41 - «Allahdan Başka İlah Yoktur» Dedikten Sonda
Kafiri Öldürmenin Haram Kılınması Babı
42 - Peygamber (Satlallahü Aleyhi ve Sellem) 'in : «Bize silâh çeken
bizden değildir» Hadisi Babı
43 - Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) 'in Bizi Aldatan Bizden
Değildir.» Hadisi Babı
44 - Yanaklara Vurmanın, Yakaları Yırtmanın ve Cahiliyet (Da'vetiyle
Çağırmanın Tahrimi Babı)
45 - Koğuculuğun Ağır Şekilde Haram Kılındığını Beyan Babı
47 - (İnsanın Kendini
Öldürmesinin Şiddetle Tahrimi... Babı)
Hadisi Şerif Aşağıdaki Hükümlşer İhtiva Etmektedir:
Hadis-i Şerif Aşağıdaki Hükümleri İhtiva Eder:
49 - (Kendini Öldürenin Tekfir Edilmediğinin Delili Babı)
50 - Kıyamete Yakın "Zuhur Edecek ve Kalbinde Bir Parça İman
Bulunanları Öldürecek Olan Rüzgar Babı
51- Fitneler Zuhur Etmezden Önce Amellere Şitab Etmeye Teşvik Babı
52 - Mü'minin Amelinin Boşa Gideceğinden Korkması Babı
53 - Cahiliyet Devri Amellerinden Dolayı Muahaze Olunup Olunöayacağı Babı
54 - İslamın Kendinden Önce Amellerin Hükmünü Yıktığı; Hicret İle Haccin
da Böyle Olduğu Babı
Hadis-i Şerif Aşağıdaki Ahkamı İhtiva Ediyor:
55 - Kafiriin Müslüman Olmazdan Önceki Amelinin Hükmünü Beyan Babı
56 - İmanın Sadakat ve Telası Babı
Hadis-i Şerif Şu Hükümleri İhtiva Etmektedir:
57 - Allah Tealanın Takat Getirilemeyecek Şeyleri Teklif Etmediğini;
Beyan Babı
58 - Yer Etmemek Şartı İle Gönülden Geçen Şeyleri ve Kelam-ı Nefsiyi
Allah'ın Affetmesi Babı.
60 - İmanda Vesvere ve Onu Kendinde Hisseden Kimsenin Ne Diyeceğini Beyan
Babı
61 - Bir Müslümanın Hakkını Yalan Yere Yeminle Elinden Alan Kimsenin
Cehennemle Tehdidi Babı
Hadisi Şerif Aşağıdaki Hükümlere Delalet Eder:
63 - Tebeasını Aldatan Valinin Cehennemi Hak Edeceği' Babı
64 - Bazı Kalplerden Emanet ve İmanın Kaldırılması ve Kalplere Fitne Arız
Olması Babı
65 - İslamın Garip Başlayıp Garip Biteceğini ve İki Mescid Arasına
Çekileceğini Beyan Babı
Hadisi Şerif'den Alınan Faideler
66 - Ahir Zamanda İmamın Elden
Gitmesi Babı
67 - Korkan Kimsenin Îmanını Gizlemesinin Cevazı Babı
Bu Hadisden Çıkarılan Hükümler:
69 - Delillerin Bir Birini Takviyesiyle İtmi'nan-ı Kalbin Artması Babı
Hadis-i Şerif Aşağıdaki Hükümleri İhtiva Eder:
Hadisi Şerif Aşağıdaki Hükümleri İhtiva Eder:
72 - İmanın Kabul Edilmeyeceği Zamanın Beyanı Babı
73 - Resulüllah Sallalahu Aleyhi ve Selleme Vahyin Başlaması Babı
Hadis-i Şerif Şu Hükğmleri İhtiva
Etmektedir:
Hadisi Şerif Aşağıdaki Hükümleri İhtiva Etmektedir
Hadisi Şerif Aşağıdaki Hükümleri İhtiva Etmektedir
75 - Mesih b. Meryem Île Mesih Decca'lin Zikri Babı
76 - Sidretü'l-Münteha Hakkında Bir Bap
80 - Mü'minlerin Âhirette Rabları Sübhanehu ve Teala'yı Göreceklerini
İspat Babı
81 - (Kıyamet Gününde Rabbi) Görmenin Yolunu Bilme Babı
Hadisi Şerif Aşağıdaki Hükümleri İhtiva Eder.
82 - Şefaatin İspatı ve Mü’minlerin Cehennemden Çıkarılması Babı
Hadisi Şerif Şu Hükümleri İhtiva Etmektedir:
83 - Cehennemliklerin En Sonuncusunun Çıkarılması Babı
84 - Cennette Makamı En Aşağı Olanların Beyanı Babı
Hadisi Şerif Şu Hükümleri İhtiva Eder.
(86) - Peygamber (Saüallahü Aleyhi- ve Sellem) 'in Şefaat Duasını Ümmeti
İçin Saklaması Babı
87 - Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'in Duası ve Onlara
Şefkatinden Dolayı Ağlaması Babı
Hadis Şerif Aşağıdaki Fevaidi İhtiva Eder
89 - Teala Hazretinin : «En Yakın Aşiretini Uyar!...» Âyeti Kerimesi
Hakkında Bir Bab
91- Ehl-i Cehennemin En Hafif Azab Görecek Olanı Babı
92- Kafir Olarak Ölen Kimseye Hiç Bir Amelin Fayda Vermiyeceğine Delil
Babı
94- Müslümanlardan Bir Çok Taifelerin Hesapsız ve Azapsız Olarak Cennete
Gireceklerine Delil Babı
95- Bu Ümmetin Cennetliklerin Yarısını Teşkil Etmesi Babı
155 - (95)
Bize Kuteybetü'bnü Said rivayet etti. (Dedi ki): Bize Leys rivayet etti. H.
Bize Muhammed b. Rumh
dahî rivayet etti, lâfızlar bir birine yakındır. (Dedi ki): Bize Leys, [1] İbni
Şihâb'dan [2] , o
da Atâ' b. Yezid' el-Leysi'den, o da Ubeydullah b. Adiy b. [3]
el-Hiyârdan, o da el-Mikdâd b. el-Esved'den [4]
işitmiş olmak üzere Mikdâd'ın şöyle dediğini haber verdi:
— Yâ Resulâllah! Ne buyurursun? Ben küffardan
tir adama rastlasam da benimle mukaatele etse ve ellerimden birine kılıçla
vurarak onu kesse sonra benden (kaçıp) bir ağaca sığınsa da: Ben Allah'a teslim
oldum dese bu sözü söyledikten sonra onu öldürebîlirmiyim ya Resulüllah?
Re-sulüllah (Sallallahü. Aleyhi ve
Sellem) :
«Onu öldürme!» buyurdu. Ben :
— Ama o (evvelâ)
bes'^n elimi kesti; ondan sonra bu sözü söyledi Yâ Resulâllah! Şu halde onu
öldüreyim mi? dedim.
Resulüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem);
«Onu öldürme: Çünkü
öldürürsen, o senin onu öldürmezden önceki vaziyetine geçer; sen de onun
söylediği sözünden önceki vaziyetinde olursun.» buyurdular.
156 - (...)
Bize İshâk b. İbrahim ile Abd b. Humeyd rivayet ettiler.
Dediler M: Bize
Ahdurrezâk haber verdi. Dedi ki: Bize Ma'mer [5] haber
verdi. H.
Bizeİshâk b.
IVIûse'l-Ensâri [6] de rivayet eyledi. (Dedi
ki): Bize el-Velid b. Müslim, Evzâî'den rivayet etti. H.
Bize Muhammed b. Kâfi
de rivayet etti. (Dedi ki): Bize Abdürrezzâk rivayet etti. (Dedi ki): Bize İhni
Cüreyc haber verdi. Bu râvilerin hepsi Zühri'den bu isnadla rivayet ettiler.
Evâzî ile İbni Cüreyc hadislerinde Leys'in hadisinde dediği gifci:
«Allah'a teslim oldum
dese...» cümlesi vardır. Ma'mer'e
gelince : onun hadisinde de :
«Onu öldürmek için
üzerine çullandığım zaman: La ilahe illallah dese...» ibaresi vardır.
157 - (...)
Bana Harmeletü'bnü Yahya rivayet etti. (Dedi ki): Bize İbni Vehb haber verdi.
Dedi ki: Bana Yunus, İbni Şihâb'dan naklen haber verdi. Demiş ki: Bana Atâ' b.
Yezil et-Leysi sonra Cündaî rivayet eyledi; ona da Ubeydullah h. Adîy b.
el-Hiyâr haber vermiş ki, Zühre oğullarının müttefiki ve Resulülîah
(Sallatlahü Aleyhi ve Sellem) ile birlikde Bedir'e iştirak edenlerden biri
olan Mikdâd b. Amr b. el-Esved el-Kindi şöyle demiş:
-Yâ Resulâllah, Şayed
ben kâfirlerden bir kimse ile karşılaşırsam ne buyurursun?. Bundan sonra
UbeyduUay Leys hadisinin mislini zikretmiştir.
Bu hadisi imâm Buharı
«Megâzî» ve «Diyât» bahislerinde Ebû Dâvud
«Cihâd» da, Nesâî «Siyer- de
Kuteybe 'den tahric etmişlerdir. Kuteybe rivayetinde üç dane tabiinin
yâni İbni Şihâb, Atâ' ve İbnü'1-Hıy ar'm bir birinden rivayet etmesi nâdir
tesadüf edilen letâîftendir.
Ekseri nüshalarda bu
hadisin rivayeti: şeklinde şart cümlesi halindedir. Hz. Ebû Zerr'in bir
rivayetinde ise ;
«Ben rastladım»
şeklinde mâzî sigasiyledir. Bu rivayete göre Hz. Mikdâd hadd-i zâtında olmuş
bir vak'anm hükmünü sormuş oluyor. Ekser rivayetlere göre ise suâl vuku'
bulmuş bir hâdise doîayısiyle değil, ileride böyle bir şey va'ki' olursa ne
hüküm verilir düşüncesiyle sorulmuştur.
Hadisde geçen «Ben
Allaha teslim oldum...» sözünün ma'nasi müslüman oldum demektir. Bazılarına
göre sırf bu sözü söyleyerek başka bir şey katmayan bir kâfir müslüman
sayılırsa da bunların kavli reddedilmiş; ve hadisin Ma'mer rivayetinde «lâ
ilahe İllallah dese...» ifadesi vardır; Binaenaleyh müslüman sayılmak için
kelime-i şehâdeti getirmek şarttır, denilmiştir.
Hattâbî 'ye göre :
«Çünkü öldürürsen
senin onu Öldürmezden önceki vaziyetine geçer. Sen de onun söylediği sözünden
Önceki vaziyetinde olursun.» sözünün mânâsı şudur : (Müslüman oldum) demezden
önce kâfirin kanı hederdir; yâni onu Öldürmekle bir şey lâzım gelmez. Ama bu
kelimeyi söyledikten sonra onun tıpkı bir müslüman gibi öldürülmesi haram olur.
Binaenaleyh o halde onu Öldüren müslümanm da kısas hakkında kanı heder olur.
Şu halde müslümanm kâfire benzetilmesi kâfir ol-makda değil, kanının heder
olması hususundadır.
Mühe11eb'e göre ise
ma'na : O nasıl seni öldürmek istemekle günaha girerse sen de onu öldürmek
istemekle günaha girersin demektir.
Yâni Hattâbî'ye göre
ma'na : Kanının ma'sumiyeti hakkında kâfir senin gibidir; Mühelleb'e göre de:
heder olmakda sen de o kâfir gibi olursun demektir. Dâvûdi'ye göre bu sözün
ma'nası : O nasıl kaatil oldu ise sen de kaatil olursun demektir. Nevevî: «Bu
hususda söylenen sözlerin en güzeli imam Şafii ile Mâliküerden
İbnu'l-Kassâr'ınve diğer ulemanın kavilleridir.» diyerek Hattâbi 'nin sözüne
işaret eder.
Hasılı müslümanlığı bu
sözle (Yani Allaha teslim oldum demek su-retiylede) kabul eden bir kimsenin
öldürülmesi yasak edilmiştir.
Bu hadisin İshâk b.
İbrahim rivayetinde, Ve1id b. Müs1im'in Evzâî 'den- rivayeti muztarib ise de bu
ıztırab asıl hadisin sıhhatine dokunmaz. Hadisin sahih olduğunda şüphe yoktur.
Çünkü hadisin, Leys, Ma'mer, Yûnus ve İbni Cüreyc rivayetlerinin sıhhati
hakkında söz yoktur. Bu rivayetler amel babında müstakil ve i'timad
onlaradır. Evzâî rivayeti mütâbaat için zikredilmiştir.
Mütâba'atta bir parça za'f olabileceği ise tekarrur etmiş bir kaidedir.
1 - Henüz
vâki' olmayan bir şeyin hükmünü sormak ve cevap vermek caizdir. Öteden beri
ulema'i kiramın mezhepleri budur. Yalnız seleften bazıları bunu mekruh görmüş;
müctehidin henüz vuku' bulmamış şeylerle meşgul olmasını taşkınlık
saymışlardır. İmam Mâlik (Rahimehullah) vaki' olmayan bir şey sorulursa cevap
vermezmiş. Bundan dolayı da mezhebinin aslı, müretteb meselelerden hâli sırf
vuku' bulmuş hâdisatın cevaplarından ibarettir; ve anlaşılması güçtür; derler.
Übbî imam Mâlik {Rahimehullah) 'dan sonra gelen Mâliki imamlarının faraziye ve
teferruata daldıklarını, bu suretle mezhebin daha da güçîeştiği-ni söyler.
2 - Kelime-i
şehâdet yerini tutacak her kavil ve fiille din-i İslama girilebilir. Onun
içindir ki Peygamber (Sallalîahü Aleyhi ve Selîenı) «İslâm oldum»
yani din-i İslama girdim diyen bir kimsenin öldürülmesini men'etmiş; Hz.
Hâ1id b. Ve1id (Radiyailahu anh) 'in
öldürdüğü Beni Cezime 'nin müslüman
olduklarına hüküm vermişti. Halbuki mezkûr zevat «Eslemna» diyememiş: onun yerine «sabe'nâ sa'benâ» demişlerdi.-Bunun ma'nası ise «dinimizi
değiştirdik; kendi dinimizi bırakıp başka bir dine geçtik» demekti.
3 - Hz.
Mikdâd, ölüm korkusu ile müslümanlığı
kabul etmenin faydası olmadığını zannederek
Resulüllah (Sallalîahü A leyhi
ve Selteru)'e sormuş; o da hükmün zahire göre verileceğine işaretle, öldürülmeyeceğini
beyan buyurmuştur.
158 - (96) Bize
Ebû Bekir b. Ebî Şeyhe rivayet etti. (Dedi ki): Bize Ebû Hâlid-i Ahmer [7]
rivayet eyledi. H.
Bize Ebû Küreyb [8] ile
İshâk b. İbrahim [9] de, Ebû Muâviye'-den [10],
bunların ikisi de A'meş'den, o da Ebû Zıbyân'dan [11], o
da-Üsâmetü'bnü Ze-yd' [12] den
naklen rivayet etti. Bu hadis îbni Ebî Şey-be'nindir. Üsame şöyle demiş:
— Resulüllâh
(Sallalîahü Aleyhi ve Sellem) bizi bir seriyye ile (cihada) göndermişti,
Cüheyne kabilesinden Huru Kaatâ bir sabah baskını yaptık. Derken ben bir
adaiy;ı eriştim. Adam hemen : «La Üâhe illallah» dedi. Ama ben kendisini
vurdum. Bundan kalbime bir şüphe düştü; ve hâdiseyi Peygamber (Sallalîahü
Aleyhi ve Sellem) 'e anlattım. Resulüllah (Sallalîahü Aleyhi ve Sellem):.
«Lâ ilahe illallah,
dedi mi? Sen de onu öidürdün mü?»
buyurdu. Ben:
«Yâ Eesulâllah, o bu
sözü ancak silâhdan korktuğu için söyledi» dedim.
«Bârî kalbini yarsan
da bu sözü doğru söyledi.ni söylemedim! buseydin yâ!» buyurdular. Artık bu
sözü bana o kadar tekrarladı durdu ki, keşke o gün (yeni) müslüman olmuş
olaydım diye temenni ettim.
Bunun üzerine Sa'd :
«Vallahi şişko yâni
Üsâme öldürmedikçe ben de hiç bir müslü-man öldüremem» dedi. Bir adam: Allah:
«Fitne kalmayıncaya ve
din tamâmiyle Allah'ın oluncaya kadar onlarla muharebe edin! [13] »
buyurmadi mı? dedi. Sa'd :
*Biz hiç bir fitne
kalmasın diye mukaatele ettik. Sen ve arkadaşla ise fitne çıksın diye
mukaatele etmek istiyorsunuz! dedi.
159 - {.-.)
Bize Ya'kûb ed-Devrâkî rivayet etti. (Dedi ki): Bize Hüseyin [14] rivâyet
etti. (Dedi M): Bize Husayn [15]
hsber verdi. (Dedi ki): Bize Ebû Zıbyan rivâyet etti. Dedi ki: Üsâmetü'bnü Zeyd
b. Hârise'yi rivayet ederken işittim. Dedi ki:
— ResulüUah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) bizi Cüheyne kabilesinden olan Huraka
üzerine gönderdi. Bunlara bir sabah baskını yaparak kendilerini bozguna
uğrattık. Ensârdan bir zâtla ben, onlardan bir adama yetiştik. Kendisini
kuşattığımız vakit «Lâ ilahe illallah»
dedi. Bunun üzerine Ensârî onu bıraktı. Ben kendisini süngümle
sapladım; nihayet Öldürdüm. (Medine'ye) geldiğimizde bu vak'a Peygamber
(Sallallahü Aleyhi ve Sellem) in kulağına erişmiş. Bana:
«Yâ Üşme! O adamı: lâ
ilahe Hİâllah dedikten sonra öldürdün mü?» dedi. Ben:
— Yâ Besulâllah, o ancak (bu kelimeye sığman)
bir mülteci idi; dedim. Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) yine:
«Onu: lâ ilahe
illallah dedikten sonra öldürdün mü?» dedi. Artık bunu bana o kadar tekrarladı
durdu ki, keşke o günden önce müslüman olmamış olsaydım, diye temenni ettim.»
Bu hadis müttefekun
aleytir. Buhâri onu «Megazî» bahsinden önceki «Gazvetü'l-Fetih» ile
«Kitâbü'd-Diyât» da tahric etmiştir. Onu Ebû Davûd «Cihad» da, Nesâî 'de
«Siyre.» bahislerinde rivayet ederler.
Hadisde bahsi geçen
gazve, siyer uleması arasında
«Gâlibül-Leysı Gazvesi»
nâmîle ma'ruftur. İbni Sa'd bunun hicretin yedinci yılı ramazanında vuku'
bulduğunu ve 130 mevcudu bulunan seriyyeye Gâ1ib b. Abdillâh'm kumanda ettiğini
kaydeder. Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) kendisini Necid 'de Batn-ı
Nahli'n arka tarafındaki Meyfa'a denilen yerde bulunan Benî Ahval ile Beni Abd
b, Sa'lebe üzerine göndermişti. Bu yerle Medine arasında 8 konaklık mesafe
vardır.
Zemahşeri ile diğer bazı
ulema'nm beyanına göre Hz. Üsâme'nin öldürdüğü zâtın ismi Mirdâs b, Nehik 'tir.
Kendisi müs-îüman olmuş fakat kabilesi henüz müşrik idiler. Mirdâs koyun güdüyordu.
Müslümanlar gelince kavmi onu bırakıp kaçtılar. Mirdâs müslüman olduğu için
kaçmadı. Ancak islâm süvarilerini görünce oradaki bir dağın yamacına sığındı
fakat atlılar yanına gelince oradan inerek iki şehâdeti getirdi; ve onlara : «Es-selâmü
aleyküm» dedi. Üsâme (Radiyallahu anh)
onu öldürerek koyunlarını aldı.
Resulüllah (Sallallahü
Aleyhi ve Sellem) bu vak'ayı duyunca pek ziyâde müteessir oldular. Ve : «Sîz
onu elindekini almak için öldürdünüz» buyurdular...
Hz. Üsâme'nin bu zâtı
öldürmesi, kılıç korkusu ile edilen imanın fayda vermeyeceğini zannettiği
içindir. Bu te'vilden dolayı da kendisinden kısas sakıt olmuştur.
Hattâbî diyor ki: Üsâme
bu işi:
«Azabımızı gördükleri
zaman iman etmeleri onlara fayda verecek değildir»
âyet-i kerimesine
bakarak yapmışa benziyor; onun için de Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)
kendisini ma'zur görmüş ve diyet ödetmemiştir.
«Size selâm veren
kimseye sen mü'min değilsin demeyin!...»
[16]
âyet-i kerimesi bu
vak'a üzerine nazil olmuştur.
İbni Ebî Şeybe 'nin
rivayetinde Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) 'in Hz. Üsame'ye:
«Bârî kalbini yarsan
da bu sözü (doğru) söyledi mi söylemedi mi buseydin ya!» buyurmasının ma'nası:
Sen kalbteki sırlan bilemezsin; buna Özenme! Sana düşen vazife zahire bakmak
ve o zâtın diliyle söylediği söze göre hareket etmekti; çünkü sen zahirle amel
etmeye me'mursun... demektir.
Resulüllah (Sallallahü
Aleyhi ve Sellem)'m tekdiri karşısında Hz. Üsâme'nin : «Keşke o günden önce
müslüman olmuş olmasaydım.» temennisi hakkında Kirmanı: Müslüman olmamayı nasıl temenni edebildi?»
demiş. Sonra yine kendisi : «İçinde hiç günah bulunmayan islâmiyet temenni etmiştir.»
diye cevap vermiştir. Üsâme'nin temennisi bu büyük cinayetten salim kalmak
içindir. Yâni işlemiş olduğu suçun büyüklüğü karşısında, daha önce müslüman
olarak işlediği sâlih amelleri küçük görmüş gibidir. Üsâme (Radiyallahu anh) 'm
bu temennisi hakikat değil mecazdır. Çünkü hakikatte küfür üzere kalmayı
istemek caiz değildir. O bu sözle Peygamber (Sallallahu Aleyhi ve Sellemyin o
şiddetli tekdirinden son derece korktuğunu ifâde etmiştir. Hatta bu hâdiseden
sonra hiç bir nıüslümanla mukaatele etmeyeceğine yemin vermiş; Siffîn
vak'asında Hz. A1i {Radiyallahu anh)'a
yardım etmemiştir.
Sâ'dü'bnü Vakkaas
(Radiyallahu anh) dahi bu hususda ona tâbi' olarak: «Vallahi şişko öldürmedikçe
ben de hiç bir müslüman öldürmem.» demiştir. Maamafih Hz. Sa'd ' in bu sözden
maksadı, Üsâme müslüman öldürürse ben de öldürürüm demek değildir. O sözünü
imkânsız bir şeye bağlamıştır.
«Şişko» dan murad Hz.
Üsâme 'dir. Karnı büyük olduğu için kendisine» «Zü'I-Butayn» yâni şişko
derlermiş.
'Rivayetlerin birinde;
«Kalbini
yarsaydın...» diğerinde;
«Onu lâ ilahe HİâÜah
dedikten sonra öldürdün mü?» cümlesinin tekrar edildiği bildiriliyorsa da
Resulüîlah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) in bunların ikisini de söylemiş olması
muhtemeldir. Bu takdirde râvilerden biri bir cümleyi, diğeri de öteki cümleyi
rivayet etmiş demektir.
Keza bir rivayette
hâdiseyi Peygamber {Sallallahu Aleyhi ve Sellem)}e bizzat Hz. Üsâra e'nin haber
verdiği; diğerinde ise Peygamber (Sallallahu Aleyhi ve Sellemyin kulağına
eriştiği bildiriliyor. Bunların arasını bulmak için : «İhtimâl Mirdâs'ı
Öldürdükten sonra Üsâme meseleyi Re sulüllâh (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) 'e
sormağa niyet etmiş; fakat başkası ondan evvel gelerek haber vermiş Üsâme
geldikten sonra Peygambe t (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) kendisine sormuş; o da
anlatmıştır. Hadisde Vak'ayi Resulüîlah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) 'e ilk
söyleyenin Üsâme (Radiyallahu anh) olduğuna delil yoktur.» denilebilir.
1 - Hadis
Kelâm-ı nefsinin sübutuna delildir.
2 - Ahkâm
babında zahiri delillerle amel olunur; esrarı
Allah Teâ1â bilir. Bu kaide fıkıh ve usul-i fıkıh uleması arasında
ma'ruf ve meşhurdur.
3 - Hataen
katilde diyet yoktur; diyenler bu hadisle istidlal ederler. Fakat burada İbni
Rüşd şu mutâleayı ileri
sürmüştür : «Üsâme (Radiyallahu anh)
hn o zâtı öldürmesi ne kasden insan Öldürme hükmüne girer; ne de diyet ve
keffaret icabeden hatâ hükmüne, o ancak hata olduğu anlaşılan bir ictihâddır
ki, bunda Üsâme'ye bir ecir vardır. Şayet isabet etseydi; iki ecir
verilecekti. Peygamber (Sallallahü Aleyhi-ve Sellem)yin onu tekdir buyurması
ihtiyatı elden bıraktığı içindir. Zira ihtiyaten öldürmemek icâbederdi...»
Bâzıları Peygamber (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) 'in Hz. Üsâme'ye kısas, diyet
ve keffârat gibi bir ceza tatbik etmediğine göre bunların hepsi sakıt
olmuştur; diyorlar. Mesele ihtilâflıdn. Kısas şüpheden dolayı sakıt fakat
keffaret vaciptir diyenler olduğu gibi, diyet de vaciptir diyenler vardır.
4 - Mü'min
bir kimseyi öldürmek büyük günahtır.
160 - (97)
Bize Ahmed b. Hasen b. Hıraş rivayet etti. (Dedi ki): Bize Amr b. Âsim [17]
rivayet etti. (Dedi ki): Bize Mu'temir rivayet etti. Dedi ki): Baham rivayet
ederken işittim ki, Safvân b. Muhriz [18] in
kardeşi oğlu Hâlid el-Esbec, [19]
Safvân b. Muhriz'den naklen şunu rivayet eylemİş:
Cündeb b. Abdillâh
el-Becelî [20],
İbnirz-Zübeyr fitnesi zamanında
As'as b. Selâme [21] ye
haber göndererek:
«Arkadaşlarından bana
bir kaç kişi topla da kendilerine hadis rivayet edeyim.» demiş. O da hemen
arkadaşlarına bir haberci göndermiş. Onlar toplanınca Cündeb, üzerinde san
renkte bir bornuz olduğu halde (yanlarına) gelmiş. Ve:
«Konuşmakta olduğunuz
şeyi konuşun!» demiş. Nihayet konuşma sıraya konmuş. Cündeb'e sıra gelince,
başından bornozu açarak şunları söylemiş :
«Ben size geldim. Ama
(pekte) size Peygamberinizden haber vermek istemiyorum. Resulüllah (Sallallahü
Aleyhi ve Seilem) müslümanlardan bîr müfrezeyi, müşriklerden bir kavim üzerine
gönderdi. (İki taraf) birbirleriyle karşılaşmışlar. Müşriklerden biri
müslümanlardan birini nişan almak isterse alır ve Öldürürmüş. Müslümanlardan
bir zât (Hasımlarının) gafletini gözetmiş. Bize b*ı zâtın Üsâmetü'bnü Zeyd
olduğunu söylüyorlardı. Üsâme ona kılıcını kaldırınca hasmı:
— «Lâüâhe illallah» demiş; ama Üsâme onu
Öldürmüş. Derken Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Se!iem)fe bir
müjdeci gelmiş. Resulüllah (Sallallahü Aleyhi ve
Seilem) ona sormuş; o da söylemiş. Hatta öldürülen adamın ne
yaptığını bile haber vermiş. Bunun üzerine Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve
Seilem) Üsâme'yî çağırarak kendisine
sormuş; ve:
«O adamı niçin
öldürdün?» demiş. Üsâme:
— Yâ Resulâllah (bu adam) müslümanlar arasında
çok can yaktı. Filân ve filân kimseleri öldürdü demiş; ve bir kaç kişinin
isimlerini saymış. (Demiş ki): Ben onun üzerine hücum ettim. Kılıcı görünce:
lâüâhe illallah dedi. Resulüllah (Sallallahü Aleyhi ve Seilem):
«Onu öldürdün
mü?» demiş. Üsâme:
— Evet cevabını
vermiş. Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve
Seilem): »Kıyamet gününde Lâilâhe iiiâÜah karşına geldiği vakit ne yapacaksın?»
buyurmuş. Üsâme :
— Yâ Resulâlîah, benim için istiğfar et; demiş.
Resulüllah (Sallallahü Aleyhi ve Seilem): tekrar
«Kıyamet gününde lâ
ilahe İllallah karşına geldiği vakit ne yapacaksın?» buyurmuşlar. Râvî diyor
ki: Artık Üsâme'ye :
«Kıyamet gününde lâ
ilahe illallah karşına geldiği vakit ne yapacaksın?» demekten fazla bir şey
söylemiyordu.
Lisân âlimlerinin
beyanına göre «Bornos» başlığı gövde kısmına bitişik olan kaftan ve cübbe gibi
elbisedir.
cümlesinin ma'nası
«size haber vermek istemiyorum» demektir. Bu cümle bütün esas nüshalarda bu
şekilde rivayet olunmuştur. Ancak hadisin baş tarafında Hz. Cündeb'in As'as'a
haber göndererek :
«Arkadaşlarından bana
bir kaç kişi topla da kendilerine hadis rivayet edeyim...» dediği beyân
edildiğine göre burada «size ondan haber vermek istemiyorum» demesi nıa'nayı
müşkilleştirir. Bu sözün iki veçhe ihtimâli vardır.
1 -
Cümledeki, nefî çdâtı (lâ) zâid yâni fazladır. Binaenaleyh yokmuş gibi ma'na
verilir ve: «Size haber vermek istiyorum> denilir. Arap-çada bu (lâ) nın
hazfedildiği çoktur. Meselâ: «Yemin
ederim»
«Seni secde etmekten
menettiği» gibi ayetlerdeki (lâ) lar hep bu kabildendir
2 - Lâ, zait
değildir. Cümlesinin mânâsı: Size Peygamberinizden
bir şey haber vermek istemiyorum;
kendimden bir şeyler söylemek ve nasihat etmek niyetindeyim. Ama
şimdi bu niyetimden vaz geçecek
Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve
SeUem)'den hadis rivayet edeceğim» demektir.
şeklinde de rivayet olunmuştur.
Bunların ikisi de doğrudur. Çünkü (racea) fi'li bazen lâzım bazen de müteaddî
manasında kullanılır. Burada müteaddî olarak «döndür dü» ma'nasmda
kullanılmıştır.
1 - Âlim
veya meşhur büyük bir zâtın fitne zamanında halka vazû' nasihatte bulunarak
kendilerini teskin etmesi gerekir.
2 - Müşrikin
yalnız kelime-i tevhidi söylemesi (yâni îâilâhe illallah demesi) öldürülmesine
manî' olur.
161 - (98)
Bana Züheyr b. Harb ile Muhammed b. el-Müsennâ rivayet ettiler. Dediler ki:
Bize Yahya —ki el-Kâttân'dir — [22]
rivayet etti. H.
Bize Ebû Bekir b. Ebî
Şeybe dahî rivayet eyledi. (Dedi ki): Bize Ebû Üsâme [23] ile
İbni Nümeyr [24] rivayet ettiler.
Bunların hepsi
Ubeydullah'dan, o da Nâfi'den [25], o
da İbni Ömer'den, o da Peygamber (Salîallahii Aleyhi ve Selletn)'den naklen
rivayet ettiler. H.
Bize Yahya b. Yahya da
rivayet etti. Bu lâfız onundur. Dedi ki: Mâ-lik'e, Nâfi'den dinlediğim, onun da
İbni Ömer'den rivayet ettiği şu hadisi okudum: Peygamber (Saîîallahü Aleyhi ve
Sellem) :
«Her kim bize karşı
siiâh taşırsa o kimse bizden değildir.» buyurmuşlar.
162 - (99)
Bize Ebû Bekir İbni Ebî Şeybe ile îbni Nümeyr rivayet ettiler. Dediler ki: Bize
Mus'ab —ki İbnü'l-Mikdâm'dır— [26] rivayet
etti. (Dedi ki): Bize Ikrimetü'bnü Ammâr, İyâs b. Seleme'den [27], o
da babasından, o da Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) 'den naklen rivayet
eyledi. Resulüllah (Sallallahü Aleyhi
ve Sellem):
«Her kim bize kılıç
çekerse bizden değildir.» fcuyurnıuşlar.
163 - (100)
Bize Ebû Bekir b. Ebî Şeybe ile Abdullah b. Berrâd el-Eş'-arî [28] ve
Ebû Küreyb rivayet ettiler. Dediler ki: Bize Ebû Üsâme, Bü-reyd'den [29], o
da Ebû Bürde [30] den, o da Ebû Musa'dan [31], o
da pey. gamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) 'den naklen rivayet etti.
Resulüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) :
«Her kim bize karşı
siiâh taşırsa o kimse bizden değildir.» buyurmuşlar.
Bu hadisi Buhâri
«Kitâbu'd-Biyât» ile «Kitâbü'l-Fiten» de,
Nesâî «Muharebe^ de,
Tirraizi iie İbni Mâce'de «Hudud» bahsinde tahric etmişlerdir/*"
Hadisin ma'nası:
Haksız yere müslümanlarla harb etmek ve onları öldürmek için silâh taşıyan
kimse bizim yolumuzda değildir. Demektir. Çünkü bir müslünıanin din kardeşi
üzerindeki hakkı, ona karşı silâhlanarak öldürmeye çalışması ve bu suretle onu
korkutması değil bilâkis ona yardım etmesi ve onun nâmına düşmanlariyle
çarpışmasıdır.
Kirmânî «Bizden
değildir» cümlesini «Bizim sünnetimize tâbi olanlardan ve yo-Jumuzda
gidenlerden değildir» şeklinde tefsir etmiştir. Yoksaböylelerin dinden çıktığı
kasdedllmemiştir. Ancak Süfyan b. Uyeyne «Bizden değildir.» sözünü «Bizim
yolumuzda gidenlerden değildir.» şeklinde tefsir etmekten hoşlanmaz, «Bu söz
ne çirkin.» dermiş, Zira o cümleyi hiç te'vil etmemeyi daha müessir bulur-muş.
Kirmanı: «Biri mütecaviz olan iki taifeye ne buyurursun?» diye bir suâl irâd
etmiş; buna yine kendisi: «Mütecaviz olan taifa Peygamber (Sallallahü Aleyhi
ve Sellem)'in sünnetine tabî* olmamıştır.» cevabını vermiştir. Bittabi haksız
yere müsîüman öldürmeyi helâl i'tikad eden kâfir olur.
Buhâri'nin
«Kitâbü'l-İnıan» ile «Kitâbü'Mtk» da,
Müslim 'inde «Kitâbu'I-Fiten» de ittifakla tahric ettikleri Ahnef b.
Kays hadisinde Resulüllâh (Sallallahü Aleyhi ve Selîem) : «iki müsli-man
kılıçlariyle karşılaşırlar da biri diğerini öldürürse hem kaatil hem maktul
cehennemi boylarlar...» buyurmuştur. Hadisin tamamı, yeri gelince
görülecektir.
Bu hadisin ma'nası
hakkında kitabımızın başında da söz geçmişti.
164 - (101)
Bize Kuteybetü'bnü Said rivayet etti. (Dedi ki): Bize Ya-kûb — ki İbni
Abdirrahmân el-Kaarî'dir — rivayet etti. H.
Bize Ebû'l-Ahvas
Muhammed b. Hayyân [32] da
rivayet etti. (Dedi ki): Bize İbni Ebî Hazım [33]
rivayet etti. Bunların her ikisi de Süheyl b. Ebî Salih'den o da babasından o
da Ebû Hüreyre'den naklen rivayet etmiştir ki, Resulüllâh (Sallallahü Aleyhi
ve Sellem):
«Her kim bize karşı
silâh taşırsa bizden değildir. Bizi aldatan da bizden değildir.» buyurmuşlar.
(102) Bana
Yâhyâ b. Eyyub ile Kuteybe ve İbni Hucr toptan İsmail b. Cafer'den rivayet
ettiler. İbni Eyyûb dedi ki: Bize İsmail rivayet etti. Dedi ki: Bana El-Alâ' [34]
babasından, o da Ebû Hüreyre'den naklen haber verdi kİ, Resulüllâh (Sallallahü
Aleyhi ve Sellem) bir ekin yığınına uğramış; ve elini onun içine daldırmış da
parmaklarına ıslaklık dokunmuş. Bunun üzerine: «Ey ekin sahibi! bu ne?»
buyurmuş. Ekin sahibi:
— Ona yağmur isabet
etti ya Resulâllah! demiş. Kesülullah
(Sallallahü 'eyhi ve Sellem) :
«O (ısfak) kısmı
insanlar görsün diye ekinin üstüne koysa idin ya! Aldatan benden
değildir..» buyurmuşlar.
Resulüllâh (Sallallahü
Aleyhi ve Sellem) 'İn oraya uğraması ya pazar yerindeki müslümanlann hâllerini
teftiş etmek yahut bir şey satın almak içindir. Böyle bir teftişi hükümet
yaptırmalıdır.
«Subra» hapsetmek
ma'nasma gelen *sabır»dan alınma olup yığtn ma'nâsma gelir .Yığın da satmak
için hapsedildiğinden ona bu isim verilmiştir.
«Islak kısmı üstüne
koysa idin ya5» buyurulmasından anlaşılıyor ki sahibi o ekini toptan yahud ne
kadar olduğunu ölçmeden ölçeği şu kadara...» diyerek satacakmış. Zira aldatma
ancak bu şekil satışda olur. Üzüm, incir, elma ve armud gibi yemişlerin
iyilerini sepetin üstüne dizerek sepet hesabiyle satmak da bu kabildendir.
Sepetin üstündekilerle altındakiler arasındaki fark büyük olursa yapılan bu iş
aldatma sayıla-cğından müşteri o malı kabul etmeyebilir. Fark az olursa
kabulden imtina1 edemez; bunun hükmü yoktur. Çünkü alış verişler az miktar
aldanmadan hâli kalmazlar.
Peygamber (Sallallahü
Aleyh! ve Sellem) 'in o zâtı te'dîb veya pazardan koğduğuna dair bir ma'lûmat
verilmemiştir. İhtimâl bu hal ilk defa vuku' bulduğu için te'dib hususunda
söale iktifa etmiştir.
Hadis-i şerif ehl-i fazilet
zevatın bir şey satın almak için pazara girme. lerinin rüchamna delildir. Zira
Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) ancak tercih edilecek bir şeyi yapar.
Maamâfih caiz olduğunu göstermek için de gitmiş olabilir. Bu takdirde hadis
ruchana değil, cevaza delâlet eder. İmam Mâlik: «Eskiden insanların âdeti pazar
yerlerine çıkmak ve oralarda oturmak idi. İbni Ömer çok defa pazara gelir;
orada otururmuş, diyor. Yahya b. Saîd dahi: «Ben Said b. e1-Müseyyeb ile Sâ1im
'in bir çok hadislerini ancak pazarda otururlarken almışımdır.» demiştir.
165 - (103) Bize Yahya b. Yahya rivayet etti. (Dedi ki): Bize Ebû Muaviye haber verdi. H.
Bize Ebû Bekir b. Ebî
Şeyhe de rivayet etti. (Dedi ki): Bize babam rivayet eyledi. Bunların hepsi
A'meş'den, o da Abdullah b. Mürra'dan o da Mosruk'dan, o da Abdullah'dan [35]
naklen rivayet ettiler. Abdullah şöyle demiş. Resulüllâh (Sallaîlahü A îeyhi ve Sellem) :
«Yanaklarına vuran veya
yakalarını yırtan yahud câhiiiyet davetiyle çağıran bizden değildir.» buyurdular.
Bu hadis Yahy
a'nındır. İbni Nüraeyr ile Ebû Bekir ise elifsiz olarak (yâni ev yerine ve
harfini kullanarak) «ve yırtar; ve çağırırsa» dediler.
166 - (...) Bize Osman b. Ebî Şeybe de rivayet etti. (Dedi ki):
Bize Cerir [36] rivayet etti. H.
Bize İshâk b. İbrahim
ile Ali b. Haşrem de rivayet ettiler. Dediler ki; Bize İsa b. Yûnus rivayet
etti. Bu râvilerih ikisi birden A'meş'den bu is-iıadla rivayet etti. Onlar da
«ve yırtar; ve çağırırsa» dediler .
Hadis muttefekun
aleyhdir. Buhârî onu «Kitâbü'l-Cenâiz» ile «Kitâbü'î-Menâkib» da, Tirmizi Nesâî
ve İbni Mâce'de «Kitâbü'l-Cenâiz» de tahric etmişlerdir.
«Bizden değildir»
cümlesinden muradın: Bizim yolumuzda değildir demek olduğunu az yukarıda
görmüştük. Çünkü ehl-i sünnete göre günah işlemek bir mü'mini dinden çıkarmaz.
Meğer ki3 günahın helâl olduğuna i'tikad ede.
Kirmanı diyor ki: «Bu
cümle tağliz içindir. Ancak «cahiliyet dâ'-veti» haramı helâl i'tikad etmek ve
Allah'ın kazasına teslim olmamak gibi küfrü mûcib bir şeyle tefsir olunursa o
zaman bu nefi hakikat olur.»
Cahİliyetden murad:
İslâmdan evvelki fetred devridir.
Cahiîiyet da'veti:
harb için yardıma çağırmaktır. «Cahiliyyet devrinde araplar harbedecek
olurlarsa bütün kabileleri dolaşır ve: «Ey filân oğulları!» diye bağırarak
onları harbe da'vet ederlerdi. Kaatile —zâlim bile olsa — yardım ederlerdi.
İslâmiyet bu âdeti yıkmıştır. Hz. Câbir (Radiyalîahu anh) 'dan rivayet edilen
bir hadise göre bir zât şaka ederek ensardan birine dokunmuş. Ensari buna fena
halde içerleyerek kavga etmişler ve Ensarî; «Yetişin ey Ensar!» muhacirde:
«Yetişin ey muhacirler» diye harb da'vetinde bulunmuşlar. Bunun üzerine
Peygamber (Sailalîahü Aleyhi ve Sellem) yanlarına çıkarak :
«Bu câhiiiyet da'veti
ne oluyor?» demiş, sonra kavgalarının sebebini soruşturmuş; muhacirin
şal&dan dokunması olduğunu anlayınca :
«Bırakın onu! Çünkü o
çirkin bir şeydir...» buyurmuştur.
Kaadî Iyaz'a göre
cahiliyet da'veti: Yas ederek ağlamak, ölünün iyiliklerini sayarak ağlamak
gibi şeylerdir.
Başına bir belâ
gelince yanaklarına vurmak, yakalarım yırtmak, yüzünü tırmalamak, vay helakim,
vay başıma gelenler... gibi feryadlarda bulunmak câhiiiyet âdetlerindendir.
Hadisde yanakların zikredilmesi ekseriyetle onlara vurulduğu içindir. Yoksa
vücudun sair yerlerine vurmak da ayni hükümdedir; ve hepsi haramdır.
Bu hadisde üç şey
zikredilmiş ve bunlar birbirlerine (yahud) ma'na-sına gelen «ev» edâtiyle
atfolunmuşlardır. Binaenaleyh nefi bunların ayrı ayrı her biri ile hasıl
olacak demektir. Vakıa rivayetlerin bâzısında «ev» yerine atıf harflerinden
«ve» kullanılmıştır. Bu edat mutlak surette cemi' için olup tertibe filân
delâlet etmezse de burada o, «ev ma'nasında kullanılmıştır .Zira bir hadisin
iki rivayetinden biri «ev» diğeri «ve» ile gelirse «ve= ye de «ev» manası
verilir.
167 - (104)
Bize Hakem b. Musa [37]
el-Kantariy rivayet etti. (Dedi ki)' Bize Yahya b. Hamza, [38]
Abdurrahman b. Yezîd b. Câbir'den rivayet etti. Ona Kaasim b. Muhaymira [39]
rivayet etmiş. Demiş ki: Bana Ebî Bürdete'bni Ebî Musa rivayet etti. Dedi ki:
Ebû Musa çok hasta
oldu ve bayıldı. Başı kadınlarından birinin kucağında idi. Bunun üzerine
kadınlarından biri bir çığlık kopardı. Fakat Ebî Musa ona bir şey söyleyemedi.
Aytldığı vakit:
«Resulüllâh (Sallallahü
Aleyhi ve Seiiem)'ın berî olduğu bir şeyden ben de beriyim. Resultillah
(Sallallahü Aleyhi ve Sellem) va veylâcı, saçını yolan ve elbisesini yırtan
kadınlardan berî idi.» dedi.
(...) Bize
Abd b. Humeyd ile İshâk b. Mansur rivayet ettiler. Bediler ki; Bize Ca'fer b.
Avn [40]
haber verdi (Dedi ki): Bize Ebû'Umeys [41]
haber verdi. Dedi ki: Ben Ebû Sahra'dan [42]
dinledim. Abdurrahman b. Yezid ile Ebû Bürdete'bni Ebî Musa'dan naklen
anlatıyordu. Demişler ki: Ebû Musa bayıldı, da karısı Ümmü Abdillâh çığlıkla
feryad ederek geldi. Sonra Ebû Musa ayıldı. Karısına :
Bilmedin mi ki
Resulüllah {Sallallahü Aleyhi ve Sellem) : (Ben saç yolan, feryad eden ve yaka
yırtan kimseden beriyim) buyurdu? dedi. (Çünkü) Ebû Musa, karısına bu hadisi
(daha önceden) rivayet edermiş.
(...) Bize
Abdullah b. Muti' [43]
rivayet etti. (Dedi ki): Bize Hüseyni, Husayn'dan [44], o
da lyâz-i Eş'arî'den, o da Ebû Musa'nın karısından, o da Ebû Musa'dan o da
Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'den naklen rivayet eyledi. H.
Bana bu hadisi Haccâc
b. eş-Şair dahi rivayet etti. (Dedi ki): Bize Ab-düssamed [45]
rivayet etti. Dedi ki; Bana Babam rivayet etti. (Dedi ki): Bize Dâvud ya'nî
İbni Ebî Hind rivayet etti. (Dedi ki): Bize Âsim [46],
Safvân b. Muhriz'den, o da Ebû Musa'dan, o da Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve
Sellenı)'den naklen rivayet eyledi. H.
Bana Hasen b. Aliy
el-Hulvânî de rivayet etti. (Dedi ki): Bize Ab-düssanıed rivayet etti. (Dedi
ki): Bize Şu'be, Abdiümelik b. Umeyr'-den [47], o
da Rib'î b. Hıraş'dan, o da Ebû Musa'dan, o da Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve
Sellem) 'den naklen bu hadisi haber verdi. Şu kadar var ki lyâz-ı Eş'arı
hadisinde: «Bizden değîidir» demiş
«Berî» dememiştir.
Hadis müttefekun
aleytir. Buharı onu «Cenaze» bahsinde tah-riç etmiştir. İbni Mace 'deki
rivayetinde «hamişe» yâni yüzünü tı-r malayan, yakalarım yırtan, vay halime
diye feryad eden kadına Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellemj'in lâ'net
buyurduğu kaydedilmektedir. Mezkûr rivayeti
İbni Itbân sahih bulmuştur.
Hadisin muhtelif rivayetlerinden
anlaşıldığına göre Ebû Mûsâ (Radiyalhhu anh) 'm hastalığı Hz. Ömer tarafından
Basra'ya vâlî gönderildiği zamana tesadüf etmektedir.
Nesâî 'niri Sünneninde
Hz. Ebû Musa 'nın karısının Ümmü Abdillâh binti D.evme olduğu bildiriliyor. Bazıları
isminin Safiyye olduğunu söylerler; ve:
«Ebû Biirdete'bnî Mûsâ 'nın annesi bu kadındır.» derler.
Berî olmak: ayrılmak
demektir. Şu halde: «Ben ondan beriyim.» demek «Ben ondan ayrıyım ma'nasma
gelir. Ei-Mühelleb bunun: yapılan işe razı olmamak manasına geldiğini söyler.
Sâlika: Musibet
zamanında yüksek sesle feryâd eden kadm demektir. Îbnî'l-A'râbî 'den bir
rivayete göre «saîîka» yüzünü döğen kadındır.
Halika: musibet
zamanında saçını tıraş eden veya yolan kadındır. Şaakka: musibet zamanında
yakalarını yırtan kadındır.
Hadis-i şerif bunların
üçüne de şâmil olduğu halde İmam Buhârî jjbabm başmda yalnız musibet
zamanında saç yolmayı zikreder. Çünkü ka-ifdınlar hakkında bunların en çirkini
saçını yolmaktır.
Nevevî 'nin beyânına
göre: nüdbe (yanî Ölenin eyiliklerini sayarak ağlamak), niyâba (yâni ölüye yas
ederek sesle ağlamak), yüzünü döğ-mek, yakalarını yırtmak, yüzünü tırmalamak,
saçlarını dağıtmak, «helak V olayım», «kahrolayim» diye bed duâ etmek büittifak
haramdır. Bazıları •'bunlara mekruh demişse de
Aynî onun bundan kerahet-i
tahrimiyye kasdettiğini, zira böyle şeylerin biz Hanefüerce de haram olduğunu
söylemektedir.
Hadisin Hasen
el-Hulvânî tarikında Abdüssamed'in, Şu'be 'den merfu' olarak rivayetine Kaadî
lyâz i'tiraz etmiş; ve ulemânın bu hadisi Şu'be'ye mevkuf bulduklarını,
Abdüssamed'den başkasının onu merfu' rivayet etmediğini soylemişse de Nevevi
kendisine şöyle cevap vermiştir: «Sahih ve muhtar olan mezhebe göre bu zarar
etmez; çünkü bir hadisi râvilerden bâzısı mevkuf, bâzısı merfu' yahud bâzısı
muttasıl bazısı mürsel rivayet ederse o hadîse merfû' ve muttasıl hükmü
verilir. Bazıları mevkuf ve mürsel hükmü verileceğini söylemişler. Bir
takımları daha belleyişli râvilerin hadisile amel edilir demişlerdir.
Ekseriyete göre hüküm verilir; diyenler bile olmuştur. Fakat sahih olan kavil,
birincisidir. Bununla beraber Müslim merhum bu isnadı i'timad edilsin diye
zikretmemiştir; o bunu ancak mütâbeat için zikretmiştir, ki bu hususta yakında
söz etmiştik.»
168 - (105)
Bana Şeyban b. Ferruh ile Abdullah b. Muhammed b. Esma' ed-Du'baî [48]
rivayet ettiler. Dediler ki: Bize Mehdi — ki [49] İbni
Meymun'dur — rivayet eyledi. (Dedi ki): Bize Vâsıl el-Ahdeb, Ebû Vâil'-den, o
da Huzeyfe'den naklen rivayet etti. Huzeyfe bir adamın lâf taşıdığını duymuş.
Bunun üzerine şunları söylemiştir: Ben Resulüllalv (Sallallahü Aleyhi ve
Sellemyi:
«Koğucu cennete
giremez.» derken işittim.
169 - (...)
Bize Aliy b. Hucr es-Sa'dî ile îshâk b. İbrahim rivayet ettiler. îshâk dedi ki:
Bize Cerir, [50] Mansur'dan, [51] o da
İbrahim'den [52] o da Hemmam b,
el-Hâris'den [53] naklen haber verdi.
Hem-mâm demiş ki:
Bir adam emîre [54] lâf
taşıyordu. Bir gün biz mescidde oturuyorduk. Cemaat: «Bu adam emire lâf
taşıyanlardandır.» dediler. Derken adam geldi ve bizim meclisimize oturdu.
Bunun üzerine Huzeyfe [55] Ben
Resulüîlah (Satlailahü Aleyhi ve Sellem) 'i:
«Koğucu cennete
giremez.» derken işittim, dedi.
170 - (...)
Bize Ebû Bekr b. Ebî Şeybe rivayet etti. (Dedi ki) Bize Ebû Muaviye ile Vekî',
A'meş'den rivayet ettiler. H.
Bize Mincab b.
el-Hâris et-Temîmî de rivayet etti. Bu lâfız onundur. (Dedi ki): Bize İbni
Müshir, A'meş'den, o da İbrahim'den o da Hemmâm b. el-Hâris'den naklen haber
verdi. Demiş ki: Biz Huzeyfe ile birlikte mes-cidde oturuyorduk. Derken bir adam
gelerek yanımıza oturdu. Huzeyfe'ye: «Bu adam sultana bir şeyler götürüyor»
dediler. Bunun üzerine Huzeyfe ona işittirmek isteyerek:
— Ben Resulüllâh
(Sallallahü Aleyhi ve Sellem) 'i:
«Koğucu cennete
giremez.» buyururken işittim, dedi.
Hadis müttefekun aleyhdir.
Buharı onu «Kitâbü'1-Edeb» de diğer «Ktitübü sitte» sahiplerinden Ebû Dâvud
«Kitâbü'1-Edeb» de, Tirmizi «Kitâbü'1-Bir» de, Nesaîde «Tefsir» de tahric etmişlerdir.
Kattât: Hem vezin hem
de ma'na cihetinden nemmamın müteradifidir, ki koğucu demektir. Nitekim Kaadî
Iya'z : «Kattâtla nemmâm birdir» demiştir. Fakat İbni Battal: «Bâzı
lügat.ulemâsı kattât ile nemmâm arasında fark bulmuştur.» demiştir. Hattâbî:
«Nemmâm Konuşan cemaatle beraber olur ve onların konuştuklarım başkalarına
eriştirir. Kattât ise: cemaatin haberi yokken onların konuştuklarını dinler; sonra başkalarına taşır.» diyor.
«(Koğucu cennete
giremez.» ifadesininma'nâsı şa'yet Allah Tealâ bu babtaki vaîdini infaz ederse
giremez demektir. Çünkü ehl-i sünnet uleması Allah Tealâ 'nın vaîdinde
muhayyer olduğunda müttefiktir-lar. Binaenaleyh dilerse azâb eder; dilerse aff
buyurur.
Yahud hadis,
koğuculuğu helâl i'tikad edenlere hamlolunur. Yahud da koğucu günahsız kullarla
birlikte cennete giremez diye teVil olunur. Bu takdirde cehennemde cezasını
çektikden sonra bittabi cennete girer.
Acaba koğuculuk gıybet
midir değil' midir? Bu mesele ihtilaflıdır. Râcih olan kavle göre aralarında
mugâyeret ve mantıkan umum ve husus min. vech vardır. Zira koğuculuk, bir
kimsenin halini ifsâd yolu ile ve rizası olmaksızın başkasına nakletmektir. Hal
sahibinin bunu bilip bilmemesi müsavidir. Gıybet ise bir kimseyi hoşlanmadığı
bir şey^e gıyabında zikretmektir. Yâni koğuculuk ifsad kasdı ile gıybetten
ayrılır. Çünkü gıybette ifsad kasdı şart değildir. Gıybet dahi, zemmî edilen
şahıs hakkında söylenenler gıyabında söylenmekle koğucuîuktan ayrılır. Sair
yerlerde birleşirler.
İmam Gazali
(Rahimehullah) , «İhyâu'1-Ulum» nam eserinde koğuculuk hakkında şöyle der:
«Bilmiş ol, ki nemime
ekseriyetle başkasının sözünü, hakkında
söz
edilen kimseye
taşımakda kullanılır. Meselâ: filân senin hakkında şunları söylüyor.» dersin.
Ama neneme buna mahsus değildir. Onun ta'rifi: meydana çıkması arzu edilmeyen
bir şeyi meydana çıkarmaktır. İster kendisinden nakledilen şahıs hoşlanmasın
isterse.lâf götürdüğü şahıs veya başka biri bunu kerih görsün. Ve keza meydana
çıkarma işi ister cebren olsun isterse remiz ve imâ suretiyle yapılsın. Şu
halde nemimenin hakikati: açılması istenmeyen şeyin sırrını ifşa etmek ve
perdeyi kaldırmaktır. Bir kimseyi kendisi için mal saklarken görerek
başkalarına söylemek nemimedir.
Kendisine bir şey
koğuşturularak: «Filân senin hakkında şöyle diyor; yahud senin hakkında şu
icraatta bulunuyor.» denilen kimseye altı şey lâzımdır:
1 - Onu
tasdik etmemelidir. Çünkü nemmâm fâsiktir.
2 - Onu
koğucuîuktan men' etmeli; kendisine nasihatta bulunmalı; yaptığının kötü bir iş
olduğunu söylemelidir.
3 - Ona Allah
için buğz etmelidir. Zira o kimse Allah Tealâ 'nın buğzuna uğramıştır.
Allah 'in buğz ettiği kimseye buğz vaciptir.
4 - Yanında
olmayan din kardeşine
sû-i zannda bulunmamalıdır.
5 -
Koğucunun söyledikleri, kendisini o hususta tecessüs ve araştırma yapmaya sevk etmemelidir.
6 - Koğucuya
yasak ettiği şeyi kendisi yapmamalı; onun koğuştur-duğu şeyleri başkasına
hikâye ederek: «Filân şöyle söyledi» dememelidir. Zira bunu yaparsa kendi de
nemmâm ve kendi nehyettiğini kendisi yapmış ölür...»
Nevevî İmam Gazâ1î!nin
yukarıdaki sözlerini naklettikten sonra şunları ilâve ediyor:
«Nemime hakkında söylenen
bütün bu sözler, nemimede şer'i bir maslahat olmadığına- göredir. Ama ona
ihtiyaç görülürse, men' edilemez. Meselâ: Birisi sana veya ailene yahud malına
bir kötülük etmek istiyor» diye haber vermek ve keza devlet reisine veya bir
salâhiyet sahibine bir adam hakkında: «Şunu yapıyor; mefsedet peşinde koşuyor.»
diye haber vermek bu kabildendir. Salâhiyet sahibinin de o işi meydana
çıkarması,
zararını gidermesi
icabeder.
Bütün bunlar ve
benzerleri haram değil, yerine göre bazısı vâcib, bazısı naüstehabtırlar,»
171 - (106)
Bize Ebû Bekr b. Ebî Şeybe ile-Muhanımed b. el-Müsennâ ve İbni Beşşâr [56]
rivayet ettiler. Dediler id: Bize Muhammed b. Ca'fer, Şu'bedeıı, o da Aliy b.
Müdrik'deri, o da Ebû Zür'a'dan, o da Hareşetü'bnü'l-Hurr'den, [57] o da
Ebû Zerr'den, o da Peygamber (Saîİallahü Aleyhi ve Selîem) 'den naklen rivayet
etti. Resulüllah (SallaUahü Aleyhi ve Sellem):
«Üç kişi vardır ki,
kıyamet gününde AHah onlarla konuşmayacak, onlara bakmayacak, onları tezkiye de
etmiyecektir. Hem onlar için elim bir azâb vardır.» buyurmuşlar.
Râvî demiş ki:
«Resulüllâh (SallaUahü
Aleyhi ve Sellem) bunları üç defa
okudu.» Ebû Zerr :
— Adları batsın!
Umduklarına ermesinler! kim onlar ya Resulâllah? demiş Resulüllah (SallaUahü
Aleyhi ve Sellem) :
«Elbisesini
(kibirinden) yerde sürükleyen, verdiğini başa kakan ve ticaret malına yalan
yere yeminle revaç verendir» buyurmuşlar.
(...) Bana
Ebû Bekr b. Hallâd-i Bâhilî rivayet etti. (Dedi ki): Bize Yahya —ki
el-Kattândır— rivayet etti. (Dedi ki): Bize Süf>ân [58] rivayet
etti. (Dedi ki): Bize Süleyman El-A'meş, Süleyman b. Müshir'-den, [59] o da
Hareşetü'bnü'I-Hurr'dan, o da Ebû Zerr'den [60] , o
da Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) 'den naklen rivayet eyledi. Resulüllah (SallaUahü Aleyhi ve Sellem):
«Üç kişi vardır ki,
kıyamet gününde Allah onlarla konuşmayacaktır: Başa kakmadan hiç bir şey
vermeyen mennân, malına yalan yere yeminle revâc veren ve elbisesini
sürükleyen.» buyurmuşlar.
Bu hadisi bana
Bişrü'bnü Hâlid de rivayet etti. (Dedi ki): Bize Muhammed yânî İbni Ca'fer,
Şu'be'den rivayet etti. Demiş ki: Ben Süleyman'dan bu isnâdla dinledim, ve:
«Üç kişi vardır ki,
Allah onlarla konuşmaz; Onlara bakmaz; onları tezkiye etmez; hem onlara elim
bir azâb vardır.» dedi.
172 - (107)
Bize Ebû Bekr b. Ebî Şeybe rivayet etti. (Dedi ki): Bize Veki' ile Ebû Muâviye,
A'meş'den, o da Ebû Hâzim'den, [61] o da
Ebû Hüreyre'den naklen rivayet etti. Ebû Hüreyre demiş ki:
— Resulüllâh
(Saüallahü Aleyhi ve Sellem) :
«Üç kişi vardır ki.
Kıyamet gününde Allah onlarla konuşmaz. Onları tezkiye de etmez. (Ebû Muâviye:
ve onlara bakmaz; demiş.) hem onlara elim bir azâb vardır. Bunlar: zina eden
ihtiyar, yalancı devlet reisi ve büyüklenen fakirdir.» buyurdular.
173 - (108)
Bize Ebû Bekr İbni Ebî Şeybe ile Ebû Küreyb rivayet ettiler. Dediler ki: Bize
Ebû Muâviye, A'meş'den, o da Ebû Sâlih'den [62], o
da Ebû Hüreyre'den naklen rivayet etti. Bu hadis Ebû Bekr'indir. Dedi ki.
Resulüllâh (Saîlaîlahü Aleyhi ve Sellem):
«Üç kişi vardır kif
kıyamet gününde Allah onlarla konuşmaz; onlara bakmaz; onları tezkiye etmez.
Hem onlara elim bir azâb vardır. Bunlar:
1 - Kırda
fazla suyu olup da onu yolcuya vermeyen,
2 -
İkindiden sonra bir kimseye bîr mal satan ve o maiı (kendim) şu
şu kadar aldım diye
Allah'a yemin ederek müşteri kendisine inanan, halbuki hakikat bunun hilâfına
olan;
3 - Bir
büyüğe yalnız dünyalık için bey'at eden, dünyalık verirse sö« zünde duran,
vermezse durmayan kimselerdir.» buyurmuşlar.
(...) Bana
Züheyr b. Harb da rivayet etti. Dedi ki: Bize Cerir rivayet etti. H.
Bize Said b. Amr
el-Eş'asî dahî rivayet eyledi. (Dedi ki): Bize Ab-ser [63]
habei verdi. Bunların her ikisi de A'meş'den bu isnadla bu hadisin mislini
rivayet etmişler, şu kadar ki Cerir'in hadisinde:«ve bir kimse ile bir malın
pazarlığını yapan...» cümlesi vardır.
174 - (...)
Bana Amru'n-Nâkid dahi rivayet etti. (Dedi ki): Bize Süf-yân [64] ,
Amr'dan, [65] o da Ebû Salîh'den, o da
Ebû Hüreyre'den naklen rivayet etti. Ve: (zannederim merfu' -olacak) dedi.
Resulüllah (Sallalhhü Aleyhi ve Seîletn) :
«Üç kişi vardır ki,
Allah onlarla konuşmayacak, onlara bakmayacaktır. Hem onlara elim bir azâb
vardır. Bunlar: İkindi namazından sonra bir müs-lümanın malı üzerine yemin eden
ve o malı koparıp alan...» dır dedi. Hadîsinin geri kalan kısmı A'meş hadisi
gibidir.
Hadis müttefekun
aleydir. Buhârî onu «Müsâkaat», «Şehâdât» ve «Tevbid» bahislerinde tahric
etmiştir.
Görülüyorki, hadisin
bütün rivayetlerinde üç kişiden bahsolunmakta, kıyamet gününde Allah Teâlâ 'nın
bunlarla konuşmayacağı, onlara bakmayacağı, onları tezkiye etnıiyeceği beyan
buyuruhnaktadır.
Üç kişiden murâd: Üç
sınıf insandır. Bunîanrf muhtelif insanlar olduğu hadisin muhtelif
rivayetlerinden anlaşılmaktadır. Üç ta'birî bâzı rivayetlerde müzekkere,
bâzılarında ise müennese sıfat yapılmıştır. Müzekkere sıfat olduğu yâni
«selâsetün» denildiği yerde mevsufu eşhas takdir olunur. Ve «Selâsetü eşhasın»
diye okunur. Müennese sıfat olduğu yâni «Selâsün» denildiği yerde ise mevsufu
enfüs takdir olunur ve: «Selâsü Enfüsin» denilir. Çünkü arapçada üçten ona
kadar sayılarda adet ma'dûdun
aksine gelir.
Mezkûr üç sınıf
insanla Allah Teâlâ 'nın konuşmamasından murad ne olduğu ihtilaflıdır.
Bâzılarına göre onlara hayır hasenat sahiplerine gösterdiği hüsnü kabul ve
rızayı göstermeyecek, bilâkis onlarla gadabına uğrayanlara olduğu gibi gadablı
konuşacaktır. Bazıları: «Konuşmamaktan murâd: onlara yüz vermemektir.» derler.
Cumhuru müfes-şirine göre Allah Teâlâ onlarla kendilerine fayda Verecek ve
memnun edecek söz konuşmayacaktır. «Onlara selâmlamak için melekleri
göndermeyecektir» diyenler de vardır.
A11ah'm kullarına bakmasından
murad: Onlara lütfü merhamet eylemesidir. Bakmaması ise i'raz etmesidir.
Tezkiye etmek: temize
çıkarmak demektir. Burada murad: onları günah kirlerinden temizlememesidir.
Zeccâc ile diğer bazı ulemaya göre «tezkiye etmez» sözünün ma'nası: onları
medh-u sena etmez demektir.
Azâb-ı elim* son
derece elem ve acı veren azaptır. Vahidî 'nin beyanına göre azab-ı elim; acısı
kalbe varan azaptır. Vâsıl diyor ki: Arap lisanında azâb azbden alınmıştır. Azb
men' etmektir. Suya «azb» denilmesi susuzluğu men' ettiği içindir. Azâbda da
men* mânası vardır. Çünkü azâb, sahibini bir daha o işi yapmaktan nıenettiği
gibi başkalarının da öyle bir iş yapmasına mâni' olur.
«Müsbil» elbisesini
yerlere kadar sarkıtarak eteklerini kurula kurula yerde sürükleyendir. Nitekim
bu kelimeden muradın bu olduğu:
«Elbisesini kurula
kurula sürüyen kimseye Allah bakmaz ...»hadisi şerifinde açıkça beyan
buyuruîmuştur. Kurulmak kaydı, hadisin umumunu tahsis etmekte ve tehdidin
böbürlenenlere* mahsus olduğunu göstermektedir. Filvaki' Hz. Ebû Bekir'in
kaftanı_ istemeyerek yere sarkar ve yerde sürünürdü. Ama kendisinin şu haliyle
böbürlenenlerden sayılıp sayılmayacağını sorduğunda Peyga mber (Salîaîlahü
Aleyhi ve Sellem) ona :
«Sen onlardan
değilsin» cevabını vermişti.
İzâr: Kaftan ve cübbe
gibi vücudu baştan aşağı saran elbisedir. Sürüklemenin memnu' olması her
elbiseye âmm ve şâmil olduğu halde ha-disde yalnız izarın zikredilmesi araplar
ekseriyetle onu giydikleri içindir. Hatta don giymeyi bilmedikleri söylenir.
İbnû Abdı Rabbih'in rivayetine göre a'râbînin birisi bir don bulmuş. Onun bir
elbise olduğunu anlayınca giymek istemiş; fakat evvelâ kollarını donun
paçalarına soktuğu için başına sokacak delik kalmamış. Delik bulamayınca
a'râbî: «Meğer bu nesne şeytan gömleği imiş* diyerek onu atmış.
Ebû Ca'fer Muhammed b.
Cerir Taberî ve diğer bazı ulemâ: «Burada yalnız izârın sarkıtılmasmdan
bahsedilmesi, arapla-rın umumiyetle giydikleri o olduğundandır. Yoksa gömlek ve
saire elbise nevî'lerinin hükmü de bunun aynidir. Nitekim böyle olduğu Salim
b. Abdi11âh'm babasından rivayet ettiği bir hadisde: «Sarkıtma izâr, gömlek ve
sarıkda olur. Her kim böbürlenerek (bunlardan) birini sürük-leye sürükleye
yürürse kıyamet gününde Allah Teâlâ ona bakmaz., buyuruîarak beyan edilmiştir.»
demişlerdir. Bu hadisi Ebû Dâvud, Nesâî ve İbni Mâce güzel bir isnadîa rivayet
etmişlerdir.
Mennân: «memuin
mûbâlegalı ismi fail sigası olup çok çok başa kakan demektir. Ve bahîle de
şâmildir. Gerçi hadisin bazı rivayetlerinde «Başa kakan bahîl» denilmişse de
bunun mefhumu muhalifi mu'teber değildir. Şu halde buradaki tehdit, başa
kakmayan bahile şâmil değildir denilemez. Çünkü başa kakmak zaten bahil olmayı
istilzam eder. Başa kakan kimse verdiği şeyde gözü kaldığı ve onu büyük
gördüğü için imtinan eder. CÖ-merd olan ne verdiğini çok görür; ne de başa
kakar.
Hadisde sözü geçen
yeminden murad; elindeki malı istediği fiyata satabilmek için: «Vallahi bu
malı ben şu kadara aldım» diye yalan yere edilen yemindir. Nitekim bir
rivayette tasrih'de edilmiştir.
Rivayetlerin birinde
Peygamber (SaUaUahit Aleyhi ve Sellem) hâsseten ihtiyar zâniyî, yalancı
hükümdarı ve büyüklenen fakiri tehdid etmiştir. Bu hususta Kaadî Iyâz şunları
söylemektedir. «Bunun sebebi: mezkûr üç kişiden her birinin —bu günahtan uzak
olduğu ve onu işlemeye bir zarureti olmadığı, sebebleri kendisinde zaif
bulunduğu halde — mezkûr günahı işlemiş olmasıdır. Vakıa hiç bir kimse bir
günah-dan dolayı mazur görülemez; ama bu günahları irtikâba kesin bir zaruret
ve sebeb yokken onları işlemek muânedeye ve Allah Teâlâ-nm hakkile istihza
etmeye ve ona karşı kasden isyana kalkışmaya benzer... Zira ihtiyar bir adam
aklı kemâl bulduğu, üzerinden uzun zaman geçmekle bilgisi tamam olduğu,
kadınlara karşı cima' şehvet sebebleri kendisinde zaiflediği ve bozulduğu
cihetle artık haramdan gönlünü kurtaracak bütün helâl sebeblerine malik
demektir. Bu adam haram olan zinaya nasıl tenezzül edebilir? Bunun sebebleri
ancak gençlik, tabiî hararet, bilgisizlik, akıl ermediği için şehvetin galebe
çalması ve yaş küçüklüğüdür.
Hükümdar da öyledir.O
da Teba'asımn hiç birinden korkmaz; Onların müdâhane ve dalkavukluğuna da
ihtiyacı yoktur. Çünkü insan ancak çekindiği; tekdir ve eziyetinden korktuğu
yahud bir mevki' veya menfaat umduğu kimseye karşı yalancıktan müdahene ve dalkavukluk
eder, Hükümdar ise yalandan mutlak surette, müstağnidir.
Fakir ve muhtaç da
öyledir. Onun malı yoktur. Halbuki böbürlenerek büyüklenmenin ve akranu
emsalden üstün görünmenin sebebi dünyada zengin olmaktır. Zira bu adam dünyada
meydana çıkacak, ona muhtaç olanlar dünyada muhtaç olacaklardır. Onda
zenginliğin esbabı bulunmayınca ne diye büyüklenecek; başkalarını tahkir
edecektir, görülüyor ki, bunun olsun, zina eden ihtiyarla yalan söyleyen
hükümdarın olsun yaptıkları iş
Allah Teâlâ 'nm hakkına bir nevî
tahkirdir.»
Son rivayette
zikredilen üç kişiye gelince:
Bunların birincisi:
suyunun fazlasını muhtaç olan yolcuya vermeyendir. Böyleleri hakkında Nevevî
«Bunun yaptığının ağır surette ha-rarn ve son derece çirkin olduğunda şüphe
yoktur. Fazla suyu hayvanlara vermeyen âsî olursa muhterem olan insana
vermeyenin hâli ne olur? Zâten sözümüz buradadır. Eğer yolcu mürtedd yahud
harbî [66]
olursa ona su vermek vacib değildir.» diyor.
İkincisi: ikindiden
sonra ticaret malını satmak için yalan yere yemin edendir. Maamâfih (ikindiden
sonra) olması bir kayd-ı ihtirazı değildir. Yalan yere yemin etmek her zaman
haramdır. Ancak bu yemin pazar yerlerinde ikindiden sonra daha çok edildiği
için ikindi zamanı hassaten zikredilmiştir. Çünkü ekseriyetle ikindden sonra
pazarın dağılması yakın olduğundan pazarcılar ellerindeki malları satabilmek
için bu yemine baş vururlar. Mezkûr yemin, yalan söylemeyi, aldatmayı, haksız
yere başkasının malını almayı ve Allah Teâlâ 'nm hakkı ile alay ve istihzayı
tezamnıum etmektedir. Zira meleklerin huzurunda yalan yere yemin etmesi A11ah'in
hakkiyle aîay sayılır. Bunların hepsi büyük günahlardandır.
Ulemâdan bazılarına
göre ikindinin hassaten zikredilmesi o zaman yapılan yeminde fazla cür'etkârhk
bulunduğu içindir. Zira bütün tenzih ve takdislerin temeli tevhîddir. İkindi
zamanı' ise gündüz meleklerinin göğe çıktıkları müstesna bir zamandır.
Bir takım ulemâ da:
«İkindinin hassaten zikredilmesi, o zamanda işlenen günahların büyüklüğüne
işaret içindir. Çünkü o zaman gündüz melekleri kulların amellerini Allah Teâlâ
Hazretlerine arzetmek için semalara çıkarlar. Kulun son işlediği amele i'tibar
olunur. Kabulü ümid edilen ameller daima son amellerdir. Binaenaleyh ikindi
zamanı edilen yemin o gün arzedilecek son amel olacağından günahı da o nisbette
büyük olur. Yoksa yalan yere yemin etmek yalnız ikindiye mahsus değil, her
zaman haramdır.» demişlerdir.
Kurtubî diyorki:
«Buradaki şiddetli tehdit, ikindi zamanı meleklerin toplanması sebebiyle olsa
ikindiye mahsus olmaması icâbeder. Çünkü meleklerin sabah namazında da
toplandıklarını ifâde eden hadis vardır. Bir de melekler ancak namaz için
toplanırlar. Onlar namazdan başka bir şeye şâhid olmazlar. En iyisi ikindinin
tahsisi salât-ı, vusta (orta namaz) olduğu içindir; demelidir.»
Üçüncüsü: Büyüklerden
birine dünya malı için bey'at etmek yâni dünya menfaati için ona re'y
vermektir. Böylesi bütün müslümanian ve onların başında bulunanları aldattığı;
ve sözünden döndüğü zaman bir çok fitnelerin çıkmasına sebeb olacağı için
mezkûr tehdidi hak etmiştir.
Bazı rivayetlerde
büyükden muradın devlet reisi olduğuna işaret vardır.
Bey'at etmek: gönülden
söz vererek bağlanmaktır. Bey'at kelimesi, alış veriş ma'nasma gelen (Bey') den
alınmıştır. Binaenaleyh aralarında bey'at vâkî olan iki kişi, sanki bir
birlerine kalblerinin ihlâs ve samimiyetini satmış ve birbirlerinin emri altına
girmiş gibi olurlar.
Ebû Hüreyre hadîsinin
Buhârî'deki rivayetinde, Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Selîem) 'in bunları
söyledikten sonra:
«Allaha verdikleri
söze bedel az bir para alanlar yok mu! İşte onlara âhi-rette hiç bir nasib
yoktur. Kıyamet gününde Allah onlarla konuşmayacak, onlara bakmıyacak ve
kendilerini tezkiye etmiyecektir. Hem onlara elim bir azâb vardır.» [67]
âyet-i kerimesini okuduğu bildirilmektedir. Resulüllah (Salîallahü Aleyhi ve
Seltem)'in bu âyeti okuduğu ileride gelecek 222 sayılı İbni Mes'ud (Radiyalîahu anh) hadisinde de
görülecektir.
175 - (109)
Bize Ebû Bekr b. EM Şeyhe ile Etm Said el-Eşecc rivayet ettiler. Dediler ki:
Bize Vekî' A'meş'den, o da Ebû Sâlîh'den, o da Ebû Hüreyre'den naklen rivayet etti, Ebû Hüreyre şöyle demiş:
ResultiUah
(Sallallahü Aleyhi ve
Sellem):
«Her kim kendini bir
demir parçasile öldürürse, demiri elinde, onu karnına saplar bir hâlde cehennem
ateşinde ebedî ve dâîm? olarak kalacaktır. Her ki mzehir içerde kendini
öldürürse o kimse de zehirini cehennem ateşinde ebedî ve daimi kalarak
İçecektir. Her kim bir dağdan yuvarlanır da kendini öldürürse o da cehennem
ateşinde ebedî ve dâimi olarak yuvarla-nacaktır.» buyurdular.
(...) Bana
Züheyr b. Harb da rivayet etti. (Dedi ki): Bize Cerir [68]
rivayet etti. H.
Bize Said b. Amr
el-Eş'asî de rivayet eyledi. (Dedi ki): Bize Abser rivayet etti. H.
Baha Yâhyâ b. Habib
el-Hârsi dahi rivayet etti. (Dedi ki): Bize Hâlid yânî İbnü'l-Hâris rivayet
etti. (Dedi ki): Bize Şu'be rivayet eyledi. Bu râvi-lerin hepsi bu isnadla bu
hadisin mislini rivayet etmişler Şu'be'nin Süleyman' [69] dan
rivayetinde: «Zekvandan dinledim dedi» ibaresi vardır.
Bu hadîsi Buharı ile
Tirmizî «Tıbb» bahsinde, Nesâî de «Cenâiz» de tahriç etmişlerdir.
Râvîlerinden yalnız
Ebû Hüreyre (Radiyallahu anh) , Medine !li, diğerleri Küfe 'lidirler. Hadisi
birinci tarikde Vekî' A'meş' den rivayet ettiği gibi ikinci tarikde Cerir,
Abser ve Şu'be dahi ondan rivayet etmişlerdir. İmam Müs1im'in: «Bu râ-vîlerin
hepsi bu isnadla bu hadisin mislini rivayet ettiler.» Sözü ile işarette
bulunduğu râvîler bunlardır. Ancak râvî A'meş müdeilistir; ve hadisi «an»
edâtiyle rivayet etmiştir. Müdellis bir râvînin ise «an» edâtiyle rivayet
ettiği hadisler hüccet olarak kabul edilemez. Meğer ki «an» ile kendisinden
hadis rivayet ettiği zâttan o hadisi dinlediği, başka bir yoldan sabit ola.
İşte İmam Müslim burada A'meş'in bizzat şeyhinden dinlediğini göstermek için: «
Şu'be nin Sü1eyma'n'dan rivayetinde (Zekvan'dan dinledim dedi) ibaresi vardır,
demektedir. Süley-m a n'dan murad; A'meş 'tir. Bu suretle hadisin isnadına bir
diyecek kalmamış olur.
Hadis Buhârî'de takdim
ve te'hirlidir; yâni orada evvelâ dağdan yuvarlanan sonra zehir içen daha sonra
kendini demirle öldüren zikredilmiştir.
Demirden murâd: bıçak,
kılıç ve saire gibi şeylerdir. Haksız yere insan öldürmenin en büyük
günahlardan olduğunu görmüştük. Burada intiharın da aynı hükümde olduğu
üstelik cezanın amel cinsinden olacağı beyan buyurulmuştur. Binaenaleyh kendini
demirle öldüren aynen intihar ettiği şekilde azab görecek, zehirle intihar
eden cehennemde de zehir içerek cezalandırılacaktır.
Böylelerin cehennemde
%bedî kalması, intiharı helâl i'tikad ettikleri takdirdedir. Helâl i'tikad
etmeyenler hakkında cehennemde ebedî kalmak uzun müddet orada yanmaktan kinayedir.
Müslim sarihlerinden El-Übbî şöyle diyor: «Cehennemde ebedî kalmak, intihar
edenin cezası başka birini öldürmenin cezasından daha şiddetli olacağına
işaret için de olabilir. Çünkü bu adam manî bulunduğu halde bu suçu işlemiştir.
Nitekim ihtiyarın zina etmesi, hükümdarın yalan söylemesi de böyledir.
İntihar suçuna manî'
olan şey insanın fıtratı icâbı canını sevmesidir. Sonra intiharın, düşman
öldürecek zannîyîe kendini öldüren kimse ile tahsisi gerekir. Cihad bahsinde;
(Düşman, müslünıanîarın gemisini yakarsa gemide olanlara kendilerini denize
atmaları caizdir. Çünkü bunlar ölümden Ölüme kaçmışlardır.) denilmiştir. Rabî
â bunu ancak kurtuluş ümidi olanlara caiz görmüş, ümidi olmayan kendini
öldürmesin; A11ah'm takdirine sabretsin demiştir...»
Bu mesele Hanefi
imamları arasında da ayni şekilde ihtilaflıdır. İmam A'zama göre gemidekiler
sabrederek yanmakla denize atlayıp boğulmak arasında muhayyerdirler.
Kaadî Iyaz diyor ki:
«Bu hadis: «kaatil öldürdüğü şeyle kısas olunur.» diyen İmam Mâ1ik 'in
delilidir. İmam Mâlik bu hususta Teâ1â Hazretlerinin âhirette vereceği cezaya
ve Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) 'in yahudî ile Uraniyyine verdiği
hükme uymaktadır.»
Filhakika yahudinin
biri, bir cariyenin başını iki taş arasında ezerek öldürmüş; Resulüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)
yahudînin de aynî şekilde (yâni başı iki taş arasında ezilerek) öldürülmesine
hüküm vermişti. Uraniyyîn denilen kabile, bir çobanı fecî' şekilde öldürmüş ve
bazı uzuvlarını kesmişlerdi. Onların da ayni şekilde Öldürülmek suretiyle kısas
edilmelerini emir buyurmuşlardı. İmam Mâ1ik'in aklî delili de: bir suçu
misliyle cezalandırmanın o suçtan vaz geçirme hususunda daha te'~ girli
olmasıdır. Hudûd-i şer'iyye ise zâten suç işlemekten men' etmek için meşru'
olmuşlardır.
Lâkin Muhammed el-Übbî
bu istidlale i'tiraz etmiş ve: «Bununla bu meseleye ihticâc edilemez: Çünkü
A11ah 'm fi'line kıyas edilmiş olur. Allah Teâlâ 'nın fi'iline kıyas ise doğru
değildir. Zira O'nun fiilleri ta'lil edilemez. Kıyas ancak A11ah'm hükümlerine
yapılır.» demiştir.
Şâfiilere göre eğer
meşru' fiilse kısas, suçlu şahsın fiilinin mislile yapılır. Şayed bununla
ölmezse boynu kesilir. Zira kısas müsavat üzerine meşru' kılınmıştır.
Hanelilere göre ise kılıçla yânı silahla yapılır.
Cumhuru ulemaya göre
intihar eden kimsenin cenazesi kılınır. Yalnız Hanefilerden İmam Ebû Yusuf'a
göre kılınmaz. Halîfe Ömer b. Abdi1âziz ile Evzâîye
göre ise mekruhtur.
176 - (110)
Bize Yahya b. Yahya rivayet etti. (Dedi ki): Bize Muâvi-yetü'bnü Sellâm b, Ebî
Sellâm ed-Dimeşkî [70],
Yahya b. Ebî Kesir'-den [71]
naklen haber verdi. Ona da Ebû Kılâbe [72]
haber vermiş. Ona da Sabit b. Dahhâk [73]
kendisinin Resulüllâh (Salîaîlahü Aleyhi ve Sellem) 'e ağacın altında bey'at
ettiğini; ve Resulüllâh (Sallalhhü Aleyhi ve Sellem) 'in:
«Her kim İslâmdan
başka bir din nâmına yalan yere yemîn ederse o kimse dediği gibidir. Ve kim bir
şeyle kendini öldürürse ksyamet gününde o nesne ile azab olunur. Bir kimsenin
mâlik olmadığı bir şeyi nezretmesi mu'teber değildir.» buyurduğunu haber vermiş.
(...) Bana
Ebû Gassân el-Mismâi rivayet etti. (Dedi ki): Bize Muâz — ki İbni Hişamdır —
rivayet eyledi. Dedi ki, Bana babam Yahya b. Ebî Kesîr'den rivayet etti. Demiş
ki: Bana Ebû Kılâbe Sabit b. Dahhâk'dan, o da Peygamber (Salîaîlahü Aleyhi ve
Sellem) 'den naklen rivayet etti. Resulüllâh
(Sallallahü Aleyhi ve Sellem):
«Kişinin mâlik
olmadığı hj^susatta nezir yapması mu'teber değildir. Mü'-mine İânet etmek onu
öldürmek gibidir. Her kim dünyada kendini bir şeyle öldürürse kıyamet gnünde o
şeyle azâb olunur. Her kim malını çok göstermek için yalan yere bir şey iddia
ederse Allah onun malını daha ziyâde azaltmaktan başka bîr şey yapmaz. Bîr de
her kim yalan yere bir şeye ye-min-i sabr ederse (o da öyledir.) buyurmuşlar.
177 - (...)
Bize İshâk b. İbrahim İle İshâk b. Mansûr ve Abdülvâris b. Abdissamed [74] hep
birden Abdüssamed b. Abdilvâris'den, o da Şu'beden, o da Eyyûb'dan [75], o
da Ebû Kılâbe'den, o da Sabit b. Dahhâk el-Ensârî'den naklen rivayet ettiler.
H.
Bize Muhammed b.
.Eâfi'de Abdürrazzâk'dan, [76] o da
Sevri'den, o da Hâlid el-Hazza'dan, o da Ebû Kilâbe'den, o da Sabit b.
Dabhak'dan işitmiş olmak üzere rivayet etti.
Sabit şöyle demiş: Peygamber
(SaUailahü Aleyhi ve Seilem):
«Her kim İslâmdan
başka bir dîn nâmına yalan yere kasden yemin ederse, o kimse dediği gibidir.
Her kim kendini bir şeyle öldürürse Allah onu cehennem âteşinde o şeyle azâb
eûer.» buyurdular. Süfyanın hadisi budur. Şu'be'ye gelince: Onun hadisi şöyledir: Resulüllah(SaJlallahü
Aleyhi ve Selllem):
«Her kim İsiâmdan
başka bsr dîn nâmına yalan olarak yemin ederse, o kimse dediği gibidir. Ve her
kim kendini bir şeyle keserse, kıymet gününde de o şeyle kesilir.» buyurdu.
Bu hadisi İmam Buhâri
«Kitabü'I-Edeb» ve «Kitabü'I-cenâiz» de, Ebû Dâvud «Kitâbü'l-Eymân ve'n-Nüzûr»
da, Tirmizi ile Nesâî aynî babda, İbni Mâce «Kitabti'I-Kettârât» da tahriç etmişlerdir.
İmam Müslim'in İshâk
'lardan dinlediği rivayet de«... Şu'be'den o da Eyyub 'dan o da Ebû Kılâbe
'den, o da Sabit b. Dahhâk el-Ensâr i'den, dedikten sonra isnadı değiştirerek:
«Sevri'den, oda Hâlid el-Hazzâ'dan, o da Ebû Kılabe'-den, o da Sabi t'ten
naklen rivayet etmiştir.» demesi, kendinin ve diğer muhaddislerin âdeti
hilâfına cereyan etmiş; ve söz biraz uzamıştır. Âdeti iktizası isnadı evvelâ
Ebû Kılâbeye kadar zikredecek, sonra ikinci tarikin râvilerini sıralayacak ve
sırası gelince Sabit b. Dahhâk (Radiyaüahu anh) \ orada zikredecekti. Birinci
tarikde onu zikretmeye lüzum yoktu. Bunun sebebi şudur:
Birinci rivayette Şu'be
Hz. Sabitin nesebini yânı Ensârî olduğunu zikretmiş; ikinci rivayette ise
nesebi zikredilmeden sâdece : Sabi b. Dahhâk denilmiştir. İşte Hz. Sabit 'in
nesebini göstermiş olmak için Müslim (Rahimehullah) onun ismini her iki
tarikde ayrı ayrı zikretmiştir.
Hz. Sâbit'in
bahsettiği bey'at «Bey'at-ı ridvân» nâmile meşhurdur. Mezkûr bey'at Mekke-i
Mükrreme'ye sekiz mil mesafede bulunan Hudeybiye'de büyük bir ağacın altında
olmuştur. Fahr1 kâinat (SaUailahü Aleyhi ve Seilem) Efendimiz «ömre» denilen
küçük haccı eda etmek için (1400) kişilik bir kafile ile Mekke-i Mükerreme'ye gidiyordu. Fakat Kureyş
kâfirleri Mekke'ye girmesine mâni' oldukları için Resulü Ekrem (SaUailahü
Aleyhi ve Seilem) Hz. Osman'ı Kureyş nezdine gönderdi ise de onun da öldürüldüğü
söylentileri geliyordu. Bunun üzerine Peygamber (SaUailahü Aleyhi ve Seilem)
onlarla harbe hazırlandı. Ashab-ı kiram Ölünceye kadar harb edeceklerine cenk
meydanından kaçmayacaklarına bey'at ettiler; söz verdiler. Neticede
müslümanlarla Mekke müşrikleri arasında bir sulh muahedesi imzalandı. Bu
muahede İslâm tarihinde «Hudeybiye Müşahhası»
nâmîle meşhurdur.
Hadis-i Şerif de geçen
«millet» sözünden murâd: dindir. Çünkü Örf en millet sözünden: Allah Teâ1â
'nın, Peygamberleri vasıtasile kullarına meşru' kıldığı şey kasdedilir. Ancak
mecazen bâtıl dinlerede ıtlak edilerek: «Küfür bir millettir- denilir; ve:
«Küfür dinlerinin hepsi bir yoldur» ma'nası kasdedilir. Millet kelimesi örfen
hak dine mahsus olduğu için bâzı kelâm uleması ehl-i sünnetin mezhebini
naklederken: «milliler şöyle demiştir...» ifâdesini kullanırlar.
İslâmdan başka bir din
nâmına yalandan yemin etmek: «hırıstîyanlık hakkı için bu işi ben yapmadım.»
yahud: «Bu işi yaparsam yahudî olayım.» gibi sözlerle olur. Buradaki yalanın
dine de yemin edilen fi'le de aid olması muhtemeldir. Dine aid olduğu takdirde
ma'na: «kendisile yemin ettiği dini ta'zim hususunda yalancı olduğu halde
İslâmdan başka bir dinle yemin ederse...» demek olur. Yemin edilen fi'le aid
olursa: «yalandan ben yapmadım derse» ma'nasına gelir.
Ancak burada haklı
olarak şöyle bir i'tiraz vârid olabilir. İslâm'dan başka bir din namına yemin
ettikten sonra yeminin sahih veya yalandan olmasının bir farkı yoktur. Hadisde
yalancı olarak diye kayıdlan-ması bir kayd-ı vukûıdir; yânı ekseriyetle böyle
yeminler yalan yere yapıldığı içindir. Bu i'tirazm cevabı şudur: doğru yeminin
çirkinliği nisbe-ten daha hafiftir. Yalan yeminde ise bu çirkinliğe bir de haram
olan yalan eklenmektedir. Hakikatta zemm, kasdî olarak bâtıl bir dîni ta'zîm
için onunla yemin etmeye müteveccihtir. Buradaki (Kasdî) tâbiri yalan hakkında
cumhuru ulemanın kavline delildir. Zîrâ onlara göre yalan: Kasdî olsun olmasın
vakıa uymayan haberdir. Eğer yalan olmak için kasıd şart olsaydı burada onu
zikretmezdi.
Kurtubî diyor ki:
Peygamber (SaUailahü Aleyhi ve Seilem) 'in «kasden» ta'birile îslâmiyete
mugayir olan o dine ta'zim i'tikad eden kimseyi murad etmiş olması
muhtemeldir. Bu takdirde o adam hakikaten kâfir olur. Lafız da zahirî ma'nası
ile kalır.
«O kimse dediği
gibidir.» yânı onun hakkında verilecek hüküm söylediği söze göre olur. Hadisin
zahirine bakılırsa: «şu işi yaparsam yâhudi ve ya hıristiyan olayım» diyen
kimsenin mücerred bu sözü söylemekle küfrüne hükmetmek lâzım gelirse de küfrün
yeminden döndükten sonra lâzım gelmesi de ihtimal dahilindedir. Çünkü Hz.
Büreyde !nin mer-fû' olarak rivayet ettiği bir hadisde şöyle buyurulmuştur:
«Her kim: ben
İslâmiyetten heriyim derse (bakılır) eğer bunu yalan olarak söyledi ise; o
kimse dediği gibidir. Ama doğru söyledi ise; bir daha İslama salim olarak
dönmez.» Binaenaleyh en doğru hareket tafsilâta gitmektir. Eğer bu adam
söylediği dinî ta'zim kasdile zikrederse kâfir olur. Besulüllah(Salîallahü
Aleyhi ve Seîlem) 'in
«Her kim AMahdan
başkası namına yemin ederse muhakkak küfretmiştir.»
hadisi de bu mânâya
halledilmiştir. Mezkûr hadisi Hâkim rivayet etmiş ve: «şeyhaynin şartları üzere
sahihtir.» demiştir.
Şayed ta'likın
hakikatim kasdetmişse bakılır; eğer küfürle mevsuf olmaya murad etmişse bu
sözle kâfir olur. Zira küfrü istemek küfürdür. Söylediğinden uzak olmayı murad
etmişse kâfir olmaz.
Acaba böyle bir sözü
söylemek haram mıdır değil midir? Bu mesele hakkında Kastalânî: «Meşhur olan kavle
göre tenzîhen mekruhtur, Mendûb olarak keiime-i şehadet getirmeli yânı: «
Allah 'dan başka ilâh yoktur; Muhammed Resulüllâh 'dır demeli; A11ah'a
istiğfar etmeli ve yemini mün'akid olmamalıdır.» diyor.
«O kimse dediği
gibidir» sözünden tehdîd ve mubâleğa kasdedilmiş de olabilir. Bu takdirde o
kimseye kâfir hükmü verilmiş değil, dinleri nâmına yemin ettiği kimselerin
azabı gibi bir azabı hak ettğine işaret buyurulmuştur. Resulüllâh (Salîallahü
Aleyhi ve Sellenı) in :
«Her kim namazı terk
ederse muhakkak küfretmiştir.» hadis-i şerifi bu kabildendir. Bundan murad,
hakikaten kâfir olmuş değil, kâfire verilen cezayı hak etmiştir, demektir.
Çünkü namazı terk eden onu kılmamayı helâl i'tikad etmedikçe kâfir olmaz;
yalnız pçk büyük bir günah işlemiş olur.
İbnî Battal: «O kimse
dediği gibidir.» yânî yalancıdır; kâfir değildir. Bu sözle İslâmdan çıkıp yemin
ettiği dine girmez. Çünkü bu adam i'tikad ettiği şeyi söylemedi. Binaenaleyh
kâfir değil yalancı olması icâbeder. Bu hadisde yalan yere yemin etmiş olması
şart kılındığına göre şayed biri çıkar da İslâmdan başka bir dîn nâmına doğruya
yemin etmenin mubah olacağını zannederse kendisine mesele senin vehmettiğin gibi
değildir diye cevap verilir. Çünkü Allah 'dan başkası namına yemin
etmekten Peygamber (Salîallahü Aleyhi
ve SelJem) mutlak, surette nehyetmiştir.
Şu halde bu babda yalan söyleyenle doğru söyleyen müsavidir.» demiştir.
Kirmanı ise : «O kimse
dediği gibidir» ifadesi; o İslâmdan başka bir dindedir demektir. Zira bir şeyle
yemin etmek onu ta'zimdir, demiş. Sonra: «Anlaşılan bu söz bir te'kiddir.»
sözünü ilâve etmiştir.
İbnî'l-Cevzî şöyle
demektedir: «Yemin eden kimse ancak kendince büyük olan bir şeye yemin eder.
Küfür dinlerinden birine ta'zîm i'tikadinda bulunan bir kimse kâfirlere benzedi
demektir.» İbni'l-Cevzi'nin bu sözü üzerine Aynî: «hakikaten küfretmiştir;
benzemek ondan aşağıdır.» diyor.
Muhakkik ulemadan
Sa'deddin Teftâzânî ve başkaları: «şu işi yaparsam hınstiyan olayım.» diyen
kimsenin küfrüne kaail olmuşlardır.
«Bir kimsenin mâlik
olmadığı bir şeyi nezretmesi mu'teber değildir.» Meselâ: «şu işim şöyle olursa
filânın kölesi âzad olsun yahud karısı boş olsun» dese bir şey lâzım gelmez.
Yalnız İbnî Ebî Leylâ bir zamanlar bu suretle nezrec&sn köle azadının
zengin için cevazına kaail olmuşsa da sonra bu sözünden dönmüştür. Ancak böyle
bir şeyi milke ta'lik eder de meselâ: «filân köleye malik olursam âzad olsun»
derse mesele ihtilaflıdır. İmam Şafiî'ye göre şart umumî olsun hususî olsun
bir şey lâzım gelmez. İmam-ı A'zam Ebû Hanife'ye göre her iki surette de ta'lik
sahihtir. İmam Mâlik'e göre şart umumi olursa meselâ: «her hangi bir kadınla
evlenirsem boş olsun» derse ta'lik sahihtir. Evlendiği takdirde kadın boş olur.
Fakat: «filân kadınla evlenirsem...» diyerek şartı hususiîeştirirse bu hususta
Mâlikden İki rivayet vardır, meşhur rivayete göre ta'lik sahih olur. Diğer
rivayete göre Şâfîî ile beraberdir.
Hadis-i Şerif İmam
Şâfîî 'nin delilidir.
«Mümine lanet etmek
onu öldürmek gibidir.» Buradaki teşbih günah hususundadır. Bazıları: «haram
olması hususundadır.» demişlerdir. Teşbihin vechi şudur: mü'mini öldürmek onu
nasıl tasarruftan kat' ederse lanet etmek de rahmetten kat' eder. Bazıları:
«mü'mini öldürmek nasıl müs-lümanlarm sayısını azaltırsa lâ'net etmek de onu
mü'minler arasından çıkarmak ve binnetice sayılarını azaltmaktır.»
demişlerdir. Lâ'net etmek: «Allah lâ'net etsin, Allanın lâ'netinde ol.» gibi
sözlerle olur. İbni Arafe : «bu gibi sözler te'dib maksadile söylenirse hadisin
şümulüne girmez.» dermiş.
«Her kim malını çok
göstermek için yalan yere bir şey iddia ederse Allah onu daha ziyade azaltmaktan başka bîr şey
yapmaz.» Bu cümle bazı esas nüshalarda:
şeklinde rivayet edilmiştir ki:
«malı büyük ve çok
goünsün diye» ma'nasmadır. Yânı manâ i'tibârüe iki rivayet arasında fark
yoktur.
Kaadî Iyâz diyor ki:
«Bu ifâde, insanın kendinde olmayan bir şeyi. varmış gibi gösterme hususunda
her iddiaya âmm ve şâmildir. Malı yokken kendini zengin göstermek, soyunu büyük
tanıtmak, âlim değilken âlim görünmek gibi.
Böylesinin daVasında
onmayacağım Peygamber (SaltaUahü Aleyhi ve Sellem) bildirmiştir. Bil'âkis
maksadının nakîzile mukabele görürde malın bereketi olmaz; soyunun alçak
olduğu, kendisinin cahilliği meydana çıkarak rezîl olur.»
Hadisin bu cümlesi
dünya umuruna aid de olsa riyadan sakınmayı âmirdir.
Yemin-i sabra gelince:
Sabr, habsetmek, mecbur etmek ve cür'etkâr olmak ma'nâlanna gelir. Yemin bu üç
ma'nanm her birile tavsif oluna bilir. Zira yemin, sahibini eda için hapseder.
Hâkim icâbında cebren yemin ettirir. Bazı kimseler yemin etmek cür'etinde
bulunurlar. Nevevî yemin-i sabrı: Yemin eden kimsenin hakim huzurunda vermeye
mecbur olduğu yemindir» diye ta'rif eder.
Cümlede şartın cevabı
zikredilmediğine göre bu cümle ondan önceki şart cümlesi üzerine ma'tuf
olabilir. Bu takdirde ma'na: sabran yemin edenin de Allah ancak malını azaltır
demek olur. Maamafih cevabın hazfedilmiş olması da muhtemeldir. Ve ma'na şöyle
olur: «Sabran yemin eden kimse A11ah'a, onun hısımına uğramış olarak kavuşur.»
Nitekim bu ma'nada bir hadis de vardır.
1 - îslâmdan
başka bir din namına kasden yalan yere edilen yemin Ha-nefîlere göre
mün'akiddir; Keffaret icâbeder, Zira zıhâr yapana Allah Teâ1â kötü ve yalan söz
söylediği için Keffâret vermeyi vâcib kılmıştır. Buradaki sözler de kötü ve
yalan sözlerdir. '
Nevevî: «Bu sözlerle
yemin mün'akid olmaz. Bunları söyleyene Allaha istiğfar ve onu tevhid gerekir;
Keffâret icâbetmez. Şafiî, Mâlik ve cumhuru ulemanın mezhebi budur. Delilleri:
Peygamber (Salîalîahü Aleyhi ve Sellem) 'in: «Bir kimse yemin eder de lât ve
uzzâ hakkı için derse hemen lâ ilahe illallah desin» hadisidir. Bu hadisde
Keffâret zikredil-memiştir.» diyor. Ancak Haneliler tarafından buna cevap
verilmiş; ve: «Bu hadisde Keffâretin zikredilinemesi bu meselede Keffâret lâzım
gelmemesini icâbetmez.> denilmiştir.
2 - İntihar
eden dinden çıkmaz. Cenazesi kılınır. Günahı kendinindir. Yalnız Hanefilerden
İmam Ebû Yusuf'a göre cenazesi kılınmaz. Çünkü müntehir nefsine zulmetmiştir.
Bu sebeble yol kesen eşkıya hükmündedir. Ebû Hanîfe ile İmam Muhammed'e göre
mün-tehirin cenaze namazı kılınır. Zira onun kanı hederdir; ecelile ölene benzer.
Ömer b. Abdilâziz ile Evzâiye göre müntehirin cenazesini kılmak mekruhtur,
3 - Bir
kimsenin malik olmadığı bir şeyi nezretmesi, bu hadisin şerhinde görüldüğü
şekilde ihtilaflıdır.
4 - Ceza
amel cinsindendir.
5 - Mü'mine
lâ'net etmek günah hususunda onu öldürmek gibidir. İmam Gazali ve diğer bâzı
ulemanın beyanına göre Müslümanlarla hayvanlara lâ'nette bulunmak caiz
değildir. Bu babta fasikla sâlihin farkı yoktur. Küffarın muayyen şahıslarına —
ölü olsun diri olsun — lanet caiz değildir. Ancak Ebû Leheb ve Ebû Cahil gibi
kâfir olarak öldükleri nas-san sabit olanlarına lanet edilebilir. Ama küffar
taifelerine lâ'net etmek caizdir. Meselâ: «Allah kâfirlere lâ'net etsin; Allah
hıristiyanla yahudilere lâ'net eylesin.» denilebilir.
178 - (111)
Bize Muhammed b. Râfî ile Abd b. Humeyd hep birden Abdürrazzâk'dan rivayet
ettiler. İbnî Râfî' dedi kî: Bize Abdiirrazzak rivayet etti. (Dedi ki): Bize
Ma'mer, Zühri'den, o da İbnî'l-Müseyyeb'den, o da Ebû Hüreyre'den naklen haber
verdi. Demiş ki: Resulüllah (Sallallahii Aleyhi ve Sellem)'îe- birlikde
Huneyn'de bulunduk, Müslüman adile çağırılan bir adam için: «Bu adam
cehennemliktir.» buyurdular.
Harb yerine vardığımız
zaman o adam şiddetle çarpıştı: ve yaralandı. Müteakiben: Yâ Resulâllah, demin
kendisi için «cehennemliktir» dediğin adam bu gün şiddetli bir cenk çıkardı ve
Öldü; dediler. Bunun üzerine Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) (yine) :
«Cehenneme!» buyurdular.
Bazı müslümanlann
şüpheye düşmesine ramak kalmıştı. Onlar bu hâl
üzerine iken birden
adamın ölmediği, lâkin ağır surette yaralandığı söylendi. Akşam olunca adam
yaralar (m acısın) a dayanamayarak kendini öldürmüş. Bunu Peygamber
(Sallallahü Aleyhi ve Selîem) 'e haber verdiler. Bunun üzerine:
«Allah Büyüktür.
Şehâdet ederim ki ben Allanın kulu ve Resulüyüm.» buyurdular.
Sonra Biîâle emir
verdi. O da cemaatin içinde: «Müslüman kişiden başka cennete kimse giremez.
Filhakika Allah bu dinî fâcir bir adamla da ta'zîz eyler.» diye nida etti.
179 - (112)
Bize Kuteybetü'bnü Sâid rivayet etti. (Dedi ki): Bize Ya'kub —ki bu zât
araplarm bir kabilesi olan Kaara'ya mensuptur. Abdur-rahman'ın oğludur— Ebû
Hâzim'den [77] , o da Sehl b. Sa'd [78]
es-Sâidî'-den naklen rivayet etti ki, Besulüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)
müşriklerle karşılaşarak harb etmişler. ResulüHa (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)
askerinin karargâhına, ötekiler de kendi karargâhlarına döndükleri vakit Resulü
İlâh (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) 'in ashabı arasında bir adam bulunuyormuş
ki, bu adam düşman ordusundan ayrılan bir nefer gördü mü peşine düşüyor ve
kılıcı ile (boynunu) vurmadan bırakmıyormuş. Bunun üzerine ashâb :
Bu gün bizden hiç
birimiz filân kadar yararlık gösteremedi; demişler. Kesulüllah (Sallallahü
Aleyhi ve Sellem) ;
«Dikkat edin, o adam
muhakkak cehennemliktir.» buyurmuşlar, bunun üzerine cemaattan bir zât:
— Ben daima onun
yanında bulunacağım demiş; ve hemen onunla birlikte çıkmış. O durdukça b*5-da
duruyor; o hızlandı mı bu da onunla beraber hızlamyormuş. Derken adam ağır
şekilde yaralanmış. Ve çabuk ölmek isteyerek kılıcının kabzasını yere, sivri
ucunu da iki memesinin arasına dayamış. Sonra kılıcının üzerine yüklenerek
kendini öldürmüş. Artık beraberinde giden zât da Kesulüllah (Sallallahü Aleyhi
ve Sellem) 'in huzuruna çıkarak;
Şehâdet ederim kî sen Allah'ın Resulüsün demiş. Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)
«Ne o?» deyince:
— Demin cehennemlik olduğunu söylediğin adam
yok mu, cemaat onun meselesini büyüttüler. Ben de onlara: Ben sizin için onu
ta'kib ederim, diyerek onu aramağa çıktım. Nihayet ağır surette yaralandı ve
çabuk ölmek isteyerek kılıcının kabzasını yere, sivri ucunu da memelerinin
arasına dayadı. Sonra da üzerine yüklenerek kendini öldürdü, demiş. O zaman
Resulüllâh (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) şunları söylemiş:
«Filhakika bazen adam
cehennemlik olduğu haide görünürde ehl-i cennetin yaptığını yapar. (Bazan da)
adam cennetlik olduğu halde insanların gözleri önünde cehennemliklerin
yaptığını yapar.» buyurmuşlar.
180 - (113)
Bize Muhammed b. Rafı' rivayet etti. (Dedi ki): Bize Züyki bu zât Muhammed b.
Abdillâh b. Zübeyr'dtr — rivayet etti. (Dedi ki): Bize Şeybân rivayet etti.
(Dedi ki): Hasan'ı şunları söylerken işittim: Sizden Önceki ümmetlerden bir
adamda yara çıkmış. Yara kendisini rahatsız etmeğe başlayınca tirkeşinden bir
ok çıkararak onu yarmış. Derken kan dinmemiş. Nihayet adam ölmüş. Rabbımz:
«Ben ona cenneti haram
ettim» buyurmuştur. Bundan sonra Hasan elini mescide doğru uzatarak: «Vallahi
bu hadisi bana Cündüb şu mescid-de [79]
Resulüllâh (Saliallahü Aleyhi ve Sellem) 'den rivayet ettU dedi.
18l - (...)
Bize Muhammed b. Ebi Bekr el-Mukaddemî rivayet etti. (Dedi ki): Bize Vehb b.
Cerîr rivayet etti. (Dedi ki): Bize Babam rivayet etti. (Dedi ki): Hasanı şöyle
derken işittim: Bize Cündeb b. Abdillâh el-Becelî şu mescidde rivayet etti. Bir
daha unutmadık. Cündeb'in Resulüllâh (Sailaîlahü Aleyhi ve Sellem) 'in
üzerinden yalan uydurmuş olacağından da korkmuyoruz. Cündeb dedi ki:
Resulüllâh (Saliallahü Aleyhi ve
Sellem) ;
«Sizden önceki
ümmetlerden bir adamda bir çıban çıkmış...» buyurdular. Arkasından hadisi
yukarıda geçen hadis gibi rivayet etti.
İntihar Hadisi
müttefektm aleyhdir. Buhârî onu «Kitâbü'1-Cihâd* ve
«Kitabü'l-Meğâzî* de tahriç
etmiştir.
Mu alim'in Muhammed b.
Râfi 'den dinlediği Ebû Hürieyre (Radiyallahu anh) rivayetinde vak'anm Huneyn
gazasında cereyan ettiği bildiriliyorsa da Zebîdî 'nin rivayetinde Hayber 'de geçtiği zikredilmiştir. Kaadî Iyâz
: «doğrusu Hayber Mir» demiştir.
İntihar eden adamın
ismi Ebû'l-Gaydâk Kuzmân ez-Zaferi *dir. Bu adam Ensar'dan Beni Zafer
kabilesine men-sub idi. Onun peşine düşerek halini anlamak için beraberinde
gezen zâ-tmda Ektem b. Ebî'1-Cevn
(Radiyallahu anh) olduğu söylenir.
Bedrüddin Aynî 'nin
beyanına göre Kuzmân münafıklardan imiş. Uhud Gazasına iştirak etmediği için
kadınlar kendisini ayıplamış; ve: «sen bir kadından başka bir şey değilsin»
demişler. Bunun üzerine Hayber gazasına iştirak etmiş ve harpde ilk oku o
atmış. Sonra çarpışırken kılıcının kını kırılmış; ve «Ey Evs oğulları soyunuz
şerefine cenk edin.» diye na'ra atmıştır. Harbde yanına Katâdetü'bnü Nu'man
gelmiş ve ona; «Şehidliğin mübarek olsun» demiş. Fakat Kuzmân: -Vallahi ben hiç
bir dîn nâmına cenk etmedim. Ben ancak arımdan dolayı cenk ettim.» diye
mukabele etmiş; sonra kendini Öldürmüş. Bundan dolayı da Peygamber (Saliallahü
Aleyhi ve Sellem): «Filhakika Allah bu dinî fâcir bir adamla dahî aziz eyler.»
buyurmuştur.
Bazı müslümanların
şüpheye düşmelerine ramak kalması Peygamber (Saliallahü Aleyhi ve Sellem) 'in
hak peygamber yahud müslümanlığın hak dîn olup olmadığı hususunda dır.
Hadisin ikinci
rivayetinde geçen «şâzze» kelimesinin ma'nasi: cemaatten ayrılan demektir.
Buharîde bu kelime il birlikte «fâzze» ta'biri de kullanılmıştır. Fâzze:
Cemaate hiç karışmayan ma'nasma gelir Hattabî diyor ki «Şâzze: Cemaatin içinde
iken sonradan onlardan ayrılandır. Fâzze ise; hiç cemaate karışmayan demektir.
O adamı bu kelimelerle tavsifden murâd: karşısına çıkanı yok ettiğini
anlatmaktır.»
Dâvûdî, Şâzze ve
fâazenin büyük ve küçük maniaya göğüs germek ma'nasına geldiğini söyler. Bu
kelimeler mahzuf (neşeme) nin sıfatıdırlar.
Neşeme: Can demektir.
Sonlarındaki (Tâ( ların allâme ve nessâbe kelimelerinde olduğu gibi mubâlega
için getirilmiş olması muhtemeldir.
«Filhakika bazen adam
cehennemlik olduğu halde görünürde ehl-i cennetin yaptını yapar...» ifadesi
üzerine kirmanı şöyle bir bir mutâlea serdet-mektedir: «İnsan öldürmek bir
ma'siyettir. Halbu ki kul ma'siyet sebebile tekfir edilemez; binaenaleyh
intihar eden bu adam cennetliktir; çünkü mü'-mindir; dersen ben de derim ki:
İhtimâl Resulüllâh
(Saliallahü Aleyhi ve Sellem) vahî suretile onun mü'min olmadığım yahud kendini
öldürmeyi helâl i'tikâd ederek dinden döneceğini bildirmiştir. Yahud onun
cehennemlik olmasından murad: evvelâ cehenneme girip sonra çıkan âsilerden
mâdûd olmasıdır.»
Lâkin Aynî, Kirmanı
'nin bu mutâleasım beğenmemiş; ve: «Eğer Kirmanı bu adamın münafıklardan mâdûd
olduğunu yahud (ben hiç bir dîn nâmına cenk etmedim) dediğini bilseydi bu
terdidlerle uğraşmazdı.» demiştir.
1 - İntihar şiddetle haram kılınmıştır,
2 -
Resulüllâh (Sallallahü Aleyhi ve Setlem)'m geleceğe dair verdiği
haberler doğrudur; Ve
nasıl haber verdi ise öylece zuhur etmişlerdir. Bunlar onun Peygamberliğine
delâlet eden mu'cizelerindendir.
3 -
Mü'minlerin kalblerindeki itmi'nân artabilir. Çünkü intihar vak'-asmı haber
veren zât hâdiseyi Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'e haber verirken;
«şehâdet ederim ki sen Resûlüllahsm.» demiştir.
4 - Bir işde nazar-ı itibâra alınacak cihet, o işin sonu
ile niyettir.
5 - Allah
dinîni fâcir bir adamla da aziz lalar.
6 - Bazıları
bu rivayetlerde geçen vak'anm bir olduğunu söylemiş; diğer ulema ise
rivayetlerin zahirine bakarak başka başka vak'alar olduğunu kabul etmişlerdir.
7 - Amellere
aldanarak onlara güvenmenıeli. Çünkü hâlin değişmesi mümkindir.
8 - Âsîler
Allahın rahmetinden ümidini kesmemelî. Başkaları da onlara ünıidlerini
kestirmemelidir.
182 - (114)
Bana Züheyr b. Harb rivayet etti. (Dedi ki): Bize H âşim
b. El-Kaasim rivayet etti. (Dedi ki): Bize İkrimetü^bnü Ammâr rivayet eyledi. (Dedi
ki): Bana Simak el-Hanefi Ebû Zümeyl rivayet etti. (Dedi ki): Bana Abdullah b.
Abbâs rivayet etti. Dedi ki: Bana Ömeru'nü'l-Hattâb [80] rivayet
etti. Dedi ki: Hayber gazasının vuku' bulduğu gün Peygamber (Sallallahü Aleyhi
ve Sel!em)'in ashabından bir ka'ıkişi gelerek: îilân şehîd, filân şehiddir,
dediler. Nihayet bir adamın yanına uğrayarak (onun hakkında da) filân
şehiddir, dediler. Bunun üzerine Resulüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem):
«Hayır! Ben onu
(ganimetten) aşırdığı bîr hırka yahud bir yağmurluktan dolayı cehennemde
gördüm.» dedi. Bundan sonra Resulüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) :
«Ey Hatta» oğlu! git.
de: (cennete mü'minierden başkası giremez) diye cemaatin içerisinde nida et!»
buyurdu. Ben de çıktım ve:
Dikkat! «cennete
mü'minierden başkası giremez» diye nida ettim.
183 - (115)
Bana Ebu't-Tahît [81]
rivayet etti. Dedi ki: Bana İbni Vehb Mâlik
b. Enes 'den, [82] o da
Sevr h. Zeyd ed- Düclî'den, o da îbni Mutîin âzadhsı Ebû'1-Gays Salim*, den, [83] o da Ebû
Hüreyre 'detı naklen haber verdi. H.
Bize Kuteybetü'bnü
Said dahî rivayet etti. Bu hadis onundur. (Dedi ki): Bize Abdülaziz yâni îbni
Muham-med, Sevr'den, o da Ebû'1-Gays'dan, o da Ebû Hüreyre 'den naklen rivayet
etti. Ebû Hüreyre şöyle demiş: Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) ile
birlikte Hayber (gazvesin) e çıktık. Allah da bize fethi müyesser kıldı.
Ganimet olarak altın ve gümüş almadık. (Sadece) eşya, yiyecek ve giyecek
aldık. Sonra Vâdi'-ye çekildik. Resulüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'in
yanında bir kölesi vardı. Bu köleyi ona Cüzam kabilesine raensub olan Dubeyb oğullarından
Rif â'atü'bnü Zeyd namında bir zât hibe etmişti. Vadiye indiğimiz zaman
Resulüllâh (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'in kölesi tahtırevanına girmek için
ayağa kalktı. Bu esnada kendisine bir ok isabet etti. Eceli de bundan oldu.
Bunun üzerine biz: ona şebadet mübarek olsun ya Resulâllâh! dedik. Resulüllâh
(Sallallahü Aleyhi ve Sellem) (ise) :
«Hayır!.. Muhammed'in
nefsi kabza*! kudretinde olan Aliaha yemin ederim ki; Hayber muharebesinde
taksim edilmeyen ganimetlerden almış olduğu şu hırka ateş olmuş onun üzerinde
alev alev yanmaktadır.» dedi. Herkesi bir korku almıştı. Derken bir zat bir
yahud iki adet pabuç tasması getirdi. Ve:
Yâ Resulâllâh! (Bunu)
Hayber gününde almıştım; dedi. Resulüllâh
(Sallallahü Aleyhi ve Sellem):
«Ateşden bir papuç
tasması, yahud; ateşten İki papuç tasması...» buyurdular.
Bu hadisi Buhârî
«Kitab ü'1-Megâzî » ile «Ki-tâbü'l-Eymân ve'n-Nüzür» de, Ebû Davud ve Nesâî
«Kitabü's-Siy er »de tahric ettikleri gibi îbni Hibbân, Hâkim ve îbni Mendeh
dahi rivayet etmiş-tirlerdir.
Bazıları vak'anm
Huneyn 'de geçtiğini rivayet etmişlerse de doğrusu bu hadisde rivayet edildiği
vecihle Hayber'de olmasıdır.
Resulüllâh (Sallallahü
Aleyhi ve Sellem) 'in ashabının tebriklerine : «Hayır!..» diye cevap vermesi
ölen adam hakkında verdikleri hükmü reddetmek ve bir kimse hakkında cennetlik
veya cehennemliktir diye birden hüküm vermenin doğru olmadığına işaret içindir.
Bürde:
Çizgili kumaştan yapılmış kaftan veya hırka gibi elbisedir. Müteradifi semle ve
nemiradır. Abâe: yağmurluk demektir.
Gulûl: Ebû
Ubeyde'nin beyanına göre hassaten ganimet malına hıyanet etmektir. Bazıları
onun her nevi hıyanete âmm ve şâmil olduğunu söylerler.
Hadisde zikredilen vadiden
murâd: Medine’ye yakın « Vadilkura»
ismini taşıyan köydür.
Resulüllâh (Sallallahü
Aleyhi ve Sellem)'in kölesinin ismi Mid'am idi. Bazıları bu kölenin kerkire
olduğunu söylerler. Bu köleyi Rifâ'-atü'bnü Zeyd Hudeybi'ye musâlehasmda bir
cemaatla Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) 'e gelerek müslümanlığı kabul
ettiği sırada hediyye etmişti.
Resulüllâh (Sallallahü
Aleyhi ve Sellem) Hn: «hırka ateş olmuş, onun üzerinde alev alev yanmaktadır.»
«Ateşden bir pabuç tasması — yahud ateşden iki pabuç tasması...» buyurması bu
eşyadan dolayı verilecek uh-revî cezaya tenbih içindir. Mezkûr eşya ateş haline
getirilerek ganimete hıyanet edenler onlarla azâb edilecektir. Maamâfih ibare
sebebi zikir; mü-esbbebî kasd kabilinden mecaz da olabilir. Bu takdirde: hıyanet
edenler, ganimetten aşırdıkları eşya sebebile cehennemde azâb olunurlar
ma'na-sına gelir.
1 - Ganimete hıyanetle ondan bir şey aşırmak şiddetle
haramdır.
2 - Bu babda eşyanın azı ve çoğu müsavidir.
3 - Hâin harpde öldürüîse bile ona şehid demlemez.
4 - Kâfir olarak ölen bir kimse cennete giremez. Bu babda
îslâm ulemasının ıcmâı vardır.
5 - Zaruret yokken de yemin edilebilir.
6 - Ganimetten aşırılan bir malın tekrar ganimete iadesi
ve iade edildiği takdirde kabul edilmesi icâbeder.
7 - Ganimet
hâini, çaldığı eşyayı iade etsin etmesin kendi eşyası yakılmaz. Çünkü
Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)
hırkayı çalanın ve keza potin bağını aşıranın eşyasını yakmamıştır.
Yakmak vacib olsa yakardı. Vakıa: «Her kim ganimete hıyanet ederse omın
eşyasını yakın ve kendisini döğün» bir rivayette: «boynunu vurun» mealinde bir hadis va-rid olunmuşsa o hadis
zaiftir. Zaif olduğunu îbnî Abdi
lberr ile başkaları beyân
etmişlerdir. Tâhâvî «Bu hadis sahih bile olsa men-suhtur.»
demiştir.
184 - (116)
Bize Ebû Bekr b. Ebî Şeybe ile İshâk b. İbrahim hep birden Süleyman'dan rivayet
ettil&r. Ebû Bekr dedi ki: Bize Süleyman b. Harb rivayet etti. (Dedi ki):
Bize Hammâd b. Zeyd, Haccâc-i Savvâfdan, [84] o da
EbûVZübeyr'den [85], o da Câbir'den [86]
naklen rivayet etti ki, Tufeyl b. Amr ed-Devsî Peygamber (Saîîallahü Aleyhi ve
Sellem)'e gelerek: Yâ Resulâllah! Muhkem bir kal'aya ve muhafızların yanına gitmek
ister misin? demiş, ( Cabir: câhiliyet devrinde Devs'e aid bir kal'a vardı,
diyor) Peygamber (SalîaîlahU Aleyhi ve Sellem) buna razı olmamış; çünkü Allah
muhafızlığı Ensara ayırmıştı. Peygamber (Saltaüahü Aleyhi ve Sellem) Medine'ye
hicret edince Tufeyl b. Amr da onun yanma hicret etmiş. Onunla birlikde
kavminden bir zât da hicret etmiş. Fakat Medine'de sıkılmışlardı. O zât
hastalanmış; ve sabırsızlık ederek oklarım almış; onlarla parmak eklerini
kesmiş. Derken ellerinden kan fışkırmış. Neticede ölmüş. Müteakiben Tufeyl b.
Amr onu rü'yasında görmüş. Kılık kıyafeti güzelmiş. Ama elleri sarih imiş.
Tufeyl ona: Kabbın sana ne yaptı? diye sormuş. O da: Peygamber (Sallallahü
Aleyhi ve Sellem) 'in yanına hicret ettiğim için beni -affetti, diye cevap
vermiş. Tufayl: neden seni ellerinimış görüyorum? deyince: «Bana, senin
bozduğun bir uzvunu biz düzeltemeyiz» dediler, cevabım vermiş, Tufeyl bu
rü'yayı Resulüllâh (SalîaîlahU Aleyhi ve Sellem)^ anlatmış. Bunun üzerine
Reş,u\üUâh(Sallallahü Aleyhi ve Sellem):
«Allah'ım onun
ellerini 6e afveyle!» diye dua etmiş. sıkıldılar;
canlan sıkıldığı ve bir nevî hasta oldukları
için orada oturmaktan
bıktılar demektir. Ebû Ubeyd ile Cevheri ve başkalan bu kelimenin ma'nası:
«nimet içinde bile olsa bir yerde kalmaktan hoşlanmamaktır.» demişlerdir.
Cevheri, Hattâ b î'den naklen bunun (dâü's-Sıle) denilen iç hastalığı olduğunu
söylemiştir.
Hz. Âişe (Radıyallahu
Anhâ)Jûan rivayet edilen bir hadisde hicretten sonra Ebû Bekir ve Bilâl
(Radıyaîlahu Anhüma) 'mn da Medine 'de ihasta oldukları ve Mekke-i Mükerreme'yi
hasretle yâd edecek şiirler söyledikleri, bunun üzerine Peygamber (Sallallahü
Aleyhi ve Sellem) 'in kendilerine Medine'yi de Mekke kadar hatta daha fazla
sevdirmesi için Cenab'ı Hakka niyaz ettiği beyân olunmuştur. O zaman Medine
'nin havası ağır ve sıtmalı imiş. Fakat sonradan Peygamber (Sallallahü Aleyhi
ve Sellem)'in duası kabul buyurul-muş,
Medine herkesin yaşayabileceği
şîrîn bir yer hâlini almıştır.
» Mişkasın cem'idir. İmam
Halil ile îbni Fâris'in ve başkalarının beyanına göre
mişkas: geniş yüzlü ok demektir. Bazıları onun geniş değil uzun ok mânasına
geldiğini söylemiş; Cevherî ise: «mişkas, uzun ve geniş oktur» demiştir.
Nevevî, burada Cevherinin ta'rfini daha muvafık bulmaktadır.
» kendisine kötülük etmek isteyene karşı
gösterilen şeref ve himayedir. Bazılarına göre menea: mânün cem'i olup, kötülük
etmek istiyenden koruyacak cemaat demektir.
Hadis-i Şerif Ehl-i
sünnetin büyük bir kaidesine hüccettir. Bu kaide: Kendini öldüren veya başka
büyük bir günah irtikab eden ve tevbesiz ölen bir kimsenin kâfir olmamasıdır.
Böylelerin cehennemlik olduğuna ka-ti'yetle hüküm verilemez. Bunlar Allanın
meşietine kalmışlardır. Nitekim yerinde görmüştük. Bu hadis, intihar edenleri
ve diğer büyük günahlardan birini işleyenleri ebedî cehennemde kalacaklarmış
gibi gösteren hadisleri şerh etmekde ve ayrıca bazı günahkârların ceza
göreceklerini bildirmektedir. Binaenaleyh:
1 - Büyük
günah işleyen fâsik olur ve ebediyyen cehennemde kalır, diyen mu'tezüe ile.
2 - Büyük
günah işleyen kâfir olur; diyen hâricilere ve:
3 - îmânı
olan bir kimseye hiç bir günah zarar vermez: diyen mür-cie taifelerine karşı
ehl-i sünnetin delilidir.
185 - (117)
Bize Ahmed b. Ahdete'd-Dabbî rivayet etti. (Dedi ki): Bize Abdülâziz b.
Muhammed ile Ebû Alkamete'l-Fervî [87]
rivayet ettiler. Dediler ki; Bize Safyân b. Siileym, Abdullah b. Selmandan [88] o da
babasından, o da Ebû Hüreyre'den naklen rivayet etti. Demiş ki:
Hesu-lüllâh (Sallaltekü Aleyhi ve
Sellem) :
«Muhakkak Allah
Yemen'den, ipekden daha yumuşak bir rüzgâr gönderecek; bu rüzgâr kalbinde (Ebû
Alkâ:me'nin rivayetine göre) (bir dâne ağırlığında) (Abdülâzizin rivayetine
göre) (zerre mikdârı) imân bulunan hiç bir kimseyi sağ bırakmayacaktır.» buyurdular.
Bu mâ'nada bir çok
hadiseler vârid olmuştur. Ezcümle :
«Yeryüzünde Allah
Allah diyen kalmadıkça,, kıyamet kopmaz.», «Kıyamet Allah Aliah diyen hiç bir
kimsenin üzerine kopmaz», «Kıyamet ancak halkın kötüleri üzerine kopacaktır.»
buyuruimuştur.
İmam Nevevî bu
hadislerin hepsinin zahiri ma'naları üzere bırakıldığını yânî.te'vile lüzum
olmadığını söylüyor. Vakıa bir hadisde :
«Ümmetimden bir taife
kıyamet gününe kadar hakka müzahir olmakta devam edeceklerdir.» Buyurulmuşsa
da bu hadis yukarıda zikredilen hadislere muhalif değildir.
Çünkü; ma'nası: «bu
ümmetin bâzı ferdleri kıyamet alâmetleri zuhur edinceye kadar hak dine
yardımcı olacaklar,» demektir; hadisde Kıyamete kadar» denilmiş olsa da maksad
onun alâmetleridir. Binaenaleyh; bu babtaki hadislerin hepsi ma'nen
müttehiddir; ve hepsinden mu* rad: Kıyamet yaklaşdığı, alâmetleri zuhur ettiği
zaman demektir.
Hadis-i Şerifdeki:
«bir dâne ağırlığı yahud zerre mikdârı» ifadesi; «İmân artar, eksüir.> diyenlere
delildir. Nevevî: «sahih olan mezheb budur.» diyor.
«Allah Yemen'den,
ipekten daha yumuşak bir rüzgâr gönderecek...» ibaresinden Nevevî: «mü'min
kullara ikram için onların ruhları rifku mu-lâyeınetle kabzolunacak» ma'nasını
çıkarıyorsa da Müslim sarihlerinden Muhammed el-Übbi Nevevî 'nin bu sözünü
mutlak olarak kabul etmeyerek şunları söylüyor: «Bu ma'na sözün gelişinden
anlaşılmaktadır. Yoksa ne kolaylık göstermek ikrama delil olabilir; ne de
güçlük göstermek şikâavete; Zira meşakkate duçar olmuş nice said kullar ve
suhulete nail olmuş nice şakiler vardır. Meselâ : Zeyd b. Es1em'in babasından
rivayet ettiği bir hadisde :
«Mü'minin üzerinde,
amelile eremediği bir derece kalırsa, ölüm ıztıra-bîle âhirettekİ derecesini
tamamlasın diye Allah Teâlâ ona ölümü şiddetli verir. Kâfirin de dünyada
karşılığı verilmeyen bir eyiliğî olursa önada ölümü asan eyler.»
buyuruimuştur.
Rivayete göre Âişe
(Radıyallahu Anhâ) : Resulüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) 'in ne derece
şiddetli ölüm ıztırabı çektiğini gördükten sonra ben hiç bir kimsenin kolay
ölümüne imrenmem. Elini bir bardağın içine daldırıyor; yüzünü siliyor ve:
«Allahım bana ölümü
asan eyle! zira ölümün sekerâtı vardır;» diyordu.
O zaman Fatıme:
«Babacığım, ab senin
ıztırabm bana pek girân geliyor,» demiş; Resulüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem):
«Bu günden sonra
babanın hiç iztırabi olmayacak, buyurmuştu., demiştir.»
Bu hadisde rüzgârın
Yemen'den geleceği bildirilmiştir. Müslim'in kitabın sonunda, Deccâl
hadislerinin akibinde tahriç ettiği bir hadisde bu rüzgârın Şam tarafından
geleceği bildirilmektedir. İmam Nevevi buna iki vecihle cevap vermiştir.
1 -Bu
rüzgârların iki dane olması ve birinin Yemen'den, diğerinin Şam'dan gelmesi
muhtemeldi?.
2 -Rüzgârın
bu iki iklimin birinden başlayarak ötekine erişmesi ve oradan her tarafa
yayılması da bir ihtimâldir.
186 - (118) -
Bana Yahya b. Eyyûb ile Kuteyle [89] ve
İbnî Hucr toptan İsmail b. Ca'fer'den rivayet ettiler. İbni Eyyûb dedi ki: Bize
İsmail rivayet etti. Dedi ki: Bana Alâ' [90],
Babasından, o da Ebû Hüreyre'den naklen haber verdiki, Resulüllah (Sallalîahü Aleyhi ve Sellem):
«Karanlık gecenin
(zifiri) karanlıklarına benzeyen fitneler zuhur etmeden amellere şitâb edin;
(zira o fitneler zuhur ettiği vakit) kişi mü'mîn olarak sabahlayacak; kâfir
olarak akşamlayacak yahud mü'min olarak akşamlayacak kâfir olarak sabahlayacak,
dinini bir dünya metâı mukabilinde satacaktır.» buyurmuşlar.
Hadisin ma'nası: gece
karalıkları gibi yığın yığın fitneler zuhur edip iş işten geçmeden amel ve
ibâdetlere teşviktir. Çünkü -bu fitneler o kadar büyük ve korkunç olacak ki,
onların şerrinden kimse ibâdet ve amellere vakit bulamayacaktır. Resulüllah
(Sallalhhü Aleyhi ve Sellem) bunlann şiddetini: «kişi mü'min olarak
sabahlayacak, kâfir olarak akşamalyacaktır.» büyururarak ifâde etmiştir. Yânı
fitnenin dehşetinden insan bir günde bu derece muazzam tehavvüller geçirecek;
günü gününe, saati saatine uy-muyacaktır.
Hadisin sonunda râvî
şek ederek: «Yahud; mü'min olarak
sabahlar.» buyurdu, demiştir.
kâfir olarak akşamlar;
Resulüllah (Sallalîahü
Aleyhi ve Sellem)'in bu ma'nada bir çok hadisleri vardır:
«Beş şeyi beş şeyden
önce ganimet bil:
1 -
İhtiyarlamadan önce gençliğini,
2 -
Hastalanmadan önce sağlamlığını,
3 - Meşgul
olmadan önce boş zamanını,
4 -
Fakirlemeden önce zenginliğinin,
5 - Ölmeden
önce hayâtının.»
«Her kim (akıbetten)
korkarsa erken yola çıkar. Ve her kim erken yola çıkarsa menzil-i maksûda
ulaşır» hadisleri bunlardandır.
Bu babda selef-i
sâlihînden de bir çok eserler vardır.
«O fitneler zuhur
ettiği vakit kişi mü'min olarak sabahlayacak, kâfir olarak akşamlayacaktır.»
ifadesini te'vile lüzum yoktur. Çünkü fitneler çoğaldığı zaman kalpler bozulur;
imân safiyeti kalmaz. Kalplere gaflet ve fisku fücur dolar. Bunlar da bir
insanın şekaveti için kâfî sebeblerdir. Nitekim kominizm felâketine ma'ruz
kalan yerlerde bir çok müslümanîa-nn —el-Iyazu billahi— irtidâd ettiklerini
gözümüzle gördük.
Fahr-ı Kâinat
(Salkdlahü Aleyhi ve Sellem) Efendimiz: «dinini bir dünya metâı mukabilinde
satacaktır.» buyurarak dünya mef-sedetleri karşısında dîne sarılmanın lüzumuna
işaret etmektedir.
187 - (119)
Bize Ebû Bekir b. Ebî Şeybe rivayet etti. (Dedi ki): Bize el-Hasen b, Musa [91]
rivayet etti. (Dedi ki): Bize Hanımâd b. Seleme, Sabit el-Bunanî'den, [92] o da
Enes b. Mâlik'den naklen rivayet eyledi ki, Enes şöyle demiş:
Şu: «Ey îmân edenler:
Seslerinizi Peygamberin sesinin üstüne kaldırma-yin [93]
âyeti sonuna kadar nazil olduğu zaman Sabit b. Kays evine kapandı ve:,
__Ben cehennemlikim
diyerek Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Seîîem)
(le görüşmek) den
habs-i nefseyledi. Derken; Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Selîem) Sa'd b. Muâz'a :
«Yâ Ebâ Arar! Sabitten
ne haber, hasta mı oldu?» diye sordu. Sa'd:
__O benim komşumdur;
bir şikâyetini bilmiyorum; dedi. Bunun üzerine Sa'd ona giderek:
Resulüllah (Sallallahü
Aleyhi ve SellemV'ın söylediklerini anlatmış. Sabit:
__Şu âyet indirildi.
Pek âla bilirsiniz ki, Resuîüllah (Sallallahü Aleyhi
ve Sellem) 'e karşı
sizin en yüksek sesi (e hıtab eden) inizi benim. Demek ki ben cehennemlikim;
demiş; Sa'd bunu Nebî (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) e anlattı. Resulüllah (Sattallahii Aleyhi ve Sellem) :
«Bilâkis, o
cennetlikdir.» buyurdular.
188 - (...)
Bize Katan b. Nüseyr [94]
rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Ca'fer b. Süleyman [95]
rivayet etti. (Dedi ki): Bize Sabit, Enes b. Mâ-likiden naklen rivayet eyledi.
Enes; Sabit b. Kays b. Şemmâs Ensarın hatibi idi. Şu âyet nazil olunca...
diyerek liammad'm hadisi gibi rivayet etmiş. Yalnız Enes hadisinde Sa'd b.
Muâzın zikri geçmez.
Bu hadisi bana Ahmed b.
Saîd b. Sahr ed-Dârimi [96] de
rivayet etti. (Dedi ki): Bize Hâbbân [97]
rivayet etti. (Dedi ki): Bize Süleyman b. el-Muğîre, Sabitten, o da Enes'den
naklen rivayet eyledi. Enes:
«Seslerinizi
Peygamberin sesinin üstüne kaldırmayın...» âyeti nazil olunca; diyerek rivayet
etmiş; fakat hadisde Sa'd b. Muâz'i zikretmemiş.
(...) Bize
Hüreym b. Abdil'a'lâ el-Esedî [98] dahi
rivayet etti. (Dedi ki): Bize el-Mu'temir b. Süleyman rivayet etti. (Dedi ki):
Babamı Sabitten, o da Enes'den naklen anlatırken dinledim. Enes:
— Bu âyet indiği
vakit... diyerek hadisi rivayet etmiş; ama Sa'd b. Muâzı zikretmemiş. Yalnız:
(Biz Sâbit'i aramızda
gezinen cennetlik bir zât olarak görüyorduk) cümlesini ziyade etmiş.
Bu hadis-i şerif Sabit
b. Kays (Radiyallahu anh) 'm büyük menkabesini anlatmaktadır. Hz. Sabit
Ensar'mve Resulüllah (Saîlalkhü Aleyhi ve Sellem) 'in hatibi idi. Yüksek sesli
bir zât olup konuşurken sesi fazla gürleşirdi. Bu sebeble herkesden ziyade
endişeye düşmüştü. Fakat Resulüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) kendisini
cennetle müjdeleyince bütün üzüntüleri bir anda sürura münkalib oldu. Hadisde
zikri geçen âyet-i kerime bir rivayete göre onun hakkında nazil olmuş; diğer
bir rivayete göre ise Ebû Bekir'le Ömer (Radiyallahu Atthüma) Peygamber
(Sallallahü Aleyhi ve Sellem) 'in huzurunda bir meseleyi yüksek sesle münakaşa
ettikleri zaman inmiş; bundan sonra onlar da Resulüllah (Sallallahü Aleyhi ve
Sellem) 'in huzurunda adetâ fısıltı ile konuşmuşlardır. Ayetin Benî Temim
hey'eti hakkında nazil olduğunu söyleyenler olduğu gibi daha başka sebeb-i
nüzul zikredenler de vardır. E1-Übbi'nin beyanına göre Hz .Sabitin korkarak
evine kapanması âyetin inmesinden evvele aid değildir. Çünkü o zaman henüz huzuru
Nebevide yüksek sesle konuşmak yasak edilmiş değildi. Onun endişesi ileriye
aitti. Resulüllâh (SaUalk.hü Aleyhi ve Sellem)'in huzuruna çıktığı zaman
mutlaka konuşmak mecburiyetinde kalacaktı. O bunu düşündükçe üzülüyor; korkuyor;
ihtiyata riâyet ediyordu. Nihayet endişesi görülmedik bir sürür la
neticelendi.
Hadis-i şerif, âlim
veya büyük bir zât arkadaşlarından bazısını bir kaç zaman gör^mezse araştırıp
soruşturması gerektiğine delildir.
189 - (120)
Bize Osman b. Ebî Şeybe rivayet etti. (Dedi ki): Bize Ce-rîr, [99]
Mansur'dan, [100] o da Ebû Vâil'den, [101] o
da Abdullah [102]'dan işitmiş olmak üzere
rivayet etti. Abdullah şöyle
demiş: Bazı kimseler
Peygamber (Saîlaîlahü
Aleyhi ve SeHeınj'e;
— Yâ Resulallah, biz
câhîîiyet devrindeki yaptıklarımızdan mes'ul olacak mıyız? dediler. Kesulüİlah
(Sallailahü Aleyhi ve Selleın):
«— İslamda sizden kim
iyi ameîler işierse câhiliyet devrindeki yaptıklarından doiays muâhaze
olunmaz; ama kim kötülük ederse hem cahîiiyet devrindeki hem de îslâmda
yaptıklarından dolayı muaheze olunur, buyurdu.
190 - Bize
Muhammed b. Abdillâh b. Nümeyr rivayet etti. (Dedi ki): Bize Babamla Vekî*
rivayet ettiler. H.
Bize Ebû Bekir b. Ebû
Şeübe de rivayet etti. Bu lâfız onundur. (Dedi ki): Bize Vekî', A'meş'den, o da
Ebû Vâiîden, o da Abdullah'dan naklen rivayet etti. Abdullah şöyle demiş:
— Yâ Rtsulâlİâh, biz
câhiliyet devrindeki yaptıklarımız dan dolayı muâhaze olunacak mıyız? dedik?
Resulüllâh (Sallailahü Aleyhi ve Sellem) :
«Her kim İslrnda iyi
ameller işlerse câhîliyet devrindeki yaptıklarından dolayı muâhaze olunmaz;
ama kim İsiâmda kötülük işlerse hem evvelki he mde sonunku (devirlerdeki
yaptıkları) ile muâhaze olunur.» buyurdu.
191 - (...)
Bize Mincâb b.-Hâris et-Temîmî rivayet etti. (Dedi ki): Bize Aîiy b. IVlüshir,
A'meş'den bu isnâdla bu hadisin mislini haber verdi.
Bu hadis müttefekun
aleyhdir. Buhârî onu «Kitâbu istitâbeti '1
zîiürteddin» de tahriç etmiştir.
Hadîs ma'nâ i'tibârile:
«Küfredenlere söyle!
Eğer (bundan) vazgeçerlerse geçmiş günahları affolunacak...» âyet-i kerimesine
uymaktadır. Sahih hadisde İslâmm daha önceki kötü amellerin hükmünü yıktığı
beyan olunduğu gibi bu bâbda icma-ı ümmet de vardır.
Âyetteki «geçmiş günahlar..»
dan murâd: küfür ve sair günahlardır. İmam A'zam Ebû Hanif e bu âyetle istidlal
ederek: «mür-dedd bir kimse tekrar müslüman olursa irtidad halinde terk ettiği
ibâdetlerinin kazası lâzım gelmez: Fakat
«kim iman tanımayıp
kâfir olursa her halde yaptığı bütün ameller boşa gider.»
âyet-i kerimesi
iktizasmca eski ibâdetleri heder olduğu için yeniden hacca gitmesi icâbeder.
İslamda işlenecek
kötülükten murâd: bazılarına göre küfürdür. Yânî kim müslüman olmuşken tekrar
—el-Iyâzu billâh— küfre dönerse; yahud dili ile tasdik ettiği halde kalbi ile
İslâmiyetin hak dîn olduğuna inanmazsa o kimse eski ve yeni bütün
yaptıklarından îhes'ul olur. Hattâbî diyor ki: «Bu hadisin zahirî, İslâmiyetin
eski amellerin hükmünü yok ettiği babmdaki İcma-ı ümmete muhaliftir; ve şöyle
te'vîl edilir: Bu ha-disden murad «sen kâfir iken şöyle şöyle işler yapmadın
mı? Bunları yapmana znüslümanhğın bârı mâni olsa idi ya?» gibi sözlerle o
kimseyi ta'yip ve ilzam etmektir. «Yâni hadis ancak bu ma'nâyı ifade öder;
îslâmiyetin geçmiş amellerin hükmünü heder etmesine hakikatte muhalif
değildir. Kirmanî: «İhtimâl İslâmdaki kötü amelden maksad: ter temiz müslüman
olamamak yahud imanı halis olmayıp münafık kalmaktır.» diyor.
Hadisi îmam Nevevî
dahi bu şekilde tefsir etmiştir. Zira hakikî müslüman olmakta devam eden bir
kimsenin, müslüman olmazdan önceki yaptıklarından mes'ul tutulmayacağı nass-ı
Kur'an ve bir çok sa-hîh hadislerle sabittir.
tbni Battal îslâmda
yapılan kötü amelden muradın küfür olduğuna bir çok ulemanın kail olduğunu
söyleyerek sözüne şöyle devam eder: Çünkü: câhiliyet zamanında işlediği bir
masiyetten dolayı bir müs-lümanın mes'ul tutulamayacağına icma-ı ümmet vardır.
Müslüman olduktan sonra en büyük günahlardan birini irtikâb etse bile müslüman
kaldıkça yalnız o günahdan dolayı ceza görür.»
îmam Nevevi bu hadisi
şöyle tefsir eder: Hadisin manası hususunda sahih olan kavil, muhakkik
ulemadan bir cemaatın kavlidir ki o da buradaki ihsandan murad İslâmiyete
zahiri ve batını ile girmek ve hakiki müslüman olmaktır. Böyle bir müslümanın
kâfir olduğu zamanlar işlediği günahları affedilir. Bu cihet nass-ı Kur'an-ı
Kerim, hadis-i sahih ve müslümanların icmaî ile sabittir. Hadiste:
«İslâmiyet kendinden
önceki devirlere ait olan amellerin hükmünü yıkar.» buyurulmuştur.
Kötü amelden murad
îslâmiyete kalbi ile girmeyip zahiren iki şahadeti getirerek teslim olmak
kalbi ile müslümanlığın hak olduğuna inanmamaktır. Böylesi bütün müslümanların
icmaî ile münafık olup küfrü üzre bakidir ve müslüman suretinde görünmezden
evvel islemiş olduğu cahilîyet devri amellerinden mes'ul olduğu gibi müslüman
göründüğü zaman yaptıklarından da mes'uldur. Çünkü bu adam küfründe daimdir.
Mesele şeriat örfünce malumdur. Bir kimse kemali ihlâsla hakikaten müslüman
olduğu zaman cfüâmn îslâmı güzel oldu derler» aksi takdirde «filânın tslâmı
kötüdür denilir.»
Muhammed eî-Übbî
İmam-ı Nevevi 'nin bu tefsirini beğenmekte ve şöyle demektedir: En güzeli
Nevevi'nin tefsiridir. Nevevî îslâmiyetteki iyi ameli ihlâsla, kötü amelide
ihlâssızlıkla tefsir etmiştir. Çünkü samimi müslüman olmayan bir kimseyi bütün
amelleri ile muâha-ze etmek doğru olmadığı gibi îslâmiyetteki iyi ameli tâat,
kötü ameli muhalefet diye tefsir etmek te makbul değildir. Zira böyle bir
tefsir îslâmiye-tin kendinden önceki amelleri hükümsüz bırakmasını tâata ve
müstakbelde şeriata muhalefet etmemeğe bağlı olmayı icab eder. Halbuki mesele
öyle değildir.
192 - (121)
Bize Muhammed b. el-Müseima el-Anezî ile Ebû Ma'n Er-Rakaaşi [103] ve
İshâk b. Mansûr, toptan Ebû Âsım'dan rivayet ettiler. Lâfız İbnî'I
Müsenna'nmdır. (Dedi ki): Bize Dahhâk yani Ebû Âsim rivayet etti. Dedi ki:
Bize Hayvetü'bnü Şüreyh haber verdi. Dedi ki: Bana Yczıd b. Ebî Hahib, İbni
Şumasete'l Mehri'den [104]
rivayet etti. İbniî Şumâse şöyle demiş:
Amr Ibnî As'ın yanına
vardık kendisi ölüm döşeğinde idi. Uzun zaman ağladı ve yüzünü duvara çevirdi.
Oğlu:
Babacığım Resulüllah
(Saliallahü Aleyhi ve SeUem) seni filân şeyle müjdelemedi mi? Rcsulüliâh
(Sallallahü Aleyhi ve SeUem) seni filân şeyle müjdelemedi mi? Demeye başladı.
Bunun üzerine Amr yüzünü (bize) çevirerek:
Şüphesiz ki;
hazırlamakta olduğumuz şeylerin en faziletlisi Allah'tan başka ilâh olmadığına
ve Muhammedin onun Rasulü olduğuna şahadet getirmektir. Şüphesiz ki ben üç hal
üzere bulundum. Düşünüyorumda «Bir vakitler» Resulüllah (Sallallahü Aleyhi ve
SeUem) 'e benim kadar şiddetle buğuz eden yoktu. İmkânını bulupta onu Öldürmüş
olmak kadar da bence makbul bir iş yoktu. Şayet bu hal üzre Ölmüş olsaydım
muhakkak cehennemlik olurdum. Allah îslâmı kalbime, yerleştirdiği zaman
Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve SeUem j'e gelerek; Uzat sağ elini de sana
bey'at edeyim dedim. Hemen sağ elini uzattı. Ben elimi çektim Kesulüllâh (Sallallahü
Aleyhi ve SeUem) :
«Ne oldu sana ya
Amr?» dedi.
— Şart koşmak istedim dedim. «Neyi şart
koşuyorsun?» buyurdular.
— «Af olunmamı» dedim.
«Bilmez misin ki
İslâm, kendinden önceki günâhları yok eder, Hicret de ondan önceki günahları
yok eder, Hac da ondan önceki günahları yok eder?.» buyurdular.
(Artık) Benim
nazarımda Resulüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'âen daha sevgili ve ondan
daha büyük bir kimse kalmadı. Ona karşı duyduğum saygıdan dolayı kendisine
doya doya bakamıyordum. Benden onu tavsif etmemi isteseler buna takat
grtirernem. Çünkü ona doya doya ba-kamazdım. Şayet bu hal üzere ölmüş olsam
cennetlik olmamı kuvvetle üınid ederdim. Sonra birtakım şeyler üzerimize aldsk
ki onlar hakkında halim nice olur bilmiyorum. Öldüğüm zaman beraberimde hiç bir
yasçı ve ateş bulunmasın. Beni defnettiğiniz zaman üzerime toprağı iyice
döşe-yiniz. Sonra kabrimin etrafında bir deve boğazlanıpta eti taksim edilinceye
kadar durun ki, sizlerle ünsiyet edeyim. Ve Eabbimin elçilerini nasıl
karşılayacağımı düşüneyim, dedi.
Bu hadis Ashab-ı
kiramdan Amr b. Âs (Radiyallahu anh) 'in vefatım anlatmaktadır. Müslim
sarihlerinden Muhammed e1-Übbî Hz . Amr hakkında şunları naklediyor: A m r
akıl, fikir ve lisan itibariyle Arapların dâhisi idi Hz. Ömer b. El, Ha11ab
birisi ile konuşurken karşısındaki söz anlamazsa: «Seni ve Amr b. E1-Âs'ı
yaratan Allah'ı tenzih ederim» dermiş Hz . Amr, Mısır 'da on sene üç ay Hz.
Ömer zamanında dört sene H z. Osman zamanında iki sene üç ayda Hz. Muavi 'ye
zamanında valilik etmiş; ve 43 tarihinde 90 yaşında vefat etmiştir. Vefatı için
başka tarih söyleyenlerde vardır. Vefatında 325.000 altın ve 2.000.000 dirhem
gümüş ile 1.000.000 kıymetinde meşhur bir çiftlik bırakmıştır.
Vefat edeceği zaman
malına bakarak : «Keşke ya sen bir deve tezeği olaydın ya ben selâsil gazasında
öleydim. Öyle işlere girdim kî Allah huzurunda onlar hakkında hüccetimin ne
olacağını bilmiyorum. Muaviyenin dünyasını düzelttim. Ama kendi ahiretimi
hatırdım. Aklımı şaşırdım nihayet ecelim geldi. İşte ecel, ile pençeleşmekteyim.
Malımı aldı. Ailem hakkındaki hilâfetimi berbad etti» demiş sonra oğluna
dönerek bana bir bukağı getirde onunla elimi boynuma bağla demiş. Oğlu babasının
dediğini yapmış. Sonra Amr (Radiyallahu anh)
başını semaya kaldırarak ;
«Allah'ım sen bana emir
buyurdun ben isyan ettim; Nehy buyurdun kulak asmadım. Kudretim yok muzaffer
olayım. Suçsuz değilim mazeret beyan edeyim. Ben ancak senden başka ilâh
olmadığına, Muhamnıcdim senin kulun ve Resulün olduğuna şehadet ediyorum.»
demiş; sonra pişman ve düşünceli gibi parmağını ağzına sokarak vefat etmiştir.
Oğlu Abdul. i ah kendisine :
«Babacığım keşke
Ölmekte olan akıllı bir adamın yanma varsamda neler çektiğini bana anlatsa
derdim işte ölüm seninde başına geldi neler çektiğini bana anlat» demiş. Hz. Amr
buna şu cevabı vermiştir ;
«Yavrucuğum sanki bir
karanlık içindeyim sanki iğne deliğinden nefes alıyorum, sanki bir diken dalı
ayağımdan başıma doğru çekiliyor» demiş.
îbnu Abdi Rabbih diyor
ki: Bize Medine'lilerden bası zevatın haber verdiğine göre Amr b. Âs
oğullarına şunları söylemiş
«Ben ne öldüğüm zaman
beni cehenneme götürecek şirkin içindeyim, m de öldüğüm saman beni cennete
götürecek tslâmın içinde. İslâmiyet hak kında her ne kadar kusur etsemde yine
lâilâhe illâllaha sarılmaktayım.. • demiş. Eliyle keîime-i tevhidi tutar gibi
yaparak avucunu yummuş; Bı halde ruh teslim etmiş. Yanındakiler elini açarlar
sonra bırakırlar el yim kendi kendine yumulurmuş.
Hz. Amr'm üzerine
toprak örtülmesini cenazesinin arkasından med dah yascı ve saire gelmemesini
vasiyet etmesi dindeki sebatına ve Allah tan ne derece korktuğuna delâlet eder.
Peygamber (SaUaltchü Aleyhi v Sellemfin bütün eshabı böyleydiier. İçlerinden
birisi bir parça dünyay dalsa; derhal aklını başına alır. Allah ve Resulü
hakkındaki güzel itiks dına dönerdi. Burada « E1-Ikdü'1-Ferid namı kitar-la H
Muaviyenin vefatı hakkında yazılan bir kaç cümleyi de zikretmek yeriı de olur
kanaatindeyim.
Muaviye (Radiyallahu
anh) 'm hastalığı ağırlattığı zaman oğl Yezid yanında yokmuş. Bilâhare
babasının yanma gelirken Osmab.
Muhammed b. Ebî Süfyanı bir yerde otururken bulmuş;
elinden tutarak
beraberce Muaviye'nin yanına girmişler. Girdikleri zaman Hz. Muâviye can
çekiştiriyormuş. Yezid kendisiyle konuşmak istediyse Muâviye konuşmamış. Bunun
üzerine Yezid ağlamağa başlamış. Muâviye (Radiyalîaku anh) bir müddet Yezidi
süzdükten sonra şunları söylemiş:
«Yavrucuğum! Hakkında
Aliah'dan en çok korktuğum şey sana yap-tiklarımdır. Yavrucuğum! Resulüliâh
(Sallallahü Aleyhi ve Sellem) ile birlikte sefere çıktığım olurdu. Kendileri
Kazay-ı hacet eder de abdestalırsa ellerine suyu ben dökerdim. Bir defasında
gömleğimin omuz başından yırtıldığını görerek:
«Yâ Muâviye! sana bir
gömlek giydireyim mi?» buyurdular. Hay hay Yâ Resulâllah, dedim. Bunun üzerine
bana bir gömlek giydirdi. Onu bir defadan başka giymedim. Gömlek bendedir.
Yine bir gün
Resulüllâh (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) tıraş oldu Kesilen saçlarını ve
tırnak kesintilerini aldım. Bunları bir şişe içine koydum. Öldüğüm zaman
yavrucuğum, beni yıka! sonra bu saçlarla tırnakları benim gözlerime ve
burumuna koy! Badehu Resuîüllah (Sallallalıü Aleyhi ve Sellem)\in gömleğini
kefenimin altına gömlek yerine koy .Eğer (bana) bir şey fayda verecekse bunlar
fayda verir.» demiş.
Görünüşe göre ashab-ı
kirâmm içerisinde dünyaya en ziyade kıymet veren şu iki sahâbî-i celilin ölüm
anındaki hâllerini ve Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'e ne derece
hörmet ve ta'zim gösterdiklerini insafla düşünmeli de ibret almalıdır. Pahr-ı
Kâinat (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) Efendimize karşı hörmet ve ta'zim
hususunda diğer sahabe-i kiramın hâlleri de böyle idi. Haklarında bir çok
insafsızların ileri geri söz ettikleri Muâviye ile Amr b. Â s(Radıyallahu
Anhüma) 'mn halleri böyle olunca; diğer ashab-ı kiram ve ezvâc-i tâhirahn
hallerini artık siz düşünün!.. Bize düşen vazife: kendimizi onlara hakemlik
edecek mertebede görerek: «şu haklıdır; bu haksızdır.» diye ukalâlık taslamak
değil, cümlesi hakkında (Radıyallahu
Anhüm) duâsile tezyin-i lisân
eylemektir.
1 -Islâmda,
hicret ve haccm mevkileri pek büyüktür. Bunlar kendilerinden Önceki günahları
yok ederler.
2 -Ölüm
döşeğinde bulunan bir hastaya A11ah'a hüsnü zanda bulunmasını tenbih etmek
müstehaptir. Onun yanında ümid bahş âyetleri, afv ve müjdeye dâir hadisleri
okumalı; Allah 'dan ümidini kesmesin diye yaptığı iyilikleri anmalı. Bu suretle
A11ah 'a hüsnü zanda bulunmasını
te'mine çalışmalıdır. Tâki son nefesinde A11ah 'in afvu mağfiretini dileyerek
gitsin. Zira i'tibâr hatimeyedir. Bu tarzda hareket bilittifak müstehaptır.
Hadisin bu hususa
delil olan yeri İbni Âmr (Radıyallahu anh) babasına: «sana Resulüliâh
(Sallallahü Aleyhi ve Sellem) filân şeyi tebşir etmedi mi idi?» demesidir.
3 - Ashâb-ı
kiram Resulü Ekrem (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) 'i son derece ta'zim ve
tebcil ederlerdi. Hz. Amr 'in «Cenazeme yasçı ve ateş refakat etmesin»
demesi, Peygamber (Sallallahü Aleyhi
ve Seilem) böyle şeyleri yasak ettiği
içindir.
Ulemâ Niyaha'nın haram
olduğunu beyan etmişlerdir. Niyaha: yas tutmak, ölenin arkasından yürüyerek
onun iyiliklerini anmak suretile bağırıp çağırarak ağlamaktır. Cenazenin
arkasından mum ve çıra gibi şeyler yakarak yürümek de mekruhtur. Çünkü bunlar
câhiliyet devri âdet-lerindendir.
4- «Üzerime
toprağı yayın!» demesi kabrin üzerine toprak yaymanın müstehab olduğuna
delildir. Bazı memleketlerde yapıldığı gibi kabrin üzerine oturmak doğru
değildir.
Hz, Amr'm : «Sonra
kabrimin etrafında bir deve boğazlayıp da eti taksim edilinceye kadar durun ki,
sizinle ünsiyet edeyim; ve Rabbim in elçilerini nasıl karşılayacağımı
düşüneyim...» sözünde bir takım faideler vardır:
a) Kabir
azabı ve münker nekir adlı iki meleğin sualleri haktır. Ehî-i hakkın mezhebi
budur.
b) Cenaze
defnedildikten sonra kabrinin başında biraz durmak müstehaptır.
c) Ölen
kimse o anda kabrinin yanındakilerin konuştuklarım işitir. Binaenaleyh bazı
ulemaya göre Kur'an okumak evlâdır.
d) Et, yaş
üzüm v.s. müşterek mallar taksim edilebilir.-
193 - (122)
Bana Muhammed b. Hatim b. Meymun ile İbrahim b. Dî-nâr rivayet ettiler. Lâfız
İbrahim'indir. Dedilerki bize Haccâc —ki İbn-i Muhammed'dir — İbn-i Cüreyc'ten
rivayet etti. Dedi kî: Bana Ya'lâ b. Müslim haber verdi. Ki Sa'id b. Cübeyr'i
İbn-i Abbas'tan rivâyeten anlatırken işittiğine göre müşriklerden bir takım
kimseler insan öldürmüşler ve bunda çok ileri gitmişler. Zina etmişler. Bunda
da çok ileri gitmişler. Sonra Muhammed (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) 'e
gelerek; hakikaten senin söylediğin ve kendisine ciaved ettiğin din pek güzel,
Bİze yaptıklarımıza keffaret olacak bir şey haber verirsen (müsîüman oluruz)
demişler. Bunun üzerine şu âyeti kerime, nazil olmuş :
«Onlar ki Allahîa
birlikte başka bir ilâha duâ etmezler, Allahın haram kıldığı canı tuksız yere
öldürmezler, zina da etmezler... Her Uim bunları yaparsa ağır cezaya uğrar.»
(Ei-Furkan: 68) Bir de şu âyet nazil oirnuş: De ki ey nefislerine îsraf eder*
kullarım Allahın rahmetinden ümidinizi kesmeyin...» (Zümer : 53)
«Bize yaptıklarımıza
kaffaret olacak bir şey haber verirsen...» İfadesi
bir şart cümlesi olup
cevabı muhzuftur. Yani; bize haber verirsen bizde müslüman oluruz demektir.
İbareden cevap cümlesinin hazfedilmesine arapçada ve Kur'an-ı
Kerîm'de çok tesadüf edilir.
«Esâm : Bazılarına
göre azap dernektir. Bazıları cehennemde bir vadi olduğunu söylemiş diğerleri
cehennemde bir kuyu olduğunu beyan etmiştir. Günahın cezasıdır» diyenlerde
olmuştur.
Hadisde zikri geçen
ikinci âyet Kur'an-i Kerîm'in en ümidbahş âyeti olduğu bildirilmektedir. Bu
âyet müşriklerin Rasuîü Ekrem (SaîîalîahU Aleyhi ve Se!!cin)'den yaptıklarına
keffaret olup olmadığını sordukları zaman nazil olduğuna göre müsHiman
olduktan sonra eski günahlarının affedileceğine işaret etmekledir.
194 - (123)
Bana Harmeletü'bnü Yahya rivayet etti. (Dedi ki): Bize İbni Vehb [105]
haber verdi. (Dedi ki): Bana Yunus [106],
İbni Şıhâp'tan naklen haber verdi. Demiş ki: Bana Urvetü'bnü'z-Zübeyr haber
verdi onada Hakîm b. Hîsâm [107]
haber vcarmiş kendisi Resulüllâh (Sailallohu Aleyhi ve Sellem) 'e:
Cahiliyet devrinde
benim yaptığım bir takım ibadet işleri hakkında ne buyurursun? Bunlardan bana
bir fayda var mıdır? diye sormuş Resulâllah
(Sallallahü Aleyhi ve
Sellem) ona:
«Sen geçmişte yaptığın
hayırlarla müslüman oldun.» cevabını vermiş. Tchanntis: İbadet etmek demektir.
195 - (...)
Bize Hasan el-Hulvanî ile Abd b, Humeyd rivayet etti. (Hulvânî: Bize rivayet
etti dedi) Abd: Bana Yâ'kub —ki İbni İbrahim b. Sa'd'dîr— rivayet etti dedi. Ya'kub:
Bize Babam Sâlih'den [108] , o
da İbni Şihâb'dan naklen rivayet eyledi, demiş. İbni Şihâb da demiş ki: Bana
Urvetu'bnü's-Zübcyr haber verdi. Ona da Hakim b. Hizam haber vermiş ki,
kendisi Resuîüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'e:
— Ey Eesiüüllâh, bir
takım işlere ne buyurursun: ben cahilİyet devrinde sadaka vermek, köle âzad
etmek yahud akrabaya yardım kahilin-den olan bu işlerle ibâdet yapardım.
Bunlarda ecir var mıdır? diye sormuş. Resulüllâh (Salldlîahü Aleyhi ve Sellem):
«Sen eskiden yaptığın
hayırlarla müslüman oldun.» buyurmuşlar.
(...) Bize
İshâk b. İbrahim ile Abd b. Humeyd rivayet ettiler. Dediler ki: Bize Abdurrazak
haber verdi. (Dedi ki): Bize Ma'mer, Zühri'den bu isnadla haber verdi. H.
Bize yine İshâk b.
İbrahim rivayet etti. (Dedi ki): Bize Ebû Muâviye haber verdi. (Dedi ki) : Bize
Hişâm b. TJrve, Babasından, o da Hakim b. Hizâm'dan naklen rivayet etti. Hakim
şöyle demiş.
— Yâ Resulâllah, bâzı
şeylere ne buyurursun? Ben onları cahiliyet devrinde yapardım; dedim. (Hişâm:
Bunlarla tâat yapardım demek istiyor; demiş). Resulüllâh (Sallallahü Aleyhi ve Settem) :
«Sen kendin İçin
evvelce yaptığın hayırlarla müslüman oldun.» buyurdular.
— Öyle ise vallahi ben de cahiliyet devrinde
yaptığım hiç bir şeyin mislini İslâmda da yapmadan bırakmam; dedim.
196 - (...)
Bize Ebû Bekir b. Ebî Şeybe rivayet etti. (Dedi ki): Bize Abdullah b. Nümeyr,
Hişâm b. Urve'den, o da Babasından naklen rivayet etti, ki Hakim b. Hizam
cahiliyet devrinde yüz köle âzâd; yüz deve yükü de mal tesadduk etmiş. Bilâhare
İslâmda dahi yüz köle âzâd ve yüz deve yükü mâl tesadduk eylemiş. Sonra
Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'e gelmiş...
Müteakiben babası,
Ötekilerin hadisi gibi rivayet etmiş.
Hadis muttefekun
aleyhtir. Buhâri onu zekât, Buyu' Rehin ve Edeb bahislerinde tahric etmiştir.
Bana haber ver
demektir. kelimesi bazı rivayetlerde şeklinde zabtedebilmiştir. Ancak rivayet
sahîh olmakla beraber ma'na itibarile bu kelime yanlıştır. Buhâri'nin
üstadlarından biri burada vehmetmiştir deniliyor. İbni fin: «Bu kelimenin
etehan-netü şeklinde okunduğu takdirde bir vechi olup olmadığını bilmiyorum.»
demiştir. îsmâili ise;
Buhârînin onu şeklinde rivayet ettiğini söyledikten sonra şöyle demiştir:,
rivayeti tashifdir; doğrusut dür. Bu kelime (hıns) dan alınmıştır. Hıns günah
demektir.
Hz. Hakim: «Bunlarla
ben günaha sokacak şeylerden korunuyordum» demek istemiş olacaktır!»
Bazıları kelimesine
ma'na vermeye çalışmış; ve bunun
meyhane ma'nasma gelen
(hânût) dan alınmış olması ihtimalinden bahsetmişlerdir. Bu takdirde ma'namn
ne olacağı zikredilmemişse de meyhane yerine bu işlerle meşgul oluyordum.
Benim meyhanem bunlardı.» ma'na-sı kadedilmiş olması muhtemeldir.
İmam Nevevi 'nin
beyanına göre «tehannüs: teabbüddür. Nitekim hadisde de Müslim onu bu ma'na
ile tefsir etmiştir. Diğer rivayette onu: Teberrür diye izah eder. Teberrür,
birr, yani tâat yapmaktır. Lügat uleması; Tehannüsün aslı günahdan çıkacak bir
iş yapmaktır; demişlerdir...
«Sen geçmişte yaptığın
hayırlarla müslüman oldun,» ifadesinden mu-rad: o hayırların hesaba katılması
veya kabul olunmasıdır. Zira kâfir müslüman olur da ölürse hasenatının kabul
edileceği yahud hesaba katılacağı; kâfir olarak ölürse amellerinin bâtıl
olacağı rivayet edilmiştir.
Mazirî hadisin bu
cümlesi üzerinde ulemânın ihtilâf ettiğini söyledikten sonra şöyle eliyor: «Bu
cümlenin zahiri usûlün iktizâ ettiği ma'-naya muhaliftir. Çünkü kâfirin ibâdeti
sahih değildir ki yaptığı tâaitan dolayı sevaba nail olsun. Ama ibâdet değil
de itaat göstermiş olması sahihtir. Yukarıdaki izahattan anlaşılıyor ki hadîs
te'vîl edilmiştir. Te'vîlinin de bir kaç veçhe ihtimâli vardır. Şöyle ki:
1 - «Sen
geçmişte yaptığın hayırlarla müslüman oldun» sözü evvelce güzel âdetler, makbul
tabiatlar kazanmışsın; onlardan müslümanken de faydalanıyorsun;-sana hayırlı
işler için bu âdetler bir hazırlık ve yardımcı oluyor, ma'nasma gelebıir.
2 - Bu yaptıklarınla güzel bir nâm kazandın. Bu nâmın
müslümanken dahi devam edecektir.
3 - Müslüman olduktan sonra yaptığı hayır hasenata geçmiş
iyilikleri sebebi ile fazla sevap verilmesi ihtimalden uzak değildir. Kâfirin
yaptığı hayırlardan dolayı azabı hafifletileceği bildirilmektedir. K-aadî Iyâz
şunu rivayet ediyor : «Bu cümlenin manası geçmişte yaptığın hayırlar
bereketine, Allah Teâlâ seni İslama hidayet etti, demektir. Çünkü evvel emirde
bir kimsenin hayır yapmış olması akıbetinin seadetine delildir.»
Muhakkik ulemadan İbni
Battal ve başkaları hadisden muradın zahirî manası olduğunu söylemişlerdir.
Onlara göre kâfir müslüman olarak ölürse küfür halinde yaptığı hayırlardan
dolayı kendisine sevap verilir. Delilleri Ebû Said -i Hudrî (RadiyaÜahu anh)
'm rivayet ettiği şu hadistir:
«Kâfir müsKiman olurda
müslümanlığını tam yaparsa; geçmişte yaptığı her hayırdan dolayı Allah ona bir
sevap yazar ve geçmişte irtikap ettiği her kötülüğü yok eder. Bundan sonra
yapacağı hayır ameli ona yedi yüze kadar katlanır. Kötü ameli ise bir misli ile
katır. Meğerki AJSah Teâlâ bağışlamış ola.»
Bu hadisi Dârakutni
imamı Mâlikin garip hadisleri meyanmda zikretmiştir. Dârakutni hadisi dokuz
ferikle zikretmiştir ki, bunların hepsinde kâfire, müslünıan olduktan sonra
şirk halinde iken yaptığı her hayır mukabilinde srvap verileceği
zikredilmektedir. İbni Battal bu hadisi rivayet ettikden sonra şunları
söylüyor: «Allah Teâlâ kullarına dilediğini ihsan edebilir. Ona kimsenin
itiraza hakkı yoktur...»
Ulemadan bazıları bu
cümlenin manası: «Müslüman olan her müşrike İsîama girmezden önceki hayırlı
ameli yazılır, fakat kötü ameli yazılmaz» demektir; çünkü İslâmiyet Önceki
günahları yok eder. Hayırlı amellerinin yazılması bunlarla A11ah'm rızasını
talep ettiği içindir. Zira kâfirler Allah'ın rübûbiyetini tanırlar. Ancak şirk
üzere ölürlerse amelleri merdûd olur. Müslüman olunca; Allah onlara lütfü ihsan
ederek hayırlı amellerini yazar, kötü amellerini yok eder.» derler.
El-Mühelleb diyor ki;
«bir hakîm cahiliyeti üzere ölse; azabın hafifletilmesi me'muldur. Nitekim Ebû
Tâlib ile Ebû Lehe b hakkında böyle bir rivayet vardır.» Fakat Buhâri
sarihlerinden Aynî bu mütaleaya itaraz ederek: «Bunların hususiyeti vardır, başkaları
onlara kıyas edilemez.» demiştir.
Bu babda daha bir çok
sözler söylenmiştir. Kurîubî: «bunların içerisinde en güzeli 'nin sözüdür.»
demektedir. Harbi bu hadisi: «Geçmişte yaptığın hayırlar senindir.» diye
tefsir etmiştir. A1l a h 'ü a'lem.
Fukaha: «Kâfirin
ibadeti sahih değildir. Müslüman oîsa bile eski iba-dedleri nazar-ı itibara
alınmaz. > demişlerdir. Nevevi bu sözü tefsir ederken şöyle demektedir.
«Fukahamn bundan muradı küfür halinde işlenen hayırların dünya ahkâmı hakkında
nazar-ı itibara alınamayacağıdır. Bu sözde âhiret sevabına dair birşey yoktur.
Biri çıkar da o amellerden dolayı âhirette sevaba nail olamaz derse; sözü bu
hadis-i sahih ile red-dolunur. Filvaki küffârm bazı fiilleri dünya ahkâmı
hakkında da nazar-ı itibara alınır. Kâfire keffaret-i Zihar yahud başka bir
keffaret lâzım gelse de küfür halinde iken onu verse borcunun Ödenmiş olacağını
fukaha beyan etmişlerdir.» Ancak Nevevi'nin bahsettiği bu hüküm Hanefilere göredir.
Eimme-i Selâse denilen Malik, Şafiî, ve Ahmed İbni Hanbel hazerâtma göre
müşrikin verdiği keffaret caiz ve makbul değildir. Mamafih bir rivayette İmam-
Ahmed bu meselede Hanefî-ierle beraberdir. Diğer bir rivayette bu keffareün
mutlak surette caiz olduğuna kail olmuştur. Malik ile Şafiî meseleyi hata
sureti ile insan Öldürmeye kıyas etmişlerse de deliller mutlaktır. Katil âyeti
imanla mukayyettir. Kaide her delille ıtlak ve takyidi muktazasmca amel icap
eder.
Kâfir cünüplükten
yıkansa da sonra müslüman oîsa tekrar yıkanması icap eder mi, etmez mi? Bu
mesele Şafiî yye uleması arasında ihtilaflıdır. Bazıları ileri giderek:
«Abdest olsun, ğusul olsun kâfirin her tahareti hatta teyemmümü caizdir.
Müslüman olduğu zaman bunlarla namazını kılabilir.» demişlerdir. Hanefîlere
göre ise; müslüman olan kafir cünüp değilse yıkanması müstehabtır. Cünüp olarak
müslüman olmuşsa meseîe ihtilaflıdır.
197 - (124)
Bize Ebû Bekir b. Ebî Şeybe rivayet etti. (Dedi ki): Bize Abdullah b. İdris ile
Ebû Muâvîye [109] ve Vekî, A'meş'den, o da
İbrahim'den [110] o da Alkame'den, [111] o
da Abdullah'dan [112]
naklen rivayet etti. Abdullah şöyle demiş:
«İmân edip de
imanlarına zulüm karıştırmayanlar yok mu?...» (En'am: 82) âyet-i kerimesi nazil
olunca, bu Resulüllah (SaUaîlakü Aleyhi ve Sellem) in ashabına girâtı geldi.
Ve: «bizim hangimiz nefsine zulmetmiyor ki?» dediler. Bunun üzerine
Itesulüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem):
«Bu zuiüm sizin
zannettiğiniz gibi değildir. O Lokman'ın oğluna söylediği gibidir:
«Yavrucuğum! Allah'a şirk koşma! Çünkü şirk pek büyük bir zulümdür» (Lokman: 13)
(demişti) buyurdu.
198 - (...)
Bize İshâk b. İbrahim ile Aliy b. Haşrem rivayet ettiler.
Dediler ki: Bize îsâ
(ki İbni Yunus'dur) haber verdi. H.
Bize Mincab b.
el-Hâris et-Temîmî de rivayet etti. (Dedi ki): Bize İbni Müshir haber verdi. H.
Bize Ebû Küreyb [113] dahi
rivayet etti. (Dedi ki): Bize İbni İdris haber verdi. Bunların hepsi A'meş'den
bu isnadla rivayet etmişler. Ebû Küreyb dedi ki: İbni İdris: bu hadisi bana
evvelâ babam, Ebân b. TağliV-den, o da A'meş'den naklen rivayet etti. Sonra
hadisi Ebân'dan (ben de) dinledim, dedi.
Hadis muttefekun
Aleyhdir. Onu Buhari «imân» ve «îstitâbe-tü'1-mürteddîn» bahislerinde tahric
ettiği gibi N'esâî ve Tinnizi de rivayet etmişlerdir. Ebû Nuaym (Müstahrec)
inde Âyeti kerimeden sonra:
«Bunun üzerine
yüreğimiz rahatlaştı» ibaresini de rivayet etmiştir. Buhârinin bazı
rivayetlerinde: «Bu âyet nazil olduğu vakit zulüm meselesi ashab-ı Resulüllâh
(Sallaîlahü Aleyhi ve Sellemye girân geldi. Ve: «Bizim hangimizin imânı zulümle
karışmamıştır; dediler. Bunun üzerine
Peygamber (Sallaîlahü Aleyhi ve Sellem) :
«Öyle değil, siz
Lokmanın [114] gerçekten şirk pek büyük
bir şeydir.» dediğini işitmiyor musunuz?» tuyurdu, denilmektedir.
Hadisdeki birinci âyet
hakkında Teymî şunları söylemiştir : «Bu âyetin ma'nası: imânlarım küfürle
ibtâl etmeyenler... demektir. Çünkü imanla küfrün birbirine karışması tasavvur
olunamaz. Maksad, iman sı-fatiyle küfür sıfatını karıştırıp da kendilerine
evvelâ iman, sonra da küfür sıfatının sabit olmadığım yâni eevvelâ imân edip
sonra kâfir olmadıklarını anlatmaktır. «Âyetteki karıştırmadan murâd: münafık
olmayanlardır» demek de caizdir. Bu takdirde de imanla nifak hakikatta bir
yerde bulunmazsa da âyetin ma'nası yine de «imanla nifakı zahiren ve ba-tmen
bir araya getirmeyenler.» demek olur.
Zulüm: bir şeyi yerine
koymamakla şeriata muhalefet etmek ve bir birinden farklı bir çok nevileri
vardır. Bunların bazısı küfürdür.
Hadisin zulmü isbat
eden lâfızları muhteliftir. Ancak bunların bazısı mutlak bazısı mukayyed
olduğu için mutlak olanlar şirkle mukayyed hükmüne hamledilmek suretile araları
bulunur; ve şöyle denilir: «Sa-habe-i kiram âyetteki zulmü mutlak ma'nada
anladıkları için endişeye düşmüşler; fakat Peygamber (Sallaîlahü Aleyhi ve
Sellem) âyetlerin birincisinde mutlak zikredilen zulmün ikinci âyetteki şirkle
mukayyed ma'naya alınacağını öğretmiştir.
Ha11âbî diyor ki: «Bu
meselenin ashaba girân gelmesi zahirde zulüm insanların haklarını yemek olduğu
içindir. Halbuki Ashab günah işlemek suretile nefislerine zulmetmiş değillerdi.
Yalnız buradaki zulmün zahiri ma'nası kasdedildiğini zannetmişlerdi.
Burada şöyle bir suâl
hâtıra gelebilir: Acaba sahabe-i kiram buradaki zulmü hangi delile istinaden
umumi ma'nasına hamletmişlerdir?
Cevap şudur: âyette
zulüm nefiden sonra nekire olarak zikredilmiştir. Siyâk-ı nefiden sonra gelen
nekireler umum ifâde ederler.
Yine birnci âyeti
kerimede şirkin zulüm olmakla tasif buyurulması şirkten başka şeyler zulüm,
sayılmaz mânasına gelemez. Çünkü: (zulüm) kelimesinin tenvini onun büyüklüğünü
göstermek içindir. Nitekim ikinci âyette; «şirk pek büyük bir zulümdür.» Duyurulmuştur.
1 - Zulüm
kelimesinin bazan hususî mânası kasdedilir.
2 - Ma'siyetler
küfür değildir. Ehl-i hakkın mezhebi de budur.
3 - Zulmün
navi'leri vardır.
4 - «Bir
sözde kaide: o sözün umum ifâde etmesidir. Meğer ki hususa delâlet ettiğine
delil buluna.» diyenler bu hadisle istidlal ederler.
5 - İcâbında bir söz zahirî ma'nasının hiâfına
hamledilir.
199 - (125)
Bana Muhammedi b. Minhâl ed-Darîr [115] ile
Ümeyye-tü'bnii Bistâm el-Ayşî rivayet ettilea:. Lâhz Ümeyye'nindir. Dediler ki:
Bize Yezil b. Zürey' rivayet etti. (Dedi ki): Bize Ravh —ki Îbnü'1-Kaa-sim'dir—,
Alâ'dan, [116] .0 da babasından, o da
Ebû Hüreyre*den işitmiş olmak üzere rivayet etti. Ebû Hüreyre şöyle demiş:
Resulüllâh (Sallalîahü
Aleyhi ve Sellem) 'e :
«Göklerde ve yerde
bulunan her şey Allah'ındır. Siz gönülierinizdekini açsaniz da gizlesenizde
Allah onunla sizi hesaba çeker; Ve dilediğini affe der; dilediğini de azâb.
Allah her şeye Icaadirdir [117]»
âyeti nazil olduğu vakit, bu âyet Resulüllâh (Sallalîahü Aleyhi ve Sellem) 'in
ashabına şiddeti: geldi. Hemen Resulüllâh (Sallalîahü Aleyhi ve Sellem)fe.
geldiler ve diz çö küp oturarak:
«Ey Allanın Resulü!
(Eskiden) bize gücümüzün yeteceği ameller: na maz, oruç, cihâd ve sadaka (gibi
ibâdetler) teklif olun (muş) du. (Şimdi' sana şu âyet indirildi. Biz buna takat
getiremeyiz.» dediler.
Resulüllâh (Sallalîahü Aleyhi ve Sellem):
«Sizden önce geçen iki
tane ehl-i kitab (kavın) in dedikleri gibi işitti ve İsyan ettik, demek mi
istiyorsunuz? Bilakis, siz: dinledik ve itaat ettik gufranını niyaz eyleriz Ya
Rabb! varışımız da ancak sanadır, deyin!» bu yurdular.
Ashâb: «Dinledik ve
itaat ettik; gufranını niyaz eyleriz ya Rabb varı Şimız da ancak sanadır.
Dediler.
Cemâat bunu okuyunca
dilleri ona yatıştı. Hemen arkasından Allah ş âyeti indirdi:
«Peygamber Rabbinden
kendisine indirilene imân getirdi. Mü'minfe de her biri: Allaha, onun meleklerine,
kitaplarına Peygamberlerine — Peygamberleri arasında hiç bir fark gözetmeyiz,
diyerek — İmân getirdiler. Ve dinledik, itaat ettik. Gufranını niyaz eyleriz yâ
Rabb! Varışımızda ancc sanadır, [118]
dediler.»
Onlar bunu yapınca
Allah Teâlâ da o âyeti neshederek:
«Allah hiç bir kimseye
takat getiremeyeceği bir şey teklif etmez. He kesin kazandığı kendine, irtikab
ettiği de [yine) kendi aleyhinedir. Ey Rab temiz! Unutur veya hatâ edersek bizi
muâhaze buyurma!.. »(Peygarabe (Sallalîahü Aleyhi ve Sellem) bu duaları
okudukça Allah Teâlâ Hazertler peki (yaptım) buyurmuştur.
Ey Rabbimiz, hem bize,
bizden öncekiîere yüklediğin gibi^ağır yük yü leme! (Allah Teâlâ Hazretleri peki buyurmuş.)
Ey Rabbimiz! Bize
gücümüzün yetmeyeceği şeyi de yükleme!
(Allah Teâlâ hazretleri:
Peki buyurmuş.)
Bizi Affet! Bizi
mağfiret eyle! Bize merhamet buyur! [Çünkü) bizi mevlâmız ancak sensin.
Binaenaleyh kâfirler güruhuna karşı bize nusr eyle! (Allah Teâlâ Hazretleri: Peki buyurmuş.) [119]
200 - (126)
Bize Ebû Bekir b. Ebî Şeybe ile Ebû Küreyb ve tshâk b. İbrahim rivayet ettiler.
Lâfız Ebû Bekir'indir. İshâk (Bize haber verdi) tâbirini kullandı. Ötekiler:
Bize Vekî, Süfyan'dan, [120] o
da Hâlid'in [121] âzadlısı Âdem b. Süleyman'dan,
[122]
naklen rivayet etti; dediler. Âdem şöyle demiş: Said b. Cübeyr'i, İbni
Abbas'dan naklen rivayet ederken dinledim, demiş ki:
Şu «Siz
gönüllerinizdekini açsanızda gizlesenizde Allah onunla sîzi hesaba çeker...»
âyeti nazil olunca ashabın kalplerine başka hiç bir şeyden girmeyen bir endişe
girdi. Bunun üzerine Peygamber (Salîallahü Aleyhi ve Sellem) :
«Siz, dinledik, itaat
ettik ve teslim ettik deyin» buyurdular. Müteakiben Allah imânı onların
kalplerine yerleştirdi. Ve şu âyeti kerimeyi inzal buyurdu:
«Allah hiç bir kimseye
takat getiremeyeceği bir şey teklif etmez. Herkesin kazandığı kendine
irtikâbettiği de (yine) kendi aleyhinedir. Ey rabbi-mîz! Unutur veya hata
edersek bizi muâhaza buyurma!»
Peygamber
(Scülalhhü Aleyhi ve
Sellem) bu duaları okudukça (Allah Teâlâ hazretleri) Pekiyi (yaptım)
buyurmuştur.
«Ey Rabbîmiz! Hem
bize, bizden öncekilere yüklediğin gibi ağır yüt yükleme.»
(Allah Teâlâ
hazretleri pekiyi buyurmuş).
«Bizi affet! Bize
merhamet eyle! [Çünkü) Bi2im mevtamız ancak sensin.)
(Allah Teâlâ
hazretleri pekiyi buyurmuş) [123]
Hadis müttefakun
aleytir, Buhârî onu tef siru'l-Kur'aı bahsinde tahric etmiştir.
Ashab-ı Kirama âyeti
kerimenin şiddetli gelmesi gönülden geçen şey lerden, korunmakla memur
olduklarını zannettikleri içindir. Böyle bi teklif insan takatinin üstündedir.
Çünkü gönülden geçen şeyleri defetme! kimsenin elinde değildir.
Eğer âyetten murad bu
ise bu hadis-i şerif müslümanlara takat geti remiyecekleri şeylerin
emredildiğine delâlet eder. Buna hususî tabiri il teklif-i mâla yutak derler ki
caiz olup olmadığı ulemâ arasında ihtilâflıdıı
Vahidinin beyanına
göre buna takat getiremiyeceklerini Peygambe (Salîallahü Aleyhi ve Sellem) 'e
arz eden ashab Ebû Bekir, Ömer Abdurahman b. Avf, Muaz b. Cebeî ve Ensarda
birkaç kişi imiş : «Ya ResulâHâh! Bize şimdiye kadar ondan daha şu detli bir
âyet inmedi, demişler» Resulüllâh (Salîallahü Aleyhi ve Sellev kendilerine:
«Ne yapalım âyet böyle
indirildi sizde dinledik ve itaat ettik deyiverir buyurmuşlar.
Böylece bir sene
geçmiş. Ondan sonra Teâlâ hazretleri: «Allah h bir kimseye gücünün yetmeyeceği
bir şey teklif etmez.» âyetini indirerc ashabı rahata kavuşturmuş ve bu âyetle
üst tarafındaki şiddet âyeti: nesh etmiş. Resulüllâh (Salîallahü Aleyhi ve
Sellem) de: «Şüphesizi-Allah ümmetimin gönlünden geçirdikleri şeyleri fiiliyat
sahasına çıka madikça yahut söylemedikçe af buyurmuştur.» demiştir.
Nesh: şer'i bir
hükümün kendinden evvel gelen şer'i bir hükmük£ dırmasıdır. Âyet-i kerimenin,
üst tarafındaki şiddet âyetini neshedip t mediği ihtilaflıdır. İbn-i Abbas
(Radıyallahu Anhüma) 'nın «b âyet neshedilmiştir.» dediği rivayet olunur. Bunun
vechi: âyetin haber c maşıdır. Haberlerde nâsih mensuh aranmaz filvaki buna
kail olanlar ve şada kendilerine cevap verilmiş ve: «Âyet-i kerime her ne kadar
habe dair isede hüküm de tazammun etmektedir. Hüküm ihtiva eden haber] ise;
sair ahkâm gibi neshi kabul eder. Nesh kabul etmeyen haberler î hüküm ihtiva
etmeyen maziye ait haberlerdir.» denilmiştir. Bazıları: «I radaki neshden murad
tahsis olabilir. Çünkü eskiden ulema çok defa ta sise nesh derlerdi.* demişlerdir. Yine İbn-i Abbas (Radıyallahu
Anhiinlan rivayet edildiğine göre: Bu âyet neshedümemiştir. Lâkin Allah Teâîâ
îiyamet gününde kullarını haşr ettiği zaman «Ben size meleklerimin /akıf
olamadığı gönül sınırlarınızı haber vereceğim» diyecek. Mü'minlerin
urlarını söyledikten
sonra onları affedecek şüphecilere ise; yaptıkları tek- hareketini haber
verecektir. İbni Abbas: İşte «Allah îilediğini af, dilediğini de azap eder»
âyeti kerimesinin manası budur.»
demiştir.
Mâzirî diyor ki: «Buna
nesh demek bir meseledir. Çünkü nesh iki âyetin arası
bulunamadığı zaman olur.
Halbuki Teâlâ hazretlerinin: kalplerinizden geçeni açığa
vurursantzda gizîersenizde ilâh...»
âyet-i ke-
imesi âmm'dır. Bunun
gönülden geçen şeylerin önüne geçmesi mümkün olmayanlarına değil mümkün olanlarına
şamil olması ihtimali vardır. Binaenaleyh Ferah âyeti şiddet âyetini tahsis
etmiş olur. Ancak sahabe umum manâsını hal karinesi ile snladıîarsa o başka, o
zaman nesh olur. Çünkü nesh sabit ve müstekâr olan bir hükmü kaldırmaktır.»
Fakat Übbî Maziri'nin bu mutâleasına iştirak etmemiş ve : «Bu takdirde nesih
olur. Çünkü nesih ile tahsisin her biri sözün delâlet ettiği ma'nanın hilafını
gösterir. Ayrıldıkları yer: tahisin sübutu şüpheli olan bir hükmü neshin ise
sübutu muhakkak olan hükmü kaldırmasıdır. Ashab bunu ka-rîne ile anladıîarsa
—ki karine ilim ifade eder— sübutu muhakkak olanın hükmünü kaldırmaya râcî'
olur; bu nesihdir.» demiştir.
Kaadî îyâz şöyle diyor
: «Bu meselede neshi uzak görmeğe imkân yoktur. Çünkü hâdiseyi anlatan râvî bu
hadisede nesh olduğunu lâf-zan ve manen rivayet etmektedir. Peygamber
(Sallallahü Aleyhi ve Seîlem) şiddet âyeti- inince; ashabına itaat etmelerim
emir buyurmuştur. Bu emir Allah Teâiâ gönülden geçen şeylerden dolayı muahaza
buyuracağım bildirdiği içindir. Sahabe taat ve teslimiyet arzedince Allah Teâlâ
imam kalplerine yerleştirmiş, dilleri de arz-ı teslimiyet ederek dinledik ve
itaat ettik demeye yatışmıştır. Nitekim Nass-ı hadis kendilerinden güçlüğün
kaldırıldığım ve bu teklifin nesh edildiği bildirilmektedir, Nesh ancak haber
vermekle yahut tarih göstermekle bilinir. Bu âyette bunların ikiside vardır.
Mâzîrî'nin dedikleri nesih vaki olduğuna delil bulunmayan yerde doğrudur.
Delil bulunursa; biz o delilin üzerinde dururuz. Lâkin usul ulemâsı şahabının:
«Sununla neshedil&i» demesinin neshi iptal eder bir. hüccet olup
olamayacağı hususunda ihtilâf etmişlerdir. Çünkü sâhâbi'-nih sözü kendi içtihad
ve te'vili de olabilir. Bu nesh değildir. Ulema bu âyet hakkında da ihtilâf
etmişlerdir. Ashab-ı kiramın ve onlardan sonra gelen müfessirlerin ekserisine
göre âyette nesh vardır. Müteehhirin ulemadan biri neshi inkâr etmiş ve «bu
âyet haberdir, haberlere nesh dahil olamaz» demiştir. Ama mesele bu muteehhir
alimin dediği gibi değildir. Çünkü âyet haber de olsa, bir teklifi ve kalplerde
gizlenen sırdan dolayı muahaza olunacağını;
Peygamberimiz (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) 'İn emrettiği şekilde
dinledik ve itaat ettik diyerek teabbüdte bulunmaları lüzumunu haber
vermektedir. Bunferın bazısı kavil yani lisanın ameli, bazısı da kalbin
amelidir. Bilahere kendilerinden güçlük ve muâhaze kaldırılmak suretile bu
hüküm neshedilmiştir.
Bazı müfessirlerden
rivayet olunduğuna göre; buradaki neshin ma'nâ-sı, ashabın kalblerindeki endişe
ve korkuyu gidermektir. Bu endişe ve korku sonra nazil olan âyetle giderilmiş;
ve gönülleri rahat olmuştur. Bu kavle zâhib olanlarca ashab-ı kirama güçleri
yetmeyecek teklifler vâkî' olmamış; yalnız korunması kendilerine meşakkatli
görünen gönül tasavvurlarından korunmaları ve derûnî bir ihlâsa sahip olmaları
emrolunmuştur. Ashab da bunu görünce takat getiremeyecekleri şeylerin
kendilerine em-redilmesinden korkmuştur. Binnetice korkuları giderilmiş; ve
ancak tâ-katları nisbetinde mükellef oldukları beyan buyurulmuştur. Bu takdirde
âyette, kulun gücü yetmeyeceği şeylerin teklif olunabileceğine delil yoktur.
Çünkü âyette teklife dair bir söz yoktur.
Bazıları mezkûr
teklifin caiz olduğuna Teâlâ hazretlerinin: «Bize takat getiremeyeceğimiz
şeyleri yükleme...» âyetile istidlal etmiş; ve : «Eğer böyle bir teklif caiz
olmasa ashâb bundan Allah'a iltica etmezlerdi.» demişlersede kendilerine:
«Ashabın: takat getirenleyiz demelerinin ma'-nası, güç hâlle yapabilirsiniz,
demektir» şeklinde cevap verilmiştir.
Bir takımları da
mü'minlerle kâfirlerin gerek yakınen gerekse şek ve şüphe ile inandıkları
şeyleri gizleme hususunda âyetin muhkem olduğunu; mü'minler affolunacağını,
kâfirler ise azâb göreceğini söylerler.» Kaadî
Iyaz'm sözü burada bitiyor.
Vahidî: «Âyet
mü'minlerle kâfirler hakkında muhkemdir...» kavli hakkında: «Muhakkikin ulemânın mezhebi de budur.» diyor.
Buhârinin Hz. Abdullah
b. Ömer (RaâiyaUahu anh) dan rivayet ettiği bir hadisde ise İbni Ömer
(Raâiyallahu anh) «Siz gönüüerinizdekini açsanız da gizlesenizde... âyeti
muhakkak nesh edilmiştir.» demiştir.
* Hasılı; nesih
meselesi ihtilaflıdır. Görülüyor ki, Sûre-i Bakara'nın son âyetleri-bu
münasebetle nazil olmuştur. Ayni diyor ki: «Teâlâ Hazretleri : Peygamber,
kendisine indirilenlere iman attı; mü'minler de her bîri Allah'a imân etti...»
buyurdu. Acaba neden Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) hakkında «Allah'a
imân etti» buyurulmanuştır? dersen ben derim ki: Peygamber (Sallallahü Aleyhi
ve Sellem) hakkında küfür imkânsızdır. Fakat mü'minler hakkında imkânsız değildir.
Bu sebeble onların Al1ah'a imân ettiklerini tasriha lüzum vardır. Resulüllâh
(Sallallahü Aleyhi ve Seilem) in Allâha iman ettiğini beyâna hacet yoktur.
Âyetteki «diniedik» ta'birinden murâd: icabet ettik demektir.
burada kesb fi'li, biri sülâsi-i mücerrep diğeri sülâsî-i mezid olmak üzere iki
defa zikredilmiş; ve kelimelerdeki bina ziyadesi ma'nâların ziyadeliğine
delâlet ettiği cihetle (kesebe) fi'li ha-yır kazanmak ma'nasmda (iktesebe) ise
kötülükte kullanılmıştır. Çünkü
iktisabda didinerek
çalışma ve kasid manası vardır.
Buradaki nisyandan
murâd: yanılmaktır. Bazıları, terk ve ihmâl ma'nası-na geldiğini
söylemişlerdir.
Hatadan muradın
kasıdlı iş olduğunu söyleyenler bulunduğu gibi, bilmemek ve yanılmak ma'nasma
geldiğini' ileri sürenler de vardır. îbni Zeyd'e göre bu cümlenin ma'nası:
«Şayed bize farz kıldığın şeylerden birini unutur; yahud haram kıldığın
şeylerden birinde hata edersek, bizi cezalandırma ya Rabbî!» demektir.
Kelbî 'nin beyanına
göre Beni İsmail, Allah'm kendilerine emrettiği bir şey hususunda hata ve nisyanda
bulunurlarsa derhâl cezalan verilir; günahına göre yiyecekleri içecekleri
kesilirmiş. İşte bu âyetle Teâlâ Hazretleri mü'rninlerin bu gibi hâllerden
dolayı azâb olunmama-maları niyazında bulunmalarını Peygamber (Salldllahü
Aleyhi ye SeÜem)*c emir buyurmuştur.
Burada şöyle bir suâl
vârid olabilir. Hatâ ve nisyanin hükmü bu ümmete bağışlanmıştır. O halde
bunlardan dolayı muâhaze olunmamak niyazında bulunmanın ne faydası vardır?
Cevap : Duadan murad:
muaheze olunmamanın bir defaya mahsus bırakılmayıp devam etmesini, hiç bir
nisyan ve hatadan dolayı azâb görmemelerini istemektir. Nitekim Fatiha
Süresindeki: bizi doğru yola ilet...» âyet-i kerimesinden murad da doğru yolda
dâim kılmaktır
«Ey Rabbimiz! Hem
bize, bizden öncekilere yüklediğin gibi ağır yük yükleme!...» Buradaki (ısr)ı,
Sultanu'l-müfessirin İbni Abbas (Radıyallahu Anhüma) altından kalkamayacağımız
«ahdu peymân» diye tefsir etmiştir. Zemahşeri:
«Isr: taşıyanın belini
çökerten ağır yüktür» demiştir. Bazılarına göre (ısr) tevbesi ve keffâreti
olmayan günahtır.
Önceki kavimlerden
murâd yahudilerdir. Rivayete göre Allah Teâlâ yahudilere günde elli vakit namaz
kılmalarını ve mallarının dörtte birini zekât olarak vermelerini emretmiş. Kim
bir günah işlerse sabahleyin günahının kapısına yazıldığını
görürmüş. îşte bazı âyetlerde
zikri geçen
(isr-u ağlâl)
dan murad bunlardır.
«Bize gücümüzün
yetmeyeceği şeyi de yükleme!...» Allâme Aynî bu âyetin ma'nası hususunda yedi
kavil olduğunu söylüyor. Bu yedi kavil şunlardır:
1 - Yâ
Rabbî! Bize takat getirmeyeceğimiz meşakkatli şeyleri emretme!
2 - Bizi azâb etme!
3 - Bizi
nefsimizin vesvesesi ve gönlümüzden geçen şeylerden dolayı azâb etme! yahud
bizi nefsimizin vesvesesine terk etme!
4 - Bize
gülme yânî kuvvetli şehvet verme! Çünkü kuvvetli şehvet bizi cehenneme
sürükleyebilir.
5 - Bize
takat getiremeyeceğimiz aşk ve mahabbet yükleme! (Misâl) Zün'Nûn-u Mısrî
bir meclisde mahabbet hakkında konuşurken onbir kişi öldüğü hikâye
olunur.
6 - Bize
düşmanları güldürme!
7 - Bizi tefrikaya
düşür
«Bize merhamet eyle»
yânî bize inayet buyur; da günah işlemeyelim. «Bize nusrat eyle!» Çünkü senin
dinini inkâr eden, vahdaniyetini tanımayan kâfirlere karşı bizim yegâne yardımcımız
sensin. Ebû Bekir Zeccâc'in beyanına göre Bakara Sûresinin son âyetini Cenab-ı
Hak dua olarak inzal buyurmuştur. Binaenaleyh mü'minlerin bunu ezberleyerek
her zaman okumaları gerekir.
201 - (127)
Bize Said b*. Mansur [124] ile
Kuteybetü'bnü Said ve Mubaramed b. Ubeyd el-Guberî rivayet ettiler. Lâfız
Said'indir. Dediler ki: Bize Ebû Avâne Katâde'den, o da Zürâratü'bnü Evfâ'dan [125], o
da Ebû HüreyreMen naklen rivayet etti. Demiş ki: Resulüllâh (Sallatlahü Aleyhi
ve Sellem) :
«Şüphesiz ki,
dillerile söylemedikçe yahud fi'len yapmadıkça Allah ümmetimin gönüllerinden
geçirdikler! şeyleri onlara bağışlamıştır.» buyurdular.
202 - (...)
Bize Amru'n-Nâkid ile Zuheyr b. Harb rivayet ettiler. Dediler ki: Bize İsmail
b. İbrahim rivayet etti. H.
Bize EbÛ Beki* b. EM
Şeybe de rivayet etti. (Dedi ki): Bize AHy b. Müshir ile Abdetü'bnü Süleyman rivayet
[126]
etti. H.
Bize İbnü'l-Müsennâ
ile İbni Beşşâr dahi rivayet ettiler. Dediler ki: Bize İbni Ebî Adiy rivayet
eyledi. Bunların hepsi Said b. Ebî Arube'den o da Katâde'den [127], o
da Zürâre'den, o da Ebû Hüreyre'den naklen rivayet etti. Ebû Hüreyre şöyle
demiş: Resulüllâh (Sallattahü Aleyhi ve Sellem):
«Şüphesiz ki fi'len
yapmadıkça yahud söylemedikçe Allah Teâlâ ümmetimin gönüllerinden geçen şeyleri
onlara bağışlamıştır.» buyurdu.
Bana Zühcyr b. Harb
rivayet etti. (Dedi ki): Bize Vekî' rivayet etti. (Dedi ki): Bize Mis'ar'la
Hişâm [128] rivayet etti. H.
Bana İshâk b. Mansûr
da rivayet etti. (Dedi ki): Bize Hüseyn b. AHy Zâidc'den, o da Şeybân'dan [129] ve
bunlar toptan Katâde'den bu isnâdla bu hadisin mislini haber verdiler.
Bu hadisi Buhârî
»Kitabü'1-Itk», «Kitabü't-Talâk» ve «Kitâbü'l-Eymân ve'n-Nüzûr» da, Ebû Davûd,
Tirmizi Nesaî ve İbni Mâce «Kitâbü't-Talâk» da tahric etmişlerdir.
Bazı rivayetlerde : yerine denilmiştir.
Aynî o rivayeti daha güzel
bulmaktadır.
dahi bâzı rivayetlerde
şeklinde merfu'dur. 3azıları lisân âlimlerinin tunu mer-fu' okuduklarını
söyîemişse de Aynî iki vechin de-caiz olduğunu söylemektedir.
Kelime mansub okunursa rna'nası: «nefislerine söyledikîerişey, merfû okunursa
«nefislerinin kendilerine söylediği şey > olur. Yani birinci takdire göre
(enfüs) kelimesi mef'ul, ikinciye göre faildir. Bu kelimenin yerine hadisin
bâzı rivayetlerinde :
«nefislerinin verdiği vesveseyi...» denilmiş hatta Nesaî'nin rivayetinde:
«nefislerinin verdiği
vesvese ile gönüllerinden geçen şeyleri...» buyurulmak suretüe kelimelerin
ikisi birden zikredilmiştir.
Vesvese: nefisde yer
etmeyip tereddüd halinde bulunan şeydir. Gönülden geçen şeyler diye terceme
ettiğimiz «hadis'ün-nefs> de öyledir. Bunlar kuvveden fi'le çıkmadıkça
muâhazeyi icâb etmezler. Şu var ki; vesvese ve gönülden geçen şeylerin cezayi
istilzam etmemesi için onların kalbden gelip geçmeleri şarttır. Bunları yapmağa
niyet edilir de kalbde yer eder kalırsa azabı müstelzim olurlar.
Kaadi Iyaz şöyle
diyor: «Kalbte geçen şey, orada yer edip karar kılmadan gelip geçerse buna
«hemra» derler. Şayed devam eder de kalbe yerleşirse «azim» olur. Azim
sebebile ise inşân yâ muâhaze olunur yahud se-vab kazanır. «Yâni bir haramı
irtikâba azmeden azaba, hayır yapmaya azmeden de sevaba lâyık olur demek
istiyor.
Kurtubî diyor ki:
«Kaadi lyazm kavli bil umûm selef ulemasüe fu-kahanın, muhaddislerin ve ilm-i
kelâm âlimlerinin mezhebidir. Bu hususta onlara muhalefet ederek: «İnsanın
kalbinden geçen şeyler orada yer etsin etmesin hiç bir muâhazeyi icâb etmez.»
diyenlerin sözüne bakılmaz.
Bunlar Tealâ
Hazretlerinin:
«Kadın gerçekten ona
niyeti kurmuştu. Rabbinin burhanım görmemiş olsa o da ona niyeti kurmuş
gitmişti...» [130] âyet-i kerimesile ve bu
hadisle Resulüllâh (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) 'in : «Fi'len yapmadskça yahud söyfe
medîkçe» buyurmuş
olmasile bir de kötülük etmeye azmetmişken yapmayan ve söylemeyene ceza
verilmemesile istidlal ederlerse de âyetle istidlallerine verilecek cevab:
Âyetteki gönüden geçen şeylerdir. Fakat bazıları da kalbde yer etmeyen
düşüncelerdir ki, bunlardan dolayı azâb yoktur. Nitekim bu hadisde buna
şahittir...»
Kirmanı de şunları
söylemiştir: «Ulemâ diyor ki: Bir kimse velev 25 sene sonra bir vacibi terk
yahud bir haramı irtikâb edeceğine az-meylese derhâl âsî olur.» Hatırdan geçen
şeylerden murâd: niyet derecesine varmayan şeylerdir. Niyet derecesine varan
kuruntulardan dolayı kul muâhaze edilecektir.
İbnü'l-Arâbî :
«Hadisdeki (konuşmadıkça) tabirinden murad: gönülden geçen şeydir. Çünkü ası!
kelâm, ilme muvafık olan kalbteki sözdür; dil onun tercemarudır; demişse de bu
söz reddedilmiştir. Zira kaîb-den geçen şeyler söz yerine geçse, bunların
namazı da bozması icâbederdi. Halbuki konuşmak namazı bozduğu halde gönülden
geçen şeylerin namazı bozduğuna kail olan bulunmamıştır. Hz. Ömer (Radiyalhhu
anh) : «Ben ordumu namazda iken hazırlarım.» demiştir.
1 - Kalbden
geçen şeylerden dolayı azâb görmemek bu ümmete mahsus bir ikramdır. Geçmiş
ümmetler gönülden geçen şeylerden mes'uldü-ler. Acaba muâhaze îslâmiyetin ilk
zamanlarında meşru' kılınıp sonradan nesih mi edilmiştir? Bu cihet
ihtilaflıdır. Bazılarına göre; evvelâ bu ümmete de mes'ûliyet teşri' edilmiş;
sonradan tahfif için kaldırılmıştır. As-hab-ı kiramdan İbni
Abbas ile Ebû
Hüreyre (Radıyallahu
Anhüm) hazerâtının da
dahil bulundukları bir cemaat [131]
âyet-i kerimesinin: âyetiîe neshedildlğine kail olmuşlardır.
203 - (128)
Bize Ebu Bekr b. Ebî Şeybe ile Züheyr b. Hatb ve İshâk b. İbrahim rivayet
ettiler. Lâfız Ebu Bekr'indir. İshâk: «Bize Süfyân [132]
haber verdi» ifadeısini kullandı. Ötekiler: Bize İbni Uyeyne, Ebû'z-Zinad'-dan,
o da El-A'rac'dan, o da Ebu Hüreyre'den naklen rivayet etti, dediler. Ebu
Hüreyre şöyle demiş: Resulüllâh (Satlallahü Aleyhi ve Sellem) buyurdular ki:
«Allah Azimüşsân (meleklerine);
Kulum bir kötülük yapmayı gönlünden geçirirse onu hemen aleyhine yaztvermeyin!
Eğer o kötülüğü yaparsa onu bir seyyie olarak yazın! Ama bir iyilik yapmayı
gönlünden geçirir de yapamazsa onu bir hasene olarak yazın! Şâyed o iyiliği
yaparsa bunu on (kat) yazın! buyurdu.»
204 - (...)
Bize Yahya b. Eyyub ile Kuteybe ve tbni Hucr rivayet ettiler. Dediler ki: Bize
İsmail ~ki İbni Ca'fer'dir — El-Alâ'datı, o da babasından, o da Ebu
Hüreyre'den, « da Resulüllâh (SalktllahU Aleyhi ve Sellem) 'den naklen rivayet
eyledi. Şöyle buyurmuşlar:
«Allah Azîmüşşan:
kulum bir iyilik yapmaya niyet eder de yapamazsa onu kendisine bir iyilik
olarak yazarım. Yaparsa onu on kattan yedi yüz kata kadar hasenat olarak
yazarım. Ama bir kötülük yapmayı tasarlar da yapmazsa bunu ona hiç yazmam.
Şayet yaparsa onu bir tek kötülük olarak yazarım; buyurdu.»
205 - (129
Bize Muhammed b. Râfî' rivayet etti. (Dedi ki): Bize Abdürrazzâk rivayet etti.
(Dedi ki); Bize Ma'mer, Hemmâm b. Münebbîh'-den naklen haber verdi. (Ve) Bize
Ebu Hüreyre'nin Resulüllâh Muham-med (Sallallahü Aleyhi ve SeHemj'den rivayeti
şudur, diyerek bir çok hadisler rivayet etti, dedi. Ebu Hüreyre ezcümle
şunları söylemiş: îtesulüllâlı
(ScMallahü Aleyhi ve
Sellem) buyurdular ki:
«Allah (Azze ve Celi)
: Kulum bîr iyilik yapmayı gönlünden geçirirse, yapmadığı halde ben onu kuium
için bir hasene yazarım. Şayed yaparsa, ben o iyiliği on misli ile yazarım. Ama
bir kötülük işlemeyi gönlünden geçirirse bilfiil yapmadıkça onu kendisine
bağışlarım. Yaparsa onu da kötülüğün misİile (ceza) yazarım, buyurdu.»
(Diğer bir hadisde)
Resulüllâh (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) şöyle buyurdular:
Melekler: Yâ Rabb!
filan kulun bir kötülük yapmak istiyor; derler. Allah onu pek a'lâ gördüğü
halde (meleklere): Onu bir gözetleyin, şâyed yaparsa onu kendisine misliJe
(ceza) yazın. Yapmazsa, bunu ona bîr hasene olarak yazı ver in Çünkü kulum o
kötülüğü ancak benim hatırım için terk etmiştir, buyurdu.»
(Başka bir hadisde)
Resulüllâh (Sallallahü Aleyhi ve
Sellem) :
«Biriniz
müslümanlığını tertemiz yaparsa, işlediği her hayır kendisine on mislinden yedi
yüz kata kadar katlanmış olarak yazılır. Yaptığı her kötülük de Ta' Aflaha
kavuşuncaya kadar hep mislile £cezâ) olmak üzere yazılır.» buyurdular.
206 - (130)
Bize Ebu Küreyb rivayet etti. (Dedi ki): Bize Ebu Hâlid el-Ahmar, Hişâmdan, o
da İbni Sirîn'den, o da Ebû Hüreyre'den naklen rivayet etti. Ebu Hüreyre şöyîe
demiş: Kesulüllâh (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) :
«Her kim hayırlı bir
iş yapmak ister de yapamazsa, o iş ona bir hasene on kattan yedi yüze kadar
katlanmış olarak yazılır. Ama kim bir kötülük yapmak isterde yapmazsa o kötülük
yazılmaz. Şayet yaparsa (o zaman) yazılır.» buyurdular.
207 - (131)
Bize Şeybân b. Ferrûh rivayet etti. (Dedi ki): Bize Ab-dülvâris, [133] Ebû
Osman Ca'd'dan [134]
rivayet etti. (Ebû Osman demiş ki): Bize Ebû Recâ'el-Utâridi, [135]
İbni Abbâs'dan, o da Rabbî Teâlâdan rivayet ettiği şeyler meyanmda Resulüllâh
(Sallallahü Aleyhi ve Sellem) den naklen rivayet etti. Kesulüllâh (SallallaJıü
Aleyhi ve Sellem) şöyle buyurmuşlar :
«Şüphesiz ki Allah
iyilikleri ve kötülükleri yazmış; sonra onları beyân eylemiştir. İmdi kim bir
iyilik yapmak isterde yapamazsa Allah onu kendi divânına tam bir hasene olarak
yazar. O hayırlı işi yapmağa niyet eder de yaparsa Allah Azze ve Celle onu kendi
divânına on kattan yedi yüz kata ve daha pek çok katlayarak hasenat yazar şayeî
bir kötülük yapmak isterde yapmazsa Allah onu kendi divânına tam bir hasene
olarak yazar. O kötülüğü yapmak isterde yaparsa Allah onu bir tek seyyie olarak
yazar.»
208 - (...)
Bize Yahya b. Yahya rivayet etti. (Dedi ki): Bize Ca'fer b. Süleyman, Ebû Osman
el-Ca'd'dan bu is&adla Abdulvaris hadisinin manasında bir hadis rivayet
etti. O şunu da ziyade etti:
«Allah, o seyyieyi yok
eder. Allaha karşı (isyana) haris olandan başka hiç bir kimse helak olmaz.»
Hadis müttefekun
aleyhtir Buhâri onu «kitab-ü'r-Rukak- ile «ki-tâbü't-Tevhid» de Nesâî de «Nuût»
bahsinde tahric etmiştir.
«Rabbî Teâlâ'dan
rivayet ettiği şeyler meyanmda» cümlesinden mu-rad hadisin kudsî hadislerden
olduğunu anlatmaktır.
(Hadis-i kudsi: manası Allah'tan yani meleğin
işareti ile Allah tarafından olduğu tebliğ edilen hadislerdir.)
Yahud Resulüllâh
(Salkılkthü Aleyhi ve Sellem) Allah'tan olduğunu beyan ettiği için. bu ifade
kullanılmıştır. Mezkur cümlenin vâkîî beyan için getirilmiş olmasıda
muhtemeldir. Binaenaleyh başka hadislerin Allah tarafından olmadığı manasını
ifade etmez. Bilâkis sair hadislerinde Allah tarafından ilham olunduğu manasına
gelir. Çünkü Peygamber 'Sallalkthü Aleyhi ve Sellem) Havadan söz söylemez.
Kirmanı diyor ki: Bu
hadiste «hüsün ve kubulı aklîdir.» kaidesinin batıl olduğuna ve insan
fiillerinin haddizatında güzellik ve çirkinlikle vasıflanamıyacağma güzelik ve
çirkinliğin şerî'at tarafından tayin edileceğine hatta Teâlâ hazretleri aksini
murad edip namazın çirkin, zinanın güzel olduğuna hüküm buyursa, onlara böylece
inanmak lâzım geleceğine delâlet vardır. Bu babta muhalefet eden Mu'tezile
tayfasıdır. Bunlar fiil-lerdeki güzellik ve çirkinliğin sırf akılla
anlaşılacağını iddia ederler. Ve: «Namaz haddi zâtında güzeldir; zina da
çirkindir. Akıl bunu böylece anlar. Şeriat müsbit değil mübeyyindir. Yani
şeriat güzelliği çirkinliği is-bat etmez sadece bunları beyan eyler. Allah
Teâlâ —haşa— bunun aksini yaratamaz» derler.
Hüsün kubuh meselesi
kelâm ilminin mühim bir bahsidir.
Hüsün lüğaten
güzellik, kubuhta çirkinlik demektir. Bu iki kelime istilâhta bir kaç manaya
kullanılmışlardır.
1) Hüsün:
Kemâl sıfatı; kubuh: Noksan sıfatıdır. Bu manaya göre ilim güzel, cehil
çirkindir.
2) Hüsün:
Maksada muvafık olmak; kubuhta maksada muvafık olmamaktır.. Bu manaya göre
adalet güzel zulüm çirkindir.
3) Hüsün :
Tabiata uygun olmak; kubuh tabiata uymamaktadır. Bu manaya göre tatlılık güzel
acılık çirkindir.
4) Hüsün:
Dünyada medh âhirette seveba mustehik olmak; kubuh-da dünyada zemmî âhirettede
azabı haketmektir. Ulema arasında hüsün kubuh meselesi işte bu manada
ihtilaflıdır. Yukarıda saydığımız üç manaya göre hüsün kubuh bilittifak akılla
bilinir.
1 -Eş'ariler;
Hüsün; emrin mucebidir. Bu babta hâkim şeriattır. Akıl yalnız anlamaya alettir
derler. Yani Allah'ın emrettiği bir şeyin güzel veya çirkin olduğunu önceden
akıl bilemez. Bir şey Allah emrettiği için güzel, Allah yasak ettiği için
çirkin olur. Emrin mucebidir sözünün manasıda budur,
2- Mu'teziİe
fırkası: Hüsün; emrin medlulüdür. Bir şeyin güzel veya çirkin olduğunu
anlamakta hâkim akıldır. Şeriat bazı yerlerde emrin güzelliğini beyan eder
derler. Anlaşılıyorki; bunlar Eş'arilerin tam aksine kaildirler. Eş'arilere
göre bir şey emrolunduğu için güzel neyh olunduğu için çirkin iken bunlara
göre haddizatında bir şey güzel olduğu için emrölunur çirkin olduğu için yasak
edilir.
3 - Ulemadan
bazıları aklın güzelliğini anlayabileceği şeylerde mutezileye, anlamayacağı
şeylerde Eş'arilere tabi olmuşlardır. Hanefilerden Ebu Mansur Maturidi ile Irak
ulemasından bir çoğu yalnız Allah'ı bilmenin vacip olduğu hususunda mutezileye
muvafakat etmişlerdir. Bundan dolayıdır ki Bulüga yaklaşmış bir çocuğa bile
aklı ile Allah'a inanmak farzdır demişlerdir. Hatta bir takımları yalnız
Allah'ı bilmek hususunda değil iman, adalet ve iyilik, ibâdet gibi aklın
güzelliğini anlayabileceği şeylerde mu'tezile ile beraber olmuşlardır. Fakat
bu re'y bir parça ifratta görülerek kabul edilmemiştir. Hanefilerce muhtar olan
re'ye göre Allah Zülcelâl hâkim olduğu için hüsün mutlak surette emrin medlulü
fakat hüsne kubha hâkim yalnız Allah'tır. Bu babta tafsilât kelâm kitapları
ndadır.
Allah'ın sevap ve
günah yazmasından murad meleklerine yazmayı emir buyurmasıdır. Nitekim
rivayetlerin bazısından emrettiği tasrih buyurulmuştur.
«Di'f» bir şeyin misli
demektir, Ezherî Arap lisanında Dı'f misil demektir. Fakat ziyadede de
kullanılır. İki misline münhasır değildir. Arapçada bu onun Dı'fıdır sözü ile
iki mislidir, üç mislidir manası kast-edilebilir. Çünkü esas itibari ile Dı'f
mahsur olmayan ziyade demektir.
Teâlâ hazretlerinin [136] » işte bunlar için
yaptıklarına karşılık
olarak dı'f vardır. Âyeti kerimesini görmüyor musun? Burada bir veya iki misli
murad değildir. Teâlâ hazretleri dı'fla kat kat manasım murad etmiştir.
Binaenaleyh dı'fm en azı bir mislidir. Bu mahsurdur, çoğunun ise; haddi hududu
yoktur.» diyor. Buhâri Şârihi Ayni de şunları söylüyor:
«İyilikle kötülüğün
ikisi de kalple alâkalı ameller olduğu halde kötülük katlanmayıp sadece
iyiliğin katlanması A1lah'm bir fadla keremidir. Bu büyük lütuf olmasa idi
cennete kimse giremezdi. Çünkü kulların kötü amelleri iyiliklerinden çoktur.
İşte bu sebebİe Allah Azze ve Celle kullarına lütuf buyurarak hasenatı
katlamış; seyiâtı olduğu gibi bırakmıştır. Kul bir kötülük yapmak isteyip de
yapmazsa nihayet o kötülük yazılmaz ama o kimseye bir de hasene yazılması
nereden icâbediyor? diyenler olmuş. Kendilerine kötülükden vaz geçmek bir
hasenedir,» diye cevap verilmiştir.
Bir hayırlı
amele karşı on
sevap verilmesi Teâlâ
hazretlerinin [137]
«Her kim bir iyilik
İle gelirse ona o iyiliğin on misli vardı.» Âyeti kerimesinden yedi yüze kadar
katlanması da Teâlâ hazretlerinin [138]
«Mallarını Allah
yolunda infâk edenlerin misali yedi başak sürerek her başakta yüz danesi
bulunan bir ekin danesi gibidir. Allah dilediğine daha da katlar.» Kavl-i
keriminden mülhemdir. Burada şöyle bir sual varid olabilir. Hadis-i şerifte
sevabın yedi yüze kadar katlanacağı bildiriliyor. Halbuki Teâlâ hazretleri yedi
yüz kadar katlanacağını bildirdikten sonra daha da arttırılacağına işaretle
«Allah dilediğine daha da katlar» buyuruyor. Bu gösteriyor ki; sevabın
katlanması yedi yüzde sona ermiyor.
Gevap : Bu cihet Al1ah'm
meşietine kalmış bir iştir. Dilerse fazlasını da ihsan eder. Burada muhakkak
olan miktar beyan edilmiştir ki; o da yedi yüzdür. Mamafih sevabın yedi yüzden
daha fazlaya katlanacağım bildiren hadislerde vardır.
«Biriniz
müstümanlığını tertemiz yapsa...» cümlesinden murad : İslama zahiri ile batını
ile yani bütün varlığı ile girmektir, İbni Battal'a göre mezkûr cümlenin
manası Cibril hadisindeki İslâmın tarifidir. O hadisde: «İslâm, Allah'ı
görüyormuşsun gibi ibâdet etmendir» buyurulmuştur. Bu gösteriyor ki; sevabın
katlanması yedi yüzde sona ermiyor. Binaenaleyh burada da Allah'a taat ve
murakabe sûretile ihlâsta mübâlega göstermenin lüzumu ifade buyuruîmuştur.
«Allah'a karşı
(isyana) harîs olandan başka hiç bir kimse helak olmaz»
Kaadi lyâz bu cümlenin
manası hakkında şunları söyler; «Bunun manası her kimin helaki muhakkak olur
ve Allah Teâlâ hazretlerinin bunca geniş rahmet ve keremi olduğu halde o
kimseye hidayet kapılan kapanırsa helak olmuş demektir.»
Taberî'ye göre bu
hadis, meleklerin kalbden geçen düşünceleri de yazdıklarına delil ve Hafaza
meleklerinin yalnız zâhîri amelleri yazdıklarına kaaîl olanlara red cevabıdır.
Gaibi bilmeyen melek kulun gönlünden geçeni nasıl bilir? diyenlere Taberî'nin
tahric ettiği şu hadisle cevap verilir:
«kul hayırlı bir işe
niyet ederse ondan güze! bir koku yayılır. Kötü bir işe niyet ederse fena bir
koku yayılır.»
Babımız hadislerinin
bazısında zikredildiği vecihle Teâîâ hazretlerinin meleklere : «Kulum bir
kötülük yapmak isterse onu hemen aleyhine yazıvermeyin...« buyurması meleklerin
insanın gönlünden geçen şeyleri bildiğine delil gösterilmektedir. Melekler bunu
ya A11ah'm bildirmesiie bilirler; yahud Allah onlarda bunu idrak edecek bir
ilim halk eder.
Hasılı; bu hadisler
Allah Zülceîâlin bu ümmete pek büyük lütfü ihsanda bulunarak meşakkatli
amelleri ondan kaldırdığına ve ashab-ı kiramın şeriat emirlerine son derece
büyük bir ihlâs ve samimiyetle mün-kad olduklarına delildirler.
209 - (132)
Bize Zübeyr b. Harb rivayet etti. (Dedi ki): Bize Cerir [139]
Süheyl' [140] den, o da Babasından, o
da Ebu Hüreyre'den naklen rivayet etti. Ebu Hüreyre şöyle demiş: Resulüllâh
(Salîallahü Aleyhi ve Sellem) in ashabından bazı kimseler gelerek ona şunu
sordular:
— Gönüllerimizden öyle
şeyler geçiyor ki, her hangi birimiz onları söylemeyi bile büyük (bir suç)
sayıyor Resulüllâh (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) :
«Hakikaten böyle bir
şey hissettiniz mi?» diye sordu. Ashab:
Evet, dediler.
Resulüllâh (Sallallahü Aleyhi ve Sellem):
«İşte açık açık imân budur.»
buyurdular.
210 - (...)
Bizse Muhammed b. Beşşâr da rivayet etti. (Dedi ki): Bize İbni Ebu Adiy,
Şu'be'den rivayet etti. H.
Bana Muhammed b. Amr b.
Cebelete'bni Ebî Ravvâd [141] île
Ebu Bekr b. İshâk dahi rivayet ettiler. Dediler ki: Bize Ebu'l-Cevvâb [142],
Am-mâr b. Ruzeyk'dan [143] rivayet etti. Şu'be ile Ammâr'm ikisi birden
A'meş'den, o da Ebu
Sâlih'den [144], o da Ebu Hüreyre'den, o
da Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) 'den naklen bu hadisi rivayet
ettiler.
211 - (133)
Bize Yusuf b. Yakub es-Saffâr [145]
rivayet etti. (Dedi ki): Bana Aliyyü'bnü Assam [146],
SÜayr b. Hıms'dan [147] , o
da Mugire'den [148], o
da İbrahim'den [149], o
da Alkame'den [150] , o
da Abdullah'dan [151]
naklen rivayet etti. Abdullah şöyle demiş: Peygamber (Sallallahü Aleyhi, ve
Sellem)1^ vesvese soruldu.
«O mahz-ı
imândır.» buyurdular.
212 - (134)
Bize Harun b. Ma'ruf [152] ile
Muhammed b. Abbâd rivayet ettiler. Lâfız Harun'undur. Dediler ki: Bize Süfyân,
Hişâm'dan [153] o da Babasından, o da
Ebu Hüreyre'den naklen rivayet eti. Ebu Hüreyre şöyle demiş:
Resulüllâh (Sallallahü
Aleyhi ve Settem):
«İnsanlar bir
birlerine suâl sormakta devam edecekler. Hattâ şu da söylenecek: Mahlükaatı
Allah yarattı, Ya Allah'ı kîm yarattı? İşte kim bu nevi'den bir şeye rastlarsa
hemen: Ben Allah'a imân ettim, desin!»
213 - (.,.) Bize
Mahmud b. Gaylân'da rivayet etti. (Dedi ki): Bize Ebû'n-Nadr [154]
rivayet etti. (Dedi ki): Bize Ebu Said el-Müeddip [155]
Hişâm b. Urve'den, bu isnadla rivayet etti ki, Resulüllâh (Sallallahü Aleyhi ve
Sellem) şöyle buyurmuşlar :
«Şeytan birinize gelir
de; Gök yüzünü kim yarattı? yeri kim yarattı? der. O da Allah, dîye cevap
verir.»
Sonra hadisin mislinin
zikretti, (yalnız (Allah'a imân ettim» cümlesinden sonra) «Peygamberlerine de»
ifadesini ziyâd etti.
214 - (...)
Bana Züheyr b. Harb ile Abd b. Humeyd toptan Ya'kub'-dan rivayet ettiler.
Züheyr dedi ki: Bize Ya'kub b. İbrahim rivayet etti. (Dedi ki): Bize tbni
Şihabın kardeşi oğlu [156],
amcasından rivayet etti. Dedi ki: Bana Urvetü'bnü'z-Zübeyr haber verdi ki Ebu
Hüreyre şunlan söylemiş: Resulüllâh (Sallallahü Aleyhi ve Sellem):
«Şeytan sizden
birinize gelerek: filân ve filân şeyi kim yarattı? der. En sonunda ona: Rabbini
kim yarattı? der. İş bu dereceye varınca o kimse hemen Allah'a sığınsın ve (düşünceden) vazgeçsin» buyurdular.
(...) Bana
Abdülmelik b. Şuayb b. el-Leys rivayet etti. Dedi ki: Bana Babam, Dedemden
rivayet etti. Demiş ki: Bana Ukayl b. Hâlid rivayet etti. Dedi ki: İbni Şitıâb [157] :
Bana Urvetü'bnü'z-Zübeyr Ebu Hureyre'mn şÖy-le dediğini haber verdi: Resulüllâh
(SallaUahii Aleyhi ve Seüem) :
«Kula şeytan gelir de:
Filân ve filân şeyi kim yarattı? der...» buyurdu; Ve hadisi İbni Şihâb'ın
kardeşi oğlu gibi rivayet etti.
215 - (135) Bana
Abdulvârîs b. Abdissamed rivayet etti. Dedi ki: Bana Babam Dedemden, o da
Eyyub'dan [158], o da Muhamraed b.
Sîrîn'den, o da Ebu Hüreyre'deıı o da Peygamber (SalMlahü Aleyhi ve Seilem)
'den naklen rivayet etti. Buyurmuşlar ki:
«İnsanlar size mutlaka
her şeyi soracaklar. Hattâ: Her şeyi Allah yarattı, fakat Allah'ı kim
yarattı?» diyecekler.
Ebu Hüreyre bir zâtın
elinden tutarak: Allah ve Resulü doğru söylemişlerdir. Filhakika bana (şimdiye
kadar) iki
Bana bu hadisi Züheyr
b. Harb ile Ya'kûb ed-Devraki de rivayet ettiler. Dediler ki: Bize İsmail —ki
İbni TJleyye'dir — Eyyub'dan, o da Muhammed'den naklen rivayet etti. Demiş ki:
Ebu Hüreyre: İnsanlar devam edecek... diyerek Abdulvâris'in hadisi gibi
rivayette bulundu. Yalnız isnadda Peygamber (SallaUahii Aleyhi ve Seilem) 'i
zikretmedi. Lâkin hadisin sonunda: Allah ve Resulü doğru söylediler, dedi.
(...) Bana Abdullah
b. er-Rûmî [159] rivayet etti. (Dedi ki):
Bize Nadr b. Muhammed rivayet etti, (Dedi ki): Bize Ikrime —ki İbni Ammâr'dır —
rivayet etti. (Dedi ki): Bize Yahya [160]
rivayet etti. (Dedi ki): Bize Ebu Seleme [161],
Ebu Hüreyre'den naklen rivayet etti. Demiş ki: Resulüllâh
(Sallallahii Aleyhi ve
Seilem) bana şöyle buyurdular:
«İnsanlar sana suâl
sormaktan vaz geçmeyecekler ya Ebü Hüreyre, ta kî işte (her şeyi yaratan)
Allah! Fakat Allah'ı kim yaratmış? deyinceye kadar.»
Ebu Hüreyro demiş ki:
Bir defa ben mesddde iken yanıma bedevilerden bir takım insanlar çıka geldi.
Bunlar; Ya Ebu Hüreyre! İşte (her şeyi yaradan) Allah! Fakat Allah'ı kim
yarattı? dediler.
Râvî diyor ki: Ebu
Hüreyre avucu ile ufak taşlar aldı; ve onlara attı. Sonra (yanındakilere):
kalkın, kalkın! Dostum (Resulüllâh (SallaUahii Aleyhi ve Seilem) doğru
söylemiştir; dedi.
216 - (...)
Bana Muhammed b. Hatim rivayet etti. (Dedi ki): Bize Kesir b. Hişâm [162]
rivayet etti. (Dedi ki): Bize Ca'fer b. Burkaan rivayet etti. (Dedi ki): Bize
Yezîd b. el-Esamm [163] rivayet
etti. Dedi ki: Ebu Hüreyre'yi şöyle derken dinledim: Re&u\ül\âh(SaUattahü
Aleyhi ve Seilem):
«İnsanlar size mutlaka
her şeyi soracaklar. Hattâ Her şeyi Allah yaratmış; peki O'nıı kim yaratmış?
diyeceklerdir.» buyurdu.
217 - (136)
Bize Abdullah b. Amir b. Zürârate'l-Hadramî [164]
rivayet etti. Dedi ki: Bize Muhammedb. Fudayl [165],
Muhtar b. Fülfül'den [166], o
da Enes b. Mâlik'den o da Resul&lâh (Sallallahü Aleyhi ve SeZ/emJ'den
naklen rivayet etti. Şöyle buyurmuşlar:
«Allah (Azze ve
Celle): Şüphesiz senin ümmetin, şu nedir, şu nedir? demekte devam edecekler.
Nihayet: Haydi mahlukaatı Allah yarattı. Yâ Allah'ı kim yarattı diyeceklerdir.»
buyurdu.
Bize bunu İshâk b.
İbrahim rivayet etti. (Dedi ki): Bize Cerir [167]
haber verdi. H,
Bize Ebu Bekr b. Ebî
Şeybe dahi rivayet etti. (Dedi ki): Bize Hüseyn b. Aliy, Zâide'den rivayet
etti. Cerir'le Zâide'nin ikisi birden Muhtar'dan, o da Enes'den, o da Peygamber
(Salkülahü Aleyhi ve Sellem) 'den naklen bu hadisi rivayet ettiler şu kadar var
ki, İshâk: «Allah: şüphesiz ki, senin ümmetin... buyurdu, dedi» cümlesini
zikretmedi.
Bu hadisi Buharı
«Kitabü bed'ü-ha!k», «Kitabü'I-i'tisâm bi'l-Kitâb ve-s-Sünne» de, Ebu Dâvud
«sünnet» bahsinde, Nesâide «Amelü-Pyevm ve-I'Leyle» de bazı lâfız farkîarile
tahric etmişlerdir.
Birinci rivayette
Resulüîlâh (Sallallahü Aleyhi ve Sellem): «İşte açık açık imân budur.»
İkincide: «0, mahz-ı imândır.» buyurmuştur. Bunun manası: gönlünüzden geçen
vesveseleri, hatta onları anmayı büyük bir cürm saymanız imanın ta kendisidir.
Çünkü bunlara inanmak şöyle dursun, onîan büyük suç sayarak korkmak ve
söylemekten bile çekinmek, iman-ı kâmilden ileri gelir. Böyle bir imân asla şek
şüphe götürmez demektir. Vesvese sorulduğu vakit Resulü Ekrem (Sallallahü
Aleyhi ve Seîiem) 'in : «O, mahz-ı imândır.» buyurmuş olması: «Vesvese mahz-ı
imândır.» manasına alınmamalıdır. Zira vesvese şeytandan ve onun mekrindendir.
Binaenaleyh o asla imân olamaz. İmân, onun çirkin bir şey olduğunu anlayarak
ondan nefret etmektir. Zâten Nevevî'nin beyanına göre bu ikinci rivayet
birincinin kısaltılmışıdır. Bu sebeble İmam Müslim evvelâ ashabın vesveseyi
ağıza alınması bile büyük kabahat saydıklarım sarahaten gösteren rivayeti
zikretmiş; arkasından bunu getirmiştir.
Ulemâ-i kiram bu babda
şunları söylemişlerdir: «Şeytan ancak aldata-madığı kimselere vesvese verir; ve
bu yoldan onların temiz! imânlarını kederlemeye çalışır kâfire ise; istediği
gibi gelir; dilediğini yaptırır. Onun hakkında yalnız vesvese yolu ile harekete
lüzum yoktur.» Aliyyül Kaarî: Boş eve hırsız giremez., demiştir.
Şu halde vesvesenin
sebebi mahz-ı imândır. Yahud vesvese, imânın alâmeti olmuş olur. Kaadi Iyaz bu
kavli ihtiyar etmiştir.
Hadisin üçüncü
rivayetinde: İnsanların bir birlerine suâl sormakta devam edecekleri, ve bu
suâlleri tâ, Allah'ı kim yarattı? diyecek kadar ileri götürecekleri; böyle bir
vaziyet karşısında: «Allah'a imân ettim* demek lâzım geleceği bildiriliyor.
Ondan sonraki rivayetlerde ise haddi zâtında bu suâlleri sorduranın şeytan
olduğu tasrih buyurulduktan sonra iş: «Allah'ı kim yarattı?» suâline geldi mi
artık ondan A11ah'a sığınmak ve o vesveseyi derhal terk etmek emrolunuyor.
fstiazeden murad:
«eûzü» çekmektir.
Hadisi şerif:
«eğer şeytan
tarafından sana bir türtme (ifsâd) vakî
olursa hemen Allah'a
sığın!...» [168]
âyeti kerimesinden mülhemdir.
Şeytanın vesvesesine
râm olarak o vadide düşünmeye devam etmek vesvesenin daha da artmasına sebeb
olur. Binaenaleyh onu hemen terk ederek, şerrinden Allah'a sığınmak gerekir.
Çünkü aslı astarı olmayan arızî bir şeyi defetmek için delile hacet yoktur.
Allah Zülcelâl hakkında vesvese illetine mübteîâ olanlara Fahr-ı kâinat
(Sallallahü Aleyhi ve Sellem) efendimiz ne güzel deva tavsiye buyurmuşlardır:
«Allah'a imân ettim deyiversin!...»
Buhâri şerhlerinden
«Fethu'I-Bârî» de Hattâbi'den naklen şöyle denilmektedir: «Bu hadisin vechi
şudur ki: Şeytan bu vesveseyi verir de o kimse de ondan Allah'a sığınır ve
vesvesesinde devamdan vaz geçerse vesvese mündefi olur. Ama vesveseyi veren
insan olursa onu susturmak hüccet ve delille mümkün olur. Bunların farkı şudur:
İnsanla konuşmak suâl cevap tarzında olur. Onun hali mahsurdur. Usulüne riâyet
ederek konuşur; ve delil bulursa muhatabı susar. Fakat şeytanın vesvesesinin
bir sonu yoktur. O bir hüccetle ilzam olundu mu. başkasına kayar. Nihayet-neûzu
billâh- insanı şaşkına çevirir. Bununla beraber şeytanın: «Rabbini kim
yarattı?» sözü de saçmadır. Bu sözün sonu evvelini nakzetmektedir. Zira
yaratanın yaratılmış olması muhaldir. Bu suâl yerinde bile olmuş olsa
teselsülü icâbedeceği için yine muhaldir. Akıl, hadis olan şeylerin bir muhdise
muhtaç olduğunu isbat etmiştir. Allah muhdise muhtaç olsa o da hadis yani
sonradan vücuda gelen şeylerden olurdu.»
Lâkin İmam Nevevî
hadisin üçüncü rivayetinde : «İnsanlar bir birlerine sormakta devam edecekler »
buyurulduğunu ileri sürerek şeytanın vesvesesile insanın verdiği vesvese
arasında hiç fark olmadığım söylemiştir.
Hz. Ebu Hüreyre 'nin
kendisine suâl soran kimselere cevap vermemesi ya cevaba değmediği için yahud
bu babta söz söylemek Allah 'in zatı ve sıfatları hakkında söz etmek gibi
olduğundandır.
Mazîri diyor ki:
«Hatıra gelen şeyler iki kısımdır. Bunların kalbe yerleşmeyenleri hemen
terketmekle mûndeî'i olur. Bu hadis te bu manayadır. Bunlara vesvese denir.
Şüpheden doğan ve kalbe yerleşen düşüncelere gelince bunlar ancak nazar ve
istidlal yoluyla defedilir.
Tîybî de şunları
söylemiştir. Vesveseden A11ah'a sığınarak başka şeyle meşgul olmanın emir
buyrulması ve o vesveseyi gidermek için düşünmek, hüccet bulmak emrolunmaması
Allah Teâlâ'nm yaradana ihtiyacı olmadığı bizzarure malum olduğundandır. Bu
mesele münazara ve münakaşa kabul etmez. Çünkü bu babta düşünceye dalmak
insanın ancak şaşkınlığını arttırır. Bu halde bulunan bir kimsenin Allah'a
sığınmaktan başka ilâcı yoktur.
Resulüllâh (Sallallahü
Aleyhi ve Sellem) 'İn «Düşünceden vaz geçsin» emri üzerine Kaadi Iyaz şunları
söylemiştir : «Düşünmekten vazgeçsin de başına gelen vesveseyi defetmek için
Allah Zülcelâl'e iltica eylesin. Allah-ü Teâlâ'dan Önce kimin bulunduğuna,
A11ah'a vacip ve müs-tahil olan şeylere burnunu sokmasın. Çünkü bunlar aklın
eremiyeceği şeylerdir.
Hasılı insan şeytanın
vesvesesini ancak ona kulak asmamak ve ondan yüz çevirmekle defedebilir. Çünkü
bu babta münakaşa ve muhakeme vesvesenin yerleşmesine sebeb olur. Hadis-i
şerif:
1 - îşine
girmeyen lüzumsuz şeyleri sormanın mezmum olduğuna işarettir.
2 -
Resulüllâh (SaUallahü Aleyhi ve Sellem) ileride olacak şeyleri haber vermiş ve
söyledikleri aynen vaki olmuştur. Binaenaleyh bu hadis onun hak peygamber
olduğuna delâlet eden mucizelerinden biridir.
3 -
Resulüllâh (Sallallahü Aleyhi ve Selkm)'in bu hadisde işaret buyurduğu
istidlal yolu evveli bulunmayan şeyler hakkında mülhidlerin tecviz ettiği
münakaşayı red hususunda kelâm ulemasının büyük bir kaidesidir. Çünkü bir şey
mutlaka başka bir şeyden meydana gelir iddiası ile girişilen bir münakaşa
nihayetsiz olarak teselsül eder gider. Bu ise batıldır.
218 - (137)
Bize Yahya b. Eyyûb ile Kuteybetü'bnü Said ve Ali Hücr toptan İsmail b.
Cafer'den rivayet ettiler. İbni Eyyûb dedi ki: Bii İsmâîl b. Ca'fer rivayet
etti. Dedi İd: Ala' — ki- Huraka'nın azadlısı İb: Abdirrahman'dır — Ma'bed b.
Kâ'bes [169] Selemî'den, o da kardeşi
A dullah b. [170] Kâ'b'dan, o da Ebu Ünıame'den
[171]
naklen haber verdi Resulüllâh
(Sallallahü Aleyhi ve Sellem):
«Her khn yemini ile
bir müslümamn hakkım elinden alırsa o kimse Allah cehennemi vacip kılmış
cenneti de haram etmiş demektir.» buyı muşlar. Bunun üzerine bir zât:
Pek az bir şey olsada mı
Ya Resulüllâh, demiş Resulüllâh (Satlalla Aleyhi ve Sellem):
«Misvak ağacından bir
çubuk dahi olsa (yine böyledir)» buyurmuş!
219 - (...)
Bize bu hadisi Ebu Bekir b. Ebu Şeybe ile İslı âk b. İbrahim ve Harun b. [172]
Abdullah toptan Ebu Üsâmeden, o da Velid b. [173]
Kesirden, o da Muhammed b. Kâ'b'dan naklen rivayet ettiler. Muhammed kardeşi
Abdullah b. Kâ'b'i Ebu Ümamete'I-Hârisi'den o da Resulüllâh (Sallallahü Aleyhi
ve Sellem)'den işitmiş olarak bu hadisin mislini rivayet ederken duymuş.
220 - (138) Bize Ebu Bekir b. Şeybe de rivayet etti (dedi ki):
Bize Vekf rivayet etti. H.
Bize İbmi Nümeyr'den
rivayet etti (dedi ki) Bize Ebu Muâviye ile Vekî' rivayet etti. H.
Bize tshâk b. İbrahim
el-Hanzaü dahi rivayet etti. Lâfız onundur. (Dedi ki): Bize Vekî' haber vea-di.
(Dedi ki): Bize A'meş, Ebu Vail'den, o da Abdullah'tan [174] o
^a Resulüllâh (Sallallahü Aleyhi ve naklen rivayet etti. Buyurmuşlarki «Her kim
yemin-i sabr ederek onunla — yalancı olduğu halde — bir müslümanın malını
elinden alırsa Allah'ın gazabına uğrayarak huzur-u Hâhiyye çıkar.»
Derken Eşa's b. Kays [175]
geldi. Ve: Ebu Abdurrahman size ne anlatıyor dedi. Oradakiler: Şöyle şöyle
söyledi dediler. Eş'as (evet) Ebu Abdir-rahman doğru söylemiş. Benim hakkımda
âyet nazil oldu. Bİr adamla aramızda Yemen'de (münakaşalı) bir yer vardı. Onu
Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)Je dava ettim.
«Beyyinen var
mı?» diye sordu.
«Hayır!» dedim.
Resulüllâh (Sallallahü Aleyhi ve
Sellem) : «O halde (hasmının) yemini
(lâzım)» buyurdu.
(Yemin istenildiği
takdirde) «O yemin eder dedim.» O zaman Resulüllâh (Sallallahü A leyhi ve Sellem) :
«Her kim yemin-i saDr
eder; onunla —yalancı olduğu halde— bir müslümanın malını elinden alırsa
Allah'ın gazabına uğrayarak huzur-u ilâhiye çıkar.» buyurdular. Bunun üzerine:
«Allah'a verdikleri ahd-ü pey-man ile yeminlerini bir kaç paraya satanlar
yokmu! İşte onlar için âhirette hiç bir nasib yoktur.» İlâh... Âyet-i kerîmesi
nail oldu. (Âl-i İmrân: 77)
221- (...)
Bize İshâk b. İbrahim rivayet etti. (Dedi ki): Bize Cerir [176],
Mansur'dan [177]» o da Ebu Vail'den, o da
Abdullah'dan naklen haber verdi.
«Her kim bir şeye
yemin eder de o yeminde yalancı olduğu halde onunla bîr mal kazanırsa, Allah'ın
gazabına uğrayarak huzur-u ilâhiye çıkar.» demiş; sonra A'meş'in hadisi gibi
rivayet etmiş. Yalnız o şöyle demiş: Bir adamla aramızda bir kuyu yüzünden dava
vardı. Resulüllâh (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) e davamızı arzettik;
«Ya senin şahidlerin
ya onun yemini!» buyurdular.
222 - (...)
Bize İbni Ebî Ömer el-Mekkî de rivayet etti. (Dedi ki):
Bize Süfyân [178]f
Cami' b. Ebu Râşid [179] ile
Abdülmelik b. A'yen' [180] den
rivayet etti. Bunlar Şakîk b. Scleuıe'yi şöyle derken işitmişler. İbnî Mes'ud'u
dinledim şöyle diyordu: ResulüUâh (Saîlallahü Aleyhi ve Sellem)1 şöyle
buyururken işittim.
«Her kim hakkı
olmadığı halde bir müslümanın matına yemin ederse, Allah'ın gazabına uğrayarak
huzur-u ilâhiye çıkar.»
Abdullah demiş ki:
Sonra Resulüllâh (Saîlallahü Aleyhi ve Sellem) bize Allah'ın Kitabından bunun
doğruluğunu tasdik eden şu âyeti okudu: «Allah'a verdikleri ahdüpeymân ile
yeminlerini bir kaç paraya satanlar varya: İşte onlar için âhirette hiç bir
nasip yoktur » (Âlî İmran: 77)
223 - (139)
Bize Kuteybetü'bnü Saİd ile Ebu Bekir b. Ebî Şeybe,
Hammâd b. Seriy [181] ve
Ebu Âsim el-Haneü [182]
rivayet ettiler. Lâfız Kuteybe'nindîr. Dediler ki: Bize Ebu'l Ahvas [183]
Simak'dan [184], o da Alkametü'bnü Vâil'den
[185], o
da Babasından naklen rivayet etti. Babası şöyle demiş: Biri Hadramevt'den
diğeri Kinde'den iki zat Peygamber (Saîlallahü Aleyhi ve Sellem)''!e geldiler.
Hadramevt'lı:
— Yâ Resulâllâh, şu
adam bana babamdan kalan bir yerimi gasb etti, dedi.
(Kinde'Iide): o benim
elimde, ekip biçtiğim bir yerimdir; bunun onda hiç bir hakkı yoktur, dedi.
Bunun üzerine
Resulüllâh (Saîlallahü Aleyhi ve Sellem) Hadramevtliye:
«Beyyinen var mı?» diye
sordu. Hadramevt'li:
«Hayır» dedi.
«Öyle İse senin için
onun yemini vardır.» buyurdular. Hadramevt'lî:
«Yâ Resulâllâh, bu
adam bir fâcirdir; verdiği yemine aldırış etmez; hiç bir şeyin günahından da
sakınmaz» dedi.
Resulüllâh (Saîlallahü Aleyhi ve Sellem):
«Ondan sana bundan
başka bir şey yoktur.» buyurdu. Kindeli yemin etmeye gitti. O gidince
Resulüllâh (Saîlallahü Aleyhi ve Sellem):
«Dikkat edin! Eğer bu
adam hakikaten şunun malını zulmen yemek için yemin ederse, huzur-i ilâhiye
mutlaka Allah'ın hışmına uğrayarak çıkar.»
buyurdular.
224 - (...) Bana
Züheyr b. Harb ile îshâk b. İbrahim de hep birden
Ebu'l-Veiid'den [186]
rivayet ettiler. Züheyr dedi ki: Bize Hişâm b. Ab-dilmelik rivayet etti. (Dedi
kî): Bize Ebu Avâne, Abdülmelik b. Umeyr'-den, o da aîkametü'bnü Vâîl'den, o da
Vâil b, Hucr'dan [187]
naklen rivayet etti. Demiş ki: Resulüîlâh (Sallallahü Aleyhi ve Seltem)fin
yanında idim. Derken ona, bir yer hakkında bir birlerinden davacı olan iki adam
geldi. Biri:
— Yâ Resulâîlân, bu
adam cahiliyet devrinde benim yerimi gasb etti. dedi. (Konuşan İmriül Kays b.
Abis el-Kindi; hasımda Rabiâtü'bnü İb-dân'dır.) KesuKülâh (Sallallahü Aleyhi ve Sellem):
«Beyyinen (var mı?)»
diye sordu, imriül Kays:
«Beyyinem yoktur.»
cevabını verdi. Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) :
«Ötekinin yemini
vardır.» buyurdu. İmriülkays:
«Öyle ise o yemin
eder.» dedi. Resulüllâh (Sallallahü Aleyhi ve Sellem):
«Senin için bundan
başka çare yoktur.» buyurdular.
(O zât yemin etmek
için ayağa kalkınca) Resulüllâh (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) :
«Her kim zalimlik
ederek bir yer alırsa, huzuru ilâhiye, Allah'ın gazabına uğrayarak
çıkar.» buyurdular.
İshâk, rivayetinde
(Rabia'yı): «Rabîatü'bnü Aydan» diye zikretmiştir.
Bu hadisi Buhâri
«Kitâbü'l-Müzârea», «Kitâbü'l-Husûmât, «Ki-tâbü'r-Rehn», «Kitâbü'ş-Şehâdât»,
«Kitâbü't-Tefsir», «Kitâbü'l-İsti'zân» ve «Kitâbü'I-Eymân ve'n-Nüzûr» da tahriç
ettiği gibi Ebû Davut «El-Eyman ve'n-Nüzûr» da; Tirmizi «Büyü» da, Nesaî «Kaza»
da, İbni Mâce dahi «Ahkâm» da biraz lâfız farkı ile tahriç
etmişlerdir.
Hadisin birinci
rivayetinde ismi geçen Ebu Ümâme {Radiyallahu anh) Beni'1-Hars kabilesine
mensub, Ensardandır. Onu meşhur Ebu. Ümâmete'1-Bahi1i ile karıştı rmamalıdır.
Bu cihet ulema arasında ittifakı ise de ismi ve kabilesi hakkında ihtilâf vardır.
Ebu Hatim er-Râzî, isminin Abdullah b. Sa'lebe olduğunu söylemiş; bazıları da
Sa'lebetü'bnü Abdullah olduğunu ileri sürmüştür. Meşhur olan ismi imam Nevevî
'nin de kaydettiği vecihle İyâs b. Sa'lebe 'dir.
Şâyan-ı dikkat ikinci
bir nokta da bu" zâtın vefat tarihidir. Ashabı kiramın hayatları hakkında
yazılan eserlerin bir çûkunda bu zâtın Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve
Seltem)'in. Uhud gazasından dönüşünde vefat ettiği: ve cenazesini bizzat
Resulüllâh (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'in kıldığı zikrediliyor. Bu tarihe
bakılırsa imam Müslim'in burada
Abdullah b:
Kâ'b dan rivayet
ettiği bu hadisin münkatî olması icabeder. Çünkü Abdullah b. Kâ'btâbi
'indendir. Hicretin üçüncü yılında vefat eden bir zâtı görmesine imkân yoktur.
Lâkin Hz. Ebu Ümâmenin vefat tarihi yanlıştır. Nitekim hadisimizin ikinci
rivayetinde Abdullah b. Kâ'b'in: «Bana Ebû Ümâme rivayet etti» demesi, onu
bizzat dinlediğinin açık ifadesidir. Vefatı hakkında gösterilen tarih doğru
olsa onu İmam Müslim, kitabına almazdı. Filvaki' İbnü'1-Esir Üsdü-1'Gâbe fi
Ma'rifeti's-Sahâbe adlı eserinde Hz. Ebu Ümâme 'nin vefatı hakkında
söylenenleri reddetmiştir.
Hadisin bütün
rivayetlerinde sözü geçen yeminden murâd: Yalan yere edilen yemindir. Nitekim
bazılarında «fâcir» bazılarında da «sabr» kaydile takyîd bu vurulmuştur.
Sabır: Hapsetmek
demektir. Yemin eden kimse kendini yemin için hapsettiği, yahud icâbında
kendisini hâkim yemin için hapsettiği için ona bu isim verilmiştir. Bu babta
Kaadi lyaz şunları söylemiştir: «Yemin-i sabrın manası: yemin vermeye icbar
etmek yahud yemin etmek cüretkârlığında bulunmaktır. Bu yeminin hadisde bu
derece büyük gösterilmesi yemin-i gamûs [188]
olmasındandır. Zira yemin-i gamûs en büyük günahlardandır. Hem onda zahiren
haramı helâl ve batılı hak göstermek sûretile şeriatın hükmünü değiştirmek
vardır.-»
El-Übbî Kaadî 'nin bu
sözleri üzerine şu müteieâyı naklediyor: «Şeyhimiz bu yeminle gâmus arasında
fark görür; ve bunun ehass, gâ-musun eamm olduğunu söylerdi. Çünkü yemini gamûs
bir hakkın elder alınmadığı yerlerde de yapılır. Binaenaleyh buradaki tehdidin
ona şümulü olmadığı gibi gâsıb ve emsalile bir hakkı almaya da şümulü yoktur.:
Hadisde yemine «fâcir»
denilmesi, kinaye tarikiledir. Zira fücur yalar söylemenin lâzımdır. Fücur
denilmiş; onun lâzımı olan yalan kasdedilmiş tir. Böyle bir yeminin cezası:
cehennemin vâcib, cennetin haram olmasıdır
«O kimseye Allah
cehennemi vacip kılmış; cenneti haram etmi demektir.» cümlesinden murad
—emsalinde de gördüğümüz vecihle— yi bu yemini helâl i'tikad edenlerdir; ve
kâfir oldukları için ebediyyen ce hennemde kalırlar. Yahud helâl i'tikad
etmeyenlerdir. Bunlar bile bile ya lan yere yemin ettikleri için Cehennem'e
girmeyi hak etmişlerdir. Bi naenaleyh Cennet'e doğrudan doğruya giren
bahtiyarlarla beraber girma onlara haramdır.
Resulüllâh (Sallallahü
Aleyhi ve Sellem)'in hakkı elinden alman kimse yi müsîüman olmakla takyid
ederek: «Bir müslütnanın hakkını elinde alırsa-..» buyurması, gayrî müslimin
hakkını helâl saydığı için değildi'
Onun hakkını elinden
almak da haramdır. Mefhûmu - muhalife kaail olanlarca bu cümlenin manası:
«Müsîümanın malım yalan yere yeminle eîiden almak, A11ah'in gazabına uğratacak
derecede büyük bir günahtır: gayrî müsimin hakkını almak da haram ise de bu
derece azabı icabettirecek derecede değildir.» demektir.
Meöıum-u muhalifi
delil kabul etmeyenlere göre; bu tevile hacet yokutur. Sonra elden alınan
hakkın mutlaka maddî mal olması şart değildir. Hadd-i Kazif gibi şeyler de
hakda dahildir.
Kaadi Iyaz : Peygamber
(Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'in müslümanı ve tahsis zikretmesi, şeriatla
muhatab olup onunla muamele gördüğü içindir. Yoksa gayrî müslimin hükmü başka
olduğundan değildir. Bu babta onun hükmü de müslümanm hükmü gibidir.» diyor.
Müslümanm malını
haksız yere elinden almak için yalan yere yemin edenler hakkında hadisin bazı
rivayetlerinde: «Allah'ın gazabına uğrayarak haşrolunacaklar» denilmiş diğer
rivayetlerde A11ah'm kendilerinden yüz çevireceği beyan olunmuş; bu babta daha
başka tabirlerde kullanılmıştır. Allah Teâiâ hakkında bunların hepsi «azap
etmek» manasına mecazdır. Çünkü gadabm lügat manası: bir kimseden intikam almak
için ona karşı kanın kaynamasıdır. Sehât ve i'razda öyledir. Binaenaleyh
Allah hakkında hakiki manalarını murâd
etmek muhaldir.
Burada Kaadi Iyaz
şöyle diyor: « İraz, gadab ve sehât kelimeleri, hadis olan şeyler hakkında
kullanılırsa: başkasına fenalık etmek maksadile halin değişmesi manasına
gelirler. Bu ise; Allah Azimüşşan hakkında muhaldir. Binaenaleyh bu kelimelerin
üçü de Allah'ın kullarına azâb etmek istemesinden yahud fi'len azâb etmesinden
yahud da onları zemmetmesinden kinayedir; ve üçü de ya zatın sıfatlarına yahut
fi'lin sıfatlarına râcidir. Zatın sıfatlarından da irâde veya kelâm sıfatına
râci' olurlar.»
Übbî Kaadinin
bu sözlerini izah sadedinde şunları söyler :
«Zâtın sıfatları:
Zâtla kaaim olan manalardır. Yahud kaaim olan manadan alman manalardır. Âlimin
Umden alınması gibi.
«Fi'lin sıfatları:
Zâttan başka bir manadan alman manalardır. Hâhk ve Râzik gibi. Bunlar:
halketmek ve rızk vermek manalarından alınmışlardır. Mezkûr kelimeler zâtın
sıfatına verilirse kelâm ulemasının kitaplarındaki malumata göre oradan da
irâde sıfatına râci olurlar. Kaadî burada kelâm. sıfatına da râci olduğunu
söylemiştir. Çünkü bu sözler zem-metmekden kinaye de olabilirler demişti. Bittabi
zemm kelâmdır.»
Hadisin bazı
rivayetlerinde Eş'as'm : «Yemen'de bir yerim vardı» dediği; bazılarında ise:
«Bir kuyum vardı» ifadesini kullandığı; ve keza bir rivayette davanın amcası
oğlu ile, diğer rivayette bir yahudi ile geçtiği görülmektedir. Zahiren bu
rivayetler bir birine münâfi görünse de hakikatte aralarında münâfat yoktur.
Çünkü yerden maksad: kuyunun
bulunduğu yerdir. Şu
halde rivayetlerin birinde kuyuyu, diğerinde kuyunun bulunduğu yeri zikretmiş
demektir. Amcam oğlu dediği şahsın bir yahudi olması caizdir. Zira Yemen
ahâlisinin bir kısmı yahudi idiler. Hatta Taberânî nin tahriç ettiği bir
hadise göre bu hadisenin müteaddid olması ihtimali de vardır. Hz. Eş'as
(Radıyallahu anh) amcası oğlu Ma'dâm b. el-Esved b. Ma'dikerib 'dir. İsminin
Cerir olduğunu söyleyenler de vardır.
Hadisde zikri geçen
âyet-i kerîmenin sebebi nüzulü Eşas b. Kays kıssasidır. Fakat Buharı onun
nûzulu için başka bir.sebeb nakleder. Ona göre bu âyet, bir adam pazarda malını
satarken müşteriye: «Bu mala senin verdiğinden daha fazla verdiler.» diye yemin
ettiği zaman nazil olmuştur. Ke1bi'ye göre sebebi nüzul: fakir ve muhtaç bir
takım yahudi âlimlerinin Kâ'b b. Eşrefe başvurması hadisesidir. Kâ'b b. Eşref
onlara Peygamber (Sallallahü A leyhi ve Seilem) ;in Tevrat'taki vasıflarını
sormuş; onlar da onun Resulüllâh olduğuna şehâdet etmişler; bunun üzerine Kâ'b
kızarak: «Allah sizi bir çok hayırlardan mahrum etmiştir.» demiş. Yahudiler:
«Dur acele etme, biz şaşırdık; o bizim dediğimiz sıfatta değildi» diyerek özür
beyân etmişler. Kâ'b bundan memnun olarak onlara inf akda' bulunmuş. Bunun
üzerine bu âyet nâziî olmuş. Daha başka sebeb gösterenlerde vardır.
Âyet-i Kerîmedeki
«ahd»dan murâd: yemindir. Ahdin hüküm itibarile beş vechi vardır: Bunların
ikisinde keffâret lâzım gelir; ikisinde lâzım değildir. Birisi de ihtilaflıdır.
Bir kimse :
«Allah'a ahd boynuma
borç olsun» dese, bu yemini bozduğu takdirde keffâret verir. Bunun yerine :
«Allah'a va'd boynuma borç olsun» derse İmam A'zam Ebu Hanife ile Mâlik'e göre
keffâret yine lâzımdır. İmam Şafiî 'ye göre bu sözle yemin kasdetti ise
keffâret lâzımdır; yemin kasdetmedi ise bir şey lâzım gelmez. «Allah'a ahdu
misak boynuma borç olsun» diyen kimseye İmam Mâ1ik'e göre iki dane keffâret
lâzımdır: ancak bu sözle te'kid kasdeder-se o zaman bir keffâret vermek vacib
olur.
cümlesi ya mahzuf bir
mübtedanın haberidir; ve: «Da1vânı isbât eden senin iki şahidin yahud onun
yeminidir» demek olur; yahud mahzuf bir haberin mübtelâsıdır. Bu takdirde
mana: «Senin iki şahidin veya onun yemini, davan için matluptur.» şekline girer.
Kavinin: «Kindeli
yemin etmeye gitti» demesinden yeminin başka yerde yapıldığı anlaşılıyor.
Filvaki Kaadi Iyaz m beyanına göre yemin için hususi yer vardır. Medîne'liler
için bu yer Resulüllâh (Sallallahü Aleyhi ve SeHemyin minberidir. Yani yemin minberin yanında yapılır.
Sait yerlerde
yaşayanlar camilerde yemin ederler. Delili Hâvinin buradaki beyanatıdır.
Ha ttâbî yeminin
cami'de minber yanında verilmesinin vücubu-na kaaildir. Çünkü hâdise mescid-i
Nebevide cereyan etmiştir. Kinde'li zâtın kalkması minberin yanına gitmek
içindir: Maarnafih bu istidlal cây-i te'emmül görülmüştür.
Hanefilere göre yemin,
hâkimin huzurunda verilir.
1- Müslümanların
hukukunu ihlâl etmek şiddetle haramdır. Bu hu-dusta hakkın azı çoku
müsavidir. Zira Resulüllâh
(Sallaüahü Aleyhi ve Sellem): «Misvak ağacından bir çubuk dahi olsa...» buyurmuştur.
2 - Hâkimin
hükmü başkasının malını mübâh kılamaz.
Mâlik, Şafiî ve Ahmed
b. Hanbel hazerâtlarile diğer bir çok ulemanın
mezhebi budur. Ebu Hanife
hazretlerine göre hâkimin hükmü o malı mubah kılar.
3 - Davada evvelâ müddeî dinlenir.
4 - Müddeînin, dava ettiği şeyi selemde
olduğu gibi bütün teferruatile tahdid ve tavsif etmesi şart değildir. Çünkü
Peygamber (Sallaiiahü Aleyhi ve Seîİem)
Hadramevt'li zâttan bunu istemiştir. Şaiiî'ye göre ayni şekilde tahdid
ve tavsif lâzımdır.
5- Müddeyi
dinledikten sonra müddeâ aleyhe o hakkı ikrar edip etmeyeceği sorulur. İnkâr
ettiği takdirde müddeîden beyyine istenir. Getiremezse müddeâ aleyhe yemin
tevcih olunur.
6 - Müdeâ
aleyhin: «mal benîm elimdedir.» şeklindeki itirafına karşı müddeî: «isbât
etsin» dîye bir teklifde bulunamaz. Çünkü huzuru Re-sulillâhdaki davada böyle
bir şey olmamıştır,
7 - Beyyine
müdeîye, yemin de müddeâ aleyhe aiddir.
8 - Beyyine
zilyede takdim edilir. Yani bir davada beyyine bulunursa onunla hüküm verilir;
müddeâ aleyhden yemin istenmez.
9 - Zilyed yani malı elinde bulunduran
kimse, o malda hâricden hak i($dia edenden evlâdır.
10 - Davaya
aid olmak ve doğru söylemek şartile hakkını kurtarmak için müddeinin müddeâ
aleyhe dokunacak sözler söylemesi cezayı müstelzin değildir. Çünkü Hadramevtli
davacı Resulüllâh (Sallaiiahü Aleyhi ve Selîem) 'in huzurunda hasmına «Hiç bir günahdan sakınmayan bir facirdir.»
dedi. O halde Peygamber (Sallaiiahü Aleyhi ve Sellem) kendisini
ce-zalandırmamıştır.
Bazıları bu hadisle
istidlal ederek: «dava esnasında hasımların bir birlerine hâin, fâcir gibi
sözlerle söğmelerinin hükmü yoktur.» demişlerse de cumhura göre söğmek umumî
olarak haram kılındığı için'böyleleri tedib olunur. Hatta gasb olmadığı halde
biri diğerine gasb dese tedib olunur; ve davası sükut eder.
11 - Yalan
yere yemin etmemesi için müddeâ aleyhe nasihat olunur.
12 -
Hanefilere göre bir şâhid ve yeminle davaya bakılmaz.
13 -
Yalancıların yemini de âdil kimsenin yemini gibi kabul edilir.
14 - Borcu
hususunda yalan yere yemin eden kimse hacr edilmez. İkrarı da batıl olmaz.
Aksi takdirde ondan yemin istemenin bir faydası kalmaz.
15 - Vâris
malın babasından kaldığını iddia eder; hâkim de murisinin öldüğünü ve bundan
başka mirasçısı kalmadığını bilirse beyyine istemeden lehine hüküm verebilir.
Çünkü Peygamber (Sallaiiahü Aleyhi ve Sellem) Hadramevt'liden böyle bir şey
istememiştir.
-----------------------------------------------------------------------------------------------------------
SAHİH-İ MÜSLİM
TERCEMESİ ve ŞERHİ
İKİNCİ BASKI Ahmed
DAVUDOĞLU
225 - (140)
Bana Ebû Küreyb Muhammcd b. el-Alâ' rivayet etti. (Dedi ki): Bize Hâlid yânı
İbnî Mahled [189] rivayet etti. (Dedi ki):
Bize Mu-hammed b. Ca'fer,"el-Alâ' b. Abdirrâhman'dan, o da babasından, o
da Ebû Hüreyre'den naklen rivayet etti. Şöyle demiş:
Resûlullâh (Sallallahü Aleyhi ve Selleın) 'e bir adam
geldi; ve:
— Yâ Resulâllâh! Bir
kimse gelip benim malımı almak istese ne buyurursun? dedi. KesüHiİlâh (ScülaUahü Aleyhi ve Sellem)
— «Ona malını verme!» buyurdu.
— «Şayed benimle mukaatele ederse?»
— «Sen de onunla mukaatele et!»
— «Ya beni Öldürürse?»
— «O halde şehid gidersin.»
— «Ya ben onu öldürürsem?»
— «O cehennemde olur.» buyurdular.
226 - (141)
Bana Hasen b. Aliy el-Hulvâni ile tshâk b, Mansur ve Mu-hammed b. Râfi' rivayet
ettiler. Lâfızları bir birine yakındır, fshâk (Bize haber verdi) ta'birini
kullandı. Ötekiler: Bize Abdurrazzâk rivayet etti, dediler. (Demiş ki): Bize
İbni Cüreyc haber verdi. Dedi ki: Bana Süleyman el-Ahval [190]
haber verdi. Önada Ömer b. Abdirrahmân'ın âzadhsı Sabit [191]
haber vermiş ki, Abdullah b. Amr'Ia Anbesetü'bnü Ebî Süfyân [192]
arasında olan olduğu vakit harbe hazırlanmışlar. Müteakiben Hâli-dü'bnü'I-Âs
(atma) binerek Abdullah b. Amr'a gitmiş; ve ona nasihatta bulunmuş. Abdullah
b. Amr «Sen Resulüllâh (Saîlallahü Aleyhi ve SeÜem)*nı;
— «Her kim malı
uğrunda öldürülürse şehiddir.» buyurduğunu pil-mez misin? demiş.
Bu hadîsi bana
Muhammed b. Hatim de rivayet etti. (Dedi ki): Bize Muhammed b. Bekr [193]
rivayet etti. H.,
Bize Ahmed b. Osman
en-Nevfeli [194] dahi rivayet etti. (Dedi
ki): Bize Ebû Âsim [195] rivayet
etti. Muhammed'le Ebû Âsim'ın ikiside tbni Cü-reyc'den bu isnadla bu hadisin
mislini rivayet etmiştir.
Bu hadisi Buhârî
«Kitabii'l-mezâlim» de tahriç ettiği gibi, Ebû Dâvud, Tirmizi, Nesaî ve İbni
Mâce muhtelif tariklerden rivayet etmişlerdir. İmâm Ahmed b. Hanbel onu
«Müsned» inde,
Taberanî «El-Evsât» da, Ebû Ya'lâ El-Mavsili
«el-Mu'cem» i ile «el-Müsned» inde Bezzâr «Müsned» inde ve Ebû Nuaym
«Müstahrec» inde muhtelif lâfızlarla muhtelif yollardan tahriç etmişlerdir.
Bunların bazısında:
«Malı uğrunda mazlum
olarak öldürülen kimseye cennet vardır.» buyurulmuş, bazısında:
«Her kim malı Uğrunda
Öldürülürse o kimse şehiddir; kim canı uğrunda öldürülürse o kimse şehiddir,
her kim dini uğrunda Öldürülürse o kimse şehiddir; her kim ırzu namusu uğrunda
öldürülürse o kimse şehiddir.» şeklinde tafsilât verilmiştir.
Hadisi Fahr-i Kâinat
(Satkülahü Aleyhi ve Sellem) Efendimizden: Ebû Hüreyre, Ali b. Ebî Tâlib, İbni
Abbas, İbni Ömer, İbni Mes'ud, Enes b. Mâlik, Câbir, Sa'd b. Ebî Vakkaas, Said
b. Zeyd, Büreyde, Abdullah b. Zübeyr, Abdullah b. Amir ve diğer ashab-ı Kiram
(Radiyallahû Anhûm) hârezatı rivayet
etmişlerdir.
Şehid şehâdetten
alınmıştır. Şehâdet, bir şeyi beyan etmek başında bulunup görmektir.
Şehid hakkında Nadr b.
Şümeyl şunları söylemiştir: «Şehid diri olduğu için kendisine bu isim
verilmiştir. Çünkü şehidlerin ruhları «Darü's-Selâm» ı görürler. Başkalarının
ruhları ise onu ancak kıyamette göreceklerdir.»
Ibnü'l-Enbârî de:
«Şehid ismi verilmesi, kendisine melekler cennetle şehadedde bulunacakları
içindir.» diyor. Bu takdirde şehidin nıa'-nası: kendisine şehâdet edilen zât
demek olur. Bazıları: «Bu ismin verilmesi, ruhu bedenden çıkarken kendisine
ihsan buyurulan sevap ve kerameti gördüğündendir» demiş; bir takımları rahmet
melekleri gelerek ruhunu onlar kabzettiği için şehid denildiğine, daha
-başkaları imanına şehâdet olunduğu için ona bu ismin verildiğine kaail
olmuşlardır. Onun şehid olduğuna şahidi vardır da onun için şehid denilmiştir.
Bu şahid onun kanıdır; çünkü şehid, yarasından kan fışkırarak haşrolunacaktır.»
diyenler de vardır.
Hasılı şehid «faîl»
babında bir kelime olup hem fail hemde mef'ul mânasına alınarak izah
edilmiştir.
Şehid üç kısımdır:
Birincisi: Kâfirlerle
harb ederken harp âletlerinden biri sebebile öldürülenlerdir. Bunlara hem
dünyada hem âhirette şehid hükmü verilir. Cenazeleri yıkanmaz: Yalnız ta'zîm ve
ikram için namazları kılınır. Şafii-lere göre namazları da kılınmaz.
İkincisi: Âhirette
sevap hususunda şehîd sayılıp dünya ahkâmı huşusunda sayılmayanlardır. Bunlar
verem ve tâûn gibi hastalıklar sebebile ölenlerle üzerine bina yıkılanlar ve
malı, dînî, ırzu namusu uğrunda öldürülenler ve benzerleridir, ki şehid
hükmünde oldukları sahih hadislerle sabittir. Bu nevi şehidlerin cenazeleri
yıkanır; namazları kılınır. Âhi-rette kendilerine şehid sevabı verilir; yalnız
sevaplarının hakikî şehîdler derecesinde olması lâzım gelmez.
Üçüncüsü: Ganimete
hiyânet edenlerdir. Bunlar harpte öldürüldükleri takdirde kendilerine dünyada
şehid hükmü verilerek cenazeleri yıkanmazsa da âhirette kendilerine tam şehid
sevabı verilmez.
Resulüllâh (Sallalkthü
Aleyhi ve Sellem) 'in: «Malını ona verme!» buyurması vermenin haram olduğunu
beyân için değil, vermek lâzım gelmediğini bildirmek içindir.
Saldırgan için : «O
cehennemdedir.» cümlesinin nıa'nası: o bunu hak etmiştir, demektir. Allah
Zülcelâl dilerse, cezasını verir; dilerse afve-der. Ancak yaptığı bu işi helâl
i'tikad ederse kâfir olur.
Abdullah b. Amr ile
Anbese arasında geçen hadise şudur: Hz. Muaviye 'nin valisi Anbese arazisini
sulamak fçin Amr b. Âs oğullarının bağçesinden yol açmak istemiş. Bunun üzerine
Abdullah bin Amr azadlılariyle birlikte silahlanarak karşısına gelmiş ve:
«Vallahi bizden bir tek kişi kalmadıkça bizim bağçe-mize dokunamazsınız» demiş.
Ve iki taraf harbe hazırlanmışlar. Hadise Taif de olmuştur.
1 - Haksız
yere malını elinden almak isteyen bir su-i kasıdçıyı öldürmek caizdir bunda
diyet ve kısas da yoktur. Hadis umumî
olduğu için müdafa'a hususunda malın azı çoğu müsavidir. Abdullah
b. el -Mübarek «İki dirhem İçin dahi mukaatele
edebilir.» demiştir. Cumhur-u ulemanın
kavli de budur.
Malikilerden
bazılarına göre; elbise ve yiyecek gibi az bir şey isterse öldürmek caiz
değildir. Fakat bu kavil tasvib olunmamıştır. Doğru olan kavil cumhurun
kavlidir. Ailesinin namusunu korumak bilittifak vaciptir.
Nevevî: «Öldürmek
sûretile nefsini müdafa'a etmek bizim mezhebe göre de başka mezheplere göre de
ihtilaflıdır. Mal müdafaası vacip değil, caizdir.» diyor.
2 - Malı,
canı namusu ve dini uğrunda Öldürülen kimse şehiddir.
3 - Bu bâbta
ruhsatla amel ederek malını, ailesini veya kendini düşmana teslim eden
kimsenin işi Allah'a kalmıştır. (Dilerse
özürünü kabul eder). Fakat selâbet gösterirde öldürülürse şehid olur.
4 - Geceleyin
birinin evine girerek hırsızlık eden bir şahsı hâne sahibi arkasından ta'kib
ederek öldürse, İmam A'zam (Rahimehullah)'a göre bir şey lâzım gelmez.
227 - (142)
Bize Şeybân b. Ferrûh rivayet etti. (Dedi ki): Bize Ebu'l-Eş'heb, [196]
Hasen'den [197] rivayet etti. Demiş ki:
Ubeydullah b. Ziyâd Ma'kıl b. Yesâr el-Müzeni [198] yi
ölüni döşeğinde iken ziyaret etmiş. Ma'kıl: «Sana Resulüllâh (SaîlaUahü Aleyhi
ve Setletn)'den dinlediğim bir hadisi rivayet edeceğim. Şayet daha yaşayacağımı
bilseydim onu sana söylemezdim. Gerçekten ben Resulüllâh (Saîlallahü Aleyhi ve
Sellem)'i şöyle buyururken işittim demiş.
«Allah bir halk
kitlesinin başına getirip de, öldüğü gün halkını aldatmış olarak ölen hiç bir
kul yoktur kİ, Allah ona cenneti haram etmesin.»
228 - (...) Bize Yahya b. Yahya rivayet etti. (Dedi ki): Bize
Yezid b.
Zürey' Yûnus'dan [199], o
da Hasan'dan naklen rivayet etti. Demiş ki: Ma'-kıl b. Yesâr hasta iken
Ubeydullah b. Ziyâd onun yanına girerek ona (bazı şeyler) sormuş Ma'kil: Ben
sana (şimdiye kadar) söylemediğim bir hadis rivayet edeceğim: Resulullah
(SaHaîlahü Aleyhi ve Sellem)
«Eğer Allah bir kulu
bir halk kitlesinin başına geçirir de, o kul ölürken halka hıyanet etmiş
olarak ölürse Allah ona cenneti haram kılar.»
buyurdular demiş.
Ubeydullah: Bunu bana
daha evvel niçin söylemedin? demiş Ma'kıl: «Sana söylemedim; yahud: Sana
söyleyecek değilim.» cevabını vermiş.
229 - (...)
Bana Kaasim b. Zekeriyyâ rivayet etti. (Dedi ki) ; Bize Hüseyn yânı el-Cu'fî,
Zâide'den, o da Hişam'dan naklen rivayet etti. Dedi ki: Hasen şunları söyledi:
Ma'kıl b. Yesâr'm yanında idik; ona hastalık ziyareti yapıyorduk. Derken
Ubeydullah b. Ziyâd geldi. Ma'kıl ona hitaben: Sana ResuIüllâh (Sallallahü
Aleyhi ve Seîîem)'den işittiğim bir hadis rivayet edeceğim, dedi. Ve öteki
râvilerin hadisi ma'nasmda rivayette bulundu.
(...) Bize
Ebû Gassân el-Mismaî ile Muhammed b. el-Müsennâ ve İs-hâk b. İbrahim de rivayet
ettiler. İshâk (Bize haber verdi) ta'birini kullandı. Ötekiler: Bize Muâz b.
Hişâm rivayet etti, dediler. Muâz demiş ki: Bana babam Katâdeden, o da
Ebu'l-Melih' [200] den naklen rivayet etti
ki, Ubeydullah b. Ziyâd Ma'kıl b. Yesar'ı hastalığında ziyaret etmiş. Ma'kıl
ona şunları söylemiş: «Sana bir hadis
söylüyeceğim; ama Ölüm hâlinde olmasaydım onu sana söylemezdim.» Ben
ResuIüllâh (Sallallahü, Aleyhi ve Sellem) 'i:
«Müslümanların umurunu
üzerine alıp âa onlar için çalışmayan ve hayırhah olmayan hiç bir âmir yoktur
ki, onlarla birlikde cennete girebilsin.»
buyururken işittim.
Bu hadîsi Buhârî
«Kitâbü'l-Ahkâm» da tahriç etmiştir.
Hz. Ma'kıl'i ziyarete
gelen Ubeydullah b. Ziyâd Muâviye (Radiyallahu anh) zamanında Basra valisi idi.
Bu vazifeyi Muâviye'nin oğlu Yezid zamanında da yapmıştır.
Ma'kı] (Radiyallahu
anh)\n bu hadisi ölüm döşeğine düşmeden söylememesi ya mumaileyh Ubeydullah'ın
nasihat kabul etmeyeceğini bildiği içindir; ve âhir ömründe hadisi gizlemiş
olmanın vebalinden korkarak onu rivayet etmiştir. Yahud daha önce söylemiş olsa
Ubeydullah üzerinde bir te'siri olmaz da onun bu kötü hâlini halkın kalplerine
yerleştirmeye sebep olur endişesile o ana kadar gizlemiştir. Nevevî bu ikinci
ihtimâli daha kuvvetli bulmaktadır. Birinci ihtimâl ona göre zaiftir; çünkü
emr-i bil ma'ruf, kabul olunmamak ihtimâlile sakıt olmaz.
Hadisin bazı
rivayetlerinde: «Allah bir kulu bir halk kitlesinin başına geçirirse...»
denilmiş; bazılarında bunun yerine: «Bir âmiri geçirirse...» diğer bâzılarında:
«Bİr valiyi geçirirse...»ta'birleri kullanılmıştır. Bunlardan maksad; millet
idarecileridir. Bu zevat millete dînî ve dünyevî bütün hususâtta yardımcı ve
Öğretici mevkiindedirler. Milletin hukukunu korumaz; hudûdû şer'iyyeyi tatbik
etmez; yahud adil olmazlarsa vazifelerini sü-i isti'mal etmiş olurlar. İşte
hadisdeki «gâşş» tâbiîrinden murâd bunlardır.
Ibni Battal diyor ki:
«Bu hadis zâlim hükümdarlar için pek büyük bir tehdiddir. Çünkü kullara
yaptıkları zulümlerin hesabı kıyamet gününde kendilerine sorulacaktır. Acaba
koskoca bir millete zulmeden bir adam, o millete hakkım nasıl helâl
ettirir?...»
Böylelere cennetin
haram olmasından murâd — bir çok emsalinde de gördüğümüz vecihle— ya zulmü
mubah i'tikad ederek dinden çıktıkları için ebediyyen cennet yüzü
görememeleridir; yahud zulüm haram olduğuna i'tikad ettikleri halde onu yine
mazlumlara reva gördükleri için cennete doğrudan doğruya giren bahtiyarlarla
birlikde girmek kendilerine haramdır. Buradaki tahrim, menetmek ma'nasmadır.
Bâzı rivayetlerde
«Allah ona cenneti haram kılar...»ifadesinin yerine: «Cennetin kokusunu bile
alamaz.»buyurulmuştur. Halbuki cennetin nefis kokularının yetmiş yıllık
mesafeden duyulacağı sahih hadislerde vârid olmuştur. Taberanî 'nin tahriç
ettiği Abdullah b. Mugaf fe1 (Radiyallahu anh)
hadisinde :
«Cennetin nefis kokusu
k.yâmet gününde yetmiş yıllık mesafeden du-yulur.» buyurulmaktadır.
230 - (143)
Biie Ebû Bekr b. Ebî Şeybe rivayet etti. (Dedi ki): Bize Ebû Muâviye ile Veki'
riyâvet ettiler. II.
Bize Ebû Küreyb dahî
rivayet etti. (Dedi ki): Bize Ebû Muâviye,
A'meş'den, o da Zeyd
b. Vehb'den, [201] o da Huzeyfe' [202] den
naklen rivayet etti. Huzeyfe şöyle demiş: Bize Resulüllâh (Salîallahü Aleyhi
ve Sellem) iki hadis söyledi. Ben bunların birini gördüm; ötekinide bekliyorum:
Resulüllâh (Saîlallahü
Aleyhi ve Sellem) bize, (evvelâ) emânet insanların kalplerinin derinliğine indiğini,
sonra Kur'ân inerek ondan ve sünnetten bir şeyler öğrendiklerini anlattı. Sonra
da bu emânetin kaldırılmasından bahsetti. Buyurdu ki:
«İnsan uykusunu uyur.
(Bu esnada) emânet kalbinden alınıverir de ufacık bir siyah leke halinde eseri
kalır. Sonra (yine) uykuya dalar. (Bu sefer) kalbinden emânet (in kalan kısmı
da) alınır. Bunun eseri de kabarcık gibi kalır. Ayağının üzerine bir kor
yuvarlanıp da nasıl kabarcık hâsıl olur ve içinde bir şey olmadığı halde onu
kabarmış görürsün! onun gibi bir şey. Sonra ufak taşlar alarak onları ayağının
üzerinde yuvarladı. (Ve şöyle devam etti) :
İnsanlar (o hâle
gelecek ki) alış veriş yapacaklar; birinin doğru dürüst hareket ettiği görülür
görülmez : Filân oğullarında emin bir adam var! denecek. Hatta herifin kalbinde
hardal danesi kadar iman olmadığı halde onun hakkında : «O ne metin!.. O ne
zarif!.. O ne akıllı adamdır!..» denecek.»
(Huzeyfe sözüne devamla) :
— Vallahi öyle günler
gördüm ki, sizin hanginizden alışveriş yapacağım diye hiç gam yemezdim. (Çünkü
alış verişte bulunduğum zat) müs-lümansa bana hıyanetten onu dînî menederdi.
Hıristiyan yaftud yahudi ise ona da âmiri aman vermezdi.
Bu gün ise sizlerden
filân ve filândan başka kimseden alış veriş yapamaz oldum.
(...) Bize
İfani Nümeyr de rivayet etti. (Dedi ki): Bize babamla Vekî rivayet ettiler. H.
Bize İshâk b. İbrahim
dahî rivayet etti .(Dedi ki): Bize İsâ b. Yunus rivayet etti. Vekî ile İsâ hep
birden A'meş'den bu isnadla bu hadisin mislini rivayet etmişler.
Bu hadisi Buhârî
«Kitâbü'r-Rukaak» ile «Kitâbü'l-fiten» de Tirmizi ile İbni Mâce de
^Kitâbü'l-fiten» de tahriç etmişlerdir. Hadisin senedinde A'meş de vardır. Bu
zât müdelîislerden olduğu için «anfulân...» diyerek rivayet ettiği hadislerinin
kabul edilmemesi icap eder-
(S.A.V.)
in münafıklar hakkında
sır dostudur. 36 tarihinde Hz. Osman'dan kırk gün sonra vefat
etmiştir. sede bu hadisi
şeyhinden dinlediği sabit olmuştur. Mudellislerin şeyhlerinden dinledikleri
hadisler makbuldür. Onun için burada «an» edâtiyle rivayeti zararsızdır.
Hz. Huzeyfenin iki
hadisden muradı: emânete dair olan hadislerdir. Yoksa kendisinin Buhâri, Müslim
ve diğer sahih hadis kitaplarında bir çok rivayetleri vardır. «Et-Tahrir»
namındaki Müslim şerhinde: «Bu iki hadisden biri, emanetin kalplerin
derinliğine yerleştiğini bildiren, ikincisi de sonra kaldırıldığını beyan eden
hadislerdir.» denilmiş; ve ikisi-ninde ayni rivayette zikredilmiş
bulunduklarına işaret olunmuştur. Fakat Ubbî şeyhinden naklen, buradaki
rivayetin bir hadis olduğunu ikincisinin muhtemelen bundan sonra gelen fitneler
hadisi olduğunu söylüyor.
Hadisde mevzu'u bahis
olan emanetten murad: Zahire göre Allah'ın teklifi ve kullarından aldığı ahdu
peymandır. Vahidi
«Biz emaneti göklere,
yere ve dağlara arzettik...» âyeti kerîmesinin tefsirinde Hz. İbni Abbas'm:
«Emanetten murâd: Allah'ın kullarına farz kıldığı ibâdetlerdir» dediğini
nakleder. Ve ekseri müfessirinin kavli bu olduğunu söyler.
Hasan-ı Basrî:
«Emanetten murâd: dindir; zira dinin her şeyi emanettir.» demiştir.
Ebu'l-Âliye: «Emânet, kulların emir ve nehi olunduğu şeylerdir» diyor.
«Et-Thrir» sahibi Ebû Ab-dillâh Muhammed et-Teymî de şunları söylemiştir;
«Ha-disdeki emânet: «Âyetteki emânetin aynıdır. Ayetteki emânet ise aynen
imandır. Eğer emânet kulun kalbinde yer tutarsa o zaman kul Allah'ın teklif
ettiği şeyleri edâ etmeye çalışır ve bu teklifleri bir ganimet bilerek ifâsına
canla başla gayret eder.»
Kurtubî ; emâneti:
«Muhafazası başkasına tevdi edilen her şeydir.» diye tarif ediyor. Bu takdirde
kulların muhafaza için birbirlerine verdikleri vedia, ariyet ve saire gibi
şeyler de buradaki emânete dahil olur.
Şerefüddîn Tîybî:
Galiba ulemanın buradaki emâneti imanla tefsirlerine sebep hadisin sonundaki:
«Kalbinde hardal danesi kadar iman olmadığı halde...»cümlesidir. Halbuki
emâneti hakiki mânasına hamlet-melilerdi. Çünkü hadisde: «insanlar (o hale
gelecekler ki) alış-verİş edecekler; fakat hemen hiçbiri emâneti edâ
etmeyecek...» buyuruluyor. Böyle olursa hadisin sonundaki iman emânet mânasında
kullanılmış olur ki, emânetin şanı pek büyük olduğunu gösterir; ve onu edaya
teşvik olur. Nitekim Resulüllâh (Sailallahü Aleyhi ve Sellem) ;
«Emâneti olmayanın
dini de yoktur.» buyurmuştur, diyor.
Emânetin evvelâ
insanların kalplerine inmesi; sonradan onu Kur'ân ve sünnetten Öğrenmeleri şöyle izah olunuyor: Emânet
insanların fıtratında vardır. Kur'ân-ı Kerîm inince ondan ve Resulüllâh
(Sallallahü Aleyhi ve Sellem) 'in sünnetinden kesp ve istifade sûretile bu
emâneti arttırdılar.
Hadîsin mânası şudur:
Kalplerden emânetin kalkması âhir zamana mahsustur. Emânet yavaş yavaş
kalkacak; ilk cüz'ü kalktımı, onun nuru da kalplerden uçacak yerine siyah bir
nokta gibi zulmet çökecek; daha sonra ikinci cüz'ü kalkacak; ve yerine yine
zulmet, çökecek. Bu suretle kalplerdeki siyah noktalar da büyüyerek âdeta
siyah bir leke haline gelecekler. Kalplerdeki emânetin nuru giderek yerine
zulmet çökmesi insanın ayağı üzerine kor yuvarlanmasına benzetiliyor. Kor
geçtiği yeri yakarak nasıl tesir bırakır; yerine kabarcık kalırsa emânetin nuru
da Öyledir. Nur gider yerinde eseri kalır.
O zaman insanlar
hâinleşecekler. Alış verişde hiyanet etmeyen parmakla gösterilecek ve: «Filân
kimse doğru adammış.» diye dillere destan olacak. Halbuki onun da kalbinde
zerre kadar emânet bulunmayacak.
Hadisin bu
cümlesinde emânet yerine
iman tâbiri kullanılarak:
«Herifin kalbinde
hardal dânesi kadar iman olmadığı halde...»buyu-rulmuştur. Buradaki imandan
murâd, emânettir. Emânet imanın lâzımı olduğu cihetle mecazen ona imarı
denilmiştir. Yoksa o adam hakikaten kâfir oldu demek değildir.
Müslim sarihi Übbî
diyor ki: Bu hadisden maksat, emâneti muhafaza edecek; ona hiyânette
bulunmayacak fıtratta yaratılan kalplerden onun kaldırılması hâlinin tefsir ve
izahını haber vermektir.
Hz. Huzeyfe
(RadiyaÜahu anh) 'm: «Öyle günler gördüm ki, sizin hanginizden alış veriş
yapacağım diye hiç gam yemezdim...» cümlesile bahsettiği alış verişi bazıları
hilâfet için beyat, din babında ittifak ve sözleşme gibi mânalara almışsa da
Kaadî Iyâz ve başkaları bu sözün hatâ olduğunu söylemişlerdir. Hatta nefs-i
hadisde bu sözü nakzeden yerler bulunduğunu Nevevî beyân etmiş; ve hadisde
hıristiyanla yahu-dı zikredildiğini, halbuki bunların bir birlerile din babında
hiç bir zaman ittifak etmediklerini bildirmiştir. Hasılı buradaki alış verişden
murâd hakiki alış veriştir.
Bu hadisi şerif, âhir
zamanda insanların dînen bozulacaklarını, emânetin ortadan kalkacağını haber
vermektedir. Zamanımız insanlarının bu hususdaki halleri ise her türlü izah ve
beyândan müstağnidir. Demek isterim ki, vuku' bulacağı on dört asır önce haber
verilen muazzam bir hâdise bu gün kimsede en ufak bir şüphe bırakmayacak
derecede meydandadır. Şu halde hadisi şerif Resulüllâh (Sallallahü Aleyhi ve
Sellem) 'in hak Peygamber olduğuna delâlet eden bir mucizedir.
231 - (144)
Bize Muhammed b. Abdillâh b. Nüraeyr rivayet etti. (Dedi ki): Bize Ebû Hâlid
yânı Süleyman b. Hayyân, Sa'd b. Târik'dan, o da Rib'i'den [203] , o
da Huzeyfe'den naklen rivayet etti. Demiş ki:
Ömer'in yanında idik.
Bize: «Resulüllâh (Saîlallahü Aleyhi ve Seliem) fitneleri anlaürken hanginiz
işitti?» diye sordu. Bazıları: («Biz işittik») dediler. Ömer:
İhtimâl siz, kişinin
ailesi ve komşusu hususundaki fitnesini kastediyorsunuz?» dedi. Oradakiler:
— «Evet!» cevabını
verdiler. Ömer:
— «(Hayır!) o fitneye
namaz, oruç ve sadaka keffâret olur. Lâkin Peygamber (Saîlallahü Aleyhi ve
Selletn)'i deniz dalgası gibi dalgalanacak olan fitneleri anlatırken hanginiz
işitti?» dedi. (Huzeyfe diyor ki): Bunun üzerine cemaat sustu. Ben
(davranarak):
— Ben (işittim) dedim.
Ömer:
— «Sen mi? Aferin sana!» dedi. (Huzeyfe şunları
söylemiş):
— Resulüllâh (Saîlallahü Aleyhi ve Sellemyi:
«Fitneler kalplere
(tıpkı) hasır çubukları gibi dal dal arz olunur. Artık onlar hangi kalbe
işlerse o kalbde siyah bir leke hâsıl olur. Hangi kalb onları kabul etmezse o
kalpde de beyaz bir leke meydana gelir. Böylece iki kalbe yerleşirler. (Bu
kalplerden) biri cilâlı taş gibi bembeyazdır; ve göklerle yer durdukça ona hiç
bir fitne zarar vermez. Ötekine gelince : o alaca siyahtır; tepesi aşağı duran
desti gibidir. Ne bir ma'ruf tanır; ne de bir münkeri inkâr eder. Yalnız içine
işleyen heva ve hevesini bilir.» derken
işittim.
Ömer'e: «Seninle bu
fitneler arasında, kırılmak üzere bulunan kapalı bir kapı vardır.» dedim. Ömer:
— «Hay Allah hayırim versin, o kapı kırılacak
mı? Açılmış bile olsa belki tekrar kapanır.» dedi. Ben:
— «Hayır! bilâkis
kırılacak.» dedim. Ve kendisine: bu kapının, öldürülecek yahut ölecek bir zât
(dan kinaye) olduğunu, mugalata değil dos doğru bir söz olarak* anlattım.
Ebû Hâlid demiş ki:
Ben Sa'de: «Yâ Ebâ Mâlik [204]! Bu
siyah mürbaad
nedir?» dedim.
— «Siyahın içindeki
şiddetli beyazdır.» dedi.
— «Yâ mücahhi desti nedir?» diye sordum.
— «Tepsi aşağı demektir.» cevabım verdi.
(...) Bana
İbnî Ebû Ömer de rivayet etti. (Dedi ki): Bize Mervân-ı Fezârî rivayet etti.
(Dedi ki): Bize.Ebû Mâlik el-Eşcaî, Rib'iden naklen rivayet etti. Rib'i şöyle
demiş: «Huzeyfe, Ömer'in yanından gelince oturarak bize anlattı.
Dedi ki: Dün
Emîriümü'minînin, yanına oturduğum sırada ashabına: Resulüllâh (SaUallahü
Aleyhi ve Settem) 'in fitneler hakkındaki hadisini hanginiz hatırlıyor? diye
sordu...» diyerek hadisi Ebû Hâlid hadisi gibi rivayet etti: Yalnız Ebû Mâlik'in
«mürbaadd» ve «mücahhî» kelimelerini tefsir ettiğini söylemedi.
(...) Bana
Muhammed b. el-Müsennâ ile Amr b. Aliy ve Ukbetü'bnü Mükrem el-Ammî de rivayet
ettiler. Dediler kî: Bize Muhammed b. Ebî Adîy, Süleyman et-Teymî'den, o da
Nuaym b. Ebî Hind'den [205] , o
da Rib'i b. Hirâş'dan, o da Huzeyfe'den naklen rivayet etti ki, Ömer: «Bize kim
rivayet edecek yahut —aralarında Huzeyfe de bulunduğu halde— Bize Resulüllâh
(Sallallahü Aleyhi ve SeUem)'m fitne hakkında söylediklerini hanginiz rivayet
edecek?» demiş.
«Ben!» cevabını
vermiş.
Huzeyfe, hadisi Ebû
Mâlik'in Ribi'den rivayet ettiği şekilde nakletmiş. Yalnız bu hadisde
Huzeyfe'nin: «Ona masal değil dos doğru bir söz olarak anlattım» dediğini
söylemiş. Ve: «Huzeyfe bu sözü ile hadisi Resulüllâh (SalMUthü Aleyhi ve
Selîem) 'den rivayet ettiğini anlatmak istemiştir.» demiş.
Bu hadisi Buhâri
«Kitâbü'l-Fiten», «KitâbüVSalât» ve «Kitâ-bü'z-Zekât» da, Titmizi ile îbni Mâcede
«Kitâbül-Fiten» de tahriç etmişlerdir.
Hz. Huzeyfe
(Raâiyallahu anh) 'm bu hadisi de mucizedir. Çünkü Hz. Ömer (Radiyallahu
anh)'in şehid edileceğini ve onun vefatından sonra bir takım fitneler zuhur
edeceğini haber vermektedir. Ubbî'nin beyanına göre burada haber verilen
fitnelerden murâdi. Hz. Osman (Raâiyallahu anh) 'in şehid edilmesi ve dalâlet fırkalarından
hâricilerin Hz. A1î (Radiyallahu anh)'a karşı isyanı gibi şeydir. Ceme1 ve
Sıffîn vakalarına bu haberin şümulü yoktur. Çünkü o vakalara iştirak eden zevat
hakkında «Ne bir ma'ruf tanır; ne de bir münkeri inkâr eder.» denilemez.
Fitne: Lügatta
imtihan, ibtilâ ve deneme mânalarına gelir. Küfür, rezalet azâb, harb,
musibet, dalâl ve günah mânalarında da kullanılır. Fakat bütün bu mânaların
aslı yine deneme mânasına gelen ihtibârdır. KaadiIyâz bu kelimenin Örfen:
deneme ile meydana çıkarılan her şeyde kullanıldığım; hayıra da şerre de itlâk
edildiğini söylüyor.
Bir kimsenin ehli yâni
ailesi hakkında fitneye düşmesi: onlar tarafından başına gelen elem, keder,
üzüntü, kötülük ve şüphelerdir. Komşusu hakkındaki fitneden murâd da, komşusu
zenginse onun gibi zengin olmak için üzülmesidir. Bu gibi fitnelerin Keffâreti:
beş vakit namazı vakitlerinde kılmak orucunu tutmak ve zekâtını vermektir
«Şüphesiz ki hayır ve
hasenat günahları giderir.» âyet-i kerîmesi, büyük günahlardan sakınmak şartile
beş vakit namaz küçük günahları giderir diye tefsir edilmiştir. Ekseri
müfessirlerin kavli budur.
İbni Abdilberr:
«Zamanımızda bazı ilim müntesibleri: Bütün büyük ve küçük günahlara namaz
vp-taharet kefââret olur; demiş; ve bu hadisle abdestin günahları ıskat
ettiğini bildiren hadisi delil göstermiştir» diyorsa da bu kavil
reddedilmiştir. Ebû Ömer: «Bu bir cehalet ve ayni zamanda ehl-i dalâletten
mürcie fırkasına muvafakattir...» demiştir.
Zuhur edecek
fitnelerin büyüklüğü ve husule gelecek hşrcü-merc deniz dalgasına
benzetilmiştir. Yanî kükremiş denizin dalgaları nasıl çalkalanır ve bir birine
çarparsa fitneler de öylece bir birini takip edecek demektir. Hz. Ömer
(Radiyallahu anh) m suali karşısında cemaatin susması, fitnenin bu nevini
bilmedikleri içindir. Onlar yalnız birinci nevi fitneyi bilirlerdi.
tabirinin asıl mânası
«baban Allah 'indir.» demektir. Fakat araplar bu cümleyi aferin makamında kullanırlar.
Nitekim : cümlesinin mânasıda «Babasız kalasın» demektir. Ama araplar ondan
böyle bir mâna kasdetmezler. Ebû Abdi11âh Temîmi'nin beyanına göre bu tabir bir
şeye teşvik makamında kullanılır. Zira bir kimsenin babası sağ olursa, başı
çiara geldiği zaman hemen ondan yardım ister; bu suretle fazla yorulmadan
emeline nail olur; şu halde buradk baba yardımcı demektir, «babasız kalasın» demek:
«Yardımcısız kalda
kendi işini kendin görmeye hazır ol!» mânasına taşır. Lisanımızda böyle bir
tabir bulunmadığından tercenıede onun yerine: «Allah hayrını versin» tabirini kullandık.
Fitnelerin kalplere
yerleşmesi de hasıra benzetilmiştir. Buradaki «arz olunur» tabirinden murâd:
fitnenin kalbe hasır gibi döşenmesi yânî yeri e sinesidir. Hasır üzerinde yatan
bir kimseye hasır nasıl yapışırda vücudunda iz bırakırsa fitne de ayni şekilde
kalbe yerleşir ve orada iz bırakır.
«Dal dal
arzolunmak»dan maksad: bazılarına göre fitnelerin tekerrürüdür. «Hasır gibi»
tâbiri de: hasır dokur gibi demektir. Yanı hasır dokuyan kimse hasır
çubuklarını nasıl birer birer örerse fitneler de peyder pey zuhur edecektir.
Hadisde fitnenin
tesirine kapılmayan kalpler mücellâ taşa, fitneyi kabul edenle- de tepesi
aşağı çevirilmiş destiye benzetilmiştir. Yanı hayırı kabul etmeyen bir kalp,
içinde su kalmayan ters çevrilmiş destiye benzer.
Sa'd b. Tarık'ın
«mürbaadd», «siyaha karışan şiddetli beyazdır.» diye tefsirde bulunmasını bazı
hadis imamları tashif kabul etmişlerdir. Onlar kelimenin şiddet değil «şebeh»
yanı benzerlik olacağı kanaatindedirler. Çünkü siyaha karışan beyaz, çok olursa
o renge araplar «belak» o rengi taşıyan şeye de «eblak» derler, «mürbaadd»
siyaha az miktarda beyaz karışandır. Lisanımızda buna boz renk tabir olunur.
Maamafih bu kelimeyi Sa'dın *efsir ettiği mânaya alanlar da vardır.
Hz. Huzeyfe Ömer
(Radiyalîahu anh) 'a : «Seninle bu fitneler arasında, kırılmak üzere bulunan
kapalı bir kapı vardır.» demekle, onun hayatında bu fitnelerin zuhur
etmeyeceğini anlatmak istemiştir. Kırılmak ta-birile dahi onların
önlenemeyeceğine işaret etmiştir. Çünkü kırılan bir şeyin yerine iadesi mümkün
değildir. Birde kırılmak ekseriya zorlamakla olur; âdetin hilâfınadır. Onun
için Buhârî 'nin rivayetinde Hz. Ömer (Radiyalîahu anh) 'in bunu işittiği
zaman: «Öyle ise ebediyyen kapanmaz» dediğini görüyoruz.
Yine o rivayetin
sonunda şu cümleler de vardır: «Huzeyfeye: Ömer bu kapıyı biliyormu idi?» diye
sorduk: Evet, yarından önce bu akşamın geldiğini bildiği gibi. (Biliyordu) Ben
ona masal değil hadis söyledim; dedi. Biz Huzeyfenin heybetinden çekinerek
(Kapının ne olduğunu) nıesrûk'a sordurduk. Mesruk sorunca Huzeyfe: bu kapı
Ömer (Radiyalîahu anh) 'dır, dedi,
Görülüyorki kapı
tabirinden murâd kendisi olduğunu Hz. Ömer (Radiyalîahu anh) biliyormuş.
«Öldürülecek veya ölecek»
tabiri hakkında Nevevî şu mütâlea-yı
beyân etmektedir: «Huzeyfe : (Radiyalîahu anh) 'in bu
ibareyi Peygamber (Sallallahü
Aleyhi ve Sellem) 'den böyle şekk ile işitmiş olması muhtemeldir. Bundan maksad
ölümü Huzeyfe'ye ve başkalarına müb-hem bırakmaktır. Bir ihtimâle göre de
Huzeyfe (Radiyalîahu anh) Hz. Ömer'in öldürüleceğini bilmiş, fakat yüzüne karşı
söylemekten çekinerek nıübhem bırakmıştır. Çünkü Ömer (Radiyalîahu anh)
kapıdan mu-rad kendisi olduğunu biliyordu. Bununla beraber Huzeyfe (Radiyalîahu
anh) 'm maksadı Hz. Ömer (Radiyalîahu anh) 'in öldürüleceğini haber vermek de
değildi.
«Egâlit» kelimesi
*üğlûta»nın cem'idir. Üğlûta: mugaleteya yarayan söz demektir. Bununla Hz.
Huzeyfe (Radiyalîahu anh) söylediği sözün masal yahut kendi, re'yi olmadığım,
dosdoğru rivayet edilmiş bir hadis-i Nebevi olduğunu anlatmak istemiştir.
Hâsılı fitnelerle
îslâmın arasındaki kapalı kapı Hazreti Ömer (Radiyalîahu anh) dır. O hayatta
kaldıkça İslama fitne girmeyecek, fitneler onun vefatından sonra zuhur
edecektir Nitekim öyle de olmuştur.
1 -Bazan
büyük âlimin bilmediğini ondan daha aşağı derecedeki bilir.
2 -Âlim
bazan maksadını yalnız bir kişiye anlatmak için rumuzla ifadei meram edebilir.
Çünkü anlar anlamaz herkese her bildiğini söylemeye mezun değildir.
3 -
Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Seltem) 'in hadisini mütezamnıin olmak şartile
ileride vukuu bulacak şeyler hakkında söz etmek mubahtır. Hakkında âyet, hadis
bulunmayan müstakbel hadisâttan bahsetmek ise memnudur.
232 - (145)
Bize Muhammed b. Abbâd ile İbni EM Ömer hep birden Mervân el-Ferâzîden rivayet
ettiler. İbni Abbâd dedi ki: Bize Mervan, Yezid yanî İbni Keysân'dan, o da Ebû
Hazım [206]'den, o da Ebû
Hüreyre-den naklen rivayet etti. Ebû Hüreyre şöyle demiş: Resulüllâh
(Sallallahü Aleyhi ve Sellem) :
«İslâm garİb başladı.
Ve (günün birinde) tekrar başladığı gibi garib olacaktır. Ne mutlu o
gariblere!» buyurdular.
(146) (Bana
Muhamraed b. Râfi' ile Fadl b. Sehl el-A'rac rivayet ettiler, (Dediler ki) :
Bize Şebâbetü'bnü Sev var [207]
rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Âsim — ki İbni Muhammed -el-Ömerîdir —
babasından, [208] o da îbni Ömer'den, o da
Peygamber (Saltalkthü Aleyhi ve Sellem) 'den naklen rivayet etti. Resulüllâh
(Salîatlahü Aleyhi ve Sellem)
«İslâm garib başladı.
Ve (günün birinde) tekrar başladığı gibi garib olacak, yılanın deliğine
çekildiği gibi iki mescidin arasına çekilecektir.» buyurmuşlar.
233 - (147)
Bize Ebû Bekr b. Ebî Şeybe rivayet etti. (Dedi ki): Bize Abdullah b. Ntimeyr
ile Ebû Üsâme, [209]Ubeydullah
b. Ömer'den [210] rivayet ettiler. H.
Bize İbni Nümeyr de
rivayet etti. (Dedi ki): Bize Babam rivayet etti. (Dedi ki): Bize Ubeydullah,
Hubeyb b. Abdirrahman'dan, o da Hafs b. Âsım'dan, o
da Ebû Hüreyre'den
naklen rivayet etti,
ki Resulüllâh
(SaUdUahü Aleyhi ye
Sellem)
«Muhakkak iman yılanın
deliğine çekildiği gibi Medine'ye Çekilecektir.» buyurmuşlar.
Hadis müttefekun
aleyhtir. Buhâri onu «Bâbu Fedâili'l-Medine»
de tahriç etmiştir.
Müslim sarihlerinden.
Kurtubî 'nin beyânına göre bazı hadis âlimleri bu hadisin başındaki «bede'e»
fi'lini hemzesiz olarak «bedâ» şeklinde okumuşlardır. Çünkü «başladı» mânasına
gelen «bede'e» fi'li mütead-dîdir; mef'ul ister, halbuki hadisde mef'ul
zikredümemiştir. Rivayet «bede'e» şeklinde hemze ile gelmişse de müşkildir.
Hatta ulemadan bazıları bu rivayeti kabul etmiyerek kelimenin «zuhur etti»
mânasına gelen «bedâ» şeklinde okunacağım iddia etmişlerdir. «Bedâ» kelimesi
lâzım fi'l olduğu için mef ule zaten hacet yoktur. Bu suretle hadis hem manen
hem de lâf-zan sahih olmuş olur. Ancak Kurtubî bu sözleri naklettikten sonra,
hadisin «bede'e» lâfzile rivayet edildiğini söyleyerek bunu kabul etmemenin
yersiz olacağını, «bede'e» lâfzile dahi mânanın sahih olduğunu bildirmiş; ve
«çünkü hadisden maksat: İslâmın az kimseler arasında intişare başladığını;
sonra yine az kimselerde kalacağım haber vermektir. «Zuhur etti» mânasına
gelen «bedâ» ise onu bu maksattan uzaklaştırır.» demiştir.
«Tûbâ»; masdanndan
alınmıştır. «Tîb» güzellik, temizlik, lezzet ve gönül hoşluğu mânalarına gelir.
İşte «fuİâ> veznindeki «tubâ» bu asıldan alınmış; «ta» nın harekesi zamme
olduğu için kelimenin «ya» si «vav» a çevrilmiştir.
Araplar «tubâ» yi iki
şekilde kullanırlar ve: «tûbâke» yahut «tûbâ leke» derler.
Bu kelimenin mânası
hususunda müfessirler ihtilâf etmişlerdir. Sul-tanülmüfessirin îbni Abbâ 'ya
göre ferah ve göz aydınlığı manasınadır. îkrime 'ye göre «sana verilen ne güzel
şeydir» Dahhâk'a göre: «sana gıbta ederim», Katâdeye göre: «hayı-ra isabet
ettin.» demektir. Bazıları: «Tûbâdan murâd; cennettir.» demiş; bir takımları da
cennette bir ağaç olduğunu söylemişlerdir. Nevevî ha-disdeki Tûbânın bu
mânaların her birine ihtimâli olduğunu söylüyor. Türkçemizde bu makamda:
«müjdeler olsun» «ne mutlu» gibi ta'biler kullanılır.
Gurabâ: garibin
cem'idir. Esas itibarile gurbet: uzaklık demektir. Onun için de vatanından uzak
düşenlere garib denilir. Yine bu mânadan alınarak sürgüne tağrib denilmiştir.
Hadisin ikinci
rivayetinde; îslâmın, deliğine çekilen yılan gibi. îki mescidin araşma çekilip
toplanacağı bildiriliyor. Bu mescitlerden murad Mekke ile Medine mescitleridir.
Hadisin mânası
hakkında Elmalılı Muhammed Hamdi Yazır merhum «Hak dini Kur'ân dili» nam
eserinde NemH sûresinin son âyetlerini Tefsir ederken şunları söylemiştir: «Bu
âyetin işaretine nazaran İslâmın istikbali gece değil gündüzdür. Sönük değil
parlaktır. Ara-sira basan gece zulmetleri onu dinlendirip tekrar uyandırmak
içindir. Bu mâna mâruf bir Hadis-i şerif ile şöyle beyan buyurulmııştur:
Bu hadisdeki «Seyeûdû»
fiilini ekseri kimseler «seyesîru» mânasına fi'li nakıs telâkki ederek: «İslâm
garip olarak başladı (yahut zuhuretti) yine başladığı gibi garip olacak» diye
yalnız inzar suretinde anlamış, bundan ise hep yeis, teammünı etmiştir. Halbuki
Kanıus'ta gösterildiği üzere «Âde» de olduğu gibi; dönüp yeniden başlamak mânasına
da gelir.
Bu hadis de böyledir.
Yani «islâm garip olarak başladı (veya zuhur etti) ileride yine başladığı gibi
garip olarak tekrar başlayacak (yahut yeniden zuhur edecek) ne mutlu o
gariplere» demektir. Hadisin âhirin-deki Fetûba onun inzar için değil, tebşir
için sevk buyrulduğunu gösterir, gerçi, bunda da dönüp garip olmak inzarı yok
değil, lâkin dönmeyip yeniden başlaması tebşiri vardır, İşte «Fetûbâ
lilgurebâ» müjdeside bunun içindir. Çünkü onlar sâbikun-i evvelûn gibidirler.
Binaen aleyh hadis de ye'si değil müjdeyi nâtıktır.
Elmahlı merhumun
izahatı burada bitti şimdi diğer İslâm ulemasının izahlarım görelim: Kaadi Iyâz
diyor ki: «İbni Ebî Üveys'in imam Malik (Rahimehullah)'dan rivayetine göre bu
hadisin mânası Medine 'de İslâmiyet garip olarak başlamış ve (günün birinde)
yine oraya dönecektir. Hadisin zahiri umum bildirmektedir. İslâmiyet bir kaç
kişi arasında başlamış sonra yayılarak meydana çıkmıştır. Daha sonra ona
noksanlık ve bozuntu arız olacak ve yine başladığı gibi bir kaç kişiden ibaret
kimselerde kalacaktır.
Gurebânın tefsiri bir
hadiste varid olmuştur. Resulüllah (Saîtallahü Aleyhi ve Sellem)'e:
— «Gurebâ kimlerdir ya
ResulüUâh?» diye sorulmuş. «Her kabilenin nezİ'leridir.» cevabını vermiştir.
Nezi' yahut nâzî:
Ailesinden uzak düşen manasınadır. Bununla Peygamber (SaîUdlahü Aleyhi ve
Seîlem) Allah ve Resulüllah aşkına ailelerinden uzak düşen muhacirleri
kastetmiştir. Restriüllâh (Sallalîahü Aleyhi ve Sellem) in. «islâmiyet
Medine'ye çekilir» buyurmasının mânası imanın evvel ve âhır bu sıfatta
kalmasıdır. Çünkü İslâmiyetin başında imanı halis ve İslâmı sağlam olan herkes
ya yerleşmek üzere muhacir olarak yahut Resulüllah (Sallalîahü Aleyhi ve
Sellem) 'i görmek, ondan bir şeyler öğrenmek ve ona yakın olmak aşkı ile
Medine 'ye gelirdi. Ondan sonra Hulâfâ-i Raşidin^ zamanında dahi onlardan
adalet numunesi almak, cumhuru sahabe (Ridvanullahi aleyhim) hazaratiyle
onlardan sonra gelen ulemaya uymak, intişar eden sünneti onlardan almak için bu
minval üzere devam ettiler. İman kalbine yer eden her müslüman Medineye
gelirdi. Bu iş tâ zamanımıza kadar devam ede gelmiştir. Maksat Peygamber
(Sallalîahü Aleyhi ve Sellem)'m kabrini ziyaret etmek onun gezdiği yerlerle,
eserleriyle ve ashab-ı kiramın eserleriyle teberruk etmektir. Binaenaleyh Medineye
ancak mümin olanlar gelir. «Kaadi îyâz'm izahı da burada bitti.
Davudi şöyle diyor:
«Bu mesele Peygamber (Sallalîahü Aleyhi ve Sellem) devriyle ondan sonra gelen
sahabe ve daha sonra gelen tabiîn devirlerine mahsustur. Çünkü o devirlerde
vaziyet dürüst idi.»
Kurtubi; «Bu hadisde o
devirler müslümanlannm doğru yolda ve bid'atlardan uzak olduklarına, onların
fi'llerinin bizim, için hüccet teşkil ettiğine tenbih vardır. Nitekim İmam
Malik'in mezhebi de budur.» diyor.
Buharı sarihi Aynî de
şunları söylüyor: «Bu hâl Peygamber (Sallalîahü Aleyhi ve Sellem) ile sahabe,
tabiîn ve tebe-i tabiîn devirlerine mahsustur, ki bu müddet doksan seneden
ibarettir. Ondan sonra haller değişmiş, bâ husus zamanımızda bid'atlar
çoğalmıştır.»
Ulema-i Kiramın
kavillerinden bu kadarcığını gördükten sonra, şunu da arz etmek isterim ki; bence
hadisi şerif kıyamete yakın müslümanlığm başladığı devre döneciğini yani
müslümanlarm azalacağını ve meşakkatlere mâruz kalacaklarını takrir
etmektedir. Nitekim bundan sonra göreceğimiz hadiste de kıyamete yakın, «Allah
Allah» diyen kimse kalmıyacağı bildirilmektedir. Dünya müslümanlannın bu günkü
hali nazarı dikkate alınırsa bu hadislerin geleceği haber veren birer mucize
olduğundan şüphe etmemek gerekir. Kanaati acizânemce bu hadisde inzâr veya
tebşir diye bir şey yok sadece vukua gelecek hakikati ihbar vardır. Ulemânın:
«İslâimn dalgah devirleri tebe-i tabiîn ile sona erer demelerine bakılarsa
îslâmm tekrar eski satvet ve şevketine dönmesi hayli şüphe götürür. Allah'ın
lütfü inayetinden hiç bir zaman ümidimizi kesmemekle beraber bu hadisi zahirî
mânası üzerine bırakmak bence eslimi tariktir. Allah'ü âlem.»
234 - (184)
Bana Züheyr b. Harb rivayet etti. (Dedi ki): Bize Affân [211]
rivayet etti. (Dedi ki): Bize Hammâd [212]
rivayet etti. (Dedi ki): Bize Sabit [213] ,
Enes'den naklen haber verdi ki, BesulüHâh (Sallallahü Aleyhi ve Selletn):
«Yeryüzünde : Allah,
Allah diyen kalmadıkça kıyamet kopmayocaktır.»
buyurmuşlar.
(...) Bize
Abd b. Humeyd rivayet etti. (Dedi ki): Bize Abdürrezâk haber verdi. (Dedi ki):
Bize Ma'mer, Sabitten, o da Enes'den naklen haber verdi. Şöyle demiş:
Resulüllâh (Sallallahü Aleyhi ve Sellem):
«Allah Allah diyen hiç
bir kimsenin üzerine kıyamet kopmaz.» buyurdular.
Bu hadis, kıyametin
kötüler üzerine kopacağım' bildiriyor. Mâna iti-barile:
«Kıyamet ancak
insanların berbâd ve rezilleri üzerine kopar.» hadisi gibidir.
Übbînin beyanına göre
kıyamet müminlerin ruhları kabzolunduk-tan sonra kâfirlerin üzerine kopacaktır.
Müminler Deccalla cenk ettikten sonra İsâ (Aleyhisselâm) ile buluşacaklardır;
nihayet Yemen'den gelen bir rüzgârla müminlerin ruhları kabzedilecektir.
Bu hadîs:
«Ümmetimden bir taife
kıyamet kopuncaya kadar hakka müzahir olmakta devam edeceklerdir.» hadisine
muarız gibi görünüyorsa da hakikatta aralarında münâfat yoktur. Çünkü o
hadisdeki «kıyamet kopuncaya kadar»'tabirinden murâd: kıyametin yaklaşması yani
Yemenden gelecek rüzgârın eseceği zamandır. Zira bu rüzgâr, kıyametin
alâmetlerinden biridir. Bir şeyin vaktinin yaklaşması o şeyin gelmesi mesabesindedir.
«Allah Allah» kelimeleri
bazı rivayetlerde mansubtur. Bu takdirde nasba âmil olan fi'l muzmerdir; ismin
tekrarı, fiil yerini tutmuştur. Buna nahiv ilminde «tahzir» derler, ki mef'ulûn
bihin bir nev'idir. Tahzir, bir şeyden sakındırmak demektir. O halde
<*Allâhe Allâhe» cümlesindeki rauz-mer fiilde «ihzer» yânî «sakın» fi'lidir.
Ve cümlenin mânası: «Allah'dan sakın diyeti hiç bir kimsenin üzerine kıyamet
kopmaz.* şekline girer.
Mezkûr kelimeleri
merfû' okuyanlar da vardır ki bunlardan biri de imam Müslim'dir. Merfû'
okunduğu takdirde cümle mübteda ve haber olur.
İbni Ca'fer bu hadisi
«Allah Allah» yerine «lâ ilâha illallah» kelime-i tevhidile rivayet etmiştir
ki, «Allah Allah», rivayetinin tefsiri demektir. Burada şöyle bir sual hatıra
gelebilir: Madem ki yer yüzünde bir gün «Allah Allah» diyen kalmayacak; o halde
bütün ümmet-i Mu-hammediyye—Ma'âzallâh—- irtidad edecek demektir? Bunun cevabı:
Hayır hadisde koca bir ümmetin irtidâdı mevzu-i bahis değil, müslüman kalmayacağından
bahsedilmektedir. Müslüman kalmaması ise irtidâdı icâbet-mez.
235 - (149)
Bize Ebu Bekr b. Ebû Şeybe ile Muhammed b. Abdillâh b. Nümeyr ve Ebû Küreyb
rivayet ettiler. Lâfız Ebû Kureyb'indir. Dediler ki: Bize Ebû Muaviye [214] ,
A'meş'den, o da Şakîk [215] 'den,
o da Hu-zeyfe'den naklen rivayet etti. Şöyle demiş:
BesulüHâh (SaîlaUahü
Aleyhi ve Sellem)fle beraber bulunuyorduk. (Bize hitaben) :
«İslâm kelimesini
söyleyenlerin adedi kaçtır. Sayın bana!» dedi. Bizde: «Ya Besulâllâh, adedimiz
altı yüzle yedi yüz arasında olduğu halde bize bir kötülük ederler diye mi
korkuyorsun?» dedik.
«Siz bilmezsiniz;
belki ibtilâ olunursunuz.» buyurdular. Huzeyfe
«Hakikaten az sonra
ibtilâ olunduk. O derecede ki bizden birimiz namazını bile ancak gizli kılmağa
başladı.» demiş.
Bu hadisi Buhâri ile
Nesâî «Kitâbü's-Siyer» de, îbni Mâce-de «Kitâbü'l-Fiten» de tahriç etmişlerdir.
Buhâri'de hadisin metni şöyledir:
Resulüllâh (Sallallahü
Aleyhi ve Seîlem) :
«Müsîümamm diyenleri
bana yazın!» buyurdular.
Bunun üzerine biz de
kendilerine 1500 kişi yazdık. Ve: Biz 1500 kişi olduğumuz halde daha korkuyor
muyuz? dedik.
Râvî diyor ki:
Vallahi (zaman oldu)
öyle bir ibtilâ olunduğumuzu gördüm ki, insan (evinde) yalnız başına namaz
kılarken bile korkuyordu.»
Hadis-i şerifin mevzuu
harbe iştirak için asker yazmaktır. Bu konuşmanın nerede geçtiği ihtilaflıdır.
îbni Tîn Hendek vakasında hendeğin kazıldığı sırada yapıldığına cezmen kail
olmuştur. Bazıları Uhud gazasına çıkarken, bir takımları da Hudeybiye'de
cereyan ettiğini söylerler. Ashab-ı kiram bu kadar kalabalık olduğumuz halde
neden korkuyoruz, diye şaşmışlar; fakat Resulüllâh (SallaUahü Aleyhi ve
Selîem^in irtihâlin-den sonra şaştıkları korku başlarına gelmiş. O derecede ki,
korkudan cemaata devam edemez olmuşlar. Namazlarını evlerinde kılarken bile
kor-kuyorlarmış.
Kaadî Iyaz diyor ki:
«İhtimâl Huzeyfe'nin bu sözü Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'in
vefatından sonra müslümanlarm Mekke'de bulundukları devirde müşriklerin namaza
mânı oldukları hengâma âiddir. Ama hadisin siyak ve lâfzına nisbetle bu ihtimâl
uzaktır. Çünkü «ibtilâ» cümlesi, üst tarafına «fa» ile atfolunmuştur. «Fa»
tertip ve takibe delâlet eder. Binaenaleyh ibtilânııı mezkûr konuşmadan az
sonra vâki olması ica-beder. İbtilânın Hz. Osman fitnesinde olması da muhtemeldir.
Ancak bu sözden kelimenin eam mânası, yanî din düşmanlarile ibtilâ kasdedilirse
o başka.»
Muhyiddin Nevevî de şunları
söylemiştir: «İhtimâl Huzeyfe (Radiyallahu anh) bu sözü ile Resulüllâh
(Sallallahü Aleyhi ve Sellem/den sonra cereyan eden bazı fitneleri kasdetmiş
olacaktır, o fitnelerde ashabın bazıları gizleniyor; namazım gizlice kılıyor,
meydana çıkarak fitne ve harbe iştirak etmekten korkuyordu.
Rivayetlerin birinde :
«Altı yüzle yedi yüz arasmdayız» diğerinde: «1500 kişi yazdık» denilmesine bakarak
Davudi: «Olabilir bu asker yazma işi muhtelif yerlerde bir kaç defa vukuu
bulmuştur.» demiştir. Bazıları iki rivayetin arasını bulmak için: «1500 den
murâd: erkek, kadın, köle ve çocuk, bütün müslümanlardır. Altı yüzle yedi yüz
arasından ise hassaten erkekler kasdedilmiştir.» diyorlar. Hatta hadisin bir
rivayetinde 1500 yerine sadece «500 kişi» denilmiştir. Bu da harbe iştirak
edenler diye te'vil olunuyor.
Nevevî bu te'villeri
sıraladıktan sonra şöyle diyor: «Bu te'vîller bâtıldır. Çünkü hadisin diğer
rivayetinde, 1500 adam yazdık diyerek bunların hepsinin erkek olduğu tasrih
edilmiştir. Sahih te'vil şudur: Sayıları altı yüzle yedi yüz arasında olanlar,
hasseten Medine'dendir.. 1500 adedi bunlarla birlikte etraftan gelen
müslümanlarm mecmu'udur.»
Mühe11eb :
«Müslümanları müdafaa icabettiği zaman hükümdarın asker yazması sünnettir.
Vatan tehlikeye düşünce eli silâh tutan herkese cihâd farzolur.» diyor.
«Hadîs-i Şerif bir
şeyi vukuundan önce haber veren mucizelerdendir. Çoklukla övünmenin ilâhî
cezayı nıüstelzim olduğu bu hadîs-i şeriften çıkarılan hükümlerdendir.»
236 - (150)
Bize İbni Ebû Ömer rivayet etti. (Dedi ki): Bize Süfyan Ztihri'den, o da Âmir
b. Sa'd'dan, o da Babasından (m) naklen rivayet
(6?4) Ebu İshâk Sa'd
b. Ebû Vakkaas (R.A.): Ensar-ı Kiramdan ve hayatlarında cennetle müjdelenen
bahtiyarlardandır. Bedir gazasiyle diğer bütün gazalara iştirak etmiştir.
Peygamber (S.A.V.) den 270 hadîs rivayet etmiştir. Vefat tarihi 55 veya 57 dir.
etti. Babası şöyle
demiş: Resulüllâh (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) (askere) bazı şeyler taksim
etti. Ben:
— Yâ Resulâllâh,
filâna da ver; çünkü o mü'mincür, dedim. Peygamber (Salîallahü Aleyhi ve Sellem) :
«Yahud müslimdir.»
buyurdu. Ben sözümü üç defa tekrarladım. O da bana üç defa: «Yahud müslimdir.» diye red cevabı verdi. Sonra:
«Ben —kendimce başkası
daha lâyık olduğu halde— (bazen) bir adama (sırf) Allah onu yüzü üstü
cehenneme atmasın endişesi ile (bir şeyler) veriyorum.» buyurdular.
237 - (...)
Bana Zübeyr b. Harb rivayet etti. (Dedi ki): Bize Yâkûb b. İbrahim rivayet
etti. (Dedi ki): Bize İbni Şihâbın kardeşi oğlu, Amcasın-rivâyet etti. Demiş
ki: Bana Amir b. Sa'd b. Ebû Vakkaas, Babası Sa'd'dan naklen haber
verdi ki, Resulüllâh (Sallallahü Aleyhi ve
Sellem), (Sa'd'da aralarında oturmakta
iken bir kaç kişiye dünyalık vermiş. Sa'd hâdiseyi anlatırken) şöyle demiş:
Resulüllâh (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) (onlardan birini bıraktı; ona bir şey
vermedi. Halbuki en çok beğendiğim o idi. Bunun
üzerine ben:
— Yâ Resulâllâh,
filânı neye bıraktın? Vallahi ben onu pek mü'mîn görüyorum, dedim. Resulüllâh (Sallallahü Aleyhi ve
Sellem):
«Yahud müslim.» dedi.
Biraz sustum. Sonra
yine o zat hakkındaki bilgim galebe çalarak: — «Yâ Resulâllâh! Filânı neye
bıraktın? Vallahi ben onu pek mü'min görüyorum, dedim. Resulüllâh (Sallallahü
Aleyhi ve Sellem) yine: «Yahud müslim» buyurdu.
Biraz daha sustum.
Sonra yine o zat hakkındaki bilgim galebe çaldı. Ve: Yâ Resulâllâh! Filânı
neye bıraktın? Vallahi ben onu pek mü'min görüyorum, dedim. Resulüllâh (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) tekrar:
«Yahud müslim. Ben
—başkası benim için daha makbul olduğu halde— (bazan sırf) bîr adam yüzü üstü
cehenneme atılır endişesiyle ona bir şeyler veriyorum.» buyurdular.
(...) Bize
Hasen b. Aliy el-Hulvani ile Abd. b. Humeyd rivayet ettiler. Dediler ki: Bize
Ya'kûb —ki tbni İbrahim b. Sa'd'dır — rivayet etti. (Dedi ki): Bize Babam, Salîh'
[216]
den, o da İbni Şihâb'dan naklen rivayet etti. Demiş ki: Bana Âmir b. Sa'd,
Babası Sa'd'dan naklen onun şöyle dediğini rivayet etti:
Resulüllâh'(Satîaîlahü Aleyhi ve Sellem), bir kaç kişiye atiyye verdi. Ben de
aralarında oturuyordum... İlâh, İbni Şihâb'ın kardeşi, oğlunun Amcasından
rivayet ettiği hadis gibi tahdisde bulundu. Şunu da ziyade eyledi: Ben
Resulüllâh (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) 'e giderek: fi lanı neye bıraktın?
diye fısıldadım.
(...) Bize
Nasen el-Hulvani dahi rivayet etti. (Dedi ki): Bize Ya'kub rivayet etti. (Dedi
ki): Bize, Babam, Sâlih'den, o da İsmail b. Muhammed' [217] den
naklen rivayet etti. Demiş ki: Ben Muhammed b. Sa'd'ı bu hadisi rivayet ederken
dinledim. Rivayeti esnasında şöyle dedi: Bunun üzerine Resulüllâh (Sallallahü
Aleyhi ve Sellem) omuzumla ensem arasına eliyle dokunarak:
«Müdafa'amı ediyorsun?
Ey Sad! Ben adama veriyorum işte!» buyurdular.
Bu hadisi Buhâri ile
Ebû Davud da tahriç etmişlerdir. Sahih-i Buhâri'deki yeri: «Kitabü'1-İman» ve
«Kitabu'z-ZekâUtır.
Hadisin bir tariki
hususunda imam Müs1im'e itiraz edilmiştir. Çünkü bu tarikde Müslim hadisi
Süfyân b. Uyeyne vasıtasiyle Zühri'den rivayet etmektedir. Halbuki Humeydi,
Said b; Abdir-rahman ve Muhammed b. S abbâh, Süfyan'la Zyhri'nin arasında
Mamer'i de zikrederler. Mahfuz olan da budur. Müslim onu senedden düşürmüştür.
Btı itiraza Nevevî şu
cevabı vermiştir; « Süfyân 'm bu hadisi bir defa Zühri'den, bir defa da
Ma'mer'den dinlemiş; ve her iki veçhe göre rivayet etmiş olması muhtemeldir.
Binaenaleyh rivayetlerin biri diğerine dokunmaz,»
Sarihlerden bazıları
Nevevî nin sözünü de cây-i te'emmül bulmuş; fakat vechini beyân etmemiştir. Bu
te'emmülün vechini Buhâri sarihi Aynî şöyle izah ediyor: Cami' denilen
kitaplarda olsun, müsned-lerde olsun Süfyân b. Uyeyne 'nin rivayetleri hep
Ma'mer vasıtasile Zuhrî 'dendir. Rivayetler Mamer'i zikretmekte bir birini
tutarlar. Senedden Ma'mer 'i düşüren, yalnız Müslim 'dir. Halbuki Müs1im'in
şeyhi Muhammed b. Yahya 'nin «Müs-ned» inde Ma'mer zikredildiği gibi Ebû
Nuaym'in «Müstahrec »inde de mevcutdur. Ebû Mes'ud «EI-Etraf» nam eserinde
buradaki vehmin râvi İbni Ebî Ömer 'den geldiğini söylemektedir. Müs1im'e
rivayet ederken onun vehmetmiş olması muhtemeldir; fakat bu ihtimal teayyün
etmiş değildir. Vehim Müslim 'den de olabilir; Nevevi 'nin dediği gibi de. İhtimâl kapısı
açıktır.»
Raht'ın mânası
hususunda çok ihtilâf edilmiştir. Raht : sayıları ondan aşağı olan erkeklerdir;
diyen olduğu gibi: üçten ona kadar olan cemaattır; yediden ona kadar olan
cemaattır; sayılan yediden üçe kadar inen cemaattır; diyenlerde olmuştur.
Kelime ism-i cemi' olup kendi lâfzından müfredi yoktur.
Bazan bu kelime on
kişi hakkında kullanılır. «Rahtu'r-racül» yani kişinin rahatı tâbiri: babasının
oğulları, kabilesinin adamları mâna-larınadır. Cem'i erhut ve erhât; cem'inin
cem'i de: erâhit ve erâhît gelir. Bu kelime adetle birlikde kullanılırsa şahıs,
kişi mânası ifâde eder. «se-lâsetü raht in» üç kişi demektir.
Hadis-i şerif
Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'in bir atıyye ve ihsan tevzini
anlatıyor. Hz. Sad b. Ebî Vakkas (Radiyaîlahu anh) 'm görüp hikâye ettiği bu
taksimde Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Seîlem) imanı zaif olan bazı kimselere
ihsanda bulunmuş; dinî bütün fakir müslümanlar-dan bazılarına bir şey
vermemiştir. Bunu gören Sa'd (Radiyaîlahu anh) «Yâ Resulâllâh, filâna da ver;
çünkü mü'mindir.» demiş; Peygamber (Satlallahü Aleyhi ve Sellem) buna sadece
«yahud m üs I imdir.» cevabını vermekle iktifa etmiştir. Bu sözden muradı:
«Filân mü'min'dir, diye kestirip atma; çünkü kalben inanıp inanmadığını
bilmezsin. Mü'min diyeceğine müslim, de zira müslim: teslim olan mânasına
gelir.» demektir.
Hz. Sa'd 'in
gösterdiği zatın ismi Cail b. Sürâka 'dır. Fukara 'dan bir zât olup Uhud ve
diğer gazalara iştirak etmişti. Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'in onu
bırakıp da imanı zaif olanlara vermesi ona bir şey vermese de dininden
dönmeyeceğini bildiği içindir. İmanı zaif olanlara atiyye ve ihsanda bulunması
ise kalplerini îslâmiyete yatıştırmak içindir. Bunlara «müellefe-i kulûb»
denilir. Nitekim Resulüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) de :
«Allah onu yüzü üstü
cehenneme atmasın diye veriyorum.» buyurarak bu ciheti izah etmiştir. Böyle
tepe taklak cehenneme atılmasına sebep:
Kendisine bir şey
verilmediği takdirde irtidâd etmesi yahud Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve
Sellem)'i cimrilikle ithamda bulunarak dinden çıkmasıdır.
Tepe taklak cehenneme
atmak, küfürden kinayedir. Çünkü bu mâna küfrün lâzımıdır. İbarede lâzım
zikredilmiş; melzunı murâd olunmuştur.
Hadisin zahiri:
«De ki : Siz iman
etmediniz; bari müslüman olduk deyin!» âyet-i kerimesine uymaktadır.
İkinci rivayette Hz.
Sa'd kendinden bahsettiği halde: «Ben de aralarında oturmakta iken» demeyip:
«Sa'd 'da oturmakta iken...»
ifâdesini kullanması
ve keza beğenen Resulüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) olduğu halde «en çok
beğendiği» demeyip «en çok beğendiğim»
demesi bedî' ilmine göre birer
iltifattır.
«Sa'd'da aralarında
oturmakta iken...» ibaresi tecrid de olabilir. Yani kendinden bir şahıs tecrid
ederek sanki oturan başka biri imiş gibi göstermiştir.
Hasılı Peygamber
(Sallallahü Aleyhi ve Seîlem) sevdiği ve takdir ettiği fakir bir muhacir olan
Cail (Radiyaîlahu anh) 'a bir şey vermeyerek müellefe-i Kulûba vermesinin iki
sebep ve hikmete istinâd ettiğini Hz. Sa'da
tenbih eylemiştir.
1-
Müellefe-i kulûba bir şey vermese belki irtidâd ederler ve ebedî kalmak üzere
yüzleri aşağı cehenneme atılırlardı.
2 - Bir
kimseyi medhu sena ederken onun bâtîni umurunu söylenıek-;en sakınmak gerekir;
çünkü bâtını ancak Allah bilir.
Burada şöyle bir sual
hatıra gelebilir. Cail (Radiyaîlahu anh) 'in hâ-is bir mü'min olduğunu
Besulüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) de bildiği e takdir ettiği hâlde acaba
Sa'd (Radiyaîlahu anh) gibi bir zâtın onun manı hakkındaki şehâdetini neden
kabul etmemiştir?
Cevap: Çünkü Hz. Sa'd
'm; «Vallahi ben onu pek mü'min görüyorum.» sözü, şehadet için değil, onu
medhu sena etmek ve kendisine bir şeyler verilmesi hususunda tevessülde
bulunmak gayesile söylenmiştir. Onun içindir ki, Peygamber (Sallallahü Aleyhi
ve Seîlem) bu söz üzerinde onunla münâkaşa etmiştir. İmanı hakkındaki kanaatini
kabul etmiştir:
«Ey Sa'd! Ben adama
veriyorum işte.» buyurması bunu gösterir.
1 - Ülülemir ve diğer büyükler nezdinde bir kimse için
şefâ'atte bulunmak caizdir.
2 - Fesada nıüeddî olmamak şartile bir mesele hakkındaki
müracaat tekrar edilebilir.
3 - Bir meseleyi iyice anlamak, yüzde yüz bilinmeyen bir
şey hakkında kafi hüküm vermemek icâbeder.
4 - Müslümanların hükümdarı ehemmiyet derecelerine göre
müslü-manlara âtiyye verebilir.
5 - Nezdinde şefaatte bulunulan zât şefaati maslahata
muvafık bulmayarak reddederse mes'ül olmaz.
6 - Bu takdirde şefaatini neden kabul etmediğini
şefaatçıya bildirerek Özür dilemek gerekir.
7 - Bir kimse maslahata muvafık gördüğü bir hususu
kendinden yüksek mertebedeki zâta arzederek o bâbta tefekkür ve te'emmülde bulunmasını
isteyebilir.
8 - Aşere-i mübeşşere denilen on zâttan mâada hiç bir
kimse hakkında aletta'yîn cennetliktir diye kafi hüküm verilemez.
9 - İmân hususunda kalben i'tikad bulunmadıkça dille
ikrar fayda vermez. İcma'da budur.
Bundan dolayıdır ki,
münafıkların küfrüne
hükmolunmuştur. Ulemâdan bir cemaat müslümanın inşâallâh ile takyid etmeksizin
«ben mü'minim» demesinin caiz olduğuna istidlal etmişlerdir. Bu meselede Sahabe
(Radtyalîaku Anhüm) devrinden bu güne kadar ihtilâf oluna gelmiştir. Tahkik
edilirse; her kavlin bir vechi olduğu görülür. în-şâllah ile takyid ederek
söyleyenler kendisi için levh'i mahfuzda yazılı bulunan mukadderatın gâib
olduğuna işaret ederler. Mutlak
söyleyenler, kelimenin şimdiki hükmünü haber verirler. Evzâî ile diğer bazı
ulemâya göre her iki vecih caizdir. Ehl-i tahkik ulemaînın mezhebi de budur.
10 - İmâm
Mâlik ile cumhuru ulemâya göre bu hadis, zann üzerine yemin etmenin caiz
olduğuna delildir. Buna «yemîn-i lâğv» derler.
Yemin-i lâğv hakkında
ulemâdan altı kavil rivayet olunur, ki bazıları şunlardır;
a) İmâm Mâ1ik'in kavli,
b) İmâm
Şâfiî'ye göre yemin-i lâğv kasıd olmaksızın dile geliveren yemindir. «Bilmem
vallahi» gibi. Hz. Şafiî Âiş Q(Radıyallahu Anhâ) dan merfu' olarak rivayet
edilen bir hadisle istidlal eder. İmâm Muhammed'in rivayetine göre imâm A'zam'm kavli de budur,
c)
Hanefilerce meşhur olan kevle göre yemin-i lâğv: doğru zannile edilen fakat
aksi zuhur eden yemindir. «Vallahi ben falan işi yapmadım» diye yemin ettikden
sonra o işi yaptığı anlaşılmak; bir şahsı Zeyd zannederek «Vallahi bu adam
Zeyddir»; dedikten sonra o şahsın Amir olduğu meydana çıkmak gibi.
11 - Kaadî Iyâfc
imanla İslâm arasında ıfark bulunduğuna btu hadisin en sahih bir delil
olduğunu söylüyor. Ve: «îman bâtındır; kalbin amelidir. İslâm zahirdir; azanın
amelleridir.» diyor. «Lâkin buna her mü'-min müslümandır; fakat her müslim
mÜ'min olmayabilir.» diye cevap verilmiştir. Nitekim bu hadisin lâfzı da ayni
mânaya delâlet ediyor. Maama-fih bazan bu iki kelime bir birinin müteradifi
olarak ayni mânaya da kullanılırlar. Bu bâbta iman bahsinde tafsilât
verilmişti.
12 - Müs1im
şârihlerin.den Ebû Abdillâh et-Teymî: «Bu hadisde kendisine atiyye
verilen şahsın mü'min olmadığına işaret vardır.» demişse de bu söz kabul
edilmemiştir. Çünkü Pepgamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'m:
«Başkası benim için
daha makbul olduğu halde...» buyurmuş olması onun mü'min olduğuna delildir. Şu
kadar var ki imanı zaiftir.
238 - (151)
Bana Harmeletü'bünü Yahya rivayet etti. (Dedi ki): Bize İbni Vehb haber verdi.
(Dedi ki): Bana Yunus. İbni Şihâb'dan, o da Ebû Selemete'bnî Abdirrahmân'la
Said b. el-Miiseyyeb'den, onlar da Ebû Hureyre'den naklen haber verdi ki,
Kesulüllâh (Saiîaîîahü Aleyhi ve Sellem) : «Biz şüphe etmeye İbrahim
(Saiîaîîahü Aleyhi ve Sellemyden daha lâ-yıkız : Hânı, Yâ Râbbî ölüleri nasıl
dirilteceğini bana göster, demişti. Rab-bî: İnanmadın mı yoksa? demiş. O da:
Yok inandım ama kalbim mut-mein olsun diye (sordum) demişti [218]
Allah Lûf'a da rahmet
eylesin! Filhakika o pek muhkem bir istinâdgâha (Allah'a) sığınıyordu. Eğer ben
zindanda Yusuf'un kaldığı kadar uzun müddet kalsaydı m (zindandan çıkarmaya
gelen) da'vetçi-ye mutlaka icabet ederdim.»
buyurmuşlar.
(...) Bu
hadisi bana inşallah Abdullah b. Muhanımed b. Esmâ'ed-Du-baî [219] de
rivayet etmiştir. (Dedi ki): Bize Cüveyriye [220],
Mâlik'-den, [221] o da Zühri'den naklen
rivayet eyledi. Zühriye de Saidü'bnü'I-Müseyyeb ile Ebû Ubeyd [222],
Ebû Hüreyre'den, o da Resulüllâh (Saîlalkthü Aleyhi ve Sellem) 'den naklen
Yunus'un Zühri'den rivayet ettiği gibi haber vermişler.
Mâlik hadisinde:
«Lâkin kalbim mutmein olsun, (dedi), Sonra Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve
Sellem) bu âyeti bitinceye kadar okudu» ifadesi vardır.
(...) Bize
bu hadisi Abd b. Hümeyd rivayet etti. Dedi ki: Bana Ya'kûb
yani İbni İbrahim b. Sa'd rivayet etti.
Dedi ki: Bize Ebû Üveys [223] ,
Zühri'den naklen Mâlik'in isnâdile onun rivayeti gibi tahdis etti; ve: sonra
hu âyeti bitirinceye kadar okudu, dedi.
Bu hadisi Buhâri
«Kitâbu bed'ü-halk» ve «Kitâbü't-Tefsir» de, Müslim «Kitâbü'l-Fedâil» de, îbni
Mâcede «Kitâbül-Fiten» de tahriç etmişlerdir.
Bazı ulemâ onun bir
sebebi olduğunu söylerler.
«Hani İbrahim : Ya
Rabbî, ölüleri nasıl dirilteceğini bana göster, demişti.» [224]
âyet-i kerîmesi nazil olunca bazı kimseler. «İbrahim (Aleyhisselâm) şüphe etmiş
ama bizim Peygamberimiz şüphe etmedi» demişler. Resulüllâh (Sallallahü Aleyhi
ve Sellem) bunu duyunca :
«Şüphe etmeye biz
İbrahim'den daha lâyıkız...» buyurmuşlar.
Gerek Hz. İbrahim
(Aleyhisselâmym Teâlâ hazretlerine ölüleri nasıl dirilteceğini sormasının
sebebi gerekse Peygamber (Saîlalkthü Aleyhi ve Setlem)'in:
«Şüphe etmeye biz
ibrahim'den daha lâyıkız...» sözünün mânası hususunda pek çok ihtilâf
edilmiştir. Bunların bazıları şunlardır:
1- Hz.
İbrahim (Aleyhisselâm) bu suali Peygamber
olmazdan evvel sormuştu. Taberî âyeti zahiri mânasına hamletmiş; ve suale
şeytanın vesvesesi sebep olduğunu, ancak çabuk gelip geçtiği için imânına dokunmadığını söylemiştir. Tâberî, İbnî Abbâs (Radiyallahu
on/ij'dan rivayet edilen bir eserle istidlal etmiştir. Abd b. Humeyd, İbni Ebî Hatim ve Hâkim'in tahriç
ettikleri bu eserde İbni Abbâs
(Radiyallahu anh) : «Kur'ân-ı Kerîm'de en ümidbahs, âyet Hz. İbrahim'in:
Yâ Râbbî, Ölüleri
nasıl dirilteceğin! bana göster... âyetidir. Bu suâl şeytanın kalplere verdiği
vesveseden neşet etmiştir. Allah da İbrahim 'in suâline evet diyerek râzî
olmuştur.» demiştir.
2 - «Hz.
İbrahim'in suâline sebep şudur. Nemrud kendisine: senin Rabbin kimdir?» diye
sorduğu ve onun da: «Benim Rabbim öldüren ve dirilten zât-i Ecellü
A'Iâdır, diye cevap verdiği vakit
İbrahim (Aleyhisselâm) kudreti ilâhiyye
hakkında asla şüphe etmediği halde ölüleri nasıl dirilteceğine merak etmiş ve
kalbi mutmein olsun diye sormuştur.» Bunu
Taberi, İbnî İshâk 'dan rivayet etmiştir.
3 - Şöyle
diyenler de vardır; Hz. İbrâhim (Sallallahü Aleyhi
ve Sellem) :
(Nemrud'a:) Benim
Rabbim öldüren ve diriltendir, dediği vakit Nem-rud mel'unu:
Öldüren ve dirilten
benim, diye mukabele etmiş. Ve bir mahbusu serbest bırakmış; bir adamı da
öldürmüş. Serbest bırakmaya diriltme adını vererek: işte öldürdüm ve dirilttim;
demiş, İbrahim Aleyhisselâm:
«Amâ Allah'ın
diriltmesi ruhu bedene iade sûretile oluyor» deyince
Nemrud :
Gözünle gördün mü?
demiş. Hz. İbrahim bu suâle:
Evet demeyerek başka
takrire geçmiş. Bunun üzerine Nemrud
mel'unu şunu söylemiş
:
Rabbine söyle! Ölüyü diriltsin;
yoksa seni öldürürüm. İbrahim Aleyhisselâm da sormuş.
4 - Bu
suâlin »mânası: Ya Râbbî bana ölüleri diriltme iktidarı ver, demektir.
Te'eddüben böyle söylemiştir.
5 - Suâlin
mânası: Yâ Rabbî! Ölüleri nasıl dirilteceğini bana göster ki senin Halil'in
olduğumu bileyim demektir;
6 - Bu suâl:
senin Halil'in olduğuma kalbim mut'meinolsun manasınadır.
7 - Bir
takımları; Ölüleri nasıl dirilteceğini bana göster, ki duamı kabul ettiğini
bileyim, demektir. Mutâleasında bulunmuşlardır.
9 - Bu
suâlin mânası:
«ölüleri nasıl
dirilttiğini bana göster ki, sana duâ ettiğim zaman duamı kabul buyuracağını
arılayayım...» demek olduğunu ileri sürenler ve daha başka türlü söyleyenler de
vardır. Kaadî Ebû Bekir el-Bâkıllânî bu
son kavlî ihtiyar etmiştir.
Peygamber (Sallallahü
Aleyhi ve Sellem)'in:
«Şüphe elmeye biz
İbrahim'den daha lâyıkız...» hadisi üzerindeki ihtilâfa gelince: Bu hususda
ezcümle şöyle denilmiştir.
1 - Bu sözün
mânası: Biz Ölüleri nasıl dirilteceğini görmeye İbrahim
(Aleyhisselâm)'dan daha meraklıyız, demektir.
2 - Bu
sözden murâd: Allah'ın ölüleri dirilteceğine biz şüphe etmeyince İbrahim
(Aleyhisselâm) evleviyetle şüphe
ermemiştir. Yani Peygamberlere şüphe gelebilse şüphe etmeye ben İbrahim (Aleyhisselâm) 'dan da lâyık olurdum. Benim şüpheye
düşmediğimi pekâla bilirsiniz. O halde onun da şüphe etmediği malumunuz olsun!
demektir. Resuliillâh (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) bunu ya tevâzuundan
söylemiştir. Yahut o sırada kendisinin
İbrahim (Aleyhisselâm) 'den efdal olduğunu henüz bilmiyormuş.
3 -
Resuliillâh (Sallallahü Aleyhi ve Setîem) bu sözü ile âdeti kasdet-
miştir. Zira birini
müdâfaa eden bir kimse: «Ona söyleyeceklerini bana söyle!» der. Bundan maksad:
«Ona bunları söyleme» demektir.
4 -
Resulüllâh (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)
bu sözü ile kendini değil, ümmetini kasdetmiştir. Kendisinin şüphe
etmeyeceği ismet delili ile malumdur. Çünkü Peygamberler şek ve şüpheden
masumdurlar.
5 - Bu sözün
mânası: «Sizin şüphe saydığınız şeye ben daha lâyıkım, çünkü o şüphe değil,
daha ziyâde izah buyurülmasını istemekdir.
6 - Bâzı
arabiyyât âlimlerinden rivayet olduğuna göre ism-i tafdil denilen «ef'al»
sigâsı bazen, bir mânanın iki şeyden nefy-i mânasına gelir. «Şeytan filancadan
daha hayırlıdır.» derler ki, ikisinden
de hayır yoktur, manasınadır. Bu takdire göre hadisin mânası: ne ben şüphe
ettim, ne de İbrahim (Aleyhisselâm) demek olur.
Bu sen kavil gayet
vazıh olduğu için en ziyâde şâyan-ı kabul görülmüş; ve: Peygamber (Sallallahü
Aleyhi ve Sellem)'in bu sözü ile İbra-h i m (Aleyhisselâm) 'den şüpheyi nefî
hususunda mübalağa kasdettiğine inanmak vaciptir, denilmiştir.
İbni Atıyye diyor ki:
«İbni Abbas'ın: Bence en ümid-bahş âyet budur, demesi, âyet, Allah'ın rahmet ve
mahabbetine son derece güvenmeyi ve dünyada qndan ölüleri diriltmesi bile
istendiğini bildirdiği ve yahud îman hususunda derine dalmayıp icmâlen
inanmanın kâfi geleceğine işaret ettiği içindir.»
Â1ûsî «Ruhu'l-Ma'anî»
adlı tefsirinde şunları söylemiştir; «Bu makamda bazı muhakkıkların Halilullah
(İbrahim) (Aleyhisselâm)\ müdâfaa sadedinde yazdığı sözler hoşuma gider, şöyle
ki:
İbrahim
(Aleyhisselâm)'in suâli-ma'âzallah-dinî bir emirde şüpheye düştüğü için
değildi. Bu suâl diriltmenin mahiyetini anlamak için onun nasıl yapılacağına
dâirdi. İman için ise; diriltmenin ne suretle yapılacağını bilmek şart
değildir. Binaenaleyh Halîlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) imân etmek için
bilinmesi şart olmayan birşey sormuştur. Suâlin «Keyfe» yani «nasıl» sigasile
yapılmış olmasıda bunu gösterir. Keyfe» hâli sormak için vaz' edilmiş bir
kelimedir. Bunun misâli: «Zeyd halk arasında nasıl hükmediyor?» suâlidir. Bu
suâli soranın Zeyd'in hâkim olduğunda şüphesi yoktur. O ancak hükmün nasıl
olduğunu sorar. Eğer Zeyd'in hâkim olup olmadığını sormak isteseydi: «Zeyd
hâkim mi oldu?» derdi. İşte bazı kimseler, vehimlerine kurt düşerek bu âyetten
dolayı İbrahim (Aleyhisselâm)''a —hâşa—şüphe nisbet edince, Peygamber
(Sallallahü Aleyhi ve Sellem) tevazu' yolu ile :
«Biz şüphe etmeye
İbrahim'den daha lâyıkız.» yani; biz bile şüpheye düşmedik;
İbrahim (Sallallahü Aleyhi ve Seîiem) in şüpheye düşmediği ise
levveliyetle sabittir; diyerek bu vehmin önünü almıştır.»
İmam Şafiî
(Rahimehuîlah) 'in da hadisi bu tarzde tefsir ettiği rivayet olunur. Kaadî
Iyâz: «İbrahim (Salîaîlahü Aleyhi ve Sellem) Allah'ın ölüleri dirilteceğinde
şüphe etmemiştir. Lâkin diriltmenin ne şekilde olduğunu görerek kalbinin
mütmein olmasını ve münâ-1 zeadan vaz geçmesini istemiştir. Diriltmenin vakî
olacağını biliyordu. Keyfiyetini de görmek sûretile öğrenmeyi arzu etti. îlm-i
yaldninin ziyadeleşmesi için sormuş olması da muhtemeldir. Çünkü ilimler
kuvvet itibârile bir birinden farklıdırlar. İlmi yakından, ayne'l-yakme geçmek
istemiş olabilir.» diyor.
Buraya kadar serd
edilen kavillerden anlaşılıyor ki, Hz. İbrahim (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)
'in suâli şüpheden neş'et etmiş değildir. O aynen müşahede sûretile ilmini
arttırmak istemiştir. Elbet bir şeyi gözle görmek, nazarî olarak bilmekten
daha müfiddir.
Teâlâ Hazretleri
İbrahim (Aleyhîsselâm) 'in kemâl-i imanını bildiği halde imanını bir daha
ikrar ettirmek için:
«Benim ölüleri
dirilteceğime inanmadın mı yoksa?» buyurmuş; İbrahim (SallcdUûıü Aleyhi ve
Sellem) de: «Yok inandım, ama kal-fcim mutmeinn olsun diye sordum.» cevabını
vermiştir. Bu cevaptan sonra Teâlâ hazretleri Halîl-i Ekreminin arzusunu is'âf
eylemişç ve ona dört tane kuş almasını emir buyurmuştur. Bu kuşların ne cinsden
oldukları ihtilaflıdır, îbni Abbas (Radiyallahu anh) 'a göre turna veya koğu
kuşu, tavus, horoz ve güvercindir. Mücâhid ile Ikrime'ye göre: güvercin,
horoz, tavus ve kargadır. Mücâhid'in İbni Abbas (Radiyallahu anh) 'dan
rivayetine göre ise: Tavus, kartal, karga ve güvercindir. Daha başka kuş ismi
söyleyenler de vardır.
ibrahim (Aleyhîsselâm)
kuşları tutunca Teâlâ Hazretleri bunları kesip dörder parça yapmasını, sonra
her parçayı bir dağa bırakmasını emir buyurmuş. İbrahim (Sallallahü Aleyhi ve
Sellem) bunu da yaptıktan sonra onları çağırması emrolunmuş, O da çağırmış.
Bir de ne görsün! Her kuşun tüyü tüyüne, kanı kanma, eti etine doğru uçuyor,;
kuşların bütün uzuvları yerlerine dönüyor... Böylece bir anda hepsi eski
hallerine dönerek süratle Hz. İbrahim'in yanma gelmişler. Allah her şeye
kaadirdir. Nitekim Bakara sûresinde bu hadiseyi hikâye eden âyet-i kerîmenin
sonunda:
«Allah aziz ve
hakimdir.» buyurarak her şeye kaadir her
fi'linde ce hikmetler bulunduğuna işaret etmiştir.
Hadisin Lût
(Aleyhisselâm) 'dan bahseden cümlesine gelince: Hz. Lût (Sallallahü Aleyhi ve
Sellem) İbrahim (Aleyhisselâm) 'm kardeşi oğludur. Ona iman etmiş; ve onunla
beraber Mısır'a gitmiş; sonra yine beraberinde Şam'a dönmüş, oradan İbrahim
(Aleyhisselâm) Filistin'e giderek yerleşmiy; Hz . Lût (Aleyhisselâm)'de şarkîl'
Ürdün'e gitmiştir. Bilâhere Teâlâ Hazretleri kendisine de peygamberlik vererek
onu Şam'la Hicaz arasında bulunan Sedum şehrine yakın Zügâr nahiyesine tabî'
on iki karyeye peygamber göndermiştir ki, bunlara «Mü'te-fikât» derler. Mezkûr
karyeler ahâlisi puta tapar, erkekleri şimdiki ingilizler gibi bir birlerile
cinsî münasebette bulunur ve diğer rezaletlerin envâını irtikâb ederlerdi.
Lût Aleyhisselâm
Kur'ân-ı Kerîm'in on yedi yerinde zikredilmiştir. Peşinen arzedeyim ki,
Resulüllâh (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) 'in Hz. Lût (Aleyhisselâm) hakkında
«Allah Lût'a da rahmet eylesin!»buyurması onu tenkid değil takdirdir.
İltica ettiği ruknû
şedîd yani muhkem istinadgâhdan murâd da Allah'dır. Mücâhid'e göre bundan murâd
aşirettir. Ona göre her halde cümlenin mânası: Hz. Lût (Aleyhisselâm) isteseydi
aşiretine sığınırdı; ama o öyle yapmadı da Allah'a sığındı, demek olacaktır.
Ebû Hüreyre (Radiyallahu anh) : «Allah hiç bir peygamber göndermemiştir ki,
onu kendi aşiretinden müteşekkil bir kuvvet içinde bulundurmasın» demiştir.
Fakat Lût (Aleyhisselâm) 'm bulunduğu yerde akraba ve kabilesinden kimse yoktu.
Bu cihetle: «Ah...! benim akraba ve aşiretimden müteşekkil bir kuvvetim olsa
size galebe çalmak için onlardan yardım alır; müsafirlerimi korurdum.»
demiştir.
«Filhakika o pek
muhkem bir istinâdgâha
sığınıyordu.» cümlesi:
«Ah benim size karşı
bir kuvvetim olsa yahud muhkem bir kafaya sığınsam! dedi.» [225]
âyet-i eelîlesine muvafıktır.
Gerek hadis gerekse
âyet-i kerîme meşhur Lût (Aleyhisselâm) kıssasına işaret etmektedirler.
Kur'ân-ı Kerîm'de hikâye buyurulan bu kıssanın hülâsası şudur: Lût (Aleyhisselâm)
Peygamber olunca kavmini imana ve kötülüklerden vaz geçmeye davet etmiş; fakat
onlar vaz geçmek şöyle dursun işi daha da azıtmışlar. Nihayet Hz Lût 'a meydan
okuyarak: «Doğru söylüyorsan bize Allah'ın azabım getir de görelim!» demişler.
Bunun üzerine Lût (Aleyhisselâm) Allah'a niyaz ederek onlara karşı galebe için
yardım istemiş. Teâlâ Hazretleri bu
duayı kabul etmiş; o kavmi
ihlâk ve bir de İbrahim (Aleyhisselâm) 'a yeni doğacak bir çocuk müjdelemek
için dört melek göndermiş, Melekler gayet yakışıklı delikanlılar kıyafetinde
evvelâ Hz. İbrahim'e, sonra Hz. Lût'a gitmişler. Lüt (Aleyhisselâm) onları
görünce sıkılmış. Rivayete göre karısı kavmine haber göndermiş; ve kavmi de
koşup gelmişler. Öteden beri kötü ameller peşinde koşan bu heriflerin niyeti
Hz. Lût'un misafirlerine de kötülük etmekmiş. Lût (Sallallahü Aleyhi ve
Sellem) kendilerine çeşitli nasihatlarda bulunmuş; fakat mütecavizler aldırış
etmemişler. Nihayet Cenabı Hak üzerlerine taş yağdırmış; ve o beldenin üstünü
altına getirmiş, Hz. Lût ile bir kaç sadık mü'minden başka kurtulan olmamış.
Hıyanet eden'karısı da mücrimlerle birlikte helak olup gitmiş.
İşte Resulüllâh
(Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'in beyan buyurduğu sözü Hz. Lût, misafirlerine
sarkıntılık etmek isteyen bu azgın kavme söylemiştir.
Bu hadis hakkınca Tîbî
şunları söylüyor: «Resulüllâh (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'in bu sözü
söylemesi Hz . Lût 'un yardımcı hususunda küllî bir ümidsizlik ve şiddetli bir
ye's içinde bulunmasmdandır. Her halde Resulüllâh (Sallallahü A leyhi ve
Sellem) bu sö'ze şaşmış ve böyle bir sözün H z . Lût 'tan nâdir sudur edeceğine
kanî olmuştur. Çünkü Hz . Lût 'un sığındığı rüknü şedîdden (Allah'dan) daha
şedidi olamazdı.»
Nevevî de şöyle
demiştir: « Hz . Lût misafirlerini kavminden korumak için Allah'a iltica
etmeyi unutmuş olabilir. Yahut gönülden Allah'a iltica etmiş; misafirlere de
Özür beyan etmiş ve sıkıldığını göstermiştir.»
Fakat Müslim
sarihlerinden Übbi Nevevi 'nin bu müta^ leasına itiraz ediyor. Diyor ki; «Bu
sözün mânası doğru olmamakla beraber garabeti' de meydandadır. Çünkü bu
meselede ne Resulüllâh (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) Tenkidde bulunmuştur; ne
de H z . Lût Allah'a ilticayı unutmuştur. Böyle bir şey yoktur.
Hz . Lût 'un bu sözü,
misafirlerinin gönüllerini almak ve onlara âdete göre özür beyân etmekten
ibarettir. Çünkü âdete göre müdafaa ancak kuvvet veya aşiretle olur. Hakikatte
Hz . Lût'un yaptığı bir lütfü kerem ve sahibini medhu senaya lâyık kılan güzel
bir terbiyedir. Binaenaleyh Resulüllâh (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) 'in :
«Allah Lût'a rahmet
eylesin.» demesi tenkid değil medihtir. Bu söz arapların kanuşmalarmdakî
âdetine göre söylenmiştir. Araplar konuşurken : «Allah Melik hazretlerini
te'yid buyursun» «Allah emir hazretlerini islâh eylesin» gibi sözler kullanırlar...
Resulüllâh (Sallallahü
Aleyhi ve Sellem) bu hadisde Yusuf (Aleyhisselâm) kıssasına da temas ederek :
«Eğer ben zindanda
Yusuf'un kaldığı kadar uzun müddet kal saydım çağırana mutlaka icabet
ederdim.» buyuruyor.
Bunun mânası: Yusuf
(Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'in yaptığı gibi be-râetimi filân istemeye bakmaz;
hemen hapisten çıkardım; demektir ki, bu söz Hz . Yusuf (Aleyhisselâmym son
derece sabırlı bir zât olduğunu takdirdir. Fahr-i Kâinat (Sallallahü Aleyhi ve
Sellem) Efendimiz bunu da tevâzu'undan söylemiştir. Büyük bir zâtın tevazu'
göstermesi onun şân ve mertebesini küçültmez; bilâkis daha yükseltir.
Bunu Hafız İbni
Hacer-i Askalânî «Fethu'I-Bârî» nam eserinde zikreder.
Resulüllâh (Sallallahü
Aleyhi ve Sellem) 'in ins, cin ve melek dâhil, bütün nıahlukaatm efdali olduğu
icmâ-i ümmetle sabittir. Binaenaleyh zahiren onun bazı peygamberlerden veya
hepsinden efdal olmadığını gösteren hadisler Ehl-i Sünnete göre tevâzuâ
hamledilir.
Hz . Yusuf (Sallallahü
A leyhi ve Sellem) 'in berâetini istemesi şöyle olmuştur. Mısır melikinin
adamı gelerek kendisini serbest bırakmak istediği zaman Yusuf (Aleyhisselâm)
yedi sene yedi ay ve yedi gün mah-bus kalmasına rağmen sair mahkûmlar gibi
sevinçle dışarıya fırlamamış: bilâkis gelen adama:
«Git efendine sor
bakalım. Şu ellerini doğrayan kadınların hâli ne olmuş?..» diyerek, kendisini
nahak yere zulmen hapsettiklerine hüccet getirmek istemiştir. İşte Resulüllâh
(Sallallahü Aleyhi ve Sellem) bu noktaya temasla; «Çağırana icabet ederdim»
buyurmuş:
«Ve Yusuf'un yerine
ben olsam bu derece sabır ve metanet gösteremez; bîr an evvel hürriyetime
kavuşmak için hemen dışarıya çıkar; berâ-etimi beklemezdim.» demek istemiştir.
Bittabi bu söz tevâzuan ve nezâke-ten böyle söylenmiştir. Yoksa Hz . Yusuf
(Aleyhisselâm)^ıri yerinde Resulüllâk (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) olsa o da
fazlasile sabru teham-mül gösterirdi.
Hâsılı bu hadisde
zikri geçen üç peygamberin üçü de tenzih, takdir ve tebcil Duyurulmuşlardır.
Bu hadisin ikinci
tarikinde Müslim (Rahimehullah) 'm: «Bana inşaallahu Teâlâ Abdullah b. Esma'
rivayet etmiştir...» demesine itiraz olunmuş; ve: Müslîmin şüphe ettiği bir
hadis nasıl hüccet olur? denilmiş-se de Nevevî bu itiraza şöyle cevap
vermiştir: «Bunu ilimden bi haber olan kabul etmeyebilir. Bu itiraz bâtıl bir
hayaldir. Çünkü Müslim (Rahimehullah) bu hadisle ihticâc etmemiş; onu yalni2
mütâba'at ve şâ-
hid olarak
zikretmiştir. Evvelce de arzettiğimiz gibi hadis ulemâsı esas hadislerde
göstermedikleri müsamahayı böyle
hadislerde gösterirler.»
239 - (152)
Bize Kuteybetü'bnü Sa'd rivayet etti. (Dedi ki): Bize Leys [226]
Said b. Ebû Said'den [227], o
da Babasından, o da Ebû Hureyre'den naklen rivayet etti ki, Resulüllâh
(Sallalîahü Aleyhi ve Sellem) :
«Peygamberlerden hiç
biri yoktur ki, ona beşerin emsaline iman ettiği mu'cizelerin misli verilmiş
olmasın. Bana verilen (mu'cize) ise ancak Allah'ın bana vahyeftiği (Kur'an-ı
Kerîm) dir. Binaenaleyh kıyamet gününde ben peygamberlerin en çok tabiî
bulunanı olmayı ümid ederim.» buyurmuşlar.
Bu hadisi Müslim
buradan başka «Kitâbu Fedâili'l-Kur'an» ile «Kitâbu't-Tefsir» de; Buharı
«Kitâbu Fedâil'il-Kur'an» ile «Kitâbu'l-İ'tisâm» da tahrie etmişlerdir.
Resulüllâh (Sallalîahü Aleyhi ve Sellem)'in:
«Peygamberlerden hîç
biri yoktur ki, ona beşerin emsaline iman ettiği mu'cizelerin misli verilmiş
olmasın...»buyurmuş olması gösteriyor ki, her peygamberin mutlaka bir mucizesi
olur. Bu mucize doğru olduğu için görenlerin onun doğruluğuna inanmasını iktizâ
eder.
İnadlarında İsrar
edenlerin inanmaması ona zarar etmez. Cümlenin metninde «âmene» fi'li «alâ»
harfi cerri ile müteaddi yapılmıştır. Aslında bu kelime «bâ» yahut «lâm» ile
müteaddî olur. Binaenaleyh «aleyhi» yerine «bihî» demek lâzım gelirse de
burada «amene» fi'line tazmin yolu ile
«galebe çalmak» mânası
ifâde ettirildiğinden «âla» üe müteaddi olması caizdir. Mâna şudur: «Beşerin,
mislini çürütmeye kaadir olamayıp mağlûp bir halde inandığı mucize, her
peygambere verilmiştir.»
Buharı ve Müslim sarihlerinden
Şihabuddin Kasta 1ânî bu cümleyi şöyle izah ediyor: «Her peygambere, dâvasını
isbat için zamanına göre bir takım hârikalar verilmiştir. Asâ'nın yılan olması
bu kabildendir. Çünkü Mûsâ Aleyhisselâm zamanında sihirbazlık ileri gitmişti.
Hz. Musa'da sihre muvafık olan bu mucizeyi göstererek kavmini imâna muztarr
bıraktı İsâ (Aleyhisselâm) zamanında tababet ileride idi; ona da tababet
nev'inden olan fakat ondan daha yüksek mertebede bulunan bir mucize yani
ölüleri diriltme mucizesi verildi. Peygamberimiz (Sallalîahü Aleyhi ve Sellem)
zamanında ise; belagat ileride idi. Araplar kendi aralarında onunla
öğünürlerdi. Hatta belagatta başkalarına meydan okuyarak meşhur yedi kasideyi
Kâ'be duvarına asmışlardı. İşte Peygamberimiz (Sallalîahü Aleyhi ve SeÜem) de
arapların, o devirde, en kâmil hatipleri bile âciz bırakan ve belâgatleri
cinsinden olan Kur'ân~ı Kerim'i getirdi. Ve :
«Bana verilen mu'cize
ise ancak Allah'ın bana vahyettiği (Kur'an-ı Kerim) dir.» buyurdu.
Peygamber (Sallalîahü
Aleyhi ve Sellem) 'in yegâne mucizesi Kur'ân-ı Kerîm, olmamakla beraber cümlede
hasır edatı kullanarak: «Ancak Kur'an'dır.» buyurması, onun en büyük mucizesi
olduğuna işaret içindir. Yoksa Resulüllâh (Sallalîahü Aleyhi ve Sellem)'in
Kur'ân'dan başka: «Ayın yarılması, güneşin iadesi, mübarek parmaklarının
arasından su kaynaya-rak binlerce insan ve devenin içmesi, kelerin konuşması,
kütüğün iniltisi, azı- çoğaltması, gaibden haber vererek dediği gibi çıkması ve
saire gibi avam ve havâss arasında tevatür derecesini bulmuş pek çok bahir
mucizeleri, ve zahir acibeleri vardır. Kur'ân'i Kerim bunların en büyüğü ve en
faydahsıdır. Çünkü o dine daveti, hücceti ve gelmiş geçmiş bütün insanların
ilimlerini ihtiva etmektedir. Ondan tâ kıyamete kadar istifâde edilecektir.
Onun içindir ki, Peygamber (Sallalîahü A?£yhi ve Sellem) bu cümleden sonra:
kıyamet gününde peygamberlerin içinde en ziyâde tabî* ve ümmetin kendisine
nasib olmasını temenni etmiştir. Çünkü Kur'ân mucizesi devam edeceği için
imânlar dâima tazelenecek ve İslâmı kabul edenler daima bulunacaktır. Diğer
peygamberlerin mucizeleri Öyle değildir. Onlar o peygamberlerin hayatlarile
sona ermişlerdir.»
Maalesef bu gün bazı
dinsizler her fırsatta Kur'ân'i Âzîmüşşana dil uzatmakta, onun — haşa — bir
arap düzmesi olduğunu iddia edecek kadar ileri gitmektedirler.
Bunların içinde:
«Kur'ân'dan ne olacak onu ben de yazarım» diyen yiğitler bulunduğunu da işitiyoruz. Omuzlarının
üzerinde kafa değil mankafa dolu birer susak taşıdıklarının bile farkına
.varamayan bu gafillerle ilmi münakaşaya girişmek abesle iştigâl olur.
Böylelere verilecek eri: kestirme cevabı biz yine Aziz Kitabımız Kur'ân-ı
Kerîm'de buluyoruz:
«Haydi (yiğitler) siz
de şu Kur'an gibi bir Kur'an getiriverin!..»
Kur'ân'a nazire
yazacaklar çoktur; fakat, on dört asırdır yazan yoktur. Neredesiniz be koç
yiğitler!.,. Tam 14 asırdır meydan sizin! O kadar kolay bir şeyi hâlâ
hazırlayamadınız mı?... Bütün Kur'ân'a nazire yazmak sizi terletecekse, ondan
vaz geçtik; hiç olmazsa:
«Kur'an sûreleri gibi
on sûre getirin!..» bu da kâfi... Neye susuyorsunuz; onu da mı
yapamayacaksınız? Üzülmeyin canım! hiç
olmazsa Kevser sûresi
kadar, yanî üç
âyetten ibaret
«Kur'an sûresi gibi
bir sûre getirin!..» On dört asırdır va'dlerinlzi bekliyoruz. Artık bu
kadarciğını da yapamazsanız yazıklar olsun size! Yiğitliği de hatırdınız insanlığı da...
Bizim bildiğimiz: yiğit verdiği sözün üzerine can veren adamdır. Yâ dediğini
yapar; yâ ölür. Siz hâlâ utanmadan yaşıyor. Sıkılmadan insan arasına
çıkıyorsunuz. Eyvanlar olsun size!... Şimdi adam akıllı rezil oldunuz ya biraz
beni dinleyin! Sız bu kara sevdadan vaz geçin! Zira imkânı yok yapamazsınız.
Güneşe tükürmeye kalkışan yakalarını kirletmekle kalır derler. Değil sizin gibi ismini bile kekelemeden
soyleyemeyenler, fasâhat ve belâgatile dünyaya, ün salmış nice koç yiğitler
ortaya çıkmış; fakat Kur'ân-ı Kerîm'in icazı karşısında hiç bir şey yapamamış;
yabancı köpekler gibi kuyruklarını kısarak ke-mâl-î rezaletle ortadan
çekilmişlerdir. Peygamberlik iddiasında bulunan yalancı Müsey1e'me bu bâbda misâl göstermeye
kâfidir. Marifetlerini tarihten öğrenebilirsiniz!...
Ey Muannidler! Bilmiş
olun ki Kûr'ân-ı Kerîm'i değiştirmek veya ortadan kaldırmak şöyle dursun. Onun
bir harekesine bile dokunamayacaksınız. Neden biliyor musunuz? Çünkü onu
muhafaza eden bizzat Allah'tır. Teâlâ Hazretleri sair semavi kitapların
muhafazasını o kitaplarla amel edenlere tevdi etmişti. Bugün kitapların hali
meydandadır. Kur'ân-ı Azi-müşşanı ise bizzat kendisinin muhafaza edeceğini
bundan ondört asır önce:
indirdik biz!.. Hem
hiç şü
«Hiç şüphe yok ki o
Kur'an'ı biz indirdik biz!.. Hem hiç şüphe yok ki bîz onu mutlaka muhafaza edeceğiz.» [228]
Buyurarak cihana ilân etmiştir. Şurası calib-i dikkattir ki âyeti kerîmede
sekiz on tane te'kid bir araya gelmiştir. Şöyle ki:
1) Bu âyet
ismi üstünde te'kid edatı olan «inne» ile başlamıştır.
2) «Inne»
nin ismi cem'i mütekellim zamiri olup Allah'a raci'dir. Bu zamirin cemi' olması
ta'zim ve te'kid ifâde eder.
3) «Nahnu» zamiri «inne» deki zamirin
te'kididir. Yahut müpteda-dır. Her iki haldede te'kid bildirir.
4) «Nezzelnâ» fiilinin failîde tazim için cemi'
sığası ile gelmiştir.
5) Cümle
isim cümlesidir, «vav» ile yukarıya atfedilen ikinci cümlede hal yine böyledir
yani.
6) «Inne»
tahkik ve te'kid edatıdır.
7) «Nâ» cemi' mütekellim zamiridir.
8) «Lehu» car ve mecrur olup kasır ve hasır için
müteallakından önce zikredilmiştir.
9) «Lehâfizûn» nın başındaki lâm te'kid ifade
eden lânvı haliyyedir.
10) Cümle isim cümlesidir.
Görülüyor ki; bu
âyet-i kerîmede tam on tane te'kid vardır. Acaba bunun hikmeti nedir? Hikmetini
anlamak için bir nebzecik Maâni ilmine müracaat edelim. O ilim diyor ki:
Kendisine söz anlatılan kimse ya hâli zihindir, yani söylenilen şeyi yeni
işitir. Yahut biraz bilirde tereddüt halindedir. Fakat hakikati Öğrenmek
ister, yahut da bilir de inkâr eder. İşte hâ-lizihin bulunan kimseye o söz hiç
te'kidsiz anlatılır. Mütereddit bulunana te'kidli söylemek iyi olur; İnkâr
edene ise inkârının derecesine göre bir iki veya daha fazla te'kid vasıtaları
kullanarak ifade etmek vaciptir. İlm-i Maâni'nin bize lâzım olan izahatı burada
bitti.
Şimdi düşünelim:
Kur'ân-ı Kerîm'e dil uzatmak cüretkârlığında bulunan küstahlar şüphesiz ki onu
inkâr edenlerdir. Âyet zaten onlara cevap olarak nazil olmuştur. Arapçada
te'kid vasıtaları çoktur. Bunlardan biri de sözü tekrarlamaktır. Âyetteki bu on
te'kidi bir an için sözün tekrarı farzedersek mütecavizlere Teâlâ Hazretleri
bir şeyi tam on defa tekrarlayarak yani on defa onu ben indirdim ben muhafaza
edeceğim buyurarak te'kid etmiş olurki bu iş söz anlayan bir insan için
kafasına odunla vurmaktan daha müessirdir. Üstelik te'kid'münkire karşı
yapıldığı cihetle on te'kid ona on defa kâfir demeyide tazammun eder. Demek
oluyor ki; Kur'ân-ı Kerîm'e dil uzatan hainler en azından on kat katmerli
kâfirdirler. Bu mâna âyetten kinaye yolu ile çıkarılır.
Âyet-i kerîme iki
tarafıda keskin bir kılıç gibi iki şey'e delildir. Yani hem Kur'ân'a dokunmak
isteyenlerin dillerini kesmekte hem de belagata Örnek olmaktadır.
Bu bâbta son sözüm
şudur: Kuş beyni kadarcık bir beyne sahip olanlar bile düşünürlerse anlarlar
ki, on dört asırdan beri bunca düşmandan bir tanesinin Kuf'ân-ı Kerîm'in bir
âyetine dahi nazire getirememesi onun mucize olduğuna en büyük delildir.
Nevevî bu hadisin
mânası hususunda ulemâdan üç kavil naklediyor :
1 - Her
peygambere, kendinden önceki peygambere verilen mucizenin misli verilmiş; ve
insanlar ona imân etmişlerdir. Benim en büyük ve zahir mucizem ise, misli
kimseye verilmeyen Kur'ân'dır. Onun içindir ki, peygamberler içinde tabiî en
çok olan benim.
2 - Benim
getirdiğim bu kitap hakkında acep sihir midir yoksa sihre benzer mi diye
düşünmeye hayâl-i beşer imkân bulamaz. Çünkü insan sözü kabilinden değidir ki,
ona muaraza etmek düşünülebilsin. Ama diğer peygamberlerin mucizelerinde hayale
imkân vardır. Meselâ: Mûsâ (Aleyhisselâm) 'in asası hakkında sihirbazlar hayâle
kapılmışlardır. Mucize ile hayali bir birinden ayırmak düşünmekle mümkün olur.
Bazan düşünen hatâ eder de ikisini bir
zannedebilir.
3 - Diğer
peygamberlerin mucizeleri kendi hayatlarile birlikte sona ermiş; bu sebeple
onları yalnız o devrin insanları görmüştür. Bizim peygamberimiz (SalMlahü A
îeyhi ve Sellem) 'in Kur'ân mucizesi ise kıyamete kadar devam edip gidecektir.
Müslim sarihlerinden
Übbî şöyle diyor: «Herkes bu hadiseden murâdi: Peygamber (Sallalkthü Aleyhi ve
Sellem)'in tâbi'lerinin çok olması, mucizesinin gayet açık olmasındandır,
demişse de, hadisden anlaşılan mâna bu ta'lîlin aksinedir. Peygamber
(Sdîlaİiahü Aleyhi ve Sellem)'in tâbi'lerinin çok olması ancak Allah'ın bir
lütfü keremidir. Yoksa başka peygamberlerin, asâ, denizin yarılması, dağın
parçalanması, ölüleri diriltme, taştan devecin çıkması gibi mucizeleri umumiyetle
halkı inandıracak ve peygamberin etbaîni çoğaltacak mâhiyettedirler. Peygamber
(SattaUahü Aleyhi ve Sellem) 'in mucizesi ise okunan kelâmdır. Onun mucize
olduğu teemmülle anlaşılır.»
Fakat Übbî 'nin bu
sözüne itiraz edilmiş; ve: «Kur'ân mucizesi herkese zahirdir. Belagat ulemâsı
için söz yoktur. Başkalarına gelince: Onlar da bunca din düşmanları bulunmasına
rağmen bu kadar uzun bir müddet zarfında ona kimsenin muâraza edemediğini
görerek onun mucize olduğunu anlamışlardır. Kur'ân-ı Kerîm muhtelif ulumu,
garip kıssaları ve zarif va'zlariyle dünya ve âhiret hayırlarını sinesinde
cem' etmiştir. Sonra o kendinin sadık olduğuna bizzat kendisi şahittir...»
denilmiştir.
Hadisin sonunda Fahr-i
kâinat (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) Efendimiz: «Kıyamet gününde ben
peygamberlerin en çok tabiî bulunanı olmayı ümid ederim.» buyurmuşlar, ki bu
da onun bir mucizesidir. Çünkü bu sözü müslümanlarm henüz az oldukları bir
zamanda söylemiştir. Sonraları Allah'u Zülcelâl'in inayet ve nusratile
müslümanlar nice beldeler fethetmiş; müslümanlarm adedi görülmedik bir şekilde
artmıştır.
240 - (153)
Bana Yunus b. AbdiI'a'Iâ [229]
rivayet etti. (Dedi ki): Bize İbni Vehb haber verdi. Dedi ki: Bana bunu dahi
Amr [230] haber
verdi. Ona Ebû Yunus [231],
Ebû Hüreyreden, o da Resulüllâh (Salkdkthü Aleyhi ve Sellem) 'den naklen onun
şöyle buyurduğunu rivayet eylemiş:
«Muhammed'in nefsi
kabza-i kudretinde olan Allah'a yemin ederim ki eğer bu ümmetten bir yahudi
veya hıristiyan beni işitir de sonra benimle gönderilene iman etmeden ölürse
mutlaka cehennemliklerden olur.»
Bu hadisin senedinde
İbni Vehb 'in: «Bana bunu dahi Amr verdi.» demesi. Amr 'dan bir çok hadisler
rivayet ettiğine işaret içindir. İmam Müslim ufak bir tasarrufla: «Bana Amr
rivayet etti» diye bilirdi. Fakat işittiğini olduğu gibi rivayete son derece
dikkât ettiği için bunu yapmamıştır.
Hadis-i şerif,
Peygamberimiz Muhammed Mustafâ (Süllcdlahii Aleyhi ve Sellem) 'in
gönderilmesile bütün dinlerin neshe#dildiği-ne delildir. Mefhumu muhalifinden
anlaşılan mâna: kendisini İslama davet eden bulunmayan kimsenin mazur
sayılrnasıdır. Çünkü mucizeyi görenler için peygambere imanın yolu müşahede,
görmeyenler için de sahîh nakildir. Allah'a iman ise tefekkür ve te'emmül ile
olur. Bazıları bu hadisi : «Benim mucizem kendisine tebeyyün eden» diye tefsir
etmişlerdir.
Fakat buna: «İmanın
şartı mucizeyi duymak değil imana davet olunmaktır.» diye itirazda
bulunmuşlardır.
Übbî diyorki:
«Şehirlerden uzak yahut yol uğramayan adalarda yaşayıpta kendilerine İslâmiyet
tebliğ edilemeyenler mazur olsalar gerektir. Bu, ittifaki bir kaidedir. Çünkü
Teâlâ Hazretleri:
«Biz resul göndermedikçe
kimseyi azap etmeyiz...»[232]
buyurmuştur.
Bu hsdis de aynı hükme
delildir...» dedikten sonra sözüne şöyle devam ediyor: «Arap olmayanlardan
arapçayı bilmeyen kimseler de kendilerine İslâmiyet için davet ulaşmayanlar
hükmündedirler. Fetret devrinde yaşayanlar için inşaallah ileride söz
gelecektir».
Ümmetden murâd
cemaattır. Hatta Kur'ân-ı Kerîm'de hayvanlara bile ümmet .denilmiştir. Bir
kişiye de mecazen ümmet denilebilir. Nitekim ktiabullahta Hz. İbrahim için
ümmet denilmiştir;'Bu kelime Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Seîlem) 'e izafe
edilirse ona tabî' olanlar kasd-edilir. Burada ondan murâd bilûmum İslama davet
edilenlerdir. Hadisde yahudi ile Nesranî zikredilmesi bedel tarikiyledir.
Binaenaleyh ism-i işaretin mefhum-u muhalifine itibar olunmadığı için mâna
yalnız Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Seîlem) zamanında yaşıyanlara münhasır
olmayıp her devir insanlarına âmm ve şâmildir. Yahut yahudi ile hıristiyanın
zikredilmesi Nevevi'nin de. deği gibi, bunların kitapları varken hüküm bu ise,
Ehl-i Kitap olmayanların hükmü evleviyetle böyle olacağına tenbih içindir.
241 - (154)
Bize Yahya b. Yahya rivayet etti. (Dedi ki): Bize Hü-şeym [233]
Salih b. Salih ei-Hemdânî[234] den,
o da Şâ'bî'den naklen haber verdi. Salih demiş ki: Horasan'lı bir adam gördüm;
Şa'bî'ye bir mes'ele sorarak dedi ki:
Yâ Ebâ Amir, bizim
taraflarda bulunan bazı Horasan'lılar cariyesini azad edip de sonra onunla
evlenen bir kimse hakkında: Bu adam kurbanlık devesine binen gibidir,
diyorlar. (Ne dersin?) Şa'bi şu cevabı verdi:
__ Bana Ebû
Bürdete'bnü Ebî Mûsâ, babasından naklen Besulüllâh
(Sallattahü Aleyhi ve
Settem)'w. şöyle buyurduğunu rivayet etti.
«Uç kişi vardır ki,
bunlara ecirleri ikişer defa verilir:
1 - Ehl-i kitaptan olup peygamberine iman eden bir kimse Nebiy (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'e
erişir; ona da iman eder;ona da tabî' olur ve tastık eylerse işte bu kimseye
iki ecir vardır.
2 - Başkasının mülkü olan bir köle hem Allah
Teâlâ'nın hakkını, hem de efendisinin hakkını öderse, ona da iki ecir vardır.
3 - Cariyesi olan bir kimse o cariyeyi besler, gıdasına iyi bakar; sonra onu terbiye
eder ve terbiyesini iyi becerir de sonra azad ederek kendisi ile evlenirse ona
da iki ecir vardır.»
Bundan sonra Şâ'bi
Horasanlıya:
— Bu hadisi bir şeysiz
al! Vaktiyle bir adam bundan daha basit bir mesele için tâ Medine'ye kadar
giderdi, dedi.
(...) Bize
Ebû Bekr b. Ebû Şeybe'de rivayet etti. (Dedi ki): Bize Ab-detü'bnü Süleyman
rivayet etti. H.
Bize îbni Ebî Ömer
dahî rivayet etti. (Dedi ki): Bize Süfyân [235] rivayet
etti. H.
Bize Uheydullah b.
Muâz da rivayet etti. (Dedi ki): Bize Babam rivayet etti. (Dedi ki): Bize
Şu'be rivayet etti.
Bunların hepsi Salih
b. Sâlih'den bu isnâdla bu hadisin mislini rivayet eylemişler.
Bu hadisi Buhâri
«Kitâbu'1-ilm», «Kitâbu'Mtk» ve «KitabuTh Cihâd» de:
Tirmizi, Nesaî ve
İbni Mâce de «Kitâbu'n-Nikâh» da tahriç etmişlerdir.
Buradaki Ehl-i
Kitaptan kimlerin kasdedildiği' ihtilaflıdır. Bazılarına göre Ehl-i Kitaptan
murâd: dinlerini bozmadan kalanlardır. Bunlar dinlerinin aslını muhafaza
ederek Resulüllah (SaUcdlahü Aleyhi ve Sellem) 'e yetişirler ve ona da imân
ederlerse kendilerine iki ecir verilir. Dinlerini tahrif edenlere, müslüman
oldukları takdirde bir ecir vardır.
Diğer bazı ulemâ:
«Hadisin umumu üzere icra edilmiş olması muhtemeldir. Çünkü Ehl-i Kitap,
dinlerini tahrif etmiş bile olsalar İslâmiyeti kabul etmeleri iki ecir
kazanmalarına sebep olabilir; bu suretle hem tahrif ettikleri dinde iken yaptıkları
hayırlar, hem de müslüman olduktan sonra işledikleri hasenat mukabilinde
kendilerine ecir verilmiş olur. Nitekim küffârın yaptıkları hayırların müslüman
oldukları takdirde zâyi'i olmayacağı bildirilmiştir.» demişler.
Bir takımları: «Eğer
hıristiyanlık yahudi dinini neshetmiştir, dersek buradaki Ehl-i Kitapdan murâd,
yalnız hıristiyanlardır.» demişlerse de Aynî neshi şart koşmaya lüzum
olmadığını, çünkü İsâ (Aleyhtisselâm) m bütün beni İsrâiîe peygamber
gönderildiğini söylemiş; ve ona tabî' olmayanlara buradaki ecrin şumûlü
bulunmadığını, zira kendi peygamberlerine imân etmediklerini beyan etmiştir.
Kavl-i tahkika göre
Kur'ân-ı Kerîm'de «kitap» lâfzı «el-Kitâp» şeklinde elif lamla zikredilmiştir.
Buradaki elif lâm ahd içindir. Ve ma'hud kitap mânasına gelir ki, bundan murâd
Tevrat'la" İncil de olabilir; sadece İncil kasdedilmiş olması da caizdir.
Ve hükümde erkeklere tebean kadınlar da dahildir.
Kirman! hadisde
zikredilen üç sınıfın yalnız Peygamber (SaîîaUahü Aleyhi ve Sellem) zamanına
mahsus olduğunu söylemiş; ve: «çünkü Peygamberimiz Muhammed Mustaf a(Sallatlahü
Aleyhi ve Sellem) geldikten sonra Hz. îsâ (Aleyhisselâm) artık onların
peygamberi değildir.» demiştir.
Ulemâdan bir zât
Kirmanı 'nin sözünü, kendilerine davet eriş-meyehler hakkında vârid görmeyerek,
üstadının hadisde zikri geçen üç sı-' mf hakkında «Bunların hükmü kıyamete
kadar devam edecektir.» dediğini ve bu sözün daha doğru'olduğunu ileri
sürmüşse de Aynî bunu kabul etmemiş; kendisine «Bizim Peygamberimiz (SalUûlahü
Aleyhi ve Sellemj'm gönderilmesile Hz. İsa'nın daveti sona ermiş; şeriatı
kalkmış; ve bütün Ehl-i Kitap ve sair küffâr, kendilerine davet ulaşsın
ulaşmasın Peygamberimiz (Sallallahü Aleyhi ve SeUem)'in daveti altına
girmişlerdir. Şu kadar var ki, kendilerine davet erişmeyenlere bil fiil davet
vâki'- olmamıştır. Ama bil kuvve onlar bu davetten hâriç değillerdir. Köle ile câriye sahibinin hükümleri
ise kıyamete kadar devam edecektir.» şeklinde cevap vermiştir.
Kölenin, Allah'ın
hakkını Ödemesi namaz ve oruç gibi boynuna borç olan ibâdetîerini yapmakla,
efendisinin hakkını Ödemesi de hizmetinde bulunmakla olur. Burada şöyle bir
suâl hatıra gelebilir. Bu köleye iki ecir verilmekle kölenin ecri efendisinin
ecrinden fazla olmuyor mu?
Cevap: Evet olabilir;
bunda hiçbir mahzur da yoktur. Kölenin bu cihetten efendisini geçmesi,
efendisinin de başka cihetlerden kölesini geçmiş olması dahi mümkündür. «Şu
halde vaktile Ehl-i Kitaptan olan bir sahâbinin ecri, büyük ashâb-ı kiramın
ecirlerinden çok olmak aâzım gelir; bu ise bilicmâ' bâtıldır» denilirse, cevabı
şudur:
«İcmâ-i ümmet onları
bu hükümden tahsis sûretile çıkarmıştır. Binaenaleyh onlar sahabenin
büyüklerinden daha fazla me'cur olabilirler. Bu hüküm, sevabı —vaktile— Kitabî
olan sahâbinin ecrinden fazla olduğuna delil bulunmayan her büyük sahâbî
hakkında böyledir.
Cariyenin te'dib ve
terbiyesinden murâd: onun ahlâkını güzelleştirmektir.
Terbiyeyi eyi becermek
de: onu azarlayıp döğmeden rifku mülâyemet-le yola getirmekle olur.
Cariyesini âzad
ettikten sonra onunla evlenen hakkında bir rivayette: «Kurbanlık devesine
binen.» diğer bir rivayette:
«Mekke'ye kurbanlık
olarak gönderdiği hayvanına binen gibidir.» denilmesi evlenmeyi, yaptığı
iyilikten dönmek telâkki ettiklerindendir. Bu suâle Şa'bî güzel bir cevap
vermiş; evlenmenin iyilikten dönmek değil, ihsan üstüne ihsan mânasını
taşıdığım bildirmiş; ve sözüne şöyle nihayet vermiştir:
«Bu hadisi bir şeysiz
al! Vaktile bir adam bundan daha basit bir mesele için tâ Medine 'ye kadar giderdi.»
«Bir şeysiz al!» para
istemem demektir. Yoksa uhrevî sevabından da vaz geçmiş değildir. Zira ondan
daha büyük ücret olamaz.
Filhakika selef-i
sâlihin hazerâtı bir meseleyi Öğrenmek için pek uzak mesafeleri göze alırlardı.
Hz. Câbir (Radiyallahu anh) 'm bir hadis için bir aylık uzak mesafeye gittiği;
Said b. el-Müseyyeb'in: «Ben bir hadis Öğrenmek için günlerce yol yürüdüm.»
dediği rivayet olunur. B uhâr î ve Müslim gibi büyük hadis imamları da hadis
uğurunda pek çok seyahatler etmişlerdir.
1 - Mezkûr
üç nevî' insana ikişer ecir vardır. Ama bu katlama yalnız üç sınıfa mahsus
değildir. Her ibâdetin eCri ayrıdır. Binaenaleyh namaz kılan oruç tutan ve
diğer ibâdetleri yapan onların hepsi için ayrı ayrı ecir kazanır. Zira bir
şeyin ismini zikretmek, hükmün ona mahsus olmasını icâbetmez. Cumhuru ulemânın
mezhebi budur.
2 -
El-Mühelleb: «Bu hadisde her hangi bir hayır işinin iki mânasını güzel yapana
iki ecir verileceğine delil vardır. Allah dilediğine daha da katlar.» demiştir.
3 -
Nevevî: «Şa'bî Jnin Horasan 'lıya verdiği cevap, dinleyeni
teşvik için âlimin böyle bir söz
söylemesinin caiz olduğuna delildir.» diyor.
4 - Selef
ulemâsı tek bir mesele veya bir hadis için uzak yerlere sefer etmişlerdir.
5 -
İbni Bâttâl Medine-i
Münevvere 'nin faziletine ve ilmin Mâ'deni olduğuna bu hadisle istidlal
etmiştir.
Bazı Mâlikiler
Şa'bî'nin sözü ile istidlal ederek ilmin
Medine'ye mahsus olduğunu iddia etmişlerse de bu söze i'tibâr
olunmamıştır.
242 - (155)
Bize Kuteybetü'bnü Said rivayet etti. (Dedi ki): Bize Leys [236]
rivayet etti. H.
Bize Muhammed b. Rumh
dahi rivayet etti. (Dedi ki): Bize Leys, İbni Şihâb'dan o da, İbni'l-Müseyyeb'den
naklen haber verdi ki, İbnî'1-Mü-seyyeb Ebû Hüreyre'yi şöyle derken işitmiş:
ResulüIIâh (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) :
«Nefsim Kabza-i
Kudretinde olan Allah'a yemin ederim ki, Meryem'in oğlu (îsa) (Sallallahü
Aleyhi ve Sellem) 'in âdil bir hakem olarak aranıza inmesi ve salîbî kırarak
domuzu öldürmesi, cizyeyi kaldırması, (bu suretle) mal (kapıdan) taşarak onu
hiç bir kimsenin kabul etmemesi pek yakındır.» buyurdular.
(...) Bu
hadisi bize AbdüTa'lâ b. Hammad ile Ebû Bekir b. Ebû Şeybe ve Züheyr b. Harb da
rivayet ettiler. Dediler ki: Bize Süfyan b. Uyeyne rivayet etti. H.
Bu hadisi bana
Harmeletü'bnü Yahya dahi rivayet etti. (Dedi ki): Bize İbni Vehb habet verdi.
Dedi ki: Bana Yunus [237]
rivayet eyledi. H.
Bize Hasen el-Hulvanî
ile Abd b. Humeyd de, Ya'kub b. İbrahim b. Sa'd'dan rivayet ettiler. (Demiş
ki): Bize Babam, Sâlih'den rivayet etti.
Bunların hepsi bu i sn
âdi a Zühri'den rivayet etmişler.
İbni Uyeynenin
rivayetinde:
«Adaletli bir imam ve
âdil bir hakem olarak.» ifadesi vardır. Yûnus'-«n rivayetinde:
«Âdil bir hakem
olarak.» demiş, «adaletli bir imam» ta'birini zikret-memiştir. Salih'in
hadisinde ise Leysin dediği gibi:
«Adaletli bir hakem
olarak.» ifâdesi mevcuddur. Onun hadisinde şu ziyade de vardır:
«Ve hatta bir secdenin
dünya ve mâfiha'dan daha hayırlı olması» (pek yakındır).
Bundan sonra Ebû
Hüreyre: İsterseniz:
«Ehl-i kitabdan hiç
biri yoktur ki. Ölümünden evvel behemehal ona iman etmesin!.. [238]
âyet-i kerîmesini okuyun! demiş.
243 - (...)
Bize Kuteybetü'bnü Said rivayet etti. (Dedi ki): Bize Leys, Said b. Ebî Said'den,
o da Atâ' b. Minâ' [239]
dan, o da Ebû Hüreyre'den naklen onun şöyle dediğini rivayet eyledi: Resulüllâh
(Sallalkthü Aleyhi ve Selîem) :
«Vallahi Meryem'in
oğlu âdil bir hakem olarak mutlaka inecek ve behemehal haçı kıracak, domuzu
öldürecek, cizyeyi kaldıracak, genç dişi develer başı boş bırakılarak onlara
rağbet edilmeyecek, bütün düşmanlıklar, küsüşmeler ve hasedlikler muhakkak
surette kalkacak, (İsâ Aleyhis-selâm insanları) mala da'vet edecek; fakat malı
hiç bir kimse kabul etmeyecektir.» buyurdular.
244 - (...)
Bana Harmeletü'bnü Yahya rivayet etti. (Dedi ki): Bize İbni Vehb haber verdi.
(Dedi ki): Bana Yûnus, İbni Şihâb'dan naklen haber verdi. Demiş ki: Bana Ebû
Katâdete'I-Ensârî'nin âzadhsı Nâfi' haber verdi ki, Ebû Hüreyre şöyle demiş:
Resulüllâh (Saiîalîahü Aleyhi ve Sellem):
«İmamınız sizden
olduğu halde Meryem'in oğlu (Isa Aleyhisselâm) aranıza indiği vakit acaba sizin
hâliniz nice olur?» buyurdular.
245 - (...)
Bana Muhammed b. Hatim de rivayet etti. (Dedi ki): Bize Yâ'kub b. İbrahim
rivayet etti. (Dedi ki): Bize İbni Şihâb'ın kardeşi oğlu amcasından rivayet
etti Demiş ki: Bana Ebû Katâdete'l-Ensârî'nİn âzadhsı Nâfi' haber verdiki,
kendisi Ebû Hüreyre'yi şöyle derken işitmiş: Resulüllâh (Saiîalîahü Aleyhi ve
Seilem):
«Meryem'in oğlu
aranıza inip de size imam olduğu zaman aceb hâliniz nice olur?» buyurdular.
246 - (...)
Bize Züheyr b. Harb de rivayet etti. (Dedi ki): Bana Velîd b. Müslim [240]
rivayet etti. (Dedi ki): Bize İbni Ebî Zi'b, tbni Şihâb'dan, o da Ebû
Katâde'nin âzadhsı Nâfi'den, o da Ebû Hüreyre'den naklen rivayet etti ki,
Resulüllâh (Saiîalîahü Aleyhi ve
Selîem) :
«Meryem'in oğlu
aranıza indiği ve sizden biriniz size imam olduğu zaman aceb hâliniz nice
olur?» buyurmuşlar.
Velid demiş ki: Bunun
üzerine ben İbni Ebî Zi'b'e: Evzâî bize Zührİ'-den, o da Nîfi'den o da Ebû
Hüreyre'den naklen:
«İmamınız kendinizden
olduğu halde...» diye rivayet etti, dedim. İbni Ebî Zi'b:
«Sizden biriniz size
imam olduğu zaman...» ne demektir, bilir misiniz? dedi. Bana sen haber
verirsin, dedim: «Size Rabbiniz Tebâreke ve Teâlâ'nın kitabı ve Peygamberiniz
(Saiîalîahü Aîeyhi ve Sellem) 'in sünne-tile imam olduğu vakit, demektir.»
dedi.
247 - (156)
Bize Velid b. Şiicâ' [241] ile
Hârûn b. Abdillâh ve Hac-câc b. eş-Şâir rivayet ettiler. Dediler ki: Bize Haccâc
—ki İbni Mtıham-med'dir [242]—,
İbni Cüreyc'den rivayet etti. (Demiş ki): Bana Ebûfz-Zü-beyr haber verdi ki,
kendisi Câbir b. Abdillâhi şöyle derken işitmiş: Ben
Peygamber
(Aleyhisselâm) (AIeyhisselâm)'i:
«Ümmetimden bir taife
hakka müzahir olarak (tâ) kıyamete kadar çarpışmakta devam edecektir. Sonra
Meryem'in oğlu Uâ(Sallaltahü Aleyhi ve Selîem) inecek; ve müslümanların emîri
ona : Gel bize namaz kıldır, diyecek, o da : Hayır, Allah'ın bu ümmete bîr
ikramı olmak üzere sizler birbirinize emirsiniz, diyecek.» buyururken işittim.
Bu hadisi Buhâri
«Kitâbu'I-Büyû'» ile «Kitâbu'l-Enbiyâ'» da Tirmizi de «Kitâbu'l-Fiten» de tahric etmiştir.
Kıyametin büyük
alâmetlerinden, biri olmak üzere âhir zamancfo Hz. İsâ (Aleyhisselâm) 'm gökten
yere ineceğini bildiren hadisler tevatür de-recesindedirler. Hz . 1sâ
(Aleyhisselâm) 'm göğe çekildiği nass-ı Kur'-ânla sabittir. Binaenaleyh bu
husus ittifâki ise de vefatı meselesi ihtilaflıdır.
Buhârî Sarihlerinden
îbni Hacer EI-Askalânî «Fethu'I-Bârî» namındaki eserinde bu hususda şunları
söylemektedir: «îsâ Aleyhisselâm'm göğe çekilmezden önce vefat edip etmediği
hususunda ihtilâf olunmuştur. Burada asıl olan, Teâlâ Hazretlerinin:
«Muhakkak ben seni
öldüreceğim ve yanıma kaldıracağım.» [243]
âyet-i kerimesidir. Bazıları âyetin zahiri mânası murâd olduğunu söylemişlerdir.
Bu takdirde yeryüzüne indiği zaman kendisine mukadder olan müd-det geçince
tekrar ölecek demektir.
Bir takımları: «Âyeti
Kerîme; «Ben seni yerden tamamen alacağım.» mcnâsmadır» demişlerdir. Bu tefsire
göre ölmemiş olup âhir zamanda ölecektir.
Göğe çekildiği zaman
kaç yaşında olduğu da ihtilaflıdır. Bazılarına göre otuz üç yaşında idi. «120
yaşında idi» diyenler de vardır...
Ancak âyetten Hz. îâ
Aleyhisselâm'm öldükten sonra göğe çekildiği mânasını çıkaranlara kitâb ve
sünnetten deliller göstererek i'tirâz edilmiş; ve şöyle denilmiştir: «îsâ
Aleyhisselâm'ın hâlen sağ olduğuna, âhir zamanda mutlaka yeryüzüne inerek
bizim peygamberimiz (SaUallahü Aleyhi ve
Seüem) 'in şeriatile hükmedeceğine ve
Allah yolunda mücahedede bulunacağına inanmak şer'an farzdır. Nitekim Nebî-i
sâdık (Sallaîlahü Aleyhi ve Selîem) Efendimizden bu bâbda vârid olan hadisler
tevatür derecesini bulmuştur. Böyle inanmanın farz olması, Allah Teâlâ
Hazretleri Kur'ân-ı Kerîm'de:
«Yahudiler onu yakın
en Öldürmediler, bilâkis Allah onu kendi nezdi-ne kaldırdı.» [244]
buyurduğu içindir. Hz. îsâ Aleyhisselâm'm âhir zamanda yeryüzüne ineceğini
bildiren mütevâtir hadislere muaraza eden ve onun öldüğünü gösteren tek bir hadis
yoktur. Kur'ân-ı Kerîm onun öldürülmeden göğe çekildiğini haber verirken ve
Resulüllâh (SaUallahü Aleyhi ve Setlem) kıyamete yakın yeryüzüne indirileceğini
bildirirken onun Ölmeyip hâlâ sağ bulunduğuna inanmak elbette her müslümana
farz olur. Bunda şüphe eden bilicma' kâfirdir...
îsâ (Aleyhisselâm) 'in
inişini bildiren hadislere göre Hz . îsâ
bir sabah namazı zamanı Şam'a inecektir. Üzerinde açık sarı elbise
bulunacak ve kendisini bir bulut getirecektir. Bulutun üzerinde Hz . îsâ
(Aleyhisselâm) iki melek arasında ve onların omuzlarından tutunmuş vaziyette
bulunacaktır. Onun indiğini duyunca hemen yahudilerle hıristiyan-lar peyder pey
istikbâle koşarak: «Biz senin ümmetindeniz.» diyeceklersede Hz . îsâ: «Yalan
söylüyorsunuz!» diyerek kendilerini paylayacak ve ashabının ancak muhacirler
olduğunu söyleyerek onların halîfesini arayacak, onu namaz kıldırırken görünie
geri çekilerek: «Sen namazını kıldır. Allah senden razı olmuştur. Ben emir
değil, ancak vezir olarak gönderildim.» diyecek, namazı her zamanki imam
kıldıracaktır. Bir rivayete göre Hz . îsâ
bundan sonra imâm olacaktır.
Bir rivayete göre îsâ
(Aleyhisselâm) 'm ineceği sıralarda son derece kıtlık ve açlık zuhur
edecektir.
îsâ (Aleyhisselâm)
yeryüzünde bir rivayete göre yedi sene diğer rivayete göre kırk yıl kalacaktır.
Hatta EbûNuaym'ın İbni Abbâs (Radfyallahu anAJ'dan rivayetine göre Hz. îsâ
indikten sonra evlenecek ve on dokuz sene yaşayacaktır. Rivayetlerin bazısına
göre evleneceği kadın Şuayb (Aleyhisselâm) kavminden olacak ve çocuğu
doğacaktır. Hz. îsâ (Aleyhisselâm) bu müddet zarfında hükümdar, emir veya polis
gibi bir hükümet adamı olmayacaktır. Bir rivayete göre Hz. îsâ (Aleyhisselâm)
kendisinin ilâh olmadığını göstermek için evlenecek ve Ezd kabilesinden bir
kadın alacaktır.
Yeryüzünde yirmi dört
yıl, kırk beş yıl kalacağını bildiren rivayetler de vardır. O sıralarda ilim
kalkmış olacağı için îsâ (Aleyhisselâm) indikten sonra müftü veya hâkim
bulunmayacak, o şeriat-ı Muhammediy-yeyi Allah'ın emrile semâda iken
öğrenecektir. Mü'minler bir araya toplanıp kendisini hâkem seçeceklerdir.
Çünkü bu işi yapacak başka kimse kalmamış olacaktır. Hakem: Hâkim demektir,
yeryüzünde kaldığı müddet zarfında son derece adaletle hükümler verecekti]-.
Bazıları: «Hz. îsâ
(Aleyhisselâm) indiği zaman teklif kalkacaktır. Zira kalkmasa o zaman halkına
peygamber olması, emir ve nehyet-mesi icâbederdi.» şeklinde mütâleada
bulunmuşsa da bu görüş reddedilmiştir. Çünkü îsâ (Aleyhisselâm) yeni bir
şeriatla inmeyecek ki, peygamber olarak gelsin. O bizim Peygamberimiz
(Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'in şeriatile amel edecektir.
«Haç* kıracak, domuzu
öldürecek ve cizyeyi kaldıracaktır...» cümlesi hakkında «Haçı kırmakdan
maksad; hıristi yanlığı ihtâl ederek İslâm şeriatile hüküm vermektir.» diyor.
«Et-Tavdilh» nâm eserde: haçın kırılması, ona tapanları öldürdükten sonra
olacaktır; denilmiştir.
Aynî diyor ki: «Burada
bana feyz-i ilâhîden bir mâna münkeşif oldu ki, şudur: Haçı kırmaktan murâd
hıristiyanların yalanını meydana-çıkarmaktır. Çünkü onlar yahudilerin Hz. îsâ
(Aleyhisselâm)'ı çarmıha gerdiklerini iddia etmişlerdi. İşte Allah Teâlâ
Kitab-ı kerîminde:
«Onu ne öldürdüler, ne
de astılar; lâkin (onların gözünde) benzettirildi.»
buyurarak onların bu
yalan ve iftiralarını haber vermiştir. Hadise şöyle olmuştur: Yahudiler Hz .
îsâ'yi çarmıha germek için yere ağaç diktikleri vakit Allah Teâlâ Hz . îsâ 'yi
onlara gösteren Yehûza'yı îsâ (Aleyhisselâm) kıyafetine tebdil etti. Yahudiler
îsâ (Aleyhisselâm) zannile onu öldürdüler. Allah îsâ (Aleyhisselâm) 'ı göğe çıkardı.
Bu hâdiseden sonra
yahudiler Hz. îsâ'nın ashabına musallat olarak onları asıp kesmeye ve
hapsetmeye başladılar. Nihayet bunu Roma İmparatoru duymuş. Kendisinin
peygamber olduğunu söyleyen ve ölüleri dirilten, körlerin gözlerini açan baras
denilen alaca hastalığım tedâvî eden bir zâtı Yahudilerin Öldürdüğünü ona
söylemişler. İmparator asılanın cesedini kaldırtmış. Sehpâ ağacını da
getirterek ona ta'zimde bulunmuş. Ondan haçlar yapmışlar, Hıristiyanlıkda
salîb denilen haç o zamandan kaldığı gibi. Romalılar arasına hıristiyanlik da
o zaman girmiştir.
İşte îsâ
(Aleyhisselâm) 'm haçı kırması, kendisinin öldürüldüğünü iddia edenlerin yalan
söylediklerine, dinlerinin bâtıl, îslâmiyetin hak olduğuna, kendisinin
müslümanhğı meydana çıkarmak ve sair dinlere- mensûb olanları öldürmek, haçı
kırmak ve domuzu tepelemek gibi icra'atla o dinleri ibtâl etmek için indiğine
işarettir.»
Tîbî: «Domuzun
öldürülmesinin mânası: onu edinmenin ve yemenin haram, öldürülmesinin helâl
kılınmasıdır.» diyor. Taberânî 'nin rivayetinde domuzla birlikde maymunları da
öldüreceği zikredilmiştir. Cizye Küf fardan alınan vergidir. Hz . îsâ
(Aleyhisselâm) bunu da ve bir rivayette harbi de kaldıracaktır. Bunun mânası:
din bir olacak demektir. Çünkü îsâ (Aleyhisselâm) müslümanlıktan başka din
kabul etmeyecektir.
İbni Battal diyor ki:
«Bizim H z . îsâ inmezden önce cizyeyi kabul etmemiz mala ihtiyacımız
olduğundandır. îsâ (Aleyhisselâm) indikten sonra ise buna ihtiyaç
kalmayacaktır. Çünkü mal çoğalacak hattâ onu kimse kabul etmez olacaktır.» Malı
kimsenin kabul etmemesinin sebebi; onun çok olmasıdır. Hz. îsâ (Aleyhisselâm)
'in adaleti yüzünden bereket o kadar çoğalacak ki, âdeta mal kapıdan taşacak
fakat insanlar kıyametin pek yakın olduğunu bildikleri için mâla mülke rağbet
gösteren olmayacaktır. Bir tek secdenin dünya ve ma'fihâ'dan daha hayırlı
telâkki edilmesi bundandır. Gerçi bir secde daima dünyadan ve dünya varlıklarından
hayırlı ise de burada maksad, o zaman mal ile ibâdet edilemeyeceğini
anlatmaktır.
Ebû Hüreyre (Radiyallahu anh) 'm: «İsterseniz şu
âyeti okuyun!» diyerek hadisde zikri geçen âyeti okuması, İbni
Cevzî'ye göre bu secde meselesile alâkalıdır. O bununla insanların
iyileştiklerine, imanlarının arttığına, hayır hasenata ehemmiyet verdiklerine,
bundan dolayı da bir rekât namazı bütün dünyaya tercih ettiklerine İşarette
bulunmuştur. Âyet-i kerîmedeki «Ölümünden, evvel» terkibindeki
zamirle «ona iman» ifâdesindeki zamirin kime aid olduğu
ihtilaflıdır. Birinci terkib-deki zamir ekser-i müfessirine göre Ehl-i kitaba
râci'dir. Delilleri: îbnî Abbas (Radiyallahu an/i/dan rivayet olunan şu
hadistir:
«Hiç bir yahudi ve
nasrâni îsâ 'y° İman etmeden ölmez... Lâkin Ölüm anındaki imanın faydası
yoktur.»
Bazıları zamirin îsâ (Aleyhisselâm)'a râcî' olduğuna kaildirler.
Bu takdirde mâna şöyle
olur :
«Ehl-i Kitab'dan hiç
biri yoktur ki, îsâ 'nın ölümünden evvel ona İman etmesin.» Yani birinci
takdire göre: «ölümünden» tâ'birinden murâd: Ehl-i kitabın ölümü, ikinciye göre
ise Hazreti îsâ 'nın ölümüdür.
Keza «ona imân» dan
murâd ekseriyete göre Hz. îsâ 'ya imândır. Bazıları «Allah'a imândır.»
diğerleri: «Muhamme d (Sallallahü Aleyhi ve Selle m) 'e imandır.» diyerek zanıîri kimi Allaha, kimi
Peygamber'e irca etmişlerdir.
Hadisin bazı
rivayetlerinde :
«İmamınız sizden
olduğu halde Meryem'in oğlu aranıza indiği vakit acaba sizin haliniz nice
olur!» denilmiş; diğer bazılarında bunun yerine: « Meryem'in oğlu aranıza inip
size imam olduğu zaman!... buyurulmuş-tur. Bundan Hz. îsâ 'nm bazan namazda
imam bazan da cemâat olacağı anlaşılır. Nitekim buna kail olanlar vardır.
«İmamınız sizden
olduğu halde...» ifâdesini Kirmanı « îsâ (Aleyhisselâm) sizin aranızda,
İncil'le değil Kur'ân'la hükmedecektir» şeklinde tefsir etmiş, Tîbî dahî:
«Bunun mânası:
îsâ sizin dinînizde
olarak size imam olur, demektir.» mütâleasın-da bulunmuşsa da Hz . îsâ 'nın
imam olma teklifini kabul etmeyeceğini tasrih eden rivayet karşısında bu
tefsir makbul olmamıştır.
Resulüllâh (SaîlaUahü
Aleyhi ve Sellem) 'in:
«Aceb hâliniz nice
olur!» buyurması o zamanki refâh-ı hâle teaccüb-dür.
îsâ (Ateyhisselâm)'m
yeryüzüne indirilmesinin hikmeti babında Aynî şunları kaydetmektedir: «Bu
hususta birkaç vecih vardır:
1 -
Yahudilerin «onu öldürdük» iddialarına reddiye olmak üzere indirilecek ve
yahudiler onu değil, o yahudileri öldürecektir.
2 - îsâ
(Aleyhisselâm), eceli yaklaştığı için yere indirilecektir, Çünkü topraktan
yaratılan bîr mahluk topraktan başka bir yerde ölemez.
3 - Hz. îsâ
Peygamberimiz (Sallcdlahü Aleyhi ve Sellem)
ile ümmetinin sıfatlarına gördüğü vakit bu ümmetten olmayı istemiş;
Allah da duasını kabul ederek onu sağ bırakmıştır. Âhır zamanda müslümanlann
umurunu yeniden tanzim etmek için yere indirilecek; ve bu hadise Dec-calın
çıktığı zamana tesadüf ederek Deccalı tepeleyecektir.
îsâ (Aleyhisselâth)'m
nereye defnedileceği ihtilaflıdır. Bir çok hadisler onun Peygamberimiz
(Sallallahü Aleyhi ve Seltem)'in yanına defnedileceğini bildirmektedir.
Kudüsde Beyti Makdise defnedileceğini söyleyenler de vardır.
1 - Domuzu
Öldürmek mutlak surette caizdir. Bundan yalnız zimmi-lerin domuzlarını istisna
etmek gerekir; çünkü domuz onlarca maldır. Onların mallarına dokunmak
müslümanlara yasak edilmiştir.
2 - îbni
Battal'a göre bu hadis domuzun hıristiyanlıkda
da haram olduğuna delildir. Hz . îsâ (Aleyhisselâm)'m onu öldürmesi
hı-ristiyanların helâl saymalarını tekzibtir.
3 - Domuz
necis-i ayndır. Derisi dibâgat kabul etmez. Bu hususda domuzun hâli köpekten
daha kötüdür. Çünkü köpeğin Öldürülmesi için şer'an emir yoktur. Necis-i ayn
olup olmadığı ve derisinin dibâgat kabul
edip
etmediği de
ihtilaflıdır.
4 - Domuzun
kılından istifade edilip edilemeyereği dahî ihtilaflıdır. İbni Şîrîn, İmam
Şafiî, Ahmed b. Hanbel ve İshâk b. Râhuye'ye göre mekruhtur. Tâhâvî : «Domuzun
hiç bir şeyini satmak caiz değildir. Yalnız ayakkabıcılara dikiş için bir kaç
tel alıp satmak caizdir.» demiştir. İmam Mâlik ile Hanefiyye'-den bazılarına ve
Hasan-ı Basri'ye göre domuzun kılını alıp satmak caizdir. Evzâî'nin mezhebi de
budur.
5 - Kıyamete
yakın îsâ (Aleyhisselâm) gökten yere inecek ve şeriatı Muhamnıediye
ile hükmededektir. Onun inmesi
kıyametin büyük
alâmetlerindendir.
6 -
Münkerâtı ve bâtıl âleti olan şeyleri değiştirmek icâbeder.
248 - (157)
Bize Yahya b. Eyyûb ile Kuteybetü'bııü Said" ve Aliyyü'bnü Hucr rivayet
ettiler. Dediler ki: Bize İsmail yânî İbni Ca'tfer, Alâ'dan, ki İbni
Abdirrahmândir, o da babasından, o da Ebû Hüreyre"den naklen rivayet etti
kî, Resulüllâh (SalîaUahü Aleyhi ve Sellem) :
«Güneş battığı yerden
doğmadıkça kıyamet kopmayacakfıır; o battığı yerden doğduğu zaman bütün
insanlar toptan iman edecek, fakat artık o gün : daha evvelden iman etmeyen
yahud îmanında bir hayır kazanmayan hiç bir kimseye (o günkü) imanı fayda
vermeyecektir [245] buyurmuşlar.
(...) Bize
Ebû Bekr b. Ebî Şeybe ile İbni Nümeyr ve Ebû Küreyb rivayet ettiler. Dediler
ki: Bize îbni FudayI [246]
rivayet etti. H.
Bana Züheyr b. Harb da
rivayet etti. (Dedi ki): Bize Ceriır [247]
rivayet, etti. Bunların ikisi de Umâratu'bnü Ka'kaa'dan, o da Ebû Zür'a'dan, o
da Ebû Hüreyre'den, o da Peygamber (SalîaUahü Aleyhi ve Sellem)'ûen naklen
rivayet etti. H.
Bize Ebû Bekr b. Ebî
Şeybe dahi rivayet etti. (Dedi ki): ]Bize Hüseyn b. Aliy, Zaîde'den o da
Abdullah b. Zekvân'dan, [248] o
da A'bdurrahman el-A'rac' [249]
dan, o da Ebû Hüreyre'den, o da Peygamber (SalîaUahü Aleyhi ve Sellemyden
naklen rivayet eyledi. H.
Bize Muhammed b.
Râfi'de rivayet etti. (Dedi ki): Bize Abdürraz-zâk [250]
rivayet etti. (Dedi ki): Bize Ma'mer, Hemmâm b. Münebbih'den, o da Ebû
Hüreyre'den, o da Peygamber (SalîaUahü Aleyhi ve Sellem)'den naklen, Alâ'nın
babasından, o da Ebû Hüreyre'den, o da Peygamber (SalîaUahü Aleyhi ve Sellem)
'den rivayet ettiği gibi tahdis eyledi.
249 - (158)
Bize Ebû Bekr b. Ebî Şeybe ile Züheyr. b. Harb rivayet ettiler. Dediler ki:
Bize Veki' rivayet etti. H.
Bana bu hadisi (yalnız)
Züheyr b. Harb da rivayet etti. (Dedi ki): Bize İshâk b. Yusuf el-Ezrak
rivayet eyledi. Bunlar toptan FudayI b. Gaz-vân'dan [251]
rivayet ettiler. H.
Bize Ebû Küreyb
Muhammed b. el-Alâ' dahi rivayet etti. Lâfız onundur. (Dedi ki): Bize İbni
FudayI, babasından, o da Ebû Hâzim'den [252], o
da Ebû Hüreyre'den naklen rivayet etti, Şöyle demiş: Resulüllâh (SalîaUahü A
leyhi ve Sellem):
Üç şey vardır ki,
bunlar çıktıkları zaman, daha önceden iman etmeyen veya imanında bir hayır
kazanmayan hiç bir kimseye (o günkü) İmanı fayda vermez : 1— Güneşin batıdan
doğması, 2— Deccâl ve 3— Da-abbetü'l-arz.»
buyurdular.
250 - (159)
Bize Yahya b. Eyyûb ile İshâk b. İbrahim hep birden İb-nî Uleyye'den rivayet
ettiler. İbni Eyyûb dedi ki: Bize İbni Uleyye rjvâ-yet etti. (Dedi ki): Bize
Yunus [253], İbrahim b. Yezid
et-Teymî' [254] den rivayet ettî benim
bildiğime göre, o da Babasından dinlemiş, o da Ebû Zerr'den naklen rivayet
etmiş ki, bir gün Peygamber (Salîalîahü Aleyhi ve Seilenı) (ashabına):
«Bu güneş nereye gider
biliyor musunuz?» demiş. Ashâb:
Allah ve Resulü bilir;
cevabını vermişler. Resulüllâh (Sallaîlahü Aleyhi
ve Sellem):
«O, tâ arşın altındaki
karargâhına varıncaya kadar gider; ve (orada) secdeye kapanır. Kendisine :
Kalk, geldiğin yere dön! denilinceye kadar o halde kalır. Bunun üzerine (geri)
döner; ve sabahleyin doğduğu yerden tekrar doğar. Sonra {/ine} Arş'ın altındaki
karargâhına varıncaya kadar akıp gtder ve (yine) secdeye kapanır. Kendisine:
Kalk, geldiğin yere dön! deninceye kadar o halde kalır. Ve (tekrar) dönerek
sabahleyin doğduğu yerden doğar. Bilâhere artık ihsanlar onun hiç bir halini
yadırgamaz olarak Arş'ın altındaki o karargâhına varıncaya kadar akıp gider.
Nihayet kendisine : Kalk, (yarın sabah) battığın yerden doğ! denilir; o da
battığı yerden doğar.» buyurmuş; ve sözüne şöyle devam etmiş:
«Bu ne zaman olacak
bilir misiniz? Bu : evvelce iman etmeyen yahut imanında bir hayır kazanmayan
hiç bir kimseye (o günkü) imanının fayda vermeyeceği zamandır.»
(...) Bana
Abdülhamid b. Beyân el-Vâsati [255] de
rivayet etti. (Dedi ki):
Bize Hâlid yani İbni Abdillâh, [256] Yûnus'dan,
o da İbrâhim-i Teymi'-den, o da Babasından, o da Ebû Zerr'den naklen haber
verdi. Ki, Peygamber (Sallaîlahü Aleyhi
ve Sellem) bir gün (ashabına):
«Bu güneş nereye gider
bilir misiniz?..» buyurmuş. Hâlid de İbni Uleyyenin hadisi gibi rivayet etmiş.
(...) Bize
Ebû Bekr b. EM Şeybe ile Ebû Küreyb dahi rivayet ettiler. Lâfız Ebû
Küreyb'indir. Dediler ki: Bize Ebû Muâviye [257]
rivayet etti. (Dedi ki): Bize EI-A'meş İbrahim et-Teymi'den, o da babasından, o
da Ebû Zerr'den naklen rivayet etti. Ebû Zerr şöyle demiş: Mescide girdim.
Resulüllâh (Sallaîlahü Aleyhi ve
Sellem) oturuyordu. Güneş batınca (bana):
«Yâ Ebâ Zerr! Bu güneş
nereye gider biiir misin?» dedi:
— Ben: Allah ve Resulü
bilir; dedim:
«Bu gider de secde
etmek için İzin ister; ve kendisine izin verilir. Her halde ona : geldiğin yere
dön denilmiş olur. Nihayet battığı yerden doğar.» buyurdular.
Ebû Zerr demiş
ki: Sonra (Resulüllâh (Sallaîlahü Aleyhi ve Sellem)
Abduİlâhın kıraati
üzere:
«İşte bu, onun İçin
bir karargâhtır.» [258]
âyetini okudu.
251 - (...)
Bize Ebû Said el-Eşecc ile İshâk b. İbrahim rivayet ettiler. İshâk: Bize haber
verdi tabirini kullandı: Eşecc: Bize Vekî' tahdis etti. (Dedi ki): Bize
El-A'meş, İbrahim et-Teymi'denj o da babasından, o da Ebû Zerr'den naklen
rivayet etti, dedi. Ebû Zerr şöyle demiş: Resulsllâh (Sallaîlahü Aleyhi ve
Sellem)^ Teâlâ Hazretlerinin: (Güneş karargâhına akıp gider) âyeti kerîmesinin
mânasını sordum:
«Onun karargâhı arşın
altındadır.» buyurdular.
Bu hadisi Buhârî
«Kkâb'ut-Tefsir» ile «Kitâb'ur-Rukaak» da, Ebû Davud «Kitâb'ul-Melâhim»
de, Nesaî «Kitâbu'l-Vasâyâ»
da, İbni Mâce'de «Kitâbu'l-Fiten» de tahriç
etmişlerdir.
Hadis-i şerif
kıyametin büyük alâmetlerinden bazılarını haber vermektedir. Bunlar sahih
hadislerin beyanına göre on tanedir.
1 - Decealın çıkması,
2 - Isâ (Ateyhissekun)'ın inmesi,
3 - Ye'cûc ve mecüc'un çıkması,
4 - Daabbet-ül arzın çıkması,
5 - Güneşin batıdan doğması,
6 - Doğuda,
7 - Batıda,
8 - Ve Arap yarımadasında üç yerin batması, [259]
9 - Yeryüzünü bir dumanın kaplaması,
10 -
Aden'den bir ateş çıkarak insanları bir yere toplamasıdır. Übbî'nin beyanına
göre kıyametin büyük alâmetlerinden beş tanesi mütevatirdir. Mezkûr alâmetler
kelâm kitaplarında uzun uzadıya izah edilmişlerdir. Burada bunların en
sonuncusu bildirilmektedir, ki o da güneşin batıdan doğmasıdır. Bundan sonra
imân veya tevbe etmenin hiç bir faydası olmayacaktır. Çünkü vukuu evvelce haber
verilen ve inanılması istenilen şeyler olduğu gibi zuhur etmiş ve insanlar
bunları gözleri İle görmüş olacaklardır. Bir şey'e gözü ile gördükten sonra
inanmaya ise imân demezler. İmânın esası mugayyebata yani gözle görünmeyen şeylere
inanmaya istinad eder. Bundan dolayıdır ki, güneşin batıdan doğuşunu
görenlerin hali son nefesine gelen bir kimsenin haline benzetilmiştir. Canı
boğaza gelen bir kimseye âhiret umuru gösterildiği için artık o kimsenin imânı
nasıl kabul edilmez ise güneşin batıdan doğduğunu görenlerin imânı ve tövbesi
de kabul edilmez.
Resulüllâh (Sallallahü
Aleyhi ve SeUem)'in_ okuduğu âyet-i kerîme bu
hakikati nâtıktır.
Taberî diyor ki:
«Âyetin mânası şudur: Evvelce imân etmeyen bir kâfirin güneş batıdan doğduktan
sonra îman etmesi fayda vermez. Çünkü o zaman edilen imânla işlenen amel-i
salihin hükmü can gırtlağa geldiği zaman edilen imânın hükmü gibidir. Böyle bir
iman ise hiç bir fayda temin etmez.» Nitekim Teâlâ Hazretleri.
«Bizİm azabımızı
gözleri İle gördükten sonra edecekleri imanları onlara fayda verecek
değildir.» buyurmuştur. Sahih hadiste dahi bir kulun tevbesi ancak can
boğaza'gelinceye kadar kabul edileceği bildirilmiştir.
İbni Atiyye: «Bu hadis
âyet-i kerîmedeki bazı 'âyetlerden murâd güneşin batıdan doğması olduğuna
delildir. Cumhurun mezhebide budur» diyor.
İbni Hacer-i Askalâni
«Fethu'I Bari» de şöyle d'emek> tedir. «Bu bâbtaki haberlerin mecmuundan
anlaşılıyor ki yeryüzünde umumî ahvalin değişeceğini bildiren büyük kıyamet
alâmetlerinin birincisi Deccalin zuhurudur. Bu hal îsâ (Aleyhisselâm)'m vefatı
ile sona erecektir. Güneşin batıdan doğması ise sema aleminin değişeceğini
bildiren alâmetlerin birincisidir. Bu da kıyametin kopması ile sona erecektir.
Vakı'a Müs1im'in bir rivayetinde kıyametin büyük alâmetlerinin birincisi güneşin
batıdan doğması gösterilmişsede «bu alâmet yıldızlat aleminin deği-çeceğini
bildiren ilk alâmettir; Deccalin çıkması da dünya hallerinin değişeceğini
bildiren ilk alâmettir» şeklinde te'vil edilerek hadisler arasında görülen
zahiri tearuz bu suretle giderilmiştir.
İbn-i Ömer
(Radîyaîiahu anh)'d&n rivayet edilen bir hadise göre güneş batıdan
doğduktan sonra yer yüzünde 120 sene hayat devam edecektir. Bazıları bu hadisi
îbn-i Ömer (Radiyaîlahu anh)'a mvkuf olarak rivayet etmişlerdir.
Acaba güneşin batıdan
doğmasının hikmeti nedir? şeklinde bir sual hatıra gelirse buna Aynî şu cevabı
vermektedir: Bunda dinsizlerle müneccimlerin iddialarını iptal vardır. Çünkü
onlar böyle bir Şey'in ol-mıyacağmı hatta hatırdan bile geçmiyeceğini iddia
etmişlerdi» Güneşin Arş-ı Â'lâ altındaki müstekârri meselesine gelince: müstekar
kelimesi ismi zaman, ismi mekân ve mimli mastar mânalarına gelebilir. Bu sebeple
Mezkûr kelime birkaç mânada tefsir edilmiştir.
1 - Güneş
kendisine tahsis edilen bir istikrar sebebiyle yani sabit bir karar, muntazam
bir kanun ile gökyüzünde akıp gider. Onun hareketi .bir tesadüf eseri değildir.
2 - Güneş
nihayet bir sukûne erip durmak için hareket eder;
3 - Güneş
duracağı bir', zamana kadar hareket eder.
4 - Güneş
kendine mahsus bir yerde sabit olarak akıp gider; mihverinde döner. Yahud
kendisinin karargâhı olan âlemin menfaati için akıp gider.
Elmalılı Muhammed
Hamdi Yazır merhumun beyanına göre güneşin başka bir merkeze doğru hareket
etmekte bulunduğu mânasına da gelebilir.
Nevevî : «Güneşin
secdesi temyiz ve idrakle olur. Teâlâ Hazretleri bu hassayı onda halk eder»
diyor. Allâme Alûsî 'nin kavli de budur. Ona göre; Güneşin kudsî bir nefsi,
yâni ruhu vardır. Bu nefis güneşin cisminde bir nevi taalluku kalmak şartiyle
ondan ayrılarak Arşı âlâ'ya
çıkar; onun altında secde eder. Bu onun seyrine münafî değildir. Nitekim Hukemâ
Felek ve yıldızların nefsi olduğuna kanidirler.» diyor.
Kâdî İyâz diyor ki:
«Bu hadis ehH sünnettin fıkıh, kelâm ve hadis ulemâsına- göre teVil edilmeden
zahiri mânası üzre bırakılmıştır. Bâtiniyye fırkası onu te'vil etmişlerdir.»
Hasıl-ı kelâm:
kıyametin büyük alâmetlerinden olmak üzere güneş batıdan doğduktan sonra bütün
kâfirler îmâna gelecek fakat bu imânın hiç bir faydası olmayacaktır.
252 - (160)
Bana Ebü't-Tahir Ahmed b. Amr b. Abdillâh b. Amr b. Şerh rivayet etti (dedi
ki): Bize İbni Vehb hab.er verdi. Dedi ki: Bana Yunus [260],
İbni Şihâptan naklen haber verdi, demiş ki: Bana Urvetü'bnû Z-Zübeyr, rivayet
etti, önada Peygamber (SaüaUahü Aleyhi ve Sellem) 9in zevcesi Âişe haber vermiş
demiş ki:
— Resulüllâh (Sallallahil Aleyhi ve Sellem)'*
ilk vahyin başlaması uykuda sadık rüya görmekle olmuştur. Hiçbir rüya görmezdi
ki sabahın aydınlığı gibi (apaçık) zuhur etmesin. Sonra kendisine tenhada
kalmak sevdirildi. Artık Hirâ mağrasına çekilir orada ailesi nezdine dönmeden
birkaç gün tehannüs ederdi. (Tehannüs ibâdet etmek temektir.) Bu maksatla
yanına azıkta alırdı. Sonra Hadice'nin yanına döner yine o kadar bir müddet
için azık tedarik ederdi. Nihayet Hirâ mağarasında bulunduğu bir sırada
ansızın (emr-i) Hak karşısına çıkıverdi. (Şöyle ki): Kendisine melek gelerek: «Oku!»
dedi Resulüllâh (SaUallahü Aleyhi ve Sellem): '
«Ben okumak bilmem.»
cevabını verdi. Fahr-ı Kâinat (SallaUahii Aleyhi ve Sellem) buyuruyorlar ki:
O zaman melek benî
alarak takatim kesilinceye kadar sıkıştırdı. Sonra beni bırakıp yine :
— «Oku!» dedi. Ben de :— «Okumak bilmem.» dedim.
Melek benî yine alıp
ikinci defa takatim kesilinceye kadar sıkıştırdı.
Sonra beni bırakıp
yine :
— «Oku!» dedi. Ben de :
— «Okumak bilmem.»
dedim. Nihayet beni yine üçüncü defa olarak takatim kesilinceye kadar
sıkıştırdı. Sonra beni bırakıp şu âyetleri okudu :
«Yaratan Rabbinİn
adiyle oku! O Allah ki, insanı bir kan pıhtısından yarattı. Her halde oku! Senin
Rabbin kalemle yazı yazmayı öğreten kerîmler kerîmidir.' İnsana bilmediğini öğretmiştir.» [261]
Bunun üzerine
Resulüllâh (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) o sıkıştırma sebebi İle (heyecandan)
boyun etleri titreyerek döndü. Ve Hadîce' [262] nin
yanına giderek:
«Beni örtün, beni
Örtün!» dedi. Korkusu gidinceye kadar mübarek vücudunu sarıp örttüler. Ondan
sonra Peygamber (SaUaUahü Aleyhi ve Sellem) Hadice'ye:
«Ey Hadİce! Acep bana
ne oluyor?» dedi: ve olup bitenleri ona haber verdi. «Kendimden korktum» dedi. Hadice ona şunları
söyledi:
— Öyle deme sevin! Allah'a yemin ederim kî
Allah seni hiç bir vakit utandırmaz vallahi. Çünkü sen akrabana bakarsın, sözün
doğrusunu söylersin, işini görmekten aciz olanların ağırlığını yüklenirsin,
Fakire verir kimsenin kazandıramayacağını kazandırır, misafiri ağırlarsın,. Hak
yolunda zuhur eden hadiseler karşısında (Halka) yardım edersin.
Bundan sonra Hadice
Resulüllâh (Saiiailahü Aleyhi ve Sellem yi beraberine alarak Varakatu'bnü,
Nevfel b. Esed b. Abdil Uzza'ya götürdü. Bu zat Hadice'nin amcası oğlu yani
baltasının kardeşi oğlu idi. Cahili-yet zamanında hıristiyan dinine girmiş bir
kimse olup arapça yazı yazmasını bilir; incilden Allah'ın dilediği kadar
öteberi bazı şeyleri Arapça yazardı. Varaka gözleri görmez olmuş bir pir-i
fâni idi. Hadice kendisine :
— Ey amıca! dinle bak kardeşin oğlu neler
söyleyecek dedi. Varakatu'bnü Nevfel:
— Ne var kardeşim oğlu? diye sorunca Resulüllâh
(Saiiailahü Aleyhi ve Sellem) gördüğü
şeyleri kendisine haber verdi. Bunun üzerine Varaka:
— Bu gördüğün Mûsâ
(Saiiailahü Aleyhi ve Sellem)'e indirilen Namus-u Ekberdir. [263] Ah
keşke senin davet günlerinde genç olaydım. Keşke kavmin seni çıkaracakları zaman
hayatta bulunsaydım dedi.
Resulüllâh
(SaUaUahü Aleyhi ve Sellem) «Onlar beni çıkaracaklar mı ki?» diye sordu
Varaka:
— Evet (Çıkaracaklar;
zira) senin gibi bir şey getirmiş [264] hiç
bir kimse yoktur ki düşmanlığa uğramasın. Şayet senin davet günlerine yetişirsem
sana son derece yardım ederim cevabını verdi.
253 - (...)
Bana Muhammed b. Rafi'de rivayet etti. (Dedi ki): Bize Abdurrezâk rivayet etti.
(Dedi ki): Bize Ma'mer haber verdi dedi ki Zührî: Bana Urve de Âişe'den naklen
onun şöyle dediğini söyledi dedi. Resulüllâh (SaUaUahü Aleyhi ve SeUem)*e ilk
vahyin başlangıcı (şöyle oldu..,) ve bu hadisi Yunus hadisi gibi rivayet etti.
Yalnız o:
— «Vallahi Allah seni
hiç bir zaman mahzun etmez» dedi ve: Hadice: «Ey amcamoğlu! kardeşin oğlunu
dinle bak neler söyleyecek dedi» şeklinde rivayet etti.
254 - (...)
Bana Abdulmelik b. Şuayb b. Ley s dahi rivayet etti dedi ki: Bana babam,
dedemden rivayet etti demiş ki: Bana Ukayl b. Halit, İbni Şîhabın, şöyle
dediğini rivayet etti: Urvetü'bnü'z-Zübeyr'i şunları söylerken işittim.
Peygamber (SaUaUahü Aleyhi ve Sellem)'İn zevcesi Âişe dedi ki:
— «Bunun üzerine
Resulüllâh (SaUaUahü Aleyhi ve Sellem) yüreği titreyerek Hadice'nin yanına
döndü...»
Ve hadisi Yunus'la
Ma'mer'in rivayetleri gibi kıssa eyledi; yalnız onların rivâyetlerindeki:
«Resulüllâh (SaUaîlahü
Aleyhi ve Selîem) 'İn ilk vahiy başlangıcı sadık rüya ile olmuştur.» diye başlayan ilk cümleyi zikretmedi bîr de:
— «Vallahi Allah" seni hiç bir vakit
utandırmaz» şeklindeki rivayette Yuııus'a tabî' oldu. Ve Hadice'nin:
— «Ey Amcamoğlu! dinle bak kardeşinoğlu neler
söyleyecek» dediğini zikretti.
Bu hadisi Buhâri
kitabının başında ve «Kitab'ut Tefsir» de, Tirmizi ile Nesaî dahi «Kitab'ut
Tefsir» de tahriç etmişlerdir.
Hadis-i Şerif sahabenin
mürsellerindendir. Çünkü Âi§e (Radıyaîlahu Anhâ) Bu hadiseye erişmemiştir.
Binaenaleyh onu ya bizzat Peygamber (SaUaîlahü Aleyhi ve Sellem) 'den yahud bir
sahabiden işitmiştir. Sahabinin mürseli ise ulemânın ittifakı ile Huccet'tir.
Bu bâbta muhalefet eden yalnız Ebû İshâk el-Esf eraini1 olmuştur. Ona göre
böyle bir hadisle ihticac olunamaz. Yalnız Ravî sahabeden başkasından rivayet
etmediğini söylerse rivayeti kabul olunur. İbni Salâh: «İbni Abbas (Radıyallahu
Anhiima) ile Peygamber (SaUaîlahü Aleyhi ve Sellem) 'den hadis dinlemeyen diğer
genç sahabenin rivayet ettikleri hadisler mevsul ve müsbet hükmündedir. Çünkü
bunların rivayetleri sahabedendir. Sahabenin bilinmemesi ise zarar etmez.»
demiştir. Nevevî: Doğrusu da budur. Şafiî'nin ve Cumhuru ulemânın mezhebi de
budur.» diyor.
Tibî diyor ki: « Âişe
(Radıyaîlahu Anhâ)'nm bu hadisi Peygamber (SaUaîlahü Aleyhi ve Sellem)'den
işittiği anlaşılıyor. Çünkü rivayeti esnasında:
«Melek beni alarak
sıkıştırdı, dedi.» cümlesiyle hadisi bizzat Peygamber (SaUaîlahü Aleyhi ve
Sellem) 'den işittiğini beyan ediyor.» Hasılı Hz . Âişe (Radıyaîlahu Anhâ)
kimden İşitmiş olursa olsun bu hadis muttasıl ve müsnet hükmündedir.
Vahiy: Lügatte gizlice
bildirmek, işaret etmek yazı yazmak, risalet ve ilham mânalarına gelir. Bu
kelime fiil olarak «Vahâ-yehi» ve «evhâ-Yûhî» şekillerinde kullanılırsa da
«evhâ» şeklinde kullanılması daha fasihtir. Kur'ân-ı Kerîm'de de bu şekilde
varid olmuştur. Bazan vahiyden ism-i mefu'l mânası yani vahiy edilen şey
kasdedilir.
Şeriat: îstilahinda
vahiy Allah Teâlâ'nm peygamberlerinden birine indirdiği kelâmına denilir.
Ulemâdan bir çoğu Resulü: «Kendisine mucize ile birlikte kitap indirilen
zattır» diye tarif etmişlersede bu tarif doğru değildir. Çünkü Hz. Âdem, Nûh
ve Süleyman (Aleyhisselâm) gibi bir çok Resullerin Resul olmamasını icap eder.
Bu zevat biîittifak Resul oldukları halde kendilerine kitap iııdirilmemiştir.
Nebiyi dahi:
«Kendisine kitap indirilmese bile Allah Teâlâdan haber veren zattır.» diye
tarif etmişlerdir. Sahih olan tarife göre Resul: Kendisine kitap indirilen
yahud melek gönderilen zattır.» Nebiy ise : »Allah Teâlâ'nın ahkâmı tebliğe
yahud başka bir Resule tabiî olmaya memur kıldığı zattır. Binaenaleyh Resul ile
Nebî arasında mantık yönünden umum ve husus-u mutlak vardır. Her Resul Nebî'dir
fakat her Nebî' Resul değildir.
Vahyin mahiyeti: Peygamberanı izam (Salevâtullahi Aleyhim)
hazeratmdan başkasına
malûm değildir. Binaenaleyh bundan kimsenin bahsetmeye hakkı yoktur. Ancak
vahyin meratip ve envaî ve nüzul zamanında hazır bulunup görenlerin naklettiği
bazı eserleri vardır ki; Onlardan bahsedilebilir. Buhârî Şârîhi Aynî 'nin
beyanına göre peygamberler hakkında vahiy üç kısımdır.
1 - Mûsâ (Aleyhisselâm)\n işittiği gibi kelâm-ı kadimi
işitmek sureti ile olur. Bu şekil vahiy nass-ı Kur'ân ve bir çok sahih
hadislerle sabittir.
2 - Melek
göndermek sureti ile olur.
3 -
Allah Teâlâ tarafından gönderilen
Melek vasıtasiyle peygamberin kalbine yerleştirmek sureti ile olur.
Nitekim Peygamber (Sallallahii
Aleyhi ve Sellem)'in;
«Ruhu'I-Kudüs (yani
Cebrail A.S.) benim nefsime üfürerek yerleştirdi...»Hâdis-i şerifi bu hakikati
natıktır. Hz. Davud (Aleyhisselâmy& gönderilen vahiyin de bu kabilden
olduğu söylenir. Diğer peygamberlere gelen vahiyler ilham sureti ile olmuştur.
Süheylî, vahyin
yedi suretle vuku bulduğunu söyler:
Şöyleki.
1 -
Sadedinde bulunduğumuz hadiste beyan edildiği gibi uyku halinde rüyada
bildirilir.- Hatta. İbni İshak'ın rivayetine göre vahyin başlaması
evvelâ geceleyin rüyada olmuş ertesi günde uyanıkken vahiy gelmiştir. Ulemâdan
bazıları uyanıkken nazil olan her vahyin evvelce rü-yadada bir kere nazil
olduğunu iddia ederler.
2 -
Peygambere vahiy çan sesi gibi bir seda halinde gelir, Bu ses ya meleğin kendi
sesi yahud da kanatlarının Şeşidir; Vahyin bu sureti pek şiddetli idi onun için
Resulü Ekrem (Sallaİlahii:Aleyhi ve Sellem)pek büyük zahmet çeker, mübarek yüzü
terler içinde kalırdı,
3 - Vahiy
.uyanıkken melek tarafından peygamberin kalbine ilka edilir fakat ;melek
'gofühmez bunun mücerredi "bir ilham olmayıp vahy-i ilâhî olduğuna Teâlâ
Hazretleri bir ilm-i zaruri halk ederdi.
4 - Peygambere
melek insan şeklinde gelir.
Nitekim Resuîüllâh (SaUaîlahü
Aleyhi ve Sel!em)'e Cibri1i Emin
bazan Dihyet ü'l-ke1bi ismindeki sahâbî-i. celil suretinde gelirdi.
Bu zatın suretine girmesi onun akran-u emsali arasında en güzel olmasındandır
deniliyor. Hatta kadınların fitne ve tuzağına düşmemek için peçe takındığı rivayet
olunur. Başka surete girdiği de vakidir.
5 -
Peygambere Cibril-i Emin (Aleyhisselâm) kendi sureti ile ve herbiri gökyüzünü kaplayan altıyüz kanadı
ile görünerek vahiy getirir ki bu iki defa vaki' olmuştur.
Birincisi Hirâ dağında
buradaki hadisi getirdiği zaman vâkî olmuştur. Bu dehşetli manzarayı görür
görmez Resulü Ekrem (Salîaîiahü Aleyhi ve Seilem) tehammûl edemeyerek baygın düşmüşlerdi.
İkincisi leyle-i
mi'raçta Sidretu-1-Münteha yanında
olmuştur.
6 - Allah
Teâlâ Peygamberi ile hicap arkasından konuşur. Müs1im'in rivayet ettiği bir
hadise göre Resulüllâh (Sallallahü Aleyhi ve Selletn) Mekke'de 15 sene vahyi
işitmek sureti ile telâkki etmiştir yedi sene vahiy esnasında bir ziyadan başka
bir şey görmemişdir.
7 - Vahyi
bazen Cibril-i Emin
değil de İsrafil (Aleyhisselâm) getirir. Şâbi'nin rivayet ettiği bir hadise
göre Resulüllâh (Salîaîiahü Aleyhi ve SellemYe üç sene vahyi İsrafil
(Aleyhisselâm) getirmiş ve. olduğu şekilde görünmüş sonra onun yerine Cibril.
Emin (Aleyhisselâm) tevkil
buyurulmuştur. Maamafİh ulemâdan bu hususa itiraz edenler olmuştur.
Sadık rü'ya: İçerisine
Şeytanın haltiyatı karışmayan doğru rüyadır. Uyku halinde ekseriya görülen
karışık şeyler ve ağır basmalar sâdık rü'ya değildir. Peygamber (Sallallahü
Aleyhi ve Seilem):
«Sâdık rüya
Peygamberliğin kırk altı cüz'ünden bir cüz'dür.» buyurmuştur. Vahi evvelâ
sâdık r%i'tâ ile başlamış; altı ay bu şekilde devam ettikten sonra uyanıkken
gelmiş; bir daha yirmi üç sene minval üzere devam etmiştir. Bir rivayette:
«Sâdık rüya
peygamberliğin yetmiş cüzünden bîr cüzdür.» buyurulmuştur. Ulema bu iki
rivayetin arasını bulmuş ve: «Rüya, gerenin hâline göre değişir. Sıddıyklarm
rü'yâsi 46 cüzden bir cüzdür. Sair müminlerin rü'yâsı ise 70 cüzden bir cüz
olur.» demişlerdir.
Vahyin bu yedi
suretten mada bir iki sureti daha bulunduğunu söyleyenlerde vardır. Kaadî İyâz
ile diğer bazı ulemânın beyanına göre Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sel!eın)'e
vahyin, rüya ile başlaması onu bu işe alıştırmak içindir. Çünkü birdenbire
melek karşısına çıkmış olsa beşer kuvveti tehammûl edemezdi.
Resulüllâh (Sallallahü
Aleyhi ve Selle m)'e tenhaya çekilmenin sevdirilmesi yalnız kaldığı zaman
kalbi her türlü dünyevî kayıtlardan azade kalacağı içindir. Bu da tefekküre
dalmaya ve huşua yardım eder. Hıra mağarası Mekke-i Mükerremeye üç mil mesafede
ve Mekke'den Mineye giden yolun sağındadır.
Hacca gidenler pekâlâ bilirlerki Hirâ dağı tepeye
doğru çıktıkça sivrilmiş ve adeta Kâbe-i
muazzamaya doğru rükû edercesine eğilmiştir. Bu hususta tetkikat yapan bazı
zevatın bildirdiklerine göre Mekke'nin etrafında bulunan bütün dağlar. Kâbe-i
Muazzama'ya doğru rükû halindedir. Mezkûr Mağrada Resulü Ekrem (Sallallahü Aleyhi
ve Seilem) günlerce ibâdet eder fakat kendisine vahiy geleceği hatırından
geçmezdi. Bundan dolayıdır ki hadis-i şerifte :
«Ansızın emr-i Hak
karşısına çıkıverdi.» denilmiştir. «Ben okumak bilmem» cümlesi Kaadî
İyâz 'in
beyanına göre ulemâ
arasında ihtilaflıdır. Bazıları bu cümledeki «ma» yi nafiye diğer bazıları da
istihfamiyye olduğunu söylemişlerdir. Fakat Nevevî Nafiye olduğunu tasvib etmiş
istihfhamiyye olmasını doğru bulmamıştır, Meleğin Peygamber (Sallallahü Aleyhi
ve Seilem) üç defa sıkıştırıp salması getirdiği vahyi kabule onu hazırlamak
hikmetine meb-nidir. Bazıları bundan ibret alarak muallimin talebesini derse
karşı uyanık ve hazır bulunmağa davet etmesi gerektiğini söylerler.
Hadis-i Şerif ikra'
suresinin başındaki beş âyetin Kur'âm KerînVin ilk nazil olan âyetleri olduğunu
gösteriyor. Nevevî Selef ve halef ulemâsının cumhuru buna kaildir, doğrusu da
budur diyor.
Kur'ân-ı Kerîm'in ilk
âyetinin oku! diye başlaması ikinci âyetinde yazının emrolunması İslâmiyeti
kötülemekten zevk duyan din düşmanlarının beyinlerini parçalayan bir saikay-ı
hak ve bir barika-ı hakikattir. Bugün medeniyetin ölçüsü okuyup yazma nisbeti
ile temizlik hususunda sarfedilen sulardır. Daha açıkçası hangi millette okur
yazar çok bulunur ve çok su harcanırsa o millet medenî sayılır. İşte Kur'ân-ı
Kerîm'in ilk emirleri bu hakikâtları ihtiva etmektedir. Hirâ dağında nazil olan
bu ilk âyetlerde okumakla yazmak emredilmiş bir kaç zaman sonra inen
«müd-dessir» suresi âyetlerinde de temizlik
farz kılınmıştır.
Dünya medeniyetinin
esaslarını daha ilk emrinde böyle üç kelime ile hülâsa eden hak veya bâtıl bir
din daha varsa lütfen göstersinler! gösteremezler çünkü yoktur. Hakikat bu
merkezde iken bazı tembel müslüman-ların. halini behâne ederek canavarlar gibi
müslümaniığa hücum etmek için insan ya çıldırmış olmak yahut İslâmiyet
düşmanları kadar beyinsiz bulunmak icap eder sunuda ilâve edelim ki İslâm
medeniyetinin hedefi düşmanların gözlerini kamaştıracak kadar nurlu,
hayallerinin dahi eremeye-ceği kadar yüksektir. Onun hedefi âhiret seadetidir.
Yirminci asır insanlarının dillerine destan ettikleri medeniyetle İslâm
medeniyeti arasındaki nispet ancak tezattır. Çünkü mahûd medeniyetin altında
boylu boyunca uzanmış yatan bir küfür vardır. Onun felsefesi: ye iç hoş geç
yaşadığına bak bundan sonra bir daha dünyaya gelecek değilsin Öldükten sonra
dirilmek, âhiret hayatı, sual, cevap, cennet cehennem hayatı gibi şeyler —hâşâ
Eümmc hâşâ — safsata ve hurafeden
ibarettir» şeklinde hülâsa edilebilir. İslâm medeniyetinin sertacı ise alnında
güneş gibi parlayan nur-u imandır.
Müslüman yeyip içip
hoş geçmek için değil, çalışıp çabalayıp bir çok zahmet ve külfetlere
katlanarak âhiret hayatını, o ebedî saadeti kazanmak için uğraşır.
Bu hakikat dünyaya
dar-ı teklif adı verilmekle ifade edilmiştir. Teklif külfet yüklemektir.
Müslüman dünyada bir çok dünyevî ve uhrevî külfetlere katlanır. Dinin emir ve
nehiylerine riayet eder. Bu cümleden olmak üzere dinin şanını yükseltmek için
dünyasını da mamur eder onun için rahat yeri cennettir. Cenab-u Hak bil cümle
din kardeşleri ile birlikte bizide o selâmet diyarına çıkan bahtiyarlardan
eylesin (amin).
Âyet-i Kerîmede evvelâ
:
«Senin Rabbin kalemle
yazı yazmayı öğreten kerimler kerimidir.» Buyurularak tahsil sureti ile elde
edilen ilme; Sonra da:
«İnsana bilmediğini
öğretmiştir.» Buyurularak ilm-i ledünniye işaret buyrulmuştur.
Resulüllâh (Sattaüahii
Aleyhi ve Selîem) Cibril-i Emini görünce o ana kadar görmediği bu şa'şaadar
manzara karşısında beşeriyet iktizası ürkmüş korkudan titriyerek ümmûl mü'minin
Hadice (Radtyallahu Anhâ) nezdine dönmüştü. İki defa kendilerini sarıp
örtmelerini emretmiş biraz yatarak kalbinden korku zail olunca :
«Filhakika kendimden
korktum.» diye söze başlayarak başından geçenleri o heykel-i semahat ve şefkat
kadına anlatmıştı.
Kaadî İyâz diyor ki: «
Resu1ülIâh (Sallallahü Aleyhi ve Seîlem) 'in korkması gelen vahyin Allah 'tan
olup olmadığında şüphe ettiği mânasına alınmamalıdır. Onun korkması bu işi
kaldıramayacağı ve vahyin sıkletine tahammül edemeyip mahvolacağı mülâhazası iledir.»
Hz . Hatice
(Radıyallahu A nhâ), Resulüll.âh (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'i teskin etmiş
kendilerine rahat ol-dedikten sonra: «Allah Teâlâ seni hiç bir zaman
utandırmaz» diye yemin etmiş buna sebep olarak da Fahr-i Kâina t (Sallallahü
Aleyhi ve Sellemfin akrabaya yardım, doğruyu söylemek, acizlere yardım,
fakirlere muavenet gibi mümtaz vasıflarla mevsuf olmasını göstermiştir.»
Cümlesi şeklinde de
rivayet edilmiştir. Maamafih sahih ve meşhur olan rivayet birincisidir.
Bazılarına göre mâna itibarı ile her iki rivayet birdir. Aralarında fark görenler
olmuşsa da Nevevî bunun zayıf olduğunu
söyler.
Ülema-i kiram Hz. Hadice
(Radıyallahu Anhâ) 'nın bu sözlerinden güzel ahlâk ve hayır işlerin bir
kimsenin selâmetine sebep olacağı mânasini çıkarmışlardır. Rivayetlerin birinde
Hz. Hadice'nin Varaka'-ya amca diğerinde amcamoğlu dediği zikrediliyor.
Bunların her ikiside doğrudur. Esasen Varaka Hz. Hadice'nin amcasıoğludur...
Maamafih bir insan amcasıoğluna mecazen amca diyebilir. Nitekim Türklerde de
âdet böyledir. Zaten Araplar konuşurken hürmeten büyüklerine amca derlerdi. Bu
hürmet amcamoğlu demekle ifade edilemez.
Namusdan murâd
Cibril-i Emin (Sallallahü Aleyhi ve Selîem) dir. Lügat ulemâsının beyanına göre
namus hayırlı bir sırrı taşıyan kimseye derler. Kötü sırrın sahibine de casus
denilir. Herevî:«Cib-ril-i Emin'e namus denilmesi Allah Teâlâ 'nın onu vahiy ve
gaip işlerine tahsis ettiği içindir.» diyor.
Bu hadiste namusun Mûsâ
(Aleyhisselâm)^ gönderilen melek olduğu beyan ediliyor. Sahiheyn'de ve diğer
hadis kitaplarında meşhur olan budur. Bazı hadislerde Mûsâ yerine îsâ
(Aleyhisselâm) zikredilmiştir, ki ikiside sahihtir.
Resulüllâh (Sallallahü
Aleyhi ve Selîem) 'in vahiy gelmezden Önce Hirâ dağında yaptığı ibâdetin
mahiyeti hakkında ulemâ ihtilâf etmişlerdir. Bazılarına göre kendinden Önceki
şeriatlardan birine tabî olarak ibâdet etmiştir. Cumhur-u ulemâya göre ise;
hiç bir şeriata tâbi' olmadan Allah Teâlâ 'nin kendisine ihsan ettiği marifet
nuru ile ibâdet ederdi. Bir şeriata tâbi' olarak ibadet etmiştir, diyenler
kendi aralarında ihtilâf etmişler ve bu ihtilâf neticesi ortaya sekiz kavil
çıkmıştır.
1 -
Resulüllâh (Sallallahü Aleyhi ve Selîem),
İbrahim (Aleyhisselâm) şeriatı
ile ibâdet etmiştiir.
2 - îsâ (Aleyhisselâm) şeriati ile
3 - Nuh
(Aleyhisselâm) şeriati ile
4 - Mûsâ (Aleyhisselâm) şeriati ile
5 -
Âdem (Aleyhisselâm) şeriati ile ibâdet
etmiştir.
6 -
Kendinden önce geçen gayri muayyen bir şeriat ile ibâdet etmiştir.
7 - Geçen
bütün şeriatlar Peygamber (Sallallahü
Aleyhi ve
Seltem)'e şeriattı.
8 - Bu bâbta
bir şey denilemez tevakkuf olunur. İmamül Harameyn
ile
Âmîdî 'nin mezhebi budur.
Resulüllâh (Sallallahü
Aleyhi ve Seltem)'in o zamanki ibâdeti tefekkür ve ibret alma sureti ile
olmuştur. Cibril-i Emin'in ilk vahiy getirmesi de İbni Sa'dın rivayetine göre
ramazanın on yedinci gününe tesadüf eder Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve
Selîem) o zaman 40 yaşlarında idiler. Resulüllâh (Sallallahü Aleyhi ve
Sellem)'in :
«Gerçekten kendimden
korktum.» sözünün* mânası üzerinde ulemâ ihtilâf etmişler ortaya on iki kavil
çıkmıştır.
1 -
Delirmekten ve gördüğü şey'in kehanet-olmasından, korkmuştur. Ebû Bekr İbni- Arabî bu kavilin bâtıl olduğunu
söylemiş Aynî dahi onu bâtıl olmaya lâyık görmüştür.
2 - Gördüğü
şey'in bîr hayal olduğundan korkmuştur. Bu kavil dahî bâtıldır.
3 - Korkudan
öleceğim diye endişe etmiştir.
4 - Bu işin
altından kalkamayacağından ve vahyin sıkletine tahammül edemiyeceğinden
korkmuştur.
5 - Meleğe
bakmaktan âciz kalarak öleceğinden ve gördüğü dehşetten kalbinin yerinden
oynayacağından korkmuştur.
6 - Peygamber olduktan sonra kavminin
eziyetlerine sabredeme-mekten
korkmuştur.
7 - Kavminin kendisini öldüreceklerinden korkmuştur. Bu kavli Sühey lî hikâye etmiştir.
Aynî de bunda bir
garabet görmeyerek: «Resulüllâh (Saîiallahü Aleyhi ve Seilem) bir beşerdir.
Öldürülmekten ve ezâ edilmekten korkmuş olabilir sonra Allah korkusu ona her
şey'e sabrı ehven göstermiş ve kalbine her türlü şecaat ve-kudreti
celbetmiştir.» diyor.
8 -
Peygamber olması dolayısı ile vatanından ayrılacağından korkmuştur.
9 - Ebû Bekr
İsmaî1i'ye göre Resulüllâh (Salîallahü Aleyhi ve Seilem) kendisine gelenin
Allah tarafından gönderilme bir melek olduğunu ilm-i zarurî ile bilmeden önce
korkmuştur.
10 -
İnsanların kendisi hakkında atıp tutacaklarından korkmuştur.
11 -
İbni Ebû Hamza'ya göre Peygamber
(Salîallahü Aleyhi ve Seilem) meleğin sarsmasından korkmuştur.
12 -
Resulüllâh (Salîallahü Aleyhi ve
Sellem)'in bu sözü âni olarak karşısına
çıkan dehşetten hasıl olan korkuyu ihbardır. Nitekim insan görmediği ve
bilmediği bir şeyle ansızın karşı karşıya gelince ürker.
Acaba Peygamber
(Salîallahü Aleyhi ve Seilem) kendisine gelenin şeytan değil de Cibril-i Emin
olduğunu nereden bilmiştir? Keza getirdiği vahyin bâtıl değil hak olduğunu
nasıl anlamıştır?.. Bu suale Ayni şu cevabı vermektedir: Peygamber (Salîallahü
Aleyhi ve Sellem)'in yalancı değil sadık olduğunu ispat için Teâ1â Hazretleri
bize mucize denilen delili nasıl ikâme etti ise; Peygamber (Salîallahü Aleyhi
ve Seilem)'e de gelenin şeytan değil melek olduğuna ve Allah tarafından
gönderildiğine delil halk etmiştir.
Resulüllâh (Salîallahü Aleyhi ve Sellem)'in ibâdet için
Hirâ dağını tercih etmesi
bazılarına göre üzerinden Kâbe-i Şerif 'e göründüğü içindir, ki bu da bir ibarettir.
1) Hz Âişe
(Radıyallahn Anhâ) peygamber (Saîiallahü Aleyhi ve SeUem)'in gördüğü rüyanın
vahiy cümlesinden olduğunu tasrih etmiştir, ki bu cihet ittifakîdir.
2) Azık
tedariki meşru' olup tevekküle mâni değildir. Bunu Seyyidül Mütevekkilin
hazretleride yapmıştır.
3) Bu
hadisde meşakkatli bir şey'i üç defa Öğretmeye teşvik vardır. Kadı Şüreyh bundan küçük çocuğun Kur'ân öğretmek için iç
defadan fazla dövülmeyeceği hükmünü çıkarmıştır.
4) Bu hadis
İkxâ sûresinin evvelindeki beş âyetin ilk nazil olan âyetler olduğuna
delildir. Cumhur-u ulemânın kavli de budur. Bazıları hadisin başka bir
rivayetine bakarak ilk nazil olan Müddesir süresidir demişler-se de bu sûre
vahy bir aralık kesildikten sonra ilk inen sûredir diye te'vil edilmiştir. Bir
takımları da ilk nazil olan sûrenin Fatiha olduğunu iddia etmişlerdir. Bunu da
bütün sûre olarak ilk nazil olan Fatihadır diye te'vil
ederler.
5) Süheylî
'ye göre İkrâ sûresi Kur'ân okumak için Besmele çekmenin vücubunâ delildir.
Ancak evvelemirde A11ah'in hangi ismi
ile başlanacağı meselesi müphem kalmış sonra bunun ile olacağı beyan buyrulmuştur.
Bilâhere Cibril (Aleyhisselâm) her
sûreyi Besmele ile indirmiştir. Besmele nazil olduğu vakit dağlar dile gelerek
teşbih etmiş bunu gören Kureyş müşrikleri,
Muhammed dağlan da sinirledi»
demişlerdir. Ancak Besmelenin vacip oluşu delile muhtaç bir dâva olduğu
gibi Cebrail (Aleyhisselâm)'in her sûreyi Besmele ile
indirmeside öyledir. Besmelenin Kur'ân'dan olup olmadığı mes'elesi Şafiüerle
Malîkiler arasında ihtilaflı olduğu gibi her sûrenin başından bir âyet mi
yoksa müstakillen nazil olmuş münferid bir âyet ini olduğu da Şafülerle
Hanefiler arasında ihtilaflıdır.
6) Korkmuş
bir kimseye korkusu geçinceye kadar bir şey sormamak icap eder hatta İmam-ı
Ma1îk'e göre korkan bir kimsenin yaptığı alışveriş, ıkrâr v.s. muteber
değildir.
7) Bir
kimseyi bir maslahattan dolayı medih etmek caizdir. Buna Resulüllâh (Salîallahü Aleyhi ve Sellem)'in :
«Meddahların yüzüne
toprak serpin.» hadisi şerifi muarız
değjldir. Çünkü bu hadis nahak yere yapılan yahud bâtıla müeddi olan
medih hakkındadır
8) Korkan
bir kimseyi teselli ve tebşir ederek hakkındaki selâmet sebeplerini kendisine
söylemek gerekir.
9) Bu hadis
Hz. Hadice (Radıyailahu Anhâj'nm akıl fikir ve dirayetçe kemâline ve pek büyük
bir anlayış sahibi olduğuna en beliğ bir delildir.
Filhakika bütün iyilik
sıfatları Resu1ü11âh (Sallallahü Aleyhi ve Seltem)'de mevcuttu. Düşünülürse,
görülürki; iyilik ya akrabaya ya ecnebilere yapılır ve keza iyilik ya bedenle
ya malla olur. Bütvjn bunları Hz. Hadice (Radıyallahu Anhâ) validemiz
Resulüllâhr (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'i teselli ederken birer birer
saymıştır.
10) Hadis-i
şerif bîr kimseyi bir sakatlığı ile anmanın caiz olduğuna delildir, bu gıybet
sayılmaz. Ancak mutlak surette caiz de değildir. Vakîi beyan yahut bir şahsı tarif için onun kör veya topal
gibi sakatlığı söylenebilir. Ve bu gıybet olmaz isede, o kimseyi küçültmek,
utandırmak veya ayıplamak için bunları söylemek caiz değildir.
11) Başına
musibet gelen bir kimsenin halini akıl
ve rey'ine itimat ettiği bir zata açması caizdir.
12) Makam
iktiza ederse, cevap veren bir kimsenin cevap verdiği hususa delil göstermesi
icap eder.
Faide: Varakatübnü
Nevfel'in imân edip etmediği sahih olarak mâîûm değildir. Yalnız îsâ (A ley
hissettim) dininde olduğu malûmdur. Bu hadisin zahiri onun imân ettiğini
gösteriyor. Hâkim 'in «Müştedrek» inde Hz. Âişe (Radıyallahu Anhâ)'dan rivayet
ettiği bir hadiste Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem):
«Varaka'ya söğmeyinİz,
çünkü onun bir cenneti yahut iki cenneti yardır.» buyurmuşlardır. Hâkim; bu
hadis için Şeyheyn'in şartları üzere sahihtir, demiştir. Varaka 'nın imânına
delâlet eden bir hadisi de Tirmizi rivayet etmiştir. Mezkûr hadise göre; Peygamber
(Sallallahü Aleyhi ve Sellem) Varaka'yi üzerinde bir beyaz elbise olduğu halde
rüyasında görmüş ve:'
«Eğer cehennemlik
olsaydı üzerinde başka bir elbise bulunurdu.» buyurmuştur. Ancak Tirmizi bu
hadis için gariptir demiş Sühey1î de isnadında za'f olduğunu söylemiştir.
Varaka 'nın imânı hakkında daha başka hadisler de vardır.
255 - (161)
Bana Ebu't-Tâhir rivayet etti. (Dedi ki): Bize İbnİ Vehb haber verdi. Dedi ki:
Bana Yûnus rivayet etti. Dedi ki: tbni Şihâb: Bana Ebû Selemete'bni Abdirrahmân
haber verdi ki, Resulüllâh (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'in ashabından olan
Câbir b. AbdilIâhi'I-Ensârî rivayette bulunuyor ve şunları söylüyormuş; dedi:
Resulüllâh (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) vahyin bir ara kesildiğini anlatırken
söz arasında şöyle buyurdu:
«Bir defa- ben
yürümekte iken gökyüzünden bir ses İşittim. Başımı kaldırınca ne göreyim!
Hira'da bana gelen melek!.. Yerle gök arasında bir kürsî üzerinde oturup
duruyor. Ondan pek korktum. Hemen (evime) dönerek: Benİ örtün, beni Örtün! dedim.
Derhal benî sarıp örttüler. Müteakiben Allah Teâlâ Hazretleri şu âyetleri
indirdi :
«Ey (esvabına)
bürünen! Kalk artık inzar et ve Rabbini büyükle, elbiseni de temizle ve o
pislikleri artık defeyle.»[265]
«Rucuzden murad
putlardır. Bundan sonra vahiy o"ta arkaya d*»vam etti.» buyurdu.
256 - (...)
Bana Abdul Melik b. Şuayb b. Leys de rivayet etti. Dedi ki: bana babam,
dedemden rivayet etti. Demiş ki bana Ukayl b. Hali t, İbni Şibâptan rivayet
etti demiş ki: Ebû Selemete'bni Abdirrâhmanı şöyle derken işittim bana Cabir
tbni AbdiIIâh Resulüllâh (Sallallahü Aleyhi ve Sellemyi şöyle buyururken
işittiğini haber verdi.
«Sonra bir aralık
vahiy benden kesildi, bir ara ben yürürken...» Bundan sonra hadisi Yûnus gibi
zikretti. Yalnız o: «Ben ondan ansızın korktum da yere kapandım...» şeklinde
rivayet etti. Ebû Seleme'nin de, «Rucz putlar demektir» dediğini nakletti. Bir
de Resulüllâh (Sallallahü Aleyhi ve
Setlem)'in:
«Sonra vahiy kızıştı
da bir daha ardı arası kesilmeden devam etti.» buyurduğunu söyledi.
(...) Bana
Muhammed b. Rafi' dahi rivayet etti (Dedi ki): Bize Ah-dürrezak rivayet etti
(Dedi ki): Bize Ma'mer, Zührî'den bu isnadla Yû-nus'un hadisi gibi haber verdi:
Ve şöyle dedi :
«Bunun üzerine Allah
Tebareke ve Teâlâ hazretleri :
— Ey (esvabına)
bürünen! âyetini o pislikleri artık defeyle kavl-i kerimine kadar namaz farz
kılınmazdan önce indirdi. Rucz putlar demektir.
Ma'mer:
«Ondan korktum...»
cümlesini de rivayet etti nitekim Ukeyl'de öyle nakletmiş.
257 - (...)
Bize Züheyr b. Harb'de rivayet etti. (Dedi ki): Bize Velid b. Müslim rivayet
etti (dedi ki): Bize Evzfiî rivayet etti dedi ki: Yahya'yı şöyle derken
işittim:
— Ebû Seleme'ye
Kur'ân'ın en evvel hangi âyeti nazil olmuştur? dedim :
— Ey (esvabına bürünen! Âyetidir dedi. Ben: Yoksa Ikra'mı? dedim.
Bunun üzerine Ebû Seleme ben Cabir b. Abdillâh'a Kur'ân'ın en evvel nazil olan
âyeti hangisidir diye sordum:
— Ey (esvabına) bürünen! Âyetidir dedi. Ben de
yoksa Ikra'mı dedim. Cabir şunları
söyledi: Ben size
Resulüllâh (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) neyi anlattı ise onu
söylüyorum. Efendimiz şöyle buyurdular:
«Hıra dağında bir ay
mücavir kaldım. Mücavirlİğimi bitirince (oradan) inerek, vadiye daldım. Derken
bir ses duydum. Hemen önüme, arkama, sağıma ve soluma bakındım. Fakat hiç bir
kimse göremedim. Sonra yine bir ses duydum. Ve yine bakındımsa da kimseyi
göremedim. Sonra tekrar bir nida duydum bunun üzerine başımı kaldırdım. Bir de
ne göreyim, o...! (yani Cebrail Aleyhisselâm) Havada arşın üzerinde (oturup duruyor).
Beni şiddetli bir titremedir aldı. Hemen Hadice'ye gelerek beni örtün! dedim,
derhal örttüler ve üzerime su serptiler. Bunun üzerine Allah Azze ve Celle :
— Ey (esvabına) bürünen! Kalk artık, inzar et. Rabbini de büyükle
ve elbiseni temizle...
âyetlerini indirdi.»
258 - (...)
Bize Muhammed b. El-Müsenna rivayet etti (dedi ki). Bize Osman b. Ömer [266]
rivayet etti (dedi ki): Bize AHyyü'bnü'1-Müba-rek [267],
Yahya b. Ebi Kesir'den bu isnadla haber verdi ve:
«Birde ne göreyim o
(melek) yerle gök arasında bir arş üzerinde oturup duruyor.» buyurdu dedi.
Bu rivayette
İmam-ı Müslim bir nevi tekrar yapmıştır. Şöyle ki: Cabir
b. Abdillâh El' Ensarî ashab-ı kiramın en meşhurlarından ve
en çok hadis rivayet eden altı zattan biri olduğu halde onun hakkında «Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Se!lem)'in
ashabmdandı» demiştir.
Nevevi'nin beyanına
göre bunun sebebi ravilerden bazısının onu sahabi olup olmadığını şüphe
ettirecek .şekilde göstermiş olmasıdır. Çünkü ba/.ı raviler küçük yaştaki bazı
ravikre onu bu şekilde rivayet etmiş olabilirler. Bu gibi hallerde Müslim bu
hadiste yaptığı gibi izahta bulunur. Ashab-ı kiramın içinde ondört tane Cabir
vardı. Bunların üç tanesi Cabir b. Abdillâh adını taşırlar. En meşhurları burada
ismi geçen Cabir b. Abdillâh El-Ensarî 'dir. Hz. Cabir, Resulüîlâh (Sallallahü
Aleyhi ve Seliem) 'den 1540 hadis rivayet etmiştir.
Fetret-i vahiyden
murad vahyin bir müddet kesilmesidir. Ülemâ-i kiramın beyanlarına göre; ilk
âyetler nazil olduktan sonra üç sene vahiy kesilmiş sonra «Müddessir»
sûresinin âyetleri ile tekrar devama başlamıştır. Bundaki hikmet —Allah-u Alem—
Resulüîlâh (Sallalkthü Aleyhi ve Seliem) 'i vahye ve onun sikletlerine
tehammüle alıştırmak ve şevklendirmektir. Bununla beraber vahyin üç sene
inkıtaa uğraması Cibril-i Emin (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'in hiç gelmemesi
mânasına ahnmamalıdır.O arasıra Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Selletn)'e yine
gelmiştir.
Bu rivayette
Resulüîlâh (Sallallahü Aleyhi ve Seliem) 'in : «Bir de ne göreyim bana Hira
dağında gelen melek!..» buyurması saraheten gösteriyorki « Ikra ' » âyetleri
«Müddesir» âyetlerinden daha evvel nazil olmuştur. Yani, ilk inen âyetler
onlardır. Bundan dolayı: «Kur'ân-i Kerîm'den ilk nazil olan âyetler Müddessir
sûresinin âyetleridir» rivayetlerini imam Nevevî zayıf, hatta bâtıl bulmuş ve
ilk nazil olan- âyetlerin alel ıtlak ikra' âyetleri olduğunu; Müddessir
âyetlerininse vahyin fetretinden sonra indiğini Hz. Âişe . (Radıyallahu Anhâ)
hadisi ile ispat etmiştir. İlk defa Fatihâ'nm nazil olduğunu söyleyen bazı
müfessirlerin kavlini ise asla nazar-ı itibara almamış: «Bu sözün bâtıl
olduğunu söylemeye bile hacet yoktur» demiştir. Bu rivayette geçen tabiri diğer bazı- rivayetlerde şeklinde zaptedilmiştir. Maamafih her iki
rivayette aynı mânaya gelmektedir. Hadisi Yunus, Ukayl ve Ma'mer hep İbni Şihap
'tan rivayet etmişlerdir Yunus'un rivayetinde «Fecüistü» Ukayl ile Ma'merin
rivayetlerinde ise «Fecüsistü» denilmiştir.
Kaadî İyâz
(Rahimehullah) bu üç râviden bazısının hadisi üç yerde de «Fecüistü» bazısının
üç yerde «Fecüsistü» şeklinde rivayet ettiğini söylemiş ve ekseri ravilere göre
hadisin Yunus ve Ukayl rivayetlerinde «Fecüistü» ma'mer rivayetinde ise
«Facüsistü» şeklinde olduğunu ilâve etmişsede Nevevî bunun tamamen hata
olduğunu beyan etmiştir. Mezkur iki kelime yerine bazı rivayetlerde bâtıl
tashifler yapıldığını
«El-Metali1» nam eserin sahibi
rivayet etmiştir.
Yine bu hadisin bazı
rivayetlerinde «Zemmilûnî» diğerlerinde «Des-sirûni» tabirleri
kullanılmıştır. Bunlar da ayni mânaya gelen kelimelerdir. Müddesir,Müzzemmil,
Müteleffif ve Müştemil kelimeleri ayni mânaya gelirler yani sarınıp bürünen
örtünen demektirler. Cumhûr-u ulemâya göre Müddessir esvabına bürünen demektir.
Marûdi 'nin İkrime'den rivayetine göre Müddessir peygamberliğe ve onun
sıkletlerine bürünen mânasına gelir. Müddessir kelimesinin aslı mütedessir
olup «te» «dala» kalbedilmiş ve idgam yapılmıştır. Müddessir süresinin ikinci
âyetinde :
«Kalk artık, inzar et.»
buyuruluyor. Bunun mânası A11ah'a imân, etmeyenleri A11ah'in azabından sakınmağa
davet et, demektir. Görülüyor ki; Vahiy nazil olur olmaz Resulüîlâh
(Sallallahü Aleyhi ve Seliem) inzar vazifesi ile memur olmuştur. Burada şöyle
bir sual hatıra gelebilir. Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Seliem) evvelâ müjde
sonra inzar etmekle memurdur. Acaba burada müjde bırakılıpta niçin yalnız
inzarla memur olmuştur.
Cevap : Müjde ancak
müslümanlara yapılır. O zaman henüz müslü-man olan yoktu. Onun için yalnız
inzarla memur kılınmıştır. Âyet-i kerîmedeki «Elbiseni temizle» emrinden murâd
fukahaya göre elbiseyi pisliklerden temizlemektir. Bazıları bundan murâd;
«nefsi kötülüklerden, noksanlıklardan temizlemektir» demişlerdir.
Ricz ve Rücz : Hadis-i
şerifte putlar diye tefsir edilmiştir. Rujdan murâd şirktir, zülmdür, günahtır
diyenler de olmuştur. Asıl îügâtte Ricz azap demektir. Putlara vesair küfrü
mucip olan şeylere mecazen ricz denilmiştir. Çünkü bunlar azaba sebep olan
şeylerdir. Sebep zikredilmiş mü-sebbeb kasdolunmuş demektir.
Hadis-i şerifte geçen
«Hamiye» ve «tetâbea» kelimeleri Nevevî ile diğer sarihlere göre ayni mânaya
olup biri diğerinin te'kidinden ibaret isede Buhâri sarihi Aynî buna itiraz
etmiş ve: «Bunla™11 mânaları bir değildir. (Hamiyenin) mânası; harareti «naı,
kızıştı demektir. Tetâbea ise biri biri arkasına— etti nıânaana (Hamiye)
kelimesi şmdetlenip kastığı tetabea ile de devam edip kesn~ anlatılmıştır.
Sadece Hamiye kelimesi ile iktifa edilmeme. ı""sı bu kelime devam
bildirmediği içindir. Onun için tetâhea kaydı ilâve edilmiştir.» demiştir.
Arştan murâd: Kürsî
yani koltuktur. Kralın tahtına da arş derler.
1 -
Zındıklarla felsefecilerin inkârına rağmen melekler mevcuttur.
2 - Allah
Teâlâ kâdir-i mutlaktır. Yer yüzünü
Âdem oğullarına nasıl müsahhar kılmış ve orada istedikleri gibi
tasarrufta bulunurlarsa; hevayı yani boşluğuda öylece meleklere tahsis buyurmuş
onlar da orada istedikleri gibi tasarrufta bulunurlar. Teâ1â Hazretleri
yerleri ve gökleri yed-i kudretinde tutmaktadır.
3 - Hadis-i şerifte :
«Vahiy kızıştı ve devam
etti» denilerek Hz. Âişe (Radıyallahu Anka) 'nın rü'yayı sabah aydınlığına
benzetmek suretiyle yaptığı temsil tamamlanmıştır. Çünkü ziya ancak harareti
kuvvetli olursa şiddetlenir. Devam kaydının konması ise vahyin her cihetten
güneşle temsil edilemî-yeceğini beyan içindir. Çünkü güneş geceleyin batarak
görünmez olur, Ba-zanda güneş tutulması vaki olur. Şeriat güneşine ise böyle
bir noksanlık ânz olamaz. O kıyamete kadar hâli üzre parlayıp gidecektir.
4 - Korkmuş
bulunan bir kimseyi teskin etmek için üzerine su esrp-mek gerekir.
259 - (162)
Bize Şeyban b. Ferruh rivayet etti. (Dedi ki):
Bize Hânım ad b. Seleme rivayet etti. (Dedi ki): Bize Sabit El'Bunanî,
Enes b.
Malik'ten rivayet etti
ki Resulüllâh (Sallallahü Aleyhi ve
Sellem) şöyle buyurmuşlar:
— «Bana Burak'ı
getirdiler —bu merkepten büyük, katırdan küçük, uzun ve beyaz bir hayvandı.
Adımını gözünün görebildiği en son noktaya koyardı — ben buna binerek Beyf-i
Makdis'e geldim ve Burak'ı benden önceki peygamberlerin hayvan bağladıkları
halkaya bağladım. Sonra mescide girerek orda İki rekat namaz kıldım. Sonra
çıktım, derken bana Cibril (Aleyhisselâm) bir kap dolusu şarap, bir kap dolusu
da süt ge-tİrdi. Ben sütü ihtiyar ettim. Bunun üzerine Cibril (Sallallahü
Aleyhi ve Sellem) (bana) : Fıtratı seçtin, dedi. Sonra benî semaya çıkardı
Cibril, gök kapısını çaldı.
— Sen kimsin? dediler.
— Cibril'im
cevabını verdi.
— Yanında kim var?
— Muhammed (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)
— O gönderildi im?
— Evet, gönderildi.
Bunun üzerine bize
kapıyı açtılar. Bir de ne göreyim Hz. Âdem ile karşı karşıyayım. Bana hoş beş
ederek hayır duasında bulundu. Sonra Cibril beni ikinci semaya çıkardı. Cİbrİl
yine kapıyı çaldı.
— Sen
kimsin? dediler.
— Cibril'im
dedi.
— Yanında kim var?
— Muhammed (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)
— O (göklere çıkmağa) gönderildi mi?
— Evet, gönderildi.
Müteakiben bize kapıyı
açtılar. Bir de baktım karşımda Halazadeler!
Meryem'in oğlu fsâ ve
Zekeriyyâ oğlu Yahya! (Selevâtullahi Aleyhima) onlar da hoş beş ettiler ve bana
hayır duada bulundular. Sonra beni üçüncü
semaya çıkardı. Cibril
onun da kapısını
çaldı.
— Sen
kimsin? dediler.
— Cibril'im
dedi.
— Yanında
kim var?
— Muhammed (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)
— O gönderildi mi?
— Evet, gönderildi.
Bize (yine) kapıyı
açtılar ne göreyim karşımda Yûsuf(SallallahU Aleyhi ve SelleoO kendisine
güzelliğin yarısı verilmişti. Bana hoş beş etti ve hayır duada bulundu. Sonra
beni dördüncü semaya çıkardı. Cibril (Aley hisselâm) (yine) kapıyı çaldı :
— Kim o?
dediler. ;
— Cibril'im dedi.
— Yanında
kim var?
— Muhammed (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)
— O gönderildi mî? :
— Evet, gönderildi.
Bunun üzerine bize
kapıyı açtılar. Bîr de baktım Idrİs (Aleyhisselâm) ile karşı karşıyayım. Bana
hoş beş etti ve haytr duada bulundu. Teâlâ hazretleri (onun hakkında) :
«Biz onu yüksek bir
yere kaldırdık» [268]
buyurmuştur. Sonra beni beşinci semaya çıkardı. Cibril (tekrar) kapıyı çaldı.
— Kim o? dediler.
— Cibril'im
dedi.
— Yanında
kim var?
— Muhammed
(Sallallahü Aleyhi ve Sellem)
— O gönderildi mi?
— Evet, gönderildi.
Müteakiben bize kapıyı
açtılar. Bir de baktım Hârunı'Sallallahü Aleyhi ve Sellem) ile karşı karşıyayım
hoş beş etti ve bana hayır duada bulundu. Sonra beni altıncı semaya çıkardı.
Cibril (Aleyhisselâm) (yine) kapıyı çaldı.
— Kim o? dediler.
— Cibril'im
dedi.
— Yanında
kim var?
— Muhammed
(Sallallahü Aleyhi ve Sellem)
— O gönderildi mi?
— Evet, gönderildi.
Bunun üzerine bize
kapıyı açtılar, bir de baktım Musa (Sallallahü Ale) hi ve Sellem) rle karşı
karşıyayım. Bana hoş beş etti ve hayır duada bulundu. Sonra yedinci semaya çıkardı.
Cibril (tekrar) kapıyı çaldı.
— Kim o?
dediler.
— Cibril'im
dedi.
— Yanında
kim var?
— Muhammed
{Sallollahü Aleyhi ve Sellem)
— O (göklere çıkmağa} gönderildi mi?
— Evet, gönderildi.
Arkasından bize kapıyı
açtılar, baktım ki İbrahim (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) ile karşı karşıyayım.
Sırtını Beyt-i Mağmur'a dayamış duruyor. Derken ne göreyim Beyt-İ Mamur'a her
gün 70.000 melek giriyor. (Girenler bir daha) geri dönmüyor. Sonra beni
Sidretül-Münteha'ya götürdü. Bir de baktım yaprakları fil kulakları gibi,
meyveleri küpler kadar (bir ağaç)! Bu ağacı Allah'ın celâl ve azameti
kaplayabildiğine kapladığı için hali değişmiş (daha güzel olmuş) o kadar güzel
(olmuş) ki Allah'ın mahlûkatından hiç biri onun güzelliğini tavsif edemez.
Derken Allah bana neler vahyettİyse etti. Bana her günle gecede elli (vakit)
namaz farz krldı. Sonra Musa (SalhUahii
Aleyhi ve Sellem)'\n yanına İndim. (Bana) :
— Rabbin
ümmetine neler farz kıldı? dedi.
— «Elli (vakit) namaz» dedim. Musa
(Aleyhisselâm)
— Rabbin (le münacaat ettiğin yer) e dön de
ondan (bu mikdarı) hafifletmesini
dile. Çünkü senin
ümmetin buna dayanamazlar. Ben
Benî İsrail'i denedim; imtihan ettim, dedi.
— Bunun
üzerine Rabbim (le
münacaat ettiğim yer) e dönerek
Ya-rabbi! Ümmetime (farz kıldığın) elli (vakit) namazı (biraz) hafiflet diye niyazda bulundum.
Benden elli (vakit)
namazın beşini indirdi.
Ben Musa'ya dönerek
(Rabbim) benden namazların
beşini indirdi, dedim. Musa (Aleyhisselâm) Senin
ümmetin buna takat getiremezler.
Hemen rabbine müracat ile ondan tahfif
dile, dedi. (Bu minval
üzere) Rabbim Tebareke ve
Teâlâ hazretleri ile Musa (Aleyhisselâm) arasında bir hayli gidip geldim. Nihayet Rabbim! «Ya
Muhammedi (Sana farz kıldığım) bu namazlar her gün ve gecede (kılınacak) beş
vakit namazdır. (Ama) Her namaz için on sevap vereceğim için netice (yine) elli maz olur. Her kim bir hayır işlemek İster
de, onu yapamazsa, o kimseye bir sevap yazılır. Yaparsa on sevap yazılır. Ve her kim
bir kötülük yapmak ister de yapmazsa
(ona) hiç bir şey yazılmaz. O kötülüğü yaparsa bir tek günah yazılır.»
buyurdu.
Bunu müteakip (o
yerden) indim ve Musa (Sallallahü Aleyhi ve Sellemft vararak (olup bitenleri)
kendisine haber verdim. Musa (yine) Rabbine dön de tahfif dile dedi.» Resulüllâh
(Sallallahü Aleyhi ve Sellem) buyurdular:
«Ben Rabbime (çok)
müracaatta bulundum artık ondan utanır oldum dedim.»
260 - (...)
Bana Abdullah b. Haşim El-Abdi rivayet etti. (Dedi ki): Bize Behz b. Esed
rivayet etti. (Dedi ki) :Bize Süleyman b. El-Mugira rivayet etti. (Dedi ki):
Bize Sabit, Enes b. Malik'ten naklen rivayet etti. Enes şöyle demiş: Resûlüllâh
(Sallallahü Aleyhi ve Sellem):
«Bana geldiler ve
(beni alıp) zemzeme götürdüler. Göğsümü yardılar : Sonra zemzem suyu İle
yıkadılar. Sonra beni (yerime) indirdiler...» buyurdu.
261 - (...)
Bize Şeyban b. Ferruh rivayet etti. (Dedi ki): Bize tıam-mad b. Seleme rivayet
etti. (Dedi ki): Bize Sabit el-Bunanî, Enes b. Malik'ten rivayet etti ki:
Rc&ulüllâh (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) (küçüklüğünde) çocuklarla
oynarken Cebrail (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) gelerek onu tutmuş ve yere
yatırarak kalbini yarmış; kalbini çıkararak ondan bir kan pıhtısı almış ve
Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellemye hitaben:
— Şeytanın senden
nasibi işte budur, demiş. Sonra kalbini altın bir tasın içinde zemzem suyu ile
yıkamış ve kapamış sonrada yerine iade etmiş.
(Oradaki) çocuklar
koşarak Resûlüllâh (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)yin annesine yani sütannesine
gelmişler ve: Muhammed'i öldürdüler demişler. Sonra onu rengi uçmuş bir halde
karşılamışlar. Enes: Ben Resûlüllâh (Sallallahü Aleyhi ve'Sellemyin göğsünde
iğnenin eserini görürdüm demiş.
262 - (...)
Bize Harun b. Saîd el Eyli rivayet etti. (Dedi ki): Bize, İbni Vehb rivüyet
etti dedi ki: Bana Süleyman —ki İbni Bilâl'dır— haber verdi dedi ki: Bana Şerik
b. Abdillâh b. El>û Nemir (735) rivayet etti dedî ki: Encs b. Mâlik
Rcsulüllâh (SeıllaUahü Aleyhi ve Seîîem) 'in Kabe mescidinden alınarak
yürütüldüğü geceyi bize şöyîe anlatırken dinledim: «ResulÜllâh (Sallallahü
Aleyhi ve Seltem) 'e vahiy gelmezden önce (bir gece) kendileri Mescidiİ-Haramda
uyurken üç nefer gelmiş...»
Şerik hadisi Sabit el
Bunani'nin hadisi tarzında bütün kıssası ile hikâye etmiş yalnız hadiste bazı
takdim ve te'hirler, ziyade ve noksanlar yapmış.
ile Müslim'e
itirazlarda bulunulmu
büradakl rıva>etier^en doJay.
263 - (163)
Bana Harmeletu'bnü Yahya et-Tücîbî de rivayet etti. (Dedi ki): Bize İbni Vehb
haber verdi dedi ki: Bana Yunus, İbni Şihaptan, o da Enes b. Malik'ten naklen
haber verdi. Enes şöyle demiş: Ebû Zerr rivayet ediyordu ki: ResulÜllâh
(Sallallahü Aleyhi ve Sellem) :
«Mekke'de bulunduğum
bir sırada evimin tavanı aralanarak Cibril (Sallallahü Aleyhi ve
Sellem)\niverdi, benim göğsümü yardı, sonra onu zemzem suyu ile yıkadı, sonra
hikmet ve imanla dolu altından bîr tas getir»' rek onu benim göğsüme
boşalttı. Sonra göğsümü kapadı. Daha sonra elimden tutarak beni semaya çıkardı. Birinci semaya geldiğimiz zaman Cibril
(Aleyhisselâm) onun bekçisine (kapıyı} aç dedi, bekçi.
— Kim o? diye sordu. Cibril :
— Bu Cibril'dir diye cevap verdi.
— Yanında kimse var mı?
— Evet, yanımda Muhammed (Saîîaîlahü Aleyhi ve
Seliem) var.
— O gönderildi mi?
— Evet.
Bunun üzerine bekçi
kapıyı açtı. Birinci semaya yükseldiğimiz zaman baktım ki orada bir zat
duruyor. Sağında bir takım karaltılar solunda da bir taktm karaltılar var. Sağ
tarafına baktı mı gülüyor, sol tarafına baktığı zaman ağlıyor. Bu zat: (Bana)
«Hoş geldin Salih peygamber ve Salih evlât» dedi. Ben :
«Ya Cibril bu zat
kim?» dedim Cibril :
«Bu Âdem (Saîîaîîahü Aleyhi
ve Seliem) 'dir. Sağında ve solundaki şu karaltılar da çocuklarının ruhlarıdır.
Sağdakiler cennetlikler sol tarafındakiler de cehennemliklerdir. (Bu sebeple)
Sağ tarafına bakınca gülüyor sol tarafına baktı mı ağlıyor.» dedi. Sonra Cibril
beni daha yukarıya çıkardı. Nihayet ikinci semaya geldi, onun bekçisine de
(kapıyı) aç, dedi. İkinci semanın bekçisi ona birinci semanın bekçisinin
söylediğini söyledi ve kapıyı açtı.
Enes b. Malik demişki:
(Böylece) Ebû Zerr Peygamber (Sallallahü Aleyhi veSellem)'in göklerde Âdem,
İdris, îsâ, Musa ve İbrahim(Salevâtullahi aleyhim ecmaîn) hazeratım bulduğunu
anlattı ama onların yerlerinin nasıl olduğunu tesbît etmedi. Yalnız Âdem
(Aleyhisselâm)'ı birinci semada İbrahim'i altıncı semada bulduğunu söyledi.
Dedi ki: Resulüllâh (Sallallahü Aleyhi ve Seliem) ile Cibril, İdris (Sallallahü
Aleyhi ve Sellemj'in yanına uğradıkları vakit İdris :
«Salih peygamber ve
Salih kardeş hoş geldin» dedi. Sonra
geçip gitti. Ben (Cibril'e) Bu kim dedim, Cibril :
— «Bu Idris'tir» cevabını verdi. Sonra Musa
(Aleyhisselâm) a uğradım, o da : «Salih peygamber, Salih kardeş hoş geldin»
dedi. Cibril'e :
— «Bu kim» dedim?
— «Bu Musa'dır» cevabını verdi. Sonra Isâ
(Aleyhisselâm) 'a uğradım. O da «Salih peygamber Salih kardeş hoş geldin» dedi. Ben
{Cibril'e} :
— «Bu kim?» dedîm.
— «Bu Meryem'in oğlu isa'dır, dedi. Sonra
İbrahim (Aleyhisselâm) 'a uğradım (bana)
o da : «Salih peygamber, Salih evlât hoş geldin» dedi. (Cibril) e:
— «Bu kim?» dedim.
— «Bü İbrahim'dir»
cevabını verdi.»
İbni Şihap demiş: Bana
İbni Hazm haber verdi ki. İbni Abbas ile Ebû Habbete'l-Ensârî şöyle derlermiş
Resulüllâh (Sallallahü Aleyhi ve Seliem) :
«Sonra Cibril beni
daha yukarıya çıkardı. Nihayet öyle bir seviyeye çıktım ki, orada kalemlerin
hışırtısını işitiyordum.»
İbni Hazm ile Enes b.
Malik şöyle demişler: Resulüllâh (Sallallahü Aleyhi ve Seliem) buyurdularki:
«(O zaman) Allah
ümmetime elli (vakit) namaz farz kıldı. Ben bunu alarak döndüm ve Musa'nın
yanına uğradım. Musa (Aleyhisselâm):
«Rabbin ümmetine
neleri farz kıldı?» dedi.
«Onlara elli (vakit)
namaz farz kıldı» dedim. Musa (Aleyhisselâm) bana :
«Dyleyse Rdbbine
müracaat et. Çünkü senin ümmetin buna dayanamaz» dedi. Bunun üzerine Rabbime
müracaat ettim. O da bu namazların bir kısmını indirdi. Ben yine Musa
(Aleyhisselâm)'a dönerek keyfiyeti kendisine haber verdim. Musa :
«Rabbine müracaat et.
Çünkü senin ümmetin buna dayanamaz» dedi. Ben yine Rabbime müracaat ettim.
Rabbim
«Bu namazlar beştir.
(Ama) Onlar (sevap itibari ile) ellidir. Bende söz (bir olur) değişmez»
buyurdu. Bunun üzerine tekrar Musa'ya döndüm. Musa (Aleyhisselâm) (yine) :
«Rabbine dön, dediyse
de : «Ben artık Rabbimden utanır oldum» dedim. Sonra Cebrail beni (daha
ileriye götürdü) ta Sidretü'l Münteha'ya vardık. Onu öyle bir renkler
kaplamıştı ki, bunların ne olduklarını bilmiyorum. Sonra beni cennete
koydular. Ne göreyim cennette inciden kubbeler var. Toprağı da misk.»
264 - (164)
Bize Mulıammed b. el Müsennâ rivayet etti. (Dedi ki-: Bize İbnİ Ebi' Adiy
Said'den .[269], o da Katade'den, o da
Enes b. Malik'ten naklen rivayet etti. Galiba Enes kendi kavminden bir zat olan
Malik b. Sa'sa'a [270] dan
rivayet ettiğini söylemiş. Malik demiş ki: Nebiyyullab (Sallallahü Aleyhi ve
Sellem) şöyle buyurdular.
«Bir defa ben beytin yanında
uyur uyanık bîr halde iken birdenbire bir ses işittim. Bu ses «üçten birisi iki
kişinin arasında...» diyordu. Derken bana geldiler ve alıp götürdüler. Bana
içinde zemzem suyu bulunan altın bir tas getirdiler. Göğsümü şuradan şuraya
kadar yardılar — Kafada demiş ki : Ben yanımdakine bundan neyi kasdediyor diye
sordum : «Karnının altına kadar demek İstiyor» cevabını verdi— kalbimi
çıkardılar ve. zemzem suyu ile yıkadılar. Sonra yerine iade ettiler. Sonra
kalbime iman' ve hikmet
doldurdular. Sonra bana Burak denilen merkepten büyük, katırdan küçük, ayağını
gözünün gördüğü son noktaya basan beyaz bir hayvan getirerek beni ona
bindirdiler. Sonra yürüdük ve birinci semaya geldik. Cibril (Sallallahü Aleyhi
ve Sellem^apıyı çaldı (içeriden) :
— Kim o? dediler.
— Cibril (im) cevabını verdi.
— Yanında kim var?
— Muhammed
(Sallailahü Aleyhi ve Sellem)
— O (göklere çıkmağa) gönderildi mi?
— Evet.
Bunun üzerine kapıyı
açtılar (ordaki zat) : «Hoş gelmiş, sefa gelmiş» dedi, bunu müteakip Âdem
(Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'\n yanına geldik...» Malik hadisi kıssası ile
anlattı ve şunu söyledi: Resulüllâh (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) ikinci semada
îsa ve Yahya (Aleyhimesselâm) üçüncü semada Yusuf, dördüncüde İdris, beşincide
Harun (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) ile görüştüğünü ve şöyle buyurduğunu
anlatmış:
«Sonra yürüdük ve ta
altıncı semaya vardık. Ben Musa (Aleyhisselâm)'ın yanına giderek ona selâm
verdim. (Bana) Salih kardeş ve Salih Peygamber hoş geldin, dedi. Ve yanından
ayrılırken ağladı. Kendisine : Neye ağlıyorsun? diye nida edildi. Musa
(Aleyhisselâm) : Yarabb! Bu genç benden sonra peygamber gönderdiğin bir zattır.
(Fakat) onun ümmetinden cennete girenler benim ümmetimden cennete girenlerden
daha çoktur... dedi. Sonra yürüdük nihayet yedinci semaya vardık. Ve beni
ibrahim'in yanına götürdüler...»
Bu hadisi rivayet
ederken Malik şunları da söyledi: Nebiyyullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)
dört nehir gördüğünü bunların asıllarından iki zahir ikide bâtın nehir
çıktığını anlattı. Ve buyurdu ki:
Ben : «Ya Cibril bu
nehirler nedir?» dedim. Cibril (Aleyhisselâm) : «Bu batını nehirler cennette bulunan iki nehirdir. Dıştaki
nehirlerse
Nil ile Fırat'dır»
dedi. Sonra bana Beyt-i Ma'mur
arzolundu. Ben gene :
Ya Cibril! Bu ne?
dedim.
— Bu Beyt-i Ma'mur'dur. Ona her gün yetmİşbin
melek girer. Bir defa oradan çıktılar mı bir daha dönmezler. (Bu onların İlk
ve} son girişidir, dedi. Sonra bana biri şarap, diğeri süt dolu iki kap
getirdiler. Bunları bana sundular. Ben südü ihtiyar ettim. Bunun üzerine bana
:
«İsabet ettin! Allah
seni fıtrat ve ha yıra isabet ettirdi ümmetin fıtrat* üzere olacak» dediler.
Bundan sonra bana her gün elli (vakit) namaz farz kılındı...»
Malik bundan sonra kıssayı hadisin sonuna kadar
hikâye etmiş.
265 - (...)
Bana Muhammed b. el Müssenna rivayet etti. (Dedi ki): Bize Muaz b. Hişâtn
rivayet etti dedi ki: Bana babam, Katade'den rivayet etti (demiş ki): Bize Enes
b. Malik, Malik b. Sa'sa'a'dan rivayet efti ki; Resulüllâh (Saltallahü Aleyhi
ve Seltem) şöyle buyurdular...
Müteakiben Malik
hadisi yukarıdaki gibi rivayet etmiş şunları ziyade eylemiş:
«Bana içi hikmet ve
iman dolu altından bir tas getirdiler. (Göğsümü) boğazımdan karın altına kadar
yardılar ve zemzem suyu ile yıkadılar. Sonra (İçine) hikmet ve iman
doldurdular.»
266 - (165)
Bana Muhammed b. el-Müsenna ile İbnü Beşşar rivayet ettiler. İbnû Müsenna dedi
ki: Bize Muhammed b. Ca'fer rivayet etti (dedi ki): Bize Şu'be Katade'den
rivayet etti demiş ki: Ebûl Âliye'yi [271]
şöyle derken işittim: Bana Peygamberimiz (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) 'in amcası
oğlu yani İbni Abbas rivayet etti dedi ki:
— Resulüllâh (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) İsra
hadisesini anlattı da şöyle
buyurdu.
— «Musa buğday benizli ve uzun boyludur.
Yemen'in Şenûe kabilesi erkeklerinden biri gibidir. Isâ deri i toplu vücutlu ve
orta boyludur.» buyurdu.
Bu hadiste Resulüllâh
(Sallallahü Aleyhi ve Sellem) cehennemin
bekçisi Malik ile Deccalı'da zikretti.
267 - (,..)Bize
Abd b. Hümeyd de rivayet etti (dedi ki): Bize Yunus b. Muhammed haber verdi .(Dedi
ki): Bize Şeyban b. Abdirrahman, Katade'den, o da Ebûl Âliye'den naklen
rivayet etti. (Demiş ki): Bize Peygamberimiz (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) 'in
amcasıoğlu İbni Abbas rivayet etti dedi ki: Resulüllâh (Sallallahü Aleyhi ve
Sellem) şöyle buyurdular:
«Bana İsra' hâdisesi
vakî1 olduğu gece Musa b. Imran (Aleyhisselâmfa uğradım. Uzun, buğday benizli,
derli toplu bir zat! zannedersin Şenûe kabilesi erkeklerinden birisidir. Meryem
oğlu İsa'yı da orta yapılı, kırmızı beyaz benizli, salınmış düz saçlı gördüm.»
Resulüllâh (Sallallahü
Aleyhi ve Sellem)'e Allah-u Zülcelâl'in gösterdiği bir çok âyetler içinde
cehennemin bekçisi Malik ile Deccal de gösterilmiştir :
«Binaenaleyh sen
Allah'a mülâki olacağından hiç şüphe etme.» [272]
Ravi diyor ki Katade
bu âyeti Nebiyyullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem), Musa (Aleyhisselâm) ile
görüşmüştür diye tefsir ederdi.
268 - (166)
Bize Ahmed b. Hambel [273] ile
Süreye b. Yunus rivayet ettiler dediler ki: Bize Hüşeym rivayet etti (dedi ki):
Bize Davud b. Ebû Hind Ebul Âliyye'den, o da İbni Abbas'tan naklen haber verdi
ki: Resulüllâh (Sallallahü Aleyhi ve
Sellem) Ezrak vadisine uğramış ve:
«Bu vadi hangi
vadidir?» diye sormuş Ashab:
— Ezrak vadisidir
cevabım vermişler. Resulüllâh (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) :
«Ben Musa (Aleyhisselâm)'ı
gür sesi ile Allah'ı telbiye ederek tepeden aşağıya inerken görüyor gibiyim»
buyurmuş.
Sonra Herşâ tepesine
gelerek:
«Bu tepe hangi
tepedir?» diye sormuş.
Ashab: Herşâ tepesidir
cevabını vermişler. Resulüllâh (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) :
«Ben Yunus b. Metta
(Aleyhisselâm)'ı derli toplu, kırmızı dişi bir deve üstünde, yünden bir cübbe
giymiş, devesinin çılbırı liften olduğu halde telbiye ederken görüyor gibiyim,» buyurmuşlar.
Ahmed îbni Hanbel
hadîsi rivayet ederken: Hüşeym'in (hulme) den murâd liftir dediğini
söylemiştir.
269 - (...)
Bana Muhammed b. el Müsenna da rivayet etti (dedi ki): Bize İbni Ebi Adiy,
Davud'dan, o da Ebul Âliye'den, o da İbni Abbas'tan naklen rivayet etti: İbni
Abbas şöyle demiş. Resulüllâh (Sailallahü Aleyhi ve Sellem) ile birlikte. Mekke
ile Medine arasında yolculuk ettik.
Bir vadiden geçerken
Resulüllâh (Sallallahü A leyhi ve Sellem):
«Bu vadi hangi
vadidir?» diye sordu Ashab:
Ezrak vadisidir
dediler. Bunun üzerine Resulüllâh Ekrem (Sallallahü A leyhi ve Sellem) :
«Sanki ben Musa
(Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'] iki parmağını kulaklarına koymuş o gür sesiyle
Allah'a telbiye ederek bu vadiden geçtiğini görüyor gibiyim» buyurdular.
Resulüllâh (Sallallahü
Aleyhi ve Sellem) Hz. Musa'nın rengine ve saçına dair bir şeyler söylemişsede
Ravi Davud bunu belleyememiş. İbni Abbas demiş ki: «Bundan sonra yola revan
olarak bir dağa geldik.» Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) :
«Bu dağ hangi dağdır?»
diye sordu.
Ashab: Herşa yahut
Lifet dağıdır, dediler. Fahri Kâinat (Sallallahü Aleyhi ve Seîlem) (tekrar) :
«Sanki ben Yunus'u
(Aleyhisselâm)'ı kırmızı dişi bir deve üstünde, yünden bir cübbe giymiş,
devesinin çılbırı hulbe lifinden olduğu halde telbiye ederek bu vadiden
geçerken görüyor gibiyim» buyurdular.
270 (...) Bana Muhammed b. el-Müsenna rivayet etti (dedi ki):
Bize tbni Ebî Adiyy İbni Avn'dan, o da Mücahit'ten naklen rivayet etti demiş
ki: îbni Abbas'ın yamndaydik yanındakiler Deccal'ın lâfım ettiler (içlerinden
biri): Onun iki gözünün arasında kâfirdir (ibaresi) yazılı olacaktır, dedi.
Bunun üzerine İbni Abbas: Resulüllâh (Sallallahü Aleyhi ve Sellemy'm. böyle
dediğini duymadım. Lâkin şöyle buyurdular:
«ibrahim'e gelince,
arkadaşınıza yani bana bakıverin : Musa ise yağız tenli, derli toplu vücutlu
bir zattır. Ben onu yuları liften kırmızı bir deve üzerinde telbiye ederek şu
vadiye inerken görüyor gibiyim» dedi.
271 - (167)
Bize Kuteybetu'bnü Sa'id rivayet etti. (Dedi ki): Bize Leys rivayet etti. H.
Bize Muhammed b. Rumh
da rivayet etti. (Dedi ki): Bize Leys, Ebû'z-Zübeyr'den, o da Cabir'den naklen
rivayet etti ki: ResulüHâh (Sallaliahü Aleyhi ve Sellem) şöyle buyurmuşlar:
«Bana bütün
peygamberler arz olundu. Bir de ne göreyim Musa. Uzun boylu erkeklerden bir
zat! Şenûe (kabilesi) erkeklerinden birisi sanırsın! Isâ b. Meryem
(Aleyhisselâm)\ da gördüm. Gördüklerimden ona en ziyade benzeyen Urvetu'bnu
Mes'ut'dur. İbrahim (Salavatullahİ AleyhJ'i dahi gördüm. Baktım ki
gördüklerimin içinde ona en ziyade benzeyen sahibin izdir {yani benim). Cibril
(Aleyhisselâm)'ı da gördüm. Gördüklerim içinde ona en ziyade benzeyen Dihye
(el-Kelbi) d ir.»
İbni RunüVin
rivayetinde «Dihyetu'bnu Halife» denilmiştir.
272 - (168)
Bana Muhammed b. Râfi ile Abd b. Humeyd dahi rivayet ettiler. Her ikisinin
lâfızları bir birine yakındır. İbni Râfi' Haddesena tabirini kullandı. Abd ise
Ahbarana Abdurrezak dedi: Abdurrezak şöyle demiş: (Bize) Ma'mer. Zuhri'den
naklen haber verdi. Demiş ki: Bana Sa'id b. El-Müseyyep, Ebû Hüreyre'den naklen
haber verdi. ŞÖyle demiş Peygamber (Sallaliahü Aleyhi ve Sellem) :
«Bana Isrâ vaki olduğu
zaman Musa (Aîeyhisselâm) ile
görüştüm.»
Peygamber (Sallaliahü.
Aleyhi ve Sellem) onu tavsif buyurmuş —zannederim— şöyle dedi:
— «Bir de ne göreyim uzunca boylu, başı düz
saçlı bir zat. Şenûe (kabilesi) erkeklerinden sanırsın. Isa ile de görüştüm.»
Peygamber (Sallaliahü
Aleyhi ve Sellem) onuda tavsif buyurdu:
— «O da orta yapılı sanki Diymas'tan yani
—hamamdan— çıkmış gibi kırmızı benizli idi. İbrahim (Salavafullahu AleyhJ'i de
gördüm, zürri-yetİ içersinde ona en ziyade benzeyen benim. Bana iki kap
getirdiler. Bi-rînde süt, diğerinde şarap vardı. Bunların hangisini istersen
onu al, dediler. Ben sütü alarak içtim. (Getiren zat bana) : Fıtrata hidayet olundun yahut fıtrata isabet
ettin. Şayet şarabı olsaydın ümmetin
azardı, dedi.» buyurdular.
Bu hadis muhtelif
lâfızlarla bütün sahih kitaplarında rivayet edilmiştir. Buhârî onu kesik kesik
olmak üzere «Kitabu Bed'i'1-Halk», «Ki-tab-u Halk-ı Âdem» ve «Kitabul Menâkıp»
da, Tirmizi «Kitabuf Tefsir» de, Nesaî «Kitabu's Salât» da rivayet etmiştir.
Hadisi şerif ümmetin dillerinde destan olan meşhur hadiselerden olup Resulüllâh
(Sallaliahü Aleyhi ve Sellem)'in İsrâ ve Mi'racmı anlatmaktadır.
îsra geceleyin
yürütmek manasınadır. Fahr-i kâinat (Sallaliahü Aleyhi ve Sellem) 'in büyük
mucizelerinden bin olmak üzere gecenin bir cüzünde Mekke 'deki Mescid-i Haram
'dan, Kudüs 'deki Mescidi Aksa 'ya
yürütüldüğünü
«O Sübhanı (Allah'ı)
tenzih ederim ki kulunu geceleyin Mescid-i Hara m'dan (alıp) kendisine
âyetlerimizden bazılarını gösterelim dtye havalisini mübarek kıldığımız
Mescid-i Aksa'ya yürütmüştür.» âyet-i kerimesi beyan etmektedir. Oradan göklere
çıkarıldığını ve göklerde gördüğü acaip ve garaibin tafsilatını bu hadis-i
şerif, ispat eder. Resulüllâh (Sallaliahü Aleyhi ve Sellem)'in göklere
çıkarılma hadisesine de Mi'raç denilmiştir. Bu hadisenin bir kısmı Kur'ân-ı
Kerîm'de şu âyetlerle beyan buyrulmuştur:
«Yemîn ederim ki.
Peygamber o Cibril'i Sidre-i Münteha'nın yanında bîr daha inişinde de gördü. O
Sidrenin yanında Cennetu'l-Me'va vardır. Sidreyİ Allah'ın cefâlet ve
azameti kaplayabildiğine
kaplıyordu. Göz ne şaştı, ne de haddini
aştı. Vallahi Peygamber Rabbi'nin âyetlerinden en büyüğünü gördü.»
Binaenaleyh İsrâ ve
Mi'raç hadisesinin başı ve sonu âyetle, tafsilatı da meşhur hadisle sabit
olduğundan bu cihetleri inkâr, küfür, tafsilatını inkâr dalâlettir. Bu muazzam
hadiseyi Resulüllâh (SaîîaUahü Aleyhi ve Sellem) vukuunun ertesi günü haber
verdiği zaman Mekke müşrikleri kıyametleri koparmış birbirlerine haber
verdikten sonra Hz. Ebû Bekr (Radtyalîahu anh)'a koşarak:
«Bak sahibi ne diyor.
Güya bu akşam göklere çıkmış orada pek çok acaip ve garaip temaşa etmiş cennet
ve cehennemi görmüş; Rabbi ile konuşmuş.
Nasıl bunuda tastık eder misin?» demişlerdi Ebû
Bekr
«O bunları söylediyse
ben kabul ederim. Ben onu bundan daha garibi hususunda tasdik ediyorum»
cevabını verdi. Ebû Bekr (Radtyalîahu anhya,
Sıddik, unvanı o zaman
verilmiştir.
Müşrikler akıllarınca
Resulüllâ h.(Sallallahü Aleyhi ve Sellemy'ı iskât ve ilzam için ona çeşitli
sualler sormaya başladılar. Ezcümle Kudüs 'teki Mescid-i Aksa'ya tarif etmesini
istediler. O anda Mescid-i Aksa olduğu gibi kendisine tecelli ederek onu müşriklere
tavsif buyurdu. Müşrikler buna hiç bir şey deyememişlerdi. Çünki söyledikleri
doğru idi. Bu sefer yollardaki kervanlarını sordular onları da yerlerini tayin
etmek sureti ile bittafsil haber verdi. Hatta karayağız bir devenin kervanın en
önünde bulunduğunu sabahleyin güneş doğarken Mekke 'ye geleceğini söyledi.
Müşrikler buna sevinmişlerdi. Çünkü — Haşa — Bununla Resulüllâh (Sallallahü
Aleyhi ve Sellem)'m yalanını tutacaklarını umuyorlardı.
Bu sebeple içlerinden
birini güneşin doğduğunu haber vermek için gözcü tayin ettiler. Bir başkasınıda
kervanın gelişini gözetmeğe memur ettiler. Neticede bu iki şahıstan biri
güneşin doğduğunu haber verirken ötekide kervanın gelmekte olduğunu söylüyor
ve sesleri bir birine karışıyordu. Bittabi müşrikler bunada inanmadılar. Hatta
onların desiselerine alda-narak bazı zayıf müslümanlar irtidad bile etti.
İşte İsrâ ve Mi'raç
hadisesi bu suretle daha o devirde şöhret bularak bir çok dedikodulara ve
kargaşalıklara yol açtı.
Bu hadiseyi
müslümanlar kabul ile telâkki ederek inanmışlardır. Yalnız ne şekilde vuku
bulduğu öteden beri ihtilaflıdır. Bazılarına göre Resulüllâh (Sallallahü Aleyhi
ve Sellem) rüyasında ruhu ile göklere çıkmıştır. Bunların delili
«Biz sana
gösterdiğimiz rüyayı ancak insanlara bir
fitne olsun diye
gösterdik.» âyeti
kerimesi ile Mâlik b. Sa'sa'a hadisinde
Resulüllâh (Sallallahü Aleyhi ve
Sellem) 'in
«Bana Cibril, Mescid-i
Haram'da uyuduğum bir sırada geldi...» «Bir de uyandım ıriesciddeyim»
sözleridir. Ancak âyet-i kerimede beyan buyurulan rü'ya Miraç hakkında değil
Fahr-i kâinat (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'in Hudeybiye'de gördükleri
rü'-yadır. Filhakika ashab-ı kiramdan bazıları bu rü'ya mucebince o sene Mekke-i
Mükerreme'ye ve Mescid-i Haram'a gireceklerini zan ve tahmin etmişler o sene
girmek müyesser olamayınca mezkur rü'ya onlar hakkında bir fitne ve iptilâ olmuştu.
Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve. SellemYin Mi'racı rü'ya halindedir deyenler:
Ashab-ı Kiramdan Ümmül Mü'minin Âişe (Radıyallahu Anhâ) ile Muaviye
(Radtyalîahu anh), Tabiinden Hasanı Basri ve Muhanımed b. İshak 'tır. Hz. Âişe:
«Resulüllâh, (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'in cesedi yer yüzünden
kaybolmamıştır. O göklere ruhu ile uruç etmiştir,» demişsede bu sözü o mutlaka
başka birisinden işitmiş olacaktır. Çünkü mi'raç zamanında kendileri ya pek
küçük yahut henüz doğmamışlardı. Mi'raç bi'setin 12. yılında yani hicretten
bir sene evvel vuku bulmuştu.
Selef ve Halef
ulemâsının ekserisine göre mi'raç ruh ma'al cesed olmuştur. Yani Peygamber
(Sallallahü Aleyhi ve Sellem)
hem ruhi ile hem cesedi ile göklere çıkmıştır. Delilleri zikrettiğimiz
İsrâ ayet-i ile sadedinde bulunduğumuz Mi'raç hadisidir. Çünkü Âyet-i kerimede
(Abd) ve (îsrâ) kelimeleri zikredilmektedir. Kul mânasına gelen Abd ruhla cesedin
mecmu'una itlak olunur. Yalnız cesede Abd denilmediği gibi yalnız ruhada Abd
denilemez, İsrâ dahi geceleyin bir cismi yürütmedir. Bu kelime hiç bir zaman
yalnız ruhu yürütmek mânasına kullanılmamıştır. Binaenaleyh Resulüllâh (Sallallahü
Aleyhi ve Sellem) gerek Mekke'den Kudüs'e gerekse Kudüs 'teki
Mescid-i Aksa 'dan göklere vaki
olan seyahatında hem cesedi hem ruhu ile bulunmuştur. Ha-dis-i Şerif te buna
delâlet eder. Zaten aklen müstahil olmadıkça şer'i nas-lan zahirleri üzere
bırakmak vaciptir. Buradaki âyet ve hadisin zahiri mânaları müstehil değildir.
Çünkü güneş, kutru yerin kutrundan bir milyon şu kadar defa büyük olduğu halde
görülmedik bir sür'atle mihveri etrafında dönmektedir. Zaten cisimlerin
atomları birbirinin mislidir. Bunlar ancak Kâdir-i mutlak hazretlerinin
bazılarında yarattığı hassalarla birbirinden ayrılırlar. Binaenaleyh Allah TeâIâ Hazretlerinin Resulü Ekrem inin bedeninde yahut onu
taşıyan vasıatada güneşin hareketinden
daha büyük bir sür'at halk'etmiş olması mümkündür.
Aklî delilleri de küf
farın ve irtidad eden müslümanların bu hadiseyi şiddetle inkâr etmiş olmalarıdır. Eğer mi'raç rüyada
vakî olmuş olsaydı onu kimse inkâr etmezdi çünkü rüyada Peygamberler değil
alelade insanlar bile uçarlar. Bunu kimse mühim bir hadiseymiş gibi dile
dolamaz inkâr etmez. Binaenaleyh Küffarm şiddetli inkârı dahi miVacın ruh ve
ce-sedle vaki olduğuna delildir.
Bazıları Miracın
keyfiyeti hakkındaki hilafı kaldırmak için İsrâ ve Miraç hadisesinin bir kaç
defa vuku bulduğunu söylerler. Bazılarına göre, İsrâ ile Miraç ayrı ayrı
gecelerde vakî' olmuştur. Diğer bazıları bunların biri uykuda diğeri uyanıkken
olmak suretiyle ikişer defa vaki' olduğunu: evvelâ uyku halinde İsrâ ve Miraç
ettirilerek bu işe hazırlandığını sonra bunların aynen, uyanıkken tekrar
edildiğini söylerler.
Ebû Şâme bu bâbtaki
rivayetlerin arasını bulmuş ve İşrâmn üç defa vaki olduğunu söylemiştir.
Bunlardan birincisi Mekke 'den yalnız Kudüs 'teki Beyti Makdis'e kadardır.
Resulüllâh (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)hu seyahatini Burak üzerinde yapmıştır.
İkincisi yine Burak üzeroinde Mekke 'den Semavata; üçüncüsü de Mekke 'den
Beyt-i Makdis'e oradan da göklere çıkmak sureti ile vuku bulmuştur
Sûfiyyenin kavline
göre mi'râc uyanıkken insilâh-ı tâm ile beşeriyetten melekiyete yaklaşmak
sureti ile olmuştur.
Insilâh : Lügâtta bir
şeyin diğer bir şeyden sıyrılıp soyunması manasınadır. Sûfiyye'nin istilahına
göre ise; ruhun ruhaniyeti galebe çalarak bedenden taşması ve genişliyerek iç
ve dış alemindeki ahvali anlamasıdır. Bu tarife göre ruh bedenden tamamı ile
ayrılmadığı için insilâh ölüm değildir. Nitekim insilâh halindeki şahısta
görülen nefes alma ve hareket etme gibi eserler de insilâhm ölüm olmadığını
gösterir. Onlara göre, ateşten bulutlara doğru yükselen dumanın bir ucu nasıl
daima ateşe bağlı ise insilâh halindeki şahsın bedeninden taşan ruhunun bir
ucuda daima bedende kalır. Kezâlik insilâh halinde bulunan bir şahsın idraki
kaybolma-yıp bedeninin içinde ve dışındaki ahvali anlaması insilâhm uyku
mânası-nada gelmediğini gösterir. Çünkü uyuyan bir kimsede şuur kalmaz. İnsilâh
peygamberlerde vakî olduğu gibi onların veresesi bulunan evliyaul-lahta hatta
makam ve mertebelerine göre sair mü'minlerde bile vakî olur. Yalnız
peygamberlerin insilâhları pek mükemmel olduğu için onların ruh-, lan
meleklerle görüşür; onlardan bilgi alarak insanlara neşr ederler. Maa-mafih
peygamberlerin insilâhlarıda bir birinden farklıdır. Hz. Musa (Aîeyhisselâm)
Cenab-ı Hak ile perde arkasından konuştuğu halde peygamberimiz Muhammed
Mustaf (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)
Teâ1â Hazretlerini görerek konuşmak şerefine nail olmuştur. Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) 'in beşeriyetten melekiyyete
yaklaşması, insanlıktan melekliğe
geçmesiyle olur. Nitekim vahiy hadisinde bunun buram buram ter dökmek ve
halktan ayrılmak suretiyle eserinin görüldüğü zikir edilmiştir.
Sûfiyyenin kavli bazı
kelâm ulemâsı tarafından en cem'iyetli ve mü-tevassıt görülmüştür. Çünkü
insilâh bir cihetten rü'yaya benzediği için «Miraç rü'ya halinde olmuştur»
diyenlerin kavlini içine aldığı gibi insilâh halinde bulunan şuuru
kaybolmaması cihetiyle uyanık kimselere benzediğinden «Miraç uyanıkken vakî
olmuştur» diyenlerin kavlinede şamildir. Bu suretle her iki kaville amel
edilmiş olur. Ancak az yukarıda işaret ettiğimiz vecihle insilâh yalnız
peygamberlerde değil ümmetin bazı efradında da, vakî olduğu için Sûfiyyenin kavline
itiraz edilmiştir.
Hadisin Şerik
rivayetinde İsrânın Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'e vahiy gelmezden
önce vakî olduğu bildiriiiyorsada bu hatadır. Müslim 'inde tenbih ettiği gibi
Şerik bu rivayetinde takdim ve tehirler yapmış: ulemânın asla kabul edemiyeceği
vehimlere kapılmıştır. İsrâ hakkında en öncelik bildiren kavil Resulüllâh
(Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'e peygamberlik geldikten onbeş ay sonra
olmasıdır. Daha önce vukuna kail olan yoktur. Zaten Şerik'in makbul bir râvî
olup olmadığı ulemâ arasında ihtilaflıdır.
Miraç babında hak olan
söz ekser-i selefin kavlidir. Yani Miraç uyanıkken ruh ve cesetle vakî
olmuştur. Bu hususta «Şifai Şerif» de yirmi tane sahabe tabiin ve tebe'i
tabiîn ismi sayılmıştır. Onlardan sonra gelen Hadis, Fıkıh, Tefsir ve Kelâm
ulemâsının ekseriyetle kavlleride budur.
Hadisin bazı
rivayetlerinde İsrâ hâdisesinin Kabe 'den başladığı diğer bazılarında evinden,
bir takımlarında Ebû Talib'in şi'binden (arazisinden) diğer bazılarında
Ümmühânî 'nin evinden başladığı kaydedilmektedir. Bu rivayetler zahiren
birbirine muarız gibi görünürse de araları şöyle bulunmuştur: Resulüllâh
(Sallallahü Aleyhi ve Sellem) o akşam Ümmühâni 'nin evinde yatıyordu. Onun
evide Ebû Ta1ib'in Şi'binde idi. İsrâ hadisesi o evden başlamıştır. Evin Resulüllâh
(Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'e izafe edilmesi orada oturduğu içindir. Melek
gelerek kendilerini oradan almış Beytullah'a götürmüş. Resulüllâh (Sallallahü
Aleyhi ve Sellem) orada bir parça oturarak istirahat etmiş uyuklar gibi olmuştur.
Sonra melek onu Beytu11ah'in kapısından çıkarak Buraka bindârmiştir. İşte
isranın Kâbe 'den başladığı rivayeti de bundandır. Burak'in nasıl bir hayvan
olduğu hadis şerifte beyan buyurulmuştur. Hadis-i şerifin muhtelif rivayetlerinden
anlaşıldığına göre Fahr-ı Kâinat (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) bu seyahati esnasında beş şeye binmiştir:
1 - Mekke' den, Mescidi
Aksa'ya kadar Burak'a,
2 - Oradan birinci semaya kadar Miraç
denilen bir merdivene,
3 - Yedinci kat semaya kadar meleklerin kanatlarına
binerek gitmiş.
4 - Oradan Sidre-i Münteha'ya kadar Cibril (Aleyhisseiâm) m kanadına.
5 - Kaabi
Kayseyn'e kadar Refrefe
binmiştir.
Bunların mahiyetini
bilmeye bizim için imkân yoktur. Binaenaleyh hepsine haber verildikleri şekilde
inanır bu bâbtaki ilmi, Allah ve Resülü'ne havale ederiz. Gerçi Kâdir-i mutlak
olan A11ah'ü Zü1ce1â1 için bunların hiç birine ihtiyaç yoksada Habib-i Ekrem
'ini mu'tad olan vasıtalarla yürüterek fazla heyecanlanmasına mâni olmak
hikmetine mebni kendilerine hususi binekler tahsis buyurmuştur. İsrânın gece
olmasının hikmeti de Allâh'ü a'lem gece halvet ve muhabbet zamanı olduğu yahud
bir çok peygamberlere muhtelif mu'ci-zeler geceleyin verildiği içindir.
Resulüllâh (Saîlaîlahü Aleyhi ve Seîlem) göklere münacaat için kaldırılmıştır.
Onun için de kendisine evvelden vakit tahsis edilmemiştir. Çünkü vakit tayin
etmeden bir kimseyi huzura çağırmak o kimse üzerinde daha tesirli olur. Musa
(Aleyhisseiâm) 'ı Teâ1â Hazretleri evvelden bildirdiği bir vakitte Tur dağına
davet eder kendisine emirlerini orada bildirirdi. Cebel-i Tur ile Beyti Ma'mur'un
yüceliği arasındaki fark; pek büyük olduğu düşünülürse Hz. Musa ile Peygamber
(Saîlaliahü Aleyhi ve Seliemy in makamları arasındaki fark kendiliğinden
anlaşılır. Keza Süleyman (Aleyhisseiâm)''a rüzgâr müsahhar kılınmış onu bir
aylık mesafeye en kısa zamanda ulaştırıyordu. Fahr-i kâinat (Saîlaliahü Aleyhi
ve Sellem) ise bir anda yatağından arşı alaya kaldırılmıştır.
Bu seyahatta Re sullülâh
(Saîlaliahü Aleyhi ve Sellem)'e Hz. Cibril biri, süt, diğeri şarap dolu iki kap takdim
ederek:
«Bunların hangisini
istersen buyur» demiş; Peygamber (Saîlaliahü Aleyhi ve Seîlem) sütü tercih
etmiştir. Bunun üzerine kendilerine:
«Fıtrata isabet ettin; eğer şarabı tercih etseydin
ümmetin azardı.»
denilmiştir.
Bu rivayette süt ve
şarap takdiminin Beyt-i Mahdis'de geçtiği, başka bir rivayetde işe Sidre-i
Münteha'da yapıldığı bildiriliyor. Kapların sayısında da ihtilâf vardır. Bazı
rivayetlerde peygamber (Saîlaliahü Aleyhi ve Sellem) 'e dört kap sunulduğu
bunların ikisinde sütle şarap, ikisinde de bal ve su bulunduğu beyan ediliyor.
Bu rivayetlerin arası şöyle bulunmuştur; ya ibaredeki (sümme) edatı (vav)
manasınadır. Yâni tertibe delalet etmez. Yahut süt takdimi hadisesi biri;
Kudus'de susadığı zaman, biri de Sidretü-i Münteha'da olmak üzere iki defa
vâkî olmuştur.
Ulemâi ıtratı İslâm ve
istikâmet diye tefsir etmişlerdir. Görülüyor ki; süt İslâmiyete şarapta
sapıklığa alâmet kılınmıştır. Çünkü süt güzel ve temiz bir gıdadır onun akıbeti
daima selâmettir. Bu sebeble ekseriya hastalara süt içmeleri tavsiye olunur.
Şarap ise; her türlü pisliklerin ve kötü hallerin esasıdır. Onun için şaraba
ümmü'l-habais derler.
Burada şöyle bir suâl
hatıra gelebilir :
Acaba Peygamber
(Saîlaliahü Aleyhi ve Sellem)'i haram olan şarapla, helâl süt arasında muhayyer
bırakmanın hikmeti nedir?. Ulemâ buna şöyle cevap veriyorlar: Bu muhayyerlik
ya o zaman henüz şarap haram kı-lınmadığı içindir, yahud gelen şarap cennet
şarabı olduğundandır. Cennnet şarabı haram değildir. Aliyyü-1 Kari'ye göre
buradaki hikmet peygamber (Saîlaliahü Aleyhi ve Sellem)'in doğruyu seçtiğini
göstermek suretiyle onun, faziletini meleklere bildirmektir.
Cibril (Aleyhisseiâm)
birinci semanın kapısını çaldığı zaman o semanın bekçisi kendisine kim
olduğunu; yanında kimin bulunduğunu sormuş; Muhammed (Saîlaliahü Aleyhi ve
Sellem) olduğunu anlayınca :
«O gönderildi mi?»
diye sormuştur. Ulemânın beyanına göre bu sualden murâd peygamber olup
olmadığını öğrenmek değil: «Göklere çıkmak için gönderildi mi?» demektir. Yoksa
o ana kadar Resul üllâh (Saîlaliahü Aleyhi ve Selletn)'in peygamber
gönderildiğim bilmiyen hiç bir melek tasavvur edilemez. Vakıa Kaadı İyaz bu
hususta ihtilâf olunduğuna işaret ile sualin hakikaten peygamber oldumu
olmadımı mânasında sorulmuş olduğuna kail olanlar bulunduğunu anlatmak
istemişse-de bu kavil doğru.. değildir. Hadis-i şerifte zikri geçen Beytü'1
Mâ'mûr, Sidretü'l Münteha ve emsali müsenımaların hakikatini ancak Allah ve
Resulü bilir. Biz bunların ancak isimleri ile bazı vasıflarını biliyoruz.
Beyt-i Mâ'mûr hadiste beyan buyurulduğu vecihle içerisine her gün 70.000
melâikenin girdiği bir yerdir. Sahih haberlere göre Kur'ân-ı Kerîm
Levh'i-Mahfuzdan buraya bir defada inmiş oradanda Resulüllâh (Saîlaliahü Aleyhi
ve Sellem/e yirmi üç senede inzal buyurulmuştur.
Sidre : Nebk ağacıdır.
Keyfiyyetini Allah bilir. İbni Abbs ile diğer müfessirlerin beyanına göre buna
Sidretü'l Münteha Tesmiye edilmesinin vechi meleklerin ilmi onda nihayet
bulduğu içindir. Onun ötesine Resulüllâh (Saîlaliahü Aleyhi ve Sellem) 'den
başka geçen olmamıştır. Bazı rivayetlerde görülen Şakk-i
Sadır hadisesine gelince:
Muhtelif rivayetlerden anlaşıldığına göre bu hadise üç defa vuku bulmuştur.
İlk defa : Resulüllâh
(Sallaîlahü Aleyhi ve Seliem) , Beni S a'd kabilesinde süt annesi Halime 'nin
nezdinde iken vuku bulmuş.
ikincisi : Mi'raç
gecesinde olmuştur. Bazıları Mi'raç gecesinde böyle bir şey olmadığını iddia
etmişlersede bu kavil merdûttur. Çünkü Mi'raç gecesinde de vakî olduğu sahih
hadisle sabittir. Mucize kabilinden olan bu gibi harikaları inkâra mecal
yoktur. Küçüklüğündeki hadise Müslim'in Şeyban b. Ferruh rivayetinde şöyle izah
edilmiştir. Resulüllâh (Sallaîlahü Aleyhi ve Seliem) çocuklarla oynarken
kendisine ,Cibril-i Emin (Sallaîlahü Aleyhi ve Seliem) gelerek onu tutmuş yere
yatırarak karnını yarmış ve kalbini çıkarmış ondan bir kan pıhtısı aldıktan
sonra Resulü Ekrem
(Sallaîlahü Aleyhi ve Seliem)J e :
«İşte şeytanın senden
nasibi budur.» demiş sonra kalbini altın bir tas içinde zemzem suyu ile
yıkayarak dikmiş ve yerine koymuş. Bu hadiseyi gören çocuklar telâşla süt
annesine koşarak «Muhammed öldürüldü» diye haber vermişler. Sonra onu
karşılamaya döndükleri zaman rengini uçmuş görmüşler. Ulemânın beyanına göre bu
ameliyenin hikmeti Resulüllâh
(Sallaîlahü Aleyhi ve Seliem) 'i şeytandan korumaktır.
İkinci hâdise
Resulüllâh (Sallaîlahü Aleyhi ve Seliem)^ vahiy geldiği zaman olmuştur. Bunun
hikmeti onun kalbini kuvvetlendirmektir. Bu suretle kendisine yahiy edilen
şeyleri kolaylıkla telâkki etmiş vahyin bütün ağırlıklarına tahammül
buyurmuştur.
Üçüncüsü de : Semavata
çıkacağı zaman olmuştur. Bunun hikmeti de Resulü Ekrem
(Sallaîlahü Aleyhi ve Settem)'i münacat için hazır lamaktır.
Tıybi diyor ki: Gerek
Resulüllâh (Sallaîlahü Aleyhi ve Seüemy'in göğsünün yarılması gerekse kalbinin
çıkarılması meselesinde çıkar yol menkul ile mâkul arasını bulmak iddiasiyle
boş yere uğraşmak değil doğrudan doğruya vakıayı teslim ve tasdik etmektir.
Hamdolsun biz muhbir-i sadık olan Resûl-ü Zişan'ın verdiği haber hususunda hakikatten
mecaze gitmeğe cevaz vermiyoruz. Maamafih ülema-i zahirin pek doğru bulduğumuz
bu sözlerine karşı ülema-i Batın bu rivâyetlerdeki lâfızlardan hakikî
mânalarının kastolunmadiğını bunların birer temsilden ibaret olduğunu iddia
etmişlerdir. Bu zevata göre Şakk-ı Sadır hadisesi berzah alemine ait bir
temsildir. Şah Veli.yullah (Huccetul-lahi'l-Baliga) adlı eserinde şunları
söyler. Peygamber (Sallaîlahü Aleyhi ve Sellem)'in göğsü yarılarak imanla
doldurulmasının misali ona nur doldurmak ve bu nurun, onun ruhuna galebe
çalması beşeri tabiat alevlerinin
sönmesi ve sema aleminden taşıp gelen tecellilere tâbi olma* sidir. Lâkin
Şeyban b. Ferruh rivâyetindeki tafsilata dikkat edilirse anlaşılırki; ehl-i
batının bu te'villerine mecal yoktur. Zira hadiseyi gören çocukların
Resulüllâh (Sallaîlahü Aleyhi ve Seliem) 'in süt annesine koşarak «Muhammed
Öldürüldü» demeleri sonra onu karşıladıklarında renginin uçtuğunu mülâhaza
etmeleri ve nihayet Enes (Radİyallahu anhym:
cBen Resulüllâh
(Sallaîlahü Aleyhi ve Sellem)'in göğsünde o iğnenin eserini görürdüm demesi bu
bâbta hiç bir te'vile imkân bırakmayacak kadar sarih hakikatlardır. Mucizeye
imanı olan bir müslümanın bu bâbta tereddüd göstermesi asla caiz olamaz.
Yalnız Resulüllâh (Sallaîlahü
Aleyhi ve.octietn) 'in kalbine bir altın kapla iman ve hikmet doldurulması
mecazdır. Bundan murâd tasın içinde kemâl-i imanla hikmete sebep olan bir
şey'in bulunmasıdır. O şey imanla hikmete sebep olabileceği için mecazen iman
yerinde kullanılmıştır. Yani mecazen imanın sebebine iman denilmiştir.
Harme1e hadisinde
zikri geçen karaltılar Âdem oğullarının ruhları diye tefsir edilmiştir. Vakıa
kâfir ruhlarının «siccin» de olacağını mü'min ruhlannınsa cennette sefa
süreceğini bildiren sahih haberler va-rid olmuştur. Binaenaleyh nasıl olurda
kâfirlerin ruhları Hz. Âdem (Aleyhİsselâm) 'in yanında bulunabilir? Şeklinde
bir sual hatıra gelebilirse-de zaman zaman bütün ruhların Âdem (Aleyhİsselâm)
'a arz olunması Resulüllâh (Sallaîlahü Aleyhi ve Seliem)'in böyle arz esnasında
oradan geçmiş bulunması ihtimal dahilinde olduğu gibi cennetliklerle cehennemliklerin
daimi şekilde değilde bazan yerlerine girmeleri sair vakitlerde Hz. Âdem'in
etrafında bulunmaları da muhtemeldir. Hatta üçüncü bir ihtimal olmak üzere
cennetin Âdem (Aleyhİsselâm) 'm sağında cehennemin de solunda bulunması
caizdir. Âdem (Aleyhİsselâm) 'm sağ tarafına baktığı zaman gülmesi zürriyetinin
iyi hallerde olmalarına sevindiği için sol tarafına bakıp ağlaması da yine
zürriyetinden bazılarının kötü hallerine acıdığı içindir. Musa (Aleyhİsselâm)
'm ağlaması dahi — Haşa— Peygamber (Sallaîlahü Aleyhi ve Sellem)1! çekemediği
için değil onun ümmetine nispetle kendi ümmetinin az olmasıdır. Keza Peygamber
(Sallaîlahü Aleyhi ve Seliem) hakkında (çocuk) tabirini kullanması onu tahkir
için değil Peygamberimiz (Aleyhisselâtü ve Sellâm)'a ömrü en kısa olduğu halde
Teâ1â Hazretlerinin en büyük minnet ve ihsanda bulunduğunu ve onu bütün
peygamberlerden şerefli ümmetinin de bütün ümmetlerden üstün ve çok olduğunu
gprerek takdir ettiğindendir.
Harme1e 'nin
rivayetinde:
ibrahim (Aleyhisselâm)
'm altıncı - semada olduğu bildiriliyor. Buharj 'nin Şerik rivayetinde de
Öyledir. Bu iki rivayetten mâda heryerde Hz. ibrahim (Aleyhisselâm) in yedinci
katta olduğu zikredilmiştir. Mir'ac müteaddid defalar vâki olmuştur, dersek
rivayetler arasında tearuz yoktur. Aksi takdirde yedinci katta rivayetini
tercih ederiz.
«Nihayet öyle bir
seviyeye çıktım ki, orada kalemlerin hışırtısını işitiyordum.» buyurmuştur.
Ha11abi diyor ki: «Bu
ses hükmü 'ilâhî ile vahyi yazarken ve levh-i mahfuzdan A11ah 'm dilediği
şeyleri istinsah ederken meleklerin kalemlerinden çıkan sestir.» Kaadî İyâz'da
şunları söylüyor: Bu hadis «Resulüllâh (Saltallahü Aleyhi ve Se!lem)'e vahiy ve
mikdarlarm Levh-i Mahfuzdan kalemlerle yazıldığının sahih olduğuna imanın
vücubu babında ehl-i sünnetin delilidir. Bunların keyfiyetini ancak A11ah
bilir. Âyet ve hadislerde nasıl vârid olduysa zahiri üzere inanmak keyfiyyetini
Allah'a yahut A11ah 'm bildirdiği zevata havale etmek icap eder. Bu gibi âyet
ve hadisleri te'vil edenler ancak düşüncesi, imâm zayıf olanlardır. Çünkü
şeriatın getirdiği bu delilleri akli deliller de muhal görmez Allah dilediğini
yapar dilediğini hükmeder...» Yine aynı rivayette namazların sayısını indirme
hususunda:
«Rabbime müracaat
ettim, o da bunların satrını indirdi...» Duyurulmaktadır.
Vakıa şatr kelimesi
yarı mânasında kullanılırsa da burada ondan mu-râd yarı değil bir mikdârdır ki
Kaadî İyâz 'in beyanına göre bu miktar beşte birdir. Nevevî, Kaadî 'nin beşte
birle takdirine bile lüzum görmüyor ve: «Burada şatrdan murâd: yine yarı olup
bir kaç defa müracaat sonunda Rabbim yarısını indirdi demektir. Çünkü hadis
muhtasardır...> diyor. Harmele rivayetindcki:
«Rabbim... bende söz bir olur; değişmez buyurdu.»
Cümlesi : Karşısında
şöyle bir sual hatıra, gelebilir : Namazları elliden beşe indirdi: Bu sözün
değişmesi değilimdir?
Cevap : Bu sözün
manası teklifler değil verdiğim haberler değişmez; yahud kazay-ı mübrem denilen
katı'i hükümler değişmez; Kazay-ı mualr lâk değişebilir demektir. Bu cümle ile
«Bundan sonra artık söz değişmez.» manası da kastedilmiş olabilir.
Muhammed b. el Müsenna
rivayetinde bahsedilen dört nehir, Buhârî ve diğer sahih kitaplarda beyan
edildiği vecihîe Sidretü'l Müntehâ 'nin kökünden çıkmaktadırlar. Bu dört nehrin
bâtını olanları Mukati1'in beyanına göre Kevser ile SeI -sebil 'dir. Zahiri
olanları ise Ni1 ile Fırat 'tir. Ulemâdan bazılarına göre bu isimler cennet
ırmaklarını büyüklük ve lezzet yönünden
Ni1'le Fırat'a
benzeterek İstiare edilmiş de olabilir. İsimlerin tevafukundan yani cennette
Ni1 ve Fırat isminde iki nehir bulunmasından da ileri gelebilir. Maamafih
yeryüzündeki Ni1 ile Fıra t'ın mahiyetini bilmediğimiz Sidret'ül Münteha 'nin
dibinden kaynamaları da mümkündür. Allah-u Âlem.
Abd b. Humeyd
rivâyetindeki :
«Allah'a mülâki
olacağından hiç şüphe etme.» âyet-i kerimesini şahit gösteren Peygamber
(SallaUahü Aleyhi ve Sellem) değil râviler-den biridir. Katade'nin tefsirine
Mücahid, Kelbi ve Süddî gibi bir çok zevat iştirak etmişlerdir. İbni Abbas, Mukatil
Zeccac ve diğer müfessirlerin kavline göre ise; âyetin mânası: «Sen Musa'nın
Kitaba kavuşacağına hiç şüphe etme.» demektir. Ma'âni ulemâsı da ayni
fikirdedirler.
Yine bu hadisin Ahmet
b. Hanbel ve Muhammed b. El-Müsennâ rivayetlerinde Resulüllâh (Sallallahü
Aleyhi ve Sellemyin, Musa ve Yunus (Aleyhisselâm) \ İsrâ gecesinde telbiye
ederken gördüğüne işaret buyurulmaktadır. Bu zevatın dünyada olmadıkları halde
nasıl Hac ve Telbiye ettikleri suali hatıra gelebilir. Bu suale ulemâ muhtelif
cevaplar vermişlerdir:
1) Mezkûr
peygamberler şehitler gibi hatta şehidlerden de efdaldir-ler. Şehidlerin ise;
Rab'leri nezdinde diri oldukları Nassı Kur'ân ile sabit-' tir. Binaenaleyh bu
Hadis-i şerifte vârid olduğu üzere bu peygamberlerin de Hac edip namaz
kılmaları ve bu suretle imkânları nisbetinde A11ah'a yaklaşmaları ihtimalden
uzak değildir. Çünkü onlar vefat etmiş te olsalar hükmen yine âmel diyarı olan
bu dünyada sayılırlar. Dünyanın müddeti bitip de arkasından dâr-i ceza olan
âhiret geldiği zaman amel de sona erecektir.
Peygamber (Sallallahü
Aleyhi ve Sellem) göklerde diğer peygamberleri de ruh ve cesedleriyle
görmüştür. Onu istikbâl ve teşrif için ruhları o gece bedenleri şekline girmiş
yahûd hakikaten bedenleri kabirlerinden oraya getirilmişdir.
2) Âhiret
ameli zikr ve duadan ibarettir. Onların yaptığı da budur.
3)
Resulüllâh (Sallallahü Aleyhi ve
Sellem) bu peygamberler hakkındaki
rüyasını İsrâ gecesi görmemiştir.
4)
Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve
Sellem) onların dünyadaki hallerini görmüştür yani bu zevatın hali hayatta
nasıl hac ve telbiye ettikleri ona temsilen gösterilmiştir.
5)
Kendilerini görmemiş de olsa; hayatta iken oniann Hac ve Telbiye ettikleri Resulüllâh (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'e vahiy
suretile bildirilmiştir.
1) Cibril
(Aleyhisselâm) 'm, Peygamber
(Sallallahü Aleyhi ve Selletn)'e gelerek onu göklere çıkarması Resulüllâh
(SalUUlahü Aleyhi ve Sellem)'in hak peygamber olduğuna ve başka hiç bir
peygambere verilmeyen bir çok şeylerin yalnız ona verildiğine delâlet eder.
2)
Resulüllâh (Sallallahü Aleyhi ve
Seîlem) 'e vahiy getiren melek
Cibril (Aleyhisselâm)'dav,
3) Mi'raç
birkaç defa vakî olmuştur.
4) Hadis-i
şerif bir yere girerken izin istemeyi ve Dunun adabının kapıyı çalmak
olduğunu, keza; «sen kimsin» denildikte (ben) demeyip adını Söylemek lâzım
geleceğini beyân etmektedir. Maksat kendini tanıtmaktır. Binaenaleyh kapıyı
çalan kimsenin mutlaka kendini tanıtacak şekilde kendi adını; icap ederse
babasının ve dedesinin adını söylemesi gerekir. Çünkü yalnız kendi adını
söylemek çok defa işe yaramaz o isimde bir çok şahıslar bulunabilir.
5) Semanın
hakikaten kapıcısı ve o semaya müvekkel bekçi melekleri vardır.
6)
Resulüllâh (SallaUahü Aleyhi ve
Sellem), İbrahim (Aleyhisselâm)'m
neslindendir. Çünkü Hz. İbrahim ona Salih evlâd diye hitap etmiş diğerleri
ise Salih kardeş demişlerdir.
7) Kibir ve
gurura müeddi olmayacağını bilmek şartiyle bir kimseyi yüzüne karşı medhetmek
caizdir.
8) Babalar
evlâtlarına karşı şefkatli olurlar. Ve onların iyi hallerine sevinirler.
9) Şafiîler
bu hadisle vitir namazının vacip olmadığına istidlal etmişlerdir. Hanefilere
görede hadis vitir namazının vucübuna delâlet etmez fakat vitir namazı bu
hadiseden sonra Resulüllâ h (SalUUlahü
Aleyhi ve Sellem)'in :
«Allah size bir namaz
daha ziyade etti...» hadisti şerifi ile sabit olmuştur. Bundan dolayıdır ki;
vitirin derecesi farz kuvvetinde değildir.
10) Hadisin
zahiri cennetlik olsun cehennemlik olsun Benî Âdemin ruhlarının semada olduğuna
delâlet etmektedir.
11) Cennet
ve cehennem halk edilmişlerdir. Hatta
İbni Battal: «Bu hadiste cennetin semada olduğuna delil
vardır» der.
12)
Meleklerin altın tas kullandığına bakarak bazıları Mushaf vesai-renin altın ile
yaldızlanmasının caiz olduğuna hüküm vermişlersede bu doğru değildir. Çünkü
meleklerin hükmü bizim hükmümüz gibi değildir. Üstelik onlar mükellef de
değillerdir. Bununla beraber, o zaman henüz altın ve gümüş isti'mali haram
kılınmamıştı.
13) Bazıları
bu hadisle ibâdetin teklif edildikten sonra kullar tarafından henüz âmel
edilmeden neshedilebileceğine istidlal etmişlerdir.
14) Beş
vakit namaz Mi'raçta farz kılınmıştır.
İbni Battal: «Ülernâ namazın
İsrâ gecesinde farz kılındığı hususunda
müttefiktirler» diyor.
15)
Mü'minlerin ruhları semaya kaldırılır.
16) Benî
Âdemin iyi âmelleri Âdem (Aleyhisselâm) 'ı sevindirir kötü âmelleri
ise bizar eder.
17) Gelen
misafire hoşbeş etmek ve kendisini güler yüzle karşılamak icap eder.
18) Allah
'in emirleri muhtelif melekler tarafından yazılır. İlim dahi muhtelif kalemler
tarafından yazılmak icap eder. Çünkü semâvât âleminde Sünnetullah bu olunca;
yerde de kullarının buna ittibâ' etmesi gerekir. A11ah'in kaza buyurduğu malum
eceller v.s. tebdil edilmez kullarına merhameten bazı hükümleri Nesh buyurması
bundan hariçtir.
19) Hadis-i
şerif meleklerin çokluğuna da delildir.
273 - (169)
Bize Yahya b. Vahya rivayet etti dedi ki: Nâfi'den, onunda Abdillah b.
Ömer'den, onunda Resulüllâh (SallaUahü Aleyhi ve Sellem) den naklettiği şu
hadîsi Malîk'e okudum. Resulüllâh (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) buyurmuşlar ki:
«Bir gece (rüyamda)
kendimi Kabe'nin yanında gördüm : Derken öyle karayağız güzeli bir zat gördüm ki erkeklerden gördüğün karayağızların en
güzeli! Kulaklarına inmiş öyle saçları vardı ki gördüğün uzun saçların en
güzeli! Onları taramış da (üzerlerinden) su damlıyordu, iki zâta (yahut iki
zâffn omuzlarına) dayanarak beyti tavaf ediyordu : Bu kim? diye sordum. Mesih
b. Meryem dediler. Sonra birdenbire son derece kıvırcık saçlı, sağ sözü şaşı
bir herifle karşılaştım. Zannedersin gözü salkımdan dışarı fırlamış bir üzüm
tanesi. Bu kim? diye sordum. Bu da Mesih Deccal'dır dediler.
274 - (...)
Bize Muhammed b. tshâk el Müseyyebî [274] rivayet
etti. (Dedi ki): Bize Enes yani İbni lyâd, [275] Musa'dan
—ki İbni Ukbecür.— [276], o
da Nafi'den rivayet etti demiş ki: Abdullah b. Ömer şöyle dedîs Birgün
Resulüllâh (Saîlallahü Aleyhi ve Sellem) cemaat arasında Mesih Deccal'i anarak
şöyle buyurdular:
«Şüphesiz ki Allah
Tebareke ve Teâlâ tek gözlü değildir. Dikkat edin ki Mesih Deccal sağ gözü kor
(bir herif) dir. Zannedersin gözü salkımdan fırlamış bir üzüm danesidir.»
«Akşam rüyamda kendimi
Kabe'nin yanında gördüm. Bir de baktım erkeklerin karayağız güzellerinden
görebileceğin en güzel bir zat! uzun saçları omuzlarını, çalıyor. Saçı
taranmış, başından w damlıyor. Ellerini iki zatın omuzlarına koymuş; aralarında
Beyti tavaf ediyor. (Oradakilere) Bu kim? dedim. Mesih b. Meryem cevchını
verdiler. Onun arkasında gayetle kıvırcık saçlı, sağ gözü kör gördüğün
insanların ibni Katan [277]'a
en benzeri bir adam! O da etlerini iki adamın omuzlarına koymuş Beyti tavaf ediyor. Bu kim? diye sordum. Bu mesih-i Deccal'dır, dediler.
275 - (...)
Bize İbnü Nümeyr rivayet etti. (Dedi ki): Bize babam rivayet etti. (Dedi ki):
Bize Hanzale, [278],
Salim'den [279], o da İbni Ömer'den
rivayet etti" ki: Resuîüîlâh (Salîallahü Aleyhi ve Sellem):
«Kabe'nin yanında
esmer düz saçlı, ellerini iki adamın üzerine koymuş, başından su akan yahut su
damlayan bir zat gördüm. Bu kimdir? diye sordum. İsa b. Meryem'dir yahut Mesih
b. Meryem'dir, dediler. (Ravi bu sözlerden hangisini söylediğini bilmiyoruz
demiş) Onun arkasında da kırmızı, saçı kıvırcık, sağ gözü kör birisini gördüm.
Gördüklerim içinde en ziyade İbni Katan'a benzeyen birisi.
— Bu
kimdir? diye sordum.
— Mesih-i Deccal'dır diye cevap verdiler.»
buyurmuşlar.
276 - (170) Bize Kuteybetu'bnü Said rivayet etti. (Dedi ki):
Bize y, [280]
Ukayl* [281] den, o da Zühri'den, o
da Ebû Selemete'bni Abdur-rahman'dan, o da Cabir b. Abdillâh'tan naklen rivayet
etti ki: Resulüllâh
«Kureyş beni tekzib
ettiği zaman Hıcr'de ayağa kalktım. Allah bana Beyt-ül Makdis'i tecelli
ettirdi. Bunun üzerirfe ona bakarak KureyşIİlere onun alâmetlerini haber vermeye başladım.»
buyurmuşlar.
277 - (171)
Bana Harmele b. Vahya rivayet etti. (Dedi ki): Bize İbni Vehb rivayet etti
dedi" ki: Bana Yunus b. Yezid, İbni Şi hap'tan, o da Salim b. Abdillâlt b.
Ömer b. El Hattap'dan, o da babasından naklen haber verdi. Demiş ki:
Resulüllâh (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'ı şöyle buyururken işittim:
«Bir defa ben uyurken
kendimi Kabe'yi tavaf ediyor gördüm. Bir de baktım karayağız, salınmış düz
saçlı bir zat iki kişinin arasına girmiş, başından su damlıyor yahut su
akıyor.
— Bu kimdir? dedim.
— Bu Meryem'in oğludur, dediler.
Sonra ona iltifat
etmek için ilerledim, bir de baktım ki, kırmızı benizli, cesim, kıvırcık
saçlı, bir gözü kör bir herif, gözü salkımdan uğramış üzüm danesi gibi.
— Bu
kim? diye sordum.
— Deccal'dır, dediler.
insanlar içinde ona en
ziyade benzeyen ibni Katan'dır.»
278 - (172)
Bana Zübeyr b. Harb'da rivayet etti. (Dedi ki): Bize Hu-ceyn b. El Müsenna [282]
rivayet etti. Dedi ki): Bize Abdülaziz — ki İbni Ebi Seleme'dir [283] —
Abdillah b. Fadıl' [284]
dan, o da Ebî Selemete'bni Abdir-rahman'dan, o da Ebû Hüreyre'den naklen
rivayet etti, demiş ki: Resulüllâh (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) şöyle
buyurdular:
«Gerçekten kendimi
Hicr'da gördüm. Kureyş bana Isrâ seyahatimi soruyordu ezcümle bana Beyt-i
Makdis'den tesbit edemediğim bazı şeyler sordular. Bu sebeple o kadar müşkil
mevkide kaldım ki, hiç bir zaman bu kadar sıkıİmamıştım. Derken Allah onu bana
arzeyledi. Onu görüyordum. (Artık) Bana ne sordularsa kendilerine haber
verdim. Bir de kendimi peygamberlerden müteşekkil bir cemaatin içinde gördüm.
Baktım ki, Musa kalkmış namaz kılıyor. Düz saçlı, uzunca boylu bir zat
zannedersin Şenûe kabilesi erkeklerinden biri. Bir de baktım Isâ b. Meryem
(Aleyhh selâm) kalkmış namaz kılıyor. İnsanların ona en ziyade benziyenî
Ur-vetü'bnü Mes'ut Es-Sekafi'dir. Baktım İbrahim (Aleyhisselâm) da kalkmış
namaz kılıyor. İnsanların ona en ziyade benzeyeni sahibinizdir (yâni benim.}
Derken namaz vakti geldi, ben onlara imam. oldum, namazı bİri-rince
içlerinden bin :
— Ya Muhammedi Şu zat
cehennemin bekçisi Mâlik'dir, Ona selâm ver dedi. Ben ona doğru bakınca o bana
selâm verdi.
Bu hadisi Buhârî
«Kitab-ul Libas» ile «Kitabu't Ta?bîr» de*tahriç etmiştir. Hadis-i Şerif Mesih
b. Meryem ile Mesih-i Decca1'm farklarını bildirmek için vârid olmuştur. Yahya
'nın rivayetinde tasrih edilmemiş olsa da ondan sonraki Muhammed b. İshâk
rivayetinden anlaşılıyor ki Resulüllâh (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) îsâ
(Aleyhisselâm) ile Deccal'ı rüyasında Kâbe 'yi tavaf ederlerken görmüşlerdir.
Nevevî 'nin beyanına göre; Beytullah'a Kabe ismi verilmesi yüksek ve aort Jcöşe olduğu
içindir. Araplar dört köşeli olan her eve
Kabe derler.
Limme: Kulakların
yumuşağına kadar salınan saç demektir. Omuzlara kadar inen saçlara cümme
derler. Hadiste
«İki zata yahut İki
zatın omuzlarına dayanarak» denilmesi râvd şekk ettiği içindir.
«Üzerlerinden su
damlıyordu» ibaresi hakkında Kaadî Iyaz şunları söylüyor: «Bu ibareden zahiri
mâna yani saçlarını yeni taradığı için üzerlerinden henüz su damlıyordu mânası
kasdedümiş olabilir. Fakat bence bundan murâd İsâ (Aleyhisselâm)'m yüzünün
parlaklığı ve güzelliğidir. İbare onun güzelliği için istiare edilmiştir»
Kaadî Bâcî, ise zahiri mânayı tercih etmiştir. İsâ (Aleyhisselâm) in tavafı
hakkında yine Kaadî İyâz şöyle diyor: «Eğer Resulüllâh (Sallalkthü Aleyhi 'e
Selîem) 'in Hz. İsâ 'y1 görüşü rüya değil de hakikatse onun bu tavafı
hakikattir. Çünkü İsâ (Aleyhisselâm) ölmemiştir. İbni Ömer'in rivayetinde
bizzat İbni Ömer 'in tenbih ettiği gibi rüyada görmüşse bu da bir ihtimaldir.
Decca1'in Kabe'yi tavafıda rüya halinde olduğuna hamledilir. Çünkü Deccal'm
Mekke ve Medine 'ye girmiyeceği Sahîh hadiste vârid olmuştur. Bununla beraber
Ma1îk 'in rivayetinde Decca1 'in tavafından bahsedilmemiştir. Şöyle de denilebilir.
Deccal'm Medine 'ye girmesinin haram kılınması fitne çıkardığı zamana
mahsustur. Allahu Alem.»
Mesih meselesine
gelince: Mesih hem İsa (Aleyhisselâm)m hemde Decca1'm sıfatıdır. İsâ
(Aleyhisselâm) 'a niçin Mesih denildiği ulemâ arasında ihtilaflıdır. Vahidi
'nin nakline göre; Ebû Übeyd ile Leys bu kelimenin esas itibari ile* İbranî
olduğunu İbranî 'de mesihâ şeklinde telâffuz edildiğini Arapların onu biraz değiştirerek
Mesih şeklinde telâffuz ettiklerini, nitekim Musa 'nın da aslı İbranîde Musa
yahut Mişâ olup Arapların Musa dediklerini söylemişlerdir. Bu takdirde kelime
müştak değil cârnid bir isimdir. Fakat yine Vahidinin beyanına göre ekseri
ulemâ bu kelimenin müştak olduğuna kaildirler, Cumhurun kavlide budur. Fakat
hangi kelimeden müştak olduğu ihtilaflıdır. İbni Abbas (Radıyallahu Anhüma)
'dan. rivayet edildiğine göre; tnesihden müştaktır. Çünkü İsâ (Aleyhisselâm)
hangi hastaya dokunsa; o hasta iyileşirdi. İbnu'l A'râbî ile diğer bazı ulemâya
göre Mesih: Sıddık demektir. Bazıları Hz. 1sâ 'nın ayakları dümdüz olup
çukurları bulunmadığı için kendisine Mesih denildiğini diğer bazıları Zekeriyya
(Aleyhisselâm) ona eliyle dokunduğu için kendisine bu isim verildiğini
söylemişlerdir. Yeryüzünde Mesh ettiği yani seyahatta bulunduğu için Mesih
denildiğini iddia edenler bulunduğu gibi doğarken vücudu yağla kaplı bulunduğu
için kendisine bu isim verildiğini söyleyenlerde vardır. Aynî Hz. İsâ'ya niçin
Mesih denildiği hususunda yirmi üç kavil bulunduğunu ve bunları bir eserinde
topladığını bildiriyor. Kamus sahibi bu kavilleri elliye çıkarmıştır. Rağıp :
Müfredatında şöyle demektedir. «Mesh: As-îmda bir şey üzerine elini sürmek ve
bir şeyden eseri gidermektir.>
Deccal'a Mesih
denilmesi bazılarına göre gözü silik yani dümdüz olduğu içindir. Diğer
bazılarına göre; gözü kör olduğu için Mesih denilmiştir. Zira bir gözü kör
olanlara mesih derler. «Deccal çıktığı zaman yeryüzünü dolaşacağı için ona bu
isim verilmiştir.» diyenler bulunduğu gibi daha başka sebepler gösterenlerde
olmuştur Aynî, Deccal'a Mesih denilmesi hususunda beş, Deccal denilmesi hususunda
on kavil bulunduğunu ve bunJprı «Zeynü'l-Mecalis» namındaki kitabında birer
birer saydığını söyler
Kaadî İyâz diyor ki:
«İsa [/iieyhisselâm) hakkında kulla" nılan Mesih kelimesinin Mesih
şeklinde okunacağı hususundu ravilerden hiç birinin hilafı yoktur. Fakat bu
kelimenin Deccal hakkında ne şekilde okunacağı ihtilaflıdır. Ekseri ulemâya
göre İsâ (Aleyhisselâm) hakkında nasıl okunursa Deccal hakkında da öyle okunur.
Lafız itibari ile aralarında fark yoktur. Yalnız İsâ (Aleyhisselâm) Mesih-i
Hidâyet, Deccal ise, Mesih-i Dalâlet 'tir. Bazı râviler bu kelimeyi Deccal
hakkında «Missih» şeklinde rivayet etmişlerdir. Bu takdirde kelime noktalı ha
ile yazılır. Bir takımları da Misîh şeklinde rivayet etmişlerdir. Allah-u
A'lem»
Hadis-i şerifte Deccal
hakkında Resulüllâh (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) «Ca'd, Katat» tabirlerini
kullanmıştır. Meşhur olan rivayet buysada Kaadî İyâz, Katat kelimesinin katıt
şeklinde de rivayet edildiğini söyler. Bunun mânası saçı fazla kıvırcık
demektir. Herevî 'nin beyanına göre Ca'd kelimesi erkekler hakkında hem medih
hem de zem için kullanılır. Zemm için kullanılırsa biri kısa ve mütereddit
diğeri de bahil ve cimri mânasına olmak üzere iki şekilde kullanılır. Araplar
«câ'du'I-Yedeyn» ve «Ca'dü'l-Esâbi'» derler. Bunlardan cimri mâna-sinı
kastederler. Bu kelime medih hususunda kullanıldığı zaman dahi iki mânaya
gelir. Biri Ahlâkî şiddetli, diğeri saçları kıvırcık demektir. Kıvırcık saçın
medih sayılması düz saç acemlere yani arap olmayan milletlere mahsus
olduğundandır. Kaadî İyâz diyor ki: «Herevi'den başkalarına göre Ca'd Deccal
hakkında zem, İsâ (Aleyhisselâm), hakkında ise medih sıfatıdır.»
Hadis-i şerifte zikri
geçen tâfiye kelimesi hemze ile «tâfie» şeklindede rivayet olunmuştur. Bu
takdirde mâna; gözünün nuru gitmiş, kör olmuş demektir. Tâfiye şeklinde
okunduğuna göre ise; gözü fırlamış anadan uğramış manasınadır.
Kaadî îyâz
(Rahimehullah) : «Bize bu kelime ekseri üstadları-rruzdan hemzesiz olarak
rivayet edilmiştir. Ekserisinin sahih gördüğü rivayette budur. Ahfeş 'te buna
zahib olmuştur. Mânası: Decca1 'm gözü
iri üzüm danesinin diğer üzüm daneleri arasından dışarıya taştığı gibi çıkmış
anadan uğramış demektir. Mezkûr kelimeyi üstadlanmızdan ba" zıiarı hemze
İle zapdetmişsede diğerleri bunu kabul etmemiştir. Fakat kabul etmemeğe bir
sebep yoktur. Çünkü hadis-i şerifte Decca1 'in silik gözlü olduğu, gözünün
çukur veya çıkık değil sönük olduğu yani kör olduğu tavsif buyurulmuştur. İşte
suyu akan bir üzüm danesinin sıfatıda budur. Bu tavsif, kelimenin hemze ile
okunmasının doğru olduğunu gösterir.» diyor.
Decca1'm bu rivayette
sağ gözünün, başka bir rivayette sol gözünün kör olduğu bildirilmesi her iki
gözünün sakatlığmdandır. Çünkü Araplar sakat olan her şeye bahusus sakat göze
a'ver derler. Decca1'in İki gözüde sakattır. Biri tamamiyle kor diğeri anadan
uğramış çıkıktır. Sakat bir kimse Allahlik dâvasında bulunursa yalancı
olduğunu her kes anlar.
Hadisin Muhammed b.
İshâk rivayetinde: «Şüphesiz ki Allah Tebareke ve Teâlâ tek gözlü değildir.
Dikkat edin ki Mesih Deccal sağ gözü kör (bîr herif) dür.» buyurulmaktadır.
Bundan murâd : Allah
Teâlâ bütün noksanlıklardan ve yaratılmaktan münezzehdir. Decca1 'sa hem
mahlûk nemde sakattır. Binaenaleyh bunu böyle bilmeniz ve başkalarına da böyle
öğretmeniz icap eder.
Tâki halk Decca1'm
verdiği hayal ve kuruntulara ve onun fitnelerine aldanmasın demektir.
Peygamber (Saltallahü
Aleyhi ve Se!lem)'e Beyt-i Makdîs'in gösterilmesi iki suretle olabilir. Ya onu
görebileceği bir yere götürülmüş; sonra tekrar yerine iade edilmişdir. Yahud
Beyt-i Makdîs'in misâli gözünün önüne getirilmişdir. Birinci ihtimal daha
kuvvetli görülmüştür. Çünkü mu'cize hakkında daha beliğdir. Bir anda Be1kis'in
tahtını Hz. Sü1eyman'a getiren Allahü Azimüşsan şüphesiz ki buna da kadirdir.
Hadisin Züheyr b. Harb
rivayetinde:
«Baktım ki Musa
kalkmış namaz kılıyor. .» buyrulmuştur. Semâdaki peygamberlerin Haccedip namaz
kılmalarından muradın ne olduğu az yukarıda geçen İsrâ hadisinde görülmüştü.
Burada Kaadî-İyâz Şunları söylüyor:
«Peygamber (SattaUahü
Aleyhi ve Sellem) Beyt-i Makdis'te peygamberlere namaz kıldırdığı ve
mertebelerine göre göklerde gördüğü zevat kendisine selâm vererek hoşbeşte
bulundukları halde acaba Musa(Aleyhtsselâm)\ kabrinde namaz kılarken nasıl
gördü? denilirse, bunun cevabı şudur. İhtimâlki Musa (Aleyhisselâm) 'ı Kesîb-i
Ahmer yanındaki kabrinde görmesi göklere çıkmazdan evvel Beyt-i Makdis yolunda
olmuş sonra Musa (Aleyhisselâm) ondan önce semâya çıkmıştıc. Yahut
peygamberlerle bir araya gelerek namaz kıldırması ve Hz. Musa'yi görmesi
Sidretü'l-Münteha' dan döndükten sonra vuku bulmuştur...» Fakat Übbî bu son
cevabı beğenmemiştir.
Muhakkaktır ki
Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellerç)ym İsra ge-gecesi peygamberleri görmesi
biri Kudüs'de diğeri göklerde olmak üzere iki defa vâkî olmuşdur. Kudüs'de
Peygamberlere kıldırdığı namaz ya ta-hiyye namazı yahud hassaten Mi'rac
namazıdır. Bu namazın göklerden indikten sonra kılınmış olması ihtimal ise de
çıkmadan kılınması ihtimâli daha kuvvetli görülmüştür.
Yine Übbî: «Resulüllâh
(Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'in Deccal'i İbnî Katan'a benzetmesi İbnî Katan
hakkında zemm değildir. Maamafih Buhârî'de İbnî Katan'in kâfir olduğu
zikredilmektedir. Binaenaleyh zemm olsada bir şey lâzım gelmez. Çünkü kâfirin
zemmî mubahtır.» diyor.
Kuteybetu'bnü Sa'id
rivayetinde zikri geçen Hıcr'den murâd Hatım'dir. Hatim, Kabe 'nin dışında
bırakılan ve yarım daire şeklinde alçak bir duvarla çevrilen kısımdır. Vaktiyle
Kabe inşa edilirken malzeme kifayet etmemiş onun için bu kısım dışarda
bırakılmıştır. Fakat hükmen Kabe 'nin içinden sayıldığından tavaf Hâtim'in
dışından yapılır.
Gerek Resulüllâh
(Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'in gerekse İsâ (AleyhisselâmTm iki kişinin
omuzlarına dayanarak tavaf etmeleriyle bilis-tidlâl bazıları bir şeye binerek
tavaf etmeyi caiz görmüşlersede ulemâ Özürsüz olanlara bunu mekruh görmüştür.
Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sel!em)'in başkasının yardımı ile tavaf etmesi
bir özüre mebni idi. Yahut insanlara görünerek hac ibadetlerini öğretmek için
binek üzerinde ta-i/af etmişti. İsâ (Aleyhisselâm) 'in tavafı da Özre mebni
idi. Yahut bir rüyadan.ibaretti. Birde onun şeriatı bizim şeriatımızdan başka
idi. Bize onun şeriatına tabi olmak vacip değildir.
279 - (173)
Bize Ebû Bekr b. Ebi Şeybe rivayet etti. (Dedi ki): Bize Ebu Üsârae rivayet
etti. (Dedi ki): Bize Malik b. Migvel rivayet etti. H.
Bize İbırî Nümeyr ile
Züheyr b. Harb da hep birden Abdullah b. NÜ-meyr'den rivayet ettiler lâfızları
birbirine yakındır. İbni Nümeyr dedi ki: Bize babam rivayet etti (Dedi ki):
Bize Malik b. Miğvel, Zübeyr b. Adİy'-den, [285] o
da Talha'dan, [286] o
d^ Mürra'dan, [287] o
da Abdullah'tan [288] naklen
rivayet etti.
Abdullah şöyle demiş:
Resulüllâh (Sallallahü Aleyhi ve Seliem) göklere çıkarıldığı gece
Sidretü'I-Müntehaya götürüldü. Sidre altıncı semâdadır. Yer yüzüaden semâya
çıkarılan onda nihayet bulur ve sonra ondan alınır. Onun yukarısından inen
şeyler de onda karar kılar sonra ondan alınır. (Abdullah burada) o dem ki:
«S id reyi Allah'ın
azamet ve celâli (toplayabildiğine kaplıyordu.» Âyetini okumuş ve onu altından
pervaneler diye tefsir etmiştir. Sonra (rivayetine devamla): Resulüllâh
(SaUaiîahü Aleyhi ve Seliem) 'e (orada) üç şey verilmiştir.
1) Beş vakit
namaz verilmiştir.
2) Bakara
sûresinin son âyetleri verilmiştir.
3)
Ümmetinden Allah'a şirk koşmayanların büyük günahları mağfiret olunmuştur.»
demiş.
280 - (174)
Bana Ebur-Râbî' Ez-Zehranî [289] de
rivayet etti. (Dedi ki): Bize Abbad — ki İbni'l-Avvam, [290] dır
— rivayet etti. (Dedi ki): Bize Şeybanî [291]
rivayet etti dedi ki: Zirr b. Hubeyş'e [292]
Allah Azze ve Cel-le'nin :
«İki yay arası kadar
veya daha yakın oldu.» Âyet-i kerimesinin mânasını sordum (cevaben) «Bana İbni
Mes'ut Peygamher(Sallallahü Aleyhi ve Seliem) 'in Cibril'i gördüğünü onun altı
yüz kanadı bulunduğunu haber verdi» dedi.
281 - (...)
Bize Ebû Bekr b. Ebî Şeybe rivayet etti. (Dedi ki): Bize Hafs b.. Gıyâs,
Şeybani'den, o da Zirr'dan, o da Abdullah'tan naklen rivayet etti. Abdullah
demiş ki:
«Onun gördüğünü kalp
yalanlamadı.» âyetinin mânâsı Resulüllâh (Sallallahü Aleyhi ve Seliem) Cibril
(Ateyhisselâm)'ı görmüştür. Cibril'in altıyüz kanadı vardır, demektir.
282 - (...)
Bize Ubeydullah b. Mu'az el Amberi rivayet etti. (Dedi ki): Bize babam rivayet
etti dedi ki: Bize Şube, Süleyman eş-Şeybani'den rivayet etti, o da Zirr b.
Hubeyş'den, o da Abdullah'tan dinlemiş. Abdullah:
«Yemin olsun ki, o
Rabbinin en büyük âyetlerinden bazılarını görmüştür.» âyet-i kerimesi hakkında
Resulüllâh Aleyhi ve Seİlem) Cibrili altı yüz kanadı olduğu halde kendi
suretinde görmüştür demiş.
Bu hadisin bütün asıl
nüshalarında Sidre-i Münteha'nın altıncı semâda olduğu rivayet edilmektedir.
Halbuki İsrâ hadisinin Enes rivayetlerinde onun yedinci katta olduğunu
görmüştük. Kaadî îyâz o rivayetin esah olduğunu söyledikten sonra: «Ekseri
ulemânın kavli de budur. Münteha ismi verilmeside bunu iktiza eder» diyor.
Nevevî : Bu rivayetlerin arasını cem etmeye çalışmış ve: «Sidreniri kökü
altıncı katta büyük bir kısmı da yedinci katta olabilir. Çünkü onun son derece
büyük olduğu malûmdur. Hali \(RahimehuUah)\ «Bu ağaç yedinci kattadır. Bütün
semâvatı ve cenneti gölgelendirir, demiştir.» şeklinde mütealaâ yürütmüştür.
Sidre-i Münteha hakkında
Elmalılı Muhammed Hamdi Yazır «Hak dini Kur'ân dili» tefsirinde aşağıdaki
malûmatı vermektedir.
Münteha: İsmi mekân ve
masdar-ı mimi olabileceğine göre nihayet sidresi veya son haddin sidresi
mefumunu ifâde eder bir isim olmuştur. Sidre, yukarılarda da geçtiği üzre bir
ağaçtır. Kamus tercümesinde: «Sidr» sinin kesri ve daim sükûnu ile şecere-i
nebk ismi dir ki Arabistan kirazı tabir olunur. Trabzon hurması o nevidendir.
Müfredi Şiiredir. Cem'i siderât ve sidirât ve sider ve südür gelir ve şecere-i
mezbur iki gûnâ olur. Biri Büstânî'dir ki yemişi hoş olup yaprağı ile de
gaslolunur. Birisi berridir, ki yemişi kekre olur. Ve ikisininde gölgesi
begayet koyu ve. lâtif ve hafif olur,» denilmiştir.
Bu maddede bir hayret
mânası da vardır. Seder ve sederât göz kamaşmak ve hayran olmak demektir. Bundan
bina-i nev'i olduğu zamanda bir nevi tahayyur ifade eder müfessirin Sidre-i
müntehâyı her iki mânaya işaret ederek tefsir etmişlerdir.
1 - Sidre-i
Münteha arşın sağından yedinci semâda bir hadiste de altıncı semâda bir nebk
ağacıdır ki; müttekilere mev'ûd olan cennetteki nehirler (Sure-i Muhammed) onun
altından kaynar. Hz. Peygamber 'den bunun vasfında meyveleri Kılâl-i Hecer [293] ve
yaprakları âzan-i fiyele [294] gibi:
«bir şecere ki rakip [295]
gölgesinde yetmiş sene gitse kat edemez. Bir yaprağı ümmetin hepsini örter»,
«bir şecereki Râkib gölgesinde yüz sene gider katedemez ve bir yaprağı bir
ümmet bü-rür» gibi haberler nakledilmiştir. Bunda bütün âlern-i halkın ecrâm ve
eb'âdı ile Müntehâyı teşekkülâtı, âlem-i Emir hududuna çükilmiş bir ağaç, bir
şecere-i kevn olarak gösterilmiş görünür İbni
Mes'ud'den de
«Sidre-i Münteha
cennetin uçlorındandır. Üzerinde Sündüs ve Isteb-rak'in etekleri vardır.» diye
rivayet edilmiş olmakla Keşşefta :
«Galiba bu ağaç
cennetin ucunda ve sonunda olacaktır denilmiştir.»
İbni Abbas ve Kâ'b
'dan nakledildiğine göre; Sidre-i Münteha arşın altında bir sidredir ki; gerek
melek ve gerek Nebiy ve gerek sair mahlûkattan her âlimin ilmi nihayet ona
müntehi olur. Ondan ötesi gaybdır. Allah 'tan başkası bilmez. Yahut Dahhak 'tan
rivayet olduğu üzere emri ilâhiden her şey ona müntehi olur. Ondan ileri geçemez.
Hep bu kaviller Münteha denilmesinin vechini beyan gibidir.
2 - Fahr-i
Râzi 'nin birinciden sonra kaydettiği bir kavle göre de; sidre «Râkib» den
rikbe gibi binâ-i merre olarak Sidre-i münteha hayret-i kusvâ son derece hayret
demektir. Yani akılların hayrette kaldığı, daha fevkinde hayret tasavvur
edilemiyecek vecihle son derecede hayrette kaldığı makamda Hz. Peygamber
(Saüallahü Aleyhi ve SeÜem) hayrette kalmadı, şaşmadı, kaybetmedi, gördüğünü
gördü. Maamafih yine Râzî' derki: Sahih olan evvelki vecihtir...» [296]
«Ebû Bekr
hadisinde geçen
«Altından pervaneler»
yerine bazı rivayetlerde «
«Altından
çekirgeler» denilmiştir. Burada her iki
rivayetten maksad
Sidre-i Müntehâyı kaplayan
tecelliyatın sayılmayacak derecedeki güzelliği ve çokluğudur.
Ayni rivayette geçen
«Mukhimat» in mânası inşam helak eden ve cehenneme sürükleyen büyük günahtır.
Hadisin bu cümlesinden murâd o ümmetten olup şirl^ koşmadan ölenlerin büyük
günahlarının affedilme-sidir. Nevevî
'nin beyanına göre affetmek hiç azap etmemek değildir. Çünkü şer'i delillerle
ve icma'ı ümmetle sabit olmuştur ki; bazı âsi mü'minler azap göreceklerdir.
Maamafih bu cümleden husus kasdedilmiş olmak ta muhtemeldir. Yani bu ümmetin
bazı fertlerine azap yüzü göstermeden büyük günahları affolunacaktır. Allah-u
Alem
Ebur-Rabî '
rivayetinde Hz. Abdullah b. Mes'ud
âyet-i kerimesini
Resulüllâh {Sallalkzhü Aleyhi ve Sellem) , Cibri1'i altı yüz kanadı ile yani
kendi şekli ile gördü diye tefsir etmiştir. Bu bâbta yine E1ma1ı1ı merhum şu
malûmatı vermektedir.
«Kavs malûm ki; yay
demektir Kaâb da yayın kabzası ile giriş mahallinden iki köşe aralığına denir
ki; bir yayda iki Kaâb bulunur. Bu mâna ile bazıları kalb tariki ile bir kavsin
iki kaâbı demek olabileceğini söylemişlerdir. Yani kabzası ile kirişi arasına
da kaâb denilebildiği söylenmiştir. Mızrak: Rumh, değnek: savt, arşın: zira',
kol, boy, kulaç: Bâ, adım' Hat ve, karış: Sibr, şerre, Fitr, parmak: isb'i
uzunluk ölçüsü olarak kullanılmış olduğu gibi kavs te öyle bir uzunluk mikyası
olarak kullanılmıştır. Hicaz lügatinde kavs arşın mânasına geldiği ve İbnî
Abbas 'dan burada bu mânaya olduğu da söylenmiştir. Buna göre «iki kavsin
kaâbı» iki arşın kadar demek gibi olmuş oluyor. Lâkin burada, daha güzel bir
mâna nakledilmiştir. Şöyleki:
Araplar cahiliyetinde
bir ittifak için andlaşacakları zaman iki yay çıkarır birini diğerinin üzerine
koyarak ikisinin kaâbını birleştirir sonra ikisini beraber çekip onlarla bir ok
atarlar: Bu onların her birinin rızası diğerinin rızası, gadabı diğerinin
gadabı olup hilafı mümkün olmayacak vecihle ahidleştiklerini işaret olurdu. Bu
mânada kaâb mikdar mânasına değil iki kavsin birlik manzarasını gösteren kabza
ile kiriş arası oluyor.
Görülüyor ki bu mâna hem
o birinden daha ziyade bir yakınlık tasvir ediyor hemde manevi bir kurbe
işaret ediyor...» [297]
Binaenaleyh İbni
Mes'ut' (Radiyallahu anh) *ın tefsirine göre âyet-i kerimenin toplu mânası
şöyle oluyor: «Cibril (Aleyhisselâm) o yüksek ufuktan Resulü Ekrem (Saikılîahü
A ieyhİ ve Sellem) 'e doğru öyle yaklaştı ve sarktı ki aralarında ancak üst
üste konmuş iki yayın biribirlerine olan mesafesi kadar yahut daha yakın bir
mesafe hasıl oldu.» Bittabi bu âyet-i kerimeyle manevi yaklaşmaya işaret
buyrulmuştur. Bu âyet-i kerimeye daha başka türlü mâna verenlerde vardır.
Müslim'in EbûBekr
rivayetinde (281 ci hadis) Abdullah
b. Mes'ut:
«Gönül gördüğünü
tekzip etmedi.» âyetini : «Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) Cibri1'i
görmüştür» şeklinde tefsir etmiştir ki; bu onun mezhebidir. Cumhuru
müfessirine göre ise âyetten mu-râd Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve SeUem)'in
rabbini görmesidir. A11ah'ı gördü diyenlerden bazıları kalbi ile gördüğüne
diğerleri gözü ile gördüğüne kaildirler. Enes (Radiyallahu anh) ile îktime Hasen ve Rebi'in
mezhebi budur.
Ubeydullah b. Muaz
rivayetinde İbni Mes'ut Hazretlerinin:
«Yemin olsun ki, o
Rabbinin en büyük âyetlerinden bazılarını görmüştür.» âyet-i kerimesini yine:
«Resulüllâh (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) Cibri1 'i kendi sureti ile altı yüz
kanatlı olarak görmüştür,»
diye tefsir etmiştir.
Büyük âyetlerden birinin Cibril (Aleyhisselâm) olduğunda şüphe yoksada
tamamının ne olduğunu bilmeye bizim için imkân yoktur. İbni Mes'ud'un bu kavli
ekseri Selefin mezhebidir. Dahhak 'a göre bu büyük âyetlerden murâd
Sidretu'l-Münteha'dir. Bazıları Refref olduğunu söylemişlerdir.
Bakare sûresinin Son
âyetlerinden murad : O âyetlerin mânâ Ve medlulleridir. Yoksa Bakare Suresi
Medinede inmiş, Mi'rac ise Mekke'de vâki olmuşdur. MaamafihMi'râc gecesi
vasıtasız, bilâhare Cibril va-sıtasıyle inmiş olması da mümkündür. Bakara
Suresi'nin son âyetleri. Allahın bu Ümmete olan rahmetini, onlara hafif emirler
teklif buyurduğunu günahlarını afv ve%endilerini kâfirleri karşı muzaffer
kıldığım beyan etmektedir.
283 - (175)
Bize Ebû Bekr b. Ebi Şeybe rivayet ett. (Dedi ki): Bize Ali b* Müshir,
Abdulmelik' [298] ten, o da Âtâ'dan, o da
Ebû Hüreyre'den rivayet etti. Ebû Hüreyre:
«Yemin olsun ki, onu
bir başka inişte de gördü.» âyet-i kerimesi hak-kında «O Cibril-i gördü»
demiştir.
284 - (176)
Bize Ebû Bekir b. Ebî Şeybe rivayet etti. (Dedi ki): Bize Hafs' [299]
Abdulmelik'ten, o da Âtâ'dan, o da İbni Abbas'tan naklen rivayet ettiki İbni
Abbas:
«Resulüllâh (Salîallahü Aleyhi ve Seîiem) onu kalbi ile gördü» demiş.
285 - (...)
Bize Ebû Bekr b. Ebi Şeybe ile Ebû Sa'id el-Eşecc hep birden Veki'den rivayet
ettiler. Eşecc dedi ki: Bize Vekî' rivayet etti. (Dedi ki): Bize A'meş, Ziyad
b. Husayn Ebu Cehme'den, [300] o
da Ebu'l-Âli-ye'den, [301] o
da İbni Abbas'tan naklen rivayet etti ki İbni Abbas :
«Onun gördüğünü gönül
yalanlamadı, yemin olsun ki, onu bir başka inişte de gördü.» âyetleri hakkında
onu kalbi ile iki defa gördü demiştir.
286 - (...)
Bize Ebû Bekr b. Ebi Şeybe rivayet etti. (Dedi ki): Bize Hafs.b. Gıyâs
A'meş'ten rivayet etti. A'meş: Bize Ebû Cebine bu isnadla rivayet etti demiş.
287 - (177)
Bana Zuheyr b. Harb rivayet etti. (Dedi ki): Bize İsmail b. İbrahim Davud'tan [302], o
da Şa'bi'den, o da Mesruk'tan [303]
naklen rivayet etti. Mesruk şöyle demiş: Hz. Âîşe'nin yanında dayanmış
oturuyordum. Bana dedi ki:
— Ya Ebâ Âişe: [304] Üç
şey vardır, ki her kim onlardan birini söylerse Allah'ın Resulüne büyük iftira
atmış olur. Ben :
— Nedir onlar? dedim.
1 - «Herkim
Muhammed (âatialtohü Aleyhi ve Seîiem) 'in rabbini gördüğünü söylerse Allah'ın
Resulüne büyük iftira atmış olur» dedi. Ben dayanmış vizayette idim. Hemen
oturarak;
— Ya Ümmel mü'minin!
Bana müsade buyur acele etme Allah Azze ve Celle:
«Yemin olsun ki,
peygamber onu apaçık ufukta gördü.» «Yemin olsun ki, onu başka bir İnişte de
gördü.» hnvurmadımı? dedim. &\şe(Radtyallahu Anhâ):
— Bu ümmetten bu meseleyi ResulüHâhf.Wfa7fa/z«
Aleyhi ve Sellemfe ilk soran benim. Resulü Ekrem
— «O ancak Cibril'dir. Ben onu şu iki defadan
başka halk edildiği şekilde görmedim.
Onu semadan inerken vücudunun büyüklüğü yer ile gök arasını kaplamış olarak
gördüm.» (Radıyaîiahu Anhâ)hxıyvntiLv\vr. Aişe
(sözüne devamla):
— Hem sen Allah'ın (kendisi hakkında):
«Onu gözler idrak
edemez ama o gözleri idrak eder. O lâtiftir, ha-birdir.» buyurduğunu işitmedinmi (yine) Teâlâ
Hazretlerinin:
«Hiç bir insan için
imkân yoktur ki, Allah onunla ya vahiy ile ye perde arkasından, yahut kendisine
bir Resul göndererek onun izniyle, onuiı dilediğini vahiy buyurması
şekillerinden başka bir suretle konuşmuş olsun. Çünkü Allah en yüksek ve en
hakimdir.» buyurduğunu duymadın mı?
2 - «Her kim Resulüllâh (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)
Allah'ın kitabından bir şey gizledi derse Allah'ın Resulüne büyük iftira
atmış olur. Halbuki Allah:
«Ey Resul! Sana
Rabbinden her indirileni tebliğ et. Şayet bunu yap-mnTsan Allah'ın risaletini
tebliğ etmiş olmazsın.» buyurmaktadır.
3 - «Her kim
kendinin yarın olacak şeyleri haber verdiğini söylerse muhakkak Allah'a en
büyük iftirada bulunmuştur. Halbuki Allah:
«De ki, göklerde ve
yerlerde olanlar gaibi bilmezler. Ancak Allah bilir.» buyuruyor dedi.
288 - (...)Bize
Muhammed b. el-Müsenna da rivayet etti. (Dedi ki): Bize Abdulvehhab rivayet
etti. (Dedi ki): Bize Davud bu isnadla İbni' Uleyye hadisi gibi rivayette
bulundu, o sunuda ziyade eyledi; Âişe dedi ki:
— Eğer Muhammed
(Sallallahii Aleyhi ve Sellem) kendisine indirilen den bir şey gizliyecek
olsaydı şu âyeti gizlerdi:
«Hanı sen Allah'ın
kendisine nimet verdiği, -senin de lurf-u ihsanda bulunduğun zata! Sen zevceni
nikâhında tut, Allah'tan da kork diyordun da Allah'ın meydana çıkaracağı şeyi
içinde gizliyor. Allah kendisinden korkmana
daha lâyık olduğu halde insanlardan korkuyordun...» [305]
289 - (...)
Bize İbni Nümeyr rivayet etti. (Dedi ki): Bize Babam rivayet etti. Dedi ki:
Bize İsmail, Şâbi'den, o da Mesruk'tan naklen rivayet etti. Mesruk şöyle demiş:
Âişe (Radıyaîiahu Anhâ) 'ya:
— Muhammed (Sallallahü
Aleyhi ve Sellem) Rabbini gördü mü? diye sordum.
— Sübhanallah! Vallahi
bu söylediğinden tüylerim ürperdi dedi... râvî hadîsi olduğu gibi anlattı. Ama
Davud'un hadisi daha tamam ve daha uzundur.
290 - (...)
Bize yine İbni Nümeyr rivayet etti. (Dedi ki): Bize Ebû Üsarne [306]
rivayet etti. (Dedi ki): Bize Zekeriyya [307]
İbni Eşva'dan, [308] o
da Âmir'den, o da Mesruk'tan naklen rivayet etti. Mesruk şöyle demiş: Âişe'ye:
O halde.
«Sonra yaklaştı da :
"Sarktı iki yay kadar yahut daha yakın oldu ve Allah kuluna vahyettiğini
etti" âyetleri ne hakkındadır? diye sordum.
— Bu ancak Cibril
(Sallallahü Aleyhi ve Sellemydir. Cibril ona erkekliler suretinde gelirdi. Bu
defasında ise asıl kendi sureti olan şekilde gelmiş ve semânın ufkunu
kaplamıştır» dedi.
Mesruktan rivayet
edilen Hz. Âişe hadisini Buhârî «Ki-tabu't-Tefsir» ile «Kitabu't Tevhid» de Tirmizi
ile Nesaî de «Kitâbu't-Tefsir» de tahriç etmişlerdir. Görülüyor ki; bu babın
ilk rivayetini teşkil eden (283)
numaralı hadiste Ebû Hûreyre (Radlyaliahu anh) «Yemin olsun ki, onu diğer bir
inişte de gördü.» âyet-i kerimesini Peygamber (Salîallahü Aleyhi ve Seîîem),
Cibri1'i gördü şeklinde tefsir etmektedir. Ekseri ulemânın kavlide budur.
Vahidi 'nin beyanına göre; Resulüllâh (Salîallahü Aleyhi ve Sellem), Cibril
(Aleyhisselâm)'ı kendi şekil ve sureti ile görmüştür. Ibni Abbas (Radtyallahu
ctfih) ise Âyei-i kerimeyi: «Peygamber (Salîallahü Aleyhi ve Sellem) Rabbini
gördü» diye tefsir eylemiştir. Bu takdirde âyetteki diğer inişten murâd
Peygamber (Salîallahü Aleyhi ve Sellem) 'in inişidir. Filvaki Resulüllâh
(Salîallahü Aleyhi ve Sellem) o gece namazların adedini indirmek niyazı ile
Teâ1â Hazretleri ile konuştuğu yere bir kaç defa çıkmıştı. Oradan dönerek Musa
(Aleyhisselâm)'a gelmesine iniş denilir.
285 numaralı
hadiste İbni Abbas:
«Yemin olsun kİ, onu
bir başka inişte de gördü.» âyetini Peygamber kalbi ile gördü diye tefsir
etmiştir. Ulemâ bu âyetin mânasında ihtilâf etmişlerdir. Bazılarına göre; Resulüllâh
(Salîallahü Aleyhi ve Sellem), A11ah'ı kalbi ile görmüş diğerlerine göre ise
gözü ile görmüştür.
Hz. Âişe (Radıyallahu
Anhâ) hadisine gelince Âişe (Radıyallahu Anhâ) rü'yet meselesini kabul
etmemektedir. Biz ulemânın bu baptaki kavillerini nakletmezden önce kelâm
ilminin ~rü'yetullah meselesi hakkında beyanatını arz etmek isteriz.
Kelâm ilmine göre
mü'minler cennette Allah'ı görecekler; Onlar için cennette en büyük nimet ve
lezzette bu olacaktır. Dünyada A11ah’m görülüp görülemiyeceği meselesi de
ihtilaflıdır. Allah'ı görmek aklen caiz, naklen sabittir. Aklen caiz olmasından
murâd görülmesinin imkânsız olduğuna delil bulunmamasıdır. Çünkü rü'yetullahı
inkâr edenler onun imkânsız olduğuna şimdiye kadar bir delil getirememişlerdir.
Bu da bu bâbta vârid olan şer-i delilleri zahiri mânaları üzere bırakmaya
kâfidir. Bir delil ancak aklen muhal olduğu zaman tevil edilir. Aklen müstehil
olmadığı zaman o delili zahiri mânası üzere bırakmak vacib olur. Burada
Allah'ı görmenin imkânsız olduğuna bir delil bulunmaması şer*i delilleri
zârihî mânaları üzere bırakmaya kâfidir. Nitekim A11ah 'm işitmesi görmesi
gibi sıfatları ile haşir - neşir, cennet, cehennem, sırat ve mizan gibi nakli
delillerle sabit olan itikadı meselelerin mümkün oldukları başka bir akli
delille ispata hacet kalmaksızın sırf imkânsız olduğuna delâlet edecek bir
delil bulunmadığı için o bâbtaki şer'i delilleri hiç teVil edilmeden zahiri
mânaları ile ispat edilmişlerdir. Bu deliller.
«O gün bir takım
yüzler pırtı pmı parlayacak, Kablenne
bakacaklardır.» Âyet-i kerimesi ile
«Bedir halinde ayı
nasıl görüyorsanız Robbinizi de öyle göreceksiniz...» Hadis-i Şerifi ve icmâ'i
ümmettir. Mezkûr hadis eshab-ı kiramın büyüklerinden yirmi zat tarafından
rivayet edilmiş bir hadistir. Âhirette A11ah'in görüleceğine dair sahabe ve
tabiînin icma'ları ise tevatüren sabittir. Bu bâbta ihtilâf ancak dalâlet
fırkalarından olan Şiîlerle mu'-tezilenin zuhurundan sonra olmuştur. Bunlar bir
şeyin görünmesi için onun cisim olmasını bir yerde bulunmasını ve engel
bulunmaksızın görenin karşısına gelmesini şart koşarlar. Ve: «Bütün bu şartlar
Allah Teâlâ hakkında muhaldir» derlerse de kendilerine cevap verilmiş ve:
«Âhirette bakî gözlerle Allah Teâlâ'yi görmek için bu söylenenler! şart değildir.
Çünkü oradaki görmenin hakikati buradaki fânî gözlerle görmekten farklıdır.
Binaenaleyh bu dünyada görmek için şart olan şeyler orada şart değildir.»
denilmiştir. Kelâm ulemâsının «Allah Teâiâ'yı keyfiyetsiz olarak görmek
caizdir.» sözlerinin mânası da budur. Muhaliflerin en kuvvetli nakli delilleri
«Onu gözler ihata
edemez ama o gözleri ihata eder.» [309]
Âyet-i fce-rimesidir. Fakat onların bu istidlallerine de şu suretle cevap
verilmiştir:
(1) Âyetteki
lâm harfinin ahd için olması muhtemeldir. Bu takdirde bazı gözlerin görmeyeceğini
ifade eder ki onlar da kâfirlerdir.
(2) Âyetteki
nefyin istiğrak için olması muhtemeldir. Bu takdirde umum-u selb değil selb-i
umûm ifade eder Yani A11ah'ı hiç bir kimse germeyecek değildir. Şu halde
bazı kimselerin göreceği kendiliğinden anlaşılır.
(3) Âyet-i
kerimede Allah Teâlâ 'mn hiç bir zaman ve hiç bir halde görülmeyeceğine delâlet
yoktur. Binaenaleyh. Cennet'te görülebilir.
(4) Âyetteki
idraktan murâd ihata sureti ile görmektir. İhatalı surette görmenin caiz
olmaması mutlak surette görmemeyi istilzam etmez.»
Muhalifler bir de Teâ1â
Hazretlerinin Musa (Aİeyhisseîâm) 'a «Sen beni göremezsin.» buyurması ile
istidlal ederler. Buna da:
«Âyetteki (len) edatı
nefy-i müebbed için değil nefy-i müekked içindir. Binaenaleyh âhirette
mü'minlerin A11ah'ı görmeyeceğini ifâde etmez» diye cevap verilmiştir.
Teâ1â Hazretlerini
dünyada uyanıkken görme meselesine gelince: Ulemânın bazıları bunun mümkün
olduğuna bazıları da mümkün olmadığına kail olmuşlardır. Mümkündür diyenler
Mi'raç gecesi Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) 'in A11ah'ı gördüğüne
delâlet eden hadislerle istidlal ettikleri gibi imkânsız görenler de yine aynı
gece Resu1ü11âh (SaUallahü Aleyhi ve Sellemyin Rabbinİ görmediğine delâlet eden
hadislerle ihticac ederler.
Allah Teâlâ'yı rü'yada
görmek caizdir. Nitekim selef-i Salih-inden bir çoklarının gördüğü
nakledilmiştir. Bundan dolayıdır ki; ehli sünnetin büyük ulemâsından biri olan
Âmidî «El Ahkâm» nam eserinde: «Hak ve hakikat şudur ki rü'yada Allah'ı görmek
caizdir buna hiç bir mâni yoktur...» demiştir. Acaba Peygamber (Scdlallahü
Aleyhi ve Sellem) göklere çıktığı gece Rabbi'ni görmüş ve onunla konuşmuş mudur?
Şimdi de ulemânın bu bâbtaki sözlerini görelim:
Kaadî İyâz şöyle
diyor: Peygamberimiz (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'in İsrâ gecesi Rabbini görüp
görmediği hususunda selef ve halef ulemâsı ihtilâf etmişlerdir. Bu hadiste görüldüğü vecihle Hz. Âişe
(Radıyallahu Anhâ) bunu inkâr etmiştir.
Ebû Hüreyre (Radiyallahu anh) ile bir cemaatında inkâr ettikleri rivayet edildiği
gibi meşhur kavle göre İbni Mes'ut
(Radiyallahu anh) 'm mezhebi de budur. Hadis ve kelâm ulemâsından bir cemaat
da buna kail olmuşlardır. İbni Abbas
(Radiyallahu A nhüma)''dan rivayet edildiğine göre Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) Rabbini gözü
ile görmüştür. Ayni kavil Ebû Zerr ve Kâ'b (Radiyallahu Anhüma) ile Hasan-ı Basri
(Rahimehullah) 'den de rivayet olunur. Hatta Hasani Basri bunun üzerine
yemin edermiş. İbni1 Mes'ut ve Ebu
Hüreyre (Radiyallahu Anhüma) ile Ahmet b.
Hanbe1 'in dahi buna kail oldukları rivayet edilir [310]
Ebu'I-Hasen
EI-Eşari ile onun
eshabmdan bir cemaat dahi Peygamber (SaUallahü Aleyhi ve Sellem) 'in Rabbini
gördüğüne kaildirler. Üstadları-mızdan bazıları bu hususta tevakkuf etmiş ve:
«Gördüğüne dair açık
delil yoksada görülmesi caizdir» demişlerdir. Dünyada Allah Teâlâ'yı görmek caizdir.
Musa (Aleyhisselâm) m A11ah'ı görmek istemesi onun görülebileceğine delildir.
Çünkü bir Peygamber Rabbi hakkında caiz yahut imkânsız olan şeyleri bilmez
olamaz ulemâ Musa (SaUallahü Aleyhi ve Sellemyin Rabbini görüp gör-. mediği
hususunda ve keza âyetin muktazasında ihtilâf etmişlerdir. Kaadi Ebû Bekr'in
cevabı, görmüş olmasını iktiza eder. Peygamberimiz Muhammed (Sallallahü Aleyhi
ve Seltem)'in İsrâ gecesi Rab-biyle vasıtasız konuşup konuşmadığı hususunda
dahi ihtilâf etmişlerdir. İmâm Ebu'l Hasen El-Eşarî ile kelâm ulemâsından bir
cemaata göre konumuştur. Bazıları bu kavli Ca'fer b. Muhammed ile İbni Mes'ut
ve İbni Abbas (Radiyallahu Anhüma)'ya nisbet ederler. Keza Teâ1â Hazretlerinin:
«Sonra yaklaştı da
sarktı.» âyet-i kerimesi hakkında ihtilâf olunmuştur. Ekseriyete göre; bu
yaklaşma ve sarkma Cibril ile Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) arasında
müştereken olmuştur. Yahut yalnız biri diğerine ve Sidre-i Müntehaya yaklaşmıştır.
İbni Abbas (Radiyallahu Anhüma) ile Hasan-1 Basri, Muhammed b. Kâ'b, Ca'fer b.
Muhammed ve başkaları yaklaş, manın Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'den
Rabbine yahut Rabbinden ona vaki olduğunu söylemişlerdir. Bu kavle göre
yaklaşma ve sarkma mutat şekilde değil te'vil suretiyledir. Hatta Ca'fer b. Muhammed
'iri dediği gibi Allanın yaklaşmasının bir haddî yoktur. Kul-larınkinin ise
haddi hududu vardır. Binaenaleyh Peygamber (Sallallahü Ateyhi ve Sellem)'m
Rabbi Teâlâ'ya yaklaşmasının mânası Allah indindeki büyük mevkiinin zuhuru ve
marifet nurlarının üzerinde parlaması gaibe ve meleküt âleminin sırrına başka
hiç bir kimsenin muttali ola-mıyacağı bir surette muttali' olmasıdır. Allah'in
Resulü 'ne yaklaşmasından murâd ta bütün bunları ve Resû1ü'ne olan fadl-u ihsanını
göstermesidir. Bu takdirde:
«ilci yay arası kadar
veya daha yakın oldu.» âyet-i kerimesinin mânası Peygamberimiz (Sallallahü
Aleyhi ve Sellem) 'e nispetle mahallin letafeti ile marifetin izahından ve
arz-ı hakikattân; A11ah'a nispetle ise gösterilen rağbete icabet ve
peygamberin mevkiini göstermekten ibaret olur.
Peygamber (Sallallahü
Aleyhi ve Sellem) 'in Rabbi TeâIâ'dan hikâye ettiği:
«Her kim bana bir
karış yaklaşırsa, ben ona bir arşın yaklaşırım...»
hadisinde yapılan te'vil
burada da yapılır.» Kaadi'nin sözü burada bitti, Şafiîlerden Ebû Abdillah
Muhammed b. İsmail «Et-Tahrir» namındaki Müslim şerhinde Resulüllâh (Sallallahü
Aleyhi ve Sellem)fin Rabbini gördüğünü ihtiyar etmiş ve şöyle demiştir: Bu
meselede deliller çoksada biz ancak en kuvvetlisini alıyoruz. O da* îbni Abbas
(Radıyallahu Anhüma) 'nın şu sözüdür.
«İbrahim'in Halilullah
olmasına, Musa'nın Allah ile konuşmasına ve Muhammed (Sallallahü Aleyhi ve
SeUem)'\n Allah'ı görmesine siz şaşıyor musunuz?»
İkrime 'den rivayet
ulunur ki İbni Abbas (Radıyallahu anh)'ya:
«Muhammed (Sallallahü A leyhi ve Sellem) Rabbini gördü
mü?»
diye sorulmuşta: evet
cevabını vermiş. Zararsız bir isnadla Şu'be'nin Katâde'den, onunda Enes
(Radıyallahu anh)'âan rivayet ettiği bir hadiste Enes :
«Muhammed (Sallallahü
Aleyhi ve Sellem} Rabbini görmüştür» demiş. Hasan-ı Basri: «Muhammed
(Sallallahü Aleyhi ve Sellem) Rabbini görmüştür» diye yemin edermiş. Bu bâbta
asıl olan bu ümmetin Âlimi, ve müşkilât babında merci-i İbni Abbas'm hadisidir.
Kendisine İbni Ömer (Radıyallahu Anhüm) bu meselede müracaat ederek mektup
yazmış ve: «Muhammed (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) Rabbini gördü mü?» diye
sormuş. O da gördüğünü haber vermiştir. Hz. Âişe (Radıyallahu Anhâ) hadisi bu
hadise dokunmaz. Çünkü Âişe «Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) 'i ben
Rabbimi görmedim derken işittim»* şeklinde haber vermiştir. O bu sözü ancak
TeâIâ Hazretlerinin:
«Allah'ın hiç bir
insan için ya vahiy, ya hicap arkasından, yahut da kendisine bir resul
göndererek onun izniyle dilediğini bildirmesi şekillerinden başka konuşmasına
imkân yoktur. Çünkü Allah pek yüksek ve pek hakimdir.» [311]
Âyet-i kerimesi ile :
«Onu gözler ihata
edemez ama, o gözleri ihata eder.» âyetini te'vil ederek söylemiştir.
Kaide şudurki: Sahabi
bir söz söylerde başkaları ona muhalefet ederse o şahabının sözü hüccet olmaz.
Madem ki İbni Abbas 'tan rü'ye-tullahi ispat babında gelen rivayetler sahihtir
o halde onları sabit olarak kabul etmek icap eder. Çünkü bu rivayetler akılla
anlaşılan zanla kabul edilen rivayetlerden değildir. Bunlar ancak Peygamber
(Sallallahü Aleyhi ve Sellem) 'den işitmekle alınırlar. İbni Abbas Hazretlerinin
bu meselede zan ve içtihadı ile konuştuğuna hiç bir kimse kani' değildir. Birde
Ma'mer b. Raşit, Âişe ile İbni Abbas (Radıyallahu Anhüm) arasındaki ihtilâf
zikredildiği zaman: «Bizce Âişe, İbni Abbas 'tan daha âlim değildir» demiştir.
Suda varki İbni Abbas bir şey'i ispat: başkaları aynı şeyi nefiyetmiştir.
Nefiyle ispat bu suretle tearuz edince ispat tarafı tercih olunur.»
Hâkim 'in: «El
Müstedrek» inde İbni Abbas (Radiyallahu anh)'da.n rivayet ettiği bir hadiste
Resulül1âh (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) :
«Ben Rabbim Azze ve
Celle'yi gördüm.» buyurmuştur.
Bu hadise bakarak
bazıları şöyle demişlerdir:
«Sözde asıl olan mecaz
değil hakikattir.» Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) 'e hâs olmak üzere
Teâ1â Hazretleri dünyada kendisine görünmek sureti ile bir ikramda bulunmasına
hiç bir mâni yoktur. Nitekim Musa (Aleyhisselâm) 'ada konuşmak sureti ile
ikramda bulunmuştu. Bazı Ehl-i tahkika göre Resulüllâh (Sallallahü Aleyhi ve
Sellem) Allah-ı Zülcelâl ile münacaatta bulunduğu halde ona (kelimûllah)
denmeyip bu ismin Musa (Aleyhisselâm)'a verilmesinin sırrı Resulüllâh
(Saîlallahü Aleyhi ve Sellem) 'in konuşmadan başka birde A11ah'ı görmüş
olmasıdır. Musa (Aleyhisselâm) yalnız konuşmuştur. Görnıekse yalnız hicap
arkasından konuşmaktan daha şereflidir. Resulüllâh (Sallallahü Aleyhi ve
Sellem) bunların ikisinede yani kendisine hâss olmak üzere hem konuşmak hem
görmek şerefine nail olmuştur.
Hasılı; ekseri
ulemânın tercihine göre Resulüllâh (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) İsra gecesi
Rabbini görmüştür. Âişe (Radıyallahu Anhâ) Resulüllâh (Sallallahü Aleyhi ve
Sellem) 'den bir hadis rivayet ederek onun Rabbini görmediğini ispat etmemiştir.
Eğer böyle bir hadis olsaydı onu mutlaka söylerdi. Bu bâbta söyledikleri kendi
içtiadmdan ibarettir. Görülüyor ki Âişe (Radıyallahu A nhâ) validemiz. Mesruk
'a üç şey söylemiş bunların A11ah 'a karşı büyük iftira olduğuna âyetlerle istidlal
etmişlerdir. Şöyleki:
1) İsrâ
gecesi Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) 'in Rabbini gördüğünü iddia
etmeyi iftira saymış ve buna iki âyetle yani:
«Onu (Allah'ı) gözler
ihata edemez amma, o gözleri ihata eder.» [312]
ve :
«Hiç bir insan için
imkân yoktur ki, Allah onunla ya vahîy ile, ya perde arkasından, yahut da
kendisine bir Resul göndererek onun izniyle, onun dilediğini vahy buyurması
şekillerinden başka bir surette konuşmuş olsun...» [313]âyetleri
ile istidlal etmiştir. Fakat ulemâ bu
istidlale
cevap vermiş ve:
«İdrakin mânası bir
şey'i ihatalı surette bilmektir. Allah Teâ1â 'yi bu şekilde bilmeye imkân
yoktur. Âyetin nassı da budur. Bir delilde ihata edemez tabirinin kullanılması
onu îhatasiz olaxak görmeye mâni değildir.» demişlerdir. Daha başka cevap
verenlerde olmuştur, İkinci âyetle istidlaline ise üç vecihle cevap
verilmiştir.
a) Görmek
konuşmayı icap etmez konuşmadan fa'örmek te caizdir.
b) Bu âyet
yukarıda geçen delillerle tahsis edilmiştir.
c) Vahiyden
murâd bazılarına göre vasıtasız
konuşmadır. Lâkin Cumhur-u ulemâya göre buradaki vahiyden murâd ilham ve rüyada
görmektir. Bunların ikisinede vahiy denilir.
Hicap arkasından
murâd; Vahidî ile diğer müfessirlere göre görünmeden
konuşmaktır, Teâ1â Hazretleri ile konuşan peygamberler onu görmeden kelâmını
işitirler. Yoksa maksat arada bir perde bulu- , nupta bir yeri diğerinden
ayırmak değildir. Teâ1â Hazretlerini görmemek hicap arkasından konuşmak gibidir.
Bu kavlinde Hz. Âişe (Radiyallahu A
nhâ) 'ya Ibni Abbas (Radiyaîîahu anh) muhalefet etmiştir. Tirmizi 'nin
İbni Abbas 'tan tahriç ettiği "bîr
rivayette :
İbni Abbas:
«Muhammed Rabbirn görmüştür»
dedi. Ben kendisine :
— Allah
(Onu gözler ihata edemez)
buyurmuyur mu? dedim,
İbni Abbas:
— Yazık sana bu mesele Allah kendi nuru ile tecelli
ettiği zaman vâkî olmuştur.
Resûlüllâh {Sallallahü Aleyhi ve
Seîiem) Rabbi-ni iki defa gördü»
demiştir.
İbni Ebû Hüzeyme'nin
kuvvetli bir isnadla Enes (Radiyallahu anh) 'den rivayet ettiği bir
hadistede Enes: «Muhammed
Rabbini görmüştür demiştir.»
İbni Abbas (Radiyaîîahu anh) dan hadis rivayet
eden Kâ'bu'l-Ahbar, Zührî,
Mâ'mer ve diğer bir çok zevat ile
imam-ı Eş'ari 'nin ve ona tabi olan bir
çok ulemânın kavilleri de budur. Urvetü'bnü'z-Zübeyr (Radiyaîîahu anh) 'in yanında Hz. Aişe 'nin bu meseleyi inkâr
ettiği söylendiği zaman gadaba gelirmiş.
Âlûsî'nin beyanına
göre bazıları Hz. Âişe ile İbnî Abbas (Radiyallahu anhûmajnın kavillerini şöyle
tevil etmişlerdir. Hazreti Aışe'nin «görmedi» demesi, gözlerin tahammül
edemediği nuru ile görmedi demektir. îbni Abbas'ın «gördü» demesi ise, Allahi,
göz kamaştırmayan nuru ile gördü manasınadır. Bu babta İbni Abbas (Radiyallahu
anh) dan iki rivayet vardır. Bunların birine göre Peygamber (Sallallahü Aleyhi
ve Sellem) Rabbini gözü ile diğerine göre kalbi ile görmüştür.
2)
Herkim Resûlüllâh (Sallallahü Aleyhi ve
Sellem)'inKur'ân-ı Kerîm'den bir şey gizlediğine kail olursa Resulüllaha en büyük iftirayı atmış olur.
Âişe (Radiyallahu Anhâ) buna :
«Ey Peygamber!
Rabbinden sana indirilen şeyleri tebliğ et. Şayet bunu yapmazsan Rabbinin
risaletini tebliğ etmiş olmazsın.» [314]
âyet-i kerimesi ile istidlal etmiştir.
3) Her kim yarın ne olacağını bildiğini iddia
ederse A11ah'a karşı büyük iftirada
bulunmuştur bunada:
«De ki: göklerde ve
yerde bulunanlar gaibi bilmezler, onu ancak Allah bilir,» [315] âyeti ile istidlal etmiştir.
«Yemin olsun ki onu
bir başka inişte daha görmüştü.» [316]
âyetini Hz. Âişe (Radiyallahu Anhâ), Peygamber Cibril'i gördü, diye tefsir
etmişti ki ekser-i ulemânın kavlide budur. Çünkü Kur'ân-ı Kerîm-, de görme
hadisesinin sidre-i münteha yanında olduğu beyan Duyurulmuş birde görmenin
başka bir iniş esnasında vuku bulduğu haber verilmiştir. Allah-ü Teâlâ'yı
mekânla inişle vasfetmeye imkân yoktur. Binaenaleyh Peygamber (Sallallahü A leyhi
ve Sellem) Hz. Cibri1'i görmüş demek olur. Filvaki Resûlüllâh (Sallallahü
Aleyhi ve Sellem) biri Ufk-i â'lâda değire de semâda Sidretü'l-Münteha yanında
olmak üzere, Cibril (Aleyhîsselâm)'ı kendi sureti ile iki defa görmüştür. Âişe
(Radiyallahu Anhâ)'m ise; ayni hadiseyi ispatı şu suretle hallolunur. Hz. Âişe
'nin görmedi demesi, gözü ile görmedi mânasına, İbni Abbas 'in gördü demeside
kalbi ile gördü mânasına alınır bu suretle iki hadisin arası bulunmuş olur.
Nitekim Müslim 'in, Ebû Bekir b. Ebî Şeybe den rivayet ettiği 284 numaralı
hadisde İbni Abbas
«Peygamber (Sallallahü
Aleyhi ve Sellem), Allah'ı kalbi ile gördü» demiştir. Kurtubî: Bu mesele
hakkında bir şey söylemeyip tevakkuf halinde kalmayı tercih etmiş ve bu kavli
muhakkıkin-i ülem.âdan bir cemaata nispet eylemiştir. Kurtubî; bu bâbta kat'i
bir delil bulunmadığını her iki tarafın, te'vîlî kabil bir birine zıt
delillerin zahirleri ile istidlal ettiğini söylemekte ve:
«Bu mesele amele dair
meselelerden değildir ki; zanni delillerle ispat edilebilsin. Mesele itikada
dairdir. Binaenaleyh kafi delil ister»
demektedir.
Hz. Âişe (Radıyaııanu
Anhâ), Mesruk'a karşı âyetlerle istidlal ederken «Allah buyuruyor» tabirini
kullanmıştır. Bu tabiri Tabiı'-nin meşhurlarından olan Mutarrif b. Abdillâh b.
Şihhîr doğru bulmamış ve:
«Allah buyuruyor
demeyin lâkin Allah buyurdu deyin» tavsiyesinde bulunmuştur. Fakat Sahabe,
Tabiîn ve onlardan sonra gelen büyük imamlar Mutarrif'in beğenmediği bu tabiri
kullana gelmişlerdir. Binaenaleyh sahih ve muhtar olan Allah Teâlâ hakkında;
«Buyuruyor, buyurdu» tabirlerinin ikisinin de caiz olmasıdır. Nitekim:
«Allah buyuruyor» tabiri Kur'ân-ı
Kerîm'de de vardır,
Âişe (Radıyaîiahu
Anhâ) Sûre-i Şûra âyetinin başındaki tvav) i terk etmişsede maksadı tilâvet
değil istidlal olduğu için bunda beis görülmemiştir. Bir çok hadislerde bunun
emsali görülmektedir.
Müslim'in İbni Nümeyr
'den rivayet ettiği 289 numaralı hadiste Mesruk, Âiş eiRadıyaîiahu Anhâ) 'ya:
«Muhammedi (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) Rabbini gördü mü?» diye sormuş. Hz.
Âişe (Radıyaîiahu Anhâ) buna
«Sübhanallah vallahi
senin söylediğinden tüylerim ürperdi.» Cevabı m vermiştir. Sübhanallah'dan
murad; hakikatda Allahü zü-1' Celâli her . türlü noksanlıklardan tenzih isede
bu kelimeyi Arablar taaccüb — şaşma makamında kullanılar Hz. Aise (Radıyaîiahu
Anhâ) bu suale şaşmış ve «sübhanallah» sözüyle: «Nasıl oluyor da böyle bir
meseleyi sen bilmiyorsun» demek isiemiştir. Mezkûr kelime Arapçada bir çok
yerlerde taaccüp mânasında kullanılmıştır. Araplar bazen taaccüp makamında
«lâilâhe illallah» derler.
Müslim'in İbni Nümeyr'den
rivayet ettiği 290 numaralı hadiste Âişe (Radıyaîiahu Anhâ) Necm Sûresinin:
«Sonra yaklaştı da
sarktı.» âyetini Cibril (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) 'e yaklaştı diye tefsir
etmekte ve Cibri1'in her zaman insan suretinde gelirken o defasında kendi
sureti ile geldiğini söylemektedir. Bu hususta İmam-ı- Vahidi
şunları söylüyor:
»Tedellînin mânası
yukarıdan aşağı doğru uzanmaktır. Esas itibarı ile kelimenin mânası bu isede;
sonra yukarıya doğru yaklaşmak mânasında kullanılmıştır.» Bazıları âyet-i
kerimede takdim ve tehir bulunduğunu söylemişlerdir. Asıl mâna sonra sarktıda
yaklaştı demektir. Çünkü sarkmak yaklaşmaya sebebtir. İbnü'l-Â'rabi: «Tedelli
yükseldikten sonra yaklaşmadır* demiştir. KeIbî'ye göre âyetin mânası-«Cibril (Aleyhisselâm), Muhammed (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'e yaklaştı» demektir. Hasan-ı Basri
ile Katade: «Cibril yerden yüksek ufka çıkarak doğrulduktan sonra yaklaştı ve
Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve SeUem)'in yanına indi» demişlerdir.
Zeccac diyo rki:
«Allah Teâlâ kullarına kendi dilleri ile anlayacakları şekilde hitab etmiştir:
«İki yay arası kadar
veya daha yakın oldu.» âyetinin mânası sizin takdirinizle iki yay arası kadar
yahut daha yakın pldu demektir. Yoksa Teâlâ Hazretleri eşyanın hakikatlerini
seksiz şüphesiz bilir. Lâkin bize bizim âdetimize göre hitab etmiştir. Âyetten
murâd: «Cibril (Aleyhisselâm) o muazzam hilkati ile ve bunca cüzleri ile
Peygamber 'e işte bu derece yaklaştı demektir.
291 - (178)
Bize Ebû Bekr b. Ebî Şeybe rivayet etti. (Dedi ki): Bize Vekî', Yezid b.
İbrahim' [317] den, o da Katade'den, o
da Abdullah b. Şa-ktk' [318] ten,
o da Ebû Zerr'den naklen rivayet etti. Ebû Zerr: Şöyle demiş Resulüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'e :
— Rabbini gördün mü?
diye sordum.
— «O bir nur, onu nasıl göreyim!» buyurdu.
292 (...)
Bize Muhamnıed b. Beşşar rivayet etti. (Dedi ki): Bize Muaz b. Hişam rivayet
etti. (Dedi ki): Bize babam rivayet etti. H.
Bana Haccac b. eş-Şair
de rivayet etti. (Dedi ki): Bize-Aftan b. Müslim rivayet etti. (Dedi ki): Bize
Hemmam [319] rivayet etti. Bunların
ikisi-de Katade'den, o da Abdullah b. Şakik'ten naklen rivayet etmişlerdir. Abdullah
demiş ki: Ebû Zerr'e: Resulüllâh (SalMlahü Aleyhi ve Sellem) 'i görsem ona
soracaktım dedim.
— Ona ne soracaktın? dedi.
— Rabbini gördün mü? diye soracaktım dedim. Ebû
Zerr:
— Ben sordum: «Bir nur gördüm» buyurdu dedi:
293 - (179)
Bize Ebû Bekr b. Ebi Şeybe ile Ebû Küreyb rivayet ettiler. Dediler ki: Bize
Ebû Muaviye [320] rivayet etti. (Dedi ki):
Bize A'meş Amr b. Murra'dan [321], o
da Ebû Ubeyde' [322]den,
o da Ebû Musa'dan [323] naklen
rivayet etti. Şöyle demiş: Resulüllâh
(Sallallahü Aleyhi ve Sellem) aramızda ayağa kalktı ve şu beş cümleyi söyledi:
«Şüphesiz ki; Allah
Azze ve Celle uymaz, zaten ona uyumak da yakışmaz. Tartıyı indirir ve
kaldırır; gündüzün amelinden önce ona gecenin ameli, gecenin amelinden önce de
gündüzün ameli arz olunur. Hicabı nurdur. (Ebu Bekr'in rivayetinde nardır
denilmiştir.) Eğer onu açmış olsa vechinİn sübuhatı, basarının ihata ettiği
bütün mahlukâtım yakardı. (Ebu Bekr'in A'meş'ten rivayetinde haddesena lâfzı
yoktur.)
294 - (...)
Bize İshâk b. İbrahim rivayet etti. (Dedi ki): Bizee Cerir A'meş'ten bu isnadla
haber verdi. Resulüllâh (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) aramızda ayağa kalktı ve
dört kelime söyledi...» demiş sonra Ebû Muaviye hadisi gibi rivayette bulunmuş.
Yalnız nıahlûkatmı kelimesini zikretmemiş:
«Onun hicabı nurdur.» demiş.
295 - (...)
Bize Muhammed b. El Müsennâ ile İbni Beşşar rivayet ettiler dediler ki: Bize
Muhammed b. Ca'fer rivayet etti dedi ki; Bana Şu'be Amr b. Mürre'den, o da Ebî
Ubeyde'den, o da Ebû Musa'dan naklen rivayet etti demiş ki: Resulüllâh
(Sallallahü Aleyhi ve Sellem) aramızda ayağa kalkarak (şu) dört kelime (yi)
söylediler:
«Şüphesiz kİ Allah
uyumaz. Ona uyumak da yakışmaz; tartıyı kaldırır ve kısar; ona gündüzün ameli
geceleyin, gecenin ameli de gündüzün arz olunur.»
Görülüyor ki birinci
rivayette Resulüllâh (Sallallahü Aleyhi ve Sellem):
— «O bir Nur... Onu
nasıl göreyim?» buyurmuş; ikinci rivayette ise bir nur gördüğünü beyan
etmişdir. Zahiren bu iki rivayet birbirine muarız gibi görünüyorsa da hakikatde
aralarında zıddiyet yoktur. Çünkü birinci rivayetde ki; Nur az yukarıda beyan
ettiğimiz veçhiyle gözlerin tahammül edemediği Kaahir Nur; ikincideki ise;
gözün tahammüi edebileceği Nur manasınadır.
Bazılarına göre; «Bir
nur gördüm.» cümlesinden murad: Allah'ın hicabı nurdur. «O halde ben Rabbimi
nasıj göreyim» demektir. Nitekim bundan sonraki babda bu mânâ sarahaten beyan
buyurulmuştur. Resûlüllah (Saîlallahü
Aleyhi ve Sellem) 'in muradı:
«Bir nurdan başka bir
şey görmedim.» demektir. Çünkü nur âdeten bir şey görmeye mânidir. Onun için
geceleyin koyu karanlıkta insanın gözüne şiddetli bir ziya tutulursa ziyanın
arkasmdakini göremez:
«Onu nasıl göreyim»
ibaresindeki zamir Maziri 'ye göre; Al1ah'a aittir. Yani Allah'ı nasıl göreyim
demektir. Maamafih nuru nasıl göreyim mânasına zamirin nura ait olmasıda
muhtemeldir.
Kaadî İyâz
(Rahimehullah) «Bu rivayet bize gelmedi onu esas nüshaların hiç birindede
görmedim. Allah Teâlâ 'nın zatının nur olması imkânsızdır. Çünkü nur, cisim
kabilindendir. Allah Teâlâ ise bundan münezzehtir. Bütün ehli sünnet
imamlarının mezhebi budur. Binaenaleyh:
«Allah semâvât ve
yerin nurudur.» âyet-i kerimesi ile
hadislerde A11ah 'a nur itlâkının mânası onlardaki nurun sahibi ve Halikı demektir: «Bazıları
göklerde ve yerde
yaşıyanların
hidayetcisidir», diğer bazıları
«mü'min kullarının kalblerini nurlandırıcıdır» demişlerdir.» diyor, 293
numaralı hadiste Resulüllâh (Saîlallahü Aleyhi ve Sellem) «Allah
Azze ve Celle uyumaz, ona uyumak da yakışmaz.» buyurmuştur. Bunun mânası: «Teâlâ Hazretleri uyumaz onun hakkında uyku
müstehildir.» demektir. Çünkü uyku dalgınlık ve aklın çalışmaması hâlidir.
Uyuyan kimseden his dahi sâki't olur;
Teâlâ Hazretleri ise öyle
şeylerden münezzehtir.
«Tartıyı indirir ve
kaldırır.» cümlesini îbni Kuteybe mizanı kısar ve kaldırır diye tefsir etmiştir.
Çünkü adalet mizanla tahakkuk eder. Bu cümleden murâd Alla-ü Teâlâ 'nın
kullarının amellerini tartarken ve rızıklarım verirken mizanın kefelerini
kaldırıp indirmesidir ki; bu da rızık takdirini mizanla tartmaya benzetmek
sureti ile bir temsilden ibarettir. Bazıları hadisteki «kist» tabirinden murâd
rızıktır. Her mahlûkun rızkına kist 'denilir. Teâlâ Hazretleri bazı
mahlûklarının rızkını çok bazısını da az verir. İşte hadisdeki :
«Kıstı indirir ve
kaldırır.» tabirinden murâd ta budur, demişlerdir.
«Gündüzün amelinden
önce, ona gecenin ameli, gecenin amelinden Önce de gündüzün ameli arz olunur.» Bu
cümleden murâd her günün ameli o günün sonurîda, her gecenin amelide o
gecenin sonunda A11ah'a arz olunur. Demektir. Çünkü hafaza melekleri amelleri
günü gününe yazarak bittiği anda
Allah'a arz ederler.
Hicap : Örtmek ve men
etmek mânasına gelir hicabın hakikati ancak mahdut olan cisimlerde tasavvur
olunabilir. Teâlâ Hazretleri cisimden, had ve huduttan münezzehtir.
Binaenaleyh burada murâd onu görmeye mâni olan şeydir. Bu mâniye nûr veya nâr
denilmesi âdeten nur ile ateşin şuaları görmeye mâni olduğundandır.
A11ah'm vechinden
murâd zatı olduğu gibi basarının ihata ettiği ifadesiylede bütün mahlûkatı
kastedilmiştir. Çünkü Teâlâ Hazretlerinin basarı bütün kainatı ihata eder.
«Eğer onu açmış olsa
vechinin subuhatı basarının ihata ettiği bütün mahlûkatını yakardı.»
cümlesinden murâd Allah nur ve Celâlini bir açsa o nur bütün mahlûkatı yakardı
demektir. Bu manada hadis lügat ulemâsının hepsi müttefiktir. Sübühat sübha'nın
cem'idir ki nûr celâl ve beha manasınadır.
296 - (180)
Bize Nasr b. Ali El-Cehdamî ile Ebû Gassan el-Mismâi ve İshak b. İbrahim toptan
Abdulaziz b. Abdissamed'ten [324]
rivayet ettiler. Lâfız Ebû Gassan'indır. Dedi ki bize Ebû Abdissamet rivayet
etti. (Dedi ki): Bize Ebû İmran el-Cevnî, Ebû Bekr b. Abdillah b. Kays [325]dan,
o da babasından, o da Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellemyden naklen rivayet
etti. Şöyle buyurmuşlar:
«İki cennet vardır ki;
bunlar, kapları ve içindeki şeyler gümüştendir. İki cennet de vardır ki, onlar,
kapları ve içindeki şeyler gümüştendir. İki cennet de vardır ki, onlar kapları
ve içindeki şeyler altındandır. Adn cennetinde cennetliklerle Rablerinİ
görmeleri arasında Allah'ın vechindeki kibriya ridasından başka hiç bir şey
bulunmayacaktır.»
297 - (181)
Bize Ubeydullah b. Ömer b. Meysere rivayet etti. Dedi ki; Bana Abdurrahman b.
Mehdi rivayet etti. (Dedi ki): Bize Hammad b. Seleme, Sabit el-Bunanî'den, o
da Abdurrahman b. Ebi Leylâ'da» o da Su-heyb [326]'den,
o da Peygamber (Saîtaîlahü Aleyhi ve SeUem)'den naklen rivayet etti. Şöyle
buyurmuşlar:
«Cennetlikler cennete
girdiği zaman Allah Tebareke ve Teâlâ hazretleri : Size daha ziyade bir şey
vermemi ister misiniz? diyecek, onlar da; sen bizim yüzlerimizi ağırtmadın mı?
Bizi cennete koyarak cehennemden kurtarmadın mı? (Bize o yeter) diyecekler.
Bunun üzerine Teâlâ hazretleri hicabı kaldıracak, artık onlara Rableri (GG)
hazretlerine bakmaktan daha makbul bir şey verilmiş olmayacaktır.»
298 - (...)
Bize Ebû Bekr b. Ebî Şeybe rivayet etti. (Dedi ki): Bize yezid b. Harun, Hammad
b. Selemeden bu isnadla rivayet etti, o şunu da ziyade eyledi: Sonra şu âyeti
okudu:
Güzel amelde
bulunanlara husnâ, bîr de ziyade vardır.» [327]
Müslim'in, Nasr b. Ali 'den rivayet ettiği 296 numaralı
hadisi Buhari «Kitafcu't fefsir» de
tahriç etmiştir.
Hadis-i Şerif bütün
tarikleriyle mü'minlerin cennette Teâlâ Hazretlerini göreceklerine delâlet
etmektedir. Geçen bâblardada izah ettiğimiz gibi Allah Teâlâ'yi görmek bütün
ehl-i sünnet imamlarına göre aklen caizdir. Mü'minlerin cennette onu
göreceklerine dair icma-i ümmet vardır. Vakıa ehl-i bid'attan Mu'tezile ile
Hariciler ve Mürcie taifesinin bazıları Allah Teâlâ'yi mahlûkâtından hiç biri
göremez onu görmek aklen imkânsızdır, demişlerse de bu kavil hem sarih bir
hata, hemde kabih bir cehildir. Zaten İcma-i ümmetten sonra ortaya atılmış bir
bid'attır. Âhirette mü'minlerin Allah'ı göreceği, kitap, sünnet ve icma-ı ümmetle
sabittir. Eshab-ı kiram ile onlardan sonra gelen selef-i sa-lihin bu hususta
icma' etmişlerdir. Ehl-i bid'atın esassız iddialarına ehl-i sünnet ulemâsının
verdiği cevaplar meşhurdur, bunlar kelâm kitaplarında görülebilir. Yine geçen
bâblarda görmüştük ki; dünya gözü ile Teâlâ Hazretlerini görmenin mümkün olup
olmadığı ehl-i sünnet ulemâsı arasında ihtilaflıdır. Mümkündür diyenler olduğu
gibi; değildir diyenlerde olmuştur. Hatta Selef ve halefin kelâm ulemâsına
göre; Teâlâ Hazretleri dünya gözü ile görülemez. İmam-ı Kuşeyri meşhur
Risalesinde imam Ebu'l-Hasen el-Eşarî 'den iki kavil rivayet eder. Onların
birine göre Teâlâ Hazretlerini dünyada görmek caiz diğerine göre caiz değildir.
Nasr b. Alî hadisi müteşabihattandır. Yani, mânasını bu dünyada anlamak
imkânsızdır. Çünkü Hadis-i Şerifte geçen ridâ ve kibriya lâfızları bizim,
bildiğimiz örtü, âbâ, azamet ve büyüklenme mânalarına değildir.
Kurtubî : «Azamet ve
kibriya elbise cinsinden değildir. Bunlar mecazdır. Münasebet şudur ki; abâ ile
gömlek nasıl insana mahsus ve bu bâbta ona müşarik yoksa azamet, kibriya da
Teâlâ Hazretlerine mahsustur. Bu hususta ona ortak olan yoktur.» diyor.
Müteşabih âyet ve
hadisler hakkında söz etmekten çekinen selef-i sa-Hhin:
«Bunların te'vilini
ancak Allah' bilir» deyip geçerler te'vil eden ulemâ ise; buradaki veehden
murâd A1lah'm zâtından, ridâ da azametinden kinayedir derler.
299 - (182)
Bana Zuheyr b. Harp rivayet etti. (Dedi ki): Bize Yakup b. İbrahim rivayet etti.
(Dedi ki): Bize babam İbni Şihap'tan, o da Ata' b. Yezid el-Leysi'deıı naklen
rivayet etti, önada Ebû Hüreyre haber vermiş
ki; bir takım insanlar
Resulüllâh (Sallaitahü Aleyhi ve
Sellem)'e:
«Ya Resulüllâh: Biz
kıyamet gününde Rabbinıizi görecek miyiz? demişler. Besulüllâh (Saîlallahü
Aleyhi ve Selletn) şöyle buyurmuşlar;
«Bedr-İ Tâm halindeki
gecede siz ayı görme hususunda itişip kakışarak birbirinize zahmet verir
misiniz?» Ashap :
— «Hayır ya ResûlüIIâh!» demişler.
— «Yo siz güneşin uğrunda
hiç bir bulut yokken onu
görme hususunda birbirinize
zahmet verir misiniz?»
— «Hayır Ya Resulüllâh!»
— «O
halde siz onu, işte böyle'göreceksiniz.
Kıyamet gününde Allah
insanları toplayarak : Her
kim (dünyada) neye
İbadet ediyordu ise; onun ardına
düşsün diyecek, bunun üzerine (dünyada iken) güneşe tapan güneşin, aya
tapan ayın ardına
takılacak, putlara tapanlar
da onların peşine takılacaklar, (ortada)
İçlerinde münafıkları da olduğu
halde (yalnız) bu ümmet kalacak, derken Allah Tebareke ve
Teâlâ onlara evvelce tanıdıklarından başka
bir suretle tecelli edecek ve :
— Ben sizin Rabbinizİm, diyecek. Onlar (Allah'ı
tanıyamadıkları için): «Biz senden
Allah'a sığınırız! Rabbimiz bize
gelinceye kadar bizim
yerimiz burasıdır.
Rabbimiz geldiği zaman biz onu tanırız» diyecekler. Bunun üzerine Allah teâlâ
hazretleri (karşılarında) onların tanıdıkları sureti ile tecelli edecek ve :
«Ben sizin Rabbinizİm» buyuracak. Onlar
da :
«Evet, bizim Rabbimiz
sensin» diyerek ona tabi olacaklar. Cehennemin üzerine sırat (köprüsü)
kurulacak; ondan ilk geçen ben ve ümmetim olacak. O gün peygamberlerden başka
konuşan bulunmayacak. O gün pey gamberlerin duası da «Allah'ım, selâmet ver!.,
selâmet» demek olacak. Cehennemde sa'dan dikeni gibi mahmuzlar olacak, siz
sa'dan dikenini hiç gördünüz mü?»
buyurmuş. Ashab;
— «Evet ya Resulüllâh!» demişler.
— «İşte o mahmuzlar sa'dan dikenleri gibi
olacak. Şu kadar var ki; onların büyüklüğünün miktarını Allah'tan başka bilen
olmayacak. Bu mahmuzlar (kötü)
amellerinden dolayı insanları
kapacaklar. İnsanların kimi mü'min
olduğu için amelî sayesinde (kurtulup)
kalacak, kimi de
kurtarı-lıncaya kadar ceza görecek, ia ki Allah kulları arasında
(vereceği) hükmü bitirip rahmetinden dolayı cehennemliklerden dilediğini oradan çıkarmak murad edince; meleklere
(dünyada) Allah'a şirk koşmayan cehennemlikleri, Allah'ın
kendilerine rahmet buyurmak dilediklerini Allah'tan başka Allah yoktur diyenleri çıkarmalarını
emredecek; Melekler, bunları cehennemde
tanıyacaklar, onları secde eserinden bilecekler (çünkü) ateş âdem-oğlunu yiyip
bitirecek, (yenmedik) yalnız secde yeri kalacak, secde yerini yemeyi Allah
cehenneme haram kılmıştır. Bu suretle (mezkûr kimseler cayır cayır yanmış bir
vaziyette cehennemden çıkarılarak üzerlerine
hayat suyu dökülecek ve selin getirdiği milli toprakta yabani ot tohumu
nasıl bİ-terse, onlar da öyle bitecekler. Sonra Teâlâ hazretleri kulları
arasında vereceği hükmü bitirecek, ortada yüzünü cehenneme doğru dönmüş (yalnız)
bir kişi kalacak, bu zat ehli cennetin cennete en son gireceği olacak ve :
— «Yarab!
Benim yüzümü cehennemden
çevir, çünkü onu,n
kokusu beni zehirleyip berbat ediyor, alevi de beni yakıp kavuruyor,
diye Allah'ın dilediği kadar dua edecek, sonra Allah Tebareke ve Teâlâ (ona) :
— Bunu yaparsam acaba başkasını da ister
misin?» diyecek, o da :
— «Hayır, senden bundan başka
bir şey istemem» cevabını verecek ve Rabbine Allah'ın dilediği kadar
ahd-u peymanlar verecek bunun üzerine Allah onun yüzünü cehennemden çevirecek. Bu zat cennete doğru dönüp de onu görünce, Allah'ın dilediği
kadar susacak. Sonra :
— «Ey
Rabbim! Beni cennetin kapısına
bari götür diyecek. Teâlâ hazretleri ona :
— «Sana
verdiğimden başka bir şey
istemiyeceğİne ahd-ü peyman vermemiş miydin? Yazık sana âdemoğlu,
ne de gaddarmışsın» diyecek. O zat yine : «Aman Yarabbi!» diye Allah'a dua
edecek. Nihayet Teâlâ hazretleri ona :
— «Acaba bunu verirsem, başkasını da
istemiyecek misin?» diye soracak. O da :
— «Hayır!
İzzetine yemin ederim (ki) istemem» diyecek ve Rabbine Allah'ın dilediği
kadar ahd-u misâklar verecek.
Bunun üzerine Rabbi de onu cennetin kapısına götürecek. Cennet kapısına
dikildiği zaman cennet ona açılarak içindeki hayır ve (badi-İ) surûr şeyleri
görecek ve (yine) Allah'ın dilediği miktar sükût edecek. Sonra :
— «Allah'ım,
beni cennete koy!»
diyecek. Allah Tebareke ve Teâlâ ona :
— «Hani sana verilenden başkasını
İstemiyeceğİne ahd-u misaklar vermemiş
miydin? Yazık sana âdemoğlu, ne
gaddar şeymişsin! diyecek.
O zat :
— «Aman
Allah'ım! mahlûkatının en
şakisi ben olmayayım?»
diye (niyaz edecek). Allah'a dua ede ede nihayet Allah Tebareke ve Teâlâ
hazretleri ona güle (r yüz
muamelesi ede) cek. Allah
ona gülü (mser muamelesi edi) nce (Bu sefer haydi)
cennete gir diyecek. Cennete girdiği zaman ona : «Dile (benden ne dilersen) diyecek. Artık Rabbinden
isteyebildiği kadar isteyecek ve dileyecek. Hatta Allah kendisine şunu da
iste, şunu da diye
(İstenecek şeyleri) hatırlatacak. Nihayet
dilekler (in arkası) kesilince Allah
Teâlâ «Bütün bunlar ve
daha bir o
kadarı da senindir»
buyurpcak.»
Ata' b. Yezid demiş ki: « Ebû Hüreyre bu hadisi rivayet ederken Ebû
Sa'id Hudri'de yanında oturuyor onun söylediklerinden hiç bir şeyi
reddetmiyordu. Nihayet Ebû Hüreyre «Allah Teâlâ bu zata bunların bir mislide
senindir buyuracak» deyince Ebû Sa'id:
«Bunlarla birlikte on
mislinide, ya Eba Hüreyre» dedi. Ebû Hüreyre :
«Ben ancak "bütün
bunlar ve bir o kadarıda senindir" buyurduğunu belledim» dedi. Ebû
Sa'id:
«Şehadet ederimki ben
Resulüllâh (Saîlallahü Aleyhi ve
Sellemyin;
«Bütün bunlar ve
bunların on misli de senin.» buyurduğunu belledim dedi.
Ebû Hüreyre: «îşte bu
zat cennetliklerin cennete en son girenidir.» demiştir.
300 - (...)
Bize Abdullah b. Abdirrahman ed-Dârimî rivayet etti. (Dedi ki): Bize
Ebu'l-Yemân haber verdi. (Dedi ki): Bize Şuayb, Zührî'den naklen haber verdi
demiş ki; bana Sa'id b. el-Müseyyeb ile Âtâ' b. Yezid el-Leysî haber verdiler
onlarada Ebû Hüreyre haber vermiş ki insanlar Peygamber (Saîlallahü Aleyhi ve
Sellemj'e:
— «Ya Resulallâh! Biz
kıyamet gününde rabbimizi görecekmiyiz...» demişler. Ve hadisi (Yakub'un
babası) İbrahim b. Sa'd hadisi mânasında rivayet etmiştir.
301 - (...)
Bize Muhammed b. Rafi'de rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Abdürrezak rivayet
etti. (Dedi ki) : bize Ma'mer, Henımam b. Müneb-bih'den naklen haver verdi.
Hemmam: Ebû Hüreyre'nin
Resulüllâh
(Saîlallahü Aleyhi re
Sellem)'âcn bize rivayet ettiği budur. Diyerek bir takını hadisler nakletmiş
ezcümle şöyle demiş: Resulüllâh (Sallallah'û Aleyhi ve Selleni) :
«Şüphesiz ki sizden
birinizin cennette en aşağı makamı ona Allah'ın dile (ne dilersen) demesidir. O
da dilediğini dileyecek. Sonra kendisine : DÜedİn mi? diyecek. Evet, cevabını
verecek. Bunun üzerine ona : Dilediklerinin hepsi bir misli de (fazla olmak
üzere) senindir. Diyecektir.» buyurmuşlar.
Bu hadisi Buhari
«Kkabu'I-Ezân», «Kitabu't-Tevhid» ve «Kita-hu'r-Rukaak» da biraz lâfız
değişikliği ile rivayet etmiştir.
kelimesindeki (R)
harfi şeddeli ve şeddesiz rivayet edilmiştir. Başındaki muzâreat (t) si ise iki
surette de mazmum okunmuştur. (R) harfi şeddeli okunduğuna göre kelimenin
mânası:
«Ayı göreyim diye
başkalarına zarar verir misiniz?» demektir. Şeddesiz okunursa:
«Size onu görmek için
bir dayr yani zarar arız olur mu?» Mânasına
gelir. Ayni kelime
bazı rivayetlerde şeklinde zaptedilmiş-tir. Bu kelimenin mim'ide şeddeli ve
şeddesiz okunmuştur. Mim'i şeddeli okuyan kelimenin başındaki muzara'at (t)
sini meftuh yani (tedaammû-ne) şeklinde okumuş mim'i şeddesiz rivayet eden ise
kelimeyi muzaraat harfinin zammesi ile (tudaamûne) şeklinde telaffuz etmiştir.
Mim şeddeli okunursa kelime : «Ayı görebilmek için birbirinİzle itişip kakışır
mısınız?»; şeddesiz okunursa: «Onu görebilmek için size bir Daym yani meşakkat
arız olur mu?» mânasına gelir. Bu iki kelimeyi daha başka şekillerde okuyanlarda
olmuştur. Bu mânaların hepsi sahih ve aşağı yukarı bir birinin aynıdır. Hadis-i
Şerifte seksiz şüphesiz bir surette' Allah Teâlâ 'nın görüleceği dünyada ayın
görülmesine benzetilmiştir.
Tevagıt: Kelimesi
Tâgut'un cem'idir. Lügat ulemâsının cumhuruna göre tâgut Allah'tan başka
tapılan şeylere denilir. İbni Abbas (Raâiyallahu anh), Mukâtil, Kelbi ve diğer
ulemâya göre tâgut şeytan demektir. Bazıları: «Tâguttan murâd putlardır»
demişlerdir. Vahidi 'nin beyanına göre; bu kelime hem müfred hem cem'i için kullanılır.
Fülk kelimesi de
böyledir. Tâgut (Tâğa) fiilinden müştakdır. Aslı va-vi olup vavı elife kalbedilmiştir.
Ashabın: «Kıyamet
gününde» kaydı ile sormalarından anlaşılıyorki, dünyada iken Allahı görüp göremiyeceklerini
sormamışlardır. Müs1imin Ebu Ümâme 'den tahriç ettiği bir hadiste : «Siz
ölünceye kadar Rabbinizi göremeyeceksiniz.» buyurulmusdur. Âhiretde ise; Ehl-i
Sünnete ve Cumhura göre; görülecektir. Hâricilerle Mu'tezile ve Mûrcie
taifesinden bazıları görülmeyeceğine kail olmuşlardır. Bunlar bir şeyin görülmesi
için görenin karşısında olması, ziya bulunması uzaklık ve perde gibi bir mâni
bulunmaması gibi aklî ve mesnedsiz bir takım şartlar koşarlar Halbuki, Ehl-i
Sünnete göre görülecek şeyin vücudundan başka hiç bir şart yoktur. Görmek
Allanın yarattığı bir idrâktir.
«İçlerinde münafıkları
da olduğu halde (yalnız) bu ümmet kalacak.»
cümlesi hakkında ulemâ
şunları söylemişlerdir:
«Münafıkların
mü'minlerle kalması dünyada iken onların arasına karışarak gizlendikleri
içindir. Âhirettede aynı şekilde haşır neşir edilecekler mü'minlerin arasına
karışarak onların nuru içinde yürüyeceklerdir. Nihayet araya bir duvar
çekilerek duvarın iç tarafı rahmet dış tarafı azap olacak münafıklar azap
tarafında kalacak ve mü'minlerden aldıkları nur kendilerinden uçacaktır.
Bazıları bunların Havz-ı kevserden kovulanlar olduğunu söylemişlerdir. Havz
hadisinde beyân buyurulduğuna göre R e -sulüllâh (Saltailahü Aleyhi ve Sellenı)
kıyamette herkesten önce hav-zının başına geçecek ve gelenlere Havz-ı kevserden
su takdim edecektir. Ümmeti cemaatlar halinde gelecekler fakat bazıları tam
yaklaştıkları sırada Önlerine mâni
konularak
gelemiyeceklerdir. Resulüllâh
«Ya Rabbi! Bunlar
benim ümmetİmdendtr. Ne olur onlar da gelsin.)»
diye niyaz edecek
kendisine cevaben:
«Sen onların senden
sonra ne bidatlar çıkardıklarını bilmezsin.»
denilecek o zaman Fahri
Kainat (Saliallalrii Aleyhi ve Sellenı) 'de:
«Benden sonra benim yolumu değiştiren uzak olsun! Uzak olsun!» diyecektir.
Hadis-i Şerifte Allah
Teâlâ 'nın mü'minlere evvelâ tanımadıkları bir surette tecelli edeceği onun
için de mü'minler biz senden A11ah'a sığınırız diyecekleri; sonra kendilerine
mü'minlerin tanıdığı sıfa-tiyle tecelli edeceği onlarında:
«Evet Rabbimiz sensin»
diyerek A11ah'a tabi' olacakları bildiriliyor. Teâlâ Hazretlerinin sıfatları
hususundaki âyet ve hadisler hakkında ulemânın iki kavli vardır. Birinci kavle
göre; bu sıfatlar hakkında söz edilemez. Onlara iman edip geçmek icap eder.
Yani Allah Zülcelâl'in
azamet ve celâline lâyık olan sıfatlara ve onun şeriki nazîri ve misali
olmadığına, mahlûkatınm sıfatları olan cisim, mekân ve intikal gibi şeylerden
münezzeh bulunduğuna kafi surette itikad etmek gerekir. Selef-i Salihin ile
Kelâm ulemâsından bir cemaatm mezhebi budur. Muhakkıkın-i ulemâdan bir çoklanda
bunu ihtiyar etmişlerdir. Zaten en salim yol da buSur.
İkinci kavle göre:
A11ah'in sıfatları yerine göre lâyık olduğu şekilde te'vil olunur. Ancak bu
te'vili gelişi güzel herkes değil Arap lisanını, o lisanın usul ve füruunu
bilen mütehassıs ulemâ yapar. Kelâm-ulemâsından büyük bir kısmının mezhebi
budur. Bu mezhebe göre Resulüllâh (Sallallahü Aleyhi ye Sellem)'in:
«Allah onlara
gelecek.» buyurması onlara görünecek tecelli edecek demektir. Çünkü âdete göre
yanında olmayan bir kimseyi görmek ya onun gelmesi ya ona gitmek suretleri ile
olur. Binaenaleyh burada da gelmek tabiri mecazen görünmek mânasında
kullanılmıştır. Bazıları: «İtyan yani gelmek, A11ah 'in fiillerinden biridir»
demişler bir takınılanda: « A11ah'in mü'minlere gelmesinden murâd bazı
meleklerinin gelmesidir.» Mütalâasında bulunmuşlardır. Kaadî İyâz: «Bence bu te'vil daha güzeldir...» demiştir.
Ona göre Allah-ı Zülce 1âl 'in melek suretinde yani kendi sıfatlarına benzeyen
mahlûkâtı şeklinde tecelli ederek mü'minleri imtihan etmesi de muhtemeldir. Bu
imtihan mü'minlerin geçireceği son imtihandır. Burada Kirmanı
acaip bir sual sormuş ayni suale yine kendisi acaip bir cevap
vermiştir. Kirmani 'nin sözü şudur. «Melek masum olduğu halde nasıl olurda
mü'minlere ben sizin Rab-binizim der? Halbuki bu yalandır dersen bende derim ki
melekin böyle küçük bir günahtan masum olduğunu biz teslim edemeyiz.» Aynî,
bu sual ve cevaba karşı şunları söylemiştir. Bende derim, ki: O takdirde
«sizin en büyük Allah 'iniz benim»
diyen firavunda ancak küçük bir günah işlemiş olurr Kirmanı
şerhini böyle safsatalardan nezih bulundursa çok daha iyi ederdi.
Suretten murâd
sıfattır :
«Allah onlara
tanıdıkları sureti ile gelecek.» cümlesinin mânası mü'minlerin tanıdıkları
sıfatı ile tecelli edecek demektir. Zira mü'minler onu sıfatı ile bilirler.
Bundan dolayıdır ki; ilk defa tecelli ettiğinde bildikleri sıfatlarda olmadığı
için onun Allah olduğunu inkâr edecek ikinci defa göründüğünde bildikleri
sıfatla tecelli ettiği için:
«Bizim Rabbimiz
sensin» diyeceklerdir.
Sıfata suret denilmesi
ona benzediği içindir. Bir de suret kelimesi hadiste daha evvel zikredil'diği
için tekrardan kaçınılmıştır.
Mü'minlerin: «Biz senden
Allah'a sığınırız» sözünü Ha11abi hasse-ten münafıklara hamletmişsede Kaadî
İyâz bunu kabul etmemiş ve: «Bu sözün münafıklar tarafından söylenmiş olması
doğru değildir. Sözünü münafıklara hamletmekle cümlenin mânası doğru çıkmıyor»
demiştir ki Nevevî : «Doğrusuda budur! Hadisin lâfzı mü'minler hakkında zahirdir.
Mü'minlerin A11ah'a sığınması gördükleri sıfatın mahlûkat sıfatı olmasındandır.»
diyor. Mü'minlerin A1Iah'ı tanıdıktan sonra ona tabi' olmalarından murâd
cennete girmeleri için verdiği emri dinlemeleridir. Yahut kendilerini cennete
götüren meleklere tâbi' olurlar.
Hadis-i Şerifte :
«Cehennemin üzerine
sırat köprüsü kurulacak» buyurulmakla sırat köprüsü ispat edilmiştir. Ehl-i
Hakkın mezhebide budur. Selef-i salihin sıratın kurulacağına icma' etmişlerdir.
"Cehennemin üzerine kurulacak olan bu köprünün üzerinden bütün insanlar
geçecektir. Ancak mü'minler derecelerine göre geçmeye muvaffak olacak kâfirler,
âsiler geçemiyerek cehenneme düşeceklerdir. Kelâm ulemâsının beyanına göre;
sırat kıldan ince kılıçtan keskin bir köprüdür. Nitekim Ebû Sa'id-i Hudri
(Radiyallahu anh) 'in rivayetinde böyle olduğu tasrih buyurulmuştur. Sıratın
üzerinde melekler bulunacak ve oradan geçenlere yedi yerde sualler
soracaklardır. Birinci sual imana, ikincisi namaza, üçüncüsü zekata, dördüncüsü
ramazan, beşincisi hac ve ömreye, altıncısı abdeste, yedincisi cünüblükten
temizlenmeye aid olacaktır.
Kıyamet gününde
peygamberlerden başka kimsenin konuşmaması o günün şiddet ve dehşetindendir.
Hatta bazı rivayetlere göre; birden bire peygamberan-ı izam (Salavatullahi
Aleyehim Ecma'in) hazeratının bile dilleri tutulacak sonra konuşacaklardır.
Maamafih Nevevî'nin beyanına göre burada konuşmamaktan murâd sırattan geçiş
halidir. Yoksa kıyamet gününde bazı yerlerde insanlar konuşacak herkes kendini
müdafaya çalışacak birbirlerine sualler tevcih ederek herkes suçunu hasmına
yüklemeğe çalışacak tâbi' olanlar metbu'larından hak dâva edeceklerdir. O günün
dehşetini gören peygamberler ümmetlerine karşı besledikleri şefkat ve
merhametten dolayı:
«Yarab! Selâmet ihsan
eyle, selâmet!» diye niyaz edecektir. Orada yapılacak dua ve niyazlar yerine
göre olacaktır.
Kelâlîb: Kellûb'un
cem'idir. Kellûb, yerine üzerine et asılan çengel demektir. Bazıları bunun
odundan olduğunu ucunda kıvrılmış sivri bir demir bulunduğunu söylerler. Her
tarafı demirdendir diyenlerde vardır.
Sa'dan: Develerin
otladığı her tarafı prtırcık gibi dikenlerle bezenmiş bir nebattır. İşte Sa'dan
dikeni gibi insanların ayaklarına batacak olan bu çengeller amellerinden dolayı
yahut amelleri miktarınca insanlara bata-rak onları kapacaklardır. O zaman
mü'min olanlar amelleri sayesinde bu çengellerden kurtulacak kâfirlerle âsiler
çengellere dolaşacaktır. Kaadî İyâz'm beyanına göre cumlesi üç vecihle rivayet
olunmuştur:
Bunlardan birincisi:
Burada olduğu gibidir.
İkincisi : dir. Bunun
mânası:
Kıyamet gününde
insanların bazısı ameli sayesinde korunacak ve salim kalacak demektir.
Üçüncüsü: dir. Buna göre mâna: Bazısı amelinden dolayı
helak olacaktır.
Kaadî İyâz
bu rivayetin esah olduğunu söylemiştir.
Kaadî İyâz mücâz â
kelimesinin dahi «muhardel» ve «mücerdel» şekillerinde rivayet edildiğini
söylüyor. Muhardel kesilmiş mücerdel düşmek üzere olan mânalarına gelir. Nevevî:
«Bizim memleketteki esas nüshaların ekserisinde bu hadis buradaki metinde
görüldüğü gibidir» demektedir.
Hadis-i şerifteki
hayat suyundan murâd; obedî hayata sebep olan su demektir. Bu sudan içen yahut
onunla yıkanan bir daha ebediyyen ölmeyecektir. Cehennemden çıkanlar onunla
yıkandıktan sonra sel önünde biten otlar gibi birdenbire fişkırip
süreceklerdir. Buradaki teşbih sel önünde biten otun beyaz ve çabucak sürmesi
itibarı ile yapılmıştır: cümlesinde geçen «dıhk» kelimesinin asıl mânası
gülmeksede gülmek Allah Teâlâ hakkında muhal olduğu için ulemâ bu kelimeyi
A11ah'm rızası ve kuluna nimetini izhar buyurması mânasına almışlardır. Zaten
gülmek rızanın lâzımıdır. Kul istiyeceği kadar istiyecek fakat cennette onun
bilmediği daha nice nimetler bulunacağı için Teâlâ Hazretleri kendisine filân
seyide iste, filân cinstende iste diye delâlette bulunacaktır. Bu Teâlâ
Hazretlerinin rahmetinin büyüklüğündendir. Ebû Hüreyre hadisinde kullara her
istedikleri, bir mislide ziyade edilmek sureti ile verileceği beyan ediliyor.
Ebû Sa'id hadisinde ise; bir misli değil von misli verileceği bildiriliyor.
Ulemâ bu iki rivayetin arasını şöyle bulmuşlardır. Peygamber {Sailaîlahü Aleyhi
ve Sellem) evvelâ Ebû Hüreyre hadisindeki katlamayı bildirmiş sonra Teâlâ
Hazretleri lûtf-u ihsanda bulunarak bu miktarı on misline çıkarmıştır.
Resulüllâh (Sailaîlahü Aleyhi ve Sellem),
Ebû Sa'id hadisinde de bu hakikati beyân etmiştir.
302 - (183) Bana
Süveyd b. Sa'id de rivayet etti. Dedi ki: Bana Hafs b. fifeysea-a [328],
Zeyd b. Eşlemden, o da Âtâ' b. Yesar'dan, o da Ebû Sa'id-i Hudri'den naklen
rivayet etti ki: Resuliillâh [Sallallahü Aleyhi ve Seüem) zamanında bir takım
insanlar:
— «Ya Itesulüllâh: Biz kıyamet gününde
Rabbimizi görecek miyiz?» demişler. EesulüIIâh (Salîallahü Aleyhi ve Seîİem):
— «Evet, siz güneş öğle zamanında açık, uğrunda
hiç bir bulut yokken ofiu görme hususunda birbirinize zahmet verir misiniz? Ve
(yine siz) ay bedr gecesinde açık ve üzerinde hiç bir bulut yokken onu görme hususunda
birbirinize zahmet verir misiniz?» buyurdular ashap:
— «Hayır Ya ResulüIIâh» demişler.
— «İşte bunlardan birini görme hususunda nasıl birbirinize zahmet vermezseniz, kıyamet gününde de Allah Tebareke ve Teâlâ
hazretlerini görme hususunda da öylece birbirinize zahmet vermiveceksiniz.
Kıyamet koptuğu zaman bir dellâl : Her ümmet dünyada neye tapar idiyse; onun
arkasına takılsın, diye ilân edecek. Bunun üzerine Allah Teâlâ'dan başka
şeylere, putlara ve heykellere tapmış olanlardan hiç bîri kalmayacak, hepsi
cehenneme düşecekler. Nihayet yalnız Allah'a tapan iyi ve kötülerle ehl-i
kitabın baki yy ei eri kalacak ve (evvelâ) Yahudiler çağırılarak kendilerine :
— «Siz (dünyada) niye ibadet ederdiniz?» diye
sorulacak.
— «Biz Allah'ın oğlu Uzeyr'e tapardık»
diyecekler. Kendilerine :
— «Yalan söylediniz. Allah'ın hiç bir zevcesi
ve çocuğu yoktur; şimdi siz ne istiyorsunuz?» denilecek. Yahudiler.
— «Susadık Yarabbi! Bize su ven> diyecekler. Bunun
üerine kendi-
— «Suya buyurmaz
mısınız?» denilecek ve Yahudiler cehenneme, o serap gibi (alev dalgaları)
birbirini tar-u maı eden ateşe haşrolunarak oraya düşecsklsr. Sonra
Hıristiyanlar çağrılarak kendilerine :
— «Sİz (dünyada) neye ibadet ederdiniz?» diye
sorulacak.
— «Bİz Allah'ın oğlu Mesih'e tapardık»
diyecekler. Onlara dca :
— «Yalan söylediniz. Allah hiç bir zevce ve
çocuk edinmem iştir. Şimdi siz ne istiyorsunuz?» denilecek. Hıristiyanlar da :
— «Susadık Yarabbi! Bize su ver.» diyecekler.
Bunun üzerine kendilerine işaretle :
— «Suya buyurmaz mısınız?» denilecek ve
Hıristiyanlar cehenneme, o serap gibi (alev dalgaları) birbirini tar-u mar eden
ateşe haşM-';r;:^s'ak oraya düşecekler.
Bu suretle (ortada) yalnız Allah Teâlâ'ya ibâdet sden İyi ve kötülerden
başka kimse kalmayınca; Rabbû-I âlemin sübhanehu ve Teâlâ bunlara dünyada
gördüklerine en yakın bir sıfatla tecelli edecek ve:
— «Yâ siz ne bekliyorsunuz? (Baksanıza) her
millet dünyada îapdı-ğının arkasına düşmüş» diyecek mü'minler:
— «Yarabbi! Biz dünyada bunlara en ziyade
muhtaç olduğumuz halde onlardan ayrı yaşadık; onlarla beraber olmadık»
diyecekler. Bunun üzerine (Allah-u
Azimüşşan) :
— «Sizin Rabbiniz benim.» buyuracak (fakat
onlar buna karşı) :
— «Biz senden Allah'a sığınırız; biz Allaha1
hiç bir şey'i şerik koşmayız» diyecekler. Bunu iki veya üç defa
tekrarlayacaklar. Hatta bazıları hemen hemen dönmeye yaklaşacaklar. Teâlâ
hazretleri:
— «Allah'la aranızda onu tanıyacağınız bir
alâmet vsr mı?» diya s@-racak. Mü'minler:
— «Evet» cevabını verecekler Bunun üzerine
yelkenler inecek ve dosyada kendiliğinden Allah'a secde edenlerden hiç biri
İstisna sditmesn^N sureti ile Allah mü'mİnlere secde İçin izin verecek. İster
fakvcssından, tor riya için olsun (dünyada) secrfe edenlerden hiç biri istisna
edilmemek şsr-tiyle Allah her birinin sırtını tek bir tabaka haline getirecek.
Her secde etmek isteyen kafası üzerine düşecek, sonra başlarını kaldıracaktan1;
bir de bakacaklar ki; Allah'ü Zölcelâl dünyada ilk defa gördükleri sırtına
dönmüş; onlara :
— «Sizin Rabbiniz benim,» diyecek. Onlar da :
— «Evet, bizim Rabbimiz sensin.» mukabelesinde
bulunacaklar. Sonra cehennemin üzerine köprü kurulacak; şefaata izin
verilecek.
— «Aman Allah'ım selâmet ver, selâmet ver!»
diyecekler. «Ya Resûlüllâh bu köprü nedir?- denilmiş:
— «Kaypıncak ve kaygan bir şeydir; onda kancalar,
çengeller ve Necit'te sa'dan denilen bir diken olur. Onun gibî bıhrak
dikenleri vardır. Mü'minler (sırattan) kimi göz kırpacak kadar az bir zamanda,
kimi şimşek gibi, kimi rüzgâr, kimi kuş gibi, kimi de iyi cins yürük at ve deve
gibi hızla geçecekler. Bazısı bakarsın sapasağlam kurtulmuş, diğeri tırmalanmış
da salmıvermiş, kimi de cehennem ateşine yığılmış kalmış... Mü'mınler
cehennemden kurtulunca : Nefsim yed-i kudretinde olan Allah'a yemin ederim kî;
sizden hiç biriniz hakkı tamamiyle kurtarmak hususunda kıyamet günü
mü'minlerin cehennemdeki kardeşleri İçİn Allah'a niyaz etmelerinden daha fazla
niyazda bulunamaz. Onlar :
— «Ya
Rabbena! {Bu cehennemde
kalan kardeşlerimiz) bizimle
birlikte oruç tutar, namaz kılar ve hacc ederlerdi» diye niyazda
bulunacaklar. Bunun üzerine kendilerine : (Haydİ tanıdıklarınızı akarın;
bundan böyle onların suretleri cehenneme haram olur.) denilecek; onlar da kimi
bacaklarının yarısına kadar, kimi dizlerine kadar ateşe dalmış pek çok kimseleri
cehennemden çıkaracaklar. Sonra :
— «Ya Rabbena! Senin bize çıkarmayı emir buyurduklarından cehennemde hiç kimse kalmamıştır»
diyecekler. (Fakat Teâlâ hazretleri :
— «Dönün, kalbinde dinar ağırlığında hayır olan
her kimi bulursanız onu da çıkarın» buyuracak. Bunun üzerine yine pek çok
kimseleri çıkaracaklar. Sonra (tekrar) :
— «Yarabbi! Senin emir buyurduklarından tek bir
kimse bırakmadık.» diyecekler (Teâlâ hazretleri) :
— «Geri dönün! Kalbinde yarım dinar miktarı
hayır olan her kimi julursanız onu da çıkarın.» buyuracak; yine pek çok
kimseleri çıkaracak-ar. Sonra :
— «Yarabbi! Senin emir buyurduklarından
cehennemde tek bir kim-e bırakmadık» diyecekler. (Teâlâ hazretleri yine) :
— «Gerİ dönün! Kalbinde zerre mikdarı hayır
olan kimi bulursanız >nu da çıkarın,» buyuracak. Yine birçok kimseleri
çıkaracaklar. Sonra :
— «Yarabbi! Cehennemde hiç bir hayır (sahibi)
bırakmadık,» diye-ekler.
(Ebû Sa'id-i Hudri
şöyle diyormuş. Eğer bu hadis hususunda beni tas-ik etmiyorsanız Teâlâ
Hazretlerinin:
— «Şüphesiz kî, Allah zerre kadar zulmetmez,
eğer (yapılan) bir ha-ene olursa kat kat artırır. Ve kendi tarafından pek büyük bir mükâfat
ısan eder.» (Nİsa : 40) âyetini okuyuverin.
Mü'minlerin,
cehennemde hiç bir hayır (sahibi bırakmadık) demele-i üzerine Allah Azze ve
Celle Hazretleri :
«Melekler şefaat etti!
Peygamberler şefaat etti! Mü'minler de şefaat tti, (o halde} Erhamurrahiminden
başka şefaat edecek kalmadı,» buyura-ak cehennemden bir kabza alacak. (Bununla)
cehennemden hiç hayır iş-îmemiş; âdeta kömüre dönmüş bir takım insanlar çıkaracak ve
onları cennet yolları üzerinde olup, hayat nehri adı verilen bir nehre atacak,
o nehirden onlar sel uğrunda biten ot gibi çıkacaklar. Görmüyor musunuz sel
uğrundaki ot, taş altında da, ağaç altında da biter, güneşe bakan tarafı bir
parça sarımtırak, yeşilimtırak olur. Gölgede kalan tarafı İse bembeyaz kalır.»
buyurmuşlar. Ashab:
— «Ya Resulallah galiba sen çölde çobanlık
etmişsin» demişler. Re-sulü\\âh(Sallallahü Aleyhi ve Sellem) (sözlerine devamla):
— «Artık hayat nehrinden boyunlarında inciden
gerdanlıklar olduğu halde çıkarılacaklar; cennetlikler onları (bu alâmetle)
tanıyacaklar. İşte İşlenmiş bir amelleri ve takdim ettikleri bir hayırları
olmaksızın Allah'ın cennete koyduğu, Allah'ın azadlıları'bunlardır, diyecekler.
Sonra Teâlâ hazretleri : «Cennete buyurun, (orada) gördüğünüz her şey
sizindir.» diyecek. Onlar da : «Yarebbena! Şu âlemde hiç bîr kimseye
vermediğin ihsanı bize verdin,» diye mukabele-i şükranda bulunacaklar, onun
üzerine Teâlâ hazretleri:
«Sİze bundan daha
üstün bir atiyyem var,» buyuracak. Cennetlikler: «Ya Rabbena! Bundan daha üstün
ne olabilir?» diyecekler. Teâlâ hazretleri :
«Benim rızam!.. Bundan
böyle ebediyyen size gadab etmiyeceğim buyuracak.»
Müslim diyor ki :
«Ben şefaat hakkındaki
bu hadisi îsâ b. Hammâd Zuğbe-t e [329] 1 -
Nisri'ye okudum ve ona bu hadisi ben senden, sende Leys b. Sa'd 'den işitmiş olmak üzere rivayet edeyim
mi » dedim 1sâ :
«Evet cevabını
verdi» İsâ b.
Hâmmâd'a dedim ki: — «Bize Leys b. Sa'd, Haîid b. Yezid'den, o da Sa'id
b. Ebi Hilâl'dan, o da Zeyd b. Eslem'den, o da Âta' b. Yesar'den, o da Ebû
Sa'id-i Hudri'deıı naklen şöyle dediğini haber vermiştir, (değil mi) :
«Ya Resulüllâh! Biz
Rabbimizi görecek miyiz?» dedik.
Resuîüllâh
«Siz açık bir günde
güneşi görme hususunda birbirinize zahmet veriyor musunuz?» buyurdular. Biz:
«Hayır» dedik...
Böylece hadisi sonuna kadar rivayet ettim. Bu hadis Hafs b. Meyser'e hadisi
gibidir. Yalnız o:
«İşlenmiş bir amelleri
ve takdim ettikleri bir hayırları olmaksızın» cümlesinden sonra:
«Onlara : Gördüğünüz
her şey sizin, bir misli de beraber denilecek» sözlerini ziyade etmiştir. Ebû
Sa'id (Radiyalîtihu anh) : «Duydum ki bu köprü kıldan ince kılıçtan keskinmiş*
demiş.
(okuduğum) Bu
hadisi Isâ b.
Hammad ibaretti.
303 - (...)
Bize bu hadisi Ebû Bekir b. EM Şeybe de rivayet eiti.
(Dedi ki): Bize Cafer
b. Avn rivayet etti. (Dedi ki): Bize Hişâm b. Sad [330]
rivayet eiti. (Dedi
ki): BizcZeyd b. Esjem Hafs ve Sa'id'in isnadlan ile Hafs
b. Mey sere hadisi tarzında
sonuna kadar rivayet etti. Yalnız bazı şeyleri ziyade ve noksan eyledi.
«O, serap gibi (alev
dalgalan) birbirini tar-u mar eden...» cümlesinde geçen serap kelimesi
sıcak-günde çöTde görülen su hayâlidir. Uzaktan su gibi görülür. Yanına
vardıktan sonra bir şey kalmaz. îşte küffânn hâ-lide böyledir. Su var zanniyle
ona koşacaklar fakat su değil ateşle karşılaşarak içine düşeceklerdir.
Mü'minlerin :
«Yarabbi! Biz dünyada
bunlara en ziyade muhtaç olduğumuz halde onlardan ayrı yaşadık, onlarla beraber
olmadık...» sözlerinin mânası :
başlarına gelen şiddet ve korkunun giderilmesi babında Al I ah 'a niyazdır. Çünkü Mü'minler A11ah'a
ibadet uğrunda dünya ma'işeti hususunda yakınlarına muhtaç oldukları halde
onlara yaklaşmamış onlarla teşrik-i mesa-i etmemişlerdir. Bu hal gerek Eshâb-i
kiramın gerekse onlardan sonra gelen bir çok müslümanların her zaman başına
gelmiştir. Fakat müslümanlar Allah ve Resu1ü'ne isyan ederek küfr-ü inadında
daim olanlarla — baüaları, oğulları, kardeşleri ve akrabaları bile olsa —
derhal alakayı kesmiş, onlara hiç bir zaman arz-ı ihtiyaç etmemişlerdir.
Hadisin zahir olan mânası budur. Vakıa Kaadî îyâz: Müs1im'in bu rivayetine
itirazla rivayette değişiklikler olduğunu iddia etmişsede Nevevî : Bunun doğru
olmadığını Müs1im'in rivayetinin sahih olduğunu söylemiştir.
«Hatta bazıları hemen
hemen dönmeye yaklaşacaklar.» cümlesinin mânası geçirdikleri şiddetli imtihan
sebebiyle bazıları doğruyu söylemekten dönmeye ramak kalacak demektir, Cümlesi
esas itibarı ile bacak açılacak demektir. Burada ondan murâd lisan ulemâsının
Cumhuru ile İbni Abbas (RadiyaUahu anhya, göre; korku ve şiddetin açılmasıdır.
Zaten Araplar «sâk» kelimesini baş sıkısı hususunda darb-ı mesel yapmışlardır.
Çünki Araplara göre; insan başı dara geldiği zaman kollarını sıvar ve
paçalarını çeker. Biz bu makamda yelkenler indi gibi tabir kullanırız. Bu
sebeple tercümeyide ona göre yaptık.
Bazıları: «Buradaki
«sâk» tan murâd büyük bir nurdur» demişlerdir. Bu takdirde mâna: Mü'minler
Allah Teâlâ'y1 görünce; yeni faydalar ve Eltaf-ı ilâhiyye zuhur edecek
demektir. Bir takımları; «Sâk» dan murâd meleklerden bir cemaattır. Hatta
Sâk'ın bir mahlûk olduğunu mü'minlerin mutat pazar yerlerinden çıkarak onları
başkalarından ayırmak için bir alâmet olmak üzere yaratıldığını da söyleyenler
vardır. Hâttâbî diyor ki: «Kıyamet gününde bu makamda A11ah'ı görmek başka;
cennette mü'minlerin görmesi gene başkadır. Cennette mü'minlerin Allah Teâlâ'yı
görmeleri A11ah'm onlara bir ikramıdır. Burada görünmesi ise sırf bir imtihan
içindir.»
Allah her birinin
sırtını tek bir tabaka haline getirecek, her secde etmek isteyen kafası üzerine
düşecek.» cümlesinden murâd; hepsinin sırtı sahife şeklinde dümdüz, bir
olacaktır. Bu cümleye bakarak bazıları tek-lif-i mâla yutâkın caiz olduğuna
kail olmuşlarsa da bu istidlal bâtıldır. Çünkü âhiret teklif diyarı değildir.
Oradakilere verilecek secde emri imtihan içindir.
(Teklif-i mâla yutak:
Kulun gücü yetmiyeceği işleri ona emretmektir. Teâ1â Hazretlerinin güçleri
yetmiyecekleri şeyleri kullarına emredip etmemesi ulemâ arasında ihtilaflı bir
meseledir. Yeri usul-u fıkıh ve usulü dindir.)
Bazıları mahşer
yerinde münafıkların da mü'minlerle beraber olmalarından onların da mü'minler
gibi Allah Teâlâ'yı göreceği mânasını anlamışlardır. Fakat İmam Nevevi'nin beyanına
göre münafıklar Allah Teâ1â'yi göremiyeceklerdir. Bu hususta sözlerine itimad
edilir ulemânın icma'i vardır. Zaten hadisi şerifte münafıkların Allah'ı
görecekleri tasrih edilmemiş yalnız mü'minlerle münafıkların karışık bulunduğu
yerde bir sıfat görecekleri; Teâ1â Hazretlerinin daha sonra tecelli edeceği
bildirilmiştir. Bundan münafıkların da A11ah'ı göreceği lâzım gelmez.
Münafıkların A11ah'ı göremiyec eklerine kitap ve sünnetten delil vardır.
«Bazdan bakarsın
sapasağlam kurtulmuş, diğeri tırmalanmış 6a salı-nıvermiş, kimi de cehennem
ateşine yığılmış kalmış...» Resulüllâh (Sallallahu Aleyhi ve Sellem)hü sözleri
ile ehl-i mahşeri üç kısma ayırmışlardır. Bunların birincisi; hiç bir #zap
görmeden kurtulacak olan mü'minlerdir. İkinci kısım; biraz azab görüp serbest
bırakılacak olanlardır. Üçüncü kısımda; cehenneme yağılırcasına atılacaklardır.
«Nefsim yedinde
olan...» cümlesindeki istiksa' kelimesi: İstida, İstida' ve istifa'
şekillerinde de rivayet olunmuştur. Kaadî İyâz bunların bir tashif ve vehimden
ibaret olduğunu söylemiş doğrusu: «Burada olduğu gibi istiksa'dır» demişsede
Nevevî buna itirazla rivayetlerin hepsinin doğru olduğunu ve hepsinin güzel bir
mâna ifade ettiğini söylemiştir. Ona göre birinci ve ikinci rivayetlerin
mânası: «Dünyada mühim bir mesele karşısında kaldığınız zaman o meselede sizi
aydınlığa çıkarması için Allah'a bütün gücünüzle yalvararak niyazda bulunmanız
mü'minIerin cehennemdeki din kardeşleri için yaptıkları niyazdan daha üstün olamaz»
demektir. Üçüncü ve dördüncü rivayetlere göre ise; «Dünyada sizin hasmınızdan
hak İstemeniz veya hakkım tamamiyle almanız...» manasınadır.
Hadiste cehennemlikler
hakkında :
«Kalbinde bir dinar,
yarım dinar hayır olan her kimi bulursanız cehennemden çıkarın.»
buyurulmaktadır. Kaadî İyâz buradaki hayırdan muradın. Yakın yani iman olduğunu
söylüyor. Fakat Nevevî : «Onun mânası mücerred iman değil imanından fazla bir
şey bulunan demektir; Çünkü tasdikten ibaret olan mücerred iman bir bütündür
parçalanamaz. Binaenaleyh bir dinar, yarım dinar, zerre kadar tabirleri ile
bildirilen parçalı şey mutlaka ya amel-i salih ya zikri hafî yahut fakire
acımak Allah 'tan korkmak ve iyi niyet sahibi olmak gibi kalp amellerinden bir
amel olacaktır» diyor.
Teâ1â Hazretlerinin
cehennemden bir kabza almasından murâd oradan bir cemaat alıp çıkarmasıdır.
1) Mü'minler
âhirette Teâ1â hazretlerini göreceklerdir.
2)
Namaz ibadetlerin efdalidir.
Çünkü namazda secde
vardır, Resûlüllâh (Salla Uakii
Aleyhi ve SeUem) bir hadisi şerifinde:
«Kulun Rabbine en
yalcın olduğu zaman secde halidir.» buyurmuşlardır.
3) Hadis-i
Şerif Teâ1â Hazretlerinin lûtf-u
keremine ve geniş faziletine delildir.
3) Sırat,
cennet, cehennem, haşr, neşr ve sual haktır.
5) Hadis-i
şerif aynı zamanda secdenin faziletine delâlet etmektedir.
6) Şefaat
caizdir. Dalâlet fırkalarından Haricilerle, Mu'tezile şefaati inkâr ederler.
Onlara göre âsi cehennemde ebedi kalacaktır. Bu bâbta bazı âyetlerle istidlale
kalkışmışlar şada Ehl-i sünnet ulemâsından hakettikleri dersi almışlardır.
304 - (184)
Bana Harun b. Sait el-Eylî rivayet etti. (Dedi ki): Bize İbni Vehb rivayet etti
dedi ki; bana Mâlik b. Enes, Amr b. Yahya b. Umâ" radan [331]
haver verdi dedi ki: Bana babam, Ebû Said-i Hudrî'den naklen rivayet etti ki;
Resulüllâh (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) şöyle buyurmuşlar:
«Allah cennetlikleri
cennete koyacak. O dilediğini rahmetiyie cennete koyar. Cehennemlikleri de
cehenneme koyacak. Sonra : Bakın, kalbinde hardal danesi kadar iman olan kimi
bulursanız, onu cehennemden çıkarın,» diyecek bunun üzerine böyleler!
cehennemden kömür gibi yanmış, kavrulmuş olarak çıkarılacaklar ve hayat yahut
hâyâ nehrine atılacaklar. Orada sel kenarında otun bittiği gibi bitecekler.
Siz onu görmediniz mi nasıl sapsarı kıvrılmış olarak çıkar.»
305 - (...)
Bize Ebû Bekr b. Ebi Şeybe'de rivayet etti. (Dedi ki): Bize Affan [332]
rivayet etti. (Dedi ki): Bize Vüheyb [333]
rivayet etti. H.
Bize Haccac b. Eş-Şair
da rivayet etti. (Dedi ki): Bize Amr b. Avn rivayet etti. (Dedi ki): Bize
Halid [334] haber verdi. Vüheyb'Ie
Halid'in her ikisi Amr b. Yahya'dan bu isnadla rivayet etmişler onlar:
«Bunun üzerine hayat
namı verilen bir nehire atılacaklar.» demişler ve (rivayette) şekketmemişler.
Halid'in hadisinde:
«Sel kenarında selin
geçirdiği tohumların bittiği gibi.» Vuheyb. Hadisinde İse:
«Dere kenarındaki
siyah çamur içinde yahut selin getirdiği milli toprak ıçinds otun bittiği
gibi.*, ibareleri vardır.
306 - (185)
Bana Nasr b. Ali El-Cehdamî'de rivayet etti. (Dedi ki): Bize Bişr yani
(İbni'l-Mufaddal) Ebû Mesleme[335] 'den,
o da Ebû Nadra [336] 'dan,
o da Ebû Sa'id'den naklen rivayet etti. Ebû Sa'id şöyle demiş; Re-sulüllâh
(SaUaUahü Aleyhi ve Selletn):
«Hakkıyle ehl-İ nâr
olan cehennemliklere gelince : Şüphesiz ki onlar cehennemde ne ölürler, ne de
dirilirler. Lâkin bir takım insanlar vardır ki, günahları sebebiyle (yahut)
hataları sebebiyle (buyurmuştur.) Kendilerine ateş isabet etmiş ve onları
adamakıllı öldürmüştür. Nihayet (yanıp) kömür oldukları zaman (onlar hakkında)
şefaata izin verilecek. Ve takım takım getirilerek cennet nehirlerine
dağıtılacaklar. Sonra : (Cennetliklere hitaben) «Ey cennetlikler! Şunların
üzerine su serpin,» denilecek, bu suretle sel kalıntısında ot biter gibi
bitecekler.» buyurdular.
Cemaattan biri:
«Galiffa Resuliillâh (SaUaUahü Aleyhi
ve Selletn) çölde bulunmuş» demiş.
307 - (...)
Bize bu hadisi Muhammed b. el-Müsenna ile îbni Beşşâr da rivayet ettiler
dediler ki: Bize Muhammed b. Ca'fer rivayet etti. (Dedi ki): Bize Şu'be Ebû
Mesleme'den rivayet etti. Demiş ki: Ebû Nadra'yi Ebû Saîd-i Hudri'den, o da
Peygamber(Salîallahü Aleyhi ve Sellem)'den naklen «sel kalıntıları» na kadar bu
hadisin mislini rivayet ederken dinledim. Sonunu zikretmedi.
Bu hadisi Buharı
«Kitabu'1-İman» ve «Kitabu'r-Rukak» da rivayet etmiştir. Hadisi Nesaî dahi
tahriç etmiştir.
Hadis-i şerif bütün
rivâyetîeri ile cehennemdeki mü'minlere şefaat edileceğine delâlet etmektedir.
Bu hususta Kaadî İyâz şunları söyler: «Ehl-i sünnetin mezhebine göre şefaat aklen
ve naklen caizdir. Teâ1â Hazretlerinin.
«O gün rahman olan
Allah'ın izin verdiklerinden başka hiç bfr kimseye şefaat fayda vermez.»
âyet-i kerimesi- ile emsali âyetler ve mecmu'u tevatüre varan sahih hadisler
buna delil<ür. Ehl-i sünnetin selef ve halef ülemâsıda şefaatin caiz
olduğuna ittifak etmişlerdir. Buna yalniz Haricilerle bazı Mutezileler itiraz
etmişlerdir. Onların mezhebine göre âsi mü'minler cehennemde ebedi
kalacaklardır. Delilleri:
«Cehennemliklere şefaatçilerin
şefaati fayda vermiyecekîir.» ve
«Zalimler için (o gün)
ne bir dost vardır, ne de sözü dinlenir bir şefaatçi.» âyet-i kerimeleridir.
Fakat bu âyetler kafirler hakkındadır. Şefaat hadisi dahi; «Derecelerin
arttırılması» hakkındadır diye te'vil ederlerse de bu teVil dahi bâtıldır.
Bizzat sadedinde bulunduğumuz hadislerin lâfızları onların mezhebinin butlanı
hakkında sarih delildirler.
Birincisi: Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) 'e
mahsustur
ki; kıyamet gününde
durak yerindeki şiddet ve dehşetten rahata kavuşmak ve hesabın çabuk görülmesi
hususundadir.
İkincisi: Bir takım
bahtiyarların sualsiz hesapsız cennete girmeleri hususundadır. Bunun dahi
Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve SeHem)'^ mahsus olduğuna dair hadis vardır.
Üçüncüsü : Cehennemi
haketmiş bazı mü'minler hakkındadır. Bun-larada Resulüllâh (Sallallahü Aleyhi
ve Sellem) ile Allah 'm dilediği bazı zevat şefaat ed^eceeklerdir.
Dördüncüsü: Fiilen
cehenneme girmiş günahkârlar hakkındadır. Bunlara Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) melekler ve bazı mü'minler şefaat edecek bu
sayede Teâ1â Hazretleri için «Lâ ilahe illallah» diyen mü'minler cehennemden
kurtulacaklardır.
Beşincisi: Cennetliklerin derecelerini ziyadeleştirmek
hususundaki şefaattir. Mü'tezile bu şefaati inkâr etmedikleri gibi ilk haşr
zamanındaki şefaati da inkâr etmezler. Meşhur rivayetlerle sabit olmuştur ki;
selef-i salihin (Radıyallahu Anhüm) Peygamberimiz (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)
'den şefaat niyazında bulunmuşlardır. Binaenaleyh:
«Bir kimsenin Allah
'tan peygamberinin şefaatim istemesi mekruhtur. Çünkü istenilen şefaat
günahkârlar için olacaktır» diyenlerin sözüne i'tibar edilmez. Zira şefaat
yalnız günahkârlar için değil yukarda da arz ettiğimiz gibi bazen hesabı
hafifletmek ve dereceleri yükseltmek içinde olur. Sonra aklı başında olan
herkes Allah'a karşı kusur işlediğini ve onu.i affına muhtaç olduğunu itiraf
eder. Kendi amellerine güvenmez. Helak olunanların zümresine katılacağından
korkar. Şefaat istemeyi kerih gören bu kavle göre Allah 'tan mağfiret ve
rahmet dilemekte doğru olmamak lâzım gelir. Çünkü bunlar da günahkârlar
içindir. Halbuki selef ve halefin duaları bunun aksini ispat etmektedir.
«Kalbinde harda!
danesi kadar iman olan...» ifadesi bir temsildir. Ölçü hususunda mi'yar
değildir. Çünkü; iman cisim olmadığı için tartılmaz. Fakat bu husustaki kavl-i
tahkika göre kulun ameli indallah bir eisime konarak tartılacaktır.
İmamu'l-Harameyn: «Amel defterlerini Cenabu Allah tartacaktir...» demiş bunun
aîden müs-tahil olmadığım söylemiştir. Amellerin tartılması ya bu suretle
olacak yahut ameller cisim suretinde temsil edilerek tartılacaktır. Zeccac ve
diğer ehl-i sünnet müfessirleri insanın son amellerinin tartılacağını ve ona
göre hayır veya şer verileceğini rivayet etmişlerdir. Burada hayat nehri şekk
ile rivayet edilmiş: «Hayat yahut haya nehri» denilmiştir. Buhârî Sahihinde bu
şekkin hadisi rivayet
eden Mâlik 'ten olduğunu tasrih etmiştir. Mâİik'ten başka râviler «Hayat nehri»
diye seksiz olarak rivayet etmişlerdir.
Haya kelimesi yağmur
mânasına gelir. Yağmura haya denilmesi yer yüzünü ihya ettiği içindir. Hayat
nehrinin suyu cehennemde yanıp kavrulan insanları ihya ederek onları taptaze
bir hale getireceği için ona haya denilmiştir.
«Gusâ» selin getirdiği
şeylerdir.
«Hamie» nehirlerin
kenarındaki kara çamurdur. «Hamile» ise Gusâ' manasınadır. Yani selin getirdiği
şeylerdir.
MüsIim'in Nasr b. Ali
'den tahriç ettiği bir rivayette Resulüllâh (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)
cehennemliklerin cehennemde ne ölü ne diri bir halde bulunduklarını haber
veriyor. Bundan murâd — AUah-u Alem— kâfirlerdir. Çünkü; ebedi olarak
cehennemde kalmayı hak eden onlardır. Küffar cehennemde yanıp kül olmazlarsada
bir an rahat yüzü görmedikleri için onların hayatına hayatta denmez. Nitekim
ayni ifade Kur'ân-ı Kerîm'dede mevcuttur.
Teâ1â Hazretleri
«Sonra cehennemde ne
ölür, ne dirilir.» buyurmuştur. Ehl-i hakkın mezhebi de budur onlar: «Ehl-i
cennetin nimetleri daimi olduğu gibi küt farın cehennemdeki azaplanda daimidir»
derler.
Nevevî 'nin beyanına
göre Resulüllâh (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) 'in :
«Lâkin bir fakım
insanlar vardır ki; günahları sebebiyle (yahut hataları sebebiyle) kendilerine
ateş isabet etmiş ve onları adamakıllı öldür* muştur...» sözü günahkâr
mü'minler hakkındadır. Bunlar A11ah'in dilediği kadar, azap olunacaklar sonra
öleceklerdir.
Buradaki ölümden murâd
da hissi gideren hakiki Ölümdür. Demek oluyor ki; günahkâr mü'minler
günahlarına kadar yanacak, sonra Allah Kendilerini öldürecek ve A11ah'in
dilediği kadar cansız olarak cehennemde kalacaklar sonra ölü olarak
cehennemden çıkarılacak eşya taşır gi-t>i takım takım cennet nehirlerine
götürüleceklerdir. Kömür haline gelmiş bulunan vücutlarına hayat suyu
serpilince hemen dirilecekler ve sel yatağında biten otlar gibi çabucak
büyüxecekler bütün uzuvları ve kuvvetleri tamamen eskisi gibi olacak ondan
sonrada yerlerine gönderileceklerdir.
Kaadî İyâz
buradaki ölümün iki vechi olduğunu nakleder :
1) Buradaki
ölümden murâd hakiki ölümdür.
2) Murâd
hakiki ölüm değildir. Ancak çektikleri ızdıraptan dolayı hissiz kalırlar. Fakat
Nevevi «Muhtar olan bizim arzettiğimizdir. Yani ölümden murâd hakiki ölümdür»
diyor
1) Asi
rnü'minl erden bir taife cehenneme girecektir. Dalâlet fırkalarından Mürcienin
mezhebine göre; imanı ölen bir kimseye günah zarar etmez. Binaenaleyh mü'min
ne kadar günah işlese de cehenneme girmez. Bu hadis onların aleyhine ve ehl-i
sünnetin lehine delildir.
2) Hadis-i
Şerif: «Günahkârlar ebediyyen cehennemde kalır» diyen Mu'tezile tayfasınında
aleyhine delildir. Çünkü bu hadiste bir takım günahkârların cehenneme
girecekleri nassan bildirilmiştir.
3) Mü'minler
amelleri hususunda birbirlerinden farklıdırlar.
4) «Ameller
imandan cüzdür» diyenler bu hadisle istidlal etmişler-sede Allâme Ayni bunu
asla kabul etmemiştir.
308 - (186)
Bize Osman b. Ebl Şeybe ile İshâk b. İbrahim el-Hanzali ikisi birden Cerir' [337] den
rivayet ettiler. Osman dedi ki: Bize Cerir, Mansur' [338]dan,
o da İbrahim'im [339] den,
o da Abîde' [340]den, o da Abdullah b.
Mes'ud'dan naklen rivayet etti. İbni Mes'ud şöyle demiş: Resulüllâh (Sallallahü
Aleyhi ve Sellem):
«Ben ehl-i narın
cehennemden en son çıkacak olanını ve ehl-i cennetin en son cennete girecek olanını
âlâ biliyorum. Bu zat cehennemden emekliyerek çıkacak ve Allah Tebareke ve
Teâlâ ona :
«(Haydi) git cennete
gir, diyecek.» Bunun üzerine o zat cennete gidecek, fakat ona cennet dolmuş
gibi görünecek ve dönecek :
— «Ya Rab! Ben cenneti dolmuş buldum,» diyecek.
Allah Tebareke ve Teâlâ ona (yine) :
— «Git cennete gir,» diyecek. O da gidecek.
Fakat ona yine cennet dolmuş gibi gelecek ve tekrar dönecek :
— «Yarabbi! Ben onu dolmuş buldum,» diyecek.
Allah ona tekrar:
— «Git cennete gir! Zira (orada) senin İçin
dünya kadar ve dünyanın on misli yer vardır. Yahut sana dünyanın on misli yer
vardır» diyecek. O zat:
— «Melik sen olduğun halde benimle alay mı
ediyorsun? Yahut benim aklıma mı gülüyorsun?» diyecek.»
Ravi demiş ki:
«Vallahi Resulüllâh (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) 'in güldüğünü hatta azı
dişlerinin göründüğünü gördüm (ashab arasında) cennetliklerin en aşağı mertebe
olanı bu zattır. Diye söyleniyordu.
309 - (...)
Bize Ebû Bekr b. Ebi Şeybe ile Ebû Küreyb rivayet ettiler, lâfıs Ebû Küreyb'iııdir.
Dediler ki: Bize Ebû Muaviye, A'meş'ten, o da İbrahim'den, o da Abîde'den, o da
Abdullah'tan naklen rivayet etti. Abdullah şöyle demiş: Resulüllâh (SalkilUıhü
Aleyhi ve Sellem):
__ «Ben ehli narın
cehennemden en son çıkanını pek âlâ biliyorum.
(Bu zat) oradan
sürünerek çıkacak ve kendisine haydi git cennete gir, denilecek. Bunun üzerine
o da gidecek, cennete girecek. Ve insanları herkes yerine yerleşmiş oiarak
bulacak. Kendisine :
— Geçmişte içinde bulunduğun zamanı hatırlıyor
musun? denilecek.
O da:
— EveH cevabını verecek. Sonra ona :
— Dile
(ne dilersen} diyecekler. O da dilİyecek. Kendisine :
— Dilediğin senin. Dünyanın on misli de senin,
diyecekler. Bunun üzerine o kul :
— «(YarabbÜ),Melik ancak sen olduğun halde
benimle alay mı ediyorsun?» diyecek.»
Ravi demiş ki:
— «Vallahi Resulüllâh (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) 'i
gülerken gördüm. Hatta azı dişleri göründü.»
Bu hadisi Butıârî
«Kitabu't-Tevhid» ve «Kitabu'r-Rukak» da, Tirmizi «Sifat-ı Cehennem» de İbni
Mace dahi «Kitabuz-Zuhd» te tahriç ekmişlerdir. Hadisin buradaki rivayetlerinin
birinde «Hab-ven» diğerinde «Zahfen» bazı nüshalarda «Kebven» tabirleri göze
çarpmaktadır.
«Habv» emeklemek yahut
oturarak sürünmek demektir.
«Zahf» oturarak
sürünmektir.
«Kebv» de yüzükoyun
tökezlemektir. Binaenaleyh bu mânaların üçü-de ya birbirinin müteradifi yahut
birbirine yakındır. Müteradif olmadığına göre; mâna- kimi emekliyerek kimi
sürünerek yürüdüğüne hamlolunur.
«Benimle alay mı
ediyorsun. Yahut benîm aklıma mı gülüyorsun?» ibaresi râvinin şekkindendir.
Yani, ya öyle dedi ya böyle demek istiyor. Haddizatında:
«Benim aklıma mı
gülüyorsun?» buyurulmuşta olsa mâna yine benimle alay mı ediyorsun? demek
olur. Çünkü alay edenin şanı tahkir ettiği kimseye gülmektir. Binaenaleyh
gülmek mecazen alay etmiş olmak yerinde kullanılır.
«Benimle alay mı
ediyorsun?» sözü hakkında ulemadan birkaç kavil rivayet edilmiştir. Bunlar:
1) Maziri
'ye göre; bu söz hadisin manâsında mevcut olan fakat lâfzan zikredilmeyen bir
şey'e mukabeledir.. Çünkü, bu zat Allah
'tan başka bir şey istemeyeceğine söz vermiş, sonra bu sözünden dönerek tekrar
istemişti. İşte bu sözünden dönmesi alay ve istihza yerine geçmiş ve o zat Teâ1â hazretlerinin:
«Cennete gir» emrine
karşı cennetin dolu olduğunu zannederek geri döndükçe tekrarlanan gir emrini
kendisini tama'landırmak ve sözünden döndüğü için verilen bir ceza telâkki
etmiş. Sonra cezaya alay itl^k ederek benimle alay mı ediyorsun? yani beni
cennete tama'landırıp imrendirmek suretiyle bana ceza mı veriyorsun? demek
istemiştir.
2) Ebu Bekr
Sayrafî 'ye göre bu sözün manâsı: Allah
hakkında muhal olan alay ve istihzayı nefiydir. Ve adetâ bu zat:
«Yarabbi! bilirim ki
sen benimle alay etmezsin. Çünkü Rabbülâlemin-sin, bana verdiğin bol nimetler
ve dünyadan kat kat fazla İhsanlar haktır. Lâkin ben bunlara lâyık olmadığım
halde yine de vermene şaşıyorum.» demiş gibidir.
3) Kaadî
Iyâz'a göre; o zat bu sözleri ne söylediğini bilmeyerek söylemiş
olacaktır. Çünkü hatır ve hayale
gelmeyen in'am-u ihsanlar karşısında sevincinden çıldıracak hale gelerek ve
kendini tutamı-yarak bunları söyleyivermiştir. Yoksa söylediklerine kendisi de
inanacak deği-ldir. Bu sözler dünyadaki amel üzere ağzından çıkmış olacaktır.
Nitekim başka bir zat hakkında
Resulüllâh (Sallallahü Aleyhi
ve Sellem) :
«Sevinçten kendini
tutamayarak, Yarabbi! Sen benim kulum, ben senin Rabbinim, diyecek.» buyurmuştur.
Nevaciz: hakikatte
avurt dişleri demekse de burada lûgât ulemasının cumhuruna göre azı dişleridir.
Maamafih yan dişleri yahut öğütücü dişleridir, diyeneler de vardır. Bu cümle
haddini aşmamak şartı ile bazen gülmenin mekruh olmadığına delâlet eder.
Rivayetlerin birinde;
«Senin için dünya
kadar ve dünyanın on misli yer vardır.» diğerinde;
«Dilediğin senin,
dünyanın on misli de senin.» Duyurulmuştur. Bu rivayetlerin ikisi de aynı
manâya olup biri diğerinin tefsiri mesabesindedir,
Ed'âf; emsal
manasınadır. Çünkü lûgât ulemasına göre di'f misi demektir.
Bazı rivayetlere göre;
cennete en son girecek olan bu zatın ismi Hen-nâd'dır. Hasan-ı Basri 'nin «Keşke
ben Hennâd olsaydım» dediği rivayet olunur. Hasan-ı Basri bu temennisini
Hennâd'm imanını kurtarmasına bakarak yapmıştır.
310 - (187)
Bize Ebu Bekir b. Ebî Şeybe rivayet etti (dedi ki) bize Af fan b. Müslim
rivayet etti (dedi ki): Bize Hâmmâd b. Seleme rivayet etti (dedi ki): Bize
Sabit, Enes'den, o da İbni Mes'ud'dan naklen rivayet etti ki Resulullâh (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) :
«Cennete gireceklerin
en sonuncusu bir adamdır. Bu zat kâh yürüyecek, kâh yüzü üstü düşecek. Bazan
da yüzünü ateş çalacak. Ateşi geçtiği zaman ona bakacak :
— Beni senden kurtaran Allah ne mübarektir.
Yemin olsun ki; Allah gelmiş ve geçmişlerden
hiç bir kimseye vermediğini bana
ihsan etti, diyecek. Bunun
üzerine ona bir ağaç gösterilecek (o zat) :
— Yarabbi! Beni şu ağaca yaklaştır da
gölgesiyle (bir parça) gölgeleneyim ve suyundan içeyim, diyecek. Allah (Azze
ve Celle) hazretleri de :
— «Ey Âdemoğlu!
Bilirim, bunu sana verirsem benden başkasını da istersin,» diyecek. O
zat:
— «Hayır (istemem) Yaarbbİ!» diyecek ve
bundan başka bir şey ts-temiveceğine Allah'a söz
verecek. Rabbi de onu mazur görecek.
Çünkü o zat sabredemiyeceği bir şeyi görmüş olacaktır. Binaenaleyh onu ağaca
yaklaştıracak, o da ağacın gölgesi ile gölgelenecek, onun suyundan içecek.
Sonra kendisine birinciden daha güzel bir ağaç gösterilecek. O zat yine :
— «Yarabbi! Beni şu ağaca yaklaştır da onun
suyundan içeyim, gölgesiyle gölgeleneyim, bundan başka senden bir şey istemem,
diyecek. (Teâlâ hazretleri) :
— «Ey Âdemoğlu! Sen verdiğimden başka bir şey
istemiyeceğine söz vermedin miydi? Seni bu ağaca yaklaştırsam başkasını da
istersin,» diyecek. Kul (yine) başkasını istemiyeceğine söz verecek. Rabbi de
onu mazur görecek. Çünkü o adamcağız sabredemiyeceği bir şey görmüştür. Binaenaleyh
onu o ağaca da yaklaştıracak. Onun gölgesinde de gölgelenip suyundan içecek. Sonra cennet kapısının yanında ona evvelkilerden daha güzel bir ağaç gösterilecek kul (bu
sefer dahi) :
— «Ya
Rabbi! Beni şu ağaca yaklaştır da
gölgesi ile gölgeleneyim, suyundan da
içeyim, (emin ol) bundan başka senden bir şey istemem, diyecek. (Allah-u
Azimüşşan yine) :
— «Ey Âdemoğlu!
Başkasını istemiyeceğine sen bana söz vermemiş miydin?» diyecek. Kul :
— «Evet Yarabbi! (vermiştim.) Ama bu (son
olsun.) Senden başkasını istemem,» diyecek. Rabbi onu yine mazur görecek. Çünkü
o zat sabredemiyeceği bir şey görmüştür, onun
için kendisini ağaca
yaklaştıracak. Allah onu ağaca yaklaştırınca (bu .sefer) cennetliklerin
seslerini işiterek :
— «Yarabbi!
Beni buraya koy» diye (niyaz ede)
cek. (Teâlâ hazretleri) :
— «Ey âdemoğlu! Acep senin benden dileklerini
ne keser? Acaba dünyayı ve onunla
birlikte bir mislini de sana versem razı olur musun?» diyecek. O zat (buna) :
— «Yarabbi!
Rabbülâlemin olduğun halde benimle alay mı ediyorsun?» mukabelesinde
bulunacak.»
Bunun üzerine İbni
Mes'ud gülmüş ve:
— «Niye güldüğümü sorsamza!» demiş
(Yakındakiler):
— «Niye gülüyorsun?» demişler. (O zaman) İbni
Mes'ud şunları söylemiş:
— «Resuhıllah
(Sallalîahü Aleyhi ve Selîem) böyle
gülmüş de Ashab:
— «Niye gülüyorsun ya Resulâllah?» demişlerdi,
O da:
— «Bu zat: Sen Rabbülâlemin olduğun halde
benimle alay mı ediyorsun? dediği zaman Rabbülâleminin dıhk'ine gülüyorum.»
(Ona) : «Bön seninle alay efmiyorum, lâkin ben dilediğimi yapmaya kadirim
buyuracak,» dedi.
311 - (188)
Bize Ebu Bekr b. EM Şeybe rivayet etti (dedi ki): Bize Yahya b. Ebu Bükeyr [341]
rivayet etti. (Dedi ki): Bize Züheyr b. Muhammed, [342]
Süheyl b. Ebi Salih'ten, o da Nu'man b. Ebî Ayyâş'tan, o da Ebu
Sa'id-i Hudri'den
naklen rivayet etti ki Resulullâh (Sallalîahü Aleyhi ve Sellem):
«Ehl-İ cennetin makam
itibari ile en aşağısı öyle bir
adam olacaktır
ki; Allah onun yüzünü
Cehennemden cennete doğru çevirecek ve ona
gölgeli bir ağaç misali gösterecektir. O adam :
— «Yarabbi! Beni şu
ağaca götür de gölgesinde olayım,» diyecek...»
Ebu Sa'id (Radiyallahu
anh) bu hadisi İbni Mes'ud hadisi gibi rivayet etmiş. Yalnız:
«Teâlâ hazretleri : Ey
âdemoğlu! Acep senin benden İsteğini ne keser?» cümlesinden itibaren
hadisin" sonuna kadar olan kısmını zikretmem iş. Ama o bu hadiste:
«Allah o adama : Şunu
ve şunu da İste diye hatırlatacak; istekler bittikten sonra Allah; bütün
isteklerin ve onların on misli de senin diyecek.» İbaresi ile;
«Sonra o adam
(cennetteki) evine girecek, onunla -beraber Hûru'l în'-den olan iki zevcesi de
girecekler. Zevceleri «Seni bİzİm için, bizi de senin için ihya eden Allah'a
hamdolsun» diyecekler. O adam dp : «Bana verilenin misli hiç bir kimseye
verilmemiştir diyecek.» cümlesini ziyade etmiştir.
Bu iki rivayetin
birincisindeki:
«Bu zat kâh yürüyecek,
kâh yüzüstü düşecek, bazan da yüzünü a^es çalacak.» ifadesinden murad adamın
cehennemde yana yana bîtap düştüğünü bu sebeple güç halle ayakta durabildiğini
ve yeni yürümeye başlamış çocuklar gibi düşe kalka gittiğini hatta arasıra
cehennemin alevleri yetişerek yüzünü yaktığını ve yüzünde simsiyah eser
bıraktığını anlatmakdır. Rivayetlerin bazısın cümlesindeki zamir şeklinde müennes
olarak zaptedilmiştir. Bunların ikiside sahihtir. Müennes olduğuna göre manâ:
«Sabredemiyeceği bir
nimet.» diye te'vil olunur, cümlesinin manâsı:
«Senin benden dilemeni
ne keser?» demektir. Bu cümleyi Müs1im'den başkaları şeklinde rivayet
etmişlerdir. İbrahimi Harbi:
«Doğrusuda budur»
diyerek Sahihi Müslim 'deki rivayeti kabul etmemiş isede Nevevi : «Buna
itirazla rivayetlerin ikiside sahihtir. Zira'isteyen istenilenden alâkayı
keserse istediği şeyde istenmez olur. Hadisin manâsı: «Seni hangi şey razı
edipte aramızdaki dilek faslına nihayet verir demektir.» şeklinde mütalâ
yürütmüştür.
Resûlüllâh (SaUallahü
Aleyhi ve Seîlem) 'in :
«Rabbülâleminİn
dıkh'ine gülüyorum.» ifadesindeki dıhk'in hakikati gülmek demeksede biraz
yukarıda görüldüğü vecihle Allah Teâ1â hakkında gülmek müstahil olduğu için ona
isnad edilen dıhk Alla h'ın rızası, rahmeti ve merhamet buyurduğu kullarına
hayır irade etmesidir diye te'vil olunur.
~~ (189) BİZe Sa'id b" Amr-
E1"E§'asî rivayet etti. (Dedi ki)- Bize yan b. Uyeyne, Mutarrîf [343] ile
İbni Ebcer' [344] den, onlarda Şa'bf-den
naklen rivayet ettiler. Şâbî demiş ki: «İnşaallah Muğire b. Şu'beyi rie-vayet
ederken işittim,» H.
Bize İbni Ebî Ömer de
rivayet etti (dedi ki) bize Süfyan rivayet etti
(dedi ki) bize
Muttarif b. Tarif [345] ile
Abdülmelik b. Sa'id [346] rivayet
ettiler. Onlar da Şa'bî'yi Nugiratü'bnü Şu'be'den naklen haber verirken işitmişler.
Şâ'bi: Ben Mugira'yı minber üzerinde bu hadisi Resûlüllâh (SaüaUahü Aleyhi ve
Sellem)'e ref ederken dinledim demiş.
Bana Bişr b. Hakem
dahi rivayet etti lâfız onundur. (Dedi ki) Bize Süfyan b. Uyeyne rivayet etti
(dedi ki): Bize Mutarrif ile İbni Ebcer rivayet ettiler. Onlar da Şa'bi'yi
şöyle derken işitmişler; Ben Mugiretü'bnü Şu'be'yi minber üzerinden halka haber
verirken dinledim. Süfyan demiş-ki Mutarrif'le îbni Ebcer'den biri —zannederim
İbni Ebcer— ref etti. Resûlüllâh (Sallallahü Aleyhi ve Seltem) şöyle
buyurmuşlar:
«Musa Rabbine sordu :
(Yarabbi!) Cennetliklerin makam itibarı ile en aşağısı kimdir? dedi. (Teâlâ
hazretleri de)
— Ehi-i cennet, cennete konduktan sonra gelecek
bir adamdır. Ona cennete gir, denilecek. O :
— Yarabbi
nasıl gireyim! Herkes alacağını almış, yerine yerleşmiş, diyecek.
Kendisine :
— Dünya hükümdarlarından bir hükümdarın mülkü
kadar mülkün olmasına razı değil inisin? denilecek. O da :
— Razı
oldum Yarabbi! diyecek.
Bunun üzerine (Teâlâ
hazretleri} :
— Bu kadarı ve onun bir misli daha, bir misli
daha, bir misti daha, bîr misli daha senindir, diyecek. O adam beşincisinde :
— Razı
oldum Yarabbi! diyecek. Bunun
üzerine (Teâlâ hazretleri) :
— Bunlar ve bunların on misli de senindir.
Canının istediği ve gözünün beğendiği her şey de senindir, diyecek. O zat:
— Razı oldum Yarabbi! diyecek. buyurdu.
(Bu cevaptan sonra
Musa) Yarabbi! Ya cennetliklerin makam itibarı ile en yüksek olanı kimdir, diye
sordu. (Teâlâ hazretleri) :
— Onlar öyle kimselerdir ki; ben diledim de
onların keramet fidanların! kendi yed-i kudretimle diktim ve üzerlerine mühür
vurdum. Binaenaleyh (onları) ne bir göz
görmüş, ne bir kulak işitmiş, ne de bir insanın hatırından geçmişlerdir.» buyurdu.
Allah (Azze ve Celle)
nin Kitabında bunun delili:
— «Hiç kimse onları memnun etmek için kendilerine neler gizlendiğini bilemez.»
(Secde: 17) ayet-i kerimesidir.
Hadisin senedine
dikkat edilirse; birinci rivayette: Şâ'bi'nin «inşallah Mugiretü'bnü Şube 'yi rivayet ederken işittim» dediği.
İkinci rivayette: «Mugira'yi minber üzerinde fau hadisi Resulul1ah (SaUalkıhİi
Aleyhi ve SeÜemje Kef ederken dinledim» diyerek hadisi Mugira'dan işittiği;
Üçüncü rivayette de: aynen ikincide olduğu gibi Muğira'dan minber üzerinde
dinlediğini sarahaten söylediği görülür. Bir Hadisin senedinde «rivayeten»
«yerfe'u» veya «yubelligu» gibi kelimeler hadis ulemâsınca bilittifak o hadisin
Resulullâh (SallaUahü Aleyhi ve Setlem)'e izafe edildiğini gösterirler.
«Rivayeten» kelimesinin
manâsı «Resulullâh buyurdu» demektir. Nitekim ikinci rivayette hadisin merfu1
olduğu tasrîh edilmiştir. «İnşâallah istisna bildirir. Binaenaleyh Mugira'nın,
Şu'be'den işitip işitmediği bununla şüpheye düşersede Öteki rivayetlerde ondan
işittiğini tasrih ettiği için buradaki şüpheli ifade hadisin sıhhatma bir
zarar vermez. Üçüncü rivayete Mutarriile İbni Ebcer 'den biri hadisi merfu'
diğeri ise Mugira'ya mevkuf olarak nakletmektedir. Şu halde bu hadis hem merfu'
hem mevkuf olarak rivayet edilmiş demektir. Fakat Fıkıh, Usul ve Hadis
ulemâsının muhakkıklarma göre; böyle hadisler merfu' hükümündedirler. Çünkü
mutemed bir zatın yaptığı ziyade cumhur-u ulemâya göre makbuldür. Burada
hadisin hem merfu' hem mevkuf olması, bu hususu merfu' olarak rivayet eden
ravilerin sayısı da fazla olduğuna göre hadisin sıhhatine asla dokunmaz.
Musa (Aleyhisselâm)'ın
sualinden murad cennetliklerin en aşağı mertebede olanlarının sıfat ve
alâmetleridir. Yani; onların en aşağı derecede olduğunu hangi sıfat ve
hareketle bileceğim demek istemiştir. Cennetliklerin en âlâsı kimdir? sualine
Teâla hazretleri:
«Onlar öyle
kimselerdir ki; onların keramet fidanlarını kendi yed-i kudretimle diktim...»
diye cevap vermiştir. Bundan murad onları ben seçip ayırdım, bütün umur ve
hususatını üzerime aldım. Binaenaleyh onlara yapacağım ikrama asla bir
değişiklik arız olmayacaktır demektir. Cümlenin sonu ihtisar için hazf
edilmiştir. Çünkü üst kısmından anlaşılmıştır, takdiri şudur:
«O kullanma
ikram edeceğim şeyler hiç bir insanın hatırından
bile geçmeyen şeylerdir.»
313 - (...) Bize Ebu Küreyb rivayet etti (dedi ki)
bize UbeyduIIah el-Eşca'î, Abdulmelik b. Ebcer'den rivayet etti,
demişki: Şa'bî'yi şöyle derken işittim. Ben Mugîretü'bnü Şu'be'yi minber
üzerinde:
«Musa (Aleyhisselâm)
Allah (Azze ve Celle) ye ehl-i cennetin cennetten en az nasibi olanını
sordu...» diyerek yukarıki hadis gibi rivayet ederken dinledim. Ve râvî hadîsi
yukarıki gibi rivayet etmiştir.
314 - (190)
Bize Muhammed b. Abdillâh b. Nümeyr rivayet etti (dedi ki) Bize babam rivayet
etti (dedi ki) Bize A'meş Ma'rur b. Süveyd'den, o da Ebu Zerr'den naklen
rivayet etti, demişki; Eesulullâh (Saîlalhhü Aleyhi ve Sellem) şöyle
buyurdular:
«Ben ehİ-i cennetin cennete
en son girenini, eht-i cehennemin cehennemden en son çıkanını pekâlâ
biliyorum. Bu Öyle bir adamdır ki, kıyamet gününde getirilerek :
— Buna
küçük günahlarını gösterin, büyüklerini ondan kaldırın, denilecek. Bunun üzerine ona küçük günahları gösterilecek :
— Sen filân ve filân gün şu ve şu işi yaptın; filân ve filân günde şunu ve şunu yaptın, denilecek. O adam
:
— Evet, diyecek! İnkâr edemiyecek ve büyük
günahlarının kendisine gösterilmesinden
korkacak, derken kendisine :
— Senİn
için her seyyienin yerine
bir hasene vardır. Denilecek.
O adam :
— Yarabbi! Ben bir takım şeyler yaptım ki,
onları burada göremiyorum, diyecek.»
Bavi demişki:
«Yemin olsun,
Resulullâh (Salialîahü Aleyhi ve "Sellem)''i gülerken gördüm. Hatta yan
dişleri göründü.»
315 - (...)
Bize yine İbni Nümeyr rivayet etti (dedi ki): Bize Ebu Mu-aviye ile Vekî'
rivayet ettiler. H.
Bize Ebu Bekr b. Ebi
Şeybe'de rivayet etti. (Dedi ki): Bize Vekî' rivayet etti. H.
Bize Ebu Kureyb'de
rivayet etti. (Dedi ki): Bize Ebu Muaviye rivayet etti. Vekî' ile Ebu Muaviye
ikisi birden A'meş'ten bu isnadla rivayet etmişlerdir.
316 - (191)
Bana UbeyduIIah b. Sa'id ile İshak b. Mansur ikisi birden Ravh'dan rivayet
ettiler. UbeyduIIah dedi ki, bize Ravh b. Ubadete'I-Kaysî rivayet etti (dedi
ki) bize bni-Cüreyc rivayet etti, dedi ki; Bana Ebu'z-Zü-beyr haber verdi ki
Cabir b. AbdiIIâh'a «vürudun ne olduğu sorulurken işitmiş. Cabir şöyle demiş:
— Bizler kıyamet
gününde filân yerden ve filân yerden geleceğiz. Bak
(Yani bu insanların üstündedir)
Derken milletler
putları ile ve taptıkları şeylerle peyder pey çağrıla; cak sonra Rabbimiz bize
gelerek:
— «Siz kimi bekliyorsunuz? diyecek orada
olanlar:
— Rabbimizi bekliyoruz
cevabını! verecekler.
— Sizin Rabbiniz benim! <Uvecek onlar:
— Dur hele seni bir görelim! diyecekler. Bunun
üzerine Tcâlâ hazretleri onlara dıhk buyurarak tecelli edecek ve onlarda ona
tabi' olacaklar ve mü'mîn veya münafık her insana bir nûr verilecek sonra o
nurun peşine takılacaklar. Cehennem köprüsünün üzerinde bir takını çengeller ve
pıtrak dikenleri vardır. Bunlar Allah'ın dilediklerini tutacaklar sonra
münafıkların nuru sönecek sonra mü'minler kurtulacak. İlk zümre yüzleri bedr
gecesinde ay gibi (parlak) yetmişbin kişi olarak hesap görmeden kurtulacaklar,
sonra onların arkasından gelenler gökteki yıldız nurları gibi (gelecekler
sonra bu minval üzere diğerleri geçecekler. Sonra şefaat helâl olacak ve
(Şefaat ehl-i) «Allah'tan başka ilâh yoktur.» Diyenlerle kalbinde bir arpa
danesi ağırlığında imanı bulunanları cehennemden çıkarmcaya kadar şefaat
edecekler bu çıkarılanlar cennetin içine konacaklar Cennetlikler bunların
üzerlerine su serpmeye başlayacaklar. Nihayet bunlar sel Önünde nebat biter
gibi bitecekler. Cehennemden çıkanda yanık eseri kalmayacak sonra kendisine
dünya ve onunla birlikte dünyanın on misli verilinceye kadar dilekde
bulunacak. .
Bu hadis Sahih-i
Müslim'in bütün nüshalarında böyle, anlaşılması pek güç kaı-ma karışık bir
halde rivayet edilmiştir. Gelmiş ve geçmiş bütün hadis ulemâsının ittifakı ile
bu hadiste tasnif - tağyir vardır. Yani lâfızları değiştirilmiş ve biribirine
karıştırılmıştır. Hafız Abdul Hak «El cem'u Beynes - Sahiheyn» nam.ndaki
eserinde Müs1im'in kitabındaki bu karışıklığın kitabı istinsah eden kâtibin
biri tarafından yahut her nasılsa yapılmış olduğunu beyan etmiştir.
Kaadî Iyâz
da şunları söylemektedir:
«Bütün nüshalarda
hadisin şekli budur. Bu hadiste çok değiştirme ve
tashif vardır. Doğrusu
«Kıyamet gününde biz
bîr tepenin üzerine geleceğiz.» şeklindedir. Hadis ulemâsından bazıları onu bu
şekilde rivayet etmişlerdir. İbni Ebî Hayseme 'nin kitabında Kâ'b b. Malik
tarikiyle rivayet ettiği bir hadiste
«Kıyamet gününde
ümmetim bir tepenin, sair İnsanlar da başka
bir tepenin üzerinde toplanacaklar.»
buyurulmuştur.
Taberî Tefsirinde Hz.
İbni Ömer (Radiyallahu anh) 'dan şu hadisi rivayet etmiştir
«O, yani Muhammed
(Saîlallahü Aleyhi ve Seliem) ümmeti ile
birlikte insanlardan yüksekte bîr tepenin üzerine çıkacaktır.»
Ka'b b.
Malik 'ten dahi:
«İnsanlar kıyamet
gününde neşrolunacak, ben ve
ümmetim bir tepe üzerinde
bulunacağız.» mealinde bir hadis zikretmiştir.
Kaadî Iyâz
şöyle diyor:
«Bütün bunlar
gösteriyor ki; hadis değiştirilmiştir. Ravi ya bu «kûm» ve «teli» kelimelerini
anlayamamış; yahut silmişte onların yerine şöyle böyle kelimeleri koymuş sonra
yukarısını göstererek bu insanların üzerinde olacak diye tefsirde bulunmaya
çalışmış üzerine de tembih için bak kelimesini yazmıştır. Ondan sonra hadisi
istinsah edenler râvinin tefsirini de tembihini de hadisin metninden zannederek
her ne buldularsa onu bu hadisten diye nakletmişler ve hadis şu gördüğün şekli
almıştır.» Kaadî'-den sonra gelen hadis ulemâsından bir cemaat bu hususta ona
tabi' olmuşlardır.
Yine Kaadî
Iyâz diyorki: «Sonra bu hadis
temamen Cabir 'in sözü olup ona mevkuftur. Müs1im'in şartı bu değildir. Çünkü
hadiste Peygamber (Saîîaîlahü Aleyhi ve
Seliem) zikredilmemi ştir MüsIim'in onu müsned hadisler arasına alması başka
rivayetlerinde müsned olarak zikredildiği içindir. Meselâ İbni Ebu Hayseme,
İbni Cüreyc 'den onu «Yedhakû»
cümlesinden itibaren «Resu1u11âh (Saîlallahü Aleyhi ve Seliem) 'den işittim»
diyerek merfu'an rivayet etmiştir. Müslim
bu hadisten sonra gelen
İbni Ebi Şeybe rivayeti ile Şefâ'at ve cehennemden
çıkarılanlara dair olan hadislerde bu hususa tembihte bulunmuş hadisin müsned
olduğunu Peygamber (Saîlallahü Aleyhi
ve Seliem) 'den işitildiğini bu hadisin manâsına uyan bazı cümleler nakliyle
tasrih etmiştir.»
«Teâla hazretleri
onlara dihk buyuracak» cümlesindeki tecelliden murat; görmeğe mâni olan şey'i
kaldırarak kullara- görünmektir. Dıhk'ın 'manâsını az yukarıda görmüştük. Şu
halde bu cümleden murad A11ah'm kullarından razı olarak onlara görünmesidir.
Bazıları:
«Buradaki Dıhk'ın
manâsı kullarından gizlediği bazı şeyleri fadl-u keremi ile onlara
göstermesidir.» demişlerdir.
«Mü'min veya münafık
her İnsana bir nur verilecek...» cümlesinden munafıka da nûr verileceği
anlaşılmaktadır. Bunun sebebi:
Münafığın mü'min
görünerek mü'minler arasına
karışmasıdır. .
Binaenaleyh orada da
evvelemirde kendisine mü'minmiş gibi muamele yapılacak ona da nûr verilecektir.
_Meselâ mü'minlerin abdest azaları nûr içinde parlayacak sair ümmetlerden
bununla temayüz edeceklerdir. Bu nûr münafıklara da verilecek fakat sonradan
söndürülerek münafıklar solcular arasına ayrılacak havz-ı kevserden kovulacak
nihayet cehenneme yuvarlanmak suretiyle rezil ve rüsvay olacaklar.' Ehî-i
mahşerin gözleri önünde münafıklıkları yüzlerine vurulacaktır.
«Sonra mü'minler
kurtulacak...» cümlesi birçok esas nüshalarda bura-da olduğu şekildeyse de
bazılarında «
«Sonra mü'mirileri
kurtaracak...» şekilde rivayet edilmiştir.
» cümlesini Müs1im'in bazı ravileri » şeklinde
rivayet etmişlerdir. Abdülhak dahi «El-Cem-u beyne's-Sahihayn» nâm eserinde bu
şekilde rivayet etmiştir. Bunların ikiside sahih ise de meşhur olan
birincisidir. İkinci rivayet dahi aynı manâya gelir. Çünkü; dimn deve tezeği
demektir. Bu takdirde manâ:
«Selin getirdiği deve
tezeğinde ot biter gibi çarçabuk bitecekler, gelişecekler.» demektir.
Cehennemden çıkarılanların sel kalıntılarında biten otlara benzetilmesi
çarçabuk büyüdükleri ve gelişmeleri itibariyledir.
317 - (...)
Bize Ebu Bekr b. Ebi Şeybe rivayet etti (dedi ki): Bize Süfyan b. Uyeyne,
Amr'dan naklen rivayet etti. Amr, Cabir'î Peygamber (Sallalîahü Aleyhi ve
Seîlem) 'den kulağımla duydum derken işitmiş Resulüllâh (Sallaîhhü Aleyhi ve Seliem) :
«Hiç şüphe yok ki;
Allah bir takım insanları cehennemden çıkararak cennete koyacaktır.» buyurmuşlar.
318 - (...)
Bize Ebu'r-Rabî' rivayet etti (dedi ki): Bize Hâmmad b. Zeyd rivayet etti, dedi
ki; Amr b. Dinara sen Cabîr b. Abdillah'ı Resulullah Jden:
«Şüphesiz ki,
Allah bir kavmi şefa'af sayesinde
cehennemden çıkaracak.» hadisini
rivayet ederken işittin mi? dedim. — Evet! cevabını verdi.
319 - (...)
Bize Haccac b. Eş-Şa'ir rivayet etti (dedi ki): Bize Ebu Ahmet Ez-Zübeyri [347]
rivayet etti (dedi ki): Bize Kays b. Süleym [348]
El-Anberi rivayet etti, dedi ki; Bana Yezid el-Fakir [349]
rivayet etti (dedi ki): Bize Cabir b. Abdillah rivayet etti. Dedi ki:
Resulullâh (Sallallahü Aleyhi ve Seiiem):
«Yüz çevreleri
müstesna olmak üzere cehennemde cayır cayır yanan bir kavim oradan çıkarılacak,
cennete konacaklardır.» buyurdu.
320 - (...)
Bize yine Haccac b. Şa'ir rivayet etti (dedi ki): Bize Fadl b. Dükeyn rivaye
tetti (dedi ki): Bize Ebu Asım yani Muhammed b. Ebî Eyyûb [350]
rivayet etti, dedi ki: Bana Yezîd-i Fakir rivayet etti, dedi ki: Hâricilerin
bir re'yi iyice kalbime işlemişti. Derken haccetmek, sonra halka karşı çık
(arak propaganda yap) mak niyetiyle kalabalık, bir cemaat içinde yola çıktık
(yolda) Medine'ye uğradık birde baktım. Cabir b. Abdillah... bir direğin yanma
oturmuş; cemaata Resulullâh (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) 'den hadis rivayet
ediyor. Bir ara cehennemliklerden bahsetti. Bunun üzerine kendisine:
— Ey Rasulullah'm
arkadaşı? Siz ne konuşuyorsunuz? Halbuki Allah:
— (Yarabbi!) Şüphesiz ki, sen kimi cehenneme
atarsan onu muhakkak surette rezil rüsvay edersin.» (Âl-i Imrân : 192) ve:
— «Ehl-i cehennem, cehennemden çıkmak istedikçe
oraya iade edilirler...» buyuruyor.
Binaenaleyh siz ne diyorsunuz? dedim. Cabir:
— «Sen Kur'an okur musun?» dedi.
— «Evet!» cevabını verdim.
— «Acaba Muhammet (Aleyhisselâtn)'nı makamını
yani Allah'ın onu ihya buyuracağı yeri (in neresi olduğunu) işittin mi?»
— «Evet.»
— O makam Muhammed
(Sallallahü Aleyhi ve Sellem) 'in mahmûd olan makamıdır ki,* onun sayesinde
Allah (cehennemden) çıkaracaklarım çıkarır dedi.
Sonra Cabir sıratın
konmasını, insanların onun üzerinden geçişini anlattı. Ben bunları ezberimde
tutamamış olmaktan korkarım. Şu kadar var ki; Cabir bir kavmin bir müddet
cehennemde kaldıktan sonra oradan çıkarılacağını yani susam çöpleri gibi
çıkarılarak cennet nehirlerinden bir nehre atılacaklarını ve orada yıkanarak
kâğıt sayfaları gibi (bembeyaz) çıkarılacaklarını söyledi.
Müteakiben hacdan
döndük (ve bir birimize) yazıklar olsun size Bu şeyhin Resulullâh (Sallallahü
Aleyhi ve Sellem} üzerinden yalan söyleyeceğini mi zannediyorsunuz? diyerek
(haricilik davasından) döndük. Vallahi Bizden bir adamdan başka haricilikte
kalan olmadı.
Yahut Ebu Nuaym'in
dediği gibidir.
Dârât: dâre'nin
cem'idir. Dâre her taraftan yüzün çevresidir. Bunun manâsı yüz secde mahalli
olduğu için cehennemde yanmayacak demektir. Yani cehennemden çıkarılanların secde
yerlerinden başka yanmadık yerleri kalmamış olacaktır. Hâccâc hadisinde
Yezid-i Fakir'in bir müddet haricilerin bâtıl mezhebine girdiği
anlaşılmaktadır. Yerinde de görüldüğü vecihle hâriciler büyük günah
işliyenlerin ebedi olarak cehennemde kalacaklarını iddia ederler. Yezid 'in
kalbine işliyerek benimsediği ve hac dönüşü halka propaganda etmek istediği
kavil budur. Fakat Câbir (Radiyallahu anh) "in hadisini dinledikten sonra
tevbe ederek bütün çete efradı bu kavilde.n dönmüş ve hâricilik propagandası
yapmaktan vaz geçmişlerdir. Yalnız aralarından biri hâricilikte İsrar etmiştir.
Câbir (Radiyallahu anh) cehennemden çıkarılanları kurumuş susam çubuklarına
benzetmiştir. Bu bâbta îbni Esi r
(Rahimehümallah) şöyle demektedir:
«Semâsını: Simsim'in
(yani susamın) cem'idir. Susam kökleri topraktan çıkarılarak daneleri alınmak
için güneşe konduğu zaman yanmış gibi simsiyah olur ve incelirler.* Bu sebeple
cehennemden çıkarılanlar susam çöplerine benzetilmiştir. Ben bu kelimeyi uzun
müddet aradım sordum. Fakat onun hakkında sadra şifa verecek hiç bir şey
bulamadım; bu lâfız tahrif edilmişe pek benziyor. Galiba aslı «sasam odunu»
olacak. Sasam: Abo-noz gibi siyah bir ağaçtır.»
Kaadi Iyâz 'da şunları
söylüyor:
«Buradaki semâsimin
manâsı bilinmiyor. Galiba doğrusu sasam odunu olacak bu, manâ daha güzel
yakışıyor. Sasam siyah bir ağaçtır. Abonozdur diyenler de vardır.» Bu hususta
daha başka mütâlea yürütenlerde vardır. Fakat muhtar olan kavil İbnü'l-Esir'in
beyan ettiği gibi susam olmasıdır.»
Karâtîs; Kırtasın
cem'idir. Üzerine yazı yazılan sahife demektir. Cehennemden çıkanların beyaz
yazı kâğıdına benzetilmesi hayat nehrinde yıkandıktan sonra yüzleri bembeyaz
olacağı içindir.
Hadisin sonunda râvi:
«Yahut Ebu Nuaym'in
dediği gibidir» ibaresini kullanmıştır. Ebu Nuaym, isnadın başında zikri geçen
Fadl b. Dükeyn 'dir. Bu zât Müs1im 'in şeyhinin şeyhidir. Bu cümle ravilerin hadisin
sonunda kullandıkları mâruf bir edep ve nezaket cümlesidir. Onlar bunu, manâ
itibariyle rivayet ettikleri hadiste bir hata veya değiştirme olmuştur,
endişesi ile ihtiyatan söylerler. Yani; «ben hata ettimse doğrusu bana rivayet
eden zatın söylediği gibidir» demek isterler.
321 - (192)
Bize Heddâb b. Halid El-Ezdî rivayet etti (dedi ki): Bize Hamtnâd b. Seleme Ebu
Imran [351] ile Sabit'ten [352] ,
onlarda Enes b. Ma-lik'ten naklen rivayet ettiler ki: Resulullâh (Sallallahü
Aleyhi ve Sellem):
— «Cehennemden dört kişi çıkarılarak Allah'a
arzedilecekler. Bunlardan bîri
(Allah'a) hitaben:
— Yarabbi! Beni cehennemden çıkardın ya bir
daha oraya döndürme, diye niyaz edecek, bunun' üzerine Allah onu cehennemden
kurtaracaktır.» buyurmuşlar.
322 - (193)
Bize Ebu Kâmil FudayI b. Hüseyin el-Cahderî ile Muham-med b. Ubeyd, El-Guberi
rivayet ettiler lâfız Ebu Kâmil'indir dediler ki: Bize Ebu Avane, Katade'den, o
da Enes b. Malik'ten naklen rivayet etti. Enes şöyle demiş. Resulullâh
(Sallallahü Aleyhi ve Seîlem) buyurdular ki:
«Allah kıyamet gününde
insanları bir araya toplayacak, onlar buna ehemmiyet verecekler. (İbni Ubeyd :
Bu kendilerine ilham olunacak demiş) ve :
— Rabbimizden şefaat
dilesek de bizi şu vaziyetimizden rahata ka-vuştursa ya, diyecekler. Bunun
üzerine Âdem (Sallallahü Aleyhi ve gelerek :
— Sen bütün insanların babasısın, Allah seni
kendi yed-i kudreti ile yaratmış; sana kendi ruhundan ruh nefh eylemiş,
meleklere de emir buyurarak onlar sana secde etmişlerdir. (Ne olur) Bize
Rabbİn nezdinde sefa'at et de bizi bu (müşkül) mevkimızden kurtarsın, diyecekler. Âdem (Aleyhisselâm);
— Ben
sizin zannettiğiniz mevkide
değilim [353] diyerek
(vaktiyle) yaptığı hatayı söyleyecek ve o hatadan dolayı Rabbinden
utanacak, (onlara) lâkin sız Nuh'a, Allah'ın gönderdiği ilk Resule gidin [354]
diyecek. Bunun üzerine Nuh (Sallallahü Aleyhi ve kellem) 'e gidecekler. O da :
— Ben
sizin zannettiğiniz mevkide
değilim, diyerek (vaktiyle) yaptığı hatasını söyleyecek ve
ondan dolayı Rabbinden utanacak (kendilerine) lâkın siz Allah'ın «Halil»
ittihaz ettiği İbrahim (Sallallahü
Aleyhi ve Sellemye aidin diyecek. (Bu sefer) İbrahim (Sallallahü Aleyhi ve baş
vuracaklar. O da :
— Ben sizin zannettiğiniz mevkide değilim,
diyecek ve (vaktiyle) yaptığı hatasını
söyleyerek, bundan dolayı Rabbinden
utanacak :
— Lâkin siz Allah'ın kendisiyle konuştuğu ve
Tevrat'ı verdiği Musa
(Sallallahü Aleyhi ve
Sellemye gidin, diyecek. Musa
(Sallallahü Aleyhi ve Sellem) 'a gidecekler. O da :
— Ben sizin zannettiğiniz mevkide değilim,
diyecek ve (vaktiyle) işlediği hatasını
söyleyerek ondan dolayı Rabbinden
utanacak:
— Fakat siz Allah'ın ruhu ve kelimesi olan
İsa'ya gidin diyecek. Müteakiben Allah'ın ruhu ve kelimesi olan İsa'ya varacaklar. O da :
— Ben sİzİn zannettiğiniz mevkide değilim.
Lâkin siz Muhammed (Sallallahii Aleyhi
ve Sellemye, gelmiş geçmiş bütün günahları mağfiret bu-yurulmuş olan (o has)
kula gidin, diyecek.
Resulullâh (Sallallahü
Aleyhi ve Sellem) buyurdular ki :
«Bunun üzerine bana gelecekler. Ben Rabbimİn huzuruna çıkmak için izin
istiyeceğim, bana izin verilecek. Rabbimi görünce sectfeye kapanacağım. Allah
dilediği kadar benî secde halinde bırakacak, sonra bana :
— Ya Muhammed! Başını kaldır. Söyle sözün
dinlensin; iste ki isteğin verilsin; sefa'at dile sana şefa'at hakkı verilsin,
denilecek. Ben de başımı kaldırarak
Rabbimin bana öğreteceği bir tahmîd ile
Rabbime hamd edeceğim. Sonra
şefa'atta bulunacağım. (Rabbİm) bana bir
hudud tayin edecek. (O hudut dahilindeki) insanları cehennemden çıkaracağım;
onları cennete koyacağım. Sonra (Rabbİme) dönerek secdeye kapanacağım. Allah
(yîne) dilediği kadar beni (secde halinde)
bırakacak. Sonra (bana) :
— Ya Muhammed
başını kaldır! Söyle sözün dinlensin;
iste ki istediğin verilsin. Şefa'at dile sana
şefa'at hakkı verilsin, denilecek. Ben de başımı kaldırarak Rabbime : Onun bana
öğrettiği bir hamdle hamd edeceğim, sonra şefa'atta bulunacağım.
Rabbim bana bir had
çizecek. Ben de o haddin içinde
bulunan insanları cehennemden çıkaracağım;
kendilerini cennete koyacağım.
Ravi demiş ki:
— Üçüncüde mi,
dördüncüde mi bilemiyorum.
— «Ben, Yorabbi!
Cehennemde Kür'ân'ın hapsettiklerinden yani kendilerine ebediyyen cehennemde
kalmak vacip olanlardan başka kimse katmadı! diyeceğim.» buyurdular.
İbni Ubeyd
kendi rivayetinde şöyle demiş:
«Katade yani üzerine
cehennemde ebedî kalmak vacip olan dedi»
Bu hadisi Buhâri
«Kkâbu't-Tevhîd», «Khabu'r-Rukaak» ve «Kitabu'i-Tefsir» de, Nesai
«KitabiTt-Tefsir» de, İbni Mâce
«Ki-tâbü'z-Zühd» de tahriç etmişlerdir.
Hadis-i şerif
Resu1u11âh (SaUaUahü Aleyhi ve Selîem) 'in şefa'ât-i uzmâsı hakkındadır. Bu Şefâ'at
mahşerde insanlar hesaba çekilmek için durdukları zaman olacaktır. Makam-ı
Mahmud hakkında ulemânın kavilleri çoksa da Hafız îbni Hacere göre bundan
murad Şefaat-i Uzma denilen umumî şefaâtdır. Resulullah(Sallallahü Aleyhi ve
Sellem)'in günahkârları cehennemden çıkarmak için yapacağı şefaati bunun
tâbüerindendir. Nevevî şefaatin beş yerde olacağını beyân etmiştir. Bunlar:
1 - Mahşer
yerinde,
2 - Bazı
kimseleri hesapsız cennete koymak için,
3 - Azabı
hak etmiş kimselerin azabedilmemesi için,
4 - Günahkârların
cehennemden çıkarılması için ve.
5 - Derece
yükseltmek için yapılacaktır. Şefaatin beşten fazla olacağını söyleyenlerde
vardır. Teâ1â hazretlerinin ilhamı ile
şefâ'atçı aramak kulların hatırlarına gelecek ve bu işe Adem (Aleyhisselâm) 'dan başlayacaklardır. Adem (Aleyhisselâm) cennette kendisine yasak edilen ağaçtan
yediğini ve bu suretle A11ah'a karşı
hatâ işlediğini söyleyerek Özür dileyecektir.
îbni Abbas (Radıyattahu A
nhütna) 'dan rivayet edilen bir hadiste Hz.
Adem (Aleyhisselâm)'}n :
«Ben hatam yüzünden
cennetten çıkarıldım.» diğer bir hadiste de:
«Ben bir günah işledim
ve onun sebebiyle yeryüzüne indirildim.» Ebu
Sa'id-i Hfudri 'den rivayet
edilen diğer bir hadisde:
«Ben bir günah işledim
ve onun sebebiyle yeryüzüne İndirildim.» Sa'd
b. Mansur 'dan rivayet olunan başka bir hadisde:
«Ben cennet-i
Firdevsde iken bir hata işledim, bugün kendim affolun-sam bana o da
yeter.» diyeceği rivayet olunur.
Ehl-i mahşer ondan
sonra Hz. Adem'in delâleti ile Nuh (Aleyhisselâm) a. müracaatla giriftar
oldukları dehşet ve sıkıntıdan kurtulmaları için Teâ1a hazretleri nezdiride
kendilerine şefâ'atta bulunmasını rica edecekler. Fakat o da vaktiyle
kendisinin A11ah'a karşı hata ettiğini bundan dolayı huzur-u ilâhide şefâ'at
talebinde bulunmaktan utandığını söyleyerek özür dileyecektir. Nuh
(Ahyhisselâm)hn hatasından murâdi: Kâfir* olan kavminden hiç bir kimse
bırakmamak şartiyle helak etmesi hususunda A11ah'a niyazda bulunmuş olmasıdır.
Ondan sonra ehl-i mahşer Hz. Nuh 'un delâleti ile İbrahim (Aleyhisselâm) 'a müracaat
edecekler fakat o da vaktiyle günah işlediğini binaenaleyh şefâ'at için huzur-u
ilâhiye çıkacak yüzü olmadığını söyleyerek Özür dileyecek ve kendilerini Musa
aleyhisseîâma gönderecektir. İbrahim
(Aleyhisselâm) in günahından murâd: vaktiyle putları kırdığı zaman kendi
kırdığını söylemiyerek:
«Belki onları büyük
put kırmıştır.» demesi; zevcesi Sâre için; «Kız kardeşimdir.» ifadesini kullanması; yıldızlara bakarak:
«Ben hastayım.» demesidir. Bunlar Kur'an-ı Kerîm'de zikredilmişlerdir. Hz.
Mûsâ dahi vaktiyle Allah'a karşı günah işlediğini söyleyerek şefâ'atçı
olmaktan özür dileyecek ve kendilerini îsâ (Aleyhisselâm) a gönderecektir.
Musa (Aleyhisselâm) 'm
hatası kıptiyi öldürmesidir. Beni İsrail 'den biriyle kavga eden bir kıptiyi
ayırmak için aralarına girmiş eliyle kıptiyi def etmek isteyince; kipti hemen
ölmüştü. Ehl-i Mahşer, İsâ (Aleyhisselâm) 'a da müracaat edecek fakat, o da
özür dileyerek kendilerini âhır zaman peygamberi Muhammed Mustafa (SallallahU
Aleyhi ve Sellem)'e gönderecektir. Hadis-i şerifte İsâ (Aleyhisselâm)'im A.11ah'a
karşı işlenmiş bir hatası zikredilmemiştir. Nihayet mahşer halkı Resulullah
(SaUaUahü Aleyhi ve Seflem)'e müracaatla şefâ'atini niyaz edecekler, o da bunu
kabul ederek kendilerine şefâ'atte bulunacaktır. Şefâ'at hususunda kendilerine
müracaat edilen peygamberlerin:
«Biz sizin
zannettiğiniz mevkide değiliz.» demeleri ya tevazu'lann-dan yahut bu işin
Resûlü11âh (SaUaUahü Aleyhi ve Sellem) 'e mahsus olduğunu bildiklerindendir.
Teâ1a hazretleri ehl-i
mahşere evvelâ hazreti Adem (Aleyhisselâm) ile diğer peygamberlere müracaatı
ilham buyurarak bizim Peygamberimiz (SaUaUahü Aleyhi ve Sellem) 'i en sona
bırakmasındaki hikmet — Allahu â'lsm— Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve SellemVm
faziletini göstermektir. Çünkü evvelâ ona müracaat etseler derhal şefaati kabul
ederdi. Bu suretle diğer peygamberlerden birine müracaat etsek, o da bize
şefaat ederdi; zannı hasıl olabilirdi. Fakat evvelâ birer birer onlara müracaat
ederek iş Resulullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'de karar kılınca, bu işin
yalnız ona mahsus olduğunu anlamış olacaklar. Bu da peygamberimiz Muhammed
Mustafa (SallallahU Aleyhi ve Sellem)'\n Teâ1a hazretleri nezdinde en yüksek
makamı haiz ve pey-gamberan-ı izanı içinde ona en mahbup O olduğuna delildir.
Bu hâdise onun bütün insanlardan ve sair mahlûkattan, hattâ bütün meleklerden
efdal olduğuna delâlet eder. Çünkü Şefa'ât-ı uzmâ namı verilen bu büyük işi bütün
mahlûkat içinde ondan başka üzerine alan bulunmayacaktır.
Resûlülla h(Sallallahü
Aleyhi ve Sellem) 'in Şefaat teklifini bir sÖz-le kabul etmesi bu makamın ve bu
kerametin yalnız kendisine mahsus olduğunu bildiğindendir.
Şefaat hususunda
babalardan başlanmış tedricen
büyükten küçüğe oğullara
gidilmiştir.
Fıkıh ve usül-i Fıkıh
âlimleriyle diğer ulemâ peygamberlere günah işlemenin caiz olup olmaması
hususunda ihtilâf etmişlerdir. Bu meseleyi Kaadi İyâz şöyle hulâsa eder:
«Peygamberlere nübüvvet geldikten sonra küfür etmeleri biîittifak caiz
değildir. Onlar küfürden ma'sumdur-lar. Nübüvvet gelmezden önce onlar hakkında
küfrün caiz olup olmadığı ihtilaflıdır. Sahih kavle göre; bu da caiz değildir.»
Günah işlemelerine
gelince büyük günahlardan ma'sum oldukları yine ittifakıdır. Yalnız bu
ma'sumiyetin akıl yoluile mi yoksa şeriat yolu ile mi olduğunda ihtilâf
edilmiştir. Üstad Ebu İshak ile diğer bazı ulemâya göre mucize delili muktezası
olarak Peygamberanı îzâm 'in büyük günah işlemeleri imkânsızdır. Kaadi Ebubekir
ile ona muvafakat edenlere göre onların büyük günah işlememesi icma' tarikiyle
sabittir. Mutezile; taifesine göre ise aklen büyük günah işleyemezler.
Keza kavlen tebliğ
ettikleri hükümler hususunda peygamberler bi-1' icma' ma'sumdurlar. Fiîli
tebligat hususunda ihtilâf vardır. Bazılarına göre; bu hususta da
ma'sumdurlar. Sair insanlara caiz olan yanılma ve unutma gibi şeyler onlar
hakkında caiz değildir.
Bunlar yerlerinde
görüleceği vecihle Resul ullâh (Sallattahü Aleyhi ve SellemYin namazda
yanıldığını bildiren hadislerle, emsali hadisleri tevil ederler. Ehl-i
tasavvufun mezhebi budur.
Cumhuru ulemâya ve
ekser-i muhakkikine göre; fiilde hata hem caiz hemde vadidir. Nevevi : - «Hak
olanda budur» der. Yalnız onların hataları Allah tarafından kendilerine tenbih
olunun Cumhura göre; hataları derhal bazılarına göre ise; vefatlarından önce
tenbih olunur. Tâ ki doğruyu tebliğ müddetleri geçmeden tebliğ etmiş olsunlar.
Peygamberler mürüvvete
manî' ve insanı küçük düşürerek i'tibarını sarsacak küçük günahlardan
biîittifak ma'sumdurlar. Sair küçük günahlardan ma'sum olup olmadıkları
ihtilaflıdır. Selef ve Halefin Fıkıh, Hadis ulemâsının ekserisine göre böyle
günahlar peygamberler hakkında hem caiz hem vaki'dir. Delilleri bu bâbtaki âyet
ve hadislerin zahirleridir. Ehl-i tahkik ulemâdan bir cemaatla bazı Fıkıh ve
Kelâm ulemâsına göre peygamberler büyük günahlardan olduğu gibi bilcümle küçük
günahlardan da ma'sumdurlar. Bu zevat peygamberlerden küçük günah sâdır
olduğunu bildiren âyet ve hadisleri ya tevil ederler yahut onları sehven veya
teVil suretiyle yahut Peygamberlik gelmezden önce yaptıklarına hamlederler.
Nevevi diyor ki: «Hak olan da budur. Çünkü peygamberlerin- küçük günah
işledikleri sabit olsa fiillerinde takrirlerinde ve bir çok kavillerinde bizim
onlara uymamız lâzım gelmezdi. Halbuki bu söylediklerimiz hususunda onlara
uymak lâzım geldiğinde hiç bir hilaf yoktur. Ulemâ ancak
onlara uymanın vacip
mi, mendûp mu yoksa mubah mı olduğunda ihtilâf etmişlerdir.»
Kaadi Iyâz da şunları
söylemektedir: «Bazılarının bu mezhebi bid'at taifelerinden Mu'tezile- ile
Haricîlere nispet etmesi seni ürkütmesin.
Çünkü onların münazara
ettikleri yer küçük günahlar sebebiyle tekfirdir. Biz bu mezhepten Allah
Teâlâ'ya teberri eyleriz. Peygamberler hakkında zikir edilen şu hatalara
bak!... Adem (Aleyhisselâtü Vesselam) unutarak yasak olan ağaçtan yemiş. Nuh
(Aleyhisselâm) kâfir olan kavmine beddua etmiş. Musa aleyhisselâm katline
memur olmadığı bir kâfiri öldürmüş. İbrahim aleyhisselâm Küffara karşı kendini
müdafa'a için tev-riyeli konuşmuştur. Bunların hiç birisi peygamberlerden
başkaları için günah sayılmaz. Lâkin bu peygamberler mezkûr hatalardan
korkmuşlardır. Çünkü bunlar Allah'ın emriyle yapılmış şeyler değildi. Hafta
bazılarını ma'rifetuîlah derecelerine göre Teâlâ hazretleri muaheze bile
buyurmuştur.»
Resulullâh
(Sallallahii Aleyhi ve Sellem) Nuh (Aleyhisselâm) ı ilk resul diye tavsif
buyurmuştur. Bu bâbda Ebu Abdillâh Mâzirî şunları söylüyor: «Tarihçiler îdris
(Aleyhisselâm) Hz. Nuh 'un dedesi diye
zikir ederler. İdris (Aleyhisselâm) 'in da resul olduğu delille ispat edilirse
tarihçilerin sözü doğru olmamak icap eder. Çünkü peygamber (Sallallahü Aleyhi
ve Seltem) Âdem 'in dilinden Hz. Nuh'un ilk resul olduğunu Ijaber vermiştir.
îdris (Aleyhisselâm)1 mürsel olmayan
peygamber ma'nasına almak da doğrudur» Kaadi Iyâz'ın beyanına göre Idris'in
îlyas olduğunu ve Benî İsrailin bir peygamberi idiğini söyleyenler vardır. Eğer
hakikât bu merkezde ise i'tiraz sâkit olur. Nitekim Kaadi Iyâz da : «Böyle
denirse Adem'le Şit (Aleyhimesselâm) ve onların olup olmadığı hakkındaki
i'tirazda sakit olur. Velevki Resul olsunlar. Çünkü Âdem (Aleyhisselâm) yalnız
oğullarına Resul gönderilmişti. Onlar da kâfir değildiler. Hz. Adem onlara
iman ve Allah'a Nitekim Kaadi Iyâz da: «Böyle denirse Adem'le Şir
(Aleyhisselâm) Un da öyle idi. Halbuki Nuh {Aleyhisselâm) yer yüzünün bütün
kâfirlerine Resul gönderilmişti...» diyor.
Hadiste İbrahim
(Aleyhisselâm)'a Halilullah, Musa (Aleyhisselâm)'a Kelimûllah, İsa
(Aleyhisselâm)'a da Ruhullah denilmiştir. Yine Kaadi Iyâz'ın beyanına göre
Halil kelimesi Hülleden alınmıştır ki ihtisas ve bir şeyin safisini seçmek
manâsına gelir. Bazıları bu kelimenin ash hacet manâsına gelen «hâleltu» den
alındığını ve inkıta' manâsına geldiğini söylemişlerdir. Bu takdirde İbrahim
Aleyhisselâm'a Halil denilmesi hacetini yalnız Allah Teâlâdan beklediği
içindir. Bazıları Hüllenin halis sevgi manâsına geldiğini diğerleri Muhammedve
EItaf demek olduğunu söylerler. İbnü'l-Enbarî:
Haliü: «Tam sevgi ile
seven ve sevginin hakkını ödeyen sevgili; sevgilerinde noksan ve kusur
bulunmayan sevgili» diye tarih etmiş Vahidî, bu tarifin muhtar olduğunu çünkü
Allah Teâlâ'nm İbrahim (Aleyhisselâm)'ın Halili İbrahim 'inde Allah'ın Halili
olduğum halbuki hacet manâsına gelen hülleden alınırsa Allah'a İbrahim'in
halili denilemiyeceğini söylemiştir.
Hz . Musa
(Atevhisselâm)'a ehl-i sünnetin icmâî ile (kelîmullah) denilmiştir. Çünkü Musa
(Ateyhissetâm) Teâlâ hazretleri ile vasıtasız olarak konuşmuştur. Kelîm fa'îl
vezninde ismi fail olup konuşan manasınadır.
İsa (Aîeyhisselâm)'a
Ruhullah ve Kelimetullah denilmiştir. RuhuIIah denilmesinin vechi ya onun
hakkında Teâlâ hazretleri «Ruhumuzdan üfürdük» buyurduğu yahut İsâ
(Aieyhisseîâm) 'in dirilttiği ölülerde ruh hasıl olduğu içindir. Kelimetullah
denilmesi ise Allah'ın: *ol» kelimesi ile vücut bulduğu içindir. Zemahşerî:
îsâ
(Aieyhisseîâm) kelimetullahtır. Çünkü baba ve nutfe vasıtası ile değil
Allah'ın emri ve kelimesi ile vücut bulmuştur. Ruhullahtır. Çünkü ruh
sahibidir. Ruh sahibi olan bir kimsenin bir cüz'ûnden meselâ diri olan babadan
ayrılan nutfeden hasıl olmuş değildir... diyor. İsâ (Aieyhisseîâm)
mahşer halkına:
«Muhammed (Sallaltahü
Aleyhi ve Sellem)%a gelmiş geçmiş butun günahları mağfiret buyurulmuş olan (o
has) kula gidin.»diyecektir. Resulul1âh (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) 'in
gelmiş geçmiş günahlarından mu-rad ne olduğu ulemâ arasında ihtilaflı bir
meseledir. Bazıları geçmiş günahlardan murad kendisine peygamberlik gelmezden
önceki günahları sonrakilerden muradda peygamber olduktan sonra
işledikleridir. Diğer bazıları bu sözden maksat ümmetinin günahlarıdır
demişlerdir. Bu takdirde cümlenin manâsı ümmetin bazısının günahlarının
affedilmesi yahut bütün ümmetin cehennemde ebedi kalmaktan selâmetidir. Bir
takımları gelmiş geçmiş günahlardan murad Resulüllâh (Salîallahü Aleyhi ve Sellem)
'in yanılarak veya te'vil ederek yaptığı işlerdir, demişlerdir. Kuşeyri bu kavli
ihtiyar etmiştir. İsâ aleyhisselâmın geçmiş sözünden murad:
«Adem (Aleyhisselâmyin
hatası gelecekten murad da peygamberin ümmetinin günahlarıdır* diyenler
bulunduğu gibi bu sözden murad:
«Günahın olmuş olsa
affedilirdi muahaza olunmazdın» manasınadır. Diyenler de vardır.
«Bunun üzerine bana
gelecekler. Ben Rabbimin huzuruna çıkmak için İzin istiyeceğim, bana izin
verilecek.» cümlesini Kaadi Iyâz şöyle tefsir etmektedir:
«Bunun manâsı —Allah-u
Alem— bana vadedilen şefâ'atla makam-ı mahmuda izin verilecektir» demektir.
Makam-ı Mahmudu Allah ona tahsis etmiş ve kendisini orada ba's buyuracağını
bildirmiştir. Enes ve Ebu Hureyre hazeratımn rivayetlerinde Resulullah
(Salîallahü Aleyhi ve Sellem)'in secde ederek hamd-ü senada bulunduktan ve
şefaat hususunda kendisine izin verildikten sonra «Ümmetim, ümmetim...» diye
sözebaşlıyacağı bildirilmiştir. Bu hadisin Huzeyfe (Radiyallahu anh)
rivayetinde : «Bunun üzerine Muhammed (Salîallahü Aleyhi ve Sellem)e
gelecekler. O ayağa kalkacak ve kendisine şefâ'at babında izin verilecek;
emanetle rahim gönderilerek biri sıratın sağına diğeri soluna duracaklar ilk
sırattan geçenler şimşek sürati ile geçecekler...» denilmiştir. Bu suretle
hadis muttasıl oluyor çünkü insanların Resulüllâh (Sallallahü Aleyhi ve
Seltem)'e müracaatları mahşerde mevkıf denilen bekleme yerlerinde ve kulların
hesabı görüldüğü zamana aittir. Ondan sonra Resulüllâh (Sallallahü Aleyhi ve
Sellem)'in ümmeti ve ümmetinin günahkârları hakkındaki' şefâ'atına,
peygamberlerin, meleklerin ve diğer şefâ'at ehlinin şefâ'atlanna sıra gelir.»
Kaadi Iyâz bu sözleri
ile Resulüllâh (Salîalîahü Aleyhi ve, Sellem) 'in mahşerde; biri mahşerin
dehşetinden halkı rahata kavuşturmak, diğeride sırat üzerinde günahkâr
mü'minlere aid olmak üzere iki yerde şefâ'at edeceğini birinciye Makam-ı Mahmud
ve şefâ'at-ı uzmâ denildiğini, hadislerin buna ve peygamberlerden başkalarının
da şefâ'at edeceklerine delâlet ettiğini anlatmak istemiştir.
İmam-ı Gâzâlî:
«Dürretü-l.Fahire fi
Ulumi'l-Ahire» adlı eserinde mahşer halkının Hz Adem'le diğer peygamberlere
müracaatları arasında biner sene zaman bulunduğunu söylemiştir. Bazıları bunun
aslına eremediklerinden bahsederek
Gaza1î'ye ta'n etmiş ve:
« GazaIî' bu kitapta
bir çok aslı olmayan hadisleri rivayet etmiştir; bunların hiç birine aldanma»
demişlerse de Buhârî Sarihi Aynî Buna
itirazla :
«Gazali 'nin ceîâlet-i
kadri bu söylenenlere münafîdir. Mezkûr hadislerin asıllarına erememek
başkalarının da erememesini istilzam etmez. Bu Kaail Resulullah (Sallallahü
Aleyhi ve Sellem) 'den gelen bütün hadisleri ihata etmemiştir ki bunların
aslına eremedim iddiasında bulunabilsin» demiştir.
«Yani; kendilerine
ebediyyen cehennemde kalmak, vacip olanlardan başka kimse kalmadı» cümlesi
ondan Önceki:
«Yorabbi! Kur'ân'ın
hapsettiklerinden başka kimse kalmadı.» cümlesinin tefsiridir. Bu tefsiri
Katade yapmıştır. Nitekim İmamı Müslim rivayetin'son cümlesinde bunun Katade
tarafından yapıldığım tasrih etmiştir. Hz. Katade 'nin yaptığı tefsir
doğrudur. Bunun manâsı cehennemde
Kur'an-ı Kerim'in ebediyyen
kalacaklarını
«Hiç şüphe yok ki,
Allah kendisine şirk koşma kabahatini afvetmez.» buyurmuştur. Mezkûr âyet-i
kerime ehl-i hakkın mezhebine delildir. Çünkü Selef-i salihin imanla Ölen bir
kimsenin cehennemde ebedî kalrmyaca-ğma ittifak etmişlerdir.
Resulullah (Sallallahü
Aleyhi ve Sellem)''in huzur-u Rabbül âleminde yapacağı secdenin ne kadar devam
edeceği bu hadiste bildirilmemiş.
«Allah dilediği kadar
beni secde halinde bırakacak.» buyurulmuşsa da Hz . Ebu Bekr Sıddîk
(Radiyallahu anft) rivayetinde bu secdenin bir hafta kadar devam edeceği
bildirilmiştir. Fahri Kâinat şefâ'atinin sınırlı olduğunu beyan ederek:
«Rabbim bana bir hudut
tayin edecek (o hudut dahilindeki) insanları cehennemden çıkaracağım...»
buyurmuştur. Yani şafâ'atm her nev'inde kendisine bir hudut tayin edilecek
ancak o hudut dahilindeki insanlara şefâ'at edecektir. Meselâ: Cemaata
gitmeyenler hakkında şefâ'at edeceksin denilirse yalnız onlara şefâ'at decek,
namaz kılmıyanlar hakkında yahut içki içenler, zina edenler hakkında şefâ'at
edeceksin denilirse yalnız onlara şefâ'atta bulunacak sair günahkârlara şefâ'at
hakkı olma vara
323 - (...)
Bize Muhammed b. El-Müsenna île Muhammed b. Beşşar da rivayet ettiler, dediler
ki; Bize İbni Ebi Adîy, Sa'id'den, o da Katade'-den, o da Enes'ten naklen
rivayet etti. Enes. şöyle demiş:. Resulııİlah
(Sallallahü Aleyhi-ve Sellem) buyurdular ki: «Mü'mİnler kıyamet gününde bir
yere toplanacak, onlar buna ehemmiyet verecekler, yahut bu kendilerine, ilham
edilecek...» diyerek hadisi Ebu Avane hadisi tarzında rivayet
etmiş. Bu hadiste Enes şunları da söylemiş:
«Sonra Allah'a
dördüncü defa gelerek — yahut 4. defa dönerek — :
Yarabbi Kur'ân'ın
hapsettiklerinden başka (cehennemde)
kimse kalmadı diyeceğim.»
Bu rivayetlerde
kıyamet gününde insanların bir yere toplanacağı bildirilmiş fakat nerede
toplanacaklarından bahsedilmemiştir. Hadisin başka bir rivayetinde:
«Allah insanları
Arasat meydanında topladığı vakit.» denilmiş Ebu Hureyre rivayetinde :
«Allah gelmiş geçmiş
bütün insanları bîr toprağın üzerine toplayacak.» buyurulmuştur. kelimesi bir
rivayettle « diğer bir rivayette bir rivayette şeklinde zapte-dilmiştir.
Bunlardan birincisi ehemmiyet verecekler ikincisi kendilerine ilham olunacak
üçüncüsü vehmedecekler dördüncüsü de mahzun olacaklar manasınadır.
îlhâmdan murad
Allah'ın bir şeyi yapmak veya yapmamak hususunu insanın kalbine bildirmesidir.
«Sonra Allah'a
dördüncü defa gelerek —yahut dördüncü defa dönerek —.,» ibaresi ravinin
şekkini göstermektedir. Yani «ya Öyle dedi ya böyle» demek istemiştir, Allah'a
gelmek veya dönmekten murad Makami Mahmud'dur. Resulullâh (Sallallahü Aleyhi ve
Sellem) sonra bana şefâ'at için ilk defa müracaat edilen yere yani Makam-ı
Mahmud'a döneceğim demek istemiştir.
324 - (...) Bize
Muhammed b. £1 Müsenna rivayet etti (dedi ki): Bize Muaz b. Hişâm rivayet etti.
Dedi ki: Bana babam, Katade'den, o da Enes b. Malikten naklen rivayet etti.
Enes NebiyyullahfSaUallahü Aleyhi ve Sellem) buyurdular kî:
«Allah mü'minleri
kıyamet gününde bir yere toplayacak. Bu kendilerine İlham edilecek...»diyerek
hadisi yukarkiler gibi rivayet etmiş. Yalnız dördüncü defada:
«Ben de : Yarabbi
cehennemde Kur'ân'ın hapsettiklerinden, yani orada ebedî kalmak kendilerine
vacip olanlardan başka kimse kalmadı, diyeceğim.» buyurduğunu zikretmiş.
325 - (...)
Bize Muhamnıed b. Minhal Ed-Darîr de rivayet etti (dedi ki): Bize Yezid b.
Zürey' rivayet etti (dedi ki): Bize Sa'id b. Ebî Arube ile Destevaînin arkadaşı
Hişâm, Katade'den, oda Enes b. Malik'ten naklen rivayet ettiler. Enes:
«Resulullâh (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) buyurdular» demiş. H.
Bana Ebu Gassân
El-Misma'î ile Muhamnıed b, El-Müsenna da rivayet ettiler, dediler ki: Bize
Muaz —ki İbnî Hişâmdır.— rivayet etti dedi ki: Bana babam, Katade'den rivayet
etti, (dedi ki): Bize Enes b. Malik rivayet etti ki Peygamber (Saİîaîîahü
Aleyhi ve Sellem):
«Allah'tan başka ilâh
yoktur, diyen ve kalbinde bir arpa ağırlığında hayır bulunan herkes cehennemden
çıkarılacaktır. Sonra (yine) Allah'tan başka ilâh yoktur diyen ve kalbinde bir
buğday donesi ağırlığında hayır bulunan herkes cehennemden çıkarılacaktır.
Sonra (yine) Allah'tan başka ilâh yoktur diyen ve kalbinde zerre kadar hayır
bulunan herkes cehennemden çıkarılacaktır.» buyurmuşlar.
İbnî Minhâl kendi
rivayetinde şunları ziyade etmiştir: «Yezid dedi ki bunun üzerine ben Şu'be ile
görüşerek bu hadisi ona rivayet ettim. Şu'be şöyle dedi:
«Onu bize Katade, Enes
b. Malîk'ten, o da peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sel!em)'den naklen rivayet
etti şu kadar var ki; Şu'be (zerre) kelimesinin yerine (Züre) yi koydu. Yezid
bunda Ebu Bistâm tashif yapmış dedi.»
Bu rivayetin
senedindeki Sa'id b. Ebi Arube hakkında söz edilmiştir. Çünkü bu zatın âhir
Ömründe hafızası bozulmuş bunaklık eseriyle hadisleri karıştırmaya başlamıştır.
Böylelerin o hal geldikten sonra rivayet ettikleri hadislerle ihticac olunmazsa
da Buhâri ve Müslim 'deki hadisleri hadisi kanştırmazdan Önceki yani
hafızalarının sağlam bulunduğu zamana hamledilir.
Hişâm Said-i Desteva'îye
Hişam-ı Desteva'î de derler. Desteva* bir yerin ismidir. Bu zat o yerden
getirilen elbiseleri sattığı için kendisine Hişâm-ı Dstevaî; yine o yerden
getirilen buğdayı sat ağı için Hişâm sahib-i Destevâi denilmiştir.
«El-Metâli'» sahibi;
«Mu'azb. Hişâm Sahib'd-Dest va'î » ifadesindeki sahib-i Desteva'îyi Mu'az'ın
sıfatı zannetmişse de bu yanlıştır. Sahib-i Desteva'i Mu'az değil babası Hişâm 'dır.
Hadisteki zerreden
murad küçük karıncadır. Züre rivayeti tashiftir. Onun için de Yezid:
< Ebu Bistâm bu
kelimede tashif yapmış» demiştir. Ebu Bistâm 'dan murad Şu'be dîr.
Bazıları bu kelimeyi
(durra) şeklinde rivayet etmişlerdir ki bu da tasnifin tashifi'dir.
326 - (...)
Bize Ebu’ Rabi’ El-Ateki rivayet etti- <Dedi ki): Bize Ham-mad b. Zeyd
rivayet etti. (Dedi ki): Bize Ma'bed b. Hilâl El-Anezî [355] rivayet
etti. H.
Bize bu hadisi Sa'id
b. Mansur da rivayet etti. Lâfız onundur. (Dedi ki) Bize Hâmmad b. Zeyd rivayet
etti. (Dedi ki): Bize Ma'bet b. Hilâl El-Anezî rivayet etti. Dedi ki: Enes b.
Malîk'e gittik ve (bizi onunla görüştürmesi için) Sabit'ten şefâ'at diledik
Enes'e vardığımızda kuşluk namazı kılıyordu. Sabit bizim için izin istedi ve
yanma girdik. (Enes) Sabit'i kendi yanma sedrine oturttu. Sabit ona:
«Ya Eba Hamza (şu)
Basralı kardeşlerin kendilerine şefâ'at hadisini rivayet etmeni rica ediyorlar»
dedi. Enes buna icabetle şunları söyledi: Bize Muhanımed (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) şöyle
buyurdular:
«Kıyamet günü geldiği
zaman insanlar deniz dalgalan gibi birbirine çarparak karışacaklar. Sonra
Âdem'e gelerek Zürriyetine şefaat et! diyecekler. Âdem (Aleyhisselâm) Ben ona
ehil değilim, lâkin siz İbrahim [356]
(Aleyhisselâm) 'a gidin; çünkü o Halilullah'dır, diyecek. Bunun üzerine İbrahim'e
gelecekler. O da : Ben buna ehil değilim, lâkin siz tAûsâ(Aleyhisselâm) 'a
gidin; çünkü o Kelimullâh'tir, diyecek. Müteakiben Musa'ya ge-Jinecek. O da':
Ben buna ehil değilim; lâkin siz îsâ (Aleyhisselâm)'a gidin; çünkü o Ruhullah
ve Kelimullâh'dır; diyecek; sonra îsâ (Aleyhisselâm)'a gelinecek. O da : Ben
buna ehil değilim; lâkin siz Muhammed (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) 'e gidin,
diyecek. Nihayet bana gelecekler. Ben onlara : (Evet) Ben buna ehilim, diyerek
hemen gidip Rabbimin huzuruna (çıkmak İçin) izin isteyeceğim. Bana izin
verilecek. Ben de onun huzuruna durarak ona öyle hamd-ü senalarda bulunacağım
ki, şimdi onları söylemeye iktidarım yoktur. Onları bana Allah ilham edecek.
Sonra Allah için secdeye kapanacağım. Bana : Ya Muhammed, başını kaldır. Söyle
ki, sözün dinlensin, iste (isteğin) verilsin, şefaat dile sana şefaat hakkı
verilsin, denilecek. Bunun üzerine ben: Yarabbi! Ümmetimi, ümmetimi, diyeceğim.
(Bana : Haydi) git, kimin kalbinde bir buğday yahut arpa danesi kadar iman
varsa onu cehennemden çıkar, denilecek. Ben gidip bunu yapacağım. Sonra yine
Rabbime dönerek aynı hûmdüsenalarla ona hamd edeceğim. Sonra ona secde ederek
yere kapanacağım. Bana (yine :) Ya Muhammed başını kaldır da söyle, sözün
dinlensin, iste ki İsteğin verilsin; şefaat dile sana şefaat hakkı verilsin,
denilecek. Ben (yine) ümmetimi!., ümmetimi!., diyeceğim. Bunun üzerine bana :
Haydi git, kimin kalbinde hardal danesi kadar iman varsa onu cehennemden çıkar,
denilecek. Ben gidip bunu da yapacağım. Sonra Rabbime dönerek aynı hamdlerle
ona hamd edeceği m. Sonra onun için secdeye kapanacağım. Bana (tekrar) : Ya
Muhammed başını
kaldır, söyle ki, sözün dinlensin; iste isteğin verilsin. Şefaat dile sana
şefaat hakkı verilsin, denilecek. Ben de : Yarabbi ümmetimi, ümmetimi,
diyeceğim. Bana : Git, kimin kalbinde hardal donesinden çok, çok, çok daha az
iman olan kim varsa onu da cehennemden çıkar; denilecek. Ben hemen gidip bunu
da yapacağım.»
İşte Enes'in bize
haber verdiği hadis budur. Bunun üzerine onun yanından çıktık. Sahranın yüksek
bir yerine vardığımız da: Hasan'ın yanına uğrasakta ona bir selâm versek ya
dedik... O Ebu Halife'nin evinde gizlenmiştir; dedik ve hemen onun yanına
girerek kendisine selâm verdik. Dedik ki: Ya Eba Saidî Biz senin dostun Ebu
Hamza'nın yanından "geldik. Bize Şefaat hakkında öyle bir hadis rivayet
etti ki mislini (şimdiye kadar hiç) işitmedik. Ebu Said: Onu bana söyleyin
dedi. Biz de hadisi kendisine rivayet ettik. Devam edin dedi.
— Bize bundan fazla
bir şey söylemedi dedik.
— O bu hadisi yirmi
sene evvel rivayet etti. O, zaman kendisi derli topluydu. Şimdi muhakkak (hadisten) bir şey bırakmış; bilmiyorum Şeyh unuttumu
yoksa itimad edip kalırsınız diye size söylemekten mi çekindi, dedi. Biz
kendisine (Onun bıraktığını) bize sen anlat dedik. Bunun üzerine güldü ve:
«İnsan aceleden halk edilmiştir [357] Ben bunu size ancak hadîsi rivayet etmek
için söylemiştim.» dedi. Ve hadîsi şöyle nakletti :
«Sonra dördüncü defa
da Rabbime dönerek aynı hamdüsenâlarla ona hamdedeceğim. Sonra onun için
secdeye kapanacağım. Bana ; Ya Muhammedi Başını kaldır da, söyle ki, sözün
dinlensin. İste, isteğin verilsin, şefaat dile sana şefaat hakkr verilsin;
denilecek. Ben de : Yarabbi! Allah'tan başka ilâh yoktur diyenler hakkında
şefaat için bana izin ver, diyeceğim. Teâlâ hazretleri : Bu senin için
değildir, yahut bu sana ait değildir. Lâkin izzetim, kibriyâm, azametim ve
cibriyâm hakkı için yemin ederim ki, Allahîtan başka ilâh yoktur, diyenleri
(cehennemden) behemahâl ben çıkaracağım,» buyuracak.
Râvi Ma'bed şöyle
demiş: «Hasan üzerine şahadet ederim ki; bu hadisi bize Enes b. Malik'ten
işittiğini söyleyerek rivayet etmiştir. Zannederim: «Yirmi sene önce, Enes o
zaman derli topluydu» dedi.
Bu hadis-i Buhâri
«Kitabü't-Tevhit» de Nesa ; «Kitabu't-
Tefsir» de tahriç
etmişlerdir. Bu da şefaat hadisinin bir başka rivayetidir. Basra'lı cemaat
şefaat hadisini dinlemek maksadiyle Enes b. Malik (Radiyaîiahu A nhüm) 'e gitmişler Hz.
Enes kendilerini tanımadığ için
onları tanıştırmak ve ricalarını kendisine bildirmek maksadiyle yanlarına Enes
(Radiyaîiahu anh) 'm dostu olan Sabit-i Bünânî'yi de almışlar. Enes
(Radiyaîiahu anh) 'in evi Basra'ya iki fersah mesafede bulunan ^Ezzaviye»
denilen yerde imiş. Basra'lılar şefaat hadisini orada dinlemişler dönüşte
Hasan-ı Basri (Rahimehuilah) 'in yanma uğramak akıllarına gelmiş Hasan-ı Basri
Haccac-ı zalimin zulmünden korkarak Basra'lı Ebu Halif ete't-Tâî 'nin evinde
giz-leniyormuş. Hasan bu eve girince Allah'a duâ etmiş; düşmanları kendisini
burada altı defa aradıkları halde bulamamışlardır. Hadisin sonunu da ondan
dinlemişler. Hasan-ı Basrî hadisin bir kısmının noksan bırakıldığını görünce
«Hîhî» demiş. Bu kelime «ihi» şeklinde de çivayet olunur. İsmi fiil olup sonunu
getir; ziyadesini söyle manâlarına -gelir. Basra'lılar «bize bundan ziyadesi
söylenmedi» deyince Hasan-ı Basrî bu hadisi Enes (Radiyaîiahu anh) 'dan yirmi
sene evvel dinlediğini: o zaman Enes'in daha derli toplu yani genç ve dinç aklı
yerinde bulunduğunu söylüyerek ihtiyarlık sebebiyle unuttumu yoksa- söylerse
bu cemaat hadisi büyük bir müjde telâkki ederlerde ibadetlerden vaz geçerler
diye korktuğu için mi her ne sebeple ise hadisin bir kısmını muhakkak rivayet
etmediğini söyliyerek tamamını kendisi rivayet etmştir. Peygamber (Saliallahü
Aleyhi ve Sellem)'in kendi ümmetine şefaat edilmesi müşkü görülmüştür. Çünkü
şefaat için ona müracaat edenler yalnız kendi ümmeti değil bütün insanlardır.
Bu işkâle şöyle cevap verilir.
. İhtimal «Ümmetim»
sözünden murad; şefaat için müracaat eden mü'min 'ümmetler yahud sancağının
altına toplananlardır. Bu sebeble onları kendine izafe etmişdir. Kaadî Iyâz'a
göre, ibarede kısaltma vardır. Evvela umumî şefaat için izin verilecek. Sonra
ümmeti için hususî şefaat dileyecektir.
Hasan'm rivayetinde:
İzzet, kibriyâ' azamet ve cibriyâ' kelimeleri edilmiştir. Bunlar bir birinin
müteradifi olmak üzere aynı manâya gelirler. edilmiştir. Bunlar birinin
müteradifi olmak üzere aynı manâya gelirler. «Eşya zıd^ı ile anlaşılır» kaidesi
mucibince biz bunların nakızlarını yani zıdlarını söyleyelim de hususi manâları
daha iyi anlaşılsın. İzzetin nakîzi zül, kibriyanm nakîzi küçüklük, azamet ve
cibriyanın nakîzi hakaretdir. Allah Teâlâ'ya izafe edilen bu sıfatlarla ona
lâyık olan lazimi manâları kasdedilir. Bazıları: «Kibriya zatının kemâline
azamet ve cibriya sıfatlarının kemâline raci'dir. Celâl sıfatı ise, hem
zatının hem sıfatlarının kemâline râci' bir sıfattır» derler.
1 - Ulemâya
ve büyüklere gereken vazife yanlarına gelen ulemâ ve ehl-i fazileLe
başkalarından daha ziyade ikramda bulunarak sair insanlarla bit olmadıklarını
göstermektir.
2 - Hadis şerif «iman ziyade ve noksan kabul eder» diyen
ulemânın delilidir. Bu bâbdaki izahat iman bahsinde görülmüştür.
3 - Mürüvete
dokunmamak şartiyle tanıdık bir âlim ile arkadaşlarının huzurunda gülmek zarar
etmez.
4 - İcabında
Kura'n-ı Kerîm ile istişhad edilebilir.
5 - Hadis-i
Şerif Allah'ın rahmetinin son derece vâsi' olduğuna delâlet ediyor. Ancak biz
kullara düşen vazife bu rahmete güvenerek ibadetlerimizi boşlamak değil,
bilâkis daha ziyade aşkı şevkle kulluk vazifelerimizi yapmak; onu hak etmeye
çahşmr.ktır. Zira son nefeste yüzde yüz imanım kurtaracağından kimse emin
olamaz.
327 - (194)
Bize Ebu Bekir b. Ebî Şeybe ile Muhammed b. Abdillâh b. Nümeyr rivayet ettiler
ve (ikisi de ayni şekil de rivayette ittifak eylediler. Yalnız biri bazı
kelimelerden sonra bazı ziyadeler yaptı.) Dediler İd: Bize Muhammed b. Bişr
rivayet etti. (Dedi ki): Bize Ebu Hayyân, Ebu Zür'adan, o da Ebu Hüreyre'den
naklen rivayet etti. Ebu Hüreyre şöyle demiş: Resulullah (Sallallahü Aleyhi ve
.Sellem) 'e bir gün bir et (yemeği) getirdiler. Ve kol tarafından bir parçayı
kendilerine takdim ettiler. (Çünkü) Resülulİâh (Sallallahü Aleyhi ve Selletn)
kolu severdi. Ondan dişleri ile biı lokma kopardı. Sonra şöyle buyurdu:
«Kıyamet gününde
insanların efendisi benim. Bu neden biliyor musunuz? Kıyamet gününde Allah
gelmiş geçmiş bütün insanları düz bir yere toplayacak, öyleki çağıran, sesini
hepsine duyurabilecek, göz hepsini görebilecek. Güneş yaklaşacak insanların gam
ve gussası dayanamayacakları ve
tahammül edemeyecekleri dereceyi
bulacak. Bunun üzerine insanlar
birbirlerine : «Halinizi görmüyor
musunuz? Başınıza geleni
görmüyor musunuz? Rabbiniz huzurunda kendinize şefaat edecek bir zat
ara-sanıza» diyecekler. Bâzıları
birbirlerine : Âdem'e
gidin, diyecekler. Ve Âdem'e
gelerek : Ya Âdem, sen insanların babasısrn. Allah seni yed-i kudretiyle
yaratmış. Sana kendi ruhundan ruh nefh eylemiş, meleklere de emir buyurarak
sana secde etmişlerdir. Rabbin huzurunda
bize şefaat et; halimizi görmüyor musun?
Başımıza geleni görmüyor musun? diyecekler. Âdem :
«Rabbim bugün Öyle bir gadaba geldi ki,
ne bundan önce böyle bir gadap etmişler; ne de bundan sonra böyle bir gddap eder. O bana
(cennetteki) ağaçtan (yemeği)
yasak etti de ben ona
isyan ettim. Nefsî... nefsî... siz benden başkasına gidin;
Nuh'a gidin!» diyecek. Bunun üzerine Nuh'a gelerek : «Ya
Nuh, sen yeryüzüne gönderilen ilk
resulsün; Allah sana şükreden kul
demişti; bize Rabbin huzurunda
şefaat et; halimizi
görmüyor musun? Başımıza geleni
görmüyor musun?» diyecekler.
Nuh onlara : Gerçekten Rabbİm
bugün öyle bir gadaba
geldi ki, ne bundan Önce böyle bir gadab etmiştir, ne
de bundan sonra böyle bir gadab eder. Hem
benim vaktiyle ettiğim bir
bedduam vardır ki, onu kavmime etmiştim.
Nefsî. nefsî... siz İbrahim (SalUıllahii Aleyhi ve Sellenıj'e gidin» diyecek.
Müteakiben İbrahim'e gelerek : «Sen
Nebiyyutlah ve yeryüzü halkından Allah'ın Hâlilisin,
bize Rabbin huzurunda
şefaat et, halimizi görmüyor
musun? Başımıza geleni görmüyor musun?» diyecekler. İbrahim onlara :
«Gerçekten Rabbim bugün öyle bir gadaba geldi ki, ne bundan önce böyie bir
gadab etmiştir. Ne de bundan sonra böyle bir gadab eder,» diyecek ve vaktiyle
yaptığı tevriyelerini anarak: Nefsî...
nefsî... siz başkasına
gidin; Musa'ya gidin,»
diyecek. Bunun üzerine
Musaf Sallallahü Aleyhi ir SelU'ini 'e gelerek : «Ya Musa, sen Resulüllâh'sın. Allah seni risa-fetleri ve
konuşmasİyle sair insanlardan üstü . kılmıştır; bize Rabbin huzurunda şefâ'at
et; halimizi görmüyor musun? Bu;ımıza geleni görmüyor musun?» diyecekler. Musa Satlallahii Aleyhi vr Seilcnu onlara :
Gerçekten Rabbim bugün öy!e bîr gadaba geldi ki, ne
bundan Önce böyle bir gadab etmiştir,
ne de bundan sonra
böyle bir gadab eder. Hem
ben (vok-tıyle} Öldürmeğe memur
olmadığım bir insan öldürdüm : Nefsî... nefsî.., Siz İsâ lSalUıllahii Aleyhi ve SellemVe gidin»
diyecek. Onlar da İsa'ya gelerek : «Ya
İsâ! Sen Allah'ın
Resulüsün, insanlarla beşikte
konuştun; Allah'ın Meryem'e ilkâ
ettiği bir kelimesi
ve Allah tarafından bir
ruhsun. Binaenaleyh Rabbin
huzurunda bize şefaat eyle;
halimizi görmüyor musun? Başımıza geleni görmüyor musun?» diyecekler.
İsâ (Sallallahü Aleyhi ve
Sellem) onlara :
«Gerçekten Rabbim
bugün Öyle bir gadaba geldi ki, ne bundan önce böyle bir gadap etmiştir, ne de
bundan sonra böyle bir gadap eder. — isâ için günah zikretmemİş— nefsî...
nefsî... siz başkasına gidin; Muhammed (Sallallahü Aleyhi ve Seltem)'e gidin.»
diyecek. Bunun üzerine bana gelerek :
— «Ya Muhammed! Sen Resulüllâh ve
Haîemü'l-Enbiya'sın. Allah senin gelmiş geçmiş bütün günahlarını affetmiştir;
bize Rabbin huzurunda şefaat eyle, halimizi görmüyor musun? Başımıza geleni
görmüyor musun?» diyecekler. Ben de kalkarak arşın altına geleceğim ve (orada)
Rabbime secdeye kapanacağım. Sonra
Allah bana öyle fütuhat verecek ve bana güzel
hamdü senalardan öyle şeyler
ilham buyuracak ki,
öyle fütuhatı benden önce kimseye ihsan etmemiştir. Sonra :
— «Ya Muhammed! Başını kaldır : İste ki isteğin
verilsin! Şefaat dile sana şefaat hakkı verilsin» denilecek. Ben başımı
kaldırarak :
— Yarabbi!
Ummetî... ümmeti...» diyeceğim.
(Bana) :
— «Ya Muhammed!
Ümmetinden hesaba çekilmiyecek olanları cennet kapılarının sağındakİnden cennete
koy» denilecek. Bunlar, bu kapıdan mada kapılarda insanlara ortaktırlar. Muhammed'in nefsi yed-i
kudretinde olan Allah'a yemin ederim
ki, cennet kapılarının iki kanadının
arası Mekke İle Hecer arası kadar yahut Mekke ile Busrâ arası kadardır.
Bu hadisi Buhârî
«Kitâbu't-Tefsir» ile «Kitabu'E Hadisi'l Embi-ya» da Tirmizî «Kitabû'z-Zühd» de
Nesaî «Kitabül Velime» de
İbni Mâce «Kitabu'I Et'ime» de tahriç etmişlerdir.
Hadisin başında
Resulullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellemj'e et yemeği getirildiğinden ve
kendisine kol tarafından takdim edildiğinden bahsediliyor ve «Çünkü onu
severdi» deniliyor. Kaadî Iyâz'm beyanına göre Resulüllâh (Sallallahü Aleyhi
ve Sellem)'iıı. hayvanın kol tarafını sevmesi orası daha lezzetli daha pişkin
ve daha kolay hozme-dildiği içindir. Tirmizî 'nin Hz. Aişe (Radıyallahu Anhâ)
'd *n rivayet ettiği bir hadiste:
«Etin kol tarafı
Resulüllâh (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'e daha makbul değildi, lâkin eti ancak
bayat olarak bulur. Bu sebeple kürek tarafını tercih ederdi. Çünkü o tarafı
daha çabuk pişer.» denilmiştir.
Resulüllâh (Sallallahü
Aleyhi ve'Sellem) 'in:
«Kıyamet gününde
insanların efendisi benim.» buyurması —Haşa — övünmek değil tahdis-i ni'mettir.
Allah'ın nimetlerinden bahsederek şükürde bulunmayı zaten Allah ona emir
buyurmuştu. Ayni zamanda bu cümle bizim için de bir nasihat ve onun hakkını
bize ta'rif sayılır. Âhiret gününde Peygamberleri ile bütün insanların,
cinlerin, meleklerin hasılı bütün mahlûkatm büyüğü olunca dünyada da aynı
şekilde bütün mah-lûkatın efendisi olacağı evleviyetle sabittir. Kaadî Iy âz şöyie
diyor:
«Seyyid: Kavminin
büyüğü, başsıkısmda kendisine iltica edilen kimsedir. Peygamber (Saiîaîlahü
Aleyhi ve Seilem) insanların hem dünyada hem âhirette seyyididir. Âhirette
insanların efendisiyim diye tahsis buyurması, oradaki efendilik daha yüksek
olduğu içindir. Çünkü bütün Mahşer halkı, onun büyüklüğünü efendiliğini teslim
edecek Adem (Aleyhisselâm) ile onun bütün zürriyeti Resulullah (Salîaiîahü
Aleyhi ve Sellemyin sancağı altında neşrolunacaklardır.
Resulullah (Sallallahü
Aleyhi ve Seilem) hiç bir peygamberin üzerine alamadığı şefâ'at-ı uzmayı bir
sözle kabul buyurarak şefaat edecek bu suretle bütün mahlûkatın ulusu olduğunu
fiilen gösterecektir. Kıyamet gününün hevl ve şiddetleri pek büyük olacak güneş
insanların tepelerine inecek insanlar onun verdiği şiddet ve izdıraptan, hesap
ve azap korkusundan deniz dalgaları gibi kaynaşacaklar nihayet Adem
(Aleyhisselâm) dan başlayarak şefâ'at için birer birer ülül azîm peygamberlere
müracaatlarda bulunacaklardır. Kendisine müracaat edilen her peygamber o gün
Teâlâ hazretlerinin misli görülmedik ve görülmeyecek bir surette gadaba geldiğinden
ve kendilerinin de vaktiyle işledikleri birer hatâ sebebiyle Allah'a hesap
vermekten korktuklarından ve şefâ'at için huzur-u ilâhiye çıkmaya yüzleri
olmadığından bahisle nefsî, nefst... diyerek özür dileyecekler. En sonunda
şefaat işini Seyyüdün nas Muhammed Mustafa (Sallallahü Aleyhi ve Seilem)
üzerine alacaktır.
Allah'ın gadabından
murad yerinde de izah edildiği vecihle gadabm lâzimi manâsı yani azap etmeyi
irade buyurmasıdir. Nevevî:
«Allah'ın gadabından
murad asilerden intikam alması ve şiddetle azap görmeleri; ehl-i mahşerin
çektiği korku sıkıntı ve ıstıraplardır ki bunların daha önceden ne bir misli
görülmüş ne de görülecektir. İşte Allah'ın ga-dabının manâsı budur. Nitekim
rızasından murad da rahmetinin, lütf-i kereminin iman ehline hasenat sahiplerine
tecellisidir. Çünkü Allah Teâlâ hakkında gadap ve rizanin değişmesi
müştehildir.» diyor.
Peygamberlerin nefsî,
nefsî... demelerinin manâsı şefâ'ata muhtaç ve müstahak olan bizim nefsimizdir
demektir. Ehl-i mahşerin Nuh (Aleyhisselâm) 'a :
«Sen yer yüzüne
gönderilen ilk resulsün» demeleri onun ikinci Adem olmasındandır, kavmi helak
olan.ilk resul Nuh (Aleyhisselâm) olduğu için ona ilk resul demeleri de ihtimal
dehilindedir. Yahut Adem (Aleyhisselâm) ile onun gibi peygamberler bütün dünya
sakinlerine gönderilmiş olmadıkları içindir. Çünkü o zaman dünyanın her
tarafında insan yoktu. Şu da bir ihtimaldir. Hz. Adem'in risaleti evlâtlarını
terbiye ve ta'lim mahiyetinde idi. Onun için Nuh (Aleyhisselâm) 'a sen yer yüzüne,
gönderilen ilk resulsün denilebilir. «Et-Tavzih» nam eserde: «Ehl-i mahşerin
sen yer yüzüne gönderilen ilk resulsün sözünü yer yüzü sakin* lerine gönderilen
manâsına almak en doğrusudur.» deniliyor. Adem (Aleyhisselâm) 'm hem nebi' hem
resul olduğu bazı hadislerden anlaşılmaktadır. Mamafih onun hakkında:
«Nebî'dir. Resul
değildir» diyenler olduğu gibi bilâkis: «Resuldür nebi' değildir» diyenler de
bulunmuştur. Aynî:
«Sahih olan: Adem
(Aleyhisselâm) hem nebi* hem resuldür ona Cebrail (Aleyhisselâm) gelmiş rAllah
tarafından sahifeler getirmiş dişi çocuklarına şeriat öğretmiştir. Binaenaleyh
«Adem (Aleyhimesselâm) resuldür nebî' değildir» diyenlerin sözü fasittir. Çünkü
her resul nebî'dir. Nübüvvet risaletin lâzımıdır» demiştir.
Hadiste ismi geçen
Hecer Bahreyn'de büyük bir şehirdir. Su küpleri ile meşhur olup bazı hadislerde
zikredilen diğer bir Hecer daha varsada bu o değildir. O Hecer Medine-i
Münevvere yakınlarında bir köydür. Busra dahi Dimeşk'a üç konak mesafede
bulunan ma,ruf bir şehirdir. Bu şehirle Mekke'nin arası bir aylık yoldur
derler. Cennet kapılarının ikişer kanatlarının arasındaki mesafenin son derece
geniş olduğunu tahyil için bu mesafe Mekke ile Hecer yahut Mekke ile Busra
arasındaki mesafeye benzedilmiştir. Hadis-i Şerif Peygamber (Saiîaîlahü Aleyhi
ve Seilem) in bütün ins ve cinden peygamberlerden, meleklerden faziletli Hz.
Adem'le Nuh, İbrahim, Musa ve İsa (Sallallahü Aleyhi ve Seilem) hazaratmın da
sair peygamberlerden efdal olduğuna delalet etmektedir.
328 - Bana
Züheyr b. Harp'ta rivayet etti. (Dedi ki): Bize Cerir, Uma ratü'bnü Ka'kaa'dan,
o da Ebu Zür'a'dan, o da Ebu Hüreyre'den naklen rivayet etti. Demiş ki:
ResulvdlahfSallallahü Aleyhi ve Sellemj'in Önüne bir kap tirit ve et kondu o
(bundaki) koldan yedi. Burası Resulullâh (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'m
koyundan en sevdiği yerdi. Ondan bir lokma ısırdı ve: «Ben kıyamet gününde
insanların seyyidi olacağım,» buyurdu sonra bir lokma daha ısırarak (tekrar) :
«Ben kıyamet gününde
insanların seyyidi olacağım.» buyurdular Esli a bin in kendisine birşey
sormadıklarını görünce : «Bu nasıl olur diye sorsamza!» dedi Ashab :
«Nasıl olacak Ya
Resulallah!» dediler Resulullâh
(Sallallahü Aleyhi ve Sellem):
«İnsanlar
Rabbülâleminin huzurunda ayakta duracaklar...» buyurarak Ebu Hayvanın Ebu
Zur'adan naklettiği hadis gibi anlattı, yalnız İbrahim- (Aleyhisselâm)
kıssasında fazla malumat vererek onun yıldız hakkında :
«Benim Rabbİm budur;
kavminin büyük putu hakkında : Bu işi putların büyüğü şu put yapmıştır. Ve
kendisi için ben hastayım dediğini» söyledi ve (sözüne devamla) :
«Muhammed'in nefsi
yedi kudretinde olan Allah'a yemin ederim ki cennet kapılarının iki kanadıyla
pervazlarının arası Mekke ile Hecer yahut Hecer'le Mekke —arası—
gibidir.» buyurdular.
Bu iki cümleden
hangisini söylediğini bilemiyorum, dedi.
Hadis-i şerifte zikri
geçen »Keyfe» kelimesinin sonuna vakıf halinde
«hay-i sekt» nâmı
verilen «he» getirilmiştir. Bu kelimenin üzerinde durulduğu zaman mezkûr (hâ)
nın getirilmesi hususunda söz yoktur. Ancak sahabe-i kiramın cümle ortasında
aynı kelimenin sonuna (he) getirmeleri iki vecihle izah olunmuştur.
1 -
Araplardan bazıları cümle
ortasımda vakıf hükümde telâkki ederler.
2 -
Ashab(Radiyallahu anhilm) Resulullâh (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) in
telâffuzuna ta'bi' olmuşlardır.
Udâde; kapının iki
tarafındaki çerçeve ağaçlarıdır.
Hadis-i şerif talebe
bir suâli sormaktan sıkıldığı vakit hocanın suâl yeri geldiğine tenbihde
bulunması gerektiğine delildir.
329 - (195)
Bize Muhammed b. Tarif b. HaIİfete'1 [358]
Becelî rivayet eti. (Dedi ki) : Bize Muhammed b. FudayI rivayet etti. (Dedi
ki): Bize Ebu Malik El-Eşca'i, Ebu Hâziıh'den,-o da Ebu Hureyre'den naklen
rivayet etti. Bir de Ebu Malik, Rib'iden, o da Huzeyfe'den naklen rivayet etti.
Ebu Hüreyre İle Huzeyfe şöyle demişler: Resulullâh (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)
buyurdularki:
«Allah Tebareke ve
Teâlâ (kıyamet gününde} insanları bir yere toplayacak. Mü'minler kendilerine
cennet yaklaştınlıncaya kadar ayakta duracaklar. (O zaman) Âdem'e gelerek :
«Ey babamız! Bizim
için cennefin açılmasını İste!» diyecekler. O da : «Sizi cennetten ancak
babanız Âdem'in hafîesi çıkarmadı mı?
Ben bu işin ehli değilim. Siz oğlum İbrahim Halilullah'a gidin» diyecek.
İbrahim dahi :
«Ben bu İşin ehli
değilim. Ben ancak geriden geriye Halil idim. Siz Allah'ın kendisi ile
söyleştiği Musa (Aleyhisselâm)'a gidin» diyecek. Bunun üzerine Musa
(Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'e gelecekler. O da:
— «Ben bu İşin ehli değilim. Siz kelimetullah
ve ruhullah olan İsa'ya gidin» diyecek. İsa (Sallalhıhii Aleyhi ve Sellem) de :
— «Ben bu işin ehli değilim» diyecek. Nihayet
Muhammed (Sallallahü Aleyhi ve Seilem) 'e gelecekler. O hemen ayağa kalkacak ve
kendisine şefaat için izin verilecek, emanetle rahim gönderilerek sıratın sağ
ve sol taraflarına duracaklar. Sonra sîzin ilk kafileniz şimşek gibi sırattan
geçecek.»
Ben: «Annem babam sana
feda olsun! Şimşek gibi geçmek ne demektir?.) diye sordum. Resulullâh
(Sch'allahü Aleyhi ve Sellem):
«Şimşeği hiç
görmediniz mi? Göz kırpacak kadar bir zamanda nasıl geçip dönüyor. Sonrakiler
rüzgârın geçişi gibi. Daha sonrakiler kuşların geçişi gibi ve insanların
koşması gibi geçecekler. Onları böyle koşturan amelleri olacaktır.
Peygamberiniz de sırat üzerinde durmuş :
Yarabbİ! Selâmet ver,
selâmet! diyecek. Nihayet kulların amelleri âcîz kalacak hatta öyle kimse
gelecek ki, ancak sürünerek yürüyebilecek. Sıratın iki tarafında asılı
çengeller olacak. Bunlar emrolunduklarını yakalamakla memurdurlar. Bakarsın
bazı İnsanlar tırmalanmış kurtulmuş. Bazıları da cehenneme atılmış olacak
buyurdular.
Ebu Hüreyre'nin nefsi
yedi kudretinde olan Allah'a yemin ederimki cehennemin dibi yetmiş yıllık yol
kadar derindir.
Kıyamet gününde
cennetin mii'minlere yaklaştırılacağı Kur'an-ı Kerimde
«Cennet takva
sahiplerine yaklaştırılacak» âyet-i
kerimesi ile beyân buyurulmuştur.
Hz. İbrahim (Aleyhisselâm) 'in :
«Ben ancak geriden
geriye Halil idim» sözü tevazu' yoluyla söylenecektir. Bundan murad benim
derecem bu.kadar yüksek değildir demektir. Nevevî diyorki :
«Burada hatırıma güzel
bir manâ tecelli etti. Bu manâ şudur Hz.
Ibrahim'in bu sözünden murad: Bana verilen keramet ve ihsanlar Cebrail
(Sallallahü Aleyhi ve Sellem) 'in aracılığı ile olmuştur. Siz Musa'ya gidin.
Çünkü onun kelâmullahı işitmesi vasıtasızdır, demektir.»
Müslim şahilerinden
Ebu Abdi İlâh Muhammet b. İsmail şöyle diyor :
«Hadiste iki defa
verae, verae yani geriden geriye denilmesi peygam-berimiz(Sallallahü Aleyhi ve
Sellem)'in kelâmullahı vasıtasız işittiğine ve A11ah 'ı gördüğüne işarettir.
İbrahim (Aleyhisselâm) mezkûr sözü ile :
«Ben derece itibari
ile Muhammed (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) den sonra gelen Musa 'dan da sonrayım» demek istiyecektir.
Emanet ile sıla-i
rahimin sırat köprüsüne gönderilmeleri ehemmiyet ve mevkileri pek büyük olduğundandır.
Bunlar A11ah'm dilediği şekil ve surete girerek müşahhas bir halde sıratın iki
tarafına dikileceklerdir.
Ebu Abdullah Muhammed
b. İsmail 'in beyanına göre burada cümlede hazif vardır. Manâ şudur. Sıle-i
rahim ile emanet sırattan geçenlerden haklarını istemek için sıratın iki
tarafına dikilirler.
330 - (196)
Bize Kuteybe b. Sa'id ile İshâk b. İbrahim rivayet ettiler Kuteybe dedi ki:
Bize Cerir Muhtar b. Fulful'den, o da Enes b. Malik'ten naklen rivayet
etti. Enes şöyle
demiş Resulullâh (Sallallahü Aleyhi ve
Sellem) :
«Cennet İçin insanlara
ilk şefaat edecek benim. Peygamberlerin en çok tabîi bulunanı da benim
buyurdular.»
Bu şefâ'at yukarıda
görülen beş nevi şefâ'attan hariç değildir. Zira eğer ehl-i cehennem
cehennemden' çıkarıldığı zaman yapılacaksa o husustaki şe-fâ'ata râci'dir. Daha
Önce yapılacaksa cennete girme hususundaki şeîâ'at kabilindendir. Mamafih
cennette yapılması da mümkündür. Nitekim Hemmam 'in rivayet ettiği şefâ'at
hadisinde
«Rabbİmden onun
darında izin İsteyeceğim!» buyrulmuştur. Onun (darı) nidan murad; çenettir;
denilmiştir. Burada Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellemjin korku ve dehşet
yeri olan mahşerden selâmet diyarı olan cennete nakledilmesinin hikmeti
şefaatçi için ikram manâsının daha münasip olmasıdır. Bundan dolayı d-ıalarm
şerefli makamlarda yapılması müstehaptır. Böyle yerlerde kabul daha ziyâde
me'muldur.
331 - Bize
Ebu Küreyb Muhammed b. El-AIâ'da rivayet etti. (Dedi kr): Bize Muaviye b.
Hişâm, Süfyan'dan, o da Muhtar b. Fulfıil'den, o da Enes b. Malik'ten naklen
rivayet etti. Enes şöyle demiş. Resulüllâh
(Sailallahü Aleyhi ve
Sellem)
«Kıyamet gününde
peygamberlerin en çok tabiî bulunanı ben olacağım; Cennetin kapısını ilk çalan
da ben olacağım» buyurdular.
Bundan önceki
rivayetlerden Peygamber (Sailallahü Aleyhi ve Sellem) 'in,ümmeti son nefsine
kadar sırattan geçmedikçe oradan ayrılmayacağı anlaşılmıştı. Burada ise;
cennetin kapısını ilk defa onun çalacağı bildiriliyor. İlk nazarda bu
rivayetler arasında muaraza olduğu göze çarpıyor-sada hakikatta hiç bir muaraza
ve münâfât yoktur. Çünkü peygamber (Sailallahü Aleyhi ve Sellem) 'in mahşer yerinden herkesten sonra ayrılarak
cennet kapısına herkesten Önce varması imkansız değildir. Zaten o gelinceye
kadar cennetliklerin cennete girmesine müsade edilmiyecektir. Nitekim bir
rivayette cennetin kapıcısının Resulüllâh (Sailallahü Aleyhi ve Sellemye hitaben :
«Senden önce hiç bir
kimseye cennet kapılarını açmamaya me'mur oldum diyecek» buyurulmasıda buna
delâlet etmektedir.
Cennetliklerin
yarısını Ümmet-i Muhammedi yenin teşkil edeceği az aşağıda gelecek hadis-i
şeriflerden anlaşılmaktadır. Ümmetin çokluğu ise; Peygamberinin efdal olduğuna
delildir. Onun içindirki; A1iyyû1 Kaarî;
«Bu hususda Ebû Hanîfe'nin nasibi pek büyüktür ; çünkü ehl-i islamın
çoğu ameli hükümlerde ona tabidir. “ dedi
332 - (...)
Bize Ebu Bekr b. Ebi Şeybe’de rivayet etti. (Dedi ki) Bize Hüseyin b. Ali
,Zaide’den , o da Muhtar b. Fulful’den naklen rivayet etti. Demiş ki : Enes b.
Malik şunları söyledi : Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)
“ Cennet hakkında ilk
şefa’atçı ben olacağım. Peygamberler içinde benim kadar çok tasdik edilen
hiç bir peygamber yoktur. Peygamberler içinde Öylesi
vardır ki, ümmetinden
onu yalnız bir
kişi tastik etmiştir»
buyurdular.
333 - (197)
Bana Amru'n-Nâkid ile Züheyr b. Harp da rivayet ettiler. Dediler ki: Bize
Haşini b. Kasım rivayet etti. (Dedi ki): Bize Süleyman b. Muğîre, Sabitten, o
da Enes b. Malik'ten naklen rivayet etti. Enes şöyle demiş: Resullullah
(Salkılialıü Aleyhi ve Sellem):
«Ben kıyamet gününde
cennetin kapısına gelerek açılmasını isteyeceğim. Cennetin bekçisi (bana) :
— Sen kimsin? diyecek. Ben de :
— Muhammed'im
diyeceğim. Bunun üzerine :
— Ben ancak sana açmaya memur oldum.
Senden önce hiç bir kimseye "(cennetin kapılarını)
açmayacaktım. Diyecek.» buyurdular.
334 - (198)
Bana Yunus b. Abdila'lâ rivayet etti. (Dedi ki): Bize Abdullah b. Vehb haber
yerdi. Dedi ki: Bana Malik b. Enes, İbni Şihap'tan, o da Ebu Selemete'bni Abdi
rrah man'dan, o da Ebu Hüreyre'den naklen rivayet etti ki. Resulüllâh (Sailallahü
Aleyhi ve Sellem):
«Htr bir peygamberin
bir duası vardır. (Allah'a) onunla dua eder. Ben duamı kıyamet gününde
ümmcirime şefâ'at etmek için saklıyorum.» buyurmuş.
335 - (...)
Bana Zuheyr b. Harb ile Abd b. Hümeyd de rivayet ettiler. Züheyr dedi ki: Bize
Yâkub b. İbrahim rivayet etti. (Dedi ki): Bize İbni Şihâb'm kardeşi oğlu
amcasından rivayet etti. (Demiş ki): Bana Ebu Sele-mete'bni Abdirrahman Ebu
Hüreyre'nin şöyle dediğini haber verdi Resu-lullâh (Sailaîlahü Aleyhi ve Seîlem)
«Her peygamberin bir
duası vardır. Ben de İnsaallah duamı kıyamet gününde ümmetime şefâ'at etmek
için sakladım.» buyurdular.
336 – (...)
Bana Zuheyr b, Harb ile Abd b. Hümeyd rivayet ettiler. Züheyr dedi ki: Bize
Yâkub b. İbrahim rivayet etti. (Dedi ki): Bize İbni Şi-hâb'ın kardeşi oğlu,
amcasından rivayet etti. (Demiş ki): Bana Arar b. Ebî Süfyan [359] b.
Esid b. Cariyete' es-Sekafî bu hadisin mislini Ebu Hü-
reyre'den, o da
Resulullâh (Sailaîlahü Aleyhi ve
Seîlem)'den naklen rivayet etti.haber verdi. Ona da Amr b. Ebi Süfyan bin Esîd
bin Cariyete's-Sekafi haber vermiş ki: Ebu Hüreyre Kâ'bul ahbar'a söyle demiş:
Nebiyyullah (Sailaîlahü Aleyhi ve Seîlem) :
Her peygamberin
Allah'a dua ettiği bir duası vardır. Ben de inşallah duamı kıyamet gününde
ümmetime şefâ'at için saklamak istiyorum.» buyurdular.
Kâb Ebu Hüreyreye:
«Bunu Resulullâh (Sailaîlahü Aleyhi ve Sellem)'Aen sen mi işittin?» diye
sormuş. Ebu Hüreyre : «Evet» demiş.
338 - (199)
Bize Ebu Bekir b. Ebi Şeybe ile Ebu Küreyb rivayet ettiler. Lafız Ebû
Küreyb'indİr. Dediler ki bize Ebu Muaviye, A'meş'ten, o da Ebû Salih'den o da,
Ebu Hüreyre'den naklen rivayet etti. Demiş ki: Resulullâh (Sailaîlahü Aleyhi ve Seîlem):
«Her peygamberin kabul
edilen bir duası vardır ve her peygamber duasını evvelce yapmıştır. Fakat- ben
duamı kıyamet gününde ümmetime şefaat etmek için sakladım. İnşallah ümmetimden
Allah'a hiç bir şeyi şerik koşmadan ölenlere nasip olacaktır.» buyurdular.
339 - (...)
Bize Kuteybetü'bnü Said rivayet etti. (Dedi ki): Bize Ce-rir Umâradan —ki İbni
Ka'kaa'dır— o da Ebu Zür'a'dan, o da Ebu Hüreyre'den naklen rivayet etti.
Demiş ki Resulullâh (Sailaîlahü Aleyhi ve Seîlem):
«Her peygamberin dua
ettiği müstecap bir duası vardır. Onun bu duası kabul olunur da İsteği
kendisine verilir. Ben duamı kıyamet gününde ümmetime şefaat için sakladım.»
buyurdular.
340 - (...)
Bize Ubeydullah b. Muaz el-Anberi rivayet etti. (Deâi ki): Bize babam rivayet
etti. (Dedi ki): Bize Şu'be Muhammed'den ki İbni Ziyaddır [360]
rivayet etti. Demiş ki Ebu Hüreyreyi şöyle derken işittim: Kesulullâh (Sallallahü Aleyhi ve Selletn) :
«Her bir peygamberin
bir duası vardır ki, onunla ümmeti hakkında dua etmiş ve kabul olunmuştur. Ben
de İnşallah duamı kıyamet gününde ümmetime şefaat İçin geri bırakıyorum,
buyurdular.
341 - (200)
Bana Ebu Gassân El-Mismaî ile Muhammed b. El-Mu-sennâ ve İbni Beşşâ rda rivayet
ettile r.Lâfiz Ebu Gassân'indır. Dediler ki: Bize Muaz Yani İbni Hişam rivayet
etti. Dedi ki: Bana babam, Kâta-de'den rivayet etti. (Demiş ki): Bize Enes b.
Malik rivayet etti ki Ne-biyyullah
(Sallallahü Aleyhi ve Selîem):
«Her bir
peygamberin ümmeti için
dua ettiği bir duası
vardır. Ben de duamı kıyamet
gününde ümmetime şefaat için sakladım.» buyurdular.
342 - (...)
Bu hadisi bana Züheyr b. Harb ile İbni Ebî Halef de rivayet ettiler. Dediler ki
bize Kavh rivayet etti. (Dedi ki): Bize Şu'be Katâde'den bu isnadla rivayet
etti.
343 - (...)
H. Bize Ebu Küreyb de rivayet etti. (Dedi ki): Bize Vekî' rivayet etti. H.
Bu hadisi bana İbrahim
b. Saîd El-Cevheri de rivayet etti. (Dedi ki): Bize Ebu Üsame rivayet etti.
Bunların hepsi mis'ardan. o da Katâde'den bu isnadla rivayet ettiler. Şu kadar
var ki Vekî'in hadisinde «i'tâ olundu dedi», Ebu Üsametnin hadisinde ise: «Nebi
(Sallallahü Aleyhi ve Sellem) den» Tâbirleri vardır.
344 - (...)
Bana Muhammed [361] b.
AbdİIa'lâ da rivayet etti. (Dedi ki): Bize Mu'temir, bahasından, o da Enes'den
naklen rivayet etti ki: Nebiyullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) : «Şöyle
buyurmup» ve hadisi Katâde'nin Enes'den rivayet ettiği şekilde, rivayet etmiş.
345 - (201)
Bana Muhammed b. Ahmed b. Ebi Halef de rivayet etti. (Dedi ki): Bize Ravh [362]
rivayet etti. (Dedi ki): Bize İbni Cüreyc rivayet etti. Dedi ki bana
Ebuzzübeyr haber verdi ki kendisi Cabir b. Abdillâh'ı Peygamber (Sallallahü
Aleyhi ve Sel!em)'âen naklen şöyle derken işitmiş :
«Her bir
peygamberin ümmeti hakkında dua ettiği bir duası vardır. Ben duamı kıyamet gününde
ümmetime şefâ'at İçin sakladım.»
buyurdu.
Yukarıdaki rivayetler
bir birlerini tefsir etmektedirler. Bunların mec-mu'undan anlaşılıyor ki; her
peygamberin yüzde yüz kabul edilen bir duası vardır. Ve her peygamber kabul
edilen duanm hangisi olduğunu bilir. Geri kalan dualarının kabul edilip
edilmediğini bilmezler. Bunların bazısı Kabul edilir bazısı edilmez. Kaadı
Iyâz'm beyanına göre; her peygamberin kabul edilen duasından murad ümmeti
hakkında ettiği dua olsa . gerektir. Nitekim son iki rivayette bu cihat tasrih
buyurulmuştur.
Bu hadis Peygamber
(SaUalkıhü Aleyhi ve Seliem) 'in ümmetine karşı son derece şefkat ve merhametli
olduğuna, ümmetinin mühim işlerine bakmaya çok dikkat ettiğine delildir.
Bundan dolayıdır ki; ümmeti hakkındaki müstecab duasını ümmetinin en ziyade
başının sıkıldığı zamana, kıyamet gününe saklamıştır.
Hadis şerif imanını
kurtaran mü'minlerin cehennemde ebedi kalmıya-caklarma da delâlet eder. Bir çok
yerlerde görüldüğü vecihle ehl-i hakkın mezhebi oudur.
Resülullah (SallaUahü
Aleyhi ve Seliem) 'in duası hakkında inşallah demesi teberrük ve emr-i ilâhiye
imtisal içindir. Çünkü Teâlâ Hazretleri Kur'an-ı Kerîm'de :
«İnşallah demeden
hiç bir şey için : Ben
bunu yarın yaparım
deme.» [363] buyurmuştur.
346 - (202)
Bana Yunus b. Abdila'lâ Es Sadefi rivayet etti. (Dedi ki): Bize İbni Vehb haber
verdi. (Dedi ki): Bana Arar b. Haris haber verdi, ona da Bekr b. Sevade [364]
Abdurrahman bin Cübeyr [365]
den, o da Abdullah b. Amr b. Âsdan naklen rivayet etmiş ki peygamber
(SallaUahü Aleyhi ve Seliem) Allah (Azze ve Celle)'nin İbrahim (Aleyhisselâm)
hakkındaki şu âyetini okumuş :
Yarabbi şüphesiz ki
onlar insanlardan bir çoklarını baştan çıkardılar. Bundan sonra bana kim tabi
olursa o benden [366]dir.
İsâ Aleyhisselâm'ında:
Eğer onları azab
edersen şüphesiz ki
onlar senin kullarındır. Şayet mağfiret buyurursan Aziz ve Hakîm olan Allah da yalnız sensin . Sözünü
okuyarak ellerini kaldırmış ve :
«Yarabbi ümmeti
ümmeti.» diye dua etmiş ve ağlamış Bunun üzerine Allah (Azze ve Celle) :
«Ya Cibril! Muhammed'e
git, ona niye ağlıyorsun, diye sor!.. Rabbiıi onun niye ağladığını pekala bilir
ya!., demiş.» Cibril (Aleyhimesselâm) da ona gelerek sormuş. Resulâllah
(SallaUahü Aleyhi ve Seliem) kendisinin ne söylediğini ona haber vermiş.
Halbuki Allah onun ne söylediğini pekatâ bilir. Nihayet Allah: Ya Cibril! git
Muhammed'e şunu sÖy-le : Biz seni ümmetin hakkında razı edeceğiz ve seni
üzmiyeceğiz! buyurmuş.
Kaadi Iyaz'm beyanına göre hadis şerifteki « J6
» Kelimesi
fiil değil kavi
maddesinden isimdir. Ma'na şudur: «İsâ
(AleyhisselâmYm kavlini de okudu...»
1- Peygamber
(SallaUahü Aleyhi ve Sellem)'in ümmetine karşı son derece şefkatli ve
merhametlidir.
2- Dua
ederken el kaldırmak müstehabdır.
3- Mü'minler
için bu hadis şerif büyük bir müjdedir. Evet Teâlâ hazretleri Resulü Ekremine
Va'd de bulunmuş:
«Ümmetin hakkında seni
razı edeceğiz, seni üzmeyeceğiz.» buyurmuştur, Hadis-i şerif bu ümmet hakkında
en ümid bahş hadislerdendir. Ve tamamiyle Teâlâ hazretlerinin:
«Sana Rabbin, sen razı
oluncaya kadar verecek.» [367]
âyet-i kerimesine uymaktadır.
4- Yine bu
hadis Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) 'in Allah indindeki makam ve
mertebesinin pek büyük olduğuna delildir. Teâlâ hazretlerinin suali için Cibril
(Aleyhisselâm)'ı göndermesi Resu1u11âh (Sallallahü Aleyhi ve SeUem)'in şerefini
ve en yüksek mertebede bulunduğunu göstermek içindir.
«Seni üzmeyeceğiz» cümlesi ondan önceki «Seni razı edeceğiz»
cümlesinin te'kididir.
Çünkü onu razı etmek ümmetinden bazılarını affetmekle de tahakkuk edebilir. Bu
takdirde diğerleri cehenneme girerler, îşte ümmetinden cehennemde kimseyi
bırakmıyacağını anlatmak için Teâlâ hazretleri:
«Seni razı edeceğiz;
seni mahzun etmeyeceğiz, bilâkis bütün ümmetini cehennemden kurtaracağız»
buyurmuştur.
Bu hadisin ümmet
hakkında en ümid bahş bir hadis olduğunda şüphe yoktur. Ancak bundan ümmet-i
Muhammediyyenin hiç cehenneme gir-miyeceği anlaşılmamalıdır. Bilâkis şimdiye
kadar görülen rivayetlerden bir çok mü'minlerin cehenneme gireceği ve
şefa'atlar sayesinde oradan Çıkarılacağı tasrih buyurulduğu gibi:
«Sana Rabbin sen razı
oluncaya kadar verecek.» âyet-i kerimesi nazil olduğu vakit Resulullâh (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) :
«O halde ümmetimden
bir nefer cehennemde kaldıkça ben de razı olmam.» buyurarak ümmetinden
bazılarının cehenneme gireceğine işa-retde bulunmuştur. Şu halde mü'minlere bu
ve emsali hadislere itimad ederek ibadet hususunda asla gevşeklik göstermemek
bilâkis böyle delillerden daha da aşk-u şevke gelerek ibadetlerinde kusur
etmemeğe çalışmak gerekir. Mezkûr deliller hakikaten ümidbahştır. Fakat bugün
mü'min olanların yarın Ölürken bu imanın mutlaka muhafaza edebileceklerine hiç
bir kimsenin elinde senet yoktur. Binaenaleyh mü'minler imanlarının icabı olan
ibadetlerini tes tekmil ifa etmeli dünyadan mü'min olarak gitmeleri hususunda
Allah'a niyazda bulunmalı onun rahmetinden ümitlerini kesmemelidirler.
347- (203)
Bize Ebu Bekr b. Ebi Şeybe rivayet etti. (Dedi ki): Bize Affan rivayet etti.
(Dedi ki): Bize Hammad b. Seleme, Sabitten, o da Enes'-den naklen rivayet etti
ki bir adam: Ya Resulullâh benim babam nerededir? Diye sormuş. Resulullâh
(Sallallahü Aleyhi ve Sellem):
«Cehennemdedir»,
demiş. Adam dönüp gidince Resulullâh (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) kendisini çağırarak:
«Benim babam da, senin
baban da cehennemdedir.» buyurmuşlar.
Resulullâh (Sallallahü
Aleyhi ve Sellem) 'in böyle demesi soran zatın musibetine iştirak ederek
teselli vermek içindir.
Süheyli diyor ki: «Biz
buna kail olamayız. Çünkü Resulullâh
«Ölülere söğerek
dirilere eziyet vermeyin.» buyurmuştur. Teâlâ hazretleri dahi:
«Şüphesiz ki, Allah ve
Resulüne eziyet edenler...» buyuruyor. Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)
bu sözü ancak o zatı teselli için söylemiştir. Bir rivayette soran zat: «Senin
batan nerede?» diye sormuş Resulullâh (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) bu sözü ona
cevaben söylemiştir. İhtimal ki Resulullâh (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'in annesiyle
babasının dirilerek ona iman ettikleri rivayeti sahihtir. Resulullâh
(Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'in kadr ü kıymeti bunun fevkin-dedir. Allah hiç
bir şeyden âciz değildir.»
Bu mesele kelâm
uleması arasında ihtilaflıdır. Sahih olan kavle göre Fahr-i kâinat (Sallallahü
Aleyhi ve Sellem) hazretlerinin ebeveyni mü'-rnindirler. Onların mü'min olduğu
bir kaç surette beyan edilmiştir.
1)
İbrahim ve İsmail
(Aleyhimesselâm) dini üzere
mü'nûndirler.
2) Fetret
zamanının mü'minlerindehdirler. Ehl-i Fetret: İki peygamberin bi'setleri
arasında yaşayıp birinci Peygamber kendilerine Resul olarak gonderilmiyen;
İkinciye de yetişemiyen insanlardır. Meselâ: Hz. İsâ kendilerine gonderiîmiyen,
Muhammed (Sailaîiahü Aleyhi ve Sellem) 'e de yetişemiyen çöl arapları bu
kabildendirler. Bu ma'naya Fetret, peygamberler arasındaki uzun zamanların
hepsine ıtlak edilebilir. Meselâ: İdris ile Nuh (Aleyhimesselâm) arasında
âltıyüz otuz sene geçtiği rivayet olunur kî; bu ma'naya göre bu bir fetret
devridir. Lâkin fukaha fetretin hususî ma'nasını Jcatederek onu Hz, İsâ ile
Muhammed (Sallaîlahü Aleyhi v'û Sellem) arasındaki zamana ıtlak ederler.
3) Hazreti Aişe
(Radiyallahu anhâ)'dan rivayet edilen bir hadise göre Peygamber (Sallaîlahü
Aleyhi ve Sellem)'în duası ile bir mucize olarak ebeveyni dirilmiş ve ona iman
etmişlerdir. Binaenaleyh onlar hakkında dil uzatarak mü'min olmadıklarını
söylemek en çirkin ve en büyük bir cüretdir.
İbni Âbidin diyor ki:
«Resulullah (Sallaîlahü Aleyhi ve Sellem)'e ebeveyni dirilrhişlerdir demek
İmam-i Azâm'm Fıkh-ı Ekber'inde onların kâfir olarak Öldüklerini söylemesine
münâfî olmadığı gibi, Sahih-i Müslim'deki :
«Rabbimden anneme afv
tafebi için izin istedim,- vermedi.» Ve :
«Benim babam da, senin
baban da cehennemdedir.» hadislerine aykırı değildir..Zira dirilme hadisesi
bundan sonra olmuş olabilir».
Hadis şerif fetret
zamanında Arapların âdeti üzere putlara tapanların cehennemlik olduğuna
delildir. Vâkıâ Kur'an-ı Keriin'de: Resul görmedikçe Allah'ın hiç bir kimseyi
azap etmeyeceği beyân buyurulmuştur. Fakat fetret devrinde yaşıyanlara Hz.
İbrahim ile diğer peygamberlerin davetleri gelmiştir. Binaenaleyh ma'zur
olamazlar.
1-
Basiretiyîe Allah'ın birliğini idrak edenler. Bunlardan Kuss b. ' Sâide gibi
bâzıları hiç bir şeriata girmemiş; bir takımları Yahudi veya Hıristiyan dinine
intisap etmişlerdir.
2- Dinini
tebdil ederek müşrik olanlar.
3- Ne müşrik
ne de muvahhid olanlar. Bunlar hiç bir peygamberin şeriatına girmemiş,
kendiliğinden dinde uydurmamış- olanlardır.
İşte azap görecek olan
ehl-i fetret bunlardan ikinci nev'e dahil olanlardır. Çünkü müşriktirler.
348- (204)
Bize Kuteybetü'bnü Saîd ile Züheyr b. Harb rivayet ettiler. Dediler ki: Bize
Cerir, Abdülmelik b. Umeyr'den, o da Musa b. Talha'dan, o da Ebu Hüreyreden
naklen rivayet etti. Demiş ki : şu
«Sen en yakın
hısımlarını uyar [368]
Âyeti kerimesi nazil olunca Re-sulullâh (Sallaîlahü Aleyhi ve Sellem) Kureyşi
davet etti. Onlarda toplandılar. Bunun üzerine Kesuhıllâh (Sallaîlahü Aleyhi
ve Sellem) kimi umumî kimi hususi hitap ederek:
«Ey Kâ'b b. tüey,
oğulları! Kendinizi cehennemden kurtarın. Ey Mur-ratü'bnü Kâ'b oğulları!
Kendinizi cehennemden kurtarın. Ey Abdi Şems oğullan! Kendinizi cehennemden
kurtarın. Ey Abdi Menaf oğulları! Kendinizi cehennemden kurtarın. Ey Haşim
oğulları! Kendinizi cehennemden kurtarın. Ey Abdül Müttalip oğulları! Kendinizi
cehennemden kurtarın. Ey Fatma! Kendini cehennemden kurtar. Çünkü ben sizin
için Allah'tan hiç bir şeye malik değilim. Şu kadar var ki, sizin bir
hısımlığınız var, ben bunu (hısımlık suyu
ile) sulayacağım.» buyurdular.
349- (...)
Bize Ubeydullah b. Ömer Elkâvarîrî rivayet etti. (Dedi ki)
Bize Ebu Avaiıe,
Abdülmelik b. Umeyrden bu isnadla rivayet etti. Ama Ceririn Hadisi daha tamam
ve doyurucudur.
350- (205)
Bize Muhammed b. AbdiHah b. Nümeyr rivayet etti. (Dedi ki): Bize Vekî' ile
Yunus [369] b. Bükeyr rivayet ettiler.
Dediler ki: Bize Hişâm b. Urve babasından, o da Aişeden naklen rivayet etti.
Demiş ki:
«Sen en yakın
hısımlarını inzâr et.» âyeti kerimesi nazil olunca Re-sulullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) Safa üzerine çıkarak:
«Ey Fatime binfi
Muhammed! Ey Safiyye binti Abdilmuttalip! Ey Adil Mutta I ip oğulları! Sizin
için Allah'tan hiç bir şeye mâlik değilim. Malımdan neyi dilerseniz isteyin.» buyurdular.
Bu hadis-i Buhari
«Kitabül Vasâyâ» ile «Kitabü't-Tefsir» de Nesaî «Kitabül Vasâyâ» da tahriç
etmişlerdir. Hadîs Sahabenin mür-sellerinden sayılmıştır. Çünkii Ebu Hüreyre
Medine'de müslüman olmuş, bu kıssa ise Mekke'de geçmiştir. Bazıları kıssanın
iki defa vakî olduğunu söylerler. Buna delâlet eden rivayetlerde vardır.
Hadisin muhtelif
rivayetlerinden anlaşılan ma'na şudur: «Benim hısımlığıma güvenmeyin; Çünkü
ben Allah'ın dilediği azabı sizden defetmeğe kadir değilim.»
«Şu kadar var ki sizin
bir hısımlığınız var; ben bunu hısımlık suyu ile sulayacağım» cümlesinden murad
sila-i rahmimi yani akrabalık hakkımı edâ edeceğim demektir. Resulüllâh
(Sallallahü Aleyhi ve Sellem) akraba hakkına rivayet etmemeyi hararete
benzeterek onu söndürmek suretiyle hafifleteceğini ifade buyurmuştur.
Tahâvî diyor ki:
«Resulüllâh (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)^ Allah Teâlâ yakın hısımlarını inzar
etmesini emir buyurunca Kureyş aşiretlerini davet etti. Bunların içinde nesebi
Resulüllâh (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) ile babasında birleşenler olduğu gibi
üçüncü babada, dördüncü babada, beşinci babada, yedinci babada hatta bunlardan
daha uzak babalarda birleşen akrbası da vardı. Ancak hepsi Kureyş kabilesine
mensup olmakla bu kabile onları bir araya topluyordu.
Resulüllâh (Sallallahü
Aleyhi ve Se!lem)'in hadisde görülen hısımlarına birer birer kabile ve şahıs
isimleriyle hitap etmesi en yakın akrabası olduklarındandır.
Hadis şerif akrabaya
vasiyyet hususunda mezhep imamlarının delülerindendir.
Resulüllâh (Sallallahü Aleyhi ve Sellemy'm umumî
hitabından murad :
«Ey Kureyş sözü»,
hususi hitabından murad da kabile ve şahısların birer birer isimlerini zikir
ederek kendilerini çağırmasıdır. Nefislerini Cehennemden kurtarmaktan maksad;
imanı olmayanların iman etmesi, imanı olanlarında onu kuvvetlendirmesidir.
351- (206)
Bana Harmeletü'bnü Yalıya da rivayet etti. (Dedi ki): Bize İlini Vehb haher
verdi. Dedi ki: Bana Yunus, İbni Şihab'dan naklen haber verdi. Demiş ki: Bana
İbnü'l-Müseyyeb ile Ebu Selemete'bni Abdirrah-man haber verdiler ki Ebu Hüreyre
şöyle demiş : Resulüllâh (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) kendisine:
«En yakın hısımlarını
inzâr et!» Âyeti kerimesi nazil olduğu zaman : «Ey Kureyş cemaati! Kendinizi
Allah'tan satın alın. (Yoksa) Ben Allah (in tfzâbın) dan (kurtarmak İçin) size
hiç bir fayda veremem. Ey Ab-dil Muttalib oğulları! Allah (in azabın} dan
(kurtarmak için) size hiç bir fayda vermem. Ey Abbas b. Abdil Muttalib! Ben
Allah (in azabın) dan (kurtarmak) için sana hiç bir fayda veremem. Ey
Resûluliâh'ın halası Safiye! Ben Allah (in azabın) dan (kurtarmak için) Sana
hiç bir fayda veremem. Ey Fatime binti Resulüllâh benden dilediğini İste!
(Yalnız) Allah (in azabın) dan
(kurtarmak için) sana hiç
bir fayda veremem.» buyurdular.
352- (...)
Bana Arar un-Nâkid de rivayet etti. (Dedi ki): Bize Mua-viye [370] b.
Amr rivayet etti. (Dedi ki): Bize Zaide rivayet etti. (Dedi ki): Bize Abdullah
b. Zekvan, A'raç'dan, o da Ebu Hüreyre'den, o da Peygamber (Saîiaîîahü Aleyhi
ve Seilem) 'den bunun gibi bir hadis rivayet etti.
353- (207)
Bize Ebu Kâmil El Cahderî rivayet etti. (Dedi ki): Bize Yezid b. Zürey' rivayet
etti. (Dedi ki): Bize Teymî [371],
Ebu Osman' [372] dan, o da Kabîsa b Muharik'tan,
oda Züheyr b. [373]
Amr'dan naklen rivayet etti. Kabisâ ile Zuheyr demişler ki:
«En yakın hısımlarını
inzâr et.» Âyeti kerimesi nazil olunca Nebiy-yullah (SalîaUahü Aleyhi ve
Seilem) dağdan kopma bir taş yığınına giderek en yüksek taşının üzerine çıktı
ve sonra şöyle nida etti:
«Ey Menâf oğulları!
Ben bir Nezîrim.. Sizinle ben düşmanı görüp de kendi adamları için gözcülük
etmeye giden ve düşmanın kendini geçeceğinden korkarak baskın var diye
bağırmağa başlayan kimse gibiyiz.» buyurdular.
354- (...)
Bize Muhamnıed b. Abdil A'lâ da rivayet etti, (Dedi ki): Bize Mu'temir,
babasından rivayet etti. (Demiş ki): Bize Ebu Osman, Züheyr b. Amr ile Kabisa
b. Muharıkdan, onlarda Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Seilem)'den naklen bunun
gibi bir hadis rivayet etti.
Hadisi şerifte Kabisa
ile Züheyr şöyle dediler denilerek her ikisinin âyeti okudukları sonra
Resulullâh (Sallallahü Aleyhi ve Seilem) bir taş yığınına gittiğini ifade
içinde «dedi» tabiri kullanıldığı görülüyorsa da bundan murad yine ikisinin
birden söyledikleridir. Rivayette ittifak ettikleri için bir adam gibi kabul
edilerek fiil müfred olarak kullanılmıştır. Bu söz ibareden hazf edilse manâya
hiçbir zararı olmazdı. Lâkin cümle biraz uzaymca ravi bunu te'kid için
tekrarlamıştır, Kur'an-ı Kerim ile Resulullâh (Sallallahü Aleyhi ve Seilem) 'in
hadislerinde bunun emsalleri çoktur.
«Radme»; taş yığını
demektir. «Radm» ve «Rıdâm» m müfredidir. «Yerbeü»; fiilinin manâsı Öncülük eder,
onları korur demektir. Bu İşi yapana Araplar «Rabie» derler. Gözcü
yani orduya düşman baskın yapmasın diye gözetmek için'gönderilen öncü
manasınadır. Gözcü ekseriya yüksek bir yere çıkarak düşmanın haline muttali'
olmağa çalışır.
«Ya sabâhâh» kelimesi
nahiv ilmine göre istigasedir. «Sabah zamanındaki baskına yetisin» mânasında
kullanılır. Araplar baskınları ekseriyetle sabah zamanında yaptıkları için
düşmanı gözetliyen murakıp onun hücum edeceğini anlayınca bu kelime ile kendi
kavmine seslenir onlarda toplanarak' müdafaya hazırlanırlardı.
Resulullâh (Sallallahü
Aleyhi ve Seilem) kendi hali ile kavminin halini işte bu gözcünün «baskın var»
diye seslenmesine benzetmiştir. Yani Allah'ın gelmekte olan azabını ve kavminin
halini düşmanın baskınına kendisini de baskını haber veren gözcüye
benzetmiştir. Mâna şudur. Sizin haliniz düşmanın baskın yapacağından gafil
bulunan bir kavme benim halimde bu baskını haber veren gözcünün haline benzer.
İşte kıyamet geliyor. Bu haliyle orada dehşetli azaba duçar olacaksınız ben
sizi inzar ediyorum. Allah'a iman edin zira bu badireden başka türlü kurtulmanın
imkânı yoktur.
355- (203)
Bize Ebu Küreyb Muhammed b. El Alâ'da rivayet etti. (Dedi ki): Bize Ebu Üsame,
A'meş'ten, o da Anır b. Murra'dan, o da Sa'id b. Cübeyr'den, o da İbni Abbas'tan
naklen rivayet etti. Demiş ki: Şu
«En yakın hısımlarını
ve onlardan en seçkin kabileni İnzâr et.» [374]
âyet-i kerimesi nazil olunca Resulullâh
(Sailaîiahü Aleyhi ve Seîiem)
Safa dağı üzerine çıkarak «Baskın var!..» diye seslendi (Müşrikler) :
— Bu haykıran kimdir? dediler, (görenler) :
— Muhammed. Diye cevap verdiler. Bunun üzerine
onun yanma toplandılar. Resulullâh
(Sailaîiahü Aleyhi ve Selle m) :
— «Ey filân oğulları! Ey filân oğulları! Ey
filân oğulları! Ey Abdi Me-naf oğullan!
Ey Abdulmuttalİp oğulları!» diye
hitapta bulundu. Hemen yanına
toplandılar. Resulullâh (Sailaîiahü Aleyhi ve Selleın) (onlara) :
— «Ne dersiniz? Sİze şu
dağın eteğinden bir takım
atlıların çıkıp geldiğini haber
versem beni fastik eder misiniz?» dedi Müşrikler
:
— «Biz senin
hiç bir yalanını
tutmuş değiliz» dediler.
Resulullâh (Sailaîiahü Aleyhi ve Sellem):
— «O halde ben size şiddetli bir azabın önünde
(o azabı haber veren) bir nezırim»
buyurdular.
Bunun üzerine Ebu
Leheb:
— «Yazıklar olsun sana! Bizi bunun için mi topladin » dedi sonra
kalkıp gitti. Arkasından şu sûre nazil oldu:
«Ebu Leheb'in elleri
kurusun ve hem de hakikaten kurumuştur...» [375]
A'meş sûrenin sonuna kadar bu tarzda okumuştur.
356- (...)
Bize Ebu Bekr b. Ebi Şeybe ile Ebu Küreyb'de rivayet eltiler; dediler ki: Bize
Ebu Muaviye, A'meş'ten bu isnadla rivayet etti: Dedi kî : Resulullâh
(Sailaîiahü Aleyhi ve Sellem) bir gün Safa dağına çıkarak «Baskın var!..» diye
nida etti... Ve hadisi Ebu Üsame hadisi gibi rivayet etti. (Yalnız bu
rivayette) :
«Yakın hısımlarını
inzâr et!..» âyetinin nüzulünü zikretmedi. Ebu Bekr
İsmâîlî: Yukarıdaki Ebu
Hüreyre rivayetiyle buradaki
îbni Abbas rivayeti hakkında söz etmiş ve : «Ebu Hüreyre 'nin bu rivayeti ile İbni Abbas'in
rivayeti mürseldirler. Çünkü bu âyet Mekke'de nazil olmuştur; İbni
Abbas o zaman küçüktü Ebu Hüreyre
ise (sonraları) Medine'de müslü-man olmuştur.» demişse de kendisine
cevap verilmiş ve :
«Onlar bu hadisi ya
Peygamber (Sailaîiahü Aleyhi ve Sellem) 'den yahut bir sahâbîden işitmiş
olabilirler.» denilmiştir.
Nevevî diyor ki: İbni
Abbas hadisinin, zahirine bakılırsa «Ve onlardan en seçkin kabileni» ibaresi
âyet olarak nazil olmuş sonra tilâveti neshedilmiştir. Buharî 'nin rivayetinde bu ziyade yoktur.
A'meş «Mesed» sûresini
sonuna kadar okumuş yalnız meşhur olan kıraetin hilâfına tahkik edatı olan
«Kad» kelimesini ziyade etmiştir.
«Sûre» kelimesi hemze
ile «Sû're» şeklinde okunabilir. Fakat meşhur kıraeti hemzesiz olanıdır. Sûre
okunduğuna göre kelime yükseklik mânasına gelen sûr'dan alınmıştır. Sû're ise
sû'rdan alınmış olup bakiyye mânasına gelir.
Ebu Lehb, kelimesi Ebu
Lehb şeklinde de okunur. Ebu Lehb'in ismi Abdul Uzzâ b. Abdümuttalib'tir. Yani
bu adam Resulullâh (Sailaîiahü Aleyhi
ve Sellem) 'in Nesebce amcası dır. Bazıları kendisine Ebu Leheb künyesinin verilmesi Leheb
adında bir oğlu olduğu içindir demişler bir takımları yanaklarının pek kırmızı
olduğu için daha başkaları" yüzü pek güzel olup alev gibi parladığı için
kendisine Ebu Leheb' (Yani Alemin
babası) denildiğini söylemişlerdir. Ona bu künyenin verilmesi akibetine-de
muvafık düşmüştür. Çünkü ebedî olarak cehennemin alevli ateşinde azab
görecektir. Ebu Leheb Peygamber (Sailaîiahü Aleyhi ve Sellem) 'in en büyük
düşmanlarından biridir. Bu düşmanlığı ölünceye kadar devam.etmiştir.
Hatta Resulullâh (Sailaîiahü Aleyhi ve Sellem)''e «Yazıklar
olsun sana bizi bunun için mi topladin?» demesi de bu eziyetler
cümle-sindendir.
Âyet-i kerimede Ebu
Leheb hakkında : «Elleri kurudu» buyurulmuş-tur. Bundan murad helak oldu
demektir. Mezkûr âyet sûrede iki defa tekrar edilmiştir. Bunlardan birincisi
Ebu Leheb'in helaki için beddua ikincisi hakikaten helak olduğunu ihbardır.
Âyet-i kerimede mecaz-i mürsel
kabilinden el zikredilmiş bütün vücudun helaki murad olunmuştur.
Kaadi îyâz diyor ki :
«Bu -sûre île kâfire
künye verilmesinin caiz olduğuna istidlal edilmiştir. Bu hususta ulemanın
ihtilâfı vardır. İmaırr-ı Mâli k 'ten bir rivayete göre caiz bir rivayete göre
de mekruhtur. Bazıları kâfirin kalbini yatıştırmak: için ona künye verilebilir.
Aksi takdirde verilemez. Çünkü künyede ta'zim ve hürmet vardır. Allah Teâlâ'nm
Ebu Lehebe künye vermesi bu kabilden değildir. Demişlerdir. İsminin Abdul Uzzâ
olması hususunda hiç bir delil yoktur. Bu tesmiye bâtıldır. Onun için de
künyesi ile anılmıştır. Bazıları Ebu Leheb onun künyesi değil lâkabıdır. [376]
Künyesi Ebu Utbedir, derler. Ona Ebu Leheb denilmesi âyet sonlarındaki
kelimelerin mücaneseti içindir diyenler de vardır.
357- (209)
Bize Ubeydullah b. Ömer El-Kavariri ile Muhammed b. Ebi Bekr, El-Mukaddemi ve
Muhammed b. Abdilmelik, El-Emevi [377] de
rivayet ettiler dediler ki: Bize Ebu Avane Abdiilmelik b. Umeyrden, o da
Abdullah b. Haris b. Nevferden, o da Abbas b. Abdulmuttalip'ten naklen rivayet
etti ki Abbas :
— «Ya Resulullâh.' Ebu Talib'e hiç bir faydan
olabildi mi? Çünkü o (her zaman) seni muhafaza eder ve senin namına (düşmanlarına)
kızardı» Resulullâh (Sallallahü Aleyhi
ve Sellem):
— «Evet,
(oldu.) O cehennemin
sığ bir yerindedir Eğer ben
olmasaydım cehennemin en derin yerinde olurdu.» buyurmuşlar,
358- (...)
Bize İbni Ebi Ömer rivayet etti. (Dedi ki): Bize Süfyan, Abdulraelik b. Umeyr1
den, o da Abdullah b. Haris't en naklen rivayet etti. Demiş ki. Abbas'ı şunları
söylerken işittim:
— «Dedim ki: Ya Resulallah- Gerçekten Ebu Tâlib
seni korur ve sana yardım ederdi. Acaba bu ona bir fayda verdi mi?» Resulullâh
(Sallallahü Aleyhi ve Sellem):
— «Evet, (verdi.) Ben onu cehennemin derin
dalgaları içinde buldum da kendisini sığa çıkardım.» buyurdular.
359- (...)
Bu hadisi bana Muhammed b. Hatim'de rivayet etti. (Dedi ki): Bize Yahya b.
Sa'id Süfyân'dan rivayet etti. Demiş ki: Bana Abdilmelik b. Umeyr rivayet
etti. Dedi ki: Bana Abdullah b. Haris rivayet etti. Dedi ki: Bana Abbas b.
Abdulmuttalib haber verdi. H.
Bize Ebu Bekr b. Ebî
Şeybe dahi rivayet etti. (Dedi ki): Bize Vekî' Süfyân'dan bu isnadla Peygamber
(Sallaikthü Aleyhi ve Selîemyden naklen Ebu Avane hadisi gibi rivayet etti.
Bu hadisi Buhâri
«Menakıbu'I Ensâr» babında tahric etmiştir. Hadis-i şerif Resulullâh
(Sallallahü Aleyhi ve Sellem) 'in amcası Ebu Talib'e şefâ'atta bulunduğunu ve
bu şefâ'atınm azabını tahfif ettiğini bildirmektedir. Allah-u Alem. Bu şefâ'at
ya İsra gecesinde Resulullâh (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) cehennemi gördüğü
zaman fiilen olmuştur. Yahut kıyamet günü olacaktır. Ebu Ta1ib'in iman edip
etmediği ulema arasında ihtilaflıdır. Bazıları küfrüne kail olmuşlardır.
Bunların delilleri
«Sen dilediğini
hidayete erdiremezsin, lâkin Allah dilediğini hidayete erdirir.» âyeti
kelimesidir. Mezkûr âyetin bilittifak Ebu Talip hakkında nazil olduğunu
söylerlersede icma' iddiası sahih değildir. Buradaki hadisler dahi küfrüne
kail olanlara delildir. İmanına kail olanlar İbni İshak'm İfani Abbas
(Radiyallahu anh) 'dan rivayet ettiği bir hadisle istidlal ederler. Bu hadise
göre Ebu Ta1ib'in vefatı yaklaştığı zaman Resulullâh (Sallallahü Aleyhi ve Seltem)
kendisine (Lailâhe illallah) demesini telkinde bulunmuş o bundan imtina'
etmiş. Fakat orada bulunan Abbas (Radiyallahu anh) Ebu Ta1ib'in dudaklarının
kıpırdadığını görerek ne söylediğini dinlemiş ve Peygamber (Sallallahü Aleyhi
ve Sellem) 'e dönerek:
«Ey kardeşim oğlu!
Vallahi kardeşim Ebu Talib senin emrettiğin kelimeyi söyledi» demiştir. Hadis
ulemâsı bu hadis için: «Senedinde ismi zikredilmeyen bir râvî vardır. Hadis
Sahih bile olsa babımızın hadislerine muarızdır. Halbuki; bu hadisler ondan daha
sahilidir» diyerek îbni Abbas rivayetini çürütmüşlerdir. Maamafih kelâm, ulemâsından
bazıları Ebu Ta1ib 'in küfrü hakkında söz sozlemeyi zaid addetmişlerdir.
Onlara göre bu bâbta ileri geri söz söylemek Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'i gücendirebilir.
Çünkü Resulullâh (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) amcası Ebu
Tali'bi çok severdi. Binaenaleyh gerek Ebu Talib gerekse Resu1u11âh (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) in ebeveyni
ile ecdadı hakkında hiç bir şey söylemeyip sükût etmeyi ihtiyata daha uygun
görmüşlerdir.
Dahdah: Ancak topuğa
kadar ayaklan örten sığ su demektir. Burada bu kelime ile Ebu Ta1ib'in azabının
hafifletüdiği ifade olunmuştur. Hadis-İ Şerif küffarm derece derece azab
edileceklerine delildir. Ebu Ta1ib‘in iman etmediği kabul edilirse Resulü Ekrem
(Sallallahü Aleyhi ve Sellemye yaptığı iyiliklerin ne faydası olabilir;
Küf-fârm hayır amelleri heba olup gider? şeklindeki bir suale Buharı sarihi
Aynî şu cevabı vermektedir :
«Peygamber (Sallallahü
Aleyhi ve Sellem)'in Ebu Ta1ib'e şefâ'-atta bulunması onun azabını bir dereceye
kadar azaltmıştır. Bu Resulullâh
(Sallallahü Aleyhi ve Sellemf'in bereket ve hasaisindendir.»
«Derk» kelimesi
«Derak» şeklinde de rivayet edilmiştir. Ancak.«derk» rivayeti daha çok
kullanılır. Bunun mânası; bilumum Lügat ve Meanî ulemâsına göre dip ve en
aşağı tabaka demektir.
Yine ulemânın beyanına
göre cehennemin birçok tabakaları vardır. Bunların her birine, (derk) ismi
verilir.
360- (210)
Bize Kuteybetü'bnü Sa'id de rivayet etti. (Dedi ki): Bize Leys İbnû'l Hâd'dan,
o da Abdullah b. Habbâb [378]
dan, o da Ebu Sa'id-i Hudri'den naklen rivayet etti ki: ResulüIIâh (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) in yanında amcası Ebu
Talib'in zikri%eçmiş. Bunun üzerine:
— «Umulur ki, kıyamet
gününde benim şefâ'atım ona bir fayda verir de cehennemin sığ yerine konur.
Topuklarına kadar erişir, ondan beyni kaynar.»
buyurmuştur.
Hadisin buradaki
rivayetinde Resulullâh (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'in yanında amcası Ebu
Talib'in zikri geçtiği meçhul sığası ile ifade olunmuştur. Bazıları yukarıki
rivayetin delâleti ile Ebu Ta1ib hakkında lâf edip sual soranın yine Abbas
(Radiyallahu anh) olduğunu söylemişlersede Allâme Aynî hadisten bu mânanın kafi
olarak anlaşılmadığını; başkasının sormuş olması ihtimalininde mevcut
bulunduğunu söylemiştir.
361- (211)
Bize Ebu Bekir b. Ebi Şeybe rivayet etti. (Dedi ki): Bize Yahya b. Ebi Bükeyr [379]
rivayet etti. (Dedi ki): Bize Züheyr b. Muham-med, Süheyl b. Ebu Salih'ten, o
da Nu'man b. Ebi Ayyaş'tan, o da Ebu Sa'id-i Hudri'den naklen rivayet etti ki.
Resulullâh (Sallallahü Aleyhi ve
Sellem) :
«Muhakkak
cehennemliklerin en az azap göreni ateşten İki nalın giyecek nalınlarının
hararetinden dimağı kaynayacak.» buyurmuşlar.
362- (212)
Bize Ebu Bekr b. EM Şeybe'de rivayet etti. (Ded.i ki): Bize Affan rivayet etti.
(Dedi ki) : Bize Hammad b. Seleme rivayet etti. (Dedi ki): Bize Sabit Ebu Osman
en-Nehdî'den, o da İbni Abbas'tan naklen rivayet etti ki: Resulullâh (Sallcllahü Aleyhi ve Sellem):
«Cehennemliklerin azap
itibari ile en ehveni Ebu Talib'dir. O dahi iki nalın giyecek, onlardan
dimağı kaynayacaktır.» buyurmuşlar.
363- (213)
Bize Muhammed b. EI-Müsenna ile İbni Beşşâr da rivayet ettiler lâfız İbnü'I
Müsenna'nındır. Dediler ki: Bize Muhammed* b. Ca'fer rivayet etti. (Dedi ki):
Bize Şu'be rivayet etti. Dedi ki: Ebu İshâk-ı şöyle derken işittim. Nu'man b.
Beşir'i hutbe irâd ederken dinledim, şöyle diyordu: Ben Resulullâh (Sallaliahiİ
Aleyhi ve Sellem)'i:
«Şüphesiz kî; kıyamet
gününde cehennemliklerin azab itibari ile en ehveni öyle bir kimsedir ki,
ayaklarının altına iki kor konulacak, onlardan
beyni kaynayacaktır.» buyururken işittim.
364- (...)
Bize Ebu Bekr b. Ebi Şeybe de rivayet etti. (Dedi ki)- Bize Ebu Usâme, Amelden,
o da Ebu Lshâk'dan, o da Nu'man b. Beşir'den naklen rivayet etti. Nu man söyle
demiş. Resulullâh (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) ;
«Şüphesiz ki,
cehennemliklerin azab itibarı ile en ehveninin ateşten iki nalın ile iki nalın
bağı vardır. Bunlardan onun beyni tencere kaynar gibi kaynar. Hiç bir kimseyi
kendisinden daha ziyade azaba giriftar olmuş görmez. Halbuki kendisi ehl-i
cehennemin en hafif azab olunanıdır.» buyurdular.
Bu hadisi Buhâri
«Kitabur Rukak» ta, Tirmizî «Sifatü cehennem» bahsinde rivayet etmişlerdir. Bu rivayetlerin
yalnız bir danesi müstesna diğerlerinde azabı en az olan kimsenin ismi
bildirilmemiştir, îbni Tin'in beyanına göre bu bâbtaki rivayetlerden murad Ebu
Ta1ib olabilir.
Mircel: bakırdan
yapılma tenceredir. Taştan veya topraktan da yapılır, diyenler bulunmuşsa da
El'raetâü' nam eserin sahibi bunun yalnız bakırdan olduğunu rivayet etmiştir.
Bu rivayetlerle
bunlara benzeyen diğer hadislerde cehennemliklerin muhtelif azab görecekleri
tasrih edilmiştir.
365- (214)
Bana Ebu B«kr b. Ebu Şeybe rivayet etti. (Dedi ki): Bize Hafs b. Gıyas
Davud'dan, o da Şa'bi'den, o da Mesruk'tan, o da Aişe'den naklen haber verdi.
Demiş ki:
— «Ya Resulullâh! İbni Cüd'ân cahiliyet
devrinde akrabasına yardım eder, fakirleri doyururdu. Acaba bu ona bir fayda
verir mi?» dedim.
— «(Hayır!)
Fayda vermez, çünkü o hiç bir gün : Ya
Rabbi! Kiya-met gününde benim
günahlarımı mağfiret eyle, dememiştir.»-buyurdular.
İbni Cüd'ân misafir
perver bir adammış misafirleri için yüksek bir küp yaptırdığı ve içinden
yiyecek almak için ona merdivenle çıktığı rivayet olunur. Kureyş'in
reislerinden imiş. Bidayette ahlâksız ve kopuk bir cani imiş durmadan cinayet
işler; işlediği cinayetlerin bedelini kabilesi ödermiş. Bu sebeple kavm-i
kabilesi onu kovmuşlar. Bir gün intihar
etmeyi düşünerek dağ yollarında dolaşırken dağda
bîr mağra görmüş. Orada bir yılan
olurda beni Öldürür korkusu ile mağrayı tetkik etmiş fakat bir şey göremeyince
içeriye girmiş birde ne görsün karşısında büyük bir yılan!... Gözleri kandil
gibi pırıl pırıl yanıyor!... Yılan derhal onun üzerine hücum etmiş. İbni
Cüd'ân can havliyle yılandan sıyrılıp kurtulmuş fakat o anda bu yılanın hakiki
değil yapma olacağı hatırına gelerek yılanı eli ile tutmuş. Birde bakmış ki;
yılan altından yapma gözleride yakuttur!... Derhal yılanın başını kırarak
yakutları çıkarmış ve sonra mağaranın içindeki bir odaya girmiş. Orada bir
sedir üzerine uzanmış öyle uzun ve büyük bir takım cesetler yatıyormuş ki bunları
görünce hayrette kalmış. Zira ömründe görmediği cesamette in-sanlarmış
başlarının ucunda gümüşten mamul bir levha bulunuyormuş. Levhayı okuyunca;
anlamış ki bu cesetler Cürhüm kabilesinin eski kralları imiş. Zamanla
üzerlerindeki elbiseler o kadar eskimiş ki dokunur dokunmaz dağılırlarmış,
gümüş levhada :
«Ben Nüfeyl b.
Abrîiddar'ım Hûd Aleyhisselâm'ın torunlarındanım. Beş yüz sene yaşadım servet
ve şan şeref uğrunda dünyanın her tarafını dolaştım. Ama bunlar beni ölümden
kurtaramadı,..» ibaresi ile bazı beyitler yazılı imiş. Odanın ortasında altın,
yakut, İnci ve zebercetten müteşekkil bir yığın görmüş. O yığından alabildiği
kadar almış mağarayı güzelce belleyerek taşlarla kapadıktan sonra oradan
gitmiş. Aldığı kıymetli mallardan babasına göndermiş. Babası kendisini affetmiş
aşiretine de yardımlar da bulunmuş, nihayet günün birinde kavmine kıral olmuş.
Bulduğu defineden fakir fıkarayı doyurur muhtelif ihsanlarda bulunurmuş. Bir
rivayette öyle büyük yiyecek kaplan yaptırmış ki oradan geçen bir misafir
devesinin üzerinden inmeden o kaplardan karnını doyu ra bili yormuş» Hz. Aişe
(Radıyaîlahu Ânhâ) 'nın Resul-u Ekrem (Sallallahü Aleyhi ve Sellenı)'e İbni
Cüd'ân'ı sorması kendisi onun kabilesine mensub olduğundandır.
Hadis-i şerif kâfir
olarak Ölen bir kimsenin sila-ı rahim yapmak fakirleri doyurmak gibi hayır
hasenatının âhirette kendisine hiç bir fayda vermiyeceğini bildirmektedir.
Resulullâh (Sallallahü Aleyhi ve Sellemyin :
«Çünkü o hiç bir gün :
Yarabbi! Kıyamet gününde benim günahlarımı mağfiret buyur, dememiştir.»
sözünün mânasıdâ budur. Yani bu adam kıyamete inanmamıştır. Kıyamete imanı
olmayan bir adama ise; dünyada yaptığı hayır hasenatın hiç bir faydası yoktur.
Kaadî îyâz diyor ki :
«Kâfirlere amellerinin
fayda vermiyecegine, bunlardan dolayı sevap gormiyeceklerine azaplanda
hafifletilmiyoceğine icma-ı ümmet mün'akıt olmuştur. Lâkin suçlarına göre
küffarm azapları birbirinden şiddetli olacaktır.»
Resulullâh (Sallallahü
Aleyhi ve Sellemyin şefâ'ati sayesinde Ebu
Tal'ib 'in azabının hafifletilme sine gelince yine Kaadî İyâz:
«Bu tahfif onun
Resulullâh (Sallallahü Aleyhi ve Sellemyi koruduğu ve ona yardım ettiği için
mükâfat olarak değil Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellemyin hatırı içindir.
Küf fara azab tahfifi yoktur. Yalnız onların birbirlerine nisbetle bazılarının
azabı hafiftir.» diyor.
366- (215)
Bana Ahmet b. Hanbel rivayet etti. (Dedi ki): Bize Mu-hammed b. Câ'fer rivayet
etti. (Dedi ki): Bize Şu'be, İsmail b. Ebî Hâlid'-den, o da Kays'dan, o da Amr
b. Âs'dan naklen rivayet eyledi. Demiş ki: Resulullâh (Sallallahü Aleyhi ve
Sellem)'i gizli değil açıkça şöyle buyururken İşittim:
«Dikkat edin!.. Ebu...
oğulları (yani, Ebu filân oğulları) benim velilerim değildirler.
Benim velim ancak Allah ile mü'minlerin salihleridir.
Bu hadisi BuHâri .
«Kitabû-1' Edep» te tahriç etmiştir. Onun rivayetinde sarahaten «Âl-î ebî filân»
denilmişse de Müs1im'in rivayetinde yalnız «Âl'ebi »zikredilmiş sonunu «Yani
filân» diyerek tamamlamıştır. Resulullâh (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) bununla
kimi kasdettiğini ya kendi nefsi hakkında yahut eshabma ait bir fitne ve fesat
mülâhaza ettiği için tasrih buyurmamiştır. Kürtûbî Müslim 'in asıl nüshalarında
»filân» kelimesinin yeri açık bırakıldığını sonradan bazı kimselerin tashih
yolu ile oraya «fûlân» kelimesini yazdığını söyler. Bu kelime bir isimden
kinayedis. Kaadî îyâz bununla Hakem b. Ebî1 Âs'm kasdedildiğini söylemiştir.
Hadis-i Şeriften murad Peygamber (Sallalkıhü Aleyhi ve Sellemyin velisi yalnız
Allah ve salih mü'minler olduğunu bildirmektedir. Yani :
«Salih mü'minler
akrabam olmasada benim içîoı velîdirler. Salih mü'm in olmayanlar akrabam dahi
olsalar benim için velî olamazlar.»
demek istemişlerdir.
İbni Tîn 'in nakline
göre bu sözden murad Re s ulull âh (Sallaîîahü Aleyhi ve Sellemj'in
akrabasından müslüman olmayanlardır. Binaenaleyh bu söz küllü itlâk cüz'ü
murad kabilinden mecaz-ı mürsel olur. Hattabî :
«Burada nefyedilen
vilâyet din hususundaki vilâyet değil karabet ve ihtisas ciheti ile olan
vilâyettir» demiştir.
Kurtûbî'ye göre; bu
hadisin faidesi yakın akraba dahi olsa mü'miıv le kâfirin arasındaki vilâyetin
kesildiğini anlatmaktır.
Tîybî'de şunları
söylemiştir:
«Hadisin mânası: Ben
hiç bir kimseye akrabalık sebebi ile muvâlât ve dostlukta bulunmam. Ben ancak
Allah'ı severim. Çünkü O'nun kulları üzerine vacip olan bir hakkı vardır. Salih
mü'minleri de Allah rızası için severim. Sevdiklerime iman ve Salâhlarından
dolayı muvâlât eylerim. Bu hususta akrabam olup olmamaları mevzubahis değildir.
Şu kadar var ki; akrabamın akrabalık haklarına da riayet eylerim. Bu tefsir
büyük ulema tarafından söylenmiş büyük sözlerdir.»
Mü'minlerin
salihlerinden kimlerin kastedildiği ihtilaflıdır. Bu hususta birkaç kavil
vardır. Şöyle ki :
1- Taberî
'nin Katade'den rivayetine göre
bunlardan murad Peygamber (SaUallahü Aleyhi ve Sel!em)'dir.
2- İbni Ebî
Hatîm'in Süddi 'den rivayetine
göre murad sahabe-i kiramdır.
3- Yine İbni
Ebi Hatim'in Dahhâk 'tan rivayetine göre mü'minlerin
salihleridir.
4- Yine İbni
Ebu Hatim'in Hasan-ı Basrî 'den rivayetine göre Ebi Bekr, Ömer, ve Osman
(RadıyaUahu Anhüm) hazarâtıdır.
5- Taberî
'nin İbni Mes'ud 'dan merfu' olarak tahriç ettiği bir rivayete göre Ebu Bekr
ile Ömer (RadıyaUahu anhumâ) 'dır. Fakat
bu hadisin senedinde zaaf vardır.
6- İbni Ebi
Hatim'in sahih bir senedle Sa'id b. Cübeyr'den tahriç ettiği bir rivayete göre
yalnız Ömer (Radiyalîahu anh) dır
7- Kurtubî
'nin Müseyyeb b.
Şerik 'den rivayetine göre hasscten
Ebu Bekr (RadıyaUahu anhj 'dır.
8- İbni Ebi
Hatim 'in Mücahit 'ten rivayetine göre yalnız A1i (Radiyallahu anh)'dıv.
367- (216)
Bize Abdurrahman b. Sellam b. Ubeydülâh el-Cümehî [380]
rivayet etti. (Dedi ki): Bize Rabî [381]
yani İbni Müslim, Muham-med b. Ziyâd'dan, o da Ebu Hüreyre'deh naklen rivayet
etti ki Peygamber (SaUallahü Aleyhi ve Sellem) :
«Ümmetimden cennete
yetmiş bin kişi hesapsız olarak gireceklerdir.» buyurmuşlar. Bunun üzerine bir
zat:
— «Ya Resulullâh!
Allah'a dua etde beni de onlardan eylesin» demiş. Resulullâh (SaUallahü Aleyhi ve Sellem):
— «Ya
Rabbi! Bunu da onlardan eyle.»
diye dua buyurmuş. Sonra bir başkası kalkarak:
— «Ya Resulullâh! Allah'a dua etde beni de
onlardan eylesin» demiş. Resulullâh
(SaUallahü Aleyhi ve Sellem):
— «Bu hususta Ukkaşe seni geçti.» buyurmuşlar.
368- (...)
Bize Muhammed b. Bessar da rivayet etti. (Dedi ki): Bize Muhammed b. Ca'fer
rivayet etti. (Dedi ki): Bize Şu'be rivayet etti. Dedi ki: Muhammed b. Ziyâdı
dinledim dedi ki: Ebu Hüreyreyi şöyle derken işittim: Resulullâh (Salîalîahü
Aleyhi ve Sellem n : Şöyle buyururken
işittim. Diyerek Rabî'in hadisi gibi rivayette bulundu.
369- (...)
Bana Harmeletü'bnü Yahya rivayet etti. (Dedi ki): Bize İbni Vehb haber verdi.
Dedi ki: Bana Yunus, .ibni Şihâp'tan naklen haber verdi. Demiş ki: Bana Sa'id
b. El' Müseyyeb rivayet etti, ona da Ebu Hüre yre rivayet ederek şöyle demiş:
Resulullâh (Saîîaîlahü Aleyhi ve Seileyi
— «Ümmetimden
yetmiş bin kişilik
bir zümre yüzleri ayın on
dördündeki gecesi gibi pırıl
pırıl parlayarak, cennete
gireceklerdir.» buyururken işittim.
Ebu Hüreyre demiş ki:
«Bunun üzerine
Ukkâşetü'bnü Mihsan el-Esedî sırtındaki kaplan postu gibi yollu elbisesini
kaldırarak ayağa kalktı ve :
— «Ya Resulâllâhî Allah'a dua et de beni de
onlardan eylesin» dedi. Resulullâh
(SaîlaUahü Aleyhi ve Sellem) :
— «Ya
Rabbi! Bunu da onlardan eyle.»
diye dua etti. Sonra Ensar-dan bir zat kalkarak:
— »Ya Resulâllâh! Allah'a dua et de beni de
onlardan eylesin» dedi, (Bu sefer) Resulullâh
(SaîlaUahü Aleyhi ve Sellem);
— «Bu
hususta Ukkâşe seni geçti.»
buyurdular.
370- (217)
Bana yine Harmeletü'bnü Yahya rivayet etti. (Dedi ki):
Bize Abdullah b. Vehb
rivayet etti. (Dedi ki): Bana Hayve [382]
haber verdi . Dedi ki: Bana Ebu Yunus, Ebu Hüreyre'den naklen rivayet etti ki
Resulullâh (Sallallahü Aleyhi ve
Sellem):
— «Ümmetimden
yetmişbin kişi cennete girecek; onlardan bir zümre ay suretinde olacaklar.»
buyurmuşlar.
371- (218)
Bize Yahya b. Halef El-BâhİIÎ [383]
rivayet etti. (Dedi ki): Bize Mu'temir, Hişâm b. Hassân'dan, o da Muhammed'den
yani İbnî Si-rîn'den naklen rivayet etti: Demiş ki: Bana îmrân [384]
rivayet etti. Dedi ki: Nebiyyullah (Sallallahü A leyhi ve Sellem) :
— «Ümmetimden yetmişbin kişi
hesaba çekilmeksizîn cennete girecektir.» buyurdu. Ashab:
— «Kim onlar! Ya Resulâllâh?» dediler.
Resulullâh (Sallallahü Aleyhi ve
Sellem):
— «Onlar vücutlerini
(kızgın demirle) dağlamayanlar; efsun yapmayanlar ve ancak Rablerİne tevekkül
edenlerdir.» buyurdu.
Bunun üzerine Ukkâşe
ayağa kalkarak: Allah'a duâ et de beni de onlardan eylesin dedi,
Resulullâh (Sallallahü
Aleyhi ve Sellem):
— «Sen onlardansın.» buyurdular. Arkasından bir zat kalkarak:
— «Ya Nebiyyallah! Allah'a dua et de beni de
onlardan eylesin» dedi.
Resulullâh (Sallallahü Aleyhi ve Sellem):
— «Bu hususta Ukkâşe seni geçti.» buyurdular.
372- (...)
Bana Züheyr b. Harb rivayet etti. Dedi ki: Bize Abdüs-samet b. Abdilvaris
rivayet etti. (Dedi ki): Bize Hâcib b. Ömer [385] Ebu
Huşeynete's Sekâfi rivayet etti. (Dedi ki): Bize Hakem b. A'raç [386],
Imran b. Husayn'dan naklen rivayet
etti ki Resulullâh (Sallallahü Aleyhi ve Seliem):
— «Ümmetimden yetmişbin kişi hesapsız olarak cennete gireceklerdir.» buyurmuşlar. Ashab:
— «Kim onlar! Ya
Resulâllâh?» demişler Resulullâh
(Sallallahü Aleyhi ve Seliem):
— «Onlar efsun yapmayanlar; teşe'um etmeyenler;
vücutlarını (kızgın demirle) dağlamayanlar ve ancak Rablerine
tevekkül edenlerdir.»
buyurmuşlar.
373- (219)
Bize Kuteybetü'bnü Said rivayet etti. (Dedi ki): Bize Abdülaziz yani İbni Ebî
Hâzim, Ebu Hâzim'den [387], o
da Sehl b. Sa'd'dan naklen rivayet etti ki Resulullâh (Sallallcûıü Aleyhi ve Seliem):
— «ümmetimden
yetmişbin kişi yahut yediyüzbin kişi (Ebu Hâzim bunların hangisini söylediğini
bilemiyor) mutlaka cennete gireceklerdir. (Bunlar) birbirlerine tutunacak,
bazısı bazısının elinden tutacak, sonda kileri girmedikçe öndekileri de
girmeyecek, yüzleri Bedir gecesindeki ay suretinde olacaklardır.» buyurmuşlar.
Bu hadisi Buhâri .
«Kitabur Rukak» da rivayet etmiştir. Hadisi Şerif Teâlâ hazretlerinin
Peygamber {Salhıllahü Aleyhi ve Sellem)o ümmetine son derece ikram ve ihsanda
bulunduğunu göstermektedir. Görülüyor ki; hadisin bazı rivayetlerinde hesaba
çekilmeksizin cennete gireceklerin sayısı yetmişbin bazılarında yediyüzbin
hatta bazı rivayetlerde Yetmişbinin her neferi ile birlikte yetmişbin kişi
daha gireceği bildirilmektedir.
Ukkâşe yahut Ukâşe
(Radiyallahu anlı) 'm ricası kabul edilip öteki zatın kabul edilmemesine
gelince bu hususta Kaadî İ yâ z şunları söylemektedir:
«İkinci zatın Ukkâşe
derecesinde ve cennete soruşuz sualsiz girecek sıfatta olmadığı söyleniyor.
Hatta münafık olduğunu bile söyleyenler var. Onun için Peygamber (Sallallahü
Aleyhi ve Seliem) kendisine ihtimallî bir cevap vermiş :
«Sen onlardan
değilsin.» diye tasrihi doğru bulmamıştır. Çünkü Peygamber (Sallallahü Aleyhi
ve Sellem)'in güzel ahlâkı buna mânidir. Bazıları Ükkâşe hakkındaki duasının
kabul edileceği Resulullâh (Sallallahü Aleyhi ve Sel!em)'e vahiy ile
bildirilmiştir. Öteki için vahiy gelmemiştir diyorlar.»
Hâtib-i Bağdadî İkinci
zatın Sa'd b. Ubâde (Radiyallahu anh) olduğunu rivayet etmiştir. Bu rivayet sahih
ise o zât hakkında münafık diyenlerin sözü bâtıl olur. Fakat o zâtın Sa'd b.
Ubâde olması ihtimalden uzak görülmüş; Sâ'd b. Umara olabileceği ihtimâli
üzerinde durulmuştur. Bu takdirde hadisi nakleden, tas-hif yapmış demektir.
Nevevî : «Doğrusu ve
muhtar olan da budur» diyor. İbnû'l Cevzî: «Bana öyle geliyor ki Ukkâşe
ricasını hulûs-u kalb i4e yapmış ve kabul edilmiştir. Ötekinin ise, sözü kesmek
için müracaat etmiş olması muhtemeldir. Çünkü Resulullâh (Sallallahü Aleyhi ve
Seliem) ona da evet cevabını verse şüphesiz ki; üçüncü, dördüncü zevat
kalkarak aynı şeyi isterler dileklerin sonu gelmezdi. Bittâbî herkes soruşuz
sualsiz cennete girmeyi hak edemez» demiştir.
Süheylîde: «Bana öyle
geliyor ki; o saat bir icabet saati imiş. İkinci zat Resulullâh (Sallallahü
Aleyhi ve Sellem)'in duasını o saat geçtik-,ten sonra istemiş olacak» diyor.
Nemıre: Beyaz,
siyah ve kırmızı çizgili
elbisedir. Renk itibariyle
kaplan derisine benzediği için ona bu isim verilmiştir.
Zümre:
Biribııi arkasına dn^ılmış cemaat demektir.
371 numarada
geçen İmran hadisinde soruşuz sualsiz cennete
gireceklerin kim olduğu sorulduğu zaman
Resulullâh (SaUallahü Aleyhi
ve Seilem)'in:
«Onlar vücutlarını
(kızgın demirle) dağ la mayanlar; efsun yapmayanlar ve ancak Rablerine
tevekkül edenlerdir.» buyurduğu rivayet edilmektedir. Bu hadisin mânası
hakkında ulemâ ihtilâf etmişlerdir. Ebu Abdi1lâh Mâzirî şöyle demektedir:
«Bazı kimseler
tedavinin mekruh olduğuna bu hadisle istidlal etmişlerdir. Fakat ekseri
ulemânın kavli bunun hilâfınadırv Onlar Resu1u11âh (Sailalîahü Aleyhi ve
Sellem)'in bir çok hadislerde ilâç ve yemeklerin faydasından bahsettiğini
ileri sürerek bu hadisle ihticac ederler. Bir de Resulullâh (Sailalîahü Aleyhi
ve Seilem) bizzat ilâç kullanmıştır. Hz. Aişe (Radıyallahu Anhâ)'nın rivayet
ettiği ve Resulü İlâh (Sailalîahü Aleyhi ve Seüem)'in bir çok defalar ilâç
kullandığını gösteren haberlerde onlara delildir. Keza okumak sureti ile
istiş-fası malûmdur, ulemâ sahabeden bazılarının hasta okumak için ücret aldıklarını
bildiren hadisle de istidlal etmişlerdir. Bu cihet sabit olunca; buradaki
hadisi ilâçların tabiatı icabı fayda verdiğine inanıp şifa meselesini Allah'a
havale etmeyenler mânasına hamletmek gerekir...» Kaadî İyâz 'da şunları
söylemiştir:
«Bu hadis üzerinde söz
edenlerden bir çokları bu te'vile zâhib olmuşlardır. Fakat bu te'vil doğru
değildir. Çünkü Peygamber (Sailalîahü Aleyhi ve Seilem) sualsiz cennete
girenleri onlara has bir meziyyet ve fazilet olmak üzere haber vermiş
yüzlerinin bedir gecesindeki ay gibi parlayacağını beyan buyurmuştur. Mesele,
bu zevatın te'vil ettiği gibi olsaydı soruşuz cennete girenler bu hususiyeti
haiz olamazlardı. Çünkü şifayı Allah'tan beklemek bütün mü'minlerin itikad
ettikleri bir şeydir. Aksine inanmak küfürdür. Ulemâ ve Maâni sahipleri bu
mesele üzerinde söz etmiş Ebu Süleyman Hattabî
ile başkaları hadisten murad ilâç kullanmayı Allah'a tevekkül ederek,
kaza ve belâsına nza göstererek terkedenlerdir.» demişlerdir. Hattabî : «Bu
derece, hakikî iman sahiplerinin en yüksek derecesidir. Ulemâdan bir cemaatin
mezhebi de budur.» demiş ve isimlerini saymıştır. Hadisin zahirî ve
mukteza-sma göre zikri geçen dağlamak, okumak v.s. tedavi nevileri arasında bir
fark yoktur. Davûdî: «Bu hadisten murad sağlamken ilâç kullanandır. Çünkü
hastalığı olmayana bu mekruhtur. Fakat hastalığı olan hakkında caizdir» diyor. Bazıları bir mânadan dolayı hasta
okumakla dağlamayı tedavi nevilerinden tahsis etmişlerdir. Onlara göre sair
tedavi nevileri tevekküle mâni değildir. Çünkü Resulullâh (Sailalîahü Aleyhi ve Seilem) ile selefin
büyükleri tedavi görmüşlerdir. Beslenmek için yemek içmek gibi kat'î olan
sebepler bu bâbta kelâm ulemâsına göre tevekküle dokunmazlar. Bundan dolayıdır
ki; ilâç kullanma hadis-i şerifte nef-yedilmemiştir ve yine bundan dolayıdır
ki; ulemâ bir kimsenin gerek kendisinin gerekse çoluk çocuğunun rızkını
kazanmasını tevekküle zararlı saymamışlardır. Çünkü rızık kazanan kimse o
rızkı kendinden bilmez onu temamiyle Allah Teâlâya havale eder. Tedavi ile
dağlamak arasındaki fark hususunda söz uzundur. Peygamber (Sailalîahü Aleyhi
ve Seilem) bunların ikisini de mubah kılmış ikisini de övmüştür. Ben ancak bir
nüktecik anlatacağım ki; o da kâfidir; Peygamber (Sailalîahü Aleyhi ve Seilem)
hem kendisi ilâç kullanmış hem başkasını tedavi buyurmuştur. Fakat kendisi
dağlanmamış başkaları dağlanmıştır. Sahih rivayete göre Resul-u Ekrem
(Sailalîahü Aleyhi ve Seilem) ümmetini dağlamak sureti ile tedaviden nehiy
etmiş ve dağlanmayı sevmediğini beyân buyurmuştur.» Kaadî İyâz'ın sözleri
burada sona erer.
Nevevî diyor ki: «Bu
hadisin zahir olan mânası,, Hattabî ile ona muvafakat edenlerin ihtiyar
ettikleri kavildir, ki hasılı şudur: Hesaba çekilmeden cennete girecek
olanların Allah'a tevekkülleri tamdır. Onun için de Allah'ın takdir ve kazâsîle
giriftar oldukları musibetten kurtulma çaresini aramazlar. Bu hâlin bir fazilet
olduğunda ve böyle bir hâl sahibinin tercih edileceğinde ise şüphe yoktur.
Peygamber (Sailalîahü Aleyhi ve Seilem) 'in tedavisine gelince: O bunu bizlere caiz
olduğunu beyân için yapmıştır.»
Ülenıa-i Kiram,
Tevekkülün hakikati hususunda da ihtilâf etmişlerdir. İmamEbu Cafer Taberi ile
diğer bazı selef-i sâlihin-den bir cemaattin : «Tevekkül ismi kalbine Allah
korkusundan başka yırtıcı hayvan veya düşman korkusu gibi şeyler karışmayan ve
Allah'ın tekeffülüne i'timâd ederek rızk peşinde koşmayı terk edenden başkasma
lâyık değildir.» dediklerini nakletmişlerdir. Bu zevat, bu hususta vârid olan
eserlerle istidlal etmişlerdir. Bir takım ulemâ da : «Tevekkülün ta'-rifi:
Allah Teâlâ'ya güvenmek, kâza ve kaderinin nafiz olunduğunu yakı nen inanmak,
yiyecek içecek gibi zarurî olan şeyleri tedarik ve düşmandan korunma hususunda
Peygamber (Sailalîahü Aleyhi ve Seilem)^ sünnetine tabî' olmaktır. Nitekim
bütün Peygamberlerin yaptığı da budur.» demişlerdir. Kaadî İyâz, umumiyetle
fukahanın mezhebi bu^ olduğunu, Taberî 'nin de bunu ihtiyar ettiğini söylemiş:
«Birinci kavil bazı mütesavvifenin mezhebidir; Maamâfih Mutasevvifenin
muhak-kıkları da cumhurla beraberdir. Şu farkla ki; onlara göre esbaba gönül
bağlanmaya tevekkül ismi verilmez. Esbab, Allah'ın sünnet ve hikmetleridir.
Kul hod behod ne bir faydayı celb, ne de bir zararı def edebilir. Bunların
hepsi Allah Teâlâ'dandır.» demiştir.
Kuşeyrî diyor ki
tevekkülün yeri kalbdir. İtimadın Allah tarafından geldiğini bildikten sonra
zahiri azanın hareketi kalbine tevekkülüne mâni değildir. Bir şeyin yapılması
mümkün olmazsa o Allah'ın takdiri ile mümkün olmaz. Yapılması müyesser olan
şey de Allah'ın teysiri ile olur.»
Bazıları tevekkülü:
«Allah'ın dilediğine rıza göstermektir» diye tarif etmiş diğer bazıları da:
«Tevekkül kulun nazarında azla çoğun müsavi olmasıdır» demişlerdir.
Hadisin bazı
rivayetlerinde bir de «tetayyur» zikredilmiştir. Bunun mânası: Kuşlarla teşe'üm
etmek yani kuş şıû tarafa uçarsa hayır, bu tarafa uçarsa şer gelir diye
inanmaktır. Bazı cahillerin bacanın üzerine baykuş konarsa o haneden ölü
çıkar; arabanın önünden tavşan geçerse mutlaka bir uğursuzluk zuhur eder, gibi
bir çok bâtıl inançları bu kabildendir.
Bunlar cahiliyet devrinden kalma
hurafelerdir. İşte hadisi
şerifte hesaba çekilmeden cennete girecekleri bildirilen bahtiyarlar bu
gibi te-şe'ümlerden de sakınanlardır. Teşe'ümün zıddı tefe'üldüf, ki; bir şeyi
ha-yıra yormaktır. Peygamber (SaUaiîahü
Aleyhi ve Seiîem) tefe'ülü severdi. Bazıları hesap vermeden cennete
gireceklerin hadiste beyan Duyurulanlardan daha çok olacağını söyleyerek
hadisde bildirilen miktara itiraz-kâr bir tavır takmmışlarsa da kendilerine
cevaben: «Orasını ancak, Allah bilir
yetmiş adediyle çokluk murad edilmiş olması muhtemeldir» denilmiştir. Nitekim
lisanımızda da : «Bunu sana yüz defa
söyledim» denilirse, bundan: «Sana
çok defalar söyledim» mânası kasdedilir.
Yüz adedinin kendisi murad değildir.
Ukâşe
(Radiyallahu'anh) ashab-ı kiramın büyüklerindendir. Onun hakkında Resulullâh
(Saîîalîahü Aleyhi ve Sellem) : *Arabm en hayırlı binicisi bizdendir» buyurmuş
kim olduğu sorulunca « Ukâşetü'bnü Mihsan» dır. demiştir. Hz. Ukkaşe 'nin Bedir
ga-zasındaki yararlıkları meşhurdur. Harb esnasında kılıcı kırılınca Resulullâh
(Saîlallahü Aleyhi ve Sellem) kendisine bir odun parçası vermiş Ukkaşe
(Radiyallahu anh) sallayınca odun kılıç olmuş harb kazanılıncaya kadar da
onunla çarpışmıştır. «Avn* ismi verilen bu kılıçla Hz. Ukâşe Resulullâh
(Saîlallahü Aleyhi ve Sellem} ile birlikte iştirak ettiği bütün gazalarda cenk
etmiş vefatına kadar onu muhafaza eylemiştir.
374- (220)
Bİze Sa'id b. Mansur rivayet etti. (Dedi ki): Bize Hü-şeym rivayet etti. (Dedi
ki): Bize Husayn h. Abdirrahman haber verdi. Dedi ki: Sa'id b. Cubeyr'in
yanındaydım:
— «Dün akşam düşen yıldızı hanginiz gördü?»
dedi.
— «Ben (gördüm) dedim».
— «Sonra dedim ki: Namazda filân değildim lâkin
beni akrep sokmuştu.»
— «Buna karşı ne yaptın?»
— «Rukye yaptım.»
— «Senİ buna sevke'den nedir?»
— «Şabiinin bize rivayet ettiği bir hadistir.»
— «Sabi size ne rivayet etti?»
— «Bize Büreydetü'bnü Husayb el-Eslenıî'den
naklen onun: «Nazarla zehirli hayvan sokmasından başka bir şey de Rukye yoktur»
dediğini rivayet etti.
— «İşittiği şeyde karar kılan ne iyi eder.
Lâkin bize İbni Abbas Peygamber
(Sallallahü Aleyhi ve Sellem) 'den naklen şunu rivayet etti:
«Bana bütün ümmetler
gösterildi. Öyle Peygamber gördüm, yanında küçük bir cemaat var. Peygamber gördüm;
yanında bîr-iki kişi var! Yİne Peygamber gördüm; yanında hiç kimse yok!..
Birdenbire bana büyük bir kalabalık arz olundu. Ben bunları benim ümmetim
zannettim. Fakat bana :
Bunlar Musa
(Sallallahü Aleyhi ve Sellem) ile onun kavmidir. Lâkin sen şu ufka bak;
dediler. Bir de baktım büyük bir kalabalık!..
— «Bir de öteki
ufka bak!..» dediler. Baktım
(yine) büyük bir kalabalık!..
— «İşte
senin ümmetin bunlardır.
Kem onlarla birlikte
cennete hesapsız, azapsız girecek yetmişbİn kişi
(daha) var.» dediler.» buyurdu.
Bundan sonra
Resulullâh (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) oradan kalkarak evine girdi. Bunun
üzerine cemaat bu hesapsız ve azapsız cennete gireceklerin kim oldukları)
hakkında söze daldılar. Bazıları:
«Her halde bunlar
(Sallallahü Aleyhi ve Sellem) ile sohbette bulunanlar olacak» diğer bazıları:
«İhtimal bunlar İslâmiyet zamanında doğarak Allah'a şirk koşmayanlardır.»
dediler ve (daha buna mümasil) birşeyler söylediler. Derken Resulullâh
(Sallallahü Aleyhi ve Sellem) yanlarına çıkageldi ve :
— «Konuştuğunuz şeyler neydi?» dedi. Ashab da konuştuklarını kendisine
haber verdirler. Resulullâh (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) :
— «Onlar rukye yapmayanlar ve yaptırmayanlar;
teşe'um etmeyenler; ve ancak Rablerine
tevekkül eyleyenlerdir.» buyurdular. Bunun üzerine Ukkaşetü'bnü Mihsan ayağa
kalkarak:
— «Allah'a dua et de beni de onlardan
eylesin» dedi. Resulullâh
— «Sen onlardansın.» buyurdu sonra başka bir
zat kalkarak:
«Allah'a dua et beni
de onlardan eylesin» dedi. Resulullâh (Sallallahü A leyhi ve Sellem):
— «Bu
hususta Ukkâşe seni geçti.» buyurdular.
375- (...)
Bize Ebu Bekir b. Ebi Şeybe rivayet etti. (Dedi ki): Bize Muhammed b. Fudayl.
Husayn'dan, o da Sa'id b. Cübeyr [388]den
naklen rivayet etti. (Dedi ki): Bize İbni Abbas rivayet etti. (Dedi ki):
Resulullâh
(Sallallahü Aleyhi ve
Sellem):
«Bana bütün ümmetler
gösterildi. » buyurdular sonra hadisin geri kalan kısmını Hüşeym hadisi gibi
rivayet etti. Yalnız Hüşeym hadisinin baş tarafını zikretmedi.
Bu hadisi Buhâri «Kitabu'l
Merdâ'vet-Tıb» ile «Ehadisü'l Enbiya» ve «Kitabur' Rukak» da Tirmizi : «Kitabu'z-Zuhd» de
Nesai 'de
«Kitabu't-Tib» da tahric etmişlerdir. Husayn b. Abdirrahman'm «namazda filân
değildim. Lâkin beni akrep sokmuştu»
demesi kendisinin
ibadette bulunduğunu zannetmesinler yani yapmadığı bir şey'i yaptı zannederek
başkasına o suretle anlatmasınlar diyedir. Nitekim bir kadın İmam-ı Azam Ebu
Hanife 'ye : Gecelerini satşaha kadar namaz kılarak ihya eder diye söylenen Ebu
Hanife sen misin?» diye sormuş. Hz. İmâm o zaman henüz sabahlara kadar namaz
kılmadığı için kadına hiç bir şey diyememiş fakat ondan sonra yaşamış olduğu
kırk senelik hayatında bütün gecelerini sabaha kadar namaz kılmakla geçirmiş;
bu suretle yapmadığı bir şey'i yaptı diye söylenmekten korunmuştur.
Rukye: Hasta
okumaktır. Hadisdeki «ayn» dan murad da nazar olmaktır. Bazı insanların
gözlerinin başkalarına dokunduğu dinen hak olduğu gibi bugün tıbben de kabul
edilmiştir.
Hume : Akrep ve yılan
gibi hayvanların zehiri ve o zehirin tevlid ettiği şiddet ve hararettir.
«Nazarla zehirli
hayvan sokmasından başka hiç bir şeyde Rukye yoktur.» cümlesi hakkında Hattabî
şunları söylemiştir : «Bu hadisin mânası nazar olana ve zehirli hayvan sokana
okumaktan daha şifâ bahş ve daha evlâ hiç bir deva yoktur, demektir. Çünkü
bunların zararı pek şiddetlidir. Yoksa hastalara okunmaz demek değildir.
Filvaki Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve
Sellem) hem okumuş hemde okumayı emretmiştir. Hastaya Kur'an ve
esmaullâh okumak mubahtır. Okumanın mekruh olanı arapçadan başka bir dille
yapılandır. Çünkü bu ya kü-füre varır yahut içine şirk karışan sözlerden ibaret
olur. Resulullâh (Sallaliahü Aleyhi ve Sellem/in kerih gördüğü hasta okuma
cahiliyet devrinde Arapların yaptığı muskacılık (nüsha) dır. Onlar bunun
hastalıkları gidereceğine inanır ve cinlerin yardımı ile yapıldığını
söylerlerdi.»
İbni Esir diyor ki:
«Hadislerin bazısında hasta okumanın caiz olduğu diğer bazılarında ise; bundan
nehyedildiği görülmektedir; ve her iki hususa aid bir çok hadisler vardır.
Bunların araları şöyle bulunur: mekruh olan okuma Arapçadan başka bir lisanla
ve Allah Teâlâ'nın isimlerini, sıfatlarını, semadan indirdiği kitaplarındaki
kelâmını zikretmek-sizin yapılacak okumanın mutlaka fayda vereceğine i'tikad ve
itimad edilendir. Resulullâh (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'in :
«Okunan kimse tevekkül
etmiş sayılmaz.» buyurmasının mânası da budur. Ama Kur'an-ı Kerim ve esmâ-ı
ilâhiyeyi okumak suretiyle yapılan rukye mekruh değildir...»
«Hem onlarla birlikte
cennete hesapsız, azapsız girecek yetmiş bin kişi (daha) var...» ifadesinden
murad şüphesiz ki yine Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'in ümmetidir.
Yalnız cümlenin takdiri hususunda iki ihtimal vardır.
1- Bu
yetmişbin kişi ufukta gösterilenlerden başkadır.
2- Yetmişbin
kişi ona gösterilenler cümlesindendir. Nitekim
Buhârî'nin rivayeti de bu ihtimali teyid etmektedir. Hadis-i şerif :
Şer'-i bir delilin
üzerinde münazara ve münakaşa yapmanın mubah olduğuna; delildir.
376- (221)
Bize Hennad b. Serİy rivayet etti. (Dedi ki): Bize Ebu'l-Ahvas [389],
Ebu İshak' [390] dan, o da Amr b.Meymun' [391]
den, o da Abdullah [392] dan
naklen rivayet etti. Demiş ki: Bize Resulullâh (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) :
«Siz
cennetliklerin dörtte biri olmanıza
razı değil misiniz?» dedi.
Bunun üzerine biz
tekbir aldık. Sonra (yine) :
«Siz cennetliklerin
üçte biri olmanıza razı değil misiniz?» buyurdu biz yine tekbir aldık. Bundan
sonra Resulullâh (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)
«Ben sizin
cennetliklerin yarısı olmanızı gönülden dilerim. Size bunun sebebini
söyleyeyim : Küffâr arasında müslümanlar ancak kara öküz (ün cildin) deki beyaz
bir kıl yahut beyaz Öküz (ün cildin) deki siyah bir kıl gibidir.» buyurdular.
377- (...)
Bize Muhammed b. EI-Müsenna ile Muhammed b. Beş-şâr rivayet ettiler. Lâfız İbni
Müsenna'nındır. Dediler ki: Bize Muham-. med b. Ca'fer rivayet etti. (Dedi ki):
Bize Şu'be, Ebu Ishâk'tan, o da Amr b. Meymun'dan, o da Abdullah'tan naklen
rivayet etti. Abdullah şöyle demiş: Resulullâh (Sallallahü Aleyhi ve
Selİem)'\e> bir kubbenin altında kırk kadar nefer beraber bulunuyorduk
(Bize) :
«Siz cennetliklerin
dörtte biri olmanıza razı mısınız?» diye sordu. Biz «Evet» cevabını verdik.
Sonra (yine) :
«Cennetliklerin üçte
biri olmanıza razı mısınız?» dedi. Biz de «Evet» dedik. Bunun üzerine:
«Nefsim yedi
kudretinde olan Allah'a yemin ederim kî ben, sizin cennetliklerin yarısı
olmanızı cidden isterim. Çünkü; Cennete Müslüman-dan başka hiç bîr kimse
giremiyecekfir. Sizler ehl-i şirkin içinde ancak kara öküzün cildindeki beyaz
kıl yahut kırmızı öküzün cildindeki siyah kıl gibisiniz.» buyurdular.
Ashab-ı kiramın
tekbir almaları bu büyük müjdeye
sevin di ki erindendir.
Resulullâh (SaUalîahü Aleyhi ve Sellemj'in bir defa da :
«Cennetliklerin yarısı
olmanıza razı mısınız?» demeyerek birincide ehl-i cennetin dörtte biri,
ikincide üçte biri, üçüncüde yarısı olmaya ra-zımısmız diye sorması pek güzel
bir faydayı temin içindir. Bu fayda as-* habin nefislerine sözün daha tesir
etmesi ve kendilerine yapılan ikramın son dereceye baliğ olduğunu anlatmak
içindir. Çünkü insana bir şeyi tekrar tekrar vermek ona verilen ehemmiyete
delildir. Bunun ikinci bir faydasıda müjdenin tekrar tekrar verilmesi ashabı
Allah'a karşı tekrar tekrar şükretmeye nimetlerine karşı hamdüsenada bulunmaya
teşvik etmesidir.
Bu hadisin bir
rivayetinde :
«Siz cennetliklerin
şatrı.» diğer rivayetinde :
«Yansı olmaya
razı mısınız?»
buyurulmuştur. Başka bir
rivayette cennetliklerin yüzyirmi saf teşkil edeceği bunların sekseni bu
ümmetten olacağı bildirilmiştir. Bundan da anlaşılıyor ki ümmet-i Muhammediyye
cennetliklerin üçte biridir. Binaenaleyh Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve
Sellem) evvelâ büyük bir kısmı mânasına gelen şatr kelimesi ile müjdo de
bulunmuş sonra Teâlâ hazretleri lütf-u ihsanda bulunarak onların sayısını
yarıya çıkarmıştır. Bunun bir çok hadislerde nazirleri vardır. Nitekim bir
hadis-i şerifte: Cemaat ile kılman namazın yalnız kılınan namazdan yirmi beş
derece; başka- bir rivayette yirmi yedi derece faziletli olduğu beyan
buyurulmuştur. Bu hadisleri inşallah yerinde görülecektir.
Ravi Resulullâh
{Sallallahü Aleyhi ve Sellefn)'in kara Öküzün cildinde bir ak tüymü yoksa beyaz
Öküzün cildinde bir siyah tüymü buyurduğunda şekk etmiştir.
Kubbeden murad deriden
yapılan çadırdır. Ke1bî arap ikametgâhlarının altı şeyden yapıldığını bunların
bir kısmının deriden bîr kısmının taştan bazısının ağaçtan bazısının kıldan ve
yünden yapıldığını beyan eder. Kubbe deriden yapılan çadırın ismidir.
«Cennete ancak
Müslüman olan kimseler girer.» ifadesi kâfirlerin asla cennete
giremiycceklerine delâlet eden sarih bir nastir. Bunun üzerine İcmâ1 da
münakid olmuştur.
378- (...)
Bize Muhammed b. Abdillâh b. Nümeyr rivayet etti. (Dedi ki): Bize babanı
rivayet etti. (Dedi ki): Bize Malik — ki İbni Migvel-dir— Ebu İshâk'tan, o da
Amr b. Meymun'dan, o da Abdullah'tan naklen rivayet etti. Abdullah şöyle
demiş: Resulullâh (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) bize hutbe okudu sırtını deriden bir kubbeye
dayiyarak:
— «Dikkat edin, Cennete Müslümandan başka
hiç bir kimse girmeyecektir. Ya
Rabbi! Tebliğ ettim mi? Ya Rabbi şahid ol! Siz cennetliklerin dörtte bîri olmak
ister misiniz?» buyurdu. Biz:
— «Evet
Ya Resulullâh!» dedik
Resulullâh (Sallallahü Aleyhi ve
SrUem) (Tekrar) :
— «Cennetliklerin üçte
biri olmak ister misiniz?» dedi. Ashâb :
— «Evet Ya Resulullâh!» dediler. Resulü Ekrem
— «Ben sizin cennetliklerin şatrı olmanızı
candan dilerim. Siz başka ümmetlerin
içinde ancak ak Öküzün cildindeki
kara kıl yahut kara öküzün cildindeki beyaz kıl gibisiniz.» buyurdular.
Bu hadisi Buhârî
«Kitabut Rukak» ve «Kitabu'n-Nûzûr» da Tirmizi «Sıfâtü'l Cenne» de İbni Mâce
«Kitabu'z-Zühd» te tahriç etmişlerdir. Bu da yukarı ki hadisin başka bir
rivayetidir. Resulullâh (Sallallahü
Aleyhi ve Sellem)'in:
«Ya.Rabbi! Tebliğ ettim
mi? Ya Rabbi! Şahİd
ol!» sözünün mânası;
«Tebliğ vazifesi benim
üzerime farzdır. Ben bunu İfâ ettim. İfâ ettiğime sen şahid
ol ya Rabbi!» demektir.
İbni Tin diyor ki :
«(Bir kıl) denilmişsede burada hakiki birlik' murad değildir. Çünkü cildinde
kendi renginden ayrı bir tek tüyü bulunan öküz yoktur. Maksad kendi rengine
uymayan tüylerin azlığıdır.
379- (222)
Bize Osman b. Ebi Şeybe EI-Absi rivayet etti. (Dedi ki): Bize Cerir [393], A'meş'ten,
o da Ebu Salih' [394]
ten, o da Ebu Sa'id'den naklen rivayet etti. Ebu Sa'İd şöyle demiş: Resuhıllâh
(Sallallahü Aleyhi ve Sellem)
buyurdular ki :
«Allah (Azze ve Celle)
: Ya Âdem!» diyecek. O da :
«Lebbeyk ve Sa'deyk.
Bütün hayır senin yed-i kudretin dedir.» diye cevap verecek. Teâlâ hazretleri:
«Cehennem hey'etini
çıkar.» buyuracak Âdem
Aleyhisselâm: «Cehennem hey'eti ne kadardır?»
diye soracak Allah-ü Zülcelâl: «Her bin kişinin dokuzyüz doksan
dokuzudur.» buyuracak, işte küçüğün ihtiyarladığı, her hamilenin çocuğunu
düşürdüğü zaman o zamandır. İnsanları sarhoş göreceksin, halbuki sarhoş
değildirler. Amma Allah'ın azabı şiddetlidir [395]. Bu
(beyanat) ashaba pek şiddetli geldi.
Ya Resul âli âh! Acaba
bu (binde bir zat) hangimiz olacak?» dediler. Bunun üzerine Besulullâh (Sallallahü Aleyhi ve Sellem):
«Müjde size! Ye'cüc
ile Me'cüc'den bin, sizden bir kişi.» buyurdu.
Sonra sözüne devamla:
«Nefsim yed-i
kudretinde olan Allah'a yemin ederim ki; ben cennetliklerin dörtte biri siz
olmanızı pek arzu ederim.» buyurdu. Biz de Allah'a hamdettik; Tekbir aldık.
Sonra şöyle buyurdular:
«Nefsim yed-i
kudretinde olan Allah'a yemin ederim ki; ben cennetliklerin üçte biri siz
olmanızı pek arzu ederim.» Biz (Tekrar) Allah'a hamd ettik ve tekbir aldık.
Sonra (yine) :
«Nefsim yed-î
kudretinde olan Allah'a yemin ederim; kİ ben cennetliklerin şatrı siz olmanızı
pek arzu ederim. Çünkü ümmetler içinde sizin misaliniz kara öküzün cildindeki
beyaz kıl gibidir. Yahut merkebin ön ayağındaki
bere gibidir.» buyurdular.
380- (...)
Bize Ebu Bekr b. Ebi Şeybe rivayet etti. (Dedi ki): Bize Vekî rivayet etti. H.
Bize Ebu Küreyb'de
rivayet etti. (Dedi ki): Bize Ebu Muaviye rivayet etti. Vekî' ile Ebu
Muaviye'nin ikisi de A'meş'ten bu isnadla rivayet etmişler. Şu kadar var ki;
onlar:
«O gün insanlar
arasında siz ancak kara öküzün cildindeki beyaz kıl yahut beyaz öküzün
cildindeki kara kıl gibi olacaksınız.»
demişler:
«Merkebin ön
ayağındaki bere gibi...» cümlesini zikretmemişlerdir.
Bu hadisi Buharı
«Kitabu'r-Rukak» ile Ye'cüc Me'cüc kıssasında tahriç etmiştir. Kıyamet gününde
Allah Teâlâ Hz. Âdem'e;
«Cehennem heyetini çıkar.» diyecek sözünden murad;
cehenneme gidecek olanları başkalarından ayırmasını emredecek demektir. Bu işin
Adem (Aleyhisselâm)7a havale buyurulması ya bütün insanların babası olduğu için
yahut da onları bildiğinden dir. Âdem
(Aleyhisselâm) Teâlâ hazretlerinin nidasına kemâl-i nezaket ve edeple
cevap verecek ve :
«Lebbeyk ve Sa'deyk.
(Yâni) : Senin emrine bir değil, iki defa icabet etmeye ve onu tekrar tekrar
yerine getirmeğe hazırım; bütün hayır senin yed-i kudretindedir.»
diyecektir. Bütün hayır ve şer Allah'ın yedi kudretinde olduğu halde şerri ona
nisbet etmeyerek yalnız hayırı zikretmesi de kemâl-i edep iktizasıdir.. Çünkü
şerrin haliki de Allah-ü Zülcelâl isede; Allah şerre razı değil; Fakat hayıra
razıdır. Bazıları; Allah'a nispetle hayır ve şer müsavidir. Zira Allah'ın her
fiîli güzeldir. Fiillerin bazısının güzel bazısının çirkin ve memnu olması
kullara nispetledir demişlerdir. Hadisin buradaki rivayetinde ehl-i cehennemin
her bin kişide dokuz yüz doksan dokuz nispetinde olduğu beyan edilmiştir. Başka
bir rivayette bu nispetin yüzde doksan dokuz olduğu zikredilmiştir. Bu İki
adetin arasındaki fark pek
büyük isede maksat
adetlerin kendileri değildir. Bu adetler yukarıda da beyan
ettiğimiz vecihle çokluktan kinayedirler. Çünkü bir şey'i adetle tahsis etmenin
ziyadesini nefiy mânasına gelmi-yeceği usul-u Fıkıhta tekarrur etmiş bir
kaidedir. Binaenaleyh gerek binde dokuz yüz doksan dokuz gerekse yüzde
doksandokuz nispetlerinin ifade -ettikleri mâna aynı şey olup cehenneme
girecek olan kâfir sayısının çokluğundan mü'min adedinin azlığından ibarettir.
«Cehennem heyeti ne
kadardır?» cümlesi mukadder bir cümle üzerine atf olunmuş tur. Takdiri
şöyledir : «Emrin baş üstüne Yarabbi! Ama bunların adedi ne kadardır?»
Resulullâh (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) :
«İşte çocuğun
ihtiyarladığı, hamilenin çocuğunu düşürdüğü zaman o zamandır.» sözüyle :
«Şüphesiz ki,
kıyametin zelzelesi pek büyük bir şeydir. Onu gördüğünüz gün her emzikli anne
emzirdiği çocuğundan vaz geçecek...»
Âyet-i kerimesine
işaret buyurmuştur. Ulemâ gerek hadis-i şerifte gerekse âyet-i kerimede
zikredilei çocuk düşürme çocuğundan geçme gibi hallerinin ne zaman zuhur
edeceği hususunda muhtelif kaviller ileriye sürmüşlerdir. Bazılarına göre; bu
hal henüz dünyada iken kıyamet için yer sarsıldığı zaman olacaktır. Çünkü kıyamette
çocuk düşürmek sarhoş olmak gibi haller yoktur. Bu kavle göre; âyetten mu-rad
zahiri manasıdır. Diğer bazılarına göre ise, aynı haller kıyamette vuku
bulacaktır. Âyetteki çocuk düşürmek ve emsali mecazdır ve mâna şudur;
«Kıyametin şiddet ve heviİnâk manzarası insanları o derece korkutacak ki;
orada hamile kadınlar bulunduğu tasavvur edilse mutlak korkudan çocuklarını
düşürürler.» Nitekim araplar
başlarına gelen korkunç bir musibeti ifade için: «Başımıza öyle bir belâ geldi
ki çocuğu ihtiyarlatır» derler.
Kirmanı: «Hadisten
murad oradaki korkunç manzarayı temsildir.» diyor.
Ashab-ı kiramın
kendilerine verilen haberi pek ağır ve şiddetli bularak : «Ya Resulullâh!
Acaba kurtulacak olan bu zat hangimiz olacak» diye sormaları bindebir
nispetinde az olan kurtulanların her ümmete şamil olduğunu ve her ümmetten
yalnız bir kişi kurtulacağını zannet-melerindendir. Resulullâh
(Sallallahü Aleyhi ve Sellem) ;
«Müjde sîze...»
buyurarak maksadının bu olmadığını beyanla cennetliklerin cehennemliklere nispetle
az olduğunu anlatmak İstediğini söylemiştir.
Yecüc ve Mecüc:
Kıyametin büyük alâmetlerinden olmak üzere kıyamete yakın yer yüzüne dağılarak
pek büyük fitne ve fesatlar çıkaracak müthiş zulümler ika edecek iki fırkadır.
Vehb'ibn Münebbih ile Mukatil b. Süleyman 'm beyalarına göre; bunlar Nuh
(Aleyhisselâm) 'in Yafes ismindeki oğlunun zürriyetidir. Kâ'ba göre ise; Âdem
(Aleyhisselâm) 'm toprağa karışan nutfesinden halk edilmişlerdir. Bu hususta
daha başka kavillerde vardır. Tafsilât kelâm kitaplarındadır.
Raknıe : Merkebin ön
bacaklarının iç taraflarında tırnaklara yakın daire şeklinde görülen
berelerdir. Allah-u Âlem.
[1] Leys b. Sad
b. Abdirrahaıan.
[2] İbni
Şihâb Zübrı'.
[3] Ubeydullah
b. Adiy b.
e!-Hiyâr: Kureyş kabilesine
mcnsûb olup Peygamber
(S.A.V.) zamanında doğmuş;
ve Veüd b.
Abdümelik zamanında vefat
etmiştir. Sa-hihayn râvîlerindendir.
[4] Mİkdâd b. Eİ-Esved
(R.A.): İsmi Mikdad b.
Amr b. Salebe'dir. Ashâb-ı kiramın
büyüklerinden oİııp 33
tarihinde vefat etmiştir.
Câhüiyet devrinde kendisini
Esved b. Abd-i Yeğus
oğulluk edinmişti. Bu
sebeble Mİkdâd b.
Esved diye yâd
olunur.
[5] Ma'mer b.
[6] Ebû Mûsâ İshfik
b. Mûsâ b.
Abdillâh «I-Ensârî: (
- ) Müslim'in râvîlerindendir.
[7] Süleyman
b. Hayyâa cl-Ca'ferî
[8] Muhammed b. Alâ\
'
[9] Ishâk b.
Râhuye.
[10] Muhammed b. Hâzim.
[11] Ebû
Zibyaıi, Husinn b.
Cimdüb b. Amr:
( - )
Kûfe'lidir. Tabiinin büyüklerindendir.
[12] ÜsâmetüTiDİi
Zeyd b. Harise (R.A.): Resuİüliah
(S.A.V.) in azadlısı Zeyd b. Harise
(R.A.) in oğiudur. Annesi ümmii
Eynıetı'dir. Resulüllah (S.A.)
irtihâl ettiği zaman 20 yaşında idi. Hz.
Peygamber (S.A.V.) kendisini ordu kumandanı ta'yin etnıİşdi. Muâviye
(R.A.) devrinin sonlarında
vefat etmiştir.
[13] Surei
Enfâl, âyet : 39.
[14] Hüşeym b. Büşeyr.
[15] Ebu'l-Hüzeyl
Husayn b. Âbdirrahmân:
Vasıflıdır. Tabiînin küçüklerindendır. Bazı rivayetlerde ismi
Hasîn diye nakledilmiştir.
[16] S&re-i
Nisa, Âyet: 94.
[17] Ebû Osman Amr b. Âsim b. UbeydiIIâh: Sahihayn
râvîlerindendir
[18] Safvân b. Muiniz:
Basra'lıdır. Bişr b.
Mervan'ın valiliği zamanında
vefat etmiştir.
[19] Hâlid h. Abdülâh
b. Muhriz: Basra'hdır.
Müslim'in râvîlerindendir.
[20] Cündeb b. Abdiîlâh
eî-Beeelî (R.A.): Ashab-ı
kiramdandır. Evvelâ Kûfe'de, sonra da
Basra'da yaşadığı için
hadisini hem Kûfe'lilcr
hem Basra'hiör rivayet
etmiştir
[21] Ebû Sufra As'as
b. Selâme: Easra'lıdır. Sahâbî
olup olmadığı ihtilaflıdır.
[22] Yahya b. Said
b. Ferrûh.
[23] Hammâd b. Üsâme.
[24] Mtihamnaed b. Abdillâb.
[25] Ebû AbdİUâh Nâfi': Abdullah b. Ömer (R.A.)
nın mevlâsıdır.
[26] Ebû Abdillâb Mus'ab b. el-Mikdid: ( -119) Küfe'lidir. Müslim'in râvîstdir.
[27] Ebû Seleme tyâs b. Selemetelml Amr: ( -119) Sahihayn râvîlerindendir.
[28] Ebû Âmir Abdullah b. Berrâd b. Yusuf el-Eş'arî: ( -
) Küfe'lidir. Sahihayn râvîlerindendir.
[29] Büreyd b. Abdillâh
b. Ebî Bürde:
Küfe'lidir. Dedesi Ebû
Bürde Âmir'den rivayette
bulunmuştur.
[30] Ebû Bürde Âmir b. Ebî Mûsâ.
[31] Ebû Muse'l-Eş'arî: Abdullah b. Kays (R.A.)
[32] Ebu'l-Ahvas
Muhammed b, Hayyân:
Bağdad'da yaşamıştır. Yalnız
bu hadîsi rivayet etmiştir.
[33] İbni Ebî Hazım
Abdülâziz b. Ebî Hâz;m:
(107-184) Medine'H âzadiıiardan-dır. Mescid-i Nebevi'de ansızın vefat
etmiştir
[34] EI-Alâ' !î.
Abdirralımaıı.
[35] Abdullah
b. Mcs'ud (R.A.).
[36] Cerir b. Abdilhamîd
b. Cerir.
[37] Ebû Sahili Hakem b. Musa el-Kantâri: { -231)
Bağdat'tı sulehâdan bir zattır
[38] Ebû
Abdiüâh Yahya b.
Hamza el-Yenıâmî: (
-283) Dimeşk kachsichr.
[39] Ebû Urve
Kaasim b. Muhaymira : (
- ) Kûfe'li olup Şam'da yaşamıştır
[40] Ca'fer b. Avn b. Ca'fer: Kûfelidir. 207 tarihinde hacdan dönerken vefat etmiştir
[41] Ebû Umeys Utbefii'bnü
Abdiüâh: Kûfe'lî olup
Abdıırrahnıan b. Mes'udrnin kardeşidir.
[42] Ebû Sahra Cami'
b, ŞeddâtJ : {
-218) Kûfe'lidİr. Sahihayn râvîlerindenJir.
[43] Ebû Muhammed Abdillah
b. IVfutî'Bekrî, Nisâburidir. Bağdad'da
yaşamıştır
[44] Husayn b. Abtürrahmân.
[45] Abdussaıncd b. Abdilvâris.
[46] Âsimu'l-Ahvel,
Âsim b. Süleyman.
[47] Ebû Ömer el-Kıbtî, Abdiilmelik b. Umeyr b. Süveyd :
Kulelidir. Kıbtî isminde meçhur
bir koşu atına mâlik
olduğu İçin kendisine
Kıbtî denilmiştir.
Şa'bî'den sonra Kûfe'yç,
kadı olmuştur. 136
tarihinde 103 yaşında vefat etmişti
[48] Ebû Abdirrahman Abdullah b. Muhammed b.
Esmâ'ed-Du'baî: ( -231) Bas-ra'lidır.
Hz, Cüveyrtye (R.A.) dan hadîs rivayet
etmiştir.
[49] Mehdî b. Meymûn:
( -173) Basra'h âzadiı
kölelerdendir
[50] Ccrir b. Abdilhamîd b. Cerir.
[51] Mansur b. Mu'temir.
[52] İbrahim Nafcaî.
[53] Hamın anı b. el-Hârİs cn-Nahaî . Kûfe'lidir. Haccâc zamanında vefat etmiştir.
[54] Buharî
rivayetinde emirden murâd
Hz. Osman (R.A.)
olduğu açıklanmıştır.
[55] HuzeyfetüTmü'I-Yemân
(R.A.): Ashâb-i kiramdan
olup Kûfe'lidir. 36
tarihinde Hz. Osman'dan 40
gün sonra vefat
etmiştir.
[56] Muhammed b. Beşşar.
[57] Hareşetü'hnü'1-Hun-e:
Kûfe'Hdir. Bişr b.
Mervân'm Küfe valiliği
sırasında vefat etmiştir.
[58] Süfyan-i Sevrî.
[59] Süleyman b. Mushir el-Fezârî: Kûfe'Hdir.
Hareşetü'bnü'I-Hurr'dan hadîs rivayet etmiştir. Kendisinden de A'meş rivayette
bulurfmuştur
[60] Ebû Zerr el-Gıfârî, Cündeb b. Ciinâde (R.A.): Ashab-i
kiramın meşhurlarm-dandır. Isfâm tehiyyesile
Peygamber (S.A.V.): tik
selâmlayan zattır. Rabaze'de
yaşamı; ve 32 târihinde orada vefat etmiştir.
Sahİh-i Müslim Tercüme
ve Şerhi, F: 27
[61] Ebû Hazım Selmân
el-E^caî.
[62] Ebû Salih Zekvân.
[63] Ebû Zebid Absr b.
Kaasim: ( -168)
Kûfe'lidir.
[64] Süfyân b. Uyeyne
[65] Amr b. Dinar
[66] İslâm'a
düşman bir devletin
tebaasından olan kâfir.
[67] Âl-i Imran, âyet: 77.
[68] Cerir b.
Abdulhanıid.
[69] A'meş:
Süleyman b. Mihran
[70] Ebû
Sellâm Muâviyetü'bnü Sellâm
b. Ebî Sellâra
ed-Dimaşkî: Şamlıdır.
[71] Ebû Nasr Yahya
b. Ebû Kesr
el-Yenıâmî: Azadli kölelerden
olup Yemâ-me'de yaşamış; ve 129 yahud
132 târihinde vefat etmiştir. Ebû Kesîr'in İsmi Sâlîh'dir.
[72] Ebû
Kılâbe: Abdullah b. Zeyd.
[73] Sabit b. Dahhâk b. Ümeyye (R.A.): Bey'atü'r-Ridvân'da
Peygamber (S.A.V.) e bey'at eden
Ensar-ı kirâmdandır. Ibni Zübeyr
fitnesinde vefat etmiştir
[74] Abdülvâris
b. Abdissamed b.
Abdilvâris: ( -252)
Basrahdır. Babasından
hadîs rivayet eder
[75] Eyyubu Sahtiyanı
[76] Abdürrazzak b. Hemroanı. Sahih-i
Müslim'de bundan başka
Abdürrazzak yoktur.
[77] Ebû Hâzhn SelemetiTbirö Dinâr: Medine'Ii âzadhiardandır. 133 tarihinde vefat etmiştir.
[78] Eba'l-Abbâs
Sehl. Sa'd es-Sâidî
(R.A.): Ensar-ı Kiramdandır. Peygamber (S.A.V.) den hadîs rivayet
etmiştir. 91 tarihinde vefat etmiştir. Medine'de vefat eden son sahâbîdir
[79] Basra'nın mescidine işaretdir.
[80] Ebu Hafs Ömenı'bnü'l-Hattâh b. Nüfey] el-Karaşî
(R.A.): Hayatlarında cennetle müjdelenen on sahabeden biri ve Resulüllâh
(S.A.V.) in ikinci halifesidir. Bir hey-kel-i hak olan bu mübarek zâtın
menâkıbı ciltlere sığmaz. 10,5 sene
halifelik yapmış; nihayet şehid
edilmiştir
[81] Ahmet b. Amr b. Şerh el-Mİsrî.
[82] İmâm Mâlik.
[83] Ebul-Gays Salim: Abdullah b. Muttîin âzadlısıdır. Hz.
Ebu Hüreyre'den bir hadîs rivayet etmiştir.
[84] Ebû's-Satt Haccâc b. Ebî Osman: ( -143) Basra'lidır. Azâdli kölelerdendir
[85] Ebo'z Zübeyr
Muharamed b. Müslim b. Tedrtis.
[86] Câbir b. Abdillâb.
[87] Ebû Alkâme Abdullah b. Muhammed b. Abdillâh b.
Muhammed b. Ebî Farva:
Medİne'H olup Hz. Osman
oğullarının âzadlısıdtr.
[88] Abdullah b. Süleyman el-Eğarr: Medİne'H
âzadliiardandır. Babasından hadîs
rivayet etmiştir.
[89] KuteybetüTmü Said.
[90] Alâ' b. Abdirrahmân el-Htırakî.
[91] Eba AUy Hasan b. Mosâ ei-Kûfî: ( - )
Aslen Horasanlı olup Bağdad'da yaşamıştır.
[92] Ebâ Muhammed Sabit b. Eşlem.
[93] Sûrc-i Hucurât, âyet: 2.
[94] Ebû Abbâd Katan b. Niiseyr el-Guberi: Derrâ' namile
ma'ruftur. Müslim'de yalnız bir hadîsi vardır.
[95] Ebâ Süleyman Ca'fer b. Süleyman: Basrahdır.
[96] Ebû Habib Habbân b.
Hilâl el-Bâtaffi: ( -216) Basrahdır.
[97] Ebû Habib Habbân b.
Hilâl el-Bâtaffi: ( -216) Basrahdır.
[98] Ebû Hmnza Hüreym b. AbdllVU el-Esedî:
Basra'lıdır. Müslim'in râvilerin-dendir.
[99] Cerir b. Abdilttamld b. Cerir
[100] Mansur b. Mu'temîr b, AbdiHsh,
[101] Şakîk b. Selcmctel-Esedî.
[102] İbni Mes'ûd.
[103] Ebu Ma'n Zeyd b. Yezid
Er-Rakkaaşt: Basrahdır.
Müslim'in râvilerindendir.
[104] Abdurrahroan
b. Şumâsete'l-Mehri: Mısırlıdır.
Müslim'in râvilerindendir.
[105] Ebû
Muhammed Abdullah b. Vehb.
[106] Yunus b. Ye/İd b.
Ebi
[107] Ebû Hâtid Hakim
b. Hizanı b. Huveylid (R.A.) Ashab-ı kiramdan oîup Hz. Hadîce (R.A.)
ViLİitİemizin kardeşi oğiudur.
Kabe'de doğmuştur. Aitmışı
câhiliyeHe, altmışı da İslâm'da
olmak üzere 120 sene yaşamıştır. Esah kavie göre 54 târihinde Medine'de vefat
etmiştir.
[108] Salih b. Keysân.
[109] Muhammet!
b. Hâzini.
[110] İbrahim Nahaî.
[111] AlkametüTinü b. Abdillâb.
[112] Abdullah
b. Mes'ud.
[113] Muhammed b. A!â\
[114] Lokman b. Bâûrâ; Lokman Hakim diye meşhur olan zâttır.
Şahsı hakkında ihtilâf edildiği gibi, peygamber mi yoksa hakim mi olduğu dahî
İhtilaflıdır. Sa'lebî: «Ulema onun Hakim olduğunda müttefiktirler. Peygamber
olduğunu yalnız İkrime söylemiştir.» diyor. Sahih kavle göre Lokman, Davûd
(A.S.) zamanında yaşamıştır.
[115] Ebû Abdîllâh Muhammet! b. Minhâl ed-Darîr:
( - )
Basrahdır. Yezİd b. ZüreyMan
hadîs rivayet etmiştir. Sahİhayn râviierindendir
[116] Alâ' b.
Abdirrahman b. Ya'kub el-Hurald.
[117] Sûre-i
Bakara, âyet: 284.
[118] Sûre-i
Bakara, âyet: 285
[119] Sûre-i Bakara,
âyet: 286
[120] SüfyaiM Sevrî.
[121] Halid b. Hâlid: Yahya b. Âdem'in babasıdır. Kûfelidir.
[122] Âdem bin Süleyman; Kûfeli Halid b. Hâlid'in
âzadhsidir. Yalnız bu hadîsi ftvâyet etmiştir.
[123] Sûrei Bakara, âyet:
284,
[124] Ebû Osman Said b. Mansur b. Said: Horasan'da
doğmuş; Belh'de yetişmiştir. Mekke'de
senelerce mücavir olarak yaşamış; nihayet 227 târihinde orada vefat etmiştir
[125] Ebû Hâcib Zürâratö-baü Evfâ el-Amirî;
Basra kadısıdır. Hz.
Ebû Hüreyrt ile Imrân b. Husayn
(R.A.) dan hadîs rivayet etmiştir.
[126] Ebû
Mutıanınsed Abdetü'bnü Süleyman
d-Kitâbi: ( - )
Kûfelidir. İsmi
Abdurrahrnan iken sonradan
isim yerine iâkabile anılmıştır.
[127] KaîâdstiThnü
Diâme.
[128] Eîıfi IkUr Hisâm b. Ebû Abdiîlâh : ( -
) Benî Bekr kabilesine mensiibtor.
[129] Şejbân b. Abdirrahman
[130] Sure-i
Yusuf, âyet: 24.
[131] Bakara Sûresi, Âyet: 284
[132] Süfyân b. Üyeyne.
[133] Abdulvaris b. Sagid
[134] Ebu Osman Ca'd b. Dinar: Basrahdır.
Enes b. Ma'lik'ten hadîs rivayet et mistir.
[135] Ebu Recâ'el-Utâridi Jmran b. Temim: Basra'hdır.
Peygamber (S.A.V.) zama nına yetişmiş
fakat onu görememiştir. 130 sene yaşadığı rivayet olunur. Vefatı 110 ta rihindedİr
[136] Sebe' Sûresi, Âyet: 37.
[137] En'am Sûresi, Âyet:
160.
[138] Bakşra
Sûresi, Âyet; 261.
[139] Cerir b. AbdiHâh b. Cerir.
[140] Süheyl b. Ebû
Salih.
[141] Muhammed b. Amr b. Abbââ b. Cebele b, Ebû Uavvâd
el-Bâhilî: Basra'lıdır. Müslim'in râvîlerindendir.
[142] Ebu'l-Cevvâb
Ahvas b, Cevvab
ed-Dabbî: Kûfe'Hdir
[143] Ammâr b. Ruzeyk
ed-Dabbî: Kûfe'lİdır. Müslim'in
râvîlerindenir.
[144] Ebu Sâlib Zekvân.
[145] Yusuf b. Ya'kub es-Saffâr: Kûfe'lidir. Sahihayo râvüerindendİr.
[146] Ebu'l-Hasen
Aliyyü'bnü Assam b.
AIiyytt-Âjnİrî: Kûfe'Hdir. NisaburMa
yaşamış; 228 târihinde Tarsus'da
vefat etmiştir. Müslim'in râvîlerindendir
[147] Ebû Mâlik Süayr b. Hıms et-Temimî: Kûfe'lidir. Hastalığında bayılmış; ve öldü
zannedilerek yıkanıp
kefenlendikten sonra dirilmİş.
Oğlu Mâlik ondan
sonra doğmuştur
[148] Muğiretütmü Miksem
[149] İbrâhim Nahaî.
[150] Aikamctnhnü
Kays b. Ahdillâh.
[151] Abdullah b. Mcs'ud.
[152] Ebû Alî Hânın b. Ma'ruf: Bağdad'Iıdir. Sahihayn
râvîlerindendir
[153] Hişâm b. Urve.
[154] Ebû'n-Nadr Hâşim b.
el-Kaasim.
[155] Ebu Said el-Müeddib, Muhammed b. Müslim b. EmVI-Vaddâh (el-Mosenna):
Basrahlardan ma'duddur. Hişâm b.
Urve'den hadîs rivayet etmiştir.
[156] Ebû Abdillâh Muhamroed
b. Abdillâh b. Müslim b.
Ubcydillâh ea-Zührî-el-Kuraşi:
Oğlunun emriyle miras için köleleri
tarafından öldürülmüştür.
[157] Zübrî.
[158] Eyyûb-i
Sahtiyanı
[159] Abduh b.
Muhamraed yahud İbni Ömer: Bağdad'hdir.
[160] Yahya b. Ebû Kesir.
[161] Ebû
Seleme Abdullah b.
Abdirrahmân.
[162] Ebû Sehl
Kesir b. Hisânı
el-Kelbî: Bağdad'da yaşamıştır.
[163] Ebû Avf
Yezid b. el-Esamm:
Tabiîndendir. Rafcka'da yaşamıştır.
[164] Ebû Âmir Abdullah b. Âmir b. Zürâratel- Hadramî:
Muhammed b. Fudayl jle Aîiy b.
Müshir'den hadîs rivayet
etmiştir.
[165] Ebû Abdirrâhmân Muhammed b. Fudayl b. Gazvân ed-Dabbî:
Kûfe'H âzad-lılardandir.
[166] Muhtar b.
Fülfiil: Azadlı kölelerden olup Kûfe'lüerden ma'duddur. Hz. Enes (R.A.) dan hadîs rivayet etmiştir.
[167] Cerir b. Abdilhâmİd
[168] Araf Sûresi,
Âyet: 200.
[169] Ma'bed b. Kâ'b b. Mâlik el-Ensarî es-Sckmî: Medîne'lidir.
Ebu Katade' hadîs rivayet
etmiştir.
[170] Abdullah b.
Kâ'b b. Malik
el-Ensari es-Selemî: Ma'bed b.
Kâ'b'ın kare dir. Babasından hadîs rivayet etmiştir.
[171] Ebû Üsâme Iyaz b.
Sa'lebete'I-Ensarî (R.A.): Ashabı
kiramdandır. Peyg ber (S.A.V.) Bedr'e giderken kendisini
annesinin yanında bırakmış,
döndüğünde anm vefat etmiş bulmuş ve cenazesini kılmıştır.
[172] Ebu Musa Harun b. Abdullah b. Mervan: Bağdad'hdır.
[173] Ebu Muhammet! Velid b. Kesir el-Mahzumî: Medine'lidir.
Kûfe'de 151 tarihinde vefat etmiştir.
[174] İbni Mes'ud (R.A.): Künyesi Ebû Abdirrahmân'dır. Nitekim
Es'as onu kiin-yesİyle anmiştir.
[175] Ebû Mubammed Eş'as b. Kays el-Kindî (R.A.):
Kûfe'lilerden sayılır. Dokuz hadîs rivayet etmiştir.
[176] Cerir b. Abdilhamİd
b. Cerir,
[177] Mansur b. Mutemir b. Abdillâh
[178] Süfyân b. Uyeyne.
[179] Cami' b. Ebû Râşid:
Râbi' b. Ebî Râşid'in
kardeşidir. Kûfe'Iidir
[180] Abdülmelik
b. A'yen: tmrân-ı
Kûfi'nin kardeşidir; Şiîler d erimiş.
[181] Ebu's-Seriy
Hcmmâd b. Seriy
b. Mus'ab et-Temîmi:
Müslim'in râvîterin-dendİr.
[182] Ebu Âsim el-Hanefi Abmed b. Cevas: Kûfe'Hdir.
Müslim'de yalnız üç hadîsi vardır
[183] Ebul-Ahvad,
Sellâm b. Süleym.
[184] Ebû'l-Muğire
Simak b. Harb
b. Evs: Kûfe'Iidir.
Müslim'in râvîlerindendir.
[185] Alkametü'bnü
Vail b. Hucr
el-Hadramî: Babasından hadîs
rivây_et etmiştir.
[186] Ebu'l-Velİd:
Senedde ismi geçen
Hişâm b. Abdİlmelik'dİr.
[187] Vâil b. Hucr
el-Kindi el-Hadrâmî (R.A.):
Ashab-ı kİrâmdandır. Aslen
köle o!up, âzad edilmiştir.
[188] Yemin-i
gamûs: Yalan yere
yemin etmektir.
[189] Ebu'l-Heyseııı Hâlid
b. Mahkd d-Becelî :
Kûfe'İidir. Sahihayn rûvilcrindeıulir.
[190] Süleyman b. Ebî Müslim el-Ahval: Mekke'yidir.
Sahihayn râvilerindendir.
[191] Sabit
mevlâ Ömer b.
Abdirrahman): Abdullah b.
Ömer (R.A.) dan
hadîs rivayet etmiştir.
[192] Ebûl-Veiid Anbesetii'bnü Ebî
Süfyân: Ümmü'I-Mü'minin Ümmü
Habibe (R.A.) dan hadîs rivayet etmiştir.
[193] Ebû Osman Mnhammed b. Bekr b. Osman: Sahihayn
râvilerindendir
[194] Ebu Osman Ahmed b. Osman en-Nevfelî: Lâkabı
Ebu'I-Cevzâ'dır. Müslim'in
râvilerindendir.
[195] Nebîl,
Dahhâk b. Mahled.
[196] Ebu'I-Eşheb
Cafer b. Hayyan
el-Uârİdî: Basra'lıdır. Â'mâ
imiş.
[197] Ebu Saİd Hasen
b. Ebi'l-Hasen (Yesar)
EI-Ensarî: Babası azadh
köle. Annesi, Hz. Ümmü Seleme (R.A.) validemizin cânyesidir. Tabiinin büyüklerinden olup, Ha-san-ı Basrî namıyle
meşhur bir fakihdir.
[198] Ebu AÜ Ma'kıl b. YesÛr b. A&Üillah El-Müzenî
(R.A.): Ashabı kiramdandir.
[199] Yunus b. Ubeyd b. Dinar.
[200] Ebu'l-Melîh
Âmir b. Üsâme
yahud Zeyd b.
Üsâmete'l-Hüzelî:
Basra'lıdır. Kûfe'li olduğunu söyleyenler de vardır.
Sanihayn râvilerindendir.
[201] Ebû
Süleyman Zeyd b.
Vehb el-Hemdâm: Kûfe'Iidir.
Resulülfah (S.A.V.) in yanına
gitmek için yola çıkmış;
fakat o varıncaya kadar Peygamber
(S.A.V.) irtihâl etmiştir
[202] Huzeyfetü'bnül-Yemân
(R.A.): Asr-âb-ı kiramın
büyüklerinden olup Kûfe'Iidir.
Peygamber
[203] Ebu Meryem, Ribî' b.
Hıraş.
[204] Sa'd'in künyesi
Ebû Mâlik'tir.
[205] Nuaym b. Ebû Hind el-Eşcai: Rib'i b. Hirâş ile Hâzim
b. Selmân'dan bahis rivayet etpıiştir.
[206] Selmân eI-E$caî.
[207] Ebû Amr Şebâbetü'bnü Sevrâr ei-Fezâri: Medfiinlidir. Sahİhayn
râvilerin-deodir.
[208] Muhammed b. Zeyd b. Abdillâh b. Ömer b. el-Hattâb.
[209] Hamibâd b. Üsâme.
[210] Ubeydullah b. Ömer b. Hafs b. Âsim: Hz. Ömer (R.A.) in
üçüncü derecede torunlarından Abdullah,
Âsim ve Ebu
Bekr'io kardeşidir. Künyesi
Ebu Osman'dır. 144, 145 veya 147 tarihinde vefat etmiştir.
[211] Ebu Osman Affân b. Müslim es-Saffâr.
[212] Ebu İsmail Hammâd b. Zeyd.
[213] Sabit b.
Eşlem el-BÜnânî.
[214] Ebu Muâviye: Muhammed b. Hâzim.
[215] Ebü Yâü: Sakik b. Selemete'l-Esedî.
[216]
Ebu Muhammed Salih
b. Keysan.
[217] Ebû Muhammed
İsmail b. Sald
b. Ebû Vakkâs;
Medine'Iidir. Babasından ve daha
birçok kimselerden hadîs rivayet etmiştir.
[218] Bakara sûresi, âyet: 260 (697)
[219] Ebu Abdirrahim Abdullah b. Muhammed b. Esma-ed Dubai :
Basra’lıdır
[220] Cüveyriyetü’bnü Esma’
ed-Dubai : Basra’lıdır
[221] İmam Mâlik b.
Enes.
[222] Ebu Ubeyd Sa’d
b. Ubeyd: Medine'Iidir . Abdurrahman b.
Ezher’in yahut Abdurrahman b. Avf (R.A.)
m âzadlısıdır . Ömer , Osman , Ali ve ebü Hüreyre (R.A) hazaratından
hadîs rivayet etmiştir
[223] Ebu Üveys Abdullah b. Abdillah b. Üveys: Medine'lidir. Zühri'den
rivayet etmiştir
[224] Sûre-i
Bakara, âyet: 260.
[225] Hud sûresi, âyet:
80.
[226] Leys.
[227] Said b. Ebu
Said.
[228] Hıcr sûresif âyet:
9.
[229] Ebû Mûsâ Yûnus b.
Abdil'a'lâ: Mısır'lıdır. Müslim'in
râvîlerindendİr.
[230] Amr b. El-Hâris b. Yâkub el-Ensâri.
[231] Ebû Yunus Süleyman b.
Ciibeyr: Eb"u Hüreyre
(R.A.) in azâdlısıdır. Mısır'lılardan
sayılır.
[232] Isra sûresi, âyet:
15
[233] Hüseyin b. Böşeyr b. el-Kaasbn.
[234] Ebû Hay Salih b. Salih d-Hemdânl: KÛfelidtr.
Sahihayn râvilerindendir
[235] Süfyân b. Uyeyne.
[236] Ebû'I-Haris Leys b. Sa'd b. Abdirrabmân
[237] Yunus b. Yezid.
[238] Sûre-i Nisa, âyet:
159.
[239] Atâ' b. Minâ':
Medine'li olup İbni Ebû Ziihâb'ın
azadlısıdır. Sahihayn
râvi-lerindendir.
[240] Ebu'l-Abbâs Velid b. Müslim el-Kuraşî: Âzâdlilardandır.
[241] İbn Heromâm Velid b. Şiicâ' b. Velid: Bağdad'da yaşamıştır. Müslim'in râ-vilerindendirı.
[242] Haccâc b. Mubammed el-AVer el-Hâşimî: Âzadlı kölelerdendir.
[243] Âli îmrân sûresi, âyet: 55.
[244] Nisa sûresi, âyet:
158.
[245] Sûre-i En'am, âyet:
158.
[246] Muhammed
b. FudayI.
[247] Cerir b. Abdilhamid
b. Cerir.
[248] Ebû-
Abdirrahmân Abdullah b.
Zekvân; Lâkabı Ebû'z-Zinâd'dir. Buna
ki-zarmış.
[249] Abdurrahn.au
el-A'rac b. Hürmüz:
Azâdhlardandir 117 tarihinde
İskenderiye de vefat
etmiştir. Hz. Ebû Hüreyre'den hadîs rivayet etmiştir
[250] Ebû Bekir Abdiirrazzâk b. Hemmâm.
[251] Ebu'1-Fadl
FudayI b. Gımân
cd-Dabbî : Âzadlihırdandır. Sahilini ıı
râ\ilcrindendir
[252] Ebû Hâzim Selınûn
cl-Eşcaî.
[253] Ebû Abdillâlı Yûnus
b. Ubeyd b.
Dinar.
[254] Ebû Esma' İbrahim
b. Yezid el-Tcyıııi:
Kûfe'li îibid bir zâttır. Babasından hadîs rivayet
etmiştir, 92 veya
94 tarihinde hapisde
vefat etmiştir
[255] Ebû'l-Hasen
Abdülhamid b. Beyân
el-Vasıtî: Müslim'in râviler avilerindendir
[256] Hâlid b. Abdillâlı
b. Abdirrâlmıân el-Vâsıtt: Künyesi
Ebu'l-Heysem veya Hbû Mııhamhıed'dir. Sıılchâdan bir zâttır.
Nefsini Allah'dan üç defa satın
almıştır derler,
[257] Ebû Muâviye Mulmınıııed
b. Hâzini ed-Darir.
[258] Sûre-i
Yasin, âyet: 38
[259] Allah-u A'Ienı bugün Arap yarımadasından bo! miktarda
fışkıran petrol buna işaret olsa gerektir. Çünkü çıkarılan muazzam miktardaki
petrolün yerinde pek büyük boşlukların açılması tabiîdir. Binaenaleyh bu hal
hadîs-i şerifte haber verilen yer batmasının
bir işareti olabilir.
[260] Yunus b. Yezid
[261] Sûrc-i
Alâfc, âyet: 1-5.
[262] Ümmül
Müminin Hadice hmti
Hiivcylid: (Radiyallahu anha)
Peygamber (S.A.V.) İn ilk zevceleridir. Onunki
25 yaşında iken
evlenmiş, Hz. İbrahim'den
mada bütün çocukları ondan
doymuştur. Resıılüllûh (S.A.V.)
ondan önce hiç
bir kadın ile ev-lenmediyi
yibi, üzerine de
kimseyi almamıştır. Hz,
Hadice (R.A.) Hicretten
üç sene evvel
vefat etmiştir. Kadınlardan
hatla mutlak suretle
Peygamber (S.A.V.) e ilk iman
eden Hz. Hadice (R.A.)
dır.
[263] N'uımıs-u
Ekbcr: Vah\*i yeli ren
melek yani Cebrail
Aleyhisselâm'dır.
[264] Getirilen
şeyden murad vahiy'dir.
[265] Sûre-i
Müddessir, âyet: 1-5.
[266] Ebu Muhammed Osman b. Ömer b. i'ııris; Basra'da
yalamıştır. Sahihayn ravjlerimienılir.
İki yii/. doku/,
tarihinde Basra'da vefat
etmiştir.
[267] Aliyvu*hnii'l-Mıİbiirtk : Mısırlıdır.
Sahihayn râvilerimlendir.
[268] Meryem
sûresi, ûyet : 57.
[269] Sflİd b. Ebi Arabe.
[270] Malik b. Sa'sa'a
(R.A.) : Ashab-t kiramdandır. Aslen
Medine'li olup Basra'da
yaşamıştır. Kendisinden yalnız bu hadîs
rivayet edilmiştir
[271] Ebul Âliye Ziyad
b. Feymz el-Kureşi:
Kureyş'in
âzadlılanndaridır.
Basra'h-dir. Ok sivriltmekle
meşgul olduğu için kendisine berrağ
denilmiştir.
[272] Sûre-i
Secde, âyet: 23
[273] Meşhur 4
mezhep imamlarından biri.
[274] Muhammed b. fchâk
b. Muhammet! el-Müseyyebî: Medine'li olup Bağdat'ta yaşamıştır. Ebu Abdİllâh künyesini taşır. Müslim'in
râvilerindendir. Vefat tarihi 236
dır,
[275] Enes b. lyâd
el-Leysİ: Medine'lİdir. Künyesi
Ebu Hamza'dır. Sahihayn
râvilerindendir. 104 tarihinde
doğmuş, 180 de
vefat etmiştir
[276] Ebu
Muhammed Musa b.
Ukbe: Medine'li olup
Zübeyr b. Avvam'm
âzad-lısıdir. Buhârî ve
Müslim'in râvilerindendir
[277] Abdü'l-Uzza b.
Katan Huzâa kabilesİndendir. Zührî'nin beyanına göre câhiliy-\ct dc\ rinde
helfık olmuştur.
[278] Hanzaletü'bnii
Ebi Siifvan.
[279] Salim b. AbdiIIâh
b. Ömer El-Hattab
[280] Ebu-1 Haris
Leys b.
Sa'd b. Abdurrahman
[281] Ukayl b. Halit:
Uz. Osman'ın âzadhsı
[282] Ebu Ömer b.
Huceyn b. el-Müsenna
( - 205): Aslen
Yemâme'Ii olup, Bağ-dad'da yaşamış,
Horasan'da kadılık etmiştir.
Müslim'in râvilerindendir
[283] Ebu Abdillah Abdilaziz b. Abdillah
b. Ebi Sefam
( - 164): Âzadlılardandır. Sahİheyn râvilerindendir.
[284] Abdullah Fadl
b. Abbas: Medine'lidir. Sahİheyn
râvilerindendir
[285] Eba Acfiy
Zübeyr b. Adiy: Kûfe'lidir. Rey'de kadılık etmiş ve 131 tarihinde orada
vefat etmiştir.
[286] Talha b. Mosanif.
[287] Mum b. Şıırahîl.
[288] Abdullah
ibni Mcsof.
[289] Ebur Râbi' Süleyman b.
Davud Ez-Zehrani:
Basra'lidır. Sahihayn râvilerin-dcndir. 231
tarihinde vefat etmiştir
[290] Ebu Setti Abbad b. El-Avvam b. Ömer: Âzadlılardandır.
Sahihayn râvilerin-dendir. 186
tarihinde vefat etmiştir.
[291] Ebu tshak Süleyman b. Ebi Süleyman Eş-Seybani: Âzadh kölelerden olup Kûfe'lidir. Sahihayn
râvilerindendİr. 138 veya
139 yahut 142
tarihinde vefat etmiştir.
[292] Ebu Meryem Zin* b. Hubeyş: Küfe'lidir. ibni Mes'ud
Übey b. Kal) ve Ali b. Ebû Talib'den hadîs rivayet etmiştir. Sahihayn
râvilerindendir. 82 tarihinde vefat etmiştir
[293] Kılâl-i
Hecer: Hecer denilen
yerde yapılan büyük
küplerdir.
[294] Azan-ı
fiyele: Fil kulakları.
[295] Rakip:
Binek giden.
[296] Hak Dini Kur'ân
Dili, Cil! - 6,
sahife : 4580-81.
[297] Hak Dinî Kur'ân
Dili, Cilt: 6,
Sahife: 4576-77.
[298] Ebu Halid Abdulmelik
b. Abdilaziz b.
Ciireyc.
[299] Hafs b. Gıy as.
[300] Ziyad b. Husayo
Ebu Cehtne: Basra'lıdir. Ebu'l-Âliye'den hadîs
rivayet etmiştir.
[301] Ebu'l-Âliye
Rufey' b. Mihran; Âzadlılardandır.
Müslim'in râvilerindendir. Vefat
tarihi : 93.
[302] Ebu Bekr Fhıvud
b. Ebû Hhf
[303] Mesruk b. Abdırrahman
[304] Ebu Aİşe, Mesruk'un
künyesidir. Babasının adı
Ecda'dır. Mesruk, çalınmış demektir. Ona bu ismin verilmesi
küçükken çalındığı içindir. Sonra bulunmuştur
[305] Sûre-i
Ahzab, âyet: 37.
[306] Amıııad
b. Usame.
[307] Ebu Yahya Zekeriyya
b. Ebi Zaide:
Kûfe'lidir. 144 tarihinde
vefat etmiştir
[308] Sald b. Anır b.
Esva.
[309] Sûre-i En'am,
âyet: 103
[310] Mervezî diyor ki: tmam Ahmed'e: Hz. Âişe'nin; «Kim
Muhammed Rabbini gördü derse Allah'a büyük iftirada bulunmuş olur; dediğini
söylüyorlar; onun sözü ne ile reddedilecek dedim.» Peygamber (S.A.V.) in:
«Rabbimi gördüm, sözüyle, dedi; ve ilâve elti: Peygamberin sözü onun sözünden
daha büyüktür.» imam Ahmed'e bu mes'ele sorulduğu vakit nefesi tÜkeninceye
kadar; Onu gördü... Onu gördü... der; başka bir şey söy-lemezmiş.
[311] Şûra
sûresi, âyet : 51.
[312] Sûre-i En'am,
âyet : 103.
[313] Sûre-i Şûra, âyet:
51
[314] Sûre-i Mâide, âyet: 67
[315] Sûre-i Nemi, âyet: 65
[316] Sûre-i Necm, âyet:
13.
[317] Ebu Sa'id Yezid
b. İbrahim: Âzadlılardandır. Sahihayn
râvilerindendir. ölüm ırihi
161 dir.
[318] Ebu
Abdurratumao Abdullah b.
Şakik: Basra'lıdır. Müslim'in
râvilerindendir
[319] Hemmam b. Yahya
b. Dinar.
[320] Ebu
Muaviye Muhammed b.
Hazim.
[321] Ebu
Abdillâh Amr b. Murra :
Âmâ bir zattır. 110 tarihinde vefat etmiştir.
[322] Ebu
Ubeyde Abdirrahmaa b.
Abdillah b. Mes'ut:
Kûfe'lidir. Sahihayn râvi-lerindendir
[323] Ebu Musa el-Eş'arî: Abdullah b.
Kays (R.A.).
[324] Ebu
Abdissamet Abdilâziz b.
Abdissamet: Basra'hdır. Buhârî
ve Müslim râvi1e rindendir.
[325] Ebu Bekr
b. Abdillah b.
Kays: Eshab-ı kiramdan
Ebu Mürsel El-Ensari
[326] Ebu Yahya Suheyb b. Sinan (R.A.): Eshab-ı kiramdandır.
Küçükken Romalılar tarafından esir edilmiş. Sonra Peygamber (S.A.V.) kendisini
âzad etmiştir. 38 tarihinde
Medine'de vefat etmiştir.
[327] Sûre-i Yunus, âyet :
26.
[328] Ebu Ömer Hafc
b- Meyserate's-San'aiıi: Şam'ın
Şan'a nahiyesindendir. Safihaya râvüerindendir. Vefat tarihi 181
dir.
[329] Zusbe Hammâd'ın lâkabıdır
[330] Ebu Sald
Hişâm b. Sa'd
El Küresi; Medine1]!
âzadlılardandır. Künyesinin Ebu
Abbas olduğu da söylenir.
[331] Amr b.
Yahya b. Umâratel
Ensarî: Medine'lidir. Sahihayn
râviierindendir.
[332] Affan b. Müslim.
[333] Vühejb b. Hâlİd.
[334] Ebul-Meysem
HaUd b. AbdUlâh
b. Abdurrahraan.
[335] Ebu Mesleme Sa'id b. Yezid b. Meslemetel-Ezdi:
Basra'lıdir. Müslim'in râvi-lerindendir.
[336] Ebu Nadra Münzir b. Malik: 190 tarihinde vefat etmiştir
[337] Cerir b. Abdilhamid
b. Cer ir.
[338] Mansur b. Mutemir b. Abdillab.
[339] İbrahim Nahat
[340] Ebu Müslim Abidelübnü Amr. Es-Selmani: Kûfe'lİdir.
Peygamber (S.A.V.) in irtİhalinden iki sene Önce müslüman olmuş, fakat
Medine'ye hicret etmediği için onu görememiştir. 72
veya 73 tarihinde vefat etmiştir.
[341] Yahya b. Ebi
Bukeyr: Ebu Bukeyr'in
ismi Kays'tır. Kûfe'lidir. Kirman'da kadılık etmiştir.
Sahihayn râvilerindendİr,
[342] Ebu
Miinzir Züheyr b.
Mubammed Et-Temimi: Horasanlıdır. Sahihayn
râ-vİIerindendir. Şam'da
yaşamıştır
[343] Ebu Bekr yahut
Ebu Abdirrabman Mutarnf b. Tarif
El-Harisi: Kûfe'lidir
[344] ibni Ebcer Abdülmelik
b. Sa'id b.
Hayyan : Kûfe'lidir. Ebu
Bekr künyesini iaşır. Müslim m
ravilerındendir
[345] Ebu Bekr yahut
Ebu Abdırrahman Mutarrif b. Tarif El-Harisi:
Kûfe'lidir.
[346] İbni
Ebcer Abdülmelik b.
Sa'id b. Hayyan:
Kûfe'lidir. hbıı Bekr
künyesini taşır. Müslim'in râvîlerindendir.
[347] Ebu Ahmed Ez-Zübeyri
Muhammed b. Abdillah
b. Zübeyr: Kûfe'lidir.
Sahihayn râvİlerindendir
[348] Kays b. Süleym
El-Anbari Et-Temimi: Kûfe'lidir.
[349] Yezid
El-Fakir Ebu Osman
Yezid b. Sûfaeyb ^Kûfe'li olup sonradan Mekke'de yaşamıştır. Kendisine Fakir
denilmesi belkemiğinden yaralanarak sakat kaldığı içindir
[350] Ebu Aam Muhammed b. Ebu Eyyub Es-Sekafl; Kûfe'lidir.
[351] Ebu
İninin Abdilmelik b.
Habib (yahut Hubeyb)
El Kindi: Basra'hdır. Sa-lûhayn rûvücrindendir.
[352] Sabit b. Eşlem
El-Bunânî.
[353] Bu cümleden nıurad: Kendinin şefaat makamından uzak
olduğunu anlatmaktır,
[354] Ulemâ bu
sözle istidlal ederek: «Kendisinden
bir şey istenilen kimse o şeyi
vermese, münasîb bir lisanla özür
dilemeli ve hacet sahibine delâlette bulunularak onun hacetini görecek birine gönderilmelidir»
diyorlar
[355] Ma’bed b. Hilal el-Anezi : Basra’lıdır. Sahihayn
ravileirdendir. Enes b. Malik hadis rivayet etmiştir
[356] Bu rivayetde Nuh (A.S.) zikredilmemiştir. Halbuki Katade
ve başkalarının rivayetlerinde zikredilmişdir. Binaenaleyh rivayetler tercih
edilir. Çünkü itimad belleyenedir. S;ndî: «Herhalde Âdem (A.S.) diğerlerini
vasıta ile de olsa İbrahim'e gönderir» demiştir.
[357] Sûre-i
Enbiya, âyet: 37.
[358] Muhammed b. Tarif b. Halifete'1-B'.-ceiî: Kûfe'lidİr.
Müslim'in râvilerindendir. Vefat tarihi 242 dir.
[359] Amr b. Ebu Safyan b Esid b. Cariye : Ebu Hüreyre’nin
ravilerindendir. Kendisinden Buhari ve Müslim’de Zühri rivayet etmiştir
[360] İbni Ziyad; Ebu'I-Hâris Mubammed b. Ziyad: Sahabeden
Osman b. Maz'un'un âzadlısıdir.
Sahihayn râvilerindendir.
[361] Ebu
Abdila'Iâ Muhammed b.
Abdüalâ Es-Sananî: Müslim'in râvilerindendir. Basra'da 245 tarihinde vefat
etmiştir
[362] Ebu
AbdiUâh Muhammed b.
Abmed h. Ebi
Halef: Bağdad'lıdır. Azadlılar- Müslim'in râvilerindendir. 237
tarihinde vefat etmiştir
[363] Kehif süresi.
[364] Bekir b. Sevade:
Mısırlıdır.
[365] Ebu
Hıınıeyd Abdurrahman b.
Ciibcyr b. Niifeyr: Şamilidir. Azadlılardandir. Mısırlı nıuhaddislerden
sayılmıştır.
[366] Sûre-i İbrahim, âyet:
36.
[367] Sûre-i Duha, âyet: 5.
[368] Sûre-i Kehf, âyet: 24.
[369] Ebu Bekir yahut Ebu Bükeyr Yunus b. Bükeyr Eş-Şeybanj:
Kûfc'lidir. Miis-limin râvilerindendir
[370] Ebu Amr Muaviye
b. Amr b.
Muhelleb: Bağdatlıdır. Sahİhayn
râvilerin-dendir.
[371] Ebu MıTtemir
Süleyman et-Teymi.
[372] Abdurrahman
b. Miiiren-Nebdi.
[373] Züheyr b.
Amr (R.A.): Ashab-ı
kîramdandir. Basra'Iıdır.
[374] Sûre-i
Şuara, âyet: 214.
[375] Sûre-i
Leheb âyetleri.
[376] Lâkab
ismin başına takılan
ve zemmi bildiren
kelimedir. Künye ise
erkeklerde Ebu, kadınlarda
üm ile başlar,
ve Medih, ta'zim
bildirir
[377] Ebu
AbdiIIah Muhammed b.
Abdilmelik: Basra'lıdıir. Müslim'in râvilerin-dendir.
[378] Abdullah
b. Habbub el-Ensari:
Sahihayn, râv ilerin dendir.
[379] Yahya b. Ebi
Bükeyr: Kûfelidir. Sahihayn
râvilerindendir
[380] Abdurrahman b. Scllûm h. Ubeydiİlah d-Cümehi el
Kureşi: Basra'lıdır. Müslim'in râvîsİdİr.
[381] Ebu Bekr Rabî"
b. Müslim el-Kureşi
el-Cumehi: Basra'lıdır. Müslim'in
ravısidİr.
[382] Hayvetü'bnü
Şüreyh.
[383] Ebu Seleme Yahya
b. Halef EI-Bâhilî i Basra'Iıdır. Müslim'in
râvilerindendİr.
[384] İmran b. Husayn b.
Ubeyd (R.A.).
[385] Ebu tsâ Hâcip
b. Ömer es-Sakafî:
Basra'Iıdır. Müslim'in râvİlerindendir.
[386] Hakem b. Abdillâh
el-A'râç es-Sakafî: Müslim'in
râvilerındendir.
[387] Ebu Hazım Selemetü'bnii Dinar.
[388] Ebu Abdillâh Sa'id b. Cübeyr b. Hfşam :
Âzadlılardandır. Takva sahibi fakih bir zattır. Sahihayn râvilerindendir. Haccac-ı
Zalim tarafından öldürülmüştür
[389] Ebtı'l Ahvas Sellem b. Süleym.
[390] Ebu İshak
Es-Sebîl: Amr b. Abdillatı
[391] Amr b. Meymun Ebu Abdillâh El-Kûfi: Cahiliyet devrine
yetişen zevattandır. Evvelâ Şam'da,
sonra da Kûfe'de
yaşamıştır. Sahihayn râvilerindendir
[392] İbni Mes'ud.
[393] Cerir b. Abdiilhamid
b. Cerir
[394] Ebu Salih Zekvan.
[395] Sûre-i
Hac, âyet: 2.