2- Âdem Île Musa (Aleyhisselam)
'in Münakaşası Babı
3- Allah Teala'nın Kalbleri Nasıl Dilerse O Şekle Çevireceği Babı
4- «Her Şey Kaderledir» Hadisi
Babı
5- Âdemoğluna Zina ve Başka
Şeylerden Nasibinin Takdir Olunması Babı
8- Kuvveti Emir Aczi Terk, Allah'dan İstiane ve Mikdarları Allah'a Tefviz
Babı
1- (2643)
Bize Ebû Bekr b. Ebî Şeybe rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Ebû Muâviye ile Veki'
rivayet ettiler. H.
:i Bize Muhammed b.
Abdillah b. Nümeyr El-Hemdânî de rivayet etti. Lâtız onundur. (Dedi ki) : Bize
babam ile Ebû Muâviye ve Vekî' rivayet ettiler. (Dediler ki) : Bize A'meş, Zeyd
b. Vehb'den, o da Abdullah'dan naklen rivayet etti. (Şöyle demiş): Bize
Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) —Ki sâdık ve masduk'dur__:
«Şüphesiz sizden
birinizin teşekkülâtı annesinin karnında kırk günde toplanır. Sonra orada o
kadar bir müddet de bir pıhtı olur. Sonra o kadar müddet de oradû bir parça et hâline gelir. Sonra melek
gönderilir ve kendisine ruh üfürülür. Meleğe dgrt kelime emrolunur: Rızkını,
ecelini, amelîni ve şakı yahut satd olacağını yazması 1 Kendinden başka ilâh
olmayan Attah'a yemin ederim ki : Sizden biriniz cennetliklerin yaptığını
yapar, hattâ cennetle kendisi arasında bir arşından başka mesafe kalmaz, fakat
kitab onu geçmiş bulunur da, cehennemliklerin yaptığını yapar ve cehenneme
girer. Ve yine muhakkak ki, sizden biriniz cehennemliklerin yaptığını yapar,
hattâ cehennemle kendisi arasında bir arşından fazla mesafe kalmaz. Fakat
kİtab onu geçmiş olur da, cennetliklerin yaptığını yapar ve cennete girer.»
buyurdular.
(,..) Bize
Osman b. Ebî Şeybe ile İsh^k b. İbrahim ikisi birden Cerîr b. Abdü'l-Hamid'den
rivayet ettiler. H.
Bize İshâk b. İbrahim
de rivayet etti. (Dedi ki) : Bize îsâ b. Yûnus haber verdi. H.
Bana Ebû, Saîd El-Eşec
dahî rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Vcln* rivayet etti. H.
Bize bu hadîsi
Ubeydullah-b. Muâz da rivayet etti. (Dedi ki) : Bize babam rivayet etti. (Dedi
ki) : Bize Şu'be b. Haccac rivayet etti. Bu hâvilerin hepsi A'meş'den bu
isnadla rivayette bulunmuşlardır. Veki'in hadîsinde :
«Şüphesiz sizden
birinizin teşekkülâtı annesinin karnında kırk gecede toplanır.» Muftz'in
Şu'be'den rivayet ettiği hadîsinde :
«Kırk gece ynhyt kırk
gün.» Cerîr ve isa'nın hadîslerinde ise: «Kırk gün.» buyurmuştur.
Bu hadîsi BuHrî
-«Bed'û'1-Halk», «Kader» ve «Tevhid» bahislerinde; Ebû Dâvud ile Tirmizî «Kader»
bahsinde; îbni Mâce «Kitâbu's-Sünne»'de muhtelif râvilerden tahric etmişlerdir.
Sadık: Doğru söyleyen;
Masdûk; Sözü tasdik ve kabul edilen- mânâlarına gelirler,
Hadîsin zahiri
gösteriyor ki, insan anne karnında üç devre kırkar gün kaldıktan sonra 'Allah
ona ruh üfürmek için bir melek gönderir. BU devrelerin mecmuu dört ay eder.
Dört aydan sonra anne karnındaki cenine melek tarafından ruh üfürülür. Doğduğu
zaman yiyip içeceği rızkı, eceli, ameli, şaki mi, yoksa saîd mi olacağı
yazılır. İşte mukadderat denilen r.cylcr bunlardır. Hadîs-i şerif sarahaten
kaderi isbat etmektedir.
Yalnız Uesûlüllah
(Sallallahu Aleyhi ve Settem) bu hadîste nadiren meydana gelen halleri beyan
etmektedir. Bu haller ömrü boyunca cennete girmeye sebep olan amelleri işleyip,
sonunda cehennemlik olmak ve ömrü boyunca cehenneme girmeyi mucib ameller işleyip
sonunda cennete girmektir. Teâlâ Hasretlerinin lûtfu keremine nihayet olmadığı
için birçok insanlar ölümlerine yakın serden hayra dönerler, Hayırdan şerre
dönenler ise pek nâdir görülür. Resûlüllah (SalUılîahü Aleyhi ve Sellem) bu
halleri arçınla temsil buyurmuştur. Yâni Ölümüyle âhiret arasında o kadar az
zaman kalmıştır ki, bu bir kimse ile varacağı yer arasında sadece bir arşın
mesafe kalmasına benzer. Ekseri hallerde ise insanlar amellerine göre dünyadan
giderler.
Şimdi bu babdaki diğer
rivayetleri görelim:
2- (2644)
Bize Muhammed b. Abdillah b. Nümeyr ile Züheyr b. Harb rivayet ettiler. Lâfız
tbnü Nümeyr'indir. (Dediler ki) ; Bize Süfyân b. Uyeyne, Amr b. Dinar'dan, o da
Ebû't-Tufeyl'dcn, o da Huzeyfe fa, Esîd'den, o da Peygamber (SullaÜahii Aleyhi
ve Se!lem)'e iblâğ etmiş olmak üzere rivayet etti, (Şöyle buyurmuşlar) :
«Melek nutfenin
üzerine rahimde kırk yahut kırk beş gecede karar kıldıktan sonra girer ve :
— Yârab (bu) şakı mi olacak, saîd mi? diye
sorar. Bunldr yazılırlar. Müteakiben :
— Ey Rabbim! Erkek mi olacak, yoksa dişi mî?
diye sorar. Bunlar da yazılırlar. Ameli, eseri, eceli ve rızkı hep yazılır.
Sonra sahifeler dürülür. Bir daha bu hususlarda ziyâde ve noksan yapılmaz.»
3- (2645)
Bana Ebû't-Tahir Ahmed b. Amr b. Şerh rivayet etti. (Dedi ki) : Bize İbnti
Vehb haber verdi. (Dedi ki) : Bana Amr b. Haris, Ebû'z-Zübeyr El-Mekkî'den
naklen haber verdi. Ona da Amir b. Vasile rivayet etmiş ki, kendisi Abdullah b.
Mes'ud'u şöyle derken işitmiş : Şak!, annesinin karnında şakî olandır. Saîd
ise başkasından ibret alandır. Müteakiben Âmir, Resû\ü]\ah (Sallallahü Aleyhi
ve Selle m)'m ashabından Huzeyfe b. Esîd El-Gıfârî denilen bir zata gelerek
bunu İbni M es'u d'un sözü olmak üzere ona rivayet etmiş. Huzeyfe:
— Bir adam amelsiz nasıl şakî olabilir? demiş.
Bu zât ona :
— Sen buna şaşıyor musun? Gerçekten ben Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi
ve
«Nurfenin özerinden
kırk iki gece geçti mi, Allah ona bir melek gönderir. Melek ona sûre» verir;
kulağını, gözünü, cildini, etini ve kemiklerini yaratır. Sonra :
— Yâ Rabbi! Erkek mi olacak, dişi mi? diye
sorar. Rabbin dilediğini hüküm buyurur; Melek de yazar. Sonra :
— Yâ Rabbi! Ecefi ne olacak? der. Rabbin
dilediğini söyler. Melek yine yazar. Sonra :
— Yâ Rabbt! Rızkı ne olacak? der. Rabbin dilediğini
hükmeder. Melek yine yazar. Sonra melek : Sahîfe elinde olduğu halde çıkar,
emrolunduğu-nun üzerine ziyâde eksik yapmaz.» buyururken işittim, demiş.
(...) Bize
Ahmed b. Osman En-Nevîelî rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Efen Asım haber verdi.
(Dedi ki) : Bize tbnü Cüreyc rivayet etti. .(Dedi ki) -. Bana Ebû'z-Zubeyr
haber verdi. Ona da Ebû't-Tufeyl haber vermiş İd: Kendisi Abdullah b. Mes'uâVu
şöyle derken işitmiş...
Ve râvi hadîsi Amr b.
Hâris'in hadîsi gibi hikâye etmiştir.
4- (...)
Bana Muhammed b. Ahmed b. Ebî Halef rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Yahya b.
Ebi Bükeyr rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Ebû Hay-seme Züheyr rivayet etti.
(Dedi ki) : Bana Abdullah b. Atâ! rivayet etti. Ona da İkrime b. Hâlid, ona da
Ebû't-Tufeyl rivayet etmiş. (Demiş ki): Ebû Serî ha Huzeyfe b. Esîd
El-Gıfârî'nin yanına girdim de şunu söyledi: Resûlüllah
(SallaltahüAUyhiveStUemyi şu iki kulağımla:
«Gerçekten nurfe
rahtmin içine kırk gecede düşer. Sonra onun üzerine melek iner. —Züheyr:
Zannederim onu yaratan melek dedi, demiş — Ve:
— Yâ Rabbİ! Erkek mi (olacak), yoksa dİji mî?
diye sorar. Allah onu erkek yahut dişi olarak yaratır. Sonra :
— Yâ Rabbi! Tam mı olacak, yoksa sakat mı? diye
sorar. Allah onu ya tam yaratır yahut sakat! Sonra :
— Yâ Rabbil Bunun rızkı, eceli, ahlâkı ne
olacak? diye sorar. Sonra Allah onu ya şakî yahut saîd yaratır.» buyururken
işittim.
(...) Biae
Ahdü'l-Vâris b> Abdi's-Samed rivayet etti. (Dedi ki) : Bana baham rivayet
etti. (Dedi ki) : Bize Rabîa b. Külsûm rivayet etti. (Dedi ki) : Bana babam
Külsûitt, Ebû't-TuEeyl'den, o da Resûlüllah (SallaVahü Aleyhi ve Sellemy'm
sabâbîsi Huzeyfe b. Esîd El-Gıiârî'den, o da hadîsi Re-sûlüllah (Sallallahü
Aleyhi ve Seüem) 'e ref etmiş olmak üzere naklen rivayet etti. Ki:
«Allah biiznillah bir
şey halkeimek dilediği vakit, ı-ahime müvekkel bir meleği kırk küsur gecenin
tamamında gönderir...» buyurmuşlar. Sonra, râvi yukarkilerin hadîsi gibi
anlatmıştır.
5- (2646)
Bana Ebû Kâmil Fudayl b. Hüseyn El-Cahderî rivayet etti. (Dedi ki) -.Bize
Hammâd h. Zeyd rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Ubey-dullah b. Ebî Bekr Enes b.
Mâtik'den naklen rivayet etti. Ve hadîsi ref etti. Resûlüllah İSallallahü
Aleyhi ve Sellem) şöyle buyurmuşlar:
«Gerçekten Allah
(AzzeveCelle) rohime bir melek vekîl kılmıştır. (Bu melek) :
— Ey Rabbim! Nutfe. Ey Rabbim! Pıhtt. Ey
Rabbim! Et parçası, der. Allah bir şeyi yaraîmak murad ettiği vakit melek :
— Ey Rabbim i Erkek mi, yokta dişi mi? Şakî mi,
yoksa saîd mî? Rızk ne olacak? Ecel ne
olacak? diye sorar. Ve böylece annesinin karnında iken yazılır.»
6- (2647)
Bize Osman b. EM Şeybe ile Züheyr b. Harb ve İshâk h. İbrahim rivayet ettiler.
Lâfız Züheyr'indir. İshâk: Ahberanâ; Ötekiler : Haddescnâ tâbirini kullandılar.
(Dediler ki) ; Bize Cerîr Mânsûr'dan, o da Sa'd b. Ubeyde'den. o da Ebû Abdirrahman'dan,
o da Ali'den naklen rivayet «ttİ. AH şöyle demiş : Bakîu'I-Garkad ete bir
cenazede idik. Derken yanımıza Resûlüllah (Sallaİlahü Aleyhi ve Sellem} geîdi
ve oturdu. Biz de et-rafîna oturduk. Beraberinde bir âsâ vardı. Başını eğdi. Ve
âsâsiyle yeri çizmeye başladı. Sonra şöyle buyurdu:
«Sizden hiç bir kimse
ve dünyaya geten biç bir nefis yoktur ki, Allah onun cennetden veya cehennemden
yerini takdir etmemiş olsun! Ve şakî yahut saîd yazılmış olmasın!» Bunun
üzerine bir adam:
— Yâ Resûlallah! Biz
kitabımız üzere durarak ameli bırakmayalım mı? dedi. Bunun üzerine :
«He»- kim saadet
ehlinden ise, saadet ehlinin ameline varacak ve her kim şekavet ehlinden ise,
şekavet ehlinin ameline varacaktır.» buyurdu. Şunu da ilâve etti:
«Amel eclm! Herkese
imkân verilmiştir. Saadet ehline, saade? ehlinin ameli müyesser olacaktsr.
Şekavet ehline ise, şekavet ehlinin amelî müyesser olacaktır.» Sonra şu âyeti
okudu:
«Her kim atıyye verir,
korunur ve hüsnayı tasdik ederse, biz ona kolaylığı müyesser k.lar.z. Ama kim
cimrilik eder; İstiğna gösterir ve hüsnay. yalanlarsa, ond da güçlüğü müyesser
kılarız.» [1]
(...) Bize
Ebû Bckr b. Ebî Şcybe Üc Hennad b. Seriy rivayet ettiler. (Dediler ki) : Bize
EbÛ'l-Ahvas Mansûr'dan bu İsnadla bu hadîsin mânâsında rivayette bulundu. Ve:
«Bir sopa aldı...» dedi. Asâ demedi. İbnü Ebî Şeybe, Ebû'l-Ahvas'dan rivayet
ettiği kendi hadîsinde: «Sonra Re-sûlüllah {SaltollûhÜ A îeyhi ve StiUm)
okudu.» dedi.
7- (...)
Bize Ebû Bekr b. Ebî Şeybe ile Züheyr b. Harb ve Ebû Saîd fil-Eşec rivayet
ettiler. (Dediler ki) : Bize Vekî' rivayet etti. H.
Btee tbnti Nümeyr de
rivayet etti. (Dedi ki) : Bize babam rivayet etti. (Dedi ki) : Bize A'meş
rivayet etti. H.
Bize Ebû Küreyb dahi
rivayet etti. Lâfız onundur. (Dedi ki) : Bize Ebû Muâviye rivayet etti, (Dedi
ki) : Bize A'meş, Sa'd b. Ubeyde'den, o da Ebû Abdirrahman Es-Sülemî'den, o da
Ali'den naklen rivayet etti. (Şöyle demiş): Bir gün Resûlüllah (Sallaliahü
Aleyhi ve Sellem) oturuyordu. Elinde bir sopa olup, onunla yeri çiziyordu.
Derken başım kaldırarak şöyle buyurdu:
«Sîzden hiç bir kİmso
yoktur ki! Cennetten vftyq cehennemden yerî malûm olmasınl» Ashnb:
— Yâ Resûlallah! O
halde niçin çalışıyoruz? Tevekkül etmeyelim mi? dediler.
«Hayır! Çalışın, zira
herkese ne maksatla yaratıldıysa, onun İçin imkân verilmiştir.» buyurdu. Sonra
«Her kim atıyye verir,
korunur ve hüsnayı tasdik ederse...» âyetlerim;
«Bİz ona güçlüğü
müyesser kılarız...» kavline kadar okudu.
(...) Bize
Muhammed b. Müsennâ ile İbnî Beşgâr rivayet ettiler, (Dediler ki) : Bize
Muhammed "b, Ca'fer rivayet etti. (Dedi ki); Bize Şu'be Mansûr ile
A'meş'den rivayet etti. Onlar 4a Sa'd b. Ubeyde'yi Ebû Abdirrahman
Es-Sülemî'den, o da Ali'den, o da Peygamber (Salla ilah Ü Aleyhi vt Sclkmyden
naklen bu hadîsin mislini rivayet ederken (gitmişler.
8- (2648)
Bize Ahmed b. Yûnus rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Züheyr rivayet etti. (Dedi
ki) : Bize Ebû'z-Zübeyr rivayet etti. H.
Bize Yahya b. Yahya da
rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Ebû Hayseme, Ebû'z-Züheyr'den, o da Câbir'den
naklen haber verdi. Câbir şöyle demiş: Sürâka b. Mâlik b. Cu'şum:
— Yâ Resûlallah! Bize sanki şimdi yaratılmışız
gibi dinimizi beyân et! Bugün amel ne hususta olacak? Hakkında kalemler kuruyup
miktarların cereyan ettiği hususta mı? Yoksa istikbâlimize ait şeylerde mi? dedi.
Resûlüllah (Sallaliahü Aleyhi ve Sellem):
«Hayır! Bilâkis
hakkında kalemler kuruyup miktarların cereyan ettiği hususta!» buyurdular.
Sürâka:
— O halde amel ne hakkında olacak? dedi,
Züheyr şöyle demiş:
Sonra Ebû'z-Zübeyr bir şey söyledi. Ama ben aklını denemek istedim. Müzeyne'den iki adam Resûlüllah
(Sallallahü AUyhiveSellem)'e geldiler de:
— Yâ Resûlallah! Ne
buyurursun? Bugün insanlar ne amel edecek, neye çaba gösterecekler? Haklarında
hükmolunmuş ve bitmiş, geçmiş bir kader hakkında mı, yoksa istikballerine ait
Peygamberlerinin kendilerine getirdiği ve haklarında hüccet sabit olan bir
hususta mı? dediler.
Resûlüllah (Sallallahü
Aleyhi ve Sellem) :
«Hayır! Bilâkis
haklarında hüküm verilmiş ve geçmiş bir şey hususunda (amel edecekler) Allah
(Azze ve Celle) 'nin kitabında bunun tasdîkİ: Nefse v« b nefsi kusursuz yaratıp
kendisine sapıklığını, takvasını ilham eden Allah'a yemin olsun [2]
âyetidir.» buyurdu, dedi.
11- (2651)
Bize Kuteybe b. Saîd rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Abdü'î-Aıiz (yâni İbni
Muhammed) Alâ'dan, o da babasından, o da Ebû Hürey-re'den naklen rivayet etti
ki: Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) söyle buyurmuşlar:
«Gerçekten bir kimse
uzun zaman cennetliklerin amelini işler, sonra amelî cehennemliklerin ameliyle
hitama erdirİlir. Bir kimse de uzun zaman cehennemliklerin amelini işler. Sonra
ameli cennetliklerin ameliyle hitama erdirilir.»
12- (112)
Bize Kuteybe b. Saîd rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Ya'kûb (yânı ibni
Abdirrahman El-Kaâri), Ebû Hâzim'den, o da Sehl b. Sa'd Es-Saıdîden naklen
rivayet etti ki: Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem):
«Gerçekten bir kimse
kendisi cehennemliklerden olduğu halde insanlara zahir olan hususta
cennetliklerin amelîni işler. Ve gerçekten bîr kimse kendisi cennetliklerden
olduğu halde insanlara zahir olan hususta cehennemliklerin amelini İşler.»
buyurdular.
Hz. Enes rivayetini
Buhârî «KitâKu'1-Hayz» ve «Halku Benî-Âdem» bahislerinde; Hz. A1i rivayetini
«KHâtu'l-Cenâiz», «Ki-tâbu't-Tefsir» ve «Kitâbu'l-Edeb»'de; Ebû Dâvud ile İbnû
Mâce «Kitâbu's-Süıınc'de; Tirmizî «Kitâbu'î-Kadcr» ile «Ki-tâhu't-Tefsir»'de;
Nesâî «Kitâbu't-Tefsir»'de; İmran b. Husayn rivayetini Buhârî
«Kitâbu'l-Kader»'de; Sehl b. Sa'd rivayetini «Kitâbu'l-Cihad»'da muhtelif
râvilerden tahric etmişlerdir.
Nutfeden murad
menidir. Kurtubî 'nin beyânına göre menî şehvet kuvvetiyle rahimin içerisine
saçılarak düşer. Sonra Allah onu rahimin döl yatağına toplar. İşte kırk veya
kırk beş gece rahimde karar kıldıktan sonra melek nutfenin üzerine girer
cümlesinden murad budur. Ondan sonra nutfe kırk günde kan pıhtısı haline gelir.
İhtimal bu inkılâb kırk gün zâ-rfmda kanın meniye yavaş yavaş karışması
suretiyle tekâmül eder. Ve kırk günün sonunda kan pıhtısı meydana gelmiş olur.
Bundan sonra o pıhtıdan yavaş yavaş et hâsıl olmaya başlar. Ve kan pıhtısı et
parçası hâline gelir. Sonra bir melek gelerek artık cenin hâline gelmeye
başlamış bu müstakbel insanın mukadderatım yazar. İlerde onun sâîd mi, şakî mi
olacağını tespit eder. Saîd, iman saadetine eren bahtiyardır. Şakî ise, onun
zıddı yâni kendisine iman nasib olmayan bedbaht demektir. Artık o kimse doğup
büyüdükten sonra bu mukadderat dahilinde amel eder. Ana rahminde cennetlik
olacağı tespit edildiyse hayatında cehennemliklerin amelini işlese bile
sonunda yine imanını kurtarır. Cehennemlik olacağı tespit edildiyse, hayatında
cennetliklerin amelini işlese bile, sonunda yine imandan mahrum gider. Fakat
bu ezelî takdir ve tespit hâşâ Allah Teâlâ tarafından bir cebir ve istibdad
değil, kulun irade-i cüz'iyesi ile hak ettiği neticedir. Kul işte bu iradeye
göre mükâfat ve mücazat görecektir. Allah'ın takdirinden murad; kul dünyaya
geldikten, ölünceye kadar ne gibi amellerde bulunacaksa, ezelî ilmiyle onu
bilerek meleklere tespit ettirmesidir. Ona zaman ve zemin mefhumlarının bir
tesiri yoktur. EzeU ilmi olmuşu, olacağı aynı seviyede ihata etmiştir. Kullar
nazarında bilfiil yaşayarak bütün amelleri bilinen bir kimse için ne hüküm
verilecekse Allah Teâlâ'mn ilmine nisbetle o kimse doğmadan müstakbelde işleyeceği
bütün amelleri teferruatiyle görülmüş, bilinmiş ve tespit edilmiştir. İşte
kader budur. Binâenaleyh tekrar edelim ki, kulun takdirden başka bir amelde
bulunamaması bir cebir değil, bir muayenenin tespitidir. Onun içindir ki,
meselâ; Ebû Cehil kıyamet gününde : Yâ Rabbi! Sen benim cehennemlik olacağımı
takdir buyurdun! Ben bu takdirin dışına çıkarak iman edemezdim. O halde beni niçin muaheze
ediyorsun? Beni şakî yarattın, şaki oldum. Müslümanı saîd yarattın, saîd oldu.
Benim bu işte ne kabahatim var? diyemez. Çünkü cevab hazırdır. Teâlâ Hazretleri
ona : Ben seni cehennemlik olmaya mecbur etmedim. Dünyaya geldikten sonra
işleyeceğin amelleri ezeli ilmimle bildiğim için onları tespit ettim. Benim
takdirim bundan ibarettir. Yâni; sen hakettin, ben de istihkakını
yazdım, der.
Ulemânın beyânına göre
bu hadîsin muhtelif rivayetlerinin arası şöyle bulunmuştur : Allah Teâlâ ana
rahmine düşen bir çocuğun geçireceği tavır ve hallere nezâret için bir melek
tevkil eder. O melek: Yâ Rabbi! Şimdi rahimdeki bir nutfedir; Yarabbi! Şimdi
bir kan pıhtısıdır; şimdi bir et parçasıdır, diyerek İrer tavır ve hâli zamanı
geldikçe Allah'a arze-der, Allah Teâlâ bütün bunları ezelî ilmiyle bildiği
halde âdeti iiâhiyesi böyle cereyan etmiştir. Meni kırk gün ana rahminde
kaldıktan sonra kan pıhtısı hâline gelir. Müvekkel melek ondan çocuk meydana
geleceğini o zaman anlar. Zira her meniden çocuk dünyaya gelmez. O anda bu çocuğun,
dünyaya geldikten sonraki rızkın ecelini, amelini; şakâvet ve saadetini yazar.
Bir müddet sonra melek bir tasarrufta daha bulunur. Ki, o da çocuğa suret
vermek; gözünü, kulağını, cildini, etini, kemiğini yerli yerince bir araya
getirmek; erkek mi, dişi mi olacağını sorarak ona göre icrââtta bulunmaktır. Bu
icraat üçüncü kırk gün zarfında olur ki, o zaman cenin henüz et parçası
halindedir. Bundan sonra sıra ruh üfürülme-sine gelir. Gerçi rivayetlerin
birinde : «Nutfenin üzerinden kırkiki gece geçti mi, Allah ona bir melek
gönderir. Melek ona suret verir; kulağını, gözünü, cildini, etini ve kemiğini
yaratır. Sonra :
— Yâ Rabbi! Erkek mi
olacak, dişi mi? diye sorar... ilah.» buyurul-muşsa da, Kaadî Iyâz bu babda
şunları söylemiştir : «Bu hadîs zahiri mânâsına göre değildir. Onu zahiri
mânâsına hamletmek doğru olamaz. Nutfeye suret vermek ve onun gözünü, kulağını
ilâahir... halket-mekten murad; meleğin bunları yazmasıdır. Fiiliyat başka
zaman olur. Çünkü âdete nazaran ana rahmine düşen menide, ilk kırk günden sonra
suret verme, halketme mevcut değildir. Bunlar üçüncü kırk günün içerisinde
olur ki, o zaman nutfe et parçası hâlini almış bulunur. Üçüncü kırk günün
akabinde, yâni cenin dört aylık olduktan sonra meleğin bir vazifesi daha vardır
ki, o da cenine ruh üfürmektir. Ulemâ bu. hususta müttefiktirler. Bu hususat
için meleğin gönderilmesinden murad; tasarruf için ona emir buyurulmasıdır.
Yoksa rahimin başında ona müvekkel bfr melek bulunduğu sarahaten
bildirilmiştir.
Bu hadîslerde beyân
buyurulan rızk, ecel, şekavet, saadet, amel, erkeklik, dişilik vs.'den murad;
Allah Teâlâ'mn bunları meleğe bildirmesi, infaz ve tespitini ona emretmesidir.
Yoksa Allah Teâlâ'mn kazası ve hükmü bunların hepsinden öncedir. Bu babdaki
ilim ve irâdesi ezelde mevcuttur.»
Bakîu'l-Ğarkad : Medine 'nin meşhur kabristanıdır. Bugün ona
Cennet-i Baki' deniliyor.
Hz. Câbir
rivâyetindeki : «Kalemlerin kuruması» tâbirinden mü-rad Allah'ın takdir
buyurması ve bu takdirin levh-i mahfuza yazılma işinin tamamlanmasıdır. Yazı
yazan kalem kurursa, artık onunla fazla veya eksik bir şey yazmanın imkânı
kalmaz. Ulema : «Allah Teâlâ'mn yazmasına, levhine, kalemine ve hadîslerde
zikri geçen sahifelerine iman etmek farzdır. Bunların hakikatinin ne olduğunu
ancak Allah bilir,» demişlerdir. Bu hadîsler kaderi isbat hususunda ehl-i
sünnet mezhebinin delilleridir. Ehl-i sünnete göre dünyada vukua gelen hayırlı
hayırsız, faydalı veya zararlı her şey Allah Teâlâ'mn kaza ve kaderiyle meydana
gelir. Ancak Ebu'l-Muzaffer Semanı 'nin dediği gibi, kaza-kader
meselesi biz kullar için bir sırdır. Onu akılla, kıyasla anlamaya imkân yoktur.
Kaderin sırrını ancak Allah Teâlâ bilir. Bize düşen haddimizi bilerek kitap ve sünnetin
beyanatına iman etmek, ondan öteye geçmemektir. Bu hadîsler; mukadder ne ise o
olur, diyerek ameli terk etmenin memnu olduğuna delâlet etmektedirler.
Âyet-i kerîmedeki :
Atıyye vermekten murad tâatlardır. Hüsna, kelimeyi tevhid gibi, hakka delâlet
eden kelimedir.
13- (2652)
Bana Muhammcd b. Ilâtim ile İbrahim b. Dinar tbni Cbî Ömer El-Mekki ve Ahmed b.
A'bdete'd-Dabbî toptan İbnü TJyeyne'den ı-ivâyet ettiler. Lâfız İbnü Hatim ile
İbnü Dinar'ındır. (Dediler ki) : Bize Süfyân b. Uycyne, Amr'dan, o da
Tâvus'daıı naklen rivayet etti. (Demiş ti) : Ben Ebû Hüreyre'yi şunu söylerken
işittim : Resûlüllah (Sdliattahü Aleyhive Sellem);
«Âdemle Musa münakaşa
ettiler. Musa :
— Yâ Âdem, sen bizim
babamtzsın! Bizi mahrumiyete
düşürdün ve bizi cennetten
çıkardın! dedi. Âdem de ona :
— Sen Musa'sın! Allah
seni kelâmiyle seçkin kıldı. Vg senin için yed-i kudretiyle yazdı. Beni
yaratmazdan kırk yıl önco Allah'ın bana takdir et-ttği bir şeyden dolayı
muaheze mİ ediyorsun? dedi.»
Müteakiben Peygamber
(Saîlallahü Aleyhi ve Seilemj:
«Böylece Âdem, Musa'ya
galebe çaldı! Böylece Âdem, Musa'ya galebe
çaldı!» buyurdular.
İbnü Ebî Ömer İle İbnü
Atde hadîslerinde: «Biri (yazdı), diğeri: Senin için Tevrat'ı kendi yed-i
kudretiyle yazdı» demişlerdir.
14- (...)
Bize Kuteyfce b. Saîd, Mâlik b. Enes'den —ona okunanlar meyanmda —, o da
Ehû'z-Zinad'dan, o da A'rac'dan, o da Ebû Hüreyrc'-den, naklen rivayet etti ki:
Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) şöyle buyurmuşlar :
«Âdem i!e Musa
münakaşa ettiler de; Âdem, Musa'ya galebe çaldı, Musa ona :
— Sen İnsanlan azd:ran ve onları cennetten
çıkaran Âdem'sin! eledi.
Âdem de:
— Sen Allah'ın her şeyin ilmini verdiği ve
risâletiy!e insanlar üzorİne seçkin kıldığı kimsesin! dedi. Musa :
— Evet! cevâbını verdi. Âdem :
— O
halde ben yaratamazdan önce bana
takdir buyurulan bir şey Üzerine beni
muaheze mi ediyorsun? dedi.»
15- (...)
Bize İshâk b. Musa b. Abdillah b. Musa b. Abdillah fc. Ye-zid El-Ensârî rivayet
etti. (Dedi ki) : Bize Enes h. Iyâz rivayet etti. (Dedi ki) : Bana Haris b. Ebî
Zübab, Yezîd (bu zât İbnü Hürmüz'dür) ile Ab-durrahman EI-A'rac'dan rivayet
etti. (Demişler ki) : Biz Ebû Hüreyre'-nin şunu söylediğini dinledik.
Resûlüllah (Saîlallahü Aleyhi ve Selİem) buyurdular T:i:
«Âdem ile Musa (Aleyhisselâtn) Rableri nezdinde münakaşa ettiler
de Âdem, Musa'ya galebe çaldı. Musa
:
— Sen o Âdem'sin ki, Allah seni kendi yed-i
kudretiyle yaratmış. Sana kendi ruhundan üfürmüş. Sana melekleri secde
ettirmiş ve seni cennetine iskân buyurmuştur. Sonra işlediğin günah sebebiyle
insanları yeryüzüne indirdin, dedi. Âdem de :
— Sen o Musa'sın ki; Allah seni Peygamber
göndermesi ve konuşma-siyle seçkin kilnvş; sana içinde her şeyin beyânı bulunan
levhaları vermiş ve seni sırdaş olarak kendine yaklaştırmıştır. Acaba Tevrat'ı
Allah'ın ben yaratamazdan kaç seıve önce yazdığını buldun? dedi. Musa :
— Kırk yıl (önce)! cevabını verdi. Âdem :
— Onda : "Âdem Rabbine isyan etti de
azdı..."[3] âyetini buldun mu?
dedi. Musa :
— Evet! cevâbını verdi. Âdem :
— O halde işlememi beni yaratmazdan kırk yıl
Önce Allah'ın bana takdir
ettiği bir ameli işledim diye
beni muaheze mi
ediyorsun? dedi.» Kesûlüllah (SaÜallahü Aleyhi ve Sellem): «Böylece Âdem,
Musa'ya galebe çaldı.» buyurdular.
(...) Bana
Züheyr b. Harb ile İbnü Hatim rivayet ettiler. (Dediler ki) : Bize Ya'kub b.
İbrahim rivayet etti. (Dedi ki) : Bize babam İbnü Şihab'dan, o da Humeyd b.
Abdirrahman'dan, o da Ebû Hüreyre'den nakle» rivayet etti. (Şöyle demiş) :
Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem):
«Âdem ile Musa
münakaşa ettiler, Musa ona :
— Sen o Âdem'sin ki; günahın seni cennetten
çıkarmıştır, dedi. Âdem de
ona :
— Sen o Musa'sın ki : Allah seni rîsâlet ve
konuşmasiyle seçkin kılmıştır. Sonra (bir de} beni yaratılmamdan önce takdir
buyuruları bir şey üzerine
muaheze ediyorsun! dedi.
Böylece Âdem, Musa'ya
galebe çaldı.» buyurdular.
(...) Bana
Amru'n-Nâkid rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Eyyûb b. Nec car EI-Yemâmî rivayet
etti. {Dedi ki) : Bize Yahya b. Ebî Kesîr, Ebû Se-leme'den, o da Efcû
Hüreyre'den, o da Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellemydan naklen rivayet
etti. H.
Bize İbnü Râfi' de
rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Abdürrezzak rivayet etti. (Dedi ki) : Bize
Ma'mer, Hemmanı b. Münebbih'den, o da Ebû Hüreyre'den, o da
Peygamber(SaUatlahti Aleyhi ve Sellem) 'den naklen yukarki-lerin hadîsi mânâsında
rivayette bulundu.
(...) Bize
Muhammed b. Minhal Ed-Darîr de rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Yezîd b. Zürey'
rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Hişâm b. Hassan, Muhammed b. Sîrîn'den, o da
Eîjû Uüreyre'den, o da Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'den naklen
yukarkilerin hadîsi gibi rivayette tulündü.
16- (2653)
Bana Ebû't-Tâhir Ahmed b. Amr b. Abdillah b. Amr b. Şerh rivayet etti. (Dedi
ki) : Bize İ*:nü Vehb rivayet etti. (Dedi ki) : Bana Ebû Hâni' EI-Havlânî, Ebû
Abdirrahman El-Hubulî'den, o da Abdullah b. Amr b. Âs'dan naklen haber verdi.
(Şöyle demi§) : Resûlüllah (Sallallahü
Aleyhi ve Sellem)i:
«Allah mahlûkatın
miktarlarını göklerle yeri yaratmazdan elli bin sene önce yazdı. Arşı da su
üzerinde İdi.» buyururken işittim.
(...) Bize
İbni Ebî Ömer rivayet etti. (Dedi ki) : Bize El-Mukri' rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Hayve rivayet etti. H.
Bana Muhammed b. Sehl
Et-Temîmî de rivayet etti. (Dedi ki) : Bize İbnü Ebî Meryem rivayet etti. (Dedi ki) ; Bize Nâfi' (yâni İbni Zeyd)
haber verdi.
Her iki râvi Ebû
Hâni'den naklen bu isnadla bu hadîsin mislini haber vermişlerdir. Yalnız
onlar: «Arşı da su üzerindeydi...» cümlesini anmamışlardır.
Ebû Hüreyre
rivayetini Buharı «Kitâbu'I-Kader»'de;
Ebü Dâvudüe îbnü Mâce «KitâbuVSünne»'de; Nesaî «Kitâbu't-Tefsir»'de muhtelif
râvilerden tahric etmişlerdir.
Ebû'l-Hasen El-Kâbisi:
«Hz. Âdem'le Hz. Mûa 'nm ruhları semâda karşılaşmış ve aralarında münakaşa vuku
bulmuştur.» demiş; Kaadî Iyâz ise hadîsin zahiri mânâsı kastedilerek her
ikisinin şahsen bir yere gelmiş olmaları ihtimâlinden bahsetmiştir. [Filhakika
İsrâ hadîsinde Peygamber (SaUaîlahü Aleyhi ve Sellem) Un Beyt-i Makdis'deve
göklerde bütün Peygamberlerle bir araya gelerek onlara namaz kıldırdığı sabit
olmuştur. Kaadi Iyâz: «Binâenaleyh şehidler hakkında vârid olduğu gibi, Allah
Teâlâ'nm Peygamberlerimde diriltmesi ihtimalden uzak değildir.
Bu hâdisenin Musa
(Aleyhisselâm)'m hayatında cereyan etmiş ol-:ması da ihtimal
dahilindedir. Allah'dan Âdem (Aleyhisselâm)'ı kendisine göstermesini
istemiş ve onunla münakaşa etmiştir» diyor.
Haybetin mânâsı mahrum etmek, hüsranda bırakmaktır. Hz. Mûsa:
«Bizi mahrumiyete düşürdün... ilah» sözüyle Hz. Âdem'in cennetteki
memnu ağaçtan yemesine işaret etmiş, bu günâhın sebebiyle cennetten çıkarıldın,
sonra biz de şeytanların iğvâsma ve kötülüğe düşmeye maruz kaldık, demek
istemiştir.
Yed : El,
demektir. Bütün sıfat hadîslerinde olduğu gibi, burada da iki vecih vardır.
Birinci veçhe göre bu kelime müteşâbihtir. Allah Teâlâ' bizim gibi eli yoktur.
Yed'i vardır. Biz ancak bu kadarını iman eder, keyfiyetini Allah'a havale
eyleriz. İkinci veçhe göre buradaki yed kelimesi kudret diye te'vil olunur.
Hadîsdeki takdirden murad da Levhi Mahfuz 'a ve Tevrat sahifelerine
yazılmasıdır. Hz. Âdem: Allah benim bu suçu işleyeceğimi, beni yaratmazdan kırk
yıl önce yazmıştır, demek istemiştir. Nitekim rivayetlerin birinde bu cihet
tasrih de^ edilmiştir. Burada kaderin hakikatim murad caiz değildir. Çünkü
Allah'ın ilmi ve takdiri ezelîdir. Onun evveli yoktur. Binâenaleyh şu kadar
sene diye tahdidine imkân yoktur. Bu münâkaşada davayı kazanan bütün râ-vilerin
ittifakiyle Hz. Âdem olmuştur. Yalnız bazı kimseler şüzûz göstererek hadîsdeki
Âdem kelimesini mansûb okumuşlardır. Bu takdirde Hz. Musa, Âdem (Aleyhisselam)^
galebe çalmış olur. Bunu Hafız Ebû Bekr îbni Hâssa, Mes'ud b. Nasır'-dan rivayet
etmiş ve bu Mes'ud'un kadere inanmayanlardan olduğunu söylemiştir. İmam
Ahmed'in Zührî 'den rivayet ettiği bir hadisde : «Âdem ona galebe çaldı.»
denilmiştir ki : Bu cümle hadîsde hiç bir işgal bırakmaz. Hattâbî : «Hz.
Âdem'in Mûsa'ya galebe çalması muahezeyi kaldırması hususundadır. Çünkü
insanlardan hiç birinin bununla bir kimseyi muahezeye hakkı yoktur.» diyor.
Nevevî'ye göre Hz. Âdem şunu demek
istemiştir : «Yâ Musa! Sen bilirsin kİ, benim bu suçu işleyeceğim yaratılmamdan kırk sene önce yazılmış
ve takdir edilmiştir. Binâenaleyh mutlaka suç işlenecektir. Ben ve bütün
mahlûklar çaba göstererek bir zerresini reddetmeye kalkışsak buna gücümüz
yetmezdi. Şu halde teni niçin muaheze ediyorsun.»
Bir de günahdan dolayı
muaheze -aklî değil, şer'îdir. Âdem (Aleyhissetam) 'm günahını ise Allah
affetmiş, bu suretle ondan muaheze de kalkmıştır. Binâenaleyh onu yine
muahezeye kalkışan şeriat karşısında rnağlub olur.
Ulemanın beyânına göre
Allah'ın miktarları yerle gökleri yaratmazdan elli bin sene önce yazmasından
murad; onların levh-i mahfuza yazılması zamanını bildirmesidir. Elli bin sene
tabiriyle tahdit değil, çokluk kastedilmiştir. Yoksa asıl takdir değildir.
Çünkü az yukarda beyan et-tğimiz gibi hakikî takdirin evveli yoktur. Hadîsin
son cümlesinden anlaşılan mânâ arş-ı a'lânm yerle gökler yaratümazdan Önce su
üstünde bulunmasıdır. Allah her şeye kadirdir.
17- (2654)
Bana Züheyr h. Harb ile İbnü Nümeyr ikisi birden El-Mukrî'den rivayet ettiler.
Züheyr .dedi ki: Bize Abdullah b. Yezîd El-Mukrî rivayet etti. (Dedi ki) : Bize
Hayve rivayet etti. (Dedi ki) : Bana Ebû Hâni' haber verdi. Kendisi Ebû
Abdirrahman El-Hubulî'den, o da Abdullah h. Aitit b. Âs'dan dinlemiş. O da
Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)1 den şöyle buyururken dinlediğini
söylemiş:
«Şüphesiz ki, bütün
Âdemoğullarmm kalpleri bîr kalp gibi Rahmanın parmaklarından iki parmak
arasındadır. Onu dilediği yere çevirir.»
Bundan sonra
Resûlüllah (Satlallahü Aleyhi ve Sellem):
«Allahım! Ey kalbleri
çeviren! Bizim kalblerimizi tcıâtına çevir!» diye dua etmiş.
Bu rivayet dahi sıfat
hadîslerindendir. Az yukarıda beyân ettiğimiz iki tevcih, bunda da carîdir.
Yâni parmak el ayak gibi şeyler mahlûkatın şânmdandır. Binâenaleyh Allah Teâlâ
hakkında zahiren bu gibi mânâları ifade eden kelimeler ya hiç te'vil
olunmazlar, zahirinin murad edilmediği bilinerek bunların hak olduğuna itikad
edilir. Yahut makama münasib şekilde teVil olunurlar. Bu takdirde parmak
kelimesi mecazdır.» «Filân avucumun içindedir» tâbirinden filân benim kudretim
dahilindedir; ve keza : «Filân benim parmağımın ucundadır, onu istediğim gibi
çeviririm.» cümlesinden nasıl filâna gücüm yeter mânâları kastediliyorsa,
buradaki parmak da kudret mânâsına te'vil edilir. Şu halde hadîsin mânâsı:
Allah Teâlâ kullarının kalblerinde mutasarrıfdır. Onları dilediği gibi idare
eder. Ona hiç bir şey mâni olamaz» demek olur.
Arabların mânâsını
anlamadıkları şeyleri iyice anlatmak için hissî şeylerle temsil etmeleri
âdetleridir. Burada şöyle bir sual hatıra gelebilir : Allah'ın kudreti birdir.
Hadisde ise iki parmak zikredilmiştir.
Bu suâlin cevabı
yukarda işaret ettiğimiz gibi, sözün mecaz olmasıdır. Bu sözden iki veya üç
gibi sayılar kastedilmemiş; Arabların âdeti ve-cihle temsil yapılmıştır.
18- (2655)
Bana Abdü;l-A'lâ;b. Hammad rivayet etti. (Dedi ki) : Mâlik b. Enes'e okudum. H.
Bize Kuteybe b. Saîd
dahi Mâlik'den — ona okunanlar meyanmda —, o da Ziyâd b. Sa'd'dan, o da Amr b.
Müslim'den, o da Tâvus'dan naklen rivayet etti ki : (Şöyle demiş) : (Sallallahü
Aleyhi ve Sellem) 'in ashabından bir takım insanlara yetiştim ki: Her şey
kaderledir, diyorlar. Abdullah b. Ömer'i de şunu söylerken dinledim : Resûlüllah
(Sallallahü Aleyhi ve Sellem):
«Her şey kaderledir.
Acz ve iktidar yahut iktidar ve acz bile!» buyurdular.
Kaadî Iyâz bu
hadisdeki Acz ve Keys kelimelerinin ibaredeki «şey» üzerine atfedilerek mecrur
dahi rivayet edildiklerini söylemiş ve : «İhtimal buradaki âcizden murad;
zahirî mânâsıdır. Ki : O da kudretsizliktir. Bazıları onun yapılması gereken
şeyi terketmek, sonraya bırakmak \e vaktini geçirmek mânâsına geldiğini
söylemişlerdir. Bu kelimenin tâat-lardan âciz kalmak mânâsına gelmesi dahi
ihtimal dâhilinde olduğu gibi, dünya ve âhirete ait umumî işlerde acz
kastedilmiş olması da muhtemeldir.-Keys, aczin zıddrolup, neşat ve iktidar
mânâsına gelir. Hadîs-i şerif âcizin aczi, muktedirin kudreti bile mukadderdir
manasınadır.» diyor.
19- (2656)
Bize Ebû Bekr b. Ebî Şeyhe ile Ebû Küreyb rivayet ettiler. (Dediler ki) : Bize
Veki' Süfyân'dan, o da Ziyâd b. İsmail'den, o da Muhammed b. Abbâd b. Ca'fer
El-Mahzûmî'den, o da Ebû Hüreyre'den naklen rivayet etti. (Şöyle demiş) :
Kureyş müşrikleri Resûlüllah (Sallnltahü Aleyhi ve Sellem) ile kader hakkında
münakaşaya geldiler. Bunun üzerine şu âyet-i kerîme nazil oldu:
«O gün onlar yüzleri
üstü cehenneme sürüklenecekler. (Kendilerine) Sekarın çarpmasını tadın! Biz her
şeyi kaderle halketmişizdir.» [4]
(denilecek.)
Buradaki kaderden
murâd malûm ve meşhur olan kaza-kader meselesidir. Bâcî bu mânânın hilâfına
işaret etmişse de Nevevî: «Mesele onun dediği gibi değildir.* diyor.
Sekar :
Cehennemin isimlerinden biridir.
Gerek hadîs-i şerîf
gerekse âyet-i kerîme kaderi isbât etmekte ve bunun her şeye âm ve şâmil
olduğunu bildirmektedirler.
20- (2657)
Bize İshâk b. İbrahim İle Abd b. Humeyd rivayet ettiler. Lâfız İshâk'mdır.
(Dediler ki) : Bize Abdiirrezzâk haber verdi. (Dedi ki) : Bize Ma'mer, İbnü
Tâvus'dan, o da babasından, o da tbni Abbâs'-dan naklen rivayet etti. (Şöyle
demiş) : Ebû Hüreyre'nin şu sözü söylediğinden daha ziyâdelememe benziyen bir
şey görmedim. Peygamber (Sallattahü Aleyhi ve Selîem):
«Hiç şüphe yok ki,
Allah Âdemoğluna zinadan nasibini yazmıştır. Buna behemehal erişecektir. İmdi
gözlerin zinası bakmak, dilin zinası da konuşmaktır. Nefİs temenni eder de
şehvetlenir. Fere de buna ya tasdik eder
ya tekzib!» buyurdular.
Abd kendi rivayetinde
: «tbni Tâvus'dan, o da babasından rivayet etti. (Demiş ki) : Ben İbni
Abbas'dan dinledim.» demiştir.
21- (...)
Bİze İshâk b. Mansûr rivayet etti. (Dedi ki) ; Bize Ebû Hişâm El-Mahzûmî haber
verdi. (Dedi ki) : Bize Vûheyb rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Süheyl b. EM
Salih babasından, o da Ebû Hüreyre'den, o da Peygamber (Saiiallahü Aleyhi ve
Sellem) 'den naklen rivayet etti. (Şöyle buyurmuşlar) :
«Adomoğluna zinadan
nasibi yazılmıştır. Buna bebemebal erişecektir. Gözlerin zinası bakmak,
kulakların zinası dinlemek, dilin zinası konuşmak, elin zinûs: tutmak, ayağın
zinası da yürümektir. Kalb ise heves eder, diler. Fere bunu ya tasdik eder ya
tekzib!»
Bu hadîsi Buhârî
«Kitâbu'l-İstizan»'da tahric etmiştir.
İbni Abbâs Hazretleri
: «Ebû Hüreyre 'nin sözünden daha ziyade lememe benzeyen bir şey görmedim...»
sözüyle lemem âyetine işaret etmiştir. Lemem, küçük günahlar demektir. Bu
hususta Teâlâ Hazretleri :
«Küçük günahlardan
değil de, büyüklerinden sakınanları Allah affeder.»
buyurmuştur. Ki,
bundan murad (Allah-u a'lem) büyük günahlardan sakınmak küçükleri hükümden
düşürür, demektir. Bu âyeti İbni Abbâs Hazretleri babımızın hadîsindeki
bakmak, dokunmak ve emsâliyle tefsir etmiştir ki, Nevevî : «Mânâ onun dediği
gibidir. Lememin tefsirinde sahih olan söz budur.» diyor. Bâzıları: «Lemem bir
kötülüğe niyet edip de yapmamaktır.» demiş. Bir takımları günaha meyletmek, fakat
üzerinde durmamak mânâsına geldiğini söylemişlerdir. Hadisin mânâsı şudur :
Âdemoğluna zinadan nasibi mukadderdir. Bazı kimsenin zinası hakiki, bazısının
da mecazî olur. Mecazî zina; haram olan kadına bakmak, zinaya dâir konuşulan
sözleri dinlemek, ecnebi bir kadına elle dokunmak veya öpmek, zina etmeye
gitmek gibi şeylerdir. Mecazî zinanın nevileri dahi haramdır. Fercin bunu
tasdik veya tekzibinden murad; zinanın ya hakikati hâsıl olur, yahut olmaz.
Tam zinaya yaklaşmışken vazgeçer, demektir. Âyet-i kerîme hakikî zinadan
kaçmıldığı takdirde lûtf-u kereminden mecazi olanını affedeceğini va'd
buyurmuştur.
22- (2658)
Bize Hâcib b. Velid rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Mu-hammed b. Harb
Zubeydî'den, o da Zührî'den naklen rivayet etti. (Demiş ki) : Bana Saîd b.
Müseyyeh, Ebû Hüreyre'den naklen haber verdi ki, şöyle diyormuş; Kesûlüîlah
(Sallaüahü Aleyhi ve Sellem):
«Hiç bir doğan çocuk
yoktur ki, fıtrat üzere doğmuş olmasın. Sonra onu annesi, babası
yahûdileştirir; hıristiyanlaştınr ve mecûsîieştirirler. Tıpkı bir hayvanın
dertop bir hayvan doğurduğu gibi. Bu hayvanda hiç bir kesik aza hissediyor
musunuz?» buyurdular. Sonra Ebû ITüreyre : İsterseniz şu âyeti okuyun! dedi. -
«O fıtrata ki, Allah
insanları onun üzerine yaratmıştır. Allah'ın halket-tiğini değiştirmek yoktur.»
[5]
(...) Bize
Ebû Bekr b. Ebî Şeybe rivayet etti, (Dedi ki) : Bize Abdü'l-A'Iâ rivayet etti.
H.
Bize Abd b. Humeyd de
rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Abdürrezzâk haber verdi.
Her iki râvi
Ma'mer'den, o da Zührî'den naklen bu isnadla rivayet etmişlerdir. O: «Hayvan
hayvan doğurduğu gibi...» demiş; «Der top» kelimesini anmamıştır.
(...) Bana
Ebû't-Tâhir ile Ahmed h. îsa rivayet ettiler. (Dediler ki) : Bize İbnÜ Vehb
rivayet etti. (Dedi ki) : Bana Yûnus b. Yezîd, İbni Şi-hab'dan naklen haber
verdi. Ona da Ebû Seleme b. Abdirrahman haber vermiş ki, Ebû Hüreyre (şöyle
demiş) : Resûiüllah (Sallaüahü Aleyhi ve Sellem):
«Hiç bir doğan çocuk
yoktur ki; fıtrat üzere doğmuş olmasın.»buyurdular. Sonra Ebû Hüreyre (Şöyle demiş)
: İsterseniz :
«O fıtrattaki :
"Allah insanları onun üzerine yaratmıştır. Allah'ın halk-ertiğİni
değiştirmek yoktur.' İşte dosdoğru din budur." âyetini okuyun!» demiş.
23- (...)
Bize Züheyr b. Harb rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Cerîr A'meş'den, o da Ebû
Sâlih'den, o da Ebû Hüreyre'den naklen rivayet etti. (Şöyle demiş) : Resûlüllah
(Sallallahü Aleyhi ve Seliem) :
«Hİç bir doğan çocuk
yoktur ki; fıtrat üzere doğmuş olmasın! Sonra annesi; babası onu
yahûdileştirir, ruristiyanlaştınr ve müşrikleştirirler.» buyurdular. Bunun
üzerine bir adam :
— Yâ Iiesûlallah!
Bundan evvel ölürse ne buyurursun? dedi.
«Allah onların ne
yapacak olduklarını bilir.» buyurdular.
(...) Bize
Ebû Bekr b. Ebî Şeybe ile Ebû Küreyb rivayet ettiler. {Dediler ki) : Bize Ebû
Muâviye rivayet etti. H.
Bize İbnü Nümeyr de
rivayet etti. (Dedi ki) : Bize babam rivayet etti.
Her iki râvi A'meş'den
bu isnadla rivayet etmişlerdir. İbnü Nümeyr'in hadîsinde :
«Hiç bir doğan çocuk
yoktur kİ, miüeî üzere doğmuş olmasın.» Ebû Bekr'in, Ebû Muâviye'den
rivayetinde : «Bu millet üzere doğmuş olmasın. Tâ dili sÖyleyinceye kadar.» Ebû
Küreyb'in Ebû Muâviye'den rivayetinde ise : «Doğan hiç bir çocuk yoktur ki, şu
fıtrat üzere olmasın. 'Tâ dili söy-leyinceye kadar.» cümleleri vardır.
24- (...) Bize
Muhammed b. Kâfi' rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Ab-dürrezzâk rivayet etti.
(Dedi ki) : Bize Ma'mer, Hemmâm b. Münebbilı'-den rivayet etti. Hemmâm: Ebû
Hüreyre'nin, Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) den bize rivayet
ettikİeri şunlardır, diyerek bir takım hadîsler zikretmişlerdir. Onlardan biri
de şudur: Resûlüüah (Sallallahü Aleyhi ve SelUm):
«Doğan bir kimse bu
fıtrat üzere doğar. Sonra annosi, babası onu yahûdileştirir ve
hıristiyaniaştırırlar. Sizin develeri ürettiğiniz gibi. Onlarda hiç azası
kesik buluyor musunuz? Sonra onların azasını siz kesiyorsunuz.» buyurdular. Ashâb :
— Yâ Resûlallah!
Küçükken ölene ne buyurursun? dediler.
«Allah onların ne
yapacak olduklarını bilir.» buyurdular.
25- (...)
Bize Kuteybe h. Saîd rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Abdü'l-Aziz (yâni
Ed-Derâverdî), Alâ'dan, o da babasından, o da Ebû Hüreyre'den naklen rivayet
etti ki: Resûlüilah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem):
«Her insanı annesi
fıtrat üzere doğurur. Sonra annesi, babası onu ya-lıudileşîirir, hmstiyanlaşlmr
ve mecûsîleşîİrir. Eğer annesi, babası müslü-man İseler çocuk da müslüman olur.
Annesinin doğurduğu her insanı şeytan iki yanından çarpar. Yalnız Meryem'le
oğlu müstesna!» buyurmuşlar.
26- (2659) Bize
Elût'-Tâhir rivayet etti. (Dedi ki) : Bize İbnü Veh haber verdi. (Dedi ki) ; Bana İtnü EM Zi'b ile Yûnus, İbnü
Şîhab'dan, o da Atâ' b.
Yezîd'den, o da Ebû Hüreyre'den naklen hafeer verdi ki, Resûîüllah (Sallallahü
Aleyhi ve Sellem) 'e müşriklerin çocukları sorulmuş da:
«Onların ne yapacak
olduklarını Allah bilir.» I uyur muşlar.
(...) Bize
Abd b. Humeyd rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Atdürrezsâk haber verdi. (Dedi ki)
: Bize Ma'mer haber verdi. H.
Bize Abdullah b.
Ahdirrahman İbnü Behram da rivayet etti.
(Dedi ki) : Bize Ebû'l-Yeman haber verdi. (Dedi ki)
Bize Şuayb haber
verdi. H.
Bize Seleme b. Şebib
de rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Hasen b. A'yen rivayet etti. (Dedi ki) : Bize
Ma'kıl (bu zât İbni Ubeydillah'dır) rivayet etti.
Bu râvüerin hepsi
Zührî'den Yûnus ve İbnü Ebî Zi'b'in isnadıyla onların hadîsleri gibi rivayet
etmişlerdir. Yalnız Şuayb ile Ma'kıVın hadîslerinde :
«Müşriklerin
zürriyetleri soruldu...» cümlesi vardır.
27- (...)
Bize İbnü EM Ömer rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Süfyân Ebû'z-Zinad'dan, o da
A'rac'dan, o da Efcû Hüreyre'den naklen rivayet etti. (Şöyle
demiş): Uesûlüllah (Sallallahü
Aleyhi ve Sel1em)'e müşriklerin
çocuklarından küçükken ölenler soruldu da :
«Allah onların ne
yapacak olduklarını bilir.» buyurdular.
28- (2660)
Bize Yahya b. Yahya da rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Ebû Avâne, Ebû Bişr'den,
o da Said b. Cübeyr'den, o da İbni Abbas'dan. naklen haber verdi. (Şöyle
demiş): Resûlüllah (Sallallohü Aleyhi ve
müşriklerin çocukları soruldu.
«Allah onları
yarattığı vakit ne yapacak oldukların! bilir.» buyurdular.
29- (2661)
Bize Abdullah b- Meslcme b. Ka'neb rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Mu'temir b.
Süleyman babasından, o da Rakabe b. Meskale'den, o da Ebû İshâk'dan, o da Saîd
b. Cübeyr'den, o da İbnü Abbâs'dan, o da Übey b. Ka'b'dan naklen rivayet etti.
Ühey şöyle demiş: ttesûlüllah (SülSüllahü Aleyhi ve Sellem):
«Hızır'ın öldürdüğü
çocuk kâfir olarak mühürlenmişti. Yaşasaydı annesine, babasına azgınlık ve
küfürle zulmederdİ.» buyurdular.
30- (2662)
Bana Zübeyr b. Harb rivayet etti. (Dedi ki) :,Bize Ce-rîr, Alâ' b. Müscyych'den,
o da Fudayl b, Amr'dan, o da ÂLşe tinti Tal-ha'dan, o da Ümmü'l-Mü'miniıı
Âîşe'den naklen rivayet etti. (Şöyle demiş) : Bir çocuk öldü de ben : Ne mutlu
ona, cennet serçelerinden tir serçe! dedim. Bunun üzerine Resûlüllah
(Sallallahü Aleyhi ve Sellem};
«Bilmez misin ki,
Allah cennetle cehennemi yaratmış ve ona da, buna da ehil yaratmıştır.» buyurdular.
31- (...)
Bize Ebû Bckr b. Ebî Şeybe rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Veki', Talha b.
Yahya'dan, o da halası Âişe binti Talha'dan, o da Ümmül-Mü'minin Aişe'den
naklen rivayet etti. (Şöyle demiş) : Resûlüllah (Sallaltahü Aleyhi ve Seltem)
eıısardaıı bir sabinin cenazesine çağrıldı da, ben:
— Yâ Resûlallahî Buna
ne mutlu, cennet serçelerinden bîr serçe! Kötülük işlemedi. Ona erişmedi,
dedim.
«Bundan başka bir
sözün yok mu yâ Âişe! Çünkü Allah, cennet için ehil yaratmış; onlar, daha
babalarının sulblerinde iken cennet için yaratmıştır. Cehennem için de ehil
yaratmış; onları daha babalarının sulblerinde iken cehennem İçİn yaratmıştır.» buyurdular.
(...) Bize
Mubammed b. Sabbah rivayet etti. (Dedi ki) : Bize İsmaU b. Zekeriyya, Talha b.
Yahya'dan rivayet etti. H.
Bana Süleyman b.
Ma'bed de rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Hüseyn b. Hafs rivayet etti. H.
Bana tshâk b. Mansûr
dahî rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Muhanımed b. Yûsuf haber verdi.
Her iki râvi Süfyân'i
Sevrî'den, o da Talha b. Yahya'dan naklen Ve-kî'in isnâdıyle onun hadîsi gibi
rivayette bulunmuşlardır.
Bu hadîslerin Ebû
Hüreyre ve İbni Abbas rivayetlerini Buharı «Cenaze» bahsinde; Ebû Dâvud, İbnü
Abbâs rivayetini «Kitâbu's-Sünne»'de; Nesâî «Cenaze» bahsinde muhtelif
râvilerden tahric etmişlerdir.
Ulemâ ölen. müslûman
çocuklarının cennetlik olduklarına ittifak et-nişlerdir. Bazıları Resûlüllah
(Sallallahü Aleyhi ve Sellem) 'in Hz. Âişe'ye : «Bundan başka bir sözün yok
mu?» demesine bakarak bu hususta tevakkuf e imiş. Onların cennetlik veya
cehennemlik olduğuna hüküm verememişlerde de, bu söze itibar yoktur. Çünkü
ulema Resûlüllah (Saüaüahü Aleyh: ve Se!lem)'m. Hz. Ai^e 'ye ihtimal kafi bir
delil bulunmadıkça kesin söz söylememesini tembih etmek istemiştir,
demişlerdir. Nitekim Hz. Sa'd b. Ebî Vakkas: «Ona ver yâ Resûlallah! Çünkü ben
onu mü'min görüyorum.» dediği vakit; kestirip atmaması lâzım geldiğini tenbih
için «Müslim» buyurmuşlardır. Resûlüllah {Sallallahü Aleyhi ve Sellem) m bu
sözü müslûman çocuklarının cennetlik olduğunu bilmezden önce söylemiş olması
da ihtimaldir. Onların cennetlik olduğu kendisine bildirildikten sonra :
«Müslümanlar.n ölen
küçükleri cenneîin kurtlardır.., ilah.» buyurarak cennetlik olduğunu tasrih
etmiştir.
Müşriklerin
çocuklarına gelince : Bu hususta üç kavil vardır. Birinci kavle göre babalarına
tâbi olarak onlar da cehenneme gireceklerdir. İkinci kavi tevakkuftur. Yâni
ulemadan bir taife bunların cennetlik mi, cehennemlik mi olduklarım
kestirnmemiş, bu hususta bir şey söylememeyi tercih etmişlerdir. Üçüncü kavle
göre müşriklerin küçükken ölen çocukları cennetliktir. Muhakkık'ın ulemânın
kavilleri budur. Nevevî : «Sahih olan da budur.» diyor. Buna delil Resûlüllah
(Sallallahü Aleyhi ve Sellem) in cennette İbrani m (Aleyhisselâm) 'ı ve
etrafında İnsanların çocuklarını gördüğünden bahseden hadîsidir. Mezkûr
hadiste ashâhm : «Yâ Iie-sûlaîlalı! Müşriklerin çocukları da orada mıydı?» diye
sordukları:
«Evet! Müşriklerin
çocukları da oradaydı.» diye cevab verdiği bildirilmektedir. Hadîsi, Buharı
rivayet etmiştir. Teâlâ Hazretleri de :
«Biz Resul
göndermedikçe kimseyi ûzqb edecek değiliz.» buyurmuştur. Bir çocuk bulûğa
ermedikçe mükellef değildir. Bu cihet ittifâkîdir,.
Fıtrat: Her çocuğun
doğduğu zaman aldığı sıfattır. Bu hadîslerde murad ne olduğu ihtilaflıdır.
Hafız İbnü Hacer: En meşhur kavle göre fıtrattan murad İslâm'dır diyor. Ma'zirî
'nin beyânına .göre bazıları : «Fıtrat: Çocuklar babalarının sulblerinde iken
kendilerinden alınan sözdür. Onlar bu hal üzere doğarlar ve anneleri, babaları
değiştiriıı-ceye kadar bu hâl üzere devam ederler.» demiş; bir takımları:
«Fıtrat: Doğacak çocuk, hakkınüa Allah tarafından verilen saadet veya şekavet
hükmüdür.» mütalâasında bulunmuşlardır.
Ebû Ubeyd diyor ki:
«Ben Muhammed b. Hasen'e bu hadîsi sordum da : Bu mesele İslâm'ın ilk
zamanlarında farâiz hükmü inmezden
ve cihad emroîunmazdan Önce idi, cevâbını verdi. Ve
galiba şunu demek istedi :
Çocuk fıtrat üzere doğar da annesi, babası kendisini yahudileştirrneden yahut
hıristiyanlaştırmadan ölürse, anne ve babasından mirasçı olmaz. Onlar da
çocuğa mirasçı olmazdı. Çünkü çocuk müslûman; annesi, babası kâfir sayılır.
Çocuğun esir alınması da caiz olmazdı. Farâiz meseleleri inip şeriatın kavâidi
bunun hilâfına tekârrur edince, anlaşıldı ki, çocuk annesinin, babasının dini
üzere doğar.»
Abdullah b. Mübarek:
«Çocuk ilerde kazanacağı saadet veya şekavet hâli üzere doğar. Allah'ın,
müslûman olacağını bildiği çocuk îslâm .fıtratı üzere, kâfir olacağını bildiği
çocuk ise küfür üzere dünyaya gelir.» demiştir.
Nevevî'ye göre ise. bu
hususta esah olan mânâ şudur : Her çocuk müslümanlığı kabule müheyya olarak
dünyaya gelir. Hangi çocuğun annesi, babası müslümansa, o dünya ve âhiret
ahkâmı hakkında müslûman sayılır ve müslûman olarak devam eder. Annesi, babası
kâfir olan çocuk, dünya hükümleri hakkında kâfir sayılır. îşte annesinin,
babasının onu yahudüestirmesinden, hıristiyanlastırmasmdan,
mecûsîlestirmesinden murad budur. Yâni çocuğa annesinin, babasının hükmü
verilir. Çocuk bu hâl üzere bulûğa ererse, küfrü de devam etmiş sayılır. Ezelde
saadeti mu-kadderse müslûman olur. Değilse küfrü üzere ölür.
Resûlüllah (Saîlallahü
Aleyhi ve Sellem)in :
«Allah onların ne
yapacak oldukların' bilir, .»sözünde küçükken ölen müşrik çocuklarının
cehennemlik olacaklarına dâir bir sarahat yoktur. Bundan murad : «Bulûğa ermiş
olsalar, ne amelde bulunacaklarını Allah bilir.» demektir. Halbuki bulûğa
ermemişlerdir. .Onlara İlâhî teklif de yoktur. Çünkü teklif bulûğ ile başlar.
Hızır
(Aleyhisselâm\'ın öldürdüğü çocuğa gelince : Nevevî: -Buna kat'î surette te'vil
vâcibdir. Çünkü annesi, babası mü'mindjler. Binâenaleyh çocuk da müslümandır.
Bu hadîs çocuk bulûğa erse kâfir olurdu, diye te'vil edilir. O anda kâfirdi
denilemez ve o anda .küffarın ahkâmı ona tatbik edilemez.» diyor.
Hz. Meryem'le oğluna
ait rivayet ve keza Hızir hadîsi «Kitâbu'l-Fedâil»'de geçmişti.
Babımız rivayetleri
«Allah Teâlâ olmuş, olacak ve olmayacak her sezi bilir.» diyen ehl-i hakkın
mezhebine delildirler
32- (2663)
Bize Ehû Iiekr b. Ebî Şeyhe ile Ebû Küreyb rivayet ettiler. Lâfız Ebû
Bekr'indir. (Dediler ki) : Bize Veki, Mis'ar'dan, o da AI-kame b. Mersed'den, o
da Muğîra b. Abdillah EI~Yeşkürî'den, o da Ma'rur b. Süveyd'den, o da
Abdullah'dan [6] naklen rivayet etti. Şöyle
demiş : Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Scllem) 'in zevcesi Ümmü Habîbe:
— AHahım! Bana zevcim
Itesûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem), babam Ebû Süfyân ve kardeşim Muâviye
ile fayda ver! dedi. Bunun üzerine Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem}:
«Sen Allah'dcm muayyen
ecellere, ma'dud günlere ve taksim edilmiş rızıklara ait bir şey istedin. O hiç
bîr şeyi vakti gelmeden yaratacak, yahuf bir şeyi vaktinden sonraya bırakacak
değildir. Şayet Allah'tan seni cehennemdeki bir azabdan veya kabirdeki azabdan
korumasını İsteseydin daha hayırlı ve daha faziletli olurdu.» buyurdular.
Abdullah demiş ki:
Kesûîüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sel!em)'in yanında maymunların da zikri geçti.
— Mis'ar şöyle demiş : Zannederim domuzlar da
suret değiştirmekten meydana gelmişlerdir,
dedi. — Bunun üzerine:
«Şüphesiz ki Allah,
suret değiştirenler için nesil ve çoluk çocuk halket-memiştir. Maymunlarla
domuzlar bundan önce de vardı.»
buyurdular.
(...) Bize
bu hadîsi Ebû Küreyb rivayet etti. (Dedi ki) : Bize îbnül Bİşr, Mis'ar'dan bu
isnadla rivayet etti, Şu kadar var ki, onun İbni Bişr ile Veki'deıı beraberce
rivayet ettiği hadîsinde :
«Cehennemdeki bir
azabdan ve kabirdeki azabdan...» cümlesi vardır.
33- (...)
Bize İshâk b. İbrahim Eî-Hanzalî ile Haccac b. Şâir rivayet ettiler. Lâfız
Haccac'mdir. İshâk : Ahberanâ; Haccac ise : Haddesenâ tâbirlerini kullandılar.
(Dediler ki) : Bize Abdürrezzâk rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Sevrî Alkame b.
Mersed'den, o da Muğîra b. Abdillah El-Yeş-. kürî'den, o da Ma'rur b.
Süveyd'den, o da Abdullah b. Mes'ud'dan naklen haber verdi. Şöyle demiş : Ümmü
Habîbe :
— Allahim!' Bana
zevcim Resûlüllah' (Safîallahü Aleyhi ve Selîemi'haham Ebû Süfyân ve kardeşim
Muâviye île fayda ver, dedi. Bunun üzerine Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve
Sellem) ona :
«Sen Allah'dan muayyen
ecellere, basılmış izlere ve taksim edilmiş rızıklara dâir bir şey istedin. O,
zamanı gelmeden ne bunlardan birini halke-der, ne de bîrini zamanı geldikten
sonra geriye bırakır. Allah'dan kendini
cehennemdeki bir
azabdan ve kabirdeki azabdan kurtarmasını
isteseydin senin için daha hayırlı olurdu.» buyurdular. Derken bir adam:
__ Yâ Resûlallah!
Maymunlarla domuzlar sureti değiştirilen insanlardan mıdır? diye
sordu. Bunun üzerine Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve
Sellem):
«Şüphesiz Allah
(Azzeve Cetle) bîr kavmi helak etti, yahut bir kavmi azab ettiyse, onlar için
nesil yaratmamıştır. Maymunlar ve domuzlar bundan Önce de vardı.» buyurdu.
(...) Bana
bu hadîsi Ebû Dâvud Süleyman b. Ma'bed rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Hüseyin
b. Hafs rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Süfyân bu isnadla rivayette bulundu.
Yalnız o: «Ve varılmış eserler...» demiştir.
İbnü Ma'bed :
«Bâzıları (bu hadîsi) hillinden yâni vukuundan önce dîye rivayet etti.» dedi.
Bu hadîs ecellerle
rizıklann mukadder olduğuna, binâenaleyh ziyâde veya eksik kabul etmediğine
açık delildir. Gerçi bir hadîsde : «Sıle-i Rahm Ömrü artırır...» buyurulmuştur.
Fakat bu ve emsali hadîslerin te'vil olunduğunu Sıle-i Rahm bahsinde
görmüştük.
Mâzirî şöyle diyor :
«Kafi delillerle tekarrur etmiştir ki, ecelleri, rızıkîarı vesâireyi Allah
bilir. Bilmenin hakikati, bilinen şeyi bulunduğu hâl üzere anlamaktır. Allah
Teâlâ Zeyd'in beşyüz tarihinde öleceğini bildi mi, artık onun bu tarihten önce
veya sonra ölmesi imkânsızdır. Çünkü ilim cehle münkalib olur. Binâenaleyh
Allah'ın bildiği ecellerin artıp eksilmesi imkânsızdır. Şu halde artma
meselesini Ölüm melâi-kesine yahut ruhları kabz için vekil kıldığı başka bir
meleğe nisbetledir, diye tevil etmek gerekir. Meleğe uzun eceller yazmasını
emir buyurduktan veya bunu Levh-i Mahfuz'a yazdırdıktan sonra, ezelî ilmi
iktizası bu yazılana ziyâde ve noksan yapabilir. îşte :
«Allah dilediğini
mahveder, dilediğini sabit bsrakrr.» 'âyet-i kerîmesinin mânâsı budur.»
Ehl-i Hakkın mezhebine
göre öldürülen kimse eceliyle ölmüştür. Dalâlet fırkalarından Mu'tezİle onun
eceliyle Ölmediğini, ömrünün kesildiğini söylemişlerdir.
Görülüyor ki: Hz. Ümmü
Habîbe , ResûlüUah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) ile babasının ve kardeşinin çok
yaşamalarına ve kendisine faydaları dokunmalarına dua etmiş, fakat Peygamber
(Sallallahü Aleyhi ve Sellem) onu bu duadan men etmiştir. Burada şöyle bir sual
hatıra gelebilir : Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) ecel mukadderden
fazla ve eksik olamıyacağı için men ettiyse, azab meselesi de mukadderdir. Hz.
Ümmü Habibe'ye niçin azabdan kurtulmak istemesini tavsiye buyurmuştur?
Cevab : Evet, azab
meselesi de mukadderdir. Lâkin cehennem azabından, kabir azabından ve emsali
şeylerden kurtulmak istemek bir ibâdettir, îbâdetlerse şeriatın emridirler.
Kader ne ise o olur
deyip namaz ve oruç gibi ibâdetleri terketmek nasıl caiz değilse, afiyet
duasında bulunmak da öyledir.
Mesh : Suretini
değiştirmek, insani maymun ve domuz gibi çirkin hayvanlar kılığına tebdil
etmektir.
Bu hâdise Benî İsrâi
zamanında vuku bulmuştur. Fakat başka hayvanlar suretine tebd.il edilen insanların
nesli olmadığı, maymunlarla domuzlarınsa meshdcn Önce de mevcut oldukları bu
hadîsde sarahaten bildirilmiştir. Binâenaleyh bugün yaşayan maymunlarla
domuzlar insandan dönme değillerdir.
34- (2664)
Bize Ebû Bekr b. EM Şeyhe ile İbnü Nürneyr rivayet ettiler. (Dediler ki) : Bize
Abdullah b. İdris RaMa b. Osman'dan, o da Muhammed b. Yahya b. Habfaan'dan, o
da A'rac'dan, o da Ebû Hüreyre'-den naklen rivayet etti. Şöyle demiş :
ResûIüllab(Aleyhi ve Sellem):
«Kuvvetli mü'min-
Allah'a zayıf mü'minden daha hayırlı ve daha makbuldür. Ama her birinde hayr
vardır. Sana fayda veren şeye çaba göster;
Allah'dan yardım dile
ve âciz olma! Başına bir say gelirse şöyle yapsam şöyle olurdu deme! Velâkİn
(bu) Allah'ın kaderi, O ne dilerse yapar, de! Çünkü eğef (kelimesi) şeytanın
amelini açar.» huyurdular.
Buradaki kuvvetten
murâd nefsin azimet ve niyeti ve âhiret hususundaki düşüncedir. Bu sıfatı hâiz
olan bir kimse cihadda düşmana karsji daha atılgan, ona hücumda dnha sür'atli,
emr-i bilma'ruf hususunda daha azimkar, eziyetlere sabır hakkında daha
metanetli olur. Namaz, oruç gibi ibâdetler hususunda da neşâtı çok olur.
«Her birinde hayır
vardır...» cümlesinden mıırad; kuvvetli mü'minde de, zayıf olanda da hayır
vardır, demektir. Çünkü iman ve ibâdet hususunda müşterektirler. Fayda verecek
şeye çaba göstermekten maksat Allah'a taâttır. Âciz olmanın mânâsı Allah'a
taât ve ondan yardım dileme hususunda tenbellik etme, demektir. Ulemâdan bâzılarına
göre şöyle yapsam şöyle olurdu... demenin yasak edilmesi, o işin olacağına
itikat edenler hakkındadır. Fakat bununla o işi Allah'a havale etmeyi isteyen
bu hükümde dâhil değildir. Delili Hz. Ebû Bekr'in mağarada iken ; «Eğer
müşriklerden biri basını kaldırmış olsa, mutlaka bizi görürdü... sözüdür. Ancak
Kaadî îyâz bu sözün bir hüccet oîamıyacağrm; çünkü Hz. Ebû Bekr'in istikbâle
ait bir şey haber verdiğini, bunda kaderi red dâvası olmadığını söylemiştir.
Kaadî lyâz diyor ki : Bence hadisin mânâsı umumi bir nehydir. Lâkin bu nehiy
tenzih içindir. Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) 'in zira lev kelimesi
şeytanın ameline yol açar. Yâni şeytan kadere çatmayı kalbe telkin eder. Bu
hususta vesvese verir sözü de bunu gösterir.» Nevevî'ye göre ise hadîsten
anlaşılan zahirî mânâ eğer kelimesinin faydasız yerlerde kullanılmamasıdır. Ve
nehy tenzih içindir. Ama bir kimse bunu Allah'a yapılacak bir taât fırsatını
kaçırdığı için söylerse zararı yoktur. Kelimenin hadîslerde ekseriyetle mânâsı
buna hami olunur.