللّهَ فِيهِ
إَّ كَانَتْ
عَليْهِ مِنَ
اللّهِ تِرَةٌ[.
أخرجه أبو
داود وهذا
لفظه
والترمذي. »التِّرَةُ«
هنا:
التَّبِعَةُ .
2. (1942)- Yine Ebû Hüreyre
(radıyallâhu anh) anlatıyor: "Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) buyurdular
ki: "Kim bir yere oturur ve orada Allah'ı zikretmez (ve hiç zikretmeden
kalkar) ise Allah'tan ona bir noksanlık vardır. Kim bir yere yatar, orada
Allah'ı zikretmezse, ona Allah'tan bir noksanlık vardır. Kim bir müddet yürür
ve bu esnâda Allah'ı zikretmezse, Allah'tan ona bir noksanlık vardır."
[Ebû Dâvud, Edeb 31, (4856), 107, (5059); Tirmizî, Daavât 8, (3377); Hadisin
metni Ebû Dâvud'a aittir. Sondaki ziyade İbnu Hibbân'ın Mevârid'inden alınmadır
(2319).][3]
AÇIKLAMA:
1-
Hadis Tirmizî'de şu şekilde gelmiştir: "Bir cemaat bir yerde oturur ve
fakat orada Allah'ı zikretmez ve nebîlerine salât okumazlarsa, üzerlerine bir
ceza vardır. (Allah) dilerse onları azablandırır, dilerse mağfiret eder."
2-
Hadiste geçen ve noksanlık olarak tercüme ettiğimiz kelime tire'dir. Tire
kelimesinin noksanlık, pişmanlık, muâtebe (itâb), ceza (tebîa) ve hatta ateş
gibi muhtelif mânâlara geldiği şârihlerce belirtilir. Hadiste daha ziyâde
noksanlık ve ceza (tebîa) mânasında kullanıldığı açıktır. Tirmizî'de geçen
"tire"yi cezâ mânasında anlamak daha muvafık gözüküyor. Hadis, bu
durumlarda, Allah zikredilmediği takdirde, hâsıl olan taksirâtın, daha önceki
günahlara dahil edilip -kıyamet günü- hep beraber cezaya bâis kılınacağını
ifâde ederken, Allah zikredildiği takdirde önceki kusurların da affa mazhar
olabileceğine , bu zikrin önceki günâhların da affına bir sebep
kılınabileceğine îmâ etmekte ve mü'minleri yaşanan her çeşit ahvalde Allah'ı
zikretmeye teşvik etmektedir.
3-
Hadiste şu mâna da vardır: "Mü'min yalnız bile olsa oturma, kalkma, yürüme, yatma gibi herçeşit
ahvâlinde zikrullaha yer vermeli, değişen ahvalini en azından bir besmele, bir
hamdele ile başlatmalıdır. Oturmuş iken kalkmak veya yatmak veya yürümek, yahut
da yürümekte iken oturmaya geçmek... Bütün bunlar ahvalimizin değişmesidir.
Öyleyse her değişikliğe geçerken bir zikirde bulunmak teşvik edilmekte, bu yeni
ahvalimiz esnasında zikrullah'a hiç yer verilmedi ise bunun bir vebal, bir
eksiklik olacağı, hesaba gireceği belirtilmektedir. Esasen dinimizin temel tâlimatlarından
(öğreti) biri, kişinin her ânından hesep vereceği prensibidir. Şu halde
dilimizi, yeni bir ahvâle geçerken besmeleye alıştımak, mü'mine büyük bir
kazanç getirecek, o esnada mekruhât yapmadı ise, bidâyette dil alışkanlığı ile
de olsa çektiği besmele,onu mes'uliyetten çıkaracak, büyük kazanca vesîle
olacaktır.
Öyle ise dilimizi, zihnimizi sıkça besmeleye
alıştırmalıyız. Zâten Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) efendimiz, hayrın
alışkanlık olduğunu haber vermektedir: تَعَوّدُوا
الْخَيْرَ
فَإنَّمَا
الْخَيْرُ
بِالْعَادَةِ "Hayra alışın; zîra hayır, âdetle
(alışkanlıkla) kâimdir"[4]
ـ3ـ وعن أبى
مسلم ا‘غَرِّ
قال: ]أشْهَدُ
عَلى أبى
هريرةَ وأبى
سعيد رَضِى
اللّهُ
عَنْهُما أنّهمَا
شَهِدا عَلى
رسول اللّهِ #
أنه قال: َ يَقْعُدُ
قَوْمٌ
يَذْكُرُونَ
اللّهَ تعالى
إَّ
حَفّتْهُمُ
المََئِكَةُ
وَغَشِيَتْهُمُ
الرَّحْمَةُ
وَنَزَلَتْ
عَلَيْهِمُ
السَّكِينَةُ
وَذَكَرَهُمُ
اللّهُ فِيمَنْ
عِنْدَهُ[.
أخرجه مسلم
والترمذي .
3. (1943)- Ebû Müslim el-Eğarr
(rahimehullah) diyor ki: "Ben şehâdet ederim ki Ebû Hüreyre ve Ebû Saîd
(radıyallâhu anhümâ) Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)'in şöyle söylediğine
şehâdet ettiler: "Bir cemaat oturup Allah'ı zikrederse, mutlaka melekler
etraflarını sarar, Allah'ın rahmeti onları bürür, üstlerine sekine iner ve
Allah onları yanında bulunan (büyük melek)lere anar." [Müslim, Zikr 39,
(2700); Tirmizî, Daavât 7, (3375).][5]
AÇIKLAMA:
1- Sekîne, hadislerde, değişik şartlarda sıkca
gelmiş bir tâbirdir. Her bir durumda farklı mânalarda kullanılmıştır. Nihâye'de
kaydedilen, bazılarına göre hareket ve davranışlarda vakar ve teennî, sükûn,
rahmet, yüzü insana benzeyen rüzgâr ve hava gibi ince ve seyyal bir canlı,
savaşta Müslümanların beraberinde bulunan ve ortaya çıkınca düşmanların
mağlubiyetine vesîle olan kedimsi bir mahlûk, hızlı geçen bir rüzgâr, melek...
vs. Sadedinde olduğumuz hadiste, sekîne'nin "rahmet, vakar ve
itminan" mânalarında olabileceği söylenmiştir.
2-
Bu hadis, birden fazla insanların Allah'ı zikretmek gayesiyle toplanmalarının
faziletine dikkat çekmekte ve buna teşvik etmekte. Toplanma mahalli hadiste
mutlak bırakılmıştır. Öyle ise mescidler, medreseler, evler, kırlar, dükkanlar
vs. olabilirler. Sâdece "mescidler" olarak kayıtlamak eksik olur.
Mescidlerin kapalı olduğu saatlerde mescidlerin uzak bulunduğu yerlerde bu fazîleti
elde etmek için Müslümanların ev, dükkan, kır, bahçe gibi zamana zemine göre en
uygun fırsatları değerlendirmeleri gerekir. Müteakip hadiste de görüleceği
üzere bu meselede en uygun imkân, bilhassa günümüz şartlarında evlerdir.
Mü'minler evlerini bir zikir meclisine çevirebilirler: Ev halkı ile her gün
belli bir zamanda zikrullah yapılabileceği gibi, yakın akrabalar, yakın
komşular, yakın meslekdaşlar gibi kişinin samimi alâka duyduğu kimselerle de
haftalık veya aylık veya on beş günlük... belli saat ve günlerde biraraya
gelecekleri zikir meclisleri teşkil edilebilir.
Zikir
meclisi deyince, sadece tesbîhat, Kur'an okunan meclis anlaşılmamalıdır. Dinî
ilimlerin mübâhase edildiği meclisler, mâlâyâniyata, mü'minlerin gıybetine yer
vermemek şartışyla nezîh bir hava içerisinde geçen sohbet meclisleri de, zaman
zaman yer verilecek salâtu selâm ve besmele gibi zikirlerle , bir nevi
"zikir meclisi" mânası içinde
mütâlaa edilebilir.
Şu
halde mü'min, boşa geçen mâlâyâni şeylerle tükenen hayatını irâdî bir disipline
sokarak daha faydalı hale getirebilir. Sadedinde olduğumuz hadis, zikir
meclisleri teşkiline teşvik etmektedir. Bu, sadece erkeklere has değildir.
Söylenen mânâdaki meclisleri kadınlar da kendi aralarında teşkil etmelidirler.[6]
ـ4ـ وعن أبى
موسى رَضِى
اللّهُ
عَنْهُ. ]أن
النبىّ # قالَ:
مَثلُ البيتِ
الذي
يُذْكَرُ
اللّهُ فِيهِ
والبيتِ الذي
َ يُذْكَرُ
اللّهُ فيهِ
مَثلُ
الحَىِّ
وَالمَيِّتِ[.
أخرجه الشيخان
.
4. (1944)- Hz. Ebû Musâ (radıyallâhu
anh) anlatıyor: "Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) buyurdular ki:
"İçerisinde Allah zikredilen evlerin misali ile içerisinde Allah
zikredilmeyen evlerin misâli, diri ile ölünün misali gibidir." [Buhârî,
Daavât 66; Müslim, Salâtü'l-Müsâfirin 211, (779).][7]
AÇIKLAMA:
Hadiste,
içerisinde Allah'ın zikredildiği ev, diriye; zikrullaha yer verilmeyen ev de
ölüye benzetilmektedir. Aslında
kastedilen, evin içindekilerdir. Yâni Allah'ı zikreden kimseler diridirler,
yaratılış gâyesine uygun faaliyet ve iş yapıyorlar demektir; zikretmeyenler ise
ölü gibidirler, yâni yaratılış gayesi olan ibâdeti yapmıyorlar demektir. Âyet-i
kerîmede: "Biz cin ve insanları ancak ibâdet için yarattık" (Zâriyat
56) buyurulmaktadır.[8]
ـ5ـ وفي
روايةٍ عن أبى
هريرة رَضِى
اللّهُ
عَنْهُ. ]أن
النبىّ # قال:
يقولُ اللّه
تعالى: أنَا
عِنْدَ ظَنِّ
عَبْدِى بى،
وَأنَا مَعَهُ
إذَا
ذََكَرَنِى.
فإنْ
ذََكَرَنِى
في نَفْسِهِ
ذَكَرْتُهُ
في نَفْسِى.
وإن ذَكَرنى في
مَ“
ذَكَرْتُهُ
في مَ“ خَيْرٍ
مِنْهُ. وَإنَّ
تَقرَّبَ
إلىَّ
شِبْراً
تَقَرَّبْتُ
اِلَيْهِ
ذِرَاعاً.
وَإن
تَقَرَّبَ
إلىَّ ذِرَاعاً
تَقَرَّبتُ
إليهِ
بَاعاً،
وَإنْ أتَانِى
يَمشِى
أتَيْتُهُ
هَرْوَلَةً[.
أخرجه الشيخان
والترمذي.
5. (1945)- Hz. Ebû Hüreyre'nin
rivâyetinde şöyle gelmiştir: "Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)
buyurdular ki: "Allah Teâla hazretleri diyor ki: "Kulum, hakkımda
nasıl bir zan yürütürse ben öyleyimdir. O, beni zikredince ben onunla
beraberim. O beni içinden geçirirse, ben de onu içimden geçiririm. O, beni bir
cemaat içerisinde anarsa, ben de onu, onunkinden daha hayırlı bir cemaatte
anarım. O, bana bir karış yaklaşırsa ben ona bir arşın yaklaşırım. O bana bir
arşın yaklaşırsa, ben ona bir kulaç yaklaşırım. O bana yürüyerek gelirse ben
ona koşarak giderim." [Buhârî, Tevhid 50; Müslim, Zikr 2, (2675); Tirmizî,
Daavât 142, (3598).][9]
AÇIKLAMA:
1-
Bu hadis, daha önce birçok emsali geçen müteşâbih hadislerdendir. Yâni, bunu
kelimelerin lügat mânasını esas alarak anlamak mümkün değildir. Aksi takdirde
İslâm'ın tevhid akidesine ve ilah telakkisine uymayan durumlar ortaya çıkar.
İbnu Battâl der ki: "Burada Cenâb-ı Hakk, kendisini kuluna yaklaşmakla
tavsif etti, kulu da kendisine yaklaşmakla tavsif etti, ayrıca kendisini,
"gelmek" "koşmak"la tavsif etti. Bütün bu vasıfların
hakikat olması da, mecaz olması da muhtemeldir. Hakikate hamli mesafelerin
katedilmesini ve cisimlerin bir birine yaklaşmasını gerektirir. Bu ise, Allah
Teâla hakkında muhaldir. Arap edebiyatında meşhur olduğu üzere ifâdenin
hakikate hamli muhal olunca, mecaz kastedildiği ortaya çıkar. Öyleyse kulun
Allah'a bir karış, bir zira' yaklaşma, yürüme, gelme gibi vasıflarının mânası,
onun itaatiyle farzlarını ve nâfilelerini yapmalarıyla Allah'a yaklaşmasıdır.
Allah'ın kuluna yaklaşması, gelmesi, yürümesi de kulun taatine karşı sevap
vermesi, rahmetini ona yakın kılmasıdır. Böylece "Ona koşarak
gelirim" sözünün mânası "Kuluma sevabım sür'atle gelir"
demektir." İbnu Battâl, Taberî'den şu yorumu nakleder: "Cenâb-ı Hak,
kulun azıcık taatini "bir karış"a benzetirken, ona mukabil vereceği
ikrâm ve sevabı "arşın"a benzetmiştir. Bunu, taatine yönelen
kimselere karşı ikramının bolluğunu göstermede bir delil kılmıştır..."
İbnu't-Tîn
de şunu söylemiştir: "Buradaki kurb (yakınlık) فََكَانَ
قَابَ
قَوْسَيْنِ
أوْ أدْنى âyetinde geçen yakınlığın bir benzeridir.
Çünkü buradaki yakınlıktan maksad rütbe (mertebe) yakınlığıdır ve ikrâmın
(kerâmet) bolluğudur; koşma da bir kinâyedir, bununla kula rahmetin sür'atle
geldiği, kuldan Allah'ın râzı olduğu ve kula olan ücretinin çokluğu
kastedilmiştir..."
Bu
hadiste gelen teşbihten maksad "Allah'ın kulun tevbesini sür'atla kabûl
ettiğini, itaati kolaylaştırıp bu hususta kula takviye ve güç verdiğini, kulun
hidâyetini tamamlayıp muvaffak ettiğini ifâdedir" diye açıklayan da
olmuştur.
Hadisin
anlaşılmasında Râgıb (rahimehullah)'ın getirdiği derinliği de burada kaydetmede
fayda var. Der ki: "Kulun Allah'a yakınlığı, kendileriyle Allah'ın tavsif
edilmesi sahih olan bazı sıfatları kula tahsis etmek, kulu da o sıfatlarla
-Allah'ın tavsif edildiği derecede olmasa bile- tavsif etmek demektir. Söz
gelimi hikmet, ilim, hilm, rahmet vs. bu meyânda zikredilebilir. Kulun bunlarla
ittisâfı (bu vasıfları kazanması) cehâlet, hafiflik, gadap... gibi mânevî
kirlerden, beşerî tâkat ölçüsünde temizlenmesiyle hâsıl olur. Bu ise, ruhânî
bir yakınlıktır, bedenî değil. İşte "Kulum bana bir karış yaklaşırsa ben
ona bir arşın yaklaşırım" hadisinden maksad budur."[10]
ـ6ـ وعن أبى
أمامة رَضِى
اللّهُ
عَنْهُ قال: ]قالَ
رَسُولُ
اللّهِ #: مَنْ
آوَى إلى
فِرَاشِهِ
طَاهِراً
يَذْكُرُ
اللّهَ تعالى
حَتَّى يُدْرِكَهُ
النُّعَاسُ
لم يتقلبْ
ساعةً منَ
اللَّيْلِ
يَسْألُ
اللّهَ تعالى
مِنْ خَيرِ
الدُّنْيَا
وَاŒخِرَةِ إَّ
أعْطاهُ
اللّهُ
تَعالى
إيَّاهُ[.
أخرجه الترمذي
.
6. (1946)- Ebû Ümâme (radıyallâhu anh)
anlatıyor: "Resulullah (aleyhissalatu vesselam) buyurdular ki: "Kim
yatağına temiz (abdestli) olarak girer ve uyku bastırıncaya kadar Allah'ı
zikrederse gecenin herhangi bir saatinde uyanıp da Allah'tan dünya veya âhiret
hayırlarından bir şey isterse Allah Teâla, istediğini mutlaka ona verir."
[Tirmizî, Daavât 100, (3525).][11]
ـ7ـ وعن معاذ
بن جبل رَضِى
اللّهُ
عَنْهُ قال:
]مَا عَمِلَ
العبدُ عَمًَ
أنْجَى لَهُ
مِنْ عَذَابِ
اللّهِ مِنْ
ذِكْرِ
اللّهِ
تَعالى[.
أخرجه مالك .
7. (1947)- Hz. Muâz İbnu Cebel
(radıyallâhu anh) anlatıyor: "Kul, kendini Allah'ın azabından kurtarmada
zikrullahtan daha müessir bir ameli işlememiştir." [Muvatta, Kur'ân 24,
(1, 211); Tirmizî, Daavât 6, (3374); İbnu Mâce, Edeb 53, (3790).][12]
AÇIKLAMA:
1-
İmam Mâlik bu hadisi, "Allah'ı zikretmek"le ilgili açtığı bir bâbda
rivâyet eder. Hadis muallaktır. Evvelinde zikrin ehemmiyetini belirten
Ebû'd-Derdâ'nın bir rivâyetini kaydeder. Sadedinde olduğumuz hadisi açıklayıcı
mahiyette olduğu için şerh maksadıyla meâlen kaydediyoruz: "Resûlullah
aleyhissalâtu vesselâm (bir gün) sordu: "Size amellerinizin en
hayırlısını, sizin derecenizi en çok artıracak, Melîkiniz nezdinde en temiz,
sizin için altın ve gümüş bağışlamanızdan daha hayırlı, sizin için düşmanınızla
karşılaşıp onların boyunlarını vurmanızdan, onların da sizin boyunlarınızı
vurmalarından da hayırlı amelinizi haber vereyim mi?"
"Bu
nedir ey Allah'ın Resûlü?" dediler.
"Allah'ı
zikretmektir!" buyurdu."
2-
Zürkânî, zikrullahın üstünlüğünü şöyle açıklar: "Çünkü, infak, düşmanla
savaş gibi diğer ibadetler Allah'a yaklaşmada vâsıtalar ve vesilelerdir.
Halbuki zikr en yüce maksaddır. Bunun (zikrullahın) başı Lailâhe illallah'tır.
Bu kelime-i ülyadır. (En ulu sözdür.) İslâm çarkının etrafında döndüğü
mihverdir. İslâm'ın diğer rükünlerinin üzerine oturduğu kâidedir. İmanın en âli
şûbesi ve hatta imanın (diğer rükünlerini de ifade eden, içine alan) külldür. قُلْ
إنَّمَا
يُوحَى إلىَّ
اَنَّمَا إلهُكُمْ
إلهٌ
وَاحِدٌ "İnsanlara söyle: "Bana ilâhınızın
tek bir ilâh olduğu vahyolunuyor" (Fussilet 6) âyeti de ifâde ediyor ki
vahy, tevhîd üzerine tekâsüf etmektedir. Çünkü, vahiyden en büyük maksad
tevhîdin takriridir. Diğer maksadlar tevhide tâbi durumundadırlar. Bu
sebepledir ki, Allah'ın ârif kulları Lailâhe illallah'ı diğer bütün zikirlere
tercih ettiler. Esâsen, bunda öyle husûsiyetler vardır ki, tarifi mümkün
değildir, onu ancak vicdânen ve zevken hissetmek mümkündür."
3-
Bazı âlimler, bu hadisin, efdal zikrin (hatırlamanın) muhâtaba göre farklı
olacağına hamledilmesi gerekir demiştir. Sözgelimi, savaşmasıyla İslâm'a
faydalı olan kahraman bir yiğide hitab edince, ona cihâdın efdal olduğu
zikredilmeli; malından fukaranın istifâde ettiği zengine hitab edince, sadakayı
söylemeli; hacca muktedir olana hitab edince ona haccı söylemeli; ebeveyni sağ
olana hitab edince anabâbaya iyilik yapmanın efdal olduğu söylenmelidir.
Böylece hayırlar arasında bir tevfik yapılmış olur.
İbnu
Hacer der ki: "Burada zikirden maksad kâmil zikirdir, bu ise dille
zikrederken kalble hamdetmeyi ve zihnen de Allah'ın azametini tefekkür etmeyi
beraberce sağlayan câmî bir zikirdir. İşte böylesi (dil, kalb ve zikirle birlikte
yapılan) bir zikre hiçbir şey muâdil olamaz. Cihâd vs.'nin efdaliyeti
(üstünlüğü) sadece dille yapılan zikre nisbetledir.
Mâlikî
ulamâsından Ebû'l-Velîd el Bâcî de şunları söylemiştir: "Zikir dil ve kalb
ile olur. Kalbin zikri, kişinin İlâhî emirlere uyduğu ve meâsîden kaçtığı
esnâda Allah'ı hatırlamasıdır. Dilin zikri ya vâcibtir, namazda Fâtiha, iftitah
tekbiri, selam ve benzeri şeyler gibi; ya da mendubtur, diğer zikirler gibi.
Vâcib olan zikrin hayır amellerinden efdal olması muhtemeldir. Mendub zikrin
de, sevabının büyüklüğü ve hayır yoluna sevki veya çok tekrarı gibi sebeplerle
üstün olması muhtemeldir."[13]
4-
Zikir mi üstün, Tilâvet-i Kur'ân mı?
Bu
hadis, zikrin Kur'an-ı Kerîm'i tilâvetten efdal olduğunu iktiza eder, ancak bu
durumda أفْضَلُ
عِبَادَةِ
أُمَّتِى
تَِوَةُ
الْقُرآن "Ümmetimin en faziletli ibadeti Kur'an
tilâvetidir" hadisine muhalefet eder. Gazâlî aradaki ihtilafı şöyle
kaldırır: "Kur'an bütün herkes için efdaldir. Zikir ise başından sonuna
kadar bütün ahvâliyle Allah'a teveccüh etmiş, kendini O'na vermiş kimse için
efdaldir. Zîra Kur'an, her çeşit marifeti, ahvali ve doğru yola irşad ihtiva
eder. Kul, ahlâkını güzelleştirmeye, mârifetleri tahsile muhtaç olduğu müddetçe
Kur'an okumak ona evlâdır. Ama bu safhayı aşar, zikir kalbini istilâ ederse,
onun zikre devam etmesi evlâdır. Zîra Kur'an onun zihnini cezbeder ve cennet
bahçelerinde dolaştırır. Kendini Allah'a verenin cennete iltifat etmemesi, tek
şeyi istemesi, tek şeyi zikretmesi gerekir. Fenâ ve istiğrak derecesine böyle
ulaşılır. Nitekim Cenâb-ı Hakk: وَلَذِكْرُ
اللّهِ
اَكْبَرُ "Allah'ı zikretmek en büyük şeydir"
(Ankebût 45) buyurmuştur."[14]
[1] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları:7/195-196.
[2] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları:7/197.
[3] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları:7/198.
[4] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları:7/198-199.
[5] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları:7/199.
[6] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları:7/199-200.
[7] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları:7/200.
[8] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları:7/200.
[9] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları:7/201.
[10] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları:7/201-202.
[11] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları:7/202.
[12] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları:7/202.
[13] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları:7/202-203.
[14] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları:7/204.