41 - «Allahdan Başka İlah Yoktur» Dedikten Sonda Kafiri Öldürmenin Haram Kılınması Babı  4

Hadisden Çıkarılan Hükümler :. 5

Hadisden Çıkarılan Hükümler:. 7

Hadisden ÇıkaruılanHükünmler. 8

42 - Peygamber (Satlallahü Aleyhi ve Sellem) 'in : «Bize silâh çeken bizden değildir»  Hadisi Babı. 8

43 - Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) 'in Bizi Aldatan Bizden Değildir.» Hadisi Babı  9

44 - Yanaklara Vurmanın, Yakaları Yırtmanın ve Cahiliyet (Da'vetiyle Çağırmanın Tahrimi Babı). 9

45 - Koğuculuğun Ağır Şekilde Haram Kılındığını Beyan Babı. 11

46 - Elbise Eteğini Yerde Sürümenin, İhsani Başa Kakmanın, Mali Yeminle Satmanın Ağır Şekilde Haram Kılındığını, Kıyamet Gününde Allehın Kendilerile Konuşmayacağı, Bakmayacağı ve Temize Çıkarmayacağı, Kendilerine Elim Azab Olan Üç Kişiyi Beyan Babı. 12

47 -  (İnsanın Kendini Öldürmesinin  Şiddetle Tahrimi... Babı). 15

Hadisden Çıkarılan Hükümler:. 18

Hadisi Şerif Aşağıdaki Hükümlşer İhtiva Etmektedir:. 20

48 - Ganimete Hıyanetin Şiddetle Haram Kılındığı ve Cennete   (Mü'minlerden  Başka Kimsenin Giremiyeceği Babı). 21

Hadis-i Şerif Aşağıdaki Hükümleri İhtiva Eder:. 21

49 - (Kendini Öldürenin Tekfir Edilmediğinin Delili Babı). 22

50 - Kıyamete Yakın "Zuhur Edecek ve Kalbinde Bir Parça İman Bulunanları Öldürecek Olan Rüzgar Babı. 22

51- Fitneler Zuhur Etmezden Önce Amellere Şitab Etmeye Teşvik Babı. 23

52 - Mü'minin Amelinin Boşa Gideceğinden Korkması Babı. 24

53 - Cahiliyet Devri Amellerinden Dolayı Muahaze Olunup Olunöayacağı Babı. 25

54 - İslamın Kendinden Önce Amellerin Hükmünü Yıktığı; Hicret İle Haccin da Böyle Olduğu Babı. 26

Hadis-i Şerif Aşağıdaki Ahkamı İhtiva Ediyor:. 27

55 - Kafiriin Müslüman Olmazdan Önceki Amelinin Hükmünü Beyan Babı. 28

56 - İmanın Sadakat ve Telası Babı. 30

Hadis-i Şerif Şu Hükümleri İhtiva Etmektedir:. 31

57 - Allah Tealanın Takat Getirilemeyecek Şeyleri Teklif Etmediğini; Beyan Babı  31

58 - Yer Etmemek Şartı İle Gönülden Geçen Şeyleri ve Kelam-ı Nefsiyi Allah'ın Affetmesi Babı. 34

Hadisden Çıkarılan Hükümler:. 35

59 - Kul Bir İyilik Yapmayı Gönülden Geçirdiği Zaman Onun Yazılması, Kötülük Yapmayı Gönülden Geçirdiği Zaman Yazılmaması Babı. 35

60 - İmanda Vesvere ve Onu Kendinde Hisseden Kimsenin Ne Diyeceğini Beyan Babı  37

61 - Bir Müslümanın Hakkını Yalan Yere Yeminle Elinden Alan Kimsenin Cehennemle Tehdidi Babı. 40

Hadisden Çıkarılan Hükümler:. 44

62 - Haksız Yere Başkasının Malını Almak İsteyen Kasıtcının Kendi Hakkında Kanı Heder; Öldürülürse Cehenlemlik, Malı Uğrunda Öldürülen Kimsenin de Şehid Olduğunu Beyan Babı  45

Hadisi Şerif Aşağıdaki Hükümlere Delalet Eder:. 46

63 - Tebeasını Aldatan Valinin Cehennemi Hak Edeceği' Babı. 46

64 - Bazı Kalplerden Emanet ve İmanın Kaldırılması ve Kalplere Fitne Arız Olması Babı  47

65 - İslamın Garip Başlayıp Garip Biteceğini ve İki Mescid Arasına Çekileceğini Beyan Babı  49

Hadisi Şerif'den Alınan Faideler. 51

66 -  Ahir Zamanda İmamın Elden Gitmesi Babı. 52

67 - Korkan Kimsenin Îmanını Gizlemesinin Cevazı Babı. 53

68 - İmanı Zaif Olduğu İçin İmanından Korkulan Kimsenin Kalbini Yatıştırma ve Kati Delil Olmadıkça Kati Surette Îman Hükmü Vermekten Nehi Babı. 54

Bu Hadisden Çıkarılan Hükümler:. 56

69 - Delillerin Bir Birini Takviyesiyle İtmi'nan-ı Kalbin Artması Babı. 56

70 – Peygamberimiz Muhammed (Sallalîahü Aleyhi ve Seîiem) 'in Bütün İnsanlara Gönderildiğine ve Bütün Dinlerin Onun Dinile  Neshedildiğine  İmanın Vücubu  Babı  60

Hadis-i Şerif Aşağıdaki Hükümleri İhtiva Eder:. 64

71 - İsa b. Meryemin Peygamberimiz Muhammed (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'in Şeriatile Hükmederek (Yere) İnmesinin Beyanı Babı. 64

Hadisi Şerif Aşağıdaki Hükümleri İhtiva Eder:. 67

72 - İmanın Kabul Edilmeyeceği Zamanın Beyanı Babı. 68

73 - Resulüllah Sallalahu Aleyhi ve Selleme Vahyin Başlaması Babı. 70

Hadis-i Şerif  Şu Hükğmleri İhtiva Etmektedir:. 74

Hadisi Şerif Aşağıdaki Hükümleri İhtiva Etmektedir. 77

74 - Resulüllah Sallallahu Aleyhi ve Sellemin Geceleyin Semalara Yürütülmesi ve Namazların Farz Kılınması Babı. 77

Hadisi Şerif Aşağıdaki Hükümleri İhtiva Etmektedir. 87

75 - Mesih b. Meryem Île Mesih Decca'lin Zikri Babı. 88

76 - Sidretü'l-Münteha Hakkında Bir Bap. 91

77 - Allah Azze ve Celle'nin : «Yemin Olsun ki, Onu Bir Başka İnişte de Gördü» Âyet-i Kerimesinin Manası ve Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'m İsra Gecesi Rabbini Görüp Görmediği Babı. 93

78 - Peygamber Aleyhiseelamin: «O Bir Nur Onu Nasıl Göreyim!... Kavli İle Bir Nur Gördüm» Hadisi Hakkında Bir Bab. 98

79 - Peygamber Aleyhisselam'ın «Şüphesiz Allah Uyumaz» ve «O'nun Hicabı Nurdur; Bu Hicabı Bir Açsa Vechinin Subuhatı, Basarının İhate Ettiği Bütün Mahlukatı Yakardı» Hadisleri Hakkında Bir Bab. 99

80 - Mü'minlerin Âhirette Rabları Sübhanehu ve Teala'yı Göreceklerini İspat Babı  100

81 - (Kıyamet Gününde Rabbi) Görmenin Yolunu Bilme Babı. 101

Hadisi Şerif Aşağıdaki Hükümleri İhtiva Eder. 107

82 - Şefaatin İspatı ve Mü’minlerin Cehennemden Çıkarılması Babı. 107

Şefaat Beş Kısımdır. 108

Hadisi Şerif Şu Hükümleri İhtiva Etmektedir:. 109

83 - Cehennemliklerin En Sonuncusunun Çıkarılması Babı. 109

84 - Cennette Makamı En Aşağı Olanların Beyanı Babı. 111

Hadisi Şerif Şu Hükümleri İhtiva Eder. 122

(85) - Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'in:  «Ben Cennet İçin Şefaat Edecek İlk İnsanım ve Peygamberlerin En Çok Tabi-i Bulunanı Benim», Hadisleri Hakkında Bir Bab  125

(86) - Peygamber (Saüallahü Aleyhi- ve Sellem) 'in Şefaat Duasını Ümmeti İçin Saklaması Babı  126

87 - Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'in Duası ve Onlara Şefkatinden Dolayı Ağlaması Babı. 127

Hadis Şerif Aşağıdaki Fevaidi İhtiva Eder. 128

88- Kafir Olarak Ölen Kimsenin Cehennemde Kalacağını Hiç Bir Şefa'ata Nail Olamıyacağını ve Kendisine    Allah'ın Yakın  Kullarını Akraba Olmanın Hiç Bir Fayda Vermiyeceğini Beyan Babı  128

Ehli Fetret Üç Kısımdır :. 129

89 - Teala Hazretinin : «En Yakın Aşiretini Uyar!...» Âyeti Kerimesi Hakkında Bir Bab  129

90- Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) 'in Ebu Talibe Şefa'ati ve Bu Sebeple Azabının Hafifletilmesi Babı. 132

91- Ehl-i Cehennemin En Hafif Azab Görecek Olanı Babı. 133

92- Kafir Olarak Ölen Kimseye Hiç Bir Amelin Fayda Vermiyeceğine Delil Babı  133

93- Mü'minlerin Birbirlerile Yardımlaşması ve Başkalarile Alakayı Keserek Onlardan Uzak Kalmaları Babı. 134

94- Müslümanlardan Bir Çok Taifelerin Hesapsız ve Azapsız Olarak Cennete Gireceklerine Delil Babı. 135

95- Bu Ümmetin Cennetliklerin Yarısını Teşkil Etmesi Babı. 139

96- Allah (Celle Celalühü) Âdem'e : «Cehenneme Gönderilenlerin Her Bin Tanesinden Dokuz Yüz Doksan Dokuzunu Çıkar Buyuracak» Hadis-i Babı. 140


41 - «Allahdan Başka İlah Yoktur» Dedikten Sonda Kafiri Öldürmenin Haram Kılınması Babı

 

155 - (95) Bize Kuteybetü'bnü Said rivayet etti. (Dedi ki): Bize Leys rivayet etti. H.

Bize Muhammed b. Rumh dahî rivayet etti, lâfızlar bir birine yakındır. (Dedi ki): Bize Leys, [1] İbni Şihâb'dan [2] , o da Atâ' b. Yezid' el-Leysi'den, o da Ubeydullah b. Adiy b. [3] el-Hiyârdan, o da el-Mikdâd b. el-Esved'den [4] işitmiş olmak üzere Mikdâd'ın şöyle dediğini haber verdi:

  Yâ Resulâllah! Ne buyurursun? Ben küffardan tir adama rastla­sam da benimle mukaatele etse ve ellerimden birine kılıçla vurarak onu kesse sonra benden (kaçıp) bir ağaca sığınsa da: Ben Allah'a teslim oldum dese bu sözü söyledikten sonra onu öldürebîlirmiyim ya Resulüllah? Re-sulüllah   (Sallallahü. Aleyhi ve Sellem) :

«Onu öldürme!»   buyurdu. Ben :

— Ama o (evvelâ) bes'^n elimi kesti; ondan sonra bu sözü söyledi Yâ Resulâllah! Şu halde onu öldüreyim mi? dedim.

Resulüllah   (Sallallahü Aleyhi ve Sellem);

«Onu öldürme: Çünkü öldürürsen, o senin onu öldürmezden önceki va­ziyetine geçer; sen de onun söylediği sözünden önceki vaziyetinde olursun.» buyurdular.

 

156 - (...) Bize İshâk b. İbrahim ile Abd b. Humeyd rivayet ettiler.

Dediler M: Bize Ahdurrezâk haber verdi. Dedi ki: Bize Ma'mer [5] ha­ber verdi. H.

Bizeİshâk b. IVIûse'l-Ensâri [6] de rivayet eyledi. (Dedi ki): Bize el-Velid b. Müslim, Evzâî'den rivayet etti. H.

Bize Muhammed b. Kâfi de rivayet etti. (Dedi ki): Bize Abdürrezzâk rivayet etti. (Dedi ki): Bize İhni Cüreyc haber verdi. Bu râvilerin hepsi Zühri'den bu isnadla rivayet ettiler. Evâzî ile İbni Cüreyc hadislerinde Leys'in hadisinde dediği gifci:

«Allah'a teslim oldum dese...»      cümlesi vardır. Ma'mer'e gelince : onun hadisinde de :

«Onu öldürmek için üzerine çullandığım zaman: La ilahe illallah de­se...» ibaresi vardır.

 

157 - (...) Bana Harmeletü'bnü Yahya rivayet etti. (Dedi ki): Bize İbni Vehb haber verdi. Dedi ki: Bana Yunus, İbni Şihâb'dan naklen haber ver­di. Demiş ki: Bana Atâ' b. Yezil et-Leysi sonra Cündaî rivayet eyledi; ona da Ubeydullah h. Adîy b. el-Hiyâr haber vermiş ki, Zühre oğullarının müt­tefiki ve Resulülîah (Sallatlahü Aleyhi ve Sellem) ile birlikde Bedir'e işti­rak edenlerden biri olan Mikdâd b. Amr b. el-Esved el-Kindi şöyle demiş:

-Yâ Resulâllah, Şayed ben kâfirlerden bir kimse ile karşılaşırsam ne buyurursun?. Bundan sonra UbeyduUay Leys hadisinin mislini zikret­miştir.

Bu hadisi imâm Buharı «Megâzî» ve «Diyât» bahislerinde Ebû Dâvud   «Cihâd» da, Nesâî «Siyer- de   Kuteybe 'den tahric etmişlerdir. Kuteybe rivayetinde üç dane tabiinin yâni İbni Şihâb, Atâ' ve İbnü'1-Hıy ar'm bir birinden rivayet etmesi nâdir tesadüf edilen letâîftendir.

Ekseri nüshalarda bu hadisin rivayeti: şeklinde şart cümlesi halindedir. Hz. Ebû Zerr'in bir rivayetinde ise ;

«Ben rastladım» şeklinde mâzî sigasiyledir. Bu rivayete göre Hz. Mikdâd hadd-i zâtında olmuş bir vak'anm hükmünü sormuş oluyor. Ekser riva­yetlere göre ise suâl vuku' bulmuş bir hâdise doîayısiyle değil, ileride böy­le bir şey va'ki' olursa ne hüküm verilir düşüncesiyle sorulmuştur.

Hadisde geçen «Ben Allaha teslim oldum...» sözünün ma'nasi müslü­man oldum demektir. Bazılarına göre sırf bu sözü söyleyerek başka bir şey katmayan bir kâfir müslüman sayılırsa da bunların kavli reddedilmiş; ve hadisin Ma'mer rivayetinde «lâ ilahe İllallah dese...» ifadesi vardır; Binaenaleyh müslüman sayılmak için kelime-i şehâdeti getirmek şarttır, denilmiştir.

Hattâbî 'ye göre :

«Çünkü öldürürsen senin onu Öldürmezden önceki vaziyetine geçer. Sen de onun söylediği sözünden Önceki vaziyetinde olursun.» sözünün mânâsı şudur : (Müslüman oldum) demezden önce kâfirin kanı hederdir; yâni onu Öldürmekle bir şey lâzım gelmez. Ama bu kelimeyi söyledikten sonra onun tıpkı bir müslüman gibi öldürülmesi haram olur. Binaenaleyh o halde onu Öldüren müslümanm da kısas hak­kında kanı heder olur. Şu halde müslümanm kâfire benzetilmesi kâfir ol-makda değil, kanının heder olması hususundadır.

Mühe11eb'e göre ise ma'na : O nasıl seni öldürmek istemekle gü­naha girerse sen de onu öldürmek istemekle günaha girersin demektir.

Yâni Hattâbî'ye göre ma'na : Kanının ma'sumiyeti hakkında kâfir senin gibidir; Mühelleb'e göre de: heder olmakda sen de o kâfir gibi olursun demektir. Dâvûdi'ye göre bu sözün ma'nası : O nasıl kaatil oldu ise sen de kaatil olursun demektir. Nevevî: «Bu hususda söylenen sözlerin en güzeli imam Şafii ile Mâliküerden İbnu'l-Kassâr'ınve diğer ulemanın kavilleridir.» diyerek Hattâbi 'nin sözüne işaret eder.

Hasılı müslümanlığı bu sözle (Yani Allaha teslim oldum demek su-retiylede) kabul eden bir kimsenin öldürülmesi yasak edilmiştir.

Bu hadisin İshâk b. İbrahim rivayetinde, Ve1id b. Müs1im'in Evzâî 'den- rivayeti muztarib ise de bu ıztırab asıl hadi­sin sıhhatine dokunmaz. Hadisin sahih olduğunda şüphe yoktur. Çünkü ha­disin, Leys, Ma'mer, Yûnus ve İbni Cüreyc riva­yetlerinin sıhhati hakkında söz yoktur. Bu rivayetler amel babında müs­takil ve i'timad onlaradır.   Evzâî   rivayeti mütâbaat için zikredilmiştir. Mütâba'atta bir parça za'f olabileceği ise tekarrur etmiş bir kaide­dir.

 

Hadisden Çıkarılan Hükümler :

 

1 - Henüz vâki' olmayan bir şeyin hükmünü sormak ve cevap ver­mek caizdir. Öteden beri ulema'i kiramın mezhepleri budur. Yalnız se­leften bazıları bunu mekruh görmüş; müctehidin henüz vuku' bulma­mış şeylerle meşgul olmasını taşkınlık saymışlardır. İmam Mâlik (Rahimehullah) vaki' olmayan bir şey sorulursa cevap vermezmiş. Bundan dolayı da mezhebinin aslı, müretteb meselelerden hâli sırf vuku' bulmuş hâdisatın cevaplarından ibarettir; ve anlaşılması güçtür; derler. Übbî imam Mâlik {Rahimehullah) 'dan sonra gelen Mâliki imamlarının fa­raziye ve teferruata daldıklarını, bu suretle mezhebin daha da güçîeştiği-ni söyler.

2 - Kelime-i şehâdet yerini tutacak her kavil ve fiille din-i İslama girilebilir. Onun içindir ki   Peygamber   (Sallalîahü Aleyhi ve Selîenı) «İslâm oldum» yani din-i İslama girdim diyen bir kimsenin öldürülmesini men'etmiş; Hz. Hâ1id  b. Ve1id (Radiyailahu anh) 'in öldürdüğü Beni   Cezime 'nin müslüman olduklarına hüküm vermişti. Halbuki mezkûr zevat «Eslemna»  diyememiş: onun yerine  «sabe'nâ sa'benâ»  de­mişlerdi.-Bunun ma'nası ise «dinimizi değiştirdik; kendi dinimizi bırakıp başka bir dine geçtik» demekti.

3 - Hz. Mikdâd,   ölüm korkusu ile müslümanlığı kabul etme­nin faydası olmadığını zannederek   Resulüllah   (Sallalîahü A leyhi ve Selteru)'e sormuş; o da hükmün zahire göre verileceğine işaretle, öl­dürülmeyeceğini beyan buyurmuştur.

 

158 - (96) Bize Ebû Bekir b. Ebî Şeyhe rivayet etti. (Dedi ki): Bize Ebû Hâlid-i Ahmer [7] rivayet eyledi. H.

Bize Ebû Küreyb [8] ile İshâk b. İbrahim [9] de, Ebû Muâviye'-den [10], bunların ikisi de A'meş'den, o da Ebû Zıbyân'dan  [11], o da-Üsâmetü'bnü Ze-yd' [12] den naklen rivayet etti. Bu hadis îbni Ebî Şey-be'nindir. Üsame şöyle demiş:

— Resulüllâh (Sallalîahü Aleyhi ve Sellem) bizi bir seriyye ile (cihada) göndermişti, Cüheyne kabilesinden Huru Kaatâ bir sabah baskını yap­tık. Derken ben bir adaiy;ı eriştim. Adam hemen : «La Üâhe illallah» dedi. Ama ben kendisini vurdum. Bundan kalbime bir şüphe düştü; ve hâdiseyi Peygamber (Sallalîahü Aleyhi ve Sellem) 'e anlattım. Resulüllah (Sallalîahü Aleyhi ve Sellem):.

«Lâ ilahe illallah, dedi mi? Sen de onu öidürdün mü?»      buyurdu. Ben:

«Yâ Eesulâllah, o bu sözü ancak silâhdan korktuğu için söyledi» de­dim.

«Bârî kalbini yarsan da bu sözü doğru söyledi.ni söylemedim! busey­din yâ!» buyurdular. Artık bu sözü bana o kadar tekrarladı durdu ki, keşke o gün (yeni) müslüman olmuş olaydım diye temenni ettim.

Bunun üzerine    Sa'd :

«Vallahi şişko yâni Üsâme öldürmedikçe ben de hiç bir müslü-man öldüremem» dedi. Bir adam: Allah:

«Fitne kalmayıncaya ve din tamâmiyle Allah'ın oluncaya kadar onlarla muharebe edin!   [13] » buyurmadi mı? dedi. Sa'd :

*Biz hiç bir fitne kalmasın diye mukaatele ettik. Sen ve arkadaşla­ ise fitne çıksın diye mukaatele etmek istiyorsunuz! dedi.

 

159 - {.-.) Bize Ya'kûb ed-Devrâkî rivayet etti. (Dedi ki): Bize Hüseyin [14] rivâyet etti. (Dedi M): Bize Husayn [15] hsber verdi. (Dedi ki): Bize Ebû Zıbyan rivâyet etti. Dedi ki: Üsâmetü'bnü Zeyd b. Hârise'yi rivayet ederken işittim. Dedi ki:

  ResulüUah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)   bizi Cüheyne kabilesinden olan Huraka üzerine gönderdi. Bunlara bir sabah baskını yaparak ken­dilerini bozguna uğrattık. Ensârdan bir zâtla ben, onlardan bir adama ye­tiştik. Kendisini kuşattığımız vakit «Lâ ilahe illallah»   dedi. Bunun üzeri­ne Ensârî onu bıraktı. Ben kendisini süngümle sapladım; nihayet Öldürdüm. (Medine'ye) geldiğimizde bu vak'a Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) in kulağına erişmiş. Bana:

«Yâ Üşme! O adamı: lâ ilahe Hİâllah dedikten sonra öldürdün mü?» dedi. Ben:

  Yâ Besulâllah, o ancak (bu kelimeye sığman) bir mülteci idi; de­dim. Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) yine:

«Onu: lâ ilahe illallah dedikten sonra öldürdün mü?» dedi. Artık bunu bana o kadar tekrarladı durdu ki, keşke o günden önce müslüman olma­mış olsaydım, diye temenni ettim.»

Bu hadis müttefekun aleytir. Buhâri onu «Megazî» bahsinden önceki «Gazvetü'l-Fetih» ile «Kitâbü'd-Diyât» da tahric etmiştir. Onu Ebû Davûd «Cihad» da, Nesâî 'de «Siyre.» bahislerinde ri­vayet ederler.

Hadisde bahsi geçen gazve, siyer uleması arasında    

«Gâlibül-Leysı Gazvesi» nâmîle ma'ruftur. İbni Sa'd bunun hicretin yedinci yılı ramaza­nında vuku' bulduğunu ve 130 mevcudu bulunan seriyyeye Gâ1ib b. Abdillâh'm kumanda ettiğini kaydeder. Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) kendisini Necid 'de Batn-ı Nahli'n arka ta­rafındaki Meyfa'a denilen yerde bulunan Benî Ahval ile Beni Abd b, Sa'lebe üzerine göndermişti. Bu yerle Medine arasında 8 konaklık mesafe vardır.

Zemahşeri ile diğer bazı ulema'nm beyanına göre Hz. Üsâme'nin öldürdüğü zâtın ismi Mirdâs b, Nehik 'tir. Kendisi müs-îüman olmuş fakat kabilesi henüz müşrik idiler. Mirdâs koyun gü­düyordu. Müslümanlar gelince kavmi onu bırakıp kaçtılar. Mirdâs müslüman olduğu için kaçmadı. Ancak islâm süvarilerini görünce orada­ki bir dağın yamacına sığındı fakat atlılar yanına gelince oradan inerek iki şehâdeti getirdi; ve onlara : «Es-selâmü aleyküm» dedi. Üsâme (Radiyallahu anh)  onu öldürerek koyunlarını aldı.

Resulüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) bu vak'ayı duyunca pek ziyâde müteessir oldular. Ve : «Sîz onu elindekini almak için öldürdünüz» buyurdular...

Hz. Üsâme'nin bu zâtı öldürmesi, kılıç korkusu ile edilen imanın fayda vermeyeceğini zannettiği içindir. Bu te'vilden dolayı da kendisin­den kısas sakıt olmuştur.  

Hattâbî diyor ki: Üsâme bu işi:

«Azabımızı gördükleri zaman iman etmeleri onlara fayda verecek değildir»

âyet-i kerimesine bakarak yapmışa benziyor; onun için de Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) kendisini ma'zur görmüş ve diyet ödetmemiştir.

«Size selâm veren kimseye sen mü'min değilsin demeyin!...»   [16]

âyet-i kerimesi bu vak'a üzerine nazil olmuştur.

İbni Ebî Şeybe 'nin rivayetinde Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) 'in Hz. Üsame'ye:

«Bârî kalbini yarsan da bu sözü (doğru) söyledi mi söylemedi mi buseydin ya!» buyurmasının ma'nası: Sen kalbteki sırlan bilemezsin; bu­na Özenme! Sana düşen vazife zahire bakmak ve o zâtın diliyle söylediği söze göre hareket etmekti; çünkü sen zahirle amel etmeye me'mursun... demektir.

Resulüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'m tekdiri karşısında Hz. Üsâme'nin : «Keşke o günden önce müslüman olmuş olmasaydım.» te­mennisi hakkında Kirmanı:   Müslüman olmamayı nasıl temenni edebildi?» demiş. Sonra yine kendisi : «İçinde hiç günah bulunmayan islâmi­yet temenni etmiştir.» diye cevap vermiştir. Üsâme'nin temennisi bu büyük cinayetten salim kalmak içindir. Yâni işlemiş olduğu suçun büyük­lüğü karşısında, daha önce müslüman olarak işlediği sâlih amelleri küçük görmüş gibidir. Üsâme (Radiyallahu anh) 'm bu temennisi hakikat de­ğil mecazdır. Çünkü hakikatte küfür üzere kalmayı istemek caiz değildir. O bu sözle Peygamber (Sallallahu Aleyhi ve Sellemyin o şiddetli tek­dirinden son derece korktuğunu ifâde etmiştir. Hatta bu hâdiseden sonra hiç bir nıüslümanla mukaatele etmeyeceğine yemin vermiş; Siffîn vak'asında Hz.  A1i {Radiyallahu anh)'a yardım etmemiştir.

Sâ'dü'bnü Vakkaas (Radiyallahu anh) dahi bu hususda ona tâbi' olarak: «Vallahi şişko öldürmedikçe ben de hiç bir müslüman öldür­mem.» demiştir. Maamafih Hz. Sa'd ' in bu sözden maksadı, Üsâme müslüman öldürürse ben de öldürürüm demek değildir. O sözünü imkân­sız bir şeye bağlamıştır.

«Şişko» dan murad Hz. Üsâme 'dir. Karnı büyük olduğu için ken­disine» «Zü'I-Butayn» yâni şişko derlermiş.

'Rivayetlerin birinde;

«Kalbini yarsaydın...»   diğerinde;

«Onu lâ ilahe HİâÜah dedikten sonra öldürdün mü?» cümlesinin tek­rar edildiği bildiriliyorsa da Resulüîlah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) in bunların ikisini de söylemiş olması muhtemeldir. Bu takdirde râvilerden biri bir cümleyi, diğeri de öteki cümleyi rivayet etmiş demektir.

Keza bir rivayette hâdiseyi Peygamber {Sallallahu Aleyhi ve Sellem)}e bizzat Hz. Üsâra e'nin haber verdiği; diğerinde ise Pey­gamber (Sallallahu Aleyhi ve Sellemyin kulağına eriştiği bildiriliyor. Bunların arasını bulmak için : «İhtimâl Mirdâs'ı Öldürdükten sonra Üsâme meseleyi Re sulüllâh (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) 'e sormağa niyet etmiş; fakat başkası ondan evvel gelerek haber vermiş Üsâme geldikten sonra Peygambe t (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) kendisine sormuş; o da anlatmıştır. Hadisde Vak'ayi Resulüîlah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) 'e ilk söyleyenin Üsâme (Radiyallahu anh) olduğuna delil yoktur.» denilebilir.

 

Hadisden Çıkarılan Hükümler:

 

1 - Hadis Kelâm-ı nefsinin sübutuna delildir.

2 - Ahkâm babında zahiri delillerle amel olunur; esrarı   Allah Teâ1â bilir. Bu kaide fıkıh ve usul-i fıkıh uleması arasında ma'ruf ve meşhurdur.

3 - Hataen katilde diyet yoktur; diyenler bu hadisle istidlal ederler. Fakat burada   İbni   Rüşd   şu mutâleayı ileri sürmüştür :    «Üsâme (Radiyallahu anh) hn o zâtı öldürmesi ne kasden insan Öldürme hükmüne girer; ne de diyet ve keffaret icabeden hatâ hükmüne, o ancak hata olduğu anlaşılan bir ictihâddır ki, bunda Üsâme'ye bir ecir vardır. Şayet isa­bet etseydi; iki ecir verilecekti. Peygamber (Sallallahü Aleyhi-ve Sellem)yin onu tekdir buyurması ihtiyatı elden bıraktığı içindir. Zira ihtiyaten öldürmemek icâbederdi...» Bâzıları Peygamber (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) 'in Hz. Üsâme'ye kısas, diyet ve keffârat gibi bir ce­za tatbik etmediğine göre bunların hepsi sakıt olmuştur; diyorlar. Mesele ihtilâflıdn. Kısas şüpheden dolayı sakıt fakat keffaret vaciptir diyenler ol­duğu gibi, diyet de vaciptir diyenler vardır.

4 - Mü'min bir kimseyi öldürmek büyük günahtır.

 

160 - (97) Bize Ahmed b. Hasen b. Hıraş rivayet etti. (Dedi ki): Bize Amr b. Âsim [17] rivayet etti. (Dedi ki): Bize Mu'temir rivayet etti. Dedi ki): Baham rivayet ederken işittim ki, Safvân b. Muhriz [18] in karde­şi oğlu Hâlid el-Esbec, [19] Safvân b. Muhriz'den naklen şunu rivayet eylemİş:

Cündeb b. Abdillâh el-Becelî  [20], İbnirz-Zübeyr fitnesi zamanında

As'as b. Selâme [21] ye haber göndererek:

«Arkadaşlarından bana bir kaç kişi topla da kendilerine hadis rivayet edeyim.» demiş. O da hemen arkadaşlarına bir haberci göndermiş. Onlar toplanınca Cündeb, üzerinde san renkte bir bornuz olduğu halde (yanları­na) gelmiş. Ve:

«Konuşmakta olduğunuz şeyi konuşun!» demiş. Nihayet konuşma sı­raya konmuş. Cündeb'e sıra gelince, başından bornozu açarak şunları söy­lemiş :

«Ben size geldim. Ama (pekte) size Peygamberinizden haber vermek istemiyorum. Resulüllah (Sallallahü Aleyhi ve Seilem) müslümanlardan bîr müfrezeyi, müşriklerden bir kavim üzerine gönderdi. (İki taraf) birbirle­riyle karşılaşmışlar. Müşriklerden biri müslümanlardan birini nişan almak isterse alır ve Öldürürmüş. Müslümanlardan bir zât (Hasımlarının) gafle­tini gözetmiş. Bize b*ı zâtın Üsâmetü'bnü Zeyd olduğunu söylüyorlardı. Üsâme ona kılıcını kaldırınca hasmı:

  «Lâüâhe illallah» demiş; ama Üsâme onu Öldürmüş. Derken Pey­gamber (Sallallahü Aleyhi ve Se!iem)fe    bir    müjdeci    gelmiş.    Resulüllah (Sallallahü Aleyhi ve Seilem)   ona sormuş;  o da söylemiş. Hatta öldürülen adamın ne yaptığını bile haber vermiş. Bunun üzerine Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Seilem)  Üsâme'yî çağırarak kendisine sormuş; ve:

«O adamı niçin öldürdün?» demiş. Üsâme:

  Yâ Resulâllah (bu adam) müslümanlar arasında çok can yaktı. Fi­lân ve filân kimseleri öldürdü demiş; ve bir kaç kişinin isimlerini saymış. (Demiş ki): Ben onun üzerine hücum ettim. Kılıcı görünce: lâüâhe illallah dedi. Resulüllah (Sallallahü Aleyhi ve Seilem):

«Onu öldürdün mü?»   demiş. Üsâme:

— Evet cevabını vermiş. Peygamber   (Sallallahü Aleyhi ve Seilem): »Kıyamet gününde Lâilâhe iiiâÜah karşına geldiği vakit ne yapacaksın?»

buyurmuş. Üsâme :

  Yâ Resulâlîah, benim için istiğfar et; demiş. Resulüllah (Sallallahü Aleyhi ve Seilem): tekrar

«Kıyamet gününde lâ ilahe İllallah karşına geldiği vakit ne yapacaksın?» buyurmuşlar. Râvî diyor ki: Artık Üsâme'ye :

«Kıyamet gününde lâ ilahe illallah karşına geldiği vakit ne yapacaksın?» demekten fazla bir şey söylemiyordu.

Lisân âlimlerinin beyanına göre «Bornos» başlığı gövde kısmına bitişik olan kaftan ve cübbe gibi elbisedir.

cümlesinin ma'nası «size haber vermek istemiyorum» de­mektir. Bu cümle bütün esas nüshalarda bu şekilde rivayet olunmuştur. An­cak hadisin baş tarafında Hz. Cündeb'in As'as'a haber gönde­rerek :

«Arkadaşlarından bana bir kaç kişi topla da kendilerine hadis riva­yet edeyim...» dediği beyân edildiğine göre burada «size ondan haber ver­mek istemiyorum» demesi nıa'nayı müşkilleştirir. Bu sözün iki veçhe ih­timâli vardır.

1 - Cümledeki, nefî çdâtı (lâ) zâid yâni fazladır. Binaenaleyh yok­muş gibi ma'na verilir ve: «Size haber vermek istiyorum> denilir. Arap-çada bu (lâ) nın hazfedildiği çoktur. Meselâ:   «Yemin ederim»

«Seni secde etmekten menettiği» gibi ayetlerdeki (lâ) lar hep bu kabildendir

2 - Lâ, zait değildir.  Cümlesinin mânâsı: Size Peygamberiniz­den bir  şey haber vermek  istemiyorum;  kendimden bir  şeyler  söyle­mek ve nasihat etmek niyetindeyim. Ama şimdi bu niyetimden vaz ge­çecek   Peygamber   (Sallallahü Aleyhi ve SeUem)'den hadis rivayet ede­ceğim» demektir.

şeklinde de rivayet olunmuştur. Bunların ikisi de doğrudur. Çünkü (racea) fi'li bazen lâzım bazen de müteaddî manasında kullanılır. Burada müteaddî olarak «döndür dü» ma'nasmda kullanılmıştır.

 

Hadisden ÇıkaruılanHükünmler

 

1 - Âlim veya meşhur büyük bir zâtın fitne zamanında halka vazû' nasihatte bulunarak kendilerini teskin etmesi gerekir.

2 - Müşrikin yalnız kelime-i tevhidi söylemesi (yâni îâilâhe illallah demesi) öldürülmesine manî' olur.

 

42 - Peygamber (Satlallahü Aleyhi ve Sellem) 'in : «Bize silâh çeken bizden değildir»  Hadisi Babı

 

161 - (98) Bana Züheyr b. Harb ile Muhammed b. el-Müsennâ riva­yet ettiler. Dediler ki: Bize Yahya —ki el-Kâttân'dir — [22] rivayet et­ti. H.

Bize Ebû Bekir b. Ebî Şeybe dahî rivayet eyledi. (Dedi ki): Bize Ebû Üsâme [23] ile İbni Nümeyr [24] rivayet ettiler.

Bunların hepsi Ubeydullah'dan, o da Nâfi'den [25], o da İbni Ömer'­den, o da Peygamber (Salîallahii Aleyhi ve Selletn)'den naklen rivayet etti­ler. H.

Bize Yahya b. Yahya da rivayet etti. Bu lâfız onundur. Dedi ki: Mâ-lik'e, Nâfi'den dinlediğim, onun da İbni Ömer'den rivayet ettiği şu hadisi okudum: Peygamber (Saîîallahü Aleyhi ve Sellem) :

«Her kim bize karşı siiâh taşırsa o kimse bizden değildir.» buyurmuş­lar.

 

162 - (99) Bize Ebû Bekir İbni Ebî Şeybe ile îbni Nümeyr rivayet ettiler. Dediler ki: Bize Mus'ab —ki İbnü'l-Mikdâm'dır—  [26] rivayet et­ti. (Dedi ki): Bize Ikrimetü'bnü Ammâr, İyâs b. Seleme'den  [27], o da babasından, o da Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) 'den naklen rivayet ey­ledi. Resulüllah   (Sallallahü Aleyhi ve Sellem):

«Her kim bize kılıç çekerse bizden değildir.»  fcuyurnıuşlar.

 

163 - (100) Bize Ebû Bekir b. Ebî Şeybe ile Abdullah b. Berrâd el-Eş'-arî [28] ve Ebû Küreyb rivayet ettiler. Dediler ki: Bize Ebû Üsâme, Bü-reyd'den  [29], o da Ebû Bürde [30] den, o da Ebû Musa'dan [31], o da pey. gamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) 'den naklen rivayet etti. Resulüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) :

«Her kim bize karşı siiâh taşırsa o kimse bizden değildir.» buyurmuşlar.

Bu hadisi     Buhâri     «Kitâbu'd-Biyât» ile «Kitâbü'l-Fiten» de,

Nesâî «Muharebe^ de, Tirraizi iie İbni Mâce'de «Hudud» bahsinde tahric etmişlerdir/*"

Hadisin ma'nası: Haksız yere müslümanlarla harb etmek ve onları öldürmek için silâh taşıyan kimse bizim yolumuzda değildir. Demektir. Çünkü bir müslünıanin din kardeşi üzerindeki hakkı, ona karşı silâhlana­rak öldürmeye çalışması ve bu suretle onu korkutması değil bilâkis ona yardım etmesi ve onun nâmına düşmanlariyle çarpışmasıdır.

Kirmânî «Bizden değildir» cümlesini «Bizim sünnetimize tâ­bi olanlardan ve yo-Jumuzda gidenlerden değildir» şeklinde tefsir et­miştir. Yoksaböylelerin dinden çıktığı kasdedllmemiştir. Ancak Süfyan b. Uyeyne «Bizden değildir.» sözünü «Bizim yolumuz­da gidenlerden değildir.» şeklinde tefsir etmekten hoşlanmaz, «Bu söz ne çirkin.» dermiş, Zira o cümleyi hiç te'vil etmemeyi daha müessir bulur-muş. Kirmanı: «Biri mütecaviz olan iki taifeye ne buyurursun?» diye bir suâl irâd etmiş; buna yine kendisi: «Mütecaviz olan taifa Pey­gamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'in sünnetine tabî* olmamıştır.» cevabını vermiştir. Bittabi haksız yere müsîüman öldürmeyi helâl i'tikad eden kâfir olur.

Buhâri'nin «Kitâbü'l-İnıan» ile «Kitâbü'Mtk» da,   Müslim 'inde «Kitâbu'I-Fiten» de ittifakla tahric ettikleri Ahnef b. Kays hadisinde Resulüllâh (Sallallahü Aleyhi ve Selîem) : «iki müsli-man kılıçlariyle karşılaşırlar da biri diğerini öldürürse hem kaatil hem maktul cehennemi boylarlar...» buyurmuştur. Hadisin tamamı, yeri gelin­ce görülecektir.

Bu hadisin ma'nası hakkında kitabımızın başında da söz geçmişti.

 

43 - Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) 'in Bizi Aldatan Bizden Değildir.» Hadisi Babı

 

164 - (101) Bize Kuteybetü'bnü Said rivayet etti. (Dedi ki): Bize Ya-kûb — ki İbni Abdirrahmân el-Kaarî'dir — rivayet etti. H.

Bize Ebû'l-Ahvas Muhammed b. Hayyân [32] da rivayet etti. (Dedi ki): Bize İbni Ebî Hazım [33] rivayet etti. Bunların her ikisi de Süheyl b. Ebî Salih'den o da babasından o da Ebû Hüreyre'den naklen rivayet et­miştir ki, Resulüllâh (Sallallahü Aleyhi ve Sellem):

«Her kim bize karşı silâh taşırsa bizden değildir. Bizi aldatan da bizden değildir.»   buyurmuşlar.

(102) Bana Yâhyâ b. Eyyub ile Kuteybe ve İbni Hucr toptan İsmail b. Cafer'den rivayet ettiler. İbni Eyyûb dedi ki: Bize İsmail rivayet etti. Dedi ki: Bana El-Alâ' [34] babasından, o da Ebû Hüreyre'den naklen haber verdi kİ, Resulüllâh (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) bir ekin yığınına uğramış; ve elini onun içine daldırmış da parmaklarına ıslaklık dokunmuş. Bunun üzerine: «Ey ekin sahibi! bu ne?» buyurmuş. Ekin sahibi:

— Ona yağmur isabet etti ya Resulâllah! demiş. Kesülullah   (Sallallahü 'eyhi ve Sellem) :

«O (ısfak) kısmı insanlar görsün diye ekinin üstüne koysa idin ya! Aldatan benden değildir..»   buyurmuşlar.

Resulüllâh (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) 'İn oraya uğraması ya pazar ye­rindeki müslümanlann hâllerini teftiş etmek yahut bir şey satın almak içindir. Böyle bir teftişi hükümet yaptırmalıdır.

«Subra» hapsetmek ma'nasma gelen *sabır»dan alınma olup yığtn ma'nâsma gelir .Yığın da satmak için hapsedildiğinden ona bu isim veril­miştir.

«Islak kısmı üstüne koysa idin ya5» buyurulmasından anlaşılıyor ki sahibi o ekini toptan yahud ne kadar olduğunu ölçmeden ölçeği şu ka­dara...» diyerek satacakmış. Zira aldatma ancak bu şekil satışda olur. Üzüm, incir, elma ve armud gibi yemişlerin iyilerini sepetin üstüne di­zerek sepet hesabiyle satmak da bu kabildendir. Sepetin üstündekilerle altındakiler arasındaki fark büyük olursa yapılan bu iş aldatma sayıla-cğından müşteri o malı kabul etmeyebilir. Fark az olursa kabulden imti­na1 edemez; bunun hükmü yoktur. Çünkü alış verişler az miktar aldanma­dan hâli kalmazlar.

Peygamber (Sallallahü Aleyh! ve Sellem) 'in o zâtı te'dîb veya pa­zardan koğduğuna dair bir ma'lûmat verilmemiştir. İhtimâl bu hal ilk de­fa vuku' bulduğu için te'dib hususunda söale iktifa etmiştir.

Hadis-i şerif ehl-i fazilet zevatın bir şey satın almak için pazara girme. lerinin rüchamna delildir. Zira Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) ancak tercih edilecek bir şeyi yapar. Maamâfih caiz olduğunu göstermek için de gitmiş olabilir. Bu takdirde hadis ruchana değil, cevaza delâlet eder. İmam Mâlik: «Eskiden insanların âdeti pazar yerlerine çıkmak ve oralarda oturmak idi. İbni Ömer çok defa pazara gelir; orada otururmuş, diyor. Yahya b. Saîd dahi: «Ben Said b. e1-Müseyyeb ile Sâ1im 'in bir çok hadislerini ancak pazarda otururlarken almışımdır.» demiştir.

 

44 - Yanaklara Vurmanın, Yakaları Yırtmanın ve Cahiliyet (Da'vetiyle Çağırmanın Tahrimi Babı)

 

165  - (103) Bize Yahya b. Yahya rivayet etti. (Dedi ki):   Bize Ebû Muaviye haber verdi. H.

Bize Ebû Bekir b. Ebî Şeyhe de rivayet etti. (Dedi ki): Bize babam ri­vayet eyledi. Bunların hepsi A'meş'den, o da Abdullah b. Mürra'dan o da Mosruk'dan, o da Abdullah'dan [35] naklen rivayet ettiler. Abdullah şöy­le demiş. Resulüllâh   (Sallaîlahü A îeyhi ve Sellem) :

«Yanaklarına vuran veya yakalarını yırtan yahud câhiiiyet davetiyle ça­ğıran bizden değildir.»   buyurdular.

Bu hadis Yahy a'nındır. İbni Nüraeyr ile Ebû Bekir ise elifsiz olarak (yâni ev yerine ve harfini kullanarak) «ve yırtar; ve ça­ğırırsa» dediler.

 

166  - (...) Bize Osman b. Ebî Şeybe de rivayet etti. (Dedi ki): Bize Cerir [36] rivayet etti. H.

Bize İshâk b. İbrahim ile Ali b. Haşrem de rivayet ettiler. Dediler ki; Bize İsa b. Yûnus rivayet etti. Bu râvilerih ikisi birden A'meş'den bu is-iıadla rivayet etti. Onlar da «ve yırtar; ve çağırırsa»   dediler .

Hadis muttefekun aleyhdir. Buhârî onu «Kitâbü'l-Cenâiz» ile «Kitâbü'î-Menâkib» da, Tirmizi Nesâî ve İbni Mâce'de «Kitâbü'l-Cenâiz» de tahric etmişlerdir.

«Bizden değildir» cümlesinden muradın: Bizim yolumuzda değildir demek olduğunu az yukarıda görmüştük. Çünkü ehl-i sünnete göre günah işlemek bir mü'mini dinden çıkarmaz. Meğer ki3 günahın helâl olduğuna i'tikad ede.

Kirmanı diyor ki: «Bu cümle tağliz içindir. Ancak «cahiliyet dâ'-veti» haramı helâl i'tikad etmek ve Allah'ın kazasına teslim olmamak gibi küfrü mûcib bir şeyle tefsir olunursa o zaman bu nefi hakikat olur.»

Cahİliyetden murad: İslâmdan evvelki fetred devridir.

Cahiîiyet da'veti: harb için yardıma çağırmaktır. «Cahiliyyet devrin­de araplar harbedecek olurlarsa bütün kabileleri dolaşır ve: «Ey filân oğulları!» diye bağırarak onları harbe da'vet ederlerdi. Kaatile —zâlim bile olsa — yardım ederlerdi. İslâmiyet bu âdeti yıkmıştır. Hz. Câbir (Radiyalîahu anh) 'dan rivayet edilen bir hadise göre bir zât şaka ederek ensardan birine dokunmuş. Ensari buna fena halde içerleyerek kavga et­mişler ve Ensarî; «Yetişin ey Ensar!» muhacirde: «Yetişin ey muhacirler» diye harb da'vetinde bulunmuşlar. Bunun üzerine Peygamber (Sailalîahü Aleyhi ve Sellem) yanlarına çıkarak :

«Bu câhiiiyet da'veti ne oluyor?» demiş, sonra kavgalarının sebebini soruşturmuş; muhacirin şal&dan dokunması olduğunu anlayınca :

«Bırakın onu! Çünkü o çirkin bir şeydir...»   buyurmuştur.

Kaadî Iyaz'a göre cahiliyet da'veti: Yas ederek ağlamak, ölü­nün iyiliklerini sayarak ağlamak gibi şeylerdir.

Başına bir belâ gelince yanaklarına vurmak, yakalarım yırtmak, yü­zünü tırmalamak, vay helakim, vay başıma gelenler... gibi feryadlarda bu­lunmak câhiiiyet âdetlerindendir. Hadisde yanakların zikredilmesi ekseri­yetle onlara vurulduğu içindir. Yoksa vücudun sair yerlerine vurmak da ayni hükümdedir; ve hepsi haramdır.

Bu hadisde üç şey zikredilmiş ve bunlar birbirlerine (yahud) ma'na-sına gelen «ev» edâtiyle atfolunmuşlardır. Binaenaleyh nefi bunların ay­rı ayrı her biri ile hasıl olacak demektir. Vakıa rivayetlerin bâzısında «ev» yerine atıf harflerinden «ve» kullanılmıştır. Bu edat mutlak surette cemi' için olup tertibe filân delâlet etmezse de burada o, «ev ma'nasında kul­lanılmıştır .Zira bir hadisin iki rivayetinden biri «ev» diğeri «ve» ile gelir­se «ve= ye de «ev» manası verilir.

 

167 - (104) Bize Hakem b. Musa [37] el-Kantariy rivayet etti. (Dedi ki)' Bize Yahya b. Hamza, [38] Abdurrahman b. Yezîd b. Câbir'den riva­yet etti. Ona Kaasim b. Muhaymira [39] rivayet etmiş. Demiş ki: Bana Ebî Bürdete'bni Ebî Musa rivayet etti. Dedi ki:

Ebû Musa çok hasta oldu ve bayıldı. Başı kadınlarından birinin ku­cağında idi. Bunun üzerine kadınlarından biri bir çığlık kopardı. Fakat Ebî Musa ona bir şey söyleyemedi. Aytldığı vakit:

«Resulüllâh (Sallallahü Aleyhi ve Seiiem)'ın berî olduğu bir şeyden ben de beriyim. Resultillah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) va veylâcı, saçını yolan ve elbisesini yırtan kadınlardan berî idi.» dedi.

 

(...) Bize Abd b. Humeyd ile İshâk b. Mansur rivayet ettiler. Bediler ki; Bize Ca'fer b. Avn [40] haber verdi (Dedi ki): Bize Ebû'Umeys [41] haber verdi. Dedi ki: Ben Ebû Sahra'dan [42] dinledim. Abdurrahman b. Yezid ile Ebû Bürdete'bni Ebî Musa'dan naklen anlatıyordu. Demişler ki: Ebû Musa bayıldı, da karısı Ümmü Abdillâh çığlıkla feryad ederek geldi. Sonra Ebû Musa ayıldı. Karısına :

Bilmedin mi ki Resulüllah {Sallallahü Aleyhi ve Sellem) : (Ben saç yo­lan, feryad eden ve yaka yırtan kimseden beriyim) buyurdu? dedi. (Çünkü) Ebû Musa, karısına bu hadisi (daha önceden) rivayet edermiş.

 

(...) Bize Abdullah b. Muti' [43] rivayet etti. (Dedi ki): Bize Hüseyni, Husayn'dan [44], o da lyâz-i Eş'arî'den, o da Ebû Musa'nın karısından, o da Ebû Musa'dan o da Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'den nak­len rivayet eyledi. H.

Bana bu hadisi Haccâc b. eş-Şair dahi rivayet etti. (Dedi ki): Bize Ab-düssamed [45] rivayet etti. Dedi ki; Bana Babam rivayet etti. (Dedi ki): Bize Dâvud ya'nî İbni Ebî Hind rivayet etti. (Dedi ki): Bize Âsim [46], Safvân b. Muhriz'den, o da Ebû Musa'dan, o da Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellenı)'den naklen rivayet eyledi. H.

Bana Hasen b. Aliy el-Hulvânî de rivayet etti. (Dedi ki): Bize Ab-düssanıed rivayet etti. (Dedi ki): Bize Şu'be, Abdiümelik b. Umeyr'-den [47], o da Rib'î b. Hıraş'dan, o da Ebû Musa'dan, o da Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) 'den naklen bu hadisi haber verdi. Şu kadar var ki lyâz-ı Eş'arı hadisinde: «Bizden değîidir»   demiş «Berî» dememiştir.

Hadis müttefekun aleytir. Buharı onu «Cenaze» bahsinde tah-riç etmiştir. İbni Mace 'deki rivayetinde «hamişe» yâni yüzünü tı-r malayan, yakalarım yırtan, vay halime diye feryad eden kadına Pey­gamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellemj'in lâ'net buyurduğu kaydedilmek­tedir. Mezkûr rivayeti   İbni   Itbân   sahih bulmuştur.

Hadisin muhtelif rivayetlerinden anlaşıldığına göre Ebû Mûsâ (Radiyalhhu anh) 'm hastalığı Hz. Ömer tarafından Basra'ya vâlî gönderildiği zamana tesadüf etmektedir.

Nesâî 'niri Sünneninde Hz. Ebû Musa 'nın karısının Ümmü Abdillâh binti D.evme olduğu bildiriliyor. Bazıları isminin Safiyye olduğunu söylerler; ve:

«Ebû   Biirdete'bnî   Mûsâ 'nın annesi bu kadındır.» derler.

Berî olmak: ayrılmak demektir. Şu halde: «Ben ondan beriyim.» de­mek «Ben ondan ayrıyım ma'nasma gelir. Ei-Mühelleb bunun: yapılan işe razı olmamak manasına geldiğini söyler.

Sâlika: Musibet zamanında yüksek sesle feryâd eden kadm demektir. Îbnî'l-A'râbî 'den bir rivayete göre «saîîka» yüzünü döğen kadındır.

Halika: musibet zamanında saçını tıraş eden veya yolan kadındır. Şaakka: musibet zamanında yakalarını yırtan kadındır.

Hadis-i şerif bunların üçüne de şâmil olduğu halde   İmam   Buhârî jjbabm başmda yalnız musibet zamanında saç yolmayı zikreder. Çünkü ka-ifdınlar hakkında bunların en çirkini saçını yolmaktır.

Nevevî 'nin beyânına göre: nüdbe (yanî Ölenin eyiliklerini saya­rak ağlamak), niyâba (yâni ölüye yas ederek sesle ağlamak), yüzünü döğ-mek, yakalarını yırtmak, yüzünü tırmalamak, saçlarını dağıtmak, «helak V olayım», «kahrolayim» diye bed duâ etmek büittifak haramdır. Bazıları •'bunlara mekruh demişse de   Aynî   onun bundan kerahet-i tahrimiyye kasdettiğini, zira böyle şeylerin biz Hanefüerce de haram olduğunu söyle­mektedir.

Hadisin Hasen el-Hulvânî tarikında Abdüssamed'in, Şu'be 'den merfu' olarak rivayetine Kaadî lyâz i'tiraz etmiş; ve ulemânın bu hadisi Şu'be'ye mevkuf bulduklarını, Abdüssamed'den başkasının onu merfu' rivayet etmediğini soylemişse de Nevevi kendisine şöyle cevap vermiştir: «Sahih ve muhtar olan mezhebe göre bu zarar etmez; çünkü bir hadisi râvilerden bâzısı mevkuf, bâzısı merfu' yahud bâzısı muttasıl bazısı mürsel rivayet ederse o hadîse merfû' ve muttasıl hükmü verilir. Bazıları mevkuf ve mürsel hükmü verileceğini söylemişler. Bir takımları daha belleyişli râvilerin hadisile amel edilir de­mişlerdir. Ekseriyete göre hüküm verilir; diyenler bile olmuştur. Fakat sahih olan kavil, birincisidir. Bununla beraber Müslim merhum bu isnadı i'timad edilsin diye zikretmemiştir; o bunu ancak mütâbeat için zikretmiştir, ki bu hususta yakında söz etmiştik.»

 

45 - Koğuculuğun Ağır Şekilde Haram Kılındığını Beyan Babı

 

168 - (105) Bana Şeyban b. Ferruh ile Abdullah b. Muhammed b. Esma' ed-Du'baî [48] rivayet ettiler. Dediler ki: Bize Mehdi — ki [49] İbni Meymun'dur — rivayet eyledi. (Dedi ki): Bize Vâsıl el-Ahdeb, Ebû Vâil'-den, o da Huzeyfe'den naklen rivayet etti. Huzeyfe bir adamın lâf taşıdı­ğını duymuş. Bunun üzerine şunları söylemiştir: Ben Resulüllalv (Sallallahü Aleyhi ve Sellemyi:

«Koğucu cennete giremez.»   derken işittim.

 

169 - (...) Bize Aliy b. Hucr es-Sa'dî ile îshâk b. İbrahim rivayet ettiler. îshâk dedi ki: Bize Cerir, [50] Mansur'dan, [51] o da İbrahim'­den [52] o da Hemmam b, el-Hâris'den [53] naklen haber verdi. Hem-mâm demiş ki:

Bir adam emîre [54] lâf taşıyordu. Bir gün biz mescidde oturu­yorduk. Cemaat: «Bu adam emire lâf taşıyanlardandır.» dediler. Derken adam geldi ve bizim meclisimize oturdu. Bunun üzerine Huzeyfe [55] Ben Resulüîlah (Satlailahü Aleyhi ve Sellem) 'i:

«Koğucu cennete giremez.» derken işittim, dedi.

 

170 - (...) Bize Ebû Bekr b. Ebî Şeybe rivayet etti. (Dedi ki) Bize Ebû Muaviye ile Vekî', A'meş'den rivayet ettiler. H.

Bize Mincab b. el-Hâris et-Temîmî de rivayet etti. Bu lâfız onundur. (Dedi ki): Bize İbni Müshir, A'meş'den, o da İbrahim'den o da Hemmâm b. el-Hâris'den naklen haber verdi. Demiş ki: Biz Huzeyfe ile birlikte mes-cidde oturuyorduk. Derken bir adam gelerek yanımıza oturdu. Huzeyfe'ye: «Bu adam sultana bir şeyler götürüyor» dediler. Bunun üzerine Huzeyfe ona işittirmek isteyerek:

— Ben Resulüllâh (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) 'i:

«Koğucu cennete giremez.» buyururken işittim, dedi.

Hadis müttefekun aleyhdir. Buharı onu «Kitâbü'1-Edeb» de di­ğer «Ktitübü sitte» sahiplerinden Ebû Dâvud «Kitâbü'1-Edeb» de, Tirmizi «Kitâbü'1-Bir» de, Nesaîde «Tefsir» de tahric etmiş­lerdir.

Kattât: Hem vezin hem de ma'na cihetinden nemmamın müteradifi­dir, ki koğucu demektir. Nitekim Kaadî Iya'z : «Kattâtla nemmâm birdir» demiştir. Fakat İbni Battal: «Bâzı lügat.ulemâsı kattât ile nemmâm arasında fark bulmuştur.» demiştir. Hattâbî: «Nemmâm Konuşan cemaatle beraber olur ve onların konuştuklarım başkalarına eriştirir. Kattât ise: cemaatin haberi yokken onların konuştuklarını din­ler;  sonra başkalarına taşır.»   diyor.

«(Koğucu cennete giremez.» ifadesininma'nâsı şa'yet Allah Tealâ bu babtaki vaîdini infaz ederse giremez demektir. Çünkü ehl-i sünnet ule­ması Allah Tealâ 'nın vaîdinde muhayyer olduğunda müttefiktir-lar. Binaenaleyh dilerse azâb eder; dilerse aff buyurur.

Yahud hadis, koğuculuğu helâl i'tikad edenlere hamlolunur. Yahud da koğucu günahsız kullarla birlikte cennete giremez diye teVil olunur. Bu takdirde cehennemde cezasını çektikden sonra bittabi cennete girer.

Acaba koğuculuk gıybet midir değil' midir? Bu mesele ihtilaflıdır. Râcih olan kavle göre aralarında mugâyeret ve mantıkan umum ve husus min. vech vardır. Zira koğuculuk, bir kimsenin halini ifsâd yolu ile ve rizası olmaksızın başkasına nakletmektir. Hal sahibinin bunu bilip bilme­mesi müsavidir. Gıybet ise bir kimseyi hoşlanmadığı bir şey^e gıyabında zikretmektir. Yâni koğuculuk ifsad kasdı ile gıybetten ayrılır. Çünkü gıy­bette ifsad kasdı şart değildir. Gıybet dahi, zemmî edilen şahıs hakkında söylenenler gıyabında söylenmekle koğucuîuktan ayrılır. Sair yerlerde bir­leşirler.

İmam Gazali (Rahimehullah) , «İhyâu'1-Ulum» nam eserinde ko­ğuculuk hakkında şöyle der:

«Bilmiş ol, ki nemime ekseriyetle başkasının sözünü, hakkında  söz

edilen kimseye taşımakda kullanılır. Meselâ: filân senin hakkında şunları söylüyor.» dersin. Ama neneme buna mahsus değildir. Onun ta'rifi: mey­dana çıkması arzu edilmeyen bir şeyi meydana çıkarmaktır. İster kendisin­den nakledilen şahıs hoşlanmasın isterse.lâf götürdüğü şahıs veya başka biri bunu kerih görsün. Ve keza meydana çıkarma işi ister cebren olsun isterse remiz ve imâ suretiyle yapılsın. Şu halde nemimenin hakikati: açıl­ması istenmeyen şeyin sırrını ifşa etmek ve perdeyi kaldırmaktır. Bir kim­seyi kendisi için mal saklarken görerek başkalarına söylemek nemimedir.

Kendisine bir şey koğuşturularak: «Filân senin hakkında şöyle diyor; yahud senin hakkında şu icraatta bulunuyor.» denilen kimseye altı şey lâzımdır:

1 - Onu tasdik etmemelidir. Çünkü nemmâm fâsiktir.

2 - Onu koğucuîuktan men' etmeli; kendisine nasihatta bulunmalı; yaptığının kötü bir iş olduğunu söylemelidir.

3 - Ona   Allah   için buğz etmelidir. Zira o kimse Allah Tealâ 'nın buğzuna uğramıştır. Allah 'in buğz ettiği kimseye buğz vaciptir.

4  - Yanında  olmayan   din  kardeşine  sû-i  zannda  bulunmamalıdır.

5 - Koğucunun söyledikleri, kendisini o hususta tecessüs ve  araş­tırma yapmaya sevk etmemelidir.

6 - Koğucuya yasak ettiği şeyi kendisi yapmamalı; onun koğuştur-duğu şeyleri başkasına hikâye ederek: «Filân şöyle söyledi» dememelidir. Zira bunu yaparsa kendi de nemmâm ve kendi nehyettiğini kendisi yap­mış ölür...»

Nevevî İmam Gazâ1î!nin yukarıdaki sözlerini naklettikten sonra şunları ilâve ediyor:

«Nemime hakkında söylenen bütün bu sözler, nemimede şer'i bir maslahat olmadığına- göredir. Ama ona ihtiyaç görülürse, men' edilemez. Meselâ: Birisi sana veya ailene yahud malına bir kötülük etmek istiyor» diye haber vermek ve keza devlet reisine veya bir salâhiyet sahibine bir adam hakkında: «Şunu yapıyor; mefsedet peşinde koşuyor.» diye haber vermek bu kabildendir. Salâhiyet sahibinin de o işi meydana çıkarması,

zararını gidermesi icabeder.

Bütün bunlar ve benzerleri haram değil, yerine göre bazısı vâcib, ba­zısı naüstehabtırlar,»

 

46 - Elbise Eteğini Yerde Sürümenin, İhsani Başa Kakmanın, Mali Yeminle Satmanın Ağır Şekilde Haram Kılındığını, Kıyamet Gününde Allehın Kendilerile Konuşmayacağı, Bakmayacağı ve Temize Çıkarmayacağı, Kendilerine Elim Azab Olan Üç Kişiyi Beyan Babı

 

171 - (106) Bize Ebû Bekr b. Ebî Şeybe ile-Muhanımed b. el-Müsennâ ve İbni Beşşâr [56] rivayet ettiler. Dediler id: Bize Muhammed b. Ca'fer, Şu'bedeıı, o da Aliy b. Müdrik'deri, o da Ebû Zür'a'dan, o da Hareşetü'bnü'l-Hurr'den, [57] o da Ebû Zerr'den, o da Peygamber (Saîİallahü Aleyhi ve Selîem) 'den naklen rivayet etti. Resulüllah (SallaUahü Aleyhi ve Sellem):

«Üç kişi vardır ki, kıyamet gününde AHah onlarla konuşmayacak, onlara bakmayacak, onları tezkiye de etmiyecektir. Hem onlar için elim bir azâb vardır.»   buyurmuşlar.

Râvî demiş ki:

«Resulüllâh (SallaUahü Aleyhi ve Sellem)   bunları üç defa okudu.» Ebû Zerr :

— Adları batsın! Umduklarına ermesinler! kim onlar ya Resulâllah? demiş Resulüllah (SallaUahü Aleyhi ve Sellem) :

«Elbisesini (kibirinden) yerde sürükleyen, verdiğini başa kakan ve ticaret malına yalan yere yeminle revaç verendir» buyurmuşlar.

 

(...) Bana Ebû Bekr b. Hallâd-i Bâhilî rivayet etti. (Dedi ki): Bize Yahya —ki el-Kattândır— rivayet etti. (Dedi ki): Bize Süf>ân [58] ri­vayet etti. (Dedi ki): Bize Süleyman El-A'meş, Süleyman b. Müshir'-den, [59] o da Hareşetü'bnü'I-Hurr'dan, o da Ebû Zerr'den [60] , o da Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) 'den naklen rivayet eyledi. Resu­lüllah  (SallaUahü Aleyhi ve Sellem):

«Üç kişi vardır ki, kıyamet gününde Allah onlarla konuşmayacaktır: Ba­şa kakmadan hiç bir şey vermeyen mennân, malına yalan yere yeminle revâc veren ve elbisesini sürükleyen.» buyurmuşlar.

Bu hadisi bana Bişrü'bnü Hâlid de rivayet etti. (Dedi ki): Bize Mu­hammed yânî İbni Ca'fer, Şu'be'den rivayet etti. Demiş ki: Ben Süley­man'dan bu isnâdla dinledim, ve:

«Üç kişi vardır ki, Allah onlarla konuşmaz; Onlara bakmaz; onları tezki­ye etmez; hem onlara elim bir azâb vardır.» dedi.

 

172 - (107) Bize Ebû Bekr b. Ebî Şeybe rivayet etti. (Dedi ki): Bize Veki' ile Ebû Muâviye, A'meş'den, o da Ebû Hâzim'den, [61] o da Ebû Hüreyre'den naklen rivayet etti. Ebû Hüreyre demiş ki:

— Resulüllâh (Saüallahü Aleyhi ve Sellem) :

«Üç kişi vardır ki. Kıyamet gününde Allah onlarla konuşmaz. Onları tez­kiye de etmez. (Ebû Muâviye: ve onlara bakmaz; demiş.) hem onlara elim bir azâb vardır. Bunlar: zina eden ihtiyar, yalancı devlet reisi ve büyüklenen fakirdir.» buyurdular.

 

173 - (108) Bize Ebû Bekr İbni Ebî Şeybe ile Ebû Küreyb rivayet ettiler. Dediler ki: Bize Ebû Muâviye, A'meş'den, o da Ebû Sâlih'den [62], o da Ebû Hüreyre'den naklen rivayet etti. Bu hadis Ebû Bekr'indir. Dedi ki. Resulüllâh (Saîlaîlahü Aleyhi ve Sellem):

«Üç kişi vardır kif kıyamet gününde Allah onlarla konuşmaz; onlara bakmaz; onları tezkiye etmez. Hem onlara elim bir azâb vardır. Bunlar:

1 - Kırda fazla suyu olup da onu yolcuya vermeyen,

2 - İkindiden sonra bir kimseye bîr mal satan ve o maiı (kendim) şu

şu kadar aldım diye Allah'a yemin ederek müşteri kendisine inanan, halbuki hakikat bunun hilâfına olan;

3 - Bir büyüğe yalnız dünyalık için bey'at eden, dünyalık verirse sö« zünde duran, vermezse durmayan kimselerdir.» buyurmuşlar.

 

(...) Bana Züheyr b. Harb da rivayet etti. Dedi ki: Bize Cerir rivayet etti. H.

Bize Said b. Amr el-Eş'asî dahî rivayet eyledi. (Dedi ki): Bize Ab-ser [63] habei verdi. Bunların her ikisi de A'meş'den bu isnadla bu ha­disin mislini rivayet etmişler, şu kadar ki Cerir'in hadisinde:«ve bir kimse ile bir malın pazarlığını yapan...»   cümlesi vardır.

 

174 - (...) Bana Amru'n-Nâkid dahi rivayet etti. (Dedi ki): Bize Süf-yân [64] , Amr'dan, [65] o da Ebû Salîh'den, o da Ebû Hüreyre'den nak­len rivayet etti. Ve: (zannederim merfu' -olacak) dedi. Resulüllah (Sallalhhü Aleyhi ve Seîletn) :

«Üç kişi vardır ki, Allah onlarla konuşmayacak, onlara bakmayacaktır. Hem onlara elim bir azâb vardır. Bunlar: İkindi namazından sonra bir müs-lümanın malı üzerine yemin eden ve o malı koparıp alan...» dır dedi. Hadîsinin geri kalan kısmı A'meş hadisi gibidir.

Hadis müttefekun aleydir. Buhârî onu «Müsâkaat», «Şehâdât» ve «Tevbid» bahislerinde tahric etmiştir.

Görülüyorki, hadisin bütün rivayetlerinde üç kişiden bahsolunmakta, kıyamet gününde Allah Teâlâ 'nın bunlarla konuşmayacağı, on­lara bakmayacağı, onları tezkiye etnıiyeceği beyan buyuruhnaktadır.

Üç kişiden murâd: Üç sınıf insandır. Bunîanrf muhtelif insanlar ol­duğu hadisin muhtelif rivayetlerinden anlaşılmaktadır. Üç ta'birî bâzı ri­vayetlerde müzekkere, bâzılarında ise müennese sıfat yapılmıştır. Müzekkere sıfat olduğu yâni «selâsetün» denildiği yerde mevsufu eşhas takdir olunur. Ve «Selâsetü eşhasın» diye okunur. Müennese sıfat olduğu yâni «Selâsün» denildiği yerde ise mevsufu enfüs takdir olunur ve: «Selâsü Enfüsin» denilir. Çünkü arapçada üçten ona kadar sayılarda adet ma'dûdun

aksine gelir.

Mezkûr üç sınıf insanla Allah Teâlâ 'nın konuşmamasından murad ne olduğu ihtilaflıdır. Bâzılarına göre onlara hayır hasenat sahip­lerine gösterdiği hüsnü kabul ve rızayı göstermeyecek, bilâkis onlarla gadabına uğrayanlara olduğu gibi gadablı konuşacaktır. Bazıları: «Konuş­mamaktan murâd: onlara yüz vermemektir.» derler. Cumhuru müfes-şirine göre Allah Teâlâ onlarla kendilerine fayda Verecek ve memnun edecek söz konuşmayacaktır. «Onlara selâmlamak için melekle­ri göndermeyecektir» diyenler de vardır.

A11ah'm kullarına bakmasından murad: Onlara lütfü merhamet eylemesidir. Bakmaması ise i'raz etmesidir.

Tezkiye etmek: temize çıkarmak demektir. Burada murad: onları gü­nah kirlerinden temizlememesidir. Zeccâc ile diğer bazı ulemaya göre «tezkiye etmez» sözünün ma'nası: onları medh-u sena etmez demektir.

Azâb-ı elim* son derece elem ve acı veren azaptır. Vahidî 'nin beyanına göre azab-ı elim; acısı kalbe varan azaptır. Vâsıl diyor ki: Arap lisanında azâb azbden alınmıştır. Azb men' etmektir. Suya «azb» denil­mesi susuzluğu men' ettiği içindir. Azâbda da men* mânası vardır. Çün­kü azâb, sahibini bir daha o işi yapmaktan nıenettiği gibi başkalarının da öyle bir iş yapmasına mâni' olur.

«Müsbil» elbisesini yerlere kadar sarkıtarak eteklerini kurula kurula yerde sürükleyendir. Nitekim bu kelimeden muradın bu olduğu:

«Elbisesini kurula kurula sürüyen kimseye Allah bakmaz ...»hadisi şeri­finde açıkça beyan buyuruîmuştur. Kurulmak kaydı, hadisin umumu­nu tahsis etmekte ve tehdidin böbürlenenlere* mahsus olduğunu göster­mektedir. Filvaki' Hz. Ebû Bekir'in kaftanı_ istemeyerek yere sarkar ve yerde sürünürdü. Ama kendisinin şu haliyle böbürlenenlerden sayılıp sayılmayacağını sorduğunda Peyga mber (Salîaîlahü Aleyhi ve Sellem)   ona :

«Sen onlardan değilsin»   cevabını vermişti.

İzâr: Kaftan ve cübbe gibi vücudu baştan aşağı saran elbisedir. Sü­rüklemenin memnu' olması her elbiseye âmm ve şâmil olduğu halde ha-disde yalnız izarın zikredilmesi araplar ekseriyetle onu giydikleri içindir. Hatta don giymeyi bilmedikleri söylenir. İbnû Abdı Rabbih'in rivayetine göre a'râbînin birisi bir don bulmuş. Onun bir elbise olduğunu anlayınca giymek istemiş; fakat evvelâ kollarını donun paçalarına soktu­ğu için başına sokacak delik kalmamış. Delik bulamayınca a'râbî: «Meğer bu nesne şeytan gömleği imiş* diyerek onu atmış.

Ebû Ca'fer Muhammed b. Cerir Taberî ve diğer bazı ulemâ: «Burada yalnız izârın sarkıtılmasmdan bahsedilmesi, arapla-rın umumiyetle giydikleri o olduğundandır. Yoksa gömlek ve saire elbi­se nevî'lerinin hükmü de bunun aynidir. Nitekim böyle olduğu Salim b. Abdi11âh'm babasından rivayet ettiği bir hadisde: «Sarkıtma izâr, gömlek ve sarıkda olur. Her kim böbürlenerek (bunlardan) birini sürük-leye sürükleye yürürse kıyamet gününde Allah Teâlâ ona bak­maz., buyuruîarak beyan edilmiştir.» demişlerdir. Bu hadisi Ebû Dâvud, Nesâî ve İbni Mâce güzel bir isnadîa rivayet etmişler­dir.

Mennân: «memuin mûbâlegalı ismi fail sigası olup çok çok başa ka­kan demektir. Ve bahîle de şâmildir. Gerçi hadisin bazı rivayetlerinde «Ba­şa kakan bahîl» denilmişse de bunun mefhumu muhalifi mu'teber değil­dir. Şu halde buradaki tehdit, başa kakmayan bahile şâmil değildir denile­mez. Çünkü başa kakmak zaten bahil olmayı istilzam eder. Başa kakan kim­se verdiği şeyde gözü kaldığı ve onu büyük gördüğü için imtinan eder. CÖ-merd olan ne verdiğini çok görür; ne de başa kakar.

Hadisde sözü geçen yeminden murad; elindeki malı istediği fiyata sa­tabilmek için: «Vallahi bu malı ben şu kadara aldım» diye yalan yere edi­len yemindir. Nitekim bir rivayette tasrih'de edilmiştir.

Rivayetlerin birinde Peygamber (SaUaUahit Aleyhi ve Sellem) hâsseten ihtiyar zâniyî, yalancı hükümdarı ve büyüklenen fakiri tehdid etmiştir. Bu hususta Kaadî Iyâz şunları söylemektedir. «Bunun sebebi: mezkûr üç kişiden her birinin —bu günahtan uzak olduğu ve onu işlemeye bir zarureti olmadığı, sebebleri kendisinde zaif bulunduğu hal­de — mezkûr günahı işlemiş olmasıdır. Vakıa hiç bir kimse bir günah-dan dolayı mazur görülemez; ama bu günahları irtikâba kesin bir za­ruret ve sebeb yokken onları işlemek muânedeye ve Allah Teâlâ-nm hakkile istihza etmeye ve ona karşı kasden isyana kalkışmaya ben­zer... Zira ihtiyar bir adam aklı kemâl bulduğu, üzerinden uzun zaman geçmekle bilgisi tamam olduğu, kadınlara karşı cima' şehvet sebebleri kendisinde zaiflediği ve bozulduğu cihetle artık haramdan gönlünü kur­taracak bütün helâl sebeblerine malik demektir. Bu adam haram olan zinaya nasıl tenezzül edebilir? Bunun sebebleri ancak gençlik, tabiî ha­raret, bilgisizlik, akıl ermediği için şehvetin galebe çalması ve yaş küçük­lüğüdür.

Hükümdar da öyledir.O da Teba'asımn hiç birinden korkmaz; Onla­rın müdâhane ve dalkavukluğuna da ihtiyacı yoktur. Çünkü insan ancak çekindiği; tekdir ve eziyetinden korktuğu yahud bir mevki' veya men­faat umduğu kimseye karşı yalancıktan müdahene ve dalkavukluk eder, Hükümdar ise yalandan mutlak surette, müstağnidir.

Fakir ve muhtaç da öyledir. Onun malı yoktur. Halbuki böbürlene­rek büyüklenmenin ve akranu emsalden üstün görünmenin sebebi dün­yada zengin olmaktır. Zira bu adam dünyada meydana çıkacak, ona muh­taç olanlar dünyada muhtaç olacaklardır. Onda zenginliğin esbabı bulun­mayınca ne diye büyüklenecek; başkalarını tahkir edecektir, görülüyor ki, bunun olsun, zina eden ihtiyarla yalan söyleyen hükümdarın olsun yap­tıkları iş   Allah   Teâlâ 'nm hakkına bir nevî tahkirdir.»

Son rivayette zikredilen üç kişiye gelince:

Bunların birincisi: suyunun fazlasını muhtaç olan yolcuya vermeyen­dir. Böyleleri hakkında Nevevî «Bunun yaptığının ağır surette ha-rarn ve son derece çirkin olduğunda şüphe yoktur. Fazla suyu hayvanlara vermeyen âsî olursa muhterem olan insana vermeyenin hâli ne olur? Zâ­ten sözümüz buradadır. Eğer yolcu mürtedd yahud harbî [66] olursa ona su vermek vacib değildir.» diyor.

İkincisi: ikindiden sonra ticaret malını satmak için yalan yere yemin edendir. Maamâfih (ikindiden sonra) olması bir kayd-ı ihtirazı değildir. Yalan yere yemin etmek her zaman haramdır. Ancak bu yemin pazar yer­lerinde ikindiden sonra daha çok edildiği için ikindi zamanı hassaten zik­redilmiştir. Çünkü ekseriyetle ikindden sonra pazarın dağılması yakın ol­duğundan pazarcılar ellerindeki malları satabilmek için bu yemine baş vururlar. Mezkûr yemin, yalan söylemeyi, aldatmayı, haksız yere başkası­nın malını almayı ve Allah Teâlâ 'nm hakkı ile alay ve istihzayı tezamnıum etmektedir. Zira meleklerin huzurunda yalan yere yemin et­mesi A11ah'in hakkiyle aîay sayılır. Bunların hepsi büyük günahlar­dandır.

Ulemâdan bazılarına göre ikindinin hassaten zikredilmesi o zaman ya­pılan yeminde fazla cür'etkârhk bulunduğu içindir. Zira bütün tenzih ve takdislerin temeli tevhîddir. İkindi zamanı' ise gündüz meleklerinin göğe çıktıkları müstesna bir zamandır.

Bir takım ulemâ da: «İkindinin hassaten zikredilmesi, o zamanda işle­nen günahların büyüklüğüne işaret içindir. Çünkü o zaman gündüz me­lekleri kulların amellerini Allah Teâlâ Hazretlerine arzetmek için semalara çıkarlar. Kulun son işlediği amele i'tibar olunur. Kabulü ümid edilen ameller daima son amellerdir. Binaenaleyh ikindi zamanı edilen yemin o gün arzedilecek son amel olacağından günahı da o nisbette büyük olur. Yoksa yalan yere yemin etmek yalnız ikindiye mahsus değil, her zaman haramdır.»  demişlerdir.

Kurtubî diyorki: «Buradaki şiddetli tehdit, ikindi zamanı me­leklerin toplanması sebebiyle olsa ikindiye mahsus olmaması icâbeder. Çün­kü meleklerin sabah namazında da toplandıklarını ifâde eden hadis vardır. Bir de melekler ancak namaz için toplanırlar. Onlar namazdan başka bir şeye şâhid olmazlar. En iyisi ikindinin tahsisi salât-ı, vusta (orta na­maz) olduğu içindir; demelidir.»

Üçüncüsü: Büyüklerden birine dünya malı için bey'at etmek yâni dünya menfaati için ona re'y vermektir. Böylesi bütün müslümanian ve onların başında bulunanları aldattığı; ve sözünden döndüğü zaman bir çok fitne­lerin çıkmasına sebeb olacağı için mezkûr tehdidi hak etmiştir.

Bazı rivayetlerde büyükden muradın devlet reisi olduğuna işaret var­dır.

Bey'at etmek: gönülden söz vererek bağlanmaktır. Bey'at kelimesi, alış veriş ma'nasma gelen (Bey') den alınmıştır. Binaenaleyh aralarında bey'at vâkî olan iki kişi, sanki bir birlerine kalblerinin ihlâs ve samimiyetini satmış ve birbirlerinin emri altına girmiş gibi olurlar.

Ebû Hüreyre hadîsinin Buhârî'deki rivayetinde, Peygam­ber (Sallallahü Aleyhi ve Selîem) 'in bunları söyledikten sonra:

«Allaha verdikleri söze bedel az bir para alanlar yok mu! İşte onlara âhi-rette hiç bir nasib yoktur. Kıyamet gününde Allah onlarla konuşmayacak, on­lara bakmıyacak ve kendilerini tezkiye etmiyecektir. Hem onlara elim bir azâb vardır.» [67] âyet-i kerimesini okuduğu bildirilmektedir. Resulüllah (Salîallahü Aleyhi ve Seltem)'in bu âyeti okuduğu ileride gelecek 222 sayılı İbni   Mes'ud (Radiyalîahu anh) hadisinde de görülecektir.

 

47 -  (İnsanın Kendini Öldürmesinin  Şiddetle Tahrimi... Babı)

 

175 - (109) Bize Ebû Bekr b. EM Şeyhe ile Etm Said el-Eşecc rivayet ettiler. Dediler ki: Bize Vekî' A'meş'den, o da Ebû Sâlîh'den, o da Ebû Hüreyre'den naklen  rivayet etti, Ebû Hüreyre şöyle  demiş:  ResultiUah

(Sallallahü Aleyhi ve Sellem):

«Her kim kendini bir demir parçasile öldürürse, demiri elinde, onu karnına saplar bir hâlde cehennem ateşinde ebedî ve dâîm? olarak kalacak­tır. Her ki mzehir içerde kendini öldürürse o kimse de zehirini cehennem ateşinde ebedî ve daimi kalarak İçecektir. Her kim bir dağdan yuvarlanır da kendini öldürürse o da cehennem ateşinde ebedî ve dâimi olarak yuvarla-nacaktır.» buyurdular.

 

(...) Bana Züheyr b. Harb da rivayet etti. (Dedi ki): Bize Cerir [68] rivayet etti. H.

Bize Said b. Amr el-Eş'asî de rivayet eyledi. (Dedi ki): Bize Abser ri­vayet etti. H.

Baha Yâhyâ b. Habib el-Hârsi dahi rivayet etti. (Dedi ki): Bize Hâlid yânî İbnü'l-Hâris rivayet etti. (Dedi ki): Bize Şu'be rivayet eyledi. Bu râvi-lerin hepsi bu isnadla bu hadisin mislini rivayet etmişler Şu'be'nin Süley­man' [69] dan rivayetinde: «Zekvandan dinledim dedi» ibaresi vardır.

Bu hadîsi Buharı ile Tirmizî «Tıbb» bahsinde, Nesâî de «Cenâiz» de tahriç etmişlerdir.

Râvîlerinden yalnız Ebû Hüreyre (Radiyallahu anh) , Me­dine !li, diğerleri Küfe 'lidirler. Hadisi birinci tarikde Vekî' A'meş' den rivayet ettiği gibi ikinci tarikde Cerir, Abser ve Şu'be dahi ondan rivayet etmişlerdir. İmam Müs1im'in: «Bu râ-vîlerin hepsi bu isnadla bu hadisin mislini rivayet ettiler.» Sözü ile işaret­te bulunduğu râvîler bunlardır. Ancak râvî A'meş müdeilistir; ve ha­disi «an» edâtiyle rivayet etmiştir. Müdellis bir râvînin ise «an» edâtiyle rivayet ettiği hadisler hüccet olarak kabul edilemez. Meğer ki «an» ile ken­disinden hadis rivayet ettiği zâttan o hadisi dinlediği, başka bir yoldan sa­bit ola. İşte İmam Müslim burada A'meş'in bizzat şeyhinden dinlediğini göstermek için: « Şu'be nin Sü1eyma'n'dan riva­yetinde (Zekvan'dan dinledim dedi) ibaresi vardır, demektedir. Süley-m a n'dan murad; A'meş 'tir. Bu suretle hadisin isnadına bir diyecek kalmamış olur.

Hadis Buhârî'de takdim ve te'hirlidir; yâni orada evvelâ dağdan yuvarlanan sonra zehir içen daha sonra kendini demirle öldüren zikredil­miştir.

Demirden murâd: bıçak, kılıç ve saire gibi şeylerdir. Haksız yere in­san öldürmenin en büyük günahlardan olduğunu görmüştük. Burada in­tiharın da aynı hükümde olduğu üstelik cezanın amel cinsinden olacağı beyan buyurulmuştur. Binaenaleyh kendini demirle öldüren aynen inti­har ettiği şekilde azab görecek, zehirle intihar eden cehennemde de zehir içerek cezalandırılacaktır.

Böylelerin cehennemde %bedî kalması, intiharı helâl i'tikad ettikleri takdirdedir. Helâl i'tikad etmeyenler hakkında cehennemde ebedî kalmak uzun müddet orada yanmaktan kinayedir. Müslim sarihlerinden El-Übbî şöyle diyor: «Cehennemde ebedî kalmak, intihar edenin ce­zası başka birini öldürmenin cezasından daha şiddetli olacağına işaret için de olabilir. Çünkü bu adam manî bulunduğu halde bu suçu işlemiş­tir. Nitekim ihtiyarın zina etmesi, hükümdarın yalan söylemesi de böy­ledir.

İntihar suçuna manî' olan şey insanın fıtratı icâbı canını sevmesidir. Sonra intiharın, düşman öldürecek zannîyîe kendini öldüren kimse ile tah­sisi gerekir. Cihad bahsinde; (Düşman, müslünıanîarın gemisini yakarsa gemide olanlara kendilerini denize atmaları caizdir. Çünkü bunlar ölüm­den Ölüme kaçmışlardır.) denilmiştir. Rabî â bunu ancak kurtuluş ümidi olanlara caiz görmüş, ümidi olmayan kendini öldürmesin; A11ah'm takdirine sabretsin demiştir...»

Bu mesele Hanefi imamları arasında da ayni şekilde ihtilaflıdır. İmam A'zama göre gemidekiler sabrederek yanmakla denize atlayıp boğul­mak arasında muhayyerdirler.

Kaadî Iyaz diyor ki: «Bu hadis: «kaatil öldürdüğü şeyle kısas olunur.» diyen İmam Mâ1ik 'in delilidir. İmam Mâlik bu hususta Teâ1â Hazretlerinin âhirette vereceği cezaya ve Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) 'in yahudî ile Uraniyyine verdiği hükme uymak­tadır.»

Filhakika yahudinin biri, bir cariyenin başını iki taş arasında ezerek öldürmüş;   Resulüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) yahudînin de aynî şekilde (yâni başı iki taş arasında ezilerek) öldürülmesine hüküm ver­mişti. Uraniyyîn denilen kabile, bir çobanı fecî' şekilde öldürmüş ve bazı uzuvlarını kesmişlerdi. Onların da ayni şekilde Öldürülmek suretiyle kısas edilmelerini emir buyurmuşlardı. İmam Mâ1ik'in aklî delili de: bir suçu misliyle cezalandırmanın o suçtan vaz geçirme hususunda daha te'~ girli olmasıdır. Hudûd-i şer'iyye ise zâten suç işlemekten men' etmek için meşru' olmuşlardır.

Lâkin Muhammed el-Übbî bu istidlale i'tiraz etmiş ve: «Bununla bu meseleye ihticâc edilemez: Çünkü A11ah 'm fi'line kıyas edilmiş olur. Allah Teâlâ 'nın fi'iline kıyas ise doğru değildir. Zi­ra O'nun fiilleri ta'lil edilemez. Kıyas ancak A11ah'm hükümlerine ya­pılır.» demiştir.

Şâfiilere göre eğer meşru' fiilse kısas, suçlu şahsın fiilinin mislile yapı­lır. Şayed bununla ölmezse boynu kesilir. Zira kısas müsavat üzerine meş­ru' kılınmıştır. Hanelilere göre ise kılıçla yânı silahla yapılır.

Cumhuru ulemaya göre intihar eden kimsenin cenazesi kılınır. Yalnız Hanefilerden İmam Ebû Yusuf'a göre kılınmaz. Halîfe Ömer b. Abdi1âziz  ile   Evzâîye   göre ise mekruhtur.

 

176 - (110) Bize Yahya b. Yahya rivayet etti. (Dedi ki): Bize Muâvi-yetü'bnü Sellâm b, Ebî Sellâm ed-Dimeşkî [70], Yahya b. Ebî Kesir'-den [71] naklen haber verdi. Ona da Ebû Kılâbe [72] haber vermiş. Ona da Sabit b. Dahhâk [73] kendisinin Resulüllâh (Salîaîlahü Aleyhi ve Sellem) 'e ağacın altında bey'at ettiğini; ve Resulüllâh (Sallalhhü Aleyhi ve Sellem) 'in:

«Her kim İslâmdan başka bir din nâmına yalan yere yemîn ederse o kimse dediği gibidir. Ve kim bir şeyle kendini öldürürse ksyamet gününde o nesne ile azab olunur. Bir kimsenin mâlik olmadığı bir şeyi nezretmesi mu'teber değildir.»   buyurduğunu haber vermiş.

 

(...) Bana Ebû Gassân el-Mismâi rivayet etti. (Dedi ki): Bize Muâz — ki İbni Hişamdır — rivayet eyledi. Dedi ki, Bana babam Yahya b. Ebî Kesîr'den rivayet etti. Demiş ki: Bana Ebû Kılâbe Sabit b. Dahhâk'dan, o da Peygamber (Salîaîlahü Aleyhi ve Sellem) 'den naklen rivayet etti. Re­sulüllâh   (Sallallahü Aleyhi ve Sellem):

«Kişinin mâlik olmadığı hj^susatta nezir yapması mu'teber değildir. Mü'-mine İânet etmek onu öldürmek gibidir. Her kim dünyada kendini bir şeyle öldürürse kıyamet gnünde o şeyle azâb olunur. Her kim malını çok gös­termek için yalan yere bir şey iddia ederse Allah onun malını daha ziyâde azaltmaktan başka bîr şey yapmaz. Bîr de her kim yalan yere bir şeye ye-min-i sabr ederse (o da öyledir.) buyurmuşlar.

 

177 - (...) Bize İshâk b. İbrahim İle İshâk b. Mansûr ve Abdülvâris b. Abdissamed [74] hep birden Abdüssamed b. Abdilvâris'den, o da Şu'beden, o da Eyyûb'dan [75], o da Ebû Kılâbe'den, o da Sabit b. Dahhâk el-Ensârî'den naklen rivayet ettiler. H.

Bize Muhammed b. .Eâfi'de Abdürrazzâk'dan, [76] o da Sevri'den, o da Hâlid el-Hazza'dan, o da Ebû Kilâbe'den, o da Sabit b. Dabhak'dan işit­miş olmak üzere rivayet etti.    Sabit şöyle demiş:  Peygamber (SaUailahü Aleyhi ve Seilem):

«Her kim İslâmdan başka bir dîn nâmına yalan yere kasden yemin eder­se, o kimse dediği gibidir. Her kim kendini bir şeyle öldürürse Allah onu cehennem âteşinde o şeyle azâb eûer.» buyurdular. Süfyanın hadisi bu­dur. Şu'be'ye gelince:  Onun hadisi şöyledir: Resulüllah(SaJlallahü Aleyhi ve Selllem):

«Her kim İsiâmdan başka bsr dîn nâmına yalan olarak yemin eder­se, o kimse dediği gibidir. Ve her kim kendini bir şeyle keserse, kıymet gününde de o şeyle kesilir.» buyurdu.

Bu hadisi İmam Buhâri «Kitabü'I-Edeb» ve «Kitabü'I-cenâiz» de, Ebû Dâvud «Kitâbü'l-Eymân ve'n-Nüzûr» da, Tirmizi ile Nesâî aynî babda, İbni Mâce «Kitabti'I-Kettârât» da tahriç etmişlerdir.

İmam Müslim'in İshâk 'lardan dinlediği rivayet de«... Şu'be'den o da Eyyub 'dan o da Ebû Kılâbe 'den, o da Sabit b. Dahhâk el-Ensâr i'den, dedikten sonra isnadı değiştirerek: «Sevri'den, oda Hâlid el-Hazzâ'dan, o da Ebû Kılabe'-den, o da Sabi t'ten naklen rivayet etmiştir.» demesi, kendinin ve diğer muhaddislerin âdeti hilâfına cereyan etmiş; ve söz biraz uzamıştır. Âdeti iktizası isnadı evvelâ Ebû Kılâbeye kadar zikredecek, son­ra ikinci tarikin râvilerini sıralayacak ve sırası gelince Sabit b. Dahhâk (Radiyaüahu anh) \ orada zikredecekti. Birinci tarikde onu zikretmeye lüzum yoktu. Bunun sebebi şudur:

Birinci rivayette Şu'be Hz. Sabitin nesebini yânı Ensârî olduğunu zikretmiş; ikinci rivayette ise nesebi zikredilmeden sâ­dece : Sabi b. Dahhâk denilmiştir. İşte Hz. Sabit 'in nesebi­ni göstermiş olmak için Müslim (Rahimehullah) onun ismini her iki tarikde ayrı ayrı zikretmiştir.

Hz. Sâbit'in bahsettiği bey'at «Bey'at-ı ridvân» nâmile meşhurdur. Mezkûr bey'at Mekke-i Mükrreme'ye sekiz mil mesafede bulu­nan Hudeybiye'de büyük bir ağacın altında olmuştur. Fahr1 kâinat (SaUailahü Aleyhi ve Seilem) Efendimiz «ömre» denilen küçük haccı eda etmek için (1400) kişilik bir kafile ile Mekke-i   Mükerreme'ye gidiyordu. Fakat Kureyş kâfirleri Mekke'ye girme­sine mâni' oldukları için Resulü Ekrem (SaUailahü Aleyhi ve Seilem) Hz. Osman'ı Kureyş nezdine gönderdi ise de onun da öldü­rüldüğü söylentileri geliyordu. Bunun üzerine Peygamber (SaUailahü Aleyhi ve Seilem) onlarla harbe hazırlandı. Ashab-ı kiram Ölünceye kadar harb edeceklerine cenk meydanından kaçmayacaklarına bey'at ettiler; söz ver­diler. Neticede müslümanlarla Mekke müşrikleri arasında bir sulh muahedesi imzalandı. Bu muahede İslâm tarihinde «Hudeybiye Müşahhası»    nâmîle meşhurdur.

Hadis-i Şerif de geçen «millet» sözünden murâd: dindir. Çünkü Örf en millet sözünden: Allah Teâ1â 'nın, Peygamberleri vasıtasile kul­larına meşru' kıldığı şey kasdedilir. Ancak mecazen bâtıl dinlerede ıtlak edilerek: «Küfür bir millettir- denilir; ve: «Küfür dinlerinin hepsi bir yoldur» ma'nası kasdedilir. Millet kelimesi örfen hak dine mahsus olduğu için bâzı kelâm uleması ehl-i sünnetin mezhebini naklederken: «milliler şöyle demiştir...» ifâdesini kullanırlar.

İslâmdan başka bir din nâmına yalandan yemin etmek: «hırıstîyanlık hakkı için bu işi ben yapmadım.» yahud: «Bu işi yaparsam yahudî olayım.» gibi sözlerle olur. Buradaki yalanın dine de yemin edilen fi'le de aid ol­ması muhtemeldir. Dine aid olduğu takdirde ma'na: «kendisile yemin et­tiği dini ta'zim hususunda yalancı olduğu halde İslâmdan başka bir dinle yemin ederse...» demek olur. Yemin edilen fi'le aid olursa: «yalandan ben yapmadım derse» ma'nasına gelir.

Ancak burada haklı olarak şöyle bir i'tiraz vârid olabilir. İslâm'dan başka bir din namına yemin ettikten sonra yeminin sahih veya yalan­dan olmasının bir farkı yoktur. Hadisde yalancı olarak diye kayıdlan-ması bir kayd-ı vukûıdir; yânı ekseriyetle böyle yeminler yalan yere ya­pıldığı içindir. Bu i'tirazm cevabı şudur: doğru yeminin çirkinliği nisbe-ten daha hafiftir. Yalan yeminde ise bu çirkinliğe bir de haram olan ya­lan eklenmektedir. Hakikatta zemm, kasdî olarak bâtıl bir dîni ta'zîm için onunla yemin etmeye müteveccihtir. Buradaki (Kasdî) tâbiri yalan hak­kında cumhuru ulemanın kavline delildir. Zîrâ onlara göre yalan: Kasdî olsun olmasın vakıa uymayan haberdir. Eğer yalan olmak için kasıd şart olsaydı burada onu zikretmezdi.

Kurtubî diyor ki: Peygamber (SaUailahü Aleyhi ve Seilem) 'in «kasden» ta'birile îslâmiyete mugayir olan o dine ta'zim i'tikad eden kim­seyi murad etmiş olması muhtemeldir. Bu takdirde o adam hakikaten kâ­fir olur. Lafız da zahirî ma'nası ile kalır.

«O kimse dediği gibidir.» yânı onun hakkında verilecek hüküm söy­lediği söze göre olur. Hadisin zahirine bakılırsa: «şu işi yaparsam yâhudi ve ya hıristiyan olayım» diyen kimsenin mücerred bu sözü söylemekle küfrüne hükmetmek lâzım gelirse de küfrün yeminden döndükten sonra lâzım gelmesi de ihtimal dahilindedir. Çünkü Hz. Büreyde !nin mer-fû' olarak rivayet ettiği bir hadisde şöyle buyurulmuştur:

«Her kim: ben İslâmiyetten heriyim derse (bakılır) eğer bunu yalan ola­rak söyledi ise; o kimse dediği gibidir. Ama doğru söyledi ise; bir daha İslama salim olarak dönmez.» Binaenaleyh en doğru hareket tafsilâta gitmektir. Eğer bu adam söylediği dinî ta'zim kasdile zikrederse kâfir olur. Besulüllah(Salîallahü Aleyhi ve Seîlem) 'in 

«Her kim AMahdan başkası namına yemin ederse muhakkak küfretmiştir.»

hadisi de bu mânâya halledilmiştir. Mezkûr hadisi Hâkim rivayet etmiş ve: «şeyhaynin şartları üzere sahihtir.» demiştir.

Şayed ta'likın hakikatim kasdetmişse bakılır; eğer küfürle mevsuf olmaya murad etmişse bu sözle kâfir olur. Zira küfrü istemek küfürdür. Söylediğinden uzak olmayı murad etmişse kâfir olmaz.

Acaba böyle bir sözü söylemek haram mıdır değil midir? Bu mesele hakkında Kastalânî: «Meşhur olan kavle göre tenzîhen mekruh­tur, Mendûb olarak keiime-i şehadet getirmeli yânı: « Allah 'dan baş­ka ilâh yoktur; Muhammed Resulüllâh 'dır demeli; A11ah'a istiğfar etmeli ve yemini mün'akid olmamalıdır.» diyor.

«O kimse dediği gibidir» sözünden tehdîd ve mubâleğa kasdedilmiş de olabilir. Bu takdirde o kimseye kâfir hükmü verilmiş değil, dinleri nâmı­na yemin ettiği kimselerin azabı gibi bir azabı hak ettğine işaret buyurul­muştur. Resulüllâh (Salîallahü Aleyhi ve Sellenı) in :

«Her kim namazı terk ederse muhakkak küfretmiştir.» hadis-i şerifi bu ka­bildendir. Bundan murad, hakikaten kâfir olmuş değil, kâfire verilen cezayı hak etmiştir, demektir. Çünkü namazı terk eden onu kılmamayı helâl i'tikad etmedikçe kâfir olmaz; yalnız pçk büyük bir günah işlemiş olur.

İbnî Battal: «O kimse dediği gibidir.» yânî yalancıdır; kâfir değildir. Bu sözle İslâmdan çıkıp yemin ettiği dine girmez. Çünkü bu adam i'tikad ettiği şeyi söylemedi. Binaenaleyh kâfir değil yalancı olma­sı icâbeder. Bu hadisde yalan yere yemin etmiş olması şart kılındığına göre şayed biri çıkar da İslâmdan başka bir dîn nâmına doğruya yemin et­menin mubah olacağını zannederse kendisine mesele senin vehmettiğin gi­bi değildir diye cevap verilir. Çünkü Allah 'dan başkası namına ye­min etmekten   Peygamber (Salîallahü Aleyhi ve SelJem)      mutlak, surette nehyetmiştir. Şu halde bu babda yalan söyleyenle doğru söyleyen müsa­vidir.» demiştir.

Kirmanı ise : «O kimse dediği gibidir» ifadesi; o İslâmdan başka bir dindedir demektir. Zira bir şeyle yemin etmek onu ta'zimdir, demiş. Sonra: «Anlaşılan bu söz bir te'kiddir.» sözünü ilâve etmiştir.

İbnî'l-Cevzî şöyle demektedir: «Yemin eden kimse ancak kendince büyük olan bir şeye yemin eder. Küfür dinlerinden birine ta'zîm i'tikadinda bulunan bir kimse kâfirlere benzedi demektir.» İbni'l-Cevzi'nin bu sözü üzerine Aynî: «hakikaten küfretmiştir; benze­mek ondan aşağıdır.» diyor.

Muhakkik ulemadan Sa'deddin Teftâzânî ve başkaları: «şu işi yaparsam hınstiyan olayım.» diyen kimsenin küfrüne kaail olmuş­lardır.

«Bir kimsenin mâlik olmadığı bir şeyi nezretmesi mu'teber değildir.» Meselâ: «şu işim şöyle olursa filânın kölesi âzad olsun yahud karısı boş olsun» dese bir şey lâzım gelmez. Yalnız İbnî Ebî Leylâ bir zamanlar bu suretle nezrec&sn köle azadının zengin için cevazına kaail olmuşsa da sonra bu sözünden dönmüştür. Ancak böyle bir şeyi milke ta'lik eder de meselâ: «filân köleye malik olursam âzad olsun» derse me­sele ihtilaflıdır. İmam Şafiî'ye göre şart umumî olsun hususî ol­sun bir şey lâzım gelmez. İmam-ı A'zam Ebû Hanife'ye göre her iki surette de ta'lik sahihtir. İmam Mâlik'e göre şart umumi olursa meselâ: «her hangi bir kadınla evlenirsem boş olsun» derse ta'lik sahihtir. Evlendiği takdirde kadın boş olur. Fakat: «filân kadınla ev­lenirsem...» diyerek şartı hususiîeştirirse bu hususta Mâlikden İki rivayet vardır, meşhur rivayete göre ta'lik sahih olur. Diğer rivayete göre Şâfîî ile beraberdir.

Hadis-i Şerif   İmam   Şâfîî 'nin delilidir.

«Mümine lanet etmek onu öldürmek gibidir.» Buradaki teşbih günah hususundadır. Bazıları: «haram olması hususundadır.» demişlerdir. Teşbi­hin vechi şudur: mü'mini öldürmek onu nasıl tasarruftan kat' ederse la­net etmek de rahmetten kat' eder. Bazıları: «mü'mini öldürmek nasıl müs-lümanlarm sayısını azaltırsa lâ'net etmek de onu mü'minler arasından çı­karmak ve binnetice sayılarını azaltmaktır.» demişlerdir. Lâ'net etmek: «Allah lâ'net etsin, Allanın lâ'netinde ol.» gibi sözlerle olur. İbni Arafe : «bu gibi sözler te'dib maksadile söylenirse hadisin şümulüne girmez.» dermiş.

«Her kim malını çok göstermek için yalan yere bir şey iddia ederse Allah   onu daha ziyade azaltmaktan başka bîr şey yapmaz.»    Bu cümle bazı esas nüshalarda:  şeklinde rivayet edilmiştir ki:

«malı büyük ve çok goünsün diye» ma'nasmadır. Yânı manâ i'tibârüe iki rivayet arasında fark yoktur.

Kaadî Iyâz diyor ki: «Bu ifâde, insanın kendinde olmayan bir şeyi. varmış gibi gösterme hususunda her iddiaya âmm ve şâmildir. Malı yokken kendini zengin göstermek, soyunu büyük tanıtmak, âlim değilken âlim görünmek gibi.

Böylesinin daVasında onmayacağım Peygamber (SaltaUahü Aleyhi ve Sellem) bildirmiştir. Bil'âkis maksadının nakîzile mukabele görürde ma­lın bereketi olmaz; soyunun alçak olduğu, kendisinin cahilliği meydana çıkarak rezîl olur.»

Hadisin bu cümlesi dünya umuruna aid de olsa riyadan sakınmayı âmirdir.

Yemin-i sabra gelince: Sabr, habsetmek, mecbur etmek ve cür'etkâr olmak ma'nâlanna gelir. Yemin bu üç ma'nanm her birile tavsif oluna bilir. Zira yemin, sahibini eda için hapseder. Hâkim icâbında cebren ye­min ettirir. Bazı kimseler yemin etmek cür'etinde bulunurlar. Nevevî ye­min-i sabrı: Yemin eden kimsenin hakim huzurunda vermeye mecbur ol­duğu yemindir» diye ta'rif eder.

Cümlede şartın cevabı zikredilmediğine göre bu cümle ondan önceki şart cümlesi üzerine ma'tuf olabilir. Bu takdirde ma'na: sabran yemin edenin de Allah ancak malını azaltır demek olur. Maamafih ceva­bın hazfedilmiş olması da muhtemeldir. Ve ma'na şöyle olur: «Sabran ye­min eden kimse A11ah'a, onun hısımına uğramış olarak kavuşur.» Nitekim bu ma'nada bir hadis de vardır.

 

Hadisden Çıkarılan Hükümler:

 

1 - îslâmdan başka bir din namına kasden yalan yere edilen yemin Ha-nefîlere göre mün'akiddir; Keffaret icâbeder, Zira zıhâr yapana Allah Teâ1â kötü ve yalan söz söylediği için Keffâret vermeyi vâcib kılmış­tır. Buradaki sözler de kötü ve yalan sözlerdir. '

Nevevî: «Bu sözlerle yemin mün'akid olmaz. Bunları söyleyene Allaha istiğfar ve onu tevhid gerekir; Keffâret icâbetmez. Şafiî, Mâlik ve cumhuru ulemanın mezhebi budur. Delilleri: Peygamber (Salîalîahü Aleyhi ve Sellem) 'in: «Bir kimse yemin eder de lât ve uzzâ hakkı için der­se hemen lâ ilahe illallah desin» hadisidir. Bu hadisde Keffâret zikredil-memiştir.» diyor. Ancak Haneliler tarafından buna cevap verilmiş; ve: «Bu hadisde Keffâretin zikredilinemesi bu meselede Keffâret lâzım gelmeme­sini icâbetmez.> denilmiştir.

2 - İntihar eden dinden çıkmaz. Cenazesi kılınır. Günahı kendinin­dir. Yalnız Hanefilerden İmam Ebû Yusuf'a göre cenazesi kılınmaz. Çün­kü müntehir nefsine zulmetmiştir. Bu sebeble yol kesen eşkıya hükmündedir. Ebû Hanîfe ile İmam Muhammed'e göre mün-tehirin cenaze namazı kılınır. Zira onun kanı hederdir; ecelile ölene ben­zer. Ömer b. Abdilâziz ile Evzâiye göre müntehirin cenazesini kılmak mekruhtur,

3 - Bir kimsenin malik olmadığı bir şeyi nezretmesi, bu hadisin şer­hinde görüldüğü şekilde ihtilaflıdır.

4 - Ceza amel cinsindendir.

5 - Mü'mine lâ'net etmek günah hususunda onu öldürmek gibidir. İmam Gazali ve diğer bâzı ulemanın beyanına göre Müslümanlarla hayvanlara lâ'nette bulunmak caiz değildir. Bu babta fasikla sâlihin farkı yoktur. Küffarın muayyen şahıslarına — ölü olsun diri olsun — lanet caiz değildir. Ancak Ebû Leheb ve Ebû Cahil gibi kâfir olarak öldükleri nas-san sabit olanlarına lanet edilebilir. Ama küffar taifelerine lâ'net etmek caizdir. Meselâ: «Allah kâfirlere lâ'net etsin; Allah hıristiyanla yahudilere lâ'net eylesin.» denilebilir.

 

178 - (111) Bize Muhammed b. Râfî ile Abd b. Humeyd hep birden Abdürrazzâk'dan rivayet ettiler. İbnî Râfî' dedi kî: Bize Abdiirrazzak ri­vayet etti. (Dedi ki): Bize Ma'mer, Zühri'den, o da İbnî'l-Müseyyeb'den, o da Ebû Hüreyre'den naklen haber verdi. Demiş ki: Resulüllah (Sallallahii Aleyhi ve Sellem)'îe- birlikde Huneyn'de bulunduk, Müslüman adile çağı­rılan bir adam için: «Bu adam cehennemliktir.» buyurdular.

Harb yerine vardığımız zaman o adam şiddetle çarpıştı: ve yaralandı. Müteakiben: Yâ Resulâllah, demin kendisi için «cehennemliktir» dediğin adam bu gün şiddetli bir cenk çıkardı ve Öldü; dediler. Bunun üzerine Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) (yine) : «Cehenneme!» buyurdu­lar.

Bazı müslümanlann şüpheye düşmesine ramak kalmıştı. Onlar bu hâl

üzerine iken birden adamın ölmediği, lâkin ağır surette yaralandığı söy­lendi. Akşam olunca adam yaralar (m acısın) a dayanamayarak kendini öl­dürmüş. Bunu Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Selîem) 'e haber verdiler. Bunun üzerine:

«Allah Büyüktür. Şehâdet ederim ki ben Allanın kulu ve Resulüyüm.» buyurdular.

Sonra Biîâle emir verdi. O da cemaatin içinde: «Müslüman kişiden başka cennete kimse giremez. Filhakika Allah bu dinî fâcir bir adamla da ta'zîz eyler.» diye nida etti.

 

179 - (112) Bize Kuteybetü'bnü Sâid rivayet etti. (Dedi ki): Bize Ya'kub —ki bu zât araplarm bir kabilesi olan Kaara'ya mensuptur. Abdur-rahman'ın oğludur— Ebû Hâzim'den [77] , o da Sehl b. Sa'd [78] es-Sâidî'-den naklen rivayet etti ki, Besulüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) müşrik­lerle karşılaşarak harb etmişler. ResulüHa (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) askerinin karargâhına, ötekiler de kendi karargâhlarına döndükleri vakit Resulü İlâh (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) 'in ashabı arasında bir adam bu­lunuyormuş ki, bu adam düşman ordusundan ayrılan bir nefer gördü mü peşine düşüyor ve kılıcı ile (boynunu) vurmadan bırakmıyormuş. Bunun üzerine ashâb :

Bu gün bizden hiç birimiz filân kadar yararlık gösteremedi; demiş­ler. Kesulüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) ;

«Dikkat edin, o adam muhakkak cehennemliktir.» buyurmuşlar, bunun üzerine cemaattan bir zât:

— Ben daima onun yanında bulunacağım demiş; ve hemen onunla bir­likte çıkmış. O durdukça b*5-da duruyor; o hızlandı mı bu da onunla bera­ber hızlamyormuş. Derken adam ağır şekilde yaralanmış. Ve çabuk ölmek isteyerek kılıcının kabzasını yere, sivri ucunu da iki memesinin arasına dayamış. Sonra kılıcının üzerine yüklenerek kendini öldürmüş. Artık bera­berinde giden zât da Kesulüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) 'in huzuruna çıkarak;    Şehâdet ederim kî sen Allah'ın Resulüsün demiş.    Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)

«Ne o?» deyince:

  Demin cehennemlik olduğunu söylediğin adam yok mu, cemaat onun meselesini büyüttüler. Ben de onlara: Ben sizin için onu ta'kib ede­rim, diyerek onu aramağa çıktım. Nihayet ağır surette yaralandı ve ça­buk ölmek isteyerek kılıcının kabzasını yere, sivri ucunu da memelerinin arasına dayadı. Sonra da üzerine yüklenerek kendini öldürdü, demiş. O zaman Resulüllâh (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) şunları söylemiş:

«Filhakika bazen adam cehennemlik olduğu haide görünürde ehl-i cen­netin yaptığını yapar. (Bazan da) adam cennetlik olduğu halde insanların göz­leri önünde cehennemliklerin yaptığını yapar.» buyurmuşlar.

 

180 - (113) Bize Muhammed b. Rafı' rivayet etti. (Dedi ki): Bize Züyki bu zât Muhammed b. Abdillâh b. Zübeyr'dtr — rivayet etti. (De­di ki): Bize Şeybân rivayet etti. (Dedi ki): Hasan'ı şunları söylerken işittim: Sizden Önceki ümmetlerden bir adamda yara çıkmış. Yara ken­disini rahatsız etmeğe başlayınca tirkeşinden bir ok çıkararak onu yar­mış. Derken kan dinmemiş. Nihayet adam ölmüş. Rabbımz:

«Ben ona cenneti haram ettim» buyurmuştur. Bundan sonra Hasan elini mescide doğru uzatarak: «Vallahi bu hadisi bana Cündüb şu mescid-de [79] Resulüllâh (Saliallahü Aleyhi ve Sellem) 'den rivayet ettU dedi.

18l - (...) Bize Muhammed b. Ebi Bekr el-Mukaddemî rivayet etti. (Dedi ki): Bize Vehb b. Cerîr rivayet etti. (Dedi ki): Bize Babam rivayet etti. (Dedi ki): Hasanı şöyle derken işittim: Bize Cündeb b. Abdillâh el-Becelî şu mescidde rivayet etti. Bir daha unutmadık. Cündeb'in Resulüllâh (Sailaîlahü Aleyhi ve Sellem) 'in üzerinden yalan uydurmuş olacağından da korkmuyoruz. Cündeb dedi ki: Resulüllâh   (Saliallahü Aleyhi ve Sellem) ;

«Sizden önceki ümmetlerden bir adamda bir çıban çıkmış...» buyurdu­lar. Arkasından hadisi yukarıda geçen hadis gibi rivayet etti.

İntihar Hadisi müttefektm aleyhdir. Buhârî onu «Kitâbü'1-Cihâd*   ve   «Kitabü'l-Meğâzî*    de tahriç etmiştir.

Mu alim'in Muhammed b. Râfi 'den dinlediği Ebû Hürieyre (Radiyallahu anh) rivayetinde vak'anm Huneyn gazasında cereyan ettiği bildiriliyorsa da Zebîdî 'nin rivayetinde   Hayber 'de geçtiği zikredilmiştir. Kaadî Iyâz : «doğrusu Hayber Mir» demiştir.

İntihar eden adamın ismi Ebû'l-Gaydâk Kuzmân ez-Zaferi *dir. Bu adam Ensar'dan Beni Zafer kabilesine men-sub idi. Onun peşine düşerek halini anlamak için beraberinde gezen zâ-tmda Ektem b. Ebî'1-Cevn   (Radiyallahu anh) olduğu söylenir.

Bedrüddin Aynî 'nin beyanına göre Kuzmân münafık­lardan imiş. Uhud Gazasına iştirak etmediği için kadınlar ken­disini ayıplamış; ve: «sen bir kadından başka bir şey değilsin» demişler. Bunun üzerine Hayber gazasına iştirak etmiş ve harpde ilk oku o atmış. Sonra çarpışırken kılıcının kını kırılmış; ve «Ey Evs oğul­ları soyunuz şerefine cenk edin.» diye na'ra atmıştır. Harbde yanına Katâdetü'bnü Nu'man gelmiş ve ona; «Şehidliğin mübarek olsun» demiş. Fakat Kuzmân: -Vallahi ben hiç bir dîn nâmına cenk etmedim. Ben ancak arımdan dolayı cenk ettim.» diye mukabele etmiş; sonra kendini Öldürmüş. Bundan dolayı da Peygamber (Saliallahü Aleyhi ve Sellem): «Filhakika Allah bu dinî fâcir bir adamla dahî aziz eyler.» buyurmuştur.

Bazı müslümanların şüpheye düşmelerine ramak kalması Peygamber (Saliallahü Aleyhi ve Sellem) 'in hak peygamber yahud müslümanlığın hak dîn olup olmadığı hususunda dır.

Hadisin ikinci rivayetinde geçen «şâzze» kelimesinin ma'nasi: cemaat­ten ayrılan demektir. Buharîde bu kelime il birlikte «fâzze» ta'biri de kullanılmıştır. Fâzze: Cemaate hiç karışmayan ma'nasma gelir Hattabî diyor ki «Şâzze: Cemaatin içinde iken sonradan onlardan ayrı­landır. Fâzze ise; hiç cemaate karışmayan demektir. O adamı bu kelime­lerle tavsifden murâd: karşısına çıkanı yok ettiğini anlatmaktır.»

Dâvûdî, Şâzze ve fâazenin büyük ve küçük maniaya göğüs germek ma'nasına geldiğini söyler. Bu kelimeler mahzuf (neşeme) nin sıfatıdırlar.

Neşeme: Can demektir. Sonlarındaki (Tâ( ların allâme ve nessâbe ke­limelerinde olduğu gibi mubâlega için getirilmiş olması muhtemeldir.

«Filhakika bazen adam cehennemlik olduğu halde görünürde ehl-i cen­netin yaptını yapar...» ifadesi üzerine kirmanı şöyle bir bir mutâlea serdet-mektedir: «İnsan öldürmek bir ma'siyettir. Halbu ki kul ma'siyet sebebile tekfir edilemez; binaenaleyh intihar eden bu adam cennetliktir; çünkü mü'-mindir; dersen ben de derim ki:

İhtimâl Resulüllâh (Saliallahü Aleyhi ve Sellem) vahî suretile onun mü'min olmadığım yahud kendini öldürmeyi helâl i'tikâd ederek dinden döneceğini bildirmiştir. Yahud onun cehennemlik olmasından murad: ev­velâ cehenneme girip sonra çıkan âsilerden mâdûd olmasıdır.»

Lâkin Aynî, Kirmanı 'nin bu mutâleasım beğenmemiş; ve: «Eğer Kirmanı bu adamın münafıklardan mâdûd olduğunu yahud (ben hiç bir dîn nâmına cenk etmedim) dediğini bilseydi bu terdidlerle uğraşmazdı.» demiştir.

 

Hadisi Şerif Aşağıdaki Hükümlşer İhtiva Etmektedir:

 

1  - İntihar şiddetle haram kılınmıştır,

2 - Resulüllâh (Sallallahü Aleyhi ve Setlem)'m geleceğe dair verdiği

haberler doğrudur; Ve nasıl haber verdi ise öylece zuhur etmişlerdir. Bun­lar onun Peygamberliğine delâlet eden mu'cizelerindendir.

3 - Mü'minlerin kalblerindeki itmi'nân artabilir. Çünkü intihar vak'-asmı haber veren zât hâdiseyi Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'e ha­ber verirken; «şehâdet ederim ki sen Resûlüllahsm.» demiştir.

4  - Bir işde nazar-ı itibâra alınacak cihet, o işin sonu ile niyettir.

5 - Allah dinîni fâcir bir adamla da aziz lalar.

6 - Bazıları bu rivayetlerde geçen vak'anm bir olduğunu söylemiş; diğer ulema ise rivayetlerin zahirine bakarak başka başka vak'alar oldu­ğunu kabul etmişlerdir.

7 - Amellere aldanarak onlara güvenmenıeli. Çünkü hâlin değişme­si mümkindir.

8 - Âsîler Allahın rahmetinden ümidini kesmemelî. Başkaları da onlara ünıidlerini kestirmemelidir.

 

48 - Ganimete Hıyanetin Şiddetle Haram Kılındığı ve Cennete   (Mü'minlerden  Başka Kimsenin Giremiyeceği Babı)

 

182 - (114) Bana Züheyr b. Harb rivayet etti. (Dedi ki): Bize   H âşim   b.   El-Kaasim   rivayet etti. (Dedi ki): Bize   İkrimetü^bnü Ammâr rivayet eyledi. (Dedi ki): Bana Simak el-Hanefi Ebû Zümeyl rivayet etti. (Dedi ki): Bana Abdullah b. Abbâs rivayet etti. Dedi ki: Bana Ömeru'nü'l-Hattâb [80] riva­yet etti. Dedi ki: Hayber gazasının vuku' bulduğu gün Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sel!em)'in ashabından bir ka'ıkişi gelerek: îilân şehîd, filân şehiddir, dediler. Nihayet bir adamın yanına uğrayarak (onun hak­kında da) filân şehiddir, dediler. Bunun üzerine Resulüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem):

«Hayır! Ben onu (ganimetten) aşırdığı bîr hırka yahud bir yağmurluk­tan dolayı cehennemde gördüm.» dedi. Bundan sonra Resulüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) :

«Ey Hatta» oğlu! git. de: (cennete mü'minierden başkası giremez) diye cemaatin içerisinde nida et!» buyurdu. Ben de çıktım ve:

Dikkat! «cennete mü'minierden başkası giremez» diye nida ettim.

 

183 - (115) Bana   Ebu't-Tahît [81] rivayet etti. Dedi ki: Bana İbni   Vehb   Mâlik   b.   Enes 'den, [82] o da Sevr h. Zeyd ed- Düclî'den, o da îbni Mutîin âzadhsı Ebû'1-Gays Salim*, den, [83] o da   Ebû   Hüreyre 'detı naklen haber verdi. H.

Bize Kuteybetü'bnü Said dahî rivayet etti. Bu hadis onundur. (Dedi ki): Bize Abdülaziz yâni îbni Muham-med, Sevr'den, o da Ebû'1-Gays'dan, o da Ebû Hüreyre 'den naklen rivayet etti. Ebû Hüreyre şöyle demiş: Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) ile birlikte Hayber (gaz­vesin) e çıktık. Allah da bize fethi müyesser kıldı. Ganimet olarak al­tın ve gümüş almadık. (Sadece) eşya, yiyecek ve giyecek aldık. Sonra Vâdi'-ye çekildik. Resulüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'in yanında bir kölesi vardı. Bu köleyi ona Cüzam kabilesine raensub olan Dubeyb oğullarından Rif â'atü'bnü Zeyd namında bir zât hibe etmiş­ti. Vadiye indiğimiz zaman Resulüllâh (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'in kö­lesi tahtırevanına girmek için ayağa kalktı. Bu esnada kendisine bir ok isabet etti. Eceli de bundan oldu. Bunun üzerine biz: ona şebadet müba­rek olsun ya Resulâllâh! dedik. Resulüllâh (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) (ise) :

«Hayır!.. Muhammed'in nefsi kabza*! kudretinde olan Aliaha yemin ederim ki; Hayber muharebesinde taksim edilmeyen ganimetlerden al­mış olduğu şu hırka ateş olmuş onun üzerinde alev alev yanmaktadır.» dedi. Herkesi bir korku almıştı. Derken bir zat bir yahud iki adet pabuç tasması getirdi. Ve:

Yâ Resulâllâh! (Bunu) Hayber gününde almıştım; dedi. Re­sulüllâh   (Sallallahü Aleyhi ve Sellem):

«Ateşden bir papuç tasması, yahud; ateşten İki papuç tasması...» bu­yurdular.

Bu hadisi Buhârî «Kitab ü'1-Megâzî » ile «Ki-tâbü'l-Eymân ve'n-Nüzür» de, Ebû Davud ve Nesâî «Kitabü's-Siy er »de tahric ettikleri gibi îbni Hibbân, Hâkim ve îbni Mendeh dahi rivayet etmiş-tirlerdir.

Bazıları vak'anm Huneyn 'de geçtiğini rivayet etmişlerse de doğ­rusu bu hadisde rivayet edildiği vecihle   Hayber'de olmasıdır.

Resulüllâh (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) 'in ashabının tebriklerine : «Hayır!..» diye cevap vermesi ölen adam hakkında verdikleri hükmü red­detmek ve bir kimse hakkında cennetlik veya cehennemliktir diye birden hüküm vermenin doğru olmadığına işaret içindir.

Bürde: Çizgili kumaştan yapılmış kaftan veya hırka gibi elbisedir. Müteradifi semle ve nemiradır. Abâe: yağmurluk demektir.

Gulûl: Ebû Ubeyde'nin beyanına göre hassaten ganimet malına hıya­net etmektir. Bazıları onun her nevi hıyanete âmm ve şâmil olduğunu söylerler.

Hadisde zikredilen vadiden murâd: Medine’ye yakın « Vadilkura»   ismini taşıyan köydür.

Resulüllâh (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'in kölesinin ismi Mid'am idi. Bazıları bu kölenin kerkire olduğunu söylerler. Bu köleyi Rifâ'-atü'bnü Zeyd Hudeybi'ye musâlehasmda bir cemaatla Pey­gamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) 'e gelerek müslümanlığı kabul ettiği sırada hediyye etmişti.

Resulüllâh (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) Hn: «hırka ateş olmuş, onun üzerinde alev alev yanmaktadır.» «Ateşden bir pabuç tasması — yahud ateşden iki pabuç tasması...» buyurması bu eşyadan dolayı verilecek uh-revî cezaya tenbih içindir. Mezkûr eşya ateş haline getirilerek ganimete hıyanet edenler onlarla azâb edilecektir. Maamâfih ibare sebebi zikir; mü-esbbebî kasd kabilinden mecaz da olabilir. Bu takdirde: hıyanet edenler, ganimetten aşırdıkları eşya sebebile cehennemde azâb olunurlar ma'na-sına gelir.

 

Hadis-i Şerif Aşağıdaki Hükümleri İhtiva Eder:

 

1  - Ganimete hıyanetle ondan bir şey aşırmak şiddetle haramdır.

2  - Bu babda eşyanın azı ve çoğu müsavidir.

3  - Hâin harpde öldürüîse bile ona şehid demlemez.

4  - Kâfir olarak ölen bir kimse cennete giremez. Bu babda îslâm ulemasının ıcmâı vardır.

5  - Zaruret yokken de yemin edilebilir.

6  - Ganimetten aşırılan bir malın tekrar ganimete iadesi ve iade edildiği takdirde kabul edilmesi icâbeder.

7 - Ganimet hâini, çaldığı eşyayı iade etsin etmesin kendi eşyası ya­kılmaz. Çünkü Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)   hırkayı çalanın ve keza potin bağını aşıranın eşyasını yakmamıştır. Yakmak vacib olsa ya­kardı. Vakıa: «Her kim ganimete hıyanet ederse omın eşyasını yakın ve kendisini döğün» bir rivayette: «boynunu vurun»   mealinde bir hadis va-rid olunmuşsa o hadis zaiftir. Zaif olduğunu  îbnî Abdi lberr   ile başkaları beyân etmişlerdir.   Tâhâvî   «Bu hadis sahih bile olsa men-suhtur.» demiştir.

 

49 - (Kendini Öldürenin Tekfir Edilmediğinin Delili Babı)

 

184 - (116) Bize Ebû Bekr b. Ebî Şeybe ile İshâk b. İbrahim hep birden Süleyman'dan rivayet ettil&r. Ebû Bekr dedi ki: Bize Süleyman b. Harb rivayet etti. (Dedi ki): Bize Hammâd b. Zeyd, Haccâc-i Savvâfdan, [84] o da EbûVZübeyr'den [85], o da Câbir'den [86] naklen rivayet etti ki, Tufeyl b. Amr ed-Devsî Peygamber (Saîîallahü Aleyhi ve Sellem)'e gelerek: Yâ Resulâllah! Muhkem bir kal'aya ve muhafızların yanına gitmek ister misin? demiş, ( Cabir: câhiliyet devrinde Devs'e aid bir kal'a vardı, diyor) Peygamber (SalîaîlahU Aleyhi ve Sellem) buna razı olmamış; çünkü Allah muhafızlığı Ensara ayırmıştı. Peygamber (Saltaüahü Aleyhi ve Sellem) Medine'ye hicret edince Tufeyl b. Amr da onun yanma hicret et­miş. Onunla birlikde kavminden bir zât da hicret etmiş. Fakat Medine'de sıkılmışlardı. O zât hastalanmış; ve sabırsızlık ederek oklarım almış; onlar­la parmak eklerini kesmiş. Derken ellerinden kan fışkırmış. Neticede öl­müş. Müteakiben Tufeyl b. Amr onu rü'yasında görmüş. Kılık kıyafeti güzelmiş. Ama elleri sarih imiş. Tufeyl ona: Kabbın sana ne yaptı? diye sormuş. O da: Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) 'in yanına hicret et­tiğim için beni -affetti, diye cevap vermiş. Tufayl: neden seni ellerinimış görüyorum? deyince: «Bana, senin bozduğun bir uzvunu biz düzelte­meyiz» dediler, cevabım vermiş, Tufeyl bu rü'yayı Resulüllâh (SalîaîlahU Aleyhi ve Sellem)^ anlatmış. Bunun üzerine Reş,u\üUâh(Sallallahü Aleyhi ve Sellem):

«Allah'ım onun ellerini 6e afveyle!»   diye dua etmiş. sıkıldılar; canlan sıkıldığı ve bir nevî hasta oldukları

için orada oturmaktan bıktılar demektir. Ebû Ubeyd ile Cev­heri ve başkalan bu kelimenin ma'nası: «nimet içinde bile olsa bir yerde kalmaktan hoşlanmamaktır.» demişlerdir. Cevheri, Hat­tâ b î'den naklen bunun (dâü's-Sıle) denilen iç hastalığı olduğunu söyle­miştir.

Hz. Âişe (Radıyallahu Anhâ)Jûan rivayet edilen bir hadisde hic­retten sonra Ebû Bekir ve Bilâl (Radıyaîlahu Anhüma) 'mn da Medine 'de ihasta oldukları ve Mekke-i Mükerreme'yi has­retle yâd edecek şiirler söyledikleri, bunun üzerine Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) 'in kendilerine Medine'yi de Mekke kadar hat­ta daha fazla sevdirmesi için Cenab'ı Hakka niyaz ettiği beyân olunmuş­tur. O zaman Medine 'nin havası ağır ve sıtmalı imiş. Fakat sonra­dan Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'in duası kabul buyurul-muş,   Medine   herkesin yaşayabileceği şîrîn bir yer hâlini almıştır.

»   Mişkasın cem'idir.   İmam   Halil   ile   îbni Fâris'in ve başkalarının beyanına göre mişkas: geniş yüzlü ok demek­tir. Bazıları onun geniş değil uzun ok mânasına geldiğini söylemiş; Cevherî ise: «mişkas, uzun ve geniş oktur» demiştir. Nevevî, burada Cevherinin ta'rfini daha muvafık bulmaktadır.

 » kendisine kötülük etmek isteyene karşı gösterilen şeref ve himayedir. Bazılarına göre menea: mânün cem'i olup, kötülük etmek istiyenden koruyacak cemaat demektir.

Hadis-i Şerif Ehl-i sünnetin büyük bir kaidesine hüccettir. Bu kaide: Kendini öldüren veya başka büyük bir günah irtikab eden ve tevbesiz ölen bir kimsenin kâfir olmamasıdır. Böylelerin cehennemlik olduğuna ka-ti'yetle hüküm verilemez. Bunlar Allanın meşietine kalmışlardır. Nitekim yerinde görmüştük. Bu hadis, intihar edenleri ve diğer büyük günahlar­dan birini işleyenleri ebedî cehennemde kalacaklarmış gibi gösteren ha­disleri şerh etmekde ve ayrıca bazı günahkârların ceza göreceklerini bil­dirmektedir. Binaenaleyh:

1 - Büyük günah işleyen fâsik olur ve ebediyyen cehennemde kalır, diyen mu'tezüe ile.

2 - Büyük günah işleyen kâfir olur; diyen hâricilere ve:

3 - îmânı olan bir kimseye hiç bir günah zarar vermez: diyen mür-cie taifelerine karşı ehl-i sünnetin delilidir.

 

50 - Kıyamete Yakın "Zuhur Edecek ve Kalbinde Bir Parça İman Bulunanları Öldürecek Olan Rüzgar Babı

 

185 - (117) Bize Ahmed b. Ahdete'd-Dabbî rivayet etti. (Dedi ki): Bize Abdülâziz b. Muhammed ile Ebû Alkamete'l-Fervî [87] rivayet et­tiler. Dediler ki; Bize Safyân b. Siileym, Abdullah b. Selmandan [88] o da babasından, o da Ebû Hüreyre'den naklen rivayet etti. Demiş ki: Hesu-lüllâh   (Sallaltekü Aleyhi ve Sellem) :

«Muhakkak Allah Yemen'den, ipekden daha yumuşak bir rüzgâr gön­derecek; bu rüzgâr kalbinde (Ebû Alkâ:me'nin rivayetine göre) (bir dâne ağırlığında) (Abdülâzizin rivayetine göre) (zerre mikdârı) imân bulunan hiç bir kimseyi sağ bırakmayacaktır.»   buyurdular.

Bu mâ'nada bir çok hadiseler vârid olmuştur. Ezcümle :

«Yeryüzünde Allah Allah diyen kalmadıkça,, kıyamet kopmaz.», «Kıya­met Allah Aliah diyen hiç bir kimsenin üzerine kopmaz», «Kıyamet ancak halkın kötüleri üzerine kopacaktır.» buyuruimuştur.

İmam Nevevî bu hadislerin hepsinin zahiri ma'naları üzere bırakıldığını yânî.te'vile lüzum olmadığını söylüyor. Vakıa bir hadisde :

«Ümmetimden bir taife kıyamet gününe kadar hakka müzahir olmak­ta devam edeceklerdir.» Buyurulmuşsa da bu hadis yukarıda zikredilen hadislere muhalif değildir.

Çünkü; ma'nası: «bu ümmetin bâzı ferdleri kıyamet alâmetleri zu­hur edinceye kadar hak dine yardımcı olacaklar,» demektir; hadisde Kıyamete kadar» denilmiş olsa da maksad onun alâmetleridir. Binaena­leyh; bu babtaki hadislerin hepsi ma'nen müttehiddir; ve hepsinden mu* rad: Kıyamet yaklaşdığı, alâmetleri zuhur ettiği zaman demektir.

Hadis-i Şerifdeki: «bir dâne ağırlığı yahud zerre mikdârı» ifadesi; «İmân artar, eksüir.> diyenlere delildir. Nevevî: «sahih olan mezheb budur.» diyor.

«Allah Yemen'den, ipekten daha yumuşak bir rüzgâr gönderecek...» ibaresinden Nevevî: «mü'min kullara ikram için onların ruhları rifku mu-lâyeınetle kabzolunacak» ma'nasını çıkarıyorsa da Müslim sarihlerinden Muhammed el-Übbi Nevevî 'nin bu sözünü mutlak olarak kabul etmeyerek şunları söylüyor: «Bu ma'na sözün gelişinden anlaşılmak­tadır. Yoksa ne kolaylık göstermek ikrama delil olabilir; ne de güçlük göstermek şikâavete; Zira meşakkate duçar olmuş nice said kullar ve suhulete nail olmuş nice şakiler vardır. Meselâ : Zeyd b. Es1em'in babasından rivayet ettiği bir hadisde :

«Mü'minin üzerinde, amelile eremediği bir derece kalırsa, ölüm ıztıra-bîle âhirettekİ derecesini tamamlasın diye Allah Teâlâ ona ölümü şiddetli verir. Kâfirin de dünyada karşılığı verilmeyen bir eyiliğî olursa önada ölü­mü asan eyler.» buyuruimuştur.

Rivayete göre Âişe (Radıyallahu Anhâ) : Resulüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) 'in ne derece şiddetli ölüm ıztırabı çektiğini gördükten sonra ben hiç bir kimsenin kolay ölümüne imrenmem. Elini bir bardağın içine daldırıyor; yüzünü siliyor ve:

«Allahım bana ölümü asan eyle! zira ölümün sekerâtı vardır;» diyordu.

O zaman Fatıme:

«Babacığım, ab senin ıztırabm bana pek girân geliyor,» demiş; Resu­lüllah   (Sallallahü Aleyhi ve Sellem):

«Bu günden sonra babanın hiç iztırabi olmayacak, buyurmuştu., demiş­tir.»

Bu hadisde rüzgârın Yemen'den geleceği bildirilmiştir. Müslim'in kitabın sonunda, Deccâl hadislerinin akibinde tahriç ettiği bir hadisde bu rüzgârın Şam tarafından geleceği bildirilmektedir. İmam Nevevi buna iki vecihle cevap vermiştir.

1 -Bu rüzgârların iki dane olması ve birinin Yemen'den, diğerinin Şam'dan gelmesi muhtemeldi?.

2 -Rüzgârın bu iki iklimin birinden başlayarak ötekine erişmesi ve oradan her tarafa yayılması da bir ihtimâldir.

 

51- Fitneler Zuhur Etmezden Önce Amellere Şitab Etmeye Teşvik Babı

 

186 - (118) - Bana Yahya b. Eyyûb ile Kuteyle [89] ve İbnî Hucr toptan İsmail b. Ca'fer'den rivayet ettiler. İbni Eyyûb dedi ki: Bize İsmail rivayet etti. Dedi ki: Bana Alâ' [90], Babasından, o da Ebû Hüreyre'den naklen haber verdiki, Resulüllah   (Sallalîahü Aleyhi ve Sellem):

«Karanlık gecenin (zifiri) karanlıklarına benzeyen fitneler zuhur etme­den amellere şitâb edin; (zira o fitneler zuhur ettiği vakit) kişi mü'mîn olarak sabahlayacak; kâfir olarak akşamlayacak yahud mü'min olarak akşamlayacak kâfir olarak sabahlayacak, dinini bir dünya metâı mukabilinde satacaktır.» buyurmuşlar.

Hadisin ma'nası: gece karalıkları gibi yığın yığın fitneler zuhur edip iş işten geçmeden amel ve ibâdetlere teşviktir. Çünkü -bu fitneler o kadar büyük ve korkunç olacak ki, onların şerrinden kimse ibâdet ve amellere vakit bulamayacaktır. Resulüllah (Sallalhhü Aleyhi ve Sellem) bunlann şid­detini: «kişi mü'min olarak sabahlayacak, kâfir olarak akşamalyacaktır.» büyururarak ifâde etmiştir. Yânı fitnenin dehşetinden insan bir günde bu derece muazzam tehavvüller geçirecek; günü gününe, saati saatine uy-muyacaktır.

Hadisin sonunda râvî şek ederek:  «Yahud; mü'min olarak sabahlar.»   buyurdu, demiştir.

 kâfir olarak akşamlar;

Resulüllah (Sallalîahü Aleyhi ve Sellem)'in bu ma'nada bir çok hadisle­ri vardır:

«Beş şeyi beş şeyden önce ganimet bil:

1 - İhtiyarlamadan önce gençliğini,

2 - Hastalanmadan önce sağlamlığını,

3 - Meşgul olmadan önce boş zamanını,

4 - Fakirlemeden önce zenginliğinin,

5 - Ölmeden önce hayâtının.»

«Her kim (akıbetten) korkarsa erken yola çıkar. Ve her kim erken yola çıkarsa menzil-i maksûda ulaşır»  hadisleri bunlardandır.

Bu babda selef-i sâlihînden de bir çok eserler vardır.

«O fitneler zuhur ettiği vakit kişi mü'min olarak sabahlayacak, kâfir olarak akşamlayacaktır.» ifadesini te'vile lüzum yoktur. Çünkü fitneler çoğaldığı zaman kalpler bozulur; imân safiyeti kalmaz. Kalplere gaflet ve fisku fücur dolar. Bunlar da bir insanın şekaveti için kâfî sebeblerdir. Nitekim kominizm felâketine ma'ruz kalan yerlerde bir çok müslümanîa-nn —el-Iyazu billahi— irtidâd ettiklerini gözümüzle gördük.

Fahr-ı Kâinat (Salkdlahü Aleyhi ve Sellem) Efendimiz: «dinini bir dünya metâı mukabilinde satacaktır.» buyurarak dünya mef-sedetleri karşısında dîne sarılmanın lüzumuna işaret etmektedir.

 

52 - Mü'minin Amelinin Boşa Gideceğinden Korkması Babı

 

187 - (119) Bize Ebû Bekir b. Ebî Şeybe rivayet etti. (Dedi ki): Bize el-Hasen b, Musa [91] rivayet etti. (Dedi ki): Bize Hanımâd b. Seleme, Sabit el-Bunanî'den, [92] o da Enes b. Mâlik'den naklen rivayet eyledi ki, Enes şöyle demiş:

Şu: «Ey îmân edenler: Seslerinizi Peygamberin sesinin üstüne kaldırma-yin [93] âyeti sonuna kadar nazil olduğu zaman Sabit b. Kays evine ka­pandı ve:,

__Ben cehennemlikim diyerek Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Seîîem)

(le görüşmek) den habs-i nefseyledi. Derken; Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Selîem)   Sa'd b. Muâz'a :

«Yâ Ebâ Arar! Sabitten ne haber, hasta mı oldu?» diye sordu. Sa'd:

__O benim komşumdur; bir şikâyetini bilmiyorum; dedi. Bunun üze­rine Sa'd ona giderek:

Resulüllah (Sallallahü Aleyhi ve SellemV'ın söylediklerini anlatmış. Sa­bit:

__Şu âyet indirildi. Pek âla bilirsiniz ki, Resuîüllah (Sallallahü Aleyhi

ve Sellem) 'e karşı sizin en yüksek sesi (e hıtab eden) inizi benim. Demek ki ben cehennemlikim; demiş; Sa'd bunu Nebî (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) e anlattı. Resulüllah  (Sattallahii Aleyhi ve Sellem) :

«Bilâkis, o cennetlikdir.»   buyurdular.

 

188 - (...) Bize Katan b. Nüseyr [94] rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Ca'fer b. Süleyman [95] rivayet etti. (Dedi ki): Bize Sabit, Enes b. Mâ-likiden naklen rivayet eyledi. Enes; Sabit b. Kays b. Şemmâs Ensarın hatibi idi. Şu âyet nazil olunca... diyerek liammad'm hadisi gibi riva­yet etmiş. Yalnız Enes hadisinde Sa'd b. Muâzın zikri geçmez.

Bu hadisi bana Ahmed b. Saîd b. Sahr ed-Dârimi [96] de rivayet etti. (Dedi ki): Bize Hâbbân [97] rivayet etti. (Dedi ki): Bize Süleyman b. el-Muğîre, Sabitten, o da Enes'den naklen rivayet eyledi. Enes:

«Seslerinizi Peygamberin sesinin üstüne kaldırmayın...» âyeti nazil olunca; diyerek rivayet etmiş; fakat hadisde Sa'd b. Muâz'i zikretmemiş.

 

(...) Bize Hüreym b. Abdil'a'lâ el-Esedî [98] dahi rivayet etti. (Dedi ki): Bize el-Mu'temir b. Süleyman rivayet etti. (Dedi ki): Babamı Sabitten, o da Enes'den naklen anlatırken dinledim. Enes:

— Bu âyet indiği vakit... diyerek hadisi rivayet etmiş; ama Sa'd b. Muâzı zikretmemiş. Yalnız:

(Biz Sâbit'i aramızda gezinen cennetlik bir zât olarak görüyorduk) cümlesini ziyade etmiş.

Bu hadis-i şerif Sabit b. Kays (Radiyallahu anh) 'm büyük menkabesini anlatmaktadır. Hz. Sabit Ensar'mve Resulüllah (Saîlalkhü Aleyhi ve Sellem) 'in hatibi idi. Yüksek sesli bir zât olup konu­şurken sesi fazla gürleşirdi. Bu sebeble herkesden ziyade endişeye düş­müştü. Fakat Resulüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) kendisini cennetle müjdeleyince bütün üzüntüleri bir anda sürura münkalib oldu. Hadisde zikri geçen âyet-i kerime bir rivayete göre onun hakkında nazil olmuş; diğer bir rivayete göre ise Ebû Bekir'le Ömer (Radiyallahu Atthüma) Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) 'in huzurunda bir mesele­yi yüksek sesle münakaşa ettikleri zaman inmiş; bundan sonra onlar da Resulüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) 'in huzurunda adetâ fısıltı ile konuş­muşlardır. Ayetin Benî Temim hey'eti hakkında nazil olduğunu söyleyenler olduğu gibi daha başka sebeb-i nüzul zikredenler de vardır. E1-Übbi'nin beyanına göre Hz .Sabitin korkarak evine ka­panması âyetin inmesinden evvele aid değildir. Çünkü o zaman henüz hu­zuru Nebevide yüksek sesle konuşmak yasak edilmiş değildi. Onun endişesi ileriye aitti. Resulüllâh (SaUalk.hü Aleyhi ve Sellem)'in huzuruna çık­tığı zaman mutlaka konuşmak mecburiyetinde kalacaktı. O bunu düşün­dükçe üzülüyor; korkuyor; ihtiyata riâyet ediyordu. Nihayet endişesi gö­rülmedik bir sürür la neticelendi.

Hadis-i şerif, âlim veya büyük bir zât arkadaşlarından bazısını bir kaç zaman gör^mezse araştırıp soruşturması gerektiğine delildir.

 

53 - Cahiliyet Devri Amellerinden Dolayı Muahaze Olunup Olunöayacağı Babı

 

189 - (120) Bize Osman b. Ebî Şeybe rivayet etti. (Dedi ki): Bize Ce-rîr, [99] Mansur'dan, [100] o da Ebû Vâil'den, [101] o da Abdullah [102]'dan işitmiş olmak üzere rivayet etti.    Abdullah şöyle demiş:    Bazı kimseler

Peygamber (Saîlaîlahü Aleyhi ve SeHeınj'e;

— Yâ Resulallah, biz câhîîiyet devrindeki yaptıklarımızdan mes'ul olacak mıyız? dediler. Kesulüİlah (Sallailahü Aleyhi ve Selleın):

«— İslamda sizden kim iyi ameîler işierse câhiliyet devrindeki yaptıkla­rından doiays muâhaze olunmaz; ama kim kötülük ederse hem cahîiiyet devrindeki hem de îslâmda yaptıklarından dolayı muaheze olunur, buyurdu.

 

190 - Bize Muhammed b. Abdillâh b. Nümeyr rivayet etti. (Dedi ki): Bize Babamla Vekî* rivayet ettiler. H.

Bize Ebû Bekir b. Ebû Şeübe de rivayet etti. Bu lâfız onundur. (Dedi ki): Bize Vekî', A'meş'den, o da Ebû Vâiîden, o da Abdullah'dan naklen rivayet etti. Abdullah şöyle demiş:

— Yâ Rtsulâlİâh, biz câhiliyet devrindeki yaptıklarımız dan dolayı muâhaze olunacak mıyız? dedik? Resulüllâh (Sallailahü Aleyhi ve Sellem) :

«Her kim İslrnda iyi ameller işlerse câhîliyet devrindeki yaptıkların­dan dolayı muâhaze olunmaz; ama kim İsiâmda kötülük işlerse hem ev­velki he mde sonunku (devirlerdeki yaptıkları) ile muâhaze olunur.» buyurdu.

 

191 - (...) Bize Mincâb b.-Hâris et-Temîmî rivayet etti. (Dedi ki): Bize Aîiy b. IVlüshir, A'meş'den bu isnâdla bu hadisin mislini haber verdi.

Bu hadis müttefekun aleyhdir. Buhârî onu «Kitâbu istitâbeti '1   zîiürteddin» de tahriç etmiştir.

Hadîs ma'nâ i'tibârile:

«Küfredenlere söyle! Eğer (bundan) vazgeçerlerse geçmiş günahları affolu­nacak...» âyet-i kerimesine uymaktadır. Sahih hadisde İslâmm daha ön­ceki kötü amellerin hükmünü yıktığı beyan olunduğu gibi bu bâbda icma-ı ümmet de vardır.

Âyetteki «geçmiş günahlar..» dan murâd: küfür ve sair günahlardır. İmam A'zam Ebû Hanif e bu âyetle istidlal ederek: «mür-dedd bir kimse tekrar müslüman olursa irtidad halinde terk ettiği ibâdet­lerinin kazası  lâzım gelmez:  Fakat

«kim iman tanımayıp kâfir olursa her halde yaptığı bütün ameller boşa gider.»

âyet-i kerimesi iktizasmca eski ibâdetleri heder olduğu için yeniden hac­ca gitmesi icâbeder.

İslamda işlenecek kötülükten murâd: bazılarına göre küfürdür. Yânî kim müslüman olmuşken tekrar —el-Iyâzu billâh— küfre dönerse; yahud dili ile tasdik ettiği halde kalbi ile İslâmiyetin hak dîn olduğuna inanmaz­sa o kimse eski ve yeni bütün yaptıklarından îhes'ul olur. Hattâbî diyor ki: «Bu hadisin zahirî, İslâmiyetin eski amellerin hükmünü yok et­tiği babmdaki İcma-ı ümmete muhaliftir; ve şöyle te'vîl edilir: Bu ha-disden murad «sen kâfir iken şöyle şöyle işler yapmadın mı? Bunları yap­mana znüslümanhğın bârı mâni olsa idi ya?» gibi sözlerle o kimseyi ta'yip ve ilzam etmektir. «Yâni hadis ancak bu ma'nâyı ifade öder; îslâmiyetin geç­miş amellerin hükmünü heder etmesine hakikatte muhalif değildir. Kirmanî: «İhtimâl İslâmdaki kötü amelden maksad: ter temiz müslüman olamamak yahud imanı halis olmayıp münafık kalmaktır.» diyor.

Hadisi îmam Nevevî dahi bu şekilde tefsir etmiştir. Zira hakikî müslüman olmakta devam eden bir kimsenin, müslüman olmazdan önceki yaptıklarından mes'ul tutulmayacağı nass-ı Kur'an ve bir çok sa-hîh hadislerle sabittir.

tbni Battal îslâmda yapılan kötü amelden muradın küfür ol­duğuna bir çok ulemanın kail olduğunu söyleyerek sözüne şöyle devam eder: Çünkü: câhiliyet zamanında işlediği bir masiyetten dolayı bir müs-lümanın mes'ul tutulamayacağına icma-ı ümmet vardır. Müslüman olduk­tan sonra en büyük günahlardan birini irtikâb etse bile müslüman kaldık­ça yalnız o günahdan dolayı ceza görür.»

îmam Nevevi bu hadisi şöyle tefsir eder: Hadisin manası hu­susunda sahih olan kavil, muhakkik ulemadan bir cemaatın kavlidir ki o da buradaki ihsandan murad İslâmiyete zahiri ve batını ile girmek ve hakiki müslüman olmaktır. Böyle bir müslümanın kâfir olduğu za­manlar işlediği günahları affedilir. Bu cihet nass-ı Kur'an-ı Ke­rim, hadis-i sahih ve müslümanların icmaî ile sabittir. Hadiste:

«İslâmiyet kendinden önceki devirlere ait olan amellerin hükmünü yıkar.»   buyurulmuştur.

Kötü amelden murad îslâmiyete kalbi ile girmeyip zahiren iki şaha­deti getirerek teslim olmak kalbi ile müslümanlığın hak olduğuna inan­mamaktır. Böylesi bütün müslümanların icmaî ile münafık olup küfrü üzre bakidir ve müslüman suretinde görünmezden evvel islemiş olduğu cahilîyet devri amellerinden mes'ul olduğu gibi müslüman göründüğü za­man yaptıklarından da mes'uldur. Çünkü bu adam küfründe daimdir. Mesele şeriat örfünce malumdur. Bir kimse kemali ihlâsla hakikaten müs­lüman olduğu zaman cfüâmn îslâmı güzel oldu derler» aksi takdirde «fi­lânın tslâmı kötüdür denilir.»

Muhammed eî-Übbî İmam-ı Nevevi 'nin bu tefsirini beğenmekte ve şöyle demektedir: En güzeli Nevevi'nin tefsiridir. Nevevî îslâmiyetteki iyi ameli ihlâsla, kötü amelide ihlâssızlıkla tefsir etmiştir. Çünkü samimi müslüman olmayan bir kimseyi bütün amelleri ile muâha-ze etmek doğru olmadığı gibi îslâmiyetteki iyi ameli tâat, kötü ameli mu­halefet diye tefsir etmek te makbul değildir. Zira böyle bir tefsir îslâmiye-tin kendinden önceki amelleri hükümsüz bırakmasını tâata ve müstak­belde şeriata muhalefet etmemeğe bağlı olmayı icab eder. Halbuki me­sele öyle değildir.

 

54 - İslamın Kendinden Önce Amellerin Hükmünü Yıktığı; Hicret İle Haccin da Böyle Olduğu Babı

 

192 - (121) Bize Muhammed b. el-Müseima el-Anezî ile Ebû Ma'n Er-Rakaaşi [103] ve İshâk b. Mansûr, toptan Ebû Âsım'dan rivayet etti­ler. Lâfız İbnî'I Müsenna'nmdır. (Dedi ki): Bize Dahhâk yani Ebû Âsim ri­vayet etti. Dedi ki: Bize Hayvetü'bnü Şüreyh haber verdi. Dedi ki: Bana Yczıd b. Ebî Hahib, İbni Şumasete'l Mehri'den [104] rivayet etti. İbniî Şumâse şöyle demiş:

Amr Ibnî As'ın yanına vardık kendisi ölüm döşeğinde idi. Uzun za­man ağladı ve yüzünü duvara çevirdi. Oğlu:

Babacığım Resulüllah (Saliallahü Aleyhi ve SeUem) seni filân şeyle müj­delemedi mi? Rcsulüliâh (Sallallahü Aleyhi ve SeUem) seni filân şeyle müj­delemedi mi? Demeye başladı. Bunun üzerine Amr yüzünü (bize) çevi­rerek:

Şüphesiz ki; hazırlamakta olduğumuz şeylerin en faziletlisi Allah'tan başka ilâh olmadığına ve Muhammedin onun Rasulü olduğuna şahadet getirmektir. Şüphesiz ki ben üç hal üzere bulundum. Düşünüyorumda «Bir vakitler» Resulüllah (Sallallahü Aleyhi ve SeUem) 'e benim kadar şiddet­le buğuz eden yoktu. İmkânını bulupta onu Öldürmüş olmak kadar da bence makbul bir iş yoktu. Şayet bu hal üzre Ölmüş olsaydım muhakkak cehennemlik olurdum. Allah îslâmı kalbime, yerleştirdiği zaman Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve SeUem j'e gelerek; Uzat sağ elini de sana bey'at edeyim dedim. Hemen sağ elini uzattı. Ben elimi çektim Kesulüllâh (Sallallahü Aleyhi ve SeUem) :

«Ne oldu sana ya Amr?»   dedi.

  Şart koşmak istedim dedim. «Neyi şart koşuyorsun?» buyurdular.

  «Af olunmamı» dedim.

«Bilmez misin ki İslâm, kendinden önceki günâhları yok eder, Hicret de ondan önceki günahları yok eder, Hac da ondan önceki günahları yok eder?.» buyurdular.

(Artık) Benim nazarımda Resulüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'âen daha sevgili ve ondan daha büyük bir kimse kalmadı. Ona karşı duydu­ğum saygıdan dolayı kendisine doya doya bakamıyordum. Benden onu tavsif etmemi isteseler buna takat grtirernem. Çünkü ona doya doya ba-kamazdım. Şayet bu hal üzere ölmüş olsam cennetlik olmamı kuvvetle üınid ederdim. Sonra birtakım şeyler üzerimize aldsk ki onlar hakkında halim nice olur bilmiyorum. Öldüğüm zaman beraberimde hiç bir yasçı ve ateş bulunmasın. Beni defnettiğiniz zaman üzerime toprağı iyice döşe-yiniz. Sonra kabrimin etrafında bir deve boğazlanıpta eti taksim edilince­ye kadar durun ki, sizlerle ünsiyet edeyim. Ve Eabbimin elçilerini nasıl karşılayacağımı düşüneyim, dedi.

Bu hadis Ashab-ı kiramdan Amr b. Âs (Radiyallahu anh) 'in ve­fatım anlatmaktadır. Müslim sarihlerinden Muhammed e1-Übbî Hz . Amr hakkında şunları naklediyor: A m r akıl, fikir ve lisan itibariyle Arapların dâhisi idi Hz. Ömer b. El, Ha11ab birisi ile konuşurken karşısındaki söz anlamazsa: «Seni ve Amr b. E1-Âs'ı yaratan Allah'ı tenzih ederim» dermiş Hz . Amr, Mısır 'da on sene üç ay Hz. Ömer zamanında dört sene H z. Osman zamanında iki sene üç ayda Hz. Muavi 'ye zamanında valilik etmiş; ve 43 tarihinde 90 yaşında vefat etmiştir. Vefatı için başka tarih söy­leyenlerde vardır. Vefatında 325.000 altın ve 2.000.000 dirhem gümüş ile 1.000.000 kıymetinde meşhur bir çiftlik bırakmıştır.

Vefat edeceği zaman malına bakarak : «Keşke ya sen bir deve tezeği olaydın ya ben selâsil gazasında öleydim. Öyle işlere girdim kî Allah hu­zurunda onlar hakkında hüccetimin ne olacağını bilmiyorum. Muaviyenin dünyasını düzelttim. Ama kendi ahiretimi hatırdım. Aklımı şaşırdım ni­hayet ecelim geldi. İşte ecel, ile pençeleşmekteyim. Malımı aldı. Ailem hakkındaki hilâfetimi berbad etti» demiş sonra oğluna dönerek bana bir bukağı getirde onunla elimi boynuma bağla demiş. Oğlu babasının dedi­ğini yapmış. Sonra Amr (Radiyallahu anh)   başını semaya kaldırarak ;

«Allah'ım sen bana emir buyurdun ben isyan ettim; Nehy buyurdun kulak asmadım. Kudretim yok muzaffer olayım. Suçsuz değilim mazeret beyan edeyim. Ben ancak senden başka ilâh olmadığına, Muhamnıcdim se­nin kulun ve Resulün olduğuna şehadet ediyorum.» demiş; sonra pişman ve düşünceli gibi parmağını ağzına sokarak vefat etmiştir. Oğlu Abdul. i ah   kendisine :

«Babacığım keşke Ölmekte olan akıllı bir adamın yanma varsamda ne­ler çektiğini bana anlatsa derdim işte ölüm seninde başına geldi neler çek­tiğini bana anlat» demiş. Hz. Amr buna şu cevabı vermiştir ;

«Yavrucuğum sanki bir karanlık içindeyim sanki iğne deliğinden ne­fes alıyorum, sanki bir diken dalı ayağımdan başıma doğru çekiliyor» demiş.

îbnu Abdi Rabbih diyor ki: Bize Medine'lilerden bası zeva­tın haber verdiğine göre Amr b. Âs oğullarına şunları söylemiş

«Ben ne öldüğüm zaman beni cehenneme götürecek şirkin içindeyim, m de öldüğüm saman beni cennete götürecek tslâmın içinde. İslâmiyet hak kında her ne kadar kusur etsemde yine lâilâhe illâllaha sarılmaktayım.. • demiş. Eliyle keîime-i tevhidi tutar gibi yaparak avucunu yummuş; Bı halde ruh teslim etmiş. Yanındakiler elini açarlar sonra bırakırlar el yim kendi kendine yumulurmuş.

Hz. Amr'm üzerine toprak örtülmesini cenazesinin arkasından med dah yascı ve saire gelmemesini vasiyet etmesi dindeki sebatına ve Allah tan ne derece korktuğuna delâlet eder. Peygamber (SaUaltchü Aleyhi v Sellemfin bütün eshabı böyleydiier. İçlerinden birisi bir parça dünyay dalsa; derhal aklını başına alır. Allah ve Resulü hakkındaki güzel itiks dına dönerdi. Burada « E1-Ikdü'1-Ferid namı kitar-la H Muaviyenin vefatı hakkında yazılan bir kaç cümleyi de zikretmek yeriı de olur kanaatindeyim.

Muaviye (Radiyallahu anh) 'm hastalığı ağırlattığı zaman oğl Yezid yanında yokmuş. Bilâhare babasının yanma gelirken   Osmab. Muhammed b. Ebî Süfyanı bir yerde otururken bulmuş;

elinden tutarak beraberce Muaviye'nin yanına girmişler. Girdikleri zaman Hz. Muâviye can çekiştiriyormuş. Yezid kendisiyle konuşmak istediyse Muâviye konuşmamış. Bunun üzerine Yezid ağlama­ğa başlamış. Muâviye (Radiyalîaku anh) bir müddet Yezidi süz­dükten sonra şunları söylemiş:

«Yavrucuğum! Hakkında Aliah'dan en çok korktuğum şey sana yap-tiklarımdır. Yavrucuğum! Resulüliâh (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) ile birlik­te sefere çıktığım olurdu. Kendileri Kazay-ı hacet eder de abdestalırsa el­lerine suyu ben dökerdim. Bir defasında gömleğimin omuz başından yır­tıldığını görerek:

«Yâ Muâviye! sana bir gömlek giydireyim mi?» buyurdular. Hay hay Yâ Resulâllah, dedim. Bunun üzerine bana bir gömlek giydirdi. Onu bir defadan başka giymedim. Gömlek bendedir.

Yine bir gün Resulüllâh (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) tıraş oldu Kesi­len saçlarını ve tırnak kesintilerini aldım. Bunları bir şişe içine koydum. Öldüğüm zaman yavrucuğum, beni yıka! sonra bu saçlarla tırnakları be­nim gözlerime ve burumuna koy! Badehu Resuîüllah (Sallallalıü Aleyhi ve Sellem)\in gömleğini kefenimin altına gömlek yerine koy .Eğer (bana) bir şey fayda verecekse bunlar fayda verir.» demiş.

Görünüşe göre ashab-ı kirâmm içerisinde dünyaya en ziyade kıymet veren şu iki sahâbî-i celilin ölüm anındaki hâllerini ve Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'e ne derece hörmet ve ta'zim gösterdiklerini insafla düşünmeli de ibret almalıdır. Pahr-ı Kâinat (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) Efendimize karşı hörmet ve ta'zim hususunda diğer sahabe-i ki­ramın hâlleri de böyle idi. Haklarında bir çok insafsızların ileri geri söz ettikleri Muâviye ile Amr b. Â s(Radıyallahu Anhüma) 'mn hal­leri böyle olunca; diğer ashab-ı kiram ve ezvâc-i tâhirahn hallerini artık siz düşünün!.. Bize düşen vazife: kendimizi onlara hakemlik edecek mertebe­de görerek: «şu haklıdır; bu haksızdır.» diye ukalâlık taslamak değil, cüm­lesi hakkında   (Radıyallahu Anhüm)     duâsile tezyin-i lisân eylemektir.

 

Hadis-i Şerif Aşağıdaki Ahkamı İhtiva Ediyor:

 

1 -Islâmda, hicret ve haccm mevkileri pek büyüktür. Bunlar ken­dilerinden Önceki günahları yok ederler.

2 -Ölüm döşeğinde bulunan bir hastaya A11ah'a hüsnü zanda bu­lunmasını tenbih etmek müstehaptir. Onun yanında ümid bahş âyetleri, afv ve müjdeye dâir hadisleri okumalı; Allah 'dan ümidini kesmesin diye yaptığı iyilikleri anmalı. Bu suretle A11ah 'a   hüsnü zanda bu­lunmasını te'mine çalışmalıdır. Tâki son nefesinde A11ah 'in afvu mağfiretini dileyerek gitsin. Zira i'tibâr hatimeyedir. Bu tarzda hareket bilittifak müstehaptır.

Hadisin bu hususa delil olan yeri İbni Âmr (Radıyallahu anh) babasına: «sana Resulüliâh (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) filân şeyi tebşir etmedi mi idi?» demesidir.

3 - Ashâb-ı kiram Resulü Ekrem (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) 'i son de­rece ta'zim ve tebcil ederlerdi. Hz.   Amr 'in   «Cenazeme yasçı ve ateş refakat etmesin» demesi,    Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Seilem)   böyle şeyleri yasak ettiği içindir.

Ulemâ Niyaha'nın haram olduğunu beyan etmişlerdir. Niyaha: yas tutmak, ölenin arkasından yürüyerek onun iyiliklerini anmak suretile ba­ğırıp çağırarak ağlamaktır. Cenazenin arkasından mum ve çıra gibi şey­ler yakarak yürümek de mekruhtur. Çünkü bunlar câhiliyet devri âdet-lerindendir.

4- «Üzerime toprağı yayın!» demesi kabrin üzerine toprak yayma­nın müstehab olduğuna delildir. Bazı memleketlerde yapıldığı gibi kabrin üzerine oturmak doğru değildir.

Hz, Amr'm : «Sonra kabrimin etrafında bir deve boğazlayıp da eti taksim edilinceye kadar durun ki, sizinle ünsiyet edeyim; ve Rabbim in elçilerini nasıl karşılayacağımı düşüneyim...» sözünde bir takım faideler vardır:

a) Kabir azabı ve münker nekir adlı iki meleğin sualleri haktır. Ehî-i hakkın mezhebi budur.

b) Cenaze defnedildikten sonra kabrinin başında biraz durmak müs­tehaptır.

c) Ölen kimse o anda kabrinin yanındakilerin konuştuklarım işitir. Binaenaleyh bazı ulemaya göre Kur'an okumak evlâdır.

d) Et, yaş üzüm v.s. müşterek mallar taksim edilebilir.-

 

193 - (122) Bana Muhammed b. Hatim b. Meymun ile İbrahim b. Dî-nâr rivayet ettiler. Lâfız İbrahim'indir. Dedilerki bize Haccâc —ki İbn-i Muhammed'dir — İbn-i Cüreyc'ten rivayet etti. Dedi kî: Bana Ya'lâ b. Müslim haber verdi. Ki Sa'id b. Cübeyr'i İbn-i Abbas'tan rivâyeten an­latırken işittiğine göre müşriklerden bir takım kimseler insan öldürmüşler ve bunda çok ileri gitmişler. Zina etmişler. Bunda da çok ileri gitmiş­ler. Sonra Muhammed (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) 'e gelerek; hakikaten senin söylediğin ve kendisine ciaved ettiğin din pek güzel, Bİze yaptıkları­mıza keffaret olacak bir şey haber verirsen (müsîüman oluruz) demişler. Bunun üzerine şu âyeti kerime, nazil olmuş :

«Onlar ki Allahîa birlikte başka bir ilâha duâ etmezler, Allahın haram kıldığı canı tuksız yere öldürmezler, zina da etmezler... Her Uim bunları ya­parsa ağır cezaya uğrar.» (Ei-Furkan: 68) Bir de şu âyet nazil oirnuş: De ki ey nefislerine îsraf eder* kullarım Allahın rahmetinden ümidinizi kesmeyin...» (Zümer : 53)

«Bize yaptıklarımıza kaffaret olacak bir şey haber verirsen...» İfadesi

bir şart cümlesi olup cevabı muhzuftur. Yani; bize haber verirsen bizde müslüman oluruz demektir. İbareden cevap cümlesinin hazfedilmesine arapçada ve   Kur'an-ı   Kerîm'de çok tesadüf edilir.

«Esâm : Bazılarına göre azap dernektir. Bazıları cehennemde bir vadi olduğunu söylemiş diğerleri cehennemde bir kuyu olduğunu beyan etmiştir. Günahın cezasıdır» diyenlerde olmuştur.

Hadisde zikri geçen ikinci âyet Kur'an-i Kerîm'in en ümidbahş âyeti olduğu bildirilmektedir. Bu âyet müşriklerin Rasuîü Ekrem (SaîîalîahU Aleyhi ve Se!!cin)'den yaptıklarına keffaret olup olmadığını sor­dukları zaman nazil olduğuna göre müsHiman olduktan sonra eski gü­nahlarının affedileceğine işaret etmekledir.

 

55 - Kafiriin Müslüman Olmazdan Önceki Amelinin Hükmünü Beyan Babı

 

194 - (123) Bana Harmeletü'bnü Yahya rivayet etti. (Dedi ki): Bize İbni Vehb [105] haber verdi. (Dedi ki): Bana Yunus [106], İbni Şıhâp'tan naklen haber verdi. Demiş ki: Bana Urvetü'bnü'z-Zübeyr haber verdi onada Hakîm b. Hîsâm [107] haber vcarmiş kendisi Resulüllâh (Sailallohu Aleyhi ve Sellem) 'e:

Cahiliyet devrinde benim yaptığım bir takım ibadet işleri hakkında ne buyurursun? Bunlardan bana bir fayda var mıdır? diye sormuş Resulâllah

(Sallallahü Aleyhi ve Sellem)   ona:

«Sen geçmişte yaptığın hayırlarla müslüman oldun.» cevabını vermiş. Tchanntis: İbadet etmek demektir.

 

195 - (...) Bize Hasan el-Hulvanî ile Abd b, Humeyd rivayet etti. (Hulvânî: Bize rivayet etti dedi) Abd: Bana Yâ'kub —ki İbni İbrahim b. Sa'd'dîr— rivayet etti dedi. Ya'kub: Bize Babam Sâlih'den [108] , o da İbni Şihâb'dan naklen rivayet eyledi, demiş. İbni Şihâb da demiş ki: Ba­na Urvetu'bnü's-Zübcyr haber verdi. Ona da Hakim b. Hizam haber ver­miş ki, kendisi Resuîüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'e:

— Ey Eesiüüllâh, bir takım işlere ne buyurursun: ben cahilİyet dev­rinde sadaka vermek, köle âzad etmek yahud akrabaya yardım kahilin-den olan bu işlerle ibâdet yapardım. Bunlarda ecir var mıdır? diye sormuş. Resulüllâh (Salldlîahü Aleyhi ve Sellem):

«Sen eskiden yaptığın hayırlarla müslüman oldun.» buyurmuşlar.

 

(...) Bize İshâk b. İbrahim ile Abd b. Humeyd rivayet ettiler. Dediler ki: Bize Abdurrazak haber verdi. (Dedi ki): Bize Ma'mer, Zühri'den bu isnadla haber verdi. H.

Bize yine İshâk b. İbrahim rivayet etti. (Dedi ki): Bize Ebû Muâviye haber verdi. (Dedi ki) : Bize Hişâm b. TJrve, Babasından, o da Hakim b. Hizâm'dan naklen rivayet etti. Hakim şöyle demiş.

— Yâ Resulâllah, bâzı şeylere ne buyurursun? Ben onları cahiliyet dev­rinde yapardım; dedim.    (Hişâm:   Bunlarla tâat yapardım demek is­tiyor; demiş). Resulüllâh  (Sallallahü Aleyhi ve Settem) :

«Sen kendin İçin evvelce yaptığın hayırlarla müslüman oldun.» buyur­dular.

  Öyle ise vallahi ben de cahiliyet devrinde yaptığım hiç bir şeyin mislini İslâmda da yapmadan bırakmam; dedim.

 

196 - (...) Bize Ebû Bekir b. Ebî Şeybe rivayet etti. (Dedi ki): Bize Abdullah b. Nümeyr, Hişâm b. Urve'den, o da Babasından naklen rivayet etti, ki Hakim b. Hizam cahiliyet devrinde yüz köle âzâd; yüz deve yükü de mal tesadduk etmiş. Bilâhare İslâmda dahi yüz köle âzâd ve yüz deve yükü mâl tesadduk eylemiş. Sonra Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'e gelmiş...

Müteakiben babası, Ötekilerin hadisi gibi rivayet etmiş.

Hadis muttefekun aleyhtir. Buhâri onu zekât, Buyu' Rehin ve Edeb bahislerinde tahric etmiştir.

Bana haber ver demektir. kelimesi bazı riva­yetlerde şeklinde zabtedebilmiştir. Ancak rivayet sahîh olmak­la beraber ma'na itibarile bu kelime yanlıştır. Buhâri'nin üstadlarından bi­ri burada vehmetmiştir deniliyor. İbni fin: «Bu kelimenin etehan-netü şeklinde okunduğu takdirde bir vechi olup olmadığını bilmiyorum.»

demiştir. îsmâili ise; Buhârînin onu şeklinde rivayet ettiğini söy­ledikten sonra şöyle demiştir:, rivayeti tashifdir; doğrusut dür. Bu kelime (hıns) dan alınmıştır. Hıns günah demektir.

Hz. Hakim: «Bunlarla ben günaha sokacak şeylerden korunuyor­dum» demek istemiş olacaktır!»

Bazıları kelimesine ma'na vermeye çalışmış; ve bunun

meyhane ma'nasma gelen (hânût) dan alınmış olması ihtimalinden bah­setmişlerdir. Bu takdirde ma'namn ne olacağı zikredilmemişse de meyha­ne yerine bu işlerle meşgul oluyordum. Benim meyhanem bunlardı.» ma'na-sı kadedilmiş olması muhtemeldir.

İmam Nevevi 'nin beyanına göre «tehannüs: teabbüddür. Ni­tekim hadisde de Müslim onu bu ma'na ile tefsir etmiştir. Diğer rivayet­te onu: Teberrür diye izah eder. Teberrür, birr, yani tâat yapmaktır. Lü­gat uleması; Tehannüsün aslı günahdan çıkacak bir iş yapmaktır; demiş­lerdir...

«Sen geçmişte yaptığın hayırlarla müslüman oldun,» ifadesinden mu-rad: o hayırların hesaba katılması veya kabul olunmasıdır. Zira kâfir müslüman olur da ölürse hasenatının kabul edileceği yahud hesaba ka­tılacağı; kâfir olarak ölürse amellerinin bâtıl olacağı rivayet edilmiştir.

Mazirî hadisin bu cümlesi üzerinde ulemânın ihtilâf ettiğini söy­ledikten sonra şöyle eliyor: «Bu cümlenin zahiri usûlün iktizâ ettiği ma'-naya muhaliftir. Çünkü kâfirin ibâdeti sahih değildir ki yaptığı tâaitan do­layı sevaba nail olsun. Ama ibâdet değil de itaat göstermiş olması sahihtir. Yukarıdaki izahattan anlaşılıyor ki hadîs te'vîl edilmiştir. Te'vîlinin de bir kaç veçhe ihtimâli vardır. Şöyle ki:

1 - «Sen geçmişte yaptığın hayırlarla müslüman oldun» sözü evvelce güzel âdetler, makbul tabiatlar kazanmışsın; onlardan müslümanken de faydalanıyorsun;-sana hayırlı işler için bu âdetler bir hazırlık ve yardım­cı oluyor, ma'nasma gelebıir.

2  - Bu yaptıklarınla güzel bir nâm kazandın. Bu nâmın müslüman­ken dahi devam edecektir.

3  - Müslüman olduktan sonra yaptığı hayır hasenata geçmiş iyilikle­ri sebebi ile fazla sevap verilmesi ihtimalden uzak değildir. Kâfirin yap­tığı hayırlardan dolayı azabı hafifletileceği bildirilmektedir. K-aadî Iyâz şunu rivayet ediyor : «Bu cümlenin manası geçmişte yaptığın hayırlar bereketine, Allah Teâlâ seni İslama hidayet etti, demektir. Çünkü evvel emirde bir kimsenin hayır yapmış olması akıbetinin seadetine delil­dir.»

Muhakkik ulemadan İbni Battal ve başkaları hadisden mu­radın zahirî manası olduğunu söylemişlerdir. Onlara göre kâfir müslüman olarak ölürse küfür halinde yaptığı hayırlardan dolayı kendisine sevap ve­rilir. Delilleri Ebû Said -i Hudrî (RadiyaÜahu anh) 'm rivayet ettiği şu hadistir:

«Kâfir müsKiman olurda müslümanlığını tam yaparsa; geçmişte yaptığı her hayırdan dolayı Allah ona bir sevap yazar ve geçmişte irtikap ettiği her kötülüğü yok eder. Bundan sonra yapacağı hayır ameli ona yedi yüze kadar katlanır. Kötü ameli ise bir misli ile katır. Meğerki AJSah Teâlâ bağışlamış ola.»

Bu hadisi Dârakutni imamı Mâlikin garip hadisleri meyanmda zik­retmiştir. Dârakutni hadisi dokuz ferikle zikretmiştir ki, bunların hep­sinde kâfire, müslünıan olduktan sonra şirk halinde iken yaptığı her ha­yır mukabilinde srvap verileceği zikredilmektedir. İbni Battal bu hadisi rivayet ettikden sonra şunları söylüyor: «Allah Teâlâ kul­larına dilediğini ihsan edebilir. Ona kimsenin itiraza hakkı yoktur...»

Ulemadan bazıları bu cümlenin manası: «Müslüman olan her müşrike İsîama girmezden önceki hayırlı ameli yazılır, fakat kötü ameli yazılmaz» demektir; çünkü İslâmiyet Önceki günahları yok eder. Hayırlı amellerinin yazılması bunlarla A11ah'm rızasını talep ettiği içindir. Zira kâfirler Allah'ın rübûbiyetini tanırlar. Ancak şirk üzere ölürlerse amelleri merdûd olur. Müslüman olunca; Allah onlara lütfü ihsan ederek hayırlı amel­lerini yazar, kötü amellerini yok eder.» derler.

El-Mühelleb diyor ki; «bir hakîm cahiliyeti üzere ölse; aza­bın hafifletilmesi me'muldur. Nitekim Ebû Tâlib ile Ebû Le­he b hakkında böyle bir rivayet vardır.» Fakat Buhâri sarihlerinden Aynî bu mütaleaya itaraz ederek: «Bunların hususiyeti vardır, baş­kaları onlara kıyas edilemez.» demiştir.

Bu babda daha bir çok sözler söylenmiştir. Kurîubî: «bunların içerisinde en güzeli 'nin sözüdür.» demektedir. Harbi bu ha­disi: «Geçmişte yaptığın hayırlar senindir.» diye tefsir etmiştir. A1l a h 'ü a'lem.

Fukaha: «Kâfirin ibadeti sahih değildir. Müslüman oîsa bile eski iba-dedleri nazar-ı itibara alınmaz. > demişlerdir. Nevevi bu sözü tefsir ederken şöyle demektedir. «Fukahamn bundan muradı küfür halinde iş­lenen hayırların dünya ahkâmı hakkında nazar-ı itibara alınamayacağı­dır. Bu sözde âhiret sevabına dair birşey yoktur. Biri çıkar da o ameller­den dolayı âhirette sevaba nail olamaz derse; sözü bu hadis-i sahih ile red-dolunur. Filvaki küffârm bazı fiilleri dünya ahkâmı hakkında da nazar-ı itibara alınır. Kâfire keffaret-i Zihar yahud başka bir keffaret lâzım gelse de küfür halinde iken onu verse borcunun Ödenmiş olacağını fukaha beyan etmişlerdir.» Ancak Nevevi'nin bahsettiği bu hüküm Hanefilere göre­dir. Eimme-i Selâse denilen Malik, Şafiî, ve Ahmed İbni Hanbel hazerâtma göre müşrikin verdiği keffaret caiz ve makbul değil­dir. Mamafih bir rivayette İmam- Ahmed bu meselede Hanefî-ierle beraberdir. Diğer bir rivayette bu keffareün mutlak surette caiz ol­duğuna kail olmuştur. Malik ile Şafiî meseleyi hata sureti ile insan Öldürmeye kıyas etmişlerse de deliller mutlaktır. Katil âyeti imanla mukayyettir. Kaide her delille ıtlak ve takyidi muktazasmca amel icap eder.

Kâfir cünüplükten yıkansa da sonra müslüman oîsa tekrar yıkanması icap eder mi, etmez mi? Bu mesele Şafiî yye uleması arasında ihtilaf­lıdır. Bazıları ileri giderek: «Abdest olsun, ğusul olsun kâfirin her tahare­ti hatta teyemmümü caizdir. Müslüman olduğu zaman bunlarla namazını kılabilir.» demişlerdir. Hanefîlere göre ise; müslüman olan kafir cünüp değilse yıkanması müstehabtır. Cünüp olarak müslüman olmuşsa meseîe ihtilaflıdır.

 

56 - İmanın Sadakat ve Telası Babı

 

197 - (124) Bize Ebû Bekir b. Ebî Şeybe rivayet etti. (Dedi ki): Bize Abdullah b. İdris ile Ebû Muâvîye [109] ve Vekî, A'meş'den, o da İb­rahim'den [110] o da Alkame'den, [111] o da Abdullah'dan [112] naklen ri­vayet etti. Abdullah şöyle demiş:

«İmân edip de imanlarına zulüm karıştırmayanlar yok mu?...» (En'am: 82) âyet-i kerimesi nazil olunca, bu Resulüllah (SaUaîlakü Aleyhi ve Sellem) in ashabına girâtı geldi. Ve: «bizim hangimiz nefsine zulmetmiyor ki?» de­diler. Bunun üzerine Itesulüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem):

«Bu zuiüm sizin zannettiğiniz gibi değildir. O Lokman'ın oğluna söy­lediği gibidir: «Yavrucuğum! Allah'a şirk koşma! Çünkü şirk pek büyük bir zulümdür»   (Lokman: 13)  (demişti) buyurdu.

 

198 - (...) Bize İshâk b. İbrahim ile Aliy b. Haşrem rivayet ettiler.

Dediler ki: Bize îsâ (ki İbni Yunus'dur) haber verdi. H.

Bize Mincab b. el-Hâris et-Temîmî de rivayet etti. (Dedi ki): Bize İbni Müshir haber verdi. H.

Bize Ebû Küreyb [113] dahi rivayet etti. (Dedi ki): Bize İbni İdris ha­ber verdi. Bunların hepsi A'meş'den bu isnadla rivayet etmişler. Ebû Küreyb dedi ki: İbni İdris: bu hadisi bana evvelâ babam, Ebân b. TağliV-den, o da A'meş'den naklen rivayet etti. Sonra hadisi Ebân'dan (ben de) dinledim, dedi.

Hadis muttefekun Aleyhdir. Onu Buhari «imân» ve «îstitâbe-tü'1-mürteddîn» bahislerinde tahric ettiği gibi N'esâî ve Tinnizi de rivayet etmişlerdir. Ebû Nuaym (Müstahrec) inde Âyeti kerime­den sonra:

«Bunun üzerine yüreğimiz rahatlaştı» ibare­sini de rivayet etmiştir. Buhârinin bazı rivayetlerinde: «Bu âyet nazil olduğu vakit zulüm meselesi ashab-ı Resulüllâh (Sallaîlahü Aleyhi ve Sellemye girân geldi. Ve: «Bizim hangimizin imânı zulümle karışmamış­tır; dediler. Bunun üzerine   Peygamber (Sallaîlahü Aleyhi ve Sellem) :

«Öyle değil, siz Lokmanın [114] gerçekten şirk pek büyük bir şeydir.» dediğini işitmiyor musunuz?» tuyurdu, denilmektedir.

Hadisdeki birinci âyet hakkında Teymî şunları söylemiştir : «Bu âyetin ma'nası: imânlarım küfürle ibtâl etmeyenler... demektir. Çünkü imanla küfrün birbirine karışması tasavvur olunamaz. Maksad, iman sı-fatiyle küfür sıfatını karıştırıp da kendilerine evvelâ iman, sonra da kü­für sıfatının sabit olmadığım yâni eevvelâ imân edip sonra kâfir olma­dıklarını anlatmaktır. «Âyetteki karıştırmadan murâd: münafık olmayan­lardır» demek de caizdir. Bu takdirde de imanla nifak hakikatta bir yerde bulunmazsa da âyetin ma'nası yine de «imanla nifakı zahiren ve ba-tmen bir araya getirmeyenler.» demek olur.

Zulüm: bir şeyi yerine koymamakla şeriata muhalefet etmek ve bir birinden farklı bir çok nevileri vardır.  Bunların bazısı küfürdür.

Hadisin zulmü isbat eden lâfızları muhteliftir. Ancak bunların bazı­sı mutlak bazısı mukayyed olduğu için mutlak olanlar şirkle mukayyed hükmüne hamledilmek suretile araları bulunur; ve şöyle denilir: «Sa-habe-i kiram âyetteki zulmü mutlak ma'nada anladıkları için endişeye düşmüşler; fakat Peygamber (Sallaîlahü Aleyhi ve Sellem) âyetlerin birinci­sinde mutlak zikredilen zulmün ikinci âyetteki şirkle mukayyed ma'naya alınacağını öğretmiştir.

Ha11âbî diyor ki: «Bu meselenin ashaba girân gelmesi zahirde zulüm insanların haklarını yemek olduğu içindir. Halbuki Ashab günah işlemek suretile nefislerine zulmetmiş değillerdi. Yalnız buradaki zulmün zahiri ma'nası kasdedildiğini zannetmişlerdi.

Burada şöyle bir suâl hâtıra gelebilir: Acaba sahabe-i kiram burada­ki zulmü hangi delile istinaden umumi ma'nasına hamletmişlerdir?

Cevap şudur: âyette zulüm nefiden sonra nekire olarak zikredilmiş­tir. Siyâk-ı nefiden sonra gelen nekireler umum ifâde ederler.

Yine birnci âyeti kerimede şirkin zulüm olmakla tasif buyurulması şirkten başka şeyler zulüm, sayılmaz mânasına gelemez. Çünkü: (zulüm) kelimesinin tenvini onun büyüklüğünü göstermek içindir. Nitekim ikinci âyette; «şirk pek büyük bir zulümdür.»    Duyurulmuştur.

 

Hadis-i Şerif Şu Hükümleri İhtiva Etmektedir:

 

1 - Zulüm kelimesinin bazan hususî mânası kasdedilir.

2 - Ma'siyetler küfür değildir. Ehl-i hakkın mezhebi de budur.

3 - Zulmün navi'leri vardır.

4 - «Bir sözde kaide: o sözün umum ifâde etmesidir. Meğer ki husu­sa delâlet ettiğine delil buluna.» diyenler bu hadisle istidlal ederler.

5  - İcâbında bir söz zahirî ma'nasının hiâfına hamledilir.

 

57 - Allah Tealanın Takat Getirilemeyecek Şeyleri Teklif Etmediğini; Beyan Babı

 

199 - (125) Bana Muhammedi b. Minhâl ed-Darîr [115] ile Ümeyye-tü'bnii Bistâm el-Ayşî rivayet ettilea:. Lâhz Ümeyye'nindir. Dediler ki: Bize Yezil b. Zürey' rivayet etti. (Dedi ki): Bize Ravh —ki Îbnü'1-Kaa-sim'dir—, Alâ'dan, [116] .0 da babasından, o da Ebû Hüreyre*den işitmiş olmak üzere rivayet etti. Ebû Hüreyre şöyle demiş:

Resulüllâh (Sallalîahü Aleyhi ve Sellem) 'e :

«Göklerde ve yerde bulunan her şey Allah'ındır. Siz gönülierinizdekini açsaniz da gizlesenizde Allah onunla sizi hesaba çeker; Ve dilediğini affe der; dilediğini de azâb. Allah her şeye Icaadirdir [117]» âyeti nazil olduğu vakit, bu âyet Resulüllâh (Sallalîahü Aleyhi ve Sellem) 'in ashabına şiddeti: geldi. Hemen Resulüllâh (Sallalîahü Aleyhi ve Sellem)fe. geldiler ve diz çö küp oturarak:

«Ey Allanın Resulü! (Eskiden) bize gücümüzün yeteceği ameller: na maz, oruç, cihâd ve sadaka (gibi ibâdetler) teklif olun (muş) du. (Şimdi' sana şu âyet indirildi. Biz buna takat getiremeyiz.» dediler.

Resulüllâh   (Sallalîahü Aleyhi ve Sellem):

«Sizden önce geçen iki tane ehl-i kitab (kavın) in dedikleri gibi işitti ve İsyan ettik, demek mi istiyorsunuz? Bilakis, siz: dinledik ve itaat ettik gufranını niyaz eyleriz Ya Rabb! varışımız da ancak sanadır, deyin!» bu yurdular.

Ashâb: «Dinledik ve itaat ettik; gufranını niyaz eyleriz ya Rabb varı Şimız da ancak sanadır. Dediler.

Cemâat bunu okuyunca dilleri ona yatıştı. Hemen arkasından Allah ş âyeti indirdi:

«Peygamber Rabbinden kendisine indirilene imân getirdi. Mü'minfe de her biri: Allaha, onun meleklerine, kitaplarına Peygamberlerine — Peygamberleri arasında hiç bir fark gözetmeyiz, diyerek — İmân getirdiler. Ve dinledik, itaat ettik. Gufranını niyaz eyleriz yâ Rabb! Varışımızda ancc sanadır, [118] dediler.»

Onlar bunu yapınca Allah Teâlâ da o âyeti neshederek:

«Allah hiç bir kimseye takat getiremeyeceği bir şey teklif etmez. He kesin kazandığı kendine, irtikab ettiği de [yine) kendi aleyhinedir. Ey Rab temiz! Unutur veya hatâ edersek bizi muâhaze buyurma!.. »(Peygarabe (Sallalîahü Aleyhi ve Sellem) bu duaları okudukça Allah Teâlâ Hazertler peki (yaptım) buyurmuştur.

Ey Rabbimiz, hem bize, bizden öncekiîere yüklediğin gibi^ağır yük yü leme!   (Allah Teâlâ Hazretleri peki buyurmuş.)

Ey Rabbimiz! Bize gücümüzün yetmeyeceği şeyi de yükleme!

(Allah Teâlâ hazretleri: Peki buyurmuş.)

Bizi Affet! Bizi mağfiret eyle! Bize merhamet buyur! [Çünkü) bizi mevlâmız ancak sensin. Binaenaleyh kâfirler güruhuna karşı bize nusr eyle!     (Allah Teâlâ Hazretleri: Peki buyurmuş.)  [119]

 

200 - (126) Bize Ebû Bekir b. Ebî Şeybe ile Ebû Küreyb ve tshâk b. İbrahim rivayet ettiler. Lâfız Ebû Bekir'indir. İshâk (Bize haber verdi) tâ­birini kullandı. Ötekiler: Bize Vekî, Süfyan'dan, [120] o da Hâlid'in [121] âzadlısı Âdem b. Süleyman'dan, [122] naklen rivayet etti; dediler. Âdem şöyle demiş: Said b. Cübeyr'i, İbni Abbas'dan naklen rivayet ederken din­ledim, demiş ki:

Şu «Siz gönüllerinizdekini açsanızda gizlesenizde Allah onunla sîzi hesaba çeker...» âyeti nazil olunca ashabın kalplerine başka hiç bir şey­den girmeyen bir endişe girdi. Bunun üzerine Peygamber (Salîallahü Aleyhi ve Sellem) :

«Siz, dinledik, itaat ettik ve teslim ettik deyin» buyurdular. Müteaki­ben Allah imânı onların kalplerine yerleştirdi. Ve şu âyeti kerimeyi inzal buyurdu:

«Allah hiç bir kimseye takat getiremeyeceği bir şey teklif etmez. Her­kesin kazandığı kendine irtikâbettiği de (yine) kendi aleyhinedir. Ey rabbi-mîz! Unutur veya hata edersek bizi muâhaza buyurma!»   Peygamber

(Scülalhhü Aleyhi ve Sellem) bu duaları okudukça (Allah Teâlâ hazretleri) Pekiyi (yaptım) buyurmuştur.

«Ey Rabbîmiz! Hem bize, bizden öncekilere yüklediğin gibi ağır yüt yükleme.»

(Allah Teâlâ hazretleri pekiyi buyurmuş).

«Bizi affet! Bize merhamet eyle! [Çünkü) Bi2im mevtamız ancak sensin.)

(Allah Teâlâ hazretleri pekiyi buyurmuş) [123]

Hadis müttefakun aleytir, Buhârî onu tef siru'l-Kur'aı bahsinde tahric etmiştir.

Ashab-ı Kirama âyeti kerimenin şiddetli gelmesi gönülden geçen şey lerden, korunmakla memur olduklarını zannettikleri içindir. Böyle bi teklif insan takatinin üstündedir. Çünkü gönülden geçen şeyleri defetme! kimsenin elinde değildir.

Eğer âyetten murad bu ise bu hadis-i şerif müslümanlara takat geti remiyecekleri şeylerin emredildiğine delâlet eder. Buna hususî tabiri il teklif-i mâla yutak derler ki caiz olup olmadığı ulemâ arasında ihtilâflıdıı

Vahidinin beyanına göre buna takat getiremiyeceklerini Peygambe (Salîallahü Aleyhi ve Sellem) 'e arz eden ashab Ebû Bekir, Ömer Abdurahman b. Avf, Muaz b. Cebeî ve Ensarda birkaç kişi imiş : «Ya ResulâHâh! Bize şimdiye kadar ondan daha şu detli bir âyet inmedi, demişler» Resulüllâh (Salîallahü Aleyhi ve Sellev kendilerine:

«Ne yapalım âyet böyle indirildi sizde dinledik ve itaat ettik deyiverir buyurmuşlar.

Böylece bir sene geçmiş. Ondan sonra Teâlâ hazretleri: «Allah h bir kimseye gücünün yetmeyeceği bir şey teklif etmez.» âyetini indirerc ashabı rahata kavuşturmuş ve bu âyetle üst tarafındaki şiddet âyeti: nesh etmiş. Resulüllâh (Salîallahü Aleyhi ve Sellem) de: «Şüphesizi-Allah ümmetimin gönlünden geçirdikleri şeyleri fiiliyat sahasına çıka madikça yahut söylemedikçe af buyurmuştur.» demiştir.

Nesh: şer'i bir hükümün kendinden evvel gelen şer'i bir hükmük£ dırmasıdır. Âyet-i kerimenin, üst tarafındaki şiddet âyetini neshedip t mediği ihtilaflıdır. İbn-i Abbas (Radıyallahu Anhüma) 'nın «b âyet neshedilmiştir.» dediği rivayet olunur. Bunun vechi: âyetin haber c maşıdır. Haberlerde nâsih mensuh aranmaz filvaki buna kail olanlar ve şada kendilerine cevap verilmiş ve: «Âyet-i kerime her ne kadar habe dair isede hüküm de tazammun etmektedir. Hüküm ihtiva eden haber] ise; sair ahkâm gibi neshi kabul eder. Nesh kabul etmeyen haberler î hüküm ihtiva etmeyen maziye ait haberlerdir.» denilmiştir. Bazıları: «I radaki neshden murad tahsis olabilir. Çünkü eskiden ulema çok defa ta sise nesh derlerdi.*  demişlerdir. Yine İbn-i Abbas (Radıyallahu Anhiinlan rivayet edildiğine göre: Bu âyet neshedümemiştir. Lâkin Allah Teâîâ îiyamet gününde kullarını haşr ettiği zaman «Ben size meleklerimin /akıf olamadığı gönül sınırlarınızı haber vereceğim» diyecek. Mü'minlerin

urlarını söyledikten sonra onları affedecek şüphecilere ise; yaptıkları tek- hareketini haber verecektir. İbni Abbas: İşte «Allah îilediğini af, dilediğini de azap eder» âyeti kerimesinin manası budur.»

demiştir.

Mâzirî diyor ki: «Buna nesh demek bir meseledir. Çünkü nesh iki âyetin   arası  bulunamadığı   zaman   olur.   Halbuki   Teâlâ   hazretlerinin: kalplerinizden geçeni açığa vurursantzda gizîersenizde ilâh...»   âyet-i ke-

imesi âmm'dır. Bunun gönülden geçen şeylerin önüne geçmesi mümkün olmayanlarına değil mümkün olanlarına şamil olması ihtimali vardır. Bi­naenaleyh Ferah âyeti şiddet âyetini tahsis etmiş olur. Ancak sahabe umum manâsını hal karinesi ile snladıîarsa o başka, o zaman nesh olur. Çünkü nesh sabit ve müstekâr olan bir hükmü kaldırmaktır.» Fakat Übbî Maziri'nin bu mutâleasına iştirak etmemiş ve : «Bu takdirde nesih olur. Çünkü nesih ile tahsisin her biri sözün delâlet ettiği ma'nanın hi­lafını gösterir. Ayrıldıkları yer: tahisin sübutu şüpheli olan bir hükmü neshin ise sübutu muhakkak olan hükmü kaldırmasıdır. Ashab bunu ka-rîne ile anladıîarsa —ki karine ilim ifade eder— sübutu muhakkak ola­nın hükmünü kaldırmaya râcî' olur; bu nesihdir.» demiştir.

Kaadî îyâz şöyle diyor : «Bu meselede neshi uzak görmeğe im­kân yoktur. Çünkü hâdiseyi anlatan râvî bu hadisede nesh olduğunu lâf-zan ve manen rivayet etmektedir. Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Seîlem) şiddet âyeti- inince; ashabına itaat etmelerim emir buyurmuştur. Bu emir Allah Teâiâ gönülden geçen şeylerden dolayı muahaza buyuracağım bildirdiği içindir. Sahabe taat ve teslimiyet arzedince Allah Teâlâ imam kalplerine yerleştirmiş, dilleri de arz-ı teslimiyet ederek dinledik ve itaat ettik demeye yatışmıştır. Nitekim Nass-ı hadis kendilerinden güç­lüğün kaldırıldığım ve bu teklifin nesh edildiği bildirilmektedir, Nesh ancak haber vermekle yahut tarih göstermekle bilinir. Bu âyette bunla­rın ikiside vardır. Mâzîrî'nin dedikleri nesih vaki olduğuna delil bulunma­yan yerde doğrudur. Delil bulunursa; biz o delilin üzerinde dururuz. Lâkin usul ulemâsı şahabının: «Sununla neshedil&i» demesinin neshi iptal eder bir. hüccet olup olamayacağı hususunda ihtilâf etmişlerdir. Çünkü sâhâbi'-nih sözü kendi içtihad ve te'vili de olabilir. Bu nesh değildir. Ulema bu âyet hakkında da ihtilâf etmişlerdir. Ashab-ı kiramın ve onlardan sonra gelen müfessirlerin ekserisine göre âyette nesh vardır. Müteehhirin ule­madan biri neshi inkâr etmiş ve «bu âyet haberdir, haberlere nesh dahil olamaz» demiştir. Ama mesele bu muteehhir alimin dediği gibi değildir. Çünkü âyet haber de olsa, bir teklifi ve kalplerde gizlenen sırdan dolayı muahaza olunacağını;  Peygamberimiz (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) 'İn emrettiği şekilde dinledik ve itaat ettik diyerek teabbüdte bulunmaları lüzu­munu haber vermektedir. Bunferın bazısı kavil yani lisanın ameli, ba­zısı da kalbin amelidir. Bilahere kendilerinden güçlük ve muâhaze kaldı­rılmak suretile bu hüküm neshedilmiştir.

Bazı müfessirlerden rivayet olunduğuna göre; buradaki neshin ma'nâ-sı, ashabın kalblerindeki endişe ve korkuyu gidermektir. Bu endişe ve kor­ku sonra nazil olan âyetle giderilmiş; ve gönülleri rahat olmuştur. Bu kav­le zâhib olanlarca ashab-ı kirama güçleri yetmeyecek teklifler vâkî' olma­mış; yalnız korunması kendilerine meşakkatli görünen gönül tasavvurla­rından korunmaları ve derûnî bir ihlâsa sahip olmaları emrolunmuştur. Ashab da bunu görünce takat getiremeyecekleri şeylerin kendilerine em-redilmesinden korkmuştur. Binnetice korkuları giderilmiş; ve ancak tâ-katları nisbetinde mükellef oldukları beyan buyurulmuştur. Bu takdirde âyette, kulun gücü yetmeyeceği şeylerin teklif olunabileceğine delil yok­tur. Çünkü âyette teklife dair bir söz yoktur.

Bazıları mezkûr teklifin caiz olduğuna Teâlâ hazretlerinin: «Bize takat getiremeyeceğimiz şeyleri yükleme...» âyetile istidlal etmiş; ve : «Eğer böyle bir teklif caiz olmasa ashâb bundan Allah'a iltica etmezlerdi.» demişlersede kendilerine: «Ashabın: takat getirenleyiz demelerinin ma'-nası, güç hâlle yapabilirsiniz, demektir» şeklinde cevap verilmiştir.

Bir takımları da mü'minlerle kâfirlerin gerek yakınen gerekse şek ve şüphe ile inandıkları şeyleri gizleme hususunda âyetin muhkem olduğu­nu; mü'minler affolunacağını, kâfirler ise azâb göreceğini söylerler.» Kaadî   Iyaz'm sözü burada bitiyor.

Vahidî: «Âyet mü'minlerle kâfirler hakkında muhkemdir...» kavli hakkında:  «Muhakkikin ulemânın mezhebi de budur.»  diyor.

Buhârinin Hz. Abdullah b. Ömer (RaâiyaUahu anh) dan rivayet ettiği bir hadisde ise İbni Ömer (Raâiyallahu anh) «Siz gönüüerinizdekini açsanız da gizlesenizde... âyeti muhakkak nesh edil­miştir.» demiştir.

* Hasılı; nesih meselesi ihtilaflıdır. Görülüyor ki, Sûre-i Bakara'nın son âyetleri-bu münasebetle nazil olmuştur. Ayni diyor ki: «Teâlâ Haz­retleri : Peygamber, kendisine indirilenlere iman attı; mü'minler de her bîri Allah'a imân etti...» buyurdu. Acaba neden Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) hakkında «Allah'a imân etti» buyurulmanuştır? dersen ben derim ki: Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) hakkında küfür im­kânsızdır. Fakat mü'minler hakkında imkânsız değildir. Bu sebeble onla­rın Al1ah'a imân ettiklerini tasriha lüzum vardır. Resulüllâh (Sallallahü Aleyhi ve Seilem) in Allâha iman ettiğini beyâna hacet yoktur.

Âyetteki «diniedik»   ta'birinden murâd: icabet ettik demektir. burada kesb fi'li, biri sülâsi-i mücerrep diğeri sülâsî-i mezid olmak üzere iki defa zikredilmiş; ve kelimelerdeki bina ziyadesi ma'nâların ziyadeliğine delâlet ettiği cihetle (kesebe) fi'li ha-yır kazanmak ma'nasmda (iktesebe) ise kötülükte kullanılmıştır. Çünkü

iktisabda didinerek çalışma ve kasid manası vardır.

Buradaki nisyandan murâd: yanılmaktır. Bazıları, terk ve ihmâl ma'nası-na geldiğini söylemişlerdir.

Hatadan muradın kasıdlı iş olduğunu söyleyenler bulunduğu gibi, bil­memek ve yanılmak ma'nasma geldiğini' ileri sürenler de vardır. îbni Zeyd'e göre bu cümlenin ma'nası: «Şayed bize farz kıldığın şeylerden birini unutur; yahud haram kıldığın şeylerden birinde hata edersek, bizi cezalandırma ya Rabbî!» demektir.

Kelbî 'nin beyanına göre Beni İsmail, Allah'm kendileri­ne emrettiği bir şey hususunda hata ve nisyanda bulunurlarsa derhâl ce­zalan verilir; günahına göre yiyecekleri içecekleri kesilirmiş. İşte bu âyet­le Teâlâ Hazretleri mü'rninlerin bu gibi hâllerden dolayı azâb olunmama-maları niyazında bulunmalarını Peygamber (Salldllahü Aleyhi ye SeÜem)*c emir buyurmuştur.

Burada şöyle bir suâl vârid olabilir. Hatâ ve nisyanin hükmü bu üm­mete bağışlanmıştır. O halde bunlardan dolayı muâhaze olunmamak niya­zında bulunmanın ne faydası vardır?

Cevap : Duadan murad: muaheze olunmamanın bir defaya mahsus bırakılmayıp devam etmesini, hiç bir nisyan ve hatadan dolayı azâb gör­memelerini istemektir. Nitekim Fatiha Süresindeki: bizi doğru yola ilet...» âyet-i kerimesinden murad da doğru yolda dâim kılmaktır

«Ey Rabbimiz! Hem bize, bizden öncekilere yüklediğin gibi ağır yük yükleme!...» Buradaki (ısr)ı, Sultanu'l-müfessirin İbni Abbas (Radıyallahu Anhüma) altından kalkamayacağımız «ahdu peymân» diye tef­sir etmiştir. Zemahşeri:

«Isr: taşıyanın belini çökerten ağır yüktür» demiştir. Bazılarına göre (ısr) tevbesi ve keffâreti olmayan günahtır.

Önceki kavimlerden murâd yahudilerdir. Rivayete göre Allah Teâlâ yahudilere günde elli vakit namaz kılmalarını ve mallarının dörtte birini zekât olarak vermelerini emretmiş. Kim bir günah işlerse sabahleyin gü­nahının kapısına  yazıldığını  görürmüş.  îşte bazı  âyetlerde  zikri  geçen

(isr-u   ağlâl)   dan   murad   bunlardır. 

«Bize gücümüzün yetmeyeceği şeyi de yükleme!...» Allâme Aynî bu âyetin ma'nası hususunda yedi kavil olduğunu söylüyor. Bu yedi kavil şun­lardır:

1 - Yâ Rabbî! Bize takat getirmeyeceğimiz meşakkatli şeyleri em­retme!

2  - Bizi azâb etme!

3 - Bizi nefsimizin vesvesesi ve gönlümüzden geçen şeylerden dola­yı azâb etme! yahud bizi nefsimizin vesvesesine terk etme!

4 - Bize gülme yânî kuvvetli şehvet verme! Çünkü kuvvetli şehvet bi­zi cehenneme sürükleyebilir.

5 - Bize takat getiremeyeceğimiz aşk ve mahabbet yükleme! (Misâl) Zün'Nûn-u   Mısrî   bir meclisde mahabbet hakkında konuşurken onbir kişi öldüğü hikâye olunur.

6 - Bize düşmanları güldürme!         

7 - Bizi tefrikaya düşür

«Bize merhamet eyle» yânî bize inayet buyur; da günah işlemeyelim. «Bize nusrat eyle!» Çünkü senin dinini inkâr eden, vahdaniyetini tanıma­yan kâfirlere karşı bizim yegâne yardımcımız sensin. Ebû Bekir Zeccâc'in beyanına göre Bakara Sûresinin son âyetini Cenab-ı Hak dua olarak inzal buyurmuştur. Binaenaleyh mü'minlerin bunu ezberleye­rek her zaman okumaları gerekir.

 

58 - Yer Etmemek Şartı İle Gönülden Geçen Şeyleri ve Kelam-ı Nefsiyi Allah'ın Affetmesi Babı.

 

201 - (127) Bize Said b*. Mansur [124] ile Kuteybetü'bnü Said ve Mubaramed b. Ubeyd el-Guberî rivayet ettiler. Lâfız Said'indir. Dediler ki: Bize Ebû Avâne Katâde'den, o da Zürâratü'bnü Evfâ'dan [125], o da Ebû HüreyreMen naklen rivayet etti. Demiş ki: Resulüllâh (Sallatlahü Aleyhi ve Sellem) :

«Şüphesiz ki, dillerile söylemedikçe yahud fi'len yapmadıkça Allah üm­metimin gönüllerinden geçirdikler! şeyleri onlara bağışlamıştır.» buyurdu­lar.

 

202 - (...) Bize Amru'n-Nâkid ile Zuheyr b. Harb rivayet ettiler. De­diler ki: Bize İsmail b. İbrahim rivayet etti. H.

Bize EbÛ Beki* b. EM Şeybe de rivayet etti. (Dedi ki): Bize AHy b. Müshir ile Abdetü'bnü Süleyman rivayet [126] etti. H.

Bize İbnü'l-Müsennâ ile İbni Beşşâr dahi rivayet ettiler. Dediler ki: Bize İbni Ebî Adiy rivayet eyledi. Bunların hepsi Said b. Ebî Arube'den o da Katâde'den [127], o da Zürâre'den, o da Ebû Hüreyre'den naklen riva­yet etti. Ebû Hüreyre şöyle demiş: Resulüllâh (Sallattahü Aleyhi ve Sellem):

«Şüphesiz ki fi'len yapmadıkça yahud söylemedikçe Allah Teâlâ üm­metimin gönüllerinden geçen şeyleri onlara bağışlamıştır.» buyurdu.

Bana Zühcyr b. Harb rivayet etti. (Dedi ki): Bize Vekî' rivayet etti. (Dedi ki): Bize Mis'ar'la Hişâm [128] rivayet etti. H.

Bana İshâk b. Mansûr da rivayet etti. (Dedi ki): Bize Hüseyn b. AHy Zâidc'den, o da Şeybân'dan [129] ve bunlar toptan Katâde'den bu isnâdla bu hadisin mislini haber verdiler.

Bu hadisi Buhârî »Kitabü'1-Itk», «Kitabü't-Talâk» ve «Kitâbü'l-Eymân ve'n-Nüzûr» da, Ebû Davûd, Tirmizi Nesaî ve İbni Mâce «Kitâbü't-Talâk» da tahric etmişlerdir.

Bazı rivayetlerde :  yerine  denilmiştir.   Aynî   o rivayeti daha güzel bulmaktadır.

dahi bâzı rivayetlerde şeklinde merfu'dur. 3azıları lisân âlimlerinin tunu mer-fu' okuduklarını söyîemişse de   Aynî   iki vechin de-caiz olduğunu söylemektedir. Kelime mansub okunursa rna'nası: «nefislerine söyledikîerişey, merfû okunursa «nefislerinin kendilerine söylediği şey > olur. Yani birinci takdire göre (enfüs) kelimesi mef'ul, ikinciye göre faildir. Bu kelimenin ye­rine hadisin bâzı rivayetlerinde :

 «nefislerinin verdiği vesveseyi...»  denilmiş hatta Nesaî'nin rivayetinde: 

«nefislerinin verdiği vesvese ile gönüllerinden geçen şeyleri...» buyurulmak suretüe kelimelerin ikisi birden zikredilmiştir.

Vesvese: nefisde yer etmeyip tereddüd halinde bulunan şeydir. Gönül­den geçen şeyler diye terceme ettiğimiz «hadis'ün-nefs> de öyledir. Bunlar kuvveden fi'le çıkmadıkça muâhazeyi icâb etmezler. Şu var ki; vesvese ve gönülden geçen şeylerin cezayi istilzam etmemesi için onların kalbden gelip geçmeleri şarttır. Bunları yapmağa niyet edilir de kalbde yer eder kalırsa azabı müstelzim olurlar.

Kaadi Iyaz şöyle diyor: «Kalbte geçen şey, orada yer edip karar kıl­madan gelip geçerse buna «hemra» derler. Şayed devam eder de kalbe yer­leşirse «azim» olur. Azim sebebile ise inşân yâ muâhaze olunur yahud se-vab kazanır. «Yâni bir haramı irtikâba azmeden azaba, hayır yapmaya az­meden de sevaba lâyık olur demek istiyor.

Kurtubî diyor ki: «Kaadi lyazm kavli bil umûm selef ulemasüe fu-kahanın, muhaddislerin ve ilm-i kelâm âlimlerinin mezhebidir. Bu husus­ta onlara muhalefet ederek: «İnsanın kalbinden geçen şeyler orada yer etsin etmesin hiç bir muâhazeyi icâb etmez.» diyenlerin sözüne bakılmaz.

Bunlar Tealâ Hazretlerinin:

«Kadın gerçekten ona niyeti kurmuştu. Rabbinin burhanım görmemiş olsa o da ona niyeti kurmuş gitmişti...» [130] âyet-i kerimesile ve bu hadisle Re­sulüllâh (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) 'in :    «Fi'len yapmadskça yahud söyfe

medîkçe» buyurmuş olmasile bir de kötülük etmeye azmetmişken yapma­yan ve söylemeyene ceza verilmemesile istidlal ederlerse de âyetle istid­lallerine verilecek cevab: Âyetteki gönüden geçen şeylerdir. Fakat bazı­ları da kalbde yer etmeyen düşüncelerdir ki, bunlardan dolayı azâb yok­tur. Nitekim bu hadisde buna şahittir...»

Kirmanı de şunları söylemiştir: «Ulemâ diyor ki: Bir kimse ve­lev 25 sene sonra bir vacibi terk yahud bir haramı irtikâb edeceğine az-meylese derhâl âsî olur.» Hatırdan geçen şeylerden murâd: niyet derece­sine varmayan şeylerdir. Niyet derecesine varan kuruntulardan dolayı kul muâhaze edilecektir.

İbnü'l-Arâbî : «Hadisdeki (konuşmadıkça) tabirinden murad: gönülden geçen şeydir. Çünkü ası! kelâm, ilme muvafık olan kalbteki sözdür; dil onun tercemarudır; demişse de bu söz reddedilmiştir. Zira kaîb-den geçen şeyler söz yerine geçse, bunların namazı da bozması icâbederdi. Halbuki konuşmak namazı bozduğu halde gönülden geçen şeylerin namazı bozduğuna kail olan bulunmamıştır. Hz. Ömer (Radiyalhhu anh) : «Ben ordumu namazda iken hazırlarım.» demiştir.

 

Hadisden Çıkarılan Hükümler:

 

1 - Kalbden geçen şeylerden dolayı azâb görmemek bu ümmete mah­sus bir ikramdır. Geçmiş ümmetler gönülden geçen şeylerden mes'uldü-ler. Acaba muâhaze îslâmiyetin ilk zamanlarında meşru' kılınıp sonradan nesih mi edilmiştir? Bu cihet ihtilaflıdır. Bazılarına göre; evvelâ bu üm­mete de mes'ûliyet teşri' edilmiş; sonradan tahfif için kaldırılmıştır. As-hab-ı kiramdan   İbni   Abbas   ile   Ebû   Hüreyre    (Radıyallahu

Anhüm) hazerâtının da dahil bulundukları bir cemaat [131] âyet-i kerimesinin: âyetiîe neshedildlğine kail olmuşlardır.

 

59 - Kul Bir İyilik Yapmayı Gönülden Geçirdiği Zaman Onun Yazılması, Kötülük Yapmayı Gönülden Geçirdiği Zaman Yazılmaması Babı

 

203 - (128) Bize Ebu Bekr b. Ebî Şeybe ile Züheyr b. Hatb ve İshâk b. İbrahim rivayet ettiler. Lâfız Ebu Bekr'indir. İshâk: «Bize Süfyân [132] haber verdi» ifadeısini kullandı. Ötekiler: Bize İbni Uyeyne, Ebû'z-Zinad'-dan, o da El-A'rac'dan, o da Ebu Hüreyre'den naklen rivayet etti, dediler. Ebu Hüreyre şöyle demiş: Resulüllâh (Satlallahü Aleyhi ve Sellem) buyur­dular ki:

«Allah Azimüşsân (meleklerine); Kulum bir kötülük yapmayı gönlünden geçirirse onu hemen aleyhine yaztvermeyin! Eğer o kötülüğü yaparsa onu bir seyyie olarak yazın! Ama bir iyilik yapmayı gönlünden geçirir de yapamazsa onu bir hasene olarak yazın! Şâyed o iyiliği yaparsa bunu on (kat) yazın! buyurdu.»

 

204 - (...) Bize Yahya b. Eyyub ile Kuteybe ve tbni Hucr rivayet ettiler. Dediler ki: Bize İsmail ~ki İbni Ca'fer'dir — El-Alâ'datı, o da babasından, o da Ebu Hüreyre'den, « da Resulüllâh (SalktllahU Aleyhi ve Sellem) 'den naklen rivayet eyledi. Şöyle buyurmuşlar:

«Allah Azîmüşşan: kulum bir iyilik yapmaya niyet eder de yapamazsa onu kendisine bir iyilik olarak yazarım. Yaparsa onu on kattan yedi yüz kata kadar hasenat olarak yazarım. Ama bir kötülük yapmayı tasarlar da yapmaz­sa bunu ona hiç yazmam. Şayet yaparsa onu bir tek kötülük olarak yazarım; buyurdu.»

 

205 - (129 Bize Muhammed b. Râfî' rivayet etti. (Dedi ki): Bize Abdürrazzâk rivayet etti. (Dedi ki); Bize Ma'mer, Hemmâm b. Münebbîh'-den naklen haber verdi. (Ve) Bize Ebu Hüreyre'nin Resulüllâh Muham-med (Sallallahü Aleyhi ve SeHemj'den rivayeti şudur, diyerek bir çok ha­disler rivayet etti, dedi. Ebu Hüreyre ezcümle şunları söylemiş: îtesulüllâlı

(ScMallahü Aleyhi ve Sellem) buyurdular ki:

«Allah (Azze ve Celi) : Kulum bîr iyilik yapmayı gönlünden geçirirse, yapmadığı halde ben onu kuium için bir hasene yazarım. Şayed yaparsa, ben o iyiliği on misli ile yazarım. Ama bir kötülük işlemeyi gönlünden geçi­rirse bilfiil yapmadıkça onu kendisine bağışlarım. Yaparsa onu da kötülüğün misİile (ceza) yazarım, buyurdu.»

(Diğer bir hadisde) Resulüllâh (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) şöyle bu­yurdular:

Melekler: Yâ Rabb! filan kulun bir kötülük yapmak istiyor; derler. Allah onu pek a'lâ gördüğü halde (meleklere): Onu bir gözetleyin, şâyed yaparsa onu kendisine misliJe (ceza) yazın. Yapmazsa, bunu ona bîr hasene olarak yazı ver in Çünkü kulum o kötülüğü ancak benim hatırım için terk etmiştir, buyurdu.»

(Başka bir hadisde) Resulüllâh   (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) :

«Biriniz müslümanlığını tertemiz yaparsa, işlediği her hayır kendisine on mislinden yedi yüz kata kadar katlanmış olarak yazılır. Yaptığı her kö­tülük de Ta' Aflaha kavuşuncaya kadar hep mislile £cezâ) olmak üzere yazı­lır.» buyurdular.

 

206 - (130) Bize Ebu Küreyb rivayet etti. (Dedi ki): Bize Ebu Hâlid el-Ahmar, Hişâmdan, o da İbni Sirîn'den, o da Ebû Hüreyre'den naklen rivayet etti. Ebu Hüreyre şöyîe demiş: Kesulüllâh (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) :

«Her kim hayırlı bir iş yapmak ister de yapamazsa, o iş ona bir hasene on kattan yedi yüze kadar katlanmış olarak yazılır. Ama kim bir kötülük yapmak isterde yapmazsa o kötülük yazılmaz. Şayet yaparsa (o zaman) yazılır.» buyurdular.

 

207 - (131) Bize Şeybân b. Ferrûh rivayet etti. (Dedi ki): Bize Ab-dülvâris, [133] Ebû Osman Ca'd'dan [134] rivayet etti. (Ebû Osman demiş ki): Bize Ebû Recâ'el-Utâridi, [135] İbni Abbâs'dan, o da Rabbî Teâlâdan rivayet ettiği şeyler meyanmda Resulüllâh (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) den naklen rivayet etti. Kesulüllâh (SallallaJıü Aleyhi ve Sellem) şöyle bu­yurmuşlar :

«Şüphesiz ki Allah iyilikleri ve kötülükleri yazmış; sonra onları beyân eylemiştir. İmdi kim bir iyilik yapmak isterde yapamazsa Allah onu kendi divânına tam bir hasene olarak yazar. O hayırlı işi yapmağa niyet eder de yaparsa Allah Azze ve Celle onu kendi divânına on kattan yedi yüz kata ve daha pek çok katlayarak hasenat yazar şayeî bir kötülük yapmak isterde yapmazsa Allah onu kendi divânına tam bir hasene olarak yazar. O kötülüğü yapmak isterde yaparsa Allah onu bir tek seyyie olarak yazar.»

 

208 - (...) Bize Yahya b. Yahya rivayet etti. (Dedi ki): Bize Ca'fer b. Süleyman, Ebû Osman el-Ca'd'dan bu is&adla Abdulvaris hadisinin mana­sında bir hadis rivayet etti. O şunu da ziyade etti:

«Allah, o seyyieyi yok eder. Allaha karşı (isyana) haris olandan baş­ka hiç bir kimse helak olmaz.»

Hadis müttefekun aleyhtir Buhâri onu «kitab-ü'r-Rukak- ile «ki-tâbü't-Tevhid» de Nesâî de «Nuût» bahsinde tahric etmiştir.

«Rabbî Teâlâ'dan rivayet ettiği şeyler meyanmda» cümlesinden mu-rad hadisin kudsî hadislerden olduğunu anlatmaktır.

 (Hadis-i kudsi: manası Allah'tan yani meleğin işareti ile Allah tara­fından olduğu tebliğ edilen hadislerdir.)

Yahud Resulüllâh (Salkılkthü Aleyhi ve Sellem) Allah'tan olduğunu beyan ettiği için. bu ifade kullanılmıştır. Mezkur cümlenin vâkîî beyan için getirilmiş olmasıda muhtemeldir. Binaenaleyh başka hadislerin Al­lah tarafından olmadığı manasını ifade etmez. Bilâkis sair hadislerinde Allah tarafından ilham olunduğu manasına gelir. Çünkü Peygamber 'Sallalkthü Aleyhi ve Sellem) Havadan söz söylemez.

Kirmanı diyor ki: Bu hadiste «hüsün ve kubulı aklîdir.» kaidesi­nin batıl olduğuna ve insan fiillerinin haddizatında güzellik ve çirkinlikle vasıflanamıyacağma güzelik ve çirkinliğin şerî'at tarafından tayin edile­ceğine hatta Teâlâ hazretleri aksini murad edip namazın çirkin, zinanın güzel olduğuna hüküm buyursa, onlara böylece inanmak lâzım geleceğine delâlet vardır. Bu babta muhalefet eden Mu'tezile tayfasıdır. Bunlar fiil-lerdeki güzellik ve çirkinliğin sırf akılla anlaşılacağını iddia ederler. Ve: «Namaz haddi zâtında güzeldir; zina da çirkindir. Akıl bunu böylece an­lar. Şeriat müsbit değil mübeyyindir. Yani şeriat güzelliği çirkinliği is-bat etmez sadece bunları beyan eyler. Allah Teâlâ —haşa— bunun ak­sini yaratamaz» derler.

Hüsün kubuh meselesi kelâm ilminin mühim bir bahsidir.

Hüsün lüğaten güzellik, kubuhta çirkinlik demektir. Bu iki kelime istilâhta bir kaç manaya kullanılmışlardır.

1) Hüsün: Kemâl sıfatı; kubuh: Noksan sıfatıdır. Bu manaya göre ilim güzel, cehil çirkindir.

2) Hüsün: Maksada muvafık olmak; kubuhta maksada muvafık ol­mamaktır.. Bu manaya göre adalet güzel zulüm çirkindir.

3) Hüsün : Tabiata uygun olmak; kubuh tabiata uymamaktadır. Bu manaya göre tatlılık güzel acılık çirkindir.

4) Hüsün: Dünyada medh âhirette seveba mustehik olmak; kubuh-da dünyada zemmî âhirettede azabı haketmektir. Ulema arasında hüsün kubuh meselesi işte bu manada ihtilaflıdır. Yukarıda saydığımız üç ma­naya göre hüsün kubuh bilittifak akılla bilinir.

1 -Eş'ariler; Hüsün; emrin mucebidir. Bu babta hâkim şeriattır. Akıl yalnız anlamaya alettir derler. Yani Allah'ın emrettiği bir şeyin gü­zel veya çirkin olduğunu önceden akıl bilemez. Bir şey Allah emret­tiği için güzel, Allah yasak ettiği için çirkin olur. Emrin mucebidir sözünün manasıda budur,

2- Mu'teziİe fırkası: Hüsün; emrin medlulüdür. Bir şeyin güzel ve­ya çirkin olduğunu anlamakta hâkim akıldır. Şeriat bazı yerlerde emrin güzelliğini beyan eder derler. Anlaşılıyorki; bunlar Eş'arilerin tam aksi­ne kaildirler. Eş'arilere göre bir şey emrolunduğu için güzel neyh olun­duğu için çirkin iken bunlara göre haddizatında bir şey güzel olduğu için emrölunur çirkin olduğu için yasak edilir.

3 - Ulemadan bazıları aklın güzelliğini anlayabileceği şeylerde mu­tezileye, anlamayacağı şeylerde Eş'arilere tabi olmuşlardır. Hanefilerden Ebu Mansur Maturidi ile Irak ulemasından bir çoğu yalnız Allah'ı bilmenin vacip olduğu hususunda mutezileye muvafakat et­mişlerdir. Bundan dolayıdır ki Bulüga yaklaşmış bir çocuğa bile aklı ile Allah'a inanmak farzdır demişlerdir. Hatta bir takımları yalnız Allah'ı bilmek hususunda değil iman, adalet ve iyilik, ibâdet gibi aklın güzelli­ğini anlayabileceği şeylerde mu'tezile ile beraber olmuşlardır. Fakat bu re'y bir parça ifratta görülerek kabul edilmemiştir. Hanefilerce muhtar olan re'ye göre Allah Zülcelâl hâkim olduğu için hüsün mutlak surette emrin medlulü fakat hüsne kubha hâkim yalnız Allah'tır. Bu babta tafsilât ke­lâm kitapları ndadır.

Allah'ın sevap ve günah yazmasından murad meleklerine yazma­yı emir buyurmasıdır. Nitekim rivayetlerin bazısından emrettiği tasrih buyurulmuştur.

«Di'f» bir şeyin misli demektir, Ezherî Arap lisanında Dı'f misil demektir. Fakat ziyadede de kullanılır. İki misline münhasır değildir. Arapçada bu onun Dı'fıdır sözü ile iki mislidir, üç mislidir manası kast-edilebilir. Çünkü esas itibari ile Dı'f mahsur olmayan ziyade demektir.

Teâlâ hazretlerinin [136]   » işte bunlar için

yaptıklarına karşılık olarak dı'f vardır. Âyeti kerimesini görmüyor musun? Burada bir veya iki misli murad değildir. Teâlâ hazretleri dı'fla kat kat manasım murad etmiştir. Binaenaleyh dı'fm en azı bir mislidir. Bu mah­surdur, çoğunun ise; haddi hududu yoktur.» diyor. Buhâri Şârihi Ayni de şunları söylüyor:

«İyilikle kötülüğün ikisi de kalple alâkalı ameller olduğu halde kötü­lük katlanmayıp sadece iyiliğin katlanması A1lah'm bir fadla kere­midir. Bu büyük lütuf olmasa idi cennete kimse giremezdi. Çünkü kulla­rın kötü amelleri iyiliklerinden çoktur. İşte bu sebebİe Allah Azze ve Celle kullarına lütuf buyurarak hasenatı katlamış; seyiâtı olduğu gibi bı­rakmıştır. Kul bir kötülük yapmak isteyip de yapmazsa nihayet o kötülük yazılmaz ama o kimseye bir de hasene yazılması nereden icâbediyor? di­yenler olmuş. Kendilerine kötülükden vaz geçmek bir hasenedir,» diye ce­vap verilmiştir.

Bir   hayırlı   amele   karşı   on   sevap   verilmesi   Teâlâ   hazretlerinin [137]

«Her kim bir iyilik İle gelirse ona o iyiliğin on misli vardı.» Âyeti kerimesinden yedi yüze kadar katlanması da Teâlâ hazretlerinin  [138]

«Mallarını Allah yolunda infâk edenlerin misali yedi başak sürerek her başakta yüz danesi bulunan bir ekin danesi gibidir. Allah dilediğine da­ha da katlar.» Kavl-i keriminden mülhemdir. Burada şöyle bir sual varid olabilir. Hadis-i şerifte sevabın yedi yüze kadar katlanacağı bildiriliyor. Halbuki Teâlâ hazretleri yedi yüz kadar katlanacağını bildirdikten sonra daha da arttırılacağına işaretle «Allah dilediğine daha da katlar» buyuru­yor. Bu gösteriyor ki; sevabın katlanması yedi yüzde sona ermiyor.

Gevap : Bu cihet Al1ah'm meşietine kalmış bir iştir. Dilerse faz­lasını da ihsan eder. Burada muhakkak olan miktar beyan edilmiştir ki; o da yedi yüzdür. Mamafih sevabın yedi yüzden daha fazlaya katlanacağım bildiren hadislerde vardır.

«Biriniz müstümanlığını tertemiz yapsa...» cümlesinden murad : İs­lama zahiri ile batını ile yani bütün varlığı ile girmektir, İbni Battal'a gö­re mezkûr cümlenin manası Cibril hadisindeki İslâmın tarifidir. O hadisde: «İslâm, Allah'ı görüyormuşsun gibi ibâdet etmendir» buyurulmuştur. Bu gösteriyor ki; sevabın katlanması yedi yüzde sona ermiyor. Binaenaleyh burada da Allah'a taat ve murakabe sûretile ihlâsta mübâlega gös­termenin lüzumu ifade buyuruîmuştur.

«Allah'a karşı (isyana) harîs olandan başka hiç bir kimse helak olmaz»

Kaadi lyâz bu cümlenin manası hakkında şunları söyler; «Bu­nun manası her kimin helaki muhakkak olur ve Allah Teâlâ hazretlerinin bunca geniş rahmet ve keremi olduğu halde o kimseye hi­dayet kapılan kapanırsa helak olmuş demektir.»

Taberî'ye göre bu hadis, meleklerin kalbden geçen düşünceleri de yaz­dıklarına delil ve Hafaza meleklerinin yalnız zâhîri amelleri yazdıklarına kaaîl olanlara red cevabıdır. Gaibi bilmeyen melek kulun gönlünden ge­çeni nasıl bilir? diyenlere Taberî'nin tahric ettiği şu hadisle cevap verilir:

«kul hayırlı bir işe niyet ederse ondan güze! bir koku yayılır. Kötü bir işe niyet ederse fena bir koku yayılır.»

Babımız hadislerinin bazısında zikredildiği vecihle Teâîâ hazretleri­nin meleklere : «Kulum bir kötülük yapmak isterse onu hemen aleyhine yazıvermeyin...« buyurması meleklerin insanın gönlünden geçen şeyleri bildiğine delil gösterilmektedir. Melekler bunu ya A11ah'm bildirmesiie bilirler; yahud Allah onlarda bunu idrak edecek bir ilim halk eder.

Hasılı; bu hadisler Allah Zülceîâlin bu ümmete pek büyük lütfü ih­sanda bulunarak meşakkatli amelleri ondan kaldırdığına ve ashab-ı kira­mın şeriat emirlerine son derece büyük bir ihlâs ve samimiyetle mün-kad olduklarına delildirler.

 

60 - İmanda Vesvere ve Onu Kendinde Hisseden Kimsenin Ne Diyeceğini Beyan Babı

 

209 - (132) Bize Zübeyr b. Harb rivayet etti. (Dedi ki): Bize Cerir [139] Süheyl' [140] den, o da Babasından, o da Ebu Hüreyre'den naklen rivayet etti. Ebu Hüreyre şöyle demiş: Resulüllâh (Salîallahü Aleyhi ve Sellem) in ashabından bazı kimseler gelerek ona şunu sordular:

— Gönüllerimizden öyle şeyler geçiyor ki, her hangi birimiz onları söylemeyi bile büyük (bir suç) sayıyor Resulüllâh (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) :

«Hakikaten böyle bir şey hissettiniz mi?» diye sordu. Ashab:

Evet, dediler. Resulüllâh (Sallallahü Aleyhi ve Sellem):

«İşte açık açık imân budur.» buyurdular.

 

210 - (...) Bizse Muhammed b. Beşşâr da rivayet etti. (Dedi ki): Bize İbni Ebu Adiy, Şu'be'den rivayet etti. H.

Bana Muhammed b. Amr b. Cebelete'bni Ebî Ravvâd [141] île Ebu Bekr b. İshâk dahi rivayet ettiler. Dediler ki: Bize Ebu'l-Cevvâb [142], Am-mâr b. Ruzeyk'dan  [143]  rivayet etti. Şu'be ile Ammâr'm ikisi birden

A'meş'den, o da Ebu Sâlih'den [144], o da Ebu Hüreyre'den, o da Pey­gamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) 'den naklen bu hadisi rivayet ettiler.

 

211 - (133) Bize Yusuf b. Yakub es-Saffâr [145] rivayet etti. (Dedi ki): Bana Aliyyü'bnü Assam [146], SÜayr b. Hıms'dan [147] , o da Mugire'den [148], o da İbrahim'den [149], o da Alkame'den [150] , o da Abdullah'dan [151] naklen rivayet etti. Abdullah şöyle demiş: Peygamber (Sallallahü Aleyhi, ve Sellem)1^ vesvese soruldu.

«O mahz-ı imândır.»  buyurdular.

 

212 - (134) Bize Harun b. Ma'ruf [152] ile Muhammed b. Abbâd riva­yet ettiler. Lâfız Harun'undur. Dediler ki: Bize Süfyân, Hişâm'dan [153] o da Babasından, o da Ebu Hüreyre'den naklen rivayet eti. Ebu Hüreyre şöyle demiş:

Resulüllâh (Sallallahü Aleyhi ve Settem):

«İnsanlar bir birlerine suâl sormakta devam edecekler. Hattâ şu da söylenecek: Mahlükaatı Allah yarattı, Ya Allah'ı kîm yarattı? İşte kim bu nevi'den bir şeye rastlarsa hemen: Ben Allah'a imân ettim, desin!»

 

213 - (.,.) Bize Mahmud b. Gaylân'da rivayet etti. (Dedi ki): Bize Ebû'n-Nadr [154] rivayet etti. (Dedi ki): Bize Ebu Said el-Müeddip [155] Hişâm b. Urve'den, bu isnadla rivayet etti ki, Resulüllâh (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)    şöyle buyurmuşlar :

«Şeytan birinize gelir de; Gök yüzünü kim yarattı? yeri kim yarattı? der. O da Allah, dîye cevap verir.»

Sonra hadisin mislinin zikretti, (yalnız (Allah'a imân ettim» cümlesin­den sonra) «Peygamberlerine de» ifadesini ziyâd etti.

 

214 - (...) Bana Züheyr b. Harb ile Abd b. Humeyd toptan Ya'kub'-dan rivayet ettiler. Züheyr dedi ki: Bize Ya'kub b. İbrahim rivayet etti. (Dedi ki): Bize tbni Şihabın kardeşi oğlu [156], amcasından rivayet etti. Dedi ki: Bana Urvetü'bnü'z-Zübeyr haber verdi ki Ebu Hüreyre şunlan söylemiş: Resulüllâh (Sallallahü Aleyhi ve Sellem):

«Şeytan sizden birinize gelerek: filân ve filân şeyi kim yarattı? der. En sonunda ona: Rabbini kim yarattı? der. İş bu dereceye varınca o kimse hemen Allah'a sığınsın ve   (düşünceden) vazgeçsin»   buyurdular.

 

(...) Bana Abdülmelik b. Şuayb b. el-Leys rivayet etti. Dedi ki: Bana Ba­bam, Dedemden rivayet etti. Demiş ki: Bana Ukayl b. Hâlid rivayet etti. Dedi ki: İbni Şitıâb [157] : Bana Urvetü'bnü'z-Zübeyr Ebu Hureyre'mn şÖy-le dediğini haber verdi: Resulüllâh (SallaUahii Aleyhi ve Seüem) :

«Kula şeytan gelir de: Filân ve filân şeyi kim yarattı? der...» buyur­du; Ve hadisi İbni Şihâb'ın kardeşi oğlu gibi rivayet etti.

 

215 - (135) Bana Abdulvârîs b. Abdissamed rivayet etti. Dedi ki: Ba­na Babam Dedemden, o da Eyyub'dan [158], o da Muhamraed b. Sîrîn'den, o da Ebu Hüreyre'deıı o da Peygamber (SalMlahü Aleyhi ve Seilem) 'den naklen rivayet etti. Buyurmuşlar ki:

«İnsanlar size mutlaka her şeyi soracaklar. Hattâ: Her şeyi Allah ya­rattı, fakat Allah'ı kim yarattı?» diyecekler.

Ebu Hüreyre bir zâtın elinden tutarak: Allah ve Resulü doğru söyle­mişlerdir. Filhakika bana (şimdiye kadar) iki

Bana bu hadisi Züheyr b. Harb ile Ya'kûb ed-Devraki de rivayet ettiler. Dediler ki: Bize İsmail —ki İbni TJleyye'dir — Eyyub'dan, o da Muhammed'den naklen rivayet etti. Demiş ki: Ebu Hüreyre: İnsanlar de­vam edecek... diyerek Abdulvâris'in hadisi gibi rivayette bulundu. Yalnız isnadda Peygamber (SallaUahii Aleyhi ve Seilem) 'i zikretmedi. Lâkin hadi­sin sonunda: Allah ve Resulü doğru söylediler, dedi.

 

(...) Bana Abdullah b. er-Rûmî [159] rivayet etti. (Dedi ki): Bize Nadr b. Muhammed rivayet etti, (Dedi ki): Bize Ikrime —ki İbni Ammâr'dır — rivayet etti. (Dedi ki): Bize Yahya [160] rivayet etti. (Dedi ki): Bize Ebu Seleme [161], Ebu Hüreyre'den naklen rivayet etti. Demiş ki: Resulüllâh

(Sallallahii Aleyhi ve Seilem) bana şöyle buyurdular:

«İnsanlar sana suâl sormaktan vaz geçmeyecekler ya Ebü Hüreyre, ta kî işte (her şeyi yaratan) Allah! Fakat Allah'ı kim yaratmış? deyinceye kadar.»

Ebu Hüreyro demiş ki: Bir defa ben mesddde iken yanıma bedevi­lerden bir takım insanlar çıka geldi. Bunlar; Ya Ebu Hüreyre! İşte (her şeyi yaradan) Allah! Fakat Allah'ı kim yarattı? dediler.

Râvî diyor ki: Ebu Hüreyre avucu ile ufak taşlar aldı; ve onlara attı. Sonra (yanındakilere): kalkın, kalkın! Dostum (Resulüllâh (SallaUahii Aleyhi ve Seilem) doğru söylemiştir; dedi.

 

216 - (...) Bana Muhammed b. Hatim rivayet etti. (Dedi ki): Bize Ke­sir b. Hişâm [162] rivayet etti. (Dedi ki): Bize Ca'fer b. Burkaan rivayet etti. (Dedi ki): Bize Yezîd b. el-Esamm [163] rivayet etti. Dedi ki: Ebu Hüreyre'yi şöyle derken dinledim: Re&u\ül\âh(SaUattahü Aleyhi ve Seilem):

«İnsanlar size mutlaka her şeyi soracaklar. Hattâ Her şeyi Allah ya­ratmış; peki O'nıı kim yaratmış? diyeceklerdir.»    buyurdu.

 

217 - (136) Bize Abdullah b. Amir b. Zürârate'l-Hadramî [164] riva­yet etti. Dedi ki: Bize Muhammedb. Fudayl [165], Muhtar b. Fülfül'den [166], o da Enes b. Mâlik'den o da Resul&lâh (Sallallahü Aleyhi ve SeZ/emJ'den naklen rivayet etti. Şöyle buyurmuşlar:

«Allah (Azze ve Celle): Şüphesiz senin ümmetin, şu nedir, şu nedir? demekte devam edecekler. Nihayet: Haydi mahlukaatı Allah yarattı. Yâ Allah'ı kim yarattı diyeceklerdir.» buyurdu.

Bize bunu İshâk b. İbrahim rivayet etti. (Dedi ki): Bize Cerir [167] haber verdi. H,

Bize Ebu Bekr b. Ebî Şeybe dahi rivayet etti. (Dedi ki): Bize Hüseyn b. Aliy, Zâide'den rivayet etti. Cerir'le Zâide'nin ikisi birden Muhtar'dan, o da Enes'den, o da Peygamber (Salkülahü Aleyhi ve Sellem) 'den naklen bu hadisi rivayet ettiler şu kadar var ki, İshâk: «Allah: şüphesiz ki, senin ümmetin... buyurdu, dedi» cümlesini zikretmedi.

Bu hadisi Buharı «Kitabü bed'ü-ha!k», «Kitabü'I-i'tisâm bi'l-Kitâb ve-s-Sünne» de, Ebu Dâvud «sünnet» bahsinde, Nesâide «Amelü-Pyevm ve-I'Leyle» de bazı lâfız farkîarile tahric etmişlerdir.

Birinci rivayette Resulüîlâh (Sallallahü Aleyhi ve Sellem): «İşte açık açık imân budur.» İkincide: «0, mahz-ı imândır.» buyurmuştur. Bunun manası: gönlünüzden geçen vesveseleri, hatta onları anmayı büyük bir cürm saymanız imanın ta kendisidir. Çünkü bunlara inanmak şöyle dur­sun, onîan büyük suç sayarak korkmak ve söylemekten bile çekinmek, iman-ı kâmilden ileri gelir. Böyle bir imân asla şek şüphe götürmez demektir. Vesvese sorulduğu vakit Resulü Ekrem (Sallallahü Aleyhi ve Seîiem) 'in : «O, mahz-ı imândır.» buyurmuş olması: «Vesvese mahz-ı imândır.» mana­sına alınmamalıdır. Zira vesvese şeytandan ve onun mekrindendir. Bina­enaleyh o asla imân olamaz. İmân, onun çirkin bir şey olduğunu anlaya­rak ondan nefret etmektir. Zâten Nevevî'nin beyanına göre bu ikinci ri­vayet birincinin kısaltılmışıdır. Bu sebeble İmam Müslim ev­velâ ashabın vesveseyi ağıza alınması bile büyük kabahat saydıklarım sa­rahaten gösteren rivayeti zikretmiş; arkasından bunu getirmiştir.

Ulemâ-i kiram bu babda şunları söylemişlerdir: «Şeytan ancak aldata-madığı kimselere vesvese verir; ve bu yoldan onların temiz! imânlarını kederlemeye çalışır kâfire ise; istediği gibi gelir; dilediğini yaptırır. Onun hakkında yalnız vesvese yolu ile harekete lüzum yoktur.» Aliyyül Kaarî: Boş eve hırsız giremez., demiştir.

Şu halde vesvesenin sebebi mahz-ı imândır. Yahud vesvese, imânın alâmeti olmuş olur. Kaadi Iyaz bu kavli ihtiyar etmiştir.

Hadisin üçüncü rivayetinde: İnsanların bir birlerine suâl sormakta devam edecekleri, ve bu suâlleri tâ, Allah'ı kim yarattı? diyecek ka­dar ileri götürecekleri; böyle bir vaziyet karşısında: «Allah'a imân ettim* demek lâzım geleceği bildiriliyor. Ondan sonraki rivayetlerde ise haddi zâtında bu suâlleri sorduranın şeytan olduğu tasrih buyurulduktan sonra iş: «Allah'ı kim yarattı?» suâline geldi mi artık ondan A11ah'a sığınmak ve o vesveseyi derhal terk etmek emrolunuyor.

fstiazeden murad: «eûzü» çekmektir.

Hadisi şerif:

«eğer şeytan tarafından sana bir türtme   (ifsâd) vakî olursa hemen Allah'a

sığın!...» [168] âyeti kerimesinden mülhemdir.

Şeytanın vesvesesine râm olarak o vadide düşünmeye devam etmek vesvesenin daha da artmasına sebeb olur. Binaenaleyh onu hemen terk ederek, şerrinden Allah'a sığınmak gerekir. Çünkü aslı astarı olmayan arızî bir şeyi defetmek için delile hacet yoktur. Allah Zülcelâl hak­kında vesvese illetine mübteîâ olanlara Fahr-ı kâinat (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) efendimiz ne güzel deva tavsiye buyurmuşlardır: «Allah'a imân ettim deyiversin!...»

Buhâri şerhlerinden «Fethu'I-Bârî» de Hattâbi'den naklen şöyle de­nilmektedir: «Bu hadisin vechi şudur ki: Şeytan bu vesveseyi verir de o kimse de ondan Allah'a sığınır ve vesvesesinde devamdan vaz geçerse ves­vese mündefi olur. Ama vesveseyi veren insan olursa onu susturmak hüccet ve delille mümkün olur. Bunların farkı şudur: İnsanla konuşmak suâl cevap tarzında olur. Onun hali mahsurdur. Usulüne riâyet ederek konuşur; ve delil bulursa muhatabı susar. Fakat şeytanın vesvesesinin bir sonu yoktur. O bir hüccetle ilzam olundu mu. başkasına kayar. Nihayet-neûzu billâh- insanı şaşkına çevirir. Bununla beraber şeytanın: «Rabbini kim yarattı?» sözü de saçmadır. Bu sözün sonu evvelini nakzetmektedir. Zira yaratanın yaratılmış olması muhaldir. Bu suâl yerinde bile olmuş ol­sa teselsülü icâbedeceği için yine muhaldir. Akıl, hadis olan şeylerin bir muhdise muhtaç olduğunu isbat etmiştir. Allah muhdise muhtaç olsa o da hadis yani sonradan vücuda gelen şeylerden olurdu.»

Lâkin İmam Nevevî hadisin üçüncü rivayetinde : «İnsanlar bir birlerine sormakta devam edecekler » buyurulduğunu ileri sürerek şeytanın vesvesesile insanın verdiği vesvese arasında hiç fark olmadığım söylemiştir.

Hz. Ebu Hüreyre 'nin kendisine suâl soran kimselere cevap vermemesi ya cevaba değmediği için yahud bu babta söz söylemek Al­lah 'in zatı ve sıfatları hakkında söz etmek gibi olduğundandır.

Mazîri diyor ki: «Hatıra gelen şeyler iki kısımdır. Bunların kal­be yerleşmeyenleri hemen terketmekle mûndeî'i olur. Bu hadis te bu mana­yadır. Bunlara vesvese denir. Şüpheden doğan ve kalbe yerleşen düşün­celere gelince bunlar ancak nazar ve istidlal yoluyla defedilir.

Tîybî de şunları söylemiştir. Vesveseden A11ah'a sığınarak baş­ka şeyle meşgul olmanın emir buyrulması ve o vesveseyi gidermek için dü­şünmek, hüccet bulmak emrolunmaması Allah Teâlâ'nm yaradana ihtiyacı olmadığı bizzarure malum olduğundandır. Bu mesele münaza­ra ve münakaşa kabul etmez. Çünkü bu babta düşünceye dalmak insanın ancak şaşkınlığını arttırır. Bu halde bulunan bir kimsenin Allah'a sığın­maktan başka ilâcı yoktur.

Resulüllâh (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) 'İn «Düşünceden vaz geçsin» emri üzerine Kaadi Iyaz şunları söylemiştir : «Düşünmekten vazgeçsin de başına gelen vesveseyi defetmek için Allah Zülcelâl'e iltica eylesin. Allah-ü Teâlâ'dan Önce kimin bulunduğuna, A11ah'a vacip ve müs-tahil olan şeylere burnunu sokmasın. Çünkü bunlar aklın eremiyeceği şeylerdir.

Hasılı insan şeytanın vesvesesini ancak ona kulak asmamak ve on­dan yüz çevirmekle defedebilir. Çünkü bu babta münakaşa ve muhakeme vesvesenin yerleşmesine sebeb olur. Hadis-i şerif:

1 - îşine girmeyen lüzumsuz şeyleri sormanın mezmum olduğuna işa­rettir.

2 - Resulüllâh (SaUallahü Aleyhi ve Sellem) ileride olacak şeyleri ha­ber vermiş ve söyledikleri aynen vaki olmuştur. Binaenaleyh bu hadis onun hak peygamber olduğuna delâlet eden mucizelerinden biridir.

3 - Resulüllâh (Sallallahü Aleyhi ve Selkm)'in bu hadisde işaret bu­yurduğu istidlal yolu evveli bulunmayan şeyler hakkında mülhidlerin tec­viz ettiği münakaşayı red hususunda kelâm ulemasının büyük bir kaidesidir. Çünkü bir şey mutlaka başka bir şeyden meydana gelir iddiası ile girişilen bir münakaşa nihayetsiz olarak teselsül eder gider. Bu ise batıl­dır.

 

61 - Bir Müslümanın Hakkını Yalan Yere Yeminle Elinden Alan Kimsenin Cehennemle Tehdidi Babı

 

218 - (137) Bize Yahya b. Eyyûb ile Kuteybetü'bnü Said ve Ali Hücr toptan İsmail b. Cafer'den rivayet ettiler. İbni Eyyûb dedi ki: Bii İsmâîl b. Ca'fer rivayet etti. Dedi İd: Ala' — ki- Huraka'nın azadlısı İb: Abdirrahman'dır — Ma'bed b. Kâ'bes [169] Selemî'den, o da kardeşi A dullah b. [170] Kâ'b'dan, o da Ebu Ünıame'den [171] naklen haber verdi Resulüllâh  (Sallallahü Aleyhi ve Sellem):

«Her khn yemini ile bir müslümamn hakkım elinden alırsa o kimse Allah cehennemi vacip kılmış cenneti de haram etmiş demektir.» buyı muşlar. Bunun üzerine bir zât:

Pek az bir şey olsada mı Ya Resulüllâh, demiş Resulüllâh (Satlalla Aleyhi ve Sellem):

«Misvak ağacından bir çubuk dahi olsa (yine böyledir)» buyurmuş!

 

219 - (...) Bize bu hadisi Ebu Bekir b. Ebu Şeybe ile İslı âk b. İb­rahim ve Harun b. [172] Abdullah toptan Ebu Üsâmeden, o da Velid b. [173] Kesirden, o da Muhammed b. Kâ'b'dan naklen rivayet ettiler. Muhammed kardeşi Abdullah b. Kâ'b'i Ebu Ümamete'I-Hârisi'den o da Resulüllâh (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'den işitmiş olarak bu hadisin mislini rivayet ederken duymuş.

 

220 -  (138) Bize Ebu Bekir b. Şeybe de rivayet etti (dedi ki): Bize Vekf rivayet etti. H.

Bize İbmi Nümeyr'den rivayet etti (dedi ki) Bize Ebu Muâviye ile Vekî' rivayet etti. H.

Bize tshâk b. İbrahim el-Hanzaü dahi rivayet etti. Lâfız onundur. (Dedi ki): Bize Vekî' haber vea-di. (Dedi ki): Bize A'meş, Ebu Vail'den, o da Abdullah'tan [174] o ^a Resulüllâh (Sallallahü Aleyhi ve naklen rivayet etti. Buyurmuşlarki «Her kim yemin-i sabr ederek onunla — yalancı olduğu halde — bir müslümanın malını elinden alırsa Allah'ın gazabına uğrayarak huzur-u Hâhiyye çıkar.»

Derken Eşa's b. Kays [175] geldi. Ve: Ebu Abdurrahman size ne anla­tıyor dedi. Oradakiler: Şöyle şöyle söyledi dediler. Eş'as (evet) Ebu Abdir-rahman doğru söylemiş. Benim hakkımda âyet nazil oldu. Bİr adamla ara­mızda Yemen'de (münakaşalı) bir yer vardı. Onu Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)Je dava ettim.

«Beyyinen var mı?»  diye sordu.

«Hayır!» dedim. Resulüllâh   (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) : «O halde (hasmının)  yemini (lâzım)» buyurdu.

(Yemin istenildiği takdirde) «O yemin eder dedim.» O zaman Resu­lüllâh   (Sallallahü A leyhi ve Sellem) :

«Her kim yemin-i saDr eder; onunla —yalancı olduğu halde— bir müslümanın malını elinden alırsa Allah'ın gazabına uğrayarak huzur-u ilâhiye çıkar.» buyurdular. Bunun üzerine: «Allah'a verdikleri ahd-ü pey-man ile yeminlerini bir kaç paraya satanlar yokmu! İşte onlar için âhirette hiç bir nasib yoktur.» İlâh... Âyet-i kerîmesi nail oldu. (Âl-i İmrân: 77)

 

221- (...) Bize İshâk b. İbrahim rivayet etti. (Dedi ki): Bize Cerir [176], Mansur'dan [177]» o da Ebu Vail'den, o da Abdullah'dan naklen haber verdi.

«Her kim bir şeye yemin eder de o yeminde yalancı olduğu halde onunla bîr mal kazanırsa, Allah'ın gazabına uğrayarak huzur-u ilâhiye çıkar.» demiş; sonra A'meş'in hadisi gibi rivayet etmiş. Yalnız o şöyle demiş: Bir adamla aramızda bir kuyu yüzünden dava vardı. Resulüllâh (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) e davamızı arzettik;

«Ya senin şahidlerin ya onun yemini!»   buyurdular.

 

222 - (...) Bize İbni Ebî Ömer el-Mekkî de rivayet etti. (Dedi ki):

Bize Süfyân [178]f Cami' b. Ebu Râşid [179] ile Abdülmelik b. A'yen' [180] den rivayet etti. Bunlar Şakîk b. Scleuıe'yi şöyle derken işitmişler. İbnî Mes'ud'u dinledim şöyle diyordu: ResulüUâh (Saîlallahü Aleyhi ve Sellem)1 şöyle buyururken işittim.

«Her kim hakkı olmadığı halde bir müslümanın matına yemin ederse, Allah'ın gazabına uğrayarak huzur-u ilâhiye çıkar.»

Abdullah demiş ki: Sonra Resulüllâh (Saîlallahü Aleyhi ve Sellem) bize Allah'ın Kitabından bunun doğruluğunu tasdik eden şu âyeti okudu: «Allah'a verdikleri ahdüpeymân ile yeminlerini bir kaç paraya satanlar varya: İşte onlar için âhirette hiç bir nasip yoktur »  (Âlî İmran: 77)

 

223 - (139) Bize Kuteybetü'bnü Saİd ile Ebu Bekir b. Ebî Şeybe,

Hammâd b. Seriy [181] ve Ebu Âsim el-Haneü [182] rivayet ettiler. Lâfız Kuteybe'nindîr. Dediler ki: Bize Ebu'l Ahvas [183] Simak'dan [184], o da Alkametü'bnü Vâil'den [185], o da Babasından naklen rivayet etti. Babası şöyle demiş: Biri Hadramevt'den diğeri Kinde'den iki zat Peygamber (Saîlallahü Aleyhi ve Sellem)''!e geldiler. Hadramevt'lı:

— Yâ Resulâllâh, şu adam bana babamdan kalan bir yerimi gasb etti, dedi.

(Kinde'Iide): o benim elimde, ekip biçtiğim bir yerimdir; bunun on­da hiç bir hakkı yoktur, dedi.

Bunun üzerine Resulüllâh (Saîlallahü Aleyhi ve Sellem) Hadramevtliye:

«Beyyinen var mı?» diye sordu. Hadramevt'li:

«Hayır» dedi.

«Öyle İse senin için onun yemini vardır.» buyurdular. Hadramevt'lî:

«Yâ Resulâllâh, bu adam bir fâcirdir; verdiği yemine aldırış etmez; hiç bir şeyin günahından da sakınmaz» dedi.

Resulüllâh  (Saîlallahü Aleyhi ve Sellem):

«Ondan sana bundan başka bir şey yoktur.» buyurdu. Kindeli ye­min etmeye gitti. O gidince Resulüllâh (Saîlallahü Aleyhi ve Sellem):

«Dikkat edin! Eğer bu adam hakikaten şunun malını zulmen yemek için yemin ederse, huzur-i ilâhiye mutlaka Allah'ın hışmına uğrayarak çıkar.»   buyurdular.

 

224 - (...) Bana Züheyr b. Harb ile îshâk b. İbrahim de hep birden

Ebu'l-Veiid'den [186] rivayet ettiler. Züheyr dedi ki: Bize Hişâm b. Ab-dilmelik rivayet etti. (Dedi kî): Bize Ebu Avâne, Abdülmelik b. Umeyr'-den, o da aîkametü'bnü Vâîl'den, o da Vâil b, Hucr'dan [187] naklen riva­yet etti. Demiş ki: Resulüîlâh (Sallallahü Aleyhi ve Seltem)fin yanında idim. Derken ona, bir yer hakkında bir birlerinden davacı olan iki adam geldi. Biri:

— Yâ Resulâîlân, bu adam cahiliyet devrinde benim yerimi gasb etti. dedi. (Konuşan İmriül Kays b. Abis el-Kindi; hasımda Rabiâtü'bnü İb-dân'dır.) KesuKülâh   (Sallallahü Aleyhi ve Sellem):

«Beyyinen (var mı?)» diye sordu, imriül Kays:

«Beyyinem yoktur.» cevabını verdi. Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) :

«Ötekinin yemini vardır.»   buyurdu. İmriülkays:

«Öyle ise o yemin eder.» dedi. Resulüllâh (Sallallahü Aleyhi ve Sellem):

«Senin için bundan başka çare yoktur.» buyurdular.

(O zât yemin etmek için ayağa kalkınca) Resulüllâh (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) :

«Her kim zalimlik ederek bir yer alırsa, huzuru ilâhiye, Allah'ın ga­zabına uğrayarak çıkar.»   buyurdular.

İshâk, rivayetinde (Rabia'yı): «Rabîatü'bnü Aydan» diye zikretmiştir.

Bu hadisi Buhâri «Kitâbü'l-Müzârea», «Kitâbü'l-Husûmât, «Ki-tâbü'r-Rehn», «Kitâbü'ş-Şehâdât», «Kitâbü't-Tefsir», «Kitâbü'l-İsti'zân» ve «Kitâbü'I-Eymân ve'n-Nüzûr» da tahriç ettiği gibi Ebû Davut «El-Eyman ve'n-Nüzûr» da; Tirmizi «Büyü» da, Nesaî «Kaza» da, İbni   Mâce   dahi «Ahkâm» da biraz lâfız farkı ile tahriç etmişlerdir.

Hadisin birinci rivayetinde ismi geçen Ebu Ümâme {Radiyallahu anh) Beni'1-Hars kabilesine mensub, Ensardandır. Onu meşhur Ebu. Ümâmete'1-Bahi1i ile karıştı rmamalıdır. Bu cihet ulema arasın­da ittifakı ise de ismi ve kabilesi hakkında ihtilâf vardır. Ebu Hatim er-Râzî, isminin Abdullah b. Sa'lebe olduğunu söyle­miş; bazıları da Sa'lebetü'bnü Abdullah olduğunu ileri sürmüştür. Meşhur olan ismi imam Nevevî 'nin de kaydettiği vecihle İyâs b. Sa'lebe 'dir.

Şâyan-ı dikkat ikinci bir nokta da bu" zâtın vefat tarihidir. Ashabı ki­ramın hayatları hakkında yazılan eserlerin bir çûkunda bu zâtın Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Seltem)'in. Uhud gazasından dönüşünde vefat ettiği: ve cenazesini bizzat Resulüllâh (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'in kıldığı zikredi­liyor. Bu tarihe bakılırsa imam Müslim'in burada   Abdullah   b:

Kâ'b dan rivayet ettiği bu hadisin münkatî olması icabeder. Çünkü Abdullah b. Kâ'btâbi 'indendir. Hicretin üçüncü yılında vefat eden bir zâtı görmesine imkân yoktur. Lâkin Hz. Ebu Ümâmenin vefat tarihi yanlıştır. Nitekim hadisimizin ikinci rivayetinde Abdullah b. Kâ'b'in: «Bana Ebû Ümâme rivayet etti» demesi, onu bizzat dinlediğinin açık ifadesidir. Vefatı hakkında gösterilen tarih doğru olsa onu İmam Müslim, kitabına almazdı. Filvaki' İbnü'1-Esir Üsdü-1'Gâbe fi Ma'rifeti's-Sahâbe adlı eserinde Hz. Ebu Ümâme 'nin vefatı hakkında söylenenleri reddetmiştir.

Hadisin bütün rivayetlerinde sözü geçen yeminden murâd: Yalan yere edilen yemindir. Nitekim bazılarında «fâcir» bazılarında da «sabr» kaydile takyîd bu vurulmuştur.

Sabır: Hapsetmek demektir. Yemin eden kimse kendini yemin için hapsettiği, yahud icâbında kendisini hâkim yemin için hapsettiği için ona bu isim verilmiştir. Bu babta Kaadi lyaz şunları söylemiştir: «Yemin-i sabrın manası: yemin vermeye icbar etmek yahud yemin etmek cüretkâr­lığında bulunmaktır. Bu yeminin hadisde bu derece büyük gösterilmesi yemin-i gamûs [188] olmasındandır. Zira yemin-i gamûs en büyük günah­lardandır. Hem onda zahiren haramı helâl ve batılı hak göstermek sûretile şeriatın hükmünü değiştirmek vardır.-»

El-Übbî Kaadî 'nin bu sözleri üzerine şu müteieâyı naklediyor: «Şeyhimiz bu yeminle gâmus arasında fark görür; ve bunun ehass, gâ-musun eamm olduğunu söylerdi. Çünkü yemini gamûs bir hakkın elder alınmadığı yerlerde de yapılır. Binaenaleyh buradaki tehdidin ona şü­mulü olmadığı gibi gâsıb ve emsalile bir hakkı almaya da şümulü yoktur.:

Hadisde yemine «fâcir» denilmesi, kinaye tarikiledir. Zira fücur yalar söylemenin lâzımdır. Fücur denilmiş; onun lâzımı olan yalan kasdedilmiş tir. Böyle bir yeminin cezası: cehennemin vâcib, cennetin haram olmasıdır

«O kimseye Allah cehennemi vacip kılmış; cenneti haram etmi demektir.» cümlesinden murad —emsalinde de gördüğümüz vecihle— yi bu yemini helâl i'tikad edenlerdir; ve kâfir oldukları için ebediyyen ce hennemde kalırlar. Yahud helâl i'tikad etmeyenlerdir. Bunlar bile bile ya lan yere yemin ettikleri için Cehennem'e girmeyi hak etmişlerdir. Bi naenaleyh Cennet'e doğrudan doğruya giren bahtiyarlarla beraber girma onlara haramdır.

Resulüllâh (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'in hakkı elinden alman kimse yi müsîüman olmakla takyid ederek: «Bir müslütnanın hakkını elinde alırsa-..» buyurması, gayrî müslimin hakkını helâl saydığı için değildi'

Onun hakkını elinden almak da haramdır. Mefhûmu - muhalife kaail olanlarca bu cümlenin manası: «Müsîümanın malım yalan yere yeminle eîiden almak, A11ah'in gazabına uğratacak derecede büyük bir gü­nahtır: gayrî müsimin hakkını almak da haram ise de bu derece azabı icabettirecek derecede değildir.» demektir.

Meöıum-u muhalifi delil kabul etmeyenlere göre; bu tevile hacet yoku­tur. Sonra elden alınan hakkın mutlaka maddî mal olması şart değildir. Hadd-i Kazif gibi şeyler de hakda dahildir.

Kaadi Iyaz : Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'in müslümanı ve tahsis zikretmesi, şeriatla muhatab olup onunla muamele gördüğü için­dir. Yoksa gayrî müslimin hükmü başka olduğundan değildir. Bu babta onun hükmü de müslümanm hükmü gibidir.» diyor.

Müslümanm malını haksız yere elinden almak için yalan yere yemin edenler hakkında hadisin bazı rivayetlerinde: «Allah'ın gazabına uğrayarak haşrolunacaklar» denilmiş diğer rivayetlerde A11ah'm kendilerinden yüz çevireceği beyan olunmuş; bu babta daha başka tabirlerde kullanılmış­tır. Allah Teâiâ hakkında bunların hepsi «azap etmek» manasına mecazdır. Çünkü gadabm lügat manası: bir kimseden intikam almak için ona karşı kanın kaynamasıdır. Sehât ve i'razda öyledir. Binaenaleyh Allah   hakkında hakiki manalarını murâd etmek muhaldir.

Burada Kaadi Iyaz şöyle diyor: « İraz, gadab ve sehât kelimeleri, hadis olan şeyler hakkında kullanılırsa: başkasına fenalık et­mek maksadile halin değişmesi manasına gelirler. Bu ise; Allah Azimüşşan hakkında muhaldir. Binaenaleyh bu kelimelerin üçü de Allah'ın kullarına azâb etmek istemesinden yahud fi'len azâb etmesinden yahud da onları zemmetmesinden kinayedir; ve üçü de ya zatın sıfatlarına yahut fi'lin sı­fatlarına râcidir. Zatın sıfatlarından da irâde veya kelâm sıfatına râci' olurlar.»

Übbî   Kaadinin   bu sözlerini izah sadedinde şunları söyler :

«Zâtın sıfatları: Zâtla kaaim olan manalardır. Yahud kaaim olan ma­nadan alman manalardır. Âlimin Umden alınması gibi.

«Fi'lin sıfatları: Zâttan başka bir manadan alman manalardır. Hâhk ve Râzik gibi. Bunlar: halketmek ve rızk vermek manalarından alınmış­lardır. Mezkûr kelimeler zâtın sıfatına verilirse kelâm ulemasının kitap­larındaki malumata göre oradan da irâde sıfatına râci olurlar. Kaadî bura­da kelâm. sıfatına da râci olduğunu söylemiştir. Çünkü bu sözler zem-metmekden kinaye de olabilirler demişti. Bittabi zemm kelâmdır.»

Hadisin bazı rivayetlerinde Eş'as'm : «Yemen'de bir yerim vardı» dediği; bazılarında ise: «Bir kuyum vardı» ifadesini kullandığı; ve keza bir rivayette davanın amcası oğlu ile, diğer rivayette bir yahudi ile geç­tiği görülmektedir. Zahiren bu rivayetler bir birine münâfi görünse de hakikatte aralarında münâfat yoktur. Çünkü yerden maksad:  kuyunun

bulunduğu yerdir. Şu halde rivayetlerin birinde kuyuyu, diğerinde kuyu­nun bulunduğu yeri zikretmiş demektir. Amcam oğlu dediği şahsın bir yahudi olması caizdir. Zira Yemen ahâlisinin bir kısmı yahudi idiler. Hat­ta Taberânî nin tahriç ettiği bir hadise göre bu hadisenin müteaddid olması ihtimali de vardır. Hz. Eş'as (Radıyallahu anh) amcası oğlu Ma'dâm b. el-Esved b. Ma'dikerib 'dir. İsminin Cerir olduğunu söyleyenler de vardır.

Hadisde zikri geçen âyet-i kerîmenin sebebi nüzulü Eşas b. Kays kıssasidır. Fakat Buharı onun nûzulu için başka bir.sebeb nakleder. Ona göre bu âyet, bir adam pazarda malını satarken müşteriye: «Bu mala senin verdiğinden daha fazla verdiler.» diye yemin ettiği zaman nazil olmuştur. Ke1bi'ye göre sebebi nüzul: fakir ve muhtaç bir takım yahudi âlimlerinin Kâ'b b. Eşrefe başvurması hadisesidir. Kâ'b b. Eşref onlara Peygamber (Sallallahü A leyhi ve Seilem) ;in Tev­rat'taki vasıflarını sormuş; onlar da onun Resulüllâh olduğuna şehâdet et­mişler; bunun üzerine Kâ'b kızarak: «Allah sizi bir çok hayır­lardan mahrum etmiştir.» demiş. Yahudiler: «Dur acele etme, biz şaşır­dık; o bizim dediğimiz sıfatta değildi» diyerek özür beyân etmişler. Kâ'b bundan memnun olarak onlara inf akda' bulunmuş. Bunun üzerine bu âyet nâziî olmuş. Daha başka sebeb gösterenlerde vardır.

Âyet-i Kerîmedeki «ahd»dan murâd: yemindir. Ahdin hüküm itibarile beş vechi vardır: Bunların ikisinde keffâret lâzım gelir; ikisinde lâzım değildir. Birisi de ihtilaflıdır. Bir kimse :

«Allah'a ahd boynuma borç olsun» dese, bu yemini bozduğu takdirde keffâret verir. Bunun yerine : «Allah'a va'd boynuma borç olsun» derse İmam A'zam Ebu Hanife ile Mâlik'e göre keffâret yine lâzımdır. İmam Şafiî 'ye göre bu sözle yemin kasdetti ise keffâret lâzımdır; yemin kasdetmedi ise bir şey lâzım gelmez. «Allah'a ahdu misak boynuma borç olsun» diyen kimseye İmam Mâ1ik'e göre iki dane keffâret lâzımdır: ancak bu sözle te'kid kasdeder-se o zaman bir keffâret vermek vacib olur.

cümlesi ya mahzuf bir mübtedanın haberidir; ve: «Da1vânı isbât eden senin iki şahidin yahud onun yeminidir» demek olur; ya­hud mahzuf bir haberin mübtelâsıdır. Bu takdirde mana: «Senin iki şahidin veya onun yemini, davan için matluptur.»    şekline girer.

Kavinin: «Kindeli yemin etmeye gitti» demesinden yeminin başka yerde yapıldığı anlaşılıyor. Filvaki Kaadi Iyaz m beyanına göre ye­min için hususi yer vardır. Medîne'liler için bu yer Resulüllâh (Sallallahü Aleyhi ve SeHemyin minberidir.    Yani yemin minberin yanında yapılır.

Sait yerlerde yaşayanlar camilerde yemin ederler. Delili Hâvinin burada­ki beyanatıdır.

Ha ttâbî yeminin cami'de minber yanında verilmesinin vücubu-na kaaildir. Çünkü hâdise mescid-i Nebevide cereyan etmiştir. Kinde'li zâtın kalkması minberin yanına gitmek içindir: Maarnafih bu istidlal cây-i te'emmül görülmüştür.

Hanefilere göre yemin, hâkimin huzurunda verilir.

 

Hadisden Çıkarılan Hükümler:

 

1- Müslümanların hukukunu ihlâl etmek şiddetle haramdır. Bu hu-dusta hakkın azı çoku müsavidir.    Zira    Resulüllâh   (Sallaüahü Aleyhi ve Sellem): «Misvak ağacından bir çubuk dahi olsa...»    buyurmuştur.

2 - Hâkimin hükmü başkasının malını mübâh kılamaz.   Mâlik, Şafiî   ve   Ahmed   b.   Hanbel   hazerâtlarile diğer bir çok ule­manın mezhebi budur.   Ebu   Hanife   hazretlerine göre hâkimin hük­mü o malı mubah kılar.

3 - Davada evvelâ müddeî dinlenir.

4 - Müddeînin, dava ettiği şeyi selemde olduğu gibi bütün teferruatile tahdid ve tavsif etmesi şart değildir. Çünkü Peygamber (Sallaiiahü Aleyhi ve Seîİem)    Hadramevt'li zâttan bunu istemiştir. Şaiiî'ye göre ayni şekilde tahdid ve tavsif lâzımdır.

5- Müddeyi dinledikten sonra müddeâ aleyhe o hakkı ikrar edip et­meyeceği sorulur. İnkâr ettiği takdirde müddeîden beyyine istenir. Geti­remezse müddeâ aleyhe yemin tevcih olunur.

6 - Müdeâ aleyhin: «mal benîm elimdedir.» şeklindeki itirafına kar­şı müddeî: «isbât etsin» dîye bir teklifde bulunamaz. Çünkü huzuru Re-sulillâhdaki davada böyle bir şey olmamıştır,

7 - Beyyine müdeîye, yemin de müddeâ aleyhe aiddir.

8 - Beyyine zilyede takdim edilir. Yani bir davada beyyine bulunur­sa onunla hüküm verilir; müddeâ aleyhden yemin istenmez.

9 - Zilyed yani malı elinde bulunduran kimse, o malda hâricden hak i($dia edenden evlâdır.

10 - Davaya aid olmak ve doğru söylemek şartile hakkını kurtar­mak için müddeinin müddeâ aleyhe dokunacak sözler söylemesi cezayı müstelzin değildir. Çünkü Hadramevtli davacı Resulüllâh (Sallaiiahü Aleyhi ve Selîem) 'in huzurunda hasmına    «Hiç bir günahdan sakınmayan bir facirdir.» dedi. O halde Peygamber (Sallaiiahü Aleyhi ve Sellem) kendisini ce-zalandırmamıştır.

Bazıları bu hadisle istidlal ederek: «dava esnasında hasımların bir bir­lerine hâin, fâcir gibi sözlerle söğmelerinin hükmü yoktur.» demişlerse de cumhura göre söğmek umumî olarak haram kılındığı için'böyleleri tedib olunur. Hatta gasb olmadığı halde biri diğerine gasb dese tedib olunur; ve davası sükut eder.

11 - Yalan yere yemin etmemesi için müddeâ aleyhe nasihat olunur.

12 - Hanefilere göre bir şâhid ve yeminle davaya bakılmaz.

13 - Yalancıların yemini de âdil kimsenin yemini gibi kabul edilir.

14 - Borcu hususunda yalan yere yemin eden kimse hacr edilmez. İk­rarı da batıl olmaz. Aksi takdirde ondan yemin istemenin bir faydası kal­maz.

15 - Vâris malın babasından kaldığını iddia eder; hâkim de murisinin öldüğünü ve bundan başka mirasçısı kalmadığını bilirse beyyine isteme­den lehine hüküm verebilir. Çünkü Peygamber (Sallaiiahü Aleyhi ve Sellem) Hadramevt'liden böyle bir şey istememiştir.

 

 

 

 

 

 

 

 

-----------------------------------------------------------------------------------------------------------

 

 

 

 

 

 

 

 

SAHİH-İ MÜSLİM TERCEMESİ ve ŞERHİ

İKİNCİ   BASKI Ahmed   DAVUDOĞLU

 

 

 

62 - Haksız Yere Başkasının Malını Almak İsteyen Kasıtcının Kendi Hakkında Kanı Heder; Öldürülürse Cehenlemlik, Malı Uğrunda Öldürülen Kimsenin de Şehid Olduğunu Beyan Babı

 

225 - (140) Bana Ebû Küreyb Muhammcd b. el-Alâ' rivayet etti. (De­di ki): Bize Hâlid yânı İbnî Mahled [189] rivayet etti. (Dedi ki): Bize Mu-hammed b. Ca'fer,"el-Alâ' b. Abdirrâhman'dan, o da babasından, o da Ebû Hüreyre'den naklen rivayet etti. Şöyle demiş:

Resûlullâh   (Sallallahü Aleyhi ve Selleın) 'e bir adam geldi; ve:

— Yâ Resulâllâh! Bir kimse gelip benim malımı almak istese ne buyu­rursun? dedi. KesüHiİlâh  (ScülaUahü Aleyhi ve Sellem)

  «Ona malını verme!»  buyurdu.

  «Şayed benimle mukaatele ederse?»

  «Sen de onunla  mukaatele et!»

  «Ya beni Öldürürse?»

  «O halde şehid gidersin.»

  «Ya ben onu öldürürsem?»

  «O cehennemde olur.»  buyurdular.

 

226 - (141) Bana Hasen b. Aliy el-Hulvâni ile tshâk b, Mansur ve Mu-hammed b. Râfi' rivayet ettiler. Lâfızları bir birine yakındır, fshâk (Bize haber verdi) ta'birini kullandı. Ötekiler: Bize Abdurrazzâk rivayet etti, dediler. (Demiş ki): Bize İbni Cüreyc haber verdi. Dedi ki: Bana Süleyman el-Ahval [190] haber verdi. Önada Ömer b. Abdirrahmân'ın âzadhsı Sa­bit [191] haber vermiş ki, Abdullah b. Amr'Ia Anbesetü'bnü Ebî Süfyân [192] arasında olan olduğu vakit harbe hazırlanmışlar. Müteakiben Hâli-dü'bnü'I-Âs (atma) binerek Abdullah b. Amr'a gitmiş; ve ona nasihatta bu­lunmuş. Abdullah b. Amr «Sen Resulüllâh (Saîlallahü Aleyhi ve SeÜem)*nı;

— «Her kim malı uğrunda öldürülürse şehiddir.» buyurduğunu pil-mez misin? demiş.

Bu hadîsi bana Muhammed b. Hatim de rivayet etti. (Dedi ki): Bize Muhammed b. Bekr [193] rivayet etti. H.,

Bize Ahmed b. Osman en-Nevfeli [194] dahi rivayet etti. (Dedi ki): Bize Ebû Âsim [195] rivayet etti. Muhammed'le Ebû Âsim'ın ikiside tbni Cü-reyc'den bu isnadla bu hadisin mislini rivayet etmiştir.

Bu hadisi Buhârî «Kitabii'l-mezâlim» de tahriç ettiği gibi, Ebû Dâvud, Tirmizi, Nesaî ve İbni Mâce muhtelif tariklerden ri­vayet etmişlerdir. İmâm Ahmed b. Hanbel onu «Müsned» inde,

Taberanî  «El-Evsât» da, Ebû Ya'lâ El-Mavsili «el-Mu'cem» i ile «el-Müsned» inde Bezzâr «Müsned» inde ve Ebû Nuaym «Müstahrec» inde muhtelif lâfızlarla muhtelif yollardan tahriç etmişlerdir. Bunların bazısında:

«Malı uğrunda mazlum olarak öldürülen kimseye cennet vardır.» buyurulmuş, bazısında:

«Her kim malı Uğrunda Öldürülürse o kimse şehiddir; kim canı uğ­runda öldürülürse o kimse şehiddir, her kim dini uğrunda Öldürülürse o kimse şehiddir; her kim ırzu namusu uğrunda öldürülürse o kimse şehiddir.» şeklinde tafsilât verilmiştir.

Hadisi Fahr-i Kâinat (Satkülahü Aleyhi ve Sellem) Efendimizden: Ebû Hüreyre, Ali b. Ebî Tâlib, İbni Abbas, İbni Ömer, İbni Mes'ud, Enes b. Mâlik, Câbir, Sa'd b. Ebî Vakkaas, Said b. Zeyd, Büreyde, Abdullah b. Zübeyr, Abdullah b. Amir ve di­ğer ashab-ı Kiram (Radiyallahû Anhûm)   hârezatı rivayet etmişlerdir.

Şehid şehâdetten alınmıştır. Şehâdet, bir şeyi beyan etmek başında bulunup görmektir.

Şehid hakkında Nadr b. Şümeyl şunları söylemiştir: «Şehid diri olduğu için kendisine bu isim verilmiştir. Çünkü şehidlerin ruhları «Darü's-Selâm» ı görürler. Başkalarının ruhları ise onu ancak kıyamette gö­receklerdir.»

Ibnü'l-Enbârî de: «Şehid ismi verilmesi, kendisine melekler cennetle şehadedde bulunacakları içindir.» diyor. Bu takdirde şehidin nıa'-nası: kendisine şehâdet edilen zât demek olur. Bazıları: «Bu ismin veril­mesi, ruhu bedenden çıkarken kendisine ihsan buyurulan sevap ve kera­meti gördüğündendir» demiş; bir takımları rahmet melekleri gelerek ru­hunu onlar kabzettiği için şehid denildiğine, daha -başkaları imanına şe­hâdet olunduğu için ona bu ismin verildiğine kaail olmuşlardır. Onun şe­hid olduğuna şahidi vardır da onun için şehid denilmiştir. Bu şahid onun kanıdır; çünkü şehid, yarasından kan fışkırarak haşrolunacaktır.» diyenler de vardır.

Hasılı şehid «faîl» babında bir kelime olup hem fail hemde mef'ul mânasına alınarak izah edilmiştir.

Şehid üç kısımdır:

Birincisi: Kâfirlerle harb ederken harp âletlerinden biri sebebile öl­dürülenlerdir. Bunlara hem dünyada hem âhirette şehid hükmü verilir. Cenazeleri yıkanmaz: Yalnız ta'zîm ve ikram için namazları kılınır. Şafii-lere göre namazları da kılınmaz.

İkincisi: Âhirette sevap hususunda şehîd sayılıp dünya ahkâmı huşusunda sayılmayanlardır. Bunlar verem ve tâûn gibi hastalıklar sebebile ölenlerle üzerine bina yıkılanlar ve malı, dînî, ırzu namusu uğrunda öl­dürülenler ve benzerleridir, ki şehid hükmünde oldukları sahih hadisler­le sabittir. Bu nevi şehidlerin cenazeleri yıkanır; namazları kılınır. Âhi-rette kendilerine şehid sevabı verilir; yalnız sevaplarının hakikî şehîdler derecesinde olması lâzım gelmez.

Üçüncüsü: Ganimete hiyânet edenlerdir. Bunlar harpte öldürüldükle­ri takdirde kendilerine dünyada şehid hükmü verilerek cenazeleri yıkan­mazsa da âhirette kendilerine tam şehid sevabı verilmez.

Resulüllâh (Sallalkthü Aleyhi ve Sellem) 'in: «Malını ona verme!» buyurması vermenin haram olduğunu beyân için değil, vermek lâzım gel­mediğini bildirmek içindir.

Saldırgan için : «O cehennemdedir.» cümlesinin nıa'nası: o bunu hak etmiştir, demektir. Allah Zülcelâl dilerse, cezasını verir; dilerse afve-der. Ancak yaptığı bu işi helâl i'tikad ederse kâfir olur.

Abdullah b. Amr ile Anbese arasında geçen hadise şudur: Hz. Muaviye 'nin valisi Anbese arazisini sulamak fçin Amr b. Âs oğullarının bağçesinden yol açmak istemiş. Bunun üzerine Abdullah bin Amr azadlılariyle birlikte silahlanarak karşısına gelmiş ve: «Vallahi bizden bir tek kişi kalmadıkça bizim bağçe-mize dokunamazsınız» demiş. Ve iki taraf harbe hazırlanmışlar. Hadise Taif de olmuştur.

 

Hadisi Şerif Aşağıdaki Hükümlere Delalet Eder:

 

1 - Haksız yere malını elinden almak isteyen bir su-i kasıdçıyı öldür­mek caizdir bunda diyet ve kısas da yoktur.    Hadis umumî olduğu için müdafa'a hususunda malın azı çoğu müsavidir.   Abdullah   b.   el -Mübarek   «İki dirhem İçin dahi mukaatele edebilir.»     demiştir. Cumhur-u ulemanın kavli de budur.

Malikilerden bazılarına göre; elbise ve yiyecek gibi az bir şey isterse öldürmek caiz değildir. Fakat bu kavil tasvib olunmamıştır. Doğru olan kavil cumhurun kavlidir. Ailesinin namusunu korumak bilittifak vacip­tir.

Nevevî: «Öldürmek sûretile nefsini müdafa'a etmek bizim mezhebe gö­re de başka mezheplere göre de ihtilaflıdır. Mal müdafaası vacip değil, caizdir.» diyor.

2 - Malı, canı namusu ve dini uğrunda Öldürülen kimse şehiddir.

3 - Bu bâbta ruhsatla amel ederek malını, ailesini veya kendini düş­mana teslim eden kimsenin işi Allah'a kalmıştır.  (Dilerse özürünü kabul eder). Fakat selâbet gösterirde öldürülürse şehid olur.

4 - Geceleyin birinin evine girerek hırsızlık eden bir şahsı hâne sa­hibi arkasından ta'kib ederek öldürse, İmam A'zam (Rahimehullah)'a göre bir şey lâzım gelmez.

 

63 - Tebeasını Aldatan Valinin Cehennemi Hak Edeceği' Babı

 

227 - (142) Bize Şeybân b. Ferrûh rivayet etti. (Dedi ki): Bize Ebu'l-Eş'heb, [196] Hasen'den [197] rivayet etti. Demiş ki: Ubeydullah b. Ziyâd Ma'kıl b. Yesâr el-Müzeni [198] yi ölüni döşeğinde iken ziyaret etmiş. Ma'kıl: «Sana Resulüllâh (SaîlaUahü Aleyhi ve Setletn)'den dinlediğim bir hadisi rivayet edeceğim. Şayet daha yaşayacağımı bilseydim onu sana söy­lemezdim. Gerçekten ben Resulüllâh (Saîlallahü Aleyhi ve Sellem)'i şöyle bu­yururken işittim demiş.

«Allah bir halk kitlesinin başına getirip de, öldüğü gün halkını al­datmış olarak ölen hiç bir kul yoktur kİ, Allah ona cenneti haram etme­sin.»

 

228 -  (...) Bize Yahya b. Yahya rivayet etti. (Dedi ki): Bize Yezid b.

Zürey' Yûnus'dan [199], o da Hasan'dan naklen rivayet etti. Demiş ki: Ma'-kıl b. Yesâr hasta iken Ubeydullah b. Ziyâd onun yanına girerek ona (bazı şeyler) sormuş Ma'kil: Ben sana (şimdiye kadar) söylemediğim bir hadis rivayet edeceğim: Resulullah (SaHaîlahü Aleyhi ve Sellem)

«Eğer Allah bir kulu bir halk kitlesinin başına geçirir de, o kul ölür­ken halka hıyanet etmiş olarak ölürse Allah ona cenneti haram kılar.»

buyurdular demiş.

Ubeydullah: Bunu bana daha evvel niçin söylemedin? demiş Ma'kıl: «Sana söylemedim; yahud: Sana söyleyecek değilim.» cevabını vermiş.

 

229 - (...) Bana Kaasim b. Zekeriyyâ rivayet etti. (Dedi ki) ; Bize Hüseyn yânı el-Cu'fî, Zâide'den, o da Hişam'dan naklen rivayet etti. De­di ki: Hasen şunları söyledi: Ma'kıl b. Yesâr'm yanında idik; ona hastalık ziyareti yapıyorduk. Derken Ubeydullah b. Ziyâd geldi. Ma'kıl ona hitaben: Sana ResuIüllâh (Sallallahü Aleyhi ve Seîîem)'den işittiğim bir hadis riva­yet edeceğim, dedi. Ve öteki râvilerin hadisi ma'nasmda rivayette bulun­du.

 

(...) Bize Ebû Gassân el-Mismaî ile Muhammed b. el-Müsennâ ve İs-hâk b. İbrahim de rivayet ettiler. İshâk (Bize haber verdi) ta'birini kul­landı. Ötekiler: Bize Muâz b. Hişâm rivayet etti, dediler. Muâz demiş ki: Bana babam Katâdeden, o da Ebu'l-Melih' [200] den naklen rivayet etti ki, Ubeydullah b. Ziyâd Ma'kıl b. Yesar'ı hastalığında ziyaret etmiş. Ma'kıl ona şunları söylemiş: «Sana bir hadis söylüyeceğim; ama Ölüm hâlinde ol­masaydım onu sana söylemezdim.» Ben ResuIüllâh (Sallallahü, Aleyhi ve Sellem) 'i:

«Müslümanların umurunu üzerine alıp âa onlar için çalışmayan ve hayırhah olmayan hiç bir âmir yoktur ki, onlarla birlikde cennete gire­bilsin.»   buyururken işittim.

Bu hadîsi Buhârî «Kitâbü'l-Ahkâm» da tahriç etmiştir.

Hz. Ma'kıl'i ziyarete gelen Ubeydullah b. Ziyâd Muâviye (Radiyallahu anh) zamanında Basra valisi idi. Bu vazifeyi Muâviye'nin oğ­lu Yezid zamanında da yapmıştır.

Ma'kı] (Radiyallahu anh)\n bu hadisi ölüm döşeğine düşmeden söyle­memesi ya mumaileyh Ubeydullah'ın nasihat kabul etmeyeceğini bildiği içindir; ve âhir ömründe hadisi gizlemiş olmanın vebalinden korkarak onu rivayet etmiştir. Yahud daha önce söylemiş olsa Ubeydullah üzerinde bir te'siri olmaz da onun bu kötü hâlini halkın kalplerine yerleştirmeye se­bep olur endişesile o ana kadar gizlemiştir. Nevevî bu ikinci ihtimâli daha kuvvetli bulmaktadır. Birinci ihtimâl ona göre zaiftir; çünkü emr-i bil ma'ruf, kabul olunmamak ihtimâlile sakıt olmaz.

Hadisin bazı rivayetlerinde: «Allah bir kulu bir halk kitlesinin başına geçirirse...» denilmiş; bazılarında bunun yerine: «Bir âmiri geçirirse...» diğer bâzılarında: «Bİr valiyi geçirirse...»ta'birleri kullanılmıştır. Bunlar­dan maksad; millet idarecileridir. Bu zevat millete dînî ve dünyevî bü­tün hususâtta yardımcı ve Öğretici mevkiindedirler. Milletin hukukunu korumaz; hudûdû şer'iyyeyi tatbik etmez; yahud adil olmazlarsa vazife­lerini sü-i isti'mal etmiş olurlar. İşte hadisdeki «gâşş» tâbiîrinden murâd bunlardır.

Ibni Battal diyor ki: «Bu hadis zâlim hükümdarlar için pek bü­yük bir tehdiddir. Çünkü kullara yaptıkları zulümlerin hesabı kıyamet gü­nünde kendilerine sorulacaktır. Acaba koskoca bir millete zulmeden bir adam, o millete hakkım nasıl helâl ettirir?...»

Böylelere cennetin haram olmasından murâd — bir çok emsalinde de gördüğümüz vecihle— ya zulmü mubah i'tikad ederek dinden çıktıkları için ebediyyen cennet yüzü görememeleridir; yahud zulüm haram olduğu­na i'tikad ettikleri halde onu yine mazlumlara reva gördükleri için cennete doğrudan doğruya giren bahtiyarlarla birlikde girmek kendilerine haram­dır. Buradaki tahrim, menetmek ma'nasmadır.

Bâzı rivayetlerde «Allah ona cenneti haram kılar...»ifadesinin yerine: «Cennetin kokusunu bile alamaz.»buyurulmuştur. Halbuki cennetin nefis kokularının yetmiş yıllık mesafeden duyulacağı sahih hadislerde vârid olmuştur. Taberanî 'nin tahriç ettiği Abdullah b. Mugaf fe1 (Radiyallahu anh)   hadisinde :

«Cennetin nefis kokusu k.yâmet gününde yetmiş yıllık mesafeden du-yulur.» buyurulmaktadır.

 

64 - Bazı Kalplerden Emanet ve İmanın Kaldırılması ve Kalplere Fitne Arız Olması Babı

 

230 - (143) Biie Ebû Bekr b. Ebî Şeybe rivayet etti. (Dedi ki): Bize Ebû Muâviye ile Veki' riyâvet ettiler. II.

Bize Ebû Küreyb dahî rivayet etti.    (Dedi ki):    Bize Ebû Muâviye,

A'meş'den, o da Zeyd b. Vehb'den, [201] o da Huzeyfe' [202] den naklen ri­vayet etti. Huzeyfe şöyle demiş: Bize Resulüllâh (Salîallahü Aleyhi ve Sellem) iki hadis söyledi. Ben bunların birini gördüm; ötekinide bekliyorum:

Resulüllâh (Saîlallahü Aleyhi ve Sellem) bize, (evvelâ) emânet insanların kalplerinin derinliğine indiğini, sonra Kur'ân inerek ondan ve sünnetten bir şeyler öğrendiklerini anlattı. Sonra da bu emânetin kaldırılmasından bahsetti. Buyurdu ki:

«İnsan uykusunu uyur. (Bu esnada) emânet kalbinden alınıverir de ufacık bir siyah leke halinde eseri kalır. Sonra (yine) uykuya dalar. (Bu sefer) kalbinden emânet (in kalan kısmı da) alınır. Bunun eseri de kabar­cık gibi kalır. Ayağının üzerine bir kor yuvarlanıp da nasıl kabarcık hâ­sıl olur ve içinde bir şey olmadığı halde onu kabarmış görürsün! onun gibi bir şey. Sonra ufak taşlar alarak onları ayağının üzerinde yuvarladı. (Ve şöyle devam etti) :

İnsanlar (o hâle gelecek ki) alış veriş yapacaklar; birinin doğru dü­rüst hareket ettiği görülür görülmez : Filân oğullarında emin bir adam var! denecek. Hatta herifin kalbinde hardal danesi kadar iman olmadığı halde onun hakkında : «O ne metin!.. O ne zarif!.. O ne akıllı adam­dır!..» denecek.»  (Huzeyfe sözüne devamla) :

— Vallahi öyle günler gördüm ki, sizin hanginizden alışveriş yapaca­ğım diye hiç gam yemezdim. (Çünkü alış verişte bulunduğum zat) müs-lümansa bana hıyanetten onu dînî menederdi. Hıristiyan yaftud yahudi ise ona da âmiri aman vermezdi.

Bu gün ise sizlerden filân ve filândan başka kimseden alış veriş ya­pamaz oldum.

 

(...) Bize İfani Nümeyr de rivayet etti. (Dedi ki): Bize babamla Vekî rivayet ettiler. H.

Bize İshâk b. İbrahim dahî rivayet etti .(Dedi ki): Bize İsâ b. Yunus rivayet etti. Vekî ile İsâ hep birden A'meş'den bu isnadla bu hadisin mis­lini rivayet etmişler.

Bu hadisi Buhârî «Kitâbü'r-Rukaak» ile «Kitâbü'l-fiten» de Tirmizi ile İbni Mâce de ^Kitâbü'l-fiten» de tahriç etmişler­dir. Hadisin senedinde A'meş de vardır. Bu zât müdelîislerden olduğu için «anfulân...» diyerek rivayet ettiği hadislerinin kabul edilmemesi icap eder-

 (S.A.V.)  in  münafıklar  hakkında  sır  dostudur. 36  tarihinde Hz. Osman'­dan kırk gün sonra vefat etmiştir. sede bu hadisi şeyhinden dinlediği sabit olmuştur. Mudellislerin şeyhlerin­den dinledikleri hadisler makbuldür. Onun için burada «an» edâtiyle riva­yeti zararsızdır.

Hz. Huzeyfenin iki hadisden muradı: emânete dair olan hadislerdir. Yoksa kendisinin Buhâri, Müslim ve diğer sahih hadis kitap­larında bir çok rivayetleri vardır. «Et-Tahrir» namındaki Müslim şerhinde: «Bu iki hadisden biri, emanetin kalplerin derinliğine yerleştiğini bildiren, ikincisi de sonra kaldırıldığını beyan eden hadislerdir.» denilmiş; ve ikisi-ninde ayni rivayette zikredilmiş bulunduklarına işaret olunmuştur. Fakat Ubbî şeyhinden naklen, buradaki rivayetin bir hadis olduğunu ikincisinin muhtemelen bundan sonra gelen fitneler hadisi olduğunu söylüyor.

Hadisde mevzu'u bahis olan emanetten murad: Zahire göre Allah'ın teklifi ve kullarından aldığı ahdu peymandır.    Vahidi

«Biz emaneti göklere, yere ve dağlara arzettik...» âyeti kerîmesinin tefsirinde Hz. İbni Abbas'm: «Emanetten murâd: Allah'ın kullarına farz kıldığı ibâdetlerdir» dediğini nakleder. Ve ekseri müfessirinin kavli bu ol­duğunu söyler.

Hasan-ı Basrî: «Emanetten murâd: dindir; zira dinin her şeyi emanettir.» demiştir. Ebu'l-Âliye: «Emânet, kulların emir ve nehi olunduğu şeylerdir» diyor. «Et-Thrir» sahibi Ebû Ab-dillâh Muhammed et-Teymî de şunları söylemiştir; «Ha-disdeki emânet: «Âyetteki emânetin aynıdır. Ayetteki emânet ise ay­nen imandır. Eğer emânet kulun kalbinde yer tutarsa o zaman kul Allah'ın teklif ettiği şeyleri edâ etmeye çalışır ve bu teklifleri bir ganimet bilerek ifâsına canla başla gayret eder.»

Kurtubî ; emâneti: «Muhafazası başkasına tevdi edilen her şey­dir.» diye tarif ediyor. Bu takdirde kulların muhafaza için birbirlerine ver­dikleri vedia, ariyet ve saire gibi şeyler de buradaki emânete dahil olur.

Şerefüddîn Tîybî: Galiba ulemanın buradaki emâneti imanla tefsirle­rine sebep hadisin sonundaki: «Kalbinde hardal danesi kadar iman olmadığı halde...»cümlesidir. Halbuki emâneti hakiki mânasına hamlet-melilerdi. Çünkü hadisde: «insanlar (o hale gelecekler ki) alış-verİş edecekler; fakat hemen hiçbiri emâneti edâ etmeyecek...» buyuruluyor. Böyle olursa hadisin sonundaki iman emânet mânasında kullanılmış olur ki, emânetin şanı pek büyük olduğunu gösterir; ve onu edaya teşvik olur. Nitekim Resulüllâh (Sailallahü Aleyhi ve Sellem) ;

«Emâneti olmayanın dini de yoktur.» buyurmuştur, diyor.

Emânetin evvelâ insanların kalplerine inmesi; sonradan onu Kur'ân ve sünnetten Öğrenmeleri şöyle izah olunuyor: Emânet insanların fıtra­tında vardır. Kur'ân-ı Kerîm inince ondan ve Resulüllâh (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) 'in sünnetinden kesp ve istifade sûretile bu emâneti arttırdı­lar.

Hadîsin mânası şudur: Kalplerden emânetin kalkması âhir zamana mahsustur. Emânet yavaş yavaş kalkacak; ilk cüz'ü kalktımı, onun nuru da kalplerden uçacak yerine siyah bir nokta gibi zulmet çökecek; daha son­ra ikinci cüz'ü kalkacak; ve yerine yine zulmet, çökecek. Bu suretle kalp­lerdeki siyah noktalar da büyüyerek âdeta siyah bir leke haline gelecek­ler. Kalplerdeki emânetin nuru giderek yerine zulmet çökmesi insanın ayağı üzerine kor yuvarlanmasına benzetiliyor. Kor geçtiği yeri yakarak nasıl tesir bırakır; yerine kabarcık kalırsa emânetin nuru da Öyledir. Nur gider yerinde eseri kalır.

O zaman insanlar hâinleşecekler. Alış verişde hiyanet etmeyen par­makla gösterilecek ve: «Filân kimse doğru adammış.» diye dillere destan olacak. Halbuki onun da kalbinde zerre kadar emânet bulunmayacak.

Hadisin   bu   cümlesinde   emânet   yerine   iman   tâbiri   kullanılarak:

«Herifin kalbinde hardal dânesi kadar iman olmadığı halde...»buyu-rulmuştur. Buradaki imandan murâd, emânettir. Emânet imanın lâzımı olduğu cihetle mecazen ona imarı denilmiştir. Yoksa o adam hakikaten kâfir oldu demek değildir.

Müslim sarihi Übbî diyor ki: Bu hadisden maksat, emâneti muhafa­za edecek; ona hiyânette bulunmayacak fıtratta yaratılan kalplerden onun kaldırılması hâlinin tefsir ve izahını haber vermektir.

Hz. Huzeyfe (RadiyaÜahu anh) 'm: «Öyle günler gördüm ki, sizin hanginizden alış veriş yapacağım diye hiç gam yemezdim...» cümlesile bahsettiği alış verişi bazıları hilâfet için beyat, din babında ittifak ve söz­leşme gibi mânalara almışsa da Kaadî Iyâz ve başkaları bu sözün hatâ olduğunu söylemişlerdir. Hatta nefs-i hadisde bu sözü nakzeden yer­ler bulunduğunu Nevevî beyân etmiş; ve hadisde hıristiyanla yahu-dı zikredildiğini, halbuki bunların bir birlerile din babında hiç bir zaman ittifak etmediklerini bildirmiştir. Hasılı buradaki alış verişden murâd ha­kiki alış veriştir.

Bu hadisi şerif, âhir zamanda insanların dînen bozulacaklarını, emâ­netin ortadan kalkacağını haber vermektedir. Zamanımız insanlarının bu hususdaki halleri ise her türlü izah ve beyândan müstağnidir. Demek is­terim ki, vuku' bulacağı on dört asır önce haber verilen muazzam bir hâ­dise bu gün kimsede en ufak bir şüphe bırakmayacak derecede meydan­dadır. Şu halde hadisi şerif Resulüllâh (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) 'in hak Peygamber olduğuna delâlet eden bir mucizedir.

 

65 - İslamın Garip Başlayıp Garip Biteceğini ve İki Mescid Arasına Çekileceğini Beyan Babı

 

231 - (144) Bize Muhammed b. Abdillâh b. Nüraeyr rivayet etti. (De­di ki): Bize Ebû Hâlid yânı Süleyman b. Hayyân, Sa'd b. Târik'dan, o da Rib'i'den [203] , o da Huzeyfe'den naklen rivayet etti. Demiş ki:

Ömer'in yanında idik. Bize: «Resulüllâh (Saîlallahü Aleyhi ve Seliem) fitneleri anlaürken hanginiz işitti?» diye sordu. Bazıları: («Biz işittik») dediler. Ömer:

İhtimâl siz, kişinin ailesi ve komşusu hususundaki fitnesini kastediyor­sunuz?» dedi. Oradakiler:

— «Evet!» cevabını verdiler. Ömer:

— «(Hayır!) o fitneye namaz, oruç ve sadaka keffâret olur. Lâkin Pey­gamber (Saîlallahü Aleyhi ve Selletn)'i deniz dalgası gibi dalgalanacak olan fitneleri anlatırken hanginiz işitti?» dedi. (Huzeyfe diyor ki): Bunun üze­rine cemaat sustu. Ben (davranarak):

— Ben (işittim) dedim. Ömer:

  «Sen mi? Aferin sana!» dedi. (Huzeyfe şunları söylemiş):

  Resulüllâh (Saîlallahü Aleyhi ve Sellemyi:

«Fitneler kalplere (tıpkı) hasır çubukları gibi dal dal arz olunur. Ar­tık onlar hangi kalbe işlerse o kalbde siyah bir leke hâsıl olur. Hangi kalb onları kabul etmezse o kalpde de beyaz bir leke meydana gelir. Böylece iki kalbe yerleşirler. (Bu kalplerden) biri cilâlı taş gibi bembeyaz­dır; ve göklerle yer durdukça ona hiç bir fitne zarar vermez. Ötekine ge­lince : o alaca siyahtır; tepesi aşağı duran desti gibidir. Ne bir ma'ruf ta­nır; ne de bir münkeri inkâr eder. Yalnız içine işleyen heva ve hevesini bilir.»  derken işittim.

Ömer'e: «Seninle bu fitneler arasında, kırılmak üzere bulunan kapalı bir kapı vardır.» dedim. Ömer:

  «Hay Allah hayırim versin, o kapı kırılacak mı? Açılmış bile olsa belki tekrar kapanır.» dedi. Ben:

— «Hayır! bilâkis kırılacak.» dedim. Ve kendisine: bu kapının, öldürü­lecek yahut ölecek bir zât (dan kinaye) olduğunu, mugalata değil dos doğ­ru bir söz olarak* anlattım.

Ebû Hâlid demiş ki: Ben Sa'de: «Yâ Ebâ Mâlik [204]! Bu siyah mürbaad

nedir?» dedim.

— «Siyahın içindeki şiddetli beyazdır.» dedi.

  «Yâ mücahhi desti nedir?» diye sordum.

 «Tepsi aşağı demektir.» cevabım verdi.

 

(...) Bana İbnî Ebû Ömer de rivayet etti. (Dedi ki): Bize Mervân-ı Fezârî rivayet etti. (Dedi ki): Bize.Ebû Mâlik el-Eşcaî, Rib'iden naklen rivayet etti. Rib'i şöyle demiş: «Huzeyfe, Ömer'in yanından gelince otura­rak bize anlattı.

Dedi ki: Dün Emîriümü'minînin, yanına oturduğum sırada ashabına: Resulüllâh (SaUallahü Aleyhi ve Settem) 'in fitneler hakkındaki hadisini han­giniz hatırlıyor? diye sordu...» diyerek hadisi Ebû Hâlid hadisi gibi riva­yet etti: Yalnız Ebû Mâlik'in «mürbaadd» ve «mücahhî» kelimelerini tef­sir ettiğini söylemedi.

 

(...) Bana Muhammed b. el-Müsennâ ile Amr b. Aliy ve Ukbetü'bnü Mükrem el-Ammî de rivayet ettiler. Dediler kî: Bize Muhammed b. Ebî Adîy, Süleyman et-Teymî'den, o da Nuaym b. Ebî Hind'den [205] , o da Rib'i b. Hirâş'dan, o da Huzeyfe'den naklen rivayet etti ki, Ömer: «Bize kim rivayet edecek yahut —aralarında Huzeyfe de bulunduğu halde— Bize Resulüllâh (Sallallahü Aleyhi ve SeUem)'m fitne hakkında söylediklerini hanginiz rivayet edecek?» demiş.

«Ben!» cevabını vermiş.

Huzeyfe, hadisi Ebû Mâlik'in Ribi'den rivayet ettiği şekilde nakletmiş. Yalnız bu hadisde Huzeyfe'nin: «Ona masal değil dos doğru bir söz olarak anlattım» dediğini söylemiş. Ve: «Huzeyfe bu sözü ile hadisi Resulüllâh (SalMUthü Aleyhi ve Selîem) 'den rivayet ettiğini anlatmak istemiştir.» de­miş.

Bu hadisi Buhâri «Kitâbü'l-Fiten», «KitâbüVSalât» ve «Kitâ-bü'z-Zekât» da, Titmizi ile îbni Mâcede «Kitâbül-Fiten» de tahriç etmişlerdir.

Hz. Huzeyfe (Raâiyallahu anh) 'm bu hadisi de mucizedir. Çün­kü Hz. Ömer (Radiyallahu anh)'in şehid edileceğini ve onun vefatın­dan sonra bir takım fitneler zuhur edeceğini haber vermektedir. Ubbî'nin beyanına göre burada haber verilen fitnelerden murâdi. Hz. Osman (Raâiyallahu anh) 'in şehid edilmesi ve dalâlet fırkalarından hâricilerin Hz. A1î (Radiyallahu anh)'a karşı isyanı gibi şeydir. Ceme1 ve Sıffîn vakalarına bu haberin şümulü yoktur. Çünkü o vakalara iştirak eden ze­vat hakkında «Ne bir ma'ruf tanır; ne de bir münkeri inkâr eder.» deni­lemez.

Fitne: Lügatta imtihan, ibtilâ ve deneme mânalarına gelir. Küfür, re­zalet azâb, harb, musibet, dalâl ve günah mânalarında da kullanılır. Fakat bütün bu mânaların aslı yine deneme mânasına gelen ihtibârdır. KaadiIyâz bu kelimenin Örfen: deneme ile meydana çıkarılan her şeyde kullanıldığım; hayıra da şerre de itlâk edildiğini söylüyor.

Bir kimsenin ehli yâni ailesi hakkında fitneye düşmesi: onlar tarafın­dan başına gelen elem, keder, üzüntü, kötülük ve şüphelerdir. Komşusu hakkındaki fitneden murâd da, komşusu zenginse onun gibi zengin olmak için üzülmesidir. Bu gibi fitnelerin Keffâreti: beş vakit namazı vakitlerin­de kılmak orucunu tutmak ve zekâtını vermektir

«Şüphesiz ki hayır ve hasenat günahları giderir.» âyet-i kerîmesi, büyük günahlardan sakınmak şartile beş vakit namaz küçük günahları gi­derir diye tefsir edilmiştir. Ekseri müfessirlerin kavli budur.

İbni Abdilberr: «Zamanımızda bazı ilim müntesibleri: Bü­tün büyük ve küçük günahlara namaz vp-taharet kefââret olur; demiş; ve bu hadisle abdestin günahları ıskat ettiğini bildiren hadisi delil göstermiş­tir» diyorsa da bu kavil reddedilmiştir. Ebû Ömer: «Bu bir cehalet ve ayni zamanda ehl-i dalâletten mürcie fırkasına muvafakattir...» demiş­tir.

Zuhur edecek fitnelerin büyüklüğü ve husule gelecek hşrcü-merc de­niz dalgasına benzetilmiştir. Yanî kükremiş denizin dalgaları nasıl çal­kalanır ve bir birine çarparsa fitneler de öylece bir birini takip edecek de­mektir. Hz. Ömer (Radiyallahu anh) m suali karşısında cemaatin sus­ması, fitnenin bu nevini bilmedikleri içindir. Onlar yalnız birinci nevi fit­neyi bilirlerdi.

tabirinin asıl mânası «baban Allah 'indir.» demektir. Fakat araplar bu cümleyi aferin makamında kullanırlar. Nitekim : cümlesinin mânasıda «Babasız kalasın» de­mektir. Ama araplar ondan böyle bir mâna kasdetmezler. Ebû Abdi11âh Temîmi'nin beyanına göre bu tabir bir şeye teşvik makamında kul­lanılır. Zira bir kimsenin babası sağ olursa, başı çiara geldiği zaman he­men ondan yardım ister; bu suretle fazla yorulmadan emeline nail olur; şu halde buradk baba yardımcı demektir,     «babasız kalasın»    demek:

«Yardımcısız kalda kendi işini kendin görmeye hazır ol!» mânasına taşır. Lisanımızda böyle bir tabir bulunmadığından tercenıede onun yerine: «Allah hayrını versin»  tabirini kullandık.

Fitnelerin kalplere yerleşmesi de hasıra benzetilmiştir. Buradaki «arz olunur» tabirinden murâd: fitnenin kalbe hasır gibi döşenmesi yânî yeri e sinesidir. Hasır üzerinde yatan bir kimseye hasır nasıl yapışırda vü­cudunda iz bırakırsa fitne de ayni şekilde kalbe yerleşir ve orada iz bıra­kır.

«Dal dal arzolunmak»dan maksad: bazılarına göre fitnelerin tekerrürü­dür. «Hasır gibi» tâbiri de: hasır dokur gibi demektir. Yanı hasır dokuyan kimse hasır çubuklarını nasıl birer birer örerse fitneler de peyder pey zuhur edecektir.

Hadisde fitnenin tesirine kapılmayan kalpler mücellâ taşa, fitneyi ka­bul edenle- de tepesi aşağı çevirilmiş destiye benzetilmiştir. Yanı hayırı ka­bul etmeyen bir kalp, içinde su kalmayan ters çevrilmiş destiye benzer.

Sa'd b. Tarık'ın «mürbaadd», «siyaha karışan şiddetli beyazdır.» diye tefsirde bulunmasını bazı hadis imamları tashif kabul etmişlerdir. Onlar kelimenin şiddet değil «şebeh» yanı benzerlik olacağı kanaatindedirler. Çünkü siyaha karışan beyaz, çok olursa o renge araplar «belak» o rengi ta­şıyan şeye de «eblak» derler, «mürbaadd» siyaha az miktarda beyaz karı­şandır. Lisanımızda buna boz renk tabir olunur. Maamafih bu kelimeyi Sa'dın *efsir ettiği mânaya alanlar da vardır.

Hz. Huzeyfe Ömer (Radiyalîahu anh) 'a : «Seninle bu fitneler ara­sında, kırılmak üzere bulunan kapalı bir kapı vardır.» demekle, onun haya­tında bu fitnelerin zuhur etmeyeceğini anlatmak istemiştir. Kırılmak ta-birile dahi onların önlenemeyeceğine işaret etmiştir. Çünkü kırılan bir şe­yin yerine iadesi mümkün değildir. Birde kırılmak ekseriya zorlamakla olur; âdetin hilâfınadır. Onun için Buhârî 'nin rivayetinde Hz. Ömer (Radiyalîahu anh) 'in bunu işittiği zaman: «Öyle ise ebediyyen kapanmaz» dediğini görüyoruz.

Yine o rivayetin sonunda şu cümleler de vardır: «Huzeyfeye: Ömer bu kapıyı biliyormu idi?» diye sorduk: Evet, yarından önce bu akşamın geldiğini bildiği gibi. (Biliyordu) Ben ona masal değil hadis söyledim; dedi. Biz Huzeyfenin heybetinden çekinerek (Kapının ne ol­duğunu) nıesrûk'a sordurduk. Mesruk sorunca Huzeyfe: bu kapı Ömer (Radiyalîahu anh) 'dır, dedi,

Görülüyorki kapı tabirinden murâd kendisi olduğunu Hz. Ömer (Radiyalîahu anh)   biliyormuş.

«Öldürülecek veya ölecek» tabiri hakkında Nevevî şu mütâlea-yı  beyân  etmektedir:      «Huzeyfe : (Radiyalîahu anh) 'in  bu  ibareyi   Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) 'den böyle şekk ile işitmiş olması muh­temeldir. Bundan maksad ölümü Huzeyfe'ye ve başkalarına müb-hem bırakmaktır. Bir ihtimâle göre de Huzeyfe (Radiyalîahu anh) Hz. Ömer'in öldürüleceğini bilmiş, fakat yüzüne karşı söylemekten çekine­rek nıübhem bırakmıştır. Çünkü Ömer (Radiyalîahu anh) kapıdan mu-rad kendisi olduğunu biliyordu. Bununla beraber Huzeyfe (Radiyalîahu anh) 'm maksadı Hz. Ömer (Radiyalîahu anh) 'in öldürüle­ceğini haber vermek de değildi.

«Egâlit» kelimesi *üğlûta»nın cem'idir. Üğlûta: mugaleteya yarayan söz demektir. Bununla Hz. Huzeyfe (Radiyalîahu anh) söylediği sözün masal yahut kendi, re'yi olmadığım, dosdoğru rivayet edilmiş bir hadis-i Nebevi olduğunu anlatmak istemiştir.

Hâsılı fitnelerle îslâmın arasındaki kapalı kapı Hazreti Ömer (Radiyalîahu anh) dır. O hayatta kaldıkça İslama fitne girmeyecek, fitne­ler onun vefatından sonra zuhur edecektir Nitekim öyle de olmuştur.

 

Hadisi Şerif'den Alınan Faideler

 

1 -Bazan büyük âlimin bilmediğini ondan daha aşağı derecedeki bilir.

2 -Âlim bazan maksadını yalnız bir kişiye anlatmak için rumuzla ifadei meram edebilir. Çünkü anlar anlamaz herkese her bildiğini söyle­meye mezun değildir.

3 - Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Seltem) 'in hadisini mütezamnıin olmak şartile ileride vukuu bulacak şeyler hakkında söz etmek mubahtır. Hakkında âyet, hadis bulunmayan müstakbel hadisâttan bahsetmek ise memnudur.

 

232 - (145) Bize Muhammed b. Abbâd ile İbni EM Ömer hep bir­den Mervân el-Ferâzîden rivayet ettiler. İbni Abbâd dedi ki: Bize Mervan, Yezid yanî İbni Keysân'dan, o da Ebû Hazım [206]'den, o da Ebû Hüreyre-den naklen rivayet etti. Ebû Hüreyre şöyle demiş: Resulüllâh (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) :

«İslâm garİb başladı. Ve (günün birinde) tekrar başladığı gibi garib olacaktır. Ne mutlu o gariblere!»  buyurdular.

 

(146) (Bana Muhamraed b. Râfi' ile Fadl b. Sehl el-A'rac rivayet etti­ler, (Dediler ki) : Bize Şebâbetü'bnü Sev var [207] rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Âsim — ki İbni Muhammed -el-Ömerîdir — babasından, [208] o da îbni Ömer'den, o da Peygamber (Saltalkthü Aleyhi ve Sellem) 'den naklen ri­vayet etti. Resulüllâh (Salîatlahü Aleyhi ve Sellem)

«İslâm garib başladı. Ve (günün birinde) tekrar başladığı gibi garib olacak, yılanın deliğine çekildiği gibi iki mescidin arasına çekilecektir.» buyurmuşlar.

 

233 - (147) Bize Ebû Bekr b. Ebî Şeybe rivayet etti. (Dedi ki): Bize Abdullah b. Ntimeyr ile Ebû Üsâme, [209]Ubeydullah b. Ömer'den [210] rivayet ettiler. H.

Bize İbni Nümeyr de rivayet etti. (Dedi ki): Bize Babam rivayet etti. (Dedi ki): Bize Ubeydullah, Hubeyb b. Abdirrahman'dan, o da Hafs b. Âsım'dan,  o   da  Ebû  Hüreyre'den  naklen   rivayet  etti,   ki Resulüllâh

(SaUdUahü Aleyhi ye Sellem)

«Muhakkak iman yılanın deliğine çekildiği gibi Medine'ye Çekilecektir.» buyurmuşlar.

Hadis müttefekun aleyhtir.   Buhâri   onu «Bâbu Fedâili'l-Medine» de tahriç etmiştir.

Müslim sarihlerinden. Kurtubî 'nin beyânına göre bazı hadis âlimleri bu hadisin başındaki «bede'e» fi'lini hemzesiz olarak «bedâ» şeklinde okumuşlardır. Çünkü «başladı» mânasına gelen «bede'e» fi'li mütead-dîdir; mef'ul ister, halbuki hadisde mef'ul zikredümemiştir. Rivayet «be­de'e» şeklinde hemze ile gelmişse de müşkildir. Hatta ulemadan bazıları bu rivayeti kabul etmiyerek kelimenin «zuhur etti» mânasına gelen «bedâ» şeklinde okunacağım iddia etmişlerdir. «Bedâ» kelimesi lâzım fi'l olduğu için mef ule zaten hacet yoktur. Bu suretle hadis hem manen hem de lâf-zan sahih olmuş olur. Ancak Kurtubî bu sözleri naklettikten sonra, hadisin «bede'e» lâfzile rivayet edildiğini söyleyerek bunu kabul etmeme­nin yersiz olacağını, «bede'e» lâfzile dahi mânanın sahih olduğunu bildir­miş; ve «çünkü hadisden maksat: İslâmın az kimseler arasında intişare baş­ladığını; sonra yine az kimselerde kalacağım haber vermektir. «Zuhur et­ti» mânasına gelen «bedâ» ise onu bu maksattan uzaklaştırır.» demiştir.

«Tûbâ»; masdanndan alınmıştır. «Tîb» güzellik, temizlik, lezzet ve gönül hoşluğu mânalarına gelir. İşte «fuİâ> veznindeki «tubâ» bu asıldan alınmış; «ta» nın harekesi zamme olduğu için kelimenin «ya» si «vav» a çevrilmiştir.

Araplar «tubâ» yi iki şekilde kullanırlar ve: «tûbâke» yahut «tûbâ leke» derler.

Bu kelimenin mânası hususunda müfessirler ihtilâf etmişlerdir. Sul-tanülmüfessirin îbni Abbâ 'ya göre ferah ve göz aydınlığı manasınadır. îkrime 'ye göre «sana verilen ne güzel şey­dir» Dahhâk'a göre: «sana gıbta ederim», Katâdeye göre: «hayı-ra isabet ettin.» demektir. Bazıları: «Tûbâdan murâd; cennettir.» demiş; bir takımları da cennette bir ağaç olduğunu söylemişlerdir. Nevevî ha-disdeki Tûbânın bu mânaların her birine ihtimâli olduğunu söylüyor. Türkçemizde bu makamda: «müjdeler olsun» «ne mutlu» gibi ta'biler kul­lanılır.

Gurabâ: garibin cem'idir. Esas itibarile gurbet: uzaklık demektir. Onun için de vatanından uzak düşenlere garib denilir. Yine bu mânadan alınarak sürgüne tağrib denilmiştir.

Hadisin ikinci rivayetinde; îslâmın, deliğine çekilen yılan gibi. îki mescidin araşma çekilip toplanacağı bildiriliyor. Bu mescitlerden murad Mekke ile Medine mescitleridir.

Hadisin mânası hakkında Elmalılı Muhammed Hamdi Yazır merhum «Hak dini Kur'ân dili» nam eserinde NemH sûresinin son âyetlerini Tefsir ederken şunları söylemiştir: «Bu âyetin işaretine na­zaran İslâmın istikbali gece değil gündüzdür. Sönük değil parlaktır. Ara-sira basan gece zulmetleri onu dinlendirip tekrar uyandırmak içindir. Bu mâna mâruf bir Hadis-i şerif ile şöyle beyan buyurulmııştur:

Bu hadisdeki «Seyeûdû» fiilini ekseri kimseler «seyesîru» mânasına fi'li nakıs telâkki ederek: «İslâm garip olarak başladı (yahut zuhuretti) yi­ne başladığı gibi garip olacak» diye yalnız inzar suretinde anlamış, bundan ise hep yeis, teammünı etmiştir. Halbuki Kanıus'ta gösterildiği üzere «Âde» de olduğu gibi; dönüp yeniden başlamak mâ­nasına da gelir.

Bu hadis de böyledir. Yani «islâm garip olarak başladı (veya zuhur etti) ileride yine başladığı gibi garip olarak tekrar başlayacak (yahut yeniden zuhur edecek) ne mutlu o gariplere» demektir. Hadisin âhirin-deki Fetûba onun inzar için değil, tebşir için sevk buyrulduğunu gösterir, gerçi, bunda da dönüp garip olmak inzarı yok değil, lâkin dönmeyip yeni­den başlaması tebşiri vardır, İşte «Fetûbâ lilgurebâ» müjdeside bunun içindir. Çünkü onlar sâbikun-i evvelûn gibidirler. Binaen aleyh hadis de ye'si değil müjdeyi nâtıktır.

Elmahlı merhumun izahatı burada bitti şimdi diğer İslâm ulemasının izahlarım görelim: Kaadi Iyâz diyor ki: «İbni Ebî Üveys'in imam Malik (Rahimehullah)'dan rivayetine göre bu hadisin mânası Medine 'de İslâmiyet garip olarak başlamış ve (gü­nün birinde) yine oraya dönecektir. Hadisin zahiri umum bildirmektedir. İslâmiyet bir kaç kişi arasında başlamış sonra yayılarak meydana çıkmış­tır. Daha sonra ona noksanlık ve bozuntu arız olacak ve yine başladığı gibi bir kaç kişiden ibaret kimselerde kalacaktır.

Gurebânın tefsiri bir hadiste varid olmuştur. Resulüllah (Saîtallahü Aleyhi ve Sellem)'e:

— «Gurebâ kimlerdir ya ResulüUâh?» diye sorulmuş. «Her kabilenin nezİ'leridir.» cevabını vermiştir.

Nezi' yahut nâzî: Ailesinden uzak düşen manasınadır. Bununla Pey­gamber (SaîUdlahü Aleyhi ve Seîlem) Allah ve Resulüllah aşkına ailelerin­den uzak düşen muhacirleri kastetmiştir. Restriüllâh (Sallalîahü Aleyhi ve Sellem) in. «islâmiyet Medine'ye çekilir» buyurmasının mânası imanın evvel ve âhır bu sıfatta kalmasıdır. Çünkü İslâmiyetin başında imanı ha­lis ve İslâmı sağlam olan herkes ya yerleşmek üzere muhacir olarak yahut Resulüllah (Sallalîahü Aleyhi ve Sellem) 'i görmek, ondan bir şeyler öğren­mek ve ona yakın olmak aşkı ile Medine 'ye gelirdi. Ondan sonra Hulâfâ-i Raşidin^ zamanında dahi onlardan adalet numunesi almak, cum­huru sahabe (Ridvanullahi aleyhim) hazaratiyle onlardan sonra gelen ulemaya uymak, intişar eden sünneti onlardan almak için bu minval üzere devam ettiler. İman kalbine yer eden her müslüman Medineye gelirdi. Bu iş tâ zamanımıza kadar devam ede gelmiştir. Maksat Peygamber (Sallalîahü Aleyhi ve Sellem)'m kabrini ziyaret etmek onun gezdiği yerlerle, eserleriyle ve ashab-ı kiramın eserleriyle teberruk etmektir. Binaenaleyh Medi­neye ancak mümin olanlar gelir. «Kaadi îyâz'm izahı da burada bitti.

Davudi şöyle diyor: «Bu mesele Peygamber (Sallalîahü Aleyhi ve Sellem) devriyle ondan sonra gelen sahabe ve daha sonra gelen tabiîn de­virlerine mahsustur. Çünkü o devirlerde vaziyet dürüst idi.»

Kurtubi; «Bu hadisde o devirler müslümanlannm doğru yolda ve bid'atlardan uzak olduklarına, onların fi'llerinin bizim, için hüccet teş­kil ettiğine tenbih vardır. Nitekim İmam Malik'in mezhebi de bu­dur.» diyor.

Buharı sarihi Aynî de şunları söylüyor: «Bu hâl Peygamber (Sallalîahü Aleyhi ve Sellem) ile sahabe, tabiîn ve tebe-i tabiîn devirlerine mahsustur, ki bu müddet doksan seneden ibarettir. Ondan sonra haller de­ğişmiş, bâ husus zamanımızda bid'atlar çoğalmıştır.»

Ulema-i Kiramın kavillerinden bu kadarcığını gördükten sonra, şunu da arz etmek isterim ki; bence hadisi şerif kıyamete yakın müslümanlığm başladığı devre döneciğini yani müslümanlarm azalacağını ve meşakkat­lere mâruz kalacaklarını takrir etmektedir. Nitekim bundan sonra görece­ğimiz hadiste de kıyamete yakın, «Allah Allah» diyen kimse kalmıyacağı bildirilmektedir. Dünya müslümanlannın bu günkü hali nazarı dikkate alınırsa bu hadislerin geleceği haber veren birer mucize olduğundan şüphe etmemek gerekir. Kanaati acizânemce bu hadisde inzâr veya tebşir diye bir şey yok sadece vukua gelecek hakikati ihbar vardır. Ulemânın: «İslâimn dalgah devirleri tebe-i tabiîn ile sona erer demelerine bakılarsa îslâmm tekrar eski satvet ve şevketine dönmesi hayli şüphe götürür. Allah'ın lüt­fü inayetinden hiç bir zaman ümidimizi kesmemekle beraber bu hadisi za­hirî mânası üzerine bırakmak bence eslimi tariktir. Allah'ü âlem.»

 

66 -  Ahir Zamanda İmamın Elden Gitmesi Babı

 

234 - (184) Bana Züheyr b. Harb rivayet etti. (Dedi ki): Bize Affân [211] rivayet etti. (Dedi ki): Bize Hammâd [212] rivayet etti. (Dedi ki): Bi­ze Sabit [213] , Enes'den naklen haber verdi ki, BesulüHâh (Sallallahü Aleyhi ve Selletn):

«Yeryüzünde : Allah, Allah diyen kalmadıkça kıyamet kopmayocak­tır.»  buyurmuşlar.

 

(...) Bize Abd b. Humeyd rivayet etti. (Dedi ki): Bize Abdürrezâk ha­ber verdi. (Dedi ki): Bize Ma'mer, Sabitten, o da Enes'den naklen haber verdi. Şöyle demiş: Resulüllâh (Sallallahü Aleyhi ve Sellem):

«Allah Allah diyen hiç bir kimsenin üzerine kıyamet kopmaz.» buyurdular.

Bu hadis, kıyametin kötüler üzerine kopacağım' bildiriyor. Mâna iti-barile:

«Kıyamet ancak insanların berbâd ve rezilleri üzerine kopar.» hadisi gibidir.

Übbînin beyanına göre kıyamet müminlerin ruhları kabzolunduk-tan sonra kâfirlerin üzerine kopacaktır. Müminler Deccalla cenk ettikten sonra İsâ (Aleyhisselâm) ile buluşacaklardır; nihayet Yemen'den gelen bir rüzgârla müminlerin ruhları kabzedilecektir.

Bu hadîs:

«Ümmetimden bir taife kıyamet kopuncaya kadar hakka müzahir ol­makta devam edeceklerdir.» hadisine muarız gibi görünüyorsa da hakikatta aralarında münâfat yoktur. Çünkü o hadisdeki «kıyamet kopuncaya kadar»'tabirinden murâd: kıyametin yaklaşması yani Ye­menden gelecek rüzgârın eseceği zamandır. Zira bu rüzgâr, kıyametin alâmetlerinden biridir. Bir şeyin vaktinin yaklaşması o şeyin gelmesi me­sabesindedir.

«Allah Allah» kelimeleri bazı rivayetlerde mansubtur. Bu takdirde nasba âmil olan fi'l muzmerdir; ismin tekrarı, fiil yerini tutmuştur. Buna nahiv ilminde «tahzir» derler, ki mef'ulûn bihin bir nev'idir. Tahzir, bir şeyden sakındırmak demektir. O halde <*Allâhe Allâhe» cümlesindeki rauz-mer fiilde «ihzer» yânî «sakın» fi'lidir. Ve cümlenin mânası: «Allah'dan sakın diyeti hiç bir kimsenin üzerine kıyamet kopmaz.* şekline girer.

Mezkûr kelimeleri merfû' okuyanlar da vardır ki bunlardan biri de imam Müslim'dir. Merfû' okunduğu takdirde cümle mübteda ve haber olur.

İbni Ca'fer bu hadisi «Allah Allah» yerine «lâ ilâha illallah» kelime-i tevhidile rivayet etmiştir ki, «Allah Allah», rivayetinin tefsiri demektir. Burada şöyle bir sual hatıra gelebilir: Madem ki yer yüzünde bir gün «Allah Allah» diyen kalmayacak; o halde bütün ümmet-i Mu-hammediyye—Ma'âzallâh—- irtidad edecek demektir? Bunun cevabı: Ha­yır hadisde koca bir ümmetin irtidâdı mevzu-i bahis değil, müslüman kal­mayacağından bahsedilmektedir. Müslüman kalmaması ise irtidâdı icâbet-mez.

 

67 - Korkan Kimsenin Îmanını Gizlemesinin Cevazı Babı

 

235 - (149) Bize Ebu Bekr b. Ebû Şeybe ile Muhammed b. Abdillâh b. Nümeyr ve Ebû Küreyb rivayet ettiler. Lâfız Ebû Kureyb'indir. Dedi­ler ki: Bize Ebû Muaviye [214] , A'meş'den, o da Şakîk [215] 'den, o da Hu-zeyfe'den naklen rivayet etti. Şöyle demiş:

BesulüHâh (SaîlaUahü Aleyhi ve Sellem)fle beraber bulunuyorduk. (Bi­ze hitaben) :

«İslâm kelimesini söyleyenlerin adedi kaçtır. Sayın bana!» dedi. Biz­de: «Ya Besulâllâh, adedimiz altı yüzle yedi yüz arasında olduğu halde bize bir kötülük ederler diye mi korkuyorsun?» dedik.

«Siz bilmezsiniz; belki ibtilâ olunursunuz.» buyurdular. Huzeyfe

«Hakikaten az sonra ibtilâ olunduk. O derecede ki bizden birimiz nama­zını bile ancak gizli kılmağa başladı.» demiş.

Bu hadisi Buhâri ile Nesâî «Kitâbü's-Siyer» de, îbni Mâce-de «Kitâbü'l-Fiten» de tahriç etmişlerdir. Buhâri'de hadisin metni şöyledir:

Resulüllâh (Sallallahü Aleyhi ve Seîlem) :

«Müsîümamm diyenleri bana yazın!» buyurdular.

Bunun üzerine biz de kendilerine 1500 kişi yazdık. Ve: Biz 1500 kişi olduğumuz halde daha korkuyor muyuz? dedik.

Râvî diyor ki:

Vallahi (zaman oldu) öyle bir ibtilâ olunduğumuzu gördüm ki, insan (evinde) yalnız başına namaz kılarken bile korkuyordu.»

Hadis-i şerifin mevzuu harbe iştirak için asker yazmaktır. Bu konuş­manın nerede geçtiği ihtilaflıdır. îbni Tîn Hendek vakasında hen­değin kazıldığı sırada yapıldığına cezmen kail olmuştur. Bazıları Uhud gazasına çıkarken, bir takımları da Hudeybiye'de cereyan ettiğini söyler­ler. Ashab-ı kiram bu kadar kalabalık olduğumuz halde neden korkuyoruz, diye şaşmışlar; fakat Resulüllâh (SallaUahü Aleyhi ve Selîem^in irtihâlin-den sonra şaştıkları korku başlarına gelmiş. O derecede ki, korkudan ce­maata devam edemez olmuşlar. Namazlarını evlerinde kılarken bile kor-kuyorlarmış.

Kaadî Iyaz diyor ki: «İhtimâl Huzeyfe'nin bu sözü Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'in vefatından sonra müslümanlarm Mekke'de bulundukları devirde müşriklerin namaza mânı oldukları hengâma âiddir. Ama hadisin siyak ve lâfzına nisbetle bu ihtimâl uzaktır. Çünkü «ibtilâ» cümlesi, üst tarafına «fa» ile atfolunmuştur. «Fa» tertip ve takibe delâlet eder. Binaenaleyh ibtilânııı mezkûr konuşmadan az sonra vâki olması ica-beder. İbtilânın Hz. Osman fitnesinde olması da muhtemeldir. Ancak bu sözden kelimenin eam mânası, yanî din düşmanlarile ibtilâ kasdedilirse o başka.»

Muhyiddin Nevevî de şunları söylemiştir: «İhtimâl Huzeyfe (Radiyallahu anh) bu sözü ile Resulüllâh (Sallallahü Aleyhi ve Sellem/den sonra cereyan eden bazı fitneleri kasdetmiş olacaktır, o fitne­lerde ashabın bazıları gizleniyor; namazım gizlice kılıyor, meydana çıka­rak fitne ve harbe iştirak etmekten korkuyordu.

Rivayetlerin birinde : «Altı yüzle yedi yüz arasmdayız» diğerinde: «1500 kişi yazdık» denilmesine bakarak Davudi: «Olabilir bu asker yazma işi muhtelif yerlerde bir kaç defa vukuu bulmuştur.» demiştir. Ba­zıları iki rivayetin arasını bulmak için: «1500 den murâd: erkek, kadın, kö­le ve çocuk, bütün müslümanlardır. Altı yüzle yedi yüz arasından ise has­saten erkekler kasdedilmiştir.» diyorlar. Hatta hadisin bir rivayetinde 1500 yerine sadece «500 kişi» denilmiştir. Bu da harbe iştirak edenler diye te'vil olunuyor.

Nevevî bu te'villeri sıraladıktan sonra şöyle diyor: «Bu te'vîller bâtıldır. Çünkü hadisin diğer rivayetinde, 1500 adam yazdık diyerek bun­ların hepsinin erkek olduğu tasrih edilmiştir. Sahih te'vil şudur: Sayıları altı yüzle yedi yüz arasında olanlar, hasseten Medine'dendir.. 1500 adedi bunlarla birlikte etraftan gelen müslümanlarm mecmu'udur.»

Mühe11eb : «Müslümanları müdafaa icabettiği zaman hükümdarın asker yazması sünnettir. Vatan tehlikeye düşünce eli silâh tutan herkese cihâd farzolur.» diyor.

«Hadîs-i Şerif bir şeyi vukuundan önce haber veren mucizelerdendir. Çoklukla övünmenin ilâhî cezayı nıüstelzim olduğu bu hadîs-i şeriften çı­karılan hükümlerdendir.»

 

68 - İmanı Zaif Olduğu İçin İmanından Korkulan Kimsenin Kalbini Yatıştırma ve Kati Delil Olmadıkça Kati Surette Îman Hükmü Vermekten Nehi Babı

 

236 - (150) Bize İbni Ebû Ömer rivayet etti. (Dedi ki): Bize Süfyan Ztihri'den, o da Âmir b. Sa'd'dan, o da Babasından (m) naklen rivayet

(6?4) Ebu İshâk Sa'd b. Ebû Vakkaas (R.A.): Ensar-ı Kiramdan ve hayatlarında cennetle müjdelenen bahtiyarlardandır. Bedir gazasiyle diğer bütün gazalara iştirak etmiş­tir. Peygamber (S.A.V.) den 270 hadîs rivayet etmiştir. Vefat tarihi 55 veya 57 dir.

etti. Babası şöyle demiş: Resulüllâh (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) (askere) bazı şeyler taksim etti. Ben:

— Yâ Resulâllâh, filâna da ver; çünkü o mü'mincür, dedim. Peygam­ber     (Salîallahü Aleyhi ve Sellem) :

«Yahud müslimdir.» buyurdu. Ben sözümü üç defa tekrarladım. O da bana üç defa:   «Yahud müslimdir.»   diye red cevabı verdi. Sonra:

«Ben —kendimce başkası daha lâyık olduğu halde— (bazen) bir ada­ma (sırf) Allah onu yüzü üstü cehenneme atmasın endişesi ile (bir şeyler) veriyorum.»  buyurdular.

 

237 - (...) Bana Zübeyr b. Harb rivayet etti. (Dedi ki): Bize Yâkûb b. İbrahim rivayet etti. (Dedi ki): Bize İbni Şihâbın kardeşi oğlu, Amcasın-rivâyet etti. Demiş ki: Bana Amir b. Sa'd b. Ebû Vakkaas, Babası Sa'd'dan naklen  haber  verdi  ki,   Resulüllâh (Sallallahü Aleyhi ve Sellem),   (Sa'd'da aralarında oturmakta iken bir kaç kişiye dünyalık vermiş. Sa'd hâdiseyi an­latırken) şöyle demiş: Resulüllâh (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) (onlardan bi­rini bıraktı; ona bir şey vermedi. Halbuki en çok beğendiğim o idi. Bunun

üzerine ben:

— Yâ Resulâllâh, filânı neye bıraktın? Vallahi ben onu pek mü'mîn görüyorum, dedim. Resulüllâh (Sallallahü Aleyhi ve Sellem):

«Yahud  müslim.» dedi.

Biraz sustum. Sonra yine o zat hakkındaki bilgim galebe çalarak: — «Yâ Resulâllâh! Filânı neye bıraktın? Vallahi ben onu pek mü'min görüyorum, dedim. Resulüllâh (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) yine: «Yahud müslim» buyurdu.

Biraz daha sustum. Sonra yine o zat hakkındaki bilgim galebe çal­dı. Ve: Yâ Resulâllâh! Filânı neye bıraktın? Vallahi ben onu pek mü'min görüyorum, dedim. Resulüllâh    (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)   tekrar:

«Yahud müslim. Ben —başkası benim için daha makbul olduğu hal­de— (bazan sırf) bîr adam yüzü üstü cehenneme atılır endişesiyle ona bir şeyler veriyorum.»  buyurdular.

 

(...) Bize Hasen b. Aliy el-Hulvani ile Abd. b. Humeyd rivayet ettiler. Dediler ki: Bize Ya'kûb —ki tbni İbrahim b. Sa'd'dır — rivayet etti. (Dedi ki): Bize Babam, Salîh' [216] den, o da İbni Şihâb'dan naklen rivayet etti. Demiş ki: Bana Âmir b. Sa'd, Babası Sa'd'dan naklen onun şöyle de­diğini rivayet etti: Resulüllâh'(Satîaîlahü Aleyhi ve Sellem), bir kaç kişiye atiyye verdi. Ben de aralarında oturuyordum... İlâh, İbni Şihâb'ın kardeşi, oğlunun Amcasından rivayet ettiği hadis gibi tahdisde bulundu. Şunu da ziyade eyledi: Ben Resulüllâh (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) 'e giderek: fi lanı neye bıraktın? diye fısıldadım.

 

(...) Bize Nasen el-Hulvani dahi rivayet etti. (Dedi ki): Bize Ya'kub rivayet etti. (Dedi ki): Bize, Babam, Sâlih'den, o da İsmail b. Muham­med' [217] den naklen rivayet etti. Demiş ki: Ben Muhammed b. Sa'd'ı bu hadisi rivayet ederken dinledim. Rivayeti esnasında şöyle dedi: Bunun üzerine Resulüllâh (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) omuzumla ensem arasına eliyle dokunarak:

«Müdafa'amı ediyorsun? Ey Sad! Ben adama veriyorum işte!» bu­yurdular.

Bu hadisi Buhâri ile Ebû Davud da tahriç etmişlerdir. Sahih-i Buhâri'deki yeri: «Kitabü'1-İman» ve «Kitabu'z-ZekâUtır.

Hadisin bir tariki hususunda imam Müs1im'e itiraz edilmiştir. Çünkü bu tarikde Müslim hadisi Süfyân b. Uyeyne vasıtasiyle Zühri'den rivayet etmektedir. Halbuki Humeydi, Said b; Abdir-rahman ve Muhammed b. S abbâh, Süfyan'la Zyhri'nin arasında Mamer'i de zikrederler. Mahfuz olan da budur. Müslim onu senedden düşürmüştür.

Btı itiraza Nevevî şu cevabı vermiştir; « Süfyân 'm bu hadisi bir defa Zühri'den, bir defa da Ma'mer'den dinlemiş; ve her iki veçhe göre rivayet etmiş olması muhtemeldir. Binaenaleyh rivayetlerin biri diğerine dokunmaz,»

Sarihlerden bazıları Nevevî nin sözünü de cây-i te'emmül bulmuş; fakat vechini beyân etmemiştir. Bu te'emmülün vechini Buhâri sarihi Aynî şöyle izah ediyor: Cami' denilen kitaplarda olsun, müsned-lerde olsun Süfyân b. Uyeyne 'nin rivayetleri hep Ma'mer vasıtasile Zuhrî 'dendir. Rivayetler Mamer'i zikretmekte bir bi­rini tutarlar. Senedden Ma'mer 'i düşüren, yalnız Müslim 'dir. Halbuki Müs1im'in şeyhi Muhammed b. Yahya 'nin «Müs-ned» inde Ma'mer zikredildiği gibi Ebû Nuaym'in «Müstahrec »inde de mevcutdur. Ebû Mes'ud «EI-Etraf» nam ese­rinde buradaki vehmin râvi İbni Ebî Ömer 'den geldiğini söyle­mektedir. Müs1im'e rivayet ederken onun vehmetmiş olması muhte­meldir; fakat bu ihtimal teayyün etmiş değildir. Vehim Müslim 'den de olabilir;   Nevevi 'nin dediği gibi de. İhtimâl kapısı açıktır.»

Raht'ın mânası hususunda çok ihtilâf edilmiştir. Raht : sayıları ondan aşağı olan erkeklerdir; diyen olduğu gibi: üçten ona kadar olan ce­maattır; yediden ona kadar olan cemaattır; sayılan yediden üçe kadar inen cemaattır; diyenlerde olmuştur. Kelime ism-i cemi' olup kendi lâfzından müfredi yoktur.

Bazan bu kelime on kişi hakkında kullanılır. «Rahtu'r-racül» yani kişinin rahatı tâbiri: babasının oğulları, kabilesinin adamları mâna-larınadır. Cem'i erhut ve erhât; cem'inin cem'i de: erâhit ve erâhît gelir. Bu kelime adetle birlikde kullanılırsa şahıs, kişi mânası ifâde eder. «se-lâsetü raht in» üç kişi demektir.

Hadis-i şerif Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'in bir atıyye ve ihsan tevzini anlatıyor. Hz. Sad b. Ebî Vakkas (Radiyaîlahu anh) 'm görüp hikâye ettiği bu taksimde Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Seîlem) imanı zaif olan bazı kimselere ihsanda bulunmuş; dinî bütün fakir müslümanlar-dan bazılarına bir şey vermemiştir. Bunu gören Sa'd (Radiyaîlahu anh) «Yâ Resulâllâh, filâna da ver; çünkü mü'mindir.» demiş; Peygamber (Satlallahü Aleyhi ve Sellem) buna sadece «yahud m üs I imdir.» cevabını vermekle iktifa etmiştir. Bu sözden muradı: «Filân mü'min'dir, diye kestirip atma; çünkü kalben inanıp inanmadığını bilmezsin. Mü'min diyeceğine müslim, de zira müslim: teslim olan mânasına gelir.» demektir.

Hz. Sa'd 'in gösterdiği zatın ismi Cail b. Sürâka 'dır. Fukara 'dan bir zât olup Uhud ve diğer gazalara iştirak etmişti. Pey­gamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'in onu bırakıp da imanı zaif olanlara vermesi ona bir şey vermese de dininden dönmeyeceğini bildiği içindir. İmanı zaif olanlara atiyye ve ihsanda bulunması ise kalplerini îslâmiyete yatıştırmak içindir. Bunlara «müellefe-i kulûb» denilir. Nitekim Resulüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)  de :

«Allah onu yüzü üstü cehenneme atmasın diye veriyorum.» buyura­rak bu ciheti izah etmiştir. Böyle tepe taklak cehenneme atılmasına sebep:

Kendisine bir şey verilmediği takdirde irtidâd etmesi yahud Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'i cimrilikle ithamda bulunarak dinden çıkma­sıdır.

Tepe taklak cehenneme atmak, küfürden kinayedir. Çünkü bu mâna küfrün lâzımıdır. İbarede lâzım zikredilmiş; melzunı murâd olunmuştur.

Hadisin zahiri:           

«De ki : Siz iman etmediniz; bari müslüman olduk deyin!» âyet-i ke­rimesine uymaktadır.

İkinci rivayette Hz. Sa'd kendinden bahsettiği halde: «Ben de aralarında oturmakta iken» demeyip: «Sa'd 'da oturmakta iken...»

ifâdesini kullanması ve keza beğenen Resulüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) olduğu halde «en çok beğendiği»    demeyip   «en çok beğendiğim» demesi bedî' ilmine göre birer iltifattır.

«Sa'd'da aralarında oturmakta iken...» ibaresi tecrid de olabilir. Yani kendinden bir şahıs tecrid ederek sanki oturan başka biri imiş gibi göster­miştir.

Hasılı Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Seîlem) sevdiği ve takdir ettiği fakir bir muhacir olan Cail (Radiyaîlahu anh) 'a bir şey vermeyerek müellefe-i Kulûba vermesinin iki sebep ve hikmete istinâd ettiğini Hz. Sa'da   tenbih eylemiştir.

1- Müellefe-i kulûba bir şey vermese belki irtidâd ederler ve ebedî kalmak üzere yüzleri aşağı cehenneme atılırlardı.

2 - Bir kimseyi medhu sena ederken onun bâtîni umurunu söylenıek-;en sakınmak gerekir; çünkü bâtını ancak Allah bilir.

Burada şöyle bir sual hatıra gelebilir. Cail (Radiyaîlahu anh) 'in hâ-is bir mü'min olduğunu Besulüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) de bildiği e takdir ettiği hâlde acaba Sa'd (Radiyaîlahu anh) gibi bir zâtın onun manı hakkındaki şehâdetini neden kabul etmemiştir?

Cevap: Çünkü Hz. Sa'd 'm; «Vallahi ben onu pek mü'min görüyo­rum.» sözü, şehadet için değil, onu medhu sena etmek ve kendisine bir şey­ler verilmesi hususunda tevessülde bulunmak gayesile söylenmiştir. Onun içindir ki, Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Seîlem) bu söz üzerinde onunla münâkaşa etmiştir. İmanı hakkındaki kanaatini kabul etmiştir:

«Ey Sa'd! Ben adama veriyorum işte.» buyurması bunu gösterir.

 

Bu Hadisden Çıkarılan Hükümler:

 

1  - Ülülemir ve diğer büyükler nezdinde bir kimse için şefâ'atte bulunmak caizdir.

2  - Fesada nıüeddî olmamak şartile bir mesele hakkındaki müracaat tekrar edilebilir.

3  - Bir meseleyi iyice anlamak, yüzde yüz bilinmeyen bir şey hak­kında kafi hüküm vermemek icâbeder.

4  - Müslümanların hükümdarı ehemmiyet derecelerine göre müslü-manlara âtiyye verebilir.

5  - Nezdinde şefaatte bulunulan zât şefaati maslahata muvafık bul­mayarak reddederse mes'ül olmaz.

6  - Bu takdirde şefaatini neden kabul etmediğini şefaatçıya bildire­rek Özür dilemek gerekir.

7  - Bir kimse maslahata muvafık gördüğü bir hususu kendinden yüksek mertebedeki zâta arzederek o bâbta tefekkür ve te'emmülde bu­lunmasını isteyebilir.

8  - Aşere-i mübeşşere denilen on zâttan mâada hiç bir kimse hak­kında aletta'yîn cennetliktir diye kafi hüküm verilemez.

9  - İmân hususunda kalben i'tikad bulunmadıkça dille ikrar fayda vermez.   İcma'da  budur.   Bundan   dolayıdır   ki,   münafıkların   küfrüne hükmolunmuştur. Ulemâdan bir cemaat müslümanın inşâallâh ile takyid etmeksizin «ben mü'minim» demesinin caiz olduğuna istidlal etmişlerdir. Bu meselede Sahabe (Radtyalîaku Anhüm) devrinden bu güne kadar ihtilâf oluna gelmiştir. Tahkik edilirse; her kavlin bir vechi olduğu görülür. în-şâllah ile takyid ederek söyleyenler kendisi için levh'i mahfuzda yazılı bu­lunan mukadderatın gâib olduğuna işaret ederler.    Mutlak söyleyenler, kelimenin şimdiki hükmünü haber verirler. Evzâî ile diğer bazı ulemâya göre her iki vecih caizdir. Ehl-i tahkik ulemaînın mezhebi de budur.

10 - İmâm Mâlik ile cumhuru ulemâya göre bu hadis, zann üzerine yemin etmenin caiz olduğuna delildir. Buna «yemîn-i lâğv» der­ler.

Yemin-i lâğv hakkında ulemâdan altı kavil rivayet olunur, ki bazıları şunlardır;

a) İmâm   Mâ1ik'in kavli,

b) İmâm Şâfiî'ye göre yemin-i lâğv kasıd olmaksızın dile geli­veren yemindir. «Bilmem vallahi» gibi. Hz. Şafiî Âiş Q(Radıyallahu Anhâ) dan merfu' olarak rivayet edilen bir hadisle istidlal eder. İmâm Muhammed'in rivayetine göre imâm   A'zam'm kavli de budur,

c) Hanefilerce meşhur olan kevle göre yemin-i lâğv: doğru zannile edilen fakat aksi zuhur eden yemindir. «Vallahi ben falan işi yapmadım» diye yemin ettikden sonra o işi yaptığı anlaşılmak; bir şahsı Zeyd zannederek «Vallahi bu adam Zeyddir»; dedikten sonra o şahsın Amir ol­duğu meydana çıkmak gibi.

11 - Kaadî   Iyâfc   imanla İslâm arasında ıfark bulunduğuna btu hadisin en sahih bir delil olduğunu söylüyor. Ve: «îman bâtındır; kalbin amelidir. İslâm zahirdir; azanın amelleridir.» diyor. «Lâkin buna her mü'-min müslümandır; fakat her müslim mÜ'min olmayabilir.» diye cevap ve­rilmiştir. Nitekim bu hadisin lâfzı da ayni mânaya delâlet ediyor. Maama-fih bazan bu iki kelime bir birinin müteradifi olarak ayni mânaya da kul­lanılırlar. Bu bâbta iman bahsinde tafsilât verilmişti.

12 - Müs1im şârihlerin.den Ebû   Abdillâh   et-Teymî: «Bu hadisde kendisine atiyye verilen şahsın mü'min olmadığına işaret vardır.» demişse de bu söz kabul edilmemiştir. Çünkü Pepgamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'m:

«Başkası benim için daha makbul olduğu halde...» buyurmuş olma­sı onun mü'min olduğuna delildir. Şu kadar var ki imanı zaiftir.

 

69 - Delillerin Bir Birini Takviyesiyle İtmi'nan-ı Kalbin Artması Babı

 

238 - (151) Bana Harmeletü'bünü Yahya rivayet etti. (Dedi ki): Bize İbni Vehb haber verdi. (Dedi ki): Bana Yunus. İbni Şihâb'dan, o da Ebû Selemete'bnî Abdirrahmân'la Said b. el-Miiseyyeb'den, onlar da Ebû Hureyre'den naklen haber verdi ki, Kesulüllâh (Saiîaîîahü Aleyhi ve Sellem) : «Biz şüphe etmeye İbrahim (Saiîaîîahü Aleyhi ve Sellemyden daha lâ-yıkız : Hânı, Yâ Râbbî ölüleri nasıl dirilteceğini bana göster, demişti. Rab-bî: İnanmadın mı yoksa? demiş. O da: Yok inandım ama kalbim mut-mein olsun diye (sordum) demişti [218]

Allah Lûf'a da rahmet eylesin! Filhakika o pek muhkem bir istinâdgâha (Allah'a) sığınıyordu. Eğer ben zindanda Yusuf'un kaldı­ğı kadar uzun müddet kalsaydı m (zindandan çıkarmaya gelen) da'vetçi-ye mutlaka icabet ederdim.»  buyurmuşlar.

 

(...) Bu hadisi bana inşallah Abdullah b. Muhanımed b. Esmâ'ed-Du-baî [219] de rivayet etmiştir. (Dedi ki): Bize Cüveyriye [220], Mâlik'-den, [221] o da Zühri'den naklen rivayet eyledi. Zühriye de Saidü'bnü'I-Müseyyeb ile Ebû Ubeyd [222], Ebû Hüreyre'den, o da Resulüllâh (Saîlalkthü Aleyhi ve Sellem) 'den naklen Yunus'un Zühri'den rivayet ettiği gibi haber vermişler.

Mâlik hadisinde: «Lâkin kalbim mutmein olsun, (dedi), Sonra Pey­gamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) bu âyeti bitinceye kadar okudu» ifa­desi vardır.

 

(...) Bize bu hadisi Abd b. Hümeyd rivayet etti. Dedi ki: Bana Ya'kûb yani İbni İbrahim b. Sa'd rivayet etti. Dedi ki: Bize Ebû Üveys [223] , Züh­ri'den naklen Mâlik'in isnâdile onun rivayeti gibi tahdis etti; ve: sonra hu âyeti bitirinceye kadar okudu, dedi.

Bu hadisi Buhâri «Kitâbu bed'ü-halk» ve «Kitâbü't-Tefsir» de, Müslim «Kitâbü'l-Fedâil» de, îbni Mâcede «Kitâbül-Fiten» de tahriç etmişlerdir.

Bazı ulemâ onun bir sebebi olduğunu söylerler.

«Hani İbrahim : Ya Rabbî, ölüleri nasıl dirilteceğini bana göster, de­mişti.» [224] âyet-i kerîmesi nazil olunca bazı kimseler. «İbrahim (Aleyhisselâm) şüphe etmiş ama bizim Peygamberimiz şüphe etmedi» demişler. Resulüllâh (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) bunu duyunca :

«Şüphe etmeye biz İbrahim'den daha lâyıkız...» buyurmuşlar.

Gerek Hz. İbrahim (Aleyhisselâmym Teâlâ hazretlerine ölüleri nasıl dirilteceğini sormasının sebebi gerekse Peygamber (Saîlalkthü Aleyhi ve Setlem)'in:

«Şüphe etmeye biz ibrahim'den daha lâyıkız...» sözünün mânası hu­susunda pek çok ihtilâf edilmiştir. Bunların bazıları şunlardır:

1- Hz. İbrahim   (Aleyhisselâm) bu suali Peygamber olmazdan evvel sormuştu. Taberî âyeti zahiri mânasına hamletmiş; ve suale şeytanın vesvesesi sebep olduğunu, ancak çabuk gelip geçtiği için imâ­nına   dokunmadığını   söylemiştir. Tâberî, İbnî Abbâs (Radiyallahu on/ij'dan rivayet edilen bir eserle istidlal etmiştir. Abd   b. Humeyd, İbni Ebî Hatim ve Hâkim'in tahriç ettikleri bu eserde   İbni   Abbâs   (Radiyallahu anh) : «Kur'ân-ı Kerîm'de en ümidbahs, âyet Hz. İbrahim'in:

Yâ Râbbî, Ölüleri nasıl dirilteceğin! bana göster... âyetidir. Bu suâl şeytanın kalplere verdiği vesveseden neşet etmiştir. Allah da İbrahim 'in suâline evet diyerek râzî olmuştur.» demiştir.

2 - «Hz. İbrahim'in suâline sebep şudur. Nemrud kendisine: senin Rabbin kimdir?» diye sorduğu ve onun da: «Benim Rabbim öldüren ve dirilten zât-i    Ecellü    A'Iâdır, diye cevap verdiği vakit    İbrahim (Aleyhisselâm)    kudreti ilâhiyye hakkında asla şüphe etmediği halde ölü­leri nasıl dirilteceğine merak etmiş ve kalbi mutmein olsun diye sormuş­tur.» Bunu   Taberi,   İbnî   İshâk 'dan rivayet etmiştir.

3 - Şöyle diyenler de vardır; Hz. İbrâhim (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) :

(Nemrud'a:) Benim Rabbim öldüren ve diriltendir, dediği vakit Nem-rud mel'unu:

Öldüren ve dirilten benim, diye mukabele etmiş. Ve bir mahbusu ser­best bırakmış; bir adamı da öldürmüş. Serbest bırakmaya diriltme adını vererek: işte öldürdüm ve dirilttim; demiş, İbrahim Aleyhisselâm:

«Amâ Allah'ın diriltmesi ruhu bedene iade sûretile oluyor» deyince

Nemrud :

Gözünle gördün mü? demiş. Hz.   İbrahim bu suâle:

Evet demeyerek başka takrire geçmiş. Bunun üzerine   Nemrud

mel'unu şunu söylemiş :

Rabbine söyle! Ölüyü diriltsin; yoksa seni öldürürüm. İbrahim Aley­hisselâm da sormuş.

4 - Bu suâlin »mânası: Ya Râbbî bana ölüleri diriltme iktidarı ver, demektir. Te'eddüben böyle söylemiştir.

5 - Suâlin mânası: Yâ Rabbî! Ölüleri nasıl dirilteceğini bana göster ki senin Halil'in olduğumu bileyim demektir;

6 - Bu suâl: senin Halil'in olduğuma kalbim mut'meinolsun mana­sınadır.

7 - Bir takımları; Ölüleri nasıl dirilteceğini bana göster, ki duamı kabul ettiğini bileyim, demektir. Mutâleasında bulunmuşlardır.

9 - Bu suâlin mânası:

«ölüleri nasıl dirilttiğini bana göster ki, sana duâ ettiğim zaman du­amı kabul buyuracağını arılayayım...» demek olduğunu ileri sürenler ve daha başka türlü söyleyenler de vardır. Kaadî Ebû Bekir el-Bâkıllânî   bu son kavlî ihtiyar etmiştir.

Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'in:

«Şüphe elmeye biz İbrahim'den daha lâyıkız...» hadisi üzerindeki ihtilâfa gelince: Bu hususda ezcümle şöyle denilmiştir.

1 - Bu sözün mânası: Biz Ölüleri nasıl dirilteceğini görmeye   İb­rahim   (Aleyhisselâm)'dan daha meraklıyız, demektir.

2 - Bu sözden murâd: Allah'ın ölüleri dirilteceğine biz şüphe et­meyince   İbrahim     (Aleyhisselâm)    evleviyetle    şüphe    ermemiştir. Yani Peygamberlere şüphe gelebilse şüphe etmeye ben   İbrahim (Aleyhisselâm)  'dan da lâyık olurdum. Benim şüpheye düşmediğimi pekâla bilirsiniz. O halde onun da şüphe etmediği malumunuz olsun! demektir. Resuliillâh (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) bunu ya tevâzuundan söylemiştir. Yahut o sırada kendisinin   İbrahim (Aleyhisselâm) 'den efdal olduğunu henüz bilmiyormuş.

3 - Resuliillâh (Sallallahü Aleyhi ve Setîem) bu sözü ile âdeti kasdet-

miştir. Zira birini müdâfaa eden bir kimse: «Ona söyleyeceklerini bana söyle!» der. Bundan maksad: «Ona bunları söyleme» demektir.

4 - Resulüllâh (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)  bu sözü ile kendini de­ğil, ümmetini kasdetmiştir. Kendisinin şüphe etmeyeceği ismet delili ile malumdur. Çünkü Peygamberler şek ve şüpheden masumdurlar.

5 - Bu sözün mânası: «Sizin şüphe saydığınız şeye ben daha lâyıkım, çünkü o şüphe değil, daha ziyâde izah buyurülmasını istemekdir.

6 - Bâzı arabiyyât âlimlerinden rivayet olduğuna göre ism-i tafdil denilen «ef'al» sigâsı bazen, bir mânanın iki şeyden nefy-i mânasına gelir. «Şeytan filancadan daha hayırlıdır.»  derler ki, ikisinden de hayır yok­tur, manasınadır. Bu takdire göre hadisin mânası: ne ben şüphe ettim, ne de   İbrahim   (Aleyhisselâm) demek olur.

Bu sen kavil gayet vazıh olduğu için en ziyâde şâyan-ı kabul görül­müş; ve: Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'in bu sözü ile İbra-h i m (Aleyhisselâm) 'den şüpheyi nefî hususunda mübalağa kasdettiğine inanmak vaciptir, denilmiştir.

İbni Atıyye diyor ki: «İbni Abbas'ın: Bence en ümid-bahş âyet budur, demesi, âyet, Allah'ın rahmet ve mahabbetine son dere­ce güvenmeyi ve dünyada qndan ölüleri diriltmesi bile istendiğini bildir­diği ve yahud îman hususunda derine dalmayıp icmâlen inanmanın kâfi ge­leceğine işaret ettiği içindir.»

Â1ûsî «Ruhu'l-Ma'anî» adlı tefsirinde şunları söylemiştir; «Bu ma­kamda bazı muhakkıkların Halilullah (İbrahim) (Aleyhisselâm)\ müdâfaa sadedinde yazdığı sözler hoşuma gider, şöyle ki:

İbrahim (Aleyhisselâm)'in suâli-ma'âzallah-dinî bir emirde şüphe­ye düştüğü için değildi. Bu suâl diriltmenin mahiyetini anlamak için onun nasıl yapılacağına dâirdi. İman için ise; diriltmenin ne suretle yapılacağını bilmek şart değildir. Binaenaleyh Halîlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) imân etmek için bilinmesi şart olmayan birşey sormuştur. Suâlin «Keyfe» yani «nasıl» sigasile yapılmış olmasıda bunu gösterir. Keyfe» hâli sormak için vaz' edilmiş bir kelimedir. Bunun misâli: «Zeyd halk arasında nasıl hükmediyor?» suâlidir. Bu suâli soranın Zeyd'in hâkim olduğunda şüphesi yoktur. O ancak hükmün nasıl olduğunu sorar. Eğer Zeyd'in hâ­kim olup olmadığını sormak isteseydi: «Zeyd hâkim mi oldu?» derdi. İşte bazı kimseler, vehimlerine kurt düşerek bu âyetten dolayı İbrahim (Aleyhisselâm)''a —hâşa—şüphe nisbet edince, Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) tevazu' yolu ile :

«Biz şüphe etmeye İbrahim'den daha lâyıkız.» yani; biz bile şüpheye düşmedik;   İbrahim (Sallallahü Aleyhi ve Seîiem) in şüpheye düşmediği ise levveliyetle sabittir; diyerek bu vehmin önünü almıştır.»

İmam Şafiî (Rahimehuîlah) 'in da hadisi bu tarzde tefsir et­tiği rivayet olunur. Kaadî Iyâz: «İbrahim (Salîaîlahü Aleyhi ve Sellem) Allah'ın ölüleri dirilteceğinde şüphe etmemiştir. Lâkin dirilt­menin ne şekilde olduğunu görerek kalbinin mütmein olmasını ve münâ-1 zeadan vaz geçmesini istemiştir. Diriltmenin vakî olacağını biliyordu. Key­fiyetini de görmek sûretile öğrenmeyi arzu etti. îlm-i yaldninin ziyade­leşmesi için sormuş olması da muhtemeldir. Çünkü ilimler kuvvet itibârile bir birinden farklıdırlar. İlmi yakından, ayne'l-yakme geçmek istemiş ola­bilir.» diyor.

Buraya kadar serd edilen kavillerden anlaşılıyor ki, Hz. İbrahim (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) 'in suâli şüpheden neş'et etmiş değildir. O ay­nen müşahede sûretile ilmini arttırmak istemiştir. Elbet bir şeyi gözle gör­mek, nazarî olarak bilmekten daha müfiddir.

Teâlâ Hazretleri İbrahim (Aleyhîsselâm) 'in kemâl-i imanını bil­diği halde imanını bir daha ikrar ettirmek için:

«Benim ölüleri dirilteceğime inanmadın mı yoksa?» buyurmuş; İbrahim (SallcdUûıü Aleyhi ve Sellem) de: «Yok inandım, ama kal-fcim mutmeinn olsun diye sordum.» cevabını vermiştir. Bu cevaptan sonra Teâlâ hazretleri Halîl-i Ekreminin arzusunu is'âf eylemişç ve ona dört tane kuş almasını emir buyurmuştur. Bu kuşların ne cinsden oldukları ihtilaf­lıdır, îbni Abbas (Radiyallahu anh) 'a göre turna veya koğu kuşu, tavus, horoz ve güvercindir. Mücâhid ile Ikrime'ye göre: gü­vercin, horoz, tavus ve kargadır. Mücâhid'in İbni Abbas (Radiyallahu anh) 'dan rivayetine göre ise: Tavus, kartal, karga ve güver­cindir. Daha başka kuş ismi söyleyenler de vardır.

ibrahim (Aleyhîsselâm) kuşları tutunca Teâlâ Hazretleri bunları kesip dörder parça yapmasını, sonra her parçayı bir dağa bırakmasını emir buyurmuş. İbrahim (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) bunu da yaptık­tan sonra onları çağırması emrolunmuş, O da çağırmış. Bir de ne görsün! Her kuşun tüyü tüyüne, kanı kanma, eti etine doğru uçuyor,; kuşların bü­tün uzuvları yerlerine dönüyor... Böylece bir anda hepsi eski hallerine dönerek süratle Hz. İbrahim'in yanma gelmişler. Allah her şeye kaadirdir. Nitekim Bakara sûresinde bu hadiseyi hikâye eden âyet-i kerî­menin sonunda:

«Allah aziz ve hakimdir.»  buyurarak her şeye kaadir her fi'linde ce hikmetler bulunduğuna işaret etmiştir.

Hadisin Lût (Aleyhisselâm) 'dan bahseden cümlesine gelince: Hz. Lût (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) İbrahim (Aleyhisselâm) 'm kardeşi oğludur. Ona iman etmiş; ve onunla beraber Mısır'a gitmiş; sonra yine beraberinde Şam'a dönmüş, oradan İbrahim (Aleyhisselâm) Filistin'e giderek yerleşmiy; Hz . Lût (Aleyhisselâm)'de şarkîl' Ürdün'e gitmiştir. Bilâhere Teâlâ Hazretleri kendisine de peygamberlik ve­rerek onu Şam'la Hicaz arasında bulunan Sedum şehrine yakın Zügâr na­hiyesine tabî' on iki karyeye peygamber göndermiştir ki, bunlara «Mü'te-fikât» derler. Mezkûr karyeler ahâlisi puta tapar, erkekleri şimdiki ingiliz­ler gibi bir birlerile cinsî münasebette bulunur ve diğer rezaletlerin envâını irtikâb ederlerdi.

Lût Aleyhisselâm Kur'ân-ı Kerîm'in on yedi yerinde zikredilmiştir. Peşinen arzedeyim ki, Resulüllâh (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) 'in Hz. Lût (Aleyhisselâm) hakkında «Allah Lût'a da rahmet eylesin!»buyurması onu tenkid değil takdirdir.

İltica ettiği ruknû şedîd yani muhkem istinadgâhdan murâd da Allah'dır. Mücâhid'e göre bundan murâd aşirettir. Ona göre her halde cümlenin mânası: Hz. Lût (Aleyhisselâm) isteseydi aşiretine sığı­nırdı; ama o öyle yapmadı da Allah'a sığındı, demek olacaktır. Ebû Hüreyre (Radiyallahu anh) : «Allah hiç bir peygamber gönderme­miştir ki, onu kendi aşiretinden müteşekkil bir kuvvet içinde bulundur­masın» demiştir. Fakat Lût (Aleyhisselâm) 'm bulunduğu yerde akraba ve kabilesinden kimse yoktu. Bu cihetle: «Ah...! benim akraba ve aşiretim­den müteşekkil bir kuvvetim olsa size galebe çalmak için onlardan yar­dım alır; müsafirlerimi korurdum.» demiştir.

«Filhakika o pek muhkem  bir istinâdgâha sığınıyordu.»   cümlesi:

«Ah benim size karşı bir kuvvetim olsa yahud muhkem bir kafaya sığınsam! dedi.» [225] âyet-i eelîlesine muvafıktır.

Gerek hadis gerekse âyet-i kerîme meşhur Lût (Aleyhisselâm) kıssasına işaret etmektedirler. Kur'ân-ı Kerîm'de hikâye buyurulan bu kıs­sanın hülâsası şudur: Lût (Aleyhisselâm) Peygamber olunca kavmini imana ve kötülüklerden vaz geçmeye davet etmiş; fakat onlar vaz geçmek şöyle dursun işi daha da azıtmışlar. Nihayet Hz Lût 'a meydan oku­yarak: «Doğru söylüyorsan bize Allah'ın azabım getir de görelim!» demiş­ler. Bunun üzerine Lût (Aleyhisselâm) Allah'a niyaz ederek onlara kar­şı galebe için yardım istemiş.   Teâlâ Hazretleri bu duayı kabul etmiş; o kavmi ihlâk ve bir de İbrahim (Aleyhisselâm) 'a yeni doğacak bir çocuk müjdelemek için dört melek göndermiş, Melekler gayet yakışıklı delikanlılar kıyafetinde evvelâ Hz. İbrahim'e, sonra Hz. Lût'a gitmişler. Lüt (Aleyhisselâm) onları görünce sıkılmış. Rivayete göre karısı kavmine haber göndermiş; ve kavmi de koşup gelmişler. Öteden be­ri kötü ameller peşinde koşan bu heriflerin niyeti Hz. Lût'un misa­firlerine de kötülük etmekmiş. Lût (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) kendi­lerine çeşitli nasihatlarda bulunmuş; fakat mütecavizler aldırış etmemiş­ler. Nihayet Cenabı Hak üzerlerine taş yağdırmış; ve o beldenin üstünü al­tına getirmiş, Hz. Lût ile bir kaç sadık mü'minden başka kurtulan ol­mamış. Hıyanet eden'karısı da mücrimlerle birlikte helak olup gitmiş.

İşte Resulüllâh (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'in beyan buyurduğu sözü Hz. Lût, misafirlerine sarkıntılık etmek isteyen bu azgın kavme söylemiştir.

Bu hadis hakkınca Tîbî şunları söylüyor: «Resulüllâh (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'in bu sözü söylemesi Hz . Lût 'un yardımcı husu­sunda küllî bir ümidsizlik ve şiddetli bir ye's içinde bulunmasmdandır. Her halde Resulüllâh (Sallallahü A leyhi ve Sellem) bu sö'ze şaşmış ve böy­le bir sözün H z . Lût 'tan nâdir sudur edeceğine kanî olmuştur. Çün­kü Hz . Lût 'un sığındığı rüknü şedîdden (Allah'dan) daha şedidi ola­mazdı.»

Nevevî de şöyle demiştir: « Hz . Lût misafirlerini kavmin­den korumak için Allah'a iltica etmeyi unutmuş olabilir. Yahut gönülden Allah'a iltica etmiş; misafirlere de Özür beyan etmiş ve sıkıldığını göster­miştir.»

Fakat Müslim sarihlerinden Übbi Nevevi 'nin bu müta^ leasına itiraz ediyor. Diyor ki; «Bu sözün mânası doğru olmamakla beraber garabeti' de meydandadır. Çünkü bu meselede ne Resulüllâh (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) Tenkidde bulunmuştur; ne de H z . Lût Allah'a il­ticayı unutmuştur. Böyle bir şey yoktur.

Hz . Lût 'un bu sözü, misafirlerinin gönüllerini almak ve onlara âdete göre özür beyân etmekten ibarettir. Çünkü âdete göre müdafaa an­cak kuvvet veya aşiretle olur. Hakikatte Hz . Lût'un yaptığı bir lütfü kerem ve sahibini medhu senaya lâyık kılan güzel bir terbiyedir. Binaena­leyh Resulüllâh (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) 'in :

«Allah Lût'a rahmet eylesin.» demesi tenkid değil medihtir. Bu söz arapların kanuşmalarmdakî âdetine göre söylenmiştir. Araplar konuşur­ken : «Allah Melik hazretlerini te'yid buyursun» «Allah emir hazretlerini islâh eylesin» gibi sözler kullanırlar...

Resulüllâh (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) bu hadisde Yusuf (Aleyhisselâm) kıssasına da temas ederek :

«Eğer ben zindanda Yusuf'un kaldığı kadar uzun müddet kal saydım çağırana mutlaka icabet ederdim.»  buyuruyor.

Bunun mânası: Yusuf (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'in yaptığı gibi be-râetimi filân istemeye bakmaz; hemen hapisten çıkardım; demektir ki, bu söz Hz . Yusuf (Aleyhisselâmym son derece sabırlı bir zât olduğunu takdirdir. Fahr-i Kâinat (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) Efendimiz bunu da tevâzu'undan söylemiştir. Büyük bir zâtın tevazu' göstermesi onun şân ve mertebesini küçültmez; bilâkis daha yükseltir.

Bunu Hafız İbni Hacer-i Askalânî «Fethu'I-Bârî» nam eserinde zikreder.

Resulüllâh (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) 'in ins, cin ve melek dâhil, bü­tün nıahlukaatm efdali olduğu icmâ-i ümmetle sabittir. Binaenaleyh zahi­ren onun bazı peygamberlerden veya hepsinden efdal olmadığını göste­ren hadisler Ehl-i Sünnete göre tevâzuâ hamledilir.

Hz . Yusuf (Sallallahü A leyhi ve Sellem) 'in berâetini istemesi şöy­le olmuştur. Mısır melikinin adamı gelerek kendisini serbest bırakmak is­tediği zaman Yusuf (Aleyhisselâm) yedi sene yedi ay ve yedi gün mah-bus kalmasına rağmen sair mahkûmlar gibi sevinçle dışarıya fırlamamış: bilâkis gelen adama:

«Git efendine sor bakalım. Şu ellerini doğrayan kadınların hâli ne ol­muş?..» diyerek, kendisini nahak yere zulmen hapsettiklerine hüccet getir­mek istemiştir. İşte Resulüllâh (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) bu noktaya te­masla; «Çağırana icabet ederdim» buyurmuş:

«Ve Yusuf'un yerine ben olsam bu derece sabır ve metanet göstere­mez; bîr an evvel hürriyetime kavuşmak için hemen dışarıya çıkar; berâ-etimi beklemezdim.» demek istemiştir. Bittabi bu söz tevâzuan ve nezâke-ten böyle söylenmiştir. Yoksa Hz . Yusuf (Aleyhisselâm)^ıri yerinde Resulüllâk (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) olsa o da fazlasile sabru teham-mül gösterirdi.

Hâsılı bu hadisde zikri geçen üç peygamberin üçü de tenzih, takdir ve tebcil Duyurulmuşlardır.

Bu hadisin ikinci tarikinde Müslim (Rahimehullah) 'm: «Bana inşaallahu Teâlâ Abdullah b. Esma' rivayet etmiştir...» demesine itiraz olunmuş; ve: Müslîmin şüphe ettiği bir hadis nasıl hüccet olur? denilmiş-se de Nevevî bu itiraza şöyle cevap vermiştir: «Bunu ilimden bi haber olan kabul etmeyebilir. Bu itiraz bâtıl bir hayaldir. Çünkü Müslim (Rahimehullah) bu hadisle ihticâc etmemiş; onu yalni2 mütâba'at ve şâ-

hid olarak zikretmiştir. Evvelce de arzettiğimiz gibi hadis ulemâsı esas hadislerde göstermedikleri müsamahayı  böyle hadislerde gösterirler.»

 

70 – Peygamberimiz Muhammed (Sallalîahü Aleyhi ve Seîiem) 'in Bütün İnsanlara Gönderildiğine ve Bütün Dinlerin Onun Dinile  Neshedildiğine  İmanın Vücubu  Babı

 

239 - (152) Bize Kuteybetü'bnü Sa'd rivayet etti. (Dedi ki): Bize Leys [226] Said b. Ebû Said'den [227], o da Babasından, o da Ebû Hureyre'den naklen rivayet etti ki, Resulüllâh (Sallalîahü Aleyhi ve Sellem) :

«Peygamberlerden hiç biri yoktur ki, ona beşerin emsaline iman et­tiği mu'cizelerin misli verilmiş olmasın. Bana verilen (mu'cize) ise ancak Allah'ın bana vahyeftiği (Kur'an-ı Kerîm) dir. Binaenaleyh kıyamet gü­nünde ben peygamberlerin en çok tabiî bulunanı olmayı ümid ederim.» buyurmuşlar.

Bu hadisi Müslim buradan başka «Kitâbu Fedâili'l-Kur'an» ile «Kitâbu't-Tefsir» de; Buharı «Kitâbu Fedâil'il-Kur'an» ile «Kitâbu'l-İ'tisâm» da tahrie etmişlerdir.

Resulüllâh   (Sallalîahü Aleyhi ve Sellem)'in:

«Peygamberlerden hîç biri yoktur ki, ona beşerin emsaline iman et­tiği mu'cizelerin misli verilmiş olmasın...»buyurmuş olması gösteriyor ki, her peygamberin mutlaka bir mucizesi olur. Bu mucize doğru olduğu için görenlerin onun doğruluğuna inanmasını iktizâ eder.

İnadlarında İsrar edenlerin inanmaması ona zarar etmez. Cümlenin metninde «âmene» fi'li «alâ» harfi cerri ile müteaddi yapılmıştır. Aslında bu kelime «bâ» yahut «lâm» ile müteaddî olur. Binaenaleyh «aleyhi» ye­rine «bihî» demek lâzım gelirse de burada «amene» fi'line tazmin yolu ile

«galebe çalmak» mânası ifâde ettirildiğinden «âla» üe müteaddi olması caizdir. Mâna şudur: «Beşerin, mislini çürütmeye kaadir olamayıp mağlûp bir halde inandığı mucize, her peygambere verilmiştir.»

Buharı ve Müslim sarihlerinden Şihabuddin Kas­ta 1ânî bu cümleyi şöyle izah ediyor: «Her peygambere, dâvasını isbat için zamanına göre bir takım hârikalar verilmiştir. Asâ'nın yılan olması bu kabildendir. Çünkü Mûsâ Aleyhisselâm zamanında sihirbazlık ileri git­mişti. Hz. Musa'da sihre muvafık olan bu mucizeyi göstererek kavmini imâna muztarr bıraktı İsâ (Aleyhisselâm) zamanında tababet ileride idi; ona da tababet nev'inden olan fakat ondan daha yüksek mertebede bulu­nan bir mucize yani ölüleri diriltme mucizesi verildi. Peygamberimiz (Sallalîahü Aleyhi ve Sellem) zamanında ise; belagat ileride idi. Araplar kendi aralarında onunla öğünürlerdi. Hatta belagatta başkalarına meydan okuyarak meşhur yedi kasideyi Kâ'be duvarına asmışlardı. İşte Peygam­berimiz (Sallalîahü Aleyhi ve SeÜem) de arapların, o devirde, en kâmil ha­tipleri bile âciz bırakan ve belâgatleri cinsinden olan Kur'ân~ı Kerim'i ge­tirdi. Ve :

«Bana verilen mu'cize ise ancak Allah'ın bana vahyettiği (Kur'an-ı Kerim) dir.» buyurdu.

Peygamber (Sallalîahü Aleyhi ve Sellem) 'in yegâne mucizesi Kur'ân-ı Kerîm, olmamakla beraber cümlede hasır edatı kullanarak: «Ancak Kur'an'dır.» buyurması, onun en büyük mucizesi olduğuna işaret içindir. Yoksa Resulüllâh (Sallalîahü Aleyhi ve Sellem)'in Kur'ân'dan başka: «Ayın yarılması, güneşin iadesi, mübarek parmaklarının arasından su kaynaya-rak binlerce insan ve devenin içmesi, kelerin konuşması, kütüğün iniltisi, azı- çoğaltması, gaibden haber vererek dediği gibi çıkması ve saire gibi avam ve havâss arasında tevatür derecesini bulmuş pek çok bahir mucize­leri, ve zahir acibeleri vardır. Kur'ân'i Kerim bunların en büyüğü ve en faydahsıdır. Çünkü o dine daveti, hücceti ve gelmiş geçmiş bütün insanla­rın ilimlerini ihtiva etmektedir. Ondan tâ kıyamete kadar istifâde edile­cektir. Onun içindir ki, Peygamber (Sallalîahü A?£yhi ve Sellem) bu cümle­den sonra: kıyamet gününde peygamberlerin içinde en ziyâde tabî* ve üm­metin kendisine nasib olmasını temenni etmiştir. Çünkü Kur'ân mucizesi devam edeceği için imânlar dâima tazelenecek ve İslâmı kabul edenler daima bulunacaktır. Diğer peygamberlerin mucizeleri Öyle değildir. On­lar o peygamberlerin hayatlarile sona ermişlerdir.»

Maalesef bu gün bazı dinsizler her fırsatta Kur'ân'i Âzîmüşşana dil uzatmakta, onun — haşa — bir arap düzmesi olduğunu iddia edecek kadar ileri gitmektedirler.

Bunların içinde: «Kur'ân'dan ne olacak onu ben de yazarım» diyen yiğitler bulunduğunu da işitiyoruz. Omuzlarının üzerinde kafa değil man­kafa dolu birer susak taşıdıklarının bile farkına .varamayan bu gafillerle ilmi münakaşaya girişmek abesle iştigâl olur. Böylelere verilecek eri: kestir­me cevabı biz yine Aziz Kitabımız Kur'ân-ı Kerîm'de buluyoruz:

«Haydi (yiğitler) siz de şu Kur'an gibi bir Kur'an getiriverin!..»

Kur'ân'a nazire yazacaklar çoktur; fakat, on dört asırdır yazan yok­tur. Neredesiniz be koç yiğitler!.,. Tam 14 asırdır meydan sizin! O kadar kolay bir şeyi hâlâ hazırlayamadınız mı?... Bütün Kur'ân'a nazire yazmak sizi terletecekse, ondan vaz geçtik; hiç olmazsa:

«Kur'an sûreleri gibi on sûre getirin!..» bu da kâfi... Neye susuyor­sunuz; onu da mı yapamayacaksınız? Üzülmeyin canım! hiç   olmazsa  Kevser  sûresi   kadar,   yanî   üç   âyetten   ibaret

«Kur'an sûresi gibi bir sûre getirin!..» On dört asırdır va'dlerinlzi bek­liyoruz. Artık bu kadarciğını da yapamazsanız yazıklar olsun size!  Yi­ğitliği de hatırdınız insanlığı da... Bizim bildiğimiz: yiğit verdiği sözün üzerine can veren adamdır. Yâ dediğini yapar; yâ ölür. Siz hâlâ utanma­dan yaşıyor. Sıkılmadan insan arasına çıkıyorsunuz. Eyvanlar olsun size!... Şimdi adam akıllı rezil oldunuz ya biraz beni dinleyin! Sız bu kara sevdadan vaz geçin! Zira imkânı yok yapamazsınız. Güneşe tükürmeye kalkışan yakalarını kirletmekle kalır derler.   Değil sizin gibi ismini bile kekelemeden soyleyemeyenler, fasâhat ve belâgatile dünyaya, ün salmış nice koç yiğitler ortaya çıkmış; fakat Kur'ân-ı Kerîm'in icazı karşısında hiç bir şey yapamamış; yabancı köpekler gibi kuyruklarını kısarak ke-mâl-î rezaletle ortadan çekilmişlerdir. Peygamberlik iddiasında bulunan yalancı   Müsey1e'me bu bâbda misâl göstermeye kâfidir. Marifetle­rini tarihten öğrenebilirsiniz!...

Ey Muannidler! Bilmiş olun ki Kûr'ân-ı Kerîm'i değiştirmek veya or­tadan kaldırmak şöyle dursun. Onun bir harekesine bile dokunamayacak­sınız. Neden biliyor musunuz? Çünkü onu muhafaza eden bizzat Allah'tır. Teâlâ Hazretleri sair semavi kitapların muhafazasını o kitaplarla amel edenlere tevdi etmişti. Bugün kitapların hali meydandadır. Kur'ân-ı Azi-müşşanı ise bizzat kendisinin muhafaza edeceğini bundan ondört asır önce:

indirdik biz!.. Hem hiç şü

«Hiç şüphe yok ki o Kur'an'ı biz indirdik biz!.. Hem hiç şüphe yok ki bîz onu mutlaka muhafaza edeceğiz.» [228] Buyurarak cihana ilân et­miştir. Şurası calib-i dikkattir ki âyeti kerîmede sekiz on tane te'kid bir araya gelmiştir. Şöyle ki:

1) Bu âyet ismi üstünde te'kid edatı olan «inne» ile başlamıştır.

2) «Inne» nin ismi cem'i mütekellim zamiri olup Allah'a raci'dir. Bu zamirin cemi' olması ta'zim ve te'kid ifâde eder.

3)  «Nahnu» zamiri «inne» deki zamirin te'kididir. Yahut müpteda-dır. Her iki haldede te'kid bildirir.

4)  «Nezzelnâ» fiilinin failîde tazim için cemi' sığası ile gelmiştir.

5) Cümle isim cümlesidir, «vav» ile yukarıya atfedilen ikinci cümle­de hal yine böyledir yani.

6)  «Inne»   tahkik ve te'kid edatıdır.

7)  «Nâ» cemi' mütekellim zamiridir.

8)  «Lehu» car ve mecrur olup kasır ve hasır için müteallakından ön­ce zikredilmiştir.

9)  «Lehâfizûn» nın başındaki lâm te'kid ifade eden lânvı haliyyedir.

10)    Cümle isim cümlesidir.

Görülüyor ki; bu âyet-i kerîmede tam on tane te'kid vardır. Acaba bunun hikmeti nedir? Hikmetini anlamak için bir nebzecik Maâni ilmine müracaat edelim. O ilim diyor ki: Kendisine söz anlatılan kimse ya hâli zi­hindir, yani söylenilen şeyi yeni işitir. Yahut biraz bilirde tereddüt halin­dedir. Fakat hakikati Öğrenmek ister, yahut da bilir de inkâr eder. İşte hâ-lizihin bulunan kimseye o söz hiç te'kidsiz anlatılır. Mütereddit bulunana te'kidli söylemek iyi olur; İnkâr edene ise inkârının derecesine göre bir iki veya daha fazla te'kid vasıtaları kullanarak ifade etmek vaciptir. İlm-i Maâni'nin bize lâzım olan izahatı burada bitti.

Şimdi düşünelim: Kur'ân-ı Kerîm'e dil uzatmak cüretkârlığında bu­lunan küstahlar şüphesiz ki onu inkâr edenlerdir. Âyet zaten onlara ce­vap olarak nazil olmuştur. Arapçada te'kid vasıtaları çoktur. Bunlardan biri de sözü tekrarlamaktır. Âyetteki bu on te'kidi bir an için sözün tek­rarı farzedersek mütecavizlere Teâlâ Hazretleri bir şeyi tam on defa tek­rarlayarak yani on defa onu ben indirdim ben muhafaza edeceğim buyu­rarak te'kid etmiş olurki bu iş söz anlayan bir insan için kafasına odunla vurmaktan daha müessirdir. Üstelik te'kid'münkire karşı yapıldığı cihetle on te'kid ona on defa kâfir demeyide tazammun eder. Demek oluyor ki; Kur'ân-ı Kerîm'e dil uzatan hainler en azından on kat katmerli kâfirdir­ler. Bu mâna âyetten kinaye yolu ile çıkarılır.

Âyet-i kerîme iki tarafıda keskin bir kılıç gibi iki şey'e delildir. Yani hem Kur'ân'a dokunmak isteyenlerin dillerini kesmekte hem de bela­gata Örnek olmaktadır.

Bu bâbta son sözüm şudur: Kuş beyni kadarcık bir beyne sahip olan­lar bile düşünürlerse anlarlar ki, on dört asırdan beri bunca düşmandan bir tanesinin Kuf'ân-ı Kerîm'in bir âyetine dahi nazire getirememesi onun mucize olduğuna en büyük delildir.

Nevevî bu hadisin mânası hususunda ulemâdan üç kavil nakledi­yor :

1 - Her peygambere, kendinden önceki peygambere verilen mucize­nin misli verilmiş; ve insanlar ona imân etmişlerdir. Benim en büyük ve zahir mucizem ise, misli kimseye verilmeyen Kur'ân'dır. Onun içindir ki, peygamberler içinde tabiî en çok olan benim.

2 - Benim getirdiğim bu kitap hakkında acep sihir midir yoksa sih­re benzer mi diye düşünmeye hayâl-i beşer imkân bulamaz. Çünkü insan sözü kabilinden değidir ki, ona muaraza etmek düşünülebilsin. Ama diğer peygamberlerin mucizelerinde hayale imkân vardır. Meselâ: Mûsâ (Aleyhisselâm)  'in asası hakkında sihirbazlar hayâle kapılmışlardır. Mu­cize ile hayali bir birinden ayırmak düşünmekle mümkün olur.    Bazan düşünen hatâ eder de ikisini bir zannedebilir.

3 - Diğer peygamberlerin mucizeleri kendi hayatlarile birlikte sona ermiş; bu sebeple onları yalnız o devrin insanları görmüştür. Bizim pey­gamberimiz (SalMlahü A îeyhi ve Sellem) 'in Kur'ân mucizesi ise kıyamete kadar devam edip gidecektir.

Müslim sarihlerinden Übbî şöyle diyor: «Herkes bu hadise­den murâdi: Peygamber (Sallalkthü Aleyhi ve Sellem)'in tâbi'lerinin çok ol­ması, mucizesinin gayet açık olmasındandır, demişse de, hadisden anlaşı­lan mâna bu ta'lîlin aksinedir. Peygamber (Sdîlaİiahü Aleyhi ve Sellem)'in tâbi'lerinin çok olması ancak Allah'ın bir lütfü keremidir. Yoksa başka pey­gamberlerin, asâ, denizin yarılması, dağın parçalanması, ölüleri diriltme, taştan devecin çıkması gibi mucizeleri umumiyetle halkı inandıracak ve peygamberin etbaîni çoğaltacak mâhiyettedirler. Peygamber (SattaUahü Aleyhi ve Sellem) 'in mucizesi ise okunan kelâmdır. Onun mucize olduğu teemmülle anlaşılır.»

Fakat Übbî 'nin bu sözüne itiraz edilmiş; ve: «Kur'ân mucizesi herkese zahirdir. Belagat ulemâsı için söz yoktur. Başkalarına gelince: Onlar da bunca din düşmanları bulunmasına rağmen bu kadar uzun bir müddet zarfında ona kimsenin muâraza edemediğini görerek onun muci­ze olduğunu anlamışlardır. Kur'ân-ı Kerîm muhtelif ulumu, garip kıssa­ları ve zarif va'zlariyle dünya ve âhiret hayırlarını sinesinde cem' etmiştir. Sonra o kendinin sadık olduğuna bizzat kendisi şahittir...» denilmiş­tir.

Hadisin sonunda Fahr-i kâinat (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) Efendimiz: «Kıyamet gününde ben peygamberlerin en çok tabiî bulunanı olma­yı ümid ederim.» buyurmuşlar, ki bu da onun bir mucizesidir. Çünkü bu sözü müslümanlarm henüz az oldukları bir zamanda söylemiştir. Sonra­ları Allah'u Zülcelâl'in inayet ve nusratile müslümanlar nice beldeler fethetmiş; müslümanlarm adedi görülmedik bir şekilde artmıştır.

 

240 - (153) Bana Yunus b. AbdiI'a'Iâ [229] rivayet etti. (Dedi ki): Bize İbni Vehb haber verdi. Dedi ki: Bana bunu dahi Amr [230] haber ver­di. Ona Ebû Yunus [231], Ebû Hüreyreden, o da Resulüllâh (Salkdkthü Aleyhi ve Sellem) 'den naklen onun şöyle buyurduğunu rivayet eylemiş:

«Muhammed'in nefsi kabza-i kudretinde olan Allah'a yemin ederim ki eğer bu ümmetten bir yahudi veya hıristiyan beni işitir de sonra be­nimle gönderilene iman etmeden ölürse mutlaka cehennemliklerden olur.»

Bu hadisin senedinde İbni Vehb 'in: «Bana bunu dahi Amr verdi.» demesi. Amr 'dan bir çok hadisler rivayet ettiğine işaret içindir. İmam Müslim ufak bir tasarrufla: «Bana Amr rivayet etti» diye bi­lirdi. Fakat işittiğini olduğu gibi rivayete son derece dikkât ettiği için bu­nu yapmamıştır.

Hadis-i şerif, Peygamberimiz Muhammed Mustafâ (Süllcdlahii Aleyhi ve Sellem) 'in gönderilmesile bütün dinlerin neshe#dildiği-ne delildir. Mefhumu muhalifinden anlaşılan mâna: kendisini İslama da­vet eden bulunmayan kimsenin mazur sayılrnasıdır. Çünkü mucizeyi gö­renler için peygambere imanın yolu müşahede, görmeyenler için de sahîh nakildir. Allah'a iman ise tefekkür ve te'emmül ile olur. Bazıları bu ha­disi : «Benim mucizem kendisine tebeyyün eden» diye tefsir etmişlerdir.

Fakat buna: «İmanın şartı mucizeyi duymak değil imana davet olunmak­tır.» diye itirazda bulunmuşlardır.

Übbî diyorki: «Şehirlerden uzak yahut yol uğramayan adalarda yaşayıpta kendilerine İslâmiyet tebliğ edilemeyenler mazur olsalar gerek­tir. Bu, ittifaki bir kaidedir. Çünkü Teâlâ Hazretleri:

«Biz resul göndermedikçe kimseyi azap etmeyiz...»[232] buyurmuştur.

Bu hsdis de aynı hükme delildir...» dedikten sonra sözüne şöyle de­vam ediyor: «Arap olmayanlardan arapçayı bilmeyen kimseler de kendile­rine İslâmiyet için davet ulaşmayanlar hükmündedirler. Fetret devrinde yaşayanlar için inşaallah ileride söz gelecektir».

Ümmetden murâd cemaattır. Hatta Kur'ân-ı Kerîm'de hayvanlara bi­le ümmet .denilmiştir. Bir kişiye de mecazen ümmet denilebilir. Nitekim ktiabullahta Hz. İbrahim için ümmet denilmiştir;'Bu kelime Pey­gamber (Sallallahü Aleyhi ve Seîlem) 'e izafe edilirse ona tabî' olanlar kasd-edilir. Burada ondan murâd bilûmum İslama davet edilenlerdir. Hadisde yahudi ile Nesranî zikredilmesi bedel tarikiyledir. Binaenaleyh ism-i işa­retin mefhum-u muhalifine itibar olunmadığı için mâna yalnız Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Seîlem) zamanında yaşıyanlara münhasır olmayıp her devir insanlarına âmm ve şâmildir. Yahut yahudi ile hıristiyanın zikredil­mesi Nevevi'nin de. deği gibi, bunların kitapları varken hüküm bu ise, Ehl-i Kitap olmayanların hükmü evleviyetle böyle olacağına tenbih için­dir.

 

241 - (154) Bize Yahya b. Yahya rivayet etti. (Dedi ki): Bize Hü-şeym [233] Salih b. Salih ei-Hemdânî[234] den, o da Şâ'bî'den naklen ha­ber verdi. Salih demiş ki: Horasan'lı bir adam gördüm; Şa'bî'ye bir mes'ele sorarak dedi ki:

Yâ Ebâ Amir, bizim taraflarda bulunan bazı Horasan'lılar cariyesini azad edip de sonra onunla evlenen bir kimse hakkında: Bu adam kurban­lık devesine binen gibidir, diyorlar. (Ne dersin?) Şa'bi şu cevabı verdi:

__ Bana Ebû Bürdete'bnü Ebî Mûsâ, babasından naklen Besulüllâh

(Sallattahü Aleyhi ve Settem)'w. şöyle buyurduğunu rivayet etti.

«Uç kişi vardır ki, bunlara ecirleri ikişer defa verilir:

1 -  Ehl-i kitaptan olup   peygamberine iman eden bir kimse   Nebiy (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'e erişir; ona da iman eder;ona da tabî' olur ve tastık eylerse işte bu kimseye iki ecir vardır.

2 -  Başkasının mülkü olan bir köle hem Allah Teâlâ'nın hakkını, hem de efendisinin hakkını öderse, ona da iki ecir vardır.

3 -  Cariyesi olan bir kimse o cariyeyi  besler, gıdasına iyi bakar; sonra onu terbiye eder ve terbiyesini iyi becerir de sonra azad ederek kendisi ile evlenirse ona da iki ecir vardır.»

Bundan sonra Şâ'bi Horasanlıya:

— Bu hadisi bir şeysiz al! Vaktiyle bir adam bundan daha basit bir mesele için tâ Medine'ye kadar giderdi, dedi.

 

(...) Bize Ebû Bekr b. Ebû Şeybe'de rivayet etti. (Dedi ki): Bize Ab-detü'bnü Süleyman rivayet etti. H.

Bize îbni Ebî Ömer dahî rivayet etti. (Dedi ki): Bize Süfyân [235] ri­vayet etti. H.

Bize Uheydullah b. Muâz da rivayet etti. (Dedi ki): Bize Babam riva­yet etti. (Dedi ki): Bize Şu'be rivayet etti.

Bunların hepsi Salih b. Sâlih'den bu isnâdla bu hadisin mislini riva­yet eylemişler.

Bu hadisi   Buhâri   «Kitâbu'1-ilm», «Kitâbu'Mtk» ve «KitabuTh Cihâd» de:    Tirmizi,    Nesaî   ve   İbni   Mâce   de «Kitâbu'n-Nikâh» da tahriç etmişlerdir.

Buradaki Ehl-i Kitaptan kimlerin kasdedildiği' ihtilaflıdır. Bazılarına göre Ehl-i Kitaptan murâd: dinlerini bozmadan kalanlardır. Bunlar dinle­rinin aslını muhafaza ederek Resulüllah (SaUcdlahü Aleyhi ve Sellem) 'e ye­tişirler ve ona da imân ederlerse kendilerine iki ecir verilir. Dinlerini tah­rif edenlere, müslüman oldukları takdirde bir ecir vardır.

Diğer bazı ulemâ: «Hadisin umumu üzere icra edilmiş olması muhte­meldir. Çünkü Ehl-i Kitap, dinlerini tahrif etmiş bile olsalar İslâmiyeti ka­bul etmeleri iki ecir kazanmalarına sebep olabilir; bu suretle hem tahrif ettikleri dinde iken yaptıkları hayırlar, hem de müslüman olduktan sonra işledikleri hasenat mukabilinde kendilerine ecir verilmiş olur. Nitekim küffârın yaptıkları hayırların müslüman oldukları takdirde zâyi'i olma­yacağı bildirilmiştir.» demişler.

Bir takımları: «Eğer hıristiyanlık yahudi dinini neshetmiştir, dersek buradaki Ehl-i Kitapdan murâd, yalnız hıristiyanlardır.» demişlerse de Aynî neshi şart koşmaya lüzum olmadığını, çünkü İsâ (Aleyhtisselâm) m bütün beni İsrâiîe peygamber gönderildiğini söylemiş; ve ona tabî' ol­mayanlara buradaki ecrin şumûlü bulunmadığını, zira kendi peygamber­lerine imân etmediklerini beyan etmiştir.

Kavl-i tahkika göre Kur'ân-ı Kerîm'de «kitap» lâfzı «el-Kitâp» şeklin­de elif lamla zikredilmiştir. Buradaki elif lâm ahd içindir. Ve ma'hud ki­tap mânasına gelir ki, bundan murâd Tevrat'la" İncil de olabilir; sadece İncil kasdedilmiş olması da caizdir. Ve hükümde erkeklere tebean kadın­lar da dahildir.

Kirman! hadisde zikredilen üç sınıfın yalnız Peygamber (SaîîaUahü Aleyhi ve Sellem) zamanına mahsus olduğunu söylemiş; ve: «çünkü Peygamberimiz Muhammed Mustaf a(Sallatlahü Aleyhi ve Sellem) geldikten sonra Hz. îsâ (Aleyhisselâm) artık onların peygamberi değildir.» demiştir.

Ulemâdan bir zât Kirmanı 'nin sözünü, kendilerine davet eriş-meyehler hakkında vârid görmeyerek, üstadının hadisde zikri geçen üç sı-' mf hakkında «Bunların hükmü kıyamete kadar devam edecektir.» dediği­ni ve bu sözün daha doğru'olduğunu ileri sürmüşse de Aynî bunu kabul et­memiş; kendisine «Bizim Peygamberimiz (SalUûlahü Aleyhi ve Sellemj'm gönderilmesile Hz. İsa'nın daveti sona ermiş; şeriatı kalkmış; ve bütün Ehl-i Kitap ve sair küffâr, kendilerine davet ulaşsın ulaşmasın Peygamberimiz (Sallallahü Aleyhi ve SeUem)'in daveti altına girmişlerdir. Şu kadar var ki, kendilerine davet erişmeyenlere bil fiil davet vâki'- olmamıştır. Ama bil kuvve onlar bu davetten hâriç değillerdir. Köle ile câriye sahibinin hü­kümleri ise kıyamete kadar devam edecektir.» şeklinde cevap vermiştir.

Kölenin, Allah'ın hakkını Ödemesi namaz ve oruç gibi boynuna borç olan ibâdetîerini yapmakla, efendisinin hakkını Ödemesi de hizmetinde bulunmakla olur. Burada şöyle bir suâl hatıra gelebilir. Bu köleye iki ecir verilmekle kölenin ecri efendisinin ecrinden fazla olmuyor mu?

Cevap: Evet olabilir; bunda hiçbir mahzur da yoktur. Kölenin bu ci­hetten efendisini geçmesi, efendisinin de başka cihetlerden kölesini geç­miş olması dahi mümkündür. «Şu halde vaktile Ehl-i Kitaptan olan bir sahâbinin ecri, büyük ashâb-ı kiramın ecirlerinden çok olmak aâzım gelir; bu ise bilicmâ' bâtıldır» denilirse, cevabı şudur:

«İcmâ-i ümmet onları bu hükümden tahsis sûretile çıkarmıştır. Bi­naenaleyh onlar sahabenin büyüklerinden daha fazla me'cur olabilirler. Bu hüküm, sevabı —vaktile— Kitabî olan sahâbinin ecrinden fazla ol­duğuna delil bulunmayan her büyük sahâbî hakkında böyledir.

Cariyenin te'dib ve terbiyesinden murâd: onun ahlâkını güzelleştir­mektir.

Terbiyeyi eyi becermek de: onu azarlayıp döğmeden rifku mülâyemet-le yola getirmekle olur.

Cariyesini âzad ettikten sonra onunla evlenen hakkında bir rivayette: «Kurbanlık devesine binen.» diğer bir rivayette:

«Mekke'ye kurbanlık olarak gönderdiği hayvanına binen gibidir.» denilmesi evlenmeyi, yaptığı iyilikten dönmek telâkki ettiklerindendir. Bu suâle Şa'bî güzel bir cevap vermiş; evlenmenin iyilikten dönmek değil, ihsan üstüne ihsan mânasını taşıdığım bildirmiş; ve sözüne şöyle nihayet vermiştir:

«Bu hadisi bir şeysiz al! Vaktile bir adam bundan daha basit bir me­sele için tâ   Medine 'ye kadar giderdi.»

«Bir şeysiz al!» para istemem demektir. Yoksa uhrevî sevabından da vaz geçmiş değildir. Zira ondan daha büyük ücret olamaz.

Filhakika selef-i sâlihin hazerâtı bir meseleyi Öğrenmek için pek uzak mesafeleri göze alırlardı. Hz. Câbir (Radiyallahu anh) 'm bir hadis için bir aylık uzak mesafeye gittiği; Said b. el-Müseyyeb'in: «Ben bir hadis Öğrenmek için günlerce yol yürüdüm.» dediği rivayet olunur. B uhâr î ve Müslim gibi büyük hadis imamları da hadis uğurunda pek çok seyahatler etmişlerdir.

 

Hadis-i Şerif Aşağıdaki Hükümleri İhtiva Eder:

 

1 - Mezkûr üç nevî' insana ikişer ecir vardır. Ama bu katlama yal­nız üç sınıfa mahsus değildir. Her ibâdetin eCri ayrıdır. Binaenaleyh namaz kılan oruç tutan ve diğer ibâdetleri yapan onların hepsi için ayrı ay­rı ecir kazanır. Zira bir şeyin ismini zikretmek, hükmün ona mahsus ol­masını icâbetmez. Cumhuru ulemânın mezhebi budur.

2 - El-Mühelleb: «Bu hadisde her hangi bir hayır işinin iki mânası­nı güzel yapana iki ecir verileceğine delil vardır. Allah dilediğine daha da katlar.» demiştir.

3 - Nevevî:    «Şa'bî Jnin   Horasan 'lıya verdiği cevap, dinleyeni teşvik    için âlimin böyle bir söz söylemesinin caiz olduğuna delildir.» diyor.

4 - Selef ulemâsı tek bir mesele veya bir hadis için uzak yerlere se­fer etmişlerdir.

5 - İbni   Bâttâl   Medine-i   Münevvere 'nin faziletine ve ilmin Mâ'deni olduğuna bu hadisle istidlal etmiştir.

Bazı Mâlikiler Şa'bî'nin sözü ile istidlal ederek ilmin   Medine'ye mahsus olduğunu iddia etmişlerse de bu söze i'tibâr olunmamıştır.

 

71 - İsa b. Meryemin Peygamberimiz Muhammed (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'in Şeriatile Hükmederek (Yere) İnmesinin Beyanı Babı

 

242 - (155) Bize Kuteybetü'bnü Said rivayet etti. (Dedi ki): Bize Leys [236] rivayet etti. H.

Bize Muhammed b. Rumh dahi rivayet etti. (Dedi ki): Bize Leys, İb­ni Şihâb'dan o da, İbni'l-Müseyyeb'den naklen haber verdi ki, İbnî'1-Mü-seyyeb Ebû Hüreyre'yi şöyle derken işitmiş: ResulüIIâh (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) :

«Nefsim Kabza-i Kudretinde olan Allah'a yemin ederim ki, Meryem'in oğlu (îsa) (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) 'in âdil bir hakem olarak aranıza inmesi ve salîbî kırarak domuzu öldürmesi, cizyeyi kaldırması, (bu suret­le) mal (kapıdan) taşarak onu hiç bir kimsenin kabul etmemesi pek ya­kındır.» buyurdular.

 

(...) Bu hadisi bize AbdüTa'lâ b. Hammad ile Ebû Bekir b. Ebû Şeybe ve Züheyr b. Harb da rivayet ettiler. Dediler ki: Bize Süfyan b. Uyeyne rivayet etti. H.

Bu hadisi bana Harmeletü'bnü Yahya dahi rivayet etti. (Dedi ki): Bi­ze İbni Vehb habet verdi. Dedi ki: Bana Yunus [237] rivayet eyledi. H.

Bize Hasen el-Hulvanî ile Abd b. Humeyd de, Ya'kub b. İbrahim b. Sa'd'dan rivayet ettiler. (Demiş ki): Bize Babam, Sâlih'den rivayet etti.

Bunların hepsi bu i sn âdi a Zühri'den rivayet etmişler.

İbni Uyeynenin rivayetinde:

«Adaletli bir imam ve âdil bir hakem olarak.» ifadesi vardır. Yûnus'-«n rivayetinde:

«Âdil bir hakem olarak.» demiş, «adaletli bir imam» ta'birini zikret-memiştir. Salih'in hadisinde ise Leysin dediği gibi:

«Adaletli bir hakem olarak.» ifâdesi mevcuddur. Onun hadisinde şu ziyade de vardır:

«Ve hatta bir secdenin dünya ve mâfiha'dan daha hayırlı olması» (pek yakındır).

Bundan sonra Ebû Hüreyre: İsterseniz:

«Ehl-i kitabdan hiç biri yoktur ki. Ölümünden evvel behemehal ona iman etmesin!.. [238] âyet-i kerîmesini okuyun! demiş.

 

243 - (...) Bize Kuteybetü'bnü Said rivayet etti. (Dedi ki): Bize Leys, Said b. Ebî Said'den, o da Atâ' b. Minâ' [239] dan, o da Ebû Hüreyre'den naklen onun şöyle dediğini rivayet eyledi: Resulüllâh (Sallalkthü Aleyhi ve Selîem) :

«Vallahi Meryem'in oğlu âdil bir hakem olarak mutlaka inecek ve behemehal haçı kıracak, domuzu öldürecek, cizyeyi kaldıracak, genç dişi develer başı boş bırakılarak onlara rağbet edilmeyecek, bütün düşman­lıklar, küsüşmeler ve hasedlikler muhakkak surette kalkacak, (İsâ Aleyhis-selâm insanları) mala da'vet edecek; fakat malı hiç bir kimse kabul et­meyecektir.» buyurdular.

 

244 - (...) Bana Harmeletü'bnü Yahya rivayet etti. (Dedi ki): Bize İbni Vehb haber verdi. (Dedi ki): Bana Yûnus, İbni Şihâb'dan naklen haber verdi. Demiş ki: Bana Ebû Katâdete'I-Ensârî'nin âzadhsı Nâfi' haber verdi ki, Ebû Hüreyre şöyle demiş: Resulüllâh (Saiîalîahü Aleyhi ve Sellem):

«İmamınız sizden olduğu halde Meryem'in oğlu (Isa Aleyhisselâm) aranıza indiği vakit acaba sizin hâliniz nice olur?» buyurdular.

 

245 - (...) Bana Muhammed b. Hatim de rivayet etti. (Dedi ki): Bize Yâ'kub b. İbrahim rivayet etti. (Dedi ki): Bize İbni Şihâb'ın kardeşi oğlu amcasından rivayet etti Demiş ki: Bana Ebû Katâdete'l-Ensârî'nİn âzad­hsı Nâfi' haber verdiki, kendisi Ebû Hüreyre'yi şöyle derken işitmiş: Re­sulüllâh (Saiîalîahü Aleyhi ve Seilem):

«Meryem'in oğlu aranıza inip de size imam olduğu zaman aceb hâ­liniz nice olur?» buyurdular.

 

246 - (...) Bize Züheyr b. Harb de rivayet etti. (Dedi ki): Bana Velîd b. Müslim [240] rivayet etti. (Dedi ki): Bize İbni Ebî Zi'b, tbni Şihâb'dan, o da Ebû Katâde'nin âzadhsı Nâfi'den, o da Ebû Hüreyre'den naklen riva­yet etti ki, Resulüllâh   (Saiîalîahü Aleyhi ve Selîem) :

«Meryem'in oğlu aranıza indiği ve sizden biriniz size imam olduğu zaman aceb hâliniz nice olur?» buyurmuşlar.

Velid demiş ki: Bunun üzerine ben İbni Ebî Zi'b'e: Evzâî bize Zührİ'-den, o da Nîfi'den o da Ebû Hüreyre'den naklen:

«İmamınız kendinizden olduğu halde...» diye rivayet etti, dedim. İb­ni Ebî Zi'b:

«Sizden biriniz size imam olduğu zaman...» ne demektir, bilir misi­niz? dedi. Bana sen haber verirsin, dedim: «Size Rabbiniz Tebâreke ve Teâlâ'nın kitabı ve Peygamberiniz (Saiîalîahü Aîeyhi ve Sellem) 'in sünne-tile imam olduğu vakit, demektir.» dedi.

 

247 - (156) Bize Velid b. Şiicâ' [241] ile Hârûn b. Abdillâh ve Hac-câc b. eş-Şâir rivayet ettiler. Dediler ki: Bize Haccâc —ki İbni Mtıham-med'dir [242]—, İbni Cüreyc'den rivayet etti. (Demiş ki): Bana Ebûfz-Zü-beyr haber verdi ki, kendisi Câbir b. Abdillâhi şöyle derken işitmiş: Ben

Peygamber (Aleyhisselâm)   (AIeyhisselâm)'i:

«Ümmetimden bir taife hakka müzahir olarak (tâ) kıyamete kadar çarpışmakta devam edecektir. Sonra Meryem'in oğlu Uâ(Sallaltahü Aleyhi ve Selîem) inecek; ve müslümanların emîri ona : Gel bize namaz kıldır, diyecek, o da : Hayır, Allah'ın bu ümmete bîr ikramı olmak üzere sizler birbirinize emirsiniz, diyecek.» buyururken işittim.

Bu hadisi Buhâri «Kitâbu'I-Büyû'» ile «Kitâbu'l-Enbiyâ'» da Tirmizi   de «Kitâbu'l-Fiten» de tahric etmiştir.

Kıyametin büyük alâmetlerinden, biri olmak üzere âhir zamancfo Hz. İsâ (Aleyhisselâm) 'm gökten yere ineceğini bildiren hadisler tevatür de-recesindedirler. Hz . 1sâ (Aleyhisselâm) 'm göğe çekildiği nass-ı Kur'-ânla sabittir. Binaenaleyh bu husus ittifâki ise de vefatı meselesi ihtilaf­lıdır.

Buhârî Sarihlerinden îbni Hacer EI-Askalânî «Fethu'I-Bârî» namındaki eserinde bu hususda şunları söylemektedir: «îsâ Aleyhisselâm'm göğe çekilmezden önce vefat edip etmediği hususunda ih­tilâf olunmuştur. Burada asıl olan, Teâlâ Hazretlerinin:

«Muhakkak ben seni öldüreceğim ve yanıma kaldıracağım.» [243] âyet-i kerimesidir. Bazıları âyetin zahiri mânası murâd olduğunu söylemişler­dir. Bu takdirde yeryüzüne indiği zaman kendisine mukadder olan müd-det geçince tekrar ölecek demektir.

Bir takımları: «Âyeti Kerîme; «Ben seni yerden tamamen alacağım.» mcnâsmadır» demişlerdir. Bu tefsire göre ölmemiş olup âhir zamanda öle­cektir.

Göğe çekildiği zaman kaç yaşında olduğu da ihtilaflıdır. Bazılarına göre otuz üç yaşında idi. «120 yaşında idi» diyenler de vardır...

Ancak âyetten Hz. îâ Aleyhisselâm'm öldükten sonra göğe çekildiği mânasını çıkaranlara kitâb ve sünnetten deliller göstererek i'tirâz edilmiş; ve şöyle denilmiştir: «îsâ Aleyhisselâm'ın hâlen sağ olduğuna, âhir zaman­da mutlaka yeryüzüne inerek bizim peygamberimiz  (SaUallahü Aleyhi ve Seüem) 'in şeriatile hükmedeceğine ve Allah yolunda mücahedede bulu­nacağına inanmak şer'an farzdır. Nitekim Nebî-i sâdık (Sallaîlahü Aleyhi ve Selîem) Efendimizden bu bâbda vârid olan hadisler tevatür derecesini bulmuştur. Böyle inanmanın farz olması, Allah Teâlâ Hazretleri Kur'ân-ı Kerîm'de:

«Yahudiler onu yakın en Öldürmediler, bilâkis Allah onu kendi nezdi-ne kaldırdı.» [244] buyurduğu içindir. Hz. îsâ Aleyhisselâm'm âhir zaman­da yeryüzüne ineceğini bildiren mütevâtir hadislere muaraza eden ve onun öldüğünü gösteren tek bir hadis yoktur. Kur'ân-ı Kerîm onun öl­dürülmeden göğe çekildiğini haber verirken ve Resulüllâh (SaUallahü Aleyhi ve Setlem) kıyamete yakın yeryüzüne indirileceğini bildirirken onun Öl­meyip hâlâ sağ bulunduğuna inanmak elbette her müslümana farz olur. Bunda şüphe eden bilicma' kâfirdir...

îsâ (Aleyhisselâm) 'in inişini bildiren hadislere göre Hz . îsâ   bir sabah namazı zamanı Şam'a inecektir. Üzerinde açık sarı elbise buluna­cak ve kendisini bir bulut getirecektir. Bulutun üzerinde Hz . îsâ (Aleyhisselâm) iki melek arasında ve onların omuzlarından tutunmuş va­ziyette bulunacaktır. Onun indiğini duyunca hemen yahudilerle hıristiyan-lar peyder pey istikbâle koşarak: «Biz senin ümmetindeniz.» diyeceklersede Hz . îsâ: «Yalan söylüyorsunuz!» diyerek kendilerini paylaya­cak ve ashabının ancak muhacirler olduğunu söyleyerek onların halîfesini arayacak, onu namaz kıldırırken görünie geri çekilerek: «Sen namazını kıl­dır. Allah senden razı olmuştur. Ben emir değil, ancak vezir olarak gönde­rildim.» diyecek, namazı her zamanki imam kıldıracaktır. Bir rivayete göre Hz . îsâ   bundan sonra imâm olacaktır.

Bir rivayete göre   îsâ   (Aleyhisselâm) 'm ineceği sıralarda son dere­ce kıtlık ve açlık zuhur edecektir.

îsâ (Aleyhisselâm) yeryüzünde bir rivayete göre yedi sene diğer ri­vayete göre kırk yıl kalacaktır. Hatta EbûNuaym'ın İbni Abbâs (Radfyallahu anAJ'dan rivayetine göre Hz. îsâ indikten sonra evle­necek ve on dokuz sene yaşayacaktır. Rivayetlerin bazısına göre evlene­ceği kadın Şuayb (Aleyhisselâm) kavminden olacak ve çocuğu doğacaktır. Hz. îsâ (Aleyhisselâm) bu müddet zarfında hükümdar, emir veya polis gibi bir hükümet adamı olmayacaktır. Bir rivayete göre Hz. îsâ (Aleyhisselâm) kendisinin ilâh olmadığını göstermek için evlenecek ve Ezd kabilesinden bir kadın alacaktır.

Yeryüzünde yirmi dört yıl, kırk beş yıl kalacağını bildiren rivayet­ler de vardır. O sıralarda ilim kalkmış olacağı için îsâ (Aleyhisselâm) indikten sonra müftü veya hâkim bulunmayacak, o şeriat-ı Muhammediy-yeyi Allah'ın emrile semâda iken öğrenecektir. Mü'minler bir araya topla­nıp kendisini hâkem seçeceklerdir. Çünkü bu işi yapacak başka kimse kal­mamış olacaktır. Hakem: Hâkim demektir, yeryüzünde kaldığı müddet zarfında son derece adaletle hükümler verecekti]-.

Bazıları: «Hz. îsâ (Aleyhisselâm) indiği zaman teklif kalkacak­tır. Zira kalkmasa o zaman halkına peygamber olması, emir ve nehyet-mesi icâbederdi.» şeklinde mütâleada bulunmuşsa da bu görüş reddedilmiş­tir. Çünkü îsâ (Aleyhisselâm) yeni bir şeriatla inmeyecek ki, peygam­ber olarak gelsin. O bizim Peygamberimiz (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'in şeriatile amel edecektir.

«Haç* kıracak, domuzu öldürecek ve cizyeyi kaldıracaktır...» cümle­si hakkında «Haçı kırmakdan maksad; hıristi yanlığı ihtâl ederek İslâm şeriatile hüküm vermektir.» diyor. «Et-Tavdilh» nâm eserde: haçın kırıl­ması, ona tapanları öldürdükten sonra olacaktır; denilmiştir.

Aynî diyor ki: «Burada bana feyz-i ilâhîden bir mâna münkeşif oldu ki, şudur: Haçı kırmaktan murâd hıristiyanların yalanını meydana-çıkarmaktır. Çünkü onlar yahudilerin Hz. îsâ (Aleyhisselâm)'ı çarmıha gerdiklerini iddia etmişlerdi. İşte Allah Teâlâ Kitab-ı kerîminde:

«Onu ne öldürdüler, ne de astılar; lâkin (onların gözünde) benzettirildi.»

buyurarak onların bu yalan ve iftiralarını haber vermiştir. Hadise şöyle olmuştur: Yahudiler Hz . îsâ'yi çarmıha germek için yere ağaç dik­tikleri vakit Allah Teâlâ Hz . îsâ 'yi onlara gösteren Yehûza'yı îsâ (Aleyhisselâm) kıyafetine tebdil etti. Yahudiler îsâ (Aleyhisselâm) zannile onu öldürdüler. Allah îsâ  (Aleyhisselâm) 'ı göğe çıkardı.

Bu hâdiseden sonra yahudiler Hz. îsâ'nın ashabına musallat olarak onları asıp kesmeye ve hapsetmeye başladılar. Nihayet bunu Roma İmpa­ratoru duymuş. Kendisinin peygamber olduğunu söyleyen ve ölüleri diril­ten, körlerin gözlerini açan baras denilen alaca hastalığım tedâvî eden bir zâtı Yahudilerin Öldürdüğünü ona söylemişler. İmparator asılanın cese­dini kaldırtmış. Sehpâ ağacını da getirterek ona ta'zimde bulunmuş. On­dan haçlar yapmışlar, Hıristiyanlıkda salîb denilen haç o zamandan kal­dığı gibi. Romalılar arasına hıristiyanlik da o zaman girmiştir.

İşte îsâ (Aleyhisselâm) 'm haçı kırması, kendisinin öldürüldüğünü iddia edenlerin yalan söylediklerine, dinlerinin bâtıl, îslâmiyetin hak oldu­ğuna, kendisinin müslümanhğı meydana çıkarmak ve sair dinlere- mensûb olanları öldürmek, haçı kırmak ve domuzu tepelemek gibi icra'atla o dinleri ibtâl etmek için indiğine işarettir.»

Tîbî: «Domuzun öldürülmesinin mânası: onu edinmenin ve yemenin haram, öldürülmesinin helâl kılınmasıdır.» diyor. Taberânî 'nin ri­vayetinde domuzla birlikde maymunları da öldüreceği zikredilmiştir. Ciz­ye Küf fardan alınan vergidir. Hz . îsâ (Aleyhisselâm) bunu da ve bir rivayette harbi de kaldıracaktır. Bunun mânası: din bir olacak demektir. Çünkü îsâ (Aleyhisselâm) müslümanlıktan başka din kabul etmeyecek­tir.

İbni Battal diyor ki: «Bizim H z . îsâ inmezden önce ciz­yeyi kabul etmemiz mala ihtiyacımız olduğundandır. îsâ (Aleyhisselâm) indikten sonra ise buna ihtiyaç kalmayacaktır. Çünkü mal çoğalacak hattâ onu kimse kabul etmez olacaktır.» Malı kimsenin kabul etmemesinin se­bebi; onun çok olmasıdır. Hz. îsâ (Aleyhisselâm) 'in adaleti yüzünden be­reket o kadar çoğalacak ki, âdeta mal kapıdan taşacak fakat insanlar kı­yametin pek yakın olduğunu bildikleri için mâla mülke rağbet gösteren olmayacaktır. Bir tek secdenin dünya ve ma'fihâ'dan daha hayırlı telâkki edilmesi bundandır. Gerçi bir secde daima dünyadan ve dünya varlıkla­rından hayırlı ise de burada maksad, o zaman mal ile ibâdet edilemeyece­ğini anlatmaktır.

Ebû   Hüreyre (Radiyallahu anh) 'm: «İsterseniz şu âyeti okuyun!» diyerek hadisde zikri geçen âyeti okuması,   İbni   Cevzî'ye göre bu secde meselesile alâkalıdır. O bununla insanların iyileştiklerine, imanları­nın arttığına, hayır hasenata ehemmiyet verdiklerine, bundan dolayı da bir rekât namazı bütün dünyaya tercih ettiklerine İşarette bulunmuştur. Âyet-i kerîmedeki «Ölümünden, evvel»   terkibindeki  zamirle    «ona iman»   ifâdesindeki zamirin kime aid olduğu ihtilaflıdır. Birinci terkib-deki zamir ekser-i müfessirine göre Ehl-i kitaba râci'dir. Delilleri:   îbnî Abbas   (Radiyallahu an/i/dan rivayet olunan şu hadistir:

«Hiç bir yahudi ve nasrâni îsâ 'y° İman etmeden ölmez... Lâkin Ölüm anındaki imanın faydası yoktur.»

Bazıları zamirin   îsâ (Aleyhisselâm)'a râcî' olduğuna kaildirler. Bu takdirde mâna şöyle olur :

«Ehl-i Kitab'dan hiç biri yoktur ki, îsâ 'nın ölümünden evvel ona İman etmesin.» Yani birinci takdire göre: «ölümünden» tâ'birinden murâd: Ehl-i kitabın ölümü, ikinciye göre ise Hazreti   îsâ 'nın ölümüdür.

Keza «ona imân» dan murâd ekseriyete göre Hz. îsâ 'ya imândır. Bazıları «Allah'a imândır.» diğerleri: «Muhamme d (Sallallahü Aleyhi ve Selle m) 'e imandır.» diyerek    zanıîri kimi Allaha,    kimi    Peygamber'e irca etmişlerdir.

Hadisin bazı rivayetlerinde :

«İmamınız sizden olduğu halde Meryem'in oğlu aranıza indiği vakit acaba sizin haliniz nice olur!» denilmiş; diğer bazılarında bunun yerine: « Meryem'in oğlu aranıza inip size imam olduğu zaman!... buyurulmuş-tur. Bundan Hz. îsâ 'nm bazan namazda imam bazan da cemâat olaca­ğı anlaşılır. Nitekim buna kail olanlar vardır.

«İmamınız sizden olduğu halde...» ifâdesini Kirmanı « îsâ (Aleyhisselâm) sizin aranızda, İncil'le değil Kur'ân'la hükmedecektir» şek­linde tefsir etmiş, Tîbî dahî: «Bunun mânası:

îsâ sizin dinînizde olarak size imam olur, demektir.» mütâleasın-da bulunmuşsa da Hz . îsâ 'nın imam olma teklifini kabul etmeye­ceğini tasrih eden rivayet karşısında bu tefsir makbul olmamıştır.

Resulüllâh (SaîlaUahü Aleyhi ve Sellem) 'in:

«Aceb hâliniz nice olur!» buyurması o zamanki refâh-ı hâle teaccüb-dür.

îsâ (Ateyhisselâm)'m yeryüzüne indirilmesinin hikmeti babında Aynî şunları kaydetmektedir: «Bu hususta birkaç vecih vardır:

1 - Yahudilerin «onu öldürdük» iddialarına reddiye olmak üzere in­dirilecek ve yahudiler onu değil, o yahudileri öldürecektir.

2 - îsâ (Aleyhisselâm), eceli yaklaştığı için yere indirilecektir, Çün­kü topraktan yaratılan bîr mahluk topraktan başka bir yerde ölemez.

3 - Hz. îsâ Peygamberimiz (Sallcdlahü Aleyhi ve Sellem)  ile üm­metinin sıfatlarına gördüğü vakit bu ümmetten olmayı istemiş; Allah da duasını kabul ederek onu sağ bırakmıştır. Âhır zamanda müslümanlann umurunu yeniden tanzim etmek için yere indirilecek; ve bu hadise Dec-calın çıktığı zamana tesadüf ederek Deccalı tepeleyecektir.

îsâ (Aleyhisselâth)'m nereye defnedileceği ihtilaflıdır. Bir çok hadis­ler onun Peygamberimiz (Sallallahü Aleyhi ve Seltem)'in yanına defnedile­ceğini bildirmektedir. Kudüsde Beyti Makdise defnedileceğini söyleyenler de vardır.

 

Hadisi Şerif Aşağıdaki Hükümleri İhtiva Eder:

 

1 - Domuzu Öldürmek mutlak surette caizdir. Bundan yalnız zimmi-lerin domuzlarını istisna etmek gerekir; çünkü domuz onlarca maldır. On­ların mallarına dokunmak müslümanlara yasak edilmiştir.

2 - îbni Battal'a   göre bu hadis domuzun hıristiyanlıkda da haram olduğuna delildir. Hz . îsâ (Aleyhisselâm)'m onu öldürmesi hı-ristiyanların helâl saymalarını tekzibtir.

3 - Domuz necis-i ayndır. Derisi dibâgat kabul etmez. Bu hususda domuzun hâli köpekten daha kötüdür. Çünkü köpeğin Öldürülmesi için şer'an emir yoktur. Necis-i ayn olup olmadığı ve derisinin  dibâgat kabul edip

etmediği de ihtilaflıdır.

4 - Domuzun kılından istifade edilip edilemeyereği dahî ihtilaflıdır. İbni Şîrîn, İmam Şafiî, Ahmed b. Hanbel ve İshâk b. Râhuye'ye göre mekruhtur. Tâhâvî : «Domuzun hiç bir şeyini satmak caiz değildir. Yalnız ayakkabıcılara dikiş için bir kaç tel alıp satmak caizdir.» demiştir. İmam Mâlik ile Hanefiyye'-den bazılarına ve Hasan-ı Basri'ye göre domuzun kılını alıp satmak caiz­dir. Evzâî'nin mezhebi de budur.

5 - Kıyamete yakın   îsâ (Aleyhisselâm)  gökten yere inecek ve şe­riatı Muhamnıediye ile hükmededektir.    Onun inmesi kıyametin büyük

alâmetlerindendir.

6 - Münkerâtı ve bâtıl âleti olan şeyleri değiştirmek icâbeder.

 

72 - İmanın Kabul Edilmeyeceği Zamanın Beyanı Babı

 

248 - (157) Bize Yahya b. Eyyûb ile Kuteybetü'bııü Said" ve Aliyyü'bnü Hucr rivayet ettiler. Dediler ki: Bize İsmail yânî İbni Ca'tfer, Alâ'dan, ki İbni Abdirrahmândir, o da babasından, o da Ebû Hüreyre"den naklen rivayet etti kî, Resulüllâh (SalîaUahü Aleyhi ve Sellem) :

«Güneş battığı yerden doğmadıkça kıyamet kopmayacakfıır; o battığı yerden doğduğu zaman bütün insanlar toptan iman edecek, fakat artık o gün : daha evvelden iman etmeyen yahud îmanında bir hayır kazan­mayan hiç bir kimseye (o günkü) imanı fayda vermeyecektir [245] buyur­muşlar.

 

(...) Bize Ebû Bekr b. Ebî Şeybe ile İbni Nümeyr ve Ebû Küreyb ri­vayet ettiler. Dediler ki: Bize îbni FudayI [246] rivayet etti. H.

Bana Züheyr b. Harb da rivayet etti. (Dedi ki): Bize Ceriır [247] riva­yet, etti. Bunların ikisi de Umâratu'bnü Ka'kaa'dan, o da Ebû Zür'a'dan, o da Ebû Hüreyre'den, o da Peygamber (SalîaUahü Aleyhi ve Sellem)'ûen naklen rivayet etti. H.

Bize Ebû Bekr b. Ebî Şeybe dahi rivayet etti. (Dedi ki): ]Bize Hüseyn b. Aliy, Zaîde'den o da Abdullah b. Zekvân'dan, [248] o da A'bdurrahman el-A'rac' [249] dan, o da Ebû Hüreyre'den, o da Peygamber (SalîaUahü Aleyhi ve Sellemyden naklen rivayet eyledi. H.

Bize Muhammed b. Râfi'de rivayet etti. (Dedi ki): Bize Abdürraz-zâk [250] rivayet etti. (Dedi ki): Bize Ma'mer, Hemmâm b. Münebbih'den, o da Ebû Hüreyre'den, o da Peygamber (SalîaUahü Aleyhi ve Sellem)'den naklen, Alâ'nın babasından, o da Ebû Hüreyre'den, o da Peygamber (SalîaUahü Aleyhi ve Sellem) 'den rivayet ettiği gibi tahdis eyledi.

 

249 - (158) Bize Ebû Bekr b. Ebî Şeybe ile Züheyr. b. Harb rivayet ettiler. Dediler ki: Bize Veki' rivayet etti. H.

Bana bu hadisi (yalnız) Züheyr b. Harb da rivayet etti. (Dedi ki): Bi­ze İshâk b. Yusuf el-Ezrak rivayet eyledi. Bunlar toptan FudayI b. Gaz-vân'dan [251] rivayet ettiler. H.

Bize Ebû Küreyb Muhammed b. el-Alâ' dahi rivayet etti. Lâfız onun­dur. (Dedi ki): Bize İbni FudayI, babasından, o da Ebû Hâzim'den [252], o da Ebû Hüreyre'den naklen rivayet etti, Şöyle demiş: Resulüllâh (SalîaUahü A leyhi ve Sellem):

Üç şey vardır ki, bunlar çıktıkları zaman, daha önceden iman etme­yen veya imanında bir hayır kazanmayan hiç bir kimseye (o günkü) İma­nı fayda vermez : 1— Güneşin batıdan doğması, 2— Deccâl ve 3— Da-abbetü'l-arz.»  buyurdular.

 

250 - (159) Bize Yahya b. Eyyûb ile İshâk b. İbrahim hep birden İb-nî Uleyye'den rivayet ettiler. İbni Eyyûb dedi ki: Bize İbni Uleyye rjvâ-yet etti. (Dedi ki): Bize Yunus [253], İbrahim b. Yezid et-Teymî' [254] den rivayet ettî benim bildiğime göre, o da Babasından dinlemiş, o da Ebû Zerr'den naklen rivayet etmiş ki, bir gün Peygamber (Salîalîahü Aleyhi ve Seilenı)  (ashabına):

«Bu güneş nereye gider biliyor musunuz?» demiş. Ashâb:

Allah ve Resulü bilir; cevabını vermişler. Resulüllâh (Sallaîlahü Aleyhi

ve Sellem):

«O, tâ arşın altındaki karargâhına varıncaya kadar gider; ve (ora­da) secdeye kapanır. Kendisine : Kalk, geldiğin yere dön! denilinceye ka­dar o halde kalır. Bunun üzerine (geri) döner; ve sabahleyin doğduğu yerden tekrar doğar. Sonra {/ine} Arş'ın altındaki karargâhına varınca­ya kadar akıp gtder ve (yine) secdeye kapanır. Kendisine: Kalk, geldiğin yere dön! deninceye kadar o halde kalır. Ve (tekrar) dönerek sabahle­yin doğduğu yerden doğar. Bilâhere artık ihsanlar onun hiç bir halini yadırgamaz olarak Arş'ın altındaki o karargâhına varıncaya kadar akıp gider. Nihayet kendisine : Kalk, (yarın sabah) battığın yerden doğ! deni­lir; o da battığı yerden doğar.» buyurmuş; ve sözüne şöyle devam etmiş:

«Bu ne zaman olacak bilir misiniz? Bu : evvelce iman etmeyen ya­hut imanında bir hayır kazanmayan hiç bir kimseye (o günkü) imanının fayda vermeyeceği zamandır.»

 

(...) Bana Abdülhamid b. Beyân el-Vâsati [255] de rivayet etti. (Dedi ki): Bize Hâlid yani İbni Abdillâh, [256] Yûnus'dan, o da İbrâhim-i Teymi'-den, o da Babasından, o da Ebû Zerr'den naklen haber verdi. Ki, Peygam­ber  (Sallaîlahü Aleyhi ve Sellem) bir gün (ashabına):

«Bu güneş nereye gider bilir misiniz?..» buyurmuş. Hâlid de İbni Uleyyenin hadisi gibi rivayet etmiş.

 

(...) Bize Ebû Bekr b. EM Şeybe ile Ebû Küreyb dahi rivayet ettiler. Lâfız Ebû Küreyb'indir. Dediler ki: Bize Ebû Muâviye [257] rivayet etti. (Dedi ki): Bize EI-A'meş İbrahim et-Teymi'den, o da babasından, o da Ebû Zerr'den naklen rivayet etti. Ebû Zerr şöyle demiş: Mescide girdim. Resulüllâh   (Sallaîlahü Aleyhi ve Sellem) oturuyordu. Güneş batınca (bana):

«Yâ Ebâ Zerr! Bu güneş nereye gider biiir misin?» dedi:

— Ben: Allah ve Resulü bilir; dedim:

«Bu gider de secde etmek için İzin ister; ve kendisine izin verilir. Her halde ona : geldiğin yere dön denilmiş olur. Nihayet battığı yerden doğar.» buyurdular.

Ebû Zerr demiş ki:    Sonra    (Resulüllâh (Sallaîlahü Aleyhi ve Sellem)

Abduİlâhın kıraati üzere:

«İşte bu, onun İçin bir karargâhtır.» [258] âyetini okudu.

 

251 - (...) Bize Ebû Said el-Eşecc ile İshâk b. İbrahim rivayet et­tiler. İshâk: Bize haber verdi tabirini kullandı: Eşecc: Bize Vekî' tahdis etti. (Dedi ki): Bize El-A'meş, İbrahim et-Teymi'denj o da babasından, o da Ebû Zerr'den naklen rivayet etti, dedi. Ebû Zerr şöyle demiş: Resulsllâh (Sallaîlahü Aleyhi ve Sellem)^ Teâlâ Hazretlerinin: (Güneş karargâhına akıp gider) âyeti kerîmesinin mânasını sordum:

«Onun karargâhı arşın altındadır.» buyurdular.

Bu hadisi   Buhârî   «Kkâb'ut-Tefsir» ile «Kitâb'ur-Rukaak» da, Ebû Davud «Kitâb'ul-Melâhim» de, Nesaî   «Kitâbu'l-Vasâyâ»

da, İbni   Mâce'de «Kitâbu'l-Fiten» de tahriç etmişlerdir.

Hadis-i şerif kıyametin büyük alâmetlerinden bazılarını haber ver­mektedir. Bunlar sahih hadislerin beyanına göre on tanedir.

1  - Decealın çıkması,

2  - Isâ (Ateyhissekun)'ın inmesi,

3  - Ye'cûc ve mecüc'un çıkması,

4  - Daabbet-ül arzın çıkması,

5  - Güneşin batıdan doğması,

6  - Doğuda,

7  - Batıda,

8  - Ve Arap yarımadasında üç yerin batması, [259]

9  - Yeryüzünü bir dumanın kaplaması,

10 - Aden'den bir ateş çıkarak insanları bir yere toplamasıdır. Übbî'nin beyanına göre kıyametin büyük alâmetlerinden beş ta­nesi mütevatirdir. Mezkûr alâmetler kelâm kitaplarında uzun uzadıya izah edilmişlerdir. Burada bunların en sonuncusu bildirilmektedir, ki o da güneşin batıdan doğmasıdır. Bundan sonra imân veya tevbe etmenin hiç bir faydası olmayacaktır. Çünkü vukuu evvelce haber verilen ve ina­nılması istenilen şeyler olduğu gibi zuhur etmiş ve insanlar bunları göz­leri İle görmüş olacaklardır. Bir şey'e gözü ile gördükten sonra inanmaya ise imân demezler. İmânın esası mugayyebata yani gözle görünmeyen şey­lere inanmaya istinad eder. Bundan dolayıdır ki, güneşin batıdan doğuşu­nu görenlerin hali son nefesine gelen bir kimsenin haline benzetilmiştir. Canı boğaza gelen bir kimseye âhiret umuru gösterildiği için artık o kim­senin imânı nasıl kabul edilmez ise güneşin batıdan doğduğunu görenle­rin imânı ve tövbesi de kabul edilmez.

Resulüllâh (Sallallahü Aleyhi ve SeUem)'in_ okuduğu âyet-i kerîme bu

hakikati nâtıktır.

Taberî diyor ki: «Âyetin mânası şudur: Evvelce imân etmeyen bir kâfirin güneş batıdan doğduktan sonra îman etmesi fayda vermez. Çünkü o zaman edilen imânla işlenen amel-i salihin hükmü can gırtlağa geldiği zaman edilen imânın hükmü gibidir. Böyle bir iman ise hiç bir fayda temin etmez.» Nitekim Teâlâ Hazretleri.

«Bizİm azabımızı gözleri İle gördükten sonra edecekleri imanları on­lara fayda verecek değildir.» buyurmuştur. Sahih hadiste dahi bir kulun tevbesi ancak can boğaza'gelinceye kadar kabul edileceği bildirilmiştir.

İbni Atiyye: «Bu hadis âyet-i kerîmedeki bazı 'âyetlerden murâd güneşin batıdan doğması olduğuna delildir. Cumhurun mezhebide budur» diyor.

İbni Hacer-i Askalâni «Fethu'I Bari» de şöyle d'emek> tedir. «Bu bâbtaki haberlerin mecmuundan anlaşılıyor ki yeryüzünde umu­mî ahvalin değişeceğini bildiren büyük kıyamet alâmetlerinin birincisi Deccalin zuhurudur. Bu hal îsâ (Aleyhisselâm)'m vefatı ile sona erecek­tir. Güneşin batıdan doğması ise sema aleminin değişeceğini bildiren alâ­metlerin birincisidir. Bu da kıyametin kopması ile sona erecektir. Vakı'a Müs1im'in bir rivayetinde kıyametin büyük alâmetlerinin birincisi gü­neşin batıdan doğması gösterilmişsede «bu alâmet yıldızlat aleminin deği-çeceğini bildiren ilk alâmettir; Deccalin çıkması da dünya hallerinin de­ğişeceğini bildiren ilk alâmettir» şeklinde te'vil edilerek hadisler arasın­da görülen zahiri tearuz bu suretle giderilmiştir.

İbn-i Ömer (Radîyaîiahu anh)'d&n rivayet edilen bir hadise gö­re güneş batıdan doğduktan sonra yer yüzünde 120 sene hayat devam ede­cektir. Bazıları bu hadisi îbn-i Ömer (Radiyaîlahu anh)'a mvkuf olarak rivayet etmişlerdir.

Acaba güneşin batıdan doğmasının hikmeti nedir? şeklinde bir sual hatıra gelirse buna Aynî şu cevabı vermektedir: Bunda dinsizlerle müneccimlerin iddialarını iptal vardır. Çünkü onlar böyle bir Şey'in ol-mıyacağmı hatta hatırdan bile geçmiyeceğini iddia etmişlerdi» Güneşin Arş-ı Â'lâ altındaki müstekârri meselesine gelince: müstekar kelimesi ismi zaman, ismi mekân ve mimli mastar mânalarına gelebilir. Bu sebep­le Mezkûr kelime birkaç mânada tefsir edilmiştir.

1 - Güneş kendisine tahsis edilen bir istikrar sebebiyle yani sabit bir karar, muntazam bir kanun ile gökyüzünde akıp gider. Onun hareketi .bir tesadüf eseri değildir.

2 - Güneş nihayet bir sukûne erip durmak için hareket eder;

3 - Güneş duracağı bir', zamana kadar hareket eder.

4 - Güneş kendine mahsus bir yerde sabit olarak akıp gider; mih­verinde döner. Yahud kendisinin karargâhı olan âlemin menfaati için akıp gider.

Elmalılı Muhammed Hamdi Yazır merhumun beyanı­na göre güneşin başka bir merkeze doğru hareket etmekte bulunduğu mânasına da gelebilir.

Nevevî : «Güneşin secdesi temyiz ve idrakle olur. Teâlâ Haz­retleri bu hassayı onda halk eder» diyor. Allâme Alûsî 'nin kavli de budur. Ona göre; Güneşin kudsî bir nefsi, yâni ruhu vardır. Bu nefis gü­neşin cisminde bir nevi taalluku kalmak şartiyle ondan ayrılarak Arşı âlâ'ya çıkar; onun altında secde eder. Bu onun seyrine münafî değildir. Nitekim Hukemâ Felek ve yıldızların nefsi olduğuna kanidirler.» diyor.

Kâdî İyâz diyor ki: «Bu hadis ehH sünnettin fıkıh, kelâm ve hadis ulemâsına- göre teVil edilmeden zahiri mânası üzre bırakılmıştır. Bâtiniyye fırkası onu te'vil etmişlerdir.»

Hasıl-ı kelâm: kıyametin büyük alâmetlerinden olmak üzere güneş batıdan doğduktan sonra bütün kâfirler îmâna gelecek fakat bu imânın hiç bir faydası olmayacaktır.

 

73 - Resulüllah Sallalahu Aleyhi ve Selleme Vahyin Başlaması Babı

 

252 - (160) Bana Ebü't-Tahir Ahmed b. Amr b. Abdillâh b. Amr b. Şerh rivayet etti (dedi ki): Bize İbni Vehb hab.er verdi. Dedi ki: Bana Yu­nus [260], İbni Şihâptan naklen haber verdi, demiş ki: Bana Urvetü'bnû Z-Zübeyr, rivayet etti, önada Peygamber (SaüaUahü Aleyhi ve Sellem) 9in zevcesi Âişe haber vermiş demiş ki:

  Resulüllâh (Sallallahil Aleyhi ve Sellem)'* ilk vahyin başlaması uy­kuda sadık rüya görmekle olmuştur. Hiçbir rüya görmezdi ki sabahın ay­dınlığı gibi (apaçık) zuhur etmesin. Sonra kendisine tenhada kalmak sev­dirildi. Artık Hirâ mağrasına çekilir orada ailesi nezdine dönmeden bir­kaç gün tehannüs ederdi. (Tehannüs ibâdet etmek temektir.) Bu maksatla yanına azıkta alırdı. Sonra Hadice'nin yanına döner yine o kadar bir müd­det için azık tedarik ederdi. Nihayet Hirâ mağarasında bulunduğu bir sıra­da ansızın   (emr-i)   Hak karşısına çıkıverdi.   (Şöyle ki): Kendisine melek gelerek: «Oku!» dedi Resulüllâh (SaUallahü Aleyhi ve Sellem): '

«Ben okumak bilmem.» cevabını verdi. Fahr-ı Kâinat (SallaUahii Aleyhi ve Sellem) buyuruyorlar ki:

O zaman melek benî alarak takatim kesilinceye kadar sıkıştırdı. Son­ra beni bırakıp yine :

  «Oku!» dedi. Ben de :—  «Okumak bilmem.» dedim.

Melek benî yine alıp ikinci defa takatim kesilinceye kadar sıkıştırdı.

Sonra beni bırakıp yine :

  «Oku!» dedi. Ben de :

— «Okumak bilmem.» dedim. Nihayet beni yine üçüncü defa ola­rak takatim kesilinceye kadar sıkıştırdı. Sonra beni bırakıp şu âyetleri okudu :

«Yaratan Rabbinİn adiyle oku! O Allah ki, insanı bir kan pıhtısın­dan yarattı. Her halde oku! Senin Rabbin kalemle yazı yazmayı öğreten kerîmler kerîmidir.' İnsana  bilmediğini öğretmiştir.» [261]

Bunun üzerine Resulüllâh (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) o sıkıştırma sebebi İle (heyecandan) boyun etleri titreyerek döndü. Ve Hadîce' [262] nin yanına giderek:

«Beni örtün, beni Örtün!» dedi. Korkusu gidinceye kadar mübarek vücudunu sarıp örttüler. Ondan sonra Peygamber (SaUaUahü Aleyhi ve Sellem) Hadice'ye:

«Ey Hadİce! Acep bana ne oluyor?» dedi: ve olup bitenleri ona ha­ber verdi.  «Kendimden korktum» dedi. Hadice ona şunları söyledi:

  Öyle deme sevin! Allah'a yemin ederim kî Allah seni hiç bir vakit utandırmaz vallahi. Çünkü sen akrabana bakarsın, sözün doğrusunu söy­lersin, işini görmekten aciz olanların ağırlığını yüklenirsin, Fakire verir kimsenin kazandıramayacağını kazandırır, misafiri ağırlarsın,. Hak yolun­da zuhur eden hadiseler karşısında (Halka) yardım edersin.

Bundan sonra Hadice Resulüllâh (Saiiailahü Aleyhi ve Sellem yi beraberine alarak Varakatu'bnü, Nevfel b. Esed b. Abdil Uzza'ya götür­dü. Bu zat Hadice'nin amcası oğlu yani baltasının kardeşi oğlu idi. Cahili-yet zamanında hıristiyan dinine girmiş bir kimse olup arapça yazı yazma­sını bilir; incilden Allah'ın dilediği kadar öteberi bazı şeyleri Arapça ya­zardı. Varaka gözleri görmez olmuş bir pir-i fâni idi. Hadice kendisine :

  Ey amıca! dinle bak kardeşin oğlu neler söyleyecek dedi. Varaka­tu'bnü Nevfel:

  Ne var kardeşim oğlu? diye sorunca Resulüllâh (Saiiailahü Aleyhi ve Sellem)    gördüğü şeyleri kendisine haber verdi. Bunun üzerine Varaka:

— Bu gördüğün Mûsâ (Saiiailahü Aleyhi ve Sellem)'e indirilen Namus-u Ekberdir. [263] Ah keşke senin davet günlerinde genç olaydım. Keşke kav­min seni   çıkaracakları   zaman   hayatta   bulunsaydım   dedi.    Resulüllâh

 (SaUaUahü Aleyhi ve Sellem)   «Onlar beni çıkaracaklar mı ki?» diye sordu

Varaka:

— Evet (Çıkaracaklar; zira) senin gibi bir şey getirmiş [264] hiç bir kimse yoktur ki düşmanlığa uğramasın. Şayet senin davet günlerine ye­tişirsem sana son derece yardım ederim cevabını verdi.

 

253 - (...) Bana Muhammed b. Rafi'de rivayet etti. (Dedi ki): Bize Abdurrezâk rivayet etti. (Dedi ki): Bize Ma'mer haber verdi dedi ki Zührî: Bana Urve de Âişe'den naklen onun şöyle dediğini söyledi dedi. Resulüllâh (SaUaUahü Aleyhi ve SeUem)*e ilk vahyin başlangıcı (şöyle oldu..,) ve bu hadisi Yunus hadisi gibi rivayet etti. Yalnız o:

— «Vallahi Allah seni hiç bir zaman mahzun etmez» dedi ve: Hadice: «Ey amcamoğlu! kardeşin oğlunu dinle bak neler söyleyecek dedi» şeklinde rivayet etti.

 

254 - (...) Bana Abdulmelik b. Şuayb b. Ley s dahi rivayet etti dedi ki: Bana babam, dedemden rivayet etti demiş ki: Bana Ukayl b. Halit, İbni Şîhabın, şöyle dediğini rivayet etti: Urvetü'bnü'z-Zübeyr'i şunları söy­lerken işittim. Peygamber (SaUaUahü Aleyhi ve Sellem)'İn zevcesi Âişe de­di ki:

— «Bunun üzerine Resulüllâh (SaUaUahü Aleyhi ve Sellem) yüreği tit­reyerek Hadice'nin yanına döndü...»

Ve hadisi Yunus'la Ma'mer'in rivayetleri gibi kıssa eyledi; yalnız on­ların rivâyetlerindeki:

«Resulüllâh (SaUaîlahü Aleyhi ve Selîem) 'İn ilk vahiy başlangıcı sadık rüya  ile olmuştur.»   diye başlayan ilk cümleyi zikretmedi bîr de:

  «Vallahi Allah" seni hiç bir vakit utandırmaz» şeklindeki rivayette Yuııus'a tabî' oldu. Ve Hadice'nin:

  «Ey Amcamoğlu! dinle bak kardeşinoğlu neler söyleyecek» dedi­ğini zikretti.

Bu hadisi Buhâri kitabının başında ve «Kitab'ut Tefsir» de, Tirmizi ile Nesaî dahi «Kitab'ut Tefsir» de tahriç etmişlerdir.

Hadis-i Şerif sahabenin mürsellerindendir. Çünkü Âi§e (Radıyaîlahu Anhâ) Bu hadiseye erişmemiştir. Binaenaleyh onu ya bizzat Peygamber (SaUaîlahü Aleyhi ve Sellem) 'den yahud bir sahabiden işitmiştir. Sahabinin mürseli ise ulemânın ittifakı ile Huccet'tir. Bu bâbta muhalefet eden yal­nız Ebû İshâk el-Esf eraini1 olmuştur. Ona göre böyle bir hadisle ihticac olunamaz. Yalnız Ravî sahabeden başkasından rivayet et­mediğini söylerse rivayeti kabul olunur. İbni Salâh: «İbni Abbas (Radıyallahu Anhiima) ile Peygamber (SaUaîlahü Aleyhi ve Sellem) 'den hadis dinlemeyen diğer genç sahabenin rivayet ettikleri hadisler mevsul ve müsbet hükmündedir. Çünkü bunların rivayetleri sahabedendir. Sahabenin bilinmemesi ise zarar etmez.» demiştir. Nevevî: Doğ­rusu da budur. Şafiî'nin ve Cumhuru ulemânın mezhebi de budur.» diyor.

Tibî diyor ki: « Âişe (Radıyaîlahu Anhâ)'nm bu hadisi Pey­gamber (SaUaîlahü Aleyhi ve Sellem)'den işittiği anlaşılıyor. Çünkü riva­yeti esnasında:

«Melek beni alarak sıkıştırdı, dedi.» cümlesiyle hadisi bizzat Pey­gamber (SaUaîlahü Aleyhi ve Sellem) 'den işittiğini beyan ediyor.» Hasılı Hz . Âişe (Radıyaîlahu Anhâ) kimden İşitmiş olursa olsun bu hadis muttasıl ve müsnet hükmündedir.

Vahiy: Lügatte gizlice bildirmek, işaret etmek yazı yazmak, risalet ve ilham mânalarına gelir. Bu kelime fiil olarak «Vahâ-yehi» ve «evhâ-Yûhî» şekillerinde kullanılırsa da «evhâ» şeklinde kullanılması daha fa­sihtir. Kur'ân-ı Kerîm'de de bu şekilde varid olmuştur. Bazan vahiyden ism-i mefu'l mânası yani vahiy edilen şey kasdedilir.

Şeriat: îstilahinda vahiy Allah Teâlâ'nm peygamberlerinden birine indirdiği kelâmına denilir. Ulemâdan bir çoğu Resulü: «Kendisine mucize ile birlikte kitap indirilen zattır» diye tarif etmişlersede bu tarif doğru de­ğildir. Çünkü Hz. Âdem, Nûh ve Süleyman (Aleyhisselâm) gibi bir çok Resullerin Resul olmamasını icap eder. Bu zevat biîittifak Re­sul oldukları halde kendilerine kitap iııdirilmemiştir.

Nebiyi dahi: «Kendisine kitap indirilmese bile Allah Teâlâdan haber veren zattır.» diye tarif etmişlerdir. Sahih olan tarife göre Resul: Kendisine kitap indirilen yahud melek gönderilen zattır.» Nebiy ise : »Allah Teâlâ'nın ahkâmı tebliğe yahud başka bir Resule tabiî olmaya memur kıldığı zattır. Binaenaleyh Resul ile Nebî arasında mantık yönünden umum ve husus-u mutlak vardır. Her Resul Nebî'dir fakat her Nebî' Resul değildir.

Vahyin mahiyeti:    Peygamberanı    izam           (Salevâtullahi Aleyhim)

hazeratmdan başkasına malûm değildir. Binaenaleyh bundan kimsenin bahsetmeye hakkı yoktur. Ancak vahyin meratip ve envaî ve nüzul za­manında hazır bulunup görenlerin naklettiği bazı eserleri vardır ki; On­lardan bahsedilebilir. Buhârî Şârîhi Aynî 'nin beyanına göre pey­gamberler hakkında vahiy üç kısımdır.

1 - Mûsâ  (Aleyhisselâm)\n işittiği gibi kelâm-ı kadimi işitmek su­reti ile olur. Bu şekil vahiy nass-ı Kur'ân ve bir çok sahih hadislerle sa­bittir.

2 - Melek göndermek sureti ile olur.

3 - Allah  Teâlâ tarafından  gönderilen  Melek vasıtasiyle peygam­berin kalbine yerleştirmek sureti ile olur. Nitekim Peygamber      (Sallallahii Aleyhi ve Sellem)'in;

«Ruhu'I-Kudüs (yani Cebrail A.S.) benim nefsime üfürerek yerleştir­di...»Hâdis-i şerifi bu hakikati natıktır. Hz. Davud (Aleyhisselâmy& gönderilen vahiyin de bu kabilden olduğu söylenir. Diğer peygamberlere gelen vahiyler ilham sureti ile olmuştur.

Süheylî, vahyin yedi    suretle vuku bulduğunu söyler: Şöyleki.

1 - Sadedinde bulunduğumuz hadiste beyan edildiği gibi uyku ha­linde rüyada bildirilir.- Hatta.   İbni   İshak'ın rivayetine göre vahyin başlaması evvelâ geceleyin rüyada olmuş ertesi günde uyanıkken vahiy gelmiştir. Ulemâdan bazıları uyanıkken nazil olan her vahyin evvelce rü-yadada bir kere nazil olduğunu iddia ederler.

2 - Peygambere vahiy çan sesi gibi bir seda halinde gelir, Bu ses ya meleğin kendi sesi yahud da kanatlarının Şeşidir; Vahyin bu sureti pek şiddetli idi onun için Resulü Ekrem (Sallaİlahii:Aleyhi ve Sellem)pek büyük zahmet çeker, mübarek yüzü terler içinde kalırdı,

3 - Vahiy .uyanıkken melek tarafından peygamberin kalbine ilka edilir fakat ;melek 'gofühmez bunun mücerredi "bir ilham olmayıp vahy-i ilâhî olduğuna Teâlâ Hazretleri bir ilm-i zaruri halk ederdi.

4 - Peygambere melek insan şeklinde gelir.    Nitekim    Resuîüllâh (SaUaîlahü Aleyhi ve Sel!em)'e  Cibri1i    Emin   bazan    Dihyet ü'l-ke1bi   ismindeki sahâbî-i. celil suretinde gelirdi. Bu zatın sure­tine girmesi onun akran-u emsali arasında en güzel olmasındandır deniliyor. Hatta kadınların fitne ve tuzağına düşmemek için peçe takındığı riva­yet olunur. Başka surete girdiği de vakidir.

5 - Peygambere Cibril-i    Emin   (Aleyhisselâm) kendi sureti ile   ve herbiri gökyüzünü kaplayan altıyüz kanadı ile görünerek vahiy ge­tirir ki bu iki defa vaki' olmuştur.

Birincisi Hirâ dağında buradaki hadisi getirdiği zaman vâkî olmuş­tur. Bu dehşetli manzarayı görür görmez Resulü Ekrem (Salîaîiahü Aleyhi ve Seilem)   tehammûl edemeyerek baygın düşmüşlerdi.

İkincisi leyle-i mi'raçta   Sidretu-1-Münteha yanında olmuştur.

6 - Allah Teâlâ Peygamberi ile hicap arkasından konuşur. Müs1im'in rivayet ettiği bir hadise göre Resulüllâh (Sallallahü Aleyhi ve Selletn) Mekke'de 15 sene vahyi işitmek sureti ile telâkki etmiştir yedi sene vahiy esnasında bir ziyadan başka bir şey görmemişdir.

7 - Vahyi bazen  Cibril-i  Emin      değil de   İsrafil (Aleyhisselâm)  getirir. Şâbi'nin rivayet ettiği bir hadise göre Resulüllâh (Salîaîiahü Aleyhi ve SellemYe üç sene vahyi İsrafil (Aleyhisselâm) getirmiş ve. olduğu şekilde görünmüş sonra onun yerine Cibril. Emin (Aleyhisselâm) tevkil  buyurulmuştur.  Maamafİh  ulemâdan bu hususa itiraz edenler olmuştur.

Sadık rü'ya: İçerisine Şeytanın haltiyatı karışmayan doğru rüyadır. Uyku halinde ekseriya görülen karışık şeyler ve ağır basmalar sâdık rü'­ya değildir. Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Seilem):

«Sâdık rüya Peygamberliğin kırk altı cüz'ünden bir cüz'dür.» buyur­muştur. Vahi evvelâ sâdık r%i'tâ ile başlamış; altı ay bu şekilde devam et­tikten sonra uyanıkken gelmiş; bir daha yirmi üç sene minval üzere devam etmiştir. Bir rivayette:

«Sâdık rüya peygamberliğin yetmiş cüzünden bîr cüzdür.» buyurul­muştur. Ulema bu iki rivayetin arasını bulmuş ve: «Rüya, gerenin hâline göre değişir. Sıddıyklarm rü'yâsi 46 cüzden bir cüzdür. Sair müminlerin rü'yâsı ise 70 cüzden bir cüz olur.» demişlerdir.

Vahyin bu yedi suretten mada bir iki sureti daha bulunduğunu söy­leyenlerde vardır. Kaadî İyâz ile diğer bazı ulemânın beyanına göre Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sel!eın)'e vahyin, rüya ile başlaması onu bu işe alıştırmak içindir. Çünkü birdenbire melek karşısına çıkmış ol­sa beşer kuvveti tehammûl edemezdi.

Resulüllâh (Sallallahü Aleyhi ve Selle m)'e tenhaya çekilmenin sevdiril­mesi yalnız kaldığı zaman kalbi her türlü dünyevî kayıtlardan azade ka­lacağı içindir. Bu da tefekküre dalmaya ve huşua yardım eder. Hıra mağarası Mekke-i Mükerremeye üç mil mesafede ve Mekke'den Mineye giden yolun sağındadır.  Hacca gidenler pekâlâ bilirlerki Hirâ dağı tepeye doğru çıktıkça sivrilmiş ve adeta Kâbe-i muazzamaya doğru rükû ederce­sine eğilmiştir. Bu hususta tetkikat yapan bazı zevatın bildirdiklerine gö­re Mekke'nin etrafında bulunan bütün dağlar. Kâbe-i Muazzama'ya doğ­ru rükû halindedir. Mezkûr Mağrada Resulü Ekrem (Sallallahü Aleyhi ve Seilem) günlerce ibâdet eder fakat kendisine vahiy geleceği hatırından geçmezdi. Bundan dolayıdır ki hadis-i şerifte :

«Ansızın emr-i Hak karşısına çıkıverdi.» denilmiştir. «Ben okumak bilmem» cümlesi   Kaadî   İyâz 'in

beyanına göre ulemâ arasında ihtilaflıdır. Bazıları bu cümledeki «ma» yi nafiye diğer bazıları da istihfamiyye olduğunu söylemişlerdir. Fakat Nevevî Nafiye olduğunu tasvib etmiş istihfhamiyye olmasını doğru bulmamıştır, Meleğin Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Seilem) üç defa sıkıştırıp salması getirdiği vahyi kabule onu hazırlamak hikmetine meb-nidir. Bazıları bundan ibret alarak muallimin talebesini derse karşı uyanık ve hazır bulunmağa davet etmesi gerektiğini söylerler.

Hadis-i Şerif ikra' suresinin başındaki beş âyetin Kur'âm KerînVin ilk nazil olan âyetleri olduğunu gösteriyor. Nevevî Selef ve halef ulemâsının cumhuru buna kaildir, doğrusu da budur diyor.

Kur'ân-ı Kerîm'in ilk âyetinin oku! diye başlaması ikinci âyetinde yazının emrolunması İslâmiyeti kötülemekten zevk duyan din düşmanları­nın beyinlerini parçalayan bir saikay-ı hak ve bir barika-ı hakikattir. Bugün medeniyetin ölçüsü okuyup yazma nisbeti ile temizlik hususunda sarfedilen sulardır. Daha açıkçası hangi millette okur yazar çok bulunur ve çok su harcanırsa o millet medenî sayılır. İşte Kur'ân-ı Kerîm'in ilk emirleri bu hakikâtları ihtiva etmektedir. Hirâ dağında nazil olan bu ilk âyetlerde okumakla yazmak emredilmiş bir kaç zaman sonra inen «müd-dessir» suresi âyetlerinde de  temizlik farz kılınmıştır.

Dünya medeniyetinin esaslarını daha ilk emrinde böyle üç kelime ile hülâsa eden hak veya bâtıl bir din daha varsa lütfen göstersinler! göstere­mezler çünkü yoktur. Hakikat bu merkezde iken bazı tembel müslüman-ların. halini behâne ederek canavarlar gibi müslümaniığa hücum etmek için insan ya çıldırmış olmak yahut İslâmiyet düşmanları kadar beyinsiz bulunmak icap eder sunuda ilâve edelim ki İslâm medeniyetinin hedefi düş­manların gözlerini kamaştıracak kadar nurlu, hayallerinin dahi eremeye-ceği kadar yüksektir. Onun hedefi âhiret seadetidir. Yirminci asır insanla­rının dillerine destan ettikleri medeniyetle İslâm medeniyeti arasındaki nispet ancak tezattır. Çünkü mahûd medeniyetin altında boylu boyunca uzanmış yatan bir küfür vardır. Onun felsefesi: ye iç hoş geç yaşadığına bak bundan sonra bir daha dünyaya gelecek değilsin Öldükten sonra diril­mek, âhiret hayatı, sual, cevap, cennet cehennem hayatı gibi şeyler —hâşâ Eümmc hâşâ — safsata ve hurafeden ibarettir» şeklinde hülâsa edilebilir. İslâm medeniyetinin sertacı ise alnında güneş gibi parlayan nur-u iman­dır.

Müslüman yeyip içip hoş geçmek için değil, çalışıp çabalayıp bir çok zahmet ve külfetlere katlanarak âhiret hayatını, o ebedî saadeti kazanmak için uğraşır.

Bu hakikat dünyaya dar-ı teklif adı verilmekle ifade edilmiştir. Tek­lif külfet yüklemektir. Müslüman dünyada bir çok dünyevî ve uhrevî kül­fetlere katlanır. Dinin emir ve nehiylerine riayet eder. Bu cümleden ol­mak üzere dinin şanını yükseltmek için dünyasını da mamur eder onun için rahat yeri cennettir. Cenab-u Hak bil cümle din kardeşleri ile birlikte bizide o selâmet diyarına çıkan bahtiyarlardan eylesin (amin).

Âyet-i Kerîmede evvelâ :

«Senin Rabbin kalemle yazı yazmayı öğreten kerimler kerimidir.» Buyurularak tahsil sureti ile elde edilen ilme; Sonra da:

«İnsana bilmediğini öğretmiştir.» Buyurularak ilm-i ledünniye işaret buyrulmuştur.

Resulüllâh (Sattaüahii Aleyhi ve Selîem) Cibril-i Emini görünce o ana kadar görmediği bu şa'şaadar manzara karşısında beşeriyet iktizası ürkmüş korkudan titriyerek ümmûl mü'minin Hadice (Radtyallahu Anhâ) nezdine dönmüştü. İki defa kendilerini sarıp örtmelerini emret­miş biraz yatarak kalbinden korku zail olunca :

«Filhakika kendimden korktum.» diye söze başlayarak başından geçen­leri o heykel-i semahat ve şefkat kadına anlatmıştı.

Kaadî İyâz diyor ki: « Resu1ülIâh (Sallallahü Aleyhi ve Seîlem) 'in korkması gelen vahyin Allah 'tan olup olmadığında şüp­he ettiği mânasına alınmamalıdır. Onun korkması bu işi kaldıramayacağı ve vahyin sıkletine tahammül edemeyip mahvolacağı mülâhazası iledir.»

Hz . Hatice (Radıyallahu A nhâ), Resulüll.âh (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'i teskin etmiş kendilerine rahat ol-dedikten sonra: «Al­lah Teâlâ seni hiç bir zaman utandırmaz» diye yemin etmiş buna sebep olarak da Fahr-i Kâina t (Sallallahü Aleyhi ve Sellemfin akrabaya yardım, doğruyu söylemek, acizlere yardım, fakirlere muavenet gibi müm­taz vasıflarla mevsuf olmasını göstermiştir.»

Cümlesi şeklinde de rivayet edil­miştir. Maamafih sahih ve meşhur olan rivayet birincisidir. Bazılarına gö­re mâna itibarı ile her iki rivayet birdir. Aralarında fark görenler olmuşsa da Nevevî  bunun zayıf olduğunu söyler.

Ülema-i kiram Hz. Hadice (Radıyallahu Anhâ) 'nın bu sözlerinden güzel ahlâk ve hayır işlerin bir kimsenin selâmetine sebep olacağı mânasini çıkarmışlardır. Rivayetlerin birinde Hz. Hadice'nin Varaka'-ya amca diğerinde amcamoğlu dediği zikrediliyor. Bunların her ikiside doğrudur. Esasen Varaka Hz. Hadice'nin amcasıoğludur... Maa­mafih bir insan amcasıoğluna mecazen amca diyebilir. Nitekim Türklerde de âdet böyledir. Zaten Araplar konuşurken hürmeten büyüklerine amca derlerdi. Bu hürmet amcamoğlu demekle ifade edilemez.

Namusdan murâd Cibril-i Emin (Sallallahü Aleyhi ve Selîem) dir. Lügat ulemâsının beyanına göre namus hayırlı bir sırrı taşıyan kim­seye derler. Kötü sırrın sahibine de casus denilir. Herevî:«Cib-ril-i Emin'e namus denilmesi Allah Teâlâ 'nın onu vahiy ve gaip işlerine tahsis ettiği içindir.» diyor.

Bu hadiste namusun Mûsâ (Aleyhisselâm)^ gönderilen melek ol­duğu beyan ediliyor. Sahiheyn'de ve diğer hadis kitaplarında meşhur olan budur. Bazı hadislerde Mûsâ yerine îsâ (Aleyhisselâm) zikredil­miştir, ki ikiside sahihtir.

Resulüllâh (Sallallahü Aleyhi ve Selîem) 'in vahiy gelmezden Ön­ce Hirâ dağında yaptığı ibâdetin mahiyeti hakkında ulemâ ihtilâf et­mişlerdir. Bazılarına göre kendinden Önceki şeriatlardan birine tabî ola­rak ibâdet etmiştir. Cumhur-u ulemâya göre ise; hiç bir şeriata tâbi' ol­madan Allah Teâlâ 'nin kendisine ihsan ettiği marifet nuru ile ibâ­det ederdi. Bir şeriata tâbi' olarak ibadet etmiştir, diyenler kendi araların­da ihtilâf etmişler ve bu ihtilâf neticesi ortaya sekiz kavil çıkmıştır.

1 - Resulüllâh (Sallallahü Aleyhi ve Selîem),   İbrahim (Aleyhisselâm)  şeriatı ile ibâdet etmiştiir.

2 - îsâ   (Aleyhisselâm) şeriati ile

3 - Nuh (Aleyhisselâm)   şeriati ile

4 - Mûsâ  (Aleyhisselâm) şeriati ile

5 - Âdem  (Aleyhisselâm) şeriati ile ibâdet etmiştir.

6 - Kendinden önce geçen gayri muayyen bir şeriat ile ibâdet etmiş­tir.

7 - Geçen bütün şeriatlar   Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve

Seltem)'e şeriattı.

8 - Bu bâbta bir şey denilemez tevakkuf olunur. İmamül Harameyn ile   Âmîdî 'nin mezhebi budur.

Resulüllâh (Sallallahü Aleyhi ve Seltem)'in o zamanki ibâdeti te­fekkür ve ibret alma sureti ile olmuştur. Cibril-i Emin'in ilk vahiy getirmesi de İbni Sa'dın rivayetine göre ramazanın on ye­dinci gününe tesadüf eder Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Selîem) o zaman 40 yaşlarında idiler. Resulüllâh (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'in :

«Gerçekten kendimden korktum.» sözünün* mânası üzerinde ulemâ ih­tilâf etmişler ortaya on iki kavil çıkmıştır.

1 - Delirmekten ve gördüğü şey'in kehanet-olmasından, korkmuş­tur. Ebû  Bekr İbni- Arabî bu kavilin bâtıl olduğunu söy­lemiş Aynî dahi onu bâtıl olmaya lâyık görmüştür.

2 - Gördüğü şey'in bîr hayal olduğundan korkmuştur. Bu kavil da­hî bâtıldır.

3 - Korkudan öleceğim diye endişe etmiştir.

4 - Bu işin altından kalkamayacağından ve vahyin sıkletine taham­mül edemiyeceğinden korkmuştur.

5 - Meleğe bakmaktan âciz kalarak öleceğinden ve gördüğü dehşet­ten kalbinin yerinden oynayacağından korkmuştur.

6  - Peygamber olduktan sonra  kavminin  eziyetlerine  sabredeme-mekten korkmuştur.

7  - Kavminin kendisini öldüreceklerinden korkmuştur.     Bu kavli Sühey lî   hikâye etmiştir.

Aynî de bunda bir garabet görmeyerek: «Resulüllâh (Saîiallahü Aleyhi ve Seilem) bir beşerdir. Öldürülmekten ve ezâ edilmek­ten korkmuş olabilir sonra Allah korkusu ona her şey'e sabrı ehven göstermiş ve kalbine her türlü şecaat ve-kudreti celbetmiştir.» diyor.

8 - Peygamber olması dolayısı ile vatanından ayrılacağından kork­muştur.

9 - Ebû Bekr İsmaî1i'ye göre Resulüllâh (Salîallahü Aleyhi ve Seilem) kendisine gelenin Allah tarafından gönderilme bir melek olduğunu ilm-i zarurî ile bilmeden önce korkmuştur.

10 - İnsanların kendisi hakkında atıp tutacaklarından korkmuştur.

11 - İbni   Ebû   Hamza'ya göre   Peygamber   (Salîallahü Aleyhi ve Seilem) meleğin sarsmasından korkmuştur.  

12 - Resulüllâh  (Salîallahü Aleyhi ve Sellem)'in bu sözü  âni olarak karşısına çıkan dehşetten hasıl olan korkuyu ihbardır. Nitekim in­san görmediği ve bilmediği bir şeyle ansızın karşı karşıya gelince ürker.

Acaba Peygamber (Salîallahü Aleyhi ve Seilem) kendisine gele­nin şeytan değil de Cibril-i Emin olduğunu nereden bilmiştir? Keza getirdiği vahyin bâtıl değil hak olduğunu nasıl anlamıştır?.. Bu suale Ayni şu cevabı vermektedir: Peygamber (Salîallahü Aleyhi ve Sellem)'in yalancı değil sadık olduğunu ispat için Teâ1â Hazretleri bi­ze mucize denilen delili nasıl ikâme etti ise; Peygamber (Salîallahü Aleyhi ve Seilem)'e de gelenin şeytan değil melek olduğuna ve Allah tarafından gönderildiğine delil halk etmiştir.

Resulüllâh   (Salîallahü Aleyhi ve Sellem)'in ibâdet için Hirâ dağını tercih etmesi bazılarına göre üzerinden   Kâbe-i   Şerif 'e göründüğü içindir, ki bu da bir ibarettir.

 

Hadis-i Şerif  Şu Hükğmleri İhtiva Etmektedir:

 

1) Hz Âişe (Radıyallahn Anhâ) peygamber (Saîiallahü Aleyhi ve SeUem)'in gördüğü rüyanın vahiy cümlesinden olduğunu tasrih etmiştir, ki bu cihet ittifakîdir.

2) Azık tedariki meşru' olup tevekküle mâni değildir. Bunu Seyyidül Mütevekkilin hazretleride yapmıştır.

3) Bu hadisde meşakkatli bir şey'i üç defa Öğretmeye teşvik vardır. Kadı Şüreyh   bundan küçük çocuğun Kur'ân öğretmek için iç de­fadan fazla dövülmeyeceği hükmünü çıkarmıştır.

4) Bu hadis İkxâ sûresinin evvelindeki beş âyetin ilk nazil olan âyet­ler olduğuna delildir. Cumhur-u ulemânın kavli de budur. Bazıları hadisin başka bir rivayetine bakarak ilk nazil olan Müddesir süresidir demişler-se de bu sûre vahy bir aralık kesildikten sonra ilk inen sûredir diye te'vil edilmiştir. Bir takımları da ilk nazil olan sûrenin Fatiha olduğunu iddia etmişlerdir. Bunu da bütün sûre olarak ilk nazil olan Fatihadır diye te'vil

ederler.

5) Süheylî 'ye göre İkrâ sûresi Kur'ân okumak için Besmele çekmenin vücubunâ delildir. Ancak evvelemirde   A11ah'in hangi ismi ile başlanacağı meselesi müphem kalmış sonra bunun ile olacağı beyan buyrulmuştur. Bilâhere Cibril (Aleyhisselâm)   her sûreyi Besmele ile indirmiştir. Besmele nazil olduğu vakit dağlar dile gelerek teşbih etmiş bunu gören Kureyş   müşrikleri, Muhammed  dağlan da sinirledi» demişlerdir. Ancak Besmelenin vacip oluşu delile muhtaç bir dâva olduğu gibi   Cebrail   (Aleyhisselâm)'in her sû­reyi Besmele ile indirmeside öyledir. Besmelenin Kur'ân'dan olup olmadığı mes'elesi Şafiüerle Malîkiler arasında ihtilaflı olduğu gibi her sûrenin ba­şından bir âyet mi yoksa müstakillen nazil olmuş münferid bir âyet ini ol­duğu da Şafülerle Hanefiler arasında ihtilaflıdır.

6) Korkmuş bir kimseye korkusu geçinceye kadar bir şey sormamak icap eder hatta İmam-ı Ma1îk'e göre korkan bir kimsenin yaptığı alış­veriş, ıkrâr v.s. muteber değildir.

7) Bir kimseyi bir maslahattan dolayı medih etmek caizdir. Buna Resulüllâh  (Salîallahü Aleyhi ve Sellem)'in :

«Meddahların yüzüne toprak serpin.» hadisi   şerifi   muarız   değjldir. Çünkü bu hadis nahak yere yapılan yahud bâtıla müeddi olan medih hakkındadır

8) Korkan bir kimseyi teselli ve tebşir ederek hakkındaki selâmet sebeplerini kendisine söylemek gerekir.

9) Bu hadis Hz. Hadice (Radıyailahu Anhâj'nm akıl fikir ve dira­yetçe kemâline ve pek büyük bir anlayış sahibi olduğuna en beliğ bir de­lildir.

Filhakika bütün iyilik sıfatları Resu1ü11âh (Sallallahü Aleyhi ve Seltem)'de mevcuttu. Düşünülürse, görülürki; iyilik ya akrabaya ya ec­nebilere yapılır ve keza iyilik ya bedenle ya malla olur. Bütvjn bunları Hz. Hadice (Radıyallahu Anhâ) validemiz Resulüllâhr (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'i teselli ederken birer birer saymıştır.

10) Hadis-i şerif bîr kimseyi bir sakatlığı ile anmanın caiz olduğu­na delildir, bu gıybet sayılmaz. Ancak mutlak surette caiz de değildir. Vakîi beyan yahut   bir şahsı tarif için onun kör veya topal gibi sakatlığı söylenebilir. Ve bu gıybet olmaz isede, o kimseyi küçültmek, utandırmak veya ayıplamak için bunları söylemek caiz değildir.

11) Başına musibet gelen bir kimsenin halini  akıl ve rey'ine itimat ettiği bir zata açması caizdir.

12) Makam iktiza ederse, cevap veren bir kimsenin cevap verdiği hususa delil göstermesi icap eder.

Faide: Varakatübnü Nevfel'in imân edip etmediği sa­hih olarak mâîûm değildir. Yalnız îsâ (A ley hissettim) dininde olduğu malûmdur. Bu hadisin zahiri onun imân ettiğini gösteriyor. Hâkim 'in «Müştedrek» inde Hz. Âişe (Radıyallahu Anhâ)'dan rivayet ettiği bir hadiste   Peygamber   (Sallallahü Aleyhi ve Sellem):

«Varaka'ya söğmeyinİz, çünkü onun bir cenneti yahut iki cenneti yar­dır.» buyurmuşlardır. Hâkim; bu hadis için Şeyheyn'in şart­ları üzere sahihtir, demiştir. Varaka 'nın imânına delâlet eden bir hadisi de Tirmizi rivayet etmiştir. Mezkûr hadise göre; Pey­gamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) Varaka'yi üzerinde bir beyaz elbise olduğu halde rüyasında görmüş ve:'

«Eğer cehennemlik olsaydı üzerinde başka bir elbise bulunurdu.» buyurmuştur. Ancak Tirmizi bu hadis için gariptir demiş Sühey1î de isnadında za'f olduğunu söylemiştir. Varaka 'nın imânı hakkında daha başka hadisler de vardır.

 

255 - (161) Bana Ebu't-Tâhir rivayet etti. (Dedi ki): Bize İbnİ Vehb haber verdi. Dedi ki: Bana Yûnus rivayet etti. Dedi ki: tbni Şihâb: Bana Ebû Selemete'bni Abdirrahmân haber verdi ki, Resulüllâh (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'in ashabından olan Câbir b. AbdilIâhi'I-Ensârî rivayette bulunuyor ve şunları söylüyormuş; dedi: Resulüllâh (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) vahyin bir ara kesildiğini anlatırken söz arasında şöyle buyurdu:

«Bir defa- ben yürümekte iken gökyüzünden bir ses İşittim. Başımı kaldırınca ne göreyim! Hira'da bana gelen melek!.. Yerle gök arasında bir kürsî üzerinde oturup duruyor. Ondan pek korktum. Hemen (evime) dönerek: Benİ örtün, beni Örtün! dedim. Derhal benî sarıp örttüler. Mü­teakiben Allah Teâlâ Hazretleri şu âyetleri indirdi :

«Ey (esvabına) bürünen! Kalk artık inzar et ve Rabbini büyükle, el­biseni de temizle ve o pislikleri artık defeyle.»[265]

«Rucuzden murad putlardır. Bundan sonra vahiy o"ta arkaya d*»vam etti.» buyurdu.

 

256 - (...) Bana Abdul Melik b. Şuayb b. Leys de rivayet etti. Dedi ki: bana babam, dedemden rivayet etti. Demiş ki bana Ukayl b. Hali t, İbni Şibâptan rivayet etti demiş ki: Ebû Selemete'bni Abdirrâhmanı şöy­le derken işittim bana Cabir tbni AbdiIIâh Resulüllâh (Sallallahü Aleyhi ve Sellemyi şöyle buyururken işittiğini haber verdi.

«Sonra bir aralık vahiy benden kesildi, bir ara ben yürürken...» Bundan sonra hadisi Yûnus gibi zikretti. Yalnız o: «Ben ondan ansızın korktum da yere kapandım...» şeklinde rivayet etti. Ebû Seleme'nin de, «Rucz putlar demektir» dediğini nakletti. Bir de Resulüllâh  (Sallallahü Aleyhi ve Setlem)'in:

«Sonra vahiy kızıştı da bir daha ardı arası kesilmeden devam etti.» buyurduğunu söyledi.

 

(...) Bana Muhammed b. Rafi' dahi rivayet etti (Dedi ki): Bize Ah-dürrezak rivayet etti (Dedi ki): Bize Ma'mer, Zührî'den bu isnadla Yû-nus'un hadisi gibi haber verdi: Ve şöyle dedi :

«Bunun üzerine Allah Tebareke ve Teâlâ hazretleri :

— Ey (esvabına) bürünen! âyetini o pislikleri artık defeyle kavl-i ke­rimine kadar namaz farz kılınmazdan önce indirdi. Rucz putlar demektir.

Ma'mer:

«Ondan korktum...» cümlesini de rivayet etti   nitekim    Ukeyl'de öyle nakletmiş.

 

257 - (...) Bize Züheyr b. Harb'de rivayet etti. (Dedi ki): Bize Velid b. Müslim rivayet etti (dedi ki): Bize Evzfiî rivayet etti dedi ki: Yahya'yı şöyle derken işittim:

— Ebû Seleme'ye Kur'ân'ın en evvel hangi âyeti nazil olmuştur? de­dim :

  Ey (esvabına bürünen!   Âyetidir dedi. Ben: Yoksa Ikra'mı? dedim. Bunun üzerine Ebû Seleme ben Cabir b. Abdillâh'a Kur'ân'ın en evvel na­zil olan âyeti hangisidir diye sordum:

  Ey (esvabına) bürünen! Âyetidir dedi. Ben de yoksa Ikra'mı dedim. Cabir şunları  söyledi:     Ben  size  Resulüllâh (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) neyi anlattı ise onu söylüyorum. Efendimiz şöyle buyurdular:

«Hıra dağında bir ay mücavir kaldım. Mücavirlİğimi bitirince (ora­dan) inerek, vadiye daldım. Derken bir ses duydum. Hemen önüme, arka­ma, sağıma ve soluma bakındım. Fakat hiç bir kimse göremedim. Sonra yi­ne bir ses duydum. Ve yine bakındımsa da kimseyi göremedim. Sonra tekrar bir nida duydum bunun üzerine başımı kaldırdım. Bir de ne göre­yim, o...! (yani Cebrail Aleyhisselâm) Havada arşın üzerinde (oturup du­ruyor). Beni şiddetli bir titremedir aldı. Hemen Hadice'ye gelerek beni örtün! dedim, derhal örttüler ve üzerime su serptiler. Bunun üzerine Al­lah Azze ve Celle :

  Ey (esvabına) bürünen!    Kalk artık, inzar et. Rabbini de büyükle

ve elbiseni temizle... âyetlerini indirdi.»

 

258 - (...) Bize Muhammed b. El-Müsenna rivayet etti (dedi ki). Bi­ze Osman b. Ömer [266] rivayet etti (dedi ki): Bize AHyyü'bnü'1-Müba-rek [267], Yahya b. Ebi Kesir'den bu isnadla haber verdi ve:

«Birde ne göreyim o (melek) yerle gök arasında bir arş üzerinde oturup duruyor.» buyurdu dedi.

Bu rivayette İmam-ı   Müslim   bir nevi tekrar yapmıştır. Şöyle ki: Cabir b. Abdillâh   El'   Ensarî ashab-ı kiramın en meşhurlarından ve en çok hadis rivayet eden altı zat­tan biri olduğu halde onun hakkında      «Peygamber    (Sallallahü Aleyhi ve Se!lem)'in ashabmdandı» demiştir.

Nevevi'nin beyanına göre bunun sebebi ravilerden bazısının onu sahabi olup olmadığını şüphe ettirecek .şekilde göstermiş olmasıdır. Çünkü ba/.ı raviler küçük yaştaki bazı ravikre onu bu şekilde rivayet etmiş olabilirler. Bu gibi hallerde Müslim bu hadiste yaptığı gibi izah­ta bulunur. Ashab-ı kiramın içinde ondört tane Cabir vardı. Bunla­rın üç tanesi Cabir b. Abdillâh adını taşırlar. En meşhurları bura­da ismi geçen Cabir b. Abdillâh El-Ensarî 'dir. Hz. Cabir, Resulüîlâh (Sallallahü Aleyhi ve Seliem) 'den 1540 hadis rivayet etmiştir.

Fetret-i vahiyden murad vahyin bir müddet kesilmesidir. Ülemâ-i kira­mın beyanlarına göre; ilk âyetler nazil olduktan sonra üç sene vahiy ke­silmiş sonra «Müddessir» sûresinin âyetleri ile tekrar devama başlamıştır. Bundaki hikmet —Allah-u Alem— Resulüîlâh (Sallalkthü Aleyhi ve Seliem) 'i vahye ve onun sikletlerine tehammüle alış­tırmak ve şevklendirmektir. Bununla beraber vahyin üç sene inkıtaa uğ­raması Cibril-i Emin (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'in hiç gelme­mesi mânasına ahnmamalıdır.O arasıra Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Selletn)'e yine gelmiştir.

Bu rivayette Resulüîlâh (Sallallahü Aleyhi ve Seliem) 'in : «Bir de ne göreyim bana Hira dağında gelen melek!..» buyurması saraheten gösteriyorki « Ikra ' » âyetleri «Müddesir» âyet­lerinden daha evvel nazil olmuştur. Yani, ilk inen âyetler onlardır. Bundan dolayı: «Kur'ân-i Kerîm'den ilk nazil olan âyetler Müddessir sûresinin âyet­leridir» rivayetlerini imam Nevevî zayıf, hatta bâtıl bulmuş ve ilk nazil olan- âyetlerin alel ıtlak ikra' âyetleri olduğunu; Müddessir âyetlerininse vahyin fetretinden sonra indiğini Hz. Âişe . (Radıyallahu Anhâ) hadisi ile ispat etmiştir. İlk defa Fatihâ'nm nazil olduğunu söyle­yen bazı müfessirlerin kavlini ise asla nazar-ı itibara almamış: «Bu sözün bâtıl olduğunu söylemeye bile hacet yoktur» demiştir. Bu rivayette ge­çen  tabiri diğer bazı- rivayetlerde  şeklinde zaptedilmiştir. Maamafih her iki rivayette aynı mânaya gelmektedir. Hadisi Yunus, Ukayl ve Ma'mer hep İbni Şihap 'tan riva­yet etmişlerdir Yunus'un rivayetinde «Fecüistü» Ukayl ile Ma'merin rivayetlerinde ise  «Fecüsistü»     denilmiştir.

Kaadî İyâz (Rahimehullah) bu üç râviden bazısının hadisi üç yer­de de «Fecüistü» bazısının üç yerde «Fecüsistü» şeklinde rivayet ettiğini söylemiş ve ekseri ravilere göre hadisin Yunus ve Ukayl riva­yetlerinde «Fecüistü» ma'mer rivayetinde ise «Facüsistü» şeklin­de olduğunu ilâve etmişsede Nevevî bunun tamamen hata olduğunu beyan etmiştir. Mezkur iki kelime yerine bazı rivayetlerde bâtıl tashifler yapıldığını    «El-Metali1»    nam eserin sahibi rivayet etmiştir.

Yine bu hadisin bazı rivayetlerinde «Zemmilûnî» diğerlerinde «Des-sirûni»  tabirleri  kullanılmıştır. Bunlar da ayni mânaya gelen kelimelerdir. Müddesir,Müzzemmil, Müteleffif ve Müştemil kelimeleri ayni mânaya gelirler yani sarınıp bürünen örtünen demektirler. Cumhûr-u ulemâya göre Müddessir esvabına bürünen demektir. Marûdi 'nin İkrime'den rivayetine göre Müddessir peygamberliğe ve onun sıkletlerine bü­rünen mânasına gelir. Müddessir kelimesinin aslı mütedessir olup «te» «dala» kalbedilmiş ve idgam yapılmıştır. Müddessir süresinin ikinci âye­tinde :

«Kalk artık, inzar et.» buyuruluyor. Bunun mânası A11ah'a imân, etmeyenleri A11ah'in azabından sakınmağa davet et, demektir. Gö­rülüyor ki; Vahiy nazil olur olmaz Resulüîlâh (Sallallahü Aleyhi ve Seliem) inzar vazifesi ile memur olmuştur. Burada şöyle bir sual ha­tıra gelebilir. Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Seliem) evvelâ müj­de sonra inzar etmekle memurdur. Acaba burada müjde bırakılıpta niçin yalnız inzarla memur olmuştur.

Cevap : Müjde ancak müslümanlara yapılır. O zaman henüz müslü-man olan yoktu. Onun için yalnız inzarla memur kılınmıştır. Âyet-i ke­rîmedeki «Elbiseni temizle» emrinden murâd fukahaya göre elbiseyi pis­liklerden temizlemektir. Bazıları bundan murâd; «nefsi kötülüklerden, noksanlıklardan temizlemektir» demişlerdir.

Ricz ve Rücz : Hadis-i şerifte putlar diye tefsir edilmiştir. Rujdan murâd şirktir, zülmdür, günahtır diyenler de olmuştur. Asıl îügâtte Ricz azap demektir. Putlara vesair küfrü mucip olan şeylere mecazen ricz de­nilmiştir. Çünkü bunlar azaba sebep olan şeylerdir. Sebep zikredilmiş mü-sebbeb kasdolunmuş demektir.

Hadis-i şerifte geçen «Hamiye» ve «tetâbea» kelimeleri Nevevî ile diğer sarihlere göre ayni mânaya olup biri diğerinin te'kidinden iba­ret isede Buhâri sarihi Aynî buna itiraz etmiş ve: «Bunla™11 mânaları bir değildir. (Hamiyenin) mânası; harareti «naı, kızıştı de­mektir. Tetâbea ise biri biri arkasına— etti nıânaana (Hamiye) kelimesi şmdetlenip kastığı tetabea ile de devam edip kesn~ anlatılmıştır. Sadece Hamiye kelimesi ile iktifa edilmeme. ı""sı bu kelime devam bildirmediği içindir. Onun için tetâhea kaydı ilâve edil­miştir.» demiştir.

Arştan murâd: Kürsî yani koltuktur. Kralın tahtına da arş derler.

 

Hadisi Şerif Aşağıdaki Hükümleri İhtiva Etmektedir

 

1 - Zındıklarla felsefecilerin inkârına rağmen melekler mevcuttur.

2 - Allah Teâlâ kâdir-i mutlaktır. Yer yüzünü   Âdem oğullarına nasıl müsahhar kılmış ve orada istedikleri gibi tasarrufta bulunurlarsa; hevayı yani boşluğuda öylece meleklere tahsis buyurmuş on­lar da orada istedikleri gibi tasarrufta bulunurlar. Teâ1â Hazretleri yerleri ve gökleri yed-i kudretinde tutmaktadır.

3  - Hadis-i şerifte :

«Vahiy kızıştı ve devam etti» denilerek Hz. Âişe (Radıyallahu Anka) 'nın rü'yayı sabah aydınlığına benzetmek suretiyle yaptığı temsil tamamlanmıştır. Çünkü ziya ancak harareti kuvvetli olursa şiddetlenir. Devam kaydının konması ise vahyin her cihetten güneşle temsil edilemî-yeceğini beyan içindir. Çünkü güneş geceleyin batarak görünmez olur, Ba-zanda güneş tutulması vaki olur. Şeriat güneşine ise böyle bir noksanlık ânz olamaz. O kıyamete kadar hâli üzre parlayıp gidecektir.

4 - Korkmuş bulunan bir kimseyi teskin etmek için üzerine su esrp-mek gerekir.

 

74 - Resulüllah Sallallahu Aleyhi ve Sellemin Geceleyin Semalara Yürütülmesi ve Namazların Farz Kılınması Babı

 

259 - (162) Bize Şeyban b. Ferruh rivayet etti. (Dedi ki):   Bize Hânım ad b. Seleme rivayet etti. (Dedi ki): Bize Sabit El'Bunanî, Enes b.

Malik'ten rivayet etti ki Resulüllâh   (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)  şöyle bu­yurmuşlar:

— «Bana Burak'ı getirdiler —bu merkepten büyük, katırdan küçük, uzun ve beyaz bir hayvandı. Adımını gözünün görebildiği en son nokta­ya koyardı — ben buna binerek Beyf-i Makdis'e geldim ve Burak'ı ben­den önceki peygamberlerin hayvan bağladıkları halkaya bağladım. Son­ra mescide girerek orda İki rekat namaz kıldım. Sonra çıktım, derken ba­na Cibril (Aleyhisselâm) bir kap dolusu şarap, bir kap dolusu da süt ge-tİrdi. Ben sütü ihtiyar ettim. Bunun üzerine Cibril (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) (bana) : Fıtratı seçtin, dedi. Sonra benî semaya çıkardı Cibril, gök kapı­sını  çaldı.

  Sen kimsin? dediler.

  Cibril'im  cevabını  verdi.

  Yanında kim var?

  Muhammed (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)

  O gönderildi im?

  Evet, gönderildi.

Bunun üzerine bize kapıyı açtılar. Bir de ne göreyim Hz. Âdem ile karşı karşıyayım. Bana hoş beş ederek hayır duasında bulundu. Sonra Cibril beni ikinci semaya çıkardı. Cİbrİl yine kapıyı çaldı.

  Sen  kimsin? dediler.

  Cibril'im  dedi.

  Yanında kim var?

  Muhammed (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)

  O (göklere çıkmağa) gönderildi mi?

  Evet, gönderildi.

Müteakiben bize kapıyı açtılar. Bir de baktım karşımda Halazadeler!

Meryem'in oğlu fsâ ve Zekeriyyâ oğlu Yahya! (Selevâtullahi Aleyhima) onlar da hoş beş ettiler ve bana hayır duada bulundular. Sonra beni üçüncü  semaya  çıkardı.  Cibril  onun  da  kapısını  çaldı.

  Sen  kimsin? dediler.

  Cibril'im  dedi.

  Yanında  kim var?

  Muhammed (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)

  O gönderildi mi?

  Evet, gönderildi.

Bize (yine) kapıyı açtılar ne göreyim karşımda Yûsuf(SallallahU Aleyhi ve SelleoO kendisine güzelliğin yarısı verilmişti. Bana hoş beş etti ve hayır duada bulundu. Sonra beni dördüncü semaya çıkardı. Cibril (Aley hisselâm) (yine) kapıyı çaldı :

  Kim  o? dediler. ;        

— Cibril'im  dedi.

  Yanında  kim var?

  Muhammed (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)

  O gönderildi mî? :        

— Evet, gönderildi.

Bunun üzerine bize kapıyı açtılar. Bîr de baktım Idrİs (Aleyhisselâm) ile karşı karşıyayım. Bana hoş beş etti ve haytr duada bulundu. Teâlâ hazretleri (onun  hakkında) :

«Biz onu yüksek bir yere kaldırdık» [268] buyurmuştur. Sonra beni be­şinci semaya çıkardı. Cibril (tekrar)  kapıyı çaldı.

  Kim o? dediler.

  Cibril'im  dedi.

  Yanında  kim var?

  Muhammed  (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)

  O gönderildi mi?

  Evet, gönderildi.

Müteakiben bize kapıyı açtılar. Bir de baktım Hârunı'Sallallahü Aleyhi ve Sellem) ile karşı karşıyayım hoş beş etti ve bana hayır duada bu­lundu. Sonra beni altıncı semaya çıkardı. Cibril (Aleyhisselâm) (yine) ka­pıyı çaldı.

  Kim o? dediler.

  Cibril'im  dedi.

  Yanında  kim var?

  Muhammed   (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)

  O gönderildi mi?

  Evet, gönderildi.

Bunun üzerine bize kapıyı açtılar, bir de baktım Musa (Sallallahü Ale) hi ve Sellem) rle karşı karşıyayım. Bana hoş beş etti ve hayır duada bu­lundu. Sonra  yedinci semaya  çıkardı.  Cibril  (tekrar)  kapıyı çaldı.

  Kim  o? dediler.

  Cibril'im  dedi.

  Yanında  kim var?

  Muhammed    {Sallollahü Aleyhi ve Sellem)

  O (göklere çıkmağa} gönderildi mi?

  Evet, gönderildi.

Arkasından bize kapıyı açtılar, baktım ki İbrahim (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) ile karşı karşıyayım. Sırtını Beyt-i Mağmur'a dayamış duruyor. Derken ne göreyim Beyt-İ Mamur'a her gün 70.000 melek giriyor. (Gi­renler bir daha) geri dönmüyor. Sonra beni Sidretül-Münteha'ya götür­dü. Bir de baktım yaprakları fil kulakları gibi, meyveleri küpler kadar (bir ağaç)! Bu ağacı Allah'ın celâl ve azameti kaplayabildiğine kapladığı için hali değişmiş (daha güzel olmuş) o kadar güzel (olmuş) ki Allah'ın mahlûkatından hiç biri onun güzelliğini tavsif edemez. Derken Allah ba­na neler vahyettİyse etti. Bana her günle gecede elli (vakit) namaz farz krldı. Sonra  Musa (SalhUahii Aleyhi ve Sellem)'\n yanına  İndim.  (Bana) :

  Rabbin  ümmetine  neler farz  kıldı? dedi.

  «Elli (vakit) namaz» dedim. Musa (Aleyhisselâm)

  Rabbin (le münacaat ettiğin yer) e dön de ondan (bu mikdarı) ha­fifletmesini  dile.  Çünkü  senin  ümmetin  buna dayanamazlar.  Ben  Benî İs­rail'i denedim; imtihan ettim, dedi.

  Bunun  üzerine  Rabbim  (le  münacaat ettiğim  yer) e dönerek Ya-rabbi! Ümmetime (farz kıldığın) elli (vakit) namazı (biraz) hafiflet diye ni­yazda  bulundum.  Benden  elli  (vakit)  namazın  beşini  indirdi.  Ben  Musa'­ya  dönerek  (Rabbim)  benden  namazların  beşini  indirdi, dedim.  Musa (Aleyhisselâm)   Senin  ümmetin  buna takat getiremezler. Hemen  rabbine müracat ile ondan tahfif dile, dedi.  (Bu  minval  üzere)  Rabbim Tebareke ve Teâlâ  hazretleri  ile Musa (Aleyhisselâm) arasında  bir hayli gidip gel­dim. Nihayet Rabbim! «Ya Muhammedi (Sana farz kıldığım) bu namazlar her gün ve gecede (kılınacak) beş vakit namazdır. (Ama) Her namaz için on sevap vereceğim için netice (yine) elli   maz olur. Her kim bir hayır işlemek İster de, onu yapamazsa, o kimseye bir sevap yazılır. Yaparsa on sevap yazılır.    Ve her kim  bir kötülük yapmak ister de yapmazsa  (ona) hiç bir şey yazılmaz. O kötülüğü yaparsa bir tek günah yazılır.» buyurdu.

Bunu müteakip (o yerden) indim ve Musa (Sallallahü Aleyhi ve Sellemft vararak (olup bitenleri) kendisine haber verdim. Musa (yine) Rabbine dön de tahfif dile dedi.»  Resulüllâh  (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) buyurdular:

«Ben Rabbime (çok) müracaatta bulundum artık ondan utanır oldum dedim.»

 

260 - (...) Bana Abdullah b. Haşim El-Abdi rivayet etti. (Dedi ki): Bize Behz b. Esed rivayet etti. (Dedi ki) :Bize Süleyman b. El-Mugira ri­vayet etti. (Dedi ki): Bize Sabit, Enes b. Malik'ten naklen rivayet etti. Enes şöyle demiş: Resûlüllâh (Sallallahü Aleyhi ve Sellem):

«Bana geldiler ve (beni alıp) zemzeme götürdüler. Göğsümü yardı­lar : Sonra zemzem suyu İle yıkadılar. Sonra beni (yerime) indirdiler...» buyurdu.

 

261 - (...) Bize Şeyban b. Ferruh rivayet etti. (Dedi ki): Bize tıam-mad b. Seleme rivayet etti. (Dedi ki): Bize Sabit el-Bunanî, Enes b. Malik'­ten rivayet etti ki: Rc&ulüllâh (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) (küçüklüğün­de) çocuklarla oynarken Cebrail (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) gelerek onu tutmuş ve yere yatırarak kalbini yarmış; kalbini çıkararak ondan bir kan pıhtısı almış ve Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellemye hitaben:

— Şeytanın senden nasibi işte budur, demiş. Sonra kalbini altın bir tasın içinde zemzem suyu ile yıkamış ve kapamış sonrada yerine iade etmiş.

(Oradaki) çocuklar koşarak Resûlüllâh (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)yin an­nesine yani sütannesine gelmişler ve: Muhammed'i öldürdüler demişler. Sonra onu rengi uçmuş bir halde karşılamışlar. Enes: Ben Resûlüllâh (Sallallahü Aleyhi ve'Sellemyin göğsünde iğnenin eserini görürdüm demiş.

 

262 - (...) Bize Harun b. Saîd el Eyli rivayet etti. (Dedi ki): Bize, İbni Vehb rivüyet etti dedi ki: Bana Süleyman —ki İbni Bilâl'dır— ha­ber verdi dedi ki: Bana Şerik b. Abdillâh b. El>û Nemir (735) rivayet etti dedî ki: Encs b. Mâlik Rcsulüllâh (SeıllaUahü Aleyhi ve Seîîem) 'in Ka­be mescidinden alınarak yürütüldüğü geceyi bize şöyîe anlatırken dinle­dim: «ResulÜllâh (Sallallahü Aleyhi ve Seltem) 'e vahiy gelmezden önce (bir gece) kendileri Mescidiİ-Haramda uyurken üç nefer gelmiş...»

Şerik hadisi Sabit el Bunani'nin hadisi tarzında bütün kıssası ile hi­kâye etmiş yalnız hadiste bazı takdim ve te'hirler, ziyade ve noksanlar yapmış.

ile   Müslim'e   itirazlarda   bulunulmu büradakl   rıva>etier^en   doJay.

 

263 - (163) Bana Harmeletu'bnü Yahya et-Tücîbî de rivayet etti. (Dedi ki): Bize İbni Vehb haber verdi dedi ki: Bana Yunus, İbni Şihaptan, o da Enes b. Malik'ten naklen haber verdi. Enes şöyle demiş: Ebû Zerr rivayet ediyordu ki: ResulÜllâh (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) :

«Mekke'de bulunduğum bir sırada evimin tavanı aralanarak Cibril (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)\niverdi, benim göğsümü yardı, sonra onu zem­zem suyu ile yıkadı, sonra hikmet ve imanla dolu altından bîr tas getir»' rek onu benim göğsüme boşalttı.    Sonra göğsümü kapadı.    Daha sonra elimden tutarak beni semaya çıkardı.     Birinci semaya geldiğimiz zaman Cibril (Aleyhisselâm) onun bekçisine (kapıyı} aç dedi, bekçi.

  Kim o? diye sordu. Cibril :

  Bu Cibril'dir diye cevap verdi.

  Yanında kimse var mı?

  Evet, yanımda Muhammed (Saîîaîlahü Aleyhi ve Seliem) var.

  O gönderildi mi?

  Evet.

Bunun üzerine bekçi kapıyı açtı. Birinci semaya yükseldiğimiz zaman baktım ki orada bir zat duruyor. Sağında bir takım karaltılar solunda da bir taktm karaltılar var. Sağ tarafına baktı mı gülüyor, sol tarafına bak­tığı zaman ağlıyor. Bu zat: (Bana) «Hoş geldin Salih peygamber ve Salih evlât» dedi. Ben :

«Ya Cibril bu zat kim?» dedim Cibril :

«Bu Âdem (Saîîaîîahü Aleyhi ve Seliem) 'dir. Sağında ve solundaki şu karaltılar da çocuklarının ruhlarıdır. Sağdakiler cennetlikler sol tarafındakiler de cehennemliklerdir. (Bu sebeple) Sağ tarafına bakınca gülüyor sol tarafına baktı mı ağlıyor.» dedi. Sonra Cibril beni daha yukarıya çıkardı. Nihayet ikinci semaya geldi, onun bekçisine de (kapıyı) aç, dedi. İkinci semanın bekçisi ona birinci semanın bekçisinin söylediğini söyledi ve ka­pıyı açtı.

Enes b. Malik demişki: (Böylece) Ebû Zerr Peygamber (Sallallahü Aleyhi veSellem)'in göklerde Âdem, İdris, îsâ, Musa ve İbrahim(Salevâtullahi aleyhim ecmaîn) hazeratım bulduğunu anlattı ama onların yerlerinin na­sıl olduğunu tesbît etmedi. Yalnız Âdem (Aleyhisselâm)'ı birinci semada İb­rahim'i altıncı semada bulduğunu söyledi. Dedi ki: Resulüllâh (Sallallahü Aleyhi ve Seliem) ile Cibril, İdris (Sallallahü Aleyhi ve Sellemj'in yanına uğradıkları vakit İdris :

«Salih peygamber ve Salih kardeş hoş geldin» dedi.    Sonra geçip gitti. Ben (Cibril'e) Bu kim dedim, Cibril :

  «Bu Idris'tir» cevabını verdi. Sonra Musa (Aleyhisselâm) a uğradım, o da : «Salih peygamber, Salih kardeş hoş geldin» dedi. Cibril'e :

  «Bu kim» dedim?

  «Bu Musa'dır» cevabını verdi. Sonra Isâ (Aleyhisselâm) 'a uğradım. O da «Salih peygamber Salih  kardeş hoş geldin» dedi.  Ben  {Cibril'e} :

  «Bu kim?» dedîm.                     

  «Bu Meryem'in oğlu isa'dır, dedi. Sonra İbrahim (Aleyhisselâm) 'a uğradım  (bana) o  da : «Salih  peygamber, Salih  evlât hoş geldin» dedi. (Cibril) e:

  «Bu kim?» dedim.

— «Bü İbrahim'dir» cevabını verdi.»

İbni Şihap demiş: Bana İbni Hazm haber verdi ki. İbni Abbas ile Ebû Habbete'l-Ensârî şöyle derlermiş Resulüllâh (Sallallahü Aleyhi ve Seliem) :

«Sonra Cibril beni daha yukarıya çıkardı. Nihayet öyle bir seviyeye çıktım ki, orada kalemlerin hışırtısını işitiyordum.»

İbni Hazm ile Enes b. Malik şöyle demişler: Resulüllâh (Sallallahü Aleyhi ve Seliem) buyurdularki:

«(O zaman) Allah ümmetime elli (vakit) namaz farz kıldı. Ben bunu alarak döndüm ve Musa'nın yanına uğradım. Musa (Aleyhisselâm):

«Rabbin ümmetine neleri farz kıldı?» dedi.

«Onlara elli (vakit) namaz farz kıldı» dedim. Musa (Aleyhisselâm) bana :

«Dyleyse Rdbbine müracaat et. Çünkü senin ümmetin buna dayana­maz» dedi. Bunun üzerine Rabbime müracaat ettim. O da bu namazların bir kısmını indirdi. Ben yine Musa (Aleyhisselâm)'a dönerek keyfiyeti ken­disine haber verdim. Musa :

«Rabbine müracaat et. Çünkü senin ümmetin buna dayanamaz» dedi. Ben yine Rabbime müracaat ettim. Rabbim

«Bu namazlar beştir. (Ama) Onlar (sevap itibari ile) ellidir. Bende söz (bir olur) değişmez» buyurdu. Bunun üzerine tekrar Musa'ya döndüm. Musa  (Aleyhisselâm) (yine) :

«Rabbine dön, dediyse de : «Ben artık Rabbimden utanır oldum» de­dim. Sonra Cebrail beni (daha ileriye götürdü) ta Sidretü'l Münteha'ya vardık. Onu öyle bir renkler kaplamıştı ki, bunların ne olduklarını bilmi­yorum. Sonra beni cennete koydular. Ne göreyim cennette inciden kubbe­ler var. Toprağı da misk.»

 

264 - (164) Bize Mulıammed b. el Müsennâ rivayet etti. (Dedi ki-: Bize İbnİ Ebi' Adiy Said'den .[269], o da Katade'den, o da Enes b. Malik'ten naklen rivayet etti. Galiba Enes kendi kavminden bir zat olan Malik b. Sa'sa'a [270] dan rivayet ettiğini söylemiş. Malik demiş ki: Nebiyyullab (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) şöyle buyurdular.

«Bir defa ben beytin yanında uyur uyanık bîr halde iken birdenbire bir ses işittim. Bu ses «üçten birisi iki kişinin arasında...» diyordu. Derken bana geldiler ve alıp götürdüler. Bana içinde zemzem suyu bulunan al­tın bir tas getirdiler. Göğsümü şuradan şuraya kadar yardılar — Kafada demiş ki : Ben yanımdakine bundan neyi kasdediyor diye sordum : «Kar­nının altına kadar demek İstiyor» cevabını verdi— kalbimi çıkardılar ve. zemzem suyu ile yıkadılar. Sonra yerine iade ettiler. Sonra kalbime iman' ve hikmet doldurdular. Sonra bana Burak denilen merkepten büyük, ka­tırdan küçük, ayağını gözünün gördüğü son noktaya basan beyaz bir hay­van getirerek beni ona bindirdiler. Sonra yürüdük ve birinci semaya gel­dik. Cibril (Sallallahü Aleyhi ve Sellem^apıyı çaldı  (içeriden) :

  Kim o? dediler.

  Cibril (im) cevabını verdi.

  Yanında kim var?

  Muhammed   (Sallailahü Aleyhi ve Sellem)

  O (göklere çıkmağa) gönderildi mi?

  Evet.

Bunun üzerine kapıyı açtılar (ordaki zat) : «Hoş gelmiş, sefa gelmiş» dedi, bunu müteakip Âdem (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'\n yanına geldik...» Malik hadisi kıssası ile anlattı ve şunu söyledi: Resulüllâh (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) ikinci semada îsa ve Yahya (Aleyhimesselâm) üçüncü semada Yu­suf, dördüncüde İdris, beşincide Harun (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) ile gö­rüştüğünü ve şöyle buyurduğunu anlatmış:

«Sonra yürüdük ve ta altıncı semaya vardık. Ben Musa (Aleyhisselâm)'ın yanına giderek ona selâm verdim. (Bana) Salih kardeş ve Salih Peygam­ber hoş geldin, dedi. Ve yanından ayrılırken ağladı. Kendisine : Neye ağ­lıyorsun? diye nida edildi. Musa (Aleyhisselâm) : Yarabb! Bu genç benden sonra peygamber gönderdiğin bir zattır. (Fakat) onun ümmetinden cenne­te girenler benim ümmetimden cennete girenlerden daha çoktur... dedi. Sonra yürüdük nihayet yedinci semaya vardık. Ve beni ibrahim'in yanına götürdüler...»

Bu hadisi rivayet ederken Malik şunları da söyledi: Nebiyyullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) dört nehir gördüğünü bunların asıllarından iki zahir ikide bâtın nehir çıktığını anlattı. Ve buyurdu ki:

Ben : «Ya Cibril bu nehirler nedir?» dedim. Cibril (Aleyhisselâm) : «Bu batını  nehirler cennette bulunan iki nehirdir.    Dıştaki  nehirlerse

Nil ile Fırat'dır» dedi.    Sonra bana Beyt-i Ma'mur arzolundu. Ben gene :

Ya Cibril! Bu ne? dedim.

  Bu Beyt-i Ma'mur'dur. Ona her gün yetmİşbin melek girer. Bir de­fa oradan çıktılar mı bir daha dönmezler. (Bu onların İlk ve} son girişi­dir, dedi. Sonra bana biri şarap, diğeri süt dolu iki kap getirdiler. Bunla­rı bana sundular. Ben südü ihtiyar ettim. Bunun üzerine bana :

«İsabet ettin! Allah seni fıtrat ve ha yıra isabet ettirdi ümmetin fıtrat* üzere olacak» dediler. Bundan sonra bana her gün elli (vakit) namaz farz kılındı...»

Malik   bundan sonra kıssayı hadisin sonuna kadar hikâye etmiş.

 

265 - (...) Bana Muhammed b. el Müssenna rivayet etti. (Dedi ki): Bize Muaz b. Hişâtn rivayet etti dedi ki: Bana babam, Katade'den rivayet etti (demiş ki): Bize Enes b. Malik, Malik b. Sa'sa'a'dan rivayet efti ki; Resulüllâh (Saltallahü Aleyhi ve Seltem)   şöyle buyurdular...

Müteakiben Malik hadisi yukarıdaki gibi rivayet etmiş şunları ziya­de eylemiş:

«Bana içi hikmet ve iman dolu altından bir tas getirdiler. (Göğsümü) boğazımdan karın altına kadar yardılar ve zemzem suyu ile yıkadılar. Sonra (İçine) hikmet ve iman doldurdular.»

 

266 - (165) Bana Muhammed b. el-Müsenna ile İbnü Beşşar rivayet ettiler. İbnû Müsenna dedi ki: Bize Muhammed b. Ca'fer rivayet etti (dedi ki): Bize Şu'be Katade'den rivayet etti demiş ki: Ebûl Âliye'yi [271] şöyle derken işittim: Bana Peygamberimiz (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) 'in am­cası oğlu yani İbni Abbas rivayet etti dedi ki:

  Resulüllâh (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)   İsra  hadisesini   anlattı da şöyle buyurdu.

  «Musa buğday benizli ve uzun boyludur. Yemen'in Şenûe kabilesi erkeklerinden biri gibidir. Isâ deri i toplu vücutlu ve orta boyludur.» buyurdu.

Bu hadiste Resulüllâh (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)  cehennemin bek­çisi Malik ile Deccalı'da zikretti.

 

267 - (,..)Bize Abd b. Hümeyd de rivayet etti (dedi ki): Bize Yunus b. Muhammed haber verdi .(Dedi ki): Bize Şeyban b. Abdirrahman, Ka­tade'den, o da Ebûl Âliye'den naklen rivayet etti. (Demiş ki): Bize Pey­gamberimiz (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) 'in amcasıoğlu İbni Abbas rivayet etti dedi ki: Resulüllâh (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) şöyle buyurdular:

«Bana İsra' hâdisesi vakî1 olduğu gece Musa b. Imran (Aleyhisselâmfa uğradım. Uzun, buğday benizli, derli toplu bir zat! zannedersin Şenûe kabilesi erkeklerinden birisidir. Meryem oğlu İsa'yı da orta yapılı, kırmızı beyaz benizli, salınmış düz saçlı gördüm.»

Resulüllâh (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'e Allah-u Zülcelâl'in gösterdi­ği bir çok âyetler içinde cehennemin bekçisi Malik ile Deccal de gösteril­miştir :

«Binaenaleyh sen Allah'a mülâki olacağından hiç şüphe etme.» [272]

Ravi diyor ki Katade bu âyeti Nebiyyullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem), Musa (Aleyhisselâm) ile görüşmüştür diye tefsir ederdi.

 

268 - (166) Bize Ahmed b. Hambel [273] ile Süreye b. Yunus rivayet ettiler dediler ki: Bize Hüşeym rivayet etti (dedi ki): Bize Davud b. Ebû Hind Ebul Âliyye'den, o da İbni Abbas'tan naklen haber verdi ki: Resu­lüllâh   (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)  Ezrak vadisine uğramış ve:

«Bu vadi hangi vadidir?»   diye sormuş Ashab:

— Ezrak vadisidir cevabım vermişler. Resulüllâh (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) :

«Ben Musa (Aleyhisselâm)'ı gür sesi ile Allah'ı telbiye ederek tepeden aşağıya inerken görüyor gibiyim» buyurmuş.

Sonra Herşâ tepesine gelerek:

«Bu tepe hangi tepedir?» diye sormuş.

Ashab: Herşâ tepesidir cevabını vermişler. Resulüllâh (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) :

«Ben Yunus b. Metta (Aleyhisselâm)'ı derli toplu, kırmızı dişi bir deve üstünde, yünden bir cübbe giymiş, devesinin çılbırı liften olduğu halde telbiye ederken  görüyor gibiyim,» buyurmuşlar.

Ahmed îbni Hanbel hadîsi rivayet ederken: Hüşeym'in (hulme) den murâd liftir dediğini söylemiştir.

 

269 - (...) Bana Muhammed b. el Müsenna da rivayet etti (dedi ki): Bize İbni Ebi Adiy, Davud'dan, o da Ebul Âliye'den, o da İbni Abbas'tan naklen rivayet etti: İbni Abbas şöyle demiş. Resulüllâh (Sailallahü Aleyhi ve Sellem) ile birlikte. Mekke ile Medine arasında yolculuk ettik.

Bir vadiden geçerken Resulüllâh (Sallallahü A leyhi ve Sellem):

«Bu vadi hangi vadidir?» diye sordu Ashab:

Ezrak vadisidir dediler. Bunun üzerine Resulüllâh Ekrem (Sallallahü A leyhi ve Sellem) :

«Sanki ben Musa (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'] iki parmağını kulakla­rına koymuş o gür sesiyle Allah'a telbiye ederek bu vadiden geçtiğini görüyor gibiyim» buyurdular.

Resulüllâh (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) Hz. Musa'nın rengine ve sa­çına dair bir şeyler söylemişsede Ravi Davud bunu belleyememiş. İbni Abbas demiş ki: «Bundan sonra yola revan olarak bir dağa geldik.» Pey­gamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) :

«Bu dağ hangi dağdır?» diye sordu.

Ashab: Herşa yahut Lifet dağıdır, dediler. Fahri Kâinat (Sallallahü Aleyhi ve Seîlem)  (tekrar) :

«Sanki ben Yunus'u (Aleyhisselâm)'ı kırmızı dişi bir deve üstünde, yün­den bir cübbe giymiş, devesinin çılbırı hulbe lifinden olduğu halde telbiye ederek bu vadiden geçerken görüyor gibiyim» buyurdular.

 

270  (...) Bana Muhammed b. el-Müsenna rivayet etti (dedi ki): Bi­ze tbni Ebî Adiyy İbni Avn'dan, o da Mücahit'ten naklen rivayet etti de­miş ki: îbni Abbas'ın yamndaydik yanındakiler Deccal'ın lâfım ettiler (içlerinden biri): Onun iki gözünün arasında kâfirdir (ibaresi) yazılı ola­caktır, dedi. Bunun üzerine İbni Abbas: Resulüllâh (Sallallahü Aleyhi ve Sellemy'm. böyle dediğini duymadım. Lâkin şöyle buyurdular:

«ibrahim'e gelince, arkadaşınıza yani bana bakıverin : Musa ise ya­ğız tenli, derli toplu vücutlu bir zattır. Ben onu yuları liften kırmızı bir deve üzerinde telbiye ederek şu vadiye inerken görüyor gibiyim» dedi.

 

271 - (167) Bize Kuteybetu'bnü Sa'id rivayet etti. (Dedi ki): Bize Leys rivayet etti. H.

Bize Muhammed b. Rumh da rivayet etti. (Dedi ki): Bize Leys, Ebû'z-Zübeyr'den, o da Cabir'den naklen rivayet etti ki: ResulüHâh (Sallaliahü Aleyhi ve Sellem) şöyle buyurmuşlar:

«Bana bütün peygamberler arz olundu. Bir de ne göreyim Musa. Uzun boylu erkeklerden bir zat! Şenûe (kabilesi) erkeklerinden birisi sanır­sın! Isâ b. Meryem (Aleyhisselâm)\ da gördüm. Gördüklerimden ona en ziyade benzeyen Urvetu'bnu Mes'ut'dur. İbrahim (Salavatullahİ AleyhJ'i da­hi gördüm. Baktım ki gördüklerimin içinde ona en ziyade benzeyen sahi­bin izdir {yani benim). Cibril (Aleyhisselâm)'ı da gördüm. Gördüklerim içinde ona en ziyade benzeyen Dihye (el-Kelbi) d ir.»

İbni RunüVin rivayetinde «Dihyetu'bnu Halife» denilmiştir.

 

272 - (168) Bana Muhammed b. Râfi ile Abd b. Humeyd dahi riva­yet ettiler. Her ikisinin lâfızları bir birine yakındır. İbni Râfi' Haddesena tabirini kullandı. Abd ise Ahbarana Abdurrezak dedi: Abdurrezak şöyle demiş: (Bize) Ma'mer. Zuhri'den naklen haber verdi. Demiş ki: Bana Sa'id b. El-Müseyyep, Ebû Hüreyre'den naklen haber verdi. ŞÖyle demiş Peygamber (Sallaliahü Aleyhi ve Sellem) :

«Bana Isrâ vaki olduğu zaman Musa (Aîeyhisselâm)   ile görüştüm.»

Peygamber (Sallaliahü. Aleyhi ve Sellem) onu tavsif buyurmuş —zan­nederim— şöyle dedi:

  «Bir de ne göreyim uzunca boylu, başı düz saçlı bir zat. Şenûe (kabilesi) erkeklerinden sanırsın. Isa ile de görüştüm.»

Peygamber (Sallaliahü Aleyhi ve Sellem)  onuda tavsif buyurdu:

  «O da orta yapılı sanki Diymas'tan yani —hamamdan— çıkmış gibi kırmızı benizli idi. İbrahim (Salavafullahu AleyhJ'i de gördüm, zürri-yetİ içersinde ona en ziyade benzeyen benim. Bana iki kap getirdiler. Bi-rînde süt, diğerinde şarap vardı. Bunların hangisini istersen onu al, dedi­ler. Ben sütü alarak içtim. (Getiren zat bana) : Fıtrata  hidayet olundun yahut fıtrata isabet ettin.    Şayet şarabı olsaydın ümmetin azardı, dedi.» buyurdular.

Bu hadis muhtelif lâfızlarla bütün sahih kitaplarında rivayet edilmiş­tir. Buhârî onu kesik kesik olmak üzere «Kitabu Bed'i'1-Halk», «Ki-tab-u Halk-ı Âdem» ve «Kitabul Menâkıp» da, Tirmizi «Kitabuf Tefsir» de, Nesaî «Kitabu's Salât» da rivayet etmiştir. Hadisi şerif ümmetin dillerinde destan olan meşhur hadiselerden olup Resulüllâh (Sallaliahü Aleyhi ve Sellem)'in İsrâ ve Mi'racmı anlatmaktadır.

îsra geceleyin yürütmek manasınadır. Fahr-i kâinat (Sallaliahü Aleyhi ve Sellem) 'in büyük mucizelerinden bin olmak üzere gecenin bir cüzünde Mekke 'deki Mescid-i Haram 'dan, Kudüs 'deki Mescidi   Aksa 'ya yürütüldüğünü

«O Sübhanı (Allah'ı) tenzih ederim ki kulunu geceleyin Mescid-i Ha­ra m'dan (alıp) kendisine âyetlerimizden bazılarını gösterelim dtye havalisini mübarek kıldığımız Mescid-i Aksa'ya yürütmüştür.» âyet-i kerimesi beyan etmektedir. Oradan göklere çıkarıldığını ve göklerde gördüğü acaip ve ga­raibin tafsilatını bu hadis-i şerif, ispat eder. Resulüllâh (Sallaliahü Aleyhi ve Sellem)'in göklere çıkarılma hadisesine de Mi'raç denilmiştir. Bu hadisenin bir kısmı Kur'ân-ı Kerîm'de şu âyetlerle beyan buyrulmuştur:

«Yemîn ederim ki. Peygamber o Cibril'i Sidre-i Münteha'nın yanında bîr daha inişinde de gördü. O Sidrenin yanında Cennetu'l-Me'va vardır. Sidreyİ Allah'ın cefâlet ve azameti  kaplayabildiğine kaplıyordu.  Göz ne şaştı, ne de haddini aştı. Vallahi Peygamber Rabbi'nin âyetlerinden en bü­yüğünü gördü.»

Binaenaleyh İsrâ ve Mi'raç hadisesinin başı ve sonu âyetle, taf­silatı da meşhur hadisle sabit olduğundan bu cihetleri inkâr, küfür, taf­silatını inkâr dalâlettir. Bu muazzam hadiseyi Resulüllâh (SaîîaUahü Aleyhi ve Sellem) vukuunun ertesi günü haber verdiği zaman Mekke müşrikleri kıyametleri koparmış birbirlerine haber verdikten sonra Hz. Ebû   Bekr    (Radtyalîahu anh)'a koşarak:

«Bak sahibi ne diyor. Güya bu akşam göklere çıkmış orada pek çok acaip ve garaip temaşa etmiş cennet ve cehennemi görmüş; Rabbi ile ko­nuşmuş.   Nasıl bunuda tastık eder misin?» demişlerdi   Ebû   Bekr

«O bunları söylediyse ben kabul ederim. Ben onu bundan daha garibi hususunda tasdik ediyorum» cevabını verdi. Ebû Bekr (Radtyalîahu anhya,   Sıddik,   unvanı o zaman verilmiştir.

Müşrikler akıllarınca Resulüllâ h.(Sallallahü Aleyhi ve Sellemy'ı iskât ve ilzam için ona çeşitli sualler sormaya başladılar. Ezcümle Kudüs 'teki Mescid-i Aksa'ya tarif etmesini istediler. O anda Mescid-i Aksa olduğu gibi kendisine tecelli ederek onu müşrik­lere tavsif buyurdu. Müşrikler buna hiç bir şey deyememişlerdi. Çünki söyledikleri doğru idi. Bu sefer yollardaki kervanlarını sordular onları da yerlerini tayin etmek sureti ile bittafsil haber verdi. Hatta karayağız bir devenin kervanın en önünde bulunduğunu sabahleyin güneş doğarken Mekke 'ye geleceğini söyledi. Müşrikler buna sevinmişlerdi. Çünkü — Haşa — Bununla Resulüllâh (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'m yala­nını tutacaklarını umuyorlardı.

Bu sebeple içlerinden birini güneşin doğduğunu haber vermek için gözcü tayin ettiler. Bir başkasınıda kervanın gelişini gözetmeğe memur et­tiler. Neticede bu iki şahıstan biri güneşin doğduğunu haber verirken öte­kide kervanın gelmekte olduğunu söylüyor ve sesleri bir birine karışıyor­du. Bittabi müşrikler bunada inanmadılar. Hatta onların desiselerine alda-narak bazı zayıf müslümanlar irtidad bile etti.

İşte İsrâ ve Mi'raç hadisesi bu suretle daha o devirde şöhret bularak bir çok dedikodulara ve kargaşalıklara yol açtı.

Bu hadiseyi müslümanlar kabul ile telâkki ederek inanmışlardır. Yal­nız ne şekilde vuku bulduğu öteden beri ihtilaflıdır. Bazılarına göre Resulüllâh (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) rüyasında ruhu ile göklere çık­mıştır. Bunların delili

«Biz sana gösterdiğimiz rüyayı ancak insanlara  bir fitne olsun  diye

gösterdik.» âyeti kerimesi ile Mâlik b. Sa'sa'a   hadisinde Resulüllâh   (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) 'in

«Bana Cibril, Mescid-i Haram'da uyuduğum bir sırada geldi...» «Bir de uyandım ıriesciddeyim» sözleridir. Ancak âyet-i kerimede beyan buyurulan rü'ya Miraç hakkında değil Fahr-i kâinat (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'in Hudeybiye'de gördükleri rü'-yadır. Filhakika ashab-ı kiramdan bazıları bu rü'ya mucebince o sene Mekke-i Mükerreme'ye ve Mescid-i Haram'a gireceklerini zan ve tahmin etmişler o sene girmek mü­yesser olamayınca mezkur rü'ya onlar hakkında bir fitne ve iptilâ ol­muştu. Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve. SellemYin Mi'racı rü'ya halindedir deyenler: Ashab-ı Kiramdan Ümmül Mü'minin Âişe (Radıyallahu Anhâ) ile Muaviye (Radtyalîahu anh), Tabiinden Hasanı Basri ve Muhanımed b. İshak 'tır. Hz. Âişe: «Resulüllâh, (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'in cesedi yer yüzünden kaybolmamıştır. O göklere ruhu ile uruç etmiştir,» demişsede bu sözü o mutlaka başka birisinden işitmiş olacaktır. Çünkü mi'raç zamanında ken­dileri ya pek küçük yahut henüz doğmamışlardı. Mi'raç bi'setin 12. yılın­da yani hicretten bir sene evvel vuku bulmuştu.

Selef ve Halef ulemâsının ekserisine göre mi'raç ruh ma'al cesed ol­muştur. Yani   Peygamber  (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)   hem ruhi ile hem cesedi ile göklere çıkmıştır. Delilleri zikrettiğimiz İsrâ ayet-i ile sadedinde bulunduğumuz Mi'raç hadisidir. Çünkü Âyet-i kerimede (Abd) ve (îsrâ) kelimeleri zikredilmektedir. Kul mânasına gelen Abd ruhla cese­din mecmu'una itlak olunur. Yalnız cesede Abd denilmediği gibi yalnız ruhada Abd denilemez, İsrâ dahi geceleyin bir cismi yürütmedir. Bu kelime hiç bir zaman yalnız ruhu yürütmek mânasına kullanılmamıştır. Binaenaleyh Resulüllâh (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) gerek   Mekke'den   Kudüs'e gerekse   Kudüs 'teki   Mescid-i   Aksa 'dan göklere vaki olan seyahatında hem cesedi hem ruhu ile bulunmuştur. Ha-dis-i Şerif te buna delâlet eder. Zaten aklen müstahil olmadıkça şer'i nas-lan zahirleri üzere bırakmak vaciptir. Buradaki âyet ve hadisin zahiri mâ­naları müstehil değildir. Çünkü güneş, kutru yerin kutrundan bir milyon şu kadar defa büyük olduğu halde görülmedik bir sür'atle mihveri etrafın­da dönmektedir. Zaten cisimlerin atomları birbirinin mislidir. Bunlar an­cak Kâdir-i mutlak hazretlerinin bazılarında yarattığı hassalarla birbirin­den ayrılırlar. Binaenaleyh   Allah TeâIâ Hazretlerinin   Resulü Ekrem inin bedeninde yahut onu taşıyan vasıatada   güneşin hareke­tinden daha büyük bir sür'at halk'etmiş olması mümkündür.

Aklî delilleri de küf farın ve irtidad eden müslümanların bu hadiseyi şiddetle inkâr etmiş olmalarıdır. Eğer mi'raç rüyada vakî olmuş olsaydı onu kimse inkâr etmezdi çünkü rüyada Peygamberler değil alelade insanlar bile uçarlar. Bunu kimse mühim bir hadiseymiş gibi dile dolamaz inkâr etmez. Binaenaleyh Küffarm şiddetli inkârı dahi miVacın ruh ve ce-sedle vaki olduğuna delildir.

Bazıları Miracın keyfiyeti hakkındaki hilafı kaldırmak için İsrâ ve Miraç hadisesinin bir kaç defa vuku bulduğunu söylerler. Bazılarına göre, İsrâ ile Miraç ayrı ayrı gecelerde vakî' olmuştur. Diğer bazıları bunların biri uykuda diğeri uyanıkken olmak suretiyle ikişer defa vaki' olduğunu: evvelâ uyku halinde İsrâ ve Miraç ettirilerek bu işe hazırlandığını sonra bunların aynen, uyanıkken tekrar edildiğini söylerler.

Ebû Şâme bu bâbtaki rivayetlerin arasını bulmuş ve İşrâmn üç defa vaki olduğunu söylemiştir. Bunlardan birincisi Mekke 'den yalnız Kudüs 'teki Beyti Makdis'e kadardır. Resulüllâh (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)hu seyahatini Burak üzerinde yapmış­tır. İkincisi yine Burak üzeroinde Mekke 'den Semavata; üçün­cüsü de Mekke 'den Beyt-i Makdis'e oradan da göklere çık­mak sureti ile vuku bulmuştur

Sûfiyyenin kavline göre mi'râc uyanıkken insilâh-ı tâm ile beşeri­yetten melekiyete yaklaşmak sureti ile olmuştur.

Insilâh : Lügâtta bir şeyin diğer bir şeyden sıyrılıp soyunması mana­sınadır. Sûfiyye'nin istilahına göre ise; ruhun ruhaniyeti galebe çalarak be­denden taşması ve genişliyerek iç ve dış alemindeki ahvali anlamasıdır. Bu tarife göre ruh bedenden tamamı ile ayrılmadığı için insilâh ölüm de­ğildir. Nitekim insilâh halindeki şahısta görülen nefes alma ve hareket et­me gibi eserler de insilâhm ölüm olmadığını gösterir. Onlara göre, ateşten bulutlara doğru yükselen dumanın bir ucu nasıl daima ateşe bağlı ise in­silâh halindeki şahsın bedeninden taşan ruhunun bir ucuda daima be­dende kalır. Kezâlik insilâh halinde bulunan bir şahsın idraki kaybolma-yıp bedeninin içinde ve dışındaki ahvali anlaması insilâhm uyku mânası-nada gelmediğini gösterir. Çünkü uyuyan bir kimsede şuur kalmaz. İnsi­lâh peygamberlerde vakî olduğu gibi onların veresesi bulunan evliyaul-lahta hatta makam ve mertebelerine göre sair mü'minlerde bile vakî olur. Yalnız peygamberlerin insilâhları pek mükemmel olduğu için onların ruh-, lan meleklerle görüşür; onlardan bilgi alarak insanlara neşr ederler. Maa-mafih peygamberlerin insilâhlarıda bir birinden farklıdır. Hz. Musa (Aîeyhisselâm) Cenab-ı Hak ile perde arkasından konuştuğu halde peygamberimiz Muhammed Mustaf  (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) Teâ1â Hazretlerini görerek konuşmak şerefine nail olmuştur. Pey­gamber  (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) 'in    beşeriyetten melekiyyete yaklaşması, insanlıktan melekliğe geçmesiyle olur. Nitekim vahiy hadisin­de bunun buram buram ter dökmek ve halktan ayrılmak suretiyle eserinin görüldüğü zikir edilmiştir.

Sûfiyyenin kavli bazı kelâm ulemâsı tarafından en cem'iyetli ve mü-tevassıt görülmüştür. Çünkü insilâh bir cihetten rü'yaya benzediği için «Miraç rü'ya halinde olmuştur» diyenlerin kavlini içine aldığı gibi insi­lâh halinde bulunan şuuru kaybolmaması cihetiyle uyanık kimselere ben­zediğinden «Miraç uyanıkken vakî olmuştur» diyenlerin kavlinede şamil­dir. Bu suretle her iki kaville amel edilmiş olur. Ancak az yukarıda işa­ret ettiğimiz vecihle insilâh yalnız peygamberlerde değil ümmetin bazı efradında da, vakî olduğu için Sûfiyyenin kavline itiraz edilmiştir.

Hadisin Şerik rivayetinde İsrânın Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'e vahiy gelmezden önce vakî olduğu bildiriiiyorsada bu hatadır. Müslim 'inde tenbih ettiği gibi Şerik bu rivayetinde takdim ve tehirler yapmış: ulemânın asla kabul edemiyeceği vehimlere kapılmış­tır. İsrâ hakkında en öncelik bildiren kavil Resulüllâh (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'e peygamberlik geldikten onbeş ay sonra olmasıdır. Da­ha önce vukuna kail olan yoktur. Zaten Şerik'in makbul bir râvî olup ol­madığı ulemâ arasında ihtilaflıdır.

Miraç babında hak olan söz ekser-i selefin kavlidir. Yani Miraç uya­nıkken ruh ve cesetle vakî olmuştur. Bu hususta «Şifai Şerif» de yirmi ta­ne sahabe tabiin ve tebe'i tabiîn ismi sayılmıştır. Onlardan sonra gelen Ha­dis, Fıkıh, Tefsir ve Kelâm ulemâsının ekseriyetle kavlleride budur.

Hadisin bazı rivayetlerinde İsrâ hâdisesinin Kabe 'den başladığı di­ğer bazılarında evinden, bir takımlarında Ebû Talib'in şi'binden (arazisinden) diğer bazılarında Ümmühânî 'nin evinden başladığı kaydedilmektedir. Bu rivayetler zahiren birbirine muarız gibi görünürse de araları şöyle bulunmuştur: Resulüllâh (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) o akşam Ümmühâni 'nin evinde yatıyordu. Onun evide Ebû Ta1ib'in Şi'binde idi. İsrâ hadisesi o evden başlamıştır. Evin Resu­lüllâh (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'e izafe edilmesi orada oturduğu içindir. Melek gelerek kendilerini oradan almış Beytullah'a gö­türmüş. Resulüllâh (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) orada bir parça oturarak istirahat etmiş uyuklar gibi olmuştur. Sonra melek onu Beytu11ah'in kapısından çıkarak Buraka bindârmiştir. İşte isranın Kâbe 'den başladığı rivayeti de bundandır. Burak'in nasıl bir hayvan olduğu hadis şerifte beyan buyurulmuştur. Hadis-i şerifin muhtelif riva­yetlerinden anlaşıldığına göre Fahr-ı Kâinat (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)  bu seyahati esnasında beş şeye binmiştir:

1  - Mekke' den, Mescidi   Aksa'ya kadar   Burak'a,

2  - Oradan birinci semaya kadar   Miraç    denilen bir merdivene,

3  - Yedinci kat semaya kadar meleklerin kanatlarına binerek git­miş.

4  - Oradan   Sidre-i   Münteha'ya kadar   Cibril (Aleyhisseiâm) m kanadına.

5  - Kaabi   Kayseyn'e   kadar Refrefe binmiştir.

Bunların mahiyetini bilmeye bizim için imkân yoktur. Binaenaleyh hepsine haber verildikleri şekilde inanır bu bâbtaki ilmi, Allah ve Resülü'ne havale ederiz. Gerçi Kâdir-i mutlak olan A11ah'ü Zü1ce1â1 için bunların hiç birine ihtiyaç yoksada Habib-i Ekrem 'ini mu'tad olan vasıtalarla yürüterek fazla heyecanlan­masına mâni olmak hikmetine mebni kendilerine hususi binekler tahsis buyurmuştur. İsrânın gece olmasının hikmeti de Allâh'ü a'lem gece halvet ve muhabbet zamanı olduğu yahud bir çok peygamberlere muhtelif mu'ci-zeler geceleyin verildiği içindir. Resulüllâh (Saîlaîlahü Aleyhi ve Seîlem) göklere münacaat için kaldırılmıştır. Onun için de kendisine evvel­den vakit tahsis edilmemiştir. Çünkü vakit tayin etmeden bir kimseyi hu­zura çağırmak o kimse üzerinde daha tesirli olur. Musa (Aleyhisseiâm) 'ı Teâ1â Hazretleri evvelden bildirdiği bir vakitte Tur dağına davet eder kendisine emirlerini orada bildirirdi. Cebel-i Tur ile Bey­ti Ma'mur'un yüceliği arasındaki fark; pek büyük olduğu düşünülür­se Hz. Musa ile Peygamber (Saîlaliahü Aleyhi ve Seliemy in ma­kamları arasındaki fark kendiliğinden anlaşılır. Keza Süleyman (Aleyhisseiâm)''a rüzgâr müsahhar kılınmış onu bir aylık mesafeye en kı­sa zamanda ulaştırıyordu. Fahr-i kâinat (Saîlaliahü Aleyhi ve Sellem) ise bir anda yatağından arşı alaya kaldırılmıştır.

Bu seyahatta   Re sullülâh   (Saîlaliahü Aleyhi ve Sellem)'e Hz. Cibril   biri, süt, diğeri şarap dolu iki kap takdim ederek:

«Bunların hangisini istersen buyur» demiş; Peygamber (Saîlaliahü Aleyhi ve Seîlem) sütü tercih etmiştir. Bunun üzerine kendilerine:

«Fıtrata  isabet ettin;  eğer şarabı tercih  etseydin  ümmetin  azardı.» denilmiştir.

Bu rivayette süt ve şarap takdiminin Beyt-i Mahdis'de geçtiği, başka bir rivayetde işe Sidre-i Münteha'da yapıldığı bildiriliyor. Kap­ların sayısında da ihtilâf vardır. Bazı rivayetlerde peygamber (Saîlaliahü Aleyhi ve Sellem) 'e dört kap sunulduğu bunların ikisinde sütle şarap, iki­sinde de bal ve su bulunduğu beyan ediliyor. Bu rivayetlerin arası şöyle bulunmuştur; ya ibaredeki (sümme) edatı (vav) manasınadır. Yâni tertibe delalet etmez. Yahut süt takdimi hadisesi biri; Kudus'de susadığı za­man, biri de Sidretü-i Münteha'da olmak üzere iki defa vâkî olmuştur.

Ulemâi ıtratı İslâm ve istikâmet diye tefsir etmişlerdir. Gö­rülüyor ki; süt İslâmiyete şarapta sapıklığa alâmet kılınmıştır. Çünkü süt güzel ve temiz bir gıdadır onun akıbeti daima selâmettir. Bu sebeble ek­seriya hastalara süt içmeleri tavsiye olunur. Şarap ise; her türlü pislik­lerin ve kötü hallerin esasıdır. Onun için şaraba ümmü'l-habais derler.

Burada şöyle bir suâl hatıra gelebilir :

Acaba Peygamber (Saîlaliahü Aleyhi ve Sellem)'i haram olan şarapla, helâl süt arasında muhayyer bırakmanın hikmeti nedir?. Ulemâ buna şöy­le cevap veriyorlar: Bu muhayyerlik ya o zaman henüz şarap haram kı-lınmadığı içindir, yahud gelen şarap cennet şarabı olduğundandır. Cennnet şarabı haram değildir. Aliyyü-1 Kari'ye göre buradaki hikmet peygamber (Saîlaliahü Aleyhi ve Sellem)'in doğruyu seçtiğini göstermek suretiyle onun, faziletini meleklere bildirmektir.

Cibril (Aleyhisseiâm) birinci semanın kapısını çaldığı zaman o semanın bekçisi kendisine kim olduğunu; yanında kimin bulunduğunu sormuş; Muhammed (Saîlaliahü Aleyhi ve Sellem) olduğunu anla­yınca :

«O gönderildi mi?» diye sormuştur. Ulemânın beyanına göre bu sual­den murâd peygamber olup olmadığını öğrenmek değil: «Göklere çıkmak için gönderildi mi?» demektir. Yoksa o ana kadar Resul üllâh (Saîlaliahü Aleyhi ve Selletn)'in peygamber gönderildiğim bilmiyen hiç bir melek tasavvur edilemez. Vakıa Kaadı İyaz bu hususta ihtilâf olunduğuna işaret ile sualin hakikaten peygamber oldumu olmadımı mâ­nasında sorulmuş olduğuna kail olanlar bulunduğunu anlatmak istemişse-de bu kavil doğru.. değildir. Hadis-i şerifte zikri geçen Beytü'1 Mâ'mûr, Sidretü'l Münteha ve emsali müsenımaların hakikatini ancak Allah ve Resulü bilir. Biz bunların ancak isimleri ile bazı vasıflarını biliyoruz. Beyt-i Mâ'mûr hadiste beyan buyurulduğu vecihle içerisine her gün 70.000 melâikenin girdiği bir yerdir. Sahih haberlere göre Kur'ân-ı Kerîm Levh'i-Mahfuzdan buraya bir defada inmiş oradanda Resulüllâh (Saîlaliahü Aleyhi ve Sellem/e yirmi üç senede inzal buyurulmuştur.

Sidre : Nebk ağacıdır. Keyfiyyetini Allah bilir. İbni Abbs ile diğer müfessirlerin beyanına göre buna Sidretü'l Münteha Tesmiye edilmesinin vechi meleklerin ilmi onda nihayet bulduğu için­dir. Onun ötesine Resulüllâh (Saîlaliahü Aleyhi ve Sellem) 'den baş­ka geçen olmamıştır. Bazı rivayetlerde görülen   Şakk-i   Sadır   hadisesine gelince: Muhtelif rivayetlerden anlaşıldığına göre bu hadise üç defa vuku bulmuştur.

İlk defa : Resulüllâh (Sallaîlahü Aleyhi ve Seliem) , Beni S a'd kabilesinde süt annesi Halime 'nin nezdinde iken vuku bul­muş.

ikincisi : Mi'raç gecesinde olmuştur. Bazıları Mi'raç gecesinde böy­le bir şey olmadığını iddia etmişlersede bu kavil merdûttur. Çünkü Mi'raç gecesinde de vakî olduğu sahih hadisle sabittir. Mucize kabilinden olan bu gibi harikaları inkâra mecal yoktur. Küçüklüğündeki hadise Müslim'in Şeyban b. Ferruh rivayetinde şöyle izah edilmiştir. Resu­lüllâh (Sallaîlahü Aleyhi ve Seliem) çocuklarla oynarken kendisine ,Cibril-i Emin (Sallaîlahü Aleyhi ve Seliem) gelerek onu tutmuş yere yatırarak karnını yarmış ve kalbini çıkarmış ondan bir kan pıhtısı aldıktan sonra   Resulü   Ekrem   (Sallaîlahü Aleyhi ve Seliem)J e :

«İşte şeytanın senden nasibi budur.» demiş sonra kalbini altın bir tas içinde zemzem suyu ile yıkayarak dikmiş ve yerine koymuş. Bu hadiseyi gören çocuklar telâşla süt annesine koşarak «Muhammed öldürüldü» diye haber vermişler. Sonra onu karşılamaya döndükleri zaman rengini uçmuş görmüşler. Ulemânın beyanına göre bu ameliyenin hikmeti Re­sulüllâh   (Sallaîlahü Aleyhi ve Seliem) 'i şeytandan korumaktır.

İkinci hâdise Resulüllâh (Sallaîlahü Aleyhi ve Seliem)^ vahiy geldiği zaman olmuştur. Bunun hikmeti onun kalbini kuvvetlendirmektir. Bu suretle kendisine yahiy edilen şeyleri kolaylıkla telâkki etmiş vahyin bütün ağırlıklarına tahammül buyurmuştur.

Üçüncüsü de : Semavata çıkacağı zaman olmuştur. Bunun hikmeti de Resulü   Ekrem   (Sallaîlahü Aleyhi ve Settem)'i münacat için hazır lamaktır.

Tıybi diyor ki: Gerek Resulüllâh (Sallaîlahü Aleyhi ve Seüemy'in göğsünün yarılması gerekse kalbinin çıkarılması meselesinde çı­kar yol menkul ile mâkul arasını bulmak iddiasiyle boş yere uğraşmak de­ğil doğrudan doğruya vakıayı teslim ve tasdik etmektir. Hamdolsun biz muhbir-i sadık olan Resûl-ü Zişan'ın verdiği haber hususunda ha­kikatten mecaze gitmeğe cevaz vermiyoruz. Maamafih ülema-i zahirin pek doğru bulduğumuz bu sözlerine karşı ülema-i Batın bu rivâyetlerdeki lâ­fızlardan hakikî mânalarının kastolunmadiğını bunların birer temsilden ibaret olduğunu iddia etmişlerdir. Bu zevata göre Şakk-ı Sadır hadi­sesi berzah alemine ait bir temsildir. Şah Veli.yullah (Huccetul-lahi'l-Baliga) adlı eserinde şunları söyler. Peygamber (Sallaîlahü Aleyhi ve Sellem)'in göğsü yarılarak imanla doldurulmasının misali ona nur doldurmak ve bu nurun, onun ruhuna galebe çalması beşeri tabiat alevlerinin sönmesi ve sema aleminden taşıp gelen tecellilere tâbi olma* sidir. Lâkin Şeyban b. Ferruh rivâyetindeki tafsilata dikkat edilirse anlaşılırki; ehl-i batının bu te'villerine mecal yoktur. Zira hadise­yi gören çocukların Resulüllâh (Sallaîlahü Aleyhi ve Seliem) 'in süt annesine koşarak «Muhammed Öldürüldü» demeleri sonra onu karşıladık­larında renginin uçtuğunu mülâhaza etmeleri ve nihayet Enes (Radİyallahu anhym:

cBen Resulüllâh (Sallaîlahü Aleyhi ve Sellem)'in göğsünde o iğ­nenin eserini görürdüm demesi bu bâbta hiç bir te'vile imkân bırakmaya­cak kadar sarih hakikatlardır. Mucizeye imanı olan bir müslümanın bu bâbta tereddüd göstermesi asla caiz olamaz.

Yalnız Resulüllâh (Sallaîlahü Aleyhi ve.octietn) 'in kalbine bir altın kapla iman ve hikmet doldurulması mecazdır. Bundan murâd tasın içinde kemâl-i imanla hikmete sebep olan bir şey'in bulunmasıdır. O şey imanla hikmete sebep olabileceği için mecazen iman yerinde kullanılmış­tır. Yani mecazen imanın sebebine iman denilmiştir.

Harme1e hadisinde zikri geçen karaltılar Âdem oğullarının ruhları diye tefsir edilmiştir. Vakıa kâfir ruhlarının «siccin» de olacağını mü'min ruhlannınsa cennette sefa süreceğini bildiren sahih haberler va-rid olmuştur. Binaenaleyh nasıl olurda kâfirlerin ruhları Hz. Âdem (Aleyhİsselâm) 'in yanında bulunabilir? Şeklinde bir sual hatıra gelebilirse-de zaman zaman bütün ruhların Âdem (Aleyhİsselâm) 'a arz olunması Resulüllâh (Sallaîlahü Aleyhi ve Seliem)'in böyle arz esnasında ora­dan geçmiş bulunması ihtimal dahilinde olduğu gibi cennetliklerle cehen­nemliklerin daimi şekilde değilde bazan yerlerine girmeleri sair vakitler­de Hz. Âdem'in etrafında bulunmaları da muhtemeldir. Hatta üçüncü bir ihtimal olmak üzere cennetin Âdem (Aleyhİsselâm) 'm sağında ce­hennemin de solunda bulunması caizdir. Âdem (Aleyhİsselâm) 'm sağ tarafına baktığı zaman gülmesi zürriyetinin iyi hallerde olmalarına se­vindiği için sol tarafına bakıp ağlaması da yine zürriyetinden bazılarının kötü hallerine acıdığı içindir. Musa (Aleyhİsselâm) 'm ağlaması dahi — Haşa— Peygamber (Sallaîlahü Aleyhi ve Sellem)1! çekemediği için değil onun ümmetine nispetle kendi ümmetinin az olmasıdır. Keza Peygamber (Sallaîlahü Aleyhi ve Seliem) hakkında (çocuk) tabirini kul­lanması onu tahkir için değil Peygamberimiz (Aleyhisselâtü ve Sellâm)'a ömrü en kısa olduğu halde Teâ1â Hazretlerinin en büyük minnet ve ihsanda bulunduğunu ve onu bütün peygamberlerden şerefli ümmetinin de bütün ümmetlerden üstün ve çok olduğunu gprerek takdir ettiğindendir.

Harme1e 'nin rivayetinde:

ibrahim (Aleyhisselâm) 'm altıncı - semada olduğu bildiriliyor. Buharj 'nin Şerik rivayetinde de Öyledir. Bu iki rivayetten mâda heryerde Hz. ibrahim (Aleyhisselâm) in yedinci katta olduğu zikre­dilmiştir. Mir'ac müteaddid defalar vâki olmuştur, dersek rivayetler ara­sında tearuz yoktur. Aksi takdirde yedinci katta rivayetini tercih ederiz.

«Nihayet öyle bir seviyeye çıktım ki, orada kalemlerin hışırtısını işi­tiyordum.»   buyurmuştur.

Ha11abi diyor ki: «Bu ses hükmü 'ilâhî ile vahyi yazarken ve levh-i mahfuzdan A11ah 'm dilediği şeyleri istinsah ederken meleklerin ka­lemlerinden çıkan sestir.» Kaadî İyâz'da şunları söylüyor: Bu hadis «Resulüllâh (Saltallahü Aleyhi ve Se!lem)'e vahiy ve mikdarlarm Lev­h-i Mahfuzdan kalemlerle yazıldığının sahih olduğuna imanın vücubu ba­bında ehl-i sünnetin delilidir. Bunların keyfiyetini ancak A11ah bilir. Âyet ve hadislerde nasıl vârid olduysa zahiri üzere inanmak keyfiyyetini Allah'a yahut A11ah 'm bildirdiği zevata havale etmek icap eder. Bu gibi âyet ve hadisleri te'vil edenler ancak düşüncesi, imâm zayıf olan­lardır. Çünkü şeriatın getirdiği bu delilleri akli deliller de muhal görmez Allah dilediğini yapar dilediğini hükmeder...» Yine aynı rivayette na­mazların sayısını indirme hususunda:

«Rabbime müracaat ettim, o da bunların satrını indirdi...» Duyurul­maktadır.

Vakıa şatr kelimesi yarı mânasında kullanılırsa da burada ondan mu-râd yarı değil bir mikdârdır ki Kaadî İyâz 'in beyanına göre bu miktar beşte birdir. Nevevî, Kaadî 'nin beşte birle takdirine bi­le lüzum görmüyor ve: «Burada şatrdan murâd: yine yarı olup bir kaç defa müracaat sonunda Rabbim yarısını indirdi demektir. Çünkü hadis muhtasardır...> diyor. Harmele rivayetindcki:

«Rabbim...  bende söz bir olur; değişmez buyurdu.»

Cümlesi : Karşısında şöyle bir sual hatıra, gelebilir : Namazları elliden beşe indirdi: Bu sözün değişmesi değilimdir?

Cevap : Bu sözün manası teklifler değil verdiğim haberler değişmez; yahud kazay-ı mübrem denilen katı'i hükümler değişmez; Kazay-ı mualr lâk değişebilir demektir. Bu cümle ile «Bundan sonra artık söz değişmez.» manası da kastedilmiş olabilir.

Muhammed b. el Müsenna rivayetinde bahsedilen dört nehir, Buhârî ve diğer sahih kitaplarda beyan edildiği vecihîe Sidretü'l Müntehâ 'nin kökünden çıkmaktadırlar. Bu dört neh­rin bâtını olanları Mukati1'in beyanına göre Kevser ile SeI -sebil 'dir. Zahiri olanları ise Ni1 ile Fırat 'tir. Ulemâdan bazıla­rına göre bu isimler cennet ırmaklarını  büyüklük ve lezzet yönünden

Ni1'le Fırat'a benzeterek İstiare edilmiş de olabilir. İsimlerin te­vafukundan yani cennette Ni1 ve Fırat isminde iki nehir bulun­masından da ileri gelebilir. Maamafih yeryüzündeki Ni1 ile Fıra t'ın mahiyetini bilmediğimiz Sidret'ül Münteha 'nin dibinden kay­namaları da mümkündür. Allah-u Âlem.

Abd  b.  Humeyd   rivâyetindeki :

«Allah'a mülâki olacağından hiç şüphe etme.» âyet-i kerimesini şa­hit gösteren Peygamber (SallaUahü Aleyhi ve Sellem) değil râviler-den biridir. Katade'nin tefsirine Mücahid, Kelbi ve Süddî gibi bir çok zevat iştirak etmişlerdir. İbni Abbas, Mukatil Zeccac ve diğer müfessirlerin kavline göre ise; âyetin mânası: «Sen Musa'nın Kitaba kavuşacağına hiç şüphe etme.» demektir. Ma'âni ulemâsı da ayni fikirdedirler.

Yine bu hadisin Ahmet b. Hanbel ve Muhammed b. El-Müsennâ rivayetlerinde Resulüllâh (Sallallahü Aleyhi ve Sellemyin, Musa ve Yunus (Aleyhisselâm) \ İsrâ gecesinde telbiye ederken gördüğüne işaret buyurulmaktadır. Bu zevatın dünyada olmadık­ları halde nasıl Hac ve Telbiye ettikleri suali hatıra gelebilir. Bu suale ulemâ muhtelif cevaplar vermişlerdir:

1) Mezkûr peygamberler şehitler gibi hatta şehidlerden de efdaldir-ler. Şehidlerin ise; Rab'leri nezdinde diri oldukları Nassı Kur'ân ile sabit-' tir. Binaenaleyh bu Hadis-i şerifte vârid olduğu üzere bu peygamberlerin de Hac edip namaz kılmaları ve bu suretle imkânları nisbetinde A11ah'a yaklaşmaları ihtimalden uzak değildir. Çünkü onlar vefat etmiş te olsalar hükmen yine âmel diyarı olan bu dünyada sayılırlar. Dünyanın müddeti bitip de arkasından dâr-i ceza olan âhiret geldiği zaman amel de sona ere­cektir.

Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) göklerde diğer peygamberle­ri de ruh ve cesedleriyle görmüştür. Onu istikbâl ve teşrif için ruhları o gece bedenleri şekline girmiş yahûd hakikaten bedenleri kabirlerinden oraya getirilmişdir.

2) Âhiret ameli zikr ve duadan ibarettir. Onların yaptığı da budur.

3) Resulüllâh   (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)  bu peygamberler hakkındaki rüyasını İsrâ gecesi görmemiştir.

4) Peygamber     (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) onların dünyadaki hallerini görmüştür yani bu zevatın hali hayatta nasıl hac ve telbiye et­tikleri ona temsilen gösterilmiştir.

5) Kendilerini görmemiş de olsa; hayatta iken oniann Hac ve Telbiye ettikleri    Resulüllâh     (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'e vahiy suretile bildirilmiştir.

 

Hadisi Şerif Aşağıdaki Hükümleri İhtiva Etmektedir

 

1) Cibril (Aleyhisselâm) 'm,   Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Selletn)'e gelerek onu göklere çıkarması    Resulüllâh  (SalUUlahü Aleyhi ve Sellem)'in hak peygamber olduğuna ve başka hiç bir peygambere verilmeyen bir çok şeylerin yalnız ona verildiğine delâlet eder.

2) Resulüllâh   (Sallallahü Aleyhi ve Seîlem) 'e vahiy getiren me­lek    Cibril   (Aleyhisselâm)'dav,

3) Mi'raç birkaç defa vakî olmuştur.

4) Hadis-i şerif bir yere girerken izin istemeyi ve Dunun adabının ka­pıyı çalmak olduğunu, keza; «sen kimsin» denildikte (ben) demeyip adını Söylemek lâzım geleceğini beyân etmektedir. Maksat kendini tanıtmak­tır. Binaenaleyh kapıyı çalan kimsenin mutlaka kendini tanıtacak şekilde kendi adını; icap ederse babasının ve dedesinin adını söylemesi gerekir. Çünkü yalnız kendi adını söylemek çok defa işe yaramaz o isimde bir çok şahıslar bulunabilir.

5) Semanın hakikaten kapıcısı ve o semaya müvekkel bekçi melek­leri vardır.

6) Resulüllâh  (SallaUahü Aleyhi ve Sellem),   İbrahim (Aleyhisselâm)'m neslindendir. Çünkü Hz.    İbrahim    ona Salih evlâd diye hitap etmiş diğerleri ise Salih kardeş demişlerdir.

7) Kibir ve gurura müeddi olmayacağını bilmek şartiyle bir kimseyi yüzüne karşı medhetmek caizdir.

8) Babalar evlâtlarına karşı şefkatli olurlar. Ve onların iyi hallerine sevinirler.

9) Şafiîler bu hadisle vitir namazının vacip olmadığına istidlal etmiş­lerdir. Hanefilere görede hadis vitir namazının vucübuna delâlet etmez fa­kat vitir namazı bu hadiseden sonra   Resulüllâ h (SalUUlahü Aleyhi ve Sellem)'in :

«Allah size bir namaz daha ziyade etti...» hadisti şerifi ile sabit ol­muştur. Bundan dolayıdır ki; vitirin derecesi farz kuvvetinde değildir.

10) Hadisin zahiri cennetlik olsun cehennemlik olsun Benî Âdemin ruhlarının semada olduğuna delâlet etmektedir.

11) Cennet ve cehennem halk edilmişlerdir. Hatta   İbni   Bat­tal:   «Bu hadiste cennetin semada olduğuna delil vardır» der.

12) Meleklerin altın tas kullandığına bakarak bazıları Mushaf vesai-renin altın ile yaldızlanmasının caiz olduğuna hüküm vermişlersede bu doğru değildir. Çünkü meleklerin hükmü bizim hükmümüz gibi değildir. Üstelik onlar mükellef de değillerdir. Bununla beraber, o zaman henüz altın ve gümüş isti'mali haram kılınmamıştı.

13) Bazıları bu hadisle ibâdetin teklif edildikten sonra kullar tara­fından henüz âmel edilmeden neshedilebileceğine istidlal etmişlerdir.

14) Beş vakit namaz Mi'raçta farz kılınmıştır.   İbni   Battal: «Ülernâ namazın İsrâ gecesinde farz kılındığı   hususunda müttefiktirler» diyor.

15) Mü'minlerin ruhları semaya kaldırılır.

16) Benî Âdemin iyi âmelleri   Âdem   (Aleyhisselâm) 'ı sevindirir kötü âmelleri ise bizar eder.

17) Gelen misafire hoşbeş etmek ve kendisini güler yüzle karşılamak icap eder.

18) Allah 'in emirleri muhtelif melekler tarafından yazılır. İlim dahi muhtelif kalemler tarafından yazılmak icap eder. Çünkü semâvât âle­minde Sünnetullah bu olunca; yerde de kullarının buna ittibâ' etmesi ge­rekir. A11ah'in kaza buyurduğu malum eceller v.s. tebdil edilmez kul­larına merhameten bazı hükümleri Nesh buyurması bundan hariçtir.

19) Hadis-i şerif meleklerin çokluğuna da delildir.

 

75 - Mesih b. Meryem Île Mesih Decca'lin Zikri Babı

 

273 - (169) Bize Yahya b. Vahya rivayet etti dedi ki: Nâfi'den, onun­da Abdillah b. Ömer'den, onunda Resulüllâh (SallaUahü Aleyhi ve Sellem) den naklettiği şu hadîsi Malîk'e okudum. Resulüllâh (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) buyurmuşlar ki:

«Bir gece (rüyamda) kendimi Kabe'nin yanında gördüm : Derken öy­le karayağız güzeli  bir zat gördüm  ki erkeklerden gördüğün karayağızların en güzeli! Kulaklarına inmiş öyle saçları vardı ki gördüğün uzun saç­ların en güzeli! Onları taramış da (üzerlerinden) su damlıyordu, iki zâta (yahut iki zâffn omuzlarına) dayanarak beyti tavaf ediyordu : Bu kim? di­ye sordum. Mesih b. Meryem dediler. Sonra birdenbire son derece kıvır­cık saçlı, sağ sözü şaşı bir herifle karşılaştım. Zannedersin gözü salkım­dan dışarı fırlamış bir üzüm tanesi. Bu kim? diye sordum. Bu da Mesih Deccal'dır dediler.

 

274 - (...) Bize Muhammed b. tshâk el Müseyyebî [274] rivayet etti. (Dedi ki): Bize Enes yani İbni lyâd, [275] Musa'dan —ki İbni Ukbecür.— [276], o da Nafi'den rivayet etti demiş ki: Abdullah b. Ömer şöyle dedîs Birgün Resulüllâh (Saîlallahü Aleyhi ve Sellem) cemaat arasında Mesih Deccal'i anarak şöyle buyurdular:

«Şüphesiz ki Allah Tebareke ve Teâlâ tek gözlü değildir. Dikkat edin ki Mesih Deccal sağ gözü kor (bir herif) dir. Zannedersin gözü salkımdan fırlamış bir üzüm danesidir.»

«Akşam rüyamda kendimi Kabe'nin yanında gördüm. Bir de baktım erkeklerin karayağız güzellerinden görebileceğin en güzel bir zat! uzun saç­ları omuzlarını, çalıyor. Saçı taranmış, başından w damlıyor. Ellerini iki zatın omuzlarına koymuş; aralarında Beyti tavaf ediyor. (Oradakilere) Bu kim? dedim. Mesih b. Meryem cevchını verdiler. Onun arkasında gayetle kıvırcık saçlı, sağ gözü kör gördüğün insanların ibni Katan [277]'a en benzeri bir adam! O da etlerini iki adamın omuzlarına koymuş Beyti tavaf edi­yor.  Bu kim? diye sordum.  Bu mesih-i  Deccal'dır, dediler.

 

275 - (...) Bize İbnü Nümeyr rivayet etti. (Dedi ki): Bize babam ri­vayet etti. (Dedi ki): Bize Hanzale, [278], Salim'den [279], o da İbni Ömer'­den rivayet etti" ki: Resuîüîlâh (Salîallahü Aleyhi ve Sellem):

«Kabe'nin yanında esmer düz saçlı, ellerini iki adamın üzerine koy­muş, başından su akan yahut su damlayan bir zat gördüm. Bu kimdir? diye sordum. İsa b. Meryem'dir yahut Mesih b. Meryem'dir, dediler. (Ravi bu sözlerden hangisini söylediğini bilmiyoruz demiş) Onun arkasında da kırmızı, saçı kıvırcık, sağ gözü kör birisini gördüm. Gördüklerim içinde en ziyade İbni Katan'a benzeyen birisi.

  Bu  kimdir? diye sordum.

  Mesih-i Deccal'dır diye cevap verdiler.» buyurmuşlar.

 

276 - (170)  Bize Kuteybetu'bnü Said rivayet etti.  (Dedi ki):    Bize y, [280] Ukayl* [281] den, o da Zühri'den, o da Ebû Selemete'bni Abdur-rahman'dan, o da Cabir b. Abdillâh'tan naklen rivayet etti ki: Resulüllâh

«Kureyş beni tekzib ettiği zaman Hıcr'de ayağa kalktım. Allah bana Beyt-ül Makdis'i tecelli ettirdi. Bunun üzerirfe ona bakarak KureyşIİlere onun  alâmetlerini haber vermeye başladım.» buyurmuşlar.

 

277 - (171) Bana Harmele b. Vahya rivayet etti. (Dedi ki): Bize İbni Vehb rivayet etti dedi" ki: Bana Yunus b. Yezid, İbni Şi hap'tan, o da Salim b. Abdillâlt b. Ömer b. El Hattap'dan, o da babasından naklen ha­ber verdi. Demiş ki: Resulüllâh (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'ı şöyle bu­yururken işittim:

«Bir defa ben uyurken kendimi Kabe'yi tavaf ediyor gördüm. Bir de baktım karayağız, salınmış düz saçlı bir zat iki kişinin arasına girmiş, ba­şından su damlıyor yahut su akıyor.

  Bu kimdir? dedim.

  Bu Meryem'in oğludur, dediler.

Sonra ona iltifat etmek için ilerledim, bir de baktım ki, kırmızı be­nizli, cesim, kıvırcık saçlı, bir gözü kör bir herif, gözü salkımdan uğramış üzüm danesi gibi.

  Bu  kim? diye sordum.

  Deccal'dır, dediler.

insanlar içinde ona en ziyade benzeyen ibni Katan'dır.»

 

278 - (172) Bana Zübeyr b. Harb'da rivayet etti. (Dedi ki): Bize Hu-ceyn b. El Müsenna [282] rivayet etti. Dedi ki): Bize Abdülaziz — ki İbni Ebi Seleme'dir [283] — Abdillah b. Fadıl' [284] dan, o da Ebî Selemete'bni Abdir-rahman'dan, o da Ebû Hüreyre'den naklen rivayet etti, demiş ki: Resulüllâh (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) şöyle buyurdular:

«Gerçekten kendimi Hicr'da gördüm. Kureyş bana Isrâ seyahatimi soruyordu ezcümle bana Beyt-i Makdis'den tesbit edemediğim bazı şey­ler sordular. Bu sebeple o kadar müşkil mevkide kaldım ki, hiç bir zaman bu kadar sıkıİmamıştım. Derken Allah onu bana arzeyledi. Onu görüyor­dum. (Artık) Bana ne sordularsa kendilerine haber verdim. Bir de kendimi peygamberlerden müteşekkil bir cemaatin içinde gördüm. Baktım ki, Mu­sa kalkmış namaz kılıyor. Düz saçlı, uzunca boylu bir zat zannedersin Şenûe kabilesi erkeklerinden biri. Bir de baktım Isâ b. Meryem (Aleyhh selâm) kalkmış namaz kılıyor. İnsanların ona en ziyade benziyenî Ur-vetü'bnü Mes'ut Es-Sekafi'dir. Baktım İbrahim (Aleyhisselâm) da kalkmış namaz kılıyor. İnsanların ona en ziyade benzeyeni sahibinizdir (yâni be­nim.} Derken namaz vakti geldi, ben onlara imam. oldum, namazı bİri-rince içlerinden  bin :

— Ya Muhammedi Şu zat cehennemin bekçisi Mâlik'dir, Ona selâm ver dedi. Ben ona doğru bakınca o bana selâm verdi.

Bu hadisi Buhârî «Kitab-ul Libas» ile «Kitabu't Ta?bîr» de*tahriç et­miştir. Hadis-i Şerif Mesih b. Meryem ile Mesih-i Decca1'm farklarını bildirmek için vârid olmuştur. Yahya 'nın rivayetin­de tasrih edilmemiş olsa da ondan sonraki Muhammed b. İshâk rivayetinden anlaşılıyor ki Resulüllâh (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) îsâ (Aleyhisselâm) ile Deccal'ı rüyasında Kâbe 'yi tavaf ederler­ken görmüşlerdir. Nevevî 'nin beyanına göre;   Beytullah'a Kabe   ismi verilmesi yüksek ve aort Jcöşe olduğu içindir. Araplar dört köşeli olan her eve   Kabe   derler.

Limme: Kulakların yumuşağına kadar salınan saç demektir. Omuz­lara kadar inen saçlara cümme derler. Hadiste

«İki zata yahut İki zatın omuzlarına dayanarak» denilmesi râvd şekk ettiği içindir.

«Üzerlerinden su damlıyordu» ibaresi hakkında Kaadî Iyaz şunları söylüyor: «Bu ibareden zahiri mâna yani saçlarını yeni taradığı için üzerlerinden henüz su damlıyordu mânası kasdedümiş olabilir. Fakat bence bundan murâd İsâ (Aleyhisselâm)'m yüzünün parlaklığı ve gü­zelliğidir. İbare onun güzelliği için istiare edilmiştir» Kaadî Bâcî, ise zahiri mânayı tercih etmiştir. İsâ (Aleyhisselâm) in tavafı hakkında yine Kaadî İyâz şöyle diyor: «Eğer Resulüllâh (Sallalkthü Aleyhi 'e Selîem) 'in Hz. İsâ 'y1 görüşü rüya değil de hakikatse onun bu tavafı hakikattir. Çünkü İsâ (Aleyhisselâm) ölmemiştir. İbni Ömer'in rivayetinde bizzat İbni Ömer 'in tenbih ettiği gibi rüyada görmüş­se bu da bir ihtimaldir. Decca1'in Kabe'yi tavafıda rüya halinde olduğuna hamledilir. Çünkü Deccal'm Mekke ve Medine 'ye girmiyeceği Sahîh hadiste vârid olmuştur. Bununla beraber Ma1îk 'in rivayetinde Decca1 'in tavafından bahsedilmemiştir. Şöyle de denile­bilir. Deccal'm Medine 'ye girmesinin haram kılınması fitne çı­kardığı zamana mahsustur. Allahu Alem.»

Mesih meselesine gelince: Mesih hem İsa (Aleyhisselâm)m hemde Decca1'm sıfatıdır. İsâ (Aleyhisselâm) 'a niçin Mesih denildiği ulemâ arasında ihtilaflıdır. Vahidi 'nin nakline göre; Ebû Übeyd ile Leys bu kelimenin esas itibari ile* İbranî olduğunu İbranî 'de mesihâ şeklinde telâffuz edildiğini Arapların onu biraz de­ğiştirerek Mesih şeklinde telâffuz ettiklerini, nitekim Musa 'nın da aslı İbranîde Musa yahut Mişâ olup Arapların Musa de­diklerini söylemişlerdir. Bu takdirde kelime müştak değil cârnid bir isim­dir. Fakat yine Vahidinin beyanına göre ekseri ulemâ bu kelimenin müş­tak olduğuna kaildirler, Cumhurun kavlide budur. Fakat hangi kelime­den müştak olduğu ihtilaflıdır. İbni Abbas (Radıyallahu Anhüma) 'dan. rivayet edildiğine göre; tnesihden müştaktır. Çünkü İsâ (Aleyhisselâm) hangi hastaya dokunsa; o hasta iyileşirdi. İbnu'l A'râbî ile diğer bazı ulemâya göre Mesih: Sıddık demektir. Bazıları Hz. 1sâ 'nın ayakları dümdüz olup çukurları bulunmadığı için kendisine Mesih denildiğini diğer bazıları Zekeriyya (Aleyhisselâm) ona eliyle do­kunduğu için kendisine bu isim verildiğini söylemişlerdir. Yeryüzünde Mesh ettiği yani seyahatta bulunduğu için Mesih denildiğini iddia edenler bulunduğu gibi doğarken vücudu yağla kaplı bulunduğu için ken­disine bu isim verildiğini söyleyenlerde vardır. Aynî Hz. İsâ'ya niçin Mesih denildiği hususunda yirmi üç kavil bulunduğunu ve bunları bir eserinde topladığını bildiriyor. Kamus sahibi bu kavilleri elliye çıkarmıştır. Rağıp : Müfredatında şöyle demektedir. «Mesh: As-îmda bir şey üzerine elini sürmek ve bir şeyden eseri gidermektir.>

Deccal'a Mesih denilmesi bazılarına göre gözü silik yani dümdüz olduğu içindir. Diğer bazılarına göre; gözü kör olduğu için Mesih denilmiştir. Zira bir gözü kör olanlara mesih derler. «Deccal çıktığı zaman yeryüzünü dolaşacağı için ona bu isim verilmiştir.» diyen­ler bulunduğu gibi daha başka sebepler gösterenlerde olmuştur Aynî, Deccal'a Mesih denilmesi hususunda beş, Deccal denilmesi hu­susunda on kavil bulunduğunu ve bunJprı «Zeynü'l-Mecalis» namındaki kitabında birer birer saydığını söyler

Kaadî İyâz diyor ki: «İsa [/iieyhisselâm) hakkında kulla" nılan Mesih kelimesinin Mesih şeklinde okunacağı hususundu ravilerden hiç birinin hilafı yoktur. Fakat bu kelimenin Deccal hak­kında ne şekilde okunacağı ihtilaflıdır. Ekseri ulemâya göre İsâ (Aleyhisselâm) hakkında nasıl okunursa Deccal hakkında da öyle okunur. Lafız itibari ile aralarında fark yoktur. Yalnız İsâ (Aleyhisselâm) Mesih-i Hidâyet, Deccal ise, Mesih-i Dalâlet 'tir. Ba­zı râviler bu kelimeyi Deccal hakkında «Missih» şeklinde rivayet etmişlerdir. Bu takdirde kelime noktalı ha ile yazılır. Bir takımları da Misîh şeklinde rivayet etmişlerdir. Allah-u A'lem»

Hadis-i şerifte Deccal hakkında Resulüllâh (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) «Ca'd, Katat» tabirlerini kullanmıştır. Meşhur olan ri­vayet buysada Kaadî İyâz, Katat kelimesinin katıt şeklinde de rivayet edildiğini söyler. Bunun mânası saçı fazla kıvırcık demektir. Herevî 'nin beyanına göre Ca'd kelimesi erkekler hakkında hem medih hem de zem için kullanılır. Zemm için kullanılırsa biri kısa ve mütereddit diğeri de bahil ve cimri mânasına olmak üzere iki şekilde kullanılır. Arap­lar «câ'du'I-Yedeyn» ve «Ca'dü'l-Esâbi'» derler. Bunlardan cimri mâna-sinı kastederler. Bu kelime medih hususunda kullanıldığı zaman dahi iki mânaya gelir. Biri Ahlâkî şiddetli, diğeri saçları kıvırcık demektir. Kıvır­cık saçın medih sayılması düz saç acemlere yani arap olmayan milletlere mahsus olduğundandır. Kaadî İyâz diyor ki: «Herevi'den başka­larına göre Ca'd Deccal hakkında zem, İsâ (Aleyhisselâm), hakkında ise medih sıfatıdır.»

Hadis-i şerifte zikri geçen tâfiye kelimesi hemze ile «tâfie» şeklindede rivayet olunmuştur. Bu takdirde mâna; gözünün nuru gitmiş, kör olmuş demektir. Tâfiye şeklinde okunduğuna göre ise; gözü fırlamış anadan uğ­ramış manasınadır.

Kaadî îyâz (Rahimehullah) : «Bize bu kelime ekseri üstadları-rruzdan hemzesiz olarak rivayet edilmiştir. Ekserisinin sahih gördüğü ri­vayette budur. Ahfeş 'te buna zahib olmuştur. Mânası:  Decca1 'm gözü iri üzüm danesinin diğer üzüm daneleri arasından dışarıya taştığı gi­bi çıkmış anadan uğramış demektir. Mezkûr kelimeyi üstadlanmızdan ba" zıiarı hemze İle zapdetmişsede diğerleri bunu kabul etmemiştir. Fakat ka­bul etmemeğe bir sebep yoktur. Çünkü hadis-i şerifte Decca1 'in silik gözlü olduğu, gözünün çukur veya çıkık değil sönük olduğu yani kör ol­duğu tavsif buyurulmuştur. İşte suyu akan bir üzüm danesinin sıfatıda bu­dur. Bu tavsif, kelimenin hemze ile okunmasının doğru olduğunu gösterir.» diyor.

Decca1'm bu rivayette sağ gözünün, başka bir rivayette sol gözü­nün kör olduğu bildirilmesi her iki gözünün sakatlığmdandır. Çünkü Araplar sakat olan her şeye bahusus sakat göze a'ver derler. Decca1'in İki gözüde sakattır. Biri tamamiyle kor diğeri anadan uğramış çıkıktır. Sa­kat bir kimse Allahlik dâvasında bulunursa yalancı olduğunu her kes an­lar.

Hadisin Muhammed b. İshâk rivayetinde: «Şüphesiz ki Allah Tebareke ve Teâlâ tek gözlü değildir. Dikkat edin ki Mesih Deccal sağ gözü kör (bîr herif) dür.» buyurulmaktadır.

Bundan murâd : Allah Teâlâ bütün noksanlıklardan ve ya­ratılmaktan münezzehdir. Decca1 'sa hem mahlûk nemde sakattır. Bi­naenaleyh bunu böyle bilmeniz ve başkalarına da böyle öğretmeniz icap eder.

Tâki halk Decca1'm verdiği hayal ve kuruntulara ve onun fitne­lerine aldanmasın demektir.

Peygamber (Saltallahü Aleyhi ve Se!lem)'e Beyt-i Makdîs'in gösterilmesi iki suretle olabilir. Ya onu görebileceği bir yere götürülmüş; sonra tekrar yerine iade edilmişdir. Yahud Beyt-i Makdîs'in mi­sâli gözünün önüne getirilmişdir. Birinci ihtimal daha kuvvetli görül­müştür. Çünkü mu'cize hakkında daha beliğdir. Bir anda Be1kis'in tahtını Hz. Sü1eyman'a getiren Allahü Azimüşsan şüphesiz ki bu­na da kadirdir.

Hadisin Züheyr b. Harb rivayetinde:

«Baktım ki Musa kalkmış namaz kılıyor. .» buyrulmuştur. Semâdaki peygamberlerin Haccedip namaz kılmalarından muradın ne olduğu az yukarıda geçen İsrâ hadisinde görülmüştü. Burada Kaadî-İyâz Şunları söylüyor:

«Peygamber (SattaUahü Aleyhi ve Sellem) Beyt-i Makdis'te pey­gamberlere namaz kıldırdığı ve mertebelerine göre göklerde gördü­ğü zevat kendisine selâm vererek hoşbeşte bulundukları halde acaba Musa(Aleyhtsselâm)\ kabrinde namaz kılarken nasıl gördü? denilirse, bunun cevabı şudur. İhtimâlki Musa (Aleyhisselâm) 'ı Kesîb-i Ahmer yanındaki kabrinde görmesi göklere çıkmazdan evvel Beyt-i Makdis yolunda olmuş sonra Musa (Aleyhisselâm) ondan önce semâya çıkmıştıc. Yahut peygamberlerle bir araya gelerek namaz kıldırması ve Hz. Musa'yi görmesi Sidretü'l-Münteha' dan döndük­ten sonra vuku bulmuştur...» Fakat Übbî bu son cevabı beğenme­miştir.

Muhakkaktır ki Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellerç)ym İsra ge-gecesi peygamberleri görmesi biri Kudüs'de diğeri göklerde olmak üzere iki defa vâkî olmuşdur. Kudüs'de Peygamberlere kıldırdığı namaz ya ta-hiyye namazı yahud hassaten Mi'rac namazıdır. Bu namazın göklerden indikten sonra kılınmış olması ihtimal ise de çıkmadan kılınması ihtimâli daha kuvvetli görülmüştür.

Yine Übbî: «Resulüllâh (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'in Deccal'i İbnî Katan'a benzetmesi İbnî Katan hakkında zemm değildir. Maamafih Buhârî'de İbnî Katan'in kâfir oldu­ğu zikredilmektedir. Binaenaleyh zemm olsada bir şey lâzım gelmez. Çün­kü kâfirin zemmî mubahtır.» diyor.

Kuteybetu'bnü Sa'id rivayetinde zikri geçen Hıcr'den murâd Hatım'dir. Hatim, Kabe 'nin dışında bırakılan ve yarım daire şeklinde alçak bir duvarla çevrilen kısımdır. Vaktiyle Kabe inşa edi­lirken malzeme kifayet etmemiş onun için bu kısım dışarda bırakılmıştır. Fakat hükmen Kabe 'nin içinden sayıldığından tavaf Hâtim'in dışın­dan yapılır.

Gerek Resulüllâh (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'in gerekse İsâ (AleyhisselâmTm iki kişinin omuzlarına dayanarak tavaf etmeleriyle bilis-tidlâl bazıları bir şeye binerek tavaf etmeyi caiz görmüşlersede ulemâ Özür­süz olanlara bunu mekruh görmüştür. Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sel!em)'in başkasının yardımı ile tavaf etmesi bir özüre mebni idi. Ya­hut insanlara görünerek hac ibadetlerini öğretmek için binek üzerinde ta-i/af etmişti. İsâ (Aleyhisselâm) 'in tavafı da Özre mebni idi. Yahut bir rüyadan.ibaretti. Birde onun şeriatı bizim şeriatımızdan başka idi. Bize onun şeriatına tabi olmak vacip değildir.

 

76 - Sidretü'l-Münteha Hakkında Bir Bap

 

279 - (173) Bize Ebû Bekr b. Ebi Şeybe rivayet etti. (Dedi ki): Bize Ebu Üsârae rivayet etti. (Dedi ki): Bize Malik b. Migvel rivayet etti. H.

Bize İbırî Nümeyr ile Züheyr b. Harb da hep birden Abdullah b. NÜ-meyr'den rivayet ettiler lâfızları birbirine yakındır. İbni Nümeyr dedi ki: Bize babam rivayet etti (Dedi ki): Bize Malik b. Miğvel, Zübeyr b. Adİy'-den, [285] o da Talha'dan, [286] o d^ Mürra'dan, [287] o da Abdullah'tan [288] naklen rivayet etti.

Abdullah şöyle demiş: Resulüllâh (Sallallahü Aleyhi ve Seliem) göklere çıkarıldığı gece Sidretü'I-Müntehaya götürüldü. Sidre altıncı semâdadır. Yer yüzüaden semâya çıkarılan onda nihayet bulur ve sonra ondan alınır. Onun yukarısından inen şeyler de onda karar kılar sonra ondan alınır. (Abdullah burada)   o dem ki:

«S id reyi Allah'ın azamet ve celâli (toplayabildiğine kaplıyordu.» Âyetini okumuş ve onu altından pervaneler diye tefsir etmiştir. Sonra (ri­vayetine devamla): Resulüllâh (SaUaiîahü Aleyhi ve Seliem) 'e (orada) üç şey verilmiştir.

1) Beş vakit namaz verilmiştir.

2) Bakara sûresinin son âyetleri verilmiştir.

3) Ümmetinden Allah'a şirk koşmayanların büyük günahları mağfi­ret olunmuştur.» demiş.

 

280 - (174) Bana Ebur-Râbî' Ez-Zehranî [289] de rivayet etti. (Dedi ki): Bize Abbad — ki İbni'l-Avvam, [290] dır — rivayet etti. (Dedi ki): Bize Şeybanî [291] rivayet etti dedi ki: Zirr b. Hubeyş'e [292] Allah Azze ve Cel-le'nin :

«İki yay arası kadar veya daha yakın oldu.» Âyet-i kerimesinin mâ­nasını sordum (cevaben) «Bana İbni Mes'ut Peygamher(Sallallahü Aleyhi ve Seliem) 'in Cibril'i gördüğünü onun altı yüz kanadı bulunduğunu haber verdi» dedi.

 

281 - (...) Bize Ebû Bekr b. Ebî Şeybe rivayet etti. (Dedi ki): Bize Hafs b.. Gıyâs, Şeybani'den, o da Zirr'dan, o da Abdullah'tan naklen rivayet etti. Abdullah demiş ki:

«Onun gördüğünü kalp yalanlamadı.» âyetinin mânâsı Resulüllâh (Sallallahü Aleyhi ve Seliem) Cibril (Ateyhisselâm)'ı görmüştür. Cibril'in altıyüz kanadı vardır, demektir.

 

282 - (...) Bize Ubeydullah b. Mu'az el Amberi rivayet etti. (Dedi ki): Bize babam rivayet etti dedi ki: Bize Şube, Süleyman eş-Şeybani'den ri­vayet etti, o da Zirr b. Hubeyş'den, o da Abdullah'tan dinlemiş. Abdullah:

«Yemin olsun ki, o Rabbinin en büyük âyetlerinden bazılarını gör­müştür.» âyet-i kerimesi hakkında Resulüllâh Aleyhi ve Seİlem) Cibrili altı yüz kanadı olduğu halde kendi suretinde görmüştür demiş.

Bu hadisin bütün asıl nüshalarında Sidre-i Münteha'nın altıncı semâ­da olduğu rivayet edilmektedir. Halbuki İsrâ hadisinin Enes rivayet­lerinde onun yedinci katta olduğunu görmüştük. Kaadî îyâz o ri­vayetin esah olduğunu söyledikten sonra: «Ekseri ulemânın kavli de bu­dur. Münteha ismi verilmeside bunu iktiza eder» diyor. Nevevî : Bu rivayetlerin arasını cem etmeye çalışmış ve: «Sidreniri kökü altıncı kat­ta büyük bir kısmı da yedinci katta olabilir. Çünkü onun son derece bü­yük olduğu malûmdur. Hali \(RahimehuUah)\ «Bu ağaç yedinci kattadır. Bütün semâvatı ve cenneti gölgelendirir, demiştir.» şeklinde mütealaâ yü­rütmüştür.

Sidre-i Münteha hakkında Elmalılı Muhammed Hamdi Yazır «Hak dini Kur'ân dili» tefsirinde aşağıdaki malûmatı vermekte­dir.

Münteha: İsmi mekân ve masdar-ı mimi olabileceğine göre nihayet sidresi veya son haddin sidresi mefumunu ifâde eder bir isim olmuştur. Sidre, yukarılarda da geçtiği üzre bir ağaçtır. Kamus tercümesinde: «Sidr» sinin kesri ve daim sükûnu ile şecere-i nebk ismi dir ki Arabistan kirazı tabir olunur. Trabzon hurması o nevidendir. Müfredi Şii­redir. Cem'i siderât ve sidirât ve sider ve südür gelir ve şecere-i mezbur iki gûnâ olur. Biri Büstânî'dir ki yemişi hoş olup yaprağı ile de gaslolunur. Birisi berridir, ki yemişi kekre olur. Ve ikisininde gölgesi begayet koyu ve. lâtif ve hafif olur,» denilmiştir.

Bu maddede bir hayret mânası da vardır. Seder ve sederât göz ka­maşmak ve hayran olmak demektir. Bundan bina-i nev'i olduğu zamanda bir nevi tahayyur ifade eder müfessirin Sidre-i müntehâyı her iki mânaya işaret ederek tefsir etmişlerdir.

1 - Sidre-i Münteha arşın sağından yedinci semâda bir hadiste de altıncı semâda bir nebk ağacıdır ki; müttekilere mev'ûd olan cennetteki nehirler (Sure-i Muhammed) onun altından kaynar. Hz. Peygam­ber 'den bunun vasfında meyveleri Kılâl-i Hecer [293] ve yap­rakları âzan-i fiyele [294] gibi: «bir şecere ki rakip [295] gölgesinde yetmiş sene gitse kat edemez. Bir yaprağı ümmetin hepsini örter», «bir şecereki Râkib gölgesinde yüz sene gider katedemez ve bir yaprağı bir ümmet bü-rür» gibi haberler nakledilmiştir. Bunda bütün âlern-i halkın ecrâm ve eb'âdı ile Müntehâyı teşekkülâtı, âlem-i Emir hududuna çükilmiş bir ağaç, bir şecere-i kevn  olarak  gösterilmiş görünür    İbni    Mes'ud'den de

«Sidre-i Münteha cennetin uçlorındandır. Üzerinde Sündüs ve Isteb-rak'in etekleri vardır.» diye rivayet edilmiş olmakla Keşşefta :

«Galiba bu ağaç cennetin ucunda ve sonunda olacaktır denilmiştir.»

İbni Abbas ve Kâ'b 'dan nakledildiğine göre; Sidre-i Mün­teha arşın altında bir sidredir ki; gerek melek ve gerek Nebiy ve gerek sair mahlûkattan her âlimin ilmi nihayet ona müntehi olur. Ondan ötesi gaybdır. Allah 'tan başkası bilmez. Yahut Dahhak 'tan rivayet olduğu üzere emri ilâhiden her şey ona müntehi olur. Ondan ileri geçe­mez. Hep bu kaviller Münteha denilmesinin vechini beyan gibidir.

2 - Fahr-i Râzi 'nin birinciden sonra kaydettiği bir kavle gö­re de; sidre «Râkib» den rikbe gibi binâ-i merre olarak Sidre-i münteha hayret-i kusvâ son derece hayret demektir. Yani akılların hayrette kal­dığı, daha fevkinde hayret tasavvur edilemiyecek vecihle son derecede hay­rette kaldığı makamda Hz. Peygamber (Saüallahü Aleyhi ve SeÜem) hayrette kalmadı, şaşmadı, kaybetmedi, gördüğünü gördü. Maamafih yine Râzî' derki: Sahih olan evvelki vecihtir...» [296]

«Ebû   Bekr   hadisinde geçen

«Altından pervaneler» yerine bazı rivayetlerde «

«Altından çekirgeler»   denilmiştir. Burada her iki rivayetten maksad

Sidre-i Müntehâyı kaplayan tecelliyatın sayılmayacak derecedeki güzel­liği ve çokluğudur.

Ayni rivayette geçen «Mukhimat» in mânası inşam helak eden ve cehenneme sürükleyen büyük günahtır. Hadisin bu cümlesinden murâd o ümmetten olup şirl^ koşmadan ölenlerin büyük günahlarının affedilme-sidir.    Nevevî 'nin beyanına göre affetmek hiç azap etmemek değildir. Çünkü şer'i delillerle ve icma'ı ümmetle sabit olmuştur ki; bazı âsi mü'minler azap göreceklerdir. Maamafih bu cümleden husus kasdedilmiş olmak ta muhtemeldir. Yani bu ümmetin bazı fertlerine azap yüzü göster­meden büyük günahları affolunacaktır. Allah-u Alem

Ebur-Rabî ' rivayetinde Hz. Abdullah b. Mes'ud

âyet-i kerimesini Resulüllâh {Sallalkzhü Aleyhi ve Sellem) , Cibri1'i altı yüz kanadı ile yani kendi şekli ile gördü diye tefsir etmiştir. Bu bâbta yine E1ma1ı1ı merhum şu malûmatı vermektedir.

«Kavs malûm ki; yay demektir Kaâb da yayın kabzası ile giriş ma­hallinden iki köşe aralığına denir ki; bir yayda iki Kaâb bulunur. Bu mâna ile bazıları kalb tariki ile bir kavsin iki kaâbı demek olabileceğini söylemişlerdir. Yani kabzası ile kirişi arasına da kaâb denilebildiği söylen­miştir. Mızrak: Rumh, değnek: savt, arşın: zira', kol, boy, kulaç: Bâ, adım' Hat ve, karış: Sibr, şerre, Fitr, parmak: isb'i uzunluk ölçüsü olarak kulla­nılmış olduğu gibi kavs te öyle bir uzunluk mikyası olarak kullanılmıştır. Hicaz lügatinde kavs arşın mânasına geldiği ve İbnî Abbas 'dan burada bu mânaya olduğu da söylenmiştir. Buna göre «iki kavsin kaâbı» iki arşın kadar demek gibi olmuş oluyor. Lâkin burada, daha güzel bir mâna nakledilmiştir. Şöyleki:

Araplar cahiliyetinde bir ittifak için andlaşacakları zaman iki yay çı­karır birini diğerinin üzerine koyarak ikisinin kaâbını birleştirir sonra ikisini beraber çekip onlarla bir ok atarlar: Bu onların her birinin rızası diğerinin rızası, gadabı diğerinin gadabı olup hilafı mümkün olmayacak vecihle ahidleştiklerini işaret olurdu. Bu mânada kaâb mikdar mânasına değil iki kavsin birlik manzarasını gösteren kabza ile kiriş arası oluyor.

Görülüyor ki bu mâna hem o birinden daha ziyade bir yakınlık tas­vir ediyor hemde manevi bir kurbe işaret ediyor...» [297]

Binaenaleyh İbni Mes'ut' (Radiyallahu anh) *ın tefsirine göre âyet-i kerimenin toplu mânası şöyle oluyor: «Cibril (Aleyhisselâm) o yüksek ufuktan Resulü Ekrem (Saikılîahü A ieyhİ ve Sellem) 'e doğ­ru öyle yaklaştı ve sarktı ki aralarında ancak üst üste konmuş iki yayın biribirlerine olan mesafesi kadar yahut daha yakın bir mesafe hasıl oldu.» Bittabi bu âyet-i kerimeyle manevi yaklaşmaya işaret buyrulmuştur. Bu âyet-i kerimeye daha başka türlü mâna verenlerde vardır.

Müslim'in EbûBekr rivayetinde (281 ci hadis) Abdul­lah   b.   Mes'ut:

«Gönül gördüğünü tekzip etmedi.» âyetini : «Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) Cibri1'i görmüştür» şeklinde tefsir et­miştir ki; bu onun mezhebidir. Cumhuru müfessirine göre ise âyetten mu-râd Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve SeUem)'in rabbini görmesidir. A11ah'ı gördü diyenlerden bazıları kalbi ile gördüğüne diğerleri gözü ile gördüğüne kaildirler. Enes  (Radiyallahu anh) ile îktime Hasen ve Rebi'in mezhebi budur.

Ubeydullah b. Muaz rivayetinde İbni Mes'ut Hazretlerinin:

«Yemin olsun ki, o Rabbinin en büyük âyetlerinden bazılarını gör­müştür.» âyet-i kerimesini yine: «Resulüllâh (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) Cibri1 'i kendi sureti ile altı yüz kanatlı olarak görmüştür,»

diye tefsir etmiştir. Büyük âyetlerden birinin Cibril (Aleyhisselâm) olduğunda şüphe yoksada tamamının ne olduğunu bilmeye bizim için im­kân yoktur. İbni Mes'ud'un bu kavli ekseri Selefin mezhebidir. Dahhak 'a göre bu büyük âyetlerden murâd Sidretu'l-Münteha'dir. Bazıları Refref olduğunu söylemişlerdir.

Bakare sûresinin Son âyetlerinden murad : O âyetlerin mânâ Ve medlulleridir. Yoksa Bakare Suresi Medinede inmiş, Mi'rac ise Mekke'­de vâki olmuşdur. MaamafihMi'râc gecesi vasıtasız, bilâhare Cibril va-sıtasıyle inmiş olması da mümkündür. Bakara Suresi'nin son âyetleri. Allahın bu Ümmete olan rahmetini, onlara hafif emirler teklif buyurdu­ğunu günahlarını afv ve%endilerini kâfirleri karşı muzaffer kıldığım be­yan etmektedir.

 

77 - Allah Azze ve Celle'nin : «Yemin Olsun ki, Onu Bir Başka İnişte de Gördü» Âyet-i Kerimesinin Manası ve Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'m İsra Gecesi Rabbini Görüp Görmediği Babı

 

283 - (175) Bize Ebû Bekr b. Ebi Şeybe rivayet ett. (Dedi ki): Bize Ali b* Müshir, Abdulmelik' [298] ten, o da Âtâ'dan, o da Ebû Hüreyre'den rivayet etti. Ebû Hüreyre:

«Yemin olsun ki, onu bir başka inişte de gördü.» âyet-i kerimesi hak-kında «O Cibril-i gördü» demiştir.

 

284 - (176) Bize Ebû Bekir b. Ebî Şeybe rivayet etti. (Dedi ki): Bi­ze Hafs' [299] Abdulmelik'ten, o da Âtâ'dan, o da İbni Abbas'tan naklen rivayet ettiki İbni Abbas:

«Resulüllâh   (Salîallahü Aleyhi ve Seîiem)  onu kalbi ile gördü» demiş.

 

285 - (...) Bize Ebû Bekr b. Ebi Şeybe ile Ebû Sa'id el-Eşecc hep birden Veki'den rivayet ettiler. Eşecc dedi ki: Bize Vekî' rivayet etti. (De­di ki): Bize A'meş, Ziyad b. Husayn Ebu Cehme'den, [300] o da Ebu'l-Âli-ye'den, [301] o da İbni Abbas'tan naklen rivayet etti ki İbni Abbas :

«Onun gördüğünü gönül yalanlamadı, yemin olsun ki, onu bir başka inişte de gördü.» âyetleri hakkında onu kalbi ile iki defa gördü demiştir.

 

286 - (...) Bize Ebû Bekr b. Ebi Şeybe rivayet etti. (Dedi ki): Bize Hafs.b. Gıyâs A'meş'ten rivayet etti. A'meş: Bize Ebû Cebine bu isnadla rivayet etti demiş.

 

287 - (177) Bana Zuheyr b. Harb rivayet etti. (Dedi ki): Bize İsmail b. İbrahim Davud'tan [302], o da Şa'bi'den, o da Mesruk'tan [303] naklen ri­vayet etti. Mesruk şöyle demiş: Hz. Âîşe'nin yanında dayanmış oturuyor­dum. Bana dedi ki:

— Ya Ebâ Âişe: [304] Üç şey vardır, ki her kim onlardan birini söy­lerse Allah'ın Resulüne büyük iftira atmış olur. Ben :

— Nedir onlar? dedim.

1 - «Herkim Muhammed (âatialtohü Aleyhi ve Seîiem) 'in rabbini gör­düğünü söylerse Allah'ın Resulüne büyük iftira atmış olur» dedi. Ben da­yanmış vizayette idim. Hemen oturarak;

— Ya Ümmel mü'minin! Bana müsade buyur acele etme Allah Azze ve Celle:

«Yemin olsun ki, peygamber onu apaçık ufukta gördü.» «Yemin olsun ki, onu başka bir İnişte de gördü.» hnvurmadımı? dedim. &\şe(Radtyallahu Anhâ):

  Bu ümmetten bu meseleyi ResulüHâhf.Wfa7fa/z« Aleyhi ve Sellemfe ilk soran benim. Resulü Ekrem

  «O ancak Cibril'dir. Ben onu şu iki defadan başka halk edildiği şekilde görmedim.    Onu semadan inerken vücudunun büyüklüğü yer ile gök arasını kaplamış olarak gördüm.» (Radıyaîiahu Anhâ)hxıyvntiLv\vr. Aişe

(sözüne devamla):

  Hem sen Allah'ın (kendisi hakkında):

«Onu gözler idrak edemez ama o gözleri idrak eder. O lâtiftir, ha-birdir.»  buyurduğunu işitmedinmi (yine) Teâlâ Hazretlerinin:

«Hiç bir insan için imkân yoktur ki, Allah onunla ya vahiy ile ye perde arkasından, yahut kendisine bir Resul göndererek onun izniyle, onuiı dilediğini vahiy buyurması şekillerinden başka bir suretle konuşmuş ol­sun. Çünkü Allah en yüksek ve en hakimdir.» buyurduğunu duymadın mı?

2  - «Her kim Resulüllâh (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) Allah'ın kita­bından bir şey gizledi derse Allah'ın Resulüne büyük iftira atmış    olur. Halbuki Allah:

«Ey Resul! Sana Rabbinden her indirileni tebliğ et. Şayet bunu yap-mnTsan Allah'ın risaletini tebliğ etmiş olmazsın.» buyurmaktadır.

3 - «Her kim kendinin yarın olacak şeyleri haber verdiğini söylerse muhakkak Allah'a en büyük iftirada bulunmuştur. Halbuki Allah:

«De ki, göklerde ve yerlerde olanlar gaibi bilmezler. Ancak Allah bilir.» buyuruyor dedi.

 

288 - (...)Bize Muhammed b. el-Müsenna da rivayet etti. (Dedi ki): Bize Abdulvehhab rivayet etti. (Dedi ki): Bize Davud bu isnadla İbni' Uleyye hadisi gibi rivayette bulundu, o sunuda ziyade eyledi; Âişe dedi ki:

— Eğer Muhammed (Sallallahii Aleyhi ve Sellem) kendisine indirilen den bir şey gizliyecek olsaydı şu âyeti gizlerdi:

«Hanı sen Allah'ın kendisine nimet verdiği, -senin de lurf-u ihsanda bulunduğun zata! Sen zevceni nikâhında tut, Allah'tan da kork diyordun da Allah'ın meydana çıkaracağı şeyi içinde gizliyor. Allah kendisinden korkmana  daha  lâyık olduğu  halde insanlardan  korkuyordun...» [305]

 

289 - (...) Bize İbni Nümeyr rivayet etti. (Dedi ki): Bize Babam riva­yet etti. Dedi ki: Bize İsmail, Şâbi'den, o da Mesruk'tan naklen rivayet etti. Mesruk şöyle demiş: Âişe  (Radıyaîiahu Anhâ) 'ya:

— Muhammed (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) Rabbini gördü mü? diye sordum.

— Sübhanallah! Vallahi bu söylediğinden tüylerim ürperdi dedi... râvî hadîsi olduğu gibi anlattı. Ama Davud'un hadisi daha tamam ve da­ha uzundur.

 

290 - (...) Bize yine İbni Nümeyr rivayet etti. (Dedi ki): Bize Ebû Üsarne [306] rivayet etti. (Dedi ki): Bize Zekeriyya [307] İbni Eşva'dan, [308] o da Âmir'den, o da Mesruk'tan naklen rivayet etti. Mesruk şöyle de­miş: Âişe'ye: O halde.

«Sonra yaklaştı da : "Sarktı iki yay kadar yahut daha yakın oldu ve Allah kuluna vahyettiğini etti" âyetleri ne hakkındadır? diye sordum.

— Bu ancak Cibril (Sallallahü Aleyhi ve Sellemydir. Cibril ona erkekliler suretinde gelirdi. Bu defasında ise asıl kendi sureti olan şekilde gelmiş ve semânın ufkunu kaplamıştır» dedi.

Mesruktan rivayet edilen Hz. Âişe hadisini Buhârî «Ki-tabu't-Tefsir» ile «Kitabu't Tevhid» de Tirmizi ile Nesaî de «Kitâbu't-Tefsir» de tahriç etmişlerdir. Görülüyor ki; bu babın ilk riva­yetini teşkil eden (283) numaralı hadiste Ebû Hûreyre (Radlyaliahu anh) «Yemin olsun ki, onu diğer bir inişte de gördü.» âyet-i kerimesini Peygamber (Salîallahü Aleyhi ve Seîîem), Cibri1'i gördü şek­linde tefsir etmektedir. Ekseri ulemânın kavlide budur. Vahidi 'nin beyanına göre; Resulüllâh (Salîallahü Aleyhi ve Sellem), Cibril (Aleyhisselâm)'ı kendi şekil ve sureti ile görmüştür. Ibni Abbas (Radtyallahu ctfih) ise Âyei-i kerimeyi: «Peygamber (Salîallahü Aleyhi ve Sellem) Rabbini gördü» diye tefsir eylemiştir. Bu takdirde âyetteki di­ğer inişten murâd Peygamber (Salîallahü Aleyhi ve Sellem) 'in inişi­dir. Filvaki Resulüllâh (Salîallahü Aleyhi ve Sellem) o gece na­mazların adedini indirmek niyazı ile Teâ1â Hazretleri ile konuştuğu yere bir kaç defa çıkmıştı. Oradan dönerek Musa (Aleyhisselâm)'a gel­mesine iniş denilir.

285 numaralı hadiste   İbni   Abbas:

«Yemin olsun kİ, onu bir başka inişte de gördü.» âyetini Pey­gamber kalbi ile gördü diye tefsir etmiştir. Ulemâ bu âyetin mâna­sında ihtilâf etmişlerdir. Bazılarına göre; Resulüllâh (Salîallahü Aleyhi ve Sellem), A11ah'ı kalbi ile görmüş diğerlerine göre ise gözü ile görmüştür.

Hz. Âişe (Radıyallahu Anhâ) hadisine gelince Âişe (Radıyallahu Anhâ) rü'yet meselesini kabul etmemektedir. Biz ulemânın bu baptaki kavillerini nakletmezden önce kelâm ilminin ~rü'yetullah meselesi hakkın­da beyanatını arz etmek isteriz.

Kelâm ilmine göre mü'minler cennette Allah'ı görecekler; Onlar için cennette en büyük nimet ve lezzette bu olacaktır. Dünyada A11ah’m görülüp görülemiyeceği meselesi de ihtilaflıdır. Allah'ı görmek aklen caiz, naklen sabittir. Aklen caiz olmasından murâd görülmesinin imkân­sız olduğuna delil bulunmamasıdır. Çünkü rü'yetullahı inkâr edenler onun imkânsız olduğuna şimdiye kadar bir delil getirememişlerdir. Bu da bu bâbta vârid olan şer-i delilleri zahiri mânaları üzere bırakmaya kâfidir. Bir delil ancak aklen muhal olduğu zaman tevil edilir. Aklen müstehil ol­madığı zaman o delili zahiri mânası üzere bırakmak vacib olur. Burada Allah'ı görmenin imkânsız olduğuna bir delil bulunmaması şer*i de­lilleri zârihî mânaları üzere bırakmaya kâfidir. Nitekim A11ah 'm işit­mesi görmesi gibi sıfatları ile haşir - neşir, cennet, cehennem, sırat ve mizan gibi nakli delillerle sabit olan itikadı meselelerin mümkün oldukları başka bir akli delille ispata hacet kalmaksızın sırf imkânsız olduğuna de­lâlet edecek bir delil bulunmadığı için o bâbtaki şer'i delilleri hiç teVil edilmeden zahiri mânaları ile ispat edilmişlerdir. Bu deliller.

«O gün bir takım yüzler pırtı pmı parlayacak,    Kablenne bakacak­lardır.»   Âyet-i kerimesi ile

«Bedir halinde ayı nasıl görüyorsanız Robbinizi de öyle göreceksi­niz...» Hadis-i Şerifi ve icmâ'i ümmettir. Mezkûr hadis eshab-ı kiramın büyüklerinden yirmi zat tarafından rivayet edilmiş bir hadistir. Âhirette A11ah'in görüleceğine dair sahabe ve tabiînin icma'ları ise tevatüren sabittir. Bu bâbta ihtilâf ancak dalâlet fırkalarından olan Şiîlerle mu'-tezilenin zuhurundan sonra olmuştur. Bunlar bir şeyin görünmesi için onun cisim olmasını bir yerde bulunmasını ve engel bulunmaksızın görenin kar­şısına gelmesini şart koşarlar. Ve: «Bütün bu şartlar Allah Teâlâ hakkında muhaldir» derlerse de kendilerine cevap verilmiş ve: «Âhirette bakî gözlerle Allah Teâlâ'yi görmek için bu söylenenler! şart de­ğildir. Çünkü oradaki görmenin hakikati buradaki fânî gözlerle görmek­ten farklıdır. Binaenaleyh bu dünyada görmek için şart olan şeyler orada şart değildir.» denilmiştir. Kelâm ulemâsının «Allah Teâiâ'yı keyfiyetsiz olarak görmek caizdir.» sözlerinin mânası da budur. Muhalif­lerin en kuvvetli nakli delilleri

«Onu gözler ihata edemez ama o gözleri ihata eder.» [309] Âyet-i fce-rimesidir. Fakat onların bu istidlallerine de şu suretle cevap verilmiştir:

(1) Âyetteki lâm harfinin ahd için olması muhtemeldir. Bu takdir­de bazı gözlerin görmeyeceğini ifade eder ki onlar da kâfirlerdir.

(2) Âyetteki nefyin istiğrak için olması muhtemeldir. Bu takdirde umum-u selb değil selb-i umûm ifade eder Yani   A11ah'ı   hiç bir kim­se germeyecek değildir. Şu halde bazı kimselerin göreceği kendiliğinden anlaşılır.

(3) Âyet-i kerimede Allah Teâlâ 'mn hiç bir zaman ve hiç bir halde görülmeyeceğine delâlet yoktur. Binaenaleyh. Cennet'te görülebilir.

(4) Âyetteki idraktan murâd ihata sureti ile görmektir. İhatalı su­rette görmenin caiz olmaması mutlak surette görmemeyi istilzam etmez.»

Muhalifler bir de Teâ1â Hazretlerinin Musa (Aİeyhisseîâm) 'a «Sen beni göremezsin.» buyurması ile istidlal ederler. Buna da:

«Âyetteki (len) edatı nefy-i müebbed için değil nefy-i müekked için­dir. Binaenaleyh âhirette mü'minlerin A11ah'ı görmeyeceğini ifâde etmez» diye cevap verilmiştir.

Teâ1â Hazretlerini dünyada uyanıkken görme meselesine gelince: Ulemânın bazıları bunun mümkün olduğuna bazıları da mümkün olmadı­ğına kail olmuşlardır. Mümkündür diyenler Mi'raç gecesi Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) 'in A11ah'ı gördüğüne delâlet eden hadis­lerle istidlal ettikleri gibi imkânsız görenler de yine aynı gece Resu1ü11âh (SaUallahü Aleyhi ve Sellemyin Rabbinİ görmediğine delâlet eden hadislerle ihticac ederler.

Allah Teâlâ'yı rü'yada görmek caizdir. Nitekim selef-i Salih-inden bir çoklarının gördüğü nakledilmiştir. Bundan dolayıdır ki; ehli sünnetin büyük ulemâsından biri olan Âmidî «El Ahkâm» nam eserin­de: «Hak ve hakikat şudur ki rü'yada Allah'ı görmek caizdir buna hiç bir mâni yoktur...» demiştir. Acaba Peygamber (Scdlallahü Aleyhi ve Sellem) göklere çıktığı gece Rabbi'ni görmüş ve onunla konuşmuş mu­dur? Şimdi de ulemânın bu bâbtaki sözlerini görelim:

Kaadî İyâz şöyle diyor: Peygamberimiz (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'in İsrâ gecesi Rabbini görüp görmediği hususunda selef ve halef ulemâsı ihtilâf etmişlerdir.  Bu hadiste görüldüğü vecihle Hz. Âişe (Radıyallahu Anhâ)   bunu inkâr etmiştir. Ebû Hüreyre (Radiyallahu anh) ile bir cemaatında inkâr ettikleri rivayet edildiği gibi meşhur kavle göre İbni   Mes'ut (Radiyallahu anh) 'm mezhebi de bu­dur. Hadis ve kelâm ulemâsından bir cemaat da buna kail olmuşlardır. İbni   Abbas (Radiyallahu A nhüma)''dan rivayet edildiğine göre Peygamber    (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) Rabbini gözü ile görmüş­tür. Ayni kavil Ebû Zerr ve Kâ'b (Radiyallahu Anhüma)    ile Hasan-ı   Basri  (Rahimehullah) 'den de rivayet olunur. Hatta Hasani Basri bunun üzerine yemin edermiş.    İbni1 Mes'ut ve Ebu Hüreyre (Radiyallahu Anhüma) ile Ahmet b.  Hanbe1 'in dahi buna kail oldukları rivayet edilir [310] Ebu'I-Hasen

EI-Eşari ile onun eshabmdan bir cemaat dahi Peygamber (SaUallahü Aleyhi ve Sellem) 'in Rabbini gördüğüne kaildirler. Üstadları-mızdan bazıları bu hususta tevakkuf etmiş ve:

«Gördüğüne dair açık delil yoksada görülmesi caizdir» demişlerdir. Dünyada Allah Teâlâ'yı görmek caizdir. Musa (Aleyhisselâm) m A11ah'ı görmek istemesi onun görülebileceğine delildir. Çünkü bir Peygamber Rabbi hakkında caiz yahut imkânsız olan şeyleri bilmez olamaz ulemâ Musa (SaUallahü Aleyhi ve Sellemyin Rabbini görüp gör-. mediği hususunda ve keza âyetin muktazasında ihtilâf etmişlerdir. Kaadi Ebû Bekr'in cevabı, görmüş olmasını iktiza eder. Peygambe­rimiz Muhammed (Sallallahü Aleyhi ve Seltem)'in İsrâ gecesi Rab-biyle vasıtasız konuşup konuşmadığı hususunda dahi ihtilâf etmişler­dir. İmâm Ebu'l Hasen El-Eşarî ile kelâm ulemâsından bir cemaata göre konumuştur. Bazıları bu kavli Ca'fer b. Mu­hammed ile İbni Mes'ut ve İbni Abbas (Radiyallahu Anhüma)'ya nisbet ederler. Keza Teâ1â Hazretlerinin:

«Sonra yaklaştı da sarktı.» âyet-i kerimesi hakkında ihtilâf olunmuş­tur. Ekseriyete göre; bu yaklaşma ve sarkma Cibril ile Pey­gamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) arasında müştereken olmuştur. Yahut yalnız biri diğerine ve Sidre-i Müntehaya yaklaşmıştır. İbni Abbas (Radiyallahu Anhüma) ile Hasan-1 Basri, Muham­med b. Kâ'b, Ca'fer b. Muhammed ve başkaları yaklaş, manın Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'den Rabbine yahut Rabbinden ona vaki olduğunu söylemişlerdir. Bu kavle göre yaklaşma ve sarkma mutat şekilde değil te'vil suretiyledir. Hatta Ca'fer b. Mu­hammed 'iri dediği gibi Allanın yaklaşmasının bir haddî yoktur. Kul-larınkinin ise haddi hududu vardır. Binaenaleyh Peygamber (Sallallahü Ateyhi ve Sellem)'m Rabbi Teâlâ'ya yaklaşmasının mânası Allah indindeki büyük mevkiinin zuhuru ve marifet nurlarının üzerinde parla­ması gaibe ve meleküt âleminin sırrına başka hiç bir kimsenin muttali ola-mıyacağı bir surette muttali' olmasıdır. Allah'in Resulü 'ne yak­laşmasından murâd ta bütün bunları ve Resû1ü'ne olan fadl-u ihsa­nını göstermesidir. Bu takdirde:

«ilci yay arası kadar veya daha yakın oldu.» âyet-i kerimesinin mâ­nası Peygamberimiz (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) 'e nispetle ma­hallin letafeti ile marifetin izahından ve arz-ı hakikattân; A11ah'a nis­petle ise gösterilen rağbete icabet ve peygamberin mevkiini göstermekten ibaret olur.

Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) 'in Rabbi TeâIâ'dan hikâye ettiği:

«Her kim bana bir karış yaklaşırsa, ben ona bir arşın yaklaşırım...»

hadisinde yapılan te'vil burada da yapılır.» Kaadi'nin sözü burada bitti, Şafiîlerden Ebû Abdillah Muhammed b. İsmail «Et-Tahrir» namındaki Müslim şerhinde Resulüllâh (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)fin Rabbini gördüğünü ihtiyar etmiş ve şöyle demiştir: Bu meselede deliller çoksada biz ancak en kuvvetlisini alıyoruz. O da* îbni Abbas (Radıyallahu Anhüma) 'nın şu sözüdür.

«İbrahim'in Halilullah olmasına, Musa'nın Allah ile konuşmasına ve Muhammed (Sallallahü Aleyhi ve SeUem)'\n Allah'ı görmesine siz şaşıyor musunuz?»

İkrime 'den rivayet ulunur ki İbni Abbas (Radıyallahu anh)'ya:

«Muhammed   (Sallallahü A leyhi ve Sellem) Rabbini gördü mü?»

diye sorulmuşta: evet cevabını vermiş. Zararsız bir isnadla Şu'be'nin Katâde'den, onunda Enes (Radıyallahu anh)'âan rivayet ettiği bir hadiste   Enes :

«Muhammed (Sallallahü Aleyhi ve Sellem} Rabbini görmüştür» demiş. Hasan-ı Basri: «Muhammed (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) Rabbini görmüştür» diye yemin edermiş. Bu bâbta asıl olan bu üm­metin Âlimi, ve müşkilât babında merci-i İbni Abbas'm hadisidir. Kendisine İbni Ömer (Radıyallahu Anhüm) bu meselede müracaat ederek mektup yazmış ve: «Muhammed (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) Rabbini gördü mü?» diye sormuş. O da gördüğünü haber vermiştir. Hz. Âişe (Radıyallahu Anhâ) hadisi bu hadise dokunmaz. Çünkü Âişe «Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) 'i ben Rabbimi görmedim derken işittim»* şeklinde haber vermiştir. O bu sözü ancak TeâIâ Haz­retlerinin:

«Allah'ın hiç bir insan için ya vahiy, ya hicap arkasından, yahut da kendisine bir resul göndererek onun izniyle dilediğini bildirmesi şekille­rinden başka konuşmasına imkân yoktur. Çünkü Allah pek yüksek ve pek hakimdir.» [311] Âyet-i kerimesi ile :

«Onu gözler ihata edemez ama, o gözleri ihata eder.» âyetini te'vil ederek söylemiştir.

Kaide şudurki: Sahabi bir söz söylerde başkaları ona muhalefet eder­se o şahabının sözü hüccet olmaz. Madem ki İbni Abbas 'tan rü'ye-tullahi ispat babında gelen rivayetler sahihtir o halde onları sabit olarak kabul etmek icap eder. Çünkü bu rivayetler akılla anlaşılan zanla kabul edilen rivayetlerden değildir. Bunlar ancak Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) 'den işitmekle alınırlar. İbni Abbas Hazretleri­nin bu meselede zan ve içtihadı ile konuştuğuna hiç bir kimse kani' değildir. Birde Ma'mer b. Raşit, Âişe ile İbni Abbas (Radıyallahu Anhüm) arasındaki ihtilâf zikredildiği zaman: «Bizce Âişe, İbni Abbas 'tan daha âlim değildir» demiştir. Suda varki İbni Abbas bir şey'i ispat: başkaları aynı şeyi nefiyetmiştir. Nefiyle ispat bu suretle tearuz edince ispat tarafı tercih olunur.»

Hâkim 'in: «El Müstedrek» inde İbni Abbas (Radiyallahu anh)'da.n rivayet ettiği bir hadiste Resulül1âh (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) :

«Ben Rabbim Azze ve Celle'yi gördüm.» buyurmuştur.

Bu hadise bakarak bazıları şöyle demişlerdir:

«Sözde asıl olan mecaz değil hakikattir.» Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) 'e hâs olmak üzere Teâ1â Hazretleri dünyada ken­disine görünmek sureti ile bir ikramda bulunmasına hiç bir mâni yoktur. Nitekim Musa (Aleyhisselâm) 'ada konuşmak sureti ile ikramda bulun­muştu. Bazı Ehl-i tahkika göre Resulüllâh (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) Allah-ı Zülcelâl ile münacaatta bulunduğu halde ona (kelimûllah) denmeyip bu ismin Musa (Aleyhisselâm)'a verilmesinin sırrı Resulüllâh (Saîlallahü Aleyhi ve Sellem) 'in konuşmadan baş­ka birde A11ah'ı görmüş olmasıdır. Musa (Aleyhisselâm) yalnız konuşmuştur. Görnıekse yalnız hicap arkasından konuşmaktan daha şeref­lidir. Resulüllâh (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) bunların ikisinede yani kendisine hâss olmak üzere hem konuşmak hem görmek şerefine nail olmuştur.

Hasılı; ekseri ulemânın tercihine göre Resulüllâh (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) İsra gecesi Rabbini görmüştür. Âişe (Radıyallahu Anhâ) Resulüllâh (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) 'den bir hadis rivayet ederek onun Rabbini görmediğini ispat etmemiştir. Eğer böyle bir hadis olsaydı onu mutlaka söylerdi. Bu bâbta söyledikleri kendi içtiadmdan ibarettir. Görülüyor ki Âişe (Radıyallahu A nhâ) validemiz. Mesruk 'a üç şey söylemiş bunların A11ah 'a karşı büyük iftira olduğuna âyetlerle is­tidlal etmişlerdir. Şöyleki:

1) İsrâ gecesi Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) 'in Rab­bini gördüğünü iddia etmeyi iftira saymış ve buna iki âyetle yani:

«Onu (Allah'ı) gözler ihata edemez amma, o gözleri ihata eder.» [312]

ve :

«Hiç bir insan için imkân yoktur ki, Allah onunla ya vahîy ile, ya perde arkasından, yahut da kendisine bir Resul göndererek onun izniy­le, onun dilediğini vahy buyurması şekillerinden başka bir surette konuşmuş olsun...» [313]âyetleri ile istidlal etmiştir.    Fakat ulemâ bu istidlale

cevap vermiş ve:

«İdrakin mânası bir şey'i ihatalı surette bilmektir. Allah Teâ1â 'yi bu şekilde bilmeye imkân yoktur. Âyetin nassı da budur. Bir delilde ihata edemez tabirinin kullanılması onu îhatasiz olaxak görmeye mâni de­ğildir.» demişlerdir. Daha başka cevap verenlerde olmuştur, İkinci âyetle istidlaline ise üç vecihle cevap verilmiştir.

a) Görmek konuşmayı icap etmez konuşmadan fa'örmek te caizdir.

b) Bu âyet yukarıda geçen delillerle tahsis edilmiştir.

c) Vahiyden murâd  bazılarına göre vasıtasız konuşmadır. Lâkin Cumhur-u ulemâya göre buradaki vahiyden murâd ilham ve rüyada gör­mektir. Bunların ikisinede vahiy denilir.

Hicap arkasından murâd;   Vahidî   ile diğer müfessirlere göre görünmeden konuşmaktır, Teâ1â Hazretleri ile konuşan peygamber­ler onu görmeden kelâmını işitirler. Yoksa maksat arada bir perde bulu- , nupta bir yeri diğerinden ayırmak değildir. Teâ1â Hazretlerini gör­memek hicap arkasından konuşmak gibidir. Bu kavlinde    Hz. Âişe (Radiyallahu A nhâ) 'ya Ibni Abbas (Radiyaîîahu anh) muhalefet etmiştir. Tirmizi 'nin İbni   Abbas 'tan tahriç ettiği "bîr riva­yette :

İbni   Abbas:    «Muhammed   Rabbirn görmüştür» dedi. Ben kendisine :

  Allah   (Onu gözler ihata edemez)   buyurmuyur mu? dedim,

İbni   Abbas:

  Yazık sana bu mesele Allah kendi nuru ile tecelli ettiği zaman vâkî olmuştur.   Resûlüllâh   {Sallallahü Aleyhi ve Seîiem)  Rabbi-ni iki defa gördü» demiştir.

İbni Ebû Hüzeyme'nin kuvvetli bir isnadla Enes (Radiyallahu anh) 'den rivayet ettiği bir hadistede   Enes:    «Muham­med   Rabbini görmüştür demiştir.»   İbni   Abbas   (Radiyaîîahu anh) dan hadis rivayet eden  Kâ'bu'l-Ahbar,   Zührî,   Mâ'mer  ve diğer bir çok zevat ile imam-ı   Eş'ari 'nin ve ona tabi olan bir çok ule­mânın kavilleri de budur. Urvetü'bnü'z-Zübeyr (Radiyaîîahu anh)  'in yanında Hz. Aişe 'nin bu meseleyi inkâr ettiği söylendiği za­man gadaba gelirmiş.

Âlûsî'nin beyanına göre bazıları Hz. Âişe ile İbnî Abbas (Radiyallahu anhûmajnın kavillerini şöyle tevil etmişlerdir. Hazreti Aışe'nin «görme­di» demesi, gözlerin tahammül edemediği nuru ile görmedi demektir. îbni Abbas'ın «gördü» demesi ise, Allahi, göz kamaştırmayan nuru ile gördü manasınadır. Bu babta İbni Abbas (Radiyallahu anh) dan iki ri­vayet vardır. Bunların birine göre Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) Rabbini gözü ile diğerine göre kalbi ile görmüştür.

2) Herkim   Resûlüllâh (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'inKur'ân-ı Kerîm'den bir şey gizlediğine kail olursa   Resulüllaha en büyük iftirayı atmış olur. Âişe (Radiyallahu Anhâ)  buna :

«Ey Peygamber! Rabbinden sana indirilen şeyleri tebliğ et. Şayet bu­nu yapmazsan Rabbinin risaletini tebliğ etmiş olmazsın.» [314] âyet-i keri­mesi ile istidlal etmiştir.

3)  Her kim yarın ne olacağını bildiğini iddia ederse   A11ah'a karşı büyük iftirada bulunmuştur bunada:

«De ki: göklerde ve yerde bulunanlar gaibi bilmezler, onu ancak Al­lah bilir,» [315]  âyeti ile istidlal etmiştir.

«Yemin olsun ki onu bir başka inişte daha görmüştü.» [316] âyetini Hz. Âişe (Radiyallahu Anhâ), Peygamber Cibril'i gördü, diye tefsir etmişti ki ekser-i ulemânın kavlide budur. Çünkü Kur'ân-ı Kerîm-, de görme hadisesinin sidre-i münteha yanında olduğu beyan Duyurulmuş birde görmenin başka bir iniş esnasında vuku bulduğu haber verilmiştir. Allah-ü Teâlâ'yı mekânla inişle vasfetmeye imkân yoktur. Binaena­leyh Peygamber (Sallallahü A leyhi ve Sellem) Hz. Cibri1'i gör­müş demek olur. Filvaki Resûlüllâh (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) biri Ufk-i â'lâda değire de semâda Sidretü'l-Münteha yanında olmak üzere, Cibril (Aleyhîsselâm)'ı kendi sureti ile iki defa görmüştür. Âişe (Radiyallahu Anhâ)'m ise; ayni hadiseyi ispatı şu suretle hallolunur. Hz. Âişe 'nin görmedi demesi, gözü ile görmedi mânasına, İbni Ab­bas 'in gördü demeside kalbi ile gördü mânasına alınır bu suretle iki ha­disin arası bulunmuş olur. Nitekim Müslim 'in, Ebû Bekir b. Ebî Şeybe den rivayet ettiği 284 numaralı hadisde   İbni   Abbas

«Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem), Allah'ı kalbi ile gördü» demiştir. Kurtubî: Bu mesele hakkında bir şey söyle­meyip tevakkuf halinde kalmayı tercih etmiş ve bu kavli muhakkıkin-i ülem.âdan bir cemaata nispet eylemiştir. Kurtubî; bu bâbta kat'i bir delil bulunmadığını her iki tarafın, te'vîlî kabil bir birine zıt delillerin zahirleri ile istidlal ettiğini söylemekte ve:

«Bu mesele amele dair meselelerden değildir ki; zanni delillerle ispat edilebilsin. Mesele itikada dairdir. Binaenaleyh kafi delil ister»  demek­tedir.

Hz. Âişe (Radıyaııanu Anhâ), Mesruk'a karşı âyetlerle istid­lal ederken «Allah buyuruyor» tabirini kullanmıştır. Bu tabiri Tabiı'-nin meşhurlarından olan Mutarrif b. Abdillâh b. Şihhîr doğru bulmamış ve:

«Allah buyuruyor demeyin lâkin Allah buyurdu deyin» tav­siyesinde bulunmuştur. Fakat Sahabe, Tabiîn ve onlardan sonra gelen bü­yük imamlar Mutarrif'in beğenmediği bu tabiri kullana gelmişler­dir. Binaenaleyh sahih ve muhtar olan Allah Teâlâ hakkında; «Buyuruyor, buyurdu» tabirlerinin ikisinin de caiz olmasıdır. Nitekim: «Allah   buyuruyor» tabiri Kur'ân-ı Kerîm'de de vardır,

Âişe (Radıyaîiahu Anhâ) Sûre-i Şûra âyetinin başındaki tvav) i terk etmişsede maksadı tilâvet değil istidlal olduğu için bunda beis görül­memiştir. Bir çok hadislerde bunun emsali görülmektedir.

Müslim'in İbni Nümeyr 'den rivayet ettiği 289 numaralı hadiste Mesruk, Âiş eiRadıyaîiahu Anhâ) 'ya: «Muhammedi (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) Rabbini gördü mü?» diye sormuş. Hz. Âişe (Radıyaîiahu Anhâ)    buna

«Sübhanallah vallahi senin söylediğinden tüylerim ürperdi.» Cevabı m vermiştir. Sübhanallah'dan murad; hakikatda Allahü zü-1' Celâli her . türlü noksanlıklardan tenzih isede bu kelimeyi Arablar taaccüb — şaşma makamında kullanılar Hz. Aise (Radıyaîiahu Anhâ) bu suale şaşmış ve «sübhanallah» sözüyle: «Nasıl oluyor da böyle bir meseleyi sen bilmiyor­sun» demek isiemiştir. Mezkûr kelime Arapçada bir çok yerlerde taaccüp mânasında kullanılmıştır. Araplar bazen taaccüp makamında «lâilâhe il­lallah» derler.

Müslim'in İbni Nümeyr'den rivayet ettiği 290 numaralı hadiste Âişe (Radıyaîiahu Anhâ)   Necm Sûresinin:

«Sonra yaklaştı da sarktı.» âyetini Cibril (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) 'e yaklaştı diye tefsir etmekte ve Cibri1'in her zaman insan su­retinde gelirken o defasında kendi sureti ile geldiğini söylemektedir. Bu hususta İmam-ı-   Vahidi   şunları söylüyor:

»Tedellînin mânası yukarıdan aşağı doğru uzanmaktır. Esas iti­barı ile kelimenin mânası bu isede; sonra yukarıya doğru yaklaşmak mâ­nasında kullanılmıştır.» Bazıları âyet-i kerimede takdim ve tehir bulun­duğunu söylemişlerdir. Asıl mâna sonra sarktıda yaklaştı demektir. Çün­kü sarkmak yaklaşmaya sebebtir. İbnü'l-Â'rabi: «Tedelli yük­seldikten sonra yaklaşmadır* demiştir. KeIbî'ye göre âyetin mânası-«Cibril (Aleyhisselâm),    Muhammed (Sallallahü Aleyhi  ve Sellem)'e yaklaştı» demektir. Hasan-ı Basri ile Katade: «Cibril yerden yüksek ufka çıkarak doğrulduktan sonra yaklaştı ve Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve SeUem)'in yanına indi» demişlerdir.

Zeccac diyo rki: «Allah Teâlâ kullarına kendi dilleri ile anlayacakları şekilde hitab etmiştir:

«İki yay arası kadar veya daha yakın oldu.» âyetinin mânası sizin takdirinizle iki yay arası kadar yahut daha yakın pldu demektir. Yoksa Teâlâ Hazretleri eşyanın hakikatlerini seksiz şüphesiz bilir. Lâkin bi­ze bizim âdetimize göre hitab etmiştir. Âyetten murâd: «Cibril (Aleyhisselâm) o muazzam hilkati ile ve bunca cüzleri ile Peygamber 'e işte bu derece yaklaştı demektir.

 

78 - Peygamber Aleyhiseelamin: «O Bir Nur Onu Nasıl Göreyim!... Kavli İle Bir Nur Gördüm» Hadisi Hakkında Bir Bab

 

291 - (178) Bize Ebû Bekr b. Ebî Şeybe rivayet etti. (Dedi ki): Bize Vekî', Yezid b. İbrahim' [317] den, o da Katade'den, o da Abdullah b. Şa-ktk' [318] ten, o da Ebû Zerr'den naklen rivayet etti. Ebû Zerr: Şöyle de­miş Resulüllah    (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'e :

— Rabbini gördün mü? diye sordum.

  «O bir nur, onu nasıl göreyim!»   buyurdu.

 

292 (...) Bize Muhamnıed b. Beşşar rivayet etti. (Dedi ki): Bize Muaz b. Hişam rivayet etti. (Dedi ki): Bize babam rivayet etti. H.

Bana Haccac b. eş-Şair de rivayet etti. (Dedi ki): Bize-Aftan b. Müs­lim rivayet etti. (Dedi ki): Bize Hemmam [319] rivayet etti. Bunların ikisi-de Katade'den, o da Abdullah b. Şakik'ten naklen rivayet etmişlerdir. Ab­dullah demiş ki: Ebû Zerr'e: Resulüllâh (SalMlahü Aleyhi ve Sellem) 'i görsem ona soracaktım dedim.

  Ona ne soracaktın? dedi.

  Rabbini gördün mü? diye soracaktım dedim. Ebû Zerr:

  Ben sordum: «Bir nur gördüm»  buyurdu dedi:

 

79 - Peygamber Aleyhisselam'ın «Şüphesiz Allah Uyumaz» ve «O'nun Hicabı Nurdur; Bu Hicabı Bir Açsa Vechinin Subuhatı, Basarının İhate Ettiği Bütün Mahlukatı Yakardı» Hadisleri Hakkında Bir Bab

 

293 - (179) Bize Ebû Bekr b. Ebi Şeybe ile Ebû Küreyb rivayet et­tiler. Dediler ki: Bize Ebû Muaviye [320] rivayet etti. (Dedi ki): Bize A'meş Amr b. Murra'dan [321], o da Ebû Ubeyde' [322]den, o da Ebû Musa'dan [323] naklen rivayet etti. Şöyle demiş:    Resulüllâh (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) aramızda ayağa kalktı ve şu beş cümleyi söyledi:

«Şüphesiz ki; Allah Azze ve Celle uymaz, zaten ona uyumak da ya­kışmaz. Tartıyı indirir ve kaldırır; gündüzün amelinden önce ona gecenin ameli, gecenin amelinden önce de gündüzün ameli arz olunur. Hicabı nurdur. (Ebu Bekr'in rivayetinde nardır denilmiştir.) Eğer onu açmış olsa vechinİn sübuhatı, basarının ihata ettiği bütün mahlukâtım yakardı. (Ebu Bekr'in A'meş'ten  rivayetinde haddesena  lâfzı  yoktur.)

 

294 - (...) Bize İshâk b. İbrahim rivayet etti. (Dedi ki): Bizee Cerir A'meş'ten bu isnadla haber verdi. Resulüllâh (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) aramızda ayağa kalktı ve dört kelime söyledi...» demiş sonra Ebû Muaviye hadisi gibi rivayette bulunmuş. Yalnız nıahlûkatmı kelimesini zikretme­miş:

«Onun  hicabı nurdur.»  demiş.

 

295 - (...) Bize Muhammed b. El Müsennâ ile İbni Beşşar rivayet et­tiler dediler ki: Bize Muhammed b. Ca'fer rivayet etti dedi ki; Bana Şu'be Amr b. Mürre'den, o da Ebî Ubeyde'den, o da Ebû Musa'dan naklen rivayet etti demiş ki: Resulüllâh (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) aramızda ayağa kalkarak (şu) dört kelime (yi) söylediler:

«Şüphesiz kİ Allah uyumaz. Ona uyumak da yakışmaz; tartıyı kal­dırır ve kısar; ona gündüzün ameli geceleyin, gecenin ameli de gündü­zün arz olunur.»

Görülüyor ki birinci rivayette Resulüllâh (Sallallahü Aleyhi ve Sellem):

— «O bir Nur... Onu nasıl göreyim?» buyurmuş; ikinci rivayet­te ise bir nur gördüğünü beyan etmişdir. Zahiren bu iki rivayet birbirine muarız gibi görünüyorsa da hakikatde aralarında zıddiyet yoktur. Çünkü birinci rivayetde ki; Nur az yukarıda beyan ettiğimiz veçhiyle gözlerin tahammül edemediği Kaahir Nur; ikincideki ise; gözün tahammüi edebi­leceği Nur manasınadır.

Bazılarına göre; «Bir nur gördüm.» cümlesinden murad: Allah'ın hicabı nurdur. «O halde ben Rabbimi nasıj göreyim» demektir. Ni­tekim bundan sonraki babda bu mânâ sarahaten beyan buyurulmuştur. Resûlüllah    (Saîlallahü Aleyhi ve Sellem) 'in muradı:

«Bir nurdan başka bir şey görmedim.» demektir. Çünkü nur âdeten bir şey görmeye mânidir. Onun için geceleyin koyu karanlıkta insanın gö­züne şiddetli bir ziya tutulursa ziyanın arkasmdakini göremez:

«Onu nasıl göreyim» ibaresindeki zamir Maziri 'ye göre; Al1ah'a aittir. Yani Allah'ı nasıl göreyim demektir. Maamafih nuru nasıl göreyim mânasına zamirin nura ait olmasıda muhtemeldir.

Kaadî İyâz (Rahimehullah) «Bu rivayet bize gelmedi onu esas nüs­haların hiç birindede görmedim. Allah Teâlâ 'nın zatının nur ol­ması imkânsızdır. Çünkü nur, cisim kabilindendir. Allah Teâlâ ise bundan münezzehtir. Bütün ehli sünnet imamlarının mezhebi budur. Binaenaleyh:

«Allah semâvât ve yerin  nurudur.» âyet-i kerimesi ile hadislerde A11ah 'a nur itlâkının mânası onlardaki nurun sahibi ve Halikı de­mektir:   «Bazıları  göklerde  ve  yerde  yaşıyanların  hidayetcisidir»,   diğer bazıları «mü'min kullarının kalblerini nurlandırıcıdır» demişlerdir.» diyor, 293 numaralı hadiste   Resulüllâh       (Saîlallahü Aleyhi ve Sellem) «Allah Azze ve Celle uyumaz, ona uyumak da yakışmaz.» buyurmuş­tur. Bunun mânası:    «Teâlâ Hazretleri uyumaz onun hakkında uyku müstehildir.» demektir. Çünkü uyku dalgınlık ve aklın çalışmaması hâ­lidir. Uyuyan kimseden his dahi sâki't olur;   Teâlâ   Hazretleri ise öyle şeylerden münezzehtir.

«Tartıyı indirir ve kaldırır.» cümlesini îbni Kuteybe mizanı kı­sar ve kaldırır diye tefsir etmiştir. Çünkü adalet mizanla tahakkuk eder. Bu cümleden murâd Alla-ü Teâlâ 'nın kullarının amellerini tar­tarken ve rızıklarım verirken mizanın kefelerini kaldırıp indirmesidir ki; bu da rızık takdirini mizanla tartmaya benzetmek sureti ile bir temsilden ibarettir. Bazıları hadisteki «kist» tabirinden murâd rızıktır. Her mahlû­kun rızkına kist 'denilir. Teâlâ Hazretleri bazı mahlûklarının rızkını çok bazısını da az verir. İşte hadisdeki :

«Kıstı indirir ve kaldırır.» tabirinden murâd ta budur, demişlerdir.

«Gündüzün amelinden önce, ona gecenin ameli, gecenin amelinden Önce de gündüzün ameli arz olunur.»  Bu   cümleden murâd her günün ameli o günün sonurîda, her gecenin amelide o gecenin sonunda A11ah'a arz olunur. Demektir. Çünkü hafaza melekleri amelleri günü günü­ne yazarak bittiği anda   Allah'a arz ederler.

Hicap : Örtmek ve men etmek mânasına gelir hicabın hakikati an­cak mahdut olan cisimlerde tasavvur olunabilir. Teâlâ Hazretleri cisim­den, had ve huduttan münezzehtir. Binaenaleyh burada murâd onu gör­meye mâni olan şeydir. Bu mâniye nûr veya nâr denilmesi âdeten nur ile ateşin şuaları görmeye mâni olduğundandır.

A11ah'm vechinden murâd zatı olduğu gibi basarının ihata ettiği ifadesiylede bütün mahlûkatı kastedilmiştir. Çünkü Teâlâ Hazretle­rinin basarı bütün kainatı ihata eder.

«Eğer onu açmış olsa vechinin subuhatı basarının ihata ettiği bütün mahlûkatını yakardı.» cümlesinden murâd Allah nur ve Celâlini bir açsa o nur bütün mahlûkatı yakardı demektir. Bu manada hadis lügat ulemâsının hepsi müttefiktir. Sübühat sübha'nın cem'idir ki nûr celâl ve beha manasınadır.

 

80 - Mü'minlerin Âhirette Rabları Sübhanehu ve Teala'yı Göreceklerini İspat Babı

 

296 - (180) Bize Nasr b. Ali El-Cehdamî ile Ebû Gassan el-Mismâi ve İshak b. İbrahim toptan Abdulaziz b. Abdissamed'ten [324] rivayet et­tiler. Lâfız Ebû Gassan'indır. Dedi ki bize Ebû Abdissamet rivayet etti. (Dedi ki): Bize Ebû İmran el-Cevnî, Ebû Bekr b. Abdillah b. Kays [325]dan, o da babasından, o da Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellemyden naklen rivayet etti. Şöyle buyurmuşlar:

«İki cennet vardır ki; bunlar, kapları ve içindeki şeyler gümüştendir. İki cennet de vardır ki, onlar, kapları ve içindeki şeyler gümüştendir. İki cennet de vardır ki, onlar kapları ve içindeki şeyler altındandır. Adn cennetinde cennetliklerle Rablerinİ görmeleri arasında Allah'ın vechindeki kibriya ridasından başka hiç bir şey bulunmayacaktır.»

 

297 - (181) Bize Ubeydullah b. Ömer b. Meysere rivayet etti. Dedi ki; Bana Abdurrahman b. Mehdi rivayet etti. (Dedi ki): Bize Hammad b. Se­leme, Sabit el-Bunanî'den, o da Abdurrahman b. Ebi Leylâ'da» o da Su-heyb [326]'den, o da Peygamber (Saîtaîlahü Aleyhi ve SeUem)'den naklen ri­vayet etti. Şöyle buyurmuşlar:

«Cennetlikler cennete girdiği zaman Allah Tebareke ve Teâlâ hazret­leri : Size daha ziyade bir şey vermemi ister misiniz? diyecek, onlar da; sen bizim yüzlerimizi ağırtmadın mı? Bizi cennete koyarak cehennemden kurtarmadın mı? (Bize o yeter) diyecekler. Bunun üzerine Teâlâ hazretleri hicabı kaldıracak, artık onlara Rableri (GG) hazretlerine bakmaktan da­ha makbul bir şey verilmiş olmayacaktır.»

 

298 - (...) Bize Ebû Bekr b. Ebî Şeybe rivayet etti. (Dedi ki): Bize yezid b. Harun, Hammad b. Selemeden bu isnadla rivayet etti, o şunu da ziyade eyledi: Sonra şu âyeti okudu:

Güzel amelde bulunanlara husnâ, bîr de ziyade vardır.» [327]

Müslim'in,   Nasr b. Ali 'den rivayet ettiği 296 numaralı hadisi Buhari  «Kitafcu't fefsir» de tahriç etmiştir.

Hadis-i Şerif bütün tarikleriyle mü'minlerin cennette Teâlâ Hazretlerini göreceklerine delâlet etmektedir. Geçen bâblardada izah et­tiğimiz gibi Allah Teâlâ'yi görmek bütün ehl-i sünnet imamlarına göre aklen caizdir. Mü'minlerin cennette onu göreceklerine dair icma-i üm­met vardır. Vakıa ehl-i bid'attan Mu'tezile ile Hariciler ve Mürcie taifesi­nin bazıları Allah Teâlâ'yi mahlûkâtından hiç biri göremez onu görmek aklen imkânsızdır, demişlerse de bu kavil hem sarih bir hata, hemde kabih bir cehildir. Zaten İcma-i ümmetten sonra ortaya atılmış bir bid'attır. Âhirette mü'minlerin Allah'ı göreceği, kitap, sünnet ve icma-ı ümmetle sabittir. Eshab-ı kiram ile onlardan sonra gelen selef-i sa-lihin bu hususta icma' etmişlerdir. Ehl-i bid'atın esassız iddialarına ehl-i sünnet ulemâsının verdiği cevaplar meşhurdur, bunlar kelâm kitapların­da görülebilir. Yine geçen bâblarda görmüştük ki; dünya gözü ile Teâlâ Hazretlerini görmenin mümkün olup olmadığı ehl-i sünnet ulemâsı ara­sında ihtilaflıdır. Mümkündür diyenler olduğu gibi; değildir diyenlerde ol­muştur. Hatta Selef ve halefin kelâm ulemâsına göre; Teâlâ Hazret­leri dünya gözü ile görülemez. İmam-ı Kuşeyri meşhur Risalesinde imam Ebu'l-Hasen el-Eşarî 'den iki kavil rivayet eder. On­ların birine göre Teâlâ Hazretlerini dünyada görmek caiz diğerine göre caiz değildir. Nasr b. Alî hadisi müteşabihattandır. Yani, mânasını bu dünyada anlamak imkânsızdır. Çünkü Hadis-i Şerifte geçen ridâ ve kibriya lâfızları bizim, bildiğimiz örtü, âbâ, azamet ve büyüklenme mânalarına değildir.

Kurtubî : «Azamet ve kibriya elbise cinsinden değildir. Bunlar mecazdır. Münasebet şudur ki; abâ ile gömlek nasıl insana mahsus ve bu bâbta ona müşarik yoksa azamet, kibriya da Teâlâ Hazretlerine mah­sustur. Bu hususta ona ortak olan yoktur.» diyor.

Müteşabih âyet ve hadisler hakkında söz etmekten çekinen selef-i sa-Hhin:

«Bunların te'vilini ancak Allah' bilir» deyip geçerler te'vil eden ulemâ ise; buradaki veehden murâd A1lah'm zâtından, ridâ da aza­metinden kinayedir derler.

 

81 - (Kıyamet Gününde Rabbi) Görmenin Yolunu Bilme Babı

 

299 - (182) Bana Zuheyr b. Harp rivayet etti. (Dedi ki): Bize Yakup b. İbrahim rivayet etti. (Dedi ki): Bize babam İbni Şihap'tan, o da Ata' b. Yezid el-Leysi'deıı naklen rivayet etti, önada Ebû Hüreyre haber vermiş

ki; bir takım insanlar Resulüllâh   (Sallaitahü Aleyhi ve Sellem)'e:

«Ya Resulüllâh: Biz kıyamet gününde Rabbinıizi görecek miyiz? de­mişler. Besulüllâh (Saîlallahü Aleyhi ve Selletn) şöyle buyurmuşlar;

«Bedr-İ Tâm halindeki gecede siz ayı görme hususunda itişip kakışa­rak birbirinize zahmet verir misiniz?»  Ashap :

  «Hayır ya ResûlüIIâh!» demişler.

  «Yo siz güneşin  uğrunda  hiç  bir bulut yokken  onu  görme husu­sunda  birbirinize zahmet verir misiniz?»

  «Hayır Ya Resulüllâh!»

  «O  halde siz onu, işte böyle'göreceksiniz.  Kıyamet gününde Al­lah  insanları  toplayarak :  Her  kim  (dünyada)  neye  İbadet ediyordu  ise; onun ardına düşsün diyecek, bunun üzerine (dünyada iken) güneşe tapan güneşin,  aya  tapan  ayın  ardına  takılacak,  putlara  tapanlar  da  onların peşine takılacaklar,  (ortada)  İçlerinde münafıkları  da  olduğu  halde  (yal­nız) bu  ümmet kalacak, derken Allah Tebareke ve Teâlâ  onlara  evvelce tanıdıklarından  başka  bir suretle tecelli edecek ve :

  Ben sizin Rabbinizİm, diyecek. Onlar (Allah'ı tanıyamadıkları için): «Biz senden  Allah'a sığınırız!  Rabbimiz  bize  gelinceye  kadar  bizim

yerimiz burasıdır. Rabbimiz geldiği zaman biz onu tanırız» diyecekler. Bu­nun üzerine Allah teâlâ hazretleri (karşılarında) onların tanıdıkları sureti ile tecelli edecek ve : «Ben sizin  Rabbinizİm» buyuracak. Onlar da :

«Evet, bizim Rabbimiz sensin» diyerek ona tabi olacaklar. Cehennemin üzerine sırat (köprüsü) kurulacak; ondan ilk geçen ben ve ümmetim ola­cak. O gün peygamberlerden başka konuşan bulunmayacak. O gün pey gamberlerin duası da «Allah'ım, selâmet ver!., selâmet» demek olacak. Cehennemde sa'dan dikeni gibi mahmuzlar olacak, siz sa'dan dikenini hiç gördünüz mü?»  buyurmuş. Ashab;

  «Evet ya Resulüllâh!» demişler.

  «İşte o mahmuzlar sa'dan dikenleri gibi olacak. Şu kadar var ki; onların büyüklüğünün miktarını Allah'tan başka bilen olmayacak. Bu mah­muzlar (kötü)  amellerinden  dolayı  insanları  kapacaklar.     İnsanların  kimi mü'min  olduğu  için  amelî sayesinde  (kurtulup)  kalacak,  kimi  de  kurtarı-lıncaya kadar ceza görecek, ia ki Allah kulları arasında (vereceği) hükmü bitirip rahmetinden dolayı cehennemliklerden  dilediğini oradan çıkarmak murad edince;  meleklere  (dünyada)  Allah'a şirk koşmayan  cehennemlik­leri,    Allah'ın  kendilerine rahmet buyurmak dilediklerini Allah'tan  başka Allah yoktur diyenleri çıkarmalarını emredecek; Melekler,  bunları cehen­nemde tanıyacaklar, onları secde eserinden bilecekler (çünkü) ateş âdem-oğlunu yiyip bitirecek, (yenmedik) yalnız secde yeri kalacak, secde yerini yemeyi Allah cehenneme haram kılmıştır. Bu suretle (mezkûr kimseler ca­yır cayır yanmış bir vaziyette cehennemden  çıkarılarak  üzerlerine  hayat suyu dökülecek ve selin getirdiği milli toprakta yabani ot tohumu nasıl bİ-terse, onlar da öyle bitecekler. Sonra Teâlâ hazretleri kulları arasında ve­receği hükmü bitirecek, ortada yüzünü cehenneme doğru dönmüş (yalnız) bir kişi kalacak, bu zat ehli cennetin cennete en son gireceği olacak ve :

  «Yarab!  Benim  yüzümü  cehennemden  çevir,  çünkü  onu,n  kokusu beni zehirleyip berbat ediyor, alevi de beni yakıp kavuruyor, diye Allah'ın dilediği kadar dua edecek, sonra Allah Tebareke ve Teâlâ (ona) :

  Bunu yaparsam acaba başkasını da ister misin?» diyecek, o da :

  «Hayır, senden  bundan başka  bir şey istemem» cevabını verecek ve Rabbine Allah'ın dilediği kadar ahd-u peymanlar verecek bunun üze­rine Allah onun yüzünü  cehennemden çevirecek.    Bu zat cennete doğru dönüp de  onu görünce, Allah'ın  dilediği  kadar susacak.  Sonra :

  «Ey  Rabbim!  Beni cennetin  kapısına  bari götür diyecek. Teâlâ hazretleri ona :

  «Sana  verdiğimden  başka  bir şey  istemiyeceğİne  ahd-ü  peyman vermemiş miydin? Yazık sana âdemoğlu, ne de gaddarmışsın» diyecek. O zat yine : «Aman Yarabbi!» diye Allah'a dua edecek. Nihayet Teâlâ haz­retleri ona :

  «Acaba bunu verirsem, başkasını da istemiyecek misin?» diye so­racak. O da :

 «Hayır!  İzzetine yemin ederim  (ki)  istemem» diyecek ve Rabbine Allah'ın  dilediği  kadar ahd-u misâklar verecek.  Bunun üzerine Rabbi de onu cennetin kapısına götürecek. Cennet kapısına dikildiği zaman cennet ona açılarak içindeki hayır ve (badi-İ) surûr şeyleri görecek ve (yine) Al­lah'ın dilediği miktar sükût edecek. Sonra :

  «Allah'ım,  beni  cennete  koy!»  diyecek. Allah Tebareke ve Teâlâ ona :

  «Hani sana verilenden başkasını İstemiyeceğİne ahd-u misaklar vermemiş  miydin? Yazık sana âdemoğlu,  ne gaddar şeymişsin!  diyecek.

O zat :

  «Aman  Allah'ım!   mahlûkatının  en  şakisi  ben  olmayayım?»   diye (niyaz edecek). Allah'a dua ede ede nihayet Allah Tebareke ve Teâlâ haz­retleri ona  güle (r yüz muamelesi  ede)  cek. Allah  ona  gülü  (mser mua­melesi edi) nce (Bu sefer haydi) cennete gir diyecek. Cennete girdiği za­man ona : «Dile (benden  ne dilersen) diyecek. Artık Rabbinden isteyebil­diği kadar isteyecek ve dileyecek. Hatta Allah kendisine şunu da iste, şu­nu   da   diye   (İstenecek   şeyleri)   hatırlatacak.     Nihayet  dilekler  (in   arkası) kesilince  Allah  Teâlâ   «Bütün   bunlar ve  daha   bir  o  kadarı   da   senindir»

buyurpcak.»

Ata'  b. Yezid demiş ki:  « Ebû Hüreyre bu hadisi rivayet ederken Ebû Sa'id Hudri'de yanında oturuyor onun söylediklerinden hiç bir şeyi reddetmiyordu. Nihayet Ebû Hüreyre «Allah Teâlâ bu zata bunların bir mislide senindir buyuracak» de­yince   Ebû   Sa'id:

«Bunlarla birlikte on mislinide, ya Eba Hüreyre» dedi. Ebû Hüreyre :

«Ben ancak "bütün bunlar ve bir o kadarıda senindir" buyurduğunu belledim» dedi.   Ebû   Sa'id:

«Şehadet ederimki ben Resulüllâh   (Saîlallahü Aleyhi ve Sellemyin;

«Bütün bunlar ve bunların on misli de senin.» buyurduğunu belledim dedi.

Ebû Hüreyre: «îşte bu zat cennetliklerin cennete en son gi­renidir.» demiştir.

 

300 - (...) Bize Abdullah b. Abdirrahman ed-Dârimî rivayet etti. (De­di ki): Bize Ebu'l-Yemân haber verdi. (Dedi ki): Bize Şuayb, Zührî'den naklen haber verdi demiş ki; bana Sa'id b. el-Müseyyeb ile Âtâ' b. Yezid el-Leysî haber verdiler onlarada Ebû Hüreyre haber vermiş ki insanlar Peygamber (Saîlallahü Aleyhi ve Sellemj'e:

— «Ya Resulallâh! Biz kıyamet gününde rabbimizi görecekmiyiz...» demişler. Ve hadisi (Yakub'un babası) İbrahim b. Sa'd hadisi mânasında rivayet etmiştir.

 

301 - (...) Bize Muhammed b. Rafi'de rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Abdürrezak rivayet etti. (Dedi ki) : bize Ma'mer, Henımam b. Müneb-bih'den naklen haver verdi. Hemmam:   Ebû   Hüreyre'nin   Resulüllâh

(Saîlallahü Aleyhi re Sellem)'âcn bize rivayet ettiği budur. Diyerek bir ta­kını hadisler nakletmiş ezcümle şöyle demiş: Resulüllâh (Sallallah'û Aleyhi ve Selleni) :

«Şüphesiz ki sizden birinizin cennette en aşağı makamı ona Allah'ın dile (ne dilersen) demesidir. O da dilediğini dileyecek. Sonra kendisine : DÜedİn mi? diyecek. Evet, cevabını verecek. Bunun üzerine ona : Diledik­lerinin hepsi bir misli de (fazla olmak üzere) senindir. Diyecektir.» buyur­muşlar.

Bu hadisi Buhari «Kkabu'I-Ezân», «Kitabu't-Tevhid» ve «Kita-hu'r-Rukaak» da biraz lâfız değişikliği ile rivayet etmiştir.

kelimesindeki (R) harfi şeddeli ve şeddesiz rivayet edilmiştir. Başındaki muzâreat (t) si ise iki surette de mazmum okunmuş­tur. (R) harfi şeddeli okunduğuna göre kelimenin mânası:

«Ayı göreyim diye başkalarına zarar verir misiniz?» demektir. Şedde­siz okunursa:

«Size onu görmek için bir dayr yani zarar arız olur mu?» Mânasına

gelir. Ayni kelime bazı rivayetlerde şeklinde zaptedilmiş-tir. Bu kelimenin mim'ide şeddeli ve şeddesiz okunmuştur. Mim'i şeddeli okuyan kelimenin başındaki muzara'at (t) sini meftuh yani (tedaammû-ne) şeklinde okumuş mim'i şeddesiz rivayet eden ise kelimeyi muzaraat harfinin zammesi ile (tudaamûne) şeklinde telaffuz etmiştir. Mim şeddeli okunursa kelime : «Ayı görebilmek için birbirinİzle itişip kakışır mısınız?»; şeddesiz okunursa: «Onu görebilmek için size bir Daym yani meşakkat arız olur mu?» mânasına gelir. Bu iki kelimeyi daha başka şekillerde oku­yanlarda olmuştur. Bu mânaların hepsi sahih ve aşağı yukarı bir birinin aynıdır. Hadis-i Şerifte seksiz şüphesiz bir surette' Allah Teâlâ 'nın görüleceği dünyada ayın görülmesine benzetilmiştir.

Tevagıt: Kelimesi Tâgut'un cem'idir. Lügat ulemâsının cumhuruna göre tâgut Allah'tan başka tapılan şeylere denilir. İbni Abbas (Raâiyallahu anh), Mukâtil, Kelbi ve diğer ulemâya göre tâgut şeytan demektir. Bazıları: «Tâguttan murâd putlardır» demişlerdir. Vahidi 'nin beyanına göre; bu kelime hem müfred hem cem'i için kul­lanılır.

Fülk kelimesi de böyledir. Tâgut (Tâğa) fiilinden müştakdır. Aslı va-vi olup vavı elife kalbedilmiştir.

Ashabın: «Kıyamet gününde» kaydı ile sormalarından anlaşılıyorki, dünyada iken Allahı görüp göremiyeceklerini sormamışlardır. Müs1imin Ebu Ümâme 'den tahriç ettiği bir hadiste : «Siz ölünceye kadar Rabbinizi göremeyeceksiniz.» buyurulmusdur. Âhiretde ise; Ehl-i Sünnete ve Cumhura göre; görülecektir. Hâricilerle Mu'tezile ve Mûrcie taifesinden bazıları görülmeyeceğine kail olmuşlardır. Bunlar bir şeyin gö­rülmesi için görenin karşısında olması, ziya bulunması uzaklık ve perde gibi bir mâni bulunmaması gibi aklî ve mesnedsiz bir takım şartlar koşar­lar Halbuki, Ehl-i Sünnete göre görülecek şeyin vücudundan başka hiç bir şart yoktur. Görmek Allanın yarattığı bir idrâktir.

«İçlerinde münafıkları da olduğu halde (yalnız) bu ümmet kalacak.»

cümlesi hakkında ulemâ şunları söylemişlerdir:

«Münafıkların mü'minlerle kalması dünyada iken onların arasına ka­rışarak gizlendikleri içindir. Âhirettede aynı şekilde haşır neşir edilecek­ler mü'minlerin arasına karışarak onların nuru içinde yürüyeceklerdir. Nihayet araya bir duvar çekilerek duvarın iç tarafı rahmet dış tarafı azap olacak münafıklar azap tarafında kalacak ve mü'minlerden aldıkları nur kendilerinden uçacaktır. Bazıları bunların Havz-ı kevserden kovulanlar olduğunu söylemişlerdir. Havz hadisinde beyân buyurulduğuna göre R e -sulüllâh (Saltailahü Aleyhi ve Sellenı) kıyamette herkesten önce hav-zının başına geçecek ve gelenlere Havz-ı kevserden su takdim edecektir. Ümmeti cemaatlar halinde gelecekler fakat bazıları tam yaklaştıkları sı­rada   Önlerine   mâni   konularak   gelemiyeceklerdir.   Resulüllâh

«Ya Rabbi! Bunlar benim ümmetİmdendtr. Ne olur onlar da gelsin.)»

diye niyaz edecek kendisine cevaben:

«Sen onların senden sonra  ne bidatlar çıkardıklarını  bilmezsin.»

denilecek o zaman    Fahri    Kainat (Saliallalrii Aleyhi ve Sellenı) 'de:

«Benden sonra  benim yolumu değiştiren  uzak olsun!     Uzak olsun!» diyecektir.

Hadis-i Şerifte Allah Teâlâ 'nın mü'minlere evvelâ tanıma­dıkları bir surette tecelli edeceği onun için de mü'minler biz senden A11ah'a sığınırız diyecekleri; sonra kendilerine mü'minlerin tanıdığı sıfa-tiyle tecelli edeceği onlarında:

«Evet Rabbimiz sensin» diyerek A11ah'a tabi' olacakları bildirili­yor. Teâlâ Hazretlerinin sıfatları hususundaki âyet ve hadisler hak­kında ulemânın iki kavli vardır. Birinci kavle göre; bu sıfatlar hakkında söz edilemez. Onlara iman edip geçmek icap eder.

Yani Allah Zülcelâl'in azamet ve celâline lâyık olan sıfat­lara ve onun şeriki nazîri ve misali olmadığına, mahlûkatınm sıfatları olan cisim, mekân ve intikal gibi şeylerden münezzeh bulunduğuna kafi suret­te itikad etmek gerekir. Selef-i Salihin ile Kelâm ulemâsından bir cemaatm mezhebi budur. Muhakkıkın-i ulemâdan bir çoklanda bunu ihtiyar et­mişlerdir. Zaten en salim yol da buSur.

İkinci kavle göre: A11ah'in sıfatları yerine göre lâyık olduğu şe­kilde te'vil olunur. Ancak bu te'vili gelişi güzel herkes değil Arap lisanını, o lisanın usul ve füruunu bilen mütehassıs ulemâ yapar. Kelâm-ulemâsın­dan büyük bir kısmının mezhebi budur. Bu mezhebe göre Resulül­lâh (Sallallahü Aleyhi ye Sellem)'in:

«Allah onlara gelecek.» buyurması onlara görünecek tecelli edecek demektir. Çünkü âdete göre yanında olmayan bir kimseyi görmek ya onun gelmesi ya ona gitmek suretleri ile olur. Binaenaleyh burada da gel­mek tabiri mecazen görünmek mânasında kullanılmıştır. Bazıları: «İtyan yani gelmek, A11ah 'in fiillerinden biridir» demişler bir takınılanda: « A11ah'in mü'minlere gelmesinden murâd bazı meleklerinin gelmesi­dir.» Mütalâasında bulunmuşlardır. Kaadî İyâz:  «Bence bu te'vil daha güzeldir...» demiştir. Ona göre Allah-ı Zülce 1âl 'in melek su­retinde yani kendi sıfatlarına benzeyen mahlûkâtı şeklinde tecelli ederek mü'minleri imtihan etmesi de muhtemeldir. Bu imtihan mü'minlerin ge­çireceği son imtihandır. Burada   Kirmanı   acaip bir sual sormuş ay­ni suale yine kendisi acaip bir cevap vermiştir. Kirmani 'nin sözü şudur. «Melek masum olduğu halde nasıl olurda mü'minlere ben sizin Rab-binizim der? Halbuki bu yalandır dersen bende derim ki melekin böyle kü­çük bir günahtan masum olduğunu biz teslim edemeyiz.»   Aynî,   bu sual ve cevaba karşı şunları söylemiştir. Bende derim, ki: O takdirde «sizin en büyük   Allah 'iniz benim» diyen firavunda ancak küçük bir günah işlemiş olurr   Kirmanı   şerhini böyle safsatalardan nezih bulundursa çok daha iyi ederdi.

Suretten murâd sıfattır :

«Allah onlara tanıdıkları sureti ile gelecek.» cümlesinin mânası mü'­minlerin tanıdıkları sıfatı ile tecelli edecek demektir. Zira mü'minler onu sıfatı ile bilirler. Bundan dolayıdır ki; ilk defa tecelli ettiğinde bildikleri sıfatlarda olmadığı için onun Allah olduğunu inkâr edecek ikinci de­fa göründüğünde bildikleri sıfatla tecelli ettiği için: 

«Bizim Rabbimiz sensin» diyeceklerdir.

Sıfata suret denilmesi ona benzediği içindir. Bir de suret kelimesi ha­diste daha evvel zikredil'diği için tekrardan kaçınılmıştır.

Mü'minlerin: «Biz senden Allah'a sığınırız» sözünü Ha11abi hasse-ten münafıklara hamletmişsede Kaadî İyâz bunu kabul etmemiş ve: «Bu sözün münafıklar tarafından söylenmiş olması doğru değildir. Sö­zünü münafıklara hamletmekle cümlenin mânası doğru çıkmıyor» demiştir ki Nevevî : «Doğrusuda budur! Hadisin lâfzı mü'minler hakkında zahirdir. Mü'minlerin A11ah'a sığınması gördükleri sıfatın mahlûkat sıfatı olmasındandır.» diyor. Mü'minlerin A1Iah'ı tanıdıktan sonra ona tabi' olmalarından murâd cennete girmeleri için verdiği emri dinlemeleri­dir. Yahut kendilerini cennete götüren meleklere  tâbi'  olurlar.

Hadis-i Şerifte :

«Cehennemin üzerine sırat köprüsü kurulacak» buyurulmakla sırat köprüsü ispat edilmiştir. Ehl-i Hakkın mezhebide budur. Selef-i salihin sıratın kurulacağına icma' etmişlerdir. "Cehennemin üzerine kurulacak olan bu köprünün üzerinden bütün insanlar geçecektir. Ancak mü'minler derecelerine göre geçmeye muvaffak olacak kâfirler, âsiler geçemiyerek ce­henneme düşeceklerdir. Kelâm ulemâsının beyanına göre; sırat kıldan in­ce kılıçtan keskin bir köprüdür. Nitekim Ebû Sa'id-i Hudri (Radiyallahu anh) 'in rivayetinde böyle olduğu tasrih buyurulmuştur. Sıra­tın üzerinde melekler bulunacak ve oradan geçenlere yedi yerde sualler soracaklardır. Birinci sual imana, ikincisi namaza, üçüncüsü zekata, dör­düncüsü ramazan, beşincisi hac ve ömreye, altıncısı abdeste, yedincisi cünüblükten temizlenmeye aid olacaktır.

Kıyamet gününde peygamberlerden başka kimsenin konuşmaması o günün şiddet ve dehşetindendir. Hatta bazı rivayetlere göre; birden bire peygamberan-ı izam (Salavatullahi Aleyehim Ecma'in) hazeratının bile dil­leri tutulacak sonra konuşacaklardır. Maamafih Nevevî'nin beyanına göre burada konuşmamaktan murâd sırattan geçiş halidir. Yoksa kıyamet gününde bazı yerlerde insanlar konuşacak herkes kendini müdafaya ça­lışacak birbirlerine sualler tevcih ederek herkes suçunu hasmına yükleme­ğe çalışacak tâbi' olanlar metbu'larından hak dâva edeceklerdir. O günün dehşetini gören peygamberler ümmetlerine karşı besledikleri şefkat ve merhametten dolayı:

«Yarab! Selâmet ihsan eyle, selâmet!» diye niyaz edecektir. Orada yapılacak dua ve niyazlar yerine göre olacaktır.

Kelâlîb: Kellûb'un cem'idir. Kellûb, yerine üzerine et asılan çengel demektir. Bazıları bunun odundan olduğunu ucunda kıvrılmış sivri bir de­mir bulunduğunu söylerler. Her tarafı demirdendir diyenlerde vardır.

Sa'dan: Develerin otladığı her tarafı prtırcık gibi dikenlerle bezenmiş bir nebattır. İşte Sa'dan dikeni gibi insanların ayaklarına batacak olan bu çengeller amellerinden dolayı yahut amelleri miktarınca insanlara bata-rak onları kapacaklardır. O zaman mü'min olanlar amelleri sayesinde bu çengellerden kurtulacak kâfirlerle âsiler çengellere dolaşacaktır. Kaadî İyâz'm beyanına göre cumlesi üç vecihle rivayet olunmuştur:

Bunlardan birincisi: Burada olduğu gibidir.

İkincisi : dir. Bunun mânası:

Kıyamet gününde insanların bazısı ameli sayesinde korunacak ve sa­lim kalacak demektir.

Üçüncüsü:  dir. Buna göre mâna: Bazısı amelinden dolayı helak olacaktır.

Kaadî   İyâz   bu rivayetin esah olduğunu söylemiştir.

Kaadî İyâz mücâz â kelimesinin dahi «muhardel» ve «mücerdel» şekillerinde rivayet edildiğini söylüyor. Muhardel kesilmiş mücerdel düş­mek üzere olan mânalarına gelir. Nevevî: «Bizim memleketteki esas nüshaların ekserisinde bu hadis buradaki metinde görüldüğü gibidir» de­mektedir.

Hadis-i şerifteki hayat suyundan murâd; obedî hayata sebep olan su demektir. Bu sudan içen yahut onunla yıkanan bir daha ebediyyen ölme­yecektir. Cehennemden çıkanlar onunla yıkandıktan sonra sel önünde bi­ten otlar gibi birdenbire fişkırip süreceklerdir. Buradaki teşbih sel önün­de biten otun beyaz ve çabucak sürmesi itibarı ile yapılmıştır: cümlesinde geçen «dıhk» kelimesinin asıl mâ­nası gülmeksede gülmek Allah Teâlâ hakkında muhal olduğu için ulemâ bu kelimeyi A11ah'm rızası ve kuluna nimetini izhar buyurma­sı mânasına almışlardır. Zaten gülmek rızanın lâzımıdır. Kul istiyeceği ka­dar istiyecek fakat cennette onun bilmediği daha nice nimetler bulunaca­ğı için Teâlâ Hazretleri kendisine filân seyide iste, filân cinstende iste diye delâlette bulunacaktır. Bu Teâlâ Hazretlerinin rahmetinin büyüklüğündendir. Ebû Hüreyre hadisinde kullara her istedikle­ri, bir mislide ziyade edilmek sureti ile verileceği beyan ediliyor. Ebû Sa'id hadisinde ise; bir misli değil von misli verileceği bildiri­liyor. Ulemâ bu iki rivayetin arasını şöyle bulmuşlardır. Peygamber {Sailaîlahü Aleyhi ve Sellem) evvelâ Ebû Hüreyre hadisindeki kat­lamayı bildirmiş sonra Teâlâ Hazretleri lûtf-u ihsanda bulunarak bu miktarı on misline çıkarmıştır. Resulüllâh (Sailaîlahü Aleyhi ve Sellem),   Ebû   Sa'id   hadisinde de bu hakikati beyân etmiştir.

 

302 - (183) Bana Süveyd b. Sa'id de rivayet etti. Dedi ki: Bana Hafs b. fifeysea-a [328], Zeyd b. Eşlemden, o da Âtâ' b. Yesar'dan, o da Ebû Sa'id-i Hudri'den naklen rivayet etti ki: Resuliillâh [Sallallahü Aleyhi ve Seüem) zamanında bir takım insanlar:

  «Ya Itesulüllâh: Biz kıyamet gününde Rabbimizi görecek miyiz?» demişler. EesulüIIâh (Salîallahü Aleyhi ve Seîİem):

  «Evet, siz güneş öğle zamanında açık, uğrunda hiç bir bulut yok­ken ofiu görme hususunda birbirinize zahmet verir misiniz? Ve (yine siz) ay bedr gecesinde açık ve üzerinde hiç bir bulut yokken onu görme hu­susunda birbirinize zahmet verir misiniz?» buyurdular ashap:

  «Hayır Ya ResulüIIâh» demişler.

  «İşte bunlardan birini görme hususunda  nasıl birbirinize zahmet vermezseniz,    kıyamet gününde de Allah Tebareke ve Teâlâ hazretlerini görme hususunda da öylece birbirinize zahmet vermiveceksiniz. Kıyamet koptuğu zaman bir dellâl : Her ümmet dünyada neye tapar idiyse; onun arkasına takılsın, diye ilân edecek. Bunun üzerine Allah Teâlâ'dan başka şeylere, putlara ve heykellere tapmış olanlardan hiç bîri kalmayacak, hep­si cehenneme düşecekler. Nihayet yalnız Allah'a tapan iyi ve kötülerle ehl-i kitabın baki yy ei eri kalacak ve (evvelâ) Yahudiler çağırılarak kendilerine :

  «Siz (dünyada) niye ibadet ederdiniz?» diye sorulacak.

  «Biz Allah'ın oğlu Uzeyr'e tapardık» diyecekler. Kendilerine :

  «Yalan söylediniz. Allah'ın hiç bir zevcesi ve çocuğu yoktur; şim­di siz ne istiyorsunuz?» denilecek. Yahudiler.

  «Susadık Yarabbi!  Bize su ven> diyecekler.  Bunun  üerine kendi-

— «Suya buyurmaz mısınız?» denilecek ve Yahudiler cehenneme, o serap gibi (alev dalgaları) birbirini tar-u maı eden ateşe haşrolunarak ora­ya düşecsklsr. Sonra Hıristiyanlar çağrılarak kendilerine :

  «Sİz (dünyada) neye ibadet ederdiniz?» diye sorulacak.

  «Bİz Allah'ın oğlu Mesih'e tapardık» diyecekler. Onlara dca :

  «Yalan söylediniz. Allah hiç bir zevce ve çocuk edinmem iştir. Şim­di siz ne istiyorsunuz?» denilecek. Hıristiyanlar da :

  «Susadık Yarabbi! Bize su ver.» diyecekler. Bunun üzerine kendi­lerine işaretle :

  «Suya buyurmaz mısınız?» denilecek ve Hıristiyanlar cehenneme, o serap gibi (alev dalgaları) birbirini tar-u mar eden ateşe haşM-';r;:^s'ak oraya düşecekler.    Bu suretle (ortada) yalnız Allah Teâlâ'ya ibâdet sden İyi ve kötülerden başka kimse kalmayınca; Rabbû-I âlemin sübhanehu ve Teâlâ bunlara dünyada gördüklerine en yakın bir sıfatla tecelli edecek ve:

  «Yâ siz ne bekliyorsunuz? (Baksanıza) her millet dünyada îapdı-ğının arkasına düşmüş» diyecek mü'minler:

  «Yarabbi! Biz dünyada bunlara en ziyade muhtaç olduğumuz hal­de onlardan ayrı yaşadık; onlarla beraber olmadık» diyecekler.    Bunun üzerine (Allah-u Azimüşşan) :

  «Sizin Rabbiniz benim.» buyuracak (fakat onlar buna karşı) :

  «Biz senden Allah'a sığınırız; biz Allaha1 hiç bir şey'i şerik koş­mayız» diyecekler. Bunu iki veya üç defa tekrarlayacaklar. Hatta bazı­ları hemen hemen dönmeye yaklaşacaklar. Teâlâ hazretleri:

  «Allah'la aranızda onu tanıyacağınız bir alâmet vsr mı?» diya s@-racak. Mü'minler:

  «Evet» cevabını verecekler Bunun üzerine yelkenler inecek ve dos­yada kendiliğinden Allah'a secde edenlerden hiç biri İstisna sditmesn^N sureti ile Allah mü'mİnlere secde İçin izin verecek. İster fakvcssından, tor riya için olsun (dünyada) secrfe edenlerden hiç biri istisna edilmemek şsr-tiyle Allah her birinin sırtını tek bir tabaka haline getirecek. Her secde etmek isteyen kafası üzerine düşecek, sonra başlarını kaldıracaktan1; bir de bakacaklar ki; Allah'ü Zölcelâl dünyada ilk defa gördükleri sırtına dönmüş; onlara :

  «Sizin Rabbiniz benim,» diyecek. Onlar da :

  «Evet, bizim Rabbimiz sensin.» mukabelesinde bulunacaklar. Son­ra cehennemin üzerine köprü kurulacak; şefaata izin verilecek.

  «Aman Allah'ım selâmet ver, selâmet ver!» diyecekler. «Ya Resûlüllâh bu köprü nedir?- denilmiş:

  «Kaypıncak ve kaygan bir şeydir; onda  kancalar,  çengeller ve Necit'te sa'dan denilen bir diken olur. Onun gibî bıhrak dikenleri vardır. Mü'minler (sırattan) kimi göz kırpacak kadar az bir zamanda, kimi şimşek gibi, kimi rüzgâr, kimi kuş gibi, kimi de iyi cins yürük at ve deve gibi hızla geçecekler. Bazısı bakarsın sapasağlam kurtulmuş, diğeri tırmalanmış da salmıvermiş, kimi de cehennem ateşine yığılmış kalmış... Mü'mınler cehennemden kurtulunca : Nefsim yed-i kudretinde olan Allah'a yemin ederim kî; sizden hiç biriniz hakkı tamamiyle kurtarmak hususunda kıya­met günü mü'minlerin cehennemdeki kardeşleri İçİn Allah'a niyaz etme­lerinden daha fazla niyazda bulunamaz. Onlar :

  «Ya  Rabbena!  {Bu  cehennemde  kalan  kardeşlerimiz)  bizimle  bir­likte oruç tutar, namaz kılar ve hacc ederlerdi» diye niyazda bulunacak­lar. Bunun üzerine kendilerine : (Haydİ tanıdıklarınızı akarın; bundan böy­le onların suretleri cehenneme haram olur.) denilecek; onlar da kimi ba­caklarının yarısına kadar, kimi dizlerine kadar ateşe dalmış pek çok kim­seleri cehennemden çıkaracaklar. Sonra :

  «Ya Rabbena! Senin  bize çıkarmayı emir buyurduklarından  ce­hennemde hiç kimse kalmamıştır» diyecekler. (Fakat Teâlâ hazretleri :

  «Dönün, kalbinde dinar ağırlığında hayır olan her kimi bulursa­nız onu da çıkarın» buyuracak. Bunun üzerine yine pek çok kimseleri çı­karacaklar. Sonra (tekrar) :

  «Yarabbi! Senin emir buyurduklarından tek bir kimse bırakmadık.» diyecekler (Teâlâ hazretleri) :

  «Geri dönün! Kalbinde yarım dinar miktarı hayır olan her kimi julursanız onu da çıkarın.» buyuracak; yine pek çok kimseleri çıkaracak-ar. Sonra :

  «Yarabbi! Senin emir buyurduklarından cehennemde tek bir kim-e bırakmadık» diyecekler. (Teâlâ hazretleri yine) :

  «Gerİ dönün! Kalbinde zerre mikdarı hayır olan kimi bulursanız >nu da çıkarın,» buyuracak. Yine birçok kimseleri çıkaracaklar. Sonra :

  «Yarabbi! Cehennemde hiç bir hayır (sahibi) bırakmadık,» diye-ekler.

(Ebû Sa'id-i Hudri şöyle diyormuş. Eğer bu hadis hususunda beni tas-ik etmiyorsanız Teâlâ Hazretlerinin:

  «Şüphesiz kî, Allah zerre kadar zulmetmez, eğer (yapılan) bir ha-ene olursa kat kat artırır.    Ve kendi tarafından pek büyük bir mükâfat ısan eder.» (Nİsa : 40) âyetini okuyuverin.

Mü'minlerin, cehennemde hiç bir hayır (sahibi bırakmadık) demele-i üzerine Allah Azze ve Celle Hazretleri :

«Melekler şefaat etti! Peygamberler şefaat etti! Mü'minler de şefaat tti, (o halde} Erhamurrahiminden başka şefaat edecek kalmadı,» buyura-ak cehennemden bir kabza alacak. (Bununla) cehennemden hiç hayır iş-îmemiş;    âdeta  kömüre dönmüş bir takım insanlar çıkaracak ve onları cennet yolları üzerinde olup, hayat nehri adı verilen bir nehre atacak, o nehirden onlar sel uğrunda biten ot gibi çıkacaklar. Görmüyor musunuz sel uğrundaki ot, taş altında da, ağaç altında da biter, güneşe bakan ta­rafı bir parça sarımtırak, yeşilimtırak olur. Gölgede kalan tarafı İse bem­beyaz kalır.» buyurmuşlar. Ashab:

  «Ya Resulallah galiba sen çölde çobanlık etmişsin» demişler. Re-sulü\\âh(Sallallahü Aleyhi ve Sellem)   (sözlerine devamla):

  «Artık hayat nehrinden boyunlarında inciden gerdanlıklar olduğu halde çıkarılacaklar; cennetlikler onları (bu alâmetle) tanıyacaklar. İşte İşlenmiş bir amelleri ve takdim ettikleri bir hayırları olmaksızın Allah'ın cennete koyduğu, Allah'ın azadlıları'bunlardır, diyecekler. Sonra Teâlâ hazretleri : «Cennete buyurun, (orada) gördüğünüz her şey sizindir.» di­yecek. Onlar da : «Yarebbena! Şu âlemde hiç bîr kimseye vermediğin ih­sanı bize verdin,» diye mukabele-i şükranda bulunacaklar, onun üzerine Teâlâ hazretleri:

«Sİze bundan daha üstün bir atiyyem var,» buyuracak. Cennetlikler: «Ya Rabbena! Bundan daha üstün ne olabilir?» diyecekler. Teâlâ haz­retleri :

«Benim rızam!.. Bundan böyle ebediyyen size gadab etmiyeceğim bu­yuracak.»

Müslim   diyor ki :

«Ben şefaat hakkındaki bu hadisi îsâ b. Hammâd Zuğbe-t e [329] 1 - Nisri'ye okudum ve ona bu hadisi ben senden, sende Leys b.   Sa'd 'den işitmiş olmak üzere rivayet edeyim mi » dedim   1sâ :

«Evet cevabını verdi»   İsâ   b.   Hâmmâd'a dedim ki: — «Bize Leys b. Sa'd, Haîid b. Yezid'den, o da Sa'id b. Ebi Hilâl'dan, o da Zeyd b. Eslem'den, o da Âta' b. Yesar'den, o da Ebû Sa'id-i Hudri'deıı naklen şöyle dediğini haber vermiştir, (değil mi) :

«Ya Resulüllâh! Biz Rabbimizi görecek miyiz?» dedik.    Resuîüllâh

«Siz açık bir günde güneşi görme hususunda birbirinize zahmet veri­yor musunuz?» buyurdular. Biz:

«Hayır» dedik... Böylece hadisi sonuna kadar rivayet ettim. Bu ha­dis Hafs b. Meyser'e hadisi gibidir. Yalnız o:

«İşlenmiş bir amelleri ve takdim ettikleri bir hayırları olmaksızın» cümlesinden sonra:

«Onlara : Gördüğünüz her şey sizin, bir misli de beraber denilecek» sözlerini ziyade etmiştir. Ebû Sa'id (Radiyalîtihu anh) : «Duydum ki bu köprü kıldan ince kılıçtan keskinmiş* demiş.

(okuduğum) Bu hadisi   Isâ   b.   Hammad   ibaretti.

 

303 - (...) Bize bu hadisi Ebû Bekir b. EM Şeybe de rivayet eiti.

(Dedi ki): Bize Cafer b. Avn rivayet etti. (Dedi ki): Bize Hişâm b. Sad [330]

rivayet eiti. (Dedi ki): BizcZeyd b. Esjem Hafs ve Sa'id'in isnadlan ile Hafs

b. Mey sere hadisi tarzında sonuna kadar rivayet etti. Yalnız bazı şeyleri ziyade ve noksan eyledi.

«O, serap gibi (alev dalgalan) birbirini tar-u mar eden...» cümlesin­de geçen serap kelimesi sıcak-günde çöTde görülen su hayâlidir. Uzaktan su gibi görülür. Yanına vardıktan sonra bir şey kalmaz. îşte küffânn hâ-lide böyledir. Su var zanniyle ona koşacaklar fakat su değil ateşle karşıla­şarak içine düşeceklerdir.

Mü'minlerin :

«Yarabbi! Biz dünyada bunlara en ziyade muhtaç olduğumuz halde onlardan ayrı yaşadık, onlarla beraber olmadık...» sözlerinin mânası  : başlarına gelen şiddet ve korkunun giderilmesi babında   Al I ah 'a ni­yazdır. Çünkü Mü'minler A11ah'a ibadet uğrunda dünya ma'işeti hu­susunda yakınlarına muhtaç oldukları halde onlara yaklaşmamış onlarla teşrik-i mesa-i etmemişlerdir. Bu hal gerek Eshâb-i kiramın gerekse on­lardan sonra gelen bir çok müslümanların her zaman başına gelmiştir. Fakat müslümanlar Allah ve Resu1ü'ne isyan ederek küfr-ü inadında daim olanlarla — baüaları, oğulları, kardeşleri ve akrabaları bi­le olsa — derhal alakayı kesmiş, onlara hiç bir zaman arz-ı ihtiyaç etme­mişlerdir. Hadisin zahir olan mânası budur. Vakıa Kaadî îyâz: Müs1im'in bu rivayetine itirazla rivayette değişiklikler olduğunu iddia etmişsede Nevevî : Bunun doğru olmadığını Müs1im'in rivayeti­nin sahih olduğunu söylemiştir.

«Hatta bazıları hemen hemen dönmeye yaklaşacaklar.» cümlesinin mânası geçirdikleri şiddetli imtihan sebebiyle bazıları doğruyu söylemek­ten dönmeye ramak kalacak demektir, Cümlesi esas itibarı ile bacak açılacak demektir. Burada ondan murâd lisan ulemâsı­nın Cumhuru ile İbni Abbas (RadiyaUahu anhya, göre; korku ve şiddetin açılmasıdır. Zaten Araplar «sâk» kelimesini baş sıkısı hususunda darb-ı mesel yapmışlardır. Çünki Araplara göre; insan başı dara geldiği zaman kollarını sıvar ve paçalarını çeker. Biz bu makamda yelkenler indi gibi tabir kullanırız. Bu sebeple tercümeyide ona göre yaptık.

Bazıları: «Buradaki «sâk» tan murâd büyük bir nurdur» demişlerdir. Bu takdirde mâna: Mü'minler Allah Teâlâ'y1 görünce; yeni fayda­lar ve Eltaf-ı ilâhiyye zuhur edecek demektir. Bir takımları; «Sâk» dan murâd meleklerden bir cemaattır. Hatta Sâk'ın bir mahlûk olduğunu mü'­minlerin mutat pazar yerlerinden çıkarak onları başkalarından ayırmak için bir alâmet olmak üzere yaratıldığını da söyleyenler vardır. Hâttâbî diyor ki: «Kıyamet gününde bu makamda A11ah'ı görmek başka; cennette mü'minlerin görmesi gene başkadır. Cennette mü'minlerin Allah Teâlâ'yı görmeleri A11ah'm onlara bir ik­ramıdır. Burada görünmesi ise sırf bir imtihan içindir.»

Allah her birinin sırtını tek bir tabaka haline getirecek, her secde etmek isteyen kafası üzerine düşecek.» cümlesinden murâd; hepsinin sırtı sahife şeklinde dümdüz, bir olacaktır. Bu cümleye bakarak bazıları tek-lif-i mâla yutâkın caiz olduğuna kail olmuşlarsa da bu istidlal bâtıldır. Çünkü âhiret teklif diyarı değildir. Oradakilere verilecek secde emri im­tihan içindir.

(Teklif-i mâla yutak: Kulun gücü yetmiyeceği işleri ona emretmek­tir. Teâ1â Hazretlerinin güçleri yetmiyecekleri şeyleri kullarına em­redip etmemesi ulemâ arasında ihtilaflı bir meseledir. Yeri usul-u fıkıh ve usulü dindir.)

Bazıları mahşer yerinde münafıkların da mü'minlerle beraber olma­larından onların da mü'minler gibi Allah Teâlâ'yı göreceği mâna­sını anlamışlardır. Fakat İmam Nevevi'nin beyanına göre münafık­lar Allah Teâ1â'yi göremiyeceklerdir. Bu hususta sözlerine itimad edilir ulemânın icma'i vardır. Zaten hadisi şerifte münafıkların Allah'ı görecekleri tasrih edilmemiş yalnız mü'minlerle münafıkların karışık bu­lunduğu yerde bir sıfat görecekleri; Teâ1â Hazretlerinin daha sonra tecelli edeceği bildirilmiştir. Bundan münafıkların da A11ah'ı göreceği lâzım gelmez. Münafıkların A11ah'ı göremiyec eklerine kitap ve sün­netten delil vardır.

«Bazdan bakarsın sapasağlam kurtulmuş, diğeri tırmalanmış 6a salı-nıvermiş, kimi de cehennem ateşine yığılmış kalmış...» Resulüllâh (Sallallahu Aleyhi ve Sellem)hü sözleri ile ehl-i mahşeri üç kısma ayırmışlar­dır. Bunların birincisi; hiç bir #zap görmeden kurtulacak olan mü'minlerdir. İkinci kısım; biraz azab görüp serbest bırakılacak olanlardır. Üçüncü kısımda; cehenneme yağılırcasına atılacaklardır.

«Nefsim yedinde olan...» cümlesindeki istiksa' kelimesi: İstida, İsti­da' ve istifa' şekillerinde de rivayet olunmuştur. Kaadî İyâz bun­ların bir tashif ve vehimden ibaret olduğunu söylemiş doğrusu: «Burada olduğu gibi istiksa'dır» demişsede Nevevî buna itirazla rivayetlerin hepsinin doğru olduğunu ve hepsinin güzel bir mâna ifade ettiğini söyle­miştir. Ona göre birinci ve ikinci rivayetlerin mânası: «Dünyada mühim bir mesele karşısında kaldığınız zaman o meselede sizi aydınlığa çıkarma­sı için Allah'a bütün gücünüzle yalvararak niyazda bulunmanız mü'minIerin cehennemdeki din kardeşleri için yaptıkları niyazdan daha üstün ola­maz» demektir. Üçüncü ve dördüncü rivayetlere göre ise; «Dünyada sizin hasmınızdan hak İstemeniz veya hakkım tamamiyle almanız...» manasına­dır.

Hadiste cehennemlikler hakkında :

«Kalbinde bir dinar, yarım dinar hayır olan her kimi bulursanız ce­hennemden çıkarın.» buyurulmaktadır. Kaadî İyâz buradaki ha­yırdan muradın. Yakın yani iman olduğunu söylüyor. Fakat Nevevî : «Onun mânası mücerred iman değil imanından fazla bir şey bulunan de­mektir; Çünkü tasdikten ibaret olan mücerred iman bir bütündür par­çalanamaz. Binaenaleyh bir dinar, yarım dinar, zerre kadar tabirleri ile bildirilen parçalı şey mutlaka ya amel-i salih ya zikri hafî yahut fakire acımak Allah 'tan korkmak ve iyi niyet sahibi olmak gibi kalp amel­lerinden bir amel olacaktır» diyor.

Teâ1â Hazretlerinin cehennemden bir kabza almasından murâd oradan bir cemaat alıp çıkarmasıdır.

 

Hadisi Şerif Aşağıdaki Hükümleri İhtiva Eder.

 

1) Mü'minler âhirette   Teâ1â   hazretlerini göreceklerdir.

2) Namaz   ibadetlerin   efdalidir.   Çünkü   namazda   secde   vardır, Resûlüllâh   (Salla Uakii Aleyhi ve SeUem) bir hadisi şerifinde:

«Kulun Rabbine en yalcın olduğu zaman secde halidir.» buyurmuş­lardır.

3) Hadis-i Şerif  Teâ1â Hazretlerinin lûtf-u keremine ve geniş faziletine delildir.

3) Sırat, cennet, cehennem, haşr, neşr ve sual haktır.

5) Hadis-i şerif aynı zamanda secdenin faziletine delâlet etmektedir.

6) Şefaat caizdir. Dalâlet fırkalarından Haricilerle, Mu'tezile şefaati inkâr ederler. Onlara göre âsi cehennemde ebedi kalacaktır. Bu bâbta bazı âyetlerle istidlale kalkışmışlar şada Ehl-i sünnet ulemâsından hakettikleri dersi almışlardır.

 

82 - Şefaatin İspatı ve Mü’minlerin Cehennemden Çıkarılması Babı

 

304 - (184) Bana Harun b. Sait el-Eylî rivayet etti. (Dedi ki): Bize İbni Vehb rivayet etti dedi ki; bana Mâlik b. Enes, Amr b. Yahya b. Umâ" radan [331] haver verdi dedi ki: Bana babam, Ebû Said-i Hudrî'den naklen rivayet etti ki; Resulüllâh (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) şöyle buyurmuşlar:

«Allah cennetlikleri cennete koyacak. O dilediğini rahmetiyie cenne­te koyar. Cehennemlikleri de cehenneme koyacak. Sonra : Bakın, kalbin­de hardal danesi kadar iman olan kimi bulursanız, onu cehennemden çı­karın,» diyecek bunun üzerine böyleler! cehennemden kömür gibi yan­mış, kavrulmuş olarak çıkarılacaklar ve hayat yahut hâyâ nehrine atıla­caklar. Orada sel kenarında otun bittiği gibi bitecekler. Siz onu görme­diniz mi nasıl sapsarı kıvrılmış olarak çıkar.»

 

305 - (...) Bize Ebû Bekr b. Ebi Şeybe'de rivayet etti. (Dedi ki): Bize Affan [332] rivayet etti. (Dedi ki): Bize Vüheyb [333] rivayet etti. H.

Bize Haccac b. Eş-Şair da rivayet etti. (Dedi ki): Bize Amr b. Avn ri­vayet etti. (Dedi ki): Bize Halid [334] haber verdi. Vüheyb'Ie Halid'in her ikisi Amr b. Yahya'dan bu isnadla rivayet etmişler onlar:

«Bunun üzerine hayat namı verilen bir nehire atılacaklar.» demişler ve (rivayette) şekketmemişler. Halid'in hadisinde:

«Sel kenarında selin geçirdiği tohumların bittiği gibi.» Vuheyb. Hadi­sinde İse:

«Dere kenarındaki siyah çamur içinde yahut selin getirdiği milli top­rak ıçinds otun bittiği gibi.*, ibareleri vardır.

 

306 - (185) Bana Nasr b. Ali El-Cehdamî'de rivayet etti. (Dedi ki): Bize Bişr yani (İbni'l-Mufaddal) Ebû Mesleme[335] 'den, o da Ebû Nadra [336] 'dan, o da Ebû Sa'id'den naklen rivayet etti. Ebû Sa'id şöyle demiş; Re-sulüllâh (SaUaUahü Aleyhi ve Selletn):

«Hakkıyle ehl-İ nâr olan cehennemliklere gelince : Şüphesiz ki onlar cehennemde ne ölürler, ne de dirilirler. Lâkin bir takım insanlar vardır ki, günahları sebebiyle (yahut) hataları sebebiyle (buyurmuştur.) Kendile­rine ateş isabet etmiş ve onları adamakıllı öldürmüştür. Nihayet (yanıp) kömür oldukları zaman (onlar hakkında) şefaata izin verilecek. Ve takım takım getirilerek cennet nehirlerine dağıtılacaklar. Sonra : (Cennetliklere hitaben) «Ey cennetlikler! Şunların üzerine su serpin,» denilecek, bu suret­le sel kalıntısında ot biter gibi bitecekler.» buyurdular.

Cemaattan biri: «Galiffa Resuliillâh   (SaUaUahü Aleyhi ve Selletn) çöl­de bulunmuş» demiş.

 

307 - (...) Bize bu hadisi Muhammed b. el-Müsenna ile îbni Beşşâr da rivayet ettiler dediler ki: Bize Muhammed b. Ca'fer rivayet etti. (Dedi ki): Bize Şu'be Ebû Mesleme'den rivayet etti. Demiş ki: Ebû Nadra'yi Ebû Saîd-i Hudri'den, o da Peygamber(Salîallahü Aleyhi ve Sellem)'den naklen «sel kalıntıları» na kadar bu hadisin mislini rivayet ederken dinledim. So­nunu zikretmedi.

Bu hadisi Buharı «Kitabu'1-İman» ve «Kitabu'r-Rukak» da ri­vayet etmiştir. Hadisi Nesaî dahi tahriç etmiştir.

Hadis-i şerif bütün rivâyetîeri ile cehennemdeki mü'minlere şefaat edileceğine delâlet etmektedir. Bu hususta Kaadî İyâz şunları söyler: «Ehl-i sünnetin mezhebine göre şefaat aklen ve naklen caizdir. Teâ1â Hazretlerinin.

«O gün rahman olan Allah'ın izin verdiklerinden başka hiç bfr kim­seye şefaat fayda vermez.» âyet-i kerimesi- ile emsali âyetler ve mecmu'u tevatüre varan sahih hadisler buna delil<ür. Ehl-i sünnetin selef ve ha­lef ülemâsıda şefaatin caiz olduğuna ittifak etmişlerdir. Buna yalniz Ha­ricilerle bazı Mutezileler itiraz etmişlerdir. Onların mezhebine göre âsi mü'minler cehennemde ebedi kalacaklardır. Delilleri:

«Cehennemliklere şefaatçilerin şefaati fayda vermiyecekîir.» ve

«Zalimler için (o gün) ne bir dost vardır, ne de sözü dinlenir bir şe­faatçi.» âyet-i kerimeleridir. Fakat bu âyetler kafirler hakkındadır. Şefaat hadisi dahi; «Derecelerin arttırılması» hakkındadır diye te'vil ederlerse de bu teVil dahi bâtıldır. Bizzat sadedinde bulunduğumuz hadislerin lâfız­ları onların mezhebinin butlanı hakkında sarih delildirler.

 

Şefaat Beş Kısımdır

 

Birincisi:    Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) 'e mahsustur

ki; kıyamet gününde durak yerindeki şiddet ve dehşetten rahata kavuş­mak ve hesabın çabuk görülmesi hususundadir.

İkincisi: Bir takım bahtiyarların sualsiz hesapsız cennete girmeleri hususundadır. Bunun dahi Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve SeHem)'^ mahsus olduğuna dair hadis vardır.

Üçüncüsü : Cehennemi haketmiş bazı mü'minler hakkındadır. Bun-larada Resulüllâh (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) ile Allah 'm dilediği bazı zevat şefaat ed^eceeklerdir.

Dördüncüsü: Fiilen cehenneme girmiş günahkârlar hakkındadır. Bun­lara   Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)  melekler ve bazı mü'­minler şefaat edecek bu sayede Teâ1â Hazretleri için «Lâ ilahe illallah» diyen mü'minler cehennemden kurtulacaklardır.

Beşincisi:  Cennetliklerin derecelerini ziyadeleştirmek hususundaki şefaattir. Mü'tezile bu şefaati inkâr etmedikleri gibi ilk haşr zamanında­ki şefaati da inkâr etmezler. Meşhur rivayetlerle sabit olmuştur ki; selef-i salihin (Radıyallahu Anhüm) Peygamberimiz (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) 'den şefaat niyazında bulunmuşlardır. Binaenaleyh:

«Bir kimsenin Allah 'tan peygamberinin şefaatim istemesi mek­ruhtur. Çünkü istenilen şefaat günahkârlar için olacaktır» diyenlerin sözü­ne i'tibar edilmez. Zira şefaat yalnız günahkârlar için değil yukarda da arz ettiğimiz gibi bazen hesabı hafifletmek ve dereceleri yükseltmek için­de olur. Sonra aklı başında olan herkes Allah'a karşı kusur işlediğini ve onu.i affına muhtaç olduğunu itiraf eder. Kendi amellerine güvenmez. Helak olunanların zümresine katılacağından korkar. Şefaat istemeyi ke­rih gören bu kavle göre Allah 'tan mağfiret ve rahmet dilemek­te doğru olmamak lâzım gelir. Çünkü bunlar da günahkârlar içindir. Hal­buki selef ve halefin duaları bunun aksini ispat etmektedir.

«Kalbinde harda! danesi kadar iman olan...» ifadesi bir temsildir. Ölçü hususunda mi'yar değildir. Çünkü; iman cisim olmadığı için tar­tılmaz. Fakat bu husustaki kavl-i tahkika göre kulun ameli indallah bir eisime konarak tartılacaktır. İmamu'l-Harameyn: «Amel def­terlerini Cenabu Allah tartacaktir...» demiş bunun aîden müs-tahil olmadığım söylemiştir. Amellerin tartılması ya bu suretle olacak ya­hut ameller cisim suretinde temsil edilerek tartılacaktır. Zeccac ve diğer ehl-i sünnet müfessirleri insanın son amellerinin tartılacağını ve ona göre hayır veya şer verileceğini rivayet etmişlerdir. Burada hayat nehri şekk ile rivayet edilmiş: «Hayat yahut haya nehri» denilmiştir. Buhârî Sahihinde bu

şekkin hadisi rivayet eden Mâlik 'ten olduğunu tasrih etmiştir. Mâİik'ten başka râviler «Hayat nehri» diye seksiz olarak rivayet etmişler­dir.

Haya kelimesi yağmur mânasına gelir. Yağmura haya denilmesi yer yüzünü ihya ettiği içindir. Hayat nehrinin suyu cehennemde yanıp kav­rulan insanları ihya ederek onları taptaze bir hale getireceği için ona haya denilmiştir.

«Gusâ» selin getirdiği şeylerdir.

«Hamie» nehirlerin kenarındaki kara çamurdur. «Hamile» ise Gusâ' manasınadır. Yani selin getirdiği şeylerdir.

MüsIim'in Nasr b. Ali 'den tahriç ettiği bir rivayette Re­sulüllâh (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) cehennemliklerin cehennemde ne ölü ne diri bir halde bulunduklarını haber veriyor. Bundan murâd — AUah-u Alem— kâfirlerdir. Çünkü; ebedi olarak cehennemde kalmayı hak eden onlardır. Küffar cehennemde yanıp kül olmazlarsada bir an ra­hat yüzü görmedikleri için onların hayatına hayatta denmez. Nitekim ayni ifade Kur'ân-ı Kerîm'dede mevcuttur.   Teâ1â   Hazretleri

«Sonra cehennemde ne ölür, ne dirilir.» buyurmuştur. Ehl-i hakkın mezhebi de budur onlar: «Ehl-i cennetin nimetleri daimi olduğu gibi küt farın cehennemdeki azaplanda daimidir» derler.

Nevevî 'nin beyanına göre Resulüllâh (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) 'in :

«Lâkin bir fakım insanlar vardır ki; günahları sebebiyle (yahut hata­ları sebebiyle) kendilerine ateş isabet etmiş ve onları adamakıllı öldür* muştur...» sözü günahkâr mü'minler hakkındadır. Bunlar A11ah'in dilediği kadar, azap olunacaklar sonra öleceklerdir.

Buradaki ölümden murâd da hissi gideren hakiki Ölümdür. Demek oluyor ki; günahkâr mü'minler günahlarına kadar yanacak, sonra Allah Kendilerini öldürecek ve A11ah'in dilediği kadar cansız olarak cehen­nemde kalacaklar sonra ölü olarak cehennemden çıkarılacak eşya taşır gi-t>i takım takım cennet nehirlerine götürüleceklerdir. Kömür haline gel­miş bulunan vücutlarına hayat suyu serpilince hemen dirilecekler ve sel yatağında biten otlar gibi çabucak büyüxecekler bütün uzuvları ve kuv­vetleri tamamen eskisi gibi olacak ondan sonrada yerlerine gönderilecek­lerdir.

Kaadî   İyâz   buradaki ölümün iki vechi olduğunu nakleder :

1) Buradaki ölümden murâd hakiki ölümdür.

2) Murâd hakiki ölüm değildir. Ancak çektikleri ızdıraptan dolayı hissiz kalırlar. Fakat Nevevi «Muhtar olan bizim arzettiğimizdir. Ya­ni ölümden murâd hakiki ölümdür» diyor

 

Hadisi Şerif Şu Hükümleri İhtiva Etmektedir:

 

1) Asi rnü'minl erden bir taife cehenneme girecektir. Dalâlet fırkaların­dan Mürcienin mezhebine göre; imanı ölen bir kimseye günah zarar et­mez. Binaenaleyh mü'min ne kadar günah işlese de cehenneme girmez. Bu hadis onların aleyhine ve ehl-i sünnetin lehine delildir.

2) Hadis-i Şerif: «Günahkârlar ebediyyen cehennemde kalır» diyen Mu'tezile tayfasınında aleyhine delildir. Çünkü bu hadiste bir takım gü­nahkârların cehenneme girecekleri nassan bildirilmiştir.

3) Mü'minler amelleri hususunda birbirlerinden farklıdırlar.

4) «Ameller imandan cüzdür» diyenler bu hadisle istidlal etmişler-sede Allâme Ayni bunu asla kabul etmemiştir.

 

83 - Cehennemliklerin En Sonuncusunun Çıkarılması Babı

 

308 - (186) Bize Osman b. Ebl Şeybe ile İshâk b. İbrahim el-Hanzali ikisi birden Cerir' [337] den rivayet ettiler. Osman dedi ki: Bize Cerir, Mansur' [338]dan, o da İbrahim'im [339] den, o da Abîde' [340]den, o da Abdullah b. Mes'ud'dan naklen rivayet etti. İbni Mes'ud şöyle demiş: Resulüllâh (Sallallahü Aleyhi ve Sellem):

«Ben ehl-i narın cehennemden en son çıkacak olanını ve ehl-i cen­netin en son cennete girecek olanını âlâ biliyorum. Bu zat cehennemden emekliyerek çıkacak ve Allah Tebareke ve Teâlâ ona :

«(Haydi) git cennete gir, diyecek.» Bunun üzerine o zat cennete gi­decek, fakat ona cennet dolmuş gibi görünecek ve dönecek :

  «Ya Rab! Ben cenneti dolmuş buldum,» diyecek. Allah Tebareke ve Teâlâ ona (yine) :

  «Git cennete gir,» diyecek. O da gidecek. Fakat ona yine cennet dolmuş gibi gelecek ve tekrar dönecek :

  «Yarabbi! Ben onu dolmuş buldum,» diyecek. Allah ona tekrar:

  «Git cennete gir! Zira (orada) senin İçin dünya kadar ve dünya­nın on misli yer vardır. Yahut sana dünyanın on misli yer vardır» diye­cek. O zat:

  «Melik sen olduğun halde benimle alay mı ediyorsun? Yahut be­nim aklıma mı gülüyorsun?» diyecek.»

Ravi demiş ki: «Vallahi Resulüllâh (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) 'in güldüğünü hatta azı dişlerinin göründüğünü gördüm (ashab arasında) cennetliklerin en aşağı mertebe olanı bu zattır. Diye söyleniyor­du.

 

309 - (...) Bize Ebû Bekr b. Ebi Şeybe ile Ebû Küreyb rivayet etti­ler, lâfıs Ebû Küreyb'iııdir. Dediler ki: Bize Ebû Muaviye, A'meş'ten, o da İbrahim'den, o da Abîde'den, o da Abdullah'tan naklen rivayet etti. Abdul­lah şöyle demiş: Resulüllâh (SalkilUıhü Aleyhi ve Sellem):

__ «Ben ehli narın cehennemden en son çıkanını pek âlâ biliyorum.

(Bu zat) oradan sürünerek çıkacak ve kendisine haydi git cennete gir, de­nilecek. Bunun üzerine o da gidecek, cennete girecek. Ve insanları her­kes yerine yerleşmiş oiarak bulacak. Kendisine :

  Geçmişte içinde bulunduğun zamanı hatırlıyor musun? denilecek.

O  da:

  EveH cevabını verecek. Sonra ona :

  Dile  (ne dilersen} diyecekler. O da dilİyecek. Kendisine :

  Dilediğin senin. Dünyanın on misli de senin, diyecekler.    Bunun üzerine o kul :

  «(YarabbÜ),Melik ancak sen olduğun halde benimle alay mı edi­yorsun?» diyecek.»

Ravi demiş ki:

— «Vallahi    Resulüllâh (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) 'i gülerken gördüm. Hatta azı dişleri göründü.»

Bu hadisi Butıârî «Kitabu't-Tevhid» ve «Kitabu'r-Rukak» da, Tirmizi «Sifat-ı Cehennem» de İbni Mace dahi «Kitabuz-Zuhd» te tahriç ekmişlerdir. Hadisin buradaki rivayetlerinin birinde «Hab-ven» diğerinde «Zahfen» bazı nüshalarda «Kebven» tabirleri göze çarp­maktadır.

«Habv» emeklemek yahut oturarak sürünmek demektir.

«Zahf» oturarak sürünmektir.

«Kebv» de yüzükoyun tökezlemektir. Binaenaleyh bu mânaların üçü-de ya birbirinin müteradifi yahut birbirine yakındır. Müteradif olmadığı­na göre; mâna- kimi emekliyerek kimi sürünerek yürüdüğüne hamlolunur.

«Benimle alay mı ediyorsun. Yahut benîm aklıma mı gülüyorsun?» ibaresi râvinin şekkindendir. Yani, ya öyle dedi ya böyle demek istiyor. Haddizatında:

«Benim aklıma mı gülüyorsun?» buyurulmuşta olsa mâna yine benim­le alay mı ediyorsun? demek olur. Çünkü alay edenin şanı tahkir ettiği kimseye gülmektir. Binaenaleyh gülmek mecazen alay etmiş olmak yerin­de kullanılır.

«Benimle alay mı ediyorsun?» sözü hakkında ulemadan birkaç kavil rivayet edilmiştir. Bunlar:

1) Maziri 'ye göre; bu söz hadisin manâsında mevcut olan fakat lâfzan zikredilmeyen bir şey'e mukabeledir.. Çünkü, bu zat    Allah 'tan başka bir şey istemeyeceğine söz vermiş, sonra bu sözünden dönerek tek­rar istemişti. İşte bu sözünden dönmesi alay ve istihza yerine geçmiş ve o zat  Teâ1â hazretlerinin:

«Cennete gir» emrine karşı cennetin dolu olduğunu zannederek geri döndükçe tekrarlanan gir emrini kendisini tama'landırmak ve sözünden döndüğü için verilen bir ceza telâkki etmiş. Sonra cezaya alay itl^k ederek benimle alay mı ediyorsun? yani beni cennete tama'landırıp imrendirmek suretiyle bana ceza mı veriyorsun? demek istemiştir.

2) Ebu Bekr Sayrafî 'ye göre bu sözün manâsı:   Allah hakkında muhal olan alay ve istihzayı nefiydir. Ve adetâ bu zat:

«Yarabbi! bilirim ki sen benimle alay etmezsin. Çünkü Rabbülâlemin-sin, bana verdiğin bol nimetler ve dünyadan kat kat fazla İhsanlar haktır. Lâkin ben bunlara lâyık olmadığım halde yine de vermene şaşıyorum.» demiş gibidir.

3) Kaadî Iyâz'a göre; o zat bu sözleri ne söylediğini bilme­yerek söylemiş olacaktır.  Çünkü hatır ve hayale gelmeyen in'am-u ih­sanlar karşısında sevincinden çıldıracak hale gelerek ve kendini tutamı-yarak bunları söyleyivermiştir. Yoksa söylediklerine kendisi de inanacak deği-ldir. Bu sözler dünyadaki amel üzere ağzından çıkmış olacaktır. Ni­tekim başka bir zat hakkında   Resulüllâh     (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) :

«Sevinçten kendini tutamayarak, Yarabbi! Sen benim kulum, ben se­nin  Rabbinim, diyecek.»  buyurmuştur.

Nevaciz: hakikatte avurt dişleri demekse de burada lûgât ulemasının cumhuruna göre azı dişleridir. Maamafih yan dişleri yahut öğütücü dişle­ridir, diyeneler de vardır. Bu cümle haddini aşmamak şartı ile bazen gül­menin mekruh olmadığına delâlet eder.

Rivayetlerin birinde;

«Senin için dünya kadar ve dünyanın on misli yer vardır.» diğerin­de;

«Dilediğin senin, dünyanın on misli de senin.» Duyurulmuştur. Bu rivayetlerin ikisi de aynı manâya olup biri diğerinin tefsiri mesabesin­dedir,

Ed'âf; emsal manasınadır. Çünkü lûgât ulemasına göre di'f misi de­mektir.

Bazı rivayetlere göre; cennete en son girecek olan bu zatın ismi Hen-nâd'dır. Hasan-ı Basri 'nin «Keşke ben Hennâd olsaydım» dediği rivayet olunur. Hasan-ı Basri bu temennisini Hennâd'm imanını kurtarmasına bakarak yapmıştır.

 

310 - (187) Bize Ebu Bekir b. Ebî Şeybe rivayet etti (dedi ki) bize Af fan b. Müslim rivayet etti (dedi ki): Bize Hâmmâd b. Seleme rivayet etti (dedi ki): Bize Sabit, Enes'den, o da İbni Mes'ud'dan naklen rivayet etti ki Resulullâh   (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) :

«Cennete gireceklerin en sonuncusu bir adamdır. Bu zat kâh yürüye­cek, kâh yüzü üstü düşecek. Bazan da yüzünü ateş çalacak. Ateşi geç­tiği zaman ona bakacak :

  Beni senden kurtaran Allah ne mübarektir. Yemin olsun ki; Allah gelmiş ve geçmişlerden  hiç bir kimseye vermediğini bana  ihsan  etti, di­yecek. Bunun üzerine ona bir ağaç gösterilecek (o zat) :

  Yarabbi! Beni şu ağaca yaklaştır da gölgesiyle (bir parça) gölge­leneyim ve suyundan içeyim, diyecek. Allah (Azze ve Celle) hazretleri de :

  «Ey Âdemoğlu!  Bilirim, bunu sana verirsem benden başkasını da istersin,» diyecek. O zat:

  «Hayır (istemem) Yaarbbİ!» diyecek ve bundan  başka  bir şey ts-temiveceğine Allah'a söz verecek.  Rabbi de onu mazur görecek. Çünkü o zat sabredemiyeceği bir şeyi görmüş olacaktır. Binaenaleyh onu ağaca yaklaştıracak, o da ağacın gölgesi ile gölgelenecek, onun suyundan içe­cek. Sonra kendisine birinciden daha güzel bir ağaç gösterilecek. O zat yine :

  «Yarabbi! Beni şu ağaca yaklaştır da onun suyundan içeyim, göl­gesiyle gölgeleneyim, bundan başka senden bir şey istemem, diyecek. (Teâlâ  hazretleri) :

  «Ey Âdemoğlu! Sen verdiğimden başka bir şey istemiyeceğine söz vermedin miydi? Seni bu ağaca yaklaştırsam başkasını da istersin,» diye­cek. Kul (yine) başkasını istemiyeceğine söz verecek. Rabbi de onu mazur görecek. Çünkü o adamcağız sabredemiyeceği bir şey görmüştür. Binaen­aleyh onu o ağaca da yaklaştıracak. Onun gölgesinde de gölgelenip su­yundan  içecek. Sonra cennet kapısının yanında  ona evvelkilerden  daha güzel bir ağaç gösterilecek kul (bu sefer dahi) :

  «Ya  Rabbi!  Beni şu ağaca yaklaştır da gölgesi  ile gölgeleneyim, suyundan da içeyim, (emin ol) bundan başka senden bir şey istemem, di­yecek. (Allah-u Azimüşşan yine) :

  «Ey Âdemoğlu!  Başkasını  istemiyeceğine sen  bana söz vermemiş miydin?» diyecek.  Kul :

  «Evet Yarabbi! (vermiştim.) Ama bu (son olsun.) Senden başkasını istemem,» diyecek. Rabbi onu yine mazur görecek. Çünkü o zat sabrede­miyeceği bir şey görmüştür, onun  için  kendisini ağaca yaklaştıracak. Al­lah onu ağaca yaklaştırınca (bu .sefer) cennetliklerin seslerini işiterek :

  «Yarabbi!  Beni buraya  koy» diye (niyaz ede) cek. (Teâlâ  hazret­leri) :

  «Ey âdemoğlu! Acep senin benden dileklerini ne keser?    Acaba dünyayı ve onunla birlikte bir mislini de sana versem razı olur musun?» diyecek. O zat (buna) :

  «Yarabbi!    Rabbülâlemin olduğun halde benimle alay mı ediyor­sun?» mukabelesinde bulunacak.»

Bunun üzerine İbni Mes'ud gülmüş ve:

  «Niye güldüğümü sorsamza!» demiş (Yakındakiler):

  «Niye gülüyorsun?» demişler. (O zaman) İbni Mes'ud şunları söy­lemiş:

  «Resuhıllah   (Sallalîahü Aleyhi ve Selîem)  böyle gülmüş de Ashab:

  «Niye gülüyorsun ya Resulâllah?» demişlerdi, O da:

  «Bu zat: Sen Rabbülâlemin olduğun halde benimle alay mı edi­yorsun? dediği zaman Rabbülâleminin dıhk'ine gülüyorum.» (Ona) : «Bön seninle alay efmiyorum, lâkin ben dilediğimi yapmaya kadirim buyuracak,» dedi.

 

84 - Cennette Makamı En Aşağı Olanların Beyanı Babı

 

311 - (188) Bize Ebu Bekr b. EM Şeybe rivayet etti (dedi ki): Bize Yahya b. Ebu Bükeyr [341] rivayet etti. (Dedi ki): Bize Züheyr b. Muhammed, [342] Süheyl b. Ebi Salih'ten, o da Nu'man b. Ebî Ayyâş'tan, o da Ebu

Sa'id-i  Hudri'den   naklen  rivayet etti ki  Resulullâh (Sallalîahü Aleyhi ve Sellem):

«Ehl-İ cennetin makam itibari  ile en aşağısı öyle bir adam  olacaktır

ki; Allah onun yüzünü Cehennemden cennete doğru çevirecek ve  ona göl­geli bir ağaç misali gösterecektir. O adam :

— «Yarabbi! Beni şu ağaca götür de gölgesinde olayım,» diyecek...»

Ebu Sa'id (Radiyallahu anh) bu hadisi İbni Mes'ud ha­disi gibi rivayet etmiş. Yalnız:

«Teâlâ hazretleri : Ey âdemoğlu! Acep senin benden İsteğini ne ke­ser?» cümlesinden itibaren hadisin" sonuna kadar olan kısmını zikretmem iş. Ama o bu hadiste:

«Allah o adama : Şunu ve şunu da İste diye hatırlatacak; istekler bit­tikten sonra Allah; bütün isteklerin ve onların on misli de senin diyecek.» İbaresi ile;

«Sonra o adam (cennetteki) evine girecek, onunla -beraber Hûru'l în'-den olan iki zevcesi de girecekler. Zevceleri «Seni bİzİm için, bizi de se­nin için ihya eden Allah'a hamdolsun» diyecekler. O adam dp : «Bana verilenin misli hiç bir kimseye verilmemiştir diyecek.» cümlesini ziyade et­miştir.

Bu iki rivayetin birincisindeki:

«Bu zat kâh yürüyecek, kâh yüzüstü düşecek, bazan da yüzünü a^es çalacak.» ifadesinden murad adamın cehennemde yana yana bîtap düş­tüğünü bu sebeple güç halle ayakta durabildiğini ve yeni yürümeye baş­lamış çocuklar gibi düşe kalka gittiğini hatta arasıra cehennemin alevle­ri yetişerek yüzünü yaktığını ve yüzünde simsiyah eser bıraktığını anlatmakdır. Rivayetlerin bazısın cümlesindeki zamir şeklinde müennes olarak zaptedilmiştir. Bunların ikiside sahihtir. Müennes olduğuna göre manâ:

«Sabredemiyeceği bir nimet.» diye te'vil olunur, cümlesinin manâsı:

«Senin benden dilemeni ne keser?» demektir. Bu cümleyi Müs1im'den başkaları şeklinde rivayet etmişlerdir. İbrahimi Harbi:

«Doğrusuda budur» diyerek Sahihi Müslim 'deki rivayeti kabul etmemiş isede Nevevi : «Buna itirazla rivayetlerin ikiside sahihtir. Zira'isteyen istenilenden alâkayı keserse istediği şeyde istenmez olur. Hadisin manâsı: «Seni hangi şey razı edipte aramızdaki dilek faslı­na nihayet verir demektir.» şeklinde mütalâ yürütmüştür.

Resûlüllâh (SaUallahü Aleyhi ve Seîlem) 'in :

«Rabbülâleminİn dıkh'ine gülüyorum.» ifadesindeki dıhk'in hakikati gülmek demeksede biraz yukarıda görüldüğü vecihle Allah Teâ1â hakkında gülmek müstahil olduğu için ona isnad edilen dıhk Alla h'ın rızası, rahmeti ve merhamet buyurduğu kullarına hayır irade etmesidir di­ye te'vil olunur.

 ~~ (189) BİZe Sa'id b" Amr- E1"E§'asî rivayet etti. (Dedi ki)- Bize yan b. Uyeyne, Mutarrîf [343] ile İbni Ebcer' [344] den, onlarda Şa'bf-den naklen rivayet ettiler. Şâbî demiş ki: «İnşaallah Muğire b. Şu'beyi rie-vayet ederken işittim,» H.

Bize İbni Ebî Ömer de rivayet etti (dedi ki) bize Süfyan rivayet etti

(dedi ki) bize Muttarif b. Tarif [345] ile Abdülmelik b. Sa'id [346] rivayet et­tiler. Onlar da Şa'bî'yi Nugiratü'bnü Şu'be'den naklen haber verirken işit­mişler. Şâ'bi: Ben Mugira'yı minber üzerinde bu hadisi Resûlüllâh (SaüaUahü Aleyhi ve Sellem)'e ref ederken dinledim demiş.

Bana Bişr b. Hakem dahi rivayet etti lâfız onundur. (Dedi ki) Bize Süfyan b. Uyeyne rivayet etti (dedi ki): Bize Mutarrif ile İbni Ebcer riva­yet ettiler. Onlar da Şa'bi'yi şöyle derken işitmişler; Ben Mugiretü'bnü Şu'be'yi minber üzerinden halka haber verirken dinledim. Süfyan demiş-ki Mutarrif'le îbni Ebcer'den biri —zannederim İbni Ebcer— ref etti. Re­sûlüllâh (Sallallahü Aleyhi ve Seltem) şöyle buyurmuşlar:

«Musa Rabbine sordu : (Yarabbi!) Cennetliklerin makam itibarı ile en aşağısı kimdir? dedi. (Teâlâ hazretleri de)

  Ehi-i cennet, cennete konduktan sonra gelecek bir adamdır. Ona cennete gir, denilecek. O :

  Yarabbi  nasıl gireyim! Herkes alacağını almış, yerine yerleşmiş, diyecek. Kendisine :

  Dünya hükümdarlarından bir hükümdarın mülkü kadar mülkün ol­masına razı değil inisin? denilecek. O da :

  Razı  oldum Yarabbi! diyecek.  Bunun  üzerine  (Teâlâ  hazretleri} :

  Bu kadarı ve onun bir misli daha, bir misli daha, bir misti daha, bîr misli daha senindir, diyecek. O adam beşincisinde :

  Razı  oldum Yarabbi!  diyecek.  Bunun  üzerine  (Teâlâ  hazretleri) :

  Bunlar ve bunların on misli de senindir. Canının istediği ve gözü­nün beğendiği her şey de senindir, diyecek. O zat:

  Razı oldum Yarabbi! diyecek. buyurdu.

(Bu cevaptan sonra Musa) Yarabbi! Ya cennetliklerin makam itibarı ile en yüksek olanı kimdir, diye sordu. (Teâlâ  hazretleri) :

  Onlar öyle kimselerdir ki; ben diledim de onların keramet fidan­ların! kendi yed-i kudretimle diktim ve üzerlerine mühür vurdum. Binaen­aleyh (onları)  ne bir göz görmüş, ne bir kulak işitmiş, ne de bir insanın hatırından  geçmişlerdir.»  buyurdu.    Allah  (Azze ve  Celle)  nin  Kitabında bunun  delili:

  «Hiç kimse onları  memnun etmek için  kendilerine neler gizlendi­ğini bilemez.» (Secde:  17) ayet-i kerimesidir.

Hadisin senedine dikkat edilirse; birinci rivayette: Şâ'bi'nin «inşallah Mugiretü'bnü    Şube 'yi rivayet ederken işittim» dediği. İkinci rivayette: «Mugira'yi minber üzerinde fau hadisi Resulul1ah (SaUalkıhİi Aleyhi ve SeÜemje Kef ederken dinledim» diyerek hadisi Mugira'dan işittiği; Üçüncü rivayette de: aynen ikincide olduğu gibi Muğira'dan minber üzerinde dinlediğini sarahaten söylediği görülür. Bir Hadisin senedinde «rivayeten» «yerfe'u» veya «yubelligu» gibi kelimeler hadis ulemâsınca bilittifak o hadisin Resulullâh (SallaUahü Aleyhi ve Setlem)'e izafe edildiğini gösterirler.

«Rivayeten» kelimesinin manâsı «Resulullâh buyurdu» de­mektir. Nitekim ikinci rivayette hadisin merfu1 olduğu tasrîh edilmiştir. «İnşâallah istisna bildirir. Binaenaleyh Mugira'nın, Şu'be'den işitip işitmediği bununla şüpheye düşersede Öteki rivayetlerde ondan işit­tiğini tasrih ettiği için buradaki şüpheli ifade hadisin sıhhatma bir zarar vermez. Üçüncü rivayete Mutarriile İbni Ebcer 'den biri hadisi merfu' diğeri ise Mugira'ya mevkuf olarak nakletmektedir. Şu halde bu hadis hem merfu' hem mevkuf olarak rivayet edilmiş demektir. Fakat Fıkıh, Usul ve Hadis ulemâsının muhakkıklarma göre; böyle ha­disler merfu' hükümündedirler. Çünkü mutemed bir zatın yaptığı ziyade cumhur-u ulemâya göre makbuldür. Burada hadisin hem merfu' hem mev­kuf olması, bu hususu merfu' olarak rivayet eden ravilerin sayısı da faz­la olduğuna göre hadisin sıhhatine asla dokunmaz.

Musa (Aleyhisselâm)'ın sualinden murad cennetliklerin en aşağı mer­tebede olanlarının sıfat ve alâmetleridir. Yani; onların en aşağı derecede olduğunu hangi sıfat ve hareketle bileceğim demek istemiştir. Cennetlik­lerin en âlâsı kimdir? sualine Teâla hazretleri:

«Onlar öyle kimselerdir ki; onların keramet fidanlarını kendi yed-i kudretimle diktim...» diye cevap vermiştir. Bundan murad onları ben seçip ayırdım, bütün umur ve hususatını üzerime aldım. Binaenaleyh onlara ya­pacağım ikrama asla bir değişiklik arız olmayacaktır demektir. Cümlenin sonu ihtisar için hazf edilmiştir. Çünkü üst kısmından anlaşılmıştır, tak­diri şudur:

«O  kullanma  ikram  edeceğim  şeyler hiç bir insanın  hatırından  bile geçmeyen  şeylerdir.»

 

313 -  (...) Bize Ebu Küreyb rivayet etti  (dedi ki)  bize UbeyduIIah el-Eşca'î, Abdulmelik b. Ebcer'den rivayet etti, demişki: Şa'bî'yi şöyle der­ken işittim. Ben Mugîretü'bnü Şu'be'yi minber üzerinde:

«Musa (Aleyhisselâm) Allah (Azze ve Celle) ye ehl-i cennetin cennetten en az nasibi olanını sordu...» diyerek yukarıki hadis gibi rivayet ederken dinledim. Ve râvî hadîsi yukarıki gibi rivayet etmiştir.

 

314 - (190) Bize Muhammed b. Abdillâh b. Nümeyr rivayet etti (dedi ki) Bize babam rivayet etti (dedi ki) Bize A'meş Ma'rur b. Süveyd'den, o da Ebu Zerr'den naklen rivayet etti, demişki; Eesulullâh (Saîlalhhü Aleyhi ve Sellem) şöyle buyurdular:

«Ben ehİ-i cennetin cennete en son girenini, eht-i cehennemin cehen­nemden en son çıkanını pekâlâ biliyorum. Bu Öyle bir adamdır ki, kıya­met gününde getirilerek :

  Buna  küçük günahlarını  gösterin,  büyüklerini ondan  kaldırın, de­nilecek. Bunun üzerine ona  küçük günahları gösterilecek :

  Sen filân ve filân  gün şu ve şu işi yaptın; filân ve filân  günde şunu ve şunu yaptın, denilecek. O adam :

  Evet, diyecek! İnkâr edemiyecek ve büyük günahlarının  kendisine gösterilmesinden korkacak, derken kendisine :

  Senİn  için  her seyyienin  yerine  bir  hasene vardır.  Denilecek.  O adam :

  Yarabbi! Ben bir takım şeyler yaptım ki, onları burada göremiyo­rum, diyecek.»

Bavi demişki:

«Yemin olsun, Resulullâh (Salialîahü Aleyhi ve "Sellem)''i gülerken gör­düm. Hatta yan dişleri göründü.»

 

315 - (...) Bize yine İbni Nümeyr rivayet etti (dedi ki): Bize Ebu Mu-aviye ile Vekî' rivayet ettiler. H.

Bize Ebu Bekr b. Ebi Şeybe'de rivayet etti. (Dedi ki): Bize Vekî' riva­yet etti. H.

Bize Ebu Kureyb'de rivayet etti. (Dedi ki): Bize Ebu Muaviye rivayet etti. Vekî' ile Ebu Muaviye ikisi birden A'meş'ten bu isnadla rivayet et­mişlerdir.

 

316 - (191) Bana UbeyduIIah b. Sa'id ile İshak b. Mansur ikisi birden Ravh'dan rivayet ettiler. UbeyduIIah dedi ki, bize Ravh b. Ubadete'I-Kaysî rivayet etti (dedi ki) bize bni-Cüreyc rivayet etti, dedi ki; Bana Ebu'z-Zü-beyr haber verdi ki Cabir b. AbdiIIâh'a «vürudun ne olduğu sorulurken işitmiş. Cabir şöyle demiş:

— Bizler kıyamet gününde filân yerden ve filân yerden geleceğiz. Bak

(Yani bu insanların üstündedir)

Derken milletler putları ile ve taptıkları şeylerle peyder pey çağrıla; cak sonra Rabbimiz bize gelerek:

  «Siz kimi bekliyorsunuz? diyecek orada olanlar:

— Rabbimizi bekliyoruz cevabını! verecekler.

  Sizin Rabbiniz benim! <Uvecek onlar:

  Dur hele seni bir görelim! diyecekler. Bunun üzerine Tcâlâ haz­retleri onlara dıhk buyurarak tecelli edecek ve onlarda ona tabi' olacak­lar ve mü'mîn veya münafık her insana bir nûr verilecek sonra o nurun peşine takılacaklar. Cehennem köprüsünün üzerinde bir takını çengeller ve pıtrak dikenleri vardır. Bunlar Allah'ın dilediklerini tutacaklar sonra münafıkların nuru sönecek sonra mü'minler kurtulacak. İlk zümre yüzleri bedr gecesinde ay gibi (parlak) yetmişbin kişi olarak hesap görmeden kur­tulacaklar, sonra onların arkasından gelenler gökteki yıldız nurları gibi (ge­lecekler sonra bu minval üzere diğerleri geçecekler. Sonra şefaat helâl ola­cak ve (Şefaat ehl-i) «Allah'tan başka ilâh yoktur.» Diyenlerle kalbinde bir arpa danesi ağırlığında imanı bulunanları cehennemden çıkarmcaya ka­dar şefaat edecekler bu çıkarılanlar cennetin içine konacaklar Cennetlikler bunların üzerlerine su serpmeye başlayacaklar. Nihayet bunlar sel Önün­de nebat biter gibi bitecekler. Cehennemden çıkanda yanık eseri kalmaya­cak sonra kendisine dünya ve onunla birlikte dünyanın on misli verilin­ceye kadar dilekde bulunacak.   .

Bu hadis Sahih-i Müslim'in bütün nüshalarında böyle, an­laşılması pek güç kaı-ma karışık bir halde rivayet edilmiştir. Gelmiş ve geçmiş bütün hadis ulemâsının ittifakı ile bu hadiste tasnif - tağyir vardır. Yani lâfızları değiştirilmiş ve biribirine karıştırılmıştır. Hafız Abdul Hak «El cem'u Beynes - Sahiheyn» nam.ndaki eserinde Müs1im'in kitabındaki bu karışıklığın kitabı istinsah eden kâtibin biri tarafından yahut her nasılsa yapılmış olduğunu beyan etmiştir.

Kaadî   Iyâz   da şunları söylemektedir:

«Bütün nüshalarda hadisin şekli budur. Bu hadiste çok değiştirme ve

tashif vardır. Doğrusu

«Kıyamet gününde biz bîr tepenin üzerine geleceğiz.» şeklindedir. Hadis ulemâsından bazıları onu bu şekilde rivayet etmişlerdir. İbni Ebî Hayseme 'nin kitabında Kâ'b b. Malik tarikiyle ri­vayet ettiği bir hadiste

«Kıyamet gününde ümmetim bir tepenin, sair İnsanlar da başka  bir tepenin üzerinde toplanacaklar.»  buyurulmuştur.

Taberî Tefsirinde Hz. İbni Ömer (Radiyallahu anh) 'dan şu hadisi rivayet etmiştir

«O, yani Muhammed (Saîlallahü Aleyhi ve Seliem)  ümmeti ile birlikte insanlardan yüksekte bîr tepenin üzerine çıkacaktır.»

Ka'b  b.  Malik 'ten dahi:

«İnsanlar kıyamet gününde  neşrolunacak,  ben ve  ümmetim  bir tepe üzerinde bulunacağız.» mealinde bir hadis zikretmiştir.

Kaadî   Iyâz   şöyle diyor:

«Bütün bunlar gösteriyor ki; hadis değiştirilmiştir. Ravi ya bu «kûm» ve «teli» kelimelerini anlayamamış; yahut silmişte onların yerine şöyle böyle kelimeleri koymuş sonra yukarısını göstererek bu insanların üzerin­de olacak diye tefsirde bulunmaya çalışmış üzerine de tembih için bak kelimesini yazmıştır. Ondan sonra hadisi istinsah edenler râvinin tefsirini de tembihini de hadisin metninden zannederek her ne buldularsa onu bu hadisten diye nakletmişler ve hadis şu gördüğün şekli almıştır.» Kaadî'-den sonra gelen hadis ulemâsından bir cemaat bu hususta ona tabi' ol­muşlardır.

Yine   Kaadî   Iyâz   diyorki: «Sonra bu hadis temamen Cabir 'in sözü olup ona mevkuftur. Müs1im'in şartı bu değildir. Çünkü hadiste   Peygamber (Saîîaîlahü Aleyhi ve Seliem) zikredilmemi ştir MüsIim'in onu müsned hadisler arasına alması başka rivayetlerinde müsned olarak zikredildiği içindir. Meselâ İbni Ebu Hayseme, İbni   Cüreyc 'den onu «Yedhakû» cümlesinden itibaren «Resu1u11âh (Saîlallahü Aleyhi ve Seliem) 'den işittim» diyerek merfu'an riva­yet etmiştir. Müslim   bu hadisten sonra gelen   İbni   Ebi   Şeybe rivayeti ile Şefâ'at ve cehennemden çıkarılanlara dair olan hadislerde bu hususa tembihte bulunmuş hadisin müsned olduğunu   Peygamber (Saîlallahü Aleyhi ve Seliem) 'den işitildiğini bu hadisin manâsına uyan bazı cümleler nakliyle tasrih etmiştir.»

«Teâla hazretleri onlara dihk buyuracak» cümlesindeki tecelliden mu­rat; görmeğe mâni olan şey'i kaldırarak kullara- görünmektir. Dıhk'ın 'ma­nâsını az yukarıda görmüştük. Şu halde bu cümleden murad A11ah'm kullarından razı olarak onlara görünmesidir. Bazıları:

«Buradaki Dıhk'ın manâsı kullarından gizlediği bazı şeyleri fadl-u keremi ile onlara göstermesidir.» demişlerdir.

«Mü'min veya münafık her İnsana bir nur verilecek...» cümlesinden munafıka da nûr verileceği anlaşılmaktadır. Bunun sebebi:

Münafığın    mü'min    görünerek    mü'minler    arasına    karışmasıdır. .

Binaenaleyh orada da evvelemirde kendisine mü'minmiş gibi muamele yapılacak ona da nûr verilecektir. _Meselâ mü'minlerin abdest azaları nûr içinde parlayacak sair ümmetlerden bununla temayüz edeceklerdir. Bu nûr münafıklara da verilecek fakat sonradan söndürülerek münafıklar solcular arasına ayrılacak havz-ı kevserden kovulacak nihayet cehenneme yuvar­lanmak suretiyle rezil ve rüsvay olacaklar.' Ehî-i mahşerin gözleri önünde münafıklıkları yüzlerine vurulacaktır.

«Sonra mü'minler kurtulacak...» cümlesi birçok esas nüshalarda bura-da olduğu şekildeyse de bazılarında «

«Sonra mü'mirileri kurtaracak...» şekilde rivayet edilmiştir.

 » cümlesini Müs1im'in bazı ravileri » şeklinde rivayet etmişlerdir. Abdülhak dahi «El-Cem-u beyne's-Sahihayn» nâm eserinde bu şekilde rivayet etmiş­tir. Bunların ikiside sahih ise de meşhur olan birincisidir. İkinci rivayet dahi aynı manâya gelir. Çünkü; dimn deve tezeği demektir. Bu takdirde manâ:

«Selin getirdiği deve tezeğinde ot biter gibi çarçabuk bitecekler, ge­lişecekler.» demektir. Cehennemden çıkarılanların sel kalıntılarında biten otlara benzetilmesi çarçabuk büyüdükleri ve gelişmeleri itibariyledir.

 

317 - (...) Bize Ebu Bekr b. Ebi Şeybe rivayet etti (dedi ki): Bize Süfyan b. Uyeyne, Amr'dan naklen rivayet etti. Amr, Cabir'î Peygamber (Sallalîahü Aleyhi ve Seîlem) 'den kulağımla duydum derken işitmiş Resulüllâh   (Sallaîhhü Aleyhi ve Seliem) :

«Hiç şüphe yok ki; Allah bir takım insanları cehennemden çıkararak cennete koyacaktır.»  buyurmuşlar.

 

318 - (...) Bize Ebu'r-Rabî' rivayet etti (dedi ki): Bize Hâmmad b. Zeyd rivayet etti, dedi ki; Amr b. Dinara sen Cabîr b. Abdillah'ı Resulullah Jden:

«Şüphesiz ki, Allah  bir kavmi şefa'af sayesinde cehennemden çıka­racak.»   hadisini rivayet ederken işittin mi? dedim. — Evet! cevabını verdi.

 

319 - (...) Bize Haccac b. Eş-Şa'ir rivayet etti (dedi ki): Bize Ebu Ah­met Ez-Zübeyri [347] rivayet etti (dedi ki): Bize Kays b. Süleym [348] El-Anberi rivayet etti, dedi ki; Bana Yezid el-Fakir [349] rivayet etti (dedi ki): Bize Cabir b. Abdillah rivayet etti. Dedi ki: Resulullâh (Sallallahü Aleyhi ve Seiiem):

«Yüz çevreleri müstesna olmak üzere cehennemde cayır cayır yanan bir kavim oradan çıkarılacak, cennete konacaklardır.» buyurdu.

 

320 - (...) Bize yine Haccac b. Şa'ir rivayet etti (dedi ki): Bize Fadl b. Dükeyn rivaye tetti (dedi ki): Bize Ebu Asım yani Muhammed b. Ebî Eyyûb [350] rivayet etti, dedi ki: Bana Yezîd-i Fakir rivayet etti, dedi ki: Hâricilerin bir re'yi iyice kalbime işlemişti. Derken haccetmek, sonra hal­ka karşı çık (arak propaganda yap) mak niyetiyle kalabalık, bir cemaat içinde yola çıktık (yolda) Medine'ye uğradık birde baktım. Cabir b. Abdil­lah... bir direğin yanma oturmuş; cemaata Resulullâh (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) 'den hadis rivayet ediyor. Bir ara cehennemliklerden bahsetti. Bu­nun üzerine kendisine:

— Ey Rasulullah'm arkadaşı? Siz ne konuşuyorsunuz? Halbuki Allah:

  (Yarabbi!) Şüphesiz ki, sen kimi cehenneme atarsan onu muhak­kak surette rezil rüsvay edersin.» (Âl-i Imrân : 192) ve:

  «Ehl-i cehennem, cehennemden çıkmak istedikçe oraya iade edi­lirler...»  buyuruyor. Binaenaleyh siz ne diyorsunuz? dedim. Cabir:

  «Sen Kur'an okur musun?» dedi.

  «Evet!» cevabını verdim.

  «Acaba Muhammet (Aleyhisselâtn)'nı makamını yani Allah'ın onu ihya buyuracağı yeri (in neresi olduğunu) işittin mi?»

— «Evet.»

— O makam Muhammed (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) 'in mahmûd olan makamıdır ki,* onun sayesinde Allah (cehennemden) çıkaracaklarım çıka­rır dedi.

Sonra Cabir sıratın konmasını, insanların onun üzerinden geçişini an­lattı. Ben bunları ezberimde tutamamış olmaktan korkarım. Şu kadar var ki; Cabir bir kavmin bir müddet cehennemde kaldıktan sonra oradan çı­karılacağını yani susam çöpleri gibi çıkarılarak cennet nehirlerinden bir nehre atılacaklarını ve orada yıkanarak kâğıt sayfaları gibi (bembeyaz) çıkarılacaklarını söyledi.

Müteakiben hacdan döndük (ve bir birimize) yazıklar olsun size Bu şeyhin Resulullâh (Sallallahü Aleyhi ve Sellem} üzerinden yalan söyleyece­ğini mi zannediyorsunuz? diyerek (haricilik davasından) döndük. Vallahi Bizden bir adamdan başka haricilikte kalan olmadı.

Yahut Ebu Nuaym'in dediği gibidir.

Dârât: dâre'nin cem'idir. Dâre her taraftan yüzün çevresidir. Bunun manâsı yüz secde mahalli olduğu için cehennemde yanmayacak demektir. Yani cehennemden çıkarılanların secde yerlerinden başka yanmadık yer­leri kalmamış olacaktır. Hâccâc hadisinde Yezid-i Fakir'in bir müddet haricilerin bâtıl mezhebine girdiği anlaşılmaktadır. Yerinde de görüldüğü vecihle hâriciler büyük günah işliyenlerin ebedi olarak cehen­nemde kalacaklarını iddia ederler. Yezid 'in kalbine işliyerek benim­sediği ve hac dönüşü halka propaganda etmek istediği kavil budur. Fakat Câbir (Radiyallahu anh) "in hadisini dinledikten sonra tevbe ederek bü­tün çete efradı bu kavilde.n dönmüş ve hâricilik propagandası yapmaktan vaz geçmişlerdir. Yalnız aralarından biri hâricilikte İsrar etmiştir. Câbir (Radiyallahu anh) cehennemden çıkarılanları kurumuş susam çubuklarına benzetmiştir. Bu bâbta îbni   Esi r (Rahimehümallah) şöyle demektedir:

«Semâsını: Simsim'in (yani susamın) cem'idir. Susam kökleri toprak­tan çıkarılarak daneleri alınmak için güneşe konduğu zaman yanmış gibi simsiyah olur ve incelirler.* Bu sebeple cehennemden çıkarılanlar susam çöplerine benzetilmiştir. Ben bu kelimeyi uzun müddet aradım sordum. Fa­kat onun hakkında sadra şifa verecek hiç bir şey bulamadım; bu lâfız tah­rif edilmişe pek benziyor. Galiba aslı «sasam odunu» olacak. Sasam: Abo-noz gibi siyah bir ağaçtır.»

Kaadi Iyâz 'da şunları söylüyor:

«Buradaki semâsimin manâsı bilinmiyor. Galiba doğrusu sasam odunu olacak bu, manâ daha güzel yakışıyor. Sasam siyah bir ağaçtır. Abonozdur diyenler de vardır.» Bu hususta daha başka mütâlea yürütenlerde vardır. Fakat muhtar olan kavil İbnü'l-Esir'in beyan ettiği gibi susam ol­masıdır.»

Karâtîs; Kırtasın cem'idir. Üzerine yazı yazılan sahife demektir. Ce­hennemden çıkanların beyaz yazı kâğıdına benzetilmesi hayat nehrinde yı­kandıktan sonra yüzleri bembeyaz olacağı içindir.

Hadisin sonunda râvi:

«Yahut Ebu Nuaym'in dediği gibidir» ibaresini kullanmıştır. Ebu Nuaym, isnadın başında zikri geçen Fadl b. Dükeyn 'dir. Bu zât Müs1im 'in şeyhinin şeyhidir. Bu cümle ravilerin ha­disin sonunda kullandıkları mâruf bir edep ve nezaket cümlesidir. On­lar bunu, manâ itibariyle rivayet ettikleri hadiste bir hata veya değiştirme olmuştur, endişesi ile ihtiyatan söylerler. Yani; «ben hata ettimse doğrusu bana rivayet eden zatın söylediği gibidir» demek isterler.

 

321 - (192) Bize Heddâb b. Halid El-Ezdî rivayet etti (dedi ki): Bize Hamtnâd b. Seleme Ebu Imran [351] ile Sabit'ten [352] , onlarda Enes b. Ma-lik'ten naklen rivayet ettiler ki: Resulullâh (Sallallahü Aleyhi ve Sellem):

  «Cehennemden dört kişi çıkarılarak Allah'a arzedilecekler.  Bun­lardan bîri (Allah'a) hitaben:

  Yarabbi! Beni cehennemden çıkardın ya bir daha oraya döndür­me, diye niyaz edecek, bunun' üzerine Allah onu cehennemden kurtara­caktır.» buyurmuşlar.

 

322 - (193) Bize Ebu Kâmil FudayI b. Hüseyin el-Cahderî ile Muham-med b. Ubeyd, El-Guberi rivayet ettiler lâfız Ebu Kâmil'indir dediler ki: Bize Ebu Avane, Katade'den, o da Enes b. Malik'ten naklen rivayet etti. Enes şöyle demiş. Resulullâh (Sallallahü Aleyhi ve Seîlem) buyurdular ki:

«Allah kıyamet gününde insanları bir araya toplayacak, onlar buna ehemmiyet verecekler. (İbni Ubeyd : Bu kendilerine ilham olunacak demiş) ve :

— Rabbimizden şefaat dilesek de bizi şu vaziyetimizden rahata ka-vuştursa ya, diyecekler. Bunun üzerine Âdem (Sallallahü Aleyhi ve gelerek :

  Sen bütün insanların babasısın, Allah seni kendi yed-i kudreti ile yaratmış; sana kendi ruhundan ruh nefh eylemiş, meleklere de emir bu­yurarak onlar sana secde etmişlerdir. (Ne olur) Bize Rabbİn nezdinde se­fa'at et de bizi bu (müşkül) mevkimızden kurtarsın,    diyecekler.    Âdem (Aleyhisselâm);

  Ben   sizin   zannettiğiniz   mevkide   değilim [353]   diyerek   (vaktiy­le) yaptığı hatayı söyleyecek ve o hatadan dolayı Rabbinden utanacak, (onlara) lâkin sız Nuh'a, Allah'ın gönderdiği ilk Resule gidin [354] diyecek. Bunun üzerine Nuh (Sallallahü Aleyhi ve kellem) 'e gidecekler. O da :

  Ben    sizin    zannettiğiniz    mevkide    değilim,    diyerek    (vaktiyle) yaptığı hatasını söyleyecek ve ondan dolayı Rabbinden utanacak (kendi­lerine) lâkın siz Allah'ın «Halil» ittihaz ettiği İbrahim     (Sallallahü Aleyhi ve Sellemye aidin diyecek. (Bu sefer) İbrahim (Sallallahü Aleyhi ve baş vuracaklar. O da :

  Ben sizin zannettiğiniz mevkide değilim, diyecek ve (vaktiyle) yap­tığı  hatasını söyleyerek, bundan dolayı  Rabbinden utanacak :

  Lâkin siz Allah'ın kendisiyle konuştuğu ve Tevrat'ı   verdiği   Musa

(Sallallahü Aleyhi ve Sellemye gidin, diyecek. Musa     (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) 'a gidecekler. O da :

  Ben sizin zannettiğiniz mevkide değilim, diyecek ve (vaktiyle)  iş­lediği hatasını söyleyerek ondan dolayı  Rabbinden utanacak:

  Fakat siz Allah'ın ruhu ve kelimesi olan İsa'ya gidin diyecek. Mü­teakiben Allah'ın ruhu ve kelimesi olan  İsa'ya varacaklar. O da :

  Ben sİzİn zannettiğiniz mevkide değilim. Lâkin siz   Muhammed (Sallallahii Aleyhi ve Sellemye, gelmiş geçmiş bütün günahları mağfiret bu-yurulmuş olan (o has) kula gidin, diyecek.

Resulullâh (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)   buyurdular ki : «Bunun üzerine bana gelecekler. Ben Rabbimİn huzuruna çıkmak için izin istiyeceğim, bana izin verilecek. Rabbimi görünce sectfeye kapanaca­ğım. Allah dilediği kadar benî secde halinde bırakacak, sonra bana :

  Ya Muhammed! Başını kaldır. Söyle sözün dinlensin; iste ki iste­ğin verilsin; sefa'at dile sana şefa'at hakkı verilsin, denilecek. Ben de ba­şımı  kaldırarak Rabbimin bana öğreteceği  bir tahmîd ile Rabbime hamd edeceğim.    Sonra şefa'atta  bulunacağım. (Rabbİm) bana bir hudud tayin edecek. (O hudut dahilindeki) insanları cehennemden çıkaracağım; onları cennete koyacağım. Sonra (Rabbİme) dönerek secdeye kapanacağım. Al­lah (yîne) dilediği kadar beni (secde halinde)  bırakacak. Sonra  (bana) :

  Ya Muhammed  başını  kaldır! Söyle sözün  dinlensin;  iste  ki  iste­diğin verilsin. Şefa'at dile sana şefa'at hakkı verilsin, denilecek. Ben de başımı kaldırarak Rabbime : Onun bana öğrettiği bir hamdle hamd ede­ceğim, sonra şefa'atta  bulunacağım.  Rabbim  bana  bir had  çizecek.  Ben de o haddin içinde bulunan insanları cehennemden çıkaracağım;  kendi­lerini cennete koyacağım.

Ravi demiş ki:

— Üçüncüde mi, dördüncüde mi bilemiyorum.

— «Ben, Yorabbi! Cehennemde Kür'ân'ın hapsettiklerinden yani ken­dilerine ebediyyen cehennemde kalmak vacip olanlardan başka kimse kat­madı! diyeceğim.»  buyurdular.

İbni    Ubeyd    kendi rivayetinde şöyle demiş:

«Katade yani üzerine cehennemde ebedî kalmak vacip olan dedi»

Bu hadisi    Buhâri    «Kkâbu't-Tevhîd», «Khabu'r-Rukaak» ve «Kitabu'i-Tefsir» de,   Nesai   «KitabiTt-Tefsir» de,   İbni  Mâce  «Ki-tâbü'z-Zühd» de tahriç etmişlerdir.

Hadis-i şerif Resu1u11âh (SaUaUahü Aleyhi ve Selîem) 'in şefa'ât-i uzmâsı hakkındadır. Bu Şefâ'at mahşerde insanlar hesaba çekilmek için durdukları zaman olacaktır. Makam-ı Mahmud hakkında ulemânın kavil­leri çoksa da Hafız îbni Hacere göre bundan murad Şefaat-i Uzma denilen umumî şefaâtdır. Resulullah(Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'in günahkârları cehennemden çıkarmak için yapacağı şefaati bunun tâbüerindendir. Nevevî şefaatin beş yerde olacağını beyân etmiştir. Bunlar:

1 - Mahşer yerinde,

2 - Bazı kimseleri hesapsız cennete koymak için,

3 - Azabı hak etmiş kimselerin azabedilmemesi için,

4 - Günahkârların cehennemden çıkarılması için ve.

5 - Derece yükseltmek için yapılacaktır. Şefaatin beşten fazla olacağı­nı söyleyenlerde vardır. Teâ1â  hazretlerinin ilhamı ile şefâ'atçı ara­mak kulların hatırlarına gelecek ve bu işe   Adem (Aleyhisselâm) 'dan baş­layacaklardır.   Adem (Aleyhisselâm)   cennette kendisine yasak edilen ağaçtan yediğini ve bu suretle   A11ah'a karşı hatâ işlediğini söyleyerek Özür dileyecektir.   îbni   Abbas (Radıyattahu A nhütna) 'dan rivayet edi­len bir hadiste Hz.   Adem   (Aleyhisselâm)'}n :

«Ben hatam yüzünden cennetten çıkarıldım.» diğer bir hadiste de:

«Ben bir günah işledim ve onun sebebiyle yeryüzüne indirildim.» Ebu   Sa'id-i   Hfudri 'den rivayet edilen diğer bir hadisde:

«Ben bir günah işledim ve onun sebebiyle yeryüzüne İndirildim.» Sa'd  b. Mansur 'dan rivayet olunan başka bir hadisde:

«Ben cennet-i Firdevsde iken bir hata işledim, bugün kendim affolun-sam bana o da yeter.»  diyeceği rivayet olunur.

Ehl-i mahşer ondan sonra Hz. Adem'in delâleti ile Nuh (Aleyhisselâm) a. müracaatla giriftar oldukları dehşet ve sıkıntıdan kurtul­maları için Teâ1a hazretleri nezdiride kendilerine şefâ'atta bulunma­sını rica edecekler. Fakat o da vaktiyle kendisinin A11ah'a karşı hata ettiğini bundan dolayı huzur-u ilâhide şefâ'at talebinde bulunmaktan utan­dığını söyleyerek özür dileyecektir. Nuh (Ahyhisselâm)hn hatasından murâdi: Kâfir* olan kavminden hiç bir kimse bırakmamak şartiyle helak et­mesi hususunda A11ah'a niyazda bulunmuş olmasıdır. Ondan sonra ehl-i mahşer Hz. Nuh 'un delâleti ile İbrahim (Aleyhisselâm) 'a mü­racaat edecekler fakat o da vaktiyle günah işlediğini binaenaleyh şefâ'at için huzur-u ilâhiye çıkacak yüzü olmadığını söyleyerek Özür dileyecek ve kendilerini Musa aleyhisseîâma gönderecektir.   İbrahim (Aleyhisselâm) in günahından murâd: vaktiyle putları kırdığı zaman kendi kırdığını söylemiyerek:

«Belki onları büyük put kırmıştır.» demesi; zevcesi Sâre için; «Kız kardeşimdir.»  ifadesini kullanması; yıldızlara bakarak: «Ben hastayım.» demesidir. Bunlar Kur'an-ı Kerîm'de zikredilmişler­dir. Hz. Mûsâ dahi vaktiyle Allah'a karşı günah işlediğini söy­leyerek şefâ'atçı olmaktan özür dileyecek ve kendilerini îsâ (Aleyhisselâm) a gönderecektir.

Musa (Aleyhisselâm) 'm hatası kıptiyi öldürmesidir. Beni İs­rail 'den biriyle kavga eden bir kıptiyi ayırmak için aralarına girmiş eliyle kıptiyi def etmek isteyince; kipti hemen ölmüştü. Ehl-i Mahşer, İsâ (Aleyhisselâm) 'a da müracaat edecek fakat, o da özür dileyerek ken­dilerini âhır zaman peygamberi Muhammed Mustafa (SallallahU Aleyhi ve Sellem)'e gönderecektir. Hadis-i şerifte İsâ (Aleyhisselâm)'im A.11ah'a karşı işlenmiş bir hatası zikredilmemiştir. Nihayet mahşer hal­kı Resulullah (SaUaUahü Aleyhi ve Seflem)'e müracaatla şefâ'atini niyaz edecekler, o da bunu kabul ederek kendilerine şefâ'atte bulunacak­tır. Şefâ'at hususunda kendilerine müracaat edilen peygamberlerin:

«Biz sizin zannettiğiniz mevkide değiliz.» demeleri ya tevazu'lann-dan yahut bu işin Resûlü11âh (SaUaUahü Aleyhi ve Sellem) 'e mahsus olduğunu bildiklerindendir.

Teâ1a hazretleri ehl-i mahşere evvelâ hazreti Adem (Aleyhisselâm) ile diğer peygamberlere müracaatı ilham buyurarak bizim Peygam­berimiz (SaUaUahü Aleyhi ve Sellem) 'i en sona bırakmasındaki hikmet — Allahu â'lsm— Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve SellemVm fazi­letini göstermektir. Çünkü evvelâ ona müracaat etseler derhal şefaati ka­bul ederdi. Bu suretle diğer peygamberlerden birine müracaat etsek, o da bize şefaat ederdi; zannı hasıl olabilirdi. Fakat evvelâ birer birer onlara müracaat ederek iş Resulullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'de ka­rar kılınca, bu işin yalnız ona mahsus olduğunu anlamış olacaklar. Bu da peygamberimiz Muhammed Mustafa (SallallahU Aleyhi ve Sellem)'\n Teâ1a hazretleri nezdinde en yüksek makamı haiz ve pey-gamberan-ı izanı içinde ona en mahbup O olduğuna delildir. Bu hâdise onun bütün insanlardan ve sair mahlûkattan, hattâ bütün meleklerden efdal ol­duğuna delâlet eder. Çünkü Şefa'ât-ı uzmâ namı verilen bu büyük işi bü­tün mahlûkat içinde ondan başka üzerine alan bulunmayacaktır.

Resûlülla h(Sallallahü Aleyhi ve Sellem) 'in Şefaat teklifini bir sÖz-le kabul etmesi bu makamın ve bu kerametin yalnız kendisine mahsus olduğunu bildiğindendir.

Şefaat hususunda babalardan başlanmış tedricen  büyükten  küçüğe oğullara gidilmiştir.

Fıkıh ve usül-i Fıkıh âlimleriyle diğer ulemâ peygamberlere günah işlemenin caiz olup olmaması hususunda ihtilâf etmişlerdir. Bu meseleyi Kaadi İyâz şöyle hulâsa eder: «Peygamberlere nübüvvet geldikten sonra küfür etmeleri biîittifak caiz değildir. Onlar küfürden ma'sumdur-lar. Nübüvvet gelmezden önce onlar hakkında küfrün caiz olup olmadığı ihtilaflıdır. Sahih kavle göre; bu da caiz değildir.»

Günah işlemelerine gelince büyük günahlardan ma'sum oldukları yi­ne ittifakıdır. Yalnız bu ma'sumiyetin akıl yoluile mi yoksa şeriat yolu ile mi olduğunda ihtilâf edilmiştir. Üstad Ebu İshak ile diğer bazı ulemâya göre mucize delili muktezası olarak Peygamberanı îzâm 'in büyük günah işlemeleri imkânsızdır. Kaadi Ebubekir ile ona muvafakat edenlere göre onların büyük günah işlememesi icma' tarikiyle sabittir. Mutezile; taifesine göre ise aklen büyük günah işleye­mezler.

Keza kavlen tebliğ ettikleri hükümler hususunda peygamberler bi-1' icma' ma'sumdurlar. Fiîli tebligat hususunda ihtilâf vardır. Bazılarına gö­re; bu hususta da ma'sumdurlar. Sair insanlara caiz olan yanılma ve unut­ma gibi şeyler onlar hakkında caiz değildir.

Bunlar yerlerinde görüleceği vecihle Resul ullâh (Sallattahü Aleyhi ve SellemYin namazda yanıldığını bildiren hadislerle, emsali hadis­leri tevil ederler. Ehl-i tasavvufun mezhebi budur.

Cumhuru ulemâya ve ekser-i muhakkikine göre; fiilde hata hem caiz hemde vadidir. Nevevi : - «Hak olanda budur» der. Yalnız onların ha­taları Allah tarafından kendilerine tenbih olunun Cumhura göre; ha­taları derhal bazılarına göre ise; vefatlarından önce tenbih olunur. Tâ ki doğruyu tebliğ müddetleri geçmeden tebliğ etmiş olsunlar.

Peygamberler mürüvvete manî' ve insanı küçük düşürerek i'tibarını sarsacak küçük günahlardan biîittifak ma'sumdurlar. Sair küçük günah­lardan ma'sum olup olmadıkları ihtilaflıdır. Selef ve Halefin Fıkıh, Hadis ulemâsının ekserisine göre böyle günahlar peygamberler hakkında hem caiz hem vaki'dir. Delilleri bu bâbtaki âyet ve hadislerin zahirleridir. Ehl-i tahkik ulemâdan bir cemaatla bazı Fıkıh ve Kelâm ulemâsına göre peygam­berler büyük günahlardan olduğu gibi bilcümle küçük günahlardan da ma'sumdurlar. Bu zevat peygamberlerden küçük günah sâdır olduğunu bildiren âyet ve hadisleri ya tevil ederler yahut onları sehven veya teVil suretiyle yahut Peygamberlik gelmezden önce yaptıklarına hamlederler. Nevevi diyor ki: «Hak olan da budur. Çünkü peygamberlerin- küçük gü­nah işledikleri sabit olsa fiillerinde takrirlerinde ve bir çok kavillerinde bizim onlara uymamız lâzım gelmezdi. Halbuki bu söylediklerimiz husu­sunda onlara uymak lâzım geldiğinde hiç bir hilaf yoktur. Ulemâ ancak

onlara uymanın vacip mi, mendûp mu yoksa mubah mı olduğunda ihtilâf etmişlerdir.»

Kaadi Iyâz da şunları söylemektedir: «Bazılarının bu mezhebi bid'at taifelerinden Mu'tezile- ile Haricîlere nispet etmesi seni ürkütmesin.

Çünkü onların münazara ettikleri yer küçük günahlar sebebiyle tek­firdir. Biz bu mezhepten Allah Teâlâ'ya teberri eyleriz. Peygamberler hak­kında zikir edilen şu hatalara bak!... Adem (Aleyhisselâtü Vesselam) unutarak yasak olan ağaçtan yemiş. Nuh (Aleyhisselâm) kâfir olan kav­mine beddua etmiş. Musa aleyhisselâm katline memur olmadığı bir kâfiri öldürmüş. İbrahim aleyhisselâm Küffara karşı kendini müdafa'a için tev-riyeli konuşmuştur. Bunların hiç birisi peygamberlerden başkaları için gü­nah sayılmaz. Lâkin bu peygamberler mezkûr hatalardan korkmuşlardır. Çünkü bunlar Allah'ın emriyle yapılmış şeyler değildi. Hafta bazılarını ma'rifetuîlah derecelerine göre Teâlâ hazretleri muaheze bile buyurmuş­tur.»

Resulullâh (Sallallahii Aleyhi ve Sellem) Nuh (Aleyhisselâm) ı ilk resul diye tavsif buyurmuştur. Bu bâbda Ebu Abdillâh Mâzirî şunları söylüyor: «Tarihçiler îdris (Aleyhisselâm)  Hz. Nuh 'un dedesi diye zikir ederler. İdris (Aleyhisselâm) 'in da resul ol­duğu delille ispat edilirse tarihçilerin sözü doğru olmamak icap eder. Çün­kü peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Seltem) Âdem 'in dilinden Hz. Nuh'­un ilk resul olduğunu Ijaber vermiştir. îdris (Aleyhisselâm)1  mürsel olmayan peygamber ma'nasına almak da doğrudur» Kaadi Iyâz'ın beyanı­na göre Idris'in îlyas olduğunu ve Benî İsrailin bir peygamberi idiğini söyleyenler vardır. Eğer hakikât bu merkezde ise i'tiraz sâkit olur. Nitekim Kaadi Iyâz da : «Böyle denirse Adem'le Şit (Aleyhimesselâm) ve onların olup olmadığı hakkındaki i'tirazda sakit olur. Velevki Resul ol­sunlar. Çünkü Âdem (Aleyhisselâm) yalnız oğullarına Resul gönderil­mişti. Onlar da kâfir değildiler. Hz. Adem onlara iman ve Allah'a Nitekim Kaadi Iyâz da: «Böyle denirse Adem'le Şir (Aleyhisselâm) Un da öyle idi. Halbuki Nuh {Aleyhisselâm) yer yüzünün bütün kâfirlerine Resul gönderilmişti...» diyor.

Hadiste İbrahim (Aleyhisselâm)'a Halilullah, Musa (Aleyhisselâm)'a Kelimûllah, İsa (Aleyhisselâm)'a da Ruhullah denilmiş­tir. Yine Kaadi Iyâz'ın beyanına göre Halil kelimesi Hülleden alın­mıştır ki ihtisas ve bir şeyin safisini seçmek manâsına gelir. Bazıları bu kelimenin ash hacet manâsına gelen «hâleltu» den alındığını ve inkıta' ma­nâsına geldiğini söylemişlerdir. Bu takdirde İbrahim Aleyhisselâm'a Halil denilmesi hacetini yalnız Allah Teâlâdan beklediği içindir. Bazı­ları Hüllenin halis sevgi manâsına geldiğini diğerleri Muhammedve EItaf   demek olduğunu söylerler.   İbnü'l-Enbarî:

Haliü: «Tam sevgi ile seven ve sevginin hakkını ödeyen sevgili; sevgi­lerinde noksan ve kusur bulunmayan sevgili» diye tarih etmiş Vahidî, bu tarifin muhtar olduğunu çünkü Allah Teâlâ'nm İbrahim (Aleyhisselâm)'ın Halili İbrahim 'inde Allah'ın Halili olduğum hal­buki hacet manâsına gelen hülleden alınırsa Allah'a İbrahim'in halili denilemiyeceğini söylemiştir.

Hz . Musa (Atevhisselâm)'a ehl-i sünnetin icmâî ile (kelîmullah) denilmiştir. Çünkü Musa (Ateyhissetâm) Teâlâ hazretleri ile vasıtasız olarak konuşmuştur. Kelîm fa'îl vezninde ismi fail olup konuşan manası­nadır.

İsa (Aîeyhisselâm)'a Ruhullah ve Kelimetullah denilmiştir. RuhuIIah denilmesinin vechi ya onun hakkında Teâlâ hazretleri «Ruhumuzdan üfürdük» buyurduğu yahut İsâ (Aieyhisseîâm) 'in dirilttiği ölülerde ruh hasıl olduğu içindir. Kelimetullah denilmesi ise Allah'ın: *ol» kelimesi ile vücut bulduğu içindir.   Zemahşerî:

 îsâ   (Aieyhisseîâm) kelimetullahtır. Çünkü baba ve nutfe vasıtası ile değil Allah'ın emri ve kelimesi ile vücut bulmuştur. Ruhullahtır. Çünkü ruh sahibidir. Ruh sahibi olan bir kimsenin bir cüz'ûnden meselâ diri olan babadan ayrılan nutfeden hasıl olmuş değildir... diyor. İsâ  (Aieyhisseîâm)  mahşer halkına:

«Muhammed (Sallaltahü Aleyhi ve Sellem)%a gelmiş geçmiş butun günah­ları mağfiret buyurulmuş olan (o has) kula gidin.»diyecektir. Resulul1âh (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) 'in gelmiş geçmiş günahlarından mu-rad ne olduğu ulemâ arasında ihtilaflı bir meseledir. Bazıları geçmiş günah­lardan murad kendisine peygamberlik gelmezden önceki günahları sonra­kilerden muradda peygamber olduktan sonra işledikleridir. Diğer bazıları bu sözden maksat ümmetinin günahlarıdır demişlerdir. Bu takdirde cüm­lenin manâsı ümmetin bazısının günahlarının affedilmesi yahut bütün üm­metin cehennemde ebedi kalmaktan selâmetidir. Bir takımları gelmiş geç­miş günahlardan murad Resulüllâh (Salîallahü Aleyhi ve Sellem) 'in yanılarak veya te'vil ederek yaptığı işlerdir, demişlerdir. Kuşeyri bu kav­li ihtiyar etmiştir. İsâ aleyhisselâmın geçmiş sözünden murad:

«Adem (Aleyhisselâmyin hatası gelecekten murad da peygamberin ümmetinin günahlarıdır* diyenler bulunduğu gibi bu sözden murad:

«Günahın olmuş olsa affedilirdi muahaza olunmazdın» manasınadır. Diyenler de vardır.

«Bunun üzerine bana gelecekler. Ben Rabbimin huzuruna çıkmak için İzin istiyeceğim, bana izin verilecek.» cümlesini Kaadi Iyâz şöyle tefsir etmektedir:

«Bunun manâsı —Allah-u Alem— bana vadedilen şefâ'atla makam-ı mahmuda izin verilecektir» demektir. Makam-ı Mahmudu Allah ona tahsis etmiş ve kendisini orada ba's buyuracağını bildirmiştir. Enes ve Ebu Hureyre hazeratımn rivayetlerinde Resulullah (Salîallahü Aleyhi ve Sellem)'in secde ederek hamd-ü senada bulunduktan ve şefaat hususunda kendisine izin verildikten sonra «Ümmetim, ümmetim...» diye sözebaşlıyacağı bildirilmiştir. Bu hadisin Huzeyfe (Radiyallahu anh) rivayetinde : «Bunun üzerine Muhammed (Salîallahü Aleyhi ve Sellem)e gelecekler. O ayağa kalkacak ve kendisine şefâ'at ba­bında izin verilecek; emanetle rahim gönderilerek biri sıratın sağına diğe­ri soluna duracaklar ilk sırattan geçenler şimşek sürati ile geçecekler...» denilmiştir. Bu suretle hadis muttasıl oluyor çünkü insanların Resu­lüllâh (Sallallahü Aleyhi ve Seltem)'e müracaatları mahşerde mevkıf denilen bekleme yerlerinde ve kulların hesabı görüldüğü zamana aittir. Ondan sonra Resulüllâh (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'in ümmeti ve ümmetinin günahkârları hakkındaki' şefâ'atına, peygamberlerin, melekle­rin ve diğer şefâ'at ehlinin şefâ'atlanna sıra gelir.»

Kaadi Iyâz bu sözleri ile Resulüllâh (Salîalîahü Aleyhi ve, Sellem) 'in mahşerde; biri mahşerin dehşetinden halkı rahata kavuşturmak, diğeride sırat üzerinde günahkâr mü'minlere aid olmak üzere iki yerde şefâ'at edeceğini birinciye Makam-ı Mahmud ve şefâ'at-ı uzmâ denildiğini, hadislerin buna ve peygamberlerden başkalarının da şefâ'at edeceklerine delâlet ettiğini anlatmak istemiştir.

İmam-ı   Gâzâlî:

«Dürretü-l.Fahire fi Ulumi'l-Ahire» adlı eserinde mahşer halkının Hz Adem'le diğer peygamberlere müracaatları arasında biner sene zaman bulunduğunu söylemiştir. Bazıları bunun aslına eremediklerinden bahsederek   Gaza1î'ye ta'n etmiş ve:

« GazaIî' bu kitapta bir çok aslı olmayan hadisleri rivayet etmiş­tir; bunların hiç birine aldanma» demişlerse de Buhârî Sarihi Aynî   Buna itirazla :

«Gazali 'nin ceîâlet-i kadri bu söylenenlere münafîdir. Mezkûr ha­dislerin asıllarına erememek başkalarının da erememesini istilzam etmez. Bu Kaail Resulullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) 'den gelen bütün hadisleri ihata etmemiştir ki bunların aslına eremedim iddiasında buluna­bilsin» demiştir.

«Yani; kendilerine ebediyyen cehennemde kalmak, vacip olanlar­dan başka kimse kalmadı» cümlesi ondan Önceki:

«Yorabbi! Kur'ân'ın hapsettiklerinden başka kimse kalmadı.» cümle­sinin tefsiridir. Bu tefsiri Katade yapmıştır. Nitekim İmamı Müslim rivayetin'son cümlesinde bunun Katade tarafından ya­pıldığım tasrih etmiştir. Hz. Katade 'nin yaptığı tefsir doğrudur. Bunun  manâsı  cehennemde  Kur'an-ı   Kerim'in   ebediyyen   kalacaklarını

«Hiç şüphe yok ki, Allah kendisine şirk koşma kabahatini afvetmez.» buyurmuştur. Mezkûr âyet-i kerime ehl-i hakkın mezhebine delildir. Çün­kü Selef-i salihin imanla Ölen bir kimsenin cehennemde ebedî kalrmyaca-ğma ittifak etmişlerdir.

Resulullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)''in huzur-u Rabbül âle­minde yapacağı secdenin ne kadar devam edeceği bu hadiste bildirilme­miş.

«Allah dilediği kadar beni secde halinde bırakacak.» buyurulmuşsa da Hz . Ebu Bekr Sıddîk (Radiyallahu anft) rivayetinde bu secdenin bir hafta kadar devam edeceği bildirilmiştir. Fahri Kâinat şefâ'atinin sınırlı olduğunu beyan ederek:

«Rabbim bana bir hudut tayin edecek (o hudut dahilindeki) insanla­rı cehennemden çıkaracağım...» buyurmuştur. Yani şafâ'atm her nev'inde kendisine bir hudut tayin edilecek ancak o hudut dahilindeki insanlara şefâ'at edecektir. Meselâ: Cemaata gitmeyenler hakkında şefâ'at edecek­sin denilirse yalnız onlara şefâ'at decek, namaz kılmıyanlar hakkında ya­hut içki içenler, zina edenler hakkında şefâ'at edeceksin denilirse yalnız onlara şefâ'atta bulunacak sair günahkârlara şefâ'at hakkı olma vara

 

323 - (...) Bize Muhammed b. El-Müsenna île Muhammed b. Beşşar da rivayet ettiler, dediler ki; Bize İbni Ebi Adîy, Sa'id'den, o da Katade'-den, o da Enes'ten naklen rivayet etti. Enes. şöyle demiş:. Resulııİlah  (Sallallahü Aleyhi-ve Sellem) buyurdular ki: «Mü'mİnler kıyamet gününde bir yere toplanacak, onlar buna ehem­miyet verecekler, yahut bu kendilerine, ilham edilecek...»   diyerek   hadisi Ebu Avane hadisi tarzında rivayet etmiş. Bu hadiste   Enes   şun­ları da söylemiş:

«Sonra Allah'a dördüncü defa gelerek — yahut 4. defa dönerek — :

Yarabbi   Kur'ân'ın  hapsettiklerinden   başka  (cehennemde)  kimse  kalmadı diyeceğim.»

Bu rivayetlerde kıyamet gününde insanların bir yere toplanacağı bil­dirilmiş fakat nerede toplanacaklarından bahsedilmemiştir. Hadisin baş­ka bir rivayetinde:

«Allah insanları Arasat meydanında topladığı vakit.» denilmiş Ebu Hureyre rivayetinde :

«Allah gelmiş geçmiş bütün insanları bîr toprağın üzerine toplaya­cak.» buyurulmuştur. kelimesi bir rivayettle « diğer bir rivayette bir rivayette şeklinde zapte-dilmiştir. Bunlardan birincisi ehemmiyet verecekler ikincisi kendilerine ilham olunacak üçüncüsü vehmedecekler dördüncüsü de mahzun olacaklar manasınadır.

îlhâmdan murad Allah'ın bir şeyi yapmak veya yapmamak hususunu insanın kalbine bildirmesidir.

«Sonra Allah'a dördüncü defa gelerek —yahut dördüncü defa döne­rek —.,» ibaresi ravinin şekkini göstermektedir. Yani «ya Öyle dedi ya böy­le» demek istemiştir, Allah'a gelmek veya dönmekten murad Makami Mahmud'dur. Resulullâh (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) sonra bana şefâ'at için ilk defa müracaat edilen yere yani Makam-ı Mahmud'a döne­ceğim demek istemiştir.

 

324 - (...) Bize Muhammed b. £1 Müsenna rivayet etti (dedi ki): Bize Muaz b. Hişâm rivayet etti. Dedi ki: Bana babam, Katade'den, o da Enes b. Malikten naklen rivayet etti. Enes NebiyyullahfSaUallahü Aleyhi ve Sellem) buyurdular kî:

«Allah mü'minleri kıyamet gününde bir yere toplayacak. Bu kendile­rine İlham edilecek...»diyerek hadisi yukarkiler gibi rivayet etmiş. Yal­nız dördüncü defada:

«Ben de : Yarabbi cehennemde Kur'ân'ın hapsettiklerinden, yani ora­da ebedî kalmak kendilerine vacip olanlardan başka kimse kalmadı, di­yeceğim.» buyurduğunu zikretmiş.

 

325 - (...) Bize Muhamnıed b. Minhal Ed-Darîr de rivayet etti (dedi ki): Bize Yezid b. Zürey' rivayet etti (dedi ki): Bize Sa'id b. Ebî Arube ile Destevaînin arkadaşı Hişâm, Katade'den, oda Enes b. Malik'ten naklen ri­vayet ettiler. Enes: «Resulullâh (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) buyurdular» demiş. H.

Bana Ebu Gassân El-Misma'î ile Muhamnıed b, El-Müsenna da rivayet ettiler, dediler ki: Bize Muaz —ki İbnî Hişâmdır.— rivayet etti dedi ki: Bana babam, Katade'den rivayet etti, (dedi ki): Bize Enes b. Malik riva­yet etti ki Peygamber (Saİîaîîahü Aleyhi ve Sellem):

«Allah'tan başka ilâh yoktur, diyen ve kalbinde bir arpa ağırlığında hayır bulunan herkes cehennemden çıkarılacaktır. Sonra (yine) Allah'tan başka ilâh yoktur diyen ve kalbinde bir buğday donesi ağırlığında hayır bulunan herkes cehennemden çıkarılacaktır. Sonra (yine) Allah'tan başka ilâh yoktur diyen ve kalbinde zerre kadar hayır bulunan herkes cehen­nemden çıkarılacaktır.» buyurmuşlar.

İbnî Minhâl kendi rivayetinde şunları ziyade etmiştir: «Yezid dedi ki bunun üzerine ben Şu'be ile görüşerek bu hadisi ona rivayet ettim. Şu'be şöyle dedi:

«Onu bize Katade, Enes b. Malîk'ten, o da peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sel!em)'den naklen rivayet etti şu kadar var ki; Şu'be (zerre) kelimesinin yerine (Züre) yi koydu. Yezid bunda Ebu Bistâm tashif yap­mış dedi.»

Bu rivayetin senedindeki Sa'id b. Ebi Arube hakkında söz edilmiştir. Çünkü bu zatın âhir Ömründe hafızası bozulmuş bunaklık eseriyle hadisleri karıştırmaya başlamıştır. Böylelerin o hal geldikten sonra rivayet ettikleri hadislerle ihticac olunmazsa da Buhâri ve Müs­lim 'deki hadisleri hadisi kanştırmazdan Önceki yani hafızalarının sağ­lam bulunduğu zamana hamledilir.

Hişâm Said-i Desteva'îye Hişam-ı Des­teva'î de derler. Desteva* bir yerin ismidir. Bu zat o yerden getiri­len elbiseleri sattığı için kendisine Hişâm-ı Dstevaî; yine o yerden getiri­len buğdayı sat ağı için Hişâm sahib-i Destevâi denilmiş­tir.

«El-Metâli'» sahibi; «Mu'azb. Hişâm Sahib'd-Dest va'î » ifadesindeki sahib-i Desteva'îyi Mu'az'ın sıfatı zannetmişse de bu yanlıştır. Sahib-i Desteva'i Mu'az değil babası   Hişâm 'dır.

Hadisteki zerreden murad küçük karıncadır. Züre rivayeti tashiftir. Onun için de   Yezid:

< Ebu Bistâm bu kelimede tashif yapmış» demiştir. Ebu Bistâm 'dan murad   Şu'be dîr.

Bazıları bu kelimeyi (durra) şeklinde rivayet etmişlerdir ki bu da tasnifin tashifi'dir.

 

326 - (...) Bize Ebu’ Rabi’ El-Ateki rivayet etti- <Dedi ki): Bize Ham-mad b. Zeyd rivayet etti. (Dedi ki): Bize Ma'bed b. Hilâl El-Anezî [355] rivayet etti. H.

Bize bu hadisi Sa'id b. Mansur da rivayet etti. Lâfız onundur. (Dedi ki) Bize Hâmmad b. Zeyd rivayet etti. (Dedi ki): Bize Ma'bet b. Hilâl El-Anezî rivayet etti. Dedi ki: Enes b. Malîk'e gittik ve (bizi onunla görüştürmesi için) Sabit'ten şefâ'at diledik Enes'e vardığımızda kuşluk namazı kılı­yordu. Sabit bizim için izin istedi ve yanma girdik. (Enes) Sabit'i kendi ya­nma sedrine oturttu. Sabit ona:

«Ya Eba Hamza (şu) Basralı kardeşlerin kendilerine şefâ'at hadisini rivayet etmeni rica ediyorlar» dedi. Enes buna icabetle şunları söyledi: Bi­ze Muhanımed    (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) şöyle buyurdular:

«Kıyamet günü geldiği zaman insanlar deniz dalgalan gibi birbirine çarparak karışacaklar. Sonra Âdem'e gelerek Zürriyetine şefaat et! di­yecekler. Âdem (Aleyhisselâm) Ben ona ehil değilim, lâkin siz İbrahim [356] (Aleyhisselâm) 'a gidin; çünkü o Halilullah'dır, diyecek. Bunun üzerine İb­rahim'e gelecekler. O da : Ben buna ehil değilim, lâkin siz tAûsâ(Aleyhis­selâm) 'a gidin; çünkü o Kelimullâh'tir, diyecek. Müteakiben Musa'ya ge-Jinecek. O da': Ben buna ehil değilim; lâkin siz îsâ (Aleyhisselâm)'a gidin; çünkü o Ruhullah ve Kelimullâh'dır; diyecek; sonra îsâ (Aleyhisselâm)'a gelinecek. O da : Ben buna ehil değilim; lâkin siz Muhammed (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) 'e gidin, diyecek. Nihayet bana gelecekler. Ben onla­ra : (Evet) Ben buna ehilim, diyerek hemen gidip Rabbimin huzuruna (çık­mak İçin) izin isteyeceğim. Bana izin verilecek. Ben de onun huzuruna durarak ona öyle hamd-ü senalarda bulunacağım ki, şimdi onları söyle­meye iktidarım yoktur. Onları bana Allah ilham edecek. Sonra Allah için secdeye kapanacağım. Bana : Ya Muhammed, başını kaldır. Söyle ki, sö­zün dinlensin, iste (isteğin) verilsin, şefaat dile sana şefaat hakkı verilsin, denilecek. Bunun üzerine ben: Yarabbi! Ümmetimi, ümmetimi, diyeceğim. (Bana : Haydi) git, kimin kalbinde bir buğday yahut arpa danesi kadar iman varsa onu cehennemden çıkar, denilecek. Ben gidip bunu yapaca­ğım. Sonra yine Rabbime dönerek aynı hûmdüsenalarla ona hamd ede­ceğim. Sonra ona secde ederek yere kapanacağım. Bana (yine :) Ya Mu­hammed başını kaldır da söyle, sözün dinlensin, iste ki İsteğin verilsin; şefaat dile sana şefaat hakkı verilsin, denilecek. Ben (yine) ümmetimi!., ümmetimi!., diyeceğim. Bunun üzerine bana : Haydi git, kimin kalbinde hardal danesi kadar iman varsa onu cehennemden çıkar, denilecek. Ben gidip bunu da yapacağım. Sonra Rabbime dönerek aynı hamdlerle ona hamd edeceği m. Sonra onun için secdeye kapanacağım. Bana (tekrar) : Ya

Muhammed başını kaldır, söyle ki, sözün dinlensin; iste isteğin verilsin. Şefaat dile sana şefaat hakkı verilsin, denilecek. Ben de : Yarabbi ümme­timi, ümmetimi, diyeceğim. Bana : Git, kimin kalbinde hardal donesin­den çok, çok, çok daha az iman olan kim varsa onu da cehennemden çı­kar; denilecek. Ben hemen gidip bunu da yapacağım.»

İşte Enes'in bize haber verdiği hadis budur. Bunun üzerine onun ya­nından çıktık. Sahranın yüksek bir yerine vardığımız da: Hasan'ın yanına uğrasakta ona bir selâm versek ya dedik... O Ebu Halife'nin evinde gizlen­miştir; dedik ve hemen onun yanına girerek kendisine selâm verdik. Dedik ki: Ya Eba Saidî Biz senin dostun Ebu Hamza'nın yanından "geldik. Bize Şefaat hakkında öyle bir hadis rivayet etti ki mislini (şimdiye kadar hiç) işitmedik. Ebu Said: Onu bana söyleyin dedi. Biz de hadisi kendisine ri­vayet ettik. Devam edin dedi.

— Bize bundan fazla bir şey söylemedi dedik.

— O bu hadisi yirmi sene evvel rivayet etti. O, zaman kendisi derli top­luydu.    Şimdi muhakkak (hadisten)  bir şey bırakmış; bilmiyorum Şeyh unuttumu yoksa itimad edip kalırsınız diye size söylemekten mi çekindi, dedi. Biz kendisine (Onun bıraktığını) bize sen anlat dedik. Bunun üzeri­ne güldü ve:

«İnsan aceleden  halk edilmiştir [357]  Ben bunu size ancak hadîsi riva­yet etmek için söylemiştim.» dedi. Ve hadîsi şöyle nakletti :

«Sonra dördüncü defa da Rabbime dönerek aynı hamdüsenâlarla ona hamdedeceğim. Sonra onun için secdeye kapanacağım. Bana ; Ya Mu­hammedi Başını kaldır da, söyle ki, sözün dinlensin. İste, isteğin verilsin, şefaat dile sana şefaat hakkr verilsin; denilecek. Ben de : Yarabbi! Allah'­tan başka ilâh yoktur diyenler hakkında şefaat için bana izin ver, diye­ceğim. Teâlâ hazretleri : Bu senin için değildir, yahut bu sana ait değildir. Lâkin izzetim, kibriyâm, azametim ve cibriyâm hakkı için yemin ederim ki, Allahîtan başka ilâh yoktur, diyenleri (cehennemden) behemahâl ben çıkaracağım,» buyuracak.

Râvi Ma'bed şöyle demiş: «Hasan üzerine şahadet ederim ki; bu hadi­si bize Enes b. Malik'ten işittiğini söyleyerek rivayet etmiştir. Zannederim: «Yirmi sene önce, Enes o zaman derli topluydu» dedi.

Bu hadis-i Buhâri «Kitabü't-Tevhit» de  Nesa ;  «Kitabu't-

Tefsir» de tahriç etmişlerdir. Bu da şefaat hadisinin bir başka rivayetidir. Basra'lı cemaat şefaat hadisini dinlemek maksadiyle Enes b. Ma­lik  (Radiyaîiahu A nhüm) 'e gitmişler  Hz.   Enes   kendilerini tanımadığ için onları tanıştırmak ve ricalarını kendisine bildirmek maksadiyle yan­larına    Enes   (Radiyaîiahu anh) 'm dostu olan Sabit-i Bünânî'yi de almışlar. Enes (Radiyaîiahu anh) 'in evi Basra'ya iki fersah mesafede bulunan ^Ezzaviye» denilen yerde imiş. Basra'lılar şefaat hadisini orada dinlemişler dönüşte Hasan-ı Basri (Rahimehuilah) 'in yanma uğ­ramak akıllarına gelmiş Hasan-ı Basri Haccac-ı zalimin zul­münden korkarak Basra'lı Ebu Halif ete't-Tâî 'nin evinde giz-leniyormuş. Hasan bu eve girince Allah'a duâ etmiş; düşmanları kendi­sini burada altı defa aradıkları halde bulamamışlardır. Hadisin sonunu da ondan dinlemişler. Hasan-ı Basrî hadisin bir kısmının noksan bırakıldığını görünce «Hîhî» demiş. Bu kelime «ihi» şeklinde de çivayet olunur. İsmi fiil olup sonunu getir; ziyadesini söyle manâlarına -gelir. Bas­ra'lılar «bize bundan ziyadesi söylenmedi» deyince Hasan-ı Basrî bu hadisi Enes (Radiyaîiahu anh) 'dan yirmi sene evvel dinlediğini: o zaman Enes'in daha derli toplu yani genç ve dinç aklı yerinde bulun­duğunu söylüyerek ihtiyarlık sebebiyle unuttumu yoksa- söylerse bu ce­maat hadisi büyük bir müjde telâkki ederlerde ibadetlerden vaz geçerler diye korktuğu için mi her ne sebeple ise hadisin bir kısmını muhakkak ri­vayet etmediğini söyliyerek tamamını kendisi rivayet etmştir. Peygamber (Saliallahü Aleyhi ve Sellem)'in kendi ümmetine şefaat edilmesi müşkü gö­rülmüştür. Çünkü şefaat için ona müracaat edenler yalnız kendi ümmeti değil bütün insanlardır. Bu işkâle şöyle cevap verilir.

. İhtimal «Ümmetim» sözünden murad; şefaat için müracaat eden mü'min 'ümmetler yahud sancağının altına toplananlardır. Bu sebeble on­ları kendine izafe etmişdir. Kaadî Iyâz'a göre, ibarede kısaltma vardır. Ev­vela umumî şefaat için izin verilecek. Sonra ümmeti için hususî şefaat di­leyecektir.

Hasan'm rivayetinde: İzzet, kibriyâ' azamet ve cibriyâ' kelimeleri edilmiştir. Bunlar bir birinin müteradifi olmak üzere aynı manâya gelirler. edilmiştir. Bunlar birinin müteradifi olmak üzere aynı manâya gelirler. «Eşya zıd^ı ile anlaşılır» kaidesi mucibince biz bunların nakızlarını yani zıdlarını söyleyelim de hususi manâları daha iyi anlaşılsın. İzzetin nakîzi zül, kibriyanm nakîzi küçüklük, azamet ve cibriyanın nakîzi hakaretdir. Allah Teâlâ'ya izafe edilen bu sıfatlarla ona lâyık olan lazimi manâları kasdedilir. Bazıları: «Kibriya zatının kemâline azamet ve cibriya sıfatları­nın kemâline raci'dir. Celâl sıfatı ise, hem zatının hem sıfatlarının kemâli­ne râci' bir sıfattır» derler.

 

Hadisi Şerif Şu Hükümleri İhtiva Eder.

 

1 - Ulemâya ve büyüklere gereken vazife yanlarına gelen ulemâ ve ehl-i fazileLe başkalarından daha ziyade ikramda bulunarak sair insanlar­la bit olmadıklarını göstermektir.

2  - Hadis şerif «iman ziyade ve noksan kabul eder» diyen ulemânın delilidir. Bu bâbdaki izahat iman bahsinde görülmüştür.

3 - Mürüvete dokunmamak şartiyle tanıdık bir âlim ile arkadaşlarının huzurunda gülmek zarar etmez.

4 - İcabında Kura'n-ı Kerîm ile istişhad edilebilir.

5 - Hadis-i Şerif Allah'ın rahmetinin son derece vâsi' olduğuna delâlet ediyor. Ancak biz kullara düşen vazife bu rahmete güvenerek ibadetleri­mizi boşlamak değil, bilâkis daha ziyade aşkı şevkle kulluk vazifelerimizi yapmak; onu hak etmeye çahşmr.ktır. Zira son nefeste yüzde yüz imanım kurtaracağından kimse emin olamaz.

 

327 - (194) Bize Ebu Bekir b. Ebî Şeybe ile Muhammed b. Abdillâh b. Nümeyr rivayet ettiler ve (ikisi de ayni şekil de rivayette ittifak eyledi­ler. Yalnız biri bazı kelimelerden sonra bazı ziyadeler yaptı.) Dediler İd: Bize Muhammed b. Bişr rivayet etti. (Dedi ki): Bize Ebu Hayyân, Ebu Zür'adan, o da Ebu Hüreyre'den naklen rivayet etti. Ebu Hüreyre şöyle demiş: Resulullah (Sallallahü Aleyhi ve .Sellem) 'e bir gün bir et (yemeği) getirdiler. Ve kol tarafından bir parçayı kendilerine takdim ettiler. (Çünkü) Resülulİâh (Sallallahü Aleyhi ve Selletn) kolu severdi. Ondan diş­leri ile biı lokma kopardı. Sonra şöyle buyurdu:

«Kıyamet gününde insanların efendisi benim. Bu neden biliyor musu­nuz? Kıyamet gününde Allah gelmiş geçmiş bütün insanları düz bir yere toplayacak, öyleki çağıran, sesini hepsine duyurabilecek, göz hepsini görebilecek. Güneş yaklaşacak insanların gam ve gussası dayanamaya­cakları  ve tahammül   edemeyecekleri   dereceyi   bulacak. Bunun üzerine insanlar  birbirlerine :   «Halinizi  görmüyor  musunuz?  Başınıza  geleni   gör­müyor musunuz? Rabbiniz huzurunda kendinize şefaat edecek bir zat ara-sanıza»    diyecekler.    Bâzıları    birbirlerine : Âdem'e    gidin,    diyecekler. Ve Âdem'e gelerek : Ya Âdem, sen insanların babasısrn. Allah seni yed-i kudretiyle yaratmış. Sana kendi ruhundan ruh nefh eylemiş, meleklere de emir buyurarak sana secde etmişlerdir.  Rabbin  huzurunda  bize şefaat et; halimizi görmüyor musun?  Başımıza  geleni  görmüyor musun? diyecekler. Âdem : «Rabbim  bugün Öyle bir gadaba geldi ki, ne bundan önce böyle bir gadap etmişler; ne de bundan sonra  böyle bir gddap eder. O bana (cennetteki)  ağaçtan  (yemeği)  yasak etti  de ben  ona  isyan  ettim.  Nefsî... nefsî... siz benden başkasına gidin; Nuh'a gidin!» diyecek. Bunun üzerine Nuh'a gelerek :  «Ya  Nuh, sen yeryüzüne gönderilen  ilk resulsün; Allah sana  şükreden  kul  demişti; bize  Rabbin  huzurunda  şefaat et;    halimizi görmüyor  musun? Başımıza  geleni  görmüyor  musun?»  diyecekler.  Nuh onlara :  Gerçekten  Rabbİm  bugün  öyle  bir gadaba  geldi  ki,  ne bundan Önce böyle bir gadab etmiştir, ne de bundan sonra böyle bir gadab eder. Hem  benim vaktiyle ettiğim  bir bedduam vardır ki, onu  kavmime etmiş­tim. Nefsî.  nefsî... siz İbrahim  (SalUıllahii Aleyhi ve Sellenıj'e gidin» diye­cek. Müteakiben İbrahim'e gelerek : «Sen  Nebiyyutlah ve yeryüzü halkın­dan Allah'ın  Hâlilisin,  bize  Rabbin  huzurunda  şefaat et,  halimizi görmü­yor musun? Başımıza geleni görmüyor musun?» diyecekler. İbrahim onla­ra : «Gerçekten Rabbim bugün öyle bir gadaba geldi ki, ne bundan önce böyie bir gadab etmiştir. Ne de bundan sonra böyle bir gadab eder,» di­yecek ve vaktiyle yaptığı tevriyelerini anarak: Nefsî...  nefsî... siz başka­sına  gidin;  Musa'ya  gidin,»  diyecek.   Bunun  üzerine  Musaf Sallallahü Aley­hi ir SelU'ini  'e gelerek : «Ya Musa, sen  Resulüllâh'sın. Allah seni risa-fetleri ve konuşmasİyle sair insanlardan üstü . kılmıştır; bize Rabbin huzu­runda şefâ'at et; halimizi görmüyor musun? Bu;ımıza geleni görmüyor mu­sun?»  diyecekler. Musa  Satlallahii Aleyhi vr Seilcnu   onlara :  Gerçekten Rabbim bugün öy!e bîr gadaba geldi  ki,  ne bundan Önce böyle bir ga­dab etmiştir,  ne de  bundan  sonra  böyle  bir gadab eder.  Hem  ben  (vok-tıyle} Öldürmeğe memur olmadığım  bir insan  öldürdüm : Nefsî...  nefsî.., Siz İsâ   lSalUıllahii Aleyhi ve SellemVe gidin» diyecek.  Onlar da  İsa'ya ge­lerek :  «Ya  İsâ!  Sen  Allah'ın  Resulüsün,  insanlarla  beşikte  konuştun; Al­lah'ın  Meryem'e  ilkâ  ettiği  bir  kelimesi  ve Allah  tarafından  bir  ruhsun. Binaenaleyh   Rabbin huzurunda bize şefaat eyle;  halimizi  görmüyor  mu­sun? Başımıza geleni görmüyor musun?»  diyecekler.  İsâ   (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)  onlara :

«Gerçekten Rabbim bugün Öyle bir gadaba geldi ki, ne bundan önce böyle bir gadap etmiştir, ne de bundan sonra böyle bir gadap eder. — isâ için günah zikretmemİş— nefsî... nefsî... siz başkasına gidin; Muhammed (Sallallahü Aleyhi ve Seltem)'e gidin.» diyecek. Bunun üzerine bana gelerek :

  «Ya Muhammed! Sen Resulüllâh ve Haîemü'l-Enbiya'sın. Allah se­nin gelmiş geçmiş bütün günahlarını affetmiştir; bize Rabbin huzurunda şefaat eyle, halimizi görmüyor musun? Başımıza geleni görmüyor musun?» diyecekler. Ben de kalkarak arşın altına geleceğim ve (orada) Rabbime secdeye  kapanacağım.  Sonra  Allah  bana  öyle fütuhat verecek ve  bana güzel  hamdü  senalardan  öyle şeyler  ilham  buyuracak  ki,  öyle fütuhatı benden önce kimseye ihsan etmemiştir. Sonra :

  «Ya Muhammed! Başını kaldır : İste ki isteğin verilsin! Şefaat dile sana şefaat hakkı verilsin» denilecek. Ben başımı kaldırarak :

  Yarabbi!  Ummetî...   ümmeti...»  diyeceğim.  (Bana) :

  «Ya Muhammed!  Ümmetinden  hesaba  çekilmiyecek olanları  cen­net kapılarının sağındakİnden cennete koy» denilecek. Bunlar, bu kapıdan mada kapılarda  insanlara ortaktırlar. Muhammed'in  nefsi yed-i  kudretin­de olan Allah'a yemin ederim  ki, cennet kapılarının  iki  kanadının  arası Mekke İle  Hecer arası  kadar yahut Mekke ile Busrâ arası kadardır.

Bu hadisi Buhârî «Kitâbu't-Tefsir» ile «Kitabu'E Hadisi'l Embi-ya» da Tirmizî «Kitabû'z-Zühd» de Nesaî    «Kitabül Velime» de

İbni Mâce  «Kitabu'I Et'ime» de tahriç etmişlerdir.

Hadisin başında Resulullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellemj'e et yemeği getirildiğinden ve kendisine kol tarafından takdim edildiğinden bahsediliyor ve «Çünkü onu severdi» deniliyor. Kaadî Iyâz'm be­yanına göre Resulüllâh (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'iıı. hayvanın kol tarafını sevmesi orası daha lezzetli daha pişkin ve daha kolay hozme-dildiği içindir. Tirmizî 'nin Hz. Aişe (Radıyallahu Anhâ) 'd *n ri­vayet ettiği bir hadiste:

«Etin kol tarafı Resulüllâh (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'e daha makbul değildi, lâkin eti ancak bayat olarak bulur. Bu sebeple kürek tarafını ter­cih ederdi. Çünkü o tarafı daha çabuk pişer.»  denilmiştir.

Resulüllâh (Sallallahü Aleyhi ve'Sellem) 'in:

«Kıyamet gününde insanların efendisi benim.» buyurması —Haşa — övünmek değil tahdis-i ni'mettir. Allah'ın nimetlerinden bahsederek şü­kürde bulunmayı zaten Allah ona emir buyurmuştu. Ayni zamanda bu cümle bizim için de bir nasihat ve onun hakkını bize ta'rif sayılır. Âhiret gününde Peygamberleri ile bütün insanların, cinlerin, meleklerin hasılı bütün mahlûkatm büyüğü olunca dünyada da aynı şekilde bütün mah-lûkatın efendisi olacağı evleviyetle sabittir. Kaadî Iy âz şöyie di­yor:

«Seyyid: Kavminin büyüğü, başsıkısmda kendisine iltica edilen kim­sedir. Peygamber (Saiîaîlahü Aleyhi ve Seilem) insanların hem dün­yada hem âhirette seyyididir. Âhirette insanların efendisiyim diye tahsis buyurması, oradaki efendilik daha yüksek olduğu içindir. Çünkü bütün Mahşer halkı, onun büyüklüğünü efendiliğini teslim edecek Adem (Aleyhisselâm) ile onun bütün zürriyeti Resulullah (Salîaiîahü Aleyhi ve Sellemyin sancağı altında neşrolunacaklardır.

Resulullah (Sallallahü Aleyhi ve Seilem) hiç bir peygamberin üzerine alamadığı şefâ'at-ı uzmayı bir sözle kabul buyurarak şefaat edecek bu suretle bütün mahlûkatın ulusu olduğunu fiilen gösterecektir. Kıyamet gününün hevl ve şiddetleri pek büyük olacak güneş insanların tepelerine inecek insanlar onun verdiği şiddet ve izdıraptan, hesap ve azap korkusun­dan deniz dalgaları gibi kaynaşacaklar nihayet Adem (Aleyhisselâm) dan başlayarak şefâ'at için birer birer ülül azîm peygamberlere müracaat­larda bulunacaklardır. Kendisine müracaat edilen her peygamber o gün Teâlâ hazretlerinin misli görülmedik ve görülmeyecek bir surette gadaba geldiğinden ve kendilerinin de vaktiyle işledikleri birer hatâ sebebiyle Allah'a hesap vermekten korktuklarından ve şefâ'at için huzur-u ilâhiye çıkmaya yüzleri olmadığından bahisle nefsî, nefst... diyerek özür dileye­cekler. En sonunda şefaat işini Seyyüdün nas Muhammed Mustafa (Sallallahü Aleyhi ve Seilem) üzerine alacaktır.

Allah'ın gadabından murad yerinde de izah edildiği vecihle gadabm lâzimi manâsı yani azap etmeyi irade buyurmasıdir. Nevevî:

«Allah'ın gadabından murad asilerden intikam alması ve şiddetle azap görmeleri; ehl-i mahşerin çektiği korku sıkıntı ve ıstıraplardır ki bunların daha önceden ne bir misli görülmüş ne de görülecektir. İşte Allah'ın ga-dabının manâsı budur. Nitekim rızasından murad da rahmetinin, lütf-i ke­reminin iman ehline hasenat sahiplerine tecellisidir. Çünkü Allah Teâlâ hakkında gadap ve rizanin değişmesi müştehildir.» diyor.

Peygamberlerin nefsî, nefsî... demelerinin manâsı şefâ'ata muhtaç ve müstahak olan bizim nefsimizdir demektir. Ehl-i mahşerin Nuh (Aleyhisselâm) 'a :

«Sen yer yüzüne gönderilen ilk resulsün» demeleri onun ikinci Adem olmasındandır, kavmi helak olan.ilk resul Nuh (Aleyhisselâm) olduğu için ona ilk resul demeleri de ihtimal dehilindedir. Yahut Adem (Aleyhisselâm) ile onun gibi peygamberler bütün dünya sakinlerine gön­derilmiş olmadıkları içindir. Çünkü o zaman dünyanın her tarafında insan yoktu. Şu da bir ihtimaldir. Hz. Adem'in risaleti evlâtlarını terbiye ve ta'lim mahiyetinde idi. Onun için Nuh (Aleyhisselâm) 'a sen yer yü­züne, gönderilen ilk resulsün denilebilir. «Et-Tavzih» nam eserde: «Ehl-i mahşerin sen yer yüzüne gönderilen ilk resulsün sözünü yer yüzü sakin* lerine gönderilen manâsına almak en doğrusudur.» deniliyor. Adem (Aleyhisselâm) 'm hem nebi' hem resul olduğu bazı hadislerden anlaşılmak­tadır. Mamafih onun hakkında:

«Nebî'dir. Resul değildir» diyenler olduğu gibi bilâkis: «Resuldür ne­bi' değildir» diyenler de bulunmuştur. Aynî:

«Sahih olan: Adem (Aleyhisselâm) hem nebi* hem resuldür ona Cebrail (Aleyhisselâm) gelmiş rAllah tarafından sahifeler getirmiş dişi çocuklarına şeriat öğretmiştir. Binaenaleyh «Adem (Aleyhimesselâm) resuldür nebî' değildir» diyenlerin sözü fasittir. Çünkü her resul nebî'dir. Nübüvvet risaletin lâzımıdır» demiştir.

Hadiste ismi geçen Hecer Bahreyn'de büyük bir şehirdir. Su küpleri ile meşhur olup bazı hadislerde zikredilen diğer bir Hecer daha varsada bu o değildir. O Hecer Medine-i Münevvere yakınlarında bir köy­dür. Busra dahi Dimeşk'a üç konak mesafede bulunan ma,ruf bir şehir­dir. Bu şehirle Mekke'nin arası bir aylık yoldur derler. Cennet kapılarının ikişer kanatlarının arasındaki mesafenin son derece geniş olduğunu tahyil için bu mesafe Mekke ile Hecer yahut Mekke ile Busra arasındaki mesa­feye benzedilmiştir. Hadis-i Şerif Peygamber (Saiîaîlahü Aleyhi ve Seilem) in bütün ins ve cinden peygamberlerden, meleklerden faziletli Hz. Adem'le Nuh, İbrahim, Musa ve İsa (Sallallahü Aleyhi ve Seilem) hazaratmın da sair peygamberlerden efdal olduğuna delalet etmektedir.

 

328 - Bana Züheyr b. Harp'ta rivayet etti. (Dedi ki): Bize Cerir, Uma ratü'bnü Ka'kaa'dan, o da Ebu Zür'a'dan, o da Ebu Hüreyre'den naklen rivayet etti. Demiş ki: ResulvdlahfSallallahü Aleyhi ve Sellemj'in Önüne bir kap tirit ve et kondu o (bundaki) koldan yedi. Burası Resulullâh (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'m koyundan en sevdiği yerdi. Ondan bir lokma ısırdı ve: «Ben kıyamet gününde insanların seyyidi olacağım,» buyurdu sonra bir lokma daha ısırarak (tekrar) :

«Ben kıyamet gününde insanların seyyidi olacağım.» buyurdular Es­li a bin in kendisine birşey sormadıklarını görünce : «Bu nasıl olur diye sorsamza!» dedi Ashab :

«Nasıl olacak Ya Resulallah!» dediler Resulullâh   (Sallallahü Aleyhi ve Sellem):

«İnsanlar Rabbülâleminin huzurunda ayakta duracaklar...» buyura­rak Ebu Hayvanın Ebu Zur'adan naklettiği hadis gibi anlattı, yalnız İb­rahim- (Aleyhisselâm) kıssasında fazla malumat vererek onun yıldız hakkında :

«Benim Rabbİm budur; kavminin büyük putu hakkında : Bu işi put­ların büyüğü şu put yapmıştır. Ve kendisi için ben hastayım dediğini» söyledi ve (sözüne devamla) :

«Muhammed'in nefsi yedi kudretinde olan Allah'a yemin ederim ki cennet kapılarının iki kanadıyla pervazlarının arası Mekke ile Hecer ya­hut Hecer'le Mekke —arası— gibidir.»   buyurdular.

Bu iki cümleden hangisini söylediğini bilemiyorum, dedi.

Hadis-i şerifte zikri geçen »Keyfe» kelimesinin sonuna vakıf halinde

«hay-i sekt» nâmı verilen «he» getirilmiştir. Bu kelimenin üzerinde durulduğu zaman mezkûr (hâ) nın getirilmesi hususunda söz yoktur. Ancak sahabe-i kiramın cümle ortasında aynı kelimenin sonuna (he) getirmeleri iki vecihle izah olunmuştur.

1 - Araplardan   bazıları  cümle   ortasımda   vakıf hükümde  telâkki ederler.

2 - Ashab(Radiyallahu anhilm) Resulullâh (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) in telâffuzuna ta'bi' olmuşlardır.

Udâde; kapının iki tarafındaki çerçeve ağaçlarıdır.

Hadis-i şerif talebe bir suâli sormaktan sıkıldığı vakit hocanın suâl yeri geldiğine tenbihde bulunması gerektiğine delildir.

 

329 - (195) Bize Muhammed b. Tarif b. HaIİfete'1 [358] Becelî rivayet eti. (Dedi ki) : Bize Muhammed b. FudayI rivayet etti. (Dedi ki): Bize Ebu Malik El-Eşca'i, Ebu Hâziıh'den,-o da Ebu Hureyre'den naklen rivayet etti. Bir de Ebu Malik, Rib'iden, o da Huzeyfe'den naklen rivayet etti. Ebu Hüreyre İle Huzeyfe şöyle demişler: Resulullâh (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) buyurdularki:

«Allah Tebareke ve Teâlâ (kıyamet gününde} insanları bir yere top­layacak. Mü'minler kendilerine cennet yaklaştınlıncaya kadar ayakta du­racaklar. (O zaman) Âdem'e gelerek :

«Ey babamız! Bizim için cennefin açılmasını İste!» diyecekler. O da : «Sizi cennetten ancak babanız Âdem'in  hafîesi çıkarmadı  mı?     Ben bu işin ehli değilim. Siz oğlum İbrahim Halilullah'a gidin» diyecek. İbra­him dahi :

«Ben bu İşin ehli değilim. Ben ancak geriden geriye Halil idim. Siz Allah'ın kendisi ile söyleştiği Musa (Aleyhisselâm)'a gidin» diyecek. Bu­nun üzerine Musa (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'e gelecekler. O da:

  «Ben bu İşin ehli değilim. Siz kelimetullah ve ruhullah olan İsa'ya gidin» diyecek. İsa (Sallalhıhii Aleyhi ve Sellem) de :

  «Ben bu işin ehli değilim» diyecek. Nihayet Muhammed (Sallallahü Aleyhi ve Seilem) 'e gelecekler. O hemen ayağa kalkacak ve kendisine şefaat için izin verilecek, emanetle rahim gönderilerek sıratın sağ ve sol ta­raflarına duracaklar. Sonra sîzin ilk kafileniz şimşek gibi sırattan geçecek.»

Ben: «Annem babam sana feda olsun! Şimşek gibi geçmek ne demek­tir?.) diye sordum. Resulullâh (Sch'allahü Aleyhi ve Sellem):

«Şimşeği hiç görmediniz mi? Göz kırpacak kadar bir zamanda nasıl geçip dönüyor. Sonrakiler rüzgârın geçişi gibi. Daha sonrakiler kuşların geçişi gibi ve insanların koşması gibi geçecekler. Onları böyle koşturan amelleri  olacaktır.  Peygamberiniz de sırat üzerinde durmuş :

Yarabbİ! Selâmet ver, selâmet! diyecek. Nihayet kulların amelleri âcîz kalacak hatta öyle kimse gelecek ki, ancak sürünerek yürüyebilecek. Sıratın iki tarafında asılı çengeller olacak. Bunlar emrolunduklarını yaka­lamakla memurdurlar. Bakarsın bazı İnsanlar tırmalanmış kurtulmuş. Ba­zıları da cehenneme atılmış olacak buyurdular.

Ebu Hüreyre'nin nefsi yedi kudretinde olan Allah'a yemin ederimki cehennemin dibi yetmiş yıllık yol kadar derindir.

Kıyamet gününde cennetin mii'minlere yaklaştırılacağı Kur'an-ı Ke­rimde

«Cennet takva sahiplerine yaklaştırılacak»   âyet-i kerimesi ile beyân buyurulmuştur.

Hz.  İbrahim (Aleyhisselâm) 'in :

«Ben ancak geriden geriye Halil idim» sözü tevazu' yoluyla söylene­cektir. Bundan murad benim derecem bu.kadar yüksek değildir demek­tir. Nevevî diyorki :

«Burada hatırıma güzel bir manâ tecelli etti. Bu manâ şudur   Hz. Ibrahim'in bu sözünden murad: Bana verilen keramet ve ihsanlar Cebrail (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) 'in aracılığı ile olmuştur. Siz Musa'ya gidin. Çünkü onun kelâmullahı işitmesi vasıtasızdır, demektir.»

Müslim şahilerinden Ebu Abdi İlâh Muhammet b. İsmail şöyle diyor :

«Hadiste iki defa verae, verae yani geriden geriye denilmesi peygam-berimiz(Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'in kelâmullahı vasıtasız işittiğine ve A11ah 'ı gördüğüne işarettir. İbrahim (Aleyhisselâm) mezkûr sözü ile :

«Ben derece itibari ile Muhammed (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) den sonra gelen    Musa 'dan da sonrayım» demek istiyecektir.

Emanet ile sıla-i rahimin sırat köprüsüne gönderilmeleri ehemmiyet ve mevkileri pek büyük olduğundandır. Bunlar A11ah'm dilediği şekil ve surete girerek müşahhas bir halde sıratın iki tarafına dikileceklerdir.

Ebu Abdullah Muhammed b. İsmail 'in beyanına göre burada cümlede hazif vardır. Manâ şudur. Sıle-i rahim ile emanet sı­rattan geçenlerden haklarını istemek için sıratın iki tarafına dikilirler.

 

(85) - Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'in:  «Ben Cennet İçin Şefaat Edecek İlk İnsanım ve Peygamberlerin En Çok Tabi-i Bulunanı Benim», Hadisleri Hakkında Bir Bab

 

330 - (196) Bize Kuteybe b. Sa'id ile İshâk b. İbrahim rivayet ettiler Kuteybe dedi ki: Bize Cerir Muhtar b. Fulful'den, o da Enes b. Malik'ten naklen  rivayet   etti.  Enes   şöyle   demiş   Resulullâh   (Sallallahü Aleyhi ve

Sellem) :

«Cennet İçin insanlara ilk şefaat edecek benim. Peygamberlerin en çok tabîi bulunanı da benim buyurdular.»

Bu şefâ'at yukarıda görülen beş nevi şefâ'attan hariç değildir. Zira eğer ehl-i cehennem cehennemden' çıkarıldığı zaman yapılacaksa o husustaki şe-fâ'ata râci'dir. Daha Önce yapılacaksa cennete girme hususundaki şeîâ'at kabilindendir. Mamafih cennette yapılması da mümkündür. Nitekim Hemmam 'in rivayet ettiği şefâ'at hadisinde

«Rabbİmden onun darında izin İsteyeceğim!» buyrulmuştur. Onun (darı) nidan murad; çenettir; denilmiştir. Burada Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellemjin korku ve dehşet yeri olan mahşerden selâmet diyarı olan cennete nakledilmesinin hikmeti şefaatçi için ikram manâsının daha münasip olmasıdır. Bundan dolayı d-ıalarm şerefli makamlarda yapılması müstehaptır. Böyle yerlerde kabul daha ziyâde me'muldur.

 

331 - Bize Ebu Küreyb Muhammed b. El-AIâ'da rivayet etti. (Dedi kr): Bize Muaviye b. Hişâm, Süfyan'dan, o da Muhtar b. Fulfıil'den, o da Enes b. Malik'ten naklen rivayet etti. Enes şöyle demiş. Resulüllâh

(Sailallahü Aleyhi ve Sellem)

«Kıyamet gününde peygamberlerin en çok tabiî bulunanı ben olaca­ğım; Cennetin kapısını ilk çalan da ben olacağım» buyurdular.

Bundan önceki rivayetlerden Peygamber (Sailallahü Aleyhi ve Sellem) 'in,ümmeti son nefsine kadar sırattan geçmedikçe oradan ayrılma­yacağı anlaşılmıştı. Burada ise; cennetin kapısını ilk defa onun çalacağı bil­diriliyor. İlk nazarda bu rivayetler arasında muaraza olduğu göze çarpıyor-sada hakikatta hiç bir muaraza ve münâfât yoktur. Çünkü peygamber (Sailallahü Aleyhi ve Sellem)  'in mahşer yerinden herkesten sonra ayrılarak cennet kapısına herkesten Önce varması imkansız değildir. Zaten o gelince­ye kadar cennetliklerin cennete girmesine müsade edilmiyecektir. Nitekim bir rivayette cennetin kapıcısının Resulüllâh  (Sailallahü Aleyhi ve Sellemye hitaben :

«Senden önce hiç bir kimseye cennet kapılarını açmamaya me'mur oldum diyecek» buyurulmasıda buna delâlet etmektedir.

Cennetliklerin yarısını Ümmet-i Muhammedi yenin teşkil edeceği az aşağıda gelecek hadis-i şeriflerden anlaşılmaktadır. Ümmetin çokluğu ise; Peygamberinin efdal olduğuna delildir. Onun içindirki; A1iyyû1 Kaarî;    «Bu hususda Ebû Hanîfe'nin nasibi pek büyüktür ; çünkü ehl-i islamın çoğu ameli hükümlerde ona tabidir. “ dedi

 

332 - (...) Bize Ebu Bekr b. Ebi Şeybe’de rivayet etti. (Dedi ki) Bize Hüseyin b. Ali ,Zaide’den , o da Muhtar b. Fulful’den naklen rivayet etti. Demiş ki : Enes b. Malik şunları söyledi : Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)

“ Cennet hakkında ilk şefa’atçı ben olacağım. Peygamberler içinde benim  kadar çok tasdik  edilen  hiç  bir peygamber yoktur.   Peygamberler içinde  Öylesi  vardır   ki,     ümmetinden  onu   yalnız  bir  kişi  tastik  etmiştir»

buyurdular.

 

333 - (197) Bana Amru'n-Nâkid ile Züheyr b. Harp da rivayet ettiler. Dediler ki: Bize Haşini b. Kasım rivayet etti. (Dedi ki): Bize Süleyman b. Muğîre, Sabitten, o da Enes b. Malik'ten naklen rivayet etti. Enes şöyle de­miş: Resullullah (Salkılialıü Aleyhi ve Sellem):

«Ben kıyamet gününde cennetin kapısına gelerek açılmasını isteye­ceğim. Cennetin bekçisi (bana) :

  Sen kimsin? diyecek. Ben de :

  Muhammed'im  diyeceğim.   Bunun   üzerine :

  Ben ancak sana açmaya memur oldum. Senden  önce  hiç bir kimseye "(cennetin   kapılarını)  açmayacaktım.   Diyecek.»   buyurdular.

 

(86) - Peygamber (Saüallahü Aleyhi- ve Sellem) 'in Şefaat Duasını Ümmeti İçin Saklaması Babı

 

334 - (198) Bana Yunus b. Abdila'lâ rivayet etti. (Dedi ki): Bize Ab­dullah b. Vehb haber yerdi. Dedi ki: Bana Malik b. Enes, İbni Şihap'tan, o da Ebu Selemete'bni Abdi rrah man'dan, o da Ebu Hüreyre'den naklen ri­vayet etti ki. Resulüllâh (Sailallahü Aleyhi ve Sellem):

«Htr bir peygamberin bir duası vardır. (Allah'a) onunla dua eder. Ben duamı kıyamet gününde ümmcirime şefâ'at etmek için saklıyorum.» buyurmuş.

 

335 - (...) Bana Zuheyr b. Harb ile Abd b. Hümeyd de rivayet ettiler. Züheyr dedi ki: Bize Yâkub b. İbrahim rivayet etti. (Dedi ki): Bize İbni Şihâb'm kardeşi oğlu amcasından rivayet etti. (Demiş ki): Bana Ebu Sele-mete'bni Abdirrahman Ebu Hüreyre'nin şöyle dediğini haber verdi Resu-lullâh   (Sailaîlahü Aleyhi ve Seîlem)

«Her peygamberin bir duası vardır. Ben de İnsaallah duamı kıyamet gününde ümmetime şefâ'at etmek için sakladım.»   buyurdular.

 

336 – (...) Bana Zuheyr b, Harb ile Abd b. Hümeyd rivayet ettiler. Zü­heyr dedi ki: Bize Yâkub b. İbrahim rivayet etti. (Dedi ki): Bize İbni Şi-hâb'ın kardeşi oğlu, amcasından rivayet etti. (Demiş ki): Bana Arar b. Ebî Süfyan [359] b. Esid b. Cariyete' es-Sekafî bu hadisin mislini Ebu Hü-

reyre'den, o da Resulullâh  (Sailaîlahü Aleyhi ve Seîlem)'den naklen rivayet etti.haber verdi. Ona da Amr b. Ebi Süfyan bin Esîd bin Cariyete's-Sekafi haber vermiş ki: Ebu Hüreyre Kâ'bul ahbar'a söyle demiş: Nebiyyullah (Sailaîlahü Aleyhi ve Seîlem) :

Her peygamberin Allah'a dua ettiği bir duası vardır. Ben de inşal­lah duamı kıyamet gününde ümmetime şefâ'at için saklamak istiyorum.» buyurdular.

Kâb Ebu Hüreyreye: «Bunu Resulullâh (Sailaîlahü Aleyhi ve Sellem)'Aen sen mi işittin?» diye sormuş. Ebu Hüreyre : «Evet» demiş.

 

338 - (199) Bize Ebu Bekir b. Ebi Şeybe ile Ebu Küreyb rivayet etti­ler. Lafız Ebû Küreyb'indİr. Dediler ki bize Ebu Muaviye, A'meş'ten, o da Ebû Salih'den o da, Ebu Hüreyre'den naklen rivayet etti. Demiş ki: Re­sulullâh  (Sailaîlahü Aleyhi ve Seîlem):

«Her peygamberin kabul edilen bir duası vardır ve her peygamber duasını evvelce yapmıştır. Fakat- ben duamı kıyamet gününde ümmetime şefaat etmek için sakladım. İnşallah ümmetimden Allah'a hiç bir şeyi şe­rik koşmadan ölenlere nasip olacaktır.» buyurdular.

 

339 - (...) Bize Kuteybetü'bnü Said rivayet etti. (Dedi ki): Bize Ce-rir Umâradan —ki İbni Ka'kaa'dır— o da Ebu Zür'a'dan, o da Ebu Hü­reyre'den naklen rivayet etti. Demiş ki Resulullâh (Sailaîlahü Aleyhi ve Seîlem):

«Her peygamberin dua ettiği müstecap bir duası vardır. Onun bu duası kabul olunur da İsteği kendisine verilir. Ben duamı kıyamet günün­de ümmetime şefaat için sakladım.» buyurdular.

 

340 - (...) Bize Ubeydullah b. Muaz el-Anberi rivayet etti. (Deâi ki): Bize babam rivayet etti. (Dedi ki): Bize Şu'be Muhammed'den ki İbni Ziyaddır [360] rivayet etti. Demiş ki Ebu Hüreyreyi şöyle derken işit­tim: Kesulullâh  (Sallallahü Aleyhi ve Selletn) :

«Her bir peygamberin bir duası vardır ki, onunla ümmeti hakkında dua etmiş ve kabul olunmuştur. Ben de İnşallah duamı kıyamet gününde ümmetime şefaat İçin geri bırakıyorum, buyurdular.

 

341 - (200) Bana Ebu Gassân El-Mismaî ile Muhammed b. El-Mu-sennâ ve İbni Beşşâ rda rivayet ettile r.Lâfiz Ebu Gassân'indır. Dediler ki: Bize Muaz Yani İbni Hişam rivayet etti. Dedi ki: Bana babam, Kâta-de'den rivayet etti. (Demiş ki): Bize Enes b. Malik rivayet etti ki Ne-biyyullah   (Sallallahü Aleyhi ve Selîem):

«Her bir peygamberin  ümmeti  için  dua  ettiği  bir duası  vardır.  Ben de duamı kıyamet gününde ümmetime şefaat için sakladım.» buyurdular.

 

342 - (...) Bu hadisi bana Züheyr b. Harb ile İbni Ebî Halef de rivayet ettiler. Dediler ki bize Kavh rivayet etti. (Dedi ki): Bize Şu'be Katâde'den bu isnadla rivayet etti.

 

343 - (...) H. Bize Ebu Küreyb de rivayet etti. (Dedi ki): Bize Vekî' rivayet etti. H.

Bu hadisi bana İbrahim b. Saîd El-Cevheri de rivayet etti. (Dedi ki): Bize Ebu Üsame rivayet etti. Bunların hepsi mis'ardan. o da Katâde'den bu isnadla rivayet ettiler. Şu kadar var ki Vekî'in hadisinde «i'tâ olundu dedi», Ebu Üsametnin hadisinde ise: «Nebi (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) den» Tâbirleri vardır.

 

344 - (...) Bana Muhammed [361] b. AbdİIa'lâ da rivayet etti. (Dedi ki): Bize Mu'temir, bahasından, o da Enes'den naklen rivayet etti ki: Nebiyullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) : «Şöyle buyurmup» ve hadisi Katâde'nin Enes'­den rivayet ettiği şekilde, rivayet etmiş.

 

345 - (201) Bana Muhammed b. Ahmed b. Ebi Halef de rivayet etti. (Dedi ki): Bize Ravh [362] rivayet etti. (Dedi ki): Bize İbni Cüreyc riva­yet etti. Dedi ki bana Ebuzzübeyr haber verdi ki kendisi Cabir b. Abdillâh'ı Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sel!em)'âen naklen şöyle derken işitmiş :

«Her bir peygamberin  ümmeti  hakkında dua ettiği  bir duası vardır. Ben duamı kıyamet gününde ümmetime şefâ'at İçin sakladım.»  buyurdu.

Yukarıdaki rivayetler bir birlerini tefsir etmektedirler. Bunların mec-mu'undan anlaşılıyor ki; her peygamberin yüzde yüz kabul edilen bir duası vardır. Ve her peygamber kabul edilen duanm hangisi olduğunu bilir. Ge­ri kalan dualarının kabul edilip edilmediğini bilmezler. Bunların bazısı Kabul edilir bazısı edilmez. Kaadı Iyâz'm beyanına göre; her pey­gamberin kabul edilen duasından murad ümmeti hakkında ettiği dua olsa . gerektir. Nitekim son iki rivayette bu cihat tasrih buyurulmuştur.

Bu hadis Peygamber (SaUalkıhü Aleyhi ve Seliem) 'in ümmetine karşı son derece şefkat ve merhametli olduğuna, ümmetinin mühim işlerine bak­maya çok dikkat ettiğine delildir. Bundan dolayıdır ki; ümmeti hakkında­ki müstecab duasını ümmetinin en ziyade başının sıkıldığı zamana, kıya­met gününe saklamıştır.

Hadis şerif imanını kurtaran mü'minlerin cehennemde ebedi kalmıya-caklarma da delâlet eder. Bir çok yerlerde görüldüğü vecihle ehl-i hakkın mezhebi oudur.

Resülullah (SallaUahü Aleyhi ve Seliem) 'in duası hakkında in­şallah demesi teberrük ve emr-i ilâhiye imtisal içindir. Çünkü Teâlâ Haz­retleri Kur'an-ı Kerîm'de :

«İnşallah  demeden  hiç  bir şey için :     Ben  bunu  yarın  yaparım  de­me.» [363]   buyurmuştur.

 

87 - Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'in Duası ve Onlara Şefkatinden Dolayı Ağlaması Babı

 

346 - (202) Bana Yunus b. Abdila'lâ Es Sadefi rivayet etti. (Dedi ki): Bize İbni Vehb haber verdi. (Dedi ki): Bana Arar b. Haris haber verdi, ona da Bekr b. Sevade [364] Abdurrahman bin Cübeyr [365] den, o da Ab­dullah b. Amr b. Âsdan naklen rivayet etmiş ki peygamber (SallaUahü Aleyhi ve Seliem) Allah (Azze ve Celle)'nin İbrahim (Aleyhisselâm) hakkın­daki şu âyetini okumuş :

Yarabbi şüphesiz ki onlar insanlardan bir çoklarını baştan çıkardılar. Bundan sonra bana kim tabi olursa o benden [366]dir. İsâ Aleyhisselâm'ında:

Eğer onları  azab  edersen  şüphesiz  ki  onlar senin  kullarındır.  Şayet mağfiret buyurursan Aziz ve  Hakîm olan Allah da yalnız sensin . Sözünü okuyarak ellerini kaldırmış ve :

«Yarabbi ümmeti ümmeti.» diye dua etmiş ve ağlamış Bunun üzeri­ne Allah    (Azze ve Celle) :

«Ya Cibril! Muhammed'e git, ona niye ağlıyorsun, diye sor!.. Rabbiıi onun niye ağladığını pekala bilir ya!., demiş.» Cibril (Aleyhimesselâm) da ona gelerek sormuş. Resulâllah (SallaUahü Aleyhi ve Seliem) kendi­sinin ne söylediğini ona haber vermiş. Halbuki Allah onun ne söyle­diğini pekatâ bilir. Nihayet Allah: Ya Cibril! git Muhammed'e şunu sÖy-le : Biz seni ümmetin hakkında razı edeceğiz ve seni üzmiyeceğiz! buyur­muş.

Kaadi   Iyaz'm beyanına göre hadis şerifteki «    J6    » Kelimesi

fiil değil kavi maddesinden isimdir. Ma'na şudur: «İsâ    (AleyhisselâmYm kavlini de okudu...»

 

Hadis Şerif Aşağıdaki Fevaidi İhtiva Eder

 

1- Peygamber (SallaUahü Aleyhi ve Sellem)'in ümmetine karşı son de­rece şefkatli ve merhametlidir.

2- Dua ederken el kaldırmak müstehabdır.

3- Mü'minler için bu hadis şerif büyük bir müjdedir. Evet Teâlâ hazretleri Resulü Ekremine Va'd de bulunmuş:

«Ümmetin hakkında seni razı edeceğiz, seni üzmeyeceğiz.» buyurmuş­tur, Hadis-i şerif bu ümmet hakkında en ümid bahş hadislerdendir. Ve tamamiyle Teâlâ hazretlerinin:

«Sana Rabbin, sen razı oluncaya kadar verecek.» [367] âyet-i kerimesi­ne uymaktadır.

4- Yine bu hadis Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) 'in Allah indindeki makam ve mertebesinin pek büyük olduğuna delildir. Teâlâ hazretlerinin suali için Cibril (Aleyhisselâm)'ı göndermesi Resu1u11âh (Sallallahü Aleyhi ve SeUem)'in şerefini ve en yüksek mertebede bulunduğunu göstermek içindir.

«Seni üzmeyeceğiz»   cümlesi ondan önceki  «Seni razı edeceğiz»

cümlesinin te'kididir. Çünkü onu razı etmek ümmetinden bazılarını af­fetmekle de tahakkuk edebilir. Bu takdirde diğerleri cehenneme girerler, îşte ümmetinden cehennemde kimseyi bırakmıyacağını anlatmak için Teâlâ hazretleri:

«Seni razı edeceğiz; seni mahzun etmeyeceğiz, bilâkis bütün ümme­tini cehennemden kurtaracağız» buyurmuştur.

Bu hadisin ümmet hakkında en ümid bahş bir hadis olduğunda şüp­he yoktur. Ancak bundan ümmet-i Muhammediyyenin hiç cehenneme gir-miyeceği anlaşılmamalıdır. Bilâkis şimdiye kadar görülen rivayetlerden bir çok mü'minlerin cehenneme gireceği ve şefa'atlar sayesinde oradan Çıkarılacağı tasrih buyurulduğu gibi:

«Sana Rabbin sen razı oluncaya kadar verecek.» âyet-i kerimesi na­zil olduğu vakit   Resulullâh (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) :

«O halde ümmetimden bir nefer cehennemde kaldıkça ben de razı olmam.» buyurarak ümmetinden bazılarının cehenneme gireceğine işa-retde bulunmuştur. Şu halde mü'minlere bu ve emsali hadislere itimad ederek ibadet hususunda asla gevşeklik göstermemek bilâkis böyle delil­lerden daha da aşk-u şevke gelerek ibadetlerinde kusur etmemeğe çalış­mak gerekir. Mezkûr deliller hakikaten ümidbahştır. Fakat bugün mü'min olanların yarın Ölürken bu imanın mutlaka muhafaza edebileceklerine hiç bir kimsenin elinde senet yoktur. Binaenaleyh mü'minler imanlarının ica­bı olan ibadetlerini tes tekmil ifa etmeli dünyadan mü'min olarak gitme­leri hususunda Allah'a niyazda bulunmalı onun rahmetinden ümitlerini kesmemelidirler.

 

88- Kafir Olarak Ölen Kimsenin Cehennemde Kalacağını Hiç Bir Şefa'ata Nail Olamıyacağını ve Kendisine    Allah'ın Yakın  Kullarını Akraba Olmanın Hiç Bir Fayda Vermiyeceğini Beyan Babı

 

347- (203) Bize Ebu Bekr b. Ebi Şeybe rivayet etti. (Dedi ki): Bize Affan rivayet etti. (Dedi ki): Bize Hammad b. Seleme, Sabitten, o da Enes'-den naklen rivayet etti ki bir adam: Ya Resulullâh benim babam nere­dedir? Diye sormuş. Resulullâh (Sallallahü Aleyhi ve Sellem):

«Cehennemdedir», demiş. Adam dönüp gidince Resulullâh (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)   kendisini çağırarak:

«Benim babam da, senin baban da cehennemdedir.» buyurmuşlar.

Resulullâh (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) 'in böyle demesi soran zatın musibetine iştirak ederek teselli vermek içindir.

Süheyli diyor ki: «Biz buna kail olamayız. Çünkü   Resulullâh

«Ölülere söğerek dirilere eziyet vermeyin.» buyurmuştur. Teâlâ haz­retleri dahi:

«Şüphesiz ki, Allah ve Resulüne eziyet edenler...» buyuruyor. Pey­gamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) bu sözü ancak o zatı teselli için söy­lemiştir. Bir rivayette soran zat: «Senin batan nerede?» diye sormuş Resulullâh (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) bu sözü ona cevaben söy­lemiştir. İhtimal ki Resulullâh (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'in an­nesiyle babasının dirilerek ona iman ettikleri rivayeti sahihtir. Resu­lullâh (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'in kadr ü kıymeti bunun fevkin-dedir. Allah hiç bir şeyden âciz değildir.»

Bu mesele kelâm uleması arasında ihtilaflıdır. Sahih olan kavle göre Fahr-i kâinat (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) hazretlerinin ebeveyni mü'-rnindirler. Onların mü'min olduğu bir kaç surette beyan edilmiştir.

1) İbrahim   ve   İsmail   (Aleyhimesselâm)   dini üzere mü'nûndirler.

2) Fetret zamanının mü'minlerindehdirler. Ehl-i Fetret: İki peygam­berin bi'setleri arasında yaşayıp birinci Peygamber kendilerine Resul olarak gonderilmiyen; İkinciye de yetişemiyen insanlardır. Meselâ: Hz. İsâ kendilerine gonderiîmiyen, Muhammed (Sailaîiahü Aleyhi ve Sellem) 'e de yetişemiyen çöl arapları bu kabildendirler. Bu ma'naya Fet­ret, peygamberler arasındaki uzun zamanların hepsine ıtlak edilebilir. Me­selâ: İdris ile Nuh (Aleyhimesselâm) arasında âltıyüz otuz sene geçtiği rivayet olunur kî; bu ma'naya göre bu bir fetret devridir. Lâkin fukaha fetretin hususî ma'nasını Jcatederek onu Hz, İsâ ile Muhammed (Sallaîlahü Aleyhi v'û Sellem) arasındaki zamana ıtlak eder­ler.

3) Hazreti Aişe (Radiyallahu anhâ)'dan rivayet edilen bir hadise göre Peygamber (Sallaîlahü Aleyhi ve Sellem)'în duası ile bir muci­ze olarak ebeveyni dirilmiş ve ona iman etmişlerdir. Binaenaleyh onlar hakkında dil uzatarak mü'min olmadıklarını söylemek en çirkin ve en bü­yük bir cüretdir.

İbni Âbidin diyor ki: «Resulullah (Sallaîlahü Aleyhi ve Sellem)'e ebe­veyni dirilrhişlerdir demek İmam-i Azâm'm Fıkh-ı Ekber'inde onların kâ­fir olarak Öldüklerini söylemesine münâfî olmadığı gibi, Sahih-i Müslim'­deki :

«Rabbimden anneme afv tafebi için izin istedim,- vermedi.» Ve :

«Benim babam da, senin baban da cehennemdedir.» hadislerine ay­kırı değildir..Zira dirilme hadisesi bundan sonra olmuş olabilir».

Hadis şerif fetret zamanında Arapların âdeti üzere putlara tapanların cehennemlik olduğuna delildir. Vâkıâ Kur'an-ı Keriin'de: Resul görmedik­çe Allah'ın hiç bir kimseyi azap etmeyeceği beyân buyurulmuştur. Fakat fetret devrinde yaşıyanlara Hz. İbrahim ile diğer peygamberlerin davetleri gelmiştir. Binaenaleyh ma'zur olamazlar.

 

Ehli Fetret Üç Kısımdır :

 

1- Basiretiyîe Allah'ın birliğini idrak edenler. Bunlardan Kuss b. ' Sâide gibi bâzıları hiç bir şeriata girmemiş; bir takımları Yahudi veya Hı­ristiyan dinine intisap etmişlerdir.

2- Dinini tebdil ederek müşrik olanlar.

3- Ne müşrik ne de muvahhid olanlar. Bunlar hiç bir peygamberin şeriatına girmemiş, kendiliğinden dinde uydurmamış- olanlardır.

İşte azap görecek olan ehl-i fetret bunlardan ikinci nev'e dahil olan­lardır. Çünkü müşriktirler.

 

89 - Teala Hazretinin : «En Yakın Aşiretini Uyar!...» Âyeti Kerimesi Hakkında Bir Bab

 

348- (204) Bize Kuteybetü'bnü Saîd ile Züheyr b. Harb rivayet ettiler. Dediler ki: Bize Cerir, Abdülmelik b. Umeyr'den, o da Musa b. Talha'dan, o da Ebu Hüreyreden naklen rivayet etti. Demiş ki : şu

«Sen en yakın hısımlarını uyar [368] Âyeti kerimesi nazil olunca Re-sulullâh (Sallaîlahü Aleyhi ve Sellem) Kureyşi davet etti. Onlarda toplan­dılar. Bunun üzerine Kesuhıllâh (Sallaîlahü Aleyhi ve Sellem) kimi umumî kimi hususi hitap ederek:

«Ey Kâ'b b. tüey, oğulları! Kendinizi cehennemden kurtarın. Ey Mur-ratü'bnü Kâ'b oğulları! Kendinizi cehennemden kurtarın. Ey Abdi Şems oğullan! Kendinizi cehennemden kurtarın. Ey Abdi Menaf oğulları! Ken­dinizi cehennemden kurtarın. Ey Haşim oğulları! Kendinizi cehennemden kurtarın. Ey Abdül Müttalip oğulları! Kendinizi cehennemden kurtarın. Ey Fatma! Kendini cehennemden kurtar. Çünkü ben sizin için Allah'tan hiç bir şeye malik değilim. Şu kadar var ki, sizin bir hısımlığınız var, ben bunu (hısımlık suyu  ile) sulayacağım.» buyurdular.

 

349- (...) Bize Ubeydullah b. Ömer Elkâvarîrî rivayet etti. (Dedi ki)

Bize Ebu Avaiıe, Abdülmelik b. Umeyrden bu isnadla rivayet etti. Ama Ceririn Hadisi daha tamam ve doyurucudur.

 

350- (205) Bize Muhammed b. AbdiHah b. Nümeyr rivayet etti. (De­di ki): Bize Vekî' ile Yunus [369] b. Bükeyr rivayet ettiler. Dediler ki: Bize Hişâm b. Urve babasından, o da Aişeden naklen rivayet etti. Demiş ki:

«Sen en yakın hısımlarını inzâr et.» âyeti kerimesi nazil olunca Re-sulullah     (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)   Safa üzerine çıkarak:

«Ey Fatime binfi Muhammed! Ey Safiyye binti Abdilmuttalip! Ey Adil Mutta I ip oğulları! Sizin için Allah'tan hiç bir şeye mâlik değilim. Malım­dan  neyi dilerseniz isteyin.» buyurdular.

Bu hadis-i Buhari «Kitabül Vasâyâ» ile «Kitabü't-Tefsir» de Nesaî «Kitabül Vasâyâ» da tahriç etmişlerdir. Hadîs Sahabenin mür-sellerinden sayılmıştır. Çünkii Ebu Hüreyre Medine'de müslüman olmuş, bu kıssa ise Mekke'de geçmiştir. Bazıları kıssanın iki defa vakî olduğunu söylerler. Buna delâlet eden rivayetlerde vardır.

Hadisin muhtelif rivayetlerinden anlaşılan ma'na şudur: «Benim hı­sımlığıma güvenmeyin; Çünkü ben Allah'ın dilediği azabı sizden defet­meğe kadir değilim.»

«Şu kadar var ki sizin bir hısımlığınız var; ben bunu hısımlık suyu ile sulayacağım» cümlesinden murad sila-i rahmimi yani akrabalık hakkı­mı edâ edeceğim demektir. Resulüllâh (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) akraba hakkına rivayet etmemeyi hararete benzeterek onu söndürmek suretiyle hafifleteceğini ifade buyurmuştur.

Tahâvî diyor ki: «Resulüllâh (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)^ Allah Teâlâ yakın hısımlarını inzar etmesini emir buyurunca Kureyş aşi­retlerini davet etti. Bunların içinde nesebi Resulüllâh (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) ile babasında birleşenler olduğu gibi üçüncü babada, dördüncü babada, beşinci babada, yedinci babada hatta bunlardan daha uzak babalarda birleşen akrbası da vardı. Ancak hepsi Kureyş kabilesine mensup olmakla bu kabile onları bir araya topluyordu.

Resulüllâh (Sallallahü Aleyhi ve Se!lem)'in hadisde görülen hısımlarına birer birer kabile ve şahıs isimleriyle hitap etmesi en yakın akrabası olduklarındandır.

Hadis şerif akrabaya vasiyyet hususunda mezhep imamlarının delülerindendir.

Resulüllâh   (Sallallahü Aleyhi ve Sellemy'm umumî hitabından murad :

«Ey Kureyş sözü», hususi hitabından murad da kabile ve şahısların birer birer isimlerini zikir ederek kendilerini çağırmasıdır. Nefislerini Cehennemden kurtarmaktan maksad; imanı olmayanların iman etmesi, imanı olanlarında onu kuvvetlendirmesidir.

 

351- (206) Bana Harmeletü'bnü Yalıya da rivayet etti. (Dedi ki): Bi­ze İlini Vehb haher verdi. Dedi ki: Bana Yunus, İbni Şihab'dan naklen ha­ber verdi. Demiş ki: Bana İbnü'l-Müseyyeb ile Ebu Selemete'bni Abdirrah-man haber verdiler ki Ebu Hüreyre şöyle demiş : Resulüllâh (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) kendisine:

«En yakın hısımlarını inzâr et!» Âyeti kerimesi nazil olduğu zaman : «Ey Kureyş cemaati! Kendinizi Allah'tan satın alın. (Yoksa) Ben Al­lah (in tfzâbın) dan (kurtarmak İçin) size hiç bir fayda veremem. Ey Ab-dil Muttalib oğulları! Allah (in azabın} dan (kurtarmak için) size hiç bir fayda vermem. Ey Abbas b. Abdil Muttalib! Ben Allah (in azabın) dan (kur­tarmak) için sana hiç bir fayda veremem. Ey Resûluliâh'ın halası Safiye! Ben Allah (in azabın) dan (kurtarmak için) Sana hiç bir fayda veremem. Ey Fatime binti Resulüllâh benden dilediğini İste! (Yalnız) Allah (in aza­bın) dan  (kurtarmak için)  sana  hiç  bir fayda  veremem.»   buyurdular.

 

352- (...) Bana Arar un-Nâkid de rivayet etti. (Dedi ki): Bize Mua-viye [370] b. Amr rivayet etti. (Dedi ki): Bize Zaide rivayet etti. (Dedi ki): Bize Abdullah b. Zekvan, A'raç'dan, o da Ebu Hüreyre'den, o da Peygam­ber (Saîiaîîahü Aleyhi ve Seilem) 'den bunun gibi bir hadis rivayet etti.

 

353- (207) Bize Ebu Kâmil El Cahderî rivayet etti. (Dedi ki): Bize Yezid b. Zürey' rivayet etti. (Dedi ki): Bize Teymî [371], Ebu Osman' [372] dan, o da Kabîsa b Muharik'tan, oda Züheyr b. [373] Amr'dan naklen riva­yet etti. Kabisâ ile Zuheyr demişler ki:

«En yakın hısımlarını inzâr et.» Âyeti kerimesi nazil olunca Nebiy-yullah (SalîaUahü Aleyhi ve Seilem) dağdan kopma bir taş yığınına giderek en yüksek taşının üzerine çıktı ve sonra şöyle nida etti:

«Ey Menâf oğulları! Ben bir Nezîrim.. Sizinle ben düşmanı görüp de kendi adamları için gözcülük etmeye giden ve düşmanın kendini ge­çeceğinden korkarak baskın var diye bağırmağa başlayan kimse gibiyiz.» buyurdular.

 

354- (...) Bize Muhamnıed b. Abdil A'lâ da rivayet etti, (Dedi ki): Bize Mu'temir, babasından rivayet etti. (Demiş ki): Bize Ebu Osman, Zü­heyr b. Amr ile Kabisa b. Muharıkdan, onlarda Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Seilem)'den naklen bunun gibi bir hadis rivayet etti.

Hadisi şerifte Kabisa ile Züheyr şöyle dediler denilerek her ikisinin âyeti okudukları sonra Resulullâh (Sallallahü Aleyhi ve Seilem) bir taş yığınına gittiğini ifade içinde «dedi» tabiri kullanıldı­ğı görülüyorsa da bundan murad yine ikisinin birden söyledikleridir. Ri­vayette ittifak ettikleri için bir adam gibi kabul edilerek fiil müfred ola­rak kullanılmıştır. Bu söz ibareden hazf edilse manâya hiçbir zararı ol­mazdı. Lâkin cümle biraz uzaymca ravi bunu te'kid için tekrarlamıştır, Kur'an-ı Kerim ile Resulullâh (Sallallahü Aleyhi ve Seilem) 'in ha­dislerinde bunun emsalleri çoktur.

«Radme»; taş yığını demektir. «Radm» ve «Rıdâm» m müfredidir. «Yerbeü»;  fiilinin manâsı  Öncülük eder,  onları korur  demektir.  Bu İşi yapana Araplar «Rabie» derler. Gözcü yani orduya düşman baskın yap­masın diye gözetmek için'gönderilen öncü manasınadır. Gözcü ekseriya yüksek bir yere çıkarak düşmanın haline muttali' olmağa çalışır.

«Ya sabâhâh» kelimesi nahiv ilmine göre istigasedir. «Sabah zama­nındaki baskına yetisin» mânasında kullanılır. Araplar baskınları ekseri­yetle sabah zamanında yaptıkları için düşmanı gözetliyen murakıp onun hücum edeceğini anlayınca bu kelime ile kendi kavmine seslenir onlarda toplanarak' müdafaya hazırlanırlardı.

Resulullâh (Sallallahü Aleyhi ve Seilem) kendi hali ile kavmi­nin halini işte bu gözcünün «baskın var» diye seslenmesine benzetmiştir. Yani Allah'ın gelmekte olan azabını ve kavminin halini düşmanın baskı­nına kendisini de baskını haber veren gözcüye benzetmiştir. Mâna şudur. Sizin haliniz düşmanın baskın yapacağından gafil bulunan bir kavme be­nim halimde bu baskını haber veren gözcünün haline benzer. İşte kıya­met geliyor. Bu haliyle orada dehşetli azaba duçar olacaksınız ben sizi inzar ediyorum. Allah'a iman edin zira bu badireden başka türlü kurtul­manın imkânı yoktur.

 

355- (203) Bize Ebu Küreyb Muhammed b. El Alâ'da rivayet etti. (Dedi ki): Bize Ebu Üsame, A'meş'ten, o da Anır b. Murra'dan, o da Sa'id b. Cübeyr'den, o da İbni Abbas'tan naklen rivayet etti. Demiş ki:    Şu

«En yakın hısımlarını ve onlardan en seçkin kabileni İnzâr et.» [374] âyet-i kerimesi nazil olunca Resulullâh  (Sailaîiahü Aleyhi ve Seîiem)   Safa dağı üzerine çıkarak «Baskın var!..»   diye seslendi  (Müşrikler) :

  Bu haykıran kimdir? dediler, (görenler) :

  Muhammed. Diye cevap verdiler. Bunun üzerine onun yanma top­landılar. Resulullâh   (Sailaîiahü Aleyhi ve Selle m) :

  «Ey filân oğulları! Ey filân oğulları! Ey filân oğulları! Ey Abdi Me-naf oğullan!  Ey Abdulmuttalİp oğulları!»  diye hitapta bulundu.   Hemen yanına toplandılar. Resulullâh (Sailaîiahü Aleyhi ve Selleın)  (onlara) :

  «Ne dersiniz?    Sİze şu  dağın  eteğinden  bir takım  atlıların  çıkıp geldiğini haber versem  beni fastik eder misiniz?» dedi Müşrikler :

   «Biz senin  hiç  bir  yalanını  tutmuş   değiliz»   dediler.   Resulullâh (Sailaîiahü Aleyhi ve Sellem):

  «O halde ben size şiddetli bir azabın önünde (o azabı haber ve­ren)  bir nezırim» buyurdular.

Bunun üzerine Ebu Leheb:

  «Yazıklar olsun sana!    Bizi bunun için mi topladin » dedi sonra kalkıp gitti. Arkasından şu sûre nazil oldu:

«Ebu Leheb'in elleri kurusun ve hem de hakikaten kurumuştur...» [375] A'meş sûrenin sonuna kadar bu tarzda okumuştur.

 

356- (...) Bize Ebu Bekr b. Ebi Şeybe ile Ebu Küreyb'de rivayet eltiler; dediler ki: Bize Ebu Muaviye, A'meş'ten bu isnadla rivayet etti: Dedi kî : Resulullâh (Sailaîiahü Aleyhi ve Sellem) bir gün Safa dağına çıkarak «Baskın var!..» diye nida etti... Ve hadisi Ebu Üsame hadisi gibi rivayet etti. (Yalnız bu rivayette) :

«Yakın  hısımlarını  inzâr et!..» âyetinin nüzulünü zikretmedi. Ebu   Bekr   İsmâîlî:   Yukarıdaki   Ebu   Hüreyre rivayetiyle buradaki   îbni   Abbas   rivayeti hakkında söz etmiş ve : «Ebu   Hüreyre 'nin bu rivayeti ile İbni Abbas'in rivayeti mürseldirler. Çünkü bu âyet Mekke'de nazil olmuştur;   İbni   Abbas o zaman küçüktü   Ebu   Hüreyre   ise (sonraları) Medine'de müslü-man olmuştur.» demişse de kendisine cevap verilmiş ve :

«Onlar bu hadisi ya Peygamber (Sailaîiahü Aleyhi ve Sellem) 'den ya­hut bir sahâbîden işitmiş olabilirler.» denilmiştir.

Nevevî diyor ki: İbni Abbas hadisinin, zahirine bakılırsa «Ve onlardan en seçkin kabileni» ibaresi âyet olarak nazil olmuş sonra tilâveti neshedilmiştir.   Buharî 'nin rivayetinde bu ziyade yoktur.

A'meş «Mesed» sûresini sonuna kadar okumuş yalnız meşhur olan kıraetin hilâfına tahkik edatı olan «Kad» kelimesini ziyade etmiştir.

«Sûre» kelimesi hemze ile «Sû're» şeklinde okunabilir. Fakat meşhur kıraeti hemzesiz olanıdır. Sûre okunduğuna göre kelime yükseklik mâna­sına gelen sûr'dan alınmıştır. Sû're ise sû'rdan alınmış olup bakiyye mâna­sına gelir.

Ebu Lehb, kelimesi Ebu Lehb şeklinde de okunur. Ebu Lehb'in ismi Abdul Uzzâ b. Abdümuttalib'tir. Yani bu adam Resulullâh     (Sailaîiahü Aleyhi ve Sellem) 'in Nesebce amcası dır. Bazıları kendisine     Ebu Leheb künyesinin verilmesi Leheb adında bir oğlu olduğu içindir demişler bir takımları yanaklarının pek kırmızı olduğu için daha başkaları" yüzü pek güzel olup alev gibi parladığı için kendisine Ebu Leheb'     (Yani Alemin babası) denildiğini söylemişlerdir. Ona bu künyenin verilmesi akibetine-de muvafık düşmüştür. Çünkü ebedî olarak cehennemin alevli ateşinde azab görecektir. Ebu Leheb Peygamber (Sailaîiahü Aleyhi ve Sellem) 'in en büyük düşmanlarından biridir. Bu düşmanlığı ölünceye kadar devam.et­miştir. Hatta    Resulullâh    (Sailaîiahü Aleyhi ve Sellem)''e «Yazıklar olsun sana bizi bunun için mi topladin?» demesi de bu eziyetler cümle-sindendir.

Âyet-i kerimede Ebu Leheb hakkında : «Elleri kurudu» buyurulmuş-tur. Bundan murad helak oldu demektir. Mezkûr âyet sûrede iki defa tekrar edilmiştir. Bunlardan birincisi Ebu Leheb'in helaki için beddua ikincisi hakikaten helak olduğunu  ihbardır.     Âyet-i kerimede  mecaz-i mürsel kabilinden el zikredilmiş bütün vücudun helaki murad olunmuş­tur.

Kaadi  îyâz diyor ki :

«Bu -sûre île kâfire künye verilmesinin caiz olduğuna istidlal edil­miştir. Bu hususta ulemanın ihtilâfı vardır. İmaırr-ı Mâli k 'ten bir rivayete göre caiz bir rivayete göre de mekruhtur. Bazıları kâfirin kalbini yatıştırmak: için ona künye verilebilir. Aksi takdirde verilemez. Çünkü künyede ta'zim ve hürmet vardır. Allah Teâlâ'nm Ebu Lehebe künye vermesi bu kabilden değildir. Demişlerdir. İsminin Abdul Uzzâ olması hususunda hiç bir delil yoktur. Bu tesmiye bâtıldır. Onun için de künyesi ile anılmıştır. Bazıları Ebu Leheb onun künyesi değil lâkabı­dır. [376] Künyesi Ebu Utbedir, derler. Ona Ebu Leheb denilmesi âyet sonlarındaki kelimelerin mücaneseti içindir diyenler de vardır.

 

90- Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) 'in Ebu Talibe Şefa'ati ve Bu Sebeple Azabının Hafifletilmesi Babı

 

357- (209) Bize Ubeydullah b. Ömer El-Kavariri ile Muhammed b. Ebi Bekr, El-Mukaddemi ve Muhammed b. Abdilmelik, El-Emevi [377] de rivayet ettiler dediler ki: Bize Ebu Avane Abdiilmelik b. Umeyrden, o da Abdullah b. Haris b. Nevferden, o da Abbas b. Abdulmuttalip'ten naklen rivayet etti ki Abbas :

  «Ya Resulullâh.' Ebu Talib'e hiç bir faydan olabildi mi? Çünkü o (her zaman) seni muhafaza eder ve senin namına (düşmanlarına) kızar­dı» Resulullâh   (Sallallahü Aleyhi ve Sellem):

  «Evet,  (oldu.)  O  cehennemin  sığ  bir yerindedir  Eğer ben  olma­saydım cehennemin en derin yerinde olurdu.» buyurmuşlar,

 

358- (...) Bize İbni Ebi Ömer rivayet etti. (Dedi ki): Bize Süfyan, Abdulraelik b. Umeyr1 den, o da Abdullah b. Haris't en naklen rivayet etti. Demiş ki. Abbas'ı şunları söylerken işittim:

  «Dedim ki: Ya Resulallah- Gerçekten Ebu Tâlib seni korur ve sa­na yardım ederdi. Acaba bu ona bir fayda verdi mi?» Resulullâh  (Sallallahü Aleyhi ve Sellem):

  «Evet, (verdi.) Ben onu cehennemin derin dalgaları içinde buldum da kendisini sığa çıkardım.» buyurdular.

 

359- (...) Bu hadisi bana Muhammed b. Hatim'de rivayet etti. (De­di ki): Bize Yahya b. Sa'id Süfyân'dan rivayet etti. Demiş ki: Bana Abdil­melik b. Umeyr rivayet etti. Dedi ki: Bana Abdullah b. Haris rivayet etti. Dedi ki: Bana Abbas b. Abdulmuttalib haber verdi. H.

Bize Ebu Bekr b. Ebî Şeybe dahi rivayet etti. (Dedi ki): Bize Vekî' Süfyân'dan bu isnadla Peygamber (Sallaikthü Aleyhi ve Selîemyden naklen Ebu Avane hadisi gibi rivayet etti.

Bu hadisi Buhâri «Menakıbu'I Ensâr» babında tahric etmiştir. Hadis-i şerif Resulullâh (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) 'in amcası Ebu Talib'e şefâ'atta bulunduğunu ve bu şefâ'atınm azabını tahfif ettiğini bildirmektedir. Allah-u Alem. Bu şefâ'at ya İsra gecesinde Re­sulullâh (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) cehennemi gördüğü zaman fii­len olmuştur. Yahut kıyamet günü olacaktır. Ebu Ta1ib'in iman edip etmediği ulema arasında ihtilaflıdır. Bazıları küfrüne kail olmuş­lardır. Bunların delilleri

«Sen dilediğini hidayete erdiremezsin, lâkin Allah dilediğini hidayete erdirir.» âyeti kelimesidir. Mezkûr âyetin bilittifak Ebu Talip hakkında nazil olduğunu söylerlersede icma' iddiası sahih değildir. Bu­radaki hadisler dahi küfrüne kail olanlara delildir. İmanına kail olanlar İbni İshak'm İfani Abbas (Radiyallahu anh) 'dan rivayet ettiği bir hadisle istidlal ederler. Bu hadise göre Ebu Ta1ib'in vefatı yaklaştığı zaman Resulullâh (Sallallahü Aleyhi ve Seltem) kendisine (Lailâhe illallah) demesini telkinde bulunmuş o bundan imti­na' etmiş. Fakat orada bulunan Abbas (Radiyallahu anh) Ebu Ta1ib'in dudaklarının kıpırdadığını görerek ne söylediğini dinlemiş ve Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) 'e dönerek:

«Ey kardeşim oğlu! Vallahi kardeşim Ebu Talib senin emrettiğin ke­limeyi söyledi» demiştir. Hadis ulemâsı bu hadis için: «Senedinde ismi zikredilmeyen bir râvî vardır. Hadis Sahih bile olsa babımızın hadisleri­ne muarızdır. Halbuki; bu hadisler ondan daha sahilidir» diyerek îbni Abbas rivayetini çürütmüşlerdir. Maamafih kelâm, ulemâsından bazı­ları Ebu Ta1ib 'in küfrü hakkında söz sozlemeyi zaid addetmişler­dir. Onlara göre bu bâbta ileri geri söz söylemek Peygamber   (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'i gücendirebilir. Çünkü   Resulullâh    (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) amcası Ebu Tali'bi çok severdi. Binaenaleyh gerek Ebu Talib gerekse Resu1u11âh   (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) in ebeveyni ile ecdadı hakkında hiç bir şey söylemeyip sükût etmeyi ihti­yata daha uygun görmüşlerdir.

Dahdah: Ancak topuğa kadar ayaklan örten sığ su demektir. Burada bu kelime ile Ebu Ta1ib'in azabının hafifletüdiği ifade olunmuş­tur. Hadis-İ Şerif küffarm derece derece azab edileceklerine delildir. Ebu Ta1ib‘in iman etmediği kabul edilirse Resulü Ekrem (Sallallahü Aleyhi ve Sellemye yaptığı iyiliklerin ne faydası olabilir; Küf-fârm hayır amelleri heba olup gider? şeklindeki bir suale Buharı sarihi Aynî şu cevabı vermektedir :

«Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'in Ebu Ta1ib'e şefâ'-atta bulunması onun azabını bir dereceye kadar azaltmıştır. Bu Resu­lullâh   (Sallallahü Aleyhi ve Sellemf'in bereket ve hasaisindendir.»

«Derk» kelimesi «Derak» şeklinde de rivayet edilmiştir. Ancak.«derk» rivayeti daha çok kullanılır. Bunun mânası; bilumum Lügat ve Meanî ule­mâsına göre dip ve en aşağı tabaka demektir.

Yine ulemânın beyanına göre cehennemin birçok tabakaları vardır. Bunların her birine, (derk) ismi verilir.

 

360- (210) Bize Kuteybetü'bnü Sa'id de rivayet etti. (Dedi ki): Bize Leys İbnû'l Hâd'dan, o da Abdullah b. Habbâb [378] dan, o da Ebu Sa'id-i Hudri'den naklen rivayet etti ki: ResulüIIâh (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) in yanında amcası Ebu Talib'in zikri%eçmiş. Bunun üzerine:

— «Umulur ki, kıyamet gününde benim şefâ'atım ona bir fayda ve­rir de cehennemin sığ yerine konur. Topuklarına kadar erişir, ondan bey­ni kaynar.»  buyurmuştur.

Hadisin buradaki rivayetinde Resulullâh (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'in yanında amcası Ebu Talib'in zikri geçtiği meçhul sığası ile ifade olunmuştur. Bazıları yukarıki rivayetin delâleti ile Ebu Ta1ib hakkında lâf edip sual soranın yine Abbas (Radiyallahu anh) olduğunu söylemişlersede Allâme Aynî hadisten bu mânanın kafi olarak anlaşılmadığını; başkasının sormuş olması ihtimalininde mevcut bulunduğunu söylemiştir.

 

91- Ehl-i Cehennemin En Hafif Azab Görecek Olanı Babı

 

361- (211) Bize Ebu Bekir b. Ebi Şeybe rivayet etti. (Dedi ki): Bize Yahya b. Ebi Bükeyr [379] rivayet etti. (Dedi ki): Bize Züheyr b. Muham-med, Süheyl b. Ebu Salih'ten, o da Nu'man b. Ebi Ayyaş'tan, o da Ebu Sa'id-i Hudri'den naklen rivayet etti ki. Resulullâh   (Sallallahü Aleyhi ve

Sellem) :

«Muhakkak cehennemliklerin en az azap göreni ateşten İki nalın gi­yecek  nalınlarının  hararetinden  dimağı  kaynayacak.» buyurmuşlar.

 

362- (212) Bize Ebu Bekr b. EM Şeybe'de rivayet etti. (Ded.i ki): Bize Affan rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Hammad b. Seleme rivayet etti. (Dedi ki): Bize Sabit Ebu Osman en-Nehdî'den, o da İbni Abbas'tan nak­len rivayet etti ki: Resulullâh   (Sallcllahü Aleyhi ve Sellem):

«Cehennemliklerin azap itibari ile en ehveni Ebu Talib'dir. O dahi iki nalın giyecek, onlardan dimağı  kaynayacaktır.»  buyurmuşlar.

 

363- (213) Bize Muhammed b. EI-Müsenna ile İbni Beşşâr da riva­yet ettiler lâfız İbnü'I Müsenna'nındır. Dediler ki: Bize Muhammed* b. Ca'fer rivayet etti. (Dedi ki): Bize Şu'be rivayet etti. Dedi ki: Ebu İshâk-ı şöyle derken işittim. Nu'man b. Beşir'i hutbe irâd ederken dinledim, şöyle diyordu: Ben Resulullâh (Sallaliahiİ Aleyhi ve Sellem)'i:

«Şüphesiz kî; kıyamet gününde cehennemliklerin azab itibari ile en ehveni öyle bir kimsedir ki, ayaklarının altına iki kor konulacak, onlar­dan  beyni  kaynayacaktır.»  buyururken işittim.

 

364- (...) Bize Ebu Bekr b. Ebi Şeybe de rivayet etti. (Dedi ki)- Bize Ebu Usâme, Amelden, o da Ebu Lshâk'dan, o da Nu'man b. Beşir'den nak­len rivayet etti. Nu man söyle demiş. Resulullâh (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) ;

«Şüphesiz ki, cehennemliklerin azab itibarı ile en ehveninin ateşten iki nalın ile iki nalın bağı vardır. Bunlardan onun beyni tencere kaynar gibi kaynar. Hiç bir kimseyi kendisinden daha ziyade azaba giriftar ol­muş görmez. Halbuki kendisi ehl-i cehennemin en hafif azab olunanıdır.» buyurdular.

Bu hadisi Buhâri «Kitabur Rukak» ta, Tirmizî «Sifatü cehennem» bahsinde rivayet etmişlerdir. Bu rivayetlerin yalnız bir danesi müstesna diğerlerinde azabı en az olan kimsenin ismi bildirilmemiştir, îbni Tin'in beyanına göre bu bâbtaki rivayetlerden murad Ebu Ta1ib olabilir.

Mircel: bakırdan yapılma tenceredir. Taştan veya topraktan da yapı­lır, diyenler bulunmuşsa da El'raetâü' nam eserin sahibi bunun yalnız bakırdan olduğunu rivayet etmiştir.

Bu rivayetlerle bunlara benzeyen diğer hadislerde cehennemliklerin muhtelif azab görecekleri tasrih edilmiştir.

 

92- Kafir Olarak Ölen Kimseye Hiç Bir Amelin Fayda Vermiyeceğine Delil Babı

 

365- (214) Bana Ebu B«kr b. Ebu Şeybe rivayet etti. (Dedi ki): Bize Hafs b. Gıyas Davud'dan, o da Şa'bi'den, o da Mesruk'tan, o da Aişe'den naklen haber verdi. Demiş ki:

  «Ya Resulullâh! İbni Cüd'ân cahiliyet devrinde akrabasına yardım eder, fakirleri doyururdu. Acaba bu ona bir fayda verir mi?» dedim.

  «(Hayır!)  Fayda vermez, çünkü o hiç bir gün : Ya  Rabbi!  Kiya-met gününde benim günahlarımı mağfiret eyle, dememiştir.»-buyurdular.

İbni Cüd'ân misafir perver bir adammış misafirleri için yük­sek bir küp yaptırdığı ve içinden yiyecek almak için ona merdivenle çık­tığı rivayet olunur. Kureyş'in reislerinden imiş. Bidayette ahlâksız ve kopuk bir cani imiş durmadan cinayet işler; işlediği cinayetlerin bedeli­ni kabilesi ödermiş. Bu sebeple kavm-i kabilesi onu kovmuşlar. Bir gün intihar  etmeyi  düşünerek  dağ yollarında dolaşırken  dağda  bîr  mağra görmüş. Orada bir yılan olurda beni Öldürür korkusu ile mağrayı tetkik etmiş fakat bir şey göremeyince içeriye girmiş birde ne görsün karşısın­da büyük bir yılan!... Gözleri kandil gibi pırıl pırıl yanıyor!... Yılan der­hal onun üzerine hücum etmiş. İbni Cüd'ân can havliyle yılan­dan sıyrılıp kurtulmuş fakat o anda bu yılanın hakiki değil yapma olaca­ğı hatırına gelerek yılanı eli ile tutmuş. Birde bakmış ki; yılan altından yapma gözleride yakuttur!... Derhal yılanın başını kırarak yakutları çı­karmış ve sonra mağaranın içindeki bir odaya girmiş. Orada bir sedir üzerine uzanmış öyle uzun ve büyük bir takım cesetler yatıyormuş ki bunları görünce hayrette kalmış. Zira ömründe görmediği cesamette in-sanlarmış başlarının ucunda gümüşten mamul bir levha bulunuyormuş. Levhayı okuyunca; anlamış ki bu cesetler Cürhüm kabilesinin eski kral­ları imiş. Zamanla üzerlerindeki elbiseler o kadar eskimiş ki dokunur dokunmaz dağılırlarmış, gümüş levhada :

«Ben Nüfeyl b. Abrîiddar'ım Hûd Aleyhisselâm'ın torunlarındanım. Beş yüz sene yaşadım servet ve şan şeref uğrunda dünyanın her tarafını dolaştım. Ama bunlar beni ölümden kurtaramadı,..» ibaresi ile bazı beyit­ler yazılı imiş. Odanın ortasında altın, yakut, İnci ve zebercetten müte­şekkil bir yığın görmüş. O yığından alabildiği kadar almış mağarayı gü­zelce belleyerek taşlarla kapadıktan sonra oradan gitmiş. Aldığı kıymetli mallardan babasına göndermiş. Babası kendisini affetmiş aşiretine de yar­dımlar da bulunmuş, nihayet günün birinde kavmine kıral olmuş. Bul­duğu defineden fakir fıkarayı doyurur muhtelif ihsanlarda bulunurmuş. Bir rivayette öyle büyük yiyecek kaplan yaptırmış ki oradan geçen bir misafir devesinin üzerinden inmeden o kaplardan karnını doyu ra bili yor­muş» Hz. Aişe (Radıyaîlahu Ânhâ) 'nın Resul-u Ekrem (Sallallahü Aleyhi ve Sellenı)'e İbni Cüd'ân'ı sorması kendisi onun kabilesine mensub olduğundandır.

Hadis-i şerif kâfir olarak Ölen bir kimsenin sila-ı rahim yapmak fa­kirleri doyurmak gibi hayır hasenatının âhirette kendisine hiç bir fayda vermiyeceğini bildirmektedir. Resulullâh (Sallallahü Aleyhi ve Sellemyin :

«Çünkü o hiç bir gün : Yarabbi! Kıyamet gününde benim günahları­mı mağfiret buyur, dememiştir.» sözünün mânasıdâ budur. Yani bu adam kıyamete inanmamıştır. Kıyamete imanı olmayan bir adama ise; dünya­da yaptığı hayır hasenatın hiç bir faydası yoktur.

Kaadî îyâz diyor ki :

«Kâfirlere amellerinin fayda vermiyecegine, bunlardan dolayı sevap gormiyeceklerine azaplanda hafifletilmiyoceğine icma-ı ümmet mün'akıt olmuştur. Lâkin suçlarına göre küffarm azapları birbirinden şiddetli ola­caktır.»

Resulullâh (Sallallahü Aleyhi ve Sellemyin şefâ'ati sayesinde Ebu   Tal'ib 'in azabının hafifletilme sine gelince yine Kaadî İyâz:

«Bu tahfif onun Resulullâh (Sallallahü Aleyhi ve Sellemyi ko­ruduğu ve ona yardım ettiği için mükâfat olarak değil Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellemyin hatırı içindir. Küf fara azab tahfifi yoktur. Yalnız onların birbirlerine nisbetle bazılarının azabı hafiftir.» diyor.

 

93- Mü'minlerin Birbirlerile Yardımlaşması ve Başkalarile Alakayı Keserek Onlardan Uzak Kalmaları Babı

 

366- (215) Bana Ahmet b. Hanbel rivayet etti. (Dedi ki): Bize Mu-hammed b. Câ'fer rivayet etti. (Dedi ki): Bize Şu'be, İsmail b. Ebî Hâlid'-den, o da Kays'dan, o da Amr b. Âs'dan naklen rivayet eyledi. Demiş ki: Resulullâh (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'i gizli değil açıkça şöyle buyurur­ken İşittim:

«Dikkat edin!.. Ebu... oğulları (yani, Ebu filân oğulları) benim veli­lerim  değildirler.  Benim velim  ancak Allah  ile mü'minlerin  salihleridir.

Bu hadisi BuHâri . «Kitabû-1' Edep» te tahriç etmiştir. Onun ri­vayetinde sarahaten «Âl-î ebî filân» denilmişse de Müs1im'in rivaye­tinde yalnız «Âl'ebi »zikredilmiş sonunu «Yani filân» diyerek ta­mamlamıştır. Resulullâh (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) bununla ki­mi kasdettiğini ya kendi nefsi hakkında yahut eshabma ait bir fitne ve fesat mülâhaza ettiği için tasrih buyurmamiştır. Kürtûbî Müs­lim 'in asıl nüshalarında »filân» kelimesinin yeri açık bırakıldığını son­radan bazı kimselerin tashih yolu ile oraya «fûlân» kelimesini yazdığını söyler. Bu kelime bir isimden kinayedis. Kaadî îyâz bununla Hakem b. Ebî1 Âs'm kasdedildiğini söylemiştir. Hadis-i Şerif­ten murad Peygamber (Sallalkıhü Aleyhi ve Sellemyin velisi yalnız Allah ve salih mü'minler olduğunu bildirmektedir. Yani :

«Salih mü'minler akrabam olmasada benim içîoı velîdirler. Sa­lih mü'm in olmayanlar akrabam dahi olsalar benim için velî olamazlar.»

demek istemişlerdir.

İbni Tîn 'in nakline göre bu sözden murad Re s ulull âh (Sallaîîahü Aleyhi ve Sellemj'in akrabasından müslüman olmayanlardır. Bi­naenaleyh bu söz küllü itlâk cüz'ü murad kabilinden mecaz-ı mürsel olur. Hattabî :

«Burada nefyedilen vilâyet din hususundaki vilâyet değil karabet ve ihtisas ciheti ile olan vilâyettir» demiştir.

Kurtûbî'ye göre; bu hadisin faidesi yakın akraba dahi olsa mü'miıv le kâfirin arasındaki vilâyetin kesildiğini anlatmaktır.

Tîybî'de şunları söylemiştir:

«Hadisin mânası: Ben hiç bir kimseye akrabalık sebebi ile muvâlât ve dostlukta bulunmam. Ben ancak Allah'ı severim. Çünkü O'nun kulları üzerine vacip olan bir hakkı vardır. Salih mü'minleri de Allah rızası için severim. Sevdiklerime iman ve Salâhlarından dolayı muvâlât eylerim. Bu hususta akrabam olup olmamaları mevzubahis değildir. Şu kadar var ki; akrabamın akrabalık haklarına da riayet eylerim. Bu tefsir büyük ule­ma tarafından söylenmiş büyük sözlerdir.»

Mü'minlerin salihlerinden kimlerin kastedildiği ihtilaflıdır. Bu husus­ta birkaç kavil vardır. Şöyle ki :

1- Taberî 'nin   Katade'den rivayetine göre bunlardan mu­rad Peygamber (SaUallahü Aleyhi ve Sel!em)'dir.

2- İbni   Ebî   Hatîm'in   Süddi 'den rivayetine göre mu­rad sahabe-i kiramdır.

3- Yine   İbni   Ebi   Hatim'in   Dahhâk 'tan rivayetine göre mü'minlerin salihleridir.

4- Yine İbni Ebu Hatim'in Hasan-ı Basrî 'den rivayetine göre Ebi Bekr, Ömer, ve Osman (RadıyaUahu Anhüm) hazarâtıdır.

5- Taberî 'nin İbni Mes'ud 'dan merfu' olarak tahriç ettiği bir rivayete göre Ebu Bekr ile Ömer  (RadıyaUahu anhumâ) 'dır. Fakat bu hadisin senedinde zaaf vardır.

6- İbni Ebi Hatim'in sahih bir senedle Sa'id b. Cübeyr'den tahriç ettiği bir rivayete göre yalnız Ömer     (Radiyalîahu anh) dır

7- Kurtubî 'nin    Müseyyeb   b.    Şerik 'den rivayetine göre hasscten    Ebu    Bekr    (RadıyaUahu anhj 'dır.

8- İbni Ebi Hatim 'in Mücahit 'ten rivayetine göre yalnız A1i (Radiyallahu anh)'dıv.

 

94- Müslümanlardan Bir Çok Taifelerin Hesapsız ve Azapsız Olarak Cennete Gireceklerine Delil Babı

 

367- (216) Bize Abdurrahman b. Sellam b. Ubeydülâh el-Cümehî [380] rivayet etti. (Dedi ki): Bize Rabî [381] yani İbni Müslim, Muham-med b. Ziyâd'dan, o da Ebu Hüreyre'deh naklen rivayet etti ki Peygamber (SaUallahü Aleyhi ve Sellem) :

«Ümmetimden cennete yetmiş bin kişi hesapsız olarak gireceklerdir.» buyurmuşlar. Bunun üzerine bir zat:

— «Ya Resulullâh! Allah'a dua etde beni de onlardan eylesin» demiş. Resulullâh    (SaUallahü Aleyhi ve Sellem):

  «Ya  Rabbi! Bunu da onlardan eyle.»   diye dua buyurmuş. Sonra bir başkası kalkarak:

  «Ya Resulullâh! Allah'a dua etde beni de onlardan eylesin» demiş. Resulullâh   (SaUallahü Aleyhi ve Sellem):

  «Bu hususta Ukkaşe seni geçti.» buyurmuşlar.

 

368- (...) Bize Muhammed b. Bessar da rivayet etti. (Dedi ki): Bize Muhammed b. Ca'fer rivayet etti. (Dedi ki): Bize Şu'be rivayet etti. Dedi ki: Muhammed b. Ziyâdı dinledim dedi ki: Ebu Hüreyreyi şöyle derken işittim: Resulullâh (Salîalîahü Aleyhi ve Sellem n :   Şöyle buyururken işit­tim. Diyerek Rabî'in hadisi gibi rivayette bulundu.

 

369- (...) Bana Harmeletü'bnü Yahya rivayet etti. (Dedi ki): Bize İbni Vehb haber verdi. Dedi ki: Bana Yunus, .ibni Şihâp'tan naklen haber verdi. Demiş ki: Bana Sa'id b. El' Müseyyeb rivayet etti, ona da Ebu Hü­re yre rivayet ederek şöyle demiş: Resulullâh (Saîîaîlahü Aleyhi ve Seileyi

  «Ümmetimden  yetmiş  bin  kişilik  bir zümre  yüzleri  ayın on  dör­dündeki  gecesi gibi  pırıl  pırıl  parlayarak, cennete gireceklerdir.»    buyu­rurken işittim.

Ebu Hüreyre demiş ki:

«Bunun üzerine Ukkâşetü'bnü Mihsan el-Esedî sırtındaki kaplan pos­tu gibi yollu elbisesini kaldırarak ayağa kalktı ve :

  «Ya Resulâllâhî Allah'a dua et de beni de onlardan eylesin» dedi. Resulullâh  (SaîlaUahü Aleyhi ve Sellem) :

  «Ya  Rabbi!  Bunu da onlardan eyle.» diye dua etti. Sonra Ensar-dan bir zat kalkarak:

  »Ya Resulâllâh! Allah'a dua et de beni de onlardan eylesin» dedi, (Bu sefer) Resulullâh   (SaîlaUahü Aleyhi ve Sellem);

  «Bu  hususta  Ukkâşe seni  geçti.»  buyurdular.

 

370- (217) Bana yine Harmeletü'bnü Yahya rivayet etti. (Dedi ki):

Bize Abdullah b. Vehb rivayet etti. (Dedi ki): Bana Hayve [382] haber verdi . Dedi ki: Bana Ebu Yunus, Ebu Hüreyre'den naklen rivayet etti ki Resulullâh   (Sallallahü Aleyhi ve Sellem):

— «Ümmetimden yetmişbin kişi cennete girecek; onlardan bir züm­re ay suretinde olacaklar.» buyurmuşlar.

 

371- (218) Bize Yahya b. Halef El-BâhİIÎ [383] rivayet etti. (Dedi ki): Bize Mu'temir, Hişâm b. Hassân'dan, o da Muhammed'den yani İbnî Si-rîn'den naklen rivayet etti: Demiş ki: Bana îmrân [384] rivayet etti. De­di ki:  Nebiyyullah    (Sallallahü A leyhi ve Sellem) :

  «Ümmetimden yetmişbin  kişi  hesaba  çekilmeksizîn  cennete gire­cektir.»   buyurdu. Ashab:

  «Kim onlar! Ya Resulâllâh?» dediler. Resulullâh   (Sallallahü Aleyhi ve Sellem):

— «Onlar vücutlerini (kızgın demirle) dağlamayanlar; efsun yapma­yanlar ve ancak Rablerİne tevekkül edenlerdir.» buyurdu.

Bunun üzerine Ukkâşe ayağa kalkarak: Allah'a duâ et de beni de onlardan eylesin dedi,

Resulullâh (Sallallahü Aleyhi ve Sellem):

  «Sen onlardansın.»  buyurdular. Arkasından bir zat kalkarak:

  «Ya Nebiyyallah! Allah'a dua et de beni de onlardan eylesin» dedi.

Resulullâh   (Sallallahü Aleyhi ve Sellem):

  «Bu hususta Ukkâşe seni geçti.» buyurdular.

 

372- (...) Bana Züheyr b. Harb rivayet etti. Dedi ki: Bize Abdüs-samet b. Abdilvaris rivayet etti. (Dedi ki): Bize Hâcib b. Ömer [385] Ebu Huşeynete's Sekâfi rivayet etti. (Dedi ki): Bize Hakem b. A'raç [386], Imran b. Husayn'dan   naklen   rivayet    etti ki    Resulullâh    (Sallallahü Aleyhi ve Seliem):

  «Ümmetimden yetmişbin  kişi hesapsız olarak cennete girecekler­dir.»    buyurmuşlar. Ashab:

— «Kim onlar! Ya Resulâllâh?» demişler Resulullâh   (Sallallahü Aleyhi ve Seliem):

  «Onlar efsun yapmayanlar; teşe'um etmeyenler; vücutlarını (kız­gın demirle) dağlamayanlar ve ancak   Rablerine   tevekkül   edenlerdir.» buyurmuşlar.

 

373- (219) Bize Kuteybetü'bnü Said rivayet etti. (Dedi ki): Bize Abdülaziz yani İbni Ebî Hâzim, Ebu Hâzim'den [387], o da Sehl b. Sa'd'dan naklen rivayet etti ki Resulullâh   (Sallallcûıü Aleyhi ve Seliem):

— «ümmetimden yetmişbin kişi yahut yediyüzbin kişi (Ebu Hâzim bunların hangisini söylediğini bilemiyor) mutlaka cennete gireceklerdir. (Bunlar) birbirlerine tutunacak, bazısı bazısının elinden tutacak, sonda ki­leri girmedikçe öndekileri de girmeyecek, yüzleri Bedir gecesindeki ay suretinde olacaklardır.»  buyurmuşlar.

Bu hadisi Buhâri . «Kitabur Rukak» da rivayet etmiştir. Ha­disi Şerif Teâlâ hazretlerinin Peygamber {Salhıllahü Aleyhi ve Sellem)o ümmetine son derece ikram ve ihsanda bulunduğunu göstermektedir. Gö­rülüyor ki; hadisin bazı rivayetlerinde hesaba çekilmeksizin cennete gi­receklerin sayısı yetmişbin bazılarında yediyüzbin hatta bazı rivayetler­de Yetmişbinin her neferi ile birlikte yetmişbin kişi daha gireceği bildiril­mektedir.

Ukkâşe yahut Ukâşe (Radiyallahu anlı) 'm ricası kabul edi­lip öteki zatın kabul edilmemesine gelince bu hususta Kaadî İ yâ z şunları söylemektedir:

«İkinci zatın Ukkâşe derecesinde ve cennete soruşuz sualsiz gi­recek sıfatta olmadığı söyleniyor. Hatta münafık olduğunu bile söyle­yenler var. Onun için Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Seliem) kendisine ihtimallî bir cevap vermiş :

«Sen onlardan değilsin.» diye tasrihi doğru bulmamıştır. Çünkü Pey­gamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'in güzel ahlâkı buna mânidir. Bazıları Ükkâşe hakkındaki duasının kabul edileceği Resulullâh (Sallallahü Aleyhi ve Sel!em)'e vahiy ile bildirilmiştir. Öteki için vahiy gel­memiştir diyorlar.»

Hâtib-i Bağdadî İkinci zatın Sa'd b. Ubâde (Radiyallahu anh) olduğunu rivayet etmiştir. Bu rivayet sahih ise o zât hakkında münafık diyenlerin sözü bâtıl olur. Fakat o zâtın Sa'd b. Ubâde olması ihtimalden uzak görülmüş; Sâ'd b. Umara ola­bileceği ihtimâli üzerinde durulmuştur. Bu takdirde hadisi nakleden, tas-hif yapmış demektir.

Nevevî : «Doğrusu ve muhtar olan da budur» diyor. İbnû'l Cevzî: «Bana öyle geliyor ki Ukkâşe ricasını hulûs-u kalb i4e yapmış ve kabul edilmiştir. Ötekinin ise, sözü kesmek için müracaat etmiş olması muhtemeldir. Çünkü Resulullâh (Sallallahü Aleyhi ve Seliem) ona da evet cevabını verse şüphesiz ki; üçüncü, dördün­cü zevat kalkarak aynı şeyi isterler dileklerin sonu gelmezdi. Bittâbî her­kes soruşuz sualsiz cennete girmeyi hak edemez» demiştir.

Süheylîde: «Bana öyle geliyor ki; o saat bir icabet saati imiş. İkinci zat Resulullâh (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'in duasını o saat geçtik-,ten sonra istemiş olacak»  diyor.

Nemıre:    Beyaz,  siyah ve  kırmızı  çizgili  elbisedir.   Renk itibariyle kaplan derisine benzediği için ona bu isim verilmiştir.

Zümre: Biribııi arkasına dn^ılmış cemaat demektir.

371 numarada geçen  İmran  hadisinde soruşuz sualsiz cennete gireceklerin kim olduğu sorulduğu zaman   Resulullâh      (SaUallahü Aleyhi ve Seilem)'in:

«Onlar vücutlarını (kızgın demirle) dağ la mayanlar; efsun yapmayan­lar ve ancak Rablerine tevekkül edenlerdir.» buyurduğu rivayet edilmek­tedir. Bu hadisin mânası hakkında ulemâ ihtilâf etmişlerdir. Ebu Ab­di1lâh Mâzirî   şöyle demektedir:

«Bazı kimseler tedavinin mekruh olduğuna bu hadisle istidlal etmiş­lerdir. Fakat ekseri ulemânın kavli bunun hilâfınadırv Onlar Resu1u11âh (Sailalîahü Aleyhi ve Sellem)'in bir çok hadislerde ilâç ve yemek­lerin faydasından bahsettiğini ileri sürerek bu hadisle ihticac ederler. Bir de Resulullâh (Sailalîahü Aleyhi ve Seilem) bizzat ilâç kul­lanmıştır. Hz. Aişe (Radıyallahu Anhâ)'nın rivayet ettiği ve Re­sulü İlâh (Sailalîahü Aleyhi ve Seüem)'in bir çok defalar ilâç kullan­dığını gösteren haberlerde onlara delildir. Keza okumak sureti ile istiş-fası malûmdur, ulemâ sahabeden bazılarının hasta okumak için ücret al­dıklarını bildiren hadisle de istidlal etmişlerdir. Bu cihet sabit olunca; buradaki hadisi ilâçların tabiatı icabı fayda verdiğine inanıp şifa mese­lesini Allah'a havale etmeyenler mânasına hamletmek gerekir...» Kaadî İyâz 'da şunları söylemiştir:

«Bu hadis üzerinde söz edenlerden bir çokları bu te'vile zâhib olmuş­lardır. Fakat bu te'vil doğru değildir. Çünkü Peygamber (Sailalîahü Aleyhi ve Seilem) sualsiz cennete girenleri onlara has bir meziyyet ve fazilet olmak üzere haber vermiş yüzlerinin bedir gecesindeki ay gibi parlaya­cağını beyan buyurmuştur. Mesele, bu zevatın te'vil ettiği gibi olsaydı so­ruşuz cennete girenler bu hususiyeti haiz olamazlardı. Çünkü şifayı Al­lah'tan beklemek bütün mü'minlerin itikad ettikleri bir şeydir. Aksine inanmak küfürdür. Ulemâ ve Maâni sahipleri bu mesele üzerinde söz etmiş Ebu Süleyman Hattabî   ile başkaları hadisten murad ilâç kullanmayı Allah'a tevekkül ederek, kaza ve belâsına nza göstere­rek terkedenlerdir.» demişlerdir. Hattabî : «Bu derece, hakikî iman sahiplerinin en yüksek derecesidir. Ulemâdan bir cemaatin mezhe­bi de budur.» demiş ve isimlerini saymıştır. Hadisin zahirî ve mukteza-sma göre zikri geçen dağlamak, okumak v.s. tedavi nevileri arasında bir fark yoktur. Davûdî: «Bu hadisten murad sağlamken ilâç kulla­nandır. Çünkü hastalığı olmayana bu mekruhtur. Fakat hastalığı olan hakkında caizdir»  diyor. Bazıları bir mânadan dolayı hasta okumakla dağlamayı tedavi nevilerinden tahsis etmişlerdir. Onlara göre sair tedavi nevileri tevekküle mâni değildir. Çünkü Resulullâh   (Sailalîahü Aleyhi ve Seilem) ile selefin büyükleri tedavi görmüşlerdir. Beslenmek için ye­mek içmek gibi kat'î olan sebepler bu bâbta kelâm ulemâsına göre tevekküle dokunmazlar. Bundan dolayıdır ki; ilâç kullanma hadis-i şerifte nef-yedilmemiştir ve yine bundan dolayıdır ki; ulemâ bir kimsenin gerek kendisinin gerekse çoluk çocuğunun rızkını kazanmasını tevekküle za­rarlı saymamışlardır. Çünkü rızık kazanan kimse o rızkı kendinden bil­mez onu temamiyle Allah Teâlâya havale eder. Tedavi ile dağlamak ara­sındaki fark hususunda söz uzundur. Peygamber (Sailalîahü Aleyhi ve Seilem) bunların ikisini de mubah kılmış ikisini de övmüştür. Ben ancak bir nüktecik anlatacağım ki; o da kâfidir; Peygamber (Sailalîahü Aleyhi ve Seilem) hem kendisi ilâç kullanmış hem başkasını tedavi buyurmuştur. Fakat kendisi dağlanmamış başkaları dağlanmıştır. Sahih rivayete göre Resul-u Ekrem (Sailalîahü Aleyhi ve Seilem) ümmetini dağlamak sureti ile tedaviden nehiy etmiş ve dağlanmayı sevmediğini beyân buyurmuş­tur.» Kaadî İyâz'ın sözleri burada sona erer.

Nevevî diyor ki: «Bu hadisin zahir olan mânası,, Hattabî ile ona muvafakat edenlerin ihtiyar ettikleri kavildir, ki hasılı şudur: Hesaba çekilmeden cennete girecek olanların Allah'a tevekkülleri tamdır. Onun için de Allah'ın takdir ve kazâsîle giriftar oldukları musibetten kurtulma çaresini aramazlar. Bu hâlin bir fazilet olduğunda ve böyle bir hâl sahibi­nin tercih edileceğinde ise şüphe yoktur. Peygamber (Sailalîahü Aleyhi ve Seilem) 'in tedavisine gelince: O bunu bizlere caiz olduğunu beyân için yapmıştır.»

Ülenıa-i Kiram, Tevekkülün hakikati hususunda da ihtilâf etmişler­dir. İmamEbu Cafer Taberi ile diğer bazı selef-i sâlihin-den bir cemaattin : «Tevekkül ismi kalbine Allah korkusundan başka yır­tıcı hayvan veya düşman korkusu gibi şeyler karışmayan ve Allah'ın te­keffülüne i'timâd ederek rızk peşinde koşmayı terk edenden başkasma lâyık değildir.» dediklerini nakletmişlerdir. Bu zevat, bu hususta vârid olan eserlerle istidlal etmişlerdir. Bir takım ulemâ da : «Tevekkülün ta'-rifi: Allah Teâlâ'ya güvenmek, kâza ve kaderinin nafiz olunduğunu yakı nen inanmak, yiyecek içecek gibi zarurî olan şeyleri tedarik ve düşman­dan korunma hususunda Peygamber (Sailalîahü Aleyhi ve Seilem)^ sün­netine tabî' olmaktır. Nitekim bütün Peygamberlerin yaptığı da budur.» demişlerdir. Kaadî İyâz, umumiyetle fukahanın mezhebi bu^ ol­duğunu, Taberî 'nin de bunu ihtiyar ettiğini söylemiş: «Birinci ka­vil bazı mütesavvifenin mezhebidir; Maamâfih Mutasevvifenin muhak-kıkları da cumhurla beraberdir. Şu farkla ki; onlara göre esbaba gönül bağlanmaya tevekkül ismi verilmez. Esbab, Allah'ın sünnet ve hikmetle­ridir. Kul hod behod ne bir faydayı celb, ne de bir zararı def edebilir. Bunların hepsi Allah Teâlâ'dandır.» demiştir.

Kuşeyrî diyor ki tevekkülün yeri kalbdir. İtimadın Allah tarafından geldiğini bildikten sonra zahiri azanın hareketi kalbine tevekkü­lüne mâni değildir. Bir şeyin yapılması mümkün olmazsa o Allah'ın tak­diri ile mümkün olmaz. Yapılması müyesser olan şey de Allah'ın teysiri ile olur.»

Bazıları tevekkülü: «Allah'ın dilediğine rıza göstermektir» diye ta­rif etmiş diğer bazıları da: «Tevekkül kulun nazarında azla çoğun mü­savi olmasıdır» demişlerdir.

Hadisin bazı rivayetlerinde bir de «tetayyur» zikredilmiştir. Bunun mânası: Kuşlarla teşe'üm etmek yani kuş şıû tarafa uçarsa hayır, bu ta­rafa uçarsa şer gelir diye inanmaktır. Bazı cahillerin bacanın üzerine bay­kuş konarsa o haneden ölü çıkar; arabanın önünden tavşan geçerse mut­laka bir uğursuzluk zuhur eder, gibi bir çok bâtıl inançları bu kabilden­dir.  Bunlar cahiliyet devrinden  kalma hurafelerdir.   İşte  hadisi  şerifte hesaba çekilmeden cennete girecekleri bildirilen bahtiyarlar bu gibi te-şe'ümlerden de sakınanlardır. Teşe'ümün zıddı tefe'üldüf, ki; bir şeyi ha-yıra yormaktır. Peygamber   (SaUaiîahü Aleyhi ve Seiîem) tefe'ülü severdi. Bazıları hesap vermeden cennete gireceklerin hadiste beyan Duyuru­lanlardan daha çok olacağını söyleyerek hadisde bildirilen miktara itiraz-kâr bir tavır takmmışlarsa da kendilerine cevaben:  «Orasını ancak, Al­lah bilir yetmiş adediyle çokluk murad edilmiş olması muhtemeldir» de­nilmiştir. Nitekim lisanımızda da :    «Bunu sana yüz defa söyledim» de­nilirse, bundan:    «Sana çok defalar söyledim»  mânası kasdedilir. Yüz adedinin kendisi murad değildir.

Ukâşe (Radiyallahu'anh) ashab-ı kiramın büyüklerindendir. Onun hakkında Resulullâh (Saîîalîahü Aleyhi ve Sellem) : *Arabm en hayırlı binicisi bizdendir» buyurmuş kim olduğu sorulunca « Ukâşetü'bnü Mihsan» dır. demiştir. Hz. Ukkaşe 'nin Bedir ga-zasındaki yararlıkları meşhurdur. Harb esnasında kılıcı kırılınca Re­sulullâh (Saîlallahü Aleyhi ve Sellem) kendisine bir odun parçası ver­miş Ukkaşe (Radiyallahu anh) sallayınca odun kılıç olmuş harb ka­zanılıncaya kadar da onunla çarpışmıştır. «Avn* ismi verilen bu kılıçla Hz. Ukâşe Resulullâh (Saîlallahü Aleyhi ve Sellem} ile birlik­te iştirak ettiği bütün gazalarda cenk etmiş vefatına kadar onu muhafa­za eylemiştir.

 

374- (220) Bİze Sa'id b. Mansur rivayet etti. (Dedi ki): Bize Hü-şeym rivayet etti. (Dedi ki): Bize Husayn h. Abdirrahman haber verdi. Dedi ki: Sa'id b. Cubeyr'in yanındaydım:

  «Dün akşam düşen yıldızı hanginiz gördü?» dedi.

  «Ben (gördüm) dedim».

  «Sonra dedim ki: Namazda filân değildim lâkin beni akrep sok­muştu.»

  «Buna karşı ne yaptın?»

  «Rukye yaptım.»

  «Senİ buna sevke'den nedir?»

  «Şabiinin bize rivayet ettiği bir hadistir.»

  «Sabi size ne rivayet etti?»

  «Bize Büreydetü'bnü Husayb el-Eslenıî'den naklen onun: «Nazarla zehirli hayvan sokmasından başka bir şey de Rukye yoktur» dediğini ri­vayet etti.

  «İşittiği şeyde karar kılan ne iyi eder. Lâkin bize İbni Abbas Pey­gamber  (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) 'den naklen şunu rivayet etti:

«Bana bütün ümmetler gösterildi. Öyle Peygamber gördüm, yanın­da küçük bir cemaat var. Peygamber gördüm; yanında bîr-iki kişi var! Yİne Peygamber gördüm; yanında hiç kimse yok!.. Birdenbire bana bü­yük bir kalabalık arz olundu. Ben bunları benim ümmetim zannettim. Fa­kat bana :

Bunlar Musa (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) ile onun kavmidir. Lâkin sen şu ufka bak; dediler. Bir de baktım büyük bir kalabalık!..

  «Bir de öteki  ufka  bak!..» dediler.  Baktım  (yine)  büyük bir kala­balık!..

  «İşte  senin  ümmetin  bunlardır.   Kem  onlarla  birlikte  cennete  he­sapsız, azapsız  girecek yetmişbİn  kişi  (daha)  var.»  dediler.» buyurdu.

Bundan sonra Resulullâh (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) oradan kalka­rak evine girdi. Bunun üzerine cemaat bu hesapsız ve azapsız cennete gi­receklerin kim oldukları) hakkında söze daldılar. Bazıları:

«Her halde bunlar (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) ile sohbette bulunan­lar olacak» diğer bazıları: «İhtimal bunlar İslâmiyet zamanında doğarak Allah'a şirk koşmayanlardır.» dediler ve (daha buna mümasil) birşeyler söylediler. Derken Resulullâh (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) yanlarına çıkageldi ve :

  «Konuştuğunuz şeyler neydi?»  dedi. Ashab da konuştuklarını ken­disine haber verdirler. Resulullâh (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) :

  «Onlar rukye yapmayanlar ve yaptırmayanlar; teşe'um  etmeyen­ler; ve ancak Rablerine tevekkül eyleyenlerdir.» buyurdular. Bunun üze­rine Ukkaşetü'bnü Mihsan ayağa kalkarak:

  «Allah'a dua et de beni de onlardan eylesin»  dedi.     Resulullâh

  «Sen onlardansın.» buyurdu sonra başka bir zat kalkarak:

«Allah'a dua et beni de onlardan eylesin» dedi. Resulullâh (Sallallahü A leyhi ve Sellem):

  «Bu  hususta  Ukkâşe seni geçti.»  buyurdular.

 

375- (...) Bize Ebu Bekir b. Ebi Şeybe rivayet etti. (Dedi ki): Bize Muhammed b. Fudayl. Husayn'dan, o da Sa'id b. Cübeyr [388]den naklen rivayet etti. (Dedi ki): Bize İbni Abbas rivayet etti. (Dedi ki): Resulullâh

(Sallallahü Aleyhi ve Sellem):

«Bana bütün ümmetler gösterildi. » buyurdular sonra hadisin geri ka­lan kısmını Hüşeym hadisi gibi rivayet etti. Yalnız Hüşeym hadisinin baş tarafını zikretmedi.

Bu hadisi Buhâri «Kitabu'l Merdâ'vet-Tıb» ile «Ehadisü'l Enbiya» ve «Kitabur' Rukak» da Tirmizi :    «Kitabu'z-Zuhd» de

Nesai 'de «Kitabu't-Tib» da tahric etmişlerdir. Husayn b. Abdirrahman'm «namazda filân değildim. Lâkin beni akrep sokmuştu»

demesi kendisinin ibadette bulunduğunu zannetmesinler yani yapmadığı bir şey'i yaptı zannederek başkasına o suretle anlatmasınlar diyedir. Ni­tekim bir kadın İmam-ı Azam Ebu Hanife 'ye : Gecelerini satşaha kadar namaz kılarak ihya eder diye söylenen Ebu Hanife sen misin?» diye sormuş. Hz. İmâm o zaman henüz sabahlara kadar namaz kılmadığı için kadına hiç bir şey diyememiş fakat ondan sonra yaşamış olduğu kırk senelik hayatında bütün gecelerini sabaha kadar namaz kıl­makla geçirmiş; bu suretle yapmadığı bir şey'i yaptı diye söylenmekten korunmuştur.

Rukye: Hasta okumaktır. Hadisdeki «ayn» dan murad da nazar ol­maktır. Bazı insanların gözlerinin başkalarına dokunduğu dinen hak ol­duğu gibi bugün tıbben de kabul edilmiştir.

Hume : Akrep ve yılan gibi hayvanların zehiri ve o zehirin tevlid ettiği şiddet ve hararettir.

«Nazarla zehirli hayvan sokmasından başka hiç bir şeyde Rukye yoktur.» cümlesi hakkında Hattabî şunları söylemiştir : «Bu ha­disin mânası nazar olana ve zehirli hayvan sokana okumaktan daha şifâ bahş ve daha evlâ hiç bir deva yoktur, demektir. Çünkü bunların zararı pek şiddetlidir. Yoksa hastalara okunmaz demek değildir. Filvaki Peygamber   (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)  hem okumuş hemde  okumayı emretmiştir. Hastaya Kur'an ve esmaullâh okumak mubahtır. Okuma­nın mekruh olanı arapçadan başka bir dille yapılandır. Çünkü bu ya kü-füre varır yahut içine şirk karışan sözlerden ibaret olur. Resulullâh (Sallaliahü Aleyhi ve Sellem/in kerih gördüğü hasta okuma cahiliyet dev­rinde Arapların yaptığı muskacılık (nüsha) dır. Onlar bunun hastalıkları gidereceğine inanır ve cinlerin yardımı ile yapıldığını söylerlerdi.»

İbni Esir diyor ki: «Hadislerin bazısında hasta okumanın caiz olduğu diğer bazılarında ise; bundan nehyedildiği görülmektedir; ve her iki hususa aid bir çok hadisler vardır. Bunların araları şöyle bulunur: mekruh olan okuma Arapçadan başka bir lisanla ve Allah Teâlâ'nın isim­lerini, sıfatlarını, semadan indirdiği kitaplarındaki kelâmını zikretmek-sizin yapılacak okumanın mutlaka fayda vereceğine i'tikad ve itimad edi­lendir. Resulullâh (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'in :

«Okunan kimse tevekkül etmiş sayılmaz.» buyurmasının mânası da budur. Ama Kur'an-ı Kerim ve esmâ-ı ilâhiyeyi okumak suretiyle yapı­lan rukye mekruh değildir...»

«Hem onlarla birlikte cennete hesapsız, azapsız girecek yetmiş bin ki­şi (daha) var...» ifadesinden murad şüphesiz ki yine Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'in ümmetidir. Yalnız cümlenin takdiri hu­susunda iki ihtimal vardır.

1- Bu yetmişbin kişi ufukta gösterilenlerden başkadır.

2- Yetmişbin kişi ona gösterilenler cümlesindendir. Nitekim  Buhârî'nin rivayeti de bu ihtimali teyid etmektedir. Hadis-i şerif :

Şer'-i bir delilin üzerinde münazara ve münakaşa yapmanın mubah olduğuna; delildir.

 

95- Bu Ümmetin Cennetliklerin Yarısını Teşkil Etmesi Babı

 

376- (221) Bize Hennad b. Serİy rivayet etti. (Dedi ki): Bize Ebu'l-Ahvas [389], Ebu İshak' [390] dan, o da Amr b.Meymun' [391] den, o da Abdullah [392] dan naklen rivayet etti. Demiş ki: Bize Resulullâh (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) :

«Siz cennetliklerin  dörtte biri  olmanıza  razı  değil  misiniz?» dedi.

Bunun üzerine biz tekbir aldık. Sonra (yine) :

«Siz cennetliklerin üçte biri olmanıza razı değil misiniz?» buyurdu biz yine tekbir aldık. Bundan sonra Resulullâh (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)

«Ben sizin cennetliklerin yarısı olmanızı gönülden dilerim. Size bu­nun sebebini söyleyeyim : Küffâr arasında müslümanlar ancak kara öküz (ün cildin) deki beyaz bir kıl yahut beyaz Öküz (ün cildin) deki siyah bir kıl gibidir.» buyurdular.

 

377- (...) Bize Muhammed b. EI-Müsenna ile Muhammed b. Beş-şâr rivayet ettiler. Lâfız İbni Müsenna'nındır. Dediler ki: Bize Muham-. med b. Ca'fer rivayet etti. (Dedi ki): Bize Şu'be, Ebu Ishâk'tan, o da Amr b. Meymun'dan, o da Abdullah'tan naklen rivayet etti. Abdullah şöyle de­miş: Resulullâh (Sallallahü Aleyhi ve Selİem)'\e> bir kubbenin altında kırk kadar nefer beraber bulunuyorduk (Bize) :

«Siz cennetliklerin dörtte biri olmanıza razı mısınız?» diye sordu. Biz «Evet» cevabını verdik. Sonra (yine) :

«Cennetliklerin üçte biri olmanıza razı mısınız?» dedi. Biz de «Evet» dedik. Bunun  üzerine:

«Nefsim yedi kudretinde olan Allah'a yemin ederim kî ben, sizin cennetliklerin yarısı olmanızı cidden isterim. Çünkü; Cennete Müslüman-dan başka hiç bîr kimse giremiyecekfir. Sizler ehl-i şirkin içinde ancak kara öküzün cildindeki beyaz kıl yahut kırmızı öküzün cildindeki siyah kıl gibisiniz.» buyurdular.

Ashab-ı  kiramın  tekbir almaları  bu  büyük müjdeye  sevin di ki erin­dendir.    Resulullâh (SaUalîahü Aleyhi ve Sellemj'in bir defa da :

«Cennetliklerin yarısı olmanıza razı mısınız?» demeyerek birincide ehl-i cennetin dörtte biri, ikincide üçte biri, üçüncüde yarısı olmaya ra-zımısmız diye sorması pek güzel bir faydayı temin içindir. Bu fayda as-* habin nefislerine sözün daha tesir etmesi ve kendilerine yapılan ikramın son dereceye baliğ olduğunu anlatmak içindir. Çünkü insana bir şeyi tek­rar tekrar vermek ona verilen ehemmiyete delildir. Bunun ikinci bir faydasıda müjdenin tekrar tekrar verilmesi ashabı Allah'a karşı tekrar tekrar şükretmeye nimetlerine karşı hamdüsenada bulunmaya teşvik et­mesidir.

Bu hadisin bir rivayetinde :

«Siz cennetliklerin şatrı.» diğer rivayetinde :

«Yansı  olmaya  razı  mısınız?» buyurulmuştur.   Başka   bir   rivayette cennetliklerin yüzyirmi saf teşkil edeceği bunların sekseni bu ümmetten olacağı bildirilmiştir. Bundan da anlaşılıyor ki ümmet-i Muhammediyye cennetliklerin üçte biridir. Binaenaleyh Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) evvelâ büyük bir kısmı mânasına gelen şatr kelimesi ile müjdo de bulunmuş sonra Teâlâ hazretleri lütf-u ihsanda bulunarak onların sayı­sını yarıya çıkarmıştır. Bunun bir çok hadislerde nazirleri vardır. Nite­kim bir hadis-i şerifte: Cemaat ile kılman namazın yalnız kılınan namaz­dan yirmi beş derece; başka- bir rivayette yirmi yedi derece faziletli oldu­ğu beyan buyurulmuştur. Bu hadisleri inşallah yerinde görülecektir.

Ravi Resulullâh {Sallallahü Aleyhi ve Sellefn)'in kara Öküzün cildinde bir ak tüymü yoksa beyaz Öküzün cildinde bir siyah tüymü bu­yurduğunda şekk etmiştir.

Kubbeden murad deriden yapılan çadırdır. Ke1bî arap ikamet­gâhlarının altı şeyden yapıldığını bunların bir kısmının deriden bîr kıs­mının taştan bazısının ağaçtan bazısının kıldan ve yünden yapıldığını be­yan eder. Kubbe deriden yapılan çadırın ismidir.

«Cennete ancak Müslüman olan kimseler girer.» ifadesi kâfirlerin asla cennete giremiycceklerine delâlet eden sarih bir nastir. Bunun üze­rine İcmâ1 da münakid olmuştur.

 

378- (...) Bize Muhammed b. Abdillâh b. Nümeyr rivayet etti. (De­di ki): Bize babanı rivayet etti. (Dedi ki): Bize Malik — ki İbni Migvel-dir— Ebu İshâk'tan, o da Amr b. Meymun'dan, o da Abdullah'tan nak­len rivayet etti. Abdullah şöyle demiş: Resulullâh (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)   bize hutbe okudu sırtını deriden bir kubbeye dayiyarak:

  «Dikkat edin, Cennete Müslümandan  başka  hiç  bir kimse girme­yecektir. Ya Rabbi! Tebliğ ettim mi? Ya Rabbi şahid ol! Siz cennetliklerin dörtte bîri olmak ister misiniz?» buyurdu. Biz:

  «Evet  Ya  Resulullâh!»  dedik  Resulullâh  (Sallallahü Aleyhi ve SrUem)   (Tekrar) :

  «Cennetliklerin  üçte  biri  olmak  ister misiniz?» dedi. Ashâb :

  «Evet Ya Resulullâh!» dediler. Resulü Ekrem

  «Ben sizin cennetliklerin şatrı olmanızı candan dilerim. Siz başka ümmetlerin  içinde ancak ak Öküzün  cildindeki kara  kıl yahut kara  ökü­zün cildindeki beyaz kıl gibisiniz.»  buyurdular.

Bu hadisi Buhârî «Kitabut Rukak» ve «Kitabu'n-Nûzûr» da Tirmizi «Sıfâtü'l Cenne» de İbni Mâce «Kitabu'z-Zühd» te tahriç etmişlerdir. Bu da yukarı ki hadisin başka bir rivayetidir. Re­sulullâh  (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'in:

«Ya.Rabbi! Tebliğ  ettim  mi? Ya  Rabbi!  Şahİd  ol!» sözünün mânası;

«Tebliğ vazifesi benim üzerime farzdır. Ben bunu İfâ ettim. İfâ etti­ğime sen  şahid  ol ya  Rabbi!» demektir.

İbni Tin diyor ki : «(Bir kıl) denilmişsede burada hakiki bir­lik' murad değildir. Çünkü cildinde kendi renginden ayrı bir tek tüyü bulunan öküz yoktur. Maksad kendi rengine uymayan tüylerin azlığıdır.

 

96- Allah (Celle Celalühü) Âdem'e : «Cehenneme Gönderilenlerin Her Bin Tanesinden Dokuz Yüz Doksan Dokuzunu Çıkar Buyuracak» Hadis-i Babı

 

379- (222) Bize Osman b. Ebi Şeybe EI-Absi rivayet etti. (Dedi ki): Bize Cerir [393], A'meş'ten, o da Ebu Salih' [394] ten, o da Ebu Sa'id'den naklen rivayet etti. Ebu Sa'İd şöyle demiş: Resuhıllâh (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)   buyurdular ki :

«Allah (Azze ve Celle) : Ya Âdem!» diyecek. O da :

«Lebbeyk ve Sa'deyk. Bütün hayır senin yed-i kudretin dedir.» diye ce­vap verecek. Teâlâ hazretleri:

«Cehennem  hey'etini  çıkar.»  buyuracak Âdem Aleyhisselâm: «Cehennem hey'eti ne kadardır?»  diye soracak Allah-ü Zülcelâl: «Her bin kişinin dokuzyüz doksan dokuzudur.» buyuracak, işte küçüğün ihtiyarladığı, her hamilenin çocuğunu düşürdüğü zaman o zamandır. İnsanları sarhoş göreceksin, halbuki sarhoş değildirler. Amma Allah'ın azabı şiddetlidir [395]. Bu (beyanat) ashaba pek şiddetli geldi.

Ya Resul âli âh! Acaba bu (binde bir zat) hangimiz olacak?» dediler. Bunun üzerine Besulullâh    (Sallallahü Aleyhi ve Sellem):

«Müjde size! Ye'cüc ile Me'cüc'den bin, sizden bir kişi.» buyurdu.

Sonra sözüne devamla:

«Nefsim yed-i kudretinde olan Allah'a yemin ederim ki; ben cen­netliklerin dörtte biri siz olmanızı pek arzu ederim.» buyurdu. Biz de Al­lah'a hamdettik; Tekbir aldık. Sonra şöyle buyurdular:

«Nefsim yed-i kudretinde olan Allah'a yemin ederim ki; ben cennet­liklerin üçte biri siz olmanızı pek arzu ederim.» Biz (Tekrar) Allah'a hamd ettik ve tekbir aldık. Sonra  (yine) :

«Nefsim yed-î kudretinde olan Allah'a yemin ederim; kİ ben cennet­liklerin şatrı siz olmanızı pek arzu ederim. Çünkü ümmetler içinde sizin misaliniz kara öküzün cildindeki beyaz kıl gibidir. Yahut merkebin ön ayağındaki  bere gibidir.»  buyurdular.

 

380- (...) Bize Ebu Bekr b. Ebi Şeybe rivayet etti. (Dedi ki): Bize Vekî rivayet etti. H.

Bize Ebu Küreyb'de rivayet etti. (Dedi ki): Bize Ebu Muaviye riva­yet etti. Vekî' ile Ebu Muaviye'nin ikisi de A'meş'ten bu isnadla rivayet etmişler. Şu kadar var ki; onlar:

«O gün insanlar arasında siz ancak kara öküzün cildindeki beyaz kıl yahut beyaz öküzün cildindeki kara kıl gibi olacaksınız.»  demişler:

«Merkebin ön ayağındaki bere gibi...» cümlesini zikretmemişlerdir.

Bu hadisi Buharı «Kitabu'r-Rukak» ile Ye'cüc Me'cüc kıssasın­da tahriç etmiştir. Kıyamet gününde Allah Teâlâ   Hz.   Âdem'e;

«Cehennem  heyetini çıkar.» diyecek sözünden murad; cehenneme gidecek olanları başkalarından ayırmasını emredecek demektir. Bu işin Adem (Aleyhisselâm)7a havale buyurulması ya bütün insanların babası olduğu için yahut da onları bildiğinden dir. Âdem  (Aleyhisselâm) Teâlâ hazretlerinin nidasına kemâl-i nezaket ve edeple cevap verecek ve :

«Lebbeyk ve Sa'deyk. (Yâni) : Senin emrine bir değil, iki defa icabet etmeye ve onu tekrar tekrar yerine getirmeğe hazırım;  bütün  hayır se­nin yed-i kudretindedir.» diyecektir. Bütün hayır ve şer Allah'ın yedi kudretinde olduğu halde şerri ona nisbet etmeyerek yalnız hayırı zikret­mesi de kemâl-i edep iktizasıdir.. Çünkü şerrin haliki de Allah-ü Zülcelâl isede; Allah şerre razı değil; Fakat hayıra razıdır. Bazıları; Allah'a nispet­le hayır ve şer müsavidir. Zira Allah'ın her fiîli güzeldir. Fiillerin bazısı­nın güzel bazısının çirkin ve memnu olması kullara nispetledir demişler­dir. Hadisin buradaki rivayetinde ehl-i cehennemin her bin kişide dokuz yüz doksan dokuz nispetinde olduğu beyan edilmiştir. Başka bir rivayet­te bu nispetin yüzde doksan dokuz olduğu zikredilmiştir. Bu İki adetin arasındaki  fark  pek   büyük  isede  maksat  adetlerin   kendileri   değildir. Bu adetler yukarıda da beyan ettiğimiz vecihle çokluktan kinayedirler. Çünkü bir şey'i adetle tahsis etmenin ziyadesini nefiy mânasına gelmi-yeceği usul-u Fıkıhta tekarrur etmiş bir kaidedir. Binaenaleyh gerek bin­de dokuz yüz doksan dokuz gerekse yüzde doksandokuz nispetlerinin ifa­de -ettikleri mâna aynı şey olup cehenneme girecek olan kâfir sayısının çokluğundan mü'min adedinin azlığından ibarettir.

«Cehennem heyeti ne kadardır?» cümlesi mukadder bir cümle üzeri­ne atf olunmuş tur. Takdiri şöyledir : «Emrin baş üstüne Yarabbi! Ama bunların adedi ne kadardır?»

Resulullâh   (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) :

«İşte çocuğun ihtiyarladığı, hamilenin çocuğunu düşürdüğü zaman o zamandır.» sözüyle :

«Şüphesiz ki, kıyametin zelzelesi pek büyük bir şeydir. Onu gördü­ğünüz gün her emzikli anne emzirdiği çocuğundan vaz geçecek...»

Âyet-i kerimesine işaret buyurmuştur. Ulemâ gerek hadis-i şerifte gerekse âyet-i kerimede zikredilei çocuk düşürme çocuğundan geçme gibi hallerinin ne zaman zuhur edeceği hususunda muhtelif kaviller ile­riye sürmüşlerdir. Bazılarına göre; bu hal henüz dünyada iken kıya­met için yer sarsıldığı zaman olacaktır. Çünkü kıyamette çocuk dü­şürmek sarhoş olmak gibi haller yoktur. Bu kavle göre; âyetten mu-rad zahiri manasıdır. Diğer bazılarına göre ise, aynı haller kıyamet­te vuku bulacaktır. Âyetteki çocuk düşürmek ve emsali mecazdır ve mâna şudur; «Kıyametin şiddet ve heviİnâk manzarası insanları o dere­ce korkutacak ki; orada hamile kadınlar bulunduğu tasavvur edilse mut­lak korkudan çocuklarını düşürürler.»     Nitekim araplar başlarına gelen korkunç bir musibeti ifade için: «Başımıza öyle bir belâ geldi ki çocuğu ihtiyarlatır» derler.

Kirmanı: «Hadisten murad oradaki korkunç manzarayı tem­sildir.» diyor.

Ashab-ı kiramın kendilerine verilen haberi pek ağır ve şiddetli bu­larak : «Ya Resulullâh! Acaba kurtulacak olan bu zat hangimiz olacak» diye sormaları bindebir nispetinde az olan kurtulanların her ümmete şamil olduğunu ve her ümmetten yalnız bir kişi kurtulacağını zannet-melerindendir.   Resulullâh    (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) ;

«Müjde sîze...» buyurarak maksadının bu olmadığını beyanla cen­netliklerin cehennemliklere nispetle az olduğunu anlatmak İstediğini söy­lemiştir.

Yecüc ve Mecüc: Kıyametin büyük alâmetlerinden olmak üzere kıya­mete yakın yer yüzüne dağılarak pek büyük fitne ve fesatlar çıkaracak müt­hiş zulümler ika edecek iki fırkadır. Vehb'ibn Münebbih ile Mukatil b. Süleyman 'm beyalarına göre; bunlar Nuh (Aleyhisselâm) 'in Yafes ismindeki oğlunun zürriyetidir. Kâ'ba göre ise; Âdem (Aleyhisselâm) 'm toprağa karışan nutfesinden halk edilmişlerdir. Bu hususta daha başka kavillerde vardır. Tafsilât kelâm kitaplarındadır.

Raknıe : Merkebin ön bacaklarının iç taraflarında tırnaklara yakın daire şeklinde görülen berelerdir. Allah-u Âlem.

 

 



[1] Leys  b.   Sad  b.  Abdirrahaıan.

[2] İbni   Şihâb   Zübrı'.

[3] Ubeydullah   b.   Adiy   b.   e!-Hiyâr:   Kureyş   kabilesine   mcnsûb   olup   Peygam­ber  (S.A.V.)   zamanında  doğmuş;   ve   Veüd   b.   Abdümelik   zamanında   vefat   etmiştir.   Sa-hihayn   râvîlerindendir.

[4] Mİkdâd  b.  Eİ-Esved  (R.A.):   İsmi  Mikdad b.   Amr b. Salebe'dir.  Ashâb-ı  ki­ramın  büyüklerinden   oİııp   33   tarihinde   vefat   etmiştir.   Câhüiyet   devrinde   kendisini  Esved b.   Abd-i  Yeğus   oğulluk   edinmişti.   Bu   sebeble   Mİkdâd  b.   Esved   diye   yâd   olunur.

[5] Ma'mer b.

[6] Ebû   Mûsâ   İshfik   b.   Mûsâ   b.   Abdillâh   «I-Ensârî:    (    -   ) Müslim'in  râvîlerindendir.

[7] Süleyman   b.   Hayyâa   cl-Ca'ferî

[8] Muhammed b. Alâ\  '

[9] Ishâk b.  Râhuye.

[10] Muhammed b. Hâzim.

[11] Ebû  Zibyaıi,   Husinn  b.  Cimdüb  b.  Amr:  (      -      )   Kûfe'lidir.  Tabiinin  büyüklerindendir.

[12] ÜsâmetüTiDİi  Zeyd  b. Harise (R.A.): Resuİüliah (S.A.V.) in  azadlısı Zeyd b. Harise (R.A.) in oğiudur. Annesi ümmii  Eynıetı'dir.  Resulüllah (S.A.) irtihâl  ettiği zaman 20 yaşında idi. Hz. Peygamber (S.A.V.) kendisini ordu kumandanı ta'yin etnıİşdi. Muâviye (R.A.)   devrinin   sonlarında   vefat   etmiştir.

[13] Surei   Enfâl,  âyet :   39.

[14] Hüşeym  b.  Büşeyr.

[15] Ebu'l-Hüzeyl  Husayn  b.   Âbdirrahmân:  Vasıflıdır.  Tabiînin   küçüklerindendır. Bazı   rivayetlerde   ismi   Hasîn   diye   nakledilmiştir.

[16] S&re-i   Nisa,   Âyet:   94.

[17] Ebû Osman Amr b. Âsim b. UbeydiIIâh: Sahihayn râvîlerindendir

[18] Safvân   b.   Muiniz:   Basra'lıdır.   Bişr   b.   Mervan'ın   valiliği   zamanında   vefat etmiştir.

[19] Hâlid   h.  Abdülâh   b.   Muhriz:   Basra'hdır.   Müslim'in   râvîlerindendir.

[20] Cündeb   b.   Abdiîlâh   eî-Beeelî   (R.A.):   Ashab-ı   kiramdandır.   Evvelâ   Kûfe'de, sonra   da   Basra'da  yaşadığı   için  hadisini   hem   Kûfe'lilcr   hem   Basra'hiör   rivayet   etmiştir

[21] Ebû   Sufra  As'as  b.  Selâme:   Easra'lıdır.   Sahâbî   olup   olmadığı   ihtilaflıdır.

[22] Yahya b.  Said b. Ferrûh.

[23] Hammâd b. Üsâme.

[24] Mtihamnaed b. Abdillâb.

[25] Ebû AbdİUâh Nâfi': Abdullah b. Ömer  (R.A.)  nın  mevlâsıdır.

[26] Ebû Abdillâb Mus'ab b. el-Mikdid: (      -119) Küfe'lidir. Müslim'in râvîstdir.

[27] Ebû Seleme tyâs b. Selemetelml Amr: (     -119) Sahihayn râvîlerindendir.

[28] Ebû Âmir Abdullah b. Berrâd b. Yusuf el-Eş'arî: (     -     ) Küfe'lidir.  Sa­hihayn   râvîlerindendir.

[29] Büreyd   b.   Abdillâh   b.   Ebî   Bürde:   Küfe'lidir.   Dedesi   Ebû   Bürde   Âmir'den rivayette bulunmuştur.

[30] Ebû Bürde Âmir b. Ebî Mûsâ.

[31] Ebû Muse'l-Eş'arî: Abdullah b. Kays (R.A.)

[32] Ebu'l-Ahvas  Muhammed  b,  Hayyân:   Bağdad'da   yaşamıştır.   Yalnız  bu   hadîsi rivayet   etmiştir.

[33] İbni Ebî Hazım  Abdülâziz b. Ebî Hâz;m:  (107-184)   Medine'H  âzadiıiardan-dır.   Mescid-i Nebevi'de ansızın  vefat   etmiştir

[34] EI-Alâ' !î.  Abdirralımaıı.

[35] Abdullah  b.  Mcs'ud  (R.A.).

[36] Cerir   b.   Abdilhamîd   b.   Cerir.

[37] Ebû Sahili Hakem b. Musa el-Kantâri: {      -231)    Bağdat'tı     sulehâdan     bir zattır

[38] Ebû  Abdiüâh   Yahya   b.   Hamza   el-Yenıâmî:   (      -283)  Dimeşk   kachsichr.

[39] Ebû Urve  Kaasim  b. Muhaymira :   (      -      ) Kûfe'li olup  Şam'da yaşamıştır

[40] Ca'fer b. Avn b. Ca'fer: Kûfelidir.  207 tarihinde hacdan dönerken vefat et­miştir

[41] Ebû   Umeys  Utbefii'bnü   Abdiüâh:   Kûfe'lî   olup  Abdıırrahnıan   b.   Mes'udrnin kardeşidir.

[42] Ebû  Sahra  Cami'  b,  ŞeddâtJ :   {      -218) Kûfe'lidİr.  Sahihayn   râvîlerindenJir.

[43] Ebû   Muhammed   Abdillah   b.   IVfutî'Bekrî,   Nisâburidir.   Bağdad'da   yaşamıştır

[44] Husayn   b.  Abtürrahmân.

[45] Abdussaıncd b. Abdilvâris.

[46] Âsimu'l-Ahvel,  Âsim  b. Süleyman.

[47] Ebû Ömer el-Kıbtî, Abdiilmelik b. Umeyr b. Süveyd : Kulelidir.  Kıbtî ismin­de   meçhur  bir koşu   atına   mâlik  olduğu  İçin   kendisine   Kıbtî denilmiştir.   Şa'bî'den   sonra Kûfe'yç, kadı   olmuştur.   136  tarihinde   103  yaşında vefat etmişti

[48] Ebû Abdirrahman Abdullah b. Muhammed b. Esmâ'ed-Du'baî: (     -231) Bas-ra'lidır. Hz, Cüveyrtye (R.A.)  dan hadîs rivayet etmiştir.

[49] Mehdî b. Meymûn:   (     -173) Basra'h  âzadiı  kölelerdendir

[50] Ccrir b. Abdilhamîd b. Cerir.

[51] Mansur b. Mu'temir.

[52] İbrahim Nafcaî.

[53] Hamın anı b. el-Hârİs cn-Nahaî . Kûfe'lidir.  Haccâc zamanında vefat etmiştir.

[54] Buharî  rivayetinde  emirden  murâd  Hz.   Osman  (R.A.)  olduğu  açıklanmıştır.

[55] HuzeyfetüTmü'I-Yemân   (R.A.):      Ashâb-i   kiramdan    olup   Kûfe'lidir.    36  tari­hinde Hz. Osman'dan  40 gün   sonra  vefat  etmiştir.

[56] Muhammed  b. Beşşar.

[57] Hareşetü'hnü'1-Hun-e:   Kûfe'Hdir.   Bişr   b.   Mervân'm   Küfe   valiliği   sırasında vefat etmiştir.

[58] Süfyan-i Sevrî.

[59] Süleyman b. Mushir el-Fezârî: Kûfe'Hdir. Hareşetü'bnü'I-Hurr'dan hadîs riva­yet etmiştir. Kendisinden de A'meş rivayette bulurfmuştur

[60] Ebû Zerr el-Gıfârî, Cündeb b. Ciinâde (R.A.): Ashab-i kiramın meşhurlarm-dandır.  Isfâm  tehiyyesile  Peygamber  (S.A.V.):   tik  selâmlayan  zattır.  Rabaze'de  yaşamı; ve 32 târihinde orada vefat etmiştir.

Sahİh-i Müslim Tercüme ve Şerhi, F: 27

[61] Ebû  Hazım  Selmân  el-E^caî.

[62] Ebû Salih Zekvân.

[63] Ebû Zebid Absr b.  Kaasim:   (      -168)   Kûfe'lidir.

[64] Süfyân b. Uyeyne

[65] Amr b. Dinar

[66] İslâm'a   düşman   bir   devletin   tebaasından   olan   kâfir.

[67] Âl-i Imran, âyet: 77.

[68] Cerir b.  Abdulhanıid.

[69] A'meş:  Süleyman  b. Mihran

[70] Ebû   Sellâm   Muâviyetü'bnü   Sellâm  b.   Ebî   Sellâra   ed-Dimaşkî: Şamlıdır.

[71] Ebû   Nasr   Yahya   b.   Ebû   Kesr   el-Yenıâmî:   Azadli   kölelerden   olup   Yemâ-me'de yaşamış; ve  129 yahud   132 târihinde vefat etmiştir. Ebû Kesîr'in İsmi Sâlîh'dir.

[72] Ebû  Kılâbe:  Abdullah b. Zeyd.

[73] Sabit b. Dahhâk b. Ümeyye (R.A.): Bey'atü'r-Ridvân'da Peygamber (S.A.V.) e bey'at eden   Ensar-ı  kirâmdandır. Ibni  Zübeyr  fitnesinde  vefat  etmiştir

[74] Abdülvâris   b.   Abdissamed   b.   Abdilvâris:   (      -252)   Basrahdır.      Babasından hadîs  rivayet eder

[75] Eyyubu Sahtiyanı

[76] Abdürrazzak b. Hemroanı.     Sahih-i    Müslim'de    bundan   başka    Abdürrazzak yoktur.

[77] Ebû Hâzhn SelemetiTbirö Dinâr: Medine'Ii âzadhiardandır.  133 tarihinde ve­fat etmiştir.

[78] Eba'l-Abbâs  Sehl.   Sa'd   es-Sâidî   (R.A.):   Ensar-ı   Kiramdandır.      Peygamber (S.A.V.) den hadîs rivayet etmiştir. 91 tarihinde vefat etmiştir. Medine'de vefat eden son sahâbîdir

[79] Basra'nın mescidine işaretdir.

[80] Ebu Hafs Ömenı'bnü'l-Hattâh b. Nüfey] el-Karaşî (R.A.): Hayatlarında cen­netle müjdelenen on sahabeden biri ve Resulüllâh (S.A.V.) in ikinci halifesidir. Bir hey-kel-i hak olan bu mübarek zâtın menâkıbı ciltlere sığmaz.  10,5 sene halifelik yapmış; ni­hayet şehid  edilmiştir

[81] Ahmet b. Amr b. Şerh el-Mİsrî.

[82] İmâm  Mâlik.

[83] Ebul-Gays Salim: Abdullah b. Muttîin âzadlısıdır. Hz. Ebu Hüreyre'den bir hadîs rivayet etmiştir.

[84] Ebû's-Satt Haccâc b. Ebî Osman: (     -143) Basra'lidır. Azâdli kölelerdendir

[85] Ebo'z  Zübeyr Muharamed  b. Müslim  b. Tedrtis.

[86] Câbir b. Abdillâb.

[87] Ebû Alkâme Abdullah b. Muhammed b. Abdillâh b. Muhammed b. Ebî Farva:

Medİne'H olup Hz. Osman oğullarının âzadlısıdtr.

[88] Abdullah b. Süleyman el-Eğarr: Medİne'H âzadliiardandır.  Babasından hadîs rivayet etmiştir.

[89] KuteybetüTmü Said.

[90] Alâ' b. Abdirrahmân el-Htırakî.

[91] Eba AUy Hasan b. Mosâ ei-Kûfî: (  -   ) Aslen Horasanlı olup Bağdad'da yaşamıştır.

[92] Ebâ Muhammed Sabit b. Eşlem.

[93] Sûrc-i Hucurât, âyet: 2.

[94] Ebû Abbâd Katan b. Niiseyr el-Guberi: Derrâ' namile ma'ruftur. Müslim'de yalnız bir hadîsi vardır.

[95] Ebâ Süleyman Ca'fer b. Süleyman:  Basrahdır.

[96] Ebû Habib Habbân b.  Hilâl el-Bâtaffi:  (     -216) Basrahdır.

[97] Ebû Habib Habbân b.  Hilâl el-Bâtaffi:  (     -216) Basrahdır.

[98] Ebû Hmnza Hüreym b. AbdllVU el-Esedî: Basra'lıdır.  Müslim'in  râvilerin-dendir.

[99] Cerir b. Abdilttamld b. Cerir

[100] Mansur b. Mu'temîr b, AbdiHsh,

[101] Şakîk b. Selcmctel-Esedî.

[102] İbni Mes'ûd.

[103] Ebu Ma'n Zeyd b. Yezid  Er-Rakkaaşt:  Basrahdır. Müslim'in  râvilerindendir.

[104] Abdurrahroan  b.   Şumâsete'l-Mehri:   Mısırlıdır.   Müslim'in   râvilerindendir.

[105] Ebû  Muhammed  Abdullah b.  Vehb.

[106] Yunus b. Ye/İd b.   Ebi

[107] Ebû Hâtid  Hakim b.  Hizanı b. Huveylid   (R.A.) Ashab-ı  kiramdan oîup Hz. Hadîce   (R.A.)   ViLİitİemizin   kardeşi   oğiudur.   Kabe'de   doğmuştur.   Aitmışı   câhiliyeHe,   alt­mışı da İslâm'da olmak üzere 120 sene yaşamıştır. Esah kavie göre 54 târihinde Medine'­de vefat etmiştir.

[108] Salih b. Keysân.

[109] Muhammet!   b.   Hâzini.

[110] İbrahim  Nahaî.

[111] AlkametüTinü b. Abdillâb.

[112] Abdullah  b.  Mes'ud.

[113] Muhammed b. A!â\

[114] Lokman b. Bâûrâ; Lokman Hakim diye meşhur olan zâttır. Şahsı hakkında ihtilâf edildiği gibi, peygamber mi yoksa hakim mi olduğu dahî İhtilaflıdır. Sa'lebî: «Ule­ma onun Hakim olduğunda müttefiktirler. Peygamber olduğunu yalnız İkrime söylemiştir.» diyor. Sahih kavle göre Lokman, Davûd (A.S.) zamanında yaşamıştır.

[115] Ebû Abdîllâh Muhammet! b. Minhâl  ed-Darîr:   (  -    )  Basrahdır.  Yezİd b. ZüreyMan hadîs rivayet etmiştir. Sahİhayn râviierindendir

[116] Alâ' b.  Abdirrahman b. Ya'kub el-Hurald.

[117] Sûre-i   Bakara,   âyet:   284.

[118] Sûre-i   Bakara,   âyet:   285

[119] Sûre-i  Bakara, âyet:  286

[120] SüfyaiM Sevrî.

[121] Halid b. Hâlid: Yahya b. Âdem'in babasıdır. Kûfelidir.

[122] Âdem bin Süleyman; Kûfeli Halid b. Hâlid'in âzadhsidir. Yalnız bu hadîsi ftvâyet etmiştir.

[123] Sûrei Bakara, âyet:   284,

[124] Ebû Osman Said b. Mansur b. Said: Horasan'da doğmuş;  Belh'de yetişmiş­tir. Mekke'de senelerce mücavir olarak yaşamış; nihayet 227 târihinde orada vefat etmiştir

[125] Ebû  Hâcib  Zürâratö-baü Evfâ  el-Amirî;   Basra  kadısıdır.   Hz.  Ebû   Hüreyrt ile Imrân b. Husayn (R.A.) dan hadîs rivayet etmiştir.

[126] Ebû  Mutıanınsed  Abdetü'bnü  Süleyman   d-Kitâbi: (      -      )  Kûfelidir.     İsmi Abdurrahrnan   iken   sonradan   isim yerine   iâkabile   anılmıştır.

[127] KaîâdstiThnü   Diâme.

[128] Eîıfi IkUr Hisâm b. Ebû Abdiîlâh : (      -      ) Benî Bekr kabilesine mensiibtor.

[129] Şejbân   b.   Abdirrahman

[130] Sure-i   Yusuf,  âyet:   24.

[131] Bakara Sûresi, Âyet: 284

[132] Süfyân b. Üyeyne.

[133] Abdulvaris b. Sagid

[134] Ebu Osman Ca'd b. Dinar:  Basrahdır.  Enes b.  Ma'lik'ten  hadîs rivayet et mistir.

[135] Ebu Recâ'el-Utâridi Jmran b. Temim: Basra'hdır. Peygamber (S.A.V.) zama nına yetişmiş  fakat onu  görememiştir.   130 sene yaşadığı  rivayet olunur. Vefatı   110 ta rihindedİr

[136] Sebe' Sûresi, Âyet: 37.

[137] En'am Sûresi, Âyet:  160.

[138] Bakşra  Sûresi,  Âyet;   261.

[139] Cerir b. AbdiHâh b. Cerir.

[140] Süheyl  b.  Ebû  Salih.

[141] Muhammed b. Amr b. Abbââ b. Cebele b, Ebû Uavvâd el-Bâhilî: Basra'lıdır. Müslim'in  râvîlerindendir.

[142] Ebu'l-Cevvâb   Ahvas   b,   Cevvab   ed-Dabbî:   Kûfe'Hdir

[143] Ammâr b. Ruzeyk  ed-Dabbî:  Kûfe'lİdır.  Müslim'in  râvîlerindenir.

[144] Ebu Sâlib Zekvân.

[145] Yusuf b. Ya'kub es-Saffâr: Kûfe'lidir. Sahihayo  râvüerindendİr.

[146] Ebu'l-Hasen  Aliyyü'bnü   Assam  b.  AIiyytt-Âjnİrî:   Kûfe'Hdir.   NisaburMa  ya­şamış; 228  târihinde Tarsus'da vefat etmiştir. Müslim'in râvîlerindendir

[147] Ebû Mâlik Süayr b. Hıms et-Temimî: Kûfe'lidir.  Hastalığında bayılmış;  ve öldü  zannedilerek yıkanıp  kefenlendikten  sonra  dirilmİş.  Oğlu  Mâlik  ondan  sonra  doğ­muştur

[148] Muğiretütmü Miksem

[149] İbrâhim  Nahaî.

[150] Aikamctnhnü  Kays b.   Ahdillâh.

[151] Abdullah b. Mcs'ud.

[152] Ebû Alî Hânın b. Ma'ruf: Bağdad'Iıdir. Sahihayn râvîlerindendir

[153] Hişâm b. Urve.

[154] Ebû'n-Nadr Hâşim b.  el-Kaasim.

[155] Ebu Said el-Müeddib, Muhammed  b. Müslim b. EmVI-Vaddâh (el-Mosenna): Basrahlardan  ma'duddur.  Hişâm b.  Urve'den hadîs  rivayet  etmiştir.

[156] Ebû Abdillâh Muhamroed  b.  Abdillâh b.   Müslim b.  Ubcydillâh  ea-Zührî-el-Kuraşi: Oğlunun emriyle miras için  köleleri tarafından öldürülmüştür.

[157] Zübrî.

[158] Eyyûb-i  Sahtiyanı

[159] Abduh b.  Muhamraed yahud İbni  Ömer:  Bağdad'hdir.

[160] Yahya b. Ebû Kesir.

[161] Ebû   Seleme   Abdullah   b.   Abdirrahmân.

[162] Ebû Sehl  Kesir  b.  Hisânı   el-Kelbî:   Bağdad'da   yaşamıştır.

[163] Ebû  Avf Yezid   b.   el-Esamm:   Tabiîndendir.   Rafcka'da  yaşamıştır.

[164] Ebû Âmir Abdullah b. Âmir b. Zürâratel- Hadramî: Muhammed b. Fudayl jle Aîiy b.   Müshir'den hadîs rivayet  etmiştir.

[165] Ebû Abdirrâhmân Muhammed b. Fudayl b. Gazvân ed-Dabbî: Kûfe'H âzad-lılardandir.

[166] Muhtar b.  Fülfiil: Azadlı kölelerden olup Kûfe'lüerden ma'duddur. Hz.  Enes (R.A.) dan  hadîs rivayet etmiştir.

[167] Cerir b. Abdilhâmİd

[168] Araf Sûresi,  Âyet:  200.

[169] Ma'bed b. Kâ'b b. Mâlik el-Ensarî es-Sckmî:  Medîne'lidir.  Ebu  Katade' hadîs rivayet etmiştir.

[170] Abdullah b.  Kâ'b  b.  Malik  el-Ensari  es-Selemî:   Ma'bed b.   Kâ'b'ın kare dir. Babasından hadîs rivayet etmiştir.

[171] Ebû  Üsâme  Iyaz b.  Sa'lebete'I-Ensarî  (R.A.):  Ashabı  kiramdandır.   Peyg ber (S.A.V.)  Bedr'e giderken  kendisini  annesinin   yanında   bırakmış,  döndüğünde anm vefat  etmiş  bulmuş ve cenazesini  kılmıştır.

[172] Ebu Musa Harun b. Abdullah b. Mervan: Bağdad'hdır.

[173] Ebu Muhammet! Velid b. Kesir el-Mahzumî: Medine'lidir. Kûfe'de  151 tari­hinde vefat etmiştir.

[174] İbni Mes'ud (R.A.): Künyesi Ebû Abdirrahmân'dır.  Nitekim  Es'as onu kiin-yesİyle anmiştir.

[175] Ebû Mubammed Eş'as b. Kays el-Kindî (R.A.): Kûfe'lilerden sayılır. Dokuz hadîs rivayet etmiştir.

[176] Cerir b. Abdilhamİd  b.  Cerir,

[177] Mansur b. Mutemir b. Abdillâh

[178] Süfyân   b.   Uyeyne.

[179] Cami' b. Ebû Râşid:  Râbi'   b.   Ebî Râşid'in  kardeşidir.  Kûfe'Iidir

[180] Abdülmelik  b.  A'yen:  tmrân-ı  Kûfi'nin  kardeşidir;  Şiîler d erimiş.

[181] Ebu's-Seriy  Hcmmâd  b.  Seriy  b.  Mus'ab  et-Temîmi:     Müslim'in  râvîterin-dendİr.

[182] Ebu Âsim el-Hanefi Abmed b. Cevas: Kûfe'Hdir. Müslim'de yalnız üç hadîsi vardır

[183] Ebul-Ahvad,   Sellâm   b.   Süleym.

[184] Ebû'l-Muğire  Simak   b.   Harb   b.   Evs:   Kûfe'Iidir.   Müslim'in   râvîlerindendir.

[185] Alkametü'bnü  Vail  b.  Hucr  el-Hadramî:   Babasından   hadîs   rivây_et   etmiştir.

[186] Ebu'l-Velİd:   Senedde   ismi   geçen   Hişâm   b.   Abdİlmelik'dİr.

[187] Vâil  b.  Hucr  el-Kindi  el-Hadrâmî  (R.A.):  Ashab-ı   kİrâmdandır.   Aslen  köle o!up, âzad  edilmiştir.

[188] Yemin-i   gamûs:   Yalan   yere   yemin   etmektir.

[189] Ebu'l-Heyseııı Hâlid  b.  Mahkd  d-Becelî :  Kûfe'İidir.  Sahihayn  rûvilcrindeıulir.

[190] Süleyman b. Ebî Müslim el-Ahval:   Mekke'yidir.  Sahihayn râvilerindendir.

[191] Sabit   mevlâ   Ömer   b.   Abdirrahman):   Abdullah   b.   Ömer   (R.A.)   dan   hadîs rivayet etmiştir.

[192] Ebûl-Veiid Anbesetii'bnü  Ebî  Süfyân:     Ümmü'I-Mü'minin     Ümmü     Habibe (R.A.) dan hadîs rivayet etmiştir.

[193] Ebû Osman Mnhammed b. Bekr b. Osman: Sahihayn râvilerindendir

[194] Ebu Osman Ahmed b. Osman en-Nevfelî: Lâkabı Ebu'I-Cevzâ'dır.  Müslim'in râvilerindendir.                                                   

[195] Nebîl,   Dahhâk   b.   Mahled.

[196] Ebu'I-Eşheb   Cafer  b.  Hayyan   el-Uârİdî:   Basra'lıdır.   Â'mâ  imiş.

[197] Ebu   Saİd  Hasen  b.   Ebi'l-Hasen   (Yesar)   EI-Ensarî:   Babası   azadh  köle.  An­nesi,  Hz. Ümmü Seleme  (R.A.) validemizin   cânyesidir. Tabiinin büyüklerinden  olup, Ha-san-ı  Basrî namıyle  meşhur bir  fakihdir.

[198] Ebu AÜ Ma'kıl b. YesÛr b. A&Üillah El-Müzenî (R.A.): Ashabı kiramdandir.

[199] Yunus b. Ubeyd b. Dinar.

[200] Ebu'l-Melîh  Âmir   b.   Üsâme   yahud   Zeyd   b.   Üsâmete'l-Hüzelî:      Basra'lıdır. Kûfe'li olduğunu söyleyenler  de vardır.  Sanihayn   râvilerindendir.

[201] Ebû  Süleyman  Zeyd  b.  Vehb  el-Hemdâm:  Kûfe'Iidir.   Resulülfah  (S.A.V.)  in yanına  gitmek   için  yola çıkmış;   fakat  o   varıncaya kadar  Peygamber   (S.A.V.)   irtihâl   et­miştir

[202] Huzeyfetü'bnül-Yemân   (R.A.):   Asr-âb-ı   kiramın   büyüklerinden   olup   Kûfe'Ii­dir.  Peygamber 

[203] Ebu Meryem, Ribî' b.  Hıraş.

[204] Sa'd'in künyesi  Ebû  Mâlik'tir.

[205] Nuaym b. Ebû Hind el-Eşcai: Rib'i b. Hirâş ile Hâzim b. Selmân'dan bahis rivayet etpıiştir.

[206] Selmân eI-E$caî.

[207] Ebû Amr Şebâbetü'bnü Sevrâr  ei-Fezâri: Medfiinlidir.  Sahİhayn  râvilerin-deodir.

[208] Muhammed b. Zeyd b. Abdillâh b. Ömer b. el-Hattâb.

[209] Hamibâd b. Üsâme.

[210] Ubeydullah b. Ömer b. Hafs b. Âsim: Hz. Ömer (R.A.) in üçüncü derece­de  torunlarından  Abdullah,  Âsim  ve   Ebu   Bekr'io   kardeşidir.   Künyesi  Ebu  Osman'dır. 144,  145 veya 147 tarihinde vefat etmiştir.

[211] Ebu Osman Affân b. Müslim es-Saffâr.

[212] Ebu İsmail Hammâd b. Zeyd.

[213] Sabit b.  Eşlem  el-BÜnânî.

[214] Ebu Muâviye: Muhammed b. Hâzim.

[215] Ebü Yâü: Sakik b. Selemete'l-Esedî.

[216] Ebu  Muhammed  Salih  b.  Keysan.

[217] Ebû   Muhammed   İsmail   b.   Sald   b.   Ebû   Vakkâs;   Medine'Iidir.   Babasından ve daha birçok kimselerden hadîs rivayet etmiştir.

[218] Bakara sûresi, âyet:  260 (697)

[219] Ebu Abdirrahim Abdullah b. Muhammed b. Esma-ed Dubai : Basra’lıdır

[220] Cüveyriyetü’bnü Esma’  ed-Dubai : Basra’lıdır

[221] İmam Mâlik  b. Enes.

[222] Ebu   Ubeyd   Sa’d  b.   Ubeyd:   Medine'Iidir . Abdurrahman  b. Ezher’in yahut Abdurrahman b. Avf (R.A.)   m   âzadlısıdır .  Ömer , Osman , Ali ve ebü Hüreyre (R.A)    hazaratından hadîs  rivayet etmiştir

[223] Ebu Üveys Abdullah b. Abdillah b. Üveys:     Medine'lidir.  Zühri'den  rivayet etmiştir

[224] Sûre-i  Bakara,  âyet:  260.

[225] Hud sûresi, âyet:  80.

[226] Leys.

[227] Said  b.  Ebu  Said.

[228] Hıcr sûresif âyet:  9.

[229] Ebû Mûsâ Yûnus b.  Abdil'a'lâ:  Mısır'lıdır.  Müslim'in  râvîlerindendİr.

[230] Amr b. El-Hâris b. Yâkub el-Ensâri.

[231] Ebû Yunus Süleyman b.  Ciibeyr:  Eb"u Hüreyre (R.A.)  in azâdlısıdır. Mısır'lılardan sayılır.

[232] Isra sûresi, âyet:   15

[233] Hüseyin b. Böşeyr b. el-Kaasbn.

[234] Ebû Hay Salih b. Salih d-Hemdânl:  KÛfelidtr.  Sahihayn  râvilerindendir

[235] Süfyân b. Uyeyne.

[236] Ebû'I-Haris Leys b. Sa'd b. Abdirrabmân

[237] Yunus b. Yezid.

[238] Sûre-i Nisa, âyet:   159.

[239] Atâ' b. Minâ':  Medine'li olup İbni Ebû Ziihâb'ın  azadlısıdır.  Sahihayn râvi-lerindendir.

[240] Ebu'l-Abbâs Velid b. Müslim el-Kuraşî:  Âzâdlilardandır.

[241] İbn Heromâm Velid b. Şiicâ' b. Velid:  Bağdad'da yaşamıştır.  Müslim'in râ-vilerindendirı.

[242] Haccâc b. Mubammed el-AVer el-Hâşimî: Âzadlı  kölelerdendir.

[243] Âli îmrân sûresi, âyet: 55.

[244] Nisa sûresi, âyet:  158.

[245] Sûre-i En'am, âyet:   158.

[246] Muhammed  b.  FudayI.

[247] Cerir  b.  Abdilhamid  b.  Cerir.

[248] Ebû-  Abdirrahmân   Abdullah   b.   Zekvân;   Lâkabı   Ebû'z-Zinâd'dir.   Buna   ki-zarmış.

[249] Abdurrahn.au   el-A'rac  b.  Hürmüz:   Azâdhlardandir    117   tarihinde   İskenderi­ye de vefat  etmiştir.  Hz.  Ebû Hüreyre'den hadîs  rivayet etmiştir

[250] Ebû Bekir Abdiirrazzâk b. Hemmâm.

[251] Ebu'1-Fadl  FudayI   b.  Gımân   cd-Dabbî :   Âzadlihırdandır.   Sahilini ıı   râ\ilcrindendir

[252] Ebû Hâzim Selınûn  cl-Eşcaî.

[253] Ebû   Abdillâlı   Yûnus   b.   Ubeyd   b.   Dinar.

[254] Ebû  Esma'  İbrahim  b.  Yezid  el-Tcyıııi:   Kûfe'li   îibid   bir zâttır.     Babasından hadîs   rivayet   etmiştir,   92  veya  94   tarihinde  hapisde  vefat   etmiştir

[255] Ebû'l-Hasen   Abdülhamid   b.   Beyân   el-Vasıtî:   Müslim'in   râviler avilerindendir

[256] Hâlid   b.   Abdillâlı   b.   Abdirrâlmıân   el-Vâsıtt:      Künyesi   Ebu'l-Heysem   veya Hbû  Mııhamhıed'dir. Sıılchâdan  bir zâttır.  Nefsini  Allah'dan  üç defa satın  almıştır derler,

[257] Ebû   Muâviye   Mulmınıııed   b.  Hâzini  ed-Darir.

[258] Sûre-i  Yasin,  âyet:   38

[259] Allah-u A'Ienı bugün Arap yarımadasından bo! miktarda fışkıran petrol bu­na işaret olsa gerektir. Çünkü çıkarılan muazzam miktardaki petrolün yerinde pek büyük boşlukların açılması tabiîdir. Binaenaleyh bu hal hadîs-i şerifte haber verilen yer bat­masının  bir işareti  olabilir.

[260] Yunus b. Yezid

[261] Sûrc-i  Alâfc,  âyet:   1-5.

[262] Ümmül   Müminin   Hadice   hmti   Hiivcylid:      (Radiyallahu   anha)      Peygamber (S.A.V.)   İn   ilk   zevceleridir.   Onunki   25   yaşında   iken   evlenmiş,   Hz.   İbrahim'den   mada bütün   çocukları   ondan   doymuştur.   Resıılüllûh   (S.A.V.)  ondan   önce  hiç  bir kadın   ile  ev-lenmediyi   yibi,   üzerine   de   kimseyi   almamıştır.   Hz,   Hadice   (R.A.)   Hicretten   üç  sene   ev­vel   vefat  etmiştir.   Kadınlardan   hatla   mutlak   suretle  Peygamber  (S.A.V.)  e  ilk  iman  eden Hz.   Hadice   (R.A.)   dır.

[263] N'uımıs-u   Ekbcr:   Vah\*i   yeli ren   melek   yani   Cebrail   Aleyhisselâm'dır.

[264] Getirilen   şeyden   murad   vahiy'dir.

[265] Sûre-i  Müddessir,  âyet:   1-5.

[266] Ebu Muhammed Osman b. Ömer b. i'ııris; Basra'da yalamıştır. Sahihayn ravjlerimienılir.   İki   yii/.   doku/,  tarihinde   Basra'da   vefat   etmiştir.

[267] Aliyvu*hnii'l-Mıİbiirtk :   Mısırlıdır.   Sahihayn   râvilerimlendir.

[268] Meryem   sûresi,   ûyet :   57.

[269] Sflİd b. Ebi Arabe.

[270] Malik  b.  Sa'sa'a  (R.A.) :   Ashab-t   kiramdandır.   Aslen   Medine'li  olup Basra'­da yaşamıştır. Kendisinden yalnız bu hadîs  rivayet edilmiştir

[271] Ebul  Âliye   Ziyad  b.  Feymz   el-Kureşi:   Kureyş'in   âzadlılanndaridır.   Basra'h-dir.   Ok  sivriltmekle   meşgul   olduğu  için kendisine  berrağ   denilmiştir.

[272] Sûre-i  Secde,   âyet:   23

[273] Meşhur 4  mezhep  imamlarından  biri.

[274] Muhammed  b.  fchâk  b. Muhammet!  el-Müseyyebî:  Medine'li olup  Bağdat'ta yaşamıştır. Ebu Abdİllâh  künyesini taşır.  Müslim'in  râvilerindendir.  Vefat tarihi  236  dır,

[275] Enes   b.   lyâd   el-Leysİ:   Medine'lİdir.   Künyesi   Ebu   Hamza'dır.   Sahihayn   râ­vilerindendir.   104  tarihinde  doğmuş,   180  de  vefat etmiştir

[276] Ebu   Muhammed  Musa  b.  Ukbe:   Medine'li  olup  Zübeyr  b.   Avvam'm   âzad-lısıdir.   Buhârî  ve   Müslim'in   râvilerindendir

[277] Abdü'l-Uzza b.  Katan  Huzâa  kabilesİndendir. Zührî'nin  beyanına göre câhiliy-\ct   dc\ rinde  helfık  olmuştur.

[278] Hanzaletü'bnii   Ebi   Siifvan.

[279] Salim  b.  AbdiIIâh  b.  Ömer  El-Hattab

[280] Ebu-1  Haris Leys  b.  Sa'd  b.  Abdurrahman

[281] Ukayl   b.   Halit:   Uz.   Osman'ın   âzadhsı

[282] Ebu  Ömer b. Huceyn  b.  el-Müsenna  (    - 205):  Aslen  Yemâme'Ii olup,  Bağ-dad'da  yaşamış,  Horasan'da   kadılık   etmiştir.   Müslim'in   râvilerindendir

[283] Ebu Abdillah Abdilaziz b.  Abdillah  b.  Ebi  Sefam   (    - 164):  Âzadlılardandır. Sahİheyn râvilerindendir.

[284] Abdullah  Fadl b. Abbas:   Medine'lidir.  Sahİheyn  râvilerindendir

[285] Eba Acfiy  Zübeyr b. Adiy:  Kûfe'lidir.  Rey'de kadılık etmiş ve   131 tarihin­de  orada  vefat etmiştir.

[286] Talha  b.  Mosanif.

[287] Mum b. Şıırahîl.

[288] Abdullah  ibni  Mcsof.

[289] Ebur Râbi' Süleyman b.  Davud Ez-Zehrani:  Basra'lidır.  Sahihayn  râvilerin-dcndir.   231   tarihinde   vefat   etmiştir

[290] Ebu Setti Abbad b. El-Avvam b. Ömer: Âzadlılardandır. Sahihayn râvilerin-dendir.   186 tarihinde vefat etmiştir.

[291] Ebu tshak Süleyman b. Ebi Süleyman Eş-Seybani:     Âzadh kölelerden olup Kûfe'lidir.   Sahihayn   râvilerindendİr.    138   veya   139   yahut   142   tarihinde   vefat   etmiştir.

[292] Ebu Meryem Zin* b. Hubeyş: Küfe'lidir. ibni Mes'ud Übey b. Kal) ve Ali b. Ebû Talib'den hadîs rivayet etmiştir. Sahihayn râvilerindendir. 82 tarihinde vefat et­miştir

[293] Kılâl-i   Hecer:   Hecer   denilen   yerde   yapılan   büyük   küplerdir.

[294] Azan-ı   fiyele:   Fil   kulakları.

[295] Rakip:   Binek   giden.

[296] Hak   Dini  Kur'ân   Dili,  Cil! -   6,  sahife :   4580-81.

[297] Hak   Dinî   Kur'ân   Dili,   Cilt:   6,   Sahife:   4576-77.

[298] Ebu  Halid   Abdulmelik  b.  Abdilaziz  b.   Ciireyc.

[299] Hafs  b.  Gıy as.

[300] Ziyad   b.   Husayo   Ebu   Cehtne:   Basra'lıdir.   Ebu'l-Âliye'den   hadîs   rivayet   et­miştir.

[301] Ebu'l-Âliye  Rufey' b. Mihran; Âzadlılardandır.   Müslim'in   râvilerindendir.  Ve­fat   tarihi :   93.

[302] Ebu  Bekr  Fhıvud  b.  Ebû  Hhf

[303] Mesruk b. Abdırrahman

[304] Ebu  Aİşe,   Mesruk'un   künyesidir.   Babasının   adı   Ecda'dır.   Mesruk,   çalınmış demektir. Ona bu ismin verilmesi küçükken çalındığı içindir. Sonra bulunmuştur

[305] Sûre-i   Ahzab,   âyet:   37.

[306] Amıııad   b.   Usame.

[307] Ebu   Yahya  Zekeriyya  b.  Ebi  Zaide:   Kûfe'lidir.   144  tarihinde  vefat  etmiştir

[308] Sald  b.  Anır b.  Esva.

[309] Sûre-i  En'am, âyet:   103

[310] Mervezî diyor ki: tmam Ahmed'e: Hz. Âişe'nin; «Kim Muhammed Rabbini gördü derse Allah'a büyük iftirada bulunmuş olur; dediğini söylüyorlar; onun sözü ne ile reddedilecek dedim.» Peygamber (S.A.V.) in: «Rabbimi gördüm, sözüyle, dedi; ve ilâve elti: Peygamberin sözü onun sözünden daha büyüktür.» imam Ahmed'e bu mes'ele sorul­duğu vakit nefesi tÜkeninceye kadar; Onu gördü... Onu gördü... der; başka bir şey söy-lemezmiş.

[311] Şûra  sûresi,   âyet :   51.

[312] Sûre-i En'am,   âyet :   103.

[313] Sûre-i Şûra, âyet:  51

[314] Sûre-i Mâide, âyet: 67

[315] Sûre-i Nemi, âyet: 65

[316] Sûre-i Necm, âyet:  13.

[317] Ebu Sa'id Yezid  b. İbrahim: Âzadlılardandır. Sahihayn  râvilerindendir. ölüm ırihi   161  dir.

[318] Ebu  Abdurratumao  Abdullah  b.  Şakik:   Basra'lıdır.   Müslim'in   râvilerindendir

[319] Hemmam   b.   Yahya  b.  Dinar.

[320] Ebu  Muaviye  Muhammed   b.  Hazim.

[321] Ebu  Abdillâh  Amr b.  Murra :  Âmâ   bir zattır.   110 tarihinde  vefat etmiştir.

[322] Ebu   Ubeyde   Abdirrahmaa   b.   Abdillah  b.  Mes'ut:   Kûfe'lidir.   Sahihayn   râvi-lerindendir

[323] Ebu  Musa  el-Eş'arî: Abdullah  b.   Kays  (R.A.).

[324] Ebu  Abdissamet  Abdilâziz  b.  Abdissamet:   Basra'hdır.   Buhârî  ve   Müslim  râvi1e rindendir.

[325] Ebu   Bekr b.  Abdillah  b.  Kays:     Eshab-ı   kiramdan    Ebu    Mürsel    El-Ensari

[326] Ebu Yahya Suheyb b. Sinan (R.A.): Eshab-ı kiramdandır. Küçükken Roma­lılar tarafından esir edilmiş. Sonra Peygamber (S.A.V.) kendisini âzad etmiştir. 38 tari­hinde   Medine'de  vefat   etmiştir.

[327] Sûre-i Yunus, âyet :  26.

[328] Ebu   Ömer  Hafc  b-  Meyserate's-San'aiıi:     Şam'ın   Şan'a   nahiyesindendir.   Sa­fihaya râvüerindendir. Vefat tarihi   181  dir.

[329] Zusbe Hammâd'ın lâkabıdır

[330] Ebu Sald  Hişâm  b.  Sa'd  El  Küresi;  Medine1]!  âzadlılardandır.   Künyesinin Ebu Abbas olduğu da söylenir.

[331] Amr b.  Yahya  b.  Umâratel  Ensarî:   Medine'lidir.   Sahihayn   râviierindendir.

[332] Affan b. Müslim.

[333] Vühejb b. Hâlİd.

[334] Ebul-Meysem   HaUd   b.  AbdUlâh   b.  Abdurrahraan.

[335] Ebu Mesleme Sa'id b. Yezid b. Meslemetel-Ezdi: Basra'lıdir. Müslim'in râvi-lerindendir.

[336] Ebu Nadra Münzir b. Malik:   190 tarihinde vefat etmiştir

[337] Cerir b. Abdilhamid  b.   Cer ir.

[338] Mansur b. Mutemir b. Abdillab.

[339] İbrahim Nahat

[340] Ebu Müslim Abidelübnü Amr. Es-Selmani: Kûfe'lİdir. Peygamber (S.A.V.) in irtİhalinden iki sene Önce müslüman olmuş, fakat Medine'ye hicret etmediği için onu gö­rememiştir.  72  veya 73   tarihinde  vefat etmiştir.

[341] Yahya  b.   Ebi  Bukeyr:   Ebu   Bukeyr'in   ismi   Kays'tır.      Kûfe'lidir.   Kirman'da kadılık   etmiştir.   Sahihayn   râvilerindendİr,

[342] Ebu   Miinzir  Züheyr   b.   Mubammed   Et-Temimi:   Horasanlıdır.   Sahihayn   râ-vİIerindendir.  Şam'da yaşamıştır

[343] Ebu  Bekr yahut Ebu Abdirrabman  Mutarnf b. Tarif El-Harisi: Kûfe'lidir

[344] ibni  Ebcer  Abdülmelik   b.  Sa'id   b.   Hayyan :   Kûfe'lidir.   Ebu   Bekr  künyesini iaşır.   Müslim m  ravilerındendir

[345] Ebu  Bekr  yahut  Ebu  Abdırrahman  Mutarrif b. Tarif  El-Harisi:  Kûfe'lidir.

[346] İbni   Ebcer  Abdülmelik  b.   Sa'id  b.  Hayyan:   Kûfe'lidir.   hbıı   Bekr   künyesini taşır.   Müslim'in   râvîlerindendir.

[347] Ebu  Ahmed  Ez-Zübeyri  Muhammed   b.  Abdillah  b.  Zübeyr:   Kûfe'lidir.   Sahihayn  râvİlerindendir

[348] Kays  b.  Süleym  El-Anbari  Et-Temimi:  Kûfe'lidir.

[349] Yezid   El-Fakir   Ebu   Osman   Yezid   b.   Sûfaeyb ^Kûfe'li   olup sonradan   Mek­ke'de yaşamıştır. Kendisine Fakir denilmesi belkemiğinden yaralanarak sakat kaldığı içindir

[350] Ebu Aam Muhammed b. Ebu Eyyub Es-Sekafl; Kûfe'lidir.

[351] Ebu   İninin   Abdilmelik  b.   Habib  (yahut   Hubeyb)   El Kindi:   Basra'hdır.   Sa-lûhayn rûvücrindendir.

[352] Sabit  b. Eşlem El-Bunânî.

[353] Bu cümleden nıurad: Kendinin şefaat makamından uzak olduğunu anlatmaktır,

[354] Ulemâ  bu sözle  istidlal ederek:   «Kendisinden  bir şey istenilen  kimse  o  şeyi vermese,  münasîb bir lisanla özür dilemeli  ve hacet sahibine  delâlette bulunularak  onun hacetini görecek birine gönderilmelidir» diyorlar

[355] Ma’bed b. Hilal el-Anezi : Basra’lıdır. Sahihayn ravileirdendir. Enes b. Malik hadis rivayet etmiştir

[356] Bu rivayetde Nuh (A.S.) zikredilmemiştir. Halbuki Katade ve başkalarının rivayetlerinde zikredilmişdir. Binaenaleyh rivayetler tercih edilir. Çünkü itimad belleye­nedir. S;ndî: «Herhalde Âdem (A.S.) diğerlerini vasıta ile de olsa İbrahim'e gönderir» demiştir.

[357] Sûre-i   Enbiya,   âyet:   37.

[358] Muhammed b. Tarif b. Halifete'1-B'.-ceiî: Kûfe'lidİr. Müslim'in râvilerindendir. Vefat tarihi 242 dir.

[359] Amr b. Ebu Safyan b Esid b. Cariye : Ebu Hüreyre’nin ravilerindendir. Kendisinden Buhari ve Müslim’de Zühri rivayet etmiştir

[360] İbni Ziyad; Ebu'I-Hâris Mubammed b. Ziyad: Sahabeden Osman b. Maz'un'un âzadlısıdir.   Sahihayn   râvilerindendir.

[361] Ebu  Abdila'Iâ  Muhammed  b.  Abdüalâ Es-Sananî:  Müslim'in  râvilerindendir. Basra'da 245 tarihinde vefat etmiştir

[362] Ebu  AbdiUâh  Muhammed  b.  Abmed  h.  Ebi  Halef:   Bağdad'lıdır.   Azadlılar- Müslim'in   râvilerindendir.   237   tarihinde   vefat  etmiştir

[363] Kehif süresi.

[364] Bekir   b.   Sevade:   Mısırlıdır.

[365] Ebu  Hıınıeyd  Abdurrahman  b.  Ciibcyr b.  Niifeyr: Şamilidir.  Azadlılardandir. Mısırlı nıuhaddislerden sayılmıştır.

[366] Sûre-i İbrahim, âyet:  36.

[367] Sûre-i Duha, âyet: 5.

[368] Sûre-i Kehf, âyet: 24.

[369] Ebu Bekir yahut Ebu Bükeyr Yunus b. Bükeyr Eş-Şeybanj: Kûfc'lidir. Miis-limin râvilerindendir

[370] Ebu  Amr  Muaviye   b.   Amr   b.   Muhelleb:   Bağdatlıdır.      Sahİhayn   râvilerin-dendir.

[371] Ebu  MıTtemir Süleyman  et-Teymi.

[372] Abdurrahman  b.   Miiiren-Nebdi.

[373] Züheyr b.  Amr  (R.A.):   Ashab-ı   kîramdandir.   Basra'Iıdır.

[374] Sûre-i  Şuara,   âyet:   214.

[375] Sûre-i   Leheb   âyetleri.

[376] Lâkab   ismin   başına  takılan   ve   zemmi   bildiren   kelimedir.   Künye   ise   erkek­lerde Ebu, kadınlarda   üm  ile  başlar,  ve   Medih,  ta'zim  bildirir

[377] Ebu   AbdiIIah   Muhammed   b.   Abdilmelik:   Basra'lıdıir.      Müslim'in   râvilerin-dendir.

[378] Abdullah  b.  Habbub  el-Ensari:  Sahihayn, râv ilerin dendir.

[379] Yahya   b.  Ebi   Bükeyr:   Kûfelidir.   Sahihayn   râvilerindendir

[380] Abdurrahman b. Scllûm h. Ubeydiİlah d-Cümehi el Kureşi: Basra'lıdır. Müs­lim'in râvîsİdİr.

[381] Ebu   Bekr   Rabî"   b.   Müslim   el-Kureşi   el-Cumehi:   Basra'lıdır.   Müslim'in   ravısidİr.

[382] Hayvetü'bnü  Şüreyh.

[383] Ebu  Seleme  Yahya  b.  Halef EI-Bâhilî i   Basra'Iıdır.   Müslim'in  râvilerindendİr.

[384] İmran  b.  Husayn b.  Ubeyd  (R.A.).

[385] Ebu  tsâ  Hâcip  b.  Ömer  es-Sakafî:   Basra'Iıdır.   Müslim'in   râvİlerindendir.

[386] Hakem  b.  Abdillâh  el-A'râç   es-Sakafî:  Müslim'in   râvilerındendir.

[387] Ebu   Hazım   Selemetü'bnii   Dinar.

[388] Ebu Abdillâh Sa'id b. Cübeyr b. Hfşam : Âzadlılardandır. Takva sahibi fakih bir zattır. Sahihayn   râvilerindendir.   Haccac-ı   Zalim   tarafından   öldürülmüştür

[389] Ebtı'l Ahvas Sellem b. Süleym.

[390]  Ebu İshak Es-Sebîl: Amr b. Abdillatı

[391] Amr b. Meymun Ebu Abdillâh El-Kûfi: Cahiliyet devrine yetişen zevattandır. Evvelâ Şam'da,   sonra  da  Kûfe'de  yaşamıştır.  Sahihayn   râvilerindendir

[392] İbni Mes'ud.

[393] Cerir  b.  Abdiilhamid   b.   Cerir

[394] Ebu Salih Zekvan.

[395] Sûre-i   Hac,   âyet:   2.