TABERÂNÎ MU'CEMÜ'S-SAGİR TERCÜME VE ŞERHİ. 10

Adam Öldüren Şiddetli Azaba Çarptırılacak. 10

Peygamberimizin Muâz'a Tavsiyesi 10

Allah'ın Kullarına Rahmeti 11

Zina Cezası Ve Hikmetleri 12

Rıdvan Biatı 13

Mâune Kuyusu Olayı 14

Peygamberimizin Vefası 15

"Harap Olup Gitti Hayber". 15

İbrahim (a.s.) Peygamberimizin Ümmetine Selâm Gönderdi 15

Hicret Eden Kadınların İmtihan Edilmesi 15

Abdullah Bin Abbas'ın (r.a.) Fazileti 16

Cihada Hazır Olmak. 16

Nafileleri Evde Kılmak. 17

İnsan Dünyada Bir Yolcu Gibidir 17

Kur'ân'ı Unutmanın Mes'uliyeti 18

Mizanda Ağır Basan Amel 18

Resûlullahın Hz. Hasan Ve Hz. Hüseyin'e Sevgisi 18

Kıbleye Dönerek Abdest Bozmak. 19

Kötü Ahlâk Tevbeye Engeldir 19

Ümmetin Helaki 19

İmanın Tadını Aldıran Üç Şey. 20

Bâzı Sahabîlerin Fazileti 21

Borçlunun Okuyacağı Dua. 21

Dinde Güçlük, Tedavi Olmak Ve İnsana Verilen En Hayırlı Şey. 21

Peygamberimiz Bid'at Ve Heva Ehlinden Uzaktır 22

Söz Taşımak. 23

Cuma Namazının Bir Rekatına Yetişen Kimse. 23

Ahir Zaman İdarecileri 24

Mü'minin Allah Katındaki Değeri 24

İçki İçmek. 24

Hz. Abbas (r.a.) 25

Resûlullahın Hizmetçilerine İltifatı 25

Allah'ın Meleklerine Karşı Övündüğü Kimseler 26

Müslümana Yardım Etmek. 26

Bilal'in (r.a.) Fazileti 26

Mü'minin Vasfı 26

Resûlullahın Ashabını İdare Etmesi 27

Zengin Kadının Hacca Gitmesi 28

Münafığın Misali 28

Gurur Sebebiyle Elbiseyi Sürümek. 28

Güzel Şeylere Bakarken "Maşaallah" Demek. 29

Para Peşin Mal Veresiye Satış Yapmak. 29

Ölülere Sövmemek. 30

Allah'ın Âlimlere Bir Lütfü. 30

Mü'mini Öldürmenin Mes'uliyeti 31

Namaz Ve Abdestin Fazileti 31

Allah'ın En Çok Kızdığı İsim... 31

Açıktan Günah İşleyenleri Açıklamak Gıybet Değildir 31

Bayramlarda Tekbir Getirmek. 31

Allah'ın Mahşerde Kullarıyla Konuşması 32

Irkçılık Câhiliye Âdetidir 32

Vaktin Namazını Kılmış Birisi Cemaata Uyabilir Mi?. 34

Peygamberimizin Bir Mucizesi 35

Mü'minlerin En Olgunu. 35

Farz Kılan Birine Uyulabilir Mi?. 35

Ölüm Mü'min İçin Nimete Geçiştir 36

Cenazeye Katılmak Çok Sevaptır 36

Peygamberimizin Namaz Sonrasında Yaptığı Dua. 36

Rızık İnsanı Bulur 36

Peygamberimizin Vefatı En Büyük Musibettir 37

Erkek Evinden Fazla Uzak Kalmamalı 37

Oruçlunun Hanımını Öpmesi 38

Ümmetin Mecûsileri Kimlerdir?. 38

İbâdette Resûlullaha Uymak. 38

Mahşerde Peygamberimiz Ümmetini Nasıl Tanıyacak?. 38

Bir Meclisten Kalkarken Okunacak Dua. 38

Oruç Tutmanın Yasaklandığı Üç Gün. 39

Haya Ve İman Beraberdir 39

Hz. Bilal'in Fazileti 39

Peygamberimiz Abdullah Bin Mes'ud'a Neler Öğretti?. 39

İdarecilerin Zulümlerini Tasdik Eden Helak Olur 41

Anne Baba Hakkı 42

Haksız Olarak Zimmete Mal Geçirmek. 43

Teyze Ve Hala İle Yeğen Bir Nikâh Altında  Birleşemez. 43

Ölünün Ardından Hayır Söylemek. 43

Affedilmeyen Günahkâr 44

Yemeğin Tesbih Etmesi 44

Güzel Yüz Ve Güzel İsim İhsan Edilen Kimse. 44

Cemaata Devama Engel Bir Durum... 45

Telbiye Ne Zaman Kesilir?. 45

Namazda Oturuş Nasıl Olmalı?. 45

Her Eklem Yeri İçin Bir Sadaka. 45

Allah'ın Mü'min Kuluna Rahmeti 46

Cuma Günü Oruç Tutmak. 46

Irkçıların Mahşer Yerindeki Durumu. 47

Zenginin Borcunu Ödemeyi Geciktirmesi 47

Peygamberimizin Bütün Ümmeti Cennettedir 47

Kadının Kadına, Erkeğin Erkeğe Çıplak Olarak Dokunması 48

Önemsemeden Söylenen Bir Söz. 48

Kayıp Bir Şeyi Bulmak İçin Yapılacak Dua. 48

Resûlullahın Keremi 48

İyilikleri Boşa Çıkanlar 49

Azabı En Şiddetli Olacak Kimse. 49

Şevval Ayında Oruç Tutmak. 49

A'raf Ehli Kimlerdir?. 50

Peygamberimiz İçin Vesîle'yi İstemek. 51

Borcu Öderken Ve İsterken Kolaylık Göstermek. 52

Haya Ve Fuhuş. 52

Musibete Uğramış Birini Gören Ne Demeli?. 52

Kişi İçin En Büyük Kazanç Nedir?. 52

Peygamberimizin Emrolunduğu Söz. 52

Yolculukta Oruç Tutmak. 52

Başkasından Esirgenmesi Helâl Olmayan İki Şey. 53

Bir Dua. 53

Doğruluk Ve Yalancılık. 53

Yemin Ve İki Şahitle Hüküm Verme. 54

Mezarlıkta Ne Denilmeli?. 54

Kisrâdan Sonra Kisrâ Gelmeyecek. 54

Fakirlerin Yüzünden Zenginlerin Vay Haline. 55

Arefe Akşamı Resûlullahın Yaptığı Dua. 55

Ramazan'da Günah Ve Sevapların Karşılığı İki Mislidir 55

Kadını Kocası Aleyhinde Kışkırtan Kimse. 56

Kâmil İmanın Bir Şartı 56

Peygamberimizin Duasının Tesiri 56

Mü'min Diken Batmasından Sevap Kazanır 57

Teşehhüt 57

Her Nefis Ölümü Tadacaktır 58

İnsanlarda Bulunması Güzel Olan Üç Şey. 58

İlmin Ve Hilmin Fazileti 59

Rızık Günah Ve Sevaba Göre Verilmez. 59

Namazda Tâdil-i Erkan. 60

Seccade Üzerinde Namaz Kılmak. 60

Kışın Oruç Tutmak. 60

Arefe Günü Orucu. 61

Cennet Ehlinde Artış Olmaz. 61

Hz. Ali İle Kur'ân Birbirinden Ayrılmaz. 61

Kur'ân'dan Bir Ayeti İnkar Edenin Durumu. 62

Ümmet Yetmiş Üç Fırkaya Ayrılacak. 62

İsa (a.s.) İnecektir 62

Dünya Üzüntüsü İle Güne Başlamak. 63

Zehirli Hayvanlara Ve Nazara Karşı Okunacak Dua. 64

İmanın Tadını Aldıran Üç Şey. 64

Hakkı Söylemekten Geri Durmamak. 64

Öfkeli İken Hüküm Vermemek. 65

Camilere Devam Etmek. 65

Son Nefeste İmanlı Gitmek. 65

Cennet Kadınlarının Şarkıları 65

Peygamberimizin Sabah Namazındaki Duası 65

Allah'ın Yardım Edeceği Kimseler 66

Müslümanı Aldatmak. 67

Şahitlikte Doğru Olanı Söylemek. 68

Namaz Gözün Nurudur 68

Haya İmandandır 69

Mü'min Ve Münafık Arasındaki Fark. 69

Artık İslamın Sözü Geçecektir 69

Müşriklerin Peygamberimize Bir Teklifi 70

İçki Sebebiyle On Kişiye Lanet Edilmiştir 70

Peygamberimizin Kefil Olacağı Kimseler 70

Yatsı Ve Sabah Namazlarını Cemaatla Kılmak. 71

Peygamberimizin Ebû Zer'e Tavsiyesi 71

Kıyamet Günü Sorulacak Beş Şey. 71

Ziyaret İçin Gelenlere İkramda Bulunmak. 72

Cuma Günü  Temizliğe Dikkat Etmeli 72

Resûlullahın Hz. Ali'ye Öğrettiği Duâ. 72

Hz. Enes'e Zor Gelen Gün. 72

Allah'ın Kullarına Karşı Merhameti 73

Hz. Hasan Müslümanlardan İki Büyük Ordunun Arasını Islah Etti 74

Ehl-i Beytin Fazileti 75

Resûlullah Baskından Önce Ezan Sesi Dinlerdi 75

Peygamberimizin Hz. Hassan'a Duası 76

İmanla Beraber Olduğunda Cennete Girdiren Beş Şey. 76

Ölü İçin Oruç Tutmak. 76

Allah'ın Hastaya Lütfü. 77

Sünnette Şakanın Yeri 77

İslâm'da Kâr Haddi Var Mı?. 77

Abdesti Tam Almak. 78

İslâmın Bina Edildiği Beş Şey. 78

Peygamberimizin Ümmetine Şefaati 79

Bir Âdab. 79

İlmin Ve İlim Öğrenmenin Fazileti 79

Erkeğin Eve Dönmekte Acele Etmesi 79

Hayberin Fethi 79

Peygamberimizin Turfanda Sebzeye Karşı Tavrı 81

Hilim Ve Teenni 81

Hz. Cerir'in Fazileti 81

Peygamberimizin Yardımcısı 82

Cennette Cinsî Güç. 82

Seferde Namaz. 82

Yemek Adabı 82

Namaz Tesbihatının Ehemmiyeti 82

Cennetten Köşk Kazandıran Ameller 83

Sakal Ve Bıyıkta Sünnet 83

Cennet Ehli Cennette Nasıl Olacak?. 84

Vasiyetin Önemi 84

Allah'ın Hayır Dilediği Kimse. 85

Çevreyi Kirletmek. 85

Kişinin Babasının Yerine Haccetmesi 86

Resûlullahın Bâzı Ahlâkî Özellikleri 86

Hz. Musa'nın İffeti 87

Yatarken Elleri Yıkamak. 88

Hayırlı Ve Şerli Olan Kimdir?. 88

Peygamberimizin Bâzı Tavsiyeleri 88

Tevbenin Ehemmiyeti 89

Allah'ın Konuşmayacağı Kimseler 89

Hz. Ali'ye Sövdüler 89

Çocuk Kokusu. 90

Hz. Ali'nin Peygamberimiz Yanındaki Değeri 90

Mekke Ve Medine'nin Fazileti 90

Taharette Su Kullanmak. 90

Namazı Vaktinde Kılmanın Fazileti 91

Peygamberimiz Hz. Câbir'e Niçin Duâ Etti?. 92

Cemaatla Namaz Kılınanın Fazileti 92

Hayır Yolunda Yardımcı  Olmak. 92

Devlet Malına İhanetin Cezası 92

Bağışlanmaya Sebep Olacak Sözler 92

Nafile Oruç Ve Namazın Fazileti 93

Buluntu Mal Ne Yapılır?. 93

Gecede İsteğe Cevap Verilecek Vakit 93

Kötülüğe Engel Olmamak Neye Benzer?. 93

Peygamberimizin Annelere Duası 94

Allah Yanında Aklın Kıymeti 94

Yalan Söylemek. 94

Borç Üzüntü Kaynağıdır 95

Allah'ın Adaleti 95

Peygamberimizden Çeşitli Tavsiyeler 95

Allah'ın Yakub'a Bir Vahyi 96

Peygamberimizi Görerek İman Etmek. 97

Allah'tan Dünya Ve Âhiret İçin Afiyet İstenmeli 97

Allah'a En Sevimli Olan İnsan Ve En Sevimli  Amel 98

Hisseli Kurban. 98

Akıllı Kimdir?. 98

İhlâs Sûresinin Fazileti 98

Peygamberimizin Bir Duası 98

Hz. Ömer'in Allah'ın İrâdesine Uygun Düşen Görüşleri 99

Ahirzaman İnsanları 99

Resûlullahın Çocuklara İlgisi 99

Su Dağıtma Adabı 100

Şüphe Götürmeyen Üç Şey. 100

İmanın Ehemmiyeti 100

Bir Kıyamet Alâmeti 100

Yasaklanıp, Sonra Serbest Bırakılan Üç Şey. 100

Kabir Ziyaretinde İslâm'a Uymayan Söz Söylememek. 101

Mürüvvet Sahiplerini Affetmek. 101

Lüzumsuz Şeyleri Terk Etmek. 102

Resûlullahın Hasım Olacağı Kimseler 102

Tuvalete Girerken Yapılacak Dua. 102

Kişi İçin En Faydalı Olan Üç Şey. 103

Sünnet Yaşı 103

Riya. 104

Peygamberimizin Ümmetinin Fazileti 105

Çocukların Anne Ve Babaya Faydası 105

Resûlullahın Yatarken Yaptığı Dua. 105

Allah Katında Mü'minin Değeri 106

Kadınların Şefkati 106

Resûlullaha Salavât Getirmek. 106

Evvâbîn Namazı 107

Resûlullahın Bir Duası 107

Kadere Rıza Göstermek. 107

Rüya Herkese Anlatılmamalı 108

Ufak Da Olsa Günahlar Küçük Görülmemeli 108

Hazırsa Önce Yemek, Sonra Namaz. 108

Mü'min, Mü'min Olarak Haram İşlemez. 109

Allah Ve Resulü İçin Nasihat 109

Herşey İnsandan Çok İbâdet Ediyor 110

Müslümanı Sevindirmek. 110

Cehennemliklerin Yiyeceği: Zakkum... 110

İftar Duası 110

Her Aydan Üç Gün Oruç Tutmak. 111

Küs Durmak. 111

Namaz Günahlara Keffârettir 112

Allah Kulları İle Konuşacak. 112

Müslümanların İşini Üstlenmenin Mes'uliyeti 112

Baş Örtüsü. 112

Peygamberimizin Günahtan Korunması 113

Doğum Kontrolü Ve Kader 113

Peygamberimiz Adına Yalan Uydurmak. 114

İnsana "İnsan" Denilmesinin Sebebi 114

Salih Rüyalar 114

Kimler Şefaat Edecek?. 115

Ölüm Ânında Herkes Gideceği Yeri Görür 115

Cemaatle Namaz. 115

Anarşi Ve Fitne Zamanında İslâmı Yaşamak. 115

Peygamberimizin Cehennemden Allah'a Sığınması 115

Zekât Vermemenin Cezası 115

Peygamberimiz Sünnetli Olarak Doğdu. 115

Hz. Bilâl'in Fazileti 116

Peygamberimizin Parmaklarından Su Akması 116

Kimler Allah Yolundadır?. 116

Mal Ve Makam Hırsının Dine Verdiği Zarar 116

Baba Çocuğunun Malını Alabilir Mi?. 117

Peygamberimizin Tebliğdeki Hassasiyeti 118

Peygamberimizin Ümmetine Nasihati 120

Kaderin Yazılı Olması Ve Hürriyet 120

Kadının Emân Vermesi 121

Resûlullahın Yatarken Okuduğu İki Sûre. 121

Oturarak Namaz Kılmak. 121

Kişinin Anne Ve Babasının Kabrini Ziyaret Etmesi 122

Hz. Ali'nin İlmi 122

Rüzgar Allah'ın Me'murudur 122

Meleklerin Çokluğu. 122

Hasan Ve Hz. Hüseyin'in Fazileti 122

Arefe Gününde Ve Muharrem Ayında Oruç Tutmak. 123

Dile Sahip Olmak. 123

Peygamberimizden Beş Öğüt 123

Allah'ın Koyduğu Cezaları Uygulamak. 123

Sahabîler Ümmet İçin Teminat İdi 124

Müşrikler Ahitlerini Bozdular 124

Haricîleri Öldürenlere Vaad Edilenler 126

Bir Yerden Kalktıktan Sonra Söylenilecek Söz. 126

Resûlullahın Bereket Duası Yaptığı Üç Şey. 126

Bâzı Suçların Cezaları 126

Allah'ı Çok Zikretmek. 127

Hz. Ebû Bekir Ve Ömer'in Fazileti 127

Peygamberimizin Hz. Ali'ye Tavsiyesi 127

İstihare, İstişare Ve İktisat 127

Kendisi Yaşamayanın İyiliği Tavsiye Etmesi 128

Ashabın Fazileti 128

Uyumak İçin Okunacak Dua. 129

Peygamberimizin Bir Mucizesi 129

Guslederken Kıl Yerinin Kuru Kalması 129

Namazda Safları Düzgün Tutmak. 130

Peygamberimizin Allah İndindeki Kıymeti 130

Ümmet İçerisinde Çıkacak Olan Deccaller 130

Şiirle Allah Yolunda Hizmet Etmek. 130

Şerrinden Korkulana Karşı Yapılacak Dua. 130

Peygamberimizin Yatağa Girerken Okuduğu Duâ. 130

Ne Kadar Gülmek Namazı Bozar?. 131

Peygamberimizin Ümmeti İçin Korktuğu Üç Şey. 131

Haricîler 131

Ruh Hakkında İnsanlara Fazla Bilgi Verilmedi 131

Yolculuktan Dönme Adabı 131

En Akıllı İnsan Kimdir?. 131

Yasîn Sûresinin Fazileti 132

Hz. Ali'nin Fazileti 132

Mü'minler Kardeştir 132

Hz. Ali Münafıkları Kevser Havzının Başından Kovacak. 132

İtikaf. 132

Peygamberimizin Gece Yaptığı Bir Duâ. 133

Kişinin Aşiretini Müdafaa Etmesi 133

Kişi Öfkelendiğinde Ne Demeli?. 133

Kime Dört Şey Verilmişse, Dört Şey Daha Verilmiştir 134

Duaya Üç Halden Biri İle Cevap Verilir 134

Peygamberimiz Ümmeti Hakkında En Çok Kimlerden Korkuyor?. 135

Günahlara Keffâret Olan Şey. 135

Resûlullah Havuz Başında Ümmetini Bekleyecek. 135

Oruç Ne İle Açılmalıdır?. 136

Erkeğin Avreti 136

Gizli Verilen Sadaka. 136

Resûlullahın Sevdiklerini Sevmek. 136

İsm-i A'zam İle Dua Etmek. 137

Ressamlık. 137

Duâ Bir İbâdettir 139

Misvak Kullanmak. 139

Kur'ân'a Sımsıkı Sarılmak. 139

Hayırlı Kul, Borcunu Güzel Şekilde Ödeyendir 139

Ayrılırken Selâm Vermek. 140

Resûlullahın Valilere Nasihati 140

Haricîler 140

Resûlullahın Vefatından Sonra Dinden Dönenler Oldu. 140

Borçtan Allah'a Sığınmak. 141

Bâzı Musibetler Günahların Neticesidir 141

Toprak Parçasını Gasbetmek. 141

İnsanlarla Sürtüşmenin Zararı 141

Hibeden Dönmek. 142

Peygamberimizin Bâzı Mühim Tavsiyeleri 142

Ümmetler Ne Zaman Helak Olur?. 142

Rükû Ve Secdeleri Tam Yapmak. 142

Allah Her Şeyde Güzelliği Emretmiştir 142

Kendine Verilmeyenle Tok Görünmek. 143

Peygamberliğin Yirmi Dört Parçasından Biri 143

Dinde Aşırı Gitmemek. 143

Merhamet 145

Peygamberimize Rüzgarla Yardım Edildi 146

Peygamberimizin Bir Duası 146

Dünyada Nefsin Her İstediğini Yapmak. 147

Rablerinin Rızâsını Dileyerek Ona Yalvaranlar 147

Dört Kısım Kalp. 147

Akabe Biati 147

Kadını Örten İki Şey. 148

Saçı Kısaltmak. 148

Resûlullahın Vefatında Hz. Fâtıma'nın Sözleri 148

Yeminin Neticesi 149

İnsanlar Üç Grup Olarak Haşredilecek. 149

Resûlullah Bedir Savaşında Kimin Nerede Öldürüleceğini Haber Verdi 149

Aşure Orucu. 150

Bir Kıyamet Alâmeti 150

Öşür 150

Resûlullahın Hacılar İçin Duası 151

Haya İmandandır 151

Hastaya Sıhhat Zamanında Yaptığı İbâdetlerin Sevabı Yazılır 151

Buluğ Çağına Ermeden Üç Çocuğu Ölen Kimse. 152

Haricîler 152

Peygamberimizin Ümmetine Düşkünlüğü. 152

Nikahta Kadının İzni 152

Abdest Günahları Döker 153

Resûlullahın Hususiyetleri 153

Hacc-ı Ekber 154

Kulak Çınladığında Salavat Getirmek. 154

Cami Yapmanın Fazileti 154

Resûlullahın Medinelilere Bereket Duası 154

Nimetçe Aşağıda Olanlara Bakmak. 155

Kan Dökmek Helak Olma Sebebidir 155

Yatsı Namazını Kılmadan Uyumak. 155

Resûlullahın Evi İle Minberi Arasının Fazileti 155

Ruhsatları Kabul Etmek. 155

Gücü Yetenin Öfkesini Yutması 155

Şüpheli Şeylerden Sakınmak. 156

Mahşer Günü Hesaba Çekilmeyecek Olanlar 156

Ayıp Örtmek. 156

Ölmek Üzere Olanlara İman Telkini 157

Kur'ân Okumanın Ve Ona Uymanın Faydası 157

Bedir Savaşına Katılanların Fazileti 158

Mahşerden Bir Sahne. 158

Kölenin Efendisi Üzerindeki Hakları 158

İkindi Namazının Sünneti 159

Giyinmiş, Fakat Çıplak Kadınlar 159

Müslümanları Rahatsız Etmekten Sakınmak. 160

Bâzı Kıyamet Alâmetleri 160

İhlâs Sûresini Çok Okumak. 160

Namaz Ateşi Söndürür 161

Sabah Namazından Sonra Allah'ı Zikretmek. 161

Resûlullahın Sidretü'l-Münteha'da Gördüğü Dört Nehir 161

Kur'ân'ın Sahabe Üzerindeki Tesiri 161

Resûlullahın Hz. İmran'a Öğrettiği Dua. 161

Köleyi Hürriyetine Kavuşturmak. 162

Borçlu Olarak Ölmek. 162

Devlet Malına Hıyanet Edenlerin Mahşer Yerindeki Durumu. 162

Kararda Aceleci Olmamak. 163

Yatmadan Önce Yapılacak İşler 163

Dinimizin Atıcılığa Verdiği Önem... 163

Kabe'nin Putlardan Temizlenmesi 164

Namaz Günahları Döker 164

Cuma Günü Gusletmek. 164

Bildiğinin Onda Birini Yapmakla Kurtulacak Olanlar 165

Resûlullahın Gece İbâdeti 165

Kur'ân'a Abdesetli Olarak Dokunmak. 165

Borçluya Kolaylık Göstermek. 166

Rükû Ve Secdeye Eğilirken Ellerin Durumu. 166

Ezanda Parmakları Kulakların İçine Sokmak. 166

Bayram Namazı Dönüşünde Başka Yoldan Gelmek. 167

Bayram Namazı Nasıl Kılınır?. 167

Peygamberimizin Bir Çocuğa Duası 167

Vâil Bin Hücr'ün (r.a.) Fazileti 167

Cennet Hazinelerinden Bir Hazine. 170

Müslümanı Sevindirmek. 170

Ahirette Köle Efendisinden Daha İyi Bir Makamda Olabilir. 170

İyilik Yapana Dua Etmek. 170

Yapmak İstenen İşi Gizli Tutmak. 170

Yağmur Duasında Bir Sünnet 171

Sabah Namazından Sonra Güneş Doğuncaya  Kadar Allah'ı Zikretmek. 171

Allah'tan Resûlullahın İstediklerini İstemek. 171

Resûlullahın Ebû Katâde'ye Duâ Ve İltifatı 171

Cihad Ve Cuma Namazı Kadınlara Farz Değildir 172


TABERÂNÎ
MU'CEMÜ'S-SAGİR TERCÜME VE ŞERHİ

 

Adam Öldüren Şiddetli Azaba Çarptırılacak

 

371. Ebû Said (r.a.) rivayet ediyor:

"Cehennem ateşinin sıcaklığı yetmiş cüzdür. Altmış do­kuz cüzü öldürmeyi emredenin, bir cüz'ü ise katil içindir."[1]

 

İzah

 

Hadiste, öldürmeye azmettirenin cezasının, katilin cezasından kat kat fazla olduğu nazara verilmektedir. Bunun böyle olmasının sebebi, asıl failin, yani gerçek katilin öldürmeye azmettiren olmasıdır. O, gerek para ve makam teklifiyle, gerekse karşı tarafın intikam duygusunu körükleyerek belkide hiç düşünmediği bir şeyi katile yaptırdığından, elbette cezası daha fazla olacaktır. Ni­tekim günümüz adalet sisteminde de azmettirene verilen ceza ile tetikçinin çarptırıldığı ceza bir değildir.[2]

 

Peygamberimizin Muâz'a Tavsiyesi

 

372. Muaz bin Cebel Resûlullahın (s.a.v.) şöyle buyur­duğunu (r.a.) rivayet ediyor:

"Ya Resûlallah bana nasihat et" dedim. Şöyle buyurdu:

"Nerede olursan ol Allah'tan kork. Kötülüğün arkasın­dan iyilik yap ki onu silsin. İnsanlara da güzel ahlakla mua­melede bulun."[3]

 

İzah

 

Peygamberimiz gerek Sahabîlerin nasihat istemesi üzerine, ge­rekse kendiliğinden onlara çok önemli tavsiyelerde bulunurdu. İşte Muâz bin Cebel de (r.a.) Resûlullahtan sık sık nasihat isteyen bir Sahabî idi. İzahını yaptığımız hadiste yine Peygamberimizden nasihat istediğinde, o, üç önemli hususu tavsiye ediyor. Bu tav­siye Hz. Muâz'ın şahsında bütün ümmete yapılmış bir tavsiyedir.

Peygamberimiz ümmetine,

"Nerede olursanız olun Allah'tan korkun" buyuruyor.

Bu, kişinin Allah'a kul olabilmesi, Onun emirlerini yerine getirip, yasaklarından kaçınması açısından çok mühimdir. Bulunduğu her yerde Allah'ın kendisini gözetleyip, gördüğünü bilen bir Müslüman, hiç kimse kendisini görmese da­hi '"Allah beni görüyor, Onun melekleri benim her hareketimi ka­yıt altına alıyor. Bir gün gelecek bu kayıtlar karşıma çıkacak" di­ye düşünerek yapmak istediği kötülükten vaz geçer. Böylece kişi takva sahibi olur ve Allah'ın böyle kulları için hazırladığı mükâ­fata nail olur.

Hadiste ikinci olarak "kötülüğün arkasından iyilik yapmak" tavsiye ediliyor. O iyiliğin yapılan kötülüğü sileceği bildirilerek kişi iyilik yapmaya teşvik ediliyor. Bu tavsiye aynı zamanda bir âyettir. Çünkü Yüce Allah bununla ilgili olarak, "Şüphesiz ki iyilikler kötülükleri giderir. Bu, güzelce düşününenler için bir öğüt­tür."[4]

Âyet ve hadislerde yapılması istenen iyilikler namaz kılmak, oruç tutmak, sadaka vermek, tevbe istiğfar etmek gibi şeylerdir. Zaten yukarıdaki âyetin baş kısmı,

"Gündüzün iki vaktinde ve gecenin gündüze yakın kısımlarında namaz kıl. Şüphesiz...." şeklindedir. Diğer taraftan Peygamberimiz de pek çok hadislerin­de abdest almanın ve namaz kılmanın günahlara keffâret olduğu­nu bildirmiştir.

İyiliğin kötülüğü silmesi iki şekilde anlaşılabilir. Birincisi, ki­şinin kalbinden günahın lekesinin silinmesi; ikincisi ise, kişinin amel defterine yazılan günah sayfasından o günahın silinmesidir. Eğer bir kötülük tevbe ile veya ardından hemen iyilik yapmak­la, ki bu da bir çeşit tevbedir, silinmezse o günahlar birike birike kalbi tamamen karartabilir. Ayrıca "Herbir günah içerisinde küfre giden bir yolun olduğu" da unutulmamalıdır. Bu kısımla ilgili olarak 359 numaraları hadisin izahına bakılabilir.

Hadiste yapılan üçüncü tavsiye, "insanlarla da iyi geçinmek­tir." Bu da tatlı dil, güler yüz, affetme, kusurları görmeme, hatayı yüze vurmama, ayıbını yaymama, başarılarını yayma, iltifat etme, hediye verme gibi şeylerle yapılabilir. Ancak insanlarla iyi geçin­me tavsiye edilmesi, kesinlikle yaltaklanmak, riyakarlık ve dalka­vukluk yapmak şeklinde anlaşılmamalıdır. Karşıdaki insanın bir kusuru yanlışı varsa, bu uygun bir lisanla elbette kendisine söylenilmelidir. Diğer taraftan, münasebet içerisinde olunan biri yap­tığı yanlış bir şeyi tasdik ettirmek için, "Böyle değil mi?" diye so­rarsa, "Onu kırmayayım" diye "Evet" diyerek veya baş sallayarak dalkavukluğa girilmemelidir. Dinimiz yukarıda saydığımız tatlı dil, güler yüz, af gibi huyları överken, dalkavukluk, riyakarlık, yaltaklanmak gibi huyları yermiş, bunları çirkin huylar olarak vasıflandırmıştır.[5]

 

Allah'ın Kullarına Rahmeti

 

373. İbni Abbas (r.a.) rivayet ediyor:

"Resûlullaha 'Siz içinizde olanı açıklasanız da, gizleseniz de Allah onu bilir ve onunla sizi hesaba çeker'[6] âyeti nazil olduğunda bu Resûlullahın Ashabına güç geldi. Sonra 'O dilediğini bağışlar, dilediğine de hak ettiği şekilde azap verir'[7] ifâdesi nazil oldu. Bunun üzerine onlar sevindiler."[8]

 

İzah

 

Bu hadiste,

"Siz içinizde olanı açıklasanız da, gizleseniz de Allah onu bilir ve onunla sizi hesaba çeker"

âyeti nazil olduğunda bunun Resûlullahın Ashabına güç geldiği, sonra,

"O dilediğini ba­ğışlar, dilediğine de hak ettiği şekilde azap verir"

âyeti nazil oldu­ğunda ise Ashabın rahatladığı ifâde ediliyor. Sonraki ifâdelerde Allah'ın dilediğini bağışlayacağı bildirilerek Sahabîler biraz olsun rahatlatılıyor.

Müstedrek'te yine İbni Abbas (r.a.) kanalıyla gelen, Müs­lim'de Ebû Hüreyre (r.a.) yolu ile gelen rivayette,

"Siz içinizde olanı açıklasanız da, gizleseniz de Allah onu bilir ve onunla sizi hesaba çeker. O dilediğini bağışlar, dilediğine de hak ettiği şekil­de azap verir" âyetinde sonra Ashabın sıkıldığı, onları rahatlatlatmak için,

"Allah kimseyi gücünün yettiğinden fazlasıyla mükellef tutmaz. Herkesin kazandığı hayır kendi lehine, işlediği günah da kendi aleyhinedir" âyetinin nazil olduğu rivayet ediliyor.

Bu izahtan sonra Müslim'de Ebû Hüreyre (r.a.) yolu ile gelen hadisi de zikredelim:

"Siz içinizde olanı açıklasanız da, gizleseniz de Allah onu bilir ve onunla sizi hesaba çeker. O dilediğini bağışlar, dilediğine de hak ettiği şekilde azap verir"

âyeti nazil olduğunda bu Resûlullahın (s.a.v.) Ashabına[9] ağır geldi. Resûlullaha (s.a.v.) geldiler ve diz çöküp oturarak şöyle dediler:

"Ey Allah'ın Resulü, bize namaz, oruç, cihad ve sadaka gibi yapabileceğimiz işler emredildi, bunları yapıyoruz. Ancak Cenâb-ı Hak sana şu âyeti indirdi. Onu yerine getirmemiz mümkün değil"[10]

Resûlullah (s.a.v.) onlara,

"Siz de sizden önceki ümmetlerden Yahudi ve Hıristiyanlar gibi, 'Dinledik ama itaat etmiyoruz' mu demek istiyorsunuz? Hayır öyle değil siz, 'İşittik ve itaat ettik, ey Rabbimiz affını dileriz, dönüş Sanadır' deyin."

Cemaat bunu okuyunca dilleri ona yatıştı. Hemen arkasından Allah şu âyeti indirdi:

"Peygamber, kendisine Rabbinden indirilen Kur'ân'ı tasdik edip ona iman etti. Mü'minler de onunla beraber iman ettiler. On­ların hepsi Allah'a, meleklerine, kitaplarına ve peygamberlerine iman etti. Onlar. 'Biz Allah'ın peygamberlerinden hiçbirini ayır­mayız; birine inandığımız gibi hepsine de inanırız' diyerek iman getirdiler. Ve dediler ki: 'İşittik ve emrine uyduk. Affını ve mağ­firetini dileriz, ey Rabbimiz! Varılacak yer Senin huzurundur.'[11]

Onlar bunu yapınca, Allah da şu âyetle[12] önceki âyetin hükmü­nü kaldırdı:

"Allah kimseyi gücünün yettiğinden fazlasıyla mükellef tut­maz. Herkesin kazandığı hayır kendi lehine, işlediği günah da kendi aleyhinedir. Ey Rabbimiz! Unutur veya hatâya düşer de bir kusur işlersek bizi onunla hesaba çekme. (Resülullah bu duayı söyleyince Allah Teâla, 'Tamam' buyurmuştur.) Ey Rabbimiz! Bizden evvelkilere yüklediğin gibi bize de ağır yükler yükleme. (Allah Teâla, 'Tamam' buyurdu.) Ey Rabbimiz! Bize güç yetiremeyeceğimiz şeyi de yükleme. (Allah Teâla, 'Tamam' buyurdu.) Günahlarımızı affet. Bizi bağışla. Bize merhamet et. Bizim dostu­muz ve yardırmamız Sensin. Kâfirler güruhuna karşı Sen bize yardım et. (Allah Teâla, 'Tamam' buyurdu.)"

Müslim'deki hadisin bu son kısmı, izahını yaptığımız hadisin râvisi Abdullah bin Abbas (r.a.) tarafından da rivayet edilmiştir.[13] Biraz da "kalapten geçen şeyler" üzerinde duralım:

İnsandan meydana gelen ve dinî hükümlerin alanına giren şeyleri şöyle tasnif edebiliriz:

1. Dil ile söylenen sözler.

2. Vücudun tamamı veya el, ayak ve göz gibi bir organ ve vü­cudun bir kısmı ile işlenen fiiller.

3. Küfür, iman, riya, ihlas gibi kalple işlenen işler.

Söylenmesi ve işlenmesi günahı gerektiren bir şey dil ile söy­lenmedikçe; vücudun tamamı veya organları ile işlenmedikçe sa­dece kalpten geçmesi halinde günah sayılmaz. Meselâ bir kimse­nin aleyhinde konuşmak ve sövmek kalpten geçse bile, dil ile söylemedikçe günah sayılmaz. Bunun gibi bir kimse hırsızlık yapmayı, kumar oynamayı, adam öldürmeyi kalbinden geçirse hırsızlık fiilini işlemedikçe, kumar oynamadıkça ve adam öldürmedikçe bir günah kazanmış olmaz. Gerek zikrettiğimiz âyet, ge­rekse peygamberimizin şu hadisi bu gerçeği ifâde eder:

"Dilleriyle söylemedikçe ve fiilen yapmadıkça, Allah, ümme­timin kalbinden geçirdiği şeyleri onlar için bağışlamıştır."[14]

Gönülden geçenden sorumlu tutulmamakla beraber, Yüce Al­lah kıyamet gününde kullarına kalplerinden geçen şeyleri bildire­cek, fakat lütuf ve kereminden bunlardan sebebiyle onları hesaba çekmeyecektir.

Küfür, riya, hased gibi kalble işlenen fiillere gelince:

Kişi, küfür, riya ve hased gibi şeyleri kendi isteği ile hatırına getirir de bunları kalbinde kökleştirirse, böyle birisi günahkar olur. Âyet ve hadis, böylelerinin mes'ul olmadığına delil teşkil et­mez. Küfür, riya, hased gibi kalble işlenen fiillerden günah ka­zanmak için kalben düşünmek kâfidir. Meselâ insanlara gösteriş için büyük bir hayır yapan kimse bunu dil ile söylemese de bunu kalben düşünmesi amelinin boşa çıkması için kâfidir. Gösteriş için cihad etmek, namaz kılmak da böyledir.

Fakat bir vesvese şeklinde insanın kalbinden geçen şeyler için bir günah kazanma söz konusu değildir. 247 numaralı hadisin izahına bakınız.[15]

 

Zina Cezası Ve Hikmetleri

 

374. Enes bin Mâlik (r.a.) rivayet ediyor:

Bir kadın Resûlullaha (s.a.v.) geldi ve zina ettiğini itiraf etti. Kadın hâmile idi. Resûlullah ona ceza uygulamayı do­ğum yapıncaya kadar erteledi. Kadın doğum yaptıktan son­ra vücudunun açılmaması için elbisesinin bağlanmasını ve sonra taşlanarak öldürülmesini (recm edilmesini) emretti. Sonra da o kadının cenaze namazını kıldı. Oradakilerden bi­risi, "Kadın zina etti, sen de onu recmettin. Sonra da ona namaz mı kılıyorsun?" dedi. Resûlullah şöyle buyurdu:

"O kadın öyle bir tevbe etti ki, onun tevbesi Medine hal­kından yetmiş kişiye paylaştırılsaydı, hepsine yeterdi. Sen o kadının canını seve seve vermesinden daha üstün bir dav­ranış görüyor musun?"[16]

 

İzah

 

Tirmizi'de Resulullahın kadının velîsine, "Ona iyi muamele et. Doğum yaptığında da bana bildir" ilâvesi vardır.

Yine "Kadın zina etti, sen de onu recmettin. Sonra da ona na­maz mı kılıyorsun?" diyen kimsenin Hz. Ömer olduğu kayıtlıdır.

Hadisin Müslim'de geçen bir rivayetinde de kadının doğum­dan sonra birşeyler yiyebilecek yaşa gelinceye kadar çocuğunu emzirdiği, sonra çocuğunun elinde bir ekmek parçası olduğu halde Resûlullaha gelip "İşte ey Allah'ın Resulü, onu sütten kes­tim. Ekmek yemeye de başladı" dediği ve recmedildiği yer alır.[17]

Kadından önce, onunla zina eden Mâiz bin Mâlik isimli Sahabî gelmiş, suçunu itiraf ederek recmedilmesini istemiş. Resûlul­lah da gerekli tahkikatı yaptıktan sonra onu recmetmiştir.[18]

Peygamberimiz (s.a.v.),

"Sen o kadının canını seve seve ver­mesinden daha üstün bir davranış görüyor musun?" sözüyle, kadının Allah'tan başka kimsenin görmediği bir yerde günah işle­diği halde, ölümü göze alarak suçunu itiraf etmesini nazara ver­miştir.

Dinimiz, canı, malı, nesli korumayı emreder. Bu sebeple zina­yı şiddetle haram kılmıştır. Bununla da kalınmamış, zina eden er­kek ve kadına bizzat Allah tarafından bir ceza da takdir edilmiştir. Buna göre zina edenler bekârsalar yüz sopa vurulur. Evli iseler, taşlanarak öldürülürler. Zina edenlerin taşlanarak öldürülmesine recm denilir. Zina edenlerden biri evli, diğeri bekârsa, evli olan recmedilir, bekâra ise yüz sopa vurulur. Dinimizde mühim hik­metlere binâen emredilen recm, bâzılarının zannettikleri gibi he­men tatbik edilecek bir ceza değildir. Çünkü bir insanın hayatı söz konusudur. İnsan hayatının korunmasına son derece hassa­siyet gösteren yüce dînimiz, bu konuda da hassastır. Zinanın sübutu ve recm cezasının tatbik edilmesi için gerekli olan şartları şöylece sıralayabiliriz:

1. Dört âdil şahit: Şahitlerin dördünün de bir arada bulunması şartı aranır. Bu dört şâhid dördü de kadınla erkeğin cinsî münâ­sebette bulunduklarını açıkça görmüş olmalıdır. Şahitlerden üçü, "Bu ikisini zina ederken gördük" deseler, dördüncü şahıs da "Ben bu ikisini yorgan altında gördüm" dese, Hanefi mezhebine göre ilk üç kişiye seksener deynek kazf, yani namuslu birine ifti­ra atma cezası verilir. Görüldüğü gibi, zina suçunun şahitlerle is­pat edilmesi son derece zordur.

2. Suçu işleyenlerin itirafı.

3. Bekâr bir kızın veya dul bir kadının hâmile kalması.

İslâmiyette temel felsefe, insanları cezalandırmak değil, çeşitli suçların önünü almak, suç işlenmeden önce önüne geçmektir. Bunun içindir ki, Peygamberimiz mahkeme esnasında şüpheli durumlarda zina ithamına mâruz kalan kişi lehine hüküm verilme­sini tavsiye etmiştir.[19]

Sonsuz rahmet sahibi olan Yüce Allah'ın zina edenlere uygu­lanmasını emrettiği cezada hem toplum için, hem de şahıs için faydalar, hikmetler vardır. Herşeyden önce, suçluyu affetmek, merhametin yersiz kullanılmasıdır. Hukuku çiğnenen, namusu pâyimal olan kimselere karşı bir haksızlıktır. Unutmamak gerekir ki, kötülere iyilik, iyilere kötülük ve zulüm yapmak demektir. Bunun gibi, başka suçların da işlenmesine bir primdir. Başkası­nın namusunda gözü olanların ve bunu fiile çıkaranların toplum­da serbestçe gezmeleri, namuslu toplum fertlerinin endişe etme­sine sebep olur.

Diğer taraftan, namusu pâyimal olan genç kızların, kadınların ve ailelerin duruşma esnasında kendilerine hâkim olamayarak "Asın bu zâlimleri" diye bağırmaları da, recm cezasının fıtrata uy­gun olduğunu gösterir.

Recm cezasının tatbik edilmesinin topluma olan bir diğer fay­dası da İlâhî rahmetin celbine sebep olmasıdır. Peygamberimiz bir hadislerinde bu gerçeğe şöyle dikkat çeker:

"Allah'ın koyduğu had cezalarından birisini dosdoğru tatbik etmek Allah'ın beldelerinde kırk gün yağmur vermesinden daha hayırlıdır."[20]

Recm cezasının tatbik edilmesi suçlu için de rahmettir. Çünkü bu ceza karşılığında günahları affedilmektedir. Nitekim Peygam­berimiz, zina eden ve suçunu itiraf ettiği için recmedilen Mâiz hakkında,

"O öyle bir tevbe etti ki, bir millete paylaştırılsaydı, hepsine kâfi gelirdi" buyurmuştu.

Bununla ilgili bir başka nadi­de şu mealdedir:

"Allah'a ortak koşmayacağınıza, zina yapmayacağınıza, hır­sızlık etmeyeceğinize Allah'ın öldürülmesini haram kıldığı hiçbir cana kıymayacağınıza dair bana söz verin.

"Kim bu günahlardan birini işler de cezasını dünyada görürse, bu ceza onun günahına keffâret olur. Bu suçlardan birisini işler de Allah bunu örterse, hesabı Allah'a kalmıştır. Dilerse affeder, dilerse cezalandırır."[21]

Tirmizi'de de aynı hadis bu suçları işleyip de cezasını dünyada iken çeken kimsenin âhirette ikinci bir cezaya çarptırılmayacağı şeklindedir.[22]

 

Rıdvan Biatı

 

375. Ata bin Ebi Rabah rivayet ediyor:

Abdullah bin Ömer'e, "Resûlullah (s.a.v.) ile beraber Rıdvan bîatında sen de bulundun mu?" diye sordum. "Evet" dedi. "Üzerinde ne vardı?" dedim. Şu cevabı verdi:

"Üzerinde pamuklu bir gömlek, içi astadı bir cübbe, bir de aba vardı. Kılıcını da kuşanmıştı.

Nu'man bin Mukarrin'i de Resûlullaha bîat yapılırken başına değmesin diye ağacın dallarını yukarıda tutarken gör­düm."[23]

 

İzah

 

Peygamberimiz (s.a.v.) gördüğü bir rüya üzerine Hicretin 6. yılında Kabe'yi tavaf etmek için 1400 kişilik bir kafileyle Mek­ke'ye hareket etti. Müşrikler bunu haber alınca hem onların hare­ketlerini kontrol etmek, hem de Mekke'ye koymamaya kararlı ol­duklarını göstermek üzere 200 kişilik bir süvari birliği hazırla­dılar. Sonra da Resûlullaha elçi gönderdiler. Ardından Peygam­berimiz de damadı Osman bin Affan'ı (r.a.) Mekke'ye elçi olarak gönderdi. Bir müddet sonra onun şehid edildiği haberini aldı.

Bunun üzerine gelen vahye uyarak Peygamberimiz (s.a.v.) ölmek, fakat geri dönmemek üzere müşriklerle çarpışmak için bütün Ashabından bîat istedi. Rıdvan Bîatı olarak tarihe geçen bu bîatta bulunanlar, Cenâb-ı Hakkın övgüsüne ve rızasına mazhar oldu. Yüce Allah bu Sahabîleri şöyle övdü:

"Ölünceye kadar sana bağlı kalacaklarına söz vererek sana bîat edenler Allah'a bîat etmişlerdir. Allah'ın kudret ve yardımı onla­rın üzerindedir. Ahdini bozan kendi aleyhine bozmuş olur. Al­lah'a verdiği sözü yerine getirenlere ise Allah pek büyük bir mü­kâfat verecektir.

Şüphesiz Allah o ağacın altında sana bîat eden mü'minlerden razı oldu. Kalplerinde olanı bildi ve onlara huzur ve sükûnet ih­san etti. Onları yakın bir fetih ve elde edecekleri büyük bir gani­metle mükâfatlandırdı. Allah'ın kudreti herşeye galiptir ve Onun her işi hikmet iledir."[24]

İşte yukarıdaki hadiste bu bîat kastedilmektedir. Hadiste bîat devam ederken Nu'man bin Mukarrin'in de (r.a.) Resûlullaha değmemesi için ağaç dalını yukarı kaldırdığı bildiriliyor.

Rıdvan Bîatı müşriklerin kalbine korku salmıştı. Alıkoydukla­rı Hz. Osman'ı serbest bıraktılar. Sonra da Peygamberimizle Hudeybiye Sulhunu imzaladılar.

Tafsilat için Dört Hatife Ahlâk ve Fazileti isimli eserimizin 76-79, 347-351. sayfalarına bakınız.[25]

 

Mâune Kuyusu Olayı

 

376. Enes bin Mâlik (r.a.) rivayet ediyor:

Ensardan yetmiş kişi, geceleyin Medine'de kendilerine âit bir medresede toplanıp Kur'ân-ı Kerim öğrenmeye çalı­şırlardı. Sabah olduğunda kendisinde güç bulanlar, odun toplamak ve su çekmek gibi işlerle uğraşırlardı. Mâlî duru­mu yerinde olanlar da bir koyun keserek gövdesini olduğu gibi getirir Resûlullahın evinin dış duvarına asarlardı. Hübeyb (r.a.) şehid düştükten sonra Resûlullah bu yetmiş kişi­yi bir vazifeye gönderdi. Dayım Haram bin Milhan da bu yetmiş kişinin içinde idi. Bunlar yolculuk esnasında Süleym oğulları kabilesinin bir oymağının yanından geçerlerken, oymak halkı onlara sataşmak istediler. Dayım birlik komu­tanına:

"Gidip onlara 'Biz sizin için gelmedik [Sizinle bir alıp veremediğimiz yok]1 dememe müsaade eder misin?" dedi.

Onlar "Konuşabilirsin" deyince de onların yanına gitti. Yanlarına vardığında içlerinden biri dayıma konuşma imka­nı vermeden ona mızrak sapladı. Dayım karnında mızrağın soğukluğunu hissedince:

"Allahu ekber! Kabe'nin Rabbine yemin olsun ki ben Cenneti kazandım" dedi ve şehid oldu.

Oymak halkı dayımdan sonra bu yetmiş kişinin hepsini kılıçtan geçirerek Resûlullaha durumu haber verecek tek bir kişiyi dahi sağ bırakmadılar. Resûlullah bu durumu haber alınca çok üzüldü. Onun hiç bir seriyye için bu derece üzül­düğünü görmedim.

"Resûlullah her sabah namazını kıldıktan sonra elini kal­dırır, bu katliamı yapanlara beddua ederdi."[26]

 

İzah

 

Uhud Savaşından dört ay sonraydı. Necid bölgesinde oturan Âmiroğulları kabilesinin reisi Ebû Berâ, Peygamberimize gelerek kavmine İslâmiyeti anlatmaları için birkaç Sahabî görevlendirme­sini istedi.

Resûlullah (s.a.v.),

"Necid ahâlisinin göndereceğim kimsele­rin başına bir felâket getirmelerinden korkarım" buyurdu.

Ebû Berâ, "Ben sana teminat veriyorum. Onları koruyacağım" dedi.

Bunun üzerine Resûlullah (s.a.v.), Münzir bin Arar (r.a.) başkanlığında Haris bin Samme, Haram bin Milhan, Urve bin Esma, Nâfi bin Büdeyl, Âmir bin Füheyre'nin de (r.anhüm) içinde bulunduğu yetmiş kişilik (başka bir rivayete göre kırk) kişilik bir heyet gönderdi.

Bu heyet pusuya düşürülürek katledildi. İşte izahını yaptığı­mız hadis bunu haber vermektedir.

Haram bin Milhan (r.a,) karnında mızrağın soğukluğunu his­sedince, söylediği "Allahu ekber! Kabe'nin Rabbine yemin olsun ki ben Cenneti kazandım" sözü, katili Cebbar bin Selmâ'nm İslâmla şereflenmesine sebep oldu.[27]

Hadisin râvisi, müşriklerin yetmiş kişiden hiç kimseyi sağ bırakmadıklarını bildiriyor. Hadisin başka rivayetlerinde onların Amr bin Ümeyye'yi (r.a.) serbest bıraktıkları bildirilir.[28]

Sahabîler şehid edilmeden önce Allah'a şöyle niyaz ettiler:

"İlâhî, burada Resulüne durumumuzu haber verecek Senden başkası yoktur. Selâmımızı ona Sen ulaştır. İlâhî, Resulün vasıta­sıyla kavmimize haber ver ki, biz Rabbimize kavuştuk. Biz Rabbimizden hoşnud olduk, Rabbimiz de bizden hoşnud oldu."

Peygamberimiz (s.a.v.) o sırada Medine'de bulunuyordu. Cebrail (a.s.) geldi, onların selâmını ulaştırdı. Resûlullah onların durumunu Ashabına şöyle haber verdi:

"Kardeşleriniz müşriklerle karşılaştılar. Müşrikler onları ke­sip biçtiler, mızrakladılar. Onlar şehid olurken 'Ey Rabbimiz, Rabbimizden hoşnud olduğumuzu, Rabbimizin de bizden hoşnud olduğunu kavmimize Sen tebliğ et' dediklerini ben size haber ve­riyorum. Onlar için Allah'tan bağışlanma dileyin. Onlar bana se­lâm gönderdiler."

Hadisin râvisi, Enes'in de (r.a.) haber verdiğine göre Resû­lullah her sabah namazını kıldıktan sonra bu katliamı yapanlara bir ay boyunca beddua etti. Bu beddua sebebiyle müşriklerin ku­raklık ve kıtlığa maruz kaldıkları ve perişan oldukları bildirilir.[29]

 

Peygamberimizin Vefası

 

377. Temim bin Zeyd, babası Zeyd bin Hâle'den (r.a.) rivayet ediyor:

Zeyd bin Hâle (r.a.), Resûlullahın (s.a.v.) yanına girdi. Resûlullah (s.a.v.) uyuyordu. Hemen uyandı. Zeyd bin Hâle'yi bağrına bastı ve "Hâle imiş! Hâle! Hâle!" dedi.[30]

 

İzah

 

Zeyd bin Hâle (r.a.) Peygamberimizin hanımlarından Hz. Ha­tice'nin yakını oluyordu. Ebu'l-Kâsım, "Resûlullah Zeyd bin Hâle'nin (r.a.) Hz. Hatice'ye yakınlığı sebebiyle sevinmiş olmalıy­dı" diyerek Peygamberimizin Resûlullahın Hz. Zeyd bin Hâle'ye gösterdiği yakınlığın sebebini açıklar.

Gerçekten de Peygamberimiz çok sevdiği eşi Hatice Valide­mize olan sevgisini onun vefatından sonra da sürdürmüştür. Bunu, onun yakınlarına gösterdiği ilgi ve sevgiyle dışa da vurur­du.[31]

 

"Harap Olup Gitti Hayber"

 

378. Abdullah bin Ebî Evfâ (r.a.) rivayet ediyor: Resûlullah Haybere sefer düzenlediğinde hayber halkı onu ve ordusunu görünce "Muhammed ve ordusu" diyerek kaçışmaya bağladılar. Bu arada Resûlullah (s.a.v.) şöyle buyurdu:

"Allâhu ekber, harap oldu gitti Hayber!

"Biz bir kavmin yurduna baskın yapıp girdik mi, uyarıl­mış olan o kâfirlerin hali yaman olur!"[32]

134 Numaralı hadisin izahına bakınız.[33]

 

İbrahim (a.s.) Peygamberimizin Ümmetine Selâm Gönderdi

 

379. Abdullah bin Mes'ud (r.a.) rivayet ediyor:

"Mîrac gecesinde Allah'ın dostu İbrahim'i (a.s.) gördüm. Bana şöyle dedi:

"Ey Muhammed! Ümmetine selâm söyle ve onlara bildir ki, Cennet, toprağı hoş ve temiz, suyu tatlı ve kendisi düz bir yerdir. Oraya bir şeyin ekimi ise, 'Sübhanallah, elham­dülillah, lâilâhe illallahü vallahü ekber ve Lâ havle velâ kuv­vete illâ billah' söylemektir."[34]

 

İzah

 

Hadiste zikredilen mîraç, bir yükseliştir. Peygamberimizin ruh ve bedeniyle Rabbinin huzuruna yükseldiği büyük, mucizelerin­den birisidir. Yüce Allah Miraçla, Sevgili Peygamberimizin üstünlüğünü, onun yanındaki makamını meleklere ve gök ehline göstermek istemiştir.

Resûlullah (s.a.v.) Miraçta Rabbini görmüş, Cenneti gezmiş, Cehennemi müşahade etmiştir.

Mîraç, peygamberliğin on ikinci yılında, hicretten on sekiz ay önce, Recep ayının 27. gecesinde gerçekleşmiştir.

Peygamberimiz (s.a.v.) Mîraç esnasında kendisinden önceki peygamberlerle görüşmüş, onlarla sohbet etmiştir. Miracın anla­tıldığı uzun bir hadiste birinci semâda Hz. Âdem, ikinci semâda Hz. İsâ ve Hz. Zekeriyya, üçüncü semâda Hz. Yusuf, dördüncü semâda Hz. İdris, beşinci semâda Hz. Harun, altıncı semâda Hz. Mûsâ, yedinci semâda ise Hz. İbrahim ile görüşmüştür.[35] İşte bu görüşmesinde Hz. İbrahim onunla ümmetine selâm göndermiş, onlara Cennete girmelerine vesile olacak şeyler tavsiye etmiştir.

Mîraç hakkında tafsilatlı bilgi için Üç Aylar ve Mübarek Günler isimli eserimizin 39-51. sayfalarına bakılabilir.[36]

 

Hicret Eden Kadınların İmtihan Edilmesi

 

380. Âişe (r.a.) rivayet ediyor:

"Ey Peygamber! Mü'min kadınlar sana geldiğinde..."[37]

âyeti nazil olunca bu âyetin emri gereği Resûlullah Mek­ke'den Medine'ye hicret eden kadınları imtihan ediyordu.[38]

 

İzah

 

Peygamberimiz Hudeybiye'de müşriklerle bir anlaşma yap­mıştı. Bu anlaşmanın bir maddesi de Müslüman olarak Medine'­ye gelenlerin tekrar müşriklere iade edilmelerini gerektiriyordu.

Peygamberimiz (s.a.v.) anlaşmanın bu maddesine uyarak Müslü­man olup Medine'ye gelenleri müşriklere geri iade etmişti.

Medine'ye gelenlerden birisi de Peygamberimizin halasının kızı Ümmü Gülsüm idi (r.a.). Ümmü Gülsüm (r.a.) aslında çok önceleri Müslüman olmuştu. Fakat babası izin vermediği için Me­dine'ye hicret edememişti. Tam yedi sene sonra bir fırsatını bula­rak Medine'ye hicret etti. Peygamberimizin hanımı Ümmü Seleme'nin (r.a.) evine misafir oldu. O sırada Resûlullah evde yok­tu. Ümmü Seleme'ye (r.a.) geri iade edilmekten endişe duyduğu söyledi. "Kadınların hali erkekler gibi değildir" diye de ekledi.

Derken Resûlullah (s.a.v.) eve geldi, kendisine hoş geldin de­di. Ümmü Gülsüm (r.a.) heyecanla durumunu Resûlullaha (s.a.v.) arzetti. Şöyle dedi: "Ya Resûlallah, ben dinim uğrunda hicret ederek sizin yanınıza geldim. Beni koruyun, müşriklere ge­ri çevirmeyin. Beni onlara verirseniz, işkence ederler. Dinimden döndürmeye çalışırlar. Ben nihayet bir kadınım. İşkenceye da­yanamam. Bilirsin ki, kadınların hali zayıfların haline benzer."

Peygamber Efendimiz onu dinledikten sonra,

"Yüce Allah mu­hakkak kadınlar hakkında ahdi bozar, hükümsüz bırakır" buyur­du.

Nihayet izahını yaptığımız hadiste baş tarafına yer verdiğimiz âyeti kerime nazil olarak Peygamberimizden böyle kadınları imti­han etmesi istendi. Ayetin tamamı şöyle idi:

"Ey Peygamber! Mü'min kadınlar sana geldiğinde, Allah'a hiçbir şeyi ortak koşmamak, hırsızlık yapmamak, zina etmemek, çocuklarını öldürmemek, doğurmadığı çocuğa yalan yere sahiplik iddiasında bulunmamak ve itaat etmeyi gerektiren bir hususta sana karşı gelmemek üzere bîat etmek isterlerse, onların bîatlanın kabul et ve onlar için Allah'tan af dile. Muhakkak ki Allah çok bağışlayıcı, çok merhamet edicidir."

Vahiy tamam olunca Peygamberimiz onu Ümmü Gülsüm'e (r.a.) müjdeledi. Hz. Ümmü Gülsüm için bundan daha sevindiri­ci bir haber olamazdı. Sevinçten ağladı.

Bu arada babası onun Medine'de olduğunu öğrenmişti. Oğul­ları Velid ile Ümâre'yi hemen Medine'ye yolladı. Bunlar Resûlul­laha (s.a.v.) gelerek, "Aramızdaki anlaşmaya göre Müslüman olanları bize iade edecektin. Bunu yerine getir. Kız kardeşimizi bi­ze teslim et" dediler. Peygamberimiz (s.a.v.),

"Cenâb-ı Hak o şartın hükmünü kadınlar hakkında bozdu" buyurdu.

Onlar bir şey diyemediler, elleri boş olarak Mekke'ye döndüler.[39]

 

Abdullah Bin Abbas'ın (r.a.) Fazileti

 

381. Abdullah bin Abbas (r.a.) rivayet ediyor:

Ben Meymûne'nin evinde bulunuyordum. Resûlullah için bir abdest suyu bırakmıştım. Resûlullah "Bunu kim bıraktı?" diye sordu.

"Abdullah bin Abbas" denildi. Bunun üzerine omuzuma vurdu ve,

"Allah'ım, onu dinde ince anla­yış sahibi kıl. Ona (Kur'ân'ın) te'vilini öğret" diye duâ etti.[40]

 

İzah

 

Meymune (r.a.) Peygamberimizin hanımı idi. Aynı zamanda hadisin râvisi Abdullah bin Abbas'ın (r.a.) teyzesi idi. Bu sebep­le Hz. Abdullah sık sık onu ziyarete giderdi. Abdullah (r.a.) Resûlullahın (s.a.v.) bu duâ sayesinde ilimde çok yüksek bir mertebeye ulaştı. "Kur'ân tercümanı" "Hadis denizi" diye anıldı. Resûlullahın vefatından sonra Hz. Ebû Bekir ve Hz. Ömer'in ilmî danışmanlığını yaptı. Hz. Ömer, kendisine gelen ilmî mese­leleri ona havale ederek "Bunu ancak sen halledersin" derdi.

Hicretin 68. senesinde vefat eden Hz. Abdullah, 1668 hadis rivayet etti.[41]

 

Cihada Hazır Olmak

 

382. Ebû Hüreyre (r.a.) rivayet ediyor:

"Kim ok atmayı öğrenir de sonra unutursa, bu büyük ni­mete nankörlük etmiş olur."[42]

 

İzah

 

Müslim'deki rivayet şöyledir:

"Kim ok atmasını öğrenip, sonra da onu terk ederse bizden değildir. Yahut isyan etmiştir."

Bilindiği gibi, eskiden ok atmak, cihad için son derece önemli idi. Bunun içindir ki Peygamberimiz birçok hadislerinde ümme­tini ok atmayı öğrenmeye teşvik etti. Bu cümleden olarak ok at­mayı öğrendikten sonra bunu unutmanın büyük bir nimete karşı nankörlük demek olacağını nazara vererek, ümmetini öğrendikleri atıcılığı unutmamaya teşvik etti. "Atmanın" cihadda ne derece önemli olduğu da bir hadiste şöyle bildirilir:

"Onlar için gücünüz yettiğince kuvvet hazırlayın. Dikkat! Kuvvet atmaktır, kuvvet atmaktır, kuvvet atmaktır."[43]

 

Nafileleri Evde Kılmak

 

383. Zeyd bin Sabit (r.a.) rivayet ediyor:

"Farz namazlar dışında, kişinin evinde kıldığı namazlar camide kıldığı namazlardan daha faziletlidir."[44]

 

 

İzah

 

Peygamberimiz bir kaç hadisinde sünnet namazları evde kıl­maya teşvik etmiştir. Bir hadislerinde sünnet namazların evde kı­lınmasını nura benzeten ve sünnet namazları evde kılarak evleri nurlandırmayı tavsiye eden Sevgili Peygamberimiz, başka bir ha­dislerinde de bütün namazları camide kılarak evleri kabirlere çe­virmemeyi, sünnet namazları evde kılmayı tavsiye etmiştir.[45] Ab­dullah bin Sa'd da (r.a.), Peygamberimize evde namaz kılmanın mı, camide namaz kılmanın mı daha faziletli olduğunu sorduğunu ve şu cevabı aldığını rivayet ediyor:

"Evimi görmüyor musun, mescide ne kadar yakın? Şüphesiz farz namazların dışında evimde namaz kılmam, bana mescidde namaz kılmamdan daha sevimlidir."[46]

Demek ki, Peygamberimiz bir mü'minin evini kabirlere çevir­memesi ve nurlandırması hikmetine binâen, farz namazları cami­de kıldıktan sonra, sünnet namazları evde kılmayı tavsiye etmek­tedir.

Peygamberimizin kendisi de, sünnet namazları evinde kılmış­tır.[47]

Resulullah (s.a.v.) bu hadislerinde de sünnet namazları evde kılmanın daha faziletli olduğuna dikkat çekmektedir.

Peygamberimiz zamanında Sahabîlerin pekçoğu bütün namaz­larını camide cemaatle kılıyorlardı. Peygamberimiz onlardan sünnet namazlarının bir kısmını evlerinde kılmalarını istedi. Böylece Sahabîler farz namazları camide cemaatle, farz namazlara tâbi sünnet namazları da evlerinde kılmaya başladılar.

Ancak günümüzde bunun büyük ölçüde mümkün olmadığı açıktır. Zira kişi evinden çok uzak yerlerde namaz kılmakta, na­mazdan sonra o namaz vakti içerisinde çoğu zaman evine döne­memektedir. Evlerine dönebilenlerin de evlerinde dünyevî meşga­lelere dalıp namaz kılmayacakları, unutmayacakları söylenemez. Ayrıca sünnet namazları camide kılmamak, meselenin aslını bil­meyen kimseler tarafından su-i zanna da sebep olacak, kişinin farzı kılıp çıktığını görenler, kişi için "Sünnetleri kılmıyor" kana­atine sahip olacaklardır. Bu sebeple, günümüzde artık sünnetleri de camide kılmak gerekmektedir.

Bununla beraber, kişi sünnet namazları camide kılsa bile, ev­lerini de namazın feyiz ve bereketinden mahrum bırakmamalıdır. Hadisin ifadesiyle "kabirlere" çevirmemelidir. Evlerinde de varsa kaza namazı, yoksa nafile namazlar kılmalıdır.[48]

 

İnsan Dünyada Bir Yolcu Gibidir

 

384. Müstevrid bin Şeddad (r.a.) ResuIullahı (s.a.v.) şöyle buyururken işittiğini rivayet ediyor:

"Vallahi dünya bütünüyle âhirete nisbetle birinizin parma­ğını denize daldırması gibidir. O parmakları ile ne kadar su alabildiğine baksın."[49]

 

İzah

 

Peygamberimiz bu hadislerinde dünya hayatının âhirete nis­petle çok kısa olduğunu nazara vermektedir.[50]

 

Kur'ân'ı Unutmanın Mes'uliyeti

 

385. Enes bin Mâlik (r.a.) rivayet ediyor:

"Ümmetime verilen sevaplar bana arz edildi. Bunlar ara­sında bir kimsenin temizlik düşüncesiyle camiden alıp attığı bir çöp için verilmiş olanı da vardı.

Yine ümmetimin işlediği günahlar da bana arzedildi. Bunlar arasında, bir kimsenin Allah'ın bir lütfü olarak öğre­nip de sonradan unuttuğu bir âyet veya sûre sebebiyle ka­zandığından daha büyüğünü görmedim.”[51]

 

İzah

 

Peygamberimiz bu hadislerinin birinci kısmı ile Allah'ın Müs­lümanların küçük büyük bütün amellerini değerlendireceğini, hiç birini karşılıksız koymayacağını nazara vermektedir. Nitekim bir âyette bununla ilgili olarak,

"Kim zerre kadar bir iyilik yaparsa onun mükâfatını görür" buyurulmuştur.[52]

Bunun için bir Müslüman hiçbir iyiliği küçümsememelidir.

Bu, iyilik için böyle olduğu gibi, kötülük için de böyledir. Bu gerçek yukarıda zikrettiğimiz âyetin ardından şöyle bildirilir:

"Kim zerre kadar bir kötülük yaparsa onun cezasını görür."[53]

Resûlullah (s.a.v.) hadisin ikinci kısmında Müslümanların gü­nahlarının da kendisine gösterildiğini, bunların en büyüğünün, öğrenilen sûre veya âyetin unutulması olduğunu bildirmiştir. Çünkü Kur'ân, şeriatın temelidir. Bu sebeple hafife alınıp değer vermeyerek, kasten ve ilgisiz kalınarak unutulması, büyük gü­nahlardandır. Kasdî olmadan unutmak ise küçük günahların önde gelenlerindendir.

Peygamberimiz (s.a.v.) bir hadislerinde de tenbellik ifâdesi olarak "Kur'ân'ı unuttum" demeyi kötü bir şey olarak saymıştır. Bununla ilgili olarak şöyle buyurmuştur:

"İçinizden birisinin şu veya bu âyeti unuttum demesi kadar kötü birşey yoktur. Çünkü o unutmamış, unutturulmuştur. Kur'ân'ı Kerimi tekrarlamak suretiyle hafızanızda tutunuz. Çünkü Kur'ân, ezberleyenlerin hafızalarından, develerin bağlarından bo­şanıp kaçtığından daha hızlı kaçar."[54]

 

Mizanda Ağır Basan Amel

 

386. Ebu'd-Derdâ (r.a.) rivayet ediyor:

"Mizanın sevap kefesine konulan ameller içerisinde güzel ahlaktan daha ağır basan bir şey yoktur."[55]

Verdiğimiz kaynaklarda,

"Allah çirkin ve düşük söz ve davra­nış sahiplerine buğzeder" ilâvesi vardır.

Tirmizi'nin başka bir rivâyetinde ise,

"Güzel ahlâk sahibi, ahlâkı sayesinde, namaz ve oruç ehlinin derecesine ulaşır" ilâvesi yer alır.

Dinimizde güzel ahlâka çok büyük önem verilmiştir. Bir ha­dislerinde,

"Şüphesiz ben güzel ahlâkı tamamlamak için gönde­rildim"

buyuran Sevgili Peygamberimiz, "Ahlâkı en güzel olanı" olgun mü'min olarak vasıflandırmıştır. Peygamberimiz bir çok hadislerinde güzel ahlâkın ehemmiyetine dikkat çekmiştir. Sadece bununla da kalmamış, hangi davranışların güzel ahlâk olduğunu da çeşitli hadislerinde ifâde etmiştir. Ayrıca kendisi de en güzel ahlakı şahsında toplamış, bu yönü ile de bizleri ömek olmuştur.

İşte bu hadislerinde de mizanın sevap kefesine konulan amel­ler içerisinde güzel ahlaktan daha ağır basan bir şey olmadığını bildirmiştir.

Hadiste geçen "mîzan," mahşerde insanların yaptıkları işleri ölçüp tartmaya mahsus, kılı kırk yaran bir adalet ölçüsüdür. Böy­lece insanların iyilik ve kötülüklerinin miktarı anlaşılır. Konunun tafsilatı için Ölümden Sonra Diriliş isimli eserimizin 269-274. bakılabilir.[56]

 

Resûlullahın Hz. Hasan Ve Hz. Hüseyin'e Sevgisi

 

387. Üsâme bin Zeyd (r.a.) rivayet ediyor:

Resûlullahı (s.a.v.) Hasan ve Hüseyin'i kucaklamış ola­rak gördüm. Şöyle diyordu:

"Bu ikisi benim ve Fâtıma'nın oğullarıdır. Allah'ım, be­nim onları sevdiğimi Sen biliyorsun."[57]

 

Kıbleye Dönerek Abdest Bozmak

 

388. Ebû Eyyub el-Ensârî (r.a.) rivayet ediyor:

"Küçük ve büyük abdest bozarken kıbleye dönmeyin."[58]

 

İzah

 

Zikrettiğimiz kaynaklarda, "Doğuya veya batıya yöneliniz" ilâvesi vardır.

Tuvalet ihtiyacı giderilirken kıbleye dönülüp dönülmeyeceği ile ilgili olarak âlimler arasında farklı görüşler vardır. Ebû Eyyub el-Ensârî (r.a.) Mücâhid ve İmam'ı A'zam gibi bâzı âlimlere göre büyük ve küçük abdest bozulurken kıbleye dönmek caiz değildir. Bu âlimler gerek izahını yaptığımız hadisi, gerekse daha başka hadisleri görüşlerine delil olarak zikrederler.

Abdullah bin Abbas (r.a.), Abdullah bin Ömer (r.a.), İmam Mâlik ve İmam Şafiî gibi âlimlere göre kırda abdest bozarken kıbleye dönmek haramdır. Fakat evlerde bulunan etrafı kapalı tuvaletlerde kıbleye doğru abdest bozmakta bir mahzur yoktur. Bu âlimler de çeşitli hadisleri görüşlerine delil olarak zikrederler.

Bu iki görüşten başka üçüncü bir görüşte olan başka âlimler de vardır. Bunlara göre de kırda olsun, evlerde olsun kıbleye kar­şı abdest bozmakta bir sakınca yoktur. Urve bin Zübeyr ve Rabîa bin Abdurrahman bu görüştedirler.

Dördüncü bir görüşe göre de kırda olsun, evde olsun kıbleye karşı abdest bozmak caiz değil, fakat kıbleye sırt çevirmek caiz­dir. Bu görüşler hakkında tafsilatlı bilgiyi Temizlik Gusül Abdest isimli 77-79. sayfalarına havale ederek burada kendi kanaatimizi ifâde edelim:

İster sahrada, isterse evde olsun, kıbleye karşı abdest bozma­nın caiz olmadığını söyleyen âlimler de, caiz olduğunu söyleyen âlimler de vardır. Her iki görüşü savunanlar da Peygamberimizin sözünü veya fiilini görüşlerine delil getirmektedirler. Böyle olun­ca, Kâbeyi öne veya arkaya alarak büyük ve küçük abdest boz­mak uygun değildir. Ancak böyle yapıldığında da Kabe'ye hür­metsizlik gibi bir kasıt taşınmadığından, bir mes'uliyet söz konu­su olmaz. Bir insanın Kabe'ye hürmeten ona karşı küçük veya büyük abdest bozmamasında elbette sevap vardır. Sahrada olan­ların Kabe'ye karşı küçük büyük abdest bozmamaları; ev yaptı­ranların veya ev alanların da tuvaletlerinin yapımına dikkat etme­leri güzeldir. Ancak bir evin tuvaleti kıbleye karşı yapılmışsa, bir mecburiyet söz konusu olduğundan, orada küçük veya büyük ab­dest bozmada da bir mahzur yoktur. Çünkü yukarıda da yer ver­diğimiz gibi, Peygamberimizin böyle tatbikatı olmuştur.[59]

 

Kötü Ahlâk Tevbeye Engeldir

 

389. Âişe (r.a.) rivayet ediyor:

"Kötü ahlâk sahibi dışında her şeyin tevbesi vardır. Çün­kü kötü huy sahibi, günahından tevbe etmeden ondan daha kötüsünü işler."

Konu ile ilgili bir başka hadis şu mealdedir:

"Allah katında kötü huydan daha büyük günah yoktur. Çünkü kötü huy sahibi bir hatadan kurtulmadan, diğerini işler."[60]

 

Ümmetin Helaki

 

390. Ebû Hüreyre (r.a.) rivayet ediyor:

"Ümmetimin helaki, Kureyş'in sefihlerinden Ukaylime eliyle olacaktır."[61]

 

İzah

 

Buhari'de konu ile ilgili yine Ebu Hüreyre'den (r.a.) şöyle bir hadis rivayet edilir:

"Kureyş'ten bir kısım insanlar ileride Müslümanları ölüme sü­rükleyecekler."

Hadiste ümmeti helak edeceğine dikkat çekilen "ugaylime"den maksat, Mervanoğulları, Yezid Abdullah bin Ziyad ve Haccac gibi zalimlerdir. Bediüzzaman da izahını yaptığımız hadisi zikred­erek, "Peygamber (a.s.m.) bununla Emeviyenin, Yezid ve Velid gibi şerir reislerinin fesadını haber vermiş" der.[62]

Muaviye'nin oğlu Yezid, saltanat hırsı ile Hz. Hüseyin (r.a.) gibi bir Peygamber torununu şehit ederek, gerçekten İslam üm­metini büyük bir helakete sürüklemiştir. Kerbela hadisesi ile baş­layan olaylar İslam ümmeti arasında çok kanlı savaşlara sebep olmuş, ne acıdır ki, yüzbinlerce Müslüman bu savaşlarda ölmüştür. Bu olayların açtığı yara günümüzde dahi halâ kapanmamıştır.[63]

 

İmanın Tadını Aldıran Üç Şey

 

391. Abdullah bin Muâviye (r.a.) rivayet ediyor:

"Üç şey vardır ki, kim onları yaparsa imanın tadını, lezze­tini almış olur. Bunlar:

1. Sadece Allah'a kulluk etmek, Allah'tan başka ilâh ol­madığını bilmek.

2. Her yıl gönül hoşluğu ile zekât vermek. Zekâtı, yaşlı, uyuzlu, hasta, değersiz hayvanlardan değil, mallarının orta hallisinden vermek. Çünkü Cenâb-ı Allah zekâtınızı ne mal­larınızın iyisinden vermenizi emretmiştir, ne de kötüsürden vermenize razı olmuştur.

3. Nefsini tertemiz kılmak."

Bir Sahabî, "Nefsi tezkiye etmek nasıldır?" diye sordu.

Resûlullah (s.a.v.),

"Kişinin nerede olursa olsun, Al­lah'ın kendisi ile beraber olduğunu bilmesidir" buyurdu.[64]

 

İzah                                                                                                          

 

Ebû Dâvud'da, hadisin bir kısmı geçmektedir. Hadiste geçen, "İmanın tadını almaktan" maksat, yaptığı ibâdetlerden lezzet al­mak, Allah ve Resulünün sevgisini kazanabilmek için sıkıntılara tahammül göstermek ve bunları dünya menfaatlarmdan üstün görmektir.                  

Kişiye imanın tadını, lezzetini aldıracak olan üç şeyden birin­cisi, sadece Allah'a kulluk etmektir. Sadece Allah'a kulluk eden birisinin de imanın tadını alacağı açıktır.

İmanın tadını aldıran ikinci husus, zekâtı gönül hoşluğu ile vermektir. Çünkü bir insanın kazandığı malı başkasına vermesi nefse ağır gelir. Bir kimsenin, emek vererek, ter dökerek elde ettiği bir malı başkasına vermesi zordur. Kişi eğer bunu Allah'ın bir emri olduğu için gönül hoşluğu ile verebiliyorsa, bu onun imanın tadını aldığının bir alametidir.

Hadiste zekâtın yaşlı, uyuzlu, hasta, değersiz hayvanlardan değil, malların orta hallisinden verilmesi gerektiğine de dikkat çe­kilmektedir.

Başka bir hadislerinde zekât memurlarına ısrarla Müslüman­ların mallarının iyisini almamalarını emretmiştir.[65] Peygamberimiz bir defasında da Übey bin Ka'b'ı (r.a.) zekât alması için birisine göndermişti. Übey bin Ka'b (r.a.) o zâta gitti, hayvanlarını topla­masını istedi. O kimse develerini toplayınca zekât olarak iki yaşı­na basmış bir deve vermesi gerektiğini söyledi. O kimse, "Onun ne sütü var ne de taşımaya elverişli. Ama şu deve hem genç, hem de besili dişi bir devedir. Bunu al" dedi.

Übey bin Ka'b (r.a.), "Emrolmadığım şeyi almam. Resûlullah yakınımızda. Bana takdim ettiğin şeyi ona takdim etmeyi arzu ediyorsan bunu yap. O kabul ederse ben de ederim. Kabul etmez­se ben de etmem."

O Sahabî vermek islediği deveyi de yanına aldı, beraberce Resûlullaha gittiler. Sahabî durumu ona izah etti. Peygamberimiz şöyle buyurdu:

"Vermen gereken deve, memurun istediğidir. Ama ondan da­ha iyisini vermek istiyorsan, Allah bunun sevabını sana verir. Biz de onu senden kabul ederiz."

O kimse, "İşte o budur yâ Resûlallah. Onu sana getirdim. Bu­yur al" dedi. Peygamberimiz onun alınmasını emretti ve o Sahabîye malının bereketlenmesi için duâ etti.[66]

Hayvanların iyisini zekât olarak vermek faziletli olduğu gibi, meyvenin de iyisini zekât olarak vermek gerekir. Bir hadislerinde âdi ve küçük hurmanın zekât olarak alınmasını yasaklayan Pey­gamberimiz, âdi hurmayı zekât olarak veren birisi için de,

"Bu kimse isteseydi, bundan daha iyisini zekât olarak verebilirdi. Bu zekâtın sahibi kıyamet günü âdi kuru hurma yiyecektir" buyur­muştur.[67]

Yüce Allah'ın bir âyet-i kerimede,

"Kendinizin ancak göz yu­marak alabileceğiniz kötü ve haram şeylerle bağışta bulunmaya kalkışmayın"[68]

buyurarak mü'minlere zekâtlarını çürük, bozuk ve­ya hastalıklı mallardan vermemeleri noktasında ikaz etmiştir.

İzahını yaptığımız hadiste imanın tadını aldıran üçüncü şeyin nefsi tezkiye etmek olduğu ifade edilmektedir. Nefsini tezkiye et­menin de kişinin nerede olursa olsun, Allah'ın kendisi ile beraber olduğunu bilmesi olduğu haber verilmiştir. Devamlı Allah'ın hu­zurunda olduğunu bilen biri Allah'ın emirlerini karşı gelmekten sakınır. Allah'ın yapılmasını istediği şeyleri de gönül huzuru ile yapar.

Peygamberimiz (s.a.v.) imanın tadını aldıracak başka şeyler de saymıştır. Meselâ bir hadis şöyledir:

1. Allah ve Resulünün kişiye herşeyden daha sevimli olması,

2. Sevdiğini sırf Allah rızâsı için sevmesi.

3. Allah kendisini küfürden kurtardıktan sonra, tekrar küfre dönmekten ateşe atılacakmışcasına nefret etmesi.[69]

Bir başka hadiste ise,

"Allah'ı Rab, İslâmı din, Muhammed'i Resul olarak kabul eden, İmanın tadını almıştır" buyurulmuştur.[70]

 

Bâzı Sahabîlerin Fazileti

 

392. Câbir bin Abdullah (r.a.) rivayet ediyor:

"Ümmetim içerisinde ümmetime karşı en merhametlisi Ebû Bekir, Ümmetim içerisinde ümmetime karşı en şefkatlisi Ömer bin Hattab, ümmetimin en hayâlısı Osman, ümmeti­min en güzel hüküm vereni Ali bin Ebî Talip, helal ve hara­mı en iyi bilen Muaz bin Cebel, o kıyamet gününde âlim­lerin bir adım önünde gelir. Ümmetimin en güzel Kur'ân okuyanı Übeyy bin Ka'b, miras hukukunu en iyi bileni Zeyd bin Sâbit'tir. Uveymir'e, yanı Ebu'd-Derdâ'ya bunların hepsi verildi."[71]

 

Borçlunun Okuyacağı Dua

 

393. Enes bin Mâlik (r.a.) rivayet ediyor;

Resûlullah (a.s.v.) Muâz bin Cebel'e (r.a.) şöyle dedi:

"Üzerinde dağ kadar borç olsa dahi okuduğun zaman Allah'ın seni ondan kurtaracağı bir duayı sana öğretiyim mi? Ey Muâz! Şöyle de:

"Ey mülkün hakikî sahibi olan, âlemlerde dilediği gibi ta­sarruf eden Allah'ım! Sen mülkü dilediğine verir, dilediğin­den de mülkü çeker alırsın. Sen dilediğini aziz eder, yüksel­tir, dilediğini zelil kılar, alçaltırsın. Bütün hayır ve iyilik yalnız Senin kudretindedir. Senin herşeye gücün yeter.

"Dünyanın ve âhiretin Rahmanı! Dünyayı ve âhireti dile­diğine verir, onları dilediğine de vermezsin. Bana merhamet et. Rahmetinle beni Senden başkasının rahmetine muhtaç etme."[72]

 

Dinde Güçlük, Tedavi Olmak Ve İnsana Verilen En Hayırlı Şey

 

394. Üsâme bin Şerîk (r.a.) rivayet ediyor:

Resûlullahın (s.a.v.) yanında idim. Bedevîler geldiler, sağından ve solundan sorular sormaya başladılar. "Yâ Resûlullah, şunu yapmamızda bize bir günah var mı? Şunu yapmamızda bize bir günah var mı?" dediler.

Resûlullah (s.a.v.),

"Allah dinde güçlüğü kaldırmıştır. Ancak Müslüman bir kimseye zulüm ve haksızlık eden kişi güçlüğe maruz kalır ve helak olur" buyurdu.

Onlar, "Şu hastalıktan tedavi olabilir miyiz?" diye sordu­lar.

Resûlullah (s.a.v.),

"Ey Allah'ın kulları tedavi olunuz. Çünkü Allah ölüm dışında her hastalığın devasını da indirmiştir" buyurdu.

Onlar, "Ya Resûlullah, insana verilen en hayırlı şey ne­dir?" dediler.

Resûlullah (s.a.v.),

"Güzel ahlâk" cevabını verdi.[73]

 

İzah

 

Kur'an'da da,

"Allah dinde üzerinize büyük bir güçlük yüklemedi"

buyurularak dinin kolay olduğu ifâde edilmiştir.[74] Resûlul­lah (s.a.v.) bedevilerin birinci suallerine verdiği cevapta, Allah'ın dinde zorluğu kaldırdığını bildirerek bu gerçeği ifâde etmiştir. Peygamberimizin bu cevabından bedevilerin kendilerini sıkıntıya sokacak şeyler sorduklarını anlıyoruz. Peygamberimiz bir hadis­lerinde de "Din kolaylıktır" buyurarak ümmetini önemli bir nokta­da ikaz etmiş, onlardan dini kendi yanlış bilgileriyle zorlaştırmamalarını istemiştir.

Dinin kolaylık olduğunu ifade eden Sevgili Peygamberimiz, buna bir istisna getiriyor.

"Müslüman bir kimseye zulüm ve hak­sızlık eden kişi güçlüğe maruz kalır ve helak olur" buyuruyor. Müslümana zulüm ve haksızlık etmek ona hakaret etmek, dil uzat­mak, gıybet etmek akrabalık ilişkilerini koparmak gibi husus­lardır. Böyle yapanlar kıyamet gününde güçlüğe maruz kalacak­lar, yaptıkları zulüm ve haksızlığın cezasını çekeceklerdir.

Bedevilerin, "Tedâvî olabilir miyiz?" sualleri üzerine de Resû­lullah onları tedâvî olmaya teşvik etmiştir. Konu ile ilgili daha başka hadisler de vardır. Meselâ bu hadislerden birisi şu meal­dedir:

"Her derdin bir devası vardır. Eğer o derdin ilacı bulunursa, Allah'ın izniyle o hastalık iyileşir."[75]

Bir Sahabî Peygamberimize sordu: "Yâ Resûlallah, yapageldiğimiz tedavi ve tehlikelerden sakınmamız, Allah'ın kaderinden herhangi bir şeyi geri çevirir mi?"

Peygamberimiz,

"Tedavi de Allah'ın kaderindendir"[76] buyurdu.

Resûlullah bu hadisiyle, kişinin hasta olması takdir edildiği gi­bi, tedavi olan birisinin tedavi olacağı da her şeyi aynı anda bilen ve gören Allah tarafından takdir edildiğine, tedavi sonunda iyi olan birisinin kaderin dışına çıkmadığına dikkat çekmektedir.

Evet, Yüce Allah'ın binlerce ismi vardır. Bunlardan birisi de "şifâ verici" mânâsına gelen "Şâfi'dir. Allah'ın "rızık verici" mânâsındaki "Rezzak" ismi acıkmayı gerektirdiği gibi, Şâfi ismi de hasta olmayı icab ettirir. Rabbimiz Rezzak ismiyle hayvan olsun, insan olsun rızka muhtaç olan mahlukatın imdadına koşarak onla­ra rızık yetiştirirken; Şâfi ismiyle de hayvan olsun, insan olsun, hastalık verdiği mahlukâtına şifâ ihsan eder.

Mahlukatına şifâ dağıtmayı hiçbir sebep olmadan doğrudan doğruya verebileceği gibi; bir ismi de Hakîm olduğundan, hikme­ti gereği herşeyi bir sebebe bağladığı gibi, bir hastanın iyi olma­sını da çoğu zaman tedavi şartına bağlamıştır. Dolayısıyla hastalı­ğına uygun tedaviyi bulan bir insan genelde iyileşir. Genelde iyi­leşir diyoruz. Çünkü her tedavi olan hasta iyileşmeyebilir. Bir hastanın iyileşmesi, gerekli tedavi imkanının temin edilmesinin yanı sıra Allah'ın dilemesine, iyileşmesini takdir etmesine bağlı­dır. Şayet Allah bir hastanın iyileşmesini takdir etmemişse, o has­ta gerçekten hastalığına uygun olarak binler tedaviden de geçse, iyileşmesi mümkün olmaz. Bunu, fiilen yaşadıkları için doktorlar daha iyi bilirler. Mesleğinde tecrübe sahibi olmuş hemen her doktorun, tıbbın bütün gereklerini yerine getirdikleri halde iyileştiremedikleri veya ölümden kurtaramadıkları hastaları mutlaka ol­muştur. Evet, bir insanın eğer eceli gelmişse, tedavisi bilinen bir hastalıktan da olsa, dünyanın en gelişmiş hastanesinde, dünyanın en başarılı doktorları tarafından dahi kurtanlamaz. Diğer taraftan, eğer hastanın eceli gelmediyse, veya Allah onun iyileşmesini takdir ederse, dünyanın en başarılı doktorunun "Bu hasta iyileşmez. Bu hasta üç aya kalmaz vefat eder" dediği nice hasta, iyileşir, hat­ta öyle diyen doktorun vefatını görür. Hiç kimse bu hakikate iti­raz edemez. Çünkü hemen herkesin tıbbın bütün imkanlarına kar­şı kurtarılamayan; veya sahalarında otoriter hekimlerin "Bu hasta kurtulmaz" dediği halde tam olarak sıhhatine kavuşan bir yakını olmuştur.

Evet, Cenâb-ı Hak yarattığı her dert için bir de derman yarat­mıştır. Fakat insanları çalışmaya, araştırmaya, kâinata koyduğu âdetullah kanunlarını araştırmaya teşvik için bunu gizlemiştir. İn­sana düşen araştırıp bu devaları bulmaktır. Hastalıkların devası maddî olabileceği gibi, manevî de olabilir. Hadis kitaplarında 'Tıb" başlığı altında bâzı hastalıkların maddi ve manevî ilaçlarına dikkat çekilmiştir. Ehil olanın hastaya okuması da hadislerde yer alan bir tedavi şeklidir. Tıbbın âciz kaldığı bâzı hastalıkların oku­ma sayesinde iyileştiği de bir gerçektir.

İnsan kaderinin nasıl yazıldığını önceden bilmediğinden, belki yakalandığı hastalıktan şifâ bulması, doktora gitmesine, sebeplere teşebbüs etmesine bağlıdır. İyileşmesi tedavi şartına bağlanan hasta, doktora giderse iyileşebilir. Gitmediği takdirde ise şartı ye­rine getirmediğinden hastalığı devam eder.

Dolayısıyla, tedaviden kaçma, "Doktor mu iyi edecek? Kade­rimde varsa iyi olurum" düşüncesi İslama zıttır. Tedaviye karşı çıkmak, kaderi ve Cenâb-ı Hakkın Hakîm ismini anlamamak, kâinata koyduğu kanunlara karşı çıkmak demektir.

Hadisin son kısmında ise insana verilen en hayırlı şeyin güzel ahlâk olduğu nazara verilmektedir.[77]

 

Peygamberimiz Bid'at Ve Heva Ehlinden Uzaktır

 

395. Ömer (r.a.) rivayet ediyor:

Resûlullah (s.a.v.) Aişe'ye şöyle buyurdu:

"Ey Âişe! "Dinlerini fırkalara ayıranlar ve çeşitli taraftarla­ra dönüşenler"[78] âyetinde belirtilenler, bid'a ve bâtıl görüş sahipleridir. Onlar için tevbe yoktur. Ben onlardan uzağım, onlar da benden uzaktırlar."[79]

 

İzah

 

Suyutî'nin, Câmiü'l-Kebîr isimli eserinde yer alan hadiste,

"Şüphesiz her günah için tevbe vardır, ancak heva ve bid'ad ehli­nin tevbesi yoktur"[80] ilâvesi vardır.

Bid'adın ne olduğunu da şu hadisten öğreniyoruz:

"Dinde her sonradan uydurulan şey bid'addır. Her bid'ad da sapıklıktır. Her sapıklık Cehennemliktir."[81]

Hadislerde bid'atçının tevbesinin kabul edilmeyeceği bildiril­mektedir. Peygamberimiz bir başka hadislerinde,

"Allah bid'adını terkedinceye kadar hiçbir bid'atçının tevbesini kabul etmez"[82]

bu­yurarak tevbenin kabul edilmemesini bid'atını devam ettirme şartına bağlamıştır.

Sevgili Peygamberimiz bid'atçının sadece tevbesinin değil, amelinin de kabul edilmeyeceğini bildirmiştir.[83]

Bid'adçının bu derece şiddetle tehdit edilmesinin sebebi nedir?

Çünkü bid'ad, dinde olmayan bir şeyi dindenmiş gibi dine sokmak, İslâmiyete yeni hükümler koymak demektir. Bu sebeple dinimiz için son derece zararlıdır. Bunun içindir ki, Resûlullah (s.a.v.),

"Bir bid'atçi öldüğünde, Allah İslâmiyet için bir fetih gerçekleştirmiştir" buyurmuştur.[84]

 

Söz Taşımak

 

396. Huzeyfe bin Yemân (r.a.) rivayet ediyor:

"Katât Cennete giremez. Katât, söz taşıyandır."[85]

 

İzah

 

Dinimizin yasakladığı kötü ahlaklardan biri de insanların ara­sını açmak için laf getirip götürmedir. Yüce Allah Kur'ân'da Pey­gamberimizden (s.a.v.) "söz taşıyanlara iltifat etmemesini" istemiştir.[86] Peygamberimiz de,

"Bana kimse Ashabımın birinden canımı sıkacak bir şey getirmesin"[87] buyurarak Sahabîlerini bu noktada ikaz etmiştir.

Söz taşıyanlar, gerek mahşer gününde, gerekse haşirden son­ra Cehennemde büyük azaba çarptırılacaklardır. Nitekim bir ha­diste insanlar arasında söz taşıyanların mahşer yerinde dilleri ağızlarından çıkmış olarak haşredilecekleri bildirilmiştir.[88] İzahını yaptığımız hadiste de söz taşıyanların Cennete girmeyecekleri bil­dirilmiştir. İnsanların arasını bozmak için söz taşıyanlar Cehennemde cezalarını çekinceye kadar, Cennete girmeyeceklerdir. Ve­ya bunu helâl sayarlarsa ebedî olarak Cennete girmeyeceklerdir.

Söz taşımanın böyle şiddetle yasaklanmasının sebebi, söz taşımanın fertler arasındaki münasebeti bozacağı, cemiyetin huzu­runa tesir edeceği, birlik ve beraberliği bozacağı içindir.

Dinimizde söz taşımak yasaklandığı gibi, kendisine söz getiri­len kimseye de bir vazife yüklenilmişdir. Bunlar:

Söz taşıyanı, koğucuyu tasdik etmemek, Onu koğuculuktan men etmek, Ona Allah için kızmak,

Kendisinden laf getirilen kimseye su-i zanda bulunmamak, onun kendisi hakkında böyle şeyler söylemeyeceğini düşünmek.

Söylenilen şöz üzerinde durulması gereken bir şeyse onu tah­kik etmek. Yüce Allah bununla ilgili olarak da şöyle buyurur:

"Ey iman edenler! Eğer fâsıkın biri size bir haber getirirse onu araştırın. Yoksa cahillik edip bir topluluğa kötülük eder, sonra da yaptığınıza pişman olursunuz."[89]

Başkalarına "Filan benim hakkımda şöyle söylemiş" diyerek koğucuya yasak ettiği şeyi kendisi yapmamak

Laf taşımakla ilgili olarak bir istisnaya yer verelim: Söz taşı­manın hanımlığı, seri bir maslahat olmadığı zamanlar içindir. Seri bir maslahat varsa, sözü gerekli yere ulaştırmak, müstehap, hatta bazan vaciptir. Meselâ bir kimse birisine bir haksızlık yapacaksa, bunu bilenin kendisine haksızlık yapılacak olan zâtı uyarması, ha­ram kılınan söz taşımaya girmez.[90]

 

Cuma Namazının Bir Rekatına Yetişen Kimse

 

397. İbni Ömer (r.a.) rivayet ediyor:

"Cuma namazının bir rekâtına yetişen Cuma namazına ye­tişmiş sayılır."[91]

 

İzah

 

Resûlullah (s.a.v.) bu hadisleriyle Cuma namazının bir rekâ­tına yetişen kimsenin Cuma namazına yetişmiş olacağını bildir­miştir. Buna göre Cuma namazının bir rekâtına yetişen kimse, bir rekât daha kılarak namazını tamamlar.

Şafiî, Mâliki ve Hanbelî mezhepleriyle, İmam-ı A'zam'ın tale­belerinden İmam Muhammed'e göre, Cuma namazına teşehhütte yetişen kimse, Cuma namazına yetişmiş sayılmaz. Böyle birisi imama uyar, imam selâm verdikten sonra kalkar, dört rekât ola­rak öğlenin farzını kılar.

Hanefî mezhebine göre ise kişi imama teşehhütte de yetişse Cuma namazına yetişmiş sayılır. İmam selâm verdikten sonra kalkar, iki rekât namaz kılar.[92]

 

Ahir Zaman İdarecileri

 

398. Ebû Hüreyre (r.a.) rivayet ediyor:

"Âhirzamanda zâlim idareciler, fâsik (günahkâr) yardım­cılar, hâin hâkimler, yalancı din âlimleri olacak. Sizden her kim o zamana ulaşırsa sakın onlar için haraç [gayri müslimlerden alınan vergi] memuru, taksimci ve polis olmasın."[93]

 

Mü'minin Allah Katındaki Değeri

 

399. Ebû Bekre (r.a.) rivayet ediyor:

"Eğer gök ve yer ehlinin tamamı bir tek mü'mini öldür­mek için bir araya gelse, Allah onların hepsini yüz üstü Ce­henneme atar."[94]

 

İzah

 

Hadis, mü'minin Allah katındaki değerini anlatmaktadır. Mü'min Allah indinde değerlidir, çünkü o, bedeni, sahip olduğu duy­gu ve kaabiliyetler itibarıyla Allah'ın bir sanat harikası olduğu gi­bi, kalbinin imana ayna, hal ve hareketlerinin de Alah'ın dininin uygulama alanı olması sebebiyle emsalsiz bir varlıktır. Bunun içindir ki onu haksız yere öldürmek büyük bir vahşettir, büyük bir cinayettir. Bu cinayeti işleyenler kim olursa olsun, isterse gök ve yer ehlinin tamamı olsun, Allah bunların tamamını yüz üstü Cehenneme atmaktan geri durmaz. Çünkü "Bir insanı haksız yere öldürmek, bütün insanları öldürmek gibidir."[95]

Bir mü'min Allah indinde çok kıymetli olduğu içindir ki, bu hakikati anlayanlar mü'minin hayatına çok büyük değer vermiş­lerdir. Hz. Ömer bu konudaki hassasiyetini şöyle ifâde eder:

"Hayatım kudreti elinde olan Allah'a yemin ederim ki, eğer bir mü'mini kaybedeceksiniz dört bin silahşörle korunan bir şehri alma pahasına da olsa bu beni sevindirmez."[96]

Başka bir defasında da o günün imkansızlıkları içerisinde Kıbrısa sefer düzenlenmesi için kendisinden izin isteyenlere karşı şöyle demiştir:

"Vallahi, benim için bir tek Müslüman, Bizans'tan ve Bi­zans'ın içinde bulunan herşeyden çok daha değerli, çok daha se­vimlidir. Sakın, sakın bana bu konuda bir daha bir şey sor­mayın."[97]

 

İçki İçmek

 

400. İbni Ömer (r.a.) rivayet ediyor:

"Kim ölünceye kadar içki içerse, Allah ona Cennet şarap­larını haram kılar."[98]

 

İzah

 

İbni Mâce'deki bir rivayette, "tevbe etmeden ölürse" ilâvesi vardır. Bu hadis, dünyada içki içen bir kimsenin, tevbe etmeden ölürse, Cennete girse dahi Cennet şaraplarından içemeyeceğini bildirmektedir. Böyleleri günahlarının cezası olarak Cennetin en büyük nimetlerinden biri olan şaraptan mahrum bırakılacaklardır.

Kur'an'da, Cennete giren bir kimsenin arzu ettiği herşeyi ora­da bulacağı bildirildiğine göre bu mahrumiyet nasıl izah edilebilir?

Böyleleri ya Cennette şarabın varlığını hatırlamayacaklar veya hatırlasalar bile bunu içme arzusu duymayacaklardır.

Hadis, içki müptelasının Cennete girmeyeceğinden kinaye de olabilir. Nitekim bir hadiste, "İçki içmeye devam eden bir kimse Cennete girmeyecektir" buyurulmuştur.[99] Bu hadisler, böylelerinin imansız ölme tehlikesi ile karşı karşıya olduklarını gösterir. Kişinin içki müptelası, olması imansız Ölmesine sebep olabilir. Böyle olunca da ebediyyen Cennete giremez, dolayısıyla Cennet şarabını da içemez.

96 ve 518 numaralı hadislere de bakınız.[100]

 

Hz. Abbas (r.a.)

 

401. Ali (r.a.) rivayet ediyor:

"Abbas konusunda hakkımı gözetiniz. Çünkü o baba ta­rafından büyüklerimin en son kalan yadigardır."[101]

 

İzah

 

Resülullahın (s.a.v.) "Bana bırakınız" buyurduğu Abbas (r.a.), Peygamberimizin amcasıdır. Hadiste de ifâde edildiği gibi, babalarından kalan tek yadigardır. Peygamberimiz bu sözü söylediğinde onun dışında amcalarından hiçbiri hayatta değildi.

Hz. Abbas, Müslüman olmadan önce de yeğenini sever, onu müşriklere karşı korurdu. Müslüman olmadığı halde, Peygambe­rimizin Medineli Müslümanlarla yaptığı Akabe Biatında da hazır bulunmuş, sevgili yeğenini onlara emanet etmişti. Kendi ifadesi ile istemediği halde müşriklerin safında katıldığı Bedir Savaşında esir edilmiş, bu esaret onun gerçek hürriyeti kazanmasına, yani İslâmla şereflenmesine sebep olmuştu. Peygamberimiz onu Mek­ke'den kendisine bilgi ulaştırması için orada görevlendirdi. Hz. Abbas bu vazifeyi başarı ile yaptı.

Peygamberimizin "Abbas'ı bana bırakınız" demesinin sebebi, insanların ona eziyet etmeleridir. Nitekim Tirmizî'de geçen şu ha­dis bunu açıklar:

Bir gün Resülullahın amcası Abbas (r.a.) öfkeli bir halde ya­nına girdi. Resûlullah (s.a.v.),

"Niçin öfkelisin?" diye sordu.

Abbas (r.a.) şu cevabı verdi:

"Kureyş'in bizimle alıp veremediği nedir? Birbirleri ile karşı­laştıklarında güler yüz gösterirler. Bizimle karşılaştıkları zaman ise suratlarından düşen bin parça."

Bu sözler Resûlullahı (s.a.v.) öfkelendirdi. Öyle ki öfkeden yüzü al al oldu ve şöyle buyurdu:

"Kim amcama eziyet verirse mutlaka bana eziyet vermiştir. Burası muhakkak ki, kişinin amcası babası yerindedir."[102]

Nesâî'de de yine Abbas (r.a.) ile ilgili olarak Abdullah bin Abbas'tan (r.a.) rivayet edilen şöyle bir hadis vardır:

Bir adam, Cahiliyye devrinde yaşamış bir atamıza sövmüştü. Babam Abbas (r.a.) ona bir tokat attı. Bunun üzerine adamın ya­kınları gelerek:

"O nasıl tokat attı ise biz de ona tokat atacağız" dediler ve si­lahlarını kuşandılar. Bu durum Resûlullaha (s.a.v.) ulaştı hemen minbere çıktı ve:

"Ey insanlar! Yeryüzü ahalisinden kim Allah katında en mükerremdir?" buyurdu.

Onlar, "Siz ey Allah'ın Resulü" dediler. Resûlullah şöyle buyurdu:

"Bilesiniz, Abbas bendendir, ben de ondanım! Ölülerimize sövmeyin, aksi halde dirilerimizi üzersiniz!"

Bunun üzerine halk gelip, "Ey Allah'ın Resulü, senin gadabından Allah'a sığınırız. Bizim için bağışlanma dileyin" dediler.[103]

Peygamberimizin bir çok dua ve iltifatına mazhar olan Hz. Abbas, Hicretin 32. senesinde, Hz. Osman'ın hilâfeti zamanında, 88 yaşında vefat etti.[104]

 

Resûlullahın Hizmetçilerine İltifatı

 

402. Enes bin Mâlik (r.a.) rivayet ediyor:

Resûlullahın, biri Habeşistanlı, diğeri de Kıptî (Mısırlı) olan iki azâdlı kölesi vardı. Bir gün söz dalaşına girdiler. Biri diğerine, "Ey Habeşî!" dedi. O da, "Ey Kıptî!" diye seslendi.

Resûlullah (s.a.v.), onlara,

"Birbirinize öyle demeyiniz. Siz Muhammed (s.a.v.) ailesinden iki adamsınız" buyurdu.[105]

 

Allah'ın Meleklerine Karşı Övündüğü Kimseler

 

403. Abdullah bin Ömer (r.a.) rivayet ediyor;

"Allah Teâla Arefe akşamı Arafat'ta vakfe yapanlarla me­leklere karşı iftihar eder ve "Şu saçları dağınık, toz toprak içerisinde bulunan kullarıma bakınız" buyurur."[106]

 

İzah

 

Arafat vakfesi, haccın farzlarındandır. Bir kimsenin hacı ola­bilmesi için Zilhicce'nin 9. günü, yani Kurban Bayramından bir gün önce Arafat'ta kısa bir zaman için de olsa bulunması gerekir.

Arefe günü, dinimizce faziletli bir gündür. Gerek Kur'ân'da, gerekse hadislerde bu günün ehemmiyetine dikkat çekilmiştir. Meselâ bir âyette,

"Sayılı günlerde Allah'ı anın" buyurulmuştur.[107]

Ayette geçen sayılı günler, Arefe günüdür.

Peygamberimiz de gerek yukarıdaki hadislerinde, gerekse başka hadislerinde Arefe gününün faziletine dikkat çekmiştir. Meselâ bu hadislerden birisi şu mealdedir:

"Allah hiçbir günde Arefe günündeki kadar kullarını ateşten kurtarmaz. O gün Allah, rahmetiyle ve bağışlamasıyla kullarına yaklaşır, meleklere karşı onlarla iftihar eder ve 'Onlar ne istiyor­lar' diye sorar."[108]

Arefe günü ve fazileti hakkında tafsilatlı bilgi için Üç Aylar ve Mübarek Günler isimli eserimize bakılabilir.[109]

 

Müslümana Yardım Etmek

 

404. Enes bin Mâlik (r.a.) rivayet ediyor:

Resûlullah (s.a.v.):

"Zulüm de etse, zulme de uğrasa kardeşinize yardım ediniz" buyurdu.

"Yâ Resûlullah! Zulme uğradığında yardım edelim, fakat zulmederken nasıl yardım edeceğiz?" dedim.

"Zulmüne engel olarak. Bu senin ona yardımındır" bu­yurdu.[110]

 

İzah

 

Müslim'de bu hadis şöyle geçer:

"Kişi zâlim de olsa, mazlum da olsa din kardeşine yardım etsin. Zâlimse onu menetsin. Çünkü bu onun için bir yardımdır. Mazlum ise ona yardımda bulunsun."[111]

 

Bilal'in (r.a.) Fazileti

 

405. Sehl bin Sa'd (r.a.) rivayet ediyor:

"Cennete girdim, bir hışırtı duydum. Baktım ki o Bilal imiş."

194,439 ve 648 numaralı hadislere ve izahlarına bakınız.[112]

 

Mü'minin Vasfı

 

406. Abdullah bin Ömer (r.a.) rivayet ediyor:

Resûlullah (s.a.v.),

"Ben mü'mine benzeyen ağacı çok iyi biliyorum" buyurdu.

Ben oradakilerin en küçükleri ol­duğum halde, (içimden) "O ağaç hurmadır" dedim. Sonra Resûlullah (s.a.v.),

"O hurmadır" buyurdu.[113]

 

İzah

 

Zikrettiğimiz kaynaklarda hadis şöyledir: Resûlullah,

"Mü'min yaprağını hiç dökmeyen yeşil bir ağaca benzer" buyurdu.

dinleyenler, "Filan ağaç, falan ağaç" diye tahminde bulundular. (Fakat hangi ağaç olduğunu bilemediler.) Ben, "Hurma ağa­cıdır" demek istedim. Sonra Resûlullah (s.a.v.), "O hurma ağacı­dır" diyerek kendisi açıkladı.

Hadisin başka bir rivayeti ise şöyledir:

"Bana öyle bir ağaçtan haber verin ki, Müslümana benzesin. Yaprakları hiç dökülmesin ve her an meyve verip dursun. İşte o, hurma ağacıdır."

Peygamberimizin mühim hususiyetlerinden birisi de Sahabîlerine bir şeyler öğretirken, soru sorarak onların dikkatlerini topla­ması, onların anlayışlarını denemesi, onları düşünmeye teşvik et­mesidir, işte bu hadiste de aynı metodu kullanmıştır. Onlardan is­tediği cevabı alamayınca da cevabı kendisi vermiştir.

Hadiste üzerinde durulması gereken önemli bir husus da Resûlallahın (s.a.v.) öğretmek istenen şeyi misâlle öğretmesidir. Çünkü bu, öğretmede kalıcılığı sağlar.

Peygamberimizin (s.a.v.) bu hadislerinde mü'mini hurma ağacına benzetmesi de yerindedir. Bu benzetme, hurma ağacının faydasının çokluğu, meyvesinin güzelliği ve dayanıklılığı açısın­dandır. Evet, hurma ağacının gölgesinden, yapraklarından, dal­larından, kökünden, odunundan, kabuklarından dahi istifade edi­lir. Hattâ çekirdeği bile hayvanlara yem olarak verilir. Meyvesin­den de kısa bir zaman için değil, uzun bir zaman istifade edilir.

İşte mü'min de imanı, ibâdeti, güzel ahlâkı, zikri, sadakası ile böylesine faydalıdır.

Hadis, bir yönüyle öğretmenin metodunu gösterirken, bir baş­ka yönüyle de öğrencinin adabını ders vermektedir. Abdullah bin Ömer (r.a.) Resûlullahın suâlinin cevabını bildiği halde utandı­ğından suâlin cevabını vermemiştir.

Hadis bize, bazan yaşça küçük olan birisinin kendisinden da­ha büyük kimselerin bilmediği bir hususu bilebileceğini, dolayısıyla onlara değer vermek gerektiğini, şayet cevap verirlerse cesaretlerini kırıcı sözler söylememek icab ettiğini de ders verir.[114]

 

Resûlullahın Ashabını İdare Etmesi

 

407. Abdullah bin Ebî Evfâ (r.a.) rivayet ediyor:

Abdurrahman bin Avf, Resûlullaha (s.a.v.) Hâlid bin Velid'den şikâyetçi olduğunu bildirdi. Resûlullah (s.a.v.),

"Ey Hâlid, Bedir Savaşına katılanlardan birine ezâ verme. Eğer sen Uhud dağı kadar altını sadaka olarak dağıtsan, onun ameline yetişemezsin."

Bunun üzerine Hâlid bin Velid, "Onlar bana dil uzatıyor, ben de karşılık veriyorum" dedi.

Resûlullah (s.a.v.) Abdurrahman bin Avf a da şu ikazı yaptı:

"Hâlid'e eziyet etmeyin. Çünkü o Allah'ın kâfirler üzeri­ne çektiği bir kılıçtır."[115]

 

İzah

 

Hadisten Resûlullahın farklı fıtratta olan Ashabını nasıl idare ettiğini görüyoruz. Abdurrahman bin Avf in (r.a.) fazîletine dik­kat çekerek Hz. Hâlid'den ona dokunmamasını istemiştir. Sonra

da Hz. Hâlid'in faziletine dikkat çekerek Hz. Abdurrahman'dan da ona dokunmamasını istemiştir.

Hadiste ismi geçen Abdurrahman bin Avf (r.a.), toplu olarak Cennetle müjdelenen on Sahabîden birisidir. İlk Müslümanlardandır. Hem Habeşistan'a, hem de Medine'ye hicret etmekle iki hicret sevabı birden kazanmıştır.

Hadiste de ifâde edildiği gibi, Bedir Savaşına katılma fazîletine de sahiptir. Peygamberimiz kendisini çeşitli vazifelere gönder­miştir. Meselâ bir defasında onu Dumetü'l-Cendel'de bulunan Kelb kabilesini İslama davet için görevlendirmiş, kendi elleriyle sarığını sarıp sancağı teslim etmişti.

Hz. Abdurrahman, servetini Allah yolunda harcayan zengin Sahabîlerdendi. Hicretin 21. senesinde, 72 yaşında iken vefat et­ti. Onun hayatı hakkında tafsilat için Sahabîler Ansiklopedisi isimli eserimize bakılabilir.

Biraz da Hz. Hâlid'in hayatı üzerinde duralım:

Hâlid, müşriklerin Müslümanlara karşı yaptıkları bütün savaş­larda ön safta katıldı. Hatta Allah'ın takdiri ile Uhud Savaşında Müslümanların mağlup olmasında onun tesiri fazladır.

Hâlid, Hudeybiye sulhünden sonra Müslüman oldu. Sonra da kahramanlıkları ve hizmetleriyle "Allah'ın kılına" unvanını aldı. Nitekim izahını yaptığımız hadiste Peygamberimiz onun bu ünvânına dikkat çekmiştir.

Hz. Hâlid, Müte Savaşında Resûlullahın tayin ettiği Zeyd bin Hârise'nin (r.a.), Cafer bin Ebî Tâlib'in (r.a.) ve Abdullah bin Revaha'nın (r.a) peş peşe şehid düşmesi üzerine kumandayı ele alarak askerî dehasıyla üç bin kişilik İslâm ordusunu yüz (başka bir rivayete göre iki yüz) bin kişilik Bizans ordusu karşısında bozgundan kurtarmış, hattâ Bizans ordusunu bozguna uğratmış­tır. 15 numaralı hadisin izahına da bakınız.

Peygamberimiz (s.a.v.) Hz. Hâlid'i çok mühim vazifeler için görevlendirdi. Mesela Mekke'nin fethinden sonra onu Uzza putu­nu yıkmak üzere vazifelendirmişti.

Bütün ömrünü at sırtında ve cihat meydanlarında geçiren Hz. Hâlid, Hicretin 21. yılında vefat etti. Hz. Hâlid'in hayatı hakkın­da tafsilat için Sahabîler Ansiklopedisi isimli eserimize bakıla­bilir.[116]

 

Zengin Kadının Hacca Gitmesi

 

408. Abdullah bin Ömer (r.a.) rivayet ediyor:

Resûlullah (s.a.v.), evli ve zengin, fakat kocasının hacca gitmesine izin vermediği bir kadın hakkında şöyle buyurdu:

"Ancak kocasının izni ile gidebilir." [117]

 

Münafığın Misali

 

409. Abdullah bin Ömer (r.a.) rivayet ediyor:

"Münafığın misâli, iki sürü arasında şaşkın şaşkın gidip gelen koyun gibidir. Bu sürüye geldiğinde onu boynuzlayıp dışlar, diğerine gittiğinde onu boynuzlayıp dışlar."[118]

 

İzah

 

Münafık, dışa karşı inanmış görünüp, kalben inanmayan, in­kar eden kimselere denir.Yüce Allah, münafıklarla ilgili olarak şöyle buyurur:

"İnsanlardan bir kısmı da, mü'min olmadıkları halde, 'Allah'a ve âhiret gününe inandık' derler.

"Allah'ı ve mü'minleri güya aldatmaktadırlar. Halbuki onlar yalnız kendilerini aldatırlar da farkında bile olmazlar."

"İman edenlere rastladıklarında 'İnandık' derler. Şeytanlaşmış reisleri ve arkadaşlarıyla başbaşa kalınca da 'Aslında biz sizinle beraberiz. Onlarla sadece alay ediyoruz' derler."[119]

İzahını yaptığımız hadiste de Peygamberimiz (s.a.v.) münafı­ğın dünyadaki durumunu nazara vermekte, mü'minlerin de, kâ­firlerin de böylelerini dışladığını nazara vermektedir. Münafıkla­rın âhiretteki yerini de şu âyetten öğreniyoruz:

"Şüphesiz münafıklar Cehennem ateşinin en aşağı tabakasındadırlar. Sen onlar için hiçbir yardımcı da bulamazsın."[120]

 

Gurur Sebebiyle Elbiseyi Sürümek

 

410. Abdullah bin Ömer (r.a.) rivayet ediyor:

"Kim gurur sebebiyle elbisesini sürürse, Allah ona kıya­met gününde rahmet nazarıyla bakmaz."[121]

 

İzah

 

Dinimizin haram kıldığı çirkin huylardan birisi de gururdur. Kur'ân'da yer verildiğine göre Lokman (a.s.) oğluna şu tavsiye­de bulunmuştur:

"Gururlanıp insanlardan yüzünü çevirme; yeryüzünde kasıla­rak yürüme. Çünkü Allah büyüklük taslayan ve övünenleri sev­mez."[122]

Hadislerde de gurur şiddetle reddedilmiş, bir hadiste kibirlenenlerin âhiretteki durumu şöyle bildirilmiştir:

Resûlullah,

"Kıyamet günü Allah Teâlâ bir kısım insanlan karınca suretinde diriltir de, diğer insanlar onlan ayakları ile çiğner­ler" buyurdu.

"Bu karınca suretinde olanlar kimlerdir?" diye soruldu.

Peygamberimiz (s.a.v.),

"Dünyada iken büyüklenenler" ceva­bını verdi.[123]

Peygamberimiz bu hadislerinde de, elbiseyi gurur için yerde sürüklemenin haram olduğunu bildirmekte ve böylelerine Al­lah'ın kıyamet gününde rahmet nazarıyla bakmayacağını ifâde etmektedir. Elbisenin gurur dışında yerde sürünmesi ise, bu tehdite dahil değildir. Bunu da şu hadisten öğreniyoruz.

Resûlullah (s.a.v.),

"Allah elbisesini gururla sürüyene bak­maz" buyurdu.

Hz. Ebû Bekir, "Ey Allah'ın Resulü! Elbisem serbest durum­da iken dikkat etmezsem sürünüyor" diye endişesini bildirdi.

Resûlullah,

"Sen bunu kibir için yapmıyorsun" cevabını ver­di.[124]

Ancak âlimler, kibirlenmek için olmasa da elbisenin yerde sürünmesini mekruh saymışlardır.[125]

 

Güzel Şeylere Bakarken "Maşaallah" Demek

 

411. Enes bin Mâlik (r.a.) rivayet ediyor:

"Allah bir kula aile, mal ve çocuk gibi bir nimet verir, o da "Maşâallah, lâ kuvvete illâ billah Allah dilediğini yapar. Kuvvet ancak Allah'ın yardımıyladır" derse, o nimet hak­kında ölüm dışında hiçbir afat görmez."

Resûlullah daha sonra,

"Ne olurdu, bahçene girdiğinde, 'Mâşaallah, Allah dilemiş de yaratmış! Kuvvet ve kudret Ancak Allah'ındır' deseydin!" âyetini okudu.[126]

 

İzah

 

Peygamberimiz pek çok hadislerinde nazara, yani göz değmesine karşı ümmetini ikaz etmiştir. Meselâ bir hadislerinde şöyle buyurur:

"Nazardan Allah'a sığınınız. Çünkü nazar haktır."[127]

Peygamberimiz bir hadislerinde de şöyle buyurur:

"Biriniz kendi şahsında, malında veya Müslüman kardeşinde çok hoşuna giden bir şey gördüğünde, bereketi için dua etsin. Çünkü göz değmesi haktır."

Hadisin sonunda geçen "Ne olurdu, bahçene girdiğinde Maaşallah, Allah dilemiş de yaratmış! Kuvvet ve kudret ancak Allah'ındır' deseydin!" ayetinde kastedilen husus şudur:

İki kardeş vardı. Bunlardan biri mü’min diğeri ise inkarcı idi. Babalarından bu iki kardeşe miras kaldı. Mü’min olan kardeşi eline geçen mirası sadaka olarak dağıttı, kafir olan kardeş ise bağ bahçe satın aldı. Bir zaman sonra mü’min olan kardeş fakir düştü. Zengin olan kardeşinden yardım istediysede o buna yanaşmadı. Hatta parasını sadaka olarak dağıttığı için onu azarladı. Mü’min kardeş, "Ben fakirliğin ve zenginliğin Allah’tan olduğunu görüyorum. Allah bana mal verirse ona hamd eder, imtihan ettiğinde de sabrederim." dedi. Kardeşine nasihatlarda bulundu. Onun gafletten uyanmasına çalıştı. İşte bu nasihatlardan biriside bahçesinin güzelliği gözlerini kamaştıran kardeşine "Ne olurdu bahçene girdiğinde, 'Maaşallah, allah dilemişte yaratmış! Kuvvet ve kudret ancak Allah’ındır’ deseydin!" tavsiyesidir. Nihatyet çok geçmeden kafir kardeşin gururlandığı bahçe yerin dibine geçti. Sonraki ayetlerde haber verildiğine göre "çardakları yere çöktü" Bahçe sahibi de "avuçlarını ovuştura laldı."[128]     

 

Para Peşin Mal Veresiye Satış Yapmak

 

412. İbni Abbas (r.a.) rivayet ediyor:

Resûlullah (s.a.v.) Medine'ye hicret ettiğinde onlar yiye­cekte ve hurmada selef yapıyorlardı. Resûlullah (s.a.v.) şöyle buyurdu:

"Kim bir malı önceden satarsa ölçü ve tartısını belirterek ve teslim vaktini tayin ederek satsın."[129]

 

İzah

 

Hadiste geçen "selef," "selem" de denilen bir alış veriş şekli­dir. Buna göre bir kimse malı sonra teslim etmek şartıyla ücretini birkaç ay önceden peşin olarak alır. Böyle bir satış, hadisten de anlaşılacağı üzere, şartlarına uyulduğu takdirde caizdir. Bunun şartı da, malın cinsi, miktarı ve vasıflarının tespit edilmesi, ne za­man ve nerede teslim edileceğinin açıklanması; buna karşılık alı­cının da oradan ayrılmadan ücretini peşin olarak ödemesidir.

Meselâ çiftçinin miktar belirtmeden tarladaki mahsulü, ağaçta­ki meyveyi satması, tarlanın veya ağacın peşin satılan mahsulü verip vermeyeceği belli olmadığından caiz değildir. Peygamberi­miz böyle bir satışı yasaklamıştır.[130]

Fakat çiftçi, "Sana filan tarihte teslim etmek üzere iki ton iyi buğday satıyorum" dese, tüccar da bunu kabul etse ve bedelini peşin olarak verse, bu satış hadiste de ifâde edildiği gibi caizdir.[131]

 

Ölülere Sövmemek

 

413. Sahr (r.a.) rivayet ediyor:

"Ölülere sövmeyin. Çünkü bununla dirilere eziyet etmiş olursunuz."[132]

 

İzah

 

Konu ile ilgili bir başka hadis şöyledir:

"Ölülere sövmeyin, çünkü onlar sağ iken hayırdan ve serden gönderdiklerine kavuştular."[133]

Peygamberimiz iki hadislerinde de ölülere sövmemek gerek­tiğini bildirmiş ve bunun sebebini açıklamıştır. Bunlardan birinci­si ölünün akrabalarına eziyet olmasıdır. Ölüye sövmekle hiçbir şey elde edilmemek bir yana, onun akrabaları bundan üzüleceğin­den, ölenlere sövmemek gerekir.

Ölülere sövmemek gerektiğinin ikinci sebebi, şayet kötü birisi ise artık onun cezasını çekeceği yere gitmiş olmasıdır.[134]

 

Allah'ın Âlimlere Bir Lütfü

 

414. Ebû Mûsâ el-Eş'arî (r.a.) rivayet ediyor:

"Allah kıyamet gününde âlimleri diriltir. Sonra onlara şöyle der:

"Ey âlimler topluluğu! Ben ilmimi size azap etmek için vermedim. Gidiniz, sizi bağışladım."[135]

 

İzah

 

Mahşer gününde Allah'ın diledikleri kimseler dışında herkes dehşet içerisinde olacaktır. O gün böyle bir hitaba muhatab olmak gerçekten çok büyük bir sevinç kaynağı, çok büyük bir müjdedir. Bununla ilgili bir başka müjde de şudur:

"Ümmetimin en hayırlıları âlimlerdir. Âlimlerin de en hayırlı­ları merhametli olanlardır. Dikkat edin! Allah, câhilin bir tek gü­nahını affetmeden önce, âlimin kırk günahını affeder. İyi dinle­yin! Merhametli âlim, kıyamet günü, nuru etrafı aydınlatacak şe­kilde gelir. Öyle kî, doğu ile batı arasındaki yaratıklar, onun par­lak bir yıldız gibi aydınlatan ışığında yürür."[136]

Bir başka hadis ise şu mealdedir:

"Kıyamet gününde Allah Teâlâ kullarını ayırmak için hükmet­meye başladığı zaman âlimlere hitaben şöyle buyurur:

"Ben size ilmimi ve hilmimi sadece sizi bağışlamayı istediğim için verdim. Hatânız ne olursa olsun bence önemsizdir."[137]

Ancak hadiste ifâde edilen nimete mazhar olacak âlimler, bil­dikleri ile amel eden, ilimleri ile başkalarına faydalı olan ihlaslı âlimlerdir. Yoksa bildiklerini yaşamayan, ilmi gizleyen, ilim ile dünyalık peşinde koşan âlimler, mahşer yerinde büyük sıkıntılara maruz kalacaklardır. Bu konuda pekçok hadis rivayet edilmiştir. Meselâ böyle âlimlerin ağzından irin akacağı, dillerini sakız gibi çiğneyecekleri, ateşten bir gem vurulacağı bildirilmiştir. Yine ha­dislerde Allah'ın fazla malın hesabını soracağı gibi, fazla ilmin de hesabını soracağı ikazı yapılmıştır. Tafsilat için Ölümden Sonra Diriliş isimli eserimizin 147, 148, 242, 243. sayfalarına bakılabi­lir.[138]

 

Mü'mini Öldürmenin Mes'uliyeti

 

415. Abdullah bin Amr (r.a.) rivayet ediyor:

"Nefsim kudret elinde olan Allah'a yemin ederim ki, bir mü'minin öldürülmesi, kıyamet gününde Allah indinde dünyanın yok olmasından daha büyüktür."

26 ve 371 numaralı hadislere bakınız.[139]

 

Namaz Ve Abdestin Fazileti

 

416. Câbir bin Abdullah (r.a.) rivayet ediyor:

"Cennetin anahtarı namaz, namazın anahtarı ise abdesttir."[140]

 

Allah'ın En Çok Kızdığı İsim

 

417. Ebû Hüreyre (r.a.) rivayet ediyor:

Resûlullah (s.a.v.) bir adamın diğerine "Ey şahların şa­hı" diye seslendiğini işitti. "Meliklerin meliki mi?" diye bu ifâdeden duyduğu rahatsızlığı zikretti.[141]

 

İzah

 

Hadisin son kısmı Mu'cemü'l-Evsat'ta, "Meliklerin meliki Al­lah'tır" şeklindedir. Hadisin Buhârî ve Müslim'deki rivayeti ise şöyledir:

"Allah katında en kötü isim, Melikü'l-Emlâk'tır."

Müslim'de rivayet edilen bir başka hadis de Peygamberimiz kıyamet gününde Allah'ın en fazla bu ismi alanlara gazap edece­ğini bildirmiş ve,

"Allah'tan başka Melik yoktur" buyurmuştur.[142]

Kula yakışan Abdullah, Abdurrahman gibi tevazu ve kulluk bildiren isimlerdir. "Memleketlerin, kıtaların sahibi ve hükümrâ­nı" mânâsına gelen "Melikü'l-Emlâk" ise Allah'a mahsus bir sı­fattır. Kendi sıfatını alanlara elbette Allah gazap eder.[143]

 

Açıktan Günah İşleyenleri Açıklamak Gıybet Değildir

 

418. Behz bin Hakim babasından, Resûlullahın (s.a.v.) şöyle buyurduğunu rivayet ediyor:

"Açıktan günah işleyenleri ne zaman açıklayacaksınız? Onların vasıflarını anlatın ki insanlar onlardan sakınsınlar.”[144]

 

İzah

 

Başka bir hadis şu mealdedir:

"Açıktan günah işleyenleri anlatmaktan niçin çekmiyorsunuz? İnsanlar onları ne zaman tanıyacak? Onun vasıflarını anlatın ki, insanlar onlardan sakınsınlar."[145]

Fenalıktan, açıktan günah işlemekten, yaptıkları günahları bal­landıra ballandıra anlatmaktan sakınmayan insanlar bulaşıcı has­talık mikrobu taşıyan kimseler gibidirler. Eğer bunlara karşı ted­bir alınmazsa, bu hastalığın topluma bulaşması kaçınılmaz olur. İşte hadiste bunlara karşı alınacak tedbirlerden birisi açıklanmak­tadır. O da böylelerini insanlara tanıtmaktır.

Gıybeti son derece çirkin bulan ve yasaklayan dinimizde, "fâsık-ı mütecâhir" denilen böyle kimseler hakkında konuşmanın gıybet olmayacağı bildirilmiştir.[146]

 

Bayramlarda Tekbir Getirmek

 

419. Ebû Hüreyre (r.a.) rivayet ediyor:

"Bayramlarınızı tekbirlerle süsleyin."[147]

 

İzah

 

Konu ile ilgili bir başka hadis şu mealdedir:

"Ramazan ve Kurban bayramlarını 'Lâilâhe ilallah, Allahü ekber, sübhanallah ve elhamdülillah'larla süsleyin."[148]

Bediüzzaman, bayramların tekbirlerle süslenilmesinin istenilmesindeki hikmeti meâlen şöyle açıklar:

Bayramlarda gaflet istila edip gayr-i meşru dâireye sapmamak için hadislerde Allah'ı zikretmeye ve şükre büyük teşvikler ya­pılmış. Tâ ki bayramlarda o sevinç nimetlerini şükre çevirip, o ni­meti devam ettirsin ve artırsın. Çünkü şükür nimeti artırır ve gaf­leti kaçırır.[149]

 

Allah'ın Mahşerde Kullarıyla Konuşması

 

420. Abdullah bin Mes'ud (r.a.) Resûlullahın (s.a.v.) şöyle buyurduğunu rivayet ediyor:

"Allah dünyada iken çok mal ve evlat verdiği iki kulunu diriltti. Sonra bunlardan biriyle aralarında şu konuşma geçti:

"Ey filan oğlu filan!"

"Buyur ey Rabbim! Emrini yerine getirmekten mutluluk duyacağım."

"Sana çok mal ve çocuk vermedim mi?"

"Evet, verdin Rabbim."

"Verdiğim şeyleri ne yaptın?"

"Fakirlik korkusuyla çocuğuma bıraktım."

"Senden sonra ne olduğunu bilseydin az güler, çok ağ­lardın. Korktuğun şeyi [fakirliği] onlara verdim."

Diğer kul ile de Allah arasında şu konuşma geçer:

"Ey filan oğlu filan!"

"Buyur ey Rabbim! Emrini yerine getirmekten mutluluk duyacağım."

"Sana çok mal ve çocuk vermedim mi?"

"Evet, verdin Rabbim."

"Verdiğim şeyleri ne yaptın?"

"Senin yolunda harcadım. Ölümümden sonra, çocukla­rım hususunda Senin ihsanına güvendim."

"Senden sonra ne olduğunu bilseydin çok güler, az ağ­lardın. Güvendiğin şeyi [ihsanımı] çocuklarına verdim."[150]

 

İzah

 

Hadiste birinci kulun kendisine verilen serveti Allah yolunda harcamadığı, fakirlik korkusuyla yanında tuttuğu ve çocuklarına bıraktığı bildiriliyor. Allah da o kuluna korktuğunun başına gel­diğini, kendisinden sonra çocuklarının fakir düştüğünü haber ve­riyor.

İkinci kişi ise Allah'ın verdiği serveti, yine Onun yolunda sarf eden tevekkül ehli bir kul. Servetini Allah yolunda harcamış, ço­cuklarını da Allah'a emânet etmiş. Yüce Allah onu da umduğuna kavuşturmuş, çocuklarına ihsanda bulunmuş.

Kur'ân'da Allah'ın tevekkül ehli sâlih kulların çocuklarına ih­sanda bulunduğu ile ilgili bir kıssa vardır. Bu kıssa şöyledir:

Hz. Mûsâ Hızır (a.s.) ile bir yolculuğa çıkmıştı. Bir köye gel­diklerinde halktan yiyecek istediler. O belde halkı kendilerini mi­safir etmekten kaçındılar. Sonra orada yıkılmak üzere olan bir du­vara rastladılar. Hızır onu doğrultu verdi. Musa'nın (a.s.) sorması üzerine de bunu şöyle açıkladı:

"O duvar, şehirdeki iki yetim çocuğa aitti. Altında da onlara ait bir hazine vardı. Babaları ise sâlih bir kimse idi. Rabbin diledi ki, onlar yetişkin çağa gelince hazinelerini oradan çıkarsınlar. Bütün bunlar Rabbinden bir rahmet eseridir."[151]

 

Irkçılık Câhiliye Âdetidir

 

421. Enes bin Mâlik (r.a.) rivayet ediyor:

Evs ve Hazreç Ensardan iki kabileydi. Câhiliyye devrin­de aralarında düşmanlık vardı. Resûlullah (s.a.v.) Medine'­ye hicret ettiğinde o düşmanlık gitti. Allah onların kalplerini birbirine ısındırdı. Bir defasında bu iki kabile mensupları bir mecliste otururlarken Hazreç'ten birisi okuduğu şiirle Evslileri hicvetti. Ardından Evsli birisi de okuduğu şiirle Hazreçlileri hicvetti. Bu hicivleşme karşılıklı olarak devam etti. Öyleki birbirlerine ağır laflar söylemeye başladılar. Si­lahlarına sarılarak vuruşmak için kalktılar. Bu durum Pey­gamberimize ulaştığında ve durum hakkında vahiy indiğin­de Resûlullah (s.a.v.) süratli bir şekilde oraya geldi. Onları görünce kendilerine seslenerek hadise üzerine nazil olan âyetleri okudu:

"Ey iman edenler! Allah'tan nasıl korkmak gerekiyorsa öylece korkun. Ve son nefesinize kadar hakda sebat edin de Müslümanlar olarak ölün."[152]

Ayet bittiğinde her iki taraf da silahlarını bırakarak yaşlı gözlerle birbirlerine sarıldılar.[153]

 

İzah

 

İslâmiyet, Câhiliyye devrinin pekçok çirkin âdeti gibi, ırkçılık­la da mücâdele etti. Dinimizin ırkçılıkla olan bu mücâdelesini

Bediüzzaman'ın Görüşleri Işığında İslâm ve Milliyetçilik isimli eserimize havale ederek, burada sadece bu hadisin açıklaması üzerinde durmak istiyoruz:

Peygamberimizin Medine'ye hicret ettiği ilk yıllardı. İslâmiyetten önce birbirleri ile kanlı bıçaklı olan Evs ve Hazreç kabilele­ri arasındaki düşmanlık, İslâmiyet sayesinde kardeşliğe dönüş­müştü. Bu iki kabile oturmuş, tatlı tatlı sohbet ediyorlardı. Bun­ların birbirleriyle kardeş olmasını hazmedemeyen Yahudi Şes bin Kays, onları tekrar eski günlerine dündürmek, parçalamak iste­di. "Bu iki kabile birbirleriyle iyi geçindikleri müddetçe bizim bu­rada rahat etmemiz mümkün değildir" dedi. Sonra da bir Yahudi gencine şu emri verdi:

"Kalk onların yanına git, birlikte otur. Sonra Buas Günü'nü hatırlat. Onların bu gün için söyledikleri şiirlerden oku."

Bu emri alan Yahudi genci gitti, iki kardeş kavmin sohbet meclisine oturdu. Bir fırsatını bulduğunda da Buas Günü'nü ha­tırlattı, şiirler okudu. Evs ve Hazrec kabileleri arasındaki kabile asabiyeti damarı hemen nüksetti. Geçmişte olduğu gibi birbirle­rine karşı övünmeye, şiirler okumaya başladılar. Hatta Evs Ka­bilesinden Evs bin Kayziv (r.a.); Hazreç Kabilesinden de Cebbar bin Sahr (r.a.) "İsterseniz eski günlere dönebiliriz" diyerek bir­birlerine meydan okudular. Neticede iki taraf da iyice sinirlendi­ler, "Haydi dönelim. Silah silah" diye bağırışmaya başladılar.

Bu durumu haber alan Peygamberimiz (a.s.m.), Muhacirler­den bâzılarını da yanına alarak oraya gitti ve şöyle buyurdu:

"Ey Müslüman cemaati! Allah! Allah! Yüce Allah sizi İslâmiyetle doğru yola çıkarıp şereflendirdikten, kalblerinizi birleştir­dikten, sizleri küfür karanlığından kurtardıktan, Cahiliye devrine ait bütün kötü işlerden ilginizi kestikten sonra ve ben de aranızda bunları açıklayıp dururken, siz halâ cahiliye dâvasını mı güdüyor­sunuz?"[154]

Peygamberimizin bu konuşması üzerine Sahabîler yaptıkları şeyin, şeytanın aldatmacası olduğunu anladılar. Silahlarını bırakarak yaşlı gözlerle birbirlerine sarıldılar ve birbirlerinden af dile­diler.

Bu olay üzerine Yüce Allah şu âyetleri indirdi:

"Ey iman edenler! Eğer kendilerine daha önce kitap verilen­lerden bir zümreye uyarsanız, onlar sizi imanınızdan çevirip ye­niden kâfir yaparlar.

"Üzerinize Allah'ın âyetleri okunduğu ve aranızda Onun Re­sulü bulunduğu halde, nasıl küfre dönersiniz? Her kim Allah'a sığınır ve Onun dinine yapışırsa, işte o küfre düşmekten korunup doğru yola ulaşmıştır.

"Ey imân edenler! Allah'tan nasıl korkmak gerekiyorsa öylece korkun. Ve son nefesinize kadar hakta sebat edin de, Müslüman­lar olarak ölün.

"Allah'ın dinine ve Kur'ân'a hep birlikte sım sıkı sarılın; ay­rılığa düşüp dağılmayın. Bir de, Allah'ın üzerinizdeki nimetini hatırlayın ki, siz birbirinize düşman iken, O sizin kalblerinizi kay­naştırdı da, Onun nimeti sayesinde kardeş oluverdiniz. Siz ateş­ten bir çukurun kenarındaydınız; Allah sizi oraya düşmekten kur­tardı. Doğru yola erişesiniz diye, Allah size âyetlerini işte böyle açıklıyor."[155]

Birinci âyet-i kerimede Yüce Allah ırkçılık dâvası gütmenin mü'minlerin imanlarını tehlikeye sokacağına, hatta onları küfre dahi sürükleyebileceğine dikkat çekmektedir. Nitekim ırkçılık hareketinin başlamasıyla birlikte, ırkçılığı din yerine koyan pekçok insanın imanı gitmiştir.

Bu âyette dikkat çekilen bir diğer husus da "Kendilerine kitap verilenlerden bir zümreye" uymamaktır. Âyette geçen zümre Yahudilerdir. Irkçılığın İslâm dünyasında başlamasında ve Müslü­manların birbirine düşman vaziyeti almasına sebep olmasında Yahudilerin rolü düşünülürse, Yüce Allah'ın ikazının mânâsı daha iyi anlaşılır.

İkinci âyette, Allah'ın âyetleri kendilerine okunup durulurken ve Peygamberleri de aralarında iken kâfirlere aldanıp Allah'ın haram kıldığı bir dâvanın peşinden gitmeleri hayret ve taaccüble karşılanıyor. Dolayısıyla, yanımızda Kur'ân'-ı Kerim varken, Peygamberimizin hadisleri bizleri bu noktada ikaz ederken, hâin ve münafıkların oyununa gelip ırkçılık dâvası güdersek, âyetteki hayret ve taaccübe bizler de muhatab olmaz mıyız? Demek oluyor ki, bu âyet bizleri de ırkçılık yapmamak konusunda ikaz ediyor.

Üçüncü âyette mü'minlere Allah'tan korkmaları ve Müslüman olarak vefat etmeleri ikaz edilerek İslâm dininde ırkçılığa yer ol­madığı, dolayısıyla böyle bir dâva peşinde gitmenin insanın ebedî hayatını tehlikeye düşürebileceği ikazı yapılıyor.

Dördüncü âyette ise Yüce Allah, mü'minlere birlik ve beraber­liği emrediyor ve tefrikaya düşmelerini yasaklıyor. Şu veya bu kavmin değil, İslâmın etrafında birleşmeleri ikazını yapıyor. İslâmiyetten önce kavmiyetçilik yüzünden birbirlerini öldürmekten çekinmeyen iki kardeş kabile olan Evs ve Hazrec kabilelerinin İslâmi­yet nimetiyle aralarındaki mânâsız düşmanlığa son verdiği nimeti­ni hatırlatıyor. Son kısımda ise mü'minlerin doğru yoldan ayrıl­mamaları için emir ve yasaklarını böylece açıkladığını bildiriyor.

305 ve 455 numaralı hadislere ve izahlarına da bakınız.[156]

 

Vaktin Namazını Kılmış Birisi Cemaata Uyabilir Mi?

 

422. Yezid el-Esved (r.a.) rivayet ediyor:

Resûlullah ile beraber Veda Haccında haccettim. Onunla beraber sabah namazını kıldım. Namazı bitirdiğinde da duran iki kişinin insanlarla beraber namaz kılmadığını gördü. Onları çağırdı. Titrer bir halde kendilerini Resûlullaha (s.a.v.) getirdiler.

Resûlullah (s.a.v.),

"Bizimle beraber niçin namaz kılmadınız?" buyurdu.   

"Ya Resûlallah, biz sizinle beraber namaza yetişemeyeceğimizi zannederek yükümüzün yanında kıldık" dediler.

Resûlullah (s.a.v.),

"Böyle yapmayın. Namazı yükünü­zün yanında kıldıktan sonra o namazı kılan  bir cemaata rastlarsanız namazı tekrar kılın. O sizin için nafile olur" buyur­du.

Onlardan biri, "Ya Resûlallah, benim için bağışlanma di­le" dedi.

Resulullah (s.a.v.),

"Allah'ım, onu bağışla" diye dua etti.

İnsanlar Resûlullaha (s.a.v.) doğru üşüştüler. Ben o gün oradakilerin en genci ve güçlüsü idim. Resûlullahın (s.a.v.) elini kaptım göğsümün üzerine koydum. Onun elinden daha serin ve daha hoş bir şey görmedim.[157]

 

İzah

 

Konu ile ilgili daha başka hadisler de vardır.[158] Peygamberimiz bir hadislerinde de böyleleri hakkında, "Bu onun için cemaat se­vabından bir nasiptir"[159] buyurmuştur.

Zikrettiğimiz kaynaklarda hadisin "Ya Resûlallah, benim için bağışlanma dile" ifâdesinden sonraki kısım yer almamıştır. Sade­ce Dârimî'de şu ilâve vardır:

"Sonra cemaat kalktı, Hz. Peygamberin elini tutup yüzlerine sürmeye başladılar. Ben de elini tutup yüzüme sürdüm de, onun kardan daha serin, kokusunun da miskten daha güzel olduğunu gördüm."

Hadis, vaktin namazını kılmış olan birisinin bir cemaata rastla­dığında onlarla beraber namaz kılabileceğini göstermektedir. Bu konuda âlimler arasında ittifak varsa da, hadiste geçen "O sizin için nafile olur" ifâdesi hakkında farklı görüşler ortaya atmışlar­dır. Safilerden bir gruba göre kişinin tek başına kıldığı nafile, di­ğeri farz yerine geçer. Hanefîlere, Şâfiîlerin çoğunluğuna ve Hanbelîlere göre ise önce kılınan farz yerine geçer, diğeri nafile­dir.

Yine Şâfiîlerden bâzıları da bu iki namazdan mükemmel ola­nın farz, diğerinin nafile olacağını söylemişlerdir. Bâzıları ise Allah'ın dilediğini farz, dilediğini de nafile olarak sayacağını söylerler. İbni Ömer'in (r.a.) şu açıklaması da bu mânâyı kuvvet­lendirir:

Bir defasında adamın biri İbni Ömer'e (r.a.), "Ben evde na­maz kıldıktan sonra imamla namaza yetişiyorum. Onunla da na­maz kılayım mı?" diye sordu.

Abdullah (r.a.) "Evet" dedi.

Adam, "Peki bu durumda kıldığım hangi namazı farz yapa­yım?" diye tekrar sordu.

Hz. Abdullah, "Bu senin elinde mi? Bu Allah'a kalmıştır. Allah dilediğini farz olan namaz yerine sayar" cevabını verdi.[160]

Hadisin bahsettiğimiz kısmının farklı anlaşılmış olması, şöyle bir hükme de sebep olmuştur:

Hanefîler kişinin imamla kıldığı namazın nafile olacağını söy­lerler. Bu mezhebe göre sabah ve ikindi namazlarından sonra na­file namaz kılmak mekruh olduğundan, tek başına namaz kılmış olan birisinin sabah, ikindi ve akşamın cemaatine tâbi olması da mekruhtur.

Hadisten yukarıdaki fıkhı hükmün yanı sıra, Resûlullahın (s.a.v.) Ashabının eğitimiyle ilgilendiğini, yapılan bir yanlışı karşı taraftaki kimseyi kırmadan düzelttiğini, ilim ehlinin bu ko­nuda da onu örnek alması gerektiğini öğreniyoruz.

Hadis ayrıca Ashabın Peygamberimize olan sevgi ve hürmet­lerini de göstermektedir.[161]

 

Peygamberimizin Bir Mucizesi

 

423. Ebû Zer (r.a.) rivayet ediyor:

"Sizin üzerinizde namazı geciktiren idareciler olur. Sen namazı vaktinde kıl. Böyle idarecilerle geciktirerek kıldığın namazı da nafile yap."[162]

 

İzah

 

Müsned'deki rivayette, "Onlar namaz kılarken 'Ben namazı kıldım, kılmayacağım' deme" ilâvesi vardır. Bu, Peygamberimi­zin onlara muhalefet etmekten kaçınmak gereğini tavsiye ettiğini gösterir.

Allah'ın bildirmesi dışında hiç kimse gaybı bilmez. Allah baş­ta Peygamberimiz olmak üzere bâzı kullarına gaybı bildirmiştir. Bu gerçek Kur'ân'da şöyle haber verilir:

"Görünmeyen âlemleri bilen odur. O hiç kimseyi gaybdan açıkça haberdar etmez. Ancak peygamberlerden bildirmek istediği müstesnadır."[163]

Peygamberimiz (s.a.v.) Allah'ın bildirmesiyle istikbalde ola­cak pekçok hadiseyi haber vermiştir. Bu konuda 149 ve 490 nu­maralı hadislere de bakılabilir.

İşte bunlardan birisi de izahını yaptığımız hadisteki haberdir. Hadiste haber verilen husus, bâzı Emevî idarecilerin namazları geç kıldırmasıyla tahakkuk etmiştir. Meselâ bunlardan birisi Haccac'dır. Onun Medine'ye geldiğinde namaz vakitlerini geciktirdiği rivayet edilmiştir.[164]

Hadis, bir yerde namaz geciktirilerek kılınıyorsa, orada kişi­nin namazı geciktirmeden tek başına kılmasının daha isabetli olduğunu göstermektedir. Bu durumda namazı ilk vaktinde kılan kimse, sonradan cemaatla da namaz kılabilir. Kıldığı bu namaz kendisi için nafile bir namaz olur.[165]

 

Mü'minlerin En Olgunu

 

424. Ebû Said el-Hudrî (r.a.) rivayet ediyor:

"Mü'minlerin iman bakımından en olgun olanları, ahlâkı en güzel ve mülayim olandır. Onlar insanlara ısınırlar, in­sanlar da onlara ısınırlar. Başkalarına ısınmayan ve kendile­rine ısınılmayan kimsede hayır yoktur."[166]

Mu'cemü'l-Evsat'ta, "Kendilerine ısınılmayan insanlarda ha­yır yoktur" ifâdesi yerine,

"İnsanlara ısınmayan ve insanların kendisine ısınmadığı kimse bizden değildir" ifâdesi vardır.

"Biz­den değildir" "Bizim sünnetimiz üzere değildir" demektir.[167]

 

Farz Kılan Birine Uyulabilir Mi?

 

425. Ebû Said el-Hudrî (r.a.) rivayet ediyor:

Namaz kılındıktan sonra Resûlullah (s.a.v.) mescidde tek başına namaz kılan birini gördü ve şöyle buyurdu:

"Şu adama beraber namaz kılarak ona sadaka verecek kimse yok mu?"[168]

 

İzah

 

Dârekutnî'de bu namazın öğle namazı olduğu bildirilir. Müs­ned ve Tirmizî'de ise "Oradakilerden bir adam kalktı ve onunla beraber namaz kıldı" ilâvesi vardır. Adamla beraber namaz kılan şahsın Hz. Ebû Bekir olduğu bildirilir.

Hadis, tek başına namaz kılan birisine uyulabileceğini göster­mektedir. Böyle birisinin imamlığa niyet etmiş olması gerekmez. Çünkü imamın imam olmaya niyet etmesi şart değildir.

Hanbelî mezhebi imamı, Ahmed bin Hanbel bunu nafile na­mazlarda caiz görür, farzlarda ise caiz görmez.

Peygamberimiz yukarıdaki hadiste tek başına namaz kılan Sahabî ile birlikte namaz kılmayı "sadaka" olarak ifâde etmiştir. Çünkü onunla namaz kılan kimse ona bir iyilik yapmış olacak, kendisine cemaat sevabı kazandıracaktır. Bir hadiste "Her iyilik sadakadır" buyurulduğuna göre, bu da bir sadakadır.

Hadis, bir mescidde iki defa cemaat yapılmasının caiz oldu­ğuna da delildir. Konunun tafsilatı için Ezan Cami Namaz isimli eserimizin 344, 345. sayfalarına bakılabilir.[169]

 

Ölüm Mü'min İçin Nimete Geçiştir

 

426. Abdullah İbni Ömer (r.a.) rivayet ediyor:

Resûlullah (s.a.v.) "Fe ravhün ve reyhanün"ü okudu.[170]

 

İzah

 

Aynı hadis, bir kaç sayfa sonra Hz. Âişe tarafından da rivayet edilmiştir. Hadis yine Abdullah bin Ömer'den (r.a.) Mu'cemü'l-Evsat'ta da şöyle rivayet edilir:

Resûlullaha (s.a.v.) Vakıa Sûresini okudum. "Ravhün ve reyhanün"e geldiğimde Resûlullah (s.a.v.) bana,

"ravhün ve reyhanün ey İbni Ömer!" buyurdu.[171]

İzahını yaptığımız hadis ve aynı mealdeki Hz. Âişe hadisi, Peygamberimizin Vakıa Suresini okuduğunu gösterir. Çünkü bu kelimeler Vakıa Suresindedir.

Vakıa Sûresi, Mekke'de nazil olmuştur. 96 âyettir. Kıyamet gününden, Cennet ve Cehennem ehlinin hallerinden bahseder. Gözlerimizin önündeki tevhid delillerine dikkat çeker. Kıyamet vakıasını zikrederek başladığı için sûreye Vakıa ismi verilmiştir.

Hadiste zikredilen "ravhün ve reyhanün" kelimeleri, sûrenin 89. âyetinde geçer. Bu kelimeler, "rahat, rahmet, güzel kokulu rızık" mânâsına gelir. Bu kelimelerin mânâsı 88. âyetten itibaren tamam olur. Ve şöyledir:

"Ölen kimse iman ve güzel işlerle Allah'ın rızâsına yaklaşmış olanlardan ise: Ölüm onun için rahata, rahmete, güzel kokulu rızıklara, daimî nimetlerle dolu Cennete bir geçiştir."

Peygamberimiz, "ravhün ve reyhanün ey İbni Ömer" demek­le, bu duruma dikkat çekmek istemiştir.

Sûrenin 92-94. âyetlerinde de kâfirin durumu şöyle nazara ve­rilir:

"Ölen Allah'ın âyetlerini yalanlayan sapıklardan ise: Onun âkibeti kaynar sudan bir ziyafet ve Cehennem ateşine atılmaktır."

Konunun tafsilatı hakkında Ölüm Cenaze Kabir isimli eseri­mize bakılabilir.[172]

 

Cenazeye Katılmak Çok Sevaptır

 

427. Ebû Hüreyre (r.a.) rivayet ediyor:

"Kim bir cenazeye defnedilinceye kadar iştirak ederse iki kırat sevap kazanır."

"Kırat ne kadardır?" denildi.

Peygamber (s.a.v.),

"Uhud Dağı kadar" buyurdu.[173]

 

Peygamberimizin Namaz Sonrasında Yaptığı Dua

 

428. Ebû Eyyûb (r.a.) rivayet ediyor:

Ben Peygamberinizin (s.a.v.) arkasında namaz kıldığım her seferinde o namazı bitirdiğinde mutlaka şöyle derdi:

"Ya Rabbi, bütün hatâ ve günahlarımı bağışla. Allah'ım, beni yücelt. Kusurlarımı telafi et. Beni güzel iş ve huylara yö­nelt. Bunların iyisine ancak Sen yöneltir, kötüsünden de an­cak Sen uzaklaştırırsın."[174]

 

Rızık İnsanı Bulur

 

429. Ebû Said el-Hudrî (r.a.) rivayet ediyor:

"Biriniz rızkından kaçsa da, ecelin onu yakaladığı gibi, o onu bulur."[175]

 

İzah

 

Câmiü's-Sagîr'de de buna benzer şöyle bir hadis vardır:

"Kulun rızkı, kendisini ecelinin aradığından daha fazla arar."[176]

Bir âyet-i kerimede ölümün insanı her halükârda bulacağı şöyle bildirilir:

"Kaçtığınız ölüm mutlaka gelip sizi bulacaktır. Sonra da görü­nür ve görünmez âlemleri hakkıyla bilen Allah'a döndürülecek­siniz."[177]

İşte hadis, vakti geldiğinde ecel insanı nasıl yakalarsa, rızkının da öyle bulacağını nazara veriyor. Evet, Allah'ın bir ismi de Rez­zak, yani rızık vericidir. Halik, yani yaratıcı ismiyle atomdan ga­laksilere, en küçük şeyden güneşe, çiçeklerden yıldızlara kadar her şeyi yarattığı gibi; Rezzak ismiyle de rızka muhtaç ve her birinin rızkı başka başka olan varlıklara rızık yetiştirir: Sabahleyin aç olarak hayata başlayan canlılar, onun rızık vermesiyle akşama tok olarak erişirler. Etrafımıza baktığımızda Yüce Rabbimizin Rezzâk isminin tecelîsini bütün canlılarda gayet açık bir şekilde göre­biliriz. Allah'ın rızık verici olduğu bir âyette şöyle açıklanır:

"Yeryüzünde yürüyen ve kendi rızkını yüklenemeyen nice canlının ve sizin rızkınızı Allah verir."[178]

Demek ki, Allah bütün canlıların rızıklarını onlara yetiştiriyor. Ancak rızkın iki çeşit olduğunu da burada iade edelim: Biri, haya­tı devam ettirmek için ihtiyaç duyulan rızıktır. Allah'ın tahhüdünde olan rızık da budur.

Daha çok kazanmak için ise çalışmak, sebeplere sarılmak ge­rekir. Çalışkan bir insan, gayreti nispetinde, rızkının daha fazla takdir edilmesine sebep olabilir. Allah hangi kulunun çalışıp gay­ret gösterip, hangi kulunun sebeplere teşebbüs etmeyeceğini ezelî ilmiyle bildiği için, kullarının rızıklarını bu bilgisine göre takdir etmiştir.

Ancak bu çeşit rızık her ne kadar çalışmaya, kazanmaya bağlı ise de, bazan ihsana tâbidir, ya verilir ya verilmez. Yani her za­man çok çalışan illâ da çok kazanacak demek değildir. Verip ver­memek Cenâb-ı Hakkın irâdesine, takdirine bağlıdır. İsterse ve­rir, isterse vermez. Bazan da verir, bir musibetle tekrar alır.

Rızkın takdir edildiğini bilen bir insan, rızkını ararken aç göz­lülük etmez, rızık elde etmek için helâl haram demeden uğraşmaz. Hadis bize bunu da ders vermektedir. Bu mânâyı açıklayan bir başka hadis de şu mealdedir:

"Cebrail kalbime şöyle ilham etti: 'Bir canlı ömür süresini ta­mamlamadıkça ve rızkını tamamıyla almadıkça ölmez. O halde Allah'tan korkun. Rızkı aramada güzel davranın. Birinize rızkının gelmekte gecikmesi, onu Allah'ın emirlerini ve yasaklarını çiğneyerek aramaya sevk etmesin. Şüphesiz Allah'ın yanındaki nimet­lere ancak Ona itaatla erişilir."[179]

Rızık hakkında tafsilatlı bilgi için Kadere İman isimli eserimize bakınız.[180]

 

Peygamberimizin Vefatı En Büyük Musibettir

 

430. Âişe (r.a.) rivayet ediyor:

Resûlullah (s.a.v.) insanlara dönerek şöyle buyurdu:

"Ey insanlar! Benden sonra birinizin başına bir musibet gelirse, benim vefatımla uğradığı manevî musibeti göz önü­ne getirerek musibetinden teselli bulsun. Hiç şüphesiz, ben­den sonra ümmetimden hiç kimsenin başına benim vefa­tımla maruz kaldığı bir musibetten daha büyüğü gelmez."[181]

 

Erkek Evinden Fazla Uzak Kalmamalı

 

431. Ebû Hureyre (r.a.) rivayet ediyor:

"Yolculuk azaptan bir parçadır. O sizin uykunuza, yeme­nize ve içmenize ve lezzetinize mâni olur. Öyle ise sizler işi­nizi bitirir bitirmez evinize, ailenize dönmekte acele edin."[182]

 

İzah

 

Yolculuğun azaptan bir parça olarak vasfedilmesi, yolculukta meşakkatin fazla olmasındandır. Kişi yolculuk esnasında yeterin­ce uyuyamaz, vaktinde yiyip içemez. Hadis, yolculuğun bu yö­nünü nazara vermekle beraber, kişinin işini bitirdikten sonra lü­zumsuz yere fazla oyalanmayıp bir an önce evine dönmesi gerek­tiğini tavsiye etmektedir. Çünkü evin erkeğinin evde bulunma­ması, ev halkı için sıkıntıya sebeptir.[183]

 

Oruçlunun Hanımını Öpmesi

 

432. Enes bin Mâlik (r.a.) rivayet ediyor:

Resûlullaha oruçlunun öpmesinden soruldu. Resûlullah (s.a.v.),

"Bunda bir beis yoktur. Bu bir şey koklamak gibi­dir" buyurdu. (190 numaralı hadise bakınız.)[184]

 

Ümmetin Mecûsileri Kimlerdir?

 

433. Câbir (r.a.) rivayet ediyor:

"Bu ümmetin Mecûsîleri Allah'ın kaderini yalanlayanlar­dır. Şayet onlar hastalanırlarsa ziyaret etmeyin, karşılaştığı­nızda selâm vermeyin, öldüklerinde cenazelerine katılma­yın."[185]

75, 306,433 numaralı hadislere bakınız. [186]

 

İbâdette Resûlullaha Uymak

 

434. Abdullah bin Ömer (r.a.) rivayet ediyor:

Resûlullah Mekke'ye geldiğinde Kabe'yi tavaf etti, sonra da Makam-i İbrahim'in arkasında iki rekat namaz kıldı. Ar­dından Safa ile Merve'de sa'y yaptı. Muhakkak sizin için Resûlullahda (s.a.v.) güzel bir örnek vardır.[187]

 

İzah

 

Sahabîler her hareketlerinde sünneti esas alıyorlardı. Sünnete muhalefet yapıldığını gördüklerinde de hemen karşı çıkıyor, sün­net olan davranışı bildiriyorlardı.

Bu hadiste de Abdullah bin Ömer (r.a.) Peygamberimizin tat­bikatına uygun hareket etmeyenleri "Sizin için Resûlullahda (s.a.v.) güzel bir Örnek vardır" diyerek ikaz etmektedir. Ve Resûlullahın Veda Haccında Mekke'ye girdiğindeki hareket tarzını bil­dirmektedir. O da önce tavaf, yani Kabe'nin etrafında yedi defa dönmek, sonra Makam-ı İbrahim'in ardında iki rekât tavaf namazı kılmak, ardında da Safa ile Merve arasında sa'y yapmak, yani gidip gelmektir. Dolayısıyla Kabe'ye ayak basan bir Müslüman sünnet olan bu şekli esas almalı, kendiliğinden yeni şeyler ortaya koymamalıdır.

Bu hac için böyle olduğu gibi, hayatın her safhası için de böyle olmalıdır. Mü'minler, her hareketlerinde her bakımdan "ör­nek olan" Resûlullahı taklid etmelidirler.[188]

 

Mahşerde Peygamberimiz Ümmetini Nasıl Tanıyacak?

 

435. Übey bin Ka'b (r.a.) rivayet ediyor:

"Secde izinden meydana gelen alâmetleri yüzlerindedir"[189] âyeti hakkında Resûlullah (s.a.v.),

"Kıyamet günündeki nur" buyurdu.[190]

 

İzah

 

Peygamberimiz bir hadislerinde de mü'minlerin kıyamet gü­nünde abdest azalarının parlayacağını şöyle haber vermiştir:

"Şüphesiz ki, ümmetimin fertleri kıyamet günü, abdeste de­vam etmelerinden dolayı, abdest azaları nurlu ve parlak olarak da­vet edileceklerdir. Kimin bu nuru ve parlaklığı daha da çoğalt­maya gücü yeterse, bunu yapsın."[191]

 

Bir Meclisten Kalkarken Okunacak Dua

 

436. Râfi' bin Hadîc (r.a.) rivayet ediyor:

Resûlullah şu duayı okumadan bir meclisten ayrılmazdı:

"Allah'ım, Sana layık bir hamdle, Seni her türlü noksan­dan tenzih eder, uzak tutar; Senden başka ilâh olmadığına inanır; sadece Senden af diler ve günahlarımdan dolayı Sana tevbe ederim."

Sonra da şöyle derdi:

"Bu, mecliste olan hatâlara keffârettir."[192]

 

Oruç Tutmanın Yasaklandığı Üç Gün

 

437. Abdullah bin Mes'ud (r.a.) rivayet ediyor: Resûlullah şu üç günde oruç tutmayı yasakladı:

1. Ramazan hilali görünmeden önce acele ederek,

2. Kurban bayramında.

3. Ramazan bayramında.[193]

 

İzah

 

Halkımız arasında İslâmiyet adına yanlış veya en azından sünnete muhalif hareketler yapılmaktadır. Bunun pekçok misâli vardır. İşte bunlardan birisi de "Ramazan'ı karşılamak için" bir­kaç gün öncesinden oruca başlamaktır. Oysa İslâmiyet adına ya­pılan bu davranış sünnete zıttır. Nitekim bu hadis Ramazan'dan önce oruç tutmayı yasaklamıştır. Ramazan'dan önce Ramazan'ı karşılamak için oruç tutmayı yasaklayan hadislerden birisi de şu mealdedir:

"Bir iki gün önceden oruç tutmakla Ramazan'ın önüne geç­meyin. Ancak eskiden beri tutmakta olduğunuz bir oruç Ramazan öncesine denk gelirse, o müstesnadır. Ramazan hilalini görünce­ye kadar oruca başlamayın."[194]

Evet, dinimiz oruca başlamayı hilâlin görülmesine veya Şaban ayının otuza tamamlanma şartına bağlamıştır. Hilâl görülmeden oruca başlamak, hadisle sabi' olan bir ibâdet vaktini öne almak demek olur. Bu ise doğru bir hareket değildir.

Bununla beraber, hadisten de anlaşılacağı üzere bunun istisna­sı vardır. Meselâ her ayın başında, ortasında, sonunda oruç tut­mayı bir sünnet olarak devam ettiren; Pazartesi ve Perşembe gibi günlerde yine bir sünnet olarak oruç tutmaya devam edenlerin tut­tukları oruç bu günlere denk gelirse, Ramazan öncesinde oruç tu­tabilirler. Çünkü bu, "Ramazan'ı karşılama" niyetiyle tutulan bir oruç değil, kişinin yaşadığı bir sünneti devam ettirmesidir.

Hadiste Ramazan ve Kurban bayramlarında oruç tutmak da yasaklanmıştır. Çünkü bunlar yeme içme günleridir. Bu konuda 56, 338 numaralı hadiste bilgi verdiğimizden oraya bakılabilir.[195]

 

Haya Ve İman Beraberdir

 

438. Ebû Mûsâ el-Eş'arî (r.a.) rivayet ediyor:

"Haya ve iman birlikte bulunurlar ve ancak birlikte ayrılırlar."

7,66, 514 ve 751 numaralı hadislere de bakınız.[196]

 

Hz. Bilal'in Fazileti

 

439. Abdullah bin Ömer (r.a.) rivayet ediyor: Bilal'e müjde verdim. O bana, "Ey Abdullah! Beni ne ile müjdeliyorsun?" diye sordu. Şöyle dedim: "Resûlullahın şöyle buyurduğunu işittim:

"Kıyamet gününde Bilal, eğeri altından, gemi, inci ve yakuttan olan bir binek üzerinde gelir. Yanında bir sancak vardır. Müezzinleri kendisine tâbi olarak Cennete girdirir. Hatta sadece Allah rızası için kırk sabah ezan okuyan müez­zini de Cennete götürür."

194,405 ve 648 numaralı hadislere de bakınız.[197]

 

Peygamberimiz Abdullah Bin Mes'ud'a Neler Öğretti?

 

440. Abdullah bin Mes'ud (r.a.) rivayet ediyor:

Resûlullahın yanına girdim. Bana, "Ey İbni Mes'ud, imanın en sağlam kulpu nedir?" diye sordu.

Ben, "Allah ve Resulü bilir" dedim.

"İmanın en sağlam kulpu, Allah yolunda karşılıklı dost­luk kurmak, Allah için sevmek, Allah için düşmanlık besle­mektir" buyurdu.

Sonra,

"Ey İbni Mes'ud," buyurdu.

Ben, "Buyur yâ Resûlallah" dedim.

"İnsanların hangisi daha faziletlidir, biliyor musun?" bu­yurdu.

Ben, "Allah ve Resulü bilir" dedim.

"Dinde ince anlayış sahibi olduktan sonra en güzel amel işleyenler" buyurdu ve "Ey İbni Mes'ud," diye seslendi.

Ben, "Buyur yâ Resûlallah" dedim.

"İnsanların en âliminin kim olduğunu biliyor musun?" buyurdu.

Ben, "Allah ve Resulü bilir" dedim.

Şöyle buyurdu:

"İnsanların en âlimi, insanlar ihtilaf içe­risinde oldukları bir zamanda hakkı görendir. İsterse ameli az olsun. İsterse kıçının üzerinde sürünsün.

Sizden öncekiler yetmiş iki gruba ayrıldılar. Onlardan üçü kurtuldu, diğerleri helak oldu. Bu üç gruptan biri krallara karşı çıktılar, onlarla dinleri ve İsa'nın (a.s.) dini uğrunda savaştılar. Kralın askerleri onları yakaladılar, öldürdüler ve testerelerle kestiler.

Bir diğer grup ise krallara karşı koyacak ve dinleri uğ­runda onlarla savaşacak güçte değildiler. Bu sebeple yeryü­züne dağıldılar ve korktular. Onlar Allah'ın şu âyetinde bil­dirdiği kimselerdir: "Ruhbanlığa gelince, onu Biz emretme­diğimiz halde kendileri Allah'ın rızâsını aramak için icad ettiler."[198]

Hıristiyan olup da bana iman eden, bana tâbi olan, beni tasdik eden o ruhbaniyetin hakkını gözetmiş olur. Bana tâbi olmayanlar ise helak olanlardan olur.[199]

 

İzah

 

Hadiste Peygamberimizin ilk nazara verdiği şey, "imanın en sağlam kulpunun Allah yolunda karşılıklı dostluk kurmak, Allah için sevmek, Allah için düşmanlık beslemek" olduğudur.

Allah insana pekçok duygu vermiş, ondan bu duyguları yerli yerince kullanmasını istemiştir. Sevgi ve düşmanlık da Rabbimizin kullarına verdiği ve yerli yerinde kullanmalarını istediği pek­çok duygudan sadece ikisidir. Bu iki duygunun yerli yerince kul­lanılması, kişinin sevdiğini Allah için sevmesi, sevmediğini de Allah için sevmemesi demektir. Bu, "el-hubbu lillal, ve'I-buğzu fillah" Yani "Allah için sevmek, Allah için düşmanlık" etmek şeklinde vecîzeleşmiştir.

Peygamberimiz bu hadislerinde olduğu gibi, daha pekçok ha­dislerinde, Allah için sevmenin faziletine dikkat çekmiştir. Meselâ bu hadislerden bir tanesinin meali şöyledir:

"Allah Kıyamet Gününde şöyle buyurur: Yalnız benim nzam ve büyüklüğüm için birbirlerini sevenler nerede? Arşımın gölge­sinden başka bir gölgenin bulunmadığı bir günde, Ben onları gölgem [himayem] altına alırım.

"Benim büyüklüğüm için birbirlerini sevenlere nurdan min­berler verilir. Onlara peygamberler ve şehidler imrenirler."[200]

"Allah'ın kulları arasında öyleleri vardır ki, ne peygamber ve ne de şehiddirler. Fakat peygamberler ve şehidler, Kıyamet Gü­nünde Allah katındaki makamları sebebiyle onlara gıpta ederler."

"Sahabîler sordular: 'Bunlar kimlerdir ey Allah'ın Resulü?'"

Peygamberimiz cevap verdi:

"Onlar, aralarında akrabalık bağı ve bir alışveriş münâsebeti olmadığı halde, Allah için birbirini sevenlerdir. Allah'a yemin ederim ki, onların yüzleri nurludur ve nur üzerindedirler. Herkes korkarken, onlar bir korku duymaz­lar, üzülürken de üzülmezler. Çünkü, Allah dostları için, ne bir korku, ne de bir hüzün vardır."[201]

Ancak üzülerek ifâde edelim ki, geçmişte olduğu gibi, günü­müzde de Allah için sevmek, Allah için düşmanlık etmenin yerini değersiz şeyler için sevmek ve düşmanlık etmek almıştır. Meselâ bunlardan birisi "menfaat'tir. Kişi Allah rızâsını hiç nazara alma­dan insanları menfaat için sevmekte, menfaat için düşmanlık bes­lemektedir. Allah korusun, Allah rızâsı için sevmenin yerini alan bir diğer şey de "siyâsettir." Bilhassa İslâmî şuuru tam almamış olanlar, bir Müslümanı Allah rızâsı için değil, aynı siyâseti pay­laştığı veya paylaşmadığı için sevmekte ya da sevmemektedirler. Allah için düşmanlık göstermek yerine, siyâset için düşmanlık göstermektedirler. Bu ise ehl-i iman için fevkalâde zararlıdır. Bediüzzaman, başta talebeleri olmak üzere, Müslümanları bu konu­da meâlen şöyle ikaz eder:

"Sakın dünya cereyanları, hususan siyaset cereyanları ve bil­hassa harice bakan cereyanlar sizi ayrılığa atmasın, karşınızda ittihad etmiş dalâlet fırkalarına karşı sizi perişan etmesin. 'Elhubbu fillah, ve'1-buğzu fillah (Allah için sevmek, Allah için düşmanlık etmek) düstur-ü Rahmânî yerine—el'iyâzü billâh— 'Elhubbu fis-siyâseti velbuğzu lişsiyâseh' düstur-u şeytanî (siyâset için sev­mek, siyâset için düşmanlık etmek olan şeytanî düstur) hükme­derek melek gibi bir hakikat kardeşine düşmanlık ve şeytan gibi bir siyâset arkadaşına muhabbet ve taraftarlıkla zulmüne rıza gös­terip cinayetine manen ortak eylemesin."[202]

Evet, bir Müslüman bir Müslümanı sadece Allah rızâsı için sever ve sevmeli. İnsanlara da ancak Allah rızâsı için düşmanlık besler ve beslemeli. Bir Müslümanın diğer bir Müslümanı sırf aynı partiye oy verdiği için sevmesi veya farklı partiye oy verdiği için sevmemesi, âdi cam parçalarını, Müslüman kardeşinde bulu­nan Kabe hürmetindeki iman ve Uhud Dağı büyüklüğündeki İslâmiyete tercih etmek gibi büyük bir "ahmaklık"tır. Örümcek ağı gibi ehemmiyetsiz ve sebatsız şeyleri, Allah, Peygamber, din, iman, Kitap, Kabe birliği gibi, kâinatı ve küreleri birbirine bağla­yacak manevî zincirlere tercih etmek demektir. Müslümanı Allah için sevmek yerine siyâset için sevmek, "Allah'ımız, rızık verici­miz, şifâ vericimiz, Yaratıcımız, Peygamberimiz, Kitabımız, kıb­lemiz bir, ama siyâsî partimiz farklı. Ben A partisine, o B parti­sine oy veriyor" demek mânâsına gelir. Böyle bir hareket, kişinin desteklediği partiyi "din" yerine koyması demek olur. Bunun in­sanın mânevi hayatı için ne büyük bir zarar olduğu ise açıktır.

Kişinin kalbinde elbette aynı siyâsî partiyi destekleyen insan­lara fazla meyil bulunabilir. Bu normal sayılabilir. Tehlikeli olan, kişinin aynı partiye oy veren insanları sevmesi değil, Allah için sevmenin yerine siyâset için sevmeyi koymasıdır. Bunun ölçüsü: Kişinin ne kadar takva sahibi Müslüman olursa olsun, partisin­den olmayanlara düşmanlık beslemesinden; kendi partilisine de ne kadar İslama ters birisi olursa olsun, sevgi duymasından anla­şılır. Böyle yapan biri, Allah rızası için sevmenin yerine siyâset için sevgiyi koyuyor demektir.

Hadiste dikkat çekilen ikinci husus, dinde ince anlayış sahibi olduktan sonra en güzel amel işleyenlerin en faziletli insan oldu­ğudur.

Üçüncü olarak da, insanların en âliminin, ameli az da olsa in­sanlar ihtilaf içerisinde oldukları bir zamanda hakkı gören oldu­ğunun nazara verilmektedir. Gerçekten de insanların ihtilaf içinde olduğu, neyin hak, neyin bâtıl olduğunun bilinmediği bir zaman­da hakkı görmek, onu bâtıldan ayırt edebilmek, büyük bir ilmi gösterir.

Hadisin son kısmında ise önceki ümmetlerin yetmiş iki gruba ayrıldıkları, onlardan üçünün kurtulduğu, diğerlerinin helak oldu­ğu bildiriliyor. Sonra da kurtulan fırkaların kimler olduğu haber veriliyor. Bu hadise şöyle olmuştur:

Hz. İsa'dan sonra peygamber gönderilmediği fetret dönemin­de krallar Tevrat ve İncil'i değiştirdiler. Hadiste de haber verildiği gibi, bir grup hayatları pahasına buna karşı çıktılar. Kralın asker­leri onları yakaladılar, öldürdüler, testerelerle kestiler.

Bir başka grup ise buna güç yetiremediklerinden ruhbanlığı tercih ettiler. Bu fitneden kaçarak dağlara çekildiler. Kendilerini bütünüyle ibâdete verdiler. İnzivaya çekildiler, kadınlardan uzak durdular, sert elbiseler giyindiler. Bunu, âyette de haber verildiği gibi, Allah emretmediği halde, Allah'ın rızâsını kazanmak için yaptılar. Peygamberimiz bunların da kurtulduklarını bildiriyor.

Hadiste kurtulan üçüncü grubun Peygamberimize iman eden­ler olacağı bildiriliyor. İman etmeyenlerin ise diğerleri gibi helak olacakları nazara veriliyor.

Hadiste yer verilen âyetin öncesi ve sonrasında da kitap ehli Resûlullaha imana davet ediliyor ve kurtuluşun ancak böyle ger­çekleşeceği bildirilerek şöyle buyuruluyor:

"Sonra önceki peygamberlerin izleri üzerinde ard arda pey­gamberlerimizi gönderdik. Meryem oğlu İsa'yı da peygamber olarak gönderdik, ona İncil'i verdik ve ona uyanların kalplerine şefkat ve merhamet yerleştirdik. Ruhbanlığa gelince, onu biz em­retmediğimiz halde kendileri Allah'ın rızâsını aramak için icad et­tiler; sonra ona da hakkıyla riâyet etmediler. Biz onlardan iman edenlere mükâfatlarım verdik; bir çoğu ise yoldan çıkmış kimse­lerdir.

"Ey iman eden kitap ehli! Allah'tan korkun ve Onun son Pey­gamberine de iman edin ki, Allah size rahmetinden iki kat mükâ­fat versin, yolunuzu aydınlatacak bir nur nasip etsin ve sizi bağış­lasın. Allah çok bağışlayıcı, çok merhamet edicidir.

"Kitap ehli bilsin ki, son peygambere de iman etmedikçe Al­lah'ın ihsanına hiçbir şekilde erişemezler."[203]

 

İdarecilerin Zulümlerini Tasdik Eden Helak Olur

 

411. Ka'b bin Ucre (r.a.) rivayet ediyor:

Resûlullah (s.a.v.) bana,

"Ey Ka'b, Allah benden sonra gelecek olan idarecilerden seni korusun" buyurdu.

Ben, "Niçin?" diye sordum. Şöyle buyurdu:

"Kim onların yanına girer, onların yalanlarını tasdik eder, zulümlerinde onlara yardımcı olursa, o benden değil, ben de ondan değilim. O kimse Kevser Havuzumun başın­da yanıma da gelemeyecek.

"Kim onların yanına girmez, onların yalanlarını tasdik et­mez, zulümlerinde onlara yardımcı olmazsa, o bendendir, ben de ondanım. O kimse benim Kevser Havuzumun başı­na gelecektir.

"Haramla beslenen hiç bir beden Cennete giremez. Ateş ona daha layıktır. İnsanlar meşguliyet itibarıyla iki kısım­dırlar. Biri nefsini satın alıp Cehennemden azâd eder, iyi ameller işler, diğeri nefsini feda eder, tehlikeye atar. Namaz delildir, oruç Cehenneme karşi kalkandır. Sadaka suyun ateşi söndürdüğü gibi, hataları söndürür, yok eder."[204]

 

Anne Baba Hakkı

 

442. Behz bin Hakîm babasından, o da dedesinden riva­yet ediyor:

"Ya Resûlallah! Kime iyilik edeyim?" diye sordum.

"Annene" buyurdu.

"Sonra kimdir?" dedim.

"Annene" buyurdu.

"Sonra kimdir?" dedim.

"Annene" buyurdu.

"Sonra kimdir?" dedim.

"Babane. Sonra en yakın akraban, sonra da sırayla en yakın olana" buyurdu.[205]

 

İzah

 

Bütün esasları fertler arasındaki sevgi ve saygı bağlarını kuv­vetlendirme, dayanışma ve yardımlaşmayı temin maksadını taşı­yan yüce dinimiz, anne babanın hakkını gözetip onlara hürmet etme meselesine de son derece ehemmiyet vermiştir.

Çünkü ailenin iki ana direği olan anne baba, bir milletin çekir­deği hükmündedir. Bir milletin hayatiyetini sürdürebilmesi, bu mübarek insanlara gereken hürmet ve itaati göstermekten geçer.

Cenâb-ı Hak bir âyette anne babaya itaat etmek, onları rahatsız edebilecek en küçük bir davranıştan dahi kaçınmak gerektiğini emrederek şöyle buyurur:

"Rabbin şunu da emretti: Ondan baş­kasına ibâdet etmeyin; anne ve babaya da iyilikte bulunun. Onlar­dan biri veya her ikisi senin yanında ihtiyarlık çağına erişecek olursa, onlara sakın 'Öf bile deme, onları azarlama, onlara güzel söz söyle. Onlara merhamet ve tevazu kanadını ger ve de ki: 'Ey Rabbim, nasıl onlar beni küçükken besleyip büyüttülerse, Sen de onlara öylece merhamet buyur.'"[206]

Rabbimizîn bu emirlerinin pekçok insanî ve ruhî hikmetleri vardır. Unutmayalım ki, karşılıksız sevgi, rekabetsiz sevinç sade­ce anne babanın çocuklarına duyduğu sevinçtir. Hiçbir insan an­ne ve babasından daha şefkatli ve üzerine titreyen birisini bula­maz. Maddî varlığının sebebi olan bu iki insan gibi fedakâr birine rastlayamaz. Baba, her türlü sıkıntı ve çaresizliklere katlanarak kendisine emânet edilen yavrunun üzerine titrerken; anne de ka­nından kan, canından can katarak beslediği, binbir meşakkatle karnında taşıdığı ciğerparesini dünyaya getirdikten sonra da kendi haline bırakmaz. Şefkat kahramanı olduğunu isbat ederek, yemez yedirir, giymez, giydirir, uyumaz uyutur. Bütün rahat ve istiraha­tını yavrusu için feda eder.

Evet, "Hayatlarını kemâl-i lezzetle evlâtlarının hayatı için feda edip sarf eden" bu mümtaz şahsiyetlere, "o muhterem sâdık feda­kâr dostlara" evlâdın vazifesi, "halisane hürmet ve samimâne hizmet ve rızâlarını tahsil ve kalblerini hoşnud etmek"tir.[207]

Bir hadiste de belirtildiği gibi, anne baba evlâd için ya Cennet­tir, yahut Cehennemdir.[208] Yani ya evlâd anne ve babasının hakkını öder; Cennete, nura gitmeye lâyık bir hal alır veya onlara zulüm ve isyan ederek Cehenneme müstehak olur. Anne ve babasından biri veya her ikisi yanında ihtiyarlayıp da Cenneti kazanamayan bir mü'min, bir hadiste ifade edildiği gibi büyük ziyandadır.[209]

Evlat, anne ve babasını sırf Allah nzâsı ve sadece Onun emri olduğu için severse, hem anne ve babasını razı etmiş, hem de ibâdet yapmış olur. Sevgi Cenâb-ı Hak hesabına olursa, anne ba­ba ihtiyarladıkça, onlara duyulan sevgi ve hürmet daha da artar. En yüksek bir hisle onların ömürlerinin uzun olmasını arzu eder ve bunun için samimî olarak duâ eder. "Onlar hayatta kalsın ki, daha fazla sevap kazanayım, Rabbimi razı edeyim" diye düşünür. Samimî bir hürmetle onların elini öpmekten ulvî bir lezzet alır.

Eğer bu sevgi nefis hesabına ve dünyevî ölçülerle olsa, onlar ihtiyarladıkları ve kendisine yük oldukları zaman en süfli ve en alçak bir hisle onların varlığını bir yük olarak görür. Her fırsatta sevmediğini hissettirir. Hattâ ölümlerini arzu eder.

Demek ki, bir evlad annesini ve babasını, sırf Allah rızasi için sevecek. Onlara ciddî hürmet gösterecek ve itaatta kusur etmeyecek.

İzahını yaptığımız hadiste anne hakkının daha fazla olduğuna dikkat çekilmektedir. Anne ve babaya itaati emreden ve annenin hakkının daha fazla olduğunu ifade eden bir âyet-i kerime de şu mealdedir:

"Biz insana, anne ve babasına iyilik etmesini emrettik. Annesi onu zaaftan zaafa düşerek taşıdı. Sütten kesilmesi de iki yıl sür­dü. Bana, annene ve babana şükret; dönüşün ancak Banadır, de­dik."[210]

Evet, anne ve babaya itaat dinimizin en mühim esaslarından olmakla beraber, bunun da bir sınırı vardır. O sınır da, "Allah'a isyan hususunda kula itaat edilemeyeceği"dir. Anne veya baba Allah'a isyanla ilgili bir isteğinin yerine getirilmesini isteyemez. Nitekim Kur'ân-ı Kerimde,

"Biz insana anne ve babasına güzel davranmasını emrettik"

âyetinin hemen akabinde itaatin mutlak olmadığı şöyle ifade edilir:

"Eğer onlar, ilâh olduğuna dâir hiçbir delil bulunmayan birşeyi Bana ortak koşman için seni zorlayacak olursa onlara itaat etme. Dönüşünüz Banadır; yaptıklarınızı o zaman Ben size haber vereceğim."[211]

Mevzuu şu ibretli ikazla noktalayalım: "Ey insan, aklını başına al. Eğer sen ölmezsen ihtiyar olacaksın. 'Nasıl muamele etmişsen öyle ceza görürsün' sırrı ile sen valideynine hürmet etmez­sen, senin evlâdın dahi sana hizmet etmeyecektir. Eğer âhiretini seversen, yine onlan memnun et ki, onların yüzünden hayatın rahatlı ve rızkın bereketli geçsin."[212]

 

Haksız Olarak Zimmete Mal Geçirmek

 

443. Câbir bin Abdullah (r.a.) rivayet ediyor:

"Kim bir Müslümanın malını zimmetine geçirmek için ya­lan yere yemin ederse, kıyamet gününde Allah'ın huzuruna Allah kendisine gazap etmiş olarak varır."[213]

 

Teyze Ve Hala İle Yeğen Bir Nikâh Altında  Birleşemez

 

444. Ebû Hüreyre (r.a.) rivayet ediyor:

Bir kadın teyzesi üzerine, teyze de, kız kardeşinin kızı üzerine nikah edilmez. Bir kadın halası üzerine, hala da erkek kardeşinin kızı üzerine nikâh edilemez. Kız kardeş abla, abla da kız kardeş üzerine nikâhlanamaz."[214]

 

İzah

 

Evlilik müessesesini en ince ayrıntılarına kadar tanzim eden dinimiz, evlenilecek kadınlara bir sınır getirmiş, bâzı kadınlarla evlenmeyi haram kılmıştır. Kendileri ile evlenilmesi haram olan kadınlar, ebedî ve geçici olmak üzere iki kısımdır. Evlenilmeleri ebedî olarak haram olan kadınlar, kan bağıyla, süt emme yoluyla ve evlilik sebebiyle olmak üzere üç grubtur.

Peygamberimiz bu hadislerinde Câhiliye Döneminde rastla­nılan uygulamalardan olan bir kadının üzerine halasının veya tey­zesinin; teyze veya halasının üzerine yeğeninin nikâhlanmasını yasaklamaktadır.

Bir kadının üzerine halasının veya teyzesinin nikahının haram olması geçicidir. Yani erkek hanımından boşansa veya hanımı vefat etse, onun teyzesi ve halası ile evlenebilir.

Bu yasağın bildiğimiz veya bilmediğimiz birçok hikmetleri vardır.

Hiçbir kadın erkeğini başka biri ile paylaşmak istemez. Onu kıskanır. Bu normal birşeydir. Hz. Âişe Validemiz dahi, Hz. Ha­tice'nin vefatından sonra Peygamberimizle evlendiği halde, Resulullahın ondan bahsetmesine tahammül edememiştir. Böyle bir kıskançlık, kadınların ortak özelliğidir.

Gerek hala ile yeğen, gerekse teyze ile yeğen birbirinin yakın akrabasıdır. Teyze anne, hala ise baba yerindedir. Aralarında an­ne baba ile evlât arasındaki hürmet, sevgi ve şefkate yakın bir hissî bağlılık mevcuttur. Yakın akraba hakkına riâyet, İslâmın mühim emirlerinden biridir. Aynı erkeği paylaşmak ise, akraba haklarına riâyete mâni olur. Hürmet, sevgi ve şefkati zedeler. Ye­rini kıskançlığa, kin ve nefrete bırakır.

Faraza böyle bir kıskançlık olmasa, bu evlilik haram olmaktan çıkar mı?

Hayır, çıkmaz. Herşeyden önce, kıskançlık, bu evliliğin ha­ram olmasının tek hikmeti değildir. Bilmediğimiz, anlayamadığı­mız daha başka hikmetler de vardır.

Diğer bir husus, şer'î meselelerin bir kısmına "taabbudî" deni­lir; aklın muhakemesine bağlı değildir; emrolunduğu için yapılır. İlleti emredilmiş olmasıdır.

Bir kısmı ise, "mâkulü'1-mânâ" tâbir edilir. Bu kısma giren emir ve yasakların bir hikmeti, bir maslahatı vardır. Fakat bu hik­met ve maslahat, o emrin veya yasağın sebep ve illeti değildir. Hakiki illet onun emredilmesi veya. yasaklanmasıdır.[215]

 

Ölünün Ardından Hayır Söylemek

 

445. Ümmü Seleme (r.a.) rivayet ediyor:

Resûlullah (s.a.v.),

"Sizler bir ölünün yanında bulun­duğunuzda onun hakkında hayır söyleyin. Çünkü melekler sizin sözlerinize 'Amin' derler" buyurdu.

Ben, "Yâ Resûlallah! Ne söyleyelim?" diye sordum. Şöyle buyurdu:

"Şöyle deyiniz: 'Allah'ım, bizi ve onu affet. Ona merha­met et. Ondan sonra bana hayırlı bir akıbet ver."

Ümmü Seleme diyor ki: "Allah beni Ebû Seleme'den daha hayırlısına, Muhammed'e (s.a.v.) nasip etti."[216]

 

İzah

 

Ebû Seleme (r.a.) vefat etmişti. Yakınları onun için ağıtlar yakmaya, uygunsuz sözler söylemeye başladılar. Cenaze için oraya gelen Peygamberimiz (s.a.v.) onları uygunsuz sözler söyle­mekten men etti.

"Melekler sizin sözlerinize 'Amin' derler " buyur­du.

Bunun üzerine Ebû Seleme'nin (r.a.) hanımı Ümmü Seleme (r.a.), ne demeleri gerektiğini sordu. Peygamberimiz de,

"Allah'­ım, bizi ve onu affet. Ona merhamet et. Beni ondan daha iyisine kavuştur. Akıbetimi hayırlı kıl" deyin buyurdu.

O günden sonra Ümmü Seleme (r.a.) bir yandan bu duayı tek­rarlıyor, bir yandan da "Ebû Seleme'den daha hayırlı kim olabi­lir?" diye düşünüyordu. Nihayet onun kim olduğunu anladı. O "hayırlı kimse" Peygamber Efendimizdi. Resûlullah (s.a.v.) ço­cukları ile ortada kalan bu bahtiyar hanımı himayesine alarak onu mükâftlandırdı. Ümmü Seleme'nin (r.a.) hayatı hakkında Hanım Sahabiler isimli eserimizin 77-86. sayfalarına bakılabilir.[217]

 

Affedilmeyen Günahkâr

 

446. Ebû Katâde (r.a.) rivayet ediyor:

"Ümmetimin hepsi affedilmiştir. Ancak mucâhirûn bu­nun dışındadır."

"Ey Allah'ın Resulü, mucâhirûn kimdir?" denildi.

Resûlullah (s.a.v.) şöyle buyurdu:

"Geceleyin bir günah işler, Allah onu örttüğü halde gündüzleyin 'Ey filan, akşamleyin ben şöyle şöyle yaptım' der. Allah'ın örttüğünü açığa çıkarır."[218]

 

Yemeğin Tesbih Etmesi

 

447. Abdullah bin Mes'ud (r.a.) rivayet ediyor:

Resûlullah ile beraber yemek yiyorduk. Yemeğin tesbih sesini işitiyorduk.[219]

 

İzah

 

Resûlullahın (s.a.v.) çok çeşitli mucizeleri vardı. Meselâ gaybdan haber vermesi, yemeğin bereketlenmesi, parmaklarından su akması, attığı toprağın müşriklere bir mermi gibi tesir etmesi, hayvanların kendisiyle konuşması, taşın, ağacın emrini dinleme­si, ona selâm vermesi bunlardan bir kaçıdır.

İşte Peygamberimizin pekçok mucize çeşitlerinden birisi de yemeğin tesbih etmesidir. Hadis bize bunu açıklamaktadır.

Evet, Kur'ân'da bildirildiğine göre herşey Allah'ı teşbih eder.[220] "Şey" ifâdesine yemek de dahildir. Fakat biz yemeğin ve diğer şeylerin teşbihlerini anlayamayız. Ancak bâzı Sahabîler Pey­gamberimizin bir mucizesi olarak yemeğin tesbih sesini işitmişlerdir. Abdullah bin Mes'ud (r.a.) bunlardan birisidir.[221]

 

Güzel Yüz Ve Güzel İsim İhsan Edilen Kimse

 

448. Abdullah bin Abbas (r.a.) rivayet ediyor:

"Allah kime güzel bir yüz ve güzel bir isim ihsan eder de, o kimse bunları kıymetten düşürecek bir söz söylemez ve harekette bulunmazsa, Allah'ın yaratıklarının seçilmişlerin­den olur."[222]

 

Cemaata Devama Engel Bir Durum

 

449. Abdullah bin Abbas (r.a.) rivayet ediyor:

Resûlullah (s.a.v.) yağmurlu bir günde dellal çıkararak namazı evlerde kılmayı emretti.[223]

 

İzah

 

Zikrettiğimiz kaynaklarda Abdullah bin Ömer'den (r.a.) riva­yet edilen hadis şöyledir:

"Resûlullah (s.a.v.) yolculuk sırasında, soğuk veya yağmurlu gecelerde müezzinlere ezan okuduktan sonra, 'Dikkat! Namazla­rınızı yerlerinizde kılacaksınız' diye bağırmalarını da emretmişti."

Cemaatla namaz kılmak çok faziletli ve ehemmiyetli olmakla birlikte, bâzı hallerde cemaata gidilmeyebilir. Cemaata gitmemeye mazeret teşkil edecek hususlardan birisi de hava şartlarıdır. Yukarıdaki hadisler bunu ifâde eder. Buna göre yağmur, çamur, şid­detli soğuk, zifiri karanlık, şiddetli sıcaklık gibi haller cemaata gitmeye mânidir.

Ancak bütün bu hava şartları cemaata gitmeye gerçekten mâni derecede olmalıdır. Mâni olmayacak şekilde bir yağmur altında, karanlık ve soğuk bir günde cemaata gitmek çok daha faziletlidir. Nitekim karanlıkta mescide gidenler bir hadiste şöyle müjdelenmiştir:

"Karanlıklarda mescidlere çokça yürüyenleri, kıyamet günün­de tam bir nur ile müjdele."[224]

 

Telbiye Ne Zaman Kesilir?

 

450. Fadl bin Abbas (r.a.) rivayet ediyor:

Resûlullah (s.a.v.) Akabe cemresine taş atıncaya kadar telbiyeyi kesmedi.[225]

 

İzah

 

Telbiye, haccın farzlanndan olan ihramın iki rükününden bi­ridir. Telbiye, "Lebbeyk. Allahümme lebbeyk..." diye başlayan cümleyi söylemektir. Kurban Bayramının 1. gününde Akabe cemresine, "büyük şeytan"ı taşlayıncaya kadar bu cümleyi söylemeye devam edilir. Akabe cemresine taş attıktan sonra ise ha­diste de ifâde edildiği gibi kesilir.[226]

 

Namazda Oturuş Nasıl Olmalı?

 

451. Ebû Said el-Hudrî (r.a.) rivayet ediyor:

Resûlullah (s.a.v.) namazda oturuşta iken sol ayağını yere serer, sağ ayağını ise dikerdi.[227]

 

İzah

 

Farz olsun, vacip veya sünnet olsun dört ve üç rekâtlı namaz­ların ikinci rekatlarından sonra oturmak vacip, son rekâtlarında oturmak ise farzdır, iki rekatlı namazların ikinci rekatında otur­mak yine farzdır.

Farz olan oturmanın müddeti "et-Tahiyyatü"yü okuyacak kad­ardır. Salavatları ve duaları okumak, sünnettir.

Vacip olan oturuş yapılmadığında sehiv secdesiyle bu hatâ telâfi edilir. Farz olan oturuş terk edildiğinde ise, namazın yeni­den kılınması gerekir.

Bu genel izahtan sonra biraz da hadiste dikkat çekilen husus üzerinde duralım:

Hadiste, gerek ikinci, gerekse son rekatlarda yapılacak otu­ruşun şekli üzerinde durulmakta, Peygamberimizin (s.a.v.) sol ayağını yere serip, sağ ayağını ise diktiği bildirilmektedir.

Tahiyatta oturuşla ilgili bir başka hadisi de Abdullah bin Ömer (r.a.) rivayet eder. Bu hadise göre sağ ayak parmakları kıbleyi gösterecek şekilde dik tutulur. Eller serbest olarak uylukların üze­rine konulur.[228]

Oturuş esnasında bel eğilmez, gözler ise kucağa bakar. Kadınların oturuşyu erkeklerden farklıdır. Hanımlar sol kalça­sının üzerine oturur, iki ayaklarını sağ tarafa çıkarırlar.[229]

 

Her Eklem Yeri İçin Bir Sadaka

 

452. İbni Abbas (r.a.) Resûlullahın (s.a.v.) şöyle bu­yurduğunu rivayet eder:

"Âdemoğlunun her eklem yeri için her gün sadaka verme­si gerekir. Onun kıldığı iki rekat kuşluk namazı bütün bun­ları karşılar."

Bu hadis Müslim'de, şöyle geçer:

"Her birinizin her eklem yeri için bir sadakası vardır. Her 'Sübhanallah' bir sadaka yerine geçer. Her 'Elhamdülillah' bir sadakadır. Her 'Lâilâhe illallah' bir sadakadır. Her 'Allâhü ekber' bir sadakadır, iyiliği tavsiye etmek bir sadaka, kötülüğe en­gel olmak bir sadakadır. Onun kıldığı iki rekat kuşluk namazı bütün bunları karşılar."

Kuşluk namazı için 102 numaralı hadise bakınız.[230]

 

Allah'ın Mü'min Kuluna Rahmeti

 

453. İbni Abbas (r.a.) Resûlullahın (s.a.v.) şöyle buyur­duğunu rivayet ediyor:

"Bir adam Cennete girdiğinde anne babasını, hanımını ve çocuklarını sorar. Ona, "Onlar senin derecene ve ameline ulaşamadılar" denir. Bunun üzerine o "Ya Rabbi, ben ken­dim için de, onlar için de amel işledim" der. Onlara kavuş­ması emredilir."

İbni Abbas sonra,

"İman edenleri ve onlara iman ile tâbi olan nesillerini Cennette birbirine kavuşturacağız"[231] âyetini okudu.[232]

 

Cuma Günü Oruç Tutmak

 

454. Câbir bin Abdullah el-Ensârî (r.a.) rivayet ediyor:

Cuma günü Resûlullahın yanına girdik. Yemek yiyordu.

"Yemeğe geliniz" buyurdu.

Biz, "Oruçluyuz yâ Resûlallah" dedik.

"Dün oruç tuttunuz mu?" buyurdu.

"Hayır" dedik.

"Yarın oruç tutacak mısınız?" diye sordu.

"Hayır" cevabını verdik.

"Öyle ise yemeğe geliniz. Sadece Cuma günü oruç tutulmaz" buyurdu.[233]

 

İzah

 

Hadis, sadece Cuma günü oruç tutmanın mekruh olduğuna delâlet eder. Bununla beraber âlimler arasında Cuma günü oruç tutmanın hükmü hakkında değişik görüşler vardır. Meselâ İmam-ı Azam ve İmam Mâlik Cuma günü oruç tutmanın mekruh ol­madığı görüşündedirler. İmam Mâlik bununla ilgili olarak şöyle der:

"Hiçbir âlimin, fakihin ve kendilerine uyulanların Cuma günü oruç tutmayı yasakladığını görmedim. Cuma günü oruç tutmak iyidir. Ben bâzı âlimlerin tuttuğunu gördüm. Öyleki onlar o gün oruç tutmak için âdeta beklerlerdi."[234]

Cuma günü oruç tutmanın mekruh olmadığını savunan âlimler İbni Mes'ud'un (r.a.) rivayet ettiği şu hadis delil getirirler:

"Peygamber (a.s.m.) her ayda üç gün oruç tutardı. Cuma günleri hemen hemen hiç iftar etmezdi."[235]

İmam Şafiî, Hanbelîler, Muhammed bin Sîrin ve bâzı âlimlere göre, sadece Cuma gününde oruç tutmak mekruhtur. Bu âlimler de şu hadisi görüşlerine delil olarak zikrederler:

"Biriniz bir gün önce veya bir gün sonrasını tutmadan, sadece Cuma günü oruç tutmasın."[236]

Sadece Cuma günü oruç tutmayı yasaklayan hadislerden birisi de şudur:

Peygamberimizin hanımlarından Cüveyriye (r.a.) Cuma günü oruç tutmuştu. Peygamberimiz (a.s.m.), "Dün oruç tuttun mu?" buyurdu.

Cüveyriye (r.a.) "Hayır" dedi.

Peygamberimiz (a.s.m.),

"Peki yarın tutacak mısın?" buyur­du.

Cüveyriye (r.a.) "Hayır" dedi.

Resûlullah (a.s.m.),

"O zaman orucunu boz" buyurdu.[237]

Bu görüşte olan âlimler, sadece Cuma günü oruç tutmanın mekruh olduğunu savunan âlimlere, bunu yasaklayan hadislerin muhtemelen ulaşmadığını söylerler. "Ulaşsaydı muhalefet etmez­lerdi" derler. Gerçekten de gerek İmam-ı A'zam, gerekse İmam Mâlik zamanında hadisler henüz bir araya toplanmamıştı. Dola­yısıyla onların bu hadisten habersiz olmaları mümkündür.

el-Aynî, Cuma günü oruç tutmanın mekruh olmadığını savu­nan âlimlerin delil olarak kullandıkları İbni Mes'ud'dan rivayet edilen hadis için de, bu hadisin Peygamberimizin sadece Cuma günleri oruç tuttuğuna delâlet etmediğini, aksine Resûlullahın sa­dece Cuma günü oruç tutmayı yasaklamasının, onun Cuma'dan bir gün evvel veya bir gün sonrasıyla birlikte oruç tutmuş oldu­ğunu gösterdiğini söyler.[238]

Yukarıdaki hadisten hareketle Cuma günü oruç tutmanın mek­ruh olduğunu söyleyenler, bunun hikmeti olarak da bu günün mü'minler için bayram olmasını zikrederler ve bununla ilgili ola­rak Ebû Hüreyre'nin (r.a.) rivayet ettiği şu hadise yer verirler:

"Cuma günü bayram günüdür. Bayram gününüzü oruç günü yapmayınız."[239]

 

Irkçıların Mahşer Yerindeki Durumu

 

455. Ebû Hüreyre (r.a.) rivayet ediyor:

"Ben bir nesep yarattım, siz ise başka bir neseb edindiniz. Ben "Sizin en iyiniz, benden en çok korkanınızdır" dedim. Siz bundan yüz çevirdiniz ve "Filan oğlu filan, filan oğlu fi­landan daha hayırlıdır, daha üstündür" dediniz. Bugün ben kendi nesebimi, [sâlih amel ve takvayı], yükseltiyor, sizin nesebinizi, [soy sop ve makamınızı], alçaltıyorum. Nerede Allah'tan korkanlar?"[240]

305 ve 421. numaralı hadislerin izahına bakınız.[241]

 

Zenginin Borcunu Ödemeyi Geciktirmesi

 

456. Ebû Hüreyre (r.a.) rivayet ediyor:

"Zenginin borcunu ödemeyip oyalaması zulümdür."[242]

 

İzah

 

Kişi aldığı borcu ödemeyi çok arzulamasına rağmen bazan bu­na muvaffak olamaz. Dinimiz böylelerine müsamaha göstermeyi tavsiye eder. Meselâ bir âyet-i kerimede bununla ilgili olarak şöy­le buyurulur:

"Eğer borçlu kimse darlık içinde ise, ona, borcunu ödeyecek duruma gelinceye kadar mühlet verin. Onun borcunu hiç almayıp bağışlamak ise, eğer bunun Allah katındaki mükâfaatını bilseniz, sizin için daha hayırlıdır."[243]

Konu ile ilgili birçok da hadis vardır.

Dinimiz, imkanı olmayan borçluya mühlet tanımayı, şayet mümkünse borcu tamamen bağışlamayı tavsiye ederken, zengin birisinin vadesi geldiğinde imkanı olduğu halde borcunu öde­memesini ise, hadiste de ifâde edildiği gibi, zulüm olarak değer­lendirmiştir.[244]

 

Peygamberimizin Bütün Ümmeti Cennettedir

 

457. Abdullah bin Ömer (r.a.) rivayet ediyor:

"Hiçbir ümmet yoktur ki bir kısmı Cehennemde, bir kıs­mı da Cennette olmasın. Ancak benim ümmetim bunun dı­şındadır. Ümmetimin tamamı Cennettedir."[245]

 

İzah

 

Peygamberimiz hürmetine, Yüce Allah onun ümmetine diğer ümmetlere yapmadığı çeşitli lütuflarda bulunmuştur. Hadis kitap­larında Muhammed ümmetini anlatan pekçok hadis vardır, işte bu hadis de bunlardan birisidir.

Meselâ insanlığın pekçoğunun tâbi olduğu Yahudilik ve Hı­ristiyanlık dinlerine mensup olan kimselerden bir kısmı Cennete, bir kısmı ise Cehenneme gideceklerdir. Kendi zamanlarındaki peygamberlerine ve âhir zaman peygamberi olan Sevgili Peygam­berimize inanan Yahudi ve Hıristiyanlar Cennete gideceklerdir. Kendi peygamberlerine inansalar da kitaplarında vasıflarını yazılı buldukları Hz. Muhammed'e (s.a.v.) inanmayan, onun peygam­berliğini kabul etmeyen Yahudi ve Hıristiyanlar ise Cehenneme gideceklerdir. Peygamberimizin ümmeti ise günahkârları Cehen­nemde cezalarını çektikten sonra da olsa, tamamı sonunda Cen­nette toplanacaklardır. Bu da Muhammed ümmetine Allah'ın bir lütfudur.[246]

 

Kadının Kadına, Erkeğin Erkeğe Çıplak Olarak Dokunması

 

458. Ebû Hüreyre (r.a.) rivayet ediyor:

"Erkek erkeğe, kadın da kadına çıplak olarak dokunma­sın."[247]

 

İzah

 

Zikrettiğimiz kaynaklarda hadisin metni şöyledir:

Erkek erkeğin avretine bakmasın, kadın da kadının avretine bakmasın. Bir örtü içerisinde erkek erkeğe, kadın da kadına so­kulmamalı.

Bilhassa günümüzde kadının kadınla olan (sevicilik); erkeğin de erkekle olan (lutîlik) gayr-i meşru ilişkisinin yaygın olması, Peygamberimizin bu yasağındaki hikmeti açıklamaya kâfidir.[248]

 

Önemsemeden Söylenen Bir Söz

 

459. Bilal bin Haris el Müzem (r.a.) rivayet ediyor:

"Şüphesiz kişi kendisinin hiç de önemsemediği, fakat Al­lah'ın rızasına sebep olan bir söz söyler; Allah da o söz se­bebiyle kıyamet gününe kadar o kimse için sevap yazar.

Yine kişi kendisinin hiç de önemsemediği, fakat Allah'ın gazabına sebep olan bir söz söyler; Allah da o söz sebebiyle kıyamet gününe kadar o kimse için günah yazar."[249]

 

Kayıp Bir Şeyi Bulmak İçin Yapılacak Dua

 

460. Abdullah bin Ömer (r.a.) rivayet ediyor:

"Ey yitiği bulduran, şaşkına yol gösteren! Yitiğe geri dön­mesi hususunda yol gösteren Sensin. Şüphesiz kaybettiğim şey Senin lütuf ve fazlındandır (daha önce onu bana Sen vermiştin). İzzet ve hakimiyetinle yitiğimi bana geri gönder."[250]

 

Resûlullahın Keremi

 

461. Ebû Cezül rivayet ediyor:

Resûlullah (s.a.v.) Hüneyn ve Hevazin günlerinde bizi esir aldığında, esirleri ve davarları paylaştırmaya gitti. Ben o sırada yanına gelip şu şiiri söylemeye başladım:

Ey Allah'ın Resulü, kereminle bize lütufta bulun.

Hiç şüphesiz sen ümit bağladığımız ve iyliğini beklediği­miz bir zâtsın.

Serbest bırak kaderin musibetine uğramış kadınları.

Bunlar darmadığın olmuş, devranları dönmüştür....

Biz, bu insanlara bir hediye olarak, giydireceğin bir af bekliyoruz.

Zira sen muzaffer olur ve affedersin.

Affet, Allah da muzaffer kılınacağın kıyamet gününde seni affetsin.

Resûlullah (s.a.v.) bu şiiri işittiğinde,

"Bana ve Abdulmattalib oğullarına düşen sizin olsun" buyurdu.

Bunu duyan Muhacirler, "Bizimkiler de Allah ve Resûlünündür" dediler. Ardından Ensar da "Bizim olanlar da Al­lah ve Resûlünündür" dediler.[251]

 

İzah

 

Hevazin kabilesi, Resûlullahın Mekke'yi fethettiğini haber alınca, onun üzerine yürümek için hazırlık yaptılar. Orduya katı­lan askerlerin mallanın ve hanımlarını korumak için savaşmalarını temin maksadıyla mallarını ve hanımlarını da yanlarına aldılar. 22 Ocak-19 Şubat 630 günlerinde yapılan savaşta Müslümanlar galip geldiler ve Hevazinlerin büyük bir kısmını esir aldılar. Esirlerin arasında Peygamberimizi (s.a.v.) emziren Sa'doğulları kabilesi­nin mensupları da vardı. İçlerinden biri kalkarak esirler arasında süt halalarının, teyzelerinin ve dadılarının olduğunu söyledi. Son­ra da yukarıdaki şiiri okudu. Bunun üzerine Resûlullah (s.a.v.) onlara kadın ve çocukları, ya da mallarını tercihte serbest bıraktı. Onlar kadınlarını ve çocuklarını tercih ettiler. Resûlullah (s.a.v.),

"Bana ve Abdulmattalib oğullarına düşen sizin olsun" buyurdu.

Bunu duyan Muhacirler, "Bizimkiler de Allah ve Resûlünün­dür" dediler. Ardından Ensar da "Bizim olanlar da Allah ve Resû­lünündür" dediler.

Bu hadise, bir yandan Peygamberimizin (s.a.v.) kadirşinas­lığını göstermekte, diğer yandan da Sahabîlerin Peygamberimize olan sevgilerini, onu razı etmeyi herşeyin üzerinde tuttuklarını or­taya koymaktadır.[252]

 

İyilikleri Boşa Çıkanlar

 

462. Sevban (r.a.) rivayet ediyor:

Resûlullah (s.a.v.),

"Kıyamet gününde ümmetimden Tihama Dağı kadar sevapla getirilen bir kavimle karşılaşaca­ğım. Allah o iyilikleri tamamen boşa çıkarır" buyurdu.

Sahabîler, "Ey Allah'ın Resulü, onları bize tanıt ki, bil­meyerek onlardan olmayalım" dediler.

Resûlullah (s.a.v.) şöyle buyurdu:

"Onlar sizin din kardeşlerinizdir. Fakat onlar Allah'ın yasaklarıyla başbaşa kal­dıklarında onları çiğnerler."[253]

 

Azabı En Şiddetli Olacak Kimse

 

463. Ebû Said el-Hudrî (r.a.) rivayet ediyor:

"Kıyamet gününde azabı en şiddetli olacak kimse zâlim idarecidir."[254]

 

İzah

 

Peygamberimiz pekçok hadislerinde mü'minleri zulümden sakındırmıştır. Meselâ bir hadislerinde şöyle buyurmuştur:

"Zulümden sakınınız. Çünkü zulüm kıyamet gününde karan­lıklardır."[255]

Peygambemiz (s.a.v.) yukarıdaki hadislerinde de kıyamet gü­nünde zâlim idarecinin azabının en şiddetli olacağını bildirmiştir. Konu ile ilgili bir başka hadis ise şu mealdedir:

"Kıyamet günü, insanlar içerisinde Allah'ın en çok kızdığı ve Ondan en uzak olan kişi, zâlim idarecidir."[256]

 

Şevval Ayında Oruç Tutmak

 

464. Ebû Eyyub el-Ensârî (r.a.) rivayet ediyor:

"Kim Ramazan ayında oruç tutar, Şevval ayından da altı gün daha tutarsa, bütün seneyi oruçlu geçirmiş gibi olur."[257]

 

İzah

 

Şevval ayı, Ramazan'dan sonraki aydır. Recep ayında bir miktar, Şaban ayında daha fazla oruç tutmak teşvik edildiği, Ra­mazan ayında farz kılındığı gibi, Şevval ayında da oruç tutmak teşvik edilmiştir.Yukarıdaki hadis bu teşviklerden biridir.

Şevvalda tutulan altı gün oruçla bütün senenin ibâdet olarak aeçirilmesine sebeb olarak, amellere bire on sevap verilmesi gös­terilir. Buna göre Ramazan ayı on ayın orucuna, Şevval ayında tutulan altı gün de iki ayın orucuna denk gelmekte, böylece on iki ay oruçlu olarak geçirilmiş olmaktadır.

Nitekim bütün seneyi oruçlu geçirmek isteyen bir Sahabîye Peygamberimiz şöyle buyurmuştur:

"Şüphesiz senin üzerinde ailenin hakkı vardır. Ramazanı ve peşinden geleni [Şevval] bir de Çarşamba ve Perşembe günlerini oruçlu geçir. O zaman sen bütün sene oruç tutmuş gibi olur­sun."[258]

Ramazan ayından sonra Şevval ayında da oruç tutulmasının tavsiye edilmesinin hikmeti şu olsa gerektir:

Nasıl farz namazlardan sonra kılınan sünnet namazlar farzlar­da işlenilen ufak tefek kusurları affettiriyorsa; farz olan Ramazan orucundan sonra sünnet olarak tutulan Şevval ayı orucu da, farz oruçta işlenilen kusurları, hatâları affettirir.

Bu ayda oruç tutulmasının tavsiye edilmesinin bir hikmetini de şu hadisten öğreniyoruz:

"Ramazandan sonra oruç tutan kişi, savaşta geri çekilip yeni­den hücum eden kimseye benzer."[259]

Ramazan'da oruç sayesinde insan şeytanla olan mücâdelesin­de büyük ölçüde galip gelir. Ramazan'dan sonra ise şeytan yine var gücü ile hücuma geçer, insanı mağlup eder. İşte Peygamberi­miz yukarıdaki hadisleriyle, Ramazan'dan sonra tutulan orucu, güzel bir teşbih ile savaşta bir taktik gereği geri çekilip sonradan hücuma geçerek düşmanı mağlup eden kimseye benzetmektedir.

Şevval ayı orucunun nasıl tutulacağı hususunda âlimler ara­sında farklı görüşler vardır. İmam Şafiî'ye göre efdal olan Rama­zan Bayramı'nın hemen ardından hiç ara vermeden tutmaktır.

Fakat bâzı âlimler hadiste böyle bir kayıt olmadığını, Şevval ayının ister başında, ister ortasında, ister sonunda bu orucun tu­tulabileceğini söylerler. Ayrıca bu orucun peş peşe tutulmasının da şart olmadığını ifâde ederler. Bu görüşte olan âlimlerden birisi de Hanbelî mezhebi İmamı Ahmed bin Hanbel'dir.

Bu arada İmam Ebû Hanîfe, İmam Mâlik ve İmam Ebû Yu­suf'un Şevval ayında oruç tutmanın mekruh olduğunu söyledik­lerini de ifâde edelim. Bununla beraber, Nuru'l-İzah, Şerh-i Me-rakı'l-Felah gibi Hanefî ve Mâliki mezhebine âit bâzı kitaplarda Şevval ayında oruç tutmanın sünnet olduğu kaydı da vardır. Bun­dan İmam-ı A'zam'dan sonraki Hanefî âlimlerinin Şevval orucu tutmanın sünnet olduğu kanaatında oldukları anlaşılıyor. El Menhel'de bu iki farklı görüşün arasını bulmak için şöyle denilir:

"Hanefî ve Malikî mezhebinde sonradan gelen âlimler, Ebû Hanife'nin ve İmam Mâlik'in görüşlerini Ramazan'dan sonra hiç ara vermeden oruç tutmaya hamletmişlerdir. Veya onların bu ha­disten haberleri yoktu. Ya da hadis kendilerine ulaşmış olsa da, bu hadisi sahih saymamışlardır."

Bilindiği gibi, İmam-ı Azam'ın, İmam Mâlik'in yaşadıkları dönemlerde hadisler günümüzde olduğu gibi kitaplar halinde tas­nif edilmemişti. Bu sebeple, mezhep imamlarının bâzı hadisler­den habersiz olmaları mümkündü. Mesela İmam-ı Azam talebele­rine verdiği hükümün aleyhinde bir hadis biliyorlarsa, bunu ken­disine söylemelerini istemişti. İmam Mâlik de Muvatta isimle ese­rinde Şevval ayı orucu hakkında "Bu konuda hiçbir hadis yoktur" dememekte, "Ashabın hiçbirisinden bu konuda bana bir rivayet gelmedi" demektedir.[260]

Netice: Şevval ayında altı gün oruç tutmak sünnettir. Şevval orucunun ayın başında, ortasında veya sonunda tutulması şart de­ğildir. İsteyen istediği zaman tutabilir. Ancak bayramın ilk günü oruç tutmak mekruh olduğundan, bu oruca bayramdan sonra baş­lanılmalıdır. Bayramın ikinci ve üçüncü gününde oruç tutmak mekruh olmamakla beraber, bayram devam ettiğinden, o günler­de de oruç tutulmamasını tavsiye ederiz. Çünkü ziyaret için gidil­diğinde çeşitli ikramlar yapılmaktadır. Ramazan'dan yeni çıkıldığı halde "Ben oruçluyum" demek şaşkınlığa sebep olabilmektedir. Daha bir aylık zaman vardır. Bu noktada bayramı oruçlu geçire­cek derecede acele etmeye gerek yoktur.[261]

 

A'raf Ehli Kimlerdir?

 

465. Ebû Said el-Hudrî (r.a.) rivayet ediyor:

Resûlullaha (s.a.v.) A'raf ehlinin kimler olduğu soruldu. Resûlullah şöyle buyurdu:

"Onlar, anne ve babalarına isyan edenlerdir, Allah yolun­da savaşmış ve şehid düşmüşlerdir. Şehid edilmiş olmaları Cehenneme girmelerine engel olur. Anne ve babalarına isyan etmeleri de Cennete girmelerine mânidir. Onlar Cennet ve Cehennem üzerindeki duvarın üzerindedirler. Et ve yağ­ları eriyinceye kadar bekletilirler. Mahlukatın hesabını biti­rince ve onlardan başka kimse kalmayınca, Allah onları rahmetiyle kuşatır ve rahmetiyle Cennete koyar."[262]

 

İzah

 

Hadiste de ifâde edildiği gibi, Cennet ile Cehennem arasında bir sur, bir engel vardır. Buraya A'raf denir. Haşirden sonra bu­rada bir müddet bekletilecek kimselere de A'raf ehli denir. Kimle­rin A'raf'ta bekletileceği ile ilgili çeşitli rivayetler vardır. İzahını yaptığımız hadis de bunlardan birisidir. Fakat bize göre bu riva­yetlerden en kuvvetlisi ve en uygunu A'raf'ta günah ve sevapları eşit gelen kimselerin bekletileceğidir. Cenâb-ı Hak haşirden, yani ölüleri dirilttikten sonra imtihan için yaratıp dünyaya gönderdiği insanların sevaplarını ve günahlarını hem sayı, hem de keyfiyet itibarıyla karşılaştıracaktır. Sevapları günahlarına sayı itibarıyla veya kıymet itibarıyla üstün gelenleri Cennete; eksik gelenleri de Cehenneme sevkedecektir. Sevap ve günahları birbirine eşit gelen kimseler de A'raf'a sevkedileceklerdir. Nitekim sevaplarıyla gü­nahları eşit gelenlerin durumu sorulduğunda Peygamberimiz,

"Onlar A'raf'ta bulunacaklardır. Onlar oraya isteyerek girmemiş­lerdir" buyurmuşlardır.[263]

Bu kimselerin günahları Cennete girme­lerine, sevapları da Cehenneme sevkedilmelerine mânidir. İzahını yaptığımız hadis, anne babaya karşı gelmenin ne derece büyük bir mes'uliyete sebep olacağını, kişi şehid olsa dahi hemen Cen­nete girmeyeceğini, A'raf'ta bekletileceğini ifâde eder.

A'raf ehli, cennetlikleri ve cehennemlikleri tanırlar, Cennete sevkedilenlere selâm verirler ve onlarla beraber olmayı arzu eder­ler. Cehennemlikleri gördüklerinde de onlarla beraber olmamak için Allah'a duâ ederler.

A'raf, Kur'ân-ı Kerim'in en uzun sûrelerinden birisinin isim olmuştur. Bu sûrede Cennet ve Cehennem ehlinin durumu anla­tıldıktan sonra A'raf ehlinin durumu da şöyle anlatılır:

"Cennet ile Cehennem arasında bir sur vardır. Orada bulunan A'raf ehli kimseler, Cennet ve Cehennem ehlinin hepsini yüzle­rinden tanırlar. Onlar Cennet ehline, 'Size selâm olsun' diye ses­lenirler. Kendileri Cennete girememiş, fakat girme iştiyakı içinde­dirler.

"Gözleri Cehennem ehline çevrildiğinde ise Ey Rabbimiz, derler. 'Bizi zâlimler topluluğu ile beraber bulundurma.'

"A'raf ehli, yüzlerinden tanıdıkla Cehennemliklere seslenir­ler ve derler ki: 'Ne dünyadaki taraftarlarınızın çokluğu, ne serve­tiniz, ne de büyüklük taslamanız size bir fayda vermedi.

"Allah onları rahmetine eriştirmez diye yemin ederek küçümsediğiniz kimseler şu Cennet ehli olan zayıf ve fakir mü'minler miydi? Siz de ey mü'minler, girin Cennete, size ne bir korku var­dır, ne de mahzun olursunuz.'"[264]

A'raf ehli, Allah'ın dilediği bir müddet orada kaldıktan sonra Allah'ın rahmetiyle Cennete girerler.[265]

 

Peygamberimiz İçin Vesîle'yi İstemek

 

466. Câbir bin Abdullah (r.a.) rivayet ediyor:

"Kim ezanı işittiğinde şöyle derse, kıyamet gününde onun için şefaatim hak olur:

"Şu mükemmel davetin (ezanın) ve kıyamete kadar de­vam edecek olan namazın Rabbi olan Allah'ım! Muhammed'e (s.a.v.) Cennetin en yüksek makamı olan Vesîle'yi ve ona bütün mahlukâtının üstünde bir mertebe ver. Ve Onu vaad ettiğin Makam-ı Mahmud'a, en yüce şefaat makamına gönder."[266]

 

İzah

 

Beyhakî'nin rivayetinde bu duânın basıda, "Senden isterim," sonunda da "Muhakkak ki Sen sözünden dönmezsin" ilâvesi vardır.

Hadiste geçen duayı okumanın fazileti ile ilgili daha başka ha­disler de vardır. Bunlardan birisi de şu mealdedir:

"Müezzini işittiğinizde onun söylediklerini siz de tekrarlayın. Sonra bana salavat getirin. Çünkü kim bana bir defa salavat geti­rirse, Allah ona o salavat sebebiyle on sevap verir. Sonra Al­lah'tan benim için Vesîle'yi isteyin. Çünkü Vesile, Allah'ın kul­larından sadece birine nasip olan Cennette bir makamdır. Ümid ederim o kişi ben olurum. Her kim benim için Vesîle'yi isterse onun için şefaatim vacip olur."[267]

Bu duada da ifâde edildiği gibi, Allah Makam-ı Mahmudu Peygamberimize vaad etmiştir. Bu vaad Kur'ân'da şöyle ifâde edilir

"Muhakkak ki, Rabbin seni bir Makam-ı Mahmuda gönde­recektir."[268]

Makam-ı Mahmudu Allah Sevgili Peygamberimize va­ad ettiğine göre onun ümmetinden bu makama erişmek için duâ etmelerini istemesi, tevazuundandır.

Bediüzzaman, ezandan sonra bu duayı okumanın hikmetiyle ilgili olarak meâlen şöyle der:

Makam-ı Mahmud bir uçtur. Pek büyük ve binler Makam-ı Mahmud gibi mühim hakikatları içine alan büyük bir hakikatin bir dalıdır. Ve kâinatın yaratılmasının en büyük neticesinin bir meyvesidir. O ucu, dalı ve meyveyi duâ ile istemek ise, dolayısıyla o umumî olan büyük gerçeğin, kâinatın en büyük neticesi olan haşir ve kıyametin vücut bulmasını ve saadet yeri olan Cennetin açılmasını istemektir. O istemekle, saadet yurdu olan Cennetin yaratılmasının en mühim bir sebebi olan insanların ibâdetlerine ve dualarına kendisi dahi iştirak etmiş olmaktadır. Bu kadar hadsiz derecede büyük bir maksadın gerçekleşmesi için bu hadsiz dualar dahi azdır. Hem Hz. Muhammed'e (a.s.m.) Makam-ı Mahmudun verilmesi, bütün ümmet için yapacağı büyük şefaati içindir.[269]

Evet, Peygamberimize (s.a.v.) bu en yüce şefaat makamı ve­rilecektir. Nitekim kendisi bunu uzunca bir hadiste açıklamıştır. Bu hadislerinde, mahşer gününde insanların hesap için uzun za­man bekleyeceklerini, bu esnada büyük sıkıntılara maruz kalacak­larını, Hz. Âdem'e müracaat edeceklerini, fakat onun kendilerine şefaat edemeyeceğini, böylece Hz. İsa'ya kadar geleceklerini ve nihayet onun insanları kendisine göndereceğini, kendisinin de hesabın bir an önce başlaması, bekleme sıkıntısının son bulması için şefaat edeceğini bildirmiştir. Konunun tafsilatı için Ölümden Sonra Diriliş isimli eserimizin 186-191. sayfalarına bakılabilir.[270]

 

Borcu Öderken Ve İsterken Kolaylık Göstermek

 

467. Câbir bin Abdullah (r.a.) rivayet ediyor:

"Borcunu isterken ve borcunu öderken kolaylık gösteren kimseye Allah merhamet etsin."[271]

Zikrettiğimiz kaynaklardaki hadis şöyledir:

"Satarken, alırken, borcunu isterken ve borcunu öderken ko­laylık gösteren kimseye Allah merhamet etsin."

Tirmizî'de şu hadisler de vardır:

"Allah sizden önce yaşamış birine rahmetiyle muamele etti. Çünkü bu kimse satınca, satın alınca kolaylık gösterir, alacağını yumuşaklıkla isterdi."

"Allah satışta, satın alışta ve ödemede kolaylık gösterilmesini sever."

(799 numaralı hadise bakınız.)[272]

 

Haya Ve Fuhuş

 

468. Aişe (r.a.) rivayet ediyor:

"Ey Aişe! Haya insan olsa idi, sâlih bir kimse olurdu. Ha­yâsızlık insan olsa idi, mutlaka kötü bir kişi olurdu."[273]

 

Musibete Uğramış Birini Gören Ne Demeli?

 

469. Ebû Hüreyre (r.a.) rivayet ediyor:

"Biriniz musibete uğramış birini gördüğünde içinden, 'Beni sana ve kullarından bir çoğuna gerçekten üstün kılan Allah'a hamdolsun' derse, bu, kendisine verilen o nimete şükür olur."[274]

 

Kişi İçin En Büyük Kazanç Nedir?

 

470. Ömer bin Hattab (r.a.) rivayet ediyor:

"Kişi, sahibini doğru yola götüren veya kötülükten sakın­dıran bir ilimden daha faziletli bir kazanç elde etmemiştir. Kişinin ameli istikamet üzere olmadıkça, dini de istikamet üzere olmaz."[275]

 

Peygamberimizin Emrolunduğu Söz

 

471. Ümmü Seleme (r.a.) rivayet ediyor:

Resûlullah (s.a.v.) vefatından önce,

"Allah'ım, Seni nok­san sıfatlardan tenzih ve hamd ü sena ile takdis ederim" de­meyi çoğaltmıştı.

"Yâ Resûlullah, ben senin 'Allah'ım, Se­ni noksan sıfatlardan tenzih ve hamd ü sena ile takdis ede­rim' sözünü çok fazla söylediğini görüyorum" dedim.

"Ben bununla emrolundum' dedi

ve 'Allah'ın yardımı ve fethi geldiği zaman" (Nasr Sûresi) âyetini okudu.[276]

 

Yolculukta Oruç Tutmak

 

472. Âişe (r.a.) rivayet ediyor:

Hamza bin Amr el-Eslemî Resûlullaha, "Ya Resûlallah, ben sürekli oruç tutan birisiyim. Yolculukta da oruç tutabilir miyim?" diye sordu.

Resûlullah (sa.v.),

"İstersen tut, istersen tutma" buyur­du.[277]

 

İzah

 

Bütün ibâdetlerde olduğu gibi, oruçta da dinimizin getirdiği bâzı kolaylıklar ve ruhsatlar vardır. Bakara Sûresinin 183. âyetiyle orucun farz kılındığını bildiren Rabbimiz, bir sonraki âyet-i kerimede de oruca dayanamayacak olanlara ruhsat vererek şöyle buyurur:

"O size farz kılınan oruç sayılı günlerdir. O günlerde sizden her kim hasta, yahut yolculuğa çıkmış olur da oruç tutamazsa, tu­tamadığı günler sayısınca sıhhat bulduğu ve rahat ettiği başka günlerde oruç tutar. Fazla ihtiyarlık ve devamlı hastalık gibi se­beplerle oruç tutmaya güç yetiremeyenlerin üzerine bir fakir do­yuracak kadar fidye vermek lâzımdır."

Bu ruhsatın hikmeti de bir sonraki âyette "Allah size kolaylık diler, güçlük dilemez" cümlesiyle ifâde edilir.

Ramazan ayında Hanefi'lere göre en az 90, Şâfiîlere göre ise 144 kilometrelik bir yere giden kimse, oruca niyet etmeyebilir. Oruçlu iken, meselâ öğle vakti yolculuğa çıkan kimse oruca de­vam etmelidir. Fakat böyle biri yolculuk esnasında dayanamayıp orucunu bozarsa, sadece kaza etmesi gerekir, keffâret icap etmez. Nitekim Peygamberimiz birkaç defa yolculukta orucunu bozmuş, onu gören Sahabîler de oruçlarını açmışlardır.[278]

Şâfiîlere göre oruç tutmamanın mubah olabilmesi için yapılan yolculuğun mubah olması gerekir.

Ayet ve izahım yaptığımız hadisten de anlaşılacağı üzere, yol­culuğa çıkan birine oruç tutmaması için ruhsat verilmiş olmakla beraber, kişinin oruç tutmasının mı, yoksa tutmamasının mı daha efdal olduğu hususu âlimler arasında farklı yorumlanmıştır. Evzaî, Ahmed bin Hanbel gibi âlimler yolculukta oruç tutmamanın daha faziletli olduğunu söylerler. Enes bin Mâlik (r.a.), Said bin Cübeyr, İmam Mâlik, Sevrî, İmam Şafiî ve Hanefîler ise yolcu­lukta oruç tutmanın daha faziletli olduğunu savunurlar. Bu konu­da hangisi kolayına gelirse kişi öyle hareket eder diyen üçüncü bir görüş daha vardır. Biz de güç yetirebilenlerin yolculukta oruç tutmalarının daha faziletli olduğu görüşünü benimsiyoruz.[279]

 

Başkasından Esirgenmesi Helâl Olmayan İki Şey

 

473. Enes bin Mâlik (r.a.) rivayet ediyor:

"İki şey vardır ki, onları başkalarından esirgemek helâl olmaz: Su ve ateş."[280]

 

İzah.

 

Hadiste su ve ateşin ihtiyaç sahibinden esirgenmesinin helâl olmadığı bildirilir. Başka bir hadiste ise yolda fazla suyu olduğu halde onu yolculardan esirgeyen kimse ile Allah'ın kıyamet gününde hoşnutluk ifâde eden bir sözle konuşmayacağı, ona rahmet nazarıyla bakmayacağı ve temize çıkarmayacağı bildirilmiştir. Ha­disin devamında da Allah'ın böyle kimselerin karşısına çıkıp,

'Tıpkı senin dünyada iken kendi elinin eseri olmayan şeyin faz­lasını esirgediğin gibi, bugün Ben de senden lütfumu esirgiyo­rum" diyeceği bildirilmiştir.[281]

Suyu başkalarına vermemek büyük mes'uliyete sebep olurken, ihtiyaç sahibine su vermenin ise kişiyi ateşten dahi kurtarabileceği nazara verilir. Hatta hayvana dahi su vermenin kişiye sevap kazandıracağı bildirilir.[282] Yine bir hadiste susamış bir Müslümanın susuzluğunu gideren kimseye mahşer gününde ağzı mühürlü Cennet içeceğinden içirileceği müjdelenmiştir.[283]

 

Bir Dua

 

474. İmran (r.a.) rivayet ediyor:

Bir adam "Ya Resûlullah, ben Müslüman oldum. Nasıl duâ edeyim?" dedi. Resûlullah (s.a.v.) şöyle buyurdu:

"Şöyle de: 'Allah'ım, din ve dünya işlerimi yürütmek için Senden hidâyet diliyorum. Nefsimin şerrinden Sana sığmıyorum."[284]

 

Doğruluk Ve Yalancılık

 

475. Abdullah bin Mes'ud (r.a.) rivayet ediyor:

"Kul doğru söyleye söyleye, doğruluğu araştıra araştıra sonunda Allah katında "sıddîk özü sözü doğru" olarak ya­zılır.

Kul yalan söyleye söyleye ve yalanın peşinden gide gide "kezzâb=çok yalancı" olarak yazılır."[285]

 

Yemin Ve İki Şahitle Hüküm Verme

 

476. Ebû Said el-Hudrî (r.a.) rivayet ediyor:

Resûlullah (s.a.v.) iki şahitle birlikte, yeminle dâvayı hükme bağladı.[286]

 

İzah

 

Müslim ve Müsned'deki rivayet, "yemin ve bir şahitle birlikte" şeklindedir.

Yemin, mahkemede dâvayı ispat yollarından birisidir. Yuka­rıdaki hadiste iki şahitle beraber, yeminle bir dâvayı Peygambe­rimizin hükme bağladığı bildiriliyor. Müslim'de ve daha başka hadis kitaplarında yer alan bir hadiste de Peygamberimizin bir şahitle beraber yeminle bir dâvayı hükme bağladığı bildirilmiştir. Buna göre yemin, bir şahidin yerini tutmuştur.

İmam Ahmed bin Hanbel, İmam Mâlik ve İmam Şafiî'ye göre bâzı dâvalar yeminle beraber bir şahitle hükme bağlanabilir.

Hanefîlere ve Mâlikîlerden bâzılarına göre ise yemin de edilse, bir şahitle dâva hükme bağlanmaz. Konunun tafsilatı fıkıh kitaplarındadır.[287]

 

Mezarlıkta Ne Denilmeli?

 

477. Âişe Validemiz (r.a.) rivayet ediyor:

Resûlullahı (s.a.v.) aradım, bulamadım. Ararken mezar­lığa kadar gittim. O orada

"Selâm üzerinize olsun ey mü'minler yurdu. Siz bizim öncülerimizsiniz. Biz de size kavu­şacağız" buyurdu.

Sonra beni gördü ve (beni kast ederek),

"Gücü yettiği halde böyle söylememişse yazıklar olsun" bu­yurdu.[288]

 

İzah

 

Mezarlığa gidildiğinde bu şekilde selâm vermek sünnettir. Ko­nuyla ilgili bir diğer hadis şu mealdedir:

"Selâm üzerinize olsun ey kabir halkı! Allah sizi de, bizi de bağışlasın. Sizler bizden önce gittiniz. Biz de arkadan gelece­ğiz."[289]

 

Kisrâdan Sonra Kisrâ Gelmeyecek

 

478. Ebû Said el-Hudrî (r.a.) rivayet ediyor:

"Kisrâ helak olduktan sonra, başka Kisra gelmeyecektir. Kayser helak olduktan sonra, başka Kayser gelmeyecektir. Nefsimi kudret elinde tutan Allah'a yemin ederim ki, onla­rın hazineleri Allah yolunda infak edilecektir."[290]

 

İzah

 

Daha önceki hadislerin izahında da yer verdiğimiz gibi, Pey­gamberimizin (s.a.v.) pekçok mucize çeşitlerinden birisi de Al­lah'ın bildirmesiyle gaybdan haber vermesidir. Bu hadis de onun gaybî haberlerinden birisidir.

Mısır devlet başkanlarına "firavun," Habeş hükümdarlarına "necâşî," Yemen meliklerine "tübbâ" denildiği gibi, İran hüküm­darlarına "kisrâ," Rum hükümdarlarına da "kayser" deniliyordu.

Peygamberimizin verdiği bu haber, zaman içerisinde gerçek­leşti. Kisra ve Kayser çok kısa zaman sonra helak oldular. Hz. Ömer devrinde Sa'd bin Ebî Vakkas'ın (r.a.) emri altındaki İslâm ordusu Kisramın saltanatını tarumar etti. İranın zengin hazineleri ele geçirildi. Ve bunlar Peygamberimizin haber verdiği gibi, Al­lah yolunda harcandı.[291]

 

Fakirlerin Yüzünden Zenginlerin Vay Haline

 

479. Enes bin Mâlik (r.a.) rivayet ediyor:

"Kıyamet gününde fakirlerin yüzünden zenginlerin vay haline. Fakirler: "Rabbimiz, bizim için onlar üzerine farz kıldığın haklarımızda bize haksızlık ettiler, hakkımızı ver­mediler" deyince, Allah Teâlâ şöyle buyurur:

"İzzet ve celâlime yemin ederim ki sizi nimetime yaklaş­tıracak, onları da uzaklaştıracağım."

Sonra Resûlullah şu âyeti okudu:

"Mallarında isteyen ve istemeyen yoksullar için bir nasip vardı."[292]

 

İzah

 

Hadis, zekât vermemenin mes'uliyetini ifâde eder. Konu ile il­gili çeşitli âyet ve hadisler vardır. Meselâ zekât vermeyenler bir âyette şöyle tehdit edilirler:

"Allah'ın lütuf ve insanıyla onlara verdiği şeyde cimrilik eden­ler, bu cimrilikleri kendileri için bir hayırdır sanmasınlar. Bu on­lar için serdir. Cimrilik ettikleri şey Kıyamet gününde ateşten hal­ka olarak onların boyunlarına dolanacaktır. Göklerde ve yerde olan herşey Allah'ındır ve sonunda Ona döner. Allah sizin yaptık­larınızdan da hakkıyla haberdardır."[293]

Zekât vermeyenler sadece Kur'ân'da değil, hadislerde de şiddetle ikaz edilmişlerdir. Meselâ bu hadislerden birisi şöyledir:

"Allah'ın kendisine vermiş olduğu malın zekâtını vermeyen kimsenin malı, Kıyamet gününde, iki gözünde iki siyah nokta bulunan, dehşetli, zehirli bir yılan şekline sokulur ve bu yılan o gün mal sahibinin boynuna sarılır. Sonra ağzı ile mal sahibinin çenesinin iki tarafından yakalar ve 'Ben senin dünyada çok sev­diğin malınım, ben senin hazinenim' der."[294]

Zekât vermeyenlerin cezasını anlatan bir hadis de şöyledir:

"Zekâtı ödenmeyen deve, sığır ve koyunlar Kıyamet gününde şaşılacak kadar semiz ve büyük olarak gelip sahiplerini boynuzlarıyla boynuzlarlar ve tırnaklarıyla tepelerler. Bu işkence, hay­vanların sonuncusu işini bitirip tekrar birincisi başlamak suretiyle bütün insanların hesapları görülünceye kadar devam eder."[295]

Evet, bütün mal ve mülkün hakikî sahibi Allah'tır. Yüce Rabbimiz bir kısım kullarına imtihan için birçok nimet ve servet ihsan etmiştir. Sonra da zenginlere kendi verdiği maldan çok cüz'i bir kısmını fakirlere vermesini emretmiştir. Allah'ın karşılıksız ola­rak verdiği malı, Onun verilmesini emrettiği yere vermeyen kimse ise, Kâinat Sultanının emrine muhalefet ettiğinden, elbette azabı hak eder, Onun nimetinden uzak kalır.[296]

 

Arefe Akşamı Resûlullahın Yaptığı Dua

 

480. Abdullah bin Abbas (r.a.) rivayet ediyor:

Arefe akşamında Resûlullah (s.a.v.) şöyle duâ etti:

"Allah'ım, şüphesiz sen yerimi görüyorsun, sözümü işi­tiyorsun, gizlimi ve açıkladığımı biliyorsun. Benim işlerim­den Sana gizli kalan hiçbir şey yoktur. Ben zavallı ve muh­tacım. Yardım diliyor, korunmamı istiyorum. Günahların­dan korkan, endişe eden, onları ikrar ve itiraf eden biriyim. Yoksulların istemesi gibi Senden istiyorum. Günahkar ve zelilin yakarışı gibi Sana yakarışta bulunuyorum, Sana karşı boyun bükmüş, zillete maruz kalmış, burnu sürtülmüş kim­senin duâ edişi gibi, Sana duâ ediyorum.

"Allah'ım, duamı reddedip de beni hüsrana uğratma. Ba­na acı ve merhamet et. Ey kendisine dilekte bulunulanların ve ey dilekleri verenlerin en hayırlısı."[297]

 

Ramazan'da Günah Ve Sevapların Karşılığı İki Mislidir

 

481. Ümmü Hâni binti Ebî Tâlib (r.a.) rivayet ediyor:

Resûlullah (s.a.v.),

"Ümmetim Ramazan'ın hakkını tam olarak yerine getirdiği sürece zillette olmayacaktır" buyur­du.[298]

"Ey Allah'ın Resulü! Ramazan ayının hakkını zayi ede­rek rezil olmak ne demektir?" diye soruldu.

Resûlullah şöyle buyurdu:

"Ramazan'da Allah'ın yasaklarının çiğnenmesidir. Kim onda zina eder veya içki içerse, ertesi sene o vakte kadar Allah ve göktekiler ona lanet okurlar. O kimse Ramazan'a ulaşmadan önce ölürse, Allah katında Cehennem ateşinden korunmasına vesîle edineceği bir iyilik bulamaz.

"Ramazan ayına hürmetsizlikten sakının! Çünkü başka ayda bulunmayacak şekilde onda sevaplar kat kat verilir. Günahlar da böyledir."[299]

 

Kadını Kocası Aleyhinde Kışkırtan Kimse

 

482. Abdullah bin Ömer (r.a.) rivayet ediyor:

"Kim ipek giyer ve gümüş kabdan birşey içerse, bizden değildir. Kadını kocası, köleyi efendisi aleyhine kışkırtan, arasını bozan, bizden değildir."[300]

 

İzah

 

Daha önce de bir vesile ile izah ettiğimiz gibi, erkeklerin ipek giymesi ve kadın erkek her Müslümanın gümüş kap kullanması dinimize göre haramdır. Peygamberimiz bu hadislerinde, böylelerinin sünnet üzere olmadıklarını nazara vermiştir.

Hadisin ikinci kısmında da kadını kocası aleyhinde kışkırtma­nın caiz olmadığı hususu nazara verilmektedir.

Kötü tabiatlı bir takım insanlar, gerek hasetleri yüzünden, ge­rekse başka sebeplerden dolayı bazan kadını kocası aleyhine, za­man zaman da erkeği hanımı aleyhine kışkırtmaya çalışırlar. Bu­nun için de, aslı astarı olmayan birtakım dedikodular uydururlar. Söylenmemiş sözü söylenmiş; yapılmamış şeyi yapılmış gösterir­ler. Bunun neticesinde ise, aile yuvasında tatsızlık ortaya çıkar. Hattâ bâzan bu tatsızlık boşanmaya kadar gidebilir. İşte Peygam­berimiz hadisin bu kısmı ile, böylelerine karşı çıkmakta, onları tehdit etmektedir.

Öyleyse, eşler böyle kimselere karşı uyanık olmalılar. Kendi­lerine söylenilen şeyin doğruluğunu iyice araştırmadan hareket et­memelidirler. Söylenilen şey veya getirilen haber doğru da olsa, hemen hiddetlenmek uygun olmaz. Yıkıcı olmadan o şeyin tami­rine çalışılmalıdır. Bu yapılırken elbette çeşitli zorluklarla karşıla­şılacaktır. Fakat aile saadetinin bozulmaması için bu zorluklar göğüslemneye elbette değer.[301]

 

Kâmil İmanın Bir Şartı

 

483. Enes (r.a.) rivayet ediyor:

"Nefsim kudret elinde olan Allah'a yemin ederim ki, bir adam kendisi için sevdiğini din kardeşi için de sevmedikçe, gerçek mânâda iman etmiş olmaz."[302]

 

İzah

 

Hadis Nesâî'de, "Din kardeşi yahut komşusu için de dileme­dikçe" şeklinde tereddütlü bir şekilde yer alır. Diğer râviler ise hadisi "Din kardeşi için de" diye seksiz olarak rivayet etmişlerdir.

Hadis, kâmil mümin olmak için kişinin kendisi için arzu ettiği faydalı bir şeyi din kardeşi için de arzu etmek gerektiğini, mefhum-u muhalifiyle de kendisi için arzu etmediği zararlı şeyleri din kardeşi için de arzu etmemek gerektiğini ifâde etmektedir. Kendi­si için arzu ettiği bir şeyi din kardeşi için de arzu etmeyen kimse, yine mü'mindir, ancak kâmil mü'min değildir.

Ancak hadisteki ölçüye uymak kamil iman için yeterli değildir. Kişinin diğer İslâmî esasları da yerine getirmesi icab eder.[303]

 

Peygamberimizin Duasının Tesiri

 

484. Ata rivayet ediyor:

Saib bin Yezid'in sakalının beyaz, saçının ise siyah oldu­ğunu gördüm. "Ey Mevlam [efendim], saçında niçin beyaz kıl göremiyorum?" dedim.

O şöyle dedi: "Saçım hiçbir zaman beyazlaşmaz. Bunun sebebi şudur: Ben çocuktum ve çocuklarla oynuyordum. Resûlullah bizim yanımıza geldi ve bizlere selam verdi. Çocukların arasından ben, "Aleykümselam" dedim. Beni çağırdı.

"İsmin nedir?" diye sordu.

"Said bin Yezid" dedim. Elini başıma koydu ve

"Allah seni mübarek kılsın" buyur­du.

Resûlullahın elini koyduğu yerler beyazlaşmıyor.[304]

 

Mü'min Diken Batmasından Sevap Kazanır

 

485. Âişe (r.a.) rivayet ediyor:

"Bir mü'mine bir diken dahi batsa, Allah mutlaka onun için on sevap yazar, on tane küçük günahı affedilir ve on derece yükseltilir."[305]

 

Teşehhüt

 

486. Abdullah bin Mes'ud (r.a.) rivayet ediyor:

Resûlullah (s.a.v.) bize teşehhüdü şöyle öğretti:

"Bütün dualar, senalar; dil, beden ve malla yapılan ibâdetler Allah'a mahsustur. Allah'ın selâmı, rahmeti ve bereketi senin üze­rine olsun, ey Peygamber. Selam bize ve Allah'ın sâlih kul­larının üzerine de olsun. Şehadet ederim ki, Allah'tan başka ilah yoktur. Yine şehadet ederim ki, Muhammed (s.a.v.) Allah'ın kulu ve Resulüdür."[306]

 

İzah

 

Hak mezhebler arasında esasta olmasa da, teferruat mesele­lerde bâzı farklılıklar vardır. Teşehhütte okunan 'tahiyyat' da bu farklı kısma girer. Hanefî mezhebine mensup olan Müslümanlar teşehhütte yukarıdaki duayı okurlarken, Şafiî mezhebine mensup olanların okudukları tahiyyatın baş kısmında biraz farklılık var­dır. Şâfiîlerin teşehhütte okudukları tahiyyatın baş kısmı şöyledir:

"et-Tehiyyâtü'1-mübarekâtü, essalevâtü....."

Tahiyyati bu ilâve ile okumak da sünnettir. Çünkü İbni Abbas'ın rivayet ettiği bir hadiste, Peygamberimizin et-Tahiyyâtü'yü böyle okuduğu bildirilmiştir.[307] Şafiî mezhebi de hak bir mezhep olduğuna göre, isteyen teşehhütte tahiyyatı Şâfiîlerde okunduğu şekliyle okuyabilir. Bunda hiçbir mahzur yoktur.

Bediüzzaman, teşehütte et-Tahiyyatü'yü okumanın hikmetini 6. Şua'da geniş bir şekilde izah etmiştir. Bunu meâlen alıyoruz:

Her mü'minin namazı, onun bir nevi mîracı hükmündedir. Ve o huzura lâyık olan kelimeler ise, Peygamberimizin büyük Mîracında söylenen sözlerdir. Teşehhütte et-Tehiyyâtü'yü okuyarak onları zikretmekle, Peygamberimizin Mîraçta Cenâb-ı Allah'la yaptığı o kudsî sohbet hatıra gelir. Bu hatırlamadan o mübarek kelimelerin mânâları hususîlikten, umumîliğe çıkar. O kudsî ve geniş mânâlar tasavvur edilir. O tasavvuf ile, kıymeti ve nuru yükselir, genişler.

Meselâ Resûl-i Ekrem (a.s.m.), o gecede Cenâb-ı Hakka karşı selâm yerinde "Et-Tehiyyâtü lillahi" demiş. Yani,

"Bütün hayat taşıyan varlıkların, hayatlarıyla gösterdikleri tesbihat ve yaratıcı­larına takdim ettikleri fıtrî hediyeler, ey Rabbim, Sana mahsustur. Ben, bütün canlı varlıkların Sana yaptıkları tesbihatları hayalimde canlandırarak ve onların Seni tesbih ettiklerine inanarak Sana tak­dim ediyorum."

Nasıl ki, Resûlullah (a.s.m.) "Et-Tehiyyatü" kelimesiyle, bütün hayat sahibi varlıkların fıtrî ibâdetlerini niyet edip onlar nâ­mına Cenâb-ı Hakka takdim ediyor. Öyle de, tahiyyatın özeti olan "el-mübârekâtü" kelimesiyle de, bütün bereket ve tebrik sebebi olan, insanları hayrette bırakarak bârekallah dedirten, mübarek denilen, hayatın ve hayat sahibi varlıkların hülasası olan mahluk­lar, bilhassa tohumların ve çekirdeklerin, dânelerin, yumurtaların fıtrî mübârekiyetlerini, bereketlerini ve kulluklarını temsîl ederek, o geniş mânâ ile söylüyor. Mübârekâtın hülasası olan "Essala-vât" kelimesiyle de, hayat sahibi varlıkların hülasası olan bütün ruh sahiplerinin kendilerine mahsus ibâdetlerini düşünüp, Yüce Allah'ın dergâhına o geniş manâsıyla arzediyor. "Ve't-tayyibât" kelimesiyle de, ruh sahibi varlıkların hülasası olan kâmil insan­ların ve devamlı Yüce Allah'ı tesbihle ve Ona ibâdetle meşgul olan meleklerin salâvatının özü olan "tayyibât" ile, nurânî ve yük­sek ibâdetlerini kast ederek, bütün bu ibâdetleri Yüce Allah'a has kılıp takdim ederler.

Nasıl ki, o gecede Cenâb-ı Hak tarafından "Es-Selâmu aleyke yâ eyyühe'n-nebiyyü=Allah'ın selâmı, rahmeti, bereketi senin üzerine olsun, ey Peygamber" demesi, gelecekte yüzer milyon insanların her biri, her gün, en azından on defa "Es-Selâmü aleyke yâ eyyühe'n-nebiyyü" demelerine âmirâne işaret eder. Ve Yüce Allah'ın selâmı, o kelimeye geniş bir nur ve yüksek bir mâ­nâ verir. Öyle de, Resûlullahın (a.s.m.) o selama karşılık olarak,

"Es-Selâmü aleynâ ve alâ ibadiüahi's-salihîn=Selâm bize ve Al­lah'ın sâlih kullarının üzerine de olsun" demesi, gelecekte muaz­zam ümmeti ve ümmetinin salihleri, Allah'ın selâmını temsil eden İslâmiyete mazhar olmasını ve İslâmiyetin umumî bir şian olan mü'minler arasındaki "es-Selâmü aleyke," "ve aleyke's-Selâm" umum ümmet demesini rica ederek ve duâ tarzında Yüce Yara­tıcısından istediğini ifâde eder ve hatırlatır. Ve o sohbette hissedar olan Hz. Cebrail (a.s.), Allah'ın emretmesi üzerine, o gece "Eş-hedü en lâilâhe illallah ve eşhedü enne Muhammeden Rasûlullah=Ben şehadet ederim ki, Allah'tan başka ilah yoktur. Yine şehadet ederim ki, Muhammed (a.s.m.) Allah'ın kulu ve Resulü­dür" demesi, bütün ümmet kıyamete kadar böyle şehadet edece­ğini ve böyle diyeceklerini müjdeleyerek haber verir. İşte Mîraçta Allah ile Peygamberimiz arasında cereyan eden bu kudsî konuş­mayı hatırlamakla, tâhiyatta söylenilen kelimelerin mânâları par­lar, genişler.                   

Tâhiyattaki mânâları bu şekilde açıklayan Bediüzzaman, iza­hını yaptığı hukikatların inkişafında kendisine yardım eden garip bir hâlet-i nıhıyeyi de meâlen şöyle kaydediyor:

Bir zaman karanlıklı bir gurbette, karanlık bir gecede, zulmetli bir gaflet içinde, koca kâinatın içinde yaşadığım ânı, hayalimde cansız, ruhsuz, ölü, boş ve müthiş bir cenaze olarak göründü. Geçmiş zamanı dahi bütün bütün ölü, boş, müthiş olarak hayal ettim. O hadsiz mekân ve hudutsuz zaman, karanlıklı bir vahşetgâh suretini aldı. O haletten kurtulmak için namaza sığındım. Teşehhütte "Et-Tahiyyâtü" dediğim zaman birden kâinat canlandı; hayattar, nûrânî bir şekil aldı, dirildi. Hayy-ı Kayyumun parlak bir aynası oldu. Bütün hayattar cüzleriyle beraber, hayatlarının selâmlarım ve hediyelerini devamlı bir surette Hayy-ı Kayyuma takdim ettiklerini ilmelyakîn, belki hakkalyakîn ile bildim, gör­düm.

Sonra "Es-Selâmü aleyke yâ eyyühe'n-nebiyyü" dediğim va­kit, o hudutsuz, o boş zaman, birden Resûl-i Ekremin (a.s.m.) başkanlığı altında, hayat sahibi ruhlar ile vahşet saçan suretten çıkıp, sevimli bir seyrangâh suretine dönüştü.[308]

Evet, namazda tâhiyyatı gaflet içerisinde değil de, bu duygular içerisinde okuyan, o derece namazdan feyiz ve lezzet alan mü'­minlere ne mutlu! Yüce Allah'tan bizlere de namazlarımızda bu duygulan ihsan etmesini niyaz ediyoruz.[309]

 

Her Nefis Ölümü Tadacaktır

 

487. Ali (r.a.) rivayet ediyor:

"Cebrail bana şöyle dedi: "Ey Muhammed, istediğin kim­seyi sev, sonunda ayrılacaksın; istediğin şeyi yap, sonunda onun karşılığını göreceksin; istediğin kadar yaşa, sonunda öleceksin." Cebrail bana çok veciz konuştu."[310]

 

İzah

 

Cebrail (a.s.) bu veciz konuşmasında Resûlullaha ve onun şahsında ümmetine çok mühim üç hususu ders vermektedir. Bunların birincisi, insanın sevdiği kimseden ayrılmasıdır. Öyle ise insan fâni sevgililere bel bağlamamalı, baki olan birini sevme­li, Onun emirleri dâiresinde hareket etmelidir.

Cebrail'in (a.s.) ikinci olarak hatırlattığı husus, büyük küçük her ne yaparsa yapsın, bunun insanın yanına kar kalmayıp mutla­ka karşılığını göreceği gerçeğidir. Bu, kötülükler için böyle oldu­ğu gibi, iyilikler için de böyledir. İnsan hardal tanesi kadar dahi olsa bir iyilik yapmışsa, bu zayi edilmeyecek, sevap kefesine ko­nacaktır. Dolayısıyla Cebrail (a.s.) bununla insana kötülükten uzaklaşmasını, iyi şeyleri yapmasını ikaz etmektedir.

Cebrail'in hatırlattığı üçüncü bir husus da çoğu insanın gaflet içerisinde olduğu ölüm gerçeğidir. Aslında Kur'ân'da da Yüce Allah nefis taşıyan herşeyin öleceğine dikkat çekerek insanların gafletten uyanmasını istemiştir. Meselâ bu âyetlerden ikisi şu mealdedir:

"Her nefis ölümü tadacaktır."[311]

"Hepinizin dönüşü Onadır."[312]

Bu umumî kaideden hiç kimse kendisini hariç tutamaz. Al­lah'ın en sevdiği kullar dahi ölümün pençesinden kurtulamazlar. Eğer ölümden kurtulan birisi olsaydı, hiç şüphesiz Sevgili Pey­gamberimiz olurdu. Fakat o da vefat etti. Yüce Allah Habibine hitaben,

"Senden önce hiçbir beşere ölümsüzlük vermedik"[313]

bu­yurarak bu gerçeğe dikkat çekmiştir. İzahını yaptığımız hadiste de Cebrail (a.s.) Peygamberimize (s.a.v.) ve onun şahsında üm­metine bunu hatırlatmıştır.[314]

 

İnsanlarda Bulunması Güzel Olan Üç Şey

 

489. Ali (r.a.) rivayet ediyor:

Resûlullah (s.a.v.),

"Şu üç şey kimde yoksa o benim ve Allah'ın beğendiği bir yaşayış tarzı üzere değildir" buyurdu.

"Onlar nedir, ey Allah'ın Resulü?" denildi. Şöyle buyur­du:

1. Cahillerin kabalığına aldırış ettirmeyen bir hilim,

2. İnsanlarla hoş geçineceği bir ahlâk,

3. Kendisini Allah'ın haramlarından alıkoyan bir takva."[315]

 

İzah

 

Bu ve sonraki hadiste geçen "hilim" yumuşak huyluluk de­mektir. Bu iki hadiste yumuşak huyluluk övülmektedir. Hilim daha pekçok hadiste övülmüştür. Meselâ bir hadiste hilim, Allah ve Resulünün sevdiği bir haslet olarak vasıflandırılırken,[316] bir başka hadiste peygamberlerin ahlâkından olduğu bildirilmiştir.[317]

Peygamberimiz yine bir hadislerinde, Müslümanın hilim saye­sinde gece nafile olarak namaz kılan, gündüz de nafile olarak oruç tutan kimselerin seviyesine yükseleceğini bildirmiştir.[318]

Hadiste hilim sahibi birinin câhillerin kabalığına aldırış etme­mesi gerektiği nazara verilmiştir. Başka bir hadiste ise cahilane davranana hilimle, yumuşaklıkla karşılık vermekle Allah katında yüksek derecelere ulaşılabileceği nazara verilmiştir.[319] Çünkü câhil, ne yaptığını, ne söylediğini bilmeyen kimsedir. Dolayısıyla böylelerinin hareket ve sözlerini nazara alarak onlarla sataşmaya, kavgaya girmek yersizdir. Nitekim câhillerin sataşmalarına aldırış etmeyenler Kur'ân'da da şöyle övülürler:

"Rahmân'ın makbul kulları onlardır ki, yeryüzünde ağırbaşlı­lık ve alçak gönüllülükle yürürler. Câhiller onlara sataştığında ise 'Selâmetle' deyip geçerler."[320]

Son olarak Allah'ın bir isminin de "el-Halîm" olduğunu ifâde edelim.[321]

Hadiste ikinci olarak, insanlarla hoş geçinecek ahlâk övülmek­tedir. Bu konu üzerinde bir önceki hadisin izahında durmuştuk.

Üçüncü olarak da kişiyi Allah'ın haramlarından alıkoyan takva övülmektedir. Takva, kişinin Allah korkusundan dolayı haramla­ra girmemesi demektir. İnsanların Allah'tan duydukları korku de­rece derecedir. Herkes imanın kuvveti nisbetinde Allah'tan kor­karlar. İşte hadiste kişiyi haramlardan alıkoyabilecek derecedeki bir korku övülmektedir.[322]

 

İlmin Ve Hilmin Fazileti

 

490. Ali (r.a.) rivayet ediyor:

"İlmin hilme eklenmesinden daha faziletli iki şey birbirine eklenmemiştir."[323]

 

İzah

 

Bir önceki hadiste hilimle ilgili açıklamada bulunmuştuk. Bu­rada konu üzerinde biraz daha duracağız.

Peygamberimiz (s.a.v.) bir hadislerinde de ilim ve hilim hakkında şöyle buyuruyor:

"İlim tahsil edin. İlmin yanında ağırbaşlılık ve yumuşak huylu olmayı da öğrenin. Talebelerinize, öğretmenlerinize karşı yumu­şak davranın. Cehaleti hümine galip gelen zâlim âlimlerden olma­yın."[324]

Resûlullah (s.a.v.) bir hadislerinde de Allah'tan kendisini ilimle zenginleştirip, hilimle süslemesini istemiş,[325] başka bir ha­dislerinde de ilimle hilmin nasıl elde edilebileceğinin yolunu göstererek şöyle buyurmuştur:

İlim ile hilmin beraber zikredildİği bir hadis ise şöyledir:

"İlim, öğrenmekle ve zorluk çekmekle; hilim de ahlâkı güzel­leştirmeye gayret göstermekle elde edilir."[326]

 

Rızık Günah Ve Sevaba Göre Verilmez

 

491. Ebû Said el-Hudrî (r.a.) Resûlullahın (s.a.v.) şöyle buyurduğunu işittiğini rivayet ediyor:

"Günahlar rızkı azaltmaz, sevaplar da rızkı çoğaltmaz. Ve duayı terketmek günahtır."[327]

 

İzah

 

Hadis, rızkın takdirinde günah veya sevabın tesirinin olmadı­ğını ifâde etmektedir. Yani Allah günah işlemeyenlere çok, günah işleyenlere az rızık vermeyeceğini açıklamaktadır. Tam tersine bazan günahkârlara daha çok rızık vererek bununla kullarını imtiha­na tâbi tutar. O günahkâr kul Allah'ın kendisine fazla rızık verme­sini, Onun kendisini sevdiği mânâsında anlar. "Yaptığım şeyler demek ki günah değil. Bak Allah bana senden daha çok mal ve­riyor" diyerek ibâdetine devam eden kullara karşı övünür. Evet, rızkın fazla veya az olmasının kişinin itaatkâr veya günahkâr olmasıyla ilgisi bulunmamaktadır.

Hadiste dikkat çekilen bir husus da duâ etmemenin günah ol­duğudur. Çünkü duâ da bir kulluktur, ibâdettir. Dolayısıyla duâ etmeyen bu ibâdeti terk etmekle günah işlemiş olmaktadır.

 

Namazda Tâdil-i Erkan

 

492. Enes (r.a.) rivayet ediyor:

Resûlullah (s.a.v.) mescidde namazın rükû ve secdeleri­ni tamamlamayan bir adam gördü. Ona,

"Allah rükû ve sec­delerini tamamlamayan birinin namazını kabul etmez" bu­yurdu.[328]

 

İzah

 

Namazın rükû ve secdelerine dikkat etmeye tâdil-i erkan deni­lir. Tâdil-i erkan, kıyamda iken dim dik, rükûda iken belin dümdüz durması, rükûdan kalktıktan sonra secdeye gitmeden önce beli iyice doğrultmak ve "sübhanallah" deyecek kadar öylece bek­lemek, iki secde arasında da "sübhanallah" deyecek kadar otur­maktır. Kısaca, namazı aceleye getirmeden hakkını vererek kıl­maktır. Zaten ilâhî bir hediye olan namazın zevkine varmak, bü­tün rükünlerini eksiksiz yapmak, aceleye getirmemekle mümkün­dür.

Tâdil-i erkân, İmam Ebû Yusuf ve İmam Şafiî'ye göre farzdır. Bu imamlara göre, tâdil-i erkâna riâyet edilmeden kılınan namaz­ları yeniden kılmak gerekir. Delilleri, "Rükû ve secdede belini düz tutmayan kimsenin namazı sahih değildir" hadisidir.[329] Bu imamların bir başka delilleri de Ebû Hüreyre'nin (r.a.) rivayet et­tiği şu hadistir:

"Resûlullah (a.s.m.) mescidin bir tarafında otururken içeri bir zât girdi, namaz kıldı, sonra selâm verdi, oturdu. Peygamberimiz selâmını aldıktan sonra,

"Dön ve tekrar namaz kıl. Sen namaz kıl­mış sayılmadın" buyurdu.

Bu durum üç defa tekrarlandı. O zât Peygamberimizden tarif etmesini isteyince, Resûlullah şöyle buyurdu:

"Namaz kılmak istediğinde tam bir abdest al, sonra kıbleye dön, tekbir al. Sonra vücud azaların yatışıncaya kadar rükûda dur. Sonra başını kaldırıp ayakta düzgün duruncaya kadar kıyam­da kal. Sonra sükûnet buluncaya kadar secde yap, sonra kalk vücudun sakinleşinceye kadar otur. Bundan sonra bütün namaz­larını böyle kıl."[330]

İmam-ı Âzam ve diğer talebesi İmam Muhammed'e göre ise tâdil-i erkân farz değil vaciptir. Terki durumunda ise sehiv (yanıl­ma) secdesi gerekir, namaz yeniden kılınmaz. Ezan Cami Namaz ve Büyük İslâm ilmihali isimli eserlerimize bakınız.[331]

 

Seccade Üzerinde Namaz Kılmak

 

493. Enes (r.a.) rivayet ediyor:

Resûlullah (s.a.v.) bir hasır üzerinde namaz kıldı. [332]

 

İzah

 

Asr-ı Saadette namazlar toprak üzerinde kılınıyordu. Camiler­de şimdi olduğu gibi halı serili değildi. Zemin topraktı. Yukarı­daki hadiste Peygamberimizin (s.a.v.) bazan namazını hasır üze­rinde kıldığı bildirilir. Bu bir nevi seccade sayılabilir.

Ancak namaz kılmak için seccade kullanmak şart değildir. Te­miz olmak şartıyla toprak üzerinde namaz kılınabileceği gibi, halı üzerinde de namaz kılınabilir. Halının temiz olduğu biliniyorsa, üzerine ayrıca bir seccade sermeye gerek yoktur.[333]

 

Kışın Oruç Tutmak

 

494. Enes (r.a.) rivayet ediyor:

"Kişin oruç tutmak, meşakkatsiz elde edilen bir ganimet­tir."[334]

 

İzah

 

Oruç ibâdetini zorlaştıran günlerin uzun olması ve hararetin fazlalığıdır. Gerek günlerin uzunluğu, gerekse hararetin fazlalığı yaz günleri için geçerlidir. Dolayısıyla yaz günleri oruç tutmak zordur. Kış ise böyle değildir. Çünkü hem kış günleri kısadır, hem de insan kış günlerinde suya fazla ihtiyaç duymaz. Bunun içindir ki, Peygamberimiz (s.a.v.) yukarıdaki hadislerinde kış or­ucunu, meşakkatsiz, savaşsız elde edilen ganimete benzetmiştir.[335]

 

Arefe Günü Orucu

 

495. Ebû Katâde (r.a.) rivayet ediyor:

"Arefe günü oruç tutmak, birisi geçmiş, birisi de gelecek sene olmak üzere iki senenin küçük günahlarına keffârettir."[336]

 

Cennet Ehlinde Artış Olmaz

 

496. Ebû Hüreyre (r.a.) rivayet ediyor:

Resûlullah (s.a.v.),

"Şüphesiz Allah Cenneti yarattı ve ona girmesi için aşiretlerden, kabilelerden kimseler yarattı. Onların sayısı ne artar, ne de eksilir" buyurdu.

Birisi, "Öyle ise niçin amel işleyelim?" diye sordu.

Resûlullah (s.a.v.),

"Amel işleyin, herkes yaratıldığı şe­ye erecektir" buyurdu.[337]

 

İzah

 

Cennet ehlinin yaratılmış olması, Allah'ın kendi iradesiyle bir kısım insanları Cennet ehli olarak, bir kısım insanları da Cehen­nem ehli olarak yarattığı mânâsına gelmez. Çünkü böyle olması imtihan sırrını ortadan kaldırır. Bu ve benzeri hadisler, Allah'ın Cennet için cüz'i irâdesini hayır yolunda kullanacak, Cehennem için de cüz'i irâdesini şer yolunda kullanacak kimseler yarattığı şeklinde anlaşılmalıdır. Yani kişinin Cennetlik ve Cehennemlik amel işlemesinde Allah'ın hiçbir zorlaması söz konusu değildir. Zaten Sahabînin Resûlullahın sözünü sanki Cennetlikleri Allah'ın tamamen kendi iradesiyle yarattığı şeklinde anlayıp "Öyle ise ni­çin amel işleyelim?" şeklindeki sorusuna Peygamberimizin ver­diği cevap, Allah'ın Cennetlikleri kendi iradesiyle seçmediğini, buna layık olan kullarını oraya koyacağını gösterir.

Sayının değişmemesi ise, Allah Cenneti de, Cehennemi de sayısını kendisinin bildiği kimselerle dolduracağı mânâsına gelir. Allah, daha Cenneti yaratır yaratmaz kıyamete kadar yaratacağı kullarından kaç kişiyi Cennete koyacağını ve bunların kimler ol­duğunu biliyordu. Dolayısıyla Allah'ın bildiği bu sayıda artma ve eksilme olmayacaktır. Hadis bunu ifâde eder.[338]

 

Hz. Ali İle Kur'ân Birbirinden Ayrılmaz

 

497. Ümmü Seleme (r.a.) Resûlullahın (s.a.v.) şöyle buyurduğunu işittiğini rivayet ediyor:

"Ali Kur'ân ile, Kur'ân Ali ile beraberdir. Bu ikisi Kevser Havzının başına yanıma gelinceye kadar birbirinden ayrıl­maz."[339]

 

İzah

 

Peygamberimiz Allah'ın bildirmesiyle, Hz. Ali'nin elini hadi­selere ve dahilî fitnelere maruz kalacağını görmüştü. Hz. Ali'yi ümitsizlikten, Müslümanları da onun hakkında yanlış düşünceler­den kurtarmak için, "Ben kimin efendisi isem, Ali de onun efen­disidir, gibi hadislerle Hz. Ali'yi tesellî, ümmetini de irşad et­miştir.

İşte yukarıdaki hadis de bu tesellî ve irşadlardan birisidir. Peygamberimiz bu hadisleriyle hem Hz. Ali'yi sonraki yıllarda maruz kalacağı suçlamalara karşı tesellî etmiş, hem de ümmetini bu suçlamalara inanmamaları konusunda irşad etmiş, Hz. Ali'nin Kur'ân'la beraber olacağını, ondan asla ayrılmayacağını bildir­miştir. Nitekim 670, 691, 720, 754 numaralı hadislerde gelecek olan Haricîler, Hz. Ali gibi fazîlet ehli ve ilimle dopdolu birini Kur'ân'a karşı gelmekle itham etmişlerdir. Siffîn Savaşından sonra hakemleri kabul ettiği için Onu Kur'ân'ın hükmünü bırakıp insanların hükmüne tâbi olmakla suçlamışlardır. Hz. Ali de onla­ra verdiği cevabında Kur'ân'a olan bağlılığını şu sözlerle ifâde etmiştir:

"Ben iki hakemin Kur'ân'ın hükümlerine itaat etmeleri, yasak­larından kaçınmaları şartıyla verecekleri hükme razı olurum. Kur'ân'ın hükümlerine uygun hüküm verirlerse, kesinlikle bize bu hükme karşı hareket etmek düşmez. Şayet Kur'ân'm hüküm­lerine muhalefet ederlerse, biz zâten onların verecekleri hükme uymayız.

"Biz bu konuda insanların hüküm vermelerini kabul etmiş değiliz. Kur'ân'ın hükmünü talep ediyoruz. İşte bu Kur'ân, iki kapak arasında, satırlarla yazılmış, dili olmayan bir kitaptır. O an­cak insanlar okuduğunda konuşur ve hükmü açıklar."

Hz. Ali bu sözleriyle Peygamberimizin mucizâne verdiği ha­beri de tasdik ediyordu.[340]

 

Kur'ân'dan Bir Ayeti İnkar Edenin Durumu

 

498. Abbas (r.a.) rivayet ediyor:

"Kim Kur'ân'dan bir âyet inkar ederse, o, kâfir olmuştur."[341]

 

İzah

 

İnanç esaslarından birisi de kitaplara imandır. Bir insanın Müslüman sayılabilmesi için Allah'ın peygamberlerine indirdiği kitapların tamamına Allah'ın indirdiği şekliyle inanması gerekir. Tevrat, Zebur, İncil veya Kur'ân'dan birisine inanmayan biri Müslüman sayılmaz. Kur'ân'ın tamamına inanmayan biri kâfir olabileceği gibi, Kur'ân'ın sadece bir sûresine, hatta hadiste de ifâ­de edildiği gibi, bir âyetine dahi inanmayan kimse Mü'min sa­yılmaz. Müslüman olduğu halde sonradan inanmayan kimse ise İslâm dâiresinden çıkmış olur.[342]

 

Ümmet Yetmiş Üç Fırkaya Ayrılacak

 

499. Enes (r.a.) rivayet ediyor:

"Bu ümmet yetmiş üç fırkaya ayrılacak. Bunların bin dı­şında hepsi Cehennemdedir."

"Cennette olan bir fırka hangisidir?" denildi.

"Ben ve Ashabımın yolunda giden fırka" buyurdu. [343]

 

İzah

 

Bu hadisin verdiğimiz kaynaklarda geçen bir rivayeti de şöy­ledir:

"Yahudiler yetmiş bir veya yetmiş iki fırkaya ayrıldı. Benim ümmetim ise yetmiş üç fırkaya ayrılacaktır. Bunlardan yetmiş iki­si Cehennemde, biri Cennettedir. Cennette olan fırka Kur'ân ve Sünnet etrafında toplanan fırkadır."

Bu hadisi Ehl-i Sünnet dâiresi içindeki cemaatlara ve tarikatla­ra tatbik etmek yanlıştır. Ehl-i Sünnet içerisindeki bütün cemaat­lar ve tarikat mensuplarının amelleri iyi ise Cennette olan gruba dahildirler. Cehennemde olan yetmiş iki fırka Ehl-i Sünnetin dı­şında olan ehl-i bid'a mezhepleridir. Zeydiyye ve Câferiyye mez­heplerinin Ehl-i Sünnetle aralarında temel meselelerde bir ayrılık olmadığı için, amellerine göre firkâ-i nâciyeden olmalarını ümit ediyoruz.[344]

 

İsa (a.s.) İnecektir

 

500. Ebû Hüreyre (r.a.) rivayet ediyor:

"Dikkat edin! İsa bin Meryem ile benim aramda peygam­ber yoktur. Dikkat edin! o benden Sonra ümmetim içinde halifemdir. Deccâli öldürecek, hacı kıracak. Cizyeyi ve sa­vaşı kaldıracak. Dikkat edin, sizden ona kavuşan selâm söylesin."[345]

 

İzah

 

Pekçok âyet-i kerimede Kıyametin kopacağı, insanlarla bir­likte bütün kâinatın ölümü tadacağı bildirilmektedir.[346] Yüce Allah, insanın ecelini ömrüne gizlediği gibi, Kıyametin vaktini de kâina­tın ömrüne gizlemiştir. Bununla beraber, Kıyamete yakın onu ha­ber veren bâzı alâmetler ortaya çıkacaktır. İşte bu alâmetlerden bi­risi de, Hz. İsa'nın yeryüzüne inmesidir. Yüce Allah bir âyette,

"İsa kıyamet için bir alâmettir"[347] buyurmuştur.

Hz. İsa'nın eliyle bir mucize eseri olarak ölülerin hayat bulması öldükten sonra di­rilmeye bir delil teşkil ettiği gibi, onun semâdan yeryüzüne inme­si de, kıyametin yaklaştığını gösteren alâmetlerdendir. Nitekim Hz. isa'nın yeryüzüne inmesinin kıyamet alâmetlerinden oldu­ğunu ifâde eden pekçok hadis-i şerif vardır. Bunlardan bâzıları şu mealdedir:

"Sizler on alâmeti görmedikçe hiçbir zaman Kıyamet kop­maz....İsa'nın (a.s.) inmesi."[348]

"Hayatım kudret elinde olan Allah'a yemin ederim ki, Meryemoğlu [İsa'nın] âdil bir hâkim olarak içinize inmesi yakındır."[349]

"Meryemoğlu İsa sizin yanınıza indiği zaman devlet başka­nınız kendinizden, namazda imamınız olduğu [İsa da (a.s.) nama­zınıza uyduğu] zaman bakalım nasıl olursunuz."[350]

İşte Peygamberimiz yukarıdaki hadislerinde de Hz. İsa'nın ineceğini, Deccalı öldüreceğini, hacı kıracağını, cizyeyi ve savaşı kaldıracağını bildirmektdir. Müsned'de geçen bir rivayette ise bunlara ilâveten, yer yüzüne emniyet ve güvenin yerleşeceği, de­venin arslanla, kaplanların sığırlarla, koyunun kurtlarla otlayacağı, çocukların yılanlarla oynayacağı, bunların birbirlerine zarar vermeyeceği, Allah'ın dilediği bir müddet yeryüzünde kalacağı, sonra vefat edeceği bildirilmektedir.[351]

Hadiste ifâde edilen Deccal da yine kıyametin büyük alâmetlerindendir. Kıyametten bir müddet önce çıkacak, büyü ve yalan­larla hakkı bâtıl ile karıştıracak, hakkı bâtıl, bâtılı hak olarak gös­terecek, münâfıkâne iş görecek ve insanlara "Ben sizin Rabbinizim" diyecek bir yalancıdır.

İfâde edilen haçın kırılması, domuzun öldürülmesi, cizyenin kaldırılması, Müslümanların yayılacağından kinayedir. Devenin arslanla, kaplanların sığırlarla, koyunların kurtlarla otlaması, çocukların yılanlarla oynaması ise, emniyetin yerleşeceğinden ve kimsenin kimseye zarar vermeyeceğinden kinayedir.

Demek oluyor ki, Hz. İsa'nın kıyamete yakın yeryüzüne ine­ceği kesindir. Burada hatıra bir suâl geliyor: Resûlullah (a.s.m.) son peygamber olduğuna ve peygamberlik kapısı onunla kapa­tıldığına göre, bir peygamber olan Hz. İsa'nın gönderilmesi nasıl olacaktır?

Evet, Peygamberimizle peygamberlik kapısı kapatılmıştır. O, Hatemü'l-Enbiyâdir. Ondan sonra bir peygamberin gelmesi düşünülemez. Zaten Hz. İsa da bir peygamber olarak değil, Pey­gamberimize ümmet olarak gelecek ve onun şeriatiyla amel ede­cektir. Nitekim Peygamberimiz bir hadislerinde, "Eğer İsa hayat­ta olsa bana uymaktan başka birşey yapmaz"[352] buyurmuştur.

Müslim'de yer alan başka bir hadiste de, Hz. İsa'nın sünnet-i seniyyeye tâbi olacağı açıkça bildirilmektedir.[353]

Alimler de bu konuyla ilgili olarak şöyle derler:

"Hz. İsa, şeriat-ı Muhammediyeyi tekrar ve tecdidle görevli­dir. İslâmla amel edecek tek peygamber Hz. İsa'dır: O, dinin hor ve hakir görüldüğü, itildiği bir zamanda gelip âdil bir hâkim ola­rak vazife yapacaktır. Yeryüzüne inmeden önce o günün şartla­rında İslâmla ilgili gerekli her türlü bilgiyi öğrenmiş olarak gön­derilecek ve geldiğinde bunları tatbik edecektir."[354]

Fıkh-ı Ekber Aliyyü'l-Kârî Şerhi'nde de İsa'nın (a.s.) Hz. Peygamberin şeriatına uyduğu ortaya çıkması için, Mehdîye uya­cağı ve onun ardında namaz kılacağı şeklinde bir hadise yer veril­mektedir.[355]

Zaten izahını yaptığımız hadiste de Peygamberimiz İsâ'ın (a.s) kendisinin halifesi olacağını bildirerek bu konuya açıklık getir­mektedir.

Bediüzzaman, Hz. İsa'nın inmesini, Hıristiyanlık dininin tasaffî ederek hurafelerden arınması, tevhide şeklinde yorumlar. Ayrıca onun maddeten inmesinin de mümkün olduğunu söyler. Tafsilat için Bediüzzaman'ın Yorumları Işığında Kıyamet Alâmet­leri isimli eserimizin 223-237. sayfalarına bakılabilir.[356]

 

Dünya Üzüntüsü İle Güne Başlamak

 

501. Enes bin Mâlik (r.a.) rivayet ediyor:

"Kim dünya için üzüntülü olarak güne başlarsa, Rabbini kızdırmış olarak güne başlamış olur. Kim kendisine isabet eden musibetten dolayı sızlanır, şikâyet ederek sabahlarsa, Allah'tan şikâyet etmiş olur. Kim malından yararlanmak için bir zenginin yanında küçülürde onun eliyle bir nimete kavuşursa, Allah'ı kızdırmış olur. Kime Kur'ân ihsan edil­miş olur da, o kimse Cehenneme girerse, Allah'tan uzak bir hayat yaşadığı için Cehenneme girmiştir."[357]

 

Zehirli Hayvanlara Ve Nazara Karşı Okunacak Dua

 

502. İbni Abbas (r.a.) rivayet ediyor:

Resûlullah (s.a.v.) Hasan ve Hüseyin'e okur ve şöyle duâ ederdi:

"Her nevi şeytandan, her çeşit zehirli hayvan ve gü­nahkâr gözden koruması için Allah'ın mükemmel kelimeleri ile size duâ ederim."[358]

 

İmanın Tadını Aldıran Üç Şey

 

503. Enes bin Mâlik (r.a.) rivayet ediyor:

"Şu üç şey kimde bulunursa imanın tadını almış olur. Bunlar: (1) Allah ve Resulünün kendisine herşeyden daha sevimli olması, (2) Allah kendisini küfürden kurtardıktan sonra, ateşe atılıp yanması, tekrar küfre dönmekten kendi­sine daha sevimli gelmesi, (3) sadece Allah rızası için sev­mesi ve sadece Allah rızası için kızması."[359]

 

İzah

 

Tad yenilen şeylerde olur. İman ise yenilen şeylerden değildir. Öyle ise "îmanın tadını bulur" ifâdesi mecazdır. İman bala benze­tilmiştir.

Allah'a kullukta gerçekten büyük lezzet vardır. Cüneyd-i Bağ­dadî, bunu ifâde için, "Gece ibâdetine devam edenler için ibâdet, eğlence sahipleri için eğlence yapmaktan daha lezzetlidir" demiş­tir. İbrahim bin Ethem de, "Vallahi biz öyle bir lezzet içerisin­deyiz ki, hükümdarlar bu lezzeti bilmiş olsalardı, bunun için bize savaş açarlardı" diyerek imandaki, kulluktaki lezzeti açıklamıştır.

Hadiste üç şeyin sayılması, bunlar kalbe âit ameller oldu­ğundan bunlara riya, gösteriş karışmadığı içindir.

İmam Muhyiddin Nevevî, "Bu hadis, İslâmın esas kaidelerin­den büyük bir kaidedir" derken, Buhârî'yi şerheden âlimlerden Bedrüddin Aynî buna ilâveten şöyle der:

"Nasıl büyük bir kaide olmasın ki; bu hadiste imanın aslını, hattâ aynını teşkil eden Allah ve Resûlullah sevgisi vardır. Ger­çekte Allah ve Resûlullah sevgisi, Allah'tan başkasını sevmemek ve küfre dönmekten tiksinmek, imanı kuvvetli, kalbi imana yat­kın ve imanı etiyle kanına karışmış olan kimselere müyesserdir. İşte imanın tadını bulacak olan ancak bunlardır."

Kulun Allah'ı sevmesi, Onun emirlerine uyarak ibâdet ve kul­lukta bulunmayı, emirlerine karşı gelmemeyi gerektirir. Ayrıca Allah sevgisi, Ondan gelen musibetlere, Onun uğrunda çekilen sıkıntılara rıza nazarıyla bakmayı, şikâyetçi olmamayı, sabretmeyi icab ettirir.

Peygamberi (s.a.v.) sevmek de, onun getirdiği şeriatı benim­semekle, sünnetine uymakla mümkündür.

İmanın tadını aldıran şeylerden birisi de ateşe atılıp yanmayı tekrar küfre dönmeye tercih etmektir. Diğer bir ifâde ile ateşe atılıp yanmayı ne kadar sevimsiz görüyorsa, imandan sonra küfre dönmeyi de o derece sevimsiz görmektir. Buhârî, bu hadisi, imandan dönmesi istenilen birinin kendisine dili ile inkar etmesi için ruhsat verilmiş olsa da azimetle amel ederek ölünceye kadar mü'min kalmanın faziletine delil olarak zikretmiştir.

Hadis, Müslümanları birbirlerini başka bir menfaat için değil, sadece Allah için sevmeye de teşvik etmektedir. Kişinin bunu ya­pabilmesi de yine Allah sevgisinden kaynaklanır. Allah'ı layıkı ile sevebilen kullar, Müslümanları da yine Allah için severler. Bir in­san bir kardeşini Allah için severse, bu sevgi, ondan bir menfaat göıdüğünde artmayacağı gibi, beklediği menfaata kavuşamaması durumunda da azalmaz. Yine Allah için sevdiği kimseden gelen sıkıntılar da bu sevgiyi azaltmaz.

Aynı şekilde hadis düşmanlık duymanın ölçüsünü de veriyor. Bir Müslümanın Müslüman kardeşlerine öyle sıradan şeyler için düşmanlık beslememesi gerektiğini, Allah düşmanlarına, Allah için düşmanlık beslemek gerektiğini ders veriyor.[360]

 

Hakkı Söylemekten Geri Durmamak

 

504. Ebû Said el-Hudrî (r.a.) Resûlullahın (s.a.v.) şöyle buyurduğunu rivayet ediyor:

"Doğru olmayan birşey gördüğünüzde veya işittiğinizde, insanların heybeti, hakkı söylemekten sizi alıkoymasın."[361]

 

Öfkeli İken Hüküm Vermemek

 

505. Ebû Bekre (r.a.) rivayet ediyor:

"Hakim, öfkeli iken iki kişi arasında hüküm vermesin."[362]

 

İzah

 

Kur'ân-ı Kerim'de bir çok âyette adalet emredilir. Meselâ bu âyetlerden birisi şu mealdedir:

"Allah adaleti, iyilik yapmayı ve iyi kullukta bulunmayı, akra­baya ikramda bulunmayı emreder; fuhşiyatı, kötülüğü ve azgınlı­ğı yasaklar. Allah düşünüp ibret almanız için size böyle öğütler verir."[363]

Başka bir âyet-i kerime ise şu mealdedir:

"Muhakkak ki Allah size emânetleri ehline vermenizi ve insan­lar arasında hükmettiğiniz zaman adaletle hükmetmenizi emreder. Gerçekten Allah bu emriyle size ne güzel öğüt veriyor. Şüphesiz Allah herşeyi hakkıyla görür."[364]

Dinimizde adaletin emredilmesinin yanı sıra adaletin tecellisine gölge düşürebilecek şeyler de yasaklanmıştır. İşte bunlardan biri­si de yukarıdaki hadiste yasaklanan öfkeli iken hüküm vermektir. Çünkü öfke sıhhatli düşünmeye mânidir. Böyle olunca öfkeli iken hüküm veren hâkimin her zaman için isabet edeceği düşü­nülemez.[365]

 

Camilere Devam Etmek

 

506. İbni Ümmü Mektûm rivayet ediyor:

Resûlullaha (s.a.v.) gelerek, "Ya Resûlallah, ben gözü görmeyen ve evi mescide uzak olan biriyim. Bana kılavuz­luk edecek kimse yok. Namazımı evimde kılmama ruhsat var mı?" diye sordu(m).

Resûlullah (s.a.v.),

"Ezanı duyuyor musun?" buyurdu.

"Evet" dedi(m).

"Senin için ruhsat bulamıyorum" buyurdu.[366]

240 numaralı hadisin izahına bakınız.[367]

 

Son Nefeste İmanlı Gitmek

 

507. Enes (r.a.) rivayet ediyor:

"Kim ölümü esnasında "Ben şehadet ederim ki Allah'tan başka ilah yoktur ve Muhammed onun Resulüdür" derse, Cennete girer."

161 numaralı hadisin izahına bakınız.[368]

 

Cennet Kadınlarının Şarkıları

 

508. Abdullah bin Ömer (r.a.) rivayet ediyor:

"Cennet ehlinin hanımları, kocaları için hiç kimsenin asla işitmediği güzel seslerle şarkı söylerler. Söylediklerinin içinde şu sözler de vardır:

"Biz çok güzeliz. Hayat bahşederiz. En şerefli kimselerin hanımlarıyız. Bakışları neşe ve sevinç verir."

Ayrıca şunları da söylerler:

"Biz ebedî kalacağız. Asla ölmeyeceğiz. Biz güven için­de mutluyuz. Hiç korkumuz yoktur. Biz hep buradayız, Cennetteyiz. Başka yere göçmeyeceğiz."[369]

 

Peygamberimizin Sabah Namazındaki Duası

 

509. Ümmü Seleme (r.a.) rivayet ediyor:

Resûlullah (s.a.v.) sabah namazından sonra şöyle duâ ederdi:

"Allah'ım, ben Senden temiz rızık, faydalı ilim ve kabul edilmiş amel istiyorum."[370]

 

Allah'ın Yardım Edeceği Kimseler

 

510. Câbir bin Abdullah (r.a.) rivayet ediyor:

"Allah'a güvenerek ve sevabını da Allah'tan bekleyerek şu üç şeyi yapan kimseye yardım etmesi ve mübarek kıl­ması Allah üzerine bir hak olur. Bunlar:

1. Allah'a güvenerek ve sevabını da Allah'tan bekleyerek bir köleyi hürriyetine kavuşturan kimseye yardım etmesi ve mübarek kılması Allah üzerine bir hak olur.

2. Allah'a güvenerek ve sevabını da Allah'tan bekleyerek evlenen kimseye yardım etmesi ve mübarek kılması Allah üzerine bir hak olur.

3. Allah'a güvenerek ve sevabını da Allah'tan bekleyerek ölü bir toprak parçasını ekilip biçilen bir hale getiren kimse­ye yardım etmesi ve mübarek kılması Allah üzerine bir hak olur."[371]

 

İzah

 

Bununla ilgili bir başka hadis şu mealdedir:

"Üç grup insana Allah muhakkak yardım eder. Bunlar; sahi­biyle anlaşma yaparak hürriyete kavuşmak için borçlanan ve bunu ödemek isteyen köle, namus ve iffetini muhafaza etmek düşüncesiyle evlenmek isteyen ve Allah yolunda cihad eden kim­selerdir."[372]

İzahını yaptığımız hadisde üç şeyi yapana Allah'ın yardım edeceği ve yaptığı işleri kendisi için mübarek kılacağı bildiriliyor. Bunlardan birincisi, bir köleyi hürriyetine kavuşturmak.

Bilindiği gibi, kölelik tarihin ilk devirlerinden itibaren vardı. Köleliği ilk olarak İslâmiyet başlatmadı. Dinimiz, köleliliği birden kaldırmamakla beraber, zaman içerisinde kaldırmayı hedefledi.

Ayrıca köleleri hürriyetine kavuşturmayı teşvik etti ve bunun için bâzı hükümler getirdi. Şöyle ki:

Bir mü'min bâzı hatâ ve kusurlarına karşılık, günahlarını affettirebilmek için keffaret ödemesi icab eder. Bir mü'mini yanlışlıkla öldüren kimsenin karşılığında bir köleyi azad etmesi ve karşı tara­fa diyet ödemesi,[373] yeminini bozan kimsenin köle azad etmesi,[374] bunlardan bâzılarıdır.

Köle azadını teşvik eden bir diğer husus da "mukâteb"liktir, Bu, efendisi tarafından hürriyeti için bir kıymet takdir olunan kö­lenin belirtilen parayı kazanıp ödemesi yoluyla hürriyetini kazanmasıdır. Yüce rabbimiz kullarını buna teşvik etmiştir.[375] Ayrıca di­nen zengin sayılanların vermesi farz olan zekâtın verilmesi gerek­en yerlerden birisinin de mükâtebe köleler olduğunu bildirmiş­tir.[376]

Bir âyet-i kerimede de Müslümanların zekât haricinde verecek­leri en sevaplı sadakalardan birisinin hürriyetine kavuşmak için efendisi ile anlaşan kölelere verilen sadaka olduğu bildirilmiştir.[377]

Köleleri hürriyetlerine kavuşturmayı teşvik eden âyetlerin yanı sıra pekçok hadis de vardır. Bunlardan birisi şu mealdedir:

"Bir kimse erkek veya kadın bir köleyi hürriyetine kavuştu­rursa Allah o kölenin her azası karşılığında o mü'minin bir aza­sını Cehennemden azâd eder."[378]

İşte izahını yaptığımız hadis de bunlardan birisidir. Hadiste Allah'a güvenerek ve sevabını da Allah'tan bekleyerek bir köleyi hürriyetine kavuşturan kimseye yardım etmesinin ve bu işi kendi­si için mübarek kılmasının Allah üzerine bir hak olduğu bildirilerek Müslümanlar buna teşvik edilmiştir. Köleleri hürriyetine ka­vuşturmayı teşvik eden hadislerin yanı sıra dinimizde kölelere birçok haklar da verilmiştir. Bu konudaki tafsilatı Hanımlara Fet­valar isimli kitabımızın 52-62. sayfalarına havale ediyoruz.

Hadiste Allah'ın yardım edeceği bir başka grubun Allah'a gü­venerek ve sevabını da Allah'tan bekleyerek evlenen kimseler ol­duğu nazara verilmiştir. Harama düşmek korkusuyla evlenmek isteyene Allah'ın yardım edeceği, hiç ummadığı yerden ona ih­sanda bulunacağı Kur'ân'da da şöyle bildirilir:

"İçinizden bekâr olanları ve köle ve cariyelerinizden dindar olanlarını evlendirin. Onlar fakir iseler, Allah onları lütfuyla zen­ginleştirir. Allah'ın lütfü geniştir ve O herşeyi hakkıyla bilir."[379]

İzahını yaptığımız hadisten başka Peygamberimiz (s.a.v.) bir hadislerinde de,

"Evlenerek rızkı arayınız" buyurmuştur.[380]

Ancak bu, hiç bir yerden ümidi olmayan, doğru dürüst bir işi bulunmayan birini evliliğe cesâretlendirmemelidir. Çünkü hayat şartları asırlar öncesine göre bilhassa büyük şehirlerde çok değişmiştir. Eskiden eski ve fazla eşyası olmayan bir ev yeterli olurk­en, günümüzün "mimsiz" medeniyeti insanı maddeten çok şeye muhtaç etmiştir. Evlenmeyi düşünen gençler bunu da nazara almalı, en azından fakir hayata alışkın âilelenin kızına talip olma­lıdır.

İzahını yaptığımız hadiste Allah'ın yardım edeceği ve yaptığı şeyi kendisine mübarek kılacağı bir grup da Allah'a güvenerek ve sevabını da Allah'tan bekleyerek ölü bir toprak parçasını ekilip biçilen bir hale getiren kimselerdir. Ölü arazi, hazinenin veya her hangi bir şahsın mülkü olmayan arazi parçalandır. Kendisinden faydalanılamayan araziler, hiçbir işe yaramadıkları için ölüye ben­zetilmişler ve "ölü arazi" diye isimlendirilmişlerdir. Onu tekrar faydalı bir hale getirmeye ise "ihya=diriltme" ismi verilmiştir. Ölü arazi parçası ile ilgili bir başka hadis şu mealdedir:

"Kim bir ölü araziyi ihya ederse, burası onun olur."[381]

Ebû Dâvud'da yer alan bir başka rivayet şöyledir:

"Arz Allah'ın arzıdır, insanlar da Allah'ın kullandır. Kim bir ölü araziyi ihya ederse, o yere o herkesden ziyâde hak sahibi olur."

Hanefîlere ve Mâlikîlere göre bir kimsenin ölü araziyi can­landırıp sahiplenebilmesi için devletten izin alması gerekir. İmam Şâfî'ye, İmam Mâlik'e ve âlimlerin çoğunluğuna göre ise böyle bir izne gerek yoktur.

Ölü bir arazi, bir bina inşâ etmek, sürmek, sulamak veya ağaç dikmekle faydalı bir hale getirildiğinde ihya edilmiş olur.

Dinimiz bu hükümle insanları çalışmaya, atıl kalan arazi parçalarım ihyaya teşvik etmektedir.

Bir beldeye bitişik olup o beldenin merası, çocukların oyun sahası veya mezarlık ölü arazi tanımına girse de hiç kimsenin özel mülkü olamayacağını da burada ifâde edelim. Hatta devlet başka­nı dahi böyle umumun menfaat temin ettiği yerleri bir kimseye bağışlayamaz.[382]

 

Müslümanı Aldatmak

 

511. İbni Mes'ud (r.a.) Resûlullahın (s.a.v.) şöyle bu­yurduğunu rivayet ediyor:

"Bizi aldatan bizden değildir. Tuzak ve hîle ateştedir."[383]

 

İzah

 

Zikrettiğimiz kaynaklarda hadisin Ebû Hüreyre (r.a.) ve Ebu'l-Hamrâ'nın (r.a.) rivayetleri yer alır. Bu rivayetlerde hadi­sin sadece "Bizi aldatan bizden değildir" kısmı kayıtlıdır. Ancak bu kaynaklarda yer alan rivayetler daha uzundur. Hadis en uzun şekliyle Ebû Dâvud ve Tirmizî'de yer alır. Tirmizî'de yer alan Ebû Hüreyre'nin (r.a.) rivayeti şöyledir:

Resûlullah (s.a.v.) satılık bir zahire yığınına uğradı. Elini yığının içine sokunca parmakları ıslandı. Bunun üzerine,

"Ey zahi­re sahibi, nedir bu ıslaklık?" buyurdu.

Adam, "Yağmurdan ıslandı" cevabını verdi.

Bunun üzerine Resûllulah (s.a.v.) şöyle buyurdu:

"Öyle ise müşterilerin görmesi için o ıslak kısmı niçin üste koymadın? Bizi aldatan bizden değildir."

Ebû Dâvud ve Müsned'deki rivayette, Resûlullaha (s.a.v.)  "Elini zahirenin içine sok" diye vahyolunduğu yer alır.

Ticâretin manevî açıdan birçok tehlikeleri vardır. Hadiste bun­lardan biri nazara veriliyor. O da malın ayıbını gizleyerek müşte­riyi aldatmaktır. Hadis, bunun caiz olmadığını, Müslümanların ti­cârette dürüst olmaları, sattıkları malın kusurunu gizlememeleri ve birbirlerini aldatmamaları gerektiğini ders veriyor. Aldatılan bir müşteri malın kusurunu gördükten sonra onu iade etme hak­kına sahiptir.

Diğer taraftan hadis, yetkililerin zaman zaman ticâret mahalle­rini dolaşarak gördükleri aksaklıkları ikaz etmeleri lüzumuna dik­kat çekiyor.

Hadiste geçen "Bizden değildir" ifâdesi, "Bizim sünnetimiz, yolumuz ve ahlakımız üzere değildir" mânâsındadir. Yoksa "Müslüman değildir" mânâsına gelmez.[384]

 

Şahitlikte Doğru Olanı Söylemek

 

512. Ebû Hüreyre (r.a.) rivayet ediyor:

"Allah'a ve âhiret gününe iman eden, bir şeye şahit oldu­ğunda onun hakkında ya doğru olanı söylesin veya sus­sun."[385]

 

İzah

 

504 numaralı hadisin izahında dinimizin adaletin tecellisine çok ehemmiyet verdiği, adaletin tecellisine engel olacak hususları ise yasakladığını ifâde etmiştik. Adaletin doğru tecellî etmesi için gerekli şartlardan birisi de şahitliktir. Dinimizde Müslümanlar bir yandan doğru şahitliğe çağrılırlarken, diğer taraftan da yalancı şahitlikten sakındırılmışlardır. İşte bu hadis bunlardan birisidir. Peygamberimiz (s.a.v.) bu hadisleriyle, Allah'a, Onun huzuruna varıp hesap vereceğine inanan bir insanın ya doğruyu söylemesi veya en azından yalan söylemektense susması gerektiğine dikkat çekmiştir.

Şahidlikle ilgili olarak pekçok ayet-i kerime vardır. Meselâ Ni­sa Sûresinin 135. âyetinde kendi aleyhine de olsa şahidin adaletli olması istenir ve şöyle buyurulur:

"Ey iman edenler! Adalet üzere olun ve Allah için şâhidlik edin kendi aleyhinize veya anne ve babalarınızla akrabalarınızın aleyhine olsa bile. Hakkında şâhidlik ettiğiniz kişi zengin de olsa, fakir de olsa doğruluktan ayrılmayın; çünkü ikisini de Allah siz­den daha iyi gözetir. O halde heveslerinize uyup da adaletten ay­rılmayın. Eğer hakikati değiştirir ve şahitlikten veya adaletten yüz çevirirseniz, şüphesiz ki Allah yaptıklannizm hepsinden haber­dardır."

Furkan Sûresinin 72. âyetinde de yalan şahitlik yapmamak Rahmân'ın makbul kullarının vasıflarından sayılır.

Peygamberimiz de ümmetine yalancı şahitlikten kaçınmaları tavsiyesinde bulunmuştur. Bir hadislerinde,

"Yalan yere şahitlik, Allah'a şirk koşmaya denk tutulmuştur" buyurmuş, ardından da

"Putlara tapmak gibi, bir pislikten ve yalan sözden kaçının"[386] âyeti­ni okumuştu.[387]

Her ne kadar hadiste "ya doğru olanı söylesin, ya da sussun denilmişse de, bildiği halde şahitliği gizlemek de dinimizde ya­saklanmıştır. Bununla ilgili olarak bir âyette şöyle buyurulur:

"Hakkı bâtılla karıştırmayın ve bildiğiniz halde hakkı gizle­meyin."[388]

Aynı Sûrenin 282, âyetinde de şâhidlerin şâhidliğe çağrıldık­larında bundan kaçınmamaları ve hakikati saklamamaları istenir. 283. âyet-i kerimede ise şöyle buyurulur:

".. .Şâhidiiği de sakın gizlemeyin. Kim şâhidlikten kaçınır ve­ya bildiği halde hakikati açıklamayıp gizlerse, kalbini büyük bir günahla kirletmiş olur...."[389]

 

Namaz Gözün Nurudur

 

513. Enes (r.a.) rivayet ediyor:

"Namaz gözümün nuru kılındı."[390]

 

İzah

 

İslâmın beş esasından biri olan namaz, dinin direğidir. Na­mazla ilgili pekçok âyet ve hadis vardır. Peygamberimiz bu ha­dislerinde de namazın ehemmiyetine dikkat çekmiştir.

"Gözümün nuru kılındı"

buyurarak namazı çok sevdiğini ifâde etmiştir. Bu­nu sadece ifâde etmekle kalmamış, fiilen de bu sevgiyi göster­miştir. Farz namazların dışında ayakları şişinceye kadar nafile na­maz kılmıştır.

Peygamberimizin (s.a.v.) namaz için "Gözümün nuru" tabiri­ni kullanması, onu çok sevdiği anlamına geldiği gibi, Dr. Zeki Çıkman'a göre namazın göz için müsbet tesiri de vardır. O bu­nunla ilgili olarak şöyle der:

"Gözün namazdaki tâdil-i erkânı, namazın karanlıkta kılınma­sının mekruhluğu, gözlerin namazda kapalı olmasının mekruhluğu, gözümüzün katarakt ve glokom'dan (karasu hastalığından) korunması için hususî işaretler olup, 'îki gözümün nuru namaz' hadisi, namazın değer verilen, sevilen bir kıymet olduğunu anlat­tığı gibi, 'İki gözüme nur veren namaz' ibaresinin de saklı olduğu kanaatindeyiz. Kişi sevdiği ile karşılaştığı zaman 'Seni görünce gözüm gönlüm aydınlandı' diyerek psikolojik bir sevinci ifşa et­tiği gibi; namaz direkt olarak maddî gözümüzün sağlığında da et­kilidir. Gözün içindeki lens denilen uyumla ilgili merceğin anato­mik, fizyolojik ve biyolojik hususiyetlerini bilenler bu ifâdelerin gerçekliğini daha iyi anlayacaklardır."[391]

 

Haya İmandandır

 

514. Salim babasından rivayet ediyor:

"Bir adam kardeşine utangaçlığından dolayı öğüt veriyor­du. Resûlullah (s.a.v.),

"Bırak onu! Muhakkak haya imandandır" buyurdu.[392]

 

İzah

 

Peygamberimiz bir hadislerinde,

"İman yetmiş küsur şu'bedir" buyurmuştur.

Şu'be, bir şeyin parçası, dalı mânâsına gelir. Buna göre bu hadis, "İman yetmiş küsur haslettir" veya "İman yetmiş küsur daldır" demek olur.

İşte Peygamberimiz yukarıdaki hadislerinde hayanın imanın bu yetmiş dalından birisi olduğunu ifâde etmiştir. İmanın diğer dalları da çeşitli hadislerde sayılmıştır. Hadiste imanın şu'belerinden sayılan haya ile ilgili olarak 7, 94, 156, 158, 438, 468 nu­maralı hadislere de bakınız.[393]

 

Mü'min Ve Münafık Arasındaki Fark

 

515. Huzeyfe (r.a.) rivayet ediyor:

"Mü'minin ağlaması yürekten, münafığın ağlayışı ise sadece gözü iledir."[394]

 

İzah

 

Hadiste geçen ağlamaktan maksat, Allah korkusundan ağla­maktır. Mü'min Allah'tan duyduğu korku sebebiyle kalpten ağ­larken; münâfık,sadece gözü ile ağlar, yani sadece gözünden yaş akar. Bunu da mü'minlere gösteriş olsun diye yapar.[395]

 

Artık İslamın Sözü Geçecektir

 

516. Muaz bin Cebel (r.a.) rivayet ediyor:

"İhsanı ihsan olarak kaldığı müddetçe alınız. Dinîniz için rüşvete dönüştüğünde ise onu almayınız. Onu al­madığınızda fakir ve muhtaç duruma düşecek değilsiniz.

Dikkat edin! Beni Merah'ın borusu yeterince öttü. Beni Merah artık öldü. Haberiniz olsun! Bundan sonra İslâmın sözü geçecektir."

Dikkat edin! Kur'ân'la idareci birbirinden ayrılacaklar. Siz Kur'ân nerede ise orada yer alınız.

Dikkat edin! Üzerinize bâzı idareciler gelecek. Eğer onla­ra itaat ederseniz, dalâlete düşersiniz. Şayet karşı çıkarsanız sizi öldürürler.

Câbir (r.a.), "Ey Allah'ın Resulü, o zamana ulaşırsak nasıl hareket edelim?" diye sordu.

Resûlullah (s.a.v.) şöyle buyurdu:

"İsâ bin Meryem'in ashabının davrandığı gibi davranın. Onlar testere ile ikiye biçildiler, dar ağaçlarına çıkarıldılar. Allah'a itaat üzere ölmek, Ona isyan ederek yaşamaktan hayırlıdır.[396]

 

İzah

 

Hadis, Peygamberimizin (s.a.v.) ümmeti için çok önemli ikazlarını ihtiva ediyor. Bunlardan ilki, hediyeyi ancak hediye olarak verildiği müddetçe almaktır. Eğer bir şey ihsan eden kimse bununla dinî rüşvet isteyecekse, kişiden dinden uzaklaşmasını isteyecekse, o ihsanı almamayı tavsiye etmektedir. O ihsan alınma­dığında da fakir ve muhtaç duruma düşülmeyeceği hatırlatılarak mü'minler uyanık olmaya davet edilmektedir.

Hadiste dikkat çekilen ikinci husus, zorbalık devrinin artık bit­tiği, zorbaların borusunun yeterince öttüğü, bundan böyle İslâmiyetin borusunun öteceğidir. Dolayısıyla zorbalardan korkarak dinden taviz verilmemesi gerektiğidir. Benî Merah, zorbalığın sembolüdür. Her devirde temsilcisi olmuştur. Günümüzde de temsilcileri vardır. Fakat Allah'a şükür içinde yaşadığımız zaman­da da artık "Benî Merah" ölmüştür. Daha borusunu öttüremeyecektir. Bundan böyle İslâm hâkim olacaktır. Bu sebeple ümit­sizliğe düşmeye, din düşmanlarına taviz vermeye, onlara şirin görünmeye çalışmaya gerek yoktur.

Hadiste dikkat çekilen üçüncü nokta Kur'ân'la idarecilerin birbi­rinden ayrılacaklarıdır. Peygamberimizin (s.a.v.) Allah'ın bildirmesiyle verdiği bu haber, Emevîler devrinden itibaren gerçekleş­miş, idareciler Kur'ân'dan ayrılmıştır. Bizde de Tanzimat hareke­tiyle başlayan idarecilerin Kur'ân'dan ayrılması, Cumhuriyet devriyle, tamamen belirgin bir hal almıştır. Bu durumda Müslümanlara düşen, Peygamberimizin (s.a.v.) tavsiyesine uyarak,. "Kur'ân'a sarılmak, ondan ayrılmamak" olmalıdır.

Hadisin son kısmı da kendilerine itaat edildiğinde dalâlete dü­şülecek olan, karşı çıkıldığında ise ölümle biten idarecilere karşı nasıl davranılacağı açıklanmakta, Hz. İsa'nın hükümdarların in­kara zorlamaları karşısında bâzı Hıristiyanların testere ile doğran­mayı, dar ağacına asılmayı göze alarak onlara karşı çıkmaları örnek gösterilmektedir. (440 numaralı hadise ve izahına bakınız.) Ve Allah'a itaat üzere ölmenin, Ona isyan ederek yaşamaktan hayırlı olduğu nazara verilmektedir.[397]

 

Müşriklerin Peygamberimize Bir Teklifi

 

517. İbni Abbas (r.a.) rivayet ediyor:

Kureyşin müşrikleri Resûlullaha (s.a.v.) kendisi için bir şart ortaya koyup, dâvasından vaz geçmesi karşılığında Mekke'nin en zengini yapmaya, kadınlardan istediği biri­siyle evlendirmeye, kendilerine idareci seçip peşinden git­meye çağırdılar. Ve "Ey Muhammed, bizim sana verecekle­rimiz ancak bu kadardır. Sen bizim ilahlarımıza sövmekten vaz geç, onları kötü sözlerle anma. Eğer razı olmazsan, biz sana bir hususu teklif edeceğiz ki onda senin için iyilik vardır" dediler.

Resûlullah (s.a.v.),

"Nedir o?" diye sordu.

Onlar, "Sen bizim ilahımız olan Lât ve Uzza'ya bir yıl tap, biz de senin İlâhına bir yıl tapalım" dediler.

Resûlullah (s.a.v.),

"Rabbimin emri gelinceye kadar bana zaman verin" buyurdu.

Bunun üzerine Allah indinden ve Levh-i Mahfuzdan bir sûre ile bâzı âyetler nazil oldu. Sûrede şöyle buyuruluyordu:

"De ki: Ey kâfirler! Sizin taptıklarınıza ben ibâdet edecek değilim. Benim ibâdet ettiğime de siz ibâdet edecek değilsi­niz. Ben zâten sizin taptıklarınıza tapmam. Siz de benim ibâdet ettiğime ibâdet etmezsiniz. Sizin dininiz size, benim dinim bana."[398]

Nazil olan âyetler ise şöyle idi:

"De ki: Allah'tan başka­sına mı ibâdet etmemi istiyorsunuz, ey câhiller!

"Andolsin ki, sana ve senden öncekilere, 'Eğer Allah'a ortak koşarsan bütün yaptıkların boşa gider; o zaman hüsra­na düşenlerden olursunuz' diye vahyolundu.

"Yalnız Allah'a kulluk et ve şükredenlerden ol."[399]

 

İçki Sebebiyle On Kişiye Lanet Edilmiştir

 

518. Abdullah bin Ömer (r.a.) rivayet ediyor:

"Allah içkiye, onu dağıtana, içene, üzümünü sıkana, ken­disi için sıktırana, taşıyana, kendisi için taşınana, satana, satın alana ve parasını yiyene lanet etsin."[400]

96 numaralı hadise bakınız.[401]

 

Peygamberimizin Kefil Olacağı Kimseler

 

519. Câbir bin Abdullah (r.a.) rivayet ediyor:

"Kim iki çenesi ve iki bacağı arasındaki hususunda bana garanti verirse, ben onun için Cennete kefil olurum."[402]

 

İzah

 

Tirmizî'de yer alan bir başka hadis şu mealdedir:

"Allah her kimi iki çenesi arasındakinin ve iki bacağı arasındakinin şerrinden korursa, şüphesiz o kimse Cennete girer."

Bir başka hadiste ise bu ikisine "midenin şerri" de eklenmiştir.[403]

Hadislerde geçen "iki çenesi arasındakinden maksat "dil," "iki bacak arasındaki "inden maksad da tenasül uzvudur. Peygam­berimiz pekçok hadislerinde dili ve iffeti korumayı tavsiye etmiş­tir. Bu hadislerinde de bu ikisini koruyanların Cennete girmele­rine kefil olacağını bildirmiştir. Çünkü bu ikisini korumak ger­çekten zordur. Bir kimse farzları yerine getirmek, yasaklardan da kaçınmak şartıyla bu iki uzvunu koruyabiliyorsa, önünde Cen­nete girmesi için hiçbir engel bulunmamaktadır. Zaten Peygam­berimiz de böylelerine kefildir.

Bu hadis, dilini ve tenasül uzvunu haramdan koruyanların Cennete gidebileceğini haber verirken, bir başka hadiste de dil ve tenasül uzvunun korunamamasının insanı Cehenneme götüreceği bildirilmiştir.[404]

 

Yatsı Ve Sabah Namazlarını Cemaatla Kılmak

 

520. Osman bin Affan (r.a.) rivayet ediyor:

"Yatsı namazını cemaatla kılmak, geceyi ibâdetle geçirmeye denktir. Sabah namazını cemaatla kılmak da, geceyi ibâ­detle geçirmeye denktir."[405]

 

İzah

 

Bilhassa yatsı ve sabah namazlarını cemaatla kılmak nefse ağır gelir. Bunun içindir ki, namazları cemaatla kılmaya teşvik eden Peygamberimiz (s.a.v.) bilhassa bu iki namaza hasseten teşvik etmiştir. Bu hadis de teşviklerden sadece bir tanesidir. Bilindiği gibi, geceyi namaz, Kur'ân okuma ve zikirle ihya etmek, çok büyük sevaptır. Resûlullah (s.a.v.) bu hadislerinde yatsı ve sa­bah namazlarını cemaatla kılanların geceyi ihya etmiş olacakla­rına, o sevabı alacaklarına dikkat çekerek, ümmetini bu iki nama­zı cemaatla kılmaya teşvik etmiştir.[406]

 

Peygamberimizin Ebû Zer'e Tavsiyesi

 

521. Ebû Zerr (r.a.) rivayet ediyor:

Dostum Resûlullah (s.a.v.) bana Allah'a bağlılık husu­sunda hiçbir kınayıcının kınamasından çekinmememi, mevki ve servet bakımından benden aşağıda olanlara bakıp ha­lime şükretmemi, mevki ve servet bakımından benden üstün olanlara bakmamamı tasiye etti.

Yine fakirleri sevmemi, onlarla yakınlık kurmamı, onları gözetmemi tavsiye etti.

Acı da olsa gerçeği söylememi nasihat etti. Onlar yüz çevirseler de akraba ve yakınlarımla ilişkimi sürdürmemi tavsiye etti.

Hiç kimseden birşey istemememi tavsiye etti.

Ayrıca,

"Lâ havle velâ kuvvete illâ billahi'1-aliyyi'l-azîm" Güç ve kuvvet ancak yüce ve büyük olan Allah'tandır"

cümlesini çok söylememi, çünkü bunun Cennet hazinelerin­den bir hazine olduğunu da ekledi.[407]

 

Kıyamet Günü Sorulacak Beş Şey

 

522. Abdullah bin Mes'ud (r.a.) rivayet ediyor:

"Ademoğlu kıyamet günü şu beş şeyden sorulmadıkça ye­rinden ayrılamaz:

1. Ömrünü nerede geçirdiğinden,

2. Gençliğini nerede tükettiğinden,

3. Malını nereden kazandığından,

4. Malını nereye harcadığından,

5. İlmi ile ne derece amel işlediğinden.[408]

 

İzah

 

Kıyamet günü insanlarlar diriltilip mahşer yerinde toplan­dıktan sonra uzun bir müddet sıkıntılı bir şekilde beklerler. Sonra Peygamberimizin şefaatiyle bekleme biter gök yarılır, melekler haşir meydanına inerler, Cehennem göz önüne serilir, melekler Arşı haşir meydanına taşırlar, bu arada herkes taptığı şeyin peşine takılır. Nihayet Allah buluttan gölgeler içinde tecellî eder ve kullar Allah'a arzedilirler. Bu arada amel defterleri de dağıtılır. Kimin amel defterî sağından, kiminin solundan, kiminin de arkasından verilir. Allah bazı istisnalar dışında kullarıyla konuşur. Ardından Cebrail, peygamberler, melekler, ortak koşulan şeyler hesaba çe­kilirler. Sonra da bütün insanlar hesaba çekilir. Bu esnada pek çok şeyin hesabı sorulur. İşte şeylerden beşi de yukarıdaki ha­diste sayılan hususlardır. Kul, bunlardan sorgulanmadıkça yerinden ayrılamaz. Sorgu ile ilgili tafsilat için Ölümden Sonra Diriliş isimli eserimize bakılabilir.[409]

 

Ziyaret İçin Gelenlere İkramda Bulunmak

 

523. Enes bin Mâlik (r.a.) rivayet ediyor:

Ömer bin Hattab Selmân-ı Fârisî'nin ziyaretine gitti. Selman ona bir yastık uzattı. Ömer ona, "Bu nedir ey Ebû Ab­dullah?" diye sordu. Selman şu cevabı verdi:

Resûlullahın (s.a.v.) şöyle buyurduğunu işittim:

"Bir Müslüman her hangi bir Müslüman kardeşini ziyaret etti­ğinde, eğer o kimse ziyaret edene ikram ve hürmet olsun di­ye altına bir yastık [veya üzerine oturacağı birşey] verirse, Cenâb-ı Hak onun günahlarını bağışlar."[410]

 

İzah

 

Konu ile ilgili bir başka hadis de "Biri size ziyarete geldiğinde ona ikram edin"[411] şeklindedir.

İnsanî özelliklerden biri de misafirle, ziyaretçi ile ilgilenmek­tir. İster tanıdık olsun, ister yabancı birisi olsun, ziyaret etme lütfunda bulunup gelen kişiye gereken değeri göstermek, onunla il­gilenmek, imkan ölçüsünde ikramda bulunmak bir görgü kaidesidir. Bunu Resûlullahın bir tavsiyesi olarak yapmak ise, aynı za­manda sünnete uyma olduğundan, o hareketi ibâdete dönüştürür, sevaplı hale getirir.

Kendisine değer verilen, hali hatırı sorulan, ilgilenilen, ikram­da bulunulan, güler yüz gösterilen ziyaretçinin ziyaret ettiği kişiye karşı sevgisi artar, ona daha sıkı bağlanır. Kendisine değer veril­mediği düşüncesine kapılan kimse ise o şahsa karşı lakayd kalır, kırılır. Evet, Müslümanlar arasındaki sevgiyi kuvvetlendirmesi bakımından, Peygamberimizin bu tavsiyesi çok ehemmiyetlidir.[412]

 

Cuma Günü  Temizliğe Dikkat Etmeli

 

524. Abdullah bin Abbas (r.a.) rivayet ediyor:

Resûlullah bir Cuma gününde şöyle buyurdu:

"Muhak­kak Allah bu günü bayram kıldı. Kim Cuma namazına ge­lirse gusletsin. Yanında güzel koku varsa, ondan sürün­sün. Dişlerinizi misvaklaymız."[413]

 

İzah

 

Hadiste Cuma gününün Müslümanlar için bayram kılındığı ifâde ediliyor ve Cuma namazı için camiye gelenlerin gusletmek, güzel koku sürünmek, dişleri temizlemek gibi temizlik hususunda dikkat etmeleri gereken hususlar nazara veriliyor. Çünkü Cuma gününde camide pekçok Müslüman bir araya gelmektedir. Bir in­san saçı başı dağınık, kirli, üstü başı pis ve ağzında koku olduğu halde camiye gelirse, oradaki Müslümanlara eziyet etmiş olur. Oysa dinimizde başkalarına eziyet etmek haram kılınmıştır.[414]

 

Resûlullahın Hz. Ali'ye Öğrettiği Duâ

 

525. Ali (r.a.) rivayet ediyor:

Resûlullah (s.a.v.) bana şöyle buyurdu:

"Ey Ali, her ne kadar bağışlanmış isen de, onunla duâ et­tiğinde bağışlanacağın bir duayı sana öğreteyim mi?"

"Öğret" dedim. Şöyle buyurdu:

"Yüce ve büyük olan Allah'tan başka ilah yoktur. Kerim ve yüce olan Allah'tan başka ilâh yoktur. Büyük arşın Rabbi olan Allah'tan başka ilâh yoktur."[415]

 

Hz. Enes'e Zor Gelen Gün

 

526. Enes (r.a.) rivayet ediyor:

Ben insanlardan, örtünme âyetinin inmesinden ilk haber­dar olan kişiyim. Örtünme âyeti indiğinde Resûlullah (s.­a.v.) bana "Hanımların yanına girme" dedi. O günden daha zor bir gün başımdan geçmiş değil.[416]

 

İzah

 

Emir ve yasaklarında tedriciliğini esas alan Allah, Medine dev­rine kadar kadınların giyimleri ile ilgili her hangi bir hüküm göndermedi. Bu dönemde kadınlar arzu ettikleri gibi giyindiler.

Tesettürle ilgili ilk hüküm, Peygamberimizin Hz. Zeyneb binti Cahş ile evlilik gününde indi. Düğün ziyafetine davet edilen misafirler gruplar halinde gelip yemeklerini yediler, bir müddet sohbet ettikten sonra da kalkıp gittiler. Fakat üç kişi bir türlü kalkmadı, sohbetlerine devam ettiler. Sohbetin uzamasından sıkılan Peygamberimiz (s.a.v.), kalkmaya hazırlanan tavırlar takına­rak onlara artık ayrılma vaktinin geldiğini hatırlatmaya çalıştı. Ancak onlar bunu anlamadılar ve sohbetlerine devam ettiler. Nihayet Resûlullah (s.a.v.) odayı terk etti. Biraz sonra da Sahabîler kalkıp gittiler. Enes (r.a.) durumu haber vermek için Pey­gamberimizin odasına girecekti ki, Resûlullah kapının perdesini indiriverdi. Çünkü ilk tesettür âyeti inmişti. Ve âyette,

"Peygam­berin hanımlarından birşey isteyeceğinizde perde arkasından is­teyin" buyuruluyordu.

Ayrıca kalkmakta geciken Sahabîlerin tutumlarının da yanlış olduğu bildiriliyordu.

İşte izahını yaptığımız hadiste Enes (r.a.) ilk tesettür âyetinin ne zaman indiğini bildiğini, Peygamberimizin perdeyi indirmesi­nin ve kendisini hanımlarının yanına girmekten men etmesinin çok ağır geldiğini ifâde etmektedir. Çünkü Enes (r.a.) o ana ka­dar her hangi bir yasaklama olmadığından rahatlıkla mü'minlerin annelerinin yanına girip çıkıyordu. O gün birden bireye yasakla muhatap olunca âyet nazil olduğunu bilmediğinden "Acaba bir hata mı yaptım ki, Resûlullah beni kadınların yanına girmekten men ediyor" diye düşündü. Mahcup oldu.

Tesettür âyetlerinin inişi hususunda tafsilatlı bilgi için Hanım­lara Fetvalar isimli eserimizin 213-217. sayfalarına bakılabilir.[417]

 

Allah'ın Kullarına Karşı Merhameti

 

527. İbni Abbas (r.a.) rivayet ediyor:

"Şüphesiz Allah Teâlâ ümmetimin hata ile, unutarak ve zorlama karşısında işlediği günahları affeder."[418]

 

İzah

 

Hadîsle üç şey karşısında işlenen suçların affedileceğini, bu durumların mes'uliyeti kaldıracağı bildirilmiştir. Bunlardan birin­cisi hatâdır. Hatâ, fiil veya sözün, yapanın veya söyleyenin irâ­desine aykırı olarak meydana gelmesidir. Bu durumda mes'uliyet kalkar. Peygamberimiz (a.s.m.) bir hadislerinde yanılma ile işlenen suçun affedildiğini bildirmiştir.[419] Meselâ yalan yere yemin etmek ağır mes'uliyet gerektiren birşeydir. Fakat birşeyi yapma­dığı halde yaptığını zannederek "Vallahi yaptım" diye yemin eden kimse, bu yemininde mes'ul değildir. Bununla ilgili olarak Baka­ra Sûresinin 225. âyet-i kerimesinde şöyle buyurulur:

"Allah, sizi yanlışlıkla veya yanılarak ettiğiniz yeminlerden dolayı mes'ul tutmaz."

Mes'uliyeti kaldıran bir diğer husus da unutkanlıktır. Meselâ unutarak orucunu yiyen ve vaktinde namazını kılmayı hatırlayamayan, bundan dolayı mes'ul değildir. Unutan kimse hatırlayana kadar tekliften muaf tutulmuştur. Peygamberimiz (a.s.m.) bir başka hadislerinde bununla ilgili olarak şöyle buyurmuştur:

"Kim uyur veya unutur da namazını kılmazsa, onu hatır­layınca kılsın."[420]

Yalnız burada yatmadan önce namaza kalkmak için gerekli tedbir alınmalıdır. Varsa saat kurulmalı, uyumayan biri varsa ona tenbihte bulunulmalıdır. Namazı unutmamak için de vaktinde kıl­malıdır.

Hoşlanmadığı bir işi yapmaya zorlanan kimse de o fiilinden veya sözünden dolayı günahkâr olmaz. Ölümle veya bir uzvunun kesilmesiyle tehdit edilen kimse bu tehdit karşısında şarap içse, domuz eti yese bir günah kazanmış olmaz. Zaruret olduğu halde şarap içmeyen ve domuz eti yemeyen ve bu sebeple zarara uğrayan biri ise bu durumda sevap kazanmış olmaz. Bilâkis mes'ul olur.

Fakat Allah'ı inkârla ilgili bir zorlama böyle değildir. Allah'ı inkâra zorlanan birine her ne kadar diliyle istenileni söylemesi için ruhsat verilmişse de, sabrederek şehid olması, onun için bü­yük bir fazilettir.

Meşhur Sahabî Ammar bin Yâsir'in (r.a.) hayatında geçen şu tablo, zorlamanın mes'uliyeti kaldırmasına güzel bir misâldir.

İslâmın ilk yıllarıydı. Müslümanlar, müşriklerin dayanılmaz işkenceleri altında inliyordu. Yâsir ailesi de Allah ve Resulü yolunda,bu çileyi çekenlerdendi. Müşrikler Hz. Yasir'e, hanımı Sümeyye'ye ve oğlu Hz. Ammar'a dinlerinden dönmelerini teklif ediyorlardı. Fakat bu iman fedaileri hakta sebat ediyor, müşrik­lerin tehditlerine ehemmiyet vermiyorlardı. Vahşî bir canavara dönüşen müşrikler neticede Hz. Yâsir'i ve hanımı Sümeyye'yi şehid ettiler.

Sıra Hz. Ammar'a gelmişti. Son olarak, "Muhammed'in di­ninden vazgeç" dediler. Ammar'in gözü önünde babası ve annesi şehid edilmişti. Kendinin de kurtuluş çaresi yoktu. Ya öldürü­lecek veya istediklerini söyleyip kurtulacaktı. İslâmiyete daha faz­la hizmet edebilmek için ikincisini tercih etti. Onların istediklerini söylemek gerçi ölümden daha ağırdı, fakat Resulullaha kavuşmak için isteklerini yerine getirdi. "Diliyle" dininden vazgeçtiğini bil­dirdi. Müşrikler de onu serbest bıraktılar.

Hz. Ammar kalben söylememişti, ama yine de endişeliydi. Kalbi tir tir titriyordu. Ellerinden kurtulur kurtulmaz doğru Resu­lullaha koştu, gözyaşları içerisinde, "Helak oldum, imanımı inkâr ettim, yâ Resulullah!" dedi. Hadiseyi olduğu gibi anlattı.

Resulullah (a.s.m.),

"Kalbin nasıl?" diyerek, sözle söyledik­lerine kalbinin iştirak edip etmediğini sordu.

Hz. Ammar, "Kalbim imanla doludur" dedi.

Bunun üzerine Peygamberimiz Hz. Ammar'ın gözyaşlarını sildi sonra da onu rahatlatan şu müjdeyi verdi:

"Ammar, tepeden tırnağa imanla doludur. Şayet sana tekrar böyle işkenceler yaparlarsa, tekrar aynı taktikle ellerinden kurtul­manda bir mahzur yoktur."

Hz. Ammar bu müjdeye çok sevindi. Biraz sonra da onu ra­hatlatan Nahl Sûresinin 106. âyeti nazil oldu:

"Kalbi imanla dolu olduğu halde inkâra zorlananlar müstes­na kim iman ettikten sonra tekrar kâfir olur ve gönül rızasıyla küfrü kabul ederse, öylelerinin üzerine Allah'tan bir azap vardır. Onların hakkı pek büyük bir azaptır."[421]

Ancak, zaruret hali de olsa, zorlama, yasakları ortadan kaldır­maz. Sadece ruhsat temin eder. Şarap içmek, domuz eti yemek her zaman için haramdır. Fakat zor durumda olana ruhsat veril­miştir.

Zorlamanın mes'uliyeti kaldırması için bazı şartlar gereklidir. Bunlar:

1. Böyle birşeye maruz kalan kimsenin malı, canı yahut da bir yalanı tehdit altında bulunmalıdır

2. Zorlayan kimsenin tehdit ettiği şeyi yapmaya gücü yetmelidir. Eğer buna kadir değilse, zorlanan kimse de bunu biliyorsa o tehdide itibar edilmez.

3. Zorlanan kimsenin, kalbine bir korku düşmelidir. Fiili, bu korkunun tesiri altında işlemelidir. Böyle bir korku yoksa bunu rızasıyla yapmış olur. Dolayısıyla mes'uliyetten kurtulamaz.

4. Kişinin zorlandığı fiil yasak veya zorlanan kimseyi bir külfet altına sokmalıdır.[422]

 

Hz. Hasan Müslümanlardan İki Büyük Ordunun Arasını Islah Etti

 

528. Ebî Bekre (r.a.) rivayet ediyor:

Minberin üzerinde Resûlullahı (s.a.v.) gördüm. Yanında Hasan bin Ali vardı. Resûlullah şöyle buyurdu:

"Bu oğlum seyyiddir. Allah onun eliyle Müslümanlardan iki büyük ordunun arasını ıslah edecektir."[423]

 

İzah

 

Daha önceki hadislerde de ifâde ettiğimiz gibi, Allah'ın bildirmesiyle Peygamberimiz (s.a.v.) pekçok gaybî şeyden haber ver­miştir. İşte bunlardan birisi de yukarıdaki haberdir. Bu hadise ay­nen gerçekleşmiş, Hz. Hasan, dedesinin haber verdiği gibi Müs­lümanlardan iki büyük ordunun arasını sulhetmiştir. Hadise şöyle gerçekleşmişti:

Hz. Ali'nin şehadetinden sonra Müslümanların pekçoğu Hz. Hasan'a biat etmişti. Ancak saltanat sebebiyle Hz. Ali ile savaşan Hz. Muâviye Hz. Hasan'a bîat etmedi. Şam halkı da zaten halife olarak Hz. Muâviye'ye bîat etmişti. Müslümanlar arasında birlik yine temin edilememişti. Yine savaş olacak, Müslüman kanı dö­külecekti. Hz. Hasan'ın halifeliğinin yedinci ayında iki ordu Medâyin'de karşı karşıya geldi. Muâviye tarafında bulunan Amr bin Âs (r.a.), Hz. Hasan'ın ordusunu görünce şu itirafta bulunmak­tan kendini alamadı:

"Ben karşımda öyle bir ordu görüyorum ki, karşısındaki or­duyu yok etmedikçe geri dönmez."[424]

Hz. Hasan Müslüman kanı dökülmesini istemiyordu. Onun makamda, mevkide gözü yoktu. Zaten, ortaya çıkan fitne sebe­biyle Müslümanların İslâmiyete hizmeti bırakıp, birbirleriyle sa­vaşması kendini çok rahatsız ediyordu. Bugün eline büyük bir fırsat seçmişti. İstese Muâviye'nin (r.a.) ordusunu mağlup ede­rek Müslümanları bir bayrak altında toplayabilirdi. Fakat bu du­rumda Müslüman kanı akardı. Bunun için Hz. Hasan böyle yap­mayacak, büyük bir fedakârlık örneği göstererek, hilâfet hakkın­dan feragat edecekti. Müslümanlar böylece eski kuvvetine tekrar kavuşacak, yeni yeni ülkeler fethedilecek, bir çok kimse İslâmiyetle şereflenecekti.

Aslında Muâviye de (r.a.) Müslüman kanı dökülmesini istemi­yordu. O da sulh taraftarıydı. Hz. Hasan'a elçi göndererek sulh teklifinde bulundu. Halifelik dâvasından vaz geçtiği takdirde bü­tün tekliflerini kabul edeceğini bildirdi. Hz. Hasan da bazı şartlar ileri sürdü. Bunlardan biri, Muâviye'nin kendinden sonra oğlu Yezid'i veliahd tayin etmemesiydi. Çünkü, Müslümanların hali­felerini kendilerinin seçmelerini istiyordu.

Peygamberimizin sevgili torununu bir diğer teklifinde de, fa­kirlere tasadduk için her yıl bir miktar para gönderilmesini isti­yordu. Muâviye bunları kabul etti. Böylece sulh temin edildi. Hz. Hasan bundan sonra taraftarlarına hitaben bir konuşma yaptı. Hilafetten vaz geçmesinin sebebini anlattı. Bu konuşmadan biraz sonra bütün Müslümanlar Muâviye'ye (r.a.) biat ettiler. Hz. Ha­san'ın konuşması şu mealdeydi:

"Takvaya uygun hareket etmek akıllılıktır. Fitne ve kötülük ise ahmaklıktan kaynaklanır. Halifelik eğer benim hakkımsa, Müslü­manların birliğini sağlamak ve kanlarının dökülmesini önlemek için ben bu hakkımdan feragat ediyorum. Yok benden daha layık birinin hakkı ise, devrederek gereğini yapmış oluyorum."[425]

Hz. Hasan hilâfetten feragat edince, bütün Müslümanlar Hz. Muâviye'ye biat ettiler. İslâm birliği yeniden temin edildi. Bu se­beple bu yıla "Cemaat yılı" denildi.

Hz. Hasan Kûfe'ye döndüğünde Ebu Amir ona, "Selam sana ey mü'minleri zillete düşüren" dedi. Hz. Hasan, "Öyle söyleme ey Ebû Amir! Ben mü'minleri zillete düşürmedim. Fakat saltanat uğruna onları öldürmek istemediğimden böyle yaptım" karşılığın­da bulundu.[426]

 

Ehl-i Beytin Fazileti

 

529. Zeyd bin Erkanı (r.a.) rivayet ediyor:

Resûlullah (s.a.v.) Ali, Fâtima, Hasan ve Hüseyin'e (r.anhüm) hitaben,

"Sizinle savaşanla ben de savaşırım, sizinle barış içerisinde olanla ben de barış içerisinde olurum" bu­yurdu.[427]

 

İzah

 

Elinizdeki kitapta da yer vediğimiz gibi, Peygamberimiz çeşitli hadislerinde Hz. Ali, Hz. Fâtıma, Hz. Hasan ve Hz. Hüseyin'i övmüş, onlara sahip çıkmış, faziletlerine dikkat çekmiştir. Bu ha­dislerinde de onlara savaş açana kendisinin de savaş açacağını bildirmiştir. Resûlullahın bu ve benzer sözlerini söylediğinde şüphesiz muhataplardan kimsenin aklında onlara savaş açmak gi­bi bir düşünce yoktu. Sahabîlerin hepsi bu Ehl-i Beyt mensupla­rını çok seviyorlardı.

Peygamberimiz istikbalde meydana gelecek hadiseleri Allah'ın bildirmesiyle bildiği için bu sözlerle istikbalde onların çeşitli zu­lümlere maruz kalacaklarını, onlara savaş açılacağını, düşmanlık besleneceğini, hakaret edileceğini bildiriyor, bununla hem onları teselli ediyor, hem de ümmetini bu noktada ikaz ediyordu.

Maalesef haber verilenler aynen gerçekleşti. Hz. Ali ve Hz. Fâtıma, Resûlullahtan sonra çok zor anlar yaşadı. Hz. Hasan ha­karetlere maruz kaldı, zehirlenerek şehid edildi. Hz. Hüseyin Kerbelâ'da feci bir şekilde aile fertleriyle birlikte şehid edildi.[428]

 

Resûlullah Baskından Önce Ezan Sesi Dinlerdi

 

530. Muâz bin Cebel (r.a.) rivayet ediyor

Resûlullah ile bir seferde idik. Bir kişinin "Allahü ekber, Allahu ekber" dediğini işitti.

"İslâm fıtratı üzere" buyurdu.

Sonra o zât, "Eşhedü enlâ ilahe illallah" dedi.

"Cehennemden çıktı" dedi. Sonra,

"Bakın, onu bir keçi çobanı olarak veya bir avcı olarak bulacaksınız. Namaz vakti geldi, o da ezan okudu" buyurdu.

Baktılar, onun bir keçi çobanı oldu­ğunu gördük.[429]

 

İzah

 

Tirmizî ve Müslim'deki rivayetlerin baş tarafında şöyle bir açıklama vardır: "Resûlullah (s.a.v.) düşmana sabah namazı vakti girdiğinde baskın yapardı. Sabah namazı vakti girdiğinde iyice kulak verir, eğer ezan sesi duyarsa baskın yapmaz, duymazsa hü­cuma geçerdi."

Askerî hareketlerde başarının sırrı, büyük ölçüde âni baskına dayanır. Bunun içindir ki, savaşta galibiyet için gerekli olan pren­siplere azamî derecede uyan Resûlullah (s.a.v.) bu harp taktiğine de hassasiyetle uymuş, sabahleyin, belde halkı gaflet içerisinde iken ani baskınlarla düşmanı mağlup etmiştir. Ancak Müslüman­ların da bulunabileceği ihtimali olan yerlerde hemen saldırıya geç­memiş, sabah namazı vaktini bekleyerek ezan sesi dinlemiş, böy­lece yanlışlıkla Müslümanların da ölmesinin önüne geçmiştir. Bu hadis de bunu ifâde etmektedir. Peygamberimiz kendisi böyle davrandığı gibi, bir yere müfreze gönderirken, birlik komutanına da şu emri vermiştir:

"Eğer saldıracağınız yerde bir mescid görür, ya da ezan sesi işitirseniz, ora halkından kimseyi öldürmeyiniz."[430]

 

Peygamberimizin Hz. Hassan'a Duası

 

531. Âişe (r.a.) rivayet ediyor:

Resûlullah (s.a.v.) Hassan bin Sâbit'e hitaben,

"Müş­rikleri hicvet" buyurdu ve onun için,

"Allah'ım, onu Cebrail ile kuvvetlendir" diye duâ etti.

80 numaralı hadisin izahına bakınız.[431]

 

İmanla Beraber Olduğunda Cennete Girdiren Beş Şey

 

532. Ebu'd-Derdâ (r.a.) rivayet ediyor:

"Allah'a imanla beraber şu beş şeyi yapan Cennete girer:

1. Abdesti güzel alarak, rükû ve secdesine dikkat ederek beş vakit namazı kılmak.

2. Malının temiz kısmından zekâtını vermek.

3. Güç yetirebiliyorsa hacca gitmek.

4. Ramazan orucunu tutmak.

5. Emânete riâyet etmek."[432]

 

Ölü İçin Oruç Tutmak

 

533. Süleyman bin Büreyde babası Büreyde'den (r.a.) rivayet ediyor:

Bir kadın Resûlullaha (s.a.v.) geldi ve "Ey Allah'ın Re­sulü, annem üzerinde oruç borcu olduğu halde vefat etti" dedi.

Resûlullah (s.a.v.),

"Annenin yerine oruç tut" buyurdu.[433]

 

İzah

 

Hadis, bir erkeğin suâli olarak da gelmiştir. Ayrıca zikrettiği­miz kaynaklarda Peygamberimiz (s.a.v.) suâl sorana,

"Annenin bir borcu olsaydı ve sen onu ödeseydin, onun borcunu ödemiş olur muydun?" diye sorduğu, suâl sahibinin "Evet" demesi üzerine de,

"Öyle ise annene bedel oruç tut" buyurduğu bildirilir.

Bu hadiste her ne kadar ölü için oruç tutulabileceği ifâde edi­liyorsa da, çeşitli hadislerde bunun caiz olmadığı bildirilmiştir.

Oruç ve namaz gibi ibâdetler, mükellef olan her Müslümanın yapması gereken şahsî farzlardır. Bir Müslüman ancak farz olan namazını kılmakla namaz borcundan, Ramazan orucunu tutmakla da oruç borcundan kurtulmuş olur. Başkaları bir insanın yerine o insan hayatta iken namaz kılıp oruç tutamayacağı gibi, öldükten sonra da yapamazlar. Peygamberimiz bir hadislerinde bu gerçeği şöyle ifâde eder,

"Hiç kimse başkası adına oruç tutamaz; hiç kimse başkası adı­na namaz kılamaz. Ancak onun adına yemek yedirebilir."

Hadiste geçen yemek yedirme, Bakara Sûresinin 184. âyetin­de açıklanan tutulamayan her oruç  için her gün bir fakiri doyura­bilecek kadar yemek yedirmektir. Peygamberimiz başka bir ha­dislerinde bu meseleyi daha açık bir şekilde şöyle ifâde etmiş­lerdir

"Bir Müslüman ölür de üzerinde bir aylık oruç borcu kalırsa, yakınları, her gün bir fakiri doyurmak üzere onun yerine yemek yedirsin."[434]

Peygamberimiz bir hadislerinde de ölünün Ramazan orucunun kaza edilmeyeceğini, fakat oruç tutmayı adamışsa, velisinin onun yerine adak orucunu kaza edeceğini ifâde etmiştir.[435] Nitekim zikrettiğimiz kaynaklarda geçen hadiste de suâl soran hanımın "Adak orucu borcu" var açıklamasında bulunduğu bildirilmiştir.

Hanefî, Şafiî ve Mâlikî âlimleri, bu hadislerden hareketle ölü­nün yerine farz orucu tutulamayacağı hükmünü vermişlerdir.

Başta Ahmed bin Hanbel olmak üzere Hanbelîler, Tabiîn ve bâzı Sahabîler ise ölünün yerine oruç tutulabileceği fikrini savu­nurlar. Delil olarak da izahını yaptığımız hadisi zikr ederler:

Biz de âlimlerin ekseriyetinin görüşünü tercih ederek ölü için oruç tutma yerine, fakirlere sadaka verilmesinin daha uygun ola­cağını düşünüyoruz. Bununla beraber, ölenin borcu yerine değil de, sevabı ölüye bağışlanmak üzere oruç tutulabilir.[436]

 

Allah'ın Hastaya Lütfü

 

534. Ebû Musa (r.a.) rivayet ediyor:

"Müslüman bir kul hasta olduğunda veya yolculuğa çık­tığında sıhhatli iken veya yolcu değilken yaptığı salih amel­lerin sevabının aynısı yazılır."[437]

751 numaralı hadise ve izahına bakınız.[438]

 

Sünnette Şakanın Yeri

 

537. Abdullah bin Ömer (r.a.) rivayet ediyor:

"Şüphesiz ben de şaka yaparım. Fakat şaka yaparken de ancak gerçek olanı söylerim."[439]

 

İzah

 

Peygamberimiz bir hadislerinde de şaka yaparken yalan söylemeyen kişiye Cennetin ortasında bir köşk verileceğine kefil olduğunu bildirmiştir.[440]

Evet, insan her zaman ciddi olamaz. Bâzı zamanlar şaka da yapmalıdır. Çünkü yüce Allah, insanın fıtratına gülmeyi, eğlen­meyi de koymuştur. Fakat şaka yapmak demek, gayr-i meşru, yalan yanlış şeyler yapmak ve söylemek demek değildir. İşte in­sanlığa örnek olarak gönderilen Sevgili Peygamberimiz, bu hu­susta da ümmetine en güzel ölçüyü veriyor. Sözle şaka yaparken dahi doğruyu söylediğini ifâde ederek, ümmetinden de böyle ol­malarını istiyor. Şu iki hadise Peygamberimizin şakasına güzel bir örnektir:

Dadısı Ümmü Eymen (r.a.) bir gün Peygamberimizin huzu­runa geldi ve "Bana bir binek temin edin" ricasında bulundu.

Peygamber Efendimiz,

"Sana binek olarak bir deve yavrusu vereceğim" buyurdu.

Ümmü Eymen, Resûlullahın ifâdesindeki inceliği anlayamadı. "Ey Allah'ın Resulü, yavrunun beni taşıma­ya gücü yetmez. Hem ben deve yavrusu istemiyorum ki" dedi. Peygamberimiz sözünü tekrarladı.

"Seni ancak bir devenin yav­rusuna bindireceğim" buyurdu.[441]

Evet, Peygamberimiz şaka yaparken dahi hakikati söylüyor­du. Her deve, bir başka deveden doğması hasebiyle "deve yavru­su" değil miydi.

Bir defasında da yaşlı bir kadın Resûlullaha gelerek "Dua et de Cennete gireyim" dedi.

Peygamberimiz (s.a.v.),

"Yaşlı kadınlar Cennete girmeyecek" buyurdu.

Kadın üzüldü, ağlamaya başladı. Peygamberimiz "Yaş­lı kadınlar yaşlı olarak Cennete girmeyecekler" buyurarak onu teselli etti.[442]

Peygamberimizin şaka ile ilgili bir başka hadisi şöyledir:

"Ölçüsüz şaka yapan hafife alınır."[443]

 

İslâm'da Kâr Haddi Var Mı?

 

536. Abdullah bin Abbas (r.a.) rivayet ediyor:

Resûlullah zamanında fiyatlar yükseldi. Halk ona, "Yâ Resûlallah, bizler için fiyat ayarlaması yap" dediler.

Resûlullah şöyle buyurdu:

"Şüphesiz ucuzlatıp pahalandıran, rızkı daraltan, genişle­ten Allah'tır. Ben Rabbime ne ırz, ne de mal ile ilgili bir haksızlığı benden talep edecek kimse bulunmadığı halde ka­vuşmayı ümit ederim."[444]

 

İzah

 

Hadisin son kısmı İbni Mâce'de "ne kan, ne de mal ile ilgi­li..." şeklindedir.

Yüce dinimiz bir fert olsa dahi kimsenin hakkının zayi ol­masını istemez. Bu itibarla, bir yandan tüketicinin, diğer yandan da üreticinin, satıcının hakkını düşünür. Her ikisini birden dü­şündüğü içindir ki, fiyatların resmî kanaldan ayarlanmasıyla üre­ticinin ve satıcının hakkı zayi olacağından bunu hoş karşılamamıştır. Hattâ fıkıh kitaplarımızda böyle birşeyin, yani fiyat ayarla­manın mekruh olduğu kaydı vardır. Evet, İslâmiyette serbest pi­yasa hakimdir. Kâr için belirli bir yüzde yoktur. Fiyatlar arz ve talebe, alıcı ve satıcının rızasına göre ayarlanır. Bu hadisten de anlaşılacağı gibi, Peyamberimiz (s.a.v.) üreticinin malını satmak hususunda bir fiyat tayin etmeyi ona yapılacak bir haksızlık ola­rak görmektedir.

Fiyat tayin etmeyerek üreticinin hakkını koruyan dinimiz, tü­keticinin hakkını ise güzel ahlâkı ve takvayı emrederek, hileyi ve fahiş fiyatla mal satmayı yasaklayarak korur. Peygamberimiz (s.a.v.) bir hadislerinde,

"Müslümanlar arasında aldatma olmaz. Bizi aldatan bizden değildir"[445]

buyurmuş; diğer bir hadislerinde ise,

"Biriniz kendi nefsi için arzu ettiği şeyi mü'min kardeşi için de arzu etmedikçe, kâmil bir iman sahibi olmaz"[446]

buyurarak mü'minlere şaşmaz bir ölçü vermiştir.

O halde kâmil bir imânın sahibi olmak için yirmi dört saatimi­zin her saniyesinde aynı doğruluğu ve titizliği göstermemiz hem dünya hayatımızın, hem de ebedî âlemimizin huzurlu olması için şarttır. Peygamberimizin şu müjdesi alış verişinde ve ticâretinde istikâmeti, doğruluk ve dürüstlüğü esas alan kimseleredir:

"Doğru sözlü ve kendisine güvenilen tüccar ahirette peygam­berler, sıddîkler ve şehitlerle beraber olacaktır."[447]

Ancak günümüzde de sıkça görüldüğü gibi, satıcılar insafsız davrandıkları, müşteriyi aldattıkları, stokçuluk yaptıkları, fahiş fiyatla mal sattıkları, serbest piyasa hürriyetini fertlerin zararına olacak şekilde kullandıkları zamanlarda ilgililer, fiyatlara müdâhele edebilirler ve belirli bir fiyat koyabilirler. Böyle durumlarda artık bu bir zarurettir ve caizdir. Çünkü bu durumda Müslüman halkın hukukunu koruma ve aldatılmasını önleme söz konusudur.[448]

 

Abdesti Tam Almak

 

537. Câbir (r.a.) rivayet ediyor:

"Ateşten dolayı topukların vay haline."[449]

 

İzah

 

Zikrettiğimiz kaynakların bâzılarında hadisin başında veya so­nunda "Abdastinizi tam alınız" ifâdesi vardır. Peygamberimiz (s.a.v.) Medine'ye bir yolculuk esnasında ayaklarını tam yıka­mayan bâzı kimseleri görmüş ve onları ateşle tehdit etmiştir. Bu tehdit sadece ayaklar için değil, yıkanması farz olan diğer uzuvlar için de geçerlidir.[450]

 

İslâmın Bina Edildiği Beş Şey

 

538. Cerir bin Abdullah (r.a.) rivayet ediyor:

"İslâm beş şey üzere bina edilmiştir:

1. Allah'tan başka ilah olmadığına şehadet etmek,

2. Namaz kılmak,

3. Zekât vermek,

4. Hacca gitmek,

5. Ramazan ayında oruç tutmak."[451]

 

Peygamberimizin Ümmetine Şefaati

 

539. Ebû Musa (r.a.) Resûlullahm (s.a.v.) şöyle buyur­duğuna rivayet ediyor:

"Rabbimin katından bir melek geldi ve beni ümmetimin varışının Cennete girmesiyle onlara şefaat etmem hususun­da serbest bıraktı. Ben şefaati seçtim."

"Allah'a dua et, beni şefaat edilenlerden kılsın" dedim.

Resûlullah (s.a.v.),

"Allah'ım, onu şefaat edilenlerden eyle" buyurdu.

Sonra bir başkası, sonra bir başkası istedi. Sonra bir başkası aynı şeyi istedi. Bu söyleyenler çoğalınca Resûlullah şöyle buyurdu:

"Şefaatim, 'Allah'tan başka ilah olmadığına ve Muhammed'in Allah'ın resulü olduğuna şahitlik edenler içindir."[452]

Tirmizi'de Ebû Musa'nın (r.a.) talebi yer almamaktadır. Ayrıca hadisin son kısmı,

"Bu şefaat Allah'a ortak koşmadan ölen­leredir" şeklindedir.[453]

 

Bir Âdab

 

540. Abdullah bin Ömer (r.a.) rivayet ediyor:

"Üç kişi bir arada iken iki kişi başbaşa verip gizli olarak konuşmasın."[454]

 

İzah

 

Sünnet-i seniyye edebtir. Sünneti terk eden edebi terk etmiş olur. Resûlullahın bu sünneti de ihmal edilen son derece önemli bir adaptır. Çünkü başkalarının yanında iki kişinin "fiskos" şek­linde gizlice konuşması, diğerlerini rahatsız eder, üzer. Nitekim hadisin Tirmizî'deki rivayetinde,

"Bu hareket üçüncü kişiyi üzer" ilâvesi vardır.[455]

 

İlmin Ve İlim Öğrenmenin Fazileti

 

541. Ebû Bekre (r.a.) Resülullahın (s.a.v.) şöyle buyur­duğunu işittiğini rivayet ediyor:

"Ya ilim öğreten, ya ilim öğrenen, ya dinleyen veya bun­ları seven ol. Sakın beşincisi olma! Yoksa helak olursun."[456]

 

Erkeğin Eve Dönmekte Acele Etmesi

 

542. Câbir bin Abdullah (r.a.) rivayet ediyor:

Bir seferde Resûlullah ile beraberdik. Medine'ye yaklaş­tığımızda ben eve gitmekte acele etmek istedim. Resûlullah şöyle buyurdu:

"Yavaş, kocalarını bekleyen kadınlar ustura kullansın, dağınık olan saçlarını tarasın."[457]

 

İzah

 

Câbir bin Abdullah'ın (r.a.) rivayet ettiği bir başka hadiste de Resülullahın yoldan gelen birinin ailesinin yanına geceleyin gir­mesini çirkin gördüğü bildirilmiştir.[458]

İzahını yaptığımız hadiste yasağın hikmeti de açıklanmaktadır. O da ailevî huzuru temine yöneliktir. Evet, uzun zaman ailesinden uzak kalan bir kimse, aniden gelirse, onu çirkin bir kıyafetle, te­mizliği ihmal etmiş bir vaziyette bulabilir. Bu da eşiden nefret et­mesini yol açabilir. İşte Peygamberimiz yukarıdaki ikazı böyle bir tatsızlığa meydan verilmemek içindir.[459]

 

Hayberin Fethi

 

543. Câbir bin Abdullah (r.a.) rivayet ediyor:

Hayber gününde Resûlullah (s.a.v.) bir adamı (keşif için) önden göndermek istedi. Adam korktu. O sırada Muhammed bin Mesleme Resûlullaha gelerek söyle dedi:

"Yâ Resûlallah. Ben bu günkü gibi acı bir gün görme­dim" sonra da ağlamaya başladı. Resûlullah (sa.v.) şöyle buyurdu:

"Düşmanla karşılaşmayı arzulamayınız. Allah'tan sağlık ve afiyet dileyiniz. Çünkü siz düşman eliyle başınıza neyin geleceğini bilemezsiniz. Düşmanla karşılaştığınızda, 'Ey Rabbim, bizim de, onların da Rabbi Sensin. Bizim perçemi­miz Senin kudret elindedir. Onları öldürecek olan ancak Sensin' diye duâ edin. Sonra da yere oturun. Sizi kuşattık­larında doğrulup tekbir getirin."

Resûlullah sonra şöyle buyurdu:

"Yarın öyle birini göndereceğim ki, o Allah ve Allah'ın Resulünü sever; Allah ve Resulü de onu sever. O, düş­mandan yüz çeviren, kaçan birisi de değildir."

Resûlullah ertesi gün Ali'yi çağırdı. Onun gözleri şid­detle ağrıyordu.

Resûlullah (s.a.v.),

"Haydi, yürü!" buyurdu. Ali, "Ey Allah'ın Resulü, görüyorsun ki, ayaklarımın bastığı yeri dahi göremeyecek bir haldeyim" dedi. Resûlullah (s.a.v.) onun gözüne tükrüğünü koydu; onun için san­cak bağladı ve ona verdi.

Ali, "Ey Allah'ın Resulü, ben neyi gerçekleştirmek üzere onlarla savaşacağım" dedi.

Resûlullah (s.a.v.) şöyle buyurdu:

"Allah'tan başka ilâh olmadığına ve benim Allah'ın Resulü olduğuma şehadet edinceye kadar onlarla savaş. Bunu söylediklerinde canla­rını ve mallarını benden kurtarmış olurlar. Bunu samimî ol­arak söyleyip söylemediklerinin hesabı ise Allah'a aittir."[460]

 

İzah

 

134 numaralı hadisin izahında Hayberin fethi üzerinde dur­muştuk. Bu hadis, konu hakkında biraz daha tafsilat veriyor.

Hadiste geçen Muhammed bin Mesleme'nin (r.a.) kardeşi Mahmud bin Mesleme (r.a.) Hayber muhasarasında şehid düş­müştü. Muhammed bin Mesleme'nin üzüntüsünün ve ağlaması­nın sebebi buydu. Bunun için de bir an önce düşmanla karşılaş­mak istiyordu. Peygamberimiz onun şahsında bütün Müslüman­lara,

"Düşmanla karşılaşmayı arzulamayın" buyurdu.

Hadisin bu kısmı ile ilgili olarak şöyle bir rivayet de vardır:

"Düşmanla karşılaşmayı temenni etmeyin; Allah'tan afiyet is­teyin. Ama onlarla karşılaştığınız vakit de sabredin! Bilin ki Cen­net kılıçların gölgesi altındadır.[461]'

Peygamberimizin (s.a.v.) "Düşmanla karşılaşmayı istemeyin" emri, bu temenninin böbürlenmekten, nefse güvenmekten kay­naklanabileceği içindir.

Bir diğer husus, bu durumda düşman hafife alınarak tedbir el­den bırakılacağı içindir. Nitekim Hayber'in fethinden sonra gerçekleşen Hüneyn Savaşı'nda böyle olmuştu. Çokluklarına güve­nen ve bunu dilleriyle ifâde eden mü'minler, savaşın başlangı­cında bozguna uğramışlar, fakat Peygamberimizin düşman kar­şısındaki sebatı karşısında yeniden toparlanmışlar, ardından Al­lah'ın yardımı yetişmiştir. Evet, Müslümanlar ne kadar kuvvetli olurlarsa olsunlar, sayıları ne kadar fazla olursa olsun, buna de­ğil, Allah'ın yardımına güvenmeli ve Ona tevekkül etmelidirler. Hadiste geçen Peygamberimizin savaş anında yapmayı tavsiye et­tiği duâ da bunu ifâde eder. Evet, şöyle tarih sayfasına bir bakı­lırsa, savaşların pek çoğunun sayıca veya kuvvetçe üstün olundu­ğu için değil, Allah'ın yardımıyla kazanıldığı rahatlıkla görülür.

Peygamberimizin (s.a.v.) "Düşmanla karşılaşmayı temenni et­meyin" buyurmasının bir diğer sebebi de neticenin belli olmama­sıdır. Savaşın Müslümanlar aleyhine neticelenmesi de mümkün­dür. Bu sebeple düşmanla karşılaşmak temennî edilmemelidir. Ancak karşılaştıktan sonra da artık sebat etmek, harpten kaçma­mak icap eder. Zaten savaştan kaçmak oüyük günahlardandır.

Hadis,

"O Allah ve Allah'ın Resulünü sever; Allah ve Resulü de onu sever. O, düşmandan yüz çeviren, kaçan birisi de de­ğildir" ifadeleriyle Hz. Ali'nin faziletini de nazara veriyor.

Ayrıca fethin gerçekleşeceği bir mucize olarak önceden bildiri­liyor. Resûlullah (s.a.v.) fethin gerçekleşeceğini kardeşi şehid edilen Muhammed bin Mesleme'ye müjdelemiş, şöyle buyurmuş­tu:

"Ey Muhammed bin Mesleme. Müjde, yarın inşaallah kardeşi­ni öldüren öldürülecek ve Yahudi savaşçıları dönüp kaçacaklar­dır."[462]

Peygamberimizin haberi aynen gerçekleşti. Hz. Ali'nin eliyle Hayber fethedildi. Mahmud bin Mesleme'nin (r.a.) katili de öldü­rüldü.[463]

 

Peygamberimizin Turfanda Sebzeye Karşı Tavrı

 

544. Abdullah bin Abbas (r.a.) rivayet ediyor:

Resûlullaha turfanda bir meyve getirildiğinde, onu kabul eder veya gözüne sürer, sonra da orada bulunan çocukların en küçüğüne verirdi.[464]

 

İzah

 

Turfanda sebze, herhangi bir meyvenin o yıl ilk defa hasad edilmesidir. Hadiste geçen "onu kabul eder veya gözüne sürer" ifâdesindeki tereddüt, râvi Hz. Abdullah (r.a) aittir.

Tirmizi'de Resûlullahın (s.a.v.) kendisine turfanda sebze geti­rildiğinde şöyle duâ ettiği bildirilir: "Allah'ım, bizim için meyve­lerimizi bereketli kıl, şehrimizi mübarek kıl, ölçü ve tartımızı mübarek kıl."[465]

 

Hilim Ve Teenni

 

545. Abdullah bin Abbas (r.a.) rivayet ediyor:

Resûlullah (s.a.v.) Eşeccü Abdulkays'a şöyle buyurdu:

"Sende Allah'ın sevdiği iki sıfat var: Hilim ve teenni"[466]

 

İzah

 

Ebû Dâvud'daki rivayette, Resûlullahın (s.a.v.) bu iltifatına muhatap olan Eşeccü Abdülkays'ın "Allah ve Resulünün sevdiği iki haslet üzere beni yaratan Allah'a hamd olsun" dediği kayıt­lıdır.

489 ve 490 numaralı hadislerde hilim üzerinde açıklama yap­mıştık. Burada teennî üzerinde duracağız.

Teenni, önünü sonunu düşünerek, ağırbaşlılıkla hareket etmek demektir. Teennî, bu yönüyle başarının temelidir. Çünkü dünya işleri bâzı ön hazırlıklar ister, düşünmeyi, sağlam karar vermeyi gerektirir. Bunlar ihmal edildiğinde netice alınmaz. Bunun içindir ki, Sevgili Peygamberimiz, daha bir çok hadislerinde teennî üzerinde durmuştur. Meselâ bir hadislerinde teenninin peygam­berliğin yirmi dört parçasından bir parça olduğunu bildirmiş,[467] bir başka hadislerinde ise teenninin Allah'tan, acele etmenin ise şey­tandan olduğunu nazara vermiştir.[468]

Ancak hemen ifâde edelim ki, acelenin çirkin görülmesi, dün­ya işlerine yöneliktir. Uhrevi işlerde acele etmek ise çirkin görül­mek şöyle dursun, bilhassa teşvik edilmiştir. Nitekim Peygam­berimiz (s.a.v.) dünya işlerinde acele davranmamanın, âhirete âit amellerde ise acele davranmanın daha hayırlı olduğuna dikkat çekmiştir.[469]

Evet, hayır yapma, ibâdet etme gibi âhirete yönelik işlerde acele edilmelidir. Çünkü aynı fırsat bir daha ele geçmeyebilir. Di­ğer taraftan, hayırlı işlerin başta nefis ve şeytan gibi çok muzur manileri vardır. Nefis ve şeytan mü'minlere yapacakları hayır hasenat ve ibâdetleri önce erteletmek, sürüncemede bırakmak, sonra da yaptırmamak için elinden gelen gayreti gösterir. Bilhassa farz olan amellerde yavaş davranılırsa ve ileride de o borç kaza edilerek yerine getirilmezse, kişi mes'ul olur.

Burada bir hususa daha açıklık getirelim: İbâdetleri vaktinde yapmak için uhrevî işlerde acele etmek övülmüştür. Yoksa ibâ­detleri alel acele bitirmek övülmemiştir. Böyle aceleyle, üstün kö­rü olarak yapılan ibâdetlerin kabul edilip edilmeyeceği de şüp­helidir.

Peygamberimizin övdüğü Eşeccü Abdülkays'ın asıl ismi Münzir bin Aîz'dir (r.a.).[470]

 

Hz. Cerir'in Fazileti

 

546. Cerir bin Abdullah (r.a.) rivayet ettiğine göre, ken­disi, Resülullahın (s.a.v.) yanına gitmişti. O sırada Resülullah (s.a.v.) insanlarla dolu bir evde bulunuyordu. Cerir kapıda ayakta durdu. Bunun üzerine Resûlullah sağa, sola baktı, Cerir'in oturacağı bir yer bulamadı. Bunun üzerine hırkasını toplayıp ona attı ve,

"Al bunun üzerine otur" bu­yurdu.

Cerir Resûlullahın hırkasını göğsüne bastırdı, öptü, geri verdi ve şöyle dedi:

"Ya Resûlallah, sen bana nasıl değer verdinse, Cenâb-ı Allah da sana öyle değer versin."

Bundan sonra Resûlullah (s.a.v.) şöyle buyurdu:

"Bir toplumun büyüğü yanınıza geldiğinde ona değer ve­rin."

163 numaralı hadisin izahına bakınız.[471]

 

Peygamberimizin Yardımcısı

 

547. Ali (r.a.) rivayet ediyor:

"Her peygamberin bir havarisi vardır. Benim havarim de halamın oğlu Zübeyr bin Avvam'dır."[472]

 

İzah

 

Müslim'deki rivayet şöyledir:

"Her peygamberin bir havarisi vardır. Benim de havarim Zübeyir'dir."

Havârî, yardımcısı demektir. Peygamberimiz bu hadislerinde Hz. Zübeyr'i yardımcısı olarak vasıflandırmıştır. Hz. Zübeyr, İs­lama genç yaşta gönül veren ilk bahtiyarlardandı. Bir hadiste top­lu olarak Cennetle müjdelen on Sahabîden birisidir. Hadiste de ifâde edildiği gibi, Peygamberimizin halasının, yani Hz. Safiyye'nin oğludur.

Hz. Zübeyr, Müslüman olduğu için bizzat amcası tarafından dayanılmaz işkencelere maruz kalmış, fakat "Amca, artık ebediyyen küfre girmem"[473] diyerek inancından zerre kadar taviz verme­miştir.

Hem Habeşistan'a, hem de. Medine'ye hicret ederek iki hicret sevabı birden kazanan Hz. Zübeyr, Peygamberimizle (s.a.v.) katıldığı savaşlarda çok büyük kahramanlıklar göstermiştir. Ken­di ifadesiyle vücudunda yara almayan hiç bir yer kalmamıştır.[474]

Zübeyr (r.a.) Hz. Ömer devrinde fetih ordularını kumanda ederek de İslâmiyete büyük hizmetlerde bulundu.

Cemel Savaşında, harp meydanından çekildiği bir sırada şehid edildi. Allah ondan razı olsun.[475]

 

Cennette Cinsî Güç

 

548. Ebû Hüreyre (r.a.) rivayet ediyor:

Resûlullaha, "Ya Resûlallah, Cennette hanımlarımıza cinsî yönden yetişebilecek miyiz?" denildi.

Resûlullah (s.a.v.),

"Kişi bir günde yüz bakireye yetişe­bilecektir" buyurdu.[476]

 

Seferde Namaz

 

549. Ebû Cüheyfe (r.a.) rivayet ediyor:

"Resûlullah ile beraber Veda Haccında haccettik. Dönünceye kadar farz namazları ikişer rekat olarak kıldık."

49 ve 101 numaralı hadislere bakınız.[477]

 

Yemek Adabı

 

550. Amr bin Ebî Seleme (r.a.) rivayet ediyor:

Resûlullahın yanına girdim. Onunla beraber yemek ye­dim. Şöyle buyurdu:

"Allah'ın ismini an. Sağ elinle ve önünden ye."[478]

 

Namaz Tesbihatının Ehemmiyeti

 

551. Ebû Hüreyre (r.a.) rivayet ediyor:

Müslümanlardan bir grup Resûlullaha (s.a.v.) gelerek, "Ya Resûlallah, zenginler yüksek dereceleri alıp götürdüler" dediler.

Resûlullah,

"Nedir o?" diye sordu.

Onlar, "Zenginler de bizim gibi namaz kılıyorlar, bizim gibi oruç tutuyorlar, bizim gibi hacca gidiyorlar. Fakat onlar sadaka veriyor, bizler ise veremiyoruz" dediler.

Bunun üzerine Resûlallah (s.a.v.) şöyle buyurdu:

"Ben size bir şey öğreteyim mi? Onunla sizi geçenlere yetişip, sizden sonrakileri de geçesiniz. Hem sizin yaptı­ğınızı yapmadıkça hiç kimse sizi geçemesin? Her namazdan sonra otuz üç defa 'Sübhanallah,' otuz üç defa 'Elham­dülillah,' otuz dört defa 'Allahü ekber' dersiniz."

Bu haber zenginlere ulaştığında onlar da bunu söylediler, bunun üzerine fakirler tekrar gelerek Resûlullaha durumu bildirdiler. Resûlullah (s.a.v.) şöyle buyurdu:

"Bu Allah'ın fazlıdır, onu dilediğine verir."[479]

 

İzah

 

Müslim'deki rivayette, zeginlerin de bu sözleri söyledikleri yer almamaktadır.

Hadis, namaz tesbihatının ehemmiyetini ve faziletini ifâde et­mektedir. Gerçekten de namaz tesbihatını yapmak, son derece sevaplı bir ibâdettir.

Günboyu verilen işi canla, başla yapan işçi, akşam olunca iş­verenin yanına gider, hak etmiş olduğu ücretini gönül rahatlığı içinde ister. Bu işçinin ücretini isteyip almadan gitmesi düşünelemez. Bir ay müddetle çalışan memur da maaşını çalışmış oldu­ğu kuruluşun muhasebesinden ister ve alır. Memurun da maaşını istememesi düşünelemez.

Günde beş vakit namazını ihlâsla yerine getiren mü'min de na­mazın sonunda yapmış olduğu tesbihat ve duâ ile Rabbinden bir çeşit mükâfaat ve ücretini istemektedir. Sübhanallah, elhamdü­lillah ve Allâhüekber gibi mübarek kelimelerle Yüce Allah'ı teşsbih, sena ve tazim ederken, arada getirmiş olduğu salavatlarla da Resul-i Ekreme muhabbet ve selâmını göndermektedir. Hem Cenâb-ı Hakkın yardımını, hem de Peygamberimizin şefaatini dile­mektedir. Daha sonra yapmış olduğu duâ ile bir kul olarak aczini, zaafını, ihtiyaçlarını dile getirmekte, bütün bunları Kâinat Sahi­binden istemektedir.

Ayrıca namazlardan sonra yapılan tesbihat, birçok mühim ve ulvî zikir kelimelerinin tekrarına vesile olması bakımından çok sevaplı bir sünnettir. Bir nevi namazın hatimesi ve en güzel surette bitirme şeklidir. Bu teşbihleri bizzat Peygamberimiz devamlı su­rette yaptığı gibi, bizlere de faziletini bildirerek tavsiye etmiştir. Bu hususta başka bir hadis-i şerif şu mealdedir:

"Bir kimse her namazın sonunda otuz üç defa sübhanallah, otuz üç defa elhamdülillah, otuz üç defa da Allâhü ekber derse, bunların tamamı doksandokuz eder. Yüzüncü olarak da Lâ ilahe illallâhü vahdehu lâ şerîke leh. Lehü'l-mülkü velehü'l-hamdü ve hüve ala külli şey'in kadîr=Allah'tan başka ilâh yoktur. O birdir, ortağı yoktur. Mülk Onundur ve hamd Onadır. Onun her şeye gücü yeter' derse, günahları denizin köpüğü kadarda olsa affolu­nur."[480]

Bediüzzaman, tesbihatta "Sübhanallah, elhamdülillah, Allahü ekber" denilmesinin hikmetiyle ilgili olarak meâlen şöyle der:

Namazın mânâsı, Cenâb-ı Hakkı tesbih, tazim ve şükürdür. Yani, büyüklüğüne karşı, dil ile ve hareketle "sübhanallah=Allah her türlü kusur ve noksandan uzaktır" deyip takdîs etmek; hem, kemâline karşı lafzen ve amelen, "Allâhü ekber=Allah en büyük­tür, en yücedir" deyip büyültmek; hem cemâline karşı, kalben ve lisânen ve bedenen "elhamdülillah=Ezelden ebede her türlü hamd, şükür ve övgü Allah'a mahsustur" deyip, şükretmektir. Demek tesbih, tekbir ve hamd, namazın çekirdekleri hükmündedirler. Ondandır ki, namazın hareketlerinde ve zikirlerinde, bu üç şey, her tarafında bulunuyorlar. Hem, ondandır ki, namazdan sonra, namazın mânâsını kuvvetlendirmek için şu mübarek keli­meler, otuz üç defa tekrar edilir. Namazın mânâsı, şu özetlerle kuvvetlendirilir.[481]

Peygamberimiz (a.s.m.) bir diğer hadislerinde de namazdan sonraki tesbihatın faziletini ifâde etmiş, devamında ise bizi şöyle ikaz etmiştir:

"Herhangi biriniz namazda iken şeytan gelir ve na­mazdan dönünceye kadar 'Falan işi hatırla, filan işi hatırla' der. Bu yüzden tesbih çekmeyi belki yapamaz."[482]

 

Cennetten Köşk Kazandıran Ameller

 

552. Muaz bin Cebel (r.a.) rivayet ediyor:

"Haklı olduğu halde münakaşayı terk eden kimseye Cen­netin kenarlarında bir köşk; şaka yaparken yalan söylemeyen kişiye Cennetin ortasında bir köşk; ahlakı güzel olana da Cennetin en yüksek yerinde bir köşk verileceğine ben kefilim."[483]

 

Sakal Ve Bıyıkta Sünnet

 

553. Ebû Hüreyre (r.a.) rivayet ediyor:

"Bıyıklarınızı kısaltın, sakalınızı uzatın."[484]

 

İzah

 

Bir başka hadiste ise bıyığı kesmenin, sakalı uzatmanın fıtrat­tan oluğu bildirilmiştir.[485]

Hadisler, Müslümanların yüzlerine verecekleri şekli açıkla­maktadır. Bu şekil, bıyıkların kesilmesi, sakalın ise bırakılması­dır. Bir başka hadiste bunun sebebi olarak,

"Yahudilere benzemeyin" buyurulmuştur.

Bir başka rivayet "Müşriklere benzemeyin" şeklinde gelmiştir.

Bıyıkları kesmek sünnet olmakla birlikte kesmenin şekli husu­sunda âlimler arasında farklı görüşler vardır. İmam-ı A'zam ve üç talebesine göre bıyıkların tamamen kazınması, kısaltılmasından daha faziletlidir. İmam Mâlik'e göre ise bıyıkların kökten tıraş edilmesi yasaktır.

İmam Şâfii'den ise bu konuda kesin bir hüküm rivayet edilme­miştir.

Yukarıdaki hadis bıyıkların dipten kesilebileceğine işaret etse de, başka hadisler bıyıkların kökten kesilmeyip sadece düzeltilmesi gerektiğini açıklar. Meselâ bıyıklarla ilgili bir hadiste,

"Bı­yığından almayan bizden değildir" buyurulmuştur.[486]

Bıyıktan almak, kökten kesmek demek değildir.

Abdullah bin Abbas'ın (r.a.) rivayet ettiği bir başka hadis ise şöyledir:

Resûlullah bıyığından keser ve şöyle derdi:

"Halîlü'r-Rahmân İbrahim de (a.s.) böyle yapardı."[487]

Bıyığın kökten kesilmeyip altan düzeltileceği ile ilgili bir başka rivayet ise şöyledir:

"Resûlullah (s.a.v.) bıyığın altına mısvağı koyarak üzerinden çıkan kısmı makasla kesti."

Sakala gelince:

Hadiste geçen "Sakalınızı uzatın" emri, başı boş bir şekilde uzatın demek değildir. Hadiste, düzenli bir şekilde uzatmak kas­tedilmektedir. Nitekim Abdullah bin Amr (r.a.) Resûlullahın sa­kalını eninden ve boyundan aldığını bildirir.[488]

Bâzı âlimler, sakalın ne kadar uzatılacağı ile ilgili bir sınır koy­mazlarken, dikkat çekecek kadar fazla uzatmayı da hoş karşıla­mazlar. Meselâ İmam Mâlîk'e göre sakalın çok uzatılması mek­ruhtur.

Hz. Ömer ise sakalın bir tutamı geçmemesi gerektiğini söyler. Ebû Hüreyre (r.a.) ve Abdullah bin Ömer'in (r.a.) sakallarını avuçlayıp bir tutamdan fazlasını kestikleri bildirilmiştir.[489]

 

Cennet Ehli Cennette Nasıl Olacak?

 

554. Ebû Hüreyre (r.a.) rivayet ediyor:

"Cennet ehli Cennete tüysüz, genç, beyaz tenli ve kara gözlü olarak girecekler. Yaşları otuz üç, boyları Hz. Âdem (a.s.) gibi altmış arşın vücutlarının genişliği ise yedi arşın olacaktır."[490]

Müsned'deki rivayette "saçları dalgalı" ilâvesi vardır.[491]

 

Vasiyetin Önemi

 

555. Abdullah bin Abbas (r.a.) rivayet ediyor:

"Vasiyet yapmamak dünyada büyük bir kusur, âhirette ise ateş ve rezil rüsvay olmaktır."[492]

 

İzah

 

Vasiyet, kelime olarak emir, bir işi birisine ısmarlamak de­mektir. Dînî bir tabir olarak kullanıldığında, bir malı veya her hangi bir faydayı ölümünden sonra geçerli olmak üzere başkasına vermek mânâsına gelir. Meselâ, "Ben öldüğüm zaman şu malım falan kişiye veya kuruluşa verilsin veya filan gelirim şu hayır yo­luna tahsis edilsin" gibi....

Vasiyetin çeşitleri vardır. Birincisi vacip olan vasiyetlerdir. Kişinin yanında bulunan emanetlerin verilmesi veya senedi olmayan borçların ödenmesi için vasiyet etmesidir. Ölümün ne zaman geleceği bilinmediğinden, emânetlerin ve senetleri olmayan borç­ların vasiyet edilmesi vaciptir. Peygamberimiz bir hadislerinde bununla ilgili olarak şöyle buyurur:

"Vasiyet edilecek birşeyi bulunan bir Müslümanın, vasiyeti yanında bulunmadıkça iki gece geçirmesi doğru değildir."[493]

Ayrıca, üzerinde yemin ve oruç keffâreti bulunanların, zekât borcu olanların bıraktıkları maldan bu borçlarının ödenmesini; na­maz borcu olanların kılamadıkları namazların yerine fidye veril­mesini, hac borcu olanların yerlerine hacca gidilmesini vasiyet et­meleri, vacip kısmın içinde değerlendirilir.

İzahını yaptığımız hadis de vacip olan bu tür vasiyetler içindir. Kişinin gerek insanlara, gerekse Allah'a olan borcunu bildirme­den vefat etmesinin kusur olduğu, âhirette ateş ve rüsvaylık ola­cağı açıktır.

Vasiyetin bir diğer çeşidi müstehap olan vasiyetlerdir. Vasiyet edebilecek kadar maddî durumları müsait olan kimselerin, vâris­lerini başkalarına muhtaç bir vaziyette bırakmamak şartıyla va­siyette bulunmaları müstehaptır. Yani farz ve vacibin dışında ka­lan sevapli işlerdendir. Çünkü, vasiyet yardımlaşma esasına day­anan malî ibâdetlerden birisidir. Servetinin bir kısmını mîrasçılarına bırakan kimse, bir kısmının da fakirlere, zayıflara, yetimlere veya hayır müesseselerine ayrılmasını vasiyet ederek dünyaya gözünü kapaması manevî bir kazanç kapısıdır. Bunun içindir ki, Cenâb-ı Hak, rahmetinin eseri olarak kuluna, ölüm ânında malı­nın üçte birinde tasarruf etme selâhiyeti vermiştir. Bir hadiste bu­na işaretle şöyle buyurulur:

"Cenâb-ı Hak, size, amellerinizi artırmak için mallarınızın üçte birini vefatınız zamanında vasiyet etme selâhiyeti verdi."[494]

Bir de mekruh olan vasiyetler vardır. Aldıklarını içki, kumar ve benzeri yerlere harcayacak kimselere yapılan vasiyetlerdir. Şâfiîlere göre, böyle kimselere yapılan vasiyetler haramdır. Çünkü böyle sefih kimselerin ellerine geçen parayı gayr-i meşru yollara harcayacakları bellidir.

Cenaze namazını filan kimsenin kıldırmasını, cenazenin filan yere naklini, şu veya bu renk bir kumaşla kefenlenmeyi, istediği yere defnedilmeyi, vefatı için ağlamayı, kabrinin yapılmasını va­siyet etmek ise mekruhtur.

Vasiyet hakkında geniş bilgi için Ölüm Cenaze Kabir ve Büyük İslâm İlmihali isimli eserlerimize bakılabilir.[495]

 

Allah'ın Hayır Dilediği Kimse

 

556. Ebû Hüreyre (r.a.) rivayet ediyor:

"Allah hayır dilediği kimseyi dinde ince anlayış sahibi ya­par."[496]

 

İzah

 

Başka bir rivayette "Doğru yolunu kendisine ilham eder" ilâvesi vardır.

Hadis, ilim sahibi olmanın faziletini bildirmektedir. Diğer ta­raftan, dinde ince anlayış sahibi olmanın sadece okuyup öğren­mekle değil, ilmi verenin gerçekte Allah olduğunun şuurunda ol­mak gerektiği nazara verilmektedir.

Hadis, "Kim din ilimlerini öğrenme hususunda gayret gös­termezse, hayırdan mahrum kalır" mânâsını da ders verir.[497]

 

Çevreyi Kirletmek

 

557. Ebû Hüreyre (r,a.) rivayet ediyor:

"Kim Müslümanların gelip geçtiği yol üzerine abdest bo­zarsa Allah'ın, meleklerin ve bütün insanların laneti onun üzerine olsun."[498]

 

İzah

 

Bâzı yerler vardır ki, oralara abdest bozmak çok çirkin bir davranıştır. Ümmetine adabın en inceliklerini öğreten Peygam­berimiz (s.a.v.) abdest bozmanın çirkin olduğu yerleri de bildir­miştir. Hadiste bu yerlerden birisi açıklanmıştır. Bununla ilgili başka hadisler de vardır. Meselâ biri şu mealdedir:

Resûlullah (s.a.v.),

"İki mel'undan sakının" buyurdu.

Sahabîler, "Ya Resûlallah, iki mel'un kimdir?" diye sordular.

Resûlullah (s.a.v.),

"İnsanların gelip geçtikleri yol üzerine ve­ya gölgeliklerine abdest bozanın yaptığı iştir" buyurdu.[499]

Bu ve buna benzer hadisler, dinimizin çevre temizliğine verdi­ği önemi göstermesi bakımından mühimdir.[500]

 

Kişinin Babasının Yerine Haccetmesi

 

558. Abdullah bin Abbas (r.a.) rivayet ediyor:

Bir adam Resûlullaha (s.a.v.) gelerek, "Babam çok yaş­lı. Haccetmeye gücü yetmiyor. Onun yerine haccedebilir miyim?" diye sordu.

Resûlullah (s.a.v.),

"Evet, babanın yerine haccet" bu­yurdu.[501]

 

İzah

 

Dinimizde ibâdetler üç gruba ayrılır:

1. Bedenle yapılanlar: Namaz kılmak, oruç tutmak, Kur'ân okumak gibi.

2. Mal ile yapılanlar: Zekât ve sadaka vermek, fitre vermek, kurban kesmek gibi.

3. Hem mal, hem de bedenle yapılanlar: Hac ibâdeti gibi. Birinci gruba giren ibâdetlerde vekâlet caiz değildir. Yani bir kimse başkasının yerine namaz kılamaz, oruç tutamaz, Kur'ân okuyamaz. Ancak bu ibâdetleri yapanlar, bunun sevabını başka­sına bağışlayabilirler.

Zekât sadaka gibi ikinci gruba giren ibâdetlerde vekâlet caiz­dir.

Hac gibi, hem mâlî, hem de bedenî ibâdetlerde vekâletin caiz olabilmesi için ölüm, devamlı hastalık, yaşlılık, kadın için mah­reminin bulunmaması gibi engellerin olması gerekir. Bunun dışında olup hac ibâdetini bizzat yerine getirebilecek kimseler için vekâlet caiz değildir.

İzahını yaptığımız hadis, yaşlı birisinin yerine vekâletin caiz olduğunun delillerindendir.

Hacda vekâlet ile ilgili olarak Hanefi ve Şâfiilere Göre Büyük İslâm İlmihali isimli eserimizin 587-591. sayfalarına bakılabilir.[502]

 

Resûlullahın Bâzı Ahlâkî Özellikleri

 

559. Âişe (r.a.) rivayet ediyor:

Resûlullah hanımlarından hiçbirisini asla dövmedi. Allah yolunda cihad etmenin dışında asla hiç kimseye vurmadı. Maruz kaldığı bir fenalığın intikamını asla almadı. Ancak Allah'ın haramları çiğnenirse Allah için intikam alırdı.[503]

 

İzah

 

Müslim'de, "Hiçbir hizmetçisine de asla vurmadığı" ilâvesi vardır.

Hadiste Resûlullahın (s.a.v.) bâzı ahlâkî özellikleri nazara ve­riliyor. Bunlardan birincisi hanımlarına karşı iyi davranması, on­lara asla vurmamasıdır.

Aile müessesesinin devamı, karı koca arasındaki karşılıklı sevgi ile mümkündür. Dayak ise eşler arasındaki sevgiyi sarsar. Nazik bir yaratılışa sahîp olan kadının, kendisini döven erkeğe karşı sevgi beslemesi, onun isteklerini gönül rızası ile yerine ge­tirmesi düşünülemez. Bu ise ailedeki huzura tesir eder.

Nitekim günümüzde bir çok aile yuvası, sırf dayak sebebiyle yıkılmaktadır. Diğer taraftan, "kadın hakları" için sokağa dökülen kadınların birçoğu, erkeklerin eşlerini dövdüklerinden yakınmak­tadır. Kısacası dayak, aile hayatı ve huzurunda en mühim prob­lemlerden birisidir.

İşte bugün yüzbinlerce kadının dert yandığı bu meseleyi, Pey­gamberimiz (a.s.m.) bundan asırlarca önce ders vermiş, Müslü­manlara da hanımlarına şefkatle muamele etmeleri tavsiyesinde bulunmuş; kadınları ancak "kötü erkeklerin" döveceğine[504] dikkat çekmiştir. Bir başka hadislerinde ise,

"Sizden biriniz, kölesini döver gibi hanımını dövmesin. Sonra akşamleyin dövdüğü hanım ile cinsî münâsebette bulunabilir"[505]

buyurarak mühim bir nezâket dersi de vermektedir. Elbette aklı başında bir erkek, gündüzleyin dövdüğü kadının yatağına geceleyin girerken bir mahcubiyet du­yar. İşte Peygamberimiz bu hadisleriyle,

"Kadınları dövüyorsu­nuz ama, geceleyin aynı yatağa gireceksiniz" buyurarak, erkekleri düşünmeye davet etmiştir.

Peygamberimizin "Kadınlarınızı dövmeyiniz" buyruğundan sonra bâzı kadınlar bundan cesaret alarak kocalarına karşı gelme­ye, isyan etmeye başlamışlardı. Bu durum aile hayatını bozaca­ğından Hz. Ömer Resûlullaha (a.s.m.) geldi ve "Ey Allah'ın Re­sulü, kadınlar kocalarına karşı kafa tutmaya başladılar. Bundan sonra Resûlullah (a.s.m.) kadınları hafifçe dövmeye izin verdi. Ancak bu defa da erkekler bu izni bir emir olarak düşünerek ka­dınları dövmekte aşırı gittiler. Pekçok kadın Resûlullahın hanım­larına gelerek durumu bildirdiler. Bunun üzerine Resûlullah (a.s.m.) erkeklere hitaben şöyle buyurdu:

"Bu gece Muhammed ailesine kocalarından şikayetçi olan bir­çok kadın geldi. Şunu iyi bilin ki, kadınlarını döven erkekler, ha­yırlı erkekler değildir."[506]

Ümmetine bu tavsiyede bulunan sevgili Peygamberimiz, iza­hını yaptığımız hadiste de bildirildiğine göre kendisi hiçbir hanı­mım dömemiştir.[507] Konu hakkında tafsilatlı bilgiyi Hanefî ve Şâfiilere Göre Evlilik Aile isimli eserimizin 217-220. sayfalarına ha­vale ederek, hadisteki diğer konular üzerinde durmak istiyoruz.

Hadiste, Peygamberimizin (s.a.v.) Allah yolunda cihad etme­nin dışında asla hiç kimseye vurmadığı bildirilmektedir. Evet, Müslüman olsun, gayr-i müslim olsun herkes, Resûlullahın elin­den emin olmuşlar, hiçbir zarar görmemişlerdir. Normal zaman­larda hiç kimseyi incitmeyen Resûlullah, cihad meydanında, Al­lah uğrunda düşmanlarına karşı çıkmış, onlan öldürmüş veya ya­ralamıştır.

Hadiste bildirilen Peygamberimizin (s.a.v.) ahlâkî özellikle­rinden birisi de Allah'ın haramlarını çiğneyenden Allah için inti­kam almanın dışında, şahsî olarak maruz kaldığı bir fenalığın inti­kamını asla atmamasıdır. Gerçekten de Resûlullah (s.a.v.) istese kendisine eziyet edenlerden, kendisini yurdundan çıkaranlardan çok şiddetli intikam alabileceği halde, onlan her zaman affetmiştir. Bunun en güzel misali Mekke'nin fethi esnasında yaşan­mıştır. Resûlullah (s.a.v.) kendisine işkence eden, yurdundan çı­karan, kendisine karşı savaşan müşriklerden asla intikam alma yoluna gitmemiş, onları affetmiştir.[508]

 

Hz. Musa'nın İffeti

 

560. Ebû Zer (r.a.) rivayet ediyor:

Resûlullah (s.a.v.) bana,

"Musa iki vakitten hangisini ta­mamladı?" diye sorulursa, "Daha hayırlı, daha mükemmel ve daha iyi olanı de" buyurdu.

"Eğer kızlardan hangisini nikahladı?" diye sorulursa, ""Küçük olanı nikahladı" de. Çünkü "Babacığım, onu işçi olarak tut. Çünkü ücretle çalıştırdıklarınızın en hayırlısı hiç şüphesiz bu güçlü ve güvenilir adamdır" diyen odur.

Babası "Kuvvetli olduğunu nereden biliyorsun?" diye sordu.

Kızı, "Kuyunun üzerindeki ağır bir taşı kaldırdı" ceva­bını verdi.

Babası, "Peki güvenilir olduğunu nereden biliyorsun?" diye sordu.

Kız, "Buraya gelirken bana 'Arkamdan yürü, önümden yürüme' dedi." [509]

 

İzah

 

Hz. Mûsâ, daha peygamberlikle vazifelendirilmeden önce Mı­sır'dan, Firavun'un zulmünden kaçmıştı. Bu kaçış esnasında yo­lu Medyen'e düştü. Bir çeşme başında kalabalık bir grubun hay­vanlarını suladığını gördü. İki kız da hayvanlarının başında bek­leyip duruyordu. Onların bu hali şefkatine dokundu. Edeple yak­laştı ve "Herkes hayvanlarını suluyor, siz niçin bekliyorsunuz?" diye sordu.

Bunlar bir peygamber olan Hz. Şuayb'ın (a.s.) kızları, idi. Musa'nın (a.s.) kendileri ile konuşmasından çok utandılar. Fakat onun suâlini cevapsız bırakmayı da uygun bulmadılar. Utangaç bir şekilde şöyle dediler:

"Hayvanlarını sulayan erkekler oradan ayrılmadıkça biz hay­vanlarımızı sulayamayız. Aldığımız terbiye erkeklere karışmamamızı gerektiriyor. Yaşlı bir babamız var. Bu işi bizden başka ya­pacak kimse olmadığı için mecburen biz yapıyoruz."

Onların bu iffetli davranışları Hz. Musa'yı duygulandırdı. Kalktı, kuyuya gitti, kuyunun üzerindeki çok ağır taşı yalnız ba­şına kaldırdı. Kova ile kuyudan su çekerek kızlara yardımcı oldu. Sonra da ne yapacağını, nereye gideceğini bilmez bir halde ağacın gölgesine çekildi.

Bu arada kızları eve her zamankinden erken dönünce, Hz. Şuayb bunun sebebini sordu. Kızları hadiseyi babalarına haber ver­diler. Hz. Şuayb, bundan çok memnun oldu. Başka kimse olma­dığından kızlarından birini onu çağırmak için gönderdi.

Hz. Mûsâ hâlâ orada idi. Kız utana utana ona yaklaştı, "Ba­bam hayvanlarımızı sulamana karşılık ücret vermek üzere sizi eve davet ediyor" dedi.

Gidecek yeri olmayan Mûsâ (a.s.) bu daveti kabul etti. Bir ara yolda giderken kıza hitaben şöyle dedi:

"Ey Allah'ın kulu kadın, sen benim arkamdan yürü. Eğer yan­lış gidersem sen bana sözle veya atacağın taşlarla yolu tarif et! Biz Yakuboğulları, yabancı bir kadının avret yerine bakmayız."

Biraz sonra eve geldiler. Tanıştılar. Hz. Mûsâ başından ge­çenleri Hz. Şuayb'e anlattı. Bir müddet sonra ferasetli biri olan Hz. Şuayb'ın kızı Safura, izahını yaptığımız hadiste açıklandığı üzere babasından Hz. Musa'yı ücretli olarak tutmasını istedi. Onun güçlülüğünden, kuvvetliliğinden bahsetti. Bunu nasıl anladı­ğını açıkladı. Kuyunun üzerindeki taşı tek başına kaldırmasını kuvvetli olmasına, yolda yürürken kendisinin önünden yürümesi­ni de güvenilir olmasına delil olarak zikretti. Ayrıca, "Babacığım, suyun başında bizimle konuşurken gözlerini yere dikti. Bir defacık olsun başını kaldırıp da yüzümüze bakmadı" dedi.

Bunun üzerine Hz. Şuayb Hz. Musa'ya kızı ile evlenmesi tek­lifinde bulundu. Şöyle dedi:

"Ey Mûsâ, sana bir teklifim var. Sekiz sene koyunlarımı gü­düp bana hizmet etmen karşılığında şu iki kızımdan birini sana ni­kahlamak istiyorum. Eğer sen bu hizmet seneni on yıla tamamlar­san o senin bileceğin bir şey. Sana fazla meşakkat vermeyi de ar­zu etmeni. İnşaallah beni hizmetçisine yumuşak davranan, verdi­ği sözde duran sâlih kimselerden bulacaksın."

Bu teklif üzerine Hz. Mûsâ, Hz. Şuayb'ın kızı ile evlendi. Karşılığında da ona hizmet etti. İşte izah ettiğimiz hadiste Ebû Zer'e (r.a.) '"Musa iki vakitten hangisini tamamladı?' diye sorul­duğunda" ifâdesindeki iki vakit, sekiz veya on yıldan hangisini tamamladığıdır. Resûlullah (s.a.v.),

"Daha hayırlı, daha iyi ve daha mükemmel olanı tamamladı"

diyerek Hz. Musa'nın Hz. Şuayb'a on yıl hizmet ettiğim bildirmiştir.

"Kadınlardan hangisini nikahladığı şeklindeki?" soruya da "Küçük olanı" cevabını vermiştir.

Konunun tafsilatı için Tarih Aynasında Yahudiler isimli eseri­mize 25-30. sayfalarına bakılabilir.[510]

 

Yatarken Elleri Yıkamak

 

561. Âişe (r.a.) rivayet ediyor:

"Kim geceleyin elinde et kokusu olduğu halde yatarsa, başına bir musibet geldiğinde kendisinden başka kimseyi ayıplamasın."[511]

Tirmizi'de, hadisin baş tarafında,

"Şeytan hassas ve yalayı­cıdır. Kendinizi ondan koruyun" ilâvesi vardır.

Hadis, dinimizin temizliğe verdiği ehemmiyeti gösterir.[512]

 

Hayırlı Ve Şerli Olan Kimdir?

 

562. Ebû Bekir (r.a.) rivayet ediyor:

Bir adam Resûlullaha "Ey Allah'ın Resulü, hangi insan daha hayırlıdır?" diye sordu. Resûlullah (s.a.v.),

"Ömrü uzun, ameli güzel olan" buyurdu.

O zât, "Hangi adam daha şerlidir" diye sordu. Resûlullah (s.a.v.),

"Ömrü uzun, ame­li çirkin olan" buyurdu.[513]

 

İzah

 

Peygamberimiz bu hadislerinde, ömrü uzun, ameli güzel olanı hayırlı insan olarak vasıflandırmaktadır. Çünkü bir insanın ameli iyi ise, ömrünün uzun olması, âhireti için kârlı ticâret yapmasına, âhiret yurdu için daha çok faydalı amel işlemesine sebep olur.

Kişinin ameli kötü olup ömrünün uzun olması ise, bunun ter­sidir. Böyleleri çok yaşadıkça günahlarını daha da çok artırırlar, böylece de ebedî yurtlarında daha büyük azaba maruz kalırlar. Bunun içindir ki, Peygamberimiz (s.a.v.) ameli kötü olup uzun ömürlü olanları "şerli" olarak vasıflandırmıştır.[514]

 

Peygamberimizin Bâzı Tavsiyeleri

 

563. Enes (r.a.) rivayet ediyor:

Resûlullah bana şu nasihatta bulundu:

"Ey Enes, abdesti tam al ömrün artar. Ümmetimden kar­şılaştıklarına selam ver, iyiliklerin artar. Evine girdiğinde ev halkına selâm ver. Duha namazını kıl, çünkü bu namaz evvâbin namazıdır. Küçüklere merhamet et, büyüklere saygı göster, kıyamet gününde benim arkadaş]anmdan olursun."[515]

 

İzah

 

Evvâbin namazı, 618 numaralı hadiste de açıklayacağımız gibi, akşam namazından sonra kılınır. Burada duha namazına evvâbin namazı denilmesi, gerçek mânâsı ile değil, kelime mânâsı itibarıyladır. "Evvâbin"in kelime, "tevbe edenler" demektir.[516]

 

Tevbenin Ehemmiyeti

 

564. İbni Abbas (r.a.) Resûlullahın (s.a.v.) şöyle buyur­duğunu rivayet ediyor:

Allah Teâla şöyle buyuruyor:

"Ey Âdemoğlu! Muhakkak sen Bana duâ ettikçe ve Bana ümit besledikçe, Ben de yap­tığın günahları affederim. Eğer bana yeryüzü dolusu hata ile de gelsen seni yeryüzü dolusu mağfiretle karşılarım. Eğer günahların göğe kadar ulaşsa, sonra Benden bağışlanma dilesen seni bağışlarım."[517]

29, 55, 123, 181 numaralı hadislere de bakınız.[518]

 

Allah'ın Konuşmayacağı Kimseler

 

565. Selman el-Fârisî (r.a.) rivayet ediyor:

Resûlullah (s.a.v.) şöyle buyurdu:

"Üç kişi vardır ki Allah kıyamet günü onlarla konuşmaz onları temize çıkar­maz. Onlara acıklı bir azap vardır. Bunlar: Zina eden ihti­yar, kibirli fakir, yemin etmeden bir mal almayan ve yemin etmeden bir mal satmayan kimse."[519]

 

İzah

 

Kıyamet sahnelerinden birisi de Allah'ın mahşer gününde kullarıyla konuşmasıdır. Peygamberimiz, Mu'cemü's-Sagîr'de riva­yet edilen bir hadiste Allah'ın kulları ile bir tercüman olmadan konuşacağını bildirmiştir.[520] Bir başka rivayette ise Allah'ın örtüsüz ve tercümansız olarak konuşacağı bildirilmiştir.[521]

Bununla beraber, Allah kıyamet gününde bâzı kullarıyla ko­nuşmayacaktır. Bununla ilgili bir âyet şu mealdedir:

"Ahirzaman Peygamberine İman hususunda Allah'a verdikleri ahdi ve ettikleri yemini az bir dünya malı karşılığında değişti­renlere gelince, onların âhirette hiçbir nasibi yoktur. Kıyamet gü­nünde Allah onlara ne bir hitapda bulunur, ne rahmetiyle nazar eder, ne de onları temize çıkarır. Onların hakkı pek acı bir azap­tır."[522]

Peygamberimiz de (s.a.v.) çeşitli hadislerinde Allah'ın kendi­leri ile konuşmayacağı bâzı kimseleri açıklamıştır. İşte bu hadiste Allah'ın kendileriyle konuşmayacağı, temize çıkarmayacağı kim­selerden üç sınıf insan sayılmaktadır.

Bu sayılanlardan başka Allah'ın konuşmayacağı kimselerden bir kısmı da şunlardır:

1. Eteklerini yerde sürükleyerek yürüyen kibirli kimse,

2. Verdiği her şeyi başa kalkan kimse.

3. Kırda su başında bulunduğu halde suyu diğer yolculardan esirgeyen kimse.

4. Bir devlet başkanına sırf dünyalık için bîat eden, idarecili­ğini onaylayan, idareci kendine dünyalık verirse, bîatı üzere ka­lan, vermezse bîatından dönen kimse.

5. Yalan söyleyen idareci.

6. Yemini bir çıkar vasıtası yapıp, yalan doğru demeden her konuda yemin eden kimse.

Bir hadiste Allah'ın bunlarla hoşnutluk ifâde eden bir sözle konuşmayacağı bildirilmiştir.[523]

Allah'ın kullarıyla konuşması hususunda tafsilat için Ölümden Sonra Diriliş isimli eserimizin 214-218. sayfalarına bakılabilir.[524]

 

Hz. Ali'ye Sövdüler

 

566. Abdullah el-Cedelî rivayet ediyor:

Ümmü Seleme bana, "Aranızda, herkesin huzurunda Resûlullaha (s.a.v.) sövülüyor mu?" dedi.

Ben, "Sübhanallah! Resûlullaha (s.a.v.) nasıl sövülür?" dedim.

O, "Ali bin Ebî Tâlib'e ve onu sevenlere sövülmüyor mu? Ben Resûlullahın (s.a.v.) onu sevdiğine şahitlik ede­rim" karşılığını verdi.[525]

 

İzah

 

Emevîler devrinde, maalesef minberde Hz. Ali'ye ve onun ço­cuklarına sövmek, hakaret etmek âdet haline gelmişti. Ümmü Se­leme (r.a.) Abdullah'a bunun yanlışlığını farklı bir üslupla anlattı. Ali'ye ve onu sevenlere sövmenin Resûlullaha (s.a.v.) sövmek olduğunu, çünkü Hz. Ali'yi sevenlerden birisinin de Resûlullah olduğunu, dolayısıyla bu sövgünün ona da gideceğini bildirdi.[526]

 

Çocuk Kokusu

 

567. Abdullah bin Abbas (r.a.) rivayet ediyor:

"Çocuk kokusu Cennet kokusundandır."[527]

 

Hz. Ali'nin Peygamberimiz Yanındaki Değeri

 

568. Sa'd bin Ebî Vakkas (r.a.) rivayet ediyor:

Resûlullah (s.a.v.) Hz. Ali'ye hitaben şöyle buyurdu:

"Sen benim için Musa'ya nisbetle Harun gibisin. Ancak benden sonra peygamber gelmeyecektir."[528]

 

İzah

 

Hadis, Hz. Ali'nin faziletini göstermektedir. Peygamberimizin Hz. Ali'ye bu sözü söylemesinin sebebi şuydu:

Peygamberimiz Tebük Savaşı'na çıkarken Hz. Ali'yi Me­dine'de yerine vekil bırakmıştı. Münafıklar bunu bir dedikodu vesilesi yaptılar. "Herhalde onu önemsemediğinden geri bıraktı" dediler. Bu sözler Hz. Ali'nin ağırına gitti, hemen silahını ku­şandı ve hareket etti. Cürf mevkiinde Peygamberimize yetişti. Peygamberimiz,

"Ey Ali, niçin geldin?" diye sordu.

Hz. Ali, "Münafıklar senin beni önemsemediğini söylüyorlar. Sen beni kadınlar ve çocuklarla beraber mi bıraktın?" dedi.

Peygamberimiz ona şu müjdeyi verdi:

"Ben seni arkamda bıraktıklarıma vekil tayin ettim. Hemen geri dön, gerek benim ev halkım, gerek senin ev halkın için vekilim ol. Ey Ali, bana göre sen, Musa'ya göre Harun gibi olmaya razı değil misin? Şu kadar var ki, benden sonra peygamberlik yoktur."

Hz. Mûsâ da Tur Dağı'na Tevrâtı almak için gittiğinde, karde­şi Harun'u (a.s.) kavmi içinde vekil olarak bırakmıştı.[529]

 

Mekke Ve Medine'nin Fazileti

 

569. Câbir (r.a.) rivayet ediyor:

"Kim iki haremden birinde vefat ederse, kıyamet gününde korkudan emin olarak diriltilir."[530]

 

İzah

 

Hadisde geçen iki harem, Mekke ve Medine'dir. Bu hadis, Peygamberimizin doğduğu, Kabe'nin bulunduğu, bir çok pey­gambere beşiklik yapmış bir yer olan Mekke ile; Resûlullahın (s.a.v.) hicret yurdu ve kabrinin bulunduğu yer olan Medine'nin faziletini ifâde etmektedir. Ehl-i iman olmak şartıyla bâzı günlerde ve bâzı mübarek mekanlarda ölmek, kişiye uhrevî hayatında bâzı faydalar kazandırır. Hadis, Mekke ve Medine'de vefat etmenin kişiyi kıyamet gününün dehşetli korkusundan emin kılacağını bil­dirmektedir.[531]

 

Taharette Su Kullanmak

 

570. Uveym bin Saadeti'l-Ensârî (r.a.) rivayet ediyor:

Resûlullah (s.a.v.) Küba halkına giderek,

"Temizliğiniz­den dolayı Allah'ın sizi övdüğünü işittim. Övülmenize se­bep olan bu temizlik nedir?" buyurdu.

Onlar şöyle dediler: "Vallahi ey Allah'ın Resulü! Kom­şumuz Yahudilerin büyük abdestten sonra su ile taharetlen­diklerini gördük. Onların yaptığı gibi bizler de taharetleni­yoruz. Bunun dışında birşey bilmiyoruz."[532]

 

İzah

 

"Orada maddî ve manevî pisliklerden iyice temizlenmeyi seven kimseler vardır. Allah da çok temizlenenleri sever" mealindeki âyet-i kerime[533] nazil olmuştu. Peygamber Efendimiz (a.s.m.) Medine'ye yakın bir yerleşim merkezi olan Küba'ya gittr. Çünkü âyet-i kerimede geçen "orada" ifadesiyle "Küba" kastediliyordu. Peygamberimizle Kübalı Sahabîler arasında yukarıdaki konuşma geçtikten sonra Resûlullah (s.a.v.),

"İşte gerçek temizlik budur, o halde bu temizliğe sim sıkı sanlınız" buyurdu.

Su ile taharetlen­me ile ilgili olarak daha pekçok hadis vardır. Konu hakkında taf­silatlı bilgi için Temizlik GusülAbdesî isimli eserimize bakılabilir.[534]

 

Namazı Vaktinde Kılmanın Fazileti

 

571. Câbir bin Abdullah (r.a.) rivayet ediyor:

Resûlullah (s.a.v.) akşam namazını ne bir yemek, ne de başka bir şey için geciktirmemiştir.[535]

 

İzah

 

Her namazın kendine mahsus vakti vardır. Bu sebeple her na­mazı kendine âit olan vakitte kılmak gerekir.

Peygamberimiz birçok hadislerinde bizleri namazı vaktinde kılmaya teşvik etmektedir. Meselâ bir defasında en hayırlı ve fazîletli amelin hangisi olduğunu soran Sahabîlere, "Vaktinde kılı­nan namazdır" cevabını vermiştir.[536]

İbâdetin gayesi Allah'ın rızasını kazanmakta. Bunun yolu ise her ibâdeti vaktinde yapmaktır. Peygamberimiz (a.s.m.) bu husu­su da bir hadislerinde şöyle ifâde ederler:

"Allah beş vakit namazı farz kıldı. Her kim, bu namazların abdestini tam olarak alır, onları vaktinde kılar, rükû ve huşûunu ek­siksiz olarak yerine getirirse, onu bağışlayacağına dâir Allah'ın va'di vardır. Her kim de bunu yapmazsa, Allah'ın ona bir va'di yoktur. Dilerse bağışlar, dilerse azap eder."[537]

Her hususta olduğu gibi Peygamberimiz namazı vaktinde kıl­ma hususunda da örnek olmuş, gerek izahını yaptığımız hadiste, gerekse Hz. Âişe Validemizin bildirdiğine göre hayatının sonuna kadar hiçbir namazı vaktin sonuna bırakmamıştır.[538]

Bu hadiste de onun akşam namazını hiçbir şekilde geciktirme­diği bildirilmektedir.

Namazı ilk vaktinde kılmanın birçok hikmetleri vardır. Bediüzzaman bunun mühim bir hikmetini özetle şöyle ifâde eder:

Vaktin evvelinde Kabe'yi hayâlen nazara almakla namaz kıl­mak menduptur. Birbirine giren dâireler gibi, Kabe'nin etrafında teşekkül eden safları görmekle, yakın saflar Kabe'yi kuşattıkları gibi, en uzak saflar da İslâm âlemini ihata etmiş olduğunu hayal ile görsün. O saflara girmekle o büyük cemaate dahil olsun ki, o cemaatin icma ve tevatürü, onun namazda söylediği her dâvaya ve her sözüne bir hüccet, bir delil olsun. Meselâ namaz kılan kimse "Elhamdülillah" dediği zaman, sanki o büyük cemaati teş­kil eden bütün mü'minler, "Evet doğru söyledin" diye onun o sö­zünü tasdik ediyorlar. Bu tasdikler ise hücum eden evham ve vesveseye karşı bir kalkan vazifesi görür. Aynı zamanda bütün hasseleri, latifeleri, duyguları o namazda zevk ve hissesini alır.[539]

Bediüzzaman'm namazı vaktin evvelinde kılmakla ilgili bir di­ğer ifâdesi de şöyledir:

"Namazı vaktinde kılmanın ne derece tükenmez uhrevî bir ser­maye olduğu bununla anlaşılıyor ki, her namaz vaktinde âlem-i îslâm denilen muazzam camide, yüz milyondan fazla cemaat-ı kübrâ namaz kılıyor. O cemaatta her bir adam umum cemaata duâ ediyor.

'"İhdina's-sırata'l-mustakîm=Bizi doğru yola ilet' diyor. Her bir umum cemaate hem şefaatçi, hem duacı olur. O vakit namaza iştirak etmeyen hissesini alamaz. Kaynayan mirî ve askerî kazanı­na karavanasını götürmeyen tayinâtını almadığı gibi, cemaat-ı kübrânın manevî matbahında [kazanında] kaynayan manevî er­zakını alamaz. Belki namaza iştirakla o cemaatin ordusuna iştirak etmiş olmakla bu dualarına âmin demek olan namazı vaktinde kılmakla olabilir."[540]

Öyle ise, "Nasıl olsa daha vakit var. Elimdeki şu işi bitireyim, kılarım" gibi bahanelerle namazı vaktin sonuna bırakmayalım. Vaktin evvelinde kılarak vaktinde kılınan namazın sevabına, mü­kâfatına nail olalım.

36 numaralı hadise ve izahına da bakınız.[541]

 

Peygamberimiz Hz. Câbir'e Niçin Duâ Etti?

 

572- Câbir (r.a.) rivayet ediyor:

Resûlullah (s.a.v.) benim için yirmi beş defa bağışlanma diledi. Her seferinde elimi tutuyor ve "Babanın borcunu ödedin mi?" diyordu.

Ben de "Evet" diyordum.

"Allah seni bağışlasın" buyurdu.[542]

 

İzah

 

Câbir bin Abdullah, Abdullah bin Amr'in (r.a.) oğlu idi. Ba­bası Uhud Savaşında şehid düşmüştü. Oğlu Câbir'e bir hayli miktarda borç bırakmıştı. Câbir (r.a.) Peygamberimizin de duası bereketiyle babasının yüklü miktardaki borçlarını ödedi. Hadis, babasının borcunu ödemesi sebebiyle Peygamberimizin çok memnun kaldığını ve ona duasını ifâde ediyor.[543]

 

Cemaatla Namaz Kılınanın Fazileti

 

573. İbni Ömer (r.a.) rivayet ediyor:

"Cemaatla kılınan namazın sevabı, tek başına kılınan na­mazdan yirmi yedi derece daha fazladır."

240 numaralı hadisin izahına bakınız.[544]

 

Hayır Yolunda Yardımcı  Olmak

 

574. Zeyd bin Halid el-Cühenî (r.a.) rivayet ediyor:

"Kim bir gaziyi silah ve yiyecekle donatırsa, bir oruçluya iftar ettirirse veya hacca giden birini donatırsa onun için de onların kazandığı kadar sevap vardır. Onun sevap kazanma­sı diğerlerinin sevabından birşey eksiltmez."

Müslim'de hadis baş tarafıyla ilgili şöyle bir rivayet vardır:

"Her kim Allah yolunda bir gazîyi donatırsa, o da gaza etmiş gibi sevap kazanır. Her kim gazinin ailesine yardımcı olursa, o da gaza etmiş gibi sevap kazanır."[545]

 

Devlet Malına İhanetin Cezası

 

575. Ebû Hümeyd es-Saidî (r.a.) rivayet ediyor:

Resûlullah (s.a.v.) Ensardan İbni'l-Lütbiye denilen biri­sini zekât memuru olarak tayin etti. Bu zât vazifesini ta­mamlayıp Medine'ye döndüğünde Resûlullah (s.a.v.) topla­dıklarını alması için birini gönderdi. İbni'l-Lütbiye ona, "Bu size verildi, bu da benim, bana hediye edildi" dedi. Bu durum kendisine bildirildiğinde Resûlullah (s.a.v.) şöyle bir konuşma yaptı:

"İçinizden birilerini zekât toplaması için gönderiyoruz, döndüğünde size şöyle diyor: 'Bu size verildi, şu da bana hediye edildi.' Bu adam babasının ve annesinin evinde otur­sa idi kendisine hediye verilip verilmediğini görürdü. Kimi biz zekât memuru olarak görevlendirirsek, topladığı şeyin azını da, çoğunu da bize getirsin. Sizden biri kıyamet gü­nünde hıyanet ettiği şey deve ise boynunda inleye inleye, sığır ise avaz avaz bağırarak, koyun ise şiddetle meleyerek gelmekten sakınsın."[546]

 

Bağışlanmaya Sebep Olacak Sözler

 

576. Berâ bin Âzib (r.a.) rivayet ediyor:

"Kim her namazın sonunda "Estağfirullahe ellezi lâilâhe illa hüve'l-hayyü'l-kayyum ve etûbü ileyh=Kendisinden başka hiçbir ilah olmayan, ezelî ve ebedî hayat sahibi, varlı­ğı için hiçbir sebebe ihtiyacı olmayan Allah'tan bağışlanma diliyorum ve ona tevbe ediyorum" derse, savaştan kaçmış olsa bile bağışlanır." [547]

 

İzah

 

Savaştan kaçmak büyük günahlardandır. Buna rağmen bir kimse yukarıdaki sözleri söylerse, bu büyük günahı işlemiş olsa dahi bağışlanır. Bunu söylemek sadece savaştan kaçanlar için de­ğil, diğer günahları işleyenler için de bağışlanma sebebidir. An­cak kul şayet bir günah işledi ise bu cümleleri söyledikten sonra "Nasılsa bağışlandım" diyerek Allah'ın gazabından emin olma­malı, sürekli Onun dergahına iltica etmelidir.[548]

 

Nafile Oruç Ve Namazın Fazileti

 

577. Âişe Validemiz (r.a.) Resûlullahın (s.a.v.) şöyle buyurduğunu rivayet ediyor:

"Kim oruçlu olarak sabahlarsa, ona gök kapıları açılır. Azaları kendisi için tesbih eder. Ve dünya semâsı ehli onun için gün bitimine kadar bağışlanma diler."

Bir veya iki rekat da nafile olarak namaz kılarsa, gökler onun için nurlandırılır. Cennet ehlinden eşleri kendisi için, "Allah'ım, onu görmeye arzumuz arttı. Onu bize çabuk ulaştır" diye duâ ederler.

Eğer, "Elhamdülillah, sübhanallah veya Allahu ekber" derse, melekler o sözlerinin sevabını gün bitimine kadar ya­zarlar."[549]

 

Buluntu Mal Ne Yapılır?

 

578. El-Cârud Ebu'l-Münzir rivayet ediyor:

Resûlullah (s.a.v.),

"Müslümanın yitiğini sahiplenmek Cehennemde yanmaktır" buyurdu.[550]

 

579. El-Cârud Ebu'l-Münzir'in rivayet ettiğine göre Resûlullah (s.a.v.) şöyle buyurdu:

"Bir şey bulduğunda onu kaybetme ve gizleme. Sahibini biliyorsan onu ona ver. Bilmiyorsan o Allah'ın malıdır. Onu dilediğine verir."

Buluntu malın ne yapılacağı hususunda 48 numaralı hadis ve izahına bakınız.[551]

 

Gecede İsteğe Cevap Verilecek Vakit

 

580. Câbir bin Abdullah (r.a.) Resûlullahın (s.a.v.) şöy­le buyurduğunu rivayet ediyor:

"Geceleyin bir vakit vardır ki, o vakitte Müslüman bir kul ne isterse Allah onu kendisine verir. Bu her gece böyledir."[552]

 

Kötülüğe Engel Olmamak Neye Benzer?

 

581. Nu'man bin Beşir (r.a.) Resulullahtan (s.a.v.) şöy­le buyurduğunu işittiğini bildiriyor:

"Allah'ın emirlerini dinlemeyenlerle, onun emir ve yasak­larına uyan kimselerin hali şu misâlde olan topluluğun duru­muna benzer: Onlar bir gemiye bindiler. Bir kısmı geminin alt tarafına, bir kısmı da üst tarafına yerleşti. Onlardan biri şöyle dedi: "Ey topluluk ben şurada bir delik açacağım. Or­adan abdest alırım, içerim, ihtiyaçlarımı karşılarım."

Şimdi eğer onlar ona mâni olmasalar hem o helak olur, hem de kendilerini helak eder. Eğer ona mâni olsalar, o da kendileri de kurtulurlar."

Bu hadis Buhârî ve Tirmizî de geçen şekliyle şöyledir:

"Allah'ın emir ve yasaklarına uyan kimseler, bir gemide kur'a çekerek yerleşen şu topluluğa benzer. Çekilen kur'a sonucunda onlardan bâzıları geminin üst, bâzıları ise alt katına yerleşti. Alt katta olanlar su ihtiyaçlarını gidermek için üst katta bulunanların yanından geçiyorlardı. Sonra aralarında şöyle konuştular:

"Biz bulunduğumuz yerde bir delik açsak da yukarıdakileri ra­hatsız etmesek."

Eğer üst kattakiler bunları delik açmakta serbest bırakırlarsa, hepsi de helak olurlar, eğer engel olurlarsa, hem kendileri, hem de onlar kurtulurlar.

Hadisin başka bir rivayetinde ise son kısım şöyledir:

"Onlardan bir adam bir balta alıp, kendi yerini delmeye başla­dı: 'Ne yapıyorsun?' dediler. O, 'Kendi yerimde istediğimi yaparım' cevabını verdi. Şimdi eğer ona mâni olurlarsa, hem kendi­leri, hem de o kurtulur. Eğer onu kendi haline bırakırlarsa, hem o boğulur, hem de kendileri.

"Helak olmazdan evvel ahmaklarınıza mâni olunuz."[553]

 

Peygamberimizin Annelere Duası

 

582. Hasan bin Ali (r.a.) rivayet ediyor:

Resûlullahın yanına beraberinde iki çocuğu olan bir ka­dın geldi ve ondan yemek için bir şey istedi. Resûlullah on­lardan her biri için birer meyve olmak üzere üç meyve ver­di. Kadın çocuklarına birer meyve verdi. Onlar meyveleri yediğinde onlara bir baktı ve sonra kendisi için verilen mey­veyi da ikiye bölerek çocuklarına paylaştırdı. Resûlullar (s.a.v.) şöyle buyurdu:

"Çocuklarına olan merhameti sebebiyle Allah ona rahmet etsin."[554]

 

Allah Yanında Aklın Kıymeti

 

583. Abdullah bin Abbas (r.a.) rivayet ediyor:

"Ben Allah adına şahitlik ederim ki, akıllı kimsenin ayağı sürçtüğünde Allah onu mutlak kaldırır. Sonra bir daha sürçtüğünde yine kaldırır. Sonra yine kaldırır. Sonunda onu Cennete koyuncaya kadar bu böyle devam eder."[555]

 

İzah

 

Akıl, Allah'ın yaratıklar içerisinde sadece insana lütfettiği bü­yük bir nimettir. Dinimiz akla çok büyük değer verir. Kur'ân'ın bir çok âyetinin "Akletmez misiniz?" şeklinde biter. Yine Kur'ân'da,

"Bunda akıl sahipleri için ibretler vardır" buyurularak ak­lın önemine dikkat çekilir.[556]

Zaten dinimize göre sorumluluk akılla başlar, insan onun sa­yesinde imtihana tabi tutulur. Akıl olmazsa sorumluluk da olmaz. Bunun içindir ki, bir hadiste,

"Kişiyi ayakta tutan aklıdır. Aklı ol­mayanın dini de yoktur" buyurulmuştur.

İnsanın hidâyete erebilmesi için akıl son derece önemlidir. İnsan akılla önüne açılan hayır ve şerden birini tercih eder. Ya ka­zanır, ya kaybeder. Aklını gerektiği gibi kullanır hayra yönelirse, melekleri dahi geçebilecek ölçüde yükselir. Aklını şerre kullanıp tahribe yönelirse, aşağıların aşağısına düşer. Aklı din için önemi bir hadiste şöyle açıklanmıştır:

"Kişi için akıl gibi hazine yoktur. Akıl, sahibini hidâyete yö­neltir."[557]

Bununla ilgili bir başka hadis şu mealdedir:

"Kişinin aklı istikamet üzere olmadıkça, dini de istikamet üze­re olmaz."[558]

Burada da görüldüğü gibi, dinimiz akla kişiyi hidâyete yönet­tiği için değer verir. Zaten İslâmiyete göre akıllı insan, hidâyeti bulan kimsedir. Bir insan hidâyeti bulamamışsa, insanlar naza­rında ne kadar akıllı olarak bilinirse bilinsin, İslâmiyet nazarında o kimse akıllı değildir. Bu gerçek de bir hadiste şöyle açıklanır:

"Akıllı, nefsine boyun eğdiren ve ölümden sonrası için çalı­şandır."[559]

Şu hadis de dinimizin akla önem vermesinin âhireti kazanma hususunda olduğunu gösterir:

"Dünyanın gayr-i meşru işlerinde akıl zarar kaynağı, din işlerinde ise akıl sevinç kaynağıdır."[560]

Peygamberimiz yukarıdaki hadislerinde de kişi için aklın öne­mine dikkat çeker. Bir insan gerçekten akıllı ise, yani nefsine bo­yun eğdirebilmiş, ölümden sonrası için çalışabiliyorsa, bu kimse­nin ayağı kaydığında, Yüce Allah onu tekrar tekrar ayağa kaldırır. Bu durum onu Cennete koyuncaya kadar devam eder.[561]

 

Yalan Söylemek

 

584. Abdullah bin Ömer (r.a.) rivayet ediyor:

"Kul yalan söylediğinde meydana gelen [manevî] kötü koku sebebiyle melekler kendisinden bir mil uzaklaşır."[562]

 

Borç Üzüntü Kaynağıdır

 

585. Câbir bin Abdullah (r.a.) rivayet ediyor:

"Borç üzüntüsünden daha büyük üzüntü, göz ağrısından daha büyük ağrı yoktur."[563]

 

İzah

 

Peygamberimiz (s.a.v.) birçok defalar borçlanmaktan Allah'a sığınmıştır. Meselâ bir hadislerinde,

"Ey Rabbimiz, her türlü gü­nahtan ve borçlanmanın şerrinden Sana sığınırız"[564]

buyururken, bir hadislerinde de borçlanmayı kabir azabı, Mesih Deccal, hayat ve ölümün fitnesi gibi son derece tehlikeli fitneler arasında zikret­miş ve Allah'a sığınmıştır. Borçtan bu derece şiddetle Allah'a sı­ğınmasının sebebi sorulduğunda da,

"İnsan borçlandığı zaman yalan uydurur, söz verir de sözünde durmaz"[565] cevabını vermiştir.

Resûlullah (s.a.v.) izahını yaptığımız hadislerinde de borçlan­manın büyük bir üzüntü sebebi olduğunu nazara vermektedir. Gerçekten de insanın ödeyemeyecek kadar borcun altına girmesi, kendisi için büyük bir sıkıntı kaynağıdır. Peygamberimiz bu ger­çeği bir başka hadislerinde şöyle ifâde etmiştir:

"Borç geceleyin kaygı, gündüzleyin zillettir."[566]

3772 numaralı hadise de bakınız.[567]

 

Allah'ın Adaleti

 

586. Ebû Hüreyre (r.a.) rivayet ediyor:

"Allah Âdem'e evlatlarını Cehenneme atması hakkında üç haklı gerekçe bildirecek ve buyuracak ki:

"Ey Âdem, eğer Ben yalancılara lanet etmeseydim, yala­na ve sözden dönmeye buğzetmeseydim ve bunu yapanlara azap vermeseydim, şüphesiz bugün bütün evlatlarına mer­hamette bulunarak onları kendileri için hazırladığım şiddetli azaptan koruyacaktım. Ne var ki, şu sözüm kesinlik kazanmıştır,

'Elçilerim yalanlanır ve emrim çiğnenirse, Cehennemi cin ve insanlarla dolduracağım."

Yine aziz ve celil olan Allah buyurur:

"Ey Âdem, bil ki, Ben ezelî ilmimle bildiğim, zürriyetinden dünyaya gönderdiğimde de şimdiki halinden daha kötü bir durumla dönecek, kötülükten vaz geçmeyecek ve kendi­ni kınamayacak olandan başka hiç kimseyi Cehenneme sok­mam."

Yine Allah buyurur:

"Ey Âdem, seni Kendimle zürriyetin arasında hakem kıl­dım. Mizanın başında bekle. Ve sana sunulacak amellerine bak. Kimin hayrı şerrine bir zerre miktarı ağır gelirse o cen­netlik olsun! Tâ iyice bilesin ki, ben onlardan zâlim olandan başkasını Cehenneme sokmam."[568]

 

Peygamberimizden Çeşitli Tavsiyeler

 

587. Enes (r.a.) rivayet ediyor:

Resûlullah (s.a.v.) Medine'ye hicret ettiğinde ben sekiz yaşında bir çocuktum. Annem beni ona götürdü. Annem, "Ya Resûlullah, Ensarın erkek ve kadınlarından benden başka size hediye vermeyen kalmadı. Ben ise bu oğlumdan başka size hediye edecek bir şey bulamadım. Benden bunu kabul et, hizmetinde bulunsun" dedi. On sene Resûlullaha (s.a.v.) hizmet ettim. Asla beni dövmedi, asla bana sövme­di. Yüzünü ekşitmedi. Onun bana ilk tavsiyesi şu oldu:

"Ey oğlum, sırrımı koru ki, kâmil mü'min olasın."

(Enes diyor ki): Onun sırrını annem dâhil hiç kimseye söylemedim. Resûlullahın (s.a.v.) hanımları onun sırrını sorduklarında onlara sırrını söylemedim. Resûlullahın (s.a.v.) sırrını ebedî olarak hiç kimseye söylemeyeceğim.

Sonra şöyle buyurdu:

"Ey evladım, abdesti tam al, öm­rün artsın ve iki hafaza meleğin seni sevsin.

"Ey oğlum, eğer abdestli olarak gecelemeye gücün yeter­se, bunu yap. Kim abdestli iken ölürse, şehid olur.

"Ey evladım, durmadan namaz kılmaya gücün yeterse bunu yap. Şüphesiz melekler namazda olduğun müddetçe sana duâ ederler.

"Ey oğlum, namazda sağa sola dönmekten sakın. Na­mazda sağa sola dönmek helâkettir. Eğer mutlaka sağa sola döneceksen, bunu farzlarda değil, nafilelerde yap.

"Ey evladım, rüküye eğildiğinde ellerini dizlerinin üzeri­ne koy. Parmaklarının arasını aç. Dirseklerini yanlarına ya­pıştırma. Başını rükudan kaldırdığında her azan sabit hale gelsin. Şüphesiz ki, Allah kıyamet gününde rükû ve secde­de belini tam olarak düz tutmayan kimselerin namazlarına bakmaz.

"Ey evladım, secde yaptığın zaman horuzun yem yemesi gibi çabuk çabuk yapma. Köpeğin düşmesi gibi düşme. Kollarını hayvanların yayışı gibi yere yayma. Ayağının ar­kasını iyice yere koy. Uyluğunu topuklarının üzerine koy. Bunu yaparsan kıyamet gününde hesabın kolay olur.

"Ey oğlum, gusülde mübalağa yap ki, üzerinde hiçbir günah ve hata kalmaksızın banyodan çıkasın.

Enes diyor ki: "Annem ve babam sana feda olsun. Gu­sülde mübalağa yapmak ne demektir diye sordum."

"Kıl diplerini iyice ıslatırsın, derini tertemiz yaparsın" cevabını verdi.

"Namazından bir miktarını evine ayırabil irsen, ayır. Çünkü bu evinin hayrını artırır.

"Ey oğlum, eve girdiğinde ailene selâm ver. Böyle yap­man senin ve ailen üzerine berekete sebeptir.

"Ey evladım, evinden çıktığında gördüğün her Müslümana mutlaka selam ver ki, sevapların artmış olarak dönesin.

"Ey evladım, hiç kimseye karşı kalbinde kötülük düşün­cesi olmadan yaşamaya gücün yeterse bunu yap.

"Ey evladım, evinden çıktığında gördüğün her Müslümanın mutlaka senden üstün olduğunu düşün.

"Ey oğlum, eğer nasihatimi dinlersen, hiçbir şey sana ölümden daha sevimli olmaz.

"Ey evladım, bunlar benim sünnetimdendir. Kim sünne­timi yaşatırsa, muhakkak beni sevmiş olur. Kim beni se­verse Cennette benimle beraberdir."[569]

 

İzah

 

Hadis, kadın olsun, erkek olsun Sahabîlerin Peygamberimize duydukları sevgiyi nazara vermektedir.

Ayrıca Resûlullahın ahlakını ders vermekte, onun hizmetine verilmiş küçük çocuk da olsa, kimseye vurmadığını, kötü söz söylemediğini, yüzünü ekşitmediğini bildirmektedir.

Hadis aynı zamanda Resûlullahın küçük büyük ayırt etmeden herkese faydalı nasihatlarda bulunduğunu, onları muhatab alıp öğütler verdiğini ifâde etmektedir.

Hadiste Peygamberimiz (s.a.v.) Enes'in (r.a.) şahsında çok önemli hususları ümmetine ders vermiştir. Bunlardan birisi sır saklamaktır. Enes, Resûlullahın bu tavsiyesine harfiyen uymuş, onun sırrını annesi de dahil hiç kimseye söylememiştir. Enes (r.a.) bununla ilgili olarak şöyle bir hatırasını anlatır:

"Çocuklarla oynuyordum. Resulullah (s.a.v.) oraya geldi. Selâm verdi. Sonra beni bir işe gönderdi. Kendisi de bir duvarın gölgesine oturup bekledi. Ben gelip neticeyi bildirdim. Sonra dö­nüp eve gittim. Annem bana niçin geciktiğimi sordu. Resûlul­lahın beni bir işe gönderdiğini söyledim. O işin ne olduğunu sor­du. Ben bunun sır olduğunu, söyleyemeyeceğimi ifâde ettim. Annem benim bu hareketimden çok memnun olarak şöyle dedi:

"Oğlum, Resûlullahın (s.a.v.) sırlarını saklamaya devam et."[570]

 

Allah'ın Yakub'a Bir Vahyi

 

588. Enes (r.a.) rivayet ediyor:

Hz. Yakub'un samimî bir arkadaşı vardı. Bir gün Yakub'a (a.s.), "Ey Yakup, gözünün kör olmasına, belinin bükülmesine sebep olan şey nedir?" diye sordu.

Yakup (a.s.), "Gözümün kör olmasının sebebi Yusuf'a ağlamamdır. Belimin bükülmesine sebep ise oğlum Bünyamin'e üzülmemdir" cevabını verdi.

Bu arada Cebrail (a.s.) indi, "Allah sana selam söylüyor ve 'Beni başkasına şikâyet etmekten haya etmiyor mu?' di­yor" dedi.

Yakub (a.s.) "Ben derdimi de, üzüntümü de ancak Al­lah'a şikâyet ederim" dedi.

Cebrail (a.s.), "Bunu Allah senden daha iyi bilir, ey Ya­kub" dedi. Ve oradan gitti.

Sonra Yakub (a.s.) Allah'a şöyle niyazda bulundu:

"Ya Rabbi, yaşlı ihtiyara merhamet etmez misin? Gözü­mü görmez ettin, belimi büktün. Reyhanım Yusuf'u bana geri ver, onu ölmeden önce bir defa koklayayım. Sonra bana dilediğini yap ey Rabbim."

Bu niyazın arkasından Cebrail (a.s.) tekrar geldi ve "Ey Yakub Allah sana selâm ediyor ve sana diyor ki:

"Müjdeler olsun. İzzet ve Celâlime yemin olsu; onlar ölü bile olsa­lardı, kalbini ferahlandırmak için onları diriltirdim.

"Fakirler için bir yemek hazırla. Ben yarattıklarım arasın­da fakirleri sevdiğim kadar hiç kimseyi sevmedim.

"Biliyor musun gözünü niçin görmez ettim, belini niçin büktüm? Yusuf'a kardeşleri niçin o işi reva gördüler?

"Siz bir koyun kesmiştiniz. Size falan fakir gelmişti. Oruçlu idi. Ona ondan vermediniz."

Bundan sonra her akşam yemeği yenileceğinde Yakub (a.s.) adına bir kişi "Dikkat! Fakirlerden kim yemek istiyor­sa Yakub'un yemeğine buyursun" diye bağırdı.

Yakub (a.s.) oruçlu olduğunda da dellala şöyle demesini emretti:

"Dikkat! Fakirlerden kim oruçlu ise Yakub ile beraber if­tar etsin."[571]

 

İzah

 

Yakub (a.s.) bir peygamberdi. On iki oğlu vardı. Bunlar ara­sında en çok Yusuf'u (a.s.) seviyordu. Diğer kardeşleri bunu çe­kemediler, Hz. Yusuf'u bir gezinti esnasında kuyuya attılar ve babalarına da "Onu kurt yedi" dediler.

Bu hal Yakub'u (a.s.) çok üzdü. Ağlaya ağlaya sonunda göz­leri görmez oldu.

Yusuf'u (a.s.) kervancılar kuyuda bularak çıkarmışlar ve onu köle diye satmışlardı. Sonunda Hz. Yusuf çeşitli hadiselerden sonra zindana atıldı. Bir müddet sonra zindandan çıktı, Mısır'a aziz oldu. Bu arada ülkede büyük bir kıtlık yaşandı. Fakat Hz. Yusuf'un tedbiri sayesinde onun halkı kıtlıktan etkilenmedi. Ay­rıca etraftan pekçok beldeye yardımda bulundu. Kardeşleri de on­dan yardım talebi için geldiler. Yusuf'u tanımadılar. Fakat o onla­rı tanıdı. Küçük kardeşi Bünyamin'i de bir hile ile yanında alı­koydu. Yakub'un (a.s.) oğulları durumu babalarına bildirdiler. Yakub (a.s.), Yusuf'tan (a.s.) sonra en çok sevdiği küçük oğlu Bünyamin'i de kaybedince üzüntüsü daha da arttı. Beli büküldü, yaşlandı. İhtiyarlık yaşına gelmeden ihtiyarladı, iyice çöktü.

İşte hadiste onun bu ani ihtiyarlamasının sebebi açıklanmak­tadır. Ayrıca ona ve onun şahsında bütün Müslümanlara dertlerini sadece Allah'a arz etme, Allah'ı başkasına şikâyet etmeme husu­su ikaz edilmektedir. Bunun üzerine yaptığı hatâyı anlayan Hz. Yakub hemen tevbe etmiş, Rabbine yönelmiş ve Ondan oğullarını bir kerecik de olsa göstermesini niyaz etmiştir. Yüce Allah onun bu niyazını kabul ederek oğullarını ona kavuşturmuş, böylece Hz. Yakub'un gözü de açılmış, oğullarını dünya gözü ile yeniden görebilmiştir.

Hadis ayrıca fakirlere yemek yedirmenin, onlara iftar ettirme­nin Allah indindeki faziletini de ders vermektedir.[572]

 

Peygamberimizi Görerek İman Etmek

 

589. Enes (r.a.) rivayet ediyor:

"Beni görerek iman edene ne mutlu! Beni göreni görene ne mutlu!"[573]

 

İzah

 

Peygamberimiz (s.a.v.) bu hadislerinde kendisini görerek iman edenlere, yani Sahabîlere, Sahabîleri görenlere, yani Tabiîne "Ne mutlu" diyerek onları övüyor. Gerek Sahabîler, gerekse on­lardan sonraki nesil olan Tâbiîn gerçekten övülmeye layık kimse­lerdir. Sahabîler Allah ve Resulü uğrunda canlarını, mallarını, va­tanlarını feda etmekten geri durmamışlardır. Ayrıca Peygambe­rimizin ilim mirasını kendilerinden sonraki nesle aktarmışlardır. Tabiîn de, onlardan aldıkları ilim emânetini kendilerinden sonraki nesle ulaştırmışlardır.

Acaba Peygamberimizi görmeden iman edenler için bir müjde söz konusu değil mi? Aslında onlar için Peygamberimizin daha büyük bir müjdesi vardır. O da şudur:

"Beni görüp de bana iman edene bir defa; beni görmeden iman edene de yedi defa müjdeler olsun!"[574]

Bu hadis, sonraki neslin Sahabîlerden daha faziletli olduğu mânâsına gelmez. Çünkü sonraki neslin hasenatlarından "es sebebü ke'l-fâil," yani "Sebep olan işleyen gibidir" kaidesi sırrınca Sahabîlerin hasenat defterine de kaydedilmektedir. Bu hadis, sa­dece bir hususta onlardan üstün olduklarını ifâde eder. O da Pey­gamberimizi görmeden, onun sohbetinde bulunmadan, mucizele­rine şahit olmadan inanmaktır. Peygamberimizi görerek inanmaya nispetle daha zordur. Dolayısıyla böyleleri için müjde de daha fazladır.[575]

 

Allah'tan Dünya Ve Âhiret İçin Afiyet İstenmeli

 

590. Abdullah bin Büreyde (r.a.) rivayet ediyor:

Resûlullah (s.a.v.) musibete uğramış birini gördü. Ona,

"Zannedersem sen Rabbinden sana verilecek cezanın hemen [dünyada] verilmesin istedin" dedi.

O kimse, "Evet" cevabını verdi.

Resûlullah (s.a.v.),

"Niçin Rabbinden afiyet istemedin ve 'Rabbimiz! Bize dünyada da, âhirette de iyilik ver. Ve bizi Cehennem azabından koru' demedin?" buyurdu.[576]

 

İzah

 

Tirmizi'de de, Enes'in (r.a.) şöyle bir rivayeti vardır:

Peygamber (s.a.v.) zayıflayarak kuş yavrusu kadar kalmış hasta birini ziyaret etti. Ona,

"Sen dua etmez miydin? Rabbinden afiyet istemez miydin?" diye sordu.

O kimse, "Ben, 'Allah'ım, âhirette bana vereceğin bir ceza varsa, bunu bana dünyada ver' derdim" cevabını verdi.

Resûlullah (s.a.v.) şöyle buyurdu:

"Sübhanallah! Sen buna güç yetiremezsin. 'Allah'ım, Bize dünyada da, âhirette de iyilik ver. Ve bizi Cehennem azabından koru' diyemez miydin?"[577]

 

Allah'a En Sevimli Olan İnsan Ve En Sevimli  Amel

 

591. Ömer (r.a.) rivayet ediyor:

Bir adam Resûlullaha (s.a.v.) geldi ve "Yâ Resûlallah, insanlardan Allah'a en sevimli olan kimdir? Ve Allah'a en sevimli olan amel nedir?" diye sordu.

Resûlullah (s.a.v.) şöyle buyurdu:

"Allah'a en sevimli olan, insanlara en faydalı olandır. Al­lah'a en sevimli olan amel, bir sıkıntısını gidermek, borcu­nu ödemek veya karnını doyurmak suretiyle mü'mini sevindirmendir.

"Bir ihtiyacı için din kardeşimle beraber yürümem, bana şu Medine mescidinde bir ay i'tîkafa girmemden daha se­vimlidir.

"Kim öfkesini yutarsa, Allah onun kusurlarını örter.

"Kim intikam almaya gücü yettiği halde öfkesini yenerek intikam almaktan vaz geçerse, Allah kıyamet gününde onun kalbini ümitle doldurur.

"Kim ihtiyacı görülünceye kadar kardeşiyle beraber yü­rürse, ayakların kaydığı günde Allah onun ayaklarını sâbıt kılar."[578]

 

Hisseli Kurban

 

592. Abdullah bin Mes'ud (r.a.) Resûlullahın (s.a.v.) şöyle buyurduğunu rivayet ediyor:

"Deve ve sığır kurban olarak yedi kişi için kesilebilir."[579]

 

İzah

 

Koyun ve keçi yalnız bir kişi tarafından kesilir. Sığır ve deve­yi ise bir kişi kesebileceği gibi, hadiste de ifâde edildiği üzere ye­di kişi de kesebilir. Bir insanın yalnız kendisi için aldığı bir sığıra kurban niyetiyle olmak şartıyla sonradan altı kişi daha ortak ola­bilir. Böyle bir kesimde eti terazi ile taksim etmek uygun olur.[580]

 

Akıllı Kimdir?

 

593. Şeddad bin Evs (r.a.) rivayet ediyor:

"Akıllı, nefsine boyun eğdiren ve ölümden sonrası için çalışandır. Âciz ise, nefsini kötü arzularında alabildiğince serbest bırakan ve Allah'a kuru ümitler besleyendir."[581]

 

İhlâs Sûresinin Fazileti

 

594. Ukbe bin Âmir (r.a.) rivayet ediyor:

Resûlullah (s.a.v.),

"Biriniz bir gecede Kur'ân'ın üçte bi­rini okumaktan âciz midir?" buyurdu.

Oradakiler, "Ey Allah'ın Resulü, bir gecede Kur'ân'ın üçte birini okumaya kimin gücü yeter?" dediler.

Resûlullah,

"Siz İhlas Sûresini okumaktan âciz misiniz?" buyurdu.[582]

 

Peygamberimizin Bir Duası

 

595. Nâfi rivayet ediyor:

Abdullah bin Ömer (r.a.) bir mecliste oturunca mutlaka birkaç kelimelik bir duâ okurdu. Bunun sebebi kendisine sorulduğunda şöyle dedi:

Resûlullah (s.a.v.) bunlarla duâ edendi. Bunlar şöyledir:

"Allah'ım, işleyip önde gönderdiğim, henüz işlemeyip geride bıraktığım, gizli veya açıktan yaptığım Senin benden daha iyi bildiğin kusurlarımı bağışla.

"Allah'ım, beni Sana isyana engel olacak kadar Sana kulluk etmekle rızıklandır. Beni dünya musibetlerini kolay atlatabileceğim kadar kuvvetli imanla rızıklandır.

"Allah'ım, beni rahmetine ulaştıracak kadar bana Senden korkmayı nasip et.

"Gözümü, kulağımı benim için mübarek kıl ve beni ölünceye kadar onlardan istifâde ettir.

"Bana zulmedenlerden intikamımı al. Düşmanlarıma kar­şı yardımcı ol. Bana dinime zarar verici musibetler verme. İlmimi, çaba ve gayretlerimi sadece dünya için kılma."[583]

 

Hz. Ömer'in Allah'ın İrâdesine Uygun Düşen Görüşleri

 

596. Enes (r.a.) rivayet ediyor:

Ömer bin Hattab (r.a.) şöyle dedi:

"Üç şeyde Rabbim ile tevâfuk ettim. 'Ya Resûlallah, şu Makâm-ı İbrahimi namaz­gah edinsek dedim.' Allah Teâla şu âyeti indirdi: 

'Mümin­lere, İbrahimin makamını namazgah edinin dedik.'[584]

"Resûlullaha, 'Yâ Resûlallah, hanımlarınız örtünseler. Çünkü sizin yanınıza iyiler de, kötüler de geliyorlar' dedim. Bunun üzerine Allah hicab âyetini indirdi:

'Peygamberin ha­nımlarından birşeyler istediğinizde perde arkasından isteyin. Hem sizin kalbiniz, hem de onların kalbi için bu daha temiz bir harekettir."[585]

"Resûlullaha (s.a.v.) Bedir Savaşında alınan esirlerin boynunun vurulmasını söyledim. O, Ashabıyla istişare etti. Onlar fidye karşılığında serbest bırakılmalarım istediler. Bu­nun üzerine Allah şu âyeti indirdi:

'Hiçbir peygambere yer­yüzünde iyice kuvvetlenmedikçe esir alıp fidye karşılığında onları serbest bırakarak düşmanın kuvvetlenmesine sebep olması uygun düşmez."[586]

 

Ahirzaman İnsanları

 

597. Abdullah bin Abbas (r.a.) rivayet ediyor:

"Ahirzamanda yüzleri insana benzeyen, fakat kalpleri şey­tan kalbi olan bir topluluk gelir. Bunlar kurtlara benzerler. Gönüllerinde rahmetin kırıntısı yoktur. Kan dökücüdürler. Hiçbir kötülükten sakınmazlar. Kendileri ile sözleşsen seni aldatırlar. Yanlarından ayrıldığında arkadan çekiştirirler. Sana konuştuklarında yalan söylerler. Kendilerine güvendi­ğinde sana hıyanet ederler. Çocukları şımarık ve hayasızdır, gençleri sinsidir. Yaşlıları hiçbir iyiliği tavsiye edip kötülük­ten sakındırmazlar. Onlara bel bağlamak zillettir, ellerinde­kini arzu etmek yoksulluktur. Aralarındaki ağır başlı, onla­rın gözünde şaşkındır. İçlerinde iyiliği tavsiye eden itham altındadır.[587] Aralarında mü'min horlanır, fâsık onurludur, el üstünde tutulur. (Peygamber yolu) gariptir. Bid'a sünnetin yerini almıştır. İşte bu sırada Allah kötülerini başlarına mu­sallat eder de iyileri duâ eder, fakat kabul edilmez."[588]

 

Resûlullahın Çocuklara İlgisi

 

598. Enes bin Mâlik (r.a.) rivayet ediyor:

Resûlullah (s.a.v.) çocuklara karşı insanların en şakacılarındandı.[589]

 

İzah

 

Resûlullah (s.a.v.) çocuklarla çok yakından ilgilenir, onlara selam verir ve sohbet ederdi. Bu hadiste de onun çocuklarla şakalaştığını öğreniyoruz. Ancak 537 numaralı hadiste de açıkladığı­mız gibi, Resûlullah (s.a.v.) insanlarla şaka yaparken de gerçeği söylerdi.[590]

 

Su Dağıtma Adabı

 

599. Ebû Katâde (r.a.) rivayet ediyor:

"Bir topluluğa su veren en son içer."[591]

 

İzah

 

Dinimiz, hayatın her sahası için prensipler koymuştur. Bu ha­dis de su dağıtan kimsenin kendisinin en son içeceği ifâde edil­mektedir. Peygamberimiz başka hadislerinde de su dağıtma usu­lünü bildirmiştir. Meselâ bir hadislerinde sağdan başlamayı em­retmiş,  [592]bir defasında da sağda küçükler olduğu için, sağdakilerden izin alarak bardağı soldakine vermiştir.[593] İzahını yaptığımız hadis sadece su için değildir. Buna kıyasla meyve ve benzeri gibi herhangi birşeyi dağıtan kimselerin de en sona almaları sünnettir.[594]

 

Şüphe Götürmeyen Üç Şey

 

600. Ali (r.a.) rivayet ediyor:

"Üç şey gerçektir, şüphe götürmez:

1. Allah, İslâmdan nasibini alıp yararlı işler yapanı, İslâmdan nasibini almayan gafiller gibi kılmaz.

2. Allah, kendisine itaat ederek yaklaşan kulunu başka­sına kul etmez.

3. Kişi âhirette mutlaka sevdiği kimselerle haşrolunur. [595]

 

İmanın Ehemmiyeti

 

601. Enes bin Mâlik (r.a.) rivayet ediyor:

"Allah şöyle buyurur:

"Kalbinde arpa ağırlığınca iman bu­lunan kimseyi Cehennemden çıkarın.''

Sonra şöyle buyurur:

"Kalbinde hardal tanesi ağırlığınca iman bulunan kimseyi Cehennemden çıkarın."

Ardından da şöyle buyurur:

"İzzet ve celâlime yemin ederim ki, Bana gecenin veya gündüzün bir anında olsun iman edenleri Bana iman etmey­enlerle bir tutmayacağım."[596]

 

Bir Kıyamet Alâmeti

 

602. Ebû Hüreyre (r.a.) rivayet ediyor:

"Kıyamet alâmetlerinden birisi de hilallerin şişkin olma­sıdır; bir gecelik hilalin görülüp, "Bu iki geceliktir" denilmesidir."[597]

 

İzah

 

Hadis, kıyametten önce hilalin yanıltıcı olacağına, bir gecelik olanın iki gecelik zannedileceğine dikkat çekmektedir. Atmos­ferdeki bir değişiklik, hava kirliliği, ozon tabakasındaki delinme ve bilmediğimiz bir başka bir şey, hilâlin farklı görünmesine se­bep olabilir.[598]

 

Yasaklanıp, Sonra Serbest Bırakılan Üç Şey

 

603. Amr bin Şuayb babası Amr'dan, o da dedesinden rivayet ediyor:

Resûlullah (s.a.v.) kesilen kurban etlerini üç günden faz­la yemeyi, küpteki nebizi içmeyi ve kabir ziyaretini yasak­ladı. Bir müddet sonra da şöyle buyurdu:

"Ben kurban etlerini üç günden fazla yemenizi yasak­lamıştım, dilediğiniz zamana kadar yiyebilirsiniz. Küpteki nebizi içmenizi yasaklamıştım. Artık içebilirsiniz. Sarhoş edici herşey haramdır. Kabirleri ziyaret etmenizi yasakla­mıştım. Kabirleri ziyaret edebilirsiniz. Ancak orada Allah'ın rızasına uygun düşmeyecek şeyleri söylemeyiniz."[599]

 

İzah

 

Hadis, başlangıçta yasaklanan, sonra serbest bırakılan üç hu­susu nazara vermektedir. Bunlardan birisi kurban etlerinin üçnden fazla saklanmasının yasaklanmasıdır. Bunun hikmeti de kurban kesemeyenlerin de et yemelerini temindir. Nitekim şu ha­dis bu gerçeği ifâde eder:

"Ben kurban etini bekletmeyi ancak zayıf bedevilerden dolayı yasak ettim. Artık yiyin, biriktirin ve tasadduk edin."[600]

Başka bir hadislerinde de Peygamberimiz kurban etini yasak­ladığı sene için,

"O öyle bir sene idi ki, insanlar o yıl sıkıntı için­deydi. Ben de onların arasında dağıtılmasını istemiştim"[601] buyur­muştur.

Hz. Aişe de Peygamberimizin kurban etinin üç günden fazla yenilemeyeceğini açıkladığı zaman, kurban kesenlerin sayısının az olduğunu, eti saklamak yerine dağıtılması için böyle buyur­duğunu bildirdi. Bu emirle kurban kesmeyenlerin de et yemeleri­ni temin etmeyi düşündüğünü söyledi. Zamanla kurban kesenler çoğaldığında, bu yasağı kaldırdığını ifâde etti. Kurban kesen kimsenin arzu ederse etin üçte birini saklayabileceğini söyledi.[602]

Hadiste önce yasaklanıp sonra serbest bırakıldığına dikkat çe­kilen ikinci şey küpten nebiz içmektir. Nebiz, hurma veya üzümü ıslatmak suretiyle elde edilen şıranın, şerbetin adıdır. Küpteki nebizin yasaklanmasının sebebi, beklediği için sarhoşluk verici bir hal alabilmesi, yani alkol olabilmesi sebebiyledir. Nebiz, kabarıp sarhoşluk verecek bir hal almadıkça, içilebilir. Sarhoşluk verici hal aldığında ise haramdır. İzahını yaptığımız hadiste,

"Sarhoş edici herşey haramdır" buyurularak bu husus nazara verilmiştir.

Hadiste yasaklanıp sonra serbest bırakıldığı ifâde edilen üçün­cü husus kabir ziyaretidir. Kabir ziyaretinin önceleri yasaklan­masının sebebi, Cahiliyye Devrinde kabir ziyaret edenlerin oralar­dan medet beklemesi, isyan edici bir tarzda konuşmaları, kabirde yatan kimseyi aşın derecede övmeleri idi.

Sonraları tevhid dini Müslümanların kalbine iyice yerleşti Müslümanlar Allah'tan başkasından gerçek mânâda medet um­mayacak bir şuura erişti. Bundan sonradır ki, Sevgili Peygambe­rimiz kabir ziyareti yasağını kaldırdı, ziyaret için izin verdi. Konu ile ilgili ziyarete izin verilmesinin sebebinin de açıklandığı bir ha­dis şu mealdedir:

"Ben sizlere kabirleri ziyaret etmeyi yasaklamıştım. Bundan sonra kabirleri ziyaret edebilirsiniz. Çünkü, kabir ziyareti dünya­yı küçümsetir, âhireti hatırlatır."[603]

Hadislerde geçen serbest bırakma ifâdesi umumîdir. Dolayı­sıyla kadınların da İslâmî ciddiyete uygun olarak kabir ziyaret et­melerinde bir mahzur bulunmamaktadır.

İzahını yaptığımız hadiste kabir ziyaretine izin verilirken bir şart konduğunu görüyoruz. O da,

"Ancak orada Allah'ın rızasına uygun düşmeyecek şeyleri söylemeyiniz" emridir.

Bir sonraki hadis de yine bu konuyla ilgilidir.

Kabir ve türbe ziyareti için Ölüm Cenaze Kabir isimli eserimi­zin 265-273. sayfalarına bakılabilir.[604]

 

Kabir Ziyaretinde İslâm'a Uymayan Söz Söylememek

 

604. Zeyd bin Sabit (r.a.) rivayet ediyor:

"Kabirleri ziyaret edin. Fakat orada İslama uymayan söz­ler söylemeyin."[605]

 

Mürüvvet Sahiplerini Affetmek

 

605. Zeyd bin Sabit (r.a.) rivayet ediyor:

"Allah'ın tayin ettiği cezaların dışında onur sahiplerini cezalandırmaktan uzak durun."[606]

 

İzah

 

Mürüvvet, kişinin şahsiyetini düşürücü davranışlardan sakın­ması ve izzetini korumasıdır. Diğer bir ifâde ile ahlâk ve örf ku­rallarına uymasıdır.

Peygamberimiz, yukarıdaki hadislerinde bir an için nefislerine uyarak işledikleri suçlar sebebiyle böylelerini affetmeyi, onları cezalandırmamayı tavsiye etmektedir. Ancak kısas, el kesme, evli oldukları halde zina etmeleri durumunda taşlanarak öldürme gibi, Allah'ın tayin ettiği cezalan bunun dışında tutmuştur. Çünkü Al­lah'ın tayin ettiği bir cezayı hak edene bu cezayı vermek bir ha­diste bildirildiğine göre, bir beldeye kırk gün yağmur yağmasın­dan daha hayırlıdır.[607]

Allah'ın tayin ettiği cezayı tatbik etmeyi emreden bir hadis de şu maeâldedir:

"Yakınınız olsun, olmasın Allah'ın takdir ettiği cezalan yerine getiriniz. Bunu yaparken kınayanların kınaması sizi etkileme­sin."[608]

 

Lüzumsuz Şeyleri Terk Etmek

 

606. Zeyd bin Sabit (r.a.) rivayet ediyor:

"Kişinin lüzumsuz şeyleri terk etmesi, Müslümanlığının güzelliğindendir."[609]

 

İzah

 

Hadiste "lüzumsuz şeyleri" diye tercüme ettiğimiz kelime, me­tinde "mâlâyanî" diye geçer. Mâlâyanî, dünya ve âhiret hayatı için zarurî olmayan şey demektir. Bu, hem fiil, hem söz olabilir. Hat­ta bakışta, düşünülen ve hayal edilen şeylerde dahi mâlâyaniden söz edilebilir. Dolayısıyla kişi, dünyası ve âhireti için faydası ol­mayan bir şeyi söylüyorsa, yapıyorsa, düşünüyorsa, böyle bir şeye bakıyorsa mâlâyanî ile meşgul oluyor demektir.

Hadiste, kişinin mâlâyaniyi terk etmesinin Müslümanlığının güzelliğinden olduğuna dikkat çekilmektedir. Kişinin dünya ve âhireti için lüzumsuz olan şeyleri bırakmasının kendisini yüksek makamlara çıkaracağı kesindir. Nitekim, Lokman'a (a.s.) "Gör­düğümüz bu fazilete seni ulaştıran nedir?" diye sorulduğunda o şu cevabı vermiştir:           

"Doğru konuşmak, emâneti yerine getirmek, mâlâyaniyi terk etmek."[610]

Kişinin mâlâyaniyi bırakması Müslümanlığının güzelliği iken, onu yüksek faziletlere ulaştırırken, tersi de kendisini büyük ni­metlerden, hattâ Cennetten dahi uzaklaştırabilir. Nitekim bir Sahabînin bir ölü hakkında "Şöyle şöyle idi. Cennet mübarek ol­sun" demesi üzerine onu şöyle ikaz etmiştir:

"Nereden biliyorsun. Belki de mâlâyani konuşmuştur."[611]

Evet, dil, kulak, göz, el, ayak hepsi mahşer gününde hesaba çekileceğine göre, bir Müslümanın bu azalarını mâlâyani ile meş­gul etmemesi gerekir. İnsanlık icabı mâlâyani ile meşgul olan bir toplulukta oturduğunda ise Peygamberimizin (s.a.v.) böyleleri için tavsiye ettiği ve okuduğunda oradan kazandığı günahtan te­mizleneceğini bildirdiği şu duayı sık sık yapmalıdır:

"Allah'ım, Seni hamdinle tesbih ederim. Senden başka ilah ol­madığına şehadet ederim. Senden bağışlanma diliyorum. Sana tevbe ediyorum."[612]

 

Resûlullahın Hasım Olacağı Kimseler

 

607. Ebû Hüreyre (r.a.) Resûlullahın (s.a.v.) şöyle bu­yurduğunu rivayet ediyor:

"Üç grup insan vardır ki, kıyamet günü ben onların has­mıyım. Ben kimin hasmı olursam onunla dâvâlaşırım. Bun­lar: (1) Bana Allah adına söz verip de sözünden dönen, (2) hür bir kişiyi satarak parasını yiyen, (3) bir işçi tutup hak­kıyla çalıştırdığı halele ücretini tam vermeyen.[613]

 

Tuvalete Girerken Yapılacak Dua

 

608. Enes bin Mâlik (r.a.), tuvalete girdiğinde Resûlullahın (s.a.v.) şöyle dediğini rivayet ediyor:

"Allah'ım, cinlerden ve kötü şeylerden Sana sığınırım." [614]

 

İzah

 

Zikrettiğimiz kaynaklarda yer alan hadis şöyledir:

"Tuvaletler cin ve şeytanların bulunacağı yerlerdir. Bunun için biriniz tuvalete gireceği zaman, 'Cinlerden ve kötü şeylerden Allah'a sığınırım' şeklinde duâ etsin."

Evet, duâ, mü'minin hayatının hemen bütün safhalarında yer alan mühim bir ibâdettir. Bu cümleden olarak tuvalete girmeden önce duâ etmek de sünnettir.

Tuvalete girerken duâ etmek gibi, çıkarken "Benden sıkıntıyı gideren ve bana afiyet veren Allah'a hamd olsun" demek de yine sünnettir.[615]

 

Kişi İçin En Faydalı Olan Üç Şey

 

609. Sevban (r.a.) rivayet ediyor:

"Altın ve gümüşü biriktirip de onu Allah yolunda harcamayanları, acı bir azapla müjdele"[616]

âyeti nazil olduğunda Resûlullah (s.a.v.),

"Kahrolsun altın ve gümüş" buyurdu.

Dinleyenler, "Ya Resûlullah hangi malı biriktirelim?" diye sordular. Şöyle buyurdu:

"Zikreden bir dil, şükreden bir kalb ve dindar ve ahlâklı bir hanım."[617]

 

İzah

 

Pekçok âyet-i kerimede ve hadis-i şerifde, mü'minler Allah yolunda mallarını harcamaya teşvik edilirler. Allah yolunda har­camanın asgarî haddi ve temel unsuru ise, zekâttır. Zekât, dinin temel esâsıdır. Bu sebeple, yerine getirilip getirilmemesi, kişi de imanın kuvvetliliğiyle doğrudan alâkalı bir esas olarak görülmüş­tür.

Zekât sadece biz Müslümanlara değil, önceki ümmetlere de farz kılınmış bir ibâdetti.[618]

Ancak, Yahudi ve Hıristiyanlar emrolundukları zekâtı terkettiler, altın ve gümüşü toplamaya başladılar. Bunların bâzıları birik­tirdikleri altınları sandıklarda, hazinelerde saklarken bazıları da gömerlerdi. Altın ve gümüşü piyasaya sürerek insanlığın istifade­sine sunmaları, onlardan bir kısmını fakir fukaraya tasadduk etmeleri gerekirken bunu yapmadılar. Bunun üzerine Cenâb-ı Hak mallarını Allah yolunda harcamaktan kaçınan bu gibi kimseleri şiddetle tehdit ederek, hadisin başında yer alan âyet-i kerimeyi indirdi. Bu âyetin tamamı şu mealdedir:

"Altın ve gümüşü yığıp biriktiren ve onları Allah yolunda harcamayanlar yok mu? İşte onlara pek acıklı bir azabı müjdele. O gün bunlar, üzerlerindeki yakılacak olan Cehennem ateşinin için­de kızdırılacak da o kimselerin alınları, böğürleri ve sırtları bun­larla dağlanacak ve onlara şöyle denilecek: 'İşte, bu, nefisleriniz için toplayıp sakladıklarınız! Artık saklayıp istif ettiğiniz bu nes­nelerin acısını haydi tadın."[619]

Ayet-i kerimenin hükmü, sadece Yahudi ve Hıristiyanlara mahsus değildir. Müslümanlar da bu hükmün şümulüne girer.

Bu âyeti tefsir eden müfessirler, altın ve gümüş biriktirmeleri sebebiyle azapla tehdit edilen kimselerin, zekâtlarını vermeyen kimseler olduğunu ifâde ederler. Zekâtını vermek şartıyla altın veya para biriktirmenin caiz olduğunu söylerler. Hz. Ömer (r.a.), Abdullah bin Ömer (r.a.) ve Abdullah bin Abbas (r.a.) gibi âlim Sahabîler de bu kanaattadır. Abdullah bin Ömer (r.a.) bu mesele ile ilgili olarak şöyle der:

"Zekâtı ödenen şey yedi kat yerin altında da olsa yığıp birik­tirme sayılmaz. Zekâtı ödenmeyen şey de yerin üzerinde de olsa yığma ve biriktirmedir."[620]

Abdullah bin Abbas da (r.a.), âyette geçen "Allah yolunda infak etmezler" cümlesini, "Mallarının zekâtlarını vermek istemez­ler" şeklinde tefsir etmiştir. Nitekim Peygamberimiz de (a.s.m.) bununla ilgili olarak şöyle buyurur:

"Birşey zekâtı verilecek miktara ulaşır da zekâtı verilirse kenz sayılmaz."[621]

Hadiste yer alan âyetle altın ve gümüş biriktirenler şiddetle tehdit edilince Sahabîler ne edinmeleri gerektiğini sormuşlar, peygamberimiz de,

"Zikreden bir dil, şükreden bir kaib ve mü'mine bir hanım" buyurarak onları âhiret için yatırım yapmaya teş­vik etmiştir.

İbni Mace'de yer alan rivayette hadisin son kısmı "âhiretle il­gili hususlarda size yardımcı olacak mü'mine bir kadın" şeklinde gelmiştir.[622]

 

Sünnet Yaşı

 

610. Câbir (r.a.) rivayet ediyor:

Resûlullah (s.a.v.) Hasan ve Hüseyin yedi günlükken akika kurbanlarını kesti ve sünnet ettirdi.[623]

 

İzah

 

Akika kurbanı ile ilgili olarak 157 numaralı hadiste açıklama yapmıştık. Burada sünnet ve sünnet olma yaşı üzerinde duraca­ğız.

İlk sünnet olan Hz. İbrahim'dir (a.s.). Bizim dinimizde de "sünnet olmak" sünnettir. Çocuğun sünnet olma yaşı ile ilgili ola­rak kesin bir emir bulunmamaktadır. Yukarıdaki hadis farziyet ifâde etmez. Bu hususta değişik görüşler vardır. Çocuğun yedi günlükken veya bir iki yaşlarında sünnet ettirilmesi, heyecan ve acıyı fazla hissetmeyeceği için güzel görülmüştür.[624]

 

Riya

 

611. Muaz bin Cebel (r.a.) Resûlullahtan (s.a.v) işitmiş olduğu şöyle bir hadis rivayet ediyor:

"Riyanın en azı dahi şirktir. Allah, kendisine itaat eden, kendisinden korkan ve gösteriş yapmadan gizli gizli Allah'a ibâdete devam edenleri sever. Onlar bir yere ayrıldıklarında ayrıldıklarını kimse farketmez, bir yerde bulunduklarında kimse onların varlığını fark etmez. Onların kalpleri hidâyet kandilleri gibidir. Onlar, karanlık siyahlara benzer fitneler­den selâmetle çıkarlar."[625]

 

İzah

 

İbni Mâce'deki rivayette hadis,

"Riyanın en azı dahi şirktir. Allah'ın dostlarına düşmanlık eden kimse şüphesiz Allah'a savaş ilân etmiş olur...." şeklindedir.

Dinimizde ibâdetler sadece ve sadece Allah rızası için yapılır. Başka maksatlar gözetilmez. Amellerin Allah rızası için yapılma­sına ihlâs denir. İhlasın zıttı riyadır. Riya, bir ibâdeti, güzel sayı­lan bir işi Allah rızası için değil de başkalarına gösteriş için, bir menfaat uğrunda, insanların kalbinde yer etmek düşüncesi ile yapmaktır. Hadislerde olduğu gibi Kur'ân'da da gösteriş için amel işlemek şiddetle yasaklanmıştır. Meselâ Maun Sûresinde şöyle buyurulur:

"Yazıklar olsun o namaz kılan münafıklara! Onlar ki namazla­rından gafildirler. Onlar ki Allah rızâsını aramak yerine insanlara gösteriş yaparlar."[626]

Gazâlî, riyayı derecelere ayırır. Onun bu derecelendirmesi şöyledir:

Birinci derece: En ağır olanıdır. Riya ile yaptığı ibâdette hiç sevap niyeti yoktur. İnsanların yanında icabında abdestsiz de na­maz kıldığı halde, yalnız kaldığında hiç kılmayan gibi.

İkinci derece: Kişinin yaptığı ibadette gösterişle beraber Allah rızasını gözetmek de vardır. Fakat bu niyet zayıftır, böyle biri yalnız kaldığında o ibâdeti yapmazdı. Hattâ sevabı düşünmese bi­le, insanların yanında o ibâdeti yine yapacaktı. Böyle biri günah­tan kurtulamaz.

Üçüncü derece: Sevap ve gösteriş tarafları eşit olan. Böyle biri şayet gösterişin yanında sevap veya sevabın yanında gösteriş ol­masa idi bu ameli yapmazdı. Bu amelinde fayda görmese de zarar da görmez. Belki baş başa kurtarır.

Dördüncü derece: Kişi, insanların duyması sebebiyle daha da şevke gelip ibâdetini artırır. Böyle kimse duymasa da ibâdetini yapacaktı. Böyle biri sırf riya maksadıyla yapmadığı için ibâde­tinden fayda görebilir.[627]

İzahını yaptığımız hadiste riyanın en azının dahi Allah'a şirk koşmak olacağı nazara verilmektedir. Konu ile ilgili pekçok hadis vardır. Bunlardan birisi şöyledir:

"Gösteriş yaparak oruç tutan, gösteriş yaparak namaz kılan ve gösteriş yaparak sadaka veren kimse Allah'a şirk koşmuştur."[628]

Resûlullah (s.a.v.) bir hadislerinde de başkalarının yanında onlar görsün diye namazı güzel kılmayı gizli şirk olarak ifâde etmiş ve bunun Mesih Deccaldan daha büyük olduğunu bildir­miştir.[629]

Bir hadiste de Allah'ın Cenneti gösteriş yapanlara haram kıl­dığı bildirilmiştir.[630]

Gösteriş için yapılan amellerin kişiye âhirette hiçbir faydasının olmayacağı, bu amellerin silineceği bir tarafa,[631] zararı da dokunur. Çünkü hadiste de ifâde edildiği gibi riya, şirktir. Şirk ise büyük günahlardandır. Riyakarların âhiretteki durumları ile ilgili tafsilatı Ölümden Sonra Diriliş isimli eserimizin 231-234. sayfalarına ha­vale ederek, burada bir kaç hadis nakletmek istiyoruz:

"Allah kıyamet gününde bütün kullarının huzurunda, dünyada gösteriş ve şöhret için amel işleyenleri ilân eder."[632]

"Allah Teâla insanlara yapmış oldukları amellerin mükâfaatını verdiği zaman riyakarlara da 'Ey riyakarlar! Sizler dünyada gös­teriş yaptığınız kimselere gidin! Bakın onların yanında size vere­cekleri bir mükâfat bulabilir misiniz  buyurur."[633]

Bir hadiste de Allah'ın kıyamet günü böylelerine şöyle sesle­neceği bildirilir:

"İnsanlar için ibâdet edenler nerede? Kalkınız ücretlerinizi kendileri için amel ettiğiniz kimselerden alınız. Çün­kü Ben dünya ve insanlar için yapılan amelleri kabul etmem."[634]

Açıkladığımız hadiste dikkat çekilen bir diğer husus, ibâdetin gizli yapılmasının istenmesi ve şöhretin riyaya sebep olduğunun açıklanmasıdır. Gerçekten de meşhur insanlar şöhretlerinin de­vam etmesi uğrunda, Allah rızasından daha çok insanların rızasını ararlar. Bunun için de onların hoşlarına gidecek şeyler yaparlar. Bu sebepledir ki, Peygamberimiz Allah'ın bir yere ayrıldıklarında veya bir yerde bulunduklarında kimse onların yokluğunu veya varlığını fark etmediği kimseleri sevdiğini bildirmiştir.[635]

 

Peygamberimizin Ümmetinin Fazileti

 

612. Abdullah bin Yezid Hatemî rivayet ediyor:

"Ümmetimin azabı dünyada iken verilir."

3 numaralı hadisin izahına bakınız.[636]

 

Çocukların Anne Ve Babaya Faydası

 

613. Ebû Zer (r.a.) rivayet ediyor:

"Buluğ çağına ermeden üç çocukları ölen hiçbir mü'min anne baba yoktur ki, Allah çocuklara olan rahmetinin bereketiyle onları fazlıyla Cennete koymasın."[637]

 

İzah

 

Peygamberimiz bir defasında kadınlara hitaben üç çocuğu ölen bir kadına o çocukların Cehenneme karşı siper olacaklarını bildir­mişti. Bir kadın, "İkiye de, ikiye de!" dedi.

Resûlullah (s.a.v.),

"İkiye de, ikiye de!" buyurdu.[638]

Peygamberimiz bir hadislerinde de çocuğu ölen bir Sahabiyi şöyle teselli etmiştir:

"Cennetin kapılarından birine geldiğinde, çocuğunu sana kapıyı açmak için koşarken görmen seni sevindirmez mi?"[639]

Çocuğu ölen kimselerin bu müjdelere mazhar olabilmek buna "güzel bir sabırla" sabretmeleri şartına bağılıdır.[640]

 

Resûlullahın Yatarken Yaptığı Dua

 

614. Âişe (r.a.) rivayet ediyor:

Resûlullah yatağına girdiğinde şöyle duâ ederdi:

"Al­lah'ım, bağımlılık derecesinde günah işlemekten ve yatak arkadaşı olan açlıktan Sana sığınırım."[641]

 

İzah

 

İbni Mâce'de bu rivayet şöyledir:

"Allah'ım, ben açlıktan Sana sığınırım. Çünkü açlık fena bir yatak arkadaşıdır. Hıyanetten de Sana sığınırım. Şüphesiz hıya­net fena bir duygudur."

Peygamberimiz (s.a.v.) açlıktan Allah'a sığınmıştır, çünkü açlık insanı din ve dünya ile ilgili vazifelerinden alıkoyar. Aklını karıştırır, bâtıl ve bozuk fikirlere sürükler, kumar, rüşvet, hırsız­lık ve fuhuş gibi kötü yollara düşürür.[642]

 

Allah Katında Mü'minin Değeri

 

615. Abdullah bin Amr (r.a.) rivayet ediyor:

"Allah katında mü'minden daha değerli hiçbir şey yoktur."[643]

 

İzah

 

Nasıl bir sanat eseri sanatkarına nispet edildiğinde bir değer ve mânâ kazanıyorsa, insan da yaratıcıya nispetle bir değer kazanır. Sanat eserinin sanakarından nispeti kesildiğinde nasıl kıymeti hiç hükmüne düşerse, Yaratıcı ile irtibatı kesilen insan da böyledir.

Mü'min Allah'a inanan demektir. Dolayısıyla Yaratıcısına nis­pet edilmektedir. Böyle olunca da Yaratıcı katında son derece kıymetlidir. Hadisin ifadesiyle Yaratıcı nezdinde ondan daha değerli hiçbir şey yoktur. Nasıl kıymetli olmasın ki, mü'min kim­se Yaratıcısını tanıyor, Ona kul oluyor, emirlerini dinliyor, ya­saklarından sakınıyor.

Bunun içindir ki, Abdullah ibni Abbas (r.a.) Kabe'ye yönele­rek şöyle demiştir:

"Ey Kabe! Allah seni saygıdeğer ve şerefli kıldı. İnanmış bir insanın Allah katındaki şeref ve değeri ise senden daha büyük­tür."

Hz. Ebû Bekir de hiçbir mü'minin küçümsenmemesi gerek­tiğini ifâde etmiş, "Çünkü Müslümanın küçüğü de, büyüğü de Allah katında büyüktür" demiştir.

Evet, Allah yanında kıymetli olan mü'mine, mü'minler de kıy­met vermeli, ona Yaratıcısına nisbet ederek bakmalı, Allah, din, peygamber, kitap, kıble gibi küreleri birbirine bağlayacak bağların yerine bunlara nispetle örümcek ağı mesabesindeki siyaset, cemaat, mezhep, tarikat, ırk birliklerini koymamalıdır. Bizzat Al­lah'ın değer verdiği bir varlığı küçümser bir havaya girmemeli­dirler. Mü'min de kendini böyle görmeli, değerini düşürecek şeylerden sakınmalıdır.[644]

 

Kadınların Şefkati

 

616. Ebû Umâme el-Bâhilî (r.a.) rivayet ediyor:

Resûlullahın (s.a.v.) yanına beraberinde iki çocuğu olan bir kadın geldi ve ondan yemek için bir şey istedi. Resû­lullahın onlara verecek bir şeyi yoktu. Sadece üç hurma ver­di. Kadın hurmanın birini bir çocuğuna, diğerini de diğer çocuğuna verdi. Birini de yanında tuttu. Çocuklardan birisi hurmasını yedikten sonra ağladı. Kadın bıraktığı hurmayı ikiye böldü, yarısını ağlayan çocuğuna, yarısını da diğerine verdi. Bunun üzerine Resûlullah (s.a.v.) şöyle buyurdu:

"Kadınlar çocuklarını karınlarında taşır, dünyaya getirir­ler, emzirirler, onlara karşı çok da merhametlidirler. Eğer kocalarına eziyet etmeyip namazlarını da kılsalar Cennete gi­rerler."[645]

 

İzah

 

Hadisde kadınlardaki şefkat nazara verilmekte, onların yeme­yip çocuklarına yedirdikleri, bununla çok büyük sevap kazandıkları bildirilmektedir. Çocukları binbir zahmetle karınlarında taşı­makla, sancılarla dünyaya getirmekle, emzirmekle büyük mükâfat elde ettikleri, bunun yanı sıra kocalarına eziyet etmeyip beş vakit namazı da kıldıklarında Cennete girecekleri müjdelenmektedir.[646]

 

Resûlullaha Salavât Getirmek

 

617. Enes (r.a.) rivayet ediyor:

"Kim bana bir defa salavât getirirse, Allah on defa rahmet eder. Kim on defa salavât getirirse, Allah ona yüz defa rah­met eder. Kim bana yüz defa salavât getirirse, Allah onun alnına münafıklıktan ve ateşten kurtuluş beratı yazar. Ve kı­yamet gününde onu şehidlerle beraber bulundurur."[647]

 

İzah

 

Yüce Allah bir âyet-i kerimede,

"Peygambere Allah rahmet eder, melekler de dua eder. Ey iman edenler, siz de ona teslimiyetle salat ve selam getirin"[648]

buyurarak Resûlullaha salavat getir­meyi emretmiştir.

Resûlullah (s.a.v.) âlemlere rahmet olarak gönderilmiş, âhir zaman peygamberidir. İnkar karanlıkları onun getirdiği nur ile dağılmış, bütün varlıklar onun nuruyla manasızlıktan kurtularak üzerlerinde tecelli eden İlâhî isimleri şuur sahiplerine okutmaya başlamıştır. Bu sebeple bütün kâinat onunla alakadardır ve ona rahmet duası eder. O, ümmetinin saadetiyle de yakından alaka­dardır; dünyaya geldiği anda ağzından "Ümmetim" sözü işitildiği gibi, kıyamette herkes kendi nefsinin derdine düştüğünde, o yine "Ümmetim" diyerek onların saadetini düşünecektir. İşte öyle bir zat, elbetteki ümmetinin her bir ferdinden her zaman İlâhî dergaha yükselecek rahmet duasına lâyıktır. Biz, salât ve selâm getirmek­le, hem bütün kâinatın nâmına, hem de ümmeti sıfatıyla, ona rah­met duası etmiş, ona bağlılığımızı yenilemiş ve kıyamet günü onun şefaatine hak kazanmış oluruz.

Peygamberimiz pek çok hadislerinde ümmetinden kendisine salavât getirmelerini istemiştir. Yukarıdaki hadislerinde de kendi­sine salavât getirene Allah'ın on misli rahmet ile karşılık vere­ceğini, onu ateşten ve münafıklıktan koruyucağını ve o kimseyi şehidlerle beraber bulunduracağını bildirmiştir.

Peygamberimizin bu derece salavât getirilmesini istemesi, yine ümmeti içindir. Bediüzzaman bu konuda meâlen şöyle der: O zât (a.s.m.), bütün ümmetinin saadeti ile alakadar ve ümmetinin bütün fertlerinin her nevi saadetlerinden hissedardır. Onların her çeşit musîbetleriyle de endişedardır. İşte kendisinin saadet ve kemalat mertebeleri sonsuz olmakla beraber; sayısız ümmet fertleri­nin, sayısız bir zamanda, hadsiz derecede çeşitli saadetlerini hara­retle arzu eden ve hadsiz sıkıntılarından müteessir olan bir zât, el­bette hadsiz salavat, duâ ve rahmete layıktır, muhtaçtır.[649]

160 numaralı hadise de bakınız.[650]

 

Evvâbîn Namazı

 

618. Ammar bin Yâsir (r.a.) rivayet ediyor:

Dostum Resûlullahın (s.a.v.) akşam namazından sonra altı rekat namaz kıldığını gördüm. Şöyle buyurdu:

"Kim akşam namazından sonra altı rekat namaz kılarsa, deniz köpüğü kadar da olsa günahları bağışlanır."[651]

 

İzah

 

Evvâbin, tevbe ve istiğfar ederek Allah Teâlaya çokça yönelen kişi demektir. Hadiste de ifâde edildiği gibi, evvâbîn namazı altı rekattır ve akşam namazından sonra kılınır. Bu namazı bir, iki veya üç selamla kılmak mümkündür. Peygamberimiz bu namazı bazan kılmış, bazan terk etmiştir. Yani bu namaz müekked ol­mayan sünnettir.[652]

 

Resûlullahın Bir Duası

 

619. Ebû Hüreyre (r.a.) rivayet ediyor:

Resûlullah şöyle dua ediyordu:

"Allah'ım, âhiretimin garantisi olan dinimi kuvvetleştir. Yaşadığım yer olan dünyada beni huzur içerisinde yaşat. Ebedî yaşama yerim olan âhiret hayatımda beni mutlu kıl. Yaşadığım müddetçe hayrımı artır. Ölümü de bana bütün şerlerden kurtulup rahatlama kıl."[653]

 

Kadere Rıza Göstermek

 

620. Enes bin Mâlik (r.a.) rivayet ediyor:

"Kim Allah'ın kazasına razı olmaz ve Allah'ın kaderi tak­dir ettiğine inanmazsa kendisine Allah'tan başka ilâh arasın."[654]

 

İzah

 

Allah'a inanan bir mü'min, tedbirini alır, bununla beraber Allah bir musibet vermeyi dilerse o tedbirin kendisine hiçbir faydası olmayacağına inanır. Tedbirine rağmen başına bir musibet geldiğinde de, onu rıza ile karşılamasını bilir.

Evet, "Allah'a inandım" demek, Ondan gelen herşeye de rızâ göstermey" gerektirir. Kişi hem "Allah'a, kadere inandım" der, hem de kaderin takdirine rıza göstermezse, bu onun imanında sa­mimî olmadığını gösterir. Bir kudsî hadiste böyleleri şiddetle ikaz edilir ve şöyle buyurulur:

"Benim hükmüme razı olmayan ve Benim verdiğim musibete sabretmeyen kişi Benden başka rab arasın."[655]

Aslında aklı başında bir insan başına gelen musibete sabret­mekten başka çare bulunmadığını, dövünmenin, çırpınmanın, ka­deri tenkit etmenin zerre kadar faydası olmadığını çok iyi bilir. Öyle ise yapılacak şey elden hiçbir şey gelmeyen bir konuda dövünüp, çırpınmak değil, onu kabullenmektir. Çünkü huzur ve saadet bundadır. İtiraz ise eleme bin elem daha katar. Nitekim Peygamberimiz bir hadislerinde bu gerçeği şöyle ifâde buyur­muştur:

"Allah, hikmet ve büyüklüğü ile huzur ve ferahı kadere rızâ ve kuvvetli imana; kaygı ve üzüntüyü de şüpheye ve kadere itiraz et­meye yerleştirmiştir."[656]

"Madem ki, herşeyin Allah'tan olduğunu bilirsin ve ona ima­nın vardır; zararlı, menfaatli herşeyi tahsin ve hüsn-ü rızâ [güzel bir şekilde ve güzel bir rızâ ile] kabul etmek lâzımdır"[657] diyen Bediüzzaman, başka bir yerde de bununla ilgili olarak şöyle der:

"Madem Onun Rubûbiyetine razıyız, o Rubûbiyeti noktasında verdiği şeye de rızâ lâzım. Kaza ve kaderine itirazı işmam eder bir tarzda 'Ah,' 'Of edip şekva etmek, bir nevî kaderi tenkittir, Rahîmiyetini ittihamdır. Kaderi tenkit eden, başını örse vurur, kırar. Rahmeti ittiham eden, rahmetten mahrum kalır. Kırılmış el ile in­tikam almak için o eli istimal etmek [kullanmak], nasıl kırılmasını tezyid ediyor [artırıyor]; öyle de, musibete giriftar olan adam, itirazkârâne şekva ve merakla onu karşılamak, musîbeti ikileştiriyor."[658]

Konunun tafsilatı için Kadere İman isimli eserimizin 131-140. sayfalarına bakınız.[659]

 

Rüya Herkese Anlatılmamalı

 

621. Ebû Hüreyre (r.a.) rivayet ediyor:

"Rüya bir âlimden veya hayır tavsiye edenden başkasına anlatılmaz."[660]

 

İzah

 

Genel olarak her insan günde bir veya birkaç defa rüya görür. Bu rüyalar sevindirici olduğu gibi, üzücü de olabilir. Hemen her­kes rüyasını başkalarına anlatır. İşte Peygamberimiz, bu hadisle­rinde rüyanın öyle herkese anlatılmayıp bir âlime veya kendisinin iyiliğini isteyen birisine anlatması gerektiğine dikkat çekmektedir. Çünkü Peygamber Efendimiz başka bir hadislerinde tâbir edilme­dikçe rüyanın askıda olduğunu, tâbir edildiği şekil üzere çıkaca­ğını bildirmiştir. Ehil olmayanlara anlatıldığında, o kimsenin rü­yayı görüldüğü hal üzere anlatacağı açıktır. Oysa rüyanın görül­düğü gibi yorumlanması doğru değildir. Zira çoğu zaman rüyada görülen kötü şeyler, güzel bir şekilde çıkmaktadır. Ki, Peygam­berimiz kendisine anlatılan zahirde çok kötü rüyaları iyi bir şekilde yorumlamıştır.[661]

 

Ufak Da Olsa Günahlar Küçük Görülmemeli

 

622. Sehl bin Sa'd (r.a.) rivayet ediyor:

"Küçük görülen günahlardan sakının! Çünkü bu günah­ların durumu şuna benzer: Bir topluluk bir vadide konak­lamışlar. Ekmeklerini pişirmek için her biri birer çalı çırpı getirmiş, böylece yeterli odunu toplamışlar. İşte küçük gibi görülen günahlar da böyledir. Birike birike sahibini helake götürür."[662]

 

Hazırsa Önce Yemek, Sonra Namaz

 

623. Ebû Hüreyre (r.a.) rivayet ediyor:

"Akşam namazı vaktinde yemek hazırlanmışsa önce ye­meğe başlayın."[663]

 

İzah

 

İnsanın zihnini meşgul eden bir şey varken namaza durması mekruhtur. Çünkü bu namazda bulunması gereken huşuya zarar verir. Bunun için kişi önce zihnini meşgul eden şeyi halletmeli, namaza sonra başlamalıdır. Hadiste akşam yemeği hazırken önce yemeği yiyip sonra namaza durulması istenmiştir. Bu, akşam ye­meği için böyle olduğu gibi, öğle yemeği için de böyledir. Bâzı kaynaklarda "Yemeğinizi aceleye de getirmeyin" buyurulmuştur.

Ancak namaz vakti tehlikeye girmişse önce namaz kılınmalıdır 36 ve 571 numaralı hadislere de bakınız.[664]

 

Mü'min, Mü'min Olarak Haram İşlemez

 

624. Ali (r.a.) Resûlullahın şöyle buyurduğunu rivayet ediyor:

Resûlullahın (s.a.v.) şöyle buyurduğunu işittim:

"İnsan mü'min olduğu halde asla zina edemez. Bir insan mü'min olduğu halde asla hırsızlık yapamaz. İnsanların gözü olduğu bir ganimet malını mü'min olarak zimmetine geçirmez. Bir insan mü'min olduğu halde içki içmez."[665]

 

İzah

 

Hadis, dört büyük kötülüğe dikkat çekmektedir. Ehl-i Sünnet anlayışına göre bu haramları işleyen kimseler kâfir olmazlar. Bu­nun için bu hadisi âlimler, "Kâmil mü'min olduğu halde..." şek­linde açıklamışlardır. Hadiste, mü'mine imânı tehlike endişesini hatırlatmak için böyle bir üslup kullanılmıştır. Zaten başka hadis­lerde bu haramları işleyenlerin mü'min oldukları açık bir şekilde ifâde edilmiştir.

Diğer taraftan, Hz. Ali bu hadisi Küfe minberinde rivayet etti­ğinde, bir zât "Bu haramları işleyenler kâfir olur mu ey Mü'minlerin Emiri?" diye sormuş. Hz. Ali, böylelerinin işlediği bu haramların helâl olduğuna inanmadıkça mü'min olduklarını bildirmiştir.[666]

 

Allah Ve Resulü İçin Nasihat

 

625. Huzeyfe bin Yeman (r.a.) rivayet ediyor:

"Bir kimse Müslümanların işlerine ehemmiyet vermezse, onlardan değildir. Bir kimse Allah için, Resulü için, kitabı için, Müslümanların idarecisi için ve bütün Müslümanlar için sabah akşam hayır dilemezse yine onlardan değildir."[667]

 

İzah

 

Müslim, Ebû Dâvud ve Nesâî, buna benzer şöyle bir hadis rivayet ederler:

Temim ed-Dârî (r.a.) rivayet ediyor: Resûlullah (s.a.v.),

"Din nasihattir" buyurdu.

Biz, "Ey Allah'ın Resulü, kim için nasihattir?" diye sorduk. Şöyle buyurdu:

"Allah için, Allah'ın kitabı için, Resulü için, Müslümanların idarecileri ve bütün Müslümanlar için."[668]

İzahını yaptığımız hadisin birinci bölümünde, Müslümanların işine ehemmiyet vermeyenlerin onlardan olmadığı ifâde edilmektedir. İkinci kısımda ise nasihat üzerinde durulmaktadır. Evet yukarıda da ifâde ettiğimiz gibi nasihatin, diğer ifâde ile hayırhahlığın, yani hayrı ve iyiliği duyurup hatırlatmaktır. Hadiste bir Müslümanın Allah için, Resulü için, Allah'ın kitabı için, Müslü­manların idarecileri için ve bütün Müslümanlar için sabah akşam nasihat etmesi istenmektedir.

Allah için nasihat, Allah'ın birliği ve sıfatları hususunda sağ­lam bir inanca sahip olmak, Ona ihlasla kulluk etmek, ameline riya karıştırmamak ve haramlardan sakınmaktır.

Resulü için nasihat, ona halisane iman etmek, emir ve yasak­larına tâbi olmak, sünnetini yaşamak ve yaşatmaya çalışmak, Ehl-i Beytine ve Sahabîlerine sevgi beslemektir.

Kur'ân için nasihat, ona halisane iman ve hükümleri ile amel etmek, korunmasına, hükümlerinin yayılmasına ve anlaşılmasına çalışmaktır.

Müslümanların idarecileri için nasihat, Allah'a isyan olmayan hususlarda onlara itaat etmek, gerektiği zaman ikazda bulunmak­tır.

Bütün Müslümanlar için nasihat, onlara iyiliği tavsiye etmek, kötülükten sakındırmak, yaşlılarına hürmet, göstermek, küçükleri­ni sevmek, kendi nefsi için istediğini onlar için de istemektir.[669]

 

Herşey İnsandan Çok İbâdet Ediyor

 

626. Süleyman bin Büreyde babasından rivayet ediyor:

"Hiçbir şey yoktur ki Âdemoğlundan daha çok Allah'a itaat etmesin."[670]

 

İzah

 

Deniz ve göllerdeki balıklardan, uzay boşluğunda birer balık gibi yüzen koca kürelere kadar nice yaratığın son derece hassas bir tarzda vazifelerini yapmakta olduğunu görüyoruz. Herbir ya­ratık vazifesini hiç aksatmadan canla başla yerine getiriyor. Bitki ve hayvanlar ürünlerini vermemezlik, toprak tohumları bitirmemezlik, yağmur yağmamazlık, güneş doğmamazlık, ısı ve ışık vermemezlik yapmıyor. Bütün bunlar muntazaman vazifelerini yapıyorlar. Bu onların aynı zamanda ibâdetleridir, tesbihleridir. Yüce Allah,

"Hiçbir şey yoktur ki, Allah'ı teşbih etmesin"[671] buyu­rarak bu gerçeği nazara vermiştir

Allah insandan başka bütün yaratıklara serbest ve başıboş ha­reket etme gücü vermemiştir. Bunun için onlar yaratılış vazifeleri­nin dışına çıkmazlar. İnsan imtihanın gereği olarak itaat ve isyan­da serbest bırakıldığı için Allah'a isyan edebilmektedir. Oysa insana düşen Allah'a kulluk noktasında, diğer yaratıklardan geri kalmamak olmalıdır.[672]

 

Müslümanı Sevindirmek

 

621. Âişe (r.a.) Resûlullahın (s.a.v.) şöyle buyurduğu­nu rivayet ediyor:

"Kim Müslüman bir ev halkını sevindirirse, Allah bunun sevabı olarak o kulunu Cennete koymaktan başkasına razı olmaz."[673]

 

Cehennemliklerin Yiyeceği: Zakkum

 

628. İbni Abbas (r.a.) rivayet ediyor:

Resûlullah (s.a.v.),

"Ey iman edenler! Allah'tan nasıl korkmak gerekiyorsa öylece korkun. Ve son nefesinize ka­dar hakda sebat edin de, Müslümanlar olarak ölün" âyetini okudu ve şöyle buyurdu:

"Şayet zakkumdan bir damla dünyanın denizlerine damlatılsa, canlıların yaşantısını bozardı. Böyle olunca yiyecek­leri zakkum olan Cehennem ehlinin hali nasıl olur, düşü­nün?"[674]

 

İzah

 

Peygamberimiz bu hadisleri ile ümmetini Cehenneme karşı ikaz etmiş, son nefeslerine kadar imanlarını korumaya ve Müs­lüman olarak ölmeye teşvik etmiştir.

Hadiste geçen zakkum, tadı ve kokusu fena, acı bir ağaç olan Cehennem ehlinin yiyeceğidir. Cennet ehli Cennette birbirinden güzel ve lezzetli Cennet yiyecekleri ile lezzetlenirken, Cehennem güzel ve lezzetli Cennet yiyecekleri ile lezzetlenirken, Cehennem ehli ise zakkum ve benzeri yiyeceklerle azap çekeceklerdir. Kur'ân'da Cehennemliklerin bu azabına şöyle dikkat çekilir:

"Ey Allah'ın âyetlerini yalanlayan sapıklar! O zakkum ağacın­dan muhakkak yiyeceksiniz. Karınlarınızı onunla dolduracaksı­nız. Üstüne de kaynar su içeceksiniz. Susamış devenin içişi gibi içeceksiniz. İşte hesap gününde onların ziyafeti budur."[675]

Başka âyetlerde de zakkum hakkında şu tafsilat verilir:

"Bu mu daha hayırlı bir ziyafettir, yoksa zakkum ağacı mı? Muhakkak ki Biz onu zâlimler için bir belâ kıldık. O bir ağaçtır ki, Cehennemin dibinde biter. Meyvesi şeytanların başına benzer. Ondan, muhakkak yiyecekler ve karınlarını onunla dolduracak­lardır."[676]

Peygamberimiz hadisin son cümlesine bir mukayese yapıyor ve yiyecekleri zakkum olan Cehennem ehlinin çekeceği azabı hayallerimize havale ediyor.[677]

 

İftar Duası

 

629. Enes (r.a.) rivayet ediyor:

Resûlullah (s.a.v.) orucunu açarken şöyle duâ ederdi:

"Allah'ın adıyla. Senin rızan için oruç tuttum, Senin rızkınla iftar ediyorum."[678]

 

İzah

 

Dinimizde faziletli olan bâzı aylar, günler ve vakitler vardır. İşte oruçlu için iftar vakti de böyle vakitlerdendir. Peygamberimiz bir hadislerinde,

"Oruçlunun iftar vaktinde geri çevrilmeyen bir duâ hakkı vardır"[679] buyurarak buna dikkat çekmiştir.

Yukarıdaki hadislerinde de oruç açarken yapılacak duayı naza­ra vermiştir. Başka rivayetlerde Resûlullahın iftar vaktinde şöyle duâ ettiği bildirilir:

"Allah'ım, Senin için oruç tuttum. Sana inandım, Sana tevek­kül ettim. Senin verdiğin rızık ile orucumu açtım. Yarının orucu­na da niyet ettim. Benim geçmiş ve gelecek günahlarımı bağışla. Beni, annemi, babamı ve bütün mü'minleri hesap gününde af­fet."[680]

 

Her Aydan Üç Gün Oruç Tutmak

 

630. Cerir bin Abdullah el-Becelî (r.a.) rivayet ediyor:

"Her aydan üç gün oruç tutmak bütün seneyi oruçlu ge­çirmek gibidir. Eyyâmü'1-bîd, ayın on üçüncü, on dördün­cü ve on beşinci günleridir."[681]

 

İzah

 

Pazartesi ve Perşembe günleri gibi oruç tutulması sünnet olan bâzı günler vardır. İşte oruç tutmanın sünnet olduğu bu günlerden bâzıları da her aydan üç gün oruç tutmaktır. Bu üç gün, ayın on üç, on dört ve on beşinci günleridir. Her ayın bu günlerini oruçlu geçirmek bütün seneyi oruçlu geçirmek gibidir. Böyle ol­ması, amellerin en az on katı ile mükafatlandırılması sebebiyledir.[682]

 

Küs Durmak

 

631. Abdullah bin Mes'ud (r.a.) rivayet ediyor:

"Bir Müslümanın bir Müslümanla üç günden fazla küs durması helâl değildir."[683]

 

İzah

 

Yüce Yaratıcımız bizi yokluktan varlık âlemine çıkarmış, ha­yatiyetimizi devam ettirebilmemiz için sayılamayacak kadar çok nimeti önümüze sermiş, Cennet gibi bir mükâfatı sevgili kulları için hazırlamış; bütün bunlara bir şükür olarak da biz kullarından Kendisine itaat etmemizi, emirlerini tutup, yasaklarından da ka­çınmamızı istemiştir.

İşte dinimizde Allah'ın yasakladığı haramlardan birisi de mü'minlerin birbirleriyle küs durmaları, birbirleriyle selâmlaşmamaları, konuşmayı terketmeleridir. Yüce Rabbimiz bir âyet-i keri­mede mü'minlerin vazifelerinden birisinin de dargınların arasını bulmak olduğunu bildirir ve şöyle buyurur:

"Mü'minler kardeştirler; siz de kardeşlerinizin arasını düzeltin ve Allah'tan korkun ki, rahmete erişesiniz."[684]

Âlemlere rahmet olarak gönderilen Sevgili Peygamberimiz de pekçok hadislerinde dargın durmanın helâl olmadığını bildirmiş­tir. İşte izahını yaptığımız hadis bunlardan birisidir.

Evet, bir kimsenin mü'min kardeşiyle küs durması, ona düş­manlık beslemesi, kin tutması çok büyük bir haksızlıktır, zulüm­dür. Bediüzzaman mü'mine kin duymanın, ona düşmanlık besle­menin, onunla konuşmamanın ne derece büyük bir zulüm oldu­ğunu Uhuvvet Risalesi isimli eserinde meâlen şöyle ifâde eder:

"Mü'min kardeşine kin ve düşmanlık beslemek ne kadar zu­lümdür. Çünkü, nasıl ki, sen âdi, küçük taşları Kabe'den daha ehemmiyetli ve Uhud Dağı'ından daha büyük desen, çirkin bir akılsızlık edersin. Aynen öyle de, Kabe hürmetinde olan iman ve Uhud Dağı büyüklüğünde olan İslâmiyet gibi çok İslâmî sıfatlar, sevgiyi ve ittifakı istediği halde, mü'mine karşı düşmanlığa sebe­biyet veren ve âdi taşlar hükmünde olan bâzı kusurları, iman ve İslâmiyete tercih etmek, o derece insafsızlık ve akılsızlık ve pek büyük bir zulüm olduğunu aklın varsa anlarsın."[685]

Denilebilir ki, "Küs durduğum, kin duyduğum kimse bana hakaret etti, bana ağır laflar konuştu."

Aslında kaba ve çirkin konuşmak da mü'mine yakışmayan sıfatlardandır. İnsan bir şey söylerken neticesini düşünmeli; bir gün barışıldığında mahcup olmamak için açık kapı bırakmalıdır. Fakat diyelim ki, karşı taraf hiç bir açık kapı bırakmadı. Bu tak­dirde onunla ebedî olarak küs mü kalınacaktır?

Elbette ki hayır. Çünkü dinimiz kaba ve çirkin konuşmayı, mü'minlerin birbirleriyle küs durmalarını yasaklarken; isteyerek veya istenmeyerek bir kusur işlendiğinde de affı emretmektedir. Yüce Rabbimizin binbir isminden birisi de Afüvdür. Afüv olan Rabbimiz, insanlık icabı günah ve kusur işleyen kullarını affet­meyi sever ve kullarından da afla muamele etmelerini ister. Yüce Allah bir âyet-i kerimede affetmeyi takva sahiplerinin vasıf­larından sayar ve şöyle buyurur:

"O takva sahipleri, bollukta ve darlıkta bağışta bulunanlar, öf­kelerini yutanlar ve insanların kusurlarını affedenlerdir."[686]

Dargınlar ilk adımı illa da karşı tarafın atmasını beklememeli­dirler. Çünkü barışmada ilk adımı atmak çok sevaplıdır. Karşı ta­raf cevap vermezse, konuşmaya ilk başlayan sevap kazanırken; diğeri günahkâr olur. Peygamberimiz izahını yaptığımız hadisin Ebû Dâvud'daki rivayetinde bununla ilgili olarak şöyle buyurur:

"Bir mü'minin diğer mü'minle üç günden fazla küskün dur­ması helâl değildir. Üç günden sonra dargın olduğu kimseye rast­larsa selâm versin. Eğer selâm verilen kimse, selâma karşılık ve­rirse, sevaba ortak olur. Yoksa o günah işlemiş olur. Selâm ve­ren de dargınlıktan çıkmış olur."

Peygamberimizin konu ile ilgili bir hadisi de şu mealdedir:

"Bir Müslümanın diğer bir Müslüman kardeşine dargın kalma­sı helâl değildir. Onlar birbirleri ile karşılaştıkları zaman, biri yü­zünü bir tarafa, diğeri de öbür tarafa çevirir. Bunlardan en hayır­lısı, ilk önce selâm verip barışandır."[687]

 

Namaz Günahlara Keffârettir

 

632. Ali (r.a.) rivayet ediyor:

Resûlullah ile beraber mescidde namaz vaktinin girmesi­ni bekliyorduk: Adamın biri kalktı ve "Ben bir günah işle­dim" dedi. Resûlullah ondan yüz çevirdi. Cemaatla beraber namazını kıldı. Namazdan sonra aynı adam kalktı ve "Ben bir günah işledim" diyerek sözünü tekrarladı. Resûlullah,

"Sen temizliğini güzelce yaparak bizimle şu namazı kıldın değil mi?" diye sordu.

Adam, "Evet, kıldım" dedi. Bunun üzerine Resûlullah (s.a.v.) şöyle buyurdu:

"Kıldığın bu namaz senin işlediğin günahın keffâretidir." [688]

 

Allah Kulları İle Konuşacak

 

633. Adiy bin Hatem et-Tâî rivayet ediyor:

"Allah hepinizle aranızda bir tercüman olmadan konuşur. O kimse sağına bakar, [varsa] dünyada iken gönderdiği ha­yırları görür, soluna bakar işlediği günahları görür. Önüne bakar Cehennemi görür. Binâenaleyh yarım hurma sadaka vermekle de olsa kendinizi Cehennemden koruyunuz."[689]

 

Müslümanların İşini Üstlenmenin Mes'uliyeti

 

634. Abdullah bin Abbas (r.a.) rivayet ediyor:

"Ümmetimden bir kimse Müslümanların işlerinden birini üzerine alır da kendisini ve ailesini gözetip koruduğu gibi onları gözetip korumazsa, Cennetin kokusunu duyamaz."

İzah

 

Hadis, Müslümanların işini üstlenmenin mes'uliyetini ifâde et­mekte, üzerine aldığı işin hakkını vermeyenlerin Cennetin koku­sunu işitemeyeceklerini bildirmektedir. Oysa hadislerde bildirildi­ğine göre Cennetin kokusu 500 ve 1000 yıllık mesafelerden duyulacaktır. Bir kimse buna rağmen bu kokuyu duymayacaksa, onun ne büyük bir ziyan içerisinde olduğu daha iyi anlaşılır.[690]

 

Baş Örtüsü

 

635. Ebû Katâde (r.a.) Resûlullahın (s.a.v.) şöyle bu­yurduğunu rivayet ediyor:

"Bir kadın zînetini kapatıncaya kadar Allah onun namazını kabul etmez. Buluğ çağına eren bir kız da başını kapatma­dıkça, Allah onun namazını kabul etmez."[691]

 

İzah

 

Hadiste dinimizin farz emirlerinden birisi olan tesettürün ehemmiyetine dikkat çekilmekte, kadınların Allah'ın avret yerleri­ni; buluğ çağına eren kızların da başını kapatıncaya kadar namazı­nın kabul etmeyeceği bildirilerek, kadınlar ve kızlar ikaz edilmek­tedir. Bu hadise namaz kıldığı halde açık saçık gezen kadınlar için bir tehdit nazarı ile bakılmalıdır. Yoksa bir kadın namaz kılarken başını kapatıyor da, diğer zamanlarda açıyorsa, bunun namazına bir zarar vereceği söylenemez. Çünkü namaz ayrıdır, namazın dı­şındaki örtünme ayrıdır, namaz esnasında başını örten bir kadın, namaz borcunu yerine getirmiş, ama Allah'ın örtünme emrine uy­mamış olur. Kıldığı namazdan dolayı sevap kazanırken, açık sa­çık gezdiği için de günaha girmiş olur. Hülasatü 'l-Ecvibe isimli eserde konu ile ilgili olarak şöyle bir fetvaya yer verilir:

"Günah işleyen kimselerin namaz ve ibadetleri sahih olup se­vabına nail olur."[692]

"Namazı dosdoğru kıl, şüphesiz ki namaz insanı fuhuş ve kö­tü şeylerden ahkoyar"[693]

âyeti gereğince, böyle bir kadının namazın bir kerameti olarak diğer zamanlarda da başını örtmesi mümkündür.[694]

 

Peygamberimizin Günahtan Korunması

 

636. Ammar bin Yâsir (r.a.) rivayet ediyor:

Resûlullaha (s.a.v.), "Ya Resûlallah, siz Cahiliye Dev­rinde Cahiliye ehlinin işlediği günahlardan birini işlediniz mi?" diye sordum.

Resûlullah (s.a.v.) şöyle buyurdu:

"Hayır. İki yere gidecek oldum. Birincisinde uyku bastı. İkincisinde ise insanların geceleyin yaptıkları sohbet beni oyaladı, gidemedim."[695]

 

İzah

 

Cenâb-ı Hak, daha ezelden, ondaki liyakat sebebiyle Sevgili Habibini son peygamber olarak takdir etmişti. Bu sebeple küçük­lüğünden beri onu bu büyük vazifeye hazırladı, devamlı olarak murakebe altında tuttu. Çocukluk devresinden itibaren onu Cahi­liye Devrinin her türlü çirkinlikleri ve kötülüklerinden korudu.

İzahını yaptığımız hadiste, Ammar bin Yasir'in (r.a.) suâli üzerine Peygamberimiz henüz risaletle vazifelendirilmeden önce Cahiliye Devrinin eğlencelerinin sergilendiği iki yere gitmek iste­diği halde gidemediğini bildirmektedir. İki defa tekrarlan bu had­ise şöyle olmuştu:

Kureyş'ten biri ile kendilerine ait koyunları otlatırken arkada­şına, "Eğer benim koyunlarıma da bakarsan Mekke'ye gidip gece sohbetlerine katılmak istiyorum" dedi.

Arkadaşı, "Olur bakarım" deyince de Mekke'ye geldi. Girişte def, düdük ve ıslık sesleri işitti. "Bu nedir?" diye sordu. "Filan erkek filan kadınla evleniyor" dediler. Peygamberimiz oraya gitti, tam oturmuştu ki, aniden kulakları tıkandı, gözleri kapandı. Sa­bahleyin güneşin sıcaklığı ile uyanabildi. Hemen arkadaşının yanına gitti. Arkadaşı, "Ne yaptın?" diye sordu. Peygamberimiz başından geçenleri ona anlattı. Resûlullah (s.a.v.) buna benzer bir hadise daha yaşadı.[696]

 

Doğum Kontrolü Ve Kader

 

637. Ebû Saîd el-Hudrî (r.a.) rivayet ediyor:

Resûlullahın (s.a.v.) yanında azlden konuşuldu. Resû­lullah (s.a.v.) şöyle buyurdu:

"Azl yapmanızda bir günah yoktur. Muhakkak o da kaderdendir."[697]

 

İzah

 

Hadiste ifâde edilen azl, "cinsî münâsebet esnasında erkeğin menisini dışarı akıtması" demektir. Bir çeşit doğum kontrolüdür. Hadiste, doğmu kontrolünün de kaderden olduğu nazara veril­mektedir.

Cenâb-ı Hak, Hakîm isminin gereği olarak kâinatta meydana gelen hadiseleri bazı sebeplere bağlamıştır. Meselâ, buğday elde etmek için tarlaya tohum ekmek; meyve yetiştirmek için ağaç dikmek gerekir. Bütün bunlar bir sebeptir.

Bunun gibi, bir çocuğun anne karnında teşekkül edebilmesi için de, erkekte bulunan sperm ile kadında bulunan yumurtanın buluşması gerekir. Bu buluşma herhangi bir yolla engellenirse, çocuğun teşekkül etmemesi normal sayılabilir. Her ne şekilde olursa olsun doğum kontrolünü Cenâb-ı Hakkın yaratmak iste­diğine engel olmak mânâsında anlamamak gerekir. Çünkü, burada canlının teşekkül etmemesi, Yüce Allah'ın yaratmak istememe­si sebebiyledir. Bu durumda tedbir almak bir sebepten öteye geçmemektedir. Cenâb-ı Hak mahlukâtın sayısını takdir ederken ku­lunun böyle bir tedbire teşebbüs edip etmeyeceğini biliyordu. Bu­nun için de insanların sayısını bu ilmi içinde tayin ve takdir etti. Hadisin "Muhakkak o da kaderdendir" cümlesi bunu ifâde etmek­tedir.

Şu hususu da hatırdan çıkarmamak gerekir: Cenâb-ı Hak şayet yaratmayı takdir etmişse, tedbirin hiçbir tesiri olmaz. Ne kadar tedbire müracaat edilirse edilsin, şayet doğması ezelde takdir edil­mişse, o çocuk mutlaka doğar. Nitekim hadisin zikrettiğimiz kay­naklarda yer alan ve yine Ebû Sâid el-Hudrî (r.a.) kanalıyla gelen bir rivayeti şöyledir:

"Azl yapmanızda bir günah yoktur. Fakat, Cenâb-ı Hakkın kıyamete kadar doğmasını takdir buyurduğu her canlı mutlaka doğar."[698]

 

Peygamberimiz Adına Yalan Uydurmak

 

638. Ali (r.a.) rivayet ediyor:

"Kim bilerek benim adıma yalan uydurursa, Cehennem­deki yerine hazırlansın."[699]

 

İzah

 

Yalan söylemek dinimizin haram kıldığı hususlardandır. Pey­gamberimiz üzerine yalan uydurmak ise kat kat cezayı gerektirir.

Çünkü onun üzerine uydurulan yalan, başkaları adına uydurulan yalanla kıyas edilmez. Zira onun sözleri dinin kaynaklarıdır. Onun adına yalan uydurmak aynı zamanda Allah adına yalan uy­durmak demektir. Çünkü Peygamberimiz dinî hükümleri bildirir­ken kendiliğinden konuşmamış, Allah'ın vahyini tebliğ etmiştir. Dolayısıyla bir kimse söylemediği bir sözü Resûlullaha isnad et­mekle, "Allah Resulüne böyle vahyetti" demiş olmaktadır. Bunun içindir ki, Resûlullah (s.a.v.) böylelerini şiddetle tehdit etmiştir.[700]

 

İnsana "İnsan" Denilmesinin Sebebi

 

639. İbni Abbas (r.a.):

"İnsanın "insan" diye isimlendirilmesinin sebebi, onun verdiği sözü unutmasıdır." [701]

 

İzah

 

Yukarıdaki söz, Peygamberimize (s.a.v.) nispet edilmemiş, İbni Abbas'ın bir sözü olarak kaydedilmiştir.

İnsan, kelime olarak "unutmak" mânâsına gelen "nisyan" kö­künden alınmıştır. Peygamberimiz hadislerinde insana bu ismin verilmesinin sebebinin verdiği sözü unutmasından kaynaklan­dığını bildirmiştir. Bu söz, ruhlar âleminde Allah'ın "Ben sizin Rabbiniz değil miyim?" suâline "Evet, Rabbimizsin" şeklinde ve­rilen sözdür. İnsan, Rabbine verdiği bu sözü unutmuştur.

Bediüzzaman da insan ve nisyanla ilgili olarak şöyle der: "İnsan, nisyandan alındığı için, nisyana müpteladır. Nisyanın en kötüsü de, nefsin unutulmasıdır. Fakat, hizmet, sa'y, tefekkür zamanlarında, nefsin unutulması, yani nefse bir iş verilmemesi, dalâlettir. Hizmetler görüldükten sonra, neticede, mükâfat zaman­larında nefsin unutulması kemâldir."[702]

 

Salih Rüyalar

 

640. Abdullah bin Mes'ud (r.a.) rivayet ediyor:

"Salih kulların gördüğü sâdık rüyalar peygamberliğin yet­miş parçasından bir parçadır." [703]

 

Kimler Şefaat Edecek?

 

641. Ebû Bekre (r.a.) rivayet ediliyor:

"İnsanlar sırat üzerine sürülürler. Tıpkı gece kelebekleri­nin ateşe döküldükleri gibi, sıratın kıyılarından dökülürler. Allah rahmetiyle dilediklerini ateşten kurtarır. Sonra melek­lere, peygamberlere, şehitlere şefaat etmeleri için izin verilir. Onlar da kalbinde zerre miktarınca iman bulunanların ateşten çıkarılması için şefaat ederler de ederler."[704]

 

Ölüm Ânında Herkes Gideceği Yeri Görür

 

642. Abdullah bin Ömer (r.a.) Resûlullahın (s.a.v.) şöy­le buyurduğunu işittiğini rivayet ediyor:

"Biriniz vefat ettiğinde ona sabah akşam kalacağı yer arzedilir. Eğer Cennet ehli ise cennetteki yeri, Cehennem ehli ise Cehennemdeki yeri kendisine gösterilir. Ve kendisine şöyle denilir:

"Burası, kıyamette Allah'ın seni göndereceği yerindir." [705]

 

Cemaatle Namaz

 

643. Ebû Hüreyre (r.a.) rivayet ediyor:

"Öyle istiyorum ki, insanlara namaz kılmalarını emrede­yim, ardından namaza kalkayım, sonra da bakayım, mesci­de namaza gelmeyenlerin evlerini yakayım."[706]

 

Anarşi Ve Fitne Zamanında İslâmı Yaşamak

 

644. Ma'kıl bin Yesar (r.a.) Resûlullahın (s.a.v.) şöyle buyurduğunu rivayet ediyor:

"Anarşi ve fitne zamanında İslâmı yaşamak, bana hicret etmek gibidir."[707]

 

İzah

 

Mekke'de, ağır şartlar altında İslâmı yaşamak zor olduğundan Yüce Allah'ın emri ile Müslümanlar Medine'ye hicret ettiler. Ardından İslâmı yaşamakta zorlanan pekçok kimse, Peygambe­rimizin yanına hicret etti. Bu hicret onlara çok büyük sevaplar ka­zandırdı.

Hadiste bu sevabı kazanma yolunun sadece tarihin bîr devrine mahsus olmadığı, hicretin devam ettiği bildirilmektedir. Anarşi ve fitne zamanlarında İslâmı yaşamak zor olduğu için, Peygamberi­miz böyle zamanlarda İslâmı yaşamayı İslâmın ilk devirlerindeki zorluğa benzetmiş ve böylelerinin Medine'de kendisine hicret eden Sahabîlerin hicret karşılığında aldıkları sevap kadar sevap kazanacaklarına dikkat çekmiştir.[708]

 

Peygamberimizin Cehennemden Allah'a Sığınması

 

645. Ebû Hüreyre (r.a.) rivayet ediyor:

Resûlullaha (s.a.v.) bir kap yemek getirildi. Çok sıcaktı. Birden elini ondan çekti. Ve,

"Allah'ım, bize Cehennem ate­şinden yedirme" buyurdu.[709]

 

Zekât Vermemenin Cezası

 

646. Enes (r.a.) rivayet ediyor:

Resûlullah (s.a.v.) şöyle buyurdu:

"Zekât vermeyen kıyâmet gününde ateştedir."[710]

 

Peygamberimiz Sünnetli Olarak Doğdu

 

647. Enes (r.a.) Resûlullahın (s.a.v.) şöyle buyurduğu­nu rivayet ediyor:

"Rabbimin bana olan bir ikramı da sünnetli olarak doğ­manı ve avretimi kimsenin görmemesidir."[711]

 

İzah

 

Peygamberimizin hususiyetlerinden birisi de sünnetli olarak doğmasıdır. Hadiste birinci olarak buna dikkat çekilmekte, yine buna bağlı olarak avretini kimsenin görmediği bildirilmektedir. Buna hanımları da dahildir. Nitekim Hz. Aişe validemiz, Peygamberimizin (s.a.v.) cinsel organını hiçbir zaman görmediğini bildirmiştir.[712]

Peygamberimiz, bir hadislerinde, kendisinin edep yerini göre­nin gözünün nuru söneceğini bildirmiş, bunun için de vefatında kendisini damadı Hz. Ali'nin yıkamasını vasiyet etmiştir.[713]

 

Hz. Bilâl'in Fazileti

 

648. Ebû Umâme (r.a.) Resûlullahın (s.a.v.) şöyle bu­yurduğunu rivayet ediyor:

"Cennete girdim, bir hışırtı işittim. "Ey Cebrail, bu hışırtı nedir?" dedim. "Bilal. Önünde yürüyor" dedi."

194,405, 439 numaralı hadisin izahına bakınız.[714]

 

Peygamberimizin Parmaklarından Su Akması

 

649. Abdullah (r.a.) rivayet ediyor:

Resûlullah ile beraber bir yolculukta idik. Su azaldı. Resûlullah (s.a.v.) bir kab istedi ve elini kabın içine koydu. Resûlullahın parmakları arasından su aktığını gördüm.[715]

 

İzah

 

Diğer peygamberlerden farklı olarak Peygamberimizin (s.a.v.) mucizeleri çok çeşitlidir. Bu cümleden olarak onun en büyük mu­cizesi Kur'ân'dır. Miraca yükselmesi, ayın ikiye bölünmesi, taş­ların, ağaçların, hayvanların kendisi ile konuşması, gaybdan ha­berler vermesi, yemeğin bereketlenmesi, suyun bereketlenmesi onun mucizelerinden sadece bir kaçıdır. İşte Resûlullahın mucize­lerinin bir çeşidi de parmaklarından suyun akmasıdır. Yukarıdaki hadis buna işaret eder. Başta Buhari ve Müslim olmak üzere hadis kitaplarında Peygamberimizin parmaklarından suyun aktığı, on­dan zaman zaman iki yüz, üç yüz, bin beş yüz kişinin ihtiyaçla­rını karşıladığı bildirilir.

Mu'cizât-ı Ahmediye Risâlesi'nde Peygamberimizin bu çeşit mucizelerine de bir kaç misal veren Bediüzzaman, sonra bunu Hz. Musa'nın (a.s.) mucizesi ile karşılaştırır ve meâlen şöyle der:

Hz. Musa'nın (a.s.) taştan on iki yerde su akıtması, Resûl-i Ekremin (a.s.m.) on parmağından on musluk suyun akmasının derecesine çıkamaz. Çünkü, taştan su akması mümkündür, bir benzeri bulunur[716] fakat et ve kemikten, Ab-ı Kevser gibi, suyun çoklukla akmasının benzeri âdiyat arasında yoktur.[717]

330 numaralı hadise de bakınız.[718]

 

Kimler Allah Yolundadır?

 

650. Ka'b bin Ucre (r.a.) rivayet ediyor:

Bir adam Resûlullaha (s.a.v.) uğradı. Resûlullahın As­habı bu adamın kuvvet ve kaabiliyetlerini görünce, "Ya Resûlallah, bu adam Allah yolunda cihad etseydi ne güzel olurdu" dediler. Resûlullah (s.a.v.) şöyle buyurdu:

"Bu adam küçük çocuklarının geçimini temin etmek için çıktı ise Allah yolundadır. Yaşlı anne ve babasına hizmet için evinden çıkmışsa, Allah yolundadır. Çalışıp nefsini di­lencilikten korumak için çıkmışsa, Allah yolundadır. Ailesi­nin geçimini temin, etmek için çıkmışsa, Allah yolundadır. Gurur ve çokluğuyla övünmek için çıkmışsa, tağutun [şey­tanın] yolundadır."

Hadisin bir başka rivayetinde Sahabîlerin temennisi üzerine Peygamberimiz (s.a.v.) sözüne,

"Allah yolunda olmak sadece öl­mekle mi olur sanıyorsunuz?" buyurarak başlamıştır.[719]

 

Mal Ve Makam Hırsının Dine Verdiği Zarar

 

651. Üsâme bin Zeyd (r.a.) rivayet ediyor:

"İçinde sürü bulunan bir çiftlikte geceleyen, onları parça­layıp yiyen iki kurt, mü'minin mal ve makama olan hırsının dinine verdiği zarardan daha hızlı zarar vermez."[720]

 

İzah

 

Zikrettiğimiz kaynaklarda hadis şöyledir:

"Bir koyun sürüsüne salıverilen iki aç kurt, kişinin mal ve makama olan hırsının dinine verdiği zarardan daha çok zarar vermez."

Hadiste mal ve makam hırsının dine verdiği zararın dehşeti bir misalle nazara sunulmaktadır. Gerçekten de mal, makam veya her ikisinin hırsıyla hareket eden insanlar bu yolda faiz, kumar, hile, aldatma, yalan, riyakarlık, dalkavukluk, zulüm zillet gibi her ah­laksızlığa teşebbüs ederler. Oysa bütün bunlar dinin haram kıldığı şeylerdir. Böyle olunca, dinlerine hadisin ifadesiyle iki aç kurdun koyun sürüsüne salıverilmesinden daha çok zarar verirler.

Bediüzzaman, hırsın sebep olduğu üç mühim zarar üzerinde durur. Bunlardan birincisi, kanaatsizliği netice verdiği, çalışma şevkini kırdığı, şükür yerine şikâyete ve tembelliğe attığıdır. Böyle olunca da, "Meşru, helal az malı terk edip gayr-ı meşru, kül­fetsiz bir malı arar ve o yolda izzetini, belki haysiyetini feda eder."

Hırs ikinci olarak kayıp ve zararlara sebep olur. Hırslı adam kavuşmak istediği şeyi kaçırmak, soğuk muameleye maruz kal­mak, kolaylık ve yardımlardan mahrum kalmak gibi zararlara uğ­rar.

Hırsın üçüncü zararı ihlası kırmasıdır. Çünkü hırslı insan in­sanların teveccühünü ister, onlara yaranmak ister. Hırs hem insa­nın izzetini kırar, dilencilik yolunu gösterir.[721]

Öyle ise yapılacak şey mala ve makama duyulan arzunun yö­nünü çevirmek, hırs duygusunu müsbete yönlenmektir. Bediüz­zaman bununla ilgili olarak da meâlen şöyle der:

İnsan mala ve makama karşı şiddetli bir hırs gösterir. Bakar ki mal da, makam da geçici olarak kendisinin nezaretine verilmiş. O fâni mal, âfetli şöhret ve tehlikeli riyaya sebep olan makam sevgi­si hırsa değmiyor. Ondan hakikî makam olan manevî makamlara, Allah'a manen yaklaşmaya, âhiret azığına, hakikî mal olan sâlih amellere yönelir. Böylece fena bir haslet olan mecazî hırs, yüce bir haslet olan hakikî hırsa dönüşür.[722]

 

Baba Çocuğunun Malını Alabilir Mi?

 

652. Câbir bin Abdullah (r.a.) rivayet ediyor:

Bir adam Resûlullaha gelerek "Yâ Resûlallah, babam malımı aldı" dedi.

Resûlullah,

"Git, babanı getir" buyurdu.

O sırada Cebra­il (a.s.) indi ve şöyle dedi:

"Allah sana selâm söylüyor ve şöyle diyor: 'Yaşlı adam sana geldiğinde içinden geçirip de dili ile ifâde etmediği şeyi sor.'

Yaşlı adam Resûlullaha (s.a.v.) geldiğinde ona,

"Oğlun senden niçin şikâyet ediyor, onun malını mı almak istiyor­sun?" diye sordu.

Adam, "Ona sor ey Allah'ın Resulü, ben onun malını ha­lalarından, teyzelerinden veya kendimden başkaları için mi harcadım" dedi.

Resûlullah (s.a.v.),

"Tamam, bu neyse de sen içinden geçirip de dile getiremediğin şeyi söyle" buyurdu.

Adam şöyle dedi:

"Allah'a yemin ederim ki ey Allah'ın Resulü, Allah se­ninle dâima imanımızı artırıyor. Gerçekten de içimden dile getirmediğim birşey geçirdim."

Resûlullah (s.a.v.),

"Söyle, dinliyorum" buyurdu.

Yaşlı zât şöyle dedi:

"Sen küçükken ben seni besledim,

"Buluğdan önce delikanlılığında sana iyilikte bulundum.

"Bir gece sen hastalanınca ben o geceyi uykusuz geçir­dim.

"Hastalığından dolayı sabaha kadar yatağın içinde dönüp durdum.

"Sanki hastalık sana değil bana isabet etmiş gibi, ağlayıp durdum.

"Ruhum, ölüm vaktinin değişmediğini bildiğim halde ba­şına kötü bir şey gelmesinden korktu.

"Sen artık beslediğim ümit ve emellerimin gerçekleşeceği yaş ve döneme gelince bana mükâfat olarak kabalık ve katı­lığı uygun gördün.

"Sanki bana o güne kadar iyilik ve ihsanda bulunan senmişsin gibi.

"Haydi babalık hakkını gözetmiyorsun, keşke komşunun komşuya yaptığını yapsan."

Adam bunları söyledikten sonra Resûlullah (s.a.v.) ihti­yarın oğlunun yakasından tuttu ve,

"Sen de, malın da baba­nınsınız" buyurdu.[723]

 

İzah

 

Hadis İbni Mâce ve Müsned'de şöyle gelmiştir:

Sahabîlerden birisi Peygamberimize gelerek, "Ey Allah'ın Re­sulü, babam malımın hepsini yiyip bitirdi" diye şikâyette bulun­du. Peygamberimiz ona,

"Sen babanın kazancısın, senin malın da ona helaldir" buyurdu.

Sonra da sözlerine şöyle devam etti:

"Şüphe yok ki, evlâdınız sizin en helal kazancınızdır. Bunun için onların kazancından yiyiniz."[724]

Şevkâni'ye göre bu hadis, babanın çocuğun malına ortak ol­duğuna işaret eder. Böyle olunca bir baba evladının malını ondan izin almadan da yiyebilir. Kendi malından tasarruf ettiği gibi, on­dan da tasarruf edebilir. Fakat israf edemez ve gayr-i meşru yol­lara harcayamaz.

Alimlerin ekseriyetine göre, zengin olan çocuğun fakir olan anne ve babasına bakması farzdır.

İmam Şâfii'ye göre ise, baba fakir ve çalışamaz durumda olur­sa, geçimi oğlu üzerine farz olur. Şayet babanın malı varsa veya çalışabilecek kadar sihhatliyse, geçimi oğlunun üzerine farz de­ğildir.

İbnü'l-Hümam da, "Evladınız sizin kazancınızdır" ifâdesini izah ederken bunun "Çocuğun malı babasının malıdır" şeklinde anlaşılmaması gerektiğine dikkat çeker. Delil olarak da, kişi öldü­ğünde eğer çocukları varsa, malının altıda birisinin babasına mi­ras olarak geçtiğini, eğer çocuğun malının mülkiyet hakkı baba­nın olsaydı, kişi vefat ettiğinde malının tamanının babasına veril­mesinin gerekeceğine dikkat çekmiştir.

Bu hadisle ilgili olarak Hattâbi'nin görüşleri ise şöyledir:

"Adamın maksadı şu olabilir: 'Benim malım az, çocuğum da var. Böyle iken babam benden nafaka istiyor. Eğer babamın iste­diği nafakayı verirsem, malım tükenir.'

"Resûlullah onun mazeretini kabul etmeyerek,

'Sen babanın kazancısın, malın da ona helâldir' buyurmuştur.

Resûlullahın bu sözünün mânâsı şudur: 'Baban kendi malı gibi senin malından da ihtiyacı nispetinde alır. Senin malın olmadığında çalışarak mal kazanabilirsen, çalışıp babanın nafakasını ödemen vaciptir.

"Bu hadiste babanın bir ihtiyacı yok iken ve nafakadan ayrı olarak evladının malını elinden alıp, dilediği gibi, kullanma mânâsı kast edilmemiştir. Bu hadisten, evlâdının malını nafakadan başka şeylere harcayıp tüketme ve yok etme mânâsını çıkarıp, bu şe­kilde hüküm vermiş bir ilim adamını da bilmiyorum."

Buna göre evlâdın işi ve evi her ne kadar ayrı olsa da, ihtiyaç durumunda annesinin ve babasının geçimini temin etmekle vazi­felidir. Anne ve baba, zengin olan evladının malından geçimini temin edecek kadar alabilir. Fakat evladın malının mülkiyeti ken­disine aittir. Babası onu israf edemez, sefahette de kullanamaz.

Burada şu hususu da belirtelim: Eğer baba ile oğul aynı işte çalışıyorsa, aralarında bir ortaklık da yoksa, kazanılan servet ba­banındır. Çünkü örfe göre oğul, babasının yardımcısı durumun­dadır. Evladın küçük veya büyük olması hükmü değiştirmez. Şayet evli veya çoluk çocuk sahibi ise, baba onun ve çocuklarının geçimini temin edebilecek miktarda bir ücret vermelidir.

Baba ile oğul şayet bir ortaklık akdi çerçevesinde çalıyorlarsa, kazancı bu akde göre aralarında paylaşırlar.[725]

 

Peygamberimizin Tebliğdeki Hassasiyeti

 

653. Ömer bin Hattab (r.a.) rivayet ediyor:

Resûlullah Ashabıyla bir toplantı halindeydi. Benî Süleym kabilesinden bir bedevi geldi. Bir keler [kertenkele] avlamıştı. Onu pişirip yemek için eşyalarının yanına gidi­yordu. Topluluğu görünce,

"Bu kalabalık kimin başına toplanmış?" diye sordu.

Oradakiler, "Peygamber olduğunu söyleyen zâtın etrafın­da" dediler. O bedevi adamları yardı, Resûlullahın karşısına geçti ve ona şöyle dedi:

"Ya Muhammed, Lat ve Uzza'ya yemin olsun ki, senden daha yalancısını ve senden daha çok kendisinden nefret ettiğim birisini anneler karınlarında taşımadı. Eğer kavmim beni aceleci olarak isimlendirecek olmasaydı, seni öldürür ve bununla bütün insanları sevindirirdim."

Ömer (r.a.), "Ya Resûlallah, bırak şunu öldüreyim." de­di.

Resûlullah (s.a.v.),

"Bilmez misin? Yumuşak huylu adam, nerede ise peygamber olacaktı? [Yumuşak huyluluk kişiyi nerede ise peygamber yapacak bir vasıftır]?" buyur­du.

Sonra adam Resûlullaha, "Lat ve Uzza'ya yemin olsun ki sana iman etmeyeceğim" dedi.

Resûlullah (s.a.v.) adama,

"Bu sözleri söylemeye, ger­çek olmayan şeyler söylemeye, meclisimde bana saygı göstermemeye seni iten sebep nedir?" buyurdu.

Bedevi, Resûlullahı küçümsemek için, "Hala benimle konuşuyor musun sen? Lat ve Uzza'ya yemin olsun ki, şu keler, sana iman etmedikçe ben sana iman etmeyeceğim" dedi. Sonra da koynundan keleri çıkarıp Resûlullahın önüne koydu.

Resûlullah,

"Ey keler!" diye seslendi.

Keler oradaki herkesin anlayacağı fasih bir Arapça ile "Buyur, emrine amadeyim, ey Alemlerin Rabbinin Resulü" dedi.

Resûlullah (s.a.v.),

"Sen kime ibâdet ediyorsun?" diye sordu.

Keler, "Semâda Arşı, yerde saltanatı, denizde yolu, Cen­nette rahmeti, Cehennemde azabı olana ibâdet ederim" ce­vabını verdi.

Resûlullah (s.a.v.),

"Ey keler, ben kimim?" diye sordu.

Keler, "Sen Âlemlerin Rabbinin elçisi ve peygamberlerin sonuncususun. Seni tasdik eden kurtuluşa erer, seni yalan­layan da hüsrana uğrar" dedi.

Bunu işiten Bedevi şöyle dedi:

"Ben şehâdet ederim ki, Allah'tan başka ilah yoktur. Sen de Allah'ın Resulüsün. Al­lah'a yemin ederim ki, sana geldiğimde yeryüzünde kendi­sine senden daha çok kızdığım kimse yoktu. Allah'a yemin ederim ki, şu anda sen bana canımdan ve babamdan daha sevimlisin. Ben sana kılımla, derimle, bütün benliğimle iman ettim"

Bunun üzerine Resûlullah (s.a.v.) şöyle buyurdu:

"Seni herşeyden daha yüce olan bu dine hidâyet eden Allah'a hamdolsun. Allah bu dini ancak namazla kabul eder. Na­mazı da ancak Kur'ân'la kabul eder."

Resûlullah daha sonra ona Fatiha ve İhlas sûrelerini öğretti.

Bedevi, "Ey Allah'ın Resulü, Allah'a yemin ederim ki, nesir olarak da, şiir olarak da bundan daha güzel sözler işit­medim" dedi.

Resûlullah (s.a.v.) şöyle buyurdu:

"Bu, Âlemlerin Rab­binin kelâmıdır, şiir değildir. İhlas Sûresini (Kul huvallahü ehad) bir kez okursan Kur'ân'ın üçte birini okumuş kadar; iki kez okursan üçte ikisini okumuş kadar, üç defa okursan da tamamını okumuş kadar sevap kazanırsın."

Bedevi, "Bizim İlâhımız ne güzel İlah! Az şeyi kabul edi­yor, bol sevap veriyor" dedi.

Resûlullah,

"Buna birşeyler verin" diye emretti.[726] Onlar da bedevîyi çokça mal verip onu nimete boğdular. Abdurrahman bin Avf da kalkıp şöyle dedi:

"Ya Resûlallah, benim yanımda Horasan devesinden dü­şük, başıboş develerden daha yüksek kıymete sahip on ay­lık gebe bir deve var. Allah'a yakınlaşmak için bunu ver­mek istiyorum."

Resûlullah (s.a.v.) Abdurrahman bin Avf'a,

"Sen ona vereceğin devenin vasfını açıkladın. Ben de Allah'ın Cen­nette sana karşılık olarak vereceği devenin evsafını açıkla­yayım mı?" buyurdu.

Abdurrahman bin Avf, "Evet, açıkla" karşılığını verince de şöyle buyurdu:

"Kıyamet gününde sana içi oyulmuş inciden yapılmış bir deve verilecektir. Ayakları yeşil zebercetten, boynu sarı ze­bercettendir. Üzerinde bir mahfil vardır. Mahfilin üzerinde ipek ve ibrişimler vardır. Bu deve seni sırat üzerinden şim­şek gibi geçirecektir."

Biraz sonra bedevi Resûlullahın yanından ayrıldı. Yolda Beni Süleym kabilesinden eli kılıçlı ve kargılı 1000 süvari ile karşılaştı. Onlara "Nereye gidiyorsunuz?" diye sordu.

Onlar, "Peygamber olduğu yalanını söyleyen adamı öl­dürmeye gidiyoruz" dediler.

Bedevi, "Ben şehadet ederim ki Allah'tan başka ilah yoktur ve Muhammed Allah'ın Resulüdür" dedi.

Onlar "Sen Sabiî mi oldun [din mi değiştirdin]?" dediler.

O, "Hayır, Sabiî olmadım" dedi. Sonra da onlara Resûlullah ile aralarında geçen hadiseyi anlattı. Onlar, "Biz hepi­miz 'Allah'tan başka ilah yoktur ve Muhammed Allah'ın Resulüdür' diyoruz" dediler. Hemen Resûlullaha gittiler. Resûlullah onları karşıladı. Onlar hayvanlarından inerek Re­sûlullahın rast gelen yerini öpmeye başladılar. Bir yandan da "Allah'tan başka ilah yoktur ve Muhammed Allah'ın Resulüdür' diyorlardı. Ve "Ya Resûlullah, bize ne emredeceksen emret" diyorlardı.

Resûlullah (s.a.v.),

"Hâlid bin Velid'in sancağı altında olun" buyurdu.

Araplardan bunlar gibi topluca Müslüman olan başka bin kişilik bir grup görülmedi.[727]

 

İzah

 

Hadis, Allah'a davet yolunda Peygamberimizin eziyetlere sab­rını gösteriyor ve bu yolda olanlara yol gösteriyor.

Diğer taraftan daha önce yer verdiğimiz çeşitli mucizelerden hayvanların konuşması ile ilgili bir mucizeye yer veriliyor. Deve, kurt ve daha birçok hayvan bir mucize olarak Peygamberimizle konuşmuş, onun Allah'ın Resulü olduğuna şahitlik etmişlerdir.[728]

 

Peygamberimizin Ümmetine Nasihati

 

654. Ebû Said el-Hudrî (r.a.) rivayet ediyor:

Bir adam Resûlullaha (s.a.v.) gelerek, "Bana nasihatta bulun" dedi. Resûllulah şöyle buyurdu':

"Takvaya sarıl. Çünkü takva bütün hayırları içine alır. Cihada sarıl. Çünkü o Müslümanların ruhbanlığıdır. Allah'ı zikre ve Kur'ân'ı okumaya devam et. Çünkü o yeryüzünde senin için nur, gök yüzünde ise hatırlamştır. Dilini de hayır­dan başka şeyden koru. Çünkü böyle yapmakla şeytana galip gelirsin."[729]

 

Kaderin Yazılı Olması Ve Hürriyet

 

655. Ali (r.a.) rivayet ediyor:

Resûlullah (s.a.v.) bir gün elindeki çubukla yeri eşe­ledi. Sonra başını kaldırdı ve,

"Sizden hiçbir kimse yoktur ki, Allah onun Cennetteki ve Cehennemdeki yerini yazma­mış olsun. Herkesin bedbaht veya bahtiyar olduğu muhak­kak yazılmıştır" buyurdu.

Oradakilerden biri, "Amel işlemeyi bırakalım mı, yâ Re­sul allah?" diye sordu.

Resûlullah (s.a.v.),

"Hayır, sizler amel işleyin. Herkese ameli kolaylaştırılmıştır. Saadet ehline saadet işlemenin yo­lu, kötülük ehline de kötülük işlemenin yolu kolaylaştırıl­mıştır" buyurdu.

Sonra da şu âyeti okudu:

"Kim bağışta bulunur, günahtan kaçınır ve dinin en gü­zelini tasdik ederse, Biz de ona hayır ve kolaylık yolunu ko­laylaştırırız.

"Kim cimrilik eder, kendisini âhiret nimetlerine muhtaç hissetmez ve dinin en güzelini yalanlarsa, Biz de ona kötülüğün ve Cehennem gibi zorlu bir âkibetin yolunu kolay­laştırırız."[730]

 

İzah

 

Hadis, Cennetliklerin de, Cehennemliklerin de Allah tarafın­dan yazılmış olduğunu nazara veriyor. Ancak bu yazılı olmanın insanı fiillerinde zorlamadığı, insanın fiilinde tercih hakkının bu­lunduğu ve tercih ettiği yolun kendisine kolaylaştırılacağı bildiri­liyor.

Evet, Yüce Allah'ın insanın kaderini bilmesi ve onu yazması, hiçbir zaman insanı hareketlerinde zorlamaz. Yani insan, kade­rinde yazılı olduğu için günah işlemediği gibi; kaderi onu günah işlemeye de zorlamaz.

Çünkü, "Kader ilim nevilidendir. İlim malûma tâbidir. Yani nasıl olacak, öyle taalluk ediyor. Yoksa malûm ilme tâbi değil. Yani, ilim desâtiri [düsturları], malumu haricî vücut noktasından idare etmek için esas değirdir.[731]

Bu kaide, kader meselesinin iyi anlaşılabilmesi için çok ehem­miyetlidir. Bu sebeple kaideyi bir misâlle açıklayalım.

Tecrübeli bir hâkim yanından geçen bir genç için, "Bu genç suç işleyecek" dese ve bunu bir yere kaydetse; gerçekten de o genç biraz sonra suç işlese, hâkimin "Suç işleyecek" demesinin ve bunu bir kenara yazmasının tesiri olduğunu söyleyebilir mi­yiz? Gencin bu sebeple suç işlediğini; hâkim bilmeseydi ve yazmasaydı suç işlemeyeceğini iddia edebilir miyiz?

Bu misali yukarıdaki kaideye şöylece tatbik edebiliriz.

Hâkimin, gencin suç işleyeceğini önceden bilmesi "ilim"dir. Gencin suç işlemesi ise "mâlûm"dur. İlim malûma tâbi olduğuna göre, hâkim, "Bu genç suç işleyecek" dediği için genç suç işle­memiş; gencin suç işleyeceğini hâkim yılların verdiği tecrübe ile önceden bilmiştir. Hâkimin önceden bilmesinin ve yazmasının, gencin suç işlemesine zorlayıcı mânâda hiçbir tesiri olmadığı ise ortadadır.

İşte bu misâlde olduğu gibi, Cenab-ı Hakkın ilmi zamanla kayıtlı olmadığından, meydana gelecek bütün hadiseleri önceden bilir. Bir hikmete binaen bu bilgisini Levh-i Mahfuza yazmıştır, Allah'ın bilmesi ve yazması "ilim," yazılan hâdiselerin zamanı ge­lince kaza edilmesi, yani yaratılması ise "mâlûm"dur. İlim malû­ma tâbi olduğundan, "Allah bildiği ve yazdığı için kul günah işli­yor" diyemeyiz. Allah kullarından kimin itaat edip kimin isyan edeceğini bildiği için bunu, daha onları yaratmadan önce yazmış­tır. Bu bilme ve yazmanın ise zorlayıcı hiçbir tesiri yoktur.

Diğer taraftan Levh-i Mahfuzda kulların hareketleriyle ilgili olan yazı "hüküm" değil; "vasf' şeklindedir. İmâm-ı Âzam bu ya­zıyı şöyle tarif eder:

"Dünya ve âhirette Allah'ın dilemesi, kaderi, kazası, bilgisi, Levh-i Mahfuzda yazısı olmaksızın hiçbir şey vücuda gelmez. Ancak, Allah'ın yazması o şeyi vasfetme şeklindedir. Yani, Ce­nab-ı Hak birşey hakkında, 'Böyle böyle olacak' diye yazmıştır. Yoksa, 'Şöyle şöyle olsun' diye yazmamıştır."[732]

 

Kadının Emân Vermesi

 

656. İbni Abbas (r.a.) rivayet ediyor:

Mekke'nin fethi gününde Resûlullah (s.a.v.) (amcasının kızı) Ümmü Hâni binti Ebî Tâlib'in evine girdi. Karnı açtı.

Ümmü Hâni Resûlullaha şöyle dedi:

"Ya Resûlallah, eşim tarafından akrabam olan bâzı kim­seler bana sığındılar. Ali bin Ebî Tâlib ise "Allah yolunda hiçbir kınayıcının kınamasına kulak asmaz. Ali'nin bunların yerini öğrenip onları öldürmesinden korkuyorum. Ümmü Hâni'nin evine sığınanlara, Allah'ın kelâmım dinleyip Re­sulüne iman edinceye kadar eman verdiğini açıklasan."

Resûlullah (s.a.v.),

"Ümmü Hâni'nin eman verdiğine biz de eman verdik" buyurdu.

Sonra da,

"Yanında yiyebilece­ğimiz birşey var mı?" diye sordu.

Ümmü Hâni: "Kuru kırıntılardan başka birşey yok! Onu da size takdim etmeye utanırım" dedi.

Resûlullah (s.a.v.),

"Onları getir" dedi.

Onları suyun içine ufaladı. Tuz da getirdi. Sonra da,

"Ekmeğin yanı sıra biraz katık var mı?" dedi.

Ümmü Hâni, "Sirkeden başka birşey yok" dedi.

Resûlullah,

"Getir onu" buyurdu.

Sirkeyi kuru ekmeğin üzerine döküp yedikten sonra Allah'a hamd etti ve,

"Ey Ümmü Hâni, sirke ne güzel katıktır! İçinde sirke bulunan ev yoksul sayılmaz" buyurdu.[733]

 

Resûlullahın Yatarken Okuduğu İki Sûre

 

657. Câbir (r.a.) rivayet ediyor:

Resûlullah (a.s.m.) Secde ve Tebareke Sûresini okuma­dan uyumazdı.[734]

 

Oturarak Namaz Kılmak

 

658. Abdullah bin Amr (r.a.) rivayet ediyor:

"Oturarak namaz kılmanın sevabı, ayakta namaz kılmanın sevabının yarısıdır."[735]

 

İzah

 

Zikrettiğimiz kaynaklarda hadis şöyle geçer:

"Bir kimsenin ayakta kıldığı namaz daha faziletlidir. Oturarak kıldığı namazın sevabı, ayakta kıldığı namazın yarısı, uzanarak kıldığı namazın sevabı da, oturarak kıldığının yarısı kadardır."

Hasta oturarak, buna gücü yetmezse yatarak namaz kıldığın­da, sevabından bir şey eksilmez. Hasta olduğu için oturarak na­maz kılan kimse ayakta namaz kılanların sevabını, hattâ o halde dahi namazını bırakmadığı için daha fazlasını kazanabilir. Ancak ayakta kılmaya gücü yeten birisi oturarak namaz kıldığında ayakta namaz kılanın aldığı sevabın yarısını alır. Çünkü oturarak kılınan namazda kıyam ve rükû terk edilmiş olmaktadır. Yatarak namaz kılanın sevabı da oturarak namaz kılanın sevabının yarısıdır.[736]

 

Kişinin Anne Ve Babasının Kabrini Ziyaret Etmesi

 

659. Ebû Hüreyre (r.a.) rivayet ediyor:

"Kim her Cuma gününde anne ve babasının veya onlar­dan birisinin kabrini ziyaret ederse, affedilir ve kendisine bir iyilik sevabı yazılır."[737]

 

İzah

 

Daha önce de izah ettiğimiz gibi, dinimizde kabir ziyareti caiz kılınmıştır. Peygamberimiz bu hadislerinde de kişiyi anne ve ba­basının kabrini ziyarete teşvik etmektedir. Konu ile ilgili başka bir hadis şu mealdedir:

"Kim Cuma günü anne ve babasının veya onlardan birisinin kabrini ziyaret eder ve orada Yâsîn Sûresini okursa günahları bağışlanır."[738]

 

Hz. Ali'nin İlmi

 

660. Abdullah bin Abbas (r.a.) rivayet ediyor:

Biz kendi aramızda şöyle konuşurduk:

"Resûlullah (s.a.v.), Ali'ye başka hiç kimseye söylemediği yetmiş ko­nuda bilgi vermiştir."[739]

 

Rüzgar Allah'ın Me'murudur

 

661. İbni Abbas (r.a.) rivayet ediyor:

Resûlullahın (s.a.v.) yanında adamın birisi rüzgara lanet okudu. Resûlullah ona,

"Rüzgara lanet okuma. Şüphesiz o Allah'ın bir memurudur. Muhakkak bir kimse lâyık olma­dığı halde bir şeye lanet ederse, o lanet tekrar sahibine dö­ner."[740]

 

İzah

 

Toprak, yağmur, güneş, hava, su, bulut gibi Cenâb-ı Hakkın birçok memuru vardır. Ancak Allah bunlara muhtaç olduğundan değil, hikmeti gereği bu memurları çeşitli vazifelerde kullanmak­tadır. İşte Allah'ın memurlarından birisi de, rüzgardır. Rüzgar da Allah'ın diğer memurları gibi emir dâiresinde hareket eder, emirle eser, emirle sakinleşir. Dolayısıyla rüzgara söven biri, Allah'ın iradesine itiraz etmektedir. İşte Peygamberimiz yukarıdaki hadis­lerinde bu gerçeği hatırlatmakta, lâyık olmayan bîrine yapılan lanetin geri lânetçiye döneceğini ikaz etmektedir. Allah'ın emri ile hareket eden rüzgar ise kesinlikle lanete müstehak değildir.[741]

 

Meleklerin Çokluğu

 

662. Ebû Said el-Hudrî (r.a.) rivayet ediyor:

"Muhakkak gök yüzünde yetmiş bin meleğe başkanlık eden İsmail isminde bir melek vardır. Her bir melek de yet­miş bin meleğe başkanlık eder."[742]

 

Hasan Ve Hz. Hüseyin'in Fazileti

 

663. Ali (r.a.) rivayet ediyor:

Resûlullah (s.a.v.) Hasan ve ve Hüseyin'in elinden tuttu ve şöyle buyurdu:

"Ben bu ikisini, bunların babasını ve annesini seviyo­rum. Bunlar kıyamet gününde benim derecemde olacaklar."[743]

 

İzah

 

"Derecemde olacaklar" ifâdesi kinayedir. "Benim yakınımda olacaklar" mânâsındadır.[744]

 

Arefe Gününde Ve Muharrem Ayında Oruç Tutmak

 

664. İbni Abbas (r.a.) rivayet ediyor:

"Kim Arefe günü oruç tutarsa iki senelik günahına keffâret olur. Kim de Muharrem ayında bir gün oruç tutarsa, her bir günü için otuz gün sevabı yazılır."[745]

 

İzah

 

Hadiste geçen Arefe günü, Kurbân bayramından bir gün öncedir.

Muharrem ayı, içinde aşure gününün bulunduğu Hicrî aylar­dan biridir. Aşure gününde bir gün öncesi veya bir gün sonrası ile oruç tutmak sünnettir. Arefe ve Aşure gününde oruç tutmakla ilgili tafsilat için Hanefî Ve Şâfiilere Göre Oruç Zekat isimli ese­rimize bakılabilir.

Aşure gününde oruç tutmak sünnet olduğu gibi, Muharrem ayında oruç tutmak da sünnettir. Hadis bunu ifâde eder. Muhar­rem ayı orucu ile ilgili bir başka hadis ise şöyledir:

"Muharrem ayında oruç tut. Çünkü o, Allah'ın ayıdır. Onda öyle bir gün vardır ki, Allah o günde bir kavmin tevbesini kabul etmiştir. O günde başka bir kavmi de affedebilir."[746]

Muharrem ayı orucu için gün belirtilmediğinden, Aşure günü tutulan oruçla da bu sünnet yerine getirilmiş olur.[747]

 

Dile Sahip Olmak

 

665. Enes (r.a.) rivayet ediyor:

"Kul dilinin söyleyebileceği bâzı şeyleri tutmadıkça, ima­nın hakikatine ulaşmış olmaz."[748]

 

Peygamberimizden Beş Öğüt

 

666. Ebû Hüreyre (r.a.) rivayet ediyor:

"Allah kime bir nimet giydirirse, Allah'a hamd etmeyi ço­ğaltsın. Kimin günahları çoğalırsa Allah'tan bağışlanma di­lesin. Kimin rızkı gecikirse "Lâ havle velâ kuvvete illâ billah=Güç ve kuvvet ancak Allah'tandır" demeyi çoğaltsın.

Kim bir topluluğa misafir olursa, onların izni olmadan nafi­le oruç tutmasın. Kim bir topluluğa uğrarsa, onların göster­diği yere otursun. Çünkü onlar evlerinin mahrem yerlerini daha iyi bilirler."[749]

 

İzah

 

Hadisin,

"Kim bir topluluğa misafir olursa, onların izni olma­dan nafile oruç tutmasın"

kısmı Tirmizî'de de yer alır.[750]

Nafile oruç, farz veya vacip olmayan, Allah'ın rızâsını kazan­mak için tutulan oruçlardır. Dinimizde bu orucu tutmak tavsiye edilirken, bâzı kayıtlar da getirilmiştir. Bu kayıtlardan birisi de hadiste ifâde edilen misafirin ev sahibinin iznini almadan nafile oruç tutmamasıdır.

Hadiste "Tutmasın" buyurulması "haramdır" demek değildir. Misafir birisinin izin almadan oruç tutması, helâle yakın mekruh­tur. Bu, kişinin ev sahibine zahmet vereceği içindir. Çünkü mi­safirliğin adabı ev sahibine uymaktır. Kişi oruç tuttuğunda ev sa­hibini kendisine uymaya zorlamış olur. Zira oruç, sahur yemeği hazırlamayı, iftar için vaktinde hazırlık yapmayı gerektirir.

Hadisin son kısmı da mühim bir adabı ders vermekte, misa­firin mahremiyetin korunması açısından, ev sahibinin gösterdiği yere oturması istenmektedir.[751]

 

Allah'ın Koyduğu Cezaları Uygulamak

 

667. Ebû Hüreyre (r.a.) rivayet ediyor:

"Bir yerde, suçları kesinleşmiş kimselere Allah'ın koydu­ğu bir cezayı vermek kırk sabah yağmur yağmasından daha hayırlıdır."[752]

 

İzah

 

Hadis, hırsızın elinin kesilmesi, katilin kısas edilmesi gibi Al­lah'ın tayin ettiği cezaların uygulanmasının önemini ifâde eder. Resûlullah (s.a.v.) bir başka hadislerinde de Allah'ın tayin ettiği bu cezaları, akraba olsun yabancı olsun, güçlü olsun güçsüz ol­sun herkese uygulamayı emretmiş ve bu yolda kınayanın kınama­sından korkulmamasi gerektiğini bildirmiştir.[753]

İzahını yaptığımız hadiste, Allah'ın tayin ettiği cezaların uygu­lanmasının kırk günlük yağmurdan daha hayırlı olduğu bildiril­mektedir. Çünkü yağmur, insanın dünya hayatı için faydalıdır. Hadlerin uygulanması ise âhiret hayatına bakar, insanları günah işlemekten alıkoyar. Diğer taraftan günah işlenmemesi ise semâ kapılarının açılmasına, bol bol yağmur yağmasına sebep olur. İlâ­hî cezaların uygulanmaması veya bunda gevşeklik gösterilmesi ise, mes'uliyet sebebi olmasının yanı sıra, günahların, suçların çoğalmasına sebep olur. Bu da kıtlık, kuraklık gibi âfetlere yol açar.[754]

 

Sahabîler Ümmet İçin Teminat İdi

 

668. Muhammed bin Münkedir babası Münkedir'den (r.a.) rivayet ediyor:

Resûlullah (s.a.v.) bir gece yatsı namazını son vakte ka­dar geciktirdi. Yanımıza geldiğinde,

"Neyi bekliyorsunuz?" buyurdu.

"Namazı" dediler.

Resûlullah (s.a.v.),

"Dikkat edin! Siz, namazı beklediği­niz süre içerisinde namazdaymış gibisiniz" buyurdu.

Sonra gözünü semaya kaldırdı ve şöyle buyurdu:

"Yıldızlar semâ ehli için teminattır. Yıldızlar gittiğinde semâ ehli için vaad edilen şey gelir. Ben de Ashabım için te­minatım. Ben gittiğimde de Ashabım için vaad edilen şey gelir. Ashabım da ümmetim için teminattır. Ashabım gittiği zaman da ümmetim için vaad edilen şey gelir. Ey Bilal! Kalk kamet getir."[755]

 

İzah

 

Müslim'de, bu hadis Ebû Bürde (r.a.) tarafından rivayet edil­miştir. Hadisin baş tarafı şöyledir:

"Resûlullah ile birlikte akşam namazını kıldık, sonra kendi aramızda "Beklesek de onunla beraber yatsı namazını da kılsak ya!' dedik ve oturduk. Derken yanımıza çıktı ve,

"Siz halâ burada mısınız?" buyurdu.

Biz, "Ya Resûlallah, seninle beraber akşam namazını kıldık, sonra oturup yatsıyı da kılalım diye düşündük" dedik.

"İsâbet ettiniz" buyurdu.

Hadisin birinci kısmı, Sahabîlerin Resûlullah (s.a.v.) ile na­maz kılmaya verdikleri ehemmiyeti gösterir. İkinci kısmın mânâsı ise şöyledir:

"Yıldızlar kaldıkça semâ da kalacaktır. Kıyamet başlayıp yıl­dızlar saçılınca, semâ da bozulup yarılacak ve yok olacaktır. Ben Ashabım için bir emniyetim. Ben gittikten sonra Ashabıma vaad olunan fitneler, savaşlar ve ihtilaflar gibi önceden haber verilen şeyler gelecek. Ashab gittikten sonra da ümmete vaad edilen bid'atlar, fitneler, kıyamet alâmetleri zuhur edecektir."

Hadis aynı zamanda Peygamberimizin (s.a.v.) mûcizelerindendir.[756]

 

Müşrikler Ahitlerini Bozdular

 

669. Mü'minlerin annesi Meymûne bint-i Haris (r.a.) rivayet ediyor:

Resûlullah (s.a.v.) Meymûne'nin yanında gecelemişti. Geceleyin kalkıp namaz için abdest aldı. Abdest alırken onun,

"Lebbeyk, lebbeyk=buyur buyur" dediğini işittim.

Bu­nu üç defa söyledi. Ayrıca,

"Sana yardım edildi, yardım edildi" dedi.

Bunu da üç defa söyledi. Abdesti bitirdiğinde "Ya Resûlallah, abdest alırken senin üç defa "Buyur, buyur sana yardım edildi, yardım edildi" dediğini işittim. San­ki birisi ile konuşuyordun. Yanında biri mi vardı?" dedim.

Resûlullah,

"Şu Ka'boğullarının recez [şiir] okuyucusu feryad ederek bana sesleniyor ve imdatlarına yetişmemi is­tiyor. Kendilerine karşı Kureyşlilerin Bekiroğullarına yar­dım ettiklerini söylüyor" buyurdu.

Sonra Resûlullah (s.a.v.) çıktı ve Aişe'ye hazırlık yap­masını ve bunu hiç kimseye söylememesini tembihledi. Bir zaman sonra Ebû Bekir Âişe'nin yanına girdi. Onun hazırlık yaptığını görünce, "Kızım, bu hazırlığı niçin yapıyorsun?" dedi. Âişe, "Vallahi bilmiyorum" dedi.

Ebû Bekir, "Allah'a yemin olsun, şu Benî Asfar (Rum­lar) ile savaş zamanı değildir. Resûlullah nereye gitmek is­tiyor olabilir?" diye sordu.

Âişe "Vallahi ben bilmiyorum" dedi.

Aradan üç gün geçti. Resûlullah halka sabah namazını kıldırmıştı. Birinin ona şiir okuduğunu işittim:

Allah'ım, ben Muhammed'den bizim babamızın ve onun kadim babasının antlaşmasını istiyorum ve onu hatırlıyo­rum.

Sen çocuk biz ise doğuranlar olmuştuk.[757]

Biz sana teslim olduk, yardımımızı da esirgemedik.

Eğer Kureyş seninle anlaştıkları va'de muhalefet eder, ahdi bozarsa,

Eğer senin tekidli misâkmı bozarlarsa,

Ve kimseyi yardıma çağırmayacağını zannederlerse,

Allah seni hazır bir yardıma kavuştursun.

Allah'ın kullarını çağır ki yardıma gelsinler.

Aralarında Allah'ın Resulü var.

Ayın on dördü gibi parlak ve yüksek.

Resûlullah (s.a.v.) ona üç defa,

"Buyur, buyur, sana yar­dım edildi, sana yardım edildi" dedi.

Sonra Resûlullah (s.a.v.) çıktı. Kendisine Ravha'da bir bulut görününce,

"Şu bulut Ka'boğullarına yardımı müjdeliyor" buyurdu.

Ka'b kabilesinin kardeşi olan Adiy kabilesinden bir adam kalktı ve "Ey Allah'ın Resulü ve Adiy kabilesinin yar­dımcısı" dedi.

Resûlullah (s.a.v.),

"Boynun toprağa bulansın. Adiy Ka'b'dan, Ka'b da Adiy'den başkası mıdır?" buyurdu.

O adam o gazvede şehid edildi.

Resûlullah (s.a.v.) şöyle buyurdu:

"Allah'ım, onların gözlerini bizim haberimize karşı bağla. Onları aniden yaka­layalım."

Sonra [ordu hazırlandı ve Resûlullah Mekke üze­rine sefere çıktı]. Merru'z-Zehran'da konakladı. O geceler­de Ebû Süfyan bir Harb, Hakim bin Hizam ve Budeyl bin Verkâ haber araştırmak üzere Merru'z-Zehran'in ileri gelenlerinin yanına çıkmışlardı. Ebû Süfyan bir ateş gördü ve "Ey Büdeyl, bu ateş akrabaların Ka'boğullarının ateşidir" dedi. Büdeyl, "Belki de sertinle savaşmak için toplanmışlardır" cevabını verdi. O gece Müzeyneli süvariler onları ya­kaladı. Onlar kendilerinin Abbas bin Abdulmüttalib'e [Pey­gamberimizin amcasına] götürülmelerini istediler. Onlar da kendilerini Abbas bin Abdulmüttalib'e götürdüler. Ebû Süf­yan Abbas'dan kendileri için Resûlullahdan eman almasını istedi. Sonra Abbas çıkıp Resûlullahın (s.a.v.) yanına girdi, kendisinin eman verdiği kimseye eman vermesini diledi. Resûlullah (s.a.v.),

"Ebû Süfyan dışında, eman verdiğin herkese ben de eman verdim" buyurdu.

Abbas, "Ey Al­lah'ın Resulü, bana sınır koyma" dedi. Resûlullah (s.a.v.),

"Senin eman verdiğin herkes emindir" buyurdu.

Abbas on­ları Resûlullahın yanına götürdü. Resûlullah onları Müslü­man olmaya davet etti. Hakim bin Hizam ile Büdeyl bin Verka hemen Müslüman oldular. Ebû Süfyan ise, "Yâ Resûlallah, beni himayene al" dedi. Resûlullah (s.a.v.),

"Sen eman verilenlerdensin" buyurdu.

Abbas (r.a.) onlarla bera­ber çıktı. [Geceyi beraber geçirdiler. Resûlullah sabah tek­rar getirmesini istediği için] Abbas Ebû Süfyan ile Resû­lullahın yanına gitti. [İçeride Resûlullah Ebû Süfyan'ı tekrar Müslüman olmaya çağırdı. Ebû Süfyan Hz. Abbas'ın da telkiniyle nihayet Müslüman oldu.] Beraberce çıktılar. Ebû Süfyan, "Biz gitmek istiyoruz" dedi. Abbas, "Günün ağar­masını bekleyin" dedi. [Gün ağardığında] Resûlullah abdest aldı. Müslümanlar Peygamberimizin abdest suyunu yüzleri­ne sürmek için uçuştular. Ebû Süfyan Hz. Abbas'a, "Ey Fadl'ın babası, kardeşinin oğlu kadar saltanatı büyük olanı görmedim" dedi.

Hz. Abbas, "Bu saltanat değil, peygamberliktir. Bunun için onun üzerine titriyorlar" cevabını verdi.[758]

 

İzah

 

Peygamberimizin müşriklerle yaptığı Hudeybiye sulhu ile ka­bilelerden bir kısmı Kureyşlilerin, bir kısmı da Müslümanların hi­mayesine girmişlerdi. Bu cümleden olarak Bekiroğulları müşrik­lerin, Ka'boğulları da Müslümanların safında yer almıştı. Zaman içerisinde bu iki kabile arasında anlaşmazlık çıktı. Kureyşliler Bekiroğullarına yardım ettiler. Bekiroğulları da Müslümanların himayesinde olan Ka'boğullarından birçok kimseyi öldürdüler. İşte hadis bu zulme karşı Ka'boğullarının Peygamberimiziden yar­dım istemelerini, Resûlullahın da (s.a.v.) onlara yardımcı olduğunu ifâde etmektedir.

Hadisin birinci kısmı, aynı zamanda Resûlullahın bir muci­zesini nazara vermektedir. Peygamberimiz, hadise daha kendisine intikal etmeden, şâirin yardım isteyen şiirini duymuştur.

Sabahleyin Hz. Aişe'ye hadiseyi haber verdi. Aişe Validemiz, "Kılıç onları yok etmişken, Kureyşliler seninle aralarındaki ant­laşmayı bozmaya mı kalkıştılar?" diye sordu.

Resûlullah (s.a.v.),

"Onlar Allah'ın olmasını dilediği iş için (Mekke'nin fethedilmesi) için antlaşmayı bozdular" buyurdu.[759]

Onların içinde Resûlullah gazaplanır.

Eğer ondan boyun eğme istenirse yüzü siyaha değişir.

Çok askerler içindeki köpüklü bir şekilde deniz gibi akar.   

Eğer Kureyş seninle anlaştıkları va'de muhalefet eder, ahdi bozarsa,

Eğer senin tekidli misâkını bozarlarsa,

Keda'da[760] benim için gözetleyiciler koyarlarsa,

.Benim hiç kimseyi yardıma çağırmadığımı zannederlerse,

Onlar daha zelil ve sayıca daha azdırlar.

Ve onlar bizi uyurken Vetir'de[761] gece bastılar ve

Bizi rükû ve secdede iken katlettiler. (Müslüman olduğumuz halde öldürüldük.)

Müşrikler Bekiroğullarına yardım edince, Hudeybiye sulhunu tek taraflı olarak bozmuş oldular. Bunun üzerine de hadiste de açıklandığı gibi, Peygamberimiz kalabalık bir ordu ile anlaşmayı bozan müşrikleri cezalandırmak üzere Mekke üzerine yürüdü ve Mekke'yi fethetti.[762]

 

Haricîleri Öldürenlere Vaad Edilenler

 

670. Hz. Ali (r.a.) diyor ki:

"Eğer şımarmayacağınızı bilse idim, Allah'ın Resulünün lisanıyla Haricîleri öldürenlere neler vaad ettiğini size haber verirdim."

497, 670, 691, 720 numaralı hadislere ve izahlarına bakınız. [763]

 

Bir Yerden Kalktıktan Sonra Söylenilecek Söz

 

671. Zübeyr bin Avvam (r. a.) rivayet ediyor:

"Ya Resülallah, sizin yanınızdan çıktıktan sonra dışarıda Câhiliyeye âit sözlere dalıyoruz" dedim.

Resûlullah şöyle buyurdu:

"Günahkar olacağınızdan korktuğunuz o gibi yerlerde bulunduğunuzda oradan kalktığınızda şöyle derseniz, bu söz o meclisde size isabet eden günahlara keffâret olur:

"Allah'ım, Seni noksan sıfatlardan, Sana layık olmayan şeylerden tenzih ve hamd ü sena ile takdis ederiz. Senden başka ilâh olmadığına şahitlik ederiz. Senden bağışlanma dileriz. Ve Sana tevbe ederiz."[764]

 

Resûlullahın Bereket Duası Yaptığı Üç Şey

 

672. Ebû Hüreyre (r.a.) rivayet ediyor:

Resûlullah (s.a.v.) üç şey için bereket duası yaptı. Bun­lar: Sahurda yenilen yemek, tirid yemeği ve bir şeyi ölç­mek, (tartmak veya saymak) tır.[765]

 

Bâzı Suçların Cezaları

 

673. Ebû Said el-Hudrî (r.a.) rivayet ediyor:

"Şarkıcı ve çalgıcı kadınlar çalıştıranlar, içki içenler ve ipek elbise giyenler yüzünden bu ümmette yere batma, hay­van şekline dönüşme ve gökten taş yağma hadiseleri ola­caktır."[766]

"Hayvan şekline dönüşme" ile ilgili olarak 113 numaralı hadi­sin izahına bakınız.[767]

 

Allah'ı Çok Zikretmek

 

674. Ebû Hüreyre (r.a.) rivayet ediyor:

"Allah'ı çok çok zikreden, münafıklıktan kurtulmuştur."[768]

 

Hz. Ebû Bekir Ve Ömer'in Fazileti

 

675. Enes (r.a.) rivayet ediyor:

"Ebû Bekir ve Ömer [dünyadaki] Cennetlik yaşlıların efendisidir."[769]

 

Peygamberimizin Hz. Ali'ye Tavsiyesi

 

676. Ali (r.a.) rivayet ediyor:

Resûlullah,

"Fitneler çıkacak ve sen kavminle karşılıklı deliller getirerek cedelleşeceksin" buyurdu.

"Ya Resûlallah, o zaman bana ne tavsiye edersiniz?" de­dim.

"Allah'ın kitabıyla hükmet" buyurdu.[770]

 

İzah

 

Peygamberimizin Allah'ın bildirmesiyle istikbalde olacak ha­diselerle ilgili daha önce bir kaç hadis geçmişti. Bu da Resûlullahın gaybî haberlerinden birisidir. Sevgili Peygamberimiz Hz. Ali'ye fitneler çıkacağını bildirmiş, kavmi ile cedelleşeceğini bil­dirmiş, ondan Allah'ın kitabı ile hükmetmesini istemiştir. Ger­çekten de Hz. Ali devrinde zaman zaman yer verdiğimiz gibi fit­neler çıkmış, Hz. Ali Hz. Aişe, Muâviye ve yamndakilerle, ayrı­ca Haricîlerle tartışmış, onlara haklılığı noktasında deliller getir­miştir. Bütün bu safhalarda her zaman ve her şartta Allah'ın kita­bı ile hükmetmiş, dünyevî saltanat uğruna Allah'ın kitabıyla hük­metmekten geri durmamıştır.[771]

 

İstihare, İstişare Ve İktisat

 

677. Enes (r.a.) rivayet ediyor:

"İstihare yapan mahrum kalmaz, istişare eden pişman ol­maz, iktisad eden geçim sıkıntısı çekmez."[772]

 

İzah

 

Hadisin "İktisad eden geçim sıkıntısı çekmez" kısmı Müsned'de, de rivayet edilmiştir.[773]

Hadis, üç önemli esası nazara veriyor. Bunlar istihare, istişare ve iktisad. İstihare hakkında 369 numaralı hadisin izahında bilgi vermiştik. Burada istişare ve iktisad üzerinde duracağız.

Yüce Rabbimiz bir âyet-i kerimede,

"Onların aralarındaki işleri istişare iledir"[774]

buyurarak istişareyi mü'minlerin vasıfları olarak saymış, başka bir âyet-i kerimede ise,

"İşlerde onlarla istişare et"[775]

buyurarak Peygamberimizden Ashabı ile istişare etmesi isten­miştir. Peygamberimiz de bu emirler gereği, hakkında vahiy ol­mayan konularda Ashabıyla istişare etmiş, çoğunluğun kararına göre hareket etmiştir.

İşte Peygamberimiz bu hadislerinde kendisi de istişarenin ehemmiyetine dikkat çekmiş, yapmak istediği bir hususta işin ehli ile istişare yapan kimsenin pişman olmayacağını ifâde etmiştir.

Hadiste tavsiye edilen bir diğer mühim husus da iktisattır. İnsan şükür için yaratılmıştır. Cenâb-ı Hak insanlara verdiği nimetlerin karşılığında şükür ister. Bu şükrün yolu da kaabiliyetlerin yerli yerince kullanılmasından, Allah'ın verdiği her türlü ni­metlerin gerçek ihtiyaçlara yetecek kadar, hayatın her safhasında iktisat etmekten geçer. Çünkü, iktisat nimete karşı hürmettir. İsraf ise şükre zıttır, nimeti hafife almaktır.

İktisat bir şükürdür. Şükür ise, nimetin bereketlenmesine, daha da artmasına sebep olur.

İktisat, bir yandan kulluk olmakla birlikte, aynı zamanda insa­na dünya hayatında arzu ettiği saadeti kazandıracak bir denge öl­çüsüdür. İktisad herşeyden önce ferdin hayatını düzene sokar. Gereksiz arzularına mâni olur. Masraflarını gerçek ihtiyaçlarına göre ayarlamasını temin ederek, bütçesini düzene sokar.

İktisat eden insan yeme ve içmede israfa kaçmayacağından sıhhatini de korumuş olur. Çünkü yeme ve içmede israfa kaçma­yan insanın sıhhatli olduğu bugün bilinen bir gerçektir. Nitekim İbni Sina gibi büyük bir tıb âlimi bu gerçeği şöyle ifade eder:

"Tıbbı iki satırda topluyorum. Çünkü sözün güzelliği sözün kısalığındadır. Yediğin zaman az ye. Yedikten sonra dört beş saat kadar yeme. Şifâ hazımdadır. Yani kolayca hazmedeceğin miktarı ye. Nefse ve mideye en ağır ve yorucu hal, yemek üzerine ye­mektir."

Diğer taraftan, bilhassa günümüzde, aile hayatındaki huzur­suzluğun en mühim sebeplerinden birisi de iktisadî zorluklardır. Bu sebeple, iktisat, aile hayatının Cennetten bir köşe olmasına da yardımcı olacak mühim bir husustur. İşte Peygamberimiz yuk­arıdaki hadislerinin son kısmında bu gerçeği ifâde etmiştir.

İktisat etmek, israftan sakınmak, hem erkek, hem de kadın için geçerli olmakla beraber, kadına daha mühim vazifeler yükler. Evin hanımı beyinin aldığı sebze, meyve, ekmek ve sair şeyleri yerli yerinde kullanır, lüzumsuz israftan sakınırsa, hem aile büt­çesine katkıda bulunmuş olur, hem de Cenab-ı Hakkın,

"İsraf etmeyin. Muhakkak ki, Allah müsrifleri sevmez"[776] ve,

"Yiyin, için, fakat israf etmeyin"[777]

emrini yerine getirmiş olur. Böylece hem ai­le saadetine vesîle olunmuş, hem de Cenâb-ı Hakkın emri yerine getirildiğinden sevap kazanılmış olur.[778]

 

Kendisi Yaşamayanın İyiliği Tavsiye Etmesi

 

678. Enes (r.a.) rivayet ediyor:

"Yâ Resûlullah, onunla bütünüyle kendimiz amel edince­ye kadar iyiliği emretmeyelim mi? Yine kendimiz ondan bü­tünüyle sakınıncaya kadar insanları kötülükten alıkoyma­yalım mı?" dedik. Şöyle buyurdu:

"Aksine. Sizler onunla amel etmeseniz de iyiliği tavsiye ediniz. Ondan tamamen kaçmamasanız da kötülükten de in­sanları sakındırınız."[779]

 

İzah

 

Dinimizin mühim emirlerinden birisi de insanlara iyiliği tav­siye edip, onları kötülükten alıkoymaktır. Bu husus Kur'ân-ı Ke­rimde Müslümanlardan istenmiştir. Meselâ bu âyetlerden birisi şu mâeldedir:

"İçinizden öyle bir topluluk bulunsun ki, onlar insanları hayra çağırsın, iyiliği tavsiye edip kötülükten sakındırsın. İşte onlar kurtuluşa erenlerin tâ kendileridir."[780]

Başka bir âyet ise şu mealdedir:

"Siz insanlar için çıkarılmış en hayırlı bir ümmetsiniz. İyiliği tavsiye eder, kötülükten sakın­dırırsınız ve Allah'a hakkıyla iman edersiniz."[781]

İnsanlara iyiliği tavsiye edip, kötülükten sakındırmak kendisi de söylediğini yapmaması şartıyla kişi için çok faziletli ve sevaplı bir görev olmakla birlikte, bu vazifeyi yapanların kendilerini unutmalan da çirkin karşılanmıştır.

Ancak bir insanın tavsiye ettiğini kendisinin yapmaması veya yapmamayı tavsiye ettiği şeyi kendisinin yapması, onun bu vazi­fesine engel değildir. Yani bir kimse kendisi yapmasa da başkala­rına hayrı, güzeli tavsiye edebilir. Kendisi işlese başkalarını çir­kinliklerden uzaklaşmaya çağırabilir. Hadis açıkça bunu ifâde et­mektedir. Ola ki kendisine hitap edilenler güzeli yapar, çirkinden de sakınabilirler.

Bununla beraber, boylelerinin tavsiyelerinin fazla tesirli ola­cağı da söylenemez. Çünkü muhatabı sözden ziyade fiil etkiler.[782]

 

Ashabın Fazileti

 

679. Ebû Said el-Hudrî (r.a.) rivayet ediyor:

"Ashabımı geçemezsiniz. Sizler Uhud dağı kadar altın tasadduk etseniz, onlardan birinin bir batman sadakasına veya onun yansına yetişemezsiniz."[783]

 

İzah

 

Tirmizî ve Müslim'de de hadisin baş tarafı, "Ashabıma söv­meyin" şeklindedir.

Peygamberimiz (s.a.v.) sonraki nesillerin Ashabına dil uzata­cağını Allah'ın bildirmesiyle bilmiş ve ümmetini bu konuda ikaz etmiştir. Kendilerinin ne kadar gayret gösterirlerse göstersinler, onlara yetişemeyeceklerini bildirmiştir.

Gerçekten de Sahabîlerden sonraki nesil ne kadar faziletli olursa olsun, Allah yolunda ne kadar çalışırsa çalışsın, Sahabîlere yetişemezler.

"Sohbet-i Nebeviye öyle bir iksirdir ki, bir dakikada ona mazhar bir zat, senelerle seyr-i sülûka mukabil hakikatin envarına mazhar olur" diyerek[784] Sahabîlere yetişilememesinin bir yönüne dikkat çeken Bediüzzaman, bunun bir sebebini de meâlen şöyle izah eder:

Sahabîler madem İslâmiyetin kuruluşunda ve Kur'ân nurları­nın neşrinde ilk saffı teşkil ediyorlar; "Bir şeye sebep olan o şeyi işleyen gibidir" kaidesi sırrınca, bütün ümmetin sevaplarından onlara hisse çıkar. Ümmetin; "Allâhümme salli alâ seyyidine Muhammedin ve alâ alihî ve ashabihi=Allah'ım, Efendimiz Muhammed'e, onun âl ve Ashabına rahmet eyle" demesi, Sahabîlerin bütün ümmetin hasenatından hissedar olduklarım gösteriyor.[785]

 

Uyumak İçin Okunacak Dua

 

680. Halid bin Velid'in (r.a.) rivayet ettiğine göre, ken­disine uyumama hastalığı isabet etmişti. Resûlullah (s.a.v.) şöyle buyurdu:

"Sana onları okuduğunda uyuyacağın bir kaç kelime öğ­reteyim mi? Allah'ım, yedi göğün ve onların gölgelediği şeylerin Rabbi. Yeryüzünün ve onun üzerinde bulunanların Rabbi. Şeytanların ve onların saptırdıklarının Rabbi. Bütün yaratıklarının şerrinden, onlardan birinin bana karşı aşırı gitmesinden veya tecâvüzlerinden beni koru! Senin koruyu­culuğun kıymetlidir. Senden başka hiçbir ilah yoktur."[786]

 

Peygamberimizin Bir Mucizesi

 

681. Abdullah bin Mes'ud (r.a.) rivayet ediyor:

Resûlullah (s.a.v.),

"Benden sonra geri plana itilişiniz kakılışınız ve hoşlanmayacağınız bâzı şeyler olacaktır" bu­yurdu.

"O zamanda bizim nasıl davranmamızı istersin yâ Resûlallah?" diye sorduk.

"Üzerinizdeki hakları verin, kendi haklarınızı da Allah'­tan isteyin" buyurdu.[787]

 

İzah

 

Zaman zaman yer verdiğimiz gibi, Resûlullah (s.a.v.) istik­balde olacak pekçok şeyi teker teker haber vermiştir. Bu hadiste haber verilen şey de bunlardandır. Gerçekten de Peygamberimiz­den sonra Sahabîler horlanmışlar, eziyet görmüşler, tekfir edil­mişler, hattâ şehid edilmişlerdir. Yine sonraki Müslümanlardan hoşlarına gitmeyen pekçok, bid'atlar, fitneler görmüşlerdir.[788]

 

Guslederken Kıl Yerinin Kuru Kalması

 

682. Hz. Ali rivayet ediyor:

"Kim cünüplükten guslederken bir kıl yeri kadar kısmı kuru bırakırsa, ona Cehennemde şöyle şöyle yapılır."

Ali (r.a.) dedi ki: "İşte bu sebeple saçıma düşman kesil­dim." Hz. Ali saçını keserdi.[789]

 

İzah

 

Ebû Hüreyre de (r.a.) bu konuda şöyle bir hadis rivayet eder:

''Muhakkak her kılın altında cünüplük vardır. Bütün kılları yıkayınız."[790]

Hadis, cünüplük sebebiyle vücudun tamamının yıkanmasının farz olduğunu ifâde eder. Bununla beraber, güsulde kuru kalan yer, vücud kuruduktan sonra yıkansa, güsul sahih olur.

Su saçların dibine ulaşırsa, kadınların örgülü olan saçlarını çözmeleri de gerekmez.

Hadis, Hz. Ali'nin dinin hükmüne ne derece hasasiyetle bağlı olduğunu da göstermektedir.[791]

 

Namazda Safları Düzgün Tutmak

 

683. Bilal (r.a.) rivayet ediyor:

Resûlullah namazda omuzlarımızı düzeltirdi.[792]

 

Peygamberimizin Allah İndindeki Kıymeti

 

684. Ömer bin Hattab (r.a.) rivayet ediyor:

Hz. Adem (a.s.) kendisine yasaklanan ağaçtan yediğinde başını semâya kaldırdı ve "Allah'ım, Muhammed hakkı için beni affetmeni istiyorum" diye duâ etti.

Allah kendisine, "Muhammed kim?" diye vahyetti. Hz. Âdem şöyle dedi:

"Şanın yüce olsun. Beni yarattığında başımı Arşına kal­dırdığım zaman orada 'Lâilâhe illallah Muhammedün Resûlullah' yazılmıştı. O zaman anladım ki hiç kimsenin kıymeti Senin yanında onunkine denk değildir. O Muhammed ki is­mini isminle beraber kıldın."

Allah ona şunu vahyetti:

"Ey Âdem! O, senin zürriyetinden peygamberlerin so­nuncusudur. Onun ümmeti de ümmetlerin sonuncusudur. Eğer o olmasaydı ey Adem, seni yaratmazdım."[793]

 

Ümmet İçerisinde Çıkacak Olan Deccaller

 

685. Ebû Hüreyre (r.a.) rivayet ediyor:

"Bu ümmet, içlerinden her biri peygamber olduğunu iddia eden otuz tane yalancı ve deccal çıkmadıkça yok olmaz."[794]

 

İzah

 

Tirmizi'de hadisin bir de Sevban (r.a.) tarikiyle gelen şekli kayıtlıdır. O hadis de şöyledir:

"Ümmetimden bâzı aşiretler müşriklere tâbi olup putlara tapmadıkça kıyamet kopmaz. Aynı zamanda ümmetimden otuz ya­lancı çıkacak ve her biri peygamber olduğunu iddia edecektir. Oysa ben peygamberlerin sonuncusuyum. Benden sonra pey­gamber yoktur."[795]

 

Şiirle Allah Yolunda Hizmet Etmek

 

686. Berâ bin Âzib (r.a.) rivayet ediyor:

Resûlullah Hassan bin Sâbit'e "Müşrikleri hicvet. Şüp­hesiz Allah seni Ruhu'1-Kudüsle (Cebrail) destekliyor" bu­yurdu.

80 numaralı hadise ve izahına bakınız.[796]

 

Şerrinden Korkulana Karşı Yapılacak Dua

 

687. Ebû Mûsâ el-Eş'arî (r.a.) rivayet ediyor:

Resûlullah bir topluluğun şerrinden korktuğunda şöyle duâ ederdi:

"Allah'ım, onların şerlerinden Sana sığınıyoruz. Ve on­ların haklarından gelmeni istiyoruz."[797]

 

Peygamberimizin Yatağa Girerken Okuduğu Duâ

 

688. Ali (r.a.) rivayet ediyor:

Resûlullah yatağına girdiğinde şöyle duâ ederdi:

"Al­lah'ım, alnı Senin kudret elinde olan herşeyin şerrinden Se­nin Zât-i kerîmine ve mükemmel kelimelerine sığınırım.

"Allah'ım, zararı ve günahı kaldıran Sensin.

"Allah'ım, Senin ordun hezimete uğramaz, Sen va'dinden dönmezsin, Senin kudret büyüklüğünden başka hiçbir kudret büyüklük sahibi fayda vermez. Seni hamdinle bera­ber noksan sıfatlardan tenzih ederim."[798]

 

Ne Kadar Gülmek Namazı Bozar?

 

689. Câbir (r.a.) rivayet ediyor:

"Tebessüm namazı bozmaz, kahkaha ile gülmek ise nama­zı bozar."[799]

 

Peygamberimizin Ümmeti İçin Korktuğu Üç Şey

 

690. Muaz bin Cebel (r.a.) rivayet ediyor:

"Sizin için üç şeyden korkuyorum. Onlar mutlaka olacak­tır.

1. Alimin hatâsı,

2. Münafığın Kur'ân'ı âlet ederek mücâdeleye kalkış­ması,

3. Dünya nimetlerinin size açılması."[800]

 

Haricîler

 

691. Ubeyde es-Selmânî rivayet ediyor:

Nehrevan Savaşında Haricîler öldürüldüğünde, Ali (r.a.) "Mücda'ı arayın" diye emretti. Aradılar, bulamadılar. Tek­rar aradılar, onu buldular. Bundan sonra Ali (r.a.) şöyle de­di:

"Eğer şımarmayacağınızı bilseydim, Allah'ın Peygambe­rinin (s.a.v.) lisanında bunları, yani Haricîleri öldürenlere neler vaad ettiğini size haber verirdim."[801]

 

İzah

 

Mücda, yaratılışı eksik olan adam demektir. Açıklama için 495, 670, 691, 720 numaralı hadislere ve izahına bakınız.[802]

 

Ruh Hakkında İnsanlara Fazla Bilgi Verilmedi

 

692. İbni Mes'ud (r.a.) rivayet ediyor:

Resûlullah (s.a.v.) ile beraberdim. Bir Yahudi geldi ve "Ey Ebu'l-Kâsım, ruh nedir?" diye sordu. Bunun üzerine Allah Teâlâ,

"Sana ruhtan soruyorlar. De ki: Ruh, Rabbimin emrindendir. Bilgi olarak da size pek az şey verilmiştir"[803] âyetini indirdi.[804]

 

Yolculuktan Dönme Adabı

 

693. Ka'b bin Mâlik babasından rivayet ediyor:

Resûlullah seferden döndüğünde önce mescide uğrar, iki rekât namaz kılar, evine sonra girerdi.[805]

 

En Akıllı İnsan Kimdir?

 

694. İbni Ömer (r.a.) rivayet ediyor: Ben, onun onuncusu olarak Resûlullaha geldim. Ensardan bir zât Resûlullaha (s.a.v.), "Ey Allah'ın peygamberi, in­sanların en akıllısı ve ihtiyatlısı kimdir?" diye sordu.

Resûlullah (s.a.v.) şöyle buyurdu:

"Ölümü ençok düşü­nendir. Ölüm gelmeden önce onun için hazırlık yapandır. İşte bunlar insanların en akıllı, en tedbirli olanlarıdır. Bunlar dünyanın şerefine, âhiretin ikramına sahiptirler."[806]

 

Yasîn Sûresinin Fazileti

 

695. Enes (r.a.) rivayet ediyor:

"Kim her gece Yâsîn Sûresini okumaya devam ederse, öl­düğünde şehaid olarak ölmüş olur."[807]

 

Hz. Ali'nin Fazileti

 

696. Abdullah bin Akim el Cüheni rivayet ediyor:

"Miraca çıkarıldığımda Allah azze ve celle Ali hakkında bana şu üç şeyi vahyetti:

1. O, mü'minlerin efendisidir.

2. Muttakîlerin rehberidir.

3. Mahşer yerine alnı, el ve ayaklan parlayarak gelen mü'minlerin önderidir."[808]

 

Mü'minler Kardeştir

 

697. Ebû Hüreyre (r.a.) rivayet ediyor:

"Alıcısı olmadığınız bir malı övmeyiniz, birbirinize kin beslemeyiniz, birbirinize sırt çevirmeyiniz, ey Allah'ın kul­ları! Allah'ın emrettiği gibi kardeş olunuz."[809]

 

İzah

 

Müslim'de,

"Birbirinizle alâkayı kesmeyin," "Zandan sakının. Çünkü zan sözün en yalanıdır. Başkalarının konuştuğunu dinle­meyin. Dünyalık için birbirinizle yarışa girmeyin" ilâveleri var­dır.

Hadisin birinci kısmı, ticâretle ilgili bir hususu nazara vermek­tedir. O da kişinin alıcısı olmadığı malı fiyat kızıştırmak için övmesidir. Bunda alıcının zararı ve aldatılması söz konusu olduğun­dan, Peygamberimiz bunu yasaklamıştır.

Hadisin diğer kısmı, mü'minleri kardeşliğe çağırmakta, birbir­lerine kin beslememelerini, sırt çevirmemelerini istemektedir.[810]

 

Hz. Ali Münafıkları Kevser Havzının Başından Kovacak

 

698. Ebû Said el-Hudrî (r.a.) rivayet ediyor:

"Ey Ali, kıyamet gününde elinde Cennet asalarından bir asa olacak ve onunla münafıkları Havuzumun başından kovacaksın."[811]

 

İtikaf

 

699. Mü'minlerin Annesi Âişe (r.a.) rivayet ediyor:

Resûlullah îtikafta iken mescidden başını eve uzatır, ben de tarardım. Eve ancak tabî ihtiyaçlarını gidermek için gi­rerdi.[812]

 

İzah

 

İtikâf, beklemek ve bir şeye devam etmek mânâlarına gelir. Hususî mânâda ise, Ramazan'ın son on gününü camide veya bir ibâdet mahallinde kalbi ve ruhu geçici olarak dünya meşgu­liyetlerinden uzaklaştırmak ve ibâdetle geçirmek demektir.

İtikaf ibâdetine Kur'ân'da da yer verilmekte ve şöyle buyurulmaktadır:

"Mescidlerde îtikâfa çekildiğiniz zaman kadınlarınıza yaklaş­mayın. Bunlar Allah'ın çizdiği sınırlardır; sakın bu sınırlara yaklaşmayın. İşte Allah âyetlerini insanlara böylece açıklar ki, sakı­nıp korunsunlar."[813]

Başta Hz. Aişe Validemiz olmak üzere birçok Sahabî, Pey­gamberimizin Ramazan'ın son on gününü mescidde îtikâfla geçir­diğini rivayet eder. Bu müddet içerisinde Resûlullah (a.s.m.) ibâdetle, Kur'ân okumakla ve duâ ile vaktini geçirirdi. Bu hadis­lerden biri şu mealdedir:

"Ramazan'ın son on günü girince, Resûlullah (a.s.m.) gecele­ri ibâdetle geçirirdi. Ailesini de ibâdet etmeleri için uyandırırdı. İbâdet için diğer zamanlardan daha fazla gayret gösterirdi."[814]

İhlâs ile yapılan bir îtikâf kişiyi manevî yönden tekâmül ettirir. Çünkü îtikâfa giren kimse Allah'ın misafiri olarak Allah'ın evinde dünya meşgalesinden uzak olarak devamlı ibâdetle meşgul olur. Orada kaldığı müddetçe bütün düşüncesi âhirettir. Dünyevî bir iş yapmaz. Böylece manevî bakımdan terakki eder. Kalbi nurlanır, sunasında kulluk nişanlan parlar. İtikâfa giren kimseler Kur'ân-ı Kerimde vasıfları şu şekilde zikredilen melekler gibidir:

"Eğer onlar Allah'a ibâdet etmeyi büyüklüklerine yediremezlerse, Rabbinin katında olanlar gece gündüz usanmaksızın Onu tesbih eder dururlar."[815]

İtikâfla ilgili tafsilatlı bilgi için Büyük İslâm İlmihali ve Oruç Zekât isimli eserlerimize bakınız.[816]

 

Peygamberimizin Gece Yaptığı Bir Duâ

 

700. Ebu Hureyre (r.a.) rivayet ediyor:

Bir adam Resûlullaha (s.a.v.) şöyle dedi:

"Yâ Resûlullah, senin gece yaptığın duayı işittim. Bu du­adan bana ulaşan şu sözleriniz oldu:

"Allah'ım, günahlarımı bağışla. Evimi benim için geniş kıl ve bana verdiğin rızkı mübarek kıl."

Resûlullah (s.a.v.) o adama, "Bunlardan sonra istenme­dik bir şey kaldı mı?" buyurdu.[817]

 

Kişinin Aşiretini Müdafaa Etmesi

 

701. Şürekâ bin Mâlik (r.a.) rivayet ediyor:

"Sizin en hayırlınız, günaha girmemek şartıyla aşiretini müdafaa edendir."[818]

 

İzah

 

Hadiste kişinin günaha girmemek şartıyla aşiretini müdafaa et­mesi teşvik edilmektedir. Başka bir hadiste ise Peygamberimiz (s.a.v.) kişinin zulüm ve haksızlıkta milletine yardımcı olmasını ırkçılık olarak vasıflandırmıştır.[819] Bilindiği gibi ırkçılık dinimizce haram kılınmıştır. Bu konuda geniş bilgiyi İslâm ve Milliyetçilik isimli eserimizde bulabilirsiniz.[820]

 

Kişi Öfkelendiğinde Ne Demeli?

 

702. İbni Mes'ud (r.a.) rivayet ediyor:

"Biriniz öfkelendiğinde, "Eûzü billahi mine'ş-şeytâni'r-racîm derse, öfkesi gider."[821]

 

İzah

 

Öfke dinimizin çirkin gördüğü huylardan birisidir. Yüce Allah bir âyet-i kerimede takva sahiplerinin vasıflarından birisinin de öfkelerini yutmak olduğu bildirilmiştir.[822]

Öfkelenmenin şeytandan olduğunu bildiren[823] Peygamberimiz de pekçok hadislerinde öfkeyi yutmanın sevabını ve faziletini bil­dirmiştir. Meselâ bu hadislerden birisinde öfkelenmemenin karşı­lığı Cennet olduğu müjdelenmiştir.[824]

Öfkelendirecek bir durumla karşılaşıldığında, kişinin öfkesine hâkim olması elbette kolay değildir. Peygamberimiz bunun da yollarını göstermiştir. Meselâ öfkelenen kimse imkanı varsa abdest almalıdır.[825] Ayakta ise oturmalı, öfkesi yine geçmezse, mü­sait yer varsa uzanmalıdır.[826] İki rekat namaz kılmalıdır.[827] İşte yu­karıdaki hadislerinde de Sevgili Peygamberimiz öfkelenen kimse­nin Allah'a sığınmasını istemektedir.[828]

 

Kime Dört Şey Verilmişse, Dört Şey Daha Verilmiştir

 

703. İbni Mes'ud (r.a.) rivayet ediyor:

Resûlullah (s.a.v.),

"Kime dört şey verilmişse, ona dört şey daha verilmiş demektir" buyurdu.

Sonra da bu sözünü Kur'ân'dan âyetlerle açıkladı. Şöyle buyurdu:

"Kime Allah'ı zikretme nasib edilmişse, Allah da onu anar. Çünkü Allah Kur'ân'da, 'Beni zikredin ki, Ben de si­zi rahmetimle anayım''[829] buyuruyor.

"Kime dua yapmak nasib edilmişse, kendisine cevap ve­rilecektir. Çünkü Allah Kur'ân'da, 'Bana dua edin, size ce­vap vereyim"[830] buyuruyor.

"Kime verilen nimetlere şükretme nasib edilmişse, faz­lası verilecek demektir. Çünkü Allah Kur'ân'da, 'Şükreder­seniz daha çok veririm"[831] buyuruyor.

"Kime istiğfar etmek nasib edilmişse, o bağışlanacak de­mektir. Çünkü Allah Kur'ân'da, 'Rabbinizden af dileyin, çünkü O çok bağışlayıcıdır"[832] buyuruyor.[833]

 

Duaya Üç Halden Biri İle Cevap Verilir

 

704. Ebû Said el-Hudrî (r.a.) rivayet ediyor:

"Hiçbir Müslüman yoktur ki, Allah'a duâ etsin de, Allah duâsına şu üç halden biri ile cevap vermesin: Kişi duâ et­tiğinde Allah onun karşılığını ya dünyada acilen verir veya âhirete erteler ya da yaptığı duâ kadar o kuldan bir musibeti giderir."[834]

 

İzah

 

Müsned'de hadisin baş kısmında "duası bir günah veya akra­balık bağlarım kesmek için olmadığı takdirde" kaydı vardı.

Yine aynı rivayette Peygamberimiz müjdeyi verdiğinde Sahabîlerin, "Öyle ise çok duâ ederiz" dedikleri, Resûlullahın da (s.a.v.),

"Allah'ın kabul etmesi sizin duanızdan daha çoktur" buyurduğu bildirilir.

703 numara ile tercüme ettiğimiz hadiste,

"Kime duâ yapmak nasib edilmişse, kendisine cevap verilecektir" buyuruluyordu.

Allah eğer vermek istemeseydi, istemeyi de vermezdi. İstemeyi verdiğine göre, isteğin karşılığını vermeyi de istiyor demektir.

Evet, duâ bir ibâdettir. Hattâ ibâdetin ruhu ve özüdür. Namaz kılarak, oruç tutarak Yüce Rabbimize ibâdet ettiğimiz gibi, duâ ile de Ona kulluk ederiz. Duâ bir ibâdet olduğu içindir ki, karşılı­ğında hiçbir menfaat beklemeyiz. Çünkü diğer ibâdetlerde olduğu gibi, duanın da neticesi, meyvesi uhrevîdir, âhirette verilir. Zaten duanın kabul edilmesinin şartlarından birisi de, onun sadece ibâ­det maksadıyla yapılması değil midir?

Ayet-i kerimede,

"Duâ edin, size karşılık vereyim"

buyurulması, "Her duâ kabul edilir" mânâsında ani aşılmamalıdır. Evet, mümkün mertebe şartları yerine getirilerek, ihlâsla yapılan duala­rın kabul edileceği Cenâb-ı Hakkın rahmetinden ümit edilir. Fakat her duâ kabul edilmez. Bu durum, mütehassıs bir doktorun, has­tanın her istediği ilacı ona vermemesine benzer. Hasta kendisi için hangi ilacın faydalı olduğunu bilmediği için devamlı ister: "Şunu da ver, bunu da ver" der. Fakat doktor hastanın durumuna göre ilaç yazar. İstediği ilaç faydalı ise aynını veya ondan daha iyisini verir, zararlıysa reçeteye hiç yazmaz.

İşte Cenâb-ı Hak da kulunun her istediğini aynen vermez. Çünkü insan istediği şeyin kendisi için hayırlı olup olmadığını bilmez. Kullarına karşı son derece merhametli olan Rabbimiz, bunu bildiği için hadiste de ifâde edildiği gibi, kullarının istedi­ğini bazan verir, bazan vermez, kulunun duasını ebedî hayat için kabul eder. Veya yaptığı duâ kadar kuldan bir musibeti giderir.

O halde şayet duada istediğimiz şey aynı ile verilmezse, "İsti­yorum ama verilmiyor" denilmemelidir. "Belki daha iyi bir şekilde kabul edilmiştir" diyerek, rahmet hazinesinin anahtarı ve tü­kenmez bir kuvvetin kaynağı olan duaya daha sıkı sarılmalı, hiç­bir şekilde onu elden bırakmamalı, ihlâsla Dergâh-ı İlâhiyeye yö­nelmelidir.

Burada dualarının karşılığını dünyada alanların âhirette pişman olacaklarını da ifâde edelim. Peygamberimizin bildirdiğine göre, Allah kıyamet gününde kuluna yaptığı bütün duâlan açıklayacak, bunlardan bâzılarını kendisinin dünyası için kabul ettiğini, bazı­sını ise sevabını âhirette vermek için koruduğunu bildirecektir. Bunun üzerine kul pişmanlığını şöyle ifâde edecektir:

"Keşke duamın dünya için kabulünde acele etmeseydim."[835]

 

Peygamberimiz Ümmeti Hakkında En Çok Kimlerden Korkuyor?

 

705. Ali (r.a.) rivayet ediyor:

"Ümmetime mü'min ve müşrikten zarar gelmesinden en­dişe etmiyorum. Çünkü mü'minin imanı kötülük yapmasına engel olur. Müşriğin de küfrü açık olduğu için zararı do­kunmaz. Fakat size güzel konuşan münafıktan zarar gelme­sinden korkarım. O, dili ile sizin inandığınızı söyler, fakat inkar ettiğiniz şeyleri yapar." Engel olur. Müşriğin de küfrü açık olduğu için zararı do­kunmaz. Fakat size güzel konuşan münafıktan zarar gelme­sinden korkarım. O, dili ile sizin inandığınızı söyler, fakat inkar ettiğiniz şeyleri yapar.[836]

 

Günahlara Keffâret Olan Şey

 

706. Enes bin Mâlik (r.a.) rivayet ediyor:

Bir adam Resûlullaha (s.a.v.) şöyle dedi:

"Ey Allah'ın Resulü, benim yapmadığım, etmediğim gü­nah kalmadı. Nefsimin istediği her şeyi yaptım."

Resûlullah (s.a.v.),

"Sen, 'Allah'tan başka ilah yoktur; Muhammed Onun Resulüdür' demiyor musun?" buyurdu.

O zât, "Evet, söylüyorum" cevabını verdi.

Resûlullah (s.a.v.),

"Bu bütün onları yok eder" buyurdu.[837]

 

Resûlullah Havuz Başında Ümmetini Bekleyecek

 

707. Enes bin Mâlik (r.â.) Resûlullahın şöyle buyurdu­ğunu rivayet ediyor:

"Benim havzım var, ben onun başına sizden önce acele ile varacağım."[838]

 

İzah

 

Hadiste Peygamberimizin ilk olarak varacağını söylediği ha­vuz, Kevser Havuzudur. Kevser Sûresinde "Şüphesiz ki sana Kevseri verdik"[839]

buyrulan Kevser, Allah'ın Cennette Peygambe­rimize verdiği bir nehirdir. Peygamberimiz bir hadislerinde bu su ile ilgili olarak şöyle buyurur:

"Cennete girdim, kıyılarında inciden çadırlar bulunan bir nehir gördüm. İçinde akan suya elimi daldırdım. Halis misk olduğunu gördüm. 'Bu nedir ey Cebrail?' diye sordum. 'Bu, Allah'ın sana vermiş olduğu Kevser'dir' dedi."[840]

Kevser ırmağının suyu, yatağı olmadığı halde yer üzerinde et­rafına taşmadan akar.[841]

Âlimlerin bildirdiğine göre Peygamberimize Cennette verilen Kevser ırmağından kıyamet gününde iki havuz açılacaktır. Bun­lardan birisi mahşer yerinde olacak, diğeri ise sıratı geçen mü'minlerin Cehennem sıcakalığı sebebiyle maruz kaldıkları harareti gidermek için kurulacaktır.[842] Mü'min kullar bu Havuz'un suyun­dan içecekler mahşer meydanının hararetini onunla giderecekler­dir. Peygamberimiz bununla ilgili olarak şöyle buyurmuştur:

"Muhammed'in hayatı kudret elinde olan Allah'a yemin ede­rim ki, Havuz'un kapları, gökteki sabit ve seyyar yıldızların sayı­sından daha çoktur. Dikkat edin, karanlık bir gecedeki yıldızlar kadar Cennetten kapları, bardakları vardır. O Havuz'un suyun­dan içen, sonsuza kadar asla susuzluk hissetmez." Cennetten iki musluk daima ona akar ve doldurur. Genişliği ve uzunluğu aynıdır. Mesafesi ise Eymen ile Amman arasındaki mesafe kadardır. Suyu sütten ak baldan tatlıdır."[843]

Kevser havzından bir bardak içenin insanlar arasındaki hüküm verilinceye kadar susuzluk ve hüzün cekmeyeceği,[844] ondan içmeyenin ebediyyen susuzluktan kurtulamayacağı da rivayetler arasındadır.[845] Tafsilat için Ölümden Sonra Diriliş  eserimizin 179-180. sayfalarına bakılabilir.[846]  

 

Oruç Ne İle Açılmalıdır?

 

708. Enes (r.a) rivayet ediyor:

"Kim hurma bulursa onunla iftar etsin. Hurma bulamayan su ile açsın. Çünkü su temizleyicidir."[847]

 

Erkeğin Avreti

 

709. Abdullah bin Cafer (r.a) Resulullahın (s.a.v) şöyle buyurduğunu rivayet ediyor:

"Göbekle diz kapagı arası avrettir."[848]

 

İzah

 

Avret yabancılara karşı örtülmesi gereken yer demektir. Erkeğin avreti, hadiste ifade edildiği gibi, göbekle diz kapağı arasıdır. Alimlerin çoğunluğu erkeklerin göbekle diz kapağı arasını hanımı dışında   kadın olsun erkek olsun yabancılara göstermesi haramdır.  [849]

 

Gizli Verilen Sadaka

 

710. Abdullah bin Cafer (r.a) Resulullahın şöyle buyurduğunu işittiğini rivayet ediyor:

"Gizli verilen sadaka Allah'ın gazabını söndürür."[850]

 

İzah

 

Tirmizi'deki hadis şöyledir:

"Sadaka Rabbin gazabını söndürür ve kötü ölümü berteraf eder."

Dinimizde sadaka teşvik edilmiştir. Ancak bunun gizli yapılması daha da makbuldür. Bununla ilgili bir çok hadis vardır. Mesela bunlardan birisi Sevgili Peygamberimiz (s.a.v), sağ elinin verdiğini sol elinden gizleyecek kadar sadakayı gizli veren kişiyi Allah'ın sevdiğini bildirmiştir. [851]Peygamberimiz bir hadislerinde de gizli verilen bir sadakanın açıktan verilen yetmiş sadakadan faziletli olduğunu haber vermiştir. [852]Başka bir hadiste ise fakire gizlice verilen sadakanın en üstün sadaka olduğu nazara

verilmiştir.[853] İzahını yaptığımız hadiste ise gizli verilen sadakanın Allah'ın gazabını söndüreceği haber verilmiştir.

Evet, gizli verilen sadakanın böylesine teşvik edilmesi, riya girmediği ve karşı taraf rencide edilmediği içindir.

Bununla beraber bâzı anlar olur ki, sadakanın açıktan verilme­si daha güzel olabilir. Meselâ bir yerde verilen bir sadaka başka­larının da himmetini harekete geçirecekse, böyle yerlerde açıktan sadaka vermek daha isabetli olur.[854]

 

Resûlullahın Sevdiklerini Sevmek

 

711. Abdullah bin Cafer (r.a.) Resûlullahın (s.a.v.) şöy­le buyurduğunu işittiğini rivayet ediyor: "Biriniz, ben sevdiğimden dolayı sizi sevmedikçe iman etmiş olmaz." [855]

 

İzah

 

Peygamberimiz, Ehl-i Beytini, Ashabını sevmiş, birçok hadis­lerinde bunları bizim de sevmemizi istemiştir. Bu hadis de bun­lardan birisidir. Hadiste geçen "iman etmiş olmazsınız" ifâdesi, "kâmil mânâda iman etmiş olmazsınız" demektir.[856]

 

İsm-i A'zam İle Dua Etmek

 

712. Enes bin Mâlik (r.a.) rivayet ediyor:

Resûlullah (s.a.v.), Benî Züreyk'ten birisi olan Ebû Aişe Zeyd bin Sâmit'e uğradı. O oturmuş şöyle duâ ediyordu:

"Allah'ım, hamd Senin içindir. Senden başka ilah yok­tur. Ya Mennan! Ey gökleri ve yeri hiç yoktan, modelsiz ve benzersiz bir surette yaratan! Ey sonsuz büyüklük büyük­lük, azamet ve yücelik sahibi!"

Bunun üzerine Resûlullah (s.a.v.) beraberinde olanlara hitaben,

"Adamın ne ile duâ ettiğini biliyor musunuz?" bu­yurdu.

Onlar, "Allah ve Resulü bilir" dediler.

Şöyle buyurdu:

"Şüphesiz o kimse, Allah'a o isimle duâ edildiğinde ica­bet ettiği, o vesile edilerek isteyene isteği verilen İsm-i A'zam'la [en büyük ismi ile] dua etti."[857]

 

Ressamlık

 

713. İbni Ömer (r.a.) rivayet ediyor:

"Ressamlar kıyamet gününde diriltilir ve onlara "Haydi yarattığınız [yaptığınız] şeylere can verin" denilir."[858]

 

İzah

 

Dinimizin, bir Allah'a inanmayı ve yalnız Ona ibâdeti emre­der. Allah'a ortak koşmaya işaret eden ve buna sebep olan şeyleri ise şiddetle yasaklar. Bunun içindir ki, Peygamberimiz (a.s.m.) tevhid inancına zarar verir düşüncesiyle kendi kabrine bile ibâdet eder derecede hürmet edilmesini istememiştir.

İşte Resûlullahın aynı sebeple yasakladığı şeylerden biri de re­sim yapmaktır. Çünkü Mekke'nin fethinden önce Kabe'nin için­de ve etrafında 360 adet put vardt. Müşrikler, taştan, tahtadan, demirden, tunçtan hattâ helva gibi yiyeceklerden yaptıkları putlara tazim ve hürmet gösterirlerdi. Onları bir ilah olarak görür ve ta­parlardı. Birşeyin yapılmasını onlardan ister, korktukları birşeyin şerrinden onlara sığınırlardı.

İşte bu şartlarda Peygamber Efendimiz, tevhid inancının yer­leşmesi için, ister hakaret, isterse ibâdet için yapılsın bütün re­sim, heykel ve tasvire karşı şiddetli tehditlerle yasaklama getirdi. İzahını yaptığımız hadis bu tehditlerden birisidir.

Konu ile ilgili bir başka rivayet şöyledir:

"Kıyamet gününde insanların ençok azap görecek olanı, Al­lah'ın yarattıklarını taklid edenlerdir."[859]

Buhârî, izahını yaptığımız hadisi "Tevhid" kitabında da zikret­miştir. Bu da gösteriyor ki, resmin haram kılınmasının sebebi şirk tehlikesidir, Allah'ın birliği inancına zarar verme endişesidir.

Nitekim resmin haram olduğunu söyleyenler buna sebep ola­rak Allah'ın yaratmasına benzetmeyi veya resme tapınmayı gös­terirler. Meselâ İbni Âbidîn bu hususta şöyle der:

"Resim yapmak haramdır. Çünkü bunda Allah'ın yaratmasına benzetmek vardır."[860] "Cansız eşya resimleri mekruh değildir. Çünkü buna tapılmaz."[861]

Tecrid Tercümesi'nde resmin yasaklanmasının tek sebebinin bu olduğuna dikkat çekilir ve şöyle denilir:

"Tersim ve tasvir bahsinde yegâne sebeb-i nehiy [tek yasak sebebi], resimlere, suretlere taabbüd [kulluk] endişesidir. İslâm dini tevhid dini ve zâtında, sıfatında bir Allah'a ibâdet, arz-ı ubu­diyet dini olduğundan ve bir kelime ile tevhid, İslâmî umdelerin ve İslâm nur ve ziyasının nokta-i mihrakı bulunduğundan her ne suretle olursa az, çok şirk ile şâibedâr olmaması Resûl-i Ekremin büyük bir kıskançlıkla ihtimam buyurduğu bir mesele idi. Tevhi­din muhafazası nâmına kendi kabrine bile ibâdet edercesine İzhar-ı hürmet edilmesini istemiyordu."

"Bu sebeple, İslâmiyetin ilk günlerinde Resul-i Ekrem ister ta'zim, ister tahkir ifâde eder surette kullanılsın, ister ibâdet, ister ihanet mânâsı arzetsin. resimli eşya isti'malini [kullanılmasını] mutlak surette nehyetmişti. Çünkü Resûl-i Ekrem İslâmın ilk günlerinde şirkle mücâdele halinde idi. Beşeriyeti asnama [putla­ra], temâsile, tesâvire [resimlere] ibadetten mene çalışıyordu."[862]

Fakat, İslâm şirke galip geldikten, Mekke fethedilerek Kabe'­nin içindeki putlar birer birer manasızlık karanlığına gömüldük­ten, Kabe'de tevhid sadası gürledikten sonra, artık resim hakkın­daki şiddet kalktı, resimli şeylerin ta'zim ve hürmet ifâde etmeye­cek tarzda kullanılmasına müsaade edildi.

Resim hakkındaki hadisleri değerlendiren âlimler, resim yap­manın hükmü hakkında tamamen ittifak edebilmiş değillerdir. İki noktada ittifak etmelerine rağmen, bir konuda farklı görüşler var­dır. Bunlardan ittifak ettikleri iki konu şunlardır:

1. Ağaç, dağ, taş gibi eşya ve manzara resimleri çizmek kesin olarak helâldir.

2. Yarım olan insan ve canlı resimlerinin yapılması ve kul­lanılması caizdir.

Resmin üzerinde fikir birliği olmayan şekli ise tam olan can­lılara âit resimlerdir. Bâzı âlimler böyle resimleri haram, bâzıları ise mekruh olarak görmektedirler.

Canlı da olsa resim yapmanın haram olmayacağını söyleyen âlimlerin başında Buhârî'yi ilk şerhedenlerden Hattâbî Ebû Sü­leyman gelir. Bu zât canlı resim yapmayı mekruh olarak görür. Buna sebep olarak da kalbin boş şeylerle meşgul olmasını gös­termiştir.

Şafiî mezhebinden İzzüddîn bin Abdüsselâm, Hanbelî mezhe­binden İbnü'I-Kayyim el-Cevzî, Mâlikî mezhebinden Ebû İshak eş-Şâtibî gibi İslâm hukukunda usûl âlimleri şu kâide üzerinde it­tifak etmişlerdir:

"Dinî hükümlerin emrediliş ve yasaklanışı sebep ve maksatlara dayanır. Bunların hepsi de dünyalarında ve âhiretlerinde kulların maddî, manevî menfaatlerine râcidir."

Bundan çıkan netice şudur: "Bir sebebe [illete]bağlı bulunan şer'i hüküm varlık ve yokluğunda bu illete tâbidir" şeklinde ifâde edilen kaide gereğince şer'i nassa istinad edenler de dahil olmak üzere bütün hükümler, temeli ve tatbikinin şartı olan sebep, yani illet ortadan kalkınca, tatbik edilmezler. Âlimler, "Zamanlar, me­kânlar ve durumların değişmesi sebebiyle hükümlerin de değişe­bileceği inkar edilemez" umumî kaidesini buna bina etmişlerdir.[863]

Nitekim Peygamberimizin tatbikatında bunu görüyoruz. Meselâ Peygamberimiz başlangıçta kabir ziyaretini yasaklamış, belirli bir zaman geçtikten sonra buna izin vermişti.[864] Yine başlangıçta fakir­lerin et yeme ihtiyaçlarını göz önünde bulundurarak kurban etleri­nin üç günden fazla saklanmasını yasaklamıştı, fakat zaman geçti, çoğunluğun maddî durumu düzeldi, mahzur ortadan kalkınca kurban etinin bir bölümünü saklamaya izin vermişti.[865]

Peygamberimizin vefatından sonra da buna benzer tatbikat­ların yapıldığını görüyoruz. Bunlardan birisi, Hz. Ömer'in müellefe-i kulübün zekâttan hisse almasına son vermesidir. Oysa Pey­gamberimiz, "Zekât ancak fakirlere, yoksullara, zekât toplayan memurlar, kalbleri İslama ısındırılacak kimselere [müellefe-i kulûba]...."[866]

âyetine uyarak imanı zayıf olan bâzı kimseleri İslama ısındırmak, kötülüklerini önlemek veya kabileleri içinde üstün yerleri olduğu için zekâttan hisse vermişti. Hz. Ömer, müellefe-i kulûba zekâttan hisse vermeyi kesti. Çünkü artık İslâmın imânı zayıf olanların yardımına ihtiyacı yoktu, ayrıca onlar zarar vere­bilecek durumda da değillerdi. Yani hükmün sebebi ortadan kalk­mıştı. Bunun başka misâlleri de vardır. Bir de sonraki devirler­den bir misâl verelim.

İmâm-ı Âzam'ın talebesi ve Bağdat Başkadısı İmam Ebû Yu­suf, kendi zamanındaki âdete bakarak arpa ile buğdayı satış ve muamelesi tartı ile olan eşyadan kabul etmiştir. Bu durum Pey­gamberimizin örf ve âdete göre arpa ve buğdayı satışı ölçü ile yapılan eşyadan kabul ettiği hadise aykırıdır.

Bu ve benzeri örneklerde, şer'i bir hükmün üzerine kurulduğu sebep veya âdetin değişmesine tâbi olarak değiştiği görülmek­tedir. Zaten donmayı ve atâleti kabul etmeyen, her devirde kendi ölçüleri içerisinde değişmeye kaabiliyetli olan İslâm Hukukunun da ruhu budur. Fakat zamanla bu ruh unutulmuş, Müslümanlar hükümleri sabit ve donmuş olarak ele almışlardır. Âdetler, ih­tiyaçlar, zamanlar, durumlar değişmiş, milletler, ilimler, sanatlar ve hayat gelişip ilerlemiş fakat bâzı konularda maalesef geçmişe takılıp kalınmıştır. İşte bu konulardan birisi de resim yapmaktır. Bu konuda devamlı Peygamberimizin Mekke Devrindeki hadisle­ri esas alınmış, zamanın değiştiği nazara alınmamıştır. Çizilen bü­tün canlı resimler haram katagorisine dâhil edilmiştir. Oysa gü­nümüzde buna yeni bir hüküm getirmek zarurîdir. Çünkü günü­müzde resim meselesi bir hayli şekil değiştirmiştir. Küfrün âdeta silahı durumuna gelmiştir. Buna karşı resim ve çizgi âdeta bir si­lah, bir bomba hüviyetindedir. Düşmanın silahı ile silahlanmak gerektiğine göre biz Müslümanların gerek gazetemizde, gerekse dergilerimizde ve kitaplarımızda resmi bir cihad vasıtası olarak kullanmamızda bir mahzur bulunmamaktadır. Fakat bu "Her re­sim caizdir" demek değildir. Resimleri yapılması caiz olan ve olmayanlar diye tasnif etmek gerekmektedir. Buna göre, bir ressa­mın Allah'ın yarattığına benzetmek niyeti taşımayan, zulüm ifâde etmeyen, müstehcen olmayan ve gösterişe sebep olmayan, kahra­manlık duygularını harekete geçiren resimleri caiz; Allah'ın ya­rattığına benzetmek niyeti taşıyan, zulüm ifâde eden, nefse hitap eden ve gösterişe sebep olan resimleri ise haramdır.

Bediüzzaman'ın meâlen alacağımız şu ifâdesi ile meselemizi bitirelim:

Puta tapmayı Kur'ân men ettiği gibi, sanemperestliğin bir nevi taklidi olan suretperestliği de men eder. Medeniyet ise, suretleri kendi güzelliklerinden sayıp Kur'ân'a karşı gelmek istemiş. Hal­buki, gölgeli, gölgesiz suretler, ya taşlaşmış bir zulüm maddeleşmiş, ceset giymiş bir gösteriş, riya veya cisim haline gelmiş bir şehvet unsurudur ki, insanlığı zulme ve riyaya ve nevaya, hevesi kamçılayıp teşvik eder.[867]

Burada yukarıda üzerinde durduğumuz Hattabî'nin resmi ha­ram görmeyip, lüzumsuz meşgale olduğu için mekruh saydığını, günümüzde ise sınırlarını çizdiğimiz resimleri yapmanın lüzum­suz bir meşgale olmadığını da ifâde edelim. İslâm da Helaller Ha­ramlar isimli eserimize de bakınız.[868]

 

Duâ Bir İbâdettir

 

714. Nu'man bin Beşîr (r.a.) rivayet ediyor:

Resûlullah (s.a.v.),

"Duâ ibâdettir" buyurdu. Sonra,

"Rabbiniz buyurdu ki: Bana duâ edin, size cevap vereyim. Bana ibâdet etmeyi kibirlerine yediremeyenler, hor ve hakîr olarak Cehenneme girecekler"[869] âyetini okudu ve,

"Yani duâ etmeyi kibirlerine yediremeyenler" buyurdu.[870]

 

İzah

 

Hadiste de ifâde edildiği gibi, dua bir ibâdettir. Hattâ ibâdetin ruhu ve özüdür. Namaz kılarak, oruç tutarak Yüce Rabbimize ibâdet ettiğimiz gibi, duâ ile de Ona kulluk ederiz. Duâ bir ibâdet olduğu içindir ki, karşılığında hiçbir menfaat beklemeyiz. Çünkü diğer ibâdetlerde olduğu gibi, duanın da neticesi, meyvesi uhrevîdir, âhirette verilir.

Allah'a ibâdeti, yani Ona boyun eğip al açmayı, Ondan istekte bulunmayı gururlarına yediremeyenler Cehenneme gireceklerdir.[871]

 

Misvak Kullanmak

 

715. Huzeyfe bin Yeman (r.a.) rivayet ediyor:

Resûlullah gece kalktığında dişlerini misvakla ovardı.[872]

 

Kur'ân'a Sımsıkı Sarılmak

 

716. Cübeyr bin Mut'im, babası Mut'im'den (r.a.) riva­yet ediyor:

Resûlullah (s.a.v.) ile beraberdik. Cuhfe'de Resûlullah (s.a.v.) yanımıza çıktı ve şöyle buyurdu:

"Siz Allah'tan başka ilah olmadığına, Onun tek olduğuna ve ortağı bulunmadığına, benim Allah'ın Resulü olduğuma, Kur'ân'ın Allah tarafından geldiğine şahitlik etmiyor musu­nuz?"

Biz, "Evet, ediyoruz" dedik. Sonra şöyle buyurdu:

"Muhakkak bu Kur'ân'ın bir tarafı Allah'ın kudret elin­de, diğer tarafı da sizin elinizdedir. Ona sımsıkı sarılın. Böyle yaparsanız ondan sonra hiçbir zaman helak olmaz ve dalâlete düşmezsiniz."[873]

 

Hayırlı Kul, Borcunu Güzel Şekilde Ödeyendir

 

717. Ebû Hümeyd es-Sadî (r.a.) rivayet ediyor:

Resûlullah selem yoluyla bir çeşit hurma çeşidi aldı. Ödenme vakti geldiğinde adam borcunu istemişti. Resûlullah ona,

"Bu gün ödeme imkanımız yoktur. Dilersen bize biraz zaman tanı. Bir şey geldiğinde onu sana ödeyelim" buyur­du.

Adam "Vay! Sözde durmayışa bakın!" dedi. Bunun üzerine Ömer öfkelendi. Resûlullah ona,

"Bırak bizi ey Ömer! Şüphesiz hak sahibinin konuşmaya hakkı vardır" bu­yurdu.

Sonra Havle binti Hakîm'e,

"Yanında hurma varsa bize borç olarak ver" diye haber gönderdi.

Havle, gelenlere, "Allah'a yemin ederim ki yanımda ihtiyaç için sakladığım­dan başka yoktur" dedi. Bunu Resûlullaha haber verdiler.

Resûlullah alacaklısına,

"Hakkını tam aldın mı?" diye sordu.

O kimse, "Evet, tam verdin ve gönlümü de aldın" cevabını verdi. Sonra Resûlullah (s.a.v.) şöyle buyurdu:

"Allah'ın kullarından Allah'ın yanında en hayırlısı, bor­cunu güzel bir şekilde ödeyen ve alacaklının gönlünü alan­dır."[874]

 

İzah

 

Hadisin başka bir rivayetinde şu ilâveler vardır:

Bir bedevi Resûlullahtan alacağını talep etmek üzere geldi ve ona karşı sert davrandı. "Alacağımı vermezsen seni sıkıştırırım" dedi.

Resûlullahın yanındakiler, "Yazıklar olsun sana! Kiminle konuştuğunu biliyor musun?" dediler.

Adam, "Ben hakkımı istiyorum" cevabını verdi.

Resûlullah yanındakilere,

"Ben sizin hak sahibi ile beraber ol­manızı isterim" buyurdu.

Borcunu ödedikten sonra da şöyle bu­yurdu:

"Şüphesiz ki, içinde alacaklısını rahatsız etmeksizin zayıfın hakkını alamayan bir topluluğu Allah yüceltmez."[875]

 

Ayrılırken Selâm Vermek

 

718. Ebû Hüreyre (r.a.) rivayet ediyor:

"Biriniz oturan bir topluluğa geldiğinde selâm versin. Bir işi olup da çıkmak istediğinde yine selam versin. Bu selâmlardan birincisi diğerinden daha üstün değildir."[876]

 

İzah

 

Ayrılırken selâm vermekle ilgili bir başka hadis şöyledir:

"Bir meclisten ayrılırken oradakilere selâm vermesi, kişinin üzerinde bir haktır."[877]

 

Resûlullahın Valilere Nasihati

 

719. Ebû Mûsâ ve Muâz bin Cebel (r.a.) rivayet ediyor:

Resûlullah (s.a.v.) bizi Yemen'e gönderdiğinde şöyle buyurdu:

"Gidiniz. Birbirinize itaat ediniz. Birbininize karşı gelmeyiniz. Müjdeleyiniz, nefret ettirmeyiniz. Kolaylaştırınız, güçleştirmeyiniz."[878]

 

İzah

 

Peygamberimiz (s.a.v.) Hicretin 10. yılında İslâmiyetin yayıl­dığı yerlere valiler gönderdi. Bu cümeleden olarak Hz. Muâz'ı da Yemen'in üç bölgesinden biri olan Cened için görevlendirdi. Hz. Muaz burada hâkimlik yapacak, halka İslâmiyeti anlatacak, Kur'ân'ı öğretecek, tahsil edilen zekât ve sadakaları teslim alacaktı.

Yemen'in başka bir bölgesi için görevlendirilenlerden birisi de Ebû Mûsâ el Eş'ârî idi (r.a.).

Resûlullah (s.a.v.) bu iki valiyi uğurlarken bilhassa Hz. Muâz'a bir müddet yanında yürüyerek nasihatlarda bulundu. Sonra da her iki Sahabîye yukarıdaki tavsiyelerde bulundu.[879]

 

Haricîler

 

720. Ali (r.a.) rivayet ediyor:

"Ahirzamanda yaşları genç ve hülyaları bozuk bir grup çıkacak. Kâinatın Efendisinin sözünü [hadis] söyleyecekler. Onların imanları boğazlarından aşağıya geçmeyecek. Onlar okun yaydan çıktığı gibi dinden çıkacaklar. Onlara ulaştığı­nızda onları öldürün. Eğer onları öldürürseniz sevap kaza­nırsınız."

670, 691 numaralı hadislere ve izahlarına bakınız.[880]

 

Resûlullahın Vefatından Sonra Dinden Dönenler Oldu

 

721. Âişe (r.a.) şöyle diyor:

Resûlullah (s.a.v.) vefat etti, Araplar dinden döndü, ni­fak tırmandı. Eğer babamın üzerine çöken şey yüksek dağ­ların üzerine çokseydi, şüphesiz dağı paramparça ederdi.[881]

 

İzah

 

Başka bir rivayette Hz. Aişe şöyle demiştir:

"Resûlallahın vefatı üzerine, Arap kabilelerinden birçoğu din­den döndü. Yahudiler, Hıristiyanlar ve münafıklar hareket geçti. Müslümanlar, kış gecesinde yağmura tutulup dağılan koyuna döndüler."

Evet, iman kalplerinde henüz tam manasıyla kökleşmemiş olan bir grup insan, Peygamberimizin vefatından sonra dinden döndüler. Dinden dönen bu insanların kalplerinde imanın henüz yerleşmediği, Resûlullahın sağlığında, daha onlar müslüman ol­duklarında bir âyet-i kerimede şöyle bildirilmişti:

"Bedevilerden bâzıları 'İman ettik' dediler. Onlara de ki: Ha­yır, iman etmediniz. 'Siz Müslüman olduk' deyin; çünkü iman henüz kalbinize girmiş değildir."[882]

İşte Peygamberimizin vefatından sonra dinden dönenler, iman henüz kalplerine yerleşmemiş olan bu bedevilerdi. Yoksa diğer müslümanlarda en küçük bir tereddüt, bir sarsılma olmadı.

Dinden dönenler iki grupta toplanıyordu:

1. Zekât ödemek istemeyenler,

2. Müseylimetü'l-Kezzap, Esvedü'1-Ansî gibi yalancı pey­gamberlerin peşine takılanlar.

Hz. Ebû Bekir, her iki grupla da savaştı, Allah'ın yardımı sa­yesinde onları yola getirdi. Tafsilat için Dört Halife Devri ve Sıddîk-ı Ekber Hz. Ebû Bekir isimli kitaplarımıza bakılabilir.[883]

 

Borçtan Allah'a Sığınmak

 

722.  İbni Abbas (r.a.) Resûlullahm (s.a.v.) şöyle duâ ettiğini bildirir:

"Allah'ım, borç altında ezilmekten Sana sığınırım."

585 numaralı hadise bakınız.[884]

 

Bâzı Musibetler Günahların Neticesidir

 

723. Berâ bin Âzib (r.a.) rivayet ediyor:

"Bir damarın veya gözün uğradığı her ıztırap bir günah karşılığıdır. Allah'ın günah karşılığında kişiye çektirmediği ıztırap ise daha fazladır."[885]

 

Toprak Parçasını Gasbetmek

 

724. Ya'la bin Mürre (r.a.) Resûlullahın (s.a.v.) şöyle buyurduğunu işittiğini rivayet ediyor:

"Kim haksız olarak bir karış veya daha az bir yeri gasbederse, kıyamet günü yedi kat yerin altına kadar o yeri taşı­yarak gelir."[886]

 

İzah

 

Ya'la bin Mürre'den (r.a.) rivayet edilen bir hadis de şöyledir:

"Herhangi bir kimse zulüm yaparak bir karış yer alırsa, Allah onu yedi kat yere ulaşıncaya kadar orasını kazmakla mükellef tu­tar. Sonra da kıyamet günü insanlar arasında hüküm verinceye kadar onu boynuna yükler."

183 numaralı hadisin izahına da bakınız. [887]

 

İnsanlarla Sürtüşmenin Zararı

 

725. İbni Abbas (r.a.) rivayet ediyor:

"İnsanlarla sürtüşmekten sakın! Çünkü bu iyi hasletleri örter, çirkinleri ise su yüzüne çıkarır." [888]

 

İzah

 

Peygamberimiz bu hadislerinde insanlarla sürtüşmekten sakın­mayı tavsiye ediyor ve sebep olarak da böyle yapmanın iyi hasletleri örtmesini, çirkin hasletleri ise su yüzüne çıkarmasını gösteri­yor. Gerçekten de biri ile sürtüşmeye girildiğinde, göze tutulan parmağın koca dağı örtmesi gibi, kendisi ile sürtüşülen kimse de karşısındaki şahsın bütün iyiliklerini, iyi hasletlerini hemen unutuveriyor. Hadiste de ifâde edildiği gibi, sürtüştüğü şahsın ne ka­dar kötü hasleti varsa hepsini su yüzüne çıkarıyor. İşte hadiste bundan kurtulmanın en mühim yollarından birisi gösteriliyor.[889]

 

Hibeden Dönmek

 

726. Câbir (r.a.) rivayet ediyor:

"Hibe ettiği bir şeyden dönen, kusmuğunu geri yiyen kimse gibidir."[890]

 

İzah

 

Zikrettiğimiz kaynaklarda hadîs,

"Hibesinden dönen, kus­muğuna dönen köpek gibidir" ve "Kusmuğuna dönen köpek gibi, hibesinden dönen kimsenin kötü örneği bize yakışmaz"

şeklinde kayıtlıdır."

İmam-ı A'zam'a ve bir kısım âlimlere göre hibeden dönmek mekruhtur.[891]

 

Peygamberimizin Bâzı Mühim Tavsiyeleri

 

727. Ebû Hüreyre (r.a.) rivayet ediyor:

"Ey Ebû Hüreyre! Allah'ın sana takdir ettiği rızka razı ol, zengin olursun. Şüpheli şeyleri terk et, Allah'a gerçek kul olursun. Kendin için sevdiğim insanlar için de sev, mü'min olursun. Komşularına iyilik et, gerçek Müslüman olursun. Çok gülmekten sakın. Çünkü çok gülmek kalbi öldürür. Kahkaha şeytandan, tebessüm ise Allah'tandır."[892]

 

Ümmetler Ne Zaman Helak Olur?

 

728. Abdullah bin Ömer (r.a.) rivayet ediyor:

"Bir ümmet Allah'a ortak koşuncaya kadar asla helak ol­maz. Allah'a şirk koşan bir ümmetin bu şirki de, kaderi in­kar etmeyle başlar."[893]

 

İzah

 

Hadiste dikkat çekilen kaderin inkar edilmesi,

"Kul fiilinin ya­ratıcısıdır. Kaderin bunda hiçbir tesiri yoktur" denilmesidir. "Kul fiilinin yaratıcısıdır" demek, Allah'a şirk koşmaktır. Kaderi inkar etmeyi Müslümanlar içerisinde ilk başlatanlar Ma'bed el-Cühenî (Ö.80/699) ve Gaylan ed-Dımeşkî idi.

Peygamberimiz bir başka hadislerinde kaderi inkar edenleri "ümmetin mecusîleri" olarak vasıflandırmıştır.[894]

Konunun tafsilatı için Kadere İman isimli eserimizin 40-43. sayfalarına bakılabilir.

Ayrıca 75, 305, 432 numaralı hadislere de bakınız. [895]

 

Rükû Ve Secdeleri Tam Yapmak

 

729. Ebû Hüreyre (r.a.) rivayet ediyor:

Resûlullah (s.a.v.) kişinin namazda rükû ve secdeleri tam yapmamasını yasakladı.[896]

 

Allah Her Şeyde Güzelliği Emretmiştir

 

730. Şeddad bin Evs (r.a.) rivayet ediyor:

"Muhakkak Allah herşeyde güzelliği emretmiştir. Öyle ise öldürdüğünüzde güzel bir şekilde öldürün. Hayvan kestiğinizde kesimi güzel yapınız. Hayvan kesecek olan bıçağını iyice keskinleştirsin ve keseceği hayvana eziyet vermesin."[897]

 

İzah

 

Peygamberimiz bu hadislerinde Allah'ın herşeyde güzelliği, vazifeyi en güzel şekilde yapmayı emrettiğine dikkat çekiyor. Ha­disin bu kısmını tamamlayan bîr başka hadis de,

"Allah güzeldir, güzelliği sever"[898] şeklindedir.

Peygamberimiz bâzı çirkinliklere bu prensibi hatırlatarak müdahele etmiştir.

"Emretmiştir" şeklinde tercüme ettiğimiz kelime metinde "yaz­dı" şeklinde kayıtlıdır. Yazdı kelimesi, emretti, takdir etti mânâla­rına gelir.

Peygamberimiz Allah'ın herşeyde güzelliği emrettiğini bildir­dikten sonra, öldürme ve kesmelerde bile buna riâyet edilmesi ge­rektiğini nazara veriyor. "Öldürme"den kasıt, savaşta düşmanı öl­dürmek, katili kısas olarak öldürmek, zina eden evlileri recmetmek ve hayvanları öldürmek veya kesmektir. Bütün bu öldür­meler yapılırken işkence etmemek, recmederken yüze taş atma­mak, ateşte yakarak öldürmemek emredilmiştir.

Hayvan kesimini güzel yapmak, bir hayvanı kesmeden önce bıçağı iyice bilemek, hayvana eziyet vermemektir. Hayvana eziy­et vermemenin bir yönü başka hadislerde bıçağı gözü önünde bi­lememek şeklinde açıklanmıştır. Nitekim bir defasında Resûlullah kesmek üzere yatırdığı hayvanın karşısında bıçak bileyen birini görmüş, ona şöyle müdahalede bulunmuştu:

"Sen onu iki defa mı öldürmek istiyorsun? Hayvanı yatırma­dan önce bıçağını niçin bilemedin?"

Yine hayvanlardan birini diğeri gözü önünde kesmemek, ke­sim yerine sürükleyerek götürmemek, acı çektirmemek, bıçağı boynuna süratlice çalmak, soğumadan derisini yüzmemek de, ke­silecek hayvana eziyet vermemenin başka unsurlarıdır.[899]

 

Kendine Verilmeyenle Tok Görünmek

 

731. Aişe (r.a.) rivayet ediyor:

"Kendisine verilmeyenle tok gürülen iki sahte elbise giyen gibidir."[900]

 

İzah

 

Peygamberimizin bu sözü söylemesine sebep bir kadının "Ey Allah'ın Resulü! Benim bir kumam var. Ona karşı kocamın ver­mediği şeyle tok gürünsem bir mahzuru var mı?" suâlidir.

Hadis, elinde avucunda birşey olmadığı halde kendini zenginmiş gibi gösteren, aç olduğu halde kibirinden dolayı tok görünen, faziletli olmadığı halde kendini öyle gösteren kimsenin başkasının elbisesi ile caka satan yalancı kimse gibi olduğunu nazara ver­mektedir.[901]

 

Peygamberliğin Yirmi Dört Parçasından Biri

 

732. Abdullah bin Serces (r.a.) rivayet ediyor:

"İstikâmet üzere olmak, güzel haslet, düşünerek, sabırla hareket etmek ve her hususta orta yolu tutmak, peygamber­liğin yirmi dört parçasından bir parçadır."[902]

 

Dinde Aşırı Gitmemek

 

733. Enes (r.a.) rivayet ediyor:

"Dininizin en hayırlısı kolay olanıdır."[903]

 

İzah

 

Peygamberimiz yukarıdaki hadislerinde çoğu zaman ihmal edilen mühim bir hususa dikkat çekiyor. O da dinde hayırlının kolay olanı olduğudur. Dinin tebliğcisi böyle derken, dinin ko­yucusu, şeriatın sahibi olan Yüce Allah da oruç hususunda yolcu­lara ve hastalara ruhsat tanıdıktan sonra,

"Allah sizin için kolaylık ister, zorluk istemez"[904]

buyurarak, dinin zorlaşan imasını hoş kar­şılamadığını nazara vermiştir.

Üzülerek ifâde edelim ki, daha Peygamberimiz zamanında in­sanlar "iyi niyetle" de olsa, kolay olan dini zorlaştırma çabasına girmişlerdir. Peygamberimiz de dini zorlaştırma gayreti içerisinde olan Sahabîleri her seferinde ikaz etmiş, dinin kolay olduğunu bildirmiştir. Bunun pekçok misâlinden birkaçı şöyledir:

Sahabîlerden bir grup Resûlullahın hanımlarına gelerek Pey­gamberimizin farzların dışında yaptığı ibâdetlerden sordular. Su­allerinin cevabını alınca, sanki bunu az bularak şöyle dediler:

"Resûlullah kim, biz kimiz? Allah onun geçmiş ve gelecek bü­tün günahlarını atfetmiştir. Böyle olunca ona az ibâdet yeter."

İçlerinden biri, "Ben artık hayatım boyunca her gün namaz kı­lacağım" dedi.

İkincisi, "Ben de hayatım boyunca hep oruç tutacağım, hiç ara vermeyeceğim" vaadinde bulundu.

Bir diğeri ise, "Hanımımla ebediyyen cinsî noktada beraber olmayacağım" sözünü verdi.

Onların bu durumlarından haberdar olan Peygamberimiz (s.a.v.) kendilerini şöyle ikaz etti:

"Sizler şöyle şöyle söylemişsiniz. Allah'a yemin olsun ki, si­zin Allah'tan en çok korkanınız ve yasaklarından ençok kaçınanı­nız benim. Böyle iken bazan oruç tutar, bazan yerim; bazan na­maz kılar, bazan uyurum. Kadınlarla da beraber olurum. Benim sünnetim budur. Kim sünnetimi beğenmezse benden değildir."[905]

Peygamberimiz, yukarıdaki sözleri ile "mağfirete uğrasam bile Allah'tan en çok korkanızı benim" buyurarak az ibâdet yapma­sının bağışlanmış olmasından kaynaklanmadığını, dinin ağır yü­kün altına girmek demek olmadığını nazara vermiştir.  

Hadisin başka bir rivayetinde Peygamberimizin umuma hita­ben şöyle bir konuşma yaptığı bildirilir:

"Allah için söyleyin! Bazıları benim yaptığım şeyi beğenmeyip kaçınıyorlarmış, doğru mu? Allah'a yeminle söylüyorum, ben Allah'ı onlardan çok daha iyi biliyorum. Allah'tan duyduğum korku da onların duyduklarından çok daha fazladır."[906]

Bu hadislerin çeşitli rivayetlerinde Resûlullahın böyle düşü­nenlere çok kızdığı bildirilir.

Sahabîlerden Osman bin Ma'zun (r.a.) gece namaz kılmak, gündüzleri hep oruç tutmak ve evlenmemek üzere yemin etmişti. Peygamberimiz onu yanına çağırttı ve,

"Sen sünnetimi beğenmi­yor musun?" buyurdu.

Osman (r.a.) "Hayır ey Allah'ın Resulü, yemin ederim ki ha­yır! Aksine ben senin sünnetini arıyorum" dedi.

Bunun üzerine Resûlullah şöyle buyurdu:

"Bil ki ben hem uyurum, hem namaz kılarım; bazan (nafile) oruç tutarım, bazan tutmam. Kadınlarla evlenirim de. Ey Osman, Allah'tan kork. Çünkü ailenin senin üzerinde hakkı var, misafirin senin üzerinde hakkı var, nefsinin senin üzerinde hakkı var. Öyle ise bazan oruç tut, bazan tutma, namaz da kıl, uykunu da al."[907]

Dinde aşırıya kaçtığı için ikaz edilen Sahabîlerden birisi de Abdullah bin Amr bin As'dır (r.a.). Bu zat, "Hayatta kaldığım müddetçe gündüzleri oruç tutacağım, geceleri de namaz kılaca­ğım" diye kendi kendine söz verdi. Bunu haber alan Resûlullah onu çağırttı ve,

"Sen böyle böyle söylemişsin doğru mu?" buyur­du.

Hz. Abdullah, "Annem babam sana feda olsun, evet böyle söyledim ey Allah'ın Resulü" buyurdu. Bunun üzerine Peygam­berimiz kendisine şu ikazı yaptı:

"İyi ama sen buna güç yetiremezsin. Bazan oruç tut, bazan tutma, gece hem kalk, hem de uyu. Ayda üç gün oruç tut. Çünkü hayırlı işleri Allah on misliyle mükafatlandırıyor. Bu üç gün bir yıl oruç tutma sevabı kazandırır."

Bunun üzerine Hz. Abdullah, "Söylediğinden daha fazlasına güç yetiririm" dedi.

Resûlullah,

"Öyle ise bir gün oruç tut, iki gün ye" buyurdu.

Abdullah, "Bundan fazlasına da güç yetiririm" dedi.

Resûlullah,

"Bir gün tut, bir gün ye. Bu Davud'un (a.s.) oru­cudur" buyurdu.

Abdullah, "Bundan daha fazlasına da güç yetiririm" dedi. Resûlullah,

"Bundan efdali yoktur" buyurdu.[908]

Bununla ilgili bir başka rivayet şöyledir:

Peygamberimiz Hz. Abdullaha,

"Duyduğuma göre sen hiç ara vermeden oruç tutuyor, bir gecede Kur'ân'ı hatmediyormuşsun, doğru mu?" buyurdu.

Abdullah, "Evet, ey Allah'ın Resulü, doğrudur. Ancak mak­sadım sadece hayırdır" cevabını verdi. Sonra da aralarında şu konuşma geçti:

"Kur'ân'ı ayda bir kere hatmedecek şekilde oku!"

"Daha fazlasına güç yetirebilirim."

"Öyle ise her on günde bir kere hatmet."

"Fazlasına güç yetirebilirim."

"Öyle ise haftada bir kere hatmet. Bilemezsin. Belki uzun ömürlü olursun, yaşlandığında ahdini yerine getiremezsin."

Hz. Abdullah gerçekten uzun ömürlü oldu. Nefsini ahdettiği ibâdetlere zorladıkça, nefsi de ona şiddetle karşı çıktı. Nihayet, "İhtiyarladığım zaman Resûlullahın (s.a.v.) tanıdığı ruhsatı kabul etmiş olmayı temenni ettim" diyerek omuzuna ağır yük yüklemiş olmanın pişmanlığını ifâde etti.

Bir defasında Resûlullah (s.a.v.) mescide girmişti. İki direk arasına gerilmiş bir ip gördü.

"Bu nedir?" diye sordu.

"Bu Zeyneb'in (r.a.) ipidir. Namaz kılarken uykusu gelince buna tutu­nuyor, ip onun düşmesini önlüyor" dediler. Resûlullah tepki gösterdi, şöyle buyurdu:

"Hayır, çözün ipi. Şevkiniz varken namaz kılın, uykunuz ge­lince de yatın."[909]

Resûlullah (s.a.v.) Hz. Aişe'nin yanında tanımadığı bir kadın gördü.

"Bu kimdir?" buyurdu.

Hz. Aişe, "Filancadır. Geceleri hiç uyumaz, ibâdet eder" ce­vabını verdi.

Bunun üzerine Resûlullah şöyle buyurdu:

"Sus yeter. Size güç yetirebileceğiniz ameli yapmak yaraşır. Çünkü siz ibâdet etmekten usanmadıkça, Allah da sevap yazmak­tan usanmaz. Allah'a en hoş gelen amel az da olsa, devamlı olandır."[910]

Peygamberimizin dini zorlaştırmaya çalışanlara yaptığı bu ikazların yanı sıra dinin kolay olduğunu ve kolaylaştırılması ge­rektiğini haber veren pekçok hadisi vardır. Bunlardan bir kaçının meali şöyledir: "İnsanlara namaz kıldıran hafif kıldırsın, uzatmasın."

"Bu din kolaylıktır. Kimse aşırı gayretle dini geçmeye çalış­masın. Bununla başa çıkamaz. Galibiyet dinde kalır."[911]

 "Kolaylaştırın, zorlaştırmayın."[912]

Bir kimse şayet fazla ibâdet yapmak istiyorsa, sünnette olan ibâdetlerden yapsın. Böylece sünnette olmadığı halde ibâdet diye yaptığı şeylerden binler misli daha fazla sevap kazanır. Zaten akıl da az gayretle çok kazanç elde etmeyi gerektirir. İşte sünnete ittiba eden az gayretle çok sevap kazanır.

Dinin tatbikatında usanç verici ve bıktırıcı zorluğa, ağıryüke yer verilmemelidir. Allah ve Resulü neyi emretti ise onunla yetin­mek, onu yeterli bulmak, aşırıya gitmemek dinin selâmeti için çok önemlidir. Dinde aşırı gidenlerin, Allah'ın rızasını kazanmak için sırtlarına Allah ve Resulünün emretmediği, sünnette olmayan yükler yüklemenin kişiyi helakete götüreceği unutulmamalıdır.

Peygamberimizin bildirdiğine göre geçmişte bir kavim bir kı­sım zahmetli işlere azmederek kendilerini zora atmışlar, fakat işin sonunu getirememişlerdir. Yüce Allah Kur'ân'da bunları şöyle nazara verir:

"Ruhbanlığa gelince, onu Biz emretmediğimiz halde kendileri Allah'ın rızasını aramak için icad ettiler; sonra ona da hakkıyla riâyet etmediler"[913]

Bu arada her ne kadar iyi niyetten kaynaklansa da çeşitli isim­lerle sünnette olmayan namazlar ve başka ibâdet şekilleri çıkar­manın da dini zorlaştırmak, Allah korusun Resûlullahın sünnetini yeterli bulmamak mânâsına geldiğini, bunu dinin vaz geçilmez bir ibâdet tarzı olarak görmenin bid'at olduğunu da ifâde edelim.[914]

 

Merhamet

 

734. Üsâme bin Zeyd (r.a.) Resûlullahın (s.a.v.) şöyle buyurduğunu rivayet ediyor:

"Merhamet etmeyene merhamet edilmez."[915]

 

440 numaralı hadise bakınız. [916]

 

İzah

 

Peygamberimizin bu sözü söylemesinin sebebi şu hadisedir: .

Resûlullah torunu Hz. Hasan'ı öpmüştü. O sırada orada bulu­nan Akra' bin Habis bunu tuhaf karşılayarak, "Benim on tane ço­cuğum var. Fakat onlardan hiçbirini öpmedim" dedi. Bunun üze­rine Resûlullah yukarıdaki sözü söyledi.

Resûlullahın Akra'ya,

"Allah kalbinden merhameti çıkardı ise ben ne yapabilirim?" dediği de rivayet edilir.

Yüce Allah bir âyette,

"İyiliğin karşılığı ancak iyilik değil mi­dir?" buyurmuştur.[917]

İyiliğin karşılığı iyilik olduğu gibi, merha­metin karşılığı da merhamettir. Kim dünyada insanlara, çocukla­ra, hayvanlara merhamet etmezse, âhirette de kendisine rahmetle muamele edilmez. Allah böylelerine merhametle bakmaz.

Buna göre kişinin başkalarına göstereceği merhamet,

"İyilik ederseniz kendinize iyilik etmiş olursunuz"[918]

âyetine de uygun olarak geri kendisine dönecektir.

Konu ile ilgili daha birçok hadis vardır. Bunlardan birisi,

"Al­lah insanlara merhamet etmeyene rahmette bulunmaz" şeklin­dedir. [919]

Bir başka hadis ise şu mealdedir:

"Allah merhametli olanlara rahmetle muamele eder. Öyle ise sizler yeryüzündekilere karşı merhametli olun ki, göktekiler de size rahmet etsinler."[920]

Hadiste geçen "göktekler"den maksat meleklerdir. Meleklerin insanlara rahmeti, onlar için Allah'tan bağışlanma talep etmeleridir.

Başka bir hadiste merhametin ancak ebedî hüsrana uğrayan kimselerin kalbinden çıkarıldığı bildirilmiştir.[921]

 

Peygamberimize Rüzgarla Yardım Edildi

 

735. Enes (r.a.) Resûlullahın (s.a.v.) şöyle buyurduğu­nu rivayet ediyor:

"Bana saba rüzgarı ile yardım edildi. Âd kavmi ise debur (karayel) ile helak edildi." [922]

 

İzah

 

Müşrikler 10.000 kişi gibi, kalabalık bir ordu ile Medine üzerine yürümüşlerdi. Medine'de bulunan Yahudiler ve münafık­lar da müşriklere yardımcı olmuşlardı. Uzun süren kuşatma neti­cesinde Müslümanlar çok büyük sıkıntılar geçirdiler, kendileri şehir dışında düşmana karşı dururlarken, Medine'deki aileleri için endişe dolu anlar yaşadılar. Nihayet Allah'ın yardımı, yetişti. Bu, hadiste de ifâde edilen "saba" rüzgarı idi. Şiddetle esen rüz­gar, müşriklerin karargahını yerle bir etti. Müşrikler telaşla sağa sola kaçtılar ve kuşatmayı kaldırmak zorunda kaldılar. Bu yardım Kur'ân-ı Kerim'de şöyle haber verilir:

"Ey iman edenler! Hatırlayın Allah'ın size olan nimetini ki, düşman orduları size saldırdığında, Biz onların üzerine bir rüzgar ve sizin görmediğiniz ordular göndermiştik."[923]

Hadiste, Allah'ın Âd kavmini de karayel ile helak ettiği bildi­rilmektedir. Âd kavmi, Hz. Hûd'un (a.s.) kavmidir. Hz. Hûd onları doğru yola çağırmış, fakat onlar kendisini dinlememişti. Yüce Allah da peygamberlerini dinlemeyen bu kavme şiddetli bir rüzgar göndererek onları helak etti.

18 numaralı hadise ve izahına da bakınız.[924]

 

Peygamberimizin Bir Duası

 

736. Ali (r.a.) rivayet ediyor:

"Allah'ım, kulağımdan ve gözümden ölünceye kadar beni istifade ettir. Dinimde[925] bana afiyet ver. Beni yaşattığın hal üzere haşret. Hakkımı alıncaya kadar zulmedene karşt bana yardım et.

Allah'ım, dinimi[926] Sana teslim ettim. Yüzümü sadece Sana çevirdim. İşimi Sana havale ettim. Sırtımı Sana daya­dım. Senin azabından kurtuluş ve korunma yalnızca Senin merhametine sığınmakla olur. Ben Senin gönderdiğin pey­gambere ve indirdiğin kitaba iman ettim.[927]

 

Dünyada Nefsin Her İstediğini Yapmak

 

737. Berâ bin Âzib (r.a.) rivayet ediyor:

"Dünyada her istediğini yapıp nefsini tatmin eden kimse, âhirette istediği nimetlere kavuşmaktan mahrum bırakılır. Gözünü zenginlerin lüks yaşayışına dikip, onlar gibi yaşa­mak isteyen kimse, gökteki meleklerin katında hakîr olur. Sıkıntıda olan kimse, şikâyet etmeden güzelce sabrederse, Allah onu Firdevs Cennetinde istediği yere koyar."[928]

 

İzah

 

Cenâb-ı Hak âhiret nimetlerini nefsinin gayr-i meşru istekleri­ni yerine getirmeyen kulları için hazırlamıştır. Dünyada nefsinin esiri olan, onun her istediğini yapan kimselerin haliyle âhiret nimetlerinden istifade etmeye hakları yoktur. Nitekim Peygamberi­miz bir hadislerinde dünyada içki içenlerin âhirette Cennet şarabı içemeyeceklerini bildirmiş, bir başka hadislerinde ise, dünyada ipek giyenlerin âhirette bundan mahrum kalacaklarını haber ver­miştir. Dünyada şehvet duygusunu haramla giderenler, âhirette Cennet kadınlarından mahrum kalırlar. Haram meyveler yiyenler Cennet meyvelerinden mahrum kalırlar. Diğer nimetler de buna kıyas edilebilir.[929]

 

Rablerinin Rızâsını Dileyerek Ona Yalvaranlar

 

131. İbni Abbas (r.a.) rivayet ediyor:

Abdullah bin Revaha arkadaşlarıyla Allah'ı anarken Resûlullah (s.a.v.) onları ziyaret etti. Onlara,

"Siz o kimseler­siniz ki, yanınızda oturmaya sabretmemi Allah bana emir buyurdu" dedi.

Sonra da şu âyeti okudu:

"Sabah akşam Rablerinin rızâsını dileyerek Ona yalva­ranlarla oturmaya sabret. Dünya hayatının zînetini arzulayıp da gözlerini onlardan çevirme. Kalbini Bizi anmaktan gafil kıldığımız, hevâ ve hevesine uyan ve işinde aşırılığa kaçan kimseye de boyun eğme."[930]

Resûlullah (s.a.v.) sözlerine şöyle devam etti:

"Şunu bilin ki, siz burada kaç kişi iseniz, sizin sayınız kadar melekler de sizinle beraber oturuyorlar. Siz Allah'ı tesbih ve tenzih ettiğinizde, onlar da size katılır, siz Allah'a hamd ettiğinizde onlar da hamd eder, siz tekbir getirdiği­nizde onlar da tekbir getirirler. Sonra da Allah'ın huzuruna yükselirler. Allah sizin şu halinizi onlardan daha iyi bildiği halde Ona bunu şöyle ulaştırırlar:

"Ey Rabbimiz, Senin kulların 'Sübhanallah' dediler; biz de söyledik. 'Allâhü ekber' dediler; biz de söyledik, 'El­hamdülillah' dediler; biz de söyledik."

Rabbimiz de onlara, "Ey meleklerim! Şâhid olun ki, Ben onları bağışladım" der.

Onlar, "Onların arasında günah işleyen filan ve filan kul­ların da var" derler. Allah şöyle buyurur:

"Onlar öyle bir cemaattır ki, içlerinde bulunan hiç kimse eli boş dönmez."[931]

 

Dört Kısım Kalp

 

739. Ebû Sâid el-Hudrî (r.a.) Resûlullahın (s.a.v.) şöyle buyurduğunu rivayet ediyor:

"Kalpler dört kısımdır. Bunlar:

1. Fıtrat üzere olan, içi imanla dopdolu olan kalp. Bunun misâli, etrafa aydınlık saçan lambaya benzer. Bu, mü'minin kalbidir. O kandili de nurludur.

2. Kılıflara konmuş ve ağzı mühürlenmiş kalb. Bu, kâ­firin kalbidir.

3. Tersyüz edilmiş kalptir. Bu, münafığın kalbidir. Ön­ce iman etmiş, sonra inkar etmiştir.

4. Terkedilmiş kalp. Bu kalpte iman da, nifak da vardır. İman bu kalbde, tertemiz sulardan beslenen bir ağacı andı­rırken; nifak da kan ve irin akıtan bir yaraya benzer. Artık hangisi bastırırsa, bu kalb onun hükmü altına girer."[932]

 

Akabe Biati

 

740. Câbir bin Abdullah (r.a.) rivayet ediyor:

Dayım Ced bin Kays, Akabe biati için Ensardan Resûlullaha giden yetmiş süvari arasında beni de götürdü. Resûlullah (s.a.v.) yanımıza geldi. Amcası Abbas da yanında idi. Ona,

"Ey Amca! Dayılarından söz al" buyurdu.

Yetmiş kişi, "Ya Muhammed, Rabbin için bizden ne is­tiyorsan iste! Kendin için de dilediğini iste" dediler.

Resûlullah (s.a.v.),

"Rabbim için istediğim, hiçbir şeyi ortak koşmaksızın sadece Ona ibâdet etmenizdir. Kendim için istediğim de kendinizi koruduğunuz şeylerden beni de korumanızdır" buyurdu.

Oradakiler, "Bunları yaparsak bizim için ne var?" diye sordular.

Resûlullah (s.a.v.),

"Cennet" buyurdu.[933]

 

İzah

 

Müşriklerin bütün engellerine rağmen, Peygamberimiz Mek­ke'de her fırsatı değerlendirerek insanları İslama davet ediyordu. Panayırları dolaşıyor, gelen yabancıları Allah'a imana çağırıyor­du. Peygamberliğinin 11. yılı idi. Bu daveti sırasında Medineli altı kişi Akabe'de Müslüman olmakla şereflendiler. Ve gelecek yıl tekrar gelmek üzere sözleştiler. Bir yıl sonra bu altı kişinin de içlerinde bulunduğu on iki kişi Peygamberimizle gizlice buluştu­lar. Ve kendisine itaat edeceklerine dâir bîat ettiler. Buna 1. Aka­be Biâtı denildi. Bundan sonra Peygamberimiz Mus'ab bin Ümeyr'i (r.a.) Kur'ân hocası olarak Medine'ye gönderdi. Kısa za­manda Medineli Müslümanların sayısı arttı. Peygamberliğin 13. yılında 73'ü erkek, Medineli 75 kişilik Müslüman heyeti gizlice yine Akabe'de Resûlullah ile buluştular. Amcası Abbas da yanın­da idi. Medineliler Peygamberimizin dayısı sayılıyorlardı. Peygamberimiz amcasının kendisi için Medinelilerden söz almasını istedi. Akabe Bîatına katılanlar Resûllahın her isteğini kabul etti­ler. Onu ve Ashabını Medine'ye davet ettiler. Kendilerini her tür­lü tehlikeden korumaya söz verdiler. Müşriklerin toplantıyı haber almaları üzerine de hemen oradan dağıldılar.

Bu bîat, İslâmiyet için yeni bir dönemin başlangıcı idi. Pey­gamberimiz ve Sahabîler Allah'ın izni ile Medine'ye hicret ettiler. Onlara Muhacir denildi. Medineli Müslümanlara da herşeylerini Muhacir kardeşleri ile paylaştıkları için "yardımcılar" mânâsında "Ensar" denildi. Allah hepsinden razı olsun.[934]

 

Kadını Örten İki Şey

 

741. İbni Abbas (r.a.) rivayet ediyor:

Resûlullah (s.a.v.),

"Kadını iki şey örter" buyurdu.

"Onlar nedir?" denildi.

Resûlullah,

"Beyi ve kabir" buyurdu.

"Hangisi daha iyi örter?" denildi.

Resûlullah,

"Kabir" buyurdu.[935]

 

Saçı Kısaltmak

 

742. Câbir (r.a.) rivayet ediyor:

Resûlullah (s.a.v.) saçı dağınık bir adam gördü.

"Biriniz kendini niçin çirkinleştiriyor?" buyurdu ve eliyle saçını kısaltmasını işaret etti.

287 numaralı hadise bakınız.[936]

 

Resûlullahın Vefatında Hz. Fâtıma'nın Sözleri

 

743. Enes bin Mâlik (r.a.) rivayet ediyor: Resûlullah vefat ettiğinde Hz. Fâtıma,

"Ey Rabbine kendisinden daha yakın olan bulunmayan babam!

"Ey makamı Firdevs Cenneti olan babam! "Ey vefatını Cebrail'e haber verdiğimiz babam!" dedi. [937]

 

İzah

 

Zikrettiğimiz kaynaklarda, "Ey kendini çağıran Rabbine icabet eden babam!" ilâvesi vardır.[938]

 

Yeminin Neticesi

 

744. Abdullah bin Ömer (r.a.) rivayet ediyor:

"Yemin, ya günahı veya pişmanlığı netice verir."[939]

 

İzah

 

Yemin, bir işi yapmak veya yapmamak hususunda iddiaya kuvvet vermek; bir haberi, bir iddiayı kuvvetlendirmek için Al­lah'ın adını anmak demektir. "Vallahi şu işi yaptım," veya "Val­lahi yapmadım," "Vallahi doğru söylüyorum" ifâdeleri birer ye­mindir. Yemin ayrıca bir şarta bağlı olarak da yapılabilir. Meselâ, "Filan işi yaparsam, Allah rızası için şu kadar oruç tutayım" ifâ­desi bir yemindir.

Gerektiğinde yemin etmenin dinimizce bir mahzuru olmamak­la beraber, bir Müslümanın aşırı yeminden sakınması gerekir. Ni­tekim izahını yaptığımız hadis de, yeminin netice itibarıyla ya gü­nahı, ya da pişmanlığı netice vereceğini nazara vererek, insanları yemin etmekten vaz geçmeye teşvik etmektedir.

Bir kimse bir şeyi yapmaya veya yapmamaya yemin eder de, yemine rağmen yemin ettiği şeyi yerine getirmez, yani yeminini bozar, yemin bozma karşılığında ödemesi gereken keffâreti de ödemezse, günahkâr olur.

Yine yemin eden birisi, yeminin altında ezilir. Yapmamak için yemin ettiği şeyi yapmak ister, fakat yemini sebebiyle yapamaz, "Niçin yemin ettim" diye pişman olur. Ya da yemini bozar kef­fâret öder "Keşke yemin etmeseydim de keffâret ödeme duru­munda kalmasaydım" diyerek yine pişman olur.

Şartlarına uygun olarak yapılan yemini bozmanın keffâreti, sa­bah akşam on fakiri doyurmak veya on fakire orta halli elbise al­maktır. Buna imkan bulamayan kimse, Hanefî mezhebine göre peş peşe üç gün oruç tutar. Şâfıîlere göre bu orucu peş peşe tut­mak şart değildir. Yemin hakkında tafsilatlı bilgi için Hanefi ve Şâfıîlere Göre Büyük İslâm İlmihali isimli eserimizin 670-674. sayfalarına bakılabilir.[940]

 

İnsanlar Üç Grup Olarak Haşredilecek

 

745. Ebû Zer (r.a.) rivayet ediyor:

Doğru sözlü ve doğruluğu tasdik edilmiş olan Muhammed (s.a.v.), bana şunu haber verdi:

"Şüphesiz insanlar üç grup olarak haşredilecektir. Bun­lardan bir grubu yiyip içerek ve giyinik; diğeri yürüyerek ve koşarak; üçüncü grup ise melekler onları sürükleyerek, ateş de arkadan onlan toplayarak."[941]

 

İzah

 

İnsanlar kabirlerinden kalktıktan sonra grup grup haşir meydaınna sevk olunurlar. Çeşitli âyetlerde bu durum açıklanmıştır. Meselâ konu ile ilgili bir âyette şöyle buyurulur:

"Ve sûra üfürülür. Vaad olunan gün işte budur. "Herkes yanında bir sevk eden, bir de şahitlik eden melekle beraber gelir."[942]

Peygamberimiz de bir hadislerinde kıyamet gününde insan­ların yayalar, binekliler ve yüz üstü sürünenler olmak üzere üç sınıf olarak haşredileceklerini bildirmiştir. Sahabîlerin "Ey Al­lah'ın Resulü, yüzleri üzerine nasıl yürüyecekler?" diye sormaları üzerine de şöyle buyurmuştur:

"Onları ayakları üzerine yürüten celâl sahibi Zâtın yüzleri üze­rine yürütmeye de gücü yeter. Ancak şunu bilesiniz: Bu yüzleri üzerine yürüyenler, önlerine çıkan her engele, her dikene karşı kendilerini yüzleriyle korumaya çalışırlar."[943]

Peygamberimiz,

"Onları ayakları üzerine yürüten celâl sahibi Zâtın yüzleri üzerine yürütmeye de gücü yeter" ifâdesi, "Biz on­ları kıyamet günü körler, dilsizler, sağırlar olarak yüzü koyun haşredeceğiz"[944] âyetini hatırlatmaktadır.[945]

 

Resûlullah Bedir Savaşında Kimin Nerede Öldürüleceğini Haber Verdi

 

746. Ömer (r.a.) rivayet ediyor:

Bedir Savaşı akşamında Resûlullah bize,

"Şurası yarın inşaallah filan müşrikin vurulup düşeceği yerdir, şurası fa­lanın düşeceği yerdir" buyurdu. Onu hak ile gönderen Al­lah'a yemin ederim ki, sayılanlardan hiçbirisi onun haber verdiği yerden başka bir yerde ölmemişti. Müşrik ölüleri birbiri üzerine bir kuyuya atıldılar. Resûlullah (s.a.v.) onla­rın atıldığı kuyunun başına geldi ve,

"Ey filan oğlu filan, ey filan oğlu filan Allah ve Resulünün size vaad ettiği azabı buldunuz mu? Şüphesiz ben Allah'ın bana vaad ettiği zaferi buldum" buyurdu.

Ömer "Ya Resûlallah, içerisinde ruh olmayan cesetlerle nasıl konuşuyorsun?" diye sordu.

Resûlullah (s.a.v.),

"Siz benim söylediğimi onlardan daha iyi işitmezsiniz. Ancak onlar bana cevap vermeye güç yetiremezler" buyurdu.[946]

 

İzah

 

Hadis, Peygamberimizin bir mucizesini gösteriyor. Çünkü Resûlullah (s.a.v.) Bedir Savaşında Ümeyye bin Halef, Ebû Ce­hil, Utbe bin Rebîa, Şeybe bin Rebîa gibi müşriklerin ileri gelen­lerinin birer birer öldürüleceklerini haber vermiş, harp meydanını gezerek kimin nerede öldürüleceğini de bildirmiştir. Gerçekten de savaş bitip harp meydanı dolaşıldığında Resûlullahın "Filan şura­da düşecek" dediği kimse tam orada düşmüştür.

Aslında bu mucizenin evveli de vardı. Resûlullah (s.a.v.) bu­gün Mekke'de, Kabe'nin yanında namaz kılarken ismi sayılan bu müşrikler bir deve işkembesini getirerek onun mübarek omuzuna koydular. Rabbine ibâdet esnasında böyle bir muameleye maruz kalması Resûlullahı hiddete getirdi ve onlara şöyle beddua etti:

"Allah'ım, Ebû Cehil'i Sana havale ediyorum, Utbe bin Rebia'yı Sana havale ediyorum, Şeybe bin Rebia'yi, Velid bin Utbe'yi, Ümeyye bin Halefi, Ukbe bin Ebî Muayt'i Sana havale ediyorum."

Hadisi rivayet eden Abdullah bin Mes'ud (r.a.) "Nefsimi kud­reti elinde tutan Allah'a yemin ederim ki, Resûlullahın bu say­dıklarının çoğunu Kalib'de, yani Bedir çukurunda serilmiş gör­düm" der.[947]

Daha sonra Resûlullahın emri üzerine müşriklerin ileri gelenle­ri ayaklarından tutulup çekilerek Bedir'de bulunan Kuleyb isimli bir kuyuya atıldılar. Sonra Resûlullah (s.a.v.) onlara,

"Ey Utbe bin Rebîa, ey Şeybe bin Rebîa, ey Ümeyye bin Halef, ey Ebû Cehil, Allah ve Resulünün size vaad ettiği azabı buldunuz mu? Şüphesiz ben Allah'ın bana vaad ettiği zaferi buldum" dedi.[948]

 

Aşure Orucu

 

747. Alkame rivayet ediyor:

Aşure gününde Abdullah bin Mes'ud'un yanına girdim. Tirid ve urak[949] yiyordu. "Ey Ebû Abdurrahman, bugün Aşûre günü değil mi?" dedim. Şu cevabı verdi:

"Evet, bugün Aşure. Biz Resûlullah ile beraber, Rama­zan orucu farz olmadan önce Aşure gününde oruç tutardık. Ramazan orucu farz kılındığında bu hüküm kaldırıldı. Otur! Sen de ye."

Oturdum, ben de yedim.

664 numaralı hadise bakınız.[950]

 

Bir Kıyamet Alâmeti

 

748. Enes (r.a.) rivayet ediyor:

"İnsanlar mescidleri ile birbirlerine karşı övünmedikçe kı­yamet kopmaz."[951]

 

Öşür

 

749. Abdullah bin Ömer (r.a.) Resûllahın (s.a.v.) şöy­le buyurduğunu rivayet ediyor:

"Yağmur suyu ile sulanan arazilerde öşür; deve ile sula­nanda ise yarım öşür vardır."[952]

 

İzah

 

Zikrettiğimiz kaynaklarda bu hadis biraz daha geniş olarak şöyle rivayet edilir:

"Yağmur, nehirler ve pınarların suladığında veya sulanmayıp damarları ile yer altından su emenlerde öşür, kovalarla veya deve ile sulanan arazilerde yarım öşür vardır."

Altının, gümüşün, ticâret mallarının, hayvanın zekâtı olduğu gibi, tarım ürünlerinin de zekâtı vardır. Buna öşür (onda bir) de­nir. Tarım ürünlerinin de bir mal olduğu ve bu bakımdan zekâta tâbi bulunduğu Kitap, sünnet ve icma ile de sabittir. Meselâ şu iki âyette mahsûllerden zekât verileceğine dikkat çekilmektedir:

"Ey iman edenler! Kazandıklarınızın helâl ve iyi olanlarından ve sizin için yerden rızık olarak çıkardığımız şeylerden bağışta bulunun."[953]

"Yerden yükselmiş ağaçlar ve yerde yayılmış bitkilerle dolu bağları; şekli, rengi, tadı, kokusu farklı hurma ve ekinleri; birbi­rine benzeyen ve benzemeyen zeytin ve nar ağaçlarım yaratan da O dur. Onlardan herbiri meyve verdiğinde meyvesinden yiyin, ha­sat zamanında fakirin hakkını verin. İsraf etmeyin. Muhakkak ki Allah israf edenleri sevmez."[954]

Müfessirler bu âyetlerde zikredilen bağışta bulunma ve fakirin hakkının zekât olduğuna dikkat çekerler.[955] Es-Süddîgibi bâzı mü­fessirler de bu âyetlerin hükmünün zekât âyetiyle neshedildiğini, yani hükmünün kaldırıldığını söylerler. Fakat buna katılmak mümkün değildir. Çünkü bu âyetlerin neshedildiğinî söylemeyi gerektirecek hiçbir delil yoktur.

İzahını yaptığımız hadis de, öşre sünnetten delildir.

Kitap ve sünnetle sabit olan öşür, icma, yani âlimlerin ittifa­kıyla da sabittir. İslâm âlimleri, yerin mahsulünde sulanma duru­muna göre onda bir veya yirmide bîr zekât verileceği hususunda ittifak etmişlerdir. Hadiste "kovalarla veya deve ile sulanan" ifâ­desi her türlü sulamalar için geçerlidir. Konunun tafsilatı için Ha­nefî ve Şâfiilere Göre Büyük İslâm İlmihali ve Oruç Zekât isimli eserlerimize bakılabilir.[956]

 

Resûlullahın Hacılar İçin Duası

 

750. Ebû Hüreyre (r.a.) rivayet ediyor.

Resûlullah (s.a.v.) şöyle duâ etti:

"Allah'ım, hacıyı ve onun bağışlanma dilediği kimseyi ba­ğışla."[957]

 

Haya İmandandır

 

751. İmran bin Husayn (r.a.) Resûlullahın (s.a.v.) şöyle buyurduğunu rivayet ediyor:

"Haya imandandır, iman da Cennettedir. Hayâsızlık ka­balıktandır. O da Cehenneme götürür."[958]

7, 66, 514 numaralı hadislerin izahına bakınız.[959]

 

Hastaya Sıhhat Zamanında Yaptığı İbâdetlerin Sevabı Yazılır

 

752. Ebû Musa (r.a.) rivayet ediyor:

"Şüphesiz Allah hasta tuttuğu sürece hastaya sağdığında yapmaya devam ettiği amellerin sevabını daha fazla olarak yazar. Yolcuya da evinde iken işlediği amelinin karşılığın­dan daha güzelini verir."[960]

 

İzah

 

İbni Battal, hadisin nafile ibâdetler için geçerli olduğunu, farz­lara şümulü olmadığını, farzların hastalık ve yolculuk gibi sebep­lerle kulun üzerinden farziyeti düşmeyeceğini ifâde eder.[961]

Buna göre bir kul sıhhatli iken farzların yanı sıra Allah rızası için namaz kılar, oruç tutarsa, hastalandığında bunları yapamasa bile Allah kendisi için yapmış olmaktan daha fazla sevap yazar. Çünkü Yüce Allah biliyor ki, o kulu hasta veya yolcu olmasaydı, o anda yapamadığı ibâdetleri eksiksiz olarak yapabilirdi. Onu faz­ladan olarak yaptığı ibâdetleri yapamaz hale getiren Kendisi olduğu için, sevabını vermeyi ihmal etmez. Nitekim bir başka hadiste kul hastalandığında Allah'ın sevapları yazan meleğe sıhhatli iken yaptığı ameller için yazdığı sevaptan daha çok sevap yazmasını emrettiği ve,

"Ben onu sizden daha iyi tanırım. Onu amel işlemek­ten alıkoyan da Benim" buyurduğu bildirilir.[962]

Yolculukta farzların dışındaki ibâdetlerin yapılamaması karşılı­ğında sevap verilmesi, yolculukta meşakkat olduğu içindir.[963]

 

Buluğ Çağına Ermeden Üç Çocuğu Ölen Kimse

 

753. Amr bin Abese (r.a.) Resûlullahın (s.a.v.) şöyle buyurduğunu işittiğini rivayet ediyor:

"Allah Teâla şöyle buyurdu: "Benim rızam için sadaka ve­renlere sevgim hak olmuştur. Benim rızam için yardımlaşanlara sevgim hak olmuştur. Hiçbir mü'min erkek ve mü'min kadın yoktur ki, buluğ çağına ermeden üç çocuğu vefat etsin de Allah çocuklara olan rahmetiyle o kişiyi Cennete sokmasın."[964]

 

İzah

 

Hadisin başka rivayetlerinde iki çocuğu ölenin, hatta bir çocuğu ölenin de sabretmek şartıyla bu rahmete mazhar olacağı bil­dirilmiştir.[965]

 

Haricîler

 

754. Ebû Ümâme (r.a.) rivayet ediyor:

"Haricîler ateşin köpekleridir."

497, 670, 691 ve 720 numaralı hadislere ve izahlarına bakınız.[966]

 

Peygamberimizin Ümmetine Düşkünlüğü

 

755. Ebû Katâde (r.a.) rivayet ediyor:

Muaz bin Cebel Resûlullahı (s.a.v.) aramak için çıktı. Ancak onu bulamadı. Evinde aradı bulamadı. Sokak sokak onu aradı. Onun Sevap Dağında olduğu kendisine söylendi. Oraya çıktı. İnsanların Fetih Mescidine çıkmak için yol edindikleri mağarada onu gördü. Baktı ki Resûlullah (s.a.v.) secdede. Ben [Muaz] dağın tepesinden indim; o hala sec­dede idi. Ruhunumu teslim etti diye aklıma kötü şeyler geldi. Başını kaldırınca, "Ya Resûlullah, aklıma kötü şeyler geldi. Ruhunu teslim ettiğini sandım" dedim.

Resûlullah şöyle buyurdu:

"İşte burada bana Cebrail (a.s.) geldi ve 'Allah sana selam söylüyor ve ümmetine ne yapmamı istiyorsun?' diye soruyor" dedi. Ben, "Allah daha iyi bilir" dedim. Cebrail gitti, sonra tekrar geldi ve "Allah, 'Ümmetin hakkında seni üzmeyeceğim' buyuruyor" dedi. Bunun üzerine secdeye kapandım. Allah'a yaklaşmanın en iyi vesilesi secdedir."[967]

 

İzah

 

Her peygamber ümmetine düşkündü. Ama peygamberler içe­risinde ümmetine ençok düşkün olan hiç şüphesiz Resûlullah idi. O, doğarken "Ümmetim" demiş, Miraca çıkıp Allah ile selamlaştığında ümmetini de bu selama dâhil etmiştir. Bâzı ibâdetleri farz olur da ümmetim güç yetiremez endişesiyle bırakmıştır. Her pey­gambere verilen kesin olarak kabul edilecek duâ hakkını âhirette ümmetine şefaat için ertelemiştir. Kabrinden diriltildiğinde üm­metini soracak, haşir meydanında, mîzan başında, sırat üzerinde ümmeti ile ilgilenecektir.

İşte bu hadis de onun ümmetine olan düşkünlüğünü göster­mektedir. Allah'ın "Ümmetin hakkında seni üzmeyeceğim" müj­desine "Acaba ruhunu mu teslim etti?" dedirtecek kadar uzun bir şükür secdesi ile karşılık vermiştir.

Hadiste dikkat çekilen bir diğer husus da Allah'a yakınlaş­manın en iyi vesilesi olarak secdenin gösterilmesidir. Evet, bir in­sanın sadece Allah'a secde etmesi, Onu Yaratıcıya yakınlaştıran mühim bir vesiledir.[968]

 

Nikahta Kadının İzni

 

756. İbni Abbas (r.a.) rivayet ediyor:

Resûlullah (s.a.v.) babalarının kendilerini zorla evlendir­diği bir bakire ve dulun nikahını iptal etti.[969]

 

İzah

 

Bîr cemiyetin sağlam ve sıhhatli bir yapıya sahip olması, onu meydana getiren ailelerin sağlamlığına bağlıdır. Çünkü aile cemi­yetin temel taşıdır. Aile yuvasının sağlam olması ise, gerek evlilik öncesi, gerek evlilik sonrası bâzı esaslara uymakla temin edilebi­lir. Dinimiz bu esasları en güzel şekilde açıklamıştır. İşte bu esas­lardan birisi de, kızın hiçbir tesir altında kalmadan, kendisini iste­yen erkekle evlenmeye razı olmasıdır. Kız razı olmadığı halde an­ne ve babasının zorlamasıyla gerçekleştirilen bir evlilik, uzun müddet devam edemez. Etse de böyle bir evlilik çoğu zaman sı­kıntıdan öteye geçemez. Hayat âdeta bir zindan olur.

Bunun içindir ki, Sevgili Peygamberimiz (a.s.m) bir hadisle­rinde evlilikte kadının rızâsının alınmasını tavsiye etmiş ve şöyle buyurmuştur:

"Dul bir kadın kendisinin açıkça rızâsı olmadıkça, bakire bir kız da kendisinden izin alınmadıkça nikâh olunmaz."

Bunun üzerine orada bulunanlar, "Yâ Resulallah, bakire kızın rızâsı nasıl olur?" diye sordular. Peygamberimiz,

"Onun izni susmasıdır" buyurdu.[970]

Rızâsı alınmadan, zorla evlendirilen bir kız istediği takdirde nikâhtan vaz geçebilir. İşte yukarıdaki hadis bunu hükme bağla­maktadır. Konu ile ilgili bir başka hadîs de şöyledir:

Genç bir kız Peygamberimizin (a.s.m.) yanına geldi ve şöyle bir şikâyette bulundu: "Babam alt takabadan oluşunu benimle gi­derip mevkiini yükseltmek için beni erkek kardeşinin oğlu ile evlendirdi."

Bunun üzerine Resulullah (a.s.m.) kızı yapılan nikâhı kabul veya red etme hususunda serbest bıraktı. Böyle bir hakkı olduğu­nu öğrenen kız şöyle dedi:

"Yâ Resulallah, ben babamın yaptığı evliliği kabul ediyorum. Fakat babaların böyle bir evliliği yapmaya hakları olmadığının kadınlar tarafından bilinmesini istedim."[971]

Görüldüğü gibi, dinimize göre nikâhta dul olsun, bekâr olsun kadının rızâsı, izni alınmadan onu evlendirmek doğru değildir.[972]

 

Abdest Günahları Döker

 

758. Ebû Ümâme (r.a.) rivayet ediyor:

"Bir Müslüman abdest alırken elini yıkaması eli ile işlediği günahlarına keffâret olur, yüzünü yıkaması gözü ile işlediği günahlarına keffâret olur. Başını meshetmesi kulakları ile işlediği günahlarına keffâret olur. Ayaklarını yıkaması ayağı ile işlediği günahlarına keffâret olur. Sonra namaz kılarsa onun sevabı kendisine fazladan kalır."[973]

 

İzah

 

Abdest maddî kirlerden temizlenmeye sebep olduğu gibi, ma­nevî kirlerden temizlenmeye de vesîledir. Mü'min, abdestle kalb ve ruhunu paslandıran manevî kirlerden de temizlenmiş olur. Yu­karıdaki hadiste abdest alırken yıkanan uzuvlardan günahların na­sıl döküldüğü ifâde edilir. Zikrettiğimiz kaynaklarda hadis biraz daha uzun olarak şöyle rivayet edilmiştir:

"Bir Müslüman abdest alırken ağzına ve burnuna su verdiğin­de ağzıyla ve burnu ile işlemiş olduğu hatâları dökülür gider. Yü­zünü yıkadığında yüzünden, hattâ iki göz kapaklan arasından gü­nahları dökülür. Başını meshettiğinde hatâları başından; hattâ ku­laklarından dökülür. Ayaklarını yıkadığı zaman ayakları ile işledi­ği hatâları ayaklarından; hattâ tırnaklarının arasından çıkar. Böy­lece o kul küçük günah ve hatâlarından temizlenmiş olur."[974]

 

Resûlullahın Hususiyetleri

 

758. Enes (r.a.) rivayet ediyor:

Resûlullaha on yıl hizmet ettim. Olan herşeyi Allah'tan bilip razı olduğu için yaptığım şeyi uygun bulup bulma­dığını anlayamadım. Şayet hanımlarından bâzıları, "Eğer şöyle şöyle yapsaydın." "Niçin şöyle şöyle yapmadın" der­lerse,

"Bırakın onu. Şayet o şeyi Allah dileseydi mutlaka olurdu" buyururdu.

"Resûlullahın kendi nefsi için hiçbir zaman intikam al­dığını görmedim. Ancak Allah'ın bir yasağı çiğnendiği za­man yine Allah için insanların en çok öfkeleneni olurdu.

"Kendisine iki iş arzedilse, kolayında Allah'a isyan ol­madığı takdirde en kolay olanını tercih ederdi. Kolay da olsa o şey Allah'a isyan ise o şeye karşı insanların en uzağı olurdu.[975]

 

İzah

 

Hadis Resûlullahın bâzı özelliklerini haber vermektedir. Bun­lardan birisi kendisine hizmet eden Enes'e (r.a.) hiç bir zaman hoşnutsuzluk ifâdesi belirtmemesidir. Bununla ilgili yine Enes'in (r.a.) rivayet ettiği bir başka hadis şöyledir:

"Resûlullaha (s.a.v,) on yıl hizmet ettim. Bir kere olsun bana canı sıkılıp da "Öf demedi, "Niçin böyle yaptın?" da demedi, "Böyle yapsaydın" da demedi.[976]

Resûlullahın (s.a.v.) yapamadığı işler için Enes'i kınamamasının sebebi, hadiste de ifâde edildiği gibi, kadere olan teslimiye­ti, Allah dilese idi o şeyin olacağına olan inancı idi.

Hadiste dikkat çekilen Resûlullahın (s.a.v.) bir diğer özelliği, kendi nefsi için intikam almayıp sadece Allah için intikam alma­sıdır.

Bir diğer hususiyeti ise Allah'a isyan olmadığı müddetçe kar­şılaştığı işlerin en kolayını yapmasıdır. Resûlullahın bütün bu hu­susiyetleri bizler için de örnek olmalıdır.[977]

 

Hacc-ı Ekber

 

759. İbni Ömer (r.a.) rivayet ediyor:

Resûlullah (s.a.v.) hacda, Kurban bayramı gününde iki cemre arasında durdu ve,

"Bu gün hacc-ı ekberdir" buyurdu.[978]

 

İzah

 

Hadiste geçen hacc-i ekber hakkında çeşitli görüşler vardır. Bir görüşe göre hacc-ı ekber, ihrama girerken hem hac, hem de umre için niyet edilen ifrad hacadır.

Farz olan hacca, hacc-ı ekber, umreye de hacc-ı asgar diyenler olduğu gibi, Arefe günü Cuma'ya rastlayan farz bir hacca da hacc-ı ekber diyenler vardır. Böyle bir hac daha faziletlidir. Pey­gamberimiz bununla ilgili olarak şöyle buyurmuştur:

"Haccın Arefe günü Cuma gününe denk gelirse, en şerefli gündür."[979]

 

Kulak Çınladığında Salavat Getirmek

 

760. Ebû Râfî (r.a.) rivayet ediyor:

"Kulağınız çınladığında beni hatırlayıp bana salavât geti­rin."[980]

 

İzah

 

Bu hadisin başka rivayetinde "Allah'ım, beni hayırla ananı Sen de an" deyin ilâvesi vardır.[981]

 

Cami Yapmanın Fazileti

 

761. Ebû Zer (r.a.) Resûlullahın (s.a.v.) şöyle buyurdu­ğunu rivayet ediyor:

"Kim Allah için "katat" kuşunun yuvası kadar bir cami yapsa, Allah onun için Cennette bir köşk bina eder."[982]

 

Resûlullahın Medinelilere Bereket Duası

 

762. Ebû Hüreyre (r.a.) rivayet ediyor:

Resûlullah (s.a.v.) Medine için,

"Allah'ım, ölçülen ve tartılan şeyleri onlar için bereketlendir" diye duâ etti.[983]

 

Nimetçe Aşağıda Olanlara Bakmak

 

763. Abdullah (r.a.) rivayet ediyor:

"Nimetçe kendinizden aşağıda olanlara bakınız, yukarıda olanlara değil. Çünkü kendinizden aşağıda olanlara bakma­nız, Allah'ın üzerinizdeki nimetlerini küçümsememeniz açısıdan daha uygundur."[984]

 

Kan Dökmek Helak Olma Sebebidir

 

764. Ebu'd-Derdâ (r.a.) rivayet ediyor:

"Mü'min, haram kılınan kanı dökmedikçe ibadetiyle yaşa­yışında huzurlu ve salih bir insan olmaya devam eder. Ha­ram kan döktüğünde helâk olur."[985]

 

Yatsı Namazını Kılmadan Uyumak

 

765. Ebû Berze (r.a.) rivayet ediyor:

Resûlullah (s.a.v.) yatsı namazını kılmadan önce uyuma­yı ve kıldıktan sonra konuşmayı nehyetti.[986]

 

İzah

 

Buradaki yasak vücup ifâde etmez, yani haram kılmaz. Bir in­san yatsı namazını kılmadan önce uyursa veya yatsı namazını kıl­dıktan sonra konuşursa bir haram işlemiş olmaz. Buradaki birinci yasağın sebebi, kişi namazını kılmadan uyursa, kalkamayacağı endişesindendir. Gerçekten de uyuduktan sonra namaz için tekrar kalkmak insana zor gelir. Bu sebeple eğer yatılacaksa yatsı nama­zını kıldıktan sonra, rahat bir şekilde uyumahdır.

İkinci yasağın, yani namazdan sonra konuşmama yasağının sebebi de, kişinin gününü namazla mühürlemesi, dünya kelamı konuşmaması içindir. Ancak dinî meselelerin konuşulmasında, dinî sohbetler yapılmasında hiçbir mahzur bulunmamaktadır. Ni­tekim Peygamberimizin kendisi de yatsı namazından sonra üm­metin meselelerini gecenin geç vakitlerine kadar konuşmuştur.[987]

 

Resûlullahın Evi İle Minberi Arasının Fazileti

 

766. Ebû Hüreyre (r.a.) Resûlullahın (s.a.v.) şöyle bu­yurduğunu rivayet ediyor:

"Evimle minberim arası Cennet bahçelerinden bir bahçe­dir. Minberim de Cennetin yüksek bahçelerinden biridir."[988]

 

Ruhsatları Kabul Etmek

 

767. Ebû'd-Derdâ (r.a.) rivayet ediyor:

Resûlullahın (s.a.v.) şöyle buyurduğunu işittim:

"Allah bazı şeyleri farz kılmıştır, onları kaçırmayın. Bazı sınırlar çizmiştir, onları çiğnemeyin. Bir çok şeyde de unut­madan münezzeh olduğu halde sükut etmiştir. Onlara kendi­nizi zorlamayın. Allah'tan bir rahmet olarak o ruhsatları ka­bul edin."[989]

 

İzah

 

Dinimize göre bir şey yasaklanmamışsa, hakkında hüküm bildirilmemişse, "Eşyada asıl olan ibâhedir" hükmü gereği helâldir.

Hadisin son kısmında unutmadan münezzeh olan Allah'ın açılmadağı hususlar, Allah'ın bir rahmeti olarak ifâde edilmiş ve bu ruh­satların kabul edilmesi gerektiğine dikkat çekilmiştir.[990]

 

Gücü Yetenin Öfkesini Yutması

 

768. Enes bin Mâlik (r.a.) rivayet ediyor:

"Gereğini yapmaya gücü yettiği halde öfkesini yutan kim­seyi Allah kıyamet gününde hurilerden seçmesi için serbest bırakır. Kim bir köleyi (kulu) evlendirirse Allah kıyamet gününde onun başına saltanat tacı koyar."[991]

 

İzah

 

Ebû Hüreyre'nin (r.a.) rivayet ettiği bir hadiste de böyle kim­senin kalbini Allah'ın güven ve imanla dolduracağı bildirilmiştir.[992]

 

Şüpheli Şeylerden Sakınmak

 

769. Abdullah bin Ömer (r.a.) rivayet ediyor:

"İbâdetin en üstünü dinî konularda ince anlayıştır. En üs tün dindarlık da şüpheli şeylerden sakınmaktır."[993]

 

İzah

 

Dinî konularda ince anlayış, ibâdetin en üstünü olarak vasıf­landırılıyor. Çünkü dinî konularda ince anlayış sahibi ibâdetini bilerek yapar, şeytanın vesvesesine aldanmaz.

Hadiste şüpheli şeylerden sakınmanın da en üstün dindarlık olduğu nazara veriliyor. Şüpheli şeylerden sakınmaya "verâ" de­nir. Konu ile ilgili daha başka hadisler de vardır. Bunlardan bir kaçı şu mealdedir:

"Herşeyin bir temeli vardır. İmanın temeli, haram ve şüpheli şeylerden titizlikle kaçınmaktadır."[994]

''Helal de bellidir, haram da bellidir. Öyle ise seni şüphelen­diren şeyi bırak, şüphelendirmeyen şeye bak."[995]

"Şüpheli şeylerden sakınan şerefini ve dinini korumuş olur. Şüpheli şeylere giren harama da düşer. Böylelerin durumu, tıpkı koruluğun etrafında koyunlarını otlatan çoban gibidir. Her an o koruya dalabilir."[996]

 

Mahşer Günü Hesaba Çekilmeyecek Olanlar

 

770. Abdullah bin Ömer (r.a.) rivayet ediyor:

"Üç grup insan vardır ki, kıyametin dehşetli korkusu on­ları etkilemez. Onlar hesaba da çekilmezler. Yaratıkların he­sabı bitinceye kadar onlar miskten tepeler üzerindedirler. Bu üç grup:

1. Allah rızâsı için imam olan ve cemaatin kendisinden memnun kaldığı imam.

2. Allah rızası için insanları namaza çağıran müezzin.

3. Kendisiyle Rabbi ve efendisi arasındaki haklara dikkat eden köle."[997]

 

İzah

 

Allah Peygamberimize (s.a.v.) ümmetinden bir grubu he­sapsız olarak Cennete sokacağı vaadinde bulunmuştur. Hadiste hesapsız olarak Cennete girecek olan üç grup insana dikkat çekil­mektedir. Başka hadislerde de şehitlerin ve geceleyin ibâdetle meşgul olan kulların hesaba çekilmeyecekleri bildirilmiştir.[998]

 

Ayıp Örtmek

 

771. Ebû Said el-Hudrî (r.a.) Resûlullahtan (s.a.v.) şunu işittiğini rivayet ediyor: "Kim bir din kardeşinin bir ayıbını görür de onu örterse, Cennete girer."[999]

 

İzah

 

Konu ile ilgili bir başka hadis şu mealdedir:

"Kim mü'min kardeşinin ayıbı örterse, Allah da kıyamet gü­nünde onun ayıbını örter. Kim Müslüman kardeşinin ayıbını açığa vurursa, Allah da onun ayıbını açığa vurur. Hatta o ayıbı evinde yapsa dahi, kendisini rezil eder."[1000]   

 

Ölmek Üzere Olanlara İman Telkini

 

772. Ebû Hureyre (r.a.) rivayet ediyor:

"Ölmek üzere olanlarınıza "Lâilâhe illallah (Allah'tan baş­ka ilâh yoktur)" cümlesini telkin ediniz. Ve "İmanında sebat et, sebat et! Kuvvet ancak Allah'tandır" deyiniz.[1001]

 

İzah

 

İbni Mâce'de bu hadis şöyledir:

Resûlullah (s.a.v.),

"Ölmek üzere olanlarınıza 'Lâilâhe illalla-hü'1-Halîmü'l-Kerîm. Sübhanallahi Rabbi'l arşi'1-azîm. Elhamdülillahi Rabbil âlemin' demesini telkin edin" buyurdu.

Yanınındakiler, "Ey Allah'ın Resulü, bunu sağ olanlara telkin nasıldır?" diye sordular.

Resûlullah,

"Daha güzeldir, daha güzeldir" buyurdu.

İnsan için en mühim mesele, kabre imanla gitmektir. İmanda son âna itibar edildiği ve son anda şeytanın çeşitli vesveselerle mü'minin imanını kapmaya çalıştığı içindir ki, Peygamberimiz ölüm halindeki bir mü'mine iman telkininde bulunmayı tavsiye etmiştir. En tehlikeli ânını yaşayan mü'mine şeytanla olan mücâ­delesinde yardımcı olmayı istemiştir.

Böyle bir telkin yapılacağı zaman, önce hastanın yanında ve ona işittirecek bir sesle ya kelime-i şehadet veya kelime-i tevhid getirilerek hatırlatılır ve tekrar edilir. Hastanın kelime-i tevhidi bir defa söylemesi kâfidir, tekrar etmesine lüzum yoktur. Şayet hasta bir defa kelime-i tevhidi söyleyebilirse, son sözünün bu mübarek söz olması için, yanında bulunanlar onu artık konuşturmamalıdırlar.

Ancak hastaya "Haydi sen de söyle" gibi birşey denilmez. Söylemesi için ısrar da edilmez. Çünkü insan bu halde iken bü­yük bir sıkıntı, acı ve iztırap içinde bulunmaktadır. Belki farkında olmadan veya tam düşünmeden tekrar edilenleri reddedebilir, "Söylemiyorum" diyebilir.

Ayrıca bu telkini, hatırlatmayı hastanın sevdiği birisinin yap­masında fayda vardır. Çünkü insan, sevdiği ve sesine ünsiyet duyduğu bir yakınının teklifini reddetmez, onun dediklerini tekrar etmekten çekinmez.

Diğer bir husus, ölmek üzere olan bir hastadan kelime-i tevhid söylemesi istenildiğinde "Hayır" diyorsa, bu sözünün kelime-i tevhid için olduğu kesin değildir. O anda imanını almak için gelen şeytana da "Hayır" diyor olabilir. Nitekim hadis âlimlerinden ve mezheb imamlarından İmam Ahmed bin Hanbel ve İmam Ebû Cafer-i Kurtubî ile ilgili şu iki hatıra bunu göstermektedir:

İmam Ahmed'in oğlu Abdullah anlatıyor: "Babam İmam Ah­med vefatı yaklaştığında bayılıyordu. Benim elimde de çenesini bağlamak için bir bez vardı. Ayılınca, 'Hayır, defol, defol' diye bağırdı. Ben, 'Babacığım, bunu kim için söylüyorsun?' diye sor­dum. Şu cevabı verdi:

'"Şeytan karşıma dikilmiş parmak uçlarını ısırıyor, 'Ey Ah­med' diye bana fitne veriyordu. Ben de 'Hayır, defol' diyerek onu kovdum."

İmam Ca'fer-i Kurtubî'ye, ölmek üzere iken "Lâilâhe illallah de" diyerek telkinde bulundular. Baygın bir halde bulunan İmam Cafer-i Kurtubî, biraz kendisine geldiğinde bu hareketinin sebe­bini sordular, şu cevabı verdi:

"Sağ ve solumdan yanıma iki şeytan geldi, birisi Yahudiliğin en hayırlı din olduğunu söyleyerek benim de Yahudi olarak ölme­mi istedi. Diğeri de Hıristiyanlığın en hayırlı din olduğunu benim de bu o din üzere ölmemi söyledi. Ben de onlara, 'Hayır, hayır. Bunu siz söylüyorsunuz. Doğrusu Öyle değil' dedim."[1002]

Hattâ ölmek üzere olan bir insandan küfrü gerektiren bir söz sadır olsa bile, onun imansızlığına hükmedilemeyeceği hususun­da kurtarıcı bir fetva da vardır.[1003] Çünkü, böyle bir insan her ne ka­dar diliyle böyle bir sözü söylemiş olsa da, kalbi durumunu sa­dece Allah bilir. Bize düşen, o insanın Müslüman olarak öldüğü­ne inanmak, şehâdet etmek ve cenazesine Müslüman muamelesi yapmaktır. Ayrıca bu böyle birinin ağzından şayet çirkin ve nor­malde söylendiğinde küfrünü gerektirecek sözler çıkmışsa, bu sözü duyanlar, yaymamalı, gizlemelidirler. Zira o anda kişinin aklı başından gitmiştir. Söylediği sözlerden dolayı bizler onun inkârına hükmedemeyiz. Doğrusunu Allah bilir.[1004]

 

Kur'ân Okumanın Ve Ona Uymanın Faydası

 

773. Enes bin Mâlik (r.a.) rivayet ediyor:

"Kim gece gündüz Kur'ân okur, helâlini helâl, haramını haram bilirse Allah onun etini ve kanını Cehenneme haram kılar. Kıyamet günü olunca da o Kur'ân kendisi için bir kurtuluş vesikası olur."[1005]

 

Bedir Savaşına Katılanların Fazileti

 

774. Ebû Seleme bin Abdurrahman babasından rivayet ediyor:

Talha bin Übeydullah Âmir bin Füheyre hakkında ileri geri konuştu. Resûlullah (s.a.v.) onu şöyle ikaz etti:

"Yavaş ol ey Ebû Talha! Çünkü senin gibi o da Bedir Savaşında bulundu. En hayırlınız azâdlı kölelerine daha iyi davranandır."[1006]

 

İzah

 

Talha bin Übeydullah (r.a.), bir hadiste Cennetle müjdelenen on Sahabîden birisi idi. Âmir bin Füheyre (r.a.) ise azadlı bir kö­le idi. Peygamberimiz Talha'nın (r.a.) Âmir bin Füheyre (r.a.) hakkında ileri geri konuşmasını hoş karşılamadı.

Hadiste, Amir bin Füheyre'nin de (r.a.) Talha (r.a.) gibi Be­dir Savaşına katıldığına dikkat çekilmektedir.

Müşriklerle yapılan ilk savaş olan ve İslâm ordusunun kesin bir zaferi iîe sonuçlanan Bedir Savaşı, Müslümanların var veya yok olma savaşı idi. Bu yönü ile İslâm tarihinde çok önemli bir yeri ve bu savaşa katılan Sahabîlerin Allah indinde büyük bir der­ecesi vardı. Bir defasında Cebrail (a.s.) Peygamberimize gelmiş ve "Bedir Savaşına katılanların aranızdaki derecesi nasıldır?" diye sormuştu. Resûlullah (s.a.v.),

"Biz onları Müslümanların en üs­tünlerinden ve en hayırlılarından sayarız" buyurmuştu.

Cebrail (a.s.), "Bizde de böyledir. Biz de meleklerden Bedir'e katılanları meleklerin üstünü ve hayırlısı sayarız" dedi.[1007]

Bedir Savaşına katılanların faziletini bildiren bir hadis de şöy­ledir:

"Ola ki, Allah Bedir gazilerinin hallerine vakıf olmuş da 'Dile­diğinizi yapın. Sizi affettim' buyurmuştur."[1008]

 

Mahşerden Bir Sahne

 

775. Ebû Hüreyre (r.a.) rivayet ediyor:

"Kıyamet günü peygamberler mahşer yerine gelmek üzere hayvanların sırtında diriltilirler. Salih (a.s.) devesinin sırtın­da mahşer yerine sevk edilir. Çocuklarım Hasan ve Hüse­yin Adva isimli devemin sırtında sevkedilir. Ben Burak üze­rinde sevkedilirim. O, adımlarını gözümün görebildiği en uzak noktaya atar.

Bilal Cennet develerinden bir devenin üzerinde sevk edi­lir. Net bir sesle, şehadetlerin hakkını vere vere ezan okur. "Eşhedü enne Muhammedün Resûlullah=Ben şehadet ede­rim ki Muhammed Allah'ın Resulüdür" dediğinde gelmiş geçmiş bütün mü'minler de aynı şehadeti getirirler. Bu, dünyada iken kendilerinden kabul edilenlerden kabul, red­dedilenlerden ise reddedilir."[1009]

 

İzah

 

İnsanlar kabirlerinden kalktıktan sonra, kimi yaya, kimi binekli, kimi de sürünerek olmak üzere toplanma yeri olan mahşer meydanına sevk edileceklerdir. Hadis, bu sevk esnasındaki bir sahneyi haber vermektedir. O da peygamberlerin hayvanların sır­tında diriltileceğidir. Hadiste açıkça haber verilmese de bu hay­vanlar Cennetten getirilecektir. Salih (a.s.) bir mucize olarak kay­adan çıkardığı devesinin üzerinde olacak, Hasan ve Hüseyin (r.a.) Resûlullahın Advâ isimli devesinin üzerinde, Resûlullah da diğer peygamberlerden farklı olarak Burak ile mahşer yerine gid­ecektir. Burak, Cennetten getirilen bir hayvandır. Peygamberimiz miraca yükseldiğinde Mekke'den Mescid-i Aksa'ya Burak ile git­miştir. Hadiste, Burak'ın çok hızlı bir binek olduğuna dikkat çekilmektedir.

Hadiste Resûlullahın müezzini Hz. Bilal'in de Cennet devele­rinin birisinin üzerinde olacağı ve ezan okuyacağı, bütün Müslü­manların onun "Eşhedü enne Muhammedün Resûlullah" sözünü tasdik edeceği, ancak bunun dünyada ezana lakayt kalanlardan kabul edilmeyeceği bildirilmektedir.[1010]

 

Kölenin Efendisi Üzerindeki Hakları

 

776. İbni Abbas (r.a.) rivayet ediyor:

"Kölenin efendisi üzerinde şu üç hakkı vardır:

1. Namazında acele ettirmemek.

2. Yemek yerken kaldırmamak.

3. Ve karnını iyice doyurmak."[1011]

 

İkindi Namazının Sünneti

 

777. Ali (r.a.) rivayet ediyor:

Resûlullah (s.a.v.) ikindi namazından önce dört rekat na­maz kılardı.[1012]

 

İzah

 

Namazlardan önce ve sonra kılınan sünnetler bir yerde farz namazların tamamlayıcısı hükmündedir. Bu tamamlama iki şekilde düşünülebilir. Birincisi fazlarda yapılan eksiklerin, kusurların affedilmesine vesile olur. İkincisi, kıyamet gününde farz namaz­ları eksik gelen kimsenin namaz borcu kıldığı nafile namazlardan tamamlanır. Nitekim Peygamberimiz bir hadislerinde bu gerçeği şöyle ifâde etmişlerdir:

"Kıyamet günü kulun amelinden ilk hesaba çekileceği şey na­mazdır. Eğer namazının hesabını tam verirse kurtulmuştur. Eğer tam vermezse iflas etmiştir. Eğer farz namazlarından bir eksiği varsa Allah Teâla [kendisi çok iyi bildiği halde], 'Kulumun nafi­le namazları olup olmadığına bakın' buyurur. Eğer nafile namaz­ları varsa, farz namazlarındaki eksikliği, bu nafilelerle tamam­lanır."[1013]

Nafile namaz kılmak ayrıca Peygamberimizin şefaatine vesîledir ve kılınmasında pekçok sevap vardır. Bu namazların fazile­tiyle ilgili olarak bir çok hadîs mevcuttur. Bunlardan birisinin me­ali şöyledir:

"Kim gece ve gündüz on iki rekât namaz kılmaya devam eder­se, Cenâb-ı Hak ona Cenneti nasip eder. Bunlar: Öğlenin farzın­dan önce dört rekât, Öğlenin farzından sonra iki rekât, akşamın farzından sonra iki rekât, yatsının farzından sonra iki rekât, sa­bahın farzından önce iki rekâttır."[1014]

Peygamberimiz bir hadislerinde de yukarıda saydığımız on iki rekât sünnet namazları kılanlar için Cennette bir ev yapılacağını müjdelemiştir.[1015]

Çeşitli hadislerinde ümmetini sabah ve öğle namazının sünne­tini kılmaya ayrıca teşvik eden Peygamberimiz (a.s.m.), yukarı­daki hadislerinde de ikindi namazının sünnetini kılmaya ümmetini teşvik etmiştir. Konu ile ilgili başka hadislerde vardır. Bunlardan ikisi şu mealdedir:

"İkindi namazının farzından önce dört rekât namaz kılan kim­seye Allah rahmetini bol kılsın."

"Kim ikindi namazının farzından önce dört rekât kılarsa, ona Cehennem ateşi dokunmaz."[1016]

 

Giyinmiş, Fakat Çıplak Kadınlar

 

778. Abdullah bin Ömer (r.a.) Resûlullahın şöyle buyur­duğunu rivayet ediyor:

"Ümmetimin son zamanlarında görünüşte giyinik, fakat aslında çıplak kadınlar olacaktır. Bunların başları, deve hörgücü gibidir. Onlara lanet edin. Şüphesiz bu kadınlar lanet­lenmişlerdir."[1017]

 

İzah

 

Müslim'deki rivayet şöyledir:

"Cehennem ehlinden iki sınıf insan vardır ki, bunları dünyada henüz görmedim. Birisi, ellerinde sığır kuyruğu gibi sopalarla in­sanları döverler. İkinci grup da bâzı kadınlardır ki, görünüşte giyinik, fakat aslında çıplaktırlar. Salınarak yürürler.[1018] Bunların başları, saçlarını üst tarafa bağladıklarından deve hörgücü gibidir.

Bunlar Cennete giremeyecekleri gibi, kokusunu dahi duyamaya­caklardır. Oysa Cennetin kokusu çok uzak mesafeden alınır."

Başka hadislerde bildirildiğine göre Cennet kokusu beşyüz yıllık veya bin yıllık mesafeden duyulur.[1019]

Dinimizin emirlerinden birisi de tesettürdür. Tesettür, farklı ölçülerde de olsa buluğ çağına gelen kadın erkek her Müslümanın örtünmesi farzdır. Bu konuda Kur'ân'da şöyle buyurulur:

"Mü'min kadınlara söyle, gözlerini haramdan sakınsınlar, na­muslarını da korusunlar. Zînetlerini ise görünmesi zarurî olan kı­sımlar müstesna, açığa vurmasınlar. Baş örtülerini de yakalarının üzerini kapatacak şekilde iyice örtsünler...."[1020]

"Ey Peygamber! Hanımlarına, kızlarına ve mü'minlerin ha­nımlarına söyle, evlerinden çıktıklarında dış örtülerini üzerlerine alsınlar."[1021]

Kur'ân'da tesettür emredilmekle beraber, giyilecek elbisenin vasıfları açıklanmamıştır. Bunu hadislerden öğreniyoruz. Konu­nun tafsilatını Hanımlara Fetvalar isimli eserimize havale ederek burada izahını yaptığımız hadis üzerinde duracağız.

Tesettürde giyilecek elbisede dikkat edilmesi gereken özellik­lerden birisi de altını gösterecek kadar ince olmamasıdır. Pey­gamberimiz (s.a.v.) ince bir elbise ile huzuruna gelen baldızı Hz. Esmâ'dan yüzünü çevirmiş ve ona örtünmesini emretmiştir.[1022] Çünkü giyimekten maksat vücudu örtmektir. Oysa böyle elbiseler kadını daha cazip göstererek karşı tarafı tahrik edeceğinden fitne­ye sebep olur.

Tesettürde ince elbise giyilmesini yasaklayan Peygamberimiz (s.a.v.) gayb âleminin gizli perdesinin arkasından zamanımıza bakarak vücudunun tenini gösterecek kadar ince elbise giyinen kadınları "giyinmiş fakat çıplak" olarak vasıflandırmış ve "Cen­netin kokusunu dahi duyamayacaklarını" bildirmiştir.

Kadının kalça, bel ve göğüslerini büyüklük ve şekil itibarıyla belli edecek şekilde dar olan elbise giyen kadınlar da "giyinmiş, fakat çıplak" kadınlar grubuna dahildir.[1023]

 

Müslümanları Rahatsız Etmekten Sakınmak

 

779. Câbir bin Abdullah (r.a.) rivayet ediyor:

"Soğan ve sarımsak yiyen bizden ve camilerimizden uzaklaşsın ve evinde otursun."

26. hadisin izahını bakınız.[1024]

 

Bâzı Kıyamet Alâmetleri

 

780. Enes (r.a.) rivayet ediyor:

Resûlullah (s.a.v.) başını hilâle çevirdi ve şöyle buyurdu:

"Kıyametin yaklaştığının bir alâmeti de da hilalin erken görülmesidir. Öyle ki, 'Bu hilal iki geceliktir' denilir. Mescidler yol edinilir ve âni ölümler görülür."[1025]

 

İzah

 

Peygamberimiz (s.a.v.) bu hadislerinde üç kıyamet alâmetine dikkat çekmektedir. Bunlardan birisi, hilâl'in erken görülmesi, buna rağmen görenlerin onu iki günlük zannetmesidir. Atmosfer­de meydana gelen bâzı değişiklikler buna sebep olabilir.

Kıyamet alâmetlerinden ikincisi, mescidlerin yol edilmesi, üçüncüsü de ani ölümlerin çoğalmasıdır. Günümüzde, deprem, terör, trafik kazası, uçak düşmesi, kalp kirizi gibi sebeplerle âni ölümler bir hayli çoğalmıştır.[1026]

 

İhlâs Sûresini Çok Okumak

 

781. Câbir bin (r.a.) rivayet ediyor:

"Kim her gün elli defa İhlas Sûresini okursa kıyamet gü­nünde kabrinden şöyle çağrılır:

"Kalk! Ey Allah'ı öven zat, Cennete gir!"[1027]

 

İzah

 

İnancımıza göre Allah'ın takdir ettiği bir zamanda kıyamet ko­pacak, bütün canlılar vefat edecek, yine Allah'ın takdir ettiği bir zaman toprak altında bekledikten sonra, yeniden diriliş gerçekle­şecektir. Bu diriliş esnasında herkes niyetine göre ve öldüğü hal üzere diriltilecektir Yine herkes durumuna göre çağrılacak, kâfir ve isyankar sesler korkunç seslerle ve azap tehdidiyle çağrılır­larken, Allah'ın sevgili kulları hoş bir sesle ve Cennet müjdesi ile çağrılacaklardır. Hadiste, İhlâs Sûresini çok okuyanların kabirlerinden, "Kalk! Ey Allah'ı öven zat, Cennete gir" diye müjde ile çağırılacakları bildirilmektedir. Mahşerde kimin nasıl dirileceği hususunda Ölümden Sonra Diriliş İsimli eserimize bulabilirsiniz.[1028]

 

Namaz Ateşi Söndürür

 

782. Enes (r.a.) rivayet ediyor:

"Allah'ın her namaz vaktinde şöyle seslenen bir meleği vardır: "Ey Ademoğulları! Kendi elinizle tutuşturduğunuz sizi yakacak olan ateşi namazla söndürmek için kalkınız."[1029]

 

Sabah Namazından Sonra Allah'ı Zikretmek

 

783. Hz. Hasan (r.a.) rivayet ediyor:

"Kim sabah namazını kıldıktan sonra güneş doğuncaya kadar Allah'ı zikrederse, bu kendisi için mutlaka Cehen­neme karşı bir örtü olur."

811 numaralı hadise bakınız.[1030]

 

Resûlullahın Sidretü'l-Münteha'da Gördüğü Dört Nehir

 

784. Enes (r.a.) rivayet ediyor:

"Sidretü'l-Münteha'ya yükseltildiğimde dört nehirle karşılaştım. İkisi zahir, ikisi bâtındı. Zahir olanlar Nil ve Fırat idi. Bâtın olanlar da Cennetin iki nehriydi.

Sonra bana üç bardak verildi. Birinin içinde süt, birinin içinde bal, diğerinin içinde de şarap vardı. Ben hemen için­de süt olan bardağı aldım ve içtim. Bana, "Sen ve ümmetin doğrusunu yaptınız" denildi."[1031]

 

İzah

 

Müslim'de Mâlik bin Sa'sa'dan (r.a.) bu hadis uzun bir şe­kilde rivayet edilir. Buradaki hadis o rivayette şöyle geçer:

"Nebiyyullah (s.a.v.) dört nehir gördüğünü, bunların asılla­rından iki zahir, iki de bâtın nehir çıktığını anlattı. Ve buyurdu ki:

"Ey Cebrail, bu nehirler nedir?" dedim.

Cebrail (a.s.) şöyle dedi:

"Bu bâtını nehirler Cennette bulunan iki nehirdir. Dıştaki ne­hirler ise Nil ve Fırat'tır."[1032]

Hadisin ikinci kısmı da Ebû Hüreyre'nin (r.a.) rivayet ettiği hadisin bir kısmında şöyle geçer:

"Bana iki kab getirdiler. Birinde süt, diğerinde şarap vardı. Bunların hangisini istersen onu al" dediler. Ben sütü alıp içtim. Bardakları getiren zât bana, 'Fıtrata uygun olanı tercih ettin. Şa­yet şarabı alsaydın ümmetin azardı' dedi."

Peygamberimize süt ve şarabın takdim edilmesi ve birini seç­mesini istemesi, o zaman şarap henüz haram kılınmadığı içindir. Şarap haram olmadığı halde Resûlullah fıtrata uygun olanı, yani sütü seçmiştir.[1033]

 

Kur'ân'ın Sahabe Üzerindeki Tesiri       

 

785. Cübeyr bin Mut'im (r.a.) rivayet ediyor:

Resûlullaha (s.a.v.) geldim. O Ashabına sabah namazını kıldırıyordu. Onun,

"Ona mâni olacak yoktur" dediğini işittim.

"Rabbinin azabı muhakkak gelecektir. Ona mâni ol­acak yoktur"[1034]

âyetlerini okuyordu. Sesi dışarı çıkıyordu. Bu kalbimi çarptı sandım.[1035]

 

Resûlullahın Hz. İmran'a Öğrettiği Dua

 

786. İmran bin Hüsayn (r.a.) rivayet ediyor:

Resûlullah (s.a.v.) bana,

"Ey İmrân!" buyurdu.

"Buyur" dedim.

"Şöyle de" buyurdu:

"Allah'ım, işimi yoluna koymam için Senden hidâyet di­liyorum. Ve nefsimin şerrinden Sana sığınıyorum."[1036]

 

Köleyi Hürriyetine Kavuşturmak

 

787. Sehl bin Sa'd (r.a.) rivayet ediyor:

"Kim Müslüman bir köleyi hürriyetine kavuşturursa, Onun her azasına karşılık Allah o kimsenin bir azasını Cehen­nemden kurtarır."[1037]

 

İzah

 

Köleliği başlatan bir din olmayan İslâmiyet, onu vahşi ve gad­dar bir suretten medenî bir şekle sokmuştur. Her fırsatta da köleleri hürriyetine kavuşturmayı teşvik etmiştir. Bu hadis de köle azadına teşvik eden hadislerden birisidir. Konu hakkında tafsilatlı bilgi için Hanımlara Fetvalar isimli eserimizin 52-62. sayfalarına bakılabilir.[1038]

 

Borçlu Olarak Ölmek

 

788. Ebû Hüreyre (r.a.) rivayet ediyor:

"Ölen bir mü'minin ruhu, borcu olduğu sürece tutuklu­dur."[1039]

 

İzah

 

İbni Mâce'de hadis şöyledir:

"Ölen mü'minin ruhu, üzerindeki borç ödeninceye kadar bor­cundan dolayı tutukludur."

Borçlu ölerek vefat eden bir kul eğer Cennetlikse, borcu öde­ninceye kadar ruhu Cennete gitmez. Ancak borcu ödendikten sonra Cennete gider. Bu hüküm borcuna lakayt olanlar veya öde­me düşüncesi taşımayanlar içindir. Kişi borcunu ödeme niyetinde olduğu halde imkan bulamadığı için ödeyemeden vefat ederse, şayet kul Cennetlik biri ise ruhu tutuklu olmaz, Cennete gider. Mahşer gününde de Allah hak sahibini memnun ederek böyle ku­lunu sıkıntıdan kurtarır.

Hadîs, mirasçıları ölenin borcunu ödemeye teşvik etmektedir.

Borçlanma ve tehlikeleri ile ilgili geniş bilgi için Faiz Ticâret isimli eserimize bakılabilir.[1040]

 

Devlet Malına Hıyanet Edenlerin Mahşer Yerindeki Durumu

 

789. Ebû Hüreyre (r.a.) rivayet ediyor:

Resûlullah (s.a.v.) devlet ve millet malına hiyanetten söz etti. Şöyle buyurdu:

"Biriniz Kıyamet gününde omuzunda bağıran bir deve ile gelmekten sakındırırım."[1041]

 

İzah

 

Müslim'de hadis çok uzun olarak yer alır. Şöyledir:

"Resûlullah (a.s.m.) bir gün aramızda iken ayağa kalkıp, dev­let ve millet malına hıyanetten söz etti. Bu işi yapanı ve bunun va­racağı âkibetin dehşetini çok büyüttü. Daha sonra şöyle buyurdu:

"Sakın ola ki, içinizden birini kıyamet gününde omuzunda bağırmakta olan bir deve ile gelirken görmeyeyim. Bu kimse o gün bana, 'Yâ Resûlallah, bana yardım et' der. Ben de ona, 'Ha­yır! Senin için hiçbir şey yapamam. Çünkü ben sana dünyada iken başına geleceği bildirmiştim' derim.

"Sakın ola ki, içinizden birini kıyamet gününde omuzunda kişneyip bağıran bir at ile gelirken görmeyeyim. Bu at hırsızı olan kimse o gün bana, 'Yâ Resûlallah, bana yardım et' der. Ben de ona, 'Hayır! Senin için hiçbir şey yapamam. Çünkü ben bunu sana daha önce bildirmiştim' derim.

"Sakın ola ki, içinizden birini kıyamet gününde omuzunda fer­yat eden bir insanla geldiğini görmeyeyim. Bu kimse o gün bana, 'Yâ Resûlallah, bana yardım et' der. Ben de ona, 'Hayır! Senin için hiçbir şey yapamam. Çünkü ben sana dünyada iken başına geleceği bildirmiştim' derim.

"Sakın ola ki, birinizi kıyamet gününde omuzunda sallanan bir elbise ve kumaşla gelirken görmeyeyim. Bu kimse o gün bana, 'Yâ Resûlallah, bana yardım et' der. Ben de ona, 'Hayır! Senin için hiçbir şey yapamam. Çünkü ben sana dünyada iken başına geleceği bildirmiştim' derim.

"Sakın ola ki, içinizden birini kıyamet gününde omuzunda al­tın ve gümüşle gelirken görmeyeyim. Bu kimse o gün bana, 'Yâ Resûlallah, bana yardım et' der. Ben de ona, 'Hayır! Senin için hiçbir şey yapamam. Çünkü ben sana dünyada iken başına ge­leceği bildirmiştim' derim."[1042]

 

Kararda Aceleci Olmamak

 

790. Abdullah bin Ömer (r.a.) rivayet ediyor:

Bir adam yeni evlenmişti. Resûlullah (s.a.v.) bir orduyu sefere gönderdi. O kişiyi de onlarla birlikte gönderdi. Sefer dönüşünde o adam acele ile ailesinin yanına geldi.Hanımım kapıda ayakta bekler buldu. İçine kıskançlık doğdu. Hanı­mını vurmak için mızrağını hazırladı.

Hanımı ona, "Acele etme! Eve bir bak" dedi.

Adam içeri girdi, yatağın üzerine uzanmış iri bir yılan gördü. Onu öldürdü, kendi de öldü.

Bu haber Resûlullaha ulaştığında,

"Bu evlerin cinlerden sakinleri vardır." dedi, ve cinleri [bu yılanları] öldürmeyi nehyetti.[1043]

 

İzah

 

Muvatta'da bu hadis Ebû Said el-Hudrî'nin (r.a.) rivayet ettiği şekliyle şöyledir:

Yeni gerdeğe girmiş bir genç vardı. Bu genç Resûlullah ile be­raber Hendek savaşına katıldı. Resûlullah (s.a.v.) Hendekte iken bu genç Resûlullaha geldi ve şöyle dedi:

"Ya Resûlallah! Ben yeni evliyim, bana izin ver." Resûlullah ona izin verdi ve kendisine şu tembihte bulundu:

"Silahını yanına al. Çünkü Benî Kurayza Yahudilerinin sana birşey yapmalarından korkuyorum."

Genç evine gittiğinde, hanımını iki kapı arasında ayakta du­rurken gördü. Onu kıskandı, vurmak için elini mızrağa uzattı.

Hanımı ona, "Evine girip içeridekini görmeden acele etme" dedi.

Genç eve girdi, yatağın üzerinde kıvrılmış bir yılan gördü. Ona mızrağını sapladı. Sonra dışarı çıkarıp mızrağını eve dikti. Yı­lan mızrağın ucunda titredi, genç de hemen öluverdi. Genç mi, yoksa yılan mı daha önce öldü bilinmiyor. Bu durum Resûlullaha anlatıldığında şöyle buyurdu:

"Medine'de Müslüman olmuş cinler vardır. Onlardan birini görürseniz üç gün zaman tanıyın. Sonra [hâlâ gitmezse] isterseniz öldürün. Çünkü o şeytandır."[1044]

 

Yatmadan Önce Yapılacak İşler

 

791. Câbir (r.a.) rivayet ediyor:

"Yatarken kaplarınızın ağzını kapatın, su kaplarınızın ağ­zını bağlayın, kapılarınızı kapayın, yanan ateşi söndürün. Çünkü şeytan kapalı kapıyı açamaz, su kabının bağını sökemez, kapların örtülerini kaldıramaz. Küçük yaramaz da [fare] insanların evlerini çok çabuk ateşle doldurabilir."[1045]

 

İzah

 

Bu hadisin başka rivayetlerinde son cümle,

"Bunları yapar­sanız size zararları dokunmasına Allah tarafından izin verilmez" şeklindedir.[1046]

 

Dinimizin Atıcılığa Verdiği Önem

 

792. Behz bin Hakîm babasından, o da dedesinden rivayet ediyor:

Resûlullah (s.a.v.) ok atan ve "Vallahi vuramadın, valla­hi vurdum" diyen bir topluluğa uğradı. Onlar Resûlullahı görünce durdular. Bunun üzerine Resûlullah (s.a.v.) şöyle buyurdu:

"Atın. Ok atanların yeminleri geçersizdir. Onda yemini bozma vebali ve keffaret söz konusu değildir."[1047]

 

İzah

 

Zaman zaman dikkat çektiğimiz gibi, dinimiz atıcılığa çok bü­yük değer vermektedir. Bunu da bir oyun eğlence olduğu için de­ğil, savaşta çok tesirli bir vasıta olduğu için yapmaktadır. Bu ve benzeri hadisler o gün ok atmayı teşvik ediyordu. Günümüzde ise en gelişmiş silahları kullanmayı, onlarla atış talimi yapmayı teşvik etmektedir.

Hadiste Peygamberimiz (s.a.v.) atış talimi yapanların "Vallahi vurdum, vallahi vuramadın" şeklindeki sözlerinin yemin sayıl­mayacağı, bundan dolayı keffaret gerekmeyeceği bildirilmektedir. Bu, lağv yeminidir. Kasdî olarak yapılmadığı için keffaret gerek­mez. Bununla ilgili bir âyet meali şöyledir:

"Allah sizi yanlışlıkla veya yanılarak ettiğiniz yeminlerden do­layı mes'ul tutmaz; fakat kalbinizle kazandıklarınızdan, yalan yere ettiğiniz yeminle ve yeminlerinizi yerine getirmemekle kazandığı­nız günahtan mes'ul tutar."[1048]

 

Kabe'nin Putlardan Temizlenmesi

 

793. Abdullah bin Abbas (r.a.) rivayet ediyor:

Resûlullah fetih gününde Mekke'ye girdiğinde Kabe'nin üzerinde 360 adet put vardı. İblis kendileri için ayaklarını kurşunla sâbitleştirmişti. Resûlullah beraberinde asa vardı. Onunla dokunduğu her put yüz üstü düşüyordu. Resûlullah o esnada,

"Hak geldi, bâtıl yok oldu. Muhakkak ki bâtıl yok olup gidicidir"[1049]

 Bütün putların üzerinden böyle geçti.[1050]

 

İzah

 

Başka rivayetlerde putların Kabe'nin üzerinde değil, çevresin­de olduğu bildirilmiştir.[1051] Asası ile dokunmasını Peygamberimize Cebrail bildirmişti.[1052]

 

Namaz Günahları Döker

 

794. Selmân-ı Fârisî (r.a.) rivayet ediyor:

"Müslüman, günahları başı üzerine konmuş olarak namaz kılar. Her secde ettiğinde başından dökülür. Namazını biti­rince artık bütün günahları dökülmüş olur."[1053]

 

Cuma Günü Gusletmek

 

795. Ebû Said el-Hudrî (r.a.) rivayet ediyor:

"Ergenlik çağına gelen erkek ve kadın herkesin Cuma günü gusletmesi vaciptir."[1054]

 

İzah

 

Zikrettiğimiz bâzı kaynaklarda "Misvak kullanmak ve bulabilirse güzel koku sürünmek" de ilâve edilmiştir.

Cuma günü gusletmenin vacip olması, dînî vacip değil, ahlâkî vaciptir. Yani ahlaken gereklidir. Bir hadiste bildirildiğine göre Cuma günü yıkanması Müslümanların kişi üzerindeki hak­larındandır.[1055]

Konu ile ilgili başka hadisler de vardır. Bâzıları şöyledir:

"Her Müslüman kişinin günde bir defa yıkanması gerekir. O da Cuma günüdür."[1056]

"Cuma günü gusledenin üç gün fazlasıyla iki Cuma arasında işlediği günahları [10 günlük] affedilir."

"Cuma namazına gelen gusletsin."

Evet, kirli insanlar başkalarını rahatsız ederler. Oysa Müslümanın başkalarını rahatsız etmesi doğru değildir ve kimse kim­seyi rahatsız etme hakkına sahip değildir.[1057]

 

Bildiğinin Onda Birini Yapmakla Kurtulacak Olanlar

 

796. Ebû Hüreyre (r.a.) rivayet ediyor:

"Siz öyle bir zamanda yaşıyorsunuz ki, emredilenin onda birini terk eden helak olur. Fakat öyle bir zaman gelecek ki, emredilenin onda birini yapan kurtulur."[1058]

 

İzah

 

Bu hadis, âhirzamanla ilgili gaybî bir ihbardır. Peygamberimiz İslâmiyeti yaşamanın kolay olduğu zamanlarda kişinin bildiğinin hepsini yaşaması gerektiğine, onda birini dahi terk edecek olsa helak olabileceğine dikkat çekmiştir. Fakat âhir zamanda dini yaşamak çok zorlaşacağından, hattâ bir hadiste bildirildiğine göre avuç içerisinde kor tutmak gibi olacağından, bu zamanda bildik­lerinin onda birini yaşayan mü'minlerin kurtulacaklarını haber vermiştir. Yapılması istenen onda bir de farzları yapmak, büyük günahlardan sakınmaktır. Âhirzamanda bir kimse farzları yapar, büyük günahlardan sakınırsa kurtulur. Daha fazlasını yaparsa, derecesi yükselir.

Bu hadis, âhirzamanda gelenlerin Sahabîlerden daha faziletli oldukları şeklinde anlaşılmamalıdır. Burada kişilerin fazileti de­ğil, âhirzaman fitnesinin dehşeti nazara verilmektedir. Böyle bir fitne zamanında az amelin çok hükmünde olduğuna dikkat çe­kilmiş, âhirzamanda yaşayacak olan mü'minlere ümit verilmiş­tir.[1059]

 

Resûlullahın Gece İbâdeti

 

797. Said bin Hişam rivayet ediyor:

Âişe'den (r.a.) Resûlullahın gece ibâdetini sordum. O şöyle dedi:

"Ey elbisesine bürünen!

"Az bir kısım müstesna geceleyin ibâdet için kalk.

"Gecenin yarısında veya biraz daha geç kalk.

"Yahut biraz daha erken kalk ve Kur'ân'ı açık açık, tane tane oku.

"Biz sana pek büyük bir söz vahyedeceğiz.

"Gece vakti kalkmak nefse daha çok tesir eder; Kur'ân ve zikir için de daha elverişlidir.

"Çünkü senin için gündüz vakti uzunca bir meşguliyet vardır."[1060]

âyeti, Resûlullaha gece kalkmasını farz kılmıştı. İlk farz olan bu emirden sonra Resûlullah (s.a.v.) ve As­habı geceleyin kalkıyor ve ayakları şişinceye kadar kıyamda duruyorlardı. Allah Teâlâ sûrenin son kısmını onlara bir sene göndermedi. Sonra şunu indirdi:

"Şüphesiz Allah biliyor ki sen ve seninle beraber olanlar­dan bir topluluk, gecenin üçte ikisine yakın veya yarısı ka­dar, yahut üçte biri kadar bir zaman ibâdete kalkıyorsunuz. Geceyi ve gündüzü takdir eden Allah'tır. Gece ibâdetine güç yetiremeyeceğinizi bildiği için, Allah gece namazını size farz kılmadı. Artık Kur'ân'dan kolayınıza geleni okuyun."[1061]

Bu âyetten sonra gece namazı nafile oldu.[1062]

 

Kur'ân'a Abdesetli Olarak Dokunmak

 

798. Ömer (r.a.) Resûlullahın (s.a.v.) şöyle buyurdu­ğunu rivayet ediyor:

"Kur'ân'a temiz olandan başkası dokunamaz."[1063]

 

İzah

 

Bir âyette,

"Kur'ân'a temizlenmiş olanlardan başkası el süre­mez" buyurulmuştur.[1064]

Dört mezhebe göre de "Abdestsiz kimse­nin Kur'ân'a dokunması caiz değildir." Ancak Kur'ân'a dokunmadan onu okumakda bir mahzur bulunmamaktadır.

Kur'ân öğrenen çocuklar abdestsiz olarak onu ellerine alabilirlerse de, onların da abdestli olmaya teşvik edilmeleri güzeldir.

Kur'ân miktarı meal ve tefsirden az ise tefsir kitapları abdest­siz olarak ele alınabilir. Miktar itibarıyla Kur'an'a fazla veya eşit­se abdestsiz olarak ele alınmaz. Buna göre bir ciltlik meallerin ab­destsiz olarak ele alınması caiz değildir. Tefsirler ise ele alınabilir.

Ayette geçen "el süremez" ifâdesinin emir değil de haber ver­me olduğu, bundan Levh-i Mahfuz'un kast edildiği de söylen­miştir.[1065]

 

Borçluya Kolaylık Göstermek

 

"Kıyamet gününde bir adam getirilir ve Allah'ın huzurun­da durdurulur. Allah onu, "Arkanda ne bıraktın? (Ne ile geldin?)" diye sorar.

O kul, "Ben insanlarla alışveriş yapıyordum. Sattığım zaman eli dar olanlara indirim yapar, eli geniş olanlara za­man tanırdım" der..

Allah, "Ben kulumu affetmeye daha layıkım" buyurur ve o kulunu bağışlar."[1066]

 

Rükû Ve Secdeye Eğilirken Ellerin Durumu

 

800. Abdullah bin Ömer (r.a.) rivayet ediyor:

Resûlullah (s.a.v.) namaza başlarken ellerini omuzları hizasına kadar kaldırırdı. Rükûya eğilirken ve rükûdan doğrulurken de böyle yapıyordu. İki secde arasında ise kaldır­mazdı.[1067]

 

İzah

 

Yukarıdaki hadisin aynısına yer verilen İbni Mâce, Ebû Dâ­vud, Tirmizî gibi hadis kitaplarında, Ebû Hüreyre (r.a.), Enes, (r.a.), Abdullah bin Ömer (r.a.), İmran bin Husayn (r.a.) ve Abdullah bin Abbas'dan (r.a.) Mâlik bin Hüveyris'ten ve Ebû Mâlik el-Eş'arî'den bu konudı başka hadisler de rivayet edilmiştir.

Şafiî ve Hanbelî mezheplerine göre, gerek rükûya giderken, gerekse rükûdan doğrulurken elleri omuz hizasına kaldırmak sün­nettir. Bu mezhep âlimleri, izahını yaptığımız hadisi delil göste­rirler.

Hanefî mezhebine göre ise eller sadece iftitah tekbirinde kaldı­rılır. Onun dışında ne rükûya giderken, ne de rükûdan doğralurken elleri kaldırmak doğru değildir. Bu mezhep âlimleri Abdullah bin Mes'ud'un (r.a.) rivayet ettiği bir hadisi görüşlerine delil ola­rak zikrederler. Bu hadis şöyledir:

Abdullah bin Mes'ud (r.a.) bir defasında "Size Peygamberin kıldırdığı namaz gibi namaz kıldırayım mı?" demiş; sonra da na­maz kılmış ve ellerini sadece iftitah tekbirinde yukarı kaldır­mıştır. [1068]

Bu mânâda Berâ bin Âzib de (r.a.) bir hadis rivayet eder.[1069]

Hanefîlerin delillerinden birisi de namaz içerisinde hareketsiz durmanın farziyetini ifâde eden hadistir. Bu hadis şu mealdedir:

"Acaba sizleri niçin ellerinizi hırçın atların kuyruktan gibi kal­dırmış görüyorum? Namazda sakin olun."[1070]

Bu hadise göre iftitah tekbirinin dışında el kaldırmak asla caiz değildir. Çünkü iftitah tekbirinde el kaldırmak namazın dışında olan bir harekettir, bunun dışında el kaldırmak ise namazın içinde­dir ve huşûuna zarar verir.

Hanefîlere göre Peygamberimizin rükûya giderken ve rükûdan doğrulurken ellerini kaldırması, İslâmiyetin ilk yıllarıyla ilgiliydi. Peygamberimiz bunu sonradan terk etmiştir. Hanefîler buna delil olarak da, Abdullah bin Zübeyr'in (r.a.) rükûya giderken ve rü­kûdan doğrulurken ellerini kaldıran bir adam gördüğünü ve ona, "Böyle yapma. Çünkü bu, Resûlullahın başlangıçta yaptığı, fakat sonradan terk ettiği bir davranıştır" dediğini bildirirler. Yine Mücâhid'in, "Abdullah bin Ömer'in arkasında namaz kıldım, iftitah tekbirinden başka namazın hiçbir yerinde ellerini kaldırmadı" sö­zünü de delil gösterirler. Tahavî bu hadisi rivayet ettikten sonra şöyle der: "İşte İbni Ömer, Peygamberin (a.s.m.) vaktiyle ellerini kaldırdığını görmüş, sonra bundan vazgeçmiştir. O bunu ancak kendisince bunun nesh edildiği (hükmünün kaldırıldığı) sabit olunca yapmıştır."[1071]

 

Ezanda Parmakları Kulakların İçine Sokmak

 

801. Sa'd el-Karaz (r.a.) rivayet edilmiştir:

Resûlullah (s.a.v.) Bilal'e, ezan okuduğunda ellerini kulağına dayamasını emretti. Ve,

"Muhakkak bu senin sesini daha da gür çıkarır" buyurdu.[1072]

 

Bayram Namazı Dönüşünde Başka Yoldan Gelmek

 

802. Sa'd el-Karaz (r.a.) rivayet edilmiştir:

Resûlullah (s.a.v.) iki bayram namazına giderken de bir yoldan gider, geri dönüşte başka bir yoldan dönerdi.[1073]

 

İzah

 

Hadiste de ifâde edildiği gibi, bayram namazına farklı yollar­dan gidip gelmek sünnettir. Bunun hikmeti, değişik yollardaki in­sanlar ve cinlerin, yolun kişi lehinde şahitlik etmesi, İslâm şeâirinin ilân edilmesidir.[1074]

 

Bayram Namazı Nasıl Kılınır?

 

803. Sa'd el-Karaz (r.a.) rivayet edilmiştir:

Resûlullah (s.a.v.) bayram namazını hutbeden önce kı­lardı. Birinci rekâtta, namaz için Kur'ân okumadan önce ye­di tekbir alırdı. İkinci rekâtta kıraattan önce beş tekbir alırdı. Bayram namazına yürüyerek gelirdi. Namazdan sonra da yürüyerek dönerdi. Hutbe arasında tekbir getirirdi. Bayram­larda çok tekbir getirirdi.[1075]

 

İzah

 

Cuma namazında hutbe namazdan önce okunurken, bayram namazlarında namazdan sonra okunur. Bununla ilgili daha başka hadisler de vardır.[1076] Ayrıca bayram namazında imam hutbeye çı­karken ezan okunmaz, hutbeden inerken de kaamet getirilmez. Çünkü namaz zaten kılınmış olmaktadır.

Hadiste Peygamberimizin namaz kılış şekli anlatılmaktadır. Birinci rekatta kıraattan önce yedi; ikinci rekâtta kıraattan önce beş ziyade tekbiri aldığı bildirilmektedir. Bununla ilgili başka ri­vayetler de vardır.[1077]

Bayram namazında alınan tekbirlerin sayısı ile ilgili olarak mezhepler arasında farklı görüşler vardır. Şâfiîlere göre birinci rekatta namaza başlama tekbirinden başka yedi, ikinci rekatta da kıyam tekbirinden başka beş tekbir alınır.

Hanefîlere göre ise birinci rekatta beş, ikinci rekatta dört tekbir alınır.

İzahını yaptığımız hadisten Peygamberimizin bayram namazı için yürüyerek gelip, yürüyerek döndüğünü de öğreniyoruz.[1078]

 

Peygamberimizin Bir Çocuğa Duası

 

804. Enes (r.a.) rivayet ediyor:

Resûlullah (s.a.v.) bir gün Ensardan bir çocuğa,

"Ayak­kabımı verir misin?" buyurdu.

Çocuk, "Annem babam sana feda olsun ey Allah'ın Re­sulü. Müsaade et, onu ayağına ben giydireyim" dedi.

Resûlullah da şöyle dua etti:

"Allah'ım, bu kulun Senin rızanı istiyor. Ondan razı ol." [1079]

 

Vâil Bin Hücr'ün (r.a.) Fazileti

 

805. Vâil bin Hücr (r.a.) rivayet ediyor:

Resûlullahın (s.a.v.) zuhuru bize ulaşınca kavmimin elçisi olarak ona gelmek üzere yola çıktım. Medine'ye geldi­ğimde Resûlullah ile buluşmadan önce Ashabı ile karşılaş­tım. Onlar bana, "Sen yanımıza gelmeden üç gün önce, Re­sûlullah (s.a.v.) seni bize müjdeledi. 'Vâil bin Hücr size ge­liyor' buyurdu" dediler. Sonra Resûlullah ile karşılaştım. Bana,

"Hoş geldin" dedi.

Beni kendine yakın oturttu, abasını oturmam için yere serdi. Sonra insanların toplan­masını emretti. Halk toplandığında minbere çıktı, ben biraz aşağısında bulunuyordum. Sonra Allah'a hamd etti ve şöyle buyurdu:

"Ey insanlar! Bu, Vâil bin Hücr'dür. Uzak beldelerden, Hadramevt'ten size geldi. Kendisini bir zorlayan olmadan, itaat ederek geldi. Kendisi kral oğullarının kalanlarındandı.

"Ey İbni Hücr! Allah seni ve oğullarını mübarek kılsın."

Sonra minberden indi, beni de indirdi. Medine'nin uzak­ça bir yerinde misafir edilmemi Muâviye bin Ebî Süfyan'a emretti.

Ben çıktım, o da benimle beraber çıktı. Biz beraberce yolda giderken Muâviye bana, "Ey Vâil, kızgın yol üzerinde yalın ayak yürümek ayağımı yakıp kavurdu. Ayakkabını ba­na ver. Güneşin sıcağından onunla korunayım" dedi.

Ben "Sen kralların giydiklerini giyebilecek kişilerden de­ğilsin! Onu sana emaneten de olsa vermekten hoşlanmam" dedim.

Muâviye, "Ey Vâil, kızgın yol üzerinde yalın ayak yürü­mek ayağımı yakıp kavurdu. Beni terkine alsan iyi olur" dedi.

Vâil, "Deveme acıdığımdan seni terkime almak istemiyor değilim. Fakat sen hükümdarların soyundan olmadığın için seni terkime almayı kendime yakıştıramam" dedi.

Muâviye, "Öyle ise ayakkabım bana ver, güneşin sıca­ğından onunla korunayım" dedi

Vâil, "Sen kralların giydiklerini giyebilecek kişilerden değilsin! Onu sana emaneten de olsa vermekten hoşlan­mam."

Kavmimin yanına dönmek istediğimde Resûlullah (s.a.v.) benim için üç mektup yazılmasını emretti. Bunlardan biri bana özeldi. Birini benim ve ailem için, diğerini de benim ve kavmim için yazdı.

Benim için olana şunlar yazılıydı:

"Bismillâhirrahmânirrahim. Allah'ın Resulü Muhammed'den, Muhacir bin Ebî Ümeyye'ye.

"Vâil Hadramevt'in neresinde olursa olsun, bütün krallar üzerine âmir ve reis olacaktır."

Benim ve ailem hakkında yazdığı mektubta da şu vardı:

"Bismillâhirrahmânirrahim. Allah'ın Resulü Muhammed'den, Vâil bin Hücr ve Hadramevt'teki bütün krallara.

Onlar namazı kılacaklar ve zekâtı vereceklerdir.

Değiş tokuş yoluyla, mehirsiz olarak evlendirme yoktur.

Onlar Müslümanların askerî birliklerine yardım etmek ve her on kişi için bir dağarcık hurma vermekle mükelleftirler.

Ekini yetişmeden satan kişi faiz yemiş olur.

"Her sarhoş edici şey haramdır."

Muâviye İslâm devletinin halifesi olduğunda Kureyş'ten Büsr bin Ebî Ertat isimli birini komutan tayin ederek, ona şu emri verdi:

"Şam sınırını geçtikten sonra Medine'ye varıncaya kadar bana bîat etmeyen kime rastlarsan öldür. Medine'ye varınca da bana bîat etmeyenleri sağ bırakma. Sonra Hadramevt'e yönel. Bana bîat etmeyeni öldür. Eğer orada Vâil bin Hücr'ü sağ olarak yakalarsan, onu bana getir."

[Komutan kendisine emredileni yaptı] Vâil bin Hücr'ü de Muâviye'ye götürdü.

Muâviye adamlarını beni karşılamaya çıkardı. Yanına girdiğimde beni kendi tahtı üzerine oturtarak, "Benim bu tahtım mı daha üstündür, yoksa senin devenin sırtı mı?" dedi.

Ben ona şöyle dedim:

"Ey Mü'minlerin emiri! Ben o zaman daha yeni Müslü­man olmuştum.Câhiliyet ve küfürden daha yeni kurtulmuş­tum. Benim yaptığım hareket, bir câhiliyye hareketi idi. Se­nin yaptığın ise İslama uygun harekettir."

Muâviye:

"Peki. Bu tamam. Osman (r.a.) seni sırdaş edindiği ve senin yakının olan bir kadınla evlendiği halde sen bize niçin yardım etmiyorsun?"

"Çünkü sen, Osman'a senden daha yakın olan biri ile savaştın" dedim.

O, "Senin dediğin Osman'a nasıl benden daha yakın olur. Ben neseben Osman'a ondan daha yakınım" dedi.

Ben, "Hz. Peygamber (s.a.v.) Ali ile Osman arasında kardeşlik kurmuştu. Kardeş amca oğlundan daha yakındır. Kaldı ki, din uğruna vatanını bırakıp hicret eden biri ile sa­vaşmam" dedim.

O, "Biz de hicret etmedik mi?" dedi.

Ben, "Biz de her ikinize karşı tarafsız kalmadık mı? Ay­rıca benim tarafsız kalmamın bir sebebi daha var. Bir gün Peygamber Efendimizin huzurunda bulunuyorduk. Cemaat alabildiğine çoktu. Hz. Peygamber (s.a.v.) başını doğu tara­fına çevirdikten sonra, önüne eğdi ve şöyle buyurdu:

"Size karanlık gecelerin parçaları gibi bir takım karışık­lıklar gelmektedir."

Resûlullah (s.a.v.) bu fitnelerin hemen geleceğinden, şiddetinden ve çirkinliğinden bahsetti.

Ben, "Yâ Resûlallah, o fitneler nedir?" diye sordum.

Resûlullah,

"Ey Vâil, İslâmiyette iki kılıç karşılaştığında sen ikisinden de uzak dur" buyurdu.

Muâviye, "Sen Şiîleşmişsin"[1080] dedi.

Ben,

"Aksine. Ben Şiîleşmedim. Fakat Müslümanlar ve Müslümanlık için iyilik isteyen biriyim" dedim.

Muâviye, "Eğer ben bunu daha önce işitmiş olsaydım seni getirtmezdim" dedi.

"Osman şehid edildiğinde Muhammed bin Mesleme'nin Kılıcını taşa vurup kırdığını işitmedin mi?" dedim.

Muâviye, "Onlar bize karşı gelenlerdi" dedi. Peki Resûlullahın şu sözüne ne dersin:

"Kim Ensarı severse beni sevdiği için onları sevmiştir ve kim Ensara düşmanlık ederse, bana düşmanlık ettiği için düşmanlık etmiştir."

Muâviye, "Oturmak için kendine bir yer seç. Sen artık Hadramevt'e dönemezsin" dedi.

"Benim kabilem Şam'da, ailem de Kûfe'dedir" dedim.

Muâviye, "Ailenden bir adam, kabilenden on ferde be­deldir" dedi.

"Ben Hadremevt'i sevdiğim için dönmedim. Aslında bir kimse bir yerden hicret ettikten sonra, oraya tekrar dönmesi için bir sebep bulunmazsa, bir daha oraya dönmez" dedim.

Muâviye, "Bir daha oraya dönmen için sebep nedir?" dedi.

"Hz. Peygamberin (s.a.v.) fitneler hakkındaki sözüdür. Çünkü siz ihtilaf halinde iken sizden ayrı duracağız. Bir­leştiğiniz zaman sizinle beraber oluruz. İşte sebep budur" dedim.

Muâviye, "Söni Küfe valiliğine atadım. Hemen oraya git" dedi.

"Ben Allah'ın Peygamberinden sonra hiç kimseden vazi­fe almam. Sen bilmiyor musun ki, Ebû Bekir de bana vazife teklif etti, kabul etmedim. Ömer teklif etti, kabul etmedim.

Osman teklif etti, kabul etmedim. Bununla beraber, ben hepsine bîat ettim. Bizim taraftaki halk dinden döndükleri zaman, Ebû Bekir'den bana mektup geldi, üzerimde resmî bir vazife bulunmadığı halde, Cenâb-ı Allah onları tekrar İslâmiyete döndürünceye kadar çalıştım" dedim.

Muâviye, Abdurrahman bin Hakem'i çağırdı ve ona, "Seni Küfe valiliğine atadım. Hemen vazifenin başına git. Vâil'i de beraberinde götür. Orada lazım gelen yardım ve himmeti ondan esirgeme" dedi.

Abdurrahman, "Ey Mü'minlerin emiri, sen benim hak­kımda kötü zanda bulundun. Bana Resûlullahın, Ebû Be­kir'in, Ömer'in, Osman'ın ve senin kendisine hürmet ettiği­nizi gördüğüm bir kimseye yardım ve hizmet etmemi emret­menize gerek var mı?" dedi.

Muâviye onun bu sözünden hoşlandı. Bundan sonra Abdurrahman ile Kûfe'ye gittim ve çok geçmeden Abdur­rahman, Kûfe'de vefat etti.[1081]

 

İzah

 

Vâil bin Hucr'un (r.a.) babası Yemen krallarındandı. Müslü­man olmadan önce taptığı, secde ettiği bir putu vardı. Bir gün onun yanında yatıp uyurken nereden geldiğini bilmediği korkunç bir ses işitti. Bu ses ona insana hiçbir zararı veya yararı dokun­mayan bir taş parçasına tapınmayı bırakmasını, hemen Medine'ye giderek, oruç tutanların, namaz kılanların dinine, peygamberlerin hayırlısı olan Hz. Muhammed'in (s.a.v.) dinine girmesini ikaz etti.

Vâil kalkıp puta secde etti. Put yüzü üzerine düştü. Vâil de onu kırdı. Sonra da Medine'nin yolunu tuttu.[1082] Hadisenin sonrası yukarıdaki hadiste anlatılmaktadır.

Peygamberimizin Hz. Vâil için yazdığı mektupta değiş tokuş yoluyla mehirsiz olarak evlendirmenin (sigar nikahı) olmadığı bil­dirilmektedir. Bu evlilikle ilgili açıklamayı 306 numaralı hadiste yaptığımızdan oraya havale ediyoruz.

Yine aynı mektupta "Ekini yetişmeden satan kişi faiz yemiş olur" şeklinde bir hüküm geçmektedir. Çünkü satılan ekin yetiş­meden hasattan önce bir âfete maruz kalabilir. Bu durumda alınan para helal olmaz. Bununla ilgili bir hadis de şöyledir:

Resülullah (s.a.v.) ağaç üzerindeki meyveyi kemal buluncaya kadar satmayı yasaklamıştı. Orada bulunanlar, "Kemâl bulmak nedir, yâ Resülullah?" diye sordular. Peygamberimiz şöyle bu­yurdu:

"Kızarması ve sararmasıdır. Allah meyveyi vermezse din kar­deşinin parasını kendine ne ile helâl kılacaksın?"[1083]

Hadiste üç mektuptan söz ediliyor, fakat bunlardan ikisi yer alıyor. Üçüncü mektup Vâil'in (r.a.) "Yâ Resûlallah! Müslüman olmadan önce sahip bulunduğum Hımyer ve Hadremevt kralları­nın da şahit olduğu arazim hakkında da benim için bir yazı yaz!" isteği üzerine yazılmıştır ve şöyledir:

"Bu, Muhammed Peygamberin Hadramevt kralı Vâil'e yazısı­dır. İşte sen Müslüman oldun. Sahip bulunduğun araziyi ve hi­sarları yine senin mülküne verdim. Senden mahsûlün onda biri vergi olarak alınacaktır. Bu işe adaletli bir iki kişi bakacaktır. Din durdukça bu hususta haksızlık yapılmayacağını sana temin ede­rim. Peygamber ve mü'minler bu işte yardımcıdırlar."[1084]

Muâviye Vâil bin Hücr'ü kendi tahtı üzerine oturtarak, "Be­nim bu tahtım mı daha üstündür, yoksa senin devenin sırtı mı?" sözü ile seneler önce aralarında geçen hadiseyi hatırlatmak iste­miştir.

Muhammed bin Mesleme'nin (r.a.) kılıcını taşa vurup kırması ile ilgili olarak 280; Hz. Ebû Bekir döneminde bâzılarının dinden dönmesi ile ilgili olarak da 721 numaralı hadislere bakınız.[1085]

 

Cennet Hazinelerinden Bir Hazine

 

806. Ebu Mûsâ el-Eş'arî (r.a.) rivayet ediyor:

Resülullah (s.a.v.) bana,

"Ey Ebû Mûsâ, sana Cennet hazinelerinden bir hazine söyleyeyim mi?" buyurdu.

Ben, "Söyle yâ Resûlallah" dedim.

"Şöyle de:  "Lâ havle velâ kuvvete illâ billah=Güç ve kuv­vet ancak Allah'ın kudreti iledir."[1086]

 

İzah

 

Tirmizi'de bu hadis şöyledir:

"Peygamber ile birlikte bir gazada idik. Döndüğümüz vakit Medine'yi gördüğümüzde Müslümanlar seslerini yükselterek bir tekbir getirdiler. Bunun üzerine Resülullah (s.a.v.) şöyle buyur­du:

"Sizin Rabbiniz sağır değil, hazır olmayan da değildir."

Hadisin devamı yukarıdaki gibidir. Bu hadis, mü'minlere duâ adabını öğretmektedir.[1087]

 

Müslümanı Sevindirmek

 

807. Enes (r.a.) Resûlullahın (s.a.v.) şöyle buyurduğu­nu rivayet ediyor:

"Her kim Müslüman kardeşini sevindirmek için onu sev­diği bir şeyle karşılarsa, Allah da onu kıyamet günü sevin­dirir."[1088]

 

Ahirette Köle Efendisinden Daha İyi Bir Makamda Olabilir.

 

808. Abdullah bin Abbas (r.a.) Resûlullahın (s.a.v.) şöyle buyurduğunu rivayet ediyor:

"Bir köle Allah'a ve efendilerine itaat ederse, Allah onu efendilerinden önce Cennete kor.

Efendisi, "Ya Rabbi, bu dünyada iken benim kölemdi" der.

Allah, "Onu kendi ameline göre, seni de kendi ameline göre mükâfatlandırdım" buyurur."[1089]

 

İyilik Yapana Dua Etmek

 

809. Üsâme bin Zeyd (r.a.) rivayet ediyor:

"Kim kendisine yapılan bir iyiliğe karşı, "Cezâkellâhü hayran=Allah seni dünya ve ahirette hayırla mükâfatlandır­sın" derse, iyilik yapana karşı övgünün en güzelini yapmış olur."[1090]

 

İzah

 

Tirmizî'de bu hadisten başka bir rivayetinde de Peygamberi­miz (s.a.v.), kendisine yapılan iyiliğe verecek maddî karşılık bu­lunamayan kimsenin ona karşılık iyilik yapana duâ etmesini iste­miştir. Bunu yapanın iyiliğe karşı teşekkür etmiş; yapmayanın ise yapılan iyiliğe küfrân-ı nimet (saygısızlık) etmiş olacağını bildir­miştir.[1091]

 

Yapmak İstenen İşi Gizli Tutmak

 

810. Muâz bin Cebel (r.a.) rivayet ediyor:

"İhtiyaç duyduğunuz bir şeyi gerçekleştirirken onu gizli tutmakla yardım isteyiniz. Çünkü her nimet sahibine hased edilir."[1092]

 

İzah

 

Gıpta duygusunun kötüye kullanılması demek olan hased, di­nimizce istenilmeyen bir duygudur. Bununla beraber, çoğu in­sanda bu duygu maalesef vardır. Bunun içindir ki, sevgili Pey­gamberimiz, yukarıdaki hadislerinde mühim bir işe teşebbüs eden kimsenin bunu herkese yaymamasını tavsiye etmekte, böyle yap­manın o işte muvaffakiyete yardımcı olacağına dikkat çekmekte­dir. Meselâ bir kimse yapmayı düşündüğü faydalı bir işi olur ol­maz yerde yaysa, onun başarılı olmasını istemeyen hasetçiler bu­na engel olmak için harekete geçerler.

Evet, hadiste de dikkat çekildiği gibi, her nimet sahibine hased edileceğinden, bir planı olan kimse onu güvendiği veya istişare etmeyi faydalı bulduğu kimselerden başkasına açmamalıdır. Böy­le yapması, o işin gerçekleşmesi için kendisine büyük ölçüde yar­dımcı olacaktır.[1093]

 

Yağmur Duasında Bir Sünnet

 

811. Abdullah bin Zeyd (r.a.) rivayet ediyor:

Resûlullah (s.a.v.) yağmur duası yaparken elbisesini ters çevirirdi.[1094]

 

Sabah Namazından Sonra Güneş Doğuncaya  Kadar Allah'ı Zikretmek

 

812. Câbir bin Semûre (r.a.) rivayet ediyor:

Resûlullah (s.a.v.) sabah namazını kıldıktan sonra güneş doğuncaya kadar Allah'ı zikrederdi.

782 numaralı hadise bakınız.[1095]

 

Allah'tan Resûlullahın İstediklerini İstemek

 

813. Ebû Hüreyre (r.a.) rivayet ediyor:

Resûlullah, insanların daha önce benzerini hiç duyma­dıkları şekilde duâ etti. Yine insanların daha önce hiç duy­madığı şekilde bâzı şeylerden Allah'a sığındı. Oradakilerden bâzıları, "Ey Allah'ın Resulü, biz senin daha önce hiç duy­madığımız şekilde duâ ettiğini işittik?" dediler.

Resûlullah (s.a.v.) şöyle buyurdu:

"Şöyle deyin: 'Allah'ım, kulun ve resulün Muhammed Senden ne istedi ise biz de Senden onu istiyoruz. Kulun ve resulün Muhammed nelerin şerrinden Sana sığınıyorsa, biz de onların şerrinden Sana sığınıyoruz."[1096]

 

Resûlullahın Ebû Katâde'ye Duâ Ve İltifatı

 

814. Ebû Katâde (r.a.) rivayet ediyor:

Bedir Savaşı gecesinde Resûlullahı bekledim. Resûlullah (s.a.v.)

"Allah'ım, bu gece o Senin peygamberini nasıl ko­rudu ise, Sen de Ebû Katâde'yi koru" diye duâ etti.[1097]

 

İzah

 

Müsned'de bu duanın Bedir Savaşında değil, bir sefer esna­sında yapıldığı bildirilmektedir.

Bu hadiste ve 814, 815. hadislerde bahsi geçen Ebû Katâde (r.a.), "Resûlullahın süvarisi" unvanıyla anılıyordu. Bir sonraki hadisin izahında anlatacağımız, Gabe Zü Gared gazasında çok büyük kahramanlık göstererek, Peygamberimizin iltifatını kazan­dı. Yukarıdaki hadiste de onun Bedir Savaşı esnasında kendisine koruyuculuk yaptığı için Resûlullahın duasına mazhar olduğunu görüyoruz. Hadise şöyle olmuştu:

Bir sefer esnasında Resûlullah (s.a.v.) Sahabîlere,

"Yarın su bulamazsınız, susuzluk çekersiniz"

buyurarak, onlara tedbir al­malarını hatırlatmıştı. Bunun üzerine Sahabîler su aramaya çık­tılar. Ebû Katâde ise Resûlullahın (s.a.v.) yanından ayrılmadı

Gece idi. Bir ara Peygamber Efendimiz devesinin üzerinde uyudu, düşecek gibi'oldu. Ebû Katâde (r.a.) Resûllullahın yanına geldi ve onu doğrulttu. Sonra da gözünü ondan hiç ayırmadan başında nöbet tuttu. Peygamberimiz yine sendeledi. Ebû Katâde (r.a.) hemen yetişti, tuttu. Bu arada Resûlullah (s.a.v.) uyanmış­tı.

"Kimsiniz?" diye sordu.

Ebû Katâde kendisini tanıtınca da şöyle duâ etti:

"Sen Resûlullahı koruduğun gibi, Allah da seni korusun."[1098]

 

815. Ebû Katâde (r.a.) rivayet ediyor:

Müşrikler Resûlullahın develerini ele geçirdiklerinde atı­ma bindim, onlara yetiştim ve Mes'ade'yi öldürdüm. Re­sûlullah beni gördüğünde yüzü seviçliydi. Üç defa,

"Al­lah'ım onu bağışla" buyurdu ve Mes'ade'nin atını ve si­lahını bana hediye etti.[1099]

 

İzah

 

Peygamberimizin sağılır durumda yirmi devesi vardı. Bunlar Gabe'de otlatılmakta iken Gatafan ve Fezârîlerden kırk atlı baskın yaparak çobanı şehit ettiler, develeri de alıp götürdüler. Bunu ha­ber alan Peygamberimiz ve Sahabîler derhal harekete geçtiler. Bunlardan biri de Ebû Katâde (r.a.) idi. Atına bindiği gibi, müş­rikleri takibe koyuldu. Onlara yetişti ve hadiste de ifâde edildiği gibi, reisleri Mes'ade'yi öldürdü. Sonra da diğerlerine saldırdı. Bir kaçını yaraladı ve onları bozguna uğrattı. Bu arada diğer Sa­habîler de yetiştiler. Neticede develerden on tanesi kurtarıldı.

Peygamberimiz Ebû Katâde'ye (r.a.) bu kahramanlığı sebe­biyle "Allah'ım, onu bağışla" diye duâ etti. Ayrıca,

"Allah'ım, onun saçına ve derisine bereket ver. Onu zinde yaşat ve muradına erdir" buyurdu.

Sonra da yüzünde bir yara izi gördü, mübarek ağız suyunu sürdüğünde yara iyileşti. Resûlullah (s.a.v.) onun öldürdüğü Mes'ade'nin eşyalarını kendisine verdi. Mücâhitler Medine'ye dönerlerken Resûlullah (s.a.v.) ona bir iltifatta daha bulundu. Şöyle buyurdu:[1100]

 

816. Ebû Katâde (r.a.) rivayet ediyor:

"Bu gün süvarilerimizin hayırlısı Ebû Katâde, yayalarımı­zın hayırlısı da, Seleme bin Ekvâ olmuştur."

 

İzah

 

Ebû Katâde (r.a.), Hicretin 54. yılında, Medine'de vefat etti. Peygamberimizin (s.a.v.),

"Allah'ım, onun saçına ve derisine be­reket ver. Onu zinde yaşat ve muradına erdir"

duasının bereketiyle on beş yaşında gibi zinde ve dinç idi. Saçı da ağarmamıştı.

Yukarıdaki hadiste "piyadelerin hayırlısı" diye iltifat edilen Se­leme bin Ekvâ da (r.a.) yine meşhur bir Sahabîdir. Aynı hadisede o da çok büyük kahramanlıklar göstermişti. Hz. Seleme, her sa­bah develerden Resûlullaha süt götürürdü. Yine bu maksatla de­velerin otlatıldığı yere geldiğinde durumu öğrendi ve Seniyetü'l-Vedâ tepesine çıkarak etrafa bir baktı. Müşriklerden bâzıları hala görünüyordu. Medine'ye doğru yöneldi ve "Baskına uğradık! Yetişin, baskın var, savaş var!" diye bağırdı. Sonra da baskıncı­ları takip etmeye başladı. Yaya olduğu halde onlara yetişti ve üzerlerine ok yağdırmaya başladı. Bir yandan da, "Ben Ekvâ'nın oğluyum! Bugün alçakların öleceği gündür" diye haykırıyordu.

Onlardan birkaçını öldürdü. Öyleki bâzıları develeri bırakarak kaçmak zorunda kaldı.[1101]

 

Cihad Ve Cuma Namazı Kadınlara Farz Değildir

 

817. Ebû Katâde (r.a.) rivayet ediyor:

"Cihad, Cuma namazı ve cenazenin peşinden gitmek ka­dınlar için değildir."[1102]

 

İzah

 

Hadis, kadınlara cihadın farz olmadığını ifâde etmektedir. Bu­nunla beraber, ihtiyaç olduğunda kadınlar yaralılara bakmak ve geri hizmetinde bulunmak üzere cihada katılabilirler. Nitekim Asr-ı saadette pekçok kadın bu gaye ile cihada katılmışlardır. 224 nolu hadise ve izahına da bakınız.

Hadiste, kadınlara farz olmadığına dikkat çekilen ikinci husus, Cuma namazıdır. Bâzı kimseler, Cuma namazını emreden,

"Ey iman edenler! Cuma günü namaz için ezan okunduğunda alış ve­rişi bırakın ve Allah'ın zikrine koşun. Eğer bilseniz bu sizin için daha hayırlıdır"[1103]

âyetinin umumu olduğunu söyleyerek, Cuma namazının kadınlara da farz olduğunu söyleyebiliyorlar. Ancak Kur'ân'ın en büyük müfessiri olan Peygamberimiz, gerek yu­karıdaki hadiste, gerekse başka hadislerinde kadınlara Cuma namazının farz olmadığını bildirmiştir. Meselâ bu hadislerden birisi şu mealdedir:

"Köle, kadın, çocuk ve hastanın dışında, bütün Müslümanla­rın cemaatla Cuma namazı kılmaları farzdır."[1104]

Evet, Ehl-i Sünnetin dört mezhebine göre de kadınların Cuma namazı kılmaları farz değildir. Bununla beraber, şayet Cuma na­mazını kılarlarsa, o günün öğle namazını kılmaları gerekmez. Cuma namazı o günün öğle namazı yerine geçer.[1105]

Kadına farz olmayan üçüncü husus, cenaze peşinde gitmektir. Bu durum erkekler için sevap vesilesi olurken, kadınlar için gü­nah sebebidir.[1106]

 

 

 



[1] İmam Taberâni, Mu’cemu’s-Sağir Tercüme ve Şerhi, (İsmail Mutlu), Mutlu Yayınları: 2/19.

[2] İmam Taberâni, Mu’cemu’s-Sağir Tercüme ve Şerhi, (İsmail Mutlu), Mutlu Yayınları: 2/19.

[3] Tirmizî, Birr: 55; Darimi Rikak: 47. İmam Taberâni, Mu’cemu’s-Sağir Tercüme ve Şerhi, (İsmail Mutlu), Mutlu Yayınları: 2/19-20.

[4] Hûd: 11/114.

[5] İmam Taberâni, Mu’cemu’s-Sağir Tercüme ve Şerhi, (İsmail Mutlu), Mutlu Yayınları: 2/20-21.

[6] Bakara: 2/284.

[7] Bakara: 2/284.

[8] İmam Taberâni, Mu’cemu’s-Sağir Tercüme ve Şerhi, (İsmail Mutlu), Mutlu Yayınları: 2/22.

[9] Bakara Sûresinin 284. ayeti nâzil olduğunda Resûlullahın huzuruna çıkanlar arasında Hz. Ebu Bekir, Hz. Ömer gibi büyük Sahabîler de vardı.

[10] Müslim. İman; 199- 200.

[11] Bakara: 2/285.

[12] Bakara: 2/286.

[13] Taberânî, el-Mü'cemü'l-Evsat, 10:141, 142 (9300.)

[14] Buhâri, Eyman: 15, Itk: 6, Talak: 11: Müslim, İman: 201; Ebû Dâvud: I5; Nesâî, Talak: 22 Tirmizî, Talak: 8: İbni Mâce, Talak: 14.

[15] İmam Taberâni, Mu’cemu’s-Sağir Tercüme ve Şerhi, (İsmail Mutlu), Mutlu Yayınları: 2/22-25.

[16] Tirmizî, Hudûd: 9; Müslim, Hudûd: 24. İmam Taberâni, Mu’cemu’s-Sağir Tercüme ve Şerhi, (İsmail Mutlu), Mutlu Yayınları: 2/25-26.

[17] Müslim, Hudûd: 23.

[18] Müslim, Hudûd: 16-17, 22.

[19] İbni Mâce, Hudud: 5; Ebû Dâvud, Salat: 114.

[20] İbni Mâce, Hudud: 3.

[21] Müslim, Hudud: 41.

[22] Tirmizî, Hudud: 12. İmam Taberâni, Mu’cemu’s-Sağir Tercüme ve Şerhi, (İsmail Mutlu), Mutlu Yayınları: 2/26-29.

[23] İmam Taberâni, Mu’cemu’s-Sağir Tercüme ve Şerhi, (İsmail Mutlu), Mutlu Yayınları: 2/29-30.

[24] Fetih: 48/10.

[25] İmam Taberâni, Mu’cemu’s-Sağir Tercüme ve Şerhi, (İsmail Mutlu), Mutlu Yayınları: 2/30-31.

[26] İmam Taberâni, Mu’cemu’s-Sağir Tercüme ve Şerhi, (İsmail Mutlu), Mutlu Yayınları: 2/31-33.

[27] El-Bidâye, 4:71.

[28] El-Bidâye, 4:73.

[29] Tabakât, 3:514; Müstedrek, 2:121 (2525); Üsdü'l-Gâbe, 1:395. İmam Taberâni, Mu’cemu’s-Sağir Tercüme ve Şerhi, (İsmail Mutlu), Mutlu Yayınları: 2/33-34.

[30] İmam Taberâni, Mu’cemu’s-Sağir Tercüme ve Şerhi, (İsmail Mutlu), Mutlu Yayınları: 2/34.

[31] İmam Taberâni, Mu’cemu’s-Sağir Tercüme ve Şerhi, (İsmail Mutlu), Mutlu Yayınları: 2/35.

[32] Buhâri, Cihad: 56; Müslim, Cihad: 120, 121; Muvatta, Cihad: 48. İmam Taberâni, Mu’cemu’s-Sağir Tercüme ve Şerhi, (İsmail Mutlu), Mutlu Yayınları: 2/35.

[33] İmam Taberâni, Mu’cemu’s-Sağir Tercüme ve Şerhi, (İsmail Mutlu), Mutlu Yayınları: 2/35.

[34] Mu'cemü'l-Evsai, 6:98 (4182.) İmam Taberâni, Mu’cemu’s-Sağir Tercüme ve Şerhi, (İsmail Mutlu), Mutlu Yayınları: 2/36.

[35] Müslim, İman: 259.

[36] İmam Taberâni, Mu’cemu’s-Sağir Tercüme ve Şerhi, (İsmail Mutlu), Mutlu Yayınları: 2/36-37.

[37] Mümtehine: 60/12.

[38] İmam Taberâni, Mu’cemu’s-Sağir Tercüme ve Şerhi, (İsmail Mutlu), Mutlu Yayınları: 2/37.

[39] İmam Taberâni, Mu’cemu’s-Sağir Tercüme ve Şerhi, (İsmail Mutlu), Mutlu Yayınları: 2/37-39.

[40] İmam Taberâni, Mu’cemu’s-Sağir Tercüme ve Şerhi, (İsmail Mutlu), Mutlu Yayınları: 2/39.

[41] İmam Taberâni, Mu’cemu’s-Sağir Tercüme ve Şerhi, (İsmail Mutlu), Mutlu Yayınları: 2/39.

[42] Nesâî, Hayl: 8; Müslim, İmâre: 169.

[43] Müslim. İmâre: 167. İmam Taberâni, Mu’cemu’s-Sağir Tercüme ve Şerhi, (İsmail Mutlu), Mutlu Yayınları: 2/40.

[44] Buhari, Salat: 52, Ezan: 81; Müslim, Müşâfirîn: 26; Nesâî, Kıyâmü'l-Leyl; İbni Mâce, İkâme: 150. İmam Taberâni, Mu’cemu’s-Sağir Tercüme ve Şerhi, (İsmail Mutlu), Mutlu Yayınları: 2/40-41.

[45] Ebû Dâvud, Salât: 198; Buhari, Salât: 5; Müslim, Müsâfîrin: 208.

[46] Ebu Dâvud, Salât; 199.

[47] Müslim, Musâfirîn:105; Tirmizî, Salât: 158; Ebû Dâvud, Tatavvu: 1.

[48] İmam Taberâni, Mu’cemu’s-Sağir Tercüme ve Şerhi, (İsmail Mutlu), Mutlu Yayınları: 2/41-42.

[49] İbni Mâce, Zühd: 3; Tirmizi Zühd: 15. İmam Taberâni, Mu’cemu’s-Sağir Tercüme ve Şerhi, (İsmail Mutlu), Mutlu Yayınları: 2/42.

[50] İmam Taberâni, Mu’cemu’s-Sağir Tercüme ve Şerhi, (İsmail Mutlu), Mutlu Yayınları: 2/43.

[51] Ebû Dûvud, Salat: 16; Tirmizi Sevâbü'l-Kur'ân: 19. İmam Taberâni, Mu’cemu’s-Sağir Tercüme ve Şerhi, (İsmail Mutlu), Mutlu Yayınları: 2/43.

[52] Zîlzal: 99/7.

[53] Zilzal: 99/8. İmam Taberâni, Mu’cemu’s-Sağir Tercüme ve Şerhi, (İsmail Mutlu), Mutlu Yayınları: 2/43-44.

[54] Buharî, Fezâil-i Kur'ân: 23; Müslim, Müsâfirîn: 228; Nesâî, İftitah: 37.

[55] Tirmizi Birr: 62; Ebû Dâvud, Edeb: 8.

[56] İmam Taberâni, Mu’cemu’s-Sağir Tercüme ve Şerhi, (İsmail Mutlu), Mutlu Yayınları: 2/44-45.

[57] İmam Taberâni, Mu’cemu’s-Sağir Tercüme ve Şerhi, (İsmail Mutlu), Mutlu Yayınları: 2/45-46.

[58] Buhari, Vudu: 11; Müslim, Tahare: 59; Ebû Dâvud, Tahâre: 4. İmam Taberâni, Mu’cemu’s-Sağir Tercüme ve Şerhi, (İsmail Mutlu), Mutlu Yayınları: 2/46.

[59] İmam Taberâni, Mu’cemu’s-Sağir Tercüme ve Şerhi, (İsmail Mutlu), Mutlu Yayınları: 2/46-47.

[60] İmam Taberâni, Mu’cemu’s-Sağir Tercüme ve Şerhi, (İsmail Mutlu), Mutlu Yayınları: 2/47-48.

[61] Buhari, Fiten: 60; Müsned, 428 (8280.) İmam Taberâni, Mu’cemu’s-Sağir Tercüme ve Şerhi, (İsmail Mutlu), Mutlu Yayınları: 2/48.

[62] Mektubat, s. 112.

[63] İmam Taberâni, Mu’cemu’s-Sağir Tercüme ve Şerhi, (İsmail Mutlu), Mutlu Yayınları: 2/48-49.

[64] Ebû Dâvud, Zekât: 5. İmam Taberâni, Mu’cemu’s-Sağir Tercüme ve Şerhi, (İsmail Mutlu), Mutlu Yayınları: 2/49.

[65] Ebu Dâvud, Zekât: 5; Neseî, Zekât: 12.

[66] Ebu Dâvud, Zekât: 5; Müsned, 5:142.

[67] Ebû Dâvud, Zekât: 18; İbni Mâce, Zekât: 19

[68] Bakara: 2/267.

[69] Buhari, İmân: 14, Edeb: 42; Müslim, İman: 67, 68; Tirmizî, İman: 10; Nesâî, İman: 3; İbni Mâce, Fiten: 23.

[70] Câmiü's-Sagîr; 3:557. İmam Taberâni, Mu’cemu’s-Sağir Tercüme ve Şerhi, (İsmail Mutlu), Mutlu Yayınları: 2/50-52.

[71] İmam Taberâni, Mu’cemu’s-Sağir Tercüme ve Şerhi, (İsmail Mutlu), Mutlu Yayınları: 2/52-53.

[72] İmam Taberâni, Mu’cemu’s-Sağir Tercüme ve Şerhi, (İsmail Mutlu), Mutlu Yayınları: 2/53-54.

[73] Mu'cemü'l-Evsat, 7:196 (6376.) İmam Taberâni, Mu’cemu’s-Sağir Tercüme ve Şerhi, (İsmail Mutlu), Mutlu Yayınları: 2/54-55.

[74] Hacc: 22/78.

[75] Müslim, Selâm: 69.

[76] Tirmizî, Tıb: 21.

[77] İmam Taberâni, Mu’cemu’s-Sağir Tercüme ve Şerhi, (İsmail Mutlu), Mutlu Yayınları: 2/55-57.

[78] En'âm: 4/159.

[79] İmam Taberâni, Mu’cemu’s-Sağir Tercüme ve Şerhi, (İsmail Mutlu), Mutlu Yayınları: 2/58. İmam Taberâni, Mu’cemu’s-Sağir Tercüme ve Şerhi, (İsmail Mutlu), Mutlu Yayınları: 2/59.

[80] Suyutî, Câmiü'l-Kebîr, 9:193 (27978.)

[81] İbni Mâce, Mukaddime: 7.

[82] Câmiü's-Sagir, 2:200.

[83] İbni Mâce, Mukaddime: 7.

[84] Camiü's-Sagir, 1:439. İmam Taberâni, Mu’cemu’s-Sağir Tercüme ve Şerhi, (İsmail Mutlu), Mutlu Yayınları: 2/58-59.

[85] Buhari, Edeb: 50; Müslim, İman: 169; Ebu Dâvud, Edeb: 33; Tirmizi, Birr. 79. İmam Taberâni, Mu’cemu’s-Sağir Tercüme ve Şerhi, (İsmail Mutlu), Mutlu Yayınları: 2/59.

[86] Kalem: 68/10-12.

[87] Tirmizî Menakıb: (3893) Ebu Dâvud, Edeb: 33.

[88] Dakaiku'l-Ahbar fi zikri'I-Cenneti ve'n-nâr, s. 25.

[89] Hucurât: 49/6.

[90] İmam Taberâni, Mu’cemu’s-Sağir Tercüme ve Şerhi, (İsmail Mutlu), Mutlu Yayınları: 2/59-61.

[91] Nesâî, Cuma: 41, Mevâkit: 30; Müslim, Mesacid: 161; Tirmizî, Cuma: 25; Ebû Dâvud, Salât: 233. İmam Taberâni, Mu’cemu’s-Sağir Tercüme ve Şerhi, (İsmail Mutlu), Mutlu Yayınları: 2/61.

[92] İmam Taberâni, Mu’cemu’s-Sağir Tercüme ve Şerhi, (İsmail Mutlu), Mutlu Yayınları: 2/61-62.

[93] el-Mu'cemü'l-Evsat, 5:107 (4202.) İmam Taberâni, Mu’cemu’s-Sağir Tercüme ve Şerhi, (İsmail Mutlu), Mutlu Yayınları: 2/62.

[94] Tirmizî, Diyat: 8.

[95] Mâide: 5/32.

[96] Beyhakî, Sünen, 9:42.

[97] İmam Taberâni, Mu’cemu’s-Sağir Tercüme ve Şerhi, (İsmail Mutlu), Mutlu Yayınları: 2/63.

[98] İbni Mâce, Eşribe: 2; el-Mu'cemü'l-evsat, 5:108 (4203.) İmam Taberâni, Mu’cemu’s-Sağir Tercüme ve Şerhi, (İsmail Mutlu), Mutlu Yayınları: 2/63-64.

[99] İbni Mâce, Eşribe: 3.

[100] İmam Taberâni, Mu’cemu’s-Sağir Tercüme ve Şerhi, (İsmail Mutlu), Mutlu Yayınları: 2/64.

[101] İmam Taberâni, Mu’cemu’s-Sağir Tercüme ve Şerhi, (İsmail Mutlu), Mutlu Yayınları: 2/64-65.

[102] Tirmizî, Menakıb, (3764)

[103] Nesâî, Kasâme: 21.

[104] İmam Taberâni, Mu’cemu’s-Sağir Tercüme ve Şerhi, (İsmail Mutlu), Mutlu Yayınları: 2/65-66.

[105] İmam Taberâni, Mu’cemu’s-Sağir Tercüme ve Şerhi, (İsmail Mutlu), Mutlu Yayınları: 2/66-67.

[106] İmam Taberâni, Mu’cemu’s-Sağir Tercüme ve Şerhi, (İsmail Mutlu), Mutlu Yayınları: 2/67.

[107] Bakara: 2/203.

[108] Müslim, Hacc: 43; İbni Mâce, Menasik: 56

[109] İmam Taberâni, Mu’cemu’s-Sağir Tercüme ve Şerhi, (İsmail Mutlu), Mutlu Yayınları: 2/67-68.

[110] Buhâri, Mezâlim: 4; Müslim, Birr ve's-Sıla: 62; Tirmizî, Fiten: 68. İmam Taberâni, Mu’cemu’s-Sağir Tercüme ve Şerhi, (İsmail Mutlu), Mutlu Yayınları: 2/68.

[111] İmam Taberâni, Mu’cemu’s-Sağir Tercüme ve Şerhi, (İsmail Mutlu), Mutlu Yayınları: 2/68-69.

[112] İmam Taberâni, Mu’cemu’s-Sağir Tercüme ve Şerhi, (İsmail Mutlu), Mutlu Yayınları: 2/69.

[113] Buharı, İlim: 4, Edeb: 79; Müslim, Sıfatü'I-Münâfıkın: 64. İmam Taberâni, Mu’cemu’s-Sağir Tercüme ve Şerhi, (İsmail Mutlu), Mutlu Yayınları: 2/69.

[114] İmam Taberâni, Mu’cemu’s-Sağir Tercüme ve Şerhi, (İsmail Mutlu), Mutlu Yayınları: 2/69-71.

[115] İmam Taberâni, Mu’cemu’s-Sağir Tercüme ve Şerhi, (İsmail Mutlu), Mutlu Yayınları: 2/71.

[116] İmam Taberâni, Mu’cemu’s-Sağir Tercüme ve Şerhi, (İsmail Mutlu), Mutlu Yayınları: 2/71-73.

[117] İmam Taberâni, Mu’cemu’s-Sağir Tercüme ve Şerhi, (İsmail Mutlu), Mutlu Yayınları: 2/73.

[118] Müslim, Münâfikîn: 16; Nesaî, İman: 31; Müsned, 2:44 (4873.) İmam Taberâni, Mu’cemu’s-Sağir Tercüme ve Şerhi, (İsmail Mutlu), Mutlu Yayınları: 2/73.

[119] Bakara: 2/8-9-14.

[120] Nisa: 4/145. İmam Taberâni, Mu’cemu’s-Sağir Tercüme ve Şerhi, (İsmail Mutlu), Mutlu Yayınları: 2/74.

[121] İbni Mâce, Libas: 6; Tirmizî, Libas: 9; Nesâî, Zînet: 106; Ebû Dâvud, Libas: 40. İmam Taberâni, Mu’cemu’s-Sağir Tercüme ve Şerhi, (İsmail Mutlu), Mutlu Yayınları: 2/74.

[122] Lokman: 31/18.

[123] Heysemî, Mecmaü'z-Zevâid: 10;334.

[124] Buhari, Libas: 5, Fezâilü Ashab: 5, Edeb: 55; Müslim, Libas: 45; Ebû Dâvud, Libas: 28; Nesâî, Zînet: 102, 105.

[125] İmam Taberâni, Mu’cemu’s-Sağir Tercüme ve Şerhi, (İsmail Mutlu), Mutlu Yayınları: 2/75-76.

[126] Kehf: 18/39. İmam Taberâni, Mu’cemu’s-Sağir Tercüme ve Şerhi, (İsmail Mutlu), Mutlu Yayınları: 2/76.

[127] İbni Mâce, Tıb: 32.

[128] İmam Taberâni, Mu’cemu’s-Sağir Tercüme ve Şerhi, (İsmail Mutlu), Mutlu Yayınları: 2/76-77.

[129] Buhari, Selem: 1, 2, 7; İbni Mâce, Ticâret: 59; Ebû Dâvud, Büyü: .57; Tirmizî, Büyü; 68; Müslim, Musakât: 127, 128; Nesâî, Büyü: 6. İmam Taberâni, Mu’cemu’s-Sağir Tercüme ve Şerhi, (İsmail Mutlu), Mutlu Yayınları: 2/77-78.

[130] Buhârî, Selem: 1; İbni Mâce, Ticâret: 61.

[131] İmam Taberâni, Mu’cemu’s-Sağir Tercüme ve Şerhi, (İsmail Mutlu), Mutlu Yayınları: 2/78.

[132] Tirmizî, Birri: 51. İmam Taberâni, Mu’cemu’s-Sağir Tercüme ve Şerhi, (İsmail Mutlu), Mutlu Yayınları: 2/78-79.

[133] Buhârî, Cenâiz: 97; Ebû Dâvud, Edeb: 50 Nesâî, Cenâiz: 51

[134] İmam Taberâni, Mu’cemu’s-Sağir Tercüme ve Şerhi, (İsmail Mutlu), Mutlu Yayınları: 2/79.

[135] Mu'cemü'l-Evsat, 5:145(4276.) İmam Taberâni, Mu’cemu’s-Sağir Tercüme ve Şerhi, (İsmail Mutlu), Mutlu Yayınları: 2/79.

[136] Câmiü's-Sagir,  13:462.

[137] Mecmaü'z-Zevaid, 1:126.

[138] İmam Taberâni, Mu’cemu’s-Sağir Tercüme ve Şerhi, (İsmail Mutlu), Mutlu Yayınları: 2/80.

[139] İmam Taberâni, Mu’cemu’s-Sağir Tercüme ve Şerhi, (İsmail Mutlu), Mutlu Yayınları: 2/81.

[140] el-Mu'cemü'l-Evsat, 5:186 (4361.) İmam Taberâni, Mu’cemu’s-Sağir Tercüme ve Şerhi, (İsmail Mutlu), Mutlu Yayınları: 2/81.

[141] Buhâri, Edeb: 114; Müslim, Adâb: 20; el-Mu'cemü'l-evsat, 5:186. İmam Taberâni, Mu’cemu’s-Sağir Tercüme ve Şerhi, (İsmail Mutlu), Mutlu Yayınları: 2/81.

[142] Müslim, Adâb: 21.

[143] İmam Taberâni, Mu’cemu’s-Sağir Tercüme ve Şerhi, (İsmail Mutlu), Mutlu Yayınları: 2/82.

[144] İmam Taberâni, Mu’cemu’s-Sağir Tercüme ve Şerhi, (İsmail Mutlu), Mutlu Yayınları: 2/82.

[145] Camius-Sagir, 1:115.

[146] İmam Taberâni, Mu’cemu’s-Sağir Tercüme ve Şerhi, (İsmail Mutlu), Mutlu Yayınları: 2/82-83.

[147] İmam Taberâni, Mu’cemu’s-Sağir Tercüme ve Şerhi, (İsmail Mutlu), Mutlu Yayınları: 2/83.

[148] Câmiü's-Sagir, 4:69.

[149] İmam Taberâni, Mu’cemu’s-Sağir Tercüme ve Şerhi, (İsmail Mutlu), Mutlu Yayınları: 2/83.

[150] İmam Taberâni, Mu’cemu’s-Sağir Tercüme ve Şerhi, (İsmail Mutlu), Mutlu Yayınları: 2/84-85.

[151] Kehf: 18/77-82. İmam Taberâni, Mu’cemu’s-Sağir Tercüme ve Şerhi, (İsmail Mutlu), Mutlu Yayınları: 2/85-86.

[152] Al-i İmran: 3/102.

[153] İmam Taberâni, Mu’cemu’s-Sağir Tercüme ve Şerhi, (İsmail Mutlu), Mutlu Yayınları: 2/86-87.

[154] İbni Hişam, Sire, 2:204, 205.

[155] Al-i İmran: 3/100-103.

[156] İmam Taberâni, Mu’cemu’s-Sağir Tercüme ve Şerhi, (İsmail Mutlu), Mutlu Yayınları: 2/87-90.

[157] Tirmizî, Salat: 163; Ebû Dâvud, Salat: 56; Dârimî, Salat: 97; Nesâî, İmame: 54; Müsned, 4:219 (17442.) İmam Taberâni, Mu’cemu’s-Sağir Tercüme ve Şerhi, (İsmail Mutlu), Mutlu Yayınları: 2/90-92.

[158] Dârekutnî, Sünen, 1:321 (1526); Ebû Dâvud, Salat: 56.

[159] Ebû Dâvud, Salat: 56.

[160] Muvatta, Salâtü'I-Cema'a: 9.

[161] İmam Taberâni, Mu’cemu’s-Sağir Tercüme ve Şerhi, (İsmail Mutlu), Mutlu Yayınları: 2/92-93.

[162] Müslim, Mesâcid: 238-240; Ebû Dâvud, Salât: 10; İbni Mâce, İkamet: 150; Müsned, 5:217 (21467); Dârimî, Salat: 25; Tirmizî, Mevakît: 17; Nesâî, İmâme: 55. İmam Taberâni, Mu’cemu’s-Sağir Tercüme ve Şerhi, (İsmail Mutlu), Mutlu Yayınları: 2/93-94.

[163] Cin: 72/26-27.

[164] Müslim, Mesâcid: 233.

[165] İmam Taberâni, Mu’cemu’s-Sağir Tercüme ve Şerhi, (İsmail Mutlu), Mutlu Yayınları: 2/94-95.

[166] el-Mu'cemü'l-evsat, 5:213 (4419.)

[167] İmam Taberâni, Mu’cemu’s-Sağir Tercüme ve Şerhi, (İsmail Mutlu), Mutlu Yayınları: 2/95.

[168] Ebû Dâvud, Salât: 55; Tirmizî, Mevâkît: 58; Dârekutnî, 1:223 (1069); Müsned, 3:57 (11394.) İmam Taberâni, Mu’cemu’s-Sağir Tercüme ve Şerhi, (İsmail Mutlu), Mutlu Yayınları: 2/95-96.

[169] İmam Taberâni, Mu’cemu’s-Sağir Tercüme ve Şerhi, (İsmail Mutlu), Mutlu Yayınları: 2/96.

[170] Mu'cemü'l-Evsat, 5:217 (4431.) İmam Taberâni, Mu’cemu’s-Sağir Tercüme ve Şerhi, (İsmail Mutlu), Mutlu Yayınları: 2/96-97.

[171] Mu'cemü's-Sagîr, 1:221.

[172] İmam Taberâni, Mu’cemu’s-Sağir Tercüme ve Şerhi, (İsmail Mutlu), Mutlu Yayınları: 2/97-98.

[173] İmam Taberâni, Mu’cemu’s-Sağir Tercüme ve Şerhi, (İsmail Mutlu), Mutlu Yayınları: 2/98.

[174] İmam Taberâni, Mu’cemu’s-Sağir Tercüme ve Şerhi, (İsmail Mutlu), Mutlu Yayınları: 2/98-99.

[175] el-Mu'cemu'l-evsat, 223 (4441) İmam Taberâni, Mu’cemu’s-Sağir Tercüme ve Şerhi, (İsmail Mutlu), Mutlu Yayınları: 2/99.

[176] Camiü's-Sagîr, 2:340.

[177] Cuma: 62/8.

[178] Ankebut: 29/60.

[179] İbni Mâce, Ticâret: 2.

[180] İmam Taberâni, Mu’cemu’s-Sağir Tercüme ve Şerhi, (İsmail Mutlu), Mutlu Yayınları: 2/99-101.

[181] İmam Taberâni, Mu’cemu’s-Sağir Tercüme ve Şerhi, (İsmail Mutlu), Mutlu Yayınları: 2/101.

[182] Buhârî, Hacc: 170; Müslim, İmâre: 179. İmam Taberâni, Mu’cemu’s-Sağir Tercüme ve Şerhi, (İsmail Mutlu), Mutlu Yayınları: 2/101-102.

[183] İmam Taberâni, Mu’cemu’s-Sağir Tercüme ve Şerhi, (İsmail Mutlu), Mutlu Yayınları: 2/102.

[184] İmam Taberâni, Mu’cemu’s-Sağir Tercüme ve Şerhi, (İsmail Mutlu), Mutlu Yayınları: 2/102.

[185] Ebû Dâvud, Sünnet: 17.

[186] İmam Taberâni, Mu’cemu’s-Sağir Tercüme ve Şerhi, (İsmail Mutlu), Mutlu Yayınları: 2/102-103.

[187] İmam Taberâni, Mu’cemu’s-Sağir Tercüme ve Şerhi, (İsmail Mutlu), Mutlu Yayınları: 2/103.

[188] İmam Taberâni, Mu’cemu’s-Sağir Tercüme ve Şerhi, (İsmail Mutlu), Mutlu Yayınları: 2/103-104.

[189] Fetih: 48/29.

[190] İmam Taberâni, Mu’cemu’s-Sağir Tercüme ve Şerhi, (İsmail Mutlu), Mutlu Yayınları: 2/104.

[191] Buhârî, Vudu: 3; Müslim, Tahare: 34; Tirmizî, Cum'a: 74; İbni Mâce: Tahare: 6. İmam Taberâni, Mu’cemu’s-Sağir Tercüme ve Şerhi, (İsmail Mutlu), Mutlu Yayınları: 2/104.

[192] İmam Taberâni, Mu’cemu’s-Sağir Tercüme ve Şerhi, (İsmail Mutlu), Mutlu Yayınları: 2/105.

[193] İmam Taberâni, Mu’cemu’s-Sağir Tercüme ve Şerhi, (İsmail Mutlu), Mutlu Yayınları: 2/105.

[194] Müslim, Siyam: 21; Buhari, Savm:  14; İbni Mâce, Siyam: 5; Ebû Dâvud, Siyam: 7.

[195] İmam Taberâni, Mu’cemu’s-Sağir Tercüme ve Şerhi, (İsmail Mutlu), Mutlu Yayınları: 2/106.

[196] İmam Taberâni, Mu’cemu’s-Sağir Tercüme ve Şerhi, (İsmail Mutlu), Mutlu Yayınları: 2/107.

[197] İmam Taberâni, Mu’cemu’s-Sağir Tercüme ve Şerhi, (İsmail Mutlu), Mutlu Yayınları: 2/107.

[198] Hadîd: 57/27.

[199] İmam Taberâni, Mu’cemu’s-Sağir Tercüme ve Şerhi, (İsmail Mutlu), Mutlu Yayınları: 2/108-110.

[200] Müslim, Birr: 37; Tirmizi, Zühd: 53.

[201] Ebû Dâvud, Büyü: 40.

[202] Sikke-i Tasdik-i Gaybî, s. 155.

[203] İmam Taberâni, Mu’cemu’s-Sağir Tercüme ve Şerhi, (İsmail Mutlu), Mutlu Yayınları: 2/110-114.

[204] Tirmizi Fiten: 72 (Hadisin birinci kısmı için) İmam Taberâni, Mu’cemu’s-Sağir Tercüme ve Şerhi, (İsmail Mutlu), Mutlu Yayınları: 2/114-115.

[205] Müslim, Birr ve's-Sıla: 1; İbni Mâce, Edeb: 1. İmam Taberâni, Mu’cemu’s-Sağir Tercüme ve Şerhi, (İsmail Mutlu), Mutlu Yayınları: 2/115-116.

[206] İsrâ: 17/23-24.

[207] Mektûhat, s. 266, 267.

[208] İbni Mâce, Edeb: 1.

[209] Müslim, Birr: 9.

[210] Lokman: 31/14.

[211] Ankebut: 29/8.

[212] Mektûbat, s. 268. İmam Taberâni, Mu’cemu’s-Sağir Tercüme ve Şerhi, (İsmail Mutlu), Mutlu Yayınları: 2/116-119.

[213] Buhari, Şehadât: 19, 23; Müslim, îman: 220; Ebû Dâvud, İman: 1. İmam Taberâni, Mu’cemu’s-Sağir Tercüme ve Şerhi, (İsmail Mutlu), Mutlu Yayınları: 2/119.

[214] Müslim, Nikâh: 35; Tirmizi, Nikâh: 30; İbni Mâce, Nikâh:3I. İmam Taberâni, Mu’cemu’s-Sağir Tercüme ve Şerhi, (İsmail Mutlu), Mutlu Yayınları: 2/119-120.

[215] İmam Taberâni, Mu’cemu’s-Sağir Tercüme ve Şerhi, (İsmail Mutlu), Mutlu Yayınları: 2/120-121.

[216] İbni Mâce, Cenâiz: 55; Müslim, Cenâiz: 7. İmam Taberâni, Mu’cemu’s-Sağir Tercüme ve Şerhi, (İsmail Mutlu), Mutlu Yayınları: 2/121-122.

[217] İmam Taberâni, Mu’cemu’s-Sağir Tercüme ve Şerhi, (İsmail Mutlu), Mutlu Yayınları: 2/122.

[218] Buhari, Edeb: 60; Müslim, Zühd: 52. İmam Taberâni, Mu’cemu’s-Sağir Tercüme ve Şerhi, (İsmail Mutlu), Mutlu Yayınları: 2/122-123.

[219] İmam Taberâni, Mu’cemu’s-Sağir Tercüme ve Şerhi, (İsmail Mutlu), Mutlu Yayınları: 2/123.

[220] İsrâ: 17/44.

[221] İmam Taberâni, Mu’cemu’s-Sağir Tercüme ve Şerhi, (İsmail Mutlu), Mutlu Yayınları: 2/123-124.

[222] İmam Taberâni, Mu’cemu’s-Sağir Tercüme ve Şerhi, (İsmail Mutlu), Mutlu Yayınları: 2/124.

[223] Buhari, Ezan: 18; Müslim, Misâfirîn: 22; Ebü Dâvud, Salât: 26. İmam Taberâni, Mu’cemu’s-Sağir Tercüme ve Şerhi, (İsmail Mutlu), Mutlu Yayınları: 2/124.

[224] İmam Taberâni, Mu’cemu’s-Sağir Tercüme ve Şerhi, (İsmail Mutlu), Mutlu Yayınları: 2/124-125.

[225] İmam Taberâni, Mu’cemu’s-Sağir Tercüme ve Şerhi, (İsmail Mutlu), Mutlu Yayınları: 2/125.

[226] İmam Taberâni, Mu’cemu’s-Sağir Tercüme ve Şerhi, (İsmail Mutlu), Mutlu Yayınları: 2/125-126.

[227] İmam Taberâni, Mu’cemu’s-Sağir Tercüme ve Şerhi, (İsmail Mutlu), Mutlu Yayınları: 2/126.

[228] Buhari, Ezan: 145; Ebû Dâvud, Salat: 176, 180.

[229] İmam Taberâni, Mu’cemu’s-Sağir Tercüme ve Şerhi, (İsmail Mutlu), Mutlu Yayınları: 2/126-127.

[230] İmam Taberâni, Mu’cemu’s-Sağir Tercüme ve Şerhi, (İsmail Mutlu), Mutlu Yayınları: 2/127.

[231] Tûr: 52/21.

[232] İmam Taberâni, Mu’cemu’s-Sağir Tercüme ve Şerhi, (İsmail Mutlu), Mutlu Yayınları: 2/127-128.

[233] İmam Taberâni, Mu’cemu’s-Sağir Tercüme ve Şerhi, (İsmail Mutlu), Mutlu Yayınları: 2/128-129.

[234] İmam Mâlik, Muvatta, Oruç: 22.

[235] Tirmizî, Savm: 41; Nesaî, Siyam: 70.

[236] Buhari, Savm: 63; Müslim, Siyam: 147; Ebû Dâvud, Siyam: 51.

[237] Buhâri, Savm: 63; Ebû Dâvud, Siyam; 53.

[238] Sünen-i Ebû Dâvud Terceme ve Şerhi, 9:316.

[239] İmam Taberâni, Mu’cemu’s-Sağir Tercüme ve Şerhi, (İsmail Mutlu), Mutlu Yayınları: 2/129-130.

[240] el-Mu'cemü'l-evsat, 5:258 (4508.) İmam Taberâni, Mu’cemu’s-Sağir Tercüme ve Şerhi, (İsmail Mutlu), Mutlu Yayınları: 2/131.

[241] İmam Taberâni, Mu’cemu’s-Sağir Tercüme ve Şerhi, (İsmail Mutlu), Mutlu Yayınları: 2/131.

[242] Buhari, İstikraz: 12, Havâlât: 1, 2; Müslim, Musakât: 33; İbni Mâce, Sadaka: 8; Muvatta, Büyü: 84; Ebû Dâvud, Büyü: 10; Tirmizî, Büyü: 10; Nesâî, Büyü: 101. İmam Taberâni, Mu’cemu’s-Sağir Tercüme ve Şerhi, (İsmail Mutlu), Mutlu Yayınları: 2/131.

[243] Bakara: 2/280.

[244] İmam Taberâni, Mu’cemu’s-Sağir Tercüme ve Şerhi, (İsmail Mutlu), Mutlu Yayınları: 2/132.

[245] el-Mu'cemül-evsat, 2:497 (1858.) İmam Taberâni, Mu’cemu’s-Sağir Tercüme ve Şerhi, (İsmail Mutlu), Mutlu Yayınları: 2/132.

[246] İmam Taberâni, Mu’cemu’s-Sağir Tercüme ve Şerhi, (İsmail Mutlu), Mutlu Yayınları: 2/133.

[247] Müslim, Hayız: 74; Ebû Dâvud, Hamam: 3; Tirmizi Edeb: 39. İmam Taberâni, Mu’cemu’s-Sağir Tercüme ve Şerhi, (İsmail Mutlu), Mutlu Yayınları: 2/133.

[248] İmam Taberâni, Mu’cemu’s-Sağir Tercüme ve Şerhi, (İsmail Mutlu), Mutlu Yayınları: 2/133-134.

[249] İbni Mâce, Fiten: 12; Tirmizi Zühd: Türk 2422. İmam Taberâni, Mu’cemu’s-Sağir Tercüme ve Şerhi, (İsmail Mutlu), Mutlu Yayınları: 2/134.

[250] İmam Taberâni, Mu’cemu’s-Sağir Tercüme ve Şerhi, (İsmail Mutlu), Mutlu Yayınları: 2/134-135.

[251] İmam Taberâni, Mu’cemu’s-Sağir Tercüme ve Şerhi, (İsmail Mutlu), Mutlu Yayınları: 2/135-136.

[252] İmam Taberâni, Mu’cemu’s-Sağir Tercüme ve Şerhi, (İsmail Mutlu), Mutlu Yayınları: 2/136-137.

[253] İmam Taberâni, Mu’cemu’s-Sağir Tercüme ve Şerhi, (İsmail Mutlu), Mutlu Yayınları: 2/137.

[254] İmam Taberâni, Mu’cemu’s-Sağir Tercüme ve Şerhi, (İsmail Mutlu), Mutlu Yayınları: 2/137-138.

[255] Müsned, 2:208 (6442.)

[256] Tirmizî, Ahkâm: 40; Câmiü's-Sagîr, 2:411. İmam Taberâni, Mu’cemu’s-Sağir Tercüme ve Şerhi, (İsmail Mutlu), Mutlu Yayınları: 2/138.

[257] Müslim, Siyam:204; Ebû Dâvud, Siyam:58; İbni Mâce, Sıyam:33. İmam Taberâni, Mu’cemu’s-Sağir Tercüme ve Şerhi, (İsmail Mutlu), Mutlu Yayınları: 2/138.

[258] Ebû Davud, Siyam:57; Tirmizî, Savm: 43-44

[259] Câmiü's-Sagîr, 4:23.

[260] Muvatta, Oruç: 22.

[261] İmam Taberâni, Mu’cemu’s-Sağir Tercüme ve Şerhi, (İsmail Mutlu), Mutlu Yayınları: 2/138-141.

[262] İmam Taberâni, Mu’cemu’s-Sağir Tercüme ve Şerhi, (İsmail Mutlu), Mutlu Yayınları: 2/141-142.

[263] Tefsirü'l-Kur'âni'l-Azim, 2:225.

[264] A'raf: 7/46-49.

[265] Tefsirü'l-Kur'âni'l-Azîm, 2:226. İmam Taberâni, Mu’cemu’s-Sağir Tercüme ve Şerhi, (İsmail Mutlu), Mutlu Yayınları: 2/142-143.

[266] Ebû Dâvud, Salat: 36; Müslim, Salât: 2; Tirmizî, Menâkıb: 1; Beyhaki, Sünen, 1:603 (1933.). İmam Taberâni, Mu’cemu’s-Sağir Tercüme ve Şerhi, (İsmail Mutlu), Mutlu Yayınları: 2/143-144.

[267] Ebû Dâvud, Salat: 36; Müslim, Salât: 2; Tirmizî, Menâkıb: 1.

[268] İsrâ: 17/79.

[269] Şualar, s. 81.

[270] İmam Taberâni, Mu’cemu’s-Sağir Tercüme ve Şerhi, (İsmail Mutlu), Mutlu Yayınları: 2/144-145.

[271] Buhari, Büyü: 16; Tirmizi, Büyü: 75. İmam Taberâni, Mu’cemu’s-Sağir Tercüme ve Şerhi, (İsmail Mutlu), Mutlu Yayınları: 2/146.

[272] İmam Taberâni, Mu’cemu’s-Sağir Tercüme ve Şerhi, (İsmail Mutlu), Mutlu Yayınları: 2/146.

[273] İmam Taberâni, Mu’cemu’s-Sağir Tercüme ve Şerhi, (İsmail Mutlu), Mutlu Yayınları: 2/146.

[274] İmam Taberâni, Mu’cemu’s-Sağir Tercüme ve Şerhi, (İsmail Mutlu), Mutlu Yayınları: 2/147.

[275] İmam Taberâni, Mu’cemu’s-Sağir Tercüme ve Şerhi, (İsmail Mutlu), Mutlu Yayınları: 2/147.

[276] İmam Taberâni, Mu’cemu’s-Sağir Tercüme ve Şerhi, (İsmail Mutlu), Mutlu Yayınları: 2/147-148.

[277] Buhari, Savm: 57; Müslim, Siyam: 104; Ebû Dâvud, Siyam: 42; İbni Mâce, Siyam; 74. İmam Taberâni, Mu’cemu’s-Sağir Tercüme ve Şerhi, (İsmail Mutlu), Mutlu Yayınları: 2/148-149.

[278] Buhari, Savm: 30; Müslim, Siyam: 13.

[279] İmam Taberâni, Mu’cemu’s-Sağir Tercüme ve Şerhi, (İsmail Mutlu), Mutlu Yayınları: 2/149-150.

[280] İmam Taberâni, Mu’cemu’s-Sağir Tercüme ve Şerhi, (İsmail Mutlu), Mutlu Yayınları: 2/150.

[281] Buhari, Şirb: 2, Hiyel: 12; Müslim, İman; 173; Ebû Dâvud, Büyü: 62; Nesai, Büyü: 6.

[282] İbni Mâce, Edeb: 8.

[283] Ebu Dâvud, Zekât: 41. İmam Taberâni, Mu’cemu’s-Sağir Tercüme ve Şerhi, (İsmail Mutlu), Mutlu Yayınları: 2/150-151.

[284] İmam Taberâni, Mu’cemu’s-Sağir Tercüme ve Şerhi, (İsmail Mutlu), Mutlu Yayınları: 2/151.

[285] İmam Taberâni, Mu’cemu’s-Sağir Tercüme ve Şerhi, (İsmail Mutlu), Mutlu Yayınları: 2/151-152.

[286] Müslim, Akdiye: 3; Müsned, 1:401 (2968.). İmam Taberâni, Mu’cemu’s-Sağir Tercüme ve Şerhi, (İsmail Mutlu), Mutlu Yayınları: 2/152.

[287] İmam Taberâni, Mu’cemu’s-Sağir Tercüme ve Şerhi, (İsmail Mutlu), Mutlu Yayınları: 2/152.

[288] İmam Taberâni, Mu’cemu’s-Sağir Tercüme ve Şerhi, (İsmail Mutlu), Mutlu Yayınları: 2/153.

[289] Tirmizî, Cenâiz: 59; Ebû Dâvud, Cenâiz: 83.

[290] Buhari, Menakıb: 25, Humus: 8, Eymân: 3; Müslim, Fiten: 77. İmam Taberâni, Mu’cemu’s-Sağir Tercüme ve Şerhi, (İsmail Mutlu), Mutlu Yayınları: 2/153-154.

[291] İmam Taberâni, Mu’cemu’s-Sağir Tercüme ve Şerhi, (İsmail Mutlu), Mutlu Yayınları: 2/154.

[292] Zâriyât: 51/19. İmam Taberâni, Mu’cemu’s-Sağir Tercüme ve Şerhi, (İsmail Mutlu), Mutlu Yayınları: 2/154-155.

[293] Âl-i İmran: 3/180.

[294] Buhari, Zekât: 3; İbni Mâce, Zekât: 3.

[295] İbni Mâce, Zekât: 2; Nesâî, Zekât: 11.

[296] İmam Taberâni, Mu’cemu’s-Sağir Tercüme ve Şerhi, (İsmail Mutlu), Mutlu Yayınları: 2/155-156.

[297] İmam Taberâni, Mu’cemu’s-Sağir Tercüme ve Şerhi, (İsmail Mutlu), Mutlu Yayınları: 2/156-157.

[298] Bu cümle, "Ümmetim Ramazan'da gece ibâdetine kalktığı müddetçe zillete düşmeyecektir" şeklinde de tercüme edilir.

[299] İmam Taberâni, Mu’cemu’s-Sağir Tercüme ve Şerhi, (İsmail Mutlu), Mutlu Yayınları: 2/157-158.

[300] Ebû Dâvud, Talâk: 1 (ikinci kısım için) İmam Taberâni, Mu’cemu’s-Sağir Tercüme ve Şerhi, (İsmail Mutlu), Mutlu Yayınları: 2/158.

[301] İmam Taberâni, Mu’cemu’s-Sağir Tercüme ve Şerhi, (İsmail Mutlu), Mutlu Yayınları: 2/159.

[302] Buhârî, İman: 6; Müslim, İman: 71; Tirmizî, Sifatü'l-Kıyâme: 60; İbni Mace, Mukaddime: 9 (66); Nesâî, İman: 9. İmam Taberâni, Mu’cemu’s-Sağir Tercüme ve Şerhi, (İsmail Mutlu), Mutlu Yayınları: 2/159-160.

[303] İmam Taberâni, Mu’cemu’s-Sağir Tercüme ve Şerhi, (İsmail Mutlu), Mutlu Yayınları: 2/160.

[304] İmam Taberâni, Mu’cemu’s-Sağir Tercüme ve Şerhi, (İsmail Mutlu), Mutlu Yayınları: 2/160-161.

[305] İmam Taberâni, Mu’cemu’s-Sağir Tercüme ve Şerhi, (İsmail Mutlu), Mutlu Yayınları: 2/161.

[306] Buhârî, Ezan: 48; Müslim, Salât: 56, 60; Ebû Dâvud, Salât: 177. İmam Taberâni, Mu’cemu’s-Sağir Tercüme ve Şerhi, (İsmail Mutlu), Mutlu Yayınları: 2/161-162.

[307] Müslim, Salât: 60; Tirmizî, Salât: 100; İbni Mâce, İkâme: 24.

[308] Şualar, s. 77-79.

[309] İmam Taberâni, Mu’cemu’s-Sağir Tercüme ve Şerhi, (İsmail Mutlu), Mutlu Yayınları: 2/162-165.

[310] İmam Taberâni, Mu’cemu’s-Sağir Tercüme ve Şerhi, (İsmail Mutlu), Mutlu Yayınları: 2/165.

[311] Al-i İmran: 3/185.

[312] Yunus: 10/4.

[313] Enbiya: 21/34.

[314] İmam Taberâni, Mu’cemu’s-Sağir Tercüme ve Şerhi, (İsmail Mutlu), Mutlu Yayınları: 2/166.

[315] İmam Taberâni, Mu’cemu’s-Sağir Tercüme ve Şerhi, (İsmail Mutlu), Mutlu Yayınları: 2/167-168.

[316] Tirmizî, Birr: 66; Müslim, İman: 25; İbni Mâce, Zühd: 18.

[317] Suyutî, Câmiti'l-Kebîr, 4:292 (11676.)

[318] Taberânî, el-Mu'cemü'l-evsat, 7:149 (6269); Kenzü'l-Ummal, 3:129 (5809.)

[319] Suyutî, Câmiü'l-Kebîr, 1:32 (75.)

[320] Furkan: 25/63.

[321] Hilimle ilgili olarak sonraki hadisin izahına da bakınız.

[322] İmam Taberâni, Mu’cemu’s-Sağir Tercüme ve Şerhi, (İsmail Mutlu), Mutlu Yayınları: 2/168-169.

[323] İmam Taberâni, Mu’cemu’s-Sağir Tercüme ve Şerhi, (İsmail Mutlu), Mutlu Yayınları: 2/169.

[324] Suyutî, Câmiü'l Kebîr, 1:468 (3243.)

[325] Kenzü'l-Ummal, 2:185 (3663.)

[326] Taberânî, Mucemü'l-Evsat, 3:320 (2684.) İmam Taberâni, Mu’cemu’s-Sağir Tercüme ve Şerhi, (İsmail Mutlu), Mutlu Yayınları: 2/170.

[327] İmam Taberâni, Mu’cemu’s-Sağir Tercüme ve Şerhi, (İsmail Mutlu), Mutlu Yayınları: 2/170.

[328] İmam Taberâni, Mu’cemu’s-Sağir Tercüme ve Şerhi, (İsmail Mutlu), Mutlu Yayınları: 2/171.

[329] Tirmizî, Mevakit: 81; Ebû Dâvud, Salat: 143.

[330] Buharı, İman: 15, İsti'zân: 18; Müslim, Salât: 45; Ebû Dâvud, Satat: 143; İbni Mâce, İkâme: 72.

[331] İmam Taberâni, Mu’cemu’s-Sağir Tercüme ve Şerhi, (İsmail Mutlu), Mutlu Yayınları: 2/171-172.

[332] Buhari, Hayız: 30; Müslim, Mesâcid: 270; Ebû Dâvud, Salat; 90. İmam Taberâni, Mu’cemu’s-Sağir Tercüme ve Şerhi, (İsmail Mutlu), Mutlu Yayınları: 2/173.

[333] İmam Taberâni, Mu’cemu’s-Sağir Tercüme ve Şerhi, (İsmail Mutlu), Mutlu Yayınları: 2/173.

[334] Tirmizi, Savm: 73; Müsned, 4:451 (18912.) İmam Taberâni, Mu’cemu’s-Sağir Tercüme ve Şerhi, (İsmail Mutlu), Mutlu Yayınları: 2/173.

[335] İmam Taberâni, Mu’cemu’s-Sağir Tercüme ve Şerhi, (İsmail Mutlu), Mutlu Yayınları: 2/173-174.

[336] İmam Taberâni, Mu’cemu’s-Sağir Tercüme ve Şerhi, (İsmail Mutlu), Mutlu Yayınları: 2/174.

[337] İmam Taberâni, Mu’cemu’s-Sağir Tercüme ve Şerhi, (İsmail Mutlu), Mutlu Yayınları: 2/174.

[338] İmam Taberâni, Mu’cemu’s-Sağir Tercüme ve Şerhi, (İsmail Mutlu), Mutlu Yayınları: 2/175.

[339] el-Mu'cemü'l-evsat, 5:455 (4877.) İmam Taberâni, Mu’cemu’s-Sağir Tercüme ve Şerhi, (İsmail Mutlu), Mutlu Yayınları: 2/175.

[340] İmam Taberâni, Mu’cemu’s-Sağir Tercüme ve Şerhi, (İsmail Mutlu), Mutlu Yayınları: 2/176.

[341] İmam Taberâni, Mu’cemu’s-Sağir Tercüme ve Şerhi, (İsmail Mutlu), Mutlu Yayınları: 2/177.

[342] İmam Taberâni, Mu’cemu’s-Sağir Tercüme ve Şerhi, (İsmail Mutlu), Mutlu Yayınları: 2/177.

[343] Ebû Dâvud, Sünnet: 1, 4 Tirmizî, İman: 18; İbni Mâce, Fiten: 17. İmam Taberâni, Mu’cemu’s-Sağir Tercüme ve Şerhi, (İsmail Mutlu), Mutlu Yayınları: 2/177.

[344] İmam Taberâni, Mu’cemu’s-Sağir Tercüme ve Şerhi, (İsmail Mutlu), Mutlu Yayınları: 2/178.

[345] İmam Taberâni, Mu’cemu’s-Sağir Tercüme ve Şerhi, (İsmail Mutlu), Mutlu Yayınları: 2/178.

[346] Hac: 22/1-2.

[347] Zuhruf: 43/61.

[348] Müslim, Kitabü'l-Fiten: 39.

[349] A.g.e., Kitabü'1-İman: 242.

[350] Buhari, Kitâbü'l-Enbiya bâbu nüzûl-ü İsa

[351] Müsned, 2:576 (9612.)

[352] El-Fıkhu'l-Ekber Aliyyü'l-Kâri Şerhi Ter. s. 284.

[353] Müslim, Fiten: 34.

[354] Muhtasar-u Tezkiretü'l-Kurtubî Tere. s. 500.

[355] El-Fıkhu'l-Ekber Aliyyü'l-Kâri Şerhi Ter. s. 284.

[356] İmam Taberâni, Mu’cemu’s-Sağir Tercüme ve Şerhi, (İsmail Mutlu), Mutlu Yayınları: 2/179-181.

[357] İmam Taberâni, Mu’cemu’s-Sağir Tercüme ve Şerhi, (İsmail Mutlu), Mutlu Yayınları: 2/181-182.

[358] İmam Taberâni, Mu’cemu’s-Sağir Tercüme ve Şerhi, (İsmail Mutlu), Mutlu Yayınları: 2/182.

[359] Buhari, İman: 9, 34, İkrah: 1; Müslim, İman: 67, 68; Tirmizî, İman: 10; İbni Mâce, Fiten: 23; Nesâî, İman: 3. İmam Taberâni, Mu’cemu’s-Sağir Tercüme ve Şerhi, (İsmail Mutlu), Mutlu Yayınları: 2/182-183.

[360] İmam Taberâni, Mu’cemu’s-Sağir Tercüme ve Şerhi, (İsmail Mutlu), Mutlu Yayınları: 2/183-184.

[361] İmam Taberâni, Mu’cemu’s-Sağir Tercüme ve Şerhi, (İsmail Mutlu), Mutlu Yayınları: 2/185.

[362] Buhârî, Ahkâm: 12; Tirmizî, Ahkâm: 7; Ebû Dâvud, Akdiye: 16; Nesai, Kudat: 18. İmam Taberâni, Mu’cemu’s-Sağir Tercüme ve Şerhi, (İsmail Mutlu), Mutlu Yayınları: 2/185.

[363] Nahl: 16/90.

[364] Nisa: 4/58.

[365] İmam Taberâni, Mu’cemu’s-Sağir Tercüme ve Şerhi, (İsmail Mutlu), Mutlu Yayınları: 2/185-186.

[366] İbni Mâce, Mesâcid; 47; Ebû Dâvud, Salât: 46; Müslim, Mesacid: 255; Nesâî, îmame: 50.

[367] İmam Taberâni, Mu’cemu’s-Sağir Tercüme ve Şerhi, (İsmail Mutlu), Mutlu Yayınları: 2/186.

[368] İmam Taberâni, Mu’cemu’s-Sağir Tercüme ve Şerhi, (İsmail Mutlu), Mutlu Yayınları: 2/187.

[369] el-Mu'cemü'l-evsat, 5:479 (4914) İmam Taberâni, Mu’cemu’s-Sağir Tercüme ve Şerhi, (İsmail Mutlu), Mutlu Yayınları: 2/187-188.

[370] İmam Taberâni, Mu’cemu’s-Sağir Tercüme ve Şerhi, (İsmail Mutlu), Mutlu Yayınları: 2/188.

[371] İmam Taberâni, Mu’cemu’s-Sağir Tercüme ve Şerhi, (İsmail Mutlu), Mutlu Yayınları: 2/188-189.

[372] Tirmizî, Fezâil ü Cihad:20; İbni Mâce, Itk: 3; Neseî, Nikâh: 5.

[373] Nisa: 4/92.

[374] Mâide: 5/89.

[375] Nur: 24/33.

[376] Tevbe: 9/60.

[377] Bakara: 2/177.

[378] Müslim, Itk: 21; Buhari, Itk: 1.

[379] Nur: 24/12.

[380] Câmiü's-Sagîr; 2:157.

[381] Tirmizî, Ahkam: 38; Buhari, Hars: 15; Muvatta, Akdiye: 26; Ebû Dâvud, Haraç: 37.

[382] İmam Taberâni, Mu’cemu’s-Sağir Tercüme ve Şerhi, (İsmail Mutlu), Mutlu Yayınları: 2/189-192.

[383] Müslim, İman: 164; Timizi, Büyü: 72; Ebû Dâvud, İcâre: 50; İbni Mâce, Ticâre: 36; Dârimî, Büyü: 10; Müsned, 2:318 (7287) İmam Taberâni, Mu’cemu’s-Sağir Tercüme ve Şerhi, (İsmail Mutlu), Mutlu Yayınları: 2/192-193.

[384] İmam Taberâni, Mu’cemu’s-Sağir Tercüme ve Şerhi, (İsmail Mutlu), Mutlu Yayınları: 2/193-194.

[385] İmam Taberâni, Mu’cemu’s-Sağir Tercüme ve Şerhi, (İsmail Mutlu), Mutlu Yayınları: 2/194.

[386] Hac: 22/31.

[387] Ebû Dâvud, Akdiye: 15; İbni Mâce, Ahkâm: 32.

[388] Bakara: 2/42.

[389] İmam Taberâni, Mu’cemu’s-Sağir Tercüme ve Şerhi, (İsmail Mutlu), Mutlu Yayınları: 2/194-195.

[390] İmam Taberâni, Mu’cemu’s-Sağir Tercüme ve Şerhi, (İsmail Mutlu), Mutlu Yayınları: 2/196.

[391] Kütüb-i Sitte Muhtasarı Terceme ve Şerhi, 11:396, 397. İmam Taberâni, Mu’cemu’s-Sağir Tercüme ve Şerhi, (İsmail Mutlu), Mutlu Yayınları: 2/196.

[392] Müslim, İman: 59; Nesât, İman; 27. İmam Taberâni, Mu’cemu’s-Sağir Tercüme ve Şerhi, (İsmail Mutlu), Mutlu Yayınları: 2/197.

[393] İmam Taberâni, Mu’cemu’s-Sağir Tercüme ve Şerhi, (İsmail Mutlu), Mutlu Yayınları: 2/197.

[394] İmam Taberâni, Mu’cemu’s-Sağir Tercüme ve Şerhi, (İsmail Mutlu), Mutlu Yayınları: 2/197.

[395] İmam Taberâni, Mu’cemu’s-Sağir Tercüme ve Şerhi, (İsmail Mutlu), Mutlu Yayınları: 2/198.

[396] İmam Taberâni, Mu’cemu’s-Sağir Tercüme ve Şerhi, (İsmail Mutlu), Mutlu Yayınları: 2/198-199.

[397] İmam Taberâni, Mu’cemu’s-Sağir Tercüme ve Şerhi, (İsmail Mutlu), Mutlu Yayınları: 2/199-200.

[398] Kâfirun: 105.

[399] Zümer: 39/64-66. İmam Taberâni, Mu’cemu’s-Sağir Tercüme ve Şerhi, (İsmail Mutlu), Mutlu Yayınları: 2/200-202.

[400] Ebû Dâvud, Eşribe: 2; Tirmizi, Büyü; 58. İmam Taberâni, Mu’cemu’s-Sağir Tercüme ve Şerhi, (İsmail Mutlu), Mutlu Yayınları: 2/202.

[401] İmam Taberâni, Mu’cemu’s-Sağir Tercüme ve Şerhi, (İsmail Mutlu), Mutlu Yayınları: 2/202.

[402] Tirmizî, Zühd: 61; Buhârî, Rikak: 23. İmam Taberâni, Mu’cemu’s-Sağir Tercüme ve Şerhi, (İsmail Mutlu), Mutlu Yayınları: 2/202.

[403] Kenzü'l-Ummal, 3:553 (7872); Câmiü's-Sagîr, 6:237.

[404] Fethü'r-Rabbânî, 19:75 (3) İmam Taberâni, Mu’cemu’s-Sağir Tercüme ve Şerhi, (İsmail Mutlu), Mutlu Yayınları: 2/203.

[405] İmam Taberâni, Mu’cemu’s-Sağir Tercüme ve Şerhi, (İsmail Mutlu), Mutlu Yayınları: 2/203-204.

[406] İmam Taberâni, Mu’cemu’s-Sağir Tercüme ve Şerhi, (İsmail Mutlu), Mutlu Yayınları: 2/204.

[407] İmam Taberâni, Mu’cemu’s-Sağir Tercüme ve Şerhi, (İsmail Mutlu), Mutlu Yayınları: 2/204-205.

[408] Tirmizî, Kıyâme: 1. İmam Taberâni, Mu’cemu’s-Sağir Tercüme ve Şerhi, (İsmail Mutlu), Mutlu Yayınları: 2/205-206.

[409] İmam Taberâni, Mu’cemu’s-Sağir Tercüme ve Şerhi, (İsmail Mutlu), Mutlu Yayınları: 2/206.

[410] Mu'cemü'l-Evsat, 2:346 (1599.) İmam Taberâni, Mu’cemu’s-Sağir Tercüme ve Şerhi, (İsmail Mutlu), Mutlu Yayınları: 2/206-207.

[411] Suyutî, Câmiü'l-Kebîr, 1:144(862); Câmiü's-Sagîr, 1:243 (346.)

[412] İmam Taberâni, Mu’cemu’s-Sağir Tercüme ve Şerhi, (İsmail Mutlu), Mutlu Yayınları: 2/207.

[413] İmam Taberâni, Mu’cemu’s-Sağir Tercüme ve Şerhi, (İsmail Mutlu), Mutlu Yayınları: 2/208.

[414] İmam Taberâni, Mu’cemu’s-Sağir Tercüme ve Şerhi, (İsmail Mutlu), Mutlu Yayınları: 2/208.

[415] İmam Taberâni, Mu’cemu’s-Sağir Tercüme ve Şerhi, (İsmail Mutlu), Mutlu Yayınları: 2/208-209.

[416] İmam Taberâni, Mu’cemu’s-Sağir Tercüme ve Şerhi, (İsmail Mutlu), Mutlu Yayınları: 2/209.

[417] İmam Taberâni, Mu’cemu’s-Sağir Tercüme ve Şerhi, (İsmail Mutlu), Mutlu Yayınları: 2/209-210.

[418] İbni Mâce, Talâk: 16. İmam Taberâni, Mu’cemu’s-Sağir Tercüme ve Şerhi, (İsmail Mutlu), Mutlu Yayınları: 2/210.

[419] İbni Mâce, Talâk: 16.

[420] Ebû Dâvud, Salât: 11

[421] İbni Kesir, 2:588.

[422] İmam Taberâni, Mu’cemu’s-Sağir Tercüme ve Şerhi, (İsmail Mutlu), Mutlu Yayınları: 2/211-213.

[423] Buhârî, Sulh: 9; Tirmizî, Menâkıb: 31; Müstedrek, 3:192. İmam Taberâni, Mu’cemu’s-Sağir Tercüme ve Şerhi, (İsmail Mutlu), Mutlu Yayınları: 2/214.

[424] Müstedrek, 3:191.

[425] Müstedrek, 3:193; Hayâtü's-Sahabe, 3:350.

[426] Müstedrek, 3:192. İmam Taberâni, Mu’cemu’s-Sağir Tercüme ve Şerhi, (İsmail Mutlu), Mutlu Yayınları: 2/214-216.

[427] Tirmizî, Menâkıb: 61. İmam Taberâni, Mu’cemu’s-Sağir Tercüme ve Şerhi, (İsmail Mutlu), Mutlu Yayınları: 2/216.

[428] İmam Taberâni, Mu’cemu’s-Sağir Tercüme ve Şerhi, (İsmail Mutlu), Mutlu Yayınları: 2/216-217.

[429] Tirmizî, Siyer: 48; Müslim, Salât: 9; Ebû Dâvud, Cihad: 100; Buhari, Ezan: 6; Muvatta, Cihad: 48; Dârimî, Siyer: 9. İmam Taberâni, Mu’cemu’s-Sağir Tercüme ve Şerhi, (İsmail Mutlu), Mutlu Yayınları: 2/217-218.

[430] Tirmizî, Siyer: 2. İmam Taberâni, Mu’cemu’s-Sağir Tercüme ve Şerhi, (İsmail Mutlu), Mutlu Yayınları: 2/218.

[431] İmam Taberâni, Mu’cemu’s-Sağir Tercüme ve Şerhi, (İsmail Mutlu), Mutlu Yayınları: 2/218-219.

[432] İmam Taberâni, Mu’cemu’s-Sağir Tercüme ve Şerhi, (İsmail Mutlu), Mutlu Yayınları: 2/219.

[433] Buhârî, Savm: 42; Müslim, Savm: 156; Ebû Dâvud, Eyman: 25; Tirmizî, Savm: 22. İmam Taberâni, Mu’cemu’s-Sağir Tercüme ve Şerhi, (İsmail Mutlu), Mutlu Yayınları: 2/219-220.

[434] Tac, 2:78.

[435] Buhârî, Savm: 42; Müslim, Siyam: 153.

[436] İmam Taberâni, Mu’cemu’s-Sağir Tercüme ve Şerhi, (İsmail Mutlu), Mutlu Yayınları: 2/220-221.

[437] Buhârî, Cihad: 134; Müsned, 4:552 (19624.) İmam Taberâni, Mu’cemu’s-Sağir Tercüme ve Şerhi, (İsmail Mutlu), Mutlu Yayınları: 2/221.

[438] İmam Taberâni, Mu’cemu’s-Sağir Tercüme ve Şerhi, (İsmail Mutlu), Mutlu Yayınları: 2/221.

[439] İmam Taberâni, Mu’cemu’s-Sağir Tercüme ve Şerhi, (İsmail Mutlu), Mutlu Yayınları: 2/221.

[440] Mu'cemü's-Sagîr, 2:16.

[441] Tabakat, 8:224.

[442] Hayatü's-Sahabe Tercümesi, 3:178.

[443] Mu'cemü'l-Evsat 3:136. İmam Taberâni, Mu’cemu’s-Sağir Tercüme ve Şerhi, (İsmail Mutlu), Mutlu Yayınları: 2/222-223.

[444] İbni Mâce, Ticâret: 27. İmam Taberâni, Mu’cemu’s-Sağir Tercüme ve Şerhi, (İsmail Mutlu), Mutlu Yayınları: 2/223-224.

[445] Dârimî, Büyü: 30.

[446] Müslim, İman: 71.

[447] İbni Mâce, Ticâret: 1.

[448] İmam Taberâni, Mu’cemu’s-Sağir Tercüme ve Şerhi, (İsmail Mutlu), Mutlu Yayınları: 2/224-225.

[449] Buhârî, İlim: 3, Vudû: 27; İbni Mâce, Taharet: 53; Müslim, Tahare: 25; Ebû Dâvud, Tahare: 46; Nesâî, Taharet: 88; Dârimî, Taharet: 35; Müsned, 2:255 (6806.) İmam Taberâni, Mu’cemu’s-Sağir Tercüme ve Şerhi, (İsmail Mutlu), Mutlu Yayınları: 2/225.

[450] İmam Taberâni, Mu’cemu’s-Sağir Tercüme ve Şerhi, (İsmail Mutlu), Mutlu Yayınları: 2/225.

[451] Tirmizî, İman: 3; Müslim, İman: 21; Buhari, İman: 1. İmam Taberâni, Mu’cemu’s-Sağir Tercüme ve Şerhi, (İsmail Mutlu), Mutlu Yayınları: 2/226.

[452] Tirmizî, Sıfatü'l-Kiyâme; 13 (ilk kısım için).

[453] İmam Taberâni, Mu’cemu’s-Sağir Tercüme ve Şerhi, (İsmail Mutlu), Mutlu Yayınları: 2/226-227.

[454] Tirmizî, Edeb: 59. İmam Taberâni, Mu’cemu’s-Sağir Tercüme ve Şerhi, (İsmail Mutlu), Mutlu Yayınları: 2/227.

[455] İmam Taberâni, Mu’cemu’s-Sağir Tercüme ve Şerhi, (İsmail Mutlu), Mutlu Yayınları: 2/227-228.

[456] İmam Taberâni, Mu’cemu’s-Sağir Tercüme ve Şerhi, (İsmail Mutlu), Mutlu Yayınları: 2/228.

[457] Buhârî, Nikâh: 120, Cihad: 196; Müslim, İmâre: 181, 183, 184, Rada: 58; Ebû Dâvud, Cihad: 163; Tirmizî, Rada: 17; İsti'zan: 19; Dârimî, Nikâh: 32; Müsned, 3:378 (14177.) İmam Taberâni, Mu’cemu’s-Sağir Tercüme ve Şerhi, (İsmail Mutlu), Mutlu Yayınları: 2/228.

[458] Buhârî, Nikâh: 120; Müslim, İmare: 182, 183; Tirmizî, İsti'zan: 19.

[459] İmam Taberâni, Mu’cemu’s-Sağir Tercüme ve Şerhi, (İsmail Mutlu), Mutlu Yayınları: 2/229.

[460] İmam Taberâni, Mu’cemu’s-Sağir Tercüme ve Şerhi, (İsmail Mutlu), Mutlu Yayınları: 2/229-231.

[461] Buhâri,   Cihad:   112,   156, Temenni:   8;   Müslim,  Cihad:   19, 20; Dârimî, Siyer: 6; Müsned, 2:527 (9169.)

[462] Vakidî, Megazi, 2:653.

[463] İmam Taberâni, Mu’cemu’s-Sağir Tercüme ve Şerhi, (İsmail Mutlu), Mutlu Yayınları: 2/231-232.

[464] Tirmizî, Daavât: 54. İmam Taberâni, Mu’cemu’s-Sağir Tercüme ve Şerhi, (İsmail Mutlu), Mutlu Yayınları: 2/233.

[465] İmam Taberâni, Mu’cemu’s-Sağir Tercüme ve Şerhi, (İsmail Mutlu), Mutlu Yayınları: 2/233.

[466] Tirmizî, Birr: 66; Müslim, İman: 25; Ebû Dâvud, Edeb: 11. İmam Taberâni, Mu’cemu’s-Sağir Tercüme ve Şerhi, (İsmail Mutlu), Mutlu Yayınları: 2/233.

[467] Tirmizî, Birr ve's-Sıla: 66.

[468] Tirmizî, Birr ve's-Sıla: 75.

[469] Ebu Davud, Edeb: 10.

[470] İmam Taberâni, Mu’cemu’s-Sağir Tercüme ve Şerhi, (İsmail Mutlu), Mutlu Yayınları: 2/234-235.

[471] İmam Taberâni, Mu’cemu’s-Sağir Tercüme ve Şerhi, (İsmail Mutlu), Mutlu Yayınları: 2/235-236.

[472] Müslim, Fezâilü's-Sahabe: 48. İmam Taberâni, Mu’cemu’s-Sağir Tercüme ve Şerhi, (İsmail Mutlu), Mutlu Yayınları: 2/236.

[473] Hilyetü'l-Evliya, 1:89.

[474] Tirmizî, Menakib: 25.

[475] İmam Taberâni, Mu’cemu’s-Sağir Tercüme ve Şerhi, (İsmail Mutlu), Mutlu Yayınları: 2/236-237.

[476] İmam Taberâni, Mu’cemu’s-Sağir Tercüme ve Şerhi, (İsmail Mutlu), Mutlu Yayınları: 2/237.

[477] İmam Taberâni, Mu’cemu’s-Sağir Tercüme ve Şerhi, (İsmail Mutlu), Mutlu Yayınları: 2/237-238.

[478] İmam Taberâni, Mu’cemu’s-Sağir Tercüme ve Şerhi, (İsmail Mutlu), Mutlu Yayınları: 2/238.

[479] Müslim, Mesâcid: 142. İmam Taberâni, Mu’cemu’s-Sağir Tercüme ve Şerhi, (İsmail Mutlu), Mutlu Yayınları: 2/238-239.

[480] Müslim, Mesâcid: 146.

[481] Sözler, s. 44, 45.

[482] Tirmizî, Daavât: 25. İmam Taberâni, Mu’cemu’s-Sağir Tercüme ve Şerhi, (İsmail Mutlu), Mutlu Yayınları: 2/239-241.

[483] İmam Taberâni, Mu’cemu’s-Sağir Tercüme ve Şerhi, (İsmail Mutlu), Mutlu Yayınları: 2/241-242.

[484] Buhârî, Libas: 64, 65; Müslim, Taharet: 53; Ebu Dâvud, Tereccül: 16; Tirmizî, Edeb:. 18; Nesâî, Taharet: 15; Muvaita, Şa'ar: 1.

[485] Müslim, Taharet: 56; Ebû Dâvud, Taharet: 29; Tirmizî, Edeb: 14; Nesâî, Zînet; 1.

[486] Tirmizî, Edeb: 16; Nesâi, Taharet: 13.

[487] Tirmizî, Edeb: 16.

[488] Tirmizî, Edeb: 17.

[489] İmam Taberâni, Mu’cemu’s-Sağir Tercüme ve Şerhi, (İsmail Mutlu), Mutlu Yayınları: 2/242-243.

[490] Müsned, 2:388(7915.) İmam Taberâni, Mu’cemu’s-Sağir Tercüme ve Şerhi, (İsmail Mutlu), Mutlu Yayınları: 2/243-244.

[491] İmam Taberâni, Mu’cemu’s-Sağir Tercüme ve Şerhi, (İsmail Mutlu), Mutlu Yayınları: 2/243-244.

[492] İmam Taberâni, Mu’cemu’s-Sağir Tercüme ve Şerhi, (İsmail Mutlu), Mutlu Yayınları: 2/244.

[493] Müslim, Vasaya: 1; İbni Mâce, Vasâya: 2.

[494] İbni Mâce, Vasâya: 5.

[495] İmam Taberâni, Mu’cemu’s-Sağir Tercüme ve Şerhi, (İsmail Mutlu), Mutlu Yayınları: 2/244-246.

[496] Buhârî, İlim: 13, frisam: 10; Müslim, İmaret: 98, Zekât: 98, Tirmizî, İlim: 1. İmam Taberâni, Mu’cemu’s-Sağir Tercüme ve Şerhi, (İsmail Mutlu), Mutlu Yayınları: 2/246.

[497] İmam Taberâni, Mu’cemu’s-Sağir Tercüme ve Şerhi, (İsmail Mutlu), Mutlu Yayınları: 2/246.

[498] İmam Taberâni, Mu’cemu’s-Sağir Tercüme ve Şerhi, (İsmail Mutlu), Mutlu Yayınları: 2/247.

[499] Ebû Dâvud, Tahare: 14; Müslim, Tahare: 20.

[500] İmam Taberâni, Mu’cemu’s-Sağir Tercüme ve Şerhi, (İsmail Mutlu), Mutlu Yayınları: 2/247.

[501] Buhari, Hac: 1; Nesâi, Hacc: 9; Müslim, Hacc: 407. İmam Taberâni, Mu’cemu’s-Sağir Tercüme ve Şerhi, (İsmail Mutlu), Mutlu Yayınları: 2/247-248.

[502] İmam Taberâni, Mu’cemu’s-Sağir Tercüme ve Şerhi, (İsmail Mutlu), Mutlu Yayınları: 2/248.

[503] Müslim, Fezâil: 79. İmam Taberâni, Mu’cemu’s-Sağir Tercüme ve Şerhi, (İsmail Mutlu), Mutlu Yayınları: 2/249.

[504] Câmiü's-Sagîr, 1:534.

[505] Buhari, Nikâh: 93; İbni Mâce, Nikâh: 51.

[506] Ebu Dâvud, Nikâh: 41; İbni Mâce, Nikâh: 51.

[507] İbni Mâce, Nikâh: 51.

[508] İmam Taberâni, Mu’cemu’s-Sağir Tercüme ve Şerhi, (İsmail Mutlu), Mutlu Yayınları: 2/249-251.

[509] İmam Taberâni, Mu’cemu’s-Sağir Tercüme ve Şerhi, (İsmail Mutlu), Mutlu Yayınları: 2/251-252.

[510] İmam Taberâni, Mu’cemu’s-Sağir Tercüme ve Şerhi, (İsmail Mutlu), Mutlu Yayınları: 2/252-254.

[511] Tirmizi, Taam: Tr1921. İmam Taberâni, Mu’cemu’s-Sağir Tercüme ve Şerhi, (İsmail Mutlu), Mutlu Yayınları: 2/254.

[512] İmam Taberâni, Mu’cemu’s-Sağir Tercüme ve Şerhi, (İsmail Mutlu), Mutlu Yayınları: 2/254.

[513] İmam Taberâni, Mu’cemu’s-Sağir Tercüme ve Şerhi, (İsmail Mutlu), Mutlu Yayınları: 2/255.

[514] İmam Taberâni, Mu’cemu’s-Sağir Tercüme ve Şerhi, (İsmail Mutlu), Mutlu Yayınları: 2/255.

[515] İmam Taberâni, Mu’cemu’s-Sağir Tercüme ve Şerhi, (İsmail Mutlu), Mutlu Yayınları: 2/255-256.

[516] İmam Taberâni, Mu’cemu’s-Sağir Tercüme ve Şerhi, (İsmail Mutlu), Mutlu Yayınları: 2/256.

[517] Tirmizî, Daavât: 99. İmam Taberâni, Mu’cemu’s-Sağir Tercüme ve Şerhi, (İsmail Mutlu), Mutlu Yayınları: 2/256-257.

[518] İmam Taberâni, Mu’cemu’s-Sağir Tercüme ve Şerhi, (İsmail Mutlu), Mutlu Yayınları: 2/257.

[519] İmam Taberâni, Mu’cemu’s-Sağir Tercüme ve Şerhi, (İsmail Mutlu), Mutlu Yayınları: 2/257.

[520] Mu'cemü's-Sagîr, 2:53.

[521] Heysemî, Mecmaü'z-'Zevâid,  10:346.

[522] Al-i İmran: 3/77.

[523] Buhâri Şehadet: 22, Ahkâm: 48; Müslim, Eyman: 171, 173; İbni Mâce, Cihad: 42, Ticâret: 30.

[524] İmam Taberâni, Mu’cemu’s-Sağir Tercüme ve Şerhi, (İsmail Mutlu), Mutlu Yayınları: 2/257-258.

[525] İmam Taberâni, Mu’cemu’s-Sağir Tercüme ve Şerhi, (İsmail Mutlu), Mutlu Yayınları: 2/259.

[526] İmam Taberâni, Mu’cemu’s-Sağir Tercüme ve Şerhi, (İsmail Mutlu), Mutlu Yayınları: 2/259.

[527] İmam Taberâni, Mu’cemu’s-Sağir Tercüme ve Şerhi, (İsmail Mutlu), Mutlu Yayınları: 2/259-260.

[528] Müslim, Fezâilü's-Sahabe: 30; İbni Mâce, Mukaddime: 115; Tirmizî, Menâkıb: 20. İmam Taberâni, Mu’cemu’s-Sağir Tercüme ve Şerhi, (İsmail Mutlu), Mutlu Yayınları: 2/260.

[529] İmam Taberâni, Mu’cemu’s-Sağir Tercüme ve Şerhi, (İsmail Mutlu), Mutlu Yayınları: 2/260-261.

[530] İmam Taberâni, Mu’cemu’s-Sağir Tercüme ve Şerhi, (İsmail Mutlu), Mutlu Yayınları: 2/261.

[531] İmam Taberâni, Mu’cemu’s-Sağir Tercüme ve Şerhi, (İsmail Mutlu), Mutlu Yayınları: 2/261.

[532] İbni Mâce, Tahare: 28; Ebû Dâvud, Tahare: 23. İmam Taberâni, Mu’cemu’s-Sağir Tercüme ve Şerhi, (İsmail Mutlu), Mutlu Yayınları: 2/261-262.

[533] Tevbe: 9/108.

[534] İmam Taberâni, Mu’cemu’s-Sağir Tercüme ve Şerhi, (İsmail Mutlu), Mutlu Yayınları: 2/262.

[535] İmam Taberâni, Mu’cemu’s-Sağir Tercüme ve Şerhi, (İsmail Mutlu), Mutlu Yayınları: 2/262.

[536] Timizî, Taharet: 127; Ebû Dâvud, Salat: 9.

[537] Ebû Dâvud, Salat: 9; İbni Mâce, İkame: 194.

[538] Tirmizî, Taharet; 127.

[539] Mesnevî-i Nuriye, s. 66.

[540] Necmeddin Şahiner, Son Şahitler, 1:417:418

[541] İmam Taberâni, Mu’cemu’s-Sağir Tercüme ve Şerhi, (İsmail Mutlu), Mutlu Yayınları: 2/263-264.

[542] İmam Taberâni, Mu’cemu’s-Sağir Tercüme ve Şerhi, (İsmail Mutlu), Mutlu Yayınları: 2/265.

[543] İmam Taberâni, Mu’cemu’s-Sağir Tercüme ve Şerhi, (İsmail Mutlu), Mutlu Yayınları: 2/265.

[544] İmam Taberâni, Mu’cemu’s-Sağir Tercüme ve Şerhi, (İsmail Mutlu), Mutlu Yayınları: 2/265.

[545] Müslim, İmâre: 135. İmam Taberâni, Mu’cemu’s-Sağir Tercüme ve Şerhi, (İsmail Mutlu), Mutlu Yayınları: 2/266.

[546] Müslim, İmâre: 26; Buhari, Zekât: 3. İmam Taberâni, Mu’cemu’s-Sağir Tercüme ve Şerhi, (İsmail Mutlu), Mutlu Yayınları: 2/266-267.

[547] İmam Taberâni, Mu’cemu’s-Sağir Tercüme ve Şerhi, (İsmail Mutlu), Mutlu Yayınları: 2/267-268.

[548] İmam Taberâni, Mu’cemu’s-Sağir Tercüme ve Şerhi, (İsmail Mutlu), Mutlu Yayınları: 2/268.

[549] İmam Taberâni, Mu’cemu’s-Sağir Tercüme ve Şerhi, (İsmail Mutlu), Mutlu Yayınları: 2/268-269.

[550] İmam Taberâni, Mu’cemu’s-Sağir Tercüme ve Şerhi, (İsmail Mutlu), Mutlu Yayınları: 2/269.

[551] İmam Taberâni, Mu’cemu’s-Sağir Tercüme ve Şerhi, (İsmail Mutlu), Mutlu Yayınları: 2/269-270.

[552] İmam Taberâni, Mu’cemu’s-Sağir Tercüme ve Şerhi, (İsmail Mutlu), Mutlu Yayınları: 2/270.

[553] Abdullah İbnü'l-Mübârek, Kitabü'z-Zühd ve Rekaik, Hadis No: 1349. İmam Taberâni, Mu’cemu’s-Sağir Tercüme ve Şerhi, (İsmail Mutlu), Mutlu Yayınları: 2/270-271.

[554] İmam Taberâni, Mu’cemu’s-Sağir Tercüme ve Şerhi, (İsmail Mutlu), Mutlu Yayınları: 2/272.

[555] İmam Taberâni, Mu’cemu’s-Sağir Tercüme ve Şerhi, (İsmail Mutlu), Mutlu Yayınları: 2/272-273.

[556] Suyutî, Câmiü's-Sagîr, 4:528.

[557] Suyutî, Câmiü'l-Kebîr, Hadis no: 18455.

[558] Taberânî, Mu'cemü's-Sagîr, 1:241.

[559] Tirmizî, Kıyâme: 25; İbni Mâce, Zühd: 31.

[560] Suyutî, Câmiü's-Sagîr, 4:526.

[561] İmam Taberâni, Mu’cemu’s-Sağir Tercüme ve Şerhi, (İsmail Mutlu), Mutlu Yayınları: 2/273-274.

[562] Tirmizî, Birr: 46. İmam Taberâni, Mu’cemu’s-Sağir Tercüme ve Şerhi, (İsmail Mutlu), Mutlu Yayınları: 2/274.

[563] İmam Taberâni, Mu’cemu’s-Sağir Tercüme ve Şerhi, (İsmail Mutlu), Mutlu Yayınları: 2/274.

[564] Müslim, Zikir: 49.

[565] Müslim, Mesâcid: 25.

[566] Câmiü's-Sagîr, 3:557. İmam Taberâni, Mu’cemu’s-Sağir Tercüme ve Şerhi, (İsmail Mutlu), Mutlu Yayınları: 2/275.

[567] İmam Taberâni, Mu’cemu’s-Sağir Tercüme ve Şerhi, (İsmail Mutlu), Mutlu Yayınları: 2/275.

[568] İmam Taberâni, Mu’cemu’s-Sağir Tercüme ve Şerhi, (İsmail Mutlu), Mutlu Yayınları: 2/275-277.

[569] İmam Taberâni, Mu’cemu’s-Sağir Tercüme ve Şerhi, (İsmail Mutlu), Mutlu Yayınları: 2/277-281.

[570] Müslim, Fezâilü's-Sahabe: 145. İmam Taberâni, Mu’cemu’s-Sağir Tercüme ve Şerhi, (İsmail Mutlu), Mutlu Yayınları: 2/281-282.

[571] İmam Taberâni, Mu’cemu’s-Sağir Tercüme ve Şerhi, (İsmail Mutlu), Mutlu Yayınları: 2/283-285.

[572] İmam Taberâni, Mu’cemu’s-Sağir Tercüme ve Şerhi, (İsmail Mutlu), Mutlu Yayınları: 2/285-286.

[573] İmam Taberâni, Mu’cemu’s-Sağir Tercüme ve Şerhi, (İsmail Mutlu), Mutlu Yayınları: 2/286.

[574] Suymî,Câmiül-Kebir, 5:141, (13948)

[575] İmam Taberâni, Mu’cemu’s-Sağir Tercüme ve Şerhi, (İsmail Mutlu), Mutlu Yayınları: 2/286-287.

[576] İmam Taberâni, Mu’cemu’s-Sağir Tercüme ve Şerhi, (İsmail Mutlu), Mutlu Yayınları: 2/287-288.

[577] İmam Taberâni, Mu’cemu’s-Sağir Tercüme ve Şerhi, (İsmail Mutlu), Mutlu Yayınları: 2/288.

[578] İmam Taberâni, Mu’cemu’s-Sağir Tercüme ve Şerhi, (İsmail Mutlu), Mutlu Yayınları: 2/288-289.

[579] İmam Taberâni, Mu’cemu’s-Sağir Tercüme ve Şerhi, (İsmail Mutlu), Mutlu Yayınları: 2/289-290.

[580] İmam Taberâni, Mu’cemu’s-Sağir Tercüme ve Şerhi, (İsmail Mutlu), Mutlu Yayınları: 2/290.

[581] İbni Mâce, Zühd: 313. İmam Taberâni, Mu’cemu’s-Sağir Tercüme ve Şerhi, (İsmail Mutlu), Mutlu Yayınları: 2/290.

[582] İmam Taberâni, Mu’cemu’s-Sağir Tercüme ve Şerhi, (İsmail Mutlu), Mutlu Yayınları: 2/290-291.

[583] İmam Taberâni, Mu’cemu’s-Sağir Tercüme ve Şerhi, (İsmail Mutlu), Mutlu Yayınları: 2/291-292.

[584] Bakara: 2/125.

[585] Ahzab: 33/55.

[586] Enfal: 8/67. İmam Taberâni, Mu’cemu’s-Sağir Tercüme ve Şerhi, (İsmail Mutlu), Mutlu Yayınları: 2/292-293.

[587] "Bir menfaati mı var ki böyle yapıyor?" diye düşünülür.

[588] İmam Taberâni, Mu’cemu’s-Sağir Tercüme ve Şerhi, (İsmail Mutlu), Mutlu Yayınları: 2/293-294.

[589] İmam Taberâni, Mu’cemu’s-Sağir Tercüme ve Şerhi, (İsmail Mutlu), Mutlu Yayınları: 2/295.

[590] İmam Taberâni, Mu’cemu’s-Sağir Tercüme ve Şerhi, (İsmail Mutlu), Mutlu Yayınları: 2/295.

[591] Ebû Davud, Eşribe: 19; Tirmizî, Eşribe: 20. İmam Taberâni, Mu’cemu’s-Sağir Tercüme ve Şerhi, (İsmail Mutlu), Mutlu Yayınları: 2/295.

[592] Buhari, Hibe: 4, Eşribe:14, 18; Müslim, Eşribe: 124; Muvatta, Sıfatu'n-Nebi: 17; Tirmizî, Eşribe: 19; Ebû Davud, Eşribe: 19.

[593] Buhari, Eşribe: 19; Müslim, Eşribe: 127.

[594] İmam Taberâni, Mu’cemu’s-Sağir Tercüme ve Şerhi, (İsmail Mutlu), Mutlu Yayınları: 2/295-296.

[595] İmam Taberâni, Mu’cemu’s-Sağir Tercüme ve Şerhi, (İsmail Mutlu), Mutlu Yayınları: 2/296.

[596] İmam Taberâni, Mu’cemu’s-Sağir Tercüme ve Şerhi, (İsmail Mutlu), Mutlu Yayınları: 2/296-297.

[597] İmam Taberâni, Mu’cemu’s-Sağir Tercüme ve Şerhi, (İsmail Mutlu), Mutlu Yayınları: 2/297.

[598] İmam Taberâni, Mu’cemu’s-Sağir Tercüme ve Şerhi, (İsmail Mutlu), Mutlu Yayınları: 2/297.

[599] Müslim, Edâhi: 37; Müsned, 3:80 (11593.) İmam Taberâni, Mu’cemu’s-Sağir Tercüme ve Şerhi, (İsmail Mutlu), Mutlu Yayınları: 2/298.

[600] Müslim, Edâhî: 28.

[601] Müslim, Edâhî: 34.

[602] Tirmizi, Edâhî: 14.

[603] İbni Mâce, Cenâiz: 47; Müslim, Cenâiz: 105; Ebû Dâvud, Cenaiz:75; Tirmizî, Cenâiz: 60.

[604] İmam Taberâni, Mu’cemu’s-Sağir Tercüme ve Şerhi, (İsmail Mutlu), Mutlu Yayınları: 2/298-300.

[605] Nesaî, Cenâiz: 100. İmam Taberâni, Mu’cemu’s-Sağir Tercüme ve Şerhi, (İsmail Mutlu), Mutlu Yayınları: 2/300.

[606] İmam Taberâni, Mu’cemu’s-Sağir Tercüme ve Şerhi, (İsmail Mutlu), Mutlu Yayınları: 2/301.

[607] İbni Mâce, Hudud:

[608] Buhâri, Ahkâm: 43; Müslim, İmâre: 41; Nesâî, Büyü: 44; İbni Mâce, Cihad: 41. İmam Taberâni, Mu’cemu’s-Sağir Tercüme ve Şerhi, (İsmail Mutlu), Mutlu Yayınları: 2/301.

[609] Tirmizî, Zühd: 11; İbni Mâce, Fiten:12; Muvatta; Hüsn-ü Hulk: 3. İmam Taberâni, Mu’cemu’s-Sağir Tercüme ve Şerhi, (İsmail Mutlu), Mutlu Yayınları: 2/302.

[610] Muvatta, Kelâm: 17.

[611] Tirmizî, Zühd: 11.

[612] Tirmizî, Daavât: 39. İmam Taberâni, Mu’cemu’s-Sağir Tercüme ve Şerhi, (İsmail Mutlu), Mutlu Yayınları: 2/302-303.

[613] Buhari, Büyü: 6, İcâre: 10; İbni Mâce, Rühûn: 4. İmam Taberâni, Mu’cemu’s-Sağir Tercüme ve Şerhi, (İsmail Mutlu), Mutlu Yayınları: 2/303-304.

[614] Ebû Dâvud, Tahâre: 3; İbni Mâce, Tahâre: 9. İmam Taberâni, Mu’cemu’s-Sağir Tercüme ve Şerhi, (İsmail Mutlu), Mutlu Yayınları: 2/304.

[615] İbni Mâce, Tahâre: 10. İmam Taberâni, Mu’cemu’s-Sağir Tercüme ve Şerhi, (İsmail Mutlu), Mutlu Yayınları: 2/304.

[616] Tevbe: 9/34.

[617] İbni Mâce, Nikâh: 5. İmam Taberâni, Mu’cemu’s-Sağir Tercüme ve Şerhi, (İsmail Mutlu), Mutlu Yayınları: 2/304-305.

[618] Bakara: 2/83; Enbiya: 21/73; Meryem: 19/13, 55.

[619] Tevbe: 9/34-35.

[620] Tefsîr-i Kebir, 16:44.

[621] Ebû Dâvud, Zekât: 4.

[622] İmam Taberâni, Mu’cemu’s-Sağir Tercüme ve Şerhi, (İsmail Mutlu), Mutlu Yayınları: 2/305-307.

[623] İmam Taberâni, Mu’cemu’s-Sağir Tercüme ve Şerhi, (İsmail Mutlu), Mutlu Yayınları: 2/307.

[624] İmam Taberâni, Mu’cemu’s-Sağir Tercüme ve Şerhi, (İsmail Mutlu), Mutlu Yayınları: 2/307.

[625] İbni Mâce, Fiten: 16. İmam Taberâni, Mu’cemu’s-Sağir Tercüme ve Şerhi, (İsmail Mutlu), Mutlu Yayınları: 2/307-308.

[626] Maun: 107/4-6.

[627] İhya-i Ulûmiddin Tercümesi, 3:654.

[628] Et-Tergib vet-Terhîb, 1:80 (43.)

[629] İbni Mâce, Zühd: 21.

[630] Câmiü's-Sagîr, 2:226.

[631] Mecmaü'z-Zevaid, 10:350.

[632] Et-Tergîb ve't-Terhîb, 1:77 (34.)

[633] Müsned, 5:531 (23625.)

[634] Suyutî, Câmiü'l-Kebîr, (2476.)

[635] İmam Taberâni, Mu’cemu’s-Sağir Tercüme ve Şerhi, (İsmail Mutlu), Mutlu Yayınları: 2/308-311.

[636] İmam Taberâni, Mu’cemu’s-Sağir Tercüme ve Şerhi, (İsmail Mutlu), Mutlu Yayınları: 2/311.

[637] Müslim, Birr ve's-Sıla: 150. İmam Taberâni, Mu’cemu’s-Sağir Tercüme ve Şerhi, (İsmail Mutlu), Mutlu Yayınları: 2/311.

[638] Müslim, Birr ve's-Sıla: 152.

[639] İbni Mâce, Cenâîz: 59.

[640] İmam Taberâni, Mu’cemu’s-Sağir Tercüme ve Şerhi, (İsmail Mutlu), Mutlu Yayınları: 2/311-312.

[641] İbni Mâce, Etime: 53. İmam Taberâni, Mu’cemu’s-Sağir Tercüme ve Şerhi, (İsmail Mutlu), Mutlu Yayınları: 2/312.

[642] İmam Taberâni, Mu’cemu’s-Sağir Tercüme ve Şerhi, (İsmail Mutlu), Mutlu Yayınları: 2/312.

[643] İmam Taberâni, Mu’cemu’s-Sağir Tercüme ve Şerhi, (İsmail Mutlu), Mutlu Yayınları: 2/313.

[644] İmam Taberâni, Mu’cemu’s-Sağir Tercüme ve Şerhi, (İsmail Mutlu), Mutlu Yayınları: 2/313-314.

[645] İbni Mâce, Nikâh: 62. İmam Taberâni, Mu’cemu’s-Sağir Tercüme ve Şerhi, (İsmail Mutlu), Mutlu Yayınları: 2/314-315.

[646] İmam Taberâni, Mu’cemu’s-Sağir Tercüme ve Şerhi, (İsmail Mutlu), Mutlu Yayınları: 2/315.

[647] İmam Taberâni, Mu’cemu’s-Sağir Tercüme ve Şerhi, (İsmail Mutlu), Mutlu Yayınları: 2/315.

[648] Ahzab: 33/56.

[649] Mektubat, s. 291.

[650] İmam Taberâni, Mu’cemu’s-Sağir Tercüme ve Şerhi, (İsmail Mutlu), Mutlu Yayınları: 2/315-316.

[651] İmam Taberâni, Mu’cemu’s-Sağir Tercüme ve Şerhi, (İsmail Mutlu), Mutlu Yayınları: 2/317.

[652] İmam Taberâni, Mu’cemu’s-Sağir Tercüme ve Şerhi, (İsmail Mutlu), Mutlu Yayınları: 2/317.

[653] İmam Taberâni, Mu’cemu’s-Sağir Tercüme ve Şerhi, (İsmail Mutlu), Mutlu Yayınları: 2/317-318.

[654] İmam Taberâni, Mu’cemu’s-Sağir Tercüme ve Şerhi, (İsmail Mutlu), Mutlu Yayınları: 2/318.

[655] Câmiü's-Sagîr, 4:469.

[656] Câmiü's-Sagîr, 2:539.

[657] Mesnevî-i Nuriye, s. 199.

[658] Lem'alar, s. 18.

[659] İmam Taberâni, Mu’cemu’s-Sağir Tercüme ve Şerhi, (İsmail Mutlu), Mutlu Yayınları: 2/318-319.

[660] Tirmizi Rüya: 7; Dârimî, Rüya; 10. İmam Taberâni, Mu’cemu’s-Sağir Tercüme ve Şerhi, (İsmail Mutlu), Mutlu Yayınları: 2/320.

[661] İmam Taberâni, Mu’cemu’s-Sağir Tercüme ve Şerhi, (İsmail Mutlu), Mutlu Yayınları: 2/320.

[662] Müsned, 1:503(3817.) İmam Taberâni, Mu’cemu’s-Sağir Tercüme ve Şerhi, (İsmail Mutlu), Mutlu Yayınları: 2/320-321.

[663] Buhari, Et'ime: 58, Ezan: 42; Müslim, Mesâcid: 64; Tirmizî, Salât: 262; Nesâî, İmamet: 57. İmam Taberâni, Mu’cemu’s-Sağir Tercüme ve Şerhi, (İsmail Mutlu), Mutlu Yayınları: 2/321.

[664] İmam Taberâni, Mu’cemu’s-Sağir Tercüme ve Şerhi, (İsmail Mutlu), Mutlu Yayınları: 2/321-322.

[665] Buhâri, Mezâlim: 30, Eşribe: 1; Hudud: 1,20; Müslim, İman: 100; Ebû Dâvud, Sünnet: 16; Tirmizî, İman: 11; Nesâî, Sarık: 1. İmam Taberâni, Mu’cemu’s-Sağir Tercüme ve Şerhi, (İsmail Mutlu), Mutlu Yayınları: 2/322.

[666] Mu'cemü's-Sagîr, 2:50. İmam Taberâni, Mu’cemu’s-Sağir Tercüme ve Şerhi, (İsmail Mutlu), Mutlu Yayınları: 2/322-323.

[667] İmam Taberâni, Mu’cemu’s-Sağir Tercüme ve Şerhi, (İsmail Mutlu), Mutlu Yayınları: 2/323.

[668] Müslim, İmân: 95; Ebû Dâvud, Edeb: 67; Nesâî, Beyat: 31.

[669] İmam Taberâni, Mu’cemu’s-Sağir Tercüme ve Şerhi, (İsmail Mutlu), Mutlu Yayınları: 2/323-324.

[670] İmam Taberâni, Mu’cemu’s-Sağir Tercüme ve Şerhi, (İsmail Mutlu), Mutlu Yayınları: 2/324.

[671] Isrâ: 17/44.

[672] İmam Taberâni, Mu’cemu’s-Sağir Tercüme ve Şerhi, (İsmail Mutlu), Mutlu Yayınları: 2/325.

[673] İmam Taberâni, Mu’cemu’s-Sağir Tercüme ve Şerhi, (İsmail Mutlu), Mutlu Yayınları: 2/325.

[674] İbni Mâce Zühd: 38; Tirmizî, Cehennem: 4. İmam Taberâni, Mu’cemu’s-Sağir Tercüme ve Şerhi, (İsmail Mutlu), Mutlu Yayınları: 2/326.

[675] Vakıa: 56/51-56.

[676] Saffat: 37/62-66.

[677] İmam Taberâni, Mu’cemu’s-Sağir Tercüme ve Şerhi, (İsmail Mutlu), Mutlu Yayınları: 2/326-327.

[678] Ebâ Dâvud, Siyam: 22. İmam Taberâni, Mu’cemu’s-Sağir Tercüme ve Şerhi, (İsmail Mutlu), Mutlu Yayınları: 2/327.

[679] İbni Mâce, Siyam: 48.

[680] İmam Taberâni, Mu’cemu’s-Sağir Tercüme ve Şerhi, (İsmail Mutlu), Mutlu Yayınları: 2/328.

[681] Ebû Dâvud, Siyam: 68; Nesâî, Sayd: 25; İbni Mâce, Siyam: 29.

[682] İmam Taberâni, Mu’cemu’s-Sağir Tercüme ve Şerhi, (İsmail Mutlu), Mutlu Yayınları: 2/328-329.

[683] Ebû Dâvud, Edeb: 47; Müslim, Birr ve's-Sıla: 25. İmam Taberâni, Mu’cemu’s-Sağir Tercüme ve Şerhi, (İsmail Mutlu), Mutlu Yayınları: 2/329.

[684] Hucurât: 49/10.

[685] Mektûbat, s. 243.

[686] Âl-i İmran: 3/134.

[687] Buhârî, Edeb: 57; Müslim, Birr: 25; Tirmizi Birr; 21. İmam Taberâni, Mu’cemu’s-Sağir Tercüme ve Şerhi, (İsmail Mutlu), Mutlu Yayınları: 2/329-331.

[688] İmam Taberâni, Mu’cemu’s-Sağir Tercüme ve Şerhi, (İsmail Mutlu), Mutlu Yayınları: 2/331-332.

[689] İmam Taberâni, Mu’cemu’s-Sağir Tercüme ve Şerhi, (İsmail Mutlu), Mutlu Yayınları: 2/332.

[690] İmam Taberâni, Mu’cemu’s-Sağir Tercüme ve Şerhi, (İsmail Mutlu), Mutlu Yayınları: 2/333-334.

[691] İmam Taberâni, Mu’cemu’s-Sağir Tercüme ve Şerhi, (İsmail Mutlu), Mutlu Yayınları: 2/333.

[692] Hülâsatü'l-Ecvibe, s.

[693] Ankebut: 29/45.

[694] İmam Taberâni, Mu’cemu’s-Sağir Tercüme ve Şerhi, (İsmail Mutlu), Mutlu Yayınları: 2/334.

[695] İmam Taberâni, Mu’cemu’s-Sağir Tercüme ve Şerhi, (İsmail Mutlu), Mutlu Yayınları: 2/334-335.

[696] Taberî, 2:196; el-Bidâye, 2:287; İnsânü'l-Uyûn, 1:200. İmam Taberâni, Mu’cemu’s-Sağir Tercüme ve Şerhi, (İsmail Mutlu), Mutlu Yayınları: 2/335-336.

[697] Buhari, Megâzî; 32; İbni Mâce, Nikâh: 30. İmam Taberâni, Mu’cemu’s-Sağir Tercüme ve Şerhi, (İsmail Mutlu), Mutlu Yayınları: 2/336.

[698] İmam Taberâni, Mu’cemu’s-Sağir Tercüme ve Şerhi, (İsmail Mutlu), Mutlu Yayınları: 2/336-337.

[699] Buharı, İlim: 38, Enbiya: 50; İbni Mâce, Mukaddime: 4 (36); Müslim, Mukaddime: 2 (1), Zühd: 72; Tirmizi Fiten: 70. İmam Taberâni, Mu’cemu’s-Sağir Tercüme ve Şerhi, (İsmail Mutlu), Mutlu Yayınları: 2/337.

[700] İmam Taberâni, Mu’cemu’s-Sağir Tercüme ve Şerhi, (İsmail Mutlu), Mutlu Yayınları: 2/337-338.

[701] İmam Taberâni, Mu’cemu’s-Sağir Tercüme ve Şerhi, (İsmail Mutlu), Mutlu Yayınları: 2/338.

[702] Mesnevî-i Nuriye, s. 201. İmam Taberâni, Mu’cemu’s-Sağir Tercüme ve Şerhi, (İsmail Mutlu), Mutlu Yayınları: 2/338-339.

[703] Tirmizi, Rüya: 6. İmam Taberâni, Mu’cemu’s-Sağir Tercüme ve Şerhi, (İsmail Mutlu), Mutlu Yayınları: 2/339.

[704] İmam Taberâni, Mu’cemu’s-Sağir Tercüme ve Şerhi, (İsmail Mutlu), Mutlu Yayınları: 2/339-340.

[705] Buhâri, Cenâiz: 90; Müslim, Cennet: 65, 66; Tirmizî, Cenâiz: 70. İmam Taberâni, Mu’cemu’s-Sağir Tercüme ve Şerhi, (İsmail Mutlu), Mutlu Yayınları: 2/340.

[706] İmam Taberâni, Mu’cemu’s-Sağir Tercüme ve Şerhi, (İsmail Mutlu), Mutlu Yayınları: 2/340.

[707] İmam Taberâni, Mu’cemu’s-Sağir Tercüme ve Şerhi, (İsmail Mutlu), Mutlu Yayınları: 2/341.

[708] İmam Taberâni, Mu’cemu’s-Sağir Tercüme ve Şerhi, (İsmail Mutlu), Mutlu Yayınları: 2/341.

[709] İmam Taberâni, Mu’cemu’s-Sağir Tercüme ve Şerhi, (İsmail Mutlu), Mutlu Yayınları: 2/341-342.

[710] İmam Taberâni, Mu’cemu’s-Sağir Tercüme ve Şerhi, (İsmail Mutlu), Mutlu Yayınları: 2/342.

[711] İmam Taberâni, Mu’cemu’s-Sağir Tercüme ve Şerhi, (İsmail Mutlu), Mutlu Yayınları: 2/342.

[712] 94 numaralı hadise bakınız.

[713] Tabakât, 2:280; İnsânü'l-Uyûn, 3:476. İmam Taberâni, Mu’cemu’s-Sağir Tercüme ve Şerhi, (İsmail Mutlu), Mutlu Yayınları: 2/342-343.

[714] İmam Taberâni, Mu’cemu’s-Sağir Tercüme ve Şerhi, (İsmail Mutlu), Mutlu Yayınları: 2/343.

[715] İmam Taberâni, Mu’cemu’s-Sağir Tercüme ve Şerhi, (İsmail Mutlu), Mutlu Yayınları: 2/343-344.

[716] Nitekim kuru bir çubukla olmasa da sondaj aleti ile yerden su çı­karılmıştır.

[717] Mektûb'at, s. 122.

[718] İmam Taberâni, Mu’cemu’s-Sağir Tercüme ve Şerhi, (İsmail Mutlu), Mutlu Yayınları: 2/344.

[719] İmam Taberâni, Mu’cemu’s-Sağir Tercüme ve Şerhi, (İsmail Mutlu), Mutlu Yayınları: 2/345.

[720] Tirmizî, Zühd: 43; Dârimi, Rikak: 21; Müsned, 3:595 (15765.) İmam Taberâni, Mu’cemu’s-Sağir Tercüme ve Şerhi, (İsmail Mutlu), Mutlu Yayınları: 2/346.

[721] Lem'alar, s. 149.

[722] Mektûbat, s. 37. İmam Taberâni, Mu’cemu’s-Sağir Tercüme ve Şerhi, (İsmail Mutlu), Mutlu Yayınları: 2/346-347.

[723] İmam Taberâni, Mu’cemu’s-Sağir Tercüme ve Şerhi, (İsmail Mutlu), Mutlu Yayınları: 2/347-350.

[724] İbni Mâce, Ticâret: 65; Müsned, 2:2238 (6675.)

[725] İmam Taberâni, Mu’cemu’s-Sağir Tercüme ve Şerhi, (İsmail Mutlu), Mutlu Yayınları: 2/350-352.

[726] Resûlullah bedeviye malı olup olmadığını sormuş, onun, "Kabilem içerisinde benden daha fakir biri yoktur" deyince yukarıdaki emri vermiştir.

[727] İmam Taberâni, Mu’cemu’s-Sağir Tercüme ve Şerhi, (İsmail Mutlu), Mutlu Yayınları: 2/352-358.

[728] İmam Taberâni, Mu’cemu’s-Sağir Tercüme ve Şerhi, (İsmail Mutlu), Mutlu Yayınları: 2/359.

[729] İmam Taberâni, Mu’cemu’s-Sağir Tercüme ve Şerhi, (İsmail Mutlu), Mutlu Yayınları: 2/359.

[730] Müslim, Tirmizî, Kader: 3. Leyl: 92/5-10. İmam Taberâni, Mu’cemu’s-Sağir Tercüme ve Şerhi, (İsmail Mutlu), Mutlu Yayınları: 2/359-361.

[731] Bediüzzaman, Sözler, s. 430; Fahreddin Râzî, Kitabü'l-Erbâîn fi Usuli'd-Dîn, s. 142.

[732] Fıkh-ı Ekber Şerh-i Aliyyü'l-Kârî, s. 114. İmam Taberâni, Mu’cemu’s-Sağir Tercüme ve Şerhi, (İsmail Mutlu), Mutlu Yayınları: 2/361-362.

[733] İmam Taberâni, Mu’cemu’s-Sağir Tercüme ve Şerhi, (İsmail Mutlu), Mutlu Yayınları: 2/362-364.

[734] İmam Taberâni, Mu’cemu’s-Sağir Tercüme ve Şerhi, (İsmail Mutlu), Mutlu Yayınları: 2/364.

[735] Ebû Dâvud, Salât: 174; Tirmizî, Salât: 157; İbni Mâce, İkame: 141; Müslim, Misafirin: 16. İmam Taberâni, Mu’cemu’s-Sağir Tercüme ve Şerhi, (İsmail Mutlu), Mutlu Yayınları: 2/364.

[736] İmam Taberâni, Mu’cemu’s-Sağir Tercüme ve Şerhi, (İsmail Mutlu), Mutlu Yayınları: 2/365.

[737] İmam Taberâni, Mu’cemu’s-Sağir Tercüme ve Şerhi, (İsmail Mutlu), Mutlu Yayınları: 2/365.

[738] Suyûtî, Câmiü's-Sagîr, 6:141. İmam Taberâni, Mu’cemu’s-Sağir Tercüme ve Şerhi, (İsmail Mutlu), Mutlu Yayınları: 2/365-366.

[739] İmam Taberâni, Mu’cemu’s-Sağir Tercüme ve Şerhi, (İsmail Mutlu), Mutlu Yayınları: 2/366.

[740] İmam Taberâni, Mu’cemu’s-Sağir Tercüme ve Şerhi, (İsmail Mutlu), Mutlu Yayınları: 2/366.

[741] İmam Taberâni, Mu’cemu’s-Sağir Tercüme ve Şerhi, (İsmail Mutlu), Mutlu Yayınları: 2/366-367.

[742] İmam Taberâni, Mu’cemu’s-Sağir Tercüme ve Şerhi, (İsmail Mutlu), Mutlu Yayınları: 2/367.

[743] İmam Taberâni, Mu’cemu’s-Sağir Tercüme ve Şerhi, (İsmail Mutlu), Mutlu Yayınları: 2/367-368.

[744] İmam Taberâni, Mu’cemu’s-Sağir Tercüme ve Şerhi, (İsmail Mutlu), Mutlu Yayınları: 2/368.

[745] İmam Taberâni, Mu’cemu’s-Sağir Tercüme ve Şerhi, (İsmail Mutlu), Mutlu Yayınları: 2/368.

[746] Câmiü's-Sagîr, 6:141

[747] İmam Taberâni, Mu’cemu’s-Sağir Tercüme ve Şerhi, (İsmail Mutlu), Mutlu Yayınları: 2/368-369.

[748] İmam Taberâni, Mu’cemu’s-Sağir Tercüme ve Şerhi, (İsmail Mutlu), Mutlu Yayınları: 2/369.

[749] İmam Taberâni, Mu’cemu’s-Sağir Tercüme ve Şerhi, (İsmail Mutlu), Mutlu Yayınları: 2/369-370.

[750] Tirmizi, Savm: 40.

[751] İmam Taberâni, Mu’cemu’s-Sağir Tercüme ve Şerhi, (İsmail Mutlu), Mutlu Yayınları: 2/370.

[752] İbni Mâce, Hudud: 3. İmam Taberâni, Mu’cemu’s-Sağir Tercüme ve Şerhi, (İsmail Mutlu), Mutlu Yayınları: 2/370-371.

[753] İbni Mâce, Hudûd: 3.

[754] İmam Taberâni, Mu’cemu’s-Sağir Tercüme ve Şerhi, (İsmail Mutlu), Mutlu Yayınları: 2/371.

[755] Müslim, Fezâilü's-Sahabe: 207. İmam Taberâni, Mu’cemu’s-Sağir Tercüme ve Şerhi, (İsmail Mutlu), Mutlu Yayınları: 2/371-372.

[756] İmam Taberâni, Mu’cemu’s-Sağir Tercüme ve Şerhi, (İsmail Mutlu), Mutlu Yayınları: 2/372-373.

[757] Peygamberimizin anne tarafının kendi kabilelerinden olduğunu hatırlatıyor.

[758] İmam Taberâni, Mu’cemu’s-Sağir Tercüme ve Şerhi, (İsmail Mutlu), Mutlu Yayınları: 2/373-379.

[759] Halebî, İnsanü'l-Uyûn: 3:5.

[760] Mekke'nin üst tarafında bir yer ismi.

[761] Mekke'nin alt tarafında Huzaa'ya âit bir su kaynağının ismi.

[762] İmam Taberâni, Mu’cemu’s-Sağir Tercüme ve Şerhi, (İsmail Mutlu), Mutlu Yayınları: 2/379-380.

[763] İmam Taberâni, Mu’cemu’s-Sağir Tercüme ve Şerhi, (İsmail Mutlu), Mutlu Yayınları: 2/380.

[764] İmam Taberâni, Mu’cemu’s-Sağir Tercüme ve Şerhi, (İsmail Mutlu), Mutlu Yayınları: 2/380-381.

[765] İmam Taberâni, Mu’cemu’s-Sağir Tercüme ve Şerhi, (İsmail Mutlu), Mutlu Yayınları: 2/381.

[766] Tirmizi Fiten: 21, 38; İbni Mâce, Fiten: 29. İmam Taberâni, Mu’cemu’s-Sağir Tercüme ve Şerhi, (İsmail Mutlu), Mutlu Yayınları: 2/382.

[767] İmam Taberâni, Mu’cemu’s-Sağir Tercüme ve Şerhi, (İsmail Mutlu), Mutlu Yayınları: 2/382.

[768] İmam Taberâni, Mu’cemu’s-Sağir Tercüme ve Şerhi, (İsmail Mutlu), Mutlu Yayınları: 2/382.

[769] İmam Taberâni, Mu’cemu’s-Sağir Tercüme ve Şerhi, (İsmail Mutlu), Mutlu Yayınları: 2/382-383.

[770] İmam Taberâni, Mu’cemu’s-Sağir Tercüme ve Şerhi, (İsmail Mutlu), Mutlu Yayınları: 2/383.

[771] İmam Taberâni, Mu’cemu’s-Sağir Tercüme ve Şerhi, (İsmail Mutlu), Mutlu Yayınları: 2/383.

[772] İmam Taberâni, Mu’cemu’s-Sağir Tercüme ve Şerhi, (İsmail Mutlu), Mutlu Yayınları: 2/384.

[773] Müsned, 3:559 (4270.)

[774] Şûra: 42/38.

[775] Al-i İmran: 3/159.

[776] En'am: 6/141.

[777] A'râf: 7/31.

[778] İmam Taberâni, Mu’cemu’s-Sağir Tercüme ve Şerhi, (İsmail Mutlu), Mutlu Yayınları: 2/384-386.

[779] İmam Taberâni, Mu’cemu’s-Sağir Tercüme ve Şerhi, (İsmail Mutlu), Mutlu Yayınları: 2/386.

[780] Al-i İmran: 3/104.

[781] Al-i İmran: 3/110.

[782] İmam Taberâni, Mu’cemu’s-Sağir Tercüme ve Şerhi, (İsmail Mutlu), Mutlu Yayınları: 2/386-387.

[783] Tirmizi, Menâkıb: 58; Müslim, Fezâilü's-Sahebe, 221 İbni Mâce, Mukaddime: 11. İmam Taberâni, Mu’cemu’s-Sağir Tercüme ve Şerhi, (İsmail Mutlu), Mutlu Yayınları: 2/387-388.

[784] Sözler, s. 451.

[785] Sözler, s. 455. İmam Taberâni, Mu’cemu’s-Sağir Tercüme ve Şerhi, (İsmail Mutlu), Mutlu Yayınları: 2/388.

[786] İmam Taberâni, Mu’cemu’s-Sağir Tercüme ve Şerhi, (İsmail Mutlu), Mutlu Yayınları: 2/389.

[787] İmam Taberâni, Mu’cemu’s-Sağir Tercüme ve Şerhi, (İsmail Mutlu), Mutlu Yayınları: 2/389-390.

[788] İmam Taberâni, Mu’cemu’s-Sağir Tercüme ve Şerhi, (İsmail Mutlu), Mutlu Yayınları: 2/390.

[789] Ebû Dâvud, Tahare: 98; İbni Mâce, Tahare: 106; Dârimî, Tahare: 69; Müsned, 1:114(727.) İmam Taberâni, Mu’cemu’s-Sağir Tercüme ve Şerhi, (İsmail Mutlu), Mutlu Yayınları: 2/390.

[790] Tirmizi, Tahare: 78; Ebû Dâvud, Tahare: 97; İbni Mâce, Tahare: 106.

[791] İmam Taberâni, Mu’cemu’s-Sağir Tercüme ve Şerhi, (İsmail Mutlu), Mutlu Yayınları: 2/391.

[792] İmam Taberâni, Mu’cemu’s-Sağir Tercüme ve Şerhi, (İsmail Mutlu), Mutlu Yayınları: 2/391.

[793] İmam Taberâni, Mu’cemu’s-Sağir Tercüme ve Şerhi, (İsmail Mutlu), Mutlu Yayınları: 2/391-392.

[794] Tirmizi Fitne: 43. İmam Taberâni, Mu’cemu’s-Sağir Tercüme ve Şerhi, (İsmail Mutlu), Mutlu Yayınları: 2/392-393.

[795] İmam Taberâni, Mu’cemu’s-Sağir Tercüme ve Şerhi, (İsmail Mutlu), Mutlu Yayınları: 2/393.

[796] İmam Taberâni, Mu’cemu’s-Sağir Tercüme ve Şerhi, (İsmail Mutlu), Mutlu Yayınları: 2/393.

[797] İmam Taberâni, Mu’cemu’s-Sağir Tercüme ve Şerhi, (İsmail Mutlu), Mutlu Yayınları: 2/394.

[798] İmam Taberâni, Mu’cemu’s-Sağir Tercüme ve Şerhi, (İsmail Mutlu), Mutlu Yayınları: 2/394-395.

[799] İmam Taberâni, Mu’cemu’s-Sağir Tercüme ve Şerhi, (İsmail Mutlu), Mutlu Yayınları: 2/395.

[800] İmam Taberâni, Mu’cemu’s-Sağir Tercüme ve Şerhi, (İsmail Mutlu), Mutlu Yayınları: 2/395.

[801] İmam Taberâni, Mu’cemu’s-Sağir Tercüme ve Şerhi, (İsmail Mutlu), Mutlu Yayınları: 2/396.

[802] İmam Taberâni, Mu’cemu’s-Sağir Tercüme ve Şerhi, (İsmail Mutlu), Mutlu Yayınları: 2/396.

[803] İsrâ: 17/85.

[804] İmam Taberâni, Mu’cemu’s-Sağir Tercüme ve Şerhi, (İsmail Mutlu), Mutlu Yayınları: 2/396-397.

[805] Müsned, 3:594 (15753.) İmam Taberâni, Mu’cemu’s-Sağir Tercüme ve Şerhi, (İsmail Mutlu), Mutlu Yayınları: 2/397.

[806] İmam Taberâni, Mu’cemu’s-Sağir Tercüme ve Şerhi, (İsmail Mutlu), Mutlu Yayınları: 2/397-398.

[807] İmam Taberâni, Mu’cemu’s-Sağir Tercüme ve Şerhi, (İsmail Mutlu), Mutlu Yayınları: 2/398.

[808] İmam Taberâni, Mu’cemu’s-Sağir Tercüme ve Şerhi, (İsmail Mutlu), Mutlu Yayınları: 2/398.

[809] Buhari, Nikâh: 45; Müslim, Birr: 23, 24, 28, 29, 30; Ebû Dâvud, Edeb: 47; Tirmizî, Birr: 24; İbni Mâce, Ticâret: 14. İmam Taberâni, Mu’cemu’s-Sağir Tercüme ve Şerhi, (İsmail Mutlu), Mutlu Yayınları: 2/399.

[810] İmam Taberâni, Mu’cemu’s-Sağir Tercüme ve Şerhi, (İsmail Mutlu), Mutlu Yayınları: 2/399.

[811] İmam Taberâni, Mu’cemu’s-Sağir Tercüme ve Şerhi, (İsmail Mutlu), Mutlu Yayınları: 2/399-400.

[812] Müslim, Hayız; 6; Ebû Dâvud, Siyam: 79; Tirmizî, Savm: 79. İmam Taberâni, Mu’cemu’s-Sağir Tercüme ve Şerhi, (İsmail Mutlu), Mutlu Yayınları: 2/400.

[813] Bakara: 2/187.

[814] Buhârî, İtikaf: 1, 6; Müslim, İtikaf: 2, 1.

[815] Fussilet: 41/38.

[816] İmam Taberâni, Mu’cemu’s-Sağir Tercüme ve Şerhi, (İsmail Mutlu), Mutlu Yayınları: 2/400-401.

[817] İmam Taberâni, Mu’cemu’s-Sağir Tercüme ve Şerhi, (İsmail Mutlu), Mutlu Yayınları: 2/401-402.

[818] Ebû Dâvud, Edeb: 113. İmam Taberâni, Mu’cemu’s-Sağir Tercüme ve Şerhi, (İsmail Mutlu), Mutlu Yayınları: 2/402.

[819] Ebû Dâvud, Edeb: 113.

[820] İmam Taberâni, Mu’cemu’s-Sağir Tercüme ve Şerhi, (İsmail Mutlu), Mutlu Yayınları: 2/402-403.

[821] İmam Taberâni, Mu’cemu’s-Sağir Tercüme ve Şerhi, (İsmail Mutlu), Mutlu Yayınları: 2/403.

[822] Al-i İmran: 3/133.

[823] Ebû Dâvud, Edeb: 3.

[824] Câmiü's-Sagîr, 6:414.

[825] Ebû Dâvud, Edeb: 3.

[826] Câmiü's-Sagîr, 1:407.

[827] Câmiü's-Sagîr, 3:266.

[828] İmam Taberâni, Mu’cemu’s-Sağir Tercüme ve Şerhi, (İsmail Mutlu), Mutlu Yayınları: 2/403.

[829] Bakara: 2/152.

[830] Mü'min: 40/60.

[831] İbrahim: 14/7.

[832] Nuh: 71/10.

[833] İmam Taberâni, Mu’cemu’s-Sağir Tercüme ve Şerhi, (İsmail Mutlu), Mutlu Yayınları: 2/404-405.

[834] Müsned, 3:23 (11117.) İmam Taberâni, Mu’cemu’s-Sağir Tercüme ve Şerhi, (İsmail Mutlu), Mutlu Yayınları: 2/405.

[835] Hâkim, Müstedreki 671 (1819.) İmam Taberâni, Mu’cemu’s-Sağir Tercüme ve Şerhi, (İsmail Mutlu), Mutlu Yayınları: 2/405-407.

[836] İmam Taberâni, Mu’cemu’s-Sağir Tercüme ve Şerhi, (İsmail Mutlu), Mutlu Yayınları: 2/407-408.

[837] İmam Taberâni, Mu’cemu’s-Sağir Tercüme ve Şerhi, (İsmail Mutlu), Mutlu Yayınları: 2/408.

[838] Müslim, Fezâil: 26. İmam Taberâni, Mu’cemu’s-Sağir Tercüme ve Şerhi, (İsmail Mutlu), Mutlu Yayınları: 2/408-409.

[839] Kevser:108.

[840] Buhârî, Rikak: 53; Tefsîr-i Sûre: 108; Ebû Dâvud, Sünnet: 23; İbni Mâce, Zühd: 39.

[841] Tergîb ve Terhîb Tercümesi, 7:155.

[842] Muhtasar-ı Tezkireti'l-Kurtubî, (Ölüm-Kıyâmet-Âhiret) s. 198.

[843] Müslim, Fezail: 36; Tirmizi, Kıyame: 15.

[844] Mecmaü’z-Zevaid, 10: 337.

[845] Tergib ve Terhib Tercümesi, 7: 149.

[846] İmam Taberâni, Mu’cemu’s-Sağir Tercüme ve Şerhi, (İsmail Mutlu), Mutlu Yayınları: 2/409-410.

[847] İbni Mace, Siyam: 25; Ebu Davud, 21; Nesai, Siyam: 28. İmam Taberâni, Mu’cemu’s-Sağir Tercüme ve Şerhi, (İsmail Mutlu), Mutlu Yayınları: 2/410.

[848] İmam Taberâni, Mu’cemu’s-Sağir Tercüme ve Şerhi, (İsmail Mutlu), Mutlu Yayınları: 2/410.

[849] İmam Taberâni, Mu’cemu’s-Sağir Tercüme ve Şerhi, (İsmail Mutlu), Mutlu Yayınları: 2/411.

[850] Tirmizi, Zekat: 28. İmam Taberâni, Mu’cemu’s-Sağir Tercüme ve Şerhi, (İsmail Mutlu), Mutlu Yayınları: 2/411.

[851] Ebu Davud, Cihad: 36; Tirmizi, Cennet: 25.

[852] Camiü’s-Sagir, 4: 36.

[853] Câmiü's-Sagîr, 2:40.

[854] İmam Taberâni, Mu’cemu’s-Sağir Tercüme ve Şerhi, (İsmail Mutlu), Mutlu Yayınları: 2/411-412.

[855] İmam Taberâni, Mu’cemu’s-Sağir Tercüme ve Şerhi, (İsmail Mutlu), Mutlu Yayınları: 2/412.

[856] İmam Taberâni, Mu’cemu’s-Sağir Tercüme ve Şerhi, (İsmail Mutlu), Mutlu Yayınları: 2/412.

[857] İmam Taberâni, Mu’cemu’s-Sağir Tercüme ve Şerhi, (İsmail Mutlu), Mutlu Yayınları: 2/412-413.

[858] Buhari, Tevhid:56, Libas:89, Müslim, Libas: 103; Nesâî, Zînet: 114. İmam Taberâni, Mu’cemu’s-Sağir Tercüme ve Şerhi, (İsmail Mutlu), Mutlu Yayınları: 2/413-414.

[859] Buhari, Libas: 91, 95, Müslim, Libas: 87; Nesâî, Zînet:   112,   11; Muvaüa, îsti'zan: 8; İbni Mâce, Libas: 45.

[860] İbni Âbidîn Tercümesi, 2: 586.

[861] A.g.e., 2:588.

[862] Tecrid-i Sarih Tercümesi, 6:418.

[863] İslâm Üzerinde Düşünceler, s. 155, 156.

[864] Müslim, Cenâiz: 106; Ebû Dâvud, Cenâiz: 77; Tirmizi, Cenâiz: 60.

[865] Tirmizî, Edâhî; 14.

[866] Tevbe: 9/60.

[867] Sözler, s. 381.

[868] İmam Taberâni, Mu’cemu’s-Sağir Tercüme ve Şerhi, (İsmail Mutlu), Mutlu Yayınları: 2/414-419.

[869] Mü'min: 40/60.

[870] İmam Taberâni, Mu’cemu’s-Sağir Tercüme ve Şerhi, (İsmail Mutlu), Mutlu Yayınları: 2/419.

[871] İmam Taberâni, Mu’cemu’s-Sağir Tercüme ve Şerhi, (İsmail Mutlu), Mutlu Yayınları: 2/419.

[872] İmam Taberâni, Mu’cemu’s-Sağir Tercüme ve Şerhi, (İsmail Mutlu), Mutlu Yayınları: 2/420.

[873] İmam Taberâni, Mu’cemu’s-Sağir Tercüme ve Şerhi, (İsmail Mutlu), Mutlu Yayınları: 2/420-421.

[874] İmam Taberâni, Mu’cemu’s-Sağir Tercüme ve Şerhi, (İsmail Mutlu), Mutlu Yayınları: 2/421-422.

[875] İmam Taberâni, Mu’cemu’s-Sağir Tercüme ve Şerhi, (İsmail Mutlu), Mutlu Yayınları: 2/422.

[876] Ebû Dâvud, Edeb: 139. İmam Taberâni, Mu’cemu’s-Sağir Tercüme ve Şerhi, (İsmail Mutlu), Mutlu Yayınları: 2/422-423.

[877] Camiüs-Sagîr, 3:395. İmam Taberâni, Mu’cemu’s-Sağir Tercüme ve Şerhi, (İsmail Mutlu), Mutlu Yayınları: 2/423.

[878] İmam Taberâni, Mu’cemu’s-Sağir Tercüme ve Şerhi, (İsmail Mutlu), Mutlu Yayınları: 2/423.

[879] İmam Taberâni, Mu’cemu’s-Sağir Tercüme ve Şerhi, (İsmail Mutlu), Mutlu Yayınları: 2/424.

[880] İmam Taberâni, Mu’cemu’s-Sağir Tercüme ve Şerhi, (İsmail Mutlu), Mutlu Yayınları: 2/424.

[881] İmam Taberâni, Mu’cemu’s-Sağir Tercüme ve Şerhi, (İsmail Mutlu), Mutlu Yayınları: 2/425.

[882] Hucurât: 49/14.

[883] İmam Taberâni, Mu’cemu’s-Sağir Tercüme ve Şerhi, (İsmail Mutlu), Mutlu Yayınları: 2/425-426.

[884] İmam Taberâni, Mu’cemu’s-Sağir Tercüme ve Şerhi, (İsmail Mutlu), Mutlu Yayınları: 2/426.

[885] İmam Taberâni, Mu’cemu’s-Sağir Tercüme ve Şerhi, (İsmail Mutlu), Mutlu Yayınları: 2/426.

[886] İmam Taberâni, Mu’cemu’s-Sağir Tercüme ve Şerhi, (İsmail Mutlu), Mutlu Yayınları: 2/426-427.

[887] İmam Taberâni, Mu’cemu’s-Sağir Tercüme ve Şerhi, (İsmail Mutlu), Mutlu Yayınları: 2/427.

[888] İmam Taberâni, Mu’cemu’s-Sağir Tercüme ve Şerhi, (İsmail Mutlu), Mutlu Yayınları: 2/427.

[889] İmam Taberâni, Mu’cemu’s-Sağir Tercüme ve Şerhi, (İsmail Mutlu), Mutlu Yayınları: 2/427-428.

[890] Ebû Dâvud, Büyü: 83; Buhari, Hibe: 14, 30; Hiyel: 14; Müslim, Hibât: 5; Tirmizî, Büyü: 52; Afeşâf, Hibe: 2; İbni Mace, Hibe: 2. İmam Taberâni, Mu’cemu’s-Sağir Tercüme ve Şerhi, (İsmail Mutlu), Mutlu Yayınları: 2/428.

[891] İmam Taberâni, Mu’cemu’s-Sağir Tercüme ve Şerhi, (İsmail Mutlu), Mutlu Yayınları: 2/428.

[892] İmam Taberâni, Mu’cemu’s-Sağir Tercüme ve Şerhi, (İsmail Mutlu), Mutlu Yayınları: 2/428-429.

[893] İmam Taberâni, Mu’cemu’s-Sağir Tercüme ve Şerhi, (İsmail Mutlu), Mutlu Yayınları: 2/429.

[894] Ebû Dâvud, Sünnet: 17.

[895] İmam Taberâni, Mu’cemu’s-Sağir Tercüme ve Şerhi, (İsmail Mutlu), Mutlu Yayınları: 2/429-430.

[896] İmam Taberâni, Mu’cemu’s-Sağir Tercüme ve Şerhi, (İsmail Mutlu), Mutlu Yayınları: 2/430.

[897] Müslim. Sayd: 57; Tirmizi Diyal: 14; Ebû Dâvud, Edâhî, 12; Nesai, Dahaya 22; İbni Mâce, Zebâih: 3; Dârimî, Edâhî: 10; Müsned, 4:173(17109). İmam Taberâni, Mu’cemu’s-Sağir Tercüme ve Şerhi, (İsmail Mutlu), Mutlu Yayınları: 2/430-431.

[898] el-Mu'cemü'1-evsat, 7:460 (6902.)

[899] İmam Taberâni, Mu’cemu’s-Sağir Tercüme ve Şerhi, (İsmail Mutlu), Mutlu Yayınları: 2/431-432.

[900] Buhari, Nikâh; 106; Müslim, Libas: 126, 127; Ebû Dâvud, Edeb: 191. İmam Taberâni, Mu’cemu’s-Sağir Tercüme ve Şerhi, (İsmail Mutlu), Mutlu Yayınları: 2/432.

[901] İmam Taberâni, Mu’cemu’s-Sağir Tercüme ve Şerhi, (İsmail Mutlu), Mutlu Yayınları: 2/432.

[902] Tirmizî, Birr: 66. İmam Taberâni, Mu’cemu’s-Sağir Tercüme ve Şerhi, (İsmail Mutlu), Mutlu Yayınları: 2/432-433.

[903] İmam Taberâni, Mu’cemu’s-Sağir Tercüme ve Şerhi, (İsmail Mutlu), Mutlu Yayınları: 2/433.

[904] Bakara: 2/185.

[905] Buhari, Nikah: 1; Müslim, Nikah: 5; Nesâi, Nikah: 4.

[906] Buhâri, İ'tisam: 5. Edeb: 72; Müslim, Fezail: 127.

[907] Ebû Dâvud, salat: 317.

[908] Buhârî, Savm: 54-59, Enbiya: 37, Fezâilü'l-Kur'ân; 34, Nikah: 89, Edeb: 84, İsti'zan: 38; Müslim, Siyam; 181-194; Ebû Dâvud, Siyam: 53; Nesâî, Siyam: 76; Tirmizî, Savm: 57.

[909] Buhârî, Teheccüt: 18; Müslim, Müsâfirîn: 219; Ebû Dâvud  Salar 308; Nesâî, Kıyâmü'I-Leyl: 37.

[910] Buhârî, Teheccüt:. 18, İman: 16, 32, Ezan: 81, Rikak: 18; Müslim Salat: 283; Muvatta, Salâki'l-Leyl: 4: Ebû Dâvud, Salat: 317.

[911] Buhârî, İman: 29.

[912] Buhârî, İlim: 12; Müslim, Cihad: 6.

[913] Hadid: 57/27.

[914] İmam Taberâni, Mu’cemu’s-Sağir Tercüme ve Şerhi, (İsmail Mutlu), Mutlu Yayınları: 2/433-438.

[915] Buhari, Edeb: 18; Müslim, Fezâli: 64, 65; Tirmizi Birr: 12; Ebû Dâvud, Edeb: 156. İmam Taberâni, Mu’cemu’s-Sağir Tercüme ve Şerhi, (İsmail Mutlu), Mutlu Yayınları: 2/438.

[916] İmam Taberâni, Mu’cemu’s-Sağir Tercüme ve Şerhi, (İsmail Mutlu), Mutlu Yayınları: 2/438.

[917] Rahman: 55/60.

[918] İsrâ: 17/7.

[919] Buhari, Tevhid: 2, Edeb: 27; Müslim, Fezâil: 66; Tirmizî, Birr: 16.

[920] Tirmizî, Birr: 16; Ebû Dâvud, Edeb: 66.

[921] Tirmizî, Birr: 16; Ebû Dâvud, Edeb: 66. İmam Taberâni, Mu’cemu’s-Sağir Tercüme ve Şerhi, (İsmail Mutlu), Mutlu Yayınları: 2/439.

[922] İmam Taberâni, Mu’cemu’s-Sağir Tercüme ve Şerhi, (İsmail Mutlu), Mutlu Yayınları: 2/440.

[923] Ahzâb: 33/9.

[924] İmam Taberâni, Mu’cemu’s-Sağir Tercüme ve Şerhi, (İsmail Mutlu), Mutlu Yayınları: 2/440.

[925] Başka bir hadisde "ve cesedimde" ilâvesi vardır.

[926] Başka bir rivayette "nefsimi" şeklindedir.

[927] İmam Taberâni, Mu’cemu’s-Sağir Tercüme ve Şerhi, (İsmail Mutlu), Mutlu Yayınları: 2/441.

[928] İmam Taberâni, Mu’cemu’s-Sağir Tercüme ve Şerhi, (İsmail Mutlu), Mutlu Yayınları: 2/441-442.

[929] İmam Taberâni, Mu’cemu’s-Sağir Tercüme ve Şerhi, (İsmail Mutlu), Mutlu Yayınları: 2/442.

[930] Kehf: 18/28

[931] İmam Taberâni, Mu’cemu’s-Sağir Tercüme ve Şerhi, (İsmail Mutlu), Mutlu Yayınları: 2/442-444.

[932] İmam Taberâni, Mu’cemu’s-Sağir Tercüme ve Şerhi, (İsmail Mutlu), Mutlu Yayınları: 2/444-445.

[933] İmam Taberâni, Mu’cemu’s-Sağir Tercüme ve Şerhi, (İsmail Mutlu), Mutlu Yayınları: 2/445-446.

[934] İmam Taberâni, Mu’cemu’s-Sağir Tercüme ve Şerhi, (İsmail Mutlu), Mutlu Yayınları: 2/446-447.

[935] İmam Taberâni, Mu’cemu’s-Sağir Tercüme ve Şerhi, (İsmail Mutlu), Mutlu Yayınları: 2/447.

[936] İmam Taberâni, Mu’cemu’s-Sağir Tercüme ve Şerhi, (İsmail Mutlu), Mutlu Yayınları: 2/447-448.

[937] Buhârî, Megâzî, : 83; İbni Mâce, Cenâiz: 65; Nesâî, Cenâiz: 13; Müsned, 3:248 (13015); Dârimî, Mukaddime: 14 (88.) İmam Taberâni, Mu’cemu’s-Sağir Tercüme ve Şerhi, (İsmail Mutlu), Mutlu Yayınları: 2/448.

[938] İmam Taberâni, Mu’cemu’s-Sağir Tercüme ve Şerhi, (İsmail Mutlu), Mutlu Yayınları: 2/448.

[939] İbni Mâce, Keffâret: 5. İmam Taberâni, Mu’cemu’s-Sağir Tercüme ve Şerhi, (İsmail Mutlu), Mutlu Yayınları: 2/449.

[940] İmam Taberâni, Mu’cemu’s-Sağir Tercüme ve Şerhi, (İsmail Mutlu), Mutlu Yayınları: 2/449-450.

[941] İmam Taberâni, Mu’cemu’s-Sağir Tercüme ve Şerhi, (İsmail Mutlu), Mutlu Yayınları: 2/450.

[942] Kehf: 18/20-21.

[943] Tirmizi Tefsir; İsrâ Sûresi. Müsned, 2:478, (8729.)

[944] İsrâ: 17/97.

[945] İmam Taberâni, Mu’cemu’s-Sağir Tercüme ve Şerhi, (İsmail Mutlu), Mutlu Yayınları: 2/450-451.

[946] Müslim, Cihad: 83; Ebû Dâvud, Cihad: 125; Nesâî, Cenâiz: 117. İmam Taberâni, Mu’cemu’s-Sağir Tercüme ve Şerhi, (İsmail Mutlu), Mutlu Yayınları: 2/451-452.

[947] Buhârî,Vüdu:10.

[948] İmam Taberâni, Mu’cemu’s-Sağir Tercüme ve Şerhi, (İsmail Mutlu), Mutlu Yayınları: 2/452-453.

[949] Üzerinde bir parça et bulunan kemik.

[950] İmam Taberâni, Mu’cemu’s-Sağir Tercüme ve Şerhi, (İsmail Mutlu), Mutlu Yayınları: 2/453-454.

[951] İmam Taberâni, Mu’cemu’s-Sağir Tercüme ve Şerhi, (İsmail Mutlu), Mutlu Yayınları: 2/454.

[952] Ebû Dâvud, Zekât: 12; Buhari, Zekât: 55; İbni Mâce, Zekât: 17; Tirmizi Zekât: 14; Müslim, Zekât: 7. İmam Taberâni, Mu’cemu’s-Sağir Tercüme ve Şerhi, (İsmail Mutlu), Mutlu Yayınları: 2/454-455.

[953] Bakara: 2/267.

[954] En'am: 6/141.

[955] el-Cessâs, Alıkâmü'l-Kur'ân, 1:543; Tefsirü't-Taberî, 5:555, 12:161.

[956] İmam Taberâni, Mu’cemu’s-Sağir Tercüme ve Şerhi, (İsmail Mutlu), Mutlu Yayınları: 2/455-456.

[957] İmam Taberâni, Mu’cemu’s-Sağir Tercüme ve Şerhi, (İsmail Mutlu), Mutlu Yayınları: 2/456.

[958] Buhari, İman: 16, Edeb: 77; Müslim, İman: 57, 59; Ebû Dâvud, Sünnet; 14; Tirmizi Birr: 56, 80; Nesâî, İman: 16. İmam Taberâni, Mu’cemu’s-Sağir Tercüme ve Şerhi, (İsmail Mutlu), Mutlu Yayınları: 2/456-457.

[959] İmam Taberâni, Mu’cemu’s-Sağir Tercüme ve Şerhi, (İsmail Mutlu), Mutlu Yayınları: 2/457.

[960] Buhari, Cihad: 134; Müsned, 4:4:552(19624.) İmam Taberâni, Mu’cemu’s-Sağir Tercüme ve Şerhi, (İsmail Mutlu), Mutlu Yayınları: 2/457.

[961] Tecrid-i Sarih Tercümesi, 8:369.

[962] Câmiü's-Sagîr,  1:445.

[963] İmam Taberâni, Mu’cemu’s-Sağir Tercüme ve Şerhi, (İsmail Mutlu), Mutlu Yayınları: 2/457-458.

[964] İmam Taberâni, Mu’cemu’s-Sağir Tercüme ve Şerhi, (İsmail Mutlu), Mutlu Yayınları: 2/458.

[965] İmam Taberâni, Mu’cemu’s-Sağir Tercüme ve Şerhi, (İsmail Mutlu), Mutlu Yayınları: 2/459.

[966] İmam Taberâni, Mu’cemu’s-Sağir Tercüme ve Şerhi, (İsmail Mutlu), Mutlu Yayınları: 2/459.

[967] İmam Taberâni, Mu’cemu’s-Sağir Tercüme ve Şerhi, (İsmail Mutlu), Mutlu Yayınları: 2/459-460.

[968] İmam Taberâni, Mu’cemu’s-Sağir Tercüme ve Şerhi, (İsmail Mutlu), Mutlu Yayınları: 2/460-461.

[969] İmam Taberâni, Mu’cemu’s-Sağir Tercüme ve Şerhi, (İsmail Mutlu), Mutlu Yayınları: 2/461.

[970] Müslim, Nikâh: 64; Buhari, Nikâh: 41.

[971] İbni Mâce, Nikâh: 12.

[972] İmam Taberâni, Mu’cemu’s-Sağir Tercüme ve Şerhi, (İsmail Mutlu), Mutlu Yayınları: 2/461-462.

[973] İbni Mâce, Taharet: 6; Müslim, Taharet: 32. İmam Taberâni, Mu’cemu’s-Sağir Tercüme ve Şerhi, (İsmail Mutlu), Mutlu Yayınları: 2/462-463.

[974] İmam Taberâni, Mu’cemu’s-Sağir Tercüme ve Şerhi, (İsmail Mutlu), Mutlu Yayınları: 2/463.

[975] İmam Taberâni, Mu’cemu’s-Sağir Tercüme ve Şerhi, (İsmail Mutlu), Mutlu Yayınları: 2/464-465.

[976] Buhârî, Edeb: 39.

[977] İmam Taberâni, Mu’cemu’s-Sağir Tercüme ve Şerhi, (İsmail Mutlu), Mutlu Yayınları: 2/465.

[978] İmam Taberâni, Mu’cemu’s-Sağir Tercüme ve Şerhi, (İsmail Mutlu), Mutlu Yayınları: 2/465.

[979] İmam Taberâni, Mu’cemu’s-Sağir Tercüme ve Şerhi, (İsmail Mutlu), Mutlu Yayınları: 2/466.

[980] İmam Taberâni, Mu’cemu’s-Sağir Tercüme ve Şerhi, (İsmail Mutlu), Mutlu Yayınları: 2/466.

[981] İmam Taberâni, Mu’cemu’s-Sağir Tercüme ve Şerhi, (İsmail Mutlu), Mutlu Yayınları: 2/466.

[982] İmam Taberâni, Mu’cemu’s-Sağir Tercüme ve Şerhi, (İsmail Mutlu), Mutlu Yayınları: 2/466-467.

[983] İmam Taberâni, Mu’cemu’s-Sağir Tercüme ve Şerhi, (İsmail Mutlu), Mutlu Yayınları: 2/467.

[984] Müslim, Zühd: 9; Tirmizî, Kiyâme: 58; İbni Mâce, Zühd: 9. İmam Taberâni, Mu’cemu’s-Sağir Tercüme ve Şerhi, (İsmail Mutlu), Mutlu Yayınları: 2/467.

[985] İmam Taberâni, Mu’cemu’s-Sağir Tercüme ve Şerhi, (İsmail Mutlu), Mutlu Yayınları: 2/467-468.

[986] İmam Taberâni, Mu’cemu’s-Sağir Tercüme ve Şerhi, (İsmail Mutlu), Mutlu Yayınları: 2/468.

[987] İmam Taberâni, Mu’cemu’s-Sağir Tercüme ve Şerhi, (İsmail Mutlu), Mutlu Yayınları: 2/468.

[988] Buhari, Salât-i Fi Mescid-i Mekke: 5; Müslim, Hac: 502. İmam Taberâni, Mu’cemu’s-Sağir Tercüme ve Şerhi, (İsmail Mutlu), Mutlu Yayınları: 2/469.

[989] İmam Taberâni, Mu’cemu’s-Sağir Tercüme ve Şerhi, (İsmail Mutlu), Mutlu Yayınları: 2/469.

[990] İmam Taberâni, Mu’cemu’s-Sağir Tercüme ve Şerhi, (İsmail Mutlu), Mutlu Yayınları: 2/469-470.

[991] İmam Taberâni, Mu’cemu’s-Sağir Tercüme ve Şerhi, (İsmail Mutlu), Mutlu Yayınları: 2/470.

[992] Câmiü's-Sağır, 6:217. İmam Taberâni, Mu’cemu’s-Sağir Tercüme ve Şerhi, (İsmail Mutlu), Mutlu Yayınları: 2/470.

[993] İmam Taberâni, Mu’cemu’s-Sağir Tercüme ve Şerhi, (İsmail Mutlu), Mutlu Yayınları: 2/470.

[994] Câmiü's-Sagîr, 5:284.

[995] Câmiü's-Sagîr, 3:424.

[996] Buhârî, İman: 39; Müslim, Müsakât: 107; İbni Mâce, Fiten: 14. İmam Taberâni, Mu’cemu’s-Sağir Tercüme ve Şerhi, (İsmail Mutlu), Mutlu Yayınları: 2/471.

[997] İmam Taberâni, Mu’cemu’s-Sağir Tercüme ve Şerhi, (İsmail Mutlu), Mutlu Yayınları: 2/471-472.

[998] İmam Taberâni, Mu’cemu’s-Sağir Tercüme ve Şerhi, (İsmail Mutlu), Mutlu Yayınları: 2/472.

[999] İmam Taberâni, Mu’cemu’s-Sağir Tercüme ve Şerhi, (İsmail Mutlu), Mutlu Yayınları: 2/472.

[1000] İbni Mâce. Hudud: 5. İmam Taberâni, Mu’cemu’s-Sağir Tercüme ve Şerhi, (İsmail Mutlu), Mutlu Yayınları: 2/472-473.

[1001] İmam Taberâni, Mu’cemu’s-Sağir Tercüme ve Şerhi, (İsmail Mutlu), Mutlu Yayınları: 2/473.

[1002] Şa'rânî, a.g.e., s. 46.

[1003] Fetavâ-yı Hindiyye, 1:157.

[1004] İmam Taberâni, Mu’cemu’s-Sağir Tercüme ve Şerhi, (İsmail Mutlu), Mutlu Yayınları: 2/473-475.

[1005] İmam Taberâni, Mu’cemu’s-Sağir Tercüme ve Şerhi, (İsmail Mutlu), Mutlu Yayınları: 2/475-476.

[1006] İmam Taberâni, Mu’cemu’s-Sağir Tercüme ve Şerhi, (İsmail Mutlu), Mutlu Yayınları: 2/476.

[1007] İbni Mâce, Mukaddime: 160.

[1008] Müslim, Fezâilü's-Sahabe: 161. İmam Taberâni, Mu’cemu’s-Sağir Tercüme ve Şerhi, (İsmail Mutlu), Mutlu Yayınları: 2/476-477.

[1009] İmam Taberâni, Mu’cemu’s-Sağir Tercüme ve Şerhi, (İsmail Mutlu), Mutlu Yayınları: 2/477-478.

[1010] İmam Taberâni, Mu’cemu’s-Sağir Tercüme ve Şerhi, (İsmail Mutlu), Mutlu Yayınları: 2/478-479.

[1011] İmam Taberâni, Mu’cemu’s-Sağir Tercüme ve Şerhi, (İsmail Mutlu), Mutlu Yayınları: 2/479.

[1012] İmam Taberâni, Mu’cemu’s-Sağir Tercüme ve Şerhi, (İsmail Mutlu), Mutlu Yayınları: 2/479.

[1013] Tirmizî, Salât; 305.

[1014] Tirmizî, Salât: 206; timi Mâce, İkâme: 100.

[1015] Müslim, Müsafirîn: 101; Ebû Dâvud, Tatavvu: i; Tirmizî, Salât: 189

[1016] İmam Taberâni, Mu’cemu’s-Sağir Tercüme ve Şerhi, (İsmail Mutlu), Mutlu Yayınları: 2/479-481.

[1017] Müslim, Libas ve'z-Zine: 125; Cennet: 52. İmam Taberâni, Mu’cemu’s-Sağir Tercüme ve Şerhi, (İsmail Mutlu), Mutlu Yayınları: 2/481.

[1018] "Salınarak yürürler" şekiinde tercüme ettiğimiz ifâde, "Başka kadınları da kendileri gibi olmaya teşvik ederler" şeklinde de tercüme edi­lebilir.

[1019] Câmiü'l-Kebîr, Hadis No:9486; 10298.

[1020] Nur: 24/31.

[1021] Ahzab: 33/59.

[1022] Ebû Dâvud, Libas: 32.

[1023] İmam Taberâni, Mu’cemu’s-Sağir Tercüme ve Şerhi, (İsmail Mutlu), Mutlu Yayınları: 2/481-483.

[1024] İmam Taberâni, Mu’cemu’s-Sağir Tercüme ve Şerhi, (İsmail Mutlu), Mutlu Yayınları: 2/483.

[1025] İmam Taberâni, Mu’cemu’s-Sağir Tercüme ve Şerhi, (İsmail Mutlu), Mutlu Yayınları: 2/483.

[1026] İmam Taberâni, Mu’cemu’s-Sağir Tercüme ve Şerhi, (İsmail Mutlu), Mutlu Yayınları: 2/484.

[1027] İmam Taberâni, Mu’cemu’s-Sağir Tercüme ve Şerhi, (İsmail Mutlu), Mutlu Yayınları: 2/484.

[1028] İmam Taberâni, Mu’cemu’s-Sağir Tercüme ve Şerhi, (İsmail Mutlu), Mutlu Yayınları: 2/484-485.

[1029] İmam Taberâni, Mu’cemu’s-Sağir Tercüme ve Şerhi, (İsmail Mutlu), Mutlu Yayınları: 2/485.

[1030] İmam Taberâni, Mu’cemu’s-Sağir Tercüme ve Şerhi, (İsmail Mutlu), Mutlu Yayınları: 2/485.

[1031] İmam Taberâni, Mu’cemu’s-Sağir Tercüme ve Şerhi, (İsmail Mutlu), Mutlu Yayınları: 2/486.

[1032] Müslim, İman: 264, 272.

[1033] İmam Taberâni, Mu’cemu’s-Sağir Tercüme ve Şerhi, (İsmail Mutlu), Mutlu Yayınları: 2/486-487.

[1034] Tûr: 52/7-8.

[1035] İmam Taberâni, Mu’cemu’s-Sağir Tercüme ve Şerhi, (İsmail Mutlu), Mutlu Yayınları: 2/487.

[1036] İmam Taberâni, Mu’cemu’s-Sağir Tercüme ve Şerhi, (İsmail Mutlu), Mutlu Yayınları: 2/488.

[1037] Buhari, Itk: 1; Müslim, Itk: 24; Tirmizî, Nüzur: 19. İmam Taberâni, Mu’cemu’s-Sağir Tercüme ve Şerhi, (İsmail Mutlu), Mutlu Yayınları: 2/488.

[1038] İmam Taberâni, Mu’cemu’s-Sağir Tercüme ve Şerhi, (İsmail Mutlu), Mutlu Yayınları: 2/488-489.

[1039] İbni Mâce, Sadaka: 12. İmam Taberâni, Mu’cemu’s-Sağir Tercüme ve Şerhi, (İsmail Mutlu), Mutlu Yayınları: 2/489.

[1040] İmam Taberâni, Mu’cemu’s-Sağir Tercüme ve Şerhi, (İsmail Mutlu), Mutlu Yayınları: 2/489.

[1041] Müslim, İmâre: 24. İmam Taberâni, Mu’cemu’s-Sağir Tercüme ve Şerhi, (İsmail Mutlu), Mutlu Yayınları: 2/490.

[1042] İmam Taberâni, Mu’cemu’s-Sağir Tercüme ve Şerhi, (İsmail Mutlu), Mutlu Yayınları: 2/490-491.

[1043] Müslim, Selâm: 139; Tirmizî, Ahkâm: 2; Ebû Dâvud, Edeb: 174; Muvatta, İsti'zan: 33. İmam Taberâni, Mu’cemu’s-Sağir Tercüme ve Şerhi, (İsmail Mutlu), Mutlu Yayınları: 2/491-492.

[1044] İmam Taberâni, Mu’cemu’s-Sağir Tercüme ve Şerhi, (İsmail Mutlu), Mutlu Yayınları: 2/492-493.

[1045] Tirmizî, Et'ime: 15; Muvatta, Sıfatı'n-Nebiyyi: 21; Müslim, Eşribe: 36. İmam Taberâni, Mu’cemu’s-Sağir Tercüme ve Şerhi, (İsmail Mutlu), Mutlu Yayınları: 2/493.

[1046] Ebû Dâvud, Edeb: 161; Muvatta, Sıfatı'n-Nebiyyi: 21. İmam Taberâni, Mu’cemu’s-Sağir Tercüme ve Şerhi, (İsmail Mutlu), Mutlu Yayınları: 2/493.

[1047] İmam Taberâni, Mu’cemu’s-Sağir Tercüme ve Şerhi, (İsmail Mutlu), Mutlu Yayınları: 2/493-494.

[1048] Bakara: 2/225. İmam Taberâni, Mu’cemu’s-Sağir Tercüme ve Şerhi, (İsmail Mutlu), Mutlu Yayınları: 2/494.

[1049] İsrâ: 17/81

[1050] İmam Taberâni, Mu’cemu’s-Sağir Tercüme ve Şerhi, (İsmail Mutlu), Mutlu Yayınları: 2/495.

[1051] Sîre, 4:59.

[1052] Kastalânî, Mevahibü'l-Ledünniye, 1:204. İmam Taberâni, Mu’cemu’s-Sağir Tercüme ve Şerhi, (İsmail Mutlu), Mutlu Yayınları: 2/495.

[1053] İmam Taberâni, Mu’cemu’s-Sağir Tercüme ve Şerhi, (İsmail Mutlu), Mutlu Yayınları: 2/495-496.

[1054] Buhârî, Ezan: 161, Cuma: 2, 3, 12; Müslim, Cuma: 4; Ebû Dâvud, Tahare: 127; İbni Mâce, İkâme: 80; Nesâî, Cuma: 6, 11; Dârimî, Salât: 190; Muvatta, Cuma: 2, 4; Müsned, 3:8 (11010.) İmam Taberâni, Mu’cemu’s-Sağir Tercüme ve Şerhi, (İsmail Mutlu), Mutlu Yayınları: 2/496.

[1055] Camiü's-Sagîr 3:302.

[1056] Nesâî, Cuma: 8.

[1057] İmam Taberâni, Mu’cemu’s-Sağir Tercüme ve Şerhi, (İsmail Mutlu), Mutlu Yayınları: 2/496-497.

[1058] Tirmizî, Fiten: 64. İmam Taberâni, Mu’cemu’s-Sağir Tercüme ve Şerhi, (İsmail Mutlu), Mutlu Yayınları: 2/497.

[1059] İmam Taberâni, Mu’cemu’s-Sağir Tercüme ve Şerhi, (İsmail Mutlu), Mutlu Yayınları: 2/497-498.

[1060] Müzemmil: 73/1-7.

[1061] Müzemmil: 73/20.

[1062] Ebû Dâvud, Tatavvu: 26; Müslim, Müsâfirîn: 139; Nesâî, Kıyâmü'l-Leyl: 2, 18; İbni Mâce, ikame: 123; Tirmizi Salat: 328; Müsned, 6:64 (24261.) İmam Taberâni, Mu’cemu’s-Sağir Tercüme ve Şerhi, (İsmail Mutlu), Mutlu Yayınları: 2/498-499.

[1063] İmam Taberâni, Mu’cemu’s-Sağir Tercüme ve Şerhi, (İsmail Mutlu), Mutlu Yayınları: 2/499-500.

[1064] Vakıa:56/ 79., ayet.

[1065] İmam Taberâni, Mu’cemu’s-Sağir Tercüme ve Şerhi, (İsmail Mutlu), Mutlu Yayınları: 2/500.

[1066] İmam Taberâni, Mu’cemu’s-Sağir Tercüme ve Şerhi, (İsmail Mutlu), Mutlu Yayınları: 2/500-501.

[1067] Buhârî, Ezan: 83; Ebâ Dâvud, Salât: 114; İbni Mâce, İkâme: 15; Müslim, Salât: 21, 25, 26; Tirmizi Salât: 76, 110; Nesâî, İftitah: 113; Muvatta, Salat: 16; Dârimî, Salat: 41; Müsned, 2:25 (4675). İmam Taberâni, Mu’cemu’s-Sağir Tercüme ve Şerhi, (İsmail Mutlu), Mutlu Yayınları: 2/501.

[1068] Ebû Dâvud, Salât: 116; Tirmizi, Salat. 190.

[1069] Ebû Dâvud, Salât: 116.

[1070] Müslim, Salât, 119; Müsned, 5:93. 101.

[1071] Sünen-i Ebû Dâvud Terceme ve Şerhi, 3:106. İmam Taberâni, Mu’cemu’s-Sağir Tercüme ve Şerhi, (İsmail Mutlu), Mutlu Yayınları: 2/501-503.

[1072] İmam Taberâni, Mu’cemu’s-Sağir Tercüme ve Şerhi, (İsmail Mutlu), Mutlu Yayınları: 2/503.

[1073] Ebû Dâvud, Salat: 254; İbni Mâce, İkâmeti's-Salat: 162. İmam Taberâni, Mu’cemu’s-Sağir Tercüme ve Şerhi, (İsmail Mutlu), Mutlu Yayınları: 2/503-504.

[1074] İmam Taberâni, Mu’cemu’s-Sağir Tercüme ve Şerhi, (İsmail Mutlu), Mutlu Yayınları: 2/504.

[1075] İmam Taberâni, Mu’cemu’s-Sağir Tercüme ve Şerhi, (İsmail Mutlu), Mutlu Yayınları: 2/504.

[1076] Buhârî, lydeyn: 7, 8; Müslim, Ideyn: 8; Tirmizî, Salat: 383; Nesât, İydeyn: 9.

[1077] Ebû Dâvud, salat: 252; Tirmizî, Salat: 386.

[1078] İmam Taberâni, Mu’cemu’s-Sağir Tercüme ve Şerhi, (İsmail Mutlu), Mutlu Yayınları: 2/504-505.

[1079] İmam Taberâni, Mu’cemu’s-Sağir Tercüme ve Şerhi, (İsmail Mutlu), Mutlu Yayınları: 2/505-506.

[1080] Hz. Ali taraftarlarına verilen isim.

[1081] İmam Taberâni, Mu’cemu’s-Sağir Tercüme ve Şerhi, (İsmail Mutlu), Mutlu Yayınları: 2/506-515.

[1082] Ahmed Zihni Dahlan, Sîre, 2:183, 184.

[1083] Müslim, Müsakât: 15.

[1084] Tabakat,  1:287, 349.

[1085] İmam Taberâni, Mu’cemu’s-Sağir Tercüme ve Şerhi, (İsmail Mutlu), Mutlu Yayınları: 2/515-517.

[1086] Buhârî, Daavât; 15; Tirmizi Daavât. İmam Taberâni, Mu’cemu’s-Sağir Tercüme ve Şerhi, (İsmail Mutlu), Mutlu Yayınları: 2/517.

[1087] İmam Taberâni, Mu’cemu’s-Sağir Tercüme ve Şerhi, (İsmail Mutlu), Mutlu Yayınları: 2/517.

[1088] İmam Taberâni, Mu’cemu’s-Sağir Tercüme ve Şerhi, (İsmail Mutlu), Mutlu Yayınları: 2/518.

[1089] İmam Taberâni, Mu’cemu’s-Sağir Tercüme ve Şerhi, (İsmail Mutlu), Mutlu Yayınları: 2/518.

[1090] Tirmizi, Birr: 87. İmam Taberâni, Mu’cemu’s-Sağir Tercüme ve Şerhi, (İsmail Mutlu), Mutlu Yayınları: 2/519.

[1091] İmam Taberâni, Mu’cemu’s-Sağir Tercüme ve Şerhi, (İsmail Mutlu), Mutlu Yayınları: 2/519.

[1092] İmam Taberâni, Mu’cemu’s-Sağir Tercüme ve Şerhi, (İsmail Mutlu), Mutlu Yayınları: 2/519.

[1093] İmam Taberâni, Mu’cemu’s-Sağir Tercüme ve Şerhi, (İsmail Mutlu), Mutlu Yayınları: 2/520.

[1094] İmam Taberâni, Mu’cemu’s-Sağir Tercüme ve Şerhi, (İsmail Mutlu), Mutlu Yayınları: 2/520.

[1095] İmam Taberâni, Mu’cemu’s-Sağir Tercüme ve Şerhi, (İsmail Mutlu), Mutlu Yayınları: 2/520-521.

[1096] İmam Taberâni, Mu’cemu’s-Sağir Tercüme ve Şerhi, (İsmail Mutlu), Mutlu Yayınları: 2/521.

[1097] Müsned, 5:375 (22542.) İmam Taberâni, Mu’cemu’s-Sağir Tercüme ve Şerhi, (İsmail Mutlu), Mutlu Yayınları: 2/522.

[1098] İmam Taberâni, Mu’cemu’s-Sağir Tercüme ve Şerhi, (İsmail Mutlu), Mutlu Yayınları: 2/522-523.

[1099] İmam Taberâni, Mu’cemu’s-Sağir Tercüme ve Şerhi, (İsmail Mutlu), Mutlu Yayınları: 2/523.

[1100] İmam Taberâni, Mu’cemu’s-Sağir Tercüme ve Şerhi, (İsmail Mutlu), Mutlu Yayınları: 2/523-524.

[1101] İbni Hişam, Sîre, 3:293-294; İbni Sa'd, Tabakât, 2:81. İmam Taberâni, Mu’cemu’s-Sağir Tercüme ve Şerhi, (İsmail Mutlu), Mutlu Yayınları: 2/524-525.

[1102] İmam Taberâni, Mu’cemu’s-Sağir Tercüme ve Şerhi, (İsmail Mutlu), Mutlu Yayınları: 2/524-525.

[1103] Cuma: 62/9.

[1104] Ebû Dâvud, Saiât: 208; Beyhakî, Simeni'l-Kübrâ, 3:246 (5578).

[1105] Mezâhibü'l-Erbaâ, 1:384.

[1106] İmam Taberâni, Mu’cemu’s-Sağir Tercüme ve Şerhi, (İsmail Mutlu), Mutlu Yayınları: 2/525.